Haberler logo Haziran '13 Arşivi

30 Haziran - 6 Temmuz 2013

İKİNCİ KAZISINDA
KELT TANRISI BULDU

 

İngiltere'nin Auckland kenti yakınlarında bir kazıda çalışan 19 yaşındaki arkeoloji öğrencisi Alex Kirton, MS 2 veya 3'üncü yüzyılda Roma döneminde yapılmış bir Kelt tanrısının heykelini buldu.

Ders kapsamında ikinci kazısına katılan Kirton'un bulduğu 10 santimetreye 20 santimetre ebatlarındaki heykelin, savaşçı Kelt tanrısı Antenociticus'a ait olduğu ve savaşa girmeden önce askerleri motive etmekte kullanıldığı düşünülüyor.

Kirton, "Arkeolog olacağım. Bundan sonraki kariyerimde bu kadar önemli bir şey bulamayabileceğimi de biliyorum. Ancak bu heykeli benim keşfetmem, beni daha da motive etti" dedi.

Sabah, 05.07.2013

SURLARA 800 BİN LİRA HARCANACAK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, İstanbul’daki tarihi surlarla ilgili kararları ve uygulamaları açıkladı: Sur-u Sultani’de güvenlik amaçlı eski duvar yıkılıp yenisi yapılacak.

 

Kara surlarındaki 138 yıllık bostan alanı, yeşil alan olarak korunacak. Surlara 2012’de 1 milyon 350 bin lira harcanırken, 2013’te 800 bin lira ayrıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran’ın soru önergesine verdiği yanıtta İstanbul’daki tarihi surlarla ilgili Koruma Kurulları’nın aldığı kararları ve uygulamaları açıkladı. Önerge yanıtında özetle şunlar yer aldı:

BOSTAN ALANLARI DEĞERLENDİRİLECEK
‘Eminönü Cankurtaran Mahallesi demiryolu sınırında, ‘Topkapı Sarayı Müzesi I. Avlu ve MSB’den Devir Alınan Alanın Genel Güvenlik Yapım İşi’ kapsamında, Sur-u Sultani’nin demiryolu hizası boyunca eski güvenlik duvarının yıkılarak yerine duvar inşa edilmesine yönelik öneri proje hazırlanmıştır. Kara surları su hendeklerinde kısmi arkeolojik araştırma kazısı yapılabilir. Su hendeklerinde peyzaj düzenlemesi yapılarak surlar ile bir bütün olarak korunacaktır. Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan ve günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları yeşil alan bütününde tematik olarak değerlendirilecektir.

KÜLTÜREL AMAÇLI KULLANIM ESAS
Haliç, Marmara ve kara surlarının kültürel amaçlı kullanılması esastır. Sur duvarları, burçları, kapıları, su hendekleri ilgili Koruma Kurulu’nun uygun kararı alınarak, kültürel fonksiyonlara kavuşturulacak, çevresindeki yeşil alan, arkeolojik sergileme-park alanları, sergi-seyir terasları gibi fonksiyonlar ile bütünleştirilecektir. Kara Surları İç Koruma Alanı içerisinde kalan, Korunması Gerekli Kültür Varlıkları Envanteri’nde yer alan yapılar dışında hiçbir yapının irtifası altı buçuk metreyi geçemez.

TAMBURLANMIŞ OSMANLI GRANİTİ
‘Sultanahmet Meydanı Zemin Kaplaması İnşaatı’ tamamlanmıştır. Sultanahmet Meydanı’nın zemini tamburlanmış Osmanlı granit taş ile kaplanarak, meydanın tarihi niteliğine uygun zemin dokusu ile dünya genelinde örnek bir düzenleme ile hizmete sunulmuştur. Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi önü, bu meydanlara açılan sokakların zemin ve peyzaj rehabilitasyonu yapıldı. Yine tüm zeminlerin kaplaması tamburlanmış Osmanlı granit taş ile kaplanmıştır. Bu çalışmalar ile Sultanahmet Meydanı, Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi çevresinde yaklaşık 90 bin metrekarelik zemin ve peyzaj alanının düzenlemesi yapılmıştır.

800 BİN TL ÖDENEK AYRILDI
Tüm kara surlarında, bugüne kadar proje ve onarım çalışması başlatılmamış bölümlerde etaplı olarak rölove, restitüsyon ve restorasyon projelerinin elde edilmesine yönelik ihale hazırlık çalışmaları devam etmektedir. Tarihi sur ve kalelerin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri için 2012 yatırım programında 1 milyon 350 bin TL ödenek ayrılmış ve kullanılmıştır. Söz konusu projelerde kullanılmak üzere, 2013 yılı bütçesinde 800 bin TL’lik ödenek ayrılmıştır.’

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 05.07.2013

TÜRKİYE'NİN EN İYİ MÜZESİ
AYASOFYA

 

İnternetin en popüler gezi sitelerinden TripAdvisor. com, Gezginlerin Seçimi 2013 (Travellers' Choice 2013) kategorisinde Türkiye'den en iyi 10 müzeyi seçti. 21 farklı dilde yayın yapan ve yaklaşık 20 milyon üyesi bulunan sitenin, ziyaretçilerinin yorumlarına göre belirlediği Türkiye'nin en iyi 10 müzesi şöyle:

Ayasofya Müzesi, Kariye Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Göreme Açıkhava Müzesi, İstanbul Modern, Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Mevlana Müzesi, Rahmi M. Koç Müzesi.

Sabah, 05.07.2013

'VOYVODA HANI' İSMİNE TEPKİ

 

 

Tokat'ta 1626- 1632 yılları arasında Doğan Bey Vakfı tarafından yaptırılan Anadolu'nun en büyük şehir hanlarından biri olan Taşhan, kentin en önemli yapıtların başında yer alıyor. 2006 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılan tarihi Taşhan, daha sonra kente özgü el sanatlarının yaşatılması amacıyla kapılarını tüccarlara açtı. Fakat Taşhan'ın ismi 381 yıl sonra, 'Voyvoda Hanı' olarak değiştirildi. Tokat Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan bu değişiklik kentte tartışmalara neden oldu.

 

Başta sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler olmak üzere bu değişime tepki gösterdi. Türkiye Kamu- Sen üyesi bir grup akşam saatlerinde ellerinde Türk bayrağı ve Taşhan yazılı dövizler ile han'ın önüne geldi. Üyeler yanlarında getirdikleri Türk bayrağını ve Taşhan yazılı kağıdı hanın kapısına yapıştırdı.

 

Burada konuşan il temsilcisi Selim Sarı, Voyvoda kelimesinin Türk milletinin hafızasında, 'Türk düşmanı Müslüman katili' olarak işlendiğini söyleyerek, "Kendi ifadesi ile 20 bin Osmanlı'yı kazıklara geçiren, işkencenin her türlüsünü kadın çoluk çocuk demeden Müslümanlar üzerinde deneyen bu caninin adını çağrıştıran bir kelime Tokat'a, Tokat'ımıza tarihimize yakışmamaktadır. Taşhan'ımızın isminin değiştirilerek Voyvoda yapılması, 1442- 1448 yılları arasında Tokat'ta esir kaldığı rivayet edilen Kazıklı Voyvodaya ile ilgisi olmasa bile Türk milletinin tarihinde kara bir leke olan, insanların aklına bile gelmeyecek işkenceleri yaparak Osmanlı Kanı ile beslendiği söylenen bir caninin ismini çağrıştıran Voyvoda kelimesini Tokat'ımızda istemiyoruz" dedi.

 

Kentte oluşan tepkilerin üzerine Tokat Valisi Mustafa Taşkesen yazılı bir açıklama yaptı. Vali Taşkesen açıklamasında, "Günümüzde Taşhan olarak bilinen hanın, 2012 yılının Kasım ayında gerçekleştirilen Tokat sempozyumunda, dönemin ekonomik yapısıyla ilgili sunumlar esnasında orijinal isminin Voyvoda Han'ı olduğu ifade edilmiştir. Tokat tarihi ile ilgili bu bilgiden hareketle Taşhan isminin yanında Voyvoda Han'ı isminin de kullanılması, farkındalık yaratacağı düşüncesiyle uygun görülmüştür. Ancak uygulama esnasında yanlış anlama sonuncunda sadece, 'Voyvoda Hanı' yer almış olup, Han'ın ismi en kısa zamanda yeniden düzenlenecektir. Diğer yandan Tokat, 1659 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde bir idari-mali birim olan Voyvodalık sistemine dahil edilmiş ve bu durum tanzimata kadar devam etmiştir. Bu süre zarfında Tokat'ta görev yapan idareciler Tokat Voyvodaları olarak anılmıştır. Şu anda birçok resmi kayıtlarında Han'ın her iki ismi de birlikte zikredilmektedir" ifadelerini kullandı.

 

KONT DRACULA (KAZIKLI VOYVODA)

1431-1476 yıllarında yaşamış olan Eflak Beyliği prensidir. Macar kayıtlarına "Dracul" (şeytan), Romen kayıtlarına Cepel Puç (Cellat), Almanların "Uber" (cadı) Türklerin Kazıklı Bey, Kazıklı Paşa ya da Kazıklı Voyvoda dediği Prens Drakula, işkenceleriyle ve esirlerini kazıktan geçirmesiyle ün salmıştır. Osmanlı esirleri kazıktan geçirdiği rivayet edilmektedir. 1476 yılında Osmanlı ordusu ile giriştiği savaşta yakalanarak öldürülmüştür.

Tokat Kent Haber, 04.07.2013

ATATÜRK'ÜN ODASINA YERLEŞTİ


CHP’li İnce, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’e,” Cumhuriyet Müzesi’ndeki makam odası oluşturulurken sizin ve konuklarınızın odaya rahat girişlerinin sağlanması için binanın müze bölümü ile güvenlik nedeni ile mühürlü olan kapıları açılarak müze güvenliği riske edilmiş midir?diye sordu.

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, Bakan Ömer Çelik’e Cumhuriyet Müzesi’nde ki II. TBMM binasında makam odası haline dönüştürülmesinin gerekçesini sorduğu önergesini meclis başkanlığına sundu.

Muharrem İnce Bakan Çelik’in yanıtlamasını istediği sorular ise şöyle;

1- Atatürk’ün meclis başkanı iken başkanlık odası olarak kullandığı Cumhuriyet Müzesi’ndeki (II. TBMM binası) bölümün size makam odası haline dönüştürülmesinin gerekçesi nedir? Bu tadilat için Koruma Kurulu’ndan onay alınmış mıdır? Koruma Kurulu hangi tarihte böyle bir onay vermiştir? Koruma Kurulu’ndan izin alınmadıysa onay alınmadıysa kültür varlıklarını korumakla görevli bir Bakanlık’ta kültür varlığı olarak tescilli bir yapıda bakana makam odası yapmak için böyle bir işlem hangi gerekçeyle, hangi dayanakla tesis edilmektedir?

2- Cumhuriyet Müzesi’ndeki makam odası oluşturulurken sizin ve konuklarınızın odaya rahat girişlerinin sağlanması için binanın müze bölümü ile güvenlik nedeni ile mühürlü olan kapıları açılarak müze güvenliği riske edilmiş midir?

3- Bakanın opera merkez bina ile Emekteki hizmet binalarında makam odaları dururken, Telif Hakları Genel Müdürlüğü binasında, Mithatpaşa caddesi üzerindeki El Sanatları Mağazasının bulunduğu binada makam odası oluşturulmasının amacı ve gerekçesi nedir?

4- Telif Hakları binası, Mithatpaşa caddesi binası, Opera kavşağı Merkez Binası, Emek Hizmet Binası, Cumhuriyet Müzesindeki toplam beş makam odası yetmezmiş gibi İstanbul’da Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde size makam odası yapıldığı iddiası doğru mudur? Doğruysa bu kadar makam odası ihtiyacınız nerden kaynaklanmaktadır?

5- Bütün bu makam odalarının tefriş, dekorasyon, mobilya, TV, Bilgisayar vb. ihtiyaçları ile tadilatları için ne kadar para harcanmıştır? Bu paralar hangi kaynaktan edinilmiştir? İhaleleri hangi usulle, hangi tarihte, hangi firmaların katılımıyla yapılmıştır? İnşaatlar başladıktan sonra ihalelerin yapıldığı iddiaları doğru mudur?

6- Yukarıda belirtilen tüm bu makam odaları için inşaatlar öncesi ve esnasında olağanüstü güvenlik hassasiyeti gösterilmesinin nedeni nedir?

7- Tüm Bakanlık binalarında internet kullanımına sıkı kontroller getirilmesinin, bakanlık bürokratlarının makam araçlarının dahi kontrol edilerek bakanlık binalarına alınmasındaki derin endişenin nedeni nedir? Bakanlık çalışanlarının e-postalarının izlendiği yönündeki iddialar doğru mudur?

8- Devlet kaynaklan ile size Mont Blanc marka imza kalemi alınmış mıdır? Alınan kalemin fiyatı ne kadardır? Kalemin özelliği nedir? Bu kalem nerden alınmıştır? Parası hangi kaynaktan ödenmiştir?

9- Sizin göreve geldikten sonra Bakanlık kaynakları kullanılarak kaç adet I-pad tablet, I-Phone telefon, I-Mac Bilgisayar alınmıştır? Bu ürünler kimlerin kullanımına verilmiştir? Bu cihazlar için toplam kaç lira harcanmıştır? Alımların ihalesi nasıl yapılmıştır? İhaleye kaç firma katılmıştır?

10- Siz göreve geldikten sonra makam odaları için kaç adet televizyon alınmıştır? Bu televizyonların markaları ve ekran büyüklükleri ne kadardır? Bu televizyonlar için toplam ne kadar para harcanmıştır? Bu meblağ hangi kaynaktan karşılanmıştır? İhaleleri nasıl yapılmıştır? İhalelere kimler katılmıştır? Bazı makam odalarındaki TVler için digitürk ve D-Smart Full paketlerinin devlet bütçesinden karşılandığı iddiaları doğru mudur?

11- Sizin için Marriot Oteli’nden aşçı, Rixos Oteli’nden masör geldiği yönündeki iddialar doğru mudur? Masörün yabancı uyruklu olduğu ve çalışma izninin çıkartılması için tarafınızca talimat verildiği iddiaları doğru mudur?

12- Siz göreve geldikten sonra Bakanlıkta yerleri değiştirilen ve görevden alınan yönetici kaç kişidir? İsimleri ve eski/yeni görev yerleri nerelerdir? Değişiklik ve görevden alınma gerekçeleri nelerdir? Görevden alınan ve görev yeri değiştirilen yöneticiler hakkında kesinleşmiş yargı karan veya müfettiş raporu mevcut mudur?

13- Siz göreve geldikten sonra Bakanlık Makamında yüzlerce dosyanın imza için beklediği, imzanın gecikmesi nedeniyle bazı inceleme ve soruşturmaların yasal süresi içerisinde başlatılmasında güçlükler yaşandığı, bazı dosyaların zaman aşımına uğradığı yönündeki iddialar doğru mudur? Doğru ise, yasal süresi içinde başlatılmayan soruşturmaların konusu ve soruşturmaya konu olan kişiler kimlerdir? Bazı yurtdışı fuarlarda ve organizasyonlarda görevlendirilen personelin görev onayları imzadan çıkmadığı için herhangi bir resmi görevlendirmeleri olmaksızın yurt dışında görev yaptığı doğru mudur? Yurt dışı tanıtma müşavirliklerine atama yapılamadığı, hatta yurt dışında olup da görev süreleri dolduğu halde dönüş onaylan imzadan çıkmadığı için geçici görevlendirmeyle görevlerine devam etmek zorunda kalan onlarca müşavir ve ateşe olduğu doğru mudur?

14- Bakanlık Müsteşarının görevden alınması ve yerine başka bir ismin atanması için kararname hazırlandığı ancak bu kararnamelerin Cumhurbaşkanlığı Makamı tarafından iade edildiği yönündeki iddialar doğru mudur? Doğruysa Cumhurbaşkanlığı Makamının bu kararnameleri iade gerekçesi nedir?

15- Bakanlık Müsteşarının ve müsteşar yardımcılarının pasifize edildiği, Bakanlıkta kendisine bağlı olsun veya olmasın tüm Bakanlık birimlerindeki yetki ve sorumluluğun Müsteşar yardımcısı Ali Şahin tarafından kullanıldığı doğru mudur?

16- Ali Şahin’in mesleki tecrübesi ve eğitimi nedir? Bakanlıktaki tecrübesi kaç yıldır? Bakanlıkta bu kadar tecrübeli, mevzuatı bilen yetişmiş insan kaynağı var iken Ali Şahin’in yönetici yapılmasının ve üstelik nerede ise Bakan gücünde yetki kullandırılmasının gerekçesi nedir?

17- Ali Şahin’in Makam odasındaki tadilat, mobilyalar, perdeler,TV’ler, bilgisayarlar, cep telefonları, tablet bilgisayarlar için kaç para harcanmıştır? Bu bedel hangi kaynaktan karşılanmıştır? İhaleleri nasıl yapılmıştır? Hangi firmalar katılmıştır? Firma tadilata başladıktan sonra ihalenin yapılıp ihaleyi kazandığı yönündeki iddialar doğru mudur?

18- Basın Müşavirliği’nde görev yapan yetişmiş tüm personelin görev yerlerinin değiştirilerek yerlerine bakanlık personeli olmayan tecrübesiz görevlilerin getirildiği iddiaları doğru mudur? Doğru ise bu personelin istihdamı nasıl sağlanmıştır?

19- Siz yurtdışında iken sizin dijital imzanız kullanılarak atamalar yapıldığı yönündeki iddialar doğru mudur? Bakan olduğunuz günden bugüne kadar hangi tarihlerde hangi ülkelere gittiniz? Siz yurt dışında iken görevden alınan veya göreve getirilen kişiler kimlerdir?

20- Bakanlığın birden fazla şirketinde Mevzuatın açık hükmüne rağmen yönetim ve denetim kurulu üyeliğinde görev alan yönetici var mıdır? Var ise isimleri ve görevleri nedir? Mer’i Mevzuata hilaf en böyle bir uygulama nasıl yapılabilmektedir?

Sözcü, Haber: Cengiz Aldemir, 06.07.2013

MANASTIR ZİYARETÇİLERE AÇILIYOR

 

Batman Müze Müdürlüğü personeli ve Beşiri’ye bağlı Ayrancı köyü sakinleri tarafından gerçekleştirilen çalışmayla artık Mor Kuryakos Manastırı, daha güvenli ve daha korunaklı hale geldi.

Konuyla ilgili bilgi veren Müze Müdürü Tenzile Uysal, manastıra sahip çıkarak tel örgü çalışmalarında personele her türlü kolaylığı sağlayan Ayrancı köyü sakinlerine teşekkürlerini sunup, gerçekleştirilen çalışmayla manastırın eskisinden daha korunaklı hale geldiğini belirtti.

Uysal, kış şartlarından etkilenen manastırda kısa süreli bir temizlik çalışması gerçekleştirdiklerini dile getirerek yaz aylarında gelecek olan ziyaretçilerin memnuniyetini göz önünde bulundurduklarını dile getirdi.

Batman Gazetesi, 04.07.2013

TARİHİ KONAĞA RESTORE

 

 

Mersin'in Anamur İlçesi'nde belediye tarafından restorasyonu tamamlanan Lütfi Kısakahyaoğlu Konağının açılışı yapıldı.

 

Açılışa, Mersin Vali Yardımcısı Suphi Olcay, Kaymakam Cengiz Cantürk, Belediye Başkanı Mehmet Türe, Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Akif Dönertaş, Garnizon Komutanı Ekrem Kesikbaş, İlçe Emniyet Müdürü Fuat Tulluoğlu, STK temsilcileri, siyasi parti temsilcileri ve çok sayıda vatandaş katıldı.

 

Törende konuşan Kaymakam Cengiz Cantürk, restorasyona katkı sağlayan Mersin Valiliği'ne teşekkür ederken Başkan Mehmet Türe'nin gayretini tebrik etti.

 

Konağı Anamur'a kazandıran konak sahipleri Tuğrul Ailesi'ni kutlayan Başkan Mehmet Türe ise, konağın artık kent müzesi, kafe, restoran ve yöresel ev yemekleri sunan nezih bir mekan olacağını ifade etti.

 

Konuşmaların ardından açılı yapılan tarihi konak gezilerek hatıra fotoğrafı çektirildi.

Konakta 2000 kişilik misafir grubuna sıkma, yayık ayranı, keşkek, sıcak ve soğuk içecek servisi yapıldı.

Mersin Kent Haber, 04.07.2013

SANASARYAN HAN'I YARGIDAN KAÇIRMA

 

 

Haftalık Agos Gazetesi ’nin bugün (5 Temmuz) çıkan sayısında genel yayın yönetmeni Rober Koptaş imzalı çarpıcı bir manşet yer alıyor. “Sanasaryan’da ihale tezgahı” başlıklı haber , Türkiye Ermenilerinin gasp edilen en önemli mülklerinden biri olan Sanasaryan Han’ın iade davası sürerken bir ihaleyle 20 yıllığına kiralanmak istendiğini ortaya çıkarıyor. Agos’un Koptaş imzalı haberi şöyle:

 

 

“Sanasaryan Han, Ermeni Patrikliği’nin açtığı iade davası sürdüğü halede ihaleye çıkarıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan ihale duyurusu Resmi Gazete’de yayınlandı. 18 Temmuz’da yapılacak ihaleyle hanın kullanım hakkının 50 yıllığına Patrikhane’ye verileceği söylentisi de şimdilik ortadan kalkmış oldu. 11 milyon 660 bin lira onarım bedeli belirlenen bina, 20 yıllığına kiralanacak. İlk yıl için 120 bin lira kira bedeli biçilen Sansaryan Han’ın restorasyonu 18 ayda tamamlanacak. Patrikhane Emlak Komisyonu üyesi Şahin Gezer duruma tepki göstererek, “Bu vakfın mütevelli heyeti başkanı günün patriğidir. Vakıf yöneticisiz değildir ve bu vakıf fakir çocukların daha iyi eğitim alması için kuruldu” dedi. Mıgirdiç Sanasaryan’ın 1895’te yaptırdığı yönetim hakları Ermeni Patrikliği’ne bırakıldı. Patriklik kayıtlarında hanın 1909’a ait tapu kaydı bulunuyor. (Haberin detaylarına Agos gazetesinden ulaşabilirsiniz. ( http://www.agos.com.tr/e-gazete.php  )

Radikal, 05.07.2013

TARİHİ EVDE RESTORASYON

 

HASİAD, Vakıflar Müdürlüğü'nden 20 yıllığına kiraladığı tarihi Antakya evinde, restorasyon çalışması başladı.

HASİAD Başkanı Gülay Gül, Kurtuluş Caddesi üzerinde bulunan Habib-i Neccar Cami karşısındaki tescilli eski eser konumundaki 450 metrekarelik evi 20 yıllığına kiraladıklarını söyledi.

 

Evde restorasyon çalışmalarını başlattıklarını belirten Gül, "Evdeki çalışmalar yaklaşık 3 ay sürecek. Turizme yönelik turistik ve ticari faaliyetlere hizmet edecek evi, sergi ve kokteyl gibi etkinlikler için kullanabileceğiz." dedi.

Hatay Kent Haber, 04.07.2013

SÜLEYMANİYE'DE RESTORASYON KAZASI

 

 

Fatih’teki Süleymaniye Külliyesi’nin restorasyon çalışmaları sırasında bir işçi iskeleden düşerek yaralandı.

 

45 yaşındaki iskele ustası Necmi Kaya, dün saat 14.00 sıralarında yaklaşık 4 metre yüksekliğindeki iskelede çalışırken bir anda dengesini kaybederek aşağı düştü. Başının üzerine düşen Necmi Kaya’yı kanlar içinde gören mesai arkadaşları hemen durumu 112 Acil Servis’e bildirdi. İlk müdahalesi olay yerinde yapılan Necmi Kaya, ambulansla kaldırıldığı Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavi altına alındı.

 

İki gün önce işe başladığı öğrenilen Necmi Kaya’nın sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi. Polis, kazayla ilgili soruşturma başlattı.

Habertürk, 04.07.2013

800 YILDIR DİMDİK AYAKTA

 


 

Burdur'un Çavdır İlçesi'ne bağlı Bölmepınar (Dengere) Köyü'nde bulunan 800 yıllık tarihi cami ilgi bekliyor. Yıllara meydan okuyarak ayakta kalan cami, tarihi eser olması dolayısıyla köy sakinleri tarafından onarılamıyor.

 

Köy sakinlerinin dış sütunların yağmurdan hasar gördüğünü ifade etmesi üzerine 5 yıl önce restorasyon için proje hazırladı. Ancak bir türlü restorasyona başlanamadı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün bir an önce harekete geçmesini isteyen köy sakinleri, aksi takdirde elektrik tesisatı da çok eski olan caminin çıkacak bir kıvılcımla kül olmasından endişe ediyor.

 

Tarihi cami, Denizli ve Antalya'ya giden kara yolu üzerinde olmasından dolayı turist kafilelerinin akınına uğruyor. Turistlerin buraya hayran kaldığını belirten yöre sakinleri, geçmişi Anadolu Selçuklular dönemine dayanan camiye sahip çıkılması gerektiğini belirtiyor. Yapımı 1120'li yıllara dayandığı rivayet edilen caminin Osmanlı zamanında restore edilerek günümüze kadar geldiği sanılıyor.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne kayıtlı caminin gelecek nesillere aktarılması gerektiğini belirten Bölmepınar Köyü Muhtarı İzzet Çiçek, restorasyon ve çevre düzenlemesine bir an önce başlanması gerektiğini söyledi. Köy sakinlerinden Süleyman Arı da köy halkı olarak camiye bir çivi bile çakamadıklarını belirterek, "Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden caminin eksikliklerinin tamamlanmasını bekliyoruz. Akdeniz ve Ege Bölgesi'nde böyle ahşap tarihi caminin olmadığını sanıyorum. Buraya bazı günler günde 10 otobüs dolusu turist ziyarete geliyor. Bunun için buraya daha fazla sahip çıkılarak ecdadımızın yadigarının iyi bir şekilde tanıtılması gerekmektedir." dedi.

Burdur Kent Haber, 03.07.2013

EFES KAZILARININ TARİHİ KENT BELLEĞİ'NDE

 

Selçuk Kent Belleği çok önemli bir sergiye ev sahipliği yapıyor.

 

Selçuklu tarihçi Ali Can’ın arşivinden seçtiği fotoğraflardan oluşan “Osmanlı Arşivlerinde Efes Kazıları” konulu sergi Temmuz ayı boyunca Selçuk Belediyesi Kent Belleği’nde ziyarete açık olacak.
 

Selçuklu tarihçi Ali Can’ın yıllar boyu süren araştırmaları sonucunda ulaştığı bir birinden özel fotoğraflardan oluşan “Osmanlı Arşivlerinde Efes Kazıları” konulu sergisi Selçuk Belediyesi Selçuk Efes Kent Belleği’nde sergilenmeye başladı.

 
Serginin açılışında konuşan tarihçi Ali Can, 1856 Paris Antlaşmasıyla Osmanlı topraklarının Rusya’ya karşı korunacağı gerekçesiyle Avrupalı devletler tarafından garanti altına alındığını, bu vesileyle İzmir’den Aydın’a ilk demiryolunun çivisinin çakıldığını, 1862 yılında ise Ayasuluk İstasyonu’nun açıldığını hatırlattı. Bu gelişmenin ardından 1863’te İngilizlerin Efes’te kazılara başladığını, sonra da Almanlar ve Avusturyalıların kazılara devam ettiğini söyleyen Ali Can, pek çok değerli tarihi eserin Türkiye dışına çıkartılmasına neden olan Efes kazılarının Osmanlı devletinin bağımsızlığını kaybetmesinin de bir simgesi olduğunu ifade etti.

 

“Serginin kültürel adı “Osmanlı Arşivlerinde Efes Kazıları”, siyasi adı ise “Bağımsızlığınız yoksa egemenliğiniz de yoktur” diyen Ali Can “bu serginin açılmasına destek olan Kent Belleği ekibine ve Selçuk Belediyesi’ne çok teşekkür ederim” diye konuştu. Efes kazılarına ilişkin birbirinden önemli fotoğraflardan oluşan sergi, Selçuk Belediyesi Selçuk Efes Kent Belleği’nde temmuz ayı boyunca ziyarete açık olacak.

Selçuk Bölge Haberleri, 03.07.2013

TÜRKİYE UNESCO'DA ALT KOMİTE ÜYESİ

 

Türkiye, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO) "Kültür Varlıklarının Yasa Dışı İthal İhraç ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklanması Sözleşmesi"nin etkin bir şekilde uygulanmasının sağlanması amacıyla kurulan alt komiteye seçildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, UNESCO'nun geçen yıl gerçekleştirilen 2. Taraf Devletler Toplantısı'nda, 18 üyeden oluşan bir alt komite kurulmasına karar verdiği ve Türkiye'nin de mart ayında alt komiteye aday olduğu hatırlatıldı.

UNESCO üyesi olan ülkelerin 6 bölgesel gruba ayrıldığı ve Türkiye'nin birinci grupta bulunduğu bildirilen açıklamada, Kanada, Yunanistan, İtalya ve İsviçre'nin de aynı gruptan adaylığını koyduğu bildirildi.

Her gruptan 3'er ülkenin seçildiği alt komiteye, UNESCO Paris merkez binasında yapılan Olağanüstü Taraf Devletler Toplantısı'nda alt komite seçimlerinde "Türkiye'nin 123 taraf ülke arasında gerçekleştirilen oylama sonucunda, İtalya ve Yunanistan ile birlikte birinci grubu temsilen alt komiteye seçildiği" belirtildi.

Açıklamada, "UNESCO 1970 Sözleşmesinin uygulanmasında karşılaşılan zorlukların giderilmesi, bu yolla kültür varlıklarımızın korunarak, ait oldukları topraklara iadesinin teşvik edilmesi yönüyle önem taşıyan komiteye Türkiye'nin üyeliğinin 2 yıl boyunca devam edeceği kaydedildi.
Sabah, 03.07.2013

TOKİ SUR YIKTIRDI

 

 

UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan tarihi İstanbul Surları’nın Yedikule kapısının yanına, illegal şekilde ikinci bir kapı açıldı.

 

İş makineleriyle 2006 yılında tahrip edilen kısımda şimdi çevre düzenlemesi kapsamında park yapılıyor. Yurttaşlar surların, TOKİ’nin yaptığı Yedikule Konakları’na ulaşımı kolaylaştırmak için bir gecede yıkıldığını öne sürüyor.

 

Tarihi surların Yedikule Kapısı 2006 yılında gerçekleşen inşaat çalışması sırasında iş makinesi tarafından tahrip edildi. Belediyenin müdahale etmediği hasarlı alan zamanla yol olarak kullanılmaya başladı, aydınlatma direkleri ve trafik levhaları konuldu. Şimdi de çevre düzenlemesiyle yapılan tahribat maskelenmeye çalışılıyor. Yedikule esnafından Berna Dikmen, yapılan çevre düzenlemesinin lüks Yedikule Konakları için yapıldığını belirterek “Surlara 200 metre mesafedeki tüm yapıların yıkılacağı söyleniyor. Yedikule Konakları’na dokunulacak mı bilmiyorum” dedi. Akşamları tarihi kapıya konan trafik ışıkları yüzünden yoğun trafik yaşandığını kaydeden Dikmen, “Akıllara ister istemez bu kapının Yedikule Konakları’na alternatif bir yol olarak açıldığı geliyor. Yüzyıllar boyu korunan surları biz muhafaza edemiyoruz” diye konuştu.

 

Park güzel ama…

Esnaf Ayten Aşlar da surların dibine çevre düzenlemesi kapsamında park yapıldığını anlatarak “Park yapılması güzel ancak tarihi yapıya zarar verilmemeli. Ayrıca parkın yapılması da Yedikule Konakları’ndan sonra gündeme geldi” ifadelerini kullandı. Yıllardır Yedikule’de yaşayan yurttaşlar da yolun Yedikule Konakları için açıldığını öne sürerek “Konaklar yapıldığı zaman Fatih’te imar izni yoktu. Surlara 100 metre mesafede hiçbir yapı olmaması gerekiyor ancak konaklar daha kısa mesafede bulunuyor. Sesimizi çıkartmak istesek bile ‘Kimi kime şikayet ediyoruz’ diye düşünüyoruz” dediler. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ise konuyla ilgili sorulara yanıt vermedi.

 

Soruları yanıtsız bıraktı

Yedikule surlarının yıkımıyla ilgili İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 2013 yılı Nisan ayı toplantılarında İBB Meclis Üyeleri Soner Özimer, Hikmet Öz ve Turan Durmuş’un imzaları ile yazılı önerge verilmişti. Önergede, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’e surların tahrip edilerek araç trafiği için yol açıldığı konusunda bilgisinin olup olmadığı sorusu yöneltilmişti. Demir de “Trafik çok sıkışık oluyor, biz de buraya yönlendirme levhası koyduk” demişti.

 

Anıtlar Kurulu onayladı

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Fatih Belediyesi yetkilileri, Yedikule kapısının yanında açılan kapının surların zaman içinde doğal olarak yıkılması sonucu oluştuğunu belirterek “Fatih Belediyesi tarafından surda herhangi bir kapı açılması söz konusu değildir. Ayrıca şu anda İBB tarafından Yedikule-Belgradkapı arasını kapsayan yaklaşık 70 bin metrekarelik alanda rekreasyon düzenleme çalışmasına başlanmıştır. Yapılacak olan bu düzenleme çalışmasının projesi, Anıtlar Kurulu tarafından onaylanmıştır” dedi.

Cumhuriyet, 03.07.2013

MAHKEME TOPÇU KIŞLASI'NI İPTAL ETMİŞ

 

 

Türkiye’yi sarsan Gezi eylemlerini tetikleyen Topçu Kışlası, diğer adıyla Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’nin 6 Haziran 2013 günü mahkeme kararıyla iptal edildiği ortaya çıktı.

 

Projenin dayanağı olan 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planları iptal eden İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin verdiği karar, 6. İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde ortaya çıktı.

 

1. İdare Mahkemesi’ndeki dava İstanbul Mimarlar Odası, projeye onay veren Koruma Yüksek Kurulu kararının iptali istenen 6. İdare Mahkemesi’ndeki dava ise Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği tarafından açılmıştı. Mimarlar Odası yetkilileri iptal kararından haberleri olduğunu fakat gerekçeli kararı beklediklerini, sonra basın açıklaması yapacaklarını bildirdiler. 1. İdare Mahkemesi’nin kararı kesinleşirse, 6. İdare Mahkemesi’ndeki dava dayanaksız kalıp düşecek ve Gezi projesi tümüyle iptal olacak.

 

BİLİRKİŞİ DAVACI LEHİNE GÖRÜŞ BİLDİRDİ

İstanbul Mimarlar Odası’nın İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde açtığı, Taksim Yayalaştırma Projesi ve ona dahil edilen Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılmasının önünü açan 1 / 5000 ile 1 / 1000 ölçekli Nazım İmar Plan değişikliklerinin iptaline yönelik davada bilirkişi 13 Mayıs’ta raporunu sundu. Bilirkişi raporunda, ‘‘Dava konusu Koruma Amaçlı İmar Planı değişikliklerinin çevre, kültürel ve doğal miras, kültürel ve ekonomik yapı, teknik altyapı, sosyal donatı, yapı ve sokak dokusu, mülkiyet yapısı, ulaşım, dolaşım sistemi, şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine uygun olmadığı, söz konusu planın sadece Taksim Alanı yayalaştırma projesi gibi görünmekle birlikte, plan notlarında Taksim Gezi Parkı’nı da içerdiği ve plan onama sınırı içindeki bir alanın planlamasının sonradan düzenlemek üzere ayrılarak belirsiz bırakıldığı’’ kaydedildi. Raporu 3 hafta inceleyen mahkemenin, kararını 6 Haziran’da verdiği  ortaya çıktı.

 

YÜRÜTMEYİ DURDURAN MAHKEME, BAKANLIK İTİRAZINI REDDETTİ

İstanbul 6’ıncı İdare Mahkemesi’nde görülen dava ise Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine açıldı. “Topçu Kışlası süsü verilen alışveriş merkezi yapılmasına olanak tanıdığı ileri sürülen 27/02/2013 tarihli, 139 sayılı Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptalini ve yürütmenin durdurulmasını” isteyen dernek, Gezi Parkı’na polisin sert müdahalesinin ardından, olayların ülke çapına sıçradığı 31 Mayıs’ta mahkemeye başvurarak parktaki ağaçların kesilmeye başlandığı gerekçesiyle, projeye onay veren Koruma Yüksek Kurulu kararının yürütmesinin hemen durdurulmasını istedi. Mahkeme aynı gün yürütmeyi durdurma kararı verdi. Kararda, “davacının .. verdiği dilekçe üzerine oluşan yeni durumu değerlendirmek suretiyle işin gereği yeniden düşünüldü: davalı idarenin 1. savunması alınıncaya veya bilgi ve belgeler gönderilip, yürütmenin durdurulması hakkında yeni bir karar alınıncaya kadar yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne” denildi.

 

1. İDARENİN KARARI, 6. İDARENİN KARARINDA ORTAYA ÇIKTI

Davalı Bakanlık, savunmasını mahkemeye sundu ve projenin yasa ve koruma kurulu kararına uygun olduğunu öne sürerek yürütmeyi durdurma kararının kaldırılmasını istedi. 6. İdare Mahkemesi Bakanlığın itirazını önceki gün reddederek, yürütmeyi durdurma kararının devamına oy çokluğuyla karar verdi. Kararda, Topçu Kışlası’nın yeniden yapılmasıyla ilgili projenin dayanağı olan planların 1. İdare Mahkemesi tarafından 6 Haziran’da iptal edildiği belirtildi. . Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası’nın yeniden inşası ile ilgili projenin Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’nin plan notlarında yer aldığı vurgulanarak, “Projeye dayanak teşkil eden imar planları yargı kararıyla iptal edilen bu davada hukuka uygunluk görülmemiştir.” denildi. Karar, Taksim’de çalışmaları devam eden yayalaştırma, battı-çıktı, Gezi Parkı ve Topçu Kışlası gibi bütün projeleri kapsıyor.

 

YÜKSEK KURULUN KARARI GEREKÇESİZ

İçinde buz pateninin de yer aldığı, Mimar Halil Onur’un hazırladığı Topçu Kışlası projesi, 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından geçen Ocak ayında reddedilmişti. Kurul kararında, projenin 1800’lerde yapılan Topçu Kışlası’nın “özgün” mimarisine dair yeterli bilgi ve belge içermediği belirtilmiş, “Günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış, İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiştir” denilerek projeyi kabul etmemişti. Başbakan Tayyip Erdoğan ”reddi reddedeceğiz” açıklamasında bulundu. Bu açıklamadan 3 hafta sonra Koruma Yüksek Kurulu Topçu Kışlası’nın yapımına izin verdi. Yüksek Kurul, bölge kurulunun kararını neden iptal ettiğine dair gerekçe göstermedi, sadece kışlanın sosyo-kültürel amaçlı kullanılacağı belirtildi.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 03.07.2013

 



******


TAKSİM'E İPTAL KARARI

 

1. İdare Mahkemesi, Taksim'de yayalaştırma, Topçu Kışlası, battı-çıktı tünelleri, Gezi Parkı ile ilgili tüm projeleri iptal etti. Mahkemenin 6 Haziran'da aldığı iptal kararı, daha önce Topçu Kışlası'yla ilgili yürütmeyi durdurma kararı alan 6. İdare Mahkemesi'nin gerekçesinde ortaya çıktı. 1. İdare Mahkemesi gerekçeli kararında, Gezi Parkı'nda yapılacak değişikliğin şehircilik ilkelerine uygun olmadığını, Topçu Kışlası'nın planlarda belirtilmediğini, STK, uzman ve işyeri-hane sahiplerinin görüşlerinin alınması gerektiğini bildirdi.

Davanın açıldığı Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, kararı temyiz ederse son sözü Danıştay söyleyecek.

Davayı açan Şehir Plancıları Odası avukatı Koray Cengiz, tüm projenin iptal edildiğini ve Gezi Parkı'na çivi bile çakılmayacağını belirtirken, hukukçular, üst mahkemenin kararına kadar çalışmaların durması gerektiğini görüşünde.

Mimarlar ve Şehir Plancıları Odası tarafından Kültür Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi aleyhinde İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nde açılan davada karar 6 Haziran'da alındı. Taksim Yayalaştırma Projesi'nin önünü açan 1/5000 ile 1/1000 ölçekli Nazım İmar Planı değişikliğin iptali için "yürütmenin durdurulması" istemiyle açılan davada mahkeme, esastan karar vererek planların iptaline karar verdi.

Mahkeme gerekçeli kararı, İsmet İnönü Caddesi (Gümüşsuyu), Mete Caddesi ve Sıraselviler Caddesi'nde yapılması planlanan dalış tünellerinin (battı-çıktı) iptali, Gezi Parkı'nda herhangi bir yapılaşmaya gidilmemesi, Topçu Kışlası'nın yapılmaması anlamına geliyor. Kararda ayrıca, "Gezi Parkı'nda yapılan değişiklik şehircilik ilkelerine uygun değil", "Değişiklik öncesi STK, ilgili uzman ve hane-işyeri sahiplerinin görüşü alınmalıydı", "Gezi Parkı'nda yapılan değişikliğin zorunlu hedefleri hukuki değil" vurgusu yapıldı.

ONAY ALINMADI
İstanbul 1. İdare Mahkemesi, gerekçeli kararını, 2 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 2012 yılında verdiği karara dayandırdı. Kararda, eksikliklere de vurgu yapıldı. Buna göre, yayalaştırma projesi yapılırken, SİT alanı kapsamında olan Gezi Parkı'ndaki ağaçların ve peyzajının korunması için Koruma Komisyonu'na başvuruda bulunulmadı, görüş veya onay alınmadı. Aynı şekilde plan değişikliğiyle ilgili Beyoğlu Belediye Başkanlığı'nın görüş ya da onayının alınmadı. Kararda, trafik düzenlemesiyle ilgili "Yaya ve taşıt trafiğinin İstanbul Metropolitan Kent Bütünlüğü içerisinde önemli trafik akslarının bilirkişi raporunda özellikle kurul kararlarında belirtildiği gibi, makro ölçekte 'Ulaşım Mastır Planı' ile çözümlenmesi gerekirdi" denildi.

GÖRÜŞ ALINMADI
Sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, bölgede yaşayanların görüşünün alınması gerektiği de gerekçeli kararda belirtildi. Kararda, şöyle denildi:
"Plan hazırlama süresi içerisinde, plan yapılacak alanla ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, koruma alanı içinde yaşayanlar ve işyeri sahiplerinin katılımıyla görüşlerin alındıktan sonra vizyon, hedef ve stratejilerinin oluşturulması üzerine taslak planının Koruma Kurulu'na sunulması gerekmektedir."


Mahkeme, uzun yıllardır park olarak kullanılan Gezi Parkı alanının, yeni plana göre değiştirilmesi halinde, eşdeğer bir alan bırakılması koşuluyla değiştirilebileceğine de kararında yer verdi.

ŞEHİRCİLİK İLKELERİNE UYGUN DEĞİL
Gerekçeli kararda, Topçu Kışlası ile ilgili bir bölüm yer aldı ve değişikliğin şehircilik ilkelerine uygun olmadığı belirtildi. Kararda, "Plan notlarında 'Taksim Kışlası'yla ilgili hüküm olduğu halde dava konusu planlarda bununla ilgili bir belirlemenin yapılmadığından, Koruma Amaçlı İmar Planı değişikliğinin şehircilik ilkeleriyle planlama tekniklerine uygun olmadığı sonucuna varılmıştır" denildi.

DALIŞ TÜNELLERİ İPTAL
Geçen yıl 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun verdiği dalış tünellerinin yeraltına alınmasının uygun olmadığı yönündeki kararına vurgu yapan mahkeme, gerekçesinde şu görüşlere yer verdi:
"Dava konusu planların İsmet İnönü Caddesi (Gümüşsuyu), Mete Caddesi, Sıraselviler Caddesi'ndeki dalış tünellerine ilişkin kısmının bu yönüyle de koruma ilke ve kararlarına uygun olmadığına karar verilmiştir."

PLAN İPTAL
Mahkeme gerekçeli kararında son olarak, şehircilik prensiplerine ve Koruma Kurulu ilke kararlarına, planlama esaslarına uygun bulunmadığı gerekçesiyle plan değişikliklerinin iptaline karar verildiğini de bildirdi.

KARAR, DİĞER MAHKEMENİN GEREKÇESİNDE
6 Haziran'da alınan 1. İdare Mahkemesi'nin kararı, daha önce Topçu Kışlası'yla ilgili yürütmeyi durdurma kararı alan 6. İdare Mahkemesi'nin gerekçesinde ortaya çıktı. 6. İdare Mahkemesi'nin, 1. İdare Mahkemesi'nin kararına atıfta bulunduğu anlaşıldı. İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Kültür Bakanlığı'nın itirazını reddederken, "Projeye dayanak teşkil eden imar planları yargı kararıyla iptal edilen bu davada hukuka uygunluk görülmemiştir" dedi.

Habertürk, Haber: Tülay Acar, 03.07.2013



*****


TAKSİM DAYANIŞMASI: GEZİ PARKI SÜRECİNİN HAKLILIĞI KANITLANMIŞTIR

Taksim Dayanışması İstanbul İdare Mahkemesi'nin Taksim yayalaştırma Projesi ile Gezi Parkı 'na Topçu Kışlası yapılmasına onay veren 1 / 5000 bin ile 1 / 1000 ölçekli Nazım İmar Planlarındaki tadilatları iptal etmesi ile ilgili yazılı bir basın açıklaması yayınladı. İşte o basın açıklaması.

DEĞERLİ BASIN EMEKÇİLERİ VE KAMUOYUNA

3 Temmuz 2013

Bildiğiniz üzere, Başbakan tarafından seçimlerden önce “Taksim Yayalaştırma Projesi” adı altında, Taksim Meydanı ile Taksim Gezisi’ni betonlaştırmayı, insansızlaştırmayı ve kimliksizleştirmeyi hedefleyen bir “dönüşüm projesi” ilan edilmişti. Söz konusu proje doğrultusunda hazırlanan 1/5000 ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı nazım plan değişikliği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 19 Eylül 2011 tarihinde kabul edilerek 14 Şubat 2012 tarihinde askıya çıkartılmıştır.

Önerilen plan değişikliği; çağdaş şehircilik ve ulaşım ilkelerinden, 21. yüzyılın kamusal alan ve meydan düzenlemesi anlayışından, kent ve kentli hakları yaklaşımından uzak olarak ve koruma kurulları kararları ile hukuk ihlal edilerek ilan edilmiştir. Araç ve yaya güvenliğini de tehdit eden plan değişikliği, battı çıktılar ve istinat duvarlarıyla, yaya erişimini engelleyen, meydana çıkan tarihi caddelerin ilişkilerini kopartan, gerek görsel gerekse yaşamsal ve kültürel bütünlüğü yok eden bir yer altı yaşam projesi olarak ortaya getirilmiştir.

 

Ayrıca; plan değişikliğine hukuksuz bir şekilde eklemlenerek, kamuoyuna “Topçu Kışlası” ihyası adı altında tanıtılan yapılaşma süreci dayatılmış; tüm yurttaşlara açık, hepimizin hakkı olan, şehrimizin merkezindeki yegane park alanı, ayrıca deprem karşısında sığınılacak “Gezi Parkı” yok edilmeye, 70 yıllık ağaçlarımız, yürüme, buluşma ve dinlenme alanlarımız betonlaşmaya kurban edilmeye çalışılmıştır. Tüm bu gerekçeler ile Taksim Dayanışması bileşenleri ve semt sakinleri tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne binlerce itiraz dilekçesi iletilmiştir.

Projenin acil olarak durdurulması istemiyle 11 Mayıs 2012 günü; 17.01.2012 tasdik tarihli “Beyoğlu İlçesi, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’ne ilişkin 1/5000 ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım ve Uygulama İmar Planı Değişikliği hakkında TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi ve TMMOB Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi tarafından dava açılmıştır.

Devam eden yargı sürecine rağmen, inşaatın ihalesi gerçekleştirilmiş, yüklenici firma Kalyon İnşaat tarafından inşaat çalışması başlatılmış, Taksim Gezi Parkı bu hukuksuz inşaatın şantiyesi haline getirilmiştir.

27 Mayıs 2013 gecesi hukuksuz şekilde Gezi Parkı’nda bulunan ağaçlarn iş makineleri ile kaldırılması ve şiddet dolu polis müdahalesi ile Gezi Parkı’nı ülkemiz ve dünya kamuoyunun gündemine taşıyan süreç başlamıştır. Sonrasında hepimizin yakından takip ettiği hukuksuzluklar devam ederken, yargı süreci de beraberinde sürdürülmüştür. Bu süreç sonucunda gelinen noktada, İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin 06 Haziran 2013 tarihinde aldığı karar ile İmar Planı Değişiklikleri iptal edilmiş ve Mahkeme tarafından alınan gerekçeli karar tarafımıza bugün iletilmiştir.

Mahkeme kararında dalış tünellerine ilişkin plan kararlarının koruma ilke ve kararlarına aykırılığı, plan notlarında yer alan Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası’nın ihyası ile ilgili hükmün çağdaş şehircilik ilkelerine ve planlama tekniklerine uygun olmadığı, kamu yararı gözetmediği sonucuna varılmıştır.

Başlattığımız hukuk mücadelesi sonucunda alınan bu karar, Taksim Dayanışması bileşenleri ve Gezi Parkı sürecinde Taksim Dayanışması’na destek veren tüm yurttaşlarımızca sürdürülen mücadelenin haklılığını kanıtlamıştır. Ülkemiz tarihinde görülen en geniş katılımlı demokrasi, kent ve insan hakları mücadelesinin haklılığı yargı kararıyla bir kez daha ispatlanmış, Tarihi Taksim Meydanı ve Gezi Parkının korunması yargı kararıyla da güvence altına alınmıştır. Kazanımlarımızın takipçisi ve güvencesi olmaya devam edeceğimizi kamuoyuna bir kez daha saygıyla duyuruyoruz.

Radikal, 03.07.2013

 

******


ŞEHİRCİLİK İLKELERİNE AYKIRI

 

 

İstanbul 1. İdare Mahkemesi, Taksim Gezi Parkı ’na Topçu Kışlası yapılmasının önünü açan ve Taksim Yayalaştırma Projesi’ni başlatan plan tadilatlarının iptaline karar verdi. Mahkemenin 6 Haziran’da verdiği kararında, ‘‘Şehircilik prensiplerine, koruma kurulu kararı ilkeleriyle planlama esaslarına uygunluk bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır’’ denildi.


İstanbul Büyükşehir Belediyesi 17 Ocak 2012’de ilan ettiği ‘1/5000 Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’ ile ‘1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planları’nda tadilat yapmıştı. Bu tadilatla Taksim’de Yayalaştırma Projesi başlamış, Gezi Parkı’na da Topçu Kışlası yapılmasının önünü açmıştı. Mimarlar, Şehir Plancıları ve Peyzaj Mimarları Odası bu plan tadilatlarını mahkemeye götürmüştü. 

Mahkeme bilirkişiye uydu 
İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde açılan davaya gönderilen bilirkişi raporunda ‘‘Dava konusu
plan değişikliklerinin çevre , kültürel ve doğal miras, kültürel ve ekonomik yapı, teknik altyapı, sosyal donatı, yapı ve sokak dokusu, mülkiyet yapısı, ulaşım, dolaşım sistemi, şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine uygun olmadığı, söz konusu planın sadece ‘Taksim Alanı Yayalaştırma Projesi’ gibi görünmekle birlikte plan notlarında Gezi Parkı’nı da içerdiği ve plan onama sınırı içindeki bir alanın planlamasının sonradan düzenlemek üzere ayrılarak belirsiz bırakıldığı” tespiti yapıldı.


Mahkeme de bu rapor doğrultusunda 6 Haziran’da plan tadilatlarını iptal eden kararı verdi. Kararın gerekçesinde ise şunlar dile getirildi:
Koruma amaçlı plan yapımında ve değişikliğinde ilgili kanunlara göre, sit alanlarında ‘koruma amaçlı imar planı yapmak, yaptırmak, onaylamak, değiştirmek’ konusunda asli görevler Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu ile Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndadır. Gezi Parkı’nda dikilen ağaçlar ve diğer peyzaj özellikleri itibariyle Tabiat Varlıkları Koruma Komisyonu’na herhangi bir başvuru yapılıp görüş ve onay alınmamıştır.


Plan değişikliği sırasında Beyoğlu Belediye Başkanığı’ndan görüş ya da onayı alınmamıştır.

’Bölgedeki yaya ve taşıt trafiği, ‘İstanbul Metropolitan Kent Bütünlüğü’ içerisinde önemli trafik akslarının mevzii planlama yaklaşımlarla değil, makro ölçekte ‘Ulaşım Mastır Planı’yla çözümlenmesi gerekir.


‘Uzun yıllardır park kullanımına ayrılmış ve 21 Mayıs 2009 onanlı 1 / 5000 ve 21.12.2010 onanlı 1/1000 ölçekli Beyoğlu Sit Alanı Koruma Amaçlı Planları’nda ‘Gezi Parkı’ olarak ayrı kullanıma bırakılmış olan alanın kısa bir süre sonra bu fonksiyonunun değiştirilmesine ancak zorunluluk hallerinde ve yakın bölgede eşdeğer bir alan ayrılması suretiyle yapılabilir. Yasal mevzuat
gereği olduğu halde bu değişikliğin zorunluluk sebeplerinin hukuken ortaya konulmadığı gibi çevrede eşdeğer bir alanın da ayrılmadığı anlaşılıyor.


Yine plan onama sınırı içinde bir alanın ‘planlamasının’ sonradan düzenlenmek üzere ayrılmasının plan kapsamında önemli bir eksiklik olması nedeniyle plan bütünlüğüne olumsuz etkilerinin olabileceği, ayrıca plan notlarında ‘Taksim Kışlası’yla ilgili hüküm olduğu halde dava konusu planlarda bununla ilgili bir belirlemenin yapılmadığından dava konusu Koruma Amaçlı İmar Planı değişikliklerinin şehircilik ilkeleriyle planlama tekniklerine uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. ‘Dava konusu Koruma Amaçlı İmar Planı tadilatlarına karşı dava açıldıktan sonra İBB’ce hazırlanan 31.07.2012 tarihli Taksim Meydanı Düzenleme İnşaat Uygulama Projesi’ kurula iletilmiştir. Bunun üzerine 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun 10.10.2012 gün ve 758 sayılı kararıyla, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi ile ulaşım akışını düzenlemeyi hedefleyen İsmet İnönü (Gümüşsuyu) Caddesi, Sıraselviler Caddesi- Mete Caddesi’ndeki dalış tünelleri iptal edildi. Trafik akışının zemin düzleminde sağlayan öneri doğrultusunda dava konusu planların revize edilmesine, aynı projede önerilen Tarlabaşı Caddesi ile Cumhuriyet Caddesi’ndeki yoğun trafik akışını zemin altına alan ulaşım projesinin bu kısmının 2863 sayılı yasa açısından sakıncasının olmadığının belirtilmesi karşısında dava konusu planların İsmet İnönü Caddesi-Mete
Caddesi-Sıraselviler Caddesindeki dalış tünellerine ilişkin kısmının bu yönüyle de koruma ilke ve
kararlarına uygun olmadığı anlaşılmaktadır.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.07.2013

 

******


HALK OYLAMASINA GEREK KALMADI

 

Türkiye ’de 20 gün süren eylemlere ilham kaynağı olan Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılmasının önünü açan plan tadilatıyla ilgili İstanbul 1. İdare Mahkemesi nihayet kararını verdi. Mahkeme, bilirkişi raporuna uyarak plan tadilatlarını iptal etti. Mahkeme kararı sadece Gezi Parkı’nı değil Taksim Yayalaştırma Projesini de ilgilendiriyor. Bunun anlamı şu; Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılamayacak, Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Sıraselviler ve Gümüşsuyu caddelerindeki tünellerde de iptal oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yeni bir plan tadilatı yapana kadar Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’ndaki tüm inşaat faaliyetlerinin durması gerekiyor. İşte tam da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın “Mahkemenin vereceği karara uyarız’’ diyerek sözünü ettiği karar buydu. Böylelikle plebisit (Halk oylamasına) gerek kalmadı.


Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası ve Peyzaj Mimarları Odası, İstanbul 1. İdare Mahkemesi’ne başvurup Taksim Yayalaştırma Projesi ve ona dahil edilen Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılmasının önünü açan 1/5000 ile 1/1000 ölçekli Nazım İmar Plan değişikliklerinin iptalini istedi.


Mahkeme de 3 kişilik bilirkişi heyeti atayıp rapor istedi. Bilirkişi heyeti is ‘‘Dava konusu plan değişikliklerinin çevre , kültürel ve doğal miras, kültürel ve ekonomik yapı, teknik altyapı, sosyal donatı, yapı ve sokak dokusu, mülkiyet yapısı, ulaşım, dolaşım sistemi, şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine uygun olmadığı, söz konusu planın sadece Taksim alanı yayalaştırma projesi gibi görünmekle birlikte, plan notlarında Gezi Parkı’nı da içerdiği ve plan onama sınırı içindeki bir alanın planlaması, sonradan düzenlemek üzere ayrılarak belirsiz bırakılmıştır” şeklinde rapor verdi.
Mahkeme, bilirkişi heyetinin bu raporuna uyarak plan tadilatlarını iptal etti. Şimdi Danıştay’a yapılacak itiraz süresi başlayacak. Danıştay’ın mahkemenin kararına uyması halinde Gezi Parkı’na yapılması düşünülen Topçu Kışlası projesi tamamen iptal olacak. Böylelikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Mahkeme kararına uyacağız’’ diyerek sözünü ettiği karar da çıkmış olup, plebisite gerek kalmayacak.

Mahkeme sonucu neden açıklanmadı?
Taksim Yayalaştırma Projesi’nin ikinci aşaması olan, Gümüşsuyu ve Sıraselviler’e yapılacak tüneller de mahkeme kararı ile iptal oldu. Hali hazırda devam eden Tarlabaşı Caddesi’ndeki tünel inşaatının ise ne olacağı şimdilik belirsizliğini koruyor. İstanbul Büyükşehir Beledeyesi’nin yeni bir plan tadilatı ile yarım kalan inşaatı tamamlayacağı tahmin ediliyor.


Çünkü geçmiş dönemlerde mahkeme kararları sürekli plan değişiklikleri ile bertaraf ediliyordu. Diğer yandan 6 Haziran tarihinde mahkeme iptal kararını vermesine rağmen kararı neden açıklamadığı kafalarda soru işareti bıraktı.


Çünkü Gezi olaylarının başladığının yedinci günde bu karar açıklansa belki de olaylar bu denli büyümeyecekti. Mahkemeye yakın çevreler bunun nedenin idare mahkemelerinde duşuma yapılmadığından mahkeme heyetinin gerekçeli kararı yazmasının 20 günden fazla bir zaman almasına bağlıyorlar. Lakin olaylar bu denli büyümüşken mahkeme kararını biran evvel vermesi gerekirdi. Kaldıki kararın verildiği gün yani 6 Haziran 2013 tarihinde Radikal, ‘‘Topçu Kışlası’nı mahkeme iptal eder, herkes rahatlar’’ başlığı ile Gezi Parkı direnişçilerinin de, siyasi iradenin de bu kararı beklediğini duyurmuştu.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.07.2013

AKM 'TESCİLLİ' MİRASTIR

 

Tarihe geçen “Gezi Parkı Direnişi”ne sadece polis ordusuyla değil, siyasi sözcüleriye de yüklenen iktidar, “AKM yıkılacak, Taksim’e cami yapılacak” sözüyle de yılların gerilimini kaşıyıp durdu.


Bu “kışkırtıcı” söylem öylesine gemi azıya aldı ki kimi yağdanlıklar tüm cehaletleriyle diyorlar ki; “AKM’nin korunması için ne bir resmi karar ne de onaylanmış bir proje var. İstenirse hemen yıkılabilir...”


Hükümet adına konuştuklarına göre ağızlarından çıkanı işitmeleri gerekenlerin bu tür açıklamalarına hop oturup hop kalkanlardan biri de Mimarlar Odası’nın İzmir’deki emektarlarından Şükrü Kocagöz.


Yıllarını mimarlığın hukuksal güvencelerine adamış arkadaşımız, AKM’nin de korunması gerekli mimarlık mirasımız olduğunu anımsatan e-mektubunda özetle diyor ki:
“1 - AKM, 06.01.1999 gün-10521 sayılı Koruma Kurulu kararıyla “korunması gerekli kültür mirası” olarak tescil edilmiştir.
2 - Aynı kurulun 30.10.2007 gün - 1344 sayılı kararıyla koruma derecesi “1. grup” olarak belirlenmiştir
3 - “Rölöve”si bile 06.12.2006 gün - 689 sayılı kararla onaylıdır.
4 - 14.05.2008 gün - 1783 sayılı kararla da “restorasyon avan projesi” uygun görülmüştür...”


Şimdi bu yapı için hiçbir tescil ve koruma kararının bulunmadığını söyleyen hükümet sözcüleri, acaba gerçekten ilgisiz ve bilgisizlikten mi ya da cahil danışmanlarından mı; yoksa gerçekleri belli amaçla gizlemelerinden ötürü mü böylesine yanıltıcı söylemle toplum önüne çıkıyorlar?


Eğer yanıtlarlarsa, köşemiz tüm “doğru” açıklamalarına açıktır...
 

‘Onay’ların anlamı

Peki, mimar Kocagöz’ün belirttiği resmi “onay”lar ne anlama geiyor? Sırasıyla açalım:


1 - Bina, 20. yüzyıl kamu mimarlığımızın özgün bir örneğidir. Mimarlık sanatının ülkemizdeki çağdaşlaşma sürecini de temsil etmesi bakımından yaşatılarak gelecek kuşaklara aktarılması, Türkiye’nin imzaladığı uluslararası koruma sözleşmelerinin de gereğidir,
2- Koruma grubunun “1” olması, sadece dış görünüşü açısından değil, iç mimarisi ve mekansal planlama özellikleri bakımından da “tüm özellikleriyle” korunması gerektiği anlamına geliyor.
3 - Rölövesinin onaylanması, tüm korunması gerekli mimarlık örneklerinde olduğu gibi kısmen ya da tamamen yıkılması durumunda bile “özgün nitelikleri ve özellikleri”yle yapımının güvencesidir.
4 - Restorasyon avan projesinin uygun görülmesi de rölöveye, güvenceye alınan mimari özelliklerine uygun bir restorasyonun, buna yönelik uygulama projesiyle gerçekleşmesini sağlamak içindir...


Bu kısa açıklamalar, eminim Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndaki tüm koruma uzmanlarınca da doğrulanacak; hükümet sözcülerinin “tescili yoktur” demesine ise belki de sadece gülümsenecektir.


Eğer hükümettekiler, atıp tutmadan önce bakanlık yetkililerinden bilgi alsalardı, hem “iktidar” olmanın yararını görür hem de gülünç duruma da düşmezlerdi...


Evet. AKM yıkılamaz; sadece restore edilebilir. Yeter ki bunu sağlayan ulusal koruma hukukumuzda, bizi dünyaya rezil edecek “korumamayı” öngören değişiklikler yapılmasın...

Cumhuriyet, Yazı Oktay Ekinci, 03.07.2013

6 BİN YILLIK DUVAR SIVASI

 

Niğde'de Kınık Höyük'te devam eden kazılarda bitki kökünden ya da topraktan yapılan kırmızı sıva ile kaplı 13 metre yükseklikteki 6 bin yıllık sur duvarları gün ışığına çıkarılıyor.

Höyük'te 2010 yılında başlayan kazı çalışmalarını bu yıl Amerikalı, İtalyan ve Türk arkeologların yer aldığı bir ekip sürdürüyor.

Kazı Başkanı ve New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Lorenzo "Sıvanın günümüze kadar ulaşan tek örnek olduğunu söyleyebiliriz" dedi.

Sabah, 03.07.2013

MUŞ'TA TOKİ İÇİN TARİHİ ERMENİ EVLERİ YIKILIYOR

 

 

Muş’taki tarihi Ermeni evlerinin yıkıldığı Kale Mahallesi’ndeyiz. Her sokak bir enkazı andırıyor adeta. Çok değil bir ay öncesine kadar enkaz yerine tarih vardı orada. Çocuklar vardı. Şimdi ise sessizlik…

 

Muş Belediye Meclisi’nce bir yıl önce onaylanan Ermeni evlerinin yıkımına başlandı. “Kentsel dönüşüm” projesi kapsamında yıkımına başlanan evlerin yerine TOKİ yeni apartmanlar yapacak. Yıkılan evlerin sahiplerine ise evlerinin değerine göre daireler verilecek.

 

“Gecekondunun tapusu olur mu?”

 

Kale Mahallesi’ndeki tarihi evlerden birinde oturan ve evinin yıkılmasına karşı çıkan 39 yaşındaki Ercan Çete’nin evine gidiyoruz. Çete bu mahallede doğup büyümüş. Oturdukları evin 148 yıllık bir geçmişi olduğunu söylüyor.

 

“Evlerimizi ‘Gecekondu’ diyerek yıkmak istiyorlar. Benim Osmanlı’ya dayanan bir tapum var. Gecekondunun tapusu olur mu hiç?”

 

Evinin yıkılmaması için büyük bir çaba sarf ettiğini dile getiriyor Çete ve ekliyor: “Evimin tarihi eser olduğunu söyledim ve yıkılmamasını talep ettim. TOKİ ve Belediye birbirini adres gösteriyor. Valiliğe de başvurdum fakat bir sonuç alamadım.”

 

Çete yıkılan evlerin altında ve avlusunda altın arayan insanların olduğunu söylüyor. Hatta ona göre kimi evler sırf bundan dolayı da yıkılmış olabilir.

 

Mahallede 350 civarında ev varmış. “Yıkılmayan kaç ev kaldı?” diye soruyorum “19” diyor.

 

“Eskiden her şey çok daha güzeldi”

“Bizim ev için iki daire vereceklermiş. Her iki ev içinde 135 bin lira borçlanacağımızı söylediler. Daireler yapılana kadar da her ay 300 liralık kira yardımında bulunacaklarmış. Muş’ta 300 liraya kiralık ev bulmak çok zor.”

 

Yıkımlar başlayınca Muş’ta kira fiyatları da yükselmiş.Çete anlatmaya devam ediyor:

“Kardeşimin üçü engelli olmak üzere yedi çocuğu var. Kiralık ev bulması zor. Zaten ev sahipleri çok çocuklu ailelere evlerini vermek istemiyor.”

 

Çete konuşurken tandırda ekmek pişiren eşi Hacire Çete giriyor araya. “Evlerinin yıkılmasına izin veren komşularımız buraya gelip ağlıyorlar. Çok pişmanlar. Eskiden her şey çok daha güzeldi” diyor.

 

Ercan Çete’yle konuşuyoruz tekrar. “Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” diye soruyorum. “Ellerime kelepçe vurulana dek evimin yıkılmaması için mücadele edeceğim” diyor.

 

“‘Evlerinizi vermezseniz hesabınıza 20 bin lira yatırır evinizi yıkarız. Mahkemeye de verseniz 20 yıl bir sonuç alamazsınız’ dediler bize. Birçok insanı da böyle kandırdılar.”

 

Sohbete ara verip evini geziyoruz Çete ailesinin. Dolaplar, kapılar ve merdivenleriyle tarihi dokusu bozulmamış evin. Balkona açılan kapıyı aralayınca Ermeni mezarlığını görüyoruz karşı tepede. Yıkılan yapılar ve Ermeni mezarlığı ile Kale Mahallesi gerçeğin yalın haliyle duruyor karşımızda.

Bianet, Haber ve Fotoğraflar: Serhat Korkmaz, 03.07.2013

 

 

1915 öncesinde Muş

299 kilise, 94 manastır, 53 hac yeri ve 5,669 öğrencili 135 okulun bulunduğu 339 köyde,  140,555 Ermeni’yi barındıran (16.927 hane) Muş sancağı, Ermenilerin yaşadığı en kalabalık ve etnik açıdan en homojen yapıya sahip bölgeydi. Daronlu antik Mamigonyan Prensliği’nin bulunduğu bölgede yer akan sancak, beş kazaya bölünmüştü: Muş, Sasun, Manazgerd, Pulaneğ/Bulanık ve Varto/Gumgum.

 

Kuzeydoğu-güneybatı yönünde akan Doğu Fırat’ın (Murat Suyu) suladığı, dağların arasına sıkışmış olan Muş Ovası, tarihi ve coğrafi açıdan bölgenin merkezi konumundaydı. Doğuda Nemrut Dağı, kuzeyde Bingöl/Püragn Dağı, güneyinde ise Sasun’u da kapsayan Toros Sıradağları uzanıyordu.

 

Muş; güneye, doğuya ve batıya açılan aynı adlı büyük ovanın sınırındaki bir tepenin üstünde aşağıdan yukarıya doğru basamaklar halinde yayılmıştı. 20. yüzyılın başlarında, Muş evleri genellikle moloz taşı ve kerpiçten inşa edilmişti; hatta taş duvarlar örülerek yapılmış olanları vardı, çoğunlukla ahşap oymalı balkonları bulunan bu evler iki ya da üç katlıydı. Muş, Sasun’un hemen yakınındaki dağlık bölgenin habercisi olan Dzirnagadar Dağı ve Gortuk Dağları’yla kuşatılmıştı. Taraça şeklince ve bostanlarla kapalı olan, sağda-solda kavak ağaçlarının salındığı civardaki bütün tepecikler; buğday, arpa, çavdar, pamuk ve tütün tarlalarının uzandığı vadiye kadar ulaşıyordu.

* Kaynak: 1915 Öncesinde Ermeniler, İstanbul, Aras Yay. 2012,. Aktaran: Emre Ertani - Agos

Bianet, 03.07.2013

4 ASIRLIK TAŞ KÖPRÜ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Osmanlı Devleti tarafından 1579 yılında yaptırılan Taş Köprü, Karayolları 18. Bölge Müdürlüğü tarafından orijinali korunacak şekilde restore ediliyor.

Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay, gazetecilere yaptığı açıklamada, köprünün 1579'da Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığını anımsattı.

Taş Köprü'nün bakım ve onarımının şu anda Karayolları 18. Bölge Müdürlüğü tarafından yapıldığını dile getiren Doğanay, "Karayolları Bölge Müdürlüğümüz 2013 yılı yatırım programında meşhur Taş Köprü'müzün de bakım ve onarımını üstlendi. Taş Köprü'müz orijinaline sadık kalacak şekilde restorasyondan geçiriyor" dedi.

Doğanay, Taş Köprü'nün Kars Kalesi'nin 3. ayağına yapıldığını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Taş Köprü, 3 gözlü bir Osmanlı yapısıdır. Kesme bazalt taştan düzgün bir şekilde yapılmıştır. O zamanlar iletişim, ulaşım ve yük taşıma işleri bu köprüden sağlanıyordu. Taş Köprü, 1719 yılında Karahanoğlu Hacı Ebubekir Bey tarafından son kez restore edilerek günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde 'Dilek Köprüsü' olarak anılıyor. Kars'a gelen yerli ve yabancı turistlerin tamamı mutlaka bu köprüyü ziyaret ederek dilek diler." 

Yaklaşık 780 bin liraya mal olacak restorasyonun, 15 Kasım'da bitirilmesi hedefleniyor.

haberler.com, 02.07.2013

TAŞ MEKTEP YENİDEN EĞİTİMİN HİZMETİNDE

 

Marmara depremi ile büyük oranda hasar gördüğü için kapatılan ve 2009’da çıkan bir yangınla kullanılamaz hale gelen Taş Mektep (Bakırköy İlköğretim Okulu) İstanbul İl Özel İdaresi tarafından restore edildi. Yenilenen bina, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı Mesleki Eğitim Merkezi olarak hizmet verecek. Restorasyon kapsamında tarihi binanın, yığma tuğla ve taş duvarları özgün haliyle korunarak, çürümüş olan ahşap döşemeleri, pencereleri, tavan kaplamaları ile çökmüş olan çatısı özgün halinde tüm detaylarına uygun olarak yenilendi. Tarihi yapının çevre düzenlemesi de İstanbul İl Özel İdaresi tarafından yapılıyor. 2 milyon 496 bin TL’ye gerçekleştirilecek çevre düzenlemesinin ise bu yılın sonunda bitirilmesi hedefleniyor.

Radikal, 03.07.2013

AMASYA'DA 1800 YILLIK ELMALI MOZAİK BULUNDU

 

 

Amasya'da yapılan bir kazıda Roma dönemine ait yaklaşık bin 800 yıllık elmalı mozaik bulundu.

İl merkezine bağlı Yavru köyü yakınlarında bir mevkide daha önce kaçak kazı yapılan alanda başlatılan kurtarma kazısında yaklaşık bin 800 yıllık tapınak ile 20 metrekare genişliğinde ortası 1,5 metrekare çapında elma ağacı figürlü mozaik bulundu.

 

Kazı yerinde inceleme yapan Amasya Valisi A. Celil Öz, 'Amasya'da belki ilk örneklerden birisi olan bir mozaikle karşı karşıyayız' dedi.Mozaiğin milattan sonra 3. yüzyıla ait olduğunun tahmin edildiğini ve Gaziantep'te bulunan Zeugma mozaiklerine benzer özellikler gösterdiklerini vurgulayan Öz, 'Büyük ihtimalle aynı çağdaş mozaikler ve aynı nitelikte mozaikler. Onun için Amasya tarihine farklı bir sayfa ve farklı bir başlık açacak bir çalışma' diye konuştu.

 

Amasya'nın misket elmasıyla markalaştığını anımsatan Öz, 'Bin 700, bin 800 yıllık bir geçmişte de bu mozaiğin ortasında misket elması, Amasya elmasının figürünü görüyoruz. Keklik figürlerini görüyoruz ve o dönemin farklı motiflerini görüyoruz' şeklinde konuştu.

 

Vali Öz, mozaiğin korunması için her türlü tedbiri alacaklarına da değindi. Çorum Hitit Üniversitesi Karadeniz Arkeolojisini Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Esra Keskin de oldukça realist bir üslupta yapılmış tasvirin ünik bir örnek olduğunu söyledi.

 

Vali Öz'ün incelemelerine Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Kaya, Müze Müdürü Celal Özdemir ile diğer yetkililer de katıldı.

Yeni Şafak, 02.07.2013

HALİÇ'TEKİ ASMA KÖPRÜ

 

 

İlk gördüğümde kazıklar dikilmişti; Atatürk Köprüsü'nden baktığım için görmeye alışık olduğum İstanbul manzarası yara almıştı. Camilerin minareleri ile kazıklar adeta yarışıyordu. Kötüsü, kazıklar yarışı kazanmıştı. Kalın beton gövdeler üstün gelmişti ve eski ince zarif minarelerle hoş bir zıtlık oluşturan kubbeler artık bir armoni oluşturmuyordu. Bildiğim silüetin olduğu yerde şimdi karman çorman bir şeyler görünüyordu. İlk tepkim şaşkınlık ve üzüntü oldu. Sonra öfke egemen oldu. Buna neden gerek duyuldu, başka alternatif yok muydu?

 

Metronun güzergahı Haliç sularının altından geçirilebilirdi diye düşündüm. Sonra “bunu mutlaka düşünmüşlerdir, yapmamaları için bir neden olmalı” dedim. İyi niyetli düşünmeye çalıştım. İnsanlara, hele günlük yaşamımı düzenleyen yöneticilere yeteneksizlik yakıştırmak istemiyorum. Kendi ruh sağlığımı düşündüğümden yapıyorum bunu. Hayatımın beceriksiz insanların elinde olduğunu düşünmek bende stres, kasvet, korku ve öfke yaratıyor. Bundan dolayı bu köprüye bir anlam vermeye çalıştım. Herhalde Şişhane'den sonra kısa bir mesafe kat ederek denizin altına inmek için metronun çok dik bir yokuştan geçmesi gerekecekti. Yani teknik nedenler vardı bir köprüyü gerekli kılan.

 

Ama sonra aklıma gelen başka bir alternatif bende stres, kasvet, korku ve öfke yarattı. Asma köprüye ne gerek vardı? Haliç'teki öteki köprüler kolonlar üstünde duruyor. Yani havalara uzanan kazıklar içermiyorlar. Bu tür bir köprü yapılmış olsaydı İstanbul'un silüeti de korunmuş olacaktı. Bu kadar basit! Peki, bu basit çözüme neden gidilmedi? Zorlanıyor ve iyi niyetli düşünemiyorum. Herhalde, diyorum, birileri şatafatlı, dikkati çeken bir eser yaratmak istemişti. Veya köprünün maketi en başta şık görünmüştü; veya asma köprüler üstün bir teknik gerektirdiklerinden “ileriliğin” örneği diye seçilmişti. Ben de asma köprülere hayranım. Ama çevreye uymaları ve çevreyi kirletmemeleri şartıyla. Stres, kasvet ve öfke bir kez belirmesin, insan artık olayların berisindeki yanlışları ve suçluları aramaya başlıyor. Asma köprüyü beğenip seçene veya seçenlere fazla bir şey diyemem: gustoları buysa bunu yapacaklar. Ama böylesine bir projenin kamuoyunda yeterince tartışılmamış olmasına söyleyecek şeyler bulunabilir. İstanbul'u genişletip yeniden inşa ederken “birilerinin” kendi başlarına böylesine önemli kararlar almasıdır yanlış olan. Metot yanlış. Bu tür hayati yapılar aceleye getirilmeden uzmanlarca tartışılmalıdır. Ama uzmanlardan başka bu tartışmaya herkesin katılmasına fırsat verilmelidir. Köprü projesi kamuoyunda tartışılsaydı asma köprü yerine farklı bir öneri de gündeme mutlaka gelecekti. Ve inandırıcı da olacaktı. En azından bu garabetin sorumlusunu da şu an bilecektik.

 

Son haftalarda ve özellikle Gezi olaylarından sonra “azınlık mı çoğunluk mu karar verecek” diye demagoji içeren sözde sorun olan bir konu açıldı. Demokrasilerde her karar oylama ile alınmaz ki! Teknik kararlar ilgililerce alınır. Tabii ilgili vatandaşların duyarlığını da göz önüne alarak. Ülke çapında aşı yapmak gerektiğinde kamuoyu yoklaması yapılmaz. Azınlıkların ibadethaneleri olsun mu diye çoğunluğa sorulmaz. Futbol milli takımını da Bakanlar Kurulu veya Başbakan oluşturmaz. Bu örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Kaldı ki Parlamento'ya seçilenler “siyasi” kimlikleri ile seçilirler; ve onlardan siyasi kararlar almaları beklenir. Özel uzmanlık alanlarına karışmamaları gerekir. Örneğin Parlamento'nun çoğunluğu bir cami restorasyonunun nasıl yapılacağına karar veremez. Yasalar yapar, ama sonrasına karışmaz. Sanata, eğlenceye, giyime, dine, dile, edebiyata,  fikirlere, gazetelere karışmaz. Ama Nasreddin Hoca usulü “ben yaptım oldu” der de karışırsa ne olur? En azından bende -ve herhalde bazı başka insanlarda da- stres, kasvet, korku ve öfke doğar. Çocuk yaşta annemle Eminönü'nden vapura binip Kavaklar'a kadar uzanmayı severdik. Şimdi de fırsat bulunca aynı güzergahtan geçerim. En son gidişimde özellikle Avrupa yakasında yükselen gökdelenler beni rahatsız etti. Fevkalade uyumsuz bir manzara oluşturuyorlar. Eski sarayların, camilerin, yalıların arkasından “kazık gibi” yükselen binalar bende “asma köprü” etkisi bıraktı. Zamanın geçmiş olduğunu, eskinin aynı kalmayacağını biliyorum. Özlemle yok olanı yaşatamayacağımızı da. Hatta yaşatmanın anlamsız olduğunu da. Ama bu değişikliklerin birilerince “çoğunluk bende” anlayışı ile yapılması bende strese (vb) neden oluyor.

Bu yazıyı Gezi olayları nedeniyle yazdım. Gezi'de binlerce insan toplandı. Bunların içine -tamam, kabul!- bir süre sonra her türlü insan karıştı. Siyasi yelpazenin tümü, her türlü iyi veya kötü niyetli örgüt, belki yankesiciler de, ruhsal bozukluğu olanlar, isterseniz, ajanlar, provokatörler de. Ama benim gibi stres (vb) yaşayan insanlar da vardı. Ve dikkatimizi bu gruba yöneltmeliyiz. Çünkü yeni olan bu gruptu, yarını haber veren gençlerdi, bizi şaşırtandı, anlamadığımızdı. Yanlışı haykıranlardı, seslerini korkmadan yükselttikleri için kralın çıplaklığını söyleyebilenlerdi.

Eleştirendi. Bazı şeylerin strese neden olduğunu bilfiil göstermiş olanlardı. Kimileri de, “bunların” sayısı, “bunların” oy değeri nedir ki diyecek! İşte bu tür laflardır insanları yeniden meydana döken!

Bahaneler bularak yanlışları dile getirenleri kovalamamalıyız. Düşünmek ve anlamak zamanıdır. “Biz karar verdik köprünün adını X koyduk” yolu, verilen isimden bağımsız, metot olarak yanlıştır. Haliç'teki asma köprü de benim için strese neden olan bir semboldür. Vatandaş olarak beni yöneticilerden yabancılaştıran bir yaklaşımın abidesi gibi. Şehrin silüetine verdiği zarardan başka devlet-vatandaş ilişkilerini de bozuyor. Yarın “ben yaptım oldu” misali projeler için bir gösteri olsa katılır mıyım? İstanbul'daysam katılırım. Çünkü bazı şeyler yanlış yapılıyorsa veya bu izlenimi veriyorsa, bunu duyurmak gerek. Bu amaçla gösteri olmayacaksa anayasal gösteri hakkına ne gerek kalır?

Zaman, Haber: Herkül Millas, 02.07.2013

İHYA MI? PEH YA!

 

     

 

Fındıklı sahilinde yer alan Süheyl Bey Camii'nin restorasyon projesinden, orijinaliyle alakası olmayan bambaşka bir kütle çıktı.

Son dönemin en tartışmalı konularından "ihya"projelerine bir yeni proje daha eklendi. İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü'nün kontrolünde gerçekleşen Süheyl Bey Camii restorasyonunda, Meclis-i Mebusan Caddesi'ne bakan cephesinin şeffaf olması bir yana, kütlenin bambaşka olmasıyla dikkatleri üzerine çekti. 

 

AKP hükümetinin "yeniden yapmak" mimari anlayışının son dönem örnekleri arasında yerine alacak olan Süheyl Camii'nin "restorasyon" standartları açısından oldukça tartışmalı bir zeminde durduğunu söylemek mümkün.





TARTIŞMAK BİLE MÜMKÜN DEĞİL

Konuyu BirGün'e değerlendiren Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, "Bunun hakkında tartışmak bile mümkün değil, orijinalinden bu kadar uzaklaşan bir restorasyona az rastlanır. Restorasyon açısından kabul edilemez, ortaya çıkan yapı bambaşka bir yapı" diye konuştu.





CAMİ TİCARETE ALET EDİLMİŞ

Son dönemlerde kamu yönetiminin, kültür varlıklarına bakışının çarpıklaştığını, restorasyon projelerinin deneyimsiz taşeronlara verildiğini söyleyen Muhcu, "Eserler müdahaleler sonucu özgün, tarihi mimari karakterinden uzaklaşıyor. Bu tür yapıların ticari gelire konu edilmesi kabul edilemez. Tarihi yapıların fonksiyonlarını değiştirecek restorasyonlar yapılmamalı. Cami ticarete alet edilmiş. İnanca saygı açısından büyük bir sorun" dedi.

 

İHALEYİ YANDAŞA VERMENİN SONUCU

İhale süreçlerinin de çok sorunlu olduğunu belirten Muhcu, "İşler tanıdık, belli ilişkileri olan kişilere, siyasal yandaşlara dağıtılıyor. Bu yüzden işler niteliksiz oluyor. Buna karşı çıkan devlet memurları ya sürgüne gönderiliyor ya da etkisizleştiriliyor" diye konuştu.

Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 02.07.2013

MALKARA ERMENİ MEZARLIĞI MEYHANEYE ÇEVRİLİYOR

 

 

Tekirdağ Malkara’da AKP İlçe Yönetim Kurulu üyesi Demirali Pala, belediye tarafından Ermeni mezarlığı arazisi için açılan ihaleyi kazandı. Mezarlığa gazino-meyhane-pavyon-et lokantası olmak üzere betonarme bir inşaat başlarken hafriyat sırasında mezarlıktan çıkan kemikler çöpe atılıyor.

 

Konuyla ilgili olarak bilgi veren gazeteci-yazar Ümit Bayazoğlu, Malkara Ermeni toplumundan günümüze sadece Surp Toros Kilisesi’nin yıkıntısı ile talan edilmiş bir mezarlık kaldığını söyledi. Kilise’nin 1970’lerin sonuna kadar sinema-düğün salonu olarak kiraya verildiğini anımsatan Bayazoğlu, “Kilise, 80’ler ve 90’larda, Yağlı Tohumlar Kooperatifi tarafından tahıl deposuna dönüştürüldü. Son 10 yıldır ise yıkıma terk edildi. Bu arada defalarca define maksadıyla tahribata uğradı” dedi.

 

Trajikomik bir şekilde üç yıl önce kilisenin bir ‘define avcısı’ tarafından Edirne Anıtlar Kurulu’na ‘tarihi eser’ olarak tescil ettirildiği için kilisenin yerine başka bir şey yapılamadığını aktaran Bayazoğlu bugünkü durumu ise şöyle anlattı: “Yıkımı hızlandırmak için kilisenin çatısını yıktılar. Artık kar, yağmur içine yağıyor. Kiliseden geriye sadece dört duvar kaldı. Bunlar da yıkılınca, Anıtlar Kurulu’nun koruması ortadan kalkacak ve hırsızlar nihayet gayelerine ulaşmış olacaklar.”

 

Mezarlık taşlarından kanalizasyon kapağı

Malkara Ermeni mezarlığının yakın zamana kadar bakımsız halde bile olsa yerli yerinde durduğunu dile getiren Bayazoğlu, “Mezarlığın sınırları erguvan ağaçlarıyla çevriliydi. Çocuklar her bahar mezarlığa erguvan ve kuzukulağı toplamaya giderlerdi. 1950’li ve 60’lı yıllarda mezarlık önce define hırsızları tarafından altüst edildi. Sonra belediye mezar taşlarını söktürerek kanalizasyon inşasında lağım kapağı olarak kullandı” dedi.

 

Bugün mezarlıktan geriye kıymetli bir arsa ve sadece erguvan ağaçlarının kaldığını ifade eden Bayazoğlu, “ANAP’lı, DYP'li yıllarda mezarlığa önce halı futbol sahası, tutmayınca beton bir tribün ve sahne ile bekçi-gişe kulübesi, tuvalet, mutfak vesaire binalar yapıldı” diyerek halen pehlivan güreşlerinin burada yapıldığının altını çizdi. Bayazoğlu bugünkü durumu ise şöyle anlattı: “Geçen hafta yaptığım ziyarette, AKP İlçe Yönetim Kurulu üyesi Demirali Pala’nın, Belediye tarafından açılan ihaleyi kazanarak, mezarlığa gazino-meyhane-pavyon- et lokantası olmak üzere betonarme bir inşaat başlattığını, hafriyat sırasında çıkan kemik ve taşların ise çöplüğe atıldığını öğrendim.”  

Agos, Haber: Emre Ertani, 02.07.2013

5 BİN YIL SÜREBİLİR

 

 

Kültepe Kaniş Karum kazı çalışmalarında 66'ıncı sezon vurulan kazmayla başladı.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, 5 bin yıl öncesine dayanan medeniyetin ortaya çıkmasının da 5 bin yıl sürebileceğini söyledi.

 

İlk kazılara 1948 yılında başlanan Kültepe Kaniş Karum bölgesine giden Kayseri Valisi Orhan Düzgün ve Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, sarayın deposu olarak tahmin edilen bölgeye ilk kazmayı vurdu. Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, bölgede süren çalışmalarda bugüne kadar 23 bin 500 bin tablet bulunduğu belirtti. Bölgenin henüz yüzde 1′lik bölümünün kazılabildiğini kaydeden Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu şunları anlattı:

 

“Kültepe’nin çok az bir bölümü kazılabildi. Devam edecek çalışmalarla birkaç 100 bini bulacak tabletler Ön Asya’daki en büyük koleksiyonu oluşturuyor. Bu da bölgedeki özel tüccarların koleksiyonu. Kültepe tabletlerini dünya bellek listesine almak için çalışmalara da başlandı. Kazı çalışmalarının en az 100 nesil daha devam edeceğini ve 5 bin yılı bulacağını umuyoruz. Uzun soluklu bir çalışma yapmamız gerekiyor. Başarılı bir sezon olmasını bekliyoruz.”

 

Prof.Dr. Kulakoğlu daha sonra Vali Düzgün ve Başkan Özhaseki’ye kazmaları vererek sezon açılışını yaptı.

Sözcü, 02.07.2013

AYASULUK KALESİ ZİYARETÇİLERİNE HAZIR

 

Kültür ve Turizm Eski Bakanı Ertuğrul Günay, 6 Ağustos 2012 tarihinde ziyaret ettiği Ayasuluk Kalesinin 15 Nisan 2013 tarihinde turizm sezonuyla birlikte ziyaretçilerle buluşacağını açıklamıştı. Ancak Kültür ve Turizm Bakanının değişmesi üzerine bu açılış yapılmadı. 2012 yılı sonu itibariyle çalışmaları tamamlanan Ayasuluk Kalesi ziyaretçilere açılacağı günü bekliyor.

 

2007 yılından bu yana Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Ayaysuluk Kalesi Kazı Başkanı Yardımcı Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı Başkanlığında Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ve desteğinin yanı sıra Selçuk Belediyesi tarafından 2008-2011 yılları arasında verilen işçi ve malzeme desteği ile gerçekleşen kalenin sur duvarlarının onarım çalışmaları 2012 yılı sonu itibariyle tamamlandı. 2007 yılında başlanan kazı ve onarım çalışmalarının 2012 yılı sonuna kadar bitirilip, kalenin ziyaretçilere açılacağını hedeflediklerini ve şu anda Ayasuluk Kalesinin ziyaretçilere açılabilir durumda olduğu müjdesini veren Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı, "6 Ağustos 2012 tarihinde Kültür ve Turizm Eski Bakanı Ertuğrul Günay, Kaleye gelerek son incelemeleri yerinde görerek yapmıştı.

İnceleme sonucunda Bakan Günay, 2013 yılı turizm sezonunun Ayasuluk Kalesinde açılacağını söylemişti. Ancak Bakanlığın değişmesi nedeniyle yeni Kültür ve Turizm Bakanımız Ömer Çelik'in öncelikleri olduğu için henüz Selçuk İlçesi'ne gelemedi ve ziyaretçiyle buluşmaya hazır olan Kalenin kapıları açılamadı" dedi.

 

Ayasuluk Kalesinde yapılan kazı ve restorasyon çalışmalarından bahseden Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Ayaysuluk Kalesi Kazı Başkanı Yardımcı Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı, beş yıl içerisinde Ayasuluk kalesi içinde yer alan St. Jean Kilisesi kazı ve onarım çalışmalarında 2010 yılında MS 7.Yüzyıl’da Efes’ten St. Jean Kilisesi yakınına taşınan Piskoposluk Sarayı’nın ortaya çıkarıldığını, bu kapsamda Aydınoğulları Beyliği’nin Ayasuluk kentini aldığı tarih olan 1310 yılında inşa edilen üç konut ve bir işlikten oluşan toplam 12 odanın açığa çıkarıldığını söyledi. Yapılan kazı çalışmalarında yine Osmanlı dönemindeki yol güzergahlarının ortaya çıktığını hatırlatan Büyükkolancı; "2007 yılında verdiğimiz sözümüz, 2012 yılı sonunda gerçekleşmiş oldu.  2013 yılı kazı ve onarım programına göre Kaledeki acil onarım çalışmalarımız 15 Nisan-15 Haziran tarihleri arasında 2013 tarihleri arasında Efes Müzesi işbirliği ile gerçekleştirildi. Bu çalışmalar kapsamında 1700 yıllarına inen Kale içerisindeki taş döşemeleri ortaya çıkardık ve sarnıçlarda koruma amaçlı onarım çalışmaları yapıldı. 25 Haziran 2013 tarihi itibariyle de öğrenci ve diğer üniversitelerden gelen Öğretim Üyeleriyle birlikte yoğun kazı ve onarım çalışmalarına başladık" dedi.

 

Yaklaşık 30 kişilik bir ekiple çalışmalara başladıklarını ifade eden Büyükkolancı, yine 30 kişilik işçi ve usta grubuyla 15 Eylül 2013 tarihine kadar bu çalışmalara devam edeceklerini söyledi. Büyükkolancı; "Geçen yıldan kalan ödeneklerimizle birlikte bu yıl da yine Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından aktarılan ödeneklerle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu anlamda Kalenin kazı ve onarım çalışmalarına büyük destek veren Selçuk Belediyesine ve Kültür ve Turizm Bakanlığına çok teşekkür ediyoruz" diyerek, ziyaretçilere hazır olan Kalenin bir an önce ziyaretçisiyle buluşmasını diledi.

Selçuk Bölge Haberleri, 01.07.2013

MESLEKTEN KENTLİLER GEZİ PARKI HAKINDA NELER SÖYLEDİ?

 

 

Meslekten Kentliler şehir plancısı, mimar, peyzaj mimarı disiplinlerden bir grup profesyonelin meydana getirdiği oluşum. "Gezi Parkı, neden park olarak kalmalı?" sorusunu her biri kendi uzmanlığı dahilinde cevapladı.

Gezi Parkı için Neye Evet, Neye Hayır?

Kentsel mekan, ideolojilerin simgeleştirilmesi bakımından her dönemde önemli bir araç olmuştur. Bu nedenledir ki iktidara sahip olanlar, kentsel mekanı kendi siyasetleri doğrultusunda şekillendirmeyi vazife edinmişlerdir.

 

2011 seçimleri genel seçim olmasına karşın, mevcut yönetim "kentsel projeler" üzerinden bir siyaseti tercih etmiştir. Proje üretiminin kent için hayati bir önem taşıdığı, günümüzde geniş bir kesim tarafından kabul edilmektedir. Üzerinde tartışılan konu ise üretim süreci, yöntemidir.

 

Henüz bir kaç yıl önce akademik çevreden hocaların öncülüğünde uzun süreli bir çalışmanın sonucu olarak üretilen ve İstanbul'un önümüzdeki 30 yılına yön vermesi için hazırlanan 1/100.000 Çevre Düzeni Planı başta olmak, hiçbir bütüncül planlama çalışmasında bu projelerden bahsedilmemektedir.

 

Gezi parkının yıkılarak Topçu Kışlası'nın inşası da, tepeden inme projecilik yaklaşımının bir sonucu olarak bugün hızla devam eden "Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi" nin bir parçasıdır. "Direnişin sembolü" olmasını bir kenara bırakırsak - ki bu hiç de kolay değil- çevresel etki ve zararlar anlamında değerlendirildiğinde, hedeflenen diğer projelerin yanında (3. Köprü, İki Yeni Şehir, Üçüncü Havaalanı, Kanal İstanbul, Yenikapı ve Maltepe Sahil Dolgusu vb.) oldukça "masum" bir proje olduğunu da bir kenara not düşmek gerekir.

 

Gezi Parkı'yla ilgili imar hareketleri serüveni, 1806 yılında Halil Paşa Topçu Kışlası'nın yapımı ile başlamıştır. 31 Mart Olayı'nda isyancıların karargahı olarak kullanılması ile ülke gündeminde yer bulan kışla binası, bu olaylar sırasında zarar görmüştür. 1920'li yıllara kadar, harap bir yapı olarak kalırken, 1922 yılında avlusu futbol sahası olarak kullanılmaya başlanmış ve Taksim Stadı adıyla ilk milli maç burada oynanmıştır. Alanın rekreatif faaliyetlere evrilmesindeki başlangıç noktası, stadyum olarak kullanılmaya başlanmasıdır. 1935 sonrasında, dönemin başarılı şehir plancılarından Henri Prost'un İstanbul Nazım Planı kapsamında önerdiği yeşil alan sisteminin, meydanı bütünleyen önemli bir parçası olarak düşünülmüştür. Gerek kışlanın harap durumda olması, gerekse maçların artık İnönü stadyumunda oynanması nedeniyle 1940 yılında alandaki yapılar yıkılmıştır. Yapıların mimari değeri ve İstanbul için tarihsel bir önemi bulunmayışı nedeniyle (daha sonra 1999 yılında tescil edilmiştir), yıkımı öncesinde detaylı bir dökümantasyon çıkarılmamıştır. Yalnızca o döneme ait fotoğraflar bulunmaktadır. Kışlanın yıkılması sonrasında alan yine bir kamusal misyon yüklenerek Cumhuriyet Dönemi'nin ilk parkı olan Gezi Parkı inşa edilmiştir. 1980'li yıllara kadar oldukça aktif biçimde kullanılmıştır. Sonrasında ise sistemin dışladığı grupların kullanmasına karşın İstanbul'un merkezinde yer alan az sayıdaki yeşil alandan biri olarak günümüze ulaşmıştır. 1993 yılında ilan edilen "Beyoğlu Kentsel Sit Alanı" içerisinde yer alan az sayıdaki kamusal açık mekanın en önemlilerindendir. 2010 yılında tamamlanan "Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı"nda park işlevi ile korunmaktadır.

 

Bugün ise iktidarın proje paketlerinden biri olarak yıkılarak, yerine yapıldığı Topçu Kışlası yeniden yapılmak istenmektedir. Ancak kışla işlevinin korunması düşünülmemektedir. Öncelikle alış-veriş merkezi, sonrasında ise otel ve rezidans olarak düşünülse de dönemin ünlü gazetecilerinden birine ait "dahiyane" fikir ile bir kışla binasının kent müzesi olarak yapılması yönünde adımlar atılmaktadır. Askeri bir yapının yeniden yapılıp müzeleştirilmesi yönündeki gayretlerin, Türklerin asker bir millet olması ile ilgili olup olmadığı ise bilinmemektedir.

 

Peki, biz bu çalışmayı neden hazırladık?

Öncelikle meslek çevrelerine daha sonra ise halkın önemli bir kesimine bu proje doğru gelmedi. Her bir meslek kuruluşu, bu yaklaşımın neden yanlış olduğunu kendi uzmanlığından açıklamaya çalıştı. Bizim amacımız ise bu farklı meslek alanlarının itirazlarını içerecek biçimde bütüncül ama aynı zamanda özet bir anlatımla, sorunun geniş kitlelerce anlaşılabilmesinin sağlanması. Bu amaçla farklı konularda çalışan bir kaç meslek insanını bir araya getirdik.

 

Sorumuz:
Gezi Parkı, neden park olarak kalmalı? Buyurunuz cevaplar;

 

Yılma Karatuna, Y. Şehir Plancısı

"Deprem gece uykunuzda olacak diye bir kural yoktur! Ticari faaliyetlerin en yüksek olduğu ve gezi amacıyla gündüz ve özellikle tatil günleri Taksim ile İstiklal Caddesi'nde bulunan vatandaşlarımızın, beklenen büyük İstanbul depremi sonrası toplanma alanı olarak Gezi Parkı'na ihtiyacı olacaktır. Yıkılmış veya ağır hasarlı binalar ve kapanmış dar sokaklardan kurtarılan vatandaşlar için 29 bin 550 metrekare yüzölçümlü Gezi Parkı, yaklaşık 9.000 kişilik bir toplanma ve triyaj alanı oluşturma potansiyeline sahiptir.

 

İzmit ve Gölcük (1999) depremlerinde İstanbulluların toplanma yeri olarak kullandığı Kağıthane-İETT arazisi, Şişli-Likör Fabrikası ve Ortaköy Vadisi'nin imara açılarak maddi değeri milyar dolarları bulan arazilerin rezidans ve otel fonksiyonları ile imar değişikliğine uğramaları,"afet sonrası toplanma alanı" yerine "rant toplanma alanları" haline gelmelerine neden olmuştur.

Topçu Kışlası inşaatı ile Gezi Parkı'nın da rant toplanma alanı olmasına izin vermemeli, kamu yararını gözetmeliyiz!"

 

Eren Okar, Y. Mimar

"Rekonstrüksiyon koruma uzmanları tarafından çok tercih edilen bir yöntem değildir. Nedeni ise zamanında orada bulunan özgün yapının asla geri getirilemeyeceği ve yapılacak binanın bir kopyadan öteye gidemeyeceği gerçeğidir.


Elimizde fotoğraflarından başka hiç bir veri bulunmayan ve 1940'larda yıkılmış olan bir yapı kent belleğinde ne kadar önemli bir hatıra oluşturabilir ki, bugün kamusal faydası yapılacak taklitten kat be kat daha fazla olan bir parkın bu uğurda ortadan kaybolması kabul edilebilir?"

 

M. Leyla Turanalp, Gezgin, Kent Araştırmacısı

"Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi ICOMOS Taksim Gezi Parkı'nın tarihsel ve İstanbul'un en önemli ve korunmaya değer varlıklarından biri olduğunu ve hatta - Ortadan kaldırılması bir yana, restore edilerek, asli özellikleri iade edilmeli ve Türkiye kültür tarihinde hak ettiği yere yerleştirilmelidir.- diyerek parkın kent merkezindeki önemini bir kez daha belirtmiştir. Açıklamada aynı zamanda; "Birinci sorun şudur; Yok olmuş tarihsel yapıların rekonstrüksiyonu, ancak söz konusu yapıların mimari, inşai, estetik düzey ve tarihsel anılar taşımak gibi gerekçelerle kaybının çok büyük olması halinde meşrudur. Taksim Kışlası ise kaybı bu kadar büyük anlam taşıyan bir yapı değildir. Şayet yerinde duruyor olsaydı, kuşkusuz, korunması gerekecekti. İkinci sorun ise yapının rekonstrüksiyonunu yapmanın ortaya sadece eskisi gibi gözüken, ama hiçbir rasyonel koruma ölçütüne göre tarihsel eser sayılmayacak bir yeni yapı çıkaracak olmasıdır. Türkiye kamuoyunda sık sık aksi gündeme gelmesine karşın, tarihsel çevreyi ve mirası korumak demek değildir. Sadece bazı çok zorunlu hallerde hoş görülebilir bir taklit yapı inşa etme girişimi olarak nitelenir." bilgisi de yer almaktadır.

 

Dr. Ayşenur Albayrak, Şehir ve Bölge Plancısı

"Gezi Parkındaki ağaçlar 70 yıldır İstanbul'un ikliminin korunmasına yardım ettiği ve yaşamalarına izin verirsek bundan sonra da iklim değişikliğiyle mücadelede bizlere yardım etmeye devam edecekleri için,
İDEP kapsamında tanımlanan "iklim uyumlu kentsel yönetim" beklentisinin karşılanması için,
Politikacıların ve toplumdaki tüm bireylerin çevrenin önemini anlamalarına yardımcı olarak çevreye etkilerini gözden geçirmelerine vesile olan bir sembole dönüştüğü için Gezi Parkı park olarak kalmalıdır."

 

Buket Metin, Y. Mimar

"Gezi Parkı yerine inşa edilecek bir yapının ve yayalaştırma projesi ile çevresinde oluşturulacak yaya alanlarının o bölgedeki sınırlı doğal çevre bileşenleri üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler kaçınılmazdır.

 

Gezi Parkı'nın herkesin eşit olarak ulaşabilme/kullanma özgürlüğüne sahip olacağı kamuya ait bir rekreasyon alanı olma özelliğinin sürdürülmesi, sürdürülebilirliğin toplumsal boyutunun sağlanmasının bir gereğidir.

 

Gezi Parkı yerine yapılacak bir binanın ülke ekonomisine yapacağı katkıyı, doğru planlanmış bir şehir parkı ile sağlamak da mümkündür.

 

Gezi Parkı'nın yeşil alan kimliğini sürdürmesi, hem çevresel hem de toplumsal gereksinimlerin karşılanması ve bütüncül olarak sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması açısından önemlidir."

 

Seher Güzelçoban Mayuk, Y. Mimar

"Yoğun yapılaşmanın olduğu şehirlerde var olan "ısı adası etkisi" bu nefessizliğin sebeplerinden biridir. Yeşilin, bitkinin bu etkiyi azalttığı bilinmektedir. Kırsal alanda güneş ışınlarının büyük bir kısmı bu yolla geri yansıtılırken, alanın doğal soğutması sağlanmaktadır.

 

Öyleyse belki de, birkaç ağaç dediğin kadar kolaydır soruna çözüm bulmak, nefes aldırmak... Nedendir var olan birkaç ağacı da yok etmeye çalışmak ve gelecek nesillerin hayatını zora sokmak..."

 

Simge Özdal Oktay, Kentsel Tasarım Uzmanı

"Birbirine ön yargıyla yaklaşan sınıflar yan yana gülümsüyorlar çünkü ilk defa tüm güçleriyle kendilerine ait olana sahip çıkıyor, kentin geleceğini kendi elleriyle şekillendirmenin gücünü hissediyorlar.

 

Gezi Parkı'ndaki yeni hayatın ilk adımları bir gecede tüm ülkeye, çok kısa zamanda Dünya'ya yayılacak kadar canlı, barışçıl ve özgür adımlardı ve bu adımlar kentin kalbindeki bir park için atıldılar.

 

Gezi Parkı, yoğun bina dokusu, gürültü, trafik ve ticari kullanımın ardından herkese kucak açan bireyi toplum yapan bir Cumhuriyet haline gelmiştir."

 

Gizem Erdoğan, Y. Şehir Plancısı

"Kamusal alanlar; "diğerleri" ile iletişim kurduğumuz, farklılıklara dokunduğumuz, çeşitlendiğimiz, başkalarından öğrendiğimiz birlikte yaşadığımız, paylaştığımız, ağlayıp, güldüğümüz, sevindiğimiz, birlikte olabildiğimiz, çok renkli, çok sesli, çoğulcu alanlardır.

 

Gezi Parkı; Paylaşımcı, demokratik, dayanışmacı ve eşitlikçi bir yaşam tarzının olabileceğini sunan ideal bir kamusal mekan örneği olarak 20 gündür karşımızda dikilmektedir.

 

Ortaya koyduğu etkinlik ve yaşam ritmi ile bu kimliği taşıyabileceğini ve üstelik kentli tarafından da sahiplendiğini göstermiş, tanınır olmuştur. O halde bu fırsatı kaçırmak niye ?!"

 

Sedef Özçelik Güney, Y. Mimar

"...kent, kendi ihtiyaçları doğrultusunda Gezi'yi daha proje bitmeden "yayalaştırdı", tekrar "öteki" olmanın cezalandırıldığı ve Foulcoult'un sözünü ettiği polislik olmaksızın herkesin kullandığı bir kamusal mekana dönüştürdü.


Katılım, Gezi'nin fiziksel mekanında gerçekleşirken, öncesinde ve süreç boyunca günümüz dijital mekanlarında olgunlaştı. Sonuçta Gezi Parkı kendi-kendine "ayrıştırılmış" bir mekan olmanın dışına çıktı."

 

Ümit Ceren Bayazitoğlu, Mimar

"Parkın herkese ait, insanla var olan yaratıcı bir üretim alanı olduğu anlaşılabilmektedir.

 

İçerisinde bulunduğumuz zaman dilimine dahi ait olmayan, belli bir işlev ve dört duvarla sınırlandırılmış bir bina ne kadar bize ait olabilir? O binada biz ne kadar kendimizi, çok sesliliğimizi, yaratıcılığımızı, çeşitliliğimizi açığa çıkarabiliriz ve oradayken biz ne kadar biz olabiliriz?"

 

Süveyda B. Atagür, Peyzaj Mimarı, Kentsel Tasarım Uzmanı

"Gezi Parkı denince aklımıza ne gelir? İstanbul'un göbeğinde beton yığınları arasında kalmış bir açık alan... Taksim Meydanı'nı tanımlayan yeşil bir alan... Ya da Beyoğlu'ndan Harbiye'ye gidilirken geçilen bir mekan... Aslında sadece birilerine ait onca yerin arasında hepimize ait olan kamusal açık bir alan.

 

Ağaçların taşınması bitkinin cinsi ile alakalı olduğu kadar yaşı ile de alakalıdır ve taşınan ağacın yeni yerinde yaşama şansı da kesin değildir. Ayrıca herkes tarafından bildiği üzere ağaçlar büyüdükçe gövde çapları genişler, tepe taçları büyür. Bu nedenle yerlerinden sökülerek taşınmaları zorlaşır. Gezi Parkı'nda da taşınamayacak boyuta ulaşmış çok fazla ağaç vardır.

 

Bugün Gezi Parkı'nda yaşadıklarımız yalnızca birkaç ağacın kesilecek olması değil, kamusal bir mekanın artık hepimize ait olmaktan çıkarılması, ve toplum olarak bizleri ilgilendiren bu karar süreçlerinde fikirlerimizin alınmaması ve yok sayılmış olmasıdır."

 

Özlem Atalay, Y.Şehir Plancısı

"Bugün parkta olmak, kaynaşmak, hikayelere tanıklık etmek, hepimizin biraz daha sen-ben olduğunu görmek, görünmez sınırların da kalktığına şahitlik etmek...

 

Ferah alanlarda gözlerimizi birbirimize uzatacağımız yarınlara..."

 

Tayfun Salihoğlu, Y. Şehir Plancısı

"İstanbul'da kamusal kullanımlara ve rekreasyon alanlarına olan ihtiyaç, diğer bir çok fonksiyona olan ihtiyaçlardan daha acildir. Olimpiyat adaylığındaki bir kentte yeşil alan hiyerarşisinin entegre biçimde kurgulanması, sürekliliğinin sağlanması ve yerel yönetimin sıkça dillendirdiği kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi hedeflerine ulaşılmasında Gezi gibi parkları, adeta birer nimet gibi başımızın üzerinde tutmalıyız.

 

Bırakın meslek kuruluşları ve üniversitelerin raporlarını, size sorulsa "İstanbul'da neyi daha çok görmek istersiniz diye, yanıtınız parklar olmayacak mı?"

 

Hiçbir park, sadece bir park değildir. Sokakları zaten kaybettik, hepimizi büyüten bu parkların hikayelerini, anılarını, yaşanmışlıklarını öldürmeyelim.

 

Mahallenizde çocuklarınızı büyüttüğünüz parkın yerine, kocaman, sur gibi bir yapı yapıldığını düşünün. Nasıl? Hoşunuza gitti mi?"

 

Güliz Ö. Salihoğlu, Y. Şehir Plancısı

"Amerikan Planlama Derneği (American Planning Association) parkların ekonomik faydalarına ilişkin değerlendirmelerinde olduğu gibi;


Bir park, toplum için iyi bir finansal yatırımdır.


Yenilikçiliğe, bilgiye ve yeteneğe dayanan mesleklerde çalışan insanları yaşamak ve çalışmak için bölgeye çeken bir unsurdur.

 

Parklar, çevresinde kaliteli yaşam alanı oluşturur, çünkü bir parkın cazibesi, insanlarda o bölgede bulunma-yaşama isteği uyandırır."

 

Murat Demirer, CG Artist

"Konuya insani olarak bakıldığında insan beynindeki yeşil algısı %1 in altına inmiş bir bireyden veyahut gelecek nesilden nasıl çevreye saygılı yada ne kadar hayvan sever olması beklenmelidir?
Sadece duygusal veya siyasal olarak değil de işlevsel olarak bakıldığında hafızamızdaki bilgiler her gün şekil ve anlam değişikliğine uğrasaydı nasıl bir sonuç doğururdu?"

 

Can Boyacıoğlu, Y. Mimar

"...topçu kışlası ne İstanbul'un ne de halkındır, o sadece bugün de İstanbul coğrafyasında binlercesini gördüğümüz postmodern bir fantazi mekanıdır, üstten gelmedir, baskıcıdır.
Gezi Parkı ise tam tersi, meydanda var olan diğer yapıların gölgesinde kalmış ve turistikleşememesi ile birlikte bir anlamda üzerine yapışabilcek yapmacık ticari anlamlardan kurtulmuş bir mekandır.


Gezi Parkını yıkmaya çalışan görüş, İstiklal'de ikinci el kitap bulamayışımızın nedeni olan, pahalı bir kahve içmeden sevdiğimizle oturmamıza izin vermeyen, sizin mahallenizi sizin için değil cebinde dolarla gelen turist için tasarlayan görünmez gücün ta kendisidir."

 

Nüket İpek Çetin, Y. Şehir Plancısı

"Yaşam Kalitesi Yüksek" ve "Kalkınmış" bir kent, sadece ekonomik göstergeler ile değil sosyal ve çevresel göstergeleri ile de ön planda olmalıdır.

 

İstanbul'da uygulanan parçacıl projeler, kent bütününde geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurmakta, doğal çevrenin hızla yok olmasına, kültürel zenginliklerin tahrip edilmesine, sosyal sınıfların ilçelere ve mahallelere göre ayrışmasına, ulaşım problemlerinin artmasına neden olmaktadır.

 

Beşiktaş Tütün Deposu = Shangri-La Bosphorus Otel
Ortaköy Kılıç Ali Okulu= DO&CO Otel
Göztepe Meteoroloji İstasyonu=Four Winds Göztepe
Haydarpaşa Garı=Otel-Kültür Merkezi-Ticaret Alanı
Yedikule Tren İstasyonu= Otel-Kültür Merkezi-Ticaret Alanı
Gezi Parkı= AVM, Residence, Kent Müzesi, Cami, Buz Pisti......

.
Gezi Parkı sadece bir direnişin değil, İstanbullu'nun isyanının, İstanbul'un uyanışının simgesidir. Nefes aldığımız, gölgesinde dinlendiğimiz, kuş seslerini mutlulukla dinlediğimiz Gezi Parkı'na hep beraber bugün sahip çıkarsak, yarın doğal değerlerimize, yaşadığımız mahallelere ve topluma ait olan diğer bütün kamusal alanlarımıza da kolaylıkla sahip çıkabiliriz..."

 

Esra Okur Coşkunçay, Y. Mimar

"31 Mayıs tarihinden itibaren görünür biçimde dışa vurulan toplumsal bilinç, ağaçlarına sahip çıkma, ağaçlarının altında barınma, beslenme, okuma, çalışma, gezinme, dinleme, dinlenme, yardım etme, konuşma vb. eylemlerle "zaten kullanılmıyordu" denilen Gezi Parkı'nda ve diğer parklarda bugüne kadar hiç olmadığı kadar ve hiç olmayan bir biçimde kendini göstermiştir.

Tarihi Kentlerin Ve Kentsel Alanların Korunması Tüzüğü (Washington Tüzüğü - 1987) 3.maddesinde "Koruma programının başarısı, kentlilerin katılımı ve görev almalarıyla mümkün olabilir; bu nedenle halkın katılımı desteklenmelidir. Tarihi kentlerin ve kentsel alanların korunması öncelikle orada yaşayanları ilgilendirir." ifadesi yer almakta, 70 yıllık tarihiyle kent belleğinde önemli bir yere sahip olan Gezi Parkı 20. yüzyıl mirası olarak korunmayı hak etmektedir."

 

Sonuç Yerine....

Farklı bakış açılarını yansıtan böylesi bir uğraş ile konunun bazen tek bir ağaç olabildiği gibi bazen de sadece bir ağaç olmadığını göstermeye çalıştık. Genel bir değerlendirme ile gezi parkı;
Yoğun kent dokusu içerisinde uzun bir süredir mikroklimaya sağladığı olumlu katkıları, ısı adalarını azaltıcı etkisi ve çevrenin önemini bir çırpıda anlamamızı sağlayan bir sembol olması,
Sosyal ilişkileri güçlendiren, sosyal bütünleşmeye katkı sağlayan, ötekinin o kadar da öteki olmadığını kanıtlayan, demokrasi kültürünü geliştiren, çoğulculuğu ve farklılığı kucaklayan bir kamusal mekan olması,


Yüksek riskli İstanbul'da, afetler karşısında önemli bir rezerv alan olarak kullanılabilme potansiyeli,


Kamunun elindeki az sayıdaki alandan birinin daha özel sektöre devredilmemesi için,
Neoliberal politikaların mekanı bir tüketim aracı olarak görmesinden hareketle ortaya çıkan parcacıl, proje bazlı anlayışlara bir tepki olarak,


Yerine yapılmak istenen yapıyla ilgili, yeterli doküman bulunmaması, bünyesindeki bir çok ağacın belirtildiği gibi taşınmasının teknik olarak mümkün olmaması gibi uygulama imkansızlıklarından kaynaklı sebepler ile,


Kentsel yeşil alanların yalnızca olumlu ekonomik etkilerinin, yerine yapılacak her hangi bir yapı ve işlevden çok daha fazla olduğu gerçeğinden hareketle,


İstanbul ve son 20 gündeki gelişmelerin etkisiyle dünya açısından bir simge olmuş olması ve kentlinin belleğine kazınmışlığı ile,


Gelecek nesillere de güzel hatıralar ve deneyimler yaşayabilecekleri mekanlar bırakma sorumluluğumuzdan ötürü,


GEZİ PARKI PARK OLARAK KALMALIDIR.

 

Biz burada bir direnişin öyküsünü anlatmadık. Ancak; bu direniş hareketinin hepimize öğrettiği birçok şey olduğunu da unutamayız. Mesleki perspektiften; kentle ilgili bir kararın, kritik süreçler ve değerlendirmeler sonucunda toplumsal katılımı gerektirdiğini en ön sıradan görmüş olduk.

 

Alanın, Taksim Meydanı ve İstanbul ile bütünleşmesine yönelik yeni çalışmalar doğaldır ki üretilecektir. Ancak bu çalışmalara, sadece bir proje olarak bakmanın ötesinde, kolektif akıl ile yaklaşılmalı ve son günlerdeki olaylara da referans verilebilmelidir.

Arkitera, 01.07.2013

SUSTURULAN TARİH

 

Gezi Parkı direnişini konu alan son sayısı nedeniyle Doğuş Yayın Grubu'nda krize yol açan NTV Tarih dergisi kapatıldı, derginin Gezi Parkı sayısı da yayımlanmadı.

Gürsel Göncü’nün genel yayın yönetmenliğini yaptığı NTV Tarih dergisi, son sayısında Gezi Parkı eylemlerini işlediği ve kapağına Gezi Parkı temalı bir görsel çıkardığı için geçen hafta grupta krize neden oldu. Kapatılması konuşulan derginin yayın hayatına ilişkin nihai karar hafta başına bırakıldı.

T24’ün Doğuş Yayın Grubu yöneticilerinden aldığı bilgiye göre, yönetim derginin yayın hayatına son verme kararı aldı. Karar kapsamında NTV Tarih'in Gezi Parkı eylemlerini ele alan Temmuz 2013 sayısı da yayımlanmadı.

İlk sayısı Şubat 2009’da çıkarılan NTV Tarih dergisi çalışanlarının işlerine son mu verileceği veya grupta başka alanlarda mı görevlendirilecekleri konusunda herhangi bir açıklama yapılmadı.

İşte NTV Tarih dergisinin Gezi Parkı'nı konu aldığı için yayımlanmayan Temmuz sayısının kapağı:



 

CEO ve Genel Müdür de istifa etmişti
Gezi direnişini başta NTV haber kanalı olmak üzere yayın organlarında yeterince yansıtmamakla eleştirilen Doğuş Yayın Grubu’nun CEO’su Cem Aydın ay ortasında istifa etti. Ay sonunda da Doğuş Yayın Grubu Dergilerinden Sorumlu Genel Müdür Neyyire Özkan grup ile yollarını ayırdı.
Birgün, 01.07.2013

 

******


"DERGİNİN HERKESE ULAŞMASI İÇİN ELİMDEN GELENİ YAPACAĞIM"

 

Doğuş Grubu tarafından yayından kaldırılan NTV Tarih'in Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü, "Dergi içeriğinin internet ortamında, herkese ulaşmasını sağlamak istiyorum. Hemen olmasa da, derginin yayınını da sürdürmek arzusundayım" diyor.

 

Çok olağandışı bir karar değil gerçi ama NTV Tarih’in Temmuz sayısını Gezi’ye ayırmaya nasıl karar vermiştiniz, nasıl gelişti olay, biraz anlatır mısınız?
NTV Tarih, gündeme düşen popüler konuların tarihi boyutlarını yansıtan bir dergi. Daha önce nasıl Dersim dosyası yaptıysak, 27 Mayıs dosyası yaptıysak, Muhteşem Yüzyıl ve Kanuni dosyası yaptıysak, bu kez de Gezi sayısı yaptık. Derginin tüm sabit köşeleri de dahil olmak üzere tüm sayıyı buna ayırdık çünkü takdir edersiniz ki Gezi çok majör bir hadiseydi, tüm Türkiye ’yi etkiledi. Bunun kararını ay başında verdik. Çok yaratıcı fikirler çıktı. Örneğin kapaktaki 3D sanatçısı Taha Altan’ın işi gibi. İki çizimi daha vardı içeride. Burası da gizli kapaklı şeylerin çevrildiği bir yer değil ki, herkesin haberi vardı aslında bu karardan. Yapılan sayfalar, yazılar her şey ortadaydı.

Size nasıl, ne zaman bildirildi karar?
Biz son güne kadar büyük heyecanla çalıştık. Dergiyi matbaaya göndereceğimiz gün bu hadise ortaya çıktı. Bu sayfalar, kapak vs. görülünce hızlıca böyle bir karara varıldı. Birkaç toplantıdan sonra da derginin bu sayısının yayınlanmayacağı bildirildi. Bunun üzerine ben de derginin zaten siyaseten pozisyon alan bir dergi olmadığını, kararın tekrar değerlendirilmesini istedim. Tekrar baktılar ve sonunda kararları değişmedi; basılmayacağını söylediler. Buna rağmen ekipçe son ana kadar basılacakmış gibi çalıştık. Tashihler yapıldı, gece geç saatlere kadar çalıştık. Mükemmel haliye matbaaya yolladık. Ertesi gün derginin yayının tamamen durdurulduğu bildirildi.

Ekip nasıl tepki verdi?
Bugüne kadar tek bir otorite ya da Doğuş grubu yönetiminden kimse arayıp müdahale etmemiştir bize. Bu ilk ve son oldu. Çok üzüldü tabii herkes. Biz siyaseten hareket eden, muhalif olmak gibi bir derdi olan bir dergi değiliz. Bu sayıda, özel bir sayı olması hasebiyle, Gezi’nin 19 gününün saat saat dönüm noktalarının yer aldığı bir dosya vardı. Tarihe not düşmek amacıyla yapmıştık. Çok emek verdik, herkes çok üzgün dolayısıyla.

Siz nasıl okuyorsunuz peki bu kararı?
Türkiye’ye mal olmuş bir derginin yayının bu şekilde sona ermesi çok yazık. Bu ülkenin yöneticileri her şeyi bu kadar siyaseten okumasaydı, bu kadar siyaset endeksli bir hayata zorlamasalardı bizleri, barış içinde ve çok daha normalize bir şekilde yaşardık. Reel siyasetin her şeyi domine etmesi, Türkiye’nin esas ihtiyacı olan kaliteli medya ve yayınları etkiliyor. Bu çok umut kırıcı.

İçeriğin okuyucuya ulaşması için nasıl bir yol izleyeceksiniz?
İnternet ortamında, mümkün olduğunca herkese ulaşmasını sağlamak istiyorum ben, şahsen. Çünkü bu sayı önemli bir sayıydı, referans oluşturacak, kaynak olarak kalacak bir sayıydı. Bundan sonra da, hemen değil belki ama, ekiple ve birlikte çalıştığımız hocalarla, bu potansiyeli tekrar başka bir isim altında sürdürmek arzusundayız. Çünkü NTV Tarih sadece Doğuş grubunun dergisi değil, Türkiye’nin markasıydı. Ayda ortalama 35 bin gibi bir satış rakamına ulaşıyordu. Bu Türkiye için ciddi bir rakamdı. İnsanların biriktirdiği, arşivlediği bir dergi olmuştu NTV Tarih. Solcu, sağcı, liberal, İslamcı vs. farklı katmanlardan birçok okuru vardı. Ben devam etmemesinin yazık olacağını düşünüyorum. Yayın hayatını sürdürmek için de elimden geleni yapacağım. Bunu da özel olarak, Doğuş grubuyla sürtüşmek ya da çatışmak için yapmıyorum; sadece insanlara ulaşması gibi bir gayem var.

“NTV Tarih zaten kapanacaktı” diye de konuşuluyor şimdi. Var mıydı böyle bir durum?
Yoktu öyle bir durum, yanlış bir duyum bu. NTV Tarih, reklam geliri çok cüzi olan, satış geliriyle yaşayan nadir dergilerden biriydi. Kar ediyordu. Zaten 35 bin satış rakamıyla kar etmemesi düşünülemez, bunu ticari olarak da izah etmek imkansız.

Derginin yayını durduruldu ancak sizin istifa ya da işten çıkarılma haberinizi almadık...
Dergi kapatıldığı için, kalmak gibi bir şey benim için kabul edilemez, istifamı bildirdim. Ama ekipteki arkadaşlarım ne yapar bilemiyorum, ailesi, çoluğu çucuğu olan insanlar...

 

İşte kapatılan NTV Tarih'in yayımlanmayan editör yazısı




Radikal, Haber: Elif Ekinci, 02.07.2013

TÜRKİYE PROTESTOLARININ KALBİNDEKİ CAMİ

 

 

Mimar Ahmet Vefik Alp Güney Kaliforniya'nın devlet başkanları için dinlenme mekanı olmasıyla ünlü Sunnylands'e gitti ve burada İstanbul Taksim Meydanı'nda yer alan ve on yıldır Türk İslamcı hareketinin hayali olan, şehrin müslüman ve Osmanlı mirasını onurlandıracak büyük cami projesini sundu.

 

American Institute of Architects ile olan buluşmasından önce, modernist vizyonu tarif eden ve 7 yeraltı katında bulunan; kütüphane, müze, konferans salonu, restorant ve ziyafet salonunun fotoğraflarından oluşan bir slayt gösterimi yaptı.

 

Tasarım, 2 tane önemli mimarlık ödülünü kazanmış olmasına rağmen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Osmanlıdan esinlenilmiş bir tasarım için zorluyor.

 

Şimdi planları liğme liğme olan Alp sadece izleyip bekliyor. Mail'inde "Umarım bu ödül kazanmış cami projesi, politik ve ideolojik çekişmelerin kurbanı olmaz" diye yazdı.

 

Hükümetin Taksim'in bir kısmı olan Gezi Parkı'nı yıkmayı, Osmanlı askeri kışlasını ve AVM yapmayı planlaması şiddetli sokak protestolarını ateşledi. Bu da Erdoğan'a iktidarda olduğu on yıldan fazla süredir karşılaştığı en büyük politik krizi sundu. Fakat buradaki pek çok analizcinin gözünde Meydan'a büyük bir cami yapma planı çekişmenin gerçek özü olarak görülüyor.

 

Böyle bir cami; Türkiye İslamcılarının onlarca yıllık umuduydu. Hatta generallerin İslamcı başbakanı devirmek için manevra yaptığı 1997 yılında Türk politikasındaki son askeri müdahalede de rol oynadı.

 

Şimdi o insanlar askerlerden ziyade, İslamcı hükümetin varolan şehir geliştirme planlarına karşı ayaklandılar. Analistler bu huzursuzluğun sonuçlarından birinin, en sonunda Erdoğan'ın Taksim için olan vizyonunu gerçekleştiremeyeceği yönünde olacağını tahmin ediyorlar.

 

Eğer denerse, bu ikinci kez cami inşa etmeyi deneyip başaramaması olacak ve aynı rüyayı görüp, askeri müdahaleyle darmadağın olmuş olan 1997'deki belediye başkanı gibi ciddi anlamda siyasi maliyeti olacak.

 

Buna rağmen vazgeçmiş değil. Protestolar hükümetini yutunca, Erdoğan Taksim'de bir AVM yapma planından geri döndü fakat camiyi desteklemeye devam ediyor.

 

Yakın zamandaki bir konuşmasında "Cami Taksim'de inşa edilecek. Ana muhalefetten ve birkaç çapulcudan izin alacak değilim. Biz sandıkta bize oy verenler tarafından yetkilendirildik." demişti.

 

 

90'larda Erdoğan Türkiye'nin ilk islamcı başbakanı Necmettin Erbakan'ın emrinde, cami projesinden sorumlu yerel komisyona nezaret ediyordu. Fakat bu düşünce hala askeri; ülkenin laik temellerinin koruyucusu sayan, Türkiye'nin laik elit kesimi tarafından afaroz edilmişti.

 

1997 Ocak'ında yerel gazetede yayımlanan bir haberde "Laik Türkler camiye karşılar çünkü bu, islamcıların Taksim'de dolayısıyla tüm Türkiye'deki gücünün bir sembolü olur." cümleleri yer alıyordu. aynı kelimeler bugünün eylemcileri tarafından da kolaylıkla söylenebilir.

 

Radikal gazetesinde köşe yazarı, tarihçi Ayşe Hür "Taksim'de bir cami ya da kışla projesine karşı çıkan çevreler bunu, Türkiye'nin resmi laik tarihini yeniden yazma girişimi olarak yorumluyorlar." dedi ve ekledi "Hükümetin Osmanlı tarihine nasıl taptığını ve Cumhuriyet tarihine karşı nasıl düşman olduklarını biliyoruz."

 

Bu yüzden Hür ve diğerleri, çoğu İstanbullu için özellikle önemli bir yeri asla olmamış, tehlikeli olduğu düşünülen ve geceleri uyuşturucu kullanıcılarının ortaya çıktığı Gezi Parkı'nı korumak için yapılan oturma eylemiyle başlayan ve son birkaç haftadır Türkiye'yi sallayan hükümet karşıtı eylemlere sadece bir tesadüftü diyor.

 

Fakat hükümet ağaçları buldozerle yıkıp geçmeye başlayınca; bu on yıldan fazla süredir iktidarda olan ve hatta tartışmalı olmasına rağmen cami projesinde sağlam adımlarla ilerlemeye karar veren hükümetin kibrinden ve artan otoritesinden incinmiş binlerce şehirli için bir sembol olmaya başladı.

 

Erdoğan'ın Taksim'i şekillendirme isteği sadece Fransız Konsolosluğu'nun yanına yapılacak camiyle ilgili değil büyük bir meydan yaratmayla da ilgili. Buradaki kebap ve döner dükkanlarını yıkarak Ortodoks Kilisesi'yle cami arasında büyük bir yaya bölgesi yaratmak istiyor. Bu yanyana durma durumu Osmanlı'daki gayrimüslim azınlıklara karşı gösterilen töleransı simgeleyecek.

 

Başkent Ankara'daki Bilkent Üniversitesi'nde tarih profesörü olan Norman Stone: "Yunan Ortodoks Kilisesi orada olduğundan beri karşı bir ifade olarak duruyordu." dedi. Ayrıca caminin orada İslami milliyetçiliğin bir tablosu olacağını açıkladı ve ekledi: "Taksim'in yeniden şekillendirilmesi Erdoğan için çok önemli."

 

Alp'in kendisi zaman zaman Erdoğan'la mücadele etti. İstanbul'daki birçok yapım projesiyle yakından ilgilenip bunları yönetmesiyle ünlü Başbakanın, caminin tasarım yönlerinin üzerinden geçilmesine yönelik ara ara itirazlar sunduğunu söyledi Alp.

 

Minarelere klasik eklemeler yaptığını ve yürüyen merdiveni safdışı bıraktığını ama daha fazlasının olmayacağını söyleyen Alp, Başbakanın ona caminin çok modern olduğunu ve Osmanlı ve Selçuklu tarzlarında olmasını tercih edeceğini söylediğini belirtti ve ekledi: "Bu benim için oldukça hassas bir iş. Ufak tefek değişiklikler yaptık ama kırmızı çizgilerim var."

 

Erdoğan'ın hükümetinin özellikle ünlü Osmanlı mimarı Mimar Sinan'ın işlerinin aynısının yapılmasına yönelik talepleri altında asabı bozulmuş. "Mimarlığın gününü yansıttığına inanıyorum onlara Osmalı camisinin kopyasını yapmayacağımı söyledim. Mimarlık; gününün kültürünü, teknolojisini, malzemelerini ve davranış tarzını yansıtır. Sinan'ı taklit etmek hata olacaktır" dedi.

 

Alp Erdoğan'ıın hırslı gelişme planlarıyla (sadece Taksim'de değil, heryerde. Özellikle İstanbul'da Türkiye'nin en büyüğü olcak bir camiyle), 80'lerde benzer girişimlerde bulunarak, küstahça girişimler yapmış olmakla eleştirilen Fransız başkanı François Mitterrand'ı karşılaştırdığı bir makale yazdı.

 

Alp "François biraz Erdoğan'a benzerdi." dedi.

Arkitera, Kaynak: The New York Times, 01.07.2013

KETEN İNŞAAT'TAN 20 MİLYON DOLARLIK RESTORASYON

 

 

Keten İnşaat AŞ, Kanlıca'da bulunan Sipahiler Ağası Mehmet Emin Ağa Yalısı'nı yeniden inşa ediyor. Altı ayda tamamlanması planlanan yalının değerinin 20 milyon dolara ulaşması bekleniyor.

Keten İnşaat, Kanlıca'da bulunan Sipahiler Ağası Mehmet Emin Ağa Yalısı'nı restore etmek için Anıtlar Kurulu'ndan alınması gereken izinlerin ardından ruhsat aşamasını da tamamladı.

 

Yalı, ilk haline uygun olarak 750 metrekarelik bir arsa üzerine inşa ediliyor. Daha önce üzerinde iki bina bulunan arsa üzerine inşa edilecek olan yalının iç düzenlemeleri, modern hayatın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yapılıyor. Önünde kayıkhane de bulunan yalının arka kısmındaysa 250 metrekarelik ikinci binası bulunuyor.

 

Keten İnşaat ve EMR tarafından İstanbul'a yeniden kazandırılacak olan yalının restorasyon çalışmaları iki yıl süren detaylı bir araştırmaya dayandığını söyleyen Keten İnşaat AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Ferhat Keten, "Osmanlı arşivlerinden yapılan taramalarda Almanlar'ın 1936, Amerikalılar'ın ise 1940 tarihli fotoğraflarına ulaşıldı. Yalıyı havadan ve direkt gören fotoğrafların bulunmasının yanı sıra arazi üzerinde arkeolojik kazılar da yapıldı" dedi.

 

1846 yılında yapıldığı tahmin edilen, 1905'te bir yangınla kül olan Sipahiler Ağası Mehmet Emin Ağa Yalısı, Kanlıca Körfezi'nin incisi olarak kabul ediliyordu. Yalı, restorasyon çalışmalarından önce otopark olarak kullanılıyordu.

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 01.07.2013

ÇELİK: TAKSİM KAZISINDA KÜLTÜR KATMANI ÇIKMADI

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Taksim Meydanı, Sıraselviler, Tarlabaşı ve Kazancı Yokuşu'nda gerçekleştirilen çalışmalarda kültür tabakasına rastlanmadığını bildirdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'nun soru önergesini yanıtlayan Çelik, İstanbul Taksim Meydanı ve çevresinde yapılan Taksim Meydanı düzenleme çalışmalarının İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü uzmanlarının denetiminde gerçekleştirilmekte olduğunu belirterek, "Söz konusu alan, Kentsel Sit Alanı sınırları içerisinde kalmakta olup, bugüne kadar Taksim Meydanı, Sıraselviler, Tarlabaşı ve Kazancı Yokuşu'nda gerçekleştirilen çalışmalarda kültür tabakasına rastlanmamıştır" dedi. Çelik, Cumhuriyet Caddesi üzerinde, Divan Oteli önünde gerçekleştirilen kanal deplase çalışmaları sırasında, daha önceki yıllarda dolgu olarak atılmış olan 16 adet Ermeni Mezar Taşı bulunduğunu, ayrıca 19. yüzyıla tarihlenen duvar kalıntıları ve atık su kanalına rastlandığını söyledi. Anılan çalışmaların İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü uzmanları denetiminde sürdürülmekte olduğunu belirten Bakan Çelik, "Söz konusu kalıntıların rölövesine yönelik fotoğraf, bilgi ve belgeleri içeren ayrıntılı rapor ilgili Koruma Bölge Kuruluna verilmiştir" dedi.

Sabah, 01.07.2013

BOĞAZ'IN BEKÇİSİNE AKIN

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2009 yılındaki bir ziyaretinde verdiği talimatla restore edilen Beşiktaş’taki Şeyh Yahya Efendi Camii ve Külliyesi, Türkiye’nin dört bir yanından gelen ziyaretçileri ağırlıyor.

‘Boğaz’ın 4 manevi bekçisinden biri’ olarak kabul edilen külliye, Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi Şeyh Yahya Efendi tarafından 1538’de yaptırıldı.


Vakıflar İstanbul Birinci Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, “Restorasyon biteli 3 aya yakın bir zaman oldu.

Burası hem İstanbul içinden hem de dışından yoğun bir ziyaretçi akınına uğruyor.

Burada hocalarımız ziyaretin tarzı, yöntemi ve adabı ile ilgili bilgiler veriyor” dedi.

Restorasyon kapsamında, denize doğru kayan camiye perde beton döküldü, külliyenin ahşapları, demirleri elden geçirildi.

Habertürk, 01.07.2013

TOPÇU KIŞLASI'NDA ISRARIN NEDENİ

 

Topçu Kışlası veya Çamlıca tepesine cami kondurma hevesi tarihte liderlerin iz bırakma arzusunun ne ilk örneği...
Ne de son olacak.
Piramitler var...
Mezopotamya’da Zigguratlar var...
Movsolos’un anıtmezarı Mausoleum var.

 

Az buçuk bu işlerden anlayanlar, Mausoleum’un neden dünyanın 7 harikasından biri olduğunu bilirler.
Mermerden ya da heybetli olduğu için değil, bu yapının ardında bir ideoloji olduğu için.
Adam ölmeden önce kendini o kentte tanrı ilan edebilmek için yapmış o yapıyı.

 

Şehrin en önemli meydanlarına anıtsal bir yapı oturtma, insanlık tarihi boyunca sık rastlanmış bir manzara.
Bunun Hitler’le, faşist diktatörlerle, Topçu Kışlası’nın şeriatın simgesi olmasıyla falan ilgisi yok.
Bu tamamen bir ideoloji meselesi.

 

İdeoloji sözcüğü bizde biraz fazla politize olmuş olsa da, aslen ülkü demek, düşünce yapısı demek.
Lenin’in ölümünden sonra meydandaki anıtmezara gömülmesi de bir ideoloji meselesidir...
Anıtkabir de aynı mantıkla yapılmıştır. Atatürk’ün ölümünden sonra yapılsa da amaç, Atatürkçü düşünceyi vurgulamaktır.


Efes Artemis tapınağı mesela dinsel bir yapı mıdır?
İnanın, daha çok ideolojiktir.
Onunla yarış içinde olan Didim’deki Apollon tapınağı da öyle... Onunla yarış içinde olan Samos’taki Hera tapınağı da...
Bunlar yarış tapınaklarıdır.
En basitinden, biri 21 metre yapılmış, diğeri 22 metre.

 

Topçu Kışlası da Recep Tayyip Erdoğan ideolojisidir.
Sonuçta onun da bir ideolojisi, kafasında büyük bir ideası, bir dünyası var ve onu bütüne yansıtmak istiyor.
Kendinden iz bırakmak istiyor.


Basit insan refleksi. Niye çocuk doğuruyoruz? Bizden bir şey kalsın, ölümsüzlüğümüz orada vurgulansın diye.
Kişinin düşüncesi, ideası büyükse onun sürekliliğini sağlamak için anıtlar bırakır.
Kimisi bunu cümlelerle yapar, kimisi şiirle, kimisi mimari eserlerle.
Erdoğan’ın yaratmak istediği bir toplum, yaratmak istediği bir akım, düşünce, bir sürü şey var. Ve bunu 200-300 yıl sonra da yaşatabilsin, zihinlerde tezahürü olsun diye oraya bir anıt dikme derdinde. Israr bundan.

 

Niye Taksim derseniz...
Çünkü tarihte bu tür yapılar için en popüler yerler hep meydanlar olmuştur. İstanbul’da başka meydanımız mı var?

 

Yalnız atlanan bir nokta var...
Tarihi eser yapılmaz. O yapı zaman içinde insanlardan takdir görürse tarihi eser olur.


Ama esas...
Tarihi eser betondan yapılmaz.


Çünkü betonun ömrü taş çatlasa 100-150 yıldır.

 

Her ne kadar yapımı için oylama karaı alınsa da, son bir ayda bizi bu gergin noktaya getiren öncelikle Topçu Kışlası ısrarı oldu.


Mütemadiyen bu ısrarın nedenini sorguladık. İşte ısrarın nedeni bu kadar basit. Fazla derin okumalara gerek yok.

Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 01.07.2013

BÜYÜK SİNAGOG İBADET VE DÜĞÜNLERE HAZIRLANIYOR

 

 

Edirne'de 108 yıl önce çıkan yangında zarar gören 13 sinagogun yerine, II. Abdülhamit'in fermanıyla yaptırılan, 1983'e kadar kullanılan, ancak Yahudi cemaatinin kenti terk etmesi üzerine kullanılmaz hale gelen, Büyük Sinagog'ta restorasyon çalışmaları devam ediyor. Edirne Valisi Hasan Duruer, Avrupa'nın en büyük 2. sinagogu olan Edirne Büyük Sinagogu'nda restorasyon çalışmalarının yıl sonunda tamamlanacağını ve mekanın Kültür Merkezi olarak hizmete açılacağını belirtti. Sinagogların Yahudi cemaatlerinin önemli ibadet yerleri olduğunu, Edirne Büyük Sinagog'ta Yahudilerin hem ibadet hem de düğünlerini yapmak istediklerini ifade eden Duruer, "Yahudi cemaatinden bana gelerek, restorasyondan sonra sinagogda ibadet ve düğün yapmak istediklerini söylediler. Ben de onlara Büyük Sinagog'ta istedikleri kadar düğün ve ibadet yapabileceklerini söyledim. Yahudi cemaati Büyük Sinagog'ta istediği kadar düğün yapabilir" dedi.

Sabah, 01.07.2013

5 ASIRLIK KABE ÖRTÜSÜ TAMİRATTA

 

 

Hilafetin Osmanlı İmparatorluğu'na geçişinin önemli bir siyasi belgesi olan Ulucami'deki örtünün nisan ayında tamiratına başlandığını belirten Bursa Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı, taşınmaz kültür varlığı olan Ulucami'nin geçtiğimiz yıllarda tepeden tırnağa restorasyondan geçtiğini kaydetti.Sarı, restorasyon esnasında sadece kaba temizliği yapılıp yerine asılan örtünün Konservasyon Uzmanı Levent İnan'ın denetiminde bakımdan geçtiğini kaydetti.

1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır'ın fethi ve hilafetin Osmanlı'ya geçtiği dönemde padişahın bizzat bu örtüyü getirdiğini hatırlatan Sarı, "Aradan 500 yıl geçti. Ama bu örtünün şiddetle onarıma ihtiyacı var.2013 yılı Nisan ayı sonu gibi konservasyon başladı. 120 günlük bir süremiz var. Bu sürede örtü tepeden tırnağa bakımdan geçecek ve tekrar yerini alacak" dedi.

Kabe örtüsünün bakımında görevli olan tekstil tasarım restorasyon ve konservasyon uzmanı Levent İnan, Hilafetin Osmanlı Devleti'ne ilk geçtiği döneminin perdesi olma özelliğini taşıyan eserin 500 yıllık olması sebebiyle tamiratının zor olduğunu ifade eden İnan, "Bu yüzden en son teknolojiyi kullanarak perdeyi asgari müdahalelerle ihya etme çabasındayız. Şu anda birkaç aşamamız var. Yapım tekniğine bakarsak ipek atlas kumaş üzerine Altın tel işleme tekniğinin kullanıldığını gözlüyoruz. Bordürlerle etrafı sarılmış. Bu motifli işlemenin etrafında kadife alanlar mevcut. Yıllar içinde olumsuz şartlar kadifenin yok olmasına yol açmış. Dağılan yerlerinin bozulma süresini durdurmak istiyoruz" diye konuştu.

5 asırlık eserin çok kırılgan bir yapıya sahip olduğunu kaydeden İnan, "Bundan sonra metal temizlikleri yapıp kumaşın üzerinde biriken tozları alacağız. Parçalanmış alanları destek kumaşlar kullanarak sabitleyeceğiz. Tamamlandığında, üst tarafındaki parçalanmış bölgelerin gözükmemesi için saf ipek kadifeden bir alan oluşturup o parçalanan yerleri göstermeyeceğiz. Bu kumaşı yerleştirirken esas kumaşa dokunmayacağız" ifadelerini kullandı.

Kumaşın tamir edildiği odanın sıcaklığını ve nemini esere zarar vermeyecek seviyede tuttuklarını ifade eden İnan şöyle devam etti:
"Oda sıcaklığımız 21-22 derece. Nem oranı ise azami yüzde 50'dir. Bunun üzerine çıkarsa küflenme olur, altına inerse ise bu sefer kurumalar başlar. Lazer tekniği ile çalışıyoruz. Lazer tekniği özellikle çok yaşlı ve elle dokunulmayacak kadar hassas eserlerde kullanılan bir teknoloji. Malzemenin üzerinde biriken kalıntıların tamamını buharlaştırma yoluyla yok ediyoruz."
İnan, örtü üzerindeki kitabenin Uludağ Üniversitesi'nden Prof.Dr. Mefail Hızlı tarafından tercüme edildiğini anlattı.

KABE ÖRTÜSÜNÜN HİKAYESİ
Doç.Dr. Hülya Tezcan'ın yaptığı araştırmaya göre, Yavuz Sultan Selim Mısır'ı fethi sırasında perdeyi Ulucami'ye hediye etti. Ancak dönemin kaynakları, Mercidabık Savaşı'nın yapıldığı ve Halep'in Osmanlılar'ın eline geçtiği 1516 yılında savaş ortamı sebebiyle hac yapılamadığını, Kabe örtülerinin Memluklular tarafından gizlice gönderildiğini yazıyor. 1517 yılındaki Ridaniye Savaşı ile Mısır Osmanlıların eline geçer. Mısır hakimiyetini son veren bu savaşla hilafet Memluklulardan Osmanlı'ya geçer. Yavuz Sultan Selim, halife olduktan sonra bir müddet daha Mısır'da kalır ve Kabe örtülerinin kendi adına hazırlanmasını emreder. Örtünün Memlukluların gizlice gönderdiği perde mi, yoksa 1517 yılındaki Ridaniye Savaşı sonrasında alınan perde mi olduğu tam olarak bilinmiyor.

ÖRTÜNÜN ÖZELLİKLERİ
Perde 405 santimetre uzunluğunda olup, 332 santimetre genişliğinde. Kapı açıklığını sağlayan yırtmacın yüksekliği 136 santimetre. Güvez rengi ipek havlı kadife zemini tamamen tahrip olurken, orijinal renk ancak üst kısma kenardan serbestçe sarkan parçaların altında kalan yerlerden anlaşılıyor. Perdenin etrafını siyah ipek atlas zemin üzerine pamuk ipliğinden yapılmış dolgular üzerine dival işi tekniğinde işlenmiş geniş ve zengin bir bordür çeviriyor. İşleme ipliği Gümüş üzerine Altın yaldızlı metal tel. Perdenin üzerinden serbest sarkan 5 parçadan dördü birbirinin eşi olup, sivrilerek son buluyor. Dört sivri parçanın ucundan ahşap üzerine Gümüş levha kaplandığı görülüyor. Ortadaki 5. parça ise dikdörtgen şeklinde olup, alt kısmı ağ şeklinde örülmüş ve ince kodon şeklindeki püsküllerle sonlanmış. Perdenin 586 yıl gibi süre asılı kalmasına rağmen zengin kumaşı hariç günümüze kadar çok iyi bir durumda kalması dikkati çekiyor. Perde, önemli bir sanat eseri olmasının yanında Mısır'ın fethi ve hilafetin Osmanlı İmparatorluğu'na geçişinin önemli bir siyasi belgesi.

Hatay Gündem, 30.06.2013

TOPKAPI SARAYI'NA ÖZEL YANGIN ÖNLEMİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Topkapı Sarayı’nda alınan özel yangın söndürme yöntemlerini açıkladı.

Bölümlere göre özel sistemler kullanıldığını anlatan Bakan Çelik, “Yangın halinde itfaiye 6 dakikada Topkapı Sarayı’na ulaşmaktadır” dedi.KÜLTÜR ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,CHP Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü’nün tarihi mekanlarda yangın söndürme önlemleri ile ilgili önergesini yanıtladı. Topkapı Sarayı ve Yıldız Sarayı’ndaki yapılan yangın söndürme çalışmalarını anlatan Bakan Çelik, şu bilgileri verdi:

Harem'de sulu sistem
“Topkapı Sarayı Müzesi’nde genelinde-avlularda sulu söndürme sistemi (hidrant yangın dolabı-hortum) bulunmaktadır. Harem bölümünde sulu sistem mevcuttur, belirli noktalarda yangın dolapları ve hidrantlar bulunmaktadır. Gözdeler dairesinde yangın algılama sistemi mevcuttur. Topkapı Sarayı’nda 11 bölümde algılama bulunmaktadır, üç bölümde de söndürme sistemi mevcuttur. Kumaş Deposu’nda ve arşivde karbondioksitli söndürme sistemi vardır. Ağalar Camisi’nde ise argon gazlı söndürme sistemi mevcuttur.

Kutsal emanetlere hava örnekleme
Kutsal Emanetler bölümünde hava örneklemeli algılama mevcuttur. Hazine bölümünde herhangi bir yangın algılama mevcut değildir. Yangın halinde itfaiye 6 dakikada Topkapı Sarayı’na ulaşmaktadır. Yangın ile ilgili Topkapı Sarayı’nda belirli periyotlarda eğitimler verilmektedir. Topkapı Sarayı genel güvenlik sistemlerinin kurulması işi kapsamında yangın algılama sistemleri saray genelinde kurulacak olup, Harem bölümü de dahil olmak üzere tüm elektrik kabloları yenilenmektedir. Ayrıca Sur-i Sultani içerisinde müzelerin yer aldığı bölgede Topkapı Sarayı’na bağlı bir itfaiye istasyonu bulunmaktadır.

Yıldız Sarayı Müzesi’nde sulu söndürme sistemleri mevcuttur. Abdülhamit Tiyatrosu’nda sulu söndürme sistemi mevcuttur. Sahne bölümünde spring sistemi vardır. Büyük Mabeyn ve Küçük Mabeyn’de sulu söndürme bulunmaktadır.”

Arkitera, Haber: Ecem Sarıçayır, 30.06.2013

İNŞAATA FEDA OLAN MEZARLAR

 

 

Tekirdağ’ın Malkara İlçesi Ermeniler açısından fazla gündeme getirilmiş bir şehir değil. 1915’in başlarında Rodosto’nun (Tekirdağ) kuzey batısında yer alan Malkara kentinde, aslen Pakariç kökenli (Yüksek Plato’daki Kemah’ın kazası) olup 1606’da Trakya’ya göç eden 3500 Ermeni yaşıyordu. Rodosto’daki piskoposluğa bağlı olan Surp Teodoros Kilisesi’nin çevresinde iki Ermeni koleji vardı. Geçen hafta Malkaralı yazar Ümit Bayazoğlu’nun sosyal medyadan uyarıları üzerine haberimiz oldu ki Malkara’daki Ermeni mezarlığının üstünde bir lokanta yapılıyor. AKPli ilçe teşkilatından Demir Ali Pala, bilmeden de olsa Malkara’da yapılan yeni kentsel düzenlemeler kapsamında belediyenin açtığı ihaleyi kazanıp şu anda ‘Fehmi Özkan Pehlivan Tesisleri’ olan arsa üzerinde pahlivanların giyinmeleri için yapılan betonarme yapıyı bir restorana çevirmek için çalışmalarına başlamış. Temel atma çalışmaları sırasında da kemikler ortaya çıkmış. 

Temizlemek gerek 
Kendisiyle yaptığımız görüşme sırasında Malkara’da doğup büyüdüğünü ancak babasının dahi burada mezarlık olup olmadığını hatırlamadığını söyleyen Pala, kemiklerin nereye atıldığıyla ilgili bilgiye sahip değil. Mesire yeri olan bu alanda birçoklarının içki içtiğini ve uyuşturucu dahi satıldığını söyleyerek burayı temizlemek istediğini belirtiyor. Yazar Ümit Bayazoğlu’nun zamanında çektiği Malkara’da lağım kapağı olarak kullanılan sapasağlam mezar taşlarının buradan çıktığından haberdar değil. Hal böyle olunca arazideki yapılaşma devam ediyor. Buranın bir mezarlık olduğu öğrenildikten sonra da herhangi bir işlem yapılmamış olması da ayrı bir konu. 

Hazine avcılığının raconu

Mezarlıktan biraz ötedeki Surp Toros Kilisesi’yse hala harap ve restorasyon bekliyor. Onun da birkaç yıl içerisinde bir ihaleye kurban gitmeyeceğini kimse garanti edemez, ancak manastırın şansı Anıtlar Kurulu’na kayıtlı olması. Malkara Surp Toros Kilisesi içine girdiğinizde çukurları görebiliyorsunuz. Malkara Surp Toros Kilisesini delik deşik eden hazine avcıları, zamanında kiliseyi satın alıp ambar yapmak isteyen kişilerle anlaşamayınca, kilise arazisinin ihalesi yapılmadan önce 1990’larda Anıtlar Kurulu’na şikayet ederek, kiliseyi kaydettirmiş ve rakip hazine avcılarının ihaleyi almasını önlemiş. Böylelikle Surp Toros Kilisesi’nin belediyenin ihalelerinden birine kurban gitmesi biraz daha zor, ancak imkansız değil.

 

Taksim’den de mezarlar çıktı

Taksim’de kışla ve AVM yapılmak istenen Gezi Parkı ’nın bulunduğu yerden Harbiye Askeri Müzesi’ne kadar giden bir alanın da Surp Agop Ermeni Mezarlığı olduğu ortaya çıkmıştı. Bu arada Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun, Taksim Meydanı’ndaki kazıyla ilgili soru önergesine verdiği yanıtında, Taksim Meydanı’nın altından Ermeni mezarlarının çıktığını açıkladı.

 

Ermeni evleri dönüşüme feda

Türkiye ’nin en batısında bunlar olurken doğusunda ise bir kentsel dönüşüm faciası yaşanıyor. TOKİ’leştirme çalışmaları eski Ermeni mahallesinde 130 yıllık evlerin yıkımıyla başladı. Sosyal medyada örgütlenen binlerce kişi evleri kurtarmak için kolları sıvadı. Ancak engellenemedi. Muş’ta Ermeni mimarisinin son örnekleri yıkıldı. Duduk ustası Civan Gasparyan’ın da doğduğu, Muş’un adına türküler yakılan, Surp Garabed Köyü yerle bir oldu.

Radikal, Haber: Aris Nalcı 30.06.2013

BU PERDE AYIBINIZI ÖRTER Mİ?

 

 

Tarihi Osmanlı tarihinden ibaret sanan AKP, Fatih Sultan Mehmet döneminde camiye çevrilen, ancak aslında kilise olan Trabzon’daki Ayasofya’yı yeniden cami yaptı.

 

İlk namazda, kilisede bulunan 750 yıllık freskler perdeyle, zemin kaplaması halılarla kapatıldı. Prof.Dr. Akyürek, AKP’nin başka renklere tahammül edemediğini söyledi.

 

soL gazetesinin haberine göre, her türlü fikre, inanca saygılı olduğunu söyleyerek “demokrasi oyunu” oynayan AKP, 7 yüzyılı aşkın süredir varlığını sürdüren ve kilise olarak yapılan Trabzon Ayasofya’yı yeniden camiye çevirdi. Prof.Dr. Engin Akyürek, AKP’nin farklı renklere tahammül edemediğini belirterek, bunu fetih sürecinin devam ettiğinin göstergesi olarak değerlendirdi.

 

Trabzon’un Ayasofya Mahallesi’nde bulunan ve uzun süre müze olarak kullanılan Ayasofya, 52 yıl aradan sonra tekrar camiye çevrildi. Bir süredir bu yönde yapılan çalışmalar tamamlandı. Mihrap ve minber yerleştirilen Ayasofya’da ilk namaz, önceki gün kılındı. Namaz sırasında, freskler perde ile kapatıldı.

 

Mahkeme devretmişti
Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “İnşallah önümüzdeki hafta içinde caminin resmi açılışını yapacağız” dedi. Ayasofya, mahkeme kararıyla bir süre önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmişti. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi çalışmaları sırasında hiçbir şeye dokunmadıklarını iddia eden Yıldırımhan, “Esere bir çivi bile çakılmadı. Son derece naturel bir şekilde eser korundu. Kubbedeki frekslerin üzerine perde çektik” diye konuştu.

 

Freskler arkadan dolanıp görülebilecek!
Yıldırımhan fresklerin kapatılmasının saçmalığına değinmediği degerlendirmesinde, kubbedeki bu freskleri görmek isteyenlerin doğudaki bölümü gezerken oradan kubbeyi görebileceklerini söylemekle yetindi.

“Kapıların birinin önüne halı serdik ve ayakkabılık koyduk. Cemaat, bu kapıyı kullanarak içeriye girecek. İkinci kanat kapının olduğu yeri ise taş zemin bıraktık. Buradan içeriye giren ziyaretçi bir metre genişliğindeki alandan doğuya doğru geçecek oradan baktığı zaman kubbedeki freskleri görebilecek. Ziyaretçilerin bu mekanı gezerken ayakkabı çıkarması gerekmeyecek” diyen Yıldırımhan, paralı geçişi de kaldırdıklarını söyledi.

 

Atıl olmaktansa...
Çakı, ibadethaneleri kilise olan insanların da Ayasofya’nın atıl olmaktansa bir şekilde de olsa ibadet mahali olarak kullanılmasına karşı duracaklarını veya eleştireceklerini düşünmediğini savunarak “Yeter ki ibadet edilsin, neticede burası mabettir. Zamanında kiliseydi bugün ise yörede Müslümanlar çoğunlukta olduğu için cami olarak kullanılabilir” dedi.

 

‘Başka renge tahammül yok’
Müzenin camiye çevrilmesini gazetemize değerlendiren İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Bizans Sanatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engin Akyürek, “Şunu görüyoruz ki başka hiçbir renge tahammül yok” dedi. Geçmiş uygarlıkların izlerini silmeye çalıştıklarına dikkat çeken Akyürek, “Çok sayıda turistin geldiği bir yerdi. Orijinal bir zemin kaplaması var. Bunu cami yapmanın hiçbir anlamı yok” diye konuştu. Daha önce İznik Ayasofya’sının da camiye dönüştürüldüğünü hatırlatan Akyürek, insanın neye tepki göstereceğini bile şaşırdığını söyledi. İstanbul Ayasofya’ya bağlı olan Samatya’daki Studios Manastırı’nın da cami yapılmak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredildiği bilgisini veren Akyürek, “Mimarisinin yüzde 70’ini baştan yapmak gerekiyor. 5’inci yüzyıl yapısı. Dünyada eşi çok az” dedi.

 

Fetih sürüyor
Yapılanların fetih sürecinin tamamlanmadığını gösterdiğine vurgu yapan Akyürek, şunları söyledi: “Niye müzeyi camiye dönüştürürsün? Fetihin devamı olarak bakıyorlar. Boş alanlar var oraya yap.” Akyürek, yapılanın bir meydan okuma olduğunu altını çizdi. Trabzon Ayasofya’sının Sümena’yla beraber en önemli yapı olduğunu kaydeden Akyürek, yapının atıllıktan kurtarıldığı yönündeki görüşe ilişkin ise şöyle konuştu: “Bütün dünya bu yapıyı bilir. Ziyaret ederler. Atıl değildir. Boşsa tanıtımını yapıp doldursunlar.”

 

Neydi, ne oldu?
Trabzon Ayasofya Kilisesi, Trabzon Rum Pontus İmparatoru 1. Manuel Komnenos zamanında (1238-1263) inşa edildi. Fatih Sultan Mehmet’in 1461’de Trabzon’u fethinin ardından camiye çevrilen Ayasofya, 1. Dünya Savaşı yıllarında sırasıyla depo, hastane ve cami olarak kullanılmış. 1958 ile 1962 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Edinburg Üniversitesi’nin işbirliğiyle restore edilen tarihi yapı, 1964’ten sonra müze olarak ziyarete açılmış. Evliya Çelebi’nin önem verdiği yapılar arasında bulunan Ayasofya, Geç Bizans döneminin bir örneği. Binanın güney cephesinde Adem ile Havva’nın yaratılışı kabartma olarak anlatılıyor. Güney cephedeki kemerin kilit taşı üzerinde Trabzon’da 257 yıl hüküm süren Komnenoslar’ın sembolü olan tek başlı kartal motifi bulunuyor. Hazreti İsa’nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi ve kıyamet gününün betimlendiği yapının ana kubbesinin alt kısmında, çok renkli mermerden yapılmış yer mozaiği bulunuyor. Fresklerde İncil’den alınmış konular işleniyor. Kubbedeki ana tasvir ise Hazreti İsa’nın tanrısal yönünü aksettiren Pantacrator İsa’dır. Bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunuyor. Pencere aralarında 12 havari tasvir ediliyor.

Sol Haber, 30.06.2013

 

******


AYASOFYA'YA İTİRAZ GELDİ

Trabzon’da camiye dönüştürülerek ibadete açılan Ayasofya Müzesi’nde yapılan değişiklik ve tadilatın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’na aykırı olduğu iddiasıyla suç duyurusunda bulunuldu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredildikten sonra camiye dönüştürülerek ibadete açılan Ayasofya’daki düzenleme ve değişikliğin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’na aykırı olduğunu belirten Fatih Mahallesi Muhtarlığı, Ayasofyalılar Yardımlaşma Dayanışma ve Güzelleştirme Derneği, Trabzon Sanat Evi Derneği, Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı ve Mimarlar Odası Trabzon Şubesi temsilcileri Trabzon Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusu dilekçesinde, Ayasofya’nın cami olarak kullanılması için yapılan tadilat ve düzenlemelerin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’na aykırı olduğu iddiasıyla ilgililerin cezalandırılması istendi.
 

52 yıl sonra ilk namaz

Ayasofya Müzesi, geçtiğimiz cuma günü ikindi namazı kılınarak ibadete açılmıştı. Henüz resmi olarak açılışı yapılmayan Ayasofya içerisindeki freskler açılır kapanır bir sistemle perde ile kapatılmıştı. Fatih Sultan Mehmet’in 1461’de Trabzon’un fethinden yaklaşık 100 yıl sonra camiye dönüştürülen Ayasofya, 1961’de müze statüsüne kavuşmuştu.

Taraf, 03.07.2013

1700 YILLIK İNCİL'İ SATMAYA ÇALIŞTILAR

 

Tekirdağ’da jandarma ekipleri tarafından bir süredir tarihi eser kaçakçılığı yaptığı şüphesiyle takip edilen G.D., ceylan derisi üzerine Aramice yazılan 1700 yıllık İncil’i satmaya çalıştığı sırada yakalandı.

 

Tekirdağ Jandarma Komutanlığı ekipleri, G.D.’nin Suriye’den temin ettiği İncil’i satmak istediği bilgisi üzerine harekete geçti. Şüpheliyi adım adım izleyen jandarma ekipleri önceki gün operasyon düzenledi. Gözaltına alınan G.D.’nin yanında ceylan derisi üzerine Aramice yazılmış, 17 yapraktan oluşan İncil ele geçirdi. Şüpheli G.D. ifadesinin ardından çıkarıldığı savcılık tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Tekirdağ Müze Müdürlüğü tarafından incelenen İncil’in 30 santim uzunluğunda ve genişliğinde olduğu belirlendi. İncil müzeye teslim edildi.

Milliyet, Haber: Ruhan Yalçın, 30.06.2013

PERU'DA 1200 YILLIK KRALİYET MEZARI BULUNDU

 





 

Polonyalı ve Perulu arkeologlar, Peru'da bin 200 yıl öncesine ait bir kraliyet mezarı buldu.

 

Başkent Lima'nın 300 kilometre kuzeyindeki El Castillo de Huarney kenti yakınlarında ortaya çıkarılan mezarda, Peru'da İnka uygarlığından önce hüküm süren Wari İmparatorluğu'ndan kalma çoğu kadın 63 mumyalanmış insan cesedi, bin 200 altın ve seramik objeler bulunduğu belirlendi.    


İki metre derinlikteki mezara asaletin bir simgesi olarak oturur vaziyette, altın ve gümüş takılarla süslenerek gömülen kadınlardan üçünün Wari prensesi olduğu düşünülüyor. Gömülenlerden 6'sının ise kurban edilen insanlara ait olduğu sanılıyor.

 

Varşova Üniversitesi'nden Giersz Milosz, "Çok istisnai bir buluş" dediği keşfin, hakkında çok az şey bilinen Wari kültürüne büyük katkı sağlayacağını belirtti.   


Arkeologların, bin 200 yıllık kraliyet mezarının bulunuşuyla önemli bir aşama kat ettiği araştırma 2010 yılından beri devam ediyor.
  
Şimdiki Peru'nun tamamını ele geçiren Wari İmparatorluğu,MS 7'nci yüzyıldan 10. yüzyıla kadar hüküm sürmüş, daha sonra gizemli bir biçimde tarih sahnesinden yitip gitmişti.

Hürriyet, 30.06.2013

TARİHİ ŞATO
KÜL OLDU

 

Fransa’nın batısındaki La Rochelle şehrinde 15. yüzyıldan kalma tarihi belediye sarayında yangın çıktı.

 

Elektrik kontağından çıkan yangında ölen ya da yaralanan olmadı.

60 itfaiyecinin söndürme çalışmalarına rağmen bina üç saatten fazla yanmaya devam etti.

Yetkililer, yakın zamanda restore edilmiş tarihi binanın büyük hasar gördüğünü açıkladı.

Milliyet, 30.06.2013

TARİHİ KÜLLÜĞE ALÇILI KORUMA

 

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin bahçesinde bulunan 5. yüzyıldan kalma Theodosius Zafer Takının sütun başlıklarındaki doğal oyuklar önce öğrenciler tarafından kültablası olarak kullanıldı, daha sonra üniversite yönetimi tarafından alçıyla kapatıldı. Tarihi eserlerin çöp tenekesi olarak kullanıldığını fark eden Sanat Tarihi, Arkeoloji ve Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarma bölümü öğrencileri, eserlerin üniversite hocalarının gözetiminde onarılması kararını alarak, Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na bildirdi. Dekanlık tarihi eserlerin üniversite hocalarının gözetiminde okul bünyesindeki laboratuvarda öğrenciler tarafından onarılması kararını kaldı. Ancak bu karar dönem sonuna denk geldi. Öğrenciler yıl sonu sınavlarıyla uğraşırken, dekanlık tarihi eserlerin kültablası olarak kullanılmaması için ilginç bir yöntem geliştirdi ve Theodosius sütun başlıklarındaki oyukları alçıyla doldurup üniversitenin bahçesine geri bıraktı. 

Öğrenciler şaşkın 
Üniversite öğrencileri alçıyla onarım yöntemi karşısında şaşkın, İÜ Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarma Bölümü öğrencilerinden Emre Kayser “Alçı tarihi eserlere zarar vermez. Ancak arkeoloji, sanat tarihi gibi bölümleri olan bir üniversitenin kendi bahçesinde bulunan tarihi eserleri alçıyla onarmaya çalışması son derece şaşırtıcı bir durum. Kime danışıldı merak ediyoruz” dedi. Dekanlık ise konuyla ilgili sorularımıza yanıt vermedi.

Radikal, Haber: İdris Emen, 30.06.2013

TAKSİM'E DEĞİL SİT VE TARİHİ ALANLARDAKİ YANGINLARA BAK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, koruma kararı olan tarihi ve sit alanı mekanlarının yangınla tahrip olduğunu belirterek, savcılıklara suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı.

 

Çelik, CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun ‘Taksim’ sorusuna yanıt verdi. Çelik, “ Adana’da 8, Aydın’da 22 cami ve mimari yapı yanarak tahrip oldu. Bursa’da Ulucami yandı. İstanbul’da 19 yapı yanarken, Beyazıd Cami Hünkar Kasrı, Haydarpaşa Garı, Hatice Sultan Yalısı, Galatasaray Üniversitesi yapısı yangın geçirdi. Suç duyurusunda bulunduk. Taksim ve çevresindeki çalışmalar arkeologların denetiminde gerçekleştiriliyor. Sıraselviler, Tarlabaşı ve Kazancı Yokuşu’nda kültür tabakasına rastlanmamıştır” dedi.

Star, 29.06.2013

İSTANBUL ŞEHİR PLANCILARI ODASI BAŞKANI TAYFUN KAHRAMAN: KIŞLA İPTAL OLACAK, REFERANDUM YOK!

 

Tayfun Kahraman aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki Koruma Bölge Kurulu’nda uzman olarak görev yaptığını, Gezi Parkı’ndaki çalışmalarından sonra “geçici görevle” Gaziantep’e gönderilince öğrendik. Kahraman, Gezi Parkı’yla ilgili beklentilerini, Taksim Dayanışması’na dair fikirlerini, referandumla ilgili görüşlerini paylaştı.

 

 

İstanbul’da itirazlarınızın sürdüğü hangi projeler var?
Çok. Hemen Beyoğlu bölgesinden başlayalım. Taksim su makseminin arkasındaki cami, onun yanında Galataport, Beyoğlu koruma amaçlı imar planları. Şişli’ye dönelim, Likör Fabrikası, Ali Sami Yen Stadı, Maslak 1453... Haydarpaşa... Bunlar dava ettiğimiz projeler. Haliçport’u biz sadece Milliyet’teki haberden duyduk, henüz bir plan görmedik. Plan İBB meclisinden geçtikten sonra bizler de müdahil olacağız. En azından bu alanda yapılması gerekenleri tarif edeceğiz. Gezi Parkı’ndaki proje biliyorsunuz iki hafta içinde AVM’den kent müzesine evrildi. Neden bu müze Haliç’te, bu endüstri mirasının içinde yapılmıyor? Haliç’e çok yakışır, Gezi Parkı’ndan çok daha iyi olur. Hem o alan daha değerli hale gelir hem de kamu mülkiyetini artık satılacak bir alan olarak görmekten çıkmış oluruz. Kamu mülkiyetindeki alanları kamu kullanımına ait alanlar olarak düzenlemek gerekiyor. Bu alışkanlığı edinmediğimiz sürece Türkiye’de şehircilikten bahsedemeyiz.  

 

Mevcut hükümetin itirazınız olmayan bir projesi var mı?
Başbakan’ın gökdelen çıkışına destek verdik. Ama yapılanlar arasından bir proje yok.

 

Bu cevabınız bize ne anlatıyor?
Siyaset bilimi, şehircilik bilimini hiç gözetmeden, tamamen ekonomik güdülerle hareket ederek bir kenti şekillendirmeye çalışıyor. İstanbul, bu hükümetin kendini var ettiği yer. Başbakan gözünü İstanbul’dan hiç ayırmadı. Bilfiil yönetiyor ve müdahil. Beklentisi de çok yüksek.
 

Dünyada İstanbul’la benzer kaderi paylaşan şehirler hangileri?
Şu anda Mexico City benzer bir tarih yaşıyor, orada da benzer tartışmalar var. Orası da az gelişmiş bir ülkenin küreselliğe adapte olmaya çalıştığı bir nokta. Meksika’nın en görülür ve satılabilir şehri. Tıpkı İstanbul gibi.  

 

Gezi Parkı’na dair referandumun bir çözüm önerisi olarak sizde karşılığı var mı?
Ben hep şu örneği veriyorum. Kanserli bir hastayı tedavi edip etmeyeceğinizi halka sormazsınız. Bu da ona benziyor. Kent içindeki kanserli bir hücre için, olsun mu olmasın mı diye halka soracaksınız. Şehircilik biliminin öngördüğü ilkeleri halka sorarak politikleştirmek akla yatkın değil.

 

Başbakan’la görüşmenizde referandum konusunda mutabık kalmadınız mı?
Referandum konusunda bir anlaşma olmadı. Ya da öyle bir müzakere ortamı yaşanmadı. Başbakan yargı kararını bekleyeceğini söyledi. Bir başbakanın yargı kararına uyacağını söylemesi bile bizlerde heyecan yaratıyor. Bu da bir işaret. Bana kalırsa zaten referanduma gidilecek bir süreç yaşamayacağız, mahkeme tarafından iptal edilecek bu plan. Yürütmeyi durdurma kararı , Yüksek Kurul’un Topçu Kışlası’nın son projelerini onaylamasına ilişkin bir karar. Ama bizim Mimarlar, Şehir Plancıları ve Peyzaj Mimarları odalarının ortak açtığı bir plan davası var. Bilirkişi bizim lehimize bir rapor hazırladı. Bu rapor sonrasında İdare Mahkemesi’nin bir iptal kararı vermesini bekliyoruz. Karar bugün yarın yazılıp bize tebliğ edilebilir.


Bu karar sonsuza kadar geçerli bir karar mı olur?
Hayır. Topçu Kışlası tescilli bir yapı ve tescilli bir yapının her an yeniden ihyası gündeme gelebilir. Bugün itiraz kabul edilse bile, bir başka gün yeniden konuşulabilir. Bu nedenle kışla hakkındaki tescil kararının da kaldırılması gerekir.

 

Bu tartışmaların içinde Başbakan AKM’nin yıkılacağı haberini de verdi. AKM konusunda ne düşünüyorsunuz?
AKM birinci dereceden anıt eser olarak tescilli. Yıkılıp yeniden yapılması söyleminde bulunmak 2863’e aykırı ve suç. O maddeye bakarsanız, taşınmaz kültür varlığı hakkında işlem yapmak, yaptırmak, göz yummak suç olarak ifade ediliyor. İlk önce anıt esere ilişkin tescil kararını kaldırmak gerekiyor, ancak ondan sonra AKM’ye müdahale edilebilir. 

 

Sizce Taksim Dayanışması 27 Mayıs’tan sonra sokaklara çıkanların ne kadarını temsil ediyor?
Bizler açısından da büyük bir temsiliyet sorunu var. Bizler sadece 27 Mayıs akşamı oradaki ağaçların kepçe tarafından sökülmesiyle beraber ses çıkartan kitleydik. Çok azınlıktık. O sırada yanımıza gelen, kendini hiçbir kuruma bağlı hissetmeyen arkadaşlarımız vardı.

 

Bu açıdan bakarsak, Başbakan’la görüşmeniz ve açıklama yaparken varlığınız eksik miydi?
Eksik olduğunu söyleyemem. Başbakan’ın o gün çapulcuları kabul etmesi yaşanan süreç için çok önemliydi. Çok sert bir tartışma oldu; bizim cephemizde de, sanatçılar cephesinde de, hükümet cephesinde de. İstenmeyen bir şekilde bitti. Başbakan’a kitleleri sokağa çıkartanın üslubu olduğu orada da ifade edildi ama cevap vermedi. Karşılıklı dert anlatma toplantısı gibi oldu. Tartışma ve müzakereye girilmedi, o açıdan sonucu olacak bir toplantı olmadı.

Sizin görüşmenizden sonra yaptığınız açıklama ve parkta nöbetçi bırakılması kararınızdan sonra Gezi Parkı çok sert bir müdahaleyle boşaltıldı. Hükümet kanadı sizi suçladı. Sizin özeleştiriniz var mı?
Bize cumartesi günü müdahale olacağına dair emareler verildi esasında. Esas karar verici olanlar, Gezi sakinleri ve alanlara çıkan insanlardır. Biz oraya elçi olarak gönderildik. Kimsenin sözcüsü ya da önderi olarak gitmedik.  Zaten bu açıdan Taksim Dayanışması’nın bu hareketi temsil etmesi meşruiyet zemininde sağlıksız duruyor. Biz dönüp parkta arkadaşlarımıza konuşulanları aktardık, hemen arkasından forumlar başladı. Dört saat sürdü. Onun arkasından Dayanışmanın meclisi toplandı. Sabah saat 7’de bitti o toplantı. O metin de çıkan sonuçtu. O karar bizim değildi, biz ilan eden olduk.

 

Sizin bütün bu görüşme ve tartışmalardan çıkardığınız sonuç ne?
Bu hareketin siyasete dönüşeceğini düşünmüyorum, böyle bir çıkarım beklemek hatalı olur. Kimse parti kuralım demiyor ama siyasetten taleplerini dile getiriyorlar.  Bu hareketin esas hedefi, siyaseti dönüştürmek. Ama bence siyasi partiler hala bu dönüşümü kavrayamadılar.

Milliyet, Haber: Zeynep Miraç, Fotoğraf: Hüseyin Özdemir, 29.06.2013

TOPHANE'DEN BİZANS ÇIKTI

 

 

Mimar Sinan Üniversitesi’nde tartışmalara neden olan, İmalat-ı Harbiye Mektebi’nin inşaat alanındaki kalıntılarının Bizans dönemine ait olduğu ortaya çıktı. Uzmanlar arkeolojik alanda inşaat yapılmasına tepkili.

 

Tophane’deki İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi inşaatında önce tartışmalara neden olan kalıntının 6. 7. yüzyıl erken dönem Bizans kalıntısı olduğu ortaya çıktı. İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından yürütülen kazı çalışmalarında Mimar Sinan Müzesi olarak yeniden yapılması planlanan İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin yerinde cadde seviyesinde erken dönem Bizans kalıntısı olduğu ve yapılan çalışmalarda Bizans dönemine ait çok sayıda sikke ve kandil de bulunduğu belirtildi.
 

Rektör yanıldı

Tophane’deki top dökümhanesine ustalar yetiştiren İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin, Mimar Sinan Müzesi olarak yeniden yapılması projesi Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyeleri arasında büyük tartışmalara sebep olmuştu. Öğretim üyeleri, Tarihçi Semavi Eyice’nin Bizans Devrinde Boğaziçi kitabından yazılanlardan hareketle Bizans kalıntısı olduğunu ve arkeolojik çalışma yapılması gerektiğini belirtmişti. Üniversite rektörü Yalçın Karayağız da Taraf ’taki mülakatında, “Semavi Eyice orada bir Bizans Kilisesi’nin kalıntılarının olabileceğini ifade ediyor. Burada bir soru işareti var. Resimde görülen 19. yüzyıl İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’nin tonoz temelleridir. Orada Bizans kalıntısı yok, oradan çıkabilecek tek şey Tophane Lüleleri olacaktır.” demişti.

Sonrasında başlatılan arkeolojik çalışmalarla orada bir erken dönem Bizans kalıntısı tonozları olduğu ve bu kalıntıların rektörün bahsettiği Usta Mektebi tonozları olmadığı ortaya çıktı.
 

Karar çıkmadan ihale edildi

Süren arkeolojik çalışmalarda kazıyı yapan firmanın çekilmesi üzerine çalışmalar tekrar ihale edildi. Kazı çalışmalarını alan firma aynı zaman da müzenin yapım işinin de ihalesini almış oldu. Proje kuruldan geçmeden ihale edilemeyeceği uzmanlar tarafından belirtiliyor.

Arkeolojik kazı tamamlanmadan ihale edilen Usta Mektebi işini alan firma, Koruma Kurulu kararı olmadan ruhsat için Beyoğlu Belediyesi’ne başvurdu. Belediye, firmaya rekonstrüksiyonu yapılacak olan Usta Mektebi için kurul kararı olmadan ruhsat veremeyeceğini belirti.

Eyüp Muhçu Koruma Kurulu kararı olmadan ruhsat verilemeyeceğini ve Koruma Kurulu’nun da oradan bir kalıntı çıkınca onay vermemesi gerektiğini, belirtti. Ayrıca arkeolojik bir alanda projenin kuruldan geçmeden ihale edilememesi gerektiğini de ifade etti.

Muhçu’ya göre, arkeolojik kazı tamamlandıktan sonra Arkeoloji Müzesi Koruma Kurulu’na nihai raporunu sunar, Koruma Kurulu bu rapora göre değerlendirmesini yapar. Belediye ona göre ruhsat verir.
 

Kent halkına haksızlık

Mimar Korhan Gümüş konu hakkındaki değerlendirmesinde şunları söyledi: “Araştırma, projelendirme, planlama işleri açık uçlu olmak zorundadır ve müteahhitlere yaptırılamaz. Çünkü kereste, çimento gibi fikir satın alınamaz, kamusal sürecin bir parçasıdır.

Eğer copy-paste yöntemi ile geçmişte yıkılmış olan yapılar sorgusuz sualsiz yapılırsa, o zaman bütün yeşil alanlara, hatta binaların üstlerine taklitleri “imar hakkı” olarak yapılabilir.

Bu mimarlığın imar işine alet edilmesidir, inşaat için kullanılmasıdır. Bu bir yeşil alanın işgal edilmesinden, arkeolojik kalıntıların yok edilmesinden daha vahim. Çünkü mimarlık sorgulayıcı bir faaliyettir. Bu kişi kamu yöneticileri ile kurduğu özel ilişkileri kullanarak, düşünce alanını imha ediyor. Kendi fikrini dayatıyor. Mesleki alandaki kamusal işleyişin özelleştirilmesi, düşünce alanının engellenmesi mimarlara karşı değil, kent halkına karşı bir haksızlıktır.”

Taraf, Haber: Bülent Onur Şahin, 28.06.2013

MERYEM ANA ADASI

 

 

Balıkesir’in Erdek İlçesi’ndeki Zeytinli Ada’da yer alan tarihi eserler, yedi yıllık bir çalışmanın ardından gün yüzüne çıkarıldı.

 

Meryem Ana Arkeoparkı adıyla önümüzdeki günlerde ziyaretçiler tarafından gezilebilecek 10 dönümlük .zeytinli Ada'da MS 4’üncü yüzyıldan kalan vaftizhane, iki hamam, seramik pişirme fırınları gibi alanlar bulunuyor.

 

Adada yapılan kazı çalışmaların başkanlığını yürüten Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin Öztürk, Zeytinli Ada'nın daha önce manastır olarak kullanıldığını söyledi. Yakın tarihe kadar adanın Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı kamp bölgesi olduğunu hatırlatan Doç.Dr. Öztürk, “Burada 12-13 tane kamp yeri vardı. 2003-2004 yılında restoran yapmak istediler. Burası SİT alanı olduğu için kurula başvurdular. Biz ise bu dönemde bir kazı çalışması gerçekleştirdik. Belediye Başkanlığı ve kurula bir rapor verdik. Böyle bir işletmeye izin verilemeyeceğini rapor ettik” diye konuştu.

 

Doç.Dr. Öztürk, MS 2’nci yüzyılda yaşanan deprem ile buranın ada haline geldiğini söyledi. Adada 5 kilogram ağırlığında Meryem Ana ve Hz. İsa’nın ikonasının da yer aldığını ifade eden Doç.Dr. Öztürk, 10 dönümlük alanda, vaftizhane, iki hamam, seramik pişirme fırınları, o döneme ait tuvaletin yanı sıra tapınma ve keşiş alanlarının bulunduğunu açıkladı. 

 

Doç.Dr. Öztürk, adanın daha önce Ortodoks kilisesi ve manastır olarak kullanıldığını hatırlattı. Yaptıkları çalışmada 300 mezar açtıklarını da dile getiren Doç.Dr. Öztürk, “Burada 3 türlü mezar bulunuyor. Bunlar, kendi istekleri ile gömülen din adamları, hastalıktan ölenler ve vasiyetten gömülenler olarak sıralayabiliriz. Burada Meryem Ana Kilisesi olduğu için başka ülkelerden ziyarete gelenler olduğu için yaşlılık ve hastalıktan dolayı burada gömülenler de vardı” dedi.

 

Osmanlı Dönemi’nde karantina adası olarak kullanıldığını da söyleyen Doç.Dr. Öztürk, “Erdek'e gelen gemiler burada durduruluyordu. Gelenler kontrol ediliyorlardı. Sağlamlar karaya gönderiliyor, hasta olanlar burada kalıyordu. Bu nedenle buraya karantina adası da deniyordu. Ayrıca burada iki suyumuz var. Birisi göz hastalıklarına iyi gelebilecek nitelikte olan, diğeri ise yaz, kış 25 - 26 derece ısıyı koruyabilen hamamlarda kullanılabilen su” açıklamasında bulundu. 

Akşam, 28.06.2013

DİREN ŞEHİTLİK DERGAHI!

 

 

Rumelihisarı Şehitlik Dergahı yitik bir hazine... Mahza vakıf olan yitik bir hazine… Sınırları, bir zamanlar Rumelihisarı’ndan Zincirlikuyu’ya kadar uzanan Bedreddin Dergahı; Mahmut Baba Tekkesi yahut Nafi Baba Tekkesi isimleriyle maruf olan dergah; Osmanlı asırları boyunca 500 yılı aşkın bir süre İstanbulluların maddi-manevi hizmetinde bulunmuş.

 

Tekkelerin, şehirlere manevi anlam katan dergahların, hazirelerin kent merkezlerinde işi ne! Seyyit Nizam haziresinin;  Sır Tekke’nin kaderi; daha doğrusu kederi ne olduysa Şehitlik Dergahı’nın başına aynı şey gelmiş. Bugün adı bile sır olan Sır Tekke’yi kim biliyor? Seyit Nizam’daki talan edilen kitabeler kimin umurunda? Nafi Baba Tekkesi’nde kırılan hat sanatı şaheseri kabir kitabelerinin yasını kim yutuyor? Şehremaneti omuzlarına yüklenen devasa emaneti unutmuş ne gam!

 

Bir zamanlar, arazileri Topkapı’dan Edirnekapı’ya; oradan da Bayrampaşa, Maltepe ve Topçular’a kadar, oldukça geniş bir araziyi taçlandırmış olan Sır Tekke abı gibi sır olmuş; sırra kadem basmış. Şüheda kabirlerinin üzerlerine mahalleler kurulmuş; yol, köprü, iş hanları, matbaacılar sitesi inşa edilmiş…

 

Bir zaman, hattat Hattat Mahmut Şahin ve Hattat İsmet Gülnihal ile birlikte Seyit Nizam'da, yıkık-dökük tarihi mezar kitabeleri arasında; daha doğrusu kitabe harabeleri arasında saatler boyunca İstanbul Kadısı, Hattat Mehmet Rıza Efendi’nin mezar kitabesini aramış; tahmin edeceğiniz üzere bulamamıştık.

 

"Kemal'in seng-i kabri kalmadıysa nam-ı kalmıştır" diyen şair ne kadar haklı. Hazirede bulunan 200 kadar tarihi mezar taşının tamamını inceledik; lakin İstanbul Kadısı Mehmet Rıza Bey'in kabrini ve dolayısıyla mezar kitabesini bulamadık. Yok olmuş! Nereye gitmiş koca taş! Hangi yad ellerde şimdi" Hangi Konak'ta mahzun ve mütevekkil bir halde haline; halimize yanıyor, kim bilir?  

 

Ne gam! Avrupa Kültür Başkentliği yapmış kadim şehirde, her biri baha biçilmez maddi ve manevi kıymeti haiz değerler, mezar kitabeleri “iç” edilirken, belediye başkanları, yerel yöneticiler panellerde, sergi açılışlarında, konferans salonlarında öznesinde İstanbul ve Avrupa Kültür Başkenti olan hamasi nutuklar atıyordu: "Neler yapmadık şu vatan için, kimimiz öldük. Kimimiz nutuk söyledik!"

 

Yazının bu yerinde, Şehitlik Dergahı’na büyükçe bir paragraf açalım. Rumelihisarı ve civarındaki geniş arazilerin asıl sahipleri İstanbul’un fethine katılan Horasanlı bilge bir ailedir. Mezkur ailenin temelleri Fatih Sultan Han Hazretleri’nin talimatıyla, Akşemseddin Hz. ile birlikte Horasan’dan İstanbul’a fetih hazırlıkları için gelen serdengeçti-alperen ailelere dayanmaktadır.

 

Mezkur alperen ailelerinin serdarı, medar-ı iftiharı Akşemsedin’in rahle şeriki Şeyh Bedreddin’dir. Bir zaman Rumelihisarı’nda tarihi mezarlıkta Şeyh Bedreddin’in torunlarından arif ve kibar bir hocaefendi ceddinin hikayesini bu satırların yazarına şöylece anlatmıştı:  

 

“Şeyh Bedreddin’in İstanbul’un fethi için gelip 1451′de şehid olduğunu mezar taşından görebiliyoruz. Esasen, bu da buradaki Şehitliğin ne kadar kıymetli bir tarihinin olduğunu gösteriyor. Şöyle ki, Fatih, fethi surların içindeki İstanbul’un alınması ile sınırlı değil; bir anlamda burada, Rumelihisarı’nda verilen zorlu mücadelede kazanılan zafer ve bunun sonucu tarihi Rumelihisarı kalesinin inşası, fethi başlatıyor. Yine burada, bu Şehitlikte 1451 yılında şehit düşen Mahmut Çelebi gibi Fatih’in ordularının öncülerinin ve ileri gelenlerinin mezarları bulunuyor. Örneğin, mezar taşlarından birinin üzerinde “Serdengeçti Ağası” olarak zikredilen şehidin mezar taşı mevcuttur. Fatih, burada hayatlarını kaybeden şehitlerin ruhuna, merkezi şimdiki Şehitliğin bulunduğu nokta ve çevresini Şeyh Bedreddin sülalesine bahşetmiştir. Geleneğe göre şehit yeniçerilere gözcülük yapmaları ve ‘ba’sü ba’del mevt’ zamanında kaya diplerinin altından yerden bir kol gibi fışkırarak “çerağlarını yakmaları görevi verilmiştir. İşte bunun için Rumelihisarı ve BÜ haziresinde medfun bulunan yeniçeri şehitleri kayaların hemen altında yatmaktadır.”

 

İlk taşları, fethin hemen öncesine; 1451 yılına dayanan tarihi mezarlık ve Nafi Baba Dergahı birbirinden ayrılamaz. Çünkü Dergah, mezarlık için kurulmuştur. Dergah’ın türbedarları yıllar yılı tarihlerine sahip çıkarak mezarlığa gözü gibi bakmıştır.

 

Şehitlik Dergahı: Az önce arz ettiğimiz gibi İstanbul’un Avrupa yakasındaki Fatih Sultan Mehmet Han’ın emriyle kurulan ilk tekke olma hususiyetini haizdir. Tekke önce Bayrami sonra da Bektaşi dergahı olarak asırlar boyunca İstanbulluların hizmetinde bulunmuştur.

 

Şehitlik Dergahı, Fatih Sultan Mehmet Han’ın Otağ-ı Hümayunu’nu kurduğu ilk yerdir.

 

Şehitlik Dergahı, İstanbul’un Fatihinin askerleriyle birlikte dua ettiği yerdir: Bu yüzden Dua Tepe’nin asıl yeri burasıdır.

 

Şehitlik Dergahı, bütün Türk-Osmanlı tarihine bir ayna teşkil etmektedir... Tevfik Fikret onun için buraya “Beş asrın aşiyanesi” demiştir.

 

Şehitlik Dergahı, şehitlik mezarlığına göz kulak olmak, korumak, bakmak amacıyla kurulmuştur.

 

Bölge Halkı, Rumelihisarı sakinleri ve aklı başında olan herkes Şehitlik Tepesi’nin bir bütün olarak, bir Türk-Osmanlı ve İstanbul açık hava müzesi olarak tasarlanmasını istemektedir.

 

Hasılı Tekke, mezarlık ve hazire bir bütündür. Bölünmeyi, parçalanmayı, tecezziyi kabul etmez…

 

Şehitlik Dergahı vakıf arazisidir. Mahza vakıftır. Vakfiyesindeki şartlar muvacehesinde korunarak yaşatılmalı; ihya ve inşa edilmelidir.

 

Vakıf arazileri ve bahusus Osmanlı mülhak tekke hazireleri ve müştemilatı üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kamu ve yerel yöneticilerinin Şehitlik Dergahı’nın hamisi Fatih Sultan Mehmet’in torunlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın bedduasını her vakit hatırında tutmalıdır:

 

Allah'a ve Ahiret gününe inanan, güzel ve temiz olan Hazreti Peygamberi tasdik eden, Sultan, Emir, Bakan, küçük veya büyük herhangi bir kimseye, bu vakfı değiştirmek, bozmak, nakletmek, eksiltmek, başka bir hale getirmek, iptal etmek, işlemez hale getirmek, ihmal etmek ve tebdil etmek helal olmaz. Kim onun şartlarından herhangi bir şeyi veya kaidelerinden herhangi bir kaideyi bozuk bir yorum ve geçersiz bir yöntemle değiştirir, iptal eder ve değiştirilmesi için uğraşır, fesh edilmesine veya başka bir hale dönüştürülmesine kastederse, haramı üstlenmiş, günaha girmiş ve masiyetleri irtikap etmiş olur. Böylece günahkarlar alınlarından tutularak cezalandırıldıkları gün Allah onların hesabını görsün. Malik onların isteklisi, zebaniler denetçisi ve cehennem nasibi olsun. Zira Allah'ın hesabı hızlıdır. Kim bunu işittikten sonra, onu değiştirirse onun günahı, değiştirenler üzerindedir. Kuşkusuz O, iyilik edenlerin ecrini zayi etmez..."

Son Devir, 28.06.2013

HALİÇ TERSANESİ'NE YAT LİMANI TARTIŞMASI

 

 

İstanbul’un en gözde yerlerinden Haliç’e yapılacak olan Yat Limanı ve Kompleksi’nin proje ayrıntıları belli oldu. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım projenin İstanbul'un turizm potansiyeline katkı sağlayacağını söylerken Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu ise Haliç'in kültürel dokusunun ortadan kalkacağını savundu.

 

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın Beyoğlu kıyısında bulunan tarihi Aynalıkavak Kasrı, Taşkızak Tersanesi ve Divanhane binasının bulunduğu 25 dönümlük bir alanda hayata geçireceği projede, her biri 70 yat kapasiteli 2 adet yat limanı yer alacak.

 

Otel de var eğlenme merkezi de

Bakanlık geçmişi Fatih Sultan Mehmet dönemine dayanan tersanelerin bulunduğu yat limanını inşa ederken limanın yapılacağı bölgede yer alan ve tarihi nitelik taşıyan alanları ve binaları da restore edecek. Proje kapsamında her biri 400 oda kapasiteli 5 yıldızlı 2 otel, apart oteller, dükkanlar, restoranlar, kongre ve kültür merkezleri, sinema ve eğlence tesisleri, 1000 kişilik cami, otopark da yapılacak.

 

49 yıllığına yap-işlet-devret

Haliç’e farklı bir çehre kazandırması beklenen proje kapsamında yat limanı 49 yıllığına Yap İşlet Devret modeli ile yapılacak. 4 yıl inşaat, 45 yıl da işletme süresi olacak. İhaleye katılacak firmalardan 50 bin TL şartname bedeli, 50 milyon TL geçici teminat istenecek. 2 Temmuz ihaleye giren şirketler için tekliflerin son günü olarak ilan edildi. İhale, 10 Temmuz’da kapalı teklif alma usulü ile yapılacak. Teklif veren firmalar puanlamaya tabi tutulacak. Puanlamadan 75 puan üzeri alan ikinci aşamada açık pazarlık usulüne geçilecek.

 

Hürriyet'in haberine göre, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, projenin kentsel dönüşüm kapsamında da düşünülebileceğini belirterek, şunları söyledi:

“Taşkışla ve Camialtı tersaneleri Osmanlı’dan beri Türk denizciliğine hizmet etti. Tersanelerin şehir dışına taşınması projesiyle birlikte bu alan atıl kaldı. Bu alanın halka açılması ve bir yaşam alanı haline dönüştürülmesi için bu çalışmayı başlattık. Bu projeyle birlikte Haliç; içinde marina, apart otel, restoran, dükkanlar, kültür ve eğlence mekanlarının bulunacağı bir yaşam alanı haline dönüşecek.

 

Yıldırım: “Metruk görüntü yerine yelkenliler"

Bu projeyle Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’ndan başlayan bu alanda Haliç Kongre Merkezi ve Sabancı Müzesi ile birlikte bir bütünlük oluşturacak ve İstanbul’un turizm potansiyeline katkı sağlayacak bir kompleks ortaya çıkacak. Ayrıca tarihi bina özelliği taşıyan yapılar da restore edilerek İstanbul’un tarihi dokusuna kazandırılacak. Proje, aynı zamanda kentsel dönüşüm çerçevesinde de düşünülebilir. Haliç’e yapılacak bu kompleks sayesinde Haliç’teki o metruk görüntü yerine yelkenliler, irili ufaklı teknelerin ortaya çıkaracağı yeni bir Haliç, İstanbul siluetinin bir parçası haline gelecek. Her yıl 10 milyona yakın turist çeken İstanbul’un bu potansiyelini de yukarıya çekecek bir proje olacak.”

 

Fatih Sultan Mehmet'in projesi

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “muhteşem proje” diyerek duyurduğu Haliç Yat Limanı ve Kompleksi projesinin yapılacağı haliç Tersanesi’nin temelleri Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar uzanıyor. İstanbul’un fethinin ardından Fatih Sultan Mehmet’in talimatıyla 1455’te kurulan Haliç Tersanesi, en uzun süre faaliyet gösteren tersanelerden birisi oldu. O zamanki adıyla, ‘Tersane-i Amire’, Yavuz Sultan Selim döneminde 100 birimli, Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa birimli dev bir tersane haline geldi. Denizcilikteki gelişmeyle birlikte bu bölge inşa tezgahları, havuzlar, depolar, kışlalar ve yelken dikim atölyelerini de içine alan bir kompleks haline getirildi. Kürek mahkumlarına, Mimar Sinan’ın inşa ettiği zift ambarına ve Avrupa’dan alınan havuzlara ev sahipliği yapan tarihi liman, yakın zamana kadar hizmet verdi. Liman bir süreden beri atıl durumda.

 

Eyüp Muhcu / Mimarlar Odası Genel Başkanı

Haliç, İstanbul’un ilk kent yerleşim bölgesidir ve doğal bir liman  olarak önemli bir rol üstlenmiştir. Dünyanın en eski tersanesi olmasıyla birlikte dünyaca önemli bir endüstri mirasıdır. Bu nedenlerle tersane ile ilgili gelişmeleri yakından izliyoruz. Buraya yapılacak her şey çok önemli.

 

Bir süre önce tersaneye ait kültür varlığı niteliğindeki binalara yıkım ve tadilat uygulamaları gündeme gelmişti. Buna karşı durduk. Kamuoyunda oluşan tepkilerle bu süreç durduruldu. Daha sonra gördük ki Cumhurbaşkanlığı himayesinde Haliç Tersane bölgelerine yönelik çalışmalar kamuoyundan adeta kaçırılırcasına yapılmış ve nihayetinde Haliç’in kültürel dokusunu ve tarihini ortadan kaldıracak bir karar ve ihale gündeme gelmiştir.

 

Söz konusu proje içeriğiyle uygulanması halinde hem endüstri mirasımız hem de İstanbul’un kentsel kimliği zarar görecektir. Bu mirasın geleceğe taşınılması gerekirken, kararın Cumhurbaşkanlığı himayesinde alınması endişe vericidir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı’nın eksik ya da yanlış bilgilendirildiğini düşünüyoruz. Çünkü bu ihale hukuksuz ve şehircilik ilkelerine aykırıdır. Cumhurbaşkanının bu süreci durduracak tedbirler alması bekleniyor. Diğer yandan Gezi Parkı olayları sürecinde İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın “Otobüs duraklarının yerini değiştirirken bile halka soracağız” söylemiyle yarattığı olumlu hava, İstanbul’un tüm değerlerini yok edebilecek bir karar alınırken toplumdan gizlenmesi ile çelişmektedir. Bu durumun toplum tarafından sorgulanması gerekir.

 

Süleyman Faruk Göncüoğlu / Sanat Tarihçisi

Haliç Tersanesi bölgesine tarih ile ilgili bir kültür merkezi yapılabilir. Dünyada bu tarz örnekler var. Ancak sadece alışveriş ve eğlenceye yönelik bir yapı Kasımpaşa kültürünü yok eder. İngiltere’de sadece pazarıyla ünlenen ve bunun korunması için çalışılan bölgeler var. Kasımpaşa da İstanbul’da denizcilikle alakalı önemli bir merkezdir. Yat limanı Haliç’e hareketlilik getirebilir.

Ancak bu yapılırken İstanbul’un değerleri korunmalıdır. Bu şehir çakma bir Dubai ya da New York olmamalıdır. İstanbul, İslam Şehir kültürünün doruğa ulaştırdığı bir modeldir. Eğer şehir  global dünya değerlerine teslim edilirse bir model olmaktan da çıkar.

 

Bizde proje yaparken bütün kültürel, coğrafi değerleri ve mizacımızı reddeden projeler yapılıyor. Bunları yapınca toplumun ileri gideceğini zannediyoruz. Oysa geriye gidiyoruz. Evet, Haliç Tersanesi şu anda çok mezbele bir halde. Çünkü bölgenin tersane vasfı gidince yıkıntıya dönüştüğü bir gerçek. Bölgenin yeniden canlandırılması gerekir. Ancak devasa büyüklükte projeler yapılınca 8 bin 500 yıllık tarihinden kopmuş bir proje olur. İstanbul son medeniyet  Osmanlı’nın mirasıdır. Bunu silecek projeler yapılıyorsa üzülürüm. Hem kültürel mirası korunmalı hem de çöplük olmamalı. Zeytinburnu örneğinde gördüğümüz gibi betonarme yapılar yükselmemeli. Zira betonarmenin geri dönüşü yoktur. İstanbul betonlaştıkça gelecek ipotek altına alınıyor.

Yapı, 28.06.2013

 

******


BU BELGEYE GÖRE HALİÇ'E AVM YAPILAMAZ!

 

Haliç'e AVM, otel, yat limanı ve cami yapımını öngören Başbakan Erdoğan'ın "muhteşem proje"si, 2 Temmuz'da ihaleye çıkacak.

 

Ancak Milli Savunma Bakanlığı'na tahsisli bölgedeki arazi ve binaların İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne devrini öngören 2005 tarihli 'Kasımpaşa Takas Protokolü'ne göre bu projenin uygulanması mümkün değil. Balyoz davasından 20 yıl hapse mahküm edilen dönemin DKK Oramiral Özden Örnek ile Kadir Topbaş'ın imzalarını taşıyan protokole göre büyükşehir belediyesine devredilen alanda yalnızca sosyal amaçlı ve toplumsal kullanıma yönelik tesislerin yapımını taahhüt altına alınırken, Bakanlık yetkililerinin verdiği rakamlar da protokoldeki rakamlarla çelişiyor.

Fatih Sultan Mehmet döneminde yaptırılan ve Tersane-i Amire adıyla anılan İstanbul Haliç'teki dünyanın en eski tersanesine AVM ve 5 yıldızlı otel yapılmasına ilişkin tartışmalar sürüyor. 2 Temmuz'da Yap İşlet Devret (YİD) modeliyle 49 yıllığına ihaleye çıkarılması beklenen proje kapsamında, 2 yat limanı, 400 yüzer oda kapasiteli 2 ayrı 5 yıldızlı otel ile dükkanlar, restoranlar, sinema ve eğlence tesislerinin yanısıra 1000 kişilik cami ve otopark yapılması planlanıyor.

BAKANLIK ‘HALİÇ TERSANESİ KAPSAM DIŞI’ DİYOR
Konunun gündeme gelmesinin ardından Anadolu Ajansı'na bir açıklama yapan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürü Metin Tahan, Haliç Tersanesi’nin, Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi kapsamındaki alanla hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. Projeyle Camialtı ve Taşkızak tersanelerini kapsayan alanın modern bir görünümle İstanbulluların hizmetine sunulacağı görüşünü savunan Tahan, “Haliç’e yapılacak bu kompleks, Haliç kıyılarının ve İstanbul’un güzelliğine güzellik, değerine değer katacak” dedi.

YÜZDE 10’U TİCARİ ALAN, YÜZDE 40’I OTEL OLACAK
Proje alanı içerisinde bulunan Aynalı Kavak Kasrı, Çorlulu Ali Paşa Cami, Divanhane Binası gibi tarihi yapıların restore edileceğini dile getiren Tahan, proje alanının yüzde 10'unun ticari alan, yüzde 40'ının ise otel yapımı için kullanılacağını belirterek, “916 Ada, 1. parselde bulunan ve tarihi Haliç Tersanesi olarak bilinen alan, 2006 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesine devredilmişti. Bu alanın ihaleye konu olan alanla hiçbir şekilde ilgisi bulunmuyor. Tarihi Haliç Tersanesi tamamen projenin dışında kalıyor" diye konuştu.

ÖZDEN ÖRNEK İLE TOPBAŞ’IN PROTOKOLÜ BAKANLIĞI YALANLIYOR
Ancak proje konusu alana ilişkin Milli Savunma Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında 26 Nisan 2005 yılında yapılan 'Kasımpaşa Takas Protokolü'ndeki bazı rakamların Bakanlığın verdiği bilgilerle örtüşmediği ortaya çıktı. Balyoz davasında 20 yıl hapse mahkum edilen Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın imzalarını taşıyan protokolün 2. maddesine göre, Hazine adına kayıtlı olan ve Milli Savunma Bakanlığı'na tahsis edilen 1045 Ada, 1 nolu parselde bulunan 292 bin 460, 90 metrekarelik arazi, üzerindeki tesislerle birlikte büyükşehir belediyesine devrediliyor.

‘MÜLKİYETİ DEVREDİLEMEZ, SOSYAL AMAÇLI TESİS YAPILABİLİR’
Bakanlık Altyapı Yatırımları Genel Müdürü Metin Tahan'ın verdiği bilgilerde "916 Ada" olarak belirtilen Haliç Tersanesi, söz konusu protokolde "1045 Ada" olarak belirtilirken, protokolün 3. maddesinde ise söz konusu arazinin büyükşehir belediyesine, "Mülkiyeti üçüncü taraflara devredilmemek, tarihsel doku bozulmamak ve sosyal amaçlı, toplumsal kullanıma yönelik tesislerin yapımı amacı ile kullanılması" taahhüdü ile devredileceği ve bu hususun tapu işlemlerinde göz önünde bulundurularak tapu kaydında yer almasının taraflarca sağlanacağının altı çiziliyor.

 


Osmanlı döneminde Haliç Tersanesi


HALİÇ TERSANESİ’NİN YERİNİ KİM ŞAŞIRDI
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce 6 Aralık 2010 tarihinde ihale edilen 'Taşkızak, Haliç ve Camialtı Tersaneleri Sosyal ve Kültürel Amaçlı Yeni Kullanım Ön Etüd Projesi'ne ilişkin duyuruda ise; "Beyoğlu İlçesi, Camiikebir Mahallesi, 166 Pafta, 1045 Ada, 1-6-7-8 parsellerde bulunan Taşkızak ve Camialtı Tersaneleri ile 118 Pafta, 916 Ada, 1 parselde bulunan Haliç Tersanesi’nin Sosyal ve Kültürel Amaçlı Yeniden Kullanımına Yönelik Ön Etüd Projesi kapsamında 81.300 m²’lik inşaat alanı ve 161.600 m²’lik peyzaj alanı projelendirilmektedir" ifadelerine yer veriliyor.

 


Bakanlığa göre Haliç tersanesi proje dışında kalacak


‘MUHTEŞEM PROJE’ PROTOKOLÜN ÖZÜNE UYUYOR MU
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ihale duyurusunda Bakanlığın "kapsam dışı" dediği Haliç Tersanesi'nin yanısıra Taşkızak ve Camialtı tersanelerinin de projelendirildiği belirtiliyor. Bakanlık yetkililerinin verdiği rakamlarla protokolde yer alan rakamlar birbiriyle çelişirken, ihale kapsamında yapılması planlanan tesislerin, protokolün özünü oluşturan "sosyal amaçlı, toplumsal kullanıma yönelik tesis yapımı" taahhüdüne uyup uymadığı ise önümüzdeki günlerde yanıtı en çok aranan soruların başında gelecek.

Açık Gazete, Haber: Yusuf Yavuz, 01.07.2013

 

******


MEÇHULE KALKAN GEMİ: HALİÇ TERSANESİ

 

 

550 yıllık geçmişe sahip 'Tersane-i Amire'nin yeni akıbeti belirleniyor. 'Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi'nin bugün yapılacak ihalesinde, kent sakinleri neyin projelendirildiğinden bihaber. Evet yine...

 

Haliç’te kuzey yakadaki Haliç Tersanesi, Camialtı Tersanesi ve Taşkızak Tersanesi’nin temelleri İstanbul ’un fethinden hemen sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından atıldı. Bunlara ‘Tersane-i Amire’ deniyor. 1993’te zarar ettikleri gerekçesiyle özelleştirme kapsamına alındılar. Sonra kapatılma kararı verildi, Düzce Depremi’nin ardından kullanılmaları gündeme geldi; Galata Köprüsü yüzünden karar yine değişti. Yoğun dönemlerinde üç bine yakın kalifiye eleman çalıştıran tersaneler atıl kaldılar ve 20 yıl dikkate değer bir üretim yapmadılar. Haliç Tersanesi, Şehir Hatları vapurlarına bakım yaptı, o kadar.


Planlanan ‘Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi’, Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri’yle ilgili. Haliç Tersanesi, 2006’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredilmiş; akıbetini bilen yok, yani ihaleye dahil değilmiş. “Haliç Tersanesi diyorsunuz ama o değil diğer ikisi ihale kapsamında” diye savunulmasının anlamı yok, çünkü ‘Haliç Tersanesi’ demek, bu üç tersanenin herhangi birini işaret edebilir.


Kızak taşlarının Vezüv’den getirildiği söylenen Taşkızak’ın, dünya denizcilik tarihindeki önemi pek bilinmez. İngiltere ’de 1886’da Nordenfeld Top Fabrikası’nda yaptırılan Abdülhamit ve Abdülmecit adlı denizaltıların parçaları denizyoluyla getirilmiş, Taşkızak Tersanesi’nde toplanmıştır. Denizaltılardan biri, 1888’de Sarayburnu önlerinden dalmış, boğazı geçmiş, Üsküdar önlerinde demirlemiş boş bir gemiyi torpido ile batırarak yabancı devlet temsilcilerine gösteri dahi yapmıştır.

Böylece Osmanlı Donanması, ‘Hedefi torpido ile vuran ilk donanma’ olarak tarihe geçmiştir. Camialtı da az değerli tersane değildir. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin temelini oluşturan Mühendishane-i Bahri Hümayun, burada kurulmuştur.


Buralarda yapılacak olanları 550 yıllık geçmişin zenginliğini dikkate alarak tartmak gerekiyor. Endüstri mirası sadece İstanbul’un değil, Endüstri Devrimi’nin merkezleri sayılan başka şehirlerin de zenginliğidir. Eskiden endüstri üretimi yapmış binaları yeniden işlevlendirerek halka ve kente katmak arzu edilen bir şeydir. Ancak bu ince eleyerek sık dokunarak yapılmalıdır: Bugün bir ihale yapılacak, ama halka sunulmuş doğru dürüst bir proje yok. Gezi’yi hatırlayınız, önce “AVM olacak” dendi, sonra ‘müze’ye geçildi. Sonra “Ortada proje yok, neyi konuşuyorsunuz” dendi. Böyle yazınca fıkra gibi ama gerçekten söylendi bunlar. Aynı şey, tersaneler için de geçerli. Savunma olarak sadece Taşkızak ve Camialtı’nın ihale edildiği söyleniyor. Ancak Haliç Tersanesi de İBB’nin uhdesinde. Oranın ne olacağını kimse bilmiyor. ‘Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi’nin yapılacağı alanın sadece yüzde 10’unun ticari olarak kullanılması, yüzde 40’lık bölümüne otel yapılması öngörülüyormuş. “Kalan alanda kongre ve kültür merkezi, kafe ve restoranlar ile 70’er yat bağlama kapasiteli iki yat limanı yapılması planlanıyor” deniyor. Kısaca yine kamuoyuyla paylaşılan, uzmanların eleştirebildiği, sonuçların yayımlandığı bir proje yok ortalıkta.


Proje hakkında İBB’nin ‘Devam eden projeler’ sayfasında “…Taşkızak ve Camialtı Tersaneleri ile …Haliç Tersanesi’nin Sosyal ve Kültürel Amaçlı Yeniden Kullanımına Yönelik Ön Etüd Projesi kapsamında 81.300 m²’lik inşaat alanı ve 161.600 m²’lik peyzaj alanı projelendirilmektedir” yazıyor. Proje linki ve görseli yok ve bütün bu alan 49 yıllığına birilerine verilecek. 

Bilmediğimiz tek proje Haliç değil... 
Eskiden farklı amaca hizmet etmiş bir bina, mekan farklı işlevlenebilir, kente kazandırılır. Ancak öncelikli olarak ön bilgilendirme yapılmalıdır. Çoğulcu kararlar alınmalıdır. Bu kararlar arasında belki tersaneleri ayrı ayrı düşünmeden, tüm Haliç’i bir kültür yarığı olarak tanımlamak geçebilir. Fena mı olur?
Örnek: Londra’da CrossRail isimli proje Avrupa’nın en büyük yatırımı olarak görülüyor. Şehrin göbeğinde bir bilgilendirme ofisi var. “Londra’da yaşamayan meraklı bir Türk vatandaşıyım sadece” deseniz bile projeyi saatlerce size anlatan, “İsterseniz projenin mimari grubundan tasarımcılarla sizi buluştururuz” diyenler var. Çok garip.


Otobüslerin rengi ya da vapurların stili (ki her bir geminin gövdesi tıpatıp aynıydı, pencere tipleri değişikti o kadar) bir internet sitesinde oylanmıştı. En büyük halka sorma macerası buydu!

Sadece Haliç hakkında bilgisiz değiliz. Yenikapı projesi için Türk-yabancı ortaklı birkaç mimari büroya iş yaptırıldı, yarıştırıldı, konuşuldu. Umutluyduk. Süreçte gizlilik esas olduğundan bir türlü doğru dürüst bilgi de alamadık. Sonra seçilen proje uygulanmadı, yani tüm bu çalışma çöpe gitti. Şimdi Yenikapı dolduruluyor.


Topbaş, “Otobüs durağını bile soracağız” deyince az da olsa umut bağlamıştık ama sonra “Mecazi olarak söyledim” deyip ekledi: “Her proje halka mı sorulur?” Siz de yani, kendinizi ne zannediyorsunuz?


İhale yöntemi tıkır tıkır çalışıyor. Komu ihale kanunu ortada. Bakıldı ki ihale olmuyor, devreye TOKİ giriyor. TOKİ yapı denetiminden muaf ve proje olmadan ihale yapabiliyor. İşin tasarım kısmı mı? En kolayı! Öncelikle yöneticiler ne istediklerini bir güzel tarifliyorlar. Bkz: Çamlıca Camii Yarışması. Sonra proje için ihale yapılıyor. Genç mimar, yeni mezun bir tasarımcının hiç şansı yok. Dosya öyle kallavi isteniyor ki, karneler, onlar, şunlar, bunlar. İhaleye girebilecek talipli sayısı az oluyor bu durumda.


Gezi’de ne oldu? Protestolar sırasında minik geri adımlarla her şeyin tek kişinin kararıyla şekillendiğini anladık. Sonunda “Tutturmuşsunuz bir AVM, ortalıkta daha proje yok” lafına geldi. Acaba bu protestolar, sadece üç-beş ağaç için değil de kimseyi bilgilendirmeden, gizli saklı projeler ile kenti ve ülkeyi yangından mal kaçırır gibi şekillendirmeye kalkıştığınızdan olmasın? Tersanelerde de aynısını yaşıyoruz.
Radikal, Yazı: Yrd. Doç.Dr. Mimar Ahmet Turan Köksal, 02.07.2013

 

******


TARİHİ TERSANEYE DOKUNULMAYACAK, 42 ESER KORUNACAK

 

 

İstanbul Haliç Yat Limanı ve Kompleksi’nin %10’u ticari alarak kullanılırken, alanın %40’lık bölümüne otel inşa edilecek.

 

Uzun yıllardır kullanılmayan eski Camialtı ve Taşkızak tersanelerinin bulunduğu alana İstanbul Haliç Yat Limanı ve Kompleksi yapılacak. 250 dönümlük alanı kapsayacak projeyle, tersanelerin şehir dışına taşınması nedeniyle atıl kalan bu alanların yeni bir yaşam alanı haline dönüştürülmesi amaçlanıyor. Kompleksin yapılacağı alanın sadece yüzde 10’unun ticari alan olarak kullanılacak. Alanın yüzde 40’lık bölümüne ise otel, geriye kalan alanda ise kongre ve kültür merkezi, kafe ve restoranlar ile 70’er yat bağlama kapasiteli 2 adet yat limanı yapılması planlanıyor. Söz konusu alan içinde bulunan, tarihi özellik taşıyan ve tescil edilmiş olan binalar ise kapsam dışında tutulacak. 

 

2006'DA İBB'YE DEVREDİLMİŞTİ

916 Ada, 1. parselde bulunan ve tarihi Haliç Tersanesi olarak bilinen alan, 2006 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredildiği için Tarihi Haliç tersanesi tamamen projenin dışında. 

 

AĞAÇLAR KESİLMEYECEK

Projenin yapılacağı alanda tespit edilen tescilli 42 eser de korunacak. Eserler arasında, Aynalıkavak Kasrı ve kapısı, Mehmet Dede Türbesi ile ok taşları ve çınar ağaçları da bulunuyor. 

Akşam, Haber: Nebahat Koç, 03.07.2013

RAVANDA KALESİ AYDINLANIYOR

 

Kilis İl Özel İdaresi tarafından Polateli İlçesi Belenözü Köyü'nde bulunan Ravanda Kalesi'nin aydınlatılması için çalışma başlattı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından sağlanan ödenekle İl Özel İdaresi tarafından Kilis'in en önemli kültür değeri olan Ravanda Kalesi'ne aydınlatma sistemi kuruluyor.

 

İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Mustafa Bolat ile Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Aldemir, aydınlatma sistemi uygulanacağı Ravanda Kalesi'nde incelemelerde bulundu.

Aydınlatma sisteminin kısa süre içerisinde tamamlanacağı bildirildi. 

Kilis Kent Haber, 25.06.2013

TEMEL KAZISINDAN MEZAR ÇIKTI

 

Konya'da bir inşaatın temel kazı çalışmaları sırasında işçiler insan kafatası ile birlikte parçalanan lahiti buldu. Üzerinde yazılar bulunan lahit ile ilgili çalışma başlatıldığı öğrenildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Konya'nın merkez Meram İlçesi Gödene Mahallesi Hanedan Caddesi kenarında iş makineleri yapımı devam eden siteler için temel kazı çalışması yaptı. Yapılan çalışmada 3-4 metre kazılan bir inşaat alanından henüz geçmişi belirlenmeyen ancak yapımı itibariyle tarihi olduğu düşünülen bir lahit ve insan kafatası çıktı. İşçilerin haber vermesi üzerine olay yerine müze müdürlüğünden yetkililerin gelip inceleme yaptığı öğrenildi. Öte yandan alanda halen üzerinde yazı bulunan lahit ve kafatasının durması dikkat çekti. Lahitin hangi döneme ait olduğu yapılan inceleme sonrasında belli olacak.  

Konya Kent Haber, 23.06.2013

AVRUPALILAR RABAT'I KEŞFETTİ

 

 

Kozluk’a bağlı Yanıkkaya Köyü yakınlarında bulunan Rabat tepesi, Avrupalı tarihçilerin dikkatini çekti. Birçok medeniyet ve uygarlıklara ev sahipliği yapan bölgemiz, her geçen gün farklı kesimlerin ilgisi ile karşılaşıyor. Avrupa Tarih Eğitimcileri Birliği Derneği (Euroclıo) Kozluk’a bağlı Yanıkkaya (Smailka) Köyü'nün yukarı kesiminde bulunan tarihi kale ile ilgili önümüzdeki günlerde gezi programı düzenleyecek. Ekim ayında yapılacak gezi ile Batman’ın tarihi alanları Avrupa’da birçok yayın kuruluşuna konu olacak. Konuyla ilgili yapılan açıklamada “Rabat, bilindiği üzere 4.yüzyılın başından itibaren Erzen bölgesinin paylaşımı konusunda Perslerle Bizanslılar arasında başlayan savaşlar, yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. İşte bu dönemde savunma amaçlı olarak karşı taarruzların bertaraf edilmesi için Bizanslılar tarafından Sason, Kozluk ve Bitlis üçgeninde çok sayıda savunma amaçlı kaleler kurmuşlardır. Kozluk İlçesi'nin 18 km. kuzeyinde bulunan Yanıkkaya Köyündeki Rabat Kalesi de bunlardan bir tanesidir” ifadeleri kullanıldı.

Batman Gazetesi, 27.06.2013

DURAKHAN RESTORE EDİLİYOR

 

 

Sinop'un Durağan İlçesi'nde bulunan, Selçuklu Veziri Müinüddin Süleyman Pervane tarafından 1246 yılında yaptırılan ve İç Anadolu ile Karadeniz bölgeleri arasındaki ticaret yolu üzerinde uğrak ve dinlenme yeri olarak kullanılan han yeniden restore ediliyor.

 

Samsun Vakıflar Bölge Müdürü İsmail Aktaş, Durağan ilçesini ziyaret etti.

 

Aktaş, ilçede bulunan ve yıllardır kullanılmayan tarihi Durakhan'da incelemelerde bulundu. Yıllar önce restorasyonu yapılan ancak zaman içerisinde yeniden restorasyon ihtiyacı oluşan han, önümüzdeki yıl yapılacak restorasyonun ardından halkın hizmetine sunulacak.

Sinop Kent Haber, 13.06.2013



23 - 29 Haziran 2013

FOTO HABER:



#ISTEBOYLEOLURARKEOLOGUNMEZUNIYETI!..










TAYHaber 28.6.2013

MARMARAY'DAN ÇIKAN KALINTILAR BOZULMAYA TERK EDİLDİ

 

Yenikapı kazıları 8 yıldır sürüyordu.

Erken Bizans dönemine ait Theodosius limanından tutun da neolitik dönem kalıntılarına, mezarlara, 8.500 yıllık iskeletlere, ayak izlerine ve eski gemilere kadar öyle şeyler bulundu ki dünyanın gözü bir anda buraya döndü.


Yenikapı’da yan yana iki kazı var. Biri metro, diğeri Marmaray kazısı.
Metro kazısını İstanbul Büyükşehir Belediyesi finanse ediyor, Marmaray’ı ise Ulaştırma Bakanlığı.
Bir kazı niye ikiye bölünüp finansmanı ayrı birimlere verilir, onu da anlamak mümkün değil ya, neyse.


*


Çalışmanın en başında Marmaray kazısı için İstanbul Arkeoloji Müzeleri ile Ulaştırma Bakanlığı bir protokol yaptı. İş bitene kadar bu işi finanse etme sözü veren Bakanlık 1 Ocak’ta “Bundan sonra finanse etmiyorum. Böyle bir bütçem yok” dedi.


Sonra Kültür Bakanlığı devreye girdi ve “Tamam, halledeceğiz. Ulaştırma Bakanlığı ek bütçe ayırdı” dedi.


Ama aradan 5 ay geçmesine rağmen hiçbir gelişme olmadı ve Marmaray kazısı o günden beri kapalı.


*


Kazı alanındaki iş aslında bitmişti ama alandan çıkanların tasnifi, etüdü, bilimsel araştırmaları, laboratuvar çalışmaları yapılacaktı.


Ulaştırma Bakanlığı parayı kesince bu işler de kaldı.


Marmaray’ın hemen yanındaki metro kazısı ise sürüyor. Çünkü arazi çalışmaları bitmeden inşaat yapılamıyor.


Ulaştırma Bakanlığı nasıl inşaat faaliyetiyle ilgili kazının engel teşkil ettiği kısım bitince “Bundan sonrasını finanse etmiyorum” dediyse, belki metro kazısını finanse eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi de aynısını yapacak, bilmiyoruz.


Umalım ki öyle olmasın.


*


Marmaray kazısından çıkan eserler işlem yapılmayı bekliyor ama para gelmediği için mühürlü kapılar ardındalar.


Bu bekleyiş boyunca zaman kazıdan çıkan kalıntıların aleyhine işliyor.


Çünkü bu iş başlangıcından bitimine kadar bir paket. Süreklilik gerektiriyor. Araya boşluk koyduğunuzda bir sürü koldan hata yapmak kaçınılmaz.


Kültür Bakanlığı’nın yeterli personeli olmadığı için bu kazılarda sözleşmeli çalışan çok sayıda arkeolog oluyor.


Yenikapı’dakiler 5-6 yıldır orada malzemeyi gördüler, tanıdılar, işlemi öğrendiler. Kazının kapısına kilit vurularak hem bu yetişmiş personel kaybedilmiş hem de mesleki açıdan mağdur edilmiş oldu. 


*


Esas sorun ise şu...


Marmaray kazısından çıkan kalıntılar sürekli bakıma muhtaç. Ahşap ve deri gibi organik malzemelerden oluşan çok kıymetli bir koleksiyon bu.


Bunları dolaba koyup yıllarca bekletemezsiniz.


Şu anda tuzdan arınmaları için suyun içinde bekletiliyorlar.


O suların sürekli kontrol edilmesi lazım.


Devlet bunları kaderleriyle baş başa bıraktı. Birkaç arkeolog ve restoratör özveri gösterip bu suları değiştirmese, eserler bozulma sürecine girecek, kalıcı hasarlar oluşacak ve sonradan kurtarılamayacak.


“Varsın bozulsun, bizde çanak çömlek çok” diyecekler belki. Ama ne yazık ki böyle bir koleksiyonumuz yok. Toprak altından deri ve ahşap çok nadir çıkıyor.


*


Bunlar dışında, kazı kapalı olunca yurtdışından buraya gelecek bilimsel ekipler de engellenmiş oluyor. ABD’deki uzman “Temmuzda geleceğim. 15 gün ahşap örnekleri çalışacağım” diyor ama kazı kapı duvar.


Çok yönden hasar veren bir durum bu.


*


Sonuçta, 6 aydır herkesin ilgiyle baktığı dünyanın en önemli arkeolojik alanlarından biri kapalı. Ve toplamda bir yıllık işi kalmıştı. Laboratuvar çalışmaları ocakta başlasaydı 29 Ekim’e kadar projeyle birlikte bitecekti.


Geçmiş medeniyetleri “3-5 çanak çömleğe” indirgeyen otoritelerimiz eserleri bozulmaya terk etmeyi seçti.


Tebrik etmek lazım!

Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 29.06.2013

SAFRANBOLU'DA RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Safranbolu İlçesi'ndeki 143 yıllık İskalyon binasında başlatılan restorasyon çalışmalarının ilk etabı tamamlandı.

 

Safranbolu Kaymakamı Gökhan Azcan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık bir yıl önce projelendirilerek restorasyonuna başlanan binanın projedeki bölümünün tamamlandığını ancak çalışmalar sırasında daha geniş bir alanın restorasyondan geçmesi gerekliliğinin ortaya çıktığını söyledi.
 

Bu nedenle yeniden ek proje çizildiğini, ihalenin ardından çalışmaların yeniden başlayacağını vurgulayan Azcan, şöyle konuştu:
"Restorasyon çalışmalarında ne kadar ayrıntılı çalışsanız da proje ile icraatlar arasında bazen farklılıklar oluşuyor. Bu restorasyonda da çalışma sırasında, projede olmayan ek işler çıktı. Görüldü ki daha yapılacak işler var. Ek proje hazırlandı, ihalesi yapılacak. İskalyon binasının daha önce projelendirilen kısmında restorasyon tamamlandı. Yeni ihale ile sonradan ortaya çıkan alanlar da restore edilecek."

Azcan, ikinci restorasyon çalışmalarının yıl içinde tamamlanmasını planladıklarını sözlerine ekledi.

Hürriyet, 29.06.2013

"HALA MÜSLÜMAN MAHALLESİNDE SALYANGOZ SATIYORUM"

 

 

Bu yıl, sanat yaşamındaki 50’nci yılı Bedri Baykam’ın... Saymakla bitmeyecek resimleri ve sergileriyle, sansasyonel işleriyle sık sık gündemin tepesinde kendine yer bulmuş, bunun karşılığında sıkça eleştirilmiş bir ressam... Baykam’ı atölyesinde ziyaret ettik, ‘taklitçi’ eleştirilerine yanıtlarını, hayata bakışını konuştuk.

 

Sanat yaşamına 6 yaşında açtığı ilk sergisiyle ve ‘dahi’ sıfatıyla adımını atmış ressam Bedri Baykam... Bundan tam 50 yıl önce. Bu 50 yıl boyunca Türkiye’de ve yurtdışında düzenlediği sergilerle ve politik hayattaki duruşuyla sık sık gündeme geldi. Sansasyonel işlerinin ardı arkası kesilmedi. 2000’lerde genç kadınlara yağlı güreş yaptırdığı performansıyla, 1972’den beri sakladığı ilk spermli peçetesini sergilemesiyle ya da önceki aylarda sergilediği ‘boş çerçeve’siyle hep gündemdeydi... 


Türkiye’nin en çok eleştirilen sanatçıları arasında ilk sıraları garantilemiş olan Bedri Baykam’ın stüdyosundaydık. Kendisine son dönemde yöneltilen ‘taklitçi’ eleştirilerini, yanıtlarını, hayata bakışını konuştuk. 


Şu sıralarda, 50’nci yılı vesilesiyle hakkında çıkan tüm haberleri, yazı ve söyleşileri kapsayan hacimli bir kitabın hazırlığıyla uğraştığını söyleyelim. 

 

- ‘Sansasyonel olmak’ önemli bir kriter midir sanatınız için? 
İşlerimi yaparken, “Bunu yaparsam çok konuşulurum” gibi şeyler düşünüp ‘olay çıkarmayı’ aklımdan geçirmiyorum elbette ama “Aman şunu yapmayayım, sonra millet ne der” gibi de düşünmüyorum. Belli bir çizgim var, ona uygun hareket ederim. Yapacağım işleri başkalarının ‘hassasiyetleri’ değil, kendi sanatsal fikirlerim belirliyor. 

 

- Boş çerçeve çalışmanızdan önce de ‘peçete’ gibi epey eleştirilen başka işleriniz de olmuştu… 
Ben yaparım, onlar konuşur. İnsanların kafalarında sanata, resme dair belli kalıplar var. Yeni bir şeyle karşılaşınca yadırgıyorlar. İnsanların ezelden beri karşılaştıkları şaşırtıcı durumlara verdiği küçük trajikomik tepkilere; gülmelere, alay etmelere benzetiyorum bu eleştirileri. Tarih boyunca her zaman vardı bu tür eleştiriler; Empresyonizm çıktığında da, Kübizm çıktığında da, Dadaizm çıktığında da… 

 

- En çok eleştirilen sanatçılardan biri olabilir misiniz? 
1963’ten beri Türkiye’nin en meşhur, uluslararası alanda en fazla tanınan ressamıyım. Uzun bir zaman ve sürekli avangard sanat yaparak yeniliklere imza atmışım. Müslüman mahallesinde salyangoz satmışım. Siyasi gelişmelerde 12 Eylül’den bu yana hep pozisyon almışım. Bütün bunları bir arada düşünün. Kıskançlık diyebileceğim şeyin üzerine siyasi çekememezlik ekleniyor. Kıskançlık sanat dünyasının doğasında vardır. İnsanların reflekslerine sinmiştir. Her zaman tepedeki birini eleştirmek ya da çamur atmak istersin çünkü sana kendini iyi hissettirir ‘tepedekilerle’ oynamak, kendini de ‘tepede’ hissedersin. Ama bana daha çok yapılan ikincisi maalesef. 

 

- Hala Müslüman mahallesinde salyangoz sattığınızı düşünüyor musunuz? 
Öyle olmasaydı yakın zaman önce sattığım ‘boş çerçeve’ gündemi sarsacak boyutta bir olay olur muydu? Demek ki hala öyle. 

 

- Sanat çevrelerinde ‘Boş çerçeve’ işinizin taklit olduğu konuşuldu; ne diyorsunuz? 
Bir tutarlılığa ve bilgiye sahip olmayan bir iddiaya ‘yorum’ demek bu kavrama yapılan bir haksızlık. Ben polemiği çok severim. Bu iddialarla da polemik yapmak isterim ama en başında elinizde kalıyor. Deniliyor ki mesela; “Bedri Baykam’ın ‘boş çerçeve’nin benzeri daha önce 1880’lerde, 1910’larda, 1930’larda, 1950’lerde şu şu şu önemli sanatçılar tarafından yapıldı.” O isimler dünyanın önemli sanatçıları. Sen bunu söylerken o kadar sanatçının hiçbirini taklitçi olarak görmüyorsun ama Bedri Baykam yapınca taklitçi oluyor. Bu durumun tek bir anlamı var; Batı’ya karşı duyulan eziklik.
 
- Siz nasıl açıklıyorsunuz bu birbirine benzer farklı eserleri? 
Birincisi sanat tarihi bir bütündür, eserlerin birbirlerine referanslar vermesi gayet normal bir durumdur. İkincisi benim yaptığım o ‘boş çerçeve’ biçimsel olarak da ele aldığı konu bakımından da öncekilerden farklı. Duvara asılan, izleyenlerin önünden geçip bakacağı bir iş değil. İki taraflı, örneğin sokağa çıkarılabilen, önünden bakan kişinin çerçevenin arkasındaki akan görüntüyü bir anlığına o çerçeveye hapsetmesini sağlayan bir iş. Hareketle durağanlık arasındaki ilişkiyi ele alan bir eser. 

 

- Biz sizi keskin ulusalcı, İslami kesime ve ‘yeşil sermaye’ye mesafeli tavrınızla tanıyoruz. O eserinizi Murat Ülker’e satmanız baya dikkat çekti… 
Ulusalcı değil de Kemalist diyelim politik kimliğim için. Benim dindar insanlarla hiçbir alıp veremediğim olamaz. Politik bakımdan meselem laikliğe ve Atatürk’e düşmanlık duyanlarla… Bu bakımdan Murat Ülker, o bahsettiğiniz ‘yeşil sermaye’ tanımına girmiyor. Ben de giriyor sanıyordum, toplumda duyduklarımdan yaratılan imajlardan ama yanılmışım. Bir dönem insanların bisküvilerini bile ayırdıklarını biliyoruz; Ülker – Eti diye... Murat Bey de beni tanıyan biri. Ulusalcı kanallara reklam vermekten çekinmeyen, çağdaş sanat koleksiyonu yapan biri. Kendi içine kapalı, laikliğe karşı bir sermayenin temsilcisi değil. Facebook hesabında Gezi Parkı eylemlerine katılan çalışanlarına olumsuz tavır almayacağı yazdı mesela... 

 

- Gezi Parkı eylemlerinin, burada patlayan yaratıcılığın sanatla ilişkisi hakkında çok konuşuluyor. Ne düşünüyorsunuz? 
Şimdiden sanatçıların bu konuyu işlediğini görüyoruz zaten. Mayıs 1968 olayları ne kadar etkilediyse dünyayı, Gezi Parkı eylemleri de bizim sanat dünyamızı o kadar çok etkileyecektir. Bu etkileşimin ortaya çıkaracakları hakkında şimdiden konuşmak erken.

Akşam Cumartesi, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 29.06.2013

BİN 200 YILLIK MEZAR HEDİYELERİYLE BULUNDU

 

 

Güney Amerika ülkelerinden Peru'nun El Castillo de Huarmey kenti yakınlarında bin 200 yıllık bir mezar alanı ve mezara konulmuş çok sayıda bozulmamış hazine parçası bulundu. Başkent Lima'nın kuzeyindeki kazı alanında çalışmalarını sürdüren Polonya'nın Varşova Üniversitesi'nden Prof. Dr. Milosz Giersz, bölgenin hava fotoğraflarını incelerken burada bir mezar kompleksinin bulunabileceğine dair işaretler tespit ettiklerini açıkladı.

HİÇ YAĞMALANMAMIŞ

El Castillo de Huarmey ve çevresinde MS 700-1000 yılları arasında hüküm süren Wari İmparatorluğu dönemine ait olan mezar kazısından 63 kişinin iskelet kalıntıları çıkarıldı. Bunlarla birlikte çok sayıda altın ve gümüş parçanın da gömülü bulunduğunu açıklayan bilim adamları, hazine parçalarının neredeyse hiç bozulmadan günümüze ulaştığını kaydetti. Mezarlık alanının çevresinde şimdiye dek hazine avcıları çok sayıda kazı yapmış olmasına rağmen, bu kısmın şimdiye kadar hiç yağmalanmadığı da belirtildi. Bilim insanları, yapılan son keşifler sayesinde, hakkında çok fazla bilgi bulunmayan Wari İmparatorluğu'yla ilgili daha ayrıntılı verilere ulaşmayı umuyor.

Sabah, 29.06.2013

400 YILLIK CİNAYET ÇÖZÜLDÜ

 

ABD-Virginia'da arkeologlar 400 yıllık bir cinayetin izlerini açığa çıkarmayı başardı.

Kıtaya gelen ilk İngilizlerin yerleştiği Jamestown'da bacağından vurularak öldüğü saptanan iskelet 1996'da bulunmuş ancak kimliği sır olduğu için sadece JR102C olarak anılmıştı. İsmi George Harrison olarak açıklanan ve 1664 yılında bir düelloda vurularak öldüğü belirlenen kişinin yüzü de kemik yapısından hareketle canlandırıldı.

Uzmanlar, bir tabutta gömülmesinden hareketle Harrison'ın itibarlı bir kişi olduğu sonucuna vardı. Şahsın ölümüne neden olan mermi ise halen diz kapağının yanında saplı halde duruyor.

Sabah, 29.06.2013

TARİHİ NAMAZ

 

 

Trabzon'da ibadete açılmasına karar verilen Ayasofya Müzesi'nde hazırlıklar son aşamaya geldi. Müzedeki freskler perdelerle kapatıldı, zemin halı kaplandı. Müzede ilk namazın bugün ikindi vaktinde kılınması bekleniyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınarak bir süre önce Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilen Ayasofya Müzesi'nin kapısındaki turnikeler kaldırıldı ve ziyarete açık hale getirildi. Yaklaşık bir hafta önce çan kulesine ezan için hoparlörler takılan ve 'Tadilat nedeniyle kapalıdır' yazısı asılarak ana bölümü ziyarete kapatılan Ayasofya'ya, ilk namaza yapılan hazırlık nedeniyle kimsenin girmesine izin verilmedi. İçeride yürütülen hummalı çalışmalar son aşamaya geldi.

Zemin kırmızı halıyla kaplanırken, güney yönüne tahtadan küçük bir minber yapıldı. Müzenin tavanındaki fresklerin kapatılması için kalın kumaştan asma bir tavan inşa edildi, ayrıca yan bölümlere de fresklerin görünmemesi için açılır – kapanır tipte perdeler asıldı. Ayasofya Müzesi'nin kuzey bölümündeki kapıya da camiye girenlerin ayakkabılarını bırakabilmesi için raflar monte edildi. Müzenin bugün namaz kılınmaya hazır hale getirilmesi için hummalı bir çalışma yürütülürken, eksik bazı parçalar kamyonlarla getirilerek yerlerine monte edildi.

Ayasofya Müzesi'nde ilk namazın bugün saat 16.30 sıralarında ikindi vakti kılınması bekleniyor.

AYASOFYA'DA 52 YIL SONRA NAMAZ KILINDI
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredildikten sonra ibadete açılması için çalışmalar sürdürülen Ayasofya Müzesi'nde bugün 1961'den sonra ilk kez namaz kılındı. Resmi açılış yapılmadığı için imam ve müezzinliği cemaatten birer kişi yaptı.

Halı kaplanan ve freskler perde sistemiyle kapatılan Ayasofya Müzesi'nde ikindi namazı öncesi yaklaşık 100 kişilik cemaat toplandı. Neşat Şentürk isimli vatandaşın ezan okuması sonrası Ziya Mıynat da imamlık yaparak ikindi namazını kıldırdı. Namazdan çıkan vatandaşlar Ayasofya'nın ibadete açılmasından duydukları memnuniyeti dile getirdi.

Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan, resmi açılışın önümüzdeki hafta içinde yapılacağını belirterek şunları söyledi:
"Şu anda Ayasofya Camisi'nin iç düzenlemesini bitirdik ve isteyenlerin namaz kılabileceği hale getirdik. Ama henüz imam ve müezzin ataması prosedürü bitmedi. Bu nedenle resmi açılışın önümüzdeki hafta içinde üst düzey katılımla yapılmasını planlıyoruz. Perde ve asma tavan yapılırken binanın aslına hiçbir zarar verilmedi. Tek bir çivi bile çakılmadı. Ayrıca turistlerin binanın tavanındaki freskleri görebilmeleri içinde ayakkabıyla gezilebilecek bir koridor yapıldı. Doğu apsisinden tavan süslemeleri de rahat biçimde görülüyor."

Namazın bitiminden sonra Ayasofya'ya gelen bir grup turist yerdeki halıları görünce şaşkınlık yaşadı, yapılan açıklamadan sonra binayı gezdi. Bu sırada bazı turistlerin başlarını kapatması dikkat çekti. Namaz kılan birkaç kişiyle de turistler ilginç bir görüntü oluşturdu.

Fatih Sultan Mehmet'in 1461'de Trabzon'u fethinden bir süre sonra camiye dönüştürülen ve ibadet amaçlı olarak kullanılan Ayasofya, 1961'de müze haline getirilmişti.

Habertürk, 29.06.2013

BOĞA HEYKELİ GİDİYOR, YERİNE BAKIN NE GELİYOR

 

 

TBMM Başkanvekili Sağlam: -"Saray, köşk ve kasırlarımızdan farklı yerlere nakledilen heykellerin ilgili kişi ve kurumlardan talep edilerek yerine konması; tarihimize sahip çıkmamız ve gelecek nesillere aktarılması açısından önem arz etmektedir" -"İadesi talep edilen heykellerin yerine imitasyonlarının yapılıp aynı yerlerde sergilenmesi mümkün ve bu çerçevede çeşitli çalışmalar gerçekleştirilmektedir".

 

 TBMM Başkanvekili Mehmet Sağlam, saray, köşk ve  kasırlardan farklı yerlere nakledilen heykellerin ilgili kişi ve kuruluşlardan  talep edilerek yerine konulmasının, tarihe sahip çıkma ve gelecek nesillere  aktarılması açısından önem arz ettiğini bildirdi.

 

Sağlam, CHP İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt'ün Milli  Saraylar'ın Kadıköy'de bulunan Boğa Heykeli'ni talep etmesine ilişkin soru  önergesini, TBMM Başkanı Cemil Çiçek adına cevaplandırdı.

 

Sultan Abdülaziz döneminde inşa edilen Beylerbeyi Sarayı'nın bahçeleri  için Paris'te 12 adet bronz heykel ve 10 adet memer heykel imal edildiğini  belirten Sağlam, Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra bu  heykellerden bazılarının diğer saray, köşk ve kasırların bahçelerine  nakledildiğini vurguladı.

 

-Milli Saraylar'a ait heykeller-

Daha sonraki dönemlerde bunlardan dokuz tanesinin saray, köşk ve  kasırlardan farklı yerlere gönderildiğini ifade eden Sağlam, şunları kaydetti:

"Söz konusu heykellerden 'Dövüşen Boğa' heykeli, Yıldız albümlerinde  Yıldız Sarayı bahçelerinde  görülmektedir.  İstanbul'da farklı yerlerde   sergilendikten  sonra   1987  yılında Kadıköy'de sergilenmiştir. 'Kaktüsün  Üzerinde Zıplayan Aslan' heykeli de birkaç farklı yerde kaldıktan   sonra    İstanbul   Büyükşehir   Belediyesi'nin   önünde   sergilenmeye   başlanmıştır.  Günümüzde Emirgan Korusu'nda bulunan 'Su İçen Dişi Geyik ve Yavrusu' heykeli de  bir dönem Taksim Gezi Parkı'nda sergilenmiş, daha sonra Emirgan Korusu'na  yerleştirilmiştir.

 

Fakat hırsızlık sonucu heykelde yer alan geyiğin yavrusu kaynakla  sökülerek çalınmıştır. Daha sonra onarımı yapılarak yine Emirgan Korusu'nda  sergilenmeye devam edilmiştir. 'Elan-Hamle' isimli geyik heykeli ise Yıldız Parkı  Çırağan girişinde sergilenmektedir, fakat heykelin üç bacağı kopuk vaziyettedir.  Bugün İstanbul Kalender Orduevi avlusundaki 'Yılan Üstünde Aslan' heykeli ve  Genelkurmay Başkanlığı Aslanlı Kapı girişinde bulunan iki adet 'Top Tutan Aslan'  heykeli de Yıldız albümlerinde Beykoz Kasrı bahçesinde ve girişinde  görülmektedir. 'Umutsuz Durumdaki Geyik Avda' heykeli ile 'Şaha Kalkmış Özgürlük  Atı' heykeli, Beylerbeyi Sarayı bahçelerinden sonra Büyükdere sırtlarında  konumlanmış olan Bilezikçi Çiftliği'ne, daha sonra ise Gazi Ahmed Muhtar Paşa  Köşkü'ne (Mermer Köşk) götürülmüştür."

 

Köşkün kamulaştırılarak Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmesinden  sonra, köşkün tüm eşyalarının müzayedede satıldığını belirten Sağlam, "(Şaha  Kalkmış Özgürlük Atı) heykeli Hacı Ömer Sabancı tarafından, 'Umutsuz Durumdaki  Geyik Avda' heykeli ise Vehbi Koç tarafından satın alınmıştır. Günümüzde 'Umutsuz  Durumdaki Geyik Avda' heykeli Taksim Divan Otel'de, 'Şaha Kalkmış Özgürlük Atı'  heykeli ise Sabancı Atlı Köşkü'nde bulunmaktadır" dedi.

 

Mehmet Sağlam, saray, köşk ve kasırlardan farklı yerlere nakledilen  heykellerin ilgili kişi ve kurumlardan talep edilerek yerine konması; tarihe  sahip çıkma, heykellerle ilgili aktarılan yanlış bilgilerin düzeltilerek kamuoyu  ile paylaşılması ve bu heykellerin gerçek yerlerine döndürülerek gelecek  nesillere aktarılması açısından önem arz ettiğini bildirdi.

 

Sağlam, "İadesi talep edilen heykellerin yerine imitasyonlarının  yapılıp aynı yerlerde sergilenmesinin mümkün olduğunu ve bu çerçevede çeşitli  çalışmalar gerçekleştirildiğini kaydetti.

Milliyet, 28.06.2013

BALKANLAR'DA YENİDEN TÜRK İZİ

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin, Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı'yla birlikte yürüttüğü, tarihi ve kültürel miras projeleri kapsamında Bulgaristan, Kosova, Makedonya ve Bosna Hersek başta olmak üzere tüm Balkanlar'da başlattığı çalışmalar sürüyor. Bu çalışmalar kapmasında Bulgaristan'da restorasyonu tamamlanan 4 camiden, Kırcaali'deki Yoğurtçular Köyü Camisi ve Kırcaali'nin Rudozen bölgesindeki Çepintsi Camisi'nin açılışı, restorasyonları yaptıran Bursalı hayırsever işadamlarının katılımıyla yapıldı. Açılışta konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Balkanlar'daki restorasyon ve düzenleme çalışmalarıyla Osmanlı'ya uzanan tarihi ve kültürel mirasın geleceğe taşındığını söyledi. Bulgaristan eski Devlet Başkanı Todor Jivkov dönemindeki isim değiştirmeler üzerine Türk ve Müslüman topluluğunun ilk direnişi başlattığı yer olması nedeniyle önem taşıyan Yoğutçular Köyündeki açılışta, 1984'te direnişte 17 aylıkken annesinin kucağında öldürülen Türkan bebek için yapılan anıt çeşme de ziyaret edilerek dualar okundu. Proje kapsamında restore ettirilen Varna'daki Sonave (Sandıklı Köyü) Camisi ve Slaveykovo (Damlalık Köyü) Camisi de yerel halkın da katıldığı düzenlenen törenlerle ibadete açıldı. Törenlerde çocuklara çeşitli hediyeler verilirken katılanlara Bursa'nın ünlü kestane şekeri ikram edildi.

Sabah, haber: Murat Savaş, 28.06.2013

MEVLEVİ ŞEYHİ BAHARİ'NİN KAYIP EL YAZMASI DEFTERLERİ BULUNDU

 

 

Yirminci asır mutasavvıflarından Mevlevi şeyhi Ahmed Midhat Bahari Beytur'un (1878-1971) bastıramadığı kayıp iki defteri ile daha önce kitap haline getirilen bir eserinin orijinal nüshası bulundu.

 

Bahari mahlasını kullanan Beytur'un ‘Şiir, Musiki ve Tarih İlmi Bakımından Mevleviler' ve ‘Mevlevihane Hatıraları' ve ‘Mihrab-ı Aşk' isimli defterleri kayıptı. Araştırmacı Kasım Kocabaş, bir sahaftan satın aldığı defterleri Doç.Dr. Hikmet Atik ile birlikte yayınlamaya hazırlanıyor. ‘Şiir, musiki ve tarih ilmi bakımından Mevleviler' isimli defterde "Mukaddime, Mevlevi ne demektir, tarikat nedir, tekke nedir, Mevlevihanelerde tarikat teşkilatı, mevlevihaneler, destar, serpuş, tennure, Mevlevi sofrası" gibi başlıklar bulunuyor. ‘Mevlevihane Hatıraları' isimli defterde ise Beytur, 15 kadar başlıkta bazı hatıralarını nakletmiş. 1925'te tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Mevlevi dergahları da kapatıldı. Sadece Konya'daki Mevlana dergahı Asar-ı Atika adıyla müze olarak kaldı. Bu süreçte gerek sohbetleriyle gerekse yazdıkları eserlerle Mevleviliği ayakta tutarak, bugüne ulaşmasında önemli rol oynamış şahsiyetler var. Ahmet Midhat Bahari Beytur da bunların başında geliyor. Hayatta iken eserlerinin bir kısmını imkansızlıklar içerisinde bastırma fırsatı bulan Beytur, bir kısmını ise bastıramamış. Bu eserlerin bazıları vefatından sonra kaybolmuş.

 

Araştırmacı Kasım Kocabaş, bir internet sitesinde Midhat Bahari Beytur'a ait 3 defterin satışta olduğunu görünce hemen almış. Defterlerden biri ‘Şiir, musiki ve tarih ilmi bakımından Mevleviler', ikincisi ‘Mevlevihane Hatıraları', diğeri ise ‘Mihrab-ı Aşk'. Bunlardan sadece Mihrab-ı Aşk daha önce basılmış. Diğer iki eser ise basılmadığı gibi henüz başka bir nüshası da bulunmuyor. Mihrab-ı Aşk'ın basılan nüshasında esas alınan yazma defter ise Kocabaş'ın bulduğundan farklı. Kocabaş, bu durumu “Demek ki bu defterden iki adet var. Büyük ihtimalle bastırmak üzere diğer nüsha yazılarak gönderilmiş.” şeklinde açıklıyor. Ayrıca defterlerin içinde Beytur'un bazı mektupları ve geçmişte yayımlanmış makalelerinin kendisine ait elyazması nüshaları da bulunuyor.

 

Kocabaş, defterleri aldıktan sonra ilk olarak Mevlevihan Ahmet Kadri Yetiş Dede ile irtibat kurmuş. Mevlevihan Yetiş, eserlerin bulunmasından büyük mutluluk duyduğunu belirttikten sonra, çocukluğunda Bahari Hazretleri'nin yanında bulunduğunu ve bu eserleri de hayal meyal hatırladığını söylemiş. Vefatından sonra eserlerine sahip çıkılamadığını da eklemiş. Daha sonra Prof.Dr. Emine Yeniterzi ile görüşmüş. O da gönderdiği defter resimlerini ‘Sertarik Mesnevihan' merhum Şefik Can'ın öğrencisi Nur Artıran'a göstermiş. Artıran, defterlerin Bahari Hazretleri'nin el yazısı ve defteri olduğunu teyit etmiş.

 

Daha sonra Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Doç.Dr. Nuri Şimşekler ile görüşmüş. Şimşekler, Mevlevi şeyhi Bahari'nin bazı mektuplarını Pir Aşkına ismiyle kitaplaştıran isim. Bu kitabın 151. sayfasındaki 34. mektupta Bahari Hazretleri, "Şiir, Musiki ve Tarih İlmi Bakımından Mevleviler" isimli defterinden bahsediyor. Şimşekler, dipnotta bu kitap hakkında bir bilgiye ulaşılamadığını belirtmiş.

 

Kayıp olan defterleri bulan Kocabaş, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Türk İslam Edebiyatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hikmet Atik ile birlikte bu defterler üzerinde çalışarak yayımlama kararı almış. Kocabaş, "Defterlerin hikayesi tarihimizdeki önemli şahsiyetlerin bu kıymetli eserlerinin nasıl yok olduğunu ve içler acısı durumlarını ortaya koyuyor." değerlendirmesinde bulunuyor.

 

Ahmed Midhat Bahari Beytur, 1878 yılında İstanbul Eyüb Taşlıburun Sadi Dergahı’nda doğdu ve  çok kuvvetli bir tasavvuf ortamında büyüdü. Devrin mümtaz şahsiyetleri tarafından terbiye edilen Beytur, Bahariye Mevlevihanesi'nde Hüseyin Fahreddin Dede Efendi gibi bir mürşidin elinde yetişti. Kendisi de pek çok insan yetiştirdi. ‘Sertarik Mesnevihan' merhum Şefik Can'ın Bahari Hazretleri'ne manevi bir intisabı olmuşsa da bu beraberlik mürşit-mürit ilişkisinden ziyade iki dost şeklinde geçmiş.

Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 27.06.2013

VATİKAN'DA SANAL MÜZE

 

Vatikan tarihinde bir ilk: Ünlü Ertüsk mezarlığı Regoli - Galassi üç boyutlu bir modellemeyle sanal alemde ziyaretçilere açıldı.
 

Vatikan, tarihinde ilk defa bir video oyununa evsahipliği yapıyor. Artnews sitesinin haberine göre Avrupa'nın farklı ülkelerinden oluşturulan bir ekip, MÖ 7'nci yüzyıla ait bir Ertüsk mezarlığını birebir sanal dünyaya taşıdı. Roma 'nın kuzeyindeki Cerveteri kasabasında konumlanan Regolini - Galassi adıyla da bilinen mezarlığın gerçeğine ziyaretçilerin girmesi yasak. 'Etruscanning 3 D' adındaki proje, geçen kasımda İtalya 'nın uluslararası fuarı Archeovirtual'da birincilik ödülü almıştı. Projenin bir amacı da Regolini-Galassi'nin 2600 yıl önceki halini bilimsel bir temelde tekrar hayata geçirmek. Proje, üç metre genişliğinde yüksek çözünülürlüklü bir ekranla sunuluyor ve izleyiciye de hareket sensörüyle hem sitede gezinme hem de etraftaki tarihi kalıntılara daha yakından bakma fırsatı sunuyor.

Arkitera, 27.06.2013

SIĞACIK KALESİ 284 EVLE TURİZME AÇILACAK

 

 

"Türkiye'nin ilk yavaş şehri Seferihisar"daki 500 yıllık Sığacık Kalesi'nde bulunan 284 ev, yenilendikten sonra turizme açılacak. Seferihisar Belediyesi'nden yapılan açıklamaya göre, Seferihsar Belediye Başkanı Tunç Soyer, İzmir Valiliği İl Özel İdaresi, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Seferihisar Belediyesi ortaklığında gerçekleşecek Sığacık Kaleiçi Sokakları Sağlıklaştırma Projesi'nin yapılacak çalışmaları Kaleiçi sakinlerine anlattı.

 

İlçede günübirlik turizmin yanı sıra küçük ölçekli turizm ve ev pansiyonculuğu geliştirmek üzere bir proje hazırladıklarını belirten Soyer, ev pansiyonculuğu yapmak isteyen bölge halkına destek sağlayan bir sistemi devreye sokacaklarını belirtti. Sığacık Kalesi içindeki 284 evin, sit alanında olması nedeniyle yıllardır bakım ve onarımının yapılamadığını ifade eden Soyer, bunun için öncelikle evlerin restorasyonuyla ilgili proje hazırlattıklarını, Anıtlar Kurulu'ndan onay aldıklarını, ardından da İzmir Büyükşehir Belediyesi'yle protokol yapılarak uygulaması için finansman sağlandığını kaydetti.

 

Soyer, şunları belirtti: "284 evi bir tatil köyüne dönüştüreceğiz. Her evin 1 odasını turizme açmayı hedefliyoruz. Bir odanın iki yatak kapasiteli olduğu düşünülürse yaklaşık 600 yatak kapasiteli bir tatil köyüne dönüşecek. Ev sahiplerine istenen konfor standartlarına ulaşılması için yapacakları yatırımda rehberlik yapacağız, turizm hizmeti ile ilgili eğitim programları uygulayacağız. Cephe ve restorasyon çalışmalarını kasım ayı içerisinde tamamlanmasını planlıyoruz. Dünyanın en otantik tatil köyü Sığacık Kaleiçi evleri olacak. Kaleiçi'nde yaşayan 7'den 70'e yaklaşık bin 500 kişi de turizm personeli olacak. Dünyada eşi benzeri olmayan hayatla, tarihle iç içe, gerçek bir tatil köyü olacak."

 

Toplantıda proje kapsamında cephe giydirmeleri, çatısı olmayan evlere çatı yapımı, güneş enerjilerini çatıya gizleme, elektrik ve telefon hatlarını yeraltına alınması, altyapı içme suyu kanalizasyon hatlarının yenilenmesi ve mevcut parke taşın kaldırılarak alanın dokusuna uygun doğal taş yol düzenlemesi yapılacağı, çalışmalar için bölge sakinlerinden ücret talep edilmeyeceği bildirildi.

Yapı, 27.06.2013

BİZANS SEMPOZYUMU VE YENİKAPI'NIN BATIKLARI

 

Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu bugün AnaMed Oditoryumu’nda gerçekleştirilecek toplantılarla son buluyor.

Üç yılda bir yapılan sempozyumun bu yılki konusu Bizans’ta Ticaret başlığını taşıyordu. Bizans Araştırmaları Sempozyumları’nın, İstanbul’un tarihi açısından önemini belirtmek gerekiyor. Bu tarih iyice bilinmeden, bütün öğeleri incelenmeden, İstanbul’daki Bizans yapıları onarılmadan, birçok şey meçhulümüz olarak kalacaktır.


İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde de Saklı Limandan Hikayeler, Yenikapı’nın Batıkları sergisi açıldı.
Kataloğun Sunuş’unda Ömer M. Koç, kazının önemine değiniyor:


2004 yılından bu yana Marmaray ve Metro projeleri kapsamında Üsküdar-Sirkeci ile Yenikapı’daki arkeolojik araştırmalar, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü tarafından büyük bir özveri ile yürütülmektedir. Arkeolojik kazı ve sondajlarda gün yüzüne çıkan ve yeni buluntularla, Bizans dünyasında ticaret, gemi yapım teknikleri, gemi batıkları ve yükleri gibi birçok konuda oldukça çarpıcı yeni bilgiye ulaşıldı. Araştırmalar sanat tarihçileri, Bizans çevreleri ve arkeoloji camiasının yanı sıra tüm dünya tarafından heyecanla takip ediliyor.


Sergilenenler konusunda İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan, Önsöz’de bilgi veriyor: “Kazılar süresince Liman’da 37 batık bulundu. Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in bir liman kenti olarak ticari işlevine, bu dönemde kullanılan deniz ulaşım araçları olan tekneler ile bunların yapım tekniklerine, limanın günlük yaşamına ışık tutacak bilgilere bu batıklar sayesinde ulaşıldı. Arkeologların karada gerçekleştirdiği ilk batık kazısı olma özelliğiyle de ayrı bir değer taşır. Bilimsel literatüre katkılarının yanı sıra bilimsel prensiplerin doğru uygulanması için gerekli altyapının oluşturulmasını da sağlayarak Türkiye’nin ilk gemi konservasyon ve rekonstrüksiyon laboratuvarlarının açılmasına önayak oldu. Tüm bu gelişmeler ülkemizde gemi arkeolojisinde bir başlangıç olarak kabul gördü. Çalışmalar tamamlandığında İstanbul dünyanın en büyük antik gemi koleksiyonuna sahip olacak.”

 

* * *

 

Katalogdaki makaleler okunduğunda serginin daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyim.


Rahmi Asal’ın Yenikapı Kazıları ve İstanbul’un Antikçağ Ticareti yazısında önceki serginin gördüğü ilgiden söz ediliyor.


Birinci sergi, gene Sevgi Gönül Bizans Sempozyumu ile eşzamanlı olarak açılmıştı.
2007 yılında açılan sergi, “Gün Işığında İstanbul’un 8000 yılı: Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları” idi.


İstanbul’un çekirdeğini oluşturan birçok şey bu sergi ile göz önüne gelmişti.


Asal’ın belirttiği başka bir ilgi çekici yön de Yenikapı’daki limanda gemicilerin hayatına dair bulgulardı. Meşakkatli bir yaşamları olduğunu gösteriyordu. Bu kazılar, Yenikapı Batıkları’nın gemi yapımı araştırmalarına da katkısından söz ediyorlar.

 

* * *

 

Serginin İstanbul’da yaşayan herkesin ilgisini çekeceğinden kuşkum yok.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 27.06.2013

500 YILLIK ŞİFAHANE
TIP MÜZESİ'NE
DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

 

Manisa'da bulunan 500 yıllık şifahanenin Tıp Müzesi'ne dönüştürülmesi projesi kapsamında Zafer Kalkınma Ajansı ile Celal Bayar Üniversitesi arasında mali destek protokolü  imzalandı.

Projeye 214 bin lira mali destek sağlanacağı belirtildi.

Yapı, 27.06.2013

İŞKENCEYLE ANILAN TARİHİ BİNA KİRALIK

 

 

İstanbul Sirkeci'deki tarihi binalardan biri olan Sansaryan Han, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarım karşılığı kiraya verilecek. Bin 505 metrekarelik arsa üzerinde kurulu tarihi bina için 11 milyon 660 bin lira onarım bedeli belirlendi. 18 Temmuz'daki ihaleyle 20 yıl süresince kiralanacak tarihi bina için ilk yıl, aylık 120 bin lira kira değeri biçildi. Binanın restorasyonu 18 ayda tamamlanarak açılışı yapılacak. Han, 1895 yılında mimar Joseph Aznavour tarafından Ermeni tüccar Sansaryan için inşa edildi. Uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanıldı. İhtilal dönemlerinde sorgu ve işkencelere ev sahipliği yapan tarihi bina, yüksek tavanlı daracık odalarından dolayı adı "tabutluk" olarak anıldı. Vedat Türkali'nin romanlarında, Nazım Hikmet'in şiirlerinde, Türkçü akımın öncülerinden Reha Oğuz Türkkan'ın anılarında da işkence odalarıyla yer aldı. O dönemde çok sayıda yazar, aydın, sanatçının hücre hapsinde kaldığı binada Nazım Hikmet, Vedat Türkali, Ece Ayhan, Aziz Nesin, Attila İlhan, Mihri Belli, Vartan İhmalyan, Ahmet Arif, Ruhi Su'nun yanı sıra 68 kuşağından Cihan Alptekin, Ömer Ayna gibi isimler sorgulandı. Bina, daha sonra Sirkeci Adliyesi oldu. 118 yaşındaki tarihi bina, 6 kattan oluşuyor.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 27.06.2013

TÜRKİYE, DÜNYA SANAT OLİMPİYATLARINDA SEKİZ KİŞİ İLE TEMSİL EDİLECEK

 

 

Dünyanın ilk Sanat Olimpiyatı olan World Art Games 29 Haziran-10 Temmuz günlerinde Hırvatistan'da düzenlenecek. Ludbreg, Vukovar, Umag, Osijek, Zagrep kentlerinde 50 üye ülkeden 500 sanatçının katılacağı Sanat Olimpiyatları'nda Türkiye, 8 kişilik ekiple temsil edilecek.

 

Resim, heykel, seramik, fotoğraf, edebiyat, tiyatro, bale, opera, müzik, TV, film, sokak sanatları, iç mimari, moda tasarım, mutfak sanatları olmak üzere 15 kategoride yapılacak etkinliklere katılan ülkeler kendi kültür ve sanatlarını icra ederken, 2015 yılında yapılması planlanan 2. Sanat Olimpiyatları'na ev sahipliği yapmak için de organizasyon komitesini ikna etmeye çalışacak.

Etkinlikte, Türkiye'den seramik sanatçıları Tüzüm Kızılcan ve Serkan Gönenç, cam sanatçıları Gülin Algül, Tülin Yiğit Akgül, ressamlar Derya Var, Emel Atalay, Zeynep Köstepen ile oyuncu Dilara Var katılacak. Sanatçılar, geleneksel Türk sanatlarının çağdaş yorumlarını, etkinliğe katılacak ülkelerin temsilcileriyle paylaşacak.

Hırvatistan'a hareketlerinden önce Hırvatistan'ın İzmir Fahri Konsolosu Candan Çorbacıoğlu'nu, Zagrep'te ise Türkiye'nin Zagrep Büyükelçisi Burak Özügergin'i ziyaret edecek olan Derya Var kaptanlığındaki Türk Milli Takımı, 2015 yılında etkinliğin İzmir'de yapılması yönünde çalışmalar yürütecek.
 

AA muhabirine açıklama yapan Derya Var, Konak Belediyesi'ne kendilerine verdiği destekten ötürü teşekkür ederek, İzmir'in böyle bir etkinliğe ev sahipliğini yapacak potansiyele sahip olduğunu söyledi.

 

GEÇEN YIL TANITIM KONFERANSI İZMİR'DEYDİ

Dünya Sanat Olimpiyatları'nın en önemli tanıtım organizasyonlarından biri olan "WAG-Uluslararası İzmir Konferansı" geçtiğimiz yıl eylül ayında İzmir'de, Dünya Sanat Olimpiyatları Derneği-Türkiye Ulusal Komitesi tarafından organize edilmiş ve Avrupa, Asya, Afrika'dan toplam 60 WAG Ulusal Komite temsilcileri 2013 yılında gerçekleştirecekleri ortak kültür girişimlerinin finanse edilmesi hakkında görüş alışverişinde bulunmuşlardı.

Bu girişim dahilinde yapılan etkinlikler Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Konak Belediyesi, Ege Üniversitesi tarafından desteklenmiş, konferans programı kapsamında birçok tartışma, resmi görüşme, konser ve sergi yapılmıştı.

Hürriyet, 26.06.2013

ŞUHUT ULU CAMİİ VE HAMAMI RESTORE EDİLECEK

 

Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü resmi internet sitesinde yayınladığı ilanla 08.07.2013 tarihinde hamam ve 09.07.2013 tarihinde Ulu Caminin restorasyon ihalesinin yapılacağını duyurdu.

 

Şuhut İlçesi'nde bulunan hamam ve Ulu Caminin tadilat yapılması hususunda sona gelindi. Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü bünyesinde, kültür varlıkları listesinde bulunan bu iki eser Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından daha önce yapılan açıklamada ödenek yetersizliğinden dolayı tadilat edilemediği duyurulmuştu. Şuhut  Belediye başkanı Recep Bozkurt’ un yakından takip ettiği hamam ve Ulu Cami konusunda ihale süreci başladı.

Afyon Haber, 26.06.2013

PARİS'İN SİMGESİ OLAN
EYFEL KULESİ
GREV NEDENİYLE KAPALI

 

 

Yılın 365 günü açık olan Eyfel Kulesi grev nedeniyle dünden beri kapalı. 300 kadar çalışan, sendikaları CGT'nin yaptığı çağrı üzerine çalışma koşullarının düzeltilmesi ve ücret artışı talebiyle greve gitti.

 

1889 yılında Gustave Eiffel tarafından inşaa edilen kule, kurulduğu tarihten bugüne kadar 250 milyona yakın kişi tarafından ziyaret edildi.

 

Fransa'nın dünyadaki sembolü olan Eyfel Kulesi'ni, çoğunluğu yurt dışından olmak üzere yılda ortalama 7 milyona yakın kişi ziyaret ediyor.

Bu rakamlar Eyfel'i dünyada en çok ziyaret edilen ücretli yapıların başına koyuyor.

Hürriyet, 26.06.2013

'YAYALAŞTIRMA PROJESİ'NDE MAHKEME KARAR VERDİ

 

'Taksim Yayalaştırma Projesi'ne ilişkin tadilatların ve Koruma Kurulu kararının iptaline ilişkin davanın ilk duruşması görüldü. Mahkeme heyeti kararını yazılı olarak açıklayacak. Kararın açıklanmasının bir aya kadar da uzayabileceği belirtiliyor.

 

Taksim Platformu üyelerinin de aralarında yeraldığı vatandaşların, Topçu Kışlası, AKM ve yayalaştırma çalışmaları projelerinin içinde bulunduğu plan tadilatlarının iptaline yönelik açtıkları dava görüldü.

 

İstanbul 4. İdare mahkemesi'nde, görülen davaya, davacılar Avukat Gonca Yılmaz, Taksim Platformunun üyeleri, vatandaşlar ile davalı taraf İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kültür Bakanlığı'nın avukatları katıldı. Avukat Gonca Yılmaz, Taksim Meydanı'nın düzenlenmesini içeren imar planın iptali için dava açtıklarını ve mahkemeye 25 sayfalık dilekçe sunduklarını belirtti.

Taksim Meydanı'nın 1993 yılında kentsel sit alanı ilan edildiğini söyleyen Avukat Yılmaz, 6 Ocak 1999 yılında da Taksim Meydanı'nın, Cumhuriyet Anıtı, Gezi Parkı ve AKM'nin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu yönünde 1 No'lu Koruma Kurulu’nun bir kararı bulunduğunu söyledi.

"PLAN HALKA SORULMAMIŞTIR"

Taksim Yayalaştırma Projesinin mevzuata aykırı olduğunu savunan Avukat Yılmaz, "Bu plan tadilatları sivil toplum kuruluşlarına ve halka sorulmamıştır. Halkın katılımı engellenmiştir. Bu nedenle bile bu plan düşüyor. Halk söz konusu projelere ilişkin demokratik şekilde tepkilerini dile getirmiştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Topçu Kışlası'nın AVM olacağını açıklamıştır" dedi. Avukatın bu sözleri üzerine mahkeme başkanı "Konumuz dışına çıkmayalım" diyerek uyarıda bulundu.

 

"TAKSİM YAYALAŞTIRMA DENİLEN PROJENİN BEN YAYALAŞTIRMA OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM"

Avukat Yılmaz, " Yayalaştırma Projesi aslında yayalaştırmama projesi. Halkın Taksim’e gitmesi için duvarlara yapışarak yürümesi gerekiyor. Gezi Parkı’na girilmiş, Gezi Parkı'na tecavüz edildi. Parkın 747 metrekaresi artık yok" dedi. "Taksim Yayalaştırma denilen projenin ben yayalaştırma olmadığını düşünüyorum" diyen Avukat Yılmaz, Taksim Yayalaştırma Projesi'ne ilişkin fotoğrafları da heyete göstererek projenin mevzuata aykırı oldığınu söyledi.

 

Fransa ve İngiltere'de yapılan yayalaştırma projelerine ilişkin fotoğrafları da mahkeme heyetine gösteren Gonca Yılmaz, "İngiltere'de meydanlara araç giremez. Kültür miraslarının korunması için egzos dumanlarının da olmaması gerekiyor. İngiltere'de kent merkezine gitmek için vergi uygulaması getirilmiş ve vatandaşların metroyu kullanması öneriliyor. Ben kültür varlıklarının korunması gerektiğini söylüyorum. Yayalaştırma projesi yayalaştırma sağlayamaz, yayaların yürümesinin imkansız olacağı bir projedir. Her yönüyle plan hukuka aykırıdır.Halkta bunu düşünüyor. Planın iptalini ve yürütmeyi durdurma kararı verilmesini talep ediyoruz" diye konuştu.

 

KARAR DOSYA ÜZERİNDEN GÖRÜLECEK

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını temsil eden avukatı ise Taksim’de yapılanların tamamen hukuka uygun olarak yürütüldüğünü söyledi. Avukatlar davanın reddine karar verilmesini talep etti. Avukat konuşmasını salondan yükselen gülüşmeler nedeniyle zaman zaman yarıda kesti. Mahkeme Başkanı duruşmanın bittiğini, kararının taraf avukatlarına yazılı olarak verileceğini söyledi.

 

GAZETECİLER İLE PLATFORM ÜYELERİ ARASINDA GERGİNLİK

Duruşmanın ardınan Taksim Platformu üyeleri, "Bu daha başlangıç mücadeleye devam" ve "Taksim bizimdir bizim kalacak" şeklinde slogan atarak, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin binası önünde toplandı.

"PLAN TADİLATLARININDA HUKUKA AYKIRI OLDUĞUNU DURUŞMADA DİLE GETİRDİK"

Davaya ilişkin bilgi veren Avukat Gonca Yılmaz vatandaşlar olarak açtıkları davanın duruşmasının görüldüğünü söyleyerek şöyle konuştu:

"Geçen sene Mayıs 2012'de açmış olduğumuz davada, bugün Taksim Meydan Projesi olarak anılan, yayalaştırma projesi olarak anılan plan tadilatlarının iptali için vatandaşlar olarak başvurmuştuk. Ben de vatandaşları temsilen bu davayı açtım. Aradan geçen zaman içinde biz defalarca yürütmeyi durdurma istedik. Maalesef yürütmeyi durdurma taleplerimiz reddedildi. Bu red kararları sonucunda maalesef, sizin de gördüğünüz inşaatlar başladı. Hukuka aykırı olduğunu düşündüğümüz inşaatlardı bunlar zaten. Plan tadilatlarınında hukuka aykırı olduğunu duruşmada dile getirdik.

 

Dedik ki, 'Böyle bir yayalaştırma projesi olmaz. Çünkü sizin yayalaştırma projesi dediğiniz şey, idari işlemin konu, amaç, maksat ve şekil bakımdan aykırılık teşkil etmektedir' dedik.

 

Çünkü dedik ki 'Bu plan tadilatlarında plan notlarında, Topçu Kışlası olarak bahsedilen bugün Gezi olaylarının başlamasına neden olan o ucube yapının maalesef plan notlarında da geçtiğini görüyoruz. Bir planlama anlayışına aykırıdır bu. Çünkü, siz bir yerde plan yapıcaksanız, yeşil alanı yapılaşmaya açacaksanız, bir kültür mirasının yok olmasına neden olacaksanız bunun en azından imar planlarına geçirilmesi gerekmektedir.

 

Hem imar yasasına göre hem koruma kanuna göre koruma amaçlı imar planlarının bu şekilde yapılması gerekmektedir. Ama maalesef bu mevzuata uyulmuştur ne kendi yaptıkları imar plan tadilatlarına uyulmuştur. 27 Mayıs'da bu halkın ayaklanmasına neden olan olay aslında koruma kurulu Asker Ocağı Caddesi'ndeki o Gezi Parkı'na dalan projeyi onaylamamıştır. Kurul kararı olmasına rağmen o caddeye de girilmiştir. O caddeye girilmesi hem koruma kurulu kararına aykırı, hem kendi planlarına aykırı. Kendileri sunmuştur çünkü koruma kurulana bu planları ve kendi kararlarına uymamışlardır. Bir kez daha bunları duruşmada dile getirdik. Yürütmeyi durdurma talebiz oldu, kararı bekliyeceğiz."

 

Bu arada açıklama öncesinde gazeteciler ile platform üyeleri arasında kısa süreli bir gerginlik yaşandı.

Milliyet, 26.06.2013

"GEZİ PARKI BİZE BİR DEVRİN BATTIĞINI GÖSTERDİ"

 

 

Kent ve medya söyleşilerimize devam ediyoruz. Radikal Gazetesi haber müdürü Ömer Erbil ile Gezi Parkı eylemlerini ve son 11 yılda hükümetin kentsel politikalarını konuştuk.
 

Bahar Bayhan: Şimdiye kadar tüm kentsel projeler medyada rant aracı olarak siyasi tartışmalara konu oldu, iktidarın icraatları olarak sunuldu . Mimarlık, şehircilik, arkeoloji gibi meseleler sizin gibi gazeteciler dışında pek dile getirilmedi. Son 10 yıllık süreçte anaakım medyanın kente dair üretimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ömer Erbil: Dün şöyle bir tweet attım: "Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın bu topraklar bir devrin battığı yerdir." Son yirmi günde bir eşik atladık. Ben gazetecilik hayatım boyunca hep kültür varlıklarının korunması yönünde haber yaptım. Kentin tarihi ve kültürel dokusunun korunması yönünde. Kendi gazetecilik hayatımdan söz ederek anlatmak istiyorum. Başlarda çalıştığım kurumlarda bu tür haberlere kısa haberler gözüyle bakılıyordu. Hatta yazı işlerinde muhabirlik hayatım boyunca "Yine taş haberi mi getirdin?", "Yine ağaç mı? "Yine sit alanı mı?" gibi tepkilerle karşılaşıyordum ama aradan 20 yıl geçtikten sonra bu tür haberlerin bir bilinç oluşturduğunu, hafiza oluşturduğunu söyleyebilirim. Daha sonra o haberlere insanların önem vermeye başladığını gördüm. Bunu yanısıra diğer gazetelerin de bu alanlarda muhabirler yetiştirmeye çalıştığını ya da muhabirlerin o alanlara eğildiğini görmeye başladım. Kültür varlıklarının korunması yönünde benim örnek aldığım insanlaran biri Özgen Acar'dır. Mimarlık konusunda özellikle kent bilinci, kent kültürü konusunda da Oktay Ekinci vardır. Bir de kendi adımı sayabilirim bu konuda. Bu alanda uzmanlaşmış insanlar yoktu ama son dönemde medyada bu konuya eğilen çok sayıda arkadaşımız çıktı. Ben bundan çok gurur duyuyorum çünkü bu sadece benim, sadece Oktay abinin, sadece Özgen abinin yapabilceği bir şey değil. Aslında bütün gazetecilerde olması gereken bir şey çünkü biz bu şehirde yaşıyoruz, bu ülkede yaşıyoruz, bu ülkenin kültür varlıklarını, bu ülkenin doğal güzelliklerini korumak hepimizin görevi. Bu noktada medyanın son yirmi yıl içerisinde çok ciddi bir değişim yaşadığını gözlemleyebiliyorum. Tabi son on yıla da bakacak olursak AKP iktidarıyla birlikte şunu kabul etmek lazım ki inşaat sektörünün inanılmaz derecede patlamasıyla ekonomide önemli bir canlanma sözkonusu. Bu patlamayla birlikte tabi korkunç bir rant ortaya çıktı. Yani biz bu rant paylaşımının kente, insana, kamuya ne kadar zarar verdiğini ortaya koymaya çalıştık. Bizi kaale alan olmadı aslında. Hükümet açısından söylüyorum.

Ama işte Gezi Parkı'nda bu gerçek ortaya çıktı. Umursamadığını düşündüğümüz halk aslında bunu hafızasında biriktirdi. Bence Gezi Parkı bu hafızadaki birikimin patlaması. Bu birikimin öfkesidir. Mesela ben Onaltı Dokuz'un İstanbul'un silüetine nasıl zarar verdiğini manşet yaptıktan sonra gelen tepkileri gördüğümde "Halk bu konuda uyanmaya başladı" diyordum. Ama hükümet kanadından hiç ses yoktu. Başbakan binalar hakkında serzenişte bulunmuştu ama bunun sorumlusu da Başbakan'dır, İstanbul'u yöneten belediye başkanıdır, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dır. Ertuğrul Günay'ın arkeolojiye ilgisini biliyorum. Fakat Taksim Yayalaştırma Projesi başladığı anda ben Radikal'deki manşetimde "Burası kentsel sit alanıdır burada müze denetimsiz kazı yapamazsınız, burası elle kazılmalıdır" diye yazmıştım, bundan sonra Ertuğrul Bey beni eleştirmişti. Şahsımı, Başbakan ile Belediye Başkanı ile karşı karşıya getirmekle suçlamıştı. Taksim Yayalaştırma Projesi'ne biz Radikal olarak karşı çıktık. Bu projeyi yapabilirsiniz ama bunu yaparken yasaların size izin verdiği ölçülerde yapmak zorundasınız. Yayalaştırma projesi ayrıca tartışılır, ki bana göre yanlıştır. Battı çıktı yapmak dünyada terkedilen bir yöntemdir. Mesela Ankara bunu yaptı, Ankara'nın trafiği keşmekeşe döndü. Ben diyorum ki "Bunu yaparken imar yasası, koruma yasası sana nasıl yapmanı söylüyorsa sen o çerçevede yapmalısın." Ben devletim, ben buraya AVM, rezidans yaparım diyemezsin çünkü vatandaşa uyguladığın yasa senin için de geçerli ve o yasa bunu yapmana izin vermiyor. Tabii ki bir tarihin ihya edilmesi çok güzel bir şey buna kimse karşı çıkmaz. Ama şurda Rami Kışlası var harabe halde. Kışla restore edilmek isteniyorsa orayı restore etsinler. Bugün Sultanahmet Meydanı içersinde 170'ten fazla cami ve mescit yok edilmiş. Yine yüzlerce sokak çeşmesi harabe halde. Buyrun onları ihya edin. Taksim Yayalaştırma Projesi açıklandığı andan itibaren hem kişisel olarak hem gazete olarak karşı çıktığımız şey bu projenin mevzuata, imar yasalarına, koruma yasalarına uygun yapılmamasıydı. Yani Gezi'de de aynı şey geçerli. Mesela İBB'nin imar planında park olarak ayırdığı yeri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı imar planındaki kararın 10 yıldır uygulanmamasını bahane göstererek bu alanı konut inşasına açıyor. Tartışacağımız o kadar çok şey var ki. Mesela plan yapma yetkisi kimde? Başlı başına sorun burda başlıyor zaten. Belediye yapıyor ÇŞB bozuyor. İlçe belediyelerinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın plan yapma yetkisi var. Gezi Parkı eylemleri bütün karmaşanın patlamasıdır.

 

BB: Mesele çok çabuk komplo söylemine çevrildi. Yani burada kentsel sorunlara karşı duran insanların toplandığı gözardı edildi.

ÖE: Söylem değişti. Neden değiştiğine şöyle bir açıklık getireyim. Aklı selim hiç kimse İstanbul'un ortasındaki küçücük bir yeşil alanın korkunç bir projeyle beton haline getirilmesini kabul etmez. Ki Başbakan'ın çevresindeki gruplar bile bu projeye karşı çıktılar. Ortaya çıkan öfke patlamasının ana konusu buydu, Gezi Parkı'na kışla yapılmasına karşı çıkmaktı. Burada hükümet olarak kışla yapılmasında ısrar edilirse buradaki öfke kendi içlerine kadar yayılabilirdi. AKP bunu sonradan gördü, üç beş gün sonra. Peki buradaki söylem ne olmalıydı? Kışla yapmaktan vazgeçilmiyor çünkü kendini mağlup olmuş gibi algılıyor. Sayın Başbakan'ın bu konuda başka bir söylem bulması gerekiyordu. Olaylar çığ gibi büyümeye başlayınca haliyle bundan yararlanmak isteyen bir takım insanlar ortaya çıkmaya başladı. İşte Başbakan çıkış yolunu orada buldu. "Bunların derdi Gezi Parkı değil, bizi devirmek, iktidarı devirmek" diyebildi. Birkaç kişinin çıkıp sağı solu yakması, Başbakanlık Ofisi'ne saldırmaya çalışması, sağa sola ağza alınmayacak ifadelerle sloganlar atılması, birtakım örgüt bayraklarının asılması Başbakan'ın söylemi değiştirmesine neden oldu. Ama bu söylemin yetmediğini gördüler. Çünkü insanlar da bazı şeylerin farkındaydı. Başbakan için de Taksim Dayanışması için de mahkeme kararı kurtarıcı olacaktı ama bir türlü çıkmadı o karar. Söylemin değişmesinin sebebi halkın bu konudaki tepkisi, direnişi oldu. Ama bunu da gördüler çünkü kendi tabanlarında bile kışlanın yapılmamasını düşünenler vardı. Sonuçta bu kışla Türkiye'nin kurtuluşu olacak bir proje değil ki. Mesela 3. Köprü'de birtakım haklı nedenler ortaya koyabilirsiniz, köprüyü yaparken işte doğaya verdiğiniz zararı tolere edecek haklı nedenler ortaya çıkarabilirsiniz, bunlar tartışılır. Ama Gezi'de böyle birşey yok. 1780 yılında III. Selim tarafından yapılmış bir kışlayı yeniden ihya ederek ülkeye kazandıracağınız hiçbir şey yok. Başbakan başta rezidans, otel ihtiyacı var otel demişti. O kadar çok otel yapılabilecek yer varken niye Taksim? Yani haklı neden bulamadılar ve bu yüzden de bu öfke ciddi anlamda yankı buldu. Tabi bunun arka planında da yine diğer birçok uygulama var ve Gezi Parkı bir patlama noktası oldu.

 

"Mesele gerçekten sadece Gezi Parkı değildir. Gezi Parkı eylemleri, haksız rant politikalarının yarattığı bir patlamadır."

 

BB: Belki de Topçu Kışlası'ndaki ısrar son on yıllık AKP iktidarının kent politikalarındaki "yaptım, oldu" anlayışının simgesi oldu.

ÖE: Zaten problem orada başlıyor. Sayın Başbakan olaylar başlamadan önceki bir grup toplantısında "Ağlasanız da, sızlasanız da ben oraya rezidans, AVM yapacağım." dedi açık açık. Yani insanların kızdığı nokta bu. Ben projeyi incelemiştim. Proje 10 katlı apartman yüksekliğinde. Yani emin olun o proje gezi parkına yapıldığında taksim meydanında nefes alacak bir alan olmayacak. Oraya korkunç bir kütle getiriyor. Biz başka yerlerdeki ihya projelerini de gördük.

Mesela vakıfların yaptığı restorasyonların tamamı yanlış. Niye? Türkiye'de restorasyon yapabilecek kabiliyete sahip teknik eleman, bilgili müteahhit firma sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Restorasyon yapılması hoşuma gidiyor ama bunun usulünün, üslubunun, teknik altyapısının, her şeyin uygun olması lazım. Eğer projeyi denetleyen eleman sayınız yeterli değilse, bu uygulamayı yapacak teknik altyapınız, teknik elemanınız yeterli değilse, müteaahhit bu konuda bilinçli değilse yapılan restorasyondan nasıl bir sonuç beklenebilir ki? Şimdi öyle şeyler duyduk ki. Örnek vereyim, Ayasofya'nın türbelerini restore eden firmanın asıl işi Diyarbakır'da plastik çanta imalatı. Alan firma bu işten hiç anlamadığı için başka bir taşeron firmaya yaptırıyor. Verdiği taşeron firmanın da işi karadenizli müteahhit zihniyetiyle ev yapmak. Bu insanlara Mimar Sinan'ın yaptığı türbenin restorasyon onarımı verildi. O kadar çok örnek var ki. Bu konuda Kültür Bakanlığı'nı suçlamam çünkü gerçekten bu restorasyonları daha ehli kişilere vermeye çalışmışlardır. Vakıflar ise tüm restorasyonları baraj, yol inşaatları yapan firmalara verdiler. Korkunç paralarla verildi ve inanılmaz kötü restorasyonlar çıktı. Bunun denetimini bile yapacak adam yoktu. Horasan bir duvarın derzlerinin doldurulması işi normal bir sıva ustasına denetletildi. Yani bu anlamda korkunç şeyler yaşadık hala da yaşamaya da devam ediyoruz. Bir örnek de Süleymaniye'yi vereyim. Restorasyonunun ihale şartnamesine "daha önce büyük bir cami restorasyonu işinde bulunmak" diye bir şart koyuyorlar. İhaleye giren firmalardan en az teklifi de veren yıllarca Ayasofya'yı restore etmiş bir firma. Fakat Ayasofya'nın cami değil müze olduğunu söyleyerek ihale başkasına verildi. Ayasofya'nın müze değil cami olması gerek diyen bir zihniyet, ihale aşamasına gelindiğinde kendi istedikleri firmaya işi vermek için "burası cami değil müze" diyebilecek kadar da kendi zihniyetlerini aşağıladı. Sonunda Süleymaniye'nin bütün akustiğini bozdular. Hep birilerine para akıtmak derdiyle yola çıktığımızda tarihinizi de, kültürünüzü de, herşeyinizi yok edersiniz. Şimdi biz bunları hep yazdık. Başka gazetelerden arkadaşlar da yazdı. Şimdi Gezi, bütün bunların patlamasıdır. Yani hakikaten mesele sadece park değildir ama ben o anlamda söylemiyorum. Eğer gerçekten burada amaç bu iktidarı bir ihtilalle devirmekse ben orada "dur" derim. Ben demokraside insanların haklı tepkilerini ortaya koymaları gerektiğine inanırım. Ama bu yakıp yıkmak değildir, iktidarı devirmek değildir. Bunun yeri sandıktır. O anlamda söylemiyorum ama meselenin Gezi Parkı olmadığını şu anlamda söylüyorum; yıllardır devam eden haksız bir rant süreci var ve siz kendi tarihinizi, kendi doğal güzelliklerinizi yok etmeye uğraşıyosunuz. Belki insanlar bunu okuyup o an tepki vemiyor ama bunlar öfkeyi daha da büyük bir şekilde karşınıza çıkarıyor. Ben gerçekten meselenin sadece Gezi olmadığını, farklı şey olduğunu böyle yorumluyorum.

 

BB: İnanılmaz bir çelişki var ortada. Bir yanda Yenikapı kazılarındaki bulgular için "çanak çömlek" tabiri, tarihi Emek Sineması'nın yıkımına ses çıkarmamış bir hükümet var. Ve bunların karşısında Topçu Kışlası'nın ihyası. Bu çelişkiyi nasıl yorumluyosunuz?

ÖE: Tabi şimdi Sayın Başbakan Yenikapı'da bi taraftan diyor ki "dört tane çanak çömlek için kıyamet koparılıyor". Fakat o dört tane çanak çömlek dediği şeyin arka planını ya bilmiyor, ya kendisine bu konuda iyi aktarım yapılmıyor, ya da hakiketen sadece siyaseten konuşuyor. Ben şimdi Yenikapı'yı başladığı yıldan beri takip ettim. Yenikapı birçok badire atlattı. İş makinesiyle giriyolardı, hiç arkeolog giremeyecekti. O dönemde ben Milliyet'teydim. Manşet yazdık. Hatta 8.500 yıllık insan iskeletlerinin bulunmaısndan bir hafta önce iş makinasıyla girme kararı almışlardı. Hatta o kelli felli arkeoloji hocalarından birçoğu buna destek vermişlerdi çünkü yeterince kazdık artık tabana geldik diyorlardı. Ama ben orda kazı yapan arkeologlarla konuştuğumda "Biz neolitik bekliyoruz. Buraya iş makinası girerse neolitik bulma şansımız yok." diyorlardı. Ben de iş makinası girmemesi yönünde yayınlar yapıyordum ve artık iş makinası gireceğinin akşamı müthiş bir haber geldi. Urne tipi bir mezar bulmuşlardı. Ertesi gün iş makinasının gireceği bilindiği için ben hemen gece baskıya soktum ve ertesi gün iş makinaları girmedi. Daha sonra kazılar elle devam etti ve sonuçta biz İstanbul'un tarihini 6.500'e kadar götürüyoduk. 2000 yıl daha geriye gitme şansı yakaladık orada ve ayak izleri çıktı, beraberinde yaşam kültürlerini anlatan evlerin temelleri çıktı. Bunun yanında neolitik dönemin insanına dair buluntular ortaya çıktı. Bunu Türkiye Cumhuriyeti İstanbul'la ilgili tanıtımlarda, mesela İstanbul kültür başkentleri toplantısında bunu ballandırarak anlatıyordu çünkü bütün dünyanın ilgisini çekmişti. Bunları bilimsel olarak Türkiye Cumhuriyeti politika olarak anlatıyor yurtdışında, İstanbul'un tanıtımlarında bunu kullanıyor. Ama aynı hükümetin Başbakanı bunlara çanak çömlek parçaları diyor. Çelişki burada başlıyor zaten. Tabi Sayın Başbakan'ın anlamadığı nokta şu; çanak çömlek dedikleri Avrupa kültürünün temellerini oluşturuyor. İstanbul sevdalısı bir Başbakan bunları anlatırken kalkıp çanak çömlek diyor. Şimdi sizin bahsettiğiniz çelişkiye geliyorum. Topçu Kışlası'nın yerinde park değil de, harabe kışla olsaydı buradaki harabe kışlanın ihya edilmesi kimseyi bu kadar rahatsız etmezdi. Mesele Topçu Kışlası'nın oraya yapılması değil, mesele orada kalan küçük bir sosyal donatı alanının, parkın yok edilip yerine betondan korkunç bir kütlenin getirilmesi. Mesela ben hiç kimsenin Sultanahmet'teki bir kışlanın ihya edilip turizme kazandırılma düşüncesine karşı çıkacağını düşünmüyorum. Ama artık burası park olmuş, sosyal donatı ihtiyacımız var, zaten bu bölgede yeşil alanımız yok. Bu alana siz yeniden kütle getiriyosunuz yani insanların karşı çıktığı nokta bu. Ama Başbakan bir siyasi inatlaşma noktasına da getirdi durumu, tek adam olarak, "yaptım oldu" anlayışıyla hareket ediyor.

 

BB: İstanbul Büyükşehir Belediyesi de burada söz sahibi olamadı mesela.

ÖE: Tabi. Bu Başbakan'ın işi değildir ki. Proje zaten İBB'de ama zaten büyükşehir belediye başkanımız kayıp. Başbakan bunu siyasi inatlaşma noktasına getirdi ama ben maalesef Sayın Başbakan'ın etrafında bu konuda ona brief verecek, bu konuları ona anlatacak hiç kimsenin olmadığını düşünüyorum. Varsa bile bunları konuşma cesaretinde bulunamıyorlar. O yüzden Sayın Başbakan "ben yüzde elliyle geldim, benim dediğim olur" şeklinde hareket ediyor. Koruma yasası da bu projeye izin vermiyor çünkü Gezi Parkı doğal sit alanı. Hala bu konuda bir karar çıkarabilmiş değiller. İhya edeceksiniz ama mevcut parkın tescilini ne yapacaksınız? Velhasıl ben Başbakan'ın asıl çelişkisinin bu noktada başladığını düşünüyorum. Yani karşıt taraftaki insanların görüşlerini siyasi olarak ele alarak birinci hataya başlıyor. Olayları diğer taraftan düşünmeye başlasaydı eminim ki "yargı ne derse onu yapacağım, yargı bana yapma izni verse bile ben halka soracağım" noktasına en başından gelirdi. Sağlıklı düşünmediğini veya en başından etrafındakilerin bu konuda kendisine çok iyi aktarım yapmadığını düşünüyorum.

 

BB: Topçu Kışlası'ndaki ısrar başka konulara da bağlandı, sadece siyasi bir ısrar olmadığı söylendi. Taksim İstanbul'un en önemli meydanı ve "her iktidarın böyle bir alanda simge oluşturma arzusuyla Başbakan Topçu Kışlası'nı ihya ediyor" dendi. Diğer taraftan da "muhafazakar tabanın ideolojik simgesi olduğu için yapılıyor" söylentileri de çıktı ortaya.

ÖE: Ben bunlara pek katılmam. Eğer cami konusunda ısrar etseydi "evet" derdim ama Topçu Kışlası'ndaki ısrarının bu olduğunu düşünmüyorum. Taksim'e biz de bir simge koyalım, yani Topçu Kışlası değil de o simge AKM'yi yıkıp yerine başka bir şey yapmak olabilir. Cami yapmak simge olur çünkü cami meselesi Refah Partisi dönemine kadar gider . Topçu Kışlası için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bence tamamen Başbakan burada siyasi bir inat içine girdi. Zaten daha Halil Onur'un projesi bile tartışmalı. Ortada bir ihale de yok. Ben kendi tabanından bile tepki almasına neden olacak bir projeye bu tür şeylerden dolayı kalkışıcağını düşünmüyorum. Ama siyasi bir inat olduğu kesin. Eğer bütün bunlar Başbakan'a daha önce anlatılsaydı ya da anlatılmasına izin verseydi eminim o projeyi yapmaktan vazgeçerdi. Biliyosunuz biz Radikal olarak "Central Park gibi park daha da büyütülsün, AKM'nin yeri de park olsun, Maçka'ya rahat rahat insanlar yürüsün ve bütün bir park olsun" dediğimizde grup toplantısında bize Sayın Başbakan çıkıştı. "Çıkmışlar bir de Central Park olacakmış, siz oranın kaç metrekare olduğunu bile bilmiyorsunuz" gibi sözler etti. Niye olmasın? Niye İstanbul'un merkezinde insanların gezip yürüyüş yapabildikleri bir Central Park olmasın. Bence çok da güzel yapılabilecek bir şey. Ama bu tabi sadece bizim ütopyamız.

 

Şimdi çok kızacaklar bu sözlerime ama samimiyetsizlik aslında sadece iktidarda değil. İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına hesabı. Bizim medyamızda, mimarlarımızda, arkeologlarımızda da çok samimiyetsizlik var. Mesela bugün eylemlerde ön planlarda olan ÇARŞI'ya Gezi Parkı için verdiği desteğe teşekkür ediyorum ama aynı samimiyeti onlardan İnönü Stadı için de bekliyorum. İnönü Stadı'nın altından kazıldığında neler çıkacak belli değil. Orada arkeolojik dönemden de eser bekleniyor çünkü ben İnönü Stadı yapılırken sütun başları, tamburların çıktığını dönemin fotoğraflarında gördüm. Oradan neler çıkacağını bilmiyoruz. Ben bunları yazdığımda, "inşaat sırasında fore kazıklar çakılmak zorunda kalınacak ve bu fore kazıklar çakılırken de Dolmabahçe çok zarar görecek" dediğimde ÇARŞI grubundaki arkadaşlar bana Twitter'den ağıza alınmayacak sözler söylediler. Ben ÇARŞI grubundaki arkadaşlardan aynı samimiyeti İnönü Stadı için de bekliyorum. Yani kültür varlığını, tabiiat varlıklarını koruyacaksak her yerde koruyalım. "Ama benim burada otelim var ben burda susayım" zihniyetiyle bakarsak Başbakan'ı yerden göğe kadar haklı bulurum. O da siyasi olarak bakıyor, "bu benim siyasi rantım" diyor. Yani ÇARŞI da, Mimarlar Odası da, gazeteci de, iş adamı da, siyasetçi de aynı dürüstlükte olacak.

 

BB: Şimdi son yirmi güne gelelim. Medya- kent- siyaset üçgeninde çok ciddi bir oynama oldu. Gezi Parkı eylemleri ile ciddi bir kırılma yaşandı. Mesela siyaset bir kentli bilincinin oluştuğunu gördü, medya ile siyaset karşı karşıya kaldı. Bu dönüşümü bunu Gezi Parkı eylemleriyle birlikte nasıl değerlendirir siniz?

ÖE: Konuşmamın başında da dedim ya, "dur yolcu, bilmeden gelip bastığın bu topraklar bir devrin battığı yerdir." diye. Evet, Gezi Parkı bize bir devrin battığını gösterdi. Medya da kendisine çeki düzen verecek, siyaset adamı da kendisine çeki düzen verecek, sokaktaki vatandaş da artık bundan sonra nasıl hareket edeceğini, kime güveneceğini daha iyi bilecek. Çünkü saflar sıklaşmadı saflar netleşti. Medya bu konuda çok kötü bir sınav verdi Gezi olayında. Gururla söylüyorum ki biz son iki yıldaki duruşumuzu olaylar bittiğinde de hala korumaya devam ettirdik.

Başında da yasaların bu projeye izin vermediği için yapılamayacağını söylüyorduk, bugün de aynı şeyi söylüyoruz. Tabi bir kısım medyanın, çalışan arkadaşlarımın bağlı oldukları kurumların hükümetle, siyasetle iç içe olmasından kaynaklı farklı yayınlar, görmezden gelmeler bu süreçte hepimizin malumu oldu. Bunu örnek vererek söylüyorum. Yayınlamayarak, belgesel yayınlayarak geçiştirmeye çalışan gruplar iktidara yakın olmak, iktidara yaranmak adına bunu yaptılar belki ama tam tersi bir etki yaptı. İnsanlar haber alma özgürlüklerinin olmadığını ve doğru haber alamadıklarını düşününce kendi haberleşme sistemlerini kurdular ve Twitter patladı. Twitter'dan her yazılanın doğru olduğuna inanıp gerçek haberciliğin burada olduğunu düşündüler ve olayların büyümesinin asıl sebeplerinden biri de bu oldu. Yani iktidara yaranayım derken iktidarın aleyhine döndü bu iş. Bir medya kuruluşunda haberler muhabirinden yazı işlerine, yayın yönetmenine kadar bir denetim süzgecinden geçer ve öyle girer sayfaya ya da televizyona. Twitter'da böyle bir şey yok. Yalan haberler sonucunda bir taş atarken on taş atmaya başladı. Eli ateşe gitmezken bu sefer eli ateşe gitti. Peki siyasetçi nasıl bir ders çıkarmalı muhalefetinden iktidarına kadar? Sayın Kılıçdaroğlu gelmişti, kürsüye çıkıp konuşmak istedi, çıkarmadılar. Dediler ki "burası siyasi bir kürsü değil". Ama Sırrı Süreyya Önder nasıl çıkıyor? Sırrı bütün siyasi kimliğini bırakıp gelmişti. Sayın Bahçeli de önce Gezi'dekilere karşı çıktı, "bunlar devleti yıkmaya çalışıyorlar" dedi ama sonra o zeminde duramadı. Başbakan da Fatih Altaylı'nın programının ilk yarısında "burası müze olacak" dedi, ikinci yarısında ise rezidans yapılacağını belirtti. Kimse yerini koruyamadı çünkü beklemedileri bir halk tepkisiyle karşı karşıya kaldılar. Sivil toplum örgütleri de ders çıkarmalı bence. Başbakan'la görüşmeler sonucunda yargı kararının bekleneceği, yargı projenin yapılmasına karar verilse bile halk oylamasına gidileceği kararı çıktı. Bu noktadan itibaren artık bu cidden bir kazanımdı. Evet forumlar yaptılar, tartıştılar, çıkalım diyenler oldu, çıkmayalım diyenler oldu ama o noktada biraz daha hızlı karar verip "bu bir kazanımdır arkadaşlar, sembolik bir nöbet çadırı bırakıp biz burdan çıkalım"ı bir adım daha geride yapmalıydılar. Bunu yapsaydılar Başbakan'ı siyasi anlamda daha zora sokacaklardı. Bunu yapamadıkları için bir Taksim muzaefferi Başbakan çıkardılar. Yani şuan kendi tabanına mesaj vermek isteyen, safları sıklaştırmak isteyen Başbakan galip çıktı bu işten. Fakat öyle değişik bir eylem türüyle karşı karşıya kaldılar ki. Yani düşünün eylemciler ertesi gün ortalığı temizliyor. Polis şaşırıyor noluyor diye. Kavga çıkıyor kendi aralarında kavgayı engelliyorlar. Yani ben sivil toplum örgütlerinin de iyi bir sınav verdiğini düşünüyorum. Ama buradan onlar da ders çıkarmalılar. Ani karar verebilmeliler. İçlerindeki bir grup bu işi ihtilal noktasına taşımasaydı bu çok daha büyük kazanım olacaktı. Yani Başbakan'ın "bunlar yakıp yıkmak, iktidarı devirmek gibi bi dertleri var bundan dolayı bütün bunları yapıyolar" söylemine izin vermemek lazımdı.

 

BB: Başbakan kendi tabanına hitap ederken aynı tarafta direnişi de kendisi alevledi bu söylemleriyle.

ÖE: Bu Başbakan'ın işine geliyor. "Bu olay Gezi Parkı değil, bu işin arkasında başka işler var" sözünü doğrulatmak oradaki direnişin alevlenmesiyle mümkün olabiliyor. "Bunlar eğer gerçekten çevreci insanlar, masum talepleri olan insanlar olsaydı etrafı yakıp yıkmazlardı" diyor. Olaylar yolun genişletilmesi için parkın içine girilmesi sonucunda başladı. İnsanlar parka girdiler düşüncesiyle oraya gidiyor fakat hala küçük, çevreci bir eylem olarak devam ediyor. Ben ilk iki, üç akşam oradaydım. Fakat akabinde sen gelip insanların suratlarına biber gazı sıkıp insanların çadırlarını yakıp zorla ordan defetmeye çalıştığında tepki büyümeye başladı. Bu tepki büyüdüğünde yine merkezde Gezi Parkı'na Topçu Kışlası yapılması vardı. Fakat Twitter'dan köprüden insanların yürüdüğü fotoğrafı gördükten sonra dedim ki bu olay başka noktaya gidiyor. Şimdi bu noktada Sayın Başbakan eğer "projeyi askıya aldım" deseydi bu olaylar biterdi. Başbakan da bunu biliyordu. Niye inatlaştı? Kendi tabanına bu insanların asıl derdinin gezi parkı olmadığını anlatabilmekti amacı. Diğer türlü mağlup çıkardı siyaseten. Şuan Sayın Başbakan'ın bu olaylardan mağlup çıktığına inanmıyorum. Siyasi anlamda kendi tabanına istediği mesajı verdi ve tabanının saflarını güçlendirdi. Çünkü AK Parti'nin içinde son dönemde çok ciddi bir ayrışma başlamıştı. Hele bu siluet, o iki minarenin arasından çıkan gökdelen muhafazakar camiada çok büyük tepkilere neden oldu. Gezi de sembol siluet te sembol. Yani kendi tabanındaki insanlar bazı şeyleri görmeye başladılar. Şimdi bu olayları kendi lehine çevirmeyi başardı Başbakan ve tekrar AK Parti içinde saflar sıklaştı. O yüzden ısrarla tansiyonu arttırdığını düşünüyorum bir gazeteci olarak.

 

BB: Taksim Dayanışması Başbakan'a belli talepler sunmuştu ama Başbakan yaptığı konuşmalarda bu talepleri görmezden geldi veya küçümsedi. "Bir parkın park olarak korunmasına neden bu kadar karşı çıkıyor ki Başbakan" düşüncesi bütün bu üslupla karışınca direnişe devam etme kararı körüklendi.

ÖE: Taksim Dayanışması'nın aldığı karar belki kendi içlerinde doğru olabilir. Ben dışardan okuyan biri olarak, bir gazeteci olarak bunu doğru bulmuyorum. "Ben buraya AVM yapacağım, ben buraya rezidans yapacağım, kime ne" diyen bir Başbakan'ı "yargı kararına uyacağım ve yargı kararı lehime çıkarsa da halk oylamasına gideceğim" noktasına getirmek büyük bir kazanımdır. Benim korkum, "bunların derdi burası değil, iktidarı devirmek, halk ayaklanması yapmak" diyerek kamuoyunu inandırması ki kendi tabanını inandırdı, bundan sonraki eylemlere de insanların bu gözle bakmaya başlayacak olmasıdır. Yarın AKM'nin yıkımında yapılacak eylemlerde de aynı bakış açısı olacak. Ben AKM konusunda yıkılmasından yanayım. Yani AKM'nin içine giren bir gazeteci olarak söylüyorum, kolonlarındaki demirlere elimi attığımda kağıt gibi elimde kaldı. AKM'nin bu haliyle zaten korunması mümkün değil, korunmasına gerek olacak bir bina da değil. Bir sembolü var ama hani Sayın Başbakan'ın "yerine daha güzel bir kültür merkezi yapacağız" demesi çok doğru bir yaklaşım. Ama Gezi bambaşka. Yani ben o kazanımın kaybedilmesi ve zarar görmesi noktasında üzülüyorum. Yani inanılmaz bir mücadelenin sonucunda iyi bir noktaya gelindi. Ama "dertleri kent değil" diye halkı inandırdığınız zaman yarın başka yerde yapacağınız eylemde de halk görmezden gelecek, benim üzüldüğüm nokta bu. Mesela barikat olayı bana yanlış geldi, Taksim'i kurtarılmış bölge yapma düşüncesi. Bunlar masum, güzel, haklı eylemi başka noktaya taşıyor. Bunu bir halk ihtilaline getiremezsiniz. Nişantaşı, Beşiktaş, Şişli, Bakırköy, Kadıköy ile Türkiyede iktidar devrilmez. Bu düşünceden bu arkadaşların çıkması lazım. Ama zihinlerde ihtilali yaptılar. Ben zihinlerdeki ihtilalin sekteye uğramasından korkuyorum.

 

BB: Son zamanların en çok sorulan sorusu "bundan sonra ne olcak?". Sizce bundan sonra daha katılımcı, daha şeffaf bir kent politikası süreci işler mi?

ÖE: Dedim ya zihinlerdeki devrim diye, bundan sonrası için de bir belediye başkanı "ben istediğim yere istediğimi yaparım" derken şimdi bir kez daha düşünecek. Mesela Bahçelievler Belediye Başkanı bir parkı yok ederken "eylemciler buraya da gelir de acaba bu direniş büyür mü?" korkusu yaşayıp tabii ki bunu halka sorma ihtiyacı duyacağını umut ediyorum. Gezi olayları umarım bundan sonrası için belediye başkanlarını "yaptım, oldu" zihniyetinden uzaklaştırır. STK'lar olarak gazeteciler olarak bizler de bu noktada dersimizi almış oluruz. Kamuoyunun yararı olan noktada hepberaber kenetlenip hakkımızı savunuruz.

 

BB: Çok teşekkür ediyorum.

ÖE: Ben teşekkür ederim.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 26.06.2013

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDA YABANCI DİL SIKINTISI


Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda yabancı dil bilen personel sıkıntısı yaşanıyor. Bakanlık, yayımladığı son idari faaliyet raporunda ÖSYM’nin yaptığı yabancı dil seviye tespit sınavı sonucunda C ve üstü seviyede dil bilen personel sayısının 363 olduğunu, bu sayının 14 bin 545 olan tüm personele oranının yüzde 2.4’ünü oluşturduğunu bildirdi. Bakanlığın geçen yılki verilerinde bu oran yüzde 3.3’tü.

Bakanlığın idari faaliyet raporuna göre, kurumda çalışan 14 bin 545 personelin sadece 363’ü yabancı dil sınavından C ve üstü seviyede not alabiliyor. Bu rakam, kurumda çalışanların sadece yüzde 2.4’ünün yeterli derecede yabancı dil bildiği anlamına geliyor. ÖSYM’nin yaptığı yabancı dil sınavına giren adayların dil bilgisi seviyesi, 90-100 puan arası A, 80-89 arası B, 70-79 arası C, 60-69 arası D ve 50-59 arasında E olarak kabul ediliyor. Bakanlığın geçen yıl yayımlanan istatistiklerinde yer alan verilere bakıldığında ise 2012’ye göre daha çok personelin yabancı dil bildiği görülüyor. Buna göre, 2011’de görev yapan 12 bin 594 personelden C ve üstü seviyede dil bilen 418 kişi toplam personel sayısının yüzde 3.3’ünü oluşturuyordu. Bakanlığın personel yapısı şöyle:

- 9 bin 795 erkek, 4 bin 750 kadın personel istihdam ediliyor.

- Çalışanların yüzde 71’i memur, yüzde 9’u sanatçı kadrosunda.

- Çalışanların yüzde 42’si 40-49 yaş aralığında.

Habertürk, 26.06.2013

KİBRYA TARİHE IŞIK TUTACAK

 

 

Kibrya kazı çalışmaları hakkında yazılı bir açıklama yapan İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır, müdürlük koordinesinde Kibrya kazı çalışmalarının yürütüldüğünü belirtti. Yapılan kazı çalışmalarının sonucunun Kültür ve Turizm Bakanlığı’na rapor edileceğinin bildirildiği açıklamada, valilik ve yerel yönetimlerin desteği ile çalışmaların süreceği ifade edildi.

 

Kibrya kazılarına bakanlık tarafından 200 bin TL ödenek gönderildiğini bildiren Tanır açıklamasında, “25 Haziran -15 Ekim 2013 tarihlerinde yürütülecek kazıların insanlık tarihine katkı sağlayacağı düşüncesiyle kazı başkanlığını Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, yardımcılığını Yrd. Doç. Eray Dökü ile kazı 48 kişilik bir ekiple başlayacaktır. Yabancı üye Ludvig Meıer kazıda yer alacaktır” ifadelerine yer verdi.

 

Tanır şöyle konuştu: “Kazı restarosyon ve konservasyon çalışmaları stadion meclis binası, agora yer altı oda mezarların da gerçekleştirilecektir. Stadiona doğu oturma sıraları sphendone ve arkası stedion girişi batı analemna duvarı önü tamamen kazılarak bu bölümde propylaionver batı oturma sıralarının, resterosyona hazır hale gelmesi sağlanacaktır. Bazı kısımlarda konservasyon yapılacaktır. Tiyatro, müzik binası yargı binası ve meclis binası olarak da kullanılan meclis binasını röleve resterosyon ve resterosyon çalışmaları yürütülecek”.

 

Açıklamada şu ifadeler yer verildi: “Meclis binası ile tiyatro arasındaki yol açığa çıkarılacaktır. Yer altı oda mezarları kaçak kazıya maruz kalmadan Kibyra halkının ölü gömme geleneklerini ile ilgili bilgiler elde edilmeye ve kurtarma kazıları yapılmaya devam edilecektir. Koruma ve konservesyon Çalışmaları seramik, madeni eser, cam, terrakota, sikke mimari parça taş benzeri eserler belgelenerek arşivlenecektir. Temizlik konservasyon resterosyon çalışmaları flora fuara (Bitki ve hayvan çeşitliliği) antrogoloji havadan fotoğraflar çalışma yürütülecektir.”

Yapı, 26.06.2013

LOUVRE'U GEZENLER İSTANBUL'DAN BİLE FAZLA

 

Fransa ’nın dünyaca ünlü Louvre Müzesi, 2012 yılında 9.7 milyon ziyaretçiyle yeni bir rekora imza attı. Leonardo Da Vinci'nin ünlü 'Mona Lisa' tablosunun bulunduğu Louvre Müzesi’ni 2012 yılında ziyaret edenlerin oranı, bir önceki yıla göre yüzde 9.3 arttı. Yani Louvre Müzesi’ni bir yılda ziyaret edenlerin sayısı, İstanbul ’u gelen yabancı turist sayısından bile fazla. Zira İstanbul İl Turizm Müdürlüğü’nün verilerine göre 2012 yılında İstanbul’a gelen yabancı turist sayısı 9.4 milyon.


Dünyaca ünlü ressamların eserlerinin sergilendiği Paris’in diğer ünlü müzesi Musee d’Orsay ise 2012 yılında 3.6 milyon ziyaretçi ağırladı. Bu müze de bir önceki yıla göre ziyaretçi sayısında yüzde 13.8 artış sağladı.


2012 yılında Türkiye ’nin en çok ziyaret edilen müzesi ise Ayasofya Müzesi oldu. Ayasofya’yı 2012 yılında 3 milyon 353 bin kişi ziyaret etti.

Radikal, 26.06.2013

TARİHİ ÇARŞIDA TARİHİ TESPİH

 



Tarihi Rüstem Paşa Çarşısı'nda 4. Nesil esnaf  Sebahattin Beyit, atadan bugüne kalan 200 yıllık tespihi 2 bin TL’den satışa sundu.4 nesil el değiştiren tespihe çarşıya gelen  yerli ve yabancı turistlerin yoğun  ilgi gösterdiğini dile getiren Sebahattin Beyit, “Tarihi çarşının tarihi tespihi alıcısını bekliyor.“ dedi.

 

Beyit, “Taşhan Çarşısı'nda en eski tespih bizde bulunuyor. 200 yıllık olan tespih 4 nesil el değiştirmiştir. Buraya gelen yeril ve yabancı turistler bu tespihe çok ilgi gösteriyor. Bu tarihi tespihi 2 bin TL’den satışa sunduk. 200 yıllık geçmişi olan tespih elden ele değiştiği için tahrip görmüştür. Bu yüzden fiyatı az olabilir.“ dedi.

 

Tarihi çarşıda35 yıllık olan esnaf Beyit, bölge insanının tespihe düşkünlüğünden de  bahsederek, pazara sundukları tespihlerle ilgili de ayrıntılar verdi. Beyit, “Biz burada 100 farklı maddeden oluşan çeşitli tespihler satıyoruz.  Sattığım tespihler arasında reçine, bal, kehribar, Erzurum taşı, akik, zümrüt, damla kehribardan yapılanlar ilgi görüyor. Bu tespihlerin fiyatları 10 liradan 2 bin liraya kadar çıkıyor. Tespih bizim bölgede çok kullanılıyor.” diye konuştu

 

“Her taşın kendine göre özellikleri ve faydaları var.” diyerek ayrıntıya devam eden Beyit, “Birçok taşın hastalıklara şifa olduğuna inanılıyor. Bazıları da tespihlere çok meraklı oldukları için özellikle pahalı olanları tercih ediyorlar. Osmanlı dönemine ait bazı tespihler var. Damla kehribardan yapılıyor. Ancak o tür tespihler doğal ortamlar kullanılarak yapılıyor bu dönemde yapılması çok zor.  Bu tespihler oldukça değerlidir.“ dedi

Erzurum Gazetesi, Haber: İhsan Kumru, 26.06.2013

ESENLER'DE TARİH CANLANIYOR

 

     

 

Esenler’deki tarihi Avasköy Su Kemeri restorasyonunda sona yaklaşıldı. 16. yüzyıl eserlerinden Avasköy Su Kemeri’ndeki çalışma 2 ay içinde tamamlanacak.

Esenler Kemer Mahallesi'nde 16. yüzyıldan bugüne kadar ayakta kalmayı başaran tarihi Avasköy Su Kemeri, Esenler Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü ile Fen İşleri Müdürlüğü tarafından ortaklaşa yürütülen proje sayesinde yeniden Esenler'e kazandırılıyor.

 

Esenler'in tarihinde önemli bir yere sahip olan ve Mimar Sinan tarafından inşa edilen Avasköy Su Kemeri orijinaline uygun olarak restore ediliyor. Bugüne kadar yapılan çalışmalar kapsamında; su kemerinin dış cephelerini temizleyen ve taş duvarlarını kumlama yöntemiyle temizleyen Esenler Belediyesi, su kemerini daha aydınlık ve temiz bir görünüme kavuşturdu. Su kemerinin yüzeyini de aynı renkte olacak şekilde yenileyen Esenler Belediyesi, özgün dokuya zarar vermeyecek şekilde restorasyona devam ediyor. Restorasyonun eylül ayında tamamlanmasının ardından su kemerinin çevresi de düzenlenecek ve modern bir görünüme kavuşacak.

 

Yapılacak çevre düzenleme çalışmalarıyla tekrar su yüzüne çıkacak tarihi su kemeri, Esenler'de geçmişle geleceği simgeleyen en güzel eserlerden birisi olarak varlığını sürdürecek.

 

Esenler'deki tarihi eserleri ihya etmek amacıyla başlatılan su kemeri restorasyonunun, kültürel mirasın gelecek kuşaklara aktarılması anlamında büyük önem taşıdığını söyleyen Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu, "Medeniyetler, tarihleri ile yaşar. Bir kültürün en önemli mirası, sonraki kültürlere bıraktığı değerlerdir. Geçmiş döneminin mirası olan eserler, aynı zamanda o dönemin mimarlarının, ustalarının ve sanatçılarının yeteneklerini, bilgi ve birikimleri ile ruh hallerini de yansıtır. Bu kadar zarif, güzel mimariyi ortaya çıkaran insanların muhakkak ruhları ve kişilikleri de çok zarif ve duygu yüklüydü. Çalışmalar bittikten sonra su kemerinin güzel halini görmek, bu mutluluğu tüm halkımızla paylaşmak istiyoruz" dedi. Göksu, su kemeri restorasyonunun Kentsel Dönüşüm çalışmaları ile bir bütünlük sağlayacağını da kaydetti.

 

AVASKÖY KEMERİ'NİN ÖZELLİKLERİ

Eski haritalarda Avasköy Kemeri veya Yılanlıkemer diye anılan bu kemerin üzerinden Süleymaniye ile Beylik sularının künkleri geçer. Kemer, Mimar Sinan yapısıdır. Sinan'ın yaptığı su kemerleri arsında gerek Tezkiret'ül-Bünyan ve gerekse Tezkiret'ül-Enbiye'de, Avasköy Kemeri'nden bahsedilmektedir.

 

Bu kemerin yapısındaki zerafet ve uygulanan teknik, Mimar Sinan yapısı olduğunu açıkça göstermektedir. Yatay kuvvetlerin karşılanması için Sinan'ın, Uzunkemer, Paşa Kemeri ve diğer kemerlerde uyguladığı 3 m. eninde ve tabandaki 0,60-0,75 m'lik çıkıntılar tepede sıfır olacak şekilde yapılan payandalar bu kemerde de aynen uygulanmıştır. Gözlerin açıklıkları 4,50 m.'dir. Yalnız ortadaki göz 6 m. olarak yapılmıştır. Talveg'den tepesinin yüksekliği 10,30 m'dir. Sert kalker taşları ile yapılmış olan bu kemerde künklerin iç çapı 21 cm'dir.

Süleymaniye Suyollarına ait haritada bu kemer 11 gözlü, Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmet kitaplığındaki 1607 tarihli haritada 12 gözlü, 1748 tarihli haritada ise yine 12 gözlü olarak çizilmiştir.

TOKİ Haber, 25.06.2013

GEZİ'NİN KAYIP TARİHİ VAZOSU

 

 

Koruma Kurulu’nun onayı olmaksızın Gezi Parkı’nın Elmadağ girişinde gerçekleştirilen yıkım sırasında belediye ekiplerince tahrip edilen Osmanlı döneminden kalan tek eser olan bahçe düzenlemesi ve tarihi değeri olan vazo heykelinin akıbeti belirsiz...

Koruma Kurulu’nun onayı olmaksızın Gezi Parkı’nın Elmadağ girişinde gerçekleştirilen yıkım sırasında belediye ekiplerince tahrip edilen Osmanlı döneminden kalan tek eser olan bahçe düzenlemesi ve tarihi değeri olan vazo heykelinin akıbeti belirsiz. Henri Prost’un Gezi Parkı proje ve uygulamalarından daha eski tarihlere dayanan vazoların biran önce korunmaya alınmak suretiyle uzmanlarca bakım, onarım ve restorasyonlarının yapılması gerekiyor. Taksim Gezi Parkı Platformu vazoların bakımının ardından parktaki yerlerinde yeniden konumlandırılmaları için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı’na dilekçe ile başvuruda bulundu. Biri şu an Divan Oteli ve Gezi Parkı arasındaki caddede olan tarihi vazoların diğeri ise parka yapılan baskından sonra kırılmıştı ancak şu an nerede olduğu bilinmiyor.

Taraf, 25.06.2013

'SAKLI LİMANIN KAPILARI' AÇILDI

 

Vehbi Koç Vakfı ve Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (AnaMed) tarafından organize edilen ‘Üçüncü Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu’ dün başladı.

 

Bizans dönemine yönelik Türkiye’deki bilimsel araştırmaların yaygınlaşması, toplumun Bizans kültür mirasına sahip çıkması için önemli çalışmalarda bulunan Sevgi Gönül’ün anısına düzenlenen sempozyum 27 Haziran’a kadar Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki AnaMed binasında devam edecek. 2007 yılından itibaren her 3 yılda bir düzenlenen sempozyumda bu yıl ‘Bizans’ta Ticaret’ teması işleniyor.

 

Sempozyum kapsamında ayrıca, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde ‘Saklı Liman’dan Hikayeler: Yenikapı Batıkları’, AnaMed’de ise ‘Artamonoff: İstanbul’da Bizans İmgeleri’ sergileri sanat ve tarih severlere kapılarını açtı. Yenikapı batıklarının sergilendiği ‘Saklı Limandan Hikayeler’ yıl boyunca, Bizans dönemine ait tarihi yapıların görüleceği ‘Artamonoff: İstanbul’da Bizans İmgeleri, 1930-1947’ ise 6 Ekim 2013’e kadar ziyaret edilebilecek.

Hürriyet, 25.06.2013

KUZGUN ACAR'IN KUŞLAR HEYKELİ BAKIMA ALINDI

 

 

Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, Unkapanı’ndaki İMÇ’nin (İstanbul Manifatura ve Kumaşçılar Çarşısı) simgesi olan Kuşlar Heykeli’nin restorasyonu için çalışma başlattı.

İMÇ 1. Blok'un ön cephesinde bulunan ve 1967 yılında sanatçı Kuzgun Acar tarafından yapılan Kuşlar Heykeli, dış mekan şartları nedeniyle çok yıprandı.

 

2008 yılında İMÇ'deki duvar mozaiklerinin temizlik ve bakımını yapan, bilgilendirme levhaları asan Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, şimdi de Kuşlar Heykeli'ni restore etmek için çalışma başlattı.

 

Op.Dr. Oya Bayrı ve sanatçı Canan Bozbağ'ın desteğiyle, Mimar Şevki Pekin'in gözetiminde yürütülecek çalışmalar kapsamında heykel 22 Haziran 2013 Cumartesi günü yerinden alındı. 8 haftalık restorasyon ve bakımın ardından heykel yeniden yerine monte edilecek.

Atlas Dergisi, 25.06.2013

AKDAMAR KİLİSESİ'NDE İKİNCİ RESTORASYON

 

 

Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'nda bulunan ve her yıl çok sayıda turist ağırlayan Akdamar Kilisesi'nin manastır ve şapel bölümleri ile çevre duvarlarını kapsayan ikinci restorasyona başlandı.

Akdamar Adası'nda, Vaspurakan Kralı 1. Gagik tarafından 915-921 yılları arasında yaptırılan Akmadar Kilisesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2006'da tamamlanan restorasyonun ardından anıt müzeye dönüştürüldü.

Kültür ve Turizm Bakanlığının 2010 yılında aldığı kararla yılda bir kez ayin yapılmasına izin verilen kilisenin manastır ve şapel bölümlerinde bu yıl ikinci restorasyon başlatıldı.

Mevcut yapıların yanı sıra ilk kazılarda ortaya çıkan kalıntıların da koruma altına alınmasının hedeflendiği restorasyonda, kilisenin güney tarafında bulunan çevre duvarları ile şapel ve manastır bölümü ayağa kaldırılacak.

Yaklaşık 5 bin metrekarelik alanda devam edecek restorasyonun 50 kişilik ekip ile 6 ayda tamamlanmasının planlandığı ve 1 milyon 200 bin liraya mal olacağı belirtilirken; işçiler, kilise ile iskele arasına kurulan teleferik sistemiyle malzemeleri yapıya zarar vermeden yukarı taşıyor.

Kültür ve Turizm Müdürü Muzaffer Aktuğ, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Akdamar Aadası'ndaki ikinci restorasyon projesinin kuruldan geçtiğini anımsatarak, havaların ısınmasıyla çalışmaların başlatıldığını söyledi.

Akdamar Adası'nın yanı sıra Van Kalesi'nde de ikinci etap restorasyon çalışmalarının devam ettiğini bildiren Aktuğ, "Mevsim sonu itibarıyla Akdamar Adası'ndaki çevre düzenlememiz ve kaledeki çalışmalarımız tamamlanacak. Akdamar Kilisesi ve Van Kalesi dışında restore edilmesi gereken kilise, cami gibi Ören yerlerimiz var. Van Kalesi arkasında tarihi Hüsrevpaşa Camisi ve Kayaçelebi Camisi de restore ediliyor" dedi.

haberler.com, Haber: Cemal Aşan, 25.06.2013

BURSA UNESCO'YA HAZIRLANIYOR

 

Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle Peyzaj Mimarları Odası Bursa İl Temsilciliği tarafından düzenlenen panelde ‘Dönüşen Peyzaj: UNESCO Dünya Mirası Bursa’ teması ele alındı.

 

Panelin açılışında konuşan Büyükşehir Belediyesi Etüd ve Projeler Dairesi Başkanı Nalan Fidan, Bursa’nın yerelde sahip olduğu kültürel ve doğal değerlerin UNESCO Dünya Mirası sürecine taşınmasıyla ilgili bilgiler aktararak dünya mirası listesine alınan Bursa projelerinin çalışma süreci ve gelinen nokta ile ilgili açıklamalarda bulundu.

 

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası Genel Sekreteri Redife Kolçak da Bursa ve dünyadaki dönüşen peyzajların ve peyzaj değerlerine sahip çıkmanın önemine ve peyzaj mimarlığının bu konudaki yerine değindi.

 

Yıllık eylem planları

Moderatörlüğünü Peyzaj Mimarları Odası Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Necla Yörüklü’nün yaptığı panelde, 2014 UNESCO Dünya Mirası listesine kabul edilen Bursa’nın Unesco sürecindeki yapılanması, adaylık dosyasının nasıl çalışıldığı, Bursa’nın tarihi alanlarının (Hanlar Bölgesi, Sultan Külliyeleri, Cumalıkızık Köyü) uluslararası normlara uygun bir şekilde korunması için   Bursa (Hanlar Bölgesi ve Sultan Külliyeleri) ve Cumalıkızık Yönetim Planının hazırlanma süreci ve tarihi alanların yıllık eylem planları ile yönetilmesi amaçlı başarı hikayesi de katılımcılara aktarıldı.

Yapı, 25.06.2013

BİR BİLİM OLARAK SANAT

 

 

Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, günümüz sanat kuramcılarını yetiştirmek amacıyla Türkiye'de bir ilk olan Sanat Bilimi doktora programı açtı.

 

20. ve 21. yüzyıldaki baş döndürücü bir hızla yaşanan sanatsal gelişmeler, aynı zamanda karmaşıklaşan görsel birikimi ve yeni sanatı anlamlandırabilmek için gereken kuramsal bilgi ihtiyacını da beraberinde getirdi.


Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde yeni açtığı ve Türkiye ’de bir ilk olan Sanat Bilimi Doktora Programı, sanat ve sanat kuramı alanında bilim uzmanlığı düzeyinde eğitim vermeyi hedefliyor.


Sanatı kuram ve uygulama bütünlüğünde ele alan disiplinlerarası bir eğitim modeline dayanan doktora program kapsamında kuramsal derslerin yanı sıra uygulamalı stüdyo dersleri de yer alacak.


Işık Üniversitesi Görsel Sanatlar Bölümü Başkanı Halil Akdeniz , programla ilgili “Sanat üzerine yazı yazıp değerlendirme yapacakların, sanatı üretim aşamasından itibaren süreçleri yaşayarak deneyimleyecekleri, işin mutfağını tanımaya yönelik bir program bu. Sonuçta kuram dediğimiz şey, yani yorum , eleştiri ve değerlendirme, uygulamanın içinden gelişmektedir” yorumu yapıyor.
Seminer-konferans, workshop ve benzeri etkinliklerle, yurtiçinden ve yurtdışından davetli sanatçı, eleştirmen ve Artist in Residenz sanatçı programlarıyla da desteklenecek program, 2013 güz döneminde eğitim-öğretime başlayacak.

Radikal, 25.06.2013

MOZAİK MÜZZESİNDE GERİ SAYIM

 

Türkiye'nin en geniş sergi salonlarına sahip olma özelliğini taşıyan ve inşaatı devam eden Antakya Arkeoloji Müzesi'nde bir yandan da tarihi eserlerin taşınma süreci devam ediyor.

29 Ekim'de açılacak müze mozaikler uzman ekipler tarafından dizilmeye başlandı.

Sabah, 25.06.2013

KAPADOKYA'YA AÇIK HAVA MÜZESİ YAPILIYOR

 

Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden Kapadokya’nın en büyük açık hava müzesi olmaya aday Manastır Vadisi’nin restorasyon çalışmaları tamamlandığında her yıl 500 bin ziyaretçi çekmesi bekleniyor.



 

Geçmiş dönemlerde Ortodoks Rumların, Müslüman Türklerle birlikte yaşadığı Ürgüp’ün Mustafapaşa beldesi son dönemlerde Kapadokya turizminde önemli destinasyon merkezlerinden biri olmaya aday. Tarihi, kültürel değerleri ve kendine özgü mimarisi ile bölgeye gelen turistlerin uğrak yerleri arasına girmeye başlayan Mustafapaşa’da, tarihi yapılar ziyarete açılırken, içinde kaya oyma kiliseler, yer altı şehiri, ipekböcekçiliği binası, peribacaları oluşumlarını barındıran Manastır Vadisi’nin açık hava müzesi olarak turizme kazandırılması için çalışmalar devam ediyor.

 

Mustafapaşa Belediye Başkanı Levent Ak, beldelerinin 1 kilometre güneyinde 80 bin metrekarelik alanı kapsayan Manastır Vadisi’ni Kapadokya’nın en büyük açık hava müzesi olarak turizme kazandırmak için çalıştıklarını söyledi.2009’da Manastır Vadisi Açıkhava Müzesi Projesi'ni hazırladıklarını ve 2012'de de projelerinin Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından onaylandığını kaydeden Ak, “Manastır Vadisi bundan önceki yıllarda bir harabeyi andırıyordu. Hazırladığımız projeyle burayı açık hava müzesi olarak tescilledik ve ayağa kaldırmaya başladık ” dedi.

 

Ak, projelerinin onaylanmasının ardından ilk olarak Aziz Nicola Manastırı’nın restorasyonunun tamamlandığını ve 27 Mayıs 2012’de Fener Rum Patriği Bartholomeos’un da katılımıyla açılışını gerçekleştirdiklerini ifade etti.

 

"Kapadokya’ya çok iddialı bir turizm merkezi kazandıracağız"

Manastır Vadisi’nde bulunan diğer kiliselerin de restorasyonuna başlanacağını ifade eden Ak, şunları kaydetti: “Manastır Vadisi, içinde toplam 5 kilise, 1 yeraltı şehri ve monolitik yapısıyla peribacası oluşumlarının rahatlıkla görülebileceği bir bölge. Şu anda 2 projemiz devam ediyor. Biri Aziz Yoannis Prodromos Kilisesi’nin rölöve ve restorasyon çalışması. İkincisi çok sayıda ziyaretçiye ev sahipliği yapacak açık hava müzesinin giriş kısmında özellikle günü birlik ziyaretçilere hizmet edebilecek restoran, satış alanları gibi sosyal donatı projeleri. Yürüyüş yollarımızın çoğunu tamamladık. Bu proje bittiğinde Kapadokya’yı ziyaret eden turistlerin çoğu Manastır Vadisi’ni de gezmeden gitmeyecektir. Çalışmalar tamamlandığı zaman Kapadokya’ya çok iddialı bir turizm merkezi kazandırmış olacağız."

 

Diğer kiliselerin de projeleri onaylandıkça maddi imkanlar çerçevesinde restorasyonlarını yaptıracaklarını anlatan Ak, 2-3 yılda bu çalışmayı tamamlayarak Manastır'ın her yerini turizme kazandırmak istediklerini vurguladı.Manastır Vadisi’ni yakın zamana az sayıda bireysel olarak gelen turistlerin ziyaret ettiğini dile getiren Ak, "Aziz Nicola Manastırı’nı restore ettikten sonra Göreme’ye gelen tur otobüsleri buraya da uğramaya başladı. Vadi yüzde 30’luk kısmıyla turizmin hizmetine girdi. Özellikle de Yunanistan’dan burayı ziyarete geliyorlar. Tamamı turizme açıldığında Kapadokya’da çok büyük bir alanı turizme kazandırmış olacağız ki o süreçte 500 bin turistin burayı ziyaret edeceğini düşünüyoruz” diye konuştu. Manastır Vadisi’nde geçmişte Anadolu’da ipekböcekçiliğinin merkezi konumunda olduğunu ifade eden Ak, bugün yıkık durumdaki ipekböcekçiliği binasını da bu kapsamda vadiye tekrar kazandıracaklarını vurguladı.

Yapı, 25.06.2013

TARİHE YAZIK

 

 

Gercüş İlçesinde bulunan 2 yüz yılık ‘Qasra Dimeymê bakımsızlıktan dökülüyor. Gercüş’ün sembolü olan Qasra dimeymê, tarihi değerine yakışmayan bir görüntü içinde.


Tarihi geçmişi bilinmeyen ve en az 2 yüz yıllık olduğu tahmin edilen Qasra dimeymê’nin hali içler acısı. Yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Qasra dimeymê, bugün acı bir şekilde  görenleri üzen bir manzara sergiliyor.

 

Şuna kadar tarihi geçmişi tam olarak bilinmeyen Qasra dimeymê’nin yaklaşık 100 yıl öncesinde en son han olarak kullanıldığı ve daha öncesinin bilinmediği ifade edildi. Zamana yenik düşen Qasra dimeymê’nin duvarlarının yıkılması tarih severleri üzdü.


Yetkililerin burayla ilgili çalışma yapmasını ve Gercüş’ün sembolü olan bu yapının korunmasını isteyen tarih severler “Qasra dimeymê adete Gercüş’ün sembolü olmuş, ama ne yazık ki bakımsızlıktan dökülüyor. Yetkililerin burayla ilgili bir çalışma yapmasını ve Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü ile irtibata geçmelerini istiyoruz. İnanıyoruz ki, burayla ilgili bir çalışma yapıldığı zaman muhakkak korumaya alınacak yada restorasyondan geçilecek. İlçemizin sembolü olan Qasra dimeymê, restorasyondan geçirilmezse 2 seneye kadar tamamen yıkılacak.”dediler.

Batman Gazetesi, 24.06.2013

"NAMAZ ZAMANI PERDEYİ KAPATIYORUZ"

 

 

İzmir'de turizmin parlayan yıldızlarından Alaçatı, dinler arası hoşgörünün de en güzel örneklerinden birini sunuyor. Kilise olarak inşa edildikten sonra camiye dönüştürülen ibadethane hem Müslümanlara hem de Hristiyanlara ev sahipliği yapıyor.

Tarihi taş evleri ve rüzgar sörfüne uygun plajıyla dünya çapında adını duyuran Alaçatı, farklı inançlara sahip insanları tek çatı altında buluşturuyor.

Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç, yapımına 1830'lu yıllarda başlanan ve 1874'te kilise olarak hiçmete açılan ibadethanenin, Cumhuriyet'in ilanının ardından camiye dönüştürüldüğünü söyledi.

Pazaryeri Camisi olarak uzun yıllardır hizmet veren yapının, beldede yaşayan Rum vatandaşlar için yapılan üç kiliseden biri olduğunu kaydeden Dalgıç, o kiliselerden sadece camiye çevrilen yapının ayakta kaldığını söyledi.





Dalgıç, cami olarak kullanılan yapıyı korumak amacıyla birkaç yıl önce restorasyon çalışması başlattıklarını ve duvarlarda kilise olarak kullanıldığı dönemden kalma dini resim ve motiflere ulaştıklarını ifade ederek, "Çalışmalarımız sırasında ikonalar çıktı karşımıza. Burası kültürel bir zenginlik, bir kültür mirası. Bölgemiz ciddi miktarda yabancı turisti ağırlıyor. Resimlerin Müslümanlar için ibadetlere engel olup olmayacağını araştırdık. Olmadığını öğrendik. Kültürel mirasa sahip çıkmak amacıyla resimlerin korunmasını kararlaştırdık" dedi.
 
Camiye otomatik perde sistemi kurduklarını anlatan Muhittin Dalgıç, şöyle devam etti:
"Namaz zamanı perdeyi kapatıyoruz ve resimler görülmüyor. Daha sonra perde açılıyor. Müslümanların ibadet saati dışında ziyaretlere açık. Burayı gezen turistler dua ediyor. Ayrıca, yabancılar gibi yerli turistlerin de resimlere ilgisi var. Bu bir hoşgörü kültürüdür. Eleştirenler olsa da Alaçatı sakinleri bizi destekliyor."





Camide ibadet eden Şerif İzbulan da namaz saatlerinde perdenin kapalı olduğunu, ibadetlerini sorunsuz yapabildiklerini söyledi. Camiye özellikle pazar günleri Hristiyanların ilgi gösterdiğini kaydeden İzbulan, "Burası bir hoşgörü simgesi. Alıştık artık, namazdayken merak edip içeri girenler de var. Burada heryerde olmayan hoşgörü olayı var" dedi.

     

Habertürk, 24.06.2013

TAKSİM MEYDANI'NDA AMAK-I HAYAL

 

Taksim Meydanı bu aralar Aynalı Baba’nın tekkesi gibi. Gezi Parkı’nda hayalin derinliklerine dalıp modern bir dinler savaşı izleyebilirsiniz.

Bir dindar için Tanrı’nın işaretlerini doğada görmek kolay ve rahatlatıcıdır. Rengarenk çiçekler, kelebekler, açık bir gökyüzü, gece ortaya çıkan yıldızlar... Saatlerce seyredip ilahi anlamlar çıkarabilirsiniz. 

 

Peki, günümüz şehrinde tefekküre dalmak için ne yapabilirsiniz? İstanbul’da bir Amak-ı Hayal yaşamak için bolca tekke, türbe varsa da günlük hayat başka türlü akıyor. Metrolarda, mağazalarda, restoranlarda ilahi hiçbir şey yok. Şehirdeki Tanrı’nın gücü giderek azalıyor.

 

Endülüs’te Müslümanlara esir düşen Vikinglerin tanrılarına günlerce dua ettikleri halde, esaretten kurtulamadıklarını görüp Müslümanlığı seçmeleri gibi... Zavallı Vikingler Danimarka’dan çok uzakta oldukları için tanrılarının onları duyamadığını düşünüp, İberya toprağının tanrısına inanmaya karar vermişlerdi.

 

Şehrin tanrısı modernizm. Şehirdeki bütün ihtiyaçlara o cevap veriyor, insanlar her şeyi ondan bekliyor. Dualar da genellikle karşılıksız kalmıyor, modern toplum insanların istediğini bir şekilde veriyor. İster Müslüman, ister Hıristiyan, ister ateist olsun şehirde herkes önce modernizme iman ediyor. Bu, Paris’te de, Berlin’de de, İstanbul’da da böyle. Bütün o İslam şehri- Batı şehri karşılaştırmaları artık tarih biliminin alanına giriyor. Küçük İtalyan kasabalarıyla, İsfahan’ı, Lahor’u kıyaslayarak bu konuda güncel bir tartışma yürütebiliriz belki ama modern dünya büyük ölçüde birbirine benziyor.

 

İstanbul da, o sürekli tekrarlanan klişedeki gibi Doğu ve Batı’nın iç içe geçtiği bir medeniyet köprüsü değil, bir Batı şehri. Coğrafi konumundan dolayı Doğu’nun etkilerine maruz kalan bir Batı şehri. Surların içindeki hayat, Batı’daki surların içindekiyle aynı özellikleri sergiliyor. 

 

İstanbul Müslümanların elinde geçirdiği yüzyıllar içinde hiçbir zaman tipik bir İslam şehri özelliği göstermedi. Ardından cumhuriyet geldi, şehir bu kez doğrudan Batılı plancılar tarafından şekillendirildi. 

 

İstanbul’da İslam her zaman siyasi bir anlam taşıdı. Ne ayetlerin indiği varsayılan Mekke ve Medine’deki kutsallığa sahip oldu ne de ilk İslam hukuku uygulamalarının ortaya çıktığı Kufe’nin hükmetme geleneğine. Ne Kahire’nin teolojik derinliğiyle yarışabildi ne de Bağdat’ın, Şam’ın İslami mimarisiyle. İstanbul’u ele geçiren hanedanın ve askeri kastın dini şehirde en çok sözü geçen şey oldu olmasına ama bu İstanbul’u tipik bir İslam şehri yapmaya yetmedi. Tıpkı Türk-Moğol sultanların eline düşen Hint şehirleri Agra ve Fetihpur Sikri gibi. Soğan kubbeli camiler buraları da İslam şehri yapmaya yetmemişti.

 

İstanbul gibi Müslümanların egemenliğindeki şehirlerde İslamiyet, şehrin üzerinde baskı kurmanın, şehirde yaşayan gayrımüslim gayrıdindar ya da dinsiz toplulukları cezalandırmanın bir aracı. Şehirde modernizme yenilen İslamcılık modern toplumun kodlarını da kullanarak siyasi bir baskı aygıtına dönüşüyor. Ortaya da ne İslam ne Batı olan melez bir otoriterlik çıkıyor. 

 

AK Parti’nin kentsel dönüşüm, ecdat eserlerinin ihyası politikaları tam olarak bu sözünü ettiğim melez otoriterliği yansıtıyor. İktidardaki İslamcı dinamik modern şehirde, kasabanın ya da eski İslam şehri tanrısının gücünün olmadığının farkında şüphesiz. Bunun için mimariyi yardıma çağırıyor. Cami, kışla inşaatları modernizmin mabetlerine meydan okumak için yapılıyor. Tıpkı bir zamanlar ecdatlarının Eyüp’ü bir din merkezi yapması gibi. Köklü İslam şehirleriyle rekabet edebilmek için kurulan Eyüp, kutsallığı kendinden menkul bir semt olarak gelişti. 

 

Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin unutulmaz eseri Amak-ı Hayal’de bilim, felsefe ve inanç üzerine soruları olan Raci Bey Aynalı Baba’nın tekkesinde hayale dalıp sorularına cevap arıyordu. Bu hayallerde melekler, şeytanlar, iyilik kötülük, bütün dinsel semboller vücuda gelip kıran kırana bir mücadeleye girişiyordu. 

 

Taksim Meydanı bu aralar Aynalı Baba’nın tekkesi gibi. Gezi Parkı’nda hayalin derinliklerine dalıp modern bir dinler savaşı izleyebilirsiniz.

Taraf, Yazı: Ertan Altan, 24.06.2013

TÜRK TARİH KURUMU BİNASI'NA YAPILAN MÜDAHALELER TEPKİ ÇEKİYOR

 

     

 

Turgut Cansever ve Ertur Yener tarafından tasarlanan ve 1980 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü kazanan Türk Tarih Kurumu'na yapılan müdahaleler mimarlık ortamının tepkisini çekti.

Facebook'ta paylaşılan ve yukarıya da eklediğimiz fotoğraflarda özgün iç mekanına ve bahçesine yapılan müdaheleler rahatlıkla görülebiliyor.

 

Türk Tarih Kurumu Binası Hakkında

Mimarlık Dergisi'nin 1966-12 (38) No'lu sayısında Turgut Cansever henüz yeni tamamlanmış yapısını şu şekilde anlatıyordu:

 

"Türk Tarih Kurumu, Türk Tarihi üzerinde yapılan araştırmaları desteklemek ve yönetmek gayesiyle Atatürk tarafından tesis edilmiştir. Kurum, bu konuda yaptığı çok önemli çalışmalar yanında, önemli bir kütüphaneyi geliştirmekte ve Türk Tarihi araştırmaları için ileri bir çalışma merkezi teşkil etmektedir.

 

Türk Tarih Kurumu binası, yeni Türk Kültürüne temel teşkil edecek bir tarih bilgisini ve bilincini tesis etmek ve geliştirmek amacıyla kurulan bu bilim merkezinin görevini eksiksiz bir şekilde ifa edebilmesini sağlamak için inşa edilmektedir.





Yeni binanın inşası sayesinde, Kurum kütüphanesinin genişletilmesi, bilimsel konferans ve kongrelerin düzenlenmesi mümkün olacak ve araştırma yapacak bilim adamlarına yeni çalışma imkanları sağlanacaktır.

 

Böylelikle bina, bu alandaki bilimsel çalışmaların MERKEZ'i olacaktır. Aşağıdaki satırlar proje müellifinin binası hakkındaki düşüncelerini yansıtmaktadır.

 

Yeni bir dünya, ancak tarihin akışına dayanan gerçek ve evrensel amaçlara yönelerek kurulabilir. Amaçlarımızın şekillenmesi tarihin akışına dair bilgimizin derin şekilde etkisi altındadır.

 

Kopuk, parçalanmış çalışmaların ve sayısız felaketlerin tehdidi altındaki bir dünyada günümüz insanının gerçek bir erdeme ulaşma ve kendisini topyekun tahrip tehditlerinden kurtarma çabasına temel teşkil edecek bir tarih ve gerçek şuurunun geliştirildiği bir merkez olarak Türk Tarih Kurumu binasının aynı tarih ve gerçek şuurunu aksettirmesi gerekiyordu.

 

Yapının şekillendirilmesinde ve malzeme seçiminde bu zorunluluk göz önünde tutulmağa çalışıldı.

Yapı Merkezi bir plana göre bir orta hol etrafında kuruldu.

 

Tepe ışıklarıyla aydınlanan bu holün etrafına kütüphane, konferans salonu, bilimsel çalışma, toplantı, idare odaları, sergi ve istirahat alanları yerleştirildi.





Orta holün çevresini ışıklandırması ile, binaya dışa kapalı, korunmuş, içine topladığı değerleri koruyan bir karakter kazandırmaya çalışıldı.

 

Geniş, sağır dış satıhların verdiği koruma ifadesini tabii taş kaplamanın geliştirilmesi; aynı ifadenin binanın zeminden yükseltilmesi suretiyle kuvvetlendirilmesi; yapının yerden yükselişini dile getiren iri gövdeli betonarme konsollar altındaki boşluk ile de toplayıcı, karakterinin belirtilmesi düşünüldü.

 

Yukarıya doğru yükselen betonarme karkasın yapıyı zeminden kurtaran karakteri ile, bakır çatının örten, koruyan ve aşağılara doğru sarkan taş duvar kaplaması ile gelişen ifadesinin karşılaşması; taşıyıcı alt yapı ile koruyucu üst yapının münasebeti mimariyi yönelten önemli bir sorun olarak ele alındı.

 

Yapının alt ve üst bölümlerinin bu münasebet meselesi yanında orta hol etrafında yer alan yapının farklı hizmet alanlarının yan yana dizilişlerinin belirtilmesi de mimarinin bir diğer önemli özelliği olarak geliştirildi. Mahalli malzeme ile çağdaş malzemenin birleştirilmesi ön görüldü. Mahalli tabii taş - betonarme - alüminyum yapının etkili temel malzemesi olarak seçildi.

 

Betonarme karkas, yapıya nihai ifadesinde gerekli bütünlüğü kazandırmak ve beton aşınmasını önlemek için renklendirildi ve kaplandı. Tabii taş ve renklendirilmiş betonarme unsurların ölçüleri ve iri geniş ifadelerinden, esasında küçük bir bina olan yapının çevresindeki monümantal ifadeli yapılar yanında ezilmeden durabilmesi için faydalanıldı. Çevredeki yapılarla çatışmak yerine onların bilhassa Dil Tarih Coğrafya Fakültesi esas cephesinin renk düzeninin yeni bir anlamda tekrar ele alınması suretiyle gerekli çevre bütünlüğünün sağlanması öngörüldü.

 

Yapının mahalli ve evrensel sorunlarının dikkatle açıklanmasına çalışıldı.

 

Alt ve üst yapı münasebetleri, yanyana gelmenin meseleleri, korumanın ve açılmanın mahalli ve çağdaş tekniklerin karşılaşması, tarihi gelişmenin ve mevcut şartların birleştirici bir görüş açısından değerlendirilmesi yapının tasarlanmasında yöneltici kaygular oldu."

Yapı, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 24.06.2013



******


TARİH KURUMU'NA ACILI DEKORASYON

 

Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne sahip Türk Tarih Kurumu binası, yapılan iç müdahaleyle kebapçı dükkanına benzeyince mimarlar ayağa kalktı
 

Mimar Turgut Cansever ve Ertur Yener tarafından tasarlanan ve 1980 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanan Türk Tarih Kurumu binasına yapılan müdahaleler, mimarların tepkisine neden oldu. Turgut Cansever ve Ertur Yener’in 1951 yılında tasarlamaya başladığı bina 1967 yılında tamamlandı. Türkiye mimarlık tarihinin en önemli modern tasarımlarından biri olarak kabul edilen binanın özgün iç mekanına ve bahçesine yapılan müdahaleler, mimarlar tarafından Turgut Cansever’in hatırasına saygısızlık olarak değerlendiriliyor. Mimarlar, binanın tadilatının hemen durdurulmasını ya da merhum Cansever’in kızı mimar Feyza Cansever’den yardım ve danışmanlık alınmasını istiyor.

Cansever’in kızına danışın

Ankara Mimarlar Odası Başkanı Ali Hakkan konuyla ilgili şunları söyledi: “Proje sahibinin telif haklarını sürdüren ailesine danışılmadan projenin özgün kimliğine zarar verecek düzeyde bir dekorasyon uygulamasına girişilmiştir. Yapının iç ve dış doğramalarının bir bölümünde PVC malzemeler kullanılarak dış cephe karakteri olumsuz olarak etkilenmiştir. Yine binanın özel olarak tasarlanmış bahçesinde yapılan hiçbir tasarım ürünü olmayan havuz ile birlikte yapı önemli ölçüde zarara uğratılmıştır. TTK Başkanı ile gerçekleştirilen ve bir yönetim kurulu üyemizin de katıldığı görüşmelerde yapının özgün haline getirilmesi için gerekli işlemlerin yapılması gerektiği talep edildi. Proje müellifi Turgut Cansever’in ailesi tarafından bu işlemlerin ücret talep edilmeden yapılabileceği iletildi. Ancak bu konuda TTK’nın nasıl bir tavır alacağı konusu henüz netleşmedi.”

Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Görevlisi Aykut Köksal binaya yapılan müdahaleye tepki göstererek “Cumhuriyet mimarlığı içinde, önemi ve niteliği üzerine büyük bir uzlaşma olan az sayıdaki yapılardan biri Cansever’in Türk Tarih Kurumu binasıdır. Türk Tarih Kurumu’na yapılan ve binayı bir kenar mahalle kebapçısına dönüştüren müdahale ne yazık ki artık hiç şaşırtmıyor. Doğrusu şaşırtıcı olan, müdahaleye karar verenlerin bu mimarlığı kavramaları ve büyük bir duyarlıkla yaklaşmaları olurdu. Ayrıca, yapılan işin vahametini dile getirirken şunu da biliyorum, ne yapılan yanlış iş düzeltilecek, ne de söylenmek isteneni anlamak için çaba gösterilecek” dedi.

Bilge mimarın anısına saygısızlık

Mimar Aysun Toprak da Taraf’a yaptığı açıklamada Turgut Cansever’in, mimari dünyada üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü alan, mimarisini İslam tasavvuru üzerine konumlandırmış bilge bir mimar olarak anıldığını belirterek, “Şu an; müelliflik hakları gibi hukuki bir hakkın yok sayılması bir yana, yapının ve mimarının mimari kültüre ve toplum kültürüne kazandırdıklarını yok sayan, hala tam olarak kapsamını bilemediğimiz, iç mekana ve bahçesine bir takım niteliksiz uygulamalar yapılıyor. Yapılar zaman içerisinde değişim geçirebilirler ama bunun müellif mimar tarafından veya toplum vicdanı sorumluluğunda yapılması gerekir” ifadelerini kullandı.

İçi altın varaklar, lambrilerle döşenen yapının zemin katında konferans salonu, kitap depoları, üst katlarda kütüphane, okuma salonları ve ofisler yer alıyor.

Taraf, Haber: Bülent Onur Şahin, 27.06.2013

BURSA ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDEKİ KADIN CESEDİ 8 BİN 500 YAŞINDA

 

Bursa Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen 8 bin 500 yaşındaki kadın cesedi görenleri şaşırtıyor. Aktopraklık Höyüğü'nden çıkarılan ceset Milat'tan önce 6 bin'li yıllara ait. Boynunda fildişinden kolye, kolunda fildişi bilezik ve başında kemik tarak bulunan ceset, o dönemde ölülere bakışı da gözler önüne seriyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Bursa Arkeoloji Müzesi, yaklaşık dört yıllık aradan sonra yenilenmiş olarak ziyaretçilerine kapılarını açtı. 18 yaşına kadar Türk vatandaşlarının ücretsiz gezebildiği müze, pazartesi günleri hariç haftanın 6 günü ziyaret edilebiliyor. Müze Müdürü Enver Sağır, restorasyondan sonra ziyaretçi sayısının yüzde 60 artış gösterdiğini bildirdi. Müzenin, Türkiye'nin en eski üçüncü müzesi olduğunu belirten Sağır, "Bursa Arkeoloji Müzesi 1904 yılında kuruldu. 1972 yılından bu yana bu binada hizmet veriyor. 2010 yılında ziyarete kapatılan müzede detaylı bir restorasyon yapıldı. Bu yeni tasarımda hem görsellik, hem bilgi, hem de eğitim ön plana çıkıyor. Müze, bütün insanların anlayacağı şekilde düzenlendi." dedi.

 

Yeni teşhir düzenlemesi ve restorasyonun ziyaretçi sayısını da artırdığını anlatan Sağır, günde ortalama 250-300 kişi olmak üzere yüzde 60'lara varan bir artış yaşandığını söyledi. Özellikle öğrenci gruplarının ağırlıkta olduğunu anlatan Enver Sağır, müzede özellikle Truva, Athena ve Apollon heykellerinin bulunduğu bölümlerin büyük ilgi gördüğünü aktardı.

 

Enver Sağır, müzede Milattan önce 15 milyon yıl öncesine dayanan fosillerle birlikte yine Milattan önce 100 bin ile 40 bin arasında tarihlere ait 3 adet aletin bulunduğunu anlattı. Sağır, Milattan önce 6 bin 500'den önceye kadar Doğu Roma (Bizans) dönemi dahil eserlerin sergilendiğini söyledi.

 

8 BİN 500 YAŞINDAKİ KADIN

Aktopraklık Höyüğü'nde çıkan Kalkolitik Döneme ait kadın mezarı insitü şeklinde müzeye taşındı. Şekli ve yanındaki eşyalardan cesedin yetişkin bir kadına ait olduğunun altını çizen Sağır, "Boynunda fildişinden kolyesi, kolunda fildişinden bilezik ve başı arkasından kemikten yapılmış tarak görüyoruz. Ayrıca, mezarda bulunan çanak çömlekler de yine insitu şeklinde, yani mezarda bulunduğu orijinal şekli ile burada teşhir ediliyor. Bu o dönemdeki ölü gömme adeti ile ilgili bize önemli bilgiler sunuyor. Bu ilk Kalkolitik yani Milattan önceki 6 bin'li yıllara ait bir ölü. Bunun özelliği ile 'hocker' tarzı denen ve dizler karından göğse doğru çekilerek ve kollarda yine dirsekten göğse doğru kaldırılarak gömme şekli." şeklinde konuştu.

 

MÜZE GİRİŞ ÜCRETİ 5 LİRA

Bursa Arkeoloji Müzesi'nde Bithynia ve Mysia bölgesinde bulunan ve MÖ 15 milyon yıl öncesine ait fosillerin de aralarında bulunduğu Bizans dönemi sonuna kadarki devirlere ait birçok eser sergileniyor. Pazartesi günleri hariç, haftanın 6 günü sabah 08.00 akşam 17.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. Ziyaret ücreti 5 lira olarak açıklanırken, 18 yaş altı Türk vatandaşları ile 65 yaş üstü kişiler ücretsiz gezebiliyor. 17 bine yakın sikke, 12 bine yakın arkeolojik eser bulunuyor. Antandros Nekropolü'nden kap ve süs eşyaları, Greko-Pers mezar steli, Roma dönemine ait taş eserler, Zeus ve Herakles tasvirleri, Kybele heykelleri, Athena ve Apollon'un bronz büstleri yer alıyor.

Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 24.06.2013

SÜRYANİLER BDP'LİLERDEN MANASTIR ARAZİSİNİ İSTEDİ

 

 

Süryaniler, Mor Avgin Manastırı'nın arazilerinin BDP'lilerde olduğunu belirterek BDP'den yardım istedi. Sonuç çıkmayınca mahkemeye başvurdu.

 

Mardin’in Nusaybin İlçesi'ne bağlı Eskihisar (Marin) Köyü’nde bulunan ve 30 yıl atıl kaldıktan sonra restore edilerek 2008 yılında yeniden ibadete açılan Mor Avgin Manastırı’na ait olduğu iddia edilen ancak tapuları BDP ’li bazı yönetici ve ailelerin üzerinde olan arazileri alabilmek için Süryaniler harekete geçti. İsveç’te bulunan Mor Avgin Derneği yöneticilerinin BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Mardin Milletvekili DTK Genel Başkanı Ahmet Türk’e arazilerin iadesi için başvurduğu, sorunun uzlaşıyla çözülmesi için komisyonlar kurulduğu, çözüm bulunamadığı için hukuki yola başvurulduğu belirtildi. Süryaniler, sorunun arazileri ellerinde bulunduran BDP’li yönetici ve ailelerin tutumu nedeniyle uzlaşma ile çözülemediğini öne sürerken, Demirtaş ise bu ailelerden BDP’li olanlar olsa bile gayrimüslimlerin hak ve hukukunun yanında olacaklarını söyledi.
MS 300’lü yıllarda kurulan manastır 1970’li yılların sonunda kapandı. 2008’de restore edilen manastırın tekrar ibadete açılması üzerine Avrupa’da bulunan Süryani cemaati, manastıra ait olduğu ve köylülerin 1970 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında gerçek dışı beyanlarla üzerlerine tapuladığını iddia ettikleri arazileri tekrar alabilmek için 2009 yılında harekete geçti. Arazilerin şu andaki sahiplerinin büyük oranda BDP’li olduğunu öne süren İsveç Mor Avgin Derneği yetkilileri, sorunun uzlaşı yolu ile çözülebilmesi için ilk olarak BDP yetkilileri nezdinde girişimlere başladı.

Komisyon işe yaramadı
Dernek 2010’da Demirtaş ile görüştü. Demirtaş’ın girişimiyle Almanya ve İsveç’ten gelen Süryaniler, BDP’li yetkililer ve bölgenin ileri gelenleri Nusaybin’in Beyazsu bölgesinde bir araya gelerek sorunu ele aldı. Görüşmeler sonunda 6 kişilik komisyon kuruldu. Komisyonun 7 ay geçmesine rağmen somut bir çalışma yapmaması üzerine Süryanilerin temsilcileri, Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk ve BDP milletvekilleri ile görüştü. Burada alınan kararla eski komisyon feshedildi, yerine yine Süryani ve BDP’li yetkililerin bulunduğu ikinci komisyon kuruldu. Bu komisyon da sonuç alamayınca dernek Demirtaş’a yazı göndererek, yardım istedi.

1 aile 200 dönüm iade etti
Yazıda, Hacı Bahri ailesinin 200 dönümlük araziyi iade ettiği belirtilirken, “Bunun söz konusu manastırımıza ait diğer, arazileri ellerinde bulunan komşu ve hemşerilerimize de örnek teşkil etmesini umuyoruz” denildi. Mor Avgin Manastırı Derneği olarak, hukuk yollarına başvurması ve davanın hukuksal takibini yapması için Diyarbakır ’dan Avukat Serhat Karaşin’in görevlendirildiği anlatılan yazıda şöyle denildi: “Uygun bir tarihte ve yerde, hem davamızın haklılığını daha detaylı bir şekilde sizlere aktarabilmek hem de bundan sonra bu konuda atacağımız adımlar konusunda görüş ve tavsiyelerinizi dinlemek üzere Mor Avgin Derneği temsilcileri ve avukatımız ile bir görüşmeye değerli zamanınızın bir kısmını ayırabilirseniz seviniriz.”

Radikal, 24.06.2013

ARKEOPARK PROJESİ ONAYLANDI

 

 

Basmane'nin en önemli tarihi değerlerinden Altınpark'ta tamamlanan kazı çalışmalarının ardından bölge, 'Altınpark Arkeolojik Alanında Çevre Düzenleme ve Koruyucu Üst Örtü Projesi' ile yeni bir döneme giriyor.

2 bin yıl önce şehrin kuzeye ve doğuya açılan kapılarının bulunduğu alan, Konak Belediyesi Başkan Tartan'ın uygulamaya koyduğu proje ile İzmirlilere ve turistlere açılacak. Altınpark kazılarında ortaya çıkan toprak harçlı moloz taş duvarlardan oluşan Roma ve Bizans dönemi yapı kalıntıları, Arkeopark ile korunacak. 5 bin 300 metrekarelik alanda hazırlanan proje tamamlandığında arkeolojik kalıntılar kapalı ve yarı açık sergileme alanlarında rahatça gezilebilecek. Arkeopark çevrenin tarihi dokusuyla bütünleşecek.

Başkan Hakan Tartan Altınpark'ın bir harikulade bir güzellik olacağını belirterek şöyle konuştu: "Neden her zaman 'önce insan' dediğimiz, neden 'ekonomik yerel yönetim' anlayışında ısrar ettiğimiz, artık herkes tarafından anlaşılmaya başladı. Basmane sadece İzmir için değil, Türkiye ve dünya için önemli bir bölge. Burada yatan tarih, köklerini arayan insanları, tarih ve arkeoloji tutkunlarını, bilim adamlarını İzmir'in merkezine getirecek. Arkeopark gerçek anlamda modern bir düzenlemeyi kentin merkezinde yaşatacak. Üstü camla kaplanırken altta tarihi kalıntılar görülecek. Dahası da var. Altınpark'ta Arkeopark'la birlikte çevrede de önemli gelişmeler olacak. Altınpark'ın hemen yan sokağı yine bizim projemizle düzenleniyor, karşısında restore ettiğimiz Sarmaşıklı Ev var ve müze olarak insanları karşılayacak. Bir arka sokağı Kadın Müzesi. Basmane'nin çehresi tamamen değişiyor. Burada sadece tarihi ayağa kaldırmıyoruz. Kente ekonomik katkısı da çok büyük olacak. Bölge insanı, esnaf rahatlayacak."

haberler.com, 23.06.2013

ULUSLARARASI PLASTİK SANATLAR DERNEĞİ'NDEN IRKÇI ÖĞRETİM ÜYESİNE İSTİFA ÇAĞRISI

 

Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD), Gezi Parkı eylemlerine katılanlara ırkçılık yaparak saldıran Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Bölüm Başkanı Ahmet Atan’a istifa çağrısında bulundu.

 

Yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Dünyada hiçbir üniversitenin sanat bölümüne yakışmayacak bir üslupla Gezi Direnişi sırasında son derece tehditkar, ırkçı, provakatif ve bulunduğu konuma yakışmayacak metinleri özensizce kamuoyu ile paylaşmıştır. Bu düşünce yapısını yansıtan bir yöneticinin özgür, yaratıcı ve barışçı sanat ortamını zedeleyeceği aşikardır. Bırakın sanat ortamını, halkın vicdanının hiçbir şekilde kabul edemeyeceği bu düşünceleri yayan Ahmet Atan’ın ivedi olarak Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki bu görevinden istifa etmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Gençlerimiz kendisinin yöneteceği bölümde sağlıklı bir eğitim alamayacağı düşünüldüğünde, geleceğin sanatçı, küratör, sanat yazarı veya galericisi olacak gençlerimizin kariyer hayatları da tehlikeye girmektedir. Ahmet Atan’ın tüm bu yaşananların ardından görevine devam etmesi kabul edilemez.”

Dernek, Kültür Bakanlığı’nın “sanatçıları fişleme” konusunda görev üstlendiği haberleri üzerine ise şu açıklamayı yaptı:

“Tüm yaşananların ardından herkese düşen, bunlardan bir ders çıkartıp, ülkemizde AB istedi diye veya göstermelik olarak değil, halkımızın hak ettiği normlar bunu gerektirdiğinden gerçekten evrensel standartlarda bir demokrasiyi bir an önce kalıcı şekilde kurmaktır.


Tüm dünyanın gözünün ülkemiz üzerinde olduğu şu günlerde -kara mizah gibi- Kültür Bakanlığı’nın "sanatçıları fişleme" konusunda görev üstlendiği haberleri, herhalde olsa olsa Türkiye'yi uluslararası ortamda yıpratacak ve hatta alay konusu haline getirecek akıl almaz derecede "tersten yaratıcı" ve utanılası bir girişimdir.”

Sol Haber, 23.06.2013

MAGNESİA ANTİK KENT GÜN IŞIĞINA ÇIKMAYI BEKLİYOR

 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Orhan Bingöl, yeterli ödenekler olması halinde Magnesia Antik Kenti'nin şu anda çok farklı konumda olabileceğini belirtti.

Aydın'ın Germencik ilesine bağlı Ortaklar beldesinde bulunan antik kentte kazı çalışmalarını yürüten Orhan Bingöl,  AA muhabirine yaptığı açıklamada, her yıl nisan-haziran ayları döneminde kazıların başladığını öncelikle temizlik çalışmaları yaptıklarını dile getirdi.

 Yaklaşık 30 yıldır kısıtlı ödeneklerle yer altında bulunan tarihi kenti gün ışığına çıkarmak için çaba harcadıklarını ifade eden Bingöl, şunları söyledi:
"Buna rağmen bazı tarihi eserleri gün ışığına azda olsa çıkardık. ve buraya gelen yerli yabancı turistlerin beğenilerine sunduk. Çok güzel eserleri gün ışığına çıkarmak istiyoruz, ama bu ödeneklerle çok zor. Sponsor yok. Bakanlığımızdan gelen ödenekler çok az. Yılda 200 -250 bin lira ile ne iş yapılabilir?  Ödenek yetersiz olduğundan yoğun çalışmalarımıza rağmen iş fazla yürümüyor. Koca kenti yer altından gün ışığına çıkarmaya çalışıyoruz. Bu yılda bize gelecek olan ödenek 230 bin lira civarında. Bu parayla ne iş yapacağız, kaç işçi çalıştıracağız?"

Prof.Dr. Bingöl, kazılar için kendilerine yeterli kaynak ayrılmış olsaydı, bu güne kadar önemli işler başarmış olacaklarını kaydederek, çalışmaların istenilen seviyede olmamasına rağmen kenti görmek amacıyla çok sayıda yerli ve yabancı turistlerin geldiğini söyledi. Bingöl, halen yer altında olan eserlerin gün ışığına çıkarılması durumunda bölbgeye turist ilgisinin çok yoğun olacağını savundu. 

Bu yıl kazı çalışmalarında, stadyum ve Artemizyon alanlarında yoğunlaşacağını belirten Bingöl, "Yapılan kazı ve restorasyon çalışmalarında, Anadolu'nun en iyi korunmuş 35-40 bin kişilik stadyumu ortaya çıkardık. Ama daha çok yapacak işimiz var. Türkiye çok güzel stadyumlara, tiyatrolara sahip ama böyle kabartmalı ve arkadaki bölümleri bu kadar yüksek, bu kadar iyi korunmuş başka stadyum yok" dedi. 

Bingöl, kazı bölgesinde kamulaştırılan alanların kısıtlı olmasından dolayı, kamulaştırma için de ödenek gerektiğini kaydetti.

haberler.com, 23.06.2013

İNŞAAT ALANINDA
LAHİT VE İNSAN KAFATASI
BULUNDU

 

Konya'da Meram İlçesi'nde Gödene Mahallesi Hanedan Caddesi'nde yapımı süren konutlar için iş makineleriyle temel kazısı yapıldığı sırada inşaat alanından bir lahit ile insan kafatası ve kemikleri bulan işçiler, durumu polise bildirdi.

 

Olay yerine gelen polis ekipleri, çevre güvenliğini alarak durumu Müze Müdürlüğü yetkililerine haber verdi.

Yetkililer, lahitin hangi döneme ait olduğunun yapılan inceleme sonrasında belli olacağını kaydetti.

Cumhuriyet, 23.06.2013

OSMANLI DEVLETİ YENİDEN PAYLAŞILIYOR

 

 

Elinde haritaları, tapu belgeleriyle Osmanlı Arşivleri’ni ziyaret edenlerin sayısında son 4 yılda büyük bir ‘patlama’ yaşanıyor. Kimi ailesinin köklerini arıyor, kimi Osmanlı’daki dedesinden kalan mirası ispatlama umuduyla buranın yollarını aşındırıyor. 15 yıl boyunca inatla gidip gelenler de, avukatlara ‘tonlarca’ para verip sonuca ulaşamayanlar da var… Osmanlı Arşivleri’nin Kağıthane’de açılan yeni binasını ziyaret ettik, ‘Osmanlı’daki dedenin’ izini bulmanın yollarını sorduk…

 

Yaklaşık iki yıl önce resmi bir kağıt gelmiş Ender Bey’in evine. Fethiye Ölüdeniz’in o ünlü görüntüsünün ait olduğu arazi, Atatürk Havalimanı’nın bir kısmı, Antalyaspor tesisleri ve daha pek çok arazi hakkında açılmış bir davaya ait resmi bir kağıt… Bu geniş arazilerin kendilerine ait olduğunu söyleyip miras hakkı talep eden 444 davacı arasında babasının adını görünce konuyu araştırmaya başlamış Ender Eren ve 1820’li yıllara kadar uzanan bir hikayenin içinde bulmuş kendini. 


Osmanlı ordusunun en büyük kollarından biri olan Teke Sancağı’na bağlı Alaiye (Alanya) Sancağı’nın başındaki kişiymiş Hacı Süleyman Ağa… Orduyla birlikte gittiği yerler, devletten aldığı ulufeler (maaş) derken geniş arazilere sahip olmuş. Kardeşi İskenderiyeli Hacı Ömer Ağa da bu konuda kendisinden aşağı kalmamış; zira Mısır valisiymiş… 


O uzak tarihlerden daha yakınlara gelelim. Yıl 1938, o kardeşlerin mirasçısı olduğunu iddia edenler ilk davaları açmış ama dava sonuçsuz kalmış. 1950’lerde 444 kişi adına tekrar veraset davası açılmış. Üç ayrı hakim eskitip 60 yılı geride bırakan davada ilk sonuçlar 2 yıl önce alınmış ve Antalya’daki bazı yerlerin mirasçılara ait olduğu netleşmiş. Diğer yerler için davalar halen sürüyor. Tahmin edebileceğiniz gibi; işin detayı, bürokrasisi ve harcanan para çok… Ender Bey’in, bu davadan haberi olduğundan beri araştırma için sürekli gittiği yer, Başbakanlık Devlet Arşivleri’ne bağlı Osmanlı Arşivi. 


Elinde tapu belgeleriyle, haritalarla bu arşivin yolunu arşınlayıp Osmanlı dönemindeki kimi varlıklı kişilerin, yöneticilerin ailesinden geldiklerini ve onların mirasçısı olduklarını ispatlamaya çalışanların sayısı az değil. 

 

 

Örneğin Barbaros Hayrettin Paşa’dan sonra en uzun süre Bahriye komutanlığını yürüten Hasan Hüsnü Paşa’nın mirasçıları… Kadıköy’deki Hasan Paşa semtinin, Ümraniye ve Çekmeköy’deki bazı geniş arazilerin mirasçısı olduğu iddiasıyla dava açanlardan Feridun Bey; 10 yıldır açtıkları davada avukata çok para verip sonuç alamadıklarını, bugünlerde yeni avukat aradıklarını söylüyor. 

ARŞİVDE DİJİTAL DEVRİM 
Bu iki olayı duyunca Osmanlı Arşivleri’nin bulunduğu bina, eski adıyla ‘Hazine-i Evrak’, zihnimizde filmlere konu olabilecek hikayeler hazinesi gibi canlandı. Geçen yıla kadar, 1846’da inşa edilen Sultanahmet’teki binasında bulunuyordu arşiv. Taşındığı Kağıthane’deki epey büyük yeni kompleks önceki hafta açıldı. Açılışın hemen ardından oradaydık… 26 yıldır burada çalışan, araştırma bölümünün sorumlularından arşivci Fuat Recep’le konuşunca ilginç bir manzarayla karşılaştık. 


Dört yıl kadar önce nüfus defterlerinin dijital ortamda araştırmacılara açılmasıyla birlikte, Osmanlı Arşivleri’ne gelen insan sayısında deyim yerindeyse patlama yaşanmış. ‘Patlamanın’ nedenlerinden biri de, bu bilginin televizyonlardaki tarih programlarında ‘iştah açıcı’ biçimde ele alınması… 


Geçen yıla kadar hizmet veren önceki binada araştırmacılar için 100 masa bulunuyormuş. Yaz aylarında gelen kişilerin sayısıysa günde 250’yi buluyormuş. Uzun kuyruklar; miras hayallerinden aldığı güçle bahçede ya da duvar üzerinde bulduğu uygun yere çöküp saatlerce defterleri karıştıranlar; yeri kapılmasın diye oturabildiği masadan kalkıp tuvalete bile gitmek istemeyen şanslılar… 


“Dört yıl öncesine kadar buraya çoğunlukla akademisyenler geliyordu, halen de en çok onlar geliyor ama Osmanlı’ya uzanan mirasını ve ailesinin geçmişini araştırmak için gelenlerde büyük artış var” diyor Recep. 

ARAŞTIRMACI OLMAK KOLAY 
Burada bir parantez açalım. Örneğin aile geçmişinizi araştırmak istiyorsanız ‘araştırmacı’ kartı almanız gerekiyor. Neyse ki kolay; girişte bir fotoğrafınız ve nüfus cüzdanınızla başvuruyorsunuz, hangi konuyu neden araştırmak istediğinizi söylüyorsunuz; yarım saat içinde kartınız hazır. 
Recep’le konuşurken Osmanlı Arşivleri’ne ‘miras meselesi’ nedeniyle gelenlerin önemli kısmı için manzaranın pek iç açıcı olmadığını görüyoruz. Zira kullanıma açılan nüfus defterleri, Osmanlı’nın yaptığı ilk nüfus sayımı olan 1831 yılına ait. Bu defterlerde o yıl sayılan insanların fotoğrafı ve lakabı yok; haklarında ‘uzun boylu’, ‘kır saçlı’, ‘bıyıklı’ gibi bazı tasvirler var. Araştırmacıların, dedelerinin o yıl hangi isimle, nerede sayıldığını tam olarak bilmeleri gerekiyor. Dolayısıyla sık sık göçlerin yaşandığı bir coğrafyada, “Kayseri’nin şu köyündenim, dedemin dedesinin babasının adı Ahmet” türünden bir bilgiyle gittiğinizde aradığınızı bulma ihtimaliniz epey az. 

15 YIL SÜREN ‘İNAT’ 
Fakat yine de bu yöntemle gelenlerin ardı arkası kesilmiyor. Recep’ten, aile geçmişini bulmak için buranın yollarını 15 yıl boyunca aşındıranların bile olduğunu öğreniyoruz. Bu süre içinde evrakları okumak için Osmanlıca öğrenenler bile oluyormuş. 

 

“Bazen durumu anlatmaya, aradığının burada olmadığını söylemeye çalışıyorum. İkna oluyor önce ama sonra tekrar geliyor. Galiba ‘devlet memuru’ kavramı olumsuz bir imaja sahip bazıları için, ‘Bu beni başından savmaya çalışıyordur’ diye düşünerek tekrar geliyor.” 


Malum; Osmanlı büyük devletmiş… Vaktiyle Osmanlı toprakları içinde yer alan ülkelerden de epey araştırmacının geldiğini söylüyor Fuat Recep. En fazla ziyaretçi Libya ve Suriye’den… Onlara da Bingazi ya da Şam nüfus müdürlüklerine gitmelerini söylüyormuş. Oralarda nüfus kayıtlarına ulaşmanın zorluğundan olsa gerek soluğu Osmanlı Arşivleri’nde alanların sayısı da artıyormuş… 

OSMANLI’DAKİ DEDEYİ BULMAK
Peki, Osmanlı’daki dedelerinizi bulmanız için hangi yolu izlemelisiniz? Peşine düştüğünüz kişi Osmanlı’da memurluk  yapmış, idari yönetimlerde yer almış, orduda bulunmuş ya da bir vakfı yönetmişse şanslısınız; devlet bu kişilerin kaydını daha iyi tuttuğu için bulma ihtimaliniz daha fazla. 


Fakat ‘sıradan’ bir vatandaşsanız yolunuz biraz dolambaçlı. Önünüzde üç aşama var. Gideceğiniz ilk yer bağlı bulunduğunuz nüfus müdürlüğü. Buralarda 1900’lerin ilk yıllarından bu yana yapılmış nüfus sayımlarının kayıtları var. ‘T.C kimlik numaranızı vermeniz yeterli… O tarihin öncesine gitmek istiyorsanız İçişleri Bakanlığı’na bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne gitmeniz gerekiyor. Buradaki ‘atik nüfus defterleri’ sayesinde 1831’e kadar geçmişinizin izini sürebilirsiniz. Bu iki adresin ardından artık Osmanlı Arşivleri sizi bekliyor; şansınız açık olsun… 

370 bin defter, 96 milyon belge

Osmanlı Arşivleri’ne gitmek istediğimizde, evrakların taşındığı Kağıthane’deki kompleks yeni açılmıştı. Bu kurumun bağlı olduğu Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç.Dr. Uğur Ünal’ın kompleks hakkında bilgi verdiği bir toplantıya katılma ve epey geniş binayı gezme fırsatı bulduk. 


Taşınma işlerinin sürdüğü geçen yıldan bu yana bazı tarihçilerden eleştiri alıyordu yeni bina; ‘merkeze uzak olması’, ‘sellerin geçtiği dere yatağında kurulması’, ‘bulunduğu yerde nem oranının yüksekliği’ nedeniyle. Ünal’ın toplantısının bir bölümü bu eleştirilere yanıt vermekle geçti. 


Taksim’den Kağıthane’ye açılan tünelin yolu kısalttığını; yer seviyesinden epey yukarıda kurulan arşiv bölümlerinin selden etkilenmesinin neredeyse imkansız olduğunu ve içerideki nemin günün her saatinde çalışan bir sistemle kontrol altında tutulduğunu söyledi. 


200 çalışma odası, 120 arşiv deposu, 3 toplantı salonu, 5 seminer odasıyla 13 bloktan oluşuyor arşivin yeni binası. Araştırmacılar için ayrılan masaların sayısıysa 350… 

İÇERİDE NELER VAR?
Ünal, Osmanlı Arşivleri’nin, kurulduğu 1846’dan bu yana dünyanın en çok ziyaret edilen arşivi olduğunu söylüyor. Bugüne kadar 6 bin 700 yabancı, 30 bin 300 yerli araştırmacıya hizmet vermiş. 


Tahmin etmesi zor değil; arşivlerde pek çok önemli belge var. 370 bin defter, 96 milyon belge… Fatih Sultan Mehmet’in Bosna seferi fermanı, İspanya’dan Osmanlı’ya gelen Yahudilerin kayıtları, Kanuni Sultan Süleyman’ın el yazısı, Sultan 2. Murat’ın İngiltere’ye gönderdiği askeri yardımı bildiren mektubu, 2. Abdülhamit dönemine ait Boğaziçi Köprüsü projesi bu belgeler arasında. Yine okuldaki tarih derslerinde adını sürekli duyduğumuz Mondros Mütarekesi, Tanzimat Fermanı, Sened-i İttifak anlaşmalarının orijinal metinleri de burada bulunuyor. 


Bütün bu saydığımız belgeler ve daha fazlasını, kompleksin içinde yer alan geniş sergi salonunda görmek mümkün. 

Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 23.06.2013

FATİH'İN TERSANESİ 'TURİZME' AÇILIYOR

 

 

Haliç’te geçmişi Fatih Sultan Mehmet dönemine dayanan tersaneler için 2 Temmuz tarihinde ihaleye çıkılıyor. 250 dönüm büyüklüğündeki araziye 2 yat limanı, 400’er odalı 2 adet 5 yıldızlı lüks otel, 1.000 kişilik cami, AVM ve park gibi bölümler yapılacak.

 

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İstanbul, Haliç’te yapılacağını açıkladığı liman projesi için 2 Temmuz salı günü  teklifler alınıyor. Projenin tamamlanmasıyla Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı tarihi tersanenin yerini iki yat limanının da bulunacağı lüks bir turizm kompleksi alacak. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı projeyi 4 yılı yapım süresi olmak üzere 49 yıllığına ihale edecek.


Başbakan Erdoğan, mayıs ayı sonunda 3. köprü için düzenlenen temel atma töreninde yaptığı konuşmada, yapımı Fatih dönemine uzanan Haliç Tersaneleri bölgesi için ihaleye çıkılacağını açıklamıştı.

 

 

Tarihi yapılar korunacak
Camialtı ve Taşkızak tersanesine yönelik proje hazırladıklarını belirten Başbakan Erdoğan, “Haliç’te bugünlerde yeni bir ihaleye hazırlanıyoruz. Haliç’imizin kabullenemeyeceğimiz yanı var ki, Camialtı Tersanesi. Yıllarca orada bulundum. Taşkızak Tersanesi, oraları tamamı ile, bu yeni proje ile, muhteşem bir proje” demişti.


Edinilen bilgiye göre, Camialtı ve Taşkızak tersaneleri için 2 Temmuz’da teklifler alınacak. İki bölgeyi kapsayan 250 dönümlük arazide bertaraf edilen atıl alanların yerine, rekreasyon ağırlıklı bir proje uygulanacak. Araziye alışveriş merkezi, yat limanı ve park gibi bölümler yapılacak. Bir zamanlar dünyanın en büyük tersanelerinden birisi olan alandaki tarihi yapıların korunması planlanıyor. 500 yıldan yaşlı bölümler bulunduran bu tarihi alanların müze olarak değerlendirilmesi tasarlanıyor.

 

 

‘Deniz Müzesi’ fikri gündeme gelmişti

İstanbul’un fethinin ardından Fatih Sultan Mehmet’in talimatıyla 1455’te kurulan Haliç Tersanesi, en uzun süre faaliyet gösteren tersanelerden birisi oldu.


O zamanki adıyla, ‘Tersane-i Amire’, Yavuz Sultan Selim döneminde 100 birimli, Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa birimli dev bir tersane haline geldi.


Denizcilikteki gelişmeyle birlikte bu bölge inşa tezgahları, havuzlar, depolar, kışlalar ve yelken dikim atölyelerini de içine alan bir kompleks haline getirildi. Kürek mahkumlarına, Mimar Sinan’ın inşa ettiği zift ambarına ve Avrupa’dan alınan havuzlara ev sahipliği yapan tarihi liman, yakın zamana kadar hizmet verdi.


Bir süreden beri atıl vaziyette olan liman bölgesi için bir dönem ‘Deniz Müzesi’ yapılması da gündeme gelmişti.

 

Yabancılardan ilgi

İhaleyi kazanan şirket ya da şirketler, liman projesini 4 yıl içinde tamamlayacak. İhaleye büyük şirketlerin oluşturduğu yerli konsorsiyumların yanı sıra yabancı şirketlerin de ilgi gösterdiği öğrenildi. Projenin yap işlet devret (YİD) yöntemiyle yapılması öngörülüyor. Projenin tamamlanmasıyla, tersane bölgesinde sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin işlettiği bir bölge kamuda kalmış olacak.

 

Galataport’a çok uzak değil

Haliç için düşünülen yeni projeden kısa bir süre önce İstanbul adına bölgede iddialı bir yatırım için ihale yapılmıştı. Mayıs ayının ortasında Haliç’in Boğaz cephesindeki komşusu Karaköy bölgesinde Galataport olarak bilinen Salıpazarı Liman Sahası’nın 30 yıl süreyle işletme hakkının verilmesini kapsayan ihalede Doğuş grubu 702 milyon dolarla en yüksek teklifi vererek ihaleyi kazandı. Doğuş grubu 3 yıl içinde tamamlamayı planladığı proje için 400 milyon dolarlık yatırım bütçesi çıkarmıştı. Haliç’te ve Salı Pazarı’nda belirlenen alanlara yapılacak yeni turizm projeleriye birlikte Karaköy, Şişhane ve Kasımpaşa hattının önümüzdeki dönemde hareketlenmesi bekleniyor.


Bu arada tersanelerin yeri için Koç grubunun ‘müze’ yapmak için istekli olduğu ve olası bir ihalede yer alacağı biliniyordu. Tersane bölgesiyle aynı kıyıda Koç grubunun kurduğu Hasköy’deki Rahmi Koç Müzesi bulunuyor.

Milliyet, 23.06.2013

 

******


"HALİÇ TERSANESİ'NİN İHALESİ HUKUKA AYKIRI"

 

Haliç Tersanesi turizm kompleksine dönüşecek. Uzmanların önerisi ise tersanenin kimliğine zarar verilmeden kültürel faaliyet alanı haline gelmesi. Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, “Haliç Tersanesi dünyanın yaşayan en eski tersanelerinden biri. İhale süreci hukuka aykırı bir şekilde işletilmektedir” dedi.

 

Fatih Sultan Mehmet'in talimatıyla 558 yıl önce kurulan Haliç Tersanesi, Yap İşlet Devret modeliyle özelleşiyor. 2 temmuzda ihaleye açılacak olan 250 dönümlük alanda, tarihi eserler üzerine 2 yat limanı, 400'er odalı 2 adet 5 yıldızlı otel, bin kişilik cami, AVM ve otopark alanları yapılacak. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı projeyi 4 yılı yapım süresi olmak üzere 49 yıllığına ihale edecek. Sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Şehir Hatları Genel Müdürlüğü olarak kullandığı alan kamuda kalacak. Durumu Taraf Gazetesi’ne değerlendiren uzmanlar tersanenin özelleştirmesiyle ilgili şöyle konuştu:

 

Mimar Korhan Gümüş:

Tersaneye işlev kazandırmak için tek yöntem özelleştirme değil. Tersaneyi özelleştirmek Topkapı Sarayı'nı, İstanbul surlarını, Süleymaniye Külliyesi'ni özelleştirmekle eşdeğerdir. Ayrıca alan içine halen kullanılmakta olan Kuzey Deniz Saha Komutanlığı ve Kasımpaşa Deniz Hastanesi de gidiyor. “Böyle kalsın” diyen yok ama dünyanın her yerinde kamusal alanlar için, özellikle de kentin korunması gereken kültür mirası için misyon odaklı bağımsız örgütler kuruluyor. Tersane'nin yeni alanları olan Taşkızak ve Camialtı çok iyi bir gemi prototipi geliştirme ve araştırma merkezi olarak kullanılabilir. Bu yapılan İstanbul'a haksızlık.

 

Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu:

Haliç Tersanesi dünyanın yaşayan en eski tersanelerinden biri. İhale süreci hukuka aykırı bir şekilde işletilmektedir. Bu nedenlerle plan kararlarının iptal edilmesi için yetkili kişilerle bir hukuki hazırlık yapılmalıdır. Diyoruz ki hukuken suç niteliğindeki telafisi olmayan zararların verilmemesi için bu oldu bitti bir an önce durdurulmalı ve ihale iptal edilmeli. İstanbul'u İstanbul yapan en önemli değerlerden bir tanesi burası. Cumhurbaşkanı, şehircilik ilkelerine, hukuka, toplumsal bellek değerlerine ve kentin kimliğine açıkça aykırı bir operasyonu himaye etmemelidir. Bu konuda Cumhurbaşkanı'ndan operasyonu durdurmasını bekliyoruz.

 

Prof.Dr. İhsan Bilgin:

Tersane çok kıymetli bir yer. Yeniden kullanılması gerekir. Ancak AVM ve otel çok yanlış bir fonksiyon. Özel bir topografyaya sahip ve düz bir arsa muamelesi yapılamaz. Tersane en iyi şekilde tarihi binaları korunarak park alanı yapılabilir. Açık hava alanı olabilir. Venedik Limanı da dünyanın en eski limanlarından biri. Orası tamamen kimliğine zarar verilmeden kültürel faaliyetlerin yapıldığı alanlara dönüştürüldü. Sergiler düzenleniyor orada. Haliç Tersanesi'nde de aynı uygulama yapılabilir.

Yapı, 25.06.2013

KAZILAR SORUNLU BAŞLADI

 

 

Türkiye ’nin turizm gelirlerine önemli katkısı olan ve müzelere en çok eser sağlayan arkeolojik kazı sezonu sorunlu başladı. Birçok kazı başkanına izin verilmedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı hem izinleri hem de kazı ödeneklerini yetiştiremedi. Bakanlık resmi internet sitesinden yaptığı açıklamada, ‘’2013 yılında da ülkemizde bakanlığımız izinleriyle yürütülecek Bakanlar Kurulu kararlı kazı çalışmalarına izin verilmesi süreci devam etmekte olup, bilim insanları tarafından yürütülecek bu çalışmalar ağırlıklı olarak üniversitelerin tatile girdiği yaz aylarında gerçekleştirilmektedir’’ denildi. Ancak yaz geldi, kazı paraları hala aktarılamadı.


Kültür ve Turizm Bakanlığı izinleriyle 2012 yılında, Bakanlar Kurulu kararı ile 116 Türk, 39 yabancı kazı, 84 Türk, 18 yabancı yüzey araştırması, 47 müze kazısı, 151 kurtarma kazısı 28 kamu yatırım alanı kurtarma kazısı, olmak üzere toplam 483 arkeolojik çalışma gerçekleştirildi. Kazılarla 2012 yılında 8 binden fazla envanterlik nitelikte eser müzelere kazandırıldı. Arkeolojik kazılara Kültür ve Turizm Bakanlığı 2012 yılında 35 milyon 620 bin 800 lira ödenek aktardı. 2012 yılında en büyük desteği Denizli Laodikeia, Antalya Myra-Andriake, Bitlis Eski Ahlat Şehri, Muğla Beçin Kalesi ve Stratonikeia kazıları aldı. 

Sınırlı sayıda kazı başladı 
Bu yıl kazı ve araştırma çalışmalarına verilecek izin işlemleri devam ederken, sınırlı da olsa kazısı başlayanlar da var. Prof.Dr. Celal Şimşek başkanlığında Denizli’de yürütülen Laodikeia, İzmir’de Doç.Dr. Serdar Aybek başkanlığında yürütülen Metropolis ile Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığında yürütülen Smyrna Agorası kazı ve restorasyon çalışmaları başladı. Yabancı bilim insanları tarafından yürütülen ve başlayan kazı çalışmaları arasında Japon Arkeoloji Enstitüsü’nce Dr. Kimiyoshi Matsumura başkanlığında Kırıkkale’de yürütülen Büklükale, Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Doç.Dr. Klaus Schmidt başkanlığında Şanlıurfa’da yürütülen Göbeklitepe 2013 Kazı ve Restorasyon çalışmaları da bulunuyor. 

23 milyon ödenek ayrıldı Kültür ve Turizm Bakanlığı 2013 yılı kazı ödeneği olarak 23 milyon lira ayırdığını açıkladı. Bakanlık yaptığı açıklamada şu bilgileri verdi: “Kazı ödenek planlaması, kazı alanlarının büyüklüğü, niteliği ve arkeolojik özelliği, önceki yıllarda yapılan çalışmaların sürekliliğinin sağlanması, toplam çalışılan gün sayısı dikkate alınarak yapılıyor.”

 

Yabancı ülke kazı alanları
ABD : Aydın-Karacasu ‘Aphrodisias’, Ankara -Polatlı ‘Gordion’, Hatay-Dörtyol ‘Kinte Höyük’, Manisa-Salihli ‘Sardis’
Almanya: Aydın-Didim ‘Milet’, Çorum-Boğazkale ‘Boğazköy’, Aydın ‘Didyma’, Gaziantep-merkez ‘Doliche’, Samsun-Vezirköprü ‘Oymaağaçhöyük’, İzmir-Bergama ‘Pergamon’, Şanlıurfa-merkez ‘Göbeklitepe’,
Avusturya: İzmir ‘Efes’, Antalya ‘Limyra’,
Belçika: Burdur Ağlasun ‘Sagalassos’,
Fransa: Niğde-Ulukışla ‘Porsuk Höyük’,
İngiltere; Konya-Çumra ‘Çatalhöyük’, Mersin-Mut ‘Kilisetepe’, Konya-Karatay ‘Boncuklu Höyük’, Afyon-Emirdağ ‘Amorium’,
İsveç: Muğla-Milas ‘Labraunda’,
İtalya: Malatya-merkez ‘Aslantepe’, Mersin-Erdemli ‘Elaiussa Sebaste’, Denizli-merkez ‘Hierapolis’, Muğla-Milas ‘İasos’, Gaziantep ‘Karkamış’ İzmir-Aliağa ‘Kyme’, Niğde-Bor
Japonya: Kırşehir-Kaman ‘Kalehöyük’, ‘Yassıhöyük.’
Önemli Türk kazıları
Antalya – Patara, İzmir – Phokai
Antalya – Myra, Muğla – Knidos
İzmir - Limantepe, Bitlis - Ahlat

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.06.2013

BÜYÜKNEFES KÖYÜ'NDE (TAVİUM ANTİK KENTİ) ARKEO-PARK PROJESİ UYGULANACAK

 

 

Vali Abdulkadir Yazıcı, Büyüknefes Köyü’nde yapılacak  (Tavium Antik Kenti) Arkeo-Park Projesi ile kentte yerli ve yabancı turist sayısının artacağını söyledi.

 

Vali Yazıcı, Tavium Antik Kenti’nin bulunduğu Büyüknefes Köyü’nde yaptığı gezi ve incelemelerde Yozgat‘ın tarihi ve doğal güzelliklerini gün yüzüne çıkarmaya çalıştıklarını, Yozgat’ın deniz, kum ve güneş üçgenine alternatif sunan coğrafi ve iklim özellikleri ile tarihi ve doğal zenginliklerinin bulunduğunu, Bozok Yaylası’na kurulu Yozgat’ın birçok tarihi eseri de bünyesinde barındırdığını kaydetti.

 

Büyüknefes Köyü’nde zamanla gün yüzüne çıkan tarihi eserlerin köydeki vatandaşlarca bahçe duvarlarında kullanıldığını anlatan Vali Yazıcı,  Arkeo-Park Projesi ile de bu eserlerin bir araya getirilerek sergileneceğini ve koruma altına alınacağını kaydetti.  Yazıcı, Büyük Nefes Köyü’nün açık hava müzesi konumunu alacağını vurguladı.

 

Yozgat Merkez İlçe Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından yapılan projenin Yozgat İl Özel İdaresi, Yozgat İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (Yozgat Müze Müdürlüğü) ortaklaşa yürüttüğünü belirten Vali Yazıcı, ‘’Hedefimiz proje ile tarih ve kültür turizmine yönelik turizm altyapısını iyileştirmek suretiyle bölgedeki turizmin gelişmesine katkı sağlamak istiyoruz. Arkeo-Park’ın oluşturacağı katma değer ve turizm gelirlerinden köy halkı başta olmak üzere tüm bölge halkı fayda sağlayacak. Arkeo-Park’ı yılda en az 15 bin  yerli ve yabancı turistin ziyaret etmesini hedefliyoruz” dedi.

 

Yozgat’ta tarihi dokunun her alanda kendini hissettirdiğini vurgulayan Yazıcı, “Kentimiz sınırlarında, Çeşka Kalesi ve Yeraltı Şehri, Kerkenez Antik Şehri (Pteria), 1516 yılında yaptırılan Karabıyık Köprüsü, Almanların atalarının göç ettiği belirtilen, Galatların bir kolu olan Trokmilerin başkenti Tavium (Büyüknefes Köyü), 1779 yılında yaptırılan Çapanoğlu Cami, bünyesinde 600 yıllık tarihi karaçamları bulunduran Türkiye’nin ilk milli çamlığı, 1862 yılında yaptırılan Akdağmadeni Kilisesi, 13. yüzyılda yaptırılan Behramşah Kalesi gibi çok sayıda tarihi ve doğal zenginlik bulunuyor’ dedi.

 

Yozgat Valiliği, ORAN Kalkınma Ajansı ve İl Özel İdaresi ile tarihi eserlerin gün yüzüne çıkması için art arda projeler hazırladıklarını vurgulayan Vali Yazıcı, “Yerli ve yabancı turistlerimize Yozgat’ın tarihi güzelliklerini göstermek istiyoruz. Kentimiz, Hattuşaş, Kapadokya gibi turistlerin yoğun olarak ziyaret ettiği yerlerin geçiş noktasında. Ayrıca kültür turları ile Karadeniz ve Doğu’ya giden turistleri de hazırladığımız proje ile Yozgat’ta ağırlamak istiyoruz. Kapadokya’dan Kazankaya Kanyonu’na, Sarıkaya’daki Roma Hamamı’na bir turizm güzergahı oluşturmak istiyoruz. Turizmle kentimize ekonomik katkı sağlamayı hedefliyoruz.’’ dedi.

 

-Tarihi geçmişi-

Büyüknefes(Tavium); Tavium Antik Kenti Hitit ve Frig yerleşim izleri görülmesine rağmen asıl yerleşim Galatlar zamanında MÖ 3.yüzyıl ile 1. yüzyıl arasında olmuştur. Tavium; Romalıların Galat dedikleri kavmin MÖ280′li yıllarda Balkanlardan Anadolu’ya gelen Trokme (Trokmi) kolu tarafından kurulmuştur. Kent İç Anadolu Bölgesi’nde Trokmilerin yaşadığı Orta Kızılırmak Yöresinin ticaret merkezi ve başkenti konumundaydı. Tavium (Büyük Nefes)’da şu ana kadar kapsamlı kazı çalışması yapılmamıştır. 1997 yılından beri yörede Avusturya’nın Klagenfurt Üniversitesinden Prof. Karl Strobel başkanlığında yüzey araştırmaları yapılmaktadır. Bu çalışmalar kapsamında, Büyüknefes ve çevresinde yer alan birçok köyde de yüzey araştırmaları yapılmış (Yakuplu, Süleymanlı, Körpeli, Haydarbeyli, Sağlık, Dereboymul, Beşerek, Susuz, Çamdibi, Çakırhacılı, Zincir, Türkmensarılar, Yassıhöyük, Çatma, Sarıfatma, Cihanpaşa,Salmanlı v.s.) geniş bir çevrede tarihin izleri tespit edilmiştir. Araştırmalar sonunda çok sayıda seramik parçaları, sütun kaide ve tamburları, mezar stelleri, Bizans dönemine ait yazıtlı mezar, birçok mimari parçalarına rastlanılmıştır. Geniş bir çevrede yapılan çalışmalar sonucunda şu ana kadar, Kalkolitik çağdan – İslami döneme kadar iskan izlerine rastlanılmıştır.

Sorgun Postası, 22.06.2013

'ANNE VE KIZ'A SERVET

 

Dünyaca ünlü müzayede evi Christie’s, Savaş Sonrası Çağdaş Sanat adlı açık artırmaya hazırlanıyor.

 

Müzayedede Roy Lichtenstein, Nicolas de Stein, John Currin, Andy Warhol ve Jean Michel Basquiat gibi sanatçıların eserleri satışa çıkacak. 


John Currin’in 1997 yılında tamamladığı Daughter and Mother (Kız ve Annesi) adlı yağlı boya çalışmasının en az 2 milyon 800 bin dolara (5 milyon 413 bin TL) alıcı bulması bekleniyor.

Akşam, 22.06.2013

BİZİM HAZİNEYİ PAYLAŞAMADILAR

 

 

Almanya, Türkiye ile aynı günde Rusya ile de kriz yaşadı. St.Petersburg’da önce Türkiye’den sonra Almanya’dan kaçırılan Truva hazinelerinin yer aldığı serginin açılışına katılmaktan vazgeçen Merkel’i Putin son anda ikna etti.

 

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in dün St.Petersburg kentinde ev sahipliği yaptığı Uluslararası Ekonomik Forum’da ganimet krizi patlak verdi. Putin, ünlü Ermitaj Müzesi’ndeki “Sınırsız Avrupa’da Bronz Çağı” sergisini Almanya Başbakanı Angela Merkel ile açmak istedi. Ancak diplomatik kaynaklara göre Merkel, 2’nci Dünya Savaşı’nda Sovyet Ordusu’nun Avrupa’dan kaçırdığı objelerin sergilenmesinden rahatsız olarak sergiye katılmaktan vazgeçti.

 

Putin’in “Savaş dönemindeki olaylar hassas konular. Burada tartışmaya girmeyelim” diyerek ikna ettiği Merkel son anda karar değiştirdi. Rus basınına göre nezaket kuralları uyarınca sergiye katılan Merkel, programda yer alan konuşmasını ise yapmadı. Ancak Merkel, müze gezisinde “Tarihi eserlerin Almanya’ya iade edilmesi gerek” dedi. Putin ise “Bu eserlerin nerede sergilendiği önemli değil. Almanya ve Rusya beraber çalışırsa Türkiye de bu eserleri istemekten vazgeçer” dedi.

 

Türkiye’den kaçırılmıştı

“Ganimet krizine” yol açan Ermitaj müzesindeki sergide 19’uncu yüzyılda Türkiye’de bulunan Truva hazinelerine ait 259 altın eser bulunuyor. 1872-1890 yılları arasında Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından bulunan bu eserler daha sonra Almanya’ya kaçırılmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında ise Sovyet Ordusu, hazineye el koyup ülkesine götürmüştü. Tarihi eser krizinde ikinci sırayı 81 altın eserin bulunduğu Bronz Çağ’dan kalma Eberswald hazinesi oluşturuyor. Almanya’nın zamanında gurur kaynağı bu hazine yine İkinci Dünya Savaşı sonrasında Rusya’ya kaçırılmıştı. Türkiye 1992’den beri Rusya’dan hazinelerin iadesini talep ediyor.

Hürriyet, 22.06.2013

TARİHİN KOYNUNDA UYUMAK

 

 

"Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?" sorusuna "Çok gezen," cevabını verdiren bir ilçeyi Safranbolu'yu tanıdım geçtiğimiz günlerde... Şehirlerin ruhu olduğuna inanlardanım. İstanbul gridir, hafif maviye çalar. Geçmişinin yükünü taşıyan, hükümet gibi bir kadının mavi gözleri kadar derin... Bursa hüzün şehridir. İstanbul fethedildikten sonra unutulmuş olmanın hüznünü size de tattırır. Peki ya Safranbolu? Safranbolu ihtişam şehriymiş; gittim, gördüm, öğrendim. Tarihin hüznünü değil ihtişamını hissettim. Tarih buradan hiç gitmemiş ki. Bir yanda Rum bir yanda Osmanlı mimarisinin muhteşem izleri... Bastığım yer; o sokak aldı götürdü beni... Osmanlı'dan günümüze bozulmadan korunan sayılı yollardan biriydi bu sokaklar. Sabah güneşinin doğuşu zeytinyağı dökülmüş gibi parlarken o yolda, ben otele yani Ağa Çeşmesi Konağı'na geldim. Leyla Genç (Safranbolu Halk Kültür Derneği Başkanı), karşıladı beni. Kendisi konağın sahiplerinden. Dünya tatlısı annesi Güngör Hanımla birlikte kalıyor. Konağın alt katı onların üst katındaki beş oda turistler için. Konak tarihi dokusuna uygun restore edilmiş. Yaşanmışlıkları var. Dantel perdeler, patıska yatak örtüleri, yün yorganlar... En ilginci ahşap oyma dolabın arkasından çıkan banyoydu. Odama giden merdivenleri çıkarken ahşabın o tiz gıcırtılarını duydum. Vücudumdaki stresin ve elektriğin boşaldığını hissettim.

OSMANLI ESİNTİSİ
Odaya yerleştikten sonra yine kendimi sokağa vurdum. Üniversite öğrencisi genç kızların kullandığı ATV'lerle şehir turuna çıktık. Pırıl pırıl kızlar, muhteşem düzgün bir Türkçeyle her konağı her sokağı tek tek anlattı. Onlar anlattıkça ben Osmanlı dönemine gittiğimi hissettim. Seyir terasından görünen üç tepeli eski Safranbolu'yu panaromik olarak görme şansını yakaladım. Gördüğüm manzara rehber kızların yorumuna göre Safranbolu'nun binlerce yıl önce sularla kaplı olduğunun kanıtıymış. Geçtiğimiz yol üzerindeki balık yuvası şeklindeki oyuntular da bu durumun bilimsel kanıtıymış. Tur bitti, Safranbolu sarması, ev mantısı yenildi. İkinci gün istikamet Tokatlı Kanyonu ve İncekaya Su Kemeri'ydi. Tokatlı Kanyonu'na cam zemin üzerine yapılan o terasa çıkmak hayatımda yaşadığım sayılı adrenalin deneyimlerindendi... Hızımı alamayıp İncekaya Su Kemeri'nin de üzerinde yürüdüm. Yani genişliği 1.5 metreyi bulan, altı dipsiz bir uçurum olan 'uzun ince bir yolda' yürüdüm. Tarihin kalbine iner miydi bu yol bilmiyorum ama benim kalbimi fazlasıyla fethetti...

GÜNGÖR HANIM'IN YEMİNİ
Ve konakta uyumak... Kim bilir ne hayatlar yaşanmıştı bu konakta. Yatağa girdiğim anda bu düşünceler kapladı beni. Ne gariptir başkasının yatağında uyumak. Ne gariptir başkasının konağında dolaşmak. Çoktan hakkın rahmetine kavuşan sahipleri şimdi görüyorlar mıdır acaba beni... Bu yastıklara acaba kaç çift, 'bir yastıkta kocamak' için baş koymuştu. Bu sırada gündüz sohbet ettiğim Güngör Hanım'ın anlattıkları geldi aklıma. Güngör Hanım'ın annesi Beylerbeyi'nde doğmuş büyümüş. Babasıysa asker dönüşü annesini zorla kaçırmış. Annesi son demlerindeyken babası sormuş, "Bana hakkını helal ediyor musun?" diye... Yaşlı kadın "Ediyorum," deyip geçiştirmiş ama hemen sonra çocuklarına, "Ben ona hiç hakkımı helal eder miyim?" diye içindeki sitemi dile etmiş. Güngör Hanım'ın hikayesi de annesininki kadar ilginç. Annesinden ud çalmayı şarkı söylemeyi öğrenen Güngör Hanım evlenince kayınpederinin zoruyla bir daha ud çalmayacağına dair yemin etmiş. "Hala içimde ukdedir, keşke o yemini etmeseydim," diyor ve o günden bu yana eline ud almadığını söylüyor. Bunları düşüne düşüne 'tarihin koynunda' derin bir uykuya daldım...

350 YILLIK LONCA KAHVESI
Arasta Kahvesi yaklaşık 350 yıldır müşterilerine hizmet veriyor. Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa tarafından 1661 yılında yaptırılan caminin bitişiğindeki Yemeniciler Arastası'nda bulunuyor. Yemeniciler Arastası'nda Osmanlı döneminde el yapımı yemeni üretiliyormuş. Kurtuluş Savaşı'nda cephedeki askere buradan binlerce yemeni gönderilmiş. 1990 yılında restore edilerek turizmin hizmetine sunulmuş. Arastadaki Boncuk Arasta Kahvesi de bu dükkanlardan biri. Erbil Ünal ile Leyla Genç'in işlettiği kahvehanede 40 kişilik kapalı, 40 kişilik de açık alan bulunuyor. En büyük özelliklerinden biri, konuklara mevsim çiçeklerinin yaprakları ile servis edilen, közde pişirilen Türk kahvesi ve yanında sunulan karadut şerbeti...

Sabah Cumartesi, Haber: Sema Engez, 22.06.2013

YENİKAPI'DA BİR BATIK DAHA BULUNDU

 

 

Yenikapı’da Ulaştırma Bakanlığı tarafından “Bütçe bitti” denilince sona erdirilen bilimsel arkeolojik kazılarda, Radikal’in bu durumu eleştiren 9 Şubat 2013 tarihli manşet haberinin ardından yeniden kazılara devam kararı alınmıştı. Tekrar başlayan kazılarda arkeologlar yeni bir batık gemi keşfetti. Böylece İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından sürdürülen Yenikapı Marmaray-Metro arkeolojik kazılarında bulunan batık gemi sayısı toplam 37’ye çıktı.


Arkeologlar MS 5’inci yüzyıla tarihlenen ticaret gemisinin açık deniz kabiliyetine sahip olduğunu düşünüyor. 10 metre uzunluğunda, 5.5 metre genişliğindeki geminin yükünü Theodosius Limanı’na boşalttıktan sonra çıkan fırtına ile liman içinde battığı tahmin ediliyor. İÜ ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri arkeolog ve uzmanlarınca batık üzerindeki çalışmalar sürüyor.


Ulaştırma Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan ve Türkiye ’nin en büyük raylı toplu ulaşım ağını oluşturan Marmaray ve Metro projeleri kapsamında Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı’daki istasyonların inşası sırasında çok sayıda arkeolojik bulgu gün ışığına çıkarıldı. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 2004’te başlayan arkeolojik kazılar son aşamaya geldi.

Kırım ve Mısır’a sefer
Yenikapı’da deniz seviyesinin 3 metre üzerinde başlayan arkeolojik kazılarda deniz seviyesinin 6.30 metre altına kadar inildi. Osmanlı ve Bizans mimari yapıların yanı sıra Thedosius Limanı keşfedildi. 3 ayrı bölgede sürdürülen kazılarda Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 24 olmak üzere değişik ölçü ve tipte 5 ve 11. yüzyıllara tarihlendirilen 37 tekne kalıntısı gün ışığına çıkarıldı.


Dünyanın en geniş antik tekne koleksiyonlarından birini oluşturan Yenikapı batıkları, Bizans Dönemi gemi tipolojisi, gemi yapım teknolojileri ve bu teknolojinin gelişimine ilişkin önemli bilgileri bilim dünyasına kazandırdı. Son bulunan batık da arkeologları heyecanlandırdı.


10 metre uzunluğundaki ticaret gemisi özelliklerindeki geminin ahşaplarından uzak deniz seferi yapabildiği anlaşıldı. Kırım, Mısır gibi uzak ülkelere ve fırtınalara dayanıklı şekilde imal edilen batığın yükünü boşalttıktan sonra liman içinde battığı sanılıyor. İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri arkeolog ve uzmanlarınca açığa çıkarılan kalıntılar üzerinde çalışmalar sürüyor. Etrafı tamamen açıldıktan sonra ilaçlı su havuzlarına alınacak. İstasyonda açılacak müze ve vitrinlerdeki batıkların özel bir sergileme yöntemi ile yolcuların gezmesi sağlanacak.


Yenikapı’da 58 bin metrekare alanın 55 bin metrekaresi 9 yıldır süren bilimsel yöntemlerle kazıldı. Geriye kalan 3 bin metrekare alanın arkeolojik kazısı da sürüyor. Kazılarla İstanbul’un tarihi 8500 yıl geriye kadar uzandı. Avrupa kültürünün temellerinin burada oluştuğu sonucuna varıldı. 

 

Yenikapı’da bugüne kadar neler bulundu

37 batık gün yüzüne çıkarıldı. 8 bin 500 yıl öncesi yaşamış ilk İstanbullulara ait neolitik dönem yaşam alanı keşfedildi. Hoker pozisyonunda gömülü ilk İstanbulluların mezarları bulundu. Neolitik dönem ayak izlerine rastlandı. Neolitik dönem urne tipi mezarlar bulundu. 45 bine yakın müzelik eser bulundu.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.06.2013

ÇAĞDAŞ SANATA HÜCUM

 

 

Çağdaş Türk resminin önemli isimleri, 2013'ün ilk altı ayında 35 milyon lirayla satış rekoru kırdı. 2012'nin tamamını geride bırakan listenin başında ise 8 milyon lirayla Nejat Devrim var.

 

Müzayede salonları, bu yılın ilk yarısında en hareketli ve kalabalık dönemlerinden birini yaşadı. Türk çağdaş resminin önemli sanatçılarına ait eserlerin toplam cirosu, 2012'nin tamamının yüzde 14.6 önüne geçince gözler sanat piyasasına çevirildi. İlk altı ayda 13 sanatçıya ait 356 eserin satışından 35 milyon TL'nin üzerinde ciro elde edildi. Geçen yılın tamamında aynı sanatçılara ait 392 eser, toplam 30.8 milyon TL'ye satılmıştı. Rakamlar, Türk çağdaş resim piyasasının en parlak 6 ayını geçirdiğini net bir şekilde ortaya koydu. Yarı yılın en yüksek ciroya ulaşan sanatçısı ise 8 milyon lirayla toplam cironun yüzde 23'ünü oluşturan Nejat Melih Devrim oldu. İkinci sırada ise 28 eseri yaklaşık 6 milyon liraya satılan Erol Akyavaş var. Akyavaş, toplamda ikinci görünse de 2 milyon 900 bin liraya satılan "Kabe" tablosuyla en pahalı sanatçı unvanınıelinde bulunduruyor.

6 ESERE 1 MİLYON
Bu yıla damga vuran ilginç isimlerden biri de Canan Tolon oldu. Tolon, sadece 6 eserle yaklaşık 1 milyonluk ciroya ulaştı. Bu rakam diğerlerine göre düşük kalsa da adet/ciro açısından bakıldığında yükseliş trendinde olduğu görülüyor. Keza Abdurrahman Öztoprak için de benzer durum söz konusu. Elbette ilk yarıda sadece yükseliş konuşulmadı. Orhan Peker'in eserlerindeki ciro kaybı sektörün gündemine oturdu. Ancak bunun nedeni Peker'e ilginin azalması değil, arzın düşük olmasıydı. Sanatçının imzası, geçen yıl 22 eser ve 2.5 milyon liralık ciroya ulaşmıştı.

FİYATLAR OTURDU
Antik A.Ş.'nin ortaklarından Olgaç Artam, yeni alıcı ve koleksiyonerlerin ortaya çıkmasının piyasaya olumlu yansıdığını belirtti. Artam, "Alıcılar en değerli sanatçıların başyapıt niteliğindeki eserlerine yöneldi" dedi. Artium Müzayede Evi'nin sahibi Rüştü Sungur'a göreyse 2011'de spekülasyonlarla kimi sanatçıların eserlerinde fiyatlar şişirildi. Bu da geçen yıl alıcıların temkinli davranmasına neden oldu. 2013'te fiyatların oturduğu bilgisini veren Sungur, "Bunun üzerine ilk 6 ayda yeni alım hamleleri geldi" diye konuştu.





CONTEMPORARY ISTANBUL, BU YIL RUSLAR'I AĞIRLAYACAK
Bu yıl sekizincisi düzenlenecek çağdaş sanat fuarı Contemporary Istanbul'un (CI) için geri sayım başladı. CI kurucusu Ali Güreli, "Yeni Ufuklar" bölümünde konuk ülkenin Rusya olacağını söyledi.. 7-10 Kasım'da düzenlenecek fuar için şimdiden İstanbul planları yapan çok sayıda yabancı koleksiyoner var. 13'üncü İstanbul Bienali'nin aynı tarihlere denk gelmesi de ilgiyi artıran başka bir unsur. Bu iki önemli etkinliğe 2'nci Art Istanbul Sanat Haftası (4-10 Kasım) da eklenince koleksiyonerleri hareketli bir sonbaharın beklediği ortaya çıkıyor. Contemporary Istanbul'da Ufuklar- Rusya bölümü dikkatle takip edilmeli. Çünkü Deloitte ve ArcTactic'in ortak hazırladığı 'Sanat ve Finans 2013' raporuna göre geçen yıl müzayede satışlarında yüzde 17.9'luk artış gösteren Rus çağdaş resmi dikkat çekmeye devam ediyor. CI ayrıca bu yaz sanatçılara özel yeni bir program düzenliyor. Temmuzda CI'nin organizasyonuyla başlayacak "Bodrum Çağdaş Sanat Akademisi" programıyla Bodrum'da 12 ay boyunca uluslararası sanat kurumları ve üniversitelerle işbirliği yapılarak dünya sanatçıları ağırlanacak.

 

Sabah, Haber: Handan Bayındır, 22.06.2013

ÇELEBİ'NİN 'SEYAHATNAME'Sİ HAFIZALARDAN SİLİNMEYECEK

 

Dünya edebiyatında, en uzun ve bütünlük sahibi gezi kitabı olarak kabul edilen Seyahatname, UNESCO’nun Dünya Belleği Listesi’nde… 

Topkapı Sarayı Müzesi ve Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi’nde yer alan Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin listeye alınma önerisi Dünya Belleği Uluslararası Danışman Komitesi Toplantısı’nda kabul edildi. 


Seyahatname gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş betimlemelerine yer vermesi, gerekse Evliya Çelebi’nin 40 yıl boyunca (1640-1680) farklı yerlere gerçekleştirdiği ziyaretleri içermesiyle geniş bir panorama sağlıyor. 

Akşam, 22.06.2013

TAKSİM MEYDANI'NDA BİR ZAMANLAR

 

 

Şimdilerde Topçu Kışlası, Gezi Parkı, AVM isimleriyle gündemin tam merkezine yerleşen Taksim'de bir zamanlar neler vardı. Bakalım Tarih Sandığı'ndan tozlanmış ne gibi tablolar çıkacak karşımıza?
 

-Sultan 3. Selim tarafından inşa ettirilen Taksim Topçu Kışlası'nda, padişahın annesi Mihrişah Valide Sultan'ın yaptırdığı bir cami vardı.

-Taksim Topçu Kışlası'nın karşı köşesinde, Taksim Anıtı'nın az ilerisinde Taksim Karakolu vardı.

-Topçu Kışlası, şimdiki Gezi Parkı denilen yerdeydi. Kışlanın karşısındaki Talimhane semti, adı üzerinde kışlanın talim yeriydi ve bomboş bir alandı. Şu an tıkış tıkış apartman dolu.

-Taksim Meydanı'nın en büyük binası olan The Marmara Oteli'nin ismi bir zamanlar Etap Oteli idi. Daha öncesinde ise İntercontinental Otel.

-Taksim Anıtı'nın arkasındaki tarihi su haznesinin önü helalarla doluydu. Bu helalar kaldırılınca, arkasındaki tarihi su haznesi rahat ve temiz bir nefes almış oldu.

-Topçu Kışlası, atölye, garaj, kahvehane, gazino ve ev olarak, ortasındaki avlu da stadyum olarak kullanılıyordu. Tüm bunlar belediye başkanı Lütfi Kırdar tarafından yıktırıldı.

Eskiden Cumhuriyet Bayramı, Zafer Bayramı, Gençlik ve Spor Bayramı gibi törenler ve kutlamalar ya Beyazıt Meydanı'nda ya da Taksim Meydanı'nda Topçu Kışlası'nın önünde kutlanırdı.

-Şimdiki İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi) bir zamanlar Taş Kışla idi. Sultan Abdülmecid'in eseriydi.

-Şu an Gezi Parkı diye bilinen yerde 1940'lı yıllarda bir heykel kaidesi vardı. Uzun yıllar bomboş bekleyen kaidenin üstüne, Güzel Sanatlar Akademisi profesörlerinden Heykeltraş Belling tarafından, at üzerinde İsmet İnönü heykeli yapılmıştı.

-26.000 metrekarelik bir alanı kaplayan Gezi Parkı, Topçu Kışlası'nın arazisiydi. 1940 yılında kışla yıkılarak arazisi Gezi Parkı haline getirildi.

-Bugünkü Taksim Meydanında tramvay dolaşıyordu. Gezi parkının ve karşıdaki The Marmara otelinin önünden geçen 2 vagonlu tramvay artık tek vagona indirilmiş ve sadece anıtın etrafından dolaşıp İstiklal Caddesi boyunca uzanan bir güzergaha sahip olmuştur.

-Gezi parkının deniz tarafındaki kısmı mezarlıktı.

-Şimdiki Ceylan Oteli 70'li yıllarda Sheraton adıyla hizmet veriyordu. Bu otelin yerinde bir zamanlar Taksim Belediye Gazinosu vardı.

-Ve bir zamanlar anıtın etrafında troleybüsler dolaşıyordu.

-The Marmara Oteli'nin yerinde de bir zamanlar İstanbul Kulübü vardı.

İsim babası beyzade

-İlçeye ismini veren Venedikli Beyzade'nin konağı da Taksim Meydanı'ndaydı. Venedik Dukası Andrea Gritti (1454-1538) sefir olarak İstanbul'da bulunduğu sırada bir Rum kadınla evlenmiş, oğlu Aloisio Gritti hem Kanuni hem de Sadrazam İbrahim Paşa ile dostluk kurup bu semte yerleşmişti. Bu beyzade sebebiyle semtin ismi Beyoğlu olmuştu.

-A.K.M'nin arka tarafı, Alman Sefareti'ne doğru inen kısım, Müslüman kabristanıydı. Bu kabristandan tek bir mezar bile kalmadı.Ceylan Oteli'ne Divan Oteli'ne ve Harbiye Kışlası'na kadar uzanan bölgede Hristiyan mezarlığı vardı.

Yeni Şafak, Yazı: M. Sami Şimşek, 22.06.2013

EYÜP SULTAN'I SÜSLEYEN MİMAR SİNAN ESERİ

 

 

Devşirilerek Enderun’a giren Zal Mahmud Paşa, kapıcıbaşılık, dördüncü ve beşinci vezirlik, Halep ve Anadolu Beylerbeyliği gibi önemli görevlerde bulunur. İkbalini parlatan yıldız 23 yaşındayken doğar. Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’nın boğulması vakasındaki rolüyle dikkat çeker. 

 

Yahya Kemal’in ifadesiyle ‘ölümü güzelleştiren şehir’ Eyüp Sultan’a her bakışta bir başka açı görünür. Eyüp’ün ikinci büyük camisi olan Zal Mahmud Paşa Camii ve külliyesi, semtin işte bu farklı güzelliklerinden biri. Mahmud Paşa’nın lakabı olan Zal, pehlivan anlamına geliyor. Boşnak olduğu ve devşirilerek Enderun’a girdiği anlaşılan Mahmud Paşa, kapıcıbaşılık, dördüncü ve beşinci vezirlik, Halep ve Anadolu Beylerbeyliği gibi önemli görevlerde bulunur. Fakat asıl ikbalini parlatan yıldız 1553’te henüz 23 yaşındayken doğar.

 

Kanuni Sultan Süleyman; Rüstem Paşa ve Hürrem Sultan’ın tahrikleriyle oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurmaya karar verir. Bu sırada Şehzade Mustafa 38 yaşındadır. Babası Kanuni’ye benzediği rivayet edilen, çok iyi eğitim alan veliaht, Konya Ereğlisi yakınında Aktepe yahut Aköyük denilen yerde otağını kurmuş olan padişahın huzuruna davet edilir. Şehzade Mustafa’ya yöneltilen suçlama düşmanlarla gizli gizli yazıştığı ve işbirliği yaptığı yönündedir. Kanuni Sultan Süleyman, oğlunu çadırda kabul edeceğini haber vermiştir. Şehzade Mustafa, uzun süredir görüşmediği babasının huzuruna çıkmak ümidiyle girdiği çadırda, yedi tane dilsiz celladın saldırısına uğrayınca şaşkınlık içinde kendini savunmaya çalışır. Osmanlı Devleti’nde hanedanın kanı kutsal kabul edildiği için hanedan mensupları silahla öldürülmez, kan akıtılmaz. Boğmak için üzerine saldıran dilsizlere eğitimli bedeniyle karşı koymayı başaran Şehzade Mustafa, bir taraftan da babasını imdada çağırır. Bu durum, o anda bile babasından şüphelenmediğini göstermektedir.

 

Şehzade Mustafa boğuluyor

Nihayet güreşçiliğiyle tanınan Kapıcıbaşı Mahmud Ağa içeriye girmiş ve o sırada dilsizlerle mücadele halindeki şehzadeyi arkasından kavrayarak boyunduruk vurmuş ve dilsizler tarafından kement atılarak boğulmasına yardım etmiştir. Bir rivayete göre o esnada Kanuni Sultan Süleyman da oradadır ve Mustafa babasına hücum etmiştir. Ancak bunun babasına sığınmak mı saldırmak mı anlamını taşıdığı meçhul. Bu sırada Mustafa, Mahmud Ağa tarafından durdurulmuş ve yere çökertilerek boynuna geçirilen kementle bağlanarak dilsizlerce boğulmuştur.

 

 Mahmud Ağa’nın bu kritik rolü, Şehzade Mustafa’nın öldürülmesine karşı en ağır tenkitleri bizzat Kanuni’ye karşı yazmış olan Taşlıcalı Yahya Bey’in mersiyesinde de zikrediliyor:

 

“Getürdü arkasını yire zal-i devr-i zaman

Vücuduna sitem-i Rüstem ile irdi ziyan.”

 

Dikkat edilirse Yahya bey’in bu beyitte ‘Zal’ ve ‘Rüstem’ adlarını bilinçli olarak birlikte andığı görülür. Hem ‘Zal’ adlı efsanevi kahraman ile onun oğlu Rüstem’i hem de Zal Mahmud Paşa ile Rüstem Paşa’yı kastetmiştir.

 

Dördüncü vezirliğe yükseldi

Zal Mahmud Paşa’nın 1567’de vezirlik yaptığı biliniyor. Buna göre Kanuni’nin sağlığında, onun vezirleri arasında bulunamadı. Fakata onun selefi olan sultan II. Selim öldüğü vakit Zal Mahmud Paşa’nın, Sokullu Mehmed Paşa, Pertev Paşa ve Ahmed Paşa’nın ardından dördüncü vezirliğe yükseldiği biliniyor. Kanuni Sultan Süleyman’ın son seferi olan Zigetvar seferinde onun yanında Anadolu Beylerbeyi olarak bulunmuştur. Bununla beraber, muhasara sırasında Zal Mahmut Paşa’nın üçüncü vezir Ferhat Paşa ile birlikte ‘Sol Kol’a kumanda ettiği biliniyor.

 

Karmaşık ilişkilerle dolu velveleli bir hayatın sonunda, Eylül 1580’de 50 yaşındayken vefat eder Zal Mahmud Paşa. Hayatındayken Mimar Sinan’a yaptırdığı zarif türbeye gömülür.

 

Vezir camilerinin en nurlusu

Evliya Çelebi’nin İrem bağı gibi bir bahçe içinde vezir camilerinin en nurlusu dediği bu cami, 17. yy’dan sonra birçok felaket geçirdi. Bugün Haliç Köprüsü’nden bakıldığında Eyüp Sultan Camii’nin önünde iri ve yüksek gövdesi ve kalın minaresiyle yükselen cami ve medresesiyle İstanbul’un hafızasına işlenmiş bulunan Zal Mahmud Paşa Camii’nin dış mimarisi Osmanlı mimari tarihinde başka örneği olmayan özellikler taşıyor. 1894 depreminden sonra harap olan yapının minaresi de yıkıldı. Bu minare yeniden yapıldı, ancak 1930’lu yıllarda külliye bakımsız durumdaydı. Bugünkü halini bezemesiyle birlikte, 1955-1963 arasındaki yıllarda yapılan restorasyon sonucunda aldı.

 

Zal Mahmud Paşa Camii ve Külliyesi Eyüp Belediyesi tarafından 4 milyon 170 bin lira bedelle yeniden restore ediliyor. Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu, restorasyon çalışmalarıyla ilgili olarak Zal Mahmud Paşa’nın yaptırdığı külliyenin, Mimar Sinan’ın son eserlerinden biri olduğunu hatırlatıyor: “Restorasyonda tarihi önemi ortaya çıkartmak, insanlığa sunmak önemli, ama onlara doğru fonksiyonlar verilmediğinde bir müddet sonra tekrar harap hale gelebiliyor.”

 

Kavuncu, ayrıca burada Mehteran Akademisi’nin de oluşturulacağını söylüyor: “Küçük ve yetişkin mehteranların eğitimleri burada yürütülecek. Mehteran kıyafetleri ve çalgı aletleri sergilenecek. Medresede kültürel aktiviteler yürütülecek.”

Zaman Cuma, Haber: Alpaslan Murat Aysu, 21.06.2013

URFA KALESİ'NDE ARKEOLOJİK KAZILAR

 
Tarihi Urfa Kalesi'nde yapılan arkeolojik kazılarda, Roma ve Eyyubi döneminin izlerine rastlandı. 

Şanlıurfa Müze Müdürü ve Urfa Kalesi Kazı Başkanı Müslüm Ercan, yaptığı açıklamada, kalede 19 Nisan'da çökme meydana geldiğini hatırlattı. Göçük sonrasında bölgede arkeolojik kazı yapıldığını ve çalışmaların 45 gün sürdüğünü belirten Ercan, kazı sonucunda kalenin tarihiyle ilgili önemli bilgilere ulaşıldığını ifade etti.  

Ercan, kazılar öncesinde 8. yüzyıl olarak bilinen kalenin tarihinin, elde edilen yeni verilerle 6. yüzyıla kadar indiğini ifade ederek, şunları kaydetti: 
"Çıkan buluntularda Roma ve Eyyubi sikkesi elde edildi. Urfa Kalesinde bir Roma dönemi olduğu hep söyleniyordu ama elimizde kesin bir veri yoktu. Bir sikke, Roma'nın kaleyi kullanmış olduğuna yönelik önemli bir veri oluşturdu. Ayrıca bir seramik parçası üzerinde Eyyubilerin çok kullandığı hatta onların sembolü olarak kabul edebileceğimiz bir sembol çıktı. Bununla da biz Eyyubilerin kalede egemen olduğu ve kaleyi kullandıkları sonucuna ulaştık. Kazılarımızda yaklaşık 100 mancınık güllesi ve seramikler çıktı."  

Ercan, Urfa Kalesinde yapılan kazılarda yaklaşık 100 metrekarelik kapalı bir mekana ulaştıklarını belirtti. Alanda yapılan incelemelerde mekanın, altı adet çapraz tonozlu yapıdan oluştuğu ve iki adet kalker taştan örme ayak üzerinde durduğunun anlaşıldığı ifade eden Ercan şöyle devam etti:
"Yapının güney cephesinde bulunan duvar yapısı taşlarının kuzey bölümüne göre daha anıtsal ve eski olması Doğu Roma döneminde kullanılan duvara Eyyubiler döneminde kuzey bölümü eklenerek yeni bir işlev verilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Mekanın işleviyle ilgili tam birşey söylemek mümkün değil ama alanda 10 adet mancınık güllesi bulundu. Burayı malzemelik ve cephanelik gibi kullanmış olabilirler."  

Alanın projesiyle ilgili çalışmaların başladığını aktaran Ercan, buranın ilk olarak sağlamlaştırıldığını daha sonra ise bölgeye bir işlev kazandırılabileceğini kaydetti.

Urfa Gündem, 21.06.2013

DÜNYANIN GÖZÜ ŞİMDİ METROPOLİS'TE

 

İngiltere'den Oxford ve Almanya'dan Erlangen Nürnberg gibi seçkin üniversitelerden bilim adamlarının ilgi odağı haline gelen İzmir'in Torbalı İlçesindeki 2 bin 700 yıllık Metropolis Antik Kenti, ören yeri çalışmalarının tamamlanmasının ardından bu yıl dünyaya kapılarını açacak.

Metropolis Kazıları Başkanı ve Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Özbey Mahallesi ve Yeniköy arasında yer alan antik kentte kazıların 1989 yılından bu yana devam ettiğini ve çok sayıda önemli buluntuya rastladıklarını belirtti. 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Ören Yeri Uygulamalar Daireler Başkanlığı ortaklığında yürütülen kazı çalışmalarında Sabancı Vakfı ve Torbalı Belediyesi'nden de destek aldıklarını söyleyen Aybek, 5 Kasım 2012'den bu yana alanda ören yeri düzenlemesi yapıldığını anlattı.

Çalışmalar kapsamında 160 bin metrekarelik alanın koruma altına alındığını ve bölgede yürüme alanları oluşturulduğunu dile getiren  Aybek, "Metropolis bir yamaç kent olduğu için anıtlara ulaşmak kolay değil, yapılan düzenlemelerle turistin tarihi alanı daha rahat ziyaret etmesini hedefliyoruz"  dedi. 

Ören yeri hazırlıklarının 2013 yılında tamamlanacağını ve antik kentin ziyarete açılacağına işaret eden Aybek, "Otopark, seyir terasları ve diğer olanakları sağlayacak binaların yapımını da bitireceğiz ve en kısa sürede kenti ülkemiz turizmine açacağız. İzmir'in EXPO 2020 adaylığı çerçevesinde Metropolis'in önemli rolü olacağına inanıyoruz. Efes Antik Kenti'ne 45 dakika uzaklıktaki bu kente de çok sayıda turistin gelmesini ümit ediyoruz" diye konuştu.

Yabancı bilim adamları ortak proje üretmek istiyor
Metropolis'in Efes Antik Kenti kadar büyük ve popüler olmadığını ancak kente gelen yerli turistlerin zengin tarihi kalıntıları görünce şaşırdığını anlatan Aybek, dünyadaki arkeoloji bilim adamlarının ise alandaki kazı çalışmaları hakkında detaylı bilgi sahibi olmak istediğini ifade etti.

Kazı çalışmalarını ve bölgeyi tanıtmak amacıyla İngiltere'deki Oxford Üniversitesi'ne ve Almanya'dan Erlangen Nürnberg Üniversitesi'ne gittiğini söyleyen Serdar Aybek, şöyle devam etti:

"Metropolis'i Avrupa'daki farklı üniversitelerde tanıtmak için çalışma yaptık. Kazılarda elde ettiğimiz sonuçları değerlendirdik. Metropolis yurt dışında çok tanınan, bilinen ve talep gören bir nokta haline geldi. Yabancı bilim adamları bizimle çalışmak ve proje üretmek istiyorlar. Metropolis'in bu boyutu çok büyük önem taşıyor çünkü bizim öğrencilerimizin yetişmesini sağlayacak projeler üretilebilir ve yabancı üniversitelerle işbirliği yapılabilir. Yurt dışındaki çalışmalarda arazi faaliyetlerini tanıtmayı amaçlıyoruz."

Aybek, çevre düzenlemesinin yanısıra yol düzenlemesi ve çevreye yerleştirilebilecek yönlendirme levhaları ile yerli ziyaretçi sayısının da yükseltilebileceğine değindi.

Serdar Aybek, Metropolis Antik Kenti tarihinin MÖ 7. yüzyıla dayandığını, planlı şehir olarak yapılarla donatılmasının ise 2 bin 500 yıl önceye tarihlendiğini, varlığını Bizans İmparatorluğu sonuna kadar sürdürdüğünü kaydetti. 

Kazılarda daha önce mozaikler, hamamlar, çeşitli takılar ve heykeller bulunmuş ve buluntular müzelere teslim edilmişti.

haberler.com, Haber: Efsun Yılmaz - Hüseyin Bağış, 21.06.2013



******


METROPOLİS'TE KAZI ZAMANI

 

 

Sabancı Vakfı, MESEDER (Metropolis Sevenler Derneği) ve Torbalı Belediyesi desteği, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Celal Bayar Üniversitesi işbirliğiyle 23 yıldır sürdürülen Metropolis antik kentindeki 2013 yılı kazı çalışmaları 1 Temmuz’da başlıyor.

 

Adını Ana Tanrıça’dan alan Metropolis, 2013 yılında ören yeri olarak ziyaretçilere açılarak kültür turizmine kazandırılacak. Metropolis antik kentindeki kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, geçtiğimiz yıl başlayan ören yeri çalışmalarının bu yıl tamamlanacağını belirterek şunları söyledi: “Metropolis’in 2013 yılında ören yeri olarak açılması ve kültür turizmine kazandırılması için çalışmalarımız devam ediyor. Metropolis’in aynı zamanda İzmir’in EXPO 2020 adaylığı konusunda yapılan çalışmalarda önemli bir rol oynayacağına inanıyoruz.”

Hürriyet, 27.06.2013

AKDENİZ HAVZASI'NIN EN ÖNEMLİ ANTİK TİYATROSUNDA RESTORASYON 50 YILDA TAMAMLANDI

 

 

Akdeniz Havzası içinde 2 bin 500 yıllık Pamukkale Hierapolis Antik Kenti içindeki en önemli ve özgün Roma tiyatrosu olan bin 800 yıllık Hierapolis Antik Tiyatrosu'nun Sahne Binası Restorasyon çalışmaları 50 yıllık çalışmanın ardından tamamlandı. Restorasyon çalışmasının son aşaması Denizli Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bağlı Müze Müdürlüğü denetiminde, İtalyan Kazı Heyeti tarafından 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı aracılığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığımızın gönderdiği 1 milyon 750 bin liralık ödenekle gerçekleştirildi.

Restorasyon çalışmalarında Denizli Valisi Abdülkadir Demir, Hierapolis Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D'Andria, Denizli İl Özel İdare Genel Sekreteri Adem Oklu, Denizli Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği Başkanı (DENTUROD) Şeref Karakan ve Denizli Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz'la birlikte incelemelerde bulundu.

Restorasyon hakkında bilgi veren D'Andria 1838 yıllarındaki fotoğraflarda yığıntı şeklinde olan tiyatronun sahne binasının üstündeki taşların tiyatro dışına taşınıp üzerinde çalışıldığını bu sayede sahne binasının 3 katlı olduğu belirlendiğini söyledi. D'Andria, "Restorasyon sadece 1 katta uygulanmıştır. Restorasyona konu olan alan 38 metre uzunluğunda olup bu restorasyon sayesinde 256 metrekarelik bir alan tekrar tiyatro performansı için antik binaya kazandırıldı. Restorasyon aşamasında boyutlu planlar, uygulama çizimler gibi en yeni teknikler kullanıldı Bu restorasyon 80'li yıllardan beri süregelen ve 90'lı yıllarda sahne binasının arka duvarının ayağa kaldırılması aşamasını da içine alan kazı ve restorasyon çalışmalarının son aşamasıdır. Restorasyon çalışmalarında yüzde 95 mevcut olan orijinal mimari malzeme kullanıldı." dedi.

Vali Demir ise Türkiye için çok önemli bir çalışmanın sonuna gelindiğini vurgulayarak, "Denizli 19 antik kenti, 800 civarında arkeolojik esere sahip olan bir kent. Bu kentin en önemli eserlerinden birisi Hierapolis'tir. Pamukkale travertenleriyle iç içe olan 2 bin 500 yıllık bu kentin en önemli eserlerinden birisi antik tiyatrosudur. 12 bin kişinin olduğu 50 basamaktan oluşan inanılmaz bir yapı. Bu yapı Akdeniz havzasında hatta dünyada çok nadir yapılardan biridir. Sahne çalışmasının restorasyonu tamamlandı. Biz iddia ediyoruz Türkiye ve Akdeniz havzasında bu şekilde ayağa kaldırılmış başka sahnesi olan antik kent yok. Bu anlamda Akdeniz havzasında bir ilki gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Buradaki sahne çalışmasını denizliler neredeyse 50 yıldır beklediği bir çalışma." diye konuştu. Demir, Hierapolis'te kazı çalışmlarının 5 yerde birden devam ettiğini antik kentin bir iki yıl içerisinde her tarafıyla birlikte ayağa kalkmasını istediklerini kazı heyetlerine 'Ödenek sıkıntısı yok' diye açık çek verdiklerini sözlerine ekledi.

Uzmanlara göre, Antalya Perge Tiyatrosu'nun dışında hiçbir antik tiyatroda bulunmayan mitolojik kabartmaları, görkemli sahne binası, oturma basamakları olan antik tiyatronun yapımı MSI. yüzyılın ikinci yarısında başlanılmış, III. yüzyılın başlarında da tamamlanmış ve yaklaşık 150 yıl sürmüş. Roma tiyatrolarının en güzel örneklerinden biri olan, yamaca yaslanmış tüm cepheleriyle birlikte korunabilen yapının 50 oturma sırası bulunuyor. Oldukça dik olan oturma sıraları 8 merdivenle 9 bölüme ayrılmış durumda. Restorasyon çalışmaları sırasında antik tiyatrodaki sahne binasına ait olan üç bine yakın mermer blok ve mimari süsleme parçaları tek tek incelenip yerine yerleştirilmiş.

haberler.com, 21.06.2013

SELİMİYE'NİN RÖLÖVESİNE 600 YIL SONRA KAVUŞACAĞIZ

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Alan Yönetim Başkanı Nurçin Çelik, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğünün, Selimiye Camisi ve Külliyesi'nin rölöve çalışmalarına başladığını belirterek, "Selimiye'nin rölövesi 600 yıl sonra çıkarılmış olacak.

Yaptığı açıklamada, Selimiye Camisi ve Külliyesi'nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girişinin 2. yıldönümünü kutladıklarını hatırlattı.

 

Dünyaca ünlü eserin rölövesinin olmayışının büyük eksiklik olduğunu belirten Çelik, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğünün rölöve çalışmalarına başladığını bildirdi.

 

Çalışmalarla Selimiye Camisi ve Külliyesi'nin çizimlerine kavuşulacağını belirten Çelik, "Elimizde Selimiye'nin vaziyet planlarının çizimi dışında detaylı çizimleri yok. Elimizde olmayan nedenlerle eserde bozulma yaşandığı zaman eserin gelecek kuşaklara aktarılması konusunda en önemli kaynak; yapının çizimleridir. Bu eksiklerimizi gidermeye çalışıyoruz. Selimiye'nin rölövesi 600 yıl sonra çıkarılmış olacak. Bunu söylemek acı ama zararın neresinden dönersek menfaatimize" diye konuştu.

 

Çelik, Selimiye Camisi ve Külliyesi'nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmesiyle kente gelen turist sayısında ciddi artış yaşandığını belirtti.

 

Özellikle Japon turistlerin Edirne'ye yoğun ilgi gösterdiğini aktaran Çelik, şunları kaydetti:

"Eskiden sadece yerli turistleri misafir olarak ağırlarken, bugün çok sayıda yabancı turisti de ağırlıyoruz.

 

Dünyada UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne giren eserleri dolaşan bir gezgin grubu var. Bu gruptakilerin sosyal medyadaki görüşleri, gerçekten pekçok insanın bu eserleri görme konusunda harekete geçmesine sebep oluyor. Bu grupta Japon turistler önemli bir yer tutuyor. Turist sayısının artması, Edirne ekonomisi için de önemli bir girdi olarak dikkati çekiyor."

 

Selimiye Camisi'nin hak ettiği güzelliğe kavuşabilmesi için Selimiye Kentsel Tasarım Projesi'nin bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğini dile getiren Çelik, projenin Anıtlar Yüksek Kurulu'nda değerlendirdiğini hatırlattı.

 

Selimiye'nin daha iyi korunabilmesi için 7'den 70'e herkesin bilinçlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Çelik, şöyle devam etti:

"Selimiye Camisi ve Külliyesi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girerken sunmuş olduğumuz bir yönetim planımız var. Bu yönetim planı çerçevesinde yaklaşık 5 yıllık zaman diliminde sokak sağlıklaştırması ve eğitim projeleri devam edecek. İlkokuldan üniversiteye kadar, kamu kurumları da dahil olmak üzere eğitim programları planlıyoruz. Edirne Milli Eğitim Müdürlüğü, geçtiğimiz yıl okullarda öğretmenler için bir eğitim programı düzenledi. Onlar vasıtasıyla da öğrenciler bilgilendirilmeye başlandı. Bu programlar devam edecek. Farkında olma durumu her yaş grubundan her meslek dalına devam etmeli. Ancak o zaman hem değerlerimizin farkına varacağız hem de onları koruma yönünde daha bilinçli davranacağız."

Yeni Şafak, 21.06.2013

KÜÇÜK MENDERES OVASI'NDA HER YETARİH FIŞKIRIYOR

 

 

Ödemiş'in Üç Eylül Mahallesi sınırları içinde kalan Kumkuyu Mevkii'nde bulunan höyüğün tescil çalışmalarının devam ettiği bildirildi. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir ihbar sonucu, yok olmaktan kurtarılan Dağcı Höyüğü'nün ardından bölgede benzer höyüklerin bulunduğunu belirten Prof.Dr. Veli Sevin, höyüklerin tespit edilmesinin ardından tescil çalışmalarını devam ettirdiklerini söyledi.

Ödemiş Müzesi'nin çalışmasıyla ortaya çıkartılan höyüğün yüzeyden toplanan çanak çömlek malzemelere göre İlk Tunç Çağı'nın başlarından itibaren yerleşmelere sahne olduğu ve MS 12-13. yüzyıllarda terk edildiği tahmin ediliyor.

Eski istasyonun 3 kilometre kadar güney batısında ilçe merkezi sınırlarında, Ödemiş Müzesi'nin Prof.Dr. Veli Sevin ve Prof.Dr. Necla Arslan Sevin ile birlikte havzadaki tespit ve tescil çalışmaları sırasında rastlanan Kumkuyu Höyüğü ile ilgili raporla, İzmir 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na birinci derecede eski eser olarak tescili önerildi. Tescil çalışmasının devam ettiği öğrenildi.

Kumkuyu Höyüğü ilgili bilgi veren Prof.Dr. Veli Sevin, Ödemiş'in pek çok farklı noktasından adeta tarih fışkırdığına dikkati çekerek, "Kumkuyu Höyüğü adını taşıyan tepe 200 metre çapında ve 5-6 metre kadar yüksekliğindedir. Doğu yüzü, yanından geçen bir bahçe yolu tarafından tahrip edilmiştir. Üzeri kısmen bir Zeytinlik ve tarla olarak kullanılmaktadır. Höyüğün kuzey yüzü son zamanlarda arazi sahipleri tarafından makinelerle önemli derecede yıkıma uğratılmıştır. Taş ve kerpiçten yapılma, yaklaşık 4 bin beş yüz yıllık eski mimari kalıntılar ve duvar parçaları bu yıkım sırasında bütünüyle yok edilmiştir.

Ödemiş Müze Müdürlüğü'nce yapılan tespit çalışmaları sırasında son derecede kaliteli İlk Tunç ve Orta Tunç Çağ seramik parçaları etrafa dağılmış durumda ele geçirilmiştir. Yüzeyden toplanan çanak çömlek malzemelere göre Kumkuyu Höyüğü İlk Tunç Çağı'nın başlarından itibaren yerleşmelere sahne olmuş ve MS 12-13. yüzyıllarda terk edilmiştir. Hitit İmparatorluğu öncesine ait Orta Tunç Çağı'nda (MÖ II. binyıl başları) yoğun bir yerleşme dokusuna sahip olduğu anlaşılmaktadır" şeklinde konuştu.

haberler.com, 20.06.2013

KALEHÖYÜK'TE ARKEOLOJİK KAZI

 

Kırşehir Valiliği, Belediyesi ve Ahi Evran Üniversitesi'nin de destek verdiği Kalehöyük kazısı, Kırşehir'de yaşamış birçok medeniyetin kalıntılarını içinde barındırıyor. Kırşehir Müze Başkanlığı'nca yürütülen kazının bilimsel danışmanlığını Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Yard. Doç.Dr. Işık Adak Adıbelli üstleniyor. Adıbelli, ilk defa 2009 yılında sondaj çalışmalarıyla başlanan kazı çalışmalarında Kırşehir'in en eski tarihi olan Erken Tunç Çağı'na ait MÖ 3 bin, yani günümüzden 5 bin yıl öncesine ait eserler ortaya çıkarmaya çalıştıklarını söyledi.

Çalışmaların höyüğün üzerindeki otları temizlemekle başladığını belirten Adıbelli, temizliğin arkasından açılan yeni plankarelerde yüzey toprağın kaldırılması işlemlerinin devam edeceğini ifade etti. Geçen sene yapılan çalışmalarda höyüğün üst kısmında 5 metre derine indiklerini ve buralarda Osmanlı, Selçuklu, Beylikler ve Bizans dönemlerine ait kalıntılar ve tabakalar bulduklarını ifade eden Adıbelli şunları kaydetti: "Kırşehir Kalehöyük çok büyük. Orta Anadolu'daki en büyük höyüklerden bir tanesi. Yayılımı ve yüksekliği çok büyük bir alanı kapsıyor. Biz burada tabii ki yüzey araştırmalarından da bilgiler almıştık. Çok önemli kültür ve medeniyetlere ait kalıntıların gelmesini bekliyoruz. Şu an sadece 5 metre derinleştik. Biz höyüğün 17 metre olduğunu ölçtük. Aşağı doğru indikçe Firig, Hititler, Erken Tunç dönemlerine kadar giden belki Kalkolitik belki Neoletik döneme kadar giden yerleşimleri de bulmayı umut ediyoruz. Tabiiki bunlar birden olmayacak, önümüzdeki yıllarda yapacağımız çalışmalarla ortaya çıkacağını bekliyoruz."

Adıbelli, burada Orta Anadolu'nun en eski tarihinin yattığını belirterek şunları ekledi: "Hellenistik dönem dediğimiz zaman MÖ 300'lerden bahsediyoruz. Yani günümüzden 2300 yıl ya da 2200 yıl öncesini düşünmemiz lazım. Hititler veya Firigler dediğimiz zaman çok daha eskiye gidiyoruz. Hititler dediğimizde MÖ 1700'ler, Firigler dediğimizde MÖ 800'ler veya Erken Tunç dediğimizde MÖ 3000'ler yani günümüzden 5 bin yıl önceye gittiğimizi düşünüyoruz. Burada Kırşehir'in en eski tarihini ortaya çıkarmaya çalışacağız."

Kazılarda şu an 20 işçinin çalıştığını vurgulayan Adıbelli, üniversitedeki ve arkeoloji bölümündeki öğrenciler, öğretim üyeleri ve asistanların bu kazıda kendilerine yardım ettiklerini söyledi.

haberler.com, 19.06.2013

5 BİN YILLIK DAĞCI HÖYÜĞÜ YOK OLMAKTAN KURTARILDI

 

 

Ödemiş'in Kaymakçı beldesindeki tarihi bir höyük yok olmaktan son anda kurtarıldı.

Edinilen bilgiye göre, toplulaştırma çalışmaları sırasında yapılan yeni yol açma çalışmalarında dolgu malzemesi olarak kullanılmak istenen yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki höyük yükseltisi bazı duyarlı vatandaşlar tarafından müze müdürlüğüne haber verilerek kurtarıldı. İhbar sonucunda harekete geçen Ödemiş Müze Müdürlüğü yetkilileri, Dağcı Höyüğü'nün tescil edilmesi için gerekli çalışmaların başlatıldığını söylediler.

Ödemiş Müzesi Müdürü Sevda Çetin, "Birkaç hafta önce Kaymakçı beldesinin 3-4 km güneyinde ve Küçük Menderes nehri kıyısı yakınındaki Karaali Mevkii'ndeki höyük bazı vatandaşlarımızın duyarlılığı sonucunda yok olmaktan kurtarıldı" dedi.

Müze Müdürü Çetin ile Prof.Dr. Veli Sevin ve Prof.Dr. Necla Sevin'in de dahil olduğu bir bilim kurulunun yaptığı incelemede, höyüğün 200 metre kadar çapında ve yaklaşık 5 metre yüksekliğinde olduğu belirlendi.

'Dağcı Höyüğü' adını taşıyan bu eski yerleşim tepesinden yıllarca önce ilk kez Behiç Galip Yavuz'un söz ettiğini belirten Prof.Dr. Veli Sevin, höyükle ilgili şu bilgileri verdi: "Küçük Menderes Ovası bereketlilik açısından dünyanın üç büyük düzlüğü arasında yer alıyor. Küçük Menderes nehri ve kolları tarafından sulanan bu ova tarih öncesi dönemlerden beri yoğun bir yerleşme dokusuna sahip olmuştur. Şimdilik saptanan en eski izler günümüzden 6 bin yıl önceye uzanmaktadır. Ödemiş ilçe merkezi çevresinde yer alan Demircili/Tepetarla, Kumkuyu ve Yanıkkır/Sazlıtepe höyükleri tarih öncesi dönemlerden kalma en önemli höyük türü yerleşme yerleridir. Höyükler eski çağlarda, biri yıkılıp üzerine bir yenisi kurulan kasaba ve köylerin kalıntılarıyla oluşmuş yayvan tepelerdir. Bugün tarla olarak kullanılan Kaymakçı'daki höyüğün yüzeyinde İlk Tunç Çağı'ndan (MÖ 3. Binyıl) başlayarak, erken Hitit Dönemi ve Roma-Bizans yerleşimlerine ait çanak çömlek parçaları toplandı. Toplanan çanak çömlekler höyüğün özellikle MÖ 2. binyılın başlarında çok yoğun bir yerleşme dokusuna sahip olduğuna işaret etmektedir. Ödemiş bölgesinin en büyük höyüklerinden olan Dağcı Höyüğü'nün korunması için gerekli tescil işlemlerine başlanıldı."

haberler.com, 18.06.2013

KÜLTEPE KAZILARINDA YENİ ARKEOLOJİK BELGELER ARANACAK

 

Kayseri-Sivas karayolunun 20'nci kilometresinde bulunan Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'nde, 1948 yılında başlayan ilk sistemli kazılar bu sene 66'ıncı yılına girdi. 

AA muhabirine kazı çalışmalarını değerlendiren Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, "Kültepe" adının, dünya müzelerine ve eski eser pazarlarına dağılan ve "Kapadokya tabletleri" olarak tanımlanan çivi yazılı belgelerin ilk ortaya çıktığı 1871 yılından beri bilindiğini söyledi.

Kültepe'de ilk kazıyı 1893-1894 yıllarında Ernst Chantre'nin yaptığını ifade eden Kulakoğlu, onu 1906'da H. Winckler ve H. Grothe'nin Tepe'de yürüttükleri kısa süreli kazıların izlediğini anlattı.

Çalışmaların Aşağı Şehir'de (Karum) yoğunlaşacağını ve günümüzden 5 bin yıl öncesine ait bilgilere ulaşılmaya çalışılacağını vurgulayan Kulakoğlu, şunları kaydetti:
"Kazılarımıza 15 Haziran itibarı ile başlamış bulunuyoruz. Anadolu tarihini başlatan bir merkez olması itibarı ile de Karum kısmındaki çalışmalar çok daha önemli ve daha özel bir çalışma gerektiriyor. Bu sene de Karum alanında bir açmamız olacak ve günümüzden 5 bin yıl öncesine yani Tunç Çağı'na ait alanlarda çalışma yapmayı planlıyoruz. Bu çalışmalar yaklaşık 70 kişilik bir bilim heyeti ile yürütülecek. Bu heyetin dışında da kazılara çeşitli üniversitelerden öğrenciler katılacak. Çalışmalarımız yaklaşık 3,5 ay sürecek. Çalışmalarda en büyük hedefimiz. Karum alanında özellikle yazılı belgelerin çıktığı alanlarda yeni keşiflere ulaşabilmek ve daha erken dönemlere ait tabakaları kazabilmek." 

Başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere Kayseri Büyükşehir Belediyesinin Kazıları desteklediğini anlatan Kulakoğlu, "Mehmet Özhaseki'nin burada alan temizliği ve kazılara yaptığı katkıların yanı sıra özellikle Kültepe'nin tanıtılması için yaptığı çeşitli kültür turları var. Kültür turları içindeki tiyatro gibi çok özel bir etkinlik söz konusu. Türkiye'de benzeri olmayan bir etkinlikler yaptıkları için kendilerini çok teşekkür ediyorum" diye konuştu.  

Kültepe'nin önemi
Kültepe, Kaniş ve Karum'da yapılan kazılarda, bölgenin tarihinin günümüzden 5 bin yıl öncesine kadar gittiğinin ortaya çıktığını vurgulayan Kulakoğlu, Anadolu'nun bu süreç içinde geçirdiği tarihsel, ekonomik veya kültürel aşamaların ülkemizdeki diğer höyüklerden veya yerleşim yerlerinden de takip edilebildiğini ifade etti.

Ancak, MÖ 2 binin ilk çeyreğine ait bilgilerin, başka bir merkezde karşılarına çıkmadığını dile getiren Kulakoğlu, "Ü?stelik bu bilgiler sadece Anadolu değil, aynı zamanda komşu coğrafyaların karanlıkta kalan dönemlerini de aydınlatmaktadır" diye konuştu.

Kültepe çivi yazılı belgelerinin, günümüze kadar ülkemiz topraklarında ele geçen en eski tarihli belgeler olduğuna dikkati çeken Kulakoğlu, şöyle devam etti:
"Bu bakımdan Kültepe, Anadolu tarihinin başladığı yerdir. Bugüne kadar, Kültepe'de yaklaşık 25 bin çivi yazılı belge keşfedildi. Bu belgelerin başında MÖ 2 binin ilk çeyreğinde, Anadolu'da yerel krallıkların varlığı, bunlar arasında da Kaniş Krallığı'nın en büyükleri ve en güçlüleri olduğu ve Kaniş'in onun idare merkezi olduğu anlaşılmıştır. MÖ 2 binin başlarından itibaren Assurlu tüccarlar, Anadolu'nun zengin maden varlığı ile doğal kaynaklarından yararlanarak, ticaret yapmak amacıyla kuş uçumu bin kilometre uzağındaki Kuzey Mezopotamya'da bulunan Asur'daki gelişmiş ticaret sisteminin de desteğini alarak, Kaniş'e gelmeye başlamışlardır."

Kaniş ve Karum Kültepe-Kaniş ören yerinin, 550 metre çapında, 20 metre yüksekliğinde bir höyük ve onu çevreleyen yaklaşık 2-2,5 kilometre çapındaki bir aşağı şehirden oluştuğunu anlatan Kulakoğlu, "Höyükteki yerleşim, İlk Tunç Çağı, Orta Tunç Çağı (Asur Ticaret Kolonileri Çağı), Demir Devri, Hellenistik ve Roma dönemlerini içeren kültür katmanlarına sahiptir" dedi.

haberler.com, 17.06.2013

UYARAN, UYMADI!

 

 

**Genişletilen Batman-Diyarbakır yeni yol güzergahındaki tarihi ‘Gıre Migro’ Höyüğü'nün yarısını yol götürdü. Uyarı levhasına uymayan köylüler değil, Karayolları oldu.

 

Zemin kısmı neolotik, üst kısmı ise ortaçağ dönemine ait Batman-Diyarbakır karayolu güzergahındaki tarihi höyüğün yarısı, duble yol alanında kaldı. Yolda oluşan kasisleri kaldırma ve yol genişletme çalışmalarının sürdüğü Batman-Üç yol güzergahı üzerindeki Bıçakçı (Kerike) Köyü bitişiğindeki tarihi höyüğün büyük bölümü yol çalışmalarının enkazına gömüldü. Yol genişletme çalışmalarında Karayolları’nın Müze Müze Müdürlüğü’nden de görüş almadığı ortaya çıktı.

 

Batman kent merkezine 15 km. uzaklıktaki ‘Gıre Migro’ Höyüğü dibinden geçen kara yolda genişletme çalışmaları tarihi höyüğe büyük tahribat verdi. Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, höyük alanında hafriyat çalışmaları başta olmak üzere tek bir çukur ve kazı yapılmaması için ‘uyarı’ levhası monte etti. Uyarı levhası çürümeye terk edilirken, höyüğün yarısı yola kurban gitti.

 

Batman Turizm ve Kültür İl Müdürlüğü’nün daha önce höyük alanına monte ettiği “2863 sayılı yasaya göre höyükte hafriyat yapmak, çukur açmak yasaktır. Höyük alanında izinsiz kazı yapanlar hakkında en az iki yıl hapis cezası verilir” yazılı tabelaya aldırış etmeyen resmi kurum Karayolları’nın yol yapımını üstlenen firma oldu. 2004 yılında Batman Valiliği, Özel İdare’nin bütçesinde yaptırdığı yol genişletme çalışmaları sırasında höyüğün zemin kısmının bir bölümünde bazı tarihi eserlere rastlanılmıştı.

 

Uyarı levhasına rağmen yol genişletme çalışmalarında tarihi höyüğün büyük bölümünün yola girdiğini belirten Bıçakçı Köyü sakinleri, şöyle konuştular; “Höyükte büyük bir çukur açılsa bile resmi kurumlar hemen harekete geçiyor. Oysa yol genişletme çalışmalarında neredeyse höyüğün yarısı yolda kaldı. Kimsenin harekete geçtiği yok.” Kültür-Turizm İl Müdür Yardımcısı Şehmus Kartal, yol genişletme çalışmalarında Müze Müdürlüğü’nden görüş alınmasının gerektiğini belirterek, “Maalesef şu ana kadar Müze Müdürlüğümüzden görüş alındığına tanık olmadık” dedi.

Batman Çağdaş, 17.06.2013



16 - 22 Haziran 2013

SAİT MADEN'İ KAYBETTİK

 

 

Ressam, grafiker, şair Sait Maden 81 yaşında hayatını kaybetti. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü mezunu Maden 1932 Çorum doğumluydu.

 

İlk şiirleri Türkçe, Soyut, Yazko, İstanbul,  Edebiyat, Soyut, Varlık, Gösteri gibi önemli dergilerde yayımlandı. 1950’de Varlık Yayınları’nın düzenlediği çeviri şiir yarışmasında Baudelaire’den uyarladığı ‘Moesta et Errabunda’yla birincilik ödülünü kazanan Maden, o günden bu yana değişik ülke şairlerinden çok sayıda şiir çevirdi. Octavio Paz’dan ‘Güneş Taşı’, Pablo Neruda’dan ‘Kara Ada Şiirleri’, Lorca’nın ‘Bütün Şiirler’i Maden’in çevirilerinden bazıları. Grafik alanında da büyük önem sahibi Maden, hayatını bağımsız ressam ve grafikçi olarak sürdürdü, bu alanda çok sayıda eser üretti, günümüze dek 7000 dolayında kitap ve dergi kapağı çizdi. Sanatçının bu konudaki yapıtları da ‘Türk Grafik Sanatı Tarihi’, ‘Simgeler’ kitaplarında toplandı.

Evrensel, 19.06.2013

 

******


ÇORUMLU 'BAUDELAİRE'PEREST

 

Yakın dostu şair Turgay Fişekçi, 81 yaşında hayata veda eden ünlü grafik tasarımcı şair, çevirmen Sait Maden'i yazdı.

 

“Paris’te genç iken koyu Baudelaire’perest idim” der ya Yahya Kemal bir şiirinde, Sait Maden de, nasıl oldu bilinmez, daha 18 yaşında Çorum’da yaşayan bir “Baudelaire’perest”di.


Bunu edebiyat alanındaki ilk başarısı olan Varlık Yayınevi’nin 1950’de açtığı çeviri şiir yarışmasında bir Baudelaire çevirisiyle birincilik ödülünü kazanmasından anlıyoruz. Aynı yıl üniversite öğrenimi için İstanbul ’a gelecekti. Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü bitirdikten sonra basın dünyasının kalbi Cağaloğlu’nda bir büro açıp kitap kapakları tasarımı işiyle geçimini sağladı.


Şiir çevirisi sonraki yıllarda da hayatının baş uğraşı oldu. Hatta bu yolla dil öğrendiğini söylerdi. Baudelaire okuya okuya Fransızca, Lorca’nın bütün şiirlerini Türkçeye kazandırma uğraşı boyunca İspanyolca öğrenmişti. Çeviri uğraşını o denli öne almıştı ki, kendi şiirleri her dönem gölgede kaldı.


Çeviri şiir herhalde satışı en düşük yayıncılık dalıdır ama Sait Maden bu alanda da ezber bozup Aragon’dan yaptığı ve 1976’da Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü kazanan Elsa’ya Şiirler ile o günden bu yana hep çok satılan bir çeviri şiir kitabı kazandırmıştı yayın dünyamıza. Yanı sıra Paul Eluard, Pablo Neruda, Octavio Paz, B. Cendrars, Saint-John Perse, Mayakovski gibi dünya şiirinin büyük ozanlarını da yine ilk kez o kapsamlı çeviri kitaplarıyla kazandırdı dilimize.
1960’ların yayın dünyası düşünüldüğünde, ülkemiz yayıncılığında bir tasarım devrimini de yine Sait Maden’in gerçekleştirdiğini görürüz. Aynı yıllarda Memet Fuat’ın de Yayınevi’nde basılan kitaplar, Sait Maden’in kapak tasarımı ve Memet Fuat’ın sayfalara gösterdiği titizlikle bugün de imrenilerek bakılacak kitaplardır.


Sait Maden, kişilik özellikleriyle de özel bir insandı. Aklaşmış saçları yandan geriye akar, ensesinde düz bir kabarıklık oluştururdu. Gençliğini bilenler, 19 yaşında da saçlarını böyle kestirdiğini ve o yıllarda bu saç modeliyle Çorum’da çok yadırgandığını söylerlerdi. Meyhaneye geliş saati bile dakikti. Cuma günleri, Çiçek Pasajı’nın kapısından girdiğinde saat hep tam 3 olurdu. İçki içip, davranış ve konuşmaları değişmeyen ender insanlardandı. Ne kadar içerse içsin hep karşısındakine saygılı, ölçülü davranışları olan, hep şık giyinen bir insandı.


Sait Maden’siz bir dünyada yaşayacağız artık denemez. O kadar çok şiire boğdu ki dünyamızı, o şiirler yaşadığı sürece Sait Maden de bizlerle olacak.

Radikal, Yazı: Turgay Fişekçi, 21.06.2013

DÜLÜK İÇİN BÜYÜK PROJE

 

 

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Dülük'ün alternatif bir turizm merkezi olması için yeni bir proje hazırladı. Projeye göre köy boşaltılacak, köyde yaşayan insanlara TOKİ ile anlaşarak konutlar verilecek. Köyde tarihi doku korunacak, Safranbolu örneğindeki gibi Dülük bir tatil köyü haline getirilerek turizme açılacak. Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, en büyük kazancı orda yaşayan köylülerin elde edeceğini belirterek, "Hem kendileri bir ev sahibi olacaklar, hem de mevcut evleri değerlenecek" dedi.

 

GAZİANTEPLİ MİTRAS'I BİLMİYOR

Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Dülük Köyünü turizme açmak istediklerini, bununla ilgili proje hazırladıklarını belirtti. Dülük'ün çok önemli bir kazı merkezi olduğunu dile getiren Asım Güzelbey, "Dülük'teki Mitras tapınağı, bütün dünyanın ilgisini çeken bir kültür varlığı. Ben bundan 3 ay önce, Almanya'nın Augsburg şehrinde Augsburg üniversitesinin düzenlediği 'Mitras günleri' isimli panele katılmıştım. Beni davet etmelerinin nedeni de, Mitras'ın bulunduğu şehrin belediye başkanı olmamdı. Münih başkonsoluğuyla birlikte programı izleme imkanı bulduk. Orda şunu gördümki Mitras'ı Gaziantep'te çok az insan biliyor. Ama Mitras dünyada çok daha fazla tanınıyor" diye konuştu.

 

SAFRANBOLU EVLERİ GİBİ OLACAK

Dülük antik kentinde bugüne kadar çok önemli işler yapıldığını belirten Güzelbey, Dülük'ün turizmden daha fazla pay alması için bir proje hazırladıklarını söyledi. Güzelbey, "Köyün boşaltılıp, köyde yaşayan insanların taşınıp, onlara TOKİ ile anlaşarak konutlar yapıp, köyün kalan yerinde ise tarihi doku korunup, çarpık olanların özellikle kaya mezarlarının üzerine yapılan eklentilerin yıkılıp, ama kalan kısmının turizme açılmasını hedefliyoruz. Mesala orda eski bir ev varsa ve tarihi dokunun üzerinde değilse, yani kaya mezarının üzerinde değilse, o eve dokunmayalım diyoruz.  Ama o evin cephesine müdahale edelim, çatısına müdahale edelim, kaldırımına müdahale edelim, orayı Safranbolu örneğindeki gibi bir tatil köyü yapalım istiyoruz" diye konuştu.

 

EN ÇOK DÜLÜKLÜ KAZANACAK

Bu projenin hayata geçmesiyle birlikte, insanların hem Dülük'ü gezeceklerini, hem de Mitras'ı göreceklerini belirten Güzelbey, bugün Safranbolu, Beypazarı'nın inanılmaz turist aldığını, bu projeyle Gaziantep'in de alternatif turizm merkezlerinden biri olacağını söyledi. Güzelbey, "Bu projeden en kazancı Dülük'te yaşayan insanların elde edecektir. Çünkü kendileri hem bir ev sahibi olacaklar, hem de mevcut evleri değerlenecek. Aylığını 200-250 liraya verdiği evlerini, belki geceliğini 200 liraya verecek. Evler restrore edilecek, aynı Gaziler caddesinde olduğu gibi. Dülük'te bir bütünlük sağlanacak" dedi.

 

ANKET YAPABİLİRİZ

Bu projenin gerçekleşmesi halinde Dülük'te bir turizm ofisi kuracaklarını ve ordaki insanları turizm konusunda yönlendireceklerini dile getiren Güzelbey, "Bizim ordaki insanımız pansiyonculuğu bilmez. Bu konuda bir ekip oluşturulacak. Vatandaş da evini kiraya verecek. İsterse de otursun. Bu bir proje. Bunun için Dülük'teki vatandaşlarımıza bir anket de yapabiliriz" dedi.

Gaziantep 27, 21.06.2013

İLBER ORTAYLI: BAŞBAKAN TARİHİ BİLMİYOR

 

Gezi Parkı gösterileriyle ilgili Süddeutsche Zeitung gazetesine konuşan tarihçi İlber Ortaylı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’nın Osmanlı tarihini bilmediğini iddia etti.

 

İlber Ortaylı, “Avrupalıların, çok az bilgi sahibi oldukları Türkiye ve geçmişi hakkında karar vermeleri yeteri kadar ürkütücüdür. Ancak daha da korkuncu, Recep Tayyip Erdoğan’nın kendi tarihini çok az bilmesidir. Sevilen bir parkın yerine Osmanlı kışlası inşa etmek istiyor. Bunu da tarihe sahip çıkmak olarak adlandırıyor. O zaman Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nu ve Swiss Otel’in yerine eski oryantal kıraathaneyi de inşa ettirsin” dedi.

Hürriyet, 21.06.2013

ERDOĞAN'IN MİMARİ TERCİHLERİ

 

 

Biz bu duruma nasıl geldik? Olayların siyasi, sosyal, iletişim ve bilumum diğer boyutlarını eleyerek, sadece mimarlık ve şehircilik düzleminden olaya bakmaya çalışalım: Tüm Türkiye ’deki imar faaliyetleriyle karşılaştırıldığında, metrekare açısından toz tanesi kadar kalan ufacık park alanı sebep oldu her şeye. Yani Gezi Parkı bir toz, yanında İstanbul polisinin gaz bulutu da var, işte sıkıştı böylece koskoca bir dünya ortaya çıktı.


Biliniz ki, bu ülkede çevresine duyarlı bir mimar ve plancı olmak neredeyse her ay Gezi Parkı’na, Topçu Kışlası yapıldığını görmek kadar yıpratıcı bir şey. Gezi’ye benzer tahribatı olan, içimizi acıtan projelerin sorgulamadan, tartışılmadan, kamuoyundan sıkı sıkıya gizlenmiş hali ile inşaatın başladığını her an görme korkusu.. Diğer meslek gruplarının da dertleri vardır muhakkak ama bu durum kentini düşünen, bunun eğitimini almış, her gün bununla yoğurulan meslekten kişiler için çok acı verici, inanınız.


Tüm bu gürültü partırtının sebebi gerçekten 3-4 ağaç mı? Kimse kendini kandırmasın, herkes gibi yöneticiler de protestoların sebebinin sadece ağaçlar olmadığını çok iyi biliyorlar ama demeçlerinde olayları bu şekilde tariflemek (küçümsemek) işlerine geliyor.
“Başbakan’ın kendisinin seçip görüştüğü heyet, tüm halkı ne oranda temsil eder” şeklindeki endişelerimizi saklı tutarak, heyetteki mimar ve plancıların toplantı sonrası söylediklerini dikkate alalım ve çıkarımlar yapalım. 

Mimarlar ne dedi? 
Sayın Başbakan’dan iki tane olmadığı halde (olsa iyi mi olurdu sizce) tek bedende iki farklı yaklaşımı olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan biri, görmeye çok alışık olmadığımız sakin ve dinleyen hali. Örnek: Heyetin normale göre sert sayılabilecek endişelerini ve eleştirilerini kabul etmesi. İtiraz etmeden tartışmadan, konuşmasını –belki de alakasız bir konudaki rakamlarla desteklemeden– ve hatta tatsız-sert ikazlar olmaksızın notlar alması... Peki, sonuç? Dağ fare doğuruyor, önceden karar verildiği belli bir referandum deklarasyonu çıkıyor. Yani aslında heyete “Dedikleriniz bildiğim şeyler ama kibarca dikkate almıyor, bu toplantıyı kamuoyuna sunacağım bir kararımı açıklamak için kullanıyorum” diyor? Toplantı bitiminde, eğer bilinçli yapıldıysa üzerine tezler yazılabilecek sosyal medyanın mizahi, dağınık ve biraz da güvenilmez enformatik yapısına, gaz bombası etkisi yaratan, kahraman dizi oyuncusunun bir beyanatı geliyor. Sosyal medya metaforunu çalıştırıp onu kilitlemenin bilinçsiz bir yolu işte.


Peki bu 4.5 saatlik endişe ve eleştiri bombardımanında heyetteki mimar ve plancılar ne demiş olabilirler? Onlarla yüz yüze görüşmedik. Toplantıda olup biteni anlatırlar mı, nasıl aksettirirler bilemeyiz ama söylemlerinden ve genel durumu tahlil edip çıkarımlar yapabiliriz.


- Topçu Kışlası’nın zamanında yıkılmasının yanlış olduğu ama şimdi bir daha yapılmasının daha büyük yanlış olduğunu…

 

- Sorunun sadece Gezi olmadığını, her sabah kalktığımızda sürpriz şekilde garip bir proje veya kararın oldubittiye getirilerek ve delicesine bir hızla hayata geçirildiğini…


- Evinizin tam önündeki meydanın, tam ortasındaki ağacı kesip, uzaktaki bir yerde fidanlık yaptık deyip dikilen ağaç sayısını abartıp, övünmenin anlamsız olduğunu…

 

- Mimari proje yarışması yapmayı beceremediğinizi. Çamlıca Camii’nin halinin fena olduğunu…


- Kenti ilgilendiren konularda toplumla, mimarlarla el ele çalışmadığınızı. Projeleri duyurmadığınızı, eleştiriye açık olmadığınızı ve şeffaflık yerine gizlilikle işleri halletmeye çalıştığınızı…

 

- Bu referandum kararı da dahil olmak üzere, gizemli kararlar alıp yine kamuoyunu merakta bıraktığınızı. Kimseyi teskin etmek gibi bir derdinizin olmadığı.


- Tansiyonu düşürmek yerine, daha da gerip kendi seçmenine mesaj verme pahasına mimari yönden de kusurlu beynatlar verdiğini...

 

- “AKM’yi yıkar orada cami yaparız” dediğinizde ‘cami üzerinde’ kavga etmek istemeyen kesimi kırdığınızın farkında mısınız? Taksim’e cami yapılırsa herkesin ortak paydada buluştuğu, kabul görülen, yarışma ile adil olarak projelendirilmiş, oranları ve işlevi ile çağdaş bir simge cami olmasını isteyen, samimi seçmenden bahsediyoruz. Onlara sormadan “Kışlaya karşı gelenler, görürsünüz, işte size cami” anlamına gelen bir demeçle cevap vermek… Sanki onların hür fikirlerinin olmadığı gibi davranılması… 

Mimari iniş çıkışlar 
Şimdi diğer haline bakalım: Daha fazla gördüğümüz ve alışık olduğumuz Başbakan’ı tarifleyelim. Aslında her şeyin farkında olan, konuşmalarında kızgın ve haksızlığa uğramış, buna rağmen mücadelesinde geri adım atmayan halinden bahsediyoruz. Galiba ona oy veren kitle bu halini seviyor. O da “Tencere tava, iner çıkar borsa” diye sonuçlarını tartmadan böyle takılıyor işte.


Bahsettiğimiz uzlaşmaz tavrı takınmışken, mimari görüşünde de bazı ‘hızlı’ değişimler gözlenmekte. Örneğin: Cami söz konusu olduğunda “Cami, cami gibi olmalı” diyerek betonarmeden kötü oranlı Mimar Sinan taklidi camiler tarifliyor. Kamu binası oldu mu ‘Selçuklu Osmanlı Kırması’ tercih edilecek denip günah çıkarılıyor. “İstanbul, Finans Merkezi olacak” deyip, ‘Dubai tarzı’ gökdelenlere meylediyor. AKM’nin kötü bir bina olduğunu düşünüp, sanatçılara gözdağı vermeyi de ihmal etmeyip ‘Barok Opera Binası’ isteği depreşiyor. Finalde, tarih korumacılığı söz konusu olduğunda ise ortalıkta daha rölevesi olmayan Topçu Kışlası’nın ne idüğü belirsiz soğan kubbeleri dayatılıyor.


Tabiri tabii ki caiz, Başbakan on yılda bir salon takımını değiştiren savruk ve kararsız bir dekoratör gibi her seferinde farklı bir mimari tarzı deniyor. Ülkedeki kentleri kendi evinin salonu gibi görüyor, ulaşım kararları için üçüncü köprü sanki bir mutfak dolabı seçimi! Haliç’teki Süleymaniye görünümünü rezil eden ve siluetinin sadeliğini bozan garip taşıyıcılı köprü, yemek masasına karar verir gibi kabul edilmiş sanki; yayalaştırma projesi diye Taksim’de yerin altına, yine tam irdelenmeden yapılan düzenleme de künk değişimi gibi görülüyor. Bunların şehir yaşantısına etkileri çok büyük, hiçbiri basit kararlar değildir ki, nasıl bu kadar acele ve acemice alınır ve sorgusuz sualsiz ihale edilir bir çırpıda?


Bitmedi… Şu kadar milyon metreküp beton döktük, bu kadar bina yaptık, şu kadar milyon dolar yatırım yaptık diye sayısallaştırıp başarı öyküsü yaratmak göründüğü gibi “O kadar yapmasaydınız keşke” şeklinde karşılanabiliyor.


Sonuç olarak; madem kendisinin tavrını seçebildiğini gördük, Sayın Başbakan’ın yumuşak ve dinleyen haline bürünmesini ve hep öyle kalmasını temenni ediyoruz.

Radikal, Yazı: Ahmet Turan Köksal/Mimar, 21.06.2013

SURİYE'DEKİ TARİHİ ESERLER TEHİKEDE

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), "Tehlike Altındaki Kültürel Miras" listesine, Suriye'den 6 tarihi mekanı dahil etti. UNESCO'dan yapılan açıklamada, söz konusu mekanların, iki yıldan fazla bir süredir devam eden iç savaş ve çatışmalar nedeniyle ciddi şekilde hasar gördüğü vurgulanarak, "Suriye'deki silahlı çatışma durumu, evrensel değere sahip tarihi eserlerin korunmasını mümkün kılmamaktadır" denildi. UNESCO'nun açıkladığı listede Şam eski kent merkezi, Halep eski kent merkezi, Busra antik kenti, Krak des Chevaliers Kalesi (Salahaddin Kalesi), Palmira antik kenti ve Kuzey Suriye'deki antik kentler sıralandı. Tüm bu mekanlar, UNESCO komitesinin Kamboçya'nın başkenti Phnom Penh'te düzenlediği toplantıda ele alınarak, tehlike altındaki eserler olarak değerlendirilmesine karar verdi. Suriye'de devam etmekte olan savaş nedeniyle, tarihi eserlerin ve mekanların aktüel durumları hakkında bilgi almanın imkansız olduğunu kaydeden UNESCO yetkilileri, sosyal medyadaki görüntü ve fotoğraflarla Suriyeli resmi ağızların yaptığı açıklamaların durumu tam olarak anlatmadığını kaydetti. Yetkililer, dışarıdan göründüğü kadarıyla yıkımın "kısmi" olduğunu belirterek, yine de tedbir alınmasının zorunluluğu olduğunu hatırlattı.

UNESCO'dan yapılan açıklamada, Suriye'deki en büyük tarihi eser tahribatının, ülkenin kuzeyindeki Halep kenti ve çevresinde gerçekleştiği belirtildi. Tarihi Halep Kalesi'nin rejim güçleriyle muhaliflerin ateşi arasında kaldığı kaydedilirken, nisan ayında Halep Emevi Camii'nin 13'üncü yüzyıldan kalma minaresinin tamamen yıkıldığına atıf yapıldı. Açıklamada ayrıca Şam ve Halep başta olmak üzere eski mezar ve türbelerin de hedefte olduğu vurgulandı. 2011 yılının mart ayında ülkenin güneyindeki Dera kentinde başlayan halk ayaklanmasının iç savaşa dönüştüğü Suriye'de şimdiye kadar en az 93 bin insan hayatını kaybetti. Ölenlerin 6 bin 500'ünün çocuk olduğu belirtiliyor.

Sabah, 21.06.2013

BÜYÜK SELÇUKLU MİRASI PROJESİ'Nİ ANLATTILAR

 

 

Konya Aydınlar Ocağı’nın organizasyonu altında Selçuklu Belediyesi, Türk İşbirliği ve Koordinasyonu Ajansı (TİKA) ve Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun maddi destekleri ile gerçekleştirilen Büyük Selçuklu Mirası Pojesi’ni yürüten Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyeleri Prof.Dr. Haşim Karpuz ve Prof.Dr. Osman Eravşar, 4 yılda tamamladıkları proje hakkında bilgi verdi.


2009 yılından bu yana 14 ülkede 250’den fazla şehir gezerek tüm Selçuklu mirası eserlerin envanterini çıkardıklarını belirten Prof.Dr. Karpuz ve Prof.Dr. Eravşar, toplam 320 eseri incelediklerini belirtti. Prof.Dr. Karpuz ve Eravşar, oldukça zorlu geçen araştırma sürecinde yurtdışında bazı ülkelerde güvenlik problemleri yaşadıkları, bazı yerlerde izinleri olmalarına rağmen çalıştırılmadıkları ve polis gözetimi altına alındıklarını, bir ülkede ise sınır dışı tehlikesi ile karşı karşıya kaldıklarını anlattı. Günümüzde Selçuklu medeniyetine dair yayın ve bilgilerin son derece sınırlı olduğunu belirten Prof.Dr. Karpuz, Büyük Selçuklu uygarlığının somut kültürel örneklerinin ortaya çıkarılması, Selçukluların özelde Türk toplumuna, genelde ise dünya uygarlık tarihine yaptıkları katkıları göstermek amacıyla böylesi bir çalışma gerçekleştirdiklerini belirtti. Araştırma projesinin Cumhurbaşkanı Abdullan Gül’ün himayelerinde gerçekleştirildiğini kaydeden Prof.Dr. Karpuz, “Projenin bilimsel sorumluluğu, eserlerin yerlerinde incelenmesi ve kitaplardaki metinlerin hazırlanmasını Selçuk Üniversitesi adına bizler gerçekleştirdik. Projenin konusu Büyük Selçuklu Medeniyeti, amacı ise medeniyetin günümüze ulaşan mimari eserleri ile dünyada çeşitli müzelerde bulunan taşınır kültür varlıklarının belgelenmesidir. Bu amaç çerçevesinde Afganistan, Azerbaycan, Ermenistan, Filistin, Gürcistan, Irak, İran, Özbekistan, Suriye, Türkmenistan, Türkiye, Yemen, Mısır, Nahcivan sınırları içinde kalan Büyük Selçuklu coğrafyasındaki yapılar ayrıntılı şekilde incelenmiştir” şeklinde konuştu.


Projenin ülkelerden izin alma aşamasında ciddi sıkıntılar yaşadıklarını anlatan Prof.Dr. Osman Eravşar ise, “Bu izinler bazen devletimizin üst düzey bürokratları tarafından alındı bazen de bizzat sayın Cumhurbaşkanımızın devreye girmesi ile çözüldü. Hatta bir ülkede gerekli izinler alınmasına ve yanımızda mihmandar bulunmasına rağmen polis tarafından çalışmamız durduruldu. 2 saat süreyle gözlem altında tutulduktan sonra serbest bırakıldık. Bir diğer ülkede ise sınır dışı tehlikesi ile karşı karşıya kaldık. Yanımızdaki bir görevli arkaraşın son derece değerli profesyonel bir fotoğraf makinası çalındı. Haşim hocam bu süreçte rahatsızlandı ve sonrasında ise kalbinden iki kez anjiyo oldu. 4 yıl oldukça meşakkatli geçti. Ancak sonuç itibariyle projeyi tamamlamak tüm bu yorgunluğumuzu ve sıkıntılarımızı unutturdu“ dedi.


Türkiye’nin bilimsel tarihi içinde Büyük Selçuklu Medeniyetinin nelere sahip olduğu ile ilgili elimizde yeterince bilgi bulunmadığının tespitinin bu projeye başlamalarındaki hareket noktası olduğunu belirten Prof.Dr. Eravşar, “Bu çalışmanın konu itibarıyla ilk önemli çalışma olması onun özgün değerini bir kez daha artırmaktadır. Başlangıçta sadece bir fotoğraf albümü düşüncesiyle başlayan bu çalışma, sonrasında bundan sıyırılarak bir envantere dönüştü. Projenin tam anlamıyla bütün Selçuklu mimarisini kapsadığı iddiası yanlış olacaktır. Çünkü bazı bölgelere güvenlik sebebiyle gidilememiş, bazı yapılar ise bulunamamamıştır. Özellikle İran ve Irak gibi bazı ülkelerde bulunan bir çok Selçuklu yapısının tarihi süreç içinde kimlik değiştirmesi, bazı yapıların bulunamaması bu projenin eksik yönlerini oluşturuyor. Ancak ileriki dönemde gerçekleştirilecek yeni çalışmalar ile bu eksikliklerin tamamlanmasına çalışılacak” dedi.


Projenin ilk ayağında 3 ciltlik bir eserin ilim ve sanat çerçevesinin hizmetine sunulduğunu anlatan Prof.Dr. Eravşar, “İkinci ayağında ülkelerdeki müzelerde bulunan Selçuklu eserleri ile ilgili inceleme yaptık ve envanterlerini çıkardık. Üçüncü ayağında ise mimari eserleri ve Selçuklu Medeniyetini tanıtmak amacıyla 180 dakikalık 9 ayrı bölümden oluşan bir belgesel film hazırlandı” diye konuştu.

Merhaba Gazetesi, 20.06.2013

ESENLER'E KILIÇ ALİ PAŞA CAMİSİ'NİN TAKLİDİ YAPILIYOR

 

  

 

Esenler Belediyesi'nin internet sitesinde yer alan habere göre Mimar Sinan'ın yaptığı Kılıç Ali Paşa Camisi'nden esinlenerek inşa edilecek cami, Osmanlı mimarisine uygun kesme taşlardan yapılacak.

Esenler Belediyesi, Bahçelievler Hak Vakfı işbirliğiyle Cumhuriyet tarihinin ikinci taş camisini Esenler'e yapıyor. Mimar Sinan'ın yaptığı Kılıç Ali Paşa Camii'nden esinlenerek inşa edilecek cami, Osmanlı mimarisine uygun kesme taşlardan yapılacak.

 

Cumhuriyet tarihinin ikinci taş camisi Esenler'e yapılıyor. Esenler Belediyesi ile Bahçelievler Hak Vakfı'nın ortaklaşa yapacağı taş cami, Mimar Sinan tarafından yapılan Tophane'deki Tarihi Kılıç Ali Paşa Camii'nin bir benzeri olacak.

 

Birlik Mahallesi'nde 1.000 metrekarelik alanda Esenler halkı arasında "Teneke Camisi" olarak bilinen, tek katlı ve olası bir deprem felaketinde yıkılma riski bulunan Halil İbrahim Camisi'nin yerine inşa edilecek taş cami, Osmanlı mimarisine uygun olarak dizayn edilecek. Kesme taşlardan yapılacak caminin ana kubbesinin her iki yanında şerefeli iki tane minaresi olacak. Minarelerin çevresinde de daha küçük kubbeler yer alacak. Mimarisi ve estetiği ile ilgi uyandıracak caminin ön ve yan cephelerinde de kemerler yer alacak. Esenler'e değer katacak olan taş caminin şadırvanı, avlusu ve çevre düzenlemeleri de camiye uygun bir şekilde tasarlanacak.





Örnek: Kılıç Ali Camisi

Halil İbrahim Camisi'nin tapu işlemlerinin bittiğini söyleyen Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu, "Bin metrekare alan camiye tahsis edildi. Cumhuriyet tarihinin ikinci büyük taş camisi Esenler'e yapılacak. Özel bir proje hazırlandı. Gerekli hazırlıklar yapılıyor ve caminin temelini yakında atacağız. Cami, Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Camii'nin bir örneği olacak" dedi.

 

Hayırsever Yapıyor

Caminin bir hayırsever tarafından yapılacağını da kaydeden Göksu, "Hayırseverimiz bana geldi ve, (Başkanım biz buraya betondan cami yaparsak 100 yıl kalır. Taştan yapalım, kıyamete kadar kalır) dedi. Maliyeti iki katına çıkıyor caminin. Taş cami olduğu için zemin etüdü ve mühendislik hesaplarının titizlikle yapılması gerekiyor; ama biz en kısa zamanda bu işlemleri bitirip, burada ezan sesini gök kubbeye dinleteceğiz" şeklinde konuştu.

 

Cumhuriyet'n İkincisi

Osmanlı mimarisine has kesme taş usulü Cumhuriyet'ten sonra ilk kez 1945'te yapılan Şişli Camii'nde kullanılmıştı. Esenler'de inşa edilecek cami Cumhuriyet tarihinin ikinci taş camisi olacak. Caminin mimari projesini, Mimar Ahmet Tanyolaç ve Mimar Kadir Fındıklıoğlu çizdi. Proje çalışmalarında sona gelindiğini belirten mimar Ahmet Tanyolaç, "Cami için kullanılacak taş numuneleri teknik üniversitelerde inceleniyor. Büyük ihtimalle küfeki taşı kullanılacak. Pencereler, kalem işleri, orijinal detaylara uygun olarak yapılacak" dedi.

Arkitera, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 20.06.2013

TOPÇU YERİNE RAMİ KIŞLASI

 

‘Yok olmuş’ Topçu Kışlası sevdalıları, ‘harap halde bekleyen’ Rami Kışlası’na da baksınlar
 

İktidarın Topçu Kışlası’na düşkünlüğünü binanın geçmişindeki siyasi kimliğine bağlayanlar özetle diyorlar ki “yobazların ‘şeriat isteriz’ diyerek ayaklandıkları 31 Mart isyanı, 1909’da bu kışlada başlamıştı. İlerici subayların öldürüldüğü bu gerici ayaklanma, Mustafa Kemal’in kurmay başkanı olduğu Selanik’teki Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelmesiyle bastırıldı.”
İşte bu olayın “hep anımsanması” için “yeniden canlandırılması” (restitüe) istenen kışla, iktidarın sevdası olan ‘AVM işlevi’yle yeniden yapılırsa, “bir taşla iki kuş” vurulmuş olacak…


Birincisi “gericilik tarihinin anıları” tüm tarihsel mekanlarıyla yaşatılacak;
İkincisi, İstanbul’un en bereketli yerinde, kim bilir kimlere sunulacak “en ayrıcalıklı” AVM arsası yaratılacak.


Nitekim çevre ve demokrasi tarihimizde bugüne dek görülmemiş düzeyde toplumsal tepki yaratan bu “siyasal ve ekonomik yağma projesi”ne karşı, yine bugüne dek görülmemiş şiddetteki orantısız güç gösterilmesinin gerekçesi olarak şunu söylemek yanlış olmayacaktır:
“Mustafa Kemal’in henüz bir Osmanlı paşasıyken de dincilerin düşmanı olduğunu anımsatan bir yapıya yeniden kavuşmaktan ve aynı binada ülkenin rantı en büyük AVM’sini yaratmaktan vazgeçilemez! Bunun için gerekirse polis devleti bile yaratılabilir.”


Nitekim Başbakan son müdahaleden önce, “Eylemciler boşaltmazlarsa polis boşaltmasını bilir” demedi mi?
 

‘Sahipsiz’ kışla

İktidarın bu inatlaşma sürecinde aklıma hep İstanbul’un kenar bir semtinde sahipsiz kalmış anıtsal bir kışla… Rami Kışlası geldi.


Yıllar önce Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin çalışma konuları arasında yer alan; ancak ne Eyüp ne Büyükşehir Belediyesi tarafından “boş sözler” dışında destek görebilen ne de Kültür Bakanlığı’nca ilgi gösterilen restorasyon projesine para bulunamadığı(!) için bugün de kaderiyle baş başa kalan tarihi kışla, harap ve metruk haliyle içler acısı halde.


Üstelik Topçu Kışlası gibi tümüyle yok olmuş durumda da değil… hemen tüm yapılarıyla “ayakta” ve onarılmayı bekliyor.


250 yıllık tarihiyle İstanbul’daki son dönem Osmanlı kışlaları arasında en eskisi olup 3. Mustafa döneminde 1757-1774’te yaptırılmış..


1828-29’da 2. Mahmut, kurduğu “Asakir-i Mansure-i Muhammediye”(Muhammed’in, Allah’ın yardımını görmüş askerleri) adlı ordu için kışlayı büyüterek yenilemiş; 1836-1837’de ise Mühendishane öğrencileri kışladaki Mekteb-i Harbiye’ye taşınınca da “Fünun-ı Harbiye-i Mansure” adıyla anılmaya başlanmış.


Rami Kışlası, Cumhuriyet döneminde de yaşatılmıştı. 1950’lerde rahmetli babam oradaki topçu birliğine komutanlık yaptıktan sonra 1959’da kurmay albay rütbesiyle Erzincan’a tayin olmuş; 27 Mayıs 1960 Devriminin “İnkılap Subayı” görevini üstlenmişti…


Tarihi kışlanın kaderi 80’lerde dinlence alanı yapılma şartı ile İstanbul Belediyesi’ne devredildikten sonra değişti. 220 bin m2 araziye yayılan tüm binaları sözde “geçici” olarak “Gıda toptancılarına depo!” olarak tahsis edildi.


Son yıllarda ise yenileme (restorasyon) çalışmalarına başlanarak müze ve kütüphane olarak kullanılması, ortasındaki boş kısmın da ağaçlandırılması kararı alındı.


Ne var ki Rami Kışlası’nın bulunduğu yer Taksim gibi karlı bir AVM’ye uygun değil!


Buna rağmen diyoruz ki, “Ey Başbakan, İstanbul için eşsiz bir rekreasyon alanı olacak 250 yaşındaki Rami Kışlası’nı yaşatmadığınız sürece, Taksim Kışlası’na düşkünlüğünüzdeki ‘masumiyet’e kimse inanmayacaktır.”

Cumhuriyet, 20.06.2013

TOPÇU KIŞLASINA AİT ESKİ PLAN BULUNDU

 

 

Gezi Parkı'ndaki Topçu Kışlası'na ilişkin 1869 tarihli plan ve 1913 yılına ait harita bulundu.

 

Plan ve haritaya ulaşan Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi Genel Yayın Editörü, Araştırmacı-Tarihçi Harun Tuncer, konuyla ilgili açıklama yaptı. Tuncer, kışlanın etrafını gösteren 2 parça plan ve harita ortaya çıkardıklarını söyledi.

 

Tuncer, 1800'lü yılların başında Sultan 3. Selim devrinde yapıldığını tahmin edilen Topçu Kışlası'nın ilk dönemine ait harita, plan ve benzeri çizimlere hala ulaşılamadığını kaydederek, söz konusu plan ve haritanın henüz kamuoyuna sunulmadığını dile getirdi.

 

Plan ve haritaya Osmanlı Arşivi'nde ulaşıldığını aktaran Tuncer, şöyle devam etti: "Plan 1869,Topçu Kışlası, Talimhane Meydanı ve Borsa Han'ın devri için 100 yıl önce yapılan sözleşme çerçevesinde alanın boyutlarını işaret için hazırlanan harita ise 1913 yılına ait. İçerisinde bu haritanın da bulunduğu dosyadan çıkan evraka göre adı geçen han ve Talimhane Meydanı (kışla hariç) 1913 tarihinde 500 bin lira avans karşılığında 1 yıllığına Belçikalı Bank Anverçoise'a devredilmek istenmişti. İttihat ve Terakki hükümeti zamanında toplanan Meclis-i Mahsus'ta görüşülen ve karara bağlanan meseleye göre, Belçika bankası bu işlemden vazgeçince İstanbul'da bulunan "Sanayi ve Ziraat ve Ticaret Şirket-i Milliyye-i Osmaniyyesi" bahsedilen iki mahalden başka anlaşmaya Topçu Kışlası'nı dahil ederek yine aynı ücret karşılığında tasarruf hakkına talip oldu. Devrin hükümeti bu talebi geri çevirmedi. Zira Balkan Savaşları devam ediyordu ve devlet her anlamda buradan gelecek paraya muhtaçtı. Mukavele hazırlandı ve 18 Şubat 1913'te Sultan Reşad'ın konu hakkında çıkan iradesi üzerine 20 Şubat'ta taraflarca imzalandı. Bahsi geçen şirketi temsilen imza atanlar yönetim kurulu üyeleri Mösyö Pissard ve Mösyö Salem'di. Osmanlı hükümetini temsilen de Maliye Nazırı Rifat Paşa'nın imzası vardı."

 

Mukavele metni

Mukavelename metninin 16 esas ve 1 ilave maddeden oluştuğunu ifade eden Tuncer, içerikte dikkat çeken hususlardan bazılarının "Belli şartlarla 1 yıllığına tasarruf hakkı devredilen söz konusu mahaller şayet bir yıl içinde ve sonunda anlaşma feshedilip hükümetçe geri alınmazsa 'Sanayi ve Ziraat ve Ticaret Şirket-i Milliyye-i Osmaniyyesi' tarafından dilediği kadar ve dilediği şekilde kullanılabilecek, adı geçen şirket devraldığı arsalara dilediği ebatta ve dilediği biçimde bina vs. yapabilecek ve bunları dilediğine kiralayabilecek, işlemlerin tamamlanıp devrin gerçekleşmesinin ardından Osmanlı hükümeti fariğ olduğu bu mahalleri ancak 1 yıl içinde geri alabilecek, fakat sonra bu haktan mahrum kalacak" şeklinde sıraladı.

 

Tuncer, plan ve haritaya ilişkin şu bilgileri aktardı: "Kışlaya ait haritanın en altında görünen ve ağaçlık olduğu tahmin edilen bölgenin 'Kabristan' olduğu belirtilmiş. Hemen üstünde Taksim Kışlası görünüyor. Dikdörtgen biçimindeki kışla çizgilerle 3 parçaya bölünmüş. En sağda Arabi harflerle 'Be' işareti konan bölüm 11 bin 40 metrekarelik bir alana sahip, sol altta 'Cim' harfiyle işaretlenen bölüm 12 bin 975 ve onun üzerinde 'Kef' harfiyle işaretli bölüm ise 12 bin 894 metrekarelik bir alana sahip. Kışla haritası içine yapılan söz konusu bu bölümlerden arta kalan boşlukların da toplam alanı 13 bin 500 metrekare. Kışlaya ait bu panaromik çizim planın üst tarafında kışlanın 'önerilen cephe yüksekliği' ve cephenin görünümü çizilmiş. Altta da yine ön ve yan cepheler kuşbakışı resmedilmiş. Yapının uzunluk ve genişlik değerleri için de çizimin tam ortasına 'arşın'. 2 arşın 1,5 metrekareye denk geliyor. Alttaki çizimde binanın 3 cephesinde yer alan oda, kapı, merdiven ve diğer bölümler ölçüleri verilmeksizin işaret edilmiş."

Yapı, 20.09.2013

DENİZLİ'DE 1500 YILLIK 'JAKUZİ' BULUNDU

 

 

Denizli’nin Karahayıt beldesinde yürütülen antik dönem kazı çalışmaları devam ediyor. Karahayıt beldesinin alt kısmında bulunan bir bölgede kazı çalışmalarını devam ettiren ekipler, ilginç bir yapıya ulaştı. Büyük bir titizlikle devam ettirilen çalışmalarda Anadolu’da ilk defa ortaya çıkan ve şu andaki termal yapıların öncüsü sayılabilecek sıhhi yapıya ulaşıldı. Jakuzi olarak da adlandırılan yapının ortasında havuz bulunuyor. Havuzun etrafında banyo yapanların oturması için basamaklar olması dikkat çekerken, ayrıca insanların tek başına banyo yapabilmesi için bugünkü duşakabinlerin öncüsü bir yapı da var. Havuzda ayrıca termal suyun dışarı atılması için kanallar da yer alıyor.

 

Denizli Valisi Abdülkadir Demir bölgede incelemelerde bulundu. Karahayıt bölgesinde sağlık termal turizm merkezi ile ilgili çalışmaların devam ettiğini belirten Denizli Valisi Abdülkadir Demir, ‘’Burada kür merkezi çalışmaları var. Son 5 yılda TOKİ tarafından kentsel dönüşüm yapılıyor. Bu bölgedeki konutlar yenilenecek. Ayrıca Karahayıt bölgesinde antik döneme ait eserlerin ortaya çıkarılması için çalışmalar yapıyoruz. Şu anda bulunduğumuz yerin adı termal sağlık yapısıyla karşı karşıyayız’’ dedi.

 

İHA'nın haberine göre, bölgede yapılan çalışmalarda böyle bir yapının çıkacağını kimsenin beklemediğini ifade eden Vali Demir, ‘’Burası MS 5'inci yüzyılda yapılmış. Biz burada tabiri caizse doğal bir jakuzi ile karşı karşıya kaldık. Burası çok özel bir yapı. Üst taraftan kanallar geliyor. Pamukkale’nin termal kaynağı havuzda toplanıyor. Burada kapalı ve etrafı mermerlerle kaplı duşakabinler bile var. Bu da çok önemli bir yapı. Burası bin 500 yıl önceden de termal sağlık merkeziymiş. Demek ki biz bin 500 yıl önce yapılanı yapmaya çalışıyoruz’’ diye konuştu.

Yapı, 20.06.2013

İSTANBUL'UN ANIT AĞAÇLARI

 

Selçuklu ve Osmanlıyla yaşıt insan yoktur, fakat ağaç vardır diye yazmıştık. Olgunluk çağını yaşayan bu ağaçlara, 'anıt ağaç' deniliyor. 21 Temmuz 1983 tarihli ve 2863 sayılı kanunla koruma altındalar. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu.

Öte yandan, kanunlarla hiçbir şeyi koruyamazsınız, insanın içinde olacak. Sözgelimi, Şehzadebaşı Camii'ndeki beş yahut altı çınarın, restorasyon çalışmaları sırasında ve aynı anda kuruması, tesadüf olamaz. Üstelik, büyükşehir belediyesinin tam karşısında! Hatırlatalım: Kaybolan yahut kırılan taşları yerine koyabilirsiniz, fakat anıt ağaçları koyamazsınız.

 

İstanbul'un anıt ağaç bakımından bir hayli zengin olduğunu biliyoruz. Özellikle çınar, servi, çitlembik ve sakız ağaçları. Atalarımız, camilerin avlularına, mezarlıklara, namazgahlara, çeşmelerin yanına, velhasıl her yere ağaç dikmişlerdir. Bu ağaçların bir kısmı, işaret olarak dikilmiştir. İşaret için taş yerine ağaç dikmek, ne büyük inceliktir.

 

Büyük camilerin avlularındaki/hazirelerindeki anıt ağaçları biliyor, görüyoruz. Bir de kıyıda köşede kalmış kıymetli ağaçlar var. Bu yazıya başlamadan evvel, elimde metre, onlarca anıt ağacı ziyaret ettim. Aynalıkavak'tan Sütlüce'ye, Eyüp'ten Alibeyköy'e kadar. Bu ağaçlar, Çelik Gülersoy'un İstanbul'un Anıtsal Ağaçları kitabında da yer almıyorlar. (Türkiye Turing ve Otobomil Kurumu, 1984)

 

Bunlardan birkaç tanesini sizinle paylaşmak istiyorum. Düğmeciler Camii'nin (1550) haziresindeki çınar, bu büyüklüğe ulaşıp da kusursuz kalabilen ağaçların belki de birincisidir. Çınarın çevresini 9,25 metre olarak ölçtüm. Gövdesinde oyuk, çürüme vs yok. Bu caminin bir diğer özelliği de, Sahabe-i Kiram'dan Hz. Cabir oğlu Muhammed el Ensari'nin kabrinin burada olması. Adresini de verelim: Eyüp'ün Düğmeciler mahallesinde.

 

Çırçır mahallesindeki (Alibeyköy) muazzam çınarı da unutmayalım. Çevre genişliği 8,35 metre. Yarası-beresi bulunmuyor. Öyle ki, aşağıdan yukarıya bakarken, insanın başını döndürüyor; aklınıza, 'şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir' sözü geliyor. Bu iki çınarın, 'ayrıca' koruma altına alınması gerekiyor.

 

Sütlüce'deki Mahmut Ağa Camii'nin haziresinde, birbirinden kıymetli dört tane sakız ağacı var. Mutlaka görmelisiniz. Bu ağaçlardan en büyüğünün çapı 3 metre 50 santim. Bir sakız ağacının bu büyüklüğe ulaşması, tek kelimeyle söylersek, mucize.

 

Unatmamamız gereken bir diğer ağaç da, Süleymaniye'deki Anadolu sığla (günlük) ağacıdır. Çapı 3,60 metre olan bu ağaç, gerçekten de görülmeye değerdir. Yeri gelmişken, sığla ağacıyla ilgili kıymetli araştırmalara imza atan Prof.Dr. Asuman Efe'yi rahmetle anmak isterim. (Sığla ağacı, müftülük binasının önündeki botanik bahçesinde bulunuyor.)

 

Elimizdeki onlarca örnekten birkaç tanesini ancak paylaşabildik. Kasımpaşa'daki Cezayirli Gazi Hasan Paşa ilkokulunun önündeki beş adet çınarı da analım ki, mesajımız verilmiş olsun. Bu çınarlar, zor durumdadır.

 

***

 

Çirkin ağaç yoktur, olamaz. Bozkırdaki yalnız ve garip bir alıç ağacı bile, çevresini hareketlendirmek için yeterlidir. Gözlerinizi yeşile boyar.

 

Türkümüz, 'güzellik bir varlıktır' diyor. Kanunlar, anıt ağaçları 'varlık' olarak kabul ediyor. Ve bir Japon haikusu: 'Esirgemez kokusunu / Dalını kırandan da / Erik çiçeği.'

 

Anıt ağaçların üzerinde nasıl bir emek olduğunu görmek ve göstermek için, 2003 yılında, şöyle bir şey yapmıştım: 1968'de gövde genişliği 5 metre 28 santim olarak ölçülen bir çınar ağacını bulmuş ve otuz beş yıl sonra tekrar ölçmüştüm. 5 metre 40 santim gelmişti. 35 yıl ve 12 santim! Bu ağaç, Kadırga semtinin parkındadır.

 

Ne hikmetse, gittiğim-gezdiğim yerler, bende, ağaçlarıyla kalıyorlar. Adana deyince, aklıma sıtma ağaçlarının gelmesi gibi. Sözgelimi, Bolu İli'ne bağlı Taraklı İlçesi, bu yaşıma kadar gördüğüm en güzel çeşme-çınar terkibine ev sahipliği yapıyor. Hicri 1147 tarihli Hüseyin Ağa çeşmesini ve çınarını görmenizi özellikle isterim. Bu terkipten, İstanbul'da da çok sayıda bulabilir, görebilirsiniz. Misal: Küçükköy'deki Hekimsuyu çeşmesi ve çınarı.

 

Sakarya İli'nin Geyve İlçesi'nde, merkez parkında bulunan muhteşem meşe ağacını da unutmam mümkün değil. Bu ağacın bir benzeri, Kemerburgaz'a bağlı Çiftalan Köyü'nde var.

 

Benim için en heyecan verici ağaçlardan birkaç tanesini de Söğüt'te görmüştüm. Çelebi Mehmet Camii'nin (1414-1420) avlusundaki kavak ağaçları. Kavaklar o kadar ihtişamlıydı ki, asırlık çınar ağaçları bile yanlarında sönük kalıyordu.

 

Gönül isterdi ki, İstanbul'un anıt ağaçlarını bir köşe yazısına sığdırmayalım, fotoğraflar eşliğinde özel haber yapalım.

 

Türklerdeki ağaç aşkı, sadece 'tabiat sevgisi'yle açıklanamaz. Bu ağaçların her biri eserdir, emanettir, aziz birer hatıradır. Bir Japon atasözü, 'hava soğuyunca, gölge veren ağaçları unutursun' der. Bu ağaçları yaz-kış unutmayalım; sadece, şu an yaptığımız gibi, özel durumlarda hatırlamayalım.

 

Ne var ki, çok sayıda anıt ağaç, plansız şehirleşme, altyapı kazıları ve defineciler gibi başka etkenler yüzünden yok olmuştur.

 

Kalanları kurtarmak ve korumak adına, İstanbul'un anıt ağaçlarıyla ilgili yeni bir envanter çalışması yapılması gerekiyor. Ve ilave tedbirler.

 

Bir de öneri: Bu ağaçlara, konunun uzmanı rehberler eşliğinde geziler düzenlenebilir. Çok da güzel olur.

 

Yazımızı, anlamlı ve dokunaklı bir sözle bitirelim: 'Ağaç ne kadar yüksek olursa olsun, yaprakları yere düşer.'

Yeni Şafak, Yazı: İbrahim Tenekeci, 19.06.2013

KAMBOÇYA'NIN 'ATLANTİS'İ BULUNDU

 

 

Arkeologlar, Kamboçya ormanlarında 1200 yıllık olduğu tahmin edilen ‘Atlantis benzeri’ bir kayıp şehri ortaya çıkarttı.

 

Sydney Morning Herald gazetesinin bildirdiğine göre, Avustralyalı araştırmacılar Mahendraparvata  kentini örten ormanlık alanda kara mayınlarının neden olduğu tehdidin üstesinden gelerek keşfi yapmayı başardı.

 

Kamboçya’daki Sidney Üniversitesi arkeolojik araştırma merkezi direktörü Damian Evans, 12’nci yüz yılda Hindistan’da inşa edilen dünyanın en büyük dini anıtı olan Angkor Wat  tapınağını hatırlatarak, “Burası her şeyin başladığı, Angkor medeniyetinin doğduğu yer” dedi.

 

Mahendraparvata’nın keşfedilmesini sağlayan, lazer tarayıcı yeni teknoloji donanım ‘lidar’ olarak biliniyor. Evans “Bu yeni cihazla bir anda daha önce kimsenin varlığından haberdar olmadığı bir şehrin anlık fotoğrafını çekebildik” dedi.Arkeologlar şu ana kadar keşfedilmemiş otuza yakın tapınak ile antik kanal ve yollarını olduğuna dair izleri ortaya çıkardı.

 

Şehrin geri kalanı keşfedilmeyi bekliyor

‘Işık tespiti ve mesafe belirleme verisi’ adı verilen Lidar teknolojisiyle yapılan taramaların yanı sıra, GPS analizi de tamamlanmış değil.

 

Bulguları bir araya getiren araştırmacılar, bir adak taşı ile antik bir yolun izlerini ortaya çıkardı. Bu keşifler, kayıp şehir Mahendraparvata’nın unutulan geçmişini de tekrar hatırlattı. Sislerin kapladığı Phnom Kulen adlı bir dağda kurulu olan şehir, Güneydoğu Asya’yı MS 800-1400 yıllarında yöneten Hindu-Budist Khmer İmparatorluğu’nun kontrolü altındaydı.

 

Araştırma ekibinin başında yer alan Sydney Üniversitesi’nin Kamboçya’daki arkeolojik araştırma merkezinin başındaki Damian Evans, Lidar ve GPS teknolojisi kullanarak kalın bitki örtüsü ve kara mayınlarının örttüğü bir arazideki antik izlere ulaşmayı başardı.

 

Lidar teknolojisiyle 2009 yılında antik Maya kenti Caracol’da tarım arazilerini ortaya çıkaran bilim insanları, aynı zamanda İngiltere’de bulunan Stonehenge’de de analizler yapmıştı. Lidar, Mahendraparvata’nın bitki örtüsü altında kalan yapılarını muntazam bir şekilde ortaya çıkarırken, yüzyıllar boyunca birçok yapının bozulmadan kaldığını gösterdi.

 

Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yer alan araştırma hakkında basına açıklama yapan Evans, “Belki de keşfettiğimiz kentin merkezi değil. Daha bu medeniyet hakkında ortaya çıkarmamız gereken birçok şey olduğuna inanıyorum” dedi.

Yapı 19.06.2013

SAFRANBOLU EVLERİ İÇİN 'MAVİ SİSTEM' ÇALIŞTAYI

 

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde tarihi evlerdeki ıslak zemin sorununun ele alındığı 'Mavi Sistem Çalıştayı' başladı.

 

Dün (18 Haziran Salı) başlayan ve Safranbolu Belediyesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi ile University of Applied Sciences Stuttgart işbirliğinde düzenlen çalıştay, 4 gün sürecek.

 

University of Applied Sciences Stuttgart Öğretim Görevlisi Prof. Klauas Peter Goebez, Cinci Hanı'nda düzenlenen açılış töreninde yaptığı konuşmada, Safranbolu İlçesi'nin kültürel mirası ile çok önemli bir kent olduğunu ve bu kentte bu çalıştayı yapıyor olmaktan mutlu olduklarını söyledi. Çalıştayı 3 aşamada tamamlayacaklarını ifade eden Goebez, "İlk aşamada olabildiğince açık düşünerek tüm fikirleri bir araya getirmek istiyoruz. Sonra biriktirilen bu fikirler ile daha da derinlere inerek çözüme ulaşmak yönünde bir çalışma sürdüreceğiz. Son gün ise bu fikirleri bir sergiye dönüştürerek çalışmaların görsel yayını görmüş olacağız" diye konuştu.

Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy ise konuşmasında, tarihi evlere zarar veren en büyük unsurlardan olan ıslak zeminler konusuna çözüm bulmayı amaçladıklarını, teknolojiyi de kullanarak ıslak zeminlerin önüne geçmek istediklerini kaydetti.

Konuşmaların ardından 'Dünya Mirası Kavramının Gelişimi Çerçevesinde Safranbolu' ve 'Kültür Varlıklarında Yeni Yaşamlar' başlıklı sunumlar yapıldı; fotoğrafçı Cemil Belder'in 'Gülümse Safranbolu Çekiyorum' ve gazeteci-yazar Aytekin Kuş'un 'Bir Zamanlar Safranbolu' isimli fotoğraf sergileri açıldı.

Yapı, 19.06.2013

İNÖNÜ'NÜN HATIRASI YARIN SATIŞA ÇIKIYOR

 

 

İnönü ailesinin sahibi olduğu İstanbul Anadoluhisarı'ndaki tarihi 'Komodor Remzi Bey Yalısı', Sevinç İnönü'nün kefil olduğu kredinin ödenmemesi nedeniyle yarın, 7.6 milyon lira muhammen bedelle satılıyor. Ekim 2007'de 81 yaşındayken hayatını kaybeden Erdal İnönü'nün ölümünden önce, eşi Sevinç İnönü ile kendi adlarına 1998'de kurdukları vakfın genel merkezi olan yalı için İnönü ailesi ve avukatlarının yaptıkları tüm girişimler sonuçsuz kaldı. Erdal ve Sevinç İnönü çiftini icralık yapan olaylar şöyle gelişti: Erdal İnönü'nün kayınbiraderi işadamı Selim Sohtorik, 1998 yılı eksper raporlarına göre 980 bin liralık 'Sapanca', 1 milyon 200 bin liralık 'Düden', 1 milyon 50 bin liralık 'Manyas' gemilerini satın almak için Emlakbank'tan kredi aldı. Sevinç İnönü'nün kefil olarak imza koyduğu kredi geri dönmedi. Bebek'teki daire ile Anadoluhisarı'ndaki yalının haczi için İstanbul 2'nci Asliye Ticaret Mahkemesi'ne başvuran avukatlar icra takibine geçtiler.

YARGITAY KARARIYLA İCRA
Bu kez her iki taşınmazın merkezi Anadoluhisarı'ndaki yalıda bulunan Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı'na bağışlandığını ortaya çıktı. Bunun üzerine banka, alacak tahsilini engellemek için iki taşınmazı vakfa bağışlamakla suçladığı İnönü çifti aleyhine Beykoz 1'inci Asliye Hukuk Mahkemesi'nde, tasarrufun iptali davası açtı. Sevinç İnönü ise mahkemeye verdiği dilekçede şunları kaydetti: "Vakfın kuruluş amacının 75 yıllık dolu bir yaşamı, maddi ve manevi birikimi, bilimsel ödülleri, yeni nesillere Komodor Remzi Bey Yalısı ile birlikte aktarmak istiyoruz. Bebek'te bulunan apartman dairesinin vakfa devredilmesinin nedeni, vakfa düzenli kira getirsin diyedir. Bizim mal kaçırmak gibi bir niyetimiz olmadı, olamaz..." Gayrimenkullerin devrinin kredi sözleşmesinden önce yapıldığına dikkat çeken mahkeme, tasarrufun iptali için borcun işlem tarihinden önce doğması gerektiğini vurgulayarak davayı reddetti. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise bankanın talebini yerinde bulunca 1972 yılında Erdal İnönü'nün satın aldığı Anadoluhisarı'ndaki yalının icra yoluyla satışa çıkartılmasına onay çıktı.

SEVİNÇ İNÖNÜ: BİZİ KANDIRDILAR
SABAH'a konuşan Sevinç İnönü gözyaşları içinde şunları anlattı: "Bu konuyu konuşmak istemiyorum. Çok üzgünüm. Bizi kandırdılar. Bugüne kadar çaldığım kapılar, yardım istediğim kişiler bir bir etrafımızdan kayboldular. Benim tek isteğim eşimin hatırasını yaşatmak. 3 milyon TL civarında gayrimenkullerim var. Takas yapsınlar, bana vakit versinler. Yetkililer bize biraz zaman versinler. Sosyal demokratlar, partili dostları, arkadaşları maalesef bu konuda hassasiyet göstermediler..."

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 19.06.2013

 

******


İNÖNÜ'NÜN YALISI SON ANDA KURTULDU

 

Erdal İnönü’nün eşi Sevinç İnönü’ye ait Anadolu Hisarı’ndaki Komodor Remzi Bey Yalısı’nın dün yapılması beklenen icradan satış işlemi Emlak Bankası’nın alacağını aldığını bildirmesiyle durduruldu. Sevinç İnönü, armatör kardeşi Selim Sohtorik’in 1998’de satın aldığı 3 gemi için bankadan çektiği krediye kefil olduğu için bu borçla karşı karşıya kalmıştı. Alacaklı bankanın talebiyle Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı Genel Merkezi olarak kullanılan 96 yıllık Komodor Remzi Bey yalısı için 7 milyon 600 bin TL muhammen bedel biçildi. Bu bedel bölgeyi bilen emlakçılar tarafından çok düşük bulunmuş ve yalının gerçek değerinin 16-17 milyon dolar olduğu belirtilmişti.

 

Borcu Özyeğin’in şirketi mi ödedi?

Erdal İnönü’nün yaşarken müze olmasını vasiyet ettiği ve Sevinç İnönü’yü çok üzen yalının icradaki satış işleminin durma nedeni borcun başka bir grup tarafından ödenerek temlik alınması oldu. Alınan bilgiye göre yapılan ödemeler ve faiz silinmesi sonucu dosyada 7 milyon 600 bin lirayı bulan borcu önceki gün Hüsnü Özyeğin’in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Fiba Holding’e ait bir şirket olan Girişim Varlık Yönetimi A. Ş., Sevinç Hanım adına tasfiye halindeki Emlak Bankası’na ödedi. Vatan Gazetesi'nin haberine öre şirketin temlik altına aldığı borca dair en az bir yıl süre ile hiçbir işlem yapılmayacak.

 

Ölene kadar oturacak

Daha önce de satışa çıkan yalı için son olarak geçtiğimiz Ocak ayında Hüsnü Özyeğin’in oğlu olan Fiba Holding Yönetim Kurulu Üyesi Murat Özyeğin’in satın almak için harekete geçtiği iddia edildi. Murat Özyeğin’in 18 milyon dolarlık teklifinin yanı sıra Sevinç İnönü’ye bir jest yaparak ölünceye kadar Sevinç Hanım’ın yalıda oturmasını teklif ettiği de iddia edilmişti.

Yapı, 21.06.2013

"HAYDARPAŞA TREN GARI'NDA RANT PROJELERİNİN ÖNÜ AÇILDI"

 

 

Mimarlar Odası, 18 Haziran'da son seferini yapacak olan banliyö trenleri ve istasyon binalarının yenilenmesine ilişkin bir basın açıklaması yaptı. Yapılan açıklamada, “Haydarpaşa Tren Garı yalnızlaştıracak ve işlevsizleştirecektir. Böylece bu alanda düşünülen rant projelerinin de önü açılmış olacaktır” denildi.

 

Haydarpaşa Garı, Liman Dönüşüm Projesi kapsamında tren seferlerine kapatıldı. Mimarlar Odası, dün son seferini yapan Haydarpaşa Tren Garı ile ilgili endişelerini paylaştı. Yapılan açıklama şöyle;

"Yüzyılı aşkın bir süredir çalışmakta olan banliyö tren hatlarının 19 Haziran 2013 tarihi itibari ile 24 ay süreyle iptal ediliyor olması Haydarpaşa Tren Garı'nı yalnızlaştıracak ve işlevsizleştirecektir. Böylece bu alanda düşünülen rant projelerinin de önü açılmış olacaktır.

 

Kamu yararına yönelik ciddi tehditler barındıran bu yağma projesi hayata geçirildiğinde Kentin, tarihi ve doğal dokusunda da geri dönülmez hasarlar oluşturacaktır. Bu nedenle kamuoyunu ve yetkilileri iş işten geçmeden bu kararlarını geri almaya çağırıyoruz.

 

Hatlar iptal edilmeden bakım-onarım ve yenilemenin yapılması teknolojik olarak mümkündür. Banliyö hatlarında zaman içerisinde gerekli görüldüğü durumlarda hat bakımı ve onarımı yapılabilmekte, son zamanlarda olduğu gibi vagonlar da değiştirilebilmektedir. Hatların yenileme çalışmalarında yalnızca müteahhit firmaların karlılığı düşünülecek olursa, çıkacak sonuç: Bu hatta günlük yolculuk yapan 90.000 – 110.000 kişinin tren yoluyla seyahat etme özgürlüğü ellerinden alınmış olacaktır. Diğer taraftan da zaten yoğun bir trafiği olan minibüs caddesi ve E-5 kara yolu daha da işlemez hale gelecektir.

 

Oluşacak bu olumsuz tablonun yetkililer tarafından farkına varılarak, çok ciddi iş ve zaman kayıplarına yol açılmadan önlem alınmasını kamuoyuyla paylaşıyoruz."

 

TMMOB Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Anadolu 1. Büyükkent Bölge Temsilciliği

Yapı, 19.06.2013

 

******


"HAYDARPAŞA GARI ORADA DURUYOR, KAPATILMASI SÖZ KONUSU DEĞİL"

 

Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, "Bir yanlış anlamayı düzeltmekte fayda var; Haydarpaşa Garı orada duruyor. Oraya sefer yapılmayacak; demek istediğimiz bu. Yoksa Haydarpaşa Garı'nın kapatılması gibi bir şey söz konusu değil" dedi.

 

İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi tarafından düzenlenen 'Türkiye Offshore Enerji Konferansı' sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlayan Binali Yıldırım, Haydarpaşa Garı'nın faaliyetlerine ilişkin şu bilgileri verdi:

"Burada bir yanlış anlamayı düzeltmekte fayda var. Bildiğiniz gibi 29 Ekim'de Marmaray'ı İstanbulluların hizmetine veriyoruz. Marmaray, 15 kilometrelik gidiş geliş raylı sistemdir. Bunu açıyoruz. Ancak Söğütlüçeşme'den Gebze'ye, Avrupa Yakası'nda Kazlıçeşme'den Halkalı'ya kadar olan banliyo tren hatları da yenilecenek. Mevcut hat yenilecek, 3 hatta çıkarılacak, standardı genişletilecek. Bugün hattın trafiğe kapatılması itibariyle başlayan çalışma kapsamında hat 2 yıl kadar kapalı kalacak. Haydarpaşa Garı orada duruyor, oraya sefer yapılmayacak, demek istediğimiz bu. Yoksa Haydarpaşa Garı'nın kapatılması gibi bir şey söz konusu değil. Proje Marmaray Projesi değil, banliyö hatlarının yenilenme projesidir, banliyö hatlarına üçüncü hat, hızlı tren hattı ilave etme projesidir. Bu konuda bir yanlış anlaşılma olmasın".

Yapı, 19.06.2013

ROMA ÇİMENTOSUNUN SIRRI ÇÖZÜLDÜ

 

 

Tüm doğal afetlere rağmen binlerce yıldır ayakta kalan Roma dönemi yapılarının sırrı çimentosunda volkanik kaya ve ıslak kireç kullanılması...

 

Roma ve Bizans döneminin binlerce yıllık yapılarının deprem v.b. birçok doğal afet geçirmelerine rağmen dimdik ayakta kalmaları birçoğumuzun aklına " İnşa edenler bu kadar sağlam olmalarını nasıl başarmışlar" sorusunu getirir. Bu sorunun cevabını farklı uluslardan bir grup bilim insanı yaptıklaru uzun soluklu incelemede ortaya çıkardı. Günümüz yapılarında kullanılan çimentodan farklı olarak Romalıların kullandığı çimentonun içeriğinde volkanik kaya, kül ve kireç bulunuyor. Volkanik kayanın içinde bulunan alüminyum ve kirecin ıslak olarak kullanımıyla oluşan kimyasal reaksiyon çimentonun sağlamlaştırıcı özelliğini ortaya çıkarıyor. Bilim insanları antik dönem çimentosunun daha az karbondioksit kabul eden bir yapıya sahip olduğunu da söyleyerek "Karbondioksiti reddeden çimento daha çevreci bir yapının oluşmasına neden oluyor" diyor.

Sabah, 19.06.2013

TARİHİ APOSTOL HANI YENİLENECEK

 
Muğla'da Rum ustalar tarafından yapılan, Cumhuriyet döneminde ilkokul olarak kullanılan ve 1999 yılında çıkan yangında tamamen kullanılamaz hale gelen 'Apostol Hanı', Belediye tarafından tekrar ayağa kaldırılıyor. Restorasyon çalışmalarının yüzde 30’u tamamlanan tarihi han, kafeterya olarak kültür turizmine hizmet verecek.

 

1850-1870 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen, Muğla’nın 13 hanından biri olan ve 1999 yılında çıkan yangında kullanılamaz hale gelen Apostol Hanı’nın yeniden yapılması için Belediye tarafından çalışma başlatıldı. Rum ustalar tarafından yapılan tek han olmasının yanısıra, kentin Cumhuriyet dönemindeki ilkokulu olma özelliğini de taşıyan Apostol Hanı’nın restorasyonu yüzde 30 seviyesinde tamamlandı.

 

Apostol Hanı, mübadele öncesi Rumlar'ın yoğun olarak yaşadığı Saburhane Bölgesi’ndeki meydana yakın bir noktada yer alan Rum ustalar tarafından yapıldı. Yapım tekniğinden 1850- 1870 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen ve mübadele öncesine kadar alt katı Rum Meyhaneci Apostol tarafından meyhane olarak işletilen üst katı ise konaklama için kullanılan Apostol Hanı, mübadele yıllarından sonra 1927 yılından 1954 yılına kadar ilkokul olarak kullanıldı. 1954 yılından sonra boşaltılan tarihi han 1999 yılında bir gece yarısında elektrik kontağından çıktığı iddia edilen yangınla tamamen yanarak, kullanılamaz hale geldi.

 

Can ve mal güvenliği açısından tehlike arz eden tarihi han, Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından hazırlanan rölöve ve restorasyon projeleri 2003 yılında onaylandıktan sonra Koruma Kurulu onayı ile 2006 yılında yıkıldı. Özel mülke ait olması nedeniyle Apostol Hanı’nın bulunduğu alan Muğla Belediyesi tarafından 3.5 yıl önce başlatılan kamulaştırma çalışmalarıyla belediye mülkiyetine geçti.Kamulaştırma çalışmalarının ardından Muğla Belediyesi tarihi hanın yeniden yapılması amacıyla çalışmalarına hız verdi. Projeleri tamamlanan Apostol Hanı’nın uygulama işi için Muğla İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği’ne, 'Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı’na Dair Yönetmelik' kapsamında başvuruda bulunuldu. Başvurunun sonuçlanmasının ardından tarihi hanın yapımı için belediye tarafından ihale açıldı. İhaleyi kazanan firma hemen restorasyon çalışmalarına başladı. Çatı seviyesine gelen çalışmaların yüzde 30 oranında tamamlandı.

 

Belediye Başkanı Osman Gürün, yapının restorasyonunun Muğla kent tarihi ve Saburhane bölgesi için büyük önem arz ettiğini, ilerleyen dönemlerde Saburhane ve çevresinde gerçekleştirilecek olan peyzaj ve cephe düzenlemeleri ile bütünlük sağlayacağını kaydetti.

Gürün, "Apostol Hanı bizim için önemli bir tarihi değer. Alanın özel mülkiyette olması nedeniyle belediye olarak bir müdahalede bulunamadık. Yaklaşık 3,5 yıl burayı belediye mülkiyetine kazandırmak için çaba harcadık. Sonunda tarihi yerin mülkiyetini belediyemize geçti. Artık bu tarihi hanı yeniden günümüze kazandırmak için çalışmalara başladık" dedi. Muğla’da şu anda 4 bin 400 tarihi evin bulunduğuna dikkati çeken Gürün, "Muğla’da bacalarıyla ünlü 4 bin 400 tarihi ev buluyor. 400’ünü tescilletip koruma altına aldık. Bu sayıyı artırmak ve kültür envanterimizi genişletmek için çalışmalarımız sürüyor. Projelerimiz sayesinde Muğla’ya dışarıdan yatırımcı gelecek. Belediye olarak korumanın tek yapı değerinde değil dokunun bir bütün olarak korunmasını hedefliyoruz. Çalışmalarımızı da bu yönde yapıyoruz" dedi.

Yapı, 18.06.2013

MÜZELER KONFEDERASYONUNDAN TÜRKİYE HÜKÜMETİNE ÇAĞRI

 

Altı büyük Avrupa müze ve kurumundan oluşan L'Internationale konfederasyonu müze direktörleri, Türkiye için diyalog çağrısı yaptı. Hiyerarşik ve merkeziyetçi olmayan bir uluslararasıcılık üzerine kurulu olan L'Internationale, Türkiye'deki meşru kamusal protestoların zor kullanılarak bastırılmaya çalışmasından üzüntü duyduklarını dile getirdi. Türkiye'den Salt'ın bünyesinde bulunduğu Konfederasyon'un mesajı şöyle: 'Farklı fikir ve bilgilerin paylaşılması ve desteklenmesini amaçlayan bir kültür kurumu olarak, Türkiye'deki meşru kamusal protestoların zor kullanılarak bastırılmaya çalışılmasından üzüntü duyuyoruz. Türkiye hükümetine, ortamı gerginleştirici ve kültür üreticilerini itibarsızlaştırmaya yönelik yaklaşımlar ile “dış mihraklar” gibi yersiz suçlamaları sona erdirme çağrısında bulunuyoruz. Hükümeti, ivedilikle geniş kesimlerden sivil toplum kuruluşlarıyla diyalog başlatmaya davet ediyoruz. Türkiye hükümetinin son aylarda kültür alanına ilişkin politikaları, sanatsal çeşitlilik ve kapasiteye ket vurmaktadır. Toplumsal, politik ve kültürel farklılıkların tartışıldığı, karşıt görüşlere saygı çerçevesinde fikir alışverişlerinin yürütüldüğü alanlar, sığ politik ortodoksi adına kaygı verici bir biçimde daraltılmıştır. Türkiye'nin saygın ve son derece tanınmış, kültür alanındaki bağımsız seslerinin kınama ve yargı yoluyla tacizlerle bastırılması, sanatsal programlara doğrudan müdahale edilmesi ve kamuya ait önemli kültür kurumlarının yenileme kisvesi altında kapatılmasını kabul edilemez buluyoruz. Türkiye hükümeti, ülkede son 10 yıl ve öncesinden bu yana gelişmekte olan çoksesli ve başarılı sanatsal faaliyetleri ciddi bir şekilde riske atmıştır. Söz konusu nedenlerle hükümeti, sanatsal özgürlük ilkesi ve kültür kurumlarının bağımsızlığını desteklemeye; karşılıklı güven sağlamak üzere yeni müzakere alanları açmaya çağırıyoruz.

 

Bart De Baere – Museum van Hedendaagse Kunst Antwerpen (M HKA, Antwerp, Belçika) 
Zdenka Badovinac – Moderna Galerija (MG, Ljubljana, Slovenya) 
Manuel Borja-Villel – Museo nacional centro de arte Reina Sofía (MNCARS, Madrid, İspanya) 
Charles Esche – Van Abbemuseum (Eindhoven, Hollanda) 
Vasif Kortun – SALT (Istanbul ve Ankara, Turkiye) 
Bartomeu Marí – Museu d'art Contemporani de Barcelona (MACBA, Barselona, İspanya).'

Radikal, 18.06.2013

EDİRNE'NİN YILDIZI PARLIYOR

 

Gezi Parkı’nda, eylemlerin ilk başladığı gün “Ben de direneceğim” diye tutturan genç ruhlu annemi ancak memleketi Edirne’ye götürerek avutabildim.

Annem, çocukluğunun bir bölümünü geçirdiği Edirne’yi hala rüyasında görüyormuş.
Evi, mahallesi, çarşı, Bülbül bahçeleri, Selimiye Camisi anılarında tap taze.
Zihninde, Mimar Sinan ile Edirne öylesine özdeşleşmiş ki, Selimiye’nin avlusunda yeni açılan Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde gördüğü ünlü mimarın tablosu karşısında gözyaşlarını tutamayacak kadar tutkun bu şehre.
Annem nedeniyle “duygusal bir bağım” var bu şehirle.
Neler olup bittiğini yakından izliyorum.
Mardin’de yaptıkları karşısında etkilenmiş olduğum Vali Hasan Duruer şimdi bu şehirde görevli.
Çalışmalarını takdirde izlediğim Edirne Müzesi Müdürü Hasan Karakaya ile “muhteşem bir ikili” oluşturuyorlar.
Bir yere yazın.
Edirne, önümüzdeki yılların parlayan yıldızı olacak.
İki Hasan birlikte bu şehri “uçuracak”.
Zaten şehir bu haliyle bile çok güzel çünkü mucizevi bir şekilde korunmuş.
Yarısı konut olmak üzere 850’ye yakın eski eseriyle, tarihi köprüleriyle Osmanlı Mimarlık tarihini okuyabileceğiniz bir yolculuğa götürüyor.
15. ve 16. yüzyılları yaşatıyor.
“Zaman durmuş” hissini veriyor.
Hele o iki katlı bahçeli evlerin korunduğu, eski Kale İçi mahallesi yok mu?
Karakaya’nın verdiği bilgiye göre, Selimiye Camisi’nin iki yıl önce UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmesiyle şehre gelen turistin sayısı ikiye katlanmış.
2012 yılında 2 milyon olan turist sayısının bu yıl 3 milyona ulaşacağı söyleniyor.
UNESCO Dünya Kültür Mirası turistleri çeken sihirli sözcükler.
Hele Japonları.
Turist sayısındaki rekor artış nedeniyle son bir yıl zarfında 4-5 yeni otel yapılmış.
Ünlü Kırkpınar yağlı güreşleri de UNESCO’nun “Soyut Olmayan Kültür Mirası” listesinde.
Yani 145 bin nüfuslu şehir 2 önemli markaya sahip.
Romanların Hıdrellezi diye bilinen Kakava Şenlikleri de UNESCO’nun kapısını çalmaya hazırlanıyor.
Vali Duruer, anladığım kadarıyla “kültür turizmine” odaklanmış.
Projeleri arasında, şehre adını vermiş olan Roma İmparatoru Hadrianus’un yaptırmış olduğu Saat Kulesi’ne bir Kent Müzesi, Balkan Savaşları Müzesi var.
Amacı, Trakya Kalkınma Ajansı’nın, AB fonlarının desteğiyle amacı Edirne’nin tarihi dokusunu daha iyi ortaya çıkartabilmek.
Diyorum ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı Edirne’ye daha çok kaynak ayırabilse kesinlikle pişman olmayacak.

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 18.06.2013

KENT MÜZESİ DE NEDİR? İSTANBUL'DA BİR KENT MÜZESİ VAR MI?

 

Adalar Müzesi Küratörü Deniz Koç, Topçu Kışlası'nda açılması planlanan Kent Müzesi'ne dair görüşlerini kaleme aldı.

İstanbul'un pek çok simgesi var.

 

Kent müzeleri genellikle bulundukları kentlerde simge olan, hafızalarda yer etmiş, hikayesi kentliyi ezmeyen, bölmeyen mekanlarda kurulur. Çünkü kent müzesi aslında diğer müzelerden farklı olarak kentliyi birleştiren, farklı unsurları bağlayan bir halat işlevi de görür.

 

Geçmişi anlatırken, bugünü belgeler ve gelecek için hayal etmemizi kolaylaştırır. Kentin geleceğine dair senaryolar sunar. Dolayısıyla esasen kent müzesi, tıpkı bugün Gezi Parkı'nın yaptığı gibi destek veren yüzbinlerce insanın rengini, görüşünü, kente dair tasvirini içine çeker, sindirir.

 

Gezi Parkı'nda deneyimlenen bir arada olma, kentine sahip çıkma, paylaşma, anlatma, dinleme, koruma hali kentli dayanışmasının en güzel örneği. Bir kent müzesi kurulması, kentli ve müzeci uzmanların, diğer gönüllü, akademisyen, üniversite, sivil toplum kuruluşu, yerel yönetim ve uzman kamu kuruluşları ile birlikte yürütülecek bir süreçtir. Bu bileşenlerin kent müzesi kuruluşuna katkılarını sahiden almak için, daha kuruluş adımları atılırken demokratik katılım sağlamak hiç zor değildir.

 

Kent müzesi her şeyden önce kentlinin olmalıdır. Bağımsız bir yapısı, bilim insanlarından oluşan bir danışma ve yönetim mekanizması, ancak kimse ve hiçbir kurum ile alış verişi, çekincesi olmayan bir müze kentin müzesi olabilir. Bugün modern anlamda kent müzeleri birer forum alanıdır. Kentin insanı ilgilendiren her teması kent müzelerinin çalışma alanına girer. Toplumsal tarih ve artık giderek kentsel tarih tüm unsurları ile kent müzelerinin çalışma alanı içindedir.

 

İstanbul'un kent müzesini kurmak için samimi bir adım atan Büyükşehir Belediyesi 17-18 Kasım 2012'de pek çok müzeci, tarihçi, şehir plancı ve başka disiplinlerden uzmanlar, Belediye ve Bakanlık çalışanlarını davet ettiği bir çalıştay gerçekleştirdi. Toplantı sonuçları raporlandı, rapora buradan ulaşılabilir.

 

Toplantının yöntemi gereği her öneri raporda yer aldı, sadece bir kişiye ait dahi olsa. Raporun müzenin mekanına ilişkin bölümünde Topçu Kışlası önerisi görülecektir. Ancak bu sahiden bir tek kişiye ait bir öneridir. Bu öneriyi veren kişinin de görüşü demokratik olarak yansıtılmalı diye rapora yazıldı. Toplantıya katılan 83 uzman içinden sadece bir öneri.

 

Peki toplantıdan sonra ne oldu. Aralık ayı içinde kulaktan kulağa gelen bilgilerle projeye, Boris Miçka isimli tasarımcının küratörlüğünde, İstanbul Kent Müzesi çalışması adı ile kapalı kapılar ardında kurulan küçük bir ekiple başlandığını duyduk. Zaten müzenin ihalesi, Belediye internet sitesinde yer alan ihale listesine göre, çalıştaydan önce hazırlanmış olmalı ki hemen sonrasında ihaleye katılım için son gün ilan edilmiş.

 

Nihayetinde, sanki böyle bir çalıştay yapılmamış, onca uzmana sorulmamış gibi başlayan bu çalışma içeriği ve yöntemi hakkında, nezaketen bile olsa, çalıştay katılımcılarına halen hiçbir bilgi verilmedi, ve Müze'nin parkı yok ederek yapılacak replika bir kışlanın içine tıkıştırılacağını da Gezi Parkı vesilesi ile basından öğrendik.

 

Bütün bu yöntem ve üslup İstanbul Kent Müzesi'nin içeriği ve hayata geçirilmesinden sonra sunacaklarının bilimselliği konusunda da doğal olarak, bizlerde bir endişe yaratıyor.

 

Olması gereken, İstanbul üzerine ömürlerini veren akademisyen ve araştırmacılarımızın değerli katkılarının alınmasını sağlayacak, müzecilerin deneyimlerini içine çekecek, İstanbullu'nun tüm aşamaları izlemesini ve bir şekilde dahil olmasına imkan verecek bir çalışma yönteminin hayata geçirilmesidir.

 

İstanbul'un bunca yıl bir kent müzesi olmadı, biraz daha olmayı versin, replika ve içi boşaltılmış, baştan ölü doğan bir müze olacağına varsın biraz daha bekleyelim ve aceleye getirmeden İstanbul'a yakışan bir müze kuralım.

 

İstanbul'un ilk ve tek kent müzesi olan Adalar Müzesi'nin kuruluş deneyimi başta olmak üzere, ülkemizde ve dünyada pek çok kent müzesi aynı yeri işaret ederken, kendimize işlevsiz yöntemler seçmeyelim.

 

İstanbul'un kent simgelerinden olan Taksim Gezi Parkı'na Topçu Kışlası veya başka bir binanın inşa edilmesi Kent Müzesi kurma hevesi ile bağdaşmıyor. Kent Müzesi'ni bunca acı, ölümler, sakatlanmalar, itirazlar, doğa katliamı üzerine kurmayın, kurduğunuz sadece içi boş bir nostalji mekanı olmaktan öteye geçemez. Belki yeni teknolojileri kullanarak, çok paralar harcayarak, gösterişli dev ekranlarda geri planda nasıl bir korumacılık, etkileşim içerdiği bile anlaşılmayan son moda animasyonlar, dijital gösterimler koyabilirsiniz, fakat bunlar müzeyi kent müzesi yapmaz.

 

Müzeler, çocuk, yaşlı, genç herkes için önemli buluşma, öğrenme, paylaşma, hatırlama mekanlarıdır. İstanbul tarihi, doğal ve kültürel mirası ile eşsiz bir kent. İstanbul'u biricik yapan bu miras, kent müzesinde, burada yaşayan insanların geçmişte ve bugün yarattıkları yaşam kültürünün tüm renklerinde yansıtılmalıdır.

 

İstanbul Kent Müzesinin Taksim'de gerçekleşen saldırı ve şiddet hafızası üzerine oturtulmaya çalışılması doğru değildir. Kent müzeleri kentliyle birlikte kurulur, onları kucaklar, katılımcı olmayan bir mantığa teslim edilemeyecek kadar yaşamımızda etkin ve önemli mekanlardır.

Arkitera, Yazı: Deniz Koç, 18.06.2013

800 YILLIK AYASOFYA MÜZESİ CAMİ OLMAYA HAZIRLANIYOR

 

 

Doğu Karadeniz Bölgesi'nin en önemli tarihi yapılarından biri olan Ayasofya Müzesi 800 yıllık tarihi ile birlikte camiye dönüştürülüyor.

Her yıl yerli yabancı on binlerce turiste yerel, ulusal ve evrensel kültür mirasın eşsiz bir parçasını sunan Ayasofya Müzesi yapılan çalışmaların ardından camiye dönüştülmeye hazırlanıyor. I. Dünya Savaşı sırasında Trabzon'u işgal eden Rus ordusu tarafından depo ve askeri hastane olarak kullanılan Ayasofya, savaş sonrasında 1960 yılında dek cami olarak kullanılan yapının freskleri 1957-62 yılları arasında Edinburgh Üniversitesi'nden Russell Trust tarafından temizlendikten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek 1964 yılında müze haline getirilmişti. TOKİ ve Trabzon Belediyesi işbirliği ile 800 yıllık bir tarihe sahip Ayasofya Müzesi, yapılan çevre düzenlemesi ve alt yapı çalışmaları ile çevresini saran ve çirkin bir görüntüye neden olan gecekondulardan arındırdı. Müzenin görünürlüğünü engelleyen 44 gecekondu hak sahipleri ile varılan anlaşmalar neticesinde yıkılmıştı.

 

'REKREASYON İHALESİ YAPILDI'

Ayasofya Müzesi çevresini çarpık yapılaşmadan kurtarmak amacıyla 44 binanın kamulaştırılarak yıkıldığı ve hak sahiplerine yaklaşık 40 milyon TL'nin ödendiği Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesinde rekreasyon yapım ihalesinin gerçekleştirilirken, Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesi'nde rekreasyon yapımının 2014 yılının Mart ayına kadar tamamlanacağı planlanıyor.

 

'CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİNE TEPKİLER SÜRÜYOR'

Trabzon'daki Ayasofya'nın ibadethane olarak hizmete girecek açıklamalarının ardından başta mahalle muhtarı ve sakinleri olmak üzere Trabzon'daki sivil toplum örgütleri tarafından tepkiyle karşılanan Ayasofya Müzesi'nin camiye dönüştürülmesine tepkiler sürüyor.

 

'ÜCRETSİZ GİRİŞLER BAŞLADI'

Trabzon'un turizm merkezlerinden biri olan Ayasofya Müzesi'ne ücretsiz girişler 3 Haziran Pazartesi günü başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzede görev yapan gişe ve güvenlik görevlilerinin faaliyetlerini durdurdu. Ziyaretçiler, Ayasofya Müzesi'ni artık ücretsiz olarak gezebilecek.

Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 18.06.2013

SAGALASSOS'TA ARAŞTIRMALAR BAŞLADI

 

 

Burdur'un en önemli marka değeri olarak ön plana çıkan Antik Kent 'un sırları yapılan arkeolojik kazılarla teker teker ortaya çıkıyor. Yurtiçi ve Yurtdışı tanıtımlarında geniş yer verilen Sagalassos'ta yüzey araştırmalarının başladığı bilgisini veren Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz şu açıklamalarda bulundu:

"Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğümüz bünyesinde Ağlasun ve çevresinde "Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla ilgili Yapılacak Yüzey Araştırması, Sondaj ve Kazı Çalışması Yürütülmesi Hakkında Yönergeye göre Sagalassos kazı ekibi tarafından yüzey araştırması gerçekleştirilecektir. Araştırma Prof.Dr. Marc WAELKENS başkanlığında Bakanlık Temsilcileri kontrolünde gerçekleşecektir. Araştırmaya 22 arkeolog, 1 çizimci grafiker 3 jeolog, 1 coğrafya araştırmacısı ve 6 jeofizikçi toplam 33 kişi katılacaktır. Yüzey Araştırması derinlemesine araştırmaya kaynaklık etmekte bölgenin tarihi geçmişinin aydınlatılmasına ışık tutmaktadır.

Geçen yıl Prof.Dr. Thomas CORSTEN başkanlığında Tefenni Bölgesi Çaylı Büyükkellik Tepesi, Salda Gölü Kayadibi, Söğüt /Ambarcık /Yazır Bölgesi, Bubon Bölgesi, Uylupınar Bölgesi ve Bayır Söğütte yüzey araştırmaları yapılmış raporlar gönderilmiştir. Yapılan araştırmalarda yeni tümülüsler, yerleşim yerleri, nekropol, kaya kabartmaları, kale kalıntısı, antik mermer parçaları bulunmuştur.

Sabah, 18.06.2013

ÇİVİSİZ CAMİ, 200 YILDIR AYAKTA

 


Düzce, Cuma Camii

 

Düzce'nin Akçakoca İlçesi'nde çivi kullanılmadan, çandı yöntemi ile inşa edilen tarihi Cuma ve Orhangazi camileri, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

 

Osmanlı Padişahı 2. Mahmud tarafından 1834 yılında Hemşin Köyü'nde inşa edilen Cuma Camisi, birbirine geçirilen kerestelerden oluşan yapısıyla görenleri büyülüyor. İki katlı caminin alt kısmı yığma taşlardan oluşurken, üst kısmı ise ahşap olarak inşa edildi. 


179 yıl önce inşa edilen, çevre köylerin cuma namazı iç in toplandığı özel bir ibadet mekanı olan cami, restorasyonun ardından yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açıldı.
 
7 asırlık Orhan Gazi Camisi
Orhan Gazi döneminde çandı yöntemiyle inşa edilen Orhangazi Camisi de ilçedeki tarihi ibadet mekanları arasında yer alıyor. Çayağzı Köyü'ndeki Osmanlı Mezarlığı'nda 1323 yıl ında inşa edilen tarihi cami, 2009 yılındaki restorasyonun ardından yeniden ibadete açıldı. 8 metre eninde ve 12 metre yüksekliğindeki cami, ziyaretçilerin uğrak mekanları arasında bulunuyor.
 
Çandı yöntemi
Ahşap mimaride tomrukların veya kerestelerin içine derin çentikler açılarak, çandı tekniği ile oluşturulan dörtgen kasnak, bir çeşit temel oluşturur. Temeli olmadan inşa edilen yapılar, iri taşların üzerine kasnakların yerleştirilmesiyle sağlamlaştırılır. Hiç çivi kullanılmaması, bu yapıların en büyük özelliği olarak biliniyor. Çandı yönteminde kerestelerin daha dayanıklı ve uzun ömürl ü olması amacıyla çivi tercih edilmiyor.

Türkiye Gazetesi, 18.06.2013

TARİHİ İHYA MI, TARİHE TERK Mİ?

 

Sürecin başında yapılan “hata” bazen sonuna kadar katlanarak üstüne koyan “büyük sorun” olur.
Önce sadece 23 kelimeyle “malumu tekrarlayarak” başlayayım:


Gezi Parkı’nda masum çevre duyarlığı gösterisine, tüm sorumluların da kabul ettikleri “orantısız güç” kullanılması her şeyi başlatan “sürecin başındaki” hatadır.


Türkiye’nin zembereklerini boşaltmıştır.


..............................


Sonrası “asıl hatadır.”
Yani...
Türkiye’nin “öncelikli/birincil” konusu olmamanın yanı sıra tarihi yapıtın “ihyası” gibi bir misyonu da soru işaretleriyle doludur.


Şöyle ki...
Topçu Kışlası ve ikinci katında yer alan “mescit” denebilecek “cami”, Sultan Vahdettin zamanında bir Fransız şirketine satılmıştı.
Hem de içindeki camiyle birlikte.
Satış Sultan Vahdettin kaçmadan birkaç ay önce gerçekleşti.
Satış işlemi yapmakla Maliye Bakan Vekili Tevfik Bey görevlendirildi.
Aslında satış daha önce Sultan Reşat zamanında -caminin yerinde kalması ve ibadete açık olması koşuluyla- mutabakata bağlanmıştı ama yenilenmesi Sultan Vahdettin’in son aylarına rastlıyor ve camii de kapsıyor.


Tevfik beyin hatıralarında şöyle anlatılmakta:

23 Ağustos 1922 tarihini taşıyan sözleşmenin (satış sözleşmesinin G.C) yenilenmesindeki amaç, daha önce şirkete satılan bu yerlerin müştemilatından olup, Evkaf’a ait bulunan kısımların, Evkaf’a iade olunması ve sair pürüzlerin izalesiydi. Diğer taraftan Taksim Kışlası’nın içinde olup, askerin namaz kılması için mescit olarak kullanılan bu yerin, Bakırköy civarında teşkil olunan Sefaköy’de bir cami yapılmak üzere şer’an icap eden istibdal muamelesi de o sırada Evkaf Mahkemesi’nden i’lam istihsali suretiyle icra edilmişti.


..............................


Yani...
Cami “gayri müslimlere satıldı” algısını ve hukuki durumunu aşmak/vaziyeti kurtarmak için “Sefaköy’e nakledilmek üzere” koşulu konarak “vitrin” düzenlenmiş.
“Kışlanın bulunduğu yerde gayri müslimlerin dükkanlarının, evlerinin olması, Müslümanların zaten oradaki camiye ibadet için gidemedikleri” ise bu satışın gerekçesi!


Sonuç:
Halife Sultan Vahdettin döneminde zaten gözden ve elden çıkarılmış, Fransız şirketine bırakılmış.
Bu “tarih” mi “ihya” edilmeli?
Yoksa tarihe mi bırakılmalı?
Çok tartışılabilecek bir soru.


Ayrıca...
Mimarisinin de pek ahım şahım olmadığı -neredeyse- ortak yargı.
“Çalıntı” iddiaları bile var.


..............................


Mimari tartışmalar yapılabilecek demokratik bir ortam oluştuğunda -ki içtenlikle isteğim budur- o konuda yapıcı eleştirilerim olacaktır.


..............................


Türkiye’nin gündemi gerçekten yüklüyken...
Silahlı PKK’lılar sınır dışına çıkmaktayken...
Ve süreç gereği, artık gerekli yasal ve anayasal düzenlemeler beklentisine geçilmişken...


Sürecin “silahlı unsurların yurtdışına çıkmasından, silahların bırakılmasına evrilmesi” için Ankara’dan adımlara endekslendiği bilinirken, durduk yerde, tarihi ihya değil, tarihin eski sayfalarında bırakılması gereken bir binanın sorun haline gelmesi hiç anlaşılır gibi değil.


3’üncü Boğaz Köprüsü, yeni havalimanı gibi öncelikli ve önemli projelerin üzerine çıkan bu gündem maddesindeki siyaseti çözen beri gelsin.


.............................


Hele mayıs ayında Türkiye ekonomisinin uluslararası reyting kurumları tarafından taçlandırıldığı...
Yabancı yatırımlara böylece yeşil ışık yakıldığı...


Turizm gelirlerinde grafiğin tırmanışta olduğu...


Milli gelirin “demokrasi eşiği” olan 10 bin doları aştığı...


Şu takvim yapraklarında, kimsenin aklından dahi geçirmediği karmaşanın tohumlanmasında “akıl tutulması” yaşıyorum.


...........................


Yakmalar, yıkmalar, küfürler elbette yeşil sevdalısı gençler ağırlıklı aktivist insanlarımızın çizgisi değil.


Fakat...
Puslu havaları sevenlerin, bulanık sularda balık avlamak isteyenlerin önlerine bu fırsat -adeta- tepside servis edilmiş olmuyor mu?


Büyük resim de görülmeli.
...........................


Not: Topçu Kışlası’yla ilgili bu bilgiler “Toplumsal Tarih Dergisi, Atilla Oral ve Lorant Tanatar Baruh ve Maliye Bakan vekili Tevfik beyin hatıralarını” referans gösteren Cumhuriyet’in 17 Haziran 2013 tarihli yazısında Topçu Kışlası ve camisi bilgileri “ayrıntılı” olarak var.

Milliyet, Yazı: Güneri Cıvaoğlu, 18.06.2013

DEFİNE ARARKEN
CANINDAN OLDU

 

Bursa'nın Kestel İlçesi'ne bağlı Gölcük Köyü yakınlarında bulunan kazı alanında yasal izinle define arayan Şaban Karış (50), yaklaşık 15 metre derinliğindeki çukura düştü.

 

Ağır yaralanan Karış, arkadaşları tarafından çukurdan çıkarıldı.

Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılan Karış, müdahaleye rağmen hayatını kaybetti.

Cumhuriyet, 18.06.2013

TARİHİ TAŞ BİNA ÜNİVERSİTENİN OLDU

 

 

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, temmuz ayından itibaren, Eskişehir yolunda yapılan yeni binasında hizmet verecek. Ulus’taki tarihi taş bina ise Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’ne tahsis edildi.

 

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın Ulus’ta faaliyetini sürdüren 9 birimi, Eskişehir Yolu’ndaki yeni binaya taşınmaya başladı.

 

Toplam 57 bin 737 metrekare kullanım alanına sahip yeni binaya Ulus’taki yüksek binadan, Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü, Risk Yönetimi ve Kontrol Genel Müdürlüğü, Hukuk Müşavirliği, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı, Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı, Ulus’taki ana hizmet binasından da Gümrükler Genel Müdürlüğü, AB ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı Personel Dairesi Başkanlığı birimleri taşındı.

 

Bakanlık ve Müsteşarlık makamı ile Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği ise bu hafta yeni binaya taşınacak.

 

24 saat izlenecek

Hürriyet'in haberine göre, Bakanlığın halen TOBB İkiz Kullerde faaliyetini sürdüren İç Ticaret Genel Müdürlüğü, Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdürlüğü, Esnaf ve Sanatkarlar Genel Müdürlüğü ile Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü birimleri ise yeni binanın yanında inşaatı devam eden ek binada hizmet verecek.

 

Yaklaşık bin 500 personelin görev yapacağı binada, gelişmiş bilgisayar, uydu ve telekonferans sistemleri bulunuyor. Modern güvenlik sistemiyle korunan bina, kameralarla 24 saat izlenecek. Binada 180 kişilik konferans salonu, 12 toplantı salonu, yemekhane, kafeterya, spor salonu, terzi, ayakkabı tamircisi, kuru temizleme, kuaför, kütüphane ve 650 araçlık otopark da yer alıyor.

 

Ay sonuna kadar tamam

Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, 4 ayrı yerde 6 farklı binada hizmet veren birimlerin yeni binaya taşınması ile evrak akışındaki zaman kaybının önleneceğini, personel takibinin ve güvenliğin sağlanmasının kolaylaşacağını belirtti. Taşınma işlemlerinin bu ay sonuna kadar tamamlanacağını ifade eden Yazıcı, yeni bina sayesinde tamir-bakım ve onarım, elektrik, su, doğalgaz, telefon giderleri ile farklı yerlerdeki binaların kira giderlerinden de büyük oranda tasarruf sağlanacağını kaydetti. Yazıcı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Ulus’taki tarihi taş binasının da Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesine tahsis edildiğini belirtti.

Yapı, 17.06.2013

2 BİN YILLIK ÇARŞI RESTORE EDİLİYOR

 

 

Konya’da bulunan 2 bin yıllık tarihi çarşı restore ediliyor. Mevlana Kültür Vadisi Projesi kapsamındaki çalışmalarda 450 bina ve dükkan restore ediliyor.

 

Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Mevlana Kültür Vadisi Projesi kapsamında Tarihi Bedesten’de sürdürdüğü restorasyon çalışması devam ediyor. Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Konya ticari hayatının merkezi, Romalılar’dan Selçuklular’a, Osmanlı’dan günümüze binlerce yıllık geçmişe sahip tarihi çarşıdaki çalışmalarla “Bedesten”in eski görkemli günlerine döneceğini ifade etti.

 

“Tarihi Bedesten Çarşısı Sağlıklaştırma ve Dönüşüm Projesi”nin tarihi bölgedeki 2 bin 687 adet dükkan birimini kapsadığını kaydeden Başkan Akyürek, çalışmaların başladığı günden bugüne 900 bağımsız bölümün restore edildiğini, böylece 300 dükkan ve binanınrestorasyonunun tamamlanmış olduğunu, 150 tanesinin restorasyonunun ise son aşamada olduğunu dile getirdi.

 

Kapalı mekan alanı toplamının yaklaşık 180 bin metrekare olan proje kapsamında çok sayıda türbe, sur duvarı, cami, sokak, okul, medrese ve tescilli yapı olduğunu kaydeden Başkan Akyürek, Tarihi Bedesten’deki çalışmanın dünyada başka bir örneği olmadığını vurguladı.Başkan Akyürek, çalışmanın tamamlanmasıyla ziyaretçi sayısının önemli oranda artacağını, bununla birlikte ticaret hacminin de artarak esnafın cirosunun en az 4 katına çıkacağını ifade etti.

Yapı 17.06.2013

BAKANLIĞIN "HAYIR" DEDİĞİ PROJE NASIL RUHSAT ALDI?

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Traşlamadılar küstüm” açıklaması ile gündeme gelen ve İstanbul’un siluetini bozduğu için eleştirilen 16/9 İstanbul Projesi’nin yapımı aşamasında, devletin kurumları arasında yapılan yazışmalar gün yüzüne çıktı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, “inşaat durdurulsun”, “ruhsat iptal edilsin”, “gökdelenler traşlansın” şeklindeki uyarılarına, Zeytinburnu Belediyesi’nin ret cevabı vermesi dikkat çekti.

 

“Sorumlu siz olursunuz”

Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın, İstanbul’un siluetini bozan 16/9 İstanbul projesiyle ilgili 2011 yılında yaptığı uyarıya ulaşıldı.Taraf Gazetesi’nin haberine göre Günay’ın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Zeytinburnu Belediye Başkanlığı’na gönderdiği iki sayfalık uyarı yazısında, projenin İstanbul’un siluetini bozduğu belirtilerek, binaların tıraşlanması isteniyor. Günay yazısında, binaların tıraşlanması halinde tüm sorumluluğun iki belediyeye ait olacağını vurguluyor. Günay’ın bizzat kendi imzası ile gönderdiği uyarı yazısında, inşaatların durdurulması konusunda daha önceden de uyarı yazıları gönderildiği hatırlatarak, belediyelerden bu konuda bir cevap bile verilmemesi eleştiriliyor. Yazıda, “İnşaatın durdurulması ve konuyla ilgili bilgi gönderilmesi istenmiş ancak bugüne kadar bakanlığımıza herhangi bir bilgi iletilmemiştir” deniliyor.

 

Günay aynı uyarı yazısında, söz konusu yapıların yüksekliğinin İstanbul’un siluetini bozmayacak seviyeye bir an önce indirilmesi gerektiği de vurgulandı. Yazıda, İstanbul’un UNESCO’nun “Dünya Miras Listesi”nden “Tehlike Altındaki Miras Listesi”ne düşürülmesinin gündemde olduğu belirtilerek, bu konuda tüm sorumluluğun da İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Zeytinburnu Belediyesi’ne ait olduğu hatırlatıldı.

 

"Ruhsat iptal olursa devletin firmaları zarara girer"

Yazışmalardan, her iki belediyenin de gökdelenler konusunda, Kültür Bakanlığı’nın ardı ardına yaptığı tüm uyarıları dikkate almadığı belirlendi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür Bakanlığı’na konuyla ilgili bir cevap vermezken, Zeytinburnu Belediyesi’nin ise şaka gibi bir yazı göndermesi dikkat çekti. Zeytinburnu Belediyesi başkan Yardımcısı Zafer Alsaç imzasıyla gönderilen cevap yazısında, ruhsatların iptal edilmesi halinde, devletin firmanın tüm zararını üstlenmek zorunda kalacağını belirterek, dolaysıyla ruhsat iptalinin söz konusu olmadığı kaydedildi. Aynı yazıda, bahse konu ruhsatların, “yanlışlıkla verildiği” iddiaların da doğru olmadığı ifade edilerek, “Bahse konu yerdeki ruhsat yaşlıkla verilmemiş, inşaatların betonarme kabası da tamamlanmış olduğundan bu maddenin işletilmesi mümkün bulunmamakta ve yürütmeyi durdurma hakkında herhangi bir yargı kararı da olmadığı hususunu da bilgilerinize sunarım” ifadelerine yer verildi.

 

Daire alanlar satmak istiyor

OnaltıDokuz rezidanslarının ruhsatını iptal ederken, projeden mülk alan daire sahipleri ellerindeki daireleri acilen satışa çıkardı.Özellikle yüksek katlarda bulunan daireler alış fiyatından, hatta daha alt seviyeden müşteri bekliyor. Binaların yıkılmasıyla ilgili belirsizlik sürerken, emlakçılar satış yapabilmek amacıyla müşterilere çeşitli bahanelerle güven telkin etmeye çalışıyor. Bir gayrimenkul satış danışmanı, “Binanın 30. katında bir Arap Kralının oğlu da oturuyor, yıkamazlar” sözleriyle, binanın tıraşlanmayacağını ileri sürüyor.Öte yandan, projeyi yapan Mesut Toprak da daha önce yaptığı açıklamalarda, binadaki 496 daireden 120’sinin yabancılara satıldığını belirterek, “Hepsi önemli kişiler. İçlerinde işadamı ve siyasetçiler var. Bunlardan bazıları Türkiye’ye yatırımcı olarak da girecek. Bir Arap şeyhi üç daireyi birleştirdi” demişti.

Yapı, 17.06.2013

BİZANS ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU BAŞLIYOR

 

 

“3. Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu” başlıyor. 24-27 Haziran tarihleri arasında düzenlenecek sempozyumun bu yılki teması “Bizans’ta Ticaret”…

 

Vehbi Koç Vakfı ve Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (AnaMed) tarafından organize edilen “Üçüncü Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu” 24-27 Haziran 2013 tarihleri arasında Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki AnaMed binasında gerçekleştirilecek. Bizans dönemine yönelik Türkiye’deki bilimsel araştırmaların yaygınlaşması, toplumun Bizans kültür mirasına sahip çıkması için önemli çalışmalarda bulunan rahmetli Sevgi Gönül'ün anısına düzenleniyor.

 

2007 yılından itibaren her 3 yılda bir düzenlenen sempozyumda, bu yıl “Bizans’ta Ticaret” teması işlenecek. 4 gün boyunca, 34 bildirinin sunulacağı 14 oturumda, son dönemlerdeki arkeolojik keşifler ve yazılı kaynakların yeni okumaları ışığında, Bizans dünyasında ticaret konusunda ulaşılan güncel bulgu ve belgeler aktarılacak. Bizans dönemi üzerine yapılan çalışmaların yaygınlaşmasını sağlamak ve genç Bizans araştırmacılarının yetişmesine destek olmak amacıyla düzenlenen sempozyuma, konuya ilgi duyan herkes katılabilecek.

Sempozyum Kapsamında 2 Sergi
Sempozyum kapsamında ayrıca, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde “Saklı Liman’dan Hikayeler: Yenikapı Batıkları”, AnaMed’de ise “Artamonoff: İstanbul’da Bizans İmgeleri” sergileri sanat ve tarih severlere kapılarını açacak. Yenikapı batıklarının sergileneceği “Saklı Limandan Hikayeler” yıl boyunca, Bizans dönemine ait tarihi yapıların görüleceği “Artamonoff: İstanbul’da Bizans İmgeleri” ise 6 Ekim 2013’e kadar ziyaret edilebilecek.

Her iki sergi için hazırlanan ve ele alınan konuların daha detaylı incelendiği katalogların yanı sıra; 2010 yılında gerçekleştirilen “İkinci Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu”nda sunulan bildirilerin yer alacağı kitap sempozyumla eşzamanlı olarak yayımlanacak.

Cnn Türk,17.06.2013

KIŞLAYA İTİRAZIN DELİLLERİ

  

Başbakan'ın "kimse ses çıkarmadı" dediği Topçu Kışlası'na iki yıldır Kültür Bakanı, Koruma Kurulu, mimarlar, STK'lar, sanatçılar, gazeteciler ve hatta Belediye Başkanı bile ses çıkardı. Gazetelerin sayfaları bu itirazlarla dolu.

 

“Taksim Gezi Parkı ile alakalı animasyonla gösterileri ben 2010’da yaptım. O günden bugüne kimsenin sesi çıkmadı.” 7 Haziran’da “ Türkiye ve AB İçin Ortak Gelecek” konferansında Topçu Kışlası itirazlarına böyle cevap verdi Başbakan Tayyip Erdoğan . 13 Haziran’da AKP ’li belediye başkanları toplantısında tekrarladı: “O zaman ayakta alkışlandım” dedi.


Her şeyden önce yanlış hatırlıyor Erdoğan: “Projeyi” ilk kez 2010’da değil, 1 Haziran 2011’de duyurdu. 12 Haziran 2011’deki genel seçimler öncesinde, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde partisinin düzenlediği “Türkiye Hazır Hedef 2023, İstanbul Hazır Hedef 2023” başlıklı tanıtım toplantısında. Kendi partisinin doldurduğu salonlarda ayakta alkışlanmış olabilir, doğrudur. Belli ki Erdoğan sadece o alkışları hatırlamayı tercih ediyor. Ve tıpkı 28 Mayıs’ta Gezi’ye ilk kepçenin girmesiyle başlayan kitlesel direnişe kulaklarını tıkadığı gibi, iki yıldır kışlaya yapılan tüm itirazları da görmek istemiyor.


Topçu Kışlası’yla ilgili ilk itiraz sanırım bu sayfalarda olmuştu. “Çılgın” projelerin havada uçuştuğu 12 Haziran 2011 seçimlerinden bir hafta sonra kaleme almıştım. (“Şimdi çıldırma zamanı”,19 Haziran 2011, Radikal İki). Bunu devam yazıları izledi.

 

“Hayalet yapının” dönüşü

Başbakan 1 Haziran 2011’de kamuoyuna gerçek bir proje değil, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri için hazırlanan “Hayalet Yapılar” sergisinin görsellerini sunmuştu. Kışlanın üzerinde Recep İvedik posteri vardı. Ortadaki sahada ise Bayern Munich’ten Oliç ve Ribery ile Celtic ve Ajax’lı futbolcular top koşturuyordu. Çünkü sergiyi hazırlayanların da, kışlanın yeniden inşa edileceği ve bu görsellerin Başbakan’ın sunumunda kullanılacağından haberi yoktu.


Ama ilginç olan, söz konusu “projenin” iki yıl sonra hala kamuoyuyla paylaşılmış, onaylanmış, yasal bir projesi olmaması. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Taksim Yayalaştırma Projesi’nin başlamasıyla birtakım görseller paylaşarak, kışlanın Taksim’de nasıl duracağını göstermeye başladı. Bunlar da gerçek değildi. Gezi için üretilen ve yasa gereği önce İstanbul II Numaralı Koruma Kurulu’na sunulan ilk proje, 8 Kasım 2012’de, Radikal’in haberiyle ortaya çıktı. Ancak ortasında buz pateni pisti olan bu ilk proje de Koruma Kurulu tarafından 17 Ocak 2013’te reddedildi. Gerekçe “kışlanın özgün mimarisine dair yeterli bilgi ve belge bulunmaması”ydı.


24 Ocak’ta Erdoğan, kabinede değişiklik yaptı. Topçu Kışlası’nın yeniden inşasına sıcak bakmadığı bilinen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı görevden aldı. Başbakan, Bölge Koruma Kurulu’nun kışlayı reddi hakkında ise 4 Şubat’ta konuştu: “Kurul reddetmiş. Biz de reddi reddedeceğiz” dedi. Kültür Bakanlığı Koruma Yüksek Kurulu, 27 Şubat’ta nihai kararı verdi ve projeyi onayladı. Gerekçe belirtmedi.

 

Var olmayanların tescili

En tartışmalı konu Topçu Kışlası’nın yeniden yapım gerekçesinin, Bölge Koruma Kurulu’nun 9 Şubat 2011’de kışla için aldığı “korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmesi” kararına dayandırılması. Var olmayan bir yapının nasıl olup da tescillendiği, koruma altına alındığı kolay anlaşılamaz bir durum. Çünkü kurulun iki yıl sonra projeyi reddetme gerekçesinde de belirteceği gibi ortada, kışlaya dair tek bir taş bile yok. Yine de 2011’deki kararıyla kurul sadece, 1939’a dek Taksim’de böyle bir yapının varlığını kabul ediyor; yeniden yapımını değil. Ancak izi yitmiş pek çok Osmanlı dönemi yapısı için bu kararlar “eseri ihya” gerekçesi yapılıyor.


Başbakan vaad ettiği seçmenine verilmiş bir söz olarak söylüyor. Ancak bu vaadin kentte yaşayanların hangi ihtiyacına karşılamaya yönelik olarak verildiği hala cevapsız. Kendisi de mimar olan İBB Başkanı Kadir Topbaş da bu soruya cevap vermekten uzun süre kaçındı. 7 Şubat 2012’de yaptığı ilk açıklamada “Oranın alt katında kafeleriyle, sanat galerileriyle çok önemli bir kültür sanat merkezi haline getirileceğini düşünürseniz konu daha iyi anlaşılır” dedi. Ve Gezi’ye inşa edilmek istenen yapının alışveriş merkezi (AVM) olacağı algısını da cevapladı: “Net olarak söylüyorum; orada AVM yok.”


“Netlik” iki ay sürdü: “AVM, belki rezidans olarak hizmet görecek” dedi Erdoğan 28 Nisan 2013’te. Şimdi “dükkanların ve kent müzesinin olduğu bir yapı”dan bahsediyor. Başkan Topbaş onaylıyor. “Gezi’de AVM düşünülmüyor. Otel yok, rezidans yok.”

 

Güçlünün burcu

Kışlaya itiraz edenler Başbakan dışında muhatap bulamadı. Randevu taleplerine cevap alamayan 40 mimar, 19 Mart 2012’de tam sayfa gazete ilanıyla meslektaşları Topbaş’a seslendi: “Taksim, gücü her elinde tutanın bayrağı dikeceği bir burç değil” dedi ve “İstanbul’u katılımcı ve çoğulcu akıl ile şekillendirelim” çağrısı yaptı. Tahliye ihtarnamesi gönderilen Gezi Parkı esnafı, 8 Ekim 2012’de yaptığı basın açıklamasında ne İBB ne de Beyoğlu Belediyesi’nin kendilerine cevap vermediğini söylüyordu.


Uzman ve gönüllülerden oluşan Taksim Dayanışması aynı ihtiyaçla “Proje, biz kentlilere sorulmadı, anlatılmadı, görüşlerimiz alınmadı” diyerek bir araya geldi. Onlarca eylem düzenledi. Örneğin 12 Şubat 2012’deki eylemde, kesilmesi için kırmızı çarpılarla işaretlenen ama kimsenin “ben yaptım” demediği ağaçları sahiplendi. İlk ağaç yıkılana dek “Taksim Nöbeti” tuttu. Mart ayında kurulan ve özellikle tanınmış oyuncuların yer aldığı Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği, dayanışmayı takip etti. Bu grup, Gezi’de halen devam eden direnişin sesi ve katılımcısı oldu.

 

Yargı kararı

Şehir Plancıları Odası, Peyzaj Mimarları Odası ve Mimarlar Odası’nın İstanbul şubeleri, İBB’nin projeyi onaylayan Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan değişikliğinin iptali için 2012’de dava açtı.

İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin belirlediği bilirkişi heyeti 13 Mayıs 2013’te mahkemeye, plan tadilatlarının şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine aykırı olduğunu raporladı. Değişikliğin kültürel ve doğal mirasa, ulaşım sistemine uygun olmadığını, yeşil alanların ne şekilde etkileneceğinin belirsiz olduğunu belirtti. Mahkeme henüz karar vermedi. Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği’nin başvurusunu kabul eden İstanbul 6. İdare Mahkemesi ise, parka kışla yapımına onay veren Kültür Bakanlığı Koruma Yüksek Kurulu kararının yürütmesini 30 Mayıs’ta durdurdu. Şimdi yargının durdurduğu proje için referandumdan bahsediliyor.


İlk gününden beri Kültür Bakanı, Koruma Kurulu, mimarlar, belki mimarlara randevu vermeyen mimar belediye başkanı, sanatçılar, sivil toplum kuruluşları, gazeteciler ses çıkardı; itiraz etti. “Sosyal medya üzerinden yalan kampanyaları delilleriyle elimizde” diyen Başbakan dilerse Topçu Kışlası’na karşı çıkan seslerin delillerini görebilir. Dilerse.

Radikal İki, Yazı: Gökhan Tan, 16.06.2013

1200 YILLIK KAYIP ŞEHİR

 

 

Bir grup Avustralyalı arkeolog, Kamboçya’da ıssız ormanda 1200 yıllık kayıp antik şehir buldu.

 

Avustralya’daki Sydney Üniversitesi’nden bir grup arkeolog, Kamboçya’nın Siem Reap eyaletinde, mayınlarla dolu olduğu bilinen tehlikeli bir rotayı takip ederek ıssız ormanda antik şehir buldu. Gruba ormanda, mayına basarak tek bacağını kaybeden eski yerli gerilla savaşçısı Heng Heap liderlik etti. Grubun başındaki arkeolog Damian Evans, 802 yılında kurulan Mahendraparvata adlı şehrin yerini helikopterler yardımıyla yaptıkları, “lidar taraması” sayesinde tespit ettiklerini belirtti.

 

Et yemiyorlarmış

Lidar taraması yere lazer ışınları yolluyor ve bu ışınların geri yansıma açılarını hesaplayarak zeminde bulunan ve gözle görülemeyen yapıları tespit ediyor. Arkeologlar, kayıp şehirde gelişmiş bir kanal sistemi ve yollar buldu. Bulguların büyük değer taşıdığını söyleyen Evans, “Şehirde yaşayanların vejetaryen olduklarını ortaya çıkarttık. Et yememeleri ormanları katletmelerine, sulamaya bağımlı hale gelmelerine neden olmuş. Uygarlık bu nedenle yok olmuş olabilir”dedi.

Hürriyet, 17.06.2013

SELİMİYE KIŞLASI KENT MÜZESİ OLSUN

 

Gazeteci Can Dündar, 14 Haziran 2013 tarihli köşesinde 4 kişinin ölümüne, binlerce insanın yaralanmasına neden olan “Gezi Parkı” restleşmesi konusunda şunları sordu:
“... Başbakan, ‘Kışla yapılacak’ diyerek kendini bağladı. Taksim Dayanışması, ‘Yaptırmayız’ tavrına kilitlendi. Bu krizden taraflar açısından ‘kazan-kazan’ duygusuyla çıkacak bir formül bulunabilir mi? Kışlaya ilişkin yürütmeyi durdurma kararı, bir inşaatı ve referandumu önleyebilir mi?..”


Böyle bir formül var. ‘Kent Müzesi’ olabilecek hazır bir kışla da var: Selimiye Kışlası.
Selimiye Kışlası, İstanbul’un Üsküdar İlçesi'nde III. Selim tarafından Nizam-ı Cedid askerleri için inşa ettirilen kışladır. İlk olarak III. Selim devrinde yeni kurulan Nizam-ı Cedid askerleri için kesme taş bir kaide üzerinde ahşap olarak inşa edildi. Yeniçerilerin isyanı sonucunda yıkılan bu kışla II. Mahmut devrinde kagir olarak yeniden inşa edildi. Sultan Abdülmecid devrinde iki defa yenilenen kışlanın dört köşesine yedişer katlı birer kule ilave edildi. Selimiye Kışlası, Kırım Savaşı sırasında İngiliz askerlerine tahsis edildi. Modern hemşireliğin kurucusu Florence Nightingale 1854’te kışlaya gelerek yaralı İngiliz askerlerinin tedavisinde görev aldı. Florence Nightingale ve beraberindeki hemşirelerin kaldığı oda günümüzde müzeye dönüştürüldü. Selimiye Kışlası günümüzde I. Ordu Komutanlığı merkez binası olarak kullanılmaktadır. 12 Eylül darbesiyle Yılmaz Güney gibi pek çok önemli isim bu kışlada cezaevinde yattı. Darbenin planları bu kışlada yapıldı, burada kurulan mahkemelerde on binlerce insan yargılandı. Burada idam kararları alındı ve binlerce insan işkencelerden geçirildi. 50’ye yakın idam kararı burada alındı.


Selimiye Kışlası zamanla şehrin gelişmesi ve nüfusun artması ile şehir merkezinde, risk içerisinde kalmıştır. Geçtiğimiz yıllarda bir terör örgütü tarafından Karacaahmet Mezarlığı içinden bir havan topu ile kışlaya doğru saldırı düzenlenmiştir. Bu olay askeriyenin güvenlik açısından riskli bir yerde olduğunu, askeriyenin şehir dışına çıkması gerektiğini de kanıtlamıştır.
Bu devasa yapı gerekiyorsa ‘referandum’ ile kent müzesi olabilir. Sadece kent müzesi mi? Binanın büyüklüğü sebebiyle öğrenci yurdu, Ar-Ge bilim yuvaları, kütüphane, internet ofisleri, konferans salonları ile halka açık bir kompleks kurulabilir. Muhteşem bir Boğaz manzarasına sahip olduğu için de lokantalar açılabilir. Böylece yaratacağı ekonomik ve turistik değerlerle hem bölge halkı kazanır hem de yerel yönetimler, hükümet kazanır. Gezi Parkı da olduğu gibi kalarak restleşme biter. Gençler de kazanır. Herkes kazanır.


Selimiye Kışlası ‘Selimiye Kent Müzesi ve Demokrasi Geliştirme Merkezi’ olarak geçmişin utanç verici anılarını silen ve Gezi Parkı restleşmesini bitiren yeni bir sayfa olsun...
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 16.06.2013

TÜRBE 950 METRE TAŞINACAK

 

 

Batman'da Ilısu Barajı suları altında kalacak olan tarihi Hasankeyf’teki Zeynel Bey Türbesi’nin raylı sistemle taşınması kararlaştırıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültürel Miras Bilim Kurulu Komitesi ile Ilısu Barajı ve HES Projesi Bilim Komitesi taşınabilir tarihi eserlerin belirlenmesi için Hasankeyf’te toplantı yaptı. Ilısu Barajı ve HES Projesi Bilim Komitesi Yönetişim Grubu Başkanı Prof.Dr. İlter Turan, şunları söyledi: “Zeynel Bey Türbesi 950 metre kadar yukarı taşınacak. Bu, dünya çapında bir taşıma operasyonu olacak. Türbe, raylı sistem üzerinden, bütünlük içerisinde herhangi bir parçalanma olmadan taşınacak. Hasankeyf’te başka eserler de taşınacak.”

 

Minare de taşınabilir

Prof.Dr. İlter Turan caminin ve kale kapısının da taşınabileceğini söyledi: “Eski caminin tarihi duvarı ve minaresi yeni yerleşim yerine taşınarak cami yeniden kullanılabilir hale getirilecek. Kale kapısının taşınması da söz konusu. Diğer yandan kalenin orta kapısı çökme beklendiği için demonte edilecek ve gelecek yıl müzeye yerleştirilecektir.”

Hürriyet, 16.06.2013

BANA KALIRSA KÖPRÜNÜN ADI MİMAR SİNAN OLMALI

 

Üçüncü köprüye neden Yavuz Selim adı verildi? Bilemeyiz. Bir gerekçe ilan edilmedi. Gerek banknotlara basılan portreler, gerekse bu gibi heykellere verilen isimlerde bir sistem yok. Bu büyük bir eksikliktir. Zaten çıkan kargaşada bu noksanın etkisi var. Bu gibi işlemler geniş bir anket konusu olmalıdır. Bana kalırsa da köprüye unutulan bir dahinin adı verilmeli; Mimar Sinan...

 

 

Yavuz Sultan Selim, Osmanlı padişahlarının dokuzuncusu ve 2. Bayezid Han ile Gülbahar Hatun’un oğludur. Hasekisi, son zamanlarda şeceresi tartışılmaya başlayan ama Kırım Hanı Mengli Giray’ın kızı olan Hafsa Sultan’dı. Bu evlilikten Kanuni Sultan Süleyman Han dünyaya geldi. Geç yaşta (40 yaşında) tahta çıktı. Bu taht dahi babasına karşı çıkması ve yeniçerilere karşı yaptığı bir darbe sonucu mümkün oldu. Kardeşleri Şehzade Korkut ve Şehzade Ahmet son derece cesur ve bilgiliydiler, o da öyledir.

İmparatorluğu sekiz yılda iki misli büyüttü
Dahası var; hanedanın henüz cariyelerle değil, mavi kanlı ve hükümdar kızlarıyla evlendiği bir dönemdi. Kardeşler kavgası da çok şiddetli olabilirdi. Şehzade Korkut ve Şehzade Ahmet’in devlet ve nizama olan ihtimam ve saygısı nedeniyle Yavuz Sultan Selim Han tahta fazla zorluk çekmeden geçmiştir. Galiba en küçük şehzade sayılan Selim’in cevvaliyeti, ters karakteri ve kapıkulu askeri tarafından mutlak şekilde desteklenmesi ihtiyar padişah 2. Bayezid’i çekilmeye zorladı.


Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları kuzeyde bugünkü Moldovya, Ukrayna ve Kafkasya’daydı. Bosna ve Arnavutluk,     2. Bayezid’in kısmi fütuhatıyla hemen hemen Yunanistan’ın tamamı ve Rodos hariç Ege Adaları imparatorluğun elindeydi. Lakin Anadolu’da kesin bir birlik kurulamamıştı. Safeviler bir Türk hanedanıydı fakat Şii’ydi. Üstelik Şii’lik Anadolu Alevilerinden daha başka bir yerde durmasına rağmen doğudaki Türkmen aşiretleri İran’a meylediyordu. İran Anadolu’dan göçen katılımcılarla doluydu. Memlukler kuvvetli bir Orta Doğu ve Kuzey Afrika devletiydi. Yavuz Sultan Selim’in sekiz yıllık saltanatı batıdan çok doğudaki devletlerle mücadele ile geçti. Ateşli silahlardan oluşan bir ordunun komutanıydı. Bir Ocak ayında, Sina Çölü’nden birinci büyük savaşta Cemal Paşa’nın aksine ordusunu büyük ustalıkla, telef etmeden geçirtmesi ve topları kullanarak Ridaniye Savaşı’nda Kahire’yi ele geçirmesi askeri tarihe geçen başarılardandır.

Erhan Afyoncu, Evliya Çelebi adını önermişti
Sekiz yıllık saltanatında imparatorluğu iki misli büyüttü. Osmanlı İmparatorluğu’nu, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da eyaletler tutan bir devlet haline getirdi. Amansızdı; Anadolu Alevilerini farklı bir mezhebin inananları olarak görmekten çok İran’ın işbirlikçileri olarak görüyordu. Kürt aşiretlerine verdiği otonomiyi bu gruplara vermedi. Yavuz Selim, Protestanlar ile didişen İspanya kralları veya Avusturya Habsburgları gibi değildir; endişesi ve korkusu devlet ve devletin coğrafyasıydı. Resmi Osmanlı görüşü Aleviliği görmezlikten gelir.     Cevdet Paşa tarihinde bile bunu görürsünüz.

Dürzilik, Yezidilik hatta Nusayrilik gibi mezheplerden bahsettiği halde Alevilikten söz etmez.
Yavuz Sultan Selim, sütannesi Kamer Hatun’a bir cami yaptırdı. Bu cami, Tarlabaşı caddesinin etrafındaki mahallenin yıkılması dolayısıyla Britanya Başkonsolosluğu’nun dış duvarlarının yanında yer almaktadır. Sonradan restore edilmiştir. Kendi hayatında yaptırabildiği eser çok azdır. Fatih Çarşambasında adını taşıyan camii ve türbesi dahi sonradan oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Bu sert padişahın türbesi karşısında da Osmanlı’nın siyaseten katilik uygulamayan Abdülmecid Han’ın türbesi yer alır. Yavuz Sultan Selim buna karşılık başta Hac yolu olmak üzere imparatorluğun Orta Doğu’sundaki su yollarını, sayısız menzil çeşmelerini yaptıran padişahlardan olmuştur. Sekiz yıllık saltanatı taht kavgalarından uzaktır ve oğlunu tek varis olarak tahta bırakmıştır.


Boğaziçi üzerindeki üçüncü köprüye neden bu cengaver padişahın adı verildi? Bilemeyiz. İzahı da yoktur. Adet olması gerekir ama bir gerekçe de ilan edilmedi. Arkadaşım Erhan Afyoncu bu köprüye imparatorluğun doğusunu ve batısını en dahiyane biçimde tasvir eden Evliya Çelebi’nin adının verilmesini önermişti. Bana kalırsa da unutulan bir dahinin adı konmalıdır; Mimar Sinan... Gerek banknotların üzerine basılan portreler, gerekse bu gibi abidelere ve heykellere verilen isimlerde bir sistem yoktur. Bu büyük bir eksikliktir. Zaten Yavuz Sultan Selim köprüsünün etrafında çıkan kargaşada bu noksanın etkisini görüyorum. Bu gibi işlemler geniş bir anket konusu olmalıdır ve herkesin fikri alınmalıdır.

Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 16.06.2013

BÜYÜK SİNAGOG İBADETE AÇILIYOR

 

 

Edirne Valisi Hasan Duruer, restorasyonu süren Avrupa’nın en büyük 3’ncü sinagogu kabul edilen Edirne Büyük Sinagogu’da Yahudi cemaatinin istediği zaman ibadet edebileceğini söyledi.

Restorasyon çalışmalarının yıl sonuna kadar bitirilmesi hedeflendi.


Kaleiçi semti Marif Caddesi’ndeki tarihi sinagogun restorasyonu, 2010 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 3 milyon 700 bin liraya ihale edildi. 1.5 yıldan bu yana restorasyonu süren tarihi yapının ‘Kültür Merkezi’ olacağını söyleyen Vali Duruer, şöyle konuştu:

 

“Bilindiği gibi Edirne’de Yahudi cemaati yok, olsaydı ibadete açılmasında herhangi bir mahsur yoktu. Yahudi cemaatinden bana geldiler ve restorasyondan sonra sinagogda ara sıra ibadet yapmak istediklerini söylediler. Ben de onlara ‘Burası sizin ibadethanenizdir, istediğiniz gibi ibadet edebilirsiniz’ dedim.”

Milliyet, 16.06.2013

KAVALALI'NIN MİRASÇISI

 

 

Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın 3'üncü kuşak torunu, kendi babasının vefatıyla mirasçı olduğunu söyleyerek vakıf gelirinden pay istedi.

 

Osmanlı Devleti'nde Mısır Valisi olarak görev yapan Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın (1769-1848) üçüncü kuşak torunu Erzan Çatmakaş, vakıf gelirlerinden faydalanabilmek için İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne vakıf evladı olduğunun tespiti için dava açtı. İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi'ne başvuran ve babası İhsan Çatmakaş'ın vefatıyla mirasçı olduğunu belirten Çatmakaş, "Babam, Kavalalı, İsmail Bey (Paşa) ve Nevrekoplu Altun Mehmet Bey vakıflarının mirasçısıdır. Vakıf gelirlerinden hak sahibi olduğuma karar verilmesini talep ediyorum" dedi. Çatmakaş, babası ölünce mirasçılığın kendisine geçtiğini iddia etti. Babasının veraseten vakıfların mirasçısı olduğunun 53 yıl önceki mahkeme kararıyla sabit olduğunu belirten Çatmakaş "Ankara 2'nci Asliye Hukuk Mahkemesi 1960'da babamın anneannesi, Tevfik Bey'in kızı, Nasiye Şemieva Arifova Hanım'ın, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Hidivli İsmail Bey (Paşa) ve Nevrekoplu Altun Mehmet Bey'in vakıflarının kanuni mirasçısı olduğuna karar verdi" dedi. Dava dilekçesinde "Babamın vefatıyla benim mirasçılığım ırsen ve veraseten sabittir. Mahkemeye sunduğum veraset kararları dikkate alınarak öncelikle davamın kabulü ile vakıfların evladı olduğuma ve vakıf gelirlerinden hak sahibi olduğuma karar verilmesini talep ediyorum" dedi.

Sabah, Haber: Ali Oktay, 16.06.2013

YENİKAPI BATIĞINA ULUSLARARASI ÖVGÜ

 

 

UNESCO’ya bağlı ICOM’un düzenlediği sempozyum için Türkiye’ye gelen 29 ülkeden 130 bilim insanı Marmaray kazılarında Yenikapı’dan çıkan 36 gemiyi inceledi.

 

Dünyanın en büyük Ortaçağ Gemi Batığı koleksiyonuna sahip olan İstanbul, geçtiğimiz haftalarda uluslararası arkeoloji çevrelerinin en önemli toplantılarından birine ev sahipliği yaptı. UNESCO tarafından düzenlenen WOAM (1 Wet Organic Archaeological Materials-Islak Organik Arkeolojik Eserler) konulu sempozyuma katılan bilim insanları son yılların en büyük arkeolojik keşiflerinden birinin İstanbul’da yapıldığını belirterek gemi kalıntılarını inceledi.

 

90 makale yazıldı
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sualtı Kültür Kalıntıları Koruma Anabilim Dalı ev sahipliğinde düzenlenen sempozyumda gemi batıklarının korunması için Türk bilim insanlarının geliştirdiği yöntemler ilgi gördü. Günümüzden 1000-1500 yıl öncesine tarihlenen 36 batık gemi, dünya çapında yayınlanan 90 makale, belgesel film ve sergiye konu olmayı başarmıştı.
Almanya-Mainz Antik Gemi Müzesi’nden Markus Wittköpper, “Yenikapı batıklarını yerinde görmek ve uygulanan konservasyon çalışmalarında tek bir yönteme bağlı kalmaksızın çalışıldığını öğrenmek beni çok etkiledi” diye konuştu.

‘Çok önemli bir keşif’
Danimarka Ulusal Müzesi Konservasyon Merkezi’nden Kristiane Straetkvern, İstanbul’un büyüleyici bir şehir ve bulunan batıkların dünya arkeoloji tarihi açısından çok önemli olduğunu söyledi. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sualtı Kültür Kalıntıları Koruma Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş da “Tarihsel zenginliğimiz bilim insanlarını ülkemize çekiyor” dedi.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 16.06.2013

3500 YILLIK TARİH ORTAYA ÇIKTI

 

 

Karakeçili'deki Büklükale mevkiinde Kültür ve Turizm Bakanlığı kararı ile Japonlar tarafından 2009 yılında başlatılan arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor. Yapılan kazılarda 3 bin 500 yıllık Hititler'den kalma mimari altyapı ortaya çıktı.

 

Kırşehir Üniversitesi Arkeoloji Öğretim Üyesi Japon Kimiyashi Matsumura'nın başkanlık ettiği kazı çalışmalarında elde edilen bulgular ve arkeolojik eşyalar Kültür ve Turizm Bakanlığı'na teslim ediliyor. Sit alanı ilan edilen ve kazı yapılan bu bölgelerin güvenliği Emniyet ve Jandarma tarafından sağlanıyor. Çalışmaların tamamlanmasının ardından Büklükale mevkiinin turizme açılması planlanıyor. Hitit uygarlığına ait olduğu söylenen ve taştan örülen evler, tarihi bir görselliği de sergilemiş oluyor.

 

Kırıkkale Valisi Ali Kolat, eşi İlksen Kolat, İl Emniyet Müdürü Kadri Kartal, eşi Ebru Kartal ve beraberinde bir grup heyet, Büklükale'de devam eden arkeolojik kazı çalışmalarını yerinde göründü. Heyet, incelemelerin ardından Köprüköyü beldesinde bulunan Çeşnigir Köprüsü üzerinde kısa bir tur atarak, yapım çalışması tamamlanan köprüyü inceledi. Daha sonra heyet, günün anısına tarihi köprüde hatıra fotoğrafı çektirdi. Köprünün girişinde büyük kayalar üzerinde renkli sprey boyalarla yazılan isimleri inceleyen Kolat, bu durumun çevreye çirkin bir görüntü verdiğini ve bu konuda çalışmaların yapılmasını istedi. Vali Ali Kolat ve beraberindeki heyetin ziyaret ve incelemelerine Kaymakam Mesut Gazi Ambarcı ve Belediye Başkanı Salih Avan da eşlik etti.

 

Ziyaret ve incelemelerin ardından genel bir değerlendirmelerde bulunan Vali Ali Kolat, 3 bin 500 yıllık Hititler'den kalma mimari altyapıya sahip çıkacaklarını söyledi. Karakeçili'nin büyük tarihe ev sahipliği yaptığını ifade eden Kolat, "Ayrıca bizim burada Çeşnigir Köprüsü bulunuyor. Çeşnigir Köprüsü de Selçuklular dönemine ait bir eser. Bu çalışmaları daha da gün yüzüne çıkarırsak, turizm açısından şehrimiz tanınmış olur. Bu tür geçekleştirilen çalışmalar, emek ve zaman isteyen uzun bir iştir." dedi.

 

Kazı çalışmalarının hızlı bir şekilde devam ettiğini vurgulayan Arkeoloji Öğretim Üyesi Japon Kimiyashi Matsumura ise "Burası MÖ 2 bin yılında Hititlere ait. Büyük şehirlerden bir tanesi. Yanından Kızılırmak geçiyor. Her türlü ticaret yolu o dönemde Kızılırmak üzerinden yapılıyormuş. Üzerinde bulunduğumuz bu şehir, ticaret yolunun bulunduğu çok önemli bir yere kurulmuş. Bu araştırmadan önemli sonuçlar elde edeceğimize inanıyorum." değerlendirmesinde bulundu.

Kırşehir Kent Haber, 15.06.2013

KONAKLAR ZAMANA YENİLİYOR

 

 

Bolu'nun Mudurnu İlçesi'nde yüz yıllardır ayakta duran tarihi konaklar, bakımsızlık nedeniyle dökülmeye başladı.

 

Mudurnu İlçesi'nde bulunan tarihi Mudurnu konakları ve müstakil evleri, bakımsızlık nedeni ile günden güne yıkılmaya yüz tuttu. İlçe genelinde bulunan yaklaşık 300 civarındaki koruma ve sit alanı içinde bulunan konaklar, bakım görmediği ve içinde yaşayan kimsenin olmaması nedeniyle yıkılıyor. Evlerin içlerinde yaşam olmadığı için bakımsızlık ve kimsenin ilgilenmemesinden dolayı camları kırılan, çatıları göçen tarihi Mudurnu konakları kurtarılmak için son günlerini yaşıyor. Konaklara bir süre daha bakım yapılmazsa yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

 

Yıllardır tarihi yapısıyla binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlayan Mudurnu İlçesi'nde konakların yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalması turizme de büyük darbe vuracak.

Bolu Kent Haber, 15.06.2013

TAŞ DEVRİ MAĞARALARINI FRANSIZ ARKEOLOGLAR İNCELEYECEK

 

Samsun'un Tekkeköy İlçesi'nde MÖ 60 bin ile 10 bin yılları arasında Taş Devri insanlarının yaşadığı mağaralar, turizme açılmasının ardından arkeologların da gözdesi oldu Tekkeköy Belediyesi'nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin alarak Samsun Müze Müdürlüğü'nün gözetiminde çevre düzenleme çalışmasıyla gün yüzüne çıkarmasının ardından, Taş Devri'nden kaldığı belirtilen mağaraları çok sayıda yerli ve yabancı turist ziyaret etmeye başladı. Turistlerin dinlenmesi için mağaraların ön tarafında bulunan fındık bahçesi de piknik alanına çevrildi.

 

Mağaralar, turistlerin yanı sıra tarihi yönüyle arkeologların da ilgisini çekiyor. Fransızların, Türk arkeologlarla mağaraların bulunduğu alanda kazı çalışması yapmak için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvuru yaptığı bildirildi. Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Tekkeköy mağaralarının 1941 yılında yapılan bilimsel çalışma sonucunda, milattan önce 60 bin ile 10 bin yılları arasında Taş Devri insanlarının yaşadığı mağaralar olduklarının belirlendiğini söyledi. Mağaraların turizme kazandırılması için bir yıl önce başlattıkları bitki örtüsünü temizleme çalışmasının tamamlandığını belirten Tekin, sözlerini şöyle sürdürdü: "Mağaraların bulunduğu alan viraneydi ama bu virane alan dünya için çok önemliydi. 1941'de yapılan kazı çalışmasında ilk insanların yaşadığı tespit edilmiş, 3 bin 60 metrekare bir alan. Temizleme çalışmasının ardından çok sayıda mağara da ortaya çıktı. Mağaraların etrafında daha önce ev olarak kullanılan 3 bina vardı, bunlar da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca tescillendi. Bu evlerde ilk çağ, yakın çağ, orta çağ gibi müzeler yaptık. Yolun alt tarafında vadi var, onu da ören yeri olarak düzenledik." - Fransızlar kazı çalışmasına başlayacak- Taş Devri'nde yaşayan insanları sembolize eden heykeller yaptırdıklarını ve mağaraların etrafına yerleştireceklerini vurgulayan Tekin, arkeologların da alana ilgili gösterdiklerini anlattı. Tekin, şunları kaydetti: "Burası birinci derecede arkeolojik sit alanıdır. Burada mağaraların yanı sıra Hitit Yolu, Frig Kalesi bulunmakta. Fransızların Türk arkeologlarla burada kazı yapmak için Kültür ve Turizm Bakanlığımıza müracaatı var. Bakanlığımızın onay vermesinin ardından kazı çalışması başlayacak. Çok eski tarihi yapı olması ve alanının 3 bin 60 metrekare olması nedeniyle arkeologlar bize kazı çalışmasının 30 ile 50 yıl sürebileceğini söyledi. İnsanlık tarihine buranın ışık tutacağı ifade ediliyor. Tekkeköy mağaraları bilimsel dökümanlar neticelendikten sonra tüm dünyanın ilgisini çeken bir mekan haline dönüşecek."

Mynet Haber, 15.06.2013

MAĞARA DEĞİL, BUZDOLABI!

 

 

Yörüklerin 50 yıl öncesine kadar peynirlerini saklamak için kullandığı Yerküpe Mağarası, Muğla Valiliği tarafından yapılan çalışmalar sonrasında her yıl 10 bin turistin ziyaret ettiği turizm alanı haline geldi.

 

Kavaklıdere İlçesi Menteşe Beldesi'deki Beşpınar yaylasında çam ormanları ve çınar ağaçları ile çevrelenmiş yaylada yöre halkının kullandığı piknik alanları ve yayla evleri de bulunuyor. Beşpınar Yaylası'nda yer alan Yerküpe Mağarası ise İçinde barındırdığı sarkıt ve dikitler ile ziyaretçilerine ayrı bir atmosfer yaşatıyor.

 

Hava sıcaklığının 30-35 derece olduğu bölgede Yerküpe Mağarası'nda sıcaklık 5 dereceye kadar düşüyor. Yerli halkın yanı sıra günübirlik ziyaretçilerin de gezdiği Yerküpe Mağarası son yıllarda yapılan ışıklandırma çalışmaları ile turizme kazandırıldı. Menteşe Belediye Başkanı Mesut Karataş AA muhabirine yaptığı açıklamada, doğal sit alanı olarak koruma altına alınan Yerküpe Mağarası'nın üst kısmında bulunan yaylada 600-700 yıllık çınar ağaçları bulunduğunu söyledi.

Mağaranın turizme kazandırılmasıyla bölgede hareketlilik yaşandığını belirten Karataş, "50 yıl önce Yörüklerin yiyeceklerin bozulmaması için "doğal buzdolabı' olarak kullandığı Yerküpe Mağarası, her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret ediliyor" dedi.

 

Mağaranın 2004 yılında Muğla Valiliği tarafından yapılan çalışmalar ile turizme kazandırıldığını hatırlatan Karataş, "Mağara, yer altı sularının kireç taşlarını aşındırmasıyla oluşmuş. 100 metre uzunluğunda, içinde galeriler, dereler ve küçük göletler var. Mağaradaki doğal oluşumların iyi görülmesini sağlamak amacıyla ışıklandırma ve ziyaretçilerin rahat ulaşmaları için merdivenler yapıldı" diye konuştu.

 

Mağarayı yılda yaklaşık 10 bin yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini vurgulayan Karataş, mağaranın içindeki sıcaklık ortalamasının 5 derece olduğunu dile getirdi.


Karataş, deniz, kum ve güneşin dışında beldelerinde kültür ağırlıklı çalışmalarla turizmi yürütmeye çalıştıklarını ifade etti.Mağarayı ziyarete gelenler ise mağarada farklı şekillerden oluşan sarkıtlara hayran kaldıklarını söyledi.

Muğla Kent Haber, 14.06.2013

DURAKHAN RESTORE EDİLİYOR

 

Sinop'un Durağan İlçesi'nde bulunan, Selçuklu Veziri Müinüddin Süleyman Pervane tarafından 1246 yılında yaptırılan ve İç Anadolu ile Karadeniz bölgeleri arasındaki ticaret yolu üzerinde uğrak ve dinlenme yeri olarak kullanılan han yeniden restore ediliyor.

 

Samsun Vakıflar Bölge Müdürü İsmail Aktaş, Durağan İlçesi'ni ziyaret etti.

 

Aktaş, ilçede bulunan ve yıllardır kullanılmayan tarihi Durakhan'da incelemelerde bulundu. Yıllar önce restorasyonu yapılan ancak zaman içerisinde yeniden restorasyon ihtiyacı oluşan han, önümüzdeki yıl yapılacak restorasyonun ardından halkın hizmetine sunulacak.

Sinop Kent Haber, 13.06.2013

ARKEOLOGLAR DERNEĞİ 11. OLAĞAN GENEL KURUL TOPLANTISI YAPILDI





Arkeologlar Derneği’nin 11. Olağan Genel Kurul Toplantısı, Ankara’da 8 Haziran 2013 Cumartesi günü saat 14.00'de Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Osman Özbek Toplantı Salonu’nda yapıldı. Demokratik bir ortamda yapılan seçimler sonrasında, Yönetim Kuruluna seçilen üyeler, 10 Haziran 2013 tarihinde toplanarak görev dağılımı yaptı.

 

Buna göre;

Dr. Soner Ateşoğulları’nın Başkanlığa,

Binnur Çelebi’nin Başkan Yardımcılığına,

Günay Öztürk’ün Genel Sekreterliğe,

H. Uğur Dağ’ın Saymanlığa,

Aynur Talaakar, M. And Atasoy ve Tolga Çelik’in üyeliğe getirilmesine oy birliği ile karar verildiği bildirildi.

TAYHaber, 10.06.2013

AKBAŞ ŞEHİTLİĞİ YENİLENİYOR

 

 

Çanakkale Savaşları'ndan kalan en büyük iki hastane şehitliğinden biri olan Akbaş Şehitliği'nde, şubat ayında başlatılan yenileme çalışmalarının ağustos ayında tamamlanması planlanıyor.

 

OPET firmasının, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda 7 yıldır sürdürdüğü "Tarihe Saygı Projesi" kapsamında Eceabat ilçe merkezine 12 kilometre uzaklıktaki Yalova Köyü yolunda bulunan şehitlikte onarıma, geçen şubat ayında başlanmıştı.

 

Büyüklüğü 10 bin metrekare olan şehitlikteki 5 bin 500 metrekarelik otoparkın zemini, taş dolguyla kaplandı. Giriş kapısı ve rölyef duvarı ile tuvalet, abdesthane, şadırvan ise betonarme malzemeden imal edildi. Çevresi 7 metre yüksekliğinde beton duvarla çevrilen şehitlikteki yüksek gerilim hatları da saha dışına çıkarıldı. Çalışmalar çerçevesinde 150 tonluk su deposu yapıldı ve otoparktan şehitliğe geçiş güzergahındaki merdivenin yanında engelliler için ayrı bir bölüm oluşturuldu. Yabani otların temizlendiği, alanın sınırlarını gösteren ahşap çitler dikildiği şehitlikte, seyir terası yapıldı.

 

Şehitliğin, çalışmaların tamamlanmasının ardından ağustos ayında yeniden ziyarete açılması hedefleniyor. 

Çanakkale Kent Haber, 09.06.2013



9 - 15 Haziran 2013

YENİÇERİLER ÇAPULCU MUYDU?

 

Son zamanlarda herkes birilerini ‘yeniçeri’ diye suçlar oldu. Peki, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının üzerinden neredeyse 200 yıl geçmesine rağmen tarihimizin parçası olan yeniçerilere yönelik bu kin ve nefret neden? Kimdi bu yeniçeriler?

 

 

Haziran 1826 günü tarihimizin kritik dönüm noktalarından biridir. O gün Kara Cehennem İbrahim Ağa’nın yaptırdığı top atışlarıyla Yeniçeri Ocağı’na bağlı kışlalar yerle bir edildi ve binlerce yeniçeri katledilerek yüzyıllarca Osmanlı’ya hizmet etmiş ocakları söndürüldü. Sultan II. Mahmud’un ‘ocak’a nefreti öylesine büyüktü ki olayın ardından yeniçerilere ait tüm defterlerin yakılmasını ve tüm simgelerin yok edilmesini emretmişti. Evet, uzun bir süreden beri Yeniçeri Ocağı isyanlarla anılır olmuştu ama olay yalnızca modernleşme isteyen padişahın devletin selameti için asi bir grubu ortadan kaldırmasından ibaret değildi.


‘Küffar’la topyekün savaş anlamına gelecek şekilde Sancak-ı Şerif’in açılması, tarikatlarla birlikte ulema ve medreselilerin de ihtilale katılması, yeniçerilere karşı ideoloji temelli bir koalisyonun oluşturulduğu izlenimini yaratır. Ertesi gün kurulan ulema meclisinden yeniçerilikle ilişkilendirilen Bektaşiliğin de yok edilmesine yönelik bir karar çıktı. Buna göre Bektaşi tekkeleri ya kapatıldı ya da diğer tarikatlara devredildi. Sebep, Hacı Bektaş ocağının da ‘bozulmuş’ olmasıydı.
Koalisyon ilk iş olarak ocağın genel kurmay başkanlığı binası olan Yeniçeri Ağası’nın sarayını şeyhülislama devrederek zaferini ilan etti. Öte yandan kısa süre sonra koalisyon bozulacak ve II. Mahmud’un modernleşme yoluyla aslında tüm gücü kendisinde toplamayı, Batılı anlamda merkeziyetçi bir düzen kurmayı hedeflediği anlaşılacaktı. Yoldaşlık geleneği, yatay yapılanması ve hiyerarşiyi reddeden eşitlikçi yapısı nedeniyle Yeniçeri Ocağı bu planların önündeki en büyük engeldi.

 

 

PADİŞAHIM, SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR!

Osmanlı devletinin belki de en büyük başarısı ‘frenler ve dengeler’ mekanizmasının iyi işlediği bir sistem kurabilmiş olmasıdır. Merkezkaç ve merkezçek kuvvetleri arasında sürekli bir denge arayışı olarak da özetlenebilecek bu sistemin merkezinde mutlak otorite figürü olarak padişah bulunuyordu ancak onun da hak ve sorumluluklarının sınırları vardı. Bu sınırları hukuk çiziyordu. Adalet Kulesi’nin Topkapı Sarayı’ndaki en yüksek bina olmasının hikmeti buradadır.


Osmanlı devlet organizasyonunu özgün kılan bir diğer husus ise ‘mirasın’ topyekûn reddidir. 16. yüzyıl sonunda ‘bozulmaya’ başlayana kadar sistem gücünü yetenekli insanlara ilerleme fırsatı vermesinden alıyordu. Mülk devlete ait olup padişahın dahi değildi. Padişahlık da diğer işler gibi bir işti, onların da kendilerine ait has bahçeleri, şahsi gelirleri olur ve gerektiğinde onlardan da devletin bekası için fedakârlık yapmaları beklenirdi. Devletin altın kuralı ‘zarar-ı şahs, zarar-ı a’mdan yeğdir’ yani ‘şahısların zararı toplumun zararına tercih edilir’ kuralıydı.


İşte bu sistem dahilinde padişahların cülusta ve merasimler sırasında yeniçeriler tarafından “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” denilerek alçakgönüllülüğe davet edilmesi âdettendi. Hatta padişahlar birinci ağa bölüğünün birinci neferi olarak yeniçeri kışlalarını ziyaret ederek ulufelerini alır, üzerine birkaç kese altın ekleyerek ocağa hediye ederlerdi. Ocakla hükümdar arasındaki özel ilişkiyi gösteren bu tarz jestler derin simgesel anlamlarla yüklüydü, zira iktidar sahiplerinin güçten sarhoş olarak zalimlere dönüşmeleri her zaman mümkündür. Padişahı alçak gönüllü olmaya zorlayan Yeniçeri Ocağı ‘frenler ve dengeler’ mekanizmasının en önemli taraflarından biriydi.

 

YENİÇERİLER EŞKIYA MIYDI?

Doğrudur, yeniçeriler ocakları ayakta olduğu yüzyıllar boyunca defalarca isyan etmişlerdir. Ancak isyanların tamamını ‘bir avuç eşkıyanın’ asi hareketlerinden ibaret görmek hata olur. Aslına bakarsanız yeniçeri isyanlarının çoğu adalet talebi, geçim zorluğu, haksız muamele, onur kırıcı davranışlar, adam kayırma, içki veya tütün yasakları gibi hayat tarzlarına, özgürlüklerine yapılan müdahaleler gibi nedenlerden çıktı. Özellikle Kanuni döneminde şeyhülislamı Ebusuud Efendi’den başlayarak Kadızadeliler’le devam eden süreçte ulema sınıfının Bektaşiliğe yönelen şimşeklerinden de artan bir rahatsızlık duyuyorlardı. Bektaşilik, ritüelleri ve ilahi aşkı anlatan öğretileri yoluyla bu savaşçı sınıfa bir ‘yoldaşlık’ bilinci veriyordu. Bu sayede birbirlerine sıkı bağlarla bağlanan yeniçeriler, yapılan haksızlığın kaynağı ister sadrazam, isterse padişahın kendisi olsun daima kardeşlik yeminlerine bağlı kalıyor ve yoldaşlarının yanında yer alıyorlardı. Ayrıntılarını ‘Turna’nın Kalbi’ adlı kitabımda verdiğim gibi ‘Turna Yoldaşlığı’, yeniçerilerin bir tür siyasi parti gibi hareket etmesini sağlıyordu.


Böylesi bir baskı grubunun iktidar sahiplerini rahatsız etmesi doğaldı. Nitekim Sultan III. Murad 1582’de “Ben yaptım oldu!” diyerek kadim kanunlarını ihlal edip ocağa güçlü bir darbe indirmiş, asker alma düzenini yerle bir ederek asıl işi savaşmak olmayan çok sayıda esnaf ve sanatkârı sırf ideolojik nedenlerle ocağa sokmuştur. Oysa bu hareketin Osmanlı devlet düzenini zayıflatacağını gören dönemin Yeniçeri Ağası Ferhat Paşa “Ocağın bozulması benim zamanımda olmasın” diyerek istifa etmiş, III. Murad yerine Yusuf Paşa’yı ağa yapıp bildiğini okumuştur. Üstelik yeni gelenlere tecrübelilerden çok maaş vererek. Sonuç; giderek artan sayıda isyandı.

 

 

En ünlü yeniçeri: MİMAR SİNAN

Osmanlı mimarisinin zirvesi sayılan Mimar Sinan (1490-1588) da bir yeniçeriydi. Kanuni zamanında atlı sekbanlıktan zenberekçibaşılığa ve haseki rütbesine yükselen Sinan, baş mimarlık görevini kabul ederek ocaktan ayrılmıştır. Sai Çelebi’ye dikte ettirdiği biyografisinde ocak hakkındaki duygularını şöyle anlatır:


“Olub yeniçeri çekdim cefayı
Piyade eyledim nice gazayı
Yolumla sanatımla hizmetimle
Dahi akran içinde gayretimle
Duruşdum ta ki tıfliyyet çağından
Yetişdim Hacı Bektaş Ocağı’ndan.”


Mimar Sinan’ın kendi türbesi için seçtiği yer de manidardı. Büyük eseri Süleymaniye’nin arkasında, yeniçeriliğe adım attığı Ağa Kapısı’nın önünde, küçük ama gören göz için alçakgönüllülük dersleriyle dolu bir yer.

 

Yeniçeri genelkurmay başkanlığı: İ.Ü. Botanik Bahçesi

1933’te Atatürk’ün emriyle ünlü botanikçi Alfred Heilbronn tarafından kurulan İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi ve hemen üzerindeki İstanbul Müftülüğü’nün bulunduğu alanda vaktiyle Yeniçeri Ağası’nın sarayı vardı. Bu günlerdeyse her nedense bu bahçenin kaldırılması ve satış yoluyla müftülüğe devri konuşuluyor. Yerine Ağa Sarayı mı yapılacak acaba?

Hürriyet Cumartesi, Yazı: Dr.Erdal Küçükyalçın, 15.06.2013

SANAT İÇİN 600 JET İNDİ, 1.5 MİLYAR EURO HARCANDI

 

 

Dünyanın en önemli sanat fuarlarından Art Basel’e Roman Abramovich ve Brad Pitt gibi koleksiyonerler katıldı. Fuar süresince şehre her gün 150 jet indi. Yaklaşık 1.5 milyar euro’luk sanat eseri el değiştirdi.

 

Dünyanın en önemli çağdaş sanat fuarlarından Art Basel, başta Avrupa, Amerika, İngiltere Körfez Bölgesi olmak üzere sanatseverleri buluşturdu. Fuar süresince kente her gün yaklaşık 150 özel jet indi. Dünyada sanatı yönlendiren 100 bin kişinin ziyaret ettiği, yaklaşık 1.5 milyar euro tutarında sanat eserinin el değiştirdiği fuar bu anlamda küresel sermayenin de buluşma noktası. Fuarın geçen salı günü yapılan ön izlemesine Rus milyarder Roman Abramovich, koleksiyonunda Basquiat’a ait eserlerin de olduğu bilinen Hollywood yıldızı Brad Pitt de katıldı.


Yaklaşık 44 yıldır düzenlenen Avrupa’nın en önemli sanatsal etkinliği Art Basel sanat fuarlarının ‘büyükbabası’ olarak kabul ediliyor.


13 Haziran’da başlayan ve yarın sona erecek Art Basel’e bu yıl 300 galeri katıldı. Aynı anda şehirde düzenlenen 4 uydu fuarla birlikte 40 ülkeden toplam 600 sanat galerisi, 2.200 sanatçı katılırken, 100 bin ziyaretçi ve uluslararası 5 bin basın mensubu fuarı izledi. Türkiye’den Dirimart, C.A.M. Gallery, Siyah Beyaz, n Kare Art Gallery, NON, Rodeo galerilerinin yanı sıra Venedik Bienali’nde de yer alan Yüksel Arslan ve Kutluğ Ataman, Art Basel ve paralel fuarlarda görülebildi.

Akbank özel davet verdi
Uluslararası çağdaş sanat fuarı Contemporary Istanbul (CI), ana sponsoru Akbank Private Banking ile Art Basel sırasında özel bir kokteyl ile koleksiyonerleri, sanat profesyonellerini ve sanatseverleri bir araya getirdi. Dünyanın dört bir yanından davetliler Safran Zunft’ta buluştu.


3. senesinde gelenekselleşen Basel daveti dolayısıyla uluslararası basın ile görüşen Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, “Art Basel dünyanın en önemli sanat fuarlarından. Contemporary Istanbul da aynı şekilde planlanıyor. Bu sene fuar 5 Kasım’da Gala Gecesi ile başlayacak. Sanat ekonomisi hem Türkiye hem dünyada istikrarlı büyümesine devam ediyor.


Son günlerde Türkiye’de yaşanan tepkiler demokrasinin gelişmesi yönünden olumlu mahiyet taşıyor. Türkiye’nin ilerlemesine engel olmayacak, tersine yakın gelecekte olumlu noktalara getirecek ve Türk çağdaş sanat ortamını etkilemeyecek” dedi.

 

Sanata olan destek sürecek
Akbank Private Banking’den sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Saltık Galatalı ise şunları söyledi:
“Türk çağdaş sanatının gelişmesi, yurtiçi ve yurtdışında tanıtılması çalışmalarına Contemporary İstanbul’un ana sponsoru olarak 6 yıldır destek veriyoruz. Basel’de dünyanın en önemli koleksiyonerlerini ve yabancı basını bir araya getirmek, Türkiye hakkında bilgi vermek amacıyla Akbank Private Banking sponsorluğunda bir davet düzenledik.


Türkiye’de çağdaş sanatın, dünyanın başlıca uluslararası sanat merkezleri arasında yerini alabilmesi için çalışmalarında Contemporary İstanbul’un yanında durmaya devam edeceğiz.”

 

Basel’de Akbank Private Banking’in verdiği kokteylde koleksiyonerler, sanat profesyonelleri, sanatseverler ve basın mensupları bir araya geldi.

Milliyet, Haber: Songül Hatısaru, 15.06.2013

 

******


POLİS KALKANI NE İŞE YARAR?

 

 

Plastik kalkanların koruduğu kırılgan nesneler, Basel Sanat Fuarı'ndan Gezi Parkı'na bir selam yolluyor.

 

Çok sayıda polis kalkanı bir araya getirilip bir nevi çatı oluşturmuş. Havada asılı duran kalkanların altında ise kırılgan çanak çömlekler duruyor. Polisin aslında bu kırılganlığı, toplumun en zayıf olanları kimse onları ve siyasal sistemlerin en hassası olan demokrasiyi koruyup kollaması gerektiğini anlatan bir çağdaş sanat işi bu. (Michael Joo, Indivisible)

Dünya sanat piyasasının zirvesi Art Basel’de tabii ki pek çok politik iş var. Evet, hepsi satılık ve çok pahalı. Ama insan İstanbul’dan nereye giderse gitsin Gezi Parkı da arkasından geliyor, tam da Tagore’nin şiirindeki gibi. Nereye bakarsanız bakın Gezi Parkı direnişinin izini arıyor, İsviçreli, Alman ya da Tunuslu tanıştığınız herkesle Gezi’yi konuşuyorsunuz.

Ai Wei Wei’nin ‘Kızlar Yatakhanesi’ adlı enstalasyonunu, “Gezi Parkı’na kurmalı” diyor Türkiye’den bir galerici. Renkli çarşaflarla kaplı yatakların hemen başındaki otoriteyi simgeleyen koltuklarla gayet sert bir iş Wei Wei’nin yaptığı. Sanatçı Seza Paker ise Carl Andre’nin 1965 tarihli ‘Kaldırım Taşı’nı gösteriyor. Fuar alanının önünde kurulan, paranın geçmediği ‘Serbest Pazar’dan konuşuyoruz. Değerli olduğunu düşündüğün bir şeyini bırakmak koşuluyla istediğin herhangi bir şeyi alıp gidebildiğin bir küçük pazaryeri burası. Tam da Gezi ruhunu yansıtan bu pazar yeri aslında Jonathan Horowitz imzalı bir iş. Satılık olup olmadığını ise sormadım...

* * *

Art Basel bu yıl 44’üncü kez yapılıyor. Bir kez daha dünyanın tüm koleksiyoncularını kendine çekiyor. 300 civarında galerinin yer aldığı büyük salonlardaTürkiye’den tanınmış ‘alıcılar’la ve tabii ki sanat yazarları, galeri yöneticileriyle karşılaşıyorsunuz. Picasso’ları, Rothko’ları duvarlarına dizmiş, milyonlarca dolar ödeyecek alıcıları bekleyen galeriler kadar, yepyeni isimleri ya da iyi tanınan sanatçıların son işlerini sunanlar da var.
Türkiye’nin çağdaş sanat fuarı Contemporary İstanbul (CI) ise çarşamba akşamı bir resepsiyonla Basel’deki sanat insanlarını bir araya getirdi. Fuarın da sponsoru olan Akbank Private Banking’in desteğiyle.

CI’ın yöneticisi Ali Güreli dünyanın en önemli koleksiyoncularının katıldığı bu etkinlikte görünür olmak için geldiklerini anlattı. Çünkü Türkiye’deki fuar da tüm dünyadaki sanat piyasasıyla birlikte büyüyor. Fuarın danışmanı Hasan Bülent Kahraman, “bienaller ve fuarlar” çağının küreselleşmenin bir sonucu olduğunu söylüyor. Küresel sermaye, bienallerde öne çıkan yapıtları, fuarlarda satın alıyor. Art Basel, bu döngüde bir tür sezon finali. En büyük alışveriş burada yapılıyor ve sezon bitiyor. Ardından sonbaharla birlikte bienaller başlıyor. Ve onların peşi sıra fuarlar. Art Basel’deki tek Türkiyeli galeri Dirimart tam da bu sürecin bir örneğini yaşıyor. Venedik Bienali’nde geniş yer ayrılan Yüksel Arslan’ın resimleriyle katılmışlar fuara. Venedik’te Yüksel Arslan’ı gören yabancı koleksiyoncuların ilgisinden söz ediyorlar.

İstanbul Bienali’nden sekiz hafta sonra, halen bienal sergisi sürerken Contemporary İstanbul başlayacak. Fuarın, hem galerilerin katkıda bulunduğu Art İstanbul haftası hem de uluslararası koleksiyoncular için düzenlenecek ‘çok özel’ bir açılış partisi ve özel etkinliklerin de katkısıyla önemli bir çekim alanı yaratması tasarlanıyor.

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 15.06.2013

473 YILLIK CAMİYE RESTORASYON

 

Fatih'te Şehzadebaşı Parkı içindeki 473 yıllık Burmalı Mescid Camisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilecek.

Mısır Kadısı Emin Nureddin Osman tarafından 1540 yılında yaptırılan Burmalı Mescid Camisi'nin restorasyonu için İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü 21 Haziran'da ihale düzenleyecek.

Sabah, 15.06.2013

135 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Uşak Banaz'da bir evde yapılan aramada 135 parça tarihi eser ele geçirildi, 1 kişi gözaltına alındı. Alınan bilgiye göre Banaz İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekipler, Ş.U.'nun tarihi eser ticareti yapıldığı ihbarı üzerine başlattığı çalışma sonrası, Dilek Mahalesi Kurtuluş Sokak'ta bulunan bir eve operasyon düzenledi. Evde farklı dönemlere ait 135 parça tarihi eser, iki ruhsatsız tabanca ve 132 adet mermi ele geçirildiği öğrenildi. Ele geçen eserler, Uşak Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilirken, gözaltına alınan Ş.U.'nun (34) sorgusu sürüyor.

Sabah, 15.06.2013

"BİR HAT LEVHASINI RESTORE ETTİRMEYİ RÜYAMIZDA BİLE GÖREMEZDİK"

 

 

Zübeyde Cihan Özsayıner, 28 Ekim 1984'te açılan Beyazıt Meydanı'ndaki Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'nin 30 yıldan bu yana müdürü.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden mezun olan, master ve doktorasını da aynı okulda yapan Özsayıner, 1982'de Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde çalışmaya başladı. 2008-2011 yılları arasında ise Anıtlar Kurulu'nda sanat tarihçisi olarak görev yaptı. Özsayıner'in verdiği rakama göre Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'nde 2 bin 674 hat levhası bulunuyor. Müze iki yıldır restorasyonda olduğu için ziyarete kapalı, eserler de depolarda muhafaza ediliyor. Nisan ayında Ayasofya Müzesi'nde açılan ‘Hattın Sultanları' sergisinde yer alan padişah hatlarının bir kısmı buradan gitti. Hepsi yeni restore edilmişti. Geleneksel sanatlarla ilgilenen çevrelerde bu aralar, özellikle hat mirasımızın daha iyi şartlarda korunup sergilenmesi konuşuluyor. Müzenin envanterinde bulunan ve konservasyonları yeni başlayan Kanuni Sultan Süleyman'ın Kızı Mihrimah Sultan'ın vakfiyesi Kur'an-ı Kerim'lerin (yanda) nemden perişan olmuş hali yapılan çalışmaların önemini anlatmaya yetiyor. Özsayıner ile müzedeki eserlerin durumunu ve dünden bugüne Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'ni konuşmak üzere buluştuk.

 

Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi ne zamandan beri Beyazıt'ta?

İlk hat müzesi, 1968'de Vatan Caddesi'nde, Yavuz Sultan Selim Medresesi'nde açılmış. Fakat orası Sultanahmet gibi bir turizm merkezi olmadığı için kapanmış, on yıl kapalı kalmış.

 

On yıl orada kapalı kalan eserlere bir şey olmamış mı?

Vallahi benden evvelkiler için bir şey diyemem. Ben burada göreve başladım. Oradaki eserler, 1983 yılında Beyazıt Meydanı'ndaki II. Beyazıt Medresesi'ne taşınmış. Burası 28 Ekim 1984'te açıldı. 30 yıldır açık. Yapının kendisi anıt müze. Bu anıtın içinde tekrar tarihi eser sergiliyorsunuz. Bu hem zor hem de iddialı bir durum.

 

İki senedir burası kapalı, neler yapılıyor müzede?

Anıtlar Kurulu'ndan müzenin restorasyon, restitüsyon ve rölöveleri çıktı. Hem tarihi yapının kendisi hem de içindeki hat, levha, şamdan, rahle gibi eserler elden geçiyor. Buradaki eserler, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu kapsamındaki taşınabilir eserler. Bu eserleri zaten zaman yormuş, konservasyonları yapılıyor.

 

Konservasyonun restorasyondan farkı ne?

Tarihi eseri olduğu gibi, yapıldığı yüzyıldaki gibi muhafaza etmek. Hat levhaları, el yazması Kur'an-ı Kerim'ler, şamdan, rahle gibi eserleri restore ediyoruz. Eserlerde kurt yeniği var mı, asit etkilemiş mi? Bunlara bakıyoruz. Restorasyonda ise esere müdahale söz konusu.

 

Müzede ne kadar hat levhası var?

3 binden fazla hat levhası var. Hat levhası deyip geçmeyin. Birkaç anabilim dalında uzmanlık gerekiyor. Bütün restorasyon raporları tutuldu. Önce nasıldı, sonra nasıl oldu? Konservasyon ilkeleri açısından neler uygulandı, hepsi belgelendi. Esere müdahale edildiğinde 2863 sayılı kanun kapsamından çıkıyor eser. Bizim yaptığımız tüm müdahaleler geriye dönük.

 

Geriye dönük müdahale ne demek?

Teknoloji gelişiyor, 22. yüzyıla geldiğimizde yeni bir konservasyon ilkesi çıkarsa, eski müdahaleler çıkarılıp yeni gelişmelerle esere yeniden müdahale edilebiliyor.

 

Şimdiye kadar kaç eser restore edildi müzede?

Yüzlerce hat, yüzlerce el yazması Kur'an-ı Kerim'ler, şamdanlar... Müze tekrar ziyarete açıldığında sergilenecek tüm eserler elden geçmiş olacak. Zaten elden geçenleri Ayasofya Müzesi'nde sergiledik. Pırıl pırıldı hepsi.

 

Ayasofya Müzesi'nde açılan Hatların Sultanı sergisine kaç eser verdiniz?

29 eser verdik. Ankara'daki sergiye 41 eser gönderdik.

 

Yüzlerce eser onarıldı, dediniz. Müze restorasyonda olduğuna göre restore edilen diğer eserleri nerede muhafaza ediyorsunuz?

Depolarda…

 

Depoların durumu nasıl? Eserlerin buralarda oldukça tahrip olduğunu, hatta çürüdüğünü iddia edenler var?

Niye çürüsün kardeşim! Çürüse biz burada niye varız! Odacı mıyız, kapıcı mıyız, bilim insanı olarak burada görev yapıyoruz. Onu söyleyen gelsin, cevabını verelim. Neyi çürütmüşüz burada?

 

Çok sinirlendirdik sizi sanırım…

Yazık, kul hakkı doğuyor, bunları kim söylüyorsa? Lütfen söyleyenler gelsinler buraya, arkadan konuşmasınlar, mert olsunlar… Her bir eserin teker teker tozunu alıp ilaçlamaktan faranjit olduk. Camilerden müzelere gelen eserlerin, durumu elbette kötü oluyor. Çünkü oralarda korunaklı bir ortamı yok. Onların bakımı yapılıyor. Tarihi eser tabii ki etkilenecek o kadar, ben bile romatizma oldum burada, kemiklerim ağrıyor.

 

3 bin eserin hepsi camilerden mi?

E tabii ki. Bunların hepsi vakıf eserleri. Aslında bu eserlerin camilerde olması gerekiyor fakat geçtiğimiz yıllarda o kadar çok hırsızlık oldu ki, 2003 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün emriyle onlar müzelere toplandı. O dönemde her hafta bir çalıntı duyurusu yapıyorduk. Özellikle Üsküdar ve Fatih'ten çok eser çalınıyordu.

 

Şimdi var mı hırsızlık?

Şimdi yok. 2002'de kurulan kaçakçılık birimi İnterpol'le bağlantılı çalıştığı için kayıp eserler takip edilebiliyor. Şu anda camilerde toplanmamış epey eser var. Bunların da zaman içinde toplanması gerekiyor.

 

Burada nasıl korunuyor hatlar?

Bütün sanat eserlerinin, dünya müzecilik ilkelerine göre 20 derece sıcaklık ve yüzde 45 rutubet derecesinde saklanması şart. Üzerine düşen ışık şiddeti 50 nüksü geçmeyecek. Geçtiği an eserde dağılmalar, parçalanmalar, etkiler, tepkiler oluşuyor. Şu anda tüm makineler çalışıyor.

 

30 sene içinde eserlerin bakımı nasıl yapıldı?

Her mayıs ayında teker teker tozları alınıyor, ilaçlanıyor. Rutubet çekici cihazlar var. Odanın 45 derece nemli olması için onlar çalışıyor. Şu andaki Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün müzelere bakış açısı çok güzel.

 

Ne açıdan güzel?

Şu anda Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün tavrı destekleyici. Biz ne istersek alınıyor. Cihazdı, doğrudan hizmetti vs. Bir eseri onaracağım zaman onun doğrudan satın alımını yapıyorum, bu işi piyasada en iyi kim yapıyor, tespit ediyoruz, hemen komisyonlar kuruluyor.

 

İşleriniz daha mı kolaylaştı, yoksa paranız mı arttı?

Daha evvel ödeneğimiz yoktu. Vakıflar Kanunu çıktıktan sonra ödeneklerimiz oldu. Daha evvelki kültürel politikalarda devletin kültüre, müzelere ayırdığı küçük bir pay vardı. O küçük payla siz eserinizi nasıl onaracaktınız?

 

O kadar mı kötüydü durumunuz?

Müzenin en küçük ihtiyacı bile alamayacak durumdaydık. Eskiden bir eserin restorasyonunu, konservasyonunu yaptıracağımızı rüyamızda bile göremezdik.

 

Bugüne kadar ihmal edildiği için şimdi toparlamak zor oluyor herhalde?

İhmal etmek değil. Maalesef biz ülke olarak, bir İngiltere, Amerika değiliz. Bu ülkelerin müzelere ayırdığı payla bizimki aynı değil. Yurtdışındaki pek çok müzeyi de gezdim. İnsan hakikaten gördükçe üzülüyor. Eski politikalar yüzünden bunlara para ayrılamıyordu.

 

Para ayırmak öncelikli değil miydi acaba?

Yoktu ki, nasıl ayırsınlar! Paranız yoksa ne yapabilirsiniz? Eğer bir hükümet kültür varlıklarına zaman ve ödenek ayıramazsa şahsi olarak ya da bürokrat olarak bir şey yapamazsınız.

 

Ben de onu söylemek istiyorum. Ayrılması gerekirdi.

Demek ki yok, ayıramadılar.

 

Ne kadar iyimsersiniz…

Ben Vakıflar için konuşuyorum. Vakıflar Kanunu çıkmadan önce bizim ödeneklerimizin hepsi devletin hazinesine gidiyordu. Türkiye'nin çoğu vakıf eseri kiradadır. Buralardan gelen gelirle her yapıyı, bütün eserlerimizin bakımını ve onarımını yaptıracak durumdaydık ama devletin hazinesine gittiği için bize çay kaşığı kadar bir şey kalıyordu.

 

Bakın siz söylediniz, para varmış fakat ayrılmıyordu. Şimdi o gelirleri siz mi alıyorsunuz?

Evet, şimdi o gelirleri alıyoruz. Şimdi istediğimiz caminin projesini de çizdiriyoruz, restorasyonunu da yaptırıyoruz. O kanun çıkmadan önce bunlar mümkün değildi.

 

"Beyazıt Meydanı'ndaki II. Beyazıt Külliyesi, o dönemde üniversite eğitimi yapan bir merkez. Eğitim tarihi açısından önemli bir mekan. 16. yüzyılda o kadar çok medrese var ki, müderrisler yani profesörler, medreselere ders vermeye yetişemez olmuşlar. İlk defa derse vekalet sistemi yani şimdiki asistanlık müessesesi Beyazıt Medresesi'nde ortaya çıkıyor. II. Beyazıt Medresesi'nin Türk Vakıf Hat Müzesi olması da tesadüf değil. II. Beyazıt, hat sanatına saygı duyan bir sultan. Kendisi de hattat olduğu için o devrin önemli hattatlarından Şeyh Hamdullah'ı Amasya'dan getiriyor, ona maddi ve manevi imkanlar tanıyor, pek çok caminin yazılarını yazdırıyor. Ve asıl ilginç olan, Şeyh Hamdullah o yazıları yazarken, Sultan, hokkasını ayakta durarak, elinde tutuyor. Hoca da batırıp yazısını yazıyor."

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 15.06.2013

MONET VE PICASSO TABLOLARI
AÇIK ARTTIRMADA

 

Saygın müzayede evi Sotheby's 19 Haziran'da çok önemli bir açık artırmaya ev sahipliği yapacak. İngiltere'nin başkenti Londra'da bulunan Sothbey's in merkez binasında yapılacak açık artırmada dünyaca ünlü ressamların tabloları "İzlenimcilik ve Modern Sanat" başlığıyla görücüye çıkacak.

Clauda Monet'in 1908 tarihli "Le Palais Contarini" isimli eseri 15 milyon sterlin, Pablo Picasso'nun 1967 tarihli 'Le Peintre' si 5 milyon sterlin ve Rene Magritte'nin "L'Idee" si 2 milyon sterlin taban fiyatla satışa sunulacak.

Sabah, 15.06.2013

AKM SİT ALANI ÇIKTI

 

 

İstanbul Taksim Meydanı’ndaki AKM (Atatürk Kültür Merkezi), Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından kentsel sit alanı olarak tescil edildiği için aynı kurulun izni olmadan yıkılamıyor. AKM’de restorasyon çalışmaları ise halen sürüyor
 

AKM'DE GELİNEN NOKTA
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, AKM'nin dünü ve bugününü HABERTÜRK'e anlattı. AKM ile ilgili Ertuğrul Günay'ın bakanlığı zamanında ve öncesinde yapılan işlemler şöyle sıralandı:
- Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararı ile 1'inci derece anıtsal yapı olarak, 1990'lı yıllarda İstanbul'da özgün bir mimarı yapı ve Cumhuriyet dönemini simgelemesiyle tescil edildi.
- Güçlendirilme ihtiyacı vardı. 2008'in sanat mevsimi sonunda bir an önce restore edilip 2010 İstanbul Kültürü Başkenti yılına yetişsin diye boşaltıldı.
- İstanbul Kültür Ajansı restorasyon için proje yapıp ihale etti. Ancak yer teslimi aşamasında "Kültür Sanat Sen" sendikası yargıya başvurarak projeyi iptal ettirdi. Gerekçe de gişelerin yerinin değişmesi ve terasta yapılacak lokanta oldu.
- İptal üzerine Bakanlık yeni bir tadilat projesi yaptı. Bakanlığın maddi kaynakları yeterli olmadığı için kaynak arayışına girildi. Sabancı Vakfı restorasyon için 30 milyon TL katkı yapacağını açıkladı.
- Bakanlık yeni bir ihale yaparak 2011 sonunda iki firma ile 68 milyon TL civarında bir bedelle restorasyon anlaşmasını yaptı.
- AKM'de şu anda 2011'deki restorasyon ihalesini kazanan iki firma restorasyon çalışmalarını sürdürüyor.

AKM'DE HUKUKSAL DURUM
- Şu anda devletin Kamu İhale Kurumu onayıyla yapmış olduğu ihale ve ayırdığı bir kaynak var.
- Restorasyon ve güçlendirme çalışmaları sürüyor.
- AKM'nin üzerindeki İstanbul 2 No'lu Koruma Kurulu'nun verdiği tescil kararı kalkmadan AKM'nin yıkılması mümkün değil.
- Koruma Kurulu tarafından AKM'nin tescil kararı kalkarsa, devreye bu sefer yargı süreci girer.
- Yargı süreci sona ermeden ve restorasyon ihalesi feshedilip fesih kararı yargıda onaylanmadan AKM'nin yıkımı söz konusu olamaz.

KENTSEL SİT ALANI NEDİR?
"Kentsel ve yöresel nitelikleri, mimari ve sanat tarihi açısından gösterdikleri fiziksel özellikleri ve bu özellikleri ile oluşan çevrenin dönemin sosyo ekonomik, sosyo kültürel yapılanmasına, yaşam biçimini yansıtarak bir arada bulunduran ve bu açılardan doku bütünlüğü gösteren alanlardır"

Habertürk, Haber: Aykan Çufaoğlu, 15.06.2013

MANİSA'DA ZAMANA MEYDAN OKUYAN CAMİLER

 

 

Manisa il merkezindeki  86 camiden 13’ü tarihî cami olarak tescillenmiş durumda. Osmanlı yadigarı Muradiye Camii ise Mimar Sinan’ın Ege Bölgesi’ndeki tek eseri.

 

Şehzadeler şehri  olarak bilinen Manisa’nın en önemli tarihî hazineleri camiler, asırlara dayanan geçmişlerine rağmen dimdik ayakta duruyor. Şehrin simge yapılarından olan asırlık camiler, buram buram tarih kokuyor. Manisa il merkezinde bulunan 86 caminin 33’ünün mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde. Bunlardan 13’ü de tarihî cami olarak tescillenmiş durumda. Muradiye Camii ise Mimar Sinan’ın Ege Bölgesi’ndeki tek eseri.

 

Saruhanoğulları Beyliği’nin en önemli yapılarından Ulucami ve külliyesi, Muzafereddin İshak Bey tarafından Mimar Emet Bin Osman’a yaptırılmış. Beylikler döneminin en önemli ve ilgi çekici cami planı olarak gösteriliyor. Spil Dağı’nın kuzey eteğinde kurulan külliye; cami, medrese, türbe ve kuzeydoğusundaki hamamdan oluşuyor. Cami, enine dikdörtgen plana sahip olup sekizgen ayak sistemi üzerine oturan bir büyük kubbeyle örtülmüş. Tek minareli caminin hakiki kündekâri tekniğiyle yapılmış minberi, beylikler dönemi Türk ahşap oymacılığının şaheserlerinden. Caminin minberi, Manisa Müzesi’nde korunuyor.

 

Sultan Camii’nden 5 asırdır mesir macunu saçılıyor

Yavuz Sultan Selim Han’ın eşi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan, Manisa’da bir külliye yaptırmış. Sultan Camii (1522), medrese, imaret, dergâh ve sıbyan mektebi, Hafza Sultan’ın sağlığında inşaa edilmeş. Ölümünden sonra oğlu Kanuni, Darüşşifa ile bir hamam yaptırarak külliyeyi tamamlamış. 1522-1539 yılları arasında tamamlanan külliyenin mimarı, Sermimar Acem Ali. İmaret ve dergah sonraları yıkılmış. Cami, 16. yüzyıl Osmanlı mimarisinin ildeki en son önemli örneklerinden biri. Külliyenin ana binası olan cami, kesme taş ve tuğladan sade bir üslupla yapılmış. Mermer minberi, oyma ve kabartmalı. Kadınlar mahfelinde ise ahşap oymalar var. Mesir macununun halka saçıldığı cami olması sebebiyle halk arasında Mesir Camii adıyla da anılır.

 

Muradiye Camii ve Külliyesi, Saruhan Sancağı’nda 13 yıl şehzade olarak bulunduktan sonra Osmanlı tahtına çıkan 3. Murat tarafından yaptırılmış. Caminin tasarımı Mimar Sinan’a ait. Yapımına 1583’te başlanmış. Mimar Mahmut Ağa inşaatla görevlendirilmiş, onun beklenmedik ölümü üzerine yerine Sedefkâr Mehmet Ağa getirilmiş. Caminin yapımı iki yıl sürmüş. Muradiye Camii, Mimar Sinan’ın Ege Bölgesi’ndeki bilinen tek eseri. Muradiye Külliyesi 1592’de tamamlanmış. Külliyenin en gösterişli bölümünü oluşturan, kesme taştan yapılmış ters T planlı cami, klasik Osmanlı mimarisinin en zarif örneklerinden biri.

 

Karaköy Mahallesi’nde bulunan İvaz Paşa Camii, 1484’de İvaz Paşa tarafından yaptırılmış. Bir büyük kubbeyle örtülü ve tek minareli. Son cemaat yeri ise dört kubbeyle örtülü. İnşaatında kesme taş ve tuğla kullanılan caminin tuğla işçiliği önemli. Son cemaat yerinin doğuşunda yer alan mezar ise İvaz Paşa’ya ait.

 

Eski garaj civarındaki Esnaflar Parkı’nın güney kenarında bulunan Çeşnigir Camii, 1474’de Fatih Sultan Mehmet’in sofracıbaşısı Çeşnigir Sinan tarafından yaptırılmış. Batı bitişiğindeki kare planlı küçük kütüphane ise 1831 yılında Karaosmanoğulları’ndan Hacı Sabri Ağa tarafından yaptırılmış.

 

1488’de Sultan 2. Beyazid’in eşi Hüsnüşah Sultan tarafından yaptırılan Hatuniye Külliyesi; cami, medrese, imarethane ve sıbyan mektebinden oluşuyor. Dikdörtgen planlı, tek minareli sade bir cami. Ana mekan, sekizgen bir kasnak üzerine oturan bir büyük ve iki yanda küçük kubbelerle örtülmüş. Minaresi, zikzak kırmalarla süslü. Yalancı kündekâri tekniğiyle yapılan minberi, Türk süsleme sanatlarının güzel örneklerinden. Caminin batı kısmında yer alan sıbyan mektebi, dikdörtgen planlı olup tuğla hatıllı, kaba yontu taş örgü tekniğiyle inşa edilmiş. Külliyenin medrese ve imarethane bölümleri, diğer birçok eser gibi Kurtuluş Savaşı sırasında yanıp yıkıldığından günümüze ulaşmamış. Gelir getirmesi amacıyla 1497 yılında da Kurşunlu Han, külliyeye ilave edilmiş. Kayıtlara göre han, altta 36 ve üstte 38 odaya, havuzlu büyük bir avluya ve ahıra sahip.

 

Sarabat Camii, 1649 tarihinde yapılmış. Kesme taşların derz aralarına klasik yassı tuğlaların yerleştirilmesi yöntemiyle inşa edilmiş. Beden duvarlarındaki iki pencere, duvar içindeki boşalma kemerinin altına açılmış. Geçirdiği yangında harap olan caminin bugünkü düz ahşap tavanı yerine, orijinal halinde kubbe olması muhtemel. Minare ise orijinalliğini korumuş.

 

Dilşikâr Hatun Camii ve Külliyesi, 16. yüzyılda Manisa Alaybeyi olan Ferhat Ağa ve eşi Dilşikâr Hatun tarafından inşa ettirilmiş. Külliye cami, imaret, sıbyan mektebi ve çifte hamamdan meydana geliyor. Cami, 1579 yılında inşa edilmiş. Kare planlı caminin tek kubbesi sekizgen olup kiremitle kaplı. Son cemaat yeri, daha sonra ilave edilmiş.

 

İbrahim Çelebi Camii, 1549’da yapılmış, tek kubbeli. Cami, yaşayan tarihiliği ve peyzaj dokusuyla bulunduğu mahalleye olağanüstü bir görüntü katıyor. Manisa’daki diğer tarihi camiler Ayn-ı Ali Camii 16. yüzyıl, Dervişali Camii 15. yüzyıl, Hüsrevağa Camii 1554 ve Lala Paşa Camii 1569 yılında yapılmış.

Zaman, Haber: Mustafa Kuşen, 14.06.2013

TARİHİ KÖPRÜ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Antalya Karayolu üzerindeki, Seki-Elmalı yol ayrımında bulunan tarihi Urluca Köprüsü restore ediliyor. 1977 yılında Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yapılan alternatif köprünün faaliyete geçmesiyle, araç trafiğine kapanan tarihi Urluca Köprüsü turizme kazandırılacak. Restorasyon sırasında 1700'lü yılların sonunda Cezayirli Hasan Paşa tarafından yaptırıldığı düşünülen köprünün, mimari yapısı korunacak. 2'inci yüzyıla ait yerleşim yeri Oinoanda ve Termasos kentlerine yakınlığıyla dikkat çeken köprüdeki restorasyon çalışmaları yıl sonuna kadar tamamlanacak.

AKP Muğla Milletvekili Ali Boğa çalışmaların tarihe duyulan saygının bir gereği olduğunu belirterek, "Seki Beldesi Zorban Köyü civarındaki köprü, daha önce karayolu ağındayken 1977 yılında alternatif yol yapımı üzerine trafiğe kapatılmıştı. Orijinali 2,95 metre olan köprüye, sonraki dönemlerde 1,2 metrelik bir ekleme yapılmış. Köprü kemeri kesme taş, tempan duvarları (köprünün taşıyıcı taş duvarı) ise moloz taş olarak inşa edilmiş. Kullanıldıkça çökmeler meydana gelen ve rastgele onarımlar gören köprü için 2010 yılında restorasyon projesi yapıldı. Karayolları tarafından ihale edilen restorasyon çalışması hızla ilerliyor" dedi.

Gerçek Gündem, 14.06.2013

ANTİK TİYATRO HAYATA DÖNDÜ

 

 

Denizli'ye 2 kilometre mesafede bulunan, geç Helenistik ve Hristiyanlık dönemlerine ait kalıntıları içeren ve bazı rahatsızlıklara iyi geldiği inanılan "şifalı suları" ile ünlü antik kentin sınırlarında bulunan tiyatronun sahne kısmı, 2 yıl önce başlatılan çalışmalar kapsamında orijinaline uygun hale getirildi. Her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği alan sanatsal faaliyetlere ev sahipliği yapacak.

Denizli Valisi Abdülkadir Demir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, restorasyon çalışmaları tamamlanan Hierapolis antik kentindeki tiyatronun, Akdeniz Havzasında son derece önemli tarihi eserlerden biri olduğunu söyledi.

Söz konusu alanın 56 yıl önce İtalyan kazı heyeti tarafından başlatılan çalışmaların en önemli ayaklarından birini oluşturduğunu dile getiren Demir, şöyle konuştu:

"Yaklaşık 50 yılı aşkın süredir yapılması planlanan ama bir türlü tamamlanamayan bir çalışmaydı. Kazı başkanlığının sorumluğunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İl Özel İdaresinin sağladığı destekle iki yıl içerisinde antik tiyatronun sahne restorasyonu tamamlandı. 2 bin yıl önceki tiyatro ayağa kaldırılıp şu anda aynı şartlarda kullanılabilir hale getirildi. Sütunlar orijinaline uygun şekilde yapılırken, sahne ile ilgili ana yapı tamamlandı, eksik olan kısımlar da orijinaline benzer şekilde yapıldı. Tiyatro, son derece muhteşem bir sahneye sahip oldu."

Pamukkale ve yanındaki Hierapolis antik kentine her yıl ortalama 2 milyona yakın ziyaretçi geldiğine işaret eden Demir, turistlerin özellikle antik tiyatroyu gezdiğini hatırlattı. 15 bin seyirci kapasiteli antik tiyatronun sahne ile ilgili çalışmaları uzun yıllardır sürdüğü için düzenli bir aktivite yapılamadığını ifade eden Demir, "Burada yaz döneminde sürekli aktivite yaparak, Pamukkale travertenlerine ve Hierapolis antik kentine gelen ziyaretçilere daha farklı alternatifler sunmak istiyoruz. Şu anda burası akustik yapısı ile konser ve tiyatro çalışmaları için uygun bir ortam olarak karşımızda duruyor. Kısa süre içerisinde değişik aktivitelerle kullanılmaya başlanacak" diye konuştu.

Vali Abdülkadir Demir, 2013 yılının Pamukkale travertenleri ve Hierapolis Antik Kentinin UNESCO Dünya Miras Listesine alınışının 25. yıl dönümü olduğunu hatırlatarak, bu dönemi görkemli etkinliklerle kutlamak istediklerini kaydetti.

"Havzanın en büyük tiyatrosu"
İtalya Lecce Üniversitesi'nden Hierapolis Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Arkeolog Dr. Rıza Haluk Soner de söz konusu alanın Anadolu'nun en iyi korunan tiyatrolarından biri olduğunu söyledi.

Yaklaşık 2 bin yıllık yapının içerisinde yer alan sahnenin 1957 yılında yıkıldığını belirten Soner, "Bir restorasyon projesi oluşturduk ve bunu uyguladık. Sahnenin orijinali üç katlı, biz sadece birinci katını ayağa kaldırdık. Bu sahne binası İmparator Septimius Severus'a adanmış ve onun tarafından yaptırılmış. Üç katının yüksekliği yaklaşık 36 metre civarında. Tipik bir Roma tiyatrosu. Arka duvarının yapısı ile Aspendos tiyatrosuna benziyor. Burası kabartma bakımından, sanatsal anlamda Anadolu'nun en zengin tiyatrosu" şeklinde konuştu.

Sabah, 14.06.2013

GERÇEKTEN BU KIŞLANIN TARİHİ VE SİYASİ BİR ANLAMI VAR MI?

 

 

Taksim Gezi Parkı’na yapılması planlanan Topçu Kışlası’nın tarihî ve siyasi bir anlamı olduğu yönünde tartışmalar söz konusu. Gerçekten bu kışlanın tarihi ve siyasi bir anlamı var mı? Tarihçiler yorumluyor.

 

Türkiye’de Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine Topçu Kışlası’nın replikasının yapılması tartışmalarında bu kışlanın tarihteki yeri de gündeme geldi. Bu tartışmalarda Topçu Kışlası’nın 31 Mart Olayı dolayısıyla tarihî ve ideolojik bir simge değeri olduğu ifade ediliyor. 31 Mart Olayı, 1909 yılında şu an Gezi Parkı’nın bulunduğu yerde yer alan Topçu Kışlası’nda başlamıştı. Padişahın yönetimi meclisle paylaştığı II. Meşrutiyet yönetimine karşı yapılan bu harekete katılan asker ve din adamları ülkenin şeriate göre yönetilmesini talep etmişti. 31 Mart Olayı, Selanik’ten gelen Hareket Ordusu tarafından bastırılmış ve II. Abdülhamit, tahttan indirilerek Selanik’e sürülmüştü. Hareketin bastırılması sürecinde en yoğun direnişler Taksim’deki Topçu Kışlası ve şu an İstanbul Teknik Üniversitesi'nin bulunduğu Taşkışla da olmuştu.

'Bilinçaltında Abdülhamit dönemini ihya etmek var'
Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aykut Kansu, Topçu Kışlası’nın tarihine ilişkin tartışmaları şöyle yorumluyor:

 

“Siyasi iktidarın bu kışla projesi ile ilgili ideolojik bir yaklaşımı olmadığını düşünüyorum. Eğer böyle bir düşünce varsa bu mutlakiyetçiliği simgeler ki bu durum çok vahimdir. Belki de bu kışlaya yönelik bir miktar böyle bir düşünce olabilir. Zira bir zamandır Osmanlı’yı ihya etme yönünde bir yaklaşım gelişti. Düşünce olarak olmasa da tüm bu yaklaşımlar bilinçaltında Abdülhamit döneminin ihya edilmesinin yer aldığını gösteriyor. Aslında Topçu Kışlası tarihî olarak bir şey ifade etmiyor. Evet, 31 Mart ayaklanması orada başladı ve en son orası düştü. Ama o dönemde Topçu Kışlası ne mutlakiyetçi Abdülhamit yanlıları tarafından simgeleştirildi ne de karşıtları tarafından lanetlenen bir yer oldu. İstanbul’da 1923’ten 1960’lara süren çok büyük ve duyarsız yıkımlar yapıldı. Topçu Kışlası da İsmet İnönü’nün heykeli için yıkıldı. İsmet İnönü’nün sonuna kadar iktidarda kalma hevesi vardı. Ama dönem değişince heykel oraya dikilemedi. Bu kışlanın tekrar ihya edilmesi uygun gözükmüyor. Örneğin Almanya’da Berlin birleşince, daha önce Nazilerin bu şehirdeki Başbakanlık binası tekrar yapılmadı”.

'Kışlanın orijinalinde cami de vardı'
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan, kışla hakkında çok bilinmeyen noktalara dikkat çekiyor. Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre Alkan, “Topçu Kışlası ve hemen parkın arka tarafında şimdi İstanbul Teknik Üniversitesi olarak kullanılan Taşkışla, 31 Mart Olayı’nda en çok karşı koyan iki noktaydı. Olayları bastırmak isteyen Enver Paşa’nın talimatı ile Topçu Kışlası’na yoğun top atışı yapıldı. Bu atışlarda kışla ciddi zarar gördü ve neredeyse kullanılamaz hale geldi. Daha sonra 1939’da da İstanbul’da yapılan şehir planlaması gereği yıkıldı. Kışla ile ilgili çok bilinmeyen iki husus var. Birincisi Kışla’nın orijinalinde bir cami olmasıydı. Bu cami daha sonra yıkıldı. İkinci husus şu: O bölgede bir Ermeni mezarlığı bulunuyordu. Rivayet odur ki 31 Mart Olayı bastırılınca bu olaya katılıp hayatını kaybedenler Ermeni mezarlığında açılan çukurlara gömüldü. Bunlar pek bilinmez. Hükümetin gizli bir gündemi var mı bilmiyorum. Fakat bunları bilen İslamcılar için bu kışlanın tarihî bir önemi olduğu açık” ifadelerini kullanıyor.

'İslamcılığın değil Batılılaşmanın simgesidir'
Son günlerde Topçu Kışlası’nın tarihi ile ilgili yazılar kaleme alan Zaman gazetesi yazarı Beşir Ayvazoğlu kışlanın çokça ifade edildiği gibi İslamcılığın değil Batılılaşmanın bir simgesi olduğunu ifade ediyor:

“Bu kışla Osmanlı’nın modernleşmesinin, Batılılaşmasının bir simgesidir. Bu kışlaya sonradan İslamcılığın simge mekanlarından biri gibi davranılmaya çalışıldı, ama böyle bir şey geçerli olmadı. Kışla, 1940’ta vandalca yıkıldı. Son tartışmalara bakıldığında hükümetin bu projeye tarihî ve siyasi anlamı olduğu için yöneldiğini düşünmüyorum. Bence orası park olarak yeniden düzenlenmeli, fakat kışlanın kapısı da oraya yapılmalı”.

Yapı, 14.06.2013

2 BİN YILLIK TARİHİ KALE SANAT MERKEZİ OLACAK

 

 

Kayseri'nin simgesi olan 2 bin yıllık tarihi kale, Büyükşehir Belediyesinin kültür ve sanat faaliyetlerine ev sahipliği yapacak.

 

Yapımına Roma İmparatoru 3. Gordion döneminde başlanılan ve Bizans döneminin yanı sıra Selçuklu izleri de taşıyan kale ve surları, Orta Anadolu'nun önemli ticaret yolları üzerinde bulunan kenti koruma görevi üstlendi.

 

1950'li yıllarda sebze hali olarak da kullanılan kale, daha sonra iç kısmına yapılan küçük dükkanlarla esnafa tahsis edilerek kentin ticari hayatına kazandırıldı.

 

Kayseri kent merkezi ile bütünleşen ve şehrin 2 bin yıllık tarihine tanıklık eden kale, Büyükşehir Belediyesinin hazırladığı projeyle kentin sosyal ve kültürel faaliyetlerinin merkezi olmaya hazırlanıyor.

 

Proje çerçevesinde kalenin içinde bulunan esnaf Hunat Çarşısı'na taşınırken, dükkanların da yıkım çalışmasına başlandı.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, Kayseri Kalesi'nin kültür ve sanat merkezine dönüştürülmesi için başlattıkları çalışmaların hızlandığını, projenin hayata geçirilebilmesi için ilk etapta kale içerisine yapılan betonarme binaların yıkıldığını söyledi.

 

Özhaseki, kalenin tarihi dokusuna zarar verilmemesi için yıkım çalışmalarının büyük bir titizlikle yürütüldüğünü dile getirdi.

 

Uzun süredir proje üzerinde çalıştıklarını belirten Özhaseki, şunları kaydetti:

"Zeminden üç metre kadar aşağıda Kayseri için bir arkeoloji müzesi yapacağız. Kültür Bakanlığı ile anlaştık. Onlar eski Arkeoloji Müzesinde ne kadar eserleri varsa buraya getirecekler ve eski Arkeoloji Müzesinde sergileyemedikleri eserleri burada sergileme imkanına kavuşacaklar. Kalenin üst katlarında sanat aktivitelerinin yapılabileceği gerek Türk-İslam el sanatları gerekse modern sanatların icra edilebileceği alanlar oluşturulacak. Yemek yenilebilecek mekanlar, müzik dinlenilecek keyifli alanlar ortaya çıkacak. Bunları 2 bin yıl önceki eseri yok ederek veya gölgede bırakarak yapmayacağız. Bu eseri çok daha görkemli hale getireceğiz."

 

Özhaseki, yaklaşık 13 bin metrekarelik bir alana sahip olan kale içerisinde hayata geçirilecek projeyle Kayseri'de sosyal ve kültürel hayatın canlanacağını ifade ederek, "Tarihi Kayseri Kalesi bu projeyle adeta yeniden doğacak ve çok farklı bir çehreye bürünecek. Kültür ve sanat merkezi Büyükşehir Belediyesinin önemli projelerinden biri olan Kültür Yolu Projesinin de başlangıç noktalarından biri olacak" ifadelerin kullandı.

haberler.com, 14.06.2013

İŞTE TOPÇU KIŞLASI'NIN HUKUKİ DURUMU

 

Gezi Parkı için referandum kararı alındı ama buraya yapılması düşünülen Topçu Kışlası için hali hazırda süren iki dava var. Bu davalarda Topçu Kışlası yapımına onay çıkmaz ise yine referandum yapılacak mı? Önce Gezi Parkı'ndaki süren davalara bir göz atalım.
 

İstanbul 1 ve 6. İdare Mahkemesi'nde açılan davalardan 6. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. 1. İdare Mahkemesi'nde ise Bilirkişi Topçu Kışlası yapımına onay veren Nazım İmar Planlarındaki değişikliğin hukuka uygun olmadığını söyledi. Mahkeme şimdi bilirkişi raporunu değerlendiriyor.

 

İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nde süren dava şöyle; Topçu Kışlası için Mimar Halil Onur İBB adına yaptığı projeyi İstanbul 2 Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'na sunmuş, kurul projenin rölöve ve restutitesi için yeterli bilgi, belgenin olmadığı gerekçesiyle reddetmişti. Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu ise kurulun bu kararını reddederek, projenin uygun olduğuna karar vermişti. Bu aşamadan sonra Taksim Gezi Parkı Dayanışma Derneği İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nde dava açmıştı. Mahkeme Kültür Bakanlığı'nınm savunması gelene kadar yürütmeyi durdurma kararı almıştı. Mahkeme şimdi bakanlığın savunmasını bekliyor.

 

Diğer yandan İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nde Taksim Yayalaştırma Projesi ve ona dahil edilen Gezi Parkı'na Topçu Kışlası yapılmasının önünü açan 1 / 5000 ile 1 / 1000 ölçekli Nazım İmar Plan değişikliklerinin iptaline yönelik dava sürüyor. Bilirkişi 13 Mayıs'ta raporunu mahkemeye teslim etti.

 

Bilirkişi 7 maddede özetlediği kararın sonuç bölümünde ''Dava konusu Koruma Amaçlı İmar Planı değişikliklerinin çevre , kültürel ve doğal miras, kültürel ve ekonomik yapı, teknik altyapı, sosyal donatı, yapı ve sokak dokusu, mülkiyet yapısı, ulaşım, dolaşım sistemi, şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine uygun olmadığı, söz konusu planın sadece Taksim Alanı yayalaştırma projesi gibi görünmekle birlikte plan notlarında Taksim Gezi Parkı'nı da içerdiği ve plan onama sınırı içindeki bir alanın planlamasının sonradan düzenlemek üzere ayrılarak belirsiz bırakıldığı'' kaydedildi. İstanbul 1. İdare Mahkemesi 4 haftadır bilirkişi raporunu değerlendiriyor. Mahkemenin bilirkişi raporuna uyması ve esastan plan notlarını iptal edeceği ön görülüyor.

Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 14.06.2013

1500 YILLIK BAZİLİKA GÜN IŞIĞINA ÇIKARILACAK

 

Bursa Valisi Harput, "İlk planda elimizdeki 4 aşamalı projeye göre yaklaşık 1,1 milyon avroluk bir keşif görünüyor" dedi.
 

Bursa Valisi Şahabettin Harput, Büyükorhan İlçesi'nde bulunan bin 500 yıllık bazilikanın gün ışığına çıkarılması amacıyla bu ay sonuna doğru kazıya başlanmasının planlandığını bildirdi.

 

Hristiyanlığın ilk dönemlerinde ibadet için kullanılan nadir yapılardan olan ve Büyükorhan'a bağlı Derecik Köyü'nde yer alan tarihi bazilika alanında inceleme yapan Harput, yetkililerden bilgi aldı.

 

Harput, daha sonra yaptığı açıklamada, Roma İmparatoru Konstantin'in, MS 324 yılında Hristiyanlığı kabul etmesinin ardından birçok yerleşim yerindeki yönetim binalarının ibadethaneye çevrildiğini söyledi.

 

Bazilika olarak bilinen bu yapılardan birinin, Hristiyanlığın hac yolundaki en önemli duraklarından Derecik'te ortaya çıktığını belirten Harput, şöyle konuştu:

"MS 4'üncü yüzyılda özellikle Hristiyanlığın dünyada son şeklini aldığı yer olan İznik ile bağlantılı bu bölgede son yıllarda yapılan kazılarla çok önemli zenginlikler olduğunu ortaya çıkarmış bulunuyoruz. Bursa'nın 8 bin yıla varan bir geçmişi var. Yabancı uzmanlar, akademisyenler, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Bursa Valiliğinin iş birliğiyle mevcut bazilikanın ortaya çıkarılması çalışmaları devam ediyor. İlk planda elimizdeki projeye göre 4 aşamalı ve yaklaşık 1,1 milyon avroluk bir keşif görünüyor. Kazıda ortaya çıkacak değerli hazinelerin burada sergilenmesi için müze benzeri bir yapı da söz konusu olacak. Temmuz ayına doğru bu kazının başlamasını bekliyoruz. Bazı yerli ve yabancı sponsorlar var. Önümüzdeki günlerde bazı sponsorların da bu konuya destek vereceğini biliyorum. Bizimle temas halindeler. Bir an önce bu çalışmaların bitirilerek bu zenginliğin gün yüzüne çıkarılması, Bursa'nın özellikle dünya ölçeğindeki ağırlığının biraz daha etkili bir şekilde hissettirilmesi adına çok önemli."

 

İnceleme sırasında Harput'a, Bursa İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Bilal Çelik, İl Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya, İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürü Ömer Çelik, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Gedik ile Büyükorhan Kaymakamı İbrahim Ethem Kazak ve Belediye Başkanı Selami Selçuk Türkmen eşlik etti.

Arkitera, Haber: Elif Tuğba Gürkan, 14.06.2013

KIRIKKALE'DE 3 BİN 500 YILLIK TARİH ORTAYA ÇIKTI

 

 

Karakeçili İlçesi Büklükale mevkiinde Kültür ve Turizm Bakanlığı kararı ile Japonlar tarafından 2009 yılında başlatılan arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor. Yapılan kazılarda 3 bin 500 yıllık Hititler'den kalma mimari altyapı ortaya çıktı.

Kırşehir Üniversitesi Arkeoloji Öğretim Üyesi Japon Kimiyashi Matsumura’nın başkanlık ettiği kazı çalışmalarında elde edilen bulgular ve arkeolojik eşyalar Kültür ve Turizm Bakanlığı'na teslim ediliyor. Sit alanı ilan edilen ve kazı yapılan bu bölgelerin güvenliği Emniyet ve Jandarma tarafından sağlanıyor. Çalışmaların tamamlanmasının ardından Büklükale mevkiinin turizme açılması planlanıyor. Hitit uygarlığına ait olduğu söylenen ve taştan örülen evler, tarihi bir görselliği de sergilemiş oluyor.

Kırıkkale Valisi Ali Kolat, eşi İlksen Kolat, İl Emniyet Müdürü Kadri Kartal, eşi Ebru Kartal ve beraberinde bir grup heyet, Büklükale’de devam eden arkeolojik kazı çalışmalarını yerinde göründü. Heyet, incelemelerin ardından Köprüköyü beldesinde bulunan Çeşnigir Köprüsü üzerinde kısa bir tur atarak, yapım çalışması tamamlanan köprüyü inceledi. Daha sonra heyet, günün anısına tarihi köprüde hatıra fotoğrafı çektirdi. Köprünün girişinde büyük kayalar üzerinde renkli sprey boyalarla yazılan isimleri inceleyen Kolat, bu durumun çevreye çirkin bir görüntü verdiğini ve bu konuda çalışmaların yapılmasını istedi. Vali Ali Kolat ve beraberindeki heyetin ziyaret ve incelemelerine Kaymakam Mesut Gazi Ambarcı ve Belediye Başkanı Salih Avan da eşlik etti.

Ziyaret ve incelemelerin ardından genel bir değerlendirmelerde bulunan Vali Ali Kolat, 3 bin 500 yıllık Hititler'den kalma mimari altyapıya sahip çıkacaklarını söyledi. Karakeçili’nin büyük tarihe ev sahipliği yaptığını ifade eden Kolat, “Ayrıca bizim burada Çeşnigir Köprümüz bulunuyor. Çeşnigir Köprüsü de Selçuklular dönemine ait bir eser. Bu çalışmaları daha da gün yüzüne çıkarırsak, turizm açısından şehrimiz tanınmış olur. Bu tür geçekleştirilen çalışmalar, emek ve zaman isteyen uzun bir iştir.” dedi.

Kazı çalışmalarının hızlı bir şekilde devam ettiğini vurgulayan Arkeoloji Öğretim Üyesi Japon Kimiyashi Matsumura ise “Burası MÖ 2 bin yılında Hititlere ait. Büyük şehirlerden bir tanesi. Yanından Kızılırmak geçiyor. Her türlü ticaret yolu o dönemde Kızılırmak üzerinden yapılıyormuş. Üzerinde bulunduğumuz bu şehir, ticaret yolunun bulunduğu çok önemli bir yere kurulmuş. Bu araştırmadan önemli sonuçlar elde edeceğimize inanıyorum.” değerlendirmesinde bulundu.

Bugün, 14.06.2013

'TARİHİ GEREKÇE GÖSTERMEK YANLIŞ"

 

 

Türkiye’nin şehirleşmesi üzerine araştırmaları bulunan ve Harvard Üniversitesi’nde İstanbul konulu ders veren Mimarlık ve Şehircilik uzmanı Prof. Hashim Sarkis, Taksim olaylarını VATAN’a yorumladı

Dünyanın en prestijli eğitim kurumlarından Harvard Üniversitesi’nde görev yapan Lübnan asıllı Şehircilik ve Mimarlık profesörü Hashim Sarkis, uzun yıllardan beri Türkiye’yi çok yakından takip eden ve İstanbul ve Türkiye üzerine araştırmaları olan bir isim.. New York Times gazetesinin de konuyla ilgili kısa görüşlerine yer verdiği Sarkis ile Gezi Parkı olaylarını enine boyuna konuştuk. İşte Harvard’lı profesörün Taksim olayları konusundaki değerlendirmeleri:

- İstanbul’u çok yakından bilen ve tanıyan bir isimsiniz. Ne diyorsunuz yaşananlar için?
İstanbullular Taksim olaylarıyla, şehrin kendisi ve şehir kültürünün çeşitliliği konusunda ne kadar gururlu olduklarını bir kez daha ortaya koydu. Olaylar Taksim’in saygı duyulan ancak bir o kadar da tartışmalı statüsünü de yeniden gösterdi. Taksim Meydanı’nın coğrafi konumu ve tarihi, insanların daha geniş ve ‘bir kimliğe bürünmemiş’ alanlara ihtiyacını simgeliyor. Tarihi olarak bu meydan anma törenlerinden sosyal ve ticari faaliyetlere, miting ve gösterilere kadar birçok ‘toplanma’ faaliyetine ev sahipliği yaptı. Her tür sevinç ve öfkeye mekan olan Taksim; ‘meydan’ kelimesinin anlamını en iyi bulduğu yerlerden biri. Şimdi burayı sahiplenen o farklı grupları bir kenara koyup meydana çok belirli bir kimlik kazandırma çabası (Topçu Kışlası projesi) şu anda haklı bir tepkiye sebep oluyor.

- New York Times’a demecinizde Taksim’in yayalaşması projesini değerlendirirken 1960’larda yayalaşma denemelerinin başarısızlığının kanıtlandığını söylemiştiniz. Biraz açar mısınız?
ABD ve Avrupa’da yenilenen kentleşme sürecinde yerleşik bir inanış vardı. Yayaların araç trafiğinden ayrıştırılmasının daha iyi sosyal alanlar oluşturacağı ve burada da vatandaşlar arasında daha iyi bir sosyal etkileşim kurulacağı düşünülüyordu. Ancak fark edildi ki, otomobiller olmadığında iş dünyasıyla ticaret arasındaki bağlantı istenildiği gibi gerçekleşmedi. Sonradan belirli noktalarda trafiği de içine alan daha dengeli bir yayalaştırma arayışına girildi. Kısacası yayalaştırma otomatik olarak ‘iyidir’ diyemeyiz.

- Topçu Kışlası projesinde ısrar edilmesi için ne diyorsunuz?
Tarihi bir binanın yeniden inşa edilmesi daha önce örneği görülmemiş bir durum değil. Birçok siyasi figür ve grup, tarihe kendi görüşlerine uygun bir bakış açısıyla yaklaşarak uluslarının ya da şehirlerinin geçmişinde yer tutan yapıları yeniden inşa etmişlerdir. Berlin’deki Prusya Kralı’nın sarayı, Irak’ta Babil bunlara örnektir. Ancak asıl bakılması gereken bu çabaların sonucudur, ki genel anlamda başarısız olmuşlardır. Kentleşme hususunda ‘seçilmiş’ bir projenin hayata geçirilmesi ‘baskıcı’ bir anlayıştır. Çünkü tarihin bir yüzünü aydınlatırken diğerlerini gölgede bırakır. Aynı zamanda şehirlerin zaman içinde geçirdikleri evrimi de görmezden gelmektir. Taksim’e şu içinde bulunduğumuz zamanda tek bir bakış açısıyla bakmayı protesto etmek vatandaşların çoğulcu ve tarihe yönelik eleştirel bakışının da göstergesidir.

- Modern bir İstanbul için Taksim’de neye ihtiyaç var?
İstanbul 21. yüzyıl altyapısı ile tarihi statüsünü koruyan bir şehir olması itibariyle tüm dünyanın yakından izlediği bir şehir. 70 ve 80’lerde Paris ve Londra tarihi merkezlerin canlandırılması için küçük çapta çalışmalar yaptı ama onların aksine, İstanbul, Marmaray gibi çok büyük çaplı değişimler geçiriyor bu da şehrin tarihi kimliğini ortadan kaldırıyor. Bu tür çalışmalar şehir için gerekli olabilir. Ama İstanbul hem mimari tarihçiler, hem şehir planlayıcıları hem de mimarlar açısından çok önemli isimlere sahip. Han Tümertekin, Nevzat Sayın, Can Çinici, Melkan Gürcel, Murat Tabanlıoğlu, Emre Erolat, Mehmet Kütükçüoğlu, Süha Özkan, Murat Güvenç, İhsan Bilgin, Sibel Bozdoğan, İlhan Tekeli, Zeynep Çelik, Doğan Küban, Hüseyin Kaptan, Gülru Necipoğlu ve Cemal Kafadar bunlardan bazıları. Kendi uzmanlarınızı dinleyin. İstanbul bunu kendine borçlu. Dünyaya da bunu borçlusunuz.

Vatan, Haber: Uğur Koçbaş, 14.06.2013

HAMAMÖNÜ'NE ESTETİK TRAŞ

 

 

Altındağ Belediyesi, Hamamönü'nün siluetini bozan yüksek katlı binaların üst bölümlerini yıkarak yapıyı iki kata düşürüyor.

 

Hamamönü'nün silüetini bozan çok katlı yapılarla ilgili Altındağ Belediyesi ilginç bir çalışma başlattı. Farklı bir teknikle üst katları yıkılan binalar 2 kata düşürüldükten sonra dış cepheleri de tarihi Ankara evlerine benzetildi. Talatpaşa Bulvarı'na bakan ve Hamamönü'nün tarihi dokusunu bozan 6 apartmandan ilk ikisi, belediye tarafından kamulaştırıldı. İki kata düşürülen binaların dış cephesinde tadilat yapıldı. Diğer 4 apartmanda ise yapı sahipleri kendileri yıkım yaparak, kat sayısını 2'ye düşürme kararı aldı.

Yıkımda çevre kirliliği oluşmuyor
Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, yıkım sırasında farklı bir tekniğin kullanıldığına dikkat çekerek, "4-5 konteyner birbiri arkasına bağlanıyor. Bu düzenek apartman camına takılıyor. Elektrik süpürgesinin hortumunu andıran bu sistemle yıkım sırasında elde edilen molozlar doğrudan kamyona yükleniyor ve çevre kirliliği oluşmasının önüne geçiliyor" dedi. Tiryaki, apartmanların boylarının kısalmasına rağmen değerlerinden bir şey kaybetmediklerini ifade etti.

Sabah, 14.06.2013

İSOS ANTİK KENTİ UNUTULDU MU?

 

 


5 bin yıllık geçmişe sahip İsos Antik Kenti, Makedonya Kralı Büyük İskender döneminin savaşlarını yaşayan ve dönemin ticaret merkezi olan önemli bir kent. Bizans, Geç Hitit, Pers ve Osmanlı İmparatorluğuna ev sahipliği yapan İsos, bölgesel anlamda önemli bir yerleşim yeri olmasına rağmen günümüzde işlevsiz günlerini yaşıyor. Yakın tarihe kadar hiçbir çalışma yapılmamasına rağmen Bizans, Genç Hitit, Pers ve Osmanlı İmparatorluğuna ev sahipliği yapan İsos Antik kentinde yer alan liman, kale, su kemeri, tapınak, hamam ve su deposu kalıntıları zamana direniyor. İsos antik kentinden kalan en sağlam yapı su kemerleri. 1-2 kilometre uzunluğunda, yüksekliği ise yer yer 7-8 metre olan su kemerleri, Akdeniz’de bulunan Cenevizli gemicilere Amanos dağları eteklerinden su iletme projesinin ürünüydü. Bugün bir bölümü yıkılmış olan su kemerleri, hala ayakta kalmaya çalışıyor.

TARLA SINIRI OLMAYA DEVAM!
Cihan Haber Ajansı (CİHAN ) tarafından gündeme getirilen ”Tarihi eserler tarla sınırı oldu” haberinin ardından gelinen süreçte bölgede küçük çaplı çalışmalar yapıldı. Aralık 2011 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nden 4 kişilik ekip gelerek antik kentin yer altı fotoğraflarını çekmişti. Hatay Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz tarafından 50 bin TL ödenek ayrılan antik kentte yapılan MR çekimlerinden aradan 2 yıl geçmesine rağmen herhangi bir gelişme görülmüyor. Yer altında tarihi Roma yolunun bulunduğu haberleri kamuoyuna duyurulmuştu. Erzin Kaymakamı İskender Yönden’in ”Burası İzmir Efes gibi olacak” dediği İsos Antik Kenti, yine tarla sınırı olarak sahipsiz bir şekilde bekliyor. 

Hatay Gündem, 13.06.2013

 

Bolu Arastası'nın gizli tarihi kültür dergisi “Sebilci”nin son sayısında işlendi. Dergide 1804 yılında tamamen yanan Bolu arastasının 1960’lı yıllardan sonra modernleşme adına yapılan çalışmalar sonrasında geçmişinden nasıl kopartıldığı örnekleriyle anlatılıyor.

 

Bolu Arastası'nın bilinmeyen tarihi “Sebilci” dergisinin son sayısında gün yüzünde çıktı. Tarih boyunca kentin merkezi olmuş arasta, 14.yüzyılda Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan külliyenin camisinin etrafında oluşmuştur. Arasta sanatlara göre ayrılırdı. Demirciler, terziler, yemeniciler,kasaplar çarsısı gibi. Yemeniciler çarşısına arasta içi kasaplar çarşısına Kan’ara denilirdi. Her çarşıda esnaf kahvesi vardı. Bu kahvenin başköşelerinde Esnaf Kahyası oturdu. Kahyanın sözü kanun hükmündeydi. Çarşının birçok yerlerinde yüksek kahveler vardı. Buralara gençler çıkardı. Esnafın kimine usta kimine de üstad denilmekteydi. Bazılarına da ‘’Beşe ‘’(efendi) unvanı da verilirdi. Arasta'da satılan mallar kadıyla ilgili esnafın ve şehrin ileri gelenlerin maliyet miktarına ekledikleri kar ile tespit ettikleri sabit bir fiyattan satılmak zorundaydı. Ancak kaliteli mal üreten ve satan esnaflara daha yüksek bir fiyattan satılmasına da izin veriliyordu. Bir ustanın mesleğe girişi başka bir ustanın kefalet namesi ile gerçekleşirdi. Meslekten çıkış da kayıt altına alınırdı. Her meslek kendilerini temsil eden bir başkan yiğitbaşı seçerdi yiğitbaşı esnaflar arasında adaleti sağlardı. Örneğin şehirde kesilen hayvan derilerini ve dışarıdan gelen derileri esnafa eşit dağıtırdı. Arasta’nın 1804 yılında tamamen yandı. Kentin ticaret merkezi olan arasta 1960’lı yıllara gelinceye kadar kentle iç içe ve kentle bir bütündü. Kentin kalbi olan arasta, kente birçok yoldan bağlanmaktaydı. 1960’lı yıllarda modernleşme adına, arastayı kente bağlayan yollar, arasta ile kent arasına yapılan beton dükkanlar ile kesildi. Arasta'ya ulaşmak isteyen halk,  adeta iki adet dar, dik merdivenli geçite mahkum edilmişti. Fiziksel bağı zayıflatan arasta hem ticari, hem de sosyal işlevini tam olarak yerine getirmedi. Bir kentin yollarını değiştirdiğinizde kentsel mekansal belleğini ve kültürel izlerini de silersiniz. Yıkıp yok edip beton yapılar yapmak yerine mevcut yolları ve yapıları korusaydık, iyileştirseydik şüphesiz Arasta ve bolu bugün daha farklı olurdu.

Bolu Olay, Haber: Duygu Kaya, 13.06.2013

 

Bolu Belediyesi’ne ait Sultan Hamamı ihale ile kiraya verilecek. İhale şartnamesi ve ekleri Bolu belediyesinden temin edilecek. İhale 2886 Sayılı Devlet İhale Kanununun 35. Maddesi C bendi gereğince açık teklif usulü ile artırma uygulanmak suretiyle  14/06/2013 tarihinde Saat: 15.05’de Bolu Belediyesi Encümen Toplantı Salonunda İhale Komisyonu (Belediye Encümeni) huzurunda yapılacak. Söz konusu işin tahmin edilen  ihale bedeli 400.000,(Dörtyüzbin) TL’ olarak açıklandı. İşin geçici teminatı muhammen bedelin %3’ü oranında olup tutarı 12.000, TL’ olarak açıklandı. İhaleye katılacak olan gerçek ve tüzel kişi veya kişilerde aranan şartlar şu şekilde açıklandı;” Kanuni İkametgahının olması, Türkiye’de tebligat için adres gösterilmesi, Ticaret ve/ veya Sanayi Odası Belgesi vermesi, gerçek kişi olması halinde ilgilisine göre, Ticaret ve Sanayi Odası veya Esnaf ve Sanatkarlar  siciline kayıtlı olduğunu gösterir belge, (2013 yılı içerisinde alınmış olacaktır.), tüzel kişi olması halinde, tüzel kişiliğin siciline kayıtlı olduğu Ticaret ve Sanayi Odasından veya idari merkezinin bulunduğu yer mahkemesinden veya benzeri makamdan ihalenin yapıldığı yıl içerisinde alınmış tüzel kişiliğin kayıtlı olduğuna dair belge, (2013 Yılı içerisinde alınmış olacaktır.),imza sirküleri vermesi, gerçek kişi olması halinde kişiye ait noter onaylı imza sirküleri, tüzel kişilik olması durumunda tüzel kişiye ait noter tasdikli imza sirküleri, ortak girişim olması halinde ise, ortak girişimi oluşturan gerçek veya tüzel kişilere ait noter onaylı imza sirküleri, istekliler adına ihaleye vekaleten iştirak ediliyor ise, istekli adına teklifte bulunacak kimsenin işbu ihaleye istekli adına katılımı ve teklif sunumuna ilişkin vekaletnamesi ile vekaleten iştirak edene ait noter onaylı imza sirküleri, bu şartnamenin 4. Maddesinde belirtilen miktarda geçici teminat belgesi, ihale şartnamesinin satın alınmış olduğunu gösteren belge, isteklilerin ortak girişim olması halinde, ortak girişim beyannamesi ile ortaklarca imzalı ortaklık sözleşmesini vermesi. (İhale üzerinde kaldığı takdirde noter tasdikli ortaklık sözleşmesini erir. Ayrıca, grubun bütün ortakları kiralayan idare ile yapacakları ihale sözleşmesini şahsen veya vekilleri vasıtası ile imzalayacaklar, bu şartnamede yazılı esaslara göre hazırlanacak tekliflerin verilmesi, isteklilerin Bolu Belediyesine borcu olmadığını gösterir, Mali Hizmetler Müdürlüğünden alınan borcu yoktur belgesi, isteklilerin gerçek kişi olması halinde kendilerinin, tüzel kişilik olması halinde şirketin, ortak girişim olması halinde ortaklardan her birinin, vergi ve sigorta borcu olmadığına dair vergi dairesi başkanlığı ve sigorta il müdürlüklerinden alacakları borcu yoktur belgesi ve 2886 Sayılı Devlet İhale Kanununun 6. ncı maddesinde sayılan kişiler ve yasaklı addedilenlerden olunmadığına dair taahhütname.”Teklifler sıra numaralı alındılar karşılığında  14/06/2013  tarih  ve  Saat: 14.50’ ye kadar Bolu Belediyesi Encümen kalemine verilecek. Verilen teklifler herhangi bir nedenle geri alınamayacak. Zaman tespitinde, TRT’nin verdiği saat ayarı esas alınacak.

Bolu Olay, Haber: Duygu Kaya, 13.06.2013

"GEZİ'YE İLLA BİNA DİYE TUTTURMAK NEDİR?"

 

Kültür ve Turizm Eski Bakanı, İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay, Gezi Parkı'yla ilgili twitter hesabından yaptığı açıklamada, "Taksim'de çok değerli bir parka 'illa bina' diye tutturmak nedir?" dedi."Tarihe içtenlikle sahip çıkmak istiyorsak İstanbul'da çok iş var" diyen Ertuğrul Günay bunları şu şekilde sıraladı:

 

1- Vakıflar, Süleymaniye Külliyesi'ni tehlikeli işletmelerden kurtarabilir.

2- Sultanahmet'te İbrahim Paşa Sarayı'nın adliye yapılırken yıkılan bölümü tamamlanıp İstanbul dünyanın en büyük Türk İslam Eserleri Müzesi'ne kavuşur.

3- Topkapı Sarayı'nda boşalttığımız tarihi askeri depolar bir an önce restore edilip saray depolarında bekleyen eserlere teşhir imkanı sağlanır.

4- Bu uğursuz kışla yerine Rami Kışlası kütüphane ve kültür merkezi yapılabilir. Yıldız Sarayı ve bahçesi restorasyon imkanları arttırılabilir.

5- Süleymaniye'de Sinan'ın mütevazı türbesinin çevresi -kaçkez önerdim- kamulaştılıp, bu büyük mimarın manevi anısına uygun hale getirilebilir.

6- İstanbul'da para ve imkan çoksa, Krikor Balyan'ın kışlası yerine Gökkafes ve/ya Kazlıçeşme kuleleri kamulaştırılıp yıkımı sağlanabilir.

 

İlla bina diye tutturmak nedir?

Günay, 7. madde olarak yaptığı açıklamada da, "Her görüşten İstanbullu'nun ayakta alkışlayacağı böyle işler dururken Taksim'de çok değerli bir parka 'illa bina' diye tutturmak nedir?" dedi.

Yapı, 13.06.2013

HAVA ISINIYOR, MÜZELER SERİN

 

 

Şehir sakinleri şaşkın. Hava serin. Yağmur bahara fırsat vermeyecek gibi. New Yorklular “Hiç böyle yapmazdı ama” dese de, 27 Mayıs şehirde yazın başlangıç tarihi olarak kabul ediliyor. Bu biraz da şu demek: “Kış gelene kadar sokaktayız. Park festivalleri başlıyor, sahiller açılıyor. Güneş açacak, kemikler ısınacak.” Havaların ısınmasını, parkların, sahillerin dolup taşmasını üzerine alınmayan sanat galerileri, müzeler ise sanatseverleri harika ağırlıyor. Klimalı ortam da var, daha ne, üzerinize almanız gereken bir incecik hırka ve müzeye giriş bileti.


Rahat ayakkabılarınızı giydiniz, parkta birkaç turun ardından ilk durağınız MOMA olabilir. MoMA’yı bir futbol takımı gibi düşünürseniz, burası müzelerin Barcelona’sı. Nasıl Barcelona’da tüm yıldızlar bir arada, MoMA’nın ilk 11’i de yıldızlardan mevcut. Monet, Picasso, Andy Warhol, Cezanne, Matisse, Frida Kahlo, Van Gogh, yok yok. Müzeyi gezmek için en az beş saatinizi ayırmanızı tavsiye ederim. Karnınız acıkırsa müzenin bahçesinde kahve ve ufak sandviçler imdadınıza yetişecektir. Lakin ucuz değil! Ya da müzenin çıkışında hemen caddenin başına doğru hızlıca ilerlerseniz düşen şekerinizi köşedeki adamdan waffle alarak toparlayabilirsiniz. Müzenin en üst katındaki Claes Oldenburg sergisini, alt katındaki Urban Design sergisini ve müzenin dışına yerleştirilen Rain Room deneyimini kaçırmamanız gerekiyor. Rain Room’a gidecekler, sensörlerin içinden geçerek yağmur yağan bir odada yağmuru kontrol edecekler. Dolayısıyla meraklılarının simsiyah giyinmemesi gerekiyor, zira sensörler sizi seçemezse yağmur başınızdan aşağı iner. Bu arada kuyruk çok uzun, erken gitmekte fayda var. MOMA’nın giriş fiyatı, 25 dolar, cimrilik etmeyin, gezince anlayacaksınız ki 50 dolar bile isteseler olur!


Hopper kendi şehrinde
Şehrin yaz boyunca en önemli sergilerinden bir tanesi de Whitney Museum of American Art’ta. Edward Hopper’ın 4000 adet çiziminin içinden seçilen eserler ressamın bir tabloyu çizmeden önce yaptığı tüm eskizleriyle beraber sergileniyor. Ressamın arkadaşı olsanız ancak bu kadar yakınlaşabilirsiniz. Whitney Müzesi’nin küratörleri bu sergiyi hazırlarken herkesin Hopper’ın ne kadar detaycı, ne kadar müthiş bir algısı olduğunun anlaşılması için çalışmış. Hopper zaman zaman gidip New York’taki sinema salonlarında oturmuş, bazen sadece meşhur kitapçı Strand’in oralarda dolanmış. Serginin küratörü Carter Foster, Edward Hopper sergisi için sanatçının şövalesini New York Üniversitesi’nden ödünç almış ve sadece bu sergi için 8 yıl çalışmış. Hopper sergisi için hazırlanan kitapta yazılanlara göre, 5 yaşında resim çizmeye başlayan Hopper 10 yaşında da resimlerinin altına imzasını atmaya başlamış. Şöhreti hayatının sonlarına doğru yakalayan Hopper yılda üç dört resim çizmesiyle biliniyor. Dolayısıyla sergideki eserlere ve süper detaylı alınmış notlarına ve eskizlerine bakınca bu yavaşlığın sebebi anlaşılıyor. Hopper’ın sergideki eserlerin bir tanesi 14 Şubat tarihini taşıyor. Hopper’ın eşine bir 14 Şubat armağanı olarak uygun gördüğü eser kendisinin otoportresi. Lakin o kadar önemli bir ressam ki, insan sergiyi gördükten sonra bu egosantrik hediyeyi dahi affedebiliyor.


Metropolitan Museum Of Art da ölmeden önce görmeniz gereken müzelerden biri. Müziğe ve modaya meraklıysanız şu sıralar Punk: Chaos to Couture sergisi kaçmaz. Sergiyi gezerken kıyafetlere çok yaklaşmayın, yüksek güvenlik önlemleri nedeniyle Vivienne Westwooed’un sergiye bağışladığı kıyafetler ötmeye başlıyor. Koç ailesinin sponsoru olduğu galeriyi de görün. Osmanlı Sarayı sanat eserlerinin yeraldığı iki galeriye Koç Ailesi’nin ödediği 10 milyon dolar sadece züğürdün çenesini yorar ama dilerseniz notlarınıza ekleyin.

 

Mini New York müzeleri rehberi
*Bazı müzelerde çok ufak harflerle de yazsa giriş için sadece bağış yapmanız yeterli olacaktır! Girişteki yazıları dikkatli okuyun.
*Müzelere çok büyük çantalarla ve hatta sırt çantalarıyla gitmeyin, zira çantanızı bırakmanızı ve dolaba kilitlemenizi isteyeceklerdir.
*Müzelerde ‘fotoğraf çekilmez’ işaretini gördüğünüz vakit “Kimse beni görmez hemencecik çekip kaçayım” demeyin. O etrafta görmediğiniz müze görevlisi birden yanınızda bitecek ve size “Yasak kardeşim” diyecek ve kızacaktır. Hele flaşlı fotoğrafı aklınızdan geçirmeyin!
*Çocuklarınızla gidiyorsanız, onları eğlendirmek için adresiniz: American Museum Of Natural History. Dev dinozor maketlerini ve gerçek fosilleri unutamayacaklar. Metropolitan Müzesi’nde de girişte çocuklar için yapılacak aktiviteleri öğrenmekte fayda var. Çocuklarınız müzeye ve sanata emanet. Bir başka adres de Children’s Museum of the Arts. Genç sanatçılar artık sanat için sanat yerine çocuk için de sanat yapıyorlar.
*Rockefeller Plaza Center’da Ugo Rondinone’nin ‘Human Nature’ adını verdiği, taş heykelleri muhakkak görün.
*Museum of the City of New York’taki ‘Aktivist New York’ sergisi, şehrin yıllar içinde hangi toplumsal olaylara nasıl tepki verdiğini göstermesi açısından çok ilham verici. Şiddetsiz aktivizme dair fikir sahibi olmak için birebir!

Radikal, Haber: Elif Key, 13.06.2013

SÜMELA'DA RESTORASYON SİL BAŞTAN

 

 

Trabzon'un dünyaca ünlü Sümela Manastırı'nda 16 yıl süren ve 1.5 milyon liraya mal olan restorasyonun, inşaat mantığıyla yapıldığının ortaya çıkmasının ardından yeni bir restorasyon projesi hazırlandı. Manastır, 4 milyon liraya mal olacak projeyle yeniden restore edilecek. Ağır aksak ilerleyen ve 16 yılda değişen 6 firmanın üstlendiği çalışmalar 1991'de başlamış 2007'de bitmişti. Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği Başkanı (TÜRSAB) Başaran Ulusoy, 2 yıl önce manastırı ziyarete gittiğinde manzara karşısında şoke oldu, "Böyle restorasyon mu olur?" dedi. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tepkiler üzerine Bilim Kurulu oluşturarak, inceleme yaptırdı. Hazırlanan raporda, "Manastırın zeminini beton yaptılar, çimleri kaldırarak orijinalliğini bozdular. Bölge taşı yerine başka illerden beyaz taş getirdiler. Duvarlar çimentoyla örüldü. Çatı saçakları geniş tutularak aslı yok edildi. Çeşmenin üst örtüsündeki yuvarlak kemer kısmı sivrileştirildi. Kapı kolları orijinali yansıtmıyor. Su deşarj sistemi kurulmadı. İniş merdivenlerinin sol tarafına duvar bentleri ördüler. Misafirhane ve öğrenci odalarının dış cephesini orijinal yapıya aykırı şekilde sıvadılar. Restorasyon değil inşaat yapıldı" denildi. Bakanlık, raporun ardından Trabzon'daki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ile Rölöve Kurulu'nun da olduğu bir heyet oluşturdu. Yüksek Mimar Nüvit Bayar'ın hazırladığı yeni restorasyon projesi bakanlık tarafından onaylandı. Restorasyonun yüzde 73'ü sil baştan yapılacak ve yaklaşık 4 milyona mal olacak.

Sabah, Haber: Serkan Kılınç, 13.06.2013

DÜNYANIN EN ESKİ CİNAYETİ!

 

Günümüzden 5 bin 300 yıl önce yaşayan ve Avusturya-İtalya sınırındaki Ötztal Alpleri'nde buzulun altında son derece iyi korunmuş olarak bulunduğu için Ötzi adı verilen mumyanın kafasına aldığı darbe sonucu öldüğü ortaya çıktı.
Bu bulgu dünyanın en 'eski cinayeti' olarak adlandırılan hikayede yeni bir ipucu. Ötzi'nin yaralarındaki alyuvar hücrelerini inceleyen Alman bilim adamları "kafaya aldığı darbe sonucunda beyninde oluşan hasar nedeniyle ölmüş" tezini doğrular nitelikte bulgular elde ettiklerini açıkladı.

Büyük olasılıkla avcı olan Ötzi'nin köprücük kemiğindeki iz nedeniyle okla öldürüldüğü tahmin ediliyordu.

Habertürk, 13.06.2013

HAFIZADAN TAHAYYÜLE TAKSİM

 

Aykut Köksal ve Tan Oral: Kışlanın ve ahırların üzerinde oturduğu tüm alan, parçalanmadan, merdivenlerle ayrılmadan gerçek bir park alanına dönüştürülebilir. Böylece Başbakan’ın arzu ettiğini söylediği, yalnızca yayalara ait kılınmış Taksim yaratılabilir.

 


Proust'un objektifinden Gezi Parkı (12 Kasım 1944)

 

Gezi Parkı'na 'yol genişletme çalışması' gerekçesiyle iş makinelerinin girmesiyle başlayan eylemler iki haftayı geride bırakırken, parkta yapılması planlanan Topçu Kışlası projesi de tartışılmaya devam ediyor. Taraf Gazetesi için kaleme aldıkları 'Hafızadan tahayyüle Taksim' başlıklı yazıda, "Taksim için hiç bu kadar konuşulmamıştı" diyen Aykut Köksal ve Tan Oral, ancak Taksim’in bugün neden bir 'problem' oluşturduğunu, kentin bu ana meydanının hangi öyküyle bugüne ulaştığını, kısacası sorunun esasını tartışan çok kişi olmadığına dikkat çekiyorlar.

Başbakan Erdoğan'ın hesaplaşmak istediği İnönü dönemi Taksim'inin artık olmadığının anımsatıldığı yazıda, ancak yine de o dönemin biçimlendirdiği meydanla hesaplaşmanın mümkün olduğu kaydediliyor ve bunun nasıl olabileceğine dair öneriler sıralanıyor.

Aykut Köksal'ın yazısı şöyle:
 
1806 Taksim’i
Taksim 20. yüzyıla, ana cephesini Kışla Caddesi’ne vermiş 1806 tarihli Taksim Kışlası ve karşısındaki Talimhane ile ulaştı. Bir uçta kentin ilk bahçelerinden olan Taksim Bahçesi, öteki uçta 18. yüzyılda inşa edilmiş maksem ve su deposu yer alıyordu. Kentin modernleşmesi, merkezin Kışla Caddesi ya da bugünkü adıyla Cumhuriyet Caddesi üzerinden kuzeye doğru tırmanmasıyla kendini gösterecekti.

1928 Cumhuriyet Anıtı ve Meydanı
1928’de Cumhuriyet Anıtı, Cumhuriyet Caddesi’nin ana ekseni üzerinde konumlandı. Anıtın çevresinde, kışla ahırlarının da tıraşlanmasıyla, dairesel bir meydan, yani Cumhuriyet Meydanı oluşturuldu. İşlevini yitirmiş, avlusu stadyuma dönüşmüş kışlanın önündeki talimhane alanı da yapılaşmaya açıldı.

1940 İnönü Gezisi
1940’da Prost’un imar planıyla, Taksim Kışlası ve ahırlar yıkıldı. Ahırların bulunduğu yer meydana katıldı, kışladan boşalan alan ise İnönü Gezisi’ne dönüştürüldü. Yapılaşmaya yer verilmeyen Gezi, heykeli hiçbir zaman dikilemeyecek İnönü Anıtı’nın kaidesiyle ve anıtsal merdivenlerle meydana açılıyordu. Artık meydanın ölçeği değişmiş, Gezi ekseni, belirleyici ana eksen olmuş, Cumhuriyet Anıtı ise geri planda kalmıştı. Aynı tarihte bir “opera binası” inşa edilmesine karar verildi, 1946’da temeli atıldı.

1969 ve sonrası
“Opera binası”, 1969’da tamamlandı, bir yıl sonra yandı, 1977’de, AKM adıyla yeniden açıldı. 1975’te, Taksim Belediye Gazinosu’nun yerinde Sheraton Oteli yükseldi. Bunu meydandaki Inter Continental Oteli izledi. 1988’de Tarlabaşı Bulvarı’nın açılmasıyla birlikte Taksim Meydanı, “meydan” kimliğini bütünüyle yitirdi, bir ulaşım kavşağına dönüştü. Cumhuriyet Caddesi ile ilişkisi tümüyle kopan Cumhuriyet Anıtı ise, tanımsız meydanın kıyısına gelişigüzel itilmiş bir durumdaydı.

Şimdi Başbakan, bu hafızayla hesaplaşmak ve kendi “Taksim tahayyülü”nü hayata geçirmek istiyor. İnönü döneminin biçimlendirdiği Taksim’e karşı, bu dönemin damgasını taşıyacak bir Taksim inşa etmeyi arzuluyor. İşte bu yüzden, İnönü döneminde inşa edilenleri yıkma isteği, o dönemde ortadan kaldırılanları yeniden inşa etme isteğiyle birleşiyor. Ne var ki artık o Taksim yok. Cumhuriyet Caddesi bile yerin altına alındı.

Ama yine de İnönü döneminin biçimlendirdiği meydanla hesaplaşmak mümkün: Cumhuriyet Anıtı’na itibarı iade edilebilir, yeniden kendi ölçeğine, daha ilk başta onunla birlikte var olmuş Cumhuriyet Meydanı’na kavuşturulabilir. Ölçeğini kazanacak bu meydanın dışında kalan, kışlanın ve ahırların üzerinde oturduğu tüm alan, parçalanmadan, merdivenlerle ayrılmadan gerçek bir park alanına dönüştürülebilir. Böylece Başbakan’ın arzu ettiğini söylediği, yalnızca yayalara ait kılınmış Taksim yaratılabilir. Ama bu Taksim’de yayalar, altında tünellerin yer aldığı, yeşilin ancak saksılar içinde yetişebildiği bir alanda değil, ağaçların yetiştiği gerçek toprak üzerinde yürümeliler. Böylece yayalaştırma projesi de gerçek bir yayalaştırma projesine dönüşmeli.

Yapı, 12.06.2013

CİZRE İÇKALE'DE ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

 

Mardin Müzesi'nin desteğinde, Prof. Dr. Gülriz Kosbe'nin bilimsel danışmanlığında ve Cizre Kaymakamlığı'nın mali desteği ile 5 arkeolog ve 35 kişilik ekiple 1 Haziran itibari ile başlanan, "Cizre İçkale Arkeolojik Kazı Çalışmaları" devam ediyor.

Birinci etapta, İçkale'nin maiyetinin anlaşılması için arkeolojik sondaj çalışması ile elde edilen veriler doğrultusunda sistemli arkeolojik kazı çalışmaları ile yılsonuna kadar sürecek.

Bölgenin tarihi ve arkeolojik açıdan anlaşılmasının önünü açacak olan bu çalışmanın Şırnak sınırları içerisinde "İlk Arkeolojik Kazı Çalışması" olduğunu belirten, Mardin Müzesi arkeologlarından ve "İçkale Arkeolojik Kazı Çalışması" Sorumlusu Arkeolog Mesut Alp, "Cizre Kalesi'ne bugüne kadar hiçbir arkeoloji heyeti giremedi ve herhangi bir arkeolojik kazı çalışması da yapılmadı. Bu sebeple Cizre İçkale'de yapılan bu kazı çalışmaları ilk olma özelliği de taşıyor" şeklinde konuştu

Haber Yurdum, Haber: Abit Dündar, 12.06.2013

 

Hazret-i Muhammed, Medinelilerin daveti üzerine bu şehre gelip, bir İslam site devleti kurulduğunda, burada Müslüman ve Müşrik Araplar, Yahudiler ve Hıristiyanlar yaşıyordu. Bunlarla bir anlaşma yapıldı. Buna göre adı geçen topluluklar bir arada müttefik olarak yaşayacak, can, mal ve din hürriyeti teminat altına alınacak, aradaki ihtilaflarda Hazret-i Peygamber hakim sıfatıyla hükmedecekti. Medine Sözleşmesi'ni, hukukçular, tarihte bilinen en eski yazılı anayasa kabul ederler. Ancak bu sözleşmenin ömrü uzun olmadı. Birinci sebebi Medine'deki Müşrik Arapların Müslüman olmasıydı. İkincisi ise Yahudilerin ahdi bozması oldu.

DEVLET REİSİNE SUİKAST
Roma istilası üzerine Filistin'den gelmiş olan Yahudiler, nüfusun yarıya yakınıydı. Arapça konuşur; çocuklarına Arab ismi verirlerdi. Zeka ve çalışkanlıkları sayesinde, çok büyük servet sahibi olmuşlardı. Tevhid inancı ve peygamber geleneğine sahip oldukları için hemen iman etmeleri umulurdu. Ancak böyle olmadı. Yahudiler, bu yeni davete karşı önce çekingen; sonra düşmanca bir tavır içine girdi. İslamiyet, Yahudi ve Hıristiyanlara dikkate değer bir yakınlık gösterir. Ehl-i kitab adı verilen bu topluluk, hukuken Müslümanlarla eşittir. Can ve mal emniyeti, din ve vicdan hürriyeti teminat altındadır. Kestikleri yenebilir, kadınları ile evlenilebilir.


Medine'de Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza adlı üç mühim Yahudi topluluğu vardı. Medine'nin kuzeyindeki Hayber'de de Yahudiler yaşardı. Kaynuka, kuyumcu demektir. Bunlar Medine çarşısında ticaretle meşguldü. Nadir, yeşil çiçekli bitki demek olup, bunların hurmalıkları vardı. Kurayza, deri tabaklamaya yarayan bitkiye verilen isimdir. Bunlar dericiydi.


Bedir galibiyetinin hemen ardından Medine çarşısında Müslüman bir kadına bir Kaynukalı'nın tecavüz etmesi üzerine çıkan hadiseler büyüdü. Mahalleleri kuşatıldı. 15 gün sonra teslim oldular. Hiç ölen olmadı. Hepsi Şam'a yakın Ezriat'a göçtüler. Hazret-i Peygamber bir iş için üç günden fazla kalmamak üzere Medine'ye gelmelerine müsaade etti. Hendek ve Hayber'de Müslümanlara yardıma geldiler.


Kaynukalıların başına gelenler, Nadirlileri endişeye sevketti. Mekke müşrikleriyle ittifak yaptı. Hazret-i Peygamber'i görüşmeye çağırıp kendisine suikast tertipledi. Nadirli bir kadının Ensar arasında ağzından kaçırması üzerine suikast ortaya çıktı. Müslümanlar Nadir yurdunu kuşattı. Hazret-i Peygamber kendilerini imana davet etti. Kabul edenler bağışlandı. Geri kalanları silahları dışındaki bütün mallarını alıp şehri terk ederek Ezriat veya Hayber'e gitti. Hiç biri öldürülmedi. Halbuki yakın tarihte devlet reisine suikast teşebbüsünün bile idamla cezalandırıldığı malumdur.


EŞEK GİBİ ANIRMAK...
Medine'nin 184 km kuzeyindeki bereketli Hayber'de ziraatla uğraşan kalabalık ve zengin bir Yahudi nüfusu yaşardı. Nem sebebiyle sıtma yaygındı. Cahiliye Arabları, burada nasıl sağlıklı yaşadıklarını sorunca, Yahudiler, şehre girince 10 defa eşek gibi anırmak gerektiğini söyler; onlar inanırlar; Yahudiler de böyle yapanları zevkle seyrederlerdi. Hatta bir Arab şairi, “Eşek gibi anıracağıma, sıtmadan ölürüm daha iyi!” demiştir. Hayberliler, Mekke müşrikleriyle müttefikti. Hazret-i Peygamber, bu devamlı tehlikeden kurtulmak için 7. Hicri senede Hudeybiye Anlaşması ile arka cepheyi emniyet altına alıp Hayber'e yürüdü. Hayber'de 20 bin muharib, 8 müstahkem kale ve mancınıklar vardı. Ama Müslümanlar karşısında tutunamayıp çözüldü. Kaleler sırayla düştü. Halk yük hayvanlarına yükleyebildikleri kadarını alıp gitmekte veya kalmakta serbest bırakıldı. Hayber'in bir kısmına muhtariyet tanındı. Reislerinin kızı Safiyye ile Hazret-i Peygamber evlendi. Hayber'den sonra Yahudilerin yaşadığı Vadi'l-Kura ve Fedek de teslim oldu. Bilahare Yemen ve Umman'da yaşayan Yahudiler bir mukavemet göstermeksizin İslam hakimiyetine girdi.
Beni Kurayza Yahudileri, Medine'ye takriben 15 km mevkide müstahkem bir kalede yaşardı. Nadiroğulları, kendilerini üstün tutardı. Bir Kurayzalı, bir Nadirliyi öldürse, kısas edilir; aksi halde diyetle yetinilirdi. Hazret-i Peygamber, bu eşitsizliği kaldırdı. Ama Kurayzalılar nankörlük ettiler. Nadirliler anlaşmayı bozduğunda, Kurayzalılar yardım etmiş; Nadirliler sürüldüğü halde, Kurayzalılar affedilmişti. Buna rağmen Hendek Savaşı'ndan önce sözleşmeyi bozarak Mekkelilere yardım ettiler. Medine'ye baskın düzenlemek üzere hazırlandılar. Hendek Savaşı kazanıldıktan sonra Beni Kurayza üzerine sefer yapıldı. Kale düştü. Beni Kurayza erkek ve kadınları esir oldu. Kendilerine bir hakem seçmeleri teklif edildi. Onlar, eskiden beri dostları olan Medineli Sa'd bin Muaz'ı hakem seçti. Sa'd, Tevrat'ı da iyi bilirdi. Bunlara Tevrat'a göre hükmetti (Tesniye, 20/10-16). Kurayzalıların itiraz edemediği bu hüküm gereği erkekler idam edildi. Çocuk ve kadınlar esir yapıldı. Müslümanlar, Beni Nadir'deki hataya düşmediler. Bu hadise, bilhassa Avrupalılar tarafından ballandıra ballandıra Müslümanların zalimliği şeklinde lanse edilmiştir. Tarihte bütün harblerde yenilenler esir edilir. Ortaçağ, esirlerin tamamen öldürüldüğü bir devirdir. İslam hukuku bu hususta devlet başkanına esirler hakkında üçlü bir salahiyet tanımıştır: Öldürmek, köleleştirmek, fidye karşılığı bırakmak. Esirleri öldürmek, tarih boyunca Müslümanlarca tercih edilen ilk yol olmamıştır. Olsaydı Kaynuka, Nadir ve Hayber Yahudilerine de tatbik edilirdi.

 


Medine'de Nadirlilerin reisi Kab bin Eşref'in evinin kalıntıları

 

Türkiye Gazetesi, Yazı: Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci, 12.06.2013

BÜYÜKŞEHİR TARİHİ CAMİYİ BAŞKENTE YENİDEN KALDIRILACAK

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi Ulus’un tarihi camilerinden biri olan ancak beş ay önce çıkan yangında büyük hasar gören Tabakhane Camisi’ni restore ettirecek.
 

Büyükşehir Belediyesi Ulus Kevgirli Sokak’ta bulunan ve yaklaşık 5 ay önce gündüz saatlerinde İmam Odası’nda elektrik kontağından başlayan yangınla iç kısmı tamamen yanan 5,5 asırlık tarihi Tabakhane Camisi’nin restorasyonunu üstlendi.

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi Ulus Tarihi Kent Merkezi’nden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Balamir Gündoğdu, yangında büyük hasar gören ve mülkiyeti Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ait olan Tabakhane Camisi’nin yine Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün gözetiminde Ankara Büyükşehir Belediyesi Kent Estetiği Dairesi tarafından tamamen restore edileceğini bildirdi.

 

Balamir Gündoğdu, caminin yeniden ibadete açılmasını sağlayacak sürecin gelişimini anlatırken şunları söyledi.

“Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız Melih Gökçek Tabakhane Camisi’nin yanmış olması nedeniyle büyük üzüntü duymuştu. Başkanımızın isteği ve talimatı doğrultusunda gerekli işlemler gerçekleştirilerek bu caminin restorasyonunu Ankara Büyükşehir Belediyesi üstlendi. Başkanımız mümkün olan en kısa sürede de caminin ibadete açılması talimatını verdi. Bu vesileyle takip eden üç ay içinde Tabakhane Camimiz, vatandaşın hizmetine açılacak. Cami ile ilgili bütün protokoller ve gerekli hukuki altyapı Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile oluşturuldu. Sadece ihalesi kaldı. Caminin yapım sürecini ise Ankara Büyükşehir Belediyesi Kent Estetiği Dairesi sürdürecek ve restorasyon Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün kontrolünde gerçekleşecek. Ayrıca, caminin abdest alma mahalli ile birlikte çevre düzenlemesi de yine Büyükşehir Belediyesi Kent Estetiği Dairesi tarafından yapılacak.”

 

Tabakhane Camisi yangınına tanıklık eden çevre esnafından Ali Gökçe, caminin yeniden ibadete açılmasını sağlayacak restorasyonu, Büyükşehir Belediyesi’nin üstlenmesini mutlulukla karşıladıklarını kaydetti. Esnaf olarak yanan camiye sahip çıktıklarını kaydeden Ali Gökçe, “Yangın 24 Aralık 2012’de saat 11.00 sıralarında imam odasında çıkmıştı, namaz vakti olmadığı için camide cemaat hazır değildi, eğer olsaydı büyük facia olurdu. İtfaiye kısa sürede geldi ama ahşap döşemeler yeni verniklendiği için alevler kısa sürede büyümüştü ve caminin her tarafının kaplamıştı. Bu nedenle iç kısımlarda büyük hasar meydana gelmiş ve cami kullanılamaz haldeydi, Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 5,5 asırlık camimizi restore etme kararı bizi çok mutlu etti” diye konuştu.

 

Bentderesi’nde bulunan Tabakhane Camisi yaklaşık 600 yıllık bir tarihe sahip. Çatılı, sade bir yapıdan oluşan caminin duvarları taş temel üstüne kerpiç örgü olup, son cemaat yeri ise bulunmuyor. Halen kuzeydoğu köşede minaresi bulunmakla birlikte, esas minaresinin kaidesi, güney batı köşede yer alan Tabakhane Camisi, Kadı Necmeddin'in 1428 tarihli Vakfiyesine göre, XV. yüzyılın ilk yarısında kendisi tarafından yaptırıldı.

Ankara Büyükşehir Belediyesi, 12.06.2013

KORE'NİN
ULUSAL HAZİNELERİ
GELİYOR

 

Kore'nin milli hazinelerinin yer aldığı "İhtişam ve Zarafet: Kore'nin Sanatı" sergisi, 18 Haziran'da Topkapı Sarayı Müzesi Has Ahırlar Salonu'nda açılacak.

165 eserden oluşan sergi, 29 Eylül'e kadar devam edecek.

Sabah, 12.06.2013

PARİS BİR ŞENLİK MİDİR?



 

13 ve 14'üncü yüzyılda sanatı zanaattan çıkartan Giotto'dan Çağdaş Sanat Müzesi'ndeki Keith Haring sergisine, Paris şu ara ziyaretçilerine geniş bir yelpazeden sanat turu imkanı sunuyor.

 

Amerikalı yazar Ernest Hemingway 1920’li yıllarda bir süre yaşadığı Paris için yazdığı ünlü kitabına isim olarak “Paris Bir Şenliktir” adını uygun görür. Gittiği kafeler, tanıştığı sanatçılar, konuştuğu yazarlar ve daha fazlasıyla bu kitap neredeyse tüm kültür sanat dünyasının zamanla Paris için oluşturduğu algıda bir klişeye dönüşmüştür. Peki, Hemingway’e bu kitabın isim ilhamını veren Hotchner’nin söylediği gibi Paris bugün de gerçekten “Genç bir insan olarak Paris’te yaşayacak kadar şansın varsa geri kalan hayatında nereye gidersen git Paris senin içinde bir şenlik olarak kalacaktır” sözlerinde anlatıldığı gibi midir? Sorunun yanıtı, yaptığımız kısa Paris sanat turu ile bir kez daha gündeme geldi. Hiç şüphesiz Paris hala bir şenlik ve o şenlik içinde herkese göre bir hayat var.

Louvre’da üç önemli sergi
Louvre Müzesi, dünya sanatının babası olarak tanımlanabilecek, sanatı zanaattan çıkarıp oluşturduğu yapıta imzasını atma başarısı gösteren ilk sanatçılardan biri olan, 13 ve 14. yüzyılda yaşamış Giotto di Bondone’ye odaklanan otuz yapıtlık ‘Giotto ve Arkadaşları’ isimli sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergi, Giotto ile aynı dönemde yaşamış ünlü İtalyan yazarlar Dante, Petrarch ve Boccaccio gibi isimlerin yapıtlarına da yer veriyor. Rönesans’ın doğuşuna öncülük eden bu isimleri yakından inceleyebilmek için sergi bulunmaz bir fırsat oluşturuyor. 15 Temmuz’a kadar görülebilir.


Louvre’da yer alan bir diğer önemli sergi ise Alman sanatına odaklanan ‘Friedrich’ten Beckmann’a Alman Resmi ve Düşüncesi 1800-1939’ ismini taşıyor. 200’ün üzerine yapıta yer verilmiş olan bu sergi, sadece resimlerle yetinmiyor, Alman sanatını etkileyen büyük entelektüellerin yazılarına ve film endüstrisinin önemli yapımlarına da ev sahipliği yapıyor. 1939 sonrasında başlayacak olan II. Dünya Savaşı’nda Alman işgaline uğramış bir ülkede Almanya ’nın bu gelişiminin sanatsal ve entelektüel dünyada ne gibi yansımaları olduğunu keşfetmek Fransızları etkilemiş gibi görünüyor. Zira sergiye yoğun bir ilgi vardı. Sergi 24 Haziran’a kadar açık.


Louvre Müzesi’ndeki her iki sergi de çok etkileyici olsa da Louvre’un asıl büyük sergisi İtalyan sanatçı Michelangelo Pistoletto’nun ‘Yıl 1: Erken Cennet’ isimli sergisiydi. Sergi dediysek bildiğimiz anlamda bir sergi değildi. Yani Pistoletto’nun yapıtları için seçilmiş, gösterilmiş bir yer yoktu. Sanat tarihinin neredeyse tüm dönemlerini bünyesinde barındıran Louvre’un dört bir köşesinde bu günlerde hiç beklemediğiniz bir anda Pistoletto’nun yapıtları ile karşılaşabilirsiniz. Da Vinci’nin yapıtlarının tam zevkine varıyorken birden karşınıza Pistoletto’nun kafa karıştırıcı, zeka kokan yerleştirmelerine rastlayabiliyorsunuz. İstanbul Bienallerinden Türk sanatseverinin tanıdığı ‘Paçavraların Venüsü’ isimli işi de Louvre’un koridorlarında karşınıza çıkan Pistoletto eserlerinden. Sergi, 2 Eylül’e kadar Louvre’u gezecekler için ilginç sürprizler sunuyor.

Musee d’Orsay’da ‘Karanlık Romantizm’
Dünya sanatının 19. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar gelen periyodunun en önemli yapıtlarını barındıran Musee d’Orsay, 23 Haziran’a kadar ‘Gariplikler Meleği: Goya’dan Max Ernst’e Karanlık Romantizm’ isimli sergiye ev sahipliği yapıyor. 18’inci yüzyılda İngiliz Gotik romanları ile kurulan bu dünya, 19’uncu yüzyılla birlikte resim sanatında yansımasını bularak ve dünya sanatında birçok sanatçıyı etkileyerek 20’nci yüzyıla kadar yoğun bir şekilde varlığını sürdürür. Bu dönem içinde yer etmiş önemli adımları bir araya getiren bu sergi, 200 yapıt, film ve grafik işinden oluşuyor. Serginin baş eseri ise daha serginin girişinde ziyaretçileri karşılayan Henry Füseli’nin ‘Kabus’ isimli çalışması oluyor. ‘Karanlık Romantizm’, günümüzün fantastik roman ve sinemasını derinden etkileyen yapıtları bir arada görmek isteyenler için kaçırılmaz bir sergi. 

Keith Haring coşkusu Musee d’Art Moderne’de 
Çağdaş sanatın en iyi bilinen imajlarından birinin yaratıcısı Amerikalı sanatçı Keith Haring, ‘Siyasi Çizgi’ isimli sergisiyle Musee d’Art Moderne’de. 1980’li yılların sanat dünyasına kazandırdığı Keith Haring, ilk önce metro istasyonları ve otobüs duraklarına çizdiği grafik şekillerle tanınır, ardından ünlü galerici Tony Shafrazi ile açtığı sergiler onu dünya sanat ortamının merkezine çeker. Fakat sanat dünyasındaki bu hızlı çıkışı 1990 yılında yakalandığı AIDS hastalığı dolayısıyla kısa sürer ve hayata veda eder. Bugün yapıtları dünyanın en önemli müzelerinde yer almakla birlikte Musee d’Art Moderne’deki gibi dünyayı dolaşan sergileri de yapılmakta. Sokak sanatından gelen Haring aynı zamanda önemli bir aktivist. 18 Ağustos’a kadar devam edecek sergi Haring’in bu alandaki üretiminden örneklere yer veriyor.

‘Mahler’in Üçüncü Senfonisi’
Fransız Devrimi’nin başladığı Bastille Hapisanesi’nin bulunduğu bölgede bugün Paris’in en büyük opera binalarından biri bulunuyor. Yoğun sergi trafiğine Mehmet Güleryüz’ün önerisi ve birlikteliğiyle Bastille’deki Opera National de Paris’deki ‘Mahler’in Üçüncü Senfonisi’ni izleyerek ara veriyoruz. Yakın zamanda Paris’e gidecekler için yorgunluk atmada bu gösteri şiddetle önerilir.


Biraz daha tarih ve sanat tarihi sevenler için Sen Nehri kıyısında bir sabah yürüyüşü sonrasında Sainte-Chapelle’in muhteşem vitrayları izlenebilir ve Fransa tarihi içinde bir yolculuğa çıkılabilir. Ayrıca önünde hiçbir zaman kuyruğun eksik olmadığı Notre Dame kilisesi, Victor Hugo’nun “Notre Dame’ın Kamburu”nu okuyanlarca daha da cazip bir hale gelebilir. Tabii bir de Paris’in vazgeçilmezlerinden Eiffel Kulesi’nde mayıs rüzgarının esintisini içinize çekebilirsiniz. Yalnız bu esintiyi hissetmek için kilometreleri bulan kuyruğu çekmek, saatler süren bekleyişten sonra heves kıran Eiffel kalabalığına da katlanmanız gerekir.

Radikal, Haber: Oğuz Erten, 12.06.2013

MICHELANGELO'NUN
ÇİZİMLERİ
BULUNDU

 

İtalya'da bir şapelin altındaki gizli odadan, Rönenans ressamı Michalengelo'nun yaptığı çizimler çıktı.

Ressam 1529 yılında İspanyol saldırılarından korunmak için 3 ay bu odada kalmıştı.

Sabah, 12.06.2013

İSRAİL'DE DENİZ DİBİNDE 6 BİN YILLIK DEV ANIT

 

 

İsrail'in kuzeyindeki Galilee Denizi (Taberiye Gölü) sahilinde, sular altında kalmış 6 bin yıllık dev bir anıt bulundu. Çapı yaklaşık 70 metre, uzunluğu 12 metre olan anıtın, 3'er metre uzunluğundaki bazalt kayalarıyla inşa edildiği belirlendi.

 

İsrailli bilimadamlarının anıt üzerinde yaptıkları araştırma, 60 bin ton ağırlığındaki yapının karada inşa edildikten sonra sular altında kalmış olduğunu gösterdi. Yapı, Galilee Denizi'nin sahil kesiminde bulunan alüvyon çakıl taşlarının menşeini araştırmak amacıyla çalışma başlatan İsrailli bilim ekibinin, sonarla yaptıkları araştırmalar sırasında tesadüfen keşfedildi.
 

Çapı yaklaşık 70 metre, boyu 12 metre olan koni biçimindeki yapı üzerinde yapılan daha kapsamlı araştırma, bunun, kayaların tesadüfen bir araya gelmesiyle değil, her biri 3 metre uzunluğundaki, bazalt adı verilen dayanıklı volkanik kayaların bir araya getirilmesiyle oluşturulduğunu ortaya koydu. Çevredeki bu tip kayaların en yakın olduğu yerin 1,5 kilometreden daha uzak mesafede bulunduğuna işaret eden araştırmacılar, kayaların özellikle bu yapı için anıtın olduğu bölgeye getirildiğine inandıklarını belirtti. 

 

Yapının şu an denizin 1.82 ila 3 metre altında bulunan kaidesi etrafındaki kum birikintilerinin yüksekliğini ve birikme oranını inceleyen araştırmacılar, anıtın 5-6 bin yaşında olduğu sonucuna vardı. Anıtın ayrıntılarına ilişkin elde edilen en son bilgiler International Journal of Nautical Archaeology adlı bilimsel dergide yayımlandı.
 

Eski Eserler Kurumu yetkilisi ve Ben Gurion Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. İzak Paz, büyük ihtimalle erken dönem bronz çağından kalma olan anıtın, Avrupa'da görülen ilk mezarlıkları hatırlattığını kaydetti. Paz, anıtın yakındaki, bölgenin en büyük ve tahkim edilmiş şehri olan Beyt Yerah antik kentiyle bağlantılı olduğuna inandığını belirtti.

Hürriyet, 11.06.2013

MUDANYA'DA BİR ESER DAHA GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi, Mudanya’da 1800’lü yıllarda inşa edilen ve bakımsızlık yüzünden harabeye dönen Tahir Ağa (Nur) Hamamı’nın restorasyon çalışmalarını başlattı.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, ilk günkü ihtişamı ile yeniden ayağa kaldırılacak olan tarihi hamamın sosyal ve kültürel aktivitelerin yapılabileceği bir merkez olarak hizmet vereceğini söyledi.

 

Bursa’nın turizmden hak ettiği payı alması Cumhuriyet dönemi yapılarından Osmanlı eserlerine, 2300 yıllık Bitinya surlarından 8500 yıllık arkeoparka kadar her alanda tarihi ve kültürel miras çalışmalarına hız veren Büyükşehir Belediyesi, Mudanya’da harabeye dönen iki asırlık bir eseri daha ayağa kaldırıyor. Eski zeytin halini yenilenen yüzüyle Mudanyalıların buluşma noktası haline getiren Büyükşehir Belediyesi, bu alanın hemen arkasındaki tarihi Tahir Ağa (Nur) Hamamı’nın restorasyon çalışmalarını törenle başlattı.

 

Restorasyonun başlangıç törenine Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin yanı sıra Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk, Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Yeni Sölöz Belde Belediye Başkanı Güngör Özhan, Mudanya Kaymakamı Adem Öztürk, Bursa Kent Konseyi Başkanı Mehmet Semih Pala, AK Parti Mudanya İlçe Başkanı Kadir Kahraman, Büyükşehir Belediyesi bürokratları ve çok sayıda davetli katıldı.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Mudanya’nın Bursalıların nefes aldığı vizyon bir sahil kenti olduğunu hatırlatarak, Mudanya’nın daha sağlıklı ve yaşanabilir bir kent haline gelmesi amacıyla yoğun çaba içinde olduklarını söyledi.

 

Mudanya’nın tam bir turizm kenti olması için ilçedeki tarihi yapıların bir bir ayağa kaldırıldığını dile getiren Başkan Altepe, ilk olarak tarihi Zeytin Hali’nin hizmete açıldığını, Hasan Paşa hamamı ve Mütareke Evi’ndeki restorasyon çalışmalarının da hızla sürdüğünü vurguladı.

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından son 7 yılda Mudanya’da 60 milyon TL’lik altyapı yatırımının hayata geçirildiğini kaydeden Başkan Altepe, planlanan 35 milyon TL’lik yatırımla bu rakamın 90 milyon TL’yi aşacağına dikkat çekti. Mavi Tur Körfez seferleriyle her gün yüzlerce vatandaşın sahilin farkına vardığını ifade eden Başkan Altepe, ilk 3 ayda 100 bin yolcu hedefine ulaşan BUDO’ya aldıkları yeni gemilerle seferlerin talepler doğrultusunda daha da artırılacağını söyledi.

 

Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk de genel merkezi hükümet, gerek Büyükşehir Belediyesi ve gerekse de ilçe belediyesi imkanlarıyla Mudanya’nın hizmette tarihi bir dönem yaşadığını söyledi.

 

Mudanya için büyük önem taşıyan sahil projesinin yakın bir zamanda hayata geçirileceğini hatırlatan Aktürk, gerek Büyükşehir, gerek Mudanya belediyesi gerekse özel sektör yatırımlarıyla Mudanya’da 300 milyon TL’lik yatırım rakamına ulaşacaklarını vurguladı.

 

Aktürk, Mudanya’ya sağladıkları katkılar nedeniyle Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ve ekibine teşekkür etti.

 

Konuşmaların Başkan Altepe ve protokol üyeleri ilk harcı koyarak restorasyon çalışmalarını başlattı.

Bursa Olay, 11.06.2013

TARİHİ HAN VE ÇARŞILARA 'KURUMSAL KİMLİK'

 

Bursa’da, tarihi han ve çarşılara ’kurumsal kimlik’ kazandırılması amacıyla Valilik, Uludağ Üniversitesi (UÜ), Bursa Tarihi Çarşı ve Hanlar Birliği arasında iş birliği protokolü imzalandı.

 

Bursa Valisi Şahabettin Harput, Koza Han’da düzenlenen törende, vatandaşların, tarihi çarşı ve hanların kıymetini yeterince değerlendiremediğini söyledi.

 

Eskiden sosyal, kültürel, ticari hayat ile medeniyet, yardımlaşma ve kardeşliğin bu mekanlarda hayat bulduğunu dile getiren Harput, şöyle konuştu:

"Bugün bu güzelliği sürdürme, geliştirme, tanıtma ve yaşatma adına iş birliğine imza atıyoruz. Bu protokolle geleceğe dönük önemli bir iş birliğinin temelleri atılmış olacak. Kısa bir süre önce İspanya’nın Cordoba şehrine gittim. Cordoba, Bursa’dan çok küçük bir şehir olmasına rağmen her yıl yaklaşık 10 milyon turist ağırlıyor. İnsanlar oraya büyük binaları, görkemli alışveriş merkezlerini görmeye değil, tarih, kültür, medeniyet, asalet, insanlık ve zarafete gidiyor. Aynı güzelliğin bir başka boyutu da burada var. Burada bu güzelliklere sahip olmakla hem bize bu mirası armağan eden o şanlı ecdada karşı görevimizi yerine getirmiş olacağız hem de bizden sonraki nesillerin, ne kadar güzel bir mirasa sahip olduklarının farkına varmalarını sağlayacağız."

 

UÜ Rektörü Prof.Dr. Kamil Dilek ise protokol kapsamında bölgenin 1400’lü yıllara giden tarihi dokusunun araştırılmasını amaçladıklarını vurguladı.

 

Tarihi çarşı ve hanların restorasyonu, peyzajı, işleyişi ve fonksiyonunda dil birliğini sağlamak ve bunu tarihle örtüştürmeyi de hedeflediklerini anlatan Dilek, "UÜ bu çarşının tarihi dokusu içindeki Ahilik faaliyetlerini de değerlendirecek. Ticareti bile ibadet aşkı ve şevki içinde yapan bir neslin evlatlarıyız. Bu anlayışın, bölgedeki esnafımıza yansıtılması konusunda UÜ birçok kültürel faaliyetler yapacak, konferanslar ve eğitimler verecek" ifadesini kullandı.

 

Daha sonra protokol, Harput, Dilek, Bursa Tarihi Çarşı ve Hanlar Birliği Başkanı Bülent Erginal tarafından imzalandı

Bursa Olay, 11.06.2013

GERİ ADIM YOK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Topçu Kışlası projesi hakkındaki davada savunmasını verdi.

 

İstanbul 6’ncı İdare Mahkemesi’nde görülen davayı Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği açtı. Dernek, Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine açtığı davada, “Topçu Kışlası süsü verilen alışveriş merkezi yapılmasına olanak tanıdığı ileri sürülen 27/02/2013 tarihli, 139 sayılı Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptalini ve yürütmenin durdurulmasını” istedi.

 

Dernek, Gezi Parkı’na polisin sert müdahalesinin geldiği 31 Mayıs’ta mahkemeye başvurarak parktaki ağaçların kesilmeye başlandığı gerekçesiyle Koruma Yüksek Kurulu kararının yürütmesinin hemen durdurulmasını istedi. Mahkeme aynı gün yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Kararda, “Karar veren 6. İdare Mahkemesi’nce, davacının 31/05/2013 tarihinde verdiği dilekçe üzerine oluşan yeni durumu değerlendirmek suretiyle işin gereği yeniden düşünüldü: Davanın durumu ve uyuşmazlığın niteliği gözetilmek suretiyle davalı idarenin 1. savunması alınıncaya veya bilgi ve belgeler gönderilip yürütmenin durdurulması hakkında yeni bir karar alınıncaya kadar yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne 31/05/2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verilmiştir” denildi.

Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vermesinde derneğin “Ağaç kesiliyor” gerekçesinin, “yıkım” olarak değerlendirilmesi, Koruma Yüksek Kurulu’nun, alt kurulun proje iptal kararını iptalinin açık gerekçeye dayanmamasının etkili olduğu bildirildi. Hukukçular mahkemenin “Yeni bir durum” ifadesiyle verdiği kararı “istisnai” olarak değerlendirdi. Bakanlık, davanın açıldığı günden itibaren 30 günlük sürede savunma hakkını geçen perşembe günü kullandı. Bakanlık avukatları, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu’nun 27 Şubat 2013 tarihli Gezi Parkı projesi onama kararının yerinde olduğunu savunup yürütmeyi durdurmanın kaldırılmasını ve davanın reddini istedi. Şimdi davalı savunması davacı derneğe tebliğ edilecek. Dernek bu savunmaya yanıtının ardından mahkeme yürütmeyi durdurma kararının devam edip etmeyeceğine, sonraki 6 ay içinde de davanın kabulü ya da reddine karar verecek.

 

6. İdare Mahkemesi’ndeki dava, 1. İdare Mahkemesi’nde bölge imar planlarının iptaline dair açılan dava kabul edilirse dayanaksız kalacak. Taksim Yayalaştırma Projesi ile Gezi Parkının ‘Taksim Kışlası’na çevrilmesinin önünü açan 17.01.2012 tarihli 1/5000 ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı Nazım imar plan tadilatlarına Şehir Plancıları, Peyzaj Mimarları ve Mimarlar Odası tarafından 1. İdare Mahkemesi’nde dava açılmıştı. 3 kişilik bilirkişi heyeti iki hafta önce plan tadilatlarının şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine aykırı olduğu kanaatine vardı. Bilirkişi, plan tadilatında “çevre, kültürel ve doğal miras, sosyal kültürel ve ekonomik yapı, ulaşım, dolaşım sistemi açısından uygun olmadığı, yeşil alanların ne şekilde etkileneceğinin belirsiz olduğu” sonucuna vardı. Mahkeme bilirkişi raporuna uyarsa, Gezi Parkı’nın mevcut haline müdahale edilmesi imkansız duruma gelecek.

 

YÜKSEK KURUL’UN KARARI GEREKÇESİZ

İçinde buz paten pistinin de yer aldığı, Mimar Halil Onur’un hazırladığı Topçu Kışlası projesi, 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından geçen ocak ayında reddedilmişti. Kurul kararında, projenin 1800’lerde yapılan Topçu Kışlası’nın “özgün” mimarisine dair yeterli bilgi ve belge içermediği belirtilmiş, “Günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış, İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiştir” denilerek projeyi kabul etmemişti. Başbakan Tayyip Erdoğan ”reddi reddedeceğiz” açıklamasında bulundu. Bu açıklamadan 3 hafta sonra Koruma Yüksek Kurulu Topçu Kışlası’nın yapımına izin verdi. Yüksek Kurul, bölge kurulunun kararını neden iptal ettiğine dair gerekçe göstermedi, sadece kışlanın sosyo-kültürel amaçlı kullanılacağı belirtildi.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 11.06.2013

DÜNYA MİRASINA BİR ADIM KALDI

 

 

Mardin'in bir 'marka şehir' olarak Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Kültür Mirası Listesine kabul edilmesini hedefi doğrultusunda protokol imzalandı. Mardin Müzesi'nin bahçesinde düzenlenen törende konuşan Vali Ahmet Cengiz, ilin farklı ve zengin yapısının evrensel boyuta taşınması gerektiğini söyledi. İlin, soyut ve somut kültürel varlıklarıyla paha biçilmez bir konumda olduğunu belirten Cengiz, 'Üzeri biraz tozlanmış durumda diyebiliriz. Bu tozu temizlemeye, Mardin'in parlayan yüzü ile insanlara sunmanın çabası içindeyiz' diye konuştu.

 

LİSTEYE GİRMEYİ HAK EDECEK

Avrupa Birliği (AB) Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Jean-Maurice Ripert de AB'nin şehirlerde kültürel ya da doğal varlıkların müdahalelere maruz kaldığı durumlarla ilgili projelerde halkla istişare süreçlerine önem verdiğini dile getirdi. Ripert, şunları kaydetti: 'Mardin Valiliği tarafından şimdiye kadar iki adet halkla istişare ve bilgilendirme oturumu gerçekleştirilmesinden memnuniyet duyuyorum. Ayrıca renovasyonun, şehirdeki hayata en az rahatsızlık verecek şekilde yapılmasını öneririm. Sonuçta çalışmaların amacı şehri bir müzeye çevirmek değildir. Halen onun yaşayan bir şehir olmaya devam etmesi gerekmektedir. Mardin'in, UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesine alınmayı hak edeceğine inanıyoruz.' Mardin Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu ise projenin yerel yönetimlerle yürütülmesi gerektiğine değinerek, kent halkı adına çalışmada emeği geçenlere teşekkür etti.

 

9 milyon avroluk proje

Proje, AB Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) çerçevesinde yürütülen programı çerçevesinde finanse ediliyor. Projeyle, yurt içi ve dışında ilin daha iyi tanıtılmasına katkı sunacak kampanyalar hazırlanacak. 9,2 milyon avroluk proje kapsamında sit alanında yer alan binaların cepheleri iyileştirilecek ve cadde boyunca standart tabela, kepenk ve tente sistemi uygulaması yapılacak.

Yeni Şafak, 11.06.2013

KANLI TABYA MÜZE OLACAK

 

Padişah 1'inci Mahmut döneminde, kenti güneyden gelebilecek İran saldırılarına karşı savunmak amacıyla 1734'te yaptırılan, 1827- 1828 Osmanlı- Rus savaşı sırasında çetin çarpışmalara sahne olan Kanlı Tabya, Sismografik Harp Müzesi olacak.

 

Halitpaşa Mahallesi'nde 15 dönüm alana kurulu olan ve daha sonraları zarar görmemesi için üzeri 2 metre toprakla örtülen Kanlı Tabya'da geçen yıl restorasyon çalışmaları başlatıldı. Büyük Tabya olan adı, çatışmalar sırasında duvarlarının kanla boyanmasından dolayı halk tarafından şehitler anısına Kanlı Tabya olarak değiştirilen yapıt, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın başlattığı restorasyon çalışmalarıyla turizme kazandırılacak. 

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay, Bilimsel Tabyalar Kurulu ile birlikte Karabağ, Nal ve Gemli gibi toplam 46 tabyada çalışma yapılarak tamamının turizme kazandırılacağını söyledi. Kanlı Tabya'daki restorasyon çalışmalarının bu yıl sonuna kadar devam edeceğini vurgulayan Doğanay şöyle dedi: 

 

"Kanlı tabya Sismografik Harp Müzesi olacak. Işıklı efektler kullanılarak 1855 Kars zaferini anlatan bir müze olacak. Bölgenin en büyük müzelerinden biri haline gelecek olan Kanlı Tabya'da başlatılan restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla diğer 46 tabyada da benzer çalışmalar olacak." 

Zaman, 11.06.2013

GEZİ PARKI'NDAKİ HEYKELLER

 

Anlatmaya nereden başlasam...  Sultan Abdülaziz’in Paris yolculuğundan? Sarayındaki aslanhanesindeki aslanlardan? Yoksa Enver Paşa’nın Ermeni bir aileye ait çiftliği kendi malıymış gibi kullanıp bahçesine de kendine ait olmayan heykeller getirtmesinden? Yok yok çok daha bugünden mi? Mesela parkta sokak çocuklarının camekanına sığındığı ve bugün nerede olduğu bilinmeyen çağdaş heykelden? Ya da buldum, belki de Rudolf Belling’den... Akademinin heykel bölümüne heykel sanatımızı geliştirsin diyerek atanan Alman heykeltıraş Belling’in yaptığı İnönü heykelinden. Bu heykelin kaidesiyle kendisinin bir türlü kavuşamamasından? Lütfi Kırdar’ın deyişiyle “o barış günü”nün bir türlü gelmemesinden? Uzattığımın farkındayım. Bilhassa yapıyorum. Çünkü Gezi Parkı’nda bir süre yer almış ya da alamamış bütün heykellerin hikayeleri, aslında bize yakın bir siyasi tarihi anlatmakla kalmıyor. Bu tarihin içindeki kültür hayatını şekillendiren siyasi dengeleri ve gerilimleri ifşa ediyor. Gezi Parkı’ndaki aslanlar mesela... O aslanlardan biriyle parktaki gezici fotoğrafçılara resim çektirmiş Milliyet Ekler Genel Yayın Yönetmeni Deniz Alphan. Küçük bir kızken... O aslan, şimdiki Ceylan Oteli, bir zamanlar Taksim gazinosuyken, mekanın iki girişinde duran iki aslandan biri.

 

Yine küçük Deniz ve annesi Dina’nın önünde fotoğraf çektirdiği Su İçen Dişi Geyik ve Yavrusu heykeli, Abdülaziz’in Paris seyahati sonucu sipariş ettiği bir grup heykelden sadece biriydi. Abdülaziz’in av merakı ve aslanları olduğu için Fransa’dan gelen hayvan heykellerinden bir kısmını, iktidarı sırasında Enver Paşa kaldığı çiftliğe getirtmek istemişti. Bir kısmı ise daha sonra devlet tarafından yapılan bir açık artırmada Türkiye kültür hayatına yön verecek iki aile tarafından satın alınacaktı. Geyiği Koçlar, atları Sabancılar alacaktı. Boğa ise Kadıköy’e gelecekti. Gezi Parkı’ndaki ‘anneyle yavrusu’ ise Emirgan’a götürülecek. Orada hurdacılar tarafından çalınacak. Yarısı eritilecek. “Yaralı” bulunacak. İnayet Türkoğlu tarafından adeta iyileştirilecekti. Bu gruptan Kaktüsün Üzerinden Atlayan Aslan ise İstanbul Belediyesi’nin önüne yakıştırılacaktı. Hala orada...


Gezi Parkı söz konusuysa hikayenin içinde Henri Prost olmadan olmaz. İmar planı yaparken Topçu Kışlası’nı yıkmayacak olsaydı, İnönü’nün kaidesi, Belling’in yonttuğu kendisiyle buluşmakta o kadar yıl beklemeyecekti. Büyük buluşma, Gezi’de değil, Taşlık’ta DP iktidarı sırasında Lütfi Kırdar’ın katkılarıyla gerçekleşti.


Gelelim günümüze... Yves Klein mavisi taşların üst üste bir form oluşturdukları, camekan içindeki parkın çağdaş heykeline...


Adem Yılmaz’ın heykeli, o parkın değil, koskoca İstanbul’un açık havadaki ilk çağdaşıydı. Sözen belediyesinin 1992 yılında düzenlediği “Açık alanlara üç boyutlu çağdaş sanat yapıtları” yarışmasında kazananlardandı. Jüride Hüsamettin Koçan, Hüseyin Gezer, Ali Teoman Germaner gibi sanatçılar vardı. Adem Yılmaz, heykeli için “İstanbul’un tarihsel geçmişi, kentleşme ve doğa sorunlarının evrenselliğine gönderme yapıyor ve modernizmle hesaplaşıyor” demişti.


Heykel, en son 2002 yılında bir kış günü camekanı kırık, fena halde tahrip edilmiş görüldü. Çok geçmeden belediye tarafından kaldırıldı. Bugün ona ne olduğuna dair en ufak bir bilgimiz yok.

 



Halen Gezi Parkı’nda duran bir heykel daha var. Şu anda direnişçilerin çadırları tarafından ismine yaraşır bir şekilde kuşatılmış orada. Lerzan Bengisu’nun Barış isimli 1974 tarihli heykeli. Asıl yeri, Divan Oteli karşısındaki metro girişine yakındı. Şantiye çalışmaları sırasında yıprandı. Üçte biri toprak altında kalacak şekilde taşınınca ne şanslı ki ailesi duruma el koydu.  Kaidesi yenilendi.  Sanatçının oğluna göre, üç ayrı formdan oluşan heykel, anne ve iki çocuğunu temsil ediyordu.
Barış, ismiyle de oradan taşınan annesiyle yavru geyiğin boşluğunu doldurması açısından da anlamlı bir “dişi” varoluşa sahip ister istemez. Parktaki heykellerden bugüne bir o, bir de aslanlar kaldı. Adem Yılmaz’ınkini yeniden üretmek Gezi Parkı direnişini ileride anımsatmak ve anımsamak için değerli bir girişim olabilir.


Bir park, sadece park değildir. Yakın ve uzak tarihimize dair sosyal işaretlerden örülü hem kişisel bir o kadar toplumsal an’ların, anıların biriktiği bir bahçedir. Şehirlerimizin arka olmasını istemediğimiz ve bunun için elbette direneceğimiz nadide bahçeleridir. Heykellerinin çok olması dileğiyle...


(Özellikle Bengisu ve Yılmaz’ın heykelleriyle ilgili verdiği bilgiler ve fotoğraflar için Ferda Çağlayan’a teşekkür ederim.)

Milliyet, Yazı: Ayşegün Sönmez,11.06.2013

 

******


GEZİ PARKI'NIN KAYIP HEYKELİ

 

 

CHP İstanbul Milletvekili Celal Dinçer, kentteki heykellerin son durumunu Kültür ve Turizm Bakanı’na sordu. Milletvekili Dinçer, “Hakkı Karayiğitoğlu’nun Lütfi Kırdar Kongre Merkezi önüne, Işılar Kür’ün Kadıköy’e, Rahmi Aksungur’un Maçka’ya, Ayşe Erkmen’in Beyoğlu Tünel’e, Meriç Hızal’ın Üsküdar’a, Ertuğ Altan’ın Kabataş’a, Vedat Somay’ın Yenikapı’ya ve Adem Yılmaz’ın Taksim Gezi Parkı’na konulan heykelleri yerlerinden niye kaldırıldı? İstanbul’da 2004’ten bu yana kaç heykel yaptırıldı? Kaç heykel yerinden kaldırıldı?” diye sordu. Milletvekili Dinçer, “Heykellere hangi aralıklarda bakılıyor?” diyerek TBMM’ye yazılı soru önergesi de verdi. İstanbul’un eski vali yardımcılarından olan Dinçer’in, Kültür Bakanlığı koltuğunda Ertuğrul Günay otururken yönelttiği soruların cevabı yeni Kültür Bakanı Ömer Çelik tarafından verildi.

Kültür Bakanlığı’nın yatırım programında yer alan “anıt, büst, heykel, rölyef, mask, şehitlik yapımı ve onarımı” projesinden sadece maddi yardım yapıldığı bildirildi. Kültür Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, 2012 yılında Atatürk Heykeli’nin yapımı için Adalar Belediyesi’ne 35 bin TL maddi destek sağlandığını kaydetti. Türkiye’nin önde gelen heykeltıraşlarının, şehrin gözde merkezlerindeki heykellerinin akıbeti hakkında ise bilgi verilmedi. Adem Yılmaz’ın Gezi Parkı’na yerleştirilen, mavi taşlardan üst üste bir form oluşturup camekana aldığı eseri Türkiye’nin açık alanlardaki ilk çağdaş heykellerinden biri olarak ön plana çıkmıştı. Ödüllü eser, İstanbul’un tarihsel geçmişine, kentleşme ve doğa sorunlarının evrenselliğine gönderme yapıyordu. Sık sık camı kırılan, sokak çocuklarının kaldığı heykel, 2002’de bir kış günü camı kırılarak tahrip edilmesinin ardından belediye tarafından kaldırıldı. Nerede olduğu halen bilinmiyor. Gezi Parkı’nda şu anda yalnızca heykeltıraş Lerzan Bengisu’nun “Barış” adlı heykeli kaldı.

Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 11.06.2013

MÜZECİLERDEN MESAJ VAR

 

 

İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın Taksim'deki Gezi Parkı'na inşa edilmesi planlanan Topçu Kışlası'nın 'kent müzesi' olarak değerlendirileceğini açıklaması sonrası, Müzecilik Meslek Kuruluşu Derneği bir açıklama yayınladı.

 

Ülkede toplumsal gerginliğe sebep olan, Gezi Parkı projesiyle ilgili "Ne KIŞLA, Ne MÜZE, Ne de başka bir BİNA, sadece PARK İstiyoruz" diyen kurum, hükümete "İstanbul Kent Müzesi'ne bina önerisi isterseniz biz Müzecilere sorabilirsiniz..." diye çağrıda bulundu

 

Derneğin açıklaması şöyle:

"İstanbul’un kent simgelerinden olan Taksim Gezi Parkı’na yapılmak istenen AVM yapısının yanı sıra dile getirilen İstanbul Müzesi’nin buraya kurulması önerileri hakkındaki görüşlerimiz aşağıdaki gibidir:
 
Kent müzeleri dünyanın her yerinde ve Türkiye’de de giderek kentsel yaşamın en önemli unsurlarındandır. Müzeler, çocuk, yaşlı genç herkes için önemli bir buluşma, öğrenme, paylaşma, hatırlama mekanlarıdır. İstanbul tarihi, doğal ve kültürel mirası ile eşsiz bir kent. İstanbul’u biricik yapan bu miras, kent müzesinde, burada yaşayan insanların geçmişte ve bugün yarattıkları yaşam kültürünün tüm renklerinde yansıtılmalıdır.
 
Kent müzeleri paylaşımcı, demokratik, katılımcı olur. Kent müzelerinin en önemli özelliklerinden birisi de geçmişi koruyarak aktarması, bugünün şahitliğini yapması, yaşadığımız çevrenin bugünü ve geleceği için alternatif senaryolar sunabilmesi, kentsel gündemlerin tartışmaların merkezinde olması, eleştirel olabilmesidir.
 
Kent müzeleri sadece geçmişe ait birtakım eşyaların sergilendiği nostalji mekanları değildir. Kentin tüm sahiplerinin toplumsal ve kentsel tarihinin şahitleridir. Kentsel düzenlemeler için birer forum merkezidirler. Kent müzelerinin sahibi sadece o kentte yaşayanlardır. Dolayısı ile kent müzesi kurulmasından söz ederken:

  • Hangi kurumun kuracağı,

  • Nasıl kurulacağı,

  • Nereye kurulacağı,

  • Nasıl işletileceği,

  • Bina seçimine nasıl karar verildiği,

  • Mekanın kentsel hafızadaki yeri,

  • Kurulma süreçlerinde işletilen demokratik katılım mekanizmaları,

  • Müze içeriğinin dayandığı bilimsel zemin müzenin gerçek bir kent müzesi olmasında belirleyicidir.

Kent müzeleri kentin farklı unsurlarını bağlayan sağlam bir halattır. İstanbul Kent Müzesinin Taksim’de gerçekleşen saldırı ve şiddet hafızası üzerine oturtulmaya çalışılmasını kınıyoruz. Kent müzeleri kentliyle birlikte kurulur, onları kucaklar, katılımcı olmayan bir mantığa teslim edilemeyecek kadar yaşamımızda etkin ve önemli mekanlardır.
 
Müzecilik Meslek Kuruluşu Derneği olarak, halkın serbestçe kullanabildiği parkların, yeşil alanların özelleştirilerek özel mülkiyete, özel güvenlik sistemlerine devredilmesine karşıyız. Taksim Gezi Parkı bir simge olarak bu harekette önemli bir rol oynamaktadır. Türkiye’de para kazanmak veya diğer farklı amaçlarla doğal alanların  tahrip ya da yok edilmesine izin verilmemeli ve titizlikle  korunmalıdır. 
 
Kamuya açık yeşil alanların ve doğal ortamların 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile devlet tarafından korunması, hükümetlere verilmiş bir görevdir. Hükümetten halkı, kültürü ve doğayı koruma görevini yerine getirmesini istiyoruz.
 
Hükümetten, halkının temel yaşam hakkını savunma ihtiyacını görüp kabul ederek halka uygulamakta olduğu sert şiddeti derhal durdurmasını talep ediyoruz.
 
Hem hükümetten, hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden kentsel yaşamın vazgeçilmezi olan Taksim Gezisi’nin, yeşil alanın yok edilerek İstanbul Kent Müzesi de dahil olmak üzere herhangi bir kültür kurumu yapılması konusundaki söylemlerini sonlandırmasını istiyoruz.
 

Parklar, müzeler birbirinin yerine konulamaz değerdedir. Parklar kentlerin ciğerleridir, ciğerlerimiz olmadan nefes alamaz, yaşayamayız.
 
Müzecilik Meslek Kuruluşu
Yönetim Kurulu"

Akşam, 10.06.2013

URFA KALESİ'NDEKİ KAZI TARİHE IŞIK TUTUYOR

 

 

Birçok medeniyete ev sahipliği yapan tarihi Şanlıurfa Kalesi’nde, eski dönemlere ait 100 mancınık güllesi bulundu. Büyük hassasiyetle yürütülen kazılarda ortaya çıkartılan eserlerin tarihe ışık tutması bekleniyor. Kalenin restorasyonu ise yeni çıkacak mimariye göre şekillenecek.

 

Ön cephesi iki ay önce yıkılan tarihi Urfa Kalesi’nde göçük sonrası kazı başlatıldı. 30 kişilik bir ekiple sürdürülen kazı çalışmalarında kalenin küçük bir bölümünde 3 metre derinliğe inilebildi. Çok hassas bir şekilde süren kazılarda Roma, Selçuklu ve İslami dönemine ait çok sayıda eser bulundu. Eserlerden en dikkat çekeni ise mancınık gülleleri oldu. Farklı büyüklükte yapılan mancınık güllelerinden şu ana kadar yaklaşık 100 tanesine ulaşıldı. Ayrıca kazıların devam ettiği kalede yeni yapı buluntularına da rastlandı. Metrelerce toprak altında kalan yerleşim yerinde zindan, konak, ahır, tünel, cephanelik ve gizli geçidin kalıntılarına rastlandı. Kalenin restorasyonu ise yeni çıkacak mimariye göre şekillenecek. Kazıların yaklaşık 20 gün daha devam etmesi öngörülüyor.

 

Harran Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Cihat Kürkçüoğlu, kazı çalışmalarının sistemli şekilde 10-15 yıl sürdürülmesi gerektiğini ifade etti. Çok zengin bir tarihin çıkacağına inandığını söyleyen Kürkçüoğlu, tüneller, gizli geçitler, yollar ve cephaneliklerin çıkmasının mümkün olduğunu belirtti. Asırlardır kalede kazı çalışmaların yapılmadığını anlatan tarihçi, bu fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Bakanlığın bu kazılar için ödenek çıkarmasını isteyen Kürkçüoğlu, duvar örtülerek kazıların kapatılmaması gerektiğinin altını çizdi. Çok titiz bir çalışmanın sürdüğü kalede kazılar büyük tehlike altında gerçekleşiyor. Şanlıurfa Müze Müdürlüğü bünyesinde bir arkeolog, bir sanat tarihçisi olmak üzere 30 kişilik kazı ekibi tarafından yürütülen çalışmalar sonucunda gün yüzüne çıkan eserlerin tarihe ışık tutması bekleniyor.

Zaman, Haber: Fethi Altun, 10.06.2013

ÇORUH'UN GÜRCÜ KİLİSELERİ YOK OLUYOR

 

 

Baraj sularıyla dizginlenen Çoruh Nehri’nin şekillendirdiği, sarp kayalıklar ve ormanlarla çevrili Artvin coğrafyasında yıllardır ihmal edilen tarihi kiliseler tehlikede. Doğu Karadeniz coğrafyasının bu kültür varlıkları mutlaka kurtarılmalı.

 

Ahtamar gibi Çoruh çevresindeki kiliselerin de acilen kurtarılması gerekiyor. Baraj yapımı nedeniyle birçok kiliseye ulaşım yeterince zor. Çünkü bozuk olan yollar iyice bozulmuş. Turistler bile artık gitmiyor, kiliselerin bakımı yok. Camiye çevrilenler bile korunmamış, Hodeçur’daki kilisede olduğu gibi. Diğerlerinin hali içler acısı. Ya içinde ateş yakılmış ya duvarları boyanmış ya da içinde bomba patlatılmış! Buna bir de “define avcıları” eklenince kiliseler için tehlike çanları çalıyor artık. Kültür Bakanlığı müracaat beklemeden bu kiliseleri koruma altına almalı, yoksa çok yazık olacak.

 

ERMENİLER YAPTI GÜRCÜLER ONARDI

Bir kısmı Çoruh Nehri’nin kollarının suladığı Erzurum’un Tortum İlçesi sınırlarındaki bu kiliselerin, üçü de Artvin’de. Ermeniler’in inşa ettirdiği fakat daha sonra Gürcü krallıklarınca kullanılıp restore edilince Gürcü kiliseleri olarak bilinen yapılardan en önemlisi kuşkusuz İşhan Manastır Kilisesi. Yapı, Yusufeli’ndeki İşhan Köyü’nde. Manastırdan günümüze bir kilise ve bir şapel ulaşmış. Kilisenin adı ilk olarak, 951 tarihli “Grigor Khandza’nın Yaşamı” adlı elyazmasında geçer. Khandza Manastırı’nda Gürcü dilinde yazılmış olan ve halen Kudüs’de saklanan elyazmasında, III. Nerses’in piskoposluğu döneminde (641-661), doğum yeri olan İşhan’da tetrakonchos planlı bir kilise inşa ettirdiği belirtilir. Ancak, kısa süre sonra başlayan Arap akınları sırasında kilise tahrip olur ve terk edilir. Dokuzuncu yüzyılın başında Rahip Saba, Kral Adarnese’nin (ölümü, 826) desteği ve maddi katkısıyla, tahrip olan kilisenin yerinde yeni bir manastır kurar ve manastırın ilk rahibi olur. Kilisenin içindeki ve güney duvarındaki beş ayrı Gürcüce yazıttan, kilisenin 917’den başlayarak 1032 yılına kadar değişik dönemlerde onarıldığı anlaşılır. 12 ve 14’üncü yüzyıllarda ise kilisenin batı, kuzey ve güneyine yeni yapılar eklenir.


Çoruh Havzası’ndaki beş piskoposluk merkezinden biri olarak kullanılan manastırın 17’nci yüzyıla kadar kullanıldığı biliniyor. 19’uncu yüzyılda Osmanlı-Rus savaşları sırasında, Osmanlı ordusunun kışlası olmuş. 19’uncu yüzyıl sonundan 1983’e kadar kilisenin batı haç kolu cami olarak kullanılmış. 1987’de Kültür Bakanlığı’nca tescil edilerek korunması gereken taşınmaz kültür varlıkları arasına alınmış olmasına rağmen korunması için pek çaba harcanmadığı ortada.

 

CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ YİNE KURTULAMADI

Artvin’deki bir diğer yapı da Barhal manastırı. Yusufeli’nin Altıparmak Köyü’nde, Barhal Çayı’nın sağındaki yamaçta yer alıyor. Manastırdan günümüze bir kilise ve iki şapel ulaşmış. 973 tarihinde Şatberdi Manastırı’nda kopya edilen “Parhal İncili”ne göre manastır, 961-1001 arasında tahtta olan Gürcü Kralı David Magistros tarafından 961-973 yılları arasında inşa ettirilmiş olmalı. Elyazmasında manastır kilisesinin Vaftizci Yahya’ya adandığı belirtiliyor.

1412-1442 arasında tahtta olan Gürcü kralı Büyük Aleksander döneminde, kilisenin güneyindeki giriş açıklığı önüne bir mekan eklenir. Orta nefin güney duvarındaki kırmızı boyayla yazılan yazıtta, kilisenin, 1495-1507 arasında görevde olan Patrik 8’inci İovan döneminde onarıldığı belirtilir. 1518’de, Atabek Kvarkvare tarafından, kilisenin batı girişi önüne yeni bir mekan eklenir. Bu ekleme günümüze ulaşmamış. Kilise 17’nci yüzyılın ortalarından bu yana cami olarak kullanılmakta.


Ama camiye dönüşmesi de onu bakımsızlıktan kurtaramamış. Ne yazık ki Anadolu’daki tüm sivil eserlerin, hangi dinle bağlantılı olursa olsun, makus talihi bu olsa gerek. Yusufeli’ndeki Okhta Ecclesia Manastırı da aynı ilgisizlikten ve duyarsızlıktan nasiplenen yapılardan biri. Tekkale Köyüne 7 kilometre uzaklıktaki bu yapı 1350 metre yüksekliğinde bir tepe üzerine inşa edilmiş. Dört Kilise Manastırı kilise, yemekhane, elyazmaları odası ve dört şapelden oluşuyor. Ayrıca manastıra giden yol üzerinde, Tekkale Köyü’ne varmadan önce bir kale ve içinde bir şapel bulunuyor. Kilisenin tarihine bakıldığında ise şu bilgilere ulaşmak mümkün: “Kilisenin tuğlaları üzerindeki ‘İsa David’i korusun’ yazısına dayanılarak manastır kilisesi Gürcü Kralı David dönemine (961-1001) tarihlenir. Dört Kilise Manastırı’nın adı ilk kez 1031 tarihli bir Gürcü elyazmasında geçer. Ioannes ve Euthemios isminde iki azinin yaşamlarının anlatıldığı elyazmasında ‘Ioannes 965 yılında İsa’nın aşkının ateşi ile dünyadaki nimetlerden vazgeçip o zamanlar çok ünlü olan oktaeklezya manastırına çekildi’ denilmektedir. Bu bilgiden manastır kilisesinin 965 yılından önce bitirildiği anlaşılır.” Bu kilise diğer yapılara nazaran daha korunmuş durumda olsa da yine de bir turizm değeri olarak bilinmemekte.

 

HAREKETE GEÇMENİN ZAMANI GELDİ

Evet; Artvin’deki kiliselerin hikayesi böyle. Sonradan camiye çevrilenler bile kaderine terk edilmiş. Burada şunu önemle vurgulamakta fayda var: Türkiye gerçekten de TRT’deki programlarda iddia edildiği gibi bir “açık hava müzesi” ise gereği yapılsın. Aksi halde bu yapılar yok olacak. Örneğin 10 yıl sonra müzelik durumdan bahsetmek imkansız hale gelecek.

 

St Petersburg’daki nadide incil Tbeti’de yazılmıştı

Tbeti Katedrali, Şavşat’ın Cevizli Köyü'nde. Ondan günümüze kalan bir kilise ve bir şapel. Kilise Gürcü kralı Kuropalates Gurgen’in ölümünden sonra oğlu Aşot Kuhi (899–918) tarafından inşa ettirilmiş. 995 yılında burada yazılmış olan ve çok büyük sanatsal değer taşıyan bir İncil bugün St. Petersburg Halk Kütüphanesi’nde. Meraklıları gidip orada görebilir! 1885’te kubbesine yıldırım düşmesi sonucu hasar gören yapının cami işlevi 1889’da sona erer. Bir süre yanındaki okulun tiyatro salonu olarak kullanılır. 1953’te kubbesiyle birlikte batı bölümü tamamen yıkılır.

 

500 yıl cami olarak kullanıldı

Artvin merkezindeki Hamamlı Köyü'nde bulunan Dolishan Manastırı da tarihin izlerini yok ettiği yapılardan biri. Günümüze sadece bir kilisenin ulaşabildiği yapıyla ilgili olarak tarihi kaynaklarda Dolishan, Dolis-Kana ya da “iri taş ovası” anlamındaki Lodis-Kana adıyla anılır.

Manastır kilisesinin, Gürcü kralı Bagrat (937-954) tarafından 10’uncu yüzyılın ilk yarısında inşa ettirildiği tahmin edilir. 14’üncü yüzyıla kadar işlevini sürdüren yapı 16’ncı yüzyılda, güney haç kolu duvarına bir mihrap eklenerek cami olarak kullanılmaya başlanır. 1957’deki onarım sırasında kilisenin içi ahşap bir bölmeyle iki kata ayrılır; üst kat cami, altı depo olarak kullanılmaya devam eder. 2002’de köye yeni bir cami yapılması ile kilise terk edilmiş ve içindeki ahşap kat ayrımı sökülmüş.

Hürriyet Seyahat, Yazı: Uğur Biryol, 10.06.2013

RUSYA'DAN ÇÖZÜM ÖNERİSİ

 

Şu sıralar Rusya’da Stalin’in emriyle dağıtılan Yeni Batı Sanatı Müzesi’nin canlandırılması gündemde. Müzenin yeniden kurulmasını istemeyen de var destekleyen de. Devletin çözümüyse müzeyi sanal ortamda yaşatmak...

 

Gezi Parkı’ndaki ağaçların sükülüp yerine Topçu Kışlası’nın inşa edilmesiyle başlayan tartışma, tüm Türkiye’de kitleleri sokağa döktü. İstanbul, Ankara, İzmir başta 81 vilayet ayakta… 

 

Tarihi yapıların yeniden inşası bugünlerde Rusya’nın da gündeminde. Ama bizdeki gibi yersiz bir kışla inşaatı değil söz konusu olan. Moskova’da bulunan Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi’ne 1961 yılından bu yana başkanlık eden İrina Antonova, Yeni Batı Sanatı Müzesi’nin tekrar canlandırılması için mücadele veriyor.  

 

STALİN KAPADI
Yeni Batı Sanatı Müzesi’nde Matisse’in 51, Picasso’nun 48 tablosu bulunurken; Renoir, Monet, Cezanne ve Van Gogh gibi ustaların eserleri sergileniyordu. 1948 yılına gelindiğinde Stalin; Batı sanatı, çürümekte olan bujuva kültürünün bir örneği olarak addedildiğinden, müzenin kapatılmasını emretti. 


Moskova’daki bu müze, imparatorluk döneminde ileri görüşlü Rus koleksiyonerler tarafından satın alınan ve 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra kamulaştırılan başyapıtlarla New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nden (MoMA) beş yıl sonra 1923’te kurulmuştu.  


Müzenin kapatılmasını takiben 1949 yılında, Stalin’in verdiği hediyelerle grotesk sergiler düzenleme onuru Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi’ne devredildi. Yer kazanmak için de, dağıtılan müzedeki bazı eserler Petersburg’daki Ermitaj Müzesi’ne verildi. Kruşçev yönetiminde Puşkin Müzesi’nin başına getirilen ve bugün 91 yaşında olan İrina Antonova, Yeni Batı Sanatı Müzesi bağımsızlığı yüzünden cezalandırıldığını düşünüyor ve “Şostakoviç’in müziğini çalıyor, İsa Kurtarıcı Kilisesi’ni yeniden inşa ediyorsak, bu müzeyi niye canlandırmayalım ki” diye soruyor? 


Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan Antonova, devlet başkanının halkın sorularını yanıtladığı bir toplantıda, Putin’e cesurca, müzenin tıpkı Stalin’in müdahalesi olmadan önceki haline döndürülmesi gerektiğini söyledi.   

 

SANAL DÜNYA FORMÜLÜ
Müzenin canlandırılmasına karşı olansa Ermitaj Müzesi. Çünkü müzenin yeniden açılması, St. Petersburg’daki Ermitaj Müzesi’nin koleksiyonunda bulunan en değerli eserlerin Moskova’ya geri dönmesi anlamına geliyor. 


Ermitaj, koleksiyonundaki eserleri vermeyeceğini net bir şekilde açıkladı. Açıklamalardan sonra Ermitaj’daki meslektaşlarına sert çıkan Antonova, “Bu müzenin yeniden kurulmasına karşı çıkanlar, Stalin’in iradesine bağlı kalıyor” diyor. Moskova ve Petersburg arasında nahoş bir ayrılıktan korkan yetkilierse İnternet üzerinden ziyaret edilebilecek bir siteyle müzeyi tekrar canlandırmayı teklif ediyor.  


Rusya’da yaşanan tartışmanın bizim buradakiyle çok yakın ilişkisi olmasa da Rus yetkililerin sunduğu çözüm önerisi, Topçu Kışlası için de uygulanamaz mı acaba?  

 

1973 yılında Komünist Parti yetkililerini bir şekilde ikna eden İrina Antonova, bugün depolarda çürümeye bırakılan empresyonist eserleri o dönemde ortaya çıkardı. Leonardo da Vinci’nin “Mona Lisa”sını, sınırların kapalı olduğu dönemde 1974’te, Rusya’da ilk kez sergileyen de Antonova. Fransızca, İtalyanca ve Almanca konuşan emektar direktör, yurt dışındaki meslektaşlarının saygı duyduğu bir isim. Hala Picasso, Modigliani ve Caravaggio sergileri organize eden Antonova, 1987’de, ölümünden iki yıl sonra, arkadaşı Marc Chagall’ın geniş bir retrospektif sergisini düzenledi.

Akşam, 10.06.2013

LAODİKYA, DÜNYA KÜLTÜR MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ'NE GİRDİ

 

 

Denizli'nin en büyük antik kenti olan Laodikya, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi'ne alındı.  

 

Denizli Belediyesi'nin Türkiye'de ilk kez Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yaptığı protokolle işletmesini üstlendiği ve kazı çalışmalarına destek verdiği Laodikya antik kenti, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi'ne dahil edildi. Denizli Belediyesi bu yıl Mart ayında Türkiye'den Dünya Kültür Mirası Listesi'ne aday gösterilecek 37 kültür mirası arasına Laodikya'nın alınması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvurdu. Bakanlık da UNESCO'ya gönderdiği listeye Laodikya Antik Kenti'ni ekledi. UNESCO yaptığı değerlendirmeler sonucu Laodikya antik kentini Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi'ne aldı. 

 

Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan, bu durumun Denizli adına güzel bir gelişme olduğunu belirterek, "Şimdilik geçici listedeyiz. İnanıyorum  Pamukkale'den sonra Laodikya'da Dünya Kültür Mirası asıl listesinde yerini alacaktır" dedi. 

 

Laodikya'nın çok önemli bir kent olduğunu anlatan Zolan, şöyle konuştu:  "Döneminde bir metropol, ticaret, sanat ve kültür kenti. Yerleşimiyle, planıyla, devasa yapılarıyla inanılmaz güzellikleri barındırıyor. Laodikya listede olmayı hak ediyor. 2008 yılında Türkiye'de ilk kez düzenlenen bir protokolle işletmesi Denizli Belediyesi'ne devredilen antik Laodikya kentinin listeye alınması için gerekli belgeleri mart ayında hazırladık ve bakanlığa gönderdik. Denizli Belediyesi ile bakanlık arasında yapılan protokolün ardından Laodikya'da kazı çalışmaları 3 aydan 12 aya çıktı. Dört yıl içinde antik kentteki kazı ve restorasyon çalışmalarında büyük aşama kaydedildi. Laodikya'yı geçen yıl 300 bin turist ziyaret etti. Bu yıl bu sayının 1.5 milyona ulaşmasını hedefliyoruz." 

 

Geçici listeye alınmanın çok önemli olduğunu vurgulayan Zolan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bundan sonra yapacağımız çeşitli düzenlemeler ile Dünya Kültür Mirası asıl listesine girebiliriz. Biz, Denizli'nin altına ve üstüne olduğu gibi geçmişine de sahip çıkıyoruz. Geçen yıllarda olduğu gibi bundan sonra da Laodikya'ya desteğimiz devam edecek. Dört beş yıl öncesine kadar kazılarda ilerleme yoktu. 5 bin yıl önce başlamış şehirleşme, toprağın altından çıkarılmayı bekliyordu. Denizli Belediyesi olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'yla yaptığımız protokolle Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdik. Bir antik kentin kazısı, belediyelere devredilmeye başlandı. Her yıl iki milyon lira kaynak aktarıyoruz.''

Zaman, 10.06.2013

TOPÇU KIŞLASI'NDA BU ISRAR NİYE?

 

Çocukları eğlendirmek için söylenen, sürekli aynı sözlerin tekrarlandığı hiç bitmeyen tekerlemeler vardır. Bir süre sonra eğlenceli olmaktan çıkar, çocuk zihninde kaosa neden olur. Bir tanesi şöyle bir şeydi: “Damdan düştü bir kurbağa titretti kuyruğunu. Bunu gören jandarma aldı götürdü onu. Mezarını kazdılar. Başucuna şöyle yazdılar: Damdan düştü bir kurbağa titretti kuyruğunu....” 

 

14 gün önce, tretuvar yapmak bahanesiyle Elmadağ tarafından girilen Gezi Parkı’nda, iktidarın hukuksuz girişimine direnen birkaç gence yönelik şafak baskını büyük bir isyanın fitilini ateşledi. Başbakan’ın otoriter üslubundan fena halde bıkan, Meclis’e gelen alkol, kürtaj ve benzeri yasa tasarıları nedeniyle yaşam tarzlarını gerçekten tehdit altında hisseden yüzbinlerce kişi , Gezi Parkı yağmasından sonra ortaya çıkacak Taksim Meydanı’nda kendilerini nasıl bir geleceğin beklediğini gördüler.

 

Polisin Taksim’e attığı gaz bombaları, korku duvarını yıktı. Hiç sokağa çıkmayan, eylem, protesto nedir bilmeyen yüzbinler polisle çatışmaktan çekinmedi. Milletvekillerinin bile hazırola geçerek sigaralarını sakladığı otoriter Başbakan’a ağız dolusu küfürler ettiler. Feministlerin sile sile bitiremediği bu yazılar hala Taksim’deki duvarlarda. 

 

Hükümet 10 gün boyunca tüm Türkiye’yi ateşe verdikten sonra heyetler oluşturup Taksim Dayanışması’ndan temsilcilerle görüşmelere başladı. Temsilciler bu görüşmelerde kamuoyuna açıkladıkları talepleri hükümet üyelerine bildirdiler. Önce sanıldı ki hükümet, muhalefet karşısında yenilgiye uğramış görüntüsü vermeden bir çözüm bulmaya çalışıyor, Taksim Dayanışması’ndan bu temelde yardım istiyor.


Kadir Topbaş’ın da yer aldığı bu görüşmelerle ilgili detaylı bilgileri üç gündür Taraf’ta yayımlıyoruz. Görüşmelerde Topbaş’ın Taksim Dayanışması’ndan mimarlar ve şehir plancılarına Gezi’deki durumdan duyduğu rahatsızlığı ilettiğini, olayların bu noktaya varmış olmasından son derece üzgün olduğunu açıkça söylediğini biliyoruz. 


Ancak aynı Topbaş, iki gündür kameraların karşısına geçerek dünyanın neresinde olursa olsun bir belediye başkanının yapabileceği en utanç verici konuşmaları yapıyor. Beklenenin aksine Topbaş, tıpkı hükümet sözcüsü ve Başbakan gibi Kışla’nın Park’a yapılacağını söylüyor. 1. İdare Mahkemesi’nden projenin iptaliyle ilgili karar beklendiği, bu durumda ne yapacakları sorulduğunda ise, “Başbakanımız Kışla’nın yapılmasını kesinlikle arzu etmektedir” cevabını veriyor. 

 

Kadir Topbaş bu açıklamalarıyla artık İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmadığını açıkça ilan etmiş oldu.

 

İstanbul’da gerçek muhatap olan hükümetin yeni planı, Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası projesinin dışında kalan alanı bir köprü ve bir yürüme şeridiyle Maçka Parkı’na bağlamak. Bu yolla, hem artık AVM ve rezidans olmayacağı açıklanan Kışla’yı yapmak hem de park isteyenlere “alın size park” demek hedefleniyor.

 

Kurbağa tekerlemesi gibi yazmaktan bıktım ama ne yapalım tekrar hatırlatmak zorundayım; rekonstrüksiyon esaslarına göre orijinal mimarisiyle ilgili yeterli materyalin bulunmadığı bu kışlayı yeniden inşa etmek mümkün değil. Eldeki fotoğraflara benzeyen bir bina yapabilirsiniz belki ama bu da rekonstrüksiyon olmaz. Tarihi bir eseri ihya etmiş olmazsınız, yepyeni bir bina yapmış olursunuz. Gezi Parkı 1. derece SİT alanı olduğu için de buraya yeni bir bina yapamazsınız. Eğer yaparsanız, dünyadaki kültürel miras alanlarını koruma bakımından, Afganistan’daki Buda heykellerini patlatan Taliban’la, Timbuktu’daki mimariyi mahvetmeye kalkışan Ensar El Din örgütüyle aynı duruma düşersiniz.


15. gününe giren Gezi direnişin hala başladığı noktada. Hükümetin bütün planları Kışla’yı yapmak yönünde. Kışla projesinin iptal edildiği açıklanmadan Gezi Parkı boşalmayacak, Taksim’deki hayat normale dönmeyecek. Bütün dünyadan tepki yağdığı ve hiçbir şeye yaramadığını gördükleri için şimdilik gaz sıkamıyorlar. Ama ne kadar sürer bilinmez. Hükümet bütün ülkeyi kaosa sürüklüyor.

 

Yani, damdan düştü bir kurbağa kuyruğunu titretti.

Taraf, Yazı: Ertan Altan, 10.06.2013

ÇOBAN 1 MİLYON YILLIK MAĞARA BULDU

 

 

Kayseri'nin Yahyalı İlçesi'nde bir çoban tarafından bulunan mağaranın 1 milyon yıllık olduğu tahmin ediliyor.

 

Kayseri'nin Yahyalı İlçesi'nde hayvanlarını otlatan bir çoban, tesadüfen bulduğu mağarayı Derebağ Belediye Başkanı Fatih Hurma'ya haber verdi. Derebağ Belediye Başkanı Fatih Hurma ve Yahyalı Belediye Başkan Yardımcısı Yusuf Parlak ile birlikte bir uzman mağarada inceleme yaptı.

 

Ulaşımı oldukça güç olan mağaranın ancak bir bölümünü inceleyebildiklerini söyleyen Yahyalı Belediye Başkan Yardımcısı Yusuf Parlak, 'Mağara'nın ikinci bölümüne tehlikeli olduğu için giremedik. Sarkıtlar çok güzel. Yaptığımız incelemelere göre mağaranın yaklaşık 1 milyon yıllık olduğunu tahmin ediyoruz' diye konuştu.

Parlak, ileriki günlerde birçok uzman ekibin de katılacağı gezi ile daha net bilgilere ulaşabileceklerini söyledi.

Sabah, 10.06.2013

FATİH DÖKÜMHANESİ ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR

 

Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethi sırasında kullanılan büyük topların üretildiği dökümhane hala ayakta.

 

Kırklareli’nin Demirköy İlçesi'ndeki bulunan ‘Demirköy Dökümhanesi’nde 15. yüzyıla ait bazı mimari kalıntılar göze çarpıyor. Dökümhane, Demirköy güneydoğusunda ve ilçeye 3,5 kilometre mesafede bulunuyor. Toplam 10 bin metrekare kapalı alan ihtiva ettiği bilinen tarihi kompleksin döneminin bölgedeki en modern işletmesi olduğu varsayılıyor. Dökümhanede, büyük ve küçük olmak üzere iki dökümhane var. Büyük dökümhaneye 230 metre mesafede bulunan küçük dökümhanede iki ergitme fırını yer alıyor. Yaz aylarının gelmesiyle birlikte yerli ve yabancı turistlerin uğrak mekanlarından olması beklenen tarihi dökümhane, Demirköy’ün de en eski yerleri arasında sayılıyor.

Zaman, 10.06.2013

OSMANLI MİRASINI KEŞFE ÇIKMAK

 

 

SALT Ulus'un ikinci sergisi Modern Modern Türkiye’nin Osmanlı Mirasını Keşfi: Ali Saim Ülgen Arşivi 12 Haziran'da açılıyor.

 

Araştırmacı, mimar ve restoratör Ali Saim Ülgen’in dünyasından yola çıkarak 1960 öncesi Türkiye’sinde kültür varlıklarının durumu ve dönemin restorasyon pratikleri hakkında bir kesit sunmayı amaçlayan sergisi ilk olarak SALT Galata'da yer almıştı.

Sergi Ankara'daki SALT Ulus'ta ise 15 Eylül'e kadar açık kalacak.

 

Türkiye’nin ilk restoratör mimarlarından olan Ülgen, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde çalıştığı uzun yıllar boyunca sadece Türkiye’de değil, Libya, Kudüs ve Bağdat gibi kentlerde yüzlerce restorasyon yaptı. Eski eserleri belgelemek amacıyla yapı fotoğrafları, gazete kupürleri, makaleler gibi çeşitli malzemeler topladı, üretti ve daha sonra yazacağı kitaplar için zengin bir altyapı oluşturdu. Ancak hazırlık aşamasındaki birçok eserini tamamlamaya ömrü yetmedi.
 



Konya Aziziye Camii, Fotograf: Garabed K. Solakian, SALT Arastirma, Ali Saim Ülgen Arsivi

 

Ülgen’in yaşamı boyunca idari unvanlarının yanı sıra, araştırmacılığı ve akademisyen kimliğiyle topladığı tüm malzeme ailesi tarafından titizlikle saklanarak günümüze ulaştı. Mimarlık Vakfı tarafından ön tasnifi yapılan bu belgeler, SALT Araştırma’da araştırmacıların kullanımına sunulmak üzere dijitalize ediliyor ve kataloglanıyor.

 

Ali Saim Ülgen arşivinde bulunan çok sayıda yazılı ve görsel belge, kültür varlıklarına dair eşsiz bir kaynak teşkil ettiği gibi yeni restorasyon projeleri için önemli bir bilimsel veri oluşturuyor. Arşiv, bir dönemin mimarlık tarihi ile restorasyon yaklaşımları ve koruma politikalarına da ışık tutuyor. 

Akşam, 10.06.2013

RESTORE EDİLEN HABİB BABA KONAĞI KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK

 

 

Erzurum'un manevi dinamiklerinden Kadiri şeyhlerinden merhum Habib Baba'nın Yeğenağa Mahallesi'ndeki evi, Erzurum Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ettirildi.

 

Restorasyonu tamamlanan konut, tasavvuf, kültür ve sanat merkezi olarak hizmete verecek.

 

Yakutiye İlçesi Yeğenağa Mahallesi'ndeki yıkılmış ya da yıkılmaya yüz tutmuş tarihi Erzurum evleri Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınıp, restore edilerek şehir turizmine kazandırılıyor.

18. yüzyıl Osmanlı döneminin sonlarında Yeğen Ağa Mahallesi'ndeki iki katlı evde yaşamış olan Habib Baba'nın zaman içerisinde ilgisiz ve bakımsızlıktan yıkılan evine Büyükşehir Belediyesi sahip çıktı. Belediye tarafından satın alınan ev Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı ile Etüt ve Projeler Daire Başkanlığı tarafından aslına sadık kalınarak restore ettirildi. Şehrin manevi kanaat önderlerinden Habib Baba'nın yaşadığı evin iç ve dış restorasyonu tamamlandıktan sonra tasavvuf kültür ve sanat merkezi olarak hizmete açılacak.

 

Erzurum Büyükyehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, tarihi yapıların korunup, yaşatılmasına önem verdiklerini söyledi. Başkan Küçükler, bu amaçla il merkezindeki çok sayıda tarihi özelliği bulunan eski Erzurum evlerinden satın alıp, şehir kültürüne kazandırma yoluna gittiklerini ifade ederek,"Şehrimin manevi mimarların ve sahiplerinden olan Habib Baba'nın yaşayıp içinde vefat ettiği evi satın alıp restore ettirdik. Şehrimize çok güzel bir konak kazandırdık. Habib Baba konağını virane halde satın aldık. Restore ettirip gelecek kuşaklara ve bu şehre kazandırdığımız Habib Baba konağını tasavvuf konserlerinin verildiği, hat, tezhip eserlerinin sergilendiği bir müze olarak hizmete açmayı düşünüyoruz." dedi.

 

Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Mehmet Emin Öz, söz konusu evin şehirde önemli bir boşluğu dolduracağına dikkat çekerek, "Mimarisiyle, taş dokusuyla Erzurum'un kültürünü en güzelde şekilde yansıtan Habib Baba Konağı, Yeğen Ağa Mahallesi'ne canlılık ve renk katacak. Bu bölgedeki birçok tarihi evi satın alma yoluyla kültürümüze ve tarihe yeniden kazandırdık. Çevre peyzajı ve küçük kalan diğer işlerin tamamlanmasının ardından tarihi mekan, şehir kültürünün hizmetine sunulacak." diye konuştu.

Zaman, Haber: Orhan Yıldırım, 10.06.2013

GEZİ'NİN HAYALİ, KIŞLA'NIN HAYALETİ

 

 

Kesin olan bir şey varsa o da eşi görülmemiş bu sonuna kadar kendini kanıtlayan şuurlu sivilliğin bundan böyle İstanbul’un kalabalığını küçümsemeye kalkışacakların diline dolaşıp, boğazına dizileceği olsa gerek.
 

Kışla, “vesayet rejimi”nin sembollerindendi. Tam da bertaraf edilmesinin eşiğine gelindiği bir dönemde bu sefer de birinin üstelik hayaleti, otorite alameti uğursuz bir bulut olarak İstanbul’un üstüne çöktü. Peki, nedir bu kışlanın ayrıcalığı ve özelliği. Açıklanamıyor. Hikaye bir noktada tıkanıyor. Sorular boşa çıkıyor. O zaman baştan başlayalım.

 


Gezi ile Kışla’nın hikayesi
Sırayla; önce, Kışla: Ne arıyormuş ki zamanında şehrin göbeği Taksim’de? Kışlalar, Davutpaşa misali, şehirlerin çeperlerinde yer alırken, bu niye tam merkezde? Taksim’deki kışla da esasen Maçka Parkı’nı kuşatan kışlalar zincirinin halkalarındanmış. O zaman bu zincir ne arıyor tam merkezde? Saray Topkapı’dan, Yıldız ve Dolmabahçe’ye taşınırken yer seçiminde, şehirle saray arasına mesafe koyup soyutlayacak doğal bariyer olarak Maçka Parkı’nın varlığı da rol oynamış; böylelikle Topkapı’daki ve başka saraylarda olduğu gibi sarayı surla çevirme hantallığından kurtulunmuş. Sonra da bu bariyer boşluğunun çeperleri kışlalar zinciriyle kuşatılarak (Gümüşsuyu- Taksim- Taşkışla- Maçka- Harbiye) tahkim edilmiş. 1940’lara gelinip plancı Henri Prost aracılığıyla yüz yıldır zaten modernleşmekte olan üç parçalı İstanbul’a yeniden şekil verilmek üzere masaya yatırıldığında, kendisinin yenilenmenin ağırlık noktası olarak seçebileceği en kapasiteli dilim de büyüklük ve boşluğuyla ve tabii ki kışlalarıyla da Maçka Parkı olmuş. Öyle ya, saray erkanı da kalmadığına göre, mesafeye ve bariyere de gerek kalmamış, şehrin modern yakası Beyoğlu’nun göbeğindeki bu boşluk, yüzyılların gözbebeği İstanbul’un hala mahrumiyetinden kurtulmadığı stadyum, spor salonu, açık hava sahnesi gibi modern kamusal işlevler için ideal yer olarak gözükmüş ve aşağı (Dolmabahçe’ye) stadyum, yukarı da (Maçka- Harbiye) spor salonu, açık hava sahnesi ve askeri müze yerleştirmiş. Ne kadar isabetli ve rasyonel. Plancı olmaya da gerek yok, doğa ve mevcut kent dikte ediyor adeta; alternatifi yok gibi. Prost’a kadar stadyumun bile olmayışı, kışlalardan Taksim’in irice avlusuyla telafi edilmiş, taraftarlar ilk ciddi maçlarını avludaki portatif tribünlerden seyretmiş, ilk yıldızlar, talim avlusunun toprak zemininde efsaneleşmiş. Nereden bakılsa enformel bir çözüm; sonra 40’ların iklimine yaraşır uygulamalar zinciri başlamış: Zaten epeyce boş olan Taksim’i daha da boşaltıp meydan yapacaklarını sanmışlar; tıpkı şimdi de zaten orada olan yayalardan arındırıp yayalaştırabileceklerini sanmaları gibi.. ve sonuç olarak tanımsız kent boşluğu denince hemen akla gelen Berlin/ Alexanderplatz ve Paris/ Concorde türü şekilsiz bir boşluk çıkmış ortaya. 40’lar, ipini koparmış radikalizm devri ne de olsa; eli değmişken, olmayan bir boşluğu daha da genişletmek gibi bir hiç uğruna Taksim Kışlası’nı da yıkıp geçmiş yönetim. Prost da kışlanın yerine kendi yerinde kararlarının devamı olarak bir haftadır nöbeti tutulan kişilikli bir orta boy barok park koymuş. Maçka Parkı’nın şekilden kaçan eğimli karakterine meydan okurcasına öngördüğü park ile yeni kamu işlevleri zincirine bir halka daha eklemek de o yeni şekilsizleştirilen boşluk içindeki yön tayin edici ferahlama alanı olmakla hala vazgeçilemeyen yerinde bir karar olmuş. Nitekim Taksim’in kenarına da bir başka kamusal mahrumiyet olan Opera binasını (bugünkü AKM) öngörüp tamamlamış zinciri. 50’lerde Amerikanizmin yeni yaşam tarzı olarak Türkiye’ye de dayatılmasının cüretkar bir ilanı olan Hilton da kendine İstanbul’un merkezileşen bu omurgasında yer seçmiş. 80’ler sonrasında bu kez de postmodernin durmak bilmez küresel hareketliliğinin (sermaye, iş trafiği, turizm vd.) durakları ve sembolü oteller ile çeşitlilik imasının da kanıtı olarak ofis ve rezidans öncelikli karışık işlevli (mixed-used functions) plazalar olarak kentlere yerleşen yeni nirengi noktalarının İstanbul’daki sakil örneklerinden ve sivil muhalefet hedeflerinden Gökkafes de kendine vadinin eteklerinde yer seçerek 50 yıldır bu bantta biriken telafi işlevleri ve moda programları resmigeçidinin son halkası olmuş.


Bir bütün olarak bu kentsel peyzaj projesinin başarısının, yerindeliğinin kanıtı, İstanbul’un kuşkusuz en cazip kentsel tasarım unsuru Bayıldım Yokuşu’nu da bir yan-ürün olarak ortaya çıkarması olsa gerek; göz tırmalayan park kapısı ve park-yokuş kesiti de 90’ların acemiliği olarak iz bıraktı vadiye. Başarının diğer kanıtı da üst çeperini 50 yıl sonra hala kentin en cazip meskun alanı (Maçka) olarak tutması olmalı.


İktidarlar hep vandal olacak değil ya, bir de kente katkı yapan karar: Ortalık yerde kalakalan diğer kışlalar artık büsbütün manasızlaşmışlardı. İkinci büyük üniversite olarak kurulan Teknik Üniversite bu binalara yerleştirilmiş. AVM ya da Dalan vizyonu gibi otel olmazlardı ama, birinde okudum, pekala da üniversite olmuştu. Yıkımı meşrulaştırmaz, ama içlerinde en manasızı da Taksim’dekiymiş soğan kubbeleri vs.. rüküşlükleriyle ne zamanın tipik örneğiydi, ne de tipikler üzerine düşündürecek bir atipikliği vardı; başkentlerde sık rastlandığı türden iddiasız bir resmi binaydı o kadar... Zaten orada askerlik ve/ya komutanlık yapmışların dışında derin hatırasını biriktirecek kimsesi de yoktu. Meydana ve bulvara akseden silik bir izlenimden ibaretti.

 


Bütün iktidar sivillere
Hikaye buraya kadar tutarlı. Kerameti iktidardan menkul güç gösterileri dışında neyin neden olduğunu anlıyoruz. Hikaye ve mantık bir noktada tamamen kopuyorsa o da bugün. Nedeni ne olursa olsun İstanbul’un en çok kullanılan yaya alanı Taksim neden ortadan kaldırılıyor? Bu densizliği hiçbir şey açıklamıyor. Yegane tasarlanmış park neden mimarisi meçhul (fotoğrafa emanet) kişiliksiz bir hayaletin arsasına dönüştürülmek isteniyor? Sermaye ve rant açıklamıyor. Koca Trakya’da yer mi kalmadı? Bütün AVM’ler kendilerini kent merkeziymiş gibi göstermeye çalışırken kent merkezini AVM’ye götürmek niye? Saflığı bırakalım, açıklanamayacağı aşikar zaten. Sermaye bile istemezken hiç olmaz. Markalar, sırayla reddediyor, TÜSİAD topyekun konuştu..


Evet, bütün bu manasızlıkların içinde kesin olan bir şey varsa o da eşi görülmemiş bu sonuna kadar kendini kanıtlayan şuurlu sivilliğin bundan böyle İstanbul’un kalabalığını küçümsemeye kalkışacakların diline dolaşıp, boğazına dizileceği olsa gerek.

 


Bütün siviller, Dolmabahçe’ye
Hep bu eylemle birbirine yaklaşan zıt kesimlerin sürprizinden dem vuruldu gerçi, ama tersi de oldu, ilginç ayrışmalar da var. Beşiktaş yönetimiyle taraftarı mesela: Taraftarının Gezi hatırasının başlıca nöbetçilerinden olduğu bir ortam, yönetiminin çoktan karşıya savrulmuş olmasını daha da göze batırdı. İstanbul’un kişilikli mimarisiyle de kente entegre en yerli yerinde seyir abidesi Dolmabahçe Stadı’nı adım adım gecekonduya çevirip enkaz gibi göstererek direncini zayıflatmak, tam da taraftarının nöbetini tutmak uğruna Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarıyla kol kola girme haysiyetini gösterdiği sırada; o anı ve hayallerin hasmı bir hayaletle işbirliği değil mi? Hazır Göztepe ve Karşıyaka bile İstanbul’a beraber gelmişken, bu sürpriz dayanışmalarını hepsinin mazisi liglerin, başlıca tanığı şu Dolmabahçe Stadyumu için de seferber ederek sürdürseler de modern İstanbul’un hakkıyla uygulanmış yegane planının bütün olarak kalmasına öncülük edip tarihe geçseler. “Dalgın Sular” adlı yeni bir çizgi-roman İstanbul’un geri dönen hafızasını konu edecek.. hayal olarak Gezi ile hayalet olarak Kışla, sivil dirençle, iktidar inadı, bugünün taze anıları olarak hikayeye nasıl katılacak bakalım?


Kışlayı hortlatma girişimini Alman şehirlerinin savaş sonrası yeniden-inşasına benzeterek meşrulaştırmaya cüret edenlere bile rastlanmış. O şehirlerden birinde, Aachen’da oturdum, ünlü katedrali hariç tüm merkezi yenilenmişti, tırmalayan, sarkan hiçbir rüküşlüğe rastlamadım. Authenticity (sahicilik) boşuna korumanın başlıca ölçütü olmadı; rölevesi yerine fotoğrafına bakılan, çöplük muamelesi görüp stat gibi olmadık işlevler dahi üzerine kalmış meczup bir binanın, 50 yıl sonra bu kez de postmodern çöpleri tıkıştırma uğruna hortlatılmasını, Almanya’nın savaşta, neredeyse daha yıkılırken ayağa da kaldırılan yeniden-inşa pratiğiyle kıyaslama cüreti, cehalet kadar densizlik de olur. Çünkü Almanya’daki pratik, her türden savaşa karşı, tarihin en isabetli ve haysiyetli yanıtlarından biriydi. Bombaların hemen ertesinde, anıları hala taze olanların, ortalığa saçılmış yapı parçaları ve malzemeleriyle daha düne kadar içinde yaşayıp anı ve hayal biriktirenlerin, o enkazdan yeniden bina, sokak, mahalle ve hayal üretmeleriydi ki, yıkımı yapımla karşılayan bu direnç, kendilerini bombalayanlardan ziyade savaş çıkarmakla bütün dünyayı bombalanacak yere dönüştüren Hitler’e ve Nazilere karşı tehditti.


Eğer ille Almanya’dan bir şeye benzetilecekse Berlin’in göbeğindeki müze adasında halen hortlatılmakta olan devasa, “Schloβ” (Şato) lakaplı, rüküş sarayın akıbetine benzetilebilir ki, o inşaatın yersizliği de aydınlarla kitleleri buluşturuyor. Ve Almanya’da zamanında olup bitenle buradan bir şey kıyaslanacaksa eğer, o da Gezi’deki anıları daha tamamen silinip gitmeden yenilerini biriktirmek üzere nöbete duran öğrenci, işçi, memur, sanatçı, mimar, taraftar, aktivist, İstanbulluların ilk sivil direnişi olan Occupygezi (Direngezi) hareketidir. Zaten bütün bu Gezi kalkışmasını başlatan nöbet eylemi de uğruna savaşa ve şiddete maruz kalmaya bile hazır olunduğunun değil, kaynağının kurutulmasına ramak kalmışken bile anı biriktirme kararlılığının ilanı bakımından ziyadesiyle yaratıcı, parlak ve yerinde bir kararmış ki, nihayetinde de Türkiye tarihinin en dayanıklı kolektif anılarının biriktiği bir haftayı başlatmış olmak bakımından da kendini doğrulayıp kanıtlamış oldu zaten.


Bütün bu olağandışılıkları kaydetmeyip, hala akil insanlarla uğraşmayı sürdürenlere de hatırlatmak lazım: Başbakanı seçen akiller değil; onları seçen Başbakan. Ama bu olaylar, akillere yeni bir işlev yüklememiş de değil: Öbür tarafa dönüp, seçimler kazanmış bir başbakana, kendisine sürekli manasız kent projeleri fısıldayan civarındaki sivri zekalı, iktidar tutkunu, sözde uzman ve danışman Zihni Sinirlerden uzaklaşıp yerine, Gezi sempatizanı İstanbullularla empati kurmanın hayrını, seçim vakti gelmeden hatırlatmaları lazım. Seçimle hesabımız olduğundan değil, o onların işi; biz daha seçim öncesi böyle kullanılmaya karşı dirençsiz bir devletin, böyle zıvanadan çıkmış iktidarlarla bir de seçim tehdidi kalkınca buluşmasından doğacakların muhatapları olarak ilgilenmek durumunda kalıyoruz resmi siyasi takvimle...

Taraf, Yazı: Prof.Dr. İhsan Bilgin, 09.06.2013

EN BÜYÜK PERİ BACASI 9 YIL SONRA YENİDEN AÇILDI

 

Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Ortahisar beldesinde kaya düşme tehlikesi nedeniyle 9 yıl önce ziyarete kapatılan ve “Kapadokya’nın en büyük peribacası” olarak bilinen 110 metre yükseklikteki tarihi Ortahisar Kalesi, yapılan restorasyon çalışmalarının ardından turizme açıldı.


Ortahisar Beldesi Belediye Başkanı Ali İhsan Özendi, 2 yıl süren çalışmalar kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesinden gelen uzmanların kalede 6 ay boyunca sismik ölçümler yaptığını, tehlike arz eden kaya parçalarına tıraşlama işlemi uygulanarak çatlakların özel malzemeyle doldurulduğunu kaydetti. Özendi, “Kapadokya’ya özgü yeryüzü oluşumlarının tipik bir örneği olan Ortahisar Kalesi, 110 metre yüksekliğiyle Kapadokya’nın en yüksek peribacasıdır. Kale, konumu itibariyle Kapadokya’ya hakim bir noktada olduğu için ziyaretçiler, buradan tüm Kapadokya’yı görebiliyor. Uçhisar Kalesi, vadiler, ve Erciyes Dağı’nı da buradan fotoğraflanıyor” dedi.

Radikal, 09.06.2013

O KIŞLA NELER GÖRDÜ

Projesi artık hayata geçirilecek ve inşaatı başlayacak gibi görünen Taksim Kışlası yapımı uzun seneler sürmüş, sık sık harap olmuş, ikide bir restore ettirilmiş, zamanla bir bölümü yanmış, sonra tamir görmüş ama satılmış, derken pişman olunup geri alınmış, stadyum yapılmış ve en nihayet yıktırılmış, yani bol macera yaşamış şanssız bir binadır!

 

Günlerden buyana devam eden gösterilerden, direnişlerden, "chappulling"lerden vesairelerden sonra varılan nokta: Taksim'deki Topçu Kışlası projesi hayata geçirilecek ve inşaata başlanacak gibi görünüyor...


İstanbul'da o senelerde şehir dışı sayılan ama daha sonraları merkez halini alan Taksim'de 133 sene boyunca ayakta kalan bu devasa bina hakkında basınımızda bugüne kadar çok şey yazılıp söylendi ama kışlanın ne zaman nasıl yapıldığı, tarihi ve orada nelerin yaşandığı gibi konularda tam ve doğru dürüst bir bilgi verilmedi.


Taksim Kışlası inşası uzun seneler sürmüş, sık sık harap olmuş, ikide bir restore ettirilmiş, zamanla bir bölümü yanmış, sonra tamir görmüş ama satılmış, derken pişman olunup geri alınmış, stadyum haline getirilmiş ve en nihayet yıktırılmış, yani bol macera yaşamış ama şanssız bir binadır!


Bugün bu sayfada, Taksim'deki Topçu Kışlası'nın 133 sene devam eden bu macerasından kısa sahneler yeralıyor:


Kışlanın yapımına Üçüncü Selim'in iktidar senelerinde, 1803'te başlandı, inşaat üç sene devam etti, 1806'da tamamlandı ve bina Kapıkulu askerlerinin topçu birliklerine tahsis edildi.


Ama inşaatının tamamlanmasının hemen ardından yaşanan ve Üçüncü Selim'in tahttan indirilmesi ile neticelenen Kabakçı Mustafa İsyanı sırasında tahrip oldu ve birkaç sene böyle harap vaziyette kaldı. Bir ara yenilenmesine çalışıldı ve tam bir restorasyon İkinci Mahmud'un emri ile 1812'de yaptırıldı, binaya tekrar topçu birlikleri yerleştirildi.



 

Tamirlerin baştan sağma yapılması yüzünden yahut başka sebeplerle kışlanın kısa zamanda harap hale gelen bazı duvarlarını Sultan Abdülmecid 1847'de elden geçirtti. Tamirin hemen ardından çıkan bir yangın yüzünden binanın bir kısmı kullanılamayacak hale gelince 12 sene devam eden yeni bir restorasyon başladı ve kışla 1862'de tekrar hizmete girdi. 1870'lerin başında Sultan Abdülaziz bir bölümünü yeniden restore ettirdi, içerisindeki cami Sultan Abdülhamid zamanında, 1893'te elden geçirildi ve bina o tarihten yıkıldığı 1939'a kadar bir daha geniş çaplı bir restorasyon görmedi.


Yanan, yıkılan, defalarca elden geçen ama bir türlü iflah olmayan kışlanın kaderinde bu defa satılmak, geri alınmak ve nihayet tamamen yıktırılmak vardı...


20. yüzyılın ilk senelerinden itibaren Birinci Topçu Alayı'na tahsis edilen kışla 1911'de başka bir tuhaflığa konu oldu ve hem kışla, hem de Taksim Meydanı bir şirkete satıldı!


Satış ile ilgili ilk karar 1909'daki 31 Mart ayaklanmasından hemen sonraki günlerde alınmış, talip çıktığı takdirde kışlanın elden çıkartılmasına karar verilmiş ama uygulamaya geçilmemişti.


Hükümet iki sene sonra, 1911'de kışla ile beraber Taksim Meydanı'nı da İngiliz, Fransız, Avusturya ve Türk ortakların kurduğu bir konsorsiyuma sattı ama yeni sahipler kışlayı ve meydanı ne olarak kullanacakları konusunda birkaç yıl boyunca karar veremediler. Satışı yapan Osmanlı hükümeti de kararını 1917 Aralık'ında değiştirdi ve daha önce ödenmiş olan bedel karşılığında hem kışlayı, hem de meydanı geri aldı ve yeniden topçulara tahsis etti.


Derken, İstanbul 1920'de müttefiklerin işgaline uğradı. Taksim Kışlası'na Fransız ordusundaki Senegalli askerler ve İngilizler'in Hindistan'dan getirdikleri birlikler yerleşti ve binanın o zamana kadar "Topçu Kışlası" olan ismi de "Macmahon Kışlası" yapıldı.


İşgal birlikleri ortadaki geniş avlunun etrafındaki binalarda kalırlarken avluda at yarışları ve küçük çaplı organizasyonlarla bazı spor karşılaşmaları yapılıyordu. Avlu, 1921'de o günlerde "Spor Alemi" isimli bir dergi yayınlamakta olan Çelebizade Said Tevfik Bey'e tahsis edildi ve Said Bey burayı o zaman için oldukça büyük sayılabilecek bir yatırımla sekiz bin kişilik bir stadyum haline getirdi, mekanın ismi de "Taksim Stadyumu" oldu.


Kışlanın kaderinde bir tuhaflık vardı ya... Türk futbol klüpleri Said Bey'i boykot ettiler, stadyumda doğru dürüst bir maç yapılamayınca da Said Bey sahayı elden çıkartmak zorunda kaldı ve Bork adında Maltalı bir işadamına devretti.


Stadın yeni sahibi ilk iş olarak kışlanın kapısına koskoca bir Yunan bayrağı astı. Stadyumda işgal birliklerinin futbol klüpleri arasında defalarca karşılaşmalar yapıldı, 29 Haziran 1923'te İngiliz işgal birliklerinin klübü ile Fenerbahçe arasındaki meşhur maç da burada oynandı. Said Bey, işgalin sona erdiği 1923'te kışlayı Bork'tan geri aldı ama yine işletemedi ve bu defa Abdülaziz Bey adında bir manifaturacıya devretti.


Taksim Kışlası, o tarihten yıkımına başlandığı 1939'a kadar milli yahut özel her türlü spor müsabakasının mekanı olacak ve gündeme yeniden tam 73 sene sonra, bundan iki hafta önce gelecekti!

KIŞLADA OYNANAN EN UNUTULMAZ MAÇ: FENERBAHÇE-İŞGALSPOR
Topçu Kışlası'nda oynanan futbol maçlarının en unutulmazı, 1923'ün 29 Haziran'ında İngiliz işgal birlikleri takımı ile Fenerbahçe arasındaki karşılaşma idi...


Dünya savaşında uğradığımız yenilginin ardından İstanbul 1920 Mart'ında müttefiklerin işgaline uğramıştı ve şehire ağır bir elem hakimdi. İstanbullular o kapkara günlerde teselliyi, başka sebeplerle buluyorlardı: İngiliz, Fransız ve İtalyan birlikleri futbol klüpleri kurmuşlardı ve bu klüplerle Türk klüpleri arasında yapılan maçları hep biz kazanıyorduk.

 
Üstüste yenilgilerden sonra İngiliz tarafı daha ciddi bir maç hazırlığına girişti: Sömürgelerden dört profesyonel futbolcu getirildi, boyu bir metreye yaklaşan gümüş bir kupa yaptırıldı ve kupaya İngiliz işgal birliklerinin kumandanı General Harington'un ismi verildi. Hazırlıklar tamamlanınca, azınlık gazetelerine "Kendisine güvenen Türk klübünün müsabakaya davet edildiği" şeklinde ilanlar verildi. Fenerbahçe daveti kabul etti, karşılaşmanın 29 Haziran 1923 günü öğleden sonra Taksim'de şimdi yerinde yeller esen stadyumda yapılması kararlaştırıldı.


O senelerde sarı-lacivertli klübün başkanlığını Halife Abdülmecid Efendi'nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi yapıyordu. Bir yanda genç şehzade, bir yanda da işgal birliklerinin kumandanı General Harington stadyumda artık devamlı antrenman yapan takımlarını izliyorlardı.


Taksim, müsabaka günü mahşeri andırıyordu. Sahaya önce İngiliz takımı çıktı, derken Fenerbahçe'nin Şekip, Hasan Kamil, Cafer, Kadri, İsmet, Fahir, Sabih, Alaaddin, Zeki, Ömer ve Bedri'den oluşan onbiri göründü. Maç başladı ve Malta'dan getirilen İngiliz futbolcunun şutu birkaç dakika sonra ağlara takıldı. İlk yarı bittiğinde, Fenerbahçe 1-0 mağluptu.


Türk tarafının golü ikinci yarının on beşinci dakikasında Zeki'den geldi ve binlerce fes havada uçuştu. Sevincin daha büyüğünü 74. dakikada gene Zeki yaşattı ve tarihlere "Daha önce atılmış olan hiçbir gol bu derece içten alkışlanmamıştır" diye yazıldı.


Fenerbahçe karşılaşmayı 2-1 galip bitirdi. Binlerce kişi, İngiliz işgal birliklerinin kumandanı General Harington'un kendi adını taşıyan kupayı Fenerbahçe kaptanı Şekip'e verirken ellerinin titrediğine şahit oldu ve Fenerli oyuncular Tünel'e kadar omuzlarda taşındı.


Aynı günlerde Lozan'da, Türkiye ile müttefikler arasında barış görüşmeleri yapılıyordu ve Türk delegelerin yakından takip ettikleri memleket hadiselerinin başında bu karşılaşma geliyordu.


Müttefik delegeler karşılaşma günü Uşi Şatosu'nda beklerlerken, Türk tarafı Lozan Palas Oteli'nde heyecanla İstanbul'dan gelecek ve maçın neticesini bildirecek olan telgrafı gözlüyordu.


Telgraf geldi, Türk heyetinin başkanı İsmet Paşa, "Heyetimiz adına Fenerbahçeli futbolcuların hepsini coşkunlukla tebrik ettiğimi ve gözlerinden öptüğümü klübe acele telleyiniz!" talimatını verdi ve Uşi Şatosu'na doğru yola çıktı.

Taksim'deki Topçu Kışlası macerasının kronolojisi
1803-1806: Kışlanın inşasına 1803'te, Üçüncü Selim zamanında karar verildi, inşaat üç sene sürdü, 1806'da hizmete girdi ve Kapıkulu askerlerinin topçu birliklerine tahsis edildi.
1807-1812: Kışla, 1807'de Üçüncü Selim'i tahtından eden Kabakçı Mustafa İsyanı'nda tahrip oldu ve daha sonra İkinci Mahmud'un yaptırdığı restorasyon 1812'de tamamlandı.
1847: Kışlanın bazı duvarları şiddetli fırtına yüzünden yıkıldı, Sultan Abdülmecid binayı geçici olarak tamir ettirdi ama ardından çıkan bir yangın bazı yerleri kullanılamayacak hale getirdi.
1862: 12 sene devam eden büyük tamir bu sene bitti ve kışla tekrar hizmete girdi.
1870: Sultan Abdülaziz kışlayı elden geçirtti.
1893: Sultan Abdülhamid, kışladaki camiyi tamir ettirdi.
Nisan 1909: 31 Mart olayları sırasında binanın bazı yerlerine top mermileri isabet etti.
Mayıs 1909: Hükümet, kışlayı satmaya karar verdi.
1911: Kışla ile beraber Taksim Meydanı'nın tamamı İngiliz, Fransız, Avusturya ve Türk ortakların kurduğu bir konsorsiyuma satıldı.
Aralık 1917: Hükümet satış kararını iptal etti ve daha önce ödenmiş olan bedeli iade ederek hem kışlayı, hem de Taksim Meydanı'nı geri aldı ve yeniden topçulara tahsis etti.
1920: İstanbul işgal edildi ve kışlaya Fransa'nın Senegal'den, İngiltere'nin de Hindistan'dan getirdiği birlikler yerleştirildi. Kışlanın adı da değişti ve "Macmahon Kışlası" oldu.
1921: Kışla, Çelebizade Said Tevfik Bey'e kiralandı, sekiz bin kişilik bir stadyum haline geldi, ismi "Taksim Stadyumu" oldu ama Said Bey sahayı işletemediği için Bork adında Maltalı bir işadamına devretti, Bork kışlanın kapısına koskoca bir Yunan bayrağı astı.
29 Haziran 1923: İngiliz işgal birliği ile Fenerbahçe arasındaki meşhur maç oynandı.
Kasım 1923: Said Bey, kışlayı Bork'tan geri aldı ama yine işletemedi ve bu defa Abdülaziz Bey adında bir manifaturacıya devretti.
1939: Kışlanın yıktırılıp yerine park yapılmasına karar verildi ve yıkım 1940'ta tamamlandı.

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 09.06.2013

 

******


TAKSİM KIŞLASI NEDEN YIKTIRILDI DERSİNİZ?

 

Bana "Taksim'deki kışla 1939'da neden yıktırıldı?" diye soracak olursanız, cevabım "O zamanın hükümeti de, İstanbul'un belediyesi de neredeyse enkaz haline gelmiş olan ve hiç durmadan masraf çıkartan binadan kurtulmak istemişlerdi, bu yüzden" olur.

Bundan 74 sene önce ortadan kaldırılan ama haftalardan buyana Türkiye'nin en büyük meselesi haline gelen kışlanın tuhaf macerasını dün yazmıştım: inşası 1806'da tamamlanan bina 133 sene boyunca zor-bela ayakta kalmış, yanmış, yıkılmış, bir ara kullanılamaz hale gelmiş ve Taksim Meydanı ile beraberce satılmış, sonra geri alınmış, stadyum yapılmış ve en nihayet 1939'da ortadan kaldırılmıştı.

Osmanlı Arşivleri'nde bugün Taksim Kışlası ile ilgili dünya kadar evrak bulunuyor ve evrakın tamamı değil, kataloglarda yazılı olan konu özetleri bile şöyle bir gözden geçirildiğinde, devasa binanın maliyeye her zaman yük olduğu görülüyor. Padişahın biri kışlanın yıkılan duvarlarını tamir ettirmekle uğraşırken başka bir taraf çökmüş, orası elden geçirildiği sırada bu defa bir diğer köşesi yanmış! Memleket bitip tükenmeyen savaşlar içerisinde olduğu için tamirata gereken para bir türlü tedarik edilememiş, edilemeyince de yapılan herşey çürük-çarık olmuş, en basit restorasyon bile seneler sürmüş, iş bir padişahtan ötekine devretmiş ve değirmen gibi para eriten kışla, hazineye illallah dedirtmiş!

 

DIŞI GÜZEL, İÇİ DERT!

Kışlanın dış cephesi güzel olmasına güzeldir ama İstanbul'da bu derece çürük ve geçmişi böylesine tamiratla dolu bir başka bina bulmak, nerede ise imkansız gibidir!

Ben, Taksim Kışlası'nın 1939'da yıktırılıp park haline getirilmesini işte bunlara bağlıyorum: O senelerde zaten fukara olan devletin harap vaziyetteki binaya daha fazla masraf etmek istememesine...

Yedeksubaylığını Birinci Dünya Savaşı'nın tam ortasında Taksim Kışlası'nda yapmış olan bir zamanların meşhur gazetecisi Burhan Felek'in kışla hakkında yazdıklarını okuduğunuzda, binanın devletin sırtında nasıl bir yük olduğunu çok daha net şekilde farkedersiniz. Dış duvarlar ucuz sıva ile kaplanmış çürük tuğladandır, iç mekanlar tamamen ahşaptır ama tahtalar çürümüştür, çatı delik deşiktir ve askeri barındırıp yatıracak oda bulabilmek bile meseledir!

Anlaşılan o ki, 1930'lu senelerin fakir Türkiyesi, devletin başına yüz küsur sene boyunca sadece dert getirip masraf açan ve pek bir işe de yaramayan kışladan kurtulmanın çaresini binayı toptan yıkmakta bulmuş ve öyle yapmıştır!

Taksim'deki kışlanın yıktırılmasından 70 küsur sene sonra, hedefte şimdi iki kişi var: Zamanın cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile o devir İstanbul'unun valisi ve belediye başkanı Dr. Lütfi Kırdar...

İstanbul'daki birçok tarihi eserin İnönü'nün emri ile ortadan kaldırıldığı söyleniyor, Lütfi Kırdar, kışlanın "katili" olarak gösteriliyor, tek parti zamanındaki imar faaliyetlerinin İstanbul'u mahvettiği, Adnan Menderes iktidarının ise bu mahva "dur" deyip şehri güzelleştirdiği iddia ediliyor.

 

YORUM YAPMADAN ÖNCE...

Menderes'in imar projeleri 1950 sonrasında hazırlanmış "şehri kurtarma planları" değildir ve tamamına yakınının temelinde tek parti iktidarının bitiremediği işlerin tamamlanması çabası vardır. İnönü devrinde birçok tarihi eser yokedilmiştir ama Menderes iktidarında da bir o kadar tarihi eser ortadan kaldırılmıştır. Lütfi Kırdar'ın İstanbul hakkındaki projelerini anlatmak maksadıyla yayınlattığı "Güzelleşen İstanbul" albümlerini elden geçirdiğinizde, onun tamamlayamadığı bazı işleri sonradan Demokrat Parti'nin bitirdiğini görürsünüz...

Ve, meselenin unuttuğumuz, belki de bilmediğimiz bir başka tarafı: İsmet Paşa devri İstanbul'unun valisi ve belediye başkanı olan Lütfi Kırdar 1954'te Demokrat Parti'ye katılmış, Adnan Menderes'in son hükümetinin sağlık bakanı olmuş, bu yüzden Yassıada'ya düşmüş ve hayata 1961'de Yassıada'da kendini savunduğu sırada geçirdiği kalp krizi ile veda etmiştir.

Geçmişte yapılan bir işi o zamanın bütün şartlarını ve konu ile ilgili şahısların hayat hikayelerini gözden geçirmeden değerlendirip yorumlamaya kalktığınız takdirde yanlış neticelere varırsınız...

Bugün, Taksim Kışlası'nın yıktırılması tartışmalarında hep bu hatalar yapılıyor...

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 11.06.2013

GEZİ PARKI'NI NASIL SAKLAMALI?

 

Gezi Parkı'nın sosyal medya desteğiyle 'kazanılması' hakkında çok şey söylendi ve çok daha fazlası da söylenecek. Fakat hala soru işaretleri kaybolmadı. Bunlardan belki de en önemlisi şu: Topçu Kışlası'nı yeniden yapmak nasıl bir fikir?

 

 

1876’daki Kauffer Haritası ile 2009 uydu haritasını çakıştırarak Taşkışla’nın Güneybatı Kulesi’nden Taksim Anıtı’na bir çizgi çekersek, Gezi Parkı Alanı’nı çaprazlamasına ikiye bölmüş oluruz. İşte bu kesimin kuzey tarafı, Ermeni Mezarlığı’dır.


Taşkışla olsun, Topçu Kışlası olsun, şehrin uzak kısmına yüksek yere yapılmış askeri binalardır. Şimdi ise burası şehrin merkezidir. Tarihe saygı, 1806’da yapılmış ve 1940’ta yıkılmış, temeli bile var olmayan binayı tescilleyip yeniden yapmakla gösterilmez. Yenikapı’daki metro kazısında çıkması zaten beklenen arkeolojik parçaları ‘çanak, çömlek’ diye küçümsememek ile saygı duymaya başlayabiliriz.


Topçu Kışlası’nın eski hali, gazetelerde köşeleri olan bazı popüler tarih yazarlarının iddia ettiği kadar mimari yönden ‘şık’ bir yapı değildir. İçinde geniş bir dikdörtgen alanı olan binaya Abdülmecit döneminde yapılan bakımda, garip ölçekli soğan kubbeler eklenmiştir. Bu topraklarda pek görülmeyen bu tür oryantalist detayların, mimari olarak pek bir değeri olduğu söylenemez.

Ayrıca hangi zamandaki halinin yeniden yapılacağı, orijinalinin mi yoksa soğan kubbeli halinin mi daha iyi olacağı, cevabı kesin olmayan bir sorudur. Başka bir yönden bakılırsa, madem binanın dışı birebir kopyalanıyor, o zaman planına da sadık kalmak gerekir. Kışla’nın bir rölevesi dahi yoktur. Eldeki birkaç fotoğraftan bu binanın aynısını yapmak mümkün değildir. Kısaca ‘masum bir tarihi canlandırma’ sayılmayacak bu ‘yeniden yapım’ın altında başka gerekçeler aranabilir.


Projenin mimarı Halil Onur, ihale ile aldığı bu işi ‘teknik bir iş’ olarak kabul ettiğini ve pişman olmadığını belirtmiş, burasının bir yarışma ile yapılmasını önerdiğini söylemiştir. Zaten ne istendiği belli bir işin yarışmasının olmayacağı ortadadır: “Eldeki fotolardan bu binayı istiyoruz” diyenlere, hangi yarışmacı, farklı kent parçası olacak bina ve özgün fikirler sunabilir? Kendisi “Onlar önerdi, ben ihaleye girdim ve projem kazandı” diyor, söz konusu ‘önerme’nin ne anlama geldiğini Çamlıca Camii ‘yarışması’ durumundan apaçık biliyoruz.


Topçu Kışlası’nın yıkılması, özel davetle ülkemize gelen Henri Prost’un önerisidir. Gezi Parkı, Hilton’u da içine alacak kadar uzun bir yeşil bandın başını tutar konumdadır. Prost’un bir başka önerisine göre Gezi Parkı’nda yan yana yüksek olmayan bloklar yapılacaktır. Buna Prost’un sağlıklı olmayan bir kararı daha diyebiliriz. 

Yeni Topçu Kışlası 
Nasıl Beşiktaş ’a kadar devam etmesi beklenen yeşil bant bırakılamamış, ayrılan yere oteller sıralanmışsa, (Continental, Hyatt, Hilton, Gökkafes, Swiss Otel) Gezi için önerilen binalar da inşa edilmemiştir. Gezi Parkı öylesine bırakılmış, 60 yıldan fazla süredir, bir türlü kamusal yeşil alan olarak verimli kullanılamamıştır. Evlendirme dairesinin otoparkı gibi görülmüştür. Protestolardan sonra belediye oraya küser de bakımını daha da boşlar endişesi taşıyan İstanbullular da yok değil!


Yapılmasına karar verilen ve bunun için –nasıl bir suçluluk duygusuysa artık– gece yarısı iş makineleri sokulan alandaki projeye bakılırsa; neredeyse tüm zemin katının ticari amaçla kullanılacağı görülmektedir. Tüm binanın üçte birini kaplayan 7200 m2’lik kapalı alanın kitapçı ve kafeterya olacağı söylenmektedir. İstiklal’deki kitapçı ve kafelerin zemin alanları toplansa bu değere ulaşılamayabilir belki de! “Ticari alan olmayacak, kitapçı ve kafe olacak” gibi garip mazerete inandık, üst katların müze yapılacağı iddiasına takılmadık diyelim, alt kattaki otoparka ne demeli? Eğer tüm binanın altı otopark olacaksa Karaköy’deki katlı otopark benzeri bir durum oluşacaktır. Otopark bir nebze kabul edilebilir ise de buz pistine gerek var mıdır? Eğer tüm dünyadan habersiz belediye yetkilileri, genetiği ile oynanmış ve buzun üzerinde yetişecek bir ağaç keşfetmedilerse buz pisti yüzünden yeşil doku harap olacaktır.


Proje eleştirildiğinde, “Daha kesin bir şey yok, hemen hüküm vermeyin” deniyor. Oysa tepkiler yerinde. Bir kent parçası ‘muallakta’ kalacak ve hatta mimarının bilmediği detayara sahip olacak şekilde inşaata girişilecek kadar kolay harcanmamalıdır. Ayrıca bu binanın, AKM ile yükseklik ilişkisi de sakat: Sıradan bir apartman dairesine oranla yüksekliği dikkate alındığında, yeni binanın yüksekliği beş katlı, kuleler ise yaklaşık on katlı apartmana denk gelecek...


Özetle, projenin savunulacak yanı yok. Dünyada epey rağbet gören Landscape Architecture Magazine isimli peyzaj mimarlığı dergisi, ‘ İstanbul ’s Awful Plan’ (İstanbul’un Berbat Planı) başlığıyla projeyi sundu bile. Bu utanç bize yeter. 

Sorun AVM kelimesi mi 3 tane ağaç mı? 
Sorun 7200 m2 ticari alanı olan bina için –haklı olarak– AVM kısaltmasını kullanmanın tartışmasını yapmak ya da sadece üç tane ağacı kesmek değil. Diyelim ki sökülenler yeniden dikildi. Bölgedeki son yeşil parça bir iç bahçe gibi binanın içine gömülürse kentle bağı kopartılmış olacak ve ‘yeşil alan’ özelliğini kaybedecek. Zaten projenin mimarı, buranın bir kent ormanı olmadığını, tüm ağaçların korunmasına gerek olmadığını şu özlü sözüyle destekliyor: “Ama tabii ki bir düzen getirilmek zorunda. Her elini kolunu sallayan kafeye, restorana girsin demek doğru değil. Herkes her yere girebilir mi?”


Problemin merkezi işte burada. “Herkes her yere girsin mi girmesin mi?” Bir de üzerine koskoca direnişi “Üç tane ağaç için” şeklinde küçümsemek... “Projeyi kimse benimle tartışmadı” demek kolay. Görmediğimiz ve sır gibi saklanan projeden kamuya düşen sadece birkaç kalitesiz, bilgisayar marifetiyle elde edilmiş üç boyutlu görselken tartışmanın nasıl olacağını kestirmek zor.
Belediye ya da başka bir kurum, hiçbir zaman bu kadar önemli projeyi kamuoyuyla paylaşmış, duyurmuş, tartışmış değil. Haliç’teki garip taşıyıcılı köprü için belediye başkanının projenin mimarına direktif vermesi dışında bir kamuoyu bilgilendirmesi yapılmamıştır.


Sonuç: Yetkililer kamuoyunun mimari konulardaki fikrini pek önemli saymıyorlar.
Kronik sorun, her gün garip bir projenin dayatılması. Her sabah, fiziki çevre, kent kullanımı, estetik değerler ve kurallar gibi ön çalışmalar ve katılımcı bir tasarımla şekillenmemiş “Biz karar verdik, olacak” denen bir sürpriz projeyle uyanmak. Örneğin Taksim’in yayalaştırma projesi bile bazı önemli hatalar içermektedir. Hala konuşacak, anlatacak, icabında düzelttirilecek bir merci yok. 

Dayatılmış çaresizlik 
Hatırlayalım, bütün bu olan bitenin sonunda hiçbir siyasi oluşuma üye olmayan 40 kadar mimar, meslektaş belleyip Kadir Topbaş’a bu tür konuları konuşmak için randevu talep etmişti. Olumlu ya da olumsuz cevap gelmeyince ulusal gazetelere tam sayfa ilan verildi ve nihayetinde bir toplantı koparıldı. Toplantıda temenniler bildirilir, bu mimarlar kibarca belediye başkanını uyarırlar. Ama uyarılar dikkate alınmaz. Belediyecilik konusunda fena obsesif olan Başbakan’ın, belediye başkanına önemli konularda karar verme hakkı vermemesi, bir diyalog ortamının kurulmasını daha baştan engeller.


Bir diğer günah çıkarma argümanı da “Hatamız bir bilgilendirme ofisi kurmamamız oldu” şeklindeki beyanlardır. Eğer bu protestolar olmasa bu hata da ortaya çıkmayacak, ofise gerek de duyulmayacaktı. Bu şekilde oldubittiye getirilen o kadar çok proje var ki İstanbul’da... Gezi sadece bilinen ve direnen proje. 

Şimdi ne olacak? 
Protestolar devam ederken Başbakan’ın günbegün daha da sertleşmesi ve “AKM’yi de yıkacağız, Taksim camiini yapacağız” demeci, uzlaşma şansının yitirildiğini akla getirse de yine de barışçı bir yol bulunabilir. Birinci şart; Gezi olduğu gibi bırakılmalıdır. Ellemeyiniz. Proje üretmek için kendinizi parçalamayınız. Hatta ne olacağı konusunda demeç bile vermeyiniz. Bırakınız dağınık kalsın. Çok çok gerekirse peyzaj düzenlemesi için bir yarışma açılmalı. Altı ay gibi kısa bir sürede korumacı yöntemlerle park ihya edilebilir.


Dünyada bu tür kamu mekanlarını kollamakla görevli, kar amacı gütmeyen sivil toplum örgütleri var. Örneğin New York’taki Bryant Park gibi. Bizim Gezi ile aynı alanı kaplayan bu park, bir organizasyon tarafından yönetilmekte (www.bryant.org). Çeşitli sanat faaliyetlerinden tutun spor karşılaşmalarına, ufak bir hediyelik eşya bölümüne kadar farklı işlevleri barındırır. Bildiğiniz yeşil alan... Sadece Manhattan halkının değil, turistlerin de bir simge mekan olarak ziyaret ettiği yer.
Bu organizasyon siyasi ya da ticari güç savaşları ve çeşitli yetki çatışmalarına yol açar diye endişeler olabilir ama böyle çoğulcu ve yararlı bir sivil toplum örgütüyle ihya edilen, böyle meşhur bir parka sahip olacağımız, çocuklarımıza 2013 Haziran’ında neler olduğunu anlatabileceğimiz günler uzak olmamalı.

Radikal, Yazı: Yrd. Doç.Dr. Ahmet Turan Köksal, 09.06.2013

2 BİN 500 YILLIK MUMYA TEMİZLİĞİ

 

ABD'nin Boston kentindeki Massachusetts General Hospital'da sergilenen 2 bin 500 yıllık Mısır mumyası, arkeologlar tarafından temizleniyor.

1832'den beri hastanede sergilenen Padihershef isimli mumyanın temizliği, uzman bir ekip tarafından, bir ameliyat titizliğiyle yapılıyor.

Tabutundan çıkarılan Padihershef'in, mumyalama sürecinin bir sonucu olarak dokularına nüfuz eden tuz birikintileri kulak çubuklarıyla temizleniyor.

Padihershef'in Nil Nehri kenarındaki Luxor'da yaşamış eski bir taş kesme ustası olduğu biliniyor.

Sabah, 09.06.2013

KADİR TOPBAŞ: AVM'DEN GINA GELDİ, MAÇKA'YA KADAR PARK OLABİLİR

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ta Taksim Meydanı'nda ağaçlandırma düşündüklerini Başbakan Erdoğan'la da bu konuda anlaştıklarını açıkladı.

 

İBB Başkanı Kadir Topbaş, şunları söyledi; 

AVM olarak düşünmüyoruz. Zaten mevcut yapı AVM yapılacak bir metrekareye sahip değil.

Gezi Parkı olarak bildiğimiz alanın tamamı 50 bin metrekare civarında. Topçu Kışlası dediğimiz 11 bin metrekarelik alan.

563 ağaç var. Bu ağaçlardan 72 ağaç taşınabilecek nitelikte. Kalan 26 ağaç taşınır ama riskleri var.

İlk kez söylüyorum. Burada bir AVM kesinlikle düşünülmüyor. Otel yok, rezidans yok.

Bundan sonraki adımlarda bir kent müzesi yapılacak.

Bana gelen, dün görüştüğüm mimarlar grubundan özellikle orada aktif olanlar, şöyle bir teklifte bulundular:

Burada Topçu Kışlası da teklif edilebilir ama biz bu Gezi Parkı'nı bir bütüncül plan olarak değerlendirelim. Buna biz de katkı sunarız. Hilton Oteli arkasındaki yeşil alandan Dolmabahçe'ye kadar giden bir kültür parkı, bir yeşil park bandı çerçevesinde büyük bir bütüncül plan içerisinde değerlendirmek, mimari açıdan böyle bir aksı ele almak, belki Maçkı Parkı dahil olmak üzere, bu şekilde değerlendirmelerde bulundu.

Bir plan yaparken zaten noktasal hatalar problemleri de beraberinde getiriyor.

Sayın Başbakanımızın da bize net olarak söylediği Taksim'de İstanbul 'da artık gına gelen AVM değil, bir kaç mağaza gibi bahsetmek istemişti.

Ama bir AVM yok, bir rezidans yok, otel yok. Tamamen kent müzesi ve bir sergi alanı şeklinde değerlendirilebilir.

Mimarlardan gelen teklife plan bütünlüğünde bakmak gerekiyor. 

Taksim Meydanı'nda ağaçlandırma planları da yaptık.

Taksim'de şu andaki yayalaştırma alanlarında daha fazla yeşillendirme, ağaçlandırma olacak.

Burada yapılacak projeyi Taksim'de sergilemek, herkesin görüşüne açmak, insanlarımızın görüşlerini almak, görüşe göre değerlendirmeyi de düşünüyoruz.

Topçu Kışlası konusunu Sayın Başbakanımız net olarak ifade ettiler. "Biz bunu seçim gündemimizde halkımıza ilan etti. Halkımız da bundan dolayı bize oy verdi. Bizi destekledi."

Topçu Kışlası'nın yapılmasını Sayın Başbakanımız yapılmasını kesinlikle arzu etmekte. Ama fonksiyon olarak, yapı olarak düşünülen bir tasarı, taslaktı. Henüz net bir proje olmadığı için... İhtiyaçları bildiği için Sayın Başbakan bir kaç mağaza, otel, rezidans... Ancak bunların tümünden kesin olarak vazgeçildi.

Taksim Platformu'ndakilerin çok rahatsız oldukları konu, "Birileri bizim adımıza görüşmeler yapıyor. Devlete bir takım dayatmalar ortaya koyuyorlar. Halkın değişik katmanlarından insanlar olarak bir aradayız. Marjinal grupları asla kabul etmiyoruz. Siyasileri zaten kabul etmiyoruz. Bir plan bütüncüllüğünde biz de katkı sunarız" diyorlar.

Hz. Mevlana'nın bir sözü vardır: "Bir neslin geleceğini bir önceki nesil hazırlar"

Buradaki insanların duyarlılığını ben şahsen gördüm. Projeleri daha fazla anlatmak, daha fazla duyurmak gerekliliğini, belki defalarca gündemde olacak şekilde açıklamak gerekli.

Otel, AVM, rezidans yapılmayacak, bir şehir müzesi olabilir.

Cemil Topuzlu'nun orada trafiği zaten yer altına aldık. Burada da benzer bir uygulama yapılabilir.

Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği gibi, AVM'lerden gına geldi. Böyle AVM düşünülmüyor o nedenle...

Taksim Meydanı'nda ağaçlandırma düşünüyoruz. Sayın Başbakanımızla da görüştük, daha çok yeşil alan olmasında anlaştık.

Başbakanımız Topçu Kışlası'nın yapılmasını arzu ediyor ama tamamen otel, mağaza gibi projelerden vazgeçildi. Müze üzerinde duruluyor.

Geçen cumartesi düzenlediğim basın toplantısında 'mesajı aldım' demiştim. Bundan kastım, bana diyorlar ki, "Vapur seçerken bile anket yaptın, burada niye böyle yaptın"... Bu anlamda mesaj alındı dedim.

(Yol ver gidelim Taksim'i ezelim sloganı ile ilgili) Bu tip topluluklara provokatörler katılır. Tribünde de var. Taksim'de, 'Hadi yürüyün Beşiktaş 'a gidelim' diyerek dolaşan kişiler olmuş.
Böyle sloganlar atılmasına şunu söyleyebilirim: Çok maksadını aşan ifadeler var. Başbakanımız için de ağır ifadeler kullanıldı.

Orada gıcır gıcır yeni otobüslerimiz yandı. Onları yine halk ödüyor. Kamu mallarına bir maliyet bu. Bunun çok daha medeni boyutta olmasını dilerim. Pankart açıp yürürsünüz ama insanlar sokağa çıkmaktan korkar hale geldi. Ama ben platformun benimle konuşmaya gelen üyelerine de söyledim. Bizim insanımız kindar değil. Bakın güneydoğu ne hale geldi. Bunun da insanlar arasında bir kin haline gelmeyeceğini düşünüyorum.

68 kuşağından farklı bu eylemler, bunlar 90'ların çocukları ve dünyaya daha açıklar, daha entegreler.

Ben İstanbul'umu bir saniye bile boş bırakmam. Yenikapı'da 600 bin metrekare alan yapıyoruz ağaçlandırma yapacağız.

Platformu dinledik notlarımızı aldık. Daha önce de konuşmuştuk. Ama zaten proje kesinleşmemişti, karışık bir durum vardı ve sonra da bu sıkıntılar yaşandı.

Radikal, 08.06.2013

 

******


MİMARLAR ODASI: TOPBAŞ'LA GÖRÜŞMEDİK, BİRŞEY KABUL ETMEDİK

 

Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın Taksim'de yapılacaklar konusunda Mimarlar Odası ile görüştüğünü söyledi ancak Mimarlar Odası herhangi bir görüşme olmadığını açıkladı.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın 'mimarlarla görüştük, Maçka'ya kadar park yapabiliriz' açıklamaları hakkında Mimarlar Odası Twitter 'dan 'görüşmedik' yanıtı verdi. Topbaş'ın Topçu Kışlası'nın içine şehir müzesi yapılması konusunda çeşitli kurumlarla ve Mimarlar Odası ile görüştüğünü söylediğini belirten Mimarlar Odası 'herhangi bir görüşme olmadı" dedi.


TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu, Hürriyet 'e yaptığı açıklamada, “Sayın Topbaş ile ne Mimarlar Odası ne de Taksim Dayanışma Platformu herhangi bir görüşme yapmadı. Oysa Topbaş bugün bir görüşme yaptığımızı söylüyor. Mimarlar Odası olarak kendisi ile yaptığımız görüşmede bizlere kendisinin de bu projeye karşı olduğunu, Sayın Başbakan’ın neden bu kadar ısrarcı olduğunu kendisinin de anlamadığını söylemişti. Ancak bugün yaptığı açıklamada 31 Mayıs’ta bize yaptığı açıklamanın da gerisine düştüğünü gördük. Belli ki dün Sayın Başbakan’ın yaptığı açıklamanın etkisinde kaldı ve kendi görüşlerini geri plana çekti” dedi.

Topbaş'ın açıklamaları devam ederken Mimarlar Odası'nın Twitter adresinden bir mesaj yayınlandı. Mesajda görüşmenin olmadığı vurgulandı.

Radikal, 08.06.2013

"TOPÇU KIŞLASI'NI AKM'NİN TEPESİNE YAPALIM"

 

 

Konuştuğumuz öyle mevzular ki içinde bilim varmış gibi. Ama aslında yok. Dün Tarih Vakfı’nın organizasyonuyla bir grup tarihçi, mimarlık tarihçisi, şehir plancı toplanıp süreçteki ‘bilimsizliğe’ dikkat çekti. Salonda ara ara gülüşmelerin yükselmesi bu yüzdendir. Tarihi ihya etmek nedir? Kültürel varlık nasıl yaşar, nasıl ölür? Başbakan’ın Topçu Kışlası’nı böyle yakıcı bir tutkuyla diriltmek isteyişini nasıl okumak gerekir?


Öncelikle Tarih Vakfı, bir sivil toplum kuruluşu olarak Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilirmiş gibi yapılmasına da, tepkileri yatıstırmak için ortaya kent müzesi fikri atılmasına da karşı. Ötesinde ilkesel bir itirazları da var; tarihin ideolojik bir mücadele aygıtı olarak kullanılmasını reddediyorlar.

50 yıllık tecrübesi tarihi çevre koruma olan Cevat Erder, ‘Toplantı bitse de Gezi’ye gitsek’ heyecanındaydı. Biber gazını da ziyadesiyle tatmış. Erder, Türkiye’de restorasyon meselesinin hiç anlaşılmadïğı görüşünde. Yüzde 80’inin ekonomik gerekçelerle, gerisinin de ideolojik kaygılarla yapıldığını söylüyor. “Bizde kültürel miras, mirasyedilik üzerinden anlaşılıyor. Oysa ki kültürel varlıklar canlıdır. Canlılar gibi yaşarlar” diyor.

Mimar ve mimarlık tarihçisi Uğur Tanyeli ise dünya tarihinde ilk kez mimarlık aracılığıyla bir halk isyanına neden olduğu için “Neredeyse sorumluları kutlayacağım” diyerek başladı. Tartışılmayacak kadar saçma bulduğundan, Topçu Kışlası’nın neden yeniden yapılmaması gerektiğine dair konuşmayacağını söyledi hatta: “Bu işin ideolojik bir karar olduğunu söylemek bile iltifattır. İdeolojide bir idea, bir fikir vardır. Burada fikrin z’si bile yok.” Tanyeli, normalde İslami hassasiyetleri olanların bu tarz oryantalist yapılardan hazzetmediğini, bu anlamıyla inadın ayrıca anlaşılmaz ve çelişkili olduğunu söyledi.

Yine mimarlık tarihçisi olan Günkut Akın’ın öncelikli dikkat çektiği nokta, park ve çevresinin zamanında bir modernleşme projesi olarak erken Cumhuriyet’in elitleri için düzenlendiğiydi. Bu hamleyi de bir anlamda devamı görüyor, var olan mimariye erken Cumhuriyet’in hoyratça yaklaşımı arasında bağ kurmamızı sağlıyordu. Tayyip Erdoğan’ın üç-beş yıl önce kurduğu şu cümleyi de hatırlattı: “Burayı bize park diye yutturdular.” Parkın son yıllarda özellikle bakımsız tutulmasını, mermerlerinin, tarihi kapısının yıkılmasına izin verilişini de böyle açıklıyordu.
‘Hem kışla hem de çirkin’

Akın gibi toplantıya bir video kayıtla katılan mimarlık tarihçisi Doğan Kuban da proje hakkında konuşmaya “Nerem doğru?” diye soran deve hikayesiyle başladı. Gençliğinde kendini Avrupa’da hissedermiş o parkta gezerken. En kafasına yatmayan yanıysa, böylesi bir iktidarın bir kışlayı canlandırmak için çabalaması. “Üstelik kışlaların da en çirkinlerinden biridir” dedi gülerek.

Topçu Kışlası üzerine çalışmışlığı olan tarihçi Ahmet Ersoy ise tarihe bir gün öncesinden daldı. Metroda giderken her durak anonsundan sonra alkışlayan ve istisnasız tüm duraklarda “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganları atan vagonlar dolusu insan... Ersoy kışlanın canlandırılmak istenen Şarkiyatçı temelinden yükselen sivil tahayyül sahnesini, bir tarihçi olarak hayranlıkla izlediğini söyledi.

Tarihçi Cemal Kafadar ise yolladığı bir metinle katıldı toplantıya. Bir kamu hazinesi sayılması gereken tarih ve tabiat değerlerini korumak için verilen sivil mücadeleyi haklı bulduğunu söylüyordu. Emek Sineması projesinde gündeme gelen, kendi ifadeleriyle ‘moving’ (tarihi sinemayı bir AVM’nin üst katına taşımak kastediliyor) yönteminden ilhamla bir önerisi de vardı: “Topçu Kışlası’nı AKM’nin tepesine yapalım. Gezi Parkı’nı daha da büyütelim!”

Şehir plancıları İclal Dinçer ve Murat Güvenç de salonda konuşanlar arasındaydı. Toplantıya planlama uzmanı İlhan Tekeli, tarihçi Ferdan Ergut, Skype bağlantısıyla, müzeci Tomur Atagök de yolladığı bildiriyle katıldı.

Sözler sonlandığında topluca Gezi Parkı’na gitmek üzere yola çıkıldı. “Tarih yalnızca geride kalmış ve gücü olanın istediği gibi kullanabileceği bir olaylar yığını değil, geçmişten gelip bugünü de içine alan bütünlüklü bir akıştır” diyen basın bildirilerini bir de orada okudular.

Radikal, Yazı. Pınar Öğünç, 08.06.2013

ZEUGMA MOZAİK MÜZESİ'NE YOĞUN İLGİ

 

 

Gaziantep'teki dünyanın en büyük mozaik müzesini, 307 bin 954 kişi ziyaret etti.

 

İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Aykanat: "Yabancılar dünyadaki müzeleri çok iyi biliyor. Hepsinin anı defterine yazdığı ortak şey, 'hayatımızda ilk defa eğitici bir mozaik müzesi gördük' oluyor".

 

İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Zeugma Mozaik Müzesi'ni açıldığı 2011'in eylül ayından bugüne kadar 307 bin 954 kişinin ziyaret ettiğini söyledi. Müzenin bu yılın 5 aylık döneminde 57 bin 472 turisti ağırladığını ifade eden Aykanat, yaz sezonunun başlamasıyla beraber bu sayının artacağını kaydetti.

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından 2008'in nisan ayında inşasına başlanan müzenin, 50-55 milyon dolarlık yatırımla tamamlandığını hatırlatan Aykanat, "Zeuguma Mozaik Müzesi, çevre illerden gelen turistlerin yanı sıra yabancı turistlerden de ilgi görüyor. Özellikle çocukların olağanüstü ilgisi var. Müzemiz, kentimizin tanımında önemli rol oynuyor" dedi.

 

Müzenin ekonomik anlamda da önemli getirisi olduğunu vurgulayan Akyanat, ziyaretçi sayısının her geçen gün artığına dikkat çekti. Gelenlerin anı defterine düşünce ve dileklerini yazdığına işaret eden Aykanat, "Yabancılar dünyadaki müzeleri çok iyi biliyor. Hepsinin yazdığı ortak şey, 'hayatımızda ilk defa eğitici bir mozaik müzesi gördük. Bu dünyada bir ilk. Çok etkilendik' oluyor" diye konuştu.

 

 - Tunus'taki Bardo Müzesi'nin unvanını elinden aldı 

Müzenin bin 700 metrekarelik mozaik büyüklüğüyle Tunus'taki Bardo Müzesi'nin unvanını elinden aldığını kaydeden Aykanat, 30 bin metrekarelik kapalı alanda kurulan müzede, 3 kattan oluşan yaklaşık 7 bin 75 metrekarelik sergi salonları bulunduğunu anlattı.

 

Mehmet Alkanat, şu bilgileri verdi:

"Bodrum katta hamam mozaikleri ve 1. yüzyıla ait ünlü savaş tanrısı Mars'ın heykeli, giriş katta Fırat Nehri'nin kenarındaki villalarda bulunan mozaikler yer alıyor. Kazılarda çıkarılan Poseidon ve Euphrates ikiz villaları, mozaikler, duvar resimleri, çeşmeler, sütunlar ve duvarlar orijinal pozisyonlarında ve kazıda ele geçtiği boyutlarıyla yerleştirilmiş durumda. İkinci katın birinci bölümünde 'Çingene Kız' olarak adlandırılan ve simge haline dönüşen Mainad mozaiği için yapılan özel odamız var. Labirent şeklinde dizayn edilen odanın duvarında, kaçakçılar tarafından büyük oranda tahrip edilen Mainad mozaiği de yer alıyor. İkinci katta, Doğu Roma dönemi kilise mozaiklerinin yanı sıra 6. yüzyıla kadar devam eden mozaikler sergileniyor."

haberler.com, 08.06.2013

130 BİN YILLIK KEMİKTE TÜMÖR

 

 

Dünyanın en eski kanser vakasına, 130 bin yıllık bir Neandertal insanın (200 bin ila 28 bin yıl önce yaşamış insan türü) kaburga kalıntılarında rastlandı. Hırvatistan'ın Krapina bölgesinde bulunan kalıntıları inceleyen bilim adamları, günümüzde de görülen kemiklerde yumuşak doku tümörü saptadı. ABD'nin Kansas eyaletindeki Kansas Üniversitesi'nden bilim adamları, bunun insansı fosillerinde kaydedilen en eski tümör vakası olduğunu söylüyor. Araştırma sonucu, bilim dünyasında büyük yankı uyandırdı. Daha önce rastlanan en eski tümör ise 4 bin yıllık Mısır mumyalarına aitti. İncelenen kemiğin sahibi olan Neandertal'in, modern tıpta 'fibrous dysplasia' adıyla bilinen yumuşak doku tümörü nedeniyle ölmüş olabileceğini kaydeden bilim adamları, kaburga kemiğinin iç kısmının eksik olduğunu da keşfetti. 120 bin yıl önce, kirlenmemiş bir ortamda yaşamış olmanın bile kansere karşı koruyucu olmadığına işaret eden uzmanlar, kaburganın iskelet bütünlüğü olmadığı için tümörün insan sağlığı üzerindeki genel etkisine dair de fazla bir yorum yapamıyor.

TEKRAR TARAYINCA BULDULAR
Araştırmayı yapan uzmanlardan ABD'nin Kansas Üniversitesi'nde görevli antropoloji profesörü David Frayer, önceki araştırmalara katkı için, yaklaşık 100 yıl önce Hırvatistan'ın Krapina bölgesinde gün ışığına çıkarılan kalıntıları yeniden taramaya ve incelemeye karar verdiklerini açıkladı. 1980'li yıllarda ilk kez taranan kemiklerde, tümörün ilk izlerine rastlanmış, ancak o zamanki tıbbi olanaklar ölçüsünde herhangi bir kesin sonuca varılamamıştı. Prof.Dr. Frayer, "1980'lerin sonuçlarını kendimize örnek alarak, daha kesin bir çalışma yaptık ve nihai sonuca ulaştık" dedi. Öte yandan, yapılan bir diğer araştırma, Neandertal kadınlarının da bugünküne benzer şekilde, bebeklerini yaklaşık bir yıl emzirdiklerini ortaya çıkardı. Araştırmada, o dönemden kalma bir çocuk dişinin fosili esas alındı.

Sabah, 08.6.2013

TAKSİM'DE EZBER BOZAN BİR SİYASET

 
Taksim’de İmkansız Bir Hayal başlıklı yazımda Topçu Kışlası’nın yeniden yapılmasının imkansızlığından söz etmiştim. Mevcut siyasi konjonktür içinde bunun anlamı olsa olsa tarihin istismarıdır. Tarih inşa edilemez, yaşamın o olağanüstü çeşitlilikteki bileşenleri zamanı kendiliğinden doldurur.

 

Topçu Kışlası’nı kayda geçiren tarih bir adım ilerleyip iyisiyle kötüsüyle Gezi  Parkı’nı, acısıyla tatlısıyla 1 Mayıs’ları Taksim meydanına işledi. Şimdi de Gezi Direnişi’ni kaydetmekle meşgul.  Bunlar toplumsal bellekten silinemeyeceği gibi birbirlerini doğurup evrilerek geçip gittikten sonra yeniden yaratılamazlar da.

 

Yaşadığımız günlerin önemi , toplumsal hayatımızda olağanüstü bir dönüşüme tanıklık ediyor olması.  Yalnızca içinde bulunduğumuz dönemin işleyişini değil çok daha köklü, yerleşik devlet-yurttaş ilişkisinin, toplumsal muhalefetin siyaset yapma biçiminin bütünüyle değişme yolunda olduğunu görüyoruz. 

 

Devletin son aylarda çıkarılan yeni yasalarla yaşam alanlarına müdahalesine duyulan tepki olarak yorumlanan eylemlerin tetikleyicisi kent hakkına yapılan bir saldırı oldu. Ama yine bu alanda Sulukule ve Tarlabaşı yenileme projelerinden başlayıp  Emek Sineması’na uzanan yerinden edilme, kent hafızasına yerleşmiş mekansal  ve toplumsal izlerin silinmesi, Çamlıca Camisi gibi tepeden inmeci projelerin yarattığı birikimi de unutmamak gerek.  Türkiye’nin finans merkezi, adeta kendi başına bir devlet haline getiriliyor olması, kentle ilgili bütün kararların merkezden verilmesiyle İstanbullu İstanbul’a yabancılaşmaya başladı ve yerel yönetimle bağı koptu. Birkaç yıldır İstanbul Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’ı hiçbir yerde göremiyor, İstanbul’la ilgili bütün kararları Başbakan Recep T. Erdoğan’ın ağzından duyuyoruz örneğin. Üstelik bu kararlar bir günde aniden değişiveriyor.  Şehircilik yasaları da gerektiğinde bir gecede değişiveriyor, Sulukule davasında olduğu gibi mahkemelerin idare aleyhine verdiği kararlara uyulmuyor, dolayısıyla  kentliler için hukuk yolu kapanmış durumda.

 

Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür

Sayın Başbakan’ın Fas seyahatine çıkmadan önce vurguladığı bir nokta hayret vericiydi. Bugün birkaç ağacın kesilmesine karşı çıkanların bir zamanlar Mavramoloz ormanına Koç Üniversitesi’nin yapılmasına itiraz etmediklerini iddia etti. Oysa, Türkiye’de pek çok şey eleştirilebilir ama ‘80’lerden itibaren doğa ve kültür mirası konusunda toplumsal duyarlık ve yürütülen etkin faaliyetler  görmezden gelinemez. Bu alanda çalışan meslek kuruluşları ve STK’lar bütün hükümetler nezdinde adeta “müzmin muhalif” olarak kabul edilegelmişlerdir. Meslek odalarının rutin işlerinden biri de Mavramoloz ormanı gibi durumlarda dava açmaktır. 1999’da mimarlık ve şehircilik dergileri  Koç Üniversitesi’nin orman içinde yapılmasını  eleştiren yazılarla doludur. Taksim Yayalaştırma projesi kapsamında gerçekleştirilmesi planlanan Topçu Kışlası’nın projesinin tamamlanmadığından söz edip diğer yandan da “neden şimdiye kadar itiraz etmediniz” diyor Sayın Başbakan. Politik bir manipülasyon yapmaya çalışıyor. Google’da Taksim Yayalaştırma Projesi  anahtar kelimesi 271.000 giriş gösteriyor. Bu girişlerin yüzde 99’unun eleştirel olduğunu hepimiz gibi kendisi de biliyor. UNESCO’nun danışman örgütü ICOMOS ve Modern mimarlık ürünlerinin korunması amacını taşıyan ve yine Türkiye’de özel bir yasayla kurulmuş olan uzmanlık örgütü DOCOMOMO’nun devleti ve kamuoyunu bilgilendirme çalışmalarını biliyoruz. Oysa tersi olmalıydı, Sayın Başbakan, Kültür Bakanı ve İstanbul Belediye Başkanı bu örgütlere danışarak projeyi geliştirmeliydiler. Mutlaka yine çok iyi biliniyor ki geçtiğimiz kış İstanbul Dünya Miras Alanları için gelen UNESCO-ICOMOS Ortak Heyeti’nin sayısı belki yirmiyi bulan STK temsilcisi ile yaptığı görüşmede Taksim projesinin sakıncaları da dile getirilmişti.

 

Sayın Erdoğan’ı kendisiyle bu denli çeliştiren şey olasılıkla ülkemizde alışılmadık tarzda bir muhalefetle karşılaşmış ve bununla nasıl baş edeceğini bilemiyor olması. Sivil toplumculuğun hızla gelişip deneyim kazanmasıyla birey-devlet ilişkisi de dönüşüm geçirmeye zorlanıyor.  Gezi parkı eylemini başlatan gençler yaşadıkları kente dair haklarını savunmalarının doğallığıyla davranıyorlar ve doğru bir süreci başlatıyorlar. Kente dair verilecek kararlarda yerel yönetim- uzmanlıklar-halk üçlüsündeki bugüne kadar eksik olan “halk”ı yerine oturtuyorlar. Kamunun ve uzmanlıkların halkın gereksinimlerine hizmet etmesi gereken kurumlardan ibaret olduğunu söylüyorlar. Dolayısıyla devlet-oda (ya da uzmanlık örgütü) kapalı ilişkisinin ve çekişmesinin kırılmasına hizmet ediyorlar. En önemlisi, siyasi partilerin dışında bir siyaset üretiliyor ve muhalefet partileri de bunu dışarıdan izliyorlar. Statüko sarsılıyor. “Ecdad imajı” iddiasını bile dolduramayan proje devlet kurumlarının bürolarından, meslek kuruluşlarının dosyalarının arasından çıkıp hayatın içine oturuverdiği anda anlamsızlığı ve tahribatı kendiliğinden görünüveriyor. Üç tane ağaç bütün hesapları bozuveriyor. “Çimenlere basmak yasaktır” diye büyütülen bizlerin “elbette çimenlere basacaksın, onlar basılmak içindir” diye yetiştirdiğimiz çocuklarımız özgür bireyler olarak ağaçlara sarılıveriyorlar. Devlet-kurum-halk hiyerarşisi tepetaklak oluyor.

 

Referandum: “Nefes almak istiyor musun”

Referandum artık demokratik bir yöntem olarak kabul edilmese de kente ait bazı kararlarda uygulandığı durumlar var. Örneğin Venedik’i su baskınlarından kurtarmak amacıyla yapılması düşünülen bariyerlerle ilgili referandum sürecine tanık olmuştum. Proje günlerce şehrin en görünür yerinde sergilenmişti. Berlin Stadtschloss’ta da bir tür oylama gerçekleştirildi.  Ama öncesinde yalnızca Berlin çapında değil uluslararası çapta tartışmalar yapıldı. Bizim mimarlık dergilerimizde bile yer aldı bu tartışmalar. Hükümeti en çok sıkıştıran konu böylesi bir fantezi için kamu fonlarının kullanılmasının ne kadar doğru olduğuydu ve hala hükümetin elini kolunu bağlayan şey bu. Buna Batı demokrasilerinde “halka hesap vermek” deniyor.

 

Topçu Kışlası için Sayın Başbakan’ın aklına hemen referandum geliyor. Yukarıda verdiğim örneklerdeki bilgilendirme, tartışma  hiçbirinin yaşanmadığı İstanbul’da sağlıklı bir referandum elbette yapılamaz. Ancak bunlar üzerine konuşmanın bile yersiz olduğu bir durum var ortada. Referandumun adının bile anılmaması gerektiği bir durum bu. Bir parkı yıkıp yerine hiçbir kamu yararı olmayan bir binanın yapılmasının referandumu ancak “nefes almak istiyor musun istemiyor musun”dur. Devletin böylesi bir referanduma gitmesi bile suçtur; çünkü o, yurttaşlarına Anayasa’nın tanımış olduğu sağlıklı çevreyi ve yaşam koşullarını sunmakla yükümlüdür.

 

Taksim’de Bir Çıplak Kral

Bazı çok büyük olayların altından bazen çok basit bir insanlık hali çıkabiliyor. Çocuk masalları içinde insanlık var oldukça anlamını yitirmeyecek olanlardan biri hiç şüphesiz “Çıplak Kral”. Sayın Başbakan geçenlerde bir televizyon programında bir mimarın Topçu Kışlası projesini kendisine getirdiğinde ne kadar beğendiğini anlatıyordu. Anlatırkenki coşkusu bana o masalı hatırlattı. İnsanların zaaflarından yararlanabilecek düzenbazlar her zaman vardır. Belki de Sayın Başbakan on gündür Gezi Parkı’nı dolduran gençlerin, ülkenin bütün şehirlerinde çalınan tencere tavaların “kral çıplak!” sesine kulak vermelidir. Belki de ülke aslında O’nun iyiliğini istemektedir.

Yapı, Yazı: Derya Nuket Özer, 07.06.2013

AKM'NİN YIKILMASI YASAL OLARAK MÜMKÜN DEĞİL

 

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ile ilgili açıklamalarına yanıt verdi. Mimarlar Odası, "AKM'nin yıkılması yasal olarak mümkün değildir" dedi.

 

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın AKM'nin yıkılıp yerine opera binası inşa edileceği yönündeki açıklamalarına karşılık verdi.  Mimarlar Odası, Başbakan'ın açıklamalarının bilimsel ve hukuksal dayanağının bulunmadığını belirterek, AKM'nin yasal olarak yıkılmasının mümkün olmadığının altını çizdi.

 

İşte Mimarlar Odası'nın yaptığı açıklama:

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 6 Haziran 2013 tarihinde Tunus'ta "AKM yerine opera binası yapacağız" şeklinde bir açıklama yapmıştır.

 

Tarihi yapı ile ilgili yapılan açıklamanın hiçbir bilimsel ve hukuki dayanağı bulunmadığı gibi yıkılması yasal olarak da mümkün değildir.

 

1. AKM korunması gereken 1. Derece Anıtsal Yapı niteliğinde olup özgün niteliklere sahiptir:

· AKM'nin Türkiye'nin 1970'li yıllarda, kültürel etkinliklerin en yoğun olduğu kentinde, toplumun kültürel gereksinmelerinin karşılanması için tasarlanan bir yapı olması, bir tasarım anlayışını yansıtması, dönemin yapım teknolojilerine sahip olması, özetle toplumun kültürel yaşamını mekana yansıtması nedeniyle Belge Değeri vardır.

· AKM'nin fiziki olarak İstanbul kentinin belleğinin bir parçası olarak Kimlik Değeri vardır. AKM ayrıca sadece İstanbul kent sakinlerinin değil, tüm ülke insanlarının belleğinde olan, şu veya bu nedenle tüm toplum katmanları tarafından kullanılan ve bilinen bir yapıdır.

· AKM, yapıldığı dönemin tasarım, mimari ve teknoloji anlayışını yansıtması açısından Mimari Değer'e sahiptir.

· AKM, toplumun gereksinimlerini halen karşılayabilmesi açısından İşlevsel ve Ekonomik Değer'e sahiptir.

· AKM'nin yapıldığı 40 yıldan fazla süredir kendisine çağdaş toplumda bir yer bulabilmesinden kaynaklanan Süreklilik Değeri vardır.

· AKM'nin kültür varlığı olması tartışılmayan birçok yapıdan çok daha fazla belleğimizdeki değişik olaylarla ilişkisi bakımından Anı Değeri vardır.

· AKM, bunun da ötesinde çok önemli bir Simge Değeri'ne sahiptir.

· AKM'nin Özgünlük Değeri vardır.

 

2. AKM, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararı ile 1. Derece anıtsal yapı olarak tescil edilmiş ve güvence altına alınmıştır.

 

3. AKM, 9. İdare Mahkemesi'nin aldığı kararla -korunması ve aslına uygun olarak restore edilmesi- yargının güvencesi altındadır.

 

4. 20.12.2009 tarihinde Mimarlar Odası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Kültür Bakanlığı arasında yapılan protokole göre tarihi eserin aslına uygun olarak restore edilmesi karar altına alınmıştır.

 

AKM sadece bir bölümü verilmeye çalışılan bu değerleri ile "kültür varlığı" olma niteliğini birçok başka yapıdan daha fazla hak etmiş bir yapıdır ve onun ülkenin yaşamından kopartılması tüm bu değerlerin de yok sayılacağı anlamına gelir. Bu yaklaşım, koruma kuramının temel dayanaklarının inkar edilmesidir. Ayrıca Koruma Kurullarının aldıkları tescil kararlarının bu kadar kolayca ve böylesi politik baskı sonucu kaldırılması, her türlü kararın zaman içerisinde tartışmalı olacağı anlamına gelecektir.

 

Bütün bu neden, dayanak ve kararlara rağmen Başbakan'ın AKM'nin yıkılacağı yönünde açıklamalar yapmasını bilimi, hukuku, ve yargı kararlarını yok sayan bir tutum olarak değerlendirmekteyiz.

Yapı, 07.06.2013

MEZOPOTAMYA'DA İLK ÜRÜN MERCİMEK

 

Hasankeyf kazılarından sorumlu Prof.Dr. Uluçam, 12 bin yıl öncesine ait höyüklerde ilginç bir ayrıntıya dikkat çekti. "İlçe merkezinde kazılacak yer olmadığından kazı çalışmalarını Dicle nehri kenarındaki höyüklere kaydırdıklarını belirten Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam; “Bu coğrafyada hububatta ilk üretim mercimektir. Ayrıca bazı höyüklerde tilkilerin yenildiğine dair elimizde bazı bulgular var" dedi.

TAHILDA İLK ÜRÜN MERCİMEK

Hasankeyf kazılarından sorumlu Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, Ağustos ayında Japonya’dan gelecek arkeolojik kazı ekibiyle Dicle nehri kenarındaki en eski höyükte kaldıkları yerden çalışmaların devam edeceğini söyledi. Tarihi ilçede kazı yapılacak alan kalmadığından çalışmalarını bu yıl Dicle nehri kenarındaki eski höyüğe kaydıracaklarını belirten Prof.Dr. Uluçam; “Hasankeyf’te 12 bin yıl öncesine kadar tarihi bulguları daha önce tespit ettik. Eski höyüklerdeki bazı yapılarda tahılda ilk ürünü mercimek olduğu da belirlendi. Yerleşik yaşama adapte olanlar hububatta ilk ürün olarak ektikleri ürünün mercimek olduğunu görüyoruz” diye konuştu.  

“TİLKİ’DEN BESLENMİŞLER”

Eski yapılarda ortaya çıkardıkları bazı tarihi eserler arasında o dönemde tilki et’in de yenildiğine işaret eden Uluçam, şöyle devam etti; “Daire şeklindeki küçük evlerde tilki’ye ait kemikler de bulundu. O dönem tilki’den beslenilmiş. Hatta tilkinin yarısının başka yapılarda olduğuna dair tespitlerde belgelendi. O dönemin insanları tilki’yi paylaşmışlar. Daha çok paylaşımı da aralarında sağlamışlar.”

“TAŞINMA OLMADAN KAZI YAPILAMAZ”

Tarihle iç içe olan mevcut Hasankeyf’in bulunduğu yerleşim biriminin taşınmadığı sürece kazılarında yapılamayacağına dikkat çeken Prof.Dr. Uluçam; “Kamuya ait yerlerde kazı yapacağımız alan kalmadı. Gayrimenkul sahiplerinin tapuya sahip olduğu yerlerde kazı yapmamız mümkün değil. Yeni yerleşim birimine yönelik taşınma başlamadığı sürece kazıların da yapılamayacağına dikkat çektik. Bu yıl daha çok Dicle nehri kenarındaki höyükte kazı çalışmalarımız sürecek” dedi. 

Batman Çağdaş, 07.06.2013

900 YILLIK KALEYE TAŞOCAĞI DARBESİ

 

 

Manisa merkeze bağlı Uzunburun Köyü’nde bulunan 900 yıllık Yoğurtçu Kalesi'nin, yaklaşık 1 kilometre yakınındaki taş ocağı nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu öne sürüldü. Muradiye Belediye Başkanı Erdinç Yavaşlı, taş ocağındaki patlamalardan tarihi kalenin olumsuz etkilendiğini söyledi.

 

DHA'nın haberine göre, Muradiye Belde Belediye Başkanı Erdinç Yavaşlı, merkeze bağlı Uzunburun Köyü’nde yer alan, 13'üncü yüzyılın başlarında yapılan Yoğurtçu Kalesi’nin 4 yıl önce kurulan taş ocağının faaliyetleri nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını belirterek, bir an önce önlem alınması için çağrıda bulundu. Bizans kalesi olarak da bilinen tarihi kalenin, taş ocağında yapılan patlatmalar nedeniyle zarar gördüğünü belirten Yavaşlı şöyle konuştu:

"4 yıl önce burası için İl Özel İdaresi’nden taş ocağı ruhsatı alındı. Kalenin oturduğu zemindeki kayalıklarda patlatmalar gerçekleştiriliyor. Şiddetli patlatmalar Yoğurtçu Kalesi’ne çok ciddi bir zarar veriyor. Kalenin taşları yerinden oynuyor, oturduğu kaya alanı her gün yontuluyor. Süreç içinde bu kalenin tamamen yıkılacağı ortadadır. Bir an önce bu konuda önlem alınmalı."

 

Başkan Yavaşlı, tarihi Yoğurtçu Kalesi’nin koruma sınırının artırılmasıyla taş ocağının ruhsatının iptal olabileceğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

"Koruma kurulu toplanmalı ve koruma sınırı kale yok olmadan arttırmalıdır. Koruma sınırı arttırılarak ocağın ruhsatı boşa düşer. Manisa Belediyesi Başkan Yardımcısı Azmi Açıkdil, taş ocağının kaleye gün ve gün zarar vereceği, koruma alanın genişletilmesi hususunda 2012 yılında İzmir 2 no.lu Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na bir yazı göndermişti. Ancak hala bu konuda bir sonuç alınamadı. Sayın Açıkdil ile yaptığımız son görüşmede koruma alanının genişletilmesi hususunda gerekli çalışmaların devam ettiği haberini aldım."

Yapı, 07.06.2013

TARİH VAKFI DA TOPÇU KIŞLASI'NA KARŞI

 

Siyasetçilerin tarihi mekan uygulamaları üzerinden tarihi çarpıtarak bir istismar alanı haline getirmelerine ve bunun en somut örneği olarak gösterdiği Taksim Topçu Kışlası projesine hayır diyen Tarih Vakfı, çeşitli platformlar üzerinden aylardır verilen mücadelenin milyonlarca vatandaşın 'kent / kentli hakkı' mücadelesine dönüşmesine destek çıktı.

 

 

Hem Vakıf merkezinde, hem de Gezi Parkı'nda okunan ve Tarih Vakfı Yönetim Kurulu imzasını taşıyan açıklamada, Taksim'de her türlü planlama ve kent yönetimi ilkesine aykırı olarak tepeden inme kararlar alındığı ve uygulandığı anımsatılarak, İstanbulluların kent hakkı talebi için sokağa dökülmekten başka yolları kalmadığına işaret edildi. "Hükümet ve devlet, ortak yaşam alanlarımız olan kentlere dair karar alma mekanizmalarını geciktirmeksizin şeffaflaştırmalı ve katılımcı bir yönetim anlayışına yol açmalıdır" denilen açıklamada; tarihin ideolojik bir mücadele aygıtı olarak kötüye kullanılmasından vazgeçilmesi, bundan sonra tarihsel mekan düzenlemelerinin ideolojik planlara göre belirlenmesinden kaçınılması çağrısında bulunuldu.

Açıklamada şöyle denildi:
"Tarih Vakfı olarak her zaman tanığı, mağduru ve takipçisi olduğumuz bir olgu var: Türkiye'de tarih, özellikle de siyasetçilerin elinde bir istismar alanıdır ve bu durum son zamanlarda çok artmıştır. Bu artış hükümetin tarihi mekan politikalarının en çarpıcısı olan Taksim Topçu Kışlası Projesi üzerinden elle tutulur hale gelmiştir. Bununla birlikte, bu projeye karşı İstanbulluların çeşitli platformlar üzerinden aylardır verdiği mücadele bir umut ışığı olmuştur.

İstanbulluların sokağa dökülmekten başka yolu kalmamıştı

İstanbul'un göbeği Taksim'de her türlü planlama ve kent yönetimi ilkesine aykırı olarak tepeden inme kararlar alındı ve uygulandı. Bu ve buna benzeyen Haliç Metro Geçiş Köprüsü, 3. Boğaz Köprüsü gibi projeler İstanbulluların kent hakkını hiçe saymaktı. Bu durumda İstanbulluların kent hakkı talebi için sokağa dökülmekten başka yolları kalmamıştı. Buna karşı günlerdir uygulanan polis şiddetini ve bu projeye barışçıl bir biçimde karşı olanların Türkiye'nin pekçok şehrinde acımasızca ezilmeye çalışılmasını protesto ediyoruz.

Tarih yalnızca geride kalmış ve gücü olanın istediği gibi kullanabileceği bir olaylar yığını değil, geçmişten gelip bugünü de içine alan bütünlüklü bir akstır. Bu açıdan düşünülürse, Taksim Meydanı ve diğer tüm kentsel alanlar şehrin tarihsel ve kolektif belleği olarak değerlendirilebilirler. Bu doğrultuda, Taksim Gezisi ve çevresi, kentsel ve toplumsal bellek ile toplumsal tarih açısından somut biçimde korunması gereken kültür mirasıdır. Bu özelliği, içinde bulunduğumuz günlerde yeni ve yoğun tarihsel tanıklıklarla artarak sürmektedir.

Replika binada 'kent müzesi' mi olurmuş?
Tarih Vakfı, kent hakkı ve kentli belleğini hiçe sayan 'replika fiziki mekan' üretimine, yeni Topçu Kışlası'nın yeniden inşasına ya da yeniden inşa edilirmiş gibi yapılmasına karşı olduğu gibi; bu projeyi daha sevimli göstereceği düşünülerek ortaya atılan 'İstanbul Kent Müzesi' biçimindeki işlev önerisine de tamamen karşıdır. Kent müzeciliği ve İstanbul Müzesi üzerine 10 yıl boyunca bilgi ve deneyim üretmiş, kitaplar yayınlamış, uluslararası sergiler açmış, İstanbul Ansiklopedisi ve İstanbul Dergisi'ni yayınlamış olan Tarih Vakfı; İstanbul Kent Müzesi'nin nasıl kurulması gerektiği konusunda bu ülkedeki en birikimli kurumdur. Bu birikime dayanarak, toplumsal ve kentsel tarihe şahitlik edecek, güncel tarihini belgeleyecek ve bunlar üzerinden kent geleceği tartışmalarına ev sahipliği yapacak kent müzesinin bir replika yapı içinde vücut bulmasının meselenin ruhuna tamamen aykırı olduğunu düşünüyoruz.

Ayrıca ivedilikle atılması gereken birkaç adıma dikkatinizi çekmek istiyoruz. Hükümet ve devlet, ortak yaşam alanlarımız olan kentlere dair karar alma mekanizmalarını geciktirmeksizin şeffaflaştırmalı ve katılımcı bir yönetim anlayışına yol açmalıdır. Tarihin, ideolojik bir mücadele aygıtı olarak kötüye kullanılmasından vazgeçilmeli ve bundan sonra tarihsel mekan düzenlemelerinin ideolojik planlara göre belirlenmesinden özenle kaçınılmlıdır".

Yapı 07.06.2013

TARSUS GÖZLÜKLE HÖYÜĞÜ'NDE BU YIL KAZI ÇALIŞMASI YAPILMAYACAK

 

Kazı Başkanı Boğaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aslı Özyar, kazı heyetinden Yrd. Doç.Dr. Elif Ünlü, Tarsus Müze Müdürü Mehmet Çavuş ile birlikte Kaymakam Orhan Şefik Güldibi'ni ziyaret etti.

 

Özyar, yaptığı açıklamada bu yıl höyükte kazı yapılmayacağını ancak yaklaşık 5 yıl boyunca yaptıkları kazı çalışmalarında elde ettikleri malzemeler üzerinde bilimsel incelemeler ve depo çalışması yapacaklarını söyledi. 

 

Gözlükule Höyüğü'nün Anadolu arkeolojisinde çok önemli bir yeri bulunduğunu anlatan Özyar, 2007 yılında başladıkları bilimsel kazı çalışmaları sırasında, yaklaşık 200 metre kare alanda 5 ayrı açma noktasında Neolitik çağdan itibaren Abbasi dönemi ağırlıklı olmak üzere Roma ve Son Tunç çağlarına ait bulgulara rastladıklarını bildirdi. 

 

Özyar ayrıca, bir zamanlar 70 dolayında çırçır fabrikasının faaliyette olduğu Tarsus'ta, pamuk ekim alanlarının azalmasıyla, çırçır fabrikalarının önemini yitirdiğini ve restore çalışmaları devam eden Saint Paul müzesinin yanındaki hangarların içine çırçır fabrikası müzesinin oluşturulması konusunda Kaymakam Güldibi'den yardım istedi.

 

Kaymakam Güldibi ise, Tarsus'un 10 bin yıllık geçmişe uzanan tarihiyle dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olması nedeniyle turizm açısından da son derece önemli bir konuma sahip olduğunu belirterek,  Saint Paul Müzesi yanında bulunan hangarlarda Kültür Bakanlığı'nın restorasyon çalışmasının devam ettiğini gelecek süreçte restore çalışmalarının tamamlanmasıyla bu hangarların, bilimsel çalışmalarda laboratuvar olarak da kullanılacağını ifade etti.

 

Güldibi, hangarların içinde çırçır fabrikası müzesi oluşturulması düşüncesine her türlü desteği vereceklerini belirterek, "Aslında Tarsus'un kent merkezi mümkün olsa turizmden inanılmaz bir gelir elde eder. Bunun için geleceğe yönelik bir çalışma yapılması gerekir" diye konuştu.

haberler.com, 06.06.2013



2 - 8 Haziran 2013

CEVDET BAYBURTLUOĞLU VEFAT ETTİ

 

 

Türkiye’nin değerli bilim insanlarından arkeolog Cevdet Bayburtluoğlu hayatını kaybetti. Hayatını Anadolu arkeolojisine adayan Bayburtluoğlu’nun ‘Arykanda’, ‘Erythrai’, ‘Lykia’ adında kitapları ve çok sayıda bilimsel makalesi bulunuyor.

 

Bayburtluoğlu’nun cenazesi dün öğle namazına müteakip Şakirin Camii'nden kaldırıldı.

Aktüel Arkeoloji Dergisi, Bayburtoğlu’nu kendisine ait bir hikayeyle uğurladı:

 

Kendi ağzından Cevdet Hocanın hikayesi...

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Coğrafya Bölümü öğrencisi iken Prof. Şahinbaş ve Prof. Bediz'in kendi derslerinde Arkeoloji Bölümünün burslu öğrenci alacağı duyuruları bir akordeona sahip olabilme hayalleri içindeki bana o günler için arkeolojiyi bir araç görerek alacağım bursla bu hayali gerçekleştirebileceğimi düşündürmüştü. Hocamız Prof. Akurgal zorlu sınavlardan sonra beni bölüme öğrenci olarak kabul etti. 1953 yılındaki bu sınav bambaşka bir amaçla tanıştığım arkeolojiyi, mesleğime ve yaşam biçimime dönüştürdü. 

 

Arkeoloji öğrencisi olarak ilk yılımı tamamladıktan sonra yaz geldiğinde artık kazılara gitme vakti gelmişti. Kazı hayatım 1954 yazında Ankara’dan Ekrem Akurgal’la çıktığımız tren yolculuğunun sonunda ulaştığımız İzmir Foça’da başladı. Öğrencilik ve asistanlık yıllarında katıldığım Ksanthos (Xanthos), Daskyleion, Myrina, Pitane, Smyrna, Erythrai, Kyzikos, Karahöyük ve Ovabayındır kazılarında da deneyim sahibi olduktan sonra “Benim niye her şeyiyle sorumlu olacağım müstakil bir kazım olmasın” diye düşünmeye başladım. Nitekim bu duruma hazırlık daha evvel gerçekleşmişti. 1971 yılında o zamanki Kültür Bakanlığı Genel Müdür Yardımcısı Burhan Tezcan, Erythrai kazısına Ekrem Bey’in ismi yanına eş başkan olarak benim de ismimi koydu ve dönemin Genel Müdürü Hikmet Gürçay’a da tasdik ettirdi.

 

Aynı yıl kendime kazı için yer beğenmek üzere geziye çıktım. Klasik arkeolog olmam nedeniyle Batı ve Güneybatı Anadolu’ya yaptığım geziler sonunda beğendiğim bazı yerlerin başka hafirlere verildiğini öğrendim. Gezilerim sırasında ilk kez 1954 yılı Ağustos ayı sonuna doğru, uzun yazışmalarımdan sonra, Foça kazısını takiben Ksanthos (Kınık) kazısına katılmamı içeren davet mektubu ile tanıştığım Lykia’da doğasının ve yapılarının güzelliği ile adeta çarpıldığım Arykanda’ya geldim. Böylece bir kazı yeri bulmak amacıyla çıktığım gezim Arykanda’da kazı yapmaya karar vermemle sonuçlanmıştı. Kazı başlangıcı; bir kazı mevsiminde bir yapıyı ortaya çıkarmak iddiasına dayalıydı. O zaman ki Genel Müdür Hikmet Gürçay’a bir sezonda bir yapıyı kazıp tamamen ortaya çıkarabileceğimi; eğer ortaya çıkaramazsam bana bir daha kazı verilmemesini önerdim. Bu iddia böylece 40 yıl tarafımdan sürdürülecek kazının başlangıcı oldu.

 

1971’de başlayan Arykanda kazısı yine başka bir önem teşkil ediyordu. Lykia Bölgesinde çalışan ilk Türk ekibini ben oluşturdum. İlk yılın kazı ekibi ben, Emre Madran ve Hadi Malatyalıoğlu’ndan oluşmaktaydı. Henüz kazı evi olmadığı için o zamanki muhtar Durdu Ali Göksu’nun abisi ormancı Oktay Göksu’nun harabenin oldukça dışındaki evinin 2 odasında kaldık.

 

Kazıya başladığımızda çalışmak için köyden oldukça fazla başvuru oldu ve elemelerden sonra 40-50 kişilik bir ekiple çalışmalara başladık. Yevmiye ise 2 TL.ydi. İlk önce herkes kendi kazma-küreği ile geldi. O sezon Stadiumu üstelik onararak bir mevsimde ortaya çıkarttık. Stadiumda 25 günlük çalışmada en küçüğü bir kaç ton gelen ve büyüklükleri 30-40 tona ulaşan yuvarlanmış taşlar, insan gücüyle kırılarak ve Stadiumun batı ucundaki göçüğü örerek dolduracak şekilde ortadan kaldırıldı ve Stadiumun güney-doğu duvarındaki göçük normal bir duvar ve Stadium için iyi bir koşu pisti haline dönüştürüldü.

ntvmsnbc, 03.06.2013

RUS RESMİNDEN REKOR ÜSTÜNE REKOR

 

Londra’da düzenlenen Rus Sanat Haftası kapsamında gerçekleştirilen müzayedelerde, Rus ressamlar Nikolay Rerih ve İvan Şişkin’in yapıtları rekor fiyatlara alıcı buldu.

 

Rerih’in “Madona Laboris” eseri Bonhams Müzayede Evi’nden 7.8 milyon pound’a (yaklaşık 22.8 milyon TL) satılarak, Rus resim sanatının müzayede rekorunu kırdı. 


Şişkin’in “Twilight” (Alacakaranlık) adlı eseri ise MacDougall Müzayede Evi’nden 2.1 milyon pound’a (yaklaşık 6.2 milyon TL) alıcı bularak, ressamın kendi rekoru olarak kayıtlara geçti.


Rerih’in eserine ödenen rakam, İlya Maşkov’un sadece iki gün önce 4.7 milyon pound’a (yaklaşık 13.7 milyon TL) satılan “Still Life with Fruit” (Meyvelerle Natürmort) yapıtının rekorunu da kırmış oldu.

Akşam, 07.06.2013

DİYARBAKIR'DAKİ MAĞARALAR İNSANLIK TARİHİNE IŞIK TUTUYOR

 

 

Diyarbakır’ın bilinen tarihi 12 bin yıl öncesine dayanıyor, ancak bölgedeki mağaralar, milattan önceki çağlara da ışık tutuyor. Yapılan araştırmalar insanların ilk kez burada tarıma adım attığını gösteriyor. Bu anlamda şehrin gezip görülecek birçok yeri var.

 

Diyarbakır, 33 ayrı medeniyete beşiklik yapmış kadim bir şehir. Son yıllarda boynu bükük kalsa da artık kabuğunu kırmak istiyor. İslam dünyasının 5. Harem-i Şerifi Ulu Cami, 27 şehit sahabenin yattığı Hz. Süleyman Camii, tarihi surlar, peygamber kabirleri (Hz. Zülküf–Hz. Elyesa) ve dört ayaklı minare gibi şaheserler, görülmesi gereken yerlerden sadece birkaçı. Diyarbakır’ın bilinen tarihi 12 bin yıl öncesine dayanıyor. Milattan öncesine ışık tutan Ergani’deki Hilar ve Silvan’daki Hassuni mağaraları, adeta insanlık tarihini özetliyor. Paleolitik döneme kadar uzanan tarihsel bir seyahat yapmak isteyenlerin şehre uğramaları yeterli. Mağaralar, göçebelikten yerleşik köy yaşantısına, avcılık ve toplayıcılıktan besin üretimine geçilen önemli bir tarihsel döneme şahitlik ediyor.

 

Hilar Mağaraları mesela... Diyarbakır’a bir saat uzaklıkta. Paleolitik dönemden itibaren yerleşime sahne olmuş. Silvan yakınlarındaki Hassuni Mağaraları ise mezolitik dönemde yerleşim yeri olarak kullanılmış, antik dönemde özellikle Hıristiyanlığın ilk yıllarında ve Ortaçağ’da da yerleşim özelliğini sürdürmüş. Hilar Mağaraları’nın bir bölümü MÖ 1. yüzyıl ve MS 1. yüzyıla kadar yaklaşık 200 yıl boyunca kaya mezarı olarak kullanılmış. Bölgedeki kaya mezarlar hala orijinalliğini koruyor.

 

Diyarbakır’ın Bismil İlçesi'nde ise Kartiktepe bulunuyor. Buranın tarihi 12 bin yıl öncesine dayanıyor. Bölgedeki höyükten çıkarılan 198 insan iskeleti mekanın bir zamanlar yerleşim alanı olarak kullanıldığına işaret ediyor. Konut tabanına yerleştirilen mezarlar ise o dönem insanının yaşadığı mekanı bir anlamda kutsallaştırdığını gösteriyor.

 

Medeniyetin ilk tohumları burada atılmış

Anadolu’nun en eski tarımcı köy topluluklarının en güzel örneğini veren Ergani yakınlarındaki Çayönü Tepesi, günümüzden 10 bin yıl önceye dayanan tarihiyle sadece bölgeye değil, dünya uygarlık tarihine de ışık tutuyor. Çayönü, göçebelikten yerleşik köy yaşantısına, avcılık ve toplayıcılıktan besin üretimine geçilen önemli bir tarihsel döneme şahitlik ediyor. Yapılan araştırmalar, insanların ilk kez burada toprağı ekip-biçerek tarımsal alana adım attığını, dört duvar arasında yaşama kültürünün yine burada oluştuğunu gösteriyor. Bilim adamları, medeniyetin ilk tohumlarının buralarda atılarak dünyaya yayıldığını söylüyor.

 

Diyarbakır’dan gelip geçen Hurri-Mitaniler, Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Artuklular, Eyyübiler, Moğollar, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar gibi 33 farklı medeniyet, bölgenin ne kadar ciddi bir cazibe merkezi olduğunu gösteriyor.

 

Ergani Kaymakamı Erdinç Yılmaz, Hilar Mağaraları ve Çayönü Tepesi’nin tarihe ışık tutan en eski yerleşim yerleri olduğunu söylüyor. Bu yerlerin medeniyet anlamında ilk tarımın yapıldığını, hayvanların evcilleştirildiği yer olduğuna dikkat çeken Yılmaz, “Bu mekan adeta 12 bin yıl öncesine ışık tutuyor. Yerli ve yabancı turistler buraya geldiklerinde sanki zaman tüneline girmiş gibi olacak. Her şey ilk günkü gibi duruyor. Oyulan kayaları herkesin mutlaka görmesi gerekiyor. Dünyayı, Türkiye’yi binlerce yıl öncesine götürmeye davet ediyoruz.” diyor.

 

Silvan Kaymakamı Yunus Sezer, Diyarbakır’ın tarih ve kültürel alanda Türkiye’nin en zengin kentlerinden birisi olduğunu söylüyor. Silvan’ın çok eski tarihlere sahip bir kent olduğunu anlatıyor: “Güneydoğu Anadolu Bölgesi eşine az rastlanır doğal güzelliklere sahip bir yer. Burası Diyarbakır’dan daha eski bir medeniyet şehri. Bu mağaralarda bir kent yaşamı için gerekli olan her şey var. Hasuni Mağaraları, devasa kaya parçaları oyularak apartman şeklinde yapılmış. Bunlar 3, 5 ve 7 katlı mağaralar. Görenleri hayrete düşürüyor. Hasuni Mağaraları, doğunun birçok yeri gibi turizmde hak ettiği ilgiyi görmeyi bekliyor.”

Zaman, Haber: Orhan Karanfil, 07.06.2013

TARİHE TANIKLIK ETMİŞ MEYDANLAR

 

Bir kentin merkezi sayılan meydanlar, diğer kentsel mekan elemanları olan cadde ve sokak ağlarına göre, sosyal yaşamın daha fazla yansıtıldığı alanlar olma özelliğini taşıyor.
 

Kullanıcının duygusal deneyim yaşadığı fiziksel ve psikolojik fonksiyonu olan bu alanlar, kullanıcıyı cadde ve sokaklardaki akıştan uzaklaştırıp koruma sağlayarak bir nevi özgürlük olanağı yaratıyor ki dünyadaki pek çok meydan Özgürlük Meydanı olarak adlandırılıyor. Sosyal yaşantının geçtiği mekanlar tarih boyunca Eski Yunan şehrinde agora, Roma döneminde forum olarak karşımıza çıkıyor.

 

Dünya tarihinde yer alan önemli olaylara sessizce ev sahipliği yapan bu iletişim mekanlardan bazılarını inceledik.

 

Kızıl Meydan (Moskova, Rusya) Red Square

 

 

73.000 m²'lik bir alanı kaplayan ve Rusça'da aynı zamanda "güzel" anlamına gelen - Krasnaya Ploshchad, Kızıl Meydan'ı, Kremlin Sarayı'na ait 20 m yüksekliğindeki duvarlar, yapımı 1930'da tamamlanan Lenin Mozolesi ve çarpıcı soğan kubbeleri ile Aziz Basil Katedrali çevreliyor. 15. yüzyılda Kremlin'in duvarları tamamlandıktan sonra yapılan ve yapıldığı tarihten bu yana idamlara, gösterilere, geçit törenlerine ve mitinglere sahne olan meydan, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyor.

 

Son olarak dün tanklar, 100 tonluk kıtalararası gelişmiş füzeler ve diğer ağır silahlar eşliğinde Rus ordusu 9 Mayıs Zafer Günü provası için Kızıl Meydan'da gösteri yaptı.

 

Saray Meydanı (Saint Petersburg, Rusya) Palace Square

 

 

Saray Meydanı, adını yaklaşık 3 milyon sanat eseri barındıran ve dünyanın en önemli müzelerinden bir olan Hermitage Müzesi'nin bulunduğu, eski Rus İmparatorluğu'nun merkezi Saint Petersburg kentinde 18. yüzyılda inşa edilen Kış Sarayı'ndan alıyor. Merkezinde 47,5 m yüksekliğinde bir sütun bulunan meydan 25 Ekim 1917'de Ekim Devrimi – Bolşevik Devrimi ve 22 Şubat 1905'de Kanlı Pazar'a sahne oldu.

 

Tiananmen Meydanı (Pekin, Çin)

 

 

15. yüzyılda inşa edilen ve "İlahi Barışın Kapısı" anlamına gelen Tiananmen Meydanı, Yasak Şehir ile kentin diğer kısmını ayırmak amacı ile yapıldı. 1 milyon kişinin sığabileceği 440.000 m²'lik bir alana sahip dünyanın en büyük açık alanı ünvanına sahip meydan iki kez yangın geçirdi ve 1615'de yeniden düzenlendi. 1989 yılının 15 Nisan'ında başlayan ve yaklaşık 5 Haziran'a dek süren, toplumun farklı kesimlerinden yoğun katılımın olduğu Tiananmen Meydanı Olayları olarak anılan ve yüzlerce kişinin ölümü ile sonuçlanan olaylara tanıklık etti.

 

Times Square (New York, ABD)

 

 

İsmini, 1904 yılında meydanda bulunan yeni binasına havai fişek kutlamaları ile taşınan New York Times gazetesinden alan Times Meydanı, ışıklı reklam tabelaları ile anımsanıyor. Gazete'nin başlattığı bir gelenek haline gelen havai fişek kutlamaları her yıl başında binlerce insanı bir araya getiriyor. Meydan hem New York kenti için bir sembol hem de dünya çapında bir simge olma özelliği taşıyor.

 

Meydan, 2009 yılında yayalaştırıldı.

 

Trafalgar Meydanı (Londra, İngiltere)

 

 

Adını 1805 yılında Fransız ve İspanyol donanmalarının yenildiği Trafalgar Savaşı'nda ölen Amiral Horatio Nelson'dan alan Trafalgar Meydanı, Ulusal Sanat Galerisi'nin ana giriş kapısı üzerinde yer alıyor. Meydanın ortasında 46 m yüksekliğinde, üzerinde Nelson'un 5,5 m boyunda heykeli bulunan granit bir sütun bulunuyor. 1820 yılında pek çok binanın yıkılması ile düzenlenen meydan, politik amaçlı gösterilerin sıkça sahne oluyor.

 

Concorde Meydanı (Paris, Fransa) Place de la Concorde

 

 

1975 yılında yaptırılan ve çeşmeler ve heykellerle dolu olan meydan sekizgen bir forma sahip. Champs Elysees ile 250.000 m²'lik Tuileries Bahçeleri arasında kalan meydanın ismi Fransız İhtilaili sırasında bir süre Devrim Meydanı olarak değiştirildi. İhtilal sırasında gerçekleştirilen ve 14. Louis ve Marie Antoinette'in de aralarında bulunduğu 1.000'den fazla kişinin giyotinle idamı bu meydanda gerçekleştirildi.

 

Aziz Michel Meydanı (Paris, Fransa) Place Saint-Michel

 

 

Fazla sert ve tutucu yönetim şekli ile eleştirilen Charles de Gaulle iktidarına karşı üniversiteli gençlerin 6 Mayıs 1968'de gerçekleştirdiği Kanlı Pazartesi olarak anılan gösteri ve grevler Sorbonne Üniversitesi'nde başlayarak Aziz Michel Meydanı'na kadar sürdü. Meydan, 1855'de yaptırılan ve üzerinde iki ejderha bulunan çeşme ile tanınıyor.

 

Potsdam Meydanı (Berlin, Almanya) Potsdamer Platz

 

 

İkinci Dünya Savaşı döneminde Amerikan ve Sovyet sektörleri arasındaki sınır kontrol noktası olan Potsdam Meydanı, tarihinde dördüncü kez başkent olan yeni Berlin'in simgesi olma özelliğini taşıyor. Meydan bugün iki dünya savaşı sırasında da ağır hasarlar alan kentin merkezi olma niteliğinde. Potsdam Meydanı alışveriş, kültür ve eğlence aktivitelerine ev sahipliği yapıyor.

 

Paris Meydanı (Berlin, Almanya) Pariser Platz

 

 

Brandenburg Kapısı'nın 1790'da tamamlanmasının ardından, 1814'de Napolyon'a karşı kazanılan zaferi simgelemek adına Paris Meydanı olarak adlandırıldı. Brandenburg Kapısı II. Dünya Savaşı sırasında ağır hasar gördü ve 1898 yılında yeniden yapıldı. Avrupa'nın en prestijli meydanlarından olan Paris Meydanı bugün pek çok gösteri ve kutlamaya ev sahipliği yapıyor.

 

Aziz Peter Meydanı (Roma, İtalya) Saint Peter's Square

 

 

Vatikan kentinde Aziz Peter Bazilikası'nın önünde yer alan Aziz Peter Meydanı, 1656-1667 yılları arasında Gian Lorenzo Bernini tarafından tasarlandı. Merkezinde 25,5 m yüksekliğinde bir Mısır obeliski bulunan meydan, Katolikler için büyük önem taşıyor.

 

San Marco Meydanı (Venedik, İtalya) Piazza San Marco

 

 

Her yıl Paskalya Bayramı'ndan 40 gün önce Venedik Karnavalı'na ev sahipliği yapan San Marco Meydanı, etrafını çevreleyen han ile Venediklilerin deniz ticaretinin merkeziydi. Adını San Marco Kilisesi'nden alan ve Venedik'in ulaşım, ticaret ve eğlence merkezi olan meydan dünyanın en güzel meydanları arasında yer alıyor.

 

Mayo Meydanı (Buenos Aires, Arjantin) Plaza de Mayo

 

 

Arjantin'in başkenti Buenos Aires'in ünlü Mayo Meydanı, adını 1810 yılında gerçekleşen Mayıs Devrimi sonrasında aldı. 16. yüzyılda yapılan meydan, ilk günden beri politik yaşamın sahnesi oldu. 1976'da askeri cuntanın yokettiği 30.000 kayıp kişiyi arayan ve askerler tarafından Perşembe Delileri olarak nitelendirilen Mayo Meydanı Anneleri her perşembe bu meydanda toplanmaya devam ediyor.

 

Puerta del Sol Meydanı (Madrid, İspanya)

 

 

Türkiye'de 1 Mayıs eylemlerinin simgesi olan Taksim Meydanı'nın Madrid'deki tezahürü Puerta del Sol Meydanı, 2012 yılının en iyi kamusal alanlarından biri seçildi.

15 Mayıs 2011'de ardı ardına gelen ekonomik krizler ve kamu kurumlarının yükselen kötü şöhreti sonucunda "Gerçek Demokrasi Şimdi! Biz politikacıların ve bankaların elindeki metalar değiliz!" sloganı ile birleşen binlerce protestocu Puerto del Sol olarak bilinen Madrid meydanında bir araya geldi. Meydana kamp kurarak tam anlamıyla bir işgali başlatan çoğunluğu genç işsizlerden oluşan protestocular, isimlerini Güneşin Kapısı anlamına gelen Puerto del Sol'den türeterek kendilerine Dayanışma Kapısı adını veriyorlar.

Belki de başkentin en popüler mekanı olan bu merkezi meydan, kentin çeşitli simgelerini bulundurmasının yanı sıra birçok eyleme ev sahipliği yapması açısından büyük önem taşıyor. Puerta del Sol, ekonomik ve politik sistemin dönüşümünü talep eden eylemciler tarafından işgal edilmişti. Rüşvet skandalları, bankaların kamu gücü ile kurtulması, sosyal harcamalardaki kesintiler, Avrupa Birliği'ndeki en yüksek işsizlik oranı, iş güvenliği ihlalleri, yaşanabilir konut alanlarına erişimin zorlukları, meclis sistemine olan güvensizlik, internet kullanıcılarının fikri mülkiyet kanunu reddetmesi gibi birçok konu haftalarca süren bu protestoyla dile getirildi. Bir kamusal alan olarak meydanın bu denli etkin bir biçimde protestocular tarafından kullanılması buraya özel bir anlam yüklüyor ve meydan 2012 yılınıın en iyi kamusal alanları arasında değerlendiriliyor.

 

Özgürlük Meydanı (Tahran, İran) Azadi Square (Shahyaad Square)

 

 

Meydana 1971 yılında Pers İmparatorluğu'nun 2.500. yılı kutlamaları şerefine kentin girişini sembolize etmesi adına Shahyaad Kulesi yaptırıldı. "Şahları Anma" anlamına gelen Shahyaad ismi 1979 İran Devrimi ile Özgrülük Anıtı olarak değiştirildi. Meydanın ismi de bu gelişmelere paralel olarak Özgürlük Meydanı oldu. Meydan, İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulması sırasında Şah Rıza Pehlevi yönetimine karşı yapılan gösteriler sırasında sert çatışmalara sahne oldu.

 

Türkiye'den Meydan Örnekleri

 

Taksim Meydanı (İstanbul, Türkiye)

Meydan adını, eskiden Galata-Beyoğlu suyunun taksim edildiği, Taksim Maksemi'nden aldı. Meydanın ortasında bulunan Cumhuriyet Anıtı, İtalyan heykeltraş Pietro Canonica'ya yaptırılarak, 1928 yılında yerine yerleştirildi. Aynı zamanda kültür,eğlence ve büyük bir alışveriş merkezi olan İstiklal Caddesi'nin girişinde yer alan Taksim Meydanı, 1 Mayıs 1977'de onlarca kişinin öldüğü Kanlı Pazar gibi pek çok olaya sahne oldu. Meydan aynı zamanda çeşitli festival ve kutlamalara da ev sahipliği yapıyor.

 

Beyazıt Meydanı (İstanbul)

Bizans Dönemi'nde kentin en büyük forumu, Osmanlı Döneminde ise bir saray meydanı olan, Tarihi Yarımada'nın merkezinde bulunan Beyazıt Meydanı'nda Cumhuriyet tarihi boyunca pek çok gösteri ve protesto düzenlendi. Bunların en önemlilerinden biri de 16 Şubat 1969'da ABD'nin İstanbul Boğazı'na demir atan 6. filoyu protesto mitingi oldu.

 

Kızılay Meydanı (Ankara)

Kızılay Meydanı, Ankara'nın en işlek caddelerinden Atatürk Bulvarı'nın Ziya Gökalp Caddesi ve Gazi Mustafa Kemal Bulvarı ile kesiştiği noktada yer alıyor. Adını Kızılay kurumundan alan meydanın hem Metro hem de Ankaray bağlantısı bulunuyor. Haftanın her günü kalabalık ve hareketli olan meydan da kutlamalara ve gösterilere tanıklık ediyor.

 

Konak Meydanı (İzmir)

Kemeralti Çarşısı, hükümet konağı, saat kulesi, ilk kurşun anıtı gibi tarihsel ve sembolik öğeler barındıran meydan en son 14 Nisan 2007'de yoğun katılım olan Cumhuriyet Mitingi'ne tanıklık etti.

 

Tarihsel süreç içinde Türk kentlerinde, gerçek anlamda meydan kavramının gelişememiş olduğu görülüyor. Günümüzde sınırlayıcı yapı kütlelerinin meydanı kapatmaya yönelik ele alınmaması, aralarında cephe düzenleri açısından bir bütünlük bulunmaması ve alanların iyileştirilmesine yönelik girişimlerde, çevre yapıların bu girişimlerin dışında tutulması gibi nedenlerden dolayı, mekansal tanıma sahip olmayan geniş açıklıkların ve büyük kavşakların meydan olarak adlandınldığı bir süreç yaşanıyor. Bu alanlar, yalnızca transit geçiş alanı olmaktan kurtarılarak, insanların kültürel, politik ve ticari aktiviteler için biraraya gelebileceği kentsel odak noktaları haline getirilerek toplumumuzda meydana olan ihtiyaca cevap verebilirler.1

 

1 Dağistanlı, Ö., 1997, Meydanın Evrimi, Mekansal Analizi Ve Sosyal Açıdan Önemi, İTÜ - Yüksek Lisans Tezi, İstanbul

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 06.06.2013

PERGE ZİYARETE AÇILACAK

 

 

Antalya'da bulunan Perge antik kenti, kazı çalışmalarında gerekli konservasyon ve restorasyon çalışmalarının ardından sezon sonunda ziyarete açılacak.

 

Kazı çalışmaları sonucunda, tüm bir Palaestra yapısının ön cephesi gün yüzüne çıkarılacak.

 

Antalya'nın Aksu İlçesi'ndeki antik kentte, Antalya Müzesi Müdürlüğü başkanlığında 39 işçi, yedi arkeolog ve üç restoratör tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında sütunlu ana cadde üzerindeki yapılarda zemin seviyesinin mozaikli döşeme ile süslendiği anlaşılarak, doğal ve beşeri faktörlerden olumsuz yönde etkilenmemesi amacıyla, bunların üzeri kazılmaksızın kumla kapatıldı.

 

Perge'ye özgü nitelikteki ve görsel açıdan kente estetik bir duruş kazandıran su kanalı kazıları tamamlanırken, Antik Kentte, daha önce herhangi bir kazı faaliyeti gerçekleştirilmemiş sütunlu batı cadde ve palaestra alanında, yüzlerce mimari bloğun envanterlenmesi esas fotoğraf, çizim, belgeleme ve düzenleme işlemleri gerçekleştirildi.

 

Palaestra yapısının nympahion kısmında, mermerden erkek, kadın ve tanrı-tanrıça sekiz heykelin çıkarıldığı çalışmalarda, batı sütunlu caddenin köşesinde bulunan mekanın iç kısmında, yüksek plastik karakter arz eden kabartmaların bulunduğu üç adet bütüne yakın korunmuş friz kuşağı ele geçirildi.

Roma Dönemine (2. yy) tarihlenen ve genel olarak iyi korunmuş durumdaki frizlerde, mevsimsel döngü temelinde doğanın uyanışı ve Dynoisos şenlikleri yer alıyor.

Akşam, 06.06.2013

KEPÇEYE ANTİK KENT TAKILDI

 

 

Çorum'un Boğazkale İlçesi'nde belediye tarafından yapılan yol genişletme çalışması esnasında Bizans dönemine ait olduğu sanılan 8 odalı yer altı şehri ortaya çıktı.

 

Boğazkale İlçesine bağlı Evci Belediyesi tarafından yapılan yol için genişletme çalışmaları sırasında kazı yapan iş makinesi operatörü, mağaraya benzer bir alana rastladı.

 

BİZANS DÖNEMİNE AİT

Belediye çalışanları durumu hemen Belediye Başkanı Nihat Sarıerik'e haber verdi. Bölgeye giden Başkan Sarıerik, büyük bir mağaraya rastladıklarını fark ederek durumu Çorum Müze Müdürlüğü'ne bildirdi. Olay yerine gelen yetkililer çalışma başlattı. Yapılan çalışma ve incelemeler neticesinde Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen 8 odalı yeraltı yerleşkesine ulaşıldı. 

Konuya ilişkin bir açıklama yapan Çorum Müze Müdürü Önder İpek, buldukları yer altı şehrinin, MS 5 ya da 10'ncu yüzyıla ait bir yerleşke olduğunu söyledi. Yeraltı şehrinin Bizans dönemine ait olduğunu tahmin ettiklerini ifade eden İpek, korumaya almak amacı ile alandaki çalışmaların durdurulduğunu dile getirdi. 

Yer altında bulunan yerleşke ile ilgili inceleme ve araştırmaların devam ettiğini dile getiren İpek, ilk olarak yer altı yerleşkesinin korunması ve tescillenmesi için çalışma yapacaklarını ifade etti.

 

Yerleşkenin turizme kazandırılması için de çalışma yapacaklarını anlatan İpek, ''Can güvenliği riski ortadan kaldırılınca bu alan turizme açılabilir. Çok geniş bir alan içeride 8 oda bulunuyor. En büyük oda 13 metre, genişliği yaklaşık 3 metre ebatlarında olduğu tespit edildi.''dedi. İpek, son olarak içerisinde kilisesi de bulunan daha büyük bir yapı ortaya çıkma ihtimalinin de olduğunu sözlerine ekledi.

Akşam, 06.06.2013

TAKSİM'DE İMKANSIZ BİR HAYAL

 

Taksim Gezi Parkı’nda yerinden sökülen “üç ağaç” bütün Türkiye’de demokratik hak mücadelesine dönüştü. Bu süreci bütün yönleriyle değerlendirilmek gerek elbette. Ben, meselenin Gezi Parkı bölümüne, yani aslında “kent hakkı” kısmına değinmek istiyorum. Belki sıkıcı olacak ama teknik bilgileri hatırlamakta yarar var.

 

Tarihe mal olmuş ancak tamamıyla ortadan kalkmış bir yapıyı yeniden inşa etme arzusunun birkaç nedeni olabilir. Birincisi, bu yapının mimari özellikleri ve içinde yaşanan olayların çok önemli olması nedeniyle toplumsal ve mesleki hafızadan silinmemesidir. Dünyada bu önemde yapı çok azdır. Ayrıca bu konuya bütün mimarlık tarihçileri ve ilgili meslek insanları soğuk bakarlar.  Çünkü böylesi bir binayı “aynen” inşa edebilmeniz için istisnasız bütün ayrıntılarının, milimetrik bir titizlikle belgelenmiş olması, özgün malzemelere ulaşılabilir olması gerekir. Bu zorluk aşılsa bile yine de yaptığınız bina “özgün” değildir, çünkü her yapının yaşanmışlıktan gelen bir ruhu vardır . Bu ruhu yeniden yaratmaksa mümkün değildir.  Yine de çok özel durumlarda bu tür yenileme işleri gerçekten bir ihtiyaç olabiliyor. Örneğin, 2. Dünya Savaşı’nda yıkılmış olan Avrupa şehirlerinin çoğu savaş sonrasında tarihi dokularına  uygun olarak yeniden inşa edildiler.

Buralarda yenilenen şey bir şehrin kendisidir. Bu önemlidir. Çünkü şehir dokusu hayata tutunma referansımızdır. Hele de çok ağır travmalar  yaşamış topluluklarda anılara tutunma, yersiz yurtsuzluk hissinden kurtulmanın önemi düşünülürse. Bunun sıradan bir insan için ne kadar önemli olduğunu Rotterdamlı bir arkadaşımla konuşurken hissetmiştim. Savaş sonrasında tamamıyla yeniden kurulan Rotterdam’da hiçbir şeyin “eski” olmamasından, hatıraların yokluğundan burukluk duyuyordu. 

 

Berlin’de yılan hikayesine dönen Stadtschloss

Ortadan kalkmış yapıların yeniden inşası esasen ideolojik ve ekonomik amaçlı bir durum olarak karşımıza çıkıyor hep. Son yılların uluslararası çaptaki en önemli tartışmalarından biri Berlin’de kısaca Stadtschloss olarak adlandırılan eski sarayın yeniden yapılmasıdır. 2. Dünya Savaşı sırasında tahrip olan sarayın yerine Doğu Alman hükümeti Cumhuriyet Sarayı’nı inşa etmişti. 

Birleşmeden sonra yeni hükümet bu binayı yıktı ve yerine Stadtschloss’un inşası gündeme geldi.  Tarihi binanın taklidini yapmanın yanlışlığı uzmanlar arasında uluslararası çapta tartışıldı. İtirazlar karşısında hükümet projeyi küçültme zorunluluğunu hissetti. Öte yandan Berlinliler de böyle bir yapıyı isteyip istemediklerini çokça tartıştılar.  İstanbulla kıyaslanmayacak yüzölçümünde parklara sahip olan şehirde büyük bir oranda “burası park olsun” talebi yükseldi.  Sarayı yeniden inşa etmekte kararlı görünen hükümet  elbette içine bir AVM yerleştirmeyi değil Humboldt Forum olarak adlandırdığı bir kültür merkezi olarak kullanmayı planlıyor. Yine de ikna edici olmuyor. Proje bekletilirken, bir yandan da arsanın bir kenarındaki son derece fütüristik bir yapı olan Humboldt Box’ta  çeşitli yönleriyle hem Berlinlilere hem de turistlere tanıtılıyor. Hükümet adım atamıyor çünkü öncelikle Berlinlileri kamu bütçesinin böylesi bir proje için kullanılması gerektiğine ikna etmesi gerek. 

 

Topçu Kışlası’nın imkansızlığı

Topçu Kışlası İstanbulluların talep ettiği bir proje değil. Hatta hükümetin projesi bile değil. Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay karşı çıkmıştı mesela. Topçu Kışlası yalnızca Başbakan Erdoğan’ın hayali. Bu durum bile bu projenin imkansızlığını ortaya koyuyor. Öte yandan, Sayın Erdoğan Topçu Kışlası’nı Taksim’de Modernizm’in izini silme ve Osmanlı temsilini getirmenin bir aracı olarak ileri sürüyor, ama kendisiyle çelişiyor. Çünkü Topçu Kışlası’nın Taksim’de gösterilmesi  amaçlanan “ecdad iziyle”, geleneksel Osmanlı mimarisiyle hiçbir ilgisi yok. Batı ve Doğu’ya özgü çeşitli tarihsel üsluplarla 19. yüzyılda Batı’nın kendi hayalindeki Doğu’yu ifade eden, hatta bir tür aşağılayıcılık içeren Oryantalist üslubu birleştiren herhangi bir yapıdan ibaret.  Ne mimari ne de toplumsal bellek açısından amaca hizmet etmiyor.

 

Türkiye’nin imzalamış olduğu UNESCO Konvansiyonu Operasyonel Rehberi (2005 madde 86), Venedik Şartı ve Avustralya için yayımlanmış olsa da bütün dünyada geçerli olarak kabul edilen Burra Şartı’nda, “bir tarihi yapının rökonstrüksiyonu ancak elde yeterli kanıt varsa mümkündür” diyor. Dolayısıyla Topçu Kışlası’nın aslına uygun olarak inşa edilmesiyle “tarihi bir yapımızın canlandırılması” diye bir şey bilimsel olarak mümkün değil. Aslında Sayın Başbakan ‘ın zaten böyle bir derdi olmadığı bu yeni binaya vermeye çalıştığı işlevlerden de anlaşılıyor. Burada ideoloji k temsil ekonomik kazanç yaratmanın bir aracı olarak kullanılmaya çalışılıyor ama sırıtıyor.

Bu uzun girişten sonra asıl konuyu yarın ele alalım. Kent hakkı…

Yapı, Yazı: Derya Nüket Özer, 06.06.2013

AYASOFYA İÇİN İMZA KAMPANYASI

 

Anadolu Gençlik Derneği Genel Başkanı Salih Turhan, İlci Otelde düzenlediği basın toplantısında, Ayasofya Camisi'nin yeniden ibadete açılmasını isteyerek, "Ülkemizin tüm şehirlerinden toplanmış milyonlarca imzaya rağmen Ayasofya'nın cami olarak açılması talebini Sultan Ahmet Camisi'nde yer bulup bulmamaya bağlamak, kadim değerlerimizi, tarihimizi, uğruna şehitler verdiğimiz inancımızı ve insanımızın taleplerini tamamen tersinden okumaktır" dedi.

Fatih Sultan Mehmet'in, İstanbul'u fethettiğinde metruk bir halde bulunan Ayasofya'yı kendi parasıyla satın alıp camiye dönüştürerek vakfettiğini bildiren Turhan, Fatih'in vasiyetinde yer alan ''Ayasofya, kıyamete kadar cami olarak vakfedilmiştir. Kim vakfiyeyi değiştirirse Allah'ın, meleklerin, bütün insanların laneti onların üzerine olsun" ifadelerini aktardı.

Toplanan imzalara Türkiye'nin yanı sıra 40 civarında İslam ülkesinden de destek geldiğini vurgulayan Turhan, "Biz biliyoruz ve inanıyoruz ki yeryüzündeki tüm Müslümanlar hakkı üstün tutan bir medeniyetin yeniden dünyaya yön verebilmesi için İstanbul'a bakmaktadırlar. Ayasofya'nın yeniden cami oluşu tüm İslam dünyası için yeniden yükselişin muştusu olacaktır" diye konuştu.

Turhan, Ayasofya'nın 482 yıl boyunca secdelere ev sahipliği yaptığını, ancak 24 Kasım 1934 yılında, serbest seçimlerin yapılmadığı bir dönemde milli irade hiçe sayılarak Bakanlar Kurulu kararı ile müzeleştirildiğini ifade etti.

1931 yılında, Amerika'daki Bizans Enstitüsü ile Bulgaristan'da toplanan, Bizans Asarını İhya Kongresi”'nin Ayasofya'nın müze yapılması talebinde bulunduğunu söyleyen Turhan, Ayasofya'nın ibadete açılmasınının Fatih'in vakfiyesi, İstanbul'un fethi, milli iradenin tezahürü ve ülkenin bağımsızlığının gereği olduğunu savunarak, şunları dile getirdi:

"Anadolu Gençlik Derneği mensupları olarak fethin sembolü Ayasofya'nın bir an evvel camiye dönüşmesi için bir Nisan ayı sonlarında başlattığımız "İmzanla Zincirleri Kır" kampanyamız kapsamında 14 milyon 741 bin 543 imza desteğini arkamıza almış bulunarak bugün buradayız. Ülkemiz genelinde tüm şehirlerimizde bu kampanya yürütülmüş ve kampanyamız kısa bir süre içerisinde halkımızın yoğun bir teveccühü ile karşılanmıştır. Yediden yetmişe her kesimden insanımız bu meseleye sahip çıktığını attıkları imza ile göstermiştir. Ayasofya'nın yeniden cami olması noktasında halkımızın mutabakatı vardır. Kampanyamız sürecinde bir kez daha şahit olduk ki her şeye rağmen insanımızın hafızasında Ayasofya Camisi İstanbul'un fethinin sembolüdür, yine bu coğrafyanın insanı Ayasofya Camisi'ni Mescid-i Aksa'nın teminatı olarak, Kudüs'ün, Mekke'nin, Medine'nin teminatı olarak görmektedir."

Sabah, 06.06.2013

BALAT VAPUR İSKELESİ

 

Bilinmeyen bir nedenle yanıyor Balat Vapur İskelesi. 2008 yılında. Balat halkı yanan iskelenin durup dururken yanmasına şaşırıyor ve iskelenin yenilenmesini bekliyor. İskele sıradan bir iskele değil, tarihi değerde.

Bir süre sonra iskelenin bulunduğu yer deniz taksiye, birkaç ay önce de, deniz uçağına iskele olarak tahsis ediliyor.


Balat halkı konuyu kendi aralarında tartışıyor. İş biraz daha büyüyor ve halk imza toplamaya başlıyor.

 

DİLEKÇE
Balat’ta yaşayanlar iskeleye ne olduğunu öğrenmek istiyor.


“İskele ne oldu, neden yandı, yenisi neden yapılmadı ve şimdi neden başka bir faaliyete tahsis edildi” gibi sorular hazırlanıyor.


İmzalar dilekçeye dönüşüyor ve Büyükşehir Belediyesi’ne iletiliyor. Ancak, hiç kimse Balat halkını bilgilendirmiyor. Bu arada bazı yurttaşlar yeniden girişimde bulunarak Türkiye.gov.tr’den bilgi istiyor.


Onlara geçen hafta verilen yanıtta, “isteklerinin Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yönlendirilmiş olduğu” söyleniyor. Başka bilgi yok.

FENER DE KAPALI
Balat dışında, Fener iskelesi de 2011 yılından beri “onarım ve bakım” diyerek kullanıma kapalı. Onarım deniyor, ancak iki yıldır çivi bile çakılmış değil.


Dolayısıyla, bir zamanlar Haliç’te Eminönü’nden vapura binip evlerine gidenler bazı iskeleleri kullanamıyor, oralara vapur uğramıyor.


Balatlılar üzgün. “Balat iskelesiyle ilgili karar alınırken, kimsenin kendilerine sormadığını, aradan geçen bunca zamana karşı hala iskele ile ilgili bilgi verilmediğinden” yakınıyorlar.


Bir ara protesto gösterisi yapmayı düşünüyorlar, sonra vazgeçiyorlar. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın geçenlerde “Vatandaşa sormalıyız” sözlerine dayanarak, şimdi bilgi verilmesini istiyor ve bekliyorlar.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 06.06.2013

MEVLANA ŞEHRİNE TARİHİ MEYDAN

 

 

Yapımı devam eden Tarihi Kent Meydanı projesi ile Konya görkemli bir meydana kavuşacak. Meydanda tescilli yapılardan oluşan bir kültür sokağı da yer alacak.
 

Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yapımı sürdürülen Tarihi Kent Meydanı tamamlandığında Kültürpark ile birlikte şehrin en önemli çekim merkezlerinden biri haline gelecek.

 

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Konya'da son dönemde yaptıkları büyük yatırımlarla şehrin standardını yükselttiklerini ve Konya'yı dünya şehirleri arasında farklı bir noktaya taşımak için çalıştıklarını dile getirdi.

 

Bölge Adliye Mahkemesi yapımı karşılığında devralınan eski Adliye bölgesini şehre kazandırmak için meydan çalışması başlattıklarını kaydeden Başkan Akyürek, çalışma kapsamında meydanın yanı sıra; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayıyla geçmişte var olan, tarihi dokuya uygun Konya evlerinden bir sokak yapısı da oluşturulacağını ifade etti.

 

Kent Meydanı'nın Kültürpark ile birleşmesiyle şehrin yaklaşık 120 bin metrekarelik yeni bir park ve meydana kavuşmuş olacağını vurgulayan Başkan Akyürek, meydanın yaz sonunda, bölgede yapılacak diğer yapıların ise 1 yıl içinde tamamlanacağını vurguladı.

 

Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yapımı sürdürülen Kent Meydanı, bölgede yapılacak yapılar ve düzenlemelerle birlikte yaklaşık 14,5 milyon TL'ye mal olacak.

TOKİ Haber, 06.06.2013

DEFİNECİ İÇİN KÖY İSMİ YETTİ

 

 

Erzurum'da, ismini tarihi çeşmeden alan Altınbulak Köyü, "Vardır bunda bir hikmet" diyen definecilerin akınına uğruyor. Köstebek yuvasına dönen köy, güvenlik kamerasıyla donatıldı.

Köyün ismi Altınbulak olunca, definecilerin akınına uğradı. Kazılardan dolayı köyün köstebek yuvasına döndüğünü söyleyen köylüler çareyi, köyü güvenlik kamerasıyla donatmakta buldu.

Erzurum'un Yakutiye İlçesine bağlı Altınbulak Köyü, ismi nedeniyle son zamanlarda definecilerin uğrak yeri oldu. Köy, gömülü altın olabileceği ihtimali ile defineciler tarafından talan edilmeye başlandı. Köy halkı, çoğu kez gecenin bir yarısı burun buruna geldiği definecileri kendi imkanlarıyla kaçırdı ancak kazılar durmadı. Köylüler definecilerden kurtulmak için -lanet hikayeleri uydurma da dahil- birçok yol denese de başarılı olamadı. Başta köye adını veren 200 yıllık çeşme başta oköyün büyük bölümü define kazılarıyla doldu.

Defineciler köyde kazmadık yer bırakmayınca, vatandaşlar da köye güvenlik kamerası sistemi kurmaya karar verdi. Köy muhtarı Nuri Demir köylülerden topladığı parayla önce bilgisayar aldı, sonra da 360 derece dönebilen ve köyün dört bir yanını görebilen gece görüş özelliği bulunan bir kamera sistemi kurdurdu. Köy, muhtarın odasından 7/24 izlenebilir hale geldi. Bunun sonucunda da defineci sayısı büyük oranda azaldı.

Köylülerden Zafer Karadaş, "Artık öyle bir hal almıştı ki, gözlerini hırs bürüyen defineciler biz evdeyken evimizin bahçesini kazmaya bile cesaret eder duruma gelmişlerdi Kamera sayesinde definecilerin gözü biraz olsun korktu ve köyden uzak durmaya başladılar" dedi. Murat Taştan ise, "Tarihi çeşmenin adı definecilere altını anımsatsa da, bizim için çeşmeden akan su altın değerinde" diye konuştu.

Sabah, Haber: Soner İstanbullu, 06.06.2013

55 MİLYON YAŞINDA PRİMAT FOSİLİ BULUNDU

 

 

Bilim adamları, daha önce varlığı bilinmeyen, "Arkisebus Aşil" adı verilen türe ait fosilin, şimdiye kadar en eski primat iskelet fosilleri olarak kabul edilen, Almanya'daki Darwinius ve ABD'deki  Notharctus fosillerinden 7 milyon yıl daha eski olduğunu saptadı.

Çin'in Hubei kentindeki Yangtze nehrinin akış yolu yakınında eski çağlardan kalma bir göl yatağında bulunan "Arkisebus Aşil"in gövdesini yeniden oluşturmak üzere yapılan analizler, dünyada bilinen en küçük primat türü olan pigme fare lemurlarından (Mikrosebus myoksinus) biraz daha küçük bir cüsseye sahip bu türün ağırlığının sadece 20-30 gram olduğunu ortaya koydu.

Fosile "Arkisebus" adı eski Yunancadaki başlangıç veya ilk anlamına gelen "arki" ve yine aynı dilde uzun kuyruklu maymun anlamına gelen "kebos" kelimeleri birleştirilmek suretiyle verildi. Alışılmadık bir topuk anatomisine sahip fosile "Aşil" adı  ise Yunan mitolojisinde geçen, tek zayıf yeri topuğu olan savaşçı Aşil'den esinlenilerek konuldu. 

55 milyon yıl kadar önce Eosen döneminde oluşmuş bir tortul kaya katmanının ikiye ayrılması suretiyle ortaya çıkarılan fosil, primata ait iskeletin unsurlarını barındıran, "kısım" ve "karşısına düşen kısım" olarak adlandırılan birbirini tamamlayan iki parçadan oluşuyor. 

Eosen Dönemi, dünyanın büyük bir kısımının yağmur ormanları ve palmiye ağaçlarıyla kaplı olduğu, küresel çapta sera şartlarının hakim olduğu bir deveyi kapsıyor.

Maymunlar,  lemurlar ve insanların da dahil olduğu primat adı verilen canlı grubu, beş el ve ayak parmakları, tırnakları ve ileriye doğru çıkık gözleriyle diğer memelilerden ayrılıyor.

Fosil örneğini önce Fransa'daki Avrupa Radyasyon Sinkrotronu Tesisi bünyesinde yeralan modern tesislerde çok yüksek çözünürlükte taramadan geçiren araştırmacıların bu yolla elde ettikleri, 3 boyutlu dijital yeniden yapılandırma, bilim adamlarına son derece küçük ve kırılgan yapıdaki Arkisebus fosili hakkındaki karmaşık ayrıntıları çıkarma imkanı verdi.

Çinli Dr. Xijun Ni başkanlığında uluslararası bir bilim ekibince yapılan çalışma, Nature adlı bilim dergisinde yayımlandı.

Konya Hakimiyet, 06.06.2013

MÜZELER RASTGELE KURULAMAZ

 

 

Taksim Gezi Parkı’na yapılmak istenen AVM’ye karşı başlayan eylemlerden sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen ‘İstanbul Müzesi’nin kurulmasına karşı Müzecilik Meslek Kuruluşu Yönetim Kurulu tarafından tepki geldi. Konuyla ilgili yazılı açıklama yapan kurul, “Kent müzeleri kentin farklı unsurlarını bağlayan sağlam bir halattır” diyerek,  İstanbul Kent Müzesi’nin Taksim’de gerçekleşen saldırı ve şiddet hafızası üzerine oturtulmaya çalışılmasını kınadı.

 

BİRBİRLERİNİN YERİNE KONULAMAZ

Kent müzelerinin kentliyle birlikte kurulduğunu ve “Ben sadece bana oy verenlerin ne dediğine bakarım” diyen bir mantığa teslim edilemeyecek kadar toplum yaşamında etkin ve önemli mekanlar olduğuna dikkat çekildi: “Parklar, müzeler birbirinin yerine konulamaz değerdedir.

Kentlerin ciğerleridir, ciğerlerimiz olmadan nefes alamaz, yaşayamayız. Halkın serbestçe kullanabildiği parkların, yeşil alanların özelleştirilerek özel mülkiyete, özel güvenlik sistemlerine devredilmesine karşıyız. Taksim Gezi Parkı direnişi bir simge olarak bu harekette önemli bir rol oynamaktadır. Türkiye’de para kazanmak veya diğer farklı amaçlarla doğal alanların tahrip ya da yok edilmesine izin verilmemeli, tam tersi buralar titizlikle korunmalıdır.”

 

Müzelerin, çoluk çocuk, yaşlı genç herkes için önemli bir buluşma, öğrenme, paylaşma ve hatırlama mekanları olduğuna değinilen açıklamada, İstanbul’un tarihi, doğal ve kültürel mirası ile eşsiz bir kent olduğu ifade edildi. İstanbul’u biricik yapan bu mirasın, burada yaşayan insanların geçmişte ve bugün yarattıkları yaşam kültürünün tüm renkleriyle kent müzesinde yansıtılması gerektiğinin dile getirildiği açıklamada, Kent müzelerinin paylaşımcı, demokratik ve katılımcı olması gerektiğine dikkat çekildi.

 

‘HÜKÜMET KORUMA GÖREVİNİ YERİNE GETİRSİN’

Kent müzelerinin sadece geçmişe ait birtakım eşyaların sergilendiği nostalji mekanları olmadığının belirtildiği açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Kamuya açık yeşil alanların ve doğal ortamların 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile devlet tarafından korunması hükümetlere verilmiş bir görevdir. Hükümetten halkı, kültürü ve doğayı koruma görevini yerine getirmesini istiyoruz. Hükümetten, halkının temel yaşam hakkını savunma ihtiyacını görüp kabul ederek halka uygulamakta olduğu sert şiddeti derhal durdurmasını talep ediyoruz. Hem hükümetten hem de büyükşehir belediyesinden kentsel yaşamın vazgeçilmezi olan Taksim Gezisi’nin, yeşil alanın yok edilerek İstanbul Kent Müzesi de dahil olmak üzere herhangi bir kültür kurumu yapılması konusundaki söylemlerini sonlandırmasını istiyoruz.”

 

KENT MÜZESİ’NDEN SÖZ EDERKEN:

* Hangi kurumun kuracağı,
* Nasıl kurulacağı,
* Nereye kurulacağı,
* Nasıl işletileceği,
* Bina seçimine nasıl karar verildiği,
* Mekanın kentsel hafızadaki yeri,
* Kurulma süreçlerinde işletilen demokratik katılım mekanizmaları,
* Müze içeriğinin dayandığı bilimsel zemin müzenin gerçek bir kent müzesi olmasında belirleyicidir.

Evrensel, 05.06.2013

TARİHİ ESERLER 3 DİLDE ANLATILACAK

 

"Teknolojinin Buluştuğu Yer: Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi Projesi" ile Kalehöyük Müzesi ziyaretçilerine 3 dilde ve 3 boyutlu fotoğraflarla tanıtılacak.

 

Vali Özdemir Çakacak, müzedeki tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, Ahiler Kalkınma Ajansının (AHİKA) desteği ile güzel sonuçlar doğuracak bir projeyi hayata geçirildiğini söyledi. Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesinin sadece Kırşehir için değil, ülkenin tanıtımı için de çok büyük öneme sahip olduğunu vurgulayan Çakacak, "Teknolojinin Buluştuğu Yer: Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi Projesi" sayesinde tarihin teknolojinin en son imkanları ile ziyaretçilere sunulduğunu vurguladı.Çakacak, projeyle yerli ve yabancı turistlerin, tarihi eserleri 3 boyutlu izleyip, eser hakkında sesli anlatımla bilgi sahibi olabileceğini ifade ederek, şunları kaydetti:"Projeyi arkadaşlarımız anlattı, bizler de dinledik. Kulaklıkları taktıktan sonra, objelerin barkotlarını tablet bilgisayarlara okuttuğumuzda tarihi eserlerle ilgili olarak Türkçe, İngilizce ve japonca bilgiler veriliyor. Özellikle buraya gelecek yabancı turistler bu uygulama sayesinde eserler hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olacak."


- Hitit dönemi kıyafeti giyen sanal karakter
Kırşehir Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Gökgül de proje kapsamında 20 tablet bilgisayar ve bunlara uyumlu kulaklık satın alındığına belirterek, şu bilgileri verdi:
"Proje kapsamında alınan tablet bilgisayarlara yazılım yüklendi. Bu yazılım sayesinde müzemizde bulunan eserlerin hem 3 boyutlu görüntüsü hem de eser hakkında Türkçe, İngilizce ve Japonca, açıklamalar almak mümkün olacak. Ayrıca tablet bilgisayarlardan müzenin tarihçesi, mimarisi ve içeriği hakkında bazı bilgiler de alınabilecek. Kalehöyük bölgesinde yürütülen kazılarla ilgili video gösterimi ve holografik canlandırma da yapılacak. Kurulacak sistem sayesinde kazılar hakkında sanal bir karakter bilgi verecek. Hitit dönemi kıyafeti giyen genç bir kız olan bu sanal karakter, görüntüler eşliğinde müzeyi anlatacak."


- Kalehöyük Arkeoloji Müzesi
1986 yılında Japon bilim insanlarının da katkısıyla başlayan Kalehöyük kazı çalışmalarında elde edilen eserlerin sergilendiği, höyük şeklinde mimariye sahip Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, 10 Temmuz 2010' tarihinde açılmıştı.


Müzede, Demir Çağı, Hitit ve Asur ticaret kolonileri, Eski, Orta ve Geç Tunç çağları ile Osmanlı dönemlerine ait eserler bulunuyor.

Star, 05.06.2013

TARİHİ OSMANLI MEZARLIĞI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

 

Fatih Sultan Mehmet döneminin komutanlarından Has Yunus Bey'in türbesinin de bulunduğu Enez'deki Osmanlı Mezarlığı, İş-Kur'a bağlı 24 işçinin de yardımıyla restore ediliyor.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim görevlisi Elif Girgin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 18 dönümlük mezarlıkta, 1400'lü yıllarda yaşamış birçok devlet çalışanı, yeniçeri askeri ve vatandaşın mezarının yer aldığını söyledi.

 

Girgin, kültürel mirası korumak amacıyla yıllardır unutulmuş tarihi mezarlığı gün yüzüne çıkarmak için restorasyon çalışması başlattıklarını belirtti.

 

Fatih Sultan Mehmet'in komutanı, ilçeyi 1456 yılında fetheden Has Yunus Bey'in türbesinde de bakım çalışması yapıldığını aktaran Girgin, ocak ayında başlayan restorasyon çalışmalarının temmuz ayında bitirilmesinin hedeflendiğini ifade etti.

 

Girgin, Osmanlı Devleti'nin köklü ve tarihi bir mirasa sahip olduğunu dile getirerek, buna sahip çıkılması gerektiğini vurguladı.

 

"Amaç, mezarlığı görülür ve gezilir hale getirmek"

Mezarlığın, İş-Kur'a bağlı 24 işçinin de yardımıyla gün yüzüne çıkarıldığını anlatan Girgin, "Osmanlı Mezarlığı, arkeolojik ve tarihi bir yer. Amaç, mezarlığı görülür ve gezilir hale getirmek. Mezarlıkta bulunanmermer taşlarındaki motifler o dönemin birer ustalık eseridir ve o döneminsanat anlayışını yansıtıyor" diye konuştu.

 

Girgin, mezar taşının kime ait olduğunu anlamak için üzerindeki şekillere bakılması gerektiğini belirterek, "Örneğin, üzerinde defne ve üzüm salkımı motifli olan mezar taşları mezarın kadınlara ait olduğunu gösterir. Kavuklu mezar taşları ise Osmanlı döneminde yaşamış önemli kişileri temsil eder. Mezarlıkta yeniçeri mezar taşları da bulunuyor.

 

Yeniçerilerin mezar taşları ise şapka biçimindedir. Bir de yazısız mezar taşları vardır. Bunlar rivayete göre o dönemdeki cellatlara aittir. Halkın bunlara beddua etmesini önlemek için yazısızdırlar" bilgisini verdi.

Manşet Gazetesi, 05.06.2013

ERZURUM KONGRESİ'NİN YAPILDIĞI BİNA RESTORE EDİLECEK

 

 

Erzurum İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Adnan Yazıcı, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'ndan sağlanan ödenekle, Erzurum Kongresi'nin gerçekleştirildiği tarihi binanın restorasyon ve rölöve çalışmalarının başlatıldığını söyledi. Restorasyonun bu yıl sonuna kadar bitirilmesi hedefleniyor.

 

Yazıcı,"Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na restorasyon için ödenek göndermesinden dolayı müteşekkiriz. Türk ve Erzurum tarihinde önemli bir yere sahip bulunan Kongre binasının restorasyonu aslına sadık kalınarak gerçekleştirilecek. 16 Aralıkta restorasyon çalışmaları tamamlanarak tarihi binamız yeniden müze olarak hizmete açılacak." diye konuştu. İl Özel İdaresi olarak ilk kez sivil bir tarihi eseri restorasyon programlarına aldıklarına da dikkat çeken Yazıcı, hamamın restorasyon sonrasında kültür, sergi ve galeri merkezi olarak hizmet sunacağını da sözlerine ekledi.

Yapı, 05.06.2013

ÇATALHÖYÜK KAYNAK BULUNURSA DENEYSEL EVLERE KAVUŞACAK

 

 

Geçen yıl UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alındığı için daha çok ziyaretçinin beklendiği Çatalhöyük'e, bu yıl maddi kaynak bulunabilirse, kültür turu grupları için 4 adet deneysel ev inşa edilecek.

 

Çatalhöyük Kazı Başkan Yardımcısı ve Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serap Özdöl Kutlu, çekirdek ekibin Konya'ya Haziran ortası itibarıyla gelip hazırlıklara başlayacağını, 25 Haziran'da da dünyanın çeşitli yerlerinden gelecek yaklaşık 130 arkeoloğun katılımıyla kazıların başlatılacağını ifade etti.  Kutlu, "Bu yıl, daha önce açılan alanlar derinleştirilecek, farklı katmanlardaki bulgular karşılaştırılacak. Çok sayıda ekip, pek çok noktada çalışmalarını yürütecek" dedi.

UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmesinin ardından ziyaretçi sayısında ciddi artışlar beklendiğini dile getiren Kutlu, şunları kaydetti:

"Çatalhöyük'ü tüm dünya tanıyor. Şu anda burada yapılması gereken iş; korumaya önem vermek, ziyaretçileri daha iyi ağırlamaya yönelik altyapıyı hazırlamak. Amaçlarımızdan biri; burayı sürekli kazı ve incelemelerin yapıldığı, arkeoloji öğrencilerinin ve meraklılarının uğrak yeri haline getirmek. Diğer önemli hedefimiz ise höyükler ve tarihi eserleri koruma bilincini yerel düzeyde vatandaşlara daha iyi anlatmak. Yerel düzeyde farkındalık yaratılmasını önemsiyoruz. Buradan çıkan 9 bin yıllık bulguların analizi için, Çatalhöyük kampüsüne araştırma merkezi kurulması da taleplerimizden biri... Ayrıca, burayı ziyaret edenlerin, 9 bin yıl önceki insan yaşamı hakkında doyurucu şekilde bilgi edinmesi ve ilginçlik oluşturulması adına, deneysel evlerin kurulmasını istiyoruz. Ancak kaynağa ihtiyaç var. Bu gerçekleşirse, kaynak bulunabilirse, kazı alanının da içinde bulunduğu Çatalhöyük kampüsüne, Türkiye'nin her yerinden ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelecek kültür turu grupları için 4 adet deneysel ev inşa edilecek".

Bu evlere orijinalleri gibi çatılarındaki deliklerden girileceğini anlatan Yrd. Doç.Dr. Kutlu, "O dönemde Anadolu'da yaşayan insanların dünyasında büyük yer kaplayan leoparlar ve akbabalar gibi unsurlar, bu evlerde öne çıkarılacak. Evleri ziyaret edenler, dünyanın ilk sanat eserleri arasında kabul edilen duvar resimleri ve figürlerden de örnekler bulacak" ifadelerini kullandı.

Çatalhöyük
Konya'nın Çumra İlçesi'nde, neolitik dönemde 8 bin kişinin bir araya gelerek kent kurduğu Çatalhöyük'ün, dünyada insanoğlunun ilk yerleşim yerlerinden biri olduğu kabul ediliyor. 1960'lı yıllarda İngiliz Arkeolog James Mellaart ve ekibi tarafından keşfedilen Çatalhöyük'te, 1993 yılında Stanford Üniversitesinden İngiliz Arkeolog Prof.Dr. Ian Hodder başkanlığında kazılara yeniden başlandı.

Çatalhöyük'te 9 bin yıl önce; üstten girilen, birbirlerine bitişik kerpiç evlerde yaşayan insanların sosyal yapısı, beslenme ve giyim şekilleri gibi çeşitli konular araştırılıyor. Prof.Dr. Hodder başkanlığında 21. yılına giren kazı çalışmalarının 5 yıl daha devam etmesi öngörülüyor. Çatalhöyük geçen yıl ise UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmıştı. Buradaki kazılar, ana sponsorlar Yapıkredi ve Boeing firmalarınca destekleniyor.

Yapı, Fotoğraf: Michael Ashley, 05.06.2013

TOPÇU KIŞLASI İÇİN YENİ BAŞVURU

 

Mimarlar ve Şehir Plancıları Odası, ‘Topçu Kışlası’ projesine yönelik yeni bir başvuruda bulundu. Kurul, 3 Haziran’da yaptığı başvuruda, İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin acilen yürütmeyi durdurma kararı vermesi gerektiğini bildirdi. Başvuruda, “Süre dolmuştur, mahkeme konunun önemi açısından karar vermelidir” talebinde bulundu. Oda, imar planının iptali için Büyükşehir Belediyesi aleyhine 1. İdare Mahkemesi’ne, yürütmeyi durdurma talebiyle başvurmuş, ancak mahkeme bilirkişiden görüş alınmasını uygun görmüştü. Bilirkişi raporunda ise ‘Gezi Parkı’na dokunulmaması’ yönünde karar çıkmıştı. Geçen hafta ise İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği tarafından yapılan başka bir başvuruda, yürütmenin durdurulması kararı vermişti. Davalı kurum olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan henüz cevap ya da itirazda bulunulmadığı öğrenildi

Habertürk, Haber: Tülay Acar, 05.06.2013

578 YILLIK CAMİ RESTORE EDİLDİ

 

 

Eflani İlçesi'nde 578 yıl önce yapılan Küre-i Hadit Camisi restore edilerek ibadete açıldı.

 

Demirli Köyünde 1435 yılında Candaroğlu İsmail Bey tarafından yaptırılan Küre-i Hadit Camisi'nin 2 yıl önce başlayan restorasyonu tamamlandı.

 

Karabük Valisi İzzettin Küçük, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Karabük'ün en eski kültürel varlıklarından birisi olan caminin restorasyonunu yaparak yeniden kullanıma açtıklarını söyledi.

 

Caminin en son 1880 yılında onarım gördüğünü vurgulayan Küçük, "Tarihi camimiz gerçekten önemli bir eserdir. Bu camiyi korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak bizim öncelikli görevimiz. Cami yapıldığı dönemin izlerini çok bariz taşımaktadır. Restorasyon yapılırken buna çok dikkat ettik. Orijinal haline özen gösterdik. Restorasyon tamamlandı. Şimdi çevre düzenlemesi yapılıyor" diye konuştu.

 

Eflani Belediye Başkanı İbrahim Ertuğrul ise çok değerli bir yapıya yeniden can verdiklerini, emeği geçenlere teşekkür etti

haberler.com, 04.06.2013

KİLİSE MEYDAN'A ÇIKACAK MI?

 

Taksim’deki Rum Kilisesi’nin önünün açılması ve karşısına bir cami yapılmasının gündeme gelmesi gözleri bölgede yer alan mağazalara çevirdi.

Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’na ait arazideki işyeri kiraları 10 bin ile 100 bin lira arasında değişiyor. İşyerleri, Vakıf’ın en büyük gelir kalemlerinden birini oluşturuyor.

 

Taksim’de yaşanan ‘Gezi Parkı’ gerginliğinin devam ettiği sıralarda İstiklal Caddesi girişinde yer alan Rum Kilisesi’nin önünün açılmasının planlandığı ve hemen karşısına da maksem arazisi üzerine bir cami inşa edileceğinin açıklanmasının ardından gözler kilisenin olduğu bölgeye çevrildi. Balıklı Rum Hastanesi’ne ait arazi üzerinde  yer alan irili ufaklı bir çok işyeri bulunurken, cami yapımının planladığı arazi ise Kilise’nin tam karşısında bulunuyor. 

VAKIFIN GELİR KAYNAĞI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı projeye göre Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’na ait arazi üzerinde yer alan işyerlerinin tamamının kaldırılması gündemde. Ancak son karar Vakıf ile görüşülüp verilecek. 


Taksim’de İstiklal Caddesi’nin tam girişinde özellikle ‘fast food’ mağazalarının yoğunlukta olduğu arazi üzerinde bakkal da var, gözlükçü de. Taksim Meydanı’na bakan arazi üzerinde yaklaşık 25 işyeri bulunurken, bu işyerlerinin kiraları ise farklılık gösteriyor. En küçük işyerinin kirası 10-12 bin liradan başlarken, büyük olanlarda bu ücret 100 bin liraya kadar çıkıyor. Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın en büyük gelir kaynaklarından birinin bu arazi üzerinde yer alan işyerleri olduğunu ifade eden ismini vermek istemeyen Vakıf üyesi, şu anda böyle bir gündemleri olmadığının altını çizdi. İşyerlerinin boşaltılması ve yıkılması hakkında bir plan yapılmadığını söyleyen Vakıf üyesi, “Kilisenin bölgede daha gözükür halde olmasını tabi ki isteriz. Ancak Vakıf’ın da gelir elde etmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı. Balıklı Rum Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanı Dimitri Karayani ise konu ile ilgili hiç bir açıklamada bulunmak istemediklerini söyledi.  

ESNAF DURUMDAN HABERSİZ
60 yıldır bölgede faaliyet gösterdiklerini kaydeden esnaf Ekrem Yümlü, bugüne kadar kendilerine vakıftan herhangi bir uyarı gelmediğini söyledi. Arazinin boşaltılmasının özellikle Balıklı Rum Hastanesi Vakfı tarafından istenmeyeceğini kaydeden Yümlü, “Yıllardır burada beraber yaşıyoruz. Vakfın en büyük gelir kaynağını kaybetmek isteyeceğini düşünmüyorum. Bölgedeki işyerleri vakıf için ‘altın yumurtlayan tavuk gibi’ kimse bu tavuğu kesmek istemez” diye konuştu. 20 yıldır bölgede esnaf olduğunu ifade eden Özkan Kızıl da, bugüne kadar kendilerine bulundukları yerin yıkılacağına dair bir bilgi verilmediğini söyledi. Bölgedeki en küçük işyerinin kirasının 10-12 bin lira olduğunu kaydeden Kızıl, “Düzenli olarak kiramızı ödüyoruz. Yıllardır burada faaliyet gösteriyoruz. İşyerimizin emlak vergisini bile ödüyoruz. Yaptığımız yatırımlar var” dedi. 

Fast food işletmesi sahibi bir esnaf ise dededen beri bölgede yer aldıklarını, 2-3 senede bir bu tip durumlarla karşı karşıya kaldıklarını söyledi. Bölge için simge haline geldiklerinin altını çizen esnaf, “Artık gelen turistler bile önce bize uğruyor. Yıllardır Türkiye’ye gelen ve her geldiğinde mağazamıza uğrayan yabancı turistler var. Burada ne zararımız var onu anlayamıyorum. Cami de açılsın, kilise de. Kimse karşı çıkmıyor. Ancak neden küçük esnafa zarar veriliyor” diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Burak Coşan, 04.06.2013

YAZICI TARİHE SAHİP ÇIKTI

 

 

Şeyhler Hamamı ve Külhancı Baba Türbesi’nin restorasyon çalışmaları başladı. Ekim ayı itibariyle restorasyon çalışmalarının tamamlanacağını bildiren Erzurum İl Özel İdaresi Genel  Sekreteri  Adanan Yazıcı, Şeyhler hamamı ve Külhancı Baba Türbesinin restorasyonuna 400 Bin TL ayrıldığını açıkladı. Yazıcı, “Şehrimizin tarihi taşınmaz varlıkları arasında önemli yer tutan Şeyhler Hamamı ve içerisindeki Külhancı Baba Türbesi'nin restorasyonunu üstlendik. İl Özel İdaresi tarihinde ilk kez mülkiyeti Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait bir türbe ve hamamı restore ettirecek. Bu sayede tarihi hamamı ve Külhancı Baba Türbesi'ni kurtarıyoruz. İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği olarak  bundan sonra da  tüm tarih eserlerimizi onarımını yapmak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz.” dedi.

2013 yılı Ekim ayı itibariyle restorasyon çalışmasının bitirilmesini amaçladıklarını dile getiren Yazıcı, “Şeyhler hamamı toplam 775 bin metre kare alan üzerine kurulu. 1776 yılında  bu yer özel vakıf mazbuat kütüğüne kayıtlı olarak  kurulmuş, daha sonra Vakıflar Müdürlüğüne geçmiştir. 2013 yılı itibariyle Şeyhler hamamını 41 yıllığına kiralayıp, onarımını yaptıktan sonra, kültür, sergi ve galeri merkezi olarak halkımızın hizmetine sunacağız. “dedi

Erzurum Gazetesi, Haber: İhsan Kumru, 04.06.2013

'OPERA'DAN 'KÜLTÜR MERKEZİ'NE AKM

 

Eski İstanbullular, AKM'den 'opera binası' diye bahsederlerdi. 'Şu saatte Opera Binası'nın önünde buluşalım' sözü dillerine yerleşmişti.

 

Başbakan hafta sonu yaptığı konuşmalarda, Taksim projelerinden bahsederken, birkaç kez “AKM’yi yıkıp yerine gururlanacağımız bir opera binası yapacağız” dedi. Başbakan ilk kez söylemiyor bunu. Taksim’in yayalaştırılması çalışmaları başlamadan önce, “AKM’yi yıkıp, çevresindeki boş alanları da içine katarak yerine çok daha görkemlisini yapacağız” demişti Erdoğan. O sırada büyük tartışmalar yaşanmış; ortalık, “AKM, AVM olacak”, “Yok hayır cami dikecekler” iddialarından geçilmez olmuştu.

Fatih Altaylı’nın Başbakan’la pazar günü yaptığı söyleşide AKM’nin kaderi de gündeme geldi. Yalnız bir söylem değişikliği gözleniyordu bu sefer. Erdoğan artık ‘opera binası’ değil, ‘kültür merkezi’ diye bahsediyordu ‘yeni AKM’den. Bu söylem değişikliği bana kalırsa yeni AKM’nin neye benzeyeceği konusunda ipuçları barındırıyor. Başbakan’ın son dönemdeki konuşmaları ve sahne sanatları kurumlarının işleyişi hakkında Meclis’e getirilecek yasa tasarısını bir arada düşününce, benim edindiğim izlenim şu: AKM artık eski AKM olmayacak. Bu ‘gururlanacağımız görkemli opera/kültür merkezi’nin, ‘en ileri ses ve ışık teknikleriyle yapılacak gösterilere’ ev sahipliği yapacağı anlaşılıyor. Artık bu gösteriler ne olur, o konuda hayal dünyanızla sizi baş başa bırakıyorum.

Peki önce “Opera binası” dedi de sonra lafı ‘kültür merkezi’ne çevirdi? Bu sorunun yanıtını düşündüğüm sırada, bir eski İstanbullu dostum bana şu ipucunu verdi: “Eski İstanbullular, AKM’den ‘Opera Binası’ diye bahsederlerdi. ‘Şu saatte Opera Binası’nın önünde buluşalım sözü’ eski İstanbulların ağzına yerleşmişti. Rahmetli annem de bu sözle AKM’yi kastederdi.” Erdoğan’ın AKM’nin yerine “Gurur duyacağımız bir opera binası” yapacağız sözüyle bir an havalanan bendeniz, Başbakan’ın daha sonra kullandığı ‘Kültür Merkezi’ ve üstüne bir de dostumun verdiği bu ipucuyla yere iniverdim.

Başbakan neden Altaylı’yla yaptığı son söyleşide ‘Opera Binası’ sözünü kullanmaktan imtina etti? Spekülasyon gibi gelecek belki ama sanırım kendisi de, bu dili kullanarak, ‘yapacağımız bu görkemli binada operalar, baleler sahneleyeceğiz’ mesajını tabanına vermekten ürktü ve başta AKM’yi tarif etmek için kullandığı ‘Opera Binası’ yerine daha muğlak ve bu iktidarın icraatlarıyla yeni bir işlevsellik kazandırdığı ‘(Çok Amaçlı) Kültür Merkezi’ tanımını kullanmayı tercih etti.

Altaylı’nın söyleşi sırasında Başbakan’a uzattığı kallavi kitabın ne olduğunu merak edenler için söyleyeyim: Ertuğ ve Kocabıyık Yayınları’ndan çıkan ‘Müzik Sarayları-Avrupa’nın Opera Binaları’ kitabıydı söz konusu armağan. İlginç diyaloglar yaşandı o sırada stüdyoda: “Altaylı: Dünden beri Taksim’e Opera Binası yapmaktan bahsediyorsunuz. Ben size dünyanın en güzel opera binalarını tanıtan bir kitap getirdim./ Erdoğan: Ama sen şimdi bana sürpriz yaptın, yanlış anlaşılmasın, tamam, ben bunu Kültür Bakanıma veririm, zaten onlarda vardır./ Altaylı: Efendim, bu kitabın son sayfalarındaki yapıları incelemenizi isterim./ Erdoğan: Modern değil, öyle değil mi?/ Altaylı: Efendim her türlüsü var.”

Erdoğan’ın konuşmalarından, opera binalarının kadim ve modern şehirlerin en önemli mimari simgelerinden biri olduğu gerçeğinden haberdar olduğu anlaşılıyor. Söyleşide, ‘Barok mimari (!) de olabilir’ dedi örneğin, yeni AKM’den bahsederken. Başbakan’ın AKM konusunda da ‘modern mimari’den yana değil, tıpkı Çamlıca Camii veya Topçu Kışlası’nda ısrar ettiği gibi ‘geçmişi ihya etmeyi amaçlayan’ bir anlayışa sahip olduğu apaçık. Madem bu kadar ısrarcı, Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu ne güne duruyor? Günümüze kalabilseydi eğer, hepimizin gurur duyacağı bir tarihi değer olacak olan bu barok stildeki mücevher 1863’te çıkan bir yangında kısmen yanmış, uzun süre harap kaldıktan sonra 1939’da (İnönü dönemidir, dikkatinizi çekerim) yapılan yol düzenlemeleri sırasında güzergah üzerinde kaldığı için yıkılmıştır. ‘CHP zihniyeti’nin yıktığı’ Topçu Kışlası’nı ihya etmeye azmeden Başbakan Erdoğan’dan aynı kararlılığı Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu’nu aslına uygun olarak yeniden inşa etmesi konusunda da beklemek hakkımız değil mi?

Radikal, Yazı: Serhan Bali, 04.06.2013

ATATÜRK'ÜN BABA OCAĞI HATIRA MÜZESİ OLACAK

 

 

Atatürk'ün dedesinin Makedonya'daki evi yeniden yapıldı. Başbakan Erdoğan'ın açacağı ev müze olacak.

 

Başbakanlık Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı, (TİKA) Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi'nin Makedonya'nın Kocacık Köyündeki evini yeniden inşa ettirdi.

Önümüzdeki aylarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılması planlanan "Ali Rıza Efendi Anı ve Akraba Evi" müze olacak. TİKA ayrıca, heykeltraş Murat Daşkın'a, Atatürk ve ailesinin gerçekçi silikon heykellerini yaptırıyor. 8 heykelin mizansenleri Türk Tarih Kurumu uzmanlarınca tasarlandı. Atatürk'ün 17 yaşlarında, Askeri İdadi üniforması giymiş iki heykeli yapılacak. Bu heykellerden biri anı evine, diğeri ise Manastır Askeri İdadisi'ndeki anı odasına konulacak. Anı evi için Kızıl Hafız Ahmet Efendi'nin heykeli 70 yaşlarında, rahleden Kuran okur şekilde hazırlanıyor. Atatürk'ün babaannesi Ayşe Hanım'ın heykeli ise 60 yaşlarında ve yün eğirirken olacak. Atatürk'ün ikinci heykeli ise çocukluk dönemine ait olacak. Çocuk Atatürk heykeli, bir topacın ipini sarar şekilde hazırlanacak.

TİKA Üsküp Koordinatörü Dr. Mahmut Çevik, müzenin 500 bin euroya mal olduğunu belirterek "Biz burada Atatürk'ün evinin olduğunu söylüyorduk ama kimse duymuyordu. En sonunda Türkiye bu işi başlattı' diyorlar. Burası turistik bir cazibe merkezi olacak" dedi.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 04.06.2013

SABANCI HOLDİNG'TEN AKM AÇIKLAMASI

 

AKM'deki restorasyon çalışmalarının durdurulması üzerine gelen sorular ile ilgili Sabancı Holding, bir basın bülteni yayınladı.

2012 Şubat ayında Sabancı Holding ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında Atatürk Kültür Merkezi'nin restorasyon işlemlerine dair mutakabat imzalanmış, holding binanın yenileme çalışmalarına 30 milyon Lira'lık katkı sağlamıştı.

 

Geçtiğimiz Cuma günü AKM'de yapılan restorasyon çalışmalarının "ikinci bir emre kadar" durdurulduğuna dair açıklama yapılması üzerine Sabancı Holding, tek cümlelik bir basın açıklaması yaparak konuya kendi cephesinden açıklık getirdi. 

 

Yapılan açıklama şu şekilde:

"Sabancı Holding olarak, Kültür Bakanlığı ile yaptığımız protokol, Atatürk Kültür Merkezi'nin sadece restorasyonunu kapsamaktadır."

Yapı, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 04.06.2013

OSMANLI ARŞİVİ TEK ÇATI ALTINDA

 

Fatih Sultan Mehmet’in Bosna Fermanı ve Karlofça Anlaşması gibi İstanbul’un farklı yerlerinde bulunan milyonlarca tarihi Osmanlı arşivi tek çatı altında toplandı.

 

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün açılışını yaptığı Milli Arşiv Sitesi’nde padişah fermanlarından anlaşmalara kadar 370 bin defter, 96 milyon belge koruma altına alınacak. TOKİ ile Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü arasında yapılan protokol sonucu İstanbul Kağıthane’de inşa edilen ve Osmanlı arşivlerini tek çatı altında toplayan Milli Arşiv Sitesi tamamlandı.

20 bin ünite 130 kilometre açık raf sistemi monte edilen Milli Arşiv Sitesi’nde, kağıt ve belge tamir ekipmanları, özel presler, laminasyon ekipmanları, fumigasyon cihazları ve belge restorasyonu için her türlü ekipman temin edildi. Sitedeki müzede ziyaretçiler, Avrupa topraklarındaki ilk insan hakları bildirgesinden biri olan Fatih’in Bosna Fermanı’nı, Karlofça Antlaşması’nı, Baltalimanı Sözleşmesi’nin ve diğer devletlerle yapılan anlaşmaların birer nüshasını görebilecek.

ARŞİVLERE ÖZEL NEMLENDİRME
57 bin metrekare alan üzerine inşa edilen sitede, belgelerin bulunduğu depoların ve çalışma mekanlarının tamamı, arşivlerin sağlıklı bir şekilde saklanabileceği ve tasnif edilebileceği iklimlendirme şartlarını sağlıyor. Ayrıca vitrinlerde havalandırma, nemlendirme ve alarm sistemleri kuruldu.


Depo girişlerinde kartlı ve parmak izi okuyuculu sitemlerle gerekli güvenlik tedbirleri sağlandı. Bina ve site girişlerinde x-ray ve metal kapı dedektörleriyle giriş-çıkışlar kontrol altında tutulacak.

YANGINA ARGON’LU MÜDAHALE
Bütün çalışma mahalleri, depolar, bilgi-işlem odaları, restorasyon bölümüyle elektrik pano odalarında mahalline göre FM 200 veya Argon gazlı otomatik yangın söndürme sistemleri bulunacak. Yangın anında, bölümlere bağımsız olarak müdahale edilebilecek. Binada toplamda 6 bin noktada bulunan yangın algılama sistemi ve 260 noktada yangın söndürme panelleri yer alıyor. Milli Arşiv Sitesi yaklaşık 800 hareketli ve hareketsiz kamerayla izlenecek.

SİTE 13 BLOKTAN OLUŞUYOR
Milli Arşiv Sitesi; idari bina, 350 kişilik araştırma salonu, araştırma enstitüsü, kütüphane ve müze, dijital arşivleme ünitesi, restorasyon ünitesi, yayın hizmetleri ünitesi, tasnif çalışmaları üniteleri ve sosyal hizmetler ünitesinin de aralarında bulunduğu 13 bloktan oluşuyor.


Başbakan Tayyip Erdoğan, açılış töreninde şöyle konuştu: “Bizim için Çanakkale ne ise, bu Osmanlı Arşivleri’nde yatan derinlik, onun çok daha ötesinde bir zenginliktir. Bu defterler, belgeler, tarih, bayrağımız kadar değerlidir, mübarektir. Bu kardeşiniz, bu fakir için bugün çok anlamlı bir gün. Çünkü bu, rüyalarımızın çok önemli bir eseriydi.”

 

Başbakan Erdoğan, “Bugün, sadece bir kamu yatırımını açmıyoruz, tarihi muhafaza edecek, tarihe yön verecek bir hazineyi Türkiye’ye kazandırıyoruz” dedi.  Arşivin, bir ülkenin ve milletin hazinesi olduğu kadar aynı zamanda hafızası olduğunu vurgulayan Erdoğan, arşivi olmayan milletin hafızasının da olmadığını dile getirdi.

Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük, 03.06.2013

VAN 'BİNBİR MERDİVEN'İN KAPISINI ARALIYOR

 

 

Van Kalesi'nin güney kısmında tarihte kralların kullandığı 100 metre yükseklikteki "Binbir Merdiven", yeniden turizme kazandırılacak.

 

Güneş Kenti (Tuşba) olarak MÖ 9. yüzyılda Urartu Krallığı'na başkentlik yapan Van Kalesi ile güney kısmındaki eski Van şehri, son yıllarda başlatılan kazı ve restorasyon çalışmalarıyla tekrar ayağa kaldırılıyor.

 

Özelikle daha önce restorasyon çalışmaları tamamlanan, fakat 2011'deki depremlerde hasar gören Kayaçelebi ve Hüsrevpaşa camileri, yeni restorasyon çalışmalarıyla eski ihtişamına kavuşturuluyor.

 

Eski Van şehrinde devam eden restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Vali Münir Karaloğlu, Kayaçelebi, Hüsrevpaşa ve Horhor camilerindeki çalışmaları yürüten Mimar Şabettin Öztürk'ten bilgi aldı.

 

Eski Van şehrindeki çalışmaların devam ettiğini belirten Karaloğlu, Vakıflar Bölge Müdürlüğünün Abbasağa, Ulu ve Kızıl Minareli camilerle ilgili bugün sonuçlandıracağı yeni bir ihalenin yapıldığını ifade etti.

 

Yakın zamanda bu üç caminin tekrar ayağa kaldırılması çalışmalarına başlanacağını kaydeden Karaloğlu, şunları kaydetti:

"Böylelikle eski Van şehrindeki önemli mabet ve camiler tekrar hayat bulmuş, tekrar ezan okunmuş olacak. Horhor Cami'yi bu yaz bitirmek ve ramazan'da bir teravih namazı kılmak istiyoruz. Bizim bütün amacımız Eski Van şehrini yeniden yaşanılır bir mekana dönüştürmek. Tabi çalışmalar bizim istediğimiz oranda hızla gitmiyor. Çünkü bunlar tarihi yapılar ve önce röleve, restorasyon projeleri yapılıyor. Kuruldan geçiyor, işe başlıyoruzi Bu yüzden çok hızlı ilerleyeceğimiz bir konu değil. Ama tarihi yapıları özelliklerine uygun yapmaya çalışıyoruz. İnşallah bittiğinde eski Van şehri güzel bir mekana dönüşecek."

 

Kralların merdiveni, yeniden kullanılabilecek

Urartular dönemi sonrası Selçuklu Sultanı Kılıçarslan tarafından yaptırıldığı bilinen, dönemin krallarının su ihtiyacını gidermek için görevlilerin sarnıç yolu, kralların ise kale arkasına kestirme yol olarak kullandığı merdiven, yeni çalışmayla tekrar kullanılabilecek.

 

Kalenin eski Van şehrine bakan güney kısmındaki yaklaşık 100 metre yüksekliğe sahip "Binbir Merdiven", yapıldığı dönemdeki haline getirilecek.

 

Su sarnıcı ve merdiven ile ilgili yapılan çalışmalara değinen Karaloğlu, projelerin tamamlandığını ve keşiflerin bittiğini belirterek, şöyle konuştu:

"Sarnıç ve sarnıcı kaleye bağlayan merdivenlerin ihalesini beraber yapacağız. Ordaki amaç, eski Van şehrine gelenler arkaya dolaşmadan o merdivenleri kullanarak kaleye çıkabilecek veya kaleye çıkanlar güney yakasındaki eski Van şehrine o merdivenleri kullanarak inebilecekler. İnşallah bu yıl o sarnıç ve merdivenin ihalesini yapıp bitirmek istiyoruz."

 

Karaloğlu, eski Van şehrinde incelemesini tamamladıktan sonra kaleden ayrıldı.

Haber 7, 03.06.2013

SEBASTOPOLİS, 21 YIL SONRA YENİDEN KAZILACAK

 

 

Son olarak 1987-1991 yılları arasında kazı yapılan Tokat'ın Sulusaray İlçesi'ndeki Sebastapolis antik kentinde 21 yıl aradan sonra kazı çalışmaları yeniden başlatılacak.

 

Sulusaray Kaymakamı Yaşar Kemal Yılmaz, Sebastapolis antik kentinde kazı çalışmalarının 21 yıl sonra yeniden başlatılacağını söyledi.


Kaymakam Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sebastapolis'in Orta Karadeniz ve Kuzey Doğu Anadolu bölgesinin en önemli antik kenti olarak bilindiğini belirtti. Sebastapolis'in geçmişte bazı devletlere başkentlik yaptığını ifade eden Yılmaz, şöyle devam etti: 

 

"Roma'nın önde gelen şehirlerinden Sebastapolis, arkeologlar ve konu ile ilgili uzmanlar tarafından ikinci Efes olarak kabul edilir. Son derece önemli bir şehirdir. Bazı teknik sıkıntılar ve yeterince hassasiyet gösterilmediği için 1987-1991 yılları arasında yapılan kazı çalışmaları yetersiz kalmış. Antik kent kötü ve atıl bir durumda. Biz güvenlik güçlerimizle antik eserlerin korunması için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Eserlerin toprak altından çıkarılıp ve memleketin hizmetine sunulması için bir an önce kazı çalışmalarının yapılması ve eserlerin gün yüzüne çıkarılması gerekiyor." 

 

Antik kentin gün yüzüne çıkarılmasının Sulusaray İlçesi için önemli olduğunu vurgulayan Yılmaz, "Sebastapolis, stratejik öneme sahip bir kent. Buradan çıkacak eserler geçmişe ışık tutacaktır. Antik kent, gün yüzüne çıkarsa Sulusaray İlçesi cazibe merkezi haline gelecek" diye konuştu.

 

Kaymakam Yılmaz, antik kentteki kazı çalışmalarına Tokat Müze Müdürlüğü başkanlığında Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Şengül Dilek Ful'un bilimsel danışmanlığında bu ay başlanacağını sözlerine ekledi. 

 

Sebastapolis Antik Kenti 

Sebastapolis antik kentinin, bazı kaynaklarda milattan önce birinci yüzyılda kurulduğu belirtiliyor. Roma İmparatoru Trajan zamanında, milattan sonra 98-117 yıllarında, Pontus Galatius ve Polemoniacus eyaletlerinden ayrılarak Cappadocia (Kapadokya) eyaletine dahil edildiği bildirilen antik kentin, o dönem geçiş yolları üzerinde bulunması ve bugün de kullanılan termal kaynaklar sayesinde 2 bin yıl kadar önce Karadeniz'in en büyük beş şehrinden biri olduğu anlatılıyor.
Roma İmparatorluğu döneminde çok az şehrin sahip olduğu zenginliğin bir göstergesi olarak para basma yetkisine sahip olduğu ifade edilen Sebastapolis'in, büyük savaşlar, yıkımlar, afetler ve geçiş yollarının değişmesi sonucu eski önemini kaybettiği, zamanla unutulduğu kaydediliyor.

Hürriyet, 03.06.2013

MÜCEVHER 5 BİN YIL ÖNCE DE VARMIŞ

 

Bilim adamları, yaklaşık 5 bin yıl önce Mısır’da göktaşlarından mücevher yapıldığını ortaya çıkardı.

 

O zamanlara ait parçaları inceleyen araştırmacılardan Joyce Tyldesley, “Gökyüzünden düşen her şey Allah’ın bir hediyesi olarak düşünülürdü.” diyerek göktaşlarından takı yapıldığını aktarıyor. Diane Johnson ise; Mısır’ın başkenti Kahire’nin 70 kilometre güneyinde gömülü bir yerde takılar bulunduğundan söz ediyor.

Zaman, 03.06.2013

BEZMİ ALEM VALİDE CAMİSİ REVİRE DÖNDÜ

 

 

İstanbul’daki gerginlik dün gece Başbakan Tayyip Erdoğan ’ın çalışma ofisinin bulunduğu Beşiktaş ’ta devam etti. Bir grubun taşlı saldırısı sonucu vapur iskelesine doğru çekilen polis, eylemci sayısı artınca müdahale etti. Gösterilerde yaralananlar, Beşiktaş'ta bulunan Bezmi Alem Valide Sultan Camii'ne getirildi. Camiye gelen çok sayıda sağlık personeli, yaralılara ilk müdahaleyi yaptı. Ankara 'daki olaylarda da eylemciler Başbakanlığa yürümek istediler. Çıkan olaylarda 500 kişi gözaltına alındı. İstanbul'da birçok ilçede Taksim ve çevresinde çıkan olayları protesto etmek amacıyla yürüyüş düzenledi.

Dolmabahçe tarafından gelen 100 kişilik yüzleri maskeli grup, Beşiktaş’ta Başbakanlık Çalışma Ofisi önünde bekleyen TOMA aracına ve Çevik Kuvvet ekibine taş attı. Polis ekipleri vapur iskelesine doğru geri çekildi. Göstericiler taş atmaya devam ederken, Dolmabahçe üzerinden Taksim Meydanı’na çıkmak isteyen grupla karıştı. Sayıları artan göstericiler polise taş atmayı sürdürünce biber gazı ve tazyikli suyla müdahale edildi. Eylemciler, Başbakanlık Çalışma Ofisi önünde görüntü almaya çalışan basın mensuplarına da taşlarla saldırdı. Göstericiler Barbaros Bulvarı ve İnönü Stadı önünde çift taraflı caddeyi ulaşıma kapattılar. Bazı göstericiler, barikat oluşturmak için TIR’ları da kullandılar. Yaralanan göstericiler Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki Bezmi Alem Valide Sultan Cami’ne götürülerek, doktor kontrolünden geçirildi ve yaraları sarıldı.

5 saat içerisinde yaklaşık 100 kişi vücudunun çeşitli yerlerinden yaralanırken, çok sayıda kişi de gazdan etkilendi. Yaralılar Beşiktaş’ta bulunan Bezmi Alem Valide Sultan Camii’ne getirildi. Yaralılara camii içerisinde 50 kişiden oluşan gönüllü doktor ve hemşireler müdahale etti. Meslektaşlarına yardım için revire çevrilen camiye akın eden sağlık personelleri, yanlarında ilk yardım malzemesi de getirdi. Camide ilk müdahaleleri yapılan yaralılar çevreden geçen araçlara alınarak hastanelere sevk edildi.

POLİS CAMİ BAHÇESİNE GAZ BOMBASI ATTI
Cami içerisinde doktor ve hemşireler yaralılara müdahale ederken, dışarıda polis ile eylemciler çatışmaya devam etti. Bazı göstericiler Bezmi Alem Valide Sultan Camii’nin bahçesine kaçtı.

Taksim ve çevresinde çıkan olayları protesto etmek için Beşiktaş Meydanı'nda toplanan gruplar polisle çatışmıştı. Saatlerce süren olaylar sonrası 02.00 sıralarında Beşiktaş Meydanı'ndaki olaylar sona erdi. Bir grup polisin bekleyişi ise sürüyor.

Radikal, Haber: İhsan Yalçın-Erhan Tekten/DHA, 03.06.2013

 

******


BEZM-İ ALEM CAMİİ'NİN İMAMI KONUŞTU: GÖSTERİCİLERLE POLİSE ARACILIK ETTİM

 

Göstericilerin iki gün boyunca yaralıları tedavi etmek için ilk yardım merkezi olarak kullandıkları ve gazdan kaçıp sığındıkları caminin imamı Radikal'e konuştu.

 

 

Taksim’de başlayan Gezi Parkı protestolarının en çok etkilediği yerlerden biri Beşiktaş oldu. Beşiktaş’tan Taksim’e yürümek isteyen gruplar burada 3 gündür polis tarafında engelleniyor ve Dolmabahçe’den Yıldız’a kadar olan bir hatta çatışmalar yaşanıyor. Çok sayıda göstericinin yaralandığı bu çatışmalarda Dolmabahçe’deki Bezm-i Alem Valide Sultan Camii de protestocular tarafından bir ilkyardım merkezine dönüştürüldü. İki gün boyunca camiyi revir olarak kullanan göstericiler, cami imamının yürüttüğü müzakereler sonucu polisin bölgeden uzaklaşmasıyla, bu sabah 03.30’da camiden ayrıldı.

Göstericilerin camiden ayrılmasından kısa bir süre sonra sosyal medya üzerinden yayılan ve Dolmabahçe’deki Bezm-i Alem Valide Sultan Camii'nde çekildiği öne sürülen bir fotoğraf tartışma yarattı. İddiaya göre, yaralılar için revire dönüştürülen, Dolmabahçe’deki Bezm-i Alem Valide Sultan Cami'ne göstericiler ayakkabılarıyla girmiş, içeride bira içmişlerdi. Ancak camide bulunan göstericiler, yaralıları taşımak dışında içeri gösterici zaten alınmadığını, camide sadece sağlık görevlilerinin ve doktorların bulunduğunu söylüyor. Olay yerinde Nazım Serhat Fırat tarafından çekilen fotoğraflarda da şuuru kapalı yaralılar dışında göstericilerin ayakkabılı olmadıkları görünüyor.

Biz de durumu, Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nin imamına sorduk. İsmini vermek istemeyen imam, polis ve göstericiler arasında müzakereci gibi çalışıp göstericilerin dün sabah 3.30’da camiden çıkmasını sağladığını aktardı. Göstericilerin, polisin attığı gazın etkisinden kurtulmak için camiye sığındıklarını ve camiye tıbbi malzeme stoku yaptığını, sağlık ekiplerinin yaralılara tıbbi müdahalede bulunduğunu söyleyen imam, eylemcilerin camiye cumartesi günü yatsı namazı sonrası geldiklerini belirterek şunları söyledi: “Polisin kovaladığı büyük bir grup kapıları zorlayarak içeri girdi. Engellemeye, kapıyı kapatmaya çalıştık ama başaramadık. Bu iki günlük süre içinde yaralılar tedavi edildi. Polis gazından kaçanlar camiye sığındı. Caminin içindeki kameralar kırıldı.”

‘ARACILIK YAPTIM’
Grubu cami dışına çıkarmak için polisle pazarlık yaptığını belirten imam, “Grupla polis arasında arabuluculuk yaptım. Polisin çekilmesini sağlayıp grubun dışarı çıkmasına yardımcı oldum. Lütfen bu olaylar bitsin. Sükunet gelsin” dedi.

Şu an caminin ibadete kapalı olduğunu belirten imam, “Camide polisin gelip tespit yapmasını bekliyorum. Polis tespiti yaptıktan sonra ibadete açmak için çalışacağız” diye konuştu. 

 



Radikal, Haber: Ercan Sarıkaya, 03.06.2013



******


CAMİ SIĞINAK, İMAM MÜZAKERECİ

 

 

Dolmabahçe ’de yaşanan olaylarda polislerden kaçan göstericiler Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’ne sığındı. İki gün boyunca cami revire dönerken sağlık ekipleri yaralılara tıbbi müdahalede bulundu. Müezzin de içerideki grup ile polis arasındaki pazarlıkta aracı oldu. Pazarlık sonunda polisin çekilmesiyle göstericiler önceki sabaha karşı camiden çıktı.

Caminin müezzini iki gün boyunca içeride yaşananları Radikal’e anlattı. İsmini vermeyen müezzin, eyleme katılanların camiye cumartesi günü yatsı namazı sonrası bir anda geldiklerini belirterek, “Polisten kaçan eylemciler caminin kapısına dayanmışlardı. Biz de kapıyı açarak onların daha fazla zarar görmesini engellemeye çalıştık. Neticede burası Allah’ın evi ve kapısı herkese açık” dedi.


Camide içki içildiği iddialarını da yalanlayan müezzin, “Kimsenin uygunsuz davranış yoktu. Alkol alındığını görmedik. Ama olaylar yatışınca bir adet boş bira kutusu bulduk. İçeri nasıl sokulduğunu bilmiyorum” diye konuştu.

Radikal, Haber: İdris Emen, 04.06.2013

EN YENİ KÜLTÜREL MİRASIMIZ 9 BİN YILLIK

 

 

Dünya Mirası listesi, UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür) tarafından belirlenen kriterlere uygun olarak seçilmiş kültürel ve doğal yerlerin listesinden oluşuyor. Belirlenen bu listeyle 'dünya miraslarının' gelecek nesillere aktarılması hedefleniyor.

 

Yaklaşık 1000 Dünya mirasının 500'e yakını 'Kuzey Amerika ve Avrupa' olarak belirlenen coğrafyada yer alıyor. Asya ile birlikte Arap dünyasında ise 300'e yakın dünya mirası yer alıyor. Türkiye'nin dünya mirası serüveni ise 1985 yılında 'İstanbul'un tarihi alanları', 'Kapadokya Göreme Milli Parkı' ve 'Divriği Ulu Cami ve Şİfahanesi'nin listeye girmesiyle başladı. Günümüzde Türkiye'den 11 Dünya mirası listede yerini almış durumda.

Zaman, Haber: Fatih Sınar, 03.06.2013

TOPÇU KIŞLASI'NIN MİMARI KONUŞTU: AVM YOK!

 

 

Türkiye'nin gündemi Taksim Gezi Parkı'na odaklanırken, parkta yeniden yapılması planlanan Topçu Kışlası'nın mimarı Halil Onur konuştu.

 

Gezi Parkı'nda eski Topçu Kışlası'nın inşa edilmesine yönelik protestolar devam ederken, mimar Halil Onur "İhale 'kültür, sosyal ve sanat yapısı' olarak yapıldı. Onun dışında bir fonksiyonu yok" diyerek projesini savundu.

Türkiye'nin gündemi Taksim Gezi Parkı'na odaklanırken, parkta yeniden yapılması planlanan Topçu Kışlası'nın mimarı Halil Onur, projede alış veriş merkezinin (AVM) yer almadığını söyledi.

Türkiye dışına da taşan protestoların nedeni olarak gösterilen projenin mimarı Halil Onur, Akşam Gazetesi'ne konuştu. Onur, projenin ihale şartnamesinde, "Kültür, sosyal ve sanat yapısı olarak" tarif edildiğini belirterek, "Bu konunun başlangıcı zaten bu ifadeyle başladı. İlk günden beri onun dışında başka bir fonksiyonu ifade etmedik. Kütüphane, sergi salonları, kafeteryalar, sanat galerileri olarak hazırlandı. AVM olarak hazırlanmadı" diye konuştu.

Mimar Onur, 6'ncı İdare Mahkemesi'nin proje için verdiği yürütmeyi durdurma kararını saygıyla karşıladığını, ancak hukuk çerçevesinde yürüyeceğine inandığını söyledi. Projesinin arkasında sonuna kadar durduğunu belirten Onur, "İlk gün hazırladığım proje, Anıtlar Yüksek Kurulu'na sunulan projedir. Bizimki lafta değil, belgeyle konuşuyoruz" şeklinde devam etti.

Onur, parktaki ağaçların akıbeti konusunda da şunları söyledi: "Avluda ne kadar ağaç varsa zaten duracak. O bölgede 563 ağaç var. Bu ağaçların 5'te 4'ü yani 450'si yerinde korunacak. Zaten proje yapılırsa, orman fakülteleri ve ilgili kurulların kararı ve izniyle ağaç çalışmaları olur."

PİŞMAN DEĞİLİM
Mimar Onur, yaşanan protesto gösterilerinin ardından projeden pişmanlık duyup duymadığı yönündeki soruya ise "Niye pişman olayım. Ben teknik bir çalışma yaptım. Her ortamda izahını yaptım" yanıtını verdi.

SÜLEYMANİYE'DE GÖREV YAPTI
Halil Onur lisans, yüksek lisans ve doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi'nde yaptı. Beykent ve Haliç Üniversiteleri'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1981'den itibaren Süleymaniye başta olmak üzere rölöve, restitüsyon ve restorasyon ağırlıklı çeşitli projelerde görev aldı. İstanbul SİT alanları alan yönetimi başkanı.

YARISI MÜZE ALANI
Kışla projenin toprak üstü toplam alanı 22 bin 300 metrekare. İç avlu alanı 16 bin 857 metrekare olarak belirlenirken, bu alanın genişliği 113 metre, uzunluğu ise 148 metre. Yapıda, müzeye 11 bin metrekare ayrılırken, sanat galerisi ve sergi salonu 4 bin metrekare, kitapçı ve kafeteryalar ise 7 bin 200 metrekarelik alanda yer alacak. Zemin altında otopark yapılması.

Sabah, 03.06.2013

KENTLİLERİ HİÇE SAYAN DAYATMADAN VAZGEÇİLMELİ

 

Türk Serbest Mimarlar Derneği (TSMD), Taksim Meydanı ve Gezi Parkı hakkında yaptığı duyuruda, 'kentlilik hakkı'nı ihlal eden karar mekanizmalarına sağduyu çağrısında bulunuldu.

 

 

3 Haziran 2013 tarihli duyuruda şu ifadelere yer veriliyor:
"Modern ve sürdürülebilir kent yönetiminin en önemli gereği, yöneticilerin Sivil Toplum Kuruluşları aracılığı ile kent insanını karar sürecine katmalarıdır. Yöneticiler ancak bu şekilde hem katılımcılık ilkesini uygulayabilir, hem de doğru kararlar alma şansına sahip olabilir. Kentliyi karar mekanizmalarının dışında tutmak, kentin sağlıksız ve yanlış kararlarla şekillenmesine yol açan, kentlilik haklarını (*) ihlal eden toplumsal bir suçdur. Antidemokratiktir. Sahiplenilemeyen kentler üretmektir.

Kent, binalar ve insanların bir arada öbekleştiği yerler değildir. Kentler, insanoğlunun yaşam mekanlarıdır. Hangi medeni ülkede kentin kalbindeki yeşil alanlar halkın görüşü alınmadan yok edilebilir ya da dönüştürülebilir? Hangi medeni ülkede yeşil alanlar ekonomiyi canlandırmanın bir aracı olarak kullanılabilir?

 

Önceki kullanıcılarından emanet aldığımız kentlerimizi şimdiki sakinleri olarak sonraki nesillere sadece bina yığını olarak bırakmak istemiyoruz. Yaşayan, sağlıklı, sürdürülebilir ve kentsel belleği zedelenmemiş kentler olarak bırakmak istiyoruz.

Bu çerçevede; Taksim Meydanı ve Gezi Parkı için alınan kararları ve sürdürülen çalışmaları, kenti kent yapan temel öğenin yani kentlilerin hiçe sayılması ile yapılan bir dayatma olarak gördüğümüzü ilan ediyor, yetkilileri halkı dinleyerek verilen tepkileri görmeye, alınan yanlış kararlardan sağduyulu olarak vazgeçmeye çağırıyoruz.

Türk Serbest Mimarlar Derneği"

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

(*) 1580 sayılı Belediye Kanunu 
HEMŞERİ HUKUKU

Madde 13 - Her Türk, nüfus kütüğüne yerli olarak yazıldığı beldenin hemşerisidir. Hemşerilerin belediye işlerinde reye, intihaba, belediye idaresine iştirake ve belde idaresinin devamlı yardımlarından istifadeye hakları vardır.

Yapı, 03.06.2013

TAKSİM'DE CAMİ YAPILACAK YER AÇIKLANDI

 

 

Gezi Parkı'yla ilgili olaylar sürerken açıklama yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Taksim'de Maksim'in arkasındaki üçgen alana cami yapılacağını söyledi.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Taksim’de Maksim’in arkasındaki üçgen alana cami yapılacağını belirterek, oradaki kilisenin de önündeki dükkanların kaldırılmasını gündeme getirdi. Kilisenin vakfıyla anlaşılması gerektiğini ifade eden Erdoğan, “Kamulaştırma bedelini ödeyerek kiliseyi meydana çıkaralım” dedi.

 

Erdoğan, Topçu Kışlası’nın da otel olabileceğini söyledi. HaberTürk TV’de Fatih Altaylı’nın sorularını yanıtlayan Başbakan Erdoğan, Taksim Gezi Parkı ile ilgili, Gezi Parkı’nı Türkiye’de bilmeyen çok sayıda insan bulunduğunu, ancak bu durumun kullanılarak bazı şehirlerde olaylar çıkarıldığını söyledi. Erdoğan, “Bunların hiçbirinin demokrasiyle filan alakası yok. Buradaki mesele, Taksim’de, aslında Gezi Parkı olayı, AVM olayı da değildir. Buraya AVM yapılabilir mi? Ben bunu alışveriş yeri diye söylerken, üstünde otel, rezidans gibi şeylerin olabileceğini söyledim” dedi.

 

İstanbul’un AVM’ye doyduğunu dile getiren Erdoğan, şu anda en büyük sıkıntının rezidans ve otel olduğunu vurguladı. Topçu Kışlası’nın büyük ihtimalle otel olacağını belirten Erdoğan, “Altı da şehir müzesi olur büyük olasılıkla. Buraya insanlar geleceği için alışveriş mağazaları da olmalı. Halı mağazası vs. Ama bunların modern olması lazım. Rastgele değil” dedi. Erdoğan, AKM’nin de yerine uluslararası bazda gösterilen olacağı bir yer yapılacağını bildirdi.

Yapı, 03.06.2013

FATİH'İN AHİDNAMESİ 550'İNCİ YILDA SERGİDE

 

Fatih Sultan Mehmet'in Bosna- Hersek'i fethi sonrasında Hıristiyan din adamlarına verdiği Ahidname, 550. senesinde sergiye açıldı. Fatih, 1463 'te Bosna- Hersek'i fethettikten sonra bir manastırın rahiplerine, özgürlük fermanı vermişti. Belgeyi inceleyen Ümraniye Belediye Başkanı Hasan Can, "Ahidname, ecdadımızın din ve vicdan hürriyeti konusunda ne kadar hassas olduklarının resmidir. 550 seneden beri korunuyor. Fatih, rahiplere 'Hiç kimse rahip ve rahibelerin dini yaşantılarına müdahale edemez' demiş" diye konuştu. Ahidname, ilk insan hakları belgesi olarak kabul edilen 4 Temmuz 1776 tarihli ABD Anayasası'ndan 324 sene evvel yazıldı.

Sabah, 02.06.2013

SURİYE'NİN TARİHİ YAZMA ESERLERİ TÜRKİYE'DE SATILIYOR

 

Suriye’deki çatışmalarda cami, müze ve kütüphane gibi birçok tarihi eser yıkıldı. Bunun sonucunda yağmacılar ülkenin kültürel eserlerini talan etti. Emeviye Camii’nde kaybolanlar arasında Hz. Peygamber’in mübarek dişi ve sakal-ı şerifi de var. Ülkeden çalınıp satılmak istenen elyazması eserler ise Türkiye’de ele geçirildi.

 

 

Suriye’de Beşşar Esed rejimi ile muhalifler arasında iki yılı aşkın süredir devam eden çatışmalar ülkeyi harabeye çevirdi. Yaşanan olayların ardından binlerce kişi hayatını kaybederken, yüz binlerce kişi de ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bunun yanı sıra ülkede bulunan birçok tarihi cami, müze ve kütüphane, çatışmalar sırasında bombalandı. Bu durumu fırsat bilenler de ülkenin kültürel mirasını yağmalamaya başladı. Güvenlik birimlerinin yaptığı incelemeye göre; Şam ve Halep’te birçok tarihi cami ve kütüphanedeki el yazması eserler, başka ülkelere kaçırılarak yüksek meblağlar karşılığında satılıyor. Halep’teki tarihi Emeviye Camii, saldırıların hedefi olan ve çatışma sonrasında harabeye dönen yapılardan biri. Hz. Zekeriya Peygamberin mübarek başının bulunduğu camideki çok sayıda el yazması Kuran-ı Kerim ve diğer eserler adeta talan edildi. Öte yandan cami içinde Hz. Muhammed’in (sas) mübarek dişi ve sakal-ı şerifi de kaybolan kutsal emanetler olarak kayıtlara geçti.

 

Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı ekipleri, kaçakçıların Suriye’deki tarihi el yazması ve nadir kitapları ele geçirip, sınırdan Türkiye’ye taşıdıklarını belirledi. Kaçakçıların eserleri Hatay, Kilis ve Şanlıurfa’dan Türkiye’ye getirdiği ve İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirlerde sattıkları tespit edildi. Suriye’den çıkarılan eserler arasında Muhyiddin İbn-i Arabi ve onun ekolünden tasavvuf erbabına ait yazma eserlerin yanı sıra fıkıh, tefsir gibi İslami ilimlerle ilgili eserler de var. Ayrıca Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait nadide eserlerin yer aldığı Şam Milli Müzesi’nin de yağmalanan yerler arasında bulunduğu ifade edildi. Çok sayıda tarihi kalıntı, fresk, ikon, renkli mozaikler ve Aramice el yazması eserlerin sergilendiği müzeden de onlarca eserin çalınarak yurtdışına kaçırıldığı belirtildi.

 

 

TARİHİ ESERİ SATIP SİLAH ALIYORLAR

Geçtiğimiz günlerde KOM Dairesi ekipleri, gelen bir ihbarın ardından kaçakçılık yaptığı belirlenen iki kişiyi tespit etti. Satış işleminin ardından iki kişiyi gözaltına aldı. Ele geçirilen tabloyu inceleyen birimler, tablonun sahte olduğunu ortaya çıkardı. Son dönemde özellikle Hatay, Kilis ve Urfa hattından Türkiye’ye çok sayıda tarihi eserin sokulduğunu belirten kaynaklar, tabloların ve tarihi eserlerin ekonomik değerinin çok yüksek olduğunun altını çiziyor. Suriye’deki bazı çevrelerin ülkedeki karışıklıkları fırsat bilip tarihi eserleri ucuz fiyatlara sattıklarını aktaran kaynaklar, elde edilen paralarla da silah alındığına dikkat çekiyor. Uzmanlara göre; 100 ile bin dolar arasında değişen fiyatlarla satılan tarihi eserler, Avrupa’da 50 ile 100 bin dolar arasında alıcı buluyor. Ayrıca tarihi eserler Türkiye ile Lübnan’da el değiştiriyor. Suriye’deki tarihi eserlerin satımı için en büyük karaborsa olarak da Ürdün’ün başkenti Amman gösteriliyor.

Zaman, Haber: Bayram Kaya - Ünal Lİvaneli, 02.06.2013

100 GÖRÜLMEMİŞ ESER

 

Ünlü İngiliz ressam LS Lowry'nin daha önce sergilenmemiş 100 yağlıboya ve kara kalem eseri görücüye çıkıyor.

 

'Unseen Lowry' (Görülmemiş Lowr) isimli sergi ünlü ressamın özgün stilini nasıl geliştirdiğini ve erotik figürlere bağlılığının boyutlarını gözler önüne seriyor.

 

Salford'da yer alan The Lowry galeride 22 Haziran'da açılacak sergi, Tate Modern'de yaklaşık 30 yıldır açılan en büyük Lowry sergisiyle aynı zamana rastlıyor. 

 

Lowry'nin 'Picadilly Circus' adlı tablosu 2011'de  Christie's Müzayede Evi'nde 8,8 milyon dolara alıcı bulmuştu. 

Akşam, 01.06.2013

AKM'DE STATİK TEHLİKE!

 

 

Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) yenileme projesi, yapılan ihaleyle Yeni Yapı ve Taca İnşaat firmalarına verildi. Yenile projesini yaklaşık 1 yıldır devam ediyordu. Bina içinde söküm işlemlerinin ardından güçlendirme çalışmaları sürerken Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan iki firmaya gönderilen yazıda AKM'deki restorasyon çalışmalarının ikinci bir emre kadar durdurulması istendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınan bilgiye göre, projeyi yürüten inşaat firmalarından Yeni Yapı, binadaki güçlendirme çalışmaları sırasında bazı ek statik sıkıntılar çıktığını tespit etti.

"Tehlikeli" olarak değerlendirdikleri bu durumu bakanlığa bildiren firma yetkilileri, ek ücret talep etti. Bakanlık da bunun üzerine bir heyet oluşturarak, konuyla ilgili inceleme başlatmaya karar verdi. Bakanlık,heyetin binadaki "tehlikeli" olarak ifade edilen durumu inceleyerek vereceği karara kadar tüm inşaat faaliyetlerinin durdurulmasını istediğini belirtti. İncelemelerin ardından verilecek karar doğrultusunda çalışmaların en kısa zamanda yeniden başlayacağı öğrenildi.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 01.06.2013

 

FOTOĞRAFLARLA AKM'NİN SON HALİ













Yapı, 03.06.2013

1500 YILLIK AYASOFYA GÖLGEDE KALDI!

 

 

Habertürk, Tarihi Yarımada’da Sultanahmet Camii ve Ayasofya Müzesi’nin fotoğraflarını çekti. Türkiye’nin, alanında uzman olan mimarları İstanbul’un bozulan siluetini mercek altına aldı.

Ünlü mimar Sinan Genim, nitelikli yapıların çevresinde İstanbul’un siluetinin kaybolduğunu söylerken, Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp, eserlere saygıda İngilizlerin gösterdiği hassasiyeti gösteremediğimizi ifade etti

Yüzyıllardır yapılaşmaya açık olan tarihi yarımadada Habertürk muhabirlerinin objektiflerine yansıyan görüntüler, tarihi kentin siluetinin hemen her yerden bozulduğunu gözler önüne serdi. Roma, Bizans ve Osmanlı’ya başkentlik yapan, tarihi MÖ 8000’e, 10 bin yıl öncesine uzanan İstanbul’un her yanına dikilen gökdelenler, kente adeta hançer gibi saplanmış durumda. Ayasofya Müzesi ile Sultanahmet Camii’nin, Cankurtaran sahilinden çekilen fotoğrafları, siluetin her açıdan bozulduğunu belgeliyor. İhtişamlı mimarisi ve 6 minaresiyle Türkiye’nin nadide camilerinden olan Sultanahmet Camii’nin siluetini bozan üç ayrı gökdelen art arda sıralanıyor. Caminin sağ tarafından Zeytinburnu’ndaki 16:9 gökdelenleri minarelerin arasına girerken, sağ taraftaysa Holiday Inn Oteli ile Mira Marina Otel’in binaları yükseliyor. Caminin ön tarafındaysa tarihi surlar, Topkapı Sarayı’nın bir bölümüyle Gülhane Hastaneleri’nin yanı sıra yeni yapılan binalar dikkat çekiyor.

 

 

Aynı manzara, Ayasofya Müzesi için de geçerli. Cankurtaran’dan çekilen karelerde Ayasofya’nın deniz tarafına bakan yönünde adeta gelişigüzel serpiştirilmiş onlarca yapı yer alıyor. Tarihi surların kalıntılarının yanı sıra, Ayasofya’nın hemen yakınında İshakpaşa Camii, Four Seasons Oteli, ön tarafta belediyenin çay bahçeleri ve tren istasyonu dikkat çekiyor. Ayasofya’nın hemen bitişiğinde demir çubukları gözüken yeni bir inşaat da göze çarpıyor. HABERTÜRK, İstanbul’un siluetini uzmanlara sordu...

MİMARLAR BU FOTOĞRAFLARA NE DEDİ?
Mimar Sinan GENİM: “Bu görüntüler yalnızca Ayasofya’nın değil, tüm anıtsal nitelikli yapılarımızın çevresinde yer alıyor. Sultanahmet Camii’nin Marmara görüntüsü utanç verici, her yıl biraz daha dejenere oluyor. Galata Köprüsü üzerinden bakıldığında Süleymaniye Camii’nin önü her tür yapıyla kaplanmış durumda. AKM gibi, Taksim Parkı gibi spekülatif konular üzerinde kıyamet koparan sözde entelektüellerimiz şehrin diğer taraflarında neler olup bitiyor habersiz. İstanbul gerçekten kaderine terk edilmiş durumda.”

İTÜ Mimarlık Bölümü Prof.Dr. Afife BATUR: “İstanbul’un silueti bozuk değildi, maalesef bozdular. İstanbul bütün dünyada coğrafi yapısı ve tarihiyle bütünleşmiş ender rastlanan kentlerden biriydi. Ancak bunun önemini ve bunun korunması gerektiğini bilemedik. İstanbul’da yıllardır süren yüksek yapı tutkusu var. Bu da İstanbul’un siluetini mahvetti. Bunlar Dubai gibi yeni yetme kentlerde, ülkelerde olabilir. Ancak bizim gibi tarihe sahip bir ülkede onlara özenmek çok büyük görgüsüzlük olur.”

Kent Bilimci Mimar Prof.Dr. Ahmet Vefik ALP: “Londra’da Thames üzerindeki ‘Millenium’ yaya köprüsünü görünce üzüldüm. İngilizler, Londra’nın siluetini süsleyen ‘Aziz Paul Katedrali’nin görüntüsünü incitmemek için bir mühendislik harikası yaratmışlar, yatay çelik gergi sistemiyle platform altındaki iki ayakla köprüyü yapmış ve herhangi bir yükseltiye izin vermemişler. Bizler İngilizler ile aynı hassasiyet ve yaratıcılığı Haliç Metro Köprüsü’nde gösteremedik. Süleymaniye’nin bağrına göz göre göre iki kazık çakılmasını ne kimse ne de tarih affeder. Gidin Şişhane’den, Unkapanı Köprüsü’nden bakın... Minareleri arasına binalar giren Sultanahmet Camii’ne mi yanarsın, metal kuleler ve kablolarla perdelenen Süleymaniye Camii’ne mi yanarsın?”





Mimarlar Odası Başkanı Eyüp MUHÇU: “İstanbul dünyanın en özgün siluetine sahip kentlerinden bir tanesi. Süreç içerisinde silueti bozan uygulamalar giderek artış gösteriyor. Özellikle İstanbul’a gökdelenlerin yapılmasıyla başlayan süreçle siluet sorunları ve tartışmaları da beraberinde geliyor. Son yıllarda gökdelenlerin yaygın bir inşaat sistemi olarak benimsenmesi ve sonrasında 200’e yakın gelişigüzel gökdelen yapılmasıyla birlikte siluet bundan olumsuz etkilenmiştir. Bu konu tartışılırken özellikle tarihi yarımada olarak anlaşılır ancak İstanbul’un silueti dendiğinde tarihi yarımadayı da içine alan Boğaziçi, Çamlıca sırtlarına kadar doğa peyzaj topografyası değerlendirilmelidir.”

 

Habertürk, Haber: Zeynep Yıldırım, Fotoğraflar: Sinan Bilenoğlu - Ayhan Yıldız, 01.06.2013

ERDOĞAN: AKM'Yİ DE YIKMALIYIZ

 

Başbakan Erdoğan, Türkiye İhracatçılar Meclisi Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada ilk kez Gezi Parkı'nda yaşananlara ve AKM ile ilgili gündeme değinerek açıklamalarda bulundu.

 

Başbakan Erdoğan, Türkiye İhracatçılar Meclisi Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada Gezi Parkı'nda yaşananlara ve AKM ile ilgili gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Hürriyet.com.tr'nin haberine göre Başbakan ''Topçu Kışlası'nı yapacağız. Polis orada dün de vardı, bugün de var, yarın da olacak" dedi.

 

AKM'yi yıkmalıyız

"AKM’yi dahi biz yıkmalıyız. Yıkıp gururlanabileceğimiz bir proje yapmalıyız, bir opera binası yapmalaıyız Burası önemli bir merkez olmalı Gelen turistler gururla görmeli Topçu Kışlası yerinde yapılmalı, mevcut yeşil azami şekilde korunarak, yayalaştırmayı bitirelim herkes rahatça gezsin Burada böyle bir amaç var Ama olay başka yerlere çekildi Birilerine rant sağlanacak deniliyor Biz sadece bu millete rant sağlamının gayreti içerisindeyiz Bunların zihniyetine bakarsanız onlar gecekonduda yaşasın Biz kentsel dönüşüm diyoruz Düşüncesini, iradesini serdirebileceği bir adım atsın Benim belediye başkanlığı döneminde İstanbul’da dikilen 10 yaş üstü ağaçlandırma kadar hangi dönemde yapıldı 750 milyona yakın fidan diktik, dikiyoruz Yeşiller noktasında güçlendirelim diyoruz".

 

Topçu Kışlası'nı Yapacağız

"Topçu Kışlası ise kusura bakmasın Onu yapacağız Yeşilin daniskasını da yayalaştırma çalıştırmalarında yapacağız. 94 öncesi dönemde hava kirliliği yüzünden dolaşılamıyordu İçme suyu bulunmuyordu Ormanın yok ki suyun olsun Çöp dağlarından geçilmiyordu 368 bin ağaç kesilecekmiş Nasıl da biliyor Nerden biliyorsun, kim verdi sana bu bilgiyi Nereden yaptınız bu hesabı? Bunlar hesap kitap işi Sen gazetede köşe yazıyorsun diye her şeyi biliyorsun anlamına gelmez Biz bu işi bilenlerle yapıyoruz Hedef nedir? Hedef insandır 3-5 ağacı sökersin, yerine 50 ağaç dikersin..."

 

"Gezi projesinde kısa bir teknik bir bilgi vermek istiyorum; Cumhuriyet Caddesi’nde araçlar yer altına alınarak geçiş sağlanacak Taksim Meydanı’nda araç görmeyeceğiz, halkımız dolaşacak Toplu Kışlası yapıldığı zaman giriş katı ister AVM yapılabilir, şehir müzesi yapılabilir Atılmış bir adım kesin olarak yok, bir imza yok Cumhuriyet Caddesi’nde mağazalar yok mu, büfeler yok mu Neden bunlara isyan edilmiyor Bu olmazsa olmaz değil. Şehir müzesi de yapabiliriz Bunlar nihai kararlar değil Binanın tamamı AVM olacakmış falan bunlar gerçek değil Bizim orada bir otele de ihtiyacımız var"

Yapı, 01.06.2013

İSTANBULSMD SORDU: BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI NEREDE?

 

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Başkanı Ersen Gürsel, yaptığı basın açıklamasında, Taksim Gezi Parkı’nda İstanbullularla güvenlik güçlerinin karşı karşıya gelmesinin, belediyecilik ve kent plancılığı, kent yönetimi açısından çok vahim olduğunu söyledi ve sordu, "Büyükşehir Belediye Başkanı nerede?"

 

 

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İstanbulSMD) Başkanı Ersen Gürsel Taksim Gezi Parkı’ndaki düzenlemelerle ilgili olarak ağaçların sökülmesiyle başlayan direniş ve parkta yapılması planlananlarla ilgili olarak görüşlerini açıkladı. ”Taksim Gezi’den sökülen her ağaç İstanbullu’ya ihanettir” başlığıyla servis edilen bültende Ersen Gürsel şunları söyledi:

 

İstanbul’un elde kalan ender yeşil alanlarından İstanbul Gezi Parkı’nın rant yapılanmasına teslim edilmesi çok temel bir yanlıştır. İstanbullu’nun nefes alma alanlarından birini küçültmekle kalmıyor, aynı zamanda AVM olarak yapılanmaya açarak merkez trafiğini de artırıyorsunuz. Zaten çok sıkışmış durumda olan kentlerimizde boş olan her santimi tasarlayarak yeşillendirecek yerde mevcut yeşilleri sökme kararını insan aklı almıyor. Sökülen her ağaç Istanbullulara ihanettir."

 

Ersen Gürsel, Taksim Gezi Parkı’nın Cumhuriyet döneminde yapılmış ve kent kimliğini simgeleyen çok önemli bir kentsel mekan olduğunu ancak, İstanbul’a yönelik son uygulamaların kent tarihini ve kimliğini hiçe saydığını söyledi. Gürsel sözlerini söyle sürdürdü.

 

Yapıldığı dönemde çağdaş bir düşünceyle kamu yararına oluşturulan bu parklar, şimdi yıkılarak yeniden, ticari amaçla değerlendirilmesi ve sözde eski bir yapıyı koruma amacıyla, aslında bir AVM oluşturulmasının çevrecilikle hiçbir ilgisi olamaz.”

 

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Başkanı Gürsel açıklamasına şöyle devam etti:

"Her şey bir yana, karar alma sürecinde çarpıklıklar var. Bu kararlar alınırken Büyükşehir Belediye Başkanı nerde? Niye biz kente yönelik kararları Basbakan’dan duyuyoruz? Istanbullular bu sürecin neresinde? Şu anda Taksim Gezi’de nöbet tutanlara protestocu diyemeyiz. Onlar kentlerine ve dolayısıyla yaşamlarına sahip çıkıyorlar.  Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde parkını savunanların gazlandığını görmek mümkün değildir. İstanbul halkının yeşil alanını korumak amacıyla gerçekleştirdiği direniş sadece ve sadece saygı ile karşılanmalı. Bu davranış demokratik ülkelerde politikacıların saygıyla karşıladıkları bir davranıştır.”

 

İstanbulSMD Başkanı Ersen Gürsel, Taksim Gezi Parkı uygulamalarının, İstanbul’a yönelik diğer tepeden inme plan kararlarından farklı olmadığını, İstanbul’un akciğeri olan yeşil alanlarını rant uğruna yapılaşmaya feda ettiğini söyledi.

Yapı, 01.06.2013



******


EUROPA NOSTRA TÜRKİYE'DEN GEZİ AÇIKLAMASI

 

Gezi Parkı yıkımına bir tepki de Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu 'Europa Nostra'ya paralel olarak Türkiye'de faaliyet gösteren Bizim Avrupa Derneği'nden geldi.

 

 

Taksim Gezi Parkı'nın kamusal açık alan niteliğini yitirmesine neden olacak müdahalelere ilişkin endişesini daha önce de farklı tarihlerde yayınladığı duyurular aracılığıyla ilgili makamlara sunan ve kamuoyu ile paylaşan Bizim Avrupa - Europa Nostra Türkiye Derneği'nin, 31 Mayıs 2013 tarihli açıklamasında şu ifadeler yer alıyor:

 

"Kamusal bir açık alan olan Taksim Gezi Parkı'nda, 1940 yılında yıkılmış olan Topçu Kışlası görünümünde bir alışveriş merkezi ve residans işlevli bir yeni yapı yapılacağının duyurulması toplumun çeşitli kesimlerinde ve konu ile ilgili uzmanlar arasında endişe yaratmıştır. Son günlerde Gezi Parkı ve çevresinde yaşanan olaylar bu toplumsal endişenin yoğunluğunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Yol açma çalışmaları nedeniyle parkın kuzey kısmında yapılan plansız yıkımlar toplumu derinden sarsmış, pek çok kurum ve duyarlı bireyi bir araya getirmiştir.

Bizim Avrupa - Europa Nostra Türkiye Derneği, ICOMOS Türkiye ile birlikte 03 Şubat 2012 tarihinde bir basın bildirisi yayınlayarak Taksim ve çevresinde yürütülmekte olan yapılaşma çalışmaları konusunda endişelerini dile getirmiştir. Ayrıca 08 Şubat 2012 tarihinde İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanlığı'na verdiği dilekçe ile Gezi Parkı ve Taksim Meydanı'nın Cumhuriyet tarihimiz ve toplumsal belleğimizdeki önemi dikkate alınarak tescillenmesi talebinde bulunmuş, ancak olumlu bir yanıt alamamıştır.

Derneğimiz, Taksim Gezi Parkı'nın kamusal açık alan niteliğini yitirmesine neden olacak ve ilgili uzmanlarca yapımında tarihsel bir gereklilik olmadığı defalarca açıklanan taklit bir Taksim Kışlası projesi ve yeni yapı uygulamasının iptal edilmesi gerektiği görüşünde olduğunu kamu oyuna bir kez daha duyurmakta, parkın yeniden düzenlenmesi gerekiyor ise bu sürecin ilgili uzmanların yönetiminde tüm dünyada kabul edilen bilimsel, şeffaf ve katılımcı bir planlama ve tasarım anlayışı ile yürütülmesi gerekliliğini ve zorunluluğunu savunmakta ve bu hususların yerine getirilmesi için ilgili kişi ve kurumları göreve davet etmektedir.

Basın ve kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Bizim Avrupa - Europa Nostra Türkiye Derneği
Yönetim Kurulu"

Yapı, 01.06.2013

DÜNYANIN EN ESKİ ÇOCUK İSTİSMARI

 

 

Dünyanın en eski çocuk istismarı delili Mısır'da ortaya çıkarıldı. 2 bin yıl önce yaşamış olduğu tahmin edilen çocuk, çocuk istismarının arkeologlar tarafından kaydedilmiş ilk kanıtı olmakla beraber, Mısır’da bulunan da ilk örneği temsil ediyor.


LiveScience'a konuşan ABD’nin Central Florida Üniversitesi biyo-arkeoloğu ve araştırma ekibinin başı Sandra Wheeler “Antik Mısırlılar, alışık olduğumuzun aksine, çocuklarını aynı yere gömüyormuş” dedi. İskeletlerde radyoaktif karbon methodu, mezarlığın MS 50 ve MS 450 yılları arasında kullanıldığına işaret etti.

İSTİSMARIN İZLERİ

Araştırmacılar ilk bakışta istismara uğrayan çocuğun yattığı ‘Defin 519’ olarak adlandırdıkları mezarda bir farklılık görmedi. Ancak Wheeler’ın ekibinde yer alan Tosha Duprasbegan, iskeleti üzerindeki topraktan arındırdığı zaman kollarındaki belirgin kırıkları farketti.  Duprasbegan hemen ardından köprücük kemiğindeki kırığı fark etti.

Araştırmacılar, geçmişte iskelet travması yaşanıldığına dair kanıtlara ulaşmış olmasına rağmen,  ‘Defin 519’da yatan çocuktaki durumun farklı olduğuna karar verdi.

Defin 519’a röntgenle çeşitli test ve analizler yapıldı. Analizler, vücuttaki metabolik değişimleri göstererek vücudun kendi kendini onarmak için çaba sarfettiğini gösterdi. Aynı zamanda çocuğun kol kemiği, kaburga, leğen kemiği ve sırtında da kırıklara rastlandı. Yaraların farklı iyileşme dönemlerinde olması, tekrarlanmış kasti travmanın olduğuna ortaya koydu.

 

En ilginç kırıklardan bir tanesi çocuğun simetrik olarak her iki üst kolunda da tespit edilirken, kemiklerin tamamen kırıldığı fark edildi.

Arkeoglar, çocuğun ölüm nedenini tam olarak bilmese de, Wheeler, “Köprücük kemiği kırığı ölüme neden olmuş olabilir” dedi.

Habertürk, 31.05.2013

GEZİ PARKI'NIN YAĞMA TARİHİ: DÜN ERMENİ MEZARLARI, BUGÜN AĞAÇLAR!

 

Taksim'deki Gezi Parkı'nın yağmalanmasına karşı İstanbullular kararlı bir direniş eylemi örgütlediler. Gezi Parkı'nın da içinde bulunduğu arazinin çok ilginç bir tarihi var. İşte geçmişte Ermeni mezarlığı olan arazinin devlet tarafından işgal ve yağmalanma tarihi!

 

 

Tamar Nalcı ve Emre Can Dağlıoğlu, Kanuni Sultan Süleyman'ın, kendisini ölümden kurtaran Ermeni aşçı Manuk Karaseferyan'a lütuf olarak Ermenilere tahsis ettiği mezarlığa Cumhuriyet döneminde nasıl el konduğunu, yıllar süren davaları ve bu süreçte aktif rol oynayan bürokrat ve akademisyenleri Agos için mercek altına aldı.

 

Toprak diyerek geçme tanı

Bir ulus-devlet için yeni bir başlangıç yapmanın tarihte en sık rastlanan şekli, resmi tarihini ortaya koyma ve eskiyi kolektif hafızadan silme girişimleridir. Yeni sınırlar çizmeye ve eskiyi kovmaya dönük bu girişimlerde kullanılan araçlardan biri, kentler ve kent mimarisidir. Tarihin süreklilik duygusunun yeniden üretildiği yerler olan 'anısal' mekanlar, toplumun geçmişle bağ kurmasını sağlar. 'Eski' olana ait mimari dokunun kent yüzeyinden silinmesi, toplumsal hafızadan da silinmesine yol açar; geçmişle toplum arasındaki sürekliliği sekteye uğratarak, toplumun 'derine inememesine', hatırlayamamasına ve dolayısıyla, geçmişiyle yüzleşememesine neden olur.
Türkiye'nin ulus-devletleşme deneyiminde toplumun geçmişle bağını koparma şiarının önemli rol oynadığını göz önünde bulundurursak, tarihi yeniden gözden geçirerek alternatif hafıza alanları oluşturabiliriz. Bu yazı da, unutulanı "geri çağırarak" alternatif bir hafıza alanı yaratılmasına katkı sunmak için kaleme alındı.

 

Divan Oteli, toplumun geçmişle olan bağını koparma işlevi gören yapılardan biri. Birkaç yıl öncesine kadar Taksim Gezi Parkı'nda karşımıza mezartaşları çıkıyordu. Bugün Gezi Parkı'nın Askeri Müze'nin, TRT İstanbul Radyosu binasının, Hilton ve Divan otellerinin olduğu bu alan eskiden bir Ermeni mezarlığıydı. Surp Agop Mezarlığı'nın tarihçesine ve bugün yeniden açılan Divan Oteli'ne bakıp, köklü bir geçmişin nasıl bir adaletsizliğe kurban gittiğini hatırlamak gerekiyor. Çünkü, Mithat Sancar'ın dediği gibi, "Unuttuğumuz pek çok şey ebedi olarak yitip gitmez; geçici olarak ona erişemeyeceğimiz bir yerde bizi bekler."

 

Edebiyatın tanıklığı

Bu yitip gitmeyi engellemek için tutunulabilecek en sağlam dallardan biri, edebiyatın tanıklığıdır. Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları'ndaki tanıklığıyla, kentin yüzeyinden silinmiş olsa da yitip gitmeyen bir olayı, Surp Agop Mezarlığı'nı hatırlatmaya çalışır bize:
"(...)Yeni vali kulüp binasını yıktırmak istiyor, onlara karşıdaki Surp Agop mezarlığında küçük bir arsa vereceğini söylüyordu. Bunu vereceği de galiba şüpheliydi. (...) Hanımlardan biri eski mezarlığın toprağında tenis oynamanın uygunsuz olacağını söyleyince de hava yumuşadı ve birdenbire sessizlik oldu. (...) Eski mezarlığın üstünde tenis oynanmayacağını söyleyen hanım o köşedeki arsanın mezarlarla değil eski bir kilisenin yıkıntısıyla kaplı olduğu söylenerek yatıştırıldı."

 

Aynı çaba, Ahmet Aziz'in Aşkale Yolcusu Kalmasın romanında da görülür: "Servetlerinin göz doldurur hale gelmesi ise, Varlık Vergisi yılına tekabül ediyor. Ortalıkta bir insanlık dramı yaşanırken, onlar o yıl şaha kalktılar. (...) Geçen yıl istimlak edilen, Surp Agop Mezarlığını ve Surp Krikor Lusavoriç Kilisesini münasebetsiz bir fiyata satın almak için araya öyle hatırlı adamlar koyuyorlar ki şaşırıp kalırsın. Fısıldanan isimleri duydukça hayretler içinde kalıyorum. Mezarlığın ve kilisenin çok ucuza düşürüleceğini düşünüyorum."


Hafızanın tutunacağı diğer bir dal da dönemin basın organlarıdır. Fakat bu çalışma için taradığımız kaynaklarda gördük ki, Türkiye'deki ve Türkiye dışındaki Ermenice basın konuya geniş yer verirken, Türkçe basın sessiz kalmış. Dava sürecini bütünlüklü olarak takip eden tek kaynağın, Armaveni Miroğlu'nun, Ermenice basını tarayarak kaleme aldığı ve bu yazıyı oluştururken sıkça başvurduğumuz "Pangaltı Ermeni Mezarlığı (Surp Hagop Mezarlığı)" başlıklı makale (Toplumsal Tarih, no 187) olduğunu da belirtmeliyiz.

 

Mezarlığın tarihçesi

Surp Agop Mezarlığı'nın tarihi, 1560'ta İstanbul'da yaşanan büyük veba salgınıyla başlar. Ermeni cemaati, salgında ölenleri, o zamanlar şehir dışı sayılan Elmadağ'da, bugün Surp Agop Hastanesi'nin bulunduğu alanın karşısındaki Surp Agop Mezarlığı'na gömmeye başlar.


Vanlı Margos Natanyan'ın 1929'da kaleme aldığı mektuba göre, mezarlığın üzerinde bulunduğu topraklar, Kanuni Sultan Süleyman'ın aşçısı Manuk Karaseferyan sayesinde Ermenilere geçmiştir. Sultan'ın Buda'yı zaptetmesinin ardından, onu zehirlemek için bir komplo kuran Almanlar, Manuk'tan bu komploya dahil olmasını isterler, çünkü Sultan, onun bilgisi haricinde hiçbir şey yememektedir. Manuk bu isteği reddeder ve komployu meydana çıkarır. Sultan, Manuk'u mükafatlandırmak ister. Manuk, ondan, İstanbul Ermenileri için bir mezarlık talep eder.

Sultan da, Pangaltı'ndaki geniş araziyi Ermenilere verir. Natanyan'a göre, bu arazi Taksim'den Harbiye'ye kadar uzanır. Vanlı Karaseferyan ailesinden, 1808 yılında ölen Harutyun Karaseferyan da, Manuk Efendi gibi, Pangaltı Ermeni Mezarlığı'na gömülür; mezartaşına, o mezarlığın padişah fermanıyla kendi atasına verildiği yazılmıştır.

 

1865'teki kolera salgınından sonra, artık şehrin önemli merkezi olan Pera'ya çok yakın olan Surp Agop Mezarlığı'na ölü defnedilmesi yasaklanır. Buna karşılık, fiişli Ermeni Mezarlığı cemaate tahsis edilir. Surp Agop Mezarlığı'na ölü defnedilemediği için boş kalan araziye, Istepan Paşa Aslanyan'ın çabalarıyla, Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi inşa edilir.


Sultan Abdülaziz korudu

1872'de, fiehremaneti (Belediye), Surp Agop Ermeni Mezarlığı'na el koyup arazisini Harbiye arazisine katmak ister, ancak Sultan Abdülaziz, mezarlık topraklarının padişah fermanıyla Ermeni cemaatine verildiğini ve Ermenilere ait olduğunu onaylar. 1912'de, Belediye, caddeyi genişletmek için, mezarlığın bir kısmını almak ister. Cemaate, toprağın bedeli olarak değil, sadece, duvarın yapımı, kemikler ve mezartaşlarının taşınması gibi masrafların karşılığı olarak 15 bin altın ödenir.

 

Mezarlık'taki "anıtlar"

31 Mart Olayı sonrası mezarlığa gömülenler, ayrı bir bilgi karmaşasına sebep olur. 1909'da, Hareket Ordusu İstanbul'a yaklaşırken, Taşkışla ve Selimiye kışlalarında barikat kuran Avcı Taburları'ndaki askerler şiddetle karşı koyar ve öldürülürler. Cesetler Surp Agop Ermeni Mezarlığı'na gömülür. Bir Generalin 31 Mart Anıları adlı kitabın yazarı Mustafa Turan, bu durumu, "31 Mart olaylarının bu zavallı kurbanları bir Müslüman mezarlığına bile layık görülmemişler, Ermeni Mezarlığı Surp Agop'a gömülmüşlerdir" diye anlatır. Öte yandan, bu olayda ölen Hareket Ordusu askerleri ve Hıristiyan gönüllüler, görkemli bir törenle, birlikte gömülürler. Enver Paşa, mezar başında yaptığı konuşmada "Müslümanların ve Hıristiyanların yaşarken ve ölürken, bundan böyle hiçbir ırk ve inanç ayrımı tanımaksızın yurtsever arkadaşlar olduklarının nişanesi olarak yan yana yattıkları"nı söyler. Arsen Avagyan, Ermeniler ve İttihat ve Terakki adlı kitapta, Hareket Ordusu'nda savaşırken ölenlerin de Surp Agop Mezarlığı'na gömüldüğünü, hatta mezarlığa, kardeşliği ve Müslüman-Hıristiyan birliğini temsil eden bir anıt dikildiğini belirtir. Oysa bu iddiaya kaynak olarak gösterilen, Edwin Pears'in Forty Years in Constantinople adlı kitabında, bu anıtın, aslında Hürriyet Tepesi'nde bulunan Abide-i Hürriyet olduğu, Hareket Ordusu'nda hayatını kaybedenlerin de İngiliz Kız Lisesi'ne ait arazinin bitişiğine gömüldüğü yazılıdır. Enver Paşa da bu konuşmayı o anıtın önünde yapmıştır.


Bir başka iddia ise, Surp Agop Mezarlığı'na 1919'da bir soykırım anıtı dikildiği yönündedir. O yıl İstanbul'da bu amaçla bir komite kurulduğu ve bir dizi anma projesi olduğu doğrudur. Ünlü Ermeni entelektüel Teotig de bu komitededir; 1915'te götürülen ve öldürülen Ermenilerin biyografilerini toplamaya ve yazmaya bu sebeple başlar. Teotig'in '11 Nisan Anıtı' adlı kitabının kapağında yer alan fotoğraftaki anıtın Surp Agop Mezarlığı'ndaki anıt olup olmadığı, maalesef bilinmiyor. Rita S. Kuyumjian'ın, Teotig ve kurulan komiteyi konu alan kitabında bu anıttan hiç bahsetmemesi, ve bugün elimizde, bu anıtın açılışı veya orada yapılan töreni gösteren hiçbir fotoğraf bulunmaması nedeniyle, bu bilgi şimdilik sadece bir iddia niteliği taşıyor.

 

Dava başlıyor

Beyoğlu İlçesinin en işlek ve geniş caddesi üzerinde bulunan Surp Agop Mezarlığı, geniş ve oldukça değerli bir araziye sahiptir. Bu yüzden, 19. yüzyılın sonunda başlayan, arsayı elde etme çabaları, eskiyle bağını koparmış yeni bir İstanbul kurmayı hedefleyen Cumhuriyet döneminde de sürer.

 

Bu hedef doğrultusunda, 1931'de, İstanbul Belediyesi, arsanın Sultan Beyazit Veli adlı bir vakfa ait olduğunu iddia ederek, diğer metruk mezarlıklar gibi Belediye'ye devredilmesi talebiyle Tapu İdaresi'ne başvurur ve dava açarak hukuki süreci başlatır.


Armaveni Miroğlu'nun makalesinde aktardığına göre, bunun karşılığında, Cemaat Cismani Meclisi tarafından gerekli belgeler hazırlanarak Ankara'daki Tapu Genel Merkezi'ne müracaat etmek üzere iki temsilci gönderilir. Temsilciler, Pangaltı Ermeni Mezarlığı'nın metruk olmadığını, sadece zamanında, sağlık nedenlerinden dolayı oraya ölülerin gömülmesinin yasaklandığını açıklarlar. O tarihten sonra birçok kez, arsanın Ermeni cemaatinin mülkü olduğunun tescillendiğini ve bu yüzden, el konamayacağını belirtseler de, Tapu Merkezi, İstanbul Tapu İdaresi'ne, arsanın Belediye üzerine kaydedilmesini emreder.


Dönemin patriği Mesrop Naroyan, Ermeni cemaatinin temsilcisi olarak dava sürecini takip eder ve müdahil olur. Belediye, Surp Agop Mezarlığı'na el koymanın yanı sıra, mezarlığa ait gayrimenkullerin gelirine de haciz koyunca, Patrik Naroyan ve vekil Kevork Torkomyan, mezarlığın metruk olmadığı gerekçesiyle Patrikhane adına Belediye'ye dava açar. Patrikhane'nin avukatı Maksut Narlıyan ve Necati Bey, mezarlığın, mahkeme son kararını verene kadar resmi olarak Belediye'ye geçmesine izin verilmemesini talep eder. Mahkeme, davanın sürmesi sebebiyle, Belediye'nin arsayı geç elde etmesinden meydana gelecek değer kaybını karşılamaları için 20 bin lira kefalet gösterilmesi şartıyla, talebi kabul eder.


Bu karar üzerine, Belediye'nin avukatları, Türkiye'de Ermeni cemaatinin ve bir Ermeni Patrikhanesi'nin var olmadığını, Bakanlar Kurulu'nun 19 Temmuz 1915 tarihli kararıyla Ermeni Patriği'nin Kudüs'e sürgün edildiğini ve Patrikhane'nin de oraya nakledildiğini iddia ederler. Amaçları, Patrik Naroyan'ın cemaat adına dava açma hakkı olmadığını kanıtlamaktır. Patrikhane avukatları, mezarlık davasını bir kenara bırakıp, mahkemeye, Ermeni cemaatinin varlığını kanıtlayan deliller sunmak zorunda kalırlar. Patrikliğin ve Patrikhane yönetmeliğinin yeniden onaylanışını gösteren 18 Ekim 1915 tarihli kararname, Belediye avukatlarının itirazlarını çürütür ve mahkeme, Belediye'nin taleplerini reddederek Patrikhane'nin dava açma hakkı olduğunu kabul eder. Böylece, Türkiye'de hukuksal şahsiyetlerin tüm haklarına sahip bir Ermeni cemaati olduğu ve dini kurumları adına hak sahibi önderinin Patrik Naroyan olduğu onanmış olur.

 

Ahmed Refik'in "mütaalası"

Mahkeme, Sultan Beyazit Veli Vakfı'nın sınırlarının belirlenmesini ister ve içlerinde tarihçi Ahmed Refik Altınay ve İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Müdürü Aziz Ogan'ın da bulunduğu dört kişilik bir bilirkişi heyeti atar. Mezarlığın Ermenilere ait olduğunu gösteren belgelerin sahte olduğunu iddia eden Altınay, arazinin Sultan Beyazit Veli Vakfı'nın mülkü olduğunu 'bilimsel' yollarla ortaya koyar.


Bu süreçte, Türkiye basınının Surp Agop Mezarlığı davasına ilgisi artar. Yayımlanan haberlerde, genellikle, tarihçi olarak davaya müdahil olan Altınay'dan övgüyle bahsedilir. Altınay, Akşam gazetesine Surp Agop Mezarlığı davası hakkında bir röportaj verir. Dava için hazırladığı raporun tarihsel arkaplanını anlattığı röportajda, Patrikhane avukatı Necati Bey'in davada bahsi geçen hisar konusunda bilgi eksiği olduğunu, "Türk her şeyi yıkar ama kendi yaptığı hisarı asla" diyerek belirtir.

 

"Malum" sonuç

Bilirkişi heyeti, yaptığı araştırmalar sonucunda hazırladığı raporda, mezarlık arsasının Sultan Beyazit Veli Vakfı'na ait olduğunu belirtir. Vakıflar Müdürlüğü'nde yapılan toplantıda, Ahmed Refik Bey, Sultan Beyazit Veli Vakfı'na ait olduğunu ileri sürdüğü belgelerden örnekler sunar ve vakfın sınırlarıyla ilgili bilgi verir.


1933'te, İstanbul Hukuk Mahkemesi, bu rapora dayanarak, Surp Agop Ermeni Mezarlığı'nı, Mezarlıklar Kanunu'na göre metruk mezarlık olarak kabul eder ve arazinin Belediye'ye geçmesine karar verir. Ahmed Refik Altınay'a, Belediye'ye yaptığı "milyarlar değerindeki katkılar"dan dolayı bir ev tahsis edilir.


Bu arada, davayla ilgili tüm belgelerin bulunduğu, Sultanahmet'teki Adliye Binası 3 Aralık 1933'te çıkan yangında yok olur. Bu yüzden, Surp Agop Ermeni Mezarlığı davası, mahkemelerin yeniden faaliyete geçmesine kadar ertelenir. Halbuki, Miroğlu'na göre, belgelerin hepsinin birer kopyası Tapu Dairesi'nde ve Belediye'de mevcuttur.


1 Mart 1931'de başlayan Surp Agop Mezarlığı davası 26 Kasım 1934'te bitmiştir. Mahkeme, diğer kararlara ek olarak, Patrikhane'nin, mahkeme masraflarını ve Belediye Vekili'nin 150 lira avukatlık masrafını ödemesine karar verir.

 

İkinci bir dava

Bir süre sonra, Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Hovsep Celal, yapılan haksızlığın giderilmesi amacıyla yeni bir dava açıp 'tedbir-i ihtiyat' talep eder. Mahkeme, bu talebi, mezarlık arazisinin, üzerinde bina olan kısımları için ve 10 bin lira kefalet gösterilmesi şartıyla kabul eder ve bu kısımların dava bitene kadar cemaatte kalmasına karar verir. Fakat Belediye, davanın sonuçlanmasını beklemeden, tapularını çıkarttırıp haritalarını hazırlattığı bu arsaları satmayı planlar. Bu arada, arazinin değer tespiti için müracaat edilen mahkeme, arazinin 3 yıl öncesiyle güncel değeri arasındaki farkın tespiti için bir komisyon kurar. Arazinin değer kaybına uğradığına karar verilince, Belediye, tazminat, ve 3 yıllık toplam kirayı talep eder.


Bunun üzerine Tapu Merkez Kurulu, arazinin tapusunu Belediye'ye vermeyi kararlaştırır.

Mahkemenin tespit komisyonunun yazdığı raporda, arazinin 3 yıl içindeki değer kaybının 124 bin lira olduğu belirtilir. Belediye, bu bedele satışın gecikmesinden doğan zararı da katıp, Patrikhane ve vekillerinin aleyhine 180 bin liralık tazminat davası açar. Gazeteci Asım Us'un iddiasına göre, Patrikhane bu bedeli ödememek için araya Sabur Sami Bey'i sokar. Belediye'yi davadan vazgeçiren Sabur Sami Bey, bunun karşılığında, mezarlık arazisinin Patrikhane'nin elinde kalacak olan yaklaşık 6 bin m2'lik kısmını alır. Kızının üzerine yaptırdığı bu araziyi, Milli Reasürans İdaresi adına satışa çıkarır ve 60 bin liraya satar. Bu arada, mezarlığın önündeki haç ve tabela çoktan kaldırılmıştır ve kitabesi bugün Şişli Ermeni Mezarlığı'ndadır.

 

Mezarlık yok oluyor

Vakıf daha sonra, arazinin kendisine ait olduğu iddiasıyla yeni bir dava açsa da sonuç alamaz. Böylece, Belediye ile Ermeni cemaati arasında uzun yıllar süren mesele, İçişleri Bakanlığı'nın emriyle, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ ve Beyoğlu Üç Horan Vakfı'nın Yönetim Kurulu'ndan Arşag (Adil) Surenyan arasında imzalanan anlaşma ile sona erdirilir (Atatürk'ün bir dönem diş doktorluğunu yapmış olan Arşag Surenyan, eski Galatasaray başkanı Faruk Süren'in dedesidir). 850 bin metrekarelik arazi Belediye'ye geçer; Patrikhane'ye ise 6 bin metrekarelik arazi ve 3 bin 200 liralık mahkeme masrafı bedeli kalır.

 

Yeni İstanbul'un temeli

Surp Agop Ermeni Mezarlığı, tüm bu uğraşlara ve haklı mücadeleye rağmen, 1939'da bütünüyle istimlak edilir. Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi yıkılır; mezar sahiplerine, mezarları taşımaları için süre tanınır. Ardından, mezarlığın üzerine büyük binalar dikilmeye, Elmadağ da bugünkü halini almaya başlar. Mezartaşlarının çoğu, şehir planlamacısı Henri Prost'un tasarladığı yeni Eminönü Meydanı'nın onarımında ve Gezi Parkı'nın merdivenlerinin yapımında kullanılır.


1939'da, Surp Agop Mezarlığı davası, bir iktidar hesaplaşmasının aracı olarak tekrar açılır. Bu süreçte, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün adeta görevden el çektirdiği Muhittin Üstündağ'ın 'görevi suistimal' davasına konu olan mezarlığın kaderini değiştirecek bir sonuç çıkmaz. Dava, Bakanlığa haber vermeden işlem yaptığı gerekçesiyle, Üstündağ'a 50 lira ceza verilmesiyle sonuçlanır.
Lütfi Kırdar'dan sonra göreve gelen Belediye Reisi Prof. Fahrettin Kerim Gökay, arsanın satışına başlar. Öncelikle misafirhane yapılmak üzere Koç'a satılan arsanın üzerinde bugün Divan, Hilton ve Hyatt Regency otelleri, Gezi Parkı, TRT İstanbul Radyosu ve Harbiye Askeri Müzesi'nin bir bölümü bulunuyor.

 

Rejimin yapıtaşları

Surp Agop Mezarlığı davası, bir yolsuzluk vakası olarak apaçık önümüzde duruyor. Resmi ideolojinin, özel mülkiyet, devlet radyosu, askeriye gibi yapıtaşlarını tek tek üzerine döşediği mezarlığı geri almak, bugün 'hukuki' açıdan neredeyse imkansız. Ancak, bu tür haksızlıklar karşısında sessiz kalarak, gaspların üzerini örterek huzur bulamayacağımız da aşikar. Surp Agop örneği, Türkiye'nin gayrimüslimlerinin ölülerinin bile rahat bırakılmadığını; mezartaşlarının, yeni bir İstanbul'un ve yeni bir Türkiye'nin inşasında kullanıldığını gösteren örneklerden sadece biri. Bugün ihtiyacımız olan şeffaflık, yüzleşme ve resmi bir ağızdan çıkacak bir özür, Surp Agop Mezarlığı sakinlerinin ruhlarının huzur bulmasını sağlar belki de... Belki ancak o zaman gerçekten gömebiliriz "ölülerimizi."


Mezarlığa el koyma öyküsünün aktörleri

Muhittin Üstündağ

İstanbul Valiliği, CHP İstanbul İl Başkanlığı ve 1928-1938 yılları arasında İstanbul Belediye Başkanlığı yapmıştır. fiehir Tiyatroları'nı İstanbul'a kazandırmasıyla ve Eminönü Meydanı'nda yaptırdığı düzenlemelerle tanınır.


İsmet İnönü'nün siyasetten nispeten uzaklaştırıldığı bir dönemde, Mustafa Kemal'in yakın çevresinin desteğini almış, İnönü'nün cumhurbaşkanı olmasıyla siyasetten uzaklaştırılmıştır.
Fransa'dan getirttiği şehir planlamacısı Henri Prost'un İstanbul üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda şehrin yüzü değişmiştir. Surp Agop Mezarlığı arsasının çok kıymetli bir arsa olduğuna da değinen Prost'un planları Üstündağ tarafından da onaylanmış ve çalışmalar başlamıştır. Arsayı Belediye'ye 'kazandırdıktan' sonra, Eminönü Meydanı'nı buradaki mezartaşlarıyla yaptıran Üstündağ'ın adı başka yolsuzluk iddialarına da karışmıştır.


Özellikle Asri Mezarlık meselesiyle dikkatleri üzerine çeker. Çeşitli usulsüzlükler nedeniyle farklı davalarda yargılanır ama beraat eder. Gazeteci Asım Us'un aktardığına göre, bu beraate sebep olan şey, ifşaatta bulunma tehdididir; çünkü, ihmali olduğu görülen konularda ve yolsuzluk iddialarının altında, dönemin İçişleri Bakanı fiükrü Kaya'dan aldığı emirler yatmaktadır.

 

Sabur Sami Bey

Kayseri eşrafındandır. Mülkiye'den mezun olmuş, 1915 ve sonrasında Antalya mutasarrıfı olarak görev yapmıştır. Ermeni katliamlarında aktif görev alıp almadığı bilinmese de, yargılamalar sırasında, kendisine "Erzurum, Diyarbakır ve Musul vilayetlerinde bir tane Ermeni kalmadı, Antalya'da hala ne işleri var?" diye şifreli bir telgraf gönderen Dr. Bahattin fiakir'i ifşa ederek suçunun sabitlenmesini sağlamıştır.


Görevi sırasında, amele taburlarını oluşturan Rum ustalara yaptırdığı ve şu anda Serik İlçesi'nde bulunan okul ve belediye binasıyla tanınır. Cumhuriyet tarihinde, namı yolsuzluk ve usulsüzlüklerle sabittir. İlk olarak, 1924'te, Soykırım'dan kurtulmayı başaran ve Türkiye'ye dönerek mallarına sahip çıkmak isteyen Ermenilere para karşılığı sahte belge çıkarttığı ve yardım ettiği iddiasıyla, aralarında Yunus Nadi, Kılıç Ali ve Ruşen Eşref gibi ünlü isimlerin de bulunduğu 10 kamu görevlisiyle birlikte hakkında tahkikat başlatılır; tahkikattan bir sonuç alınamaz.


Mustafa Kemal'in değişmez Dahiliye Nazırı fiükrü Kaya'ya yakınlığıyla tanınır. Evkaf ile Belediye arasındaki Asri Mezarlık sorununa, atanmış dört hakem varken, sulh hakemi olarak dahil olabilmesi; Dahiliye'de çalışmamasına rağmen Dahiliye Vekaleti adına bir otomobil aldırması; 30'ların sonunda patlak veren meşhur otobüs davasının başaktörü olması, bu yakınlığın bir sonucu olsa gerek.


Kemal Tahir'in Yol Ayrımı adlı romanında anlattığına göre, Çek sefiri, Falih Rıfkı Atay'a gelerek, ondan, Türkiye'ye açmak istedikleri Skoda fabrikasının mümessili olmasını ister. Bu görevi daha önce Sabur Sami'nin yaptığını, ama onun, iddia ettiği gibi politik nüfuzlu biri olmadığını da ekler. Yine Asım Us'a göre, Amerika'da yaşasa ünlü dolandırıcı İnsül gibi olacağı söylenen Sami Bey'in, Muhittin Üstündağ'dan sonra göreve gelen Lütfi Kırdar tarafından resmi dairelere girişi yasaklanmıştır.

 

Fahrettin Kerim Gökay
1949-1957 yılları arasında İstanbul Valiliği ve Belediye Reisliği yapmış, bu dönemde halkın "Mini mini valimiz, ne olacak halimiz" tekerlemesini diline dolamasına sebep olmuştur. Aynı zamanda akıl hastalıkları doktorudur; 1939'da, Mazhar Osman'la birlikte Milli Nüfus Siyasetinde (Eugenique) Meselesinin Mahiyeti adlı kitabı kaleme almış ve Türk ırkını arileştirme üzerine çalışmalar yapmıştır.


"Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor" lafıyla da tarihe geçen Gökay, 6-7 Eylül olaylarında 'yetersiz' kalması sebebiyle istifa etmek zorunda kalmıştır. Öldüğünde, 6-7 Eylül'den sonra elde ettiği 630 tapusu olduğu ortaya çıkmıştır. Bu tapular, İstanbul'da bir felaket yaşanırken, Gökay'ın neden 'yetersiz' kaldığını açıklamaktadır.

 

Ahmed Refik Altınay

1880'de Valideçeşme'de doğdu. Askeri eğitim aldıktan sonra, Harbiye Mektebi'nde Coğrafya, Fransızca ve Tarih öğretmenliği yaptı; I. Dünya Savaşı sonrasında askerlikten istifa etti. Tarih araştırmalarıyla tanınır. İttihatçı olmadığı iddia edilse de, İttihatçıların Yeni Mecmua gazetesinde uzun yıllar çalışmıştır. Savaş sonrası Talat Paşa hakkında çıkan arama emri üzerine ilk basılan yerin, Altınay'ın Büyükada'daki evi olduğu bilinir. 1918'in sonlarında İkdam gazetesinde tefrika edilen 'İki Komite İki Kıtal' adlı yazı dizisi, Soykırım'a dair 'mütekabiliyet' tezlerini temellendirse de, özellikle Eskişehir'de yaşananlara tanıklığı ve Krikor Zohrab ile Vartkes Serengülyan'ın katili Çerkes Ahmet'le yaptığı mülakatları içermesi açısından kıymetlidir. Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte, bir tarihçi olarak gözden düşmeye başlar. 1931'in sonlarında mezarlık davasına bilirkişi olarak atanır ve Başbakanlık Arşivi'nden bulduğu tek nüsha belge ile davanın kaderini değiştirir.

Buna rağmen, Türk Tarih Tezi'ne destek vermemesi nedeniyle bizzat Mustafa Kemal tarafından aşağılanmış ve hatta "Kalemin bizimle olmasa bile ters düşmesin!" diye uyarılmıştır. 1933'teki Üniversite Reformu'yla, yeni üniversitenin kapısı da yüzüne kapanır. Yayıncısına, parasal açıdan çok sıkışık olduğunu bildiren bir mektup yazar; ardından, mezarlık davasına katkılarından dolayı Belediye tarafından kendisine bir ev hediye edilir. 1937'de İstanbul'da vefat eder. Cumhuriyet'le olan inişli çıkışlı ilişkisi cenazesine de yansır. Ancak, sessiz sedasız gömülmüş olsa da, iktidar Muhittin Üstündağ ve Mahmut Esat Bozkurt tarafından temsil edilmiştir.

turnusol.biz, Kaynak: Agos, 30.05.2013



******


GEZİ PARKI'NIN TARİHİ

 

 

Taksim'i Yayalaştırma Projesi kapsamında alışveriş merkezi ve rezidans olarak yeniden inşa edilecek olan Topçu Kışlası için Gezi Parkı'na iş makinelerinin girmesi ile başlayan gerginlik dördüncü gününde. Ancak bu tartışmalar sadece bugüne ait değil. Topçu Kışlası yıkılırken de, bir ucu Nişantaşı'na bağlanması öngörülen Surp Agop Mezarlığı'nı da içine alacak şekilde planlanan parklar projesi inşa edilirken de kamuoyunda rahatsızlık yaratmıştı.

 

1930'lu yılların sonunda İstanbul'un yeniden imarı için anlaşılan Fransız mimar Henri Prost'un planı çerçevesinde Taksim Kışlası'nın istimlak edilmesine karar verildi. Osmanlı döneminde Fransız bir şirkete satılan kışla ve müştemilatının istimlakı için 1938 yılında 600 bin lira ayrılıyordu bütçeden.

Belediye hızla binayı istimlak etme niyetindeydi. Zira emlak şirketi karardan önce kışla ile müştemilatı yıktırırsa arsa daha da değerlenebilirdi. En azından iddia buydu.

 

 

İlk projede kışla sergi salonu yapılacaktı
Taksim kışlası yerine ilk olarak sergi binası yapılması planlanıyordu. Yine Prost tarafından çizilecek planda, tiyatro, sinema, istirahat salonları olacak, bu alanda büyük balolar verilebilecekti. Binayı Belediye ve Emlak Bankası'nın beraber yapacaktı. Yaklaşık 5 milyon liralık bütçesi hazırdı.

Ancak düşünüldüğü kadar hızlı ilerlenemedi. 1940'a gelindiğinde proje hala kağıt üzerinde kalmıştı.

Gezi Parkı'na ilk "AVM" çıkışı
Kışla yerine sergi salonu fikrinden vazgeçilmişti. Devreye yine "ticari" açılımlar girdi. Kışla arsasının tramvay caddesine bakan cephesine dört tane apartman inşa edilmesi kararlaştırılıyordu. Bu büyük apartmanların alt katlarında büyük mağazalar bulunacaktı.

Kışla arsasının Mete Caddesi'ne bakan cephesine de bir apartman ve büyük bir bina yapılacaktı. Bu bina, müzik, konferans salonu ve resim sergisi olarak kullanılacaktı. Panorama gazinosu yerine de otel inşa edilecekti.

"Avrupa'daki gibi olacak" iddiası
Stadyumun bulunduğu alansa gezinti bahçesi olacaktı. Bahçenin sağındaki ve solundaki ağaçlıklı iki geniş yola Avrupa'nın bazı geniş cadde ve meydanlarında olduğu gibi açıkhava "kahve"leri ve "gazinolar" yapılacak ve bunların teras denen önlerine masalar konulabilecekti. Amaç İstiklal'deki halkı meydana çekmekti.

Taksim Bahçesi, Taşkışla'ya ve Dolmabahçe Stadyumu'na kadar uzatılacak bir köprü ile Surp Agop mezarlığına ulaştırılacaktı.

 

 

Ermeni Mezarlığı'na park ve apartman kararı
İçinde Ermeni kilisesi bulunan Surp Agop da istimlak ediliyordu.

Kanuni Sultan Süleyman'ın aşçısı Manuk Karaseferyan'ın padişahı komplodan kurtarması ile Ermeni cemaatinin eline geçtiğine inanılan, 1560'ta İstanbul'da yaşanan büyük veba salgını ile mezarlığa dönüşen büyük arazi yüzyıllar sonra el değiştiriyordu.

Ermeni toplumunu rahatsız eden kararın ardından iki kısma ayrılacak olan mezarlığın ön tarafında yani tramvay caddesinde 7 parça arsa apartman yapılmak üzere satılacaktı. Belediye burada küçük küçük binalar inşasına izin vermeyecek, arsaları ancak büyük apartmanlar yapmak isteyenlere satacaktı. Bu arsaların arasında birer yeşil saha bulunacaktı. İkinci kısım Taksim Meydanı'ndan başlayacak olan gezinti yolunun devamı olacaktı.

Taksim Bahçesi ile Surp Agop Mezarlığı arasından Taşkışla'ya doğru giden asfalt yol büyük bir yuvarlak meydana kadar uzayacak ve buradan Maçka'ya doğru devam edecekti. Harbiye mektebinin arkasına bir sergi sarayı inşa edilecekti, yuvarlak meydandan Dolmabahçe Stadı'na doğru bir yol yapılacaktı. Bu suretle Dolmabahçe'den Maçka'ya, Nişantaşı'na gitmek mümkün olacaktı.

Taksim Bahçesi'nin arkasında bir çocuk bahçesi yapılacak, bu bahçe ile Dolmabahçe Stadyumu arasında anfiteatr şeklinde yazlık açık hava tiyatrosu bulunacaktı. Taksim Bahçesi ile Vali Konağı ve Dolmabahçe arasındaki diğer arazi kültür park olacaktı.

Dağcılık Kulübü ve tenis kortları olacaktı
Dağcılık kulübü de mezarlıkla Taksim Bahçesi arasından geçen ve Taşkışla'ya inen yolun bir köşesindeki tenis kortlarının yanına yapılacaktı.

4 Eylül 1942'de törenle açıldı proje. O zamanlar adı "İnönü Gezisi"ydi. Yani "Milli Şef" İsmet İnönü'nün adını taşıyordu. Törene Büyük Millet Meclisi milletvekilleri, askeri ve mülki erkan ve gazeteciler davet edilmişti. Ancak projenin tamamı gerçeğe dönüşemedi. Özellikle de Surp Agop Mezarlığı üzerindeki kısmı. Bugün üzerinde eylem yapılan Gezi Parkı'nın bir kısmını da oluşturan mezarlığın…

Cnn Türk, 31.05.2013



******


TAKSİM MEYDANI ESKİDEN MEZARLIKTI

 

İnşaatı senelerce devam eden, projesi defalarca değiştirilen, açılışından sonra yanan, yıllarca kapalı kaldıktan sonra tekrar faaliyete geçen ve en nihayet restorasyon bahanesi ile yeniden kapanan ve geleceğini uzun zamandan buyana tartıştığımız Taksim'deki AKM'nin yerinde eskiden ne bulunduğunu hiç merak ettiniz mi?


Söyleyeyim: Mezarlık vardı! İstanbul'un asırlar boyunca kullanılmış en büyük kabristanlarından biri, Ayaspaşa Mezarlığı...


Mezarlık taaa Dolmabahçe sahilinden başlar, Ayaspaşa üzerinden Taksim'e, oradan da bugün Harbiye'ye uzanan sol taraftaki kaldırım boyunca Radyoevi'ne kadar giderdi. Üstelik sadece Müslümanlar'a mahsus değildi, belli yerlerine başka dinlere mensup olanlar defnedilirdi.


Mesela, şimdi AKM'nin bulunduğu alan Gümüşsuyu'nun aşağısına kadar Müslüman, Taksim'den Talimhane boyunca Harbiye'ye uzanan kısım Ermeni Gregoryen, Gümüşsuyu'ndan inişte sağda kalan bir bölüm de Katolik mezarlığı idi.


Ayaspaşa Mezarlığı'nın Müslümanlara mahsus kısmı Türkiye'de basının ve gazeteciliğin öncüsü Şinasi'den Osmanlı tarihçiliğinin önde gelen ismi Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa'ya kadar birçok kişiye ebedi istirahatgah olmuş, tarihlere "93 Harbi" diye geçen 1997'deki Rus Savaşı'nda yaralanıp İstanbul'a getirilen ama hastahanelerde vefat eden askerler de buraya defnedilmişlerdi.


Mezarlığa ilk müdahaleyi, Sultan Abdülmecid yaptı. Gümüşsuyu'ndan Dolmabahçe'ye uzanan alanın denize doğru olan sol tarafında kalan mezarlar 19. asrın ortalarında Dolmabahçe Sarayı'nın inşası sırasında tamamen kaldırıldı ve buraya sarayın ahırları inşa edildi. Ahırların karşısındaki yamaca da saraya ait bir tiyatro yapıldı.

 

 

Mezarlığa ikinci darbeyi, İttihad ve Terakki'nin liderlerinden Cemal Paşa, 1909'daki 31 Mart hadisesinden sonra vurdu ve kemiklerin bir kısmını başka yerlere nakletti. Onun bitiremediği işi de 1912'de "İstanbul Şehremini" yani belediye başkanı olan Cemil Topuzlu Paşa tamamladı ve özellikle 93 Savaşı şehidlerinin mezarlarının nakledilmemesi için başlatılan yoğun kampanyaya rağmen Ayaspaşa Mezarlığı'nın tamamını ortadan kaldırıp alanı iskana açtı.


Asırlar boyunca onbinlerce kişinin son uykularını uyuduğu yerde sonraki senelerde dikilen bazı binaların akıbetini de söyleyeyim:
Dolmabahçe Tiyatrosu, 1863'te cayır cayır yandı, tiyatrodan geriye kalan büyücek oda da, 1990'ların sonuna kadar "belediye helası" olarak kullanıldı.


Talimhane'nin girişindeki Ermeni mezarlığının üzerine inşa edilen "Şan Sineması" daha sonra "Şan Müzikholü" adını aldı, 1987'de o da alevlere yenik düşüp küle döndü ve yerinde şimdi bir AVM inşa ediliyor.

 



Taksim Meydanı'nın tam karşısında bulunan ve bu sayfada fotoğrafını gördüğünüz Müslüman mezarlığına da malum AKM inşa edildi. AKM'nin inşaatı seneler sürdü, açıldı, yandı, yeniden açıldı, kapandı ve macerası hala devam ediyor.


Mezarlıkların üzerine inşa edilmiş binalarda bir uğursuzluk, tuhaflık yahut bir garabet olduğuna şimdi gelin de inanmayın!

Bizdeki tencereli protestonun öncüleri pahalılıktan illallah diyen kadınlardır
İstanbul'un çeşitli semtlerinin sakinleri, önceki gece sabahın ikisinde yataklarından tencere ve tava gürültüleri ile fırladı. Kepçelerle kaşıkların gong çalarcasına tencerelere vurulmasının gümbürtüsü saatlerce sürdü ve bu gidişle daha bir zaman devam edecek gibi...


Ev kadınlarının hükümeti protesto etmek için sokaklara dökülüp tencere ve tava çalmalarının Güney Amerika ülkelerine mahsus olduğu ve sadece oralarda görüldüğü söylenir ama aynı protestonun benzeri bizde de vardır. Hatta kadınlarımız geçmişte sokaklara sadece tencere ve tava ile değil, ellerine kokmuş ciğer ve bitmiş mumlar alarak dökülmüşler, zamanın padişahının yahut diğer devlet büyüklerinin yolunu kesmiş, ciğerlerle mumları bağladıkları sırıkları devletluların tepelerinde sallayıp avaz avaz bağırmışlar ve hiç kimse onları durdurmamıştır.


İşte, bundan yaklaşık iki asır önce, 1808 ilkbaharında büyük bir ekonomik kriz sırasında yaşanan mumlu ve ciğerli protestonun, pahalılıktan bunalan İstanbul kadınlarının 1 Mayıs günü hükümdarın yolunu kesip İstanbul Kadısı'nın konağını basmalarının hikayesi...


O günlerde tahtta Dördüncü Mustafa vardı ve imparatorluğun geleceği kapkaranlıktı. Eski hükümdar Üçüncü Selim bir sene önce yaşanan ve tarihlere "Kabakçı Mustafa isyanı" diye geçen ayaklanmayla tahtından indirilmişti ve Topkapı Sarayı'nın bir dairesinde hapisti. Rusya ile aylardır devam eden savaşta bir türlü neticeye varılamıyor, erzak ve silah sıkıntısı çeken Osmanlı ordusu başarı gösteremiyordu. Başkentte güvenlik diye birşey kalmamıştı, asiler sokakta kadınlara ve kızlara tecavüze kalkıyor, evler artık güpegündüz soyuluyordu. Şehrin göbeğinde yol kesip tehditle para almak artık sıradan bir işti ve İstanbul teröre teslim olmuştu.


Ekonomi, çökmüş haldeydi. Bir önceki padişah Üçüncü Selim'in acil durumlar için sakladığı 20 bin altın saçma sapan yerlere harcanmıştı, hazinede artık tek bir kuruş bile yoktu ve devlet maliyesi iflas etmişti. Maaşlar verilemiyor, cephedeki orduya para gönderilemiyor ve halk pahalılıktan nefes alamıyordu. Saray, başka memleketlerden borç alabilme peşindeydi: Sultan Mustafa taaa Fas Kralı'na mektup yazıp borç altın istemişti.


Halk ise açtı... İstanbullular o zamanların en ucuz yiyeceği olan ciğeri bile alamaz hale gelmişler, tencerelerde sade suya atılmış bir tutam un, çorba niyetine içilir olmuştu.


İşte, bütün bu sıkıntıların canından bezdirdiği İstanbul kadınları, 1808'in 1 Mayıs'ında ellerinde sırıklar ve tencerelerle sokaklara döküldüler. Sırıkların ucunda bitip dibe gelmiş mumlar ve kokmuş ciğerler sarkıyordu. Önce İstanbul Kadısı'nın konağını basıp ağızlarını geleni söylediler, bir kadıya yapılabilecek en büyük hakareti edip "Papaz herif!" diye bağırdılar. Sonra Bayezid Camii'ne cuma namazına gitmiş olan zamanın hükümdarı Sultan Mustafa'nın yolunu kestiler, ucundan bitmiş mum ve kokmuş ciğer parçaları sarkan aynı sırıkları padişaha doğru sallayıp "Uyan sultamın, uyan!.. Pahalılığa dayanamıyoruz. Aç kaldık!" diye haykırdılar.


Hükümdarın etrafını sarmış olan muhafızları şaşkınlıktan donakalmışlardı ve eli sopalı kadınlara hiçbirşey yapmadılar. Kadınlar birkaç dakika boyunca avaz avaz bağırıp dağıldılar; Dördüncü Mustafa sarayına, kadınlar da evlerine, boş tencerelerinin başına döndüler. Ama hiçbirşey değişmedi, sıkıntılar hafiflemedi ve işler daha da kötüye gitti.


1805 ilkbaharında yaşanan bu krizden sonra neler mi oldu? Söyleyeyim: İmparatorluk birbirine girdi. Tarihlere "Alemdar" diye geçen Mustafa Paşa ordusuyla beraber Rumeli'den İstanbul'a yürüdü ve önce Babıali'yi, sonra da sarayı bastı. Tahtından indirileceğini anlayan Dördüncü Mustafa sarayda bir odada hapis yaşayan amcası Üçüncü Selim'i idam ettirdi. Ama birkaç dakika sonra kendisi de tahtından oldu, yerini kuzeni Mahmud, yani İkinci Mahmud aldı ve devrik Sultan Mustafa da Mahmud'un emriyle boğduruldu. Pahalılık, iki padişahı birden canından etmişti.

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 02.06.2013



******


TAKSİM KIŞLASI

 

Sosyal medya" dedikleri sanal ortamlarda, birkaç günden buyana bir iddia dolaşıp duruyor:31 Mart ayaklanması meğerse Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Taksim'de yeniden yapılacağını duyurduğu Topçu Kışlası'nda başlamış, ayaklanmanın büyümesi üzerine Rumeli'den gelip İstanbul'a hakim olan Hareket Ordusu kışlaya üslenen isyancıları orada teker teker temizlemiş ve kışlanın yeniden inşa edilmek istenmesinin sebebi de sadece bu, yani bir çeşit "intikam hevesi" imiş!


Birilerinin oturup bir taraflarından uydurdukları ve kışla ile hiçbir alakası bulunmayan bir de fotoğraf ilave ederek Twitter, zwitter, vesaireden servis ettikleri iddianın nasıl bir palavra olduğunu yazmadan önce, Taksim Kışlası'nın yeniden inşası konusunda ne düşündüğümü söyleyeyim:
Taksim'in henüz şehrin dışı sayıldığı ve yoğun bir iskana açılmadığı zamanlarında yapılmış bir kışlanın bugün şehrin artık merkezi halini almış olan semtte bir mana taşıyacağına inanmıyorum. Kışlanın mimarisi aslında gayet şıktır, hatta soğan kubbeleri bildiğimiz kubbelerden de hayli farklı ve zariftir ama yeniden inşa edildiği takdirde Taksim'de bir fantazik yapı olarak kalacaktır, o kadar...

ARADA 33 SENE VAR!
Şimdi, kışlanın geçmişine ve 31 Mart hadisesi ile alakasına geçeyim...


Son günlerde her önüne gelen, Taksim Kışlası'nın 1770'te, Üçüncü Selim'in iktidarı zamanında inşa edildiğini söylüyor...


1770'te tahtta Üçüncü Selim'in değil Üçüncü Mustafa'nın bulunmasını bir tarafa bırakın; kışla o senelerde inşa edilmedi! Evet, Üçüncü Selim'in tahtta bulunduğu sırada yapıldı ama inşaat 1770'te değil, tam 33 sene sonra, 1803'te başladı ve 1806'da tamamlandı! Sonraki yıllarda defalarca tamir gördü ve İstanbul'un Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra uğradığı işgalde bir ara Fransız ordusunun Senegalli askerlerine tahsis edildi. Stadyum haline de yine iddia edildiği gibi öyle Cumhuriyet'in ilanından sonra falan değil, işgal senelerinde getirildi. 1921 'de Çelebizade Said Bey'e tahsis edildi ama Said Bey stadı işletemeyince Maltalı bir işadamına devretti ve stadda at yarışlarının yanısıra atletizm ve futbol karşılaşmaları da yapıldı. Mesela, Fenerbahçe ile İngiliz işgal birlikleri, 29 Haziran 1923'teki meşhur Harrington Kupası müsabakasını, burada oynadılar...


Sonraki senelerde defalarca el değiştiren kışlanın stadyum olarak kullanılmasına Cumhuriyet'in ilanının ardından da devam edildi, mekanın yıkımına İstanbul'un vali ve belediye başkanı Lütfi Kırdar tarafından 1939'dan itibaren başlandı ve bugün kıyametlerin koptuğu park haline getirildi.

TAKSİM DEĞİL, SULTANAHMET
Peki, sosyal medyada ortaya atılan iddiaların aslı neydi? Yani kışla, 31 Mart ayaklanmasının başlamasında nasıl rol oynamıştı?


Hiç!


Hiç, zira ayaklanmanın mekanı Taksim değil, Sultanahmet meydanı ve Ayasofya idi!


İsyancı askerler İstanbul'a "Meşrutiyet Muhafızı" olarak gönderilen avcı taburlarının subaylarını gerçi Taksim'deki kışlaya hapsetmişlerdi ama o kışla şimdi yeniden inşa edilip edilmeyeceği tartışılan Üçüncü Selim zamanından kalma soğan kubbeli bina değil, bugün Hyatt Oteli'nin arkasında kalan ve Teknik Üniversite'ye ait olan "Taşkışla" idi. Asıl isyan ise, asker ve sivil kalabalığın toplandığı Sultanahmet'te yaşanıyordu. Ayaklanmayı bastırmak için İstanbul'a giren Hareket Ordusu ile isyancılar arasında çatışmalar çıktı, hatta Hareket Ordusu top bile kullandı ve Taksim Kışlası'na da mermiler düştü ama asıl hedef orası değil, arka taraftaki Taşkışla idi...
İşte, "sosyal medya" denen garabetten birşeyler öğrenmeye çalıştığınız takdirde uğrayacağınız akıbet: Yalan, yanlış, tamamen palavradan ve üfürükten ibaret saçmalıklar!

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 03.06.2013



******


BU FOTOĞRAFIN ALTINDA YAZILI OLAN HERŞEY YALANDIR!

 

Geçen gün, sanal medyada dolaşan saçma bir iddiayı yazdım: 1909'da yaşanan 31 Mart ayaklanmasının merkezinin Taksim Kışlası olduğu palavrasını...


İnternetteki iddialara bakarsanız, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın kışlayı tekrar inşa ettirmek istemesinin maksadı bu imiş, yani 31 Mart'ın intikamını alma hevesi!


31 Mart ayaklanmasının merkezinin Taksim değil Ayasofya ve Sultanahmet tarafları olduğunu, Rumeli'den gelen Hareket Ordusu'nun İstanbul'a girmesinden sonra Taksim'de de çatışmaların yaşandığını ama asıl hedef olarak topçu kışlasının değil, daha arkadaki Taşkışla binasının seçildiğini yazdım ve "Sanal ortamlarda ortaya atılan her iddiaya inanmayın, çoğu maalesef yalan çıkıyor" dedim...


Vay efendim sen misin böyle yazıp söyleyen! İki günden buyana bir mail yağmurudur devam ediyor ve eski bir fotoğraf gönderip "Yalan söylüyorsun, işte, isyanın Taksim'deki kışlada başladığının belgesi" diyorlar...

 

Gönderdikleri fotoğrafı burada yayınlıyorum. Resmin altına "Yıl 1909, şeriat isteyen çember sakallı sarıklı yobazların başlattığı ayaklanmanın karargahı Topçu Kışlası'ydı. Mustafa Kemal'in kurmay başkanlığındaki Hareket Ordusu ayaklanmayı bastırıp Topçu Kışlası'nı yıktı. Bugün AKP o kışlayı yeniden inşa edip irticanın simgesi haline getirmek istiyor" diye yazmışlar ve görüntü Facebook'ta, Twitter'da vesaire yerlerde dolaşıp duruyor...

 

 

Birkaç satırda yapılan böyle dünya kadar yanlışın hangisini düzelteceksiniz?


Ayaklanmanın merkezinin Topçu Kışlası değil Sultanahmet olduğunu mu, Rumeli'den Yeşilköy'e gelen Hareket Ordusu'nun İstanbul'a girişi sırasında kurmay başkanlığını artık Mustafa Kemal'in yapmadığını mı; Topçu Kışlası'nın 1909'da değil o tarihten tam 30 sene sonra 1939'da yıktırıldığını mı ve en önemlisi: Fotoğrafta görünen yerin Taksim Kışlası değil, Ayasofya Camii olduğunu mu?

 

 

YALAN HABERDEN SONRA YALAN BELGE


Bu köşede, böyle hatalarla mefluç yani "felce uğramış" malum resimle beraber aynı mekanda aynı gün ama değişik açıdan çekilmiş başka bir fotoğraf yayınlıyorum. Altında "Ayasofya Cami-i Şerifi Meydanı'nda vükela (bakanlar) Zat-ı Şahane'nin (padişahın) teşriflerine intizar ederken (gelişini beklerken)" yazıyor. İşte, yalan-yanlış birşeyler karalanıp sanal medyaya salıverilen saçmalığın aslı ve doğrusu: Taksim'deki Topçu Kışlası olduğu iddia edilen yer aslında Ayasofya Camii'dir, görüntünün 31 Mart ile bir alakası yoktur, Sultan Reşad'ın Ayasofya'yı ziyareti sırasında çekilmiştir, sağ tarafta başta Enver Paşa olmak üzere zamanın şeyhülislamı, hükümet erkanı ve saray bandosu hükümdarı beklemektedir, "çember sakallı, sarıklı, yobaz" oldukları iddia edilenler de "müderrisler", yani profesörlerdir!


Taksim'deki kışlanın yeniden inşa edilmesini ben de gereksiz buluyorum! Ama böyle düşünmek başka, düşüncenize destek sağlamak hevesi ile diğer internet yalanlarının arasına tarihi ve kültürel bahisleri de dahil edip yalan belge imal etmek ise bambaşka bir iştir ve ayıptır!

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 05.06.2013

OSMANLI MİMARİSİNİ TAŞERON MU KALDIRDI?

 

 

Taksim Meydanı yayalaştırma ve alt geçit çalışmaları yürütülürken geçtiğimiz aylarda tarihi bir kemer yapısı ortaya çıkmıştı. Osmanlı dönemine tarihlenen taş örme duvar ve bu duvara bağlı kemer buranın elle kazılmasını gündeme getirmişti.  

 

Sonuçta bir kazı çalışmasına değil, 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararıyla Geç Osmanlı Dönemi’ne ait olan buluntuların kaldırılmasına karar verilmişti. Ama iddialara göre uzmanların denetiminde olmadan yangından mal kaçırırcasına bu Osmanlı mimarisi inşaat firması tarafından kaldırıldı.

 

MÜZENİN DENETİMİNDE KALDIRILACAKTI

Osmanlı dönemine ait bu kalıntıların kaldırılma kararı sonrası İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, kalıntıların Arkeoloji Müzeleri’nin denetiminde kaldırılacağını üstüne basarak söylemişti. Bilgili, “Yapılardan sıva ve harç örnekleri alınarak, analiz edildi. Bu yapılar için hazırlanan rapor, Koruma Kurulu’na gönderilecek ve Arkeoloji Müzeleri’nin denetiminde kaldırılacak” şeklinde basına açıklamalarda bulunmuştu. Hemen arkasından da birçok yetkili tarafından proje uzamayacak söylemleri uzayarak devam etmişti.

 

Ancak arkeoloji çevrelerinden ulaşan iddialara göre İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde kaldırılması gereken bu kemerin akibeti hiç de beklenen gibi olmadı. İddialar, Arkeoloji Müzesi uzmanlarının izinli olduğu tatil gününe denk gelecek şekilde ve başında hiçbir uzman olmadan projeyi yapan firma tarafından bu Osmanlı kemer yapısının kaldırıldığı yönünde. Oysa hükümet ve Başbakan her fırsatta ‘Ecdat’ kelimesini ağızlarından düşürmüyordu.Taksim Gezi Parkı katliamına Topçu Kışlası kılıfı uydurularak Osmanlı tarihine sahip çıkılıyor görüntüsü verilmişti. Ne de olsa Hükümetin arkeolojiden ve tarihten artık tek anladığı şey rant projelerinin bitme süresini uzatıyor mu uzatmıyor mu...

 

UZMAN DENETİMİNDE KALDIRILMASI NEDEN ÖNEMLİ?

Herhangi bir arkeolojik kazı veya inşaat projesi temelli çalışmalarda bulunan mimari kalıntılar kaldırılırken uzman bulunmak zorundadır. Çünkü bu yapı kaldırılırken altında veya çevresinde başka bir mimari çıkma olasılığı her zaman vardır. Yapı farklı bir yapının devamı olabilir. Ayrıca kaldırılma esnasında envanterlik bir takım eser veya eserlere rastlanılabilir. Ensonu kaldırma işleminin kendisi de bir belgelemedir ve uzmanların denetiminde olmak zorundadır.

 

MÜZEDEN BİLGİ ALMAK MÜMKÜN OLMADI

Hiçbir arkeolog ve uzman olmadan bu yapının kaldırılması suç teşkil ettiğinden konu hakkında bilgi almak için İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne ulaşma çabalarımız sonuçsuz kaldı. Önce İstanbul İl Kültür Müdürlüğü’ne yönlendirildik. Kültür Müdürlüğü ise konunun muhatabı Müze’dir diyerek tekrar bizi Müze’ye yönlendirdi. Müze’yi defalarca aramamıza ve konuyla ilgili haber yapacağımız bilgisini verip numaralarımızı bırakmamıza rağmen hiçbir yetkiliden dönüş sağlanmadı.
AKP’nin ‘ecdadımız’ diyerek övündüğü tarihe de sahip çıkıp çıkmadığı konusu soru işaretleri içinde havada kaldı.

Evrensel, Yazı: Enis Tartan/Arkeolog, 30.05.2013

ALTI TARİH ÜSTÜ KAFE

 

 

Bursa'da tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma çalışmaları sürerken, kentin göbeğindeki tarih, harabeye döndü. Ertuğrulbey Meydanı'nda bir kafenin tam altında bulunan taş duvarlarla çevrili Helenistik döneme ait Tümülüs'ün gün yüzüne çıkarılması bekleniyor.

 

Bursa'nın göbeğindeki tarih, harabeye döndü. Cumhuriyet Caddesi Ertuğrulbey Meydanı'nda bulunan ve Bursa'nın en eski kalıntılarından olduğu iddia edilen Tümülüs, kaderine terkedildi. Bursa Ticaret Borsası binasının restorasyonu sırasında yenilenen Tümülüs demir bir kapıya hapsedilirken, 2. yüzyıldan kaldığı düşünülen tarihi kalıntı pislik yuvası oldu. Ertuğrulbey Meydanı'nda bir kafenin tam altında bulunan taş duvarlarla çevrili Helenistik döneme ait kaya mezarlarının gün yüzüne çıkarılması bekleniyor.

 

GÖRÜKLE'DE BENZERİ VAR

Bursa'nın Nilüfer İlçesi'ne bağlı Görükle Köyü'ne yapılan yeni hal inşaatının çevre düzenlemesi sırasında bir tümülüs mezar açığa çıkarılmıştı. Yerleşkede yapılan bir kazı sırasında antik bir mezar, mezar içinde bir sikke ve çömlek parçaları bulundu. Sikkenin Bithynia krallarından II. Prussisas'ya ait olduğu ve yaklaşık olarak MÖ 180-140 yılları arasında basıldığı belirlenmiştir. Bu çerçevede antik mezar MÖ 2. yüzyıla tarihlendi. Mezarın Bursa ve çevresinde tarihi bilinen ilk antik mezar olduğu, bölgede başka mezarların da bulunduğu belirtilmişti.

 

KRALA MI AİT?

Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Recep Okçu, daha önce Görükle Yerleşkesi'nde bulunan anıt mezarla benzer özellikler gösteren bu yapının bir krala ait olduğunu düşündüklerini söyledi. Tümülüs'ün içinden pek çok kalıntı çıktığını, bu eserlerin Bursa Arkeoloji Müzesi'ne götürüldüğünü söyledi. Anıt mezarın Bursa'daki tarihi en eski buluntulardan birisi olduğunu anlatan Okçu, "Helenistik döneme ait bir mezar yapısı olduğunu düşünüyoruz. Krallara ait bir mezar olduğunu düşünüyoruz. Koridor bölümü ve mezar odası var. Şu anda harabe halde olsa da gün yüzüne çıkarıldığında bir döneme ışık tutacaktır" diye konuştu. Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Ali Altın ise, Tümülüs'ün yapısı itibariyle Roma öncesinde Helenistik dönemde yaşamış bir yöneticiye ait olduğunu ifade etti. 

Bursa'da Bugün, Haber: Rabia Deniz, 29.05.2013





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi