22 Aralık 2013 - 4 Ocak 2014
|
AYVAZOVSKİ SERGİSİ
DENİZ MÜZESİ'NDE
Deniz
Müzesi Komutanlığı’nın, “Seçilmiş Ressamlar” sergisi
kapsamında bu kez İvan Konstantinoviç Ayvazovski’nin
eserleri sanatseverlerle buluştu.
Sergide Ayvazovski’nin “Denizde Fırtına”, “Karadeniz Boğazı’nda Tahlisiyeciler” ve “Limanda Yelkenliler” isimli tual üzerine üç yağlıboya eseri yer alıyor.
Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nde açılan sergi, 31 Mart’a kadar gezilebilecek.
Deniz ve deniz tarihi konulu eserleri kapsayan sergiler dizisi Mıgırdiç Melkon resimleri sergisiyle başlamıştı.
Akşam, 03.01.2013
|
 |
MONA LİSA DOĞDUĞU YERE GERİ DÖNSÜN!

İtalyanlar, Mona Lisa’yı
Floransa’ya geri getirmek için imza kampanyası
başlattı. Fransa ise Louvre’de sergilenen eseri
vermemekte kararlı.
İtalya Tarihi ve Çevresel Varlıkları Koruma
Ulusal Komitesi, İtalyan ressam Leonarda da
Vinci’nin en meşhur tablosu Mona Lisa’nın
Floransa’da sergilenmesi için 150 bin imza topladı.
İtalya Tarihi ve Çevresel Varlıkları Koruma Ulusal
Komitesi yaklaşık bir yıldır Mona Lisa’nın geçici
süreliğine Floransa’ya dönmesi için uğraş veriyor.
ÖDÜNÇ BİLE VERMİYOR
Komite Başkanı Silvano Vincenti dünyanın en meşhur
tabloları arasında sayılan bu eserin Fransa
tarafından ödünç olarak verilmeyeceğini açıkladı.
Vincenti, Fransa Kültür Bakanlığı Kültürel Miras
Dairesi genel direktörü Vincent Berjot’tan aldığı
mektupta Louvre Müzesi’nda sergilenmekte olan ‘Mona
Lisa’nın Floransa’ya geçici bir süre verilmesi
taleplerinin reddedildiğini belirtti.
TAŞINMASI SIKINTILI
Tabloyu adeta sahiplenen Fransa ise sebep olarak
eserin taşınması konusunda pek çok teknik problemler
yaşanabileceğini belirtiyor. Mona Lisa’nın bir
süreliğine İtalya’ya dönmesi için uğraş vermeye
devam eden komitenin açtığı imza kampanyası şimdiden
150.000 imzaya ulaştı.
4 BİN ALTINA KRAL’IN
Binlerce İtalyan, Francesco Bartolomeo del
Giocondo’nun eşi Lisa Gherardi’nin portresini,
doğduğu yer olan Floransa’da görmek istiyor. Da
Vinci, 1503-1519 yılları arasında yaptığı bu eşsiz
eseri Fransa Kralı Francis’e 4 bin altın
karşılığında satmış, ve eser Fransız Devleti
mülküne geçirilmişti.
Akşam, 02.01.2014
|
BARIŞ ANITINI SÖKTÜLER, SAVAŞ ANITI DİKECEKLER

Başbakan’ın ucube diyerek barışı simgeleyen
İnsanlık Anıtını söktürdüğü Kars’a, Ruslara karşı
1914 yılında yapılan harekat sırasında Sarıkamış’ta
90 bin askerin donarak öldüğü faciayı, destan olarak
nitelendiren bir anıt dikilecek. TOKİ tarafından
yaptırılan anıt 99 metre yüksekliğinde olacak.
Sarıkamış Kazım Paşa Tepesi’ne yapılacak tören alanı
ve anıt için ihale çalışmaları başlatılırken,
açılışın harekatın 100. yıl dönümünde yetiştirilmek
istendiği belirtiliyor.
Konuyu gazetemize değerlendiren İnsanlık Anıtı’nı
yapan heykeltraş Mehmet Aksoy, TOKİ’nin yapacağı
içinde savaş teması olan bir anıtla ikince defa
katliam yaşatacağını vurguladı. Aksoy şöyle devam
etti: “Bunların anlayışı öyledir. Oraya savaş
karşıtı anıt yapmak lazım. Sonuç olarak Sarıkamış
Harekatı bir komutanın yanlış kararı sonucunda
gerçekleşmiştir. Bence bütün savaşlar insanlık
suçudur.
ÖLEN ASKERLERİN RUHUNA İŞKENCE
Bu yüzden kimse bana savaşın övgüsünü yapmasın.
Savaşta kardeş kardeşe düşman olur. O yüzden bizim
İnsanlık Anıtı’nın amacı da bunu anlatmaktı.
Savaşları mahkum etmek ve barışa uzanan bir el
yapmak istiyorduk. Ama darmadağın oldu.” TOKİ’nin
sadece rant kaygısı taşıdığını ifade eden Aksoy,
“Ucube tam da TOKİ’ye yakışan bir anlayış. Yaptığı
binalara bakarsanız oturulacak yapılar değil ve
sadece para kaygısıyla yapılan yapılar. O zevkte
insanlar, böyle bir katliama bir duygu geliştirip
buna uygun bir de form geliştirecekler. Çok iğrenç
ve saçma sapan ve orada ölen askerlerin ruhlarına
işkence olacak” diye konuştu.
Kendisinin de Sarıkamış’ta ölen askerleri için bir
anıt yapmak istediğini ancak katıldığı yarışmada
anıtın ölçekleri nedeniyle sorun yaşandığını
söyleyen Aksoy, şöyle devam etti: “Kafes tellerden 4
veya 5 metrelik bir dağa tırmanan askerler yapmak
istiyordum. 90 bin askeri kar öldürdü. Anıtın
temasında onları öldüren kar tekrar hayat verecekti.
Enteresan duygulu bir heykel olacaktı.”
BARIŞI SİMGELİYORDU
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kars’ta katıldığı
toplu açılışta Sukapı Mahallesi, Üçler tepesinde
bulunan, 24.5 metre yüksekliğindeki İnsanlık
Anıtı’nı ucube olarak nitelendirmiş, bunun ardından
da anıtın yıkım kararı alınmıştı. Sanatçıların,
aydınların tepkisine rağmen anıt sökülmüştü.
Heykelin yapıldığı dönemin belediye başkanı heykelle
ilgili şu açıklamayı yapmıştı: “Bizim yaptırdığımız
bu anıt Kafkasya’daki barışı simgeliyor. Kaleler
savaşı simgeler, Kars Kalesinin yanına bir barış
anıtı inşa ettik bunun için.”
SARIKAMIŞ FACİASI BAŞBAKAN’IN DESTANI
Sarıkamış, aslında binlerce gencin tek kurşun
dahi atmadan donarak yaşamını yitirdiği bir facianın
adı. 1. Dünya Savaşı’nda 22 Aralık 1914 tarihinde
Enver Paşa’nın talebiyle Sarıkamış’ı almak için Rus
Ordusu’na karşı sefere gönderilen 90 bin asker, tek
kurşun atmadan, donarak hayatını kaybetmişti. Bu
büyük facia “Sarıkamış” adlı türküye yansımış ve
“Askeri kırdıran Enveri paşa” sözleriyle yerilmişti.
Bu facia, Başbakan Erdoğan’a göre bir destan.
Erdoğan, bu olayla ilgili şu açıklamayı yapmıştı:
“Aziz şehitler, bizler, bugün, torunlarınız olarak
burada, huzurunuzdayız. Sizler, Allahu Ekber
Dağları’nda bir destan yazdınız.”
Evrensel, Haber: Eda Yıldırım, 02.01.2014
|
MÜZELER ALTN ÇAĞINI YAŞIYOR
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, kültür hayatına önemli katkılar sunuyor.
Bakanlık, sadece turizm boyutuyla çalışmalarını
kısıtlı tutmazken, kültürle ilgili çalışmalarını üst
seviyeye çıkardı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2013
yılını adeta müzeler, külliyeler ve ören yerlerinin
yenilenerek tekrar hizmete ve ziyarete açılmasını
sağladı. Yapılan çalışmalarda değişik inanç ve
kökenlerin tarihi ve kültürel yerlerinin
restorasyonu konusunda ayırım yapılmadı. Tüm köken
ve inanç gruplarının önemli bilinen kültürel
yerlerini restorasyonu konusunda çalışmalar yapıldı.
YENİ MÜZELER YAPILIYOR
Birçok müzenin restorasyonu tamamlanırken 2013
yılında 2 yeni müze kazandırıldı. Balıkesir
Taksiyarhis Anıt Müzesi ve Batman Müzesi açılarak
hizmete girdi. Hizmete giren bu iki müzenin yanı
sıra büyük müze inşaatları da bir yandan
sürüyor.Hatay Arkeoloji Müzesi, Şanlıurfa Arkeoloji
Müzesi, Haliplibahçe Mozaik Müzesi ve Arkeopark
yapımlarının son aşamasına gelindi. Bu müzeler 2014
yılının ilk yarısında açılacak.
Yine örnek nitelikteki Van Urartu Müzesi,
Çanakkale Troya Müzesi, Uşak müzesi, Afyonkarahisar
Müzesi, Adana Arkeoloji Müzesi, Bitlis Ahlat
Selçuklu Mezarlığı Müzesi ve Karşılama Merkezi,
Diyarbakır İçkale’de Diyarbakır Müzesi ve Burdur
Doğa Tarihi Müzesi de 2014 yılı içerisinde yapımı
tamamlanarak hizmete açılacak.
RESTORASYON
ÇALIŞMALARI
Yeni müzelerin yanı sıra bakanlığın en büyük
çalışması restorasyon konusunda oldu. İstanbul’da 7
adetten oluşan Şehzadebaşı Camii Külliyesi
Türbeleri’nin restorasyon ve çevre düzenlemesi
tamamlanarak ziyarete açılacak.
Bu çalışmanın yansıra bakım ve restorasyonları
tamamlanarak hizmete açılan kültür kurumları da
oldu. Bunlar arasında, Alanya Müzesi, Ağrı İshakpaşa
Sarayı, Selanik Atatürk Evi Müzesi, Şeyh Yahya
Efendi Türbesi, Güzelce Ali Paşa Türbesi, Şehzadeler
ve Kadın Efendiler Türbeleri, İstanbul Topkapı
Sarayı Müzesinin Arz Odası, Ağalar Camii El Yazması
Kütüphanesi, Konya Mevlana Müzesinde Mescit ve
Semahane Bölümleri, Bursa Arkeoloji Müzesi, Marmaris
Müzesi, Diyarbakır Ziya Gökalp ve Cahit Sıtkı
Tarancı müzelerinde yenileme çalışmaları öne çıkan
çalışmalar olarak dikkat çekti.
Ayrıca yapımı süren İstanbul Topkapı Sarayı
Müzesinde mutfaklar, Zülüflü Baltacılar, Hekimbaşı
Kulesi, Hünkar Sofası, Karaağalar Mescidi, Harem
Ağaları Mescidi, Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi, İstanbul Ayasofya Müzesi’nde 1. Mahmut
Şadırvanı ve Aksaray Müzesi yenileme çalışmaları da
sürüyor.
ÖZEL MÜZE SAYISI 184’E ÇIKTI
Ayrıca özel müzelerin yapımı da hızlandı. Ankara
Sanayi ve Teknoloji Müzesi, Gaziantep Oyuncak Müzesi
ve İstanbul Arkeoloji ve Kültür Tarihi Müzesi
yapıldı. Böylece özel müze sayısı 184’e çıkmış
oldu.
ÖREN YERLERİ
Bitlis-Ahlat Selçuklu Mezarlığı ve İzmir Bergama
Asklepion Ören yerinin çevre düzenlemesi 2013
yılında tamamlandı. Adıyaman Nemrut, İzmir Efes,
Burdur Sagalassos ve Çanakkale Troya antik
kentlerinin bulunduğu 13 ören yerinin çevre
düzenlemesi çalışmaları da devam ediyor. Buraları
önümüzdeki yıl hizmete açılacacak.
Aksaray Ihlara Vadisi, Antalya Karain Mağarası,
Gaziantep Nizip Rumkale, Sivas Divriği Kalesi,
Şanlıurfa Göbeklitepe ören yerlerinin aralarında
bulunduğu 17 ören yerinin porjeleri hazırlandı ve
çevre düzenleme uygulamaları başlatılacak.
Yapılan yenileme çalışmaları ve girişlerde
sağlanan kolaylıklarla birlikte müze ve ören
yerlerini ziyaret eden kişi sayısı arttırıldı. Buna
göre, 2002 yılında buralara yapılan ziyaretçi sayısı
7 milyon 400 bin iken, 2012 yılında bu sayı 4 katına
çıktı ve 28 milyon 780 bine ulaştı. 2013 yılının ilk
on ayında ise ziyaretçi sayısı 26 milyona ulaştı.
755 MİLYON LİRA HARCANDI
2005 yılında 2013 yılı haziran ayına kadar 6 bin
926 taşınmaz kültür varlığı projesinin
projelendirme, uygulama işleri ve restorasyonu için
755 milyon lira kaynak kullanıldı.
2005 yılından bugüne kadar 2 bin 091 adet
tescilli kültür varlığına proje yardımı, 1064
projeye de onarım yardımı olmak üzere toplam 3 bin
155 özel mülkiyetteki kültür varlığına yardım
yapıldı.
431 proje yardımı ve 295 proje uygulama yardımı
olmak üzere toplam 726 adet kültür varlığına da
yardım yapılması plana alındı.
ARKEOLOJİK KAZILAR
Bu arada arkeolojik kazılara da devam edildi.
Türk bilim adamlarınca 123, yabancı bilim adamları
tarafından 43 kazı çalışması yapıldı. 2013 yılı ekim
ayı itibariyle kazı ve araştırma çalışmalarına 31
milyon lira ödeme yapıldı.
Akşam, Haber: Erhan Seven, 01.01.2014
|
TARİHİ ESERLERE ÇEKİCİYLE NAKİL!

Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi
sonrası yapının bahçesindeki 33 tarihi eser,
Trabzon Müzesi’ne çekici ve vinç vasıtasıyla
taşındı, bu sırada ilginç görüntüler oluştu.
ROMA-BİZANS-OSMANLI ESERLERİ
Trabzon’da uzun süre müze olarak kullanılan
geçtiğimiz aylarda mahkeme kararıyla Vakıflara
devredilerek apar topar camiye dönüştürülen,
ardından hem cami hem de müze olarak
kullanılacağı ileri sürülen Ayasofya’nın
bahçesinde yıllar yılı duran Roma, Bizans ve
Osmanlı dönemine ait tarihi eserler ile mezar
kitabelerinden oluşan 33 eser Trabzon Müzesi’ne
taşındı.
KARGA TULUMBA NAKLEDİLDİLER
Tasnif edilen eserler vinç ve çekici
yardımıyla Trabzon Müzesine götürüldü. Tarihi
eserlerin bundan böyle müzede sergileneceği
belirtildi. Çekici ve vinçle kaldırılıp
kondurulan tarihi eserlerin zarar görmemesi için
herhangi bir önlem alınmaması dikkat çekti.
Vatandaşların şaşkın bakışları arasında paha
biçilemeyecek eserlerin nakil şekli tartışma
konusu oldu.
BİR BEKÇİ BİLE BIRAKILMIYORDU
Camiye dönüştürülen Ayasofya Müzesi’nde imam
atanmasına rağmen imam bulunmadığı, bekçi
bulundurulmadığı, bahçesinin çocuk oyun alanına
dönüştüğü ve eserlerin korumasız kaldığı
tartışılıyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
ait eserlerin nakliyle Ayasofya’nın müze
vasfının daha da azaldığı yorumları şimdiden
yapılmaya başlandı.
Kuzey Ekspres, 01.01.2014
|
ANADOLU'DAKİ EN ESKİ MECLİS BİNASI ASSOS'TA KURULMUŞ
Antik dönemde Anadolu’daki en eski meclis binasının
(bouleuterion), 2 bin 400 yıl önce Assos antik
kentinde kurulduğu bildirildi.
Ayvacık İlçesi sınırları içinde yer alan antik
kentteki kazıların başkanlığını yürüten Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Nurettin Arslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
meclis binalarının ilk olarak MÖ 5 ve 6′ncı
yüzyıllarda Atina’da ortaya çıktığını, demokrasinin
burada gelişip diğer ülkelere yayıldığını söyledi.
Şimdiye kadar Anadolu’daki en erken meclis
binalarının MÖ 2′nci yüzyılda yapıldığına dair
söylentiler olduğunu dile getiren Arslan, “Örneğin
Milet gibi. Yine Anadolu’da ya da dünya bir yapının
meclis binası olduğunu kanıtlayan, o yapının
fonksiyonunu belirleyen yazıtlar sadece 3 meclis
binasında yer alıyor. Bunlar Milet, Aigia ve
Epirus’daki Dodona kutsal alanındaki meclis
binalarıdır” dedi.
Arslan, son yıllarda yapılan araştırmalarda,
Assos’taki meclis binasının yazıtının ele geçtiğine
işaret ederek, şöyle konuştu:
“Assos’taki bu binayı Ladomos ile karısı
yaptırmış. Bu kişiler Assos’un ileri gelen
ailelerinden. Yazıt MÖ 4′üncü yüzyılın sonlarına
ait. İncelediğimizde Assos meclis binasının
Anadolu’daki diğer örneklerine benzemediğini
belirledik. Bu binada, diğer meclis binalarının
aksine oturma yerleri ahşaptan. Diğerlerinin
hepsinin oturma sıraları taş. Plan olarak baktığımız
zaman da Assos’taki meclis binasının en yakın
örneğini Atina agorasındaki (yönetim, politika,
ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı
alan) meclis binasında görüyoruz.”
Bir yapıyı tarihlendirmede en önemli kanıtın
yazıtlar olduğunu dile getiren Arslan, “Yazıt olduğu
zaman hem yapın fonksiyonu hem de yapımı konusunda
tartışmaya yer verilmeyecek bilgiler elde edilir.
Yeni bulgularla Anadolu’da gerek plan, gerekse
kitabesiyle en eski meclis binasının Assos’ta
yapıldığını biliyoruz” diye konuştu.
Assos’taki meclis binasının inşa edilmesinin ünlü
filozof Aristoteles’e bağlanabileceğini belirten
Arslan, şunları kaydetti:
“Çünkü Aristoteles’in MÖ 4′üncü yüzyılın
ortalarında Assos’ta kaldığını biliyoruz. Belki de
Platon’un ikinci akademisinin burada kurulduğunu
söyleyebiliriz. Bir tanesi Atina’da, ikinci bir
şubesinin de Platon’un öğrencilerince Assos’ta
kurulduğunu ve bu sayede burada yaşayan halkın bu
filozoflardan demokrasi ya da Atina’daki yönetim
biçimi konusunda büyük, önemli bilgiler, fikirler
elde ettiğini biliyoruz. Özellikle Aristoteles’in
kentten ayrılmasından sonra, bu bölgelerin Perslerin
eline geçmesiyle bu fikirleri uygulamak belki kısmet
olmadı, ancak Büyük İskender’in Anadolu’ya ayak
basmasından hemen sonra demek ki Assoslular,
Aristoteles’in öğretilerinden hareket ederek
Anadolu’daki ilk meclis binasını yapmış.”
Meclis binasının 2 bin 400 yıllık olduğunu
aktaran Arslan, “Tarihte ilk kez Assos’un, kısa bir
süre de olsa filozoflar tarafından yönetilen bir
kent olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz”
değerlendirmesinde bulundu.
haberler.com, 31.12.2013
|
3500 YILLIK GİZEM!

Rus
bilimadamları Bronz Çağı'ndan kalma yaklaşık 3500
iskeletlerin sırrını çözmeye çalışıyor. El ele
tutuşturularak gömülen iskeletler Sibirya'da Staryi
Tartas Köyü'nde bulundu. Uzmanların yaklaşık 600
mezarda yaptığı araştırmalar ilginç iddiaları da
beraberinde getirdi. Teorilerden en ilginç olanı
ailenin erkeği öldüğünde, kadının da öldürülerek
erkekle beraber gömülmesi. Bir başka iddia ise
çiftlerin kasıtlı olarak cinsel ilişkiye girer gibi
gömüldüğünü bunun içinse genç bir kadının kurban
edildiği yönünde. Konuyla ilgili açıklamalarda
bulunan Rusya Bilim Akademisi Arkeoloji ve Etnografi
bölümü başkanı Profesör Vyacheslav Molodin, "bunun
hakkında pek çok hikaye yaratılabilir. Belki kocası
öldükten sonra eşi öldürülerek gömülmüş olabilir
yada mezar açık tutularak eşin doğal yollarla ölmesi
beklenmiştir... Tam olarak emin olmak kolay değil"
ifadelerini kullanıyor.

Bazı mezarlarda
ise çocuk ve yetişkin iskeletleri bir arada
bulunuyor. Araştırmacılar iskeletlerin arasında
akrabalık olup olmadığını bulmak için DNA örnekleri
arıyorlar...

St. Petersburg
Üniversitesi profesörlerinden Lev Klein'ın ise daha
değişik bir hipotezi var. Klein iskeletlerin gömülüş
şeklinin reenkarnasyon inancıyla ilgili
olabileceğini düşünüyor. Hint kültüründen örnek
veren profesör, "erkekler vücutlarını tüm tanrılara
kurban edilmesi için feda ediyordu. Kişilerin ölüm
sonrasında birlikte gömüldüğü kadınları hamile
bırakacağına inanılıyordu" iddiasını ortaya atıyor
ve ekliyor "bir ve ya daha çok kadının-genç kızın
mezarda cinsel ilişkiye gireceğine inanıldığı için
öldürülerek gömülmüş olması mantıklı bir ihtimal."
Klein, bunun sadece bir hipotez olduğunun altını
çiziyor...

Vatan, 30.12.2013
|
TÜRK ATEİSTLER İÇİN MİNİMALİST BİR CAMİ

Yılın şu son günlerinden birinde nihayet
Büyükçekmece’deki Sancaklar Camii’ni ziyaret
edebildim. Proje aşamasından itibaren takip ettiğim
mimar Emre Arolat’a ait olan bu ilginç cami nihayet
bitmişti. Camiyi bulmak kolay olmadı. İstanbul’dan 1
saatlik bir yol sonrasında sora sora bulabildik.
Kapıdan girince sağımızda Sanayi Devrimi’nden kalma
bir fabrika bacasını andıran, taş yığını dikdörtgen
minaresi bize ‘hoş geldin’ dedi. Üzerinde hat sanatı
ile yazılmış Arapça cümleleri görmesek yanlış yere
geldiğimizi düşünebilirdik. Belki de caminin en
oyunbaz ve ilginç yanı ortada sadece ilk bakışta kot
farkından dolayı bu minarenin görünür olmasıydı.
“Yahu minareyi koymuşlar, camiyi yapmayı
unutmuşlar?” gibi soğuk espriler yapılabilecek bir
ortam!
Ana girişin sağ yanında yan yana dizilmiş üç musalla
taşı duruyordu. Hemen sol yanındaki merdivenlerden
ana giriş kapısına doğru inerken arazinin doğal
yapısı (çim-toprak) bütünleşen peyzaj, suyun
akışkanlığı ile tamamlandı. Koyu taş granitler ile
su yollarından yapay derelerin buluşması birazdan
bizleri Sancaklar Camii’nin ana kapısına getirdi.
Dünyanın neresinde olursa olsun camilerin sanırım en
sorunlu alanları ayakkabıların giyilip
çıkarıldıkları ve sonrasında saklandıkları bu
alanlar. Zira bu alanlar camiler için aynı zamanda
eş-dost ile el sıkışıldığı, esnafın mahalleliyle en
azından bir merhaba deyip iki cümle edildiği, zaman
zaman camilere, zaman zamansa hiç bilmediğiniz
uzaklarda bir yerlere yardım paralarının bu hızlı
trafikte toplandığı, namaz kılmaya giren inançlı
insanları bile soymayı göze almış dinden imandan
bihaber gözü kara hırsızlara karşı tedbir alınması
gereken, ayakkabıların namaz sonrasında dönüldüğünde
yerinde bulunacağı, en azından eski püskü
ayakkabılar ile değiştirilmemesinin garanti altına
alınması gereken mekanlar. Bir de buna haremlik
selamlık yani kadınlarla erkeklerin giriş çıkışta
karşılaşmalarının minimuma indirilmesi gereken
yerler olarak bakarsanız sanırım üzerinde neden uzun
uzun düşünmemiz gerektiğini daha iyi anlarsınız. Bu
yüzden Sancaklar Camii’nin en zayıf noktası sanırım
giriş kapısı. Bir camiden çok Ulus’ta lüks bir eve
girermişçesine yere sabit bir paspasın önündeki dar
alana gelip ayakkabılarınızı çıkartıp, elinize alıp
içeri girmeniz ve içeride sağ tarafta sizi bekleyen
gayet şık ve düzgün yapılmış ayakkabılığa yönelmeniz
bekleniyor.
Sadece bu bile bizim alışılageldik cami
kültürümüzdeki ezberleri zorlamaya yeter.
Sancaklar Camii’nin en büyük sürprizi iç mekanda
ayakkabılarınızı koyup içeriye geçtikten sonra sizi
bekliyor. Daha çok Uzakdoğu’ya ait dinsel mekanlarda
görmeye alıştığınız loşluk siyahın, grinin tonları
ile yumuşadığı bir sadelik, beton duvarlar, o
duvarların kıble yönünde yukarıdan aşağıya neredeyse
duvarın üzerinden bir su efektiymişçesine sızan
uhrevi ışık, duvardan duvara halılar alışıldık bir
camiden çok, bir terapi merkezine adım attığınız
hissini uyandırıyor. Bu atmosfer bile minimalist bir
Türk ateisti 2 rekat namaz kıldırmaya teşvik edecek
kadar çekici gözüküyor!
İçeriye girdiğinizde birkaç adım atıp ortada
tertemiz halının üzerine oturup durmak istiyorsunuz.
Bunun nedeni içine girdiğiniz mekanın sizi kapının
dışındaki bütün bu koşturmacadan, yol boyunca
geldiğiniz otoyollardan, o otoyolların etrafındaki
çirkin yapılardan, geride bıraktığınız şehirde kalan
hırslı insanlardan, bıkkın politikacılardan, öfkeli
futbol taraftarlarından, yeşil yandığında kornaya
basan sabırsız şoförlerden, tanıdığınız insanların
bildiğiniz yalanlarından, tanımadığınız insanların
düşmanlıklarından, umutsuzluktan, hırstan, hasetten,
her şeyden, her şeyden kurtarıyor olması.
Sancaklar Camii’nin kapısı kapanınca, sizin içinizde
bir başka kapı açılıyor.
Karşınızda ilk gördüğünüz şey ‘sessizlik’! Sadece
sessizlik de değil etrafınıza baktığınızda gözle
görülebilir hiçbir yerde herhangi bir rengin
olmamasının getirdiği ‘sadelik’, burada size yönelik
hiçbir tehlikenin olmayacağına dair ‘güven’ duygusu,
kalın duvarların arkasında telaşa emanet ettiğiniz
‘zaman’ ve nihayet baş başa kaldığınız ‘siz’. Yani
imanın olmasa da imana başlamanın beş şartı.
Sadece camiler değil kiliseler, sinagoglar,
cemevleri, Zen tapınakları aslında bizlere inanç
dünyamızı oluşturmak için hep bu 5 şartı
oluşturduklarını vaat ediyor.
Sancaklar Camii mimarinin ötesinde demokrasimiz
adına da pek çok tartışmayı içine koyabileceğimiz
bir ibadet alanı. Günümüzde her şeyin tektipleştiği,
estetik zevklerin kopyalanarak çoğaltılmaya
çalışıldığı, inanç dünyalarının böylesi ortamlarda
otomatiğe bağlandığı, özgürlüklerin yerini hayatın
her alanında dayatmaya bıraktığı, girişimciliğin
irade ile dizginlendiği, yaratıcılığın günlük
çıkarlar uğruna köreltildiği, rantın hayatın her
alanını ele geçirdiği günümüzde böyle bir caminin
olabilmesi bile zarif bir meydan okuma.
İnanın Sancaklar Camii bir camiden çok daha
fazlası...
Hayırlı olsun.
Radikal, Yazı: Cüneyt Özdemir, 29.12.2013
|
1400 YILLIK SU KEMERİ TUĞLAYLA YENİLENMİŞ

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2010
Kültür Başkenti kapsamında Süleymaniye’de yürütülen
tescilli binaların restorasyonu sırasında 1400
yıllık Bozdoğan
su kemerinin üstü önce kırmızı tuğla ile
kapatıldı, daha sonra üzerine doğalgaz borusu
çekildi. İBB ile 2010 Kalkınma Ajansı tarafından
‘2010 Kültür Başkenti’ kapsamında hazırlanan
Süleymaniye’deki tescilli kamu yapılarının
restorasyon projesini 2009’da Vaka İnşaat şirketi
aldı. Şirket, Süleymaniye’deki tarihi binaları
restore ederken Roma İmparatoru Valens tarafından 4.
yüzyılda yapılan Bozdoğan Kemeri’nin duvarlarını
‘yenileme ve restorasyon’ adı altında yenileme
kurulu onayıyla ile kırmızı tuğlalarla kapattı.
Yaklaşık beş metre uzunluğa, 3 metre genişliğe sahip
su kemeri duvarının üzerine bir de doğalgaz borusu
ile sayaç çekildi. 1400 yıllık tarihi surun kırmızı
tuğlalarla kapatılmasının restorasyon mantığına
aykırı olduğunu belirten uzmanlar, tarihi surların
bir an önce aslına
uygun onarılması gerektiğini savunuyor. İstanbul
Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden
Prof.Dr. Zeynep Ahunbay su kemerinin tuğlayla
kapatılmasını şu şekilde eleştirdi: ‘’Tarihi surun
üzerinin bu şekilde kapatılması son derece yanlış.
Roma döneminden kalma tarihi bir yapıyı acemi bir
şekilde kırmızı tuğlalarla kapatmak ve üzerine
borular çekmek restorasyon mantığına aykırıdır. Bir
an önce kemer üzerindeki tuğlalar kaldırılmalı ve
kemer aslına uygun bir şekilde restore
edilmelidir.’’
Radikal,
29.12.2013
|
TARİHİ HAMAMI YIKTILAR TOPU BİRBİRLERİNE ATTILAR

İstanbul
Laleli’de 530 yıllık Acemioğlanlar Hamamı’nın
yıkılarak yerine kaçak otel inşa edilmesine ilişkin
aralarında Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve
Eski Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er’in de
bulunduğu 22 belediye yetkilisi, haklarında açılan
soruşturma kapsamında verdikleri ifadelerde topu
birbirlerine attı. İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi tarafından yıkım emri verilmesine rağmen
yıkılmayıp faaliyete geçirilen Celal Ağa Konağı ile
ilgili hiçbir belediye görevlisi sorumluluk
üstlenmedi.
Kaçak inşa
edilen otele işyeri açma ve çalışma ruhsatı 2009’da
Fatih Belediyesi tarafından verilmesine rağmen
Belediye Başkanı Mustafa Demir, Nisan 2013’te
verdiği savcılık ifadesinde, “Olayda bizim belediye
olarak bir alakamız olmadığı gibi şahıs olarak benim
de ilgim yok” diye kendini savundu. Demir, Danıştay
I. Daire tarafından kaçak yapının otel olarak
işletilmesine neden olmak, ruhsata aykırı yapının
tamamlanmasına göz yummak, yıkım kararının
gereklerini yerine getirmediği gibi işyeri açma ve
çalışma ruhsatı vererek yapı sahiplerine menfaat
sağlamaktan olayda sorumlu bulunmuştu.
TARİHİ HAMAM OTELE DÖNDÜ
Tarihi hamam
Belediye Başkanı Nevzat Er döneminde 2005’te
yıkıldı, hamamın bir kısmı ‘Celal Ağa Konağı’ otel
projesine dahil edildi. Kaçak inşa edilen otel
hakkında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin
yıkım kararı vermesine rağmen otel yıkılmadı.
Eminönü Belediyesi’nin Fatih Belediyesi ile
birleşmesinin ardından Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir döneminde otele geçici çalışma ve
işyeri açma ruhsatı verildi. Eski Eminönü Belediye
Başkanı Nevzat Er, Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş hakkında Eski CHP Eminönü İlçe Sekreteri Gazi
Doğan suç duyurusunda bulundu. İçişleri Bakanlığı
sorumlular hakkında soruşturmaya izin vermezken,
Doğan’ın kararı Danıştay’a taşımasının ardından
Danıştay I. Dairesi sorumluların yargılanması
yönünde karar verdi.
‘EKSİKLERİ TAMAMLADIK’
İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı’na ifade veren Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir, kaçak inşa edilen
otele ilişkin tüm iş ve işlemlerin Eminönü
Belediyesi’nce yapıldığını öne sürerek “Biz geçici
ruhsat vererek eksikliklerini tamamlamalarını talep
ettik” dedi. İfadesinde ruhsatlarla ilgili yetkisini
Belediye Başkan Yardımcısı İzettin Öztosun’a
devrettiğini belirten Demir, “Olayda bizim belediye
olarak alakamız olmadığı gibi şahıs olarak benim de
ilgim yok” diye ifade verdi. Öztosun ise ifadesinde
“Otel 2008’den itibaren aktif olarak faaliyetine
başlamıştı. Biz ilgili işletmeye bir yıllık süre
vererek eksiklerini tamamlamalarını talep ettik”
dedi.
İNŞAAT BOŞLUKLARINA GELMİŞ
Eski Eminönü
Belediye Başkanı Nevzat Er ise imza yetkisini
Belediye Başkan Yardımcı Mahir Katırcı’ya verdiğini
belirterek “Belediye Kanunu’ndan doğan belediye
başkanı belediye ile ilgili her şeyden sorumludur
anlamındaki genel sorumluluk açısından sorumlu
tutulabilceğim söylense de bunun yerinde olmadığını
düşünüyorum” şeklinde ifade verdi. Katırcı ise
ifadesinde “Eminönü Belediyesi’nin kaldırılarak
Fatih Belediyesi ile birleştirilmesine karar
verilmesi aşamasında meydana gelen boşluktan
istifade edilerek bina yapılmıştır” dedi. Katırcı,
“Kanuna aykırı işlemler belediyenin Fatih
Belediyesi’ne devri sırasında ortaya çıkan yetki
boşluğu ve kargaşa sebebiyle bizim görgü ve bilgimiz
dışında yapılmıştır” diye kendini savundu.
YIKACAK ALETLERİ YOKMUŞ
İçişleri
Bakanlığı raporuna göre ise İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, yıkım için alet edavatın bulunmadığını,
2009’dan bu yana otelin yıkımı için ihale
açtıklarını, ancak ihalelere katılan olmadığını öne
sürdü.
MUSTAFA DEMİR FAALİYETE GEÇİRDİ
Tarihi hamamın
üzerine kaçak inşa edilen otele karşı 2006’dan bu
yana mücadele veren ve otel sahibi Celal Yüksel
tarafından ölümle tehdit edilen eski CHP Eminönü
İlçe Sekreteri Gazi Doğan ise “Mustafa Demir,
hakkında yıkım emri olan bu işletmeyi faal duruma
getirdi. Otelin altyapı hizmetlerinden
yararlanmasını sağladı. Fatih Belediyesi’nin verdiği
ruhsatı iptal ettirmemize rağmen otel 3 yıl da
ruhsatsız çalıştı” dedi.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 29.12.2013
|
"GÖKTÜRKLERDE OSMANLIYI GÖREBİLİRİZ"

Prof.Dr. Ahmet
Taşağıl, Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölüm
Başkanı. Orta Asya tarihi üzerine çalışan nadir
uzman akademisyenlerden olan Taşağıl, “Türk tarihi
göç-boy sistemi-model devlet üzerine kurulu. O
yüzden Türkiye Cumhuriyeti de Göktürklerin devamı
oluyor.” diyor.
Dörtnala, uzak Asya’dan
gelen Türkler kim?
Türklük,
MÖ 3000’den günümüze
akan büyük bir ırmak. Zaman içinde buna sağdan ve
soldan başka kollar katıldı. Ama ırmağın esas adı
Türk olduğu için hepsi bunun içinde yer aldı. Kaldı
ki böyle bir çağda safkan ırk aramak doğru değil.
Laboratuvar ırkçılığı son derece insanlık dışı.
Sosyolojik anlamda millet dediğimiz şey, kültürden
oluşur, genlerden oluşmaz.
Türk ırkı diye bir şey
yok mudur yani?
Aynı şekilde Arap, Kürt, Arnavut,
Çerkes ırkı da yok. Türk, Altay Dağları’nda doğan,
sonra göçler dalgasıyla Avrupa’ya yayılan bir
millet. Çin’e gidenler Çinlilerle, Ortadoğu’ya
gidenler Araplarla temas etti ve kültürel
alışverişte bulundu. Yaklaşık 120 Türk devletinin
tamamı Türklerden oluşmaz. Ancak bu da kimseye ‘Türk
yoktur!’ deme hakkını vermez.
Kemal Karpat, ‘Orta
Asya’dan çıkmış ama dili, dini, siması hepsi
değişerek yepyeni şekillere girmiş bir millettir
Anadolu’daki Türkler’ diyor.
Bu sözün bilimsel bir tarafı yok…
Tarihin esas malzemesi tarihi kaynaklardır. Çin
kaynakları MÖ Türklere Tücuo diyor, 1882’de
Abdülhamid’e Çin elçisi geliyor, o da Tücuo diyor.
Ben Tuva’da, ki onlar Budist’tir, dağda bir çobanla
karşılaştığım zaman konuştuğu dili anlıyorum. Kaldı
ki Orta Asya’dakilerin Türk değiliz, demelerinin
altında ‘Türk’ dendiğinde akla Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının gelmesi yatıyor.
Yeryüzünün çeşitli
coğrafyalarına dağılmış olan Türklerin ortak paydası
nedir?
Göktürk Devleti… Ben bu devletin
aşağı yukarı her şeyiyle uğraştım. Orijinal belgeler
üzerinde bunları yayınladım. Belgelerde, Türk
milletinin nasıl var olduğunu görüyoruz. Ama
Göktürklerden çıkacak en önemli sonuç, bir model
devlet olmalarıdır. Göktürklerde Osmanlı’yı
görebiliriz. Sadece askeri anlamda değil, idare
anlamında da…
Mesela?..
Osmanlı’da Rumeli ve Anadolu
Beylerbeyliği vardır. Göktürklerde ise sağ kanat
şadı, sol kanat şadı var. Fatih Sultan Mehmet
zamanına kadar Türklerde koyun vergisi vardı. Tıpkı
Göktürklerde olduğu gibi... Bu vergi Osmanlı’da daha
sonra ‘ağnam’ adını aldı. Bu tarz örnekler
çoğaltılabilir. Esas meselesi bir devamlılığın
olmasıdır.
Türklerin Müslümanlığı
kabul etmesi nasıl bir kırılma oluşturdu?
Türkler peyderpey İslam kültürü
dairesine girdi, yüzde 90 oranında. Ama bu çok uzun
bir süreç içinde gerçekleşti. 751’de halkaya dahil
olma söz konusu ama sonuçlanması 16. yüzyılı
buluyor. Kültürel merhalede herhangi bir kopma
olmadı. Zaten eski Türk inanç sistemiyle İslamiyet
arasında 25 noktada benzerlik var.
Eski Türk tarihine nasıl
bakmalıyız?
Duygusal değil, bilimsel bir
gözle bakılmalı. Orta Asya bütün Türklerin ana yurdu
ama ilk yurdu da Hakasya’dır. Burası, Hazar
Denizi’nden Kore’ye kadar olan bölgenin adı… Bizde
Türk tarihi iyi yazılmadığında ya da Batılıların
saçma sapan çıkarımlarını doğru kabul ettiğimizden
dolayı büyük yanlışlıklar var.
Ne var mesela?
Çok… Kitaplarımda bunları
gösterdim. En temel yanlış Türk tarihini hanedanlar
üzerinden açıklamışız. Ancak bütün Türklerin boy
sistemi üzerine kurulu olduğunu bilmek lazım… Bu
ayrım üniversitelerde yapılmıyor ki normal vatandaş
bilsin. Türk tarihi abartılarak öğretildiği için
sulandırılıyor. Türk tarihi göç-boy sistemi-model
devlet üzerine kuruludur. Benim tarih teorim de bu.
O yüzden Türkiye Cumhuriyeti de Göktürklerin devamı
oluyor.
Enver Paşa, ‘Turan
birliği’ni gerçekleştirebilir miydi?
Gerçekleştiremezdi. Orta Asya’nın
yapısı biraz farklı, uzaktan göründüğü gibi değil.
Geniş bir coğrafya ve her birinin ayrı bir özelliği
var. Onları tek çatı altında toplamak çok zor
olurdu. Dünyanın gerçeği farklı. Hayaller ile reel
politiği birbirinden ayırmak lazım.
Coğrafyayı iyi bilen biri
olarak İsmail Gaspıralı’nın ‘Dilde, işte, fikirde
birlik’ önermesi gerçekleşir mi?
Gelecekte çok kolay olur. Bu
düşünce, halkın şuuraltında hep var.
Türk
birliği, Türkiye’siz daha başarılı olur
Tarihçiler genelde
Osmanlı tarihi üzerine yoğunlaşır. Sizin Orta Asya
sevdanız nereden geliyor?
İslam öncesi Türk tarihinin
gizemli yönü beni çocukluğumdan beri çekmiştir. Zor
olan şeyler hep cezbediyor. Bu tarihi bilmem için
Çince öğrenmem gerekiyordu. O yüzden İstanbul
tarihten mezun olur olmaz Tayvan’a gittim ve Çince
öğrendim. 21 yaşındaydım…
Zor olmadı mı?
Bana kolay gelmişti.
Nasıl cesaret ettiniz?
Hayatta bazı riskler göze almadan
büyük sonuçlar elde edemiyorsunuz. Bunu göze almam
gerekiyordu ve aldım. Tarihe ve ilme aşık
birisiydim, hala da öyleyim. Bu sevda beni Orta
Asyalara götürdü. Ama bunu yaparken hiçbir zaman
duygularımı karıştırmadım işime. Kaynaklar ne
diyorsa oydu benim için.
Karşınıza ne çıktı peki?
Derin bir tarih… Tan yerinin
ağarması gibi… Bir kere belge azlığı söz konusu.
Burada sağlam bir teori kurmam gerekiyordu. Boy
sistemi üzerinden meseleyi ele alıp yürüdüm.
Kaç dil biliyorsunuz?
Okuma anlamında Çince, Fransızca,
İngilizce, Rusça, Farsça… Kazakça, Özbekçe gibi
diller var bir de…
Orta Asya’da daha
popülermişsiniz…
Yani… Gazete ve televizyonlara
mülakat veriyorum genelde. Sovyetlerden çıktıkları
için Türk tarihinin tahrifatı söz konusu. Şimdi
orada da objektif bir tarih anlayışı, arayışı var.
Türk tarihinin derinliğinden bahsediyorum.
Peki, bir Türk birliğine
ihtiyaç var mı?
Orta Asya ölçeğinde var ama
Türkiye’nin buna dahil olması gerekmiyor. Zaten
Türkiye dış politikası çok da ilgilenmiyor o
coğrafyayla. Bu sebeple bizim bulaşmamıza gerek yok.
O birlik Türkiyesiz daha başarılı olur.
İlgi nasıl eski Türk
tarihine? Sizin gibi istekli talebeler var mı?
Alan çok zor, bilgi azlığından
ötürü… Ama gün geçtikçe buralara alaka da artıyor.
Yeni jenerasyonda Osmanlı’ya olduğu gibi İslam
öncesi Türk tarihine de alaka var.
Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 29.12.2013
|
'ÇİNGENE KIZI'NI GÖRME ZAMANI

Zeugma Mozaik Müzesi, son zamanların en çok
merak edilen yerlerinden biri. Üstelik gördüğü ilgi,
Türkiye’yle sınırlı değil, tam anlamıyla dünya
ölçeğinde. Zira toplam 2400 metrekareyi bulan
mozaikleriyle, “dünyanın en büyük mozaik müzesi”
unvanını halefi Bardo Müzesi’nden (1700 metrekare)
almış bulunuyor.
Bu unvanın verdiği popülerlik ve
müzenin sahip olduğu koleksiyonların uyandırdığı
haklı ilgi, Gaziantep’in ziyaretçi trafiğini de
oldukça hareketlendirmiş.
Zeugma Mozaik Müzesi’nde ünlü “Çingene Kızı”
mozaiğiyle göz göze gelmek için sıra bekleyenler
arasında Anadolu’nun herhangi bir şehrinden gelen
sade vatandaşlar da var, uluslararası kültür sanat
çevrelerinden önemli isimler de... Türkiye’nin belki
de en etkileyici müzesine dönüşen
Zeugma Mozaik Müzesi mimarisi ve sergi düzeniyle
bir modern sanat müzesinden farksız. Girişteki
sabırsız hareketlilik, hafızalara kazınan klasik
müze atmosferinin verdiği ağır havayı silip tatlı
bir bekleyiş hissi uyandırıyor. Bu çok değerli
eserlerle dolu müze, 3 binin üzerinde ziyaretçiyi
ağırladığı ilk ziyaret gününden bu yana başta tarih
meraklıları olmak üzere kalabalık ziyaretçi
gruplarını ağırlamaya devam ediyor. Gaziantep
Arkeoloji Müzesi’nin hemen bitişiğinde yer alan
Zeugma Mozaik Müzesi, iki katında 16 teşhir
salonu barındırıyor. 2000’de Birecik Barajı su
tutmaya başlamadan önce yapılan kurtarma kazısıyla
ortaya çıkarılan mozaikler, ilk müzeden, eski bir
Tekel fabrikasından dönüştürülen şimdiki yeni yerine
taşınmış. Depolarda ve arazilerde korunan mozaikler
ile çevredeki birçok mozaik de hızla restore edilip
ilk kez sergilenmeye başlanmış.
ORTADOĞU’NUN MONA LISA’SI
Kazılarda çıkarılan Poseidon ve
Euphrates ikiz villaları, mozaikler, duvar
resimleri, çeşmeler, sütunlar ve duvarlar orijinal
pozisyonlarında ve kazıda ele geçtiği boyutlarıyla
sergileniyor. MS 1’inci yüzyıldan 6’ncı yüzyıla
kadar mozaiklerin kronolojik sıraya göre ve kazı
alanındaki doğal haliyle sergilendiği müzede, ayrıca
koleksiyonunda bulunan 140 metrekare duvar resmi, 4
Roma dönemi çeşmesi, 20 sütun, 4 kireç taşından
heykel, bronz Mars heykeli, mezar stelleri, lahitler
ve mimari parçaların tamamını yine orijinaline bağlı
kalınan halleriyle görmek mümkün. Müzedeki her eser
göz kamaştırıcı ama en çok ilgiyi “Ortadoğu’nun Mona
Lisa’sı” olarak anılan “Çingene Kızı” mozaiği
görüyor. Müzenin yüzü haline gelen, halka
küpeleriyle saç bağından dolayı Çingene Kızı olarak
anılan mozaik, etkileyici biçimde sergileniyor.
“Dionysos’un Düğünü”nü tasvir eden, ancak büyük bir
bölümü çalındığından eksik kısımlarının görüntüsü
lazerle tamamlanan mozaik de müzenin en çok ilgi
gören parçalarından. Aynı şekilde Samsatlı Zosimos
ustanın elinden çıkan “Afrodit Denizde”, bir
zamanlar Zeugma’da Poseidon villasındaki havuzun
zeminini süsleyen “Aşil’in Troya Savaşı’na Gidişi”
isimli mozaik, “Eros ve Psyke” adlı büyük taban
mozaiği de hayranlık uyandıran diğer parçalar
arasında. Müzeyi adeta koruması altına almış görünen
savaş tanrısı Mars’ın bronz heykeli de müzenin
gözdelerinden. Gerçekte bir meydan heykeli olduğu
bilinen Mars heykeli, teşhirde de meydan heykeli ve
aynı zamanda Zeugma’nın koruyucusu olarak
sergileniyor. Ziyaretçiler müze içindeki turda her
noktadan heykeli görebiliyor. 3 boyutlu film
gösterisi, çocuklar için ayrılmış bölüm, tabandaki
ışık oyunlarıyla yapılan gösteriler müzede fark
yaratan diğer ayrıntılar. İsteyenler de alt kattaki
özel restorasyon bölümde mozaiklerin dizilişini
izliyor. Zeugma Müzesi yolculuğu, kaçınılmaz sonun
sergilendiği aile mezarıyla son buluyor. Müzenin baş
döndüren atmosferinden, yine başlı başına bir
yazının konusu olabilecek Gaziantep Müzesi’nin
zengin koleksiyonuna uzanmayı ihmal etmeyin.
Habertürk, Haber: Levent Özçelik, 28.12.2013
|
ROMA DÖNEMİNE AİT MEZARLIK BULUNDU
Amasya'da bir inşaatın temel
kazısında, Roma dönemine ait mezarlar ile yerleşim
yerleri ortaya çıktı.

Amasya'da bir inşaatın temel kazısı sırasında,
Roma dönemine ait mezarlar ile yerleşim yerleri
ortaya çıktı. Yüzevler Mahallesi'nde sürdürülen
temel kazısı sırasında kemik parçaları ile çok
sayıda mezarın ortaya çıkması üzerine, Amasya Müze
Müdürlüğü'ne
haber verildi.
Söz konusu mevkide inşaat
çalışmalarını durdurarak, 10 kişilik ekiple kurtarma
kazısı başlatan Amasya Müze Müdürlüğü, ilk
belirlemelere göre kazıda Roma dönemine ait 7 mezar
ile yetişkin insanlara ait kemik parçaları ve
yerleşim yerlerine ulaştı.
Amasya Müze Müdürlüğünce kurtarma
kazısı sonrası ortaya
çıkan mezarlar, kemik parçaları ve
yerleşim yerinin içinde yer alacağı raporun, Samsun
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne
sunulacağı öğrenildi.
Haber 7,
28.12.2013
|
2 BİN 200
YILLIK MEZARLAR ASFALT ALTINDA KALACAK

Bodrum'un Gümüşlük Beldesi'ndeki
Myndos antik kentindeki geçtiğimiz yıl ortaya
çıkartılan Hellenistik Döneme ait 2 bin 200 yıllık üç
mezarın üzerinin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'ndan alınan izinle kapatılıp, asfalt
yol yapılacak olması tepkilere neden oldu.
Myndos Antik Kenti Kazı Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin, karara tepki gösterip, “Bu
bölgede bu tür mezarların devamı mevcut. Önümüzdeki
yıl burada kazılara devam edecekti. Böyle bir şeyi
anlamak mümkün değil” dedi. Gümüşlük Beldesi'nde, üç
yıl önce yapılan Bodrum Yarımadası İçme Suyu
Projesi’nin hafriyat çalışması sırasında antik
Myndos kentinin nekropol alanında Hellenistik Dönem'e
ait üç mezar bulundu. O dönemde 2863 sayıl Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gereği, kurtarma
kazısı, mezarların bulunduğu alanın
Turgutreis-Gümüşlük-Yalıkavak hattını birbirine
bağlayan ana yol üzerinde olması nedeniyle
yapılamadı. Bunun üzerine Gümüşlük Belediyesi’ne
Turgutreis-Gümüşlük-Yalıkavak yol bağlantısını
sağlamak üzere yeni bir güzergah önerilip, bu yolun
tamamlanması beklendi. Bu yıl Samanlık mevkiinden
geçen bu yol tamamlanınca, ilgili kanun gereği
yerine getirilerek, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi
başkanlığında Myndos Antik Kenti Başkanı Prof.Dr.
Mustafa Şahin danışmanlığında kurtarma kazısı
yapıldı. Mezarlardaki seramik kaplar, takılar ve
iskeletler gün ışığına çıkartılıp, koruma altına
alındı. Ortaya çıkan mezarlar nedeniyle kentin
içinden geçen ve yasal olmayan yol kapatılıp, trafik
yeni açılan Samanlık Mevkii’ndeki güzergaha
yönlendirildi. Yapılan yeni yol kapanan yola göre 2
kilometre daha kısa ve daha az viraja sahip olmasına
rağmen belediye eski yolun da tekrar trafiğe
açılması için Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ve
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na
başvurdu. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu, aralık ayı başında “Mezarların üzerinin
kapatıp, asfalt döküp yeniden yol olarak
kullanılmasında sakınca yoktur” denilerek, gerekli
izinler verildi.

“YOLUN AÇILMASI KAMUNUN YARARINA”
AKP'li Gümüşlük Belediye Başkanı Mehmet Tire,
yolun tekrar trafiğe açılacağını doğrulayıp,
“Buradaki kurtarma çalışmaları tamamlandı. Tarihi
mezarların içerisindeki değerli eserler alınıp,
müzeye teslim edildi. Buradaki yol imarı olmamasına
rağmen çok aktif olarak kullanılıyordu. O bölgeden
evlerine, işyerlerine giden insanlar var, Yolun
açılması kamunun yararına olduğu için yolu tekrar
açmak için gerekli izinleri aldık” dedi.
KAZI BAŞKANI TEPKİLİ
Myndos antik kenti Kazılarına 6 yıldır başkanlık
yapan Prof.Dr. Mustafa Şahin, kurulun kararını
duyunca inanamadığını belirtip, “Antik kentin
tarihine ışık tutacak mezarların üzerinin kapatılıp
asfalt dökülerek yol yapılacak olmasına anlam
veremiyorum. 2 bin 200 yıllık tarihi geçmişe sahip
bu mezarlar paha biçilemez. Ayrıca anılan bölgede bu
mezarların devamının olduğunu biliyoruz. Gelecek
yıl, bu kazılar devam edecekti. Bu konuyla ilgili
bana ulaşan şu an resmi bir yazı yok. Kuruldan resmi
yazı geldiğinde mezarların korunması ve kazı
çalışmalarını sürdürülmesi, diğer mezarların ortaya
çıkarılması için gerekli raporumu yazacağım. Çünkü
1. Derece Arkeolojik SİT nekropol alanı ve imar
planında olmayan bir yol antik eserlerin üzerinden
geçirilmeye çalışılıyor. Kurulun böyle bir karar
verebileceğine ihtimal vermek istemiyorum” diye
konuştu.
Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 28.12.2013
|
NE ÇEKTİN BİZANS TARİHİ!

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin
bahçesinde bulunan 5. yüzyıldan kalma Theodosius
Zafer Takı’nın sütun başlıklarındaki doğal oyuklar
bazı öğrenciler tarafından kültablası ve çöp
tenekesi olarak kullanılınca
Sanat Tarihi, Arkeoloji ve Taşınabilir
Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarma Bölümü
öğrencileri, eserlerin üniversite hocalarının
gözetiminde onarılması yönündeki isteklerini
Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na bildirdi. Dekanlık
ise tarihi eserlerin üniversite hocalarının
gözetiminde okul bünyesindeki laboratuvarlarda
öğrenciler tarafından onarılması kararını aldı.
Ancak bu karar
dönem sonuna denk geldi. Öğrenciler dönem sonu
sınavlarıyla uğraşırken, dekanlık tarihi eserlerin
kültablası olarak kullanılmaması için ilginç bir
yöntem geliştirdi ve Theodosius sütun
başlıklarındaki oyukları alçıyla doldurulup
üniversitenin bahçesine geri bıraktı.
Okul yönetimi tarafından apar topar yapılan alçılı
korumaya tepkili olan öğrenciler de sütun
başlıklarının uzmanlar tarafından restore edilmesi
yönündeki isteklerini bir daha üniversite yönetimine
bildirdi. Bu girişimden sonuç alamayan öğrenciler,
Theodosius Zafer Takı’nın içindeki alçıları
temizleyerek eski haline getirdikten sonra, eserleri
tekrar okulun bahçesine bıraktı.
Tarihi eserlerin yanına küllük bırakıldı
Okul yönetimin yaptığı alçılı korumanın tarihi
eserlere zarar verdiğini ve bu sebeple eserleri
onardıklarını belirten İstanbul Üniversitesi
‘Mekansal Müdahale İnisiyatifi’ üyesi öğrenciler
korsan restorasyonunun amacını şu şekilde belirtti:
“Bistürilerle Bizans döneminden kalma sütunlara
mekanik temizlik yaparak dökülen alçıyı yerinden
çıkarttık ve bilimsel olarak eseri olması gereken
şekliyle onardık. Saf alkolle eserler tamamen
temizlendikten sonra üniversite bahçesine bırakıldı.
Yönetimini sigara söndürüyorlar bahanesine karşılık
eserlerin yanlarına birer adet kültablası da
bıraktık. Bölümlerimizi ve bilim etiğini yok sayan
üniversite yönetimine tavsiyemiz eserleri bahçede
bulunan çimenlerin üzerine bir platform oluşturarak
eserleri sergilemesidir. Öğrenci ve akademisyen
onayı olmaksızın yapılan bu tarz her uygulama bizce
müdahaleye açıktır. Bu üniversitenin öğrencileri
olarak bilim ürettiğimiz kampüslerin bir parçasıyken
bilimin yok sayılmasına sessiz kalmayacağımızı,
kampüsü tümden sahiplendiğimizi tekrar dile
getiriyoruz.’’
Radikal, Haber: İdris Emen, 27.12.2013
|
SABANCI KOLEKSİYONU VE ARŞİVİ DİJİTAL ORTAMDA

Dünyanın
dört bir yanından akademisyen ve araştırmacıların,
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM)
koleksiyon ve arşivlerine erişmesini mümkün kılan
DigitalSSM projesi tamamlandı.
Proje kapsamında, SSM’nin dijital ortama
aktarılan Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu, Resim
Koleksiyonu, Abidin Dino Arşivi ve Emirgan Arşivi’ne
ait tüm bilgiler, digisu.sabanciuniv.edu adresinde
kullanıma açıldı. Sakıp Sabancı Müzesi’nin Sabancı
Üniversitesi Bilgi Merkezi’yle ortak
gerçekleştirdiği, Türkiye’nin kültürel mirasına
büyük katkı sağlaması beklenen projede; koleksiyon
ve arşivlere ait bilgiler, 77.000’den fazla yüksek
çözünürlüklü görsel ile destekleniyor. DigitalSSM;
yurtiçi ve yurtdışından akademisyenler,
araştırmacılar, müzeciler, Türk ve İslam sanatına
ilgi duyanlar, koleksiyonerler, sanat tarihi ve
tarih öğrencileri için önemli bir kaynak
oluşturuyor. Tarama ve arşivleme işlemi uluslararası
standartlara göre yapılan, Türkçe ve İngilizce
hazırlanan sitede, gelişmiş arama yapılabilen
CONTENTdm yazılımı kullanılıyor. Çoklu dil
özelliğine sahip ve farklı dosya formatlarını
destekleyen kullanıcı dostu yazılım sayesinde,
anahtar kelimelerle tüm arşiv taranabiliyor.
Zaman, 27.12.2013
|
İSTANBUL'DA REZA ZARRAB PANİĞİ
Rüşvet operasyonu
müzayede evlerini de vurdu.Tarihi eserlere meraklı
olan ve sık sık İstanbul’da düzenlenen müzayedelere
katılan Ebru Gündeş’in eşi işadamı Reza Zarrab,
müzayedecileri de sıkıntıya soktu! Zarrab, son
dönemde aldığı, değerleri yaklaşık 20 milyon lirayı
bulan tablo ve antika eşyaların paralarını ödemeden
cezaevine girince birçok müzayede evi kara kara ne
yapacağını düşünmeye başladı.
Reza Zarrab, rüşvet operasyonundan iki gün önce
Antik A.Ş.’nin düzenlediği açık artırmada 1 milyon
50 bin liraya Nazmi Ziya’nın ‘Kendi Evi’ adlı
tablosunu satın aldı. Aynı müzayedede 250 bin liraya
yıldız porselen tabağı ve 380 bin liraya da porselen
buhurdan alan Zarrab, eserler kendisine teslim
edildikten 2 gün sonra tutuklandı. Devlet eserlere
el koyarken parasını tahsil edemeyen Antik A.Ş. zor
durumda kaldı.
Habertürk (Kısaltarak), 27.12.2013
|
NEANDERTHALLERDE 'DİABET GENİ' BULUNDU

Latin
Amerika’da şeker hastalığına yakalanma riskini
arttırdığı anlaşılan bir gen türünün, modern insanın
en yakın akrabası olarak bilinen Neandertallerin
‘mirası’ olduğu ortaya çıktı.
Modern insan
ırkının Afrika’yı terk ettikten yaklaşık 60-70 bin
yıl sonra Neandertal ırkıyla karıştığı biliniyor.
Bu da, Neandertal genlerinin
Afrika kökenli olmayanların tümünün genom haritasına
karıştığı anlamına geliyor.
Nature (Doğa) dergisinin
yayımladığı araştırmaya göre 8 binden fazla
Meksikalı ve diğer Latin Amerikalılarda yapılan gen
analizlerinde (GWAS) ortak özellikler taşıyan bir
gene rastlandı. GWAS araştırmaları, ortak özelliğe
sahip olup olmadıklarını tespit etme amacıyla farklı
bireyler üzerinde yapılan analizleri ele alıyor.
Yüksek risk oranlı geni
barındıranların, o gene sahip olmayanlara kıyasla
diyabet hastalığına yakalanma risklerinin yüzde 25
daha fazla olduğu anlaşıldı.
Hem anne, hem de babası
aracılığıyla bu geni taşıyanlarda ise diyabete
yakalanma riskinin yüzde 50 arttığı görüldü.
‘SLC16A11’ adlı bu gene,
aralarında Latin Amerikalıların da olduğu
Kızılderili soyundan gelenlerin yarısında rastlandı.
Bu gen, Doğu Asyalıların da
yaklaşık yüzde 20’sinde tespit ediliyorken, Avrupa
ve Afrika kıtalarında ise nadir görüldüğü
belirtildi.
'Yeni bir ipucu'
ABD’nin Massachusetts
eyaletindeki Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi ve
Max Planck Evrimci Antropoloji Enstitüsü’nün ortak
araştırması, Sibirya’daki Denisova Mağarası’nda
yaşayan Neandertal’de tespit edilen SLC16A11 geninin
‘Tip 2’ diyabet hastalığına yakalanma riskiyle
bağlantılı olduğunu ortaya koydu.
Yapılan analizlere göre, SLC16A11
geni, Neandertal ve modern insanların karışmasıyla
insanoğluna geçti.
Neandertal genlerine çok seyrek
rastlanıyor. Günümüzde Afrika kökenli olmayanların
genlerinin yaklaşık yüzde 2’sinin, 30 bin yıl
öncesine kadar Avrupa ve Asya’nın doğusunda 300-400
bin yıl boyunca yaşayan Neandertaller’den kalma
olduğu biliniyor.
Bilim insanları, Neandertallerin
kalıtımsal etkilerini yeni yeni tespit etmeye
başladı.
Massachussetts’teki Broad
Enstitüsü’nde görevli araştırmanın yazarlarından
David Altshuler, “Bu çalışmanın en heyecan verici
yanlarından biri, diyabet hastalarının biyolojik
yapısıyla ilgili yeni bir ipucu keşfetmiş olmamız”
dedi.
SLC16A11 geni, vücudun çeşitli
kimyasal tepkileriyle bağlantılı olan molekülleri
(metabolitleri) taşıyan proteinler için kodlama
yapan gen ailesinin bir parçası.
SLC16A11 proteinin seviyelerinin
değiştirilmesi, diyabet riskine neden olan yağ
türünün miktarının da değişmesini sağlayabilir.
Araştırma sonuçları, SLC16A11’in hücrelerdeki yağ
oranlarını etkileyen, dolayısıyla da Tip 2 diyabet
hastalığına yakalanma riskini arttıran bir
metabolitin taşınmasıyla bağlantılı olabileceğini
gösteriyor.
BBC Türkçe,
26.12.2013
|
SİLUETE 23 KAT DAHA
İstanbul’un siluetine gölge
düşürdüğü iddialarıyla uzun süre tartışılan
Zeytinburnu’ndaki 16/9 projesi, aynı bölgede yer
alan 111 dönümlük tank fabrikası arazisinin 23 kat
inşaat izni ile ihaleye çıkmasının ardından tekrar
gündemde. 16/9 projesinde mülk edinenlerin haklarını
nasıl geri alabileceği merak konusu oldu. Konu
hakkında değerlendirmelerde bulunan Avukat Cevat
Kazma, mahkemece yıkımına karar verilen ve şuan
temyiz aşamasında olan projede mal sahibi olan
kişilerin yaşadıkları mağduriyetin en az kayıpla
nasıl giderilebileceğini anlattı.
BELEDİYE VE ŞİRKET SORUMLU
Avukat Cevat Kazma, öncelikle belediyenin hukuka
aykırı idari bir işlemde bulunduğunu ve idari
işlemlerin hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli
mahkemelerin de yürütmeyi durdurmadığının altını
çizdi. Şu anda 16/9’un hukuka aykırı bir yapı olarak
varlığını sürdürdüğünü, iskan hakkı olmadığını,
krediye uygunluğunun bulunmadığını ve bu durumların
mal sahipleri için yatırımlarının değerini
kaybetmesine sebep olduğunu söyleyen Cevat Kazma,
iptal kararı neticesinde oluşan bu mağduriyetten
inşaat şirketinin ve belediyenin sorumlu olduğuna
dikkat çekti.
Mülk sahiplerinin bir an önce uygulaması gereken
hukuki prosedürden bahseden Cevat Kazma, iptal ve
yıkım kararı sonrası mülk değerinin ne oranda
değiştiğini gayrimenkul eksperleri tarafından
belirlenmesi gerektiğine değindi. Mülk sahiplerinin
maddi zararlarını inşaat şirketinden ve belediyeden
talep edebileceklerini söyleyen Cevat Kazma, inşaat
şirketinin de maddi zararlarını hukuken belediyeden
talep edebileceğini söyledi. Ancak Avukat Cevat
Kazma’ya göre, inşaat sektörünün belediyelere
bağımlı olması dolayısıyla şirketin belediyeye dava
açmak istemesi zor görünüyor.
SORUMLU KAMU YÖNETİMİ
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkanı Eyüp Muhçu
konuya ilişkin açıklamasında şunları söyledi.
“Sözkonusu gökdelenlerin teknik kurallara, hukuka
uygun bir operasyonla uygun bir hale getirilmesi
mümkündür. Bu süreçte bu binalardan mülkiyet edinen
vatandaşların mağdur edilmemeleri önemli bir
unsurdur. Yurttaşlar yargı yoluna başvurarak
mağduriyetlerinin giderilmesini isteyebilirler.
Olası zararların giderilmesi ve tazminatların kamuya
yıkılmaması ve sorumlu olanlara ödettirilmesi
sağlanmalıdır. Sorumlulara rücu edilmelidir, kamunun
sırtına aktarılmamalıdır. Gökdelenler daha
yapılmadan arsa sahibine ve yapımcı firmaya,
yönetime biz gerekli Çed raporunu sunmuştuk. Birince
derecede sorumlu olan kamu yönetimleridir.”
HUKUKİ SÜREÇ DEVAM EDİYOR
16/9 gökdelenlerini inşa eden Astay İnşaat CEO’su
Atilla Öztürk henüz kesinleşmiş bir yıkım kararının
olmadığını belirterek, “Şu ana kadar böyle bir karar
sözkonusu değil. Hukuki süreç devam ediyor, temyiz
süreci devam etmektedir. Bu nedenle ne malikler, ne
taraf şirket olarak bizimle ilgili kesinleşmiş bir
mahkeme kararı yok. Hukuki süreç sona erdiğinde
gereken neyse konuşulur”dedi.
Taraf,26.12.2013
|
YENİ BAKANIMIZIN ESKİ FAALİYETLERİ
İstanbul'un
en tartışmalı projelerin ardındaki isim Çevre ve
Şehircilik Yeni Bakanı İdris Güllüce olabilir mi?
İlişkileri kurmanın bulmacaya döndüğü ülkemizde
kentsel sorunlara çözüm arayanlar, zincirlerin
halkalarını daha kolay görmeye başladı diyebiliriz.
Belediye üyelerinden inşaat firmalarına kadar giden
süreçte "paranoyaklıktan" ziyade temkinli olmak
adına kentsel aktörleri tanımamız gerektiğine
inanıyoruz.
Çevre ve
Şehircilik Yeni Bakanımız İdris Güllüce ile
başlayalım. 1989'da Kartal Belediye Meclis üyeliği,
1994'te yerel seçimlerinde RP'den 1999 yerel
seçimlerinde de Fazilet Partisinden Tuzla Belediye
Başkanlığı'na seçilmiş hali hazırda AKP Milletvekili
yapmakta olan bakan, 17 Aralık imar operasyonlarının
ardından 25 Aralık 2013 tarihinde Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı'ndan istifa eden Erdoğan
Bayraktar yerine göreve getirildi. 2007 Seçimlerinde
Recep Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı
döneminde beraber çalıştığı ve AKP'nin ikinci kez
iktidara gelmesiyle yine meclisteki yerini alan
kadrodan olan Güllüce, 3 Kasım 2002 seçimlerinde
TBMM'ye giren 14 vekilden biri olma şansını elde
etmişti.
Göztepe Parkı'na Cami, 3. Köprü ve Dubai
Kuleleri gibi Tartışmalı Kararların Ardındaki İsim
İdris Güllüce'nin İstanbul'da süregelen
tartışmaların geçmişinde yer aldığını söylemek
mümkün. Çok hızlı bir tarama yapıldığında bugün
kentin temel tartışma zeminlerinden olan bazı
konularda Güllüce'nin İBB Başkan Vekilliği yapmış
olduğu dönemde verdiği kararlar bulunuyor.
Bunlardan ilki eski İETT Garajı üzerine yapılması
planlanan Dubai Kuleleri. Başbakan'ın Dubai'ye
yaptığı ziyaretin hemen sonrasında başlayan yatırım
süreci, İstanbul için yoğun bir tartışma dönemi
olmuştu. Hatta süreçten o denli mutlu olan Başbakan
"Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim"
diyordu...

Pazarlamaya da Maktum ailesiyle başladı.
Levent'teki eski İETT Garajı arsasına inşa edeceği
Dubai Towers-İstanbul'la (Dubai Kuleleri) ilgili
inşaat alanını genişleten plan değişikliği, İdris
Güllüce başkanlığında toplanan İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisi tarafından kabul edilmişti. Söz
konusu değişiklikle 1/5.000 ölçekli nazım imar
planında "ticaret" alanı olarak görülen yer
"turizm+ticaret" alanına çevrilmişti.
Ayrıca, 3 bodrum kat daha yapma imkanı da
getirildi. Eski planda 138 bin 786 m2 (3
emsale göre) toplam inşaat alanı, 104 bin 859 m2
bir artışla 5.8 emsale denk gelen 243 bin 645 m2
çıkarılmıştı.
Satış, rayiç satış bedeli, kamu yararını
gözetilmemesi, ihaleye giren firmaların profili,
verilen emsalin çevredekine oranla farklı oluşu gibi
bir çok sebeple iptal olmuştu!
Göztepe'ye Camii İmzası İlk Ondan mı Geçti?

İddialara göre Başkan Topbaş'ın yurtdışı ziyareti
sırasında kendine vekillik yapan Güllüce, Topbaş'ın
Göztepe Parkı'nın camii olmasını içeren plan
değişikliği kararını onaylamıştı.
Fakat Göztepe Parkı ile başlayan tartışmalar
"örtülü bir çekişme" yaşandığı söylentileriyle devam
etti. Belediye'de çift başlı yönetim ve gücü aşan
yetkiler iddiaları kuvvetlenmişti. Güllüce'nin
görevine son verildi. Aynı dönemde İBB Genel
Sekreteri Ramazan Evren ve Yardımcısı Mihmail Mangan
da görevden alındı. O dönemde muhalefet partileri
belediyedeki güc karmaşısını da göstererek görevden
alınmaların Başbakan Erdoğan'nın isteğiyle olduğunu
söyledi.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta ise Mesut
Pektaş bu dönemde İBB Genel Sekreteri görevine
getirildi.
Büyükşehir Belediye Başkanı'nın habersizliği
yalnızca, Meclisin Göztepe Parkı'na cami oldu
bittisiyle sınırlı değildi. Meclis'in 3. Köprü
konusunda aldığı beklenmedik karar da Kadir
Topbaş'ınbak bu konu hakkında da haberi olmadığını
göstermişti. Önemli kararların altında hep
Başkanvekili İdris Güllüce'nin imzası vardı.
Köprüleri Yıkan 3. Köprü Habersizliği!

Belediye Meclisi'nin 14 Ekim'de Belediye Başkan
Vekili İdris Güllüce'nin yönettiği oturumunda
Bayındırlık Bakanlığı ile İstanbul Belediyesi
arasında 2002'de çerçeve protokolü imzalanan 3.
Köprü teklifi gündeme geldi. İmar ve Bayındırlık
Komisyonu'ndan gelen rapora karşı çıkan CHP'liler,
dosyadaki bilgilerin yeterli olmadığını, dosya
tamamlandıktan sonra meclise getirilmesini önerdi.
Ancak öneri kabul görmedi.
Tüm bu tartışmalar yaşanırken, köprünün güzergahı
konusunda da net bilgi verilmedi. Boğaz'a köprüye
karşı olduklarını belirten CHP'lilerin itirazlarına
rağmen oylamaya geçildi. Ve Boğaz'a 3'üncü köprü
yapılmasıyla ilgili 1/5.000 ölçekli planlarda
değişiklik yapılmasını isteyen teklif, AKP'lilerin
oylarıyla kabul edildi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi üyeleri
böylece, projeyi görmeden ve güzergahı belli olmadan
3. Boğaz Köprüsü'nü onaylamış oldu.
Belediye Başkanı Kadir Topbaş yine sonradan
öğrendiği bu kararı, bu kez veto ederek Meclis'e
geri gönderdi. Topbaş'ın veto ettiği karar Meclis'te
yeniden görüşüldü, Başbakan'ın, köprünün daha
kuzeye, Karadeniz'e doğru bir yere yapılmasına
yönelik görüşleri bugün ise bir gerçek olarak
karşımızda...
Kaçak Yapılaşma
Güllüce, İBB Başkanvekilliği döneminde Florya
Atatürk Ormanı'nda yapılan kaçak lojmanlarıyla da
anıldı. Arazi, Belediye mülkiyetindeyken belediye
başkanlarının kullanılması için tek katlı lojmanlar
olarak kullanılmaya başlanmıştı.

1 No'lu Koruma Kurulu Tarafından 1999 yılında 2.
Derece Doğal Sit Alanı ilan edilen orman alanı,
turistik faaliyet dışında her türlü yapılaşmanın
yasak kararı ise 2004 yılında Yargıtay tarafından
onaylanmıştı. Buna rağmen inşaata kaçak bir şekilde
devam edildi ve Florya Atatürk Ormanı'nda aralarında
Kadir Topbaş, Mustafa Demir, Feyzullah Kıyıklı,
Hüseyin Bürge, Mehmet Çakır, Nevzat Er, Ahmet Misbah
Demircan, Aziz Yeniay gibi isimlerin de yer aldığı
11 AKP'li ilçe Belediye Başkanı alanı lojman olarak
kullanmaya devam etti.
İBB 2009 yılında iddiaları reddetti ve yaptığı
açıklamada; "İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi
kararı ile sadece İstanbul halkının kullanımına
tahsis edilmek üzere ve maksimum 1020 m2
alanda ve tek katlı, bodrum katı da olmayan, hafif
çelik sistemde, sökülüp takılabilir bir yapı sistemi
ile sosyal tesis oluşturulabilecektir." diyerek;
"Yapılaşmaya açma ifadesinin hiçbir şekilde doğru
olmadığı, 2005 yılında bu alanda önceki yıllarda
yapılmış 1000 m2 bina ve müştemilatın
(depo-at ahırı vs) yıkılarak yeşil alana katıldığı
kaydedilen açıklamada, şu bilgilere yer vermişti:
"Alan içerisinde bulunan beton zeminler kaldırılarak
yeşil alan olarak düzeltilmiştir. Burada yapı
yoğunluğunu artıran değil, aksine azaltan işlemler
gerçekleştirilmiştir.". Başbakan'ın halkın içine
karışın talimatına kadar başkanlar ikametlerini
sürdürdü.
Sonuç olarak yazı, yeni bakanımızın eski
icraatlarının bir derlemesi. Ama asıl soru kaliteli
fiziksel çevrenin varoluş ihtimallerini, sermaye
odaklı bir sistemde sorgulamak. Yani makamların ve
aktörlerin zaman içerisinde değişebileceğini, kenti
yöneten asıl dinamiğin sermaye iktidar ilişkisi
olduğu bilincini oturtabilmek. Yani Çevre ve
Şehircilik Bakanımızı değiştirmektense kentlere
bakış açımızı değiştirmek belki... Belki o zaman bu
yazı herhangi bir "yeni bakanımızı tanıyalım"
içeriğine hapsolmaktan çıkacaktır...
Arkitera, Kaynak: Cumhuriyet - Hürriyet, Derleyen:
Derya Gürsel, 26.12.2013
|
'KAYIP' 11 TARİHİ ESER İŞ KULELERİNDE GÖRÜLDÜ
Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.'nin
koleksiyonuna kayıtlı olan 11 adet tarihi sürahi,
ibrik, kase ve gülabdan kayboldu. İstanbul Arkeoloji
Müzesi denetiminde "Korunması gerekli taşınır kültür
ve tabiat varlığı koleksiyonculuğu" faaliyetinde
bulunan Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş'ne ait
tarihi şişelerin nasıl kaybolduğu incelemeye alındı.
Altın yaldızlı ve değişik desenlerde olan
eserlerin kapaklarının da kayıp olduğu bildirildi.
Müze denetçilerinin yaptığı denetimlerde kayıp
olduğu bildirilen tarihi niteliğe sahip eserlerle
ilgili İl Kültür Turizm Müdürlüğü'ne yazı yazıldı.
Eserlerin kayıp olduğu bilgisine Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın resmi internet sitesinde de yer
verildi. Aralarında Osmanlı dönemine ait bulunan
gülabdan ve ibriklerin de bulunduğu cam eserler,
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sitesinde "Yurt
içinde çalınan eserler" başlığı altında "Türkiye
Şişe ve Cam Fabrikaları A. Ş.'nin Koleksiyonuna
Kayıtlı 11 Adet Şişe ve Kapaklar" başlığıyla yer
aldı.
Ancak Şişe Cam Fabrikaları yetkilileri, tarihi
niteliğe sahip olan cam eserlerin İş Bankası
Kuleleri'ndeki muhafazalı alanda sergilendiğini
açıkladı. Sergi alanından fotoğraf da paylaşan Şişe
Cam yetkilileri, eserlerin kayıp olduğuna dair
kendilerine bir bilgi ulaşmadığını kaydettiler.
Yanlışlığın nereden kaynaklandığı anlaşılamadı. İş
Kuleleri'nde sergilenen cam eserlerin aynı eserler
olup olmadığı araştırılıyor.
İŞTE O ESERLER:











Habertürk, 26.12.2013
|
TARİHİ GÖKMEDRESE MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLECEK

Tokat Valisi Mustafa Taşkesen, tarihi
Gökmedrese'nin kent müzesine dönüştürüleceğini
bildirdi.
Taşkesen, Tokat Valiliğinin internet sitesi
aracılığıyla yaptığı açıklamada, bugüne kadar birçok
medeniyete ev sahipliği yapan ve geçmişte önemli
ticaret yolları üzerinde bulunan Tokat'ın doğası,
turizm potansiyeli ve verimli topraklarıyla
özellikli bir il olduğunu belirtti.
Birçok uygarlığın izlerini bünyesinde barındıran
Tokat'ta, 900 yıllık eserlerin bulunduğunu ifade
ederek, şunları kaydetti:
"Bölgeyi ziyarete gelen turistlere kültürel
mirasımızın tanıtımını sadece bölgedeki tarihi
eserleri göstererek yapmak, kültürümüzün eksik
anlaşılmasına neden olmaktadır. Onlara kültürümüzü
yaşayabilecekleri bir ortam sunmak, kültürümüzün
tanıtımı açısından yapılması zorunlu bir
faaliyettir. Bu faaliyeti gerçekleştirmek amacıyla
Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünün hazırladığı 'Tokat
Kent Müzesi Fizibilite Projesi' ile Tokat'ta kent
müzesinin oluşturulması sağlanacak. Projeyle,
bölgeyi ziyaret gelen turistlere kültürümüzü
yaşayabilecekleri tabii bir ortam sunulması
amaçlandı. Bu amaçla hazırlanan 'Tokat Kent Müzesi
Fizibilite Projesi', Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı
tarafından da kabul edildi."
Proje kapsamında fizibilite çalışması
yapılacağını belirten Taşkesen, "Gökmedrese'nin kent
müzesine dönüştürülmesi için hazırlanan projeyle
kültürel mirasımızın yaşatıldığı ve tanıtıldığı bir
ortam oluşturulacaktır. Bu çalışmayla bölgemiz,
turizm cazibe merkezi haline getirilecektir. Turizm
faaliyetlerinin etkinliğini artırmak, bölge halkı
için alternatif ekonomik girdi sağlamak ve bu sayede
dolaylı olarak yeni istihdam alanları yaratmak,
projemizin temel amaçlarıdır" ifadelerini kullandı.
Yeni Şafak, 25.12.2013
|
SİLUETİ YIKIM DEĞİL HUKUK KORUYACAK!
İstanbul’un
siluetine gölge düşürdüğü iddialarıyla gündeme gelen
Zeytinburnu’ndaki 16/9 projesinde mülk edinenlerin
haklarını nasıl geri alabileceği merak konusu.
Avukat Cevat Kazma, mahkemece yıkımına karar verilen
projede mal sahibi olan kişilerin yaşadıkları
mağduriyetin en az kayıpla nasıl giderilebileceğini
anlattı.

Konu hakkında değerlendirmelerde bulunan Avukat
Cevat Kazma, öncelikle belediyenin hukuka aykırı
idari bir işlemde bulunduğunu ve idari işlemlerin
hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli mahkemelerin
de yürütmeyi durdurmadığının altını çiziyor. “Bina
tamamlanıp, fiilen kullanılmaya başlandıktan sonra
verilen iptal/yıkım kararı sadece inşaat şirketini
değil, orada mülk edinen kişileri de ilgilendiriyor.
Geç işleyen bir adalet durumu söz konusu. En başta
yürütmeyi durdurma kararı verilmiş olsaydı, büyük
olasılıkla inşaat şirketi projeyi revize etme yoluna
gidecekti ve mülk sahibi olacakların mağduriyeti söz
konusu olmayacaktı.”
Hukuka aykırı bir yapı olarak varlığını
sürdürüyor
Şu anda 16/9’un hukuka aykırı bir yapı olarak
varlığını sürdürdüğünü, iskan hakkı olmadığını,
krediye uygunluğunun bulunmadığını ve bu durumların
mal sahipleri için yatırımlarının değerini
kaybetmesine sebep olduğunu söyleyen Cevat Kazma,
iptal kararı neticesinde oluşan bu mağduriyetten
inşaat şirketinin ve belediyenin sorumlu olduğuna
dikkat çekiyor.
Mülk sahiplerinin bir an önce uygulaması gereken
hukuki prosedürden bahseden Avukat Cevat Kazma,
iptal ve yıkım kararı sonrası mülk değerinin ne
oranda değiştiğini gayrimenkul eksperleri tarafından
belirlenmesi gerektiğine değindi. Mülk sahiplerinin
maddi zararlarını inşaat şirketinden ve belediyeden
talep edebileceklerini söyleyen Cevat Kazma, inşaat
şirketinin de maddi zararlarını hukuken belediyeden
talep edebileceğini söyledi. Ancak Avukat Cevat
Kazma’ya göre, inşaat sektörünün belediyelere
bağımlı olması dolayısıyla şirketin belediyeye dava
açmak istemesi zor görünüyor.
Yapı, 25.12.2013
|
ÇOBAN MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ RESTORASYONU
TAMAMLANIYOR
Mimar Sinan'ın önemli eserleri
arasında yer alan Gebze'deki Çoban Mustafa Paşa
Külliyesi, restorasyon çalışmalarının
tamamlanmasının ardından nisan ayında tekrar hizmete
açılacak.

Mimar Sinan'ın 1522 yılında
Gebze'ye kazandırdığı
Çoban
Mustafa Paşa Külliyesi'nde,
Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ve
İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü
tarafından 1 yıl önce başlatılan restorasyan
çalışmaları devam ediyor. Gebze'nin Kuzeybatısına
hakim bir tepe üzerinde yer alan külliyedeki
restorasyon çalışmaların yüzde 80'i tamamlandı.
Restorasyon çalışmalarını yürüten firma yetkilisi
Halil Demirel, külliyedeki eskiyen
kaplama kurşun levhaların söküldüğünü ve yerlerine
yenilerinin konulduğunu belirterek, bunun için
yaklaşık 240 ton kurşun levha kullandıklarını
vurguladı.
Demirel, restorasyon çalışmalarında o dönemlerde
yapılan özel karışım çamur kullanıldığını ifade
etti. Kubbelerdeki sökülen kurşun kaplamaların
kalınlıklarının 1 milimetre, yeni kaplamaların
kalınlığının ise 2 milimetre olduğunu anlatan
Demirel, eskiyen cami avlusunun Ankara’dan getirilen
Andezit taşıyla kaplandığını söyledi. Demirel,
desenlerin de özel boyalarla kalem yöntemiyle aslına
uygun olarak yeniden çizildiğini belirterek, yangına
karşı otomatik söndürme sisteminin de kurulduğunu
söyledi.
Yapı, 25.12.2013
|

|
"AKM İNSANLIĞIN ORTAK EVİDİR"
Sanatçılar Girişimi ve Tiyatro Platformu, Türkiye Barolar Birliği desteğiyle AKM’nin tadilatıyla ilgili mahkemenin verdiği karar uymayan Kültür ve Turizm Bakanlığı hakkında suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.
Ankara’da yapılan sonucu aldıkları kararla davanın önümüzdeki hafta açılmasına karar verildi.
Tiyatro Platformu adına Orhan Aydın dava açacaklarını şu şekilde duyurdu: “Atatürk Kültür Kerkezi’nin ‘koruma kurulu kararlarıyla tadilatını’ içeren mahkeme kararını uygulamayanlar hakkında, Türkiye Barolar Birliği desteği ile suç duyurusunda bulunuyoruz. AKM insanlığın ortak evidir.”
Taraf, 25.12.2013
|
KURUL ÜYELERİ FAKSLA GÖREVDEN ALINDI!

Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
üyeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
görevden alındı. Görevden alınma bilgisi Koruma
Kurulu üyeleri toplantıdayken Ankara’dan fax ile
iletildi. İddiaya göre; toplantı sırasında görevden
alınma ile toplantıyı yarıda bırakan Koruma Kurulu
Üyeleri’nin arasında Koruma Kurulu Başkanı Yüksel
Dinçer ve Koruma Kurulu Başkan yardımcısı Gülsün
Tanyeli bulunuyor.
“Bir an önce açıklama yapmalarını
bekliyoruz”
Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin temsilciliği
olan Nevşehir’de davaları bulunuyor. Koruma
Kurulu’nun kararlarının da bulunduğu dava süreçleri
için Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan
açıklama beklediklerini ifade etti. Hakkan: “Kültür
ve Turizm Bakanlığı Koruma Kurulu’nu görevden almayı
uygun görmüş olabilir, yalnız bunun kamuoyuna
açıklanması gerekçesinin bildirilmesi lazım. Koruma
Kurulu üzerinde bir şaibe mi var? Neden görevden
alındığını öğrenmek için Bakanlığa yazı yazdık, bir
an önce açıklama yapmalarını bekliyoruz” ifadelerini
kullandı.
Mimarlar Odası Ankara Şube Genel Sekreteri Tezcan
Karakuş Candan: “Nevşehir Koruma Kurulu’na
soruşturma açıldığı ve soruşturma neticesinde
görevden alındığı duyumunu aldık. Nevşehir
temsilciliği bilindiği gibi Mimarlar Odası Ankara
Şubesi’ne bağlı. Bu nedenle de Koruma Kurulu’nun
özellikle Dünya Mirasi Kapadokya’ya ilişkin bazı
kararlarını yargıya taşımıştık. Kurul üyeleri
hakkında yapılan soruşturma ve görevden alınma
nedenleri dava süreçlerimiz için çok önemli.
Bakanlığa resmi yazı ile soruşturma kapsamındaki
müfettiş raporlarını sunduk. Cevap bekliyoruz”
dedi.
Candan, soruşturmanın dava süreçlerini de
etkileyebileceğinin de altını çizerek Bakanlıkça
açıklama yapılması gerektiğini sözlerine ekledi.
Mimarlar Odası Ankara Şube Oda yöneticileri açıklama
beklerken Koruma Kurulu üyeleri sessizliğini
bozmuyor.
Yapı, 25.12.2013
|
SOTHEBY'S'İN SATTIĞI KALİGRAFİ
SAHTE ÇIKTI
Geçtiğimiz eylül ayında Sotheby’s müzayedesi tarafından başyapıt olarak nitelenen ve bin yıl önce Çin’de Song Hanedanı şairi Su Shi tarafından yapılan kaligrafi 8.2 milyon dolara Şangaylı koleksiyoner Liu Yiqian’a satılmıştı.
Eser, Yiqian’ın şahsi müzesinde sergilenmeye hazırlanırken, üç sanat tarihçisi parçanın sahte olduğunu ve 19. yüzyılda sanat eserlerini kopyalamak için kullanılan eski bir teknikle üretildiğini duyurdu.
Soethbeys, eserin arkasında durduğunu ve durumu inceleyeceklerini söyledi. Sahte çıkması durumunda para, sahibine geri verilecek.
Akşam, 25.12.2013
|

|
TARİHE TEKNO-MÜZE DEVRİMİ
Kültür Bakanlığı’na bağlı müzeler yenileniyor.
Ziyaretçilerin algılarına hitap etmeyi hedefleyen
Bakanlık; müzeleri interaktif sunum, sanal
canlandırma ve hologram gibi dijital teknolojilerle
modernize ediyor.
Bünyesinde 188 müze ve 131 ören yeri bulunduran
Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzeleri sadece
eserlerin sergilendiği, depolandığı soğuk mekanlar
olmaktan çıkarmayı amaçlıyor. Bakanlık, müzeleri
aynı zamanda ulusal ve uluslararası konferansların,
seminerlerin düzenlendiği; çeşitli sosyal ve
kültürel faaliyetlerin gerçekleştirildiği; bilimsel
yayınların yapıldığı ve Türkiye’nin tanıtımına
katkıda bulunan eğitim ve kültür kurumları haline
getirmek için kolları sıvadı.
DEĞİŞİMİN REHBERİ DİJİTAL
İnteraktif müze anlayışını yerleştirmek isteyen
Bakanlık, 16 müzeyi elden geçiriyor. En çok üzerinde
durulan konu ise ziyaretçilerin algısına hitap etme.
Bakanlık teknolojinin tüm imkanlarından
faydalanıyor. Tanıtım ve bilgilendirme amaçlı
interaktif sunum, sanal canlandırma ve hologram gibi
teknolojiler kullanılarak yenilenen müzeler, çağdaş
müzecilik anlayışına uygun hale getiriliyor.
TOPKAPI DA YENİLENİYOR
2014’te yeni haliyle açılması planlanan müzeler
şöyle: Aksaray Müzesi, Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi, Bartın Amasra Müzesi, Gaziantep Arkeoloji
Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul
Topkapı Sarayı Müzesi Mutfaklar ve Koğuşlar Bölümü,
İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi, İstanbul Yıldız
Sarayı Devlet Kabul Salonu ve Saray Müze, İzmir Efes
Müzesi.
Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 25.12.2013
|
"MARMARAY KAZILARINDA ÇIKAN TARİHİ ESERLER EL
ALTINDAN SATILDI MI?"

CHP İstanbul Milletvekili
Kadir Gökmen
Öğüt, yolsuzluk operasyonuyla gündeme gelen
Marmaray kazısından çıkan tarihi eserlerin el
altından satıldığı iddiasının Başbakan tarfından
cevaplanmasını istedi.
CHP'li Kadir Gökmen Öğüt, Marmaray kazılarında
çıkan tarihi eserlerle ilgili iddiaları Meclis
gündemine taşıdı. Öğüt, Başbakan
Tayyip
Erdoğan'a,"Bulunan tüm eser ve kalıntılar
kalem kalem belirtilmek üzere nerelere
nakledilmiştir?" diye sordu. Öğüt ayrıca, kazılarda
çıkan eserlerin el altından satıldığı iddialarının
doğru olup olmadığının yanıtlanmasını istedi.
Öğüt'ün, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması
istemiyle verdiği soru önergesi şöyle:
“Yapımına 2004 yılında başlanan Marmaray Projesi,
önemli tarihi kalıntılar çıkarılmasına sebep
olmuştur. Arkeologların başarılı çalışmaları ve
büyük emekleri sayesinde Üsküdar’da 4,5 dönümlük bir
alanda Hrysapolis kenti bulunmuş, İstanbul tarihinin
2700 yıl öncesine değil 8500 yıl öncesine gittiği
saptanmış, cilalı taş döneminde bir köy
yerleşmesine, 8400 yıllık ahşap küreklere ve dönem
insanının kullandığı ahşap ve kemikten araçlara
ulaşılmıştır. Bulunan tüm eser ve kalıntıların
Arkeopark’ta ve Marmaray Müzesi'nde sergileneceği de
kamuoyuna yansımıştır.
Marmaray çalışmalarının başladığı günden bu yana
hangi ilçe ve bölgelerde arkeolojik kazılar
yapılmıştır?
Söz konusu bölgelerde kalem kalem belirtilmek
üzere hangi tarihi eser, kalıntı, araçlara vs
ulaşılmıştır?
Bulunan tüm eser ve kalıntılar kalem kalem
belirtilmek üzere nerelere nakledilmiştir?
Yapılan kazılarda kaç arkeolog görev almıştır?
Kamuoyuna yansıyan, kazılar esnasında çıkan
tarihi eserlerin el altından satıldığı iddiaları
doğru mudur?”
T24, Haber: Hülya Karabağlı, 24.12.2013
|
 |
EN SAĞLAM LAHİT KÜTAHYA'DA
Dünyadaki 20 Amazon lahdinden en sağlamı Kütahya Arkeoloji Müzesi'nde bulunuyor. Kütahya’ya gelen ziyaretçiler lahdi Kütahya Arkeoloji Müzesinde görebiliyor.
1990 yılında defineciler tarafından Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan ve o tarihten bu yana Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen 1843 yıllık Amazon lahdinin bir karı-koca için yapıldığı ifade ediliyor. 1.60 santimetre yüksekliğinde, 2.40 santimetre uzunluğunda ve 1.24 santimetre genişliğindeki lahit, Kütahya’ya gelen ziyaretçilerin yoğun ilgisini çekiyor.
Amazon lahdinin MS 160 yılında yapıldığı ve dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan 20 Amazon lahdinin en sağlamı olduğunu ifade eden yetkililer “Lahit, 1990 yılında defineciler tarafından Çavdarhisar'da bulundu. Lahit, üzerindeki Grekler ile Amazonlar çatışmasını anlatan figürlere hiçbir zarar verilmeden çıkarılarak müzeye konuldu. Dünyada Amazonlara ait 20 lahit olduğu biliniyor. Bunların içinde en sağlamı ise bizim müzemizde sergileniyor” dediler.
Haber 3, 24.12.2013
|
'İKİNCİ KAPADOKYA' KAPILARINI TURİZME AÇIYOR

Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir illeri
sınırları içinde yer alan ve "İkinci Kapadokya"
olarak nitelenen Frig Vadisi, son yıllardaki tanıtım
çalışmalarıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgisini
bekliyor.
Kütahya-Eskişehir karayolunun 26. kilometresindeki
Sabuncupınar Köyü'nden başlayan ve Kütahya'nın doğu
kesimi boyunca uzanan çamlar arasındaki kayalık
alan, Frig Vadisi olarak adlandırılıyor.
Vadinin, ilin sınırları içinde kalan kısmı
Sabuncupınar, Söğüt, İnli, Fındıklı köyleri
civarındaki kuzey alan ile daha güneydeki Ovacık
Köyü olmak
üzere iki bölümden oluşuyor.
Kentin doğusunda eski bir yanardağ olan Türkmen
Dağı'nın tüfleriyle örtülü Frig yaylaları, eski
çağlardan beri çeşitli kavimlerce iskan edildi. Volkan türünün kolay işlenebilir bir kayaç olması,
bölgenin en eski halklarından biri olan Friglerin
bunları oyma ve yontma yoluyla çeşitli amaçlarla
kullanmalarını sağladı. Friglerin ana tanrıçası
Kybele'ye adanmış açık hava tapınaklarıyla savunma
amaçlı yapılar, en çok dikkat çeken eserler arasında
bulunuyor.
Bunların yanı sıra Roma döneminde kayaların
oyulmasıyla meydana getirilen çeşitli barınaklar,
mezar odaları, ağıl ve ahır olarak kullanılan
mekanlar, sarnıçlar ve ambarlar da yer alıyor.
Çeşitli dönemlerde ise bunlara ilaveten kilise ve
şapeller inşa edilmiş.
Kütahya Valisi Şerif Yılmaz, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir
illerini kapsayan Frig Vadisi'nin bir
yanardağ olan Türkmen Dağını'nn tüflerinden
oluştuğunu söyledi.
Frig Vadisi'nin, zaman içerisinde çeşitli kavim ve
medeniyetlere ev sahipliği yaptığını belirten
Yılmaz, ''Frigya döneminde buralara, günlük yaşamın
bütün sosyal donatılarının eklendiği, yumuşak
dokunun işlenmesi suretiyle yeraltı şehirleri
oluşturulmuş. Bugün halen bu eserler ayakta. Bir
kısmı doğal şartlar itibariyle zaman içerisinde
kaybolmuş ama halen bölgemizde bu eserlerden
görmemiz mümkündür'' dedi.
Turizme kazandırılmaya çalışılıyor
Yılmaz, Frig yapılarının korunması amacıyla 2009
yılında, Bakanlar Kurulu kararıyla Frigya Kültürel
Mirasını Koruma ve Kalkınma Birliği'nin kurulduğunu
ve amacının da burasının tanıtılması olduğunu dile
getirdi.
Bu bölgeyi yerli ve yabancı turizme açmak için
çalıştıklarını belirten Vali Yılmaz, şöyle konuştu:
''Buradaki yaşam alanları, MÖ 900 ve 600 yılları
arasında yaşayan Friglilerden başlamak üzere
Romalılara ve Bizanslılar dönemine kadar iskan
edilmiş. Bu bölgenin değerlerinin günümüze
aktarılması için çalışmalar çok büyük önem arz
ediyor. Çünkü Anadolu'daki kültüre, medeniyetlerin
beşiği diyoruz, o beşiklerin nelerden oluştuğunu
ortaya çıkarılması adına çalışmalar yapılacak. Bu
birliğimiz, bugüne kadar değişik etkinlikler
gerçekleştirmiş. Bisiklet ve doğa yarışmaları, yer,
yön, levha ile ilgili çalışmalar. Bölgemizin belki
de tek eksiği, güzergah üzerindeki yerlerde
istenilen düzeyde sosyal donatı ve konaklama
imkanının fazla olmayışıdır. Özellikle turizme,
yatırım yapmak isteyen müteşebbisler açısından çok
önemli bir imkan sunacaktır diye değerlendiriyorum."
"Bölgemizde aslında bir Kapadokya yatıyor" diyen
Yılmaz, şöyle devam etti: "Ama daha Kapadokya kadar
gün yüzüne çıkaramadığımız için gerek
bölgemizde, gerek ülkemizde gerekse dışarıda çok
fazla bir tanınmıyor. O nedenle biz bunu kamuoyuyla
paylaşıp, tanıtımını yaparak turizme kazandırmayı
hedefliyoruz. Turizmin sadece deniz, kum ve güneşten
olmadığını, Anadolu'nun değişik medeniyetlerinin
mekanı olduğunu da göstermek istiyoruz. Frig Vadisi
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından birinci
dereceden arkeolojik ve doğal sit alanı olarak ilan
edilmiştir.''
Yılmaz, burasının sit alanı olduğundan dolayı aslına
uygun olmayan yapılaşmanın da mümkün olmadığını
sözlerine ekledi.
Sabah, 24.12.2013
******
FRİG VADİSİ TURİZME AÇILIYOR

Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir illeri
sınırları içinde yer alan ve "İkinci Kapadokya"
olarak nitelenen Frig Vadisi, son yıllardaki
tanıtım çalışmalarıyla yerli ve yabancı
turistlerin ilgisini bekliyor.
Kütahya-Eskişehir karayolunun 26.
kilometresindeki Sabuncupınar Köyü'nden başlayan
ve Kütahya'nın doğu kesimi boyunca uzanan çamlar
arasındaki kayalık alan, Frig Vadisi olarak
adlandırılıyor.
Vadinin, ilin sınırları içinde kalan kısmı
Sabuncupınar, Söğüt, İnli, Fındıklı köyleri
civarındaki kuzey alan ile daha güneydeki Ovacık
Köyü olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Kentin
doğusunda eski bir yanardağ olan Türkmen
Dağı'run tüfleriyle örtülü Frig yaylaları, eski
çağlardan beri çeşitli kavimlerce iskan edildi.
Volkan türünün kolay işlenebilir bir kayaç
olması, bölgenin en eski halklarından biri olan
Friglerin bunları oyma ve yontma yoluyla çeşitli
amaçlarla kullanmalarını sağladı.
Friglerin ana tanrıçası Kybele'ye adanmış açık
hava tapınaklarıyla savunma amaçlı yapılar, en
çok dikkat çeken eserler arasında bulunuyor.
Bunların yanı sıra Roma döneminde kayaların
oyulmasıyla meydana getirilen çeşitli
barınaklar, mezar odaları, ağıl ve ahır olarak
kullanılan mekanlar, sarnıçlar ve ambarlar da
yer alıyor.
Çeşitli dönemlerde ise bunlara ilaveten kilise
ve şapeller inşa edilmiş. Kütahya Valisi Şerif
Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir illerini
kapsayan Frig Vadisi'nin bir yanardağ olan
Türkmen Dağını'nn tüflerinden oluştuğunu
söyledi.
Frig Vadisi'nin, zaman içerisinde çeşitli kavim
ve medeniyetlere ev sahipliği yaptığını belirten
Yılmaz, "Frigya döneminde buralara, günlük
yaşamın bütün sosyal donatılarının eklendiği,
yumuşak dokunun işlenmesi suretiyle yeraltı
şehirleri oluşturulmuş. Bugün halen bu eserler
ayakta. Bir kısmı doğal şartlar itibariyle zaman
içerisinde kaybolmuş ama halen bölgemizde bu
eserlerden görmemiz mümkündür" dedi.
Turizm Gazetesi, 27.12.2013
|
'BULUNMASI ZOR' OSMANLI

Portakal Sanat ve Müzayede Evi, farklı
koleksiyonlardan derlediği bulunması zor eserleri
'Osmanlı'dan Başyapıtlar' sergisinde sunuyor.
Portakal
Sanat ve
Kültür Evi, bu kez bir müzayedeyle değil
sergiyle izleyici karşısına çıkıyor. 28 Aralık’a
kadar görülebilecek ‘Osmanlı’dan Başyapıtlar’
sergisinde farklı koleksiyonlardan derlenen
‘bulunması zor eserler’ biraraya getiriliyor. Bu
sergiyle dedesinden başlayan bir geleneği devam
ettirdiğini söyleyen, müzayede evinin sahibi Raffi
Portakal, “Benim en sevdiğim şeylerden biri
insanların gelmesi eserler hakkında sorular sorması
ve onlara o eserleri anlatabilmek.
Müzayedelerde
satışlar anlık oluyor. Ancak böylesi sergiler
açmanın tadı, insanların bir araya gelmesi eserler
önünde vakit geçirmeleri konuşmaları. Eskiden babam
ve dedem, o dönemin tabiriyle dükkancı, şimdinin
tabiriyle galerici kimlikleriyle, mekanda
sanatseverleri ağırlar, onlarla kahve içip
sohbet ederlerdi. Son zamanlarda insanlar
evlerine eserleri sipariş ediyor ya da sadece
müzayededen satın alıyorlar. Ben buna rağmen bu kez
müzayede yerine
sergi düzenleyerek bu sohbet, toplanma, sergi
geleneğini devam ettiriyorum” diyor. Sergide Mahmut
Cuda’dan Şeker Ahmed Paşa’ya Türk resminin farklı
dönemlerinden eserlerinin yanı sıra
görülebileceklerden bazıları Halife Abdülmecid’in
tabloları, kıyafetnameler, Galatalı Ahmed Nail’in
serlevhası ve minyatürleri...
Radikal, 24.12.2013
|
DİNO'NUN ESERLERİNİN YARISI İKSV'YE BAĞIŞLANDI

Türkiye'nin dünyaca ünlü ressamlarından
Abidin Dino’nun eşi Seniha
Güzin Dino, eşine ait bütün resim, hat ile diğer
eserlerinin yarısını İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı’na (İKSV)
bağışladı.
Fransa’da yaşayan ve 30 Mayıs 2013’te 103 yaşında
hayata gözlerini yuman
Güzin Dino tarafından Beyoğlu 2. Noterliği’nde
1995 yılında vasiyet düzenlendiği ortaya çıktı.
Güzin Dino, vasiyette ölümünün ardından eşi
Abidin Dino’ya ait eserlerin adına yakışır
şekilde yurtiçi ve yurtdışında sergilenmesi,
yazınsal eserlerinin kitaplaştırılması, hayatı ve
eserleri üzerine yapılacak araştırmaların
desteklenmesi ve adına bir müze yapılması
şartlarıyla mirasının yarısını
İKSV’ye bıraktı.
Güzin Dino, belirttiği şartların
gerçekleştirilmesi kaydıyla yurtiçi ve yurtdışında
bulunan nakit ve gayrimenkul mal varlığının
yarısını, kendisine ait resim, hat koleksiyonunun
tamamını, eşine ait eserlerden elde edilecek tüm
telif haklarını, eşiyle kendisine ait mektup ve
yazışmaları da
İKSV’ye bıraktı.
Abidin Dino tarafından yapılmış resim, seramik,
heykel ve özgün baskıların iki eşit kümeye
ayrılarak, birinci bölümün
İKSV’ye bırakılmasını isteyen
Güzin Dino, geri kalan eserler ile gayrimenkul
ve nakit paranın geriye kalan yarısının da amca ve
hala çocukları olan Gül Ar ile yazar Füsun Akatlı’ya
eşit olarak bırakılmasını vasiyet etti.
Güzin Dino’nun 1995 yılında düzenlediği
vasiyetnameyle mirasını bıraktığı amcasının torunu
yazar Füsun Akatlı da 2010 yılında yakalandığı
kanser hastalığı sonucu hayatını kaybetti.
ABİDİN DİNO
Abidin Dino (1913-1993) çağdaş Türk resminin
öncü isimlerinden biri olarak kabul edilir.
Türkiye’de D Grubu ve Yeniler Grubu adlarıyla anılan
sanat topluluklarında yer alan Dino; Fransa, ABD ve
Cezayir gibi ülkelerde sergiler açtı. Fransa Plastik
Sanatlar Birliği Onur Başkanlığı ve New York Dünya
Sanat Sergisi Danışmanlığı gibi görevler üstlendi.
Dino, siyasi düşünceleri nedeniyle bir süre
Türkiye’de sürgünde yaşadı, 1952’den itibaren de
hayatını Paris’te sürdürdü.
GÜZİN DİNO
1942’de İstanbul Üniversitesi Roman Filolojisi
Profesörü Eric Auerbach’ın asistanlığını yapan Güzin
Dino, 1943’te ünlü ressam Abidin Dino ile evlendi.
Fransa’ya yerleşen Abidin Dino’nun yanına giden
Güzin Dino, Paris’te Ulusal Bilimler Merkezi’nde
çalıştı. Türkiye Pen Kadın Yazarlar Derneği üyesi de
olan Güzin Dino, “Türk Romanının Doğuşu”, “Gel Zaman
Git Zaman, Abidin Dino’lu Yıllar”, “Sensiz Her Şey
Renksiz” gibi yapıtlara imza attı. Dino, Nazım
Hikmet ve Yaşar Kemal’in eserlerini Fransızca’ya
çevirerek Fransızlara Türk edebiyatını tanıttı.
Habertürk, Haber: Serdar Kulaksız, 24.12.2013
|
BEYOĞLU KORUMA AMAÇLI İMAR PLANLARI İPTAL
Beyoğlu
semt derneklerinin 2011 yılında yürürlüğe sokulan
1/5000 ve 1/1000 ölçekli planlara karşı açtığı dava
sonuçlandı; İdare Mahkemesi, 1/5000 ve 1/1000
ölçekli 'koruma' amaçlı imar planlarını iptal etti.
Beyoğlu,
Tarihi Kentsel
Yerleşim Alanları İstanbul I Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun
07.07.1993 gün, 4720 sayılı kararı ile 'Kentsel
Sit Alanı' ilan edilmişti.
2863
Sayılı Koruma Mevzuatı uyarınca altı ay
içinde yapılması gereken
Koruma İmar
Planları, 2011 yılına kadar yapılamamıştı.
Bu süreçte plan yapmakla yükümlü İstanbul
Büyükşehir Belediye'sinde (İBB) sırası ile Recep
Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna ve Kadir Topbaş;
Beyoğlu Belediyesi'nde ise Nusret Bayraktar, Kadir
Topbaş ve Ahmet Misbah Demircan başkan olarak görev
yaptı. Ancak 18 yıl boyunca Beyoğlu Kentsel SİT
alanı plansız kaldı. İBB, yapılan itirazlara rağmen,
2011 yılında 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planları
yürürlüğe aldı.
Planlara karşı yapılan eleştirilerin en
önemlileri, koruma mevzuatına ve evrensel koruma
ilkelerine aykırı olarak yürürlüğe sokulması,
ayrıcalıklı imar hakları tanınmasıydı.
Yapı, 24.12.2013
******
'GEZİ' PROJESİ DE TAMAMEN İPTAL OLDU

İstanbul 10. İdare Mahkemesi'nin, Beyoğlu Koruma
Amaçlı İmar Planı'nı 'şehircilik ilkelerine uymadığı
için' iptal etmesiyle, Gezi Parkı ve çevresindeki
Taksim Meydan düzenlemesi projesi de tamamen kadük
kaldı.
1993 yılından 2011 yılına kadar plansız kalan
Beyoğlu İlçesi bu tarihte İBB tarafından Koruma
Amaçlı Nazım İmar Planına kavuşmuştu. Lakin İBB
tarafından hazırlanan 1 / 5000 Ölçekli Beyoğlu
Koruma Amaçlı Nazım İmar planı ile buna bağlı olarak
oluşturulan 1 / 1000 ölçekli Uygulama planlarını
İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nce iptal edildi.
Mahkeme planın şehircilik ilkelerine uymadığı
görüşünde.
Bu durumda Gezi Parkı ve çevresindeki Taksim Meydan
düzenlemesi projesi tamamen kadük kaldı. Çünkü bu
projelerin temeli bu plana dayanıyordu. Diğer yandan
Beyoğlu ilçe sınırları içinde çok sayıda ihya,
yenileme ve kentsel dönüşüm projeleri de var. Taksim
Meydanı’nda Maksemin arkasındaki otoparka yapılması
düşünülen cami ile yine meydandaki Aya Triada
Kilisesi’nin önündeki büfelerin yıkılarak meydanın
açılması projesi de plan iptali ile birlikte geçiş
dönemi yapılaşma şartları Koruma Kurulu’nca
belirlenene kadar yapılamaz.
Aynı şekilde AKM’nin yıkılıp yerine daha fonksiyonel
olacağı düşünülen yeni
kültür merkezinin de bu şartlarda hayata
geçirilmesi mümkün görünmüyor. Majik Sineması ve
Maksim Gazinosunun yıkılarak yerine başlayan
inşaatın da geçiş dönemi yapılaşma şartları
belirlenene kadar durması gerekiyor.
Dev projeler planda zaten yok!
Mahkemenin kararı, Beyoğlu’nda çok tartışılan
Tarlabaşı, Perşembe Pazarı ve Galataport gibi
projeleri direkt olarak etkilemeyecek. Örneğin 5366
sayılı yasa kapsamına alınarak ‘yenileme alanı’ ilan
edilen Tarlabaşı için imar planında yalnızca
‘projeye göre yapılır’ notu eklemek yeterli oluyor.
Koruma Kurulu’nun onaylaması halinde bu projeler
hayata geçiriliyor. Dolayısıyla nazım imar planının
iptali projeyi etkilemiyor. ‘Galataport’
özelleştirme alanı olduğu için burada plan yetkisi
Özelleştirme İdaresi’nin elinde. Galata Kulesi
çevresi ve Park Otel de ‘Turizmi Teşvik Kanunu’
kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
yetkisinde. Bu projeleri hayata geçiren uygulama
imar planları meslek odaları tarafından ayrı ayrı
yargıya taşınmıştı. 10. İdare Mahkemesi iptal
gerekçesinde bu durumu da eleştirerek, imar
planlarının ‘bütünsel olmadığını’, Meclis-i Mebusan
Caddesi’ndeki sigorta, banka gibi şirket
merkezlerinin yerini otellerin almaya başladığına
vurgu yaptı. Perşembe Pazarı ve Galata Rıhtımı liman
bölgelerindeki projelerin plana işlenmemesini de
eleştiren mahkeme, bu projeler hayata geçtiğinde
bölgenin yoğun şekilde etkileneceğine dikkat çekti.
Yine 5366 sayılı yasa çerçevesinde yenileme alanı
olarak yapılan Demirören AVM, Emek Sineması, Beyoğlu
eski
belediye binası da bu iptal kararından
etkilenmiyor. Beyoğlu İlçesi'ne bakan 2 Nolu Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 6 ay içinde geçiş
dönemi yapılaşma şartlarını belirlemek zorunda. Bu
şartlar belirlendikten sonra ise bölgedeki tüm
inşaat projeleri koruma kurulunun onayı ile birlikte
hayata geçecek. Bu süre içinde ise yenilme alanları
dışındaki tüm projeler durmak zorunda.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 24.12.2013
******
BEYOĞLU KARARI EMSAL OLUR
Beyoğlu koruma uygulama
ve Beyoğlu nazım imar planlarının İstanbul 10. İdare
Mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle ilgili Korhan
Gümüş “Basit bir karar değil, Yassıada Projesi gibi
pek çok proje için emsal olabilir” derken, İstanbul
Şehir Plancılar Odası Başkanı Erhan Demirdizen “Ben
kararı ihtiyatla yaklaşıyorum geçiş döneminde keyfi
uygulamalar olabilir” dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2011
yılında hazırlanan Beyoğlu’nun ‘koruma amaçlı’ imar
planları, Cihangir Güzelleştirme Derneği ve Galata
Derneği’nin açtığı dava sonucu önceki gün mahkeme
tarafından iptal edildi. Mahkeme, karara gerekçe
olarak planların üst ölçekli planlarla uyumsuz
olmasını, bütünsel olarak hazırlanmamış olmasını ve
katılımcı olmamasını gösterdi.
HALİÇ TERSANESİ’NE EMSAL TEŞKİL EDER
Kararı Taraf’a değerlendiren Taksim Paltformu’ndan
Mimar Korhan Gümüş “Bu basit bir mahkeme kararı
değil. Önemli yankıları, etkileri olacak. Karar,
planlama anlayışının esasını sorguluyor” dedi. Gümüş
kararla kamu idaresine “yamalı bohça gibi plan
yapamazsın” dendiğini belirterek şöyle devam etti:
“Mahkeme belediyeye, ‘Şurası yenileme alanı, burası
özelleştirme alanı, oraları dışarıda tutuyorum,
buranın kararını Ankara verir’ diyemezsin” diyor.”
Bu kapsamda Haliç’teki tersane alanının
özelleştirilmesini örnek veren Gümüş, “Bu projeye
karşı dava açılabilir. Mahkemenin iptal kararı emsal
teşkil edecek. Yassıada, Sivriada gibi projelere de
dava açılabilir” dedi.
TARLABAŞI PROJESİ
ETKİLENMİYOR
Tarlabaşı projesi gibi projeler Beyoğlu’nu koruma
amaçlı imar planları dışına çıkarılıp özel projeler
kapsamında yapıldığı için mahkeme kararından
doğrudan etkilenmiyor. Yapımı tamamlanmış projelerde
de geriye dönüş imkanı bulunmuyor. Ancak imar
planının iptali gündemdeki Taksim camii projesinin
iptali anlamına geliyor.
İstanbul Şehir Plancılar Odası Erhan Demirdizen imar
planının tamamen iptaline ihtiyatlı yaklaştığını
belirterek, “Keşke planın sorunlu kısımları iptal
edilseydi” dedi. Demirdizen yeni imar planı
hazırlanana kadar Koruma Kurulu’nun “geçiş dönemi
yapılanma koşulları” kapsamında ilkeler
belirleyeceğini, sit alanlarıyla ilgili kararların
bu ilkeler çerçevesinde alınacağını belirterek “Bu
teknik açıdan da mevzuat açısından da çok sıkıntılı,
keyfi uygulamalara neden olabilir. Ben bunu kaygıyla
izliyorum” dedi.
Beyoğlu’nun 1993’te ‘kentsel sit alanı’ ilan
edilerek korumaya alınan bölümü için ‘koruma amaçlı’
imar planları 18 sene gecikmeli olarak 2011’de
hazırlanabilmişti. Ancak İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nce hazırlanan Beyoğlu’nu koruma amaçlı
imar planının önceki gün iptal edilmesiyle birlikte
Beyoğlu yine koruma plansız kalmış oldu.
BEYOĞLU
BELEDİYESİ İTİRAZ EDECEK
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan,
Taksim Camisi ve Galatasaray katlı otoparkının da
yer aldığı Beyoğlu koruma ve nazım imar planlarının
İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nce iptal edilme
kararına itiraz edeceklerini açıkladı.
Adalar’ın
imar planı yenilenecek
İller Bankası (İlbank), İstanbul’un Adalar
bölgesinin imar planını yenileyecek. İlbank Genel
Müdürü Tuncay Karaman, bölgenin daha önce 1/1000
ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’nın
hazırlanmamasının birçok soruna yol açtığını
vurguladı. Adalar Belediyesi’nin bu sorunu çözmek
için Belediye Meclis Kararı ile 1/1000 Ölçekli
Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planının hibe yoluyla
yapımı için kendilerine başvurduğunu belirten
Karaman, imar planının kent kimliği ve marka
değerinin öne çıkarılmasına yönelik yaklaşımla
hazırlandığını ifade etti. Karaman, plan
çalışmasının ilk aşaması olarak analitik etüt ve
arazi kullanım çalışmaları uygulama imar planı ile
kentsel tasarım projelerine başlandığını kaydetti.
Taraf, 26.12.2013
******
BEYOĞLU'NDAN TEMYİZ TALEBİ
Beyoğlu Belediyesi, İstanbul
10’uncu İdare Mahkemesi’nin iptal ettiği
“Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı
Uygulama Planı” ile ilgili Temyiz başvurusu
yapacak, sonuç alamazsa yeni plan hazırlayacak.
Beyoğlu Belediyesi’nden yapılan açıklamada,
“Temyiz kararına bağlı olarak gerekirse yeni bir
Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama Planı
hazırlanacaktır. Karar sürdürülen önemli projeleri
etkilemeyecektir” denildi.
Hürriyet, 26.12.2013
******
NE OLACAK BU
TAKSİM'İN HALİ?
İstanbul 10’uncu İdare
Mahkemesi,
Taksim Cami projesi ve Galatasaray Katlı
Otoparkı dahil, birçok projenin dayanağı olan 1/1000
ölçekli “Beyoğlu
Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama Planı” ile
1/5000 ölçekli “Beyoğlu
Nazım İmar Planı”nı iptal etti.
Mahkeme kararında, her iki planın bölgenin
özelliğini yeterince gözetmediğini, bütünsellikten
uzak, koruma amacından ve korumaya ilişkin yasal
mevzuattaki kurallara uzak olduğunu, yasal mevzuatta
aranan kurallara da uygun olmadığını bildirdi.
Uzmanlara,
mahkemenin kararının doğru olup olmadığını,
Beyoğlu’nu etkileyip etkilemeyeceğini sorduk.
'Bundan böyle toplum beklentileri dikkate
alınır'
TMMOB Mimarlar Odası Başkanı Eyüp MUHCU:
Hukuksuzluğu yargı durdurdu.
Mahkeme zaten daha önce
Taksim Kışlası ve Gezi Parkı’nı durdurdu. Yerel
yönetimin anlayışı değişmediği sürece
Beyoğlu planlı veya plansız yağmaya devam
edilmektedir. Son dönemlerde
Beyoğlu ve
Taksim çevresindeki en büyük yağma, planlı
yapılmıştır. Planla kent suçu işlenmiştir. Her durum
bugünkünden daha iyidir. Bu anlayış değişmediği
sürece nihayetinde orada durum değişmeyecektir. Ama
o anlayışın değişeceğine dair güçlü işaretler var.
Toplumda yeni umutlar filizleniyor. Sağlıklı
kentleşme ve nitelikli yaşam alanlarının elde
edilmesi yönünde toplum beklentilerinin bundan sonra
daha fazla dikkate alınacağını düşünüyorum.
'Bütünü değil sorunlu kısmı iptal
edilmeliydi'
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Erhan
DEMİRDİZEN:
İptal kararı,
Haliç,
Karaköy ve Tophane’ye kadar olan kısımları
kapsıyor. Bu alandaki
imar uygulamaları şu an itibarıyla durdurulmuş
oldu. Geçmişte de bu alan uzun yıllar plansızdı.
1993 yılında bu bölgeyle ilgili
imar planı
mahkeme kararlarıyla iptal edilmişti. Bu plan
onaylanıncaya kadar hiçbir plan uzun süre yürürlükte
kalamadı. Bu plan da iptal olunca aslında geçmişten
beri devam eden
imar uygulamaları tekrar devam edebilir endişesi
taşıyorum. Kararla birlikteilk düşündüğüm; keşke
planın sadece olumsuz tarafları iptal edilseydi
oldu. Planın bütününün iptal edilmesi, Koruma Kurulu
ve belediye, projeyi onaylarken herhangi bir
dayanaktan yoksun hale gelebiliyor. Tüm planın
iptalini biraz sakıncalı buluyorum. Uygulama
açısından keyfi bir dönemi başlatır mı diye endişe
ediyorum.
'Planın iptal edilmesi belirsiz bir ortam
oluşturacak'
Yüksek Mimar Sinan GENİM:
20 yıldır
Beyoğlu’nun bir
imar planı yok. Şehirciliğin temel bir söylemi
vardır: En kötü plan bile, plansızlıktan daha
iyidir. Tek tek bunların hepsini
mahkemeye mi taşıyacağız? Yanlış yapıldığını
düşünüyorum. Planın iptal edilmesi şu anda belirsiz
bir ortam oluşmasına yol açacak. Bu planlar
yapılırken STK’ların, birçok kamu kuruluşunun fikri
alınıyor. Hazırlanma sürecinde insanlar itirazlarını
yapmıyorlar. Sonrasında plan iptal edilince kaos
doğuyor. Bu kaosun sonuçları herkese zarar veriyor
Bir dönem Koruma Kurulları’nın geçici yapılanma
koşullarıyla iş idare edilecek. Plan olmadığı
müddetçe
Taksim Meydanı’nın nasıl planlanacağı da
belirsiz bir hale dönüştü. Hiçbir yönetici şu
durumda inisiyatif kullanmak istemeyebilir.
'Adrese teslim parçalı planlama suçtur'
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim
Kurulu Başkanı Mehmet SOĞANCI:
Bütüncül planlamanın dışında yapılan adrese teslim
planlamaların tamamını kente karşı işlenmiş bir suç
olarak görüyoruz. Böyle parçalı planlama ayrıca
şehir planlamacılığıyla ilgili bütün öğretilere
aykırıdır. Yargı, haklılığımızı onaylamış oldu. Biz
daha önce de yayalaştırma projesinin de Gezi
Parkı’na AVM yapılmasının da yanlış olduğunu
söylemiştik.
‘Taksim,
Şanzelize bulvarıgibi düzenlenmeli’
İstanbul Esenyurt Üniversitesi Mimarlık BölümBaşkanı
Mimar/Yard. Doç.Dr. Erdal EREN:
Taksim’deki Atatürk Heykeli baz alınarak çalışma
yapılmalıdır. Şu haliyle meydan bitik, bomboş ve
betonlaşmış bir haldedir. Şimdi Atatürk Anıtı’ndan
Elmadağ’a kadar Paris’deki Şanzelize Bulvarı gibi
düzenleme yapılmalı. Tarihsel geçmişimizi korumak
için sadece Taksim Kışlası’na bakmamalıyız. Bu
açıdan bakıldığında mahkeme kararı doğrudur.
'Bir yol açıldı iyi değerlendirilip
İstanbullulara sorulsun'
YTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Planlama Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep ENLİ:
İstabulluların, mesleki çevrelerin, akademisyenlerin
ne görüşleri ne de itirazları dikkate alınmadan
yapılan bu planların iptal edilmiş olmasını doğru
buluyorum. Hataları düzeltmek için önümüze bir yol
açıldığını umuyorum. Şimdi yapılması gereken; her
kesimin katılımına olanak tanıyan bir planlama
süreci başlatılmasıdır.
Habertürk, Haber:
Şükran Özçakmak, 27.12.2013
|
ANTİK ANTANDROS'A MÜZE İÇİN SPONSOR ARANIYOR

Balıkesir'in Edremit
İlçesi'ne bağlı Altınoluk
Beldesi yakınlarındaki Antandros Antik Kenti'nde,
yürütülen kazı çalışmalarından elde edilen eserlerin
sergileneceği müze kurulması için girişim
başlatıldı.
Altınoluk Tarihi Antandros Kentini Kurtarma,
Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Mehmet Sakaroğlu,
kazı çalışmalarının 13 yıldır devam ettiğine dikkat
çekip, elde edilen antik buluntuların sergilenmesi
için bir müzeye ihtiyaç olduğunu söyledi. İğne ile
kuyu kazdıklarını belirten Sakaroğlu, "Bunun için
işimiz çok zor. Ayrıca kazı alanında çıkan
buluntuların, Edremit'te sergilenebilmesi için
kurmayı planladığımız müze için sponsorlar arıyoruz"
dedi.
AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİ
Antandros'un nekropol (mezarlık) bölgesinde
yapılan çalışmalarda çok değerli eserlerin çıktığını
vurguayan Sakaroğlu, kazılarda Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim
üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat ve üç farklı
üniversiteden arkeolog ve arkeoloji örgencilerinin
görev aldığını kaydetti. Sakaroğlu, kazı
çalışmalarındaki malzeme ve parasal ihtiyaçların
karşılanması için sponsor firma arayışlarının
sürdüğünü belirtip, "Bir bölgenin, bir ülkenin
kalkınmasında tarihi eserleri, müzeleri çok
önemlidir. Çünkü birçok ülkeye gittiğimizde ilk önce
heyeti müzelere götürüyorlar. Müzeleri ziyaret
edersiniz fakat bizim bölgemiz açık hava müzesi
olduğu halde bundan hiçbir zaman faydalanamadık ve
faydalanamıyoruz. Geç kalındığına inanıyorum" diye
konuştu.
ÇIKAN ESERLER BURSA'DA SERGİLENİYOR
Hedef Alliance Sigorta ve Altınoluk
Belediyesi'nin destekçileri olduğunu belirten
Sakaroğlu, "Bu sponsorlarımızın sayılarını
çoğaltarak kazıyı hızlandırmak ve bir an önce tarihi
eserleri halkımızın izlenimine sunmak istiyoruz.
Hedefimiz buraya turist otobüslerini getirmek.
Sonrasında buraya bir bölge müzesi kazandırmak
istiyoruz. Çünkü 13 yıldır kazı devam ediyor. Çıkan
eserler Bursa Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte,
oraya sığmayan çok değerli eserlerimizin bir kısmı
da Balıkesir Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.
Ancak çoğu depolarda ne yazık ki. Eserlerin ne kadar
emniyette olduğundan ne kadar korunduğuna
bilemiyoruz, endişeliyiz. Bölgeye bir müze
kazandırmak asıl hedefimiz" dedi.
Zaman, 23.12.2013
|
HAYDARPAŞA'DA ASIL KUSURLU ZİHNİYET

Tarihi
Haydarpaşa
Garı’nın yanmasına neden olan bir
müteahhit ve 2
işçiye, “Taksirli
yangına sebebiyet vermek” suçundan 10 ay
hapis cezası veren Hakim
Nuh Hüseyin Köse, gerekçeli kararında asıl
kusurun zihniyet olduğuna vurgu yaptı...
Tarihi
Haydarpaşa
Garı’nın tamiratı sırasında 28 Kasım 2010
tarihinde çatıda çıkan
yangınla ilgili çatıda izolasyon yapan Zafer
Ateş ve Hüseyin Doğan adlı
işçiler ile izolasyon çalışmasını yürüten
şirketin sahibi İhsan ve Hüseyin Kaboğlu hakkında
‘taksirle
yangına sebebiyet vermek’ suçundan 1 yıla kadar,
TCDD mühendisleri Suavi Günay ve Ayşe Kablan
aleyhinde de “genel güvenliğin taksirle tehlikeye
sokulması” suçundan 1 yıla kadar
hapis istemiyle dava açılmıştı.
Mahkeme,
müteahhit Hüseyin Kaboğlu, işçiler Hüseyin Doğan
ve Zafer Ateş’e “taksirle yangına sebebiyet vermek
ile genel güvenliğin taksir ve tehlikeye sokulması”
suçundan 1’er yıl hapis cezası verdi. Ceza
sanıkların iyi halleri nedeniyle 10’ar aya
indirildi. Anadolu 8. Sulh Ceza
Mahkemesi
Hakimi Nuh Hüseyin Köse, gerekçeli kararında,
asıl kusurun zihniyette olduğuna dikkat çekerek, “84
yıldır Haydarpaşa Garı’nın çatısını bakımdan
geçirmeyen, kültür varlıklarına karşı gerekli
sorumlulukları yerine getirmeyen ve biriken
ihmallerin idari ve siyasi anlamda bir kusur olarak
görülmesi mümkünse de ceza hukuku anlamında doğrudan
bir nedensellik bağı sağlanamayacağı kanaatine
varılmıştır” dedi.
Habertürk, Haber: Sedef Şenkal, 23.12.2013
|
CAMİDE RÜŞVET VERMİŞLER

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında örgüt
üyesi oldukları iddiasıyla sorgulanan şüphelilerin
ihaleyle kazandıkları 200 bin metrekarelik tarihi
alanda restorasyon yerine rüşvet dağıtarak alışveriş
merkezi ve rezidans yaptıkları iddia edildi. Ataköy
Blumar projesi adıyla satışa çıkarılan evlerin imarı
için, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve
İstanbul Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü yetkililerine
camide rüşvet verildiği öne sürüldü. Soruşturma
dosyasında ilginç iddialar bulunuyor. Bunlardan biri
de tarihi alanın imarı için verilen rüşvetlerle
ilgili.
TEMSİLCİLİK BAŞVURDU
Soruşturma dosyasına giren bilgilere göre, Ataköy
160. parselde bulunan arazide Osmanlı döneminden
kalan baruthaneye ait mühimmat tünelleri ile II.
Mahmut tuğrasının yer aldığı yapılar bulunduğu
belirtiliyor. Arazideki yapılaşma girişimleri
sebebiyle TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent
Şubesi ile Trakya 1. Büyükkent Bölge Temsilciliği, 1
Şubat 2010’da Anıtlar Kurulu’na başvuruyor.
Temsilcilik, Bakırköy Zeytinlik Mahallesi’ndeki 160.
parselde, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 20 Mart 1956
tarihli kararıyla tescilli yapıların yok olduğunu
bildiriyor. Temsilcilik, bahsi geçen eserlerin
ortaya çıkarılması için alanda arkeolojik kazı
yapılmasını talep ediyor. Bunun üzerine kurul, 160.
parseldeki tarihi yapılarda tahribat olup
olmadığının belirlenebilmesi için alanda İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde gerekli
arkeolojik çalışmaların yapılarak rapor
hazırlanmasını istiyor.
TEK ŞİRKET KATILIYOR
Bunun üzerine TOKİ, bölgedeki tarihi yapıların
restorasyonu için 12 Temmuz 2010 tarihinde bir ihale
gerçekleştiriyor ve ihaleyi Çelebican İnşaat
kazanıyor. Eski Taşdelen Belediye Başkanı ve işadamı
Hüseyin Avni Sipahi’nin yeğeni olan Ekrem Eray
Arda’nın Çelebican İnşaatın ortakları arasında yer
aldığı tespit ediliyor.
Arsada görünürde yüklenici firma Çelebican İnşaat
olmasına rağmen, Yorum İnşaat ve Turkmall tarafından
arsaya “Blumar Ataköy” isimli rezidans, otel, ofis
alanları ve alışveriş merkezinden oluşan bir proje
yapılmasının planladığı ve projede toplam inşaat
alanının 200 bin metrekare olduğu belirleniyor.
POLİS RÜŞVETİ GÖRÜNTÜLEDİ
Soruşturma dosyasında, imar planına göre hala
korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli
yapıların bulunduğu arazinin Osman Ağca’nın sahibi
olduğu Yorum İnşaat’a peşkeş çekildiği iddia
ediliyor. Bu iddiayla ilgili, Ağca tarafından Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na ve İstanbul
Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü’ne verildiği öne
sürülen rüşvetlerin kayda alındığı öne sürülüyor.
Proje kapsamında, 50 metre olması gereken kıyı
şeridinin 30 metre gösterildiği projede kaçak katlar
çıkıldığı da iddia ediliyor.
CAMİDE RÜŞVET İDDİASI
Bu kapsamda, Osman Ağca tarafından projenin
görüldüğü İstanbul 7 numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu üyesi Xxxx Xxxx’a (İsim KTVKK üyesinin isteği üzerine kaldırılmıştır) 55.000
TL rüşvet verildiği öne sürülüyor. Para
teslimatının, Fatih’teki Şehzadebaşı Camii’nde
yapıldığı belirtilirken, kayda alınan görüntülerde,
Osman Ağça’nın avukatı Münir Yazıcı’nın Xxxx Xxxx’a (İsim KTVKK üyesinin isteği üzerine kaldırılmıştır)
rüşvet verirken görüntülendiği belirtiliyor.
250 BİN TL RÜŞVET İDDİASI
Projenin onaylanmasından sonra projenin üst hakkının
kullanılmasıyla ilgili bir takım usulsüzlüklerin
gözardı edilmesi için de İstanbul Tapu Kadastro 2.
Bölge Şube Müdürü İsmail Kibici’ye 250 bin TL rüşvet
verdiği öne sürülüyor. Soruşturma dosyasına giren
bilgilere göre, Hüseyin Avni Sipahi’nin şoförü Davut
Koçlu 250.000 TL’yi teslim ederken polis kamerasına
yakalanmış.
Taraf, Haber: Aysun Yazıcı, 23.12.2013
|
TAKSİM'DEKİ AVM'YE RUHSAT İPTALİ

Taksim’de eskiden Maksim
Gazinosu’nun olduğu yere yapılan 17 katlı otel
ve AVM’nin inşaatı devam ediyor.
Projeye komşu iki otel ile bir işhanı bulunan Ali
Durucan ise inşaatı durdurmak için
İstanbul 1’inci İdare Mahkemesi’ne açtığı davayı
kazandığını 2 ay sonra öğrendi. Beyoğlu Belediyesi,
daha önce “imara kapalı yeşil alan” olarak görünen
araziye talip olanlara, “Ancak sera yapabilirsiniz”
diyordu. Tuna İnşaat’ın sahibi Turan Tuna, 2004’te
Maksim Gazinosu’nu Fahrettin Arslan’dan 11 milyon
dolara aldıktan sonra arkasındaki tarihi Majik
Sineması ile imara kapalı alanı da katınca dört
buçuk dönümlük araziye sahip oldu. Fahrettin Arslan,
yıllar önce Maksim’i genişletmek için Anıtlar Yüksek
Kurulu onayıyla yapıyı 1’inci dereceden 2’nci derece
tarihi esere indirmişti zaten.
Kazı ve deniz suyunu boşaltma çalışmaları sırasında,
Ali Durucan’ın otelleriyle iş hanının duvar ve
zemininde çatlaklar oluştu. Üstelik proje bittiğinde
çevredeki tüm binalar gibi kendi mülklerinin de
manzarası kapanacak.
KARAR
ULAŞMADI
Durucan, inşaatın durdurulması için İdare
Mahkemesi’ne başvurdu. Büyükşehir ve Beyoğlu
Belediye Başkanlığı ile Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan şikayetçi oldu. Aradan bir yılı aşkın
süre geçti. Durucan’ın avukatı Ayhan Coşkun, Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nde gördü kararı, davayı
kazanmışlardı. İnşaat ruhsatı iptal edilmişti. İki
ay geçmesine rağmen karar, taraflara ulaşmamıştı.
İnşaat da devam ediyordu. Durucan, bu kez kararın
inşaat sahiplerine tebliğ edilmesi için mahkemeye
başvurdu.
Hürriyet, Haber: Gülden Aydın, 22.12.2013
|
HAYDARPAŞA'NIN ZENGİNLİĞİ

Tüm haşmetine
karşın terk edilmiş gibi görünen 105 yaşındaki
Haydarpaşa Garı’nı yükselten her taşın bile
tarihi önemi var. Peronlarından iskelesine her
şeyi ince ince inşa edildi. İçinde ise pek çok
kıymetli evrak bulunuyor.
Simge yapıdır Haydarpaşa Garı. Sadece İstanbul için değil tüm Türkiye
için. Pek çok kişi onu yakından görmese bile
aşinadır bu yapıya. Zira Türk filmlerinin seti
sayılır. Tahta bavulla bütünleşen merdivenli
sahneleri meşhurdur. Bir de manzarası vardır ki
İstanbul’un en güzel hali belki buradan
görünür...
Yapı, Cidde’deki ilk donanma üssünü kuran ve
Selimiye Kışlası’nın inşasındaki çabalarıyla öne
çıkan III. Selim’in paşalarından Haydar Paşa’dan
alır adını. 1872’de inşa edilen, Pendik’e
uzanan Anadolu demiryolunun başlangıcındaki ilk
binanın yerine yapılan bina 19 Ağustos 1908’de
hizmete açılır. Bu açılışta büyük yolcu salonu
hizmete girse de bina 1909 yılının kasım ayında
tamamlanır. 1924’te ‘Anadolu Bağdat Demiryolları
Müdüriyeti Umumiyesi’ olarak kurulan
demiryollarının merkezi de Haydarpaşa’dır.
Anadolu Bağdat adlı Alman şirketi; Orta
Avrupa barok mimarlığıyla Alman Rönesansı ve
yeni-klasik üsluplardan alınan ögelerin
buluştuğu eklektik (seçmeci) mimaride inşa eder
gar binasını. İki Alman mimar Otto Ritter ve
Helmuth Conu, inşaatta İtalyan ustalarla
çalışır. Deniz kenarında bulunan küçük iskele
binası yıkılır, mimar Vedat Tek tarafından yeni
bir vapur iskelesi inşa edilir. 2 bin 525
metrekare üzerine kurulan yapı, bugün 3 bin 836
metrekarelik alanda dokuz yol ve dokuz perona
sahip.
TAVAN SÜSÜ BİR ODADA VAR
Gelelim yapının mimarisine... U planlı
yapının geniş koridorlarının iki tarafında geniş
ve yüksek tavanlı odalar bulunuyor. Tüm odaların
tavanını süsleyen kalem işi nakışlar, günümüzde
sadece bir odada... Tavanın dört köşesinde
orijinal haliyle resmedilmiş TCDD’nin amblemi
olan kanatlı tekerler bulunuyor. U planın iki
kolu da kara tarafında olup orta boşluk iç
avluyu oluşturuyor.
Trenlerin yanaşması için
planlanan avluya bakan cephe sade iken denize
bakan cephe geometrik ve bitkisel motiflerle
süslü. Katları ayıran saçak kornişlerin içinde
kalan kısımda ahşap dikdörtgen pencereler
bulunuyor. Pencereler arasındaki çıkma
dikdörtgen kesitli süs kolonları üzerindeki
üçgen motifler çok zarif. İki başta bulunan
dairesel kuleler tabandan çatıya doğru
daralıyor.
Denize çakılan, 21 metre uzunluğunda 1100
ahşap kazık üzerine inşa edilen bina, Hereke’den
getirtilen açık pembe granit taştan temel
üzerine yükseliyor. Garın dik çatısı ahşap.
Arduvaz (kayağan taşı) çatı örtüsüne eşlik eden
beşik örtülü çatı pencereleri bulunuyor.
İÇİNDE KIYMETLİ ESER ÇOK
ABD’li haber sitesi ve blogu Huffington
Post’un yayınladığı ‘Dünyanın En Cool 11 Tren
İstasyonu’ listesinin başında yer verdi,
Haydarpaşa Garı’na... Bu öyle bir yapı ki
kütüphanesinde de çok kıymetli evrak ve
kitapları barındırıyor. 1873 tarihli
sözlüklerden 1920’den beri yayımlanan Demiryolu
Dergisi arşivine pek çok kıymetli eser titiz bir
çalışmayla acilen kayıt altına alınmalı.
Sirkeci’de bulunan TCDD Müzesi başlı başına
bir yazı konusu. Ancak özetle söylemek gerekirse
1930 tarihli Florya İstasyon kanepesi, Sirkeci
ambar kantarı, 19’uncu yüzyıl istasyon çanı,
kondüktör para çantaları, manyetolu telefonlar,
yemekli vagonlarda kullanılan gümüş ve porselen
takımlara pek çok obje, hikayesine tanıklık
etmek için ziyaretçileri bekliyor.
Tüm haşmetine rağmen terkedilmişliğin hüznüne
yenilen Haydarpaşa, gelecekte ne olacak? Doğan
Hızlan “Bir an evvel onarılarak, gar olarak
kullanılması, diğer katların ise müze olarak
düzenlenmesi” görüşünü paylaşıyor. Demiryolu
kitabının yazarı Prof.Dr. Güngör Evren
“İstanbul’un Haydarpaşa’ya gar olarak
gereksinimi olduğunu” vurguluyor.
Star, Haber: Belkıs Kamut Aktürk, 22.12.2013
|
70 BİN ESERLİK YAĞMA!

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan
ve İstanbul’da yapılan operasyonda ele geçirilen 30
tabloyla ilgili soruşturma derinleştirilirken,
gözler Türkiye’nin çeşitli müze ve ören yerlerinden
çalınan eserlere çevrildi. Araştırmacı Yaşar Yılmaz
dünyadaki çeşitli müzeleri gezerek, ülkemizden
kaçırılan eserleri fotoğrafladı. Yılmaz çalışma
sonunda, 70 bine yakın tarihi eserin Türkiye’den
çalındığını tespit etti. Bu eserlerin geri
getirilmesine ilişkin şu ana kadar bir işlem
yapılmamasını da eleştirdi.
ABD, Avusturya, Danimarka, Almanya, Rusya ve
Yunanistan’ın önde gelen müzelerini gezerek,
yağmalanan ve
çalınan eserleri fotoğraflayan emekli inşaat
mühendisi Yılmaz, İzmir ve Ege’den yaklaşık 50 bin
eserin yurtdışına kaçırıldığını açıkladı.
Araştırmasına 2009’da başlayan Yılmaz, ABD’deki Paul
Getty, Metropolitan, Boston, İngiltere’deki British,
Oxford Ashmolean, Almanya’daki Bergama, Alte ve
Yunanistan’daki Benaki gibi müzelerde Osmanlı
eserlerinin yanı sıra milattan öncesine dayanan
eserlerin, hatta türbelerdeki tabutların bile
kaçırıldığını
tespit ettiğini söyledi.
Bu müzelerde sergilenen eserlerin üzerinde yer alan
bilgi notlarından yola çıkarak 70 bin eserin
Türkiye’den kaçırıldığını belirlediğini, tüm
eserlerin tek tek fotoğraflarını çektiğini anlatan
Yılmaz, şöyle dedi: “Bilindiği üzere Ege’de en büyük
yağmaya Bergama ve Efes’in 1863’te ‘bilimsel
araştırma’ denilerek Alman Arkeoloji Enstitüsü ve
Avusturyalılar
tarafından kazılmasıyla başlandı ve hiçbir itiraz
gelmemesi üzerine 1930 yılında Bergama Müzesi
açıldı. Bugün hala Alman Arkeoloji Enstitüsü
tarafından Bergama’da kazılar devam etmektedir. Yine
benzer şekilde Avusturyalılar da 1986 yılında
Neuburg Sarayı’nı Efes Müzesi’ne dönüştürmüşlerdir.
Yalnızca bu müzeler bile ülkelerine yılda 15 milyon
Avro getirmektedir. Bunu düşünürsek ülke olarak ne
denli büyük bir kayıp yaşadığımız ortadadır.”
70 bin eseri geri alma zamanının geldiğini de
belirten Yılmaz, şunları söyledi: “Bergama ve Efes
müzelerinin yanı sıra Yunanistan ziyaretim sırasında
Aliağa’daki Myrina antik kentine ait eserlerin
Atina’daki Benaki Müzesi’nin içinde sergilendiğine
şahit oldum. Resmen iki salon dolusu eseri bizden
alıp götürmüşler. Atina’daki 10 müzenin 6’sında bize
ait olan 3 bin eseri belgeleyip fotoğrafladım. Bunun
gibi onlarca belge mevcut. Şimdi bu 2 yıllık
çalışmamı bir kitap haline getireceğim. Bugün
Birleşmiş Milletler’e bağlı UNESCO’nun ‘Her eser
kendi toprağına iade edilmelidir’ hükmü
bulunmaktadır. Türkiye bu eserleri geri
istemelidir.”
HANGİ ESER NEREDE?
Türkiye’den en çok Ege Bölgesi’nden eserlerin
kaçırıldığını belirten Yılmaz, bazı eserlerin
nerelerde
sergilendiğini şöyle sıraladı:
* Bergama Tapınağı ve Milet Pazar
Yeri (MÖ 4. yy.) Almanya’daki Bergama Müzesi’nde.
* Salihli Tapınak Sütunu (MÖ 4. yy.) Amerika’daki
Metropolitian Müzesi’nde.
* Urla (Klazomenai) Lahiti İngiltere’deki British
Müzesi’nde.
* Efes Kütüphanesi’nin heykel asılları Avusturya’nın
Efes Müzesi’nde.
* İzmir Apollon Heykeli (MS 2. yy.) Fransa’nın
Louvre Müzesi’nde.
* Efes Artemis Tapınağı’ndan Amazon Kadın Heykeli
Amerika’nın Baltimore Müzesi’nde.
Cumhuriyet, Haber: Emre Döker, 22.12.2013
|
ÜNLÜ MİMARIN 75. ÖLÜM YILDÖNÜMÜ
20’nci yüzyılın en önemli
mimarlarından Bruno Taut’un fırtınalı hayatı 24
Aralık 1938’de İstanbul’da son bulmuştu.
İstanbul’da, 24 Aralık 1938’de 20’nci yüzyılın
en önemli mimarlarından biri öldü. Genç
sayılırdı, 58 yaşındaydı. İsmi, Bruno Taut’tu.
1936’dan itibaren Türkiye’de iltica ve huzurunu
bulmuştu. İki yıl içinde Güzel Sanatlar
Akademisi’nin profesörü sözleşmeye uydu ve daha
evvelki iltica noktası Japonya’da başladığı
“Mimarlık Teorisi” adlı kitabını Türkçede
yayımladı.
Sayısız okul yaptı. İstanbul’da Ortaköy Emin
Vafi Korusu’ndaki Japon pagodası tarzındaki
evini Boğaziçi Köprüsü’nden geçenler görebilir.
Ama cumhuriyet onu asıl Ankara’nın inşasında
görevlendirdi. Sayısız okulundan bir tanesi
benim de beş yılımı geçirdiğim Atatürk
Lisesi’dir ama asıl önemlisi her köşesini
hayranlıkla gözlediğim, hele törensel girişi
Walhalla’yı andıran Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi’dir. Cumhuriyetin bu önemli kurumu
Bruno Taut’un tersimiyle bozkırın ortasında bir
uygarlık tapınağı gibi ortaya çıktı. Devletin
başbakanlık ve dışişleri bakanlığından daha
muhteşem, unutulmaz bir Taut mirasıdır.
Büyük önderimiz
10 Kasım’da Dolmabahçe Sarayı’nda ebediyete
intikal etti. Naaşı, cenaze töreni programı
gereği Ankara’ya intikal edecek ve Arif Hikmet
Koyunoğlu’nun eseri olan Etnografya Müzesi’nin
önündeki bir katafalka konacaktı. Katafalkın
yapımıyla görevlendirilen Bruno Taut hayatının
son eserini Kemal Atatürk için tamamladı. O
telaşla Ankara’nın sert havasında tutulduğu
zatürre bir müddet sonra onun kalp kriziyle
ölümüne neden oldu. Sığındığı ülke ona şükranını
gösterdi. Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilen ilk
yabancı oldu. Taut, İstanbul surları karşısında
ebedi uykusunu uyuyor.
Berlin onun eserleriyle dolu
Önemli eserlerinin ise, bazı zevksiz ilaveler ve
iç değişikler dışında, herkesi etkilediği açık.
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ve Ankara
Atatürk Lisesi’nin, mimarın orijinal tersimine
göre yeniden restore edilmesi şarttır.
Fırtınalı bir hayatı oldu. 1880’de bugünkü adı
Kaliningrad olan Königsberg’de doğdu. Alman
Yahudisiydi. Bütün Alman Yahudileri gibi
imparatorluğa ve Alman kültürüne bağlıydı,
nitekim kardeşi Birinci Dünya Harbi’nde ölmüştü.
İlk evliliğinden iki çocuğu oldu. Boşanamadığı
için ikincisiyle evlenemeden yaşadı, ondan da
sonradan ünlü bir sanatçı olan kızı oldu. Alman
kültür tarihinde tiyatro dekorlarıyla da
tanınır. Berlin’de Deutsche Theater’de
Schiller’in ünlü dramı “Orleans Bakiresi” için
hazırladığı dekorlar halen hayranlıkla
hatırlanır. Berlin onun sayısız eseriyle
doludur. 1924 ve 1931 arasında bu şehirde 12 bin
tane ev yaptı. En meşhurları Wedding semtindeki
at nalı şeklindeki site, Zhelendorf’taki “Tom
Amcanın Kulübesi” denen toplu yerleşme
mıntıkalarıdır.
O yıllarda, sonradan Nazilerin iptal ettiği bir
mevkiye, Prusya Sanatlar Akademisi’ne seçildi.
Naziler, alışıldığı üzere onu “kültür Bolşeviği”
diye niteleyince daha 1933’te Japonya’ya
sığındı. Ardından da 1936’da Türkiye’ye davet
edildi.
Yeniden incelenip değerlendirilmeli
Son günlerde acayip toplantılar oluyor.
Münasebetsizin biri, Alman Yahudilerini Yahudi
oldukları için değil “Avrupalı oldukları için”
davet ettiğimizi söylemiş. Ne parlak zeka ve
yorum! Evet, Avrupalı diye çağırdık. Taut en
parlak eserleriyle bizim Boğaziçi’ni ve bizim
bozkırı süsledi, yaptığı okullarda okuyoruz, o
ve öbür hocaların öğrettikleriyle cumhuriyetin
ilk kuşağı yetişti. Onları kovanlar bin yıllık
imparatorluğa değil bin yıl geriye düştüler. Bu
harp sonrası yeni kuraklıkta yetişen bazılarının
sağda soldaki saçmalamalarından Nasyonal
Sosyalizmin kötü mirası daha iyi anlaşılıyor.
Bruno Taut gibi bir mimar 20’nci yüzyıl
Türkiye’sinde sanatlara ve mimariye önemli bir
geçiş olabilir. Yeter ki yeniden incelensin ve
değerlendirilsin. Yaratıcılığın onurunu kaybeden
ve sadece kazanç peşinde koşan yeni mimarimizin,
mültecilikte bile ciddi ve yaratıcı eserler
vermek için fedakarca çalışan bu gibi ustaları
tanıması ve anması iyi olur. Bruno Taut’u
75’inci ölüm yıldönümünde ulu önderimizin yanı
başında, onun için anmalıyız.
Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 22.12.2013
|
MİLYONLUK ESERLER 10 KİŞİNİN TAKİBİNDE

Türkiye'de sanatın yatırım aracı olarak görülmeye
başlamasıyla birlikte koleksiyoner sayısı da hızla
arttı. Yabancı sanat yatırımcılarının da ilgisini
çeken Türk sanatçılar, cirolarını artırmayı başardı.
Sektörün yaşadığı bu dönüşümü Beyaz Müzayede Evi'nin
Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Karadeniz'le konuştuk.
Türkiye'de sanata yatırımın geldiği noktayı
değerlendiren Karadeniz, 2013'ün son etkinliği
26'ncı Beyaz Müzayede'yle ilgili detayları da
paylaştı.
Sanat piyasası açısından son yılları nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de çağdaş sanat aslında 2000 öncesi
çok az sayıda koleksiyonerin olduğu bir ortamdı.
80'li yıllarda önemli birkaç koleksiyoner vardı,
90'larda onlara birkaç kişi daha eklendi. Çağdaş
sanatın asıl gelişmesi ise 2000'den sonra başladı.
2009'dan itibaren de yurtdışı talepler arttı.
Eserlerin rakamları nasıl değişti?
90'lı yıllarda senelik ciro belki 5-10
milyon doları geçmezdi. Bugün ikinci el satışlar,
galeri satışları, müzayedeler, fuarlar, hepsini bir
araya koyduğunuzda 250 milyon doları buluyor.
Çağdaş sanatta Müslüman ülkeler içinde lider
miyiz?
Eser kalitesi olarak kuşkusuz lider Türkiye.
Çünkü Müslüman ülkeler dediğimizde ilk akla gelen
Ortadoğu, Kuzey Afrika oluyor. Tabii bu ülkelerdeki
sanat hala çok daha kaligrafi üzerine kurulmuş
durumda.
2014
nasıl olacak?
Ben 2014'ün sanat piyasası açısından
kuvvetli bir yıl olacağını düşünüyorum. Türkiye için
de görüşlerim aynı. Çünkü ekonomiler düzeldikçe,
gelir arttıkça, bu sanata da yansıyor.
Türk koleksiyonerlerin sayısında artış var mı?
90'lı yılların önemli koleksiyonu
dediğinizde bugünkü değer bazında baktığınızda
birkaç milyon dolarlık rakamlar konuşulurdu. Bugün
ise birkaç yüz milyon dolar ediyorsa değerli
deniliyor.
Piyasada 1 milyonun liranın üzerinde alım
yapan kaç kişi var?
1 milyonun üzerine çıktığınızda 10 kişiden
falan bahsedersiniz. Her önemli eser çıktığında onu
takip edip 'bunu alsam mı' diyen kişi sayısı 10'u
geçmez.
YÜKSEL ARSLAN FİYATIYLA ŞAŞIRTTI
Türk çağdaş ve modern sanatçılara ait 160
seçkin eserin satışa sunulduğu 26'ncı Beyaz
Müzayede, önceki gün yapıldı. Müzayedenin sürpriz
satışı 150-250 bin liralık fiyat aralığında satışa
sunulan Yüksel Arslan'ın eseri oldu. Figur ustası
Yüksel Arslan'ın en bilinen yapıtlarından olan
'Arture 444-Şizofrenler' isimli eseri, 500 bin TL'ye
alıcı bularak müzayedede rekor kırdı. Ressamın önce
Fahrelnissa Zeid'in öğrencisinin portresi olarak
başladığı ancak sonradan kendi öğrenciliğini resme
aktardığı 'otoportre'si ise 425 bin TL'ye alıcı
buldu.
Sabah, Haber: Sinan
Özedincik, 22.12.2013
|
500 YILLIK KÜLLİYE ABDİ İBRAHİM ELİYLE RESTORE
EDİLECEK
Türkiye’nin ilaç devi Abdi İbrahim, Edirne’deki
Sultan II. Bayezid Külliyesi içinde yer alan Sağlık
Müzesi’ni restore etme kararı aldı. Edirne Sultan
II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi Restorasyon
Projesi’nin protokol imza töreni Sağlık Bakanı Dr.
Mehmet Müezzinoğlu, Edirne Valisi Hasan Duruer,
Trakya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yener Yörük ve
Abdi İbrahim Başkanı Nezih Barut’un katılımıyla dün
Edirne’de gerçekleşti.
SAĞLIK TARİHİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Protokolün imza töreninde konuşan Abdi İbrahim
Başkanı Nezih Barut, Abdi İbrahim, 5 asırlık II.
Bayezid Külliyesi’ni restore ederek sağlık
tarihimizin de gün ışığına çıkmasına destek vediğini
belirterek, “Şirket olarak içinde doğup büyüdüğümüz
bu topluma teşekkür borçluyuz.
Kazandıklarımızı her
zaman ülkemize fayda sağlayacak yatırımlar için
kullandık. Sağlık tarihimize verdiğimiz değerin
göstergesi olarak, beş asırlık muazzam bir tarihi
geçmişe sahip “Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık
Müzesi” restorasyonunu gerçekleştirmekten onur
duyuyoruz” diye konuştu.
TIP TARİHİNİN İZLERİ BURADA
Nezih Barut, “Tıp bilim tarihinin en önemli
izlerini taşıyan bu hazinenin restorasyon projesine
destek olarak tarihe yolculuk ediyoruz. Şirketlerin
ana faaliyetlerine ek olarak, içinde doğup büyüdüğü
bu toprakların tarihine, insanına ve geleceğine
sahip çıkması gerektiğine inanıyorum. Gelecek
nesillere ülkemizin tarihsel hazinesinin, kültürel
varlıklarının yaşatılmasını önemsiyorum” diye
konuştu.
MUSİKİYLE TEDAVİ
II. Bayezid Külliyesi, Sultan II. Bayezid
tarafından 1484-1488 yıllarında darrüşşifa olarak
kullanılmak üzere Mimar Hayreddin’e yaptırılmış.
Tedavi hizmeti ücretsiz verilmekteydi. Geçmişte
hastalarının müzik ve su sesiyle tedavi edildikleri
mekan, 1997’den beri sağlık müzesi olarak
düzenlenmiş.
Akşam, Haber: Şenay Büyükköşdere, 22.12.2012
|
VATİKAN: MELEKLERİN KANADI YOK
Vatikan bünyesinde sadece meleklerle ilgili çalışma
yürüten bir Katolik Kilisesi, meleklerin
kanatlarının olmadığını açıkladı. Meleklerin var
olduğunu ancak bilinenin aksine kanatsız olduklarını
iddia eden heyette çalışan Peder Renzo Lavatori
yaptığı açıklamada, "Hıristiyan dünyasında
meleklerin yeniden keşfedildiğini" söyledi.
"Melekleri hissedebiliriz, ancak göremeyiz" diyen
Lavatori, sözlerine 'melekler, kristal bir vazoda
kırılarak bize ulaşan güneş ışığı gibi' diye devam
etti. Rönesans resimlerinde meleklerin kanatlı
tasvir edildiği hatırlatmasına ise Lavatori
resimlerin sadece hayal gücüne dayalı olarak
çizilip, gerçeği yansıtmadığı şeklinde karşılık
verdi. Toplumların gittikçe sekülerleşmesi ve dinden
uzaklaşması sebebiyle toplumda 'şeytan'a daha fazla
yer açıldığını savunan heyet, melekler konusunda
yapılan çalışmaların daha da artırılması gerektiğini
dile getirdi.
Sabah, 22.12.2013
|
|
MARMARAY'A OTEL HAYATİ TEHLİKE DEMEKTİR

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in yolsuzluk
ve rüşvet operasyonu kapsamında gözaltına alınması,
belediyenin ihalelerini tartışmaya açtı.
Soruşturmada Mustafa Demir’le ilgili iddialardan
biri de, Marmaray Tüplü Geçit Projesi hattı
üzerindeki Sirkeci Garı’nın arka tarafında bulunan
araziye, çökme tehlikesi bulunmasına rağmen, otel
yapılmasına izin vermesi. Üstelik Marmaray
projesinde çalışan Japon yetkililerin uyarılarına
rağmen...
İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı
Cemal Gökçe, eğer iddialar doğruysa, hem Marmaray’ı
kullanan yolcuların hem de otelde kalacak olanların
can ve mal güvenliğinin hiçe sayıldığını, bunun da
ağır bir suç olduğunu ifade etti.
SİRKECİ GARI SİT ALANI
Sirkeci bölgesinin sit alanı olduğuna da dikkat
çeken Gökçe, “Sirkeci Garı tarihi bir gardır. Bu
bölgeyi imara açmak bir yana, etrafındaki tarihi
olmayan yapılar boşaltılarak, bölgedeki tarihi
yapılar ortaya çıkarılmalı. Yani bırakalım
yapılaşmaya açmayı, Garın çevresindeki yapılar
boşaltılarak, gar korunmaya alınmalıdır” dedi.
Söz konusu arazi, Sirkeci Garı’nın arka tarafında
bulunan 4 ada 1 parsellik alan. Çevredekilerin
eskiden otopark olarak kullanıldığını söylediği
alanın etrafı, tel örgülerle kapatılmış durumda.
İhaleyi alan firmanın ise Fatih Belediyesinden 61
milyon TL’lik temizlik ihalesi de alan Akmercan
Grubu olduğu iddia ediliyor.
NE İLE SUÇLANIYOR?
Fatih Belediyesi ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu yetkililerine yönelik
operasyonda, tarihi yarımadada sit alanı olan
arsalar için, inşaat şirketlerine rüşvet
karşılığında izin verildiği söylenen soruşturma
dosyasındaki iddialar şöyle: “Akmercanlar İnşaat
Firmasının Sahibi Gazi Akmercan, Marmaray’ın Sirkeci
İstasyonu’nun üzerinde bulunan arsaya otel inşaatı
yapmak istedi. Fatih Hoca Paşa Mahallesi 4. ada 1.
parselde yapılmak istenilen otel inşaatında yerin 3
kat altına inilmesi ve yer üstündeki kısmının ise 4
kat olarak inşa edilmesi için 2012 yılında
girişimlere başlandı. Marmaray’ı inşa eden Japon
mühendisler ve DLH olumsuz görüş bildirdi. İnşaatın
bu haliyle Marmaray’a 50 metre yaklaşarak zarar
vereceğini belirten DLH’nin olumsuz görüş bildirmesi
üzerine Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in,
Başkan Yardımcısı Ednan Güler’e talimat vererek
İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürü Günseli Aybay ve Başkanı Oğuz Ceylan’ı
ikna etmesini istedi. Güler’in ise Kurul Müdürü
Günseli Aybay ile görüşerek DLH’nin raporunu işleme
koymadan dosyanın belediyeye geri gönderilmesini
sağladı.”
Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 21.12.2013
|
ORTAYLI: AYASOFYA'YI CAMİ YAPTIK DİYE UTANACAK
DEĞİLİZ
Prof.Dr. İlber Ortaylı, dün
akşam Abbas Güçlü ile Genç Bakış'a katıldı.
Gençlerin sorularını yanıtlayan Ortaylı,
“Ayasofya'yı cami yaptık diye utanacak değiliz”
dedi.
İlber Ortaylı, Ayasofya ile ilgili yöneltilen bir
soruya şöyle cevap verdi; “ Ayasofya'nın müze
olmasında Atatürk'ün imzası taklit edildi
diyenlerden ciddi bir kriminal rapor görmedim.
1934'te Atatürk'ün başkanlığında toplanan vekiller
heyeti Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi kararı
almıştır. Neden müzeye çevrildi, bunun arkasındaki
olayları ve nedenleri bilmiyoruz. Ama Ayasofya'nın
müze olması bizim için iftihar edilecek bir şeydir.
Hem kilise hem camii olarak kullanılması mantıklı
değil. Hamam mı orası? Gündüz kadınlar, gece
erkekler kullansın der gibi olur mu hiç? Orada bir
cemaat varsa diğer cemaat girmez artık. İki şekilde
de kullanılması bir fantezidir. Tartışmaya gerek
yok.
Ayasofya bizimdir, tapusu bizim elimizdedir,
tarafımızdan fethedilmiş ve camiye çevrilmiştir
Neden camiye çevirdik diye de utanacak değiliz
tarihle yüzleşme filan da boş laftır.”
3. KÖPRÜYE
YAVUZ İSMİ İRAN ZITLAŞMASININ TESİRİ
İsmi uzun süre tartışmalara konu olan 3. Köprü ile
ilgili olarak ise, “ 3. Köprü'ye Yavuz Sultan
Selim'in isminin verilmesi şu anki İran
zıtlaşmasının tesiri gibi görünüyor. Yoksa Alevileri
kesti diye övünmek filan değil, öyle şey olmaz. Ama
köprüye isim verilecekse Mimar Sinan'ın ismi
verilir.
Hürriyet, 21.12.2013
|
4 SAHİP SONRA TOKİ'DE KALDI

TBMM'ye yapılan bir başvuru,
Bursa'daki Kefensüzen Camisi'nin ilginç mülkiyet
sahibi değişikliğini ortaya çıkardı. Bir vakıf
adına kayıtlı olarak açılan tarihi cami,
satışlarla 4 kez el değiştirdi. Cami en sonunda
kentsel dönüşüm kapsamında TOKİ'ye geçti.
Bursa Osmangazi'de yaşayan Emrah Tepe, Kefensüzen
Camisi ile ilgili TBMM Dilekçe Komisyonu'na
başvurdu. Bölgelerindeki tarihi bir cami ile 2
mescidin, bürokratik işlemlerdeki yavaşlık ve
aksaklık nedeniyle uzun süredir ibadete
açılamadığını belirten Tepe, bu durumun bölge
halkını mağdur ettiğini anlattı. Komisyon da, durumu
Bursa Valiliği'ne sordu. Valilikten gelen yanıt,
caminin satışla 4 kez el değiştirdiğini ortaya
çıkardı:
ELDEN ELE
GEZDİ
“Mülkiyeti, özel şahıslara ait iken, kentsel
dönüşüm kapsamında TOKİ İdaresi'ne geçen ve bu
çalışma sırasında ibadete kapatılan Kefensüzen Cami
hakkında istenen bilgi kapsamında, müftülükteki
dosya ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ndeki dosyadan
belgeler derlenmiştir. Bunların ışığında Kefensüzen
Camisi'nin Süzen Kelen Camisi Vakfı adına kayıtlı
iken; 28 Eylül 1938'de Osman Geçinen isimli şahsa
satıldığı belirtilmiştir. Bu şahsın ise söz konusu
camiyi 1976'da Hüseyin oğlu Recep Kırayoğlu'na
sattığı, Recep Kırayoğlu'nun vefatıyla İkbal Öztürk
ve diğer hissedarlara geçen cami, 21 Haziran 2005'te
Vakıflar İdaresi'nce şartlı talep edilmiştir.
SONUNDA
TOKİ'DE
Ancak Doğanbey Kentsel Dönüşüm kapsamında ve dini
tesis alanında kalması, Vakıf yoluyla vücuda
geldiğine dair herhangi bir belgeye rastlanmaması
gerekçesiyle Vakıflar İdaresi'ne intikal
sağlanamamıştır. Bu nedenle taşınmaz tapunun 4 bin
438 ada, 14 parselinde bulunan, niteliği Kefensüzen
Cami olarak kayıtlı olup, malikinin ise TOKİ
Başkanlığı olduğu kayıtları mevcuttur. Şu an kentsel
dönüşüm sahasında inşaat alanında olan cami ibadete
kapalı durumdadır.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 21.12.2013
|
MEVLANA ENSTİTÜSÜ KURULSUN

Mevlana Celaleddin Rumi'nin ölümünün 740. yılında,
bu hafta etkinliklerle anılıyor. Konya'daki
uluslararası anma etkinlikleri 10 gün sürerken, 500
yıllık Galata Mevlevihanesi'ndeki semahlar da,
vuslat haftasına denk gelmesi sebebiyle büyük ilgi
görüyor. Üstelik, gösteriler sınırlı sayıda kişi
tarafından izlenebildiğinden talebe cevap
verilemiyor. İstiklal Caddesi'nin kalabalığından
sonra Galip Dede Caddesi'ne doğru ilerleyip, Galata
Mevlevihanesi'nin kapısından içeriye adımınızı
atınca bir anda bambaşka bir ortama giriyorsunuz.
İlk olarak yerdeki kaya taşı parkeleri dikkati
çekiyor. Sol taraftaki mezar taşları, buradaki
yüzlerce yıllık hayatın belirtisi gibi duruyor. Sol
çaprazda Divan Edebiyatı'nın büyük şairi Şeyh
Galip'in türbesiyle uzun dizeleri gözünüzün önüne
seriliyor. Birkaç adım sonra sade, gösterişten uzak
mimarisiyle Mevlevihane'nin ana binası karşılıyor
sizi. Semah yapılan binadan ince bir ney sesi
gelirken, Mevleviler'in dönencesi gözlerinizde
canlanıyor. Küçük sayılmayacak avlunun ortasındaki
çeşme bütün zarafetiyle dururken, avlunun
yüzyıllardır sessiz tarihine tanıklık yapan ağaçlar
sanki gökyüzüne selam veriyor. Caddenin sesi bir
anda kesiliyor ve mistik bir hava sizi sarmalıyor.
Nazım Hikmet de Dergahın Kuyusu adlı şiirinde
"Ne içli bir dua, ne içten bir ah, / uyuyor serviler
altında dergah!.. / kaç kere gönlümü dinledi bu yer"
dizeleriyle anlatıyor Galata Mevlevihanesi'ni...
MEVLEVİHANE THEODOROS MANASTIRI ÜZERİNE
1491'DE İNŞA EDİLDİ
İstanbul fethedildiğinde Galata
Cenevizliler'in, Levantenler'in ikamet ettiği bir
bölge iken, 1491'de Galata'da Mevlevihanesi,
İskender Paşa'ya ait av çiftliğinin bir kesiminde,
muhtemelen H. Theodoros Manastırı'nın kalıntıları
üzerine inşa edilir. Mevlevihane'nin fetihten 38 yıl
sonra İstanbul'da kurulmasının nedeni tarihçi Ekrem
Işın'a göre; Karahanlı devletinin önde gelenlerinin
Mevlevi dergahına bağlı olmaları. Osmanlı tarihinde
'Kıyamet-i suğra' olarak anılan 1509 depreminde
Galata Mevlevihanesi çok ciddi hasar görür. 1765
tarihinde büyük Tophane yangını ve 1824'teki ikinci
bir yangında Mevlevihane çok büyük hasar görür ve
padişahların desteğiyle onarılır. Abdülhamid,
Almanlar'la olan dostluğuna binaen tekkenin
bahçesine 1868 yılında Alman Lisesi'nin (Alman
Mektebi İdare Cemiyeti) inşasına izni verir.
Cumhuriyet'in ilanından sonra 1925 yılında tekke ve
zaviyeler kapatılır. Yangınlar, depremler geçirmiş
olan Galata Mevlevihanesi'nin tam 434 yıllık tekke
işlevine son verilir. Halkevi, okul ve lojman olarak
bir süre hizmet verir. Hatta dergahın avlusuna
mektep inşa edilmesi dahi gündeme gelse de bu
düşünceden vazgeçilir. 1946'da Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü imzası ile Mevlevihane müze yapılır, fakat
ancak 1975 yılında müze işlevine kavuşur.
İstanbul'un ilk pastanesi
2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi
kapsamında dergahın tamamına yakını ve pek
kullanılmayan bölümleri restore edildi.
Mevlevilik'le ilgili kostümler, müzik aletleri,
fotoğraflar ve kullanılan eşyaların yanı sıra Divan
Edebiyatı ile ilgili eserler de müzede sergileniyor.
Mevlevihane bahçesine sırtını dayamış olan
binalardan birinin, İstanbul'un ilk pastanelerinden
biri olduğu düşünülüyor. Bugün bu bina kokoreççi
olarak hizmet veriyor. Aslında Mevlevihane'nin
etrafını saran binaların kamulaştırılarak müze ile
birlikte yeniden planlanması gerektiği kanısı
oluşmuş durumda.
MÜZE MÜDÜRÜ YAVUZ ÖZDEMİR
- Mevlevilik ne kadar biliniyor?
- Bugün ne yazık ki Mevlana bizim ülkemizden
ziyade Batı'da daha iyi anlaşılıyor. Batı'da
Mevlana'nın düşüncesi, felsefesi dikkatle takip
ediliyor. Ülkemizde Mevlana denildiğinde insanların
akıllarına semah geliyor.
- Mevlana'yı, onun fikirlerini tanıtmak için
neler yapılabilir?
- Biz tasavvuf kültürünü ve Mevleviliği
sergilemelerle anlatmaya çalışıyoruz. Daha önce
Mevlevihane'nin arsası içinde bulunan ve mezarlık
olan alan boşaltılarak evlendirme dairesi kuruldu.
Daha sonra Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi
kuruldu. Biz bu binanın buraya katılmasını
istiyoruz. Bu binada Mevlana Araştırma Enstitüsü
kurulmasını istiyoruz. Bu enstitü aracılığıyla
Mevlana'nın fikirleri, tasavvuf anlayışı anlatılıp
bilimsel olarak incelenebilir.
Sabah, Haber: Ali
Değermenci, 21.12.2013
|
 |
SANAT TARİHİ DEĞİŞEBİLİR
Afrika’da yapılan bir araştırma, beraberinde bazı iddiaları da getirdi. Araştırmalardaki detaylara göre; bilinenin aksine ilk resim okulunun Orta Doğu’da değil de, Etiyopya’da kurulmuş olabileceği tartışılıyor. Bu iddiayı desteklemek için de, eski bir Afrika krallığı olan Aksum’un 1500 yıl öncesine ait el yazması Garima İnciller’indeki resimler gösteriliyor. Paris’teki Milli Bilimsel Araştırma Merkezi’nde görevli Etiyopya sanatları uzmanı Jacques Mercier, bu İnciller’deki çalışmaların iddiayı destekleyen en önemli kanıtlar olduğunu ifade ediyor. 1500 yıl önce şimdiki Eritre ve Kuzey Etiyopya topraklarında yer alan Aksum Krallığı’na ait bu bilgiler doğruysa, erken dönem Hıristiyan sanatının bilinmeyenlerine ışık tutulacağı da şüphesiz. M.S. 530’larda yazıldığı, Oxford Üniversitesi Arkeolojik Araştırmalar Laboratuarı tarafından kanıtlanan Garima İncilleri artık, Etiyopya’nın en eski el yazmaları olarak kabul ediliyor
Habertürk, 21.12.2013
|
DERSAADET'İN HÜZÜNLÜ YAPILARI
Dersaadet, yani “mutluluk kapısı”, yani
İstanbul’la ilgili anlamlı bir çalışma
başlatıldı.
İstanbul’un eski fotoğraflarını toplayıp
binlerce kare yeni fotoğraf çeken Yüksek Mimar Turan
Akıncı’nın projesi hayata geçtiğinde, 1500 tarihi
yapının envanteri çıkarılmış olacak. 35 yıldır bu
uğurda 40 bin lira harcayıp şehri gezen Turan Akıncı
(60), “550 yılı aşkın zamandır şehrin kimliğini
oluşturan yapıların sayısını bile bilmiyoruz” diyor.
Kitabın basımı için çalmadık kapı bırakmadığını
ve son olarak Cumhurbaşkanlığı’na başvurduğunu
söyleyen Akıncı,
tarihi eserler konusunda yeterince hassas
davranılmadığına dair şu örneği veriyor: “Fatih
Suriçi adı verilen bölgede 300’ün üzerinde cami var.
Bu camileri en iyi Fatih Müftülüğü’nün bilmesi
gerekir. Mütfülüğün internet sitesinde sadece 50
cami var. Onların da fotoğrafları yanlış konmuş.
Müftülüğü aradım ama kimse ilgilenmedi.
Araştırmacılar için kurduğum ve reklam almadığım
internet sitesini Vietnam’dan Çin’e 200 ülkeden 400
bin kişi takip ediyor.” Mimar Akıncı, saraylar,
yalılar, kasırlar derken
İstanbul’daki çeşmeleri bile sokak sokak tanır
hale gelmiş. 3-4 önemli kütüphanedeki
kitapları taramış. Bir liste oluşturup
hikayelerini çıkarmış. Sonra da tek tek
fotoğraflarını çekmiş.
İstanbul’un fotoğraflarının II. Abdülhamid
döneminden bu yana çekildiğini ancak bu
fotoğrafların bile korunamadığını anlatan Akıncı,
“Taksim’deki Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne gidip
tanesi 25 Euro’dan alıyoruz. Bizim fotoğraflarımızı
Almanlar bize satıyor” diyor. “II. Abdülhamit’in
fotoğraflarının 250’sini satın aldım. Elimde 5-6 bin
civarında eski fotoğraf var. Tek amacım kültürel
varlığa dair önemli bir kaynak
kitap oluşturmak. 5 kuruş istemiyorum”...
TEZGAHALTI TARİH
İşte Akıncı’nın tespit ettği, tarihin
yağmalanması ve yok olmasına dair birkaç örnek...
Eminönü’ndeki Rüstempaşa Camii’ne girebilmek için
bir lokantanın içinden geçmek gerek. Diğer kapısında
da kazak satışı yapılıyor.
Topkapı Parkı’ndaki cami girişinde imam ya da
müezzin dondurma satışı yapıyor. Cami gibi dini
yapılarda ciddi ticarileşme var.
Laleli Camii’nde Sultan III. Mustafa ve III.
Selim’in türbeleri var. Buranın girişindeyse bir
trikocu bulunuyor. İçinden geçerek türbeye
girilebiliyor.
Karaköy’de Rüstempaşa Hanı’nın (Kurşunluhan)
duvarlarına hırdavatçılar kazma kürek asmış.
İstanbul’un 2-3 önemli sebili var; şimdi kola
satılıyor. Markanın tabelasını da çakmışlar. Mesela
Köln Katedrali’nin üzerine bu asılsa kıyamet kopar.
Ayasofya’nın sebilinde de döner satılıyor. Sebil
yağ içinde...
Habertürk, 21.12.2013
|
600 YILLIK TARİHE DİJİTAL DEVRİMİN IŞIĞI TUTULDU

Bursa Büyükşehir Belediyesi ile Philips Türkiye
tarafından Bursa'daki tarihi yapılarda hayata
geçirilen LED aydınlatma projeleri, kentin kimliğini
oluşturan eserlerin etkileyici tarihi dokusunu
ortaya çıkardı.
LED teknolojisi ile yüzlerce yıllık tarihi
buluşturan projeler, Ulu Cami, Balibey Hanı, Bursa
Saat Kulesi, Emir Sultan Camisi, Yıldırım Camisi ve
külliyesine ayrı bir değer ve kimlik verdi. Bu
aydınlatma sistemleri, estetik unsurların yanı sıra
enerji verimliliği ve tasarrufuna da büyük katkı
sağladı.
Ulu Cami'nin kubbelerine
"turkuaz"
Osmanlı padişahlarından Yıldırım Bayezid
tarafından 1396-1400 yıllarında yaptırılan, çeşitli
dönemlerde savaşlar ve doğal afetlerden zarar görse
de onarılarak bütün ihtişamıyla ayakta durmayı
başaran Ulu Cami'nin aydınlatma tasarımında, dört
cepheye LED projektörler yerleştirildi.
Caminin minaresinde beyaz ve şerefeden sodyum
buharlı projektörler kullanıldı. Ayrıca üç ana giriş
kapısı, beyaz renkli LED armatürlerle ön plana
çıkarıldı.
Tarihi ibadethanenin kubbeleri, gece ihtişamını
yansıtabilmesi amacıyla turkuaz renkte
projektörlerle aydınlatıldı.
Emir Sultan Camisi'nin
duvarları "amber"
Tasavvuf bilgini Emir Sultan'ın (Mehmet Şemseddin
Buhari, 1349-1429) eşi ve Yıldırım Bayezid'in kızı
Hundi Fatma Hatun tarafından Çelebi Sultan Mehmed
döneminde inşa ettirildiği bilinen Emir Sultan
Camisi'nin aydınlatma tasarımında, tarihi taş
duvarları amber rengiyle yıkanarak pencereleri beyaz
renkle ışıklandırıldı.
Bursa'nın tepesindeki amber-beyaz renk
harmonisiyle aydınlatılan tarihi cami, geceleri de
ihtişamıyla göz kamaştırmaya başladı.
Aydınlatma çalışmasında, amber ve soğuk beyaz
renkli ürünler kullanıldı.
Balibey Hanı
Fatih Sultan Mehmed döneminde 15'inci yüzyılda
Niğbolu Sancak Beyi Hamza Bey'in oğlu Balibey
tarafından Tophane Surları'nın hemen altında
yaptırılan Balibey Han'ın aydınlatılmasında, tarihi
yapının mimari özelliklerinin korunması ve öne
çıkarılmasına özen gösterildi.
Aydınlatma tasarımı, giriş-dış cephe, avlu ve iç
odalar olmak üzere üç bölümde değerlendirildi. Giriş
ve dış cephesi, hanın taş duvarları ve gösterişli
kemerlerinin geceleri de ihtişamlı ve dikkat çekici
bir görüntü sergilemesi amaçlandı.
Hanın aydınlatma tasarımında, tarihi geçmişine
uyum sağlaması ve davetkar bir görünüm oluşturması
için sarı ışık rengi tercih edildi.
Balibey Han'da, çeşitli renk ve boyutlarda 247
armatür ile 19 yere gömme armatür tercih edildi.
Yıldırım Camisi ve külliyesi
Yıldırım Bayezid tarafından 14'üncü yüzyılın
sonlarında inşa ettirilen külliyede yer alan, taş
kesme cepheleri, son cemaat yeri ve ilk kez
kullanılan Bursa kemeri ile benzerlerinden çok daha
gelişmiş bir yapıya sahip olan caminin, Bursa
Ovası'ndan bakıldığında şehir silüetinde belirgin
bir yer işgal etmesi dolayısıyla aydınlatmasına ayrı
bir önem verildi.
Giriş bölümünün soğuk beyaz ışık renginde
vurgulandığı camide, yapı genelinde amber ışık rengi
tercih edildi. Buralarda farklı uzunluk ve açı
tipleriyle çeşitli armatürlere yer verildi.
Bursa Saat Kulesi
Tophane Parkı'ndaki Bursa Saat Kulesi, aynı yerde
daha önce Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılan ve
bilinmeyen bir tarihte yıkılan saat kulesinin yerine
inşa ettirildi.
Bu kule, 2'nci Abdülhamid'in tahta çıkışının
30'uncu yıl dönümü olan 31 Ağustos 1906'da dönemin
Bursa Valisi Reşit Mümtaz Paşa tarafından hizmete
alındı.
Günümüzde orijinali yerine elektronik bir saat
bulunan kulenin aydınlatma tasarımında soğuk beyaz
ve amber renkli armatürler kullanıldı.
Yeni Şafak, 20.12.2013
|
MİMAR SİNAN ÖĞRENCİLERİ: LAHDİME DOKUNMA

Tophane'de Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi'ne ek bina yapılmak istenen arsada
çıkan Erken Bizans hamamı ve lahtin yerinde
korunması için arkeoloji ve sanat tarihi
öğrencileri Fındıklı kampüsü önünde eylem yaptı.
Tophane’de 1946’da yıkılan ‘İmalat-ı Harbiye
Usta Mektebi’ binasının ihya edilmek istendiği
arsada
İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından
sürdürülen kazıda 6-7. yüzyıl Erken Bizans’tan
kalma bir hamama ait olduğu düşünülen mermer
havuz, hamamı ısıtmak için kullanılan ‘külhan’
ve atıksu kanalları, ayrıca bir duvarın içine
gömülü 4-5. yüzyıldan kalma Bizans lahti de
bulunmuştu.
Geçtiğimiz hafta Radikal’e
arkeolojik kazı hakkında görüş veren Rektör
Yalçın Karayağız ‘’Kilise de yok konak saray da
bilmem ne de yok, hiçbir şey yok. Evet bir tane
lahit çıktı. O lahit memleketin her tarafında
dağ başlarında da var. Arkeologlar şimdi
kendilerini sorgulasınlar” demişti.
'Lahtime dokunma'
Eylemde ‘Lahtime dokunma’, ‘Arkeologlar
susmayacaklar’ ‘Çanak çömlek değil kültürel
miras’ sloganları atan öğrenciler,
basın açıklamalarında rektörün açıklamasını
eleştirerek ‘’Sorumlu olduğumuz insanlık
mirasını korumak, rantsal talana ve kentimizin
her bir alanının peşkeş çekilmesine dur demek ve
İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi ihya projesinin
durdurulması talebini dillendirmek için
bugün buradayız. Tarihi ve kültürel değere
sahip mekanların korunması ve koruma bilincinin
kazandırılması için çalışması gereken kurumlar
bugün, tahrip et-yap-işlet mantığının birimleri
haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu kültür
tahribatının bir an önce durdurulmasını ve
eserlerin yerinde korunmasını aldığımız disiplin
gereği
uygun bulmaktayız’’ dedi.
İnşaata üniversitenin öğretim üyeleri ve
görevlileri de tepki göstermiş, MSGSÜ Sanat
Tarihi Kulübü öğrencileri de daha önce bir basın
açıklaması yayınlayarak inşaat çalışmalarını
durdurulmasını ve alanın arkeolojik çalışmalar
için değerlendirilmesini talep etmişti.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nin alanın
arkeo-park olarak korunması için change.org
üzerinden başlattığı kampanya
https://www.change.org/tr/kampanyalar/tophane-de-arkeolojik-park
adresinde devam ediyor.
İhale kazıdan önce verilmişti
Tophane’deki Silah Fabrikaları kompleksinin
parçası olan İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi
ihyası, aynı Topçu Kışlası gibi elde yapıya dair
yeterince belge bulunmadığı için eleştiriliyor.
Bina yolun genişletilmesi sırasında yıkıldığı ve
taban alanının bir kısmı bugünkü Meclis-i
Mebusan Caddesi üzerinde kaldığı için aynı
boyutlarda inşa edilmesi de imkansız. İstanbul
İl Özel İdaresi’nce yürütülen projenin
ihalesinin kazı sonuçlanmadan aylar önce Reskon
İnşaat firmasına 13.700.000 karşılığında
verilmesi de eleştirilmişti. 2010’da yenileme
kuruluna sunulan projenin mimarı Halil Onur,
aynı zamanda Topçu Kışlası projesinin de mimarı
ve İstanbul SİT alanları alan yönetimi başkanı.
Radikal, Haber: Elif İnce, 20.12.2013
|
'ARTURE 444; ŞİZOFRENLERE 500 BİN TL

Önde gelen Türk Çağdaş ve
Modern Sanatçılarına ait 160 seçkin eserin
satışa sunulduğu 26.
Beyaz Müzayede 19 Aralık Perşembe akşamı Sofa
Hotel’de gerçekleşti.
Sanat ve cemiyet dünyasının biraraya geldiği
müzayedeye ilgi oldukça yoğundu. Müzayedenin sürpriz
satışı 150-250 bin fiyat aralığında satışa sunulan
Yüksel Arslan’ın eseri oldu. Son zamanlarda üst üste
fiyat rekorları kıran figur ustası Yüksel Arslan’ın
en bilinen eserlerinden biri olan ‘Arture 444;
Şizofrenler’ isimli eseri 500 bin TL’ye alıcı
bularak müzayedenin en yüksek rakama satılan eseri
oldu.
Müzayedenin en ilgiyle beklenen eseri olan
Fahrelnissa Zeid’in önce öğrencisinin otoportresi
olarak başladığı ancak sonradan kendisinin
öğrencisinin yaşındaki halini resme aktardığı
‘Otoportre’si ise 425 bin TL’ye alıcı buldu. Çağdaş
figur ustalarından Komet’in en büyük ebatlı ve en
önemli başyapıtı olarak gösterilen ‘Ecologie de
L’Amour’ isimli tablosu ise 275 bin TL’ye alıcı
buldu.
Türk Çağdaş Sanatı’nın
genç kuşağın önemli temsilcilerinden biri olan
Taner Ceylan’ın “Alp” isimli yağlıboya eseri de 225
bin TL’ye alıcı buldu.
Radikal, 20.12.2013
|
TARLASINI SÜRERKEN TARİHİ ESER BULDU

Aksaray’ın Eskil
İlçesi'ne bağlı Ortakuyu
Yaylası’nda çiftçilik yapan Mehmet Ali Dölek (53),
tarlasını sürerken tarihi eser olduğu belirlenen 1
adet cam sürahi, 1 adet testi, 1 adet kulplu bardak,
1 bronz bilezik, 1 bronz spatül, 3 bronz yüzük, 1
cam taşı kolye, 1 toprak yapım kandil buldu. Dölek,
şaşkınlık içinde bulduğu tarihi eserleri Aksaray
Müze Müdürlüğü’ne getirerek teslim etti. Tarihi
eseri alarak müze envanterine kaydeden Aksaray Müze
Müdürü Yusuf Altın, Mehmet Ali Dölek’e
duyarlılığından dolayı teşekkür ederek,
vatandaşların tarihi eseri bulmaları halinde Aksaray
Müzesi’ne teslim etmesi çağrısında bulundu. Altın,
bulunan eserlerin Roma dönemine ait olduğunu
belirtti.
Eserleri müze müdürlüğüne teslim eden Mehmet Ali
Dölek, "Yaylanın yakınlarındaki tarlamı ekime
hazırlamak için tarlaya gittim. Tarlamdaki taşları
çekmek istedim. Dikkatli baktığımda testi
kırıklarına rastladım. Toprağı biraz açtıkça içinden
bu eserler çıkmaya başladı. Bulduklarımı hemen müze
müdürlüğüne teslim etmem gerektiğini düşündüm. Daha
sonra müzeye haber vererek eserleri müzeye teslim
ettim” dedi.
Trt Haber, 20.12.2013
|
LONDRA'DA TARİHİ TİYATRONUN ÇATISI ÇÖKTÜ

İngiltere’nin başkenti Londra’da tiyatrolar
sokağında bulunan tarihi Apollo
Tiyatrosu’nun çatısının bir bölümü içeride
720 kişinin bulunduğu sırada çöktü. Dün
akşam
saat 20.00 sıralarında meydana gelen
olayda 76 kişinin yaralandı. Londra Ambulans
Servisi, Apollo Tiyatrosu’nun tavanının bir
kısmının çökmesi sonucu kimsenin hayatını
kaybetmediğini ancak 7 kişinin ağır yaralı
olduğunu açıkladı. Yapılan açıklamada, “76
kişi olay yerinde ayakta tedavi edildi, bu
kişilerden 51’i hastaneye kaldırıldı, 7 kişi
ise ağır yaralandı. Ancak ağır yaralıların
durumu hayati tehlike taşımıyor” denildi.
Soruşturma başlatıldı
Londra polisi ise olayın saldırı olduğuna
dair şimdilik şüphe bulunmadığını
vurgularken, itfaiye olaya çabuk müdahale
ettiklerini ve nedenine ilişkin soruşturma
başlatıldığını açıkladı. İtfaiye, tiyatronun
tavanından büyük bir alçı parçasıyla kirişin
düştüğünü belirtirken İngiltere Başbakanı
David Cameron, olayla ilgili sürekli
bilgilendirildiğini ve acil servislerin
olaya çabuk müdahalesinden dolayı minnettar
olduğunu
ifade etti.
1901 tarihinde inşa
edilen, başkentin tiyatro ve
sinema meydanı olarak bilinen Leicester
Meydanı yakınındaki Shaftesbury Caddesi
üzerinde bulunan Apollo Tiyatrosu’ndaki
olay, içeride 720 kişinin bulunduğu ‘Curious
Incident Of The Dog in the Night-time’ oyunu
sırasında meydana geldi.
Radikal, 20.12.2013
|
DEFİNECİLERİN TARİHİ KÖPRÜYÜ TAHRİP ETTİĞİ İDDİASI
Tokat'ın Niksar
İlçesi'nde Roma dönemine ait Yılanlı
Köprüsü'nün defineciler tarafından tahrip edildiği
öne sürüldü.
Cumhuriyet Meydanında bulunan köprünün ayak
kısmında, yaklaşık bir insan boyundaki taşın
yerinden söküldüğünü fark eden vatandaşlar polise
haber verdi. İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, olay
yerinde inceleme yaptı.
Niksar Belediye Başkanı Duran Yadigar,
gazetecilere yaptığı açıklamada, Roma dönemine ait
olan eserlerin tahrip edilmesini üzüntüyle
karşıladığını söyledi.
Bu zararın giderilmesi için Tokat Müzeler
Müdürlüğü'ne gerekli girişimlerde bulunduklarını
ifade eden Yadigar, "Böyle kıymetli eserlerin
defineciler tarafından tahrip edilmesi gerçekten
insanlığa sığmaz. Niksar'a zarardır. Bu yapılan
tarihe büyük bir ihanettir. Define arayacağım
diyerek böyle güzel ve kıymetli köprümüze zarar
vermek Niksar'a da zarardır. Bu olayın yaşanmasından
dolayı bizler çok üzgünüz" diye konuştu.
Memleket, Haber: Recep Bilek, 20.12.2013
|
MİRO SERGİSİNE SAHTE OPERASYONU

Merkezi Barcelona’da bulunan Miro Vakfı, 20
Kasım’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Tophane-i Amire binasında açılan ‘Miro
İstanbul ’da sergisinde yer alan bazı eserlerin
sahte imzalı olabileceği şüphesi nedeniyle acilen
kapatılmasını istedi. Durumu bir mektupla MSGSÜ
Rektörü Prof. Yalçın Karayağız ve sergiyi düzenleyen
KÜLT Organizasyon’a ileten Miro Vakfı Direktörü Rosa
Maria Malet, eserler kendileri tarafından kontrol
edilene kadar serginin kapalı tutulması gerektiğini
vurguladı. KÜLT Organizasyon da bu gelişme üzerine
20 Aralık itibariyle sergiyi kapattıklarını duyurdu.
Miro Vakfı’ndan ulaştığımız bir yetkili, Miro’nun
mirasçılarının kendilerine ulaşıp sergideki bazı
resimlerin gerçekliğinden şüphelerini
belirttiklerini söyledi. Yetkili, söz konusu
eserlerin gerçek olup olmadığını tespit etmek üzere
vakıf direktörü Rosa Maria Palet’in sergiyi
incelemek üzere gelecek pazartesi günü İstanbul’a
geleceğini duyurdu.
KÜLT’ten yapılan açıklamada ise “Miro Vakfı’ndan 18
Aralık’ta tarafımıza bir elektronik posta gelmiştir.
Bu elektronik postada sergideki bazı eserlerin
orijinalliğine ilişkin tartışma bulunmaktadır.
Koleksiyonun sahibi ARETE
Sanat Galerisi eserlerin orijinal olduğunu
belgeleriyle belirtip taahhüt etmesine rağmen Miro
Vakfı’yla ARETE Sanat Galerisi arasındaki bu
anlaşmazlık giderilinceye kadar Joan Miro sergisini
20 Aralık 2013 itibariyle kapatma kararı almış
bulunmaktayız.”
Büyük
İspanyol ressam Joan Miro, Mourlot ve Maeght
koleksiyonlarında yer alan altmış eserin yer aldığı
‘Miro İstanbul’da’ sergisi 19 Ocak’a kadar
sürecekti.
Radikal, 20.12.2013
|
TARİHİ FABRİKA KÜLTÜRE HİZMET EDECEK

Adana'da, 1907 yılında iplik fabrikası olarak
kurulan ve kentin en eski iplik ve dokuma fabrikası
olan Milli Mensucat fabrikasının bulunduğu alanda,
kent, sanayi, etnografya ve tarım müzelerini de
kapsayacak şekilde planlanan kompleksin ilk etabı
olan Adana Yeni Arkeoloji Müzesi'nin nisan ayında
tamamlanacağı bildirildi.
Adana'nın ve bütün Çukurova yöresinin tarihi
değerlerinin sergilendiği Türkiye'nin en eski 10
müzesinden biri olan ve 1924 yılında kurulan mevcut
Adana Arkeoloji müzesi, 1972'den beri şimdiki
binasında faaliyetini sürdürüyor.
Çukurova'nın ilk çağlarına ait seçkin eserlerin
toplandığı müzede 18 bin 100 arkeolojik eser
bulunuyor. Bunlardan yaklaşık bin 500'ü müzede
sergilenirken, 16 bin 600 arkeolojik eser ise
binanın yetersizliği nedeniyle depolarda
bekletiliyor.
Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, yaptığı
açıklamada, kentin kültürel ve tarihsel
zenginliklerinin ön plana çıkarılması ve
sergilenmesi için müze konusuna büyük önem
verdiklerini söyledi.
Mevcut Adana Arkeoloji Müzesi'nin durumu hakkında
bilgi veren Coş, "Adana müzesi, artık bırakın eser
teşhir etmeyi mevcut eserleri muhafaza etmekte bile
yetersiz kalan bir halde, Adana'ya yakışmayan bir
konumdaydı. Yeni müze yapımı konusunda da
çalışmalarımız oldu ama sonuçlanamamıştı. Bu konuda
Ömer Çelik'in Kültür ve Turizm Bakanı olmasının
ardından sorunu ilettik ve cumhuriyet döneminin ilk
endüstriyel tesislerinden olan Milli Mensucat
fabrikasının müze olmasını önerdik. Bu önerimize
Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız Ömer Çelik
fevkalade ilgi gösterdi ve destek verdi" dedi.
Müze kompleksinin tamamlanması için iki etaplı
bir projeye başladıklarını anlatan Coş, ilk etapta
yaklaşık 9 bin metrekarelik teşhir alanı olan
arkeoloji ve mozaik müzesinin hızlıca tamamlanmasını
hedeflediklerini bildirdi.
Yeni Şafak, 20.12.2013
|
BİZANS GEMİSİ SUYA İNECEK

Marmaray hem iki kıtayı
birbirine bağladı, hem de altından tarih
fışkırdı… Bilimadamları, kazılarda çıkan 8 bin
yıllık Bizans gemilerinin bire bir aynısını inşa
edip, geçmişe ışık tutacak.
Asrın projesi sayesinde geçmiş asırların da
gizemi çözülüyor… Asya ile Avrupa’yı denizin
altından bağlayan Marmaray projesi kapsamında
yapılan kazılar, İstanbul’un 8 bin yıllık saklı
tarihini de ortaya çıkarttı. İstanbul
Üniversitesi’nde görevli bilimadamları Bizans
dönemine ait 37 gemi hakkında çok değerli bilgiler
elde etti. Şimdi bu bilgilerle Boğaz’ın ilk gemisini
inşa etmeye hazırlanıyorlar. Yenikapı durağında
kopyası sergilenen “Yenikapı 12” adı verilen geminin
bire bir ebatlarında aynısını yapmak için kolları
sıvadı.
HALKA AÇIK YAPILACAK
Ekibin başında bulunan İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını
Koruma ve Onarım Bölüm Başkanı Doç.Dr. Ufuk
Kocabaş, projenin detaylarını AKŞAM’a anlattı:
Gemiyi 2014’ün sonunda denize indirmeyi
planlıyoruz.Yenikapı 12’nin replikasını rektörlüğün
bahçesinde halka açık inşa edeceğiz. Ziyaretçiler o
dönemin gemi inşası hakkında bilgi sahibi olma
şansını yakalayacak.
GÖVDESİ DAĞILMAMIŞ
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım
Bölüm Başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, şunları
söyledi: Yenikapı 12 batığı geleneksel yapım
felsefesinin karakteristik özelliklerine sahip. Aynı
zamanda modern yönteme geçişte, ustasının yaptığı
inşa çözümlemelerini yansıtıyor. Tekne, amfora
yükünün yanı sıra gövde elemanlarının çoğunun
dağılmadan, orijinal yerlerinde günümüze ulaşmış
olması nedeniyle, biçimi, tasarımı ve döneminin gemi
inşa teknolojisi hakkında eşsiz bilgileri
barındırıyor.
Akşam, Haber: Bülent Şanlıkan, 19.12.2013
|
TUZ MAĞARALARI SAĞLIK TURİZMİNE KAZANDIRILACAK

Türkiye-Ermenistan sınırında bulunan tuz
mağaralarının sağlık turizmine kazandırılması için
çalışma başlatılıyor. Iğdır merkeze 40 kilometre
uzaklıkta bulunan tuz mağaralarının
değerlendirilmesine yönelik Kültür ve Turizm
Müdürlüğü ile Tuzluca Belediyesi ortak çalışma
yapacak. Hazırlanacak projeyle, sağlık turizmine
yönelik konaklama ve çevre düzenlemesi yapılarak
bölgeye çok sayıda turistin gelmesi sağlanacak.
Kültür ve Turizm Müdürü Osman Engindeniz,
Türkiye'nin tuz ihtiyacını karşılayan tuz
mağaralarının ülke ekonomisine önemli katkı
sağladığını belirtti. Bölgedeki mağaralarda 840
milyon ton tuzun rezerve edildiğini anlatan
Engindeniz, "Bu mağaraların damarları Ermenistan'a
kadar uzanıyor. Şu ana kadar kullanılan alan
yaklaşık olarak 5 bin metre civarında. Ülkemizin 400
yıllık tuz ihtiyacını karşılayacak olan bir mağara.
Bu öneme sahip olan tuz dağını turizme kazandırmak
istiyoruz" dedi. Ağrı Dağı'nın yanı sıra tuz
mağaralarını da kentin tanıtımı için
kullanacaklarını belirten Engindeniz, sağlık
turizmini harekete geçirmek icin Tuzluca belediyesi
ile proje hazırlayacaklarını söyledi.
BİR ÇOK HASTALIĞA DEVA
Bölgede özellikle konaklama alanları yapılmasının
önemli olduğunu anlatan Engindeniz, şöyle devam
etti:
"Bu planımızı gerçekleştirdiğimiz de insanlar
daha rahat bir şekilde buraya gelip, istedikleri
süre kalabilir. Tuz mağaralarında solunan hava
akciğer, astım başta olmak üzere birçok hastalığa
devadır. Amacımız burayı güzel bir şekilde tanıtıp
turist çekmektir. Bu mağaraların aynısı Azerbaycan
ve Polonya'da var. Bu ülkeler bu mağaralardan yüksek
miktarda gelir elde ediyorlar. Konaklama merkezleri
yapılarak turistlerin kalmaları sağlanıyor. Bu
ülkeleri her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turist
ziyaret ediyor." Engindeniz, tuz mağaraları gibi
önemli bir yerin değerlendirilmesi gerektiğine
dikkati çekti.
Yeni Şafak, 19.12.2013
|
15 - 21 Aralık 2013
|
KORUMA KURULLARINA BASKIN
İstanbul 'da düzenlenen yolsuzluk ve rüşvet
operasyonunda Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir'den sonra
gözaltılar Fatih bölgesinden sorumlu kurullar da
dahil olmak üzere
Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlükleri'ne uzandı. Büyük
Postane Caddesi'ndeki Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlükleri'nin bulunduğu binadan
üç koruma kurulu müdürü ve iki kurul raportörü
gözaltına alındı, polis kuruldaki dosyalara el
koydu.
Radikal'e ulaşan bilgilere göre gözaltına
alınanlar şöyle:
* İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürü Yener Çavdar (Beyoğlu, Eyüp,
Kağıthane ve Şişli'den sorumlu)
* 2 Numaralı Yenileme Alanı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürü Raşit Şentürk
(Süleymaniye dışında Fatih İlçesi'ndeki tüm
yenileme alanları, Tuzla ve Zeytinburnu yenileme
alanlarından sorumlu)
* İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürü Günseli Aybay (Fatih ve
Zeytinburnu'ndan sorumlu)
* 5 Numaralı Koruma Kurulu Üyesi aynı zamanda
TOKİ çalışanı Yavuz Çelik
* Eski röleve müdürü mimar Hüseyin Başçetin
* İki kurul raportörünün de gözaltında olduğu
öğrenildi.
Polisin hala 1-2-3-4-5-6 no'lu Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri ve
İstanbul 1 ve 2 Numaralı Yenileme Alanı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün
bulunduğu binadan ayrılmadığı ve içeri giren
herkesin kimliğini kontrol ettiği öğrenildi.
Radikal, Haber: Elif İnce, 17.12.2013
******
KENTSEL YAĞMANIN İZİNİ SÜRÜYORSANIZ FATİH BELEDİYESİ
YETMEZ, BAKANLAR KURULU'NU DA ALIN
AKP’ye
yönelik operasyonun kritik ayağını
inşaat-imar-belediye yolsuzlukları
oluşturuyor.Operasyon Fatih Belediye Başkanı ile
birlikte koruma kurullarına uzandı. Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri’nde üç
kurul müdürü ve iki raportör gözaltında. Operasyon
düzenlenen Fatih Belediyesi sınırları İstanbul’un en
önemli kentsel-tarihsel-kültürel alanlarını
içeriyor. Kentsel dönüşüm ve yenileme adı altında
yürütülen projelerle halkın yerinden edildiği bu
bölgede kentsel yağma AKP-TOKİ-Belediye eliyle
örgütleniyor. Fatih Belediyesi’nin halkı yerinden
etmek için kullandığı acil kamulaştırma yetkisinin
altında ise Bakanlar Kurulu imzası var.
Bugün gündeme gelen operasyonda AKP’li Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir’e yöneltilen
suçlamalar arasında belediye ihalelerinde yolsuzluk
var. Fatih Belediyesi’nin imara açmadığı arazilerin
bazı iş adamlarının rüşvetle bakanlık üzerinden
illegal olarak imara açtırdığı iddia edilirken,
Belediyenin de sit alanındaki arazilerin bakanlığın
gücünü kullanarak illegal olarak imar ve inşaata
açtığı iddia ediliyor. İddialar arasında Başkan
Demir hakkında Marmaray projesine ciddi zarar
vereceği halde rüşvet karşılığında bazı arsalara
imar ve inşaat izni vermek gibi suçlamalar
bulunuyor.
Sulukule, Fener-Balat-Ayvansaray bir yıkım
hikayesi
Fatih Belediyesi İstanbul’un en önemli
tarihi-kültürel alanı olan Tarihi Yarım Ada başta
olmak üzere kentsel dönüşümle halkın yerinden
edildiği Sulukule’yi, kentsel yenileme alanı ilan
edilen Ayvansaray, Fener, Balat bölgelerini
içeriyor. Daha önce kentsel dönüşüm projesi ile
Sulukule halkı evlerinden atılmış, mahalle
yıkılmıştı. ‘5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel
Varlıkların Yenilenmesi Yasası’ kapsamındaki pek çok
projede, evlerini-mahallelerini terk etmek istemeyen
vatandaşların mülklerine acele kamulaştırma
yapılmıştı. Fatih Belediyesi Fener-Balat-Ayvansaray
Yenileme Alanı’nda da benzer yöntemle birçok mülke
‘acele kamulaştırma’ uygulamıştı.
Acele kamulaştırma Bakanlar Kurulu kararı
Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Alanı Avan
Projesi 9 Aralık 2009’da Fatih Belediye Meclisi’nde
onaylanmıştı. İstanbul Yenileme Alanları Koruma
Kurulu tarafından da onaylanan proje için Mimarlar
Odası, İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nde dava açmıştı.
Mahkeme 7 Mayıs 2012’de ‘mahalle kültürünü yok
ettiği, tarihsel dokuya zarar verdiği, kamu yararı
olmadığı, şehircilik ilkelerine aykırı olduğu’
gerekçeleriyle projeleri iptal etmişti.
Bunun üzerine Fatih Belediyesi, bir yandan yeni
projeyi meclisten geçirirken diğer yandan da kentsel
dönüşüm için bakanlar kurulundan acele kamulaştırma
izni istedi. Bakanlar kurulu, 10 Eylül 2012
tarihinde, Kamulaştırma Kanunu’nun ‘yurt savunması
veya olağanüstü durumlarda’ uygulanan 27. maddesini
gerekçe göstererek acele kamulaştırma kararı aldı.
Böylece Fener-Balat-Ayvansaray projesi içinde yer
alan Molla Aşkı, Balat Karabaş, Atik Mustafa Paşa,
Tahta Minare mahallelerinde vatandaşların mülklerine
el konulmaya başlandı.
Koruma kurullarına baskın: Müdürler gözaltında
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’den sonra
gözaltılar Fatih bölgesinden sorumlu kurullar da
dahil olmak üzere Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlükleri’ne uzandı. Üç kurul müdürü ve
iki raportör gözaltında.
İstanbul ‘da düzenlenen yolsuzluk ve rüşvet
operasyonunda Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir’den sonra gözaltılar Fatih bölgesinden sorumlu
kurullar da dahil olmak üzere Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri’ne uzandı. Büyük
Postane Caddesi’ndeki Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlükleri’nin bulunduğu binadan üç
koruma kurulu müdürü ve iki kurul raportörü
gözaltına alındı, polis kuruldaki dosyalara el
koydu.
Radikal gazetesinden Elif İnce’nin haberine göre
gözaltına alınanlar şöyle:
-
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürü Yener Çavdar
(Beyoğlu, Eyüp, Kağıthane ve Şişli’den sorumlu)
-
2 Numaralı Yenileme Alanı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Raşit
Şentürk (Süleymaniye dışında Fatih İlçesi’ndeki
tüm yenileme alanları, Tuzla ve Zeytinburnu
yenileme alanlarından sorumlu)
-
İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürü Günseli Aybay (Fatih
ve Zeytinburnu’ndan sorumlu)
-
5 Numaralı Koruma Kurulu Üyesi aynı zamanda
TOKİ çalışanı Yavuz Çelik
-
Eski röleve müdürü mimar Hüseyin Başçetin
-
İki kurul raportörünün de gözaltında olduğu
öğrenildi.
Polisin hala 1-2-3-4-5-6 no’lu Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri ve
İstanbul 1 ve 2 Numaralı Yenileme Alanı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün
bulunduğu binadan ayrılmadığı ve içeri giren
herkesin kimliğini kontrol ettiği öğrenildi.
sendika.org, 17.12.2013
******
YOLSUZLUK
OPERASYONUNA NEDEN OLAN İDDİALAR NELER?
Sabah saatlerinde başlayan yolsuzluk
operasyonlarında aralarında bazı bakanların
çocuklarının ve ünlü işadamlarının da bulunduğu
yaklaşık 49 kişi gözaltına alındı. Mali ve
Organize Suçlarla Mücadele şubelerinin yürüttüğü
operasyonda gözaltına alınan kişilere yöneltilen
suçlamalar arasında "imar usulsüzlükleri",
"hayali ihracat" ve "rüşvetle bakanlık üzerinden
vatandaşlık vermek" iddiasının yanı sıra
Başbakan Erdoğan'ın Marmaray kazıları
sırasında "çanak çömlek" diyerek tepki
gösterdiği tarihi eserlerin "kamuoyuna
açıklanmadan el altından satılması" da var.
Henüz yolsuzluk operasyonuna dair resmi bir
açıklama gelmedi. Ancak bakan çocuklarının ve
işadamlarının gözaltına alındığı operasyonla
ilgili çarpıcı iddialar var. Vatan gazetesinin
internet sitesinde yer alan habere göre,
suçlamaların temelini oluşturduğu öne sürülen
iddiaların bazıları şöyle:
* 1 yıldır devam eden bir fiziki ve teknik takip
süreciyle yapılan soruşturmada bazı iş
adamlarının sahte belgeler ve hayali ihracat
gibi yöntemlere şüpheli para transferleri
yaptığı belirtiliyor.
* Bakanların oğulları üzerinden Türk
vatandaşlığı olmayan kişilere rüşvetle
vatandaşlık verildiği iddialar arasında.
* İmar usulsüzlükleri, rant yolsuzlukları, yerel
yönetimlerin imara açmadığı arazilerin rüşvetle
bakanlık üzerinden illegal olarak imara
açılması.
* Marmaray kazıları sırasında çıkan tarihi
eserlerin kamuoyuna açıklanmadan el altından
satılması da iddialar arasında.
Ayrıca, İstanbul'da Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlükleri'nin bulunduğu binadan
üç koruma kurulu müdürü ile iki kurul
raportörünün de gözaltına alınması bu iddiaların
doğruluğunu güçlendirdi. Polis koruma
kurulundaki dosyalara el koydu.
T24 (Kısaltarak), 18.12.2013
******
MARMARAY'IN ÇÖKME RİSKİNE RAĞMEN İNŞAATA İZİN
VERDİLER
Aralarında 3 bakanın oğlu, bürokrat ve
işadamları ve
belediye görevlilerinin de bulunduğu
operasyonun belediye ayağını Fatih Belediyesi’ne
yapılan baskın oluşturuyor. Fatih Belediyesi ve
anıtlar kuruluna yönelik gerçekleştirilen rüşvet
operasyonunda büyük meblağlar karşılığında
tarihi yarımadada sit alanı olan arsalar için
inşaat şirketlerine izin verildiği, Demiryolu,
Liman ve Hava Meydanları İşletmesi’nin (DLH) ve
Japon mühendislerin uyarılarına rağmen
Marmaray’ın çökme tehlikesi pahasına bölgeye
inşaat yapılmasına göz yumulduğu ileri
sürülüyor. Aralarında Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, Belediye Başkan Yardımcısı Ednan
Güler, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu yetkililerinin de bulunduğu 32
kişinin gözaltına alındığı operasyonda milyon
dolarlara varan rüşvetlerin verildiği
iddia ediliyor.
Japon mühendisler itiraz etti
Marmaray Sirkeci İstasyonu’nun üzerinde bulunan
tarihi bir binanın ve boş bir arazinin üzerine
inşaat yapılması karşılığında Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir, koruma kurulu üyeleri ve
tapu müdürlüğü çalışanlarının da aralarında
bulunduğu isimlere milyon dolarlara varan rüşvet
verildiği, inşaata izin veren bürokratların
binlerce insanın hayatını hiçe saydığı öne
sürülüyor. Soruşturma dosyasına yansıyan
iddialar şöyle: “Akmercanlar inşaat firmasının
sahibi Gazi Akmercan, Marmaray’ın Sirkeci
İstasyonu’nun üzerinde bulunan arsaya otel
inşaatı yapmak istedi. Fatih Hoca Paşa Mahallesi
4. ada 1. parselde yapılmak istenilen otel
inşaatında yerin 3 kat altına inilmesi ve üst
yerüstündeki kısmının ise 4 kat olarak inşa
edilmesi için 2012 yılında girişimlere başlandı.
Marmaray’ı inşaa eden Japon mühendisler ve DHL
olumsuz görüş bildirdi. İnşaatın bu haliyle
Marmaray’a 50 metre yaklaşarak zarar vereceğini
belirten DLH’nin olumsuz görüş bildirmesi
üzerine Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in,
Başkan Yardımcısı Ednan Güler’e talimat vererek
İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürü Günseli Aybay ve
Başkanı Oğuz Ceylan’ı ikna etmesini istedi.
Güler’in ise kurul müdürü Günseli Aybay ile
görüşerek DLH’nin raporunun işleme koymadan
dosyanın belediyeye geri gönderilmesini
sağladı.”
İtiraz edene tehdit ve sürgün
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve
yardımcısı Güler’in, Marmaray’a zarar verecek
projenin izin belgelerine onay vermeyen İstanbul
4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Başkanı Oğuz Ceylan’ı, bakana söyleyerek
görev yerini değiştirmekle tehdit ettiği
iddialar arasında yer aldı. Ayrıca aynı ikilinin
rüşvet konusunda belediyede kendilerine sıkıntı
çıkaracağını düşündükleri İmar ve Şehircilik
Müdürü Refik Lal’i görevden aldığı ancak
susmasını sağlamak amacıyla Ulaşım Hizmetleri
Müdürü olarak görevlendirdikleri öne
sürüldü.Yine Başkan Demir’in, 1.derece tarihi
eser niteliğindeki yerin 2. dereceye düşürülmesi
karşılığında çete lideri mimar Sevinç Doğan’dan
1,5 milyon dolar istediği ileri sürülüyor.
Projenin onay sürecinde Doğan’ın, Demir’in
kardeşi Sebahattin Demir ile de görüşerek onayı
hızlandırmaya çalıştığı soruşturma dosyasındaki
iaddialar arasında yer aldı.
DOSYADAKİ DİĞER İSİMLER
Sevinç Doğan (Mimar şirketi sahibi)
Ali Tunç (Tunç Mimarlı’kın sahibi olup mimar)
Hasan Yılmaz (Zeytinburnu eski belediye başkanı)
Hüseyin Başçetinçelik (Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu eski üyesi)
Sebahattin Demir
(Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir’in kardeşi)
Veysel Tosun
Murat Cansunar
Kamuran Sinar
Bakan Balkı
İmren Özbey
Soruşturma dosyasında hangi kurumdan kimin isimi
geçiyor?
FATİH BELEDİYESİ
Mustafa Demir (Fatih Belediye Başkanı)
Ednan Güler (Fatih Belediye Başkanı
Yardımcısı)
Bora Selim (Fatih Belediye Başkanlığı Şehir
Plancısı, Belediye Meclis üyesi)
Faruk Solak ( Fatih Belediyesinde İmar
Müdürü)
Ahmet Fikri Okumuş (Fatih Belediye
Başkanlı’ğında mimar)
Şenol Şirin (Fatih Belediyesi Zabıta
Amiri) Mehmet Yıldız (Fatih
Belediye’sinde Görevli)
Osman Doğan (Fatih Belediyesi’nde
Görevli)
Ümit İhsan Döğer (Fatih Belediyesi’nde Görevi)
Kemal Arslan (Fatih Belediyesi Şirket
Müdürü)
Mustafa Bayhan ( Fatih Tapu Müdürlüğü’nde
görevlisi)
KORUMA KURULU
Oğuz Ceylan (4 Nolu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanı)
Günseli Aybay (İstanbul 4 Nolu Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü)
Ahmet Tanyolaç (İstanbul 4. Nolu Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun eski
başkanı)
Raşit Şentürk (Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yenileme Kurulunda Kurul
Müdürü)
Yener Çavdar (İstanbul Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu görevlisi)
Hasan Soysal (İstanbul 2 Nolu Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü’nde raportör)
Kader Demir (2 No’lu koruma kurulunda raportör)
Murat Akagündüz (Beyoğlu Belediyesi’nde
mimar)
Nesrin Çiçek Akçıl (Anıtlar Kurulunda
sanat tarihçisi)
Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 18.12.2013
******
BU ARSANIN ALTI MARMARAY!
Yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlatılan
operasyonlar kapsamında
Fatih Belediyesi’nin Marmaray için tehlikeli
olmasına rağmen bir otel inşaatına izin verdiği
iddia edildi. Sirkeci’de 4 ada, 1 parselde
bulunan arazi Fatih Belediyesi’nin temizlik
ihalesini alan Akmercan Şirketler Grubu’na ait. Uzun
yıllar otopark olarak kullanılan arazinin etrafı şu
anda tel örgüyle çevrilmiş, boş vaziyette duruyor.
Radikal’in ulaştığı şirket yetkilileri konuyla
ilgili bilgi vermedi.
Bölge esnafının verdiği bilgilere göre, arazi
uzun yıllar otopark olarak kullanıldı. Son yıllarda
ise atıl duruyor. Arazi Fatih Belediyesi’nin
temizlik işlerini de yapan Gazi Akmercan’ın sahibi
olduğu Akmercan Şirketler Grubu’nun. Akmercanlar’ın
arazide otel yapacağı bölge esnafı tarafından
biliniyor.
Soruşturma dosyasındaki iddialara göre de buraya
3 katı yerin altında, 4 katıda yer üstünde olmak
üzere 7 katlı yeni bir otel kurulacak. Adını vermek
istemeyen bir esnaf bölgedeki binalara çivi bile
çaktırılmadığını, bölgenin SİT alanı olmasından
dolayı her türlü değişiklik için izin alınması
gerektiğini ve bunun da çok zor olduğunu belirtti.
Uzun bir süre bu arazinin yeşil alan olacağı ya da
boş arazinin bir kongre merkezine döndürüleceği de
yine bölge esnafının kulağına gelen bilgiler
arasında.
Radikal, Haber: Serkan Ocak, 19.12.2013
******
"SUÇLANDIĞIMIZ KONUDAN
DOLAYI KENDİMİZDEN UTANIYORUZ"
Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir ile koruma kurulu yetkililerinin
gözaltına alınma gerekçelerinden biri de, iddialara
göre, Marmaray tünellerinin güzergahına denk gelen
Sirkeci’deki 4 ada 1 parseldeki arsaya bir otel
yapılması konusunda usulsüz izin verildiği
yönündeydi. Demir ile koruma kurulunun bazı
üyelerinin yanı sıra arsa sahibi Cemal Akmercan da
halen gözaltında.
İNSAN EVLADI DEĞİLLER
Soruşturma dosyasında da adı geçen Cemal Akmercan’ın
ağabeyi Gazi Akmercan Radikal aracılığıyla iddialara
yanıt verdi. 2 yıl önce arsası satın aldıklarını
belirten Akmercan şunları dedi: “Mimarımız Fatih
Belediyesi’ne müraacat etti. Belediye Marmaray ve
DHL’den görüş alınmadan izin verilemeyeceğini
söyledi. Hazırladığımız proje 3-4 kez revize
edildikten sonra Marmaray bölge müdürlüğünden izin
aldık. Sonra koruma kuruluna başvurduk. Henüz bu
aşamadaydık. Fatih Belediyesi’nin verdiği henüz bir
izin yok. 2 gündür gazetelerde 3 katlı otel olduğu,
tarihi eserler bulunduğu gibi iddialar yer alıyor.
Burası boş bir arazi. Ailemizde bugüne kadar
herhangi birine
para teklif etmişse
kendimizi gider dar ağacına asarız. Suçlandığımız
konuda kendimizden utanıyoruz.
Türkiye ’de
doğalgaz dağıtımında proje adedi olarak, sayısal
anlamda 3. sıradayız. Konuştuğumuz bu konular çok
abuk sabuk konular. Çok ahlaksızca. Bunu üretenler
de insan evladı değildir.”
BELEDİYE İZİN VERMEDİ
Akmercan’ın Sirkeci sahip olduğu yaklaşık 1300
metrekarelik araziyle ilgili şirket avukatı Doğan
Kocabey ise, yapılan işlemleri şöyle özetledi:
“Arazisi Cemal Akmercan Şubat 2011’de satın aldı.
Tapudaki değeri 3.5 milyon TL. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin bölge ile ilgili yaptığı 1/5 binlik
planlar var. Bu arsa o planda turizm alanı olarak
geçiyor. Bir çok mimarlık şirketi ile görüştükten
sonra Arci Mimarlık ile bizim adımıza işlemleri
yapması için anlaştık. Projenin hazırlanması ve
ruhsat alınması ile ilgili işlemleri yürütüyor. Önce
Fatih Belediyesi’ne başvuru yapıldı. Ancak DHL
Marmaray Bölge Müdürlüğü ile koruma kurulundan
uygun görüş
alınması istendi.”
YTÜ OLUMLU RAPOR
VERDİ
Avukat Kocabey, Fatih Belediyesi’nden izin
çıkmayınca yapılan işlemleri ise şöyle anlattı:
“Marmaray’a başvuru yapıldı. Marmaray’dan 5 Aralık
2012’de yanıt geldi. İnşaatın devam ettiği ve böyle
bir izin verilemeyeceği söylendi. Koruma kuruluna da
başvurulmuştu. Koruma kurulu da Aralık 2012’de
yazdığı cevapta önce Marmaray’dan izin alınması
gerektiğini belirtti. İnşaat bittikten sonra proje
revize edilerek yeniden başvuru yapılıyor. Marmaray
bu kez teknik bir inceleme yapılması için
üniversitelerden bir görüş alınmasını istiyor.
Yıldız Teknik Üniversitesi’nden 3 öğretim
görevlisinin oy birliği ile ‘uygundur’ raporu
veriliyor. 12 Ekim’de verilen 20 sayfalık raporda,
tünellere denk gelen arsanın küçük bir kısmına
inşaat yapılmasından feragat edilmesi, zeminin
güçlendirilmesi ve bodrum katın azaltılması şartıyla
inşaatın Marmaray’a zarar vermeyeceğine dair görüş
bildiriliyor.”
DOSYA KORUMA
KURULUNDA
Avukat Kocabey, ilk planda otelin zemin altında 3,
zemin üstünde ise 5 kat olduğunu anca revize planda
ise zemin altında 1.5, zemin üstünün yine 5 kat
olarak belirlendiğini anlattı. Kocabey, “Marmaray’ın
4 Kasım 2013’te bu şartlara göre otel inşaatının
yapılabileceğine dair olumlu görüşü tahminen
soruşturma merciine ulaşmadı. Sorgumuz sırasında
bunu anlatıp, belgeleri sunacağız. Marmaray’ın bu
görüşünden sonra koruma kuruluna başvuru yapıldı.
Ancak henüz bir karar çıkmadı. Süreç bu aşamada
kaldı.
Radikal, Haber: Serkan
Ocak, 20.12.2013
|
KURULLARDAKİ ÇARK NASIL
İŞLİYOR?
Yolsuzluk
soruşturmasının bir ayağı da Fatih Belediyesi
ile kültür varlıklarını koruma bölge kurulları
oldu. Soruşturma dosyasındaki iddialara göre
tarihi yarımada içinde sit alanı olan ya da
korunması gerekli tescilli binaların, koruma
kurulları vasıtasıyla inşaat yapılması için
büyük inşaat şirketlerine izin verildiği ileri
sürülüyor. Marmaray Sirkeci İstasyonu’nun
üzerinde bulunan tarihi bir binanın ve boş bir
arazinin üzerine de, Japon mühendislerin
itirazına rağmen Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir’in rüşvet karşılığında inşaat ruhsatı
verdiği
iddia ediliyor.
Peki belediye ile koruma kurulları arasındaki
çark nasıl işliyordu?
Tarihi yarımada UNESCO ve Koruma Yüksek Kurulu
kararları ile koruma altına alındı. Arkeolojik,
tarihsel ve kentsel sit kapsamında olan tarihi
yarımada içinde imar proje iznini belediyeden
önce koruma kurulu veriyor. Kurulun onaylamadığı
hiçbir proje için belediyenin inşaat ruhsatı
verme yetkisi bulunmuyor. Tescilli bir binaya
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu kapsamında ancak röleve restorasyon
projeleri koruma kurulunca onaylandığı takdirde
müdahale edilebiliyor. Ya da bir sit alanında
koruma kurulunun vereceği karar doğrultusunda
hafriyat ve inşaata başlanabilir. Koruma
kurulları ile belediye ilişkisi işte tam burada
devreye giriyor. Fatih Belediyesi tarihi
yarımadada inşaat ruhsatı verebilmek için
kurulun onayını bekliyor. Kurul ile belediye
arasındaki ilişkiye göre izinler veriliyor.
2 No’lu Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu müdürü Raşit Şentürk
operasyon kapsamında gözaltına alındı. 2 No’lu
Yenileme Alanları Kurulu, Bakanlar Kurulu ile
yenileme alanı ilan edilen Sulukule, Ayvansaray,
Fener-Balat, Kapalıçarşı, Yedikule Bostanı gibi
büyük projelere bakıyor. Bu yenileme alanlarına
daha önce 1 No’lu Yenileme Bölge Kurulu
bakıyordu. Ancak bu kurul Fatih Belediyesi’nden
gelen projelere özellikle kurul başkanı İsmail
Karamut’un tutumu nedeniyle istediği onayı
vermediği için kurulun alanları 2013 yılında
değiştirildi. Fatih İlçesi içindeki tüm yenileme
alanları 2 No’lu Yenileme Bölge Kurulu’na
verildi. Çünkü bu kurul ile Fatih Belediyesi
arasında iyi ilişkiler vardı. Belediyeden gelen
tüm işler jet hızıyla bu kuruldan geçiyor.
Radikal hepsini
yazmıştı!
Radikal bu alanlardaki değişiklikleri ve kurulla
olan ilişkileri daha önce defalarca
haber yapmıştı.
Ayvansaray’da vatandaşa 2 katlı, müteahhide 3
katlı projeler 2 No’lu Yenileme Alanı Koruma
Kurulu’ndan geçirildi. Müteahhit firma
Radikal’in haberlerine rağmen, tescilli yapıları
göz göre göre yıkıp, sit alanına müzeye haber
vermeden iş makineleriyle girmişti. Müzenin
kurula yaptığı tüm ihbar raporlarına rağmen
inşaat faaliyetleri durmamıştı. Kurul bu tür
ihbarlarda gelen raporları değerlendirip 2863
sayılı yasaya muhalefet ettikleri gerekçesiyle
cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunması
gerekirken, inşaata göz yummaya devam etti.
Yedikule Konakları ve Yedikule Bostanları yerine
yapılmak istenen park projesi de benzer şekilde
koruma kurulundan geçirildi. Hatta Yedikule’de
surların dibinde Radikal’in de haberleştirdiği,
Fatih Belediyesi tarafından yapılan kız öğrenci
yurdunda müze denetiminde alınması gereken
hafriyat için 2 No’lu Yenileme Alanları Koruma
Kurulu, ‘‘Hafriyat sırasında 2863 sayılı kanun
(Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası)
kapsamında herhangi bir bulguya rastlanılması
halinde anılan kanunun 4. maddesi (Haber verme
zorunluluğu) kapsamında söz konusu çalışmanın
durdurularak
İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’ne haber verilmesi
gerektiğine karar verildi” şeklinde şaşırtıcı
bir karara da imza atmıştı.
Hep aynı isimler
Hazine arazisini müze yapacağım diye 49
yıllığına kiralayan Fatih Belediyesi, araziyi
üçüncü şahıslara devrederek Bizans Saray
kalıntıları üzerinde kebapçı açılmasına göz
yummuş, 4 Numaralı Koruma Kurulu da kaçak bina
için yapılan ihbarları görmezden gelmişti. Yine
Fatih Yavuz Sultan Selim Mahallesi’nde tarihi
bir tünel hafriyat sırasında bulunmuş, Arkeoloji
Müzesi’nce hakkında raporlar tutulmasına rağmen
Fatih Belediyesi ve 4 No’lu Koruma Kurul’u
inşaatı onaylayarak tarihi kalıntının yok
olmasına sebebiyet vermişlerdi. Son operasyonda
gözaltına alınan kurul üyeleri Ahmet Tanyolaç,
Oğuz Ceylan ve kurul müdürü Günseli Aybay ile
Belediye Başkan Yardımcısı Talip Temizer
hakkında o tarihte de dava açılmıştı.
Geçen günkü operasyonda gözaltına alınan Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir ve kurul
çalışanlarına tüm bu ilişkiler soruluyor.
Soruşturma dosyasına göre bu ilişkileri sağlayan
birkaç mimarlık firması kurullar ile belediye
arasında aracılık ediyor. İşin adli boyutu bir
yana bu soruşturmanın tarihi yarımadayı
kurtarmak ve daha çok tahrip edilmesinin önüne
geçmesi noktasında önemli bir aşama olacağı
düşünülüyor. Bundan sonra yarımada için alınan
sit kurallarına, 2863 sayılı yasa tarafından
belirlenen kültür varlıklarını koruma
maddelerine, UNESCO tavsiyelerine daha fazla
uyulacağını umut ediyoruz.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 20.12.2013
|
İHTİLALİN SİMGESİ İKİ
ASIR SONRA YÜZ BULDU

Fransız İhtilali'ne öncülük eden ünlü devrimci
Maximilien Robespierre'in yüzü ölümünden 219 yıl
sonra, tüm ayrıntılarıyla canlandırıldı. İnsan
yüzlerini 3 boyutlu ortama aktararak kopyalama
konusunda uzman olan Philippe Froesch, ihtilalden
sonra giyotinle idam edilen Robespierre'in yüzünü
tekrar ortaya çıkardı. İhtilalin ardından kurulan
rejimin önemli adamlarından Robespierre, sert
politikalarıyla birçok devlet adamını ve kanaat
önderini giyotine göndermiş, terör rejimi olarak
adlandıran dönemin sonunda kendisi de idam
edilmişti.
RAPOR HAZIRLANIYOR
Giyotinin kopardığı kafası yere düşer düşmez, Madame
Tussaud vakit kaybetmeden ünlü devlet adamının
yüzünün alçı maskesini çıkardı. Günümüzün ünlü
balmumu heykel müzelerine ismini veren yetenekli
sanatçı Tussaud'nun aldığı maskeden esinlenen
Philippe Froesch ise Robespierre'in yüzünün tüm
ayrıntılarını yeniden gün ışığına çıkarmayı başardı.
Yüzündeki minik çukur ve lezyonların yanı sıra göz
altındaki aşırı büyük torbalar Robespierre'in
çeşitli sağlık sorunları çektiğini ve genellikle
yorgunluktan mustarip olduğunu ortaya koyuyor.
Uzmanlar, günümüzde ABD istihbarat ajansı FBI
tarafından da kullanılan yüz tasarlama programları
sayesinde, tekrar ortaya çıkan yüzünü inceleyerek
Robespierre'in sağlık durumu hakkında detaylı bir
rapor üzerinde çalışıyor.
Sabah, 20.12.2013
|
FATİH'İN MAĞDURLARI
KONUŞTU
Büyük rüşvet operasyonu
adı altında yürütülen operasyonda Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir’in de dahil olduğu 11 Belediye
görevlisi gözaltına alındı. Fatih Belediyesi’yle
ilgili kimi arazilerin birinci derecede sit alanı
iken, ikinci derecede sit alanına dönüştürülerek
imara açıldığı, Marmaray Sirkeci istasyonu üzerinde
bulunan araziye, Japon mühendisler ve DLH “uygun
değildir” raporu vermesine rağmen otel inşaatı izni
verildiği ve tüm bu işlemler karşılığında rüşvet
alındığı iddiaları gündeme geldi. Son yıllarda
yapılan Sulukule ve Ayvansaray kentsel dönüşüm
projeleri de Fatih Belediyesi sınırları içinde yer
alıyordu. Projeler nedeniyle mağdur olan kişiler
yaşadıklarını ve hukuki süreci Taraf ’a anlattı.
Fener-Balat Kültür Miraslarını Koruma Derneği Genel
Sekreteri Yrd. Doç.Dr. Çiğdem Şahin, Fatih
Belediyesi hakkında hem kendi adına hem de dernek
adına savcılığa defalarca suç duyurusunda
bulunduğunu ve her seferinde takipsizlik kararı
çıktığını belirtti. Şahin sözlerine şöyle devam
etti:
MAHKEME İPTAL ETTİ
Bu suç duyurularının
konuları; proje skandalı, tarihi alanların imara
açılması ve ihale yolsuzlukları. Örneğin Fener-
Balat-Ayvansaray bölgesi Bakanlar Kurulu kararıyla
yenileme alanı ilan edildi.
Ardından Fatih
Belediyesi, 2007 yılında bizlerin haberi olmadan
evlerimizi, yüzde 58 kat karşılığı, üstelik ihale
şartnamesini değiştirerek ve davetiye usulü özel bir
anlaşmayla Çalık Holding’e verdi. Durum biz
Fener-Balat- Ayvansaray halkına tebligatlarla 2009
yılında bildirildi. Tarihi kurtarmak üzere yapıldığı
ileri sürülen projede bütün tarihi tescilli binalar
ada bazında yıkılıyor ve üç dört bina
birleştirilerek daha geniş odası, banyosu, mutfağı
olan lüks konutlar elde ediliyordu. Bu proje aynı
zamanda bölge halkını ve esnafını da yerinden
ediyordu. Zaten bizlerin şu an eleştirisini
yaptığımız gerekçelerle açtığımız davada, mahkeme
bizi haklı buldu ve proje iptal edildi. Bizim
projedeki aynı yaklaşım hem Sulukule ve Tarlabaşı
projelerinde, hem de Tokludede projesinde de söz
konusu iken, Sulukule projesi yasalara aykırı bir
şekilde tamamlandı. Aynı anlayışla Tokludede’de
Osmanlı mimarisi ahşap evlerden oluşan tarihi bir
alan yerle bir edildi, sadece yukarıdaki tarih yok
edilmedi, yer altında da müze denetimi olmadan, gece
yarıları yapılan kazılarla, arkeolojik eserler
tahrip edildi, üzerleri hafriyatla örtüldü. Bir de
bu işin halka yapılan tacizler, tehditler,
uygulamadaki usulsüzlük ve haksızlıklar boyutu var
ki, Fatih Belediyesi’nin aşırı tacizine
dayanamayarak, Tokludede’de İsmet Hazer adlı bir
vatandaşımız intihar girişiminde bulundu. Halk
kamulaştırma tehdidiyle, “Burası yeşil alan, siz
işgalcisiniz” diye korkutularak, zorla, baskıyla
gözyaşları içinde yerinden edildi.
Belediyeye yakın
kişiler ev aldı
Sulukule’de yıkımdan
önce Fatih Belediyesi’ne yakın olan kişilerin,
evleri satın aldığını belirten Sulukule
Platformu’ndan Hacer Foggo şunları söyledi: “Proje,
orada oturanlara Fatih Belediyesi tarafından doğru
dürüst anlatılmadı. Sulukulelilere belli bir fiyat
dayatıldı. Onlar bu fiyatı ödeyemeyecekleri için
evlerini satmak zorunda kaldılar. Belediye 100
metrekarelik bir eviniz varsa size 50 bin lira
ödüyordu. Sulukuleli vatandaşlar biraz daha fazla
paraya evleri elden çıkarabilmek için başka kişilere
sattılar. Bu kişilerin evlerini satın alanlar ise
Fatih Belediyesi’ne yakın olan kişilerdi. Bu
satışlarla ilgilenen Fatih Belediye Başkanı
Yardımcısı aynı zamanda proje koordinatörü M.Ç. idi.
Belediyenin bütün işlerini o görüyordu. Onun da adı
zaten geçtiğimiz aylarda bir yolsuzluk çetesine
karıştı. Biz o dönemde son ev yıkılana kadar yoksul
insanlar için mücadele ettik. Yıkılan en son ev
Gülsüm Teyze’nin eviydi. Ona da kamulaştırma kararı
çıktı. 60 yaşlarında bu kadının hiçbir geliri yoktu.
Ve resmen sokakta kaldı. Hala kamulaştırma parası
olan 3-4 bin lirayı alamadı. Sulukule’de 5 bine
yakın kişi mağdur oldu.”
Taraf, Haber: Billur
Özgül, 19.12.2013
|
ÇANDARLI KALESİ'NİN
RESTORASYONU TAMAMLANDI

13. - 14. yüzyıllarda Cenevizliler tarafından inşa
edilen
Çandarlı Kalesi'nin
restorasyonunu tamamlamaktan ve turizme
kazandırmaktan büyük mutluluk duyduğunu ifade eden
Çandarlı Belediye Başkanı Ahmet Dağdelen, 'Çandarlı
Kalesi'nin restorasyon çalışmalarına hemen hemen 3
sene önce başladık. Bugün itibarı ile son bulmuş
durumdadır. Bir yıl kazı ve kurulun durdurmasının
yanında 3 seneyi geçen bir sürecin içerisinde
kalemiz, gayet güzel bir restorasyon dönemi geçirdi.
Bütün boşluklar Horasan harcı ile dolduruldu. Güzel
bir şekliyle kalemiz sağlamlaştırıldı. Eski olan
taşlar orijinal taşları ile yeniden yerine kondu.
İki tane kulemiz eski orijinal haline getirildi.
İnsanlara, kulelerin üzerine çıkma imkanı sağlandı.
Merdivenler ve korkuluklar yapıldı. Gelen
ziyaretçilerin düşüp herhangi bir düşme tehlikesine
karşı korkuluklar oluşturuldu. Yine buradaki
toplarımızın yerlerinde bulunan pencerelerden
çocukların düşmelerini önlemek için de korkuluklar
oluşturuldu. Taban kazıları yapıldı. Taban
kazılarında çok güzel bir sarnıç çıktı. Onun üzerini
camla kapladık. Orijinalini koruyarak burada gelen
ziyaretçilerimizin görüşüne sunacağız. Tabanı çakıl
ve ahşap malzemeyle kapladık.' dedi.
Çandarlı'nın güzel bir turizm cenneti ve Çandarlı
Kalesi'nin de bunun mührü olduğunu belirten Başkan
Dağdelen, 'Çandarlı Kalesi, bundan sonra çok önemli
bir turizm geliri oluşturacaktır. Çünkü Çandarlı
Kalesi, UNESCO'nun da Dünya Mirası Geçici Listesi'ne
girdi. Çandarlı Kalesi'nin Dünya Mirası Geçici
Listesi'nde olması Çandarlı'nın da ehemmiyetini bir
kat daha arttırmıştır turizm açısından. Çok iyi bir
restorasyon projesinden sonra bu projeyi
gerçekleştiren şirketlerimiz; onların mühendisleri,
elemanları ve belediyemizin elemanları; ve çok
önemli olan
İzmir Valiliği ve
İl Özel İdaresi'nin katkıları ile ve bizim
belediyemizin katkıları ile yapılmıştır. Emeği geçen
herkese teşekkür ediyorum. Çünkü, bu kaleyle
Çandarlımız çok büyük bir değer kazandı.' dedi.
Sabah, 19.12.2013
|
KEDİLERLE İNSANLAR 5 BİN YILDIR BİRLİKTE
Çin
Bilim Akademisi’nden Yaowu Hu ve ekibi
tarafından yapılan bir araştırma 5 bin yıl önceki
çiftçilerin kedilerle birlikte yaşadığını ortaya
koydu. Amerikan Proceedings of the National Academy
of Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre,
Çinlilerin kedileri tahıllarla besledikleri ve bu
şekilde evcilleştirmeyi başardıkları tahmin
ediliyor.
Araştırma ekibi Çin’in Şansi vilayetindeki Kuanhucun
adlı köyde buldukları ilk kediye ait olduğu
düşünülen sekiz kemik parçasını inceledi ve
bulguların 5 bin 300 yıl öncesine dayandığını tespit
etti. Bu
dönem , vahşi kedilerin evcilleştirilmeye
başlandığı düşünülen zamana denk geliyor. Bulgular,
o dönemki kedilerin
bugün
Avrupa ’daki evcil kedilerden daha büyük
olduğunu ortaya koydu.
Bilim insanları, Çinlilerin 5 bin yıl önce,
kemirgenleri uzak tutmak için kedi beslediğini
düşünüyor. Gıda maddelerini saklamak için kullanılan
toprak kapların da farelerin giremeyeceği şekilde
biçimlendirildiği vurgulanıyor.
Radikal, 19.12.2013
|
HEYKELLER VE MEYVE BAHÇESİ
Hasan
Ağabey (Hasan Pulur), 24 Mart 2010 tarihli “Beşiktaş’ın
heykelleri” başlıklı yazısında şöyle diyor:
Beşiktaş’ta “saray”
çoktur, “konak”
çoktur, “okul”
çoktur, şimdi bunlara “heykel”
de ekleniyor.
Hani, deyim pek
uygun düşmese de son bir yıl içinde Beşiktaş’ta
“mantar
gibi” heykel
patlaması var. Levent,
Etiler, Akatlar,
Arnavutköy, Bebek’te heykelleri görmüşünüzdür.
Bazıları heykel denince “insan
heykeli”ni anlarlar, filanın heykeli, falanın
heykeli...
Beşiktaş’ta insan heykeli de var ama, caddelere,
meydanlara, köşe başlarına dikilen heykeller insan
değil, çoğunlukla beyaz mermerden yapılmış soyut
heykeller.
Sanatın kent yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olduğu
bundan daha açık nasıl anlatılır? Üstelik
parkı, bahçesi betonlaştırılan, gökdelenleriyle
muhteşem silüeti gölgelenen günümüz
İstanbul’unda...Ve de
resmi, gayri resmi “heykel düşmanlığı” örnekleri
çoğalırken...
***

Beşiktaş’ı ve heykellerini anlatan,
Belediye Başkanı İsmail Ünal, söze
Roma, Milano, Floransa, Madrit,
Helsinki gibi dünya şehirlerinden örnekler
vererek başlıyor. Ardından da 2008’den bu yana her
yıl Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve
sanatçılar işbirliğiyle gerçekleştirilen
uluslarası heykel sempozyumlarına değinerek,
yukarıda sözünü ettiğimiz o heykellerin, buralarda
yontulduğunu söylüyor. Başkan’ın verdiği bilgiye
göre; bu sempozyumlarda ve
sipariş edilenlerle birlikte kente kazandırılan
heykellerin sayısı 160’ı bulmuş. Bunlardan Çetin
Emeç, Muammer Aksoy, Onat Kutlar, Cavit Orhan
Tütengil,
Uğur Mumcu, Doğan Öz, Ahmet
Taner Kışlalı, Bahriye Üçok gibi demokrasi
şehitlerinin heykelleri
Abbasağa Parkı’nda sergileniyor. Sanatçılar
Parkı girişindeki Nazım
Hikmet ile
Akmerkez Ulus yolundaki İlhan
Selçuk heykelleri de her gün onbinlerce
İstanbulluyla buluşuyor.
Avrupa’da
Rönesans uygarlığında yüksek seviyelere ulaşmış
heykel sanatına halkın sevgisini ve desteğini
artırmayı amaçladıklarını belirten Ünal şöyle
konuşuyor:
“Heykel varlığı açısından en zengin ilçeyiz.
Türkiye’de de bir
tek
Yılmaz ağabeye (Eskişehir
Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen)
yetişmeye çabalıyoruz.”
***
Başkanın sözünü ettiği bu heykellerden bazıları da
“Yeşile özlem duyanlar için yepyeni bir
sığınak” diye tanımladığı Ulus’tan
Ortaköy vadisine inen yamaçta kurulu
Meyve Bahçesi’ne duruyor. Daha doğrusu 30
bin metrekarelik bir alana dikilen 4 bin
meyve ağacı ile birlikte yaşıyor. Bu alanın
sitelerin
yeşil alan terkleriyle yoktan var edildiğini
belirten Ünal,“Önemli olan bir şehrin kültürünü,
yapısını,doğasını bozmadan,
insanlar için
yaşam alanları oluşturulması” diyor.
Zeytin,
portakal, iğde,
nar,
ayva,
elma, armut,
kiraz,
erik,
kestane ve
ceviz, hatta
sakız ağaçlarıyla Meyve Bahçesi’nin böyle bir
yer olduğunu anlatan Ünal, betondan boğulan
İstanbul’da nefes almak ya da dalından meyve koparıp
yemek isteyen herkesi “Yıldız
Parkı’ndan sonra Beşiktaş’ın en önemli bahçesi”
dediği bu cennet köşeye çağırıyor.
Milliyet, Yazı: Tunca
Bengin, 18.12.2013
|
DÜNYANIN HAYRAN OLDUĞU LATMOS, TAŞ OCAĞI TEHDİDİ
ALTINDA

Dünya kültür mirasının eşsiz
örneklerinden olan 8 bin yıllık kaya resimlerini
bünyesinde barından Beşparmak Dağları’nın (Latmos)
taş ocaklarına karşı korunması için milli park ilan
edilmesi isteniyor.
Aydın ve Muğla sınırları arasında kalan Latmos
Dağları, Herakleia’da yer alan ve günümüzden
yaklaşık 8 bin yıl öncesini tarihleyen kaya
resimlerine kucak açıyor. Dünya kültür mirası
niteliğinde olan kaya resimleri hem Türkiye’nin hem
de dünyanın korunması gereken kültürel miraslarından
biri ve belki de en önemlisi. Günümüzden 8 bin yıl
önce bölgede yaşayan insanların elinden çıkma bu
kaya resimlerinde dönemin aile yaşamı, düğün gibi
toplumsal ilişkiler konu edilmiş.
Eşi benzeri olmayan bu kaya resimleri son yıllarda
ruhsat sayısı hızla artan taş ocakları nedeniyle yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya. Her geçen gün yeni
ocakların açılması için çok sayıda başvuru
yapılıyor. 24 Kasım 2012 tarihinde Anadolu’nun eşsiz
sanat eserlerini korumak adına Latmos’ta eylem yapan
Anadolu’ya Saygı Otobüsü üyelerinin ardından şimdi
de Aydınlı çevreciler Beşparmak Dağları’nın milli
park ilan edilmesi çağrısında bulundu.
Mücadele, 18.12.2013
|
STRATONİKEİA ANTİK KENTİNDE ENFLASYONLA MÜCADELE
EDİLMİŞ
Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia
antik kentinde,
200'den fazla ürünün isimleri ile fiyatı yazılı 2
bin yıllık meclis duvarındaki yazıtlara göre, o
dönemde insanların enflasyondan korunması için
çalışmalar yapıldığı bildirildi.
Stratonikeia Antik Kenti
Kazı Başkanı Prof.Dr.
Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
antik meclis binasının 2 bin yıldan daha eski
olduğunu söyledi.
Stratonikeia antik
kentinde meclis binasındaki
kuzey anıt duvarların dış kısmında Latince, iç
yüzünde ise Yunanca yazıtlar bulunduğunu anlatan
Söğüt, Yunanca yazıtlardan birisinin antik dönem
için son derece önemli olduğunu kaydetti.
Bu yazıtlarda 2 bin yıl önce Stratonikeialıların
kullandığı takvimin bulunduğunu ifade eden
Söğüt, Menippos'un yaptığı yazıtlarda hiç okuma
yazma bilmeyen insanların bile parmaklarını sayarak
ayları hesaplayabildiklerini, o dönemde aylardan
birinin 28, diğerlerinin de 30 ve 31 çektiğini dile
getirdi.
Söğüt, meclis binasının bulunduğu alandaki
yerleşimlerin 2 bin 500 yıl öncesine kadar gittiğine
işaret ederek, şöyle devam etti:
"Meclis binası da yaklaşık 2 bin yıl önce inşa
edilmiş. Binayı bölgenin merkezi konumunda olduğu
için inşa etmişler. Bin 712 yıl öncesinde burada
satılan ürünlerin, hatta hizmetlerin adları ve
fiyatlarını yazıtlardan biliyoruz. Sadece bu bile
bir kentin eskiliğinin anlaşılması açısından son
derece önemli."
Meclis binası duvarlarında kentin kuruluş tarihi
ile meclis kararlarının yer aldığını belirten
Söğüt, gün yüzüne çıkarılan yazıtların en
önemlisinin yaklaşık 2 bin yıl önce meclisin sebze,
meyve ve et fiyatları ile ilgili aldığı kararlar
olduğuna dikkati çekti.
Söğüt, o dönemdeki ürünlerin tamamının fiyatının
mermer bloklar üzerinde yer aldığını ve belirlenen
fiyatın üzerinde satış yapılamadığını vurguladı.
Bölgedeki yazıtların çözümüyle ilgili
çalışmaların devam ettiğine değinen
Söğüt, şöyle konuştu:
"Şimdiye kadar 200'den fazla ürün olduğunu tespit
ettik. Bir zeytinin, elbisenin, bir hocanın okuma
fiyatına varıncaya kadar hepsini burada
görebiliyorsunuz. Tamamı Türkçe'ye çevrildiğinde
insanların ilgisini çekecek. Hatta Stratonikeia ve
meclis binasının öneminin daha iyi anlaşılacağı bir
sonuca ulaşmış olacağız."
Antik dönemde de enflasyon olduğunu fakat
yazıtlardan tespit edilen bilgilere göre ürünlerin
fiyatları belirlenerek bunun kontrol altına
alındığına işaret eden
Söğüt, "Belirlenenden daha yüksek fiyatla ürün
satılması söz konusu değildi. Sadece bu fiyatın
altında satabiliyordunuz. Hatta destekleme sistemi
bile vardı. Üretici tarafından 5 liralık bir ürün,
bölgedeki zengin bir iş adamı tarafından
desteklenerek 3 liraya satılıyordu" diye konuştu.
"Sadece yazıtlar bile
UNESCO tarafından tescillenmesi için yeterli"
Söğüt, Hellenistik, Roma, Bizans, Anadolu
beylikleri, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde
önemini sürdüren Stratonikeia'nın dünyanın en büyük
mermer kentleri arasında yer aldığını dile
getirerek, şunları söyledi:
"Sadece meclis binasındaki bu yazıtlar bile
UNESCO tarafından tescillenmesi açısından
yeterli. Çünkü bunun bir benzeri yok. Kentin her
yapısı çok özel. Stratonikeia yaşayan bir arkeoloji
kenti. Bunun bir benzeri yok. Antik dönemden
günümüze yapıların bir bütün olarak korunduğu,
Osmanlı dönemi taş döşeli yollarda yürünerek
gezildiği başka bir kent bulunmuyor."
haberler.com, 18.12.2013
|
YILA DAMGASINI VURAN 10 SERGİ

New York’tan Londra’ya
kadar dünyanın dört bir yanındaki sanat
sergilerinden en iyileri seçildi. 2013 yılında Van
Gogh, Freud, Munch gibi ressamlar ve sürrealizm ön
plana çıktı.
Terra Mexico Ajansı 2013’ün en önemli sergilerini
belirledi. Munch, Magritte, Lucian Freud, Van Gogh,
Tiziano ve Paul Klee gibi önemli ressamların
eserlerinden düzenlenen sergiler 2013 yılına damgayı
vurdu. Sosyal, politik ve kültürel kriz, sürrealizm
akımı hakkındaki kanıların değişmesine yol açtı. Bu
yıl uluslararası düzeyde açılan önemli sergilerde
sürrealizm başroldeydi. Yıl boyunca düzenlenenler
arasında nitelik bakımından 10 sergi öne çıkıyor:
New York’taki MOMA Müzesi’nde açılan “Magritte:
Sıradan Olanın Gizemi”; Paris’te Pompidou Sanat
Merkezi’ndeki “Sürrealizm ve Obje” ve “Hopper’dan
O’Keefe’ye Amerikan Modernleri”; Viyana Eski Eserler
Müzesi’ndeki “Lucian Freud”; Amsterdam Van Gogh
Müzesi’ndeki “Van Gogh Atölyesinde”; Roma’da
“Tiziano”; Londra National Portrait Gallery’deki
“Man Ray Portreleri”; Londra Tate Modern’de “Paul
Klee: Making Visible”; önce Tate Modern’de sonra da
Pompidou Sanat Merkezi’nde açılan
“Lichtenstein: Retrospektif” ve son olarak da Edward
Munch’un doğumunun 150. yılı münasebetiyle Oslo
Ulusal Galeri’de “Munch 150” isimli retrospektif,
yılın en iyi sergileri olarak seçildi.
Akşam, 18.12.2013
|
EDİRNE'DE AĞAÇ KESİM KRİZİ!

Edirne Valisi Hasan Duruer'in talimatıyla tarihi
camilerin bahçesinde görüntüyü bozduğu ileri sürülen
ve kuruyan 100 ağaç kesiliyor.
Valiliğin görevlendirdiği kişiler tepki almamak
için sabahın erken saatlerinde kesime başlarken
izinsiz olduğu gerekçesiyle polise yapılan
şikayetlere "Valiliğin haberi var" cevabı veriliyor.
Edirne'de göreve başladığı geçen yıl ağustos
ayından bu yana kestiği ağaçlarla eleştirilen Vali
Hasan Duruer'in talimatıyla tarihi camilerin
bahçesinde formu bozulan ve görüntüyü kapatan
ağaçlar saptandı. Valiliğin görevlendirdiği kişiler
tepki almamak için sabahın erken saatlerinde
Ayşekadın ve Defterdar Mustafa Paşa Camii
bahçelerine girerek belirlenen ağaçların kesim
işlemine başladı.
Ağaçların kesildiğini görerek 155 Polis imdat
hattını arayanlara ise "Valiliğin haberi var" cevabı
verildi. Valilik talimatıyla başlatılan ağaç
kesiminde tarihi eserin görüntüsünü kapatan ve formu
bozulan 100 kadar ağaç olduğu ve hepsinin kesileceği
öğrenildi.
Edirne Valisi Hasan Duruer'in talimatıyla geçen
mayıs ayında Mimar Sinan'ın 'ustalık eserim' dediği
Selimiye Camii çevresindeki ağaçlar da 15 kişilik
ekiple kesilmişti.
Gerçek Gündem, Haber: Engin Özmen, 18.12.2013
|
SIVANIN ALTINDAN TARİH ÇIKTI

İsrail'in liman şehri
Hayfa'da, bir kuruyemiş dükkanının iç duvar
sıvası dökülünce altından Osmanlı subayının
çizdiği bir resim çıktı. Duvarı boydan boya
kaplayan 10 metre eninde, 3 metre
yüksekliğindeki resim 1. Dünya Savaşı sırasında,
İngilizlerin Hayfa'da bulunan Osmanlı ordusuna
yaptığı hava saldırısını konu alıyor.
İsrail'in Hayfa
şehrinde, 1. Dünya Savaşı sırasında bölgede Osmanlı
ordusunun yaşadığı çatışmaları konu alan tarihi
duvar resmi bulundu. Bir kuruyemiş dükkanının iç
duvarını boydan boya kaplayan resim, alışverişe
gelen üniversite öğrencisinin dikkati sonucu fark
edildi.
Duvarda, dökülen
sıvanın altında minyatür şeklinde bir asker
kafasının resmedildiğini gören üniversite öğrencisi
hemen Akka şehrinde bulunan duvar resimleri
konusunda uzman olan arkadaşını aradı. Ertesi gün
gelip duvarı inceleyen uzman, sıvanın altında büyük
bir resmin olabileceğini söyledi.
Sıvanın altından tarih çıktı
Durum Hayfa
Üniversitesi'nde görevli Alison Hortig isimli mimari
konservatöre iletildi. Ardından da üniversite
öğrencisi genç ile uzman arkadaşı, yanlarına "Hayfa
Tarih Topluluğu" üyesi tarih uzmanı Eli Liran'ı da
alarak dükkan
sahibinden özel alıp sıvayı özenle kazımaya
başladı.Uzun ve özenli bir çalışmanın ardından
sıvanın altından bir resim çıktı. Resim, 1. Dünya
Savaşı sırasında Hayfa'da yerleşik olan Osmanlı
ordusunu bölgeden çekilmek zorunda bırakan İngiliz
hava kuvvetlerinin saldırısını konu alıyordu.Resimde
Türk topçusuna ait uçak savarların İngiliz
uçaklarını havada vurmasından, uçakların bombaladığı
yerlerde yaralanan veya ölen Türk askerlerinin
sedyelerde taşınmasına kadar onlarca detay bir
minyatür gibi resmediliyordu.
10 metre eninde, 3 metre boyundaki duvarın üçte
ikisinin kazınması sonucu ortaya çıkan resmin
altında resmi yapan ressamın imzası "Edip Kemal" ve
"Otel Zahara Suriye" ibarelerine ulaşıldı.
Osmanlı subayı çizmiş
Konu hakkında AA muhabirine açıklama yapan kazı
ekibinden Hayfa Tarih Topluluğu üyesi Eli Liran,
şunları söyledi:
"O döneme ait İbranice gazeteleri tarayarak Edip
Kemal'in Osmanlı ordusunda görev yapan Kafkasya
kökenli, Ürdün Çerkezlerinden eski bir Osmanlı subay
olduğunu anladık. Savaşı kaybederek Şam'a çekilen
Osmanlı ordusuyla beraber o dönem, o da Şam'a gitmiş
ancak savaştan sonra 1933'te önce Kudüs'e, daha
sonra da Hayfa'ya dönüp şuan kuruyemiş dükkanı olan
bu yeri boks kulübü olarak işlettiği bilgisine
ulaştık. İyi bir ressam da olan Edip Kemal'in neden
"Otel Zahara Suriye" ibaresini buraya yazdığını ise
anlamamız güç oldu. Sonra fark ettik ki o dönem bu
binanın bir otel olarak kulanıldığı ve bu otelin
aynı dönemde Şam'da bulunan Otel Zahara'ya ait otel
zincirinin bir halkası olduğu bilgisine ulaştık.
Şam'daki otelin resimleri ile bu binanın bire bir
aynı olduğunu gördük."
Liran ayrıca resmin tamamen ortaya çıkması için 10
bin dolara ihtiyaçları olduğunu belirterek, "Resim
henüz tamamen ortaya çıkmadı, üçte ikisini ortaya
çıkardık. Şimdi durduk. Ortaya çıkacak resmin daha
sonra buradan duvarla beraber sökülerek taşınması
gerekiyor ve buna Türklerin destek vereceğini
umuyorum, çünkü bu Türklere ait bir şey. Hayfa
Belediyesi olayla hiç ilgilenmedi. Resmi yapan Edip
Kemal hakkında belki Türk genelkurmayı arşivlerine
bakarak bize bilgi verebilir. En azından bu askerin
bir Osmanlı subayı olarak 1917'de burada görev
yaptığını bize doğrulayabilir" diye konuştu.
Hayfa, Osmanlı ordusunun 1. Dünya Savaşı sonuna
kadar kuzeyde bulunan Akka Kalesi'ne ve Kudüs'e
denizden her türlü sevkiyatı sağlamak için askeri üs
kurduğu liman şehriydi. İçinden tren yolu da geçen
Hayfa'da uzun yıllar Türk askeri birliği yer aldı.
1917'de savaştan sonra da uzun bir süre Türk
askerinin kışlalarının bulunduğu bölge, halk
arasında "Türk bölgesi" olarak anıldı. Daha sonra
Türk ordusuna ait kışlalar ve benzer yapılar
İngilizlerin bölgede kurduğu manda yönetimi
döneminde Türk izlerini yok etmek için sistematik
biçimde yıkılarak yerlerine başka yapılar inşa
edildi
Hürriyet, 18.12.2013
|
ATLARIN ATASI BULUNDU

Etiyopya’nın fosil bakımından zengin çorak
arazilerinde araştırma yapan bilim insanları,
yaklaşık 4.4 milyon yıl önce yaşamış bir ata ait
kemikler buldu. Nesli tükenen ve küçük bir zebra
boyundaki at türüne ait kemikler, Etiyopya’nın Orta
Avaş vadisinde keşfedildi.
Kemiklerin bulunduğu yer günümüzde çöl olsa da,
Eurygnathohippus Woldegabrieli adı verilen bu at
türünün yaşadığı zamanlarda, orman ve çayırlarla
kaplıydı.
Keşfi yapan bilim insanlarından Scott Simpson,
buluntular arasında,
kırmızı toprağın altında iyi muhafaza edilmiş ve
halen beyazlığını koruyan ön bacak kemiğinin iki ucu
olduğunu açıkladı. Simpson ve araştırma ekibi, bacak
kemiğinden elde edilen parçaların, atın, atalarından
daha uzun bacaklara sahip olduğunu gösterdiğini
söylüyor. Yine bacağın yapısı ve boyu, atın hızlı
koştuğunu, bu sayede bölgedeki yırtıcı hayvanların
saldırısından korunarak daha uzun süre hayatta
kaldığını gösteriyor.
Atın dişleri üzerinde yapılan incelemede ise
zebralar ve
Afrika antilopları gibi, çayırlardaki otlarla
beslendiği tespit edildi. Bu at türünün, üç parmaklı
toynaklarıyla bilinen ve yaklaşık 16 milyon yıl önce
Kuzey
Amerika ’da ortaya çıkmış, Hipparionines
familyasına mensup olduğu biliniyor. Bu atların,
Kuzey Amerika’dan, bir zamanlar Alaska ve Sibirya’yı
bağladığı düşünülen bir kara parçası üzerinden,
Avrasya’ya ulaştığı düşünülüyor.
Araştırmacılar, bu yeni keşfin, atların evrimi,
boylarının ve burunlarının nasıl uzadığı konusunda
yeni bilgiler verdiğini söylüyor.
Radikal, 17.12.2013
|
2 BİN YILLIK PAZAR YERİ ZİYARETE AÇILDI

Denizli’nin Buldan
İlçesi'ne bağlı Yenicekent Beldesi yakınlarındaki
Tripolis antik kentinde, geçen yıl gün yüzüne
çıkartılan 2 bin yıl öncesine ait kapalı pazar yeri
ziyarete açıldı.
Pamukkale Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yrd.
Doç.Dr.
Bahadır Duman’ın
kazı heyeti başkanlığını yürüttüğü Tripolis
antik kentinde kazılar devam ediyor. Denizli
Valiliği, İl Özel İdaresi ve Kültür
Bakanlığı’nın destekleriyle 12 ay kazı
çalışmalarının devam ettiği Tripolis antik
kentinde 2 bin yıl öncesine ait kapalı pazar
yeri gün yüzüne çıkartılarak restorasyonu
tamamlandı.
Deprem ve toprak kayması sonucu toprak altında
kalan Tripolis antik kentinde, ortaya
çıkartılan 2 bin yıllık pazar yerinin
restorasyon çalışmaları hakkında bilgi veren
Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman,
"Tripolis’te kazı çalışmalarına Nisan 2012’de
başladık. İlk 6.5- 7 metrelik dolgu kazılarak
yapının kendisini açığa çıkardık. Tabana kadar
indik restorasyonunda yeni malzeme kullanılmadı.
Orijinal yapıtaşları tekrar yerine koyduk. Pazar
yeri 500 metrekarelik kapalı alana sahip" dedi.
Tripolis antik kentindeki kazı çalışmalarını
yerinde inceleyen ve 2 bin yıl öncesine ait
kapalı pazar yerini gezen Vali Abdülkadir Demir
ise 2013 yılının Denizli için antik kentler yılı
olduğunu söyledi. Laodikya’da başlayan ve
İtalyan kazı başkanlığında devam eden Hierapolis
Antik Kenti ile devam eden 12 aylık kazı
çalışmalarını Tripolis’te de başlattıklarını
belirten Vali Demir, "Burada, sivil mimarisi,
dokuması ve yaylası ile önemli bir yerleşim yeri
olan Buldan İlçemizin sınırları içerisinde
olmasından dolayı bizim için çok önemli.
Tripolis 15 yıl talihsiz bir kazı dönemi
geçirdi. Tripolis’teki değerler tek tek gün
yüzüne çıkacak. Bölgemizdeki o döneme ait antik
kentlerin hiçbiri, bu büyüklükte kapalı Pazar
yeri alanına sahip değil. O nedenle bizim için
önemli" diye konuştu.
Denizli’de 6 antik kentte kazı çalışmalarının
devam ettiğini kaydeden Vali Demir, ödenek
sorununun olmadığını söyledi. Demir, "Kazı
çalışmaları devam eden 6 antik kenttin, 2014
yılında bütün ödenekleri hazır. Arkadaşlarımızı
hiç durmadan çalışın diye yönlendiriyoruz. Bütün
planlamalar tamam. Beycesultan antik kentindeki
kazıları en eski yerleşim yeri olmasından dolayı
önemsiyoruz. Tabea Antik Kenti kazı çalışmaları
ihale aşamasında" dedi.
Bugün, 17.12.2013
|
YA MONA LİSA TABLOSU SAHTEYSE?

Sanat hırsızlığı tarihi profesörü Noah Charney,
CNN’de yer alan bir yazısında, Paris Louvre
Müzesi’nde bulunan Mona Lisa ile ilgili ciddi
iddialar gündeme getirdi.
Chaney’e göre 1911’de Vincenzo Peruggia adlı bir
İtalyan’ın çalmayı başardığı tablo, İkinci Dünya
Savaşı sırasında Almanların eline geçmiş ve
Avusturya Alplerindeki Altaussee madeninde diğer
çalınan eserlerle saklanmıştı.
Bu dönemde, Nazilerin oluşturduğu bir ekibin
Louvre ve Uffizi müzelerinin de bulunduğu yerlerden
5 milyon eser çaldıkları belirtiliyor. Louvre Müzesi
yetkilileri de savaşta ünlü tablonun madende
olduğunu ve 1945’te müzeye döndüğünü doğruluyor.
Ancak işin ilginç yanı da, Charney’in de dahil
olduğu uzmanlar, Naziler tarafından çalınan tablonun
kopya olduğu ve gerçek tablonun Fransa’yı terk
etmediği görüşünde. Buna göre Louvre Müzesi’ndeki
tablonun sahte mi gerçek mi olduğu bir kez daha
tartışma konusu oldu.
Edebiyat Haber, 17.12.2013
|
MUDANYA HALK MECLİSİ'NEN 'MYRLEİA' TEPKİSİ
Mudanya Halk Meclisi Başkanı Levent Kaya,
Myrleia antik kentinin imara açılmasına sebep
olacak karara tepki gösterdi.
Myrleia Antik
Kent Platformu,
Bursa Büyükşehir Belediyesi önünde basın
açıklaması yaptı. Antik kentin bulunduğu alanın
bir bölümüne AVM yapılmasına karşı olduklarını
ifade eden Mudanya Halk Meclisi Başkanı Levent
Kaya, "Antik kent üzerinde oynanan hukuksuz
oyunla ilgili mahkeme yürütmeyi durdurma kararı
almıştı. Bizler, mahkemenin verdiği yürütmeyi
durdurma kararı ile az da olsa umutlanmıştık. Bu
yanlışın düzeltilmesini ve antik kentin bir
şirkete peşkeş çekilmeyip, tekrar halka
kazandırılacağı günü beklemeye başlamıştık. Ama
bugün gelinen noktada AVM inşaatı ile birlikte
bütün Myrleia'nın imara açılmasına sebep olacak
bir kararın alındığını gördük. Mudanya Belediye
Meclisi'nde alınan karar, bazı belediye meclisi
üyelerinin karşı çıkmasına rağmen oy çokluğu ile
onaylanmak üzere Bursa
Büyükşehir Belediye Meclisi'ne gönderildi" dedi.
Myrleia ile ilgili durumun bir talan kararı
olduğunu savunan Kaya, "Bu karar, aylardır süren
mücadele neticesinde mahkemenin yürütmeyi
durdurma kararı aldığı AVM'yi temize çıkartmakta
ve mahkeme kararını bertaraf etmektedir. Ayrıca
bütün antik kent çevresini 5 katlı konutların da
yapılacağı şekilde imara açmaktadır. Bizler
yanlıştan dönüleceğini beklerken, bu, daha büyük
bir yağmayı beraberinde getirmektedir. Son
olarak sahil kesiminde yer alan belediye hizmet
alanı da turizm alanı olarak değişmektedir.
Kamuya hizmet etmek için ayrılan alan sermayeye
teslim ediliyor" diye konuştu.
Myrleia çevresinde yapılacak bir yanlışa izin
vermeyeceklerini dile getiren Kaya, "Bu
bölgedeki her türlü rant projesine karşı bütün
gücümüzle mücadele edeceğimizi haykırıyoruz.
Myrleia'dan vazgeçmeyeceğiz" şeklinde konuştu.
Basın açıklamasının ardından ‘Myrleia
insanlığın ortak mirasıdır', ‘Myrleia müze
yapılsın' şeklinde pankart açan grup sloganlar
attı. Daha sonra Mudanya Halk Meclisi üyeleri
olaysız şekilde dağıldı.
Star Gündem, 17.12.2013
|
'AYDINLANMA ÇAĞI' ARŞİVİ FLICKR'DA

British Library,
arşivlerindeki 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar olan
metinlerde bulunan 1 milyondan fazla resmi tarayıp
Flickr’da yayımladı. Fotoğraflar 3 günde 6 milyon
kez görüntülendi.
Telif süreleri dolduğu için imajları paylaşma
kararı alan kütüphane, resimleri fotoğraf sitesi
Flickr’da paylaşarak herkesin kullanımına açtı. 65
bin ciltten alınan taramalar haritalardan
illüstrasyonlara, matematiksel risalelere, çocuk
tekerlemelerine ve duvar resimlerine kadar birçok
imajı içeriyor.
BİR ANDA ÇALKALANDI
Resimlerin cuma günü online olarak
yayımlanmalarından bu yana imajların 6.1 milyon kez
görüntülenmesi üzerine, British Library dijital
araştırmalar ekibi küratörlerinden Nora McGregor “Bu
tepki çok heyecanlandırıcı. Kütüphaneci olarak, cuma
günü şimdiye kadar yaşadığım en güzel gündü.
Bilginin ulaşılmasını isteyen biri için daha iyisi
olamaz” diye konuştu.
MICROSOFT İTİNAYLA TARADI
Kütüphane arşivindeki bütün imajlar Microsoft
tarafından tarandı ve British Library’ye geri iade
edildi. Proje, kütüphanenin laboratuvar çalışmasının
bir parçası olarak ortaya çıkan “Mekanik Küratör”
projesiyle doğdu. Enstitü, tüm imajlar hakkında
doğru bilgilere ulaşılması için 2014 yılı başında
bir crowdsourcing uygulaması başlatacağını duyurdu.
Akşam, 17.12.2013
|
"MEZARLIK İADE EDİLECEK Mİ?"

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın
İstanbul Karacaahmet Mezarlığı'nda yaptırdığı aile
kabristanı için tarihi mezarların kazılıp tescilli
mezar taşlarının Koruma Kurulu kararı olmadan
vinçlerle sökülmesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a
soruldu. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul
Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'a Karacaahmet Mezarlığı'nda yaşanan tarih
katliamının sorumlularını sordu. Tanrıkulu,
Başbakan'a verdiği yazılı soru önergesinde, “Osmanlı
mezar taşlarının Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulundan onay alınmaksızın, yasalara aykırı
şekilde Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar'a daha geniş
aile mezarlığı alanı yaratmak için talan edilmesinin
sorumluları kimlerdir?” sorusunu yöneltti.
VİNÇLERLE SÖKÜLMÜŞTÜ
BirGün, Bakan Bayraktar'ın aile kabri için yaşanan
mezarlık skandalını manşetten duyurmuştu.
Karacaahmet Mezarlığı'nda 5 No'lu adada
Bayraktar'ların aile kabristanı için önce mezarlar
kazılmış, ardından Osmanlı mezar taşları vinçlerle
sökülerek tarihi mezar taşları parçalanmıştı. Tarihi
Sit Alanı olan Karacaahmet Mezarlığı'nda 2863 Sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na tabi
olan tescilli mezar taşlarının sökülmesi için 6
No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan izin
alınmamıştı. Kırılan mezar taşları çöpe atılmıştı.
Bakan Bayraktar, Tanrıkulu'nun soru önergesine
verdiği cevapta aile kabrinin yapıldığı alanın 'boş
alan' olduğunu savunarak “Tahsisle ilgili hukuka
aykırı bir işlem yapıldığının ispatı halinde, söz
konusu yer tarafımdan iade edilecektir” diye
belirtmişti.
YASAL İŞLEM YAPILDI MI?
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Bakan
Bayraktar'ın cevabını hatırlatarak, “Bakan'ın aile
kabri için 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu’na tabi olan tescilli mezar taşlarının
6 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu izni
olmadan sökülmesi hukuka uygun mudur? Bakan yaptığı
yanlışı kabul edip özür dileyecek mi? Mezarlık
alanın iadesi yapılacak mı?” diye sordu.
Tanrıkulu Başbakan'a “Tescilli mezar taşlarının
sökülmesi için 6 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu’ndan izin alınmış mıdır?
Karacaahmet
Mezarlığı’nda 5 No’lu adada şimdi Bakan Bayraktar'ın
aile kabristanın bulunduğu alanda Osmanlı dönemine
ait mezar taşlarının vinçlerle söküldüğü basında yer
alan videoda görülmektededir.Ülkemizin tarihi
eserleri ve dokusuna zarar verenler hakkında yasal
işlem başlatılmış mıdır? Kırılmış tarihi mezar
taşlarının çöpe atıldığı fotoğraflarda
görülmektedir. 6 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu tarafından tescillendiği belirtilen bu taşlar
neye dayanarak çöpe atılmıştır?” diye sordu.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 17.12.2013
|
MÜZE GİRİŞLERİNE ZAM
GELİYOR
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na bağlı bazı müze ve örenyeri giriş
ücretlerinde gelecek sezon için değişiklik
yapılacak. 15 Nisan 2014 tarihinden itibaren geçerli
olmak üzere yapılacak değişikliğe göre Topkapı
Sarayı Müzesi’nin 25 TL olan giriş ücreti 30 TL,
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin 10 TL olan fiyatı 15
TL olacak. Ayasofya Müzesi’nde ise değişiklik yok.
TÜRSAB’ın konuyla ilgili
üyelerine yönelik yaptığı açıklamada “Müze ve
Örenyeri Gişe ve İndirimli Bilet Ücretleri Listesi”
de yayınlandı.
Yeni fiyatlar şöyle:
MÜZE-ÖRENYERİ
ADI
|
2014 YILI
GİŞE BİLET FİYATI
|
2014 YILI
ACENTA BİLET FİYATI
|
AFRODİSİAS
MÜZESİ
|
15,00
|
12,50
|
AĞRI İSHAKPAŞA
SARAYI
|
5,00
|
4,25
|
ALANYA KALESİ
|
15,00
|
2,50
|
ANADOLU MED.
MÜZESİ
|
15,00
|
12,00
|
ANTALYA MÜZESİ
|
20,00
|
16,50
|
ASPENDOS
ÖRENYERİ
|
20,00
|
16,50
|
ASSOS ÖRENYERİ
|
10,00
|
8,00
|
BERGAMA AKROPOL
|
25,00
|
20,00
|
BERGAMA
ASKLEPİON
|
20,00
|
16,50
|
BERGAMA
KIZILAVLU
|
5,00
|
4,00
|
BERGAMA MÜZESİ
|
5,00
|
4,00
|
BODRUM SUALTI
MÜZESİ
|
25,00
|
20,00
|
DERİNKUYU YER
ALTI ŞEHRİ
|
20,00
|
16,50
|
EFES MÜZESİ
|
10,00
|
8,00
|
EFES ÖRENYERİ
|
30,00
|
25,00
|
EFES YAMAÇEVLERİ
|
15,00
|
12,50
|
FETHİYE – LETEON
Ö.YERİ
|
8,00
|
6,50
|
GORDİON MÜZE VE
Ö.YERİ
|
5,00
|
4,00
|
GÖREME ÖRENYERİ
|
20,00
|
16,50
|
HATAY MÜZESİ
|
10,00
|
8,50
|
IHLARA- MANASTIR
VADİSİ
|
10,00
|
8,50
|
İSTANBUL
ARKEOLOJİ MÜZ.
|
15,00
|
12,50
|
İSTANBUL
AYASOFYA MÜZESİ
|
30,00
|
25,00
|
İSTANBUL MOZAİK
MÜZESİ
|
10,00
|
8,00
|
İZMİR – ST. JEAN
ANITI
|
10,00
|
8,00
|
KARİYE MÜZESİ
|
15,00
|
12,50
|
KARS ANİ
ÖRENYERİ
|
8,00
|
6,50
|
KAUNOS ÖRENYERİ
|
10,00
|
8,00
|
KAYAKÖYÜ
ÖRENYERİ
|
5,00
|
4,00
|
KAYMAKLI YER
ALTI ŞEHRİ
|
20,00
|
16,50
|
KONYA – MEVLANA
MÜZESİ
|
3,00
|
2,50
|
MARMARİS –
KNİDOS Ö.YERİ
|
10,00
|
8,00
|
MUĞLA – SEDİR
ADASI
|
15,00
|
12,50
|
MYRA ÖRENYERİ
|
15,00
|
12,00
|
OLYMPOS ÖRENYERİ
|
5,00
|
4,25
|
PATARA ÖRENYERİ
|
5,00
|
4,00
|
PERGE ÖRENYERİ
|
20,00
|
16,50
|
PHASELİS
ÖRENYERİ
|
10,00
|
8,00
|
SİDE MÜZESİ
|
10,00
|
8,00
|
SİDE ÖRENYERİ
|
15,00
|
12,00
|
SİMENA ÖRENYERİ
|
10,00
|
8,00
|
ST. NICHOLAS
ÖRENYERİ
|
15,00
|
12,00
|
SÜMELA MANASTIRI
|
15,00
|
12,00
|
TOPKAPI – HAREM
DAİRESİ
|
15,00
|
12,50
|
TOPKAPI SARAYI
MÜZESİ
|
30,00
|
25,00
|
TRABZON AYASOFYA
MÜZESİ
|
10,00
|
8,00
|
TROİA ÖRENYERİ
|
20,00
|
16,50
|
XANTHOS ÖRENYERİ
|
10,00
|
8,00
|
ZELVE ÖRENYERİ
|
10,00
|
8,00
|
Turizm Habercisi,
17.12.2013
|
ARKEOLOJİK BULUNTULAR MÜZEYE TESLİM EDİLİYOR

Dumlupınar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
tarafından merkeze bağlı
Seyitömer beldesinde sürdürülen
Seyitömer Höyük Kazı çalışmalarında elde edilen
tarihi eserler,
Kütahya Arkeoloji Müze Müdürlüğü'ne teslim
ediliyor.
Dumlupınar Üniversitesi Arkeloji Bölümü
Seyitömer Höyük kazı çalışmalarını 2006 yılından
bu yana devam ediyor. Erken Tunç Çağı, Roma ve bir
çok medeniyetin bulunduğu
Seyitömer Höyükde yapılan kazı çalışmalarında
elde edilen buluntuların restorasyon ve konservasyon
çalışmaları yapılıyor.
Tarihi buluntuların arkeoloji bölümü öğrencileri
çok titiz bir çalışmanın sonunda ayağa kaldırıyor.
Restorasyonu biten tarihi buluntular birebir
ölçeklenerek çizimleri yapılıyor. Son halini alan
tarihi buluntular tasnif işlemi gerçekleştirilerek
bulunduğu çağ ve höyükte çıktığı yere göre
tanımlanıp envanter kayıtları yapılıyor. Yapılan
işlemlerin ardından tarihi buluntular müzeye
verilmeye hazır hale geliyor.
DPÜ Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat
Bilgen, yaptığı açıklamada, "Dumlupınar Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü olarak gerçekleştirmekte olduğumuz
Seyitömer Höyükteki kazıların 8.yıl yada
sezonunu kapatmış durumdayız. Bunda hava şartlarının
özellikle artık kış şartlarına girmesinden dolayı
arazide çalışma çok zorlaştı. Bu yüzden laboratuarda
biz restorasyon, konservasyon işlemlerine bir miktar
devam ettik. ve yine önemli bir gurup eseri bugün
Kütahya Arkeoloji Müzesine teslim etmekteyiz"
diye konuştu.
Binlerce yıllık tarihi buluntular tasnif ve
envanter işlemlerinden sonra poşetlenip,
kutulandıktan sonra
Kütahya Arkeoloji Müzesi'ne teslim ediliyor.
Kazı başlamasından bu güne kadar 8 yılda toplam 8
bin envanterlik tarihi eser Dumlupınar Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü tarafından
Kütahya Arkeoloji Müze Müdürlüğü'ne teslim
edildi.
haberler.com, 16.12.2013
|
VAHDETTİN KÖŞKÜ'NDE SON DURUM
 
 
 
 
 
Çengelköy sırtlarında yer alan tarihi Vahdettin
Köşkü'nün, 2011 yılında yıkılarak yeniden yapılması
kararı alınmıştı. 2013'te inşaatına başlanan
Vahdettin Köşkü Başbakan Erdoğan'ın çalışma ofisi
olarak kullanılacağı iddiasıyla gündeme gelmişti.
Köşkün yer aldığı Çengelköy Vahdettin Korusu'nda
18. ve 19. yüzyıllar boyunca birçok köşk yaptırıldı.
Yaklaşık 50 dönümlük koru içinde Ağalar Köşkü,
Köceoğlu Köşkü, 6. Mehmet Vahdettin Köşkü, Kadı
Efendi (Servis) Köşkü, Bahçevan evi ve sera yer
alıyordu. Sultan Vahdettin, kendi adını taşıyan
köşkü ise Rus Çarı'nın gönderdiği bir hediyenin
üzerindeki köşk resminden esinlenerek yaptırmıştı.
Köşkün mimarisini Fransız-Türk Levanten Mimar
Alexandre Vallaury tasarlamıştı.
Tarihi köşk 1984 yılında korunması gereken
taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenmişti. İlk
olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından restore
edilen köşklerin, betonarme olarak yenilendikten
sonra ahşap ile kaplandığı İstanbul 6 Numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
tespit edilmesiyle tarihi yapıların yıkılıp aslına
uygun olarak yeniden inşa edilmesine karar verildi.
2 Temmuz 2013'te Resmi Gazete'de yayınlanan
kararla, Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi
Uygulama İmar Planı ve Vahdettin Köşkü ve Çevresi
Yol Düzenlemesi Projesi kapsamında acele
kamulaştırma kararı alındı.
Çengelköy Vahdettin Korusu'nda devam eden inşaat
çalışmaları nedeniyle birçok ağacın kesildiği, yeni
inşa edilen yapıların ise köşkün orijinal
mimarisiyle uyumlu olmadığı, Vahdettin Köşkü'nün
önemli mimari niteliklerinden biri olan soğan başlı
kubbenin tasarımda yer almadığı görülüyor. İnşaat
çalışmalarıdev istinat duvarlarının ardında devam
ederken tamalandıktan sonra Başbakanlık Ofisi ve
Konuk Evi olarak kullanılacağı söylenen yapıların
işleviyle ilgili henüz net bir bilgi yok.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 16.12.2013
|
"YÜKSEK SES AYASOFYA'YI YIKABİLİR"

Ayasofya’nın eski müdürü, sanat tarihçisi,
arkeolog Erdem Yücel, “Yüksek bir
ses Ayasofya’yı yıkabilir” uyarısını yaptı. Camiye
dönüştürme tartışmasının, neredeyse 1500 yıllık bir
yapı üzerine yapıldığına dikkat çeken Yücel,
“Ayasofya, ses titreşimlerine hassas bir bina. Güçlü
ve yoğun bir ses yıkabilir” dedi.
Yücel, Ayasofya’nın ses titreşimlerine verdiği
tepkiyi 1994 yılında ölçtüklerini anlattı. Boğaziçi
Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Kültür
Bakanlığı’nın Anıtlar, Müzeler ve Röleve Müdürlüğü
ve Ayasofya’daki uzmanlardan bir komisyon
kurulduğunu aktaran Yücel, bu komisyonun
çalışmalarının ardından, binanın ses titreşimlerine
karşı hassas olduğunun, yüksek ve yoğun bir sesin
binaya zarar verebileceğinin anlaşıldığını belirtti.
Yücel, kendisinden sonraki dönemde, İstanbul
Müzik Festivali kapsamında, Ayasofya’nın içinde bir
konsere izin verildiğini hatırlattı. O konser
sonrasında, mozaiklerden ve kubbe altındaki
sıvaların dökülmesinin ardındansa bir daha konsere
izin verilmemiş.
‘Rehberlere bağıra bağıra anlattırmadık’
Ayasofya’da sırf bu gerekçe yüzünden turist
rehberlerini ‘alçak ses tonunda konuşun’, ‘bağıra
bağıma anlatmayın’ diye uyardıklarını anlatan eski
yönetici, “Bazen, beş turist kafilesi aynı anda
içeride olabilir. Bu kalabalıktan yayılacak ses
titreşimlerinin binayı etkilememesi için her zaman
önceden uyarı yaptık. Müzeyi gezerken, herkes kısık
sesle konuştu. Rehberler, Ayasofya’yı bu tonda
anlattı” dedi.
“Durup dururken binaya zarar vermenin bir anlamı
yok” diyen Erdem Yücel, Ayasofya’nın hem İstanbul’un
hem de Bizans mimarisinin önemli sanat eserlerinden
biri olduğunu vurguladı.
‘Ayasofya hem cami hem de müze olamaz’
Erdem Yücel, bazı kesimlerin yerel seçim
öncesinde Ayasofya’nın cami olması yönündeki
açıklamalarıyla ilgili soruya, “Ayasofya siyasi
polemik konusu olmamalı” yanıtını verdi. Erdem’e
göre, Ayasofya bugünkü ortamda müze olarak kalmalı;
çünkü eser, Osmanlı mimarisini etkileyen ve Bizans
sanatının en önemli mimarisi.
'Namaz saatine göre nasıl ayarlanacak?'
Ayasofya’nın, aynı anda müze ve cami kimliği ile
zorluk yaşayacağına dikkat çeken eski müze müdürünün
değerlendirmeleri şöyle:
“Burası, Türkiye’nin turizm gelirlerinin en
önemli yeri. Yani, müzenin belirli saatleri içinde,
turistler istedikleri zaman ziyaret edebilir. Ancak,
cami olduğu zaman böyle olmaz. Namaz saatine göre
nasıl ayarlanacak. İçerideki turiste, namaz saati
çık mı denilecek? Namaz saatinde turist içeri
giremez. Bu nasıl olacak?”
“Ayasofya, ya cami olur ya da müzeye çevrilir”
diyen Yücel, yurt dışında çok kullanılan bir sözü
hatırlattı: Ayasofya cam fanus içinde korunmalı.
916 yıl kilise, 481 yıl camii
İstanbul’un anıt yapılarından Ayasofya, tarihi
geçmişinin yanı sıra mimarisi, mozaikleri ve Osmanlı
döneminde yapılmış ekleri ile her zaman gündemde
kaldı. Ayasofya 532-537 yıllarında, 5 yıl 10 ay ve 4
günde İmparator İustinianus (521-565) tarafından
daha önce yapılmış olan iki Ayasofya’nın üzerine
yapılmıştır. Tarih boyunca 916 yıl kilise, 481 yıl
cami olarak işlevini sürdürmüş, Atatürk’ün isteği,
Bakanlar Kurulunun kararı ile 1 Şubat 1935’de müze
olarak ziyarete açıldı.
T24, Haber: Hülya Karabağlı, 16.12.2013
|
NAZMİ ZİYA'NIN TABLOSUNA 1 MİLYON TL
Türkiye’nin
saygın müzayede evlerinden Antik A.Ş. müzayede evi
dün, Shangri-La Bosphorus Otel’de gerçekleştirdiği
280. müzayedesinde özel koleksiyonlardan seçilmiş
değerli tablolar ve Osmanlı eserlerinin satışını
gerçekleştirdi.
Sanat
eserlerine büyük
ilgi gösteren sanatsever ve koleksiyonculardan
oluşan 500’ü aşkın
isim katıldığı müzayedede, katılımcıların
bayrakları birbiriyle yarıştı.
Müzayedenin en değerli eseri Nazmi Ziya’nın
‘Sanatçının Evi’ konulu tablosunu 1 milyon 50
bin liraya
Ebru Gündeş’in eşi,
iş adamı ve koleksiyoner
Reza Zarrab
satın aldı. Zarrab salonda alkışlanarak diğer
sanatseverlerin övgüsünü kazandı. Müzayedeye Can
Has, Recep Tanrıverdi,
Selçuk Yöntem,
Bekir Aksoy, Cezmi
Mutlu, İzzet
Günay, Lolita Armam ve Fatoş
Sarıgül’ün aralarında bulunduğu isimler
katıldı. İbrahim Çallı,’nın ‘Köy’ konulu eseri
380.000 TL’ye ve Oryantalist
ressam Flandin’in ‘Sürre Alayı’ konulu çalışması
475.000 TL’ye
satıldı.
Milliyet, 16.12.2013
|
70 MİLYON TL'YE NE OLDU?
Gezi eylemleri sırasında
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “İnşallah yıkılacak”
yönündeki açıklamalarının ardından Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nca, eski Bakan Ertuğrul Günay döneminde
restorasyon işleri durdurulan İstanbul Atatürk
Kültür Merkezi (AKM) için ayrılan 70 milyon TL’lik
ödeneğe ne olduğu merak konusu. Bakanlık ödeneğe
ilişkin bugüne değin herhangi bir açıklama
yapmazken, Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri
Sendikası (Kültür Sanat Sen) Genel Başkanı Yavuz
Demirkaya, “Kerelerce 70 milyon TL’lik ödeneğe ne
olduğunu sorduk, yanıt alamadık. Bu konunun üstü
kapatıldı. Yasal olarak AKM’nin restorasyonu için
ayrılmış bir paraydı bu. Nereye ödendi, meçhul”
dedi.
2008’den bu yana kapalı olan AKM’nin restorasyon
çalışmaları için en son Ertuğrul Günay’ın bakanlığı
döneminde, 2012 yılında, mutabakat imzalandı.
Mutabakata göre Sabancı Holding restorasyon
çalışması için 30 milyon TL’lik katkı sağlamayı vaat
etti. Bakanlık da söz konusu restorasyon için
bütçeden 40 milyon TL ayırdı. Binanın
restorasyonunun 29 Ekim 2013’te son bulacağı ve
Cumhuriyet Bayramı’nda yeniden binada sanatsal
faaliyetlerin gerçekleştirileceği bizzat eski Bakan
Günay tarafından dile getirilmişti. Ancak, binanın
restorasyonu Gezi eylemleri sırasında Başbakan
Erdoğan’ın “AKM inşallah yıkılacak. Muhteşem bir
opera olarak kültür merkezi yapacağız. Evet cami de
yapacağız. Ben bunun iznini gidip de birkaç
çapulcudan alacak değilim” sözlerinin ardından
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca durdurulmuştu.
‘AKM’yi hukuk koruyor’
Kültür Sanat Sen Genel Başkanı Yavuz Demirkaya,
AKM’yle ilgili en son Bakan Ömer Çelik’in bütçe
görüşmeleri sırasında “AKM’yi yıkacağız, yerine
opera binası yapacağız” açıklaması yaptığını
anımsattı. Binanın 2012 yılında restorasyon işleri
için Sabancı Holding’in verdiği 30 milyon TL’lik
maddi desteğin yanında 40 milyon TL’lik bakanlık
bütçesinden pay alındığını ve bu bütçenin yasal
olarak AKM’nin restorasyonu için harcanması
gerektiğini vurgulayan Demirkaya, şunları söyledi:
“Kerelerce sendika olarak 70 milyon TL’lik bu
ödeneğe ne olduğunu sorduk, yanıt alamadık. Bu
paranın nereye harcandığı hala meçhul. Üstelik bu
para kamuoyunun da bildiği bir para. Bakanlık desin
ki, ‘Biz bu parayı turizm için harcadık, tanıtma
için harcadık.’ Ama bu da söylenmiyor. Paraya ne
olduğu belli değil. Sabancı Holding bina için ne
kadar para harcadı bugüne değin? Harcanan para iade
edildi mi, belli değil. Ayrıca 2006 yılından bu yana
binanın ‘depreme dayanıksız’ olduğu dile
getiriliyor. Binanın depreme dayanaklı olduğuna
ilişkin bilirkişi raporları var. Hatta bu bilirkişi
raporlarında, ‘Binanın eski sisteminde kullanılan
malzemeleri hala nitelikli ve dayanıklı’ deniyor.
Buna karşın orada bir restorasyon işleri başlatıldı.
Sonra bu restorasyon işleri de Bakan’ın bir sözüyle
durduruldu. Şimdi sormak gerekmez mi, madem bu bina
depreme dayanıksız. Neden o zaman özellikle Gezi
eylemlerinden sonra polisler o binada mesket tuttu?
Neden orayı bir tür karargaha çevirdiler? O bina
yıkılamaz, her şeyden önce orayı hukuk koruyor.”
‘UNESCO listesinden çıkaracaklar’
“AKM için bir acil durum daha var. İstanbul
UNESCO listesinden çıkarılacak. Çünkü hükümet
İstanbul ve İstanbul’daki tarihi yapılar için
gerekeni yapmıyor” diyen Demirkaya, İstanbul’un
UNESCO listesinden çıkarılacak olmasının hükümeti
çok zor duruma düşüreceğini de kaydetti. Taksim
Meydanı’nın baştan aşağı sit alanlarıyla dolu
olduğuna işaret eden Demirkaya, daha önce sendikanın
açtığı davada mahkemenin ret kararlarından birisinin
de AKM’nin bulunduğu yerin “kimin olduğuna dair
kesin bir bilginin de saptanamamasına bağladığı”
olduğunu kaydetti. Demirkaya, “Binanın bulunduğu
yerin tamamı kamuya ait değil, belediyeye ait olan
alan da var, şahsa ait olan alanlar da” dedi. Bu
nedenle de binanın yıkımının “vahim sonuçlar
doğrucağını” vurgulayan Demirkaya, kendilerine gelen
bilgiye göre bina eğer yıkılırsa, yerine bir AVM
yapılacağı ve opera binasının da bu AVM içinde
faaliyet göstereceğine dikkat çekti. Demirkaya,
“Böylece artık orada büyük prodüksiyonları izlemek
hayal olur. Orada cümbür cemaat içinde sanat
üretilir” diye konuştu.
Cumhuriyet, Haber: Selda Güneysu, 16.12.2013
|
"KOLEKSİYONERLER KENDİLERİNİ İHBAR EDİYOR"
Ankara
Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ne kayıtlı kayıp
eserlerin polis baskınıyla ele geçirilmesi,
koleksiyonerleri de harekete geçirdi.
Koleksiyonerler polise ve bakanlığa başvurarak
nereden geldiğini bilmedikleri tablolarını ihbar
ediyor.
Ankara Devlet
Resim ve
Heykel Müzesi envanterine kayıtlı
paha biçilemeyen 302
kayıp eserden 32’sinin
ünlü işadamlarının koleksiyonunda ve
sanat galerilerinde polis baskınıyla ele
geçirilmesi,
kelebek etkisi yarattı. İşin ciddiyeti
kulaktan kulağa aktarılınca, elindeki tablonun
nereden geldiğini bilmeyen sanatseverler polise ve
bakanlığa başvurarak koleksiyonundaki tablonun
arananlar arasında olabileceği ihbarında bulundu. Bu
çerçevede 2 koleksiyoner 14
tablo için Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na başvurdu. Tablo
operasyonunda bugüne kadar suskunluğunu koruyan
Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik Milliyet’e, “Operasyonlar sürecek.
Bazı koleksiyonlerler operasyonları duyunca ‘elimde
var’ deyip teslim etmek istiyor. Ele geçen tablo
sayısı
artıyor” diye
konuştu.
Çelik,
TBMM’de tablo operasyonlarını manteşine taşıyan
Milliyet’in sorularını yanıtladı. Operasyonlar
sürdüğü için geniş bir
açıklama yapmasının mümkün olmadığını dile
getiren Çelik, önümüzdeki günlerde
devam edecek operasyonlar konusunda
sürpriz gelişmelerin yaşanacağını kaydetti.
‘Bu iş bizim
namus borcumuz’
“Milletin kültür varlığına sahip çıkmak namus
borcumuzdur” diyen Çelik, “Tabloların bir çoğunun
kimde olduğu biliniyor. Müfettişlerin raporları var.
Bazıları gelişmeleri duyunca ‘elimde var’ deyip
tabloları teslim etmek istiyor. Bu nedenle sayı da
artıyor açıkçası. Hızla yayılan operasyonlarla
bulunacaklarla bu sayı ciddi oranda artacak. Şu anda
kimler ve
hangi
tablolar olduğu konusunda fazla bilgi
veremiyoruz ki, tabloların başına birşey
gelmesin“ diye konuştu.
Soruşturmanın büyük bir kararlılıkla yürümesiyle
birlikte bazı koleksiyonerler, soruşturmayı yürüten
savcı Hakan Yüksel’i arayarak koleksiyonunda yer
alan tablolara da bakılmasını istedi.
Hafta başına kadar el konulan
eser sayısının 70’e çıkması bekleniyor.
Operasyona
yeni bir
bakış açısıyla yaklaşan Bakanlık müfettişleri
ilk olarak
Türkiye’de resim ve
antika piyasasının nasıl işlediği konusunda
geniş çaplı bir
araştırma başlattı. Aylarca resim ve antika
piyasası didik didik araştırıldı, binlerce
sergi ve
müzayede kataloglarından on binlerce resim
tek tek tarandı. Eserlerin el altından satılmış
olması ve
eserleri bilmeden alan koleksiyonerlerin bu
eserleri sergilemesi ihtimalinden hareketle;
akademisyenler, müzayede şirketleri, galeriler,
elden
serbest
alım
satım yapanlar, eksperler ve koleksiyonerler
başta
olmak üzere resim ve antika piyasasının ünlü
isimlerinin tek tek bilgilerine başvuruldu. Müzayede
kataloglarında yer almayan ve elden satışı yapılan
eserlere de eksperler B.A. ve F.K.’nın arşivinden
ulaşan müfettişler eserlerin el altından ve müzayede
yoluyla satıldığını tespit
etti. Tespitin ardından
dosya savcılığa teslim edildi.
Mlliyet, Haber: Önder Yılmaz, 16.12.2013
|
"O LAHİTTEN HER DAĞ BAŞINDA VAR"

Tophane’de 1946’da yıkılan ‘İmalat-ı Harbiye
Usta Mektebi’ binasının ihya edilmek istendiği
arsada geçen yazdan beri
İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından
sürdürülen kazı, çökme tehlikesine karşı
güçlendirme yapılması için durduruldu. Topçu
Kışlası benzeri tartışmalı ihya projesi
tamamlandığında Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi’nin (MSGSÜ) kullanımına sunulacak
ve içinde Mimar Sinan’ın eserlerinin maketleri
sergilenecekti. İnşaatın yapılıp
yapılmayacağının kesinleşmesi için kazının
sonlanması ve Koruma Kurulu’nun kararı
bekleniyordu. Henüz yaklaşık üçte biri
kazılabilen araziden 6-7. yüzyıl Erken
Bizans’tan kalma bir hamama ait olduğu düşünülen
beyaz mermer döşeli bir havuz, hamamı ısıtmak
için kullanılan ‘külhan’ ve atıksu kanalları
bulundu. Yapının duvarlarından birinin içine
gömülü vaziyette 4-5. yüzyıldan kalma mermer bir
Bizans lahti de bulunmuştu.
‘Kazılacak bir şey yok’
İstanbul Arkeoloji Müzesi, çökme tehlikesi
olduğu anlaşılan arazide kazıya devam etmek için
koruma kurulundan güçlendirme onayı beklerken
MSGSÜ Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız,
kazının bittiği yönünde bilgilendirdiğini öne
sürdü.
Karayağız, “Bana söylenen arkeolojik kazı
tamamlandı. Çalışmalar durunca ‘Ne oldu’ diye
sordum, ‘Kazılacak bir yer yok, arkeoloji bilimi
açısından heyecansız bir kazı yaptık, lahit
dışında hiçbir şey çıkmadı’ dedi arkeologlar.
Bir yaygara gürültü koptu, ‘Rektör nereden
biliyor, kendi alanı dışında konuşuyor’ dediler.
Kilise de yok konak saray da bilmemne de yok,
hiçbir şey yok. Evet bir tane lahit çıktı. O
lahit memleketin her tarafında dağ başlarında da
var. Arkeologlar şimdi kendilerini
sorgulasınlar” dedi.
Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nden
(IFEA) Arkeolog Aksel Tibet ise sahanın
kazılmayan üçte ikilik bölümünde yapının
devamına ait duvar ve tonozların görüldüğünü
belirterek buraya inşaat yapılmasının
uluslararası koruma anlaşmalarının ihlali
olacağını söyledi.
Tibet, “Yarımada dışında bilinen az sayıdaki
Bizans kalıntılarından biri söz konusu.
Kazılmayan bölümde toprak üstünde görebildiğimiz
duvar ve tonozlar büyük olasılıkla hamamın dahil
olduğu bir yapı kompleksine, manastır, büyük
konut ya da köşke işaret ediyor. Bu kalıntılar
üzerinde inşaat çalışmasına girişilmesi
Türkiye ’nin imzaladığı bütün uluslararası
sözleşmelere aykırı olur. Bunun üniversite
eliyle yapılması da tam bir rezalet olur’’ diye
konuştu.
İnşaata okuldan da tepki var. MSGSÜ Öğretim
Üyesi, Şehir Planlama Bölümü Başkanı Prof.Dr.
Gülşah Özaydın bölgenin arkeolojik alan olduğunu
belirterek “2009 tarihli Beyoğlu Kentsel SİT
Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’nda
bölge, arkeolojik park içinde yer alıyor.
Arkeolojik bir alanda böyle bir yapının
yükselmesi ve bunun imar planına işlenmesi
yanlıştır” dedi. MSGSÜ Sanat Tarihi Kulübü
öğrencileri de bir
basın açıklaması yayımlayarak alanın
arkeo-park olarak kullanılmasını talep etti.
‘Erken Bizans yapısı’
MSGSÜ Öğretim Görevlisi Aykut Köksal
“Tophane’deki kazılarda, Erken Bizans dönemine
tarihlenen ve önemli bir kompleksin parçası olan
bir
su yapısı ortaya çıkarılmıştır. Hiç
kuşkusuz, kazıların devamı halinde, bu yapının
ait olduğu komplekse ilişkin de bulgular elde
edilecektir. Bu alanın, koruma planında da
tanımlandığı gibi ‘arkeolojik park’ olarak
korunup düzenlenmesi gerekir” dedi.
Arkeo-park olması için imza kampanyası
başlatıldı
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi
change.org üzerinden bir imza kampanyası
başlatarak İmalat-ı Harbiye Mektebi projesinden
vazgeçilmesini ve alanın bir arkeolojik park
olarak düzenlenmesini talep etti. Dernek,
arazinin tarihi yarımada dışında arkeolojik
kalıntıların bulunduğu, arkeoloji biliminin
yöntemleri ile araştırma yapılabilecek az sayıda
yerden biri olduğunu belirterek buradan çıkan
bilginin toplumsallaştırılması gerektiğini
belirtti. Açıklamada alanın merkezi konumu,
çevresinde üniversite ve park gibi
ilişkilenebileceği birimlerin bulunması da
arkeo-park kullanımını destekleyen avantajlar
olarak değerlendirildi.
Kazıdan önce ihale verildi
Tophane’deki Silah Fabrikaları kompleksinin
parçası olan İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi
ihyası, aynı Topçu Kışlası gibi elde yapıya dair
yeterince belge bulunmadığı için eleştiriliyor.
Bina yolun genişletilmesi sırasında yıkıldığı ve
taban alanının bir kısmı bugünkü Meclis-i
Mebusan Caddesi üzerinde kaldığı için aynı
boyutlarda inşa edilmesi de imkansız.
MSGSÜ Rektörü Karayağız, kazı sonuçlandıktan
sonra koruma kurulundan inşaata onay çıksa bile
son sözün üniversitede olacağını söylemiş,
kalıntıların üniversite bünyesinde 5 kişiden
oluşan özel bir bilim kurulu tarafından
değerlendirileceğini belirtmişti. İstanbul İl
Özel İdaresi’nce yürütülen projenin ihalesinin
kazı sonuçlanmadan aylar önce Reskon İnşaat
firmasına 13.700.000 karşılığında verilmesi de
eleştirilmişti. 2010’da yenileme kuruluna
sunulan projenin mimarı Halil Onur, aynı zamanda
Topçu Kışlası projesinin de mimarı ve İstanbul
SİT alanları alan yönetimi başkanı.
Tophane, Haber: Elif İnce, 16.12.2013
|
OSMANLI MİMARİSİ YOK OLDU
Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’da Fetih’ten
Cumhuriyet’e kadar geçen sürede yapılan camilerden
saraylara, hamamlardan çeşmelere 112 eser üzerinden
Osmanlı mimari mirasını anlatan Doğan Kuban,
“Memlekette son 50 senede klasik usulde neredeyse 80
bin cami yapıldı ama bu kadar yapının arasında
Osmanlı mimarisi yok oldu.” diyor.
Mimarlık tarihçisi Prof. Doğan Kuban, geçtiğimiz
yıllarda ‘Osmanlı Mimarisi’ isimli dev eserini
yayımlamış ve Osmanlı’nın mimari tarihini 720
sayfaya, 1000’i aşkın fotoğraf ve çizim eşliğinde
sığdırmıştı. Ama tabii ki Osmanlı tarihi, kültürü ve
sanatına ilişkin tüm önyargıları ve klişeleri yerle
bir eden o kitabı okumak her yiğidin harcı değildi.
Biraz da bu sebeple Kuban, herkesin kolayca okuyup
kendine rehber edineceği bir başka kitap hazırladı:
Osmanlı’nın İstanbul’u (YEM Yayınları. Türkçe ve
İngilizce baskıları ayrı yapılan yeni kitap;
Fetih’ten Cumhuriyet’e kadar geçen süreçte
Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’da yapılan
camilerden saraylara, hamamlardan çeşmelere 112 eser
üzerinden Osmanlı mimari mirasını anlatıyor.
HARİTALI
SEKİZ BÖLGE
Mimar Sinan’dan Dalgıç Ahmed Ağa’ya,
Balyanlar’dan Raimondo D’Aronco’ya Os-manlı’nın
büyük ustalarının imzalarını taşıyan saray, külliye,
cami, hamam, köprü, yalı ve çeşme gibi farklı işleve
ve ölçeğe sahip önemli yapıları bir araya getiren
kitap; onları bugünün karmaşası arasında görmemizi
kolaylaştıracak yol haritaları da içeriyor.
Osmanlı’nın İstanbul’u; bir yandan gurur veren bir
yandan da varlığı her geçen gün kent dokusu içinde
kaybolan Osmanlı yapılarını; kısa yürüyüşlerle
birbirine bağlanabilecek bir ulaşım düzeni içinde
sekiz bölgeye ayırarak anlatıyor. Bunlar sırayla;
tarihi yarımadayı kapsayan Suriçi yani
Sultanahmet-Sirkeci, Beyazıt-Eminönü, Fatih,
Aksaray-Yedikule, sonra surların dışında kalan
Eyüp-Haliç, Galata-Beyoğlu, Üsküdar-Kadıköy ve
Boğaziçi’nden oluşuyor. Bu bölgelerin dışında kalan
Büyükçekmece Köprüsü ve Mağlova Sukemeri de İstanbul
çevresi başlığı altında kitabın sonunda bulunuyor.
“Yenikapı’ya yazık ettik, cahillikten...”
Doğan Kuban, neden böyle gezi rehberi gibi bir
kitap yazdığını, buna neden ihtiyaç duyduğunu şöyle
anlatıyor: “Ortada bir sürü palavra dolaşıyor, önüne
gelen bir şeyler yazıyor, söylüyor. Doğrusunu bilen
yok. Memlekette son 50 senede klasik usulde
neredeyse 80 bin cami yapıldı ama bu kadar yapının
arasında Osmanlı mimarisi yok oldu. Osmanlı mimarisi
bilinsin diye 720 sayfalık kitap yazdım ama o da
ilgilisine. Bu küçük kitap biraz eğitimli bir
insanın okuyup vakit bulduğunda gidip göreceği
yerleri bir araya getirdi. Yanından geçip gittiğimiz
112 sapasağlam yapı var. Bari onları öğrenelim…”
İstanbul’un biri Hıristiyan biri Müslüman iki
büyük imparatorluğun merkezi olduğunu üzerine basa
basa tekrar tekrar anlatan Kuban; “Herkesin şunu
anlaması lazım. Burası Roma imparatorluk merkezi… Bu
ne demek? Roma demek…” diyor ve ekliyor: “Dünyada
böyle bir yer yok. Bu şehri koruyamazsak hapı
yutarız.” Kuban’a göre zaten surlar dışında şehri
pek koruduk da sayılmaz. Bizans Sarayı’na yazık
olduğunu söyleyen Kuban, “Parklar, oteller
yapacağımıza onu korusaydık İstanbul dünyanın en
şanslı turizm merkezi olabilirdi.” diyor ve kendi
deyişiyle son cahilliğimizi anlatıyor: “Daha yeni,
Yenikapı’ya yazık ettik. Roma devri limanı, en büyük
Roma limanlarından biri. Dünyada bir Roma limanı
buluyorsun, içinde gemilerin kalıntıları var… Ama
koruyamıyor elinden göz göre göre kaçırıyorsun.
Orası Roma limanı olarak kalsaydı… İstanbul’un
turisti bir senede 10 milyon artardı. İşte bunlar
hep cahillikten.”
Bir
dilimiz, bir de mimarimiz var
“Bize özgü olan en büyük iki zenginliğimiz
Türkçemiz ve mimarimiz. Osmanlıca değil ama Türkçe.
Dilimiz tam bir şaheser. Türkler göçebe bir toplum
olmasına rağmen dillerini korumayı başarmışlar. Akıl
almaz bir şey. 11. yüzyılda gayet gelişmiş bir
Türkçe var. Mimarimiz de öyle; çok sade ama gayet
modern. Biraz ilkel ama çok insancıl, büyük bir
matematik dehasına dayalı, dahası özgün. İran’da,
Mısır’da, Çin’de; başka bir yerde yok. Buraya özgü.
Şimdikiler değil tabii. Şimdikiler sadece para
kazanmaya çalışıyorlar ne yazık ki!”
Zaman, Haber: Jülide Güngör, 16.12.2013
******
ÇIĞLIK
Bir bilim adamının, bir uzmanın çığlığı bu…
29 kasım (2013) günlü Bilim- Teknik dergisindeki bu
çığlık Doğan Kuban’ın… Onun adının önüne
Prof.Dr.
ya da benzeri sanlar eklemek gerekmiyor, Benim
kuşağımın üzerinde, dalımızda en etkili olan
kişilerden… Bizim için bir ölçüt, bir doğal
öğretici… Son yıllarda yayınladığı büyük
yapıtlarının her biri bir ömürlük işler… Böyle bir
insan yaşarken onun bilgisinden, birikiminden,
deneyiminden yararlanmamak gerçek bir bilisizlik.
Elli yıllık çabalarının, bir baş yapıtı, bir kültür
kalıtımızı, Divriği Ulucamisi’ni korumaya
yetmeyişine çığlıklanıyor: Bilim-Teknik
dergisindeki yazısını okuyanlar, Türkiye bu aşamada
nasıl bir evrede bulunuyor diye şaşıp
kalacaklardır. Bu yapıtın fotoğraflarından oluşan
sergiyi öteki ülkelere övünçle taşıyan yöneticiler
bu çığlığı da duymazlarsa “ört ki ölem”… Bu vurdum
duymazlık, değer bilmezlik, yeryüzü ölçeğindeki bir
uzmanlığı dinlemezlik nasıl etkilemesin kişiyi?
Belli ki canına tak demiş Doğan Kuban’ın… Yalnız
onun mu?. Hepimizin… Bir çok kültür değerimiz
bilisizlerin elinde değer yitiriyor. Örneğin,
toprak altındaki bir yapıtı ortaya çıkararak,
çabucak üne kavuşmak için bilisiz bilim adamları
(?!) hızlı kazı yaparlar. Geçmişle ilgili
bilgilerimizi verecek katmanları yok ederler. Pek
çok kaçak kazı da ayrı derdimiz… Kültürümüzün en
önemli yapıtları, onarım için, bilisiz kişilerin
eline bırakılıyor, Kamu kuruluşlarında, önemli,
“karar” verici konumlar, örneğin Koruma Kurulu
üyelikleri, konunun uzmanı olanlara değil yandaşlara
veriliyor. Kısacası, kültürel kalıtımıza
gözlerimizin önünde büyük, geri dönülmez kötülükler
yapılıyor: Bütün bunları eksiksiz biçimde sıralamak
bile zor. Çok uzak bir süre sonra değil, bir–iki
kuşak sonra bu dönem, kültürel kalıtımız açısından
kötü bir dönem olarak anılacak. Doğan Kuban gibi bu
işlere, kültürümüzün korunmasına (bekçiliğine) bir
ömür vermiş, ayrıca bu alanın uzmanlarını da
yetiştirmiş olan bir bilim adamını düşünün…
Çığlıklanmaz mı? “Çığlıklanmak” anlatmaya yeter mi
onun gibilerin durumunu ?.. En yetkililerin bu
çığlığı duymamaları da bir sorumluluktur…Belki de
suça ortak olmaktır… Bir gün Divriği Ulucamisi yok
olursa, çoğu kimsenin adı unutulacak belki ama
onların adları “neden olanlar” olarak
unutulma-yacaktır.
Evrensel, Yazı: Cengiz Bektaş,
16.12.2013
|
PAŞA TORUNLARI ŞOKTA!

Sultan 2. Abdülhamit'in vezirliğini yapan
Mehmet Ragıp Paşa'nın soyundan gelen üçüncü
kuşak 7 torunu, üzerinde
İstanbul Adliyesi'nin de bulunduğu
Çağlayan'daki
Abide-i Hürriyet Meydanı'nın kendilerine ait
olduğu iddiasıyla 3 yıl önce açtıkları davayı
kaybetti. Mahkeme davanın reddine karar verdi.
Sürgüne gönderildiği Midilli'de 1920'de yaşamını
yitiren
Mehmet Ragıp Paşa'nın
aralarında Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr.
Ayşe Füsun Türkmen'in de bulunduğu üçüncü kuşak
7 torunu;
Abide-i Hürriyet Meydanı'nın
kendilerine ait olduğunu iddia ederek 2010 yılında
dava açtı. Davacılar Prof.Dr.
Ayşe Füsun Türkmen,
Talat Ragıp Hitay, Emine Nermin Hitay (Glover),
Fatma Fevziye Domaka, Taner Duman, Fatma Canan
Doğanöz ve Fevzi Doğanöz mahkemeye sundukları
dilekçede arazinin kendilerine ait olduğunu tespiti
ile belirlenecek tutarın kendilerine ödenmesini
istedi.
'DAVA AÇMA SÜRESİ GEÇTİ'
Üzerinde
İstanbul Adliyesi'nin de bulunduğu araziyle
ilgili yargılama geçtiğimiz günlerde sona erdi.
İstanbul
Asliye Hukuk Mahkemesi, arazinin bir kısmının
1956 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne, geri
kalan 20 bin 563 metrekarelik kısmının da 10 milyon
281 bin 500 TL bedelle
Karayolları Genel Müdürlüğü'ne geçtiğini
bildirdi. Mahkeme, arazinin geri kalan kısmıyla
ilgili de dava açma süresi olan 2 yıllık zamanaşımı
süresinin "fazlasıyla geçtiği" belirterek, davayı
reddetti.
Habertürk, Haber: Canan İspir, 16.12.2013
|
İSTANBUL'DA BİNLERCE YILLIK AMBAR

Beylikdüzü Belediyesi'nin Marmara Denizi
kıyılarında yaptığı araştırmalar bir tarihin ortaya
çıkmasını sağladı... Belediye adına bölgede
araştırma yapan Dr. Hakan Kaya, Kavaklı sahilinde
Ambarlı Limanı'nın çok yakınlarında taş duvarlar
belirledi. Denizin hemen kıyısında yer alan ve kışın
sert havalarda denizin ulaştığı taş duvarların
sıradan yapılar olmadığı belirlenince hemen bilim
insanlarına haber verildi.
Arkeolog ve deniz bilimcilerin yaptığı araştırma
sonucu yapıların MÖ 4. yüzyıldan kalma bir liman
olduğu ortaya çıktı. Tarihi kalıntıların MÖ 4 ile
MS 9. yüzyılda varlığını sürdüren Roma ve Bizans
dönemlerine ait olduğu belirlendi. İstanbul tarih
öncesi araştırmaları kapsamında incelenen taş
yapıların limanın duvarları olduğu, kıyıdan 80-100
metre açıkta da bir mendirekle korunduğu
düşünülüyor.
Antik yapının uzantısı
İstanbul'un en büyük limanı olan Ambarlı
Limanı'nın bulunduğu Beylikdüzü, antik kaynaklarda
Gardas olarak yer alıyor. Şimdi her gün onlarca
geminin Balkanlar ve Asya'ya nakletmek için
getirdiği yükün dağıtıldığı Ambarlı Limanı ise
Angurina olarak anılıyordu. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından SİT alanı
ilan edilen bölgenin Angurina'nın uzantısı olduğu
düşünülüyor. Yani bulunan taş duvarlar 2 bin 400 yıl
önce de Ambarlı gibi liman olarak kullanılan antik
yapının uzantısı. Tahıl ambarına benzeyen yapının
deniz yoluyla bölgeye tahıl dağıtımında kullanıldığı
düşünülüyor. Tahılın saklanacağı uygun ısı ve nem
ortamını sağlayan yapının Likya uygarlığında tahıl
ambarı olan Patara'ya benzediği belirtiliyor.
'41 metrelik duvar bulduk'
İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve
İşletmeciliği Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Hakan
Kaya, denizin içinde de kalıntılar olduğunu
belirtti.
Dr. Kaya, "Yapı, Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın
üzerinde. Bu nedenle depremlerle zarar görmüş. İlk
büyük yıkımı 342 yılında yani Roma İmparatorluğu
döneminde yaşadığını biliyoruz. Denize paralel
toplam 41 metre uzunluğunda 8 duvar bulduk. Bu bize
İstanbul'un tarih öncesinde de önemli bir liman
olduğunu gösteriyor" dedi.
Bilim insanları arasında heyecan yaratan ancak
henüz sadece duvar taşlarına ulaşılan limanın ilginç
hikayesi önümüzdeki günlerde dünyanın en saygın
arkeoloji dergisi olan ABD kaynaklı International
Journal Of Nautical Archaelogy'de de yayınlanacak.
'Çalışmalar bir an önce başlamalı'
İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve
İşletmeciliği Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cem
Gazioğlu ise, denizde mendirek yapılarının liman
ihtimalini güçlendirdiğini söyleyerek, "En az 7
bölüm var. 2'si ambar, 5 tanesi tekne inşası ve
yanaşma yeri. Yapı denize çok yakın. Dalgalara,
tuzlu suya, rüzgara çok açık. Toprak yapısı da çok
zayıf olduğundan her fırtınada kayıp artıyor.
Bölgedeki heyelan da çok etkili. Bulunanlardan çok
daha fazlasının toprak altında ve denizin
derinliklerinde olduğunu düşünüyoruz. Korunması ve
araştırılması İstanbul'un tarihi için çok önemli"
dedi. Gazioğlu, araştırmalarda bulunan amfora ve
seramik parçalarının limanın MS 9. yüzyıla kadar
kullanıldığını ortaya çıkarttığını belirterek,
çalışmaların kısa sürede başlamasının önemine
değindi.
Gerçek Gündem, Haber: Gökhan Karakaş, 15.12.2013
|
BU EVLER KALEYE KONDU

Sinop Kalesi, surlarına yapılan konutların
işgalinden kurtulamadı. Halk arasında ‘kale kondu’
olarak bilinen binalar kamulaştırma maliyetlerinin
yüksek oluşu nedeniyle bir türlü yıkılamıyor.
Konuyla ilgili açıklama yapan Sinop Kültür ve Turizm
İl Müdürü Hikmet Tosun, binaların tapulu ve ruhsatlı
olduğunu belirtti. Tosun, “Surlarla içiçe olan 16
binanın kamulaştırılıp yıkılması sürekli
gündemimizde. Geçtiğimiz yıl kale surlarının
temelleri temel olarak kullanmış 3 katlı bir evin
kamulaştırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı
girişimde bulundu. Bakanlık binayı 160 bin TL
değerle kamulaştırdı. Ama bina sahipleri itiraz edip
mahkemeye başvurdu. Dava sonuçlandı ve kamulaştırma
bedeli 1 milyon 130 bin TL olarak belirlendi.
Maliyetin çok yüksek olması nedeniyle Bakanlık
kamulaştırmadan vazgeçti” dedi.
Tosun, binaların tamamının kamulaştırılması için
yaklaşık 3.1 milyon lira gerekli olduğunu dile
getirdi.
FRANSIZ BALKONU YAPTILAR
2 bin 500 yıl önce Gaskalılar tarafından yapılan
Sinop Kalesi’nin surlarını vatandaşlar evlerinin
duvarı haline getirdi. Surları temel olarak
kullananların yanında, kale koruma alanına ev inşa
eden de var. Bazı vatandaşlar evlerine PVC pencere
taktırıp, Fransız balkon yaptırdı.
Taraf, 15.12.2013
|
TARİHİ RESTORASYONDA SONA DOĞRU

Eyüp Sultan
Hazretleri’nin türbesinde incelemelerde bulunan
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir
Topbaş, türbede 250 yıldan bu yana ilk defa köklü
bir restorasyon yapıldığını söyledi.
250 yıl önce yapılan çalışmalara değinen Başkan
Topbaş, “Türbe, 4. Murad Han’ın gördüğü bir rüya
üzerine, o dönemde restorasyonu yapılmış ama ondan
sonra çok basit bir takım onarımlar geçirmiş. İlk
restorasyon çalışmalarına başlandığında adeta biraz
toparlanıp, çinilerin oynayanları yerine
yapıştırılıp, devam edilecekti ancak sonradan gördük
ki, basit bir restorasyon değil, ciddi bir
restorasyon yapılması gerekiyor” dedi.
Çinilerin dörtte biri yok
“Maalesef Abdülhamid Han döneminde bazı çiniler
buradan götürülmüş. Çinilerin dörtte bir ölçeğinde
yok olduğunu gördük” diyen Topbaş, bir çini
parçasının 80-100 bin avro civarında olduğunun
altını çizdi. Topbaş, “Bakın 80-100 bin avro
değerinde olan çiniler şimdi müzelerde falan...
Sahtelerini koymuşlar yerlerine, bunları da gördük.
Hepsini toparladık, temizlendi. Büyük bir ölçekte
tamamlanacak. 1,5 yılı aşkın, 2 yıla yakın zamandır
bir çalışma var. Önce türbe diye başladık ama
arkasından hazirenin tamamı, orada cülus olarak
kullanılmış yapıyı, diğer kabirleri ve özellikle
cülus yolunu da ciddi anlamda ele aldık. Ciddi bir
çalışma yapılmakta” şeklinde konuştu.
Restorasyon sırasında üst yapının dışında altta da
çevredeki kolektör ve kanalların zaman zaman
oynaması ve patlamasıyla içerideki bir kuyunun bile
kirlendiğini tespit ettiklerini ifade eden Topbaş,
sözlerini şöyle sürdürdü; “O da değiştirildi,
kanallar yeniden yapıldı ve tertemiz hale
getiriliyor. Bir daha herhalde birkaç yüzyıl devam
eder diye düşünüyoruz. Bize nasip oldu, büyük bir
mutluluk. Tabii ki insanlarımız heyecanla bekliyor,
'Ne zaman bitecek?' deniyor. Gerçekten şehrimizin
manevi bekçisi olarak gördüğümüz Resul-ü Ekrem
Efendimiz’in müjdelediği bir şehrin şu anda manevi
bekçisi ve bu şehri fethetmek üzere 90 yaşında
surların önüne kadar gelmiş ve şehit düşmüş bir
sahabeden bahsediyoruz ki, Peygamber Efendimizi
evinde misafir etmişti."
7 bin
çini tek tek temizlendi
Bu anlamlı restorasyonu yapmaktan dolayı büyük
mutluluk duyduklarını dile getiren Topbaş, "Sıradan,
sadece basit bir onarımla geçemezdik. Tek tek
çiniler sökülerek, temizlendi. 7 bin 678 çiniden
bahsediyoruz. Bunlar kimyasallardan geçiriliyor,
asitten geçiriliyor tekrar orijinal haliyle
kullanılmak üzere.”
Türbenin bir noktaya kadar beden duvarı çini
kaplamalarının bitmiş duruma geldiğini ve diğer
çalışmaların da sürdüğünü dile getiren Topbaş,
“Restorasyonun başında olan mimar arkadaşım Dr.
Hilmi Şenalp’a teşekkür ediyorum. Gerçekten başarılı
bir uygulama yapmakta. İğne ucuyla kuyu kazar gibi
görseniz her çini arkasındaki harçları temizlerken
nasıl bir işlem yaptıklarını... Gerçekten tebrik
ediyorum. Biraz gecikti ama doğru bir iş yaptık. 4.
Murat Han’dan sonra bize nasip oldu böyle güzel bir
hizmet” ifadelerini kullandı.
TOKİ Haber, 15.12.2013
|
UNESCO UNESCO DUY SESİMİZİ

Soygun ihbarıyla 3 yıl
önce keşfedilen ve son yüzyılın en önemli tarihi
eserlerinden Karia Kralı Hekatomnos’a ait Anıt
Mezarı ve Kutsal Alanı, Dünya Mirasları Kalıcı
Listesi’ne girme peşinde.
UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde yer
alan ve son yüzyılda bulunan en önemli tarihi
eserlerden olduğu kabul edilen Muğla’daki Karia
Kralı Hekatomnos’a ait Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı,
Dünya Mirasları Kalıcı Listesi’ne girme peşinde.
Tarihi eser kaçakçıları tarafından tahrip edildikten
sonra yapılan operasyon kapsamında ortaya çıkartılan
Karia Kralı Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı,
bu yıl da UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer
aldı.
İKİNCİ KEZ GEÇİCİ LİSTEDE
Bölgenin ikinci defa UNESCO Dünya Kültür Mirası
Geçici Listesi’ne alınmasını değerlendiren Muğla
Sıtkı Koçman Üniversitesi (MSKÜ) Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kral Hekatomnos
Kazı Alanı Koordinatörü Yrd. Doç.Dr. Abuzer Kızıl,
mezarın, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil
edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce geçen yıl
başvuru yapıldığını, ardından geçici listeye dahil
edildiğini söyledi.
MUHTEŞEM BİR ŞEY OLACAK
Bu tür yerlerin insanlığın ortak değerleri arasında
yer aldığını, bu yüzden Dünya Kültür Mirası
Listesi’ne aday olduklarını belirten Kızıl,
“Çalışmalar tamamlandığında belki de dünyada eşine
az rastlanır bir kral mezarı ortaya çıkacak. Onun
üzerinde kocaman bir platform, çevresinde değişik
dönemlere ait kalıntıların sergilendiği arkeolojik
bir alan, geleneksel Türk mimarisi konseptinde
yapılmış evlerin fonksiyon kazanması, Milas’ı dünya
çapında çekim yeri haline getirecektir.”
MEDENİYET SİMGESİ
“Bu, hem ülkemizin, ilimizin tanıtımı hem de ülke
olarak medeniyetin göstergesi kültürel mirasa sahip
çıkma konusunda neler yapılabileceğinin örneği
olacak” diyen Kızıl, Uzunyuva’da seçilen 7 evin
restorasyon çalışmalarının tamamlanmak üzere
olduğunu söyledi. Evlerden biri Milas’ın geleneksel
kültürünü yansıtan halı kilim müzesi olacak.
Ziyaretçiler için dinlenme yeri de yapılacak.
BELGELEME SÜRÜYOR
Kızıl, belgeleme çalışmalarına devam etiklerini,
yakınlardaki binaların yıkılma işlemlerinin
gerçekleştirildiğini söyledi. Anıt Mezarı’nın
keşfinin soygun ihbarıyla başladığını belirten
Kızıl, bir grup bilim insanının danışmanlığında
mezar odasının temizlenmesi, tanımlanması, duvar
resimlerinin iklimlendirmeyle oluşacak bozulmaların
engellenmesi için çalışıldığını belirtti.
ROMA DÖNEMİNDEN VİLLA
“Platform dört bir taraftan açığa çıkarıldı.
Kazılarda çok önemli arkeolojik yapılar gün ışığına
çıkarıldı. Bunların en önemlileri arasında Geç Roma
dönemine ait bir villayı sayabiliriz. Kutsal alanı
çevreleyen doğu istinat duvarının bozulan kısımları
aynı cins taşlarla restore edilecek. Mezar
odasındaki çalışmalar, İstanbul Restorasyon
Konservasyon Merkez Laboratuvarı ve İtalyan bir
ekiple ortak yürütülüyor. Burada dünyada eşine az
rastlanır bir eser var. Duvar resimleri konusunda
çalışmalar biraz yavaş ilerliyor ama inşallah en iyi
yöntem kullanılarak duvar resimleri gelecek
nesillere ulaşacak şekilde koruma altına alınacak.”
Akşam, 15.12.2013
|
KOLEKSİYONERLİK VE SANATIN TECRİDİ
“Messiah” bugüne dek yapılmış en özel kemanlardan
biri. 1716 yılında Antonio Stradivari’nin
atölyesinden dışarı çıktığı ilk günden beri Menuhin
dahil pek çok virtüöz ona ses vermiş. Oysa
şimdilerde bir camekan içinde öylece duruyor.
Sessizce. Çünkü bugün bulunduğu Oxford’daki
Ashmolean Müzesi’ne bağışlanması için tek bir şart
koşulmuş: Bir daha asla çalınmaması.
Bu işte insanı
hüzünlendiren, yanlış bir şey var sanki. Kamusal bir
koleksiyonun parçası olmasına rağmen, yalnızca
hayranlıkla seyredilecek bir nesneye dönüştürülmüş.
Aslında olmadığı bir şey artık; hatta belki de bir
müzik aleti bile değil. İşte pek çok görsel sanat
eserinin de kaderi bundan pek farklı değil.

Antonio Stradivari'nin sessizliğe mahkum kemanı
Messiah
En ilginç resimler,
desenler ve heykeller aynı zamanda en nadide
olanlardır da. Sanat piyasasını hareketlendiren,
ateşleyen de eserlerdeki bu nadide olma özelliğidir.
Hatta çoğaltılabilir özelliğe sahip baskı ve
fotoğraf sanatında bile bazen sınırlı edisyon adı
altında ve özgün baskı adedi isteğe göre
belirlenerek nadidelik sağlanabilir.
Diyelim ki Francis
Bacon’a ait eşsiz ve çok kıymetli bir resminiz var,
veya Lucien Freud portre üçlemesini satın almayı
düşünüyorsunuz –ki geçtiğimiz ay Christie’s müzayede
evinde yaklaşık 142 milyon dolar gibi rekor bir
fiyata satıldı– bu durumda vereceğiniz karar benim
bu eseri bir daha görüp göremeyeceğimi de
belirleyecektir. Bir keman nasıl müzik yapmak için
tasarlandıysa, görsel sanat eserleri de başkaları
görebilsin diye yaratılır. Burada benim asıl meselem
kimin neye sahip olduğundan öte, bu resimlerle daha
fazla zaman geçirebilme arzum. Eğer siz insanların
ona ulaşmasını engellemeyi seçerseniz, bu resmi
takdir edebilme şansımı yok ettiğiniz gibi,
sanatçının diğer eserlerine bakışımı da etkilemiş
olursunuz. Çünkü bir sanatçının önem arz eden
tercihlerini kavrayabilmemiz ancak tüm eserlerini,
ya da en azından en önemlilerini gördükten sonra
mümkün olabilir.

Francis Bacon,
Lucien Freud
portre üçlemesi
Tabii bu tür resimlerin
röprodüksiyonları muhakkak yapılır ve dolaylı olarak
da olsa eserin kimi yönlerinden zevk almam mümkün
olabilir. Fakat resimler fotoğraf değildirler. Büyük
ölçekli bir tıpkıbasım bile asla orijinalinin yerini
tutamaz. Yüksek teknolojiler artık mükemmele yakın
dijital kopyalar sunuyor, fakat onlarda bile eksik
olan çok önemli bir şey var: Eserin yalnızca
orijinalinde olan o eşsiz aura. Onları Bacon
yapmamıştır; Bacon onların önünde hiç durmamıştır;
ne daha önceki sahiplerini anlatan bir tarihçeleri,
ne de kültürel bir değerleri vardır. Öyle ki, açıkça
kavramsal olmayan bir sanat eserinde bile göze
görünenden çok daha fazlası vardır: Sanat eseri ile
yaratıcısı arasındaki ilişki ona ayrı bir anlam
katar.
Bir eşi daha olmayan
görsel sanat eserleri ile bir romanın kopyaları
arasındaki farkın önemli sonuçları vardır. Edebiyat
eserlerini aynı anda çok fazla insana
ulaştırabilirsiniz. Fakat eşi olmayan sanat
eserleri, her zaman belirli bir mekana ve tarihe
aittirler. İşte sanat koleksiyonerliği tam da bu
nedenle müthiş rekabetlere sahne olur. Aynı zamanda
neden bu kadar çok sanat müzesi olduğunu da açıklar;
ne de olsa orijinal bir eser aynı anda birden fazla
yerde olamaz. Oysa kütüphaneler öyle midir; tam
aksine, pek çoğunun envanterleri birbiriyle örtüşür.
Kanımca, elinde nadir
veya sanat tarihi açısından önem teşkil eden
resimler veya heykeller olan kişilerin
sorumlulukları oldukça önemli; ne de olsa biz
sıradan izleyicilerin bu eserleri görüp
göremeyeceğine karar verme yetkisi onların.
Bacon’unuzu yalnızca eşe dosta göstermek üzere özel
mülkünüzde saklı tutabilirsiniz. Rothko’nuzu da bir
banka kasasına koyabilirsiniz. Bunlar yasal hakkınız
elbette. Peki bu ahlaki mi? Hiç sanmıyorum. Önemli
sanatçılar ve eserler söz konusu olduğunda bunun
ahlaki açıdan bir meşruiyeti olamaz.
Eğer sanatçıların belli
başlı eserleri halka açık olmazsa, şimdiki ve
sonraki kuşaklarla iletişim kurabilme imkanları da
ortadan kalkacaktır. Ve Bacon, Rothko ve Cy Twombly
üzerine düşüncelerimizi orijinallerine bakarak değil
de, yalnızca fotoğraflarından veya gördükleri müthiş
rağbetten edinmiş olsaydık, bu eserlerin hakiki
değerlerini kavramamız mümkün olmazdı. Bir
sanatsever de hiç kuşkusuz, saygı duyduğu sanatçının
dünyasına ulaşmak, onunla iletişim kurabilmek ister.
Dolayısıyla ikonik bir sanat eserini bir apartman
dairesine kapatmak, sanatsal ifadenin önüne set
çekmektir aynı zamanda; tıpkı bir Stradivarius
kemanının asla çalınmamasını şart koşmak gibi. Bir
sanatçı böyle bir kaderi belki de ancak bir
düşmanına reva görür.
Büyük sanat eserlerini
tecrit edip, insanların görmesini engelleyecekseniz,
koleksiyonerliğinizin sanata duyduğunuz sevgiye
dayandığını söylemenizin pek bir mahiyeti
olmayacaktır. Elbette pek çok koleksiyoner bu
durumun farkındadır ve belli başlı eserleri müzelere
ödünç verdikleri ya da hibe ettikleri olur; hatta
böyle durumlarda kimileri ücretsiz olarak
sergilenmelerini şart koşar. Fakat kesin olan şu ki,
tarihsel öneme sahip eserlere halkın ulaşımını
engelleyenler yalnızca bizlere değil, eserlerin
yaratıcılarına, onların mirasına da zarar verirler.
E-Skop, Kaynak:
Kaynak:
http://www.theartnewspaper.com/articles/Were-all-poorer-when-art-is-locked-up/31116,
Yazı:
15.12.2013
|
DİKKAT, TABLONUZ ÇALINTI OLABİLİR

Geçtiğimiz günlerde Türk sanat piyasasında
bomba etkisi yaratacak olaylar yaşandı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı müfettişlerinin aylar süren
çalışması sonucunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
düğmeye bastı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali
Şube ekipleri İstanbul'da, Türkiye'nin önde gelen
klasik resim koleksiyonerlerinden bazılarının
evlerine, işyerlerine baskınlar düzenledi.
Baskınların nedeni Kültür Bakanlığı'nın Ankara Resim
Heykel Müzesi'nden kaybolan 302 eserin peşine
düşmesiydi. Milli servet niteliği taşıyan bu
eserlerin toplam değerinin yaklaşık 100 milyon lira
olduğu tahmin ediliyor. Kayıp eserler arasında
İbrahim Çallı, Sami Yetik, Şevket Dağ gibi önemli
sanatçıların 'başyapıt' niteliğindeki eserleri var.
Olayın vahim tarafı, iş kayıp eserlerle de bitmiyor.
Sanat piyasasındaki bu skandal farklı alanlara da
sıçrıyor. Çalıntı eserlerin bir kısmının devlet
müzeleri tarafından onaylanarak müzayedelerde
satıldığı ortaya çıktı. Bu eserleri de ülkenin
sanata en fazla yatırım yapan koleksiyonerleri aldı.
Kadir Has Vakfı'nı yöneten Can Has, Demsa Holding'in
patronu Cengiz Çetindoğan, Bilfen'in kurucusu Osman
Öztürk... Tüm bu ismini saydığım koleksiyonerler,
geçtiğimiz hafta Mali Şube polislerinin baskınına
uğradı ve ellerindeki eserlere el kondu. Şimdi
koleksiyonerlerin hepsini korku sardı: "Ya bende de
çalıntı eser varsa?" korkusu. Tüm bu haberler
üzerine Cengiz Çetindoğan açıklama yapmakta
gecikmedi. "İyi niyetle Türkiye'ye milli bir müze
kazandırmaya çalışırken, ihmalkarlığın ceremesini
çekiyoruz. 2 bin eserim var ve çalıntı eserlerden
başkaları bende mi bilmiyorum!" sözleriyle
endişesini dile getirdi.
Turgay Artam, Antik A.Ş Yönetim Kurulu
Başkanı:
Koleksiyonerler almasaydı, eserler yurtdışına
çıkabilirdi
"10 yıllık bir olayı gündeme getirerek
tabloların bulunmasını sağladığı için Kültür Bakanı
Ömer Çelik'e teşekkür etmek gerekiyor. Sanat eseri
alımında en güvenli yol müzayedelerdir. Tüm
müzayedeler Kültür Bakanlığı'nın denetiminde
yapılır, şeffaf bir ortam sunar. Eserlerin
fotoğraflarının yer aldığı kataloglar basılır. Bu
kataloglar geniş kitlelere ve medyaya da
ulaştırılır. Sonunda da faturalı olarak satılır.
Yaklaşık 300 adet olduğu söylenen tablolar
müzelerden kaybolmuş, bunlardan sadece birkaç tanesi
müzayedelere gelmiş. Kültür Bakanlığı'nın denetimine
güvenerek eser satın alan koleksiyoncuları suçlamak
doğru değil. Sanata değer veren bu koleksiyoncular
olmasa tablolar yok olabilir, yurtdışına
gidebilirdi. Koleksiyonculara teşekkür edilmesi
gerekiyor, bu eserlere değer verip aldıkları ve
sakladıkları için. Çalan kişilerin kim olduğunu
bulmak kolay olmalı. Çalınan tabloların bildirilmesi
için bakanlıktan tabloların resimlerini istiyoruz,
fakat vermiyorlar. www.antikalar.com sitesinde,
çalıntı eserlerin bilgilerinin yer aldığı 'piyasa
alarmı' bölümü bulunuyor. Fakat bu 302 kayıp tablo
olayında Kültür Bakanlığı resimleri halkla
paylaşmamıştır, bir an önce paylaşılmalıdır."
Çalıntı eseri duvarına asmayı kim ister ki!
Türkiye'deki koleksiyonerler ve müzayedeler
Ayasofya, Türk İslam Eserleri Müzesi, Topkapı
Sarayı, Yıldız Sarayı, Arkeoloji Müzesi ve Türk
İslam Eserleri Müzesi tarafından kontrol ediliyor.
Aynı şekilde bir müzayede evi de katalog basmadan
önce eserlerini müzelere onaylatıyor ve
satılabilmesi için gerekli izni alıyor. Hafta içinde
koleksiyoner işadamı Can Has ile buluşuyoruz. Bu
durumdan muzdarip olduğunu, açıklama yapmak
istediğini söylüyor. "Bu kadar uzun ve resmi
prosedürler varken, bedelini ödeyerek aldığımız bu
eserlerin çalıntı olduğunu nereden bilecektik? Kim
çalıntı eseri duvarına asmak ister ki!" diyor.
Ardından da baskınları, çalıntı resimleri ne zaman,
nasıl aldığını ve yaşadıklarını gözlerinden yaşlar
gelerek anlatmaya başlıyor:
- Ankara Resim Heykel Müzesi'nden çalınan
eserlerden kaç tanesi sizdeydi?
- Üç tanesi. Birini müzayededen, diğer ikisini
de şahıslardan aldım. Hepsinin belgesi var. Biri
Sami Yetik, biri Vecih Bereketoğlu, biri de İbrahim
Çallı'nın eseri.
- Ne zaman, ne kadara aldınız bu tabloları?
- Yaklaşık yedi yıl önce birine 50 bin lira,
diğerine 50 bin avro, bir tanesine de yaklaşık 100
bin lira ödedim.
- Tabloların çalıntı olduğunu nasıl öğrendiniz?
- Aşağı yukarı bir ay evvel Ankara'dan bir
telefon geldi. 'Biz müfettişiz, Ankara Resim Heykel
Müzesi'nden bazı eserler çalındı. Sizin koleksiyon
kataloğunuzda da bu eserlerin benzerlerini gördük.
Onun için sizden randevu talep ediyoruz' diye son
derece nazik bir telefon aldım. Biz de buyur ettik.
Yaklaşık altı yıl önce koleksiyon kataloğu
yapmıştım. Eserleri orada görmüşler. Müfettişler
tespit yaptı. 'Bu eserleri size geri vereyim' dedim.
Ama 'Alma yetkimiz yok' deyip gittiler.
- Mali Şube polisleri ne zaman baskın yaptı?
- Geçtiğimiz hafta cuma günü üniversiteye
toplantıya giderken, iş yerinden 'Mali Şube baskına
geldi' diye telefon aldım. Sekiz-dokuz kişi gelmiş,
ellerinde arama emri. Ben bu eserleri saklamadım ki!
Geri vermeyi de teklif ettim. Eserleri iki saatte
paket yapıp gittiler. Kızmıyor insan ama kırılıyor.
Türkiye'nin en yüksek vergi veren ailelerinden
birinin mensubuyum, okuttuğumuz binlerce öğrenci
var, ailemiz tarafından yapılan hayır işleri Türkiye
sınırını aşıyor. Ama bir anda kamuoyunun gözünde
farklı konuma düştüm. Bu eserleri çalan kişiler
belki de ortada yok. Bizim amacımız Türkiye'ye
kültür hizmeti yapmak. Bu durumda kalmak çok kırıcı.
Çalıntı olduklarını neden kimse bugüne kadar bize
söylemedi? Az değil, tam 302 eser çalınmış.
Sabah, Haber: Burcu
Aldinç, 15.12.2013
|
AMAZON IŞIĞI SAMSUN'U AYDINLATIYOR

Mitolojiye göre
savaşçı
Amazon kadınlarının diyarı olarak bilinen
Samsun'da,
bilim insanlarını heyecanlandıran ve tarihi
araştırmalara kaynaklık edebilecek kalıntılara
ulaşıldı.
Türk ve yabancı ekiplerce gerçekleştirilen
kazılarda, Anadolu'nun tarihi zenginlikleri gün
yüzüne çıkartılıyor.
Bakanlığın Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü
ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün
yatırım ve cari bütçelerinden sağlanan ödeneklerle
350'den fazla kazı yapıldı.
Samsun'un İlkadım
İlçesi'ne bağlı Cedit
Mahallesi'nde
Samsun Müzesi Müdürlüğü denetiminde
gerçekleştirilen Seyir Terası Parkı kazılarda, Roma
dönemine ait buluntulara rastlandı.
Amazon kadın savaşçıların diyarı olarak bilinen
ve Hitit uygarlığından bugüne önemli mirasların
kaldığı
Samsun'da, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Samsun Müzesi İl Müdürlüğünce dört farklı alanda
kazı gerçekleştirdi.
Çalışmalarda, büyük bir kısmı hafriyat sırasında
tahrip olmuş, duvarları ve tabanı sıvalı bir mekan
ile çok sayıda eser bulundu.
Önemli bir bölümü bozulmamış bir şekilde bulunan 1
mermer pan büstü, 1 boğa başlı bronz kandil, 1
bronz pyxis, 2 bronz ayaklı şamdan, 1 mermer işlik,
1 mermer ezici, 2 kırık ve noksan pişmiş toprak
kandil ile dağınık vaziyette çok sayıda pişmiş
toprak çatı kiremidi parçaları, çanak çömlek
parçaları ile yüksek korozyonda topuz başlı demir
çiviler ortaya çıkarıldı.
Bakanlık, kazılarda bulunan eserleri Samsun Müzesi
Müdürlüğünde koruma altına aldı.
Habertürk, 14.12.2013
|
KADERİNE TERK EDİLDİ

Manisa'nın Kula
İlçesi'nde Germiyanoğulları
beylerinden Süleyman Şah ve yakınlarının
mezarlarının bulunduğu türbe kaderine terk edildi.
Kula Belediyesi, restore edilmesi kararı alınan
türbenin duvarlarının ortaya çıkarılması için 3 yıl
önce Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'nde görevli Rüstem
Bozer gözetiminde kazı çalışmaları yaptı. Çalışmalar
kapsamında türbenin dört tarafı açıldı. Ancak
restorasyonun hangi kurum tarafından yapılacağı
belirlenmediğinden geçen zamanda çalışma başlamadı.
Kazı sonrası türbenin çevresindeki kedi ve köpekler,
mezarlardaki kemikleri çevreye dağıttı. Kula
merkezde ve hal pazarı içinde bulunan türbenin
bakımsız hali tüm ilçe halkının yanı sıra yerli ve
yabancı turistlerin de tepkisini topladı. Türbenin
kim tarafından restore edileceğinin henüz
kesinleşmediğini bildiren Kula Belediye Başkanı
Selim Aşkın, "Biz üstümüze düşen görevi yerine
getirdik. Kazı çalışmalarını tamamlayıp elde edilen
verileri Anıtlar Kurulu ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü'ne birer dosya halinde gönderdik. Ben de
türbenin halinden rahatsızım" dedi.
SÜLEYMAN ŞAH KİMDİR?
Süleyman Şah, 1363 yılında Germiyanoğulları
beyliğinin başına geçti. Karamanoğlu Alaaeddin
Bey'in saldırısına uğrayan Hamidoğlu Hüsameddin
İlyas Bey'e yardım etti. Karamanoğullarının
saldırılarından korunmak için kızını Osmanlı
hükümdarı Sultan Murad Hüdavendigar'ın oğlu, Şehzade
Bayezid'e (Yıldırım Bayezid) verdi. Kızının çeyizi
olarak Kütahya, Tavşanlı, Simav, Eğrigöz (Emet)
bölgelerini Osmanlılara terk etti ve kendisi Kula'ya
çekildi (1378). Kula'yı beyliğin başkenti ilan etti.
Süleyman Şah, beyliği süresince bilim adamlarını
korudu. Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa, Süleyman Şah'ın
emriyle Merzbanname adlı Farsça eseri Türkçe'ye
çevirdi. Ahmedi, İskendername adlı eserini onun
adına yazdı. Kula'daki Gürhane adlı medrese Süleyman
Şah tarafından yaptırıldı. 1388 yılında Kula'da
öldü.
Cumhuriyet, 14.12.2013
|
ASSOS'A İYİ HABER

Assos’un eşsiz doğasını ve tarihi zenginliklerini
tahrip edecek liman projesine verilen olumlu ÇED
raporunun yürütmesi Çanakkale İdare Mahkemesi
tarafından oybirliği ile durduruldu. Kararda,
raporda önemli eksiklikler olduğuna dikkat
çekilerek, liman inşaatında kullanılacak dolgu
malzemesinin taşocağından taşınmasının yaratacağı
etkinin hesaba katılmadığı, gemi atıkları için
yapılması gereken tesisin de raporda yer almadığı
vurgulandı.
Çanakkale’nin Ayvacık
İlçesi Büyükhüsun Köyü
sınırları içinde açılması planlanan “Ayvacıkaltı
Ulaşım Limanı” projesine 27 Temmuz 2012’de verilen
Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu raporunun
hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle çevre sakinleri
adına avukat Zehra Tuna tarafından Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’na dava açılmıştı. Dava
dilekçesinde liman projesiyle çevrenin tahribata
uğrayacağı, ÇED raporunda ulaşım mesafelerini ve
liman boyu, derinlik gibi parametrelere ilişkin
esaslı hesap hatalarının olduğu vurgulandı.
Civardaki antik kentlerin, doğal sit alanlarının ve
deniz yaşamının zarar göreceği, bölgedeki zeytin
ağaçlarının yok olacağı belirtildi. Hazırlanan
bilirkişi raporunda ÇED’in raporu kamu yararına
aykırı bulunmadı ancak bir dizi eksiklik de
sıralandı. Davayı karara bağlayan mahkeme heyeti de
bu eksikliklere dikkat çekerek hüküm kurdu. Mahkeme
kararında işin tamamlanması süresi olarak öngörülen
5 yıllık zaman diliminde dolgu malzemesi için
kullanılacak taşocağının işletme süresinin biteceği
ve raporda alternatif malzeme temin yönteminin
belirlenmediği kaydedildi.
30 km’lik etki alanı uyarısı
Projede etki alanının 1 km olarak belirlenmesine
karşın taşocağından malzeme taşınması sırasında etki
alanının yaklaşık 30 km’yi bulacağı ve çevresel etki
değerlendirmesinin bu mesafe üzerinden yapılmadığı
belirtildi. İş takviminde peyzaj onarımı ve ekolojik
restorasyon sürecinin öngörülmediği de ifade edildi.
Gemi atıkları ne olacak?
Gemilerden kaynaklanan atıkların alınması ve
geçici depolanması amacıyla atık kabul tesisi
yapılması zorunlu olduğu halde ÇED raporunda bu
tesisin yer almadığı vurgulandı. Liman inşaatında
kullanılacak malzemenin taşocağından temini
konusunda bir iş planının da yapılmadığının altı
çizildi. Gelen giden yolcu sayıları ve sabit çalışan
personelden çıkan toplam katı atık miktarları
üzerinden konteynır sayısının belirlenmediği
kaydedildi.
Bu eksikliklerin ÇED raporunu sakatlayıcı önemli
eksiklikler olduğuna dikkat çekilen kararda, raporun
hukuka uygun olmadığına hükmedildi. Davaya konu olan
ÇED raporu doğrultusunda inşaatın başlaması halinde
çevreye olacak etki ve yatırımlar açısından telafisi
imkamsız zararlar doğacağı vurgulandı.
Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 13.12.2013
|
8 - 14 Aralık 2013
|
ATATÜRK'ÜN CENAZESİ
KALKMADAN HEYKELİNİ SATMIŞLAR
Dolmabahçe Sarayı
Arşivi, Başbakanlık Devlet Arşivleri’ne devredilince
belgeler üzerinde çalışma yapan Hazine-i Hassa Arşiv
Sayım ve Tespit Komisyonu, büyük bir skandalı ortaya
çıkardı. Dolmabahçe Sarayı’nda bulunan
Atatürk heykelinin,
Mustafa Kemal’in ölümünden sadece sekiz gün sonra 25
liraya hurdacıya satıldığı anlaşıldı.
Dolmabahçe Sarayı
Arşivi’nde bulunan 150 bin
belge , bir süre
önce sessiz-sedasız bir şekilde Başbakanlık Devlet
Arşivleri’ne verildi. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini
kapsayan belgeler üzerinde çalışma yapan Hazine-i
Hassa Arşiv Sayım ve Tespit Komisyonu çarpıcı bir
belgeye ulaştı. Komisyon Başkanı Cengiz Göncü ile
Hüseyin Akkaya ve Ünal Karıncalı’nın ulaştığı bir
belge 18 Kasım 1938 tarihini taşıyor. Atatürk’ün
ölümünden sekiz gün sonraya tarihlenen belgede
Mustafa Kemal’e ait bir heykelin söküm işlemlerinden
bahsediliyor. Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu’nda
bulunan heykelin sökülmesi için yapılan masraf arşiv
kayıtlarına alınmış. Bu belgenin ekinde ise heykelin
25
lira karşılığında
hurdacıya satıldığı bilgisi bulunuyor.
2 Kanunuevvel 1341 tarihli belgede ise saraydaki
tuğraların ve saltanata dair işaretlerin
kaldırılmasıyla ilgili karar bulunuyor. Sarayda
sadece duvarlar üzerine işlenmiş tuğraların değil,
vazo ve bardaklara kadar saltanat işareti taşıyan
bütün eşyaların kaldırılması emredilmiş. Ancak bu
karar saray müdürünün itirazı üzerine dönemin
bakanlar kurulu
tarafından tekrar ele alınmış.
Radikal, Haber: İsmail
Sağıroğlu, 14.12.2013
|
PİRİ REİS HARİTASI İLE
İLGİLİ ŞAŞIRTAN İDDİA

“Piri Reis Haritası’nın
Şifresi” kitabının yazarı Metin Soylu, "NASA, Piri
Reis haritasından yola çıkarak tüm dünyadaki
koordinatları yeniden hesapladı” dedi.
SKYTÜRK TV’de dün akşam yayınlanan Son Bakış adlı
programına katılan Soylu, “Piri Reis’in haritasını
tümevarım metodu ile eski haline getirdim. Bu
çalışma sonrasında gördüğüm manzara korkunçtu. Çünkü
Piri Reis’in çizdiği eser bir harita değil adeta bir
fotoğraflama tekniği ile çizilmiştir.
Bu konuyu 14 Ekim 1999
tarihinde Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Amerika
NASA Uzay Araştırmaları Merkezi’ne gönderdim. Piri
Reis’in haritasına göre dünyanın yeni görüntüsü
Geoid modelinden de çok ötede bir çizimdir. Buna
göre savaşlarda nokta atışı denen bir detay var.
Yani dünya yuvarlak olarak kabul edildiği için nokta
atışı yapılırken sapmalar meydana geliyor. Ancak
Amerika NASA Uzay Araştırmaları Merkezi, Piri
Reis’in haritasından yola çıkarak yeni bir dünya
modelinin farkına vararak dünya üzerindeki tüm
yerleşim yerlerinin koordinatları yeniden
hesapladılar. Çünkü tüm ülkelerin koordinatları
yanlıştır. Askeri savaşlarda nokta atışında bu
yüzden sapmalar oluyor. Amerika 1.Körfez Savaşı’nda
Irak’ı nokta atışlarındaki hatalar sebebi ile ele
geçirememişti. Ama şimdi 21 günde hatasız nokta
atışları ile Irak’ı ele geçirmeyi başardılar. Piri
Reis’in haritası yalnızca bir tarihi eser değildir.
Uluslararası askeri stratejik bilgileri de
içermektedir” dedi.
Vatan, 13.12.2013
|
EN HAKİKİ
PORTREYE
270 BİN POUND
İngiliz yazar Jane Austen’ın ünlü portresi, açık
artırmada yaklaşık 270 bin dolara satıldı.
Sotheby’s Müzayede Evi, James Andrews tarafından 1869’da yapılan suluboya portreyi, adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncunun satın aldığını açıkladı.
Portre, İngiltere’de 2017’de tedavüle girecek yeni 10 poundluk banknotlarda kullanılacak.
Ünlü yazarın Chawton kentindeki müzeye dönüştürülen evi, yeterli mali kaynağa sahip olmadığı için açık artırmaya katılamadı.
Portreye 250-320 bin dolar değer biçilmişti.
Akşam, 12.12.2013
|
|
|
DAMIEN HIRST'ÜN TABLOLARI ÇALINDI
Dünyaca ünlü İngiliz sanatçı
Damien Hirst’e ait iki tablonun Londra’nın
Notting Hill semtindeki bir sanat galerisinden
çalındığı açıklandı.
Eserleri sadece dört gündür sergilemekte olan
Exhibitionist adlı galeri tabloların toplam 33 bin
sterlin değerinde olduğunu söyledi. Soygunun
ardından BBC’ye konuşan Galeri direktörü Nathan
Engelbreght “Polis beni arayıp soygunu
haber verdiğinde kalbim duracak sandım. Biz bu
galeriyi Eylül ayında açtık. Hirst’e ait eserleri
sergileyebilmek bizler için büyük bir başarıydı.
Neyse ki Hirst’ün temsilcileri çok fazla tepki
göstermedi. Böyle şeylerin olabileceğini söylediler”
dedi.
Hürriyet, 12.12.2013
|
LAODİKYA ANTİK KENTİNE ZİYARETÇİ AKINI
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Denizli Belediyesi arasından imzalanan protokolle, 19 Ağustos 2008'de Denizli Belediyesi'ne devredilen Laodikya antik kentinde, çalışmalar bu tarihten itibaren hız kesmeden devam ediyor.
Bu yıl Kasım ayı sonu itibariyle antik kenti 83 bin 526 yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği kaydedilirken, bu sayının yıl sonunda 100 bin kişiye ulaşması hedefleniyor.
Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan, inanç turizmi açısından ayrı bir önemi bulunan Laodikya'nın medeniyetler tarihinde de çok önemli bir merkez olduğunu dile getirdi. İncil'de bahsi geçen 7 kiliseden birinin burada bulunduğunu kaydeden Zolan, şunları söyledi:
"Anadolu'nun Efes kadar büyük antik kenti Laodikya'dır. Anadolu'nun en büyük stadyumu burada bulunuyor. 10 bin dönüm arazi üzerine kurulan bir yer ve 8 yıldır kazı çalışmaları sürüyor. Belki yüzlerce yıl kazı çalışması devam edecek. Denizli'nin böyle bir antik kente sahip olması harika bir olay. Denizli Belediyesi olarak Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ile Laodikya'da Türkiye'de görülmeyen ve şu ana kadar yaşanmayan yoğunlukla bir kazı çalışması yapmaktayız. Yaklaşık 500 kişiyle kazı çalışmaları yapıyoruz. On iki ay kazı çalışması yapılabilen bir alan burası. Antik kentlerimizin zenginliği açısından en iyi ve en zengin şehirlerden biri olduğumuza inanıyoruz"
Yeni Şafak, 12.12.2013
|
 |
'KADİM ÇAĞLARDAN İZLER'

Türkiye'nin ilk özel müzesi olarak ziyarete açılan
Vehbi Koç Vakfı
Sadberk Hanım Müzesi
geçici
sergi programı
dahilinde, 25 Mayıs 2014'e kadar "Kadim
Çağlardan İzler,
Sadberk Hanım Müzesi
Koleksiyonu" adlı
sergiye ev
sahipliği yapacak.
Sadberk Hanım Müzesi'nden
yapılan açıklamaya göre, müze, Arkeoloji Bölümü
kuruluşunun 25. yılı onuruna koleksiyonları
arasından seçtiği ve yapıldıkları dönemlere ışık
tutan 150 seçkin taşınabilir kültür varlığını, "Kadim
Çağlardan İzler" adlı
sergide
sanatseverlerle buluşturdu.
Sergide yer alan
150 eser,
Sadberk Hanım Müzesi
Arkeoloji Bölümü koleksiyonunun kronolojik
bütünlüğünü en iyi şekilde yansıtmak üzere seçildi.
Sadberk Hanım Müzesi Müdürü Hülya Bilgi, Arkeoloji
Bölümü'nün yaklaşık 7000'e yakın eserden oluşan
koleksiyonunun, Geç Neolitik Çağ'dan Bizans Dönemi
sonuna kadar Anadolu'da birbiri ardına yaşamış
uygarlıklara ait maddi kültür varlıklarının
kronolojik olarak izlenmesine imkan sağladığını
kaydetti. Hülya Bilgi, Sadberk Hanım Müzesi
Arkeoloji Bölümü'nün, zaman içinde gerek yurt dışı
müzayedelerinden satın alınan nadide eserlerle
gerekse kayıtlı koleksiyonların devri ile
zenginleşmeye devam ettiğini aktardı.
Bilgi, sergide; Hacılar kültürüne ait kaplar, taş
aletler ve heykelcikler ile Geç Neolitik ve Erken
Kalkolitik Çağ'da Göller Bölgesi, idoller, gaga
ağızlı testiler ve tunç silahlar ile Erken Tunç
Çağı'nda Batı ve Orta Anadolu'nun Yortan, Troia,
Alacahöyük kültürleri, çivi yazılı tabletler,
mühürler ve sunu kapları ile Orta ve Geç Tunç
Çağı'nda Asur Ticaret Kolonileri, Hitit ve Miken
kültürlerinin yer aldığını belirtti. Hülya Bilgi,
sergide, bunun yanı sıra çömlekçilik ve kuyumculuk
sanatının örnekleri ile Demir Çağı'nda Urartu, Frig
ve Lidya krallıkları, zengin form ve bezeme
çeşitleriyle Geometrik Dönem'de Karia kültürü,
mitoloji ve kahramanlık konularının işlendiği siyah
ve kırmızı figürlü Attika çömlekleri ile ise Arkaik
ve Klasik Dönem kültürlerine yer verildiğini
bildirdi.
Hülya Bilgi "Sergide ayrıca Hellenistik Dönem'e ait
altın takılar, pişmiş toprak figürinler, kalıp
yapımı kırmızı astarlı çömlekler, Roma Dönemi'ne ait
heykel sanatı örnekleri, cam kaplar ve takılar ile
son olarak Ortaçağ'ın Hristiyanlık inancı ve Roma
sanatının geleneklerini harmanlayarak kendine özgü
bir sanat anlayışı geliştirmiş olan Bizans Dönemi'ne
ait maden eserler öne çıkartılmıştır" ifadelerini
kullandı.
"Kadim Çağlardan İzler" sergisinde yer alan eserler
ayrıntılı bilgilerin yer aldığı bir katalogda da
sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Katalog, müze
uzmanları Senem Özden Gerçeker ile Deniz Uygun
tarafından hazırlandı.
Habertürk, 11.12.2013
|
AYASOFYA: YENİ BİR FETİH PROJESİ

Çocukluğumun ilk yılları, daha okulla müze
ziyaretlerine başlamadan evvel annem ve babamla
Sultanahmet’i gezmeye gitmişiz.
İstanbul’da Beşiktaş’ta doğmuştum ama “karşı
yakanın çocuğuydum” o yüzden sanki büyülü bir başka
dünyaya gelmiş gibi hissetmiştim kendimi.
Meydana, Ayasofya’ya ve Sultanahmet Camiine gözüm
kartpostallardan ve film karelerinden aşinaydı ama
küçük bedenimle hiç bu kadar devasa olacaklarını
tahmin etmemiştim. Bir de tabii ben Ayasofya’yı sarı
badanalı bekliyordum ama pembe çıktı! Pembe’nin
sadece kızları çağrıştırdığı yaştaydım o sıralar.
İçeride rutubetle karışık bir serinlik çarpmıştı
yüzüme, sevdim bu halini, kubbeye aşağıdan bakınca
hani gökdeleni ilk kez görmüş ve zirvesini
keşfedeyim derken şapkasını düşürmüş bir şaşkın
insan haline bürünmüşüm.
Diyaloglar kabataslak şöyle: “Burası kilise mi,
cami mi? Hayır oğlum müze! E o zaman kalkanlar,
oklar, silahlar nerede!” (bkz bendeki Topkapı sarayı
etkisi).
Kocaman yazıların olduğu levhalar, mermer
sütunlar rüyama girmişti o gece…
Tabi dönüşünde gerçek Sultanahmet köftesi ile
tanışmam ayrı şenlikti. Her ne kadar babam
öğrencilik yıllarının lezzetini bulamasa da ben
beğenmiştim.
Aradan yıllar geçti, İstanbul Üniversitesi’ni
kazanınca Ayasofya ve Sultanahmet meydanı ikinci
adreslerimin arasına girdi. Güzergah üstündeydi ama
onun da ötesinde arada çay kahve içmeye kaçtığımız,
İletişim yayınlarına uğradıktan sonra aldığımız
kitapların sayfalarını karıştırdığımız başka bir
mekana dönüşmüştü Sultanahmet ve çevresi…
Dolayısıyla hem Ayasofya’nın içindeki devasa
iskelenin macerasına hem de meydanın kalabalığına
molaları saymazsak epey tanıklık etmişliğim var.
Sonra akademik yolculuğum “hasmını tanı felsefesi”
ile beni Türk sağı çalışmaya yönelttiğinde
Ayasofya’nın Türk sağının heybesinde ne kadar
hacimli bir yer tuttuğunu fark ettim.
Türk Sağı: Mitler, Fetişler ve Düşman
İmgeleri’ni derlemeye karar verdiğimde de
Ayasofya’nın mutlaka müstakil bir çalışmaya konu
olmasını arzuladım. İmdada M. İnanç Özekmekçi ve onu
derlemede yer alan ve çok kıymetli analizleri içeren
Ayasofya makalesi yetişti. Aşağıdaki satırlarda
Özekmekçi’nin çalışmasından da yararlanacağım.
Bütün bunları son birkaç haftadır alttan alta
AKP’ye “çok yakın” ve “ılımlı mesafeli” yayın
organlarında Ayasofya üzerinden dönen tartışmaları
ve bunun iktidarın ajandasına girme ihtimalinin
yüksek olması nedeniyle yazıyorum.
II. Abdülhamit’in dördüncü kuşak torunu bir anda
zuhur edip üzerimizde “Fatih’in laneti var Ayasofya
cami olarak ibadete açılmalı” dedi.
“Derin” bir tarihçi 2014’te Ayasofya’nın ibadete
açılacağını söyledi. Bülent Arınç ise “bu mahsun
Ayasofya’ya bakıyoruz, inşallah güleceği günlerin
yakın olacağını Allah’tan diliyoruz” diyerek iktidar
partisinin harekete geçebileceğinin sinyallerini
verdi.
Fitil, Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanı ve
MHP’nin de grup başkanvekili olan Yusuf Halaçoğlu,
Ayasofya’nın tekrar cami olarak ibadete açılması
için TBMM’ye teklif vermesiyle ve gerekçe olarak da
Ayasofya’yı müzeye çeviren belgedeki imzanın Mustafa
Kemal’e ait olmadığı dolayısıyla sahtecilik
yapıldığını ileri sürmesiyle ateşlendi.
Kararname Halaçoğlu’nun iddiasına göre
geçersizdi. Halaçoğlu’nun tarihi olaylarda ne kadar
“isabetli” kanıtlar bulduğunu Ermeni soykırımı
meselesinden biliyoruz!
Bu sebeple bahsi geçen belgeye dair yazmak bile
çok anlamlı değil; hem velev ki dediği doğru olsun
önümüzdeki mesele imza olayı değil ki. Olan Türk
sağının nicedir beklediği ikinci fetih harekatının
sembolik mekanını yeniden bir mobilizasyon vesilesi
kılmak ve “makbul Müslüman” dışında kalan herkesi
bertaraf etmek.
Ayasofya aslında her büyük iktidar değişikliğinde
siyasetin bir parçası oldu. II. Mehmet İstanbul’u
aldığında Bizans’ın en büyük mabetlerinden birini
camiye çevirerek aslında gücünü gösteriyordu.
Takip eden yıllarda birçok kilise camiye
çevrildi, ikonaları ve mozaikleri yerlerinden
söküldü. Bugün halen bu şekilde dönüştürülmüş birçok
kilise-camide ibadete devam ediliyor. Sıvayla
kapatılmış duvarların üzerinde dualar içeren
plakalar… Ne ibadet edenler ne de etrafındaki
mahalle sakinleri bu yapıtların tarihini biliyor.
Şehrin tarihsel belleğini dikkate almamak zaten
ortak özelliğimiz. Halbuki o tarihsel bellek bugünün
kentini daha demokratik ve çoğulcu kılabilme adına
hepimize çok önemli fırsatlar sunabilir. Kimlerin bu
topraklarda yaşadığını, nasıl bir kültürel birikim
bıraktıklarını ve neden evlerini, yurtlarını terk
etmek zorunda kaldıklarını öğrenmek, yaşadığımız
şehri sırf binalar ve yollardan ibaret görmemeyi,
ona dokunmayı ve onunla hüzünlenmeyi ve umutlanmayı
vaat eder.
Türk sağının Ayasofyası
Biz yine Ayasofya tartışmalarına geri dönelim.
“Fetih’in nişanesi” haline getirilen Ayasofya
Osmanlı döneminin klasik devrinde iktidarın sembolik
olarak üretildiği mekanlardan biriydi. Her ne kadar
daha görkemli bir ibadethane yapma amacıyla çok çaba
sarf edildiyse de Ayasofya kendine özgün mimarisi
ile farkını hep muhafaza etti.
Ayasofya aslında Cumhuriyetin ilk yıllarında da
dini açıdan sembolik önemini korudu. Örneğin 1932’de
Türkçe ezan ilk kez Ayasofya’da okutuldu.
Neden müzeye çevrildiği konusunda ise rivayet
muhtelif. Genel çıkarsama yeni rejimin seküler
tutumunun sembolik bir göstergesi ve Batı’ya da bir
jest olarak Ayasofya’nın müze yapılmasına karar
verdiğine dair.
Ayasofya’nın Türkiye sağının siyasi bir meselesi
olarak gündeme gelmesi ise 1940’ların sonları ve
50’lerin başlarına denk düşer. İstanbul’un fethinin
500. Yıldönümü –ki Türkiye sağı için bir örgütlenme
ve mobilizasyon fırsatıdır- esnasında Ayasofya’nın
yeniden cami olarak kullanılması talepleri yükselir.
Eşref Edip’ten Peyami Safa ve Necip Fazıl’a sağın
birçok ismi “Ayasofya’yı kurtarmak” üzerine yazar.
Sağın anti-komünizm şemsiyesinde birleştiği
yıllarda özellikle de 1960’lı ve 70’li yıllarda konu
hep gündemde kalır. Ayasofya’nın cami olarak ibadete
yeniden açılması bir hedef olarak kitlelerin önüne
çıkarıldığından itibaren de bu eksendeki
tartışmalara doğrudan müdahil olmak istemeyen merkez
sağ siyasete mesaj verilir. Merkez sağ partiler
baştayken sürekli harekete geçmeleri konusunda
İslamcı ve milliyetçi-mukaddesatçı çevrelerce
uyarılırlar. Hatta kimi zaman Ayasofya bahsi
pazarlık konusu bile yapılır.
Tüm bu süreçte oluşan belirli davranış
kalıplarını ve iddiaları sınıflandırmak mümkün.
Öncelikle Ayasofya’nın müze yapılmasının ardında Türk sağına göre Hıristiyanlardan Batı
taklitçilerine, Siyonistlerden komünistlere kadar
tüm “ötekiler” peşi sıra dizilmiş vaziyettedir.
Ayasofya’nın müze yapılması yine onlara göre Osmanlı
ve İslam geçmişinin silinmesi, “milli onurun”
zedeletilmesi projesidir.
Amaç bir sonraki adımda İslam’ı ve Türklüğü bu
topraklardan silmektir. Örneğin Erdoğan’ın sık sık
referans yaptığı Necip Fazıl, “Ayasofya Hitabesi”nde
(1970) Ayasofya’nın kendileri için ne manaya
geldiğini nefret dolu bir üslupla şöyle anlatır:
“Bakın nedir bu bakımdan Ayasofya? Bizi bu hale
getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş
kusmuğuna bez diye kullanan, ahlakımızı Paris’in
dünya çapındaki (Şabane) kerhanesinden daha aşağıya
düşüren, milli kültürümüzü çöplüğe ve milli
iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekamızı
maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi
129 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze
kapandığı oda, mukaddesat odamız… Ayasofya budur.”
Bu satırlardan anlaşılan eleştirinin yalnızca
Cumhuriyet yıllarını da değil İslam’a ihanetin bir
nevi başlangıcı olarak görülen Tanzimat’a kadar
uzatıldığıdır. Müze olarak Ayasofya’nın “ruhsuz”
olduğu konusunda Türk sağının birçok ismi
hemfikirdir. Fakat asıl dikkat çekici olan kutsallık
ile temizlik arasında kurulan ilişkinin nasıl
nefreti ve dışlamayı içeren bir çağrışımsal evrene
açıldığıdır. Ayasofya Türk sağının kalemlerine göre
kirletilmektedir sadece turistlerin ayakkabıları ile
gezmesi nedeniyle de değil “açık saçık kıyafetleri”
nedeniyle de!
Tam bu noktada bildiğimiz rövanşist tutumlar
devreye girer ve Türk sağının şablonunda müze olarak
Ayasofya’nın sonu “Müslümanların iktidarını”
sembolize eder.
Mekan üzerinden homojenleştirme
AKP uzun süredir otoriter rejim taraftarlarının
çok sevdiği “mekan” ve “beden” üzerinden siyaset
yürütüyor. Her iki alan da sık sık belirttiğimiz
gibi toplumsal mühendislik projelerinin vazgeçilmez
başlıkları.
AKP iktidarı çoktan İznik’teki ve Trabzon’daki
Ayasofya’ları yeniden camiye çevirdi. Hem de
İznik’te ve Trabzon’da yükselen itiraz seslerine
kulaklarını tıkayarak. Çünkü AKP Soğuk Savaş
dönemindeki ön kabullerden hareket etmeye devam
ediyor.
“Tüm Müslümanlar bu mekanların cami olmasını
ister, istemeyenler gavurdur” klişesi artık resmen
bir hükümet politikası. Evet meselenin mevcut
politik mevzilenme ve oy hesapları ile yakından
ilişkisi şüphe götürmez.
MHP’liler bilhassa 90’ların ikinci yarısından
itibaren sürdürdükleri politikalar ile muhafazakar
kesim ile aralarında bir soğukluk oluştuğunu fark
ettiler. Türban konusunda iktidarla aynı hatta
politika yapmak ve şimdi de Ayasofya çıkışı ile
sağın kolektif hafızasında yer alan bir mekansal
kod’u oya tahvil etmeyi istemek MHP’nin önümüzdeki
dönemde muhafazakar oyları devşirmek için daha çok
çalışacağının bir göstergesi olabilir.
AKP açısından da Gezi ile zarar gören muktedir
olma imajını tamir etmek ve ortaya çıkan gerilimden
beslenerek kendi tabanını sıkılaştırmak gibi bir
ihtimal de söz konusudur elbette. Ayasofya’yı tekrar
cami olarak ibadete açsınlar ya da açmasınlar tüm
bunların siyasi hesapların ötesinde de anlamı olduğu
muhakkak. Biz nicedir AKP hükümeti ile birlikte
ikinci fetih dalgasına tanık oluyoruz. Bir yandan
Sümela’da ayine “izin veren” hoşgörülü iktidar
tablosu çizilirken diğer yandan adım adım müze olan
kiliseler camiye çevriliyor.
Bundan ne çıkar diyebilirsiniz, ancak tüm bu
yaşananların ülkeyi sadece belirli bir ölçeğe uygun
imal edilmiş Müslümanların Türkiye’si kılma
operasyonu olduğunu fark edersek ne kadar vahim bir
tabloyla karşı karşıya kaldığımızı anlarız.
Yıllardır Balkanlar’da Osmanlı’dan kalma
eserlerin tahrip edilmesini diline pelesenk edenler
ya da Cordoba’da katedrale dönüştürülen camiyi emsal
gösterenler bu ülkede yok edilen kültürleri ve
mabetleri nedense hiç görmedi. Ordudan her kilise
altında hazine arayan define avcılarına kadar
sistematik bir şekilde tecavüze uğradı “ötekilerin”
yaşam alanları. Şimdilerde camilerin, hamamların
–ihtilaflı projelerle olsa da- restore ediliyor
olması sevindirici, ihya ediyorum deyip ki İslam
dışındaki dinlerin mabetlerini ve yapıtlarını
İslamlaştırarak dönüştürmek ise korkutucu.
Parklarımızı, nehirlerimizi nasıl savunuyorsak bu
teşebbüslere ve ona eşlik eden tekleştirici,
dışlayıcı siyasete karşı kültürel mekanlarımızı
böyle savunmalıyız.
Bianet, Yazı: Güven Gürkan Öztan, 11.12.2013
|
TROYA KAZILARI 150. YILINI TAMAMLADI
2013 yılı Troia kazısı
çalışmaları Bakanlar Kurulu Kararı, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’nün izniyle, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi adına, Doç.Dr. Rüstem Aslan tarafından
gerçekleştirildi.
Çalışmalarla ilgili açıklama yapan kazı başkanı
Aslan, “Bu yılki çalışmalarla birlikte, Frank
Calvert’in 1863 yılındaki ilk kazısından itibaren,
Troia çalışmalarının 150. yılı” dedi.
Aslan şöyle devam etti: “Troia kazılarında önemli
buluş ve çalışma gerçekleştirildi. Heinrich
Schliemann’ın höyüğü büyük oranda tahrip ederek
bulduğu ‘Troia Hazineleri’ni yurtdışına kaçırması;
Wilhelm Dörpfeld’in Troia’nın 9 kentini keşfi; Carl
Blegen’in bu kalıntıları modern arkeolojinin merkezi
yapması, Manfred Osman Korfmann’ın yeni bir ufuk
açarak, Son Tunç Çağı Troia’sının bir Anadolu kenti
olduğunu ortaya koyması çalışmaların en önemli
sonuçlarından.”
Akşam, 11.12.2013
******
TROYA KAZILARINI
ARTIK ÇOMÜ YAPACAK
Frank Calvert’in 1863’teki ilk kazısından itibaren,
Troya kazı çalışmaları 150. yılını doldurmak üzere.
Bakanlar Kurulu kararı,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izniyle, Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi adına Doç.Dr. Rüstem
Aslan tarafından gerçekleştirilen kazı çalışmaları
önümüzdeki yıl için de aynı ekip tarafından
yürütülecek. Bunun yanı sıra, Troya çalışmaları 150.
yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği
yarışmada birinci olan Troya Müzesi Projesi’nin
yapımına başlandı. Müzenin 2015’e kadar açılması
planlanıyor.
Zaman, 12.12.2013
|
BİN YILLIK AKSARAY ULU CAMİİ'NİN MİNBER KAPILARI
YENİDEN TÜRKİYE'DE

Türkiye
dışına yaklaşık 15 yıl önce yasa dışı yollarla
çıkarılan Aksaray’daki Ulucami’ye ait minber kapısı
kanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ait
olduğu topraklara geri getirildi.
Aynı ülkeden başka eserlerin de geri getirilmesi
söz konusu olduğundan, bin yıllık kapı kanatlarının
hangi ülkede bulunduğu açıklanmadı.

22 Şubat 1998
tarihinde yerinden sökülerek götürülen minber
kapısının kanatları, 15 yıldır İnterpol aracılığıyla
aranıyordu. Hakkında çalıntı ve polis kayıtları
bulunan kapının uzun yıllardır bulunamamış olmasının
sebebi, eserin kaçakçılarca kamuoyuna unutturularak,
bir nevi soğutma devresine sokulmak istenmesi olarak
değerlendiriliyor. Bakanlığın yürüttüğü çalışmalar
neticesinde yapılan gizli operasyonla eser
Türkiye’ye geri kazandırıldı. Eser geçtiğimiz ay
Ankara Etnografya Müzesi Müdürlüğü’nde koruma altına
alındı. Kapı kanatlarının Aksaray Ulucamii’ne ait
olduğuna yönelik değerlendirmenin teyit edilmesi
amacıyla, uzmanlar tarafından yerinde incelemelerde
bulunuldu. İnceleme sonucu hazırlanan raporda, kapı
kanatlarının Aksaray Ulucamii minberinin kapısına
ait olduğu kesin olarak tespit edildi.

Aksaray’da yığma bir
tepe üzerinde inşa edilen Ulucami, kitabesine göre
1408-1409 yıllarında Karamanoğlu Mehmet Bey
tarafından Mimar Mehmet Firuz Bey’e yaptırıldı.
Selçuklu devri ahşap işçiliğinin şaheser örneği olan
minberi. Minberin kapı kanatlarında Selçuklu devri
sülüsü ile Fatiha ve İhlas sureleriyle, Bakara
Suresi’nin 256. ayetleri ve Ayetü’l-Kürsi yazılı.
Minberin üstündeki aynalıkta ve kapının
sövelerindeki kitabelerden, eserin Anadolu
Selçuklularının ikinci hükümdarı, Sultan I.
Kılıçaslan’ın oğlu, Sultan I. Mesud’un hükümdarlık
yıllarında (1116-1156) yapıldığı anlaşılıyor.
Minberin, bugün mevcut olmayan başka bir camiden
alınarak Ulucami’ye taşındığı düşünülüyor.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 11.12.2013
|
 |
ROMA DÖNEMİNE AİT ANTİK MEZAR BULUNDU
Amasya Müze Müdürü Celal Özdemir, gazetecilere yaptığı açıklamada, Gökpınar köyü mevkisindeki açık kömür ocağı yakınlarındaki teraslama sahasında kemik parçalarına rastlanması üzerine, jandarma ekiplerinin durumu kendilerine bildirdiğini söyledi.
Ocakta 3 kişilik uzman ekiple bir günlük kurtarma kazısı yaptıklarını, kazıda Roma dönemine ait bin 700 yıllık antik mezar ortaya çıkartıldığını anlatan Özdemir, şunları kaydetti:
"Kazı çalışmamızda Roma dönemine ait bir nekropole ulaştık. Pişmiş topraktan tonozlu levhalarla üzeri kapatılmış Roma dönemine ait mezarda 25 yaşlarında olduğunu düşündüğümüz kadın iskeletini çıkartıp müzemize kaldırdık. Mezarda ölü gömme geleneklerine ait ölü hediyesine rastlanmadı. Mezarın çıktığı alanda ocak faaliyetleri durduruldu. Kazı alanı 3. derece sit alanı tespit edildi.
Özdemir, bölgede ayrıca Roma dönemine ait antik bir köy olduğunu sözlerine ekledi.
Haber 7, 10.11.2013
|
ANTİK KENTTE LEOPAR FİGÜRÜ BULUNDU

Denizli'nin Buldan İlçesindeki
Tripolis antik kentinde yapılan kazılarda,
duvara resmedilmiş leopar figürü bulundu. Yenicekent
beldesi sınırları içerisinde yer alan antik kentteki
arkeolojik kazılar, Pamukkale Üniversitesi
tarafından sürdürülüyor. Kazılarla, Hellenistik
dönemde Frigya, Karya ve Lidya üçgeninin kesişim
noktasında bulunan ve Bergama Krallığından sonra
Roma İmparatorluğuna bağlanan antik kentin gün
yüzüne çıkarılmasına çalışılıyor.
Erken Roma döneminde surlarla çevrilen ve erozyon
sonucu toprak altında kalmasıyla kalıntıların
çoğunun bozulmadan günümüze kadar sağlam şekilde
ulaştığı antik kentte, toprak altında kalan kemerli
pazar yeri açığa çıkar.
Antik kentte bu yıl yapılan kazılarda pazar yerinin
yanında içleri fresklerle bezenmiş dükkanlardaki
panolar içerisinde figürlerin arasında leopar
betimlemesi bulundu.
Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Bahadır Duman, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
sütunlu cadde ile kemerli yapı arasına Roma
döneminde inşa edilen dükkanlardan ikisinin
kazılarak açığa çıkarıldığını söyledi.
MS 3. yüzyılın ortalarında kullanılan dükkanların,
kentin ana caddesi olan Sütunlu Caddeye ve Kemerli
Yapı'ya açıldığına işaret eden Duman,
şöyle konuştu:
"Roma döneminde önemli yapıların, binaların,
dükkanların duvarlarının fresklerle kaplandığını
biliyoruz. Tripolis'te de bunun örneğini bulduk.
Dükkanların beden duvarları üzerinde panolara
ayrılarak yapılmış renkli freskler üzerinde çeşitli
hayvan ve bitki motifleri yer almakta. Çerçevelerin
içerisinde farklı meyve ve sebze figürlerinin
yanında hayvan betimlemeleri de var. Etrafı çeşitli
bitkisel motiflerle bezenmiş panolar içerisinde nar,
kabak gibi ürünlerle birlikte sülün, güvercin, serçe
gibi hayvanlar duvarlara resmedilmiş. Bu freskler
içerisinde bir de leopar betimlemesi bulduk.
Bulduğumuz bu leoparın özelliğini tespit etmek için
üniversitenin biyoloji bölümünden zoologlar inceleme
yapacaklar."
Duman, antik kentin tanıtımı ve koruması için Güney
Ege Kalkınma Ajansı'ndan (GEKA) "Turizm Altyapısı
Mali Destek Programı" kapsamında finansal
destek almaya hak kazandıklarını, gelecek yıl daha
çok ziyaretçi ağırlamak üzere çalışma yapılacağını
kaydetti.
"Buldan'ın sembolü olsun"
PAÜ Buldan Meslek Yüksek Okulu Müdürü Doç.Dr. Ercan
Haytoğlu da Tripolis'te bulunan leoparın önemli
olduğunu belirterek, bulunan Anadolu parsını ilçenin
simgesi haline getirmeyi düşündüklerini dile
getirdi.
Haytoğlu, "Buldan'ın bir sembolü, simgesi yok.
Kazılarda Anadolu parsı, sülün, keklik çıkmış.
Türkiye'de nasıl Anadolu kaplanları varsa Buldan'ın
da insanları Anadolu parsı olduğunu ispat etmiştir.
Bir ilçenin tırnaklarıyla kendini ispatlamaya
çalışması zaten onun atikliğini, çevikliğini,
yükselme azmini göstermektedir. Böyle bir özellikten
dolayı da Anadolu parsını sembol olarak seçersek
uygun olur kanaatindeyim. Seramik laboratuvarımızı
kurarsak Buldan'ın yalnız tekstil ürünleriyle değil
aynı zamanda sembollerle öne çıkmasına da katkı
sağlayacağız" dedi.
Sabah, 10.12.2013
|
600 YILLIK ATA YADİGARI KALORİFER BORULARIYA DELİK
DEŞİK

Padişah
Yıldırım Bayezid’in 1390’da inşa ettirdiği ve
1953’te Verem Savaş Dispanseri’ne dönüştürülen
Yıldırım Külliyesi içindeki medresenin insafsızca
tahrip edildiği ortaya çıktı.
Kalorifer sistemi döşemek için tarihi binanın
hoyratça delinmesi görenleri şoke ediyor. Koridor ve
duvarlarına gelişigüzel borular ve elektrik
kabloları döşenen eserin tavanındaki sıvalar da
dökülmüş.
Bursa’da Toplum Sağlığı Merkezi ve Verem Savaş
Dispanseri olarak hizmet veren binanın girişinde,
“Yıldırım Bayezid’in 1390’da yaptırdığı bu medrese,
Sağlık ve Sosyal Yardım vekaletinin yardımıyla Bursa
Verem Savaş Derneği tarafından restore ettirilerek
1953’te hizmete açılmıştır.” yazılı tabela var.
Tarihi özelliğine dikkat edilmeden sıva yapılan ve
kalorifer boruları ile delik deşik edilen binanın
bahçesi de harabe görünümünde. Binanın ortasında
bulunan şadırvan ise çalışmıyor. Tedavi olmak için
binaya gelen vatandaşların sıra beklediği koridorlar
bir çamaşırhane ve kazan dairesi hissi veriyor.
Duvarlara rastgele çakılan çivilere de birçok tablo
ve çerçeve asılmış.
“Gördüğüm manzara karşısında şok oldum.” Bu
sözler, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi’nden Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’a ait.
Yaklaşık bir ay önce UNESCO heyetiyle birlikte
Bursa’ya yaptıkları ziyarette bu manzara ile
karşılaşan Ahunbay, “Bu külliyeler dünya mirasına
aday. Kalorifer kabloları ile tesisat döşemelerinin
başıboş yapıldığını görmek beni çok üzdü. Tarihi
eserlerin restorasyonu ve yeniden kullanıma açılması
korumacılarla birlikte yapılmalıdır.” dedi.
Mahalleli sakinleri ise binanın yıllardan beri
sağlık ocağı ve verem dispanseri olarak
kullanıldığını ifade ediyor. Ancak ısıtma sisteminin
ne zaman ve nasıl yapıldığını bilmiyor. Bursa Verem
Savaş Derneği Başkanı Timur Yıldız, 2011’de yönetim
değişikliğine gittiklerini, 20 yıldır görev yapan
ekibin değiştiğini söyledi. Yıldız, “Ben bunu tam
bilmediğim gibi bu yönde müdürlüğümüzde kalorifer
sistemine dair herhangi bir eski evraka
rastlamadık.” dedi. Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü
yetkililerinin iddiasına göre ise, defaatle binanın
usulüne uygun olarak restore edilmesi için Sağlık
Bakanlığı’na müracaat edilmesine karşın herhangi bir
girişimde bulunulmadı.
Zaman, Haber: Ensar Ata Alatürk, 10.12.2013
|
TARİHİ YAZIT DENİLEN TAŞTA FUNDA ARAR'IN ŞARKISI YAZIYOR
Antalya’nın Demre İlçesindeki dünyaca ünlü St. Nicolaus Kilisesi’nde (Noel Baba Müzesi) düzenleme çalışmaları yapıldı.
Kilise önüne dikilen totem şeklindeki 3 yazıttan birinde ise ancak komedi filmlerinde rastlayacağımız bir hata yapıldı. Yazıt üzerindeki Kiril alfabesini andıran semboller aslında ünlü pop sanatçısı Funda Arar’ın ‘Yağmur’ isimli şarkısının tersten yazılmış haliydi. Demre Belediye Başkanı Süleyman Topçu, anıtların üzerindeki yazıların Türkçe şarkı sözlerinin tersten yazılışı olduğunu duyduğunda, “Zaten güzel şeyler yazıldığını biliyordum.” yorumunu yaptı.
Totemler üzerindeki yazılar 10 yıl önce Moskova Belediyesi tarafından yapılan çalışmalar kapsamında yazılmıştı. Müzeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistler, yazıtın tarihi eser olduğunu düşünerek hatıra fotoğrafı çektirmek için kuyruk oluşturmaya başladı. Her yıl 600 bin turistin ziyaret ettiği Noel Baba Müzesi meydan düzenleme çalışmalarını yapan belediye işçileri Ali İhsan Sıkıcıoğlu ile Ramazan Dirlik, şarkının sözlerini okuyamazken, yazılanların Rusça olduğunu ileri sürdü. Funda Arar’ın 2000 yılında çıkan ‘Sevgilerle’ isimli albümünde yer alan ve şair Gülsüm Cengiz’e ait olan “Yağmur” isimli parçanın sözleri şöyle: “Tutkunu olduk bir sevdanın/Başımıza kuşlar çiçekler yağdı/Tutkunu olduk bir sevdanın/Ne acılar yaşadık/Ne günler geçirdik/Yüreğimde paslı/Bir bıçak saplı.”
Zaman, 10.12.2013
|
 |

|
GAZİMAĞUSA'DA TARİHİ AYİN
KKTC’nin Gazimağusa kentinde 57 yıl kapalı kalan Aya Georgios Kserinos Kilisesi dün ibadete açıldı. “Mağusa İnisiyatifi” adlı Türk örgüt ile “Mağusa Kentimiz” adlı Rum örgütün organizasyonuyla düzenlenen ayine, yüzlerce Rum katıldı. Mağusa metropoliti Vasillios’un yönettiği ayinde dualar okundu, mumlar yakılıp adak adandı.
Ayine katılan Rumlar’ın son derece duygulu olduğu dikkat çekti. Ayine katılan Rumların Mağusa Belediye Başkanı Aleksis Glanos ile Türk Belediye Başkanı Oktay Kayalp yaptıkları ortak açıklamada, “Türk ve Rum liderler arasında müzakerelerin en kısa sürede başlamasını, görüşmelerden bir çözüme ulaşılmasını” temenni etti.
Efsanelerin kilisesi
Gazimağusa kentinin surlar içinde yer alan ve Nastüryan Kilisesi adıyla da bilinen tarihi kilise, 1956 yılında Türk ve Rum esnaf arasında çıkan kavganın ardından kapatılmıştı. Tarihi yapı, efsaneleri ile ünlü. Bunlardan biri dün Rumlar tarafından dağıtılan broşürde de anıldı. Broşürdeki efsaneye göre bir zamanlar düşmanından kurtulmak isteyen bir kişi, kilisenin zemininden aldığı tozları surların üzerine çıkarak etrafa atar. Düşmanları, bir yıl içinde ya öldü ya da Ada’yı terk etmek zorunda kalır.
Hürriyet, Haber: Ömer Bilge, 09.12.2013
|
147 TON KİTAP, KİLOSU 15 KURUŞTAN SATILDI

Milli Kütüphane tarafından
Hurdasan’a gönderilen 147 ton kitap ve yazılı
materyalin içinde tarihi çok eskiye dayanan
yüzlerce nadide eserin sahaflara kilosu 15-50
kuruşa satıldığı ortaya çıktı.
Mili Kütüphane
Başkanlığı’nda, önemli bir kültür ihmalinin
yaşandığı ortaya çıktı. Hurdasan’a gönderilen Milli
Kütüphane’nin hurda deposundaki kaydı bulunmayan 147
ton kitap ve yazılı materyalin içinde, tarihi çok
eskiye dayanan yüzlerce nadide esere rastlandı.
Hurdasan’ın yaptığı satışı yakından takip eden sahaf
ve koleksiyonerlerin, kitapları kilosu 15 ile 50
kuruş arasında satın alarak, yüksek fiyatlara
müzayedede sattıkları veya koleksiyonlarına
kattıkları belirlendi. Hürriyet, Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik’in önceki gün Twitter hesabından
yaptığı “Milli Kütüphane’de pek çok eserle ilgili
suç teşkil eden uygulamalar tespit ettik”
açıklamasında kastedilen suiistimali ortaya çıkardı.
Buna göre Bakan Çelik’in işaret ettiği
suiistimaller, ilk olarak kütüphanenin bir idari
toplantısında fark edildi. Bu toplantıda, Milli
Kütüphane mühürlü bir yazma eserin Konya Yazma
Eserler Başkanlığı’na satıldığı bilgisi alındı.
15 KURUŞA SATILDI
Yapılan ilk araştırmada 2007’de döküm listesi
olmayan, tasnifi yapılmayan 102 ton hurda kitap ve
yazılı materyalin, 11 kamyonla Hurdasan’a
gönderildiği ve tutanak karşılığında teslim edildiği
belirlendi. 2011 yılında da yine 45 ton kitabın
15’er tonluk üç parti halinde Hurdasan’a
gönderildiği tespit edildi. Teslim, Hurdasan’ın
tutanaklarına ise “Hurda kağıtların bulunduğu
depoların kullanılacağı için acilen boşaltılması”
şeklinde yansıdı. Hurdasan’ın farklı zamanlarda
satışa çıkardığı bu materyallere, sahaflar ve
koleksiyonler büyük ilgi gösterdi. Hatta bir
koleksiyonerin kilogramı 15 ile 50 kuruş arasında
değişen fiyatlara satılan bu yayınlardan 15 ton
aldığı dikkat çekti.
KÜTÜPHANE
MÜHRÜ VAR
Hürriyet’in gittiği
Ankara’daki çeşitli sahaflarda da Milli
Kütüphane mühürlü kitaplara rastlandı. 400 ile 1000
lira arasında satılan bu kitaplar arasında 1860’ta
basılmış Hıristiyan teolojisine göre yazılmış
Ermenice bir kitaptan, 1800’lü yıllarda basılmış
İzmir baskılı yine Ermenice Balkan coğrafyasını
anlatan bir diğerine; 1913 yılında tek nüsha halinde
Merzifon’da çıkan Yunanca ‘Pontus’ dergisine kadar
pek çok eser bulunuyor.
Hürriyet, 09.12.2013
******
MİLLİ
KÜTÜPHANE'NİN 'HURDA KAĞIT' DİYE SATTIĞI ESERLER
ANADOLU AJANSI'NIN ÇIKTI
Milli Kütüphane’deki eserlerin ‘hurda kağıt’ olarak
satıldığı ortaya çıktı. 3 bin nadide eser ve AA’ya
ait bir kısım haber arşivini satın alan
koleksiyoner, kopyalarını bakanlık ile paylaşmaya
hazır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Milli
Kütüphane Başkanlığı, 2011 yılında Hurdasan
aracılığı ile depolarında bulunan 15 ton yazılı
materyali ‘hurda kağıt’ olarak sattı. Hurdayı 15
kuruşa satın alan koleksiyoner, bunların 3 bin adet
nadide eser ile Anadolu Ajansı’nın (AA) 1938-1968
yıllarına ait bir kısım arşivi olduğunu tespit etti.
Milli Kütüphane depolarında yılardır çürümeye
bırakılmış önemli eserlerin olduğunun anlaşılması
ile başlayan skandal, tarihi eser değeri taşıyan
eserlerin satıldığının anlaşılması ile yeni bir
boyuta taşındı. Alınan bilgilere göre, Kültür
Bakanlığı’na bağlı Konya Yazma Eser Kütüphanesi,
koleksiyonuna katmak üzere nadir bir yazma eseri bir
sahaftan satın aldı. Eserin üzerinde “Milli
Kütüphane’ye aittir” damgası fark edildi. Kültür
Bakanlığı harekete geçerek bünyesindeki Milli
Kütüphane’den böyle bir eserin ne şekilde
çıkarıldığı araştırıldı. 2011’de, Milli
Kütüphane’den 15 tona yakın yazılı materyalin ‘hurda
kağıt’ olarak satıldığı ve birçok önemli eserin de
bu şekilde sahaf ve koleksiyonerlerin eline düştüğü
anlaşıldı. 1500 ile 1800’lü yıllar arasında basılan
3 bin nadide eser ve Anadolu Ajansı’na ait haber
arşivini satın alan koleksiyonerle irtibata geçildi.
Ayrıca Nisan 2013’te bir müzayede düzenleyerek,
aldığı nadir eserleri satan sahafa da ulaşıldı.
Yasal yollardan satın alındığı için eserleri geri
vermeyi kabul etmeyen koleksiyoner, kopyalarını ise
bakanlık ile paylaşmaya hazır.
Müzayede açan sahaf da aralarında; İbn-i Haldun’a
ait Tercimi Mukaddime, Pontuslar tarafından 1913
yılında Yunanca çıkarılmış Merzifon dergisi, Trabzon
Tarihi isimli Yunanca olarak 1870’te basılmış eseri,
aynı şekilde 2011 yılında Milli Kütüphane’nin
hurdaya ayırdığı materyaller arasında bularak satın
aldığını söyledi. Bunlar için daha sonra müzayede
açtığını ifade etti. Milli Kütüphane’den 15-20 kuruş
gibi fiyatlarla hurda olarak satılan eserlerin,
sadece kapaklarına bile 800 bin TL ödeyen meraklılar
var. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’ten önceki
dönemde satışı yapılan eserlerle ilgili yasal adım
atılamıyor. Ancak, Çelik’in direktifi ile Milli
Kütüphane’nin yeni yönetimi, bundan sonra
kütüphanedeki tüm eserlerin kayıt altına alınmasını
kararlaştırdı.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 10.12.2013
|
İŞTE TOPBAŞ'IN HAYALİNDEKİ YILDIZ PARKI
Yıldız
Parkı, Abdülhamid dönemindeki haline dönüştürülürse
ne olur? Asma köprüler, ağaç dallarından yapılma
korkuluklar, botanik seralar…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş’ın, “Yıldız Parkı’nın bahçesini orijinal
haline getireceğiz” açıklamasına, Yıldız
Sarayı Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Ali Serim’den
destek… Asfaltlar kaldırılmalı, parka otomobil
girmemeli önerisinde bulunan Serim, şunları
söyledi:

Park içinde hem çiçek yetiştirmek hem de kıymetli
çiçeklerin korunması ve seyirlik olan botanik
seralar vardı. Bunlar yıkılmış, yeniden
kazandırılmalı. Osmanlı döneminde yapılmış asmalı
köprüler, orijinaline uygun olarak yapılabilir.
Köşklerin bahçelerine yapılan eklemeler
kaldırılmalı. En önemlisi peyzajda yapılması gereken
yenilikler. Bu parkta İngiliz bahçesi model olarak
seçilmiştir. Bugünkü uygulama buna uygun değil.
Eklenen parmaklıklar orijinaline uygun değil. Saray
bahçesi olarak kullanıldığında ağaç dallarından
yapılma korkuluklar vardı. Bunlar tekrar yapılmalı.

Kayıtları inceleten Kadir Topbaş’ın hayalindeki
Yıldız Parkı 1890’lı yıllardaki fotoğraflarda böyle
görüntülenmiş.


Akşam, Haber: Nebahat Koç, 09.12.2013
|
SATILIK KIZILDERİLİ MASKESİ
KRİZ OLDU
Kızılderili Hopi kabilelerine ait 32 tarihi maskenin
Fransız bir müzayede evi tarafından satışa sunulmaya
kalkılması, Fransa'yla ABD'yi karşı karşıya getirdi.
Geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilmesi planlanan satışın mahkemeye taşınmasının ardından Fransız yargısı cuma günü maskelerin satılabilir olduğuna hükmetti.
ABD'nin Fransa'daki büyükelçiliği ise müzayede evine "En azından satışı geciktirin, Hopi ve San Carlos Apaçi kabilelerine danışın" çağrısında bulundu.
Sabah, 09.12.2013
|
|
16:9'A KARDEŞ GELİYOR

Mahkemece yıkımına karar verilen 16:9’un yanı
başındaki 111 dönümlük Zeytinburnu Tank Bakım
Fabrikası arsası imara açılıyor. Sahilyolu (Kennedy
Caddesi) üzerindeki arsayı TOKİ iştiraki Emlak Konut
GYO satışa çıkarttı. Üzerinde kültür varlığı olarak
tescilli birçok askeri binanın bulunduğu arazide 70
metre (23 kat) yüksekliğinde konut, ticaret ve
turizm alanı olarak inşaat yapılabilecek.
Emlak Konut’un 22 Kasım tarihli ihale ilanı
yayımlanmadan 3 gün önce TOKİ’nin hazırladığı yeni
imar planları da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından onaylandı.
‘Yangından mal kaçırır gibi...’
Buna göre 2007’den kalma imar planlarında, yüzde
80’i askeri alan olan -dolayısıyla imara kapalı-
arsa şimdi tümüyle askeri alandan çıkartılarak imara
açıldı. Aynı işlemle kullanımı konut, ticaret ve
turizm alanı olarak belirlenen alana 2-2.5 emsal
(toplam inşaat alanını belirleyen katsayı) verildi.
Bu yapılaşma haklarıyla 111 dönümlük arazi üzerine
yapılabilecek toplam inşaat alanı da 225 bin 906
metrekareye çıktı.
Yeni imar planları askıya çıkartılmadan ve resmi
plan onay süreci tamamlanmadan ihaleye çıkılması,
uzmanlara göre hukuka aykırı. TMMOB Şehir Plancıları
Odası (ŞPO)
İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman, “Emlak
Konut yangından mal kaçırır gibi ihaleye çıkmış.
Plan ilgili idare tarafından onaylansa da askı
işlemi gerçekleşmediyse hükmü yoktur, onaylanmamış
planla ihaleye çıkmak hukuksuzdur” diye konuştu.
‘70 metrelik yağma duvarı’
Emlak Konut GYO ve Zeytinburnu Belediyesi buraya 70
metre yüksekliğinde inşaat yapılmasının Ocak 2012’de
İBB Meclisi tarafından onaylanan ‘Tarihi Kent
Merkezi Siluetini Etkileyen Alanlarda Olumsuz
Yapılaşma Koşullarının Engellenmesine Yönelik
1/5.000 Ölçekli Nazım İmar Planı’nın plan notuna
uygun olduğunu savundu.
Uzmanlar ise 4. İdare Mahkemesi’nin
Zeytinbur-nu’ndaki 16:9 kulelerinde ‘tarihi siluete
giren’ katlarla ilgili verdiği yıkım kararının
yankıları sürerken komşu arazide benzer bir
yapılaşmaya gidilmesini eleştirdi.
TMMOB Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı, “İBB’nin
siluet notunun esası, kentin sahip olduğu özgün
siluetin etkilenme bölgeleri ile birlikte etüt
edilerek korunması ve gerekirse yapılaşmayı
belirleyen değerlerin de aşağı çekilmesidir. Bu
çalışma yapılmadan bütün deniz seviyesindeki binalar
70 metreye çıkartılacaksa, bu tam bir felaket olur.
Plan notunun asıl amacı rant doğrultusunda
saptırılmaktadır” diye konuştu.
ŞPO İstanbul Şube Başkanı Kahraman da “Bu arazi
üzerinde endüstri mirası olarak tescilli yapılar,
askeriyeye ait fabrika var. Kentte siluet tartışması
bu kadar yoğunken, tartışmanın ana odağı olan ve
hakkında yıkım kararı çıkan 16:9’un hemen yanında
benzeri bir yapılaşmaya gidiliyor. Bu gelişme
İstanbul silüeti için umut doğuran
mahkeme kararının da hiçe sayıldığını
gösteriyor. Ayrıca yine kamuya ait bir kentsel
mekan, kamuya kazandırılması gerekirken çok yoğun
bir yapılaşma hakkı ile satışa çıkartılıyor ve
bölgenin ulaşım altyapısı gibi sorunlarını daha da
büyütecek olan bir karara imza atılırken kamu da
zarara uğratılıyor” diye konuştu.
Otel 45 metreye inmişti
16:9 için mahkeme kaç katın yıkılacağını
belirlemedi, fakat siluet tartışmalarından sonra
İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisi, Zeytinburnu’nda 85 metre
olarak imar verilen başka bir otel inşaatının
yüksekliğini siluete girmemesi için 45 metreye
düşürmüştü.
Radikal, 09.12.2013
******
UYARIYORUZ,
İSTANBUL KAYBETMESİN!
Zeytinburnu’nda Emlak Konut
GYO tarafından ihaleye çıkarılan eski tank fabrikası
arazisi ile hemen yanı başındaki 16:9 gökdelenlerin
yapımında benzer hülleler var. ‘
İstanbul kaybetmesin’ diye şimdiden uyarıyoruz.
16:9 arazisi de TMSF’ye aitti. TMSF 28 bin
metrekarelik araziye, Mensucat Santral’ın sahibi
Halil Bezmen’in borçlarına karşılık el koymuştu.
1/5000’lik Nazım İmar Planı’nda arazi ticaret alanı
olarak görünüyor ve emsal 1’di. TMSF araziyi
metrekaresi 1655 liradan satışa çıkardı. ASTAY
Gayrimenkul araziye 46 milyon lira ödedi. Bir yıl
sonra 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı’nda
değişikliğe gitti. Arazi ticaret alanından çıkarılıp
konut ve turizm alanına çevrildi. Emsal 2.5’e
çıkarıldı, bodrum katlar emsale dahil edilmedi ve
yükseklik maksimum serbest bırakıldı. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi (İBB) bu değişikliği
onaylatınca arazinin değeri bir anda fırladı.
Metrekare değeri 1655 liradan 13–15 bin liraya
yükseldi. 2009 yılında da 1/1000 ölçekli uygulama
imar planı yapıldı. İBB Meclisi’nde büyük
tartışmalara rağmen bu plan da onaylandı ve
gökdelenlerin yapımına izin verildi. 2009 yılındaki
İBB Meclis görüşmelerinde AK
Parti dışındaki tüm partiler planın İstanbul’un
tarihi yarımadasına etki edeceğini, siluete zarar
vereceğini, hatta İstanbul’da ikinci bir Gökkafes
vakası yaşanacağını söyledilerse de İBB yetkilileri
bu uyarıları dikkate almadı.
Benzer bir süreç
Şimdi benzer bir olay Emlak Konut GYO’nun ihaleye
çıkardığı arazide yaşanıyor. Siluete darbe vuran,
mahkeme tarafından imar planları, inşaat ruhsatı
iptal edilen ve siluete giren katlarının yıkımı
istenen 16:9 kuleleri ile aralarında 300 metre
uzaklık var. 70 metre yükseklik kesinlikle siluete
girecektir. Çünkü burada siluete girmemesi için
maksimum yüksekliğin 45 metre olması gerekiyor.
Eski tank fabrikası arazisi TOKİ ve Milli Savunma
Bakanlığı arasında imzalanan protokolle Doğu ve
Güneydoğu’da karakol yapımları karşılığında TOKİ’ye
devredildi. Emlak Konut arsayı TOKİ’den 635 milyon
liraya aldı. Arazi 1 / 5000 Ölçekli Nazım İmar
Planı’nda askeri alan ve çok küçük bir kısmı
tercihli kullanım alanı olarak geçiyor.
İmar planları değişiyor
Şimdi bu alanda da tıpkı TMSF’den Astay’a geçen
arazide olduğu gibi imar planlarında değişikliğe
gidiliyor. İmar planlarında askeri alan olarak
görünen arazi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından değiştirilerek turizm ve ticaret alanına
çevriliyor. Yapılacak konutlara rezidans denilerek
turizm alanı kullanımına uyulması planlanıyor. Emsal
1’den 2 ile 2.5’e çıkarılıyor. Yoğun bir yapılaşma
getirilirken, yükseklik de 70 metreye çıkarılıyor.
Üstelik Kültür ve Turizm Bakanlığı da plan
değişikliğini
uygun bulmadığı için Çevre Şehircilik
Bakanlığı’nı uyarıyor. İşte benzer hülleler ile yine
İstanbul üzerinden yeni bir oyunun başındayız. 16:9
için yaptığımız uyarıları bu yeni alan için de
tekrarlıyorum. Burada yapacağınız her hülle idare
mahkemeleri tarafından iptal edilecek, yıkım kararı
alınacaktır. Belki mahkeme kararları geç gelecek
inşaatlar yükselecek, bir oldubittiye getirilmek
istenecek ama İstanbul kaybedecektir.
Radikal,
Haber: Ömer Erbil, 10.12.2013
******
SİLUETE 2.
HANÇERE BAKANLIK DA İTİRAZ ETMİŞ
İstanbul ’da Zeytinburnu eski tank
fabrikasının arazisi olan 774 ada 6 ve 31
numaralı parsellere yönelik TOKİ’nin yaptığı
1/5000 ölçekli nazım imar planı değişiklik
teklifine Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da
itiraz ettiği ortaya çıktı. Arazinin turizm
alanında kalmasından dolayı plana ‘olur’ vermesi
gereken bakanlık, değişikliği
uygun bulmadı.
‘Turizmi Teşvik Kanunu’ kapsamındaki alanda plan
onama yetkisine sahip Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü,
hazırlanan imar planlarına 4 Kasım 2013 tarihli
yazısında itiraz etti. TOKİ’nin plan değişikliği
ile ilgili yaptığı başvuruyu değerlendiren
Kültür ve Turizm Bakanlığı onayladığı Ataköy
Turizm Merkezi 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı
ve 2007 yılında 1/1000 ölçekli uygulama imar
planlarına uyulmasını isteyerek, bu konuda
açılmış
mahkeme kararlarının da göz önüne alınmasını
istedi. Bakanlık ayrıca Plan İnceleme ve
Değerlendirme Kurulu’nun 29.08.2013 tarihli
kararına da dikkat çekerek, dava konusu
taşınmazlarda herhangi bir uygulama
yapılmamasını, bu durumu İBB ile Zeytinburnu
belediye başkanlıklarına da bildirdiğini
belirtti.
‘Turizm yerine konut alanı’
Bakanlık şu uyarılarda bulundu:
Onaylı imar planları ile karşılaştırıldığında
emsal artışı içeriyor olması,
Toplam inşaat alanının en az yüzde 50’sinin
turizm kullanımına ayrılması koşulunun
kaldırılmış olması,
Teklifte, turizm - ticaret alanlarında yer
alabilecek kullanımlar arasında rezidans (konut)
kullanımına yer verilmesi nedenleriyle bu
haliyle uygun görülmemiştir.
Askeri alan ticari alana dönüştürülmüş
Radikal’de dün, ‘Siluete yeni hançer’ başlığı
ile Emlak Konut GYO’nun Zeytinburnu’nda eski
tank fabrikasının 11 dönümlük arazisini 70 metre
yüksekliğinde inşaat izniyle ihaleye
çıkarttığını manşetten duyurmuştuk. Mahkemenin
‘yıkın’ dediği 16:9 gökdelenlerinin yakınındaki
arsanın ihale ilanından 3 gün önce TOKİ’nin
1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı değişikliğini
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayladığını
belirtmiştik. Milli Savunma Bakanlığı ile TOKİ
arasında imzalanan protokole göre arazi
Güneydoğu’da yapılacak karakollara karşılık
TOKİ’ye devredildi. TOKİ de araziyi 635 milyon
liraya Emlak Konut GYO’ya verdi. Nazım İmar
Planlarında askeri alan olarak görünen arazi,
yeni imar değişikliği ile turizm - ticaret ve
ticaret - konut alanına çevrildi. Eski imar
planında 1 olan emsal ise 2 ve 2,5 çıkarılırken
yükseklik de 70 metre olarak belirlendi.
Radikal, Haber: Elif İnce, 10.12.2013
|
YOL İNŞAATINDAN İNSAN KEMİKLERİ ÇIKTI
Kanada'nın başkenti Ottava'da, bir
yol inşaatı sırasında insan kemikleri ortaya çıktı.
Queen Caddesi'nde devam eden yol projesinde ekipler,
çalışacakları alanı kazmaya başladıktan kısa süre
sonra, iş makinesinin kepçesinde insan kemikleri
gördü. Durumun belediyeye haber verilmesi üzerine
kazı çalışması durduruldu. Belediye Sözcüsü,
kemiklerin bulunduğu bölgenin 19'ncu yüzyıla ait
medodist mezarlığı olduğunu açıkladı.
Sabah, 09.12.2013
|
"ŞAŞKINLIĞIM SADECE KAÇINCI YÜZYILDAYSAK ONADIR"

Gazi Üniversitesi Resim-İş Eğitimi Ana Bilim
Dalında bulunan iki nü heykelin kaldırılıp depoya
konulmasının ardından üniversitedeki öğrenci ve
öğretim görevlilerinin tepkileri sürüyor. Onlarca
yıldır üniversitenin koridorlarında duran heykeller
aynı zamanda heykel ve resim bölümü öğrencileri için
de birer eğitim metaryali haline gelmiş. Öğrenci ve
eğitmenleri bu heykellerin kaldırılmasını en kaba
haliyle cahillikle adlandırıyor. Gazi Üniversitesi
Resim Ana Sanat Dalı Başkanı Serap Buyurgan, Yrd.
Doç. Cengiz Savaş, Öğr. Gör. Necmettin Yağcı konuya
dair düşüncelerini gazetemizle paylaştı.
KENDİLERİ GİTTİ ÇUKURLARI KALDI YADİGAR
Cengiz Savaş (Yrd. Doç.): Resim ya da
heykel macerasına yeni başlayanlar, gördüğü ve
gözlemler yapabildiği nesneler üzerinden resim ya da
heykel yapmaya başlarlar. Bunun için en öğretici
olanı da insan vücududur. Sanat yapmaya çalışan
birisi ve otuz küsur yıldır sanat eğitimcisi,
sayılarını bilemediğim onca öğrencilerimin hocası
olarak, sanatın yine de kurşun kalemin ucundan
geçtiğine inananlardanım. Çıplak modelden çalışmış
olan ne kendimin ne de hiçbir öğrencimin “ ahlaki”
bir sıkıntıya girdiğine tanık olmadım. Aklıma
düşünür Immanuel Kant’ın bir sözü geldi. Belleğim
beni yanıltmıyorsa şöyleydi; “Nesneler insanların
bakış açısına göre anlam kazanır.” İşte en can alıcı
nokta burası olmalı. Nasıl bir şeydir ki, nasıl bir
ahlak anlayışıdır ki, insanların ahlakını bronza
dökülmüş bir çift çıplak heykel yoldan çıkarabilsin.
Çıplak model bize sadece çalışma konusu olmanın
ötesinde bir şey ifade etmez. Modele bakış açımız
başka anlamları içerisinde barındırmaz. Derdimiz
sadece ve sadece sanatın dilini ve yapabilme
koşullarını yerine getirmeye çalışmaktır. Bir şeyin
dilini bile bilmeden nasıl anlaşabiliriz. Sanırım
sorun, bu işi bilmeyenlerin, yaşamlarında bir karış
çizgi bile çizmemiş, duvarında özgün bir sanat eseri
bile olmayan, bir sanat eserinin oluşum heyecan ve
coşkusunun ne olduğunu bilmeyen, belki yaşamında bir
kızın elini bile tutmamış olan insanların bu işin
içine “cehaletin cesareti” ile tam anlamıyla
“balıklama atlamasından” ve bilenlerin de
bilmemezliğe yatmasındadır. Her şeyin olduğu gibi
sanatın da kendine özgü yasaları vardır. Bu yasa
kitaplarda yazmaz ama sanat insanları, sanat
eğitimcileri bu sanatın yasalarının kendilerini de
kapsadıklarını çok iyi bilirler ya da
bilmelilerdirler. Başların kuma gömülmesi, utangaç
duruşlar kurtarmaz hiç kimseyi.
SANAT EĞİTİMİ ALANLARINI SAVUNMALIYIZ
Prof.Dr. Serap Buyurgan (Resim Ana Sanat Dalı
Başkanı): Pazartesi sabahı heykellerin
kaldırıldığını öğrendiğim andan itibaren neden ve ne
zaman kaldırıldığı ile ilgili bilgi toplamak
istedim. Heykeller kaldırılmadan önce benimle hiçbir
şekilde konuşulmamıştır. Heykellerin kaldırıldığı
sabah, Cuma günü akşam üzeri bölüm başkan
yardımcımız ile görüşüldüğü, ancak aynı birimde
idareci olan mesai arkadaşım tarafından bana hiçbir
bilgilendirme yapılmadığını heykeller kaldırıldıktan
sonra öğrendim. Sonuçta heykellerin kaldırılması ile
ilgili yöneticilerin bir bakış açısı elbette vardır.
Biz sanat insanları bu bakış açısını tabii ki kabul
etmiyoruz; bizim için heykel, tors, büst, ve canlı
model sanat eğitiminin bir parçasıdır. Bunlar
özellikle desen derlerimizde doğru görme,
oran-orantı kavramlarının öğretilmesinde önemli
eğitim materyallerimizdir. Çıplak model, heykel ve
torsun sanat eğitimindeki yeri budur, bizler
çıplaklığa bu gözle bakarız. Ana bilim dalımızdan
kaldırılan heykeller senelerce koridorumuzun bir
parçası olan sanat objelerimiz ve eğitim
materyallerimizdir. Çarşamba günü Sayın Rektörümüzün
fakültemiz profesörleri ile yaptığı kahvaltıda
kendilerine bu açıklamaları yaparak bizlerin
görüşleri alınmadan heykellerin kaldırılmasının bizi
çok etkilediğini, heykellerin bizler için ne ifade
ettiğini dile getirdim. Keşke o toplantıda bulunan
diğer sanatçılarda sanat ve sanat eğitimi adına
inandıkları doğruları söyleyebilselerdi. Nedense
susmayı tercih ettiler. Üniversitemiz
yöneticilerinden sesimizi duymalarını, alanımıza
duyduğumuz sorumluluk ve saygıdan dolayı
yürüttüğümüz bu mücadeleyi görmelerini ve bizi
anlamalarını istiyoruz. Alanımız için verdiğimiz bu
mücadelede, yöneticilerimizle yaptığımız
görüşmelerde anabilim dalımızdaki bütün sanatçı
eğitimci meslektaşlarımızı birlik olmaya, sanatı,
sanat eğitimini, yaratıcı beyinlerin yetişmesindeki
gerekliliğimizi anlatmada tek yürek olmaya davet
ediyorum.
Onun için bölüme girmeden beni uyaran arkadaşımın,
hocam bölüm girişindeki heykeller kaldırıldı,
şaşırmayın dediğinde, ona dediğimi yine diyorum. Hiç
şaşırmadım. Şaşkınlığım sadece, kaçıncı yüzyıldaysak
onadır…
SUÇLU SADECE YÜZDE 50 Mİ?
Necmettin Yağcı (Öğr. Gör.): Bu heykellerin
hikayesini merak edenlere!.. 1950’li yıllarda
Almanlar Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi
Bölümüne iki atlet heykeli hediye eder. 1950-1955
yıllarında beden eğitimi bölümüne körler okulu
taşınır. Heykeller yerindedir. Okul Milli eğitime
bağlıdır ve iktidarda Demokrat Parti vardır. Askeri
iktidarlar sonrası 1960’lı ve 1970’li yıllarda sağcı
Adalet Partisi hükümetleri ve sonrasında 12 Mart
cuntası var. Sonrası ara rejim hükümetleri ve
milliyetçi cephe hükümetleri vardı ama, heykeller de
vardı. 1980 darbesi ve 12 Eylül cuntası sonrasında,
1982’de Gazi Üniversitesi kuruldu. Eğitim fakültesi
öğretim üyeleri bu heykelleri resim-iş bölümüne
konmak üzere milli eğitimden istedi ve bu heykeller
1983’ten bu yana, düne kadar resim-iş bölümünde
muhafaza edildi. Canlı modeli bulunmayan bir resim
eğitimi bölümünde öğrenciler defalarca bu heykellere
bakarak desen çizdi. İnsan anatomisini heykellerden
öğrenmeye çalıştı. Peki ne oldu da bunları
kaldırdılar? Ülkedeki geriye doğru gidişi tekrar bir
düşünün bakalım. Suçlu kim? Halkın sadece yüzde
50’si mi acaba?
Evrensel, Yazı: Derya Yılmaz, 09.12.2013
|
TSK ARAZİSİNDEKİ KİLİSE İADE EDİLİYOR

Türk Silahlı Kuvvetleri, azınlık vakıflarına ait
malların iadesi kapsamında önemli bir açılıma imza
atıyor. Sivas Temeltepe'deki 5'inci Piyade Er Eğitim
Tugay Komutanlığı arazisinde bulunan Surp Kevork
Kilisesi restore edildikten sonra Sivas Ermeni
Dostları Derneği'ne devredilecek. SABAH'a konuşan
Sivas Ermeni Dostları Dernek Başkanı Sebuk Koçak
memnuniyetlerini, "1940'lı yıllardan beri askeri
alan içinde. Yıllarca yanına yaklaşmamıza bile izin
vermediler. Kente gelen arkadaşlarımızla birlikte
yazın tugaya gittik. Komutan bize izin verdi. Yıllar
sonra kilisemizi görebildik. Açıkçası bu izni
beklemiyorduk. Hepimiz mutlu olduk. Cenazemizi
kaldıracağımız, ibadetimizi yapabileceğimiz bir
kilisemiz yoktu" diyerek dile getirdi.
SAVUNMA BAKANI BİZZAT İLGİLENDİ
Ermenilerin 1915 öncesi Sivas ve bölgesinde 198
kilise, 21 manastırı vardı. Bunlar arasında tek
ayakta kalan Surp Kevork Kilisesi oldu. Tavra Boğazi
denilen bölgede yer alan kiliseye yakın bir de
Ermeni mezarlığı bulunuyor. Kilisenin iadesiyle
ilgili çalışmalarla, Sivaslı olan Milli Savunma
Bakanı İsmet Yılmaz bizzat ilgilendi. Ekim ayında
Bakan Yılmaz'ı ziyaret eden dernek yetkilileri,
kilisenin onarımı ve iadesi için talepte bulundu.
Yılmaz'ın "Hükümetimiz azınlıklara mülk iadeleri
noktasında ciddi açılımlar, çalışmalar yaptı.
Restorasyon süreci tamamlandıktan sonra iade için
sürecin hızlandırılması noktasında destek olacağım"
dediği öğrenildi. Bakan Yılmaz daha sonra da Sivas'a
giderek bölgede incelemeler yaptı. Gerekli
çalışmaların baştılması için Sivas Valisi Zübeyir
Kemelek ile Vali Yardımcısı Salih Ayhan'a talimat
verdi. 73 yıldır askeri alanda kalan kilise, define
avcılarından da bu sayede korunmuş oldu. Çok az
hasar gören kilisenin restorasyonun da kısa zamanda
tamamlanması öngörülüyor. SABAH'a konuşan Vali
Zübeyir Kemelek şunları anlattı: "İlimizde
çatısıyla, duvarlarıyla ayakta kalan tek eser. Sayın
bakan kendisine yapılan başvurudan hemen sonra
bölgede incelemeler yaptı. Askeri alanın içerisinde
olması kilisenin ayakta kalması için bir şans olmuş.
Gerekli yazışmaların ardından ihale sürecini
başlatacağız. Aslına uygun restorasyonu yapacağız.
İlimizde yaşayan Ermeni vatandaşlarımıza da
söyledim. Eski resimleri var ise getirsinler."
Restorasyon çalışmalarını koordine eden Sivas Vali
Yardımcısı ve Sivas İl Özel İdaresi Genel Sekreteri
Salih Ayhan da kilisenin askeri koruma bandının
dışına çıkarılacağını söyledi. Ayhan, "Söz konusu
askeri alan 1940'lı yıllardan beri bölgenin en büyük
eğitim alanı. Sınır birliklerinin de eğitim yeri.
Askeri alan içerisinde yaklaşık 5 dönümlük bir
arazi. Söz konusu alanı Sivas Defterdarlığı'ndan
talep ettik. Onlar da Milli Savunma Bakanlığı'na
muvafakat için yazı yazdı. MSB'nin vereceği
muvafakat ile birlikte tahsis bize verilecek.
Gerekli ihale süreci tamamlandıktan sonra
restorasyon işlemi başlayacak" diye konuştu.
ASKERİ ALANLARDA BAŞKA YAPILAR İADEYİ
BEKLİYOR
Bakan İsmet Yılmaz'ı ziyaret eden heyette
yer alan mimar Zakarya Mildanoğlu şöyle konuştu:
"Vatandaşlarımızın Sivas'ta cenazelerini
kaldıracakları, ibadet edebilecekleri bir yer yok.
Bir mezarlık var. Tehcirden sonra Sivas'la birlikte
Anadolu'nun birçok yerinde kiliseler çeşitli
nedenlerle tahrip edildi. Başka askeri alanlarda da
benzer yerler mevcut. Kısa sürede yasal
prosedürlerin tamamlanacağını umut ediyorum."
Sabah, Haber: Erhan
Öztürk, 09.12.2013
|
AYASOFYA VE ŞEHİR HAKKI

Mesele yine yeniden fetih. Fakat
söz konusu olan İstanbul fethinin mümkün kıldığı
zengin ve çok boyutlu şehir kültürü değil. Bu tarih
kurgusunda, fetih İstanbul'u gayrimüslimlerin
elinden alıp Türkleştirme ve Müslümanlaştırma
hareketi; Ayasofya bu fethin simgesi.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Bu mahzun
Ayasofyaya bakıyoruz” diyor, “inşallah güleceği
günlerin yakın olmasını Allah’tan diliyoruz.” (T24,
15 Kasım 2013) İki ‘küçük’ Ayasofya’nın yakın
zamanda ibadete açıldığını hatırlatıyor. İznik’teki
6. yüzyıl kilisesinin ve Trabzon’da 13. yüzyıl
kilisesinin İstanbul Ayasofya’sını ibadete açmak
üzere atılan hazırlık adımları babında ibadete
açıldıklarını görmek için fazla çaba gerekmiyor.
Studion manastırı kilisesi- İmrahor caminin
onyıllarca harabe halinde kaldıktan sonra aniden ve
herhangi bir danışma, tartışma süreci yürütülmeden
cami olarak restore edilmesi meselenin Ayasofya ile
sınırlı olmadığını gösteriyor.
Ayasofya’nın müzeye çevrilmesini onaylayan 1934
tarihli kararnamenin geçersiz, altındaki
Atatürk imzasının sahte olduğu öne sürülüyor.
“Milli Şef”in yeni soyadını ve imzasını soyadı
kanununun Resmi Gazete’de yayınından üç gün önce
kullanmaya başlamış olabileceği akla gelmiyor. 1934
senesinde, bu derece önemli bir konuda, birilerinin
imza sahtekarlığına göz yummuş olduğuna inanmamız
isteniyor. Fatih vakfiyelerinde bulunan, vakfın
şartları uygulanmadığı takdirde gerçekleşecek
beddualar öne sürülüyor. Bu yayınları yapan
tarihçiler, bu tür bedduaların hemen her vakfiyenin
sonuç kısmında bulunduğunu, Fatih’in de şeri hukuku
ve benzer bedduaları gözardı ederek büyük vakıf
arazilerini tımar arazilerine çevirdiğini, gücünü bu
şekilde pekiştirdiğini biliyorlar mutlaka, fakat
bahsetmiyorlar.
İlle Müslüman ve Türk
Mesele yine ve yeniden, fetih. Fakat sözkonusu
olan İstanbul fethinin ‘açtığı’, mümkün kıldığı
zengin, çok boyutlu ve karmaşık şehir kültürü değil.
Bu tarih kurgusunda, fetih İstanbul’u
gayrimüslimlerin elinden alıp Türkleştirme ve
Müslümanlaştırma hareketi; Ayasofya bu fethin
simgesi. Şehre ve yeni ‘açılmakta’ olan imar
alanlarına ısrarla nakşediliyor 1453 imgesi.
Panorama 1453 isimli eril militer şovenizm anıtında,
‘Fatihin otağını kurduğu yerde’, hem de -bir nevi-
Rumelihisarı resminde tasarlanan Caprice Gold
otelinde, Ağaoğlu’nun Maslak 1453 projesinde vücut
buluyor. 3. Boğaz köprüsünün temeli 29 Mayıs’ta
atılıyor, fetih hayali İstanbul’un kuzey
ormanlarına, oradan, Yavuz Sultan Selim de göreve
çağrılarak, Alevi hafızasına dokunup Arap
diyarlarına doğru uzatılıyor. Ayasofya da, ille ve
öncelikle, Müslüman ve Türk olmalı. Müslüman ve
Türklerin diğerleri üzerinde galibiyetini, dindar
Türklerin dindar olmayan Türklere karşı kazandığı
mücadeleyi, muhafazakar
Türkiye ’nin laik Türkiye’ye üstünlüğünü temsil
etmeli. Bu tarih kurgusunda kadim binanın diğer
tarihlerine eşit yer yok, tıpkı yeniden kurgulanmaya
ve yeniden anlamlandırılmaya çalışılan anıtta
kullanıcıların eşit olmayacağı gibi.
Herkes ‘erkek’
Ayasofya camiye dönüştürüldüğü takdirde öncelikli
kullanıcıları Sünni Müslüman erkekler olacak.
Kadınlar ve kadın-erkek gayrimüslimler pederşahi bir
hoşgörünün izin verdiği ölçüde, parmaklıklar
ardından bakabilirler yüzyıllar boyu şehrin kalbi
olagelmiş kubbeye, Müslüman kadınlar revaklar,
kafesler ardında ibadet edebilirler. Süleymaniye’ye
gitmenizi öneririm: 2010’da yeniden açıldığından
beri girişin hemen ötesindeki parmaklığın diğer yanı
“erkeklerin namaz mekanı”. Ayasofya’nın cami olarak
ibadete açılması için meclise önerge veren
MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu, camilerin
hangi dinin mensubu olduğuna bakılmaksızın herkesin
ziyaretine, ibadetine ücretsiz olarak açık olduğunu
belirtmiş (Hürriyet, 8 Kasım 2013). Süleymaniye’nin
ve başka birçok caminin ibadete ve ziyarete giderek
keskinleşen bir cinsiyet hiyerarşisi içinde açık
olduğunu eklememiş. Kadınların sistematik olarak
mümkünse ayrı kapılardan, varsa ayrı mekanlara
yönlendirildiklerinin, kafesler veya perdeler
ardında ibadet ettiklerinin farkında değildir belki.
Veya günümüz Türkiye’sinde ibadet ve ziyaretin arzu
edilen ve diretilen şekli budur, “herkes”in
hiyerarşisini baştan kabullendiğimiz farz
ediliyordur.
Şehir hakkımı verin
Ayasofya İstanbul’un Osmanlılarca fethinin bir
simgesidir; peki başka nedir? İnsanlığın
dünya yüzünde yaratabildiği en büyüleyici, en
kucaklayıcı sanat eserlerinden biridir. Muhteşem bir
mabettir, deha ve maharetle inşa edilmiş ve korunmuş
bir evren temsilidir. Hükümdarlara, alimlere,
dervişlere, asilere, mimarlara, ustalara, çocuklara,
kadınlara dair, örtüşen, ayrışan, çatışan ve bir
araya gelen binbir hikayesi olan bir yerdir. Bu
dünyada benzeri olmayan bir tarih dersidir. İstanbul
mirası ve dünya mirasıdır. Birilerinden daha çok
başka birilerinin, Müslüman olmayanlardan daha çok
Müslümanların, kadınlardan daha çok erkeklerin
mekanı değildir, olmamalıdır. Ayasofya müze olduğu
sürece uzun ve çoğul tarihinin tümünü
kucaklayabilir. Osmanlı ve Müslüman geçmişini de,
Bizans ve Hıristiyan geçmişini de anlatabilir
kubbesi altındakilere, bu kimliklerin ötesinde
yüzyıllar boyu başkalarına da seslenebilmiş olmanın
sırrını verebilir. Mahzun değildir, kapıları
milyonlarca kadına, erkeğe, çocuğa açık olduğu için
olsa olsa gülümsüyordur.
Şehir hakkı, aynı zamanda tarih hakkı. Şehrin tarihi
tekil ve dışlayıcı simgelere indirgeniyorsa, tarih
siyasi gündemleri ve rant projelerini hayata
geçirmek için araçsallaştırılıyor, şehrin tarihi ve
mimari mirası çılgın projelerin sermaye hanesine
yazılıyorsa, şehir hakkını savunanlar şehrin
tarihini ve mirasını da savunacaklar. İstanbul
mirasının çoğulluğunu, karmaşıklığını, dönüşümlerle
ve değişimlerle, karşıtlıklar ve çatışmalarla
perçinlenen çok katmanlılığını her daim göz önünde
tutmak isteyecek, unutmak ve unutturmak istemeyecek,
şehrin geçmişini, bugününü ve geleceğini bu çoğulluk
üzerinden anlamlandıracak şehirliler var. Onların
işi, benim işim, şehirde söz ve hak talep etmek.
Ayasofya kubbesinin altında da, Süleymaniye
kubbesinin altında da yer talep etmek.
Radikal İki, Yazı: Çiğdem
Kafescioğlu, Boğaziçi Üniv. Tarih Bl., 08.12.2013
|
HANGİ AHLAK?

Anadolu’nun bilinen en eski tanrıçası Kibele,
günümüz egemen ölçüleri bakımından “şişman ve
çirkin” bir kadındı. Azametle kurulduğu tahtının iki
yanında birer Anadolu leoparı vardı.
Ellerini
onların başına koymuş, mağrur ve egemen otururken,
bacaklarının arasında yeni doğurduğu bir insan
yavrusunun başı görünüyordu. Neredeyse 8 bin yıl
öncesinden günümüze kadar gelen bu olağanüstü
heykelcik, Kibele’nin iri memeleri ve kalçalarıyla
doğurganlığını ve bereketini, iki yanındaki
leoparlarla da doğa üzerindeki egemenliğini
duyuruyordu bize. Elbette sanatçısı bilinemez...
Cromagnion Mağaralarındaki resimler gibi, onu da
becerikli biri, büyük olasılıkla bir kadın yapmış
olmalı. Çamurla kille uğraşanlar, çanak-çömlek
yapanlar onlardı çünkü. Kibele yalnızca doğduğu bu
topraklarda değil, Mezopotamya’da, Kafkasya’da ve
Avrupa’da binlerce yıl egemen oldu. Frigler,
Hititler, sonra Romalılar aynı temalarla
süsledikleri “Bereket Tanrıçası”nı yaşattılar. İki
yanında iki aslanla oturan, ya da aslanların çektiği
bir savaş arabasını süren yüzlerce Tanrıça heykeli
bugün her müzede karşımıza çıkar. Görürüz ki, zaman
geçtikçe her dönemin güzellik anlayışına ve giyim
kuşam modasına göre farklı Kibele tasvirleri ortaya
çıkmıştır. Fakat onun bereket ve güç olarak
anlaşılmasını sağlayan simgelere dokunulmamıştır.
Bugün Kibele’yi, doğup egemen olduğu topraklarda,
burada, Türkiye’de tasvir etmeye kalkışırsanız,
önceden hatırlamanız gereken birkaç olay var.
Birincisi, “Güzel İstanbul” olayıdır. Sanatçı Gürdal
Duyar, İstanbul’u hafifçe geriye doğru uzanmış
çıplak bir kadın figürüyle anlattığı heykelini
Cumhuriyetin 50. yılı kutlamaları kapsamında 1973
yılında Karaköy Meydanı’na dikilmek üzere
tasarlamıştı. Heykel, 1974’te meydana dikildi. Ne
var ki aynı yıl Necmettin Erbakan’ın başında olduğu
Milli Selamet Partisi, CHP ile koalisyon ortağı
olarak iktidara geldi. Sonu malum... Heykel
“müstehcendi” ve balyozla yerinden sökülerek Yıldız
Parkı’nın kuytu bir köşesine saklandı. Belki hala
oradadır. Ben son gördüğümde, otların ve
çalılıkların arasında, şansınız varsa
bulabileceğiniz bir yerde duruyordu.
İkincisi, İtalya’ya iş seyahatine giden ve orda
tesadüfen Michelangelo’nun Davut heykelini gören bir
Antalyalı siyasetçinin izlenimleri... Adamın bu
“çıplak heykel” karşısında kanı donmuş!
Üçüncüsü, Dionysos heykeli karşısında Hüseyin Çelik
şoku... Televizyon sunucusunun dekoltesine edep
sınırları çizen bu bakanın heykele de aynı gözle
baktığı, fotoğraflardan anlaşılıyordu.
Yargıtay binasının önündeki Adalet Heykeli, İstanbul
Üniversitesi bahçesindeki Atatürk anıtındaki meşale
tutan öğrenci heykeli, Edremit’te Sarı Kız
efsanesini simgeleyen heykel ve kim bilir bize
yansımamış kaç tanesi aynı “müstehcenlik”
çerçevesinde tartışılmadı mı?
Demek ki, bu türden siyasetçiler gerçekte bir
heykele değil, çıplak bir insana baktıkları zaman
hissedebilecekleri “elektrikler” alıyorlar! Mesela
utanç duyuyorlar, ya da abdestleri bozuluyor.
Heykele baktıklarında bir taş, tunç, ya da heykelin
yapıldığı malzeme her ne ise onu değil, “et”
görüyorlar, canlıymış gibi etkileniyorlar. Ve
psikiyatriyi ilgilendiren bu özelliğin kendilerine
“ahlak” adına konuşma hakkı verdiğine inanıyorlar.
DAHA ESKİLERE GİDELİM
“Cromagnion İnsanı” dediğimiz ve ilk
atalarımızdan saydığımız insanlar, mağaralarının
duvarlarını, herhangi bir sebepten, resimlerle
donatmayı seviyorlardı. Gerçeği, çizgiyle ve renkle,
olabildiğince “yakalamaya” çalışıyorlardı, çünkü
gerçekten yakalamak istedikleri bir gerçek vardı. Av
hayvanlarının bütün temel özelliklerini
mağaralarının dip köşe karanlık duvarlarına
çizerken, öyle düşünülüyor ki, av öncesinde zihnen
ve ruhen hayvanla karşılaşmaya hazırlanıyorlardı. O
yüzden, yaptıkları resimler, günümüz ölçüleriyle de
baksan, güzel ve etkileyiciydi. Duvarları
boyayanlar, avcıların kendileri de olabilir,
topluluğun akıllı büyücüleri de... Eleştirmenleri
olup olmadığını bilemeyiz, ama işten anlamayan
birilerinin “orası olmamış, burasını az daha boya,
onu yapma ayıp!” falan diye karıştıklarını hiç
sanmıyorum. Onlar bilirlerdi ki, duvara yapılan şey,
bir temsildir! Herkesin gerektiği gibi yapamayacağı
bir iştir... Özel bir iştir...
AHLAK BUNUN NERESİNDE DURUR?
Sanatın büyüden, dinden, inançlardan ayrılması
uzun sürdü. Bugün de, sanatçının meşrebine göre, bir
ayağı hala oralardadır. Ama yine de özel bir iştir.
Ancak erbabının yapabileceği, kendince yorumlayarak,
biçimlendirerek, beklenmedik bağlamlar kurarak
yapacağı o işin ruhunu üfleyen odur. Kim ne der,
öyle yaparsam birileri kızar mı diye düşünürse
yapacağı iş sanat olmaz. Kutsal kitaplardan alınmış
konuları işlerken bile, sanatına sadece hünerini
değil inancıyla kendisi arasındaki bağlantının
özelliklerini de katarsa eser kişilik kazanır.
Çocukluk döneminde insan, yapılan resmin ya da
heykelin bir tür dua, bir tür büyü olduğunu
düşünüyorlardı. Buna rağmen, onların kendi gündelik
hayatlarıyla bağlantısı olmaksızın bir anlamları
olamayacağını da biliyorlardı. Ürün bereketli olsun,
deprem olmasın, hastalanmayayım, daha zengin olayım
diye içinden geçirmeden, o taşın, şeklin, mabedin
karşısında ne işi vardı ki? Resim ya da heykel, ya
da put, totem, bu beklentileri karşılayabileceği
güvenini verecek biçimlerde olmalıydı. Hüner orada
kendisini gösterir. Ahalinin karşısına çıkarılan
eser, ikna edici, inandırıcı olmalıdır.
Sanatçının sorumluluğu buradadır. İster bir inanç
için yapsın işini, isterse kendi hülyalarının
peşinden giderken yapsın, ya da anlatmak istediği
bir derdini dillendirsin, inandırıcı olmak
zorundadır. Kendi içtenliğine, söylediği sözün
sahibi olduğuna inandırmalıdır.
İşte bu bir ahlak meselesidir.
Sanatçının ahlak imtihanında karşılaşacağı tek soru
buradan çıkar.
“Genel ahlak”, “inançlar, töreler, gelenekler” onun
vurulacağı denek taşları değildir.
Hele bir taşın kendilerini çarpabileceğine hala
inanların yargıları hiç değildir.
Evrensel, Yazı: Aydın Çubukçu, 08.12.2013
|
GÖKOVA'DA VİYADÜK ŞOKU

Karayolları Genel Müdürlüğü, Marmaris’i Fethiye
ve Muğla’ya bağlayan karayolunda trafik ışıklarına
takılmadan ulaşımın kesintisiz sürmesi için Gökova
Kavşağı’na viyadük yapmak için harekete geçti.
Muğla’ya 26, Marmaris’e 29 kilometre uzaklıktaki
kavşağa yapılacak viyadük için iddiaya göre, Gökova
Belediye Başkanlığı ile
bölge halkının düşüncesi sorulmadan proje
hazırlanıp onaylandı. Gökova Belediyesi’ne viyadüğün
yapılacağı bilgisi verildi.
Altında kaya mezarları olan doğal ve arkeolojik SİT
alanındaki mevcut yolun 3 ile 4 metre arasında
doldurulup, Marmaris giriş ve çıkışına tünel
yapılacak olması tepkileri de beraberinde getirdi.
‘TARİH DE OKALİPTÜSLER DE ZARAR GÖRÜR’
Projeye sınır komşu olan Akyaka Beldesi Belediye
Başkanı
CHP ’li Ahmet Çalca, Akyaka ve Gökova bölgesinin
1989 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Özel Çevre
Koruma Alanı
ilan edildiğini hatırlatarak şöyle konuştu:
“Bulunduğumuz bu coğrafi bölge birinci derece doğal
ve arkeolojik SİT alanı. Bölgede kültür varlığı
olarak tescillenmiş kaya mezarları var. Yolun
yapılabilmesi için Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Genel Müdürlüğü’nden izin alınma zorunluluğu
var. Edindiğim bilgiye göre, Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu, titiz bir çalışma
yürütüyor. Çünkü yol altında bulunan kaya mezarları
geçmişte yol çalışması yapılırken gerekli tedbirler
alınmadığı için ciddi anlamda hasar görmüştü.
Oradaki kültür varlığı bu bölgeye vizyon kazandırmak
için çok önemli ve korunması gerekiyor. Teknik
kadroların hazırladığı bu plan, belediye ilanıyla
halkın görüşü alınmadan yapılmıştır. Bizler ancak
uygulamaya girdiği zaman bundan haberdar olduk.
Bölgede sürdürebilir turizm düşüncesiyle Akyaka
halkı olarak birlikte bir vizyon belirledik. Üst
geçişli bir viyadük türü yol düzenlemesinin milli
menfaatlerimize aykırı bir uygulama olduğunu
düşünüyoruz. Ayrıca viyadüğün yanında kalan tescilli
okaliptüs ağaçları da bundan zarar görecektir. Bu
ağaçların korunması için gerekli çalışmalara kaynak
aktarılmazken böyle bir çalışmanın düşünülmesi
yanlıştır.”
‘AKYAKA, SAKİN ŞEHİR OLMAKTAN ÇIKAR’
Üç yıldır Akyaka’da yaşayan Sümer Saraç ise viyadük
kararını duyduğu anda beyninden vurulmuşa döndüğünü
belirtti:
“Buranın doğal güzelliği beni o kadar kendisine
bağladı ki eş ve dostlarıma doğal yapı habitatının
muhteşem olduğunu anlatıyorum. Bu proje çok önceden
hazırlanmış. Buranın yerleşkesindeki insanlara hiç
sorulmamış. O kadar yüksek duvarlardan köylü ve
hayvanları nasıl geçecek? Buna gerek yok çünkü
trafik o kadar yoğun değil. En başta Akyaka sakin
şehirlikten çok uzaklaşır.”
‘BİR DAKİKA BİLE BEKLEMEDİK’
28 yıldır seyahat acentesi işletmeciliği yapan ve
Marmaris Kent Konseyi üyesi olan Nurcan Dağ da 7
yıldır Gökova’da yaşadığına ve her gün Marmaris’e
gidip geldiğine dikkati çekerek şunları söyledi:
“Hayatım neredeyse bu yolda geçiyor. Şimdiye kadar
ışıkta bir dakika bile beklemedim. Zaten burada
trafik yazın en fazla 4 ay yoğun oluyor. Bu yol 3-4
metre yükselecek. Merkezi de okaliptüs ağaçlarının
olduğu göbek olacak. İstinat duvarları yapılacak.
Alt ve üst geçişler olacak. Bizi rahatsız eden kısmı
yolun bu kadar yükseltilmesi. Burada trafik
yoğunluğu yok ve zaten ışık sistemiyle çözülmüş. Bu
doğa güzelliğine yazık etmesinler. Gereği yoktur,
israftır”
Radikal, 08.12.2013
|

|
ANTİK MANASTIR İLGİSİZLİKTEN YIKILIYOR
Aydın’ın Kuşadası İlçesi Davutlar Beldesi’ndeki 11’inci yüzyıldan kaldığı tahmin edilen Kurşunlu Manastırı, ilgisizlikten yıkılmaya başladı.
Kubbesindeki ağaçların köklerinin, Bizans yapısı olduğu tahmin edilen tarihi manastırın taş duvarlarının çatlamasına neden olduğu belirtilerek, bir an önce önlem alınması istendi. Aydın sınırlarındaki, Beşparmak Dağları’nda bulunan Stylos (Arapavlusu) Manastırı’ndan sonra tarihe tanıklık etmiş ikinci manastır olma özelliğine sahip Kurşunlu manastırı, ayakta kalma mücadelesi veriyor. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), Başkanı Bahattin Sürücü, tarihi manastırın her an yıkılabileceğini belirtip, uyardı. Manastırın son yıllardaki en büyük sorununun, kubbesinin üzerindeki ağaçlar olduğuna dikkati çeken Sürücü, “İyice büyümeye başlayan ağaçların kökleri manastır duvarlarını çatlatıp, taşları yerlerinden oynatmaktadır. ‘Tehlike geliyorum’ diyordu. O da oldu” dedi.
Evrensel, 08.12.2013
|
NAZMİ ZİYA'NIN 'EV'İ ALICI BEKLİYOR

Türk resminin en önemli isimlerinden Nazmi
Ziya’nın yaklaşık 60 yıldır müzayedelerde yer
almayan ve özel bir koleksiyonda bulunan, kendi
evini konu ettiği 73’e 60 cm boyutlarındaki
yağlı boya tablosu Antik A.Ş.
Müzayede Evi’nin klasik Türk resminin
usta isimlerine yer verdiği 280. Müzayedesi’nde
satışa çıkacak.
15
Aralık
Pazar günü Shangri-La Bosphorus’da düzenlenecek
müzayedenin en yüksek fiyatlı eseri olan Nazmi Ziya
tablosu, 500
bin TL
açılış fiyatıyla satışa sunulacak. Müzayedeyi
yönetecek olan Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı
Turgay Artam, “Nazmi Ziya ışığı
en iyi kullanan Türk ressamı olarak biliniyor.
400’e yakın eseri var. Ancak bunların yaklaşık 300
adedi
küçük ebatlarda. Kalanının da çoğu suluboya.
Yani bu boyutlarda bir yağlı boya tablosuna sık
rastlanmıyor. Zaten bu
eser, 60 yıldır özel bir koleksiyonda
bulunuyordu. Bu yüzden müzayedenin en özel
parçalarından bir tanesi” diyor.
Çallı’nın
eserleri
Müzayedede İbrahim Çallı’nın uzun yıllardır
müzayedelerde görülmeyen dört eseri de yer alıyor.
Artam bu eserlerle ilgili, “Çallı’nın eserleri
arasında ‘Ankara
Kalesi’, ‘Mevleviler’ en dikkat çekenleri” diyor.
Sami Yetik’in peyzaj konulu çalışmaları,
Feyhaman Duran,
Hikmet Onat ve Şevket
Dağ imzalı
İstanbul peyzajları ile Naci Kalmukoğlu, Bedri
Rahmi Eyüboğlu’nun
farklı dönemlerinden çalışmaları müzayedede
satışa sunulacak eserler arasında.
Müzayedenin öne çıkan diğer eserleri arasında Nazmi
Ziya, İbrahim Çallı,
Halil Paşa, Sami Yetik, Şevket Dağ ve Hikmet
Onat’a ait
tablolar ile hat sanatı ve tuğralı
gümüş koleksiyonu yer alıyor.
Hat sanatına
ilgi
artıyor
Müzayedede hat sanatı eserleri için özel bir bölüm
ayrılmış. Mehmet Aziz Rufai, Yedikuleli Seyyid
Abdullah, Mehmed Şevki, Kazasker Mustafa İzzet gibi
değerli hattatların hilye-i şerif, el yazması
Kuran-ı
Kerim ve hat levhalarından oluşan özel
koleksiyon da müzayedede satışa sunuluyor.
Turgay Artam, “Hat sanatı ve hilye-i şerif’lere
yönelik ilgi artarak sürüyor. Yalnızca
İslam inancına mensup olanlar değil, örneğin
Museviler arasında da bu eserleri satın alanlar var.
Yani geniş bir kesim ilgi gösteriyor. İleride bu
eserlerin değeri çok daha yükselecek,” diyor.
Turgay Artam tarafından yönetilecek olan 280.
müzayededeki eserler 7 - 14 Aralık tarihleri
arasında Antik Palace’da görülebilir.
Milliyet, Haber: Fisun Yaçınkaya, 08.12.2013
|
HIRİSTİYANLARIN AYASOFYA İLE İLGİLİ GÖRÜŞÜ: MÜZE
OLARAK KALMALI
537 yılında inşa edildi. Tam 916 yıl dünyanın en
büyük kilisesi oldu, ta ki Bizans’ın başkenti
Konstantinopolis el değiştirinceye kadar.
Ardından 478 yıl şehrin en önemli camisiydi.
1935’ten bu yana ise müze olarak kapılarını
açtı. Ayasofya’nın geleceği bugünün sıcak
tartışmalarından biri.
MHP , camiye çevrilmesi için yasa tasarısı
verdi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç geçen
günlerde “İnşallah güleceği günlerin yakın
olmasını Allah’tan diliyoruz” dedi. Ayasofya
konusunda Hıristiyanlara ne istediğini,
tartışmalara nasıl yaklaştıklarını sorduk. Bu
konuda ilk kez konuşan Fener Rum Patrikhanesi
Basın Sözcüsü Dositheos Anağnostopulos, binanın
kiliseye çevrilmesi taleplerinin olmadığının
altını çiziyor. Patrikhane’nin isteği, bugünkü
gibi müze olarak kalması.
Hıristiyan dünyası için Ayasofya neden
önemli?
Bizanslılar, Ayasofya’yı ‘İsa’nın büyük
kilisesi’ olarak nitelerlerdi. Uzun zaman
Roma’daki St. Pierre Kilisesi ile birlikte
Hıristiyanlığın en önemli kilisesiydi. Bugün de
önemini sürdürüyor.
Camiye çevrilme sürecini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Fatih İstanbul’u fethettiğinde şehirde kiliseyi
dolduracak kadar Rum var mıydı? Yoktu. O kadar
Türk var mıydı? O da yoktu. Kanaatimce camiye
çevirme kararı iktidarı eline aldığını göstermek
içindi.
Bunun benzeri İspanya’da da yapılmadı
mı?
Tabii, Hıristiyanlar da bunu yaptı. İspanya’da
büyük bir camiyi, Kortoba’yı katedrale
çevirdiler. Bu her yerde oldu.
Ama Ayasofya’nın farkı Cumhuriyet
döneminde müzeye çevrilmesi.
Eğer Mustafa Kemal müzeye çevirmemiş olsaydı
bugün böyle bir yaygara kopar mıydı? Kopmazdı.
Tartışma müzeye çevrilmiş olan abidelerin camiye
dönüştürülmesiyle ortaya çıkıyor. Aslında biz
kendi kendimize problem yaratıyoruz.
MHP’nin ortaya attığı iddia Mustafa
Kemal’in imzasının sahte olması.
“Bu belge sahtedir” diyorlar. Eğer bu ispat
edilebilirse o zaman çok büyük bir mesele ortaya
çıkacak. Hastalığında imzaladığı pek çok belge
var. Tarihi yeniden incelemek, yazmak gerek.
Vakfiye kitapları yeni değil ki. Mustafa Kemal’e
bunu neden söylemediler? Herhalde biri kalkıp
“Bunu yapamazsınız” diyebilirdi. Mustafa Kemal
maske olarak kullanılabiliyor. Pozitif ya da
negatif yönden sürekli onu konuşuyoruz.
Siz bu tartışmanın zamanlamasını neye
bağlıyorsunuz?
Durup dururken Ayasofya’yı camiye çevirmek
neden? Neden, ne sebeple bunu yapıyorlar? Ya oy
için ya da İslam dünyasında “Biz birinciyiz”
sloganı içindir. Başka sebep bulamıyorum. Eğer
burada yaşayanlar cami bulamıyorsa böyle bir
binanın boş durmaması gerektiğini anlayabilirim.
Ama bu olmaz. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi
dünya medeniyetinin bir abidesi olan bir
kilisenin artık ziyarete açık olmayabileceği
anlamına da gelebilir. İhtiyaç var mı hakikaten?
Böyle bir karara tepki gelir mi? Bizans
döneminde kilise olan, Cumhuriyet dönemindeyse
müzeye dönüştürülen binalar Osmanlı’daki gibi
yeniden cami olarak açıldı. İznik ve
Trabzon’dakiler için çok sert bir tepki gelmedi.
Batı dünyası laikleşmiş durumda. Fransa ya da
Almanya’da bu binaları sorsanız bilmeyebilirler.
Ama İstanbul’daki Ayasofya için tepki olacaktır.
Ne kadar olur bilmiyorum ama gösterirler bundan
eminim. Trabzon’da bazı kesimler binanın müze
olmasını da istemişti. Hem halkın düşüncesinin
hem de realitenin camiye çevirmeye karşı
olduğuna inanıyorum.
Patrik Bartholomeos’un bu konuyla ilgili
düşüncesi nedir?
Camiye çevrilen müzelerin aslında müze olarak
kalması gerektiğini söylemişti. Alanya’ya
gitmeden önce de konuştuk. “Anlamıyorum” dedi.
Başbakan’ın ‘Etraftaki büyük camiler dolmadığına
göre bunun cami olması için bir sebep
görmüyorum” imasının doğru olduğunu söyledi. Bir
patriğin bu konuyla ilgili konuşması zor. Çünkü
hemen ardından “Ayasofya’yı istiyorlar”
diyorlar. Böyle bir politikamız yoktur. Bizim
kiliselerimiz zaten var. Müze olarak kalması en
doğru yoldur. Hem
Türkiye hem dünya medeniyeti için. Serbestçe
Ayasofya’ya girip çıkabiliyoruz. Bu bizim için
yeterli. Hiçbir zaman “Bize verin” demedik.
Realist olmak gerek.
Bir yandan Sümela açılırken...
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem,
“İstanbul’daki Ayasofya Camisi vakfiyesine göre
camidir ve cami olarak ilelebet yaşayacaktır”
diyor. Müdürlüğün çatısı altında bulunan cemaat
vakıfları meclisi azınlık vakıfları temsilcisi
Laki Vingas’a göre ise Ayasofya bir kültür
mirası ve müze statüsünün korunması gerekiyor.
Vingas’ın da altını çizdiği en önemli nokta
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine sadece Rum
cemaatinin değil Hıristiyan dünyanın tepki
göstereceği: “Ayasofya inşa edildiğinde bütün
Hıristiyanlar aynı kiliseye tabiydi. Bu nedenle
geleceği sadece Türkiye’deki 2-3 bin İstanbul
Rum’una endekslenemez. Ayasofya Hıristiyan
dünyasının ortak değeridir.
Rusların
Ortodoksları seçmesindeki nedendir. Camiye
çevrilmesi Mescid’i Aksa’nın altında kazı yapmak
gibidir. Bu adımları seçim arifesi olarak
değerlendiriyorum. Bu kadar hassas bir
ortamdayken kiliseler ve camiler üzerinde
politika yapılmamalı. Bir yandan Sümela ve
Ahtamar yılda bir ibadete açılırken şimdi
Hıristiyan mabetlerini camiye çevirmek iyi
intiba bırakmaz.”
Ayasofya’nın geçmişinde söz sahibi olanlardan
biri de Ermeni cemaati. Nedeni 989 yılındaki
büyük depremde Bizans imparatorunun restorasyon
için çağırdığı, bugün Kars sınırları içinde
bulunan Ani Katedrali’nin de mimarı olan
Trdat’ın izleri ve 1960’lı yıllarda iki
minarenin çökme tehlikesi üzerine İstepan
Aratan’ın binayı güçlendirmesi… Ermeni Mimar
Mühendisler Dayanışma Derneği (HAYCAR) kurucu
üyesi, Agos gazetesi yazarı, kamuoyunun Ahtamar
Kilisesi’ni restore etmesiyle tanındığı mimar
Zakarya Mildanoğlu’na göre Ayasofya’nın
politikanın dışında tutulması gerekiyor: “Öyle
yapılar, öyle eserler vardır ki bunların dini
yapı olmasına gerek yok, insanlık tarihinin
ortak ürünleridir. Bu tip eserler sadece Türkiye
Cumhuriyeti’nin malı değil. Aynı şey
Ermenistan’da da olsa yine aynısını söylerdim.
Fakat bazı insanların kimi duyguları seçim
öncesinde depreşiyor. Bu konuyu gündeme
getiriyorlar. Bu adım delilik olur. Burası artık
Louvre Müzesi gibi bir değer.” Mildanoğlu’nun
Ayasofya için bir önerisi var. Minarelerin
yanında sembolik bir çan kulesi inşa edilmesi.
Mildanoğlu, “Sürekli bu ülkede çan sesi ve ezan
sesi birlikte yükseliyor deniliyor. O zaman
burası ne cami ne kilise yapılsın. Onun yerine
sembolik de olsa bir çan kulesi dikilmeli.”
İstanbul’daki en büyük Katolik kiliselerinden
St. Espirit’nin Pederi Felice Suriano “Ayasofya
inşaedildiğinde, 4. asırda mezhep farklılığımız
yoktu. İbadethaneye çevrilecekse, eski niteliği
kazandırılacaksa kilise olması gerekiyor” diye
konuştu.
Radikal, Haber: Serdar Korucu, 08.12.2013
|
BİZANS'IN GÖZÜNDE OSMANLI

Yrd. Doç. Şahin Kılıç tarafından çevrilen Bizans
Kısa Kronikleri, özellikle ilk dönem Osmanlı tarihi
hakkında ilginç detaylar veriyor. Bugüne kadar hak
ettiği önemin gösterilmediği Bizans çalışmaları,
Osmanlı tarihine bakan perspektifiyle büyük bir
boşluğu dolduracağa benziyor.
Bizans Kronikleri nasıl ortaya çıktı, kim
yazmış notları?
İlk defa Yunan Spyridon Lampros, daha sonra Alman
bizantinist Peter Schreiner tarafından 1970’li
yıllarda yapılan çalışmayla ortaya çıkarıldı.
Schreiner, 120’ye yakın elyazması üzerine
araştırmalar yaptı. Bu, ilk defa keşfettiğim bir
kaynak değil. Ancak ihtiva ettiği bilgiler önemi
nispetinde Osmanlı tarihçilerinin ilgisini
çekmemişti.
Nasıl yazılmış kronikler?
Kabaca anlatırsak, Bizans’ın Kadim Yunan’dan
miras aldığı tarih yazımı geleneği içinde,
Hıristiyanlık döneminde ortaya çıkan yeni bir tür.
Kronografyayı, bizdeki vakayinamelere
benzetebiliriz. 10. yüzyıldan itibaren elyazması
eserlerin boş bir sayfasında veya derkenar
diyebileceğimiz sayfa boşluklarına yazılmış kısa
notlar bunlar. Yazarlarına gelince, istisnalar
hariç, çoğunluğunun yazarı bilinemiyor. Fakat
bunların Kilise çevresindeki keşişler veya okuma
yazma bilen seçkin bir kesim olduğu dile
getirilebilir.
Genel itibarıyla nelerden bahsediyor?
Başta, Bizans tarihinin yanı sıra kilise tarihini
aydınlatacak önemli olaylardan. Bizans aristokrasisi
ya da Osmanlılar, Sırplar, Frenkler gibi yabancı
hükümdarların soy ağaçları, savaşlara dair önemli
bilgiler mevcut kroniklerde. Bunun dışında, doğa
olayı ve tabii afetler... Mesela 1454 yılında buz
dağlarının bütün Boğaz’ı doldurduğunu, insanların
Galata’ya buz üstünde yürüyerek geçebildiklerini
anlatıyor. Başka bir açıdan, Bizans taşrasındaki
gelişmelerin kaydedildiği metinler bunlar. Osmanlı
saray tarihçilerinin çoğunlukla sessiz kaldığı ya da
kahramanlarını temize çıkarmak için bilerek ilgi
göstermediği tarihsel olaylar...
Peki kısa kroniklerin içeriği hangi yönde
yoğunlaşıyor?
1453’ten sonra, kroniklerin neredeyse tek konusu
Osmanlılardır. Kroniklerin önemli bölümü Athos,
Patmos, Selanik, İstanbul ve diğer büyük manastır
merkezlerindeki cemaatler tarafından yazılmış.
Dolayısıyla, kronikler sadece kilise ve manastır
hiyerarşisinin, politik ve entelektüel elitlerin
bakış açısını yansıtmıyor. Yunan toplumunun geniş
sosyal tabakaları konu edinilmiş.
Kroniklerin Osmanlı tarihini anlamada
önemi nedir?
Bu kronikleri deyim yerindeyse, Osmanlı
egemenliğine girmiş Ortodoks halkın ‘kamuoyu’
görüşünün yansıtıldığı ‘gayriresmi tarih yazımı’
diyerek değerlendirebiliriz. Onların ruh halini
yansıtan ifadeler Osmanlı’nın başka bir gözden nasıl
algılandığını anlatıyor. Kronik yazarının hissettiği
korku, dehşet, hayret, sevinç gibi bazı hislere,
hatta bazen aleni bir şekilde hakaret ifadelerine
rastlıyoruz.
Kimlere hakaret ediliyor?
Mesela kroniklerde ilk olumsuz ifadeler Bayezid
için kullanılıyor. Onun için imansız, nefret edilen
ve hilekar gibi sıfatlar var. Timur’a karşı
yenilgisi ve ölümünün sevinçle karşılandığı
görülüyor. Tabii bu sırada Bizans devleti hala
yaşıyor. Ancak I. Bayezid’den önceki Osmanlı
hükümdarları için herhangi olumsuz bir ifade yok.
II. Murad’ın 1422’deki İstanbul kuşatmasıyla
başlayan süreçte, devam eden fetih politikaları
yüzünden, tanrısız gibi olumsuz ifadelerle
nitelendirildiğini görüyoruz.
Peki kroniklerin resmi tarihle çelişen
tarafları var mı?
Var tabii. Mesela fetret devri hakkında ilginç
anekdotlar var. Yıldırım Bayezid’in oğulları
arasındaki taht kavgalarını anlatan dönem,
kaynaklarımızda biraz yüzeysel olarak verilir. O
zaman diliminde bazı şehzadelerin birbirleri
arasında galip gelebilmek için nasıl entrikalar
çevirdiklerini, Bizans ile nasıl ortaklık
kurduklarını rahatlıkla görebiliyoruz. Yeri gelmiş,
Bizans’ı da dost bilmişler yani… Bize şimdiye dek
hep Bizans ile Osmanlı arasında keskin çizgilerle
ayrılan bir kutuplaşma tasvir edilir fakat kimi
zaman işbirliği halindeler, ittifak yapıyorlar, kız
alıp veriyorlar, hatta Hıristiyan oluyorlar. Gayet
geçişken bir yapı var halbuki…
Kroniklerde, hangi şehzade kimlerle
ittifak yapıyor?
Bu kroniklerde değil ama başka bir yerde I.
Murat’ın oğlu Savcı Bey’in, Andronikos’un oğluyla
işbirliği yaptığını görüyoruz. Her ikisi de
babalarına karşı isyan bayrağını açıyor. Musa
Çelebi, İsa Çelebi Fetret devri mühletinde, I.
Mehmet’in de Bizans imparatorlarını arkalarına
alarak ittifaklar yaptıklarını biliyoruz. Yine, II.
Murat’ın Düzmece Mustafa’sının II. Manuel’e
gittiğini ve ona itaat ederek II. Murat’a karşı
destek istediğini, bu kroniklerde görebiliyoruz.
Hatta saatiyle, günüyle kaydedilmiş.
Hıristiyanlığa geçen hangileri var?
Aslında din değiştirme mevzusu çok yaygın
olmamakla birlikte stratejik sebeplerle başvurulan
bir yöntem. Bunu Osmanlı’dan ziyade Selçuklu
döneminde görebiliyoruz.
Tam olarak kim bunlar?
Selçuklu şehzadelerinin bazılarının menfaatleri
icabı Hıristiyanlığa geçiş yaptıklarını
söyleyebilirim. Selçuklu’nun zayıfladığı devirde,
devrin ileri gelenlerinden, önemli beylerin, mesela
meşhur Aksukhos ailesi mensuplarından din
değiştirenleri görüyoruz. Bizans Sarayı’nda
yetiştiğini ve Bizans’ın muktedir komutanları
arasına girdiğini söyleyenler var. Osmanlı’da
nispeten bu az ama kimi paralı askerler bu yolu
seçiyor. Bu mevzularla alakalı belgeler kuvvetli ve
net olmamakla birlikte, din değiştirmek o dönemin
şartları altında makul kabul edilmiş. Aynı şekilde
karşı taraftan da bu geçişler var.
Birlikte yaşamı normal gösteren
anekdotlar var mı?
Kanuni devrinden örnek verilebilir. Kanuni, sık
sık Yahudi bir müneccime gider, akıbeti hakkında
bilgi ister. Yahudi kahin, ‘Hıristiyanlar senin
devrinde isyan ederek tahtına kastedecekler’
deyince, Kanuni tedirgin olur. Maiyetindeki
Hıristiyanların toplanmasını emreder. Kroniklerden
öğrendiğimiz kadarıyla, Piri Paşa, araya girer ve
Sultan’ı teskin eder. ‘Sultanım, bırakın biz
araştıralım, her nerede ise o isyancılar, bulup
cezasını veririz.’ der. Kronik yazıcılarının, Piri
Paşa’nın bu hamlesi ile Hıristiyanların hayatını
kurtardığı için ona minnet duyduğunu ve Yahudi’ye de
lanet okuduğunu görüyoruz.
Müslümanların üstünlüğünün Hıristiyan
topluma olan yansımaları nasıl?
Hıristiyan halkın Osmanlı egemenliği sürecinde
yeni siyasi ve kültürel çevreleri kabullendiklerini
izleyebiliriz. Tabii bu adaptasyon halkın tamamınca
ve hemen gelişmiyor. 1500’lerde Selanik’te yaşayan
Manuel Gerakes, çocuklarının doğum ve ölüm saatini,
‘Türk sabah ezanı okurken’ veya ‘Cuma günü sala
okunduğu saatte’ şeklinde not düşmüş. Yani artık
zamanı tayin etmek için ezan saatlerini de
kullanıyor.
Hıristiyanların sevdiği devlet adamları
var mı peki?
Bazı paşaların hatta padişahların dahi Hıristiyan
dostu olduğu kroniklerde belirtilmiş. Ne ilginçtir
ki, Yavuz Sultan Selim’in Hıristiyanlara büyük
iyiliği geçtiği ve kiliseleri tamir ettirdiği,
çeşitli yardımlarda bulunduğu kaydedilmiş. Bu yüzden
de Hıristiyan teba içinde sevildiği ve övgüyle
karşılandığını da not edebiliriz. Fatih Sultan
Mehmet, kroniklerde ilk defa Basileus (vasilevs)
olarak anılıyor. Bu ifade yalnız Bizans
imparatorları için kullanılır.
Ne gibi övgü ifadeleri mevcut?
II. Bayezid ve Kanuni için de ‘megas authentis’
(büyük hükümdar) tabiri kullanılmış. Tarihte nadiren
büyük Türk hükümdarları için megas sultanos (büyük
sultan), megas amiras (büyük emir) gibi unvanlar
kullanılır. Hatta tıpkı Saray tarih yazıcıları gibi
Osmanlı’nın İran ve Hicaz seferlerinin kayıtlarını
tutmuşlar. Mesela Cem Sultan hadisesi gibi
hadiselerle ilgili bilgilere rastlasak da
yorumlardan kaçınılmış. Ama ilginç bir detay var ki
Şah İsmail ve İranlılar için Türkçeden geçme bir
terim ‘kızılbasi’ diyorlar.
Bu surette Yunancaya geçen başka Türkçe
kelimeler var mı?
Başta yer adları olmak üzere onlarca kelimenin
her iki dilde de kullanıldığını bu kroniklerden
anlayabiliyoruz. İstanbul için onlarca rivayet
vardır fakat şehre–kente anlamına gelen ‘stinpoli’
kelimesinden Türkçeleşerek ‘İstanbul’ olmuştur. Bu
bağlamda büyükşehirlerin hemen hemen tamamı Rumcadan
devşirilmiş. Hatta Antik Yunan’dan Bizans’a, oradan
da bize geçmiş. Mesela İznik ‘Stinnikea’dan, Bursa
‘Prussa’dan, Mudanya ‘Montaniya’dan ve birçok
şehrimiz...
Henüz
Bizans Araştırmaları Enstitüsü yok
Son dönemde Bizans arkeolojisi ve tarihi alanda
akademik makale ve araştırma noktasında birtakım
kıpırtılar var. Fakat çoğu bireysel özveriyle oluşan
çabalar. Maalesef bu konuda da ideolojik angajmanlar
belirleyici olabiliyor. Henüz yetkin kimseler
projelere önayak olabilmiş değil. Bu iş genel
itibarıyla böyle. Diyelim Antik Roma kalıntılarına
ulaşabilmek için bir proje yürütülüyor. Buradaki bir
tiyatro gün yüzüne çıkarılsın diye, tarihi çinilerin
pişirildiği Osmanlı fırını kaldırılıp atılabiliyor.
Geçtiğimiz dönemlerde kendine has yapısıyla benzeri
sadece Fransa’da bulunan bir fırını kaybettik. Bu
noktada Osmanlı arkeolojisi diye bir mefhum da
doğuyor. En eski yapıya ulaşacağım diye üst
katmandaki tarihi kalıntılar tahrip edilebiliyor.
Tarihi rezervlerimizi gün yüzüne çıkarırken, Roma ve
Antik Yunan deyince akan sular duruyor, müthiş bir
hoşgörü var ama gel gelelim Bizans denince bir
nemelazımcı zihniyet beliriveriyor. Bu alanda henüz
hususi bir araştırma enstitümüz bile yok. Hatta
Avustralya'da bile böyle bir teşekkül varken,
Avrupa'nın hemen hemen tamamında bu konuda bir
enstitü araştıran bir kurum bulunuyorken, mirasın
üzerinde yaşayanlar olarak bu konuya bigane kalmamız
can yakıcı.
Zaman, Haber: Erkam Emre, 08.12.2013
|
İSTANBUL DENİZ MÜZESİ GENİŞLETİLMELİ
İstanbul Deniz Müzesi
denizcilik tarihimizin bilinmesi için fevkalade
önemli bir
merkez. Bu müzenin daha da genişletilmesi
gerekir.

İstanbul Deniz Müzesi ilk olarak 1897 yılında
Kasımpaşa’da Bahriye Nezareti’nin olduğu yerde
kuruldu. Bugün bu müze,
Beşiktaş’a nakledilmiş vaziyette. Müzenin asıl
kurucuları Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan
Hüsnü Paşa zamanında müzenin kuruluşu için büyük
çaba sarf eden
Amiral
Hikmet Paşa ve Binbaşı Süleyman Nutku’dur.
Süleyman Nutku Bey
askeri tarih ve tarihçilik literatürümüzde
çeşitli yazıları ile tanınır. Cemal Paşa’nın bahriye
nazırlığı zamanında Yüzbaşı Ali
Sami (Boyer) müzeyi ilmi bir sisteme
kavuşturmuştur. Beşiktaş’ta Barbaros Anıtı’nın
yanındaki bina ise 1956 yılından beri buradadır.
Arada
Topkapı Sarayı Müzesi’nin
eski müdürlerinden Haluk Şahsuvaroğlu’nun
Dolmabahçe Camii’nin bitişiğindeki Deniz
Müzesi’nde de
müdürlük yaptığı biliniyor. Bugün
İstanbulluların tanıdığı müze genişletildi. Saltanat
kayıkları koleksiyonu, Osmanlı donanmasını meydana
getiren gemilerin maketleri, Piri
Reis
Araştırma Merkezi,
harita koleksiyonları
ve gemicilik arşiviyle ziyarete açıldı.
Denizcilik tarihimizle ilgili
popüler yayınlar artırılmalı
Müzedeki zengin bir
koleksiyon da Bahriye ressamlarının eserlerinden
oluşan deniz savaşları ve donanmayı canlandıran
tablolardır. Müzenin bayrak ve sancak koleksiyonu,
üniforma koleksiyonu zenginliği meydana
getiriyor. Deniz Müzesi,
Aya İrini’deki silah koleksiyonu ve onu izleyen
Arkeoloji Müzeleri’nden sonra
ikinci eski büyük müzemizdir. Deniz Müzesi’nin
yeri
uygun, İstanbul’un işlek bir noktası ve
gençlerin merakla izledikleri bir tarih merkezi.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın başarılı bir
faaliyetidir.
Türkiye’nin denizcilik
tarihi henüz sekiz asrı bile bulmuyor. Bununla
birlikte İstanbul’un fethinden sonra donanmaya önem
verildi
ve 16’ncı asırda Osmanlı Donanması
Akdeniz’deki kuvvetlerle rekabete girecek
hale getirildi. Şu son 40 yılda ise deniz
ticaret filolarımızın gelişmesi donanmanın da
büyümesini gerekli kıldı. Deniz Kuvvetleri’ni
besleyen
okullar kadar
sivil denizcilikte de gelişmeler başladı.
Denizcilik tarihi tetkikleri 20 yıldır önem verilen
bir konu ve Deniz Müzesi de bu faaliyette yerini
alıyor. Denizcilik tarihinin bilinmesi için
fevkalade önemli bir merkezdir ve müzenin daha da
genişletilmesi gerekir. Müzenin kolay ulaşılabilen
bir bölgede olması ziyaretini de kolaylaştırıyor.
Kuşkusuz, denizcilik tarihimizle ilgili popüler
yayınların da artırılması gerekir.
Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 08.12.2013
|
KALE SURLARININ ALTINDA DEHLİZ ÇIKTI!
Trabzon’da Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde
yapılan çalışmada kale surlarının altında binlerce
yıl önce yaptırılan dehlizler ortaya çıktı.
Dehlizlerin kültür ve turizme kazandırılması
çalışmaları sürüyor. Bölgenin turizm
destinasyonlarına bir yenisini daha ekleyecek olan
proje, yaklaşık 105 bin TL’ye mal olacak. Kültür ve
Turizm İl Müdürü,
dehlizlerin diğer kısmıyla ilgili Karadeniz
Teknik Üniversitesi (KTÜ) ile birlikte çalışma
sürdürdüklerini ifade ederek, “ ‘Trabzon’un
ortası’ diye tabir edebileceğimiz tüm tarihi
olaylarının geçtiği yer olan Orta Hisardayız. Burası
kentsel dönüşümle birlikte yenilendi. Zağnos
Vadisi’nin yenileme çalışmaları sırasında
Ortahisar’ın altından denizin varlığı ortaya
çıktıktan sonra Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak
Doğu Kalkınma Ajansı ile birlikte ortak bir proje
yaptık. Finansmanını ise özel idareden sağladık.
Yapılan çalışma sonucu surların altında bulunan
dehlizleri gün ışığına çıkartmak adına
hazırladığımız projeyi hayata geçirdik. Binlerce yıl
önce kale surları yapılırken
dehlizler olduğuna dair söylentilerin olduğunu
ve kayıtlara geçtiğini bildiğimiz için bunları
araştırdık. Araştırma sonucu bir kısım
dehlizin izini bulduk. Bunun tamamını bulmak
adına Karadeniz Teknik Üniversitesi’yle birlikte
bilimsel çalışmamızı yürütmeye başladık. Bu anlamda
bölgenin tabiri caizse MR çektik. Yer altındaki
dehlizleri tünelleri ortaya çıkardık. Turizme
kazandırma adına çalışmayı başlatmış bulunuyoruz. Bu
çalışmayı çok kısa zamanda bitireceğiz. Bunun
neticesinde zaten zengin bir kültür varlığına sahip
Ortahisar’da yeni bir turizm destinasyonu elde etmek
adına önemli bir çalışmayı bitirmiş olacağız” dedi.
Kale surlarının altında yer altı geçitlerinin
bulunduğunu kaydeden Müdür Kansız, “Altta yer altı
geçitleri var. Gerektiğinde kullanılması gereken
dehlizler var. Bunların bir kısmını tespit etmiş
durumdayız. Diğer kısımlarını da tespit etmek için
KTÜ ile işbirliği içerisindeyiz. Bilimsel veriler
ışığında araştırmamızı tamamladıktan sonra bu
dehlizleri gün ışığına çıkartıp turizmin hizmetine
sunmaya çalışacağız. Dehlizlerin genellikle surların
dışında irtibatı sağlamak uğruna ulaşım amacıyla da
kullanıldığını tahmin ediyoruz. Bunun tam tespitini
bu çalışmalar bittikten sonra kamuoyuyla
paylaşacağız” ifadelerini kullandı.
Habertürk, 07.12.2013
|
DERİN TARİH'TEN GÜNDEM OLUŞTURACAK BİR
DOSYA DAHA

Kılıçla alınan beldedeki en büyük kilisenin cami
yapılması adettendir. Dolayısıyla İstanbul, Osmanlı
tarafından fethedilince Hıristiyan dünyası açısından
çok önemli olan Ayasofya camiye dönüştürüldü. Ta ki
1934'e kadar. İşte o gün çıkarılan bir kararnameyle
ibadete kapatıldı.
Ayasofya'nın Atatürk'ün imzası
bulunan bir kararnameyle ibadete kapatılması
arkasındaki gerçekler, çelişkiler, şüpheler ve doğru
bilinen yanlışlar Derin Tarih dergisinin Aralık
sayısında tek tek irdeleniyor. MHP Milletvekili ve
Türk Tarih Kurumu (TTK) eski başkanı Yusuf
Halaçoğlu'nun Ayasofya'nın yeniden cami olarak
ibadete açılması için kısa bir süre önce Meclis'e
verdiği kanun teklifi üzerine gündeme gelen konuyla
ilgili Mustafa Armağan ve Prof.Dr. Mehmet Çelik'in
makaleleri yer alıyor. Ayrıca Yusuf Halaçoğlu'nun
ilginç açıklamalarının yer aldığı çarpıcı söyleşi de
konuya ışık tutuyor.
Resmi Gazete'de yayımlanmamış ki!
Celal Tahir'in kendisiyle yaptığı söyleşide
Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu Ayasofya kararnamesinin sahte
olduğunu söylüyor. Hiçbir zaman belgesiz
konuşmayacağını belirten Halaçoğlu, kararnamedeki
Atatürk imzasının bunun en önemli kanıtı olduğunu
anlatıyor: “Ayasofya ile ilgili kararnamenin sayısı
1589. Ancak bundan iki gün önceki kararnamenin
sayısı ise 1606 sayısı taşıyor. Bir kere sayı
tutmuyor. Sonra bu kararname Resmi Gazete'de
yayımlanmamış. Yayımlanmayan kararnamenin hiçbir
geçerliliği olmaz. Üçüncüsü ise Atatürk'ün imzası.
Şöyle ki: Kararnamenin tarihi 24 Kasım 1934.
Atatürk'ün buradaki imzası daha önce hiçbir yerde
atmadığı bir imza. Kemal Atatürk yazdığı imzasında
'a' harfini büyük ve köşeli yapmışlar. Oysa Atatürk
'a' harfini hep küçük ve yuvarlak yazar. Biri
Atatürk'e mal edilmek üzere burayı müze yapmış. Yani
Ayasofya'da bir sahtekarlık yapmışlar.”
Atatürk'ün imzası hukuken geçersiz
Kararnamede bulunan Atatürk'ün imzasıyla bir başka
ayrıntıyı ise Derin Tarih'in Genel Yayın Yönetmeni
Mustafa Armağan ortaya çıkarıyor: “24 Kasım 1934
tarihli olduğu söylenen Bakanlar Kurulu kararı
garipliklerle doludur. Bunlardan biri de Atatürk'ün
imzası meselesi. Gazi Mustafa Kemal, o gün çıkarılan
2587 nolu kanunla 'Atatürk' olmuştur. Ne var ki
kanunun yürürlüğe girmesi için üç gün daha geçmesi
gerekecektir. Nitekim 27 Kasım günkü Resmi Gazete'de
'Bu kanun neşri tarihinden itibaren muteberdir' yani
yayın tarihinden itibaren geçerlidir maddesiyle
birlikte yayımlanır. Açıkça bellidir ki Atatürk,
'Atatürk' ismini ve imzasını 27'sinden önce
kullanamaz. Bir başka deyişle ayın 24'ünde Atatürk
resmen Atatürk değildi ve bu isimle imza atması hem
mümkün değildir, hem de attığı imza hukuken geçerli
değildir. İmza atmışsa bile hukuken geçersizdir.”
Kararnamenin orijinali ortada yok
Armağan, 24 Kasım 1934 tarihli kararnamenin bugüne
dek ıslak imzalı orijinalinin de bulunamadığına
dikkat çekerek, bu belgenin olup olmadığını öğrenmek
isteyen Yusuf Halaçoğlu'na resmi yazıyla olmadığının
bildirildiğini söylüyor. Kararnamenin orijinali yok
ama garip bir Atatürk imzası bulunan 'fotokopi'nin
sahte olduğunu söylüyor. Zira Demokrat Parti
döneminde Ayasofya talebinde bulunanların Atatürk'ün
imzasının alenen taklit edildi, bu fotokopi
susturucu delille bertaraf edildiğini anlatıyor.
Peki bu belgeyi Atatürk neden imzalamadı? Mustafa
Armağan kanaatine göre Amerikan Bizans Enstitüsü'nün
müdürü Thomas Whittemore'un 1931'de Florya Köşkü'nde
Gazi'ye ulaştığını, tarihi yapının sıva ve
nakışlarının altında kalmış mozaiklerin ortaya
çıkarılmasını talep ettiklerini anımsatıyor.
Mozaiklerin üstünün açılması izni alınırken, cami
tozlanır gerekçesiyle ibadete kapatılışını da
hatırlatan Armağan, “Kanaatime göre Atatürk 'ezan
formülü'nü uygulamak istedi. Ezan için kanun
çıkaramayan Mustafa Kemal'in Ayasofya'nın da
Bakanlar Kurulu kararnamesiyle müzeye
çevrilmesindeki hukuki mahzurları göz önüne alarak
'Hayır imzalamam' dediğini düşünüyorum. Bunun her
zaman kanunlara saygılı davrandığı gibi bir mitos
çerçevesine taşınması gerekmez. Atatürk için sorun
şuydu: Birileri açıkça kanuna aykırı olan bu
kararnameyi iptal ettirerek Ayasofya'yı eski haline
getirmeye kalkabilir, yani yeniden cami
yapabilirdi.”
2014'te ibadete açılacak
Prof.Dr. Mehmet Çelik'in konuyla ilgili makalesi de
ilginç bir başlık taşıyor: “Ayasofya 2014 yılında
ibadete açılacaktır!” Çelik, Ayasofya'nın açılması
için milletin şimdiye kadar Menderes, Demirel ve
Özal'a talepte bulunduğunu ancak konunun bir sonuca
ulaşamadığını anımsatarak bu bağımsızlık sembolü
yapının 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce
Ayasofya'nın cami olarak açılacağını söylüyor.
Çelik, Patrikhane'nin psikolojik olarak rahatsız
olacağını ancak buna çözüm olarak Ayasofya'nın
bitişiğindeki Aya İrini'nin kiliseye çevrilmesini
öneriyor.
Türkiye Gazetesi, 07.12.2013
|
BALIKESİR VE MANİSA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU
Balıkesir ve Manisa'da, aralarında heykel, vazo, kılıç, antik çağ ve Bizans dönemlerinden kalma harp silah ve araç gereçlerinin de bulunduğu tarihi eser niteliğinde 5 bin 490 obje ele geçirildi. Olayla ilgili 5 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre, Balıkesir Jandarma Komutanlığı ekipleri, uzun süren çalışmaların ardından Balıkesir ve Manisa illerinde bazı adreslere eş zamanlı operasyon düzenledi.
Takip edilen şüphelilerden yola çıkan ekipler, evlerde özel bölmelerde saklanan heykel, vazo, kılıç, sikke, antik çağ ve Bizans dönemlerinden kalma harp silah ve araç gereçleri, gözyaşı şişeleri, kolye ve ziynet eşyalarının da bulunduğu tarihi eser niteliğinde 5 bin 490 obje buldu.
Ekipler, söz konusu adreslerde 5 kişiyi gözaltına alındı.
Bugün, 07.12.2013
|
 |
KAYIP TABLOLAR BULUNDU

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden
çalınan eserler yıllardır konuşulur ancak kayıp
eserlerle ilgili bir çalışma yapılmazdı. En son
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan ve
kamuoyu ile paylaşılmayan rapora göre tam 302
eserin müzeden çalındığı tespit edildi. Bu
eserlerden 256’sının kayıp olduğu belirlenmiş 46
eserin ise sahte olduğu anlaşılmıştı.
İşte bu rapordan sonra Kültür ve Turizm
Bakanlığı eserlerin peşine düştü. Bakan Ömer
Çelik ne pahasına olursa olsun, yurtiçi ve
yurtdışında eserlerin bulunması talimatını
verdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca
yürütülen soruşturma neticesinde önceki gün eş
zamanlı müzayede evi, sanat galerisi ve önceden
belirlenen koleksiyonerlere baskın yapıldı.
Kamuoyundan gizlenen baskında Ankara Resim ve
Heykel Müzesi’nden çalındığı tespit edilen 30
tablo yakalandı. Şevket Dağ, İbrahim Çallı,
Fikret Mualla, Hoca Ali Rıza gibi Türk resim
sanatının
ünlü ressamlarına ait eserlere el konuldu.
Emniyetten soruşturmanın derinleştirilerek devam
edeceği söylendi.
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde
skandallar uzun yıllardır bitmiyordu. Hırsızlık
ve eser kopyalama haberleriyle çalkalanan müzede
yaklaşık 5 bin paha biçilmez eser envantere
kayıtlıydı. Talihsiz müzede bakanlıkça
soruşturmalar yapılıyor ancak yapılan
soruşturmalarda bile kaybolan tablo sayılarının
rakamları birbirini tutmuyordu.
En son 2010 yılında yapılan soruşturma müzedeki
gerçeği gözler önüne sermişti. Sanatçı,
akademisyen ve bakanlık müfettişleri 5 bine
yakın eseri incelemişti. 18 Ocak 2011’de
hazırlanan raporla korkunç gerçek ortaya çıktı.
Türk resim ve heykel sanatının en önemli
eserlerini barındıran müzenin envanterinde 256
eserin kayıp olduğu tespit edildi. 57 eserin ise
kopya olduğu kanaatine varıldı. Kayıp eserler
Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ, Fethi
Arda, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Hüseyin Zekipaşa, Ruhi, Hasan Tahsin
gibi Türk resim tarihinin en önemli ressamlarına
aitti.
Kayıp eserlerden bazıları şöyleydi:
Bedri Rahmi Eyüboğlu (Muradiye’de Kahve, Edirne
Tunca Köprüsü), Şevket Dağ (Surlardan, Cami
Kapısı, Cami İçi, Topkapı Sarayı Kızlar Ağası
Dairesi, Pencereden Görünüm), Şefik Bursalı
(Dolmabahçe’den), Hasan Vecih Bereketoğlu
(Kurbağalı Dere), Halil Paşa (Güller,
Britanya’dan
Kadın , Yalılar, Manzara), Devrim Erbil
(Soyutlama), Hikmet Onat (
İstanbul Boğaz’dan Peyzaj, Salacak’tan
Manzara, Anadolu Hisarı), İbrahim Çallı
(Manzara, Bahçede Kadın, Peyzaj), Hoca Ali Rıza
(Bulgurlu’da Timurcu Çeşmesi, Yağış, Sandal
Balıkçı Kulübesi, Beykoz’da İshak Ağa Kahvesi,
Kaya ve Çam), Sami Yetik (Kasımpatılı Natürmort,
Peyzaj), Arif Kaptan (Natürmort), Namık İsmail
(Denizde Vapur)
Bakanlığın derinlemesine yaptığı soruşturma
tamamlandı ancak eserlerin nerede olduğu bir
türlü bulunamadı. İşin aslına bakılırsa peşine
düşen de olmadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
İstanbul’da bazı tabloların müzayedelerde ve
sanat galerilerinde satıldığına dair ihbarlar
gelmeye başladı. Bakanlık yetkilileri bu
ihbarları Bakan Ömer Çelik ile paylaştı. Bakan
Çelik ‘üzerine gidin’ diyerek Bakanlığın Teftiş
Kurulu’na konuyu havale etti. Müfettişler gelen
ihbarları Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ile
paylaştı. Önceki sabah Ankara ve İstanbul
Emniyeti önceden belirlenen adreslere eşzamanlı
baskın yaptı. 9 farklı müzayede şirketi, sahibi,
koleksiyoner, galeri ve antika dükkanına yapılan
baskınlarda Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden
çalındığı tespit edilen 25 tablo yakalandı.
Ayrıca işadamı ve koleksiyoner C.B’nin evinde 5
tablo daha olduğu ve onların da teslim edileceği
öğrenildi. Polis kaynakları eserlerin bir
kısmını müzayede işi yapanların gizli
depolarında yakaladıklarını, bu eserlerin
çalıntı olduğunu bildiklerini ve soruşturmanın
devam edeceğini söyledi.
Devlet Resim Heykel Müzesi’nden çalınan
ve baskında ele geçen eserlerden bazıları:
İbrahim Çallı - Bahçede Kadın
Hoca Ali Rıza - Bulgurlu’da Timurcu Çeşmesi,
Yağış, Sandal Balıkçı Kulübesi, Beykoz’da İshak
Ağa Kahvesi, Kaya ve Çam
Hasan Tahsin - Bostancı
Vapur İskelesi
Hikmet Onat - Manzara
Ruhi - Yeşil Türbe
Sami Yetik - Kasımpatılı Natürmort
Bedri Rahmi Eyüboğlu - Muradiyede Kahve (Ağaçlı
Kahve)
Şefik Bursalı - Manzara
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.12.2013
******
İŞ DÜNYASINDA ANTİKA DEPREMİ

Antika piyasası
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde kaybolan
302 tabloyla ilgili soruşturmada ortaya çıkan
hırsızlıkla sarsıldı.
Bakanlık müfettişleri, tabloları sosyete
simalarının rağbet gösterdiği müzayede
kataloglarında gördü. Sosyete evlerine
düzenlenen baskınlarda 30 tablo bulundu.
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde
kaybolan 302 tabloyla ilgili
soruşturma antika piyasasında
depreme neden oldu. Kültür Bakanı Ömer Çelik’in
“Sonuna kadar gidin” talimatı verdiği öğrenildi.
Soruşturma için iki müfettiş görevlendirildi.
TABLOLAR
KATALOGDA
Kayıp tabloların önemli bir bölümünün
İstanbul’da müzayede evleri ve galeriler
tarafından piyasaya verildiği belirlendi.
Araştırmaya bir bilirkişi de dahil oldu ve sanat
haberlerine yer veren bir internet sitesinin
veri arşivinden müzayede katalogları incelendi.
ÜNLÜLERE
BASKIN
Çalınan tabloların
Bedri Rahmi Eyüpoğlu,
Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı ve Şevket
Dağ imzasını taşıdığı tespit edildi. Tabloların
büyük çoğunluğunun müzayede kataloglarında
bulunduğu ve satışa çıkarıldığı anlaşıldı. B. A,
A. Ş. ve A. A. müzayede şirketlerinin bilgisine
başvuran müfettişler tabloları müzayedelere
verenleri öğrendi. Tabloların 57’sinin yeri
belirlendi.
Soruşturma kapsamında bazı müzayede evlerine
geçtiğimiz gün operasyon düzenlendi. 30 tablo
bulundu. Evine baskın düzenlenen isimler
arasında sanayici ünlü bir ailenin damadı C. Ç.
de bulunuyor. Ç’nin evinden aralarında Nazmi
Ziya’nın iki metrelik tablosunun da bulunduğu
çok sayıda esere el konuldu.
İŞADAMI
İADE EDECEK
Ö. müzayede evinin sahibi M. Ö’nün evine de
baskın yapıldığı öğrenildi. Hoca Ali Rıza
imzasını taşıyan 5 tablonun bir işadamında
bulunduğu tespit edildi. Bu tabloların işadamı
tarafından yetkililere teslim edileceği
belirtildi.
ÇALINTI
ESERLERİ SATTILAR
Müfettişler tabloların sahibi olarak gözüken
resim piyasasının ünlü isimleri Ş. H, ünlü
galericiler D. Ö. ve H. Ö’nün yanı sıra Ö.
Müzayede’nin sahibi M. Ö, C. T. ile M. Ç’nin
ifadelerini aldı. Müfettişlerin ulaştığı ilk
bilgilere göre tablolar müzeden çalındıktan
sonra resim piyasasında Marlboro lakabı ile
tanınan Gaziantepli bir kişi tarafından
İstanbul’a getirildi.
HALKEVLERİ
MÜHÜRLERİ VAR
Çalınan tablolar ağırlıklı olarak D. Ö. Ve H. Ö.
ile M. Ö. tarafından satın alındı. Ö, tabloların
bir kısmını kayınbiraderi aracılığı ile müzayede
şirketi B. A. üzerinden satışa çıkardı.
Ankara’dan getirilen ilk resimler Halil Paşa
imzalı. Resimlerin üzerinde ise Halkevleri
mühürleri bulunuyor. Yine müfettişlerin edindiği
bilgilere göre Halil Paşa imzalı tablolar piyasa
fiyatlarının çok altında satışa sunuldu.
Skandal
nasıl patlamıştı?
2009’da Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde Hoca
Ali Rıza’ya ait 13 karakalem eskizin
sahteleriyle değiştirildiği ortaya çıkmıştı.
Yapılan inceleme sonucunda 202 eserin kayıp, 46
eserin sahteleriyle değiştirilmiş olduğu
belirlendi. 27 eserin ise orijinal olup olmadığı
ilk çalışmada anlaşılamamış, eksperler
tarafından incelenmesine karar verilmişti.
Çeşitli tarihlerde müzeden çıktığı anlaşılan
eserlerle birlikte 350’ye yakın eserin
kaybolduğu belirlendi.
ÖNEMLİ
RESSAMLARIN ESERLERİ KAYIP
Müzedeki kayıp tablolar, Fikret Mualla, İbrahim
Çallı, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Şevket Dağ, Hoca
Ali Rıza, Hüseyin Avni Lifij, Halil Paşa, Hikmet
Onat, Feyhaman Duran, Refik Epikman, Mehmet Ali
Laga, Fethi Arda, Sami Yetik, Mustafa Ayaz,
Zühtü Müridoğlu, Aivazovsky, Malik Aksel, Hasan
Vecih Bereketoğlu, Arif Kaptan, Pertev Boyar,
Nazmi Ziya, Sabri Berkel, Mehmet Ali Laga,
Üsküdarlı Cevat, Hamit Görele, Nurullah Berk,
Eşref Üren, Ali Avni Çelebi gibi Türk resminin
en önemli isimlerinin imzalarını taşıyor.
Bugün, Haber: Tuncay Hopçin, 07.12.2013
******
40 TABLO İÇİN YENİ OPERASYON
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden
çalınan ve
İstanbul ’da yapılan operasyonda ele
geçirilen 30 tabloyla ilgili soruşturma
derinleştiriliyor. Elinden eserleri alınanlar
arasında iş ve sanat dünyasının ünlü simaları
bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı
müfettişlerinin aylar süren çalışması sonucunda
yerleri tespit edilen tabloların değerinin 30
milyon dolardan fazla olduğu belirtiliyor.
Emniyet kaynakları 40 tablonun daha yerlerinin
tespit edildiğini, önümüzdeki günlerde bu
tablolar için de operasyon yapılacağını dile
getiriyor. Diğer yandan Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik Twitter’dan operasyonun arkasında
olduğunu duyurdu.
Ankara Resim ve Heykel Müzesi Müdürlüğü’nde
yapılan sayım sonucunda komisyonca bulunamadığı
veya sahte olduğu tespit edilen 302 parça eserin
256 tanesinin kayıp, 46 tanesinin ise sahte
olduğu anlaşılınca müzayede şirketi sahip ve
temsilcileri, koleksiyonerler, galeri ve antika
dükkanı sahipleri ile görüşülüp operasyon
başlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
müfettişleri aylardır çalınan tabloların peşine
düştü. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ile
koordineli yürütülen araştırmada geçmişe yönelik
müzayede katalogları, piyasadaki antikacıların
ellerindeki eserleri gösteren kataloglar,
müzelerdeki koleksiyonerlerin envanterleri tek
tek incelendi. Devlet Resim ve Heykel
Müzesi’nden çalınan eserlerin bazılarının elden,
bazılarının ise müzayede yoluyla satıldığı
belirlendi. Tespit edilen eserler akademisyenler
ve müze uzmanlarınca incelendi. Emin olduktan
sonra operasyonun düğmesine basıldı. Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen
operasyon İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube
ekipleri tarafından gerçekleştirildi. Gizli
yürütülen operasyonla, uzman ekipler tarafından
tespit edilen, 5’i dün teslim edilmek üzere
toplam 30 esere el konuldu. Eserler İstanbul’dan
alınarak güvenli yer olarak Ankara Milli
Kütüphane deposuna konuldu. Operasyonlar
tamamlandıktan sonra el konulan eserler
oluşturulacak bilirkişilerce mühürleri açılarak
ait olduğu Devlet Resim ve Heykel Müze
Müdürlüğü’ne teslim edilecek.
Ünlü isimler var
Elinden tabloları alınanlar arasında Tunca Sanat
Galerisi’nin sahibi Cemal Batur, Bilfen
Okulları’nın sahibi Osman Öztürk, Özbilenler
Müzayede’den Mehmet Özbilenler, işadamı Şahin
Ekşioğlu, Çebi Antik’in sahibi Mehmet Çebi,
işadamı Mustafa Can Has, işadamı Cengiz
Çetindoğan’ın da olduğu belirtiliyor. Yaklaşık
40 eserin daha yerlerinin tespit edildiği,
ikinci dalga operasyonların önümüzdeki günlerde
yapılacağı öğrenildi. Operasyon kapsamında yine
iş ve sanat camiasından çok ünlü isimler olduğu
belirtiliyor.
Eserler nasıl satılıyor?
Resmi müzayedelerin tamamı Kültür ve Turizm
Bakanlığı bilgisi dahilinde yapılıyor. Müzayede
şirketleri katalogları bakanlığa bildirmek
zorunda. İstanbul’da Ayasofya Müzesi, Yıldız
Sarayı Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi ve Türk
İslam Eserleri Müzesi bu müzayedeleri
denetliyor. Denetimler ‘Müzayede ve ekspertiz
işlerinde uygulanacak esaslar’ başlığı altında
bir yönetmelikle belirlenmiş. Müzayede yapacak
gerçek ve tüzelkişiler müzayede tarihinden en az
10 gün önce ilgili müze müdürlüğüne bir dilekçe
ile müracaat ederler. Dilekçelerinde müzayede
tarihini ve yerini belirterek, satışa sunacağı
eşyaların listesini eklerler. Müze müdürlüğünce
kurulan değerlendirme komisyonu müzayedeye
çıkacak kültür varlıklarını inceler. Komisyonca
tasnif ve tescil dışı bırakılarak korunması
gerekli olmadığına karar verilen kültür ve
tabiat varlıkları için varlığın özelliklerini
belirtir belge düzenlenir. Korunması gerekli
eserler müzeye alınması için uğraşılır,
alınamıyorsa yurtdışına çıkış yasağı konur. Bu
prosedür uygulanmasına rağmen nasıl olur da
müzeden çalınan bir eser müzayede yoluyla satışa
çıkarılır.
Cevap bekleyen sorular
Sami Yetik’in ‘Kasımpatılı Natürmort’ isimli
tablosu 2010 yılında Asar-ı Attika Müzayede
Evi’nin çıkardığı açık arttırmada Bilfen
Okulları’nın sahibi Osman Öztürk tarafından 700
bin liraya satın alındı. Son operasyonda bu
tabloya el konuldu. Müzayede evi tabloyu
satmadan önce müzeden eksper raporunu nasıl
aldı? Müze uzmanları bu eserin çalıntı olduğunu
bilmiyorlar mıydı? Bu soruları arttırmak mümkün.
Müze uzmanları müzayede kataloglarını ya
gelişigüzel inceliyor ya da çalıntı eserler için
işbirliği yapıyorlar. Aksi takdirde mevcut
yönetmelikler uygulansa çalıntı eserlerin
müzayedede satılması mümkün değil.
El altından satış
Çalıntı eserlerin satışında izlenen bir başka
yöntemde ise müzayedeye çıkmadan eserler el
altından alıcı buluyor. Sanat piyasasında kimin
hangi ressamın eserlerini takip ettiği ya da
hangi eserlere ilgi duyduğu biliniyor. O alıcı
ile irtibat kurulup eser müzayedeye çıkmadan
satılıyor. Bunda antikacılar gayri resmi
aracılık yapıyorlar. Alıcı esere daha ucuza
ulaştığını düşünürken aslında çalıntı eser
aradan yıllar da geçse başlarına dert oluyor.
Çalıntı eser alıp-satmanın cezası nedir?
2863 Sayılı Kültür Varlıklarını Koruma
Yasası’nın 65. maddesi cezaları belirliyor.
Müzeden çalınan eserlerin alım satımı da bu
ceza kapsamında değerlendiriliyor. 2 yıldan
5 yıla kadar ağır hapis ve 5 bin güne kadar para
cezası öngörüyor. Bu yurt dışına kaçırmak amaçlı
olursa iki kat artıyor.
El konulan eserler
Sami Yetik
(Kasımpatılı Natürmort, Güller Natürmort-Peyzaj)
İbrahim Çallı (Bahçede
Kadın )
Ruhi (Yeşil Türbe)
Bedri Rahmi Eyüboğlu (Muradiye’de Kahve,
Manzara ve Bahçe)
Feylan Duran (Laleli Buket)
Halil Paşa
(Britanya’dan Kadın)
Hoca Ali Rıza (5 adet karakalem çalışması)
Hasan Vecihi Bedel (Liman, Kurbağalı Dere)
Hasan Vecihi Bekaroğlu (Manzara)
Şevket Dağ (Topkapı Sarayı Kızlar Ağası Dairesi)
Şefik Bursalı (Manzara)
Hikmet Onat (Peyzaj, Manzara)
Hasan Tahsin (Bostancı
Vapur İskelesi)
İsmail Hakkı (Batan Gemi)
Hüseyin Zekai Paya (Cami)
Hüseyin Avni Lifij (Peyzaj)
Ruhi (Lohus)
Şeref Akdik (Manzara)
Nazmi Ziya Güran (Müze)
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.12.2013
******
ÇALINAN TABLOLARI SADECE BAKANLIK BİLİYOR!
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden
yıllar içinde çalınan 256 tablonun peşine düşen
Kültür ve Turizm Bakanlığı geçen günlerde
müzayede evleri, galericiler ve
koleksiyonerlerin elindeki 30 tabloya el koymuş
tespit ettiği 40 tablo için de çalışmalara
başlamıştı. Bakanlığın bu güne kadar kayıp ve
çalıntı tablolar için duyuru yapmadığı ortaya
çıktı. Resmi
internet sitesinde müzelerden çalınan
eserlerin listesini yayınlayan bakanlık Resim ve
Heykel Müzesi’nden çalınan eserleri duyurmadı.
Diğer yandan elinden eserleri alınan
koleksiyoner Çengiz Çetindoğan da açıklama
yaparak ‘elinden alınan tabloları müzayedelerden
topladığını, bu güne kadar Kültür Bakanlığı’ndan
kendisine bir uyarı gelmediğini ve zarara
uğradığını’ söyledi.
Bir eser nasıl alınır?
Koleksiyonerlerin bağlı olduğu bir müze vardır.
İstanbul ’da bu müzeler Yıldız Sarayı
Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya,Türk
İslam Eserleri Müzesi ve Arkeoloji Müzeleri.
Koleksiyoner olacak kişi buradan koleksiyoner
defteri oluşturup tüm eserlerini envanter
numaraları ile birlikte bu deftere işlemek
zorunda. Müzeler koleksiyonerlerin defterlerini
inceleyip kontrol eder. Galeri ve antikacılar da
müzayede öncesi eserleri bağlı oldukları
müzelerin uzmanlarına liste halinde gönderir,
gerekirse eserler yerinde incelenir, ekspertiz
raporları oluşturulur. İncelemede eserlerin
çalıntı olup olmadıkları da araştırılır.
Bu kadar detaylı incelemeye tabi tutulan
müzayedeler ya da koleksiyonerler nasıl olup da
müzeden çalıntı eser satabiliyorlar? Müze
çalışanlarının da ihmali olduğu açıkça ortada.
Kültür ve Turizm Bakanlığı şimdi geriye dönük
olarak çalıntı tabloların satıldığı
müzayedelerde ekspertiz raporu düzenleyen müze
uzmanlarının da peşine düştü.
Ancak müzeciler de bu konuda dertli. Çünkü
bakanlık Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden
çalınan 256 tablo ile sahte olduğunu tespit
ettiği 56 tabloyu 2011 yılındaki soruşturmayla
tespit etmiş ama bu eserlerin arandığını hiçbir
yere bildirmemiş. Hatta kendi resmi internet
sitesinde duyurduğu çalıntı eserler bölümünde
bile bu tabloların isimleri yok. Müze uzmanları
da kendilerini ‘‘Tabloların çalıntı olduğunu
nereden bilelim’’ şeklinde savunuyor. Ancak
ortada kesin olan bir şey var ki 2863 sayılı
Kültür Varlıklarını Koruma Yasası çerçevesinde
çalıntı eseri satan da alan da suçlu kabul
ediliyor.
8 Aralık 2013 tarihli Radikal gazetesinin bir ve
ikinci sayfasında ‘40 tablo için yeni operasyon’
başlıklı haberimize koleksiyoner Cengiz
Çetindoğan bir açıklama gönderdi. Açıklamada
şöyle deniliyor:
‘‘Çetindoğan, bahsi geçen tabloları müzayede ve
piyasada ismi bilinen koleksiyonerlerden 2006
-2007 arasında satın almıştır. 2013 yılı kasım
ayına kadar bu eserlerle ilgili Kültür
Bakanlığı’ndan bir açıklama veya bildirim
almamıştır. Kaldı ki; Kültür Bakanlığı bunca yıl
kayıp eserlerle ilgili olarak bir liste
hazırlayıp kamuoyu ile paylaşmamış, bu eserleri
ilan etmemiştir. 2013 Kasım ayında 12 eserle
ilgili olarak bakanlık müfettişleri bu eserlerin
satın alınmasına ilişkin belgeleri istemiş,
müvekkilim de belge ve bilgileri bakanlık ile
paylaşmış, bu eserlerin müvekkilimin
koleksiyonunda olduğunu kendisi bildirmiştir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı halen çalınmış ve
değiştirilmiş olan bu eserlerin listesini ne
kamuoyu ile ne de koleksiyonerler ile
paylaşmamıştır. Hiçbir kusuru olmayan iyi
niyetli olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
bildirimde bulunan, ülkemize müze kazandırmak
için çalışmalar yapan müvekkilimin bu operasyon
içinde isminin anılması müvekkilimi derinden
üzmüştür. Kaldı ki, müvekkilimin bu tablolar
nedeniyle uğramış olduğu zararların nasıl ve kim
tarafından karşılanacağı müvekkilim tarafından
bilinmemektedir.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 11.12.2013
******
271 TABLO DAHA KAYIP!
Yıllardır bilinen ama bir türlü kabul edilip
resmileştirilemeyen bir gerçek artık "resmen" kabul
edildi. Devlete ait müzelerdeki sanat eserleri
bulundukları yerlerden çalınmış ve satılmış. Çalınan
sanat eserlerinin büyük bölümü
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nden
çalınmış.
Bu müzeden son 30 yılda 230 tablonun çalındığı
veya en iyi ihtimalle kaybolduğu tahmin ediliyor.
Bunların bir bölümünün devlet kurumlarında veya
resmi konutlarda olduğu kabul edilse bile, 100'ün
üzerinde eserin çalındığı kesin. Son birkaç ayda
yapılan çalışmalarla bu eserlerden 80 adedinin
nerede veya kimlerde olduğu tespit edildi. 31 adedi
İstanbul'da yapılan bir operasyonla ele geçirildi.
Bu tablolar iş
dünyasının önemli isimleri ve koleksiyonerler
tarafından satın alınmış. Ancak eserler "çalıntı"
veya "kayıp" olarak emniyet birimlerine ve
İnterpol'e bildirilmediği için şimdiye kadar resmi
bir işlem yapılamıyordu. Çünkü büyük ihtimalle bu
bildirimde bulunması gerekenler de hırsızlık
organizasyonunun bir parçasıydı.
MÜZAYEDE EVLERİ ARACI OLUYOR
Bu çalıntı eserlerin piyasaya sürülerek legalize
edilmesinde ise büyük müzayede evlerinin aracılık
ediyor olması rezaletin başka bir boyutu. Elbette
ki, bu eserleri satın alan amatör koleksiyoncuların,
eserlerin geçmişi veya çalıntı olup olmadıkları
konusunda kesin bir bilgi sahibi olması imkansız.
Ancak yıllardır bu işi yapan ve Türkiye'deki sanat
piyasasını yönlendiren aracıların ya da müzayede
evlerinin bu sanat eserlerini fütursuzca alıp
satması kabul edilebilir gibi değil.
Çünkü dünyanın hiçbir yerinde saygın müzayede
evleri çalıntı eser satmıyorlar. Tam aksine çalıntı
bir eser bir şekilde kendilerine getirilirse, hemen
ilgili güvenlik birimlerine ihbarda bulunuyor ve
eserin sahibine geri dönmesini sağlıyorlar.
Türkiye'de ise böyle bir şey söz konusu bile
olmuyor.
Birkaç yıl önce, bir spor kulübünün en bilinen ve
sevilen bir yöneticisinin evinden çalınan
tablolardan biri, Türkiye'nin en ünlü
müzayedecilerinden biri tarafından satışa çıkarıldı.
Katalogda bu eseri gören alıcılardan biri müzayede
evinin yöneticisini uyardı. Ancak uyarıya rağmen
müzayedeye konulan eser satıldı ve daha sonra
durumdan haberdar olan yönetici tarafından satın
alınan kişinin evinden polis marifetiyle el konulmak
suretiyle alındı.
Türkiye'de müzayedeciler ne yazık ki çalıntı
eserler konusunda gerekli hassasiyeti hiçbir zaman
göstermiyorlar.
Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nden çalınan
eserlerin pek çoğunun satışına aracılık edenler
arasında Antik A.Ş.'nin sahibi Turgay Artam gibi
sektörün en bilinen isimlerinden biri bile yer
alıyor. Bu durumda önümüzdeki günlerde (15 Aralık)
280. Müzayedesi'ni yapacak olan Turgay Artam'ım
müzayedesine katılacak olanları da bir korku
sarıyor. "Acaba burada çalıntı eserler satılacak
mı?" korkusu. Galiba bundan böyle başta
Artam'ınkiler olmak üzere tüm müzayedelerde bir
"polis" bulunması ve tespit yapması gerekecek.
Habertürk 11.12.2013
******
"ÇALINDIĞI İDDİA
EDİLEN ESERLER MÜZAYEDEDEN ALINDI"
Avukat Hüseyin Öz, koleksiyoner olan
müvekkili Cengiz Çetindoğan'ın, Ankara Resim ve
Heykel Müzesi'nden eser çalındığı iddiasına ilişkin
çıkan haberlerde geçen 12 tabloyu, 2006- 2007
arasında müzayedelerden ve koleksiyonerlerden satın
aldığını belirterek, gerekli belgelerin de
müfettişlerle paylaşıldığını bildirdi. Öz, "Kültür
Bakanlığı halen bu eserlerin listesini kimseyle
paylaşmadı" dedi. Öz, müzayedeye çıkan tüm eserlerin
Türkiye'deki müzelere gönderilmesine ve müzayede
kataloglarının uzun zaman yayında kalmasına rağmen
hiçbir müzeden uyarı yapılmaksızın bu eserlerin
satışının yapılmasına izin verilmesinin
sanatseverleri ve müzayede evlerini zorda
bıraktığını kaydetti.
Sabah, 12.12.2013
|
SİNAN'IN 5 ASIRLIK KÖPRÜSÜ YIKILIYOR

Her gün yanından binlerce aracın geçtiği Mimar
Sinan'ın Halkalı-Güneşli kavşağındaki az bilinen
eserlerinden Odabaşı Köprüsü ihmalden çürüyor.
Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi yazarı, tarihçi ve
Mimar Sinan'ın eserleri üzerine araştırma yapan
Osman Doğan, Sinan'ın cami, medrese, türbe gibi dini
yapıların yanında sivil mimarinin en güzel
örneklerinden sayılan çok güzel köprüler de inşa
ettiğini kaydederek, tezkirelerden ve diğer
vesikalardan Mimar Sinan'ın 12 köprü yaptığının
anlaşıldığını bildirdi. Osman Doğan, Mimar Sinan'ın
köprülerinden birisinin de İstanbul'da Basın Ekspres
yolu kenarında Ayamama Deresi üzerinde Küçükçekmece
İlçesini Bağcılar'a bağlayan Halkalı-Güneşli
kavşaklarının arasında sıkışıp kalan üç gözlü
Odabaşı Köprüsü olduğu bilgisini verdi.
BÜYÜK SAYGISIZLIK
Köprünün bugün yeni yolun seviyesinin altında
kaldığını belirten Doğan, şu bilgileri verdi: 'Bu
köprü yıllarca nice sellere dayandı ve ayakta
kalmayı başardı. Ancak 9 Eylül 2009'daki sel
felaketinde, Basın Ekspres Yolu Halkalı dönüşünde
sel sularının 2 metreyi bulması üzerine yüzlerce
araç suyla sürüklenerek köprünün sel yaranlarına ve
gövdesine çarptı. Felaketin üzerinden 4 yıl geçti.
Bu esnada Ayamama deresi üzerinde ve özellikle
Çobançeşme mevkisinde belediye tarafından dere
yatağı genişletildi ve köprüler yenilendi. Ancak
devamlı övündüğümüz Mimar Sinan'ın köprüsüyle
alakalı herhangi bir proje ve çalışma yapılmadı. Bu,
Mimar Sinan'a saygısızlıktır.'
Yeni Şafak, 07.12.2013
|
KÜLTÜREL ZENGİNLİKLER KAÇAK KAZILARDA TAHRİP
EDİLİYOR
Muğla’nın kültür envanterinin çıkarılması ve
basımı için 2004 yılının sonlarında başlayan
çalışmalarda 5 ilçenin envanteri tamamlanarak basım
aşamasına gelindi. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler ve 25
kişilik bir ekip tarafından
Bodrum,
Milas, Yatağan, Kavaklıdere ve Muğla merkez
ilçenin envanteri tamamlandı.Muğla Valiliği, Kültür
ve Turizm Bakanlığı ve Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi Rektörlüğü arasında 2004 yılının
sonlarında imzalanan protokol ile Muğla il
genelindeki tüm kültürel envanterlerin hazırlanarak
her ilçe için ayrı ayrı envanter çalışması
yapılacaktı. Prof.Dr. Adnan Diler'in proje
yürütücülüğünü yaptığı ve Karya Araştırma ve
Uygulama Merkezi tarafından yürütülen çalışmada,
bugüne kadar Bodrum Yarımadası'nın 4 cildi, Milas 3
cilt, Yatağan-Kavaklıdere'nin bir cildi ve Muğla
merkez ilçesinin de 2 cildi tamamlanarak baskıya
hazır hale getirildi."

MUĞLA, KÜLTÜREL VE DOĞAL DEĞERLERİ İLE
TÜRKİYE’NİN EN İYİ KORUNAN İLİ"Proje yürütücüsü
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler, "2005 yılında toplam
25 kişilik bir ekip kurduk. Bu ekipte arkeologlar,
sanat tarihçiler, epigraflar ve GIS uzmanları vardı.
Bizim hedefimiz sadece Koruma Kurulu'nda tescil
edilerek ülkemiz envanterine kaydolmuş tescilli
eserleri bir envanter kitabı halinde sunmak değildi.
Kapsamlı arazi taramalarının yanı sıra Karya
Uygulama ve Araştırma Merkezi ve Koruma Kurulu'nda
oluşturulan merkez ekipleri ile kültür zengini
Muğla’nın kültür envanterinin veri tabanını yaptık.
Yani bu veri tabanı sonrasında her türlü kültür ve
sit alanlarını sorgulanabileceği bir sistem
oluşturuldu. Muğla, ülkemizin kültürel değerleri,
ormanları, eşsiz yapılanmamış kıyıları ve doğal
mirası bakımından en iyi korunan ilidir. Ortaya
çıkan ciltlere yansıyan zenginlik en çok bizleri
şaşırttı. Muğla'nın SİT alanları bu zenginliğe
karşın maalesef kaçak kazılar tarafından ciddi
anlamda tahrip edilmektedir. Devletimizin gücü, tüm
bu alanların korunması için yeterli değildir.
Yerel yönetimler ve halkımızın koruma çaba ve
etkinliklerine daha fazla katkı sağlaması
gerekmektedir” dedi.

BİLİNENİN 2-3 KATI KÜLTÜR ZENGİNLİĞİ ORTAYA
ÇIKTI
Yapılan kültür envanteri çalışmalarında,
Muğla'nın kültürel olarak bilinenin 2-3 katı daha
zengin bir alana sahip olduğunu söyleyen Prof.Dr.
Adnan Diler, “Envanter çalışmamız esnasında çok
önemli bulgu ve bilgilere ulaştık. Envanter
çalışmalarımızda, herkesin bildiğinin dışında
Muğla’nın aslında çok daha zengin bir kültürel
mirasa sahip olduğunu gördük. Bilinen kültürel
mirasın 2-3 katı daha fazla bir kültürel mirasımız
olduğu ortaya çıktı” dedi."
ÇALIŞMA DİĞER İLLERE ÖRNEK OLABİLİR"
Diler, 2013
yılı sonuna kadar
kitapçıkların büyük ölçüde baskı aşamasına
geleceğini ancak temel sorunun baskı için gereksinim
duyulan kaynakta olduğunu söyledi. Prof.Dr. Diler,
envanter ciltlerinin baskısında geç kalınsa da
kaliteden asla ödün vermeyeceklerini söylerken,
Muğla’ya yakışır, onun gerçek kültürel zenginliği ve
kimliğini herkesin anlayacağı dilden ifade eden çok
değerli envanter ciltlerine sahip olacağını ve bu
çalışmanın Türkiye’de diğer illere de örnek teşkil
etmesinin beklendiğini açıkladı.Diler, “Biz bugüne
kadar yapılanların en iyisini yapmaya çalışıyoruz.
Amacımız bizden sonra bu zorlu işe soyunacakların
bizim yaptığımızdan daha iyisini yapabileceği bir
model oluşturmaktır” dedi.
Mynet Haber, 07.12.2013
|
TELL-FAFAN ŞEHRİ SİİRT'TE ORTAYA ÇIKTI

Siirt'in Çattepe
Köyünde yürütülen Ilısu Barajı arkeolojik kurtarma
kazılarında halkı kılıçtan geçirildiği belirtilen
Tell-Fafan şehri ile bir liman bulundu.
Ilısu Barajı
Siirt,
Batman ve Mardin kazıları koordinatörü Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Haluk
Sağlamtimur başkanlığında Çattepe
Höyükte 2009 yılından bu yana devam eden kazı
çalışmalarında
Tell-Fafan
şehri ve bu şehre ait bir liman ortaya
çıkarıldı.
İslam coğrafyacılarının Tell-Fafan'ı 915 yılında
halkının neredeyse tamamı kılıçtan geçirildikten
sonra ateşe verilerek yakılan bir şehir ve Dicle
Nehri üzerinde gemi taşımacılığının başladığı
ilk yer olarak kabul ettiği belirtildi.
"HALKI KILIÇTAN GEÇİRİLMİŞTİ"
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr.
Sağlamtimur, Çattepe Köyünde buldukları
Tell-Fafan
şehrinin
915-916 yıllarında halkının neredeyse tamamı
kılıçtan geçirildikten sonra ateşe verilerek
yakıldığını belirterek, "Kazı çalışmasında
şehrin tamamını kapsayan bu yangının tahribatı
açığa çıkartıldı" dedi.
Haluk Sağlamtimur,
yazılı kaynakların, MS 10'uncu yüzyılda Erzen,
Bitlis ve daha kuzeydeki Ermeniyye şehirlerinden
gelen malların Dicle Nehri üzerinden Musul'a
ulaştırılmasında aktif bir liman şehri özelliği
taşıyan Tell-Fafan'ın MS 11'inci yüzyıldan
itibaren bu özelliğini koruyamayıp sıradan bir
köy haline geldiğini gösterdiğini ifade ederek,
şöyle dedi:
"Çünkü MS 11'inci yüzyıldan itibaren Mervani
hakimiyetine paralel olarak yörede yoğunlaşmaya
başlayan eşkıya çetelerinin varlığı bu güzergahı
büyük ticaret kervanları için oldukça tehlikeli
hale getirmiştir. Bu da doğal olarak tüccarların
güvenlik açısından uygun olmayan bu yolu terk
etmelerine ve Tell-Fafan'ın ticari bir liman
şehri olma niteliğini yitirerek küçük bir köy
mertebesine inmesine neden olmuştur. Nehir
taşımacılığının önemini kaybetmesinden dolayı
Tell-Fafan şehri de önemini kaybetmiştir.
Tell-Fafan'ın önemini kaybetmesinden sonra
Hasankeyf stratejik önem kazandı. Artukluların
bölgede güçlenmesi ve Hasankeyf'in başkent
olmasından sonra Midyat ve Nusaybin üzerinden
güneye inen yol güzergahının önem kazanmasıyla
nehir taşımacılığı eski önemini kaybettiğinden
dolayı Tell-Fafan tamamen terk edilmiştir.
Nitekim MS 12'inci ve 13'üncü yüzyıl
kayıtlarında Tell-Fafan adının hiç geçmemesi bu
tarihlerden itibaren yerleşim yeri ve limanın
önemini tamamen yitirdiğini göstermektedir.
Selçuklu döneminden sonra Çattepe Höyük üzerinde
bulunan yerleşim de stratejik önemini
kaybederek, günümüze kadar iskan edilen bir köy
olarak kalmıştır."

"LİMAN ŞEHRİ"
Yard. Doç.Dr. Sağlamtimur, Çattepe'nin alt
tabakalarında bulunan Tell-Fafan şehrinin
Ortaçağ Arap yazılı belgelerinde yer aldığına
dikkati çekerek, bu kayıtlardaki bilgilere göre
Botan ve Dicle'nin birleştiği noktada bulunması
nedeniyle özellikle 10'uncu yüzyıl boyunca
El-Cezire'nin önemli ticari şehir ve
limanlarından biri olduğunu belirtti.
Çattepe'nin 2009 yılında yapılan kazı
çalışmalarında üst tabakalarında bu döneme
tarihlenen evrelerin ortaya çıkarıldığını
kaydeden Sağlamtimur, bu döneme tarihlenen
yapıların büyük bir bölümünün höyüğün güney
tarafı ile günümüz köy yerleşimi arasındaki
düzlükte bulunduğunu belirtti.
Sağlamtimur, bu döneme tarihlenen yapıların bir
bölümünün ise yerleşimin batı tarafındaki Geç
Roma surlarının sağlam duvarlarına yaslanarak
yapılmış mekanlardan oluştuğuna dikkati çekerek,
bu yapılarda ortaya çıkartılan çanak çömleklerin
bir bölümünün yapıların içinde bulunduğunu
söyledi.
Ortaçağ Arap yazılı belgelerde söz konusu
limanın geçtiğini vurgulayan Sağlamtimur,
şunları kaydetti:
"Tell-Fafan'ın İslami
ve bir liman şehridir. İslam coğrafyacıları
Tell-Fafan'ı bir şehir ve Dicle üzerinde gemi
taşımacılığının başladığı ilk yer olarak kabul
etmektedirler. Bir diğer deyişle Çattepe'ye
kadar Dicle Nehri üzerinde keleklerle yapılan
taşımacılık buradan itibaren yerini gemilere
bırakmaktadır. Özellikle MS 10'uncu yüzyılda
kuzey yollarını kullanarak gelen kervanların
Tell-Fafan limanından yükledikleri mallarını
Dicle üzerinden Cizre ve Musul yoluyla Bağdat'a
kadar ulaştırdıkları bilinmektedir. Höyüğün batı
tarafındaki kazılarda ortaya çıkarılan büyük
dere taşlarından yapılmış çevre duvarı büyük
olasılıkla İslami şehir Tell-Fafan'ın çevre
duvarı olmalıdır. Bu dönemde Geç Roma-Erken
Bizans dönemi surlarının sağlam kalan
kısımlarına yeni duvarlar ekleyerek
kullanıldığını düşünüyoruz."
Bugün, 07.12.2013
|
BORNOVA BELEDİYESİ'NİN PRESTİJ PROJESİ TAMAMLANIYOR

İzmir’in tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine
dayandığını kanıtlayan eserlerin sergileneceği
Merkez’in inşaat çalışmalarında detaylara geçildi.
Bu önemli projeyi bitirme aşamasına getirmenin
gururunu ve heyecanını yaşadıklarını söyleyen
Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay
Sındır, ‘‘Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi kent
turizmine ve Bornova’nın tanıtımına önemli katkılar
sağlayacak’’ dedi.
Bornova Belediyesi’nin Singapur’daki Dünya Mimarlık
Festivali’nde Mimari Kültür Projesi dalında ilk 10
arasına giren, Türkiye’de de Tarihi Kentler
Birliği’nden ‘Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma ve
Uygulamalarını Özendirme Yarışması’nda proje dalında
ödül alan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi’nin
inşaatı bitme aşamasına geldi. İzmir’in tarihinin 8
bin 500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan Yeşilova
Höyüğü’nden çıkarılan eserlerin sergileneceği
Merkez’in inşaatı Ocak Ayı sonuna kadar
tamamlanacak.
Gururlu
ve heyecanlıyız
Mimari projesi yarışmayla belirlenen Yeşilova Höyüğü
Ziyaretçi Merkezi’nin prestij projelerden biri
olduğuna dikkat çeken Bornova Belediye Başkanı
Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, “Biz ilçemizin büyüklüğüne
yakışır projelerle dünya sahnesinde hak ettiği yere
gelmesi için çalışıyoruz. Projenin Dünya Mimarlık
Festivali’nde ilk 10’a girmesi ile büyük gurur
yaşamıştık. Şimdi de Merkez’in inşaatını bitiriyor
olmanın heyecanını yaşıyoruz. Kent turizmine ve
Bornova’nın tanıtımına önemli katkılar sağlayacağına
inandığımız Ziyaretçi Merkezi’nin açılışını yapmak
için gün sayıyoruz’’ diye konuştu.
Toplam 4 bin 756 metrekare kapalı alana sahip olan
ve 8 milyon 469 bin liraya mal olan Yeşilova Höyüğü
Ziyaretçi Merkezi’nde, arkeoloji araştırma
laboratuvarı, eğitim alanları, kafe restoran,
aktivite alanları, ofisler, sergi alanları,
konferans salonu teknik odalar, arkeologlar için
misafirhaneler yer alacak.
Ege
Üniversitesi’yle işbirliği
Merkez’de Bornova Belediyesi’nin desteğiyle Ege
Üniversitesi’nin yürüttüğü Zaman Tüneli Projesi için
de geniş bir alan bulunuyor. Bu proje kapsamında,
kazı alanına gelenler hem uygarlıkların kurulduğu
alanı ziyaret edebilecek, hem de eserleri
çıkarıldıkları yerde görebilecek.
Projenin en önemli ve özgün özelliklerinden biri ise
uzun duvarıyla, Yeşilova Höyüğü Kazı Alanı’na
gelenleri şimdiki zamandan ayıracak olması. Bu duvar
aynı zamanda şimdiki zamanla eski zaman arasında bir
geçiş sağlıyor. Proje alanında birebir ölçülerde bir
neolitik dönem köyü de yer alacak. Merkez, kazı
bölgesiyle aynı alanda yer alıyor olması nedeniyle
dünyada ilgili pek çok kuruluşun dikkatini çekiyor.
Haber Ekspres, 07.12.2013
|
HAYDARPAŞA YANGINININ FATURASI İŞÇİLERE ÇIKTI
Haydarpaşa Garı'nın tamiratı sırasında çatıda çıkan
yangın nedeniyle 'taksirle yangına sebebiyet vermek'
ve 'genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması'
suçlamasıyla TCDD mühendisleri ve işçilerin de
aralarında olduğu 6 kişiye 1 yıla kadar hapis cezası
istemiyle açılan davanın karar duruşması görüldü.
Anadolu 8.Sulh
Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya yangının
çıktığı tarihte Haydarpaşa Garı'nda izolasyon
çalışmasını yürüten şirket sahipleri tutuksuz
sanıklar İhsan Kaboğlu ve Hüseyin Kaboğlu, tadilat
işçisi Zafer Ateş ve taraf avukatları katıldı.
‘ÇIKIŞ NEDENİ SAPTANAMADI’
Duruşmada sanık avukatlarından Cengiz Kesici, TCDD
mühendislerinin yangından önce sorumluluklarının
bittiğini belirterek, “Binanın çatısında bir milyon
481 bin liralık tadilat maliyeti çıkarılmıştı. Şayet
yangın olmasaydı da bu masraflar yapılacaktı" diye
konuştu.
Sanık avukatlarından Rüştü Köprülü ise yangına
ilişkin 4 kez bilirkişi raporu alındığını
ifade ederek, söz konusu yangının elektrik
kontağından çıkmış olabilme ihtimalinin raporlarla
desteklendiğini kaydetti. Son alınan bilirkişi
raporunda sigara izmaritinden dolayı da yangının
çıkmış olabileceğini belirten avukat Köprülü,
yangının çıkış nedeninin saptanamadığını ifade etti.
Tutuksuz sanıklar ise son savunmalarında
beraatlarını talep etti.
SUÇ: TARİHİ BİR BİNAYA KARŞI İHMAL
Mahkeme, çatıda izolasyon çalışmasını yapan işçiler
Zafer Ateş ve Hüseyin Doğan ile izolasyon
çalışmasını yürüten şirket sahiplerinden Hüseyin
Kaboğlu hakkında 'Taksirle yangına neden olmak' ve
'Genel Güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması'
suçunu işledikleri gerekçesiyle 10'ar ay hapis
cezasına çarptırıldı. Zararın karşılanmamış olması,
suçun tarihi bir binaya karşı ciddi bir ihmal sonucu
işlenmiş olduğunu belirten mahkeme, verilen cezanın
ertelenmemesine hükmetti. Diğer sanıklar TCDD
mühendisleri Suavi Günay ve Ayşe Kaplan, izolasyon
çalışmasını yürüten şirketin sahiplerinden İhsan
Kabloğu ise söz konusu suça ilişkin kusurları
bulunmadığından beraat etti.
OLAYIN GEÇMİŞİ
28 Kasım 2010 tarihinde Haydarpaşa Garı'nda çıkan
yangının ardından, çatıda izolasyon yapan Zafer Ateş
ve Hüseyin Doğan adlı işçiler, izolasyon çalışmasını
yürüten şirketin sahibi İhsan Kabloğu ve Hüseyin
Kaboğlu hakkında, 'taksirle yangına sebebiyet
vermek' suçundan, TCDD mühendisleri Suavi Günay ve
mühendis Ayşe Kaplan hakkında ise, “genel güvenliğin
taksirle tehlikeye sokulması" suçundan 3 aydan 1
yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı.
Radikal, 06.12.2013
|

|
BU TABLO
40.5 MİLYON DOLAR
Christie's Müzayede Evi'nde düzenlenen açık arttırmada, Hopper'ın (1882-1967) 1934'te yaptığı "East Wind Over Weehawken" adlı yağlı boya tablosu 40.5 milyon dolara satıldı.
Buhran sonrası ABD'deki melankoliyi anlatan tablo için müzayede öncesi satış rakamı tahmini 22-28 milyon dolardı.
Açık artırmaya telefonla katılan tablonun alıcısının adı açıklanmadı. Hopper'ın bundan önce en yüksek fiyata satılan tablosu, "Hotel Window"du.
Bu tablo, 26.9 milyon dolara alıcı bulmuştu.
Habertürk, 06.12.2013
|
ANTİK ÇAĞ İNSANI NEYLE BESLENİYORDU?
Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Çiğdem Pala’nın yaptığı
‘Antik Çağda Özellikle Troya’da Gıda ve Beslenme’
konulu araştırma tamamlandı. Antik çağda insanların
beslenme alışkanlıklarına ilişkin yürütülen
araştırmada, o dönemin yemeklerinin, tahıl ve
baklagiller ağırlıklı olduğu sonucuna ulaşıldı.
Çalışmada, antik çağ insanlarının menüsünün temelini
arpa ve buğday gibi tahıllar ile bazı baklagillerin
oluşturduğu, bunların yanı sıra et, balık, sebze,
meyve de tüketildiği saptandı.
Pala, yaptığı açıklamada,
ünlü ozan Homeros’un İlyada ve Odysseia
destanları başta olmak üzere hem dönemin
yazarlarından kalan eserler hem de arkeolojik
çalışmalardan elde edilen buluntuların, o
dönem insanların gıdalarına ilişkin önemli
bilgiler verdiğini söyledi.
Antik çağa ait yazılı belgelerin çoğunda günlük
diyetin sitos (tahıl bazlı) ve opsa (bitki ve hayvan
proteinleri) olmak üzere ikiye ayrıldığını belirten
Pala, şöyle devam etti: “Tahıllarla (buğday, arpa,
yulaf, darı) bazı baklagiller (bakla, fasulye,
nohut, mercimek, bezelye), antik diyetin temelini
oluşturuyordu. Bunlara et, balık, sebze ve meyvenin
eklenmesiyle diyet tamamlanıyordu. Dönemin başlıca
tahılları arpa ve buğdaydır. Bu tahıllardan kek,
lapa, ekmek ve diğer tahıl ürünleri de yapılıyordu.
Dönemin sebzeleri ve aromatik bitkileri ise
sarımsak, soğan, pırasa, lahana, yabani ıspanak,
kereviz, semizotu, turp, tere, kuzu kulağı, kekik,
mercan köşk, nane, anason şeklinde sıralanabilir.
Antik çağda et ve balık, üst düzeyde önem verilen
gıda maddeleriydi. Hayvan beslemek, tahıl ve bitki
yetiştirmekten daha pahalıydı. Antik dönemde balık,
bol bulunan bir gıda kaynağı olsa da balık
sürüleriyle beklenen zamanda karşılaşılamamış,
orkinos gibi büyük balıkların yakalanması zor ve
pahalı bir işmiş. Çiftlik hayvanları, kasaplık
amacından çok sütü, yünü ve iş gücü için kullanıldı.
Pahalıya mal olan etin geniş çaplı tüketimi,
zenginliğe işaret ediyor. Antik çağda tüketilen etin
büyük bir çoğunluğunu, kurban edilme törenleri
sırasında kesilen hayvanlar oluşturuyordu.”
‘Sütü şehirlilerden çok köylüler içerdi’
Pala, antik Yunan ve Roma yazılı belgelerinde, etin
muhafaza edilerek saklandığı bilgisinin yer aldığını
aktardı. Balıkların açık havada kurutulduğu,
tütsülendiği veya tuzlandığını, etlerin de yine
tuzlanarak muhafaza edildiğini anlatan Pala, “Garum
olarak bilinen sos, tuzlanmış balığın
güneş altında birkaç hafta fermente ettirilmesi
sonrasında hazırlanmış” ifadesini kullandı.
Eski Yunan’da sütü, şehirlilerden çok köylülerin
içtiğini kaydeden Pala, peynire sütten daha fazla
önem verildiğini aktardı.
Antik çağda en fazla yetiştirilen meyvelerin, armut,
elma, ayva, dut, kızılcık, nar, üzüm, incir, zeytin,
badem ve fındık olduğunu söyleyen Pala, “Antik
çağda, çoğu Yunan ve Roma evinde mutfak yoktu.
Yemek yapılmak istendiğinde küçük taşınabilir
bir ocak ve tavalardan yararlanılıyordu” diye
konuştu.
Radikal, 06.12.2013
|
İNSANOĞLUNUN 400 BİN YILLIK DNA'SI BULUNDU

Nature dergisinde yayımlanan bir
araştırmada, 400 bin yıllık bir insan
iskeletinin uyluk kemiğinde DNA bulunduğu
açıklandı. Evrim uzmanları, araştırmanın
insanoğlunun atalarının incelenmesi yolunda
yeni bir ufuk açabileceği görüşünde.
Sözkonusu kemik, İspanya'da bulunan ve eski
döneme ait 28 insanın kalıntılarını içeren
'Kemik Çukuru'ndan edinildi. Fakat bulgular,
insanın karmaşık soy ağacına dair soruları
cevaplamaktan çok yeni sorular ortaya
çıkarıyor. BBC'den Paul Rincon'ın haberine
göre İspanya'nın kuzeyinde Burgos kentinde
bir mağarada bulunan ve 20 yıldan fazla
süredir üzerinde çalışılan insan
kalıntılarının Orta Pleistosen adı verilen
döneme ait olduğu düşünülüyor.
Neandertallere ait özellikler taşıyan
fosillerin Homo heidelbergensis ya da
Neandertal soyun ilk temsilcileri olabilir.
DNA'nın zaman içinde bozulması nedeniyle
daha önce bu kadar eski insan fosillerinin
genetiğini incelemek mümkün olmamıştı. Fakat
dizilim teknolojisi konusundaki hızlı
gelişmeler bilim insanlarını şaşırtıyor.
"Yıllar önce genetikçiler 60 bin yıldan eski
DNA bulunamayacağını söylüyordu" diyor
araştırmanın yazarı ve İnsan Evrimi
Araştırma Merkezi'nden (CENIEH) Jose
Bermudez de Castro.
Sibirya'dan İber'e
Almanya 'nın Leipzig kentindeki Max
Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü müdürü
Profesör Svante Paabo bu gelişmelerde payı
olan bir insan. Paabo, "İnsanın yüz binlerce
yıl önceki atalarına ait DNA'yı
inceleyebiliriz artık" diyor. Bu sayede
bilim insanları mitokondrial DNA'nın (mtDNA)
tamamına yakınının dizilimini çıkardı. Fakat
bu genetik kodun kıyası beklenmedik sonuçlar
ortaya çıkardı. İspanya'da bulunan
kalıntılar, fiziksel özellik olarak her ne
kadar Neandertallere yakın gözükse de
DNA'larının, binlerce kilometre uzakta
Sibirya'da Denisova Mağarası'nda bulunan ve
40 bin yıl öncesine ait olan insan
kalıntılarınınkine yakın olduğu görüldü.
Denisova kalıntıları o insanların
Neandertallere yakın bir gruptan olduklarını
gösteriyordu. Küçük bir parmak kemiği ve
dişten elde edilen DNA'ları bilim insanları
fosil arayışında olan genom olarak
adlandırmıştı. Zira bu gruba ait yeterli
miktarda fosil bulunmamıştı.
Araştırmacılar, eski DNA dizilimindeki
kayıp mutasyonları kullanarak 'Kemik
Çukuru'nda bulunan insanın Denisovalı
insanla 700 bin yıl öncesine dayanan bir
ortak ataları olduğunu gördü.
Çekirdek DNA'sı
Denisova DNA'sını paylaşan bir insanın nasıl
olup da Orta Plestosen
dönem İspanya'sında ortaya çıktığına
dair çeşitli ihtimaller var. Birincisi,
İspanya'daki mtDNA, İspanyol ve Denisova
hominidlerin ortak atasından gelmiş
olabilir. İkincisi, İspanya kalıntıları
(veya onların ataları) ile başka bir eski
insan türü arasındaki ırk karışımı Denisova
benzeri DNA'yı bu batılı nüfusa taşımış
olabilir. Prof Castro'nun bu esrarengiz
atanın kim olabileceği konusunda bir teorisi
var: Homo selef olarak bilinen daha eski bir
insan türü. Bir milyon yıl önce bunlar
'Kemik Çukuru'ndan birkaç yüz metre uzakta
olan Gran Dolina alanında yaşıyordu.
Londra'daki Doğal
Tarih Müzesi'nden Prof Chris Stringer,
"İnsanın evrimi ile ilgili resmi tam
çizebilmek için tüm verilerin elimizde
olması gerekiyor. Bunları sadece taş
aletlerden, sadece fosillerden elde
edemeyiz. DNA'nın devreye girmesi bu olayı
yeni bir bakışla ele almamızı sağlıyor"
diyor. Fakat mtDNA genetik kopyamızın küçük
ve olağandışı bir bileşeni olduğundan
buradan çıkarılacak sonuçlar sınırlı.
Örneğin, Neandertaller ile modern insan
arasındaki ırk karışımına dair modern
insanın mtDNA'sında hiçbir iz bulunmuyor.
Kesin bilgi için bilim insanlarının hücre
çekirdeğinden elde edilen çekirdek DNA'sının
dizilimini Neandertaller için çıkarması ve
günümüz insanınkiyle kıyaslaması gerekiyor.
Aynı şekilde, İspanya kalıntıları ile diğer
eski insanlar arasındaki akrabalık ancak
çekirdek DNA'sının çözülmesi ile mümkün
olacak.
400 bin yaşındaki İspanya fosilleri
açısından bunu yapmak zor; ama mağaradaki
ısının sabitliği sonucu iyi korunmuş
olmaları umut verici.
Almanya'daki enstitünün müdürü Prof Paabo,
"Bu durumda onların Neandertallere, modern
insanlara ve Denisovalılara akrabalığı
sorusu da kesin çözülmüş olur" diyor.
Radikal, 06.12.2013
|
BİN YILLIK HAVUZU YIKIP YERİNE YENİSİNİ YAPTILAR
Konya’da Mevlana Müzesi’nin bahçesinde bulunan ve
Anadolu Selçukluları döneminden kaldığı ileri
sürülen ’Şeb-i Arus’ Havuzu’nun kaldırıldı. Yerine
benzer taşlarla yeni bir havuzun yapıldı. 25 yıl
Mevlana Müzesi’nde müdürlük yaptıktan sonra emekli
olan Erdoğan Erol, “Burası Selçuklu Sarayı’nın Gül
Bahçesi iken dönemin padişahı Alaeddin Keykubat
tarafından Mevlana’nın babasına hediye edilmiştir.
İçerisinde bulunan havuz da gül bahçesinin en eski
yapısıdır. Bu duruma göre havuz yaklaşık 1000 yıllık
bir geçmişe sahiptir. Bu yapılan bana göre bir
cinayettir” dedi.

Konya Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan ise
havuzun kırık taşlarının, ilmi usullere göre,
herhangi bir tahribata izin verilmeden yerinden
çıkarıldığını söyledi. Çıpan “Numaralandırılan bu
taşlar daha sonra bakıma alındı. Arkadaşlar
çalışıyor. Bu taşlar, zaman darlığı nedeniyle, Şeb-i
Arus törenlerinden sonra, yerine döşenecek ve havuz
orijinal haline yeniden kavuşturulmuş olacak” dedi.
Söz konusu havuz, Mevlana’nın ölüm yıldönümlerinde
dervişler tarafından etrafında sema yapıldığı için
düğün günü anlamına gelen ’Şeb-i Arus Havuzu’ olarak
adlandırılıyor.
Vatan, 06.12.2013
******
TAHTÇI MÜDÜRÜN HAVUZ PROBLEMİ

Konya Mevlana Müzesi
bahçesindeki, tarihi Selçuklulara kadar giden 750
yıllık Şeb-i Arus havuzu taşınırken zarar gördü.
Tahrip olan yerlerin yerine havuzun imitasyonu
konuldu. Topkapı Sarayı’ndaki tahtı lojmanına
taşıtırken haber olan ve daha sonra Konya’ya atanan
müze müdürü Yusuf Benli “Su kaçırdığı için havuz
taşındı, biraz sabredin” dedi.
Konya Kültür Müdürlüğü, Mevlana Müzesi’nde
yapılan düzenlemeler çerçevesinde yaklaşık 3 ay önce
bahçede bulunan Şeb-i Arus Havuzu’nu kaldırdı.
Derviş hücrelerinin önünde yer alan, altıgen planlı
gök mermerden yapılan ve suyu ejder başlı bir
lüleden akan havuzun taşları tek tek sökülerek Gül
Bahçesi’ne konuldu. Mermerlerin sökülürken
parçalandığı dikkat çekti. Müze bahçesinde 3 ay
süren çalışmalar sonrası kaldırılan havuzun
bulunduğu yerden 3.5 metre ileriye ve orijinal
taşlarının yerine yeni taşlarla bir benzerinin
yapılması tepkilere neden oldu.
ESKİ MÜDÜR:
‘TAŞIMA KARARI CİNAYET’
Müzede 25 yılı müdürlük olmak üzere 39 yıl
çalışan Erdoğan Erol, “Koruma Kurulu havuzun 3.75
metre kuzeye taşınmasına onay vermiş, bu bana göre
bir cinayet. Onay verilen toplantıya sanat tarihçisi
üye (başkan) katılmamış. Üstelik tarihi havuz
kaldırılırken kısmen tahrip olmuş ve yerine
imitasyonunu koymuşlar. Kararda buna dair bilgi de
yok. Yeni bir mermerden havuz yaptırmak yanlış.
Marmara mermeri, gök mavisi bir havuzdu eskisi.
Kayıtlarda yok ama, dededen dedeye nakle göre,
Mevlana Müzesi’nin içinde yer aldığı Selçuklu Gül
Bahçesi’nin en eski yapısı olduğu söyleniyor o
havuzun” dedi.
SANAT
TARİHÇİSİ: ‘O GÜN YOKTUM’
Havuzun ötelenmesi ve müze bahçesindeki
düzenlemeler için onaylar veren Konya Koruma Bölge
Kurulu Başkanı Prof.Dr. Ali Boran ise “Konuya
ilişkin Kurul toplantılarında birden fazla karar
alındığını”, “mesleki mazereti” gereği tarihi
havuzla ilgili Kurul toplantısında bulunmadığını
söyledi.
Müzedeki Ruhlar Mezarlığı olarak bilinen
bölüme 48 yıl önce konulan ünlü şair Nef-i ve
Pakistanlı düşünür Muhammed İkbal için konulan
temsili mezar taşları da yeni düzenleme gerekçesiyle
kaldırıldı. Konya Müzesi Müdürü Yusuf Benli, tarihi
havuzun kaldırılmasıyla ilgili şunları söyledi:
“Şeb-i Arus için ön taraf hazırlandı. Çevre
düzenlemesi bittiği takdirde bütün hepsi yerlerine
oturacak. Koruma kurulundan çıkan kararlar
doğrultusunda çalışma yapılıyor. O (havuz) alttan su
kaçırdığı için farklı bir yapılaşmaya gidiliyor. Bu
(imitasyon) onun altlığı, altlık, kendisi değil.
Onun üzerine diğeri oturacak. Restorasyonumuz
bitsin. Biraz sabra ihtiyaç var.”
‘Törenden
sonra düzelecek’
Konya Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, daha
önce var olan havuzun kırık taşlarının, ilmi
usullere göre, herhangi bir tahribata izin
verilmeden yerinden çıkarıldığını belirterek,
“Numaralandırılan bu taşlar daha sonra bakıma
alındı. Arkadaşlar çalışıyor. Bu taşlar, zaman
darlığı nedeniyle, Şeb-i Arus törenlerinden sonra
yerine döşenecek ve havuz orijinal haline yeniden
kavuşturulmuş olacak” dedi.
Saraydan taht taşıtan müdür
Konya Müzesi Müdürü iken 2010’da Topkapı Müzesi
Müdürü olarak atanan Yusuf Benli, 2011’de Topkapı
Sarayı Harem bölümündeki 3’üncü Selim’e ait tahtı
lojmanına taşıtmaya kalkınca eski görev yeri Konya
Müze Müdürlüğü’ne iade edilmişti. Olay basında
“Saraydan taht kaçırma” başlığıyla yer almış,
görevliler tahtı taşırken görüntülenmişti.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 07.12.2013
|
KUZEYİN USTALARI PRADO'DAN ÇIKTI
Madrid’teki ünlü Prado Müzesi direktörü Miguel
Zugaza, bünyelerinde bulunan 57 büyük sanat eserinin
Lizbon Eski Eserler Müzesi’nde sergileneceğini
açıkladı.
Prado’nun DNA’sı olarak adlandırılan, Fransız
Claude Lorrain, Flaman Paul Rubens ve Jan Brueghel
gibi 17. yüzyıl Kuzeyli ustaların eserlerinden
oluşan “Kuzey Ülkelerinin Manzaraları” dört ay
içerisinde Portekiz’in başkentine taşınacak.
Zuzaga’nın açıklamasına göre söz konusu eserlerin
Madrid dışına çıkışı ilk ve son kez olacak.
Akşam, 05.12.2013
|
|
1 - 7 Aralık 2013
|
BEŞPARMAK DAĞLARI'NDA (LATMOS) TARİH VE DOĞA YOK EDİLİYOR...
TIKAÇLARI ÇIKARIN:
"MADENCİ"LER BİR BÖLGEYİ DAHA
KATLEDİYOR!..

Aydın’ın Söke İlçesi’nden güneye doğru giderken, insanların çoğunlukla yanından geçtiği, bazen kısa bir mola için araçlarından indiği, pek azımızın durup güzelliğini anlamaya çalıştığı, belki de çok daha küçük bir grubun adacıklarındaki Bizans dönemi yapılarını ziyaret ettiği Bafa Gölü ve gölün hemen batısındaki Beşparmak Dağları’nda bulunan sayısız arkeolojik kültür varlığı, birkaç taş ocağının kısa süreli kar hevesi ya da "toprak altı tarihi eserlere duyduğu derin ilgi" nedeniyle tehdit altındadır.
Bölgede birkaç yıl önce başlayan ve halen bazı "madencilik" şirketlerinin (Polat, Kalemaden, Kormad, Albid vd.) başını çektiği bir grup tarafından Beşparmak Dağları’nın farklı tepelerinde açılan taş ocakları çevreye büyük zarar vermekedir. Öncelikle, bölgenin karakteristik bitki örtüsü olan fıstık çamı ormanı bu ocaklar tarafından tamamen tahrip edilmektedir. Bunun yanısıra, açılan ocaklar alandaki tüm canlı yaşamının kaynağı ve bölgenin dağlık yapısı nedeniyle sadece çok ince bir katmandan ibaret olan, oluşumu binlerce yıl alan toprağı bir günde kazarak ana kayayı açığa çıkarmakta ve dinamit gibi çevreye zararlı yöntemlerle ana kayayı parçalamaktadır.
Bu işlemlerin çevreye kısa dönemde vereceği zararlar sadece bitki örtüsü ve toprak kaybı ile sınırlı kalmamaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren benzer taş ocaklarının çalışma alanlarına bakıldığında, ocakların topoğrafyayı çok ciddi anlamda değiştirdiği ve Ay yüzeyine benzer derin çukurları ardında bırakarak bulundukları bölgeden ayrıldığı bilinmektedir. Beşparmak Dağları’ndaki ocakların uzun ve orta dönemde yaratacağı sorunlar erozyon, bölgedeki ekolojik sistemin çökmesi, bölgedeki topoğrafik yapının değişmesi; değişen topoğrafya nedeniyle hidrolojik sistemin etkilenmesi; hidrolojik değişim ve artan erozyon ile Bafa Gölü’nü besleyen sistemlerin ya kaybolması ya da bu sistemlerin hızla artan oranlarda göle toprak yığması olarak özetlenebilir. Kısaca taş ocakları, bu alanı kısa bir süre içinde doğal anlamda tamamen işlevsiz kılacak, terkedecek, ardından bölgedeki ekolojik sistem bu değişiklikleri kaldıramayarak büyük oranda ve olumsuz değişikliklerle karşı karşıya kalacaktır.
Taş ocaklarının bölgenin çevresel ve ekonomik değerlerine uzun ve orta dönemde yapacağı olumsuz etki sadece bunlarla sınırlı kalmamakta, kültür turizmi de bu kısa süreli kazı faaliyetlerinden nasibini almaktadır. Ülkemizde artık kanıksadığımız, arkeolojiyi sadece ‘çanak çömlek’ edebiyatından ibaret gören anlayışa rağmen bu uyarıyı yapmak bizim görevimiz. Bafa Gölü ve özellikle de Beşparmak Dağları’nda bulunan Hitit, Hellenistik ve Bizans dönemlerine ait birçok eser ve yapı, taş ocakları nedeniyle doğrudan tehdit altındadır. Sadece ocak açma ve işletmenin yarattığı tahribat değil aynı zamanda kaçak kazı ve bulunan eserlerin kaçırılması gibi sorunlar, bu tip faaliyetlerin olduğu bölgelerde artmaktadır. Bu varlıkların kaybedilmesi bölge ekonomisine ayrı bir darbe vuracaktır.
Tüm bunlara ek olarak, bölgede yıllardır araştırmacı olarak çalışan A. Peschlow’un bulduğu ve tarih öncesi dönemlere tarihlenen duvar resimleri de aynı tehditle karşı karşıyadır. Ülkemizin zengin arkeolojik mirasına kıyasla çok az sayıda bulunan açık hava duvar resimleri ayrı bir değer ve öneme sahiptir. Araştırmacının 2012 yılından beri sistematik olarak fotoğraflarla kaydettiği tahribatı, 1 Nisan 2013 tarihli bir mektup ile bölgenin yarısını içine alan Aydın ili milletvekillerinden Osman Aydın’a (kanıtları ile birlikte) gönderdiğini biliyoruz.
Sayısız çevresel ve kültürel varlık kaybına sessiz kalan ve sonunda sesini yükseltmeye başlayan insanlarımıza bu tahribatı duyurmak ve karşısında durmaları için son bir fırsat olduğunu söylemek görevimiz. Bölgeye bundan sonraki seyahatinizi krater ve çöl benzeri bir çevreden geçerek yapmak istemiyorsanız harekete geçmek için çok az zamanınız var!

Bölgede yıllardır arkeolojik araştırmalar yapan Dr. Anneliese Peschlow geçtiğimiz Nisan ayında durumu milletvekillerine bir mektupla duyurmuştu:
Sayın
Osman Aydın
Aydın Milletekili
Berlin, 1.04.2013
Sayın Milletvekilim,
Seçim bölgenizde bulunan Beşparmak Dağlarındaki antik Latmos Bölgesi ile ilgili bir konuyu bilginize sunmak ve hakkında yardımlarınızı rica etmek istiyorum.
Sözkonusu bölgenin kuzeyi Aydın, güneyi ise Muğla Vilayetlerinde bulunmaktadır.
Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünün şahsıma gösterdikleri güven ve teveccüh ile yaklaşık 30 yıldır bölgede calışmaktayım ve Anadolunun kültürü ve tarihi ile ilgili çok değerli bulgular elde etme mutluluğuna eriştim.
Hâlen emekli olmakla birlikte Istanbul`daki Restorasyon ve Koruma Merkezi ile birlikte kaya resimlerinin tespiti için çalışmalar yürütüyorum.
Beşparmak Dağlarındaki doğal yapı, özellikle de iklimsel oluşumları ve eşsiz Fıstık Çamı Ormanlarıyla, hiçbir arkeolojik bulguya rastlanmasa dahi, sadece özel dokusu ve içerdiği muhteşem güzellikleriyle, Özel Koruma altına alınarak bir Jeo-Park ilan edilmeyi hak etmektedir.
Latmos antikiteden beri Anadolu`nun kutsal dağlarından biriydi. 1400 metreye ulaşan, bu günkü adıyla Tekerlekdağ`ında, Anadolu geleneklerinden gelen Iklim Tanrısı ile yöresel bir tanrı olan Dağ Tanrısı`na ithaf edilmişti. Dağın zirvesi, tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar uzanan süreç boyunca Yağmur, dolayısıyla Bereket Kültünün merkezi konumundadır.
Bu bölgenin arkeolojik değerleri dini olgular ile doğanın birbiri ile uyumlu birleşiminden ortaya cıkmıştır.
Doğa ve insan eliyle meydana gelen eserler burada kesinlikle birbirlerine ters düşmeyip, çarpıcı bir uyum ortaya koymaktadırlar.
Bu özelliği, dağın tüm zirvesine yayılmış bir biçimde karşımıza çıkan ve tarih öncesi döneme ait (M.Ö.6/5 bin yil) olan, kaya resimlerinde de görmekteyiz.
Dünyadaki tüm kaya resimleri arasında buradaki kaya resimleri eşsiz özelliklere sahiptirler.
Zira burada, elimizdeki mevcut buzul çağından sonraki diğer örneklerden farklı olarak, ne insana ne de hayvanlara karşı savaş ve şiddet içeren sahneler bulunmamaktadır. Ayrıca günlük yaşamdaki tarım ve hayvancılıkla ilgili sahneler de mevcut değildir.
Burada sadece insan toplumu ve özellikle de aile ile ilgili sahneler vardır.
Düğün resimleri, anne-çocuk resimleri, dans sahneleri ve insanların diğer barış içinde geçen yaşamlarından alınan sahneler gösteren resimler bulunur.
Insan toplumunun avcılık ve göçebelik döneminden yerleşik düzene geçerek hayvancılık ve tarıma geçtiği dönemin en önemli unsuru olan aile, kaya resimleri türleri içinde dünyada ilk kez Latmos da karşımıza çıkmaktadır ve bu biçimde başka hiçbir yerde bu güne kadar eşine rastlanmamıştır.
Sayın Milletvekilim,
Latmos Dağı`nın tüm insanlığı ilgilendiren böylesine muhteşem özelikleri bulunmasına karşın yıllardan beri bu dağlarda taş ocakları işletilmektedir.
Yakın zamana kadar bu ocaklar dağ zincirinin doğusunda bulunurken, son yıllarda tüm sathına yayılmaktadırlar.
Ne yazık ki bu ocaklar Beşparmak dağlarının eşsiz panoramik manzarasını bozmakla kalmayıp buradaki muhteşem fıstık çamlarını da yok etmektedirler ve en acı olanı da, dünyada eşi benzeri bulunmayan, tarih öncesinden günümüze kadar gelmiş olan kaya resimlerini de tehdit etmeye başlamışlardır. Bazı durumlarda resimlerin hemen yanı başındadırlar. Oysa bu tarih öncesi resimler ve etraflarındaki doğal çevre birbirlerine bağlıdır ve birbirleriyle adeta içiçe geçmektedirler.
Taş ocakları, bu bölgede varlıklarını sürdürdükleri takdirde Beşparmak dağları pek yakında beyaz bir çöle dönüşmeye mahkum olacaktır. Kaya resimlerinin bulunduğu yerler, eğer ayakta kalabilirlerse, çorak topraklarda üreyen mantarlara benzeyeceklerdir.
Zaten iş buralara geldiğinde korkarım, kaya resimlerinin koruma altına alınmasının da bir anlamı kalmayacaktır.
Bu muhteşem yörenin tümüyle korunması için, vakit kaybetmeksizin taş ocaklarının bu yöreden tümüyle kalldırılması hususundaki, delaletlerinizi sizden tüm içten dileklerimle istirham ediyorum.
Buradaki kültür çevresinin korunarak, bizden sonraki nesillere aktarılması hepimizin sorumluluğudur diye düşünüyorum.
Henüz bunun için geç kalınmış değildir! Latmos tümüyle Doğa Tarih ve Arkeoloji Parkı haline getirilebilir.
Türkiye`de günden güne gelişmekte olan Turizm için Latmos çok değerli bir kaynak olacaktır. Yörenin halkı için de iyi bir gelir kaynağı olabilir.
Örneğin Fransızlar Fransız Alplerindeki Bégo Dağında bulunan kaya gravürlerini çok verimli bir biçimde değerlendirmişlerdir. Binlerce turist he yıl bölgeye akın etmektedir.
Latmos`daki taş ocakları sadece kısa vadeli ve ancak küçük bir kesime yarar sağlamaktadır. Yöre halkına hiçbir yararı ve getirisi yoktur. Halk bu durumdan hoşnut değildir.
Oysa uzun vadeli yapılacak olan bilinçli bir planlama sayesinde hem dağ turizmi geliştirilebilir, hem devlet hem de yöre halkı bundan ekonomik olarak yararlanabilir. Gelecek nesillere de güzel bir miras bırakmış oluruz.
Hemen bu gün hareket etmemiz gerektiğine bir kez daha dikkatinizi çekerek, yukarıda arz ettiğim hususları değerlendirmenizi ve Latmos ile ilgili düşüncelerime destek vererek, gerekenin yapılması hususunda girişimlerde bulunacağınıza içtenlikle inanıyorum.
Saygılarımla
Dr. Anneliese Peschlow
|
TAYHaber, Yazı: B. Arıkan - Fotoğraflar: A. Peschlow, 07.12.2013
|
KAZLIÇEŞME'NİN
BİLİNMEYEN TARİHİ

Kazlıçeşme, Marmaray
sonrası daha görünür ve bilinir hale geldi. Semtin
içinde yer alan tarihi eserleri gezip tanıtalım
istedik: Karşımıza hala konuşan bir geçmiş çıktı.
Kazlıçeşme: Semte adını veren çeşme, gidiş-dönüş
yolunun ortasında, 16/9 rezidansının gölgesinde
kendi halinde duruyor. Üzerinde kaz kabartmasının
bulunduğu çeşme, şükür ki hala akıyor. Göncüoğlu,
çeşmenin yapılış hikayelerinin çok olduğunu
belirtiyor. Ama en makulü şuymuş: İstanbul’un fethi
sırasında, su sıkıntısı baş gösterir. Bu sırada
uçuşan kazlar dikkat çeker. Onların konduğu yere
giden Fatih’in sekbanbaşısı, burayı derhal kazmaya
başlar. Fışkıran su, gönülleri de ferahlatır. Ancak
çeşmenin üzerindeki kitabede yer alan bilgiye göre;
burası 1537 senesinde Mehmed isimli biri tarafından
yaptırılmış. Yani çeşme, fetihten 84 sene sonra inşa
edilmiş.

Merzifonlu Kara Mustafa
Paşa Mescidi: Marmaray’dan inince göze çarpan iki
camiden biri… Banisi Osmanlı’nın zor zamanlarında
sadrazam olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa. 1683
yılında Osmanoğulları’nın Avrupa sahnesine veda
etmeye başladığı II. Viyana Kuşatması’nda mezkur
paşa, başroldedir. Hüsranla sonuçlanan ve hüzünle
eve dönülen savaş sonunda Merzifonlu, IV. Mehmed’in
emriyle Belgrad’da idam edilir. Cami, 17. yüzyıl
eseri olup, zamanla harap olmuştur. Üç kez yenilenen
mescid, geçtiğimiz cuma günü yeniden ibadete açıldı.
Mescitten ilginç bir detay: Çeşme, duvarın içinde
yer alıyor.

Kazlıçeşme Fatih Camii:
1452 yılında inşa edilen cami Fatih devri
yapılarından. Süleyman Faruk Göncüoğlu, bu
ibadethanenin sur dışında inşa edilen ilk camilerden
olduğunu söylüyor. Hemen az ötedeki komşu cami gibi
o da günümüze özgün haliyle ulaşamamış maalesef.
Göncüoğlu, caminin 1813 senesinde II. Mahmud
tarafından, 1954 senesinde de derici esnafınca
yenilendiğini kaydediyor. Son halini ise günümüzde
yapılan restorasyon çalışması ile almış.

Yedikule Zindanları:
Süleyman F. Göncüoğlu, Genç Osman’ın katli gibi
trajik sahnelerin yaşandığı Yedikule Zindanları’nın
İstanbul’un en eski açık hava müzelerinden olduğunu
dile getiriyor. Surların en önemli kapısı Altın
Kapı… Altın Kapı, II. Theodosios tarafından 413-439
yılları arasında, imparatorları zafer dönüşü
hoşamedi ile karşılamak için yapılan bir tören
kapısıdır. Bu tarihi yerin inşa ediliş amacı zindan
değilmiş. Bizans döneminde ülkeye gelen krallar
burada ağırlanırmış. Fatih’in İstanbul’u alması
sonrası, yapıya üç kule daha ekler ve adı Yedikule
olur. Kulelerin isimleri ise şöyle: Genç Osman,
Cephanelik, III. Ahmed, Hazine, Zindan, Top ve
Bayrak kuleleri.
Uluslararası Barış
Parkı: Geziden yorulduysanız biraz mola… Yedikule
surlarının dibinde bulunan Uluslararası Barış Parkı,
dinlenmek için birebir. 2006’da ‘Soğanlı Bitkiler
Parkı’ adıyla açılan park, lalenin memleketi gibi.
Zaten parkın ortasında yer alan lale soğanı heykeli
bunun göstergesi… Parkın adı, 2010 yılında,
Uluslararası Barış Parkı olarak değiştirildi. 550
bin adet soğanlı bitkiyle toplam 600 adet mevsimlik
çiçek ekildi. 23 bin 228 metrekarelik bir alana
sahip olan parkta çeşitli türlere ait onlarca ağaç
da mevcut.

Yedi Şehitler Kabri:
Yedi şehitler, yolun kenarında, incir ağacının
altında yatıyor. Göncüoğlu, burada yatanların
Ni’melceyş’ten olduklarını anlatıyor, yani
İstanbul’un fethi sırasında şehre besmele ile girip
şehit düşen ilk askerlerden… Bu kimseciklerin fark
etmediği küçük kabristanın, İstanbul’un ilk Türk
şehitliği olduğu serdediliyor. Cephe duvarında
bulunan dörtlükte ise şunlar yazılı: “Gaza fethine
Sultan Mehmed Han ile/Bu yedi kimse beraber anın ile
var imiş/Cümlesin ruhu şahadet şerbetin nuş
eyleyüb/Yedikule haricinde bunca yıl esrar imiş.”
Erikli Baba Türbesi ve
Cemevi: Göncüoğlu, Erikli Baba Tekkesi’nin
İstanbul’un en eski Bektaşi merkezlerinden biri
olduğunu hatırlatarak başlıyor söze: “Erikli Baba,
Anadolu’nun serçeşmesi olarak kabul edilen Hacı
Bektaş-ı Veli’nin müritlerindendir. Kendisine Erikli
Baba denmesinin nedeni ise kış mevsiminde, kar ve
buz içinde erik yetiştirme kerameti
göstermesindendir.” Geyikli Baba, Gözcü Baba, Kartal
Baba gibi Horasan erenlerinden olan bu veli zat,
Süheyl Ünver’e göre İstanbul’un fethine gelen
ululardan. Göncüoğlu, dergahın bahçesinde Bizans
dönemine ait ikonostasis (azizlerin resimlerinin
bulunduğu yer) sütunu parçası bulunduğunu
belirtiyor. Bu da burada manastır, kilise ya da
ayazma türünden bir dini tesisin yer aldığına işaret
ediyor. Bektaşi tekkesi, önce 1826 yılında
kapatılmış, sonra da 1925’teki yasak ile
faaliyetlerine nokta konmuş. Bu manevi yer, 1993
senesinden beri Erikli Baba Kültür Derneği ve Cemevi
olarak hizmet veriyor.

Derya Ali Baba Türbesi:
Derya Ali Baba, Fatih Sultan Mehmed’in sakabaşısı,
yani sulardan sorumlu yetkilisi… Kazlıçeşme’nin
muhtasar tarihinde zikrettiğimiz su bulma hadisenin
kahramanlarından biri de Derya Ali Baba. Fatih,
fetih sonrası bu zata, Kazlıçeşme’den geniş bir
arazi tahsis eder. O da burayı vakfeder… Türbesi
Marmaray istasyonunun hemen yakınında bulunuyor.
Türbenin içinde çok güzel bir çeşme mevcut… Ama
bütün bunlara dışarıdan bakabiliyoruz, çünkü türbe
kapısı kapalı!
Zaman, 06.12.2013
|
ÇIPLAK HEYKELLER ORTADAN
KAYBOLDU

Gazi Üniversitesi
Rektörlüğü, 1938-1940 yılları arasında yaptırılan ve
30 yıldır Güzel Sanatlar Eğitim Fakültesi Resim İş
Bölümü’nün girişinde yer alan, Avusturyalı ünlü
heykeltıraş Heinrich Krippel’e ait gençlik ve
geleceği simgeleyen nü
kadın ve erkek
figürlü iki heykeli kaldırdı.
Hürriyet gazetesinden Umut Erdem’in haberine göre
Resim İş Bölümü’nde, Ulus Zafer Anıtı’nın da
heykeltıraşı olan Krippel’in 2 metre 80 santim ve 2
buçuk ton ağırlığındaki iki heykeli yer alıyordu.
Cumhuriyet’in temel anıtları kapsamındaki heykeller,
Atatürk ve
kurmaylarının “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”
sözünü temsilen istediği anıtlar olarak
ifade ediliyor.
Eğitim Fakültesi için yaptırılan heykeller, uzun
yıllar boyunca rektörlük binasında sergilenirken,
daha sonra Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne taşındı.
30 yılı aşkın bir süredir burada duran heykeller,
geçen pazar günü sessiz sedasız taşındı.
MÜZEYE ALINDI
Heykellerin depoya kaldırıldığı
iddia edilirken
Rektör Danışmanı Prof.Dr. Emin Kuru, kampus
içerisinde yaptırılan Resim Heykel Müzesi’ne
yerleştirildiğini belirtti. Kuru, heykellerin
kaldırılma gerekçesiyle ilgili olarak da şunları
söyledi: “Müstehcenlik diye bir şey yok. Bundan 50
sene önce yapılmış bir heykel, 50 yıl sonra illa
aynı yerde sergilenecek diye bir şey yok. Sonra bu
sene yeni resim heykel müzesi açılmış. Rektörlüğün
altında olan müzeye, tarihi değeri olan eserlerle
birlikte onlar da konmuş.”
BİNAYA GİRMEZ
Birleşmiş Ressam ve Heykeltıraşlar Derneği Eski
Başkanı ressam Önder Aydın da mezun olduğu bölümden
kaldırılan heykellerle ilgili şunları söyledi: “Bu
heykellerin görünmesini istemedikleri için binanın
içine almışlardı. Şu anda içeride olmasına da
tahammülleri yok. Artık çıplak modeller de
kullandırtmıyorlar. Rektör ve dekanın gereksiz yere,
bir yerlere yaranmak için bunları kaldırdığını
düşünüyorum. Sanki heykeller kaldırıldığında bir
yerlere mesaj göndermek istiyorlar. Bu bir Taliban
anlayışıdır. Çağdışı, ülkeyi geri götürmeye çalışan
bir anlayış. Başta Güzel Sanatlar Fakültesi’nde
görev yapan personelin sessizliğini kınıyorum.
Müzeye kaldırıldı deniyor. Müze ana binada ve o
heykeller müzeye girecek büyüklükte değiller.”
CEHALETİN BU KADARINA
İNSAF
Heykelin kaldırılmasıyla ilgili görüştüğümüz
heykeltraş Mehmet Aksoy ise “Heykel en büyük korku
haline geldi. Cehaletin bu kadarına da insaf artık.
Sanattaki çıplaklıkla doğadaki çıplaklığı birbirine
karıştırıyorlar. Hala cahiliye dönemindeki heykel
antipatisi devam ediyor. Üniversitede heykel
kaldırılıyor çünkü Başbakan’ın heykele fobisi var.
Görecek de bir şey olacak diye” dedi.
Radikal, 06.12.2013
|
'KOCA SİNAN'IN KÜÇÜK
HAYRATI

Osmanlı coğrafyasını
dehası ile süsleyen Mimar Sinan’ın Fatih’te kendi
adına yaptığı küçük mescidi biliyor musunuz?
Metafizik bir sessizlik içinde cemaatini ağırlayan
bu camide ilginç detaylar da mevcut…
Osmanlı’nın son başkenti
İstanbul’u tezyin eden ve onu ‘estetik bir payitaht’
haline getiren sanatkar kimdir diye bir soru tevcih
edilse, herkesin dilinde ‘Mimar Sinan’ isminin
terennüm edildiğine şahit oluruz. Bugün Manhattan’a
öykünen ‘Aziz İstanbul’un ustası Koca Sinan’ın dört
bir tarafı güzelleştiren eserleri ile övünüyoruz.
Kaldı ki yaşadığı 16. yüzyıla damgasını vuran bu
eşsiz deha, sadece İstanbul’a değil, Osmanlı
coğrafyasının muhtelif yerlerine bir gül inceliğinde
kondurduğu eserlerle de adını ölümsüz kılmıştır.
Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II.
Selim ve III. Murad dönemlerini idrak etmiş olan
Mimar Sinan, 99 sene yaşadığı fani hayata baki izler
bırakmıştır. Haberimizin konusu bir Sinan
güzellemesi değil… Onun yaşarken kendi adına
yaptırdığı hayratı… Gözler, Sinan gibi bir mimarın
hayratını görünür bir yerde (Mesela Çamlıca) ve
devasa bir eser olarak görmek istiyor. Ancak,
biyografisi Tezkiretü’l Bünyan’da da yazdığı gibi,
‘Bu fakirin mescidi’ diye zikrettiği küçücük mescid,
kendini çok da belli etmeyen bir yerde bulunuyor.
Açık adresini hemen söyleyelim: Fatih’te Vatan
Caddesi’nden Fevzipaşa Caddesi’ne çıkarken Hoca
Üveyz Mahallesi’nde. Daha açık bir ifadeyle Ali
Emiri Kültür Merkezi’nin karşısındaki parkın hemen
alt tarafında…

Hem yazlık hem kışlık
mescid
Mescidin yapılış tarihi
hakkında elimizde net bir bilgi yok maalesef.
1566’dan önce yapıldığı serdediliyor. 1918’de Fatih
yangınında sadece minaresi ve duvarları ayakta kalan
mescit, daha sonra yıkılarak temel hizasına kadar
inmiş. İstanbul’un betonlaşmaya başladığı 1950’li
yıllarda bu küçük caminin kaderi de gri tona
bulanmaya başlar. Semavi Eyice’nin gayretleriyle
mescit ve arazisi kurtarılır. Bu arada yeri
gelmişken hatırlatalım: Cami 1938 ve 1962 yıllarında
onarım görür. Sinan’ın kendi adına yaptırdığı
caminin nevi şahsına münhasır özellikleri var.
Dikdörtgen planlı, vaaz kürsüsü ve minberi ahşaptan…
Mescit, yazlık ve kışlık bölümlerden oluşuyor.
Yazlık bölüm, içerisinde mihrabı bulunan ve mescidi
kısmen L şeklinde kuşatan, oldukça geniş bir son
cemaat yeri olarak nitelendirilebilir. Ki burasının
da üstü kapatılarak daha fazla insanın rahatça
ibadet etmesine yardımcı olunmuş. Lakin belirtildiği
gibi minberi kışlık olanda… Bu arada yazlık kısmı
son zamana kadar kapalı duruyordu… Ama son
zamanlarda burası da ibadete açık… Umarız kapılarını
yine kapatmaz.

Minarenin gizemi
Bir silindir baca
şeklinde inşa edilmiş minarede, Sinan’ın dehasının
parıltıları görülüyor. Mescidin avlu girişinde ve
kufeki taşlarla, yani çoğunlukla küçük istiridye
kabuklarının oluşturduğu kalkerle örülü… Sekiz
köşeli, şerefesiz, 10 metre yüksekliğindeki taş
minare, yatay bilezikle üçe bölünmüş. Sanat
tarihçileri, mermer ezan okuma yerini, taşçılık
sanatının güzel bir örneği olarak değerlendiriyor.
Yine Osmanlı mimarisinin klasik çağındaki bu
şerefesiz minare, bir Mimar Sinan buluşu… Koca
mimar, bu estetik yönü, kendi adına yaptığı küçük
mescitte denemiş. Minareyi farklı kılan özelliği,
şerefe vazifesi gören ve 26 basamaklı taş merdivenle
çıkılan ezan köşkü. Burada sekiz adet küçük pencere
bulunuyor. Böylece ezanı okuyan müezzinin sesi her
yöne ulaşıyor(muş). Ancak bugün burada bir hoparlör
takılı, ezan elektrikle yayılıyor. Sinan’ın kendi
imkanlarıyla yaptığı mescidin evkafına kendisinden
sonra başmimar olacakların nezaret etmesini şart
koşmuş. Bir de ‘kıyamete kadar’ yaşatılmasını…
Zaman, Haber: Samet
Altıntaş, 06.12.2013
|
SUR DİBİNDE 'BETONARME'
YENİLEME
Osmanlı mimarisinin İstanbul’daki
nadir örneklerinden olan Ayvansaray’ın Türk
Mahallesi betonarme bir dönüşüm geçiriyor. Fatih
Belediyesi tarafından 2005’te “yenileme alanı” ilan
edilen Ayvansaray’da tescilli tarihi ahşap yapıların
sökülerek aslına uygun bir şekilde restore
edileceği, tarihi mahallenin canlandırılacağı
savunuluyordu. İstanbul II Nolu Yenileme Alanları ve
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun
“belgelenerek sökülmesine ve kullanılabilir
elemanların ayıklanarak rekonstrüksiyon sırasında
yeniden kullanılmasına” karar verdiği, kültür
varlığı olarak tescilli yapılar kepçelerle
yıkılmıştı. Tescilli ahşap yapıların yıkıldığı
alanda ise şimdi ‘restorasyon’ adı altında beton
bloklar yükseliyor.
Ayvansaray’da yapılan inşaat çalışmalarının kentsel
yenileme olarak adlandırılamayacağını belirten İTÜ
Mimarlık Bölümü’nden Prof. Dr. Zeynep Ahunbay,
“Tarihi tescilli binalar yıkılmamalı, eğer
yıkılıyorsa özgün malzemesi ile aslına uygun bir
şekilde yapılmalı. Ayvansaray’da yapılana koruma
demek olanaksız; adı ‘yenileme’ olan bir sahtecilik.
Surlarla ilişkili alan evrensel değer taşıdığı için
çok önemli. Dünya Mirası olan kara surlarının koruma
bandı içinde yer alan bölgede bu şekilde ciddi
değişiklik yapılması surların algısını değiştireceği
için çok hatalı bir yaklaşım” diye konuştu.
İKİNCİ SULUKULE
UNESCO Dünya Miras alanı olan
İstanbul kara surlarının koruma bandını yarı yarıya
değiştirmesiyle eleştirilen Sulukule’de de benzer
bir süreç yaşandığını belirten Ahunbay, “Dünya
Mirası alanında UNESCO’nun onayı, görüşü alınmadan
çevrede değişiklik yapılmamalı. Ayvansaray Surların
koruma alanında olduğu için özel bir statüsü var.
Sulukule’de de öyleydi, ancak Sulukule’de tescilli
olan ev sayısı daha azdı. Ayvansaray’da daha fazla
tescilli bina vardı, ancak hepsi yıkıldı” dedi.
TARİHİ MAHALLE YOK OLDU
Ayvansaray’daki projenin bir
rehabilitasyon çalışması olarak
adlandırılamayacağını belirten Mimar Korhan Gümüş
ise “Türkiye’nin imzalamış olduğu konvansiyonda sur
koruma bandında yapılacak her müdahaleyi UNESCO ile
tartışmak gerekir. 1985 yılından beri Dünya Miras
Alanı ilan edilmiş bulunan bir yerde, kara
surlarının koruma bandı içindeki bir tarihi mahalle
kamu yönetimi ve yatırımcılar işbirliği ile
dönüştürülüyor. Surların içinde inşa edilen bu
betonarme yapıların restorasyonla uzaktan yakından
alakası yok. Sulukule’de yapılan bir emlak
geliştirme operasyonuydu, burada yapılan da öyle.
Ayvansaray’da bu güzel kent parçası bir toplu konut
sitesine dönüşecek. Böyle bir uygulama skandaldır.
Üniversitelerin de harekete geçmesi lazım” dedi.
***
NE OLMUŞTU?
Ayvansaray 2005 yılında Fatih
Belediyesi tarafından yenileme alanı ilan edilmişti.
Osmanlı-Türk mimarisinin örneklerinden Türk
Mahallesi’ndeki Koruma Kurulu tarafından tescilli
yapılar, yenileme projesinin ihalesini alan Şener
Grup adına Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi
tarafından kepçelerle yıkılmış, sit alanı olan
Tarihi Yarımada’da bulunan bölgede İstanbul
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nün izni olmadan hafriyat
yapılmıştı.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 05.12.2013
|
ERCAN: MÜZE HAZİRAN'DA AÇILACAK
Şanlıurfa mozaik müzesinde çalışmalar son hızıyla devam ediyor. Dış cephede inşaatın %80'nin tamamlandığını belirten Müze müdürü Müslüm Ercan, müzenin bitmesi bizim için çok önemlidir. Bizim memlekette deniz ve kumsal yok, bizim en büyük turizm ayağımızı arkeoloji ve tarih oluşturuyor. Arkeoloji ve tarihinde en önemli ayağını müze ve ören yerlerimiz oluşturuyor. Bu yeni müze bu nedenle bizim turizmimize çok şey katacaktır" dedi.
Ercan, Halepli bahçe müze projesinde çalışmalar devam ediyor. Yavaş yavaş çalışmalarında sona doğru geliyoruz. İnşaat çalışmalarının %80'i tamamlanmış durumda. Projenin inşaat bölümünde sona doğru yaklaştık. Artık tamamen içine yoğunlaşmış durumdayız. Müzenin içinden aydınlatmasına kadar canlandırmalara kadar son şekilleri veriliyor. En yakın zamanda şuan bulunduğumuz müzenin tarihi yapılarını yeni binaya taşımaya başlayacağız. 2014 Haziran ayına müze projemizi yetiştireceğiz. Şanlıurfa turizminin en önemli lokomotifi Halepli bahçe müzesi olacaktır. İfadelerini kullandı.
Gap Gündemi, Haber: Şeyhmus Aydoğdu, 05.12.2013
|
 |
 |
MEZARDAN ÇIKARDIKLARI TARİHİ ESERLERLE YAKALANDILAR
Erzincan Emniyet Müdürlüğü, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) ekipleri Erzincan-Erzurum Karayolu üzerinde önceki gün yaptıkları yol denetiminde şüphelendikleri M.R.T. yönetimindeki 65 plakalı otomobili durdurdu. Polisler, İ.K. ve A.Y.'nin de bulunduğu otomobilde arama yaptı. Aramalarda, sürücü M.R.T.'ye ait olan ve poşetle otomobil içerisine konulmuş ayakkabıların içinde bayan figür resmi olan, Ferpav Dnzeno yazılı ve arka kısmında haç işareti bulunan sarı renkli 45 sikke, bakır sikke, 2 çift yılan başı olan bakır bilezik ile üzerinde herhangi bir ibare olmayan 3 bakır bilezik olmak üzere toplam 51 parça tarihi eser tespit edildi.
Polis, M.R.T., İ.K. ve A.Y. gözaltına aldı. M.R.T. ifadesinde Ağrı'nın Diyadin İlçesi'nde kuyu inşaatı ile uğraştığını belirterek, "Kuyu kazarken, yakındaki mezarlıktan şüphelendim. Orayı kazdığımda bunları buldum ve satmak için İzmir'e götürüyordum" dedi.
M.R.T., İ.K. ve A.Y. isimli şüpheliler hakkında '2 bin 863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanuna Muhalefet' suçundan işlem yapılarak serbest bırakıldı.
Manşet Gazetesi, 05.12.2013
|
PICASSO'NUN 1 MİLYON DOLARLIK TABLOSU 100 EURO'YA SATILACAK
Ünlü ressam Pablo Picasso’nun 1 milyon dolarlık tablosu 100 Euro’ya yeni sahibine kavuşacak. Paris’teki Sotheby’s müzayede evinde yapılacak etkinlikte, Picasso’nun “Opera Şapkalı Adam” (L’Homme au Gibus Man in the Opera Hat) tablosu, ismi açıklanmayan sahibi tarafından Lübnan’daki antik bir kente yardım etmek için çekilişle yeni sahibine verilecek.
Geliri Lübnan’daki UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan antik Tyr kentine bağışlanacak yardım kampanyasında, biletler 100 Euro’ya (yaklaşık 277 lira) satılıyor.
www.1picasso100euros.com adresinden satışa sunulan 50 bin biletten 40 bini şimdiden satıldı. Çekiliş 18 Aralık’ta düzenlenecek. Yardım kampanyası, Tyr kentinde, kadın, çocuk ve engellilere iş imkanı sağlamayı hedefliyor.
Habertürk, 05.12.2013
|
 |

|
TARİH AKSARAY MALAKLILARINA EMANET
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın geçen yıl yayınladığı genelge kapsamında, Türkiye ’deki müze ve ören yerlerine Aksaray Malaklısı köpekler gönderiliyor. Bu kapsamda Aksaray’dan Silifke Müzesi’ne gönderilen 30 günlük dişi ve 2 aylık erkek köpekler ilçeye getirildi.
MONİ VE MİNO İŞBAŞI YAPTI
Köpekleri Aksaray’dan teslim alıp getiren müze müdürü İlhami Öztürk, yaptığı açıklamada, Moni ve Mino ismi verilen köpeklerin büyüdükçe iç güdüsel olarak bulundukları alanları koruma özelliği olduğunu ifade etti.
Öztürk, yavru köpeklerin Silifke Müzesi’ne verilmesinde emeği geçen Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine, Aksaray Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Aksaray Malaklısı Irkları Geliştirme Derneği yöneticilerine teşekkür etti. Silifke’nin tarihi bakımdan çok zengin bir ilçe olduğunu, taşınabilir tarihi eserlerin de müzede sergilendiğini vurgulayan Öztürk, köpeklerin müzenin korunmasında büyük katkısı olacağını söyledi.
Radikal, 05.12.2013
|
FRANSA
ÇALINAN ESERLERİ
İADE ETTİ
Hüsnü Mübarek'in devrildiği Mısır'daki 2011 ayaklanmaları sırasında başkent Kahire'deki Antik Eserler Müzesi'nden Fransa'ya kaçırılan iki bin yıllık beş tarihi eser, Fransa tarafından Mısır'a iade edildi.
Eserlerin üç parçasının bir kişinin camdan yapılan heykeline ait olduğu, diğer ikisininse keten ve alçıdan yapılmış iki eser olduğu belirtildi.
Sabah, 05.12.2013
|
|
BEDRİ RAHMİ'NİN 'YAZMA KOLEKSİYONU' GELİYOR

Şair,
yazar ve
ressam olarak tanınan çok yönlü usta sanatçı
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun, Anadolu'nun en eski
kültür miraslarından olan yazmalara getirdiği yeni
yorumlar, sanat tutkunları için görücüye çıkıyor.
Sanatçı Eyüboğlu'nun vefatından sonra yazmacılığı
sürdürmeye çalışan Kanadalı gelini Hughette
Eyüboğlu, hem sanatçıyı hem de hayran kaldığı
Anadolu kültürünü yaşatıyor.
Hughette Eyüboğlu, yaptığı açıklamada, 1975'te vefat
eden kayınpederinin, resimleri, yazıları, şiirleri,
yazmaları, duvar resimleri, panoları ve
mozaikleriyle adından dünya çapında söz ettirmiş
büyük bir isim olduğunu söyledi.
Hughette Eyüboğlu, tarihi çok eskilere uzanan
yazmacılığın en önemli temsilcilerinden olan
kayınpederinin, karısı Eren Eyüboğlu ile yazmalara
yeni yorumlar getirdiğini, yeni bir boyut
kazandırdığını belirtti.
"BU MİRASA SAHİP ÇIKMAK BENİM KADERİM"
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazmalarında,
kendisinin oyarak şekillendirdiği ağaç baskı
kalıplarını kullandığını anlatan Hughette Eyüboğlu,
"O, kalıplarda Osmanlı ve Selçuklu'ya ait simgeleri
çok fazla uyguladı. Örneğin Selçuklu kartalları,
Osmanlı'yla özdeşleşmiş lale, nar, balık, deniz
kızı, kuşlar, kınalı ve Ayşe gelin gibi motifleri
seçti" diye konuştu.
Bütün ailenin birlikte aynı atölyede yazmacılığı
uzun yıllar devam ettirdiklerine değinen Eyüboğlu,
şunları söyledi:
"Aile geleneğimiz haline gelen yazmacılık sanatını
Bedri Bey'den, oğlu Mehmet yani benim eşim devraldı.
Anne ve babasının onca emek verdiği, kaybolmaya yüz
tutmuş bu sanatı yaşatmak için ölene kadar uğraştı.
Geliştirdiği yeni kalıp oyma tekniğiyle yazmacılık
sanatına kolaylıklar da getiren eşim, anne ve
babasının tasarımlarının yanı sıra kendi
tasarımlarını da yazmalara taşıdı.
Yaşamının sonuna kadar bu sanatın, kültürün var
olması için çabaladı. Ben de aslında farmakoloji
uzmanıyım ancak hayatımın büyük bir kısmını ailemle
birlikte sanata adadım. Şimdi hem onlardan kalan
baskılarla üretimler yapıyorum hem de atölyede yeni
öğrenciler yetiştirerek mirasa sahip çıkıyorum.
Eserlerde aynı zamanda başka sanatçılarla da
çalışarak hat sanatını da kullanarak hatırlanmasını
sağlamaya çalışıyoruz. Bu mirasa sahip çıkmak benim
kaderim."
Sanatçının yazmaları ve özgün baskılarının yurt
dışında da önemli müzelerde
sergilendiğini dile getiren Hughette Eyüboğlu,
onların da büyük ilgisiyle karşılaştıklarını
kaydetti.
ESERLER 35 LİRADAN
Bugün, Ankara'nın tarihi mekanlarından birisi olan
At Pazarı'nda, Geleneksel Türk El Sanatları Vakfı
(GESAV) işbirliği ve ev sahipliğinde açılışı
yapılacak "1951 Yılından Bugüne Eyüboğlu Yazmaları
Sergisi"nde 500'e yakın eser yer alacak.
Dileyen sanatseverler ve koleksiyonerler, hem
sanatçının en çok bilinen yazmalarından örnekleri
görebilecek hem de onun motifleriyle farklı
formlarda basılan yazmalara, 35 liradan başlayan
fiyatlarla sahip olabilecek.
Şiirlerinde de halk kaynağından beslenen,
masallardan, söylencelerden, türkülerden
yararlanarak doğa tutkusunu, insan sevgisini, yaşama
sevincini yansıtan sanatçının eserlerinin yanı sıra
kuşak temsilcilerinin de eserleri 14 Aralık'a kadar
görülebilecek.
Habertürk, 05.12.2013
|
VERMEER'İN SIRRINI ÇÖZMÜŞ

Johannes Vermeer’in, 1600’lü yıllarda yaptığı
foto gerçek tablolarını nasıl yaptığı
sanat dünyasının çözülemeyen gizemlerinden
biriydi. Böylesine teknolojiye dayalı çalışmaları o
yıllarda nasıl yaptığı soru işareti olarak kalmıştı.
Şimdilerdeyse Teksaslı bir mucit olan Tim Jenison,
bu gizemi çözdüğünü
iddia ediyor.
Hollandalı ressam Johannes Vermeer, adeta
Shakespeare tragedyalarından fırlamış bir karakter
gibi sanat dünyasının en gizemli isimlerinden biri
oldu hep. 21 yaşından itibaren yaptığı fotogerçekçi
tabloları, ressamın doğuştan usta olduğu izlenimini
veriyordu. Hollanda kaynaklarında Vermeer’in
öğrencilik ya da çıraklık dönemine ait herhangi bir
kayıt olmaması da, bu tezi doğrular nitelikteydi.
KAMERA OBSCURA...
Sanatçı 43 yaşında yani 1600’lü yıllarda hayatını
kaybettikten sonra, çalışmaları iki yüzyıl boyunca
hak ettiği değeri görmedi. Hatta tablolarının bu
kadar gerçekçi olması, Lucian Freud gibi
sanatçıların ağır eleştirilerine neden oldu. O
yıllarda teknoloji pek mümkün kılmasa da Vermeer’in,
şimdiki fotoğraf makinelerinin atası kamera obscura
ile tablolarını yaptığını iddia edenler de oldu.
Yaşayan efsane olarak görülen İngiliz ressam David
Hockney ise Vermeer’in tablolarını lens ve ayna
yardımıyla yaptığını iddia ediyordu. Bünyesinde beş
Vermeer tablosu barındıran Met Müzesi’nin küratörü
Walter Liedtke tartışmalarla ilgili şu açıklamayı
yapıyor: “Vermeer’in kamera obscura kullandığı
iddiasına karşı çıkmıyorum. Kullanmış olabilir.
Ancak bu yöntemin, sanat eserinin değersiz olarak
kabul edilmesi fikrini savunmuyorum.”
MERAKLI BİR MUCİT
Tüm bu tartışmalarında gölgesinde, Teksas’ta
yaşayan ve sanat tartışmalarından pek de haberi
olmayan Tim Jenison adlı mucit, Vermeer’in sırrını
çözdüğünü iddia ediyor. Hayatını dev model uçaklar
ve savaş robotları üzerinde çalışarak geçiren
Jenison, video yapımında kullanılan NewTek isimli
bir donanım ve yazılım geliştirmiş bir meraklı.
Kızının ders notları üzerine Vermeer ile tanışmış ve
ilgisini çeken bu teknik üzerine araştırmalara
başlamış. Jenison o kadar meraklı bir adam ki,
Vermeer tablolarını yerinde ziyaret etmiş, hatta
Hollandaca bile öğrenip, makaleleri anadilinde
okumuş. Jenison’a göre Vermeer, renkleri ve
tonlarını çok iyi analiz etmiş bir ressam. Ancak
yine de bu, ressamın fotoğraf kalitesine yakın resim
yapmasına izin verecek kadar güçlü bir sav değildi.
Peki o zaman Vermeer’in kullandığı teknik neydi?
VERMEER KOPYALAMIŞ
Jenison bir gün banyodayken aynaya bakar ve sırrı
çözecek puzzle parçaları kafasında şekillenmeye
başlar... Eğer lens, küçük ve hafifçe
derecelendirilmiş bir ayna üzerindeki görüntüye
odaklanır, ayna da ressamla tuval arasında bir yere
yerleştirilip yansıtılırsa; ressam öne ve arkaya
bakarak görüntüyü kopyalayabilirdi. Ta ki resim,
gerçek görüntüdeki renk tonlarını yakalayana kadar.
Beş yıl evvel Jenison bu tekniği mutfak masası
üzerinde denemiş. Siyah
beyaz bir fotoğraf çekmiş ve lens yardımıyla
tuvale yansıtmış. Daha sonra yuvarlak bir ayna
alarak fotoğraf ve tuval arasında durmuş. Fotoğraf
ve tuval arasındaki renk tonları aynı olduğunda
aynanın çerçevesinin görünmediğinin farkına varmış.
Birkaç
saat sonra da ortaya kusursuz bir kopya
çıkarmış, üstelik daha önce bırakın resim yapmayı,
çizim bile yapmamış biri olarak. Jenison o an için
şöyle diyor, “Gözlerime inanamadım. İlk kez resim
yapmıştım ve harika görünüyordu. İşte Vermeer’in
tekniği buydu.”
Radikal, 04.12.2013
|
KARS'TA TABYALARIN İÇERİSİ TEMİZLENİYOR
Kars’ta
bulunan 46 tabyadan Karadağ Tabyası, Gemili Tabya ve
Arap Baba Tabyası İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce
Müze Müdürlüğü’nden de konuyla ilgili uzmanların
nezaretinde içerisinin bakım ve temizliği
yaptırıldı.İl Kültür Müdürlüğü’nce
İŞKUR’dan temin edilen 15 işçiyle birlikte
yapılan çalışmayla Gemili Tabya temizliği tamamen
tamamlanırken, Karadağ Tabya ve Arap Tabya’nın
temizliklerine kar yağışı ve soğuktan dolayı ara
verildi. Havaların düzelmesiyle birlikte bu
tabyalarında içerisinin temzilenmesine kaldığı
yerden devam edilecek. Müze Müdürlüğü’nden
uzmanlarında bulunduğu çalışmalar titizlikle
yapıldı.1848-1853 tarihleri arasında Sultan
Abdulmecit zamanında yaptırılan 250 kişilik Karadağ
Tabyası, Borazanlı Tabya olarakta biliniyor. 1855
Osmanlı Rus Savaşı, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı ve
1918-1920 Osmanlı - Ermeni Savaşı'nda
Kars'ın savunulmasında önemli etken olan Karadağ
Tabyası, yıllarca ihmal edilmiş ve bölgede bulunan
insanlar tarafından içerisi ahır olarak kullanıştı.
Demir kapıları ve pencereleri kesilerek götürülen
tabyanın duvarları da kimliği belirsiz kişiler
tarafından yıkılmıştı. Karadağ tabya gibi Gemili
Tabya ve Arap baba Tabyası'da kimliği belirsiz
kişiler tarafından tahrip edilmişti.Bünyesinde
yaklaşık 46 tane tabyayı barındıran Kars, tabyalar
şehri olma özelliğiyle yerli ve yabancıların
ilgisini çekiyor.
Mynet Haber, 04.12.2013
|
ANTİK KENTE YEDİ KATLI 'KORUMA'

1. derece sit alanı olan Myrelia antik kenti için
hazırlanan 1/1000 ölçekli koruma amaçlı nazım imar
planında sit alanındaki yapılaşma için bina kat
yüksekliği ikiden beşe çıkartıldı. Bölgenin eğimiyle
kat yüksekliği yediyi bulabilecek. Sit alanının 50
bin metrekaresi de turizm alanı
ilan edilerek imara açıldı.
Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, 2010 yılında
Bursa’nın Mudanya İlçesi'nde Myrelia antik kentinin
yakınında yaptığı yüzey çalışması sırasında yoğun
seramik parçalarına rastladı. Bursa Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na başvuran
üniversite, antik kentin 1. derece sit statüsünün bu
alanı da kapsayacak şekilde genişletilmesini istedi.
Bölgede incelemelerde bulunan koruma kurulu ise
bölgeyi 3. derece arkeolojik sit alanı ilan etmeyi
uygun buldu. Bölge 3. dereceden sit alanı ilan
edilince mevcut imar planı da iptal edilmiş oldu.
Mudanya Belediyesi, 15 Kasım 2013’te 1/1000 ölçekli
Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı yaptı. Ancak bu
planda, kurulun 3. derece sit alanı ilan ettiği
alanda bina kat yüksekliği ikiden beşe çıkartıldı.
Antik kentin 50 bin metrekaresi de ‘turizm alanı’
ilan edilerek imara açıldı. Mudanya Belediyesi’nin
hazırladığı plan, şimdi koruma kurulu ve Bursa
Büyükşehir Belediyesi’nden onay bekliyor.
‘Antik kent üstü süpermarket’e yaradı
Mudanya halkı, antik kentin üzerine yapılan
süpermarket inşaatına 2011’de dava açmıştı. Halen
devam eden davada yürütmeyi durdurma kararı alınmış
ve inşaat durdurulmuştu. Yeni plan onaylanırsa dava
düşecek ve süpermarket inşaatına da devam edilmesi
mümkün olacak. Mudanya Halk Meclisi sözcüsü Levent
Kayak, “Yeni imar planı onaylanırsa yürütmeyi
durdurma kararı ile ruhsat iptal kararı düşecek.
Dolayısıyla yeniden ruhsat alacak olan firma inşaata
kaldığı yerden devam edebilecek. Yeni imar planının
süpermarkete yasal zemin hazırlamak için yapıldığı
apaçık ortada. Çünkü süpermarketin arazisi planda
‘ticaret alanı’ ilan edilmiş. Buranın 3. derecede
değil 1. derece sit alanı ilan edilmesini istiyoruz”
diye konuştu.
‘Antik kente zarar verir’
Bursa Şehir Plancıları Odası Başkanı Füsun Uyanık,
planın iptali için dava açacaklarını ve belediye
meclis üyeleri hakkında
suç duyurusunda bulunacaklarını belirtti. Uyanık
şöyle devam etti:
“Emsal değişiklikleriyle bölgede beş kata kadar
yapılaşmaya izin verildiğini görüyoruz. Bölgenin
eğimini de hesaba kattığımızda bu yükseklik yedi
kata kadar çıkıyor. Bölgede kat yüksekliğinin ikiden
yediye çıkartılması arkeolojik sit alanına ciddi
zarar verecektir. Bu durum turizmi koruma mantığına
aykırıdır. Ayrıca 1. derece sit alanı ve yeşil alan
ilan edilmesi gereken bu 50 bin metrekarelik bölge,
‘turizm alanı’ ilan edilmiş. Bölgenin turizm alanı
olarak ilan edilmesi, imara açılması anlamına
geliyor. Bu durum şehir planlama ilkelerine
aykırıdır.”
Radikal, 04.12.2013
|

|
ÇİN MODERN RESMİNDE
21 MİLYON $'LIK REKOR SATIŞ
Çin modern sanatının ünlü ressamlarından Huang Zhou'nun bir tablosu, açık artırmada 128.8 milyon yuanlık (21 milyon dolar) rekor fiyata satıldı.
Pekin'de faaliyet gösteren Poly Uluslararası Müzayede şirketinin yaptığı açık artırmada Zhou'nun 1981'de yaptığı "Otlakta Şenlik" adlı 360'a 142 santimetre ebadındaki tablo 13 milyon yuan taban fiyatla satışa sunuldu.
Tabloyu almak için 60 kişinin kıyasıya mücadele ettiği açık artırmada son fiyat 128.8 milyon yuan olarak belirlendi. tabloyu satın alan koleksiyonerin kimliği açıklanmazken Çin modern sanatının son dönem yükselişi dikkat çekiyor.
Sabah, 04.12.2013
|
BAKSI MÜZESİ'NE BÜYÜK ÖDÜL
Sanatçı ve eğitmen Hüsamettin Koçan’ın büyük bir
emek ve kararlılıkla Bayburt’ta, kendi köyünde
kurduğu Baksı Müzesi, Avrupa Müzeleri Büyük Ödülü’nü
aldı.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından
verilen Avrupa Konseyi Müze Ödülü’nün 3
finalistinden biri olan Baksı Müzesi; Letonya’dan
Žanis Lipke Memorial ve İsveç’ten Bildmuseet ile
rekabet etmişti. Jüri, Baksı’nın önemi için; “Baksı
Müzesi kurucusu Hüsamettin Koçan’ın ve ona destek
olan 160 çağdaş sanatçının, samimi bir gayeyle,
yüksek kalitede sanat ve tasarımı Doğu Anadolu
kırsalına götürmesi, bir yüreklilik örneği
oluşturuyor. Bu proje, yerel halkın kültürel ve
ekonomik olarak kendi toprağında kök salmasına
destek olarak merkez ile periferi arasındaki
uçurumun nasıl aşılabileceğine son derece ilham
verici bir örnek olarak beliriyor.” demişti.
Zaman, 04.12.2013
|
DÖNÜŞÜM, TEK TİP BİR YÖRESEL MİMARİ YARATABİLİR

Mimarlar Workshop Kurucusu Yüksek Mimar Mehpare
Evrenol; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yöresel
mimarileri koruma altına alma girişimlerini
değerlendirdi. Evrenol, kentlerdeki dönüşümün ne
kadar sağlıksız olduğuna dikkat çekerek kırsalın
olası değişiminin de benzer problemlerle boğuşacağı
endişesini taşıdığını belirtiyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yöresel
mimarileri koruma altına alma girişimlerini
değerlendiren Mimarlar Workshop Kurucusu Yüksek
Mimar Mehpare Evrenol; “Yöresel mimari bulunulan
coğrafyanın iklim şartları, topografik yapısı,
içinde yaşayan toplumun gelenek ve kültürel
yapısıyla, sosyal yaşantısı ile şekillenir. Bu
açıdan bakıldığında ülke olarak şanslı bir
coğrafyadayız, çok fazla zenginliğimiz ve kültürel
çeşitliliğimiz mevcut. Fakat son yıllarda büyük
şehirlere olan göçlerin daha da artması, kırsalın
ekonomik ve sosyal anlamda arka planda bırakılması,
yöresel mimarilerin tek tek kaybolmasına ortam
hazırladı. Mimari değerlerimizi, birikimimizi
koruyarak yaratma çabasını her anlamda desteklemek
gerekiyor” şeklinde konuştu.
Nitelikli dönüşüm gerekiyor
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yöresel
mimarileri koruma altına alma girişimini ve bazı
pilot bölgelerde uygulamalara başlamasını bu konuda
atılmış güzel bir adım olarak değerlendiren Evrenol;
Bakanlığın bu çalışmalarını biraz aceleci ve plansız
bulduğunu da vurguluyor. Yapılan çalışmaların
kendisine özünde ilgili uzmanlıklardan yoksun bir
yaklaşım gibi geldiğini belirten Evrenol, yöresel
mimariyi korumak için gerçekleştirilecek dönüşümün
nitelikli olması gerektiğinin altını çiziyor.
Evrenol, kentlerdeki dönüşümün ne kadar sağlıksız ve
konuyla ilgili disiplinlerden destek almadan, alt
yapısı eksik bir şekilde yürütüldüğüne tanıklık
ederken, kırsalın olası değişiminin de benzer
problemlerle boğuşacağı endişesini taşıdığını
belirtiyor.
Tek tipleştirme yaratma riski
Bahsi geçen bir dönüşümün yöresel mimariyi
zenginleştirmesinin tersine tek tipleştirme yaratma
riski olduğunu belirten Evrenol son olarak; “Tekil
iyileştirmelerin dekoratif kalacağı düşüncesindeyim.
Doğru politikalarla iyi bir planlama elde
edebilirsek, yöresel mimarinin de özgür ve özgün
kalacağını düşünüyorum. Deprem gibi afetlere karşı
sağlamlaştırma operasyonları makuldür. Fakat bunu
yaparken sözde yöresel mimarinin taklit edilmesini,
kent estetiğinin kırsala taşınmasını çok sağlıksız
ve mimariyi tam tersine yok eden bir yaklaşım olarak
değerlendiriyorum. Her standardın kendi yöresinden,
yaşantısından çıkması gerektiği kanısındayım. Bu
yüzden acilen sorunlar tespit edilmeli ve işin
uzmanları ile birlikte en doğru çözümler
üretilmelidir. Bu konuda Bakanlığın mimarların
sesine kulak vermesini istiyorum” şeklinde konuştu.
Yapı, 03.12.2013
|
TOPKAPI SARAYI
KAPALI KAPILARINI
ARALIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Topkapı Sarayı'nın ziyarete kapalı bölümlerini restore ederek sergi alanı yapmak amacıyla harekete geçti.
Zülüflü Baltacılar Koğuşu, Çubuk Odası, Meşkhane, Çeşmeli Sofa gibi bölümler restore edildikten sonra, sarayın depolarında tutulan eserlerin sergileneceği mekanlar olacak.
Sarayı çevreleyen Sur-i Sultani Surları da üç etap halinde restore edilecek.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 03.12.2013
|

|
VALİLİKTEN TUHAF YANIT: ABARTMAYIN

Çanakkale’nin Bayramiç
İlçesi Kurşunlu Köyü’nde,
Killiktepe mevkiinde Zafer Madencilik şirketi
tarafından feldspat maden ocağı açıldı. Antik
Skepsis kentinin dibinde açılan maden ocağı hem
arkeolojik alanı hem de köyü tehdit ediyor.
Çanakkale Arkeoloji Müzesi ve mahkemenin tayin
ettiği bilirkişi bölgede maden ocağı açılmasının
doğru olmadığı görüşünde birleşti. Ancak
Çanakkale Koruma Kurulu maden ocağına onay
verdi. Kurşunlu Muhtarlığı raporları göstererek
Çanakkale Valiliği’ne itiraz etti. Çanakkale
Vali Yardımcısı Alper Faruk Güngör ise mahkemesi
devam eden köylülerin itirazına şu garip cevabı
verdi: “Rapor içeriğinde yazılanlara göre
memlekette hiçbir yerde madencilik faaliyeti
yapılmaması gerekir. Abartılı gerekçelerle ve bu
tarz yaklaşımlarla bir yere varılamayacağı
değerlendirilmiştir.’’
Troia kralları yönetti
Skepsis antik kenti 1993 yılında Edirne Koruma
Kurulu kararı ile 1. derece arkeolojik sit alanı
ilan edildi. Antik kaynaklara göre Troia Kralı
Priam’ın soyundan gelen iki
aile burada hüküm sürdü. MÖ 5. yüzyılda
Mania isimli bir
kadın hükümdar bölgeyi yönetti. Skepsisli
Demetrios, filozof Aristarkhos ve Metrodoros’un
yaşadığı kent, Bizans döneminde de piskoposluk
merkezi oldu. MS 787’deki İznik konsülüne
piskopos göndermediği için önemini yitiren kent,
zamanla tarih sahnesinden silindi.
Patlayıcılar şansa, tarihi eserler maden ocağına
emanet!
Maden ocağı hikayesi ise 2011 yılının son ayında
başladı. 1. derece arkeolojik sit alanı olan
antik kentin bitişiğinde, Killiktepe’de feldspat
maden ocağı açılması istendi. Çanakkale
Arkeoloji Müzesi uzmanları sit alanı ile komşu
olan bu tepede sondaj kazıları ile bir araştırma
yaptı.
Hazırlanan raporda bir çok keramik,
seramik parçaları
su künkleri bulundu ve sit alanının
genişletilmesi istendi. Konu, başkanlığını Prof.
Coşkun Özgünel’in yaptığı Çanakkale Koruma
Kurulu’nun gündemine geldi. Troas antik kentinde
Apollon Tapınağı’na TIR çıkaran Kurul Başkanı
Özgünel’in de bulunduğu toplantıda Çanakkale
müze yetkilisi maden ocağı açılmasına itiraz
etmesine rağmen kurul maden ocağına onay verdi.
Hem de inanması güç bir karar ile: ‘‘Sahaya
ulaşımın sağlanması esnasında ağır iş
makinelerinin yaratacağı titreşimin arkeolojik
eserlere zarar verebileceği ihtimali nedeniyle
yeni yolun kullanılması, çalışmalar sırasında
herhangi bir taşınır taşınmaz kültür varlığına
rastlanması durumunda en yakın mülki amirliğe
haber verilmesi kaydıyla uygundur.’’ Yani
maden ocağında ağır taşıtların vereceği
titreşimi düşünen kurul, maden ocağında
kullanılacak patlayıcı maddeleri hesaba bile
katmadı. Diğer yandan ise çıkacak kültür
varlığının inisiyatifini de maden ocağı
yetkililerine bıraktı.
‘Köy heyelan ve sel tehdidi altında kalır’
İzin verilen maden ocağı 1. derece sit alanına
75 metre, Kurşunlu Köyü’ne ise 100 metre
mesafede bulunuyor. 2013 yılında Killiktepe’den
büyük bir toprak parçası köyün üzerine doğru
kaydı. Oluşan heyelandan sonra köylüler taş
ocağının köylerine zarar vereceğini ve aynı
zamanda tarihi eserlerin de yok olacağını
belirterek Bayramiç Asliye Hukuk Mahkemesi’nde
dava açtı.
Mahkeme arkeolog Yrd.
Doç.Dr. Veysel
Tolun ile çevre mühendisi Hakan Güngör’ü
bilirkişi tayin etti. Raporda şu hususlara
dikkat çekildi: ‘‘Feldspat ocağı ormanlık alanda
bulunmaktadır. Bu alan ile tepenin eteklerinde
bulunan evler arasında yaklaşık 100 metre mesafe
vardır. Ormanda ağaçların kesilmesi ile oluşacak
riskler vardır. En başta görüntü kirliliği
oluşacaktır. Flora - faunaya zararlı etkisi
olacaktır. Ormanda yaşayan hayvanların yaşam
alanları kısıtlanacaktır. Tepe dik yamaç
olduğundan deprem, su baskını, toprak çökmesi
gibi doğal afetlerde evlerin etkilenmesi
muhakkak olacaktır. Yönetmeliklere kesinlikle
uyulması gerektiği görüş ve kanaatine
varılmıştır.’’ Raporda sit alanı olan antik
kentin görünümünü ve çevreyle uyumunu korumak
için ‘yeterince büyük bir koruma alanının içine
alınarak’ tescillenmesi de önerildi. Diğer
yandan sit alanı olması açısından da raporda,
‘‘1. derece arkeolojik sit sınırının çevresi,
2863 sayılı yasanın 8. maddesinde ‘Koruma
alanlarının tespitinde korunması gerekli kültür
ve tabiat varlıklarının görünümlerinin ve
çevreleri ile uyumlarının muhafazası için yeteri
kadar korunma alanına sahip olmaları dikkate
alınır” ifadesi uyarınca bu tehlikeden korunacak
büyüklükte koruma alanı ile çevrilerek
tescillenmesi böyle bir tehlikeden kenti
koruyacaktır’’ denildi. Köy muhtarı bilirkişi
raporuyla birlikte Çanakkale Valiliği’ne taş
ocağının durdurulması için müracaat etti. Vali
Yardımcısı Alper Faruk Güngör imzası taşıyan
cevabi yazıda ise şöyle denildi: ‘‘Rapor
içeriğinde yazılanlara göre memlekette hiçbir
yerde madencilik faaliyeti yapılmaması gerekir.
Abartılı gerekçelerle ve bu tarz yaklaşımlarla
bir yere varılamayacağı değerlendirilmiştir.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.12.2013
|
EYVAH YİNE RESTORASYON

İstanbul'un en eski dini yapılarından İmrahor
İlyas Bey Camii yapılacak restorasyon çalışmasıyla
yeniden ibadete açılacak. Uzmanlar ise yapılacak
yanlış restorasyonun İmrahor Camii'ni ortadan
kaldıracağını belirtiyor.
Özgün adıyla Studios Manastırı Kilisesi İstanbul'un ayakta kalmayı
başarabilen en eski dini yapılarından biri. Bizans
döneminde kilise tarihi açısından da önemli bir yere
sahip olan yapı, II Bayezid döneminde camiye
dönüştürüldü. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem,
İmrahor İlyas Bey Camii'nin müze yapılmasına ilişkin
1946 yılında alınmış bir Bakanlar Kurulu kararı
olduğunu hatırlatarak, geçen yıl bu kararın
kaldırıldığını ve buranın cami olmasına yönelik
çalışmaların başlatıldığını bildirdi. Bakanlar
Kurulu Kararı ile müze vasfından çıkarılan İmrahor
İlyas Bey Camii'nin restorasyonu için proje
çalışmaları sürüyor. Uzmanlar Türkiye'de restorasyon
alanında kötü örnekler olduğunu belirterek, "İstanbul'un
eski eser kayıplarına bir yenisi daha eklenecek"
diyor.
Yapı tümüyle yitirilebilir
Konuyla ilgili olarak Arkitera'ya konuşan Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Aykut Köksal, yapının tümüyle yitirilme riski
olduğunu bellirterek şöyle devam etti: "İmrahor
Camisi ya da özgün adıyla Studios Manastırı
Kilisesi, İstanbul'un bugüne ulaşmış en eski Bizans
yapılarından biridir. 463 yılında kurulmuş olan
Studios Manastırı, İstanbul'un en önemli dinsel
kompleksleri arasında yer alır. Hellenistik bazilika
tipindeki kilise, İstanbul'da bugüne ulaşmış, geç
Roma ve erken Bizans mimarisinin karakteristik
özelliklerini içeren tek kilise yapısıdır. II.
Bayezid döneminde camiye çevrilen kilise 1820'deki
Samatya yangınında hasar görür ve onarılır. 1894
depreminde de harap olan yapı 1920'de yanar ve bir
daha onarılmaz. İmrahor Camisi'nin korunması gerek
mimarlık tarihi, gerekse de İstanbul'un tarihsel
topografyası açısından son derece önemli bir
meseledir. Titiz bir araştırma ve konservasyon
çalışmasıyla yapı ve çevresi bir arkeolojik sit
olarak korunmaya alınmalıdır. Yeniden ibadet mekanı
olarak işlev görmek üzere yapılacak bir tamamlama ve
onarım, bu önemli yapının tümüyle yitirilmesi
olacak, İstanbul'un eski eser kayıplarına bir yenisi
daha eklenecektir."
Herhangi bir manastır değil
Fransız Araştırmaları Anadolu Enstitüsü’nde
görevli Arkeolog Aksel Tibet ise yaptığı açıklamada
cami için çok titiz bir çalışma yapılması
gerektiğini belirterek, "Zamanında camiye
dönüştürülmüş eski bir kilisenin tekrardan camiye
dönüştürülmesi prensipte yanlış bir şey değil. Ancak
İmrahor Camii özel bir örnek. Bu özel örnekte bazı
sorunlar ortaya çıkıyor. İmrahor, İstanbul'un en
eski dini yapılarından birisi ve İstanbul'da başka
bir yerde örneği olmayan eski tip bazilika planlı
kiliselerden birisi. Uzunlamasına üç sahanlı sütün
dizileriyle birbirinden ayrılmış, üzeri kırma-ahşap
çatılı kiliselerdir bunlar. Bunlardan İstanbul'da
bir tek Stüdyos Manastırı günümüze kalmıştır. Bu
bakımdan İmrahor önem taşıyor. Bu manastır da Bizans
tarihi boyunca çok önemli bir yapı olmuştur. Bizans
klise tarihi açısından da önemli bir yapı, herhangi
bir manastır değil" dedi.
Neresinden tutarsanız tutun
elinizde kalır
Yapının daha önce çıkan bir yangında ciddi zarar
gördüğünü de sözlerine ekleyen Tibet sözlerini şöyle
sürdürdü: "Çok hassas bir durumda olan bu yapıya
müdahale ederseniz neresinden tutarsanız tutun
elinizde kalır. Daha önce ülkemizde yapılan
restorasyonların düşük niteliği, kötü uygulamalarını
gözönüne getirirseniz oraya hiç dokunulmaması çok
daha hayırlı olur. Benim düşünceme göre oranın cami
ya da herhangi birşeye çevrilmek üzere yeniden
yapılmaya kalkışılması bu yapının ortadan kalkmasına
neden olacaktır. Çok yanlış uygulamalar yapılacağını
tahmin ediyorum. İhale ile bir müteahhite
yaptırılacak bir iş değildir. Bir bilim kurulu
tarafından çok titiz bir çalışma yapılması gerekir.
Kötü uygulamaları da göz önünde bulundurursak burada
da böyle bir uygulama olursa bu yapı ortadan kalkar.
Tekfur Sarayı'nın restorasyonunda duyduğum kadarıyla
içine beton katlar atılmış. Tam bir rezalet. Tekfur
Sarayı'nda restorasyon ile uzaktan yakından ilgisi
olmayan bir uygulama yapılmıştır.Tekfur
Sarayı örneği İmrahor'da yapılacaklara örnek teşkil
eden bir faciadır. "
Yine dünyaya rezil olacağız
Arkitera'ya konuşan Prof.Dr. İlber Ortaylı,
restorasyondan önce ciddi bir kazı süreci
gerektiğini belirterek, şunları kaydetti: "Elin
Bizans mabedi bir ara cami oldu zaten. Yeniden cami
yapacağız diye abuk sabuk birşey yaparlarsa çok
yazık olur. Çünkü bu herifler ciddi değil, bunlar
kasabalı hergeleler. İkide bir böyle laflar atılıyor
ortaya orayı cami yapalım diye. Sonra yapamayacağız
yine dünyaya rezil olacağız. O yapı tamamen değilse
de yüzde doksan harabe vaziyette. Yapının
kalıntıları toprak altında. Önce bir kazı yapılması
lazım. Kazıdan sonra bir restorasyon gerekebilir. O
zaman da Osmanlı ve Bizans'ı ayırt edemessin.
Yaptıkları iş İslamiyete de uygun değil. Ciddi ve
uzun bir kazı gerekiyor. Cami yapacağım, sempatik
olacağım diye elin manastırının üzerine cami
yapılmaz."
Arkitera, Yazı: Serkan Ayazoğlu, 02.12.2013
|
SON AKŞAM YEMEĞİ'NDE GÖRÜNMEYEN 13 SANDALYE
TASARLANDI

13 tasarımcı Son Akşam Yemeği tablosunda
gözükmeyen 13 sandalyeyi tasarladı.
Leonardo Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosu için,
çözülmeyi bekleyen milyonlarca sırrı ile sanat
dünyasında en çok tanınan ve merak edilenler
arasında olduğunu söylemek mümkün.
Birçok
replikası, hatta esprili canladırması da bulunan
eserin, bizim açımızdan ele alınışı ise bu sefer
biraz farklı.
Tabloda belki de dikkat çekilmesi gereken
sırlardan biri hiç gözükmeyen sandalyeler..

Ghigos Ideas tarafından başlatılan çok tartışmalı
projede 13 tasarımcıya, tabloda hiç gözükmeyen 13
sandalyenin çizilmesi işi verildi. Sonuçta ise 13
kişiliğe özel sandelyeler ortaya çıktı.
Son yemekte oturulduğu öngörülen ama hiç
gözükmeyen 13 sandelye 1 Aralık'a kadar Museo d'Arte
Contemporanea di Lissone'de sergilenecek.

Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 02.12.2013
|
SULAR ÇEKİLDİ TARİH ORTAYA ÇIKTI

3 bin 500 yıllık tarihi Myndos kentinin
kalıntıları ortaya çıkarken, hafta sonu tatili için
beldeye gidenler denizin ortasında yürürcesine olta
ile balık avlamanın keyfini yaşadı.

Bodrum'a 18 kilometre uzaklıktaki Gümüşlük'te,
her yıl yaklaşık 300 bin kişinin ziyaret ettiği 150
metre uzunluğunda 1.5 metre genişliğindeki Kral Yolu
suların çekilmesiyle ortaya çıktı.
Suların çekilmesiyle bir tarihin ortaya çıktığını
belirten Myndos Kazı Başkanı Uludağ Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin,
Kral Yolu'nu gel git olaylarına gerek kalmadan
ortaya çıkaracak projeyi anlattı. Projenin hayata
geçirilmesi durumunda adadaki tarihi mekanları
ziyaret etmek isteyenlerin bellerine kadar suyun
içerisinde değil yürüyerek gezebileceğini dile
getirdi.
KRAL YOLU RESTORE EDİLECEK
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın denetiminde son 6
yıldır yapılan kazı çalışmalarında Tavşan adasında
eski bir kilise, din adamlarına ait mezarlar ve
antik Myndos kentinin sur duvarlarının gün ışığına
çıkarıldığını belirten kazı başkanı Prof.Dr.
Mustafa Şahin, "Yüzde 70'i sular altında bulunan
3500 yıllık Antik Myndos Kenti'nde kazı ve kurtarma
çalışmaları sırasında sivil toplum örgütleri ve
üniversitelerden büyük destek görüyoruz.
Bu arada doğada bizden yana. Son 6 yıl içerisinde
suların 1 metreye yakın derinlikte çekilmesi ile gün
ışığına çıkan kral yolunu restore ederek adaya
turistlerin bellerine kadar su içerisinde değil
artık yürüyerek geçişlerine olanak sağlayacağız.
Çünkü bu tür gel git olayları bölgede çok olmuyor.
Antik yolun altından açacağımız su kanalları ile
Gümüşlük Limanı'na su sirkülasyonu kazandırıp
limanın temiz kalmasını sağlayacağız. İki yıl
içerisinde sona erecek çalışmalardan sonra engelli
vatandaşlarımız da tekerlekli sandalye ile dahi
adaya geçerek tarihi mekanları ziyaret edebilecek"
dedi.
Kral yolunun iki yanının doğal doku bozulmadan
yükseltileceğini, böylece, suların çekileceği yoldan
adaya yürünerek gidip gelinebileceğini söyledi.


DENİZİN ORTASINDA BALIK AVLAMANIN KEYFİNİ
YAŞADILAR
Hafta sonunda kısa süreli tatil için Bodrum'a
gelenler denizin üzerinde dururcasına balık
avlamanın ve hatıra fotoğrafı çektirmenin keyfini
yaşadı.
Ankara'dan tatile gelen inşaat mühendisi 42
yaşındaki Uluhan Defne, "Kış aylarında sık sık
Bodrum ve Gümüşlük'e geliyoruz, ancak suların bu
kadar çekildiğine ilk kez tanık olduk.
Denizin altında bu kadar tarihi eser olduğuna ilk
kez tanık olduk. Suların bu kadar çekilmesi depremi
hatırlatarak tedirginlik yarattı" dedi.
Habertürk, 02.12.2013
|
KAPALIÇARŞI 10 YILDA YENİLENECEK

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, her yıl
belirli dönemlerde gündemi meşgul eden ve üzerine
tartışmalar yapılan Kapalıçarşı restorasyonuna
ilişkin Yeni Şafak'a konuştu. 2009 yılından 2012
yılına kadar Kapalıçarşı ve etrafındaki hanları da
kapsayan kapsamlı bir proje ve rölöve çalışması
yaptıklarını kaydeden Demir 'Kapalıçarşı'nın adeta
röntgenini çektik' diyerek proje çalışmalarına
değindi.
TABELALAR STANDART OLMALI
Başkan Demir, 'Çarşıda 135 dükkanın ara
duvarlarının yıkılarak dükkanlar birleştirilmiş,
dolap ve tezgah konsun diye 242 noktada çalışma
yapılmış, 926 alanda duvarlar inceltilerek dükkanlar
genişletilmiş, 35 dükkan da bodrum açmış' şeklinde
konuştu. Restorasyon projesi kapsamında dükkan
vitrin, tabela ve aydınlatmalarına da bir standart
getireceklerini söyleyen Demir, restorasyonun ise
geniş kapsamlı değil, bölüm bölüm yapılacağını ve en
az 10 yıl süreceğini de sözlerine ekledi.
TARİHİ DOKUSUNA UYGUN
110 bin metrekarelik bir alanda 3 bin 150
dükkanın bulunduğuna değinen Mustafa Demir, Anıtlar
Kurulu'nun şu an Kapalıçarşı'ya odaklandığını
kaydetti. 20 milyon TL'ye sadece projeyi
yaptırdıklarını söyleyen Demir, restorasyonun ise
230 milyon gibi bir maliyeti olacağını söyleyerek
'Restorasyonun ardından daha güvenli, tarihi
dokusuna daha uygun, statik, altyapı ve çatı gibi
sorunları çözülmüş bir Kapalıçarşı oluşacak ve
İstanbul yaşadığı müddetçe Kapalıçarşı da yaşayacak'
ifadelerini kullandı.
Kamulaştırma olmayacak
Daha önceki yenileme alanlarında yürütülen
çalışmalarda vatandaşlara ya siz yenileyin ya satın
başkası yenilesin diyen buna yanaşmayanların
yerlerini de kamulaştıran belediyenin
kamulaştırmadan zarar etmeye başladığını da söyleyen
Demir, 'Kamulaştırma düşüncesi ortadan kalkınca
'Rantsal dönüşüm' düşüncesi de ortadan kalkacak.
Ancak hiçbir öneriye yanaşmayan malını biz
dönüştüreceğiz ardından da harcadığımız para artı
yüzde 20'sini alacağız. Böylelikle kamulaştırma da
olmayacak. Ayrıca ilk başta kabul edenle etmeyen
arasında fark olacak' şeklinde konuştu.
Kapanma olmaz
Bazı esnafların en büyük korkusunun restorasyonun
uzun süreceği ve bu süreç içerisinde dükkanlarını
kapatmak zorunda kalacağı iddialarına da açıklık
getiren Başkan Mustafa Demir, 'Kablolar ve borular
yer altına ya da duvar içlerine alınacak. Altyapı ve
kanalizasyon komple değişecek, çatı tamir edilecek.
Bu süreler içerisinde dükkanlar kapatılmayacak.
Olursa sadece birkaç gün kapatma olur o da
dükkanların içini ilgilendiren çalışmalar sırasında
yaşanır. Bunun dışında uzun zamanlı kapatma olması
gündemde değil' şeklinde konuştu.
Yeni Şafak, 02.12.2013
|

|
10 BİN YILLIK EV
İsrailli arkeologlar, Kudüs yakınlarındaki bir kazı alanında 10 bin yıllık eve rastladı.
Bilim insanları yapının tarihin en eski evi olduğunu söylüyor. Evin insanoğlunun hayvanları yeni yeni evcilleştirmeye başladığı ve tarım yapmaya çalıştığı döneme ait olduğu söyleniyor.
Evin güvenli bir bölümünde ise o dönem son derece değerli olan kazma benzeri aletler keşfedildi.
Araştırma ekibi, evin yakınlarında bir de tapınak kalıntısı bulduklarını duyurdu. Yetkililer, "Keşif bölgede bir yerleşim yeri olduğunu ve insanların dini ritüelleri yerine getirdiğini gösteriyor" dedi.
Sabah, 02.12.2013
|
AYASOFYA 2014'TE İBADETE AÇILACAK
Derin Tarih'in
bu ayki kapak konusu Ayasofya. Prof.Dr. Mehmet
Çelik'in konuyla ilgili makalesi de ilginç bir
başlık taşıyor: 'Ayasofya 2014 yılında ibadete
açılacaktır!' Çelik, bu bağımsızlık sembolü yapının
2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce
Ayasofya'nın cami olarak açılacağını söylüyor.
Kılıçla alınan beldedeki en büyük kilisenin cami
yapılması adettendir. Dolayısıyla İstanbul, Osmanlı
tarafından fethedilince Hıristiyan dünyası açısından
çok önemli olan Ayasofya camiye dönüştürüldü. Ta ki
1934'e kadar. İşte o gün çıkarılan bir kararnameyle
ibadete kapatıldı. Ayasofya'nın Atatürk'ün imzası
bulunan bir kararnameyle ibadete kapatılması
arkasındaki gerçekler, çelişkiler, şüpheler ve doğru
bilinen yanlışlar Derin Tarih dergisinin Aralık
sayısında tek tek irdeleniyor. MHP Milletvekili ve
Türk Tarih Kurumu (TTK) eski başkanı Yusuf
Halaçoğlu'nun Ayasofya'nın yeniden cami olarak
ibadete açılması için kısa bir süre önce Meclis'e
verdiği kanun teklifi üzerine gündeme gelen konuyla
ilgili Mustafa Armağan ve Prof.Dr. Mehmet Çelik'in
makaleleri yer alıyor. Ayrıca Yusuf Halaçoğlu'nun
ilginç açıklamalarının yer aldığı çarpıcı söyleşi de
konuya ışık tutuyor.
Resmi Gazete'de yayımlanmamış ki!
Celal Tahir'in kendisiyle yaptığı söyleşide
Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu Ayasofya kararnamesinin sahte
olduğunu söylüyor. Hiçbir zaman belgesiz
konuşmayacağını belirten Halaçoğlu, kararnamedeki
Atatürk imzasının bunun en önemli kanıtı olduğunu
anlatıyor: 'Ayasofya ile ilgili kararnamenin sayısı
1589. Ancak bundan iki gün önceki kararnamenin
sayısı ise 1606 sayısı taşıyor. Bir kere sayı
tutmuyor. Sonra bu kararname Resmi Gazete'de
yayımlanmamış. Yayımlanmayan kararnamenin hiçbir
geçerliliği olmaz. Üçüncüsü ise Atatürk'ün imzası.
Şöyle ki: Kararnamenin tarihi 24 Kasım 1934.
Atatürk'ün buradaki imzası daha önce hiçbir yerde
atmadığı bir imza. Kemal Atatürk yazdığı imzasında
'a' harfini büyük ve köşeli yapmışlar. Oysa Atatürk
'a' harfini hep küçük ve yuvarlak yazar. Biri
Atatürk'e mal edilmek üzere burayı müze yapmış. Yani
Ayasofya'da bir sahtekarlık yapmışlar.'
Atatürk'ün imzası hukuken geçersiz
Kararnamede bulunan Atatürk'ün imzasıyla bir
başka ayrıntıyı ise Derin Tarih'in Genel Yayın
Yönetmeni Mustafa Armağan ortaya çıkarıyor: '24
Kasım 1934 tarihli olduğu söylenen Bakanlar Kurulu
kararı garipliklerle doludur. Bunlardan biri de
Atatürk'ün imzası meselesi. Gazi Mustafa Kemal, o
gün çıkarılan 2587 nolu kanunla 'Atatürk' olmuştur.
Ne var ki kanunun yürürlüğe girmesi için üç gün daha
geçmesi gerekecektir. Nitekim 27 Kasım günkü Resmi
Gazete'de 'Bu kanun neşri tarihinden itibaren
muteberdir' yani yayın tarihinden itibaren
geçerlidir maddesiyle birlikte yayımlanır. Açıkça
bellidir ki Atatürk, 'Atatürk' ismini ve imzasını
27'sinden önce kullanamaz. Bir başka deyişle ayın
24'ünde Atatürk resmen Atatürk değildi ve bu isimle
imza atması hem mümkün değildir, hem de attığı imza
hukuken geçerli değildir. İmza atmışsa bile hukuken
geçersizdir.'
Kararnamenin orijinali ortada yok
Armağan, 24 Kasım 1934 tarihli kararnamenin
bugüne dek ıslak imzalı orijinalinin de
bulunamadığına dikkat çekerek, bu belgenin olup
olmadığını öğrenmek isteyen Yusuf Halaçoğlu'na resmi
yazıyla olmadığının bildirildiğini söylüyor.
Kararnamenin orijinali yok ama garip bir Atatürk
imzası bulunan 'fotokopi'nin sahte olduğunu
söylüyor. Zira Demokrat Parti döneminde Ayasofya
talebinde bulunanların Atatürk'ün imzasının alenen
taklit edildi, bu fotokopi susturucu delille
bertaraf edildiğini anlatıyor.
Peki bu belgeyi Atatürk neden imzalamadı? Mustafa
Armağan kanaatine göre Amerikan Bizans Enstitüsü'nün
müdürü Thomas Whittemore'un 1931'de Florya Köşkü'nde
Gazi'ye ulaştığını, tarihi yapının sıva ve
nakışlarının altında kalmış mozaiklerin ortaya
çıkarılmasını talep ettiklerini anımsatıyor.
Mozaiklerin üstünün açılması izni alınırken, cami
tozlanır gerekçesiyle ibadete kapatılışını da
hatırlatan Armağan, 'Kanaatime göre Atatürk 'ezan
formülü'nü uygulamak istedi. Ezan için kanun
çıkaramayan Mustafa Kemal'in Ayasofya'nın da
Bakanlar Kurulu kararnamesiyle müzeye
çevrilmesindeki hukuki mahzurları göz önüne alarak
'Hayır imzalamam' dediğini düşünüyorum. Bunun her
zaman kanunlara saygılı davrandığı gibi bir mitos
çerçevesine taşınması gerekmez. Atatürk için sorun
şuydu: Birileri açıkça kanuna aykırı olan bu
kararnameyi iptal ettirerek Ayasofya'yı eski haline
getirmeye kalkabilir, yani yeniden cami
yapabilirdi.'
2014'te ibadete açılacak
Prof.Dr. Mehmet Çelik'in konuyla ilgili makalesi
de ilginç bir başlık taşıyor: 'Ayasofya 2014 yılında
ibadete açılacaktır!' Çelik, Ayasofya'nın açılması
için milletin şimdiye kadar Menderes, Demirel ve
Özal'a talepte bulunduğunu ancak konunun bir sonuca
ulaşamadığını anımsatarak bu bağımsızlık sembolü
yapının 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce
Ayasofya'nın cami olarak açılacağını söylüyor.
Çelik, Patrikhane'nin psikolojik olarak rahatsız
olacağını ancak buna çözüm olarak Ayasofya'nın
bitişiğindeki Aya İrini'nin kiliseye çevrilmesini
öneriyor.
Yeni Şafak (Kısaltarak), 02.12.2013
|
"AYASOFYA AÇILMALI, SULTAN FATİH'İN BEDDUASI VAR"

Abdulhamid Han'ın 4. kuşak
torunu Abdulhamid Kayıhan Osmanoğlu
da Ayasofya tartışmalarına katıldı. Kendisi ile dede
yadigarı Topkapı Sarayı'nda buluştuğumuz ve
sürgünden sonra ilk Türkiye doğumlu şehzade olan
Osmanoğlu, “Türkiye'de birçok şey değişti.
Özgürlükler arttı. Haklar geri verilmeye başlandı.
Bunun bize yani Osmanoğullarına da yansımasını
istiyoruz” dedi. Yabancı ülkelere gittiklerinde daha
çok itibar gördüklerini belirten Osmanoğlu şunları
dile getirdi: “Biz oturmayana kadar insanlar
oturmuyor. Bize değil dedelerimize gösteriyorlar bu
saygıyı. Türkiye'dekinden daha fazla saygı görüyoruz
yurt dışında. Üzerimizde hala Fatih Sultan Mehmed
Han'ın bedduası var Ayasofya'dan dolayı önce onu
atmalıyız. Ayasofya Camisi'nin açılmasını istiyoruz.
İnsanların ayakkabılarla uygun olmayan kıyafetlerle
Ayasofya'ya girmesi çok zorumuza gidiyor. Türkiye
bağımsız bir ülke. Onun için Ayasofya'nın ibadete
açılmasına kimse karışamaz. Biz sürekli Ayasofya
için dua ediyoruz.”
ERDOĞAN'DAN DESTEK ALIYORUZ
Özal, Türkeş ve Erbakan'dan çok destek gördüklerini
belirten Osmanoğlu, şöyle devam etti: “Babam 1972
yılında oturma tezkeresiyle Türkiye'ye gelebildi.
Sonra rahmetli Özal döneminde vatandaşlık aldılar.
Şimdi de Başbakanımız Erdoğan bize çok destek
veriyor. Kendisiyle görüşüp aileye eski itibarının
verilmesini isteyeceğiz. Kendisi tam bir Osmanlı
hayranı. 3. köprüye Yavuz Sultan Selim Han'ın ismini
verdi. Bir çok ülke örneğin Japonya, İngiltere,
Hollanda, Avustralya'da imparatorluk makamları var.
Onlar ülkelerinde itibar görüyorlar. Bizde ise
Devlet-i aliye'nin torunları bir kenarı itiliyor.”
OSMANLI'YI SEVMEMEK HAİNLİK
Son yıllarda Osmanlı'yı konu alan filmleri de
eleştiren Kayıhan Osmanoğlu, sözlerini şöyle
tamamladı: “80-90 yıldır Osmanlı tarihi kesinlikle
yanlış anlatılıyor. Bunun sonucu olarak özellikle
sanal alemde gençler bilinçsizlik yüzünden yanlış
konuşuyor. Benim gözümde Osmanlı'yı sevmemek 'vatan
hainliği'dir. Anzakların torunları bile bizden daha
insaflı. Yabancılar Osmanlı eserlerini hayranlıkla
izliyor. 'Hükümdar' isimli bir sinema filmi projemiz
var. Gerçekleri bütün dünyaya anlatacağız.”

“Çok teklif aldım. Fakat dedem Abdulkerim Efendi'nin vasiyeti var siyasete girmeyin diye.”

“Dedelerimizin yaptığı saraylara bile para vererek giriyoruz. Bu benim çok gücüme gidiyor.
Marmaray ile gurur duyduk
Geçtiğimiz günlerde hizmete giren Marmaray projesini
değerlendiren Kayıhan Osmanoğlu şunları dile
getirdi: “Her ne kadar bazıları Marmaray, Sultan
Abdulmecid Han'ın projesi dese de proje Sultan
Abdulhamid'e ait. Bununla ilgili proje detayları,
bilgi ve belgeler Osmanlı ve Başbakanlık
arşivlerinde mevcut. Dedemin 150 yıllık hayalinin
gerçekleşmesi çok gurur verici, çok duygulandık. Ama
açılışta Hanedanı temsilen bir Osmanlı torunu
olabilirdi.”

Topkapı Sarayı'nda buluştuğumuz Kayıhan Osmanoğlu, “Osmanlı edebi ile büyüdük. Annelerimiz bile bize 'oğlum' diye hitap etmez Abdulhamid Kayıhan Efendi der” diyor.
Bugün, Haber: İnan Arvas, Fotoğraflar: Ali
Kemertaş, 02.12.2013
******
AYASOFYA'NIN DAVACI
VATANDAŞLA İMTİHANI
MHP’li Halaçoğlu’nun tekrar
gündeme taşıdığı Ayasofya Müzesi’nin cami yapılması
için bir vatandaşın 5 yıldır dava üzerine dava
açtığı ortaya çıktı. Ancak, Danıştay ve idare
mahkemeleri ortak miras olduğu için Ayasofya’nın
müze kalmasına karar verdi.
Fatih
Sultan Mehmet’in 1453’te
İstanbul’u fethinden sonra camiye çevirdiği,
ancak 1930’lu yıllardan beri müze olarak turizme
açılan Ortodoksların en önemli
tarihi katedrallerinden olan
Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi için bir
vatandaşın uzun yıllar önce dava açtığı
ortaya çıktı.
Eski Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı ve
MHP
Grup Başkanvekili Yusuf
Halaçoğlu, Ayasofya müzesinin cami yapılması
tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Bu talebini
içeren bir
kanun teklifini
TBMM’ye veren Halaçoğlu, en son Ayasofya’nın
müzeye çevrilmesine ilişkin
Bakanlar Kurulu Kararnamesi’ndeki Atatürk’ün
imzasının
sahte olduğunu öne sürdü. Söz konusu 1934
tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali için bir
vatandaşın
Danıştay’a dava açtığı da ortaya çıktı.
İmzaya inanmadı
İ.K. isimli vatandaş, cami olarak kullanıldığı
dönemde Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine esas olan
1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali için
TBMM
Dilekçe Komisyonu’na başvurdu. İ.K.,
kararnamedeki Atatürk imzasının sahte olduğunu
savunarak Bakanlar Kurulu kararının iptalini istedi.
Komisyon’un konuyu ilettiği
Vakıflar Genel Müdürlüğü, cevabi yazısında
İ.K.’nın daha önce Danıştay’a dava açtığını, bu
davanın 2008’de reddedildiğini belirtti.
Cevabi yazıda yer verilen kararında Danıştay,
Ayasofya’nın İstanbul’un en önemli tarihi parçası ve
ortak miras olduğunu, inşa edildiği tarihten
günümüze tarihe tanıklık ettiğini belirtti. Danıştay
kararında şu ifadeler kullanıldı:
“İnsanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı
dönemini temsil eden yapı tipinin ya da
mimari veya teknolojik veya peyzaj topluluğunun
değerli bir örneğini sunması ve bir veya birden
fazla kültürü temsil eden önemli bir örnek olması
nedeniyle tüm
dünyaya tanıtılma işlevinin gereği gibi yerine
getirilebilmesi amacıyla müze olarak kullanılmasında
hukuka aykırılık bulunmadığı...”
Dava üstüne dava
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yazısında İ.K.’nın bu
kez Danıştay kararının iptali için idareye yeni bir
başvuruda bulunduğu, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi
için yapılan tahsis işleminin yok sayılması
talebiyle çılan davayı da İstanbul 9. İdare
Mahkemesi’nin 2011 yılında incelenmeksizin
reddettiği belirtildi.
Yazıda davacının bu kararı da temyiz ettiği, ancak
Danıştay’ın 2012 yılında dava konusu işlemin
yürütülmesinin durdurulması talebini reddettiği
anlatıldı.
Konunun peşini bırakmayan İ.K.,
Ankara 11. İdare Mahkemesi’nde de dava açtı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 11. İdare
Mahkemesi’nin 2013 tarihli dosyası ile açılan
davanın halen sürdüğünü iletti.
Milliyet, Haber:
Önder Yılmaz, 03.12.2013
|
HIRSIZLIĞA RAĞMEN 90 YILDIR SÜREN KAZI

Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan, 2 bin
yıllık tarihi Roma kenti Aizanoi'de kazılar tam 90
yıldır sürüyor. Kütahya Arkeoloji Müzesi Müdürü
Arkeolog Metin Türktüzün'ün verdiği bilgiye göre ilk
kazılar, 1923'te başlatıldı. 1928'e kadar 5 yıl
süren bu kazıda, Jüpiter tapınağı ve Bereket
Tanrıçası Kibele ile dünyanın ilk borsası bulundu.
Ayrıca kentin anfi tiyatrosu ve gimnazyum (Spor
sahası) ortaya çıkarıldı. 1978'de yeniden başlayan
kazılarda Sütunlu Cadde, Atina Olimpiyatları'nda
sporculara verilen antik madalyalar ve birçok mermer
heykel bulundu.
ÇOĞU KAÇIRILDI VE YAĞMALANDI
Çavdarhisar'da iki dönem Belediye Başkanlığı
yapan Mustafa Ertaş ise çok sayıdaki eserin
yurtdışına kaçırıldığını söyleyerek, "Kaçakçılar
gece iş makineleriyle kazı yapıp paha biçilemeyen
eserleri kamyonlarla yağmalıyorlardı. Uluslararası
bir şebekeyle bağlantılı olan bu kaçakçılar, 1995'te
Amazonlar Kraliçesi Berenike'nin mermer işlemeli
lahdini kazdılar. Eğer jandarma yetişmeseydi 10
tonluk lahdi de kamyona yükleyip kaçıracaklardı.
Jandarmayı görünce hazineyi alıp kaçtılar. Dünyada
eşi olmayan 2 metre boyundaki sağlık tanrıçası Hgya
ve Atina Maraton şampiyonu atletin heykellerinin
başları da çalınarak İngiltere'ye götürüldü.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan Kütahya'dan
çalınan heykel başlarının da geri kazandırılmasını
bekliyoruz" dedi.
Sabah, Haber: İhsan
Tunçoğlu, 02.12.2013
|
KANUNİ İLE SİNAN'I SON KEZ BULUŞTURAN KÖPRÜ

Büyükçekmece’de
deprem, sel ve yüke meydan okuyan tarihi bir
eser var, Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü...
Mimar Sinan’ın “Eserlerimin içinde şaheserimdir”
diye tanımladığı ve imzasını attığı bu yapı
Kanuni ile Sinan’ı son kez buluşturmuştur.
Ayrıca yanındaki eserlerle de mimari bir uyum
içindedir.
Zigetvar Seferi’ne çıkarken Koca Sinan’a emir verir Kanuni Sultan
Süleyman. Büyükçekmece Gölü’nün denizle
birleştiği yerde, yani Avrupa’ya çıkışta Osmanlı
ordusu zorlanır. Sallarla karşıya geçmek
sıkıntılıdır. Aslında köprü vardır o mevkide.
Hepsi benzer sonla doğaya teslim olur. Sinan,
buradaki köprülerin yıkılma nedenlerini Sultan
Süleyman’a şöyle açıklar: “Hazineden para
sarfında tasarrufa özen göstermişler. Köprüyü
denizden uzağa çekerek kenardaki yatağa
oturtmuşlar. Bu yüzden temel dayanamayarak
yıkılmıştır. Kısacası denizin kenarı hem sığ hem
de sağlam olduğu için, köprüyü denizin tarafına
kondurmak daha iyidir.”
Doğaya uyumlu, kalıcı işlere imza atar Mimar
Sinan. Belgrad Ormanları’ndan kente su getirmek
için yaptığı su kemerlerinin aştığı derin
vadiler, 80 metreye kadar yükselebilen kemerler
tecrübe olur. 400’den fazla yapısının içinde
“Eserlerimin içinde şaheserimdir” diye tanımlar
köprüyü. Öyle ki imzasını attığı tek eseridir.
Mustafa Sai Çelebi Mimar Sinan’ın türbesindeki
kitabesinde bile bu köprüden bahseder: “Çekmece
cisrine bir tak-ı mualla çekti kim / Aynidir
ayine-i devranda şekl-i Kehkeşan.” (Çekmece
Köprüsü’ne bir yüksek kemer yaptı ki / Zamanın
aynasında Samanyolu ile aynı şekilde yansır.)
Ustalığını gösterir Sinan. 1566’da
tulumbalarla sularını çektirdiği gölün içine,
temeline dev kazıkları şahmerdanla çaktırır. 40
bin metreküp taş kullanır. Bu dev çivilerin
üzerinde taşları demirle birleştirir, aralarına
kurşun akıtır. Ve köprüyü inşa eder. Birleşim
yerleri sudan zarar görmesin diye sel yaranlar
yapar. Köprü yüzyıllara meydan okur, pek çok
depreme, sele, yüke dayanır.
İKİ YIL, İKİ AY VE 22 GÜNDE
TAMAMLANDI
Günümüzde sadece yayaların kullandığı köprüyü
iki yıl, iki ay ve 22 günde bitirdiği söylenir
Sinan’ın. Köprü 7.17 metre genişliğinde 635
metre uzunluğundadır. Bir ve ikinci bölümlerinde
yedi, üçüncü bölümünde beş, son bölümünde ise
dokuz göz bulunur. Bölümlerin yükseklikleri
birbiriyle eşit olmadığı için köprü inişli ve
çıkışlı gözükür. Simetriye düşkünlüğüyle bilinen
Sinan için sıradışı bir uygulamadır.
Olağanüstü şehircilik uzmanı da olan Sinan
yapacağı eserin yer seçiminden çevre
düzenlemesine dek çok titiz çalışır. Köprünün
civarında bulunan 1567 tarihli caminin yekpare
taştan oyularak yapılan ve dünyada sadece iki
tane bulunduğu bilinen minaresiyle önemli
Sokullu Mehmet Paşa Camii, 16’ncı yüzyılda büyük
konaklama yeri olan 48 metre uzunluğundaki
Büyükçekmece Kervansarayı ve klasik üslupla üç
kanatlı olarak taştan yapılan ve halen
kullanılan Kanuni Sultan Süleyman Çeşmesi uyumlu
mimarileriyle dikkat çekiyor.
Mimar Sinan’ın tek orijinal imzası
kayıp
Mimar Sinan’ın isminde ‘Sinan’ hep geçer.
Adını Yusuf Sinanüddün olmasına rağmen, bazen
Sinan, bazen Sinan bin Abdülmennan, bazen Yusuf
bin Abdullah olarak kullandığı bilinir. Abdullah
yani ‘Allah’ın kulu’. Büyükçekmece’deki köprüde
‘Ameli Yusuf bin Abdullah’ olarak yazılıdır
ismi. Eserlerine attığı bilinen tek imzası da bu
köprüde. ‘El- Fakir Sinan Ser Mimaran-ı Hassa’
şeklindeki imza 60’lı yıllarda sökülür. Orijinal
ve tek imzanın nerede olduğu bilinmiyor. 1970
onarımında bir kitabe konur. Köprünün dördüncü
bölümünde bulunan karşılıklı iki kitabenin
hattatı Derviş Mehmed olup manzum metnin şairi
Hüdayi’dir.
Ölüm haberini aldığında adını taşa
yontuyordu
Köprünün hızlı inşaasından son derece memnun,
Avusturya’ya karşı sefer için Zigetvar’a doğru
ordusunun başında yola çıkan Kanuni, 7 Eylül
1566’da vefat eder. Belgrad’dan 400 kişilik
muhafız birliğiyle yola çıkan naaşı, 33 gün
sonra şehre ulaşır. Mehmet Coral Işıkla Yazılsın
Sonsuza Adım adlı kitabında, Kanuni’nin ölüm
haberini alan Sinan’ın duygularını şöyle
aktarır: “Ölüm haberi geldiğinde, onun
gidişinden beri gece gündüz hep bulunduğum aynı
yerde, dönüşüne yetiştirmek için yemin ettiğim
köprünün üzerindeydim. Taş yontuyordum. Adımı
üzerine işlediğim kitabe taşını! Bir an onunla
özdeşleştiğimi sandım. Yaşam anlamından
sıyrıldı, dünya durmuştu; Kanuni Sultan Süleyman
ölmüştü.”
Sinan çok üzgündür. Zigetvar ve Belgrad’dan
sonra İstanbul’da kılınan üçüncü cenaze
namazından sonra gömülür. Köprü ve etrafındaki
eserler, 1567’de, oğlu II. Selim döneminde
tamamlanır. Dönemin ünlü şairi Hüdayi’nin
aktarımıyla; “Tamam etti Süleyman köprüsünü
Sultan Selim.”
Star, Haber: Belkıs Kamut Aktürk, 01.12.2013
|
ZAMAN İSTİHBARAT ŞEFİ: CAMİYE BİRA TENEKESİ SONRADAN
KONULDU

Zaman gazetesi İstihbarat
Şefi İbrahim Doğan, Twitter üzerinden yaptığı
açıklamada Gezi olayları sırasında
Dolmabahçe'deki Bezmi Alem Valide Sultan
Camii'nde bulunan bira kutularının sonradan
koyulduğunu iddia etti.
Gezi Parkı protestolarının ilk günlerinde
göstericiler tarafından revir olarak kullanılan ve
daha sonra özellikle 'içeride içki içildiği'
tartışmalarıyla gündeme gelen Dolmabahçe'deki
caminin müezzini ve imamıyla birlikte Beyoğlu
müftüsü görevlerinden alınmıştı.
Dolmabahçe ’de polisle göstericiler arasındaki
çatışmalarda yaralananların sığındığı Bezm-i Alem
Valide Sultan Camii müezzini Fuat yıldırım Radikal'e
yaptığı açıklamada saldırı esnasında olanları
anlatmıştı. Müezzin, "Kimsenin uygunsuz davranışı
yoktu. Alkol alındığını görmedik" demişti.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan 'sa daha önce yaptığı
konuşmalarda camide içki içildiğini söylemişti.
Bezm-i Alem Valide Sultan Camii'nde içki içildiğini
belirten Bakan Bekir Bozdağ, caminin müezzininin de
'içki içilmedi' ifadelerini yalanlamıştı.
Tartışmalar sürerken Zaman gazetesi İstihbarat Şefi
İbrahim Doğan, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada
Gezi olayları sırasında Dolmabahçe'deki Bezmi Alem
Valide Sultan Camii'nde bulunan bira kutularının
sonradan koyulduğunu iddia etti. Doğan mesajında şu
ifadeyi kullandı: "Evet, o bira kutularını sonradan
biri koydu, müezzin de bunu teyit etti."
Doğan, takipçilerinden gelen tepkiler üzerine bu
iddiayı Gezi eylemleri sürerken 9 Haziran'da da dile
getirdiğini söyledi. "Gazeteniz camide içki
içilmediğini niye yazmadı?" sorularıyla karşılaşan
Doğan, "Bunu o iddianın sahiplerine sorun, biz o
iddiayı yazmadık" yanıtını verdi.
Twitter'da 'bira kutusu yoktu' yazmıştı
İbrahim Doğan, Gezi Parkı protestolarının devam
ettiği Haziran ayında 'Camide içki içildi'
iddialarıyla ilgili twitter'dan yaptığı açıklamada
eylemcilerin camiden gece 2'de ayrıldığını o sırada
bira kutusu görmediklerini yazmıştı.
İşte Doğan'ın o günlerde attığı tweetlerden
bazıları:
 
 
Hürriyet, 01.12.2013
|
ÜNLÜ MİMARIN ESERİ YANGIN KURBANI
Brezilya'nın en büyük kenti Sao Paulo'da çıkan yangında, kentin simgelerinden biri sayılan 'Latin Amerika Anıtı' adlı kültür merkezi büyük hasar gördü.
Brezilyalı mimar ve sanatçı Oscar Niemeyer tarafından tasarlanan kültür merkezinde sanat galerileri, oditoryum ve çok sayıda etkinliğin gerçekleştirildiği çeşitli mekanların bulunduğu belirtildi. Yetkililer, yangının neden çıktığını henüz tespit edemedi. Söndürme çalışmaları sırasında en az 15 itfaiyeci yaralanırken, yangın sırasında binanın boş olmasının bir faciayı önlediği kaydedildi. Geçtiğimiz yıl 104 yaşında hayata veda eden Oscar Niemeyer, yüzyılın çok tanınan birçok modern binasına imzasını atmıştı. Brezilya'nın başkenti Brasilia'da çok sayıda kamu kurumunu da tasarlayan Niemeyer'in, Sao Paulo'nun simgesi haline gelen eseri Latin Amerika Anıtı, 1989'da kentin batı kesimine inşa edilmişti.
Sabah, 01.12.2013
|
|
CİLALI TAŞ DÖNEMİ'NDE YÜKSEK MİMARİ YETENEK:
GÖBEKLİTEPE
 
 
 
Geçen hafta Şanlıurfa’da
açılan Göbekli Tepe Sergisi’yle birlikte 12 bin yıl
öncesine doğru farklı bir yolculuğa çıktık… Milattan
önce, sadece hayvansal içgüdülerle hayatta kalma
mücadelesi veren insanoğlunun Göbekli Tepe
kazılarında ortaya çıkan bulgulara göre hiç de öyle
olmadığını öğrendik.
Gazeteci Ece Vahapoğlu bir gün bir telefon alır,
arayan Avrupalı bir iş adamıdır; “Urfa’da Göbekli
Tepe diye bir yer varmış, buralarda adından sıkça
bahsediliyor. Bir araştır istersen.” Vahapoğlu
araştırmaları sonucunda Göbekli Tepe’yi ve buradaki
buluntularla bugüne kadar bilinen insanlık tarihini
altüst eden bilgilere ulaşıldığını öğrenince, ‘sahip
olduğumuz bu inanılmaz mirası nasıl duyurabilirim’in
peşine düşer. Kısa sürede sponsor bulur, bir
internet sitesi hazırlar ve kapsamlı bir segi için
kolları sıvar. Biz de bu serginin açılışı
vesilesiyle geçen hafta Urfa’daydık. Hem Göbekli
Tepe Sergisi’ni gezdik hem de 12 bin yıl öncesine
ait kalıntılarını yerinde inceleme fırsatı bulduk.
İnsanlığın doğduğu yer olarak kabul edilen ve son
yılların ‘en büyük arkeolojik keşfi’ olarak
gösterilen Göbekli Tepe’nin bulunma hikayesi 1963’te
başlıyor. Ancak yüzeysel çalışmalardan çıkan
sonuçlarla değeri anlaşılamamış. Göbekli Tepe’nin
gerçek önemi, 1983 yılında Şanlıurfa Örencik
Köyü’nden bir köylünün tarlasını sürerken bulduğu
oymalı taşı müzeye götürmesiyle ortaya çıkar. O
sırada Ilısu Baraj Gölü’nün altında kalan antik
kentin kazı çalışmalarını da yürüten Klaus Schmidt
kazıyı devralır. 5 bin metrekarelik alanda yapılan
çalışmalarda 20 adet tapınma amaçlı alan
keşfedilirken, bunlardan şimdiye kadar 6 tanesi gün
yüzüne çıkarılır. Göbekli Tepe, Harran Ovası’na
hakim konumuyla bugüne kadar çok az bölümü kazılmış
olmasına rağmen avcı-toplayıcı yaşam biçiminden dini
mekanların biçimlenmesi, tapınak mimarisinin ve
sanatın doğuşu, tarım ve hayvancılığa geçiş sürecini
anlamamıza katkılar sağlayan benzersiz bir tarih
öncesi yerleşimi özelliği taşıyor.
Dünyanın en eski ve büyük tapınağı olan Göbekli
Tepe, dünyanın en ünlü tapınakları Mısır
Piramitleri’nden 7 bin 500 yıl ve İngiltere’deki
Stonehenge’den 8 bin yıl önce inşa edilmesiyle
değerini ortaya koyuyor. Dünyada kabul gören
arkeolojik görüşe göre insanoğlunun avcı ve
toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata
geçmesindeki en önemli faktörler açlık korkusu ve
korunma içgüdüsü olarak gösterilirken Göbekli Tepe
buluntuları, yerleşik yaşama geçişte dinsel
inanışların da etkisinin olabileceğini ispatlamış
oldu. Göbekli Tepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Klaus
Schmidt bir röportajında “Önce tapınak geldi, şehir
sonradan geldi” diyerek erken medeniyet tarihine
yeni bir açılım getiriyor. Ayrıca Schmidt’e göre bu
tapınağı yapanlar yeryüzünde ilk kez “Evren nedir,
biz neden buradayız?” sorusunu kendilerine soran
kişilerdi.
Şu ana kadar anlattıklarımız bilimsel verilere
dayalı bilgiler... Sıradan bir vatandaş gözüyle de
Göbekli Tepe’de gördükleriniz sizi hayran bırakmaya
yetiyor. Öncelikle bu alanın 12 bin yıl önce yapılan
suni bir tepe olduğunu duymak, oradan göç etmek
zorunda kalan insanların kutsal saydıkları bu alanın
zarar görmemesi için üzerini kapatması, tonlarca
ağırlıktaki taşların üzerindeki hayvan figürlerinin
güzelliği gibi saymakla bitmeyecek şaşırtıcı unsuru
bir arada barındırıyor.
Göbekli Tepe Neolitik Dönem’e tarih derslerinde
öğrendiğimiz adıyla Cilalı Taş Devri’ne ait bir
inanç merkezi. Kazı çalışmaları yaklaşık 50 yıl daha
sürecek. Kazı ilerledikçe herkesi hayrete düşüren
bulgular çıkmaya devam edecek gibi duruyor.
Şu anda kazı alanının üzerinde ahşap bir korunak var
ve iskeleler kurulmuş. Kazı alanı bu iskelenin
altında yer alıyor. Bugüne kadar üstü kapalı olduğu
için zarar görmeden gelebilmişler; yakın bir tarihte
ahşap çatını yerine daha yüksek demirden bir çatı
yerleştirilmesi planlanıyor.
Tapınak kısmının hemen üstünde, çevrili minik bir
alan daha yer alıyor. Orası da 12 bin yıl öncesinin
doğumhanesiymiş. En tepe noktasında da bir karadut
ağacı var. Bana daha çok o bölgeyi işaretleyen bir
simge gibi gelse de o ağaç ‘dilek ağacı’ olarak
biliniyor.
Göbekli Tepe kazısında da boş vermişlikler göze
çarpmıyor değil. Bölgenin adı her yerde farklı
yazıyor. Kazı alanı koruma altında ama gezmeye
gidenlerin kullanacağı bir tuvalet dahi yok. Böyle
bir hazine bir Avrupa ülkesinde olsaydı, çitlerle
çevrili alanın bir kapısı ve o kapıda da kuyruk
olurdu, diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Akşam, Haber: Pınar Hiçdurmaz, 01.12.2013
|
"ONALTIDOKUZ"A SİLUET TRAŞI

İstanbul ’un siluetine hançer gibi saplanan
Zeytinburnu’ndaki ‘OnaltıDokuz’ kulelerine yıkım
kararı çıktı. Gökdelenlerin daha önce uygulama
imar planları ile yapı ruhsatını iptal eden
İstanbul 4. İdare Mahkemesi bu kez tarihi
siluete etki eden katların yıkılmasına karar
verdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi kararı 30
gün içinde kararı uygulamak zorunda. Binaların
sahibi Astay Gayrimenkul İnşaat Yatırım Şirketi
Danıştay’dan 30 gün içinde yürütmeyi durdurma
kararı alamaz ise gökdelenlerin siluete etki
eden katları yıkılacak. Siluet tartışmalarından
sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi,
Zeytinburnu’nda 85 metre olarak imar verilen
başka bir otel inşaatının yüksekliğini siluete
girmemesi için 45 metreye düşürmüştü.
İstanbul Zeytinburnu Kazlıçeşme’de 89 pafta 771
ada 12 parselde yapılan 3 gökdeleni Radikal, 14
Eylül 2011 günü ‘Tarihi siluete giren gökdelen’
haberiyle gündeme getirmişti. Ardından tüm
kamuoyunda gökdelenlere nasıl izin verildiği
tartışmaları yaşanmış ancak inşaatlar hızla
yükselmişti. Gökdelenler için Bölge İdare
mahkemesinde iki ayrı dava açıldı. Davalardan
biri gökdelenlerin yapımına izin veren 1/5000
ile 1/1000 ölçekli nazım imar planlarının
iptaline, diğeri ise Avukat Cihat Gökdemir
tarafından açılan ve inşaatın mühürlenerek
durdurulması, silueti bozan kısmın yıkılmasıan
yönelikti.
Planlar iptal edilmişti
İlk dava ile ilgili İstanbul 4. İdare Mahkemesi
bilirkişi tayin etmişti. Mimar İhsan Sarı,
Doç.Dr. Darçın Akın, Prof.Dr. Can Binan, Doç.Dr.
Mehmet Küçükmehmetoğlu ve Mimar Mehmet Kaya’dan
oluşan bilirkişi 38 sayfalık raporda, ‘Daha önce
1 olan emsalin 2.5’e çıkarılarak İmar Yasası’na
aykırı hareket edildiği; (inşaatın)
Dünya Miras Alanı Tampon Bölgesi sınırı
içinde yer aldığı; İstanbul kara surlarının
silueti içinde kaldığı, (inşaatın) İstanbul’un
tarihi siluetini olumsuz etkileyerek kamu yararı
taşımadığı’ sonuçlarına varmıştı. Mahkemede
bilirkişi raporuna uyarak; “Yapıların
İstanbul’un Tarihi Yarımada bölgesi ve
Türkiye ’nin korumayı taahhüt ettiği Dünya
Mirası Alanı üzerinde olumsuz bir durum ortaya
koyduğu, Dünya Miras Alanı koruma ilkeleri ve
ulusal koruma ölçütleri ile uyuşmadığı
anlaşıldığından dava konusu planların şehircilik
ilkeleri, planlama esas ve teknikleri ile kamu
yararına aykırı olduğu sonucuna varılmıştır”
diye karar verdi. Gökdelenlerin sahibi Astay
İnşaat ise bu kararı temyiz için Danıştay’a
gitmişti.
İkinci dava devam ediyordu
Ancak Avukat Cihat Gökdemir’in, koruma kurulunun
15.08.2011’de gökdelenlerin siluete olumsuz etki
ettiği yönündeki kararının uygulanması, siluete
etki eden kısımların yıkımı için İstanbul 4.
İdare Mahkemesi’nde açtığı dava ise devam
ediyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi
mahkemede inşaatın yürürlükte olan plana
uygun olarak yapıldığını savunurken,
Zeytinburnu Belediyesi yıkım talebinin hukuka
aykırı olduğunu ileri sürdü. Dosyayı inceleyen
mahkeme önce davalıların usul yönünden yapılan
itirazlarının hukuki zemini olmadığını ve
davacının dava açma ehliyeti bulunduğu tespitini
yaptı. Mahkeme yine, UNESCO Dünya Miras
Listesi’nde olan Tarihi Yarımada’ya dikkat
çekerek, inşaatın sur tecrit bandı içinde
kaldığını, İstanbul’un Tarihi Alanları Yönetim
Alanı sınırı içinde olduğunu, İstanbul’un
Marmara silueti kapsamında kaldığını, dünya
miras alanı üzerinde olumsuz bir durum
oluşturduğuna yönelik İstanbul 4. Numaralı
Koruma Bölge Kurulu’nun 15.08.2011 tarihli
kararda belirtildiği gibi Tarihi Yarımada
siluetini doğrudan etkilediği vurgusu yaptı.
Fazla katları yıkın
Mahkeme kararında 09.05.2013 tarihli yapı
ruhsatını ve imar planlarını iptal ettiği
kararını da hatırlatarak şunları dile getirdi:
“Yapıya ilişkin yapı ruhsatlarının ve dayanağı
imar planlarının hukuka aykırı olduğunun yargı
kararıyla ortaya konularak iptaline karar
verilmiştir. Bu iptal hükmü ile söz konusu
yapıların, hukuka uygun olarak tesis edilen bir
takım işlemler silsilesini geçirmek suretiyle
inşa edilmemiş olduğunun belirlenmesi hususu da
göz önünde bulundurulduğundan 2863 sayılı
kanunun 61. maddesinde öngörülen ‘Kamu kurum ve
kuruluşları ve belediyeler ile gerçek ve tüzel
kişiler koruma kurullarının kararlarına uymak
zorundadır’ hükmü karşısında İstanbul 4 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun 15.08.2011 tarihli kararı
doğrultusunda uyuşmazlığa konu yapıların yıkımı
gerekirken aksi yönünde tesis edilen işlemlerde
hukuka uygunluk bulunmamıştır.’’
Şimdi ne olacak?
Davalı şirket tarafından mahkemenin kararı
temyiz edilebilir. Ancak idare mahkemesi
kararları 30 gün içinde ilgili belediye
tarafından uygulanmak zorunda. Yani İBB bir ay
içinde yıkıma başlamak zorunda. Sadece davalı
olan şirket Danıştay’dan yürütmeyi durdurma
talebi isteyebilir. Eğer bu kararı çıkaramaz ise
siluete etki eden katlar belediye tarafından
yasa gereği yıkılmak zorunda. Daha önceki
mahkeme kararında imar planları ve yapı ruhsatı
iptal edildiğinden yıkım kararı yoktu. İBB,
Astay İnşaat şirketine siluete etki eden 36
katlı gökdelenlerin 8 katının tıraşlanmasını
daha önce teklif etmiş ancak şirket buna
yanaşmamıştı. Siluete etki etmemesi için 85
metre yüksekliğindeki binaların 45 metreye
düşürülmesi gerekiyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 01.12.2013
******
TARİHİ TRAŞLAMA: "BEDELİNİ 301 MECLİS ÜYESİ ÖDESİN"
İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin
Zeytinburnu’ndaki 16:9 isimli gökdelenlerin
siluete etki eden katları hakkında verdiği yıkım
kararı, İstanbul tarihi silueti için ‘bir ilk’
olma özelliğine sahip. Emsal kararın nasıl
uygulanacağı, gökdelenlerin nasıl
tıraşlanacağını araştırdık. Kararın tebliğ
tarihinden itibaren İBB 30 gün içinde Danıştay’a
ya yürütmeyi durdurma istemli temyiz başvurusu
yapacak ya da yıkım işlemine başlayacak. Peki
yıkım olursa ortaya çıkacak yüklü miktarda
tazminatı kim ödeyecek? Davayı açan avukat Cihat
Gökdemir, ‘‘Gökdelenlere İBB Meclisi’nde tüm
partilerin üyeleri oybirliği ile izin verdi.
Tazminat bedelini oy veren üye sayısına bölüp
her üyeden tazminini isteyeceğim. Kamuyu zarara
uğrattıkları gerekçesiyle dava açacağım. Oy
veren tüm meclis üyelerinin listesi de elimde
var’’ dedi.
Radikal dün mahkemenin yıkım kararını yayımladı.
Mahkeme silueti olumsuz etkilediği gerekçesiyle
‘‘Yapıya ilişkin yapı ruhsatlarının ve dayanağı
imar planlarının hukuka aykırı olduğunun yargı
kararıyla ortaya konularak iptaline karar
verildiği ve bu iptal hükmü ile söz konusu
yapıların, hukuka uygun olarak tesis edilen
birtakım işlemler silsilesini geçirmek suretiyle
inşa edilmemiş olduğunun belirlenmesi hususu da
gözönünde bulundurulduğundan 2863 sayılı kanunun
61. maddesinde öngörülen ‘Kamu kurum ve
kuruluşları ve belediyeler ile gerçek ve
tüzelkişiler koruma kurullarının kararlarına
uymak zorundadır’ hükmü karşısında İstanbul 4
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nun 15.08.2011 tarihli kararı
doğrultusunda uyuşmazlığa konu yapıların yıkımı
gerekirken aksi yönünde tesis edilen işlemlerde
hukuka uygunluk bulunmamıştır’’ dedi.
Bu karar açık olarak gökdelenlerin siluete etki
eden katlarının tıraşlanmasını gerektiriyor.
Yıkım nasıl gerçekleşir?
Davalı İBB olduğundan karar kendisine tebliğ
edildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yıkıma
başlamak zorunda. Lakin İBB Danıştay’a temyiz
başvurusu yapıp ‘yürütmeyi durdurma’ kararı
alabilir. Alamadığı takdirde ise yıkıma başlamak
mecburiyetinde. Genelde bu durumda belediyeler
yıkım işlemini yapacak gerekli ekipman veya ekip
olmadığını söyleyerek zaman kazanıyor. Ancak bu
durumda davacı devreye girip belediyenin mahkeme
karşısındaki savunmasını, ekiplerin var olduğunu
ispat ederek yıkıma mecbur edebiliyor. Avukat
Ömer Kavili’ye göre, yıkım yapmayan idareciler
hakkında görevi kötüye kullanmak veya
savsaklamaktan 3 yıla kadar hapis cezasıyla dava
açılabiliyor.
Siluete etki eden kısımların yıkımı için dava
açan avukat Gökdemir’e “Yıkım yapılmazsa ne
yapmayı düşünüyorsunuz” diye sorduk. Gökdemir şu
yanıtı verdi: ‘‘İşlemi yapması gereken bütün
idari amirlerle ilgili suç duyurusunda
bulunacağız. Eğer İdare Mahkemesi’nin kararını
30 gün içerisinde yıkma işlemine başlamazlarsa
suç işlemiş olurlar. 31 ve 32. günde yıkılmış
bile olsa artık 30 günün dolmasıyla suç yerine
gelmiş olur. Bizim elimize karar perşembe günü
geldi. Muhtemelen onlara henüz tebliğ edilmedi,
bu haftaiçi tebliğ edilir. Tebliğden sonra süre
başlar. Biz suç duyurumuzu mutlaka yaparız.’’
Meclis onay verdi, şirket ‘bile bile’ devam etti
16:9’daki konutların pek çoğu satıldı. Yıkım
gerçekleşmesi halinde Astay İnşaat şirketi İBB
aleyhine yüklü miktarda tazminat davası
açabiliyor. Çünkü belediyenin verdiği imar planı
ve inşaat ruhsatı sayesinde inşaatlar devam
etti. Yani tazminat yine İstanbullunun cebinden
çıkacak. Bu durumu avukat Gökdemir’e sorduk:
‘‘Burada 2 tazminat var. Biri rayiç bedel
üzerinden ki bu çok yüksektir, diğeri de enkaz
bedelidir. Enkaz bedelini biz belediyeden talep
edeceğiz. Diyeceğiz ki enkaz bedelini
belirleyin. Çimento, tuğla bedeli ödenir. Büyük
ihtimalle firma mahkemeye gidip rayiç bedeli
üzerinden tazminat talebinde bulunacak. Onu çok
tutturması mümkün değil. Çünkü siluete aykırı
olduğunu kendisi çok açık bir şekilde özellikle
Radikal’in haberlerinden dolayı bildiği halde
inşaata devam etti. Diyelim ki mahkemeden rayiç
bedel üzerinden çok yüksek bir tazminat kararı
aldı. Bu durumda biz İmar Komisyonu’nun oluru
olmadığı halde Zeytinburnu’ndaki gökdelenlerin
yapımına karar veren,
MHP de
CHP de dahil, belediye meclisinde bulunan ve
oy veren tüm partili meclis üyelerine dava
açacağız. Bütün partililerin oyuyla, oybirliği
ile bu karar çıktı. Oy vermeyenler sadece o
sırada yurtdışında bulunan meclis üyeleri. Bu
yüzden tazminat ödeme söz konusu olursa ben
ödenen tazminat bedelini oy veren üye sayısına
bölüp, her üyeden tazminini isteyeceğim. Kamuyu
zarara uğrattıkları gerekçesiyle dava açacağım.
Oy veren tüm meclis üyelerinin listesi de var.’’
Daha önce Boğaziçi İmar Kanunu’na aykırı olan
çok sayıda binanın mahkeme kararıyla yıkıldığını
biliyoruz. Haliç kıyısında Ahi Evren Camii’ni n
etrafında ve yine Haliç kıyısında çok sayıda
kaçak bina mahkeme kararlarıyla yıkılmıştı.
Gökkafes’te ise İTÜ’yle uzun yıllar süren yıkım
davasında mahkeme yıkıma gerek görmemişti. Bu
nedenle siluet konusunda 4. İdare Mahkemesi’nin
kararı bir ilk olma özelliğine sahip. Gerekçesi
tarihi silüet olan emsal kararın nasıl
uygulanacağı önümüzdeki günlerde netlik
kazanacak.
BAŞBAKAN’I KÜSTÜREN KULELER
Başbakan Erdoğan , Zeytinburnu’nda yükselen
ve şehrin siluetini bozan ‘16:9’ isimli kulelere
tepkisini dile getirirken “Sahibiyle konuştum.
(Mesut Toprak) Tıraşlayın dedim. Ama hiçbir şey
yapmadılar. O yüzden çok kırıldım, 5 yıldır
konuşmuyorum” dedi.
Konuyla ilgili olarak Astay Gayri Menkul İnşaat
Turizm Şirketi sahibi Mesut Toprak’ı telefonla
aradık. Gazeteyi okumadığını, böyle bir karardan
haberi olmadığını ve konuşmak da istemediğini
söyledi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 02.12.2013
******
16.9'UN YIKIM KARARI 16.9'DA ALINMIŞ
İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin
Zeytinburnu’ndaki 16:9 isimli gökdelenlerin siluete
etki eden katları hakkında verdiği yıkım kararının
16.09.2013 tarihinde alındığı ortaya çıktı!
Tebliğ
tarihinden itibaren İBB'nin 30 gün içinde yürütmeyi
durdurma başvurusu yapmasını ya da yıkım işlemine
başlamasını gerektiren kararın alınma tarihi,
İstanbul silüeti tartışmaları için ilginç bir not
olarak 'tarihe' geçti...
Radikal, 02.12.2013
******
TOPBAŞ: YARGIYA
SAYGILIYIZ
İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin
Zeytinburnu’ndaki 16:9 kulelerinde ‘tarihi
siluete giren’ katlarla ilgili verdiği yıkım
kararının yankıları sürüyor. İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ‘‘Yargı
kararına saygılı olacağız’’ dedi.
İBB Meclisi’nde 2009 yılında 1/1000 ölçekli
Uygulama İmar Planı’nın görüşmelerinde yapıların
siluete etki edeceği ve Gökkafes gibi bir
sorunla karşı karşıya kalınacağının belirtildiği
ancak planın yine de oyçokluğuyla kabul edildiği
ortaya çıktı. İBB Meclisi
CHP Grup Sözcüsü Mehmet Yıldız da, imar
planları meclise her geldiğinde itiraz
ettiklerini, meclis tutanaklarında siluete etki
edeceğini de özellikle söylediklerini açıkladı.
SP ve CHP’li üyelerden itiraz gelmişArazi
2007’de TMSF’den Astay’a geçtiğinde, ‘27 bin 791
metrekare, ticaret alanı ve 1 emsal’ olarak
görünüyordu. Yeni arsa sahibi 1 / 5000 ölçekli
Nazım İmar Planı’nda değişiklikle inşaat
hakkının 2.5 emsale çıkarılmasını ve arazinin
turizm -ticaret alanına alınmasını talep etti.
Talep 16.05.2008’de İBB Meclisi’nde oyçokluğu
ile kabul edildi.
1 yıl sonra, 15.05.2009 tarihinde
1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı gündeme
geldi. İşte bu toplantıda hararetli tartışmalar
yaşandı. Saadet Partisi Meclis Üyesi Ahmet
Sadıkoğlu, ‘‘Sanki bu parsele ciddi imtiyazlar
sağlanmış hissi var. Emsal 1 iken 2.5’e
çıkarılıyor. Taban alanının yüzde 50 olması,
yüksekliğin serbest olması, bodrum katların
emsal dışında bırakılmasının
uygun olmayacağı kanaatindeyim’’ dedi.
CHP İmar Komisyonu üyesi Halil Sarıca da
‘‘Tarihi Yarımada’ya çok yakında bulunan parsel,
sur tecrit bandı dışında kalsa da, surlar ve
Tarihi Yarımada’ya etkileri açısından etüt
edilmelidir. Emsalin 1’den 2.5’e çıkarılması ile
yapı ve nüfus yoğunluğu getirilmiştir. İleride
Gökkafes, Park Otel gibi tartışmalara meydan
vermemek için, İmar Komisyonu üyesi olarak bu
rapora katılmıyorum’’ diye itiraz etti.
İmar Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş bunlara
karşılık şu savunmayı yaptı: ‘‘Bu yer Turizm
Bakanlığı tarafından turizm alanı ilan edilen
Ataköy - Zeytinburnu hattının hemen arkasında.
Geçmişte ticaret alanı olan bir yer. Ancak
turizmle ilgili İstanbul’un durumu göz önüne
alınırsa bizim bu tip otel alanlarına
ihtiyacımız var. Bundan dolayı bu turizm alanına
evet dedik.’’
Siluet ve emsal artışı konusunda yapılan tüm
itirazlara rağmen 1 / 1000 ölçekli Nazım İmar
Planı İBB Meclisi’nde oyçokluğu ile onaylanarak
inşaatın bugünkü haliyle yapımına izin verildi.
İstanbul 4. İdare Mahkemesi bu imar planlarını
da daha sonra iptal etti.
Miniatürk’te Cumhuriyet Coşkusu Fotoğraf
Yarışması Ödül Töreni’ne katılan İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş, programının
ardından gazetecilerin gündeme ilişkin
sorularını yanıtladı.
Bir gazetecinin “16:9 ile ilgili mahkemenin
yıkım kararı var. Şimdi binaları yıkmak kolay
mı, o binalar satıldı, yıkılacak mı? Nasıl bir
yol izlenecek?” şeklindeki sorusuna Topbaş şu
cevabı verdi:
“Tabii bunları şimdiden konuşmak erken. 4. İdare
Mahkemesi’nin verdiği bir karardan haberdar
olduk. Ama henüz bize tebligat yapılmadı.
Geldikten sonra hukukçularımız, ilgili
birimlerimiz bunu değerlendirecek. Daha sonra
detaylı açıklamaları yaparız. Tabii ki yargıya
saygımız sonsuz. Herkes saygı duyacaktır. Ama şu
an bunu söylemek erken.”
“16:9’un imar planları da iptal edilmişti mayıs
ayında. Onunla alakalı büyükşehirin bir
çalışması oldu mu?” sorusu üzerine de Topbaş şu
yanıtı verdi: “Sonuç olarak 16:9 ile ilgili
idare mahkemesinin verdiği karar bize tebliğ
edildikten sonra Büyükşehir Belediyemizin hukuk
işleri müşavirliğimiz ve diğer birimler bunu
değerlendirecek. Ondan sonra da tabii kamuoyuna
açıklama yapacağız. Yargıya herkes saygılı
olacaktır.”
ASTAY’dan İtiraz
Astay’dan yapılan açıklamada ise 16:9 projesinin
tüm plan, izin ve mevzuatlara uygun yürütüldüğü,
bu nedenle kazanılmış hakların bulunduğu
vurgulandı. Açıklamada özetle şöyle denildi:
‘‘Basında yer alan dava, Zeytinburnu Belediyesi
ve İBB’ye başvuran Cihat Gökdemir isimli
kişinin, projenin silueti etkilediği iddiası ile
ilgilidir. Başvuru Zeytinburnu Belediyesi
tarafından projenin imar planı ve ruhsatına
uygun olarak yapıldığından bahisle reddedilmiş,
İBB tarafından ise cevap verilmeyerek zımnen
reddedilmiştir. Ret yazıları üzerine Gökdemir,
4. İdare Mahkemesi’nde dava açmış, mahkeme ret
yazılarının iptaline karar vermiştir. Özellikle
belirtmek gerekir ki; bu karar hiçbir şekilde,
bina ya da katların yıkılması anlamına
gelmemektedir. Sadece idarelerin ret yazıları
iptal olmuştur.’’
“16:9 Projesine ilişkin verilen yapı ruhsatı,
yapı kullanma izni ve her türlü izin imar
planlarına, notlarına ve her türlü mevzuata
uygun olarak alınmış bulunmaktadır. Şirketimizin
ve maliklerin kazanılmış hakkı bulunmaktadır.
Konuya ilişkin asıl muhataplar ilgili davanın
tarafı olan belediyelerdir. Şirket olarak Astay
da, karar kendisine tebliğ edildikten sonra
müdahil sıfatını kullanarak temyiz sürecini
takip edecektir.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.12.2013
******
GÜNAY: ONLARIN GÜCÜ BENİ AŞTI
Eski Kültür ve Turizm
Bakanı, İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay,
sosyal paylaşım sitesi Twitter'da yargının
İstanbul'un siluetini bozan gökdelenler hakkında
yıkım kararı verdiğini hatırlattı ve ekledi:
''Kaç kez itiraz ettim ama onların gücü beni
aştı.''
Günay'dan Twitter'dan çok tartışılacak
açıklamalarda bulundu.
İşte Günay'ın açıklamaları:
''Tarihi görüntüyü bozan yapılara kaç kez itiraz
edip Belediyeleri uyarmıştım. Nihayet bir karar
çıktı!
Zeytinburnu gökdelenlerinin tarihi yarımadaya zarar
verdiğini 2011'de Belediyelere yazdım, devam
ettiler.
İşte, Mahkeme yıkım kararı verdi!
İstanbul'da şehrin tarihi görünümünü bozan yapılar,
Zeytinburnu'ndakilerden ibaret değil;
Hepsine itiraz ettim, ama onların gücü beni aştı!
Bu itirazlarımı kaç kez kamuoyuyla paylaştım: Niye
istifa etmedin diyenlere anımsatma: Ben görevdeyken
Gezi Parkı'na kışla talebi red edilmiş ve AKM'nin
restorasyonu başlamıştı
Ya şimdi?''
Hürriyet, 03.12.2013
******
UNESCO
DA 16:9 İÇİN CEVAP BEKLİYOR
UNESCO/ICOMOS raporunda Haziran 2013'e kadar geriye
dönük bir 'miras etki değerlendirmesi' yapılması ve
UNESCO Dünya Mirası Merkezi'ne teslim edilmesi
isteniyordu. Belediye acaba bu değerlendirmeyi yaptı
mı?
İstanbul Tarihi Yarımada bölgesinin tarihi ve
kültürel kimliği ve Türkiye’nin uluslararası
sözleşmelerle korumayı taahhüt ettiği Dünya Mirası
Alanı üzerinde olumsuz bir durum ortaya koyduğu ve
ulusal koruma ölçüleriyle uyuşmadığı gerekçeleriyle
bahsi geçen yapı ruhsatı ve planlarının iptaline…”
İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin 16:9 gökdelenleriyle
ilgili son kararının ne anlama geldiği benim
anladığım kadarıyla henüz net değil. Ortada teknik
bir sorun var. Kimi mimarlara göre tıraşlama mümkün
değil çünkü bina çelik konstrüksiyon. Eğer tümden
yıkılacaksa daireler satılmış, ortada kazanılmış bir
hak var.
Ruhsat ve plan iptalinin nasıl uygulanacağına hukuki
ve teknik raporlar ışığında karar verilecektir. Bana
göre uzun ince bir yol…
Ancak biraz geriye, hikayenin başlangıcına dönmekte
yarar var.
Zeytinburnu gökdelenlerinin ruhsat, izin ve inşaat
sürecinde Kültür Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir
Belediyesi teknik sorumluları, siyasi yetkililere bu
inşaatın Dünya Mirası Alanı’nın tampon bölgesinde
olduğu ve silueti zedeleyeceği hakkında gerekli
uyarıları yaparlar. Ancak bu uyarılar daha önce
örneklerini çokça gördüğümüz üzere dikkate alınmaz.
Gökdelenlerin Sultanahmet Camii’nin arkasından
yükselen görüntüleri Eylül 2011’de basına yansıyınca
uyarılara kulak asmayan siyasi makamlarda bir telaş
başlar. İstanbul Belediye Meclisi, siluet üzerindeki
benzer zararları önlemek amacıyla, Ekim 2011’de
siluet ile ilgili yüksekliklerin sınırlandırılması
konusunda alelacele bir karar alır.
Kasım 2012’de UNESCO Dünya Mirası Merkezi/ICOMOS
Ortak Heyeti İstanbul’u ziyaret eder. İstanbul’da
yetkililerle uzun uzun toplantılar yapılır. Ziyaret
sonunda Tarihi Yarımada’daki Dünya Mirası
alanlarının koruma durumu ile ilgili ayrıntılı bir
rapor yayımlanır. Raporda geleneksel mimari ahşap
evlerden Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ne, Zeytinburnu
gökdelenlerinden Yenikapı’daki düzenlemelere, Ataköy
turizm planına dek birçok konu ele alınır.
60 sayfalık raporda bütün bu konularda bazı
övgülerin yanı sıra ciddi eleştiriler ve bunlara
dayanan tavsiyeler yer alır. 2013 Haziran ayında
toplanan Dünya Mirası Komitesi, İstanbul ile ilgili
kararında Türkiye’den bu heyetin tavsiyelerini
uygulamasını rica eder.
UNESCO/ICOMOS ortak heyeti raporunda, belediye
meclisinin siluet yüksekliği kısıtlaması kararı
tebrik bile edilir. UNESCO yanıltılmış olur bir
anlamda. Ancak, surların ötesindeki yüksek ve büyük
binaların çevreye etkisinin alınacak kararlarda
dikkate alınması istenir.
Alana izinsiz tecavüz
Raporda, Dünya Mirası alanını kapsayan Tarihi
Yarımada’nın tampon bölgesinde bulunan ve silueti
bozan Zeytinburnu gökdelenleri içinse, ‘intrusive
development’ ifadesi kullanılıyor. Bu ifade ‘izinsiz
olarak bir alana tecavüz eden’ anlamına geliyor.
Raporda, Zeytinburnu gökdelenlerinin Dünya Mirası
alanı olan tarihi yarımada ve siluet üzerindeki
etkisi konusunda geriye dönük bir ‘Miras Etki
Değerlendirmesi’ yapılması ve bunun Haziran 2013
sonuna kadar Dünya Mirası Merkezi’ne teslim edilmesi
ve Aralık 2013’te de Ataköy Turizm Planı’nın
ayrıntıları ve etki değerlendirmesi istenir.
Belediye yetkililerine sormak isterim acaba yapıldı
mı bu değerlendirmeler?
Haliç Metro Köprüsü’nde olduğu gibi Türkiye’deki
sorunların büyük bir bölümü ise yükümlülüğün
zamanında yerine getirilmemesinden kaynaklanıyor.
Siyasi iradenin müdahalesi, hiçbir konuda
uzlaşamayan İBB Meclisi’nin 301 üyesinin
oybirliğiyle izin vermesiyle ortaya 16:9 çıktı.
Şimdi CHP başta olmak üzere muhalefetteki partiler
de timsah gözyaşı dökmesin. Diğer taraftan Osmanlı
mirasını sahiplenen AKP muhalefette olsaydı bu
mirasa Haliç Metro Geçiş Köprüsü ve bu gökdelenlerle
gölge düşürülmesine eminim kıyamet koparırdı.
16 Kasım’da UNESCO Dünya Mirası Değerlendirme
Komitesi’ne seçilen Türkiye umarız 2015’te mahcup
olmaz İstanbul ve Türkiye’deki diğer miras alanları
değerlendirilirken...
Radikal, Yazı: Müge Akgün, 05.12.2013
|
ZEYD'İN TABLOSU 400 BİN TL'YE GİTTİ

Türk resim sanatına
damgasını vurmuş ressamların eserlerinin yer aldığı
25. Artı Mezat Modern ve Çağdaş Türk Sanat
Müzayedesi,
Nişantaşı'ndaki The Sofa Hotel'de yapıldı. Artı
Mezat'ın sahibi Jale Tantekin tarafından sunulan
müzayedeye ünlü koleksiyonerlerin de aralarında
olduğu kalabalık bir alıcı grubu katıldı. Müzayede
oldukça çekişmeli anlara sahne oldu. Fahrel Nisa
Zeid'in soyut kompozisyonu 400 bin liraya, Adnan
Çoker'in "Minimal C 9" isimli triptik eseri 375 bin
liraya, Mehmet Güleryüz'ün Portre çalışması 100 bin
liraya, Mehmet Günyeli'nin Kader Denizi isimli
çalışması da 60 bin liraya, Mümin Orhan'un soyut
kompozisyonu 110 bin liraya alıcı buldu.
Türk resmi denince ilk akla gelen sanatçıların
eserlerinin satışa sunulduğu müzayedeye gösterilen
ilgiden memnun olduğunu belirten Jale Tantekin, "Bu
çok değerli eserler, koleksiyonerlerin koruması
altında birer hazine olarak gelecek nesillere
ulaştırılacak. Bu eserler böylece hak ettikleri
değerleri buluyorlar" dedi.
Prenses Fahrel ise Zeyd
1991'de 90 yaşında hayata veda eden
Fahrel Nisa Zeyd, Türk resminin en önemli, en
özgün isimlerindendi. Yaptığı resimler yurtdışında
yabancı ressamlar tarafından dikkate alındı ve
taklit edildi ki bu Türkiyeli bir sanatçı için
ilkti. Ancak Fahrel Nisa'yı önemli kılan sadece
ressamlığı değildi. Zeyd, önemli bir Osmanlı
ailesinin, Şakir Paşaların bir ferdiydi. Bu ailenin
fertleri arasında Halikarnas Balıkçısı Cevad Şakir
Kabaağaçlı, Aliye Berger, Füreya Koral, Nejat Devrim
ve Şirin Devrim gibi sanatçılar bulunuyordu.
Fahrelnisa, Zeydi soyadını Kral 1. Faysal'ın kardeşi
ve dönemin Irak Büyükelçisi olan Emir Zeid'le
evlendikten sonra aldı ve prenses unvanına sahipti.
Modern üslupta önemli bir ressam olarak tanındığı
Fransa'da adını "Fahrelnisa" imzasıyla kullandı.
Habertürk, Haber: Sinan Bilgenoğlu, 01.12.2013
******
SATILIK FAHRELNİSA ZEYD TABOSU ARANIYOR!
Türk
ressam
Fahrelnisa Zeid’in
soyut kompozisyonu 400 bin liraya alıcı buldu.
Türk
resim sanatının usta ellerine ait eserler, Artı
Mezat tarafından The Sofa Otel’de gerçekleştirilen
“25’inci Artı Mezat Modern ve Çağdaş Türk Sanat
Müzayedesi”nde satışa sunuldu. Artı Mezat’ın
sahibi Jale Tantekin tarafından sunulan
müzayedede,
Fahrelnisa Zeid’in
soyut kompozisyonu 400 bin, Adnan Çoker’in
Minimal C 9 isimli triptik eseri 375 bin, Mümin
Orhan’un
soyut kompozisyonu 110 bin, Mehmet Güleryüz’ün
portre çalışması 100 bin, Mehmet Günyeli’nin Kader
Denizi isimli çalışmasıysa 60 bin liraya alıcı
buldu.
TÜRKİYE
RESMİ HAKETTİĞİ DEĞERİ BULUYOR
Müzayedede Tantekin, “Türk resmi denince ilk akla
gelen sanatçıların eserlerinin satışa sunulduğu
müzayedeye gösterilen ilgiden çok memnun kaldık. Bu
çok değerli eserlerin, koleksiyonerlerin koruması
altında birer hazine olarak gelecek nesillere
ulaştırılacağından şüphemiz yok. Bu eserler böylece
hak ettikleri değerleri buluyorlar” ifadelerinde
bulundu.
Habertürk, 02.12.2013
|
ARKEOLOJİNİN GÜNDEMİNDEN "KONUTLAR VE YAŞAM TARZI"
Koç Üniversitesi, Anadolu Medeniyetleri Araştırma
Merkezi (AnaMed) tarafından 30 Kasım - 1 Aralık
günleri düzenlenen 8. Uluslararası AnaMed Yıllık
Sempozyumu “Konut Palimpsesti: Roma, Geç Antik,
Bizans ve Erken İslam Dönemleri’nde Yaşam
Kalıplarını Yeniden Değerlendirmek” alanda çalışan
arkeolog, sanat tarihçi, müzeci, mimar ve
yayıncıları buluşturdu.
Buket Coşkuner(AnaMed), Zeynep Kızıltan(İstanbul
Arkeoloji Müzesi), Alessandra Ricci ve Inge
Uytterhoeven(Koç Üniversitesi)’in konuşmaları ile
başlayan sempozyum, dün altı oturumu gerçekleştiren
araştırmacıların biraraya geldiği değerlendirme
oturumu ile noktalandı. Üzerinden başka kültürlerin
de geçtiği bu konutlarda pek obje bulunamadığının,
ancak yerlerdeki, duvarlardaki mozaik ve
süslemelerden evlerin odaları arasında misafir odası
ayrımı gibi farklılıkların bir tür hiyerarşinin
görüldüğünün altı çizildi. Bugün de tarihin
derinliklerindeki bulgularla "teras evler"
"evlerdeki avlular" derken mimarlık kültürünün
köklerinde arkeoloji biliminin tuttuğu ışıkla
dolaşıldı.
AnaMed’in İstiklal Caddesi Merkez Han’daki
merkezinde iki gün boyunca devam eden sempozyum,
“Antandros(Altınoluk civarı)’daki Roma Evleri”
başlıklı sunumu yapan arkeolog Gürcan Polat’ın da
belirttiği gibi başta arkeologlar olmak üzere alanla
ilgili araştırmacıların birbirini tanımalarını,
çalışmalarından ve bu konu üzerinde yapılan
yayınlardan haberdar olmalarını sağlıyor. Polat; “Bu
bilgi alışverişi, bakış açımızı da değiştiriyor,
ufkumuzu açıyor.” diyerek Geç Antik dönem üzerine
önemli kazı çalışmalarının Urfa Haleplibahçe, İzmir
Kemalpaşa gibi Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde
devam etmekte olduğunu belirtti.
Cumhuriyet, 01.12.2013
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER
AVI
Düzce'de Jandarma KOM ve İstihbarat Şube ekipleri
Roma dönemine ait 300 adet altın sikke ele geçirdi.
Olayla ilgili 1 kişi gözaltına aldı.
Edinilen bilgilere göre,
Düzce'de İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince
düzenlenen operasyonda Roma dönemine ait 300 adet
altın sikke ele geçirdi. İstanbul'dan Düzce'ye gelen
Y.A.'nın tarihi eser kaçakçılığı yaptığı yönünde
bilgi alan İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, şahsı
takibe aldı. Şüpheli 1 haftalık takibin sonucunda
Merkeze bağlı Şaziye Köyü'nde gözaltına alındı.
Şahsın kullandığı araca zulalanmış 300 adet Roma
Dönemine ait olduğu tahmin edilen altın sikke ele
geçirildi. Olayla ilgili Y.A gözaltına alınırken,
jandarmanın soruşturması devam ediyor.
Değişim Medya,
01.12.2013
|
JOAN MİRO İSTANBUL'DA

1924 yılında Sürrealist Manifesto’yu yayınlayan
Andre Breton’un “İçimizdeki en sürrealist oydu’’
dediği JoanMiro yaşasaydı ve onunla röportaj
yapsaydım, büyük ihtimalle “Beni kabul edecek hiçbir
kulübe üye olmak istemem’’ derdi. Bence onu, hiçbir
akıma dahil olmayan biri olarak tanımlamak gerek.
Kullandığı canlı renkler ve karmaşık imgeler
görenlerde “Ben de yaparım’’ hissi uyandırabilir,
ama aslında her eserinin diğeriyle arasında
geometrik bir ilişki var. 90 yıllık ömründe üç savaş
görmüşMiro’nunmodern sanata katkısı büyü. 20.
yüzyılın en büyük ressamlarından o... Resimleri aynı
anda o kadar çok çağrışımyaratıyor ki beyniniz kısa
devre yapacakmış gibi hissediyorsunuz. Sergi
koordinatörü Dündar Hızal bize daha fazlasını
anlatıyor...
Miro’nun eserleri size ne hissettiriyor?
Miro’nun tetiklediği “Bunu ben de yaparım’’
duygusu, insanları resme teşvik etmede çok önemli
bir şey. Bir çocuk geldiğinde kendini gerçek bir
sanatçı gibi hissediyor çünkü gördüğü resimler onun
yaptıklarına benziyor. “Resim, ilk mağara resmi
yapan insanlardan sonra bir şekilde yozlaştı. Ta ki
bana kadar. Ben resmi o yozlaşmadan kurtardım’’
diyor Miro. Resmi saf şiir gibi görüyor. Tristan
Tzara gibi o dönemin dadaist şairleri ile olan yakın
arkadaşlıkları da o şiirlerden ilham almasını
sağlıyor. Dadaistler için kelimeler düşünceden önce
gelir. Miro için de öyle. Başlarken bir düşünce ile
başlamıyor. Renk ve biçim oluştuktan sonra düşünce
ortaya çıkıyor. Resim, bittikten sonra kadın veya
kuş resmine dönüşüyor.
Miro’nun
Andre Breton’la arkadaşlığı nereden geliyor?
Breton ‘’Sürrealist Manifesto’’yu yazdığında ilk
katılanlardan biri de Miro. Salvador Dali ve Picasso
da aynı ekipte. Ama Miro hiçbir zaman kendisini
sürrealist olarak ilan etmiyor. Zaten eserlerinde
birçok akımdan izler bulmak mümkün. Dadaizmden
etkilenmekle beraber renkler kübistlerin renkleri,
biçimler fovistlerin biçimleri. O nedenle mutlak bir
yere oturtulamıyor.
Hayatının neredeyse tamamı savaş
dönemlerine denk gelmiş. Ama eserleri rengarenk...
Hayatının en güzel yıllarında 1. Dünya Savaşı’nı
yaşamış. Sonra ülkesi İspanya’da iç savaş patlak
vermiş ve bundan da çok etkilenmiş. Paris’e
taşındığındaysa Naziler gelmiş Paris’i işgal etmiş.
Bunun gibi büyük travmalar yaşamış insanların iki
şey yapması beklenir; ya içine kapanması ya da bunu
tamamen reddetme si. Bu süreci yaşamış kimi
ressamlar çok karanlıktır, kimileriyse Dali gibi
kendini tamamıyla bu durumun dışında tutarak hayal
gücüne yönelir. Miro’da da ters etki yaratmış.
Burada çocuk atölyesi açma fikri nereden geldi?
Bizden geldi. Sergi ziyaretçilerinin yüzde 50’sini
çocuklar oluşturuyor. Bunun Miro’ya özel bir tarafı
da oldu. Şu an 10.000 çocuk ön rezervasyon yaptırmış
durumda. Bu çocuklar buraya gelecek ve bu eserleri
gördükten sonra içlerindeki potansiyel de açığa
çıkacak. Biz de onlar bunu deneyimledikten sonra
sıcağı sıcağına çıktıya dönüştürecek bir alan
yaratmak istedik. Sırada kimin sergisi var? Seneye
bu zamanlar Matisse’i getirmeyi planlıyoruz.
Miro nasıl çalışırdı?
Miro,1960 yılında yaptığı bir radyo konuşmasında
çalışma tarzını şöyle anlatmıştı: “Ben tuval
üzerinde hiçbir zaman onun dükkandan geldiği haliyle
çalışmaya başlamam. Kazalar oluştururum; bir form,
bir renk lekesi. Her türlü kaza eseri, yeterince
iyidir. Ondan sonra fırçalarımı tuvale silerek
zemini hazırlarım. Üzerine terebentin damlamasında
sakınca yoktur. Ressam bir şair gibi çalışır, önce
kelime sonra düşünce. Ben ilk şoka çok önem
veririm.” Agnes de la Beaumelle’in sözleriyle Miro,
“20. yüzyılın tüm biçimci avangardlarının karşısında
bize mutlak bir özgürlük dersi vermiştir ve bu da
onu geçtiğimiz yüzyılın en olağandışı
sanatçışairlerinden biri yapar’’..
Habertürk, Haber: Özge Mine Sarıçam, 30.11.2013
|
DÜNYANIN EN ESKİ UMUMİ TUVALETİ DİNOZORLARA AİT

Arjantin'de dinozor dışkısıyla dolu devasa
büyüklükte bir toplu tuvalet ortaya çıkarıldı.
Bilim çevreleri, binlerce fosilleşmiş dinozor
dışkısının toplu halde bulunduğunu açıkladı.
240 milyon yıllık kazı mekanı "dünyanın en eski
umumi tuvaleti" olarak adlandırıldı.
Uzmanlar, ilk kez dinozor gibi tarih öncesi
canlıların dışkılarını ortak alanlara yaptıklarına
dair bulgulara ulaşıldığını söylüyor. Bulunan fosilleşmiş atık, tarih öncesi dönemde
dinozorların beslenme düzeni, hastalıklar ve bitki
türlerine ilişkin önemli ipuçları sunuyor.
Fil, antilop ve at gibi modern dönemde görülen
hayvanların ortaklaşa belirlenmiş yerleri tuvalet
olarak kullandıkları biliniyor. Bu tür canlıların
bunu hem kendi bölgelerini belirlemek hem de
parazitlerin yayılmasını en aza indirmek için
yaptıkları düşünülüyor.
Ancak daha önce görülmemiş büyüklükte olan
Arjantin'deki "tuvalet", daha önce bulunan 220
milyon yıllık tuvalet kazısı rekorunu kırmış oldu. Fosilleşmiş dışkıların 40 cm genişliğinde ve
birkaç kilo ağırlığında oldukları belirtildi. Uzmanlar, dışkıların sahiplerinin çevrede
kemikleri bulunan ve günümüzün gergedanının atası
kabul edilebilecek Dinodontosaurus türüne ait
olduğunu düşünüyor.
Keşfi yapan araştırma ekibi Crilar-Conicet
Üniversitesi'nden Dr. Lucas Fiorelli, bu umumi
tuvaletin öncelikle parazitleri önlemek, ikinci
olarak da diğer saldırgan hayvanlara "Bakın, biz çok
kalabalığız. Ayağınızı denk alın!" mesajı vermeyi
amaçladığını tahmin ediyor. Uzmanlar fosilleşmiş dışkıların zamanda bir
yolculuk sunduğuna ve incelendikçe bugün pek az
bilinen doğa koşullarına ışık tutacağına inanıyor.
Hürriyet, 30.11.2013
|
ŞARK EKSPRESİ GERİ DÖNÜYOR

İnsanlık tarihinin en lüks uzun yol treni olan
meşhur Şark Ekspresi (Orient Express) büyük bir
sergiye ev sahipliği yapmak için tekrar gün yüzüne
çıkarılıyor. Fransız Devlet Demiryolları İşletmesi
ve Paris'teki Arap Dünyası Enstitüsü işbirliğinde
hayata geçirilen 2.5 milyon avroluk dev projede,
tarihi trenin dört vagonu büyük bir sergiyi
ağırlayacak. 1 Nisan'da tarih meraklılarına
kapılarını açacak serginin tanıtımı, geçtiğimiz
günlerde Paris'teki Lyon Garı'nda yapıldı. Trenin,
her biri 60 ton ağırlığındaki dört vagonu Arap
Dünyası Enstitüsü önündeki geniş meydana
yerleştirilecek. Demiryolu çalışanı kılığına
bürünmüş sanatçılar tarafından karşılanacak
ziyaretçileri içeride, mistik ve tarihi olduğu kadar
öğretici bir sergi bekleyecek. Trende başlayıp
enstitü binasında devam edecek etkinlikte
ziyaretçilere tablolar, fotoğraflar, afişler ve kısa
filmlerle Paris'ten İstanbul'a kadar 19. yüzyıl
Avrupası'nı boydan boya geçecek tarihi ve görsel bir
seyahat sunulacak. Trenin aslına uygun restore
edilen restoranında ise yemekler, dünyaca ünlü
Fransız şef Yannick Alleno tarafından hazırlanacak.
Dört ay boyunca Paris'te kalacak tren daha sonra
benzer sergilerin düzenlenmesi için Venedik,
İstanbul ve Beyrut'a gidecek.
AŞK, ENTRİKA, CASUSLUK...
İlk kez 4 Ekim 1883'te siyasetçiler, gazeteciler ve
yazarların katıldığı büyük bir törenle Paris'in Doğu
Garı'ndan kalkan Şark Ekspresi, onlarca ülkeden
geçerek 3 bin 186 kilometrelik bir mesafeyi kat
ederken yolcularına lüks otelleri aratmayacak
incelikte döşenmiş vagonları, oyun salonları, şarap
mahzeni ile görkemli bir seyahat sunardı. Şark
Ekspresi'nin efsanevi gizemi, iki kıtayı birleştiren
lüks ve sırlarla dolu seyahatlerin çok ötesinde,
bugün tarih olan imparatorlukların hüküm sürdüğü
büyük şehirlerden geçmesinden ve zamanın en ünlü
siyasetçileri ve sanatçıları tarafından kullanılmış
olmasından kaynaklanıyor. Ernest Hemingway'den
Agatha Christie'ye kadar birçok yazara ve onlarca
yönetmene ilham kaynağı olan tren, geçtiğimiz
yüzyılın entrikalarına, gizli aşklarına ve casusluk
hikayelerine ev sahipliği yapmasının yanı sıra
Avrupa tarihine tanıklık etmiş olmasıyla da ünlü.
Zira, 1. Dünya Savaşı sonunda Almanya ile İtilaf
Devletleri arasındaki ateşkes, Şark Ekspresi'nin
2419 numaralı vagonunda imzalanmış. Fransızlar
tarafından müzeye kaldırılan ünlü vagonda 1940
yılında ise bu kez ülkeyi işgal eden Hitler'in
isteğiyle Fransızlar'ın teslim anlaşması imzalanmış.
Geçtiğimiz yıllarda trenin 200 vagonundan geri kalan
birkaç vagonunu satın alan Fransız demiryolu
işletmeleri, birçok Avrupa şehrini dolaşacak
serginin ardından yeterli finansmanın bulunması
halinde Şark Ekspresi'ni modernize edip yeniden
hizmete sunmayı planlıyor.
Sabah, Haber: Nerih
Çıtak, 30.11.2013
|
TÜRKİYE 20 YIL BOYUNCA VENEDİK BİENALİNDE KALICI BİR
MEKANA SAHİP OLACAK
İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın girişimi ve 21
destekçinin katkılarıyla Türkiye, dünyanın en önemli
güncel sanat ve mimarlık etkinlikleri arasında
sayılan Venedik Bienali'nde uzun süreli bir mekana
sahip oldu.
Bienalin iki ana mekanından biri olan
Arsenale'de, 2014-2034 yılları arasında tahsis
edilen bu mekan sayesinde Türkiye Pavyonu,
önümüzdeki yıl ilk kez Venedik Bienali Uluslararası
Mimarlık Sergisi'nde de yer alacak. İstanbul Kültür
Sanat Vakfı, 2014 yılından itibaren 20 yıl boyunca,
Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi'nin yanı
sıra Mimarlık Sergisi'nde de yer alacak Türkiye
Pavyonu'nun koordinasyonunu yürütecek. Venedik
Bienali 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi, 7
Haziran-23 Kasım 2014 tarihleri arasında Rem
Koolhaas küratörlüğünde gerçekleştirilecek.
“Fundamentals” başlığını taşıyan bienalde ana
serginin yanı sıra Giardini ve Arsenale'de birçok
ülke pavyonu da yer alacak. Venedik Bienali 14.
Uluslararası Mimarlık Sergisi'nde yer alacak Türkiye
Pavyonu'yla ilgili detaylar önümüzdeki günlerde
açıklanacak. Türkiye'nin Venedik Bienalleri'nde
kalıcı bir mekanda yer almasını sağlayan kişi ve
kurumlar arasında Akbank, Mehveş-Dalınç Arıburnu,
Nezih Barut, Ali Raif Dinçkök, Vuslat Doğan Sabancı,
Füsun-Faruk Eczacıbaşı, Oya-Bülent Eczacıbaşı, Enka
Vakfı, Nesrin Esirtgen, Eti Gıda San. ve Tic. AŞ,
Kadir Has Üniversitesi, Öner Kocabeyoğlu, Maçakızı,
Tansa Mermerci Ekşioğlu, Polimeks İnşaat, SAHA
Derneği, Taha Tatlıcı, T. Garanti Bankası AŞ, Vehbi
Koç Vakfı, Zafer Yıldırım, Yıldız Holding AŞ yer
alıyor.
55. Uluslararası Sanat Sergisi'ni 475 bin kişi
gezdi
1 Haziran 2013 tarihinde açılan Venedik Bienali
55. Uluslararası Sanat Sergisi, 24 Kasım Pazar günü
sona erdi. Arsenale'nin Artigliere binasında bulunan
Türkiye Pavyonu'nda bu yıl Ali Kazma'nın “Rezistans”
başlıklı video serisi yer aldı. Emre Baykal'ın
küratörlüğünde gerçekleştirilen Türkiye Pavyonu'nun
bulunduğu Venedik Bienali'ni 6 ay boyunca 475 binin
üzerinde ziyaretçi gezdi. Bienalde, Massimiliano
Gioni küratörlüğünde “Il Palazzo Enciclopedico/The
Encyclopedic Palace” başlıklı ana serginin yanı sıra
Türkiye Pavyonu'nun da aralarında bulunduğu 88 ülke
pavyonu yer aldı. Venedik Bienali 56. Uluslararası
Sanat Sergisi'nde yine İstanbul Kültür Sanat
Vakfı'nın koordinasyonunda gerçekleştirilecek
Türkiye Pavyonu'nun küratörü 2014 yılında
duyurulacak.
Zaman, 30.11.2013
|
 |
TUNCELİ'DE YENİ BİR KENT BULUNDU
Tunceli’deki arkeolojik alanlar gün yüzüne çıkmaya başladı. Merkeze bağlı Rabat Köyü yakınlarındaki 3 bin yıllık antik yerleşim alanından sonra Mazgirt İlçesi'ndeki Güneyharman Köyünde de bir tarihi şehir tespit edildi
Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Güneyharman Köyünde çeşitli kalıntılar olduğunu tespit eden Tuncer Karateke adlı vatandaşın başvurusu üzerine bölgeyi birinci derece arkeolojik sit alanı olarak tescil etti.
Uzun bir yolculuk ve zor bir tırmanışın ardından ulaşılan alan hakkında bilgi veren Tuncer Karateke, “Arkeologlar bölgeye gelerek inceleme yapmalıdır. Burası yer altına gömülmüş bir kenttir. Bu alanın gün ışığına çıkartılmasını istiyoruz. Burası sit alan olarak ilan edildi ancak buranın korunması gerekiyor. Buradaki tarihi kalıntıları kırarak zarar vermişlerdir.” dedi.
Bölgede eski uygarlıklar tarafından saklanan buğday tanelerine rastladıklarını ifade eden Hüseyin Çelik ise buradaki tarihin gün yüzüne çıkarılmasını talep etti. Çelik, bölgenin sürekli definecilerin tahribatları ile karşı karşıya kaldığını belirtti, yetkililerin bir an evvel harekete geçmesini istedi.
Bugün, 29.11.2013
|
ÖNCE MÜZELER KAPATILMALI
Bırakın
dershaneleri filan, onlardan önce kapatılması
gereken müzeler var. İşte size müzelerin kapatılması
için 10 sebep! Hepsi bilimsel, gerçekten!
Dershaneler kapatılabilir mi? Kapatılır, neden
olmasın. Kütüphaneler kapatılabilir mi? Ne demek,
lafı bile olmaz. Tiyatroları da kapatır mıyız?
Kapatsak kimse anlamaz! Peki sorun ne? Sorun şu:
Hangisi önce kapatılmalı! Bana kalırsa
dershanelerden daha önce kapatılması gereken bir
dünya kurum var. Bu öncelik meselesi
atlanmamalı. Aksi taktirde “kurum hakkı”na girer.
Şimdi diyorsunuz ki, “Sana göre önce ne
kapatılmalı?” Hiç tartışmasız müzeler! Peki, müzeler
niçin kapatılmalı? İşte size müzelerin kapatılması
için 10 sebep!
1. Biz muhafazakar bir toplumuz, nokta. Tartışmaya
lüzum bile yok. Öyleyse, Afrodit’in memesi,
Poseidon’un pipisi niye gözümüze sokuluyor.
2. “Kar amacı gütmeyen kurum” mu olur Allah aşkına
ya? Marx güler buna! Böyle deyince diyorlar ki
“Diyanet de kar etmiyor.” Çok merak ediyorum, böyle
diyenleri ölünce arkeologlar mı yıkayacak, pamuğu
sümerologlar mı tıkayacak!
3. Evrim mi? TÜBİTAK vazgeçti müzeler vazgeçmiyor.
Bari bir müzeci çıkıp Harun Yahya okusaydı da
aydınlansaydı.
4. Asrın projesi Marmaray 5 yıl geciktirildi.
Neymiş,
İstanbul ’un geçmişi 8500 yıl geriye gitmiş!
Marmaray İstanbul’u 10.000 yıl ileriye götürüyor
bunu gören yok. Sizi gidi gericiler sizi...
5. “HES” diyorsun, SİT’tir diyorlar. Devamı siz
birleştirin!
6. Ayasofya’dan müze olur mu? Kapatılmalılar! Çünkü,
camiler müzemiz değil “camiler kışlamızdır” arkadaş!
7. Bu kurumlara sahip çıkan bir cemaat bile yok,
niye açık dursunlar ki?
8.Sabah Müge Anlı, öğlen Esra Erol,
akşam Acun var. Müzeye ne ara gidilecek!
9. Şimdi size müzecilik mevzuatında yer alan birkaç
kelime sıralayacağım: “Sit”, “sikke”, “ambar”,
“teşhir”... Bu ne ya! Amokachili, Toshacklı, Rahimli
Beşiktaş gibi!
10.Kapatılmalı, çünkü bindiğim dalı kesmeyi mi
seviyorum ne?
Radikal İki, Yazı: Rıdvan Gölcük, 29.11.2013
|
SELİMİYE'NİN İHTİŞAMI ORTAYA ÇIKACAK

Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, "Selimiye
Meydanı'nda insan boyutuyla caminin boyutunu
mukayese ederek Selimiye'nin ne kadar ihtişamlı ve
büyük olduğunu göstermek istiyoruz" dedi.
Hamdi Sedefçi, UNESCO Dünya Kültür Mirası
Listesi'ne dahil edilen Selimiye Camisi'nin "dünya
malı" haline geldiğini söyledi.
Selimiye Meydanı'nı camiye yakışır bir şekilde
düzenlemek istediklerini belirten Sedefçi, Kültür ve
Turizm Bakanlığı kanalıyla UNESCO'ya gönderilen ve
kabul edilen Meydan projesinin, Edirne Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
henüz kabul edilmediğini ifade etti.
Selimiye Meydanı'nın değerli olduğunu aktaran
Sedefçi, şöyle konuştu:
"Vatikan'a gittiğinizde meydanda fazla yeşil saha
olmadığını görürsünüz. Daha çok sert zeminden oluşan
bir meydan. İnsanların boyutunun mukayesesini
yaparak ne kadar ihtişamlı olduğunu görürsünüz.
Selimiye Meydanı'nda insan boyutuyla caminin
boyutunu mukayese ederek eserin ne kadar ihtişamlı
ve büyük olduğunu göstermek istiyoruz. Bu proje
kuruldan geçerse kolları sıvayıp hemen işe
girişeceğiz."
Sedefçi, her yıl Kadir Gecesi'nde Selimiye
Camisi'ni yaklaşık 80 bin kişinin ziyaret ettiğini,
meydanın şimdiki halinin bu ziyaretçileri ağırlamak
için uygun olmadığını vurguladı.
Edirne'nin, kent olarak UNESCO Dünya Mirası
Listesi'nde yer alması gerektiğini ifade eden
Sedefçi, şunları kaydetti:
"Selimiye Camisi, UNESCO'nun son raporuyla
listeye dahil edildi. O dönem Edirne'ye gelen Hintli
bir raportör, Edirne'nin, camileri, kapalı çarşıları
ve köprüleriyle şehir olarak listeye girmeye aday
olabileceğini söyledi. Bizden Edirne'yi korumamızı
istediler. Biz de böyle korumaktan yanayız.
Kesinlikle o dokuya saygı duyarak, o dokuya katkı
yaparak, günümüzdeki işleyişine destek çıkarak,
eskiye saygı göstererek onları bozmadan tamamlayıcı
unsurlar ilave ederek çözüm üretmemiz gerektiğini
düşünüyorum."
Yeni Şafak, 28.11.2013
|
SANAT ŞAHESERİ MABET, SANAT GALERİSİ OLUYOR
Tarihi konakları ve yer altı şehirleriyle zengin bir tarihi mirasa sahip Kayseri'nin Talas İlçesi'nde, geçmişi bin 700 yıl öncesine kadar dayanan kaya oyma Tol Mabet, klasik eserlerin sergileneceği müze ve sanat galerisi olarak değerlendirilecek.
Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım, Ali Saip Paşa Sokağı'nda yer alan ve Tol Mabet ismiyle bilinen kaya oyma mekanın bölgede eşi olmayan bir mimariye sahip olduğunu söyledi.
Mabedin MS 3. ya da 4. yüzyıla ait olduğunun tahmin edildiğini belirten Yıldırım, uzun yıllara tanıklık eden yapının güçlendirilmesi için pek çok kez sağlamlaştırma çalışması yapıldığını kaydetti.
Yeni Şafak, 27.11.2013
|
 |