Haberler logo Aralık '13 Arşivi

22 Aralık 2013 - 4 Ocak 2014

AYVAZOVSKİ SERGİSİ
DENİZ MÜZESİ'NDE

 

Deniz Müzesi Komutanlığı’nın, “Seçilmiş Ressamlar” sergisi kapsamında bu kez İvan Konstantinoviç Ayvazovski’nin eserleri sanatseverlerle buluştu.

 

Sergide Ayvazovski’nin “Denizde Fırtına”, “Karadeniz Boğazı’nda Tahlisiyeciler” ve “Limanda Yelkenliler” isimli tual üzerine üç yağlıboya eseri yer alıyor.

Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nde açılan sergi, 31 Mart’a kadar gezilebilecek.

Deniz ve deniz tarihi konulu eserleri kapsayan sergiler dizisi Mıgırdiç Melkon resimleri sergisiyle başlamıştı.  

Akşam, 03.01.2013

MONA LİSA DOĞDUĞU YERE GERİ DÖNSÜN!

 

 

İtalyanlar, Mona Lisa’yı Floransa’ya geri getirmek için imza kampanyası başlattı. Fransa ise Louvre’de sergilenen eseri vermemekte kararlı.

 

İtalya Tarihi ve Çevresel Varlıkları Koruma Ulusal Komitesi, İtalyan ressam Leonarda da Vinci’nin en meşhur tablosu Mona Lisa’nın Floransa’da sergilenmesi için 150 bin imza topladı. İtalya Tarihi ve Çevresel Varlıkları Koruma Ulusal Komitesi yaklaşık bir yıldır Mona Lisa’nın geçici süreliğine Floransa’ya dönmesi için uğraş veriyor. 

ÖDÜNÇ BİLE VERMİYOR
Komite Başkanı Silvano Vincenti dünyanın en meşhur tabloları arasında sayılan bu eserin Fransa tarafından ödünç olarak verilmeyeceğini açıkladı. Vincenti, Fransa Kültür Bakanlığı Kültürel Miras Dairesi genel direktörü Vincent Berjot’tan aldığı mektupta Louvre Müzesi’nda sergilenmekte olan ‘Mona Lisa’nın Floransa’ya geçici bir süre verilmesi taleplerinin reddedildiğini belirtti. 

TAŞINMASI SIKINTILI
Tabloyu adeta sahiplenen Fransa ise sebep olarak eserin taşınması konusunda pek çok teknik problemler yaşanabileceğini belirtiyor. Mona Lisa’nın bir süreliğine İtalya’ya dönmesi için uğraş vermeye devam eden komitenin açtığı imza kampanyası şimdiden 150.000 imzaya ulaştı.

4 BİN ALTINA KRAL’IN
Binlerce İtalyan, Francesco Bartolomeo del Giocondo’nun eşi Lisa Gherardi’nin portresini, doğduğu yer olan Floransa’da görmek istiyor. Da Vinci, 1503-1519 yılları arasında yaptığı bu eşsiz eseri Fransa Kralı Francis’e 4 bin altın karşılığında satmış, ve eser  Fransız Devleti mülküne geçirilmişti.

Akşam, 02.01.2014

BARIŞ ANITINI SÖKTÜLER, SAVAŞ ANITI DİKECEKLER

 

 

Başbakan’ın ucube diyerek barışı simgeleyen İnsanlık Anıtını söktürdüğü Kars’a, Ruslara karşı 1914 yılında yapılan harekat sırasında Sarıkamış’ta 90 bin askerin donarak öldüğü faciayı, destan olarak nitelendiren bir anıt dikilecek. TOKİ tarafından yaptırılan anıt 99 metre yüksekliğinde olacak. Sarıkamış Kazım Paşa Tepesi’ne yapılacak tören alanı ve anıt için ihale çalışmaları başlatılırken, açılışın harekatın 100. yıl dönümünde yetiştirilmek istendiği belirtiliyor.

 

Konuyu gazetemize değerlendiren İnsanlık Anıtı’nı yapan heykeltraş Mehmet Aksoy, TOKİ’nin yapacağı içinde savaş teması olan bir anıtla ikince defa katliam yaşatacağını vurguladı. Aksoy şöyle devam etti: “Bunların anlayışı öyledir. Oraya savaş karşıtı anıt yapmak lazım. Sonuç olarak Sarıkamış Harekatı bir komutanın yanlış kararı sonucunda gerçekleşmiştir. Bence bütün savaşlar insanlık suçudur.

 

ÖLEN ASKERLERİN RUHUNA İŞKENCE

Bu yüzden kimse bana savaşın övgüsünü yapmasın. Savaşta kardeş kardeşe düşman olur. O yüzden bizim İnsanlık Anıtı’nın amacı da bunu anlatmaktı. Savaşları mahkum etmek ve barışa uzanan bir el yapmak istiyorduk. Ama darmadağın oldu.” TOKİ’nin sadece rant kaygısı taşıdığını ifade eden Aksoy, “Ucube tam da TOKİ’ye yakışan bir anlayış. Yaptığı binalara bakarsanız oturulacak yapılar değil ve  sadece para kaygısıyla yapılan yapılar. O zevkte insanlar, böyle bir katliama bir duygu geliştirip buna uygun bir de form geliştirecekler. Çok iğrenç ve saçma sapan ve orada ölen askerlerin ruhlarına işkence olacak” diye konuştu.


Kendisinin de Sarıkamış’ta ölen askerleri için bir anıt yapmak istediğini ancak katıldığı yarışmada anıtın  ölçekleri nedeniyle sorun yaşandığını söyleyen Aksoy, şöyle devam etti: “Kafes tellerden 4 veya 5 metrelik bir dağa tırmanan askerler yapmak istiyordum. 90 bin askeri kar öldürdü. Anıtın temasında onları öldüren kar tekrar hayat verecekti. Enteresan duygulu bir heykel olacaktı.”

 

BARIŞI SİMGELİYORDU

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kars’ta katıldığı toplu açılışta Sukapı Mahallesi, Üçler tepesinde bulunan, 24.5 metre yüksekliğindeki İnsanlık Anıtı’nı ucube olarak nitelendirmiş, bunun ardından da anıtın yıkım kararı alınmıştı. Sanatçıların, aydınların tepkisine rağmen anıt sökülmüştü. Heykelin yapıldığı dönemin belediye başkanı heykelle ilgili şu açıklamayı yapmıştı: “Bizim yaptırdığımız bu anıt Kafkasya’daki barışı simgeliyor. Kaleler savaşı simgeler, Kars Kalesinin yanına bir barış anıtı inşa ettik bunun için.”

 

SARIKAMIŞ FACİASI BAŞBAKAN’IN DESTANI

Sarıkamış, aslında binlerce gencin tek kurşun dahi atmadan donarak yaşamını yitirdiği bir facianın adı. 1. Dünya Savaşı’nda 22 Aralık 1914 tarihinde Enver Paşa’nın talebiyle Sarıkamış’ı almak için Rus Ordusu’na karşı sefere gönderilen 90 bin asker, tek kurşun atmadan, donarak hayatını kaybetmişti. Bu büyük facia “Sarıkamış” adlı türküye yansımış ve “Askeri kırdıran Enveri paşa” sözleriyle yerilmişti. Bu facia, Başbakan Erdoğan’a göre bir destan. Erdoğan, bu olayla ilgili şu açıklamayı yapmıştı: “Aziz şehitler, bizler, bugün, torunlarınız olarak burada, huzurunuzdayız. Sizler, Allahu Ekber Dağları’nda bir destan yazdınız.”

Evrensel, Haber: Eda Yıldırım, 02.01.2014

MÜZELER ALTN ÇAĞINI YAŞIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, kültür hayatına önemli katkılar sunuyor. Bakanlık, sadece turizm boyutuyla çalışmalarını kısıtlı tutmazken, kültürle ilgili çalışmalarını üst seviyeye çıkardı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2013 yılını adeta müzeler, külliyeler ve ören yerlerinin yenilenerek tekrar hizmete ve ziyarete açılmasını sağladı. Yapılan çalışmalarda değişik inanç ve kökenlerin tarihi ve kültürel yerlerinin restorasyonu konusunda ayırım yapılmadı. Tüm köken ve inanç gruplarının önemli bilinen kültürel yerlerini restorasyonu konusunda çalışmalar yapıldı.

 

YENİ MÜZELER YAPILIYOR

Birçok müzenin restorasyonu tamamlanırken 2013 yılında 2 yeni müze kazandırıldı. Balıkesir Taksiyarhis Anıt Müzesi ve Batman Müzesi açılarak hizmete girdi. Hizmete giren bu iki müzenin yanı sıra büyük müze inşaatları da bir yandan sürüyor.Hatay Arkeoloji Müzesi, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, Haliplibahçe Mozaik Müzesi ve Arkeopark yapımlarının son aşamasına gelindi. Bu müzeler 2014 yılının ilk yarısında açılacak.

 

Yine örnek nitelikteki Van Urartu Müzesi, Çanakkale Troya Müzesi, Uşak müzesi, Afyonkarahisar Müzesi, Adana Arkeoloji Müzesi, Bitlis Ahlat Selçuklu Mezarlığı Müzesi ve Karşılama Merkezi, Diyarbakır İçkale’de Diyarbakır Müzesi ve Burdur Doğa Tarihi Müzesi de 2014 yılı içerisinde yapımı tamamlanarak hizmete açılacak.  

 

RESTORASYON ÇALIŞMALARI

Yeni müzelerin yanı sıra bakanlığın en büyük çalışması restorasyon konusunda oldu. İstanbul’da 7 adetten oluşan Şehzadebaşı Camii Külliyesi Türbeleri’nin restorasyon ve çevre düzenlemesi tamamlanarak ziyarete açılacak.

 

Bu çalışmanın yansıra bakım ve restorasyonları tamamlanarak hizmete açılan kültür kurumları da oldu. Bunlar arasında, Alanya Müzesi, Ağrı İshakpaşa Sarayı, Selanik Atatürk Evi Müzesi, Şeyh Yahya Efendi Türbesi, Güzelce Ali Paşa Türbesi, Şehzadeler ve Kadın Efendiler Türbeleri, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinin Arz Odası, Ağalar Camii El Yazması Kütüphanesi, Konya Mevlana Müzesinde Mescit ve Semahane Bölümleri, Bursa Arkeoloji Müzesi, Marmaris Müzesi, Diyarbakır Ziya Gökalp ve Cahit Sıtkı Tarancı müzelerinde yenileme çalışmaları öne çıkan çalışmalar olarak dikkat çekti.

 

Ayrıca yapımı süren İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde mutfaklar, Zülüflü Baltacılar, Hekimbaşı Kulesi, Hünkar Sofası, Karaağalar Mescidi, Harem Ağaları Mescidi, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, İstanbul Ayasofya Müzesi’nde 1. Mahmut Şadırvanı ve Aksaray Müzesi yenileme çalışmaları da sürüyor. 

 

ÖZEL MÜZE SAYISI 184’E ÇIKTI

Ayrıca özel müzelerin yapımı da hızlandı. Ankara Sanayi ve Teknoloji Müzesi, Gaziantep Oyuncak Müzesi ve İstanbul Arkeoloji ve Kültür Tarihi Müzesi yapıldı. Böylece özel müze sayısı 184’e çıkmış oldu. 

 

ÖREN YERLERİ

Bitlis-Ahlat Selçuklu Mezarlığı ve İzmir Bergama Asklepion Ören yerinin çevre düzenlemesi 2013 yılında tamamlandı. Adıyaman Nemrut, İzmir Efes, Burdur Sagalassos ve Çanakkale Troya antik kentlerinin bulunduğu 13 ören yerinin çevre düzenlemesi çalışmaları da devam ediyor. Buraları önümüzdeki yıl hizmete açılacacak.

 

Aksaray Ihlara Vadisi, Antalya Karain Mağarası, Gaziantep Nizip Rumkale, Sivas Divriği Kalesi, Şanlıurfa Göbeklitepe ören yerlerinin aralarında bulunduğu 17 ören yerinin porjeleri hazırlandı ve çevre düzenleme uygulamaları başlatılacak.

 

Yapılan yenileme çalışmaları ve girişlerde sağlanan kolaylıklarla birlikte müze ve ören yerlerini ziyaret eden kişi sayısı arttırıldı. Buna göre, 2002 yılında buralara yapılan ziyaretçi sayısı 7 milyon 400 bin iken, 2012 yılında bu sayı 4 katına çıktı ve 28 milyon 780 bine ulaştı. 2013 yılının ilk on ayında ise ziyaretçi sayısı 26 milyona ulaştı.

 

755 MİLYON LİRA HARCANDI

2005 yılında 2013 yılı haziran ayına kadar 6 bin 926 taşınmaz kültür varlığı projesinin projelendirme, uygulama işleri ve restorasyonu için 755 milyon lira kaynak kullanıldı.

 

2005 yılından bugüne kadar 2 bin 091 adet tescilli kültür varlığına proje yardımı, 1064 projeye de onarım yardımı olmak üzere toplam 3 bin 155 özel mülkiyetteki kültür varlığına yardım yapıldı. 

431 proje yardımı ve 295 proje uygulama yardımı olmak üzere toplam 726 adet kültür varlığına da yardım yapılması plana alındı.

 

ARKEOLOJİK KAZILAR

Bu arada arkeolojik kazılara da devam edildi. Türk bilim adamlarınca 123, yabancı bilim adamları tarafından 43 kazı çalışması yapıldı. 2013 yılı ekim ayı itibariyle kazı ve araştırma çalışmalarına 31 milyon lira ödeme yapıldı. 

Akşam, Haber: Erhan Seven, 01.01.2014

TARİHİ ESERLERE ÇEKİCİYLE NAKİL!

 

 

Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi sonrası yapının bahçesindeki 33 tarihi eser, Trabzon Müzesi’ne çekici ve vinç vasıtasıyla taşındı, bu sırada ilginç görüntüler oluştu.

 

ROMA-BİZANS-OSMANLI ESERLERİ

Trabzon’da uzun süre müze olarak kullanılan geçtiğimiz aylarda mahkeme kararıyla Vakıflara devredilerek apar topar camiye dönüştürülen, ardından hem cami hem de müze olarak kullanılacağı ileri sürülen Ayasofya’nın bahçesinde yıllar yılı duran Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine ait tarihi eserler ile mezar kitabelerinden oluşan 33 eser Trabzon Müzesi’ne taşındı.

 

KARGA TULUMBA NAKLEDİLDİLER

Tasnif edilen eserler vinç ve çekici yardımıyla Trabzon Müzesine götürüldü. Tarihi eserlerin bundan böyle müzede sergileneceği belirtildi. Çekici ve vinçle kaldırılıp kondurulan tarihi eserlerin zarar görmemesi için herhangi bir önlem alınmaması dikkat çekti. Vatandaşların şaşkın bakışları arasında paha biçilemeyecek eserlerin nakil şekli tartışma konusu oldu.

 

BİR BEKÇİ BİLE BIRAKILMIYORDU

Camiye dönüştürülen Ayasofya Müzesi’nde imam atanmasına rağmen imam bulunmadığı, bekçi bulundurulmadığı, bahçesinin çocuk oyun alanına dönüştüğü ve eserlerin korumasız kaldığı tartışılıyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ait eserlerin nakliyle Ayasofya’nın müze vasfının daha da azaldığı yorumları şimdiden yapılmaya başlandı.

Kuzey Ekspres, 01.01.2014

ANADOLU'DAKİ EN ESKİ MECLİS BİNASI ASSOS'TA KURULMUŞ

 

Antik dönemde Anadolu’daki en eski meclis binasının (bouleuterion), 2 bin 400 yıl önce Assos antik kentinde kurulduğu bildirildi.

 

Ayvacık İlçesi sınırları içinde yer alan antik kentteki kazıların başkanlığını yürüten Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nurettin Arslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, meclis binalarının ilk olarak MÖ 5 ve 6′ncı yüzyıllarda Atina’da ortaya çıktığını, demokrasinin burada gelişip diğer ülkelere yayıldığını söyledi.

 

Şimdiye kadar Anadolu’daki en erken meclis binalarının MÖ 2′nci yüzyılda yapıldığına dair söylentiler olduğunu dile getiren Arslan, “Örneğin Milet gibi. Yine Anadolu’da ya da dünya bir yapının meclis binası olduğunu kanıtlayan, o yapının fonksiyonunu belirleyen yazıtlar sadece 3 meclis binasında yer alıyor. Bunlar Milet, Aigia ve Epirus’daki Dodona kutsal alanındaki meclis binalarıdır” dedi.

 

Arslan, son yıllarda yapılan araştırmalarda, Assos’taki meclis binasının yazıtının ele geçtiğine işaret ederek, şöyle konuştu:

“Assos’taki bu binayı Ladomos ile karısı yaptırmış. Bu kişiler Assos’un ileri gelen ailelerinden. Yazıt MÖ 4′üncü yüzyılın sonlarına ait. İncelediğimizde Assos meclis binasının Anadolu’daki diğer örneklerine benzemediğini belirledik. Bu binada, diğer meclis binalarının aksine oturma yerleri ahşaptan. Diğerlerinin hepsinin oturma sıraları taş. Plan olarak baktığımız zaman da Assos’taki meclis binasının en yakın örneğini Atina agorasındaki (yönetim, politika, ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan) meclis binasında görüyoruz.”

 

Bir yapıyı tarihlendirmede en önemli kanıtın yazıtlar olduğunu dile getiren Arslan, “Yazıt olduğu zaman hem yapın fonksiyonu hem de yapımı konusunda tartışmaya yer verilmeyecek bilgiler elde edilir. Yeni bulgularla Anadolu’da gerek plan, gerekse kitabesiyle en eski meclis binasının Assos’ta yapıldığını biliyoruz” diye konuştu.

 

Assos’taki meclis binasının inşa edilmesinin ünlü filozof Aristoteles’e bağlanabileceğini belirten Arslan, şunları kaydetti:

“Çünkü Aristoteles’in MÖ 4′üncü yüzyılın ortalarında Assos’ta kaldığını biliyoruz. Belki de Platon’un ikinci akademisinin burada kurulduğunu söyleyebiliriz. Bir tanesi Atina’da, ikinci bir şubesinin de Platon’un öğrencilerince Assos’ta kurulduğunu ve bu sayede burada yaşayan halkın bu filozoflardan demokrasi ya da Atina’daki yönetim biçimi konusunda büyük, önemli bilgiler, fikirler elde ettiğini biliyoruz. Özellikle Aristoteles’in kentten ayrılmasından sonra, bu bölgelerin Perslerin eline geçmesiyle bu fikirleri uygulamak belki kısmet olmadı, ancak Büyük İskender’in Anadolu’ya ayak basmasından hemen sonra demek ki Assoslular, Aristoteles’in öğretilerinden hareket ederek Anadolu’daki ilk meclis binasını yapmış.”

 

Meclis binasının 2 bin 400 yıllık olduğunu aktaran Arslan, “Tarihte ilk kez Assos’un, kısa bir süre de olsa filozoflar tarafından yönetilen bir kent olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz” değerlendirmesinde bulundu.

haberler.com, 31.12.2013

3500 YILLIK GİZEM!

 

 

Rus bilimadamları Bronz Çağı'ndan kalma yaklaşık 3500 iskeletlerin sırrını çözmeye çalışıyor. El ele tutuşturularak gömülen iskeletler Sibirya'da Staryi Tartas Köyü'nde bulundu. Uzmanların yaklaşık 600 mezarda yaptığı araştırmalar ilginç iddiaları da beraberinde getirdi. Teorilerden en ilginç olanı ailenin erkeği öldüğünde, kadının da öldürülerek erkekle beraber gömülmesi. Bir başka iddia ise çiftlerin kasıtlı olarak cinsel ilişkiye girer gibi gömüldüğünü bunun içinse genç bir kadının kurban edildiği yönünde. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Rusya Bilim Akademisi Arkeoloji ve Etnografi bölümü başkanı Profesör Vyacheslav Molodin, "bunun hakkında pek çok hikaye yaratılabilir. Belki kocası öldükten sonra eşi öldürülerek gömülmüş olabilir yada mezar açık tutularak eşin doğal yollarla ölmesi beklenmiştir... Tam olarak emin olmak kolay değil" ifadelerini kullanıyor.

 

 

Bazı mezarlarda ise çocuk ve yetişkin iskeletleri bir arada bulunuyor. Araştırmacılar iskeletlerin arasında akrabalık olup olmadığını bulmak için DNA örnekleri arıyorlar...

 

 

St. Petersburg Üniversitesi profesörlerinden Lev Klein'ın ise daha değişik bir hipotezi var. Klein iskeletlerin gömülüş şeklinin reenkarnasyon inancıyla ilgili olabileceğini düşünüyor. Hint kültüründen örnek veren profesör, "erkekler vücutlarını tüm tanrılara kurban edilmesi için feda ediyordu. Kişilerin ölüm sonrasında birlikte gömüldüğü kadınları hamile bırakacağına inanılıyordu" iddiasını ortaya atıyor ve ekliyor "bir ve ya daha çok kadının-genç kızın mezarda cinsel ilişkiye gireceğine inanıldığı için öldürülerek gömülmüş olması mantıklı bir ihtimal." Klein, bunun sadece bir hipotez olduğunun altını çiziyor...

 


Vatan, 30.12.2013

TÜRK ATEİSTLER İÇİN MİNİMALİST BİR CAMİ

 




Yılın şu son günlerinden birinde nihayet Büyükçekmece’deki Sancaklar Camii’ni ziyaret edebildim. Proje aşamasından itibaren takip ettiğim mimar Emre Arolat’a ait olan bu ilginç cami nihayet bitmişti. Camiyi bulmak kolay olmadı. İstanbul’dan 1 saatlik bir yol sonrasında sora sora bulabildik. Kapıdan girince sağımızda Sanayi Devrimi’nden kalma bir fabrika bacasını andıran, taş yığını dikdörtgen minaresi bize ‘hoş geldin’ dedi. Üzerinde hat sanatı ile yazılmış Arapça cümleleri görmesek yanlış yere geldiğimizi düşünebilirdik. Belki de caminin en oyunbaz ve ilginç yanı ortada sadece ilk bakışta kot farkından dolayı bu minarenin görünür olmasıydı.

“Yahu minareyi koymuşlar, camiyi yapmayı unutmuşlar?” gibi soğuk espriler yapılabilecek bir ortam!

Ana girişin sağ yanında yan yana dizilmiş üç musalla taşı duruyordu. Hemen sol yanındaki merdivenlerden ana giriş kapısına doğru inerken arazinin doğal yapısı (çim-toprak) bütünleşen peyzaj, suyun akışkanlığı ile tamamlandı. Koyu taş granitler ile su yollarından yapay derelerin buluşması birazdan bizleri Sancaklar Camii’nin ana kapısına getirdi. Dünyanın neresinde olursa olsun camilerin sanırım en sorunlu alanları ayakkabıların giyilip çıkarıldıkları ve sonrasında saklandıkları bu alanlar. Zira bu alanlar camiler için aynı zamanda eş-dost ile el sıkışıldığı, esnafın mahalleliyle en azından bir merhaba deyip iki cümle edildiği, zaman zaman camilere, zaman zamansa hiç bilmediğiniz uzaklarda bir yerlere yardım paralarının bu hızlı trafikte toplandığı, namaz kılmaya giren inançlı insanları bile soymayı göze almış dinden imandan bihaber gözü kara hırsızlara karşı tedbir alınması gereken, ayakkabıların namaz sonrasında dönüldüğünde yerinde bulunacağı, en azından eski püskü ayakkabılar ile değiştirilmemesinin garanti altına alınması gereken mekanlar. Bir de buna haremlik selamlık yani kadınlarla erkeklerin giriş çıkışta karşılaşmalarının minimuma indirilmesi gereken yerler olarak bakarsanız sanırım üzerinde neden uzun uzun düşünmemiz gerektiğini daha iyi anlarsınız. Bu yüzden Sancaklar Camii’nin en zayıf noktası sanırım giriş kapısı. Bir camiden çok Ulus’ta lüks bir eve girermişçesine yere sabit bir paspasın önündeki dar alana gelip ayakkabılarınızı çıkartıp, elinize alıp içeri girmeniz ve içeride sağ tarafta sizi bekleyen gayet şık ve düzgün yapılmış ayakkabılığa yönelmeniz bekleniyor.

Sadece bu bile bizim alışılageldik cami kültürümüzdeki ezberleri zorlamaya yeter.

Sancaklar Camii’nin en büyük sürprizi iç mekanda ayakkabılarınızı koyup içeriye geçtikten sonra sizi bekliyor. Daha çok Uzakdoğu’ya ait dinsel mekanlarda görmeye alıştığınız loşluk siyahın, grinin tonları ile yumuşadığı bir sadelik, beton duvarlar, o duvarların kıble yönünde yukarıdan aşağıya neredeyse duvarın üzerinden bir su efektiymişçesine sızan uhrevi ışık, duvardan duvara halılar alışıldık bir camiden çok, bir terapi merkezine adım attığınız hissini uyandırıyor. Bu atmosfer bile minimalist bir Türk ateisti 2 rekat namaz kıldırmaya teşvik edecek kadar çekici gözüküyor!

İçeriye girdiğinizde birkaç adım atıp ortada tertemiz halının üzerine oturup durmak istiyorsunuz. Bunun nedeni içine girdiğiniz mekanın sizi kapının dışındaki bütün bu koşturmacadan, yol boyunca geldiğiniz otoyollardan, o otoyolların etrafındaki çirkin yapılardan, geride bıraktığınız şehirde kalan hırslı insanlardan, bıkkın politikacılardan, öfkeli futbol taraftarlarından, yeşil yandığında kornaya basan sabırsız şoförlerden, tanıdığınız insanların bildiğiniz yalanlarından, tanımadığınız insanların düşmanlıklarından, umutsuzluktan, hırstan, hasetten, her şeyden, her şeyden kurtarıyor olması.

Sancaklar Camii’nin kapısı kapanınca, sizin içinizde bir başka kapı açılıyor.

Karşınızda ilk gördüğünüz şey ‘sessizlik’! Sadece sessizlik de değil etrafınıza baktığınızda gözle görülebilir hiçbir yerde herhangi bir rengin olmamasının getirdiği ‘sadelik’, burada size yönelik hiçbir tehlikenin olmayacağına dair ‘güven’ duygusu, kalın duvarların arkasında telaşa emanet ettiğiniz ‘zaman’ ve nihayet baş başa kaldığınız ‘siz’. Yani imanın olmasa da imana başlamanın beş şartı.

Sadece camiler değil kiliseler, sinagoglar, cemevleri, Zen tapınakları aslında bizlere inanç dünyamızı oluşturmak için hep bu 5 şartı oluşturduklarını vaat ediyor.

Sancaklar Camii mimarinin ötesinde demokrasimiz adına da pek çok tartışmayı içine koyabileceğimiz bir ibadet alanı. Günümüzde her şeyin tektipleştiği, estetik zevklerin kopyalanarak çoğaltılmaya çalışıldığı, inanç dünyalarının böylesi ortamlarda otomatiğe bağlandığı, özgürlüklerin yerini hayatın her alanında dayatmaya bıraktığı, girişimciliğin irade ile dizginlendiği, yaratıcılığın günlük çıkarlar uğruna köreltildiği, rantın hayatın her alanını ele geçirdiği günümüzde böyle bir caminin olabilmesi bile zarif bir meydan okuma.

İnanın Sancaklar Camii bir camiden çok daha fazlası...

Hayırlı olsun.

Radikal, Yazı: Cüneyt Özdemir, 29.12.2013

1400 YILLIK SU KEMERİ TUĞLAYLA YENİLENMİŞ

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2010 Kültür Başkenti kapsamında Süleymaniye’de yürütülen tescilli binaların restorasyonu sırasında 1400 yıllık Bozdoğan su kemerinin üstü önce kırmızı tuğla ile kapatıldı, daha sonra üzerine doğalgaz borusu çekildi. İBB ile 2010 Kalkınma Ajansı tarafından ‘2010 Kültür Başkenti’ kapsamında hazırlanan Süleymaniye’deki tescilli kamu yapılarının restorasyon projesini 2009’da Vaka İnşaat şirketi aldı. Şirket, Süleymaniye’deki tarihi binaları restore ederken Roma İmparatoru Valens tarafından 4. yüzyılda yapılan Bozdoğan Kemeri’nin duvarlarını ‘yenileme ve restorasyon’ adı altında yenileme kurulu onayıyla ile kırmızı tuğlalarla kapattı. Yaklaşık beş metre uzunluğa, 3 metre genişliğe sahip su kemeri duvarının üzerine bir de doğalgaz borusu ile sayaç çekildi. 1400 yıllık tarihi surun kırmızı tuğlalarla kapatılmasının restorasyon mantığına aykırı olduğunu belirten uzmanlar, tarihi surların bir an önce aslına uygun onarılması gerektiğini savunuyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Prof.Dr. Zeynep Ahunbay su kemerinin tuğlayla kapatılmasını şu şekilde eleştirdi: ‘’Tarihi surun üzerinin bu şekilde kapatılması son derece yanlış. Roma döneminden kalma tarihi bir yapıyı acemi bir şekilde kırmızı tuğlalarla kapatmak ve üzerine borular çekmek restorasyon mantığına aykırıdır. Bir an önce kemer üzerindeki tuğlalar kaldırılmalı ve kemer aslına uygun bir şekilde restore edilmelidir.’’

Radikal, 29.12.2013

TARİHİ HAMAMI YIKTILAR TOPU BİRBİRLERİNE ATTILAR

 

 

İstanbul Laleli’de 530 yıllık Acemioğlanlar Hamamı’nın yıkılarak yerine kaçak otel inşa edilmesine ilişkin aralarında Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve Eski Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er’in de bulunduğu 22 belediye yetkilisi, haklarında açılan soruşturma kapsamında verdikleri ifadelerde topu birbirlerine attı. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından yıkım emri verilmesine rağmen yıkılmayıp faaliyete geçirilen Celal Ağa Konağı ile ilgili hiçbir belediye görevlisi sorumluluk üstlenmedi. 

 

Kaçak inşa edilen otele işyeri açma ve çalışma ruhsatı 2009’da Fatih Belediyesi tarafından verilmesine rağmen Belediye Başkanı Mustafa Demir, Nisan 2013’te verdiği savcılık ifadesinde, “Olayda bizim belediye olarak bir alakamız olmadığı gibi şahıs olarak benim de ilgim yok” diye kendini savundu. Demir, Danıştay I. Daire tarafından kaçak yapının otel olarak işletilmesine neden olmak, ruhsata aykırı yapının tamamlanmasına göz yummak, yıkım kararının gereklerini yerine getirmediği gibi işyeri açma ve çalışma ruhsatı vererek yapı sahiplerine menfaat sağlamaktan olayda sorumlu bulunmuştu.

 

TARİHİ HAMAM OTELE DÖNDÜ

Tarihi hamam Belediye Başkanı Nevzat Er döneminde 2005’te yıkıldı, hamamın bir kısmı ‘Celal Ağa Konağı’ otel projesine dahil edildi. Kaçak inşa edilen otel hakkında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin yıkım kararı vermesine rağmen otel yıkılmadı. Eminönü Belediyesi’nin Fatih Belediyesi ile birleşmesinin ardından Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir döneminde otele geçici çalışma ve işyeri açma ruhsatı verildi. Eski Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş hakkında Eski CHP Eminönü İlçe Sekreteri Gazi Doğan suç duyurusunda bulundu. İçişleri Bakanlığı sorumlular hakkında soruşturmaya izin vermezken, Doğan’ın kararı Danıştay’a taşımasının ardından Danıştay I. Dairesi sorumluların yargılanması yönünde karar verdi.

 

‘EKSİKLERİ TAMAMLADIK’

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na ifade veren Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, kaçak inşa edilen otele ilişkin tüm iş ve işlemlerin Eminönü Belediyesi’nce yapıldığını öne sürerek “Biz geçici ruhsat vererek eksikliklerini tamamlamalarını talep ettik” dedi. İfadesinde ruhsatlarla ilgili yetkisini Belediye Başkan Yardımcısı İzettin Öztosun’a devrettiğini belirten Demir, “Olayda bizim belediye olarak alakamız olmadığı gibi şahıs olarak benim de ilgim yok” diye ifade verdi. Öztosun ise ifadesinde “Otel 2008’den itibaren aktif olarak faaliyetine başlamıştı. Biz ilgili işletmeye bir yıllık süre vererek eksiklerini tamamlamalarını talep ettik” dedi.

 

İNŞAAT BOŞLUKLARINA GELMİŞ

Eski Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er ise imza yetkisini Belediye Başkan Yardımcı Mahir Katırcı’ya verdiğini belirterek “Belediye Kanunu’ndan doğan belediye başkanı belediye ile ilgili her şeyden sorumludur anlamındaki genel sorumluluk açısından sorumlu tutulabilceğim söylense de bunun yerinde olmadığını düşünüyorum” şeklinde ifade verdi. Katırcı ise ifadesinde “Eminönü Belediyesi’nin kaldırılarak Fatih Belediyesi ile birleştirilmesine karar verilmesi aşamasında meydana gelen boşluktan istifade edilerek bina yapılmıştır” dedi. Katırcı, “Kanuna aykırı işlemler belediyenin Fatih Belediyesi’ne devri sırasında ortaya çıkan yetki boşluğu ve kargaşa sebebiyle bizim görgü ve bilgimiz dışında yapılmıştır” diye kendini savundu.

 

YIKACAK ALETLERİ YOKMUŞ

İçişleri Bakanlığı raporuna göre ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yıkım için alet edavatın bulunmadığını, 2009’dan bu yana otelin yıkımı için ihale açtıklarını, ancak ihalelere katılan olmadığını öne sürdü.

 

MUSTAFA DEMİR FAALİYETE GEÇİRDİ

Tarihi hamamın üzerine kaçak inşa edilen otele karşı 2006’dan bu yana mücadele veren ve otel sahibi Celal Yüksel tarafından ölümle tehdit edilen eski CHP Eminönü İlçe Sekreteri Gazi Doğan ise “Mustafa Demir, hakkında yıkım emri olan bu işletmeyi faal duruma getirdi. Otelin altyapı hizmetlerinden yararlanmasını sağladı. Fatih Belediyesi’nin verdiği ruhsatı iptal ettirmemize rağmen otel 3 yıl da ruhsatsız çalıştı” dedi.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 29.12.2013

"GÖKTÜRKLERDE OSMANLIYI GÖREBİLİRİZ"

 

 

Prof.Dr. Ahmet Taşağıl, Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı. Orta Asya tarihi üzerine çalışan nadir uzman akademisyenlerden olan Taşağıl, “Türk tarihi göç-boy sistemi-model devlet üzerine kurulu. O yüzden Türkiye Cumhuriyeti de Göktürklerin devamı oluyor.” diyor.

 

Dörtnala, uzak Asya’dan gelen Türkler kim?

Türklük, MÖ 3000’den günümüze akan büyük bir ırmak. Zaman içinde buna sağdan ve soldan başka kollar katıldı. Ama ırmağın esas adı Türk olduğu için hepsi bunun içinde yer aldı. Kaldı ki böyle bir çağda safkan ırk aramak doğru değil. Laboratuvar ırkçılığı son derece insanlık dışı. Sosyolojik anlamda millet dediğimiz şey, kültürden oluşur, genlerden oluşmaz.

 

Türk ırkı diye bir şey yok mudur yani?

Aynı şekilde Arap, Kürt, Arnavut, Çerkes ırkı da yok. Türk, Altay Dağları’nda doğan, sonra göçler dalgasıyla Avrupa’ya yayılan bir millet. Çin’e gidenler Çinlilerle, Ortadoğu’ya gidenler Araplarla temas etti ve kültürel alışverişte bulundu. Yaklaşık 120 Türk devletinin tamamı Türklerden oluşmaz. Ancak bu da kimseye ‘Türk yoktur!’ deme hakkını vermez.

 

Kemal Karpat, ‘Orta Asya’dan çıkmış ama dili, dini, siması hepsi değişerek yepyeni şekillere girmiş bir millettir Anadolu’daki Türkler’ diyor.

Bu sözün bilimsel bir tarafı yok… Tarihin esas malzemesi tarihi kaynaklardır. Çin kaynakları MÖ Türklere Tücuo diyor, 1882’de Abdülhamid’e Çin elçisi geliyor, o da Tücuo diyor. Ben Tuva’da, ki onlar Budist’tir, dağda bir çobanla karşılaştığım zaman konuştuğu dili anlıyorum. Kaldı ki Orta Asya’dakilerin Türk değiliz, demelerinin altında ‘Türk’ dendiğinde akla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının gelmesi yatıyor.  

 

Yeryüzünün çeşitli coğrafyalarına dağılmış olan Türklerin ortak paydası nedir?

Göktürk Devleti… Ben bu devletin aşağı yukarı her şeyiyle uğraştım. Orijinal belgeler üzerinde bunları yayınladım. Belgelerde, Türk milletinin nasıl var olduğunu görüyoruz. Ama Göktürklerden çıkacak en önemli sonuç, bir model devlet olmalarıdır. Göktürklerde Osmanlı’yı görebiliriz. Sadece askeri anlamda değil, idare anlamında da…

 

Mesela?..

Osmanlı’da Rumeli ve Anadolu Beylerbeyliği vardır. Göktürklerde ise sağ kanat şadı, sol kanat şadı var. Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar Türklerde koyun vergisi vardı. Tıpkı Göktürklerde olduğu gibi... Bu vergi Osmanlı’da daha sonra ‘ağnam’ adını aldı. Bu tarz örnekler çoğaltılabilir. Esas meselesi bir devamlılığın olmasıdır.

 

Türklerin Müslümanlığı kabul etmesi nasıl bir kırılma oluşturdu?

Türkler peyderpey İslam kültürü dairesine girdi, yüzde 90 oranında. Ama bu çok uzun bir süreç içinde gerçekleşti. 751’de halkaya dahil olma söz konusu ama sonuçlanması 16. yüzyılı buluyor. Kültürel merhalede herhangi bir kopma olmadı. Zaten eski Türk inanç sistemiyle İslamiyet arasında 25 noktada benzerlik var.

 

Eski Türk tarihine nasıl bakmalıyız?

Duygusal değil, bilimsel bir gözle bakılmalı. Orta Asya bütün Türklerin ana yurdu ama ilk yurdu da Hakasya’dır. Burası, Hazar Denizi’nden Kore’ye kadar olan bölgenin adı… Bizde Türk tarihi iyi yazılmadığında ya da Batılıların saçma sapan çıkarımlarını doğru kabul ettiğimizden dolayı büyük yanlışlıklar var.

 

Ne var mesela?   

Çok… Kitaplarımda bunları gösterdim. En temel yanlış Türk tarihini hanedanlar üzerinden açıklamışız. Ancak bütün Türklerin boy sistemi üzerine kurulu olduğunu bilmek lazım… Bu ayrım üniversitelerde yapılmıyor ki normal vatandaş bilsin. Türk tarihi abartılarak öğretildiği için sulandırılıyor. Türk tarihi göç-boy sistemi-model devlet üzerine kuruludur. Benim tarih teorim de bu. O yüzden Türkiye Cumhuriyeti de Göktürklerin devamı oluyor.

 

Enver Paşa, ‘Turan birliği’ni gerçekleştirebilir miydi?

Gerçekleştiremezdi. Orta Asya’nın yapısı biraz farklı, uzaktan göründüğü gibi değil. Geniş bir coğrafya ve her birinin ayrı bir özelliği var. Onları tek çatı altında toplamak çok zor olurdu. Dünyanın gerçeği farklı. Hayaller ile reel politiği birbirinden ayırmak lazım.

 

Coğrafyayı iyi bilen biri olarak İsmail Gaspıralı’nın ‘Dilde, işte, fikirde birlik’ önermesi gerçekleşir mi?

Gelecekte çok kolay olur. Bu düşünce, halkın şuuraltında hep var.

 

Türk birliği, Türkiye’siz daha başarılı olur

Tarihçiler genelde Osmanlı tarihi üzerine yoğunlaşır. Sizin Orta Asya sevdanız nereden geliyor?

İslam öncesi Türk tarihinin gizemli yönü beni çocukluğumdan beri çekmiştir. Zor olan şeyler hep cezbediyor. Bu tarihi bilmem için Çince öğrenmem gerekiyordu. O yüzden İstanbul tarihten mezun olur olmaz Tayvan’a gittim ve Çince öğrendim. 21 yaşındaydım…

 

Zor olmadı mı?

Bana kolay gelmişti.

 

Nasıl cesaret ettiniz?

Hayatta bazı riskler göze almadan büyük sonuçlar elde edemiyorsunuz. Bunu göze almam gerekiyordu ve aldım. Tarihe ve ilme aşık birisiydim, hala da öyleyim. Bu sevda beni Orta Asyalara götürdü. Ama bunu yaparken hiçbir zaman duygularımı karıştırmadım işime. Kaynaklar ne diyorsa oydu benim için.

 

Karşınıza ne çıktı peki?

Derin bir tarih… Tan yerinin ağarması gibi… Bir kere belge azlığı söz konusu. Burada sağlam bir teori kurmam gerekiyordu. Boy sistemi üzerinden meseleyi ele alıp yürüdüm.

 

Kaç dil biliyorsunuz?

Okuma anlamında Çince, Fransızca, İngilizce, Rusça, Farsça… Kazakça, Özbekçe gibi diller var bir de…

 

Orta Asya’da daha popülermişsiniz…

Yani… Gazete ve televizyonlara mülakat veriyorum genelde. Sovyetlerden çıktıkları için Türk tarihinin tahrifatı söz konusu. Şimdi orada da objektif bir tarih anlayışı, arayışı var. Türk tarihinin derinliğinden bahsediyorum.

 

Peki, bir Türk birliğine ihtiyaç var mı?

Orta Asya ölçeğinde var ama Türkiye’nin buna dahil olması gerekmiyor. Zaten Türkiye dış politikası çok da ilgilenmiyor o coğrafyayla. Bu sebeple bizim bulaşmamıza gerek yok. O birlik Türkiyesiz daha başarılı olur.    

   

İlgi nasıl eski Türk tarihine? Sizin gibi istekli talebeler var mı?

Alan çok zor, bilgi azlığından ötürü… Ama gün geçtikçe buralara alaka da artıyor. Yeni jenerasyonda Osmanlı’ya olduğu gibi İslam öncesi Türk tarihine de alaka var.

Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 29.12.2013

'ÇİNGENE KIZI'NI GÖRME ZAMANI

 

 

Zeugma Mozaik Müzesi, son zamanların en çok merak edilen yerlerinden biri. Üstelik gördüğü ilgi, Türkiye’yle sınırlı değil, tam anlamıyla dünya ölçeğinde. Zira toplam 2400 metrekareyi bulan mozaikleriyle, “dünyanın en büyük mozaik müzesi” unvanını halefi Bardo Müzesi’nden (1700 metrekare) almış bulunuyor.

 

Bu unvanın verdiği popülerlik ve müzenin sahip olduğu koleksiyonların uyandırdığı haklı ilgi, Gaziantep’in ziyaretçi trafiğini de oldukça hareketlendirmiş. Zeugma Mozaik Müzesi’nde ünlü “Çingene Kızı” mozaiğiyle göz göze gelmek için sıra bekleyenler arasında Anadolu’nun herhangi bir şehrinden gelen sade vatandaşlar da var, uluslararası kültür sanat çevrelerinden önemli isimler de... Türkiye’nin belki de en etkileyici müzesine dönüşen Zeugma Mozaik Müzesi mimarisi ve sergi düzeniyle bir modern sanat müzesinden farksız. Girişteki sabırsız hareketlilik, hafızalara kazınan klasik müze atmosferinin verdiği ağır havayı silip tatlı bir bekleyiş hissi uyandırıyor. Bu çok değerli eserlerle dolu müze, 3 binin üzerinde ziyaretçiyi ağırladığı ilk ziyaret gününden bu yana başta tarih meraklıları olmak üzere kalabalık ziyaretçi gruplarını ağırlamaya devam ediyor. Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nin hemen bitişiğinde yer alan Zeugma Mozaik Müzesi, iki katında 16 teşhir salonu barındırıyor. 2000’de Birecik Barajı su tutmaya başlamadan önce yapılan kurtarma kazısıyla ortaya çıkarılan mozaikler, ilk müzeden, eski bir Tekel fabrikasından dönüştürülen şimdiki yeni yerine taşınmış. Depolarda ve arazilerde korunan mozaikler ile çevredeki birçok mozaik de hızla restore edilip ilk kez sergilenmeye başlanmış.

 

ORTADOĞU’NUN MONA LISA’SI

Kazılarda çıkarılan Poseidon ve Euphrates ikiz villaları, mozaikler, duvar resimleri, çeşmeler, sütunlar ve duvarlar orijinal pozisyonlarında ve kazıda ele geçtiği boyutlarıyla sergileniyor. MS 1’inci yüzyıldan 6’ncı yüzyıla kadar mozaiklerin kronolojik sıraya göre ve kazı alanındaki doğal haliyle sergilendiği müzede, ayrıca koleksiyonunda bulunan 140 metrekare duvar resmi, 4 Roma dönemi çeşmesi, 20 sütun, 4 kireç taşından heykel, bronz Mars heykeli, mezar stelleri, lahitler ve mimari parçaların tamamını yine orijinaline bağlı kalınan halleriyle görmek mümkün. Müzedeki her eser göz kamaştırıcı ama en çok ilgiyi “Ortadoğu’nun Mona Lisa’sı” olarak anılan “Çingene Kızı” mozaiği görüyor. Müzenin yüzü haline gelen, halka küpeleriyle saç bağından dolayı Çingene Kızı olarak anılan mozaik, etkileyici biçimde sergileniyor. “Dionysos’un Düğünü”nü tasvir eden, ancak büyük bir bölümü çalındığından eksik kısımlarının görüntüsü lazerle tamamlanan mozaik de müzenin en çok ilgi gören parçalarından. Aynı şekilde Samsatlı Zosimos ustanın elinden çıkan “Afrodit Denizde”, bir zamanlar Zeugma’da Poseidon villasındaki havuzun zeminini süsleyen “Aşil’in Troya Savaşı’na Gidişi” isimli mozaik, “Eros ve Psyke” adlı büyük taban mozaiği de hayranlık uyandıran diğer parçalar arasında. Müzeyi adeta koruması altına almış görünen savaş tanrısı Mars’ın bronz heykeli de müzenin gözdelerinden. Gerçekte bir meydan heykeli olduğu bilinen Mars heykeli, teşhirde de meydan heykeli ve aynı zamanda Zeugma’nın koruyucusu olarak sergileniyor. Ziyaretçiler müze içindeki turda her noktadan heykeli görebiliyor. 3 boyutlu film gösterisi, çocuklar için ayrılmış bölüm, tabandaki ışık oyunlarıyla yapılan gösteriler müzede fark yaratan diğer ayrıntılar. İsteyenler de alt kattaki özel restorasyon bölümde mozaiklerin dizilişini izliyor. Zeugma Müzesi yolculuğu, kaçınılmaz sonun sergilendiği aile mezarıyla son buluyor. Müzenin baş döndüren atmosferinden, yine başlı başına bir yazının konusu olabilecek Gaziantep Müzesi’nin zengin koleksiyonuna uzanmayı ihmal etmeyin.

Habertürk, Haber: Levent Özçelik, 28.12.2013

ROMA DÖNEMİNE AİT MEZARLIK BULUNDU

 

Amasya'da bir inşaatın temel kazısında, Roma dönemine ait mezarlar ile yerleşim yerleri ortaya çıktı.

 

 

Amasya'da bir inşaatın temel kazısı sırasında, Roma dönemine ait mezarlar ile yerleşim yerleri ortaya çıktı. Yüzevler Mahallesi'nde sürdürülen temel kazısı sırasında kemik parçaları ile çok sayıda mezarın ortaya çıkması üzerine, Amasya Müze Müdürlüğü'ne haber verildi.

 

Söz konusu mevkide inşaat çalışmalarını durdurarak, 10 kişilik ekiple kurtarma kazısı başlatan Amasya Müze Müdürlüğü, ilk belirlemelere göre kazıda Roma dönemine ait 7 mezar ile yetişkin insanlara ait kemik parçaları ve yerleşim yerlerine ulaştı.

 

Amasya Müze Müdürlüğünce kurtarma kazısı sonrası ortaya çıkan mezarlar, kemik parçaları ve yerleşim yerinin içinde yer alacağı raporun, Samsun Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne sunulacağı öğrenildi.

Haber 7, 28.12.2013

2 BİN 200 YILLIK MEZARLAR ASFALT ALTINDA KALACAK

 

 

Bodrum'un Gümüşlük Beldesi'ndeki Myndos antik kentindeki geçtiğimiz yıl ortaya çıkartılan Hellenistik Döneme ait 2 bin 200 yıllık üç mezarın üzerinin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan alınan izinle kapatılıp, asfalt yol yapılacak olması tepkilere neden oldu.

 

Myndos Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, karara tepki gösterip, “Bu bölgede bu tür mezarların devamı mevcut. Önümüzdeki yıl burada kazılara devam edecekti. Böyle bir şeyi anlamak mümkün değil” dedi. Gümüşlük Beldesi'nde, üç yıl önce yapılan Bodrum Yarımadası İçme Suyu Projesi’nin hafriyat çalışması sırasında antik Myndos kentinin nekropol alanında Hellenistik Dönem'e ait üç mezar bulundu. O dönemde 2863 sayıl Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gereği, kurtarma kazısı, mezarların bulunduğu alanın Turgutreis-Gümüşlük-Yalıkavak hattını birbirine bağlayan ana yol üzerinde olması nedeniyle yapılamadı. Bunun üzerine Gümüşlük Belediyesi’ne Turgutreis-Gümüşlük-Yalıkavak yol bağlantısını sağlamak üzere yeni bir güzergah önerilip, bu yolun tamamlanması beklendi. Bu yıl Samanlık mevkiinden geçen bu yol tamamlanınca, ilgili kanun gereği yerine getirilerek, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi başkanlığında Myndos Antik Kenti Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin danışmanlığında kurtarma kazısı yapıldı. Mezarlardaki seramik kaplar, takılar ve iskeletler gün ışığına çıkartılıp, koruma altına alındı. Ortaya çıkan mezarlar nedeniyle kentin içinden geçen ve yasal olmayan yol kapatılıp, trafik yeni açılan Samanlık Mevkii’ndeki güzergaha yönlendirildi. Yapılan yeni yol kapanan yola göre 2 kilometre daha kısa ve daha az viraja sahip olmasına rağmen belediye eski yolun da tekrar trafiğe açılması için Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na başvurdu. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, aralık ayı başında “Mezarların üzerinin kapatıp, asfalt döküp yeniden yol olarak kullanılmasında sakınca yoktur” denilerek, gerekli izinler verildi.

 

 

“YOLUN AÇILMASI KAMUNUN YARARINA”
AKP'li Gümüşlük Belediye Başkanı Mehmet Tire, yolun tekrar trafiğe açılacağını doğrulayıp, “Buradaki kurtarma çalışmaları tamamlandı. Tarihi mezarların içerisindeki değerli eserler alınıp, müzeye teslim edildi. Buradaki yol imarı olmamasına rağmen çok aktif olarak kullanılıyordu. O bölgeden evlerine, işyerlerine giden insanlar var, Yolun açılması kamunun yararına olduğu için yolu tekrar açmak için gerekli izinleri aldık” dedi.

 

KAZI BAŞKANI TEPKİLİ
Myndos antik kenti Kazılarına 6 yıldır başkanlık yapan Prof.Dr. Mustafa Şahin, kurulun kararını duyunca inanamadığını belirtip, “Antik kentin tarihine ışık tutacak mezarların üzerinin kapatılıp asfalt dökülerek yol yapılacak olmasına anlam veremiyorum. 2 bin 200 yıllık tarihi geçmişe sahip bu mezarlar paha biçilemez. Ayrıca anılan bölgede bu mezarların devamının olduğunu biliyoruz. Gelecek yıl, bu kazılar devam edecekti. Bu konuyla ilgili bana ulaşan şu an resmi bir yazı yok. Kuruldan resmi yazı geldiğinde mezarların korunması ve kazı çalışmalarını sürdürülmesi, diğer mezarların ortaya çıkarılması için gerekli raporumu yazacağım. Çünkü 1. Derece Arkeolojik SİT nekropol alanı ve imar planında olmayan bir yol antik eserlerin üzerinden geçirilmeye çalışılıyor. Kurulun böyle bir karar verebileceğine ihtimal vermek istemiyorum” diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 28.12.2013

NE ÇEKTİN BİZANS TARİHİ!

 

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin bahçesinde bulunan 5. yüzyıldan kalma Theodosius Zafer Takı’nın sütun başlıklarındaki doğal oyuklar bazı öğrenciler tarafından kültablası ve çöp tenekesi olarak kullanılınca Sanat Tarihi, Arkeoloji ve Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarma Bölümü öğrencileri, eserlerin üniversite hocalarının gözetiminde onarılması yönündeki isteklerini Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na bildirdi. Dekanlık ise tarihi eserlerin üniversite hocalarının gözetiminde okul bünyesindeki laboratuvarlarda öğrenciler tarafından onarılması kararını aldı.


Ancak bu karar dönem sonuna denk geldi. Öğrenciler dönem sonu sınavlarıyla uğraşırken, dekanlık tarihi eserlerin kültablası olarak kullanılmaması için ilginç bir yöntem geliştirdi ve Theodosius sütun başlıklarındaki oyukları alçıyla doldurulup üniversitenin bahçesine geri bıraktı.
Okul yönetimi tarafından apar topar yapılan alçılı korumaya tepkili olan öğrenciler de sütun başlıklarının uzmanlar tarafından restore edilmesi yönündeki isteklerini bir daha üniversite yönetimine bildirdi. Bu girişimden sonuç alamayan öğrenciler, Theodosius Zafer Takı’nın içindeki alçıları temizleyerek eski haline getirdikten sonra, eserleri tekrar okulun bahçesine bıraktı.

Tarihi eserlerin yanına küllük bırakıldı
Okul yönetimin yaptığı alçılı korumanın tarihi eserlere zarar verdiğini ve bu sebeple eserleri onardıklarını belirten İstanbul Üniversitesi ‘Mekansal Müdahale İnisiyatifi’ üyesi öğrenciler korsan restorasyonunun amacını şu şekilde belirtti:
“Bistürilerle Bizans döneminden kalma sütunlara mekanik temizlik yaparak dökülen alçıyı yerinden çıkarttık ve bilimsel olarak eseri olması gereken şekliyle onardık. Saf alkolle eserler tamamen temizlendikten sonra üniversite bahçesine bırakıldı. Yönetimini sigara söndürüyorlar bahanesine karşılık eserlerin yanlarına birer adet kültablası da bıraktık. Bölümlerimizi ve bilim etiğini yok sayan üniversite yönetimine tavsiyemiz eserleri bahçede bulunan çimenlerin üzerine bir platform oluşturarak eserleri sergilemesidir. Öğrenci ve akademisyen onayı olmaksızın yapılan bu tarz her uygulama bizce müdahaleye açıktır. Bu üniversitenin öğrencileri olarak bilim ürettiğimiz kampüslerin bir parçasıyken bilimin yok sayılmasına sessiz kalmayacağımızı, kampüsü tümden sahiplendiğimizi tekrar dile getiriyoruz.’’

Radikal, Haber: İdris Emen, 27.12.2013

SABANCI KOLEKSİYONU VE ARŞİVİ DİJİTAL ORTAMDA

 

 

Dünyanın dört bir yanından akademisyen ve araştırmacıların, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM) koleksiyon ve arşivlerine erişmesini mümkün kılan DigitalSSM projesi tamamlandı.

 

Proje kapsamında, SSM’nin dijital ortama aktarılan Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu, Resim Koleksiyonu, Abidin Dino Arşivi ve Emirgan Arşivi’ne ait tüm bilgiler, digisu.sabanciuniv.edu adresinde kullanıma açıldı. Sakıp Sabancı Müzesi’nin Sabancı Üniversitesi Bilgi Merkezi’yle ortak  gerçekleştirdiği, Türkiye’nin kültürel mirasına büyük katkı sağlaması beklenen projede; koleksiyon ve arşivlere ait bilgiler, 77.000’den fazla yüksek çözünürlüklü görsel ile destekleniyor. DigitalSSM; yurtiçi ve yurtdışından akademisyenler, araştırmacılar, müzeciler, Türk ve İslam sanatına ilgi duyanlar, koleksiyonerler, sanat tarihi ve tarih öğrencileri için önemli bir kaynak oluşturuyor. Tarama ve arşivleme işlemi uluslararası standartlara göre yapılan, Türkçe ve İngilizce hazırlanan sitede, gelişmiş arama yapılabilen CONTENTdm yazılımı kullanılıyor. Çoklu dil özelliğine sahip ve farklı dosya formatlarını destekleyen kullanıcı dostu yazılım sayesinde, anahtar kelimelerle tüm arşiv taranabiliyor.

Zaman, 27.12.2013

İSTANBUL'DA REZA ZARRAB PANİĞİ

 

Rüşvet operasyonu müzayede evlerini de vurdu.Tarihi eserlere meraklı olan ve sık sık İstanbul’da düzenlenen müzayedelere katılan Ebru Gündeş’in eşi işadamı Reza Zarrab, müzayedecileri de sıkıntıya soktu! Zarrab, son dönemde aldığı, değerleri yaklaşık 20 milyon lirayı bulan tablo ve antika eşyaların paralarını ödemeden cezaevine girince birçok müzayede evi kara kara ne yapacağını düşünmeye başladı.

 

Reza Zarrab, rüşvet operasyonundan iki gün önce Antik A.Ş.’nin düzenlediği açık artırmada 1 milyon 50 bin liraya Nazmi Ziya’nın ‘Kendi Evi’ adlı tablosunu satın aldı. Aynı müzayedede 250 bin liraya yıldız porselen tabağı ve 380 bin liraya da porselen buhurdan alan Zarrab, eserler kendisine teslim edildikten 2 gün sonra tutuklandı. Devlet eserlere el koyarken parasını tahsil edemeyen Antik A.Ş. zor durumda kaldı.

Habertürk (Kısaltarak), 27.12.2013

NEANDERTHALLERDE 'DİABET GENİ' BULUNDU

 

 

Latin Amerika’da şeker hastalığına yakalanma riskini arttırdığı anlaşılan bir gen türünün, modern insanın en yakın akrabası olarak bilinen Neandertallerin ‘mirası’ olduğu ortaya çıktı.

 

Modern insan ırkının Afrika’yı terk ettikten yaklaşık 60-70 bin yıl sonra Neandertal ırkıyla karıştığı biliniyor.

 

Bu da, Neandertal genlerinin Afrika kökenli olmayanların tümünün genom haritasına karıştığı anlamına geliyor.

 

Nature (Doğa) dergisinin yayımladığı araştırmaya göre 8 binden fazla Meksikalı ve diğer Latin Amerikalılarda yapılan gen analizlerinde (GWAS) ortak özellikler taşıyan bir gene rastlandı. GWAS araştırmaları, ortak özelliğe sahip olup olmadıklarını tespit etme amacıyla farklı bireyler üzerinde yapılan analizleri ele alıyor.

 

Yüksek risk oranlı geni barındıranların, o gene sahip olmayanlara kıyasla diyabet hastalığına yakalanma risklerinin yüzde 25 daha fazla olduğu anlaşıldı.

 

Hem anne, hem de babası aracılığıyla bu geni taşıyanlarda ise diyabete yakalanma riskinin yüzde 50 arttığı görüldü.

 

‘SLC16A11’ adlı bu gene, aralarında Latin Amerikalıların da olduğu Kızılderili soyundan gelenlerin yarısında rastlandı.

 

Bu gen, Doğu Asyalıların da yaklaşık yüzde 20’sinde tespit ediliyorken, Avrupa ve Afrika kıtalarında ise nadir görüldüğü belirtildi.

 

'Yeni bir ipucu'

ABD’nin Massachusetts eyaletindeki Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Max Planck Evrimci Antropoloji Enstitüsü’nün ortak araştırması, Sibirya’daki Denisova Mağarası’nda yaşayan Neandertal’de tespit edilen SLC16A11 geninin ‘Tip 2’ diyabet hastalığına yakalanma riskiyle bağlantılı olduğunu ortaya koydu.

 

Yapılan analizlere göre, SLC16A11 geni, Neandertal ve modern insanların karışmasıyla insanoğluna geçti.

 

Neandertal genlerine çok seyrek rastlanıyor. Günümüzde Afrika kökenli olmayanların genlerinin yaklaşık yüzde 2’sinin, 30 bin yıl öncesine kadar Avrupa ve Asya’nın doğusunda 300-400 bin yıl boyunca yaşayan Neandertaller’den kalma olduğu biliniyor.

 

Bilim insanları, Neandertallerin kalıtımsal etkilerini yeni yeni tespit etmeye başladı.

 

Massachussetts’teki Broad Enstitüsü’nde görevli araştırmanın yazarlarından David Altshuler, “Bu çalışmanın en heyecan verici yanlarından biri, diyabet hastalarının biyolojik yapısıyla ilgili yeni bir ipucu keşfetmiş olmamız” dedi.

 

SLC16A11 geni, vücudun çeşitli kimyasal tepkileriyle bağlantılı olan molekülleri (metabolitleri) taşıyan proteinler için kodlama yapan gen ailesinin bir parçası.

 

SLC16A11 proteinin seviyelerinin değiştirilmesi, diyabet riskine neden olan yağ türünün miktarının da değişmesini sağlayabilir. Araştırma sonuçları, SLC16A11’in hücrelerdeki yağ oranlarını etkileyen, dolayısıyla da Tip 2 diyabet hastalığına yakalanma riskini arttıran bir metabolitin taşınmasıyla bağlantılı olabileceğini gösteriyor.

BBC Türkçe, 26.12.2013

SİLUETE 23 KAT DAHA

 

İstanbul’un siluetine gölge düşürdüğü iddialarıyla uzun süre tartışılan Zeytinburnu’ndaki 16/9 projesi, aynı bölgede yer alan 111 dönümlük tank fabrikası arazisinin 23 kat inşaat izni ile ihaleye çıkmasının ardından tekrar gündemde. 16/9 projesinde mülk edinenlerin haklarını nasıl geri alabileceği merak konusu oldu. Konu hakkında değerlendirmelerde bulunan Avukat Cevat Kazma, mahkemece yıkımına karar verilen ve şuan temyiz aşamasında olan projede mal sahibi olan kişilerin yaşadıkları mağduriyetin en az kayıpla nasıl giderilebileceğini anlattı.

 

BELEDİYE VE ŞİRKET SORUMLU

Avukat Cevat Kazma, öncelikle belediyenin hukuka aykırı idari bir işlemde bulunduğunu ve idari işlemlerin hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli mahkemelerin de yürütmeyi durdurmadığının altını çizdi. Şu anda 16/9’un hukuka aykırı bir yapı olarak varlığını sürdürdüğünü, iskan hakkı olmadığını, krediye uygunluğunun bulunmadığını ve bu durumların mal sahipleri için yatırımlarının değerini kaybetmesine sebep olduğunu söyleyen Cevat Kazma, iptal kararı neticesinde oluşan bu mağduriyetten inşaat şirketinin ve belediyenin sorumlu olduğuna dikkat çekti.

Mülk sahiplerinin bir an önce uygulaması gereken hukuki prosedürden bahseden Cevat Kazma, iptal ve yıkım kararı sonrası mülk değerinin ne oranda değiştiğini gayrimenkul eksperleri tarafından belirlenmesi gerektiğine değindi. Mülk sahiplerinin maddi zararlarını inşaat şirketinden ve belediyeden talep edebileceklerini söyleyen Cevat Kazma, inşaat şirketinin de maddi zararlarını hukuken belediyeden talep edebileceğini söyledi. Ancak Avukat Cevat Kazma’ya göre, inşaat sektörünün belediyelere bağımlı olması dolayısıyla şirketin belediyeye dava açmak istemesi zor görünüyor.


SORUMLU KAMU YÖNETİMİ

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkanı Eyüp Muhçu konuya ilişkin açıklamasında şunları söyledi. “Sözkonusu gökdelenlerin teknik kurallara, hukuka uygun bir operasyonla uygun bir hale getirilmesi mümkündür. Bu süreçte bu binalardan mülkiyet edinen vatandaşların mağdur edilmemeleri önemli bir unsurdur. Yurttaşlar yargı yoluna başvurarak mağduriyetlerinin giderilmesini isteyebilirler. Olası zararların giderilmesi ve tazminatların kamuya yıkılmaması ve sorumlu olanlara ödettirilmesi sağlanmalıdır. Sorumlulara rücu edilmelidir, kamunun sırtına aktarılmamalıdır. Gökdelenler daha yapılmadan arsa sahibine ve yapımcı firmaya, yönetime biz gerekli Çed raporunu sunmuştuk. Birince derecede sorumlu olan kamu yönetimleridir.”

 

HUKUKİ SÜREÇ DEVAM EDİYOR

16/9 gökdelenlerini inşa eden Astay İnşaat CEO’su Atilla Öztürk henüz kesinleşmiş bir yıkım kararının olmadığını belirterek, “Şu ana kadar böyle bir karar sözkonusu değil. Hukuki süreç devam ediyor, temyiz süreci devam etmektedir. Bu nedenle ne malikler, ne taraf şirket olarak bizimle ilgili kesinleşmiş bir mahkeme kararı yok. Hukuki süreç sona erdiğinde gereken neyse konuşulur”dedi.

Taraf,26.12.2013

YENİ BAKANIMIZIN ESKİ FAALİYETLERİ

 

İstanbul'un en tartışmalı projelerin ardındaki isim Çevre ve Şehircilik Yeni Bakanı İdris Güllüce olabilir mi?

İlişkileri kurmanın bulmacaya döndüğü ülkemizde kentsel sorunlara çözüm arayanlar, zincirlerin halkalarını daha kolay görmeye başladı diyebiliriz. Belediye üyelerinden inşaat firmalarına kadar giden süreçte "paranoyaklıktan" ziyade temkinli olmak adına kentsel aktörleri tanımamız gerektiğine inanıyoruz. 

 

Çevre ve Şehircilik Yeni Bakanımız İdris Güllüce ile başlayalım. 1989'da Kartal Belediye Meclis üyeliği, 1994'te yerel seçimlerinde RP'den 1999 yerel seçimlerinde de Fazilet Partisinden Tuzla Belediye Başkanlığı'na seçilmiş hali hazırda AKP Milletvekili yapmakta olan bakan, 17 Aralık imar operasyonlarının ardından 25 Aralık 2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndan istifa eden Erdoğan Bayraktar yerine göreve getirildi. 2007 Seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı döneminde beraber çalıştığı ve AKP'nin ikinci kez iktidara gelmesiyle yine meclisteki yerini alan kadrodan olan Güllüce, 3 Kasım 2002 seçimlerinde TBMM'ye giren 14 vekilden biri olma şansını elde etmişti.

 

Göztepe Parkı'na Cami, 3. Köprü ve Dubai Kuleleri gibi Tartışmalı Kararların Ardındaki İsim

İdris Güllüce'nin İstanbul'da süregelen tartışmaların geçmişinde yer aldığını söylemek mümkün. Çok hızlı bir tarama yapıldığında bugün kentin temel tartışma zeminlerinden olan bazı konularda Güllüce'nin İBB Başkan Vekilliği yapmış olduğu dönemde verdiği kararlar bulunuyor.

 

Bunlardan ilki eski İETT Garajı üzerine yapılması planlanan Dubai Kuleleri. Başbakan'ın Dubai'ye yaptığı ziyaretin hemen sonrasında başlayan yatırım süreci, İstanbul için yoğun bir tartışma dönemi olmuştu. Hatta süreçten o denli mutlu olan Başbakan "Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim" diyordu...

 

 

Pazarlamaya da Maktum ailesiyle başladı. Levent'teki eski İETT Garajı arsasına inşa edeceği Dubai Towers-İstanbul'la (Dubai Kuleleri) ilgili inşaat alanını genişleten plan değişikliği, İdris Güllüce başkanlığında toplanan İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından kabul edilmişti. Söz konusu değişiklikle 1/5.000 ölçekli nazım imar planında "ticaret" alanı olarak görülen yer "turizm+ticaret" alanına çevrilmişti.

 

Ayrıca, 3 bodrum kat daha yapma imkanı da getirildi. Eski planda 138 bin 786 m2 (3 emsale göre) toplam inşaat alanı, 104 bin 859 m2 bir artışla 5.8 emsale denk gelen 243 bin 645 m2 çıkarılmıştı.

 

Satış, rayiç satış bedeli, kamu yararını gözetilmemesi, ihaleye giren firmaların profili, verilen emsalin çevredekine oranla farklı oluşu gibi bir çok sebeple iptal olmuştu!

 

Göztepe'ye Camii İmzası İlk Ondan mı Geçti?

 

 

İddialara göre Başkan Topbaş'ın yurtdışı ziyareti sırasında kendine vekillik yapan Güllüce, Topbaş'ın Göztepe Parkı'nın camii olmasını içeren plan değişikliği kararını onaylamıştı.

 

Fakat Göztepe Parkı ile başlayan tartışmalar "örtülü bir çekişme" yaşandığı söylentileriyle devam etti. Belediye'de çift başlı yönetim ve gücü aşan yetkiler iddiaları kuvvetlenmişti. Güllüce'nin görevine son verildi. Aynı dönemde İBB Genel Sekreteri Ramazan Evren ve Yardımcısı Mihmail Mangan da görevden alındı. O dönemde muhalefet partileri belediyedeki güc karmaşısını da göstererek görevden alınmaların Başbakan Erdoğan'nın isteğiyle olduğunu söyledi.

 

Dikkat edilmesi gereken bir nokta ise Mesut Pektaş bu dönemde İBB Genel Sekreteri görevine getirildi.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı'nın habersizliği yalnızca, Meclisin Göztepe Parkı'na cami oldu bittisiyle sınırlı değildi. Meclis'in 3. Köprü konusunda aldığı beklenmedik karar da Kadir Topbaş'ınbak bu konu hakkında da haberi olmadığını göstermişti. Önemli kararların altında hep Başkanvekili İdris Güllüce'nin imzası vardı.

 

Köprüleri Yıkan 3. Köprü Habersizliği!

 

 

Belediye Meclisi'nin 14 Ekim'de Belediye Başkan Vekili İdris Güllüce'nin yönettiği oturumunda Bayındırlık Bakanlığı ile İstanbul Belediyesi arasında 2002'de çerçeve protokolü imzalanan 3. Köprü teklifi gündeme geldi. İmar ve Bayındırlık Komisyonu'ndan gelen rapora karşı çıkan CHP'liler, dosyadaki bilgilerin yeterli olmadığını, dosya tamamlandıktan sonra meclise getirilmesini önerdi. Ancak öneri kabul görmedi.

 

Tüm bu tartışmalar yaşanırken, köprünün güzergahı konusunda da net bilgi verilmedi. Boğaz'a köprüye karşı olduklarını belirten CHP'lilerin itirazlarına rağmen oylamaya geçildi. Ve Boğaz'a 3'üncü köprü yapılmasıyla ilgili 1/5.000 ölçekli planlarda değişiklik yapılmasını isteyen teklif, AKP'lilerin oylarıyla kabul edildi.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi üyeleri böylece, projeyi görmeden ve güzergahı belli olmadan 3. Boğaz Köprüsü'nü onaylamış oldu.

 

Belediye Başkanı Kadir Topbaş yine sonradan öğrendiği bu kararı, bu kez veto ederek Meclis'e geri gönderdi. Topbaş'ın veto ettiği karar Meclis'te yeniden görüşüldü, Başbakan'ın, köprünün daha kuzeye, Karadeniz'e doğru bir yere yapılmasına yönelik görüşleri bugün ise bir gerçek olarak karşımızda...

 

Kaçak Yapılaşma

Güllüce, İBB Başkanvekilliği döneminde Florya Atatürk Ormanı'nda yapılan kaçak lojmanlarıyla da anıldı. Arazi, Belediye mülkiyetindeyken belediye başkanlarının kullanılması için tek katlı lojmanlar olarak kullanılmaya başlanmıştı.

 

 

1 No'lu Koruma Kurulu Tarafından 1999 yılında 2. Derece Doğal Sit Alanı ilan edilen orman alanı, turistik faaliyet dışında her türlü yapılaşmanın yasak kararı ise 2004 yılında Yargıtay tarafından onaylanmıştı. Buna rağmen inşaata kaçak bir şekilde devam edildi ve Florya Atatürk Ormanı'nda aralarında Kadir Topbaş, Mustafa Demir, Feyzullah Kıyıklı, Hüseyin Bürge, Mehmet Çakır, Nevzat Er, Ahmet Misbah Demircan, Aziz Yeniay gibi isimlerin de yer aldığı 11 AKP'li ilçe Belediye Başkanı alanı lojman olarak kullanmaya devam etti.

 

İBB 2009 yılında iddiaları reddetti ve yaptığı açıklamada; "İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi kararı ile sadece İstanbul halkının kullanımına tahsis edilmek üzere ve maksimum 1020 m2 alanda ve tek katlı, bodrum katı da olmayan, hafif çelik sistemde, sökülüp takılabilir bir yapı sistemi ile sosyal tesis oluşturulabilecektir." diyerek; "Yapılaşmaya açma ifadesinin hiçbir şekilde doğru olmadığı, 2005 yılında bu alanda önceki yıllarda yapılmış 1000 m2 bina ve müştemilatın (depo-at ahırı vs) yıkılarak yeşil alana katıldığı kaydedilen açıklamada, şu bilgilere yer vermişti:
"Alan içerisinde bulunan beton zeminler kaldırılarak yeşil alan olarak düzeltilmiştir. Burada yapı yoğunluğunu artıran değil, aksine azaltan işlemler gerçekleştirilmiştir.". Başbakan'ın halkın içine karışın talimatına kadar başkanlar ikametlerini sürdürdü.

 

Sonuç olarak yazı, yeni bakanımızın eski icraatlarının bir derlemesi. Ama asıl soru kaliteli fiziksel çevrenin varoluş ihtimallerini, sermaye odaklı bir sistemde sorgulamak. Yani makamların ve aktörlerin zaman içerisinde değişebileceğini, kenti yöneten asıl dinamiğin sermaye iktidar ilişkisi olduğu bilincini oturtabilmek. Yani Çevre ve Şehircilik Bakanımızı değiştirmektense kentlere bakış açımızı değiştirmek belki... Belki o zaman bu yazı herhangi bir "yeni bakanımızı tanıyalım" içeriğine hapsolmaktan çıkacaktır...

Arkitera, Kaynak: Cumhuriyet - Hürriyet, Derleyen: Derya Gürsel, 26.12.2013

'KAYIP' 11 TARİHİ ESER İŞ KULELERİNDE GÖRÜLDÜ

 

Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.'nin koleksiyonuna kayıtlı olan 11 adet tarihi sürahi, ibrik, kase ve gülabdan kayboldu. İstanbul Arkeoloji Müzesi denetiminde "Korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlığı koleksiyonculuğu" faaliyetinde bulunan Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş'ne ait tarihi şişelerin nasıl kaybolduğu incelemeye alındı.

 

Altın yaldızlı ve değişik desenlerde olan eserlerin kapaklarının da kayıp olduğu bildirildi. Müze denetçilerinin yaptığı denetimlerde kayıp olduğu bildirilen tarihi niteliğe sahip eserlerle ilgili İl Kültür Turizm Müdürlüğü'ne yazı yazıldı.

 

Eserlerin kayıp olduğu bilgisine Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın resmi internet sitesinde de yer verildi. Aralarında Osmanlı dönemine ait bulunan gülabdan ve ibriklerin de bulunduğu cam eserler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sitesinde "Yurt içinde çalınan eserler" başlığı altında "Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A. Ş.'nin Koleksiyonuna Kayıtlı 11 Adet Şişe ve Kapaklar" başlığıyla yer aldı.

 

Ancak Şişe Cam Fabrikaları yetkilileri, tarihi niteliğe sahip olan cam eserlerin İş Bankası Kuleleri'ndeki muhafazalı alanda sergilendiğini açıkladı. Sergi alanından fotoğraf da paylaşan Şişe Cam yetkilileri, eserlerin kayıp olduğuna dair kendilerine bir bilgi ulaşmadığını kaydettiler. Yanlışlığın nereden kaynaklandığı anlaşılamadı. İş Kuleleri'nde sergilenen cam eserlerin aynı eserler olup olmadığı araştırılıyor.

 

İŞTE O ESERLER:

























Habertürk, 26.12.2013

TARİHİ GÖKMEDRESE MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLECEK

 

 

Tokat Valisi Mustafa Taşkesen, tarihi Gökmedrese'nin kent müzesine dönüştürüleceğini bildirdi.

Taşkesen, Tokat Valiliğinin internet sitesi aracılığıyla yaptığı açıklamada, bugüne kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve geçmişte önemli ticaret yolları üzerinde bulunan Tokat'ın doğası, turizm potansiyeli ve verimli topraklarıyla özellikli bir il olduğunu belirtti.

 

Birçok uygarlığın izlerini bünyesinde barındıran Tokat'ta, 900 yıllık eserlerin bulunduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:

"Bölgeyi ziyarete gelen turistlere kültürel mirasımızın tanıtımını sadece bölgedeki tarihi eserleri göstererek yapmak, kültürümüzün eksik anlaşılmasına neden olmaktadır. Onlara kültürümüzü yaşayabilecekleri bir ortam sunmak, kültürümüzün tanıtımı açısından yapılması zorunlu bir faaliyettir. Bu faaliyeti gerçekleştirmek amacıyla Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünün hazırladığı 'Tokat Kent Müzesi Fizibilite Projesi' ile Tokat'ta kent müzesinin oluşturulması sağlanacak. Projeyle, bölgeyi ziyaret gelen turistlere kültürümüzü yaşayabilecekleri tabii bir ortam sunulması amaçlandı. Bu amaçla hazırlanan 'Tokat Kent Müzesi Fizibilite Projesi', Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı tarafından da kabul edildi."

 

Proje kapsamında fizibilite çalışması yapılacağını belirten Taşkesen, "Gökmedrese'nin kent müzesine dönüştürülmesi için hazırlanan projeyle kültürel mirasımızın yaşatıldığı ve tanıtıldığı bir ortam oluşturulacaktır. Bu çalışmayla bölgemiz, turizm cazibe merkezi haline getirilecektir. Turizm faaliyetlerinin etkinliğini artırmak, bölge halkı için alternatif ekonomik girdi sağlamak ve bu sayede dolaylı olarak yeni istihdam alanları yaratmak, projemizin temel amaçlarıdır" ifadelerini kullandı.

Yeni Şafak, 25.12.2013

SİLUETİ YIKIM DEĞİL HUKUK KORUYACAK!

 

İstanbul’un siluetine gölge düşürdüğü iddialarıyla gündeme gelen Zeytinburnu’ndaki 16/9 projesinde mülk edinenlerin haklarını nasıl geri alabileceği merak konusu. Avukat Cevat Kazma, mahkemece yıkımına karar verilen projede mal sahibi olan kişilerin yaşadıkları mağduriyetin en az kayıpla nasıl giderilebileceğini anlattı.

 

 

Konu hakkında değerlendirmelerde bulunan Avukat Cevat Kazma, öncelikle belediyenin hukuka aykırı idari bir işlemde bulunduğunu ve idari işlemlerin hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli mahkemelerin de yürütmeyi durdurmadığının altını çiziyor. “Bina tamamlanıp, fiilen kullanılmaya başlandıktan sonra verilen iptal/yıkım kararı sadece inşaat şirketini değil, orada mülk edinen kişileri de ilgilendiriyor. Geç işleyen bir adalet durumu söz konusu. En başta yürütmeyi durdurma kararı verilmiş olsaydı, büyük olasılıkla inşaat şirketi projeyi revize etme yoluna gidecekti ve mülk sahibi olacakların mağduriyeti söz konusu olmayacaktı.”

 

Hukuka aykırı bir yapı olarak varlığını sürdürüyor

Şu anda 16/9’un hukuka aykırı bir yapı olarak varlığını sürdürdüğünü, iskan hakkı olmadığını, krediye uygunluğunun bulunmadığını ve bu durumların mal sahipleri için yatırımlarının değerini kaybetmesine sebep olduğunu söyleyen Cevat Kazma, iptal kararı neticesinde oluşan bu mağduriyetten inşaat şirketinin ve belediyenin sorumlu olduğuna dikkat çekiyor.

 

Mülk sahiplerinin bir an önce uygulaması gereken hukuki prosedürden bahseden Avukat Cevat Kazma, iptal ve yıkım kararı sonrası mülk değerinin ne oranda değiştiğini gayrimenkul eksperleri tarafından belirlenmesi gerektiğine değindi. Mülk sahiplerinin maddi zararlarını inşaat şirketinden ve belediyeden talep edebileceklerini söyleyen Cevat Kazma, inşaat şirketinin de maddi zararlarını hukuken belediyeden talep edebileceğini söyledi. Ancak Avukat Cevat Kazma’ya göre, inşaat sektörünün belediyelere bağımlı olması dolayısıyla şirketin belediyeye dava açmak istemesi zor görünüyor.

Yapı, 25.12.2013

ÇOBAN MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ RESTORASYONU TAMAMLANIYOR

 

Mimar Sinan'ın önemli eserleri arasında yer alan Gebze'deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesi, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından nisan ayında tekrar hizmete açılacak.

 

 

Mimar Sinan'ın 1522 yılında Gebze'ye kazandırdığı Çoban Mustafa Paşa Külliyesi'nde, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü tarafından 1 yıl önce başlatılan restorasyan çalışmaları devam ediyor. Gebze'nin Kuzeybatısına hakim bir tepe üzerinde yer alan külliyedeki restorasyon çalışmaların yüzde 80'i tamamlandı. Restorasyon çalışmalarını yürüten firma yetkilisi Halil Demirel, külliyedeki eskiyen kaplama kurşun levhaların söküldüğünü ve yerlerine yenilerinin konulduğunu belirterek, bunun için yaklaşık 240 ton kurşun levha kullandıklarını vurguladı.

Demirel, restorasyon çalışmalarında o dönemlerde yapılan özel karışım çamur kullanıldığını ifade etti. Kubbelerdeki sökülen kurşun kaplamaların kalınlıklarının 1 milimetre, yeni kaplamaların kalınlığının ise 2 milimetre olduğunu anlatan Demirel, eskiyen cami avlusunun Ankara’dan getirilen Andezit taşıyla kaplandığını söyledi. Demirel, desenlerin de özel boyalarla kalem yöntemiyle aslına uygun olarak yeniden çizildiğini belirterek, yangına karşı otomatik söndürme sisteminin de kurulduğunu söyledi.

Yapı, 25.12.2013

"AKM İNSANLIĞIN ORTAK EVİDİR"

 

Sanatçılar Girişimi ve Tiyatro Platformu, Türkiye Barolar Birliği desteğiyle AKM’nin tadilatıyla ilgili mahkemenin verdiği karar uymayan Kültür ve Turizm Bakanlığı hakkında suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.

Ankara’da yapılan sonucu aldıkları kararla davanın önümüzdeki hafta açılmasına karar verildi.

Tiyatro Platformu adına Orhan Aydın dava açacaklarını şu şekilde duyurdu: “Atatürk Kültür Kerkezi’nin ‘koruma kurulu kararlarıyla tadilatını’ içeren mahkeme kararını uygulamayanlar hakkında, Türkiye Barolar Birliği desteği ile suç duyurusunda bulunuyoruz. AKM insanlığın ortak evidir.”

Taraf, 25.12.2013

KURUL ÜYELERİ FAKSLA GÖREVDEN ALINDI!

 

 

Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından görevden alındı. Görevden alınma bilgisi Koruma Kurulu üyeleri toplantıdayken Ankara’dan fax ile iletildi. İddiaya göre; toplantı sırasında görevden alınma ile toplantıyı yarıda bırakan Koruma Kurulu Üyeleri’nin arasında Koruma Kurulu Başkanı Yüksel Dinçer ve Koruma Kurulu Başkan yardımcısı Gülsün Tanyeli bulunuyor.

 

“Bir an önce açıklama yapmalarını bekliyoruz”

Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin temsilciliği olan Nevşehir’de davaları bulunuyor.  Koruma Kurulu’nun kararlarının da bulunduğu dava süreçleri için Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan açıklama beklediklerini ifade etti. Hakkan: “Kültür ve Turizm Bakanlığı Koruma Kurulu’nu görevden almayı uygun görmüş olabilir, yalnız bunun kamuoyuna açıklanması gerekçesinin bildirilmesi lazım. Koruma Kurulu üzerinde bir şaibe mi var? Neden görevden alındığını öğrenmek için Bakanlığa yazı yazdık, bir an önce açıklama yapmalarını bekliyoruz” ifadelerini kullandı.

 

Mimarlar Odası Ankara Şube Genel Sekreteri Tezcan Karakuş Candan: “Nevşehir Koruma Kurulu’na soruşturma açıldığı ve soruşturma neticesinde görevden alındığı duyumunu aldık. Nevşehir temsilciliği bilindiği gibi Mimarlar Odası Ankara Şubesi’ne bağlı. Bu nedenle de Koruma Kurulu’nun özellikle Dünya Mirasi Kapadokya’ya ilişkin bazı kararlarını yargıya taşımıştık. Kurul üyeleri hakkında yapılan soruşturma ve görevden alınma nedenleri dava süreçlerimiz için çok önemli.  Bakanlığa resmi yazı ile soruşturma kapsamındaki müfettiş raporlarını sunduk. Cevap bekliyoruz”  dedi.

 

Candan, soruşturmanın dava süreçlerini de etkileyebileceğinin de altını çizerek Bakanlıkça açıklama yapılması gerektiğini sözlerine ekledi. Mimarlar Odası Ankara Şube Oda yöneticileri açıklama beklerken Koruma Kurulu üyeleri sessizliğini bozmuyor.

Yapı, 25.12.2013

SOTHEBY'S'İN SATTIĞI KALİGRAFİ
SAHTE ÇIKTI

 

Geçtiğimiz eylül ayında Sotheby’s müzayedesi tarafından başyapıt olarak nitelenen ve bin yıl önce Çin’de Song Hanedanı şairi Su Shi tarafından yapılan kaligrafi 8.2 milyon dolara Şangaylı koleksiyoner Liu Yiqian’a satılmıştı.

Eser, Yiqian’ın şahsi müzesinde sergilenmeye hazırlanırken, üç sanat tarihçisi parçanın sahte olduğunu ve 19. yüzyılda sanat eserlerini kopyalamak için kullanılan eski bir teknikle üretildiğini duyurdu.

Soethbeys, eserin arkasında durduğunu ve durumu inceleyeceklerini söyledi. Sahte çıkması durumunda para, sahibine geri verilecek. 

Akşam, 25.12.2013

TARİHE TEKNO-MÜZE DEVRİMİ

 

Kültür Bakanlığı’na bağlı müzeler yenileniyor. Ziyaretçilerin algılarına hitap etmeyi hedefleyen Bakanlık; müzeleri interaktif sunum, sanal canlandırma ve hologram gibi dijital teknolojilerle modernize ediyor.  

 

Bünyesinde 188 müze ve 131 ören yeri bulunduran Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzeleri sadece eserlerin sergilendiği, depolandığı soğuk mekanlar olmaktan çıkarmayı amaçlıyor. Bakanlık, müzeleri aynı zamanda ulusal ve uluslararası konferansların, seminerlerin düzenlendiği; çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetlerin gerçekleştirildiği; bilimsel yayınların yapıldığı ve Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunan eğitim ve kültür kurumları haline getirmek için kolları sıvadı. 

DEĞİŞİMİN REHBERİ DİJİTAL 
İnteraktif müze anlayışını yerleştirmek isteyen Bakanlık, 16 müzeyi elden geçiriyor. En çok üzerinde durulan konu ise ziyaretçilerin algısına hitap etme. Bakanlık teknolojinin tüm imkanlarından faydalanıyor. Tanıtım ve bilgilendirme amaçlı interaktif sunum, sanal canlandırma ve hologram gibi teknolojiler kullanılarak yenilenen müzeler, çağdaş müzecilik anlayışına uygun hale getiriliyor.   

 

TOPKAPI DA YENİLENİYOR

2014’te yeni haliyle açılması planlanan müzeler şöyle: Aksaray Müzesi, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Bartın Amasra Müzesi, Gaziantep Arkeoloji Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Mutfaklar ve Koğuşlar Bölümü, İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi, İstanbul Yıldız Sarayı Devlet Kabul Salonu ve Saray Müze, İzmir Efes Müzesi.

Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 25.12.2013

"MARMARAY KAZILARINDA ÇIKAN TARİHİ ESERLER EL ALTINDAN SATILDI MI?"

 

 

CHP İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, yolsuzluk operasyonuyla gündeme gelen Marmaray kazısından çıkan tarihi eserlerin el altından satıldığı iddiasının Başbakan tarfından cevaplanmasını istedi.

 

CHP'li Kadir Gökmen Öğüt, Marmaray kazılarında çıkan tarihi eserlerle ilgili iddiaları Meclis gündemine taşıdı. Öğüt, Başbakan Tayyip Erdoğan'a,"Bulunan tüm eser ve kalıntılar kalem kalem belirtilmek üzere nerelere nakledilmiştir?" diye sordu. Öğüt ayrıca, kazılarda çıkan eserlerin el altından satıldığı iddialarının doğru olup olmadığının yanıtlanmasını istedi.

 

Öğüt'ün, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesi şöyle:

“Yapımına 2004 yılında başlanan Marmaray Projesi, önemli tarihi kalıntılar çıkarılmasına sebep olmuştur. Arkeologların başarılı çalışmaları ve büyük emekleri sayesinde Üsküdar’da 4,5 dönümlük bir alanda Hrysapolis kenti bulunmuş, İstanbul tarihinin 2700 yıl öncesine değil 8500 yıl öncesine gittiği saptanmış, cilalı taş döneminde bir köy yerleşmesine, 8400 yıllık ahşap küreklere ve dönem insanının kullandığı ahşap ve kemikten araçlara ulaşılmıştır. Bulunan tüm eser ve kalıntıların Arkeopark’ta ve Marmaray Müzesi'nde sergileneceği de kamuoyuna yansımıştır.

 

Marmaray çalışmalarının başladığı günden bu yana hangi ilçe ve bölgelerde arkeolojik kazılar yapılmıştır?

 

Söz konusu bölgelerde kalem kalem belirtilmek üzere hangi tarihi eser, kalıntı, araçlara vs ulaşılmıştır?

 

Bulunan tüm eser ve kalıntılar kalem kalem belirtilmek üzere nerelere nakledilmiştir?

 

Yapılan kazılarda kaç arkeolog görev almıştır?

 

Kamuoyuna yansıyan, kazılar esnasında çıkan tarihi eserlerin el altından satıldığı iddiaları doğru mudur?”

T24, Haber: Hülya Karabağlı, 24.12.2013

EN SAĞLAM LAHİT KÜTAHYA'DA

 

 

Dünyadaki 20 Amazon lahdinden en sağlamı Kütahya Arkeoloji Müzesi'nde bulunuyor. Kütahya’ya gelen ziyaretçiler lahdi Kütahya Arkeoloji Müzesinde görebiliyor.

 

1990 yılında defineciler tarafından Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan ve o tarihten bu yana Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen 1843 yıllık Amazon lahdinin bir karı-koca için yapıldığı ifade ediliyor. 1.60 santimetre yüksekliğinde, 2.40 santimetre uzunluğunda ve 1.24 santimetre genişliğindeki lahit, Kütahya’ya gelen ziyaretçilerin yoğun ilgisini çekiyor.

 

Amazon lahdinin MS 160 yılında yapıldığı ve dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan 20 Amazon lahdinin en sağlamı olduğunu ifade eden yetkililer “Lahit, 1990 yılında defineciler tarafından Çavdarhisar'da bulundu. Lahit, üzerindeki Grekler ile Amazonlar çatışmasını anlatan figürlere hiçbir zarar verilmeden çıkarılarak müzeye konuldu. Dünyada Amazonlara ait 20 lahit olduğu biliniyor. Bunların içinde en sağlamı ise bizim müzemizde sergileniyor” dediler.

Haber 3, 24.12.2013

'İKİNCİ KAPADOKYA' KAPILARINI TURİZME AÇIYOR

 

 

Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir illeri sınırları içinde yer alan ve "İkinci Kapadokya" olarak nitelenen Frig Vadisi, son yıllardaki tanıtım çalışmalarıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgisini bekliyor.

 

Kütahya-Eskişehir karayolunun 26. kilometresindeki Sabuncupınar Köyü'nden başlayan ve Kütahya'nın doğu kesimi boyunca uzanan çamlar arasındaki kayalık alan, Frig Vadisi olarak adlandırılıyor.

Vadinin, ilin sınırları içinde kalan kısmı Sabuncupınar, Söğüt, İnli, Fındıklı köyleri civarındaki kuzey alan ile daha güneydeki Ovacık Köyü olmak üzere iki bölümden oluşuyor.

Kentin doğusunda eski bir yanardağ olan Türkmen Dağı'nın tüfleriyle örtülü Frig yaylaları, eski çağlardan beri çeşitli kavimlerce iskan edildi.
Volkan türünün kolay işlenebilir bir kayaç olması, bölgenin en eski halklarından biri olan Friglerin bunları oyma ve yontma yoluyla çeşitli amaçlarla kullanmalarını sağladı. Friglerin ana tanrıçası Kybele'ye adanmış açık hava tapınaklarıyla savunma amaçlı yapılar, en çok dikkat çeken eserler arasında bulunuyor.

Bunların yanı sıra Roma döneminde kayaların oyulmasıyla meydana getirilen çeşitli barınaklar, mezar odaları, ağıl ve ahır olarak kullanılan mekanlar, sarnıçlar ve ambarlar da yer alıyor. Çeşitli dönemlerde ise bunlara ilaveten kilise ve şapeller inşa edilmiş.

Kütahya Valisi Şerif Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir illerini kapsayan Frig Vadisi'nin bir yanardağ olan Türkmen Dağını'nn tüflerinden oluştuğunu söyledi.

Frig Vadisi'nin, zaman içerisinde çeşitli kavim ve medeniyetlere ev sahipliği yaptığını belirten Yılmaz, ''Frigya döneminde buralara, günlük yaşamın bütün sosyal donatılarının eklendiği, yumuşak dokunun işlenmesi suretiyle yeraltı şehirleri oluşturulmuş. Bugün halen bu eserler ayakta. Bir kısmı doğal şartlar itibariyle zaman içerisinde kaybolmuş ama halen bölgemizde bu eserlerden görmemiz mümkündür'' dedi.

Turizme kazandırılmaya çalışılıyor
Yılmaz, Frig yapılarının korunması amacıyla 2009 yılında, Bakanlar Kurulu kararıyla Frigya Kültürel Mirasını Koruma ve Kalkınma Birliği'nin kurulduğunu ve amacının da burasının tanıtılması olduğunu dile getirdi.

Bu bölgeyi yerli ve yabancı turizme açmak için çalıştıklarını belirten Vali Yılmaz, şöyle konuştu: ''Buradaki yaşam alanları, MÖ 900 ve 600 yılları arasında yaşayan Friglilerden başlamak üzere Romalılara ve Bizanslılar dönemine kadar iskan edilmiş. Bu bölgenin değerlerinin günümüze aktarılması için çalışmalar çok büyük önem arz ediyor. Çünkü Anadolu'daki kültüre, medeniyetlerin beşiği diyoruz, o beşiklerin nelerden oluştuğunu ortaya çıkarılması adına çalışmalar yapılacak. Bu birliğimiz, bugüne kadar değişik etkinlikler gerçekleştirmiş. Bisiklet ve doğa yarışmaları, yer, yön, levha ile ilgili çalışmalar. Bölgemizin belki de tek eksiği, güzergah üzerindeki yerlerde istenilen düzeyde sosyal donatı ve konaklama imkanının fazla olmayışıdır. Özellikle turizme, yatırım yapmak isteyen müteşebbisler açısından çok önemli bir imkan sunacaktır diye değerlendiriyorum."

"Bölgemizde aslında bir Kapadokya yatıyor" diyen Yılmaz, şöyle devam etti: "Ama daha Kapadokya kadar gün yüzüne çıkaramadığımız için gerek bölgemizde, gerek ülkemizde gerekse dışarıda çok fazla bir tanınmıyor. O nedenle biz bunu kamuoyuyla paylaşıp, tanıtımını yaparak turizme kazandırmayı hedefliyoruz. Turizmin sadece deniz, kum ve güneşten olmadığını, Anadolu'nun değişik medeniyetlerinin mekanı olduğunu da göstermek istiyoruz. Frig Vadisi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından birinci dereceden arkeolojik ve doğal sit alanı olarak ilan edilmiştir.''

Yılmaz, burasının sit alanı olduğundan dolayı aslına uygun olmayan yapılaşmanın da mümkün olmadığını sözlerine ekledi.

Sabah, 24.12.2013

 

******


FRİG VADİSİ TURİZME AÇILIYOR

 

 

Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir illeri sınırları içinde yer alan ve "İkinci Kapadokya" olarak nitelenen Frig Vadisi, son yıllardaki tanıtım çalışmalarıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgisini bekliyor. 

 

Kütahya-Eskişehir karayolunun 26. kilometresindeki Sabuncupınar Köyü'nden başlayan ve Kütahya'nın doğu kesimi boyunca uzanan çamlar arasındaki kayalık alan, Frig Vadisi olarak adlandırılıyor. 

 

Vadinin, ilin sınırları içinde kalan kısmı Sabuncupınar, Söğüt, İnli, Fındıklı köyleri civarındaki kuzey alan ile daha güneydeki Ovacık Köyü olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Kentin doğusunda eski bir yanardağ olan Türkmen Dağı'run tüfleriyle örtülü Frig yaylaları, eski çağlardan beri çeşitli kavimlerce iskan edildi. Volkan türünün kolay işlenebilir bir kayaç olması, bölgenin en eski halklarından biri olan Friglerin bunları oyma ve yontma yoluyla çeşitli amaçlarla kullanmalarını sağladı. 

 

Friglerin ana tanrıçası Kybele'ye adanmış açık hava tapınaklarıyla savunma amaçlı yapılar, en çok dikkat çeken eserler arasında bulunuyor. Bunların yanı sıra Roma döneminde kayaların oyulmasıyla meydana getirilen çeşitli barınaklar, mezar odaları, ağıl ve ahır olarak kullanılan mekanlar, sarnıçlar ve ambarlar da yer alıyor. 

 

Çeşitli dönemlerde ise bunlara ilaveten kilise ve şapeller inşa edilmiş. Kütahya Valisi Şerif Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir illerini kapsayan Frig Vadisi'nin bir yanardağ olan Türkmen Dağını'nn tüflerinden oluştuğunu söyledi. 

 

Frig Vadisi'nin, zaman içerisinde çeşitli kavim ve medeniyetlere ev sahipliği yaptığını belirten Yılmaz, "Frigya döneminde buralara, günlük yaşamın bütün sosyal donatılarının eklendiği, yumuşak dokunun işlenmesi suretiyle yeraltı şehirleri oluşturulmuş. Bugün halen bu eserler ayakta. Bir kısmı doğal şartlar itibariyle zaman içerisinde kaybolmuş ama halen bölgemizde bu eserlerden görmemiz mümkündür" dedi.

Turizm Gazetesi, 27.12.2013

'BULUNMASI ZOR' OSMANLI

 

 

Portakal Sanat ve Müzayede Evi, farklı koleksiyonlardan derlediği bulunması zor eserleri 'Osmanlı'dan Başyapıtlar' sergisinde sunuyor.

 

Portakal Sanat ve Kültür Evi, bu kez bir müzayedeyle değil sergiyle izleyici karşısına çıkıyor. 28 Aralık’a kadar görülebilecek ‘Osmanlı’dan Başyapıtlar’ sergisinde farklı koleksiyonlardan derlenen ‘bulunması zor eserler’ biraraya getiriliyor. Bu sergiyle dedesinden başlayan bir geleneği devam ettirdiğini söyleyen, müzayede evinin sahibi Raffi Portakal, “Benim en sevdiğim şeylerden biri insanların gelmesi eserler hakkında sorular sorması ve onlara o eserleri anlatabilmek.

Müzayedelerde satışlar anlık oluyor. Ancak böylesi sergiler açmanın tadı, insanların bir araya gelmesi eserler önünde vakit geçirmeleri konuşmaları. Eskiden babam ve dedem, o dönemin tabiriyle dükkancı, şimdinin tabiriyle galerici kimlikleriyle, mekanda sanatseverleri ağırlar, onlarla kahve içip sohbet ederlerdi. Son zamanlarda insanlar evlerine eserleri sipariş ediyor ya da sadece müzayededen satın alıyorlar. Ben buna rağmen bu kez müzayede yerine sergi düzenleyerek bu sohbet, toplanma, sergi geleneğini devam ettiriyorum” diyor. Sergide Mahmut Cuda’dan Şeker Ahmed Paşa’ya Türk resminin farklı dönemlerinden eserlerinin yanı sıra görülebileceklerden bazıları Halife Abdülmecid’in tabloları, kıyafetnameler, Galatalı Ahmed Nail’in serlevhası ve minyatürleri...

Radikal, 24.12.2013

DİNO'NUN ESERLERİNİN YARISI İKSV'YE BAĞIŞLANDI

 

 

Türkiye'nin dünyaca ünlü ressamlarından Abidin Dino’nun eşi Seniha Güzin Dino, eşine ait bütün resim, hat ile diğer eserlerinin yarısını İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na (İKSV) bağışladı.

 

Fransa’da yaşayan ve 30 Mayıs 2013’te 103 yaşında hayata gözlerini yuman Güzin Dino tarafından Beyoğlu 2. Noterliği’nde 1995 yılında vasiyet düzenlendiği ortaya çıktı. Güzin Dino, vasiyette ölümünün ardından eşi Abidin Dino’ya ait eserlerin adına yakışır şekilde yurtiçi ve yurtdışında sergilenmesi, yazınsal eserlerinin kitaplaştırılması, hayatı ve eserleri üzerine yapılacak araştırmaların desteklenmesi ve adına bir müze yapılması şartlarıyla mirasının yarısını İKSV’ye bıraktı.

 

Güzin Dino, belirttiği şartların gerçekleştirilmesi kaydıyla yurtiçi ve yurtdışında bulunan nakit ve gayrimenkul mal varlığının yarısını, kendisine ait resim, hat koleksiyonunun tamamını, eşine ait eserlerden elde edilecek tüm telif haklarını, eşiyle kendisine ait mektup ve yazışmaları da İKSV’ye bıraktı.

 

Abidin Dino tarafından yapılmış resim, seramik, heykel ve özgün baskıların iki eşit kümeye ayrılarak, birinci bölümün İKSV’ye bırakılmasını isteyen Güzin Dino, geri kalan eserler ile gayrimenkul ve nakit paranın geriye kalan yarısının da amca ve hala çocukları olan Gül Ar ile yazar Füsun Akatlı’ya eşit olarak bırakılmasını vasiyet etti. Güzin Dino’nun 1995 yılında düzenlediği vasiyetnameyle mirasını bıraktığı amcasının torunu yazar Füsun Akatlı da 2010 yılında yakalandığı kanser hastalığı sonucu hayatını kaybetti.

 

ABİDİN DİNO

Abidin Dino (1913-1993) çağdaş Türk resminin öncü isimlerinden biri olarak kabul edilir. Türkiye’de D Grubu ve Yeniler Grubu adlarıyla anılan sanat topluluklarında yer alan Dino; Fransa, ABD ve Cezayir gibi ülkelerde sergiler açtı. Fransa Plastik Sanatlar Birliği Onur Başkanlığı ve New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı gibi görevler üstlendi. Dino, siyasi düşünceleri nedeniyle bir süre Türkiye’de sürgünde yaşadı, 1952’den itibaren de hayatını Paris’te sürdürdü.

 

GÜZİN DİNO

1942’de İstanbul Üniversitesi Roman Filolojisi Profesörü Eric Auerbach’ın asistanlığını yapan Güzin Dino, 1943’te ünlü ressam Abidin Dino ile evlendi. Fransa’ya yerleşen Abidin Dino’nun yanına giden Güzin Dino, Paris’te Ulusal Bilimler Merkezi’nde çalıştı. Türkiye Pen Kadın Yazarlar Derneği üyesi de olan Güzin Dino, “Türk Romanının Doğuşu”, “Gel Zaman Git Zaman, Abidin Dino’lu Yıllar”, “Sensiz Her Şey Renksiz” gibi yapıtlara imza attı. Dino, Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal’in eserlerini Fransızca’ya çevirerek Fransızlara Türk edebiyatını tanıttı.

Habertürk, Haber: Serdar Kulaksız, 24.12.2013

BEYOĞLU KORUMA AMAÇLI İMAR PLANLARI İPTAL

 

Beyoğlu semt derneklerinin 2011 yılında yürürlüğe sokulan 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planlara karşı açtığı dava sonuçlandı; İdare Mahkemesi, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli 'koruma' amaçlı imar planlarını iptal etti.

 

Beyoğlu, Tarihi Kentsel Yerleşim Alanları İstanbul I Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 07.07.1993 gün, 4720 sayılı kararı ile 'Kentsel Sit Alanı' ilan edilmişti. 2863 Sayılı Koruma Mevzuatı uyarınca altı ay içinde yapılması gereken Koruma İmar Planları, 2011 yılına kadar yapılamamıştı.

 

Bu süreçte plan yapmakla yükümlü İstanbul Büyükşehir Belediye'sinde (İBB) sırası ile Recep Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna ve Kadir Topbaş; Beyoğlu Belediyesi'nde ise Nusret Bayraktar, Kadir Topbaş ve Ahmet Misbah Demircan başkan olarak görev yaptı. Ancak 18 yıl boyunca Beyoğlu Kentsel SİT alanı plansız kaldı. İBB, yapılan itirazlara rağmen, 2011 yılında 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planları yürürlüğe aldı.

 

Planlara karşı yapılan eleştirilerin en önemlileri, koruma mevzuatına ve evrensel koruma ilkelerine aykırı olarak yürürlüğe sokulması, ayrıcalıklı imar hakları tanınmasıydı.

Yapı, 24.12.2013

 

******


'GEZİ' PROJESİ DE TAMAMEN İPTAL OLDU

 

 

İstanbul 10. İdare Mahkemesi'nin, Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı'nı 'şehircilik ilkelerine uymadığı için' iptal etmesiyle, Gezi Parkı ve çevresindeki Taksim Meydan düzenlemesi projesi de tamamen kadük kaldı.

 

1993 yılından 2011 yılına kadar plansız kalan Beyoğlu İlçesi bu tarihte İBB tarafından Koruma Amaçlı Nazım İmar Planına kavuşmuştu. Lakin İBB tarafından hazırlanan 1 / 5000 Ölçekli Beyoğlu Koruma Amaçlı Nazım İmar planı ile buna bağlı olarak oluşturulan 1 / 1000 ölçekli Uygulama planlarını İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nce iptal edildi. Mahkeme planın şehircilik ilkelerine uymadığı görüşünde. 

Bu durumda Gezi Parkı ve çevresindeki Taksim Meydan düzenlemesi projesi tamamen kadük kaldı. Çünkü bu projelerin temeli bu plana dayanıyordu. Diğer yandan Beyoğlu ilçe sınırları içinde çok sayıda ihya, yenileme ve kentsel dönüşüm projeleri de var. Taksim Meydanı’nda Maksemin arkasındaki otoparka yapılması düşünülen cami ile yine meydandaki Aya Triada Kilisesi’nin önündeki büfelerin yıkılarak meydanın açılması projesi de plan iptali ile birlikte geçiş dönemi yapılaşma şartları Koruma Kurulu’nca belirlenene kadar yapılamaz. 

Aynı şekilde AKM’nin yıkılıp yerine daha fonksiyonel olacağı düşünülen yeni kültür merkezinin de bu şartlarda hayata geçirilmesi mümkün görünmüyor. Majik Sineması ve Maksim Gazinosunun yıkılarak yerine başlayan inşaatın da geçiş dönemi yapılaşma şartları belirlenene kadar durması gerekiyor. 

Dev projeler planda zaten yok!
Mahkemenin kararı, Beyoğlu’nda çok tartışılan Tarlabaşı, Perşembe Pazarı ve Galataport gibi projeleri direkt olarak etkilemeyecek. Örneğin 5366 sayılı yasa kapsamına alınarak ‘yenileme alanı’ ilan edilen Tarlabaşı için imar planında yalnızca ‘projeye göre yapılır’ notu eklemek yeterli oluyor. Koruma Kurulu’nun onaylaması halinde bu projeler hayata geçiriliyor. Dolayısıyla nazım imar planının iptali projeyi etkilemiyor. ‘Galataport’ özelleştirme alanı olduğu için burada plan yetkisi Özelleştirme İdaresi’nin elinde. Galata Kulesi çevresi ve Park Otel de ‘Turizmi Teşvik Kanunu’ kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yetkisinde. Bu projeleri hayata geçiren uygulama imar planları meslek odaları tarafından ayrı ayrı yargıya taşınmıştı. 10. İdare Mahkemesi iptal gerekçesinde bu durumu da eleştirerek, imar planlarının ‘bütünsel olmadığını’, Meclis-i Mebusan Caddesi’ndeki sigorta, banka gibi şirket merkezlerinin yerini otellerin almaya başladığına vurgu yaptı. Perşembe Pazarı ve Galata Rıhtımı liman bölgelerindeki projelerin plana işlenmemesini de eleştiren mahkeme, bu projeler hayata geçtiğinde bölgenin yoğun şekilde etkileneceğine dikkat çekti. 

Yine 5366 sayılı yasa çerçevesinde yenileme alanı olarak yapılan Demirören AVM, Emek Sineması, Beyoğlu eski belediye binası da bu iptal kararından etkilenmiyor. Beyoğlu İlçesi'ne bakan 2 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 6 ay içinde geçiş dönemi yapılaşma şartlarını belirlemek zorunda. Bu şartlar belirlendikten sonra ise bölgedeki tüm inşaat projeleri koruma kurulunun onayı ile birlikte hayata geçecek. Bu süre içinde ise yenilme alanları dışındaki tüm projeler durmak zorunda.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 24.12.2013



******


BEYOĞLU KARARI EMSAL OLUR

 

Beyoğlu koruma uygulama ve Beyoğlu nazım imar planlarının İstanbul 10. İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle ilgili Korhan Gümüş “Basit bir karar değil, Yassıada Projesi gibi pek çok proje için emsal olabilir” derken, İstanbul Şehir Plancılar Odası Başkanı Erhan Demirdizen “Ben kararı ihtiyatla yaklaşıyorum geçiş döneminde keyfi uygulamalar olabilir” dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2011 yılında hazırlanan Beyoğlu’nun ‘koruma amaçlı’ imar planları, Cihangir Güzelleştirme Derneği ve Galata Derneği’nin açtığı dava sonucu önceki gün mahkeme tarafından iptal edildi. Mahkeme, karara gerekçe olarak planların üst ölçekli planlarla uyumsuz olmasını, bütünsel olarak hazırlanmamış olmasını ve katılımcı olmamasını gösterdi.

 

HALİÇ TERSANESİ’NE EMSAL TEŞKİL EDER

Kararı Taraf’a değerlendiren Taksim Paltformu’ndan Mimar Korhan Gümüş “Bu basit bir mahkeme kararı değil. Önemli yankıları, etkileri olacak. Karar, planlama anlayışının esasını sorguluyor” dedi. Gümüş kararla kamu idaresine “yamalı bohça gibi plan yapamazsın” dendiğini belirterek şöyle devam etti: “Mahkeme belediyeye, ‘Şurası yenileme alanı, burası özelleştirme alanı, oraları dışarıda tutuyorum, buranın kararını Ankara verir’ diyemezsin” diyor.” Bu kapsamda Haliç’teki tersane alanının özelleştirilmesini örnek veren Gümüş, “Bu projeye karşı dava açılabilir. Mahkemenin iptal kararı emsal teşkil edecek. Yassıada, Sivriada gibi projelere de dava açılabilir” dedi.

 

TARLABAŞI PROJESİ ETKİLENMİYOR

Tarlabaşı projesi gibi projeler Beyoğlu’nu koruma amaçlı imar planları dışına çıkarılıp özel projeler kapsamında yapıldığı için mahkeme kararından doğrudan etkilenmiyor. Yapımı tamamlanmış projelerde de geriye dönüş imkanı bulunmuyor. Ancak imar planının iptali gündemdeki Taksim camii projesinin iptali anlamına geliyor.

İstanbul Şehir Plancılar Odası Erhan Demirdizen imar planının tamamen iptaline ihtiyatlı yaklaştığını belirterek, “Keşke planın sorunlu kısımları iptal edilseydi” dedi. Demirdizen yeni imar planı hazırlanana kadar Koruma Kurulu’nun “geçiş dönemi yapılanma koşulları” kapsamında ilkeler belirleyeceğini, sit alanlarıyla ilgili kararların bu ilkeler çerçevesinde alınacağını belirterek “Bu teknik açıdan da mevzuat açısından da çok sıkıntılı, keyfi uygulamalara neden olabilir. Ben bunu kaygıyla izliyorum” dedi.

Beyoğlu’nun 1993’te ‘kentsel sit alanı’ ilan edilerek korumaya alınan bölümü için ‘koruma amaçlı’ imar planları 18 sene gecikmeli olarak 2011’de hazırlanabilmişti. Ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce hazırlanan Beyoğlu’nu koruma amaçlı imar planının önceki gün iptal edilmesiyle birlikte Beyoğlu yine koruma plansız kalmış oldu.

 

BEYOĞLU BELEDİYESİ İTİRAZ EDECEK

Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Taksim Camisi ve Galatasaray katlı otoparkının da yer aldığı Beyoğlu koruma ve nazım imar planlarının İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nce iptal edilme kararına itiraz edeceklerini açıkladı.

 

Adalar’ın imar planı yenilenecek

İller Bankası (İlbank), İstanbul’un Adalar bölgesinin imar planını yenileyecek. İlbank Genel Müdürü Tuncay Karaman, bölgenin daha önce 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’nın hazırlanmamasının birçok soruna yol açtığını vurguladı. Adalar Belediyesi’nin bu sorunu çözmek için Belediye Meclis Kararı ile 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planının hibe yoluyla yapımı için kendilerine başvurduğunu belirten Karaman, imar planının kent kimliği ve marka değerinin öne çıkarılmasına yönelik yaklaşımla hazırlandığını ifade etti. Karaman, plan çalışmasının ilk aşaması olarak analitik etüt ve arazi kullanım çalışmaları uygulama imar planı ile kentsel tasarım projelerine başlandığını kaydetti.

Taraf, 26.12.2013

 

******


BEYOĞLU'NDAN TEMYİZ TALEBİ

 

Beyoğlu Belediyesi, İstanbul 10’uncu İdare Mahkemesi’nin iptal ettiği “Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama Planı” ile ilgili Temyiz başvurusu yapacak, sonuç alamazsa yeni plan hazırlayacak.

 

Beyoğlu Belediyesi’nden yapılan açıklamada, “Temyiz kararına bağlı olarak gerekirse yeni bir Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama Planı hazırlanacaktır. Karar sürdürülen önemli projeleri etkilemeyecektir” denildi.

Hürriyet, 26.12.2013

 

******


NE OLACAK BU TAKSİM'İN HALİ?

 

 

İstanbul 10’uncu İdare Mahkemesi, Taksim Cami projesi ve Galatasaray Katlı Otoparkı dahil, birçok projenin dayanağı olan 1/1000 ölçekli “Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama Planı” ile 1/5000 ölçekli “Beyoğlu Nazım İmar Planı”nı iptal etti. Mahkeme kararında, her iki planın bölgenin özelliğini yeterince gözetmediğini, bütünsellikten uzak, koruma amacından ve korumaya ilişkin yasal mevzuattaki kurallara uzak olduğunu, yasal mevzuatta aranan kurallara da uygun olmadığını bildirdi. Uzmanlara, mahkemenin kararının doğru olup olmadığını, Beyoğlu’nu etkileyip etkilemeyeceğini sorduk. 

'Bundan böyle toplum beklentileri dikkate alınır'
TMMOB Mimarlar Odası Başkanı Eyüp MUHCU:

Hukuksuzluğu yargı durdurdu. Mahkeme zaten daha önce Taksim Kışlası ve Gezi Parkı’nı durdurdu. Yerel yönetimin anlayışı değişmediği sürece Beyoğlu planlı veya plansız yağmaya devam edilmektedir. Son dönemlerde Beyoğlu ve Taksim çevresindeki en büyük yağma, planlı yapılmıştır. Planla kent suçu işlenmiştir. Her durum bugünkünden daha iyidir. Bu anlayış değişmediği sürece nihayetinde orada durum değişmeyecektir. Ama o anlayışın değişeceğine dair güçlü işaretler var. Toplumda yeni umutlar filizleniyor. Sağlıklı kentleşme ve nitelikli yaşam alanlarının elde edilmesi yönünde toplum beklentilerinin bundan sonra daha fazla dikkate alınacağını düşünüyorum.

'Bütünü değil sorunlu kısmı iptal edilmeliydi'
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Erhan DEMİRDİZEN:

İptal kararı, Haliç, Karaköy ve Tophane’ye kadar olan kısımları kapsıyor. Bu alandaki imar uygulamaları şu an itibarıyla durdurulmuş oldu. Geçmişte de bu alan uzun yıllar plansızdı. 1993 yılında bu bölgeyle ilgili imar planı mahkeme kararlarıyla iptal edilmişti. Bu plan onaylanıncaya kadar hiçbir plan uzun süre yürürlükte kalamadı. Bu plan da iptal olunca aslında geçmişten beri devam eden imar uygulamaları tekrar devam edebilir endişesi taşıyorum. Kararla birlikteilk düşündüğüm; keşke planın sadece olumsuz tarafları iptal edilseydi oldu. Planın bütününün iptal edilmesi, Koruma Kurulu ve belediye, projeyi onaylarken herhangi bir dayanaktan yoksun hale gelebiliyor. Tüm planın iptalini biraz sakıncalı buluyorum. Uygulama açısından keyfi bir dönemi başlatır mı diye endişe ediyorum.

'Planın iptal edilmesi belirsiz bir ortam oluşturacak'
Yüksek Mimar Sinan GENİM:

20 yıldır Beyoğlu’nun bir imar planı yok. Şehirciliğin temel bir söylemi vardır: En kötü plan bile, plansızlıktan daha iyidir. Tek tek bunların hepsini mahkemeye mi taşıyacağız? Yanlış yapıldığını düşünüyorum. Planın iptal edilmesi şu anda belirsiz bir ortam oluşmasına yol açacak. Bu planlar yapılırken STK’ların, birçok kamu kuruluşunun fikri alınıyor. Hazırlanma sürecinde insanlar itirazlarını yapmıyorlar. Sonrasında plan iptal edilince kaos doğuyor. Bu kaosun sonuçları herkese zarar veriyor Bir dönem Koruma Kurulları’nın geçici yapılanma koşullarıyla iş idare edilecek. Plan olmadığı müddetçe Taksim Meydanı’nın nasıl planlanacağı da belirsiz bir hale dönüştü. Hiçbir yönetici şu durumda inisiyatif kullanmak istemeyebilir.

'Adrese teslim parçalı planlama suçtur'
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet SOĞANCI:

Bütüncül planlamanın dışında yapılan adrese teslim planlamaların tamamını kente karşı işlenmiş bir suç olarak görüyoruz. Böyle parçalı planlama ayrıca şehir planlamacılığıyla ilgili bütün öğretilere aykırıdır. Yargı, haklılığımızı onaylamış oldu. Biz daha önce de yayalaştırma projesinin de Gezi Parkı’na AVM yapılmasının da yanlış olduğunu söylemiştik.

Taksim, Şanzelize bulvarıgibi düzenlenmeli’
İstanbul Esenyurt Üniversitesi Mimarlık BölümBaşkanı Mimar/Yard. Doç.Dr. Erdal EREN:

Taksim’deki Atatürk Heykeli baz alınarak çalışma yapılmalıdır. Şu haliyle meydan bitik, bomboş ve betonlaşmış bir haldedir. Şimdi Atatürk Anıtı’ndan Elmadağ’a kadar Paris’deki Şanzelize Bulvarı gibi düzenleme yapılmalı. Tarihsel geçmişimizi korumak için sadece Taksim Kışlası’na bakmamalıyız. Bu açıdan bakıldığında mahkeme kararı doğrudur.

'Bir yol açıldı iyi değerlendirilip İstanbullulara sorulsun'
YTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep ENLİ:

İstabulluların, mesleki çevrelerin, akademisyenlerin ne görüşleri ne de itirazları dikkate alınmadan yapılan bu planların iptal edilmiş olmasını doğru buluyorum. Hataları düzeltmek için önümüze bir yol açıldığını umuyorum. Şimdi yapılması gereken; her kesimin katılımına olanak tanıyan bir planlama süreci başlatılmasıdır.

Habertürk, Haber: Şükran Özçakmak, 27.12.2013

ANTİK ANTANDROS'A MÜZE İÇİN SPONSOR ARANIYOR

 

 

Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne bağlı Altınoluk Beldesi yakınlarındaki Antandros Antik Kenti'nde, yürütülen kazı çalışmalarından elde edilen eserlerin sergileneceği müze kurulması için girişim başlatıldı.

 

Altınoluk Tarihi Antandros Kentini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Mehmet Sakaroğlu, kazı çalışmalarının 13 yıldır devam ettiğine dikkat çekip, elde edilen antik buluntuların sergilenmesi için bir müzeye ihtiyaç olduğunu söyledi. İğne ile kuyu kazdıklarını belirten Sakaroğlu, "Bunun için işimiz çok zor. Ayrıca kazı alanında çıkan buluntuların, Edremit'te sergilenebilmesi için kurmayı planladığımız müze için sponsorlar arıyoruz" dedi. 

 

AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİ 

Antandros'un nekropol (mezarlık) bölgesinde yapılan çalışmalarda çok değerli eserlerin çıktığını vurguayan Sakaroğlu, kazılarda Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat ve üç farklı üniversiteden arkeolog ve arkeoloji örgencilerinin görev aldığını kaydetti. Sakaroğlu, kazı çalışmalarındaki malzeme ve parasal ihtiyaçların karşılanması için sponsor firma arayışlarının sürdüğünü belirtip, "Bir bölgenin, bir ülkenin kalkınmasında tarihi eserleri, müzeleri çok önemlidir. Çünkü birçok ülkeye gittiğimizde ilk önce heyeti müzelere götürüyorlar. Müzeleri ziyaret edersiniz fakat bizim bölgemiz açık hava müzesi olduğu halde bundan hiçbir zaman faydalanamadık ve faydalanamıyoruz. Geç kalındığına inanıyorum" diye konuştu. 

 

ÇIKAN ESERLER BURSA'DA SERGİLENİYOR 

Hedef Alliance Sigorta ve Altınoluk Belediyesi'nin destekçileri olduğunu belirten Sakaroğlu, "Bu sponsorlarımızın sayılarını çoğaltarak kazıyı hızlandırmak ve bir an önce tarihi eserleri halkımızın izlenimine sunmak istiyoruz. Hedefimiz buraya turist otobüslerini getirmek. Sonrasında buraya bir bölge müzesi kazandırmak istiyoruz. Çünkü 13 yıldır kazı devam ediyor. Çıkan eserler Bursa Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte, oraya sığmayan çok değerli eserlerimizin bir kısmı da Balıkesir Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor. Ancak çoğu depolarda ne yazık ki. Eserlerin ne kadar emniyette olduğundan ne kadar korunduğuna bilemiyoruz, endişeliyiz. Bölgeye bir müze kazandırmak asıl hedefimiz" dedi.

Zaman, 23.12.2013

HAYDARPAŞA'DA ASIL KUSURLU ZİHNİYET

 

 

Tarihi Haydarpaşa Garı’nın yanmasına neden olan bir müteahhit ve 2 işçiye, “Taksirli yangına sebebiyet vermek” suçundan 10 ay hapis cezası veren Hakim Nuh Hüseyin Köse, gerekçeli kararında asıl kusurun zihniyet olduğuna vurgu yaptı...

Tarihi Haydarpaşa Garı’nın tamiratı sırasında 28 Kasım 2010 tarihinde çatıda çıkan yangınla ilgili çatıda izolasyon yapan Zafer Ateş ve Hüseyin Doğan adlı işçiler ile izolasyon çalışmasını yürüten şirketin sahibi İhsan ve Hüseyin Kaboğlu hakkında ‘taksirle yangına sebebiyet vermek’ suçundan 1 yıla kadar, TCDD mühendisleri Suavi Günay ve Ayşe Kablan aleyhinde de “genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması” suçundan 1 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı.

Mahkeme, müteahhit Hüseyin Kaboğlu, işçiler Hüseyin Doğan ve Zafer Ateş’e “taksirle yangına sebebiyet vermek ile genel güvenliğin taksir ve tehlikeye sokulması” suçundan 1’er yıl hapis cezası verdi. Ceza sanıkların iyi halleri nedeniyle 10’ar aya indirildi. Anadolu 8. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi Nuh Hüseyin Köse, gerekçeli kararında, asıl kusurun zihniyette olduğuna dikkat çekerek, “84 yıldır Haydarpaşa Garı’nın çatısını bakımdan geçirmeyen, kültür varlıklarına karşı gerekli sorumlulukları yerine getirmeyen ve biriken ihmallerin idari ve siyasi anlamda bir kusur olarak görülmesi mümkünse de ceza hukuku anlamında doğrudan bir nedensellik bağı sağlanamayacağı kanaatine varılmıştır” dedi.

Habertürk, Haber: Sedef Şenkal, 23.12.2013

CAMİDE RÜŞVET VERMİŞLER

 




Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında örgüt üyesi oldukları iddiasıyla sorgulanan şüphelilerin ihaleyle kazandıkları 200 bin metrekarelik tarihi alanda restorasyon yerine rüşvet dağıtarak alışveriş merkezi ve rezidans yaptıkları iddia edildi. Ataköy Blumar projesi adıyla satışa çıkarılan evlerin imarı için, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve İstanbul Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü yetkililerine camide rüşvet verildiği öne sürüldü. Soruşturma dosyasında ilginç iddialar bulunuyor. Bunlardan biri de tarihi alanın imarı için verilen rüşvetlerle ilgili.
 

TEMSİLCİLİK BAŞVURDU

Soruşturma dosyasına giren bilgilere göre, Ataköy 160. parselde bulunan arazide Osmanlı döneminden kalan baruthaneye ait mühimmat tünelleri ile II. Mahmut tuğrasının yer aldığı yapılar bulunduğu belirtiliyor. Arazideki yapılaşma girişimleri sebebiyle TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ile Trakya 1. Büyükkent Bölge Temsilciliği, 1 Şubat 2010’da Anıtlar Kurulu’na başvuruyor. Temsilcilik, Bakırköy Zeytinlik Mahallesi’ndeki 160. parselde, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 20 Mart 1956 tarihli kararıyla tescilli yapıların yok olduğunu bildiriyor. Temsilcilik, bahsi geçen eserlerin ortaya çıkarılması için alanda arkeolojik kazı yapılmasını talep ediyor. Bunun üzerine kurul, 160. parseldeki tarihi yapılarda tahribat olup olmadığının belirlenebilmesi için alanda İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde gerekli arkeolojik çalışmaların yapılarak rapor hazırlanmasını istiyor.
 

TEK ŞİRKET KATILIYOR

Bunun üzerine TOKİ, bölgedeki tarihi yapıların restorasyonu için 12 Temmuz 2010 tarihinde bir ihale gerçekleştiriyor ve ihaleyi Çelebican İnşaat kazanıyor. Eski Taşdelen Belediye Başkanı ve işadamı Hüseyin Avni Sipahi’nin yeğeni olan Ekrem Eray Arda’nın Çelebican İnşaatın ortakları arasında yer aldığı tespit ediliyor.

Arsada görünürde yüklenici firma Çelebican İnşaat olmasına rağmen, Yorum İnşaat ve Turkmall tarafından arsaya “Blumar Ataköy” isimli rezidans, otel, ofis alanları ve alışveriş merkezinden oluşan bir proje yapılmasının planladığı ve projede toplam inşaat alanının 200 bin metrekare olduğu belirleniyor.
 

POLİS RÜŞVETİ GÖRÜNTÜLEDİ

Soruşturma dosyasında, imar planına göre hala korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli yapıların bulunduğu arazinin Osman Ağca’nın sahibi olduğu Yorum İnşaat’a peşkeş çekildiği iddia ediliyor. Bu iddiayla ilgili, Ağca tarafından Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na ve İstanbul Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü’ne verildiği öne sürülen rüşvetlerin kayda alındığı öne sürülüyor. Proje kapsamında, 50 metre olması gereken kıyı şeridinin 30 metre gösterildiği projede kaçak katlar çıkıldığı da iddia ediliyor.
 

CAMİDE RÜŞVET İDDİASI

Bu kapsamda, Osman Ağca tarafından projenin görüldüğü İstanbul 7 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyesi Xxxx Xxxx’a (İsim KTVKK üyesinin isteği üzerine kaldırılmıştır) 55.000 TL rüşvet verildiği öne sürülüyor. Para teslimatının, Fatih’teki Şehzadebaşı Camii’nde yapıldığı belirtilirken, kayda alınan görüntülerde, Osman Ağça’nın avukatı Münir Yazıcı’nın Xxxx Xxxx’a (İsim KTVKK üyesinin isteği üzerine kaldırılmıştır) rüşvet verirken görüntülendiği belirtiliyor.
 

250 BİN TL RÜŞVET İDDİASI

Projenin onaylanmasından sonra projenin üst hakkının kullanılmasıyla ilgili bir takım usulsüzlüklerin gözardı edilmesi için de İstanbul Tapu Kadastro 2. Bölge Şube Müdürü İsmail Kibici’ye 250 bin TL rüşvet verdiği öne sürülüyor. Soruşturma dosyasına giren bilgilere göre, Hüseyin Avni Sipahi’nin şoförü Davut Koçlu 250.000 TL’yi teslim ederken polis kamerasına yakalanmış.

Taraf, Haber: Aysun Yazıcı, 23.12.2013

TAKSİM'DEKİ AVM'YE RUHSAT İPTALİ

 

 

Taksim’de eskiden Maksim Gazinosu’nun olduğu yere yapılan 17 katlı otel ve AVM’nin inşaatı devam ediyor.

 

Projeye komşu iki otel ile bir işhanı bulunan Ali Durucan ise inşaatı durdurmak için İstanbul 1’inci İdare Mahkemesi’ne açtığı davayı kazandığını 2 ay sonra öğrendi. Beyoğlu Belediyesi, daha önce “imara kapalı yeşil alan” olarak görünen araziye talip olanlara, “Ancak sera yapabilirsiniz” diyordu. Tuna İnşaat’ın sahibi Turan Tuna, 2004’te Maksim Gazinosu’nu Fahrettin Arslan’dan 11 milyon dolara aldıktan sonra arkasındaki tarihi Majik Sineması ile imara kapalı alanı da katınca dört buçuk dönümlük araziye sahip oldu. Fahrettin Arslan, yıllar önce Maksim’i genişletmek için Anıtlar Yüksek Kurulu onayıyla yapıyı 1’inci dereceden 2’nci derece tarihi esere indirmişti zaten.


Kazı ve deniz suyunu boşaltma çalışmaları sırasında, Ali Durucan’ın otelleriyle iş hanının duvar ve zemininde çatlaklar oluştu. Üstelik proje bittiğinde çevredeki tüm binalar gibi kendi mülklerinin de manzarası kapanacak.

 

KARAR ULAŞMADI

Durucan, inşaatın durdurulması için İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Büyükşehir ve Beyoğlu Belediye Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan şikayetçi oldu. Aradan bir yılı aşkın süre geçti. Durucan’ın avukatı Ayhan Coşkun, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nde gördü kararı, davayı kazanmışlardı. İnşaat ruhsatı iptal edilmişti. İki ay geçmesine rağmen karar, taraflara ulaşmamıştı. İnşaat da devam ediyordu. Durucan, bu kez kararın inşaat sahiplerine tebliğ edilmesi için mahkemeye başvurdu.

Hürriyet, Haber: Gülden Aydın, 22.12.2013

HAYDARPAŞA'NIN ZENGİNLİĞİ

 

 

Tüm haşmetine karşın terk edilmiş gibi görünen 105 yaşındaki Haydarpaşa Garı’nı yükselten her taşın bile tarihi önemi var. Peronlarından iskelesine her şeyi ince ince inşa edildi. İçinde ise pek çok kıymetli evrak bulunuyor.

 

Simge yapıdır Haydarpaşa Garı. Sadece İstanbul için değil tüm Türkiye için. Pek çok kişi onu yakından görmese bile aşinadır bu yapıya. Zira Türk filmlerinin seti sayılır. Tahta bavulla bütünleşen merdivenli sahneleri meşhurdur. Bir de manzarası vardır ki İstanbul’un en güzel hali belki buradan görünür...

 

Yapı, Cidde’deki ilk donanma üssünü kuran ve Selimiye Kışlası’nın inşasındaki çabalarıyla öne çıkan III. Selim’in paşalarından Haydar Paşa’dan alır adını. 1872’de inşa edilen,  Pendik’e uzanan Anadolu demiryolunun başlangıcındaki ilk binanın yerine yapılan bina 19 Ağustos 1908’de hizmete açılır. Bu açılışta büyük yolcu salonu hizmete girse de bina 1909 yılının kasım ayında tamamlanır. 1924’te ‘Anadolu Bağdat Demiryolları Müdüriyeti Umumiyesi’ olarak kurulan demiryollarının merkezi de Haydarpaşa’dır.

 

Anadolu Bağdat adlı Alman şirketi; Orta Avrupa barok mimarlığıyla Alman Rönesansı ve yeni-klasik üsluplardan alınan ögelerin buluştuğu eklektik (seçmeci)  mimaride inşa eder gar binasını. İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Conu, inşaatta İtalyan ustalarla çalışır. Deniz kenarında bulunan küçük iskele binası yıkılır, mimar Vedat Tek tarafından yeni bir vapur iskelesi inşa edilir. 2 bin 525 metrekare üzerine kurulan yapı, bugün 3 bin 836 metrekarelik alanda dokuz yol ve dokuz perona sahip.

 

TAVAN SÜSÜ BİR ODADA VAR

Gelelim yapının mimarisine... U planlı yapının geniş koridorlarının iki tarafında geniş ve yüksek tavanlı odalar bulunuyor. Tüm odaların tavanını süsleyen kalem işi nakışlar, günümüzde sadece bir odada... Tavanın dört köşesinde orijinal haliyle resmedilmiş TCDD’nin amblemi olan kanatlı tekerler bulunuyor. U planın iki kolu da kara tarafında olup orta boşluk iç avluyu oluşturuyor.

Trenlerin yanaşması için planlanan avluya bakan cephe sade iken denize bakan cephe geometrik ve bitkisel motiflerle süslü. Katları ayıran saçak kornişlerin içinde kalan kısımda ahşap dikdörtgen pencereler bulunuyor. Pencereler arasındaki çıkma dikdörtgen kesitli süs kolonları üzerindeki üçgen motifler çok zarif. İki başta bulunan dairesel kuleler tabandan çatıya doğru daralıyor.

Denize çakılan, 21 metre uzunluğunda 1100 ahşap kazık üzerine inşa edilen bina, Hereke’den getirtilen açık pembe granit taştan temel üzerine yükseliyor. Garın dik çatısı ahşap. Arduvaz (kayağan taşı) çatı örtüsüne eşlik eden beşik örtülü çatı pencereleri bulunuyor.

 

İÇİNDE KIYMETLİ ESER ÇOK

ABD’li haber sitesi ve blogu Huffington Post’un yayınladığı ‘Dünyanın En Cool 11 Tren İstasyonu’ listesinin başında  yer verdi, Haydarpaşa Garı’na... Bu öyle bir yapı ki kütüphanesinde de çok kıymetli evrak ve kitapları barındırıyor. 1873 tarihli sözlüklerden 1920’den beri yayımlanan Demiryolu Dergisi arşivine pek çok kıymetli eser titiz bir çalışmayla acilen kayıt altına alınmalı.

 

Sirkeci’de bulunan TCDD Müzesi başlı başına bir yazı konusu. Ancak özetle söylemek gerekirse 1930 tarihli Florya İstasyon kanepesi, Sirkeci ambar kantarı, 19’uncu yüzyıl istasyon çanı, kondüktör para çantaları, manyetolu telefonlar, yemekli vagonlarda kullanılan gümüş ve porselen takımlara pek çok obje, hikayesine tanıklık etmek için ziyaretçileri bekliyor.

 

Tüm haşmetine rağmen terkedilmişliğin hüznüne yenilen Haydarpaşa, gelecekte ne olacak? Doğan Hızlan “Bir an evvel onarılarak, gar olarak kullanılması, diğer katların ise müze olarak düzenlenmesi” görüşünü paylaşıyor. Demiryolu kitabının yazarı Prof.Dr. Güngör Evren “İstanbul’un Haydarpaşa’ya gar olarak gereksinimi olduğunu” vurguluyor.

Star, Haber: Belkıs Kamut Aktürk, 22.12.2013

70 BİN ESERLİK YAĞMA!

 

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan ve İstanbul’da yapılan operasyonda ele geçirilen 30 tabloyla ilgili soruşturma derinleştirilirken, gözler Türkiye’nin çeşitli müze ve ören yerlerinden çalınan eserlere çevrildi. Araştırmacı Yaşar Yılmaz dünyadaki çeşitli müzeleri gezerek, ülkemizden kaçırılan eserleri fotoğrafladı. Yılmaz çalışma sonunda, 70 bine yakın tarihi eserin Türkiye’den çalındığını tespit etti. Bu eserlerin geri getirilmesine ilişkin şu ana kadar bir işlem yapılmamasını da eleştirdi.

ABD, Avusturya, Danimarka, Almanya, Rusya ve Yunanistan’ın önde gelen müzelerini gezerek, yağmalanan ve çalınan eserleri fotoğraflayan emekli inşaat mühendisi Yılmaz, İzmir ve Ege’den yaklaşık 50 bin eserin yurtdışına kaçırıldığını açıkladı. Araştırmasına 2009’da başlayan Yılmaz, ABD’deki Paul Getty, Metropolitan, Boston, İngiltere’deki British, Oxford Ashmolean, Almanya’daki Bergama, Alte ve Yunanistan’daki Benaki gibi müzelerde Osmanlı eserlerinin yanı sıra milattan öncesine dayanan eserlerin, hatta türbelerdeki tabutların bile kaçırıldığını
tespit ettiğini söyledi.

Bu müzelerde sergilenen eserlerin üzerinde yer alan bilgi notlarından yola çıkarak 70 bin eserin Türkiye’den kaçırıldığını belirlediğini, tüm eserlerin tek tek fotoğraflarını çektiğini anlatan Yılmaz, şöyle dedi: “Bilindiği üzere Ege’de en büyük yağmaya Bergama ve Efes’in 1863’te ‘bilimsel araştırma’ denilerek Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Avusturyalılar tarafından kazılmasıyla başlandı ve hiçbir itiraz gelmemesi üzerine 1930 yılında  Bergama Müzesi açıldı. Bugün hala Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından Bergama’da kazılar devam etmektedir. Yine benzer şekilde Avusturyalılar da 1986 yılında Neuburg Sarayı’nı Efes Müzesi’ne dönüştürmüşlerdir. Yalnızca bu müzeler bile ülkelerine yılda 15 milyon Avro getirmektedir. Bunu düşünürsek ülke olarak ne denli büyük bir kayıp yaşadığımız ortadadır.”

70 bin eseri geri alma zamanının geldiğini de belirten Yılmaz, şunları söyledi: “Bergama ve Efes müzelerinin yanı sıra Yunanistan ziyaretim sırasında Aliağa’daki Myrina antik kentine ait eserlerin Atina’daki Benaki Müzesi’nin içinde sergilendiğine şahit oldum. Resmen iki salon dolusu eseri bizden alıp götürmüşler. Atina’daki 10 müzenin 6’sında bize ait olan 3 bin eseri belgeleyip fotoğrafladım. Bunun gibi onlarca belge mevcut. Şimdi bu 2 yıllık çalışmamı bir kitap haline getireceğim. Bugün Birleşmiş Milletler’e bağlı UNESCO’nun ‘Her eser kendi toprağına iade edilmelidir’ hükmü bulunmaktadır. Türkiye bu eserleri geri istemelidir.”

 

HANGİ ESER NEREDE?
Türkiye’den en çok Ege Bölgesi’nden eserlerin kaçırıldığını belirten Yılmaz, bazı eserlerin nerelerde sergilendiğini şöyle sıraladı:
* Bergama Tapınağı ve Milet Pazar Yeri (MÖ 4. yy.) Almanya’daki Bergama Müzesi’nde.
* Salihli Tapınak Sütunu (MÖ 4. yy.) Amerika’daki Metropolitian Müzesi’nde.
* Urla (Klazomenai) Lahiti İngiltere’deki British Müzesi’nde.
* Efes Kütüphanesi’nin heykel asılları Avusturya’nın Efes Müzesi’nde.
* İzmir Apollon Heykeli (MS 2. yy.) Fransa’nın Louvre Müzesi’nde.
* Efes Artemis Tapınağı’ndan Amazon Kadın Heykeli Amerika’nın Baltimore Müzesi’nde.

Cumhuriyet, Haber: Emre Döker, 22.12.2013

ÜNLÜ MİMARIN 75. ÖLÜM YILDÖNÜMÜ

 

20’nci yüzyılın en önemli mimarlarından Bruno Taut’un fırtınalı hayatı 24 Aralık 1938’de İstanbul’da son bulmuştu.

 
İstanbul’da, 24 Aralık 1938’de 20’nci yüzyılın en önemli mimarlarından biri öldü. Genç sayılırdı, 58 yaşındaydı. İsmi, Bruno Taut’tu. 1936’dan itibaren Türkiye’de iltica ve huzurunu bulmuştu. İki yıl içinde Güzel Sanatlar Akademisi’nin profesörü sözleşmeye uydu ve daha evvelki iltica noktası Japonya’da başladığı “Mimarlık Teorisi” adlı kitabını Türkçede yayımladı.


Sayısız okul yaptı. İstanbul’da Ortaköy Emin Vafi Korusu’ndaki Japon pagodası tarzındaki evini Boğaziçi Köprüsü’nden geçenler görebilir. Ama cumhuriyet onu asıl Ankara’nın inşasında görevlendirdi. Sayısız okulundan bir tanesi benim de beş yılımı geçirdiğim Atatürk Lisesi’dir ama asıl önemlisi her köşesini hayranlıkla gözlediğim, hele törensel girişi Walhalla’yı andıran Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’dir. Cumhuriyetin bu önemli kurumu Bruno Taut’un tersimiyle bozkırın ortasında bir uygarlık tapınağı gibi ortaya çıktı. Devletin başbakanlık ve dışişleri bakanlığından daha muhteşem, unutulmaz bir Taut mirasıdır.


Büyük önderimiz
10 Kasım’da Dolmabahçe Sarayı’nda ebediyete intikal etti. Naaşı, cenaze töreni programı gereği Ankara’ya intikal edecek ve Arif Hikmet Koyunoğlu’nun eseri olan Etnografya Müzesi’nin önündeki bir katafalka konacaktı. Katafalkın yapımıyla görevlendirilen Bruno Taut hayatının son eserini Kemal Atatürk için tamamladı. O telaşla Ankara’nın sert havasında tutulduğu zatürre bir müddet sonra onun kalp kriziyle ölümüne neden oldu. Sığındığı ülke ona şükranını gösterdi. Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilen ilk yabancı oldu. Taut, İstanbul surları karşısında ebedi uykusunu uyuyor.

Berlin onun eserleriyle dolu
Önemli eserlerinin ise, bazı zevksiz ilaveler ve iç değişikler dışında, herkesi etkilediği açık. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ve Ankara Atatürk Lisesi’nin, mimarın orijinal tersimine göre yeniden restore edilmesi şarttır.


Fırtınalı bir hayatı oldu. 1880’de bugünkü adı Kaliningrad olan Königsberg’de doğdu. Alman Yahudisiydi. Bütün Alman Yahudileri gibi imparatorluğa ve Alman kültürüne bağlıydı, nitekim kardeşi Birinci Dünya Harbi’nde ölmüştü. İlk evliliğinden iki çocuğu oldu. Boşanamadığı için ikincisiyle evlenemeden yaşadı, ondan da sonradan ünlü bir sanatçı olan kızı oldu. Alman kültür tarihinde tiyatro dekorlarıyla da tanınır. Berlin’de Deutsche Theater’de Schiller’in ünlü dramı “Orleans Bakiresi” için hazırladığı dekorlar halen hayranlıkla hatırlanır. Berlin onun sayısız eseriyle doludur. 1924 ve 1931 arasında bu şehirde 12 bin tane ev yaptı. En meşhurları Wedding semtindeki at nalı şeklindeki site, Zhelendorf’taki “Tom Amcanın Kulübesi” denen toplu yerleşme mıntıkalarıdır.


O yıllarda, sonradan Nazilerin iptal ettiği bir mevkiye, Prusya Sanatlar Akademisi’ne seçildi. Naziler, alışıldığı üzere onu “kültür Bolşeviği” diye niteleyince daha 1933’te Japonya’ya sığındı. Ardından da 1936’da Türkiye’ye davet edildi.

Yeniden incelenip değerlendirilmeli
Son günlerde acayip toplantılar oluyor. Münasebetsizin biri, Alman Yahudilerini Yahudi oldukları için değil “Avrupalı oldukları için” davet ettiğimizi söylemiş. Ne parlak zeka ve yorum! Evet, Avrupalı diye çağırdık. Taut en parlak eserleriyle bizim Boğaziçi’ni ve bizim bozkırı süsledi, yaptığı okullarda okuyoruz, o ve öbür hocaların öğrettikleriyle cumhuriyetin ilk kuşağı yetişti. Onları kovanlar bin yıllık imparatorluğa değil bin yıl geriye düştüler. Bu harp sonrası yeni kuraklıkta yetişen bazılarının sağda soldaki saçmalamalarından Nasyonal Sosyalizmin kötü mirası daha iyi anlaşılıyor.


Bruno Taut gibi bir mimar 20’nci yüzyıl Türkiye’sinde sanatlara ve mimariye önemli bir geçiş olabilir. Yeter ki yeniden incelensin ve değerlendirilsin. Yaratıcılığın onurunu kaybeden ve sadece kazanç peşinde koşan yeni mimarimizin, mültecilikte bile ciddi ve yaratıcı eserler vermek için fedakarca çalışan bu gibi ustaları tanıması ve anması iyi olur. Bruno Taut’u 75’inci ölüm yıldönümünde ulu önderimizin yanı başında, onun için anmalıyız.

Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 22.12.2013

MİLYONLUK ESERLER 10 KİŞİNİN TAKİBİNDE

 

 

Türkiye'de sanatın yatırım aracı olarak görülmeye başlamasıyla birlikte koleksiyoner sayısı da hızla arttı. Yabancı sanat yatırımcılarının da ilgisini çeken Türk sanatçılar, cirolarını artırmayı başardı. Sektörün yaşadığı bu dönüşümü Beyaz Müzayede Evi'nin Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Karadeniz'le konuştuk. Türkiye'de sanata yatırımın geldiği noktayı değerlendiren Karadeniz, 2013'ün son etkinliği 26'ncı Beyaz Müzayede'yle ilgili detayları da paylaştı.


Sanat piyasası açısından son yılları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de çağdaş sanat aslında 2000 öncesi çok az sayıda koleksiyonerin olduğu bir ortamdı. 80'li yıllarda önemli birkaç koleksiyoner vardı, 90'larda onlara birkaç kişi daha eklendi. Çağdaş sanatın asıl gelişmesi ise 2000'den sonra başladı. 2009'dan itibaren de yurtdışı talepler arttı.


Eserlerin rakamları nasıl değişti?
90'lı yıllarda senelik ciro belki 5-10 milyon doları geçmezdi. Bugün ikinci el satışlar, galeri satışları, müzayedeler, fuarlar, hepsini bir araya koyduğunuzda 250 milyon doları buluyor.


Çağdaş sanatta Müslüman ülkeler içinde lider miyiz?
Eser kalitesi olarak kuşkusuz lider Türkiye. Çünkü Müslüman ülkeler dediğimizde ilk akla gelen Ortadoğu, Kuzey Afrika oluyor. Tabii bu ülkelerdeki sanat hala çok daha kaligrafi üzerine kurulmuş durumda.


2014 nasıl olacak?
Ben 2014'ün sanat piyasası açısından kuvvetli bir yıl olacağını düşünüyorum. Türkiye için de görüşlerim aynı. Çünkü ekonomiler düzeldikçe, gelir arttıkça, bu sanata da yansıyor.


Türk koleksiyonerlerin sayısında artış var mı?
90'lı yılların önemli koleksiyonu dediğinizde bugünkü değer bazında baktığınızda birkaç milyon dolarlık rakamlar konuşulurdu. Bugün ise birkaç yüz milyon dolar ediyorsa değerli deniliyor.


Piyasada 1 milyonun liranın üzerinde alım yapan kaç kişi var?
1 milyonun üzerine çıktığınızda 10 kişiden falan bahsedersiniz. Her önemli eser çıktığında onu takip edip 'bunu alsam mı' diyen kişi sayısı 10'u geçmez.

YÜKSEL ARSLAN FİYATIYLA ŞAŞIRTTI
Türk çağdaş ve modern sanatçılara ait 160 seçkin eserin satışa sunulduğu 26'ncı Beyaz Müzayede, önceki gün yapıldı. Müzayedenin sürpriz satışı 150-250 bin liralık fiyat aralığında satışa sunulan Yüksel Arslan'ın eseri oldu. Figur ustası Yüksel Arslan'ın en bilinen yapıtlarından olan 'Arture 444-Şizofrenler' isimli eseri, 500 bin TL'ye alıcı bularak müzayedede rekor kırdı. Ressamın önce Fahrelnissa Zeid'in öğrencisinin portresi olarak başladığı ancak sonradan kendi öğrenciliğini resme aktardığı 'otoportre'si ise 425 bin TL'ye alıcı buldu.

Sabah, Haber: Sinan Özedincik, 22.12.2013

500 YILLIK KÜLLİYE ABDİ İBRAHİM ELİYLE RESTORE EDİLECEK

 
Türkiye’nin ilaç devi Abdi İbrahim, Edirne’deki Sultan II. Bayezid Külliyesi içinde yer alan Sağlık Müzesi’ni restore etme kararı aldı. Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi Restorasyon Projesi’nin protokol imza töreni Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Edirne Valisi Hasan Duruer, Trakya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yener Yörük ve Abdi İbrahim Başkanı Nezih Barut’un katılımıyla dün Edirne’de gerçekleşti. 

SAĞLIK TARİHİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Protokolün imza töreninde konuşan Abdi İbrahim Başkanı Nezih Barut, Abdi İbrahim, 5 asırlık II. Bayezid Külliyesi’ni restore ederek sağlık tarihimizin de gün ışığına çıkmasına destek vediğini belirterek,  “Şirket olarak içinde doğup büyüdüğümüz bu topluma teşekkür borçluyuz.

Kazandıklarımızı her zaman ülkemize fayda sağlayacak yatırımlar için kullandık. Sağlık tarihimize verdiğimiz değerin göstergesi olarak, beş asırlık muazzam bir tarihi geçmişe sahip “Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi” restorasyonunu gerçekleştirmekten onur duyuyoruz”  diye konuştu.

 

TIP TARİHİNİN İZLERİ BURADA

Nezih Barut, “Tıp bilim tarihinin en önemli izlerini taşıyan bu hazinenin restorasyon projesine destek olarak tarihe yolculuk ediyoruz. Şirketlerin ana faaliyetlerine ek olarak, içinde doğup büyüdüğü bu toprakların tarihine, insanına ve geleceğine sahip çıkması gerektiğine inanıyorum. Gelecek nesillere ülkemizin tarihsel hazinesinin, kültürel varlıklarının yaşatılmasını önemsiyorum” diye konuştu.

 

MUSİKİYLE TEDAVİ

II. Bayezid Külliyesi, Sultan II. Bayezid tarafından 1484-1488 yıllarında darrüşşifa olarak kullanılmak üzere Mimar Hayreddin’e yaptırılmış. Tedavi hizmeti ücretsiz verilmekteydi. Geçmişte hastalarının müzik ve su sesiyle tedavi edildikleri mekan, 1997’den beri  sağlık müzesi olarak düzenlenmiş.

Akşam, Haber: Şenay Büyükköşdere, 22.12.2012

VATİKAN: MELEKLERİN KANADI YOK

 

Vatikan bünyesinde sadece meleklerle ilgili çalışma yürüten bir Katolik Kilisesi, meleklerin kanatlarının olmadığını açıkladı. Meleklerin var olduğunu ancak bilinenin aksine kanatsız olduklarını iddia eden heyette çalışan Peder Renzo Lavatori yaptığı açıklamada, "Hıristiyan dünyasında meleklerin yeniden keşfedildiğini" söyledi. "Melekleri hissedebiliriz, ancak göremeyiz" diyen Lavatori, sözlerine 'melekler, kristal bir vazoda kırılarak bize ulaşan güneş ışığı gibi' diye devam etti. Rönesans resimlerinde meleklerin kanatlı tasvir edildiği hatırlatmasına ise Lavatori resimlerin sadece hayal gücüne dayalı olarak çizilip, gerçeği yansıtmadığı şeklinde karşılık verdi. Toplumların gittikçe sekülerleşmesi ve dinden uzaklaşması sebebiyle toplumda 'şeytan'a daha fazla yer açıldığını savunan heyet, melekler konusunda yapılan çalışmaların daha da artırılması gerektiğini dile getirdi.

Sabah, 22.12.2013

MARMARAY'A OTEL HAYATİ TEHLİKE DEMEKTİR

 

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında gözaltına alınması, belediyenin ihalelerini tartışmaya açtı. Soruşturmada Mustafa Demir’le ilgili iddialardan biri de, Marmaray Tüplü Geçit Projesi hattı üzerindeki Sirkeci Garı’nın arka tarafında bulunan araziye, çökme tehlikesi bulunmasına rağmen, otel yapılmasına izin vermesi. Üstelik Marmaray projesinde çalışan Japon yetkililerin uyarılarına rağmen...

 

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe, eğer iddialar doğruysa, hem Marmaray’ı kullanan yolcuların hem de otelde kalacak olanların can ve mal güvenliğinin hiçe sayıldığını, bunun da ağır bir suç olduğunu ifade etti.

 

SİRKECİ GARI SİT ALANI

Sirkeci bölgesinin sit alanı olduğuna da dikkat çeken Gökçe, “Sirkeci Garı tarihi bir gardır. Bu bölgeyi imara açmak bir yana, etrafındaki tarihi olmayan yapılar boşaltılarak, bölgedeki tarihi yapılar ortaya çıkarılmalı. Yani bırakalım yapılaşmaya açmayı, Garın çevresindeki yapılar boşaltılarak, gar korunmaya alınmalıdır” dedi.


Söz konusu arazi, Sirkeci Garı’nın arka tarafında bulunan 4 ada 1 parsellik alan. Çevredekilerin eskiden otopark olarak kullanıldığını söylediği alanın etrafı, tel örgülerle kapatılmış durumda. İhaleyi alan firmanın ise Fatih Belediyesinden 61 milyon TL’lik temizlik ihalesi de alan Akmercan Grubu olduğu iddia ediliyor.

 

NE İLE SUÇLANIYOR?

Fatih Belediyesi ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yetkililerine yönelik operasyonda, tarihi yarımadada sit alanı olan arsalar için, inşaat şirketlerine rüşvet karşılığında izin verildiği söylenen soruşturma dosyasındaki iddialar şöyle: “Akmercanlar İnşaat Firmasının Sahibi Gazi Akmercan, Marmaray’ın Sirkeci İstasyonu’nun üzerinde bulunan arsaya otel inşaatı yapmak istedi. Fatih Hoca Paşa Mahallesi 4. ada 1. parselde yapılmak istenilen otel inşaatında yerin 3 kat altına inilmesi ve yer üstündeki kısmının ise 4 kat olarak inşa edilmesi için 2012 yılında girişimlere başlandı. Marmaray’ı inşa eden Japon mühendisler ve DLH olumsuz görüş bildirdi. İnşaatın bu haliyle Marmaray’a 50 metre yaklaşarak zarar vereceğini belirten DLH’nin olumsuz görüş bildirmesi üzerine Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in, Başkan Yardımcısı Ednan Güler’e talimat vererek İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Günseli Aybay ve Başkanı Oğuz Ceylan’ı ikna etmesini istedi. Güler’in ise Kurul Müdürü Günseli Aybay ile görüşerek DLH’nin raporunu işleme koymadan dosyanın belediyeye geri gönderilmesini sağladı.”

Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 21.12.2013

ORTAYLI: AYASOFYA'YI CAMİ YAPTIK DİYE UTANACAK DEĞİLİZ

 

Prof.Dr. İlber Ortaylı, dün akşam Abbas Güçlü ile Genç Bakış'a katıldı. Gençlerin sorularını yanıtlayan Ortaylı, “Ayasofya'yı cami yaptık diye utanacak değiliz” dedi.

 

İlber Ortaylı, Ayasofya ile ilgili yöneltilen bir soruya şöyle cevap verdi; “ Ayasofya'nın müze olmasında Atatürk'ün imzası taklit edildi diyenlerden ciddi bir kriminal rapor görmedim. 1934'te Atatürk'ün başkanlığında toplanan vekiller heyeti Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi kararı almıştır. Neden müzeye çevrildi, bunun arkasındaki olayları ve nedenleri bilmiyoruz. Ama Ayasofya'nın müze olması bizim için iftihar edilecek bir şeydir. Hem kilise hem camii olarak kullanılması mantıklı değil. Hamam mı orası? Gündüz kadınlar, gece erkekler kullansın der gibi olur mu hiç?  Orada bir cemaat varsa diğer cemaat girmez artık. İki şekilde de kullanılması bir fantezidir. Tartışmaya gerek yok.

 

Ayasofya bizimdir, tapusu bizim elimizdedir, tarafımızdan fethedilmiş ve camiye çevrilmiştir Neden camiye çevirdik diye de utanacak değiliz tarihle yüzleşme filan da boş laftır.”

 

3. KÖPRÜYE YAVUZ İSMİ İRAN ZITLAŞMASININ TESİRİ
İsmi uzun süre tartışmalara konu olan 3. Köprü ile ilgili olarak ise, “ 3. Köprü'ye Yavuz Sultan Selim'in isminin verilmesi şu anki İran zıtlaşmasının tesiri gibi görünüyor. Yoksa Alevileri kesti diye övünmek filan değil, öyle şey olmaz. Ama köprüye isim verilecekse Mimar Sinan'ın ismi verilir.

Hürriyet, 21.12.2013

4 SAHİP SONRA TOKİ'DE KALDI

 

 

TBMM'ye yapılan bir başvuru, Bursa'daki Kefensüzen Camisi'nin ilginç mülkiyet sahibi değişikliğini ortaya çıkardı. Bir vakıf adına kayıtlı olarak açılan tarihi cami, satışlarla 4 kez el değiştirdi. Cami en sonunda kentsel dönüşüm kapsamında TOKİ'ye geçti.

 

Bursa Osmangazi'de yaşayan Emrah Tepe, Kefensüzen Camisi ile ilgili TBMM Dilekçe Komisyonu'na başvurdu. Bölgelerindeki tarihi bir cami ile 2 mescidin, bürokratik işlemlerdeki yavaşlık ve aksaklık nedeniyle uzun süredir ibadete açılamadığını belirten Tepe, bu durumun bölge halkını mağdur ettiğini anlattı. Komisyon da, durumu Bursa Valiliği'ne sordu. Valilikten gelen yanıt, caminin satışla 4 kez el değiştirdiğini ortaya çıkardı:

 

ELDEN ELE GEZDİ

“Mülkiyeti, özel şahıslara ait iken, kentsel dönüşüm kapsamında TOKİ İdaresi'ne geçen ve bu çalışma sırasında ibadete kapatılan Kefensüzen Cami hakkında istenen bilgi kapsamında, müftülükteki dosya ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ndeki dosyadan belgeler derlenmiştir. Bunların ışığında Kefensüzen Camisi'nin Süzen Kelen Camisi Vakfı adına kayıtlı iken; 28 Eylül 1938'de Osman Geçinen isimli şahsa satıldığı belirtilmiştir. Bu şahsın ise söz konusu camiyi 1976'da Hüseyin oğlu Recep Kırayoğlu'na sattığı, Recep Kırayoğlu'nun vefatıyla İkbal Öztürk ve diğer hissedarlara geçen cami, 21 Haziran 2005'te Vakıflar İdaresi'nce şartlı talep edilmiştir.

 

SONUNDA TOKİ'DE

Ancak Doğanbey Kentsel Dönüşüm kapsamında ve dini tesis alanında kalması, Vakıf yoluyla vücuda geldiğine dair herhangi bir belgeye rastlanmaması gerekçesiyle Vakıflar İdaresi'ne intikal sağlanamamıştır. Bu nedenle taşınmaz tapunun 4 bin 438 ada, 14 parselinde bulunan, niteliği Kefensüzen Cami olarak kayıtlı olup, malikinin ise TOKİ Başkanlığı olduğu kayıtları mevcuttur. Şu an kentsel dönüşüm sahasında inşaat alanında olan cami ibadete kapalı durumdadır.”

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 21.12.2013

MEVLANA ENSTİTÜSÜ KURULSUN

 

 

Mevlana Celaleddin Rumi'nin ölümünün 740. yılında, bu hafta etkinliklerle anılıyor. Konya'daki uluslararası anma etkinlikleri 10 gün sürerken, 500 yıllık Galata Mevlevihanesi'ndeki semahlar da, vuslat haftasına denk gelmesi sebebiyle büyük ilgi görüyor. Üstelik, gösteriler sınırlı sayıda kişi tarafından izlenebildiğinden talebe cevap verilemiyor. İstiklal Caddesi'nin kalabalığından sonra Galip Dede Caddesi'ne doğru ilerleyip, Galata Mevlevihanesi'nin kapısından içeriye adımınızı atınca bir anda bambaşka bir ortama giriyorsunuz. İlk olarak yerdeki kaya taşı parkeleri dikkati çekiyor. Sol taraftaki mezar taşları, buradaki yüzlerce yıllık hayatın belirtisi gibi duruyor. Sol çaprazda Divan Edebiyatı'nın büyük şairi Şeyh Galip'in türbesiyle uzun dizeleri gözünüzün önüne seriliyor. Birkaç adım sonra sade, gösterişten uzak mimarisiyle Mevlevihane'nin ana binası karşılıyor sizi. Semah yapılan binadan ince bir ney sesi gelirken, Mevleviler'in dönencesi gözlerinizde canlanıyor. Küçük sayılmayacak avlunun ortasındaki çeşme bütün zarafetiyle dururken, avlunun yüzyıllardır sessiz tarihine tanıklık yapan ağaçlar sanki gökyüzüne selam veriyor. Caddenin sesi bir anda kesiliyor ve mistik bir hava sizi sarmalıyor. Nazım Hikmet de Dergahın Kuyusu adlı şiirinde "Ne içli bir dua, ne içten bir ah, / uyuyor serviler altında dergah!.. / kaç kere gönlümü dinledi bu yer" dizeleriyle anlatıyor Galata Mevlevihanesi'ni...

MEVLEVİHANE THEODOROS MANASTIRI ÜZERİNE 1491'DE İNŞA EDİLDİ
İstanbul fethedildiğinde Galata Cenevizliler'in, Levantenler'in ikamet ettiği bir bölge iken, 1491'de Galata'da Mevlevihanesi, İskender Paşa'ya ait av çiftliğinin bir kesiminde, muhtemelen H. Theodoros Manastırı'nın kalıntıları üzerine inşa edilir. Mevlevihane'nin fetihten 38 yıl sonra İstanbul'da kurulmasının nedeni tarihçi Ekrem Işın'a göre; Karahanlı devletinin önde gelenlerinin Mevlevi dergahına bağlı olmaları. Osmanlı tarihinde 'Kıyamet-i suğra' olarak anılan 1509 depreminde Galata Mevlevihanesi çok ciddi hasar görür. 1765 tarihinde büyük Tophane yangını ve 1824'teki ikinci bir yangında Mevlevihane çok büyük hasar görür ve padişahların desteğiyle onarılır. Abdülhamid, Almanlar'la olan dostluğuna binaen tekkenin bahçesine 1868 yılında Alman Lisesi'nin (Alman Mektebi İdare Cemiyeti) inşasına izni verir. Cumhuriyet'in ilanından sonra 1925 yılında tekke ve zaviyeler kapatılır. Yangınlar, depremler geçirmiş olan Galata Mevlevihanesi'nin tam 434 yıllık tekke işlevine son verilir. Halkevi, okul ve lojman olarak bir süre hizmet verir. Hatta dergahın avlusuna mektep inşa edilmesi dahi gündeme gelse de bu düşünceden vazgeçilir. 1946'da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü imzası ile Mevlevihane müze yapılır, fakat ancak 1975 yılında müze işlevine kavuşur.

İstanbul'un ilk pastanesi
2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında dergahın tamamına yakını ve pek kullanılmayan bölümleri restore edildi. Mevlevilik'le ilgili kostümler, müzik aletleri, fotoğraflar ve kullanılan eşyaların yanı sıra Divan Edebiyatı ile ilgili eserler de müzede sergileniyor. Mevlevihane bahçesine sırtını dayamış olan binalardan birinin, İstanbul'un ilk pastanelerinden biri olduğu düşünülüyor. Bugün bu bina kokoreççi olarak hizmet veriyor. Aslında Mevlevihane'nin etrafını saran binaların kamulaştırılarak müze ile birlikte yeniden planlanması gerektiği kanısı oluşmuş durumda.

MÜZE MÜDÜRÜ YAVUZ ÖZDEMİR
- Mevlevilik ne kadar biliniyor?
- Bugün ne yazık ki Mevlana bizim ülkemizden ziyade Batı'da daha iyi anlaşılıyor. Batı'da Mevlana'nın düşüncesi, felsefesi dikkatle takip ediliyor. Ülkemizde Mevlana denildiğinde insanların akıllarına semah geliyor.

- Mevlana'yı, onun fikirlerini tanıtmak için neler yapılabilir?
- Biz tasavvuf kültürünü ve Mevleviliği sergilemelerle anlatmaya çalışıyoruz. Daha önce Mevlevihane'nin arsası içinde bulunan ve mezarlık olan alan boşaltılarak evlendirme dairesi kuruldu. Daha sonra Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi kuruldu. Biz bu binanın buraya katılmasını istiyoruz. Bu binada Mevlana Araştırma Enstitüsü kurulmasını istiyoruz. Bu enstitü aracılığıyla Mevlana'nın fikirleri, tasavvuf anlayışı anlatılıp bilimsel olarak incelenebilir.

Sabah, Haber: Ali Değermenci, 21.12.2013

SANAT TARİHİ DEĞİŞEBİLİR

 

 

Afrika’da yapılan bir araştırma, beraberinde bazı iddiaları da getirdi. Araştırmalardaki detaylara göre; bilinenin aksine ilk resim okulunun Orta Doğu’da değil de, Etiyopya’da kurulmuş olabileceği tartışılıyor. Bu iddiayı desteklemek için de, eski bir Afrika krallığı olan Aksum’un 1500 yıl öncesine ait el yazması Garima İnciller’indeki resimler gösteriliyor. Paris’teki Milli Bilimsel Araştırma Merkezi’nde görevli Etiyopya sanatları uzmanı Jacques Mercier, bu İnciller’deki çalışmaların iddiayı destekleyen en önemli kanıtlar olduğunu ifade ediyor. 1500 yıl önce şimdiki Eritre ve Kuzey Etiyopya topraklarında yer alan Aksum Krallığı’na ait bu bilgiler doğruysa, erken dönem Hıristiyan sanatının bilinmeyenlerine ışık tutulacağı da şüphesiz. M.S. 530’larda yazıldığı, Oxford Üniversitesi Arkeolojik Araştırmalar Laboratuarı tarafından kanıtlanan Garima İncilleri artık, Etiyopya’nın en eski el yazmaları olarak kabul ediliyor

Habertürk, 21.12.2013

DERSAADET'İN HÜZÜNLÜ YAPILARI

Dersaadet, yani “mutluluk kapısı”, yani İstanbul’la ilgili anlamlı bir çalışma başlatıldı. İstanbul’un eski fotoğraflarını toplayıp binlerce kare yeni fotoğraf çeken Yüksek Mimar Turan Akıncı’nın projesi hayata geçtiğinde, 1500 tarihi yapının envanteri çıkarılmış olacak. 35 yıldır bu uğurda 40 bin lira harcayıp şehri gezen Turan Akıncı (60), “550 yılı aşkın zamandır şehrin kimliğini oluşturan yapıların sayısını bile bilmiyoruz” diyor.

 

Kitabın basımı için çalmadık kapı bırakmadığını ve son olarak Cumhurbaşkanlığı’na başvurduğunu söyleyen Akıncı, tarihi eserler konusunda yeterince hassas davranılmadığına dair şu örneği veriyor: “Fatih Suriçi adı verilen bölgede 300’ün üzerinde cami var. Bu camileri en iyi Fatih Müftülüğü’nün bilmesi gerekir. Mütfülüğün internet sitesinde sadece 50 cami var. Onların da fotoğrafları yanlış konmuş. Müftülüğü aradım ama kimse ilgilenmedi. Araştırmacılar için kurduğum ve reklam almadığım internet sitesini Vietnam’dan Çin’e 200 ülkeden 400 bin kişi takip ediyor.” Mimar Akıncı, saraylar, yalılar, kasırlar derken İstanbul’daki çeşmeleri bile sokak sokak tanır hale gelmiş. 3-4 önemli kütüphanedeki kitapları taramış. Bir liste oluşturup hikayelerini çıkarmış. Sonra da tek tek fotoğraflarını çekmiş. İstanbul’un fotoğraflarının II. Abdülhamid döneminden bu yana çekildiğini ancak bu fotoğrafların bile korunamadığını anlatan Akıncı, “Taksim’deki Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne gidip tanesi 25 Euro’dan alıyoruz. Bizim fotoğraflarımızı Almanlar bize satıyor” diyor. “II. Abdülhamit’in fotoğraflarının 250’sini satın aldım. Elimde 5-6 bin civarında eski fotoğraf var. Tek amacım kültürel varlığa dair önemli bir kaynak kitap oluşturmak. 5 kuruş istemiyorum”...

 

TEZGAHALTI TARİH

İşte Akıncı’nın tespit ettği, tarihin yağmalanması ve yok olmasına dair birkaç örnek...

 

Eminönü’ndeki Rüstempaşa Camii’ne girebilmek için bir lokantanın içinden geçmek gerek. Diğer kapısında da kazak satışı yapılıyor.

 

Topkapı Parkı’ndaki cami girişinde imam ya da müezzin dondurma satışı yapıyor. Cami gibi dini yapılarda ciddi ticarileşme var.

 

Laleli Camii’nde Sultan III. Mustafa ve III. Selim’in türbeleri var. Buranın girişindeyse bir trikocu bulunuyor. İçinden geçerek türbeye girilebiliyor.

 

Karaköy’de Rüstempaşa Hanı’nın (Kurşunluhan) duvarlarına hırdavatçılar kazma kürek asmış.

 

İstanbul’un 2-3 önemli sebili var; şimdi kola satılıyor. Markanın tabelasını da çakmışlar. Mesela Köln Katedrali’nin üzerine bu asılsa kıyamet kopar.

 

Ayasofya’nın sebilinde de döner satılıyor. Sebil yağ içinde...

Habertürk, 21.12.2013

600 YILLIK TARİHE DİJİTAL DEVRİMİN IŞIĞI TUTULDU

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi ile Philips Türkiye tarafından Bursa'daki tarihi yapılarda hayata geçirilen LED aydınlatma projeleri, kentin kimliğini oluşturan eserlerin etkileyici tarihi dokusunu ortaya çıkardı.

 

LED teknolojisi ile yüzlerce yıllık tarihi buluşturan projeler, Ulu Cami, Balibey Hanı, Bursa Saat Kulesi, Emir Sultan Camisi, Yıldırım Camisi ve külliyesine ayrı bir değer ve kimlik verdi. Bu aydınlatma sistemleri, estetik unsurların yanı sıra enerji verimliliği ve tasarrufuna da büyük katkı sağladı.

 

Ulu Cami'nin kubbelerine "turkuaz"

Osmanlı padişahlarından Yıldırım Bayezid tarafından 1396-1400 yıllarında yaptırılan, çeşitli dönemlerde savaşlar ve doğal afetlerden zarar görse de onarılarak bütün ihtişamıyla ayakta durmayı başaran Ulu Cami'nin aydınlatma tasarımında, dört cepheye LED projektörler yerleştirildi.

Caminin minaresinde beyaz ve şerefeden sodyum buharlı projektörler kullanıldı. Ayrıca üç ana giriş kapısı, beyaz renkli LED armatürlerle ön plana çıkarıldı.

 

Tarihi ibadethanenin kubbeleri, gece ihtişamını yansıtabilmesi amacıyla turkuaz renkte projektörlerle aydınlatıldı.

 

Emir Sultan Camisi'nin duvarları "amber"

Tasavvuf bilgini Emir Sultan'ın (Mehmet Şemseddin Buhari, 1349-1429) eşi ve Yıldırım Bayezid'in kızı Hundi Fatma Hatun tarafından Çelebi Sultan Mehmed döneminde inşa ettirildiği bilinen Emir Sultan Camisi'nin aydınlatma tasarımında, tarihi taş duvarları amber rengiyle yıkanarak pencereleri beyaz renkle ışıklandırıldı.

 

Bursa'nın tepesindeki amber-beyaz renk harmonisiyle aydınlatılan tarihi cami, geceleri de ihtişamıyla göz kamaştırmaya başladı.

 

Aydınlatma çalışmasında, amber ve soğuk beyaz renkli ürünler kullanıldı.

 

Balibey Hanı

Fatih Sultan Mehmed döneminde 15'inci yüzyılda Niğbolu Sancak Beyi Hamza Bey'in oğlu Balibey tarafından Tophane Surları'nın hemen altında yaptırılan Balibey Han'ın aydınlatılmasında, tarihi yapının mimari özelliklerinin korunması ve öne çıkarılmasına özen gösterildi.

 

Aydınlatma tasarımı, giriş-dış cephe, avlu ve iç odalar olmak üzere üç bölümde değerlendirildi. Giriş ve dış cephesi, hanın taş duvarları ve gösterişli kemerlerinin geceleri de ihtişamlı ve dikkat çekici bir görüntü sergilemesi amaçlandı.

 

Hanın aydınlatma tasarımında, tarihi geçmişine uyum sağlaması ve davetkar bir görünüm oluşturması için sarı ışık rengi tercih edildi.

 

Balibey Han'da, çeşitli renk ve boyutlarda 247 armatür ile 19 yere gömme armatür tercih edildi.

 

Yıldırım Camisi ve külliyesi

Yıldırım Bayezid tarafından 14'üncü yüzyılın sonlarında inşa ettirilen külliyede yer alan, taş kesme cepheleri, son cemaat yeri ve ilk kez kullanılan Bursa kemeri ile benzerlerinden çok daha gelişmiş bir yapıya sahip olan caminin, Bursa Ovası'ndan bakıldığında şehir silüetinde belirgin bir yer işgal etmesi dolayısıyla aydınlatmasına ayrı bir önem verildi.

 

Giriş bölümünün soğuk beyaz ışık renginde vurgulandığı camide, yapı genelinde amber ışık rengi tercih edildi. Buralarda farklı uzunluk ve açı tipleriyle çeşitli armatürlere yer verildi.

 

Bursa Saat Kulesi

Tophane Parkı'ndaki Bursa Saat Kulesi, aynı yerde daha önce Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılan ve bilinmeyen bir tarihte yıkılan saat kulesinin yerine inşa ettirildi.

 

Bu kule, 2'nci Abdülhamid'in tahta çıkışının 30'uncu yıl dönümü olan 31 Ağustos 1906'da dönemin Bursa Valisi Reşit Mümtaz Paşa tarafından hizmete alındı.

 

Günümüzde orijinali yerine elektronik bir saat bulunan kulenin aydınlatma tasarımında soğuk beyaz ve amber renkli armatürler kullanıldı.

Yeni Şafak, 20.12.2013

MİMAR SİNAN ÖĞRENCİLERİ: LAHDİME DOKUNMA

 

 

Tophane'de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne ek bina yapılmak istenen arsada çıkan Erken Bizans hamamı ve lahtin yerinde korunması için arkeoloji ve sanat tarihi öğrencileri Fındıklı kampüsü önünde eylem yaptı. Tophane’de 1946’da yıkılan ‘İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’ binasının ihya edilmek istendiği arsada İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından sürdürülen kazıda 6-7. yüzyıl Erken Bizans’tan kalma bir hamama ait olduğu düşünülen mermer havuz, hamamı ısıtmak için kullanılan ‘külhan’ ve atıksu kanalları, ayrıca bir duvarın içine gömülü 4-5. yüzyıldan kalma Bizans lahti de bulunmuştu.

 

Geçtiğimiz hafta Radikal’e arkeolojik kazı hakkında görüş veren Rektör Yalçın Karayağız ‘’Kilise de yok konak saray da bilmem ne de yok, hiçbir şey yok. Evet bir tane lahit çıktı. O lahit memleketin her tarafında dağ başlarında da var. Arkeologlar şimdi kendilerini sorgulasınlar” demişti.

'Lahtime dokunma'
Eylemde ‘Lahtime dokunma’, ‘Arkeologlar susmayacaklar’ ‘Çanak çömlek değil kültürel miras’ sloganları atan öğrenciler, basın açıklamalarında rektörün açıklamasını eleştirerek ‘’Sorumlu olduğumuz insanlık mirasını korumak, rantsal talana ve kentimizin her bir alanının peşkeş çekilmesine dur demek ve İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi ihya projesinin durdurulması talebini dillendirmek için bugün buradayız. Tarihi ve kültürel değere sahip mekanların korunması ve koruma bilincinin kazandırılması için çalışması gereken kurumlar bugün, tahrip et-yap-işlet mantığının birimleri haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu kültür tahribatının bir an önce durdurulmasını ve eserlerin yerinde korunmasını aldığımız disiplin gereği uygun bulmaktayız’’ dedi. 

İnşaata üniversitenin öğretim üyeleri ve görevlileri de tepki göstermiş, MSGSÜ Sanat Tarihi Kulübü öğrencileri de daha önce bir basın açıklaması yayınlayarak inşaat çalışmalarını durdurulmasını ve alanın arkeolojik çalışmalar için değerlendirilmesini talep etmişti. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nin alanın arkeo-park olarak korunması için change.org üzerinden başlattığı kampanya https://www.change.org/tr/kampanyalar/tophane-de-arkeolojik-park adresinde devam ediyor.

İhale kazıdan önce verilmişti
Tophane’deki Silah Fabrikaları kompleksinin parçası olan İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi ihyası, aynı Topçu Kışlası gibi elde yapıya dair yeterince belge bulunmadığı için eleştiriliyor. Bina yolun genişletilmesi sırasında yıkıldığı ve taban alanının bir kısmı bugünkü Meclis-i Mebusan Caddesi üzerinde kaldığı için aynı boyutlarda inşa edilmesi de imkansız. İstanbul İl Özel İdaresi’nce yürütülen projenin ihalesinin kazı sonuçlanmadan aylar önce Reskon İnşaat firmasına 13.700.000 karşılığında verilmesi de eleştirilmişti. 2010’da yenileme kuruluna sunulan projenin mimarı Halil Onur, aynı zamanda Topçu Kışlası projesinin de mimarı ve İstanbul SİT alanları alan yönetimi başkanı.

Radikal, Haber: Elif İnce, 20.12.2013

'ARTURE 444; ŞİZOFRENLERE 500 BİN TL

 

 

Önde gelen Türk Çağdaş ve Modern Sanatçılarına ait 160 seçkin eserin satışa sunulduğu 26. Beyaz Müzayede 19 Aralık Perşembe akşamı Sofa Hotel’de gerçekleşti.


Sanat ve cemiyet dünyasının biraraya geldiği müzayedeye ilgi oldukça yoğundu. Müzayedenin sürpriz satışı 150-250 bin fiyat aralığında satışa sunulan Yüksel Arslan’ın eseri oldu. Son zamanlarda üst üste fiyat rekorları kıran figur ustası Yüksel Arslan’ın en bilinen eserlerinden biri olan ‘Arture 444; Şizofrenler’ isimli eseri 500 bin TL’ye alıcı bularak müzayedenin en yüksek rakama satılan eseri oldu.


Müzayedenin en ilgiyle beklenen eseri olan Fahrelnissa Zeid’in önce öğrencisinin otoportresi olarak başladığı ancak sonradan kendisinin öğrencisinin yaşındaki halini resme aktardığı ‘Otoportre’si ise 425 bin TL’ye alıcı buldu. Çağdaş figur ustalarından Komet’in en büyük ebatlı ve en önemli başyapıtı olarak gösterilen ‘Ecologie de L’Amour’ isimli tablosu ise 275 bin TL’ye alıcı buldu.


Türk Çağdaş Sanatı’nın genç kuşağın önemli temsilcilerinden biri olan Taner Ceylan’ın “Alp” isimli yağlıboya eseri de 225 bin TL’ye alıcı buldu.

Radikal, 20.12.2013

TARLASINI SÜRERKEN TARİHİ ESER BULDU

 

 

Aksaray’ın Eskil İlçesi'ne bağlı Ortakuyu Yaylası’nda çiftçilik yapan Mehmet Ali Dölek (53), tarlasını sürerken tarihi eser olduğu belirlenen 1 adet cam sürahi, 1 adet testi, 1 adet kulplu bardak, 1 bronz bilezik, 1 bronz spatül, 3 bronz yüzük, 1 cam taşı kolye, 1 toprak yapım kandil buldu. Dölek, şaşkınlık içinde bulduğu tarihi eserleri Aksaray Müze Müdürlüğü’ne getirerek teslim etti. Tarihi eseri alarak müze envanterine kaydeden Aksaray Müze Müdürü Yusuf Altın, Mehmet Ali Dölek’e duyarlılığından dolayı teşekkür ederek, vatandaşların tarihi eseri bulmaları halinde Aksaray Müzesi’ne teslim etmesi çağrısında bulundu. Altın, bulunan eserlerin Roma dönemine ait olduğunu belirtti.

Eserleri müze müdürlüğüne teslim eden Mehmet Ali Dölek, "Yaylanın yakınlarındaki tarlamı ekime hazırlamak için tarlaya gittim. Tarlamdaki taşları çekmek istedim. Dikkatli baktığımda testi kırıklarına rastladım. Toprağı biraz açtıkça içinden bu eserler çıkmaya başladı. Bulduklarımı hemen müze müdürlüğüne teslim etmem gerektiğini düşündüm. Daha sonra müzeye haber vererek eserleri müzeye teslim ettim” dedi.

Trt Haber, 20.12.2013

LONDRA'DA TARİHİ TİYATRONUN ÇATISI ÇÖKTÜ

 

 

İngiltere’nin başkenti Londra’da tiyatrolar sokağında bulunan tarihi Apollo Tiyatrosu’nun çatısının bir bölümü içeride 720 kişinin bulunduğu sırada çöktü. Dün akşam saat 20.00 sıralarında meydana gelen olayda 76 kişinin yaralandı. Londra Ambulans Servisi, Apollo Tiyatrosu’nun tavanının bir kısmının çökmesi sonucu kimsenin hayatını kaybetmediğini ancak 7 kişinin ağır yaralı olduğunu açıkladı. Yapılan açıklamada, “76 kişi olay yerinde ayakta tedavi edildi, bu kişilerden 51’i hastaneye kaldırıldı, 7 kişi ise ağır yaralandı. Ancak ağır yaralıların durumu hayati tehlike taşımıyor” denildi.

Soruşturma başlatıldı
Londra polisi ise olayın saldırı olduğuna dair şimdilik şüphe bulunmadığını vurgularken, itfaiye olaya çabuk müdahale ettiklerini ve nedenine ilişkin soruşturma başlatıldığını açıkladı. İtfaiye, tiyatronun tavanından büyük bir alçı parçasıyla kirişin düştüğünü belirtirken İngiltere Başbakanı David Cameron, olayla ilgili sürekli bilgilendirildiğini ve acil servislerin olaya çabuk müdahalesinden dolayı minnettar olduğunu ifade etti.

 

1901 tarihinde inşa edilen, başkentin tiyatro ve sinema meydanı olarak bilinen Leicester Meydanı yakınındaki Shaftesbury Caddesi üzerinde bulunan Apollo Tiyatrosu’ndaki olay, içeride 720 kişinin bulunduğu ‘Curious Incident Of The Dog in the Night-time’ oyunu sırasında meydana geldi.

Radikal, 20.12.2013

DEFİNECİLERİN TARİHİ KÖPRÜYÜ TAHRİP ETTİĞİ İDDİASI

 

Tokat'ın Niksar İlçesi'nde Roma dönemine ait Yılanlı Köprüsü'nün defineciler tarafından tahrip edildiği öne sürüldü.

 

Cumhuriyet Meydanında bulunan köprünün ayak kısmında, yaklaşık bir insan boyundaki taşın yerinden söküldüğünü fark eden vatandaşlar polise haber verdi. İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, olay yerinde inceleme yaptı.

 

Niksar Belediye Başkanı Duran Yadigar, gazetecilere yaptığı açıklamada, Roma dönemine ait olan eserlerin tahrip edilmesini üzüntüyle karşıladığını söyledi.

 

Bu zararın giderilmesi için Tokat Müzeler Müdürlüğü'ne gerekli girişimlerde bulunduklarını ifade eden Yadigar, "Böyle kıymetli eserlerin defineciler tarafından tahrip edilmesi gerçekten insanlığa sığmaz. Niksar'a zarardır. Bu yapılan tarihe büyük bir ihanettir. Define arayacağım diyerek böyle güzel ve kıymetli köprümüze zarar vermek Niksar'a da zarardır. Bu olayın yaşanmasından dolayı bizler çok üzgünüz" diye konuştu.

Memleket, Haber: Recep Bilek, 20.12.2013

MİRO SERGİSİNE SAHTE OPERASYONU

 

 

Merkezi Barcelona’da bulunan Miro Vakfı, 20 Kasım’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire binasında açılan ‘Miro İstanbul ’da sergisinde yer alan bazı eserlerin sahte imzalı olabileceği şüphesi nedeniyle acilen kapatılmasını istedi. Durumu bir mektupla MSGSÜ Rektörü Prof. Yalçın Karayağız ve sergiyi düzenleyen KÜLT Organizasyon’a ileten Miro Vakfı Direktörü Rosa Maria Malet, eserler kendileri tarafından kontrol edilene kadar serginin kapalı tutulması gerektiğini vurguladı. KÜLT Organizasyon da bu gelişme üzerine 20 Aralık itibariyle sergiyi kapattıklarını duyurdu.


Miro Vakfı’ndan ulaştığımız bir yetkili, Miro’nun mirasçılarının kendilerine ulaşıp sergideki bazı resimlerin gerçekliğinden şüphelerini belirttiklerini söyledi. Yetkili, söz konusu eserlerin gerçek olup olmadığını tespit etmek üzere vakıf direktörü Rosa Maria Palet’in sergiyi incelemek üzere gelecek pazartesi günü İstanbul’a geleceğini duyurdu.


KÜLT’ten yapılan açıklamada ise “Miro Vakfı’ndan 18 Aralık’ta tarafımıza bir elektronik posta gelmiştir. Bu elektronik postada sergideki bazı eserlerin orijinalliğine ilişkin tartışma bulunmaktadır. Koleksiyonun sahibi ARETE Sanat Galerisi eserlerin orijinal olduğunu belgeleriyle belirtip taahhüt etmesine rağmen Miro Vakfı’yla ARETE Sanat Galerisi arasındaki bu anlaşmazlık giderilinceye kadar Joan Miro sergisini 20 Aralık 2013 itibariyle kapatma kararı almış bulunmaktayız.”


Büyük İspanyol ressam Joan Miro, Mourlot ve Maeght koleksiyonlarında yer alan altmış eserin yer aldığı ‘Miro İstanbul’da’ sergisi 19 Ocak’a kadar sürecekti.

Radikal, 20.12.2013

TARİHİ FABRİKA KÜLTÜRE HİZMET EDECEK

 

 

Adana'da, 1907 yılında iplik fabrikası olarak kurulan ve kentin en eski iplik ve dokuma fabrikası olan Milli Mensucat fabrikasının bulunduğu alanda, kent, sanayi, etnografya ve tarım müzelerini de kapsayacak şekilde planlanan kompleksin ilk etabı olan Adana Yeni Arkeoloji Müzesi'nin nisan ayında tamamlanacağı bildirildi.

 

Adana'nın ve bütün Çukurova yöresinin tarihi değerlerinin sergilendiği Türkiye'nin en eski 10 müzesinden biri olan ve 1924 yılında kurulan mevcut Adana Arkeoloji müzesi, 1972'den beri şimdiki binasında faaliyetini sürdürüyor.

 

Çukurova'nın ilk çağlarına ait seçkin eserlerin toplandığı müzede 18 bin 100 arkeolojik eser bulunuyor. Bunlardan yaklaşık bin 500'ü müzede sergilenirken, 16 bin 600 arkeolojik eser ise binanın yetersizliği nedeniyle depolarda bekletiliyor.

 

Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, yaptığı açıklamada, kentin kültürel ve tarihsel zenginliklerinin ön plana çıkarılması ve sergilenmesi için müze konusuna büyük önem verdiklerini söyledi.

 

Mevcut Adana Arkeoloji Müzesi'nin durumu hakkında bilgi veren Coş, "Adana müzesi, artık bırakın eser teşhir etmeyi mevcut eserleri muhafaza etmekte bile yetersiz kalan bir halde, Adana'ya yakışmayan bir konumdaydı. Yeni müze yapımı konusunda da çalışmalarımız oldu ama sonuçlanamamıştı. Bu konuda Ömer Çelik'in Kültür ve Turizm Bakanı olmasının ardından sorunu ilettik ve cumhuriyet döneminin ilk endüstriyel tesislerinden olan Milli Mensucat fabrikasının müze olmasını önerdik. Bu önerimize Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız Ömer Çelik fevkalade ilgi gösterdi ve destek verdi" dedi.

 

Müze kompleksinin tamamlanması için iki etaplı bir projeye başladıklarını anlatan Coş, ilk etapta yaklaşık 9 bin metrekarelik teşhir alanı olan arkeoloji ve mozaik müzesinin hızlıca tamamlanmasını hedeflediklerini bildirdi.

Yeni Şafak, 20.12.2013

BİZANS GEMİSİ SUYA İNECEK

 

 

Marmaray hem iki kıtayı birbirine bağladı, hem de altından tarih fışkırdı… Bilimadamları, kazılarda çıkan 8 bin yıllık Bizans gemilerinin bire bir aynısını inşa edip, geçmişe ışık tutacak. 

 

Asrın projesi sayesinde geçmiş asırların da gizemi çözülüyor… Asya ile Avrupa’yı denizin altından bağlayan Marmaray projesi kapsamında yapılan kazılar, İstanbul’un 8 bin yıllık saklı tarihini de ortaya çıkarttı. İstanbul Üniversitesi’nde görevli bilimadamları Bizans dönemine ait 37 gemi hakkında çok değerli bilgiler elde etti. Şimdi bu bilgilerle Boğaz’ın ilk gemisini inşa etmeye hazırlanıyorlar. Yenikapı durağında kopyası sergilenen “Yenikapı 12” adı verilen geminin bire bir ebatlarında aynısını yapmak için kolları sıvadı. 

HALKA AÇIK YAPILACAK 
Ekibin başında bulunan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölüm Başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, projenin detaylarını AKŞAM’a anlattı: Gemiyi 2014’ün sonunda denize indirmeyi planlıyoruz.Yenikapı 12’nin replikasını rektörlüğün bahçesinde halka açık inşa edeceğiz.  Ziyaretçiler o dönemin gemi inşası hakkında bilgi sahibi olma şansını yakalayacak.

 

GÖVDESİ DAĞILMAMIŞ

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölüm Başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, şunları söyledi: Yenikapı 12 batığı geleneksel yapım felsefesinin karakteristik özelliklerine sahip. Aynı zamanda modern yönteme geçişte, ustasının yaptığı inşa çözümlemelerini yansıtıyor. Tekne, amfora yükünün yanı sıra gövde elemanlarının çoğunun dağılmadan, orijinal yerlerinde günümüze ulaşmış olması nedeniyle, biçimi, tasarımı ve döneminin gemi inşa teknolojisi hakkında eşsiz bilgileri barındırıyor. 

Akşam, Haber: Bülent Şanlıkan, 19.12.2013

TUZ MAĞARALARI SAĞLIK TURİZMİNE KAZANDIRILACAK

 

 

Türkiye-Ermenistan sınırında bulunan tuz mağaralarının sağlık turizmine kazandırılması için çalışma başlatılıyor. Iğdır merkeze 40 kilometre uzaklıkta bulunan tuz mağaralarının değerlendirilmesine yönelik Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Tuzluca Belediyesi ortak çalışma yapacak. Hazırlanacak projeyle, sağlık turizmine yönelik konaklama ve çevre düzenlemesi yapılarak bölgeye çok sayıda turistin gelmesi sağlanacak.

 

Kültür ve Turizm Müdürü Osman Engindeniz, Türkiye'nin tuz ihtiyacını karşılayan tuz mağaralarının ülke ekonomisine önemli katkı sağladığını belirtti. Bölgedeki mağaralarda 840 milyon ton tuzun rezerve edildiğini anlatan Engindeniz, "Bu mağaraların damarları Ermenistan'a kadar uzanıyor. Şu ana kadar kullanılan alan yaklaşık olarak 5 bin metre civarında. Ülkemizin 400 yıllık tuz ihtiyacını karşılayacak olan bir mağara. Bu öneme sahip olan tuz dağını turizme kazandırmak istiyoruz" dedi. Ağrı Dağı'nın yanı sıra tuz mağaralarını da kentin tanıtımı için kullanacaklarını belirten Engindeniz, sağlık turizmini harekete geçirmek icin Tuzluca belediyesi ile proje hazırlayacaklarını söyledi.

 

BİR ÇOK HASTALIĞA DEVA

Bölgede özellikle konaklama alanları yapılmasının önemli olduğunu anlatan Engindeniz, şöyle devam etti:

"Bu planımızı gerçekleştirdiğimiz de insanlar daha rahat bir şekilde buraya gelip, istedikleri süre kalabilir. Tuz mağaralarında solunan hava akciğer, astım başta olmak üzere birçok hastalığa devadır. Amacımız burayı güzel bir şekilde tanıtıp turist çekmektir. Bu mağaraların aynısı Azerbaycan ve Polonya'da var. Bu ülkeler bu mağaralardan yüksek miktarda gelir elde ediyorlar. Konaklama merkezleri yapılarak turistlerin kalmaları sağlanıyor. Bu ülkeleri her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor." Engindeniz, tuz mağaraları gibi önemli bir yerin değerlendirilmesi gerektiğine dikkati çekti.

Yeni Şafak, 19.12.2013



15 - 21 Aralık 2013

KORUMA KURULLARINA BASKIN

 

İstanbul 'da düzenlenen yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'den sonra gözaltılar Fatih bölgesinden sorumlu kurullar da dahil olmak üzere Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri'ne uzandı. Büyük Postane Caddesi'ndeki Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri'nin bulunduğu binadan üç koruma kurulu müdürü ve iki kurul raportörü gözaltına alındı, polis kuruldaki dosyalara el koydu.

Radikal'e ulaşan bilgilere göre gözaltına alınanlar şöyle:

* İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Yener Çavdar (Beyoğlu, Eyüp, Kağıthane ve Şişli'den sorumlu)
* 2 Numaralı Yenileme Alanı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Raşit Şentürk (Süleymaniye dışında Fatih İlçesi'ndeki tüm yenileme alanları, Tuzla ve Zeytinburnu yenileme alanlarından sorumlu) 
* İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Günseli Aybay (Fatih ve Zeytinburnu'ndan sorumlu) 
* 5 Numaralı Koruma Kurulu Üyesi aynı zamanda TOKİ çalışanı Yavuz Çelik
* Eski röleve müdürü mimar Hüseyin Başçetin
* İki kurul raportörünün de gözaltında olduğu öğrenildi.

Polisin hala 1-2-3-4-5-6 no'lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri ve İstanbul 1 ve 2 Numaralı Yenileme Alanı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün bulunduğu binadan ayrılmadığı ve içeri giren herkesin kimliğini kontrol ettiği öğrenildi.

Radikal, Haber: Elif İnce, 17.12.2013

 

******


KENTSEL YAĞMANIN İZİNİ SÜRÜYORSANIZ FATİH BELEDİYESİ YETMEZ, BAKANLAR KURULU'NU DA ALIN

 

AKP’ye yönelik operasyonun kritik ayağını inşaat-imar-belediye yolsuzlukları oluşturuyor.Operasyon Fatih Belediye Başkanı ile birlikte koruma kurullarına uzandı. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri’nde üç kurul müdürü ve iki raportör gözaltında. Operasyon düzenlenen Fatih Belediyesi sınırları İstanbul’un en önemli kentsel-tarihsel-kültürel alanlarını içeriyor. Kentsel dönüşüm ve yenileme adı altında yürütülen projelerle halkın yerinden edildiği bu bölgede kentsel yağma AKP-TOKİ-Belediye eliyle örgütleniyor. Fatih Belediyesi’nin halkı yerinden etmek için kullandığı acil kamulaştırma yetkisinin altında ise Bakanlar Kurulu imzası var.

 

 

Bugün gündeme gelen operasyonda AKP’li Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’e yöneltilen suçlamalar arasında belediye ihalelerinde yolsuzluk var. Fatih Belediyesi’nin imara açmadığı arazilerin bazı iş adamlarının rüşvetle bakanlık üzerinden illegal olarak imara açtırdığı iddia edilirken, Belediyenin de sit alanındaki arazilerin bakanlığın gücünü kullanarak illegal olarak imar ve inşaata açtığı iddia ediliyor. İddialar arasında Başkan Demir hakkında Marmaray projesine ciddi zarar vereceği halde rüşvet karşılığında bazı arsalara imar ve inşaat izni vermek gibi suçlamalar bulunuyor.

 

Sulukule, Fener-Balat-Ayvansaray bir yıkım hikayesi

Fatih Belediyesi İstanbul’un en önemli tarihi-kültürel alanı olan Tarihi Yarım Ada başta olmak üzere kentsel dönüşümle halkın yerinden edildiği Sulukule’yi, kentsel yenileme alanı ilan edilen Ayvansaray, Fener, Balat bölgelerini içeriyor. Daha önce kentsel dönüşüm projesi ile Sulukule halkı evlerinden atılmış, mahalle yıkılmıştı. ‘5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Varlıkların Yenilenmesi Yasası’ kapsamındaki pek çok projede, evlerini-mahallelerini terk etmek istemeyen vatandaşların mülklerine acele kamulaştırma yapılmıştı. Fatih Belediyesi Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Alanı’nda da benzer yöntemle birçok mülke ‘acele kamulaştırma’ uygulamıştı.

 

Acele kamulaştırma Bakanlar Kurulu kararı

Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Alanı Avan Projesi 9 Aralık 2009’da Fatih Belediye Meclisi’nde onaylanmıştı. İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu tarafından da onaylanan proje için Mimarlar Odası, İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nde dava açmıştı. Mahkeme 7 Mayıs 2012’de ‘mahalle kültürünü yok ettiği, tarihsel dokuya zarar verdiği, kamu yararı olmadığı, şehircilik ilkelerine aykırı olduğu’ gerekçeleriyle projeleri iptal etmişti.

 

Bunun üzerine Fatih Belediyesi, bir yandan yeni projeyi meclisten geçirirken diğer yandan da kentsel dönüşüm için bakanlar kurulundan acele kamulaştırma izni istedi. Bakanlar kurulu, 10 Eylül 2012 tarihinde, Kamulaştırma Kanunu’nun ‘yurt savunması veya olağanüstü durumlarda’ uygulanan 27. maddesini gerekçe göstererek acele kamulaştırma kararı aldı. Böylece Fener-Balat-Ayvansaray projesi içinde yer alan Molla Aşkı, Balat Karabaş, Atik Mustafa Paşa, Tahta Minare mahallelerinde vatandaşların mülklerine el konulmaya başlandı.

 

Koruma kurullarına baskın: Müdürler gözaltında

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’den sonra gözaltılar Fatih bölgesinden sorumlu kurullar da dahil olmak üzere Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri’ne uzandı. Üç kurul müdürü ve iki raportör gözaltında.

 

İstanbul ‘da düzenlenen yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’den sonra gözaltılar Fatih bölgesinden sorumlu kurullar da dahil olmak üzere Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri’ne uzandı. Büyük Postane Caddesi’ndeki Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri’nin bulunduğu binadan üç koruma kurulu müdürü ve iki kurul raportörü gözaltına alındı, polis kuruldaki dosyalara el koydu.

 

Radikal gazetesinden Elif İnce’nin haberine göre  gözaltına alınanlar şöyle:

  • İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Yener Çavdar (Beyoğlu, Eyüp, Kağıthane ve Şişli’den sorumlu)

  • 2 Numaralı Yenileme Alanı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Raşit Şentürk (Süleymaniye dışında Fatih İlçesi’ndeki tüm yenileme alanları, Tuzla ve Zeytinburnu yenileme alanlarından sorumlu)

  • İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Günseli Aybay (Fatih ve Zeytinburnu’ndan sorumlu)

  • 5 Numaralı Koruma Kurulu Üyesi aynı zamanda TOKİ çalışanı Yavuz Çelik

  • Eski röleve müdürü mimar Hüseyin Başçetin

  • İki kurul raportörünün de gözaltında olduğu öğrenildi.

Polisin hala 1-2-3-4-5-6 no’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri ve İstanbul 1 ve 2 Numaralı Yenileme Alanı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün bulunduğu binadan ayrılmadığı ve içeri giren herkesin kimliğini kontrol ettiği öğrenildi.

sendika.org, 17.12.2013

 

******


YOLSUZLUK OPERASYONUNA NEDEN OLAN İDDİALAR NELER?

 
Sabah saatlerinde başlayan yolsuzluk operasyonlarında aralarında bazı bakanların çocuklarının ve ünlü işadamlarının da bulunduğu yaklaşık 49 kişi gözaltına alındı. Mali ve Organize Suçlarla Mücadele şubelerinin yürüttüğü operasyonda gözaltına alınan kişilere yöneltilen suçlamalar arasında "imar usulsüzlükleri", "hayali ihracat" ve "rüşvetle bakanlık üzerinden vatandaşlık vermek" iddiasının yanı sıra Başbakan Erdoğan'ın Marmaray kazıları sırasında "çanak çömlek" diyerek tepki gösterdiği tarihi eserlerin "kamuoyuna açıklanmadan el altından satılması" da var.

 

Henüz yolsuzluk operasyonuna dair resmi bir açıklama gelmedi. Ancak bakan çocuklarının ve işadamlarının gözaltına alındığı operasyonla ilgili çarpıcı iddialar var. Vatan gazetesinin internet sitesinde yer alan habere göre, suçlamaların temelini oluşturduğu öne sürülen iddiaların bazıları şöyle:

 

* 1 yıldır devam eden bir fiziki ve teknik takip süreciyle yapılan soruşturmada bazı iş adamlarının sahte belgeler ve hayali ihracat gibi yöntemlere şüpheli para transferleri yaptığı belirtiliyor.

* Bakanların oğulları üzerinden Türk vatandaşlığı olmayan kişilere rüşvetle vatandaşlık verildiği iddialar arasında.

* İmar usulsüzlükleri, rant yolsuzlukları, yerel yönetimlerin imara açmadığı arazilerin rüşvetle bakanlık üzerinden illegal olarak imara açılması.

* Marmaray kazıları sırasında çıkan tarihi eserlerin kamuoyuna açıklanmadan el altından satılması da iddialar arasında.

 

Ayrıca, İstanbul'da Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri'nin bulunduğu binadan üç koruma kurulu müdürü ile iki kurul raportörünün de gözaltına alınması bu iddiaların doğruluğunu güçlendirdi. Polis koruma kurulundaki dosyalara el koydu.

T24 (Kısaltarak), 18.12.2013



******


MARMARAY'IN ÇÖKME RİSKİNE RAĞMEN İNŞAATA İZİN VERDİLER

 

Aralarında 3 bakanın oğlu, bürokrat ve işadamları ve belediye görevlilerinin de bulunduğu operasyonun belediye ayağını Fatih Belediyesi’ne yapılan baskın oluşturuyor. Fatih Belediyesi ve anıtlar kuruluna yönelik gerçekleştirilen rüşvet operasyonunda büyük meblağlar karşılığında tarihi yarımadada sit alanı olan arsalar için inşaat şirketlerine izin verildiği, Demiryolu, Liman ve Hava Meydanları İşletmesi’nin (DLH) ve Japon mühendislerin uyarılarına rağmen Marmaray’ın çökme tehlikesi pahasına bölgeye inşaat yapılmasına göz yumulduğu ileri sürülüyor. Aralarında Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Belediye Başkan Yardımcısı Ednan Güler, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yetkililerinin de bulunduğu 32 kişinin gözaltına alındığı operasyonda milyon dolarlara varan rüşvetlerin verildiği iddia ediliyor.

Japon mühendisler itiraz etti
Marmaray Sirkeci İstasyonu’nun üzerinde bulunan tarihi bir binanın ve boş bir arazinin üzerine inşaat yapılması karşılığında Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, koruma kurulu üyeleri ve tapu müdürlüğü çalışanlarının da aralarında bulunduğu isimlere milyon dolarlara varan rüşvet verildiği, inşaata izin veren bürokratların binlerce insanın hayatını hiçe saydığı öne sürülüyor. Soruşturma dosyasına yansıyan iddialar şöyle: “Akmercanlar inşaat firmasının sahibi Gazi Akmercan, Marmaray’ın Sirkeci İstasyonu’nun üzerinde bulunan arsaya otel inşaatı yapmak istedi. Fatih Hoca Paşa Mahallesi 4. ada 1. parselde yapılmak istenilen otel inşaatında yerin 3 kat altına inilmesi ve üst yerüstündeki kısmının ise 4 kat olarak inşa edilmesi için 2012 yılında girişimlere başlandı. Marmaray’ı inşaa eden Japon mühendisler ve DHL olumsuz görüş bildirdi. İnşaatın bu haliyle Marmaray’a 50 metre yaklaşarak zarar vereceğini belirten DLH’nin olumsuz görüş bildirmesi üzerine Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in, Başkan Yardımcısı Ednan Güler’e talimat vererek İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Günseli Aybay ve Başkanı Oğuz Ceylan’ı ikna etmesini istedi. Güler’in ise kurul müdürü Günseli Aybay ile görüşerek DLH’nin raporunun işleme koymadan dosyanın belediyeye geri gönderilmesini sağladı.”

İtiraz edene tehdit ve sürgün
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve yardımcısı Güler’in, Marmaray’a zarar verecek projenin izin belgelerine onay vermeyen İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanı Oğuz Ceylan’ı, bakana söyleyerek görev yerini değiştirmekle tehdit ettiği iddialar arasında yer aldı. Ayrıca aynı ikilinin rüşvet konusunda belediyede kendilerine sıkıntı çıkaracağını düşündükleri İmar ve Şehircilik Müdürü Refik Lal’i görevden aldığı ancak susmasını sağlamak amacıyla Ulaşım Hizmetleri Müdürü olarak görevlendirdikleri öne sürüldü.Yine Başkan Demir’in, 1.derece tarihi eser niteliğindeki yerin 2. dereceye düşürülmesi karşılığında çete lideri mimar Sevinç Doğan’dan 1,5 milyon dolar istediği ileri sürülüyor. Projenin onay sürecinde Doğan’ın, Demir’in kardeşi Sebahattin Demir ile de görüşerek onayı hızlandırmaya çalıştığı soruşturma dosyasındaki iaddialar arasında yer aldı.

 

DOSYADAKİ DİĞER İSİMLER

Sevinç Doğan (Mimar şirketi sahibi)
Ali Tunç (Tunç Mimarlı’kın sahibi olup mimar)
Hasan Yılmaz (Zeytinburnu eski belediye başkanı)
Hüseyin Başçetinçelik (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu eski üyesi)
Sebahattin Demir
(Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir’in kardeşi)
Veysel Tosun
Murat Cansunar
Kamuran Sinar
Bakan Balkı
İmren Özbey

 

Soruşturma dosyasında hangi kurumdan kimin isimi geçiyor?

FATİH BELEDİYESİ 
Mustafa Demir (Fatih Belediye Başkanı)
Ednan Güler (Fatih Belediye Başkanı Yardımcısı)
Bora Selim (Fatih Belediye Başkanlığı Şehir Plancısı, Belediye Meclis üyesi)
Faruk Solak ( Fatih Belediyesinde İmar Müdürü)
Ahmet Fikri Okumuş (Fatih Belediye Başkanlı’ğında mimar)
Şenol Şirin (Fatih Belediyesi Zabıta Amiri) Mehmet Yıldız (Fatih Belediye’sinde Görevli)
Osman Doğan (Fatih Belediyesi’nde Görevli)
Ümit İhsan Döğer (Fatih Belediyesi’nde Görevi)
Kemal Arslan (Fatih Belediyesi Şirket Müdürü)
Mustafa Bayhan ( Fatih Tapu Müdürlüğü’nde görevlisi) 

KORUMA KURULU 
Oğuz Ceylan (4 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanı)
Günseli Aybay (İstanbul 4 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü)
Ahmet Tanyolaç (İstanbul 4. Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun eski başkanı)
Raşit Şentürk (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yenileme Kurulunda Kurul Müdürü)
Yener Çavdar (İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu görevlisi)
Hasan Soysal (İstanbul 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nde raportör)
Kader Demir (2 No’lu koruma kurulunda raportör)
Murat Akagündüz (Beyoğlu Belediyesi’nde mimar)
Nesrin Çiçek Akçıl (Anıtlar Kurulunda sanat tarihçisi)

Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 18.12.2013

 

******


BU ARSANIN ALTI MARMARAY!

 

 

Yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlatılan operasyonlar kapsamında Fatih Belediyesi’nin Marmaray için tehlikeli olmasına rağmen bir otel inşaatına izin verdiği iddia edildi. Sirkeci’de 4 ada, 1 parselde bulunan arazi Fatih Belediyesi’nin temizlik ihalesini alan Akmercan Şirketler Grubu’na ait. Uzun yıllar otopark olarak kullanılan arazinin etrafı şu anda tel örgüyle çevrilmiş, boş vaziyette duruyor. Radikal’in ulaştığı şirket yetkilileri konuyla ilgili bilgi vermedi.


Bölge esnafının verdiği bilgilere göre, arazi uzun yıllar otopark olarak kullanıldı. Son yıllarda ise atıl duruyor. Arazi Fatih Belediyesi’nin temizlik işlerini de yapan Gazi Akmercan’ın sahibi olduğu Akmercan Şirketler Grubu’nun. Akmercanlar’ın arazide otel yapacağı bölge esnafı tarafından biliniyor. Soruşturma dosyasındaki iddialara göre de buraya 3 katı yerin altında, 4 katıda yer üstünde olmak üzere 7 katlı yeni bir otel kurulacak. Adını vermek istemeyen bir esnaf bölgedeki binalara çivi bile çaktırılmadığını, bölgenin SİT alanı olmasından dolayı her türlü değişiklik için izin alınması gerektiğini ve bunun da çok zor olduğunu belirtti. Uzun bir süre bu arazinin yeşil alan olacağı ya da boş arazinin bir kongre merkezine döndürüleceği de yine bölge esnafının kulağına gelen bilgiler arasında.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 19.12.2013

 

******


"SUÇLANDIĞIMIZ KONUDAN DOLAYI KENDİMİZDEN UTANIYORUZ"

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ile koruma kurulu yetkililerinin gözaltına alınma gerekçelerinden biri de, iddialara göre, Marmaray tünellerinin güzergahına denk gelen Sirkeci’deki 4 ada 1 parseldeki arsaya bir otel yapılması konusunda usulsüz izin verildiği yönündeydi. Demir ile koruma kurulunun bazı üyelerinin yanı sıra arsa sahibi Cemal Akmercan da halen gözaltında.

 

İNSAN EVLADI DEĞİLLER
Soruşturma dosyasında da adı geçen Cemal Akmercan’ın ağabeyi Gazi Akmercan Radikal aracılığıyla iddialara yanıt verdi. 2 yıl önce arsası satın aldıklarını belirten Akmercan şunları dedi: “Mimarımız Fatih Belediyesi’ne müraacat etti. Belediye Marmaray ve DHL’den görüş alınmadan izin verilemeyeceğini söyledi. Hazırladığımız proje 3-4 kez revize edildikten sonra Marmaray bölge müdürlüğünden izin aldık. Sonra koruma kuruluna başvurduk. Henüz bu aşamadaydık. Fatih Belediyesi’nin verdiği henüz bir izin yok. 2 gündür gazetelerde 3 katlı otel olduğu, tarihi eserler bulunduğu gibi iddialar yer alıyor. Burası boş bir arazi. Ailemizde bugüne kadar herhangi birine para teklif etmişse kendimizi gider dar ağacına asarız. Suçlandığımız konuda kendimizden utanıyoruz. Türkiye ’de doğalgaz dağıtımında proje adedi olarak, sayısal anlamda 3. sıradayız. Konuştuğumuz bu konular çok abuk sabuk konular. Çok ahlaksızca. Bunu üretenler de insan evladı değildir.”

 

BELEDİYE İZİN VERMEDİ
Akmercan’ın Sirkeci sahip olduğu yaklaşık 1300 metrekarelik araziyle ilgili şirket avukatı Doğan Kocabey ise, yapılan işlemleri şöyle özetledi: “Arazisi Cemal Akmercan Şubat 2011’de satın aldı. Tapudaki değeri 3.5 milyon TL. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bölge ile ilgili yaptığı 1/5 binlik planlar var. Bu arsa o planda turizm alanı olarak geçiyor. Bir çok mimarlık şirketi ile görüştükten sonra Arci Mimarlık ile bizim adımıza işlemleri yapması için anlaştık. Projenin hazırlanması ve ruhsat alınması ile ilgili işlemleri yürütüyor. Önce Fatih Belediyesi’ne başvuru yapıldı. Ancak DHL Marmaray Bölge Müdürlüğü ile koruma kurulundan uygun görüş alınması istendi.”

 

YTÜ OLUMLU RAPOR VERDİ
Avukat Kocabey, Fatih Belediyesi’nden izin çıkmayınca yapılan işlemleri ise şöyle anlattı: “Marmaray’a başvuru yapıldı. Marmaray’dan 5 Aralık 2012’de yanıt geldi. İnşaatın devam ettiği ve böyle bir izin verilemeyeceği söylendi. Koruma kuruluna da başvurulmuştu. Koruma kurulu da Aralık 2012’de yazdığı cevapta önce Marmaray’dan izin alınması gerektiğini belirtti. İnşaat bittikten sonra proje revize edilerek yeniden başvuru yapılıyor. Marmaray bu kez teknik bir inceleme yapılması için üniversitelerden bir görüş alınmasını istiyor. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden 3 öğretim görevlisinin oy birliği ile ‘uygundur’ raporu veriliyor. 12 Ekim’de verilen 20 sayfalık raporda, tünellere denk gelen arsanın küçük bir kısmına inşaat yapılmasından feragat edilmesi, zeminin güçlendirilmesi ve bodrum katın azaltılması şartıyla inşaatın Marmaray’a zarar vermeyeceğine dair görüş bildiriliyor.”

DOSYA KORUMA KURULUNDA
Avukat Kocabey, ilk planda otelin zemin altında 3, zemin üstünde ise 5 kat olduğunu anca revize planda ise zemin altında 1.5, zemin üstünün yine 5 kat olarak belirlendiğini anlattı. Kocabey, “Marmaray’ın 4 Kasım 2013’te bu şartlara göre otel inşaatının yapılabileceğine dair olumlu görüşü tahminen soruşturma merciine ulaşmadı. Sorgumuz sırasında bunu anlatıp, belgeleri sunacağız. Marmaray’ın bu görüşünden sonra koruma kuruluna başvuru yapıldı. Ancak henüz bir karar çıkmadı. Süreç bu aşamada kaldı.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 20.12.2013

KURULLARDAKİ ÇARK NASIL İŞLİYOR?

 

Yolsuzluk soruşturmasının bir ayağı da Fatih Belediyesi ile kültür varlıklarını koruma bölge kurulları oldu. Soruşturma dosyasındaki iddialara göre tarihi yarımada içinde sit alanı olan ya da korunması gerekli tescilli binaların, koruma kurulları vasıtasıyla inşaat yapılması için büyük inşaat şirketlerine izin verildiği ileri sürülüyor. Marmaray Sirkeci İstasyonu’nun üzerinde bulunan tarihi bir binanın ve boş bir arazinin üzerine de, Japon mühendislerin itirazına rağmen Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in rüşvet karşılığında inşaat ruhsatı verdiği iddia ediliyor. Peki belediye ile koruma kurulları arasındaki çark nasıl işliyordu?


Tarihi yarımada UNESCO ve Koruma Yüksek Kurulu kararları ile koruma altına alındı. Arkeolojik, tarihsel ve kentsel sit kapsamında olan tarihi yarımada içinde imar proje iznini belediyeden önce koruma kurulu veriyor. Kurulun onaylamadığı hiçbir proje için belediyenin inşaat ruhsatı verme yetkisi bulunmuyor. Tescilli bir binaya 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında ancak röleve restorasyon projeleri koruma kurulunca onaylandığı takdirde müdahale edilebiliyor. Ya da bir sit alanında koruma kurulunun vereceği karar doğrultusunda hafriyat ve inşaata başlanabilir. Koruma kurulları ile belediye ilişkisi işte tam burada devreye giriyor. Fatih Belediyesi tarihi yarımadada inşaat ruhsatı verebilmek için kurulun onayını bekliyor. Kurul ile belediye arasındaki ilişkiye göre izinler veriliyor.


2 No’lu Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu müdürü Raşit Şentürk operasyon kapsamında gözaltına alındı. 2 No’lu Yenileme Alanları Kurulu, Bakanlar Kurulu ile yenileme alanı ilan edilen Sulukule, Ayvansaray, Fener-Balat, Kapalıçarşı, Yedikule Bostanı gibi büyük projelere bakıyor. Bu yenileme alanlarına daha önce 1 No’lu Yenileme Bölge Kurulu bakıyordu. Ancak bu kurul Fatih Belediyesi’nden gelen projelere özellikle kurul başkanı İsmail Karamut’un tutumu nedeniyle istediği onayı vermediği için kurulun alanları 2013 yılında değiştirildi. Fatih İlçesi içindeki tüm yenileme alanları 2 No’lu Yenileme Bölge Kurulu’na verildi. Çünkü bu kurul ile Fatih Belediyesi arasında iyi ilişkiler vardı. Belediyeden gelen tüm işler jet hızıyla bu kuruldan geçiyor. 

Radikal hepsini yazmıştı! 
Radikal bu alanlardaki değişiklikleri ve kurulla olan ilişkileri daha önce defalarca haber yapmıştı. Ayvansaray’da vatandaşa 2 katlı, müteahhide 3 katlı projeler 2 No’lu Yenileme Alanı Koruma Kurulu’ndan geçirildi. Müteahhit firma Radikal’in haberlerine rağmen, tescilli yapıları göz göre göre yıkıp, sit alanına müzeye haber vermeden iş makineleriyle girmişti. Müzenin kurula yaptığı tüm ihbar raporlarına rağmen inşaat faaliyetleri durmamıştı. Kurul bu tür ihbarlarda gelen raporları değerlendirip 2863 sayılı yasaya muhalefet ettikleri gerekçesiyle cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunması gerekirken, inşaata göz yummaya devam etti. Yedikule Konakları ve Yedikule Bostanları yerine yapılmak istenen park projesi de benzer şekilde koruma kurulundan geçirildi. Hatta Yedikule’de surların dibinde Radikal’in de haberleştirdiği, Fatih Belediyesi tarafından yapılan kız öğrenci yurdunda müze denetiminde alınması gereken hafriyat için 2 No’lu Yenileme Alanları Koruma Kurulu, ‘‘Hafriyat sırasında 2863 sayılı kanun (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası) kapsamında herhangi bir bulguya rastlanılması halinde anılan kanunun 4. maddesi (Haber verme zorunluluğu) kapsamında söz konusu çalışmanın durdurularak İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’ne haber verilmesi gerektiğine karar verildi” şeklinde şaşırtıcı bir karara da imza atmıştı.

 

Hep aynı isimler 
Hazine arazisini müze yapacağım diye 49 yıllığına kiralayan Fatih Belediyesi, araziyi üçüncü şahıslara devrederek Bizans Saray kalıntıları üzerinde kebapçı açılmasına göz yummuş, 4 Numaralı Koruma Kurulu da kaçak bina için yapılan ihbarları görmezden gelmişti. Yine Fatih Yavuz Sultan Selim Mahallesi’nde tarihi bir tünel hafriyat sırasında bulunmuş, Arkeoloji Müzesi’nce hakkında raporlar tutulmasına rağmen Fatih Belediyesi ve 4 No’lu Koruma Kurul’u inşaatı onaylayarak tarihi kalıntının yok olmasına sebebiyet vermişlerdi. Son operasyonda gözaltına alınan kurul üyeleri Ahmet Tanyolaç, Oğuz Ceylan ve kurul müdürü Günseli Aybay ile Belediye Başkan Yardımcısı Talip Temizer hakkında o tarihte de dava açılmıştı.


Geçen günkü operasyonda gözaltına alınan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve kurul çalışanlarına tüm bu ilişkiler soruluyor. Soruşturma dosyasına göre bu ilişkileri sağlayan birkaç mimarlık firması kurullar ile belediye arasında aracılık ediyor. İşin adli boyutu bir yana bu soruşturmanın tarihi yarımadayı kurtarmak ve daha çok tahrip edilmesinin önüne geçmesi noktasında önemli bir aşama olacağı düşünülüyor. Bundan sonra yarımada için alınan sit kurallarına, 2863 sayılı yasa tarafından belirlenen kültür varlıklarını koruma maddelerine, UNESCO tavsiyelerine daha fazla uyulacağını umut ediyoruz.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 20.12.2013

İHTİLALİN SİMGESİ İKİ ASIR SONRA YÜZ BULDU

 

 

Fransız İhtilali'ne öncülük eden ünlü devrimci Maximilien Robespierre'in yüzü ölümünden 219 yıl sonra, tüm ayrıntılarıyla canlandırıldı. İnsan yüzlerini 3 boyutlu ortama aktararak kopyalama konusunda uzman olan Philippe Froesch, ihtilalden sonra giyotinle idam edilen Robespierre'in yüzünü tekrar ortaya çıkardı. İhtilalin ardından kurulan rejimin önemli adamlarından Robespierre, sert politikalarıyla birçok devlet adamını ve kanaat önderini giyotine göndermiş, terör rejimi olarak adlandıran dönemin sonunda kendisi de idam edilmişti.

RAPOR HAZIRLANIYOR
Giyotinin kopardığı kafası yere düşer düşmez, Madame Tussaud vakit kaybetmeden ünlü devlet adamının yüzünün alçı maskesini çıkardı. Günümüzün ünlü balmumu heykel müzelerine ismini veren yetenekli sanatçı Tussaud'nun aldığı maskeden esinlenen Philippe Froesch ise Robespierre'in yüzünün tüm ayrıntılarını yeniden gün ışığına çıkarmayı başardı. Yüzündeki minik çukur ve lezyonların yanı sıra göz altındaki aşırı büyük torbalar Robespierre'in çeşitli sağlık sorunları çektiğini ve genellikle yorgunluktan mustarip olduğunu ortaya koyuyor. Uzmanlar, günümüzde ABD istihbarat ajansı FBI tarafından da kullanılan yüz tasarlama programları sayesinde, tekrar ortaya çıkan yüzünü inceleyerek Robespierre'in sağlık durumu hakkında detaylı bir rapor üzerinde çalışıyor.

Sabah, 20.12.2013

FATİH'İN MAĞDURLARI KONUŞTU

 

Büyük rüşvet operasyonu adı altında yürütülen operasyonda Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in de dahil olduğu 11 Belediye görevlisi gözaltına alındı. Fatih Belediyesi’yle ilgili kimi arazilerin birinci derecede sit alanı iken, ikinci derecede sit alanına dönüştürülerek imara açıldığı, Marmaray Sirkeci istasyonu üzerinde bulunan araziye, Japon mühendisler ve DLH “uygun değildir” raporu vermesine rağmen otel inşaatı izni verildiği ve tüm bu işlemler karşılığında rüşvet alındığı iddiaları gündeme geldi. Son yıllarda yapılan Sulukule ve Ayvansaray kentsel dönüşüm projeleri de Fatih Belediyesi sınırları içinde yer alıyordu. Projeler nedeniyle mağdur olan kişiler yaşadıklarını ve hukuki süreci Taraf ’a anlattı.

Fener-Balat Kültür Miraslarını Koruma Derneği Genel Sekreteri Yrd. Doç.Dr. Çiğdem Şahin, Fatih Belediyesi hakkında hem kendi adına hem de dernek adına savcılığa defalarca suç duyurusunda bulunduğunu ve her seferinde takipsizlik kararı çıktığını belirtti. Şahin sözlerine şöyle devam etti:
 

MAHKEME İPTAL ETTİ

Bu suç duyurularının konuları; proje skandalı, tarihi alanların imara açılması ve ihale yolsuzlukları. Örneğin Fener- Balat-Ayvansaray bölgesi Bakanlar Kurulu kararıyla yenileme alanı ilan edildi.

Ardından Fatih Belediyesi, 2007 yılında bizlerin haberi olmadan evlerimizi, yüzde 58 kat karşılığı, üstelik ihale şartnamesini değiştirerek ve davetiye usulü özel bir anlaşmayla Çalık Holding’e verdi. Durum biz Fener-Balat- Ayvansaray halkına tebligatlarla 2009 yılında bildirildi. Tarihi kurtarmak üzere yapıldığı ileri sürülen projede bütün tarihi tescilli binalar ada bazında yıkılıyor ve üç dört bina birleştirilerek daha geniş odası, banyosu, mutfağı olan lüks konutlar elde ediliyordu. Bu proje aynı zamanda bölge halkını ve esnafını da yerinden ediyordu. Zaten bizlerin şu an eleştirisini yaptığımız gerekçelerle açtığımız davada, mahkeme bizi haklı buldu ve proje iptal edildi. Bizim projedeki aynı yaklaşım hem Sulukule ve Tarlabaşı projelerinde, hem de Tokludede projesinde de söz konusu iken, Sulukule projesi yasalara aykırı bir şekilde tamamlandı. Aynı anlayışla Tokludede’de Osmanlı mimarisi ahşap evlerden oluşan tarihi bir alan yerle bir edildi, sadece yukarıdaki tarih yok edilmedi, yer altında da müze denetimi olmadan, gece yarıları yapılan kazılarla, arkeolojik eserler tahrip edildi, üzerleri hafriyatla örtüldü. Bir de bu işin halka yapılan tacizler, tehditler, uygulamadaki usulsüzlük ve haksızlıklar boyutu var ki, Fatih Belediyesi’nin aşırı tacizine dayanamayarak, Tokludede’de İsmet Hazer adlı bir vatandaşımız intihar girişiminde bulundu. Halk kamulaştırma tehdidiyle, “Burası yeşil alan, siz işgalcisiniz” diye korkutularak, zorla, baskıyla gözyaşları içinde yerinden edildi.

Belediyeye yakın kişiler ev aldı

Sulukule’de yıkımdan önce Fatih Belediyesi’ne yakın olan kişilerin, evleri satın aldığını belirten Sulukule Platformu’ndan Hacer Foggo şunları söyledi: “Proje, orada oturanlara Fatih Belediyesi tarafından doğru dürüst anlatılmadı. Sulukulelilere belli bir fiyat dayatıldı. Onlar bu fiyatı ödeyemeyecekleri için evlerini satmak zorunda kaldılar. Belediye 100 metrekarelik bir eviniz varsa size 50 bin lira ödüyordu. Sulukuleli vatandaşlar biraz daha fazla paraya evleri elden çıkarabilmek için başka kişilere sattılar. Bu kişilerin evlerini satın alanlar ise Fatih Belediyesi’ne yakın olan kişilerdi. Bu satışlarla ilgilenen Fatih Belediye Başkanı Yardımcısı aynı zamanda proje koordinatörü M.Ç. idi. Belediyenin bütün işlerini o görüyordu. Onun da adı zaten geçtiğimiz aylarda bir yolsuzluk çetesine karıştı. Biz o dönemde son ev yıkılana kadar yoksul insanlar için mücadele ettik. Yıkılan en son ev Gülsüm Teyze’nin eviydi. Ona da kamulaştırma kararı çıktı. 60 yaşlarında bu kadının hiçbir geliri yoktu. Ve resmen sokakta kaldı. Hala kamulaştırma parası olan 3-4 bin lirayı alamadı. Sulukule’de 5 bine yakın kişi mağdur oldu.”

Taraf, Haber: Billur Özgül, 19.12.2013

ÇANDARLI KALESİ'NİN RESTORASYONU TAMAMLANDI

 

 

13. - 14. yüzyıllarda Cenevizliler tarafından inşa edilen 'nin restorasyonunu tamamlamaktan ve turizme kazandırmaktan büyük mutluluk duyduğunu ifade eden Çandarlı Belediye Başkanı Ahmet Dağdelen, 'Çandarlı Kalesi'nin restorasyon çalışmalarına hemen hemen 3 sene önce başladık. Bugün itibarı ile son bulmuş durumdadır. Bir yıl kazı ve kurulun durdurmasının yanında 3 seneyi geçen bir sürecin içerisinde kalemiz, gayet güzel bir restorasyon dönemi geçirdi.

Bütün boşluklar Horasan harcı ile dolduruldu. Güzel bir şekliyle kalemiz sağlamlaştırıldı. Eski olan taşlar orijinal taşları ile yeniden yerine kondu. İki tane kulemiz eski orijinal haline getirildi. İnsanlara, kulelerin üzerine çıkma imkanı sağlandı. Merdivenler ve korkuluklar yapıldı. Gelen ziyaretçilerin düşüp herhangi bir düşme tehlikesine karşı korkuluklar oluşturuldu. Yine buradaki toplarımızın yerlerinde bulunan pencerelerden çocukların düşmelerini önlemek için de korkuluklar oluşturuldu. Taban kazıları yapıldı. Taban kazılarında çok güzel bir sarnıç çıktı. Onun üzerini camla kapladık. Orijinalini koruyarak burada gelen ziyaretçilerimizin görüşüne sunacağız. Tabanı çakıl ve ahşap malzemeyle kapladık.' dedi.

Çandarlı'nın güzel bir turizm cenneti ve Çandarlı Kalesi'nin de bunun mührü olduğunu belirten Başkan Dağdelen, 'Çandarlı Kalesi, bundan sonra çok önemli bir turizm geliri oluşturacaktır. Çünkü Çandarlı Kalesi, UNESCO'nun da Dünya Mirası Geçici Listesi'ne girdi. Çandarlı Kalesi'nin Dünya Mirası Geçici Listesi'nde olması Çandarlı'nın da ehemmiyetini bir kat daha arttırmıştır turizm açısından. Çok iyi bir restorasyon projesinden sonra bu projeyi gerçekleştiren şirketlerimiz; onların mühendisleri, elemanları ve belediyemizin elemanları; ve çok önemli olan Valiliği ve İl Özel İdaresi'nin katkıları ile ve bizim belediyemizin katkıları ile yapılmıştır. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Çünkü, bu kaleyle Çandarlımız çok büyük bir değer kazandı.' dedi.

Sabah, 19.12.2013

KEDİLERLE İNSANLAR 5 BİN YILDIR BİRLİKTE

 

Çin Bilim Akademisi’nden Yaowu Hu ve ekibi tarafından yapılan bir araştırma 5 bin yıl önceki çiftçilerin kedilerle birlikte yaşadığını ortaya koydu. Amerikan Proceedings of the National Academy of Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, Çinlilerin kedileri tahıllarla besledikleri ve bu şekilde evcilleştirmeyi başardıkları tahmin ediliyor.


Araştırma ekibi Çin’in Şansi vilayetindeki Kuanhucun adlı köyde buldukları ilk kediye ait olduğu düşünülen sekiz kemik parçasını inceledi ve bulguların 5 bin 300 yıl öncesine dayandığını tespit etti. Bu dönem , vahşi kedilerin evcilleştirilmeye başlandığı düşünülen zamana denk geliyor. Bulgular, o dönemki kedilerin bugün Avrupa ’daki evcil kedilerden daha büyük olduğunu ortaya koydu.


Bilim insanları, Çinlilerin 5 bin yıl önce, kemirgenleri uzak tutmak için kedi beslediğini düşünüyor. Gıda maddelerini saklamak için kullanılan toprak kapların da farelerin giremeyeceği şekilde biçimlendirildiği vurgulanıyor.

Radikal, 19.12.2013

HEYKELLER VE MEYVE BAHÇESİ

 

Hasan Ağabey (Hasan Pulur), 24 Mart 2010 tarihli “Beşiktaş’ın heykelleri” başlıklı yazısında şöyle diyor:
Beşiktaş’ta “saray” çoktur, “konak” çoktur, “okul” çoktur, şimdi bunlara “heykel” de ekleniyor.
Hani, deyim pek uygun düşmese de son bir yıl içinde Beşiktaş’ta “mantar gibi” heykel patlaması var. Levent, Etiler, Akatlar, Arnavutköy, Bebek’te heykelleri görmüşünüzdür.


Bazıları heykel denince “insan heykeli”ni anlarlar, filanın heykeli, falanın heykeli...


Beşiktaş’ta insan heykeli de var ama, caddelere, meydanlara, köşe başlarına dikilen heykeller insan değil, çoğunlukla beyaz mermerden yapılmış soyut heykeller.


Sanatın kent yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olduğu bundan daha açık nasıl anlatılır? Üstelik  parkı, bahçesi betonlaştırılan, gökdelenleriyle muhteşem silüeti gölgelenen günümüz İstanbul’unda...Ve de resmi, gayri resmi “heykel düşmanlığı” örnekleri çoğalırken...


***




Beşiktaş’ı ve heykellerini anlatan, Belediye Başkanı İsmail Ünal, söze Roma, Milano, Floransa, Madrit, Helsinki gibi dünya şehirlerinden örnekler vererek başlıyor. Ardından da 2008’den bu yana  her yıl Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve sanatçılar işbirliğiyle gerçekleştirilen uluslarası heykel sempozyumlarına değinerek, yukarıda sözünü ettiğimiz o heykellerin, buralarda yontulduğunu söylüyor. Başkan’ın verdiği bilgiye göre; bu sempozyumlarda ve sipariş edilenlerle birlikte kente kazandırılan heykellerin sayısı 160’ı bulmuş. Bunlardan Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Onat Kutlar, Cavit Orhan Tütengil, Uğur Mumcu, Doğan Öz, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok gibi demokrasi şehitlerinin heykelleri Abbasağa Parkı’nda sergileniyor. Sanatçılar Parkı girişindeki Nazım Hikmet ile Akmerkez Ulus yolundaki İlhan Selçuk heykelleri de her gün onbinlerce İstanbulluyla buluşuyor. Avrupa’da Rönesans uygarlığında yüksek seviyelere ulaşmış heykel sanatına halkın sevgisini ve desteğini artırmayı amaçladıklarını belirten Ünal şöyle konuşuyor:


“Heykel varlığı açısından en zengin ilçeyiz. Türkiye’de de bir tek Yılmaz ağabeye (Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen) yetişmeye çabalıyoruz.”


***


Başkanın sözünü ettiği bu heykellerden bazıları da “Yeşile özlem duyanlar için yepyeni bir sığınak” diye tanımladığı Ulus’tan Ortaköy vadisine inen yamaçta kurulu Meyve Bahçesi’ne duruyor. Daha doğrusu 30 bin metrekarelik bir alana dikilen 4 bin meyve ağacı ile birlikte yaşıyor. Bu alanın sitelerin yeşil alan terkleriyle yoktan var edildiğini belirten Ünal,“Önemli olan  bir şehrin kültürünü, yapısını,doğasını bozmadan, insanlar için yaşam alanları oluşturulması” diyor. Zeytin, portakal, iğde, nar, ayva, elma, armut, kiraz, erik, kestane ve ceviz, hatta sakız ağaçlarıyla Meyve Bahçesi’nin böyle bir yer olduğunu anlatan Ünal, betondan boğulan İstanbul’da nefes almak ya da dalından meyve koparıp yemek isteyen herkesi “Yıldız Parkı’ndan sonra Beşiktaş’ın en önemli bahçesi” dediği bu cennet köşeye çağırıyor.

Milliyet, Yazı: Tunca Bengin, 18.12.2013

DÜNYANIN HAYRAN OLDUĞU LATMOS, TAŞ OCAĞI TEHDİDİ ALTINDA

 

 

Dünya kültür mirasının eşsiz örneklerinden olan 8 bin yıllık kaya resimlerini bünyesinde barından Beşparmak Dağları’nın (Latmos) taş ocaklarına karşı korunması için milli park ilan edilmesi isteniyor. 


Aydın ve Muğla sınırları arasında kalan Latmos Dağları, Herakleia’da yer alan ve günümüzden yaklaşık 8 bin yıl öncesini tarihleyen kaya resimlerine kucak açıyor. Dünya kültür mirası niteliğinde olan kaya resimleri hem Türkiye’nin hem de dünyanın korunması gereken kültürel miraslarından biri ve belki de en önemlisi. Günümüzden 8 bin yıl önce bölgede yaşayan insanların elinden çıkma bu kaya resimlerinde dönemin aile yaşamı, düğün gibi toplumsal ilişkiler konu edilmiş.


Eşi benzeri olmayan bu kaya resimleri son yıllarda ruhsat sayısı hızla artan taş ocakları nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Her geçen gün yeni ocakların açılması için çok sayıda başvuru yapılıyor. 24 Kasım 2012 tarihinde Anadolu’nun eşsiz sanat eserlerini korumak adına Latmos’ta eylem yapan Anadolu’ya Saygı Otobüsü üyelerinin ardından şimdi de Aydınlı çevreciler Beşparmak Dağları’nın milli park ilan edilmesi çağrısında bulundu.

Mücadele, 18.12.2013

STRATONİKEİA ANTİK KENTİNDE ENFLASYONLA MÜCADELE EDİLMİŞ

 

Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentinde, 200'den fazla ürünün isimleri ile fiyatı yazılı 2 bin yıllık meclis duvarındaki yazıtlara göre, o dönemde insanların enflasyondan korunması için çalışmalar yapıldığı bildirildi.

 

Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik meclis binasının 2 bin yıldan daha eski olduğunu söyledi. 

 

Stratonikeia antik kentinde meclis binasındaki kuzey anıt duvarların dış kısmında Latince, iç yüzünde ise Yunanca yazıtlar bulunduğunu anlatan Söğüt, Yunanca yazıtlardan birisinin antik dönem için son derece önemli olduğunu kaydetti.

 

Bu yazıtlarda 2 bin yıl önce Stratonikeialıların kullandığı takvimin bulunduğunu ifade eden Söğüt, Menippos'un yaptığı yazıtlarda hiç okuma yazma bilmeyen insanların bile parmaklarını sayarak ayları hesaplayabildiklerini, o dönemde aylardan birinin 28, diğerlerinin de 30 ve 31 çektiğini dile getirdi.

 

Söğüt, meclis binasının bulunduğu alandaki yerleşimlerin 2 bin 500 yıl öncesine kadar gittiğine işaret ederek, şöyle devam etti:

"Meclis binası da yaklaşık 2 bin yıl önce inşa edilmiş. Binayı bölgenin merkezi konumunda olduğu için inşa etmişler. Bin 712 yıl öncesinde burada satılan ürünlerin, hatta hizmetlerin adları ve fiyatlarını yazıtlardan biliyoruz. Sadece bu bile bir kentin eskiliğinin  anlaşılması açısından son derece önemli." 

 

Meclis binası duvarlarında kentin kuruluş tarihi ile meclis kararlarının yer aldığını belirten Söğüt, gün yüzüne çıkarılan yazıtların en önemlisinin yaklaşık 2 bin yıl önce meclisin sebze, meyve ve et fiyatları ile ilgili aldığı kararlar olduğuna dikkati çekti.

 

Söğüt, o dönemdeki ürünlerin tamamının fiyatının mermer bloklar üzerinde yer aldığını ve belirlenen fiyatın üzerinde satış yapılamadığını vurguladı.

 

Bölgedeki yazıtların çözümüyle ilgili çalışmaların devam ettiğine değinen Söğüt, şöyle konuştu:

"Şimdiye kadar 200'den fazla ürün olduğunu tespit ettik. Bir zeytinin, elbisenin, bir hocanın okuma fiyatına varıncaya kadar hepsini burada görebiliyorsunuz. Tamamı Türkçe'ye çevrildiğinde insanların ilgisini çekecek. Hatta Stratonikeia ve meclis binasının öneminin daha iyi anlaşılacağı bir sonuca ulaşmış olacağız."

 

Antik dönemde de enflasyon olduğunu fakat yazıtlardan tespit edilen bilgilere göre ürünlerin fiyatları belirlenerek bunun kontrol altına alındığına işaret eden Söğüt, "Belirlenenden daha yüksek fiyatla ürün satılması söz konusu değildi. Sadece bu fiyatın altında satabiliyordunuz. Hatta destekleme sistemi bile vardı. Üretici tarafından 5 liralık bir ürün, bölgedeki zengin bir iş adamı tarafından desteklenerek 3 liraya satılıyordu" diye konuştu.

 

"Sadece yazıtlar bile UNESCO tarafından tescillenmesi için yeterli"

Söğüt, Hellenistik, Roma, Bizans, Anadolu beylikleri, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde önemini sürdüren Stratonikeia'nın dünyanın en büyük mermer kentleri arasında yer aldığını dile getirerek, şunları söyledi:

"Sadece meclis binasındaki bu yazıtlar bile UNESCO tarafından tescillenmesi açısından yeterli. Çünkü bunun bir benzeri yok. Kentin her yapısı çok özel. Stratonikeia yaşayan bir arkeoloji kenti. Bunun bir benzeri yok. Antik dönemden günümüze yapıların bir bütün olarak korunduğu, Osmanlı dönemi taş döşeli yollarda yürünerek gezildiği başka bir kent bulunmuyor."

haberler.com, 18.12.2013

YILA DAMGASINI VURAN 10 SERGİ

 

 

New York’tan Londra’ya kadar dünyanın dört bir yanındaki sanat sergilerinden en iyileri seçildi. 2013 yılında Van Gogh, Freud, Munch gibi ressamlar ve sürrealizm ön plana çıktı.

 

Terra Mexico Ajansı 2013’ün en önemli sergilerini belirledi. Munch, Magritte, Lucian Freud, Van Gogh, Tiziano ve Paul Klee gibi önemli ressamların eserlerinden düzenlenen sergiler 2013 yılına damgayı vurdu. Sosyal, politik ve kültürel kriz, sürrealizm akımı hakkındaki kanıların değişmesine yol açtı. Bu yıl uluslararası düzeyde açılan önemli sergilerde sürrealizm başroldeydi. Yıl boyunca düzenlenenler arasında nitelik bakımından 10 sergi öne çıkıyor: New York’taki MOMA Müzesi’nde açılan “Magritte: Sıradan Olanın Gizemi”; Paris’te Pompidou Sanat Merkezi’ndeki “Sürrealizm ve Obje” ve “Hopper’dan O’Keefe’ye Amerikan Modernleri”; Viyana Eski Eserler Müzesi’ndeki “Lucian Freud”; Amsterdam Van Gogh Müzesi’ndeki “Van Gogh Atölyesinde”; Roma’da “Tiziano”; Londra National Portrait Gallery’deki “Man Ray Portreleri”; Londra Tate Modern’de “Paul Klee: Making Visible”; önce Tate Modern’de sonra da Pompidou Sanat Merkezi’nde açılan 
“Lichtenstein: Retrospektif” ve son olarak da Edward Munch’un doğumunun 150. yılı münasebetiyle Oslo Ulusal Galeri’de “Munch 150” isimli retrospektif, yılın en iyi sergileri olarak seçildi. 

Akşam, 18.12.2013

EDİRNE'DE AĞAÇ KESİM KRİZİ!

 

 

Edirne Valisi Hasan Duruer'in talimatıyla tarihi camilerin bahçesinde görüntüyü bozduğu ileri sürülen ve kuruyan 100 ağaç kesiliyor.

 

Valiliğin görevlendirdiği kişiler tepki almamak için sabahın erken saatlerinde kesime başlarken izinsiz olduğu gerekçesiyle polise yapılan şikayetlere "Valiliğin haberi var" cevabı veriliyor.

 

Edirne'de göreve başladığı geçen yıl ağustos ayından bu yana kestiği ağaçlarla eleştirilen Vali Hasan Duruer'in talimatıyla tarihi camilerin bahçesinde formu bozulan ve görüntüyü kapatan ağaçlar saptandı. Valiliğin görevlendirdiği kişiler tepki almamak için sabahın erken saatlerinde Ayşekadın ve Defterdar Mustafa Paşa Camii bahçelerine girerek belirlenen ağaçların kesim işlemine başladı.

 

Ağaçların kesildiğini görerek 155 Polis imdat hattını arayanlara ise "Valiliğin haberi var" cevabı verildi. Valilik talimatıyla başlatılan ağaç kesiminde tarihi eserin görüntüsünü kapatan ve formu bozulan 100 kadar ağaç olduğu ve hepsinin kesileceği öğrenildi.

 

Edirne Valisi Hasan Duruer'in talimatıyla geçen mayıs ayında Mimar Sinan'ın 'ustalık eserim' dediği Selimiye Camii çevresindeki ağaçlar da 15 kişilik ekiple kesilmişti.

Gerçek Gündem, Haber: Engin Özmen, 18.12.2013

SIVANIN ALTINDAN TARİH ÇIKTI

 

 

İsrail'in liman şehri Hayfa'da, bir kuruyemiş dükkanının iç duvar sıvası dökülünce altından Osmanlı subayının çizdiği bir resim çıktı. Duvarı boydan boya kaplayan 10 metre eninde, 3 metre yüksekliğindeki resim 1. Dünya Savaşı sırasında, İngilizlerin Hayfa'da bulunan Osmanlı ordusuna yaptığı hava saldırısını konu alıyor.

 

İsrail'in Hayfa şehrinde, 1. Dünya Savaşı sırasında bölgede Osmanlı ordusunun yaşadığı çatışmaları konu alan tarihi duvar resmi bulundu. Bir kuruyemiş dükkanının iç duvarını boydan boya kaplayan resim, alışverişe gelen üniversite öğrencisinin dikkati sonucu fark edildi.

 

Duvarda, dökülen sıvanın altında minyatür şeklinde bir asker kafasının resmedildiğini gören üniversite öğrencisi hemen Akka şehrinde bulunan duvar resimleri konusunda uzman olan arkadaşını aradı. Ertesi gün gelip duvarı inceleyen uzman, sıvanın altında büyük bir resmin olabileceğini söyledi.

Sıvanın altından tarih çıktı

Durum Hayfa Üniversitesi'nde görevli Alison Hortig isimli mimari konservatöre iletildi. Ardından da üniversite öğrencisi genç ile uzman arkadaşı, yanlarına "Hayfa Tarih Topluluğu" üyesi tarih uzmanı Eli Liran'ı da alarak dükkan sahibinden özel alıp sıvayı özenle kazımaya başladı.Uzun ve özenli bir çalışmanın ardından sıvanın altından bir resim çıktı. Resim, 1. Dünya Savaşı sırasında Hayfa'da yerleşik olan Osmanlı ordusunu bölgeden çekilmek zorunda bırakan İngiliz hava kuvvetlerinin saldırısını konu alıyordu.Resimde Türk topçusuna ait uçak savarların İngiliz uçaklarını havada vurmasından, uçakların bombaladığı yerlerde yaralanan veya ölen Türk askerlerinin sedyelerde taşınmasına kadar onlarca detay bir minyatür gibi resmediliyordu.

10 metre eninde, 3 metre boyundaki duvarın üçte ikisinin kazınması sonucu ortaya çıkan resmin altında resmi yapan ressamın imzası "Edip Kemal" ve "Otel Zahara Suriye" ibarelerine ulaşıldı.

Osmanlı subayı çizmiş
Konu hakkında AA muhabirine açıklama yapan kazı ekibinden Hayfa Tarih Topluluğu üyesi Eli Liran, şunları söyledi:
"O döneme ait İbranice gazeteleri tarayarak Edip Kemal'in Osmanlı ordusunda görev yapan Kafkasya kökenli, Ürdün Çerkezlerinden eski bir Osmanlı subay olduğunu anladık. Savaşı kaybederek Şam'a çekilen Osmanlı ordusuyla beraber o dönem, o da Şam'a gitmiş ancak savaştan sonra 1933'te önce Kudüs'e, daha sonra da Hayfa'ya dönüp şuan kuruyemiş dükkanı olan bu yeri boks kulübü olarak işlettiği bilgisine ulaştık. İyi bir ressam da olan Edip Kemal'in neden "Otel Zahara Suriye" ibaresini buraya yazdığını ise anlamamız güç oldu. Sonra fark ettik ki o dönem bu binanın bir otel olarak kulanıldığı ve bu otelin aynı dönemde Şam'da bulunan Otel Zahara'ya ait otel zincirinin bir halkası olduğu bilgisine ulaştık. Şam'daki otelin resimleri ile bu binanın bire bir aynı olduğunu gördük."

Liran ayrıca resmin tamamen ortaya çıkması için 10 bin dolara ihtiyaçları olduğunu belirterek, "Resim henüz tamamen ortaya çıkmadı, üçte ikisini ortaya çıkardık. Şimdi durduk. Ortaya çıkacak resmin daha sonra buradan duvarla beraber sökülerek taşınması gerekiyor ve buna Türklerin destek vereceğini umuyorum, çünkü bu Türklere ait bir şey. Hayfa Belediyesi olayla hiç ilgilenmedi. Resmi yapan Edip Kemal hakkında belki Türk genelkurmayı arşivlerine bakarak bize bilgi verebilir. En azından bu askerin bir Osmanlı subayı olarak 1917'de burada görev yaptığını bize doğrulayabilir" diye konuştu.

Hayfa, Osmanlı ordusunun 1. Dünya Savaşı sonuna kadar kuzeyde bulunan Akka Kalesi'ne ve Kudüs'e denizden her türlü sevkiyatı sağlamak için askeri üs kurduğu liman şehriydi. İçinden tren yolu da geçen Hayfa'da uzun yıllar Türk askeri birliği yer aldı. 1917'de savaştan sonra da uzun bir süre Türk askerinin kışlalarının bulunduğu bölge, halk arasında "Türk bölgesi" olarak anıldı. Daha sonra Türk ordusuna ait kışlalar ve benzer yapılar İngilizlerin bölgede kurduğu manda yönetimi döneminde Türk izlerini yok etmek için sistematik biçimde yıkılarak yerlerine başka yapılar inşa edildi

Hürriyet, 18.12.2013

ATLARIN ATASI BULUNDU

 

 

Etiyopya’nın fosil bakımından zengin çorak arazilerinde araştırma yapan bilim insanları, yaklaşık 4.4 milyon yıl önce yaşamış bir ata ait kemikler buldu. Nesli tükenen ve küçük bir zebra boyundaki at türüne ait kemikler, Etiyopya’nın Orta Avaş vadisinde keşfedildi.

Kemiklerin bulunduğu yer günümüzde çöl olsa da, Eurygnathohippus Woldegabrieli adı verilen bu at türünün yaşadığı zamanlarda, orman ve çayırlarla kaplıydı.

Keşfi yapan bilim insanlarından Scott Simpson, buluntular arasında, kırmızı toprağın altında iyi muhafaza edilmiş ve halen beyazlığını koruyan ön bacak kemiğinin iki ucu olduğunu açıkladı. Simpson ve araştırma ekibi, bacak kemiğinden elde edilen parçaların, atın, atalarından daha uzun bacaklara sahip olduğunu gösterdiğini söylüyor. Yine bacağın yapısı ve boyu, atın hızlı koştuğunu, bu sayede bölgedeki yırtıcı hayvanların saldırısından korunarak daha uzun süre hayatta kaldığını gösteriyor.

Atın dişleri üzerinde yapılan incelemede ise zebralar ve Afrika antilopları gibi, çayırlardaki otlarla beslendiği tespit edildi. Bu at türünün, üç parmaklı toynaklarıyla bilinen ve yaklaşık 16 milyon yıl önce Kuzey Amerika ’da ortaya çıkmış, Hipparionines familyasına mensup olduğu biliniyor. Bu atların, Kuzey Amerika’dan, bir zamanlar Alaska ve Sibirya’yı bağladığı düşünülen bir kara parçası üzerinden, Avrasya’ya ulaştığı düşünülüyor.

Araştırmacılar, bu yeni keşfin, atların evrimi, boylarının ve burunlarının nasıl uzadığı konusunda yeni bilgiler verdiğini söylüyor.

Radikal, 17.12.2013

2 BİN YILLIK PAZAR YERİ ZİYARETE AÇILDI

 

 

Denizli’nin Buldan İlçesi'ne bağlı Yenicekent Beldesi yakınlarındaki Tripolis antik kentinde, geçen yıl gün yüzüne çıkartılan 2 bin yıl öncesine ait kapalı pazar yeri ziyarete açıldı.
 

Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman’ın kazı heyeti başkanlığını yürüttüğü Tripolis antik kentinde kazılar devam ediyor. Denizli Valiliği, İl Özel İdaresi ve Kültür Bakanlığı’nın destekleriyle 12 ay kazı çalışmalarının devam ettiği Tripolis antik kentinde 2 bin yıl öncesine ait kapalı pazar yeri gün yüzüne çıkartılarak restorasyonu tamamlandı.

Deprem ve toprak kayması sonucu toprak altında kalan Tripolis antik kentinde, ortaya çıkartılan 2 bin yıllık pazar yerinin restorasyon çalışmaları hakkında bilgi veren Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman, "Tripolis’te kazı çalışmalarına Nisan 2012’de başladık. İlk 6.5- 7 metrelik dolgu kazılarak yapının kendisini açığa çıkardık. Tabana kadar indik restorasyonunda yeni malzeme kullanılmadı. Orijinal yapıtaşları tekrar yerine koyduk. Pazar yeri 500 metrekarelik kapalı alana sahip" dedi.

Tripolis antik kentindeki kazı çalışmalarını yerinde inceleyen ve 2 bin yıl öncesine ait kapalı pazar yerini gezen Vali Abdülkadir Demir ise 2013 yılının Denizli için antik kentler yılı olduğunu söyledi. Laodikya’da başlayan ve İtalyan kazı başkanlığında devam eden Hierapolis Antik Kenti ile devam eden 12 aylık kazı çalışmalarını Tripolis’te de başlattıklarını belirten Vali Demir, "Burada, sivil mimarisi, dokuması ve yaylası ile önemli bir yerleşim yeri olan Buldan İlçemizin sınırları içerisinde olmasından dolayı bizim için çok önemli. Tripolis 15 yıl talihsiz bir kazı dönemi geçirdi. Tripolis’teki değerler tek tek gün yüzüne çıkacak. Bölgemizdeki o döneme ait antik kentlerin hiçbiri, bu büyüklükte kapalı Pazar yeri alanına sahip değil. O nedenle bizim için önemli" diye konuştu.

Denizli’de 6 antik kentte kazı çalışmalarının devam ettiğini kaydeden Vali Demir, ödenek sorununun olmadığını söyledi. Demir, "Kazı çalışmaları devam eden 6 antik kenttin, 2014 yılında bütün ödenekleri hazır. Arkadaşlarımızı hiç durmadan çalışın diye yönlendiriyoruz. Bütün planlamalar tamam. Beycesultan antik kentindeki kazıları en eski yerleşim yeri olmasından dolayı önemsiyoruz. Tabea Antik Kenti kazı çalışmaları ihale aşamasında" dedi.

Bugün, 17.12.2013

YA MONA LİSA TABLOSU SAHTEYSE?

 

 

Sanat hırsızlığı tarihi profesörü Noah Charney, CNN’de yer alan bir yazısında, Paris Louvre Müzesi’nde bulunan Mona Lisa ile ilgili ciddi iddialar gündeme getirdi.

 

Chaney’e göre 1911’de Vincenzo Peruggia adlı bir İtalyan’ın çalmayı başardığı tablo, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların eline geçmiş ve Avusturya Alplerindeki Altaussee madeninde diğer çalınan eserlerle saklanmıştı.

 

Bu dönemde, Nazilerin oluşturduğu bir ekibin Louvre ve Uffizi müzelerinin de bulunduğu yerlerden 5 milyon eser çaldıkları belirtiliyor. Louvre Müzesi yetkilileri de savaşta ünlü tablonun madende olduğunu ve 1945’te müzeye döndüğünü doğruluyor. Ancak işin ilginç yanı da, Charney’in de dahil olduğu uzmanlar, Naziler tarafından çalınan tablonun kopya olduğu ve gerçek tablonun Fransa’yı terk etmediği görüşünde. Buna göre Louvre Müzesi’ndeki tablonun sahte mi gerçek mi olduğu bir kez daha tartışma konusu oldu.

Edebiyat Haber, 17.12.2013

MUDANYA HALK MECLİSİ'NEN 'MYRLEİA' TEPKİSİ

Mudanya Halk Meclisi Başkanı Levent Kaya, Myrleia antik kentinin imara açılmasına sebep olacak karara tepki gösterdi.

 

Myrleia Antik Kent Platformu, Bursa Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yaptı. Antik kentin bulunduğu alanın bir bölümüne AVM yapılmasına karşı olduklarını ifade eden Mudanya Halk Meclisi Başkanı Levent Kaya, "Antik kent üzerinde oynanan hukuksuz oyunla ilgili mahkeme yürütmeyi durdurma kararı almıştı. Bizler, mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararı ile az da olsa umutlanmıştık. Bu yanlışın düzeltilmesini ve antik kentin bir şirkete peşkeş çekilmeyip, tekrar halka kazandırılacağı günü beklemeye başlamıştık. Ama bugün gelinen noktada AVM inşaatı ile birlikte bütün Myrleia'nın imara açılmasına sebep olacak bir kararın alındığını gördük. Mudanya Belediye Meclisi'nde alınan karar, bazı belediye meclisi üyelerinin karşı çıkmasına rağmen oy çokluğu ile onaylanmak üzere Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi'ne gönderildi" dedi.

 

Myrleia ile ilgili durumun bir talan kararı olduğunu savunan Kaya, "Bu karar, aylardır süren mücadele neticesinde mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı aldığı AVM'yi temize çıkartmakta ve mahkeme kararını bertaraf etmektedir. Ayrıca bütün antik kent çevresini 5 katlı konutların da yapılacağı şekilde imara açmaktadır. Bizler yanlıştan dönüleceğini beklerken, bu, daha büyük bir yağmayı beraberinde getirmektedir. Son olarak sahil kesiminde yer alan belediye hizmet alanı da turizm alanı olarak değişmektedir. Kamuya hizmet etmek için ayrılan alan sermayeye teslim ediliyor" diye konuştu.

 

Myrleia çevresinde yapılacak bir yanlışa izin vermeyeceklerini dile getiren Kaya, "Bu bölgedeki her türlü rant projesine karşı bütün gücümüzle mücadele edeceğimizi haykırıyoruz. Myrleia'dan vazgeçmeyeceğiz" şeklinde konuştu.

 

Basın açıklamasının ardından ‘Myrleia insanlığın ortak mirasıdır', ‘Myrleia müze yapılsın' şeklinde pankart açan grup sloganlar attı. Daha sonra Mudanya Halk Meclisi üyeleri olaysız şekilde dağıldı.

Star Gündem, 17.12.2013

'AYDINLANMA ÇAĞI' ARŞİVİ FLICKR'DA

 

 

British Library, arşivlerindeki 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar olan metinlerde bulunan 1 milyondan fazla resmi tarayıp Flickr’da yayımladı. Fotoğraflar 3 günde 6 milyon kez görüntülendi. 

 

Telif süreleri dolduğu için imajları paylaşma kararı alan kütüphane, resimleri fotoğraf sitesi Flickr’da paylaşarak herkesin kullanımına açtı. 65 bin ciltten alınan taramalar haritalardan illüstrasyonlara, matematiksel risalelere, çocuk tekerlemelerine ve duvar resimlerine kadar birçok imajı içeriyor. 

BİR ANDA ÇALKALANDI
Resimlerin cuma günü online olarak yayımlanmalarından bu yana imajların 6.1 milyon kez görüntülenmesi üzerine, British Library dijital araştırmalar ekibi küratörlerinden Nora McGregor “Bu tepki çok heyecanlandırıcı. Kütüphaneci olarak, cuma günü şimdiye kadar yaşadığım en güzel gündü. Bilginin ulaşılmasını isteyen biri için daha iyisi olamaz” diye konuştu. 

MICROSOFT İTİNAYLA TARADI 
Kütüphane arşivindeki bütün imajlar Microsoft tarafından tarandı ve British Library’ye geri iade edildi. Proje, kütüphanenin laboratuvar çalışmasının bir parçası olarak ortaya çıkan “Mekanik Küratör” projesiyle doğdu. Enstitü, tüm imajlar hakkında doğru bilgilere ulaşılması için 2014 yılı başında bir crowdsourcing uygulaması başlatacağını duyurdu. 

Akşam, 17.12.2013

"MEZARLIK İADE EDİLECEK Mİ?"

 

 

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın İstanbul Karacaahmet Mezarlığı'nda yaptırdığı aile kabristanı için tarihi mezarların kazılıp tescilli mezar taşlarının Koruma Kurulu kararı olmadan vinçlerle sökülmesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a soruldu. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a Karacaahmet Mezarlığı'nda yaşanan tarih katliamının sorumlularını sordu. Tanrıkulu, Başbakan'a verdiği yazılı soru önergesinde, “Osmanlı mezar taşlarının Kültür Varlıklarını Koruma Kurulundan onay alınmaksızın, yasalara aykırı şekilde Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar'a daha geniş aile mezarlığı alanı yaratmak için talan edilmesinin sorumluları kimlerdir?” sorusunu yöneltti.

VİNÇLERLE SÖKÜLMÜŞTÜ
BirGün, Bakan Bayraktar'ın aile kabri için yaşanan mezarlık skandalını manşetten duyurmuştu. Karacaahmet Mezarlığı'nda 5 No'lu adada Bayraktar'ların aile kabristanı için önce mezarlar kazılmış, ardından Osmanlı mezar taşları vinçlerle sökülerek tarihi mezar taşları parçalanmıştı. Tarihi Sit Alanı olan Karacaahmet Mezarlığı'nda 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na tabi olan tescilli mezar taşlarının sökülmesi için 6 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan izin alınmamıştı. Kırılan mezar taşları çöpe atılmıştı. Bakan Bayraktar, Tanrıkulu'nun soru önergesine verdiği cevapta aile kabrinin yapıldığı alanın 'boş alan' olduğunu savunarak “Tahsisle ilgili hukuka aykırı bir işlem yapıldığının ispatı halinde, söz konusu yer tarafımdan iade edilecektir” diye belirtmişti.

YASAL İŞLEM YAPILDI MI?
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Bakan Bayraktar'ın cevabını hatırlatarak, “Bakan'ın aile kabri için 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na tabi olan tescilli mezar taşlarının 6 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu izni olmadan sökülmesi hukuka uygun mudur? Bakan yaptığı yanlışı kabul edip özür dileyecek mi? Mezarlık alanın iadesi yapılacak mı?” diye sordu.

Tanrıkulu Başbakan'a “Tescilli mezar taşlarının sökülmesi için 6 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan izin alınmış mıdır?
Karacaahmet Mezarlığı’nda 5 No’lu adada şimdi Bakan Bayraktar'ın aile kabristanın bulunduğu alanda Osmanlı dönemine ait mezar taşlarının vinçlerle söküldüğü basında yer alan videoda görülmektededir.Ülkemizin tarihi eserleri ve dokusuna zarar verenler hakkında yasal işlem başlatılmış mıdır? Kırılmış tarihi mezar taşlarının çöpe atıldığı fotoğraflarda görülmektedir. 6 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillendiği belirtilen bu taşlar neye dayanarak çöpe atılmıştır?” diye sordu.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 17.12.2013

MÜZE GİRİŞLERİNE ZAM GELİYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bazı müze ve örenyeri giriş ücretlerinde gelecek sezon için değişiklik yapılacak. 15 Nisan 2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yapılacak değişikliğe göre Topkapı Sarayı Müzesi’nin 25 TL olan giriş ücreti 30 TL, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin 10 TL olan fiyatı 15 TL olacak. Ayasofya Müzesi’nde ise değişiklik yok.

 

TÜRSAB’ın konuyla ilgili üyelerine yönelik yaptığı açıklamada “Müze ve Örenyeri Gişe ve İndirimli Bilet Ücretleri Listesi” de yayınlandı.

 

Yeni fiyatlar şöyle:

 

MÜZE-ÖRENYERİ ADI

2014 YILI GİŞE BİLET FİYATI

2014 YILI ACENTA BİLET FİYATI

AFRODİSİAS MÜZESİ

15,00

12,50

AĞRI İSHAKPAŞA SARAYI

5,00

4,25

ALANYA KALESİ

15,00

2,50

ANADOLU MED. MÜZESİ

15,00

12,00

ANTALYA MÜZESİ

20,00

16,50

ASPENDOS ÖRENYERİ

20,00

16,50

ASSOS ÖRENYERİ

10,00

8,00

BERGAMA AKROPOL

25,00

20,00

BERGAMA ASKLEPİON

20,00

16,50

BERGAMA KIZILAVLU

5,00

4,00

BERGAMA MÜZESİ

5,00

4,00

BODRUM SUALTI MÜZESİ

25,00

20,00

DERİNKUYU YER ALTI ŞEHRİ

20,00

16,50

EFES MÜZESİ

10,00

8,00

EFES ÖRENYERİ

30,00

25,00

EFES YAMAÇEVLERİ

15,00

12,50

FETHİYE – LETEON Ö.YERİ

8,00

6,50

GORDİON MÜZE VE Ö.YERİ

5,00

4,00

GÖREME ÖRENYERİ

20,00

16,50

HATAY MÜZESİ

10,00

8,50

IHLARA- MANASTIR VADİSİ

10,00

8,50

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZ.

15,00

12,50

İSTANBUL AYASOFYA MÜZESİ

30,00

25,00

İSTANBUL MOZAİK MÜZESİ

10,00

8,00

İZMİR – ST. JEAN ANITI

10,00

8,00

KARİYE MÜZESİ

15,00

12,50

KARS ANİ ÖRENYERİ

8,00

6,50

KAUNOS ÖRENYERİ

10,00

8,00

KAYAKÖYÜ ÖRENYERİ

5,00

4,00

KAYMAKLI YER ALTI ŞEHRİ

20,00

16,50

KONYA – MEVLANA MÜZESİ

3,00

2,50

MARMARİS – KNİDOS Ö.YERİ

10,00

8,00

MUĞLA – SEDİR ADASI

15,00

12,50

MYRA ÖRENYERİ

15,00

12,00

OLYMPOS ÖRENYERİ

5,00

4,25

PATARA ÖRENYERİ

5,00

4,00

PERGE ÖRENYERİ

20,00

16,50

PHASELİS ÖRENYERİ

10,00

8,00

SİDE MÜZESİ

10,00

8,00

SİDE ÖRENYERİ

15,00

12,00

SİMENA ÖRENYERİ

10,00

8,00

ST. NICHOLAS ÖRENYERİ

15,00

12,00

SÜMELA MANASTIRI

15,00

12,00

TOPKAPI – HAREM DAİRESİ

15,00

12,50

TOPKAPI SARAYI MÜZESİ

30,00

25,00

TRABZON AYASOFYA MÜZESİ

10,00

8,00

TROİA ÖRENYERİ

20,00

16,50

XANTHOS ÖRENYERİ

10,00

8,00

ZELVE ÖRENYERİ

10,00

8,00


Turizm Habercisi, 17.12.2013

ARKEOLOJİK BULUNTULAR MÜZEYE TESLİM EDİLİYOR

 

 

Dumlupınar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından merkeze bağlı Seyitömer beldesinde sürdürülen Seyitömer Höyük Kazı çalışmalarında elde edilen tarihi eserler, Kütahya Arkeoloji Müze Müdürlüğü'ne teslim ediliyor.

 

Dumlupınar Üniversitesi Arkeloji Bölümü Seyitömer Höyük kazı çalışmalarını 2006 yılından bu yana devam ediyor. Erken Tunç Çağı, Roma ve bir çok medeniyetin bulunduğu Seyitömer Höyükde yapılan kazı çalışmalarında elde edilen buluntuların restorasyon ve konservasyon çalışmaları yapılıyor.

 

Tarihi buluntuların arkeoloji bölümü öğrencileri çok titiz bir çalışmanın sonunda ayağa kaldırıyor. Restorasyonu biten tarihi buluntular birebir ölçeklenerek çizimleri yapılıyor. Son halini alan tarihi buluntular tasnif işlemi gerçekleştirilerek bulunduğu çağ ve höyükte çıktığı yere göre tanımlanıp envanter kayıtları yapılıyor. Yapılan işlemlerin ardından tarihi buluntular müzeye verilmeye hazır hale geliyor.

 

DPÜ Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, yaptığı açıklamada, "Dumlupınar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü olarak gerçekleştirmekte olduğumuz Seyitömer Höyükteki kazıların 8.yıl yada sezonunu kapatmış durumdayız. Bunda hava şartlarının özellikle artık kış şartlarına girmesinden dolayı arazide çalışma çok zorlaştı. Bu yüzden laboratuarda biz restorasyon, konservasyon işlemlerine bir miktar devam ettik. ve yine önemli bir gurup eseri bugün Kütahya Arkeoloji Müzesine teslim etmekteyiz" diye konuştu.

 

Binlerce yıllık tarihi buluntular tasnif ve envanter işlemlerinden sonra poşetlenip, kutulandıktan sonra Kütahya Arkeoloji Müzesi'ne teslim ediliyor. Kazı başlamasından bu güne kadar 8 yılda toplam 8 bin envanterlik tarihi eser Dumlupınar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından Kütahya Arkeoloji Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

haberler.com, 16.12.2013

VAHDETTİN KÖŞKÜ'NDE SON DURUM

 









 

Çengelköy sırtlarında yer alan tarihi Vahdettin Köşkü'nün, 2011 yılında yıkılarak yeniden yapılması kararı alınmıştı. 2013'te inşaatına başlanan Vahdettin Köşkü Başbakan Erdoğan'ın çalışma ofisi olarak kullanılacağı iddiasıyla gündeme gelmişti.

 

Köşkün yer aldığı Çengelköy Vahdettin Korusu'nda 18. ve 19. yüzyıllar boyunca birçok köşk yaptırıldı. Yaklaşık 50 dönümlük koru içinde Ağalar Köşkü, Köceoğlu Köşkü, 6. Mehmet Vahdettin Köşkü, Kadı Efendi (Servis) Köşkü, Bahçevan evi ve sera yer alıyordu. Sultan Vahdettin, kendi adını taşıyan köşkü ise Rus Çarı'nın gönderdiği bir hediyenin üzerindeki köşk resminden esinlenerek yaptırmıştı. Köşkün mimarisini Fransız-Türk Levanten Mimar Alexandre Vallaury tasarlamıştı.

 

Tarihi köşk 1984 yılında korunması gereken taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenmişti. İlk olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından restore edilen köşklerin, betonarme olarak yenilendikten sonra ahşap ile kaplandığı İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından tespit edilmesiyle tarihi yapıların yıkılıp aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesine karar verildi.

 

2 Temmuz 2013'te Resmi Gazete'de yayınlanan kararla, Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planı ve Vahdettin Köşkü ve Çevresi Yol Düzenlemesi Projesi kapsamında acele kamulaştırma kararı alındı.

 

Çengelköy Vahdettin Korusu'nda devam eden inşaat çalışmaları nedeniyle birçok ağacın kesildiği, yeni inşa edilen yapıların ise köşkün orijinal mimarisiyle uyumlu olmadığı, Vahdettin Köşkü'nün önemli mimari niteliklerinden biri olan soğan başlı kubbenin tasarımda yer almadığı görülüyor. İnşaat çalışmalarıdev istinat duvarlarının ardında devam ederken tamalandıktan sonra Başbakanlık Ofisi ve Konuk Evi olarak kullanılacağı söylenen yapıların işleviyle ilgili henüz net bir bilgi yok.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 16.12.2013

"YÜKSEK SES AYASOFYA'YI YIKABİLİR"

 

 

Ayasofya’nın eski müdürü, sanat tarihçisi, arkeolog Erdem Yücel, “Yüksek bir ses Ayasofya’yı yıkabilir” uyarısını yaptı. Camiye dönüştürme tartışmasının, neredeyse 1500 yıllık bir yapı üzerine yapıldığına dikkat çeken Yücel, “Ayasofya, ses titreşimlerine hassas bir bina. Güçlü ve yoğun bir ses yıkabilir” dedi.

 

Yücel, Ayasofya’nın ses titreşimlerine verdiği tepkiyi 1994 yılında ölçtüklerini anlattı. Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Kültür Bakanlığı’nın Anıtlar, Müzeler ve Röleve Müdürlüğü ve Ayasofya’daki uzmanlardan bir komisyon kurulduğunu aktaran Yücel, bu komisyonun çalışmalarının ardından, binanın ses titreşimlerine karşı hassas olduğunun, yüksek ve yoğun bir sesin binaya zarar verebileceğinin anlaşıldığını belirtti.

 

Yücel, kendisinden sonraki dönemde, İstanbul Müzik Festivali kapsamında, Ayasofya’nın içinde bir konsere izin verildiğini hatırlattı. O konser sonrasında, mozaiklerden ve kubbe altındaki sıvaların dökülmesinin ardındansa bir daha konsere izin verilmemiş. 

 

‘Rehberlere bağıra bağıra anlattırmadık’

Ayasofya’da sırf bu gerekçe yüzünden turist rehberlerini ‘alçak ses tonunda konuşun’, ‘bağıra bağıma anlatmayın’ diye uyardıklarını anlatan eski yönetici, “Bazen, beş turist kafilesi aynı anda içeride olabilir. Bu kalabalıktan yayılacak ses titreşimlerinin binayı etkilememesi için her zaman önceden uyarı yaptık. Müzeyi gezerken, herkes kısık sesle konuştu. Rehberler,  Ayasofya’yı bu tonda anlattı” dedi.

 

“Durup dururken binaya zarar vermenin bir anlamı yok” diyen Erdem Yücel, Ayasofya’nın hem İstanbul’un hem de Bizans mimarisinin önemli sanat eserlerinden biri olduğunu vurguladı. 

 

‘Ayasofya hem cami hem de müze olamaz’ 

Erdem Yücel, bazı kesimlerin yerel seçim öncesinde Ayasofya’nın cami olması yönündeki açıklamalarıyla ilgili soruya, “Ayasofya siyasi polemik konusu olmamalı” yanıtını verdi. Erdem’e göre, Ayasofya bugünkü ortamda müze olarak kalmalı; çünkü eser, Osmanlı mimarisini etkileyen ve Bizans sanatının en önemli mimarisi. 

 

'Namaz saatine göre nasıl ayarlanacak?'

Ayasofya’nın, aynı anda müze ve cami kimliği ile zorluk yaşayacağına dikkat çeken eski müze müdürünün değerlendirmeleri şöyle:

“Burası, Türkiye’nin turizm gelirlerinin en önemli yeri. Yani, müzenin belirli saatleri içinde, turistler istedikleri zaman ziyaret edebilir. Ancak, cami olduğu zaman böyle olmaz.  Namaz saatine göre nasıl ayarlanacak. İçerideki turiste, namaz saati çık mı denilecek? Namaz saatinde turist içeri giremez. Bu nasıl olacak?”

 

“Ayasofya, ya cami olur ya da müzeye çevrilir” diyen Yücel, yurt dışında çok kullanılan bir sözü hatırlattı: Ayasofya cam fanus içinde korunmalı. 

 

916 yıl kilise, 481 yıl camii 

İstanbul’un anıt yapılarından Ayasofya, tarihi geçmişinin yanı sıra mimarisi, mozaikleri ve Osmanlı döneminde yapılmış ekleri ile her zaman gündemde kaldı. Ayasofya 532-537 yıllarında, 5 yıl 10 ay ve 4 günde İmparator İustinianus (521-565) tarafından daha önce yapılmış olan iki Ayasofya’nın üzerine yapılmıştır. Tarih boyunca 916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak işlevini sürdürmüş, Atatürk’ün isteği, Bakanlar Kurulunun kararı ile 1 Şubat 1935’de müze olarak ziyarete açıldı.
T24, Haber: Hülya Karabağlı, 16.12.2013

NAZMİ ZİYA'NIN TABLOSUNA 1 MİLYON TL

 

Türkiye’nin saygın müzayede evlerinden Antik A.Ş. müzayede evi dün, Shangri-La Bosphorus Otel’de gerçekleştirdiği 280. müzayedesinde özel koleksiyonlardan seçilmiş değerli tablolar ve Osmanlı eserlerinin satışını gerçekleştirdi.

 

Sanat eserlerine büyük ilgi gösteren sanatsever ve koleksiyonculardan oluşan 500’ü aşkın isim katıldığı müzayedede, katılımcıların bayrakları birbiriyle yarıştı.

 

Müzayedenin en değerli eseri Nazmi Ziya’nın ‘Sanatçının Evi’ konulu tablosunu 1 milyon  50 bin liraya Ebru Gündeş’in eşi, iş adamı ve koleksiyoner Reza Zarrab satın aldı. Zarrab salonda alkışlanarak diğer sanatseverlerin övgüsünü kazandı. Müzayedeye Can Has, Recep Tanrıverdi, Selçuk Yöntem, Bekir Aksoy, Cezmi Mutlu, İzzet Günay, Lolita Armam ve Fatoş Sarıgül’ün aralarında bulunduğu isimler katıldı.  İbrahim Çallı,’nın ‘Köy’ konulu eseri 380.000 TL’ye ve Oryantalist ressam Flandin’in ‘Sürre Alayı’ konulu çalışması 475.000 TL’ye satıldı.

Milliyet, 16.12.2013

70 MİLYON TL'YE NE OLDU?

 

Gezi eylemleri sırasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “İnşallah yıkılacak” yönündeki açıklamalarının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca, eski Bakan Ertuğrul Günay döneminde restorasyon işleri durdurulan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM) için ayrılan 70 milyon TL’lik ödeneğe ne olduğu merak konusu. Bakanlık ödeneğe ilişkin bugüne değin herhangi bir açıklama yapmazken, Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat Sen) Genel Başkanı Yavuz Demirkaya, “Kerelerce 70 milyon TL’lik ödeneğe ne olduğunu sorduk, yanıt alamadık. Bu konunun üstü kapatıldı. Yasal olarak AKM’nin restorasyonu için ayrılmış bir paraydı bu. Nereye ödendi, meçhul” dedi.

 

2008’den bu yana kapalı olan AKM’nin restorasyon çalışmaları için en son Ertuğrul Günay’ın bakanlığı döneminde, 2012 yılında, mutabakat imzalandı. Mutabakata göre Sabancı Holding restorasyon çalışması için 30 milyon TL’lik katkı sağlamayı vaat etti. Bakanlık da söz konusu restorasyon için bütçeden 40 milyon TL ayırdı. Binanın restorasyonunun 29 Ekim 2013’te son bulacağı ve Cumhuriyet Bayramı’nda yeniden binada sanatsal faaliyetlerin gerçekleştirileceği bizzat eski Bakan Günay tarafından dile getirilmişti. Ancak, binanın restorasyonu Gezi eylemleri sırasında Başbakan Erdoğan’ın “AKM inşallah yıkılacak. Muhteşem bir opera olarak kültür merkezi yapacağız. Evet cami de yapacağız. Ben bunun iznini gidip de birkaç çapulcudan alacak değilim” sözlerinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca durdurulmuştu.

 

‘AKM’yi hukuk koruyor’

Kültür Sanat Sen Genel Başkanı Yavuz Demirkaya, AKM’yle ilgili en son Bakan Ömer Çelik’in bütçe görüşmeleri sırasında “AKM’yi yıkacağız, yerine opera binası yapacağız” açıklaması yaptığını anımsattı. Binanın 2012 yılında restorasyon işleri için Sabancı Holding’in verdiği 30 milyon TL’lik maddi desteğin yanında 40 milyon TL’lik bakanlık bütçesinden pay alındığını ve bu bütçenin yasal olarak AKM’nin restorasyonu için harcanması gerektiğini vurgulayan Demirkaya, şunları söyledi:

 

“Kerelerce sendika olarak 70 milyon TL’lik bu ödeneğe ne olduğunu sorduk, yanıt alamadık. Bu paranın nereye harcandığı hala meçhul. Üstelik bu para kamuoyunun da bildiği bir para. Bakanlık desin ki, ‘Biz bu parayı turizm için harcadık, tanıtma için harcadık.’ Ama bu da söylenmiyor. Paraya ne olduğu belli değil. Sabancı Holding bina için ne kadar para harcadı bugüne değin? Harcanan para iade edildi mi, belli değil. Ayrıca 2006 yılından bu yana binanın ‘depreme dayanıksız’ olduğu dile getiriliyor. Binanın depreme dayanaklı olduğuna ilişkin bilirkişi raporları var. Hatta bu bilirkişi raporlarında, ‘Binanın eski sisteminde kullanılan malzemeleri hala nitelikli ve dayanıklı’ deniyor. Buna karşın orada bir restorasyon işleri başlatıldı. Sonra bu restorasyon işleri de Bakan’ın bir sözüyle durduruldu. Şimdi sormak gerekmez mi, madem bu bina depreme dayanıksız. Neden o zaman özellikle Gezi eylemlerinden sonra polisler o binada mesket tuttu? Neden orayı bir tür karargaha çevirdiler? O bina yıkılamaz, her şeyden önce orayı hukuk koruyor.”

 

‘UNESCO listesinden çıkaracaklar’

“AKM için bir acil durum daha var. İstanbul UNESCO listesinden çıkarılacak. Çünkü hükümet İstanbul ve İstanbul’daki tarihi yapılar için gerekeni yapmıyor” diyen Demirkaya, İstanbul’un UNESCO listesinden çıkarılacak olmasının hükümeti çok zor duruma düşüreceğini de kaydetti. Taksim Meydanı’nın baştan aşağı sit alanlarıyla dolu olduğuna işaret eden Demirkaya, daha önce sendikanın açtığı davada mahkemenin ret kararlarından birisinin de AKM’nin bulunduğu yerin “kimin olduğuna dair kesin bir bilginin de saptanamamasına bağladığı” olduğunu kaydetti. Demirkaya, “Binanın bulunduğu yerin tamamı kamuya ait değil, belediyeye ait olan alan da var, şahsa ait olan alanlar da” dedi. Bu nedenle de binanın yıkımının “vahim sonuçlar doğrucağını” vurgulayan Demirkaya, kendilerine gelen bilgiye göre bina eğer yıkılırsa, yerine bir AVM yapılacağı ve opera binasının da bu AVM içinde faaliyet göstereceğine dikkat çekti. Demirkaya, “Böylece artık orada büyük prodüksiyonları izlemek hayal olur. Orada cümbür cemaat içinde sanat üretilir” diye konuştu.

Cumhuriyet, Haber: Selda Güneysu, 16.12.2013

"KOLEKSİYONERLER KENDİLERİNİ İHBAR EDİYOR"

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ne kayıtlı kayıp eserlerin polis baskınıyla ele geçirilmesi, koleksiyonerleri de harekete geçirdi. Koleksiyonerler polise ve bakanlığa başvurarak nereden geldiğini bilmedikleri tablolarını ihbar ediyor.

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi envanterine kayıtlı paha biçilemeyen 302 kayıp eserden 32’sinin ünlü işadamlarının koleksiyonunda ve sanat galerilerinde polis baskınıyla ele geçirilmesi, kelebek etkisi yarattı. İşin ciddiyeti kulaktan kulağa aktarılınca, elindeki tablonun nereden geldiğini bilmeyen sanatseverler polise ve bakanlığa başvurarak koleksiyonundaki tablonun arananlar arasında olabileceği ihbarında bulundu. Bu çerçevede 2 koleksiyoner 14 tablo için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurdu. Tablo operasyonunda bugüne kadar suskunluğunu koruyan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik Milliyet’e, “Operasyonlar sürecek. Bazı koleksiyonlerler operasyonları duyunca ‘elimde var’ deyip teslim etmek istiyor. Ele geçen tablo sayısı artıyor” diye konuştu.


Çelik, TBMM’de tablo operasyonlarını manteşine taşıyan Milliyet’in sorularını yanıtladı. Operasyonlar sürdüğü için geniş bir açıklama yapmasının mümkün olmadığını dile getiren Çelik, önümüzdeki günlerde devam edecek operasyonlar konusunda sürpriz gelişmelerin yaşanacağını kaydetti.

‘Bu iş bizim namus borcumuz’
“Milletin kültür varlığına sahip çıkmak namus borcumuzdur” diyen Çelik, “Tabloların bir çoğunun kimde olduğu biliniyor. Müfettişlerin raporları var. Bazıları gelişmeleri duyunca ‘elimde var’ deyip tabloları teslim etmek istiyor. Bu nedenle sayı da artıyor açıkçası. Hızla yayılan operasyonlarla bulunacaklarla bu sayı ciddi oranda artacak. Şu anda kimler ve hangi tablolar olduğu konusunda fazla bilgi veremiyoruz ki, tabloların başına birşey gelmesin“ diye konuştu.


Soruşturmanın büyük bir kararlılıkla yürümesiyle birlikte bazı koleksiyonerler, soruşturmayı yürüten savcı Hakan Yüksel’i arayarak koleksiyonunda yer alan tablolara da bakılmasını istedi. Hafta başına kadar el konulan eser sayısının 70’e çıkması bekleniyor. Operasyona yeni bir bakış açısıyla yaklaşan Bakanlık müfettişleri ilk olarak Türkiye’de resim ve antika piyasasının nasıl işlediği konusunda geniş çaplı bir araştırma başlattı. Aylarca resim ve antika piyasası didik didik araştırıldı, binlerce sergi ve müzayede kataloglarından on binlerce resim tek tek tarandı. Eserlerin el altından satılmış olması ve eserleri bilmeden alan koleksiyonerlerin bu eserleri sergilemesi ihtimalinden hareketle; akademisyenler, müzayede şirketleri, galeriler, elden serbest alım satım yapanlar, eksperler ve koleksiyonerler başta olmak üzere resim ve antika piyasasının ünlü isimlerinin tek tek bilgilerine başvuruldu. Müzayede kataloglarında yer almayan ve elden satışı yapılan eserlere de eksperler B.A. ve F.K.’nın arşivinden ulaşan müfettişler eserlerin el altından ve müzayede yoluyla satıldığını tespit etti. Tespitin ardından dosya savcılığa teslim edildi.

Mlliyet, Haber: Önder Yılmaz, 16.12.2013

"O LAHİTTEN HER DAĞ BAŞINDA VAR"

 

 

Tophane’de 1946’da yıkılan ‘İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi’ binasının ihya edilmek istendiği arsada geçen yazdan beri İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından sürdürülen kazı, çökme tehlikesine karşı güçlendirme yapılması için durduruldu. Topçu Kışlası benzeri tartışmalı ihya projesi tamamlandığında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin (MSGSÜ) kullanımına sunulacak ve içinde Mimar Sinan’ın eserlerinin maketleri sergilenecekti. İnşaatın yapılıp yapılmayacağının kesinleşmesi için kazının sonlanması ve Koruma Kurulu’nun kararı bekleniyordu. Henüz yaklaşık üçte biri kazılabilen araziden 6-7. yüzyıl Erken Bizans’tan kalma bir hamama ait olduğu düşünülen beyaz mermer döşeli bir havuz, hamamı ısıtmak için kullanılan ‘külhan’ ve atıksu kanalları bulundu. Yapının duvarlarından birinin içine gömülü vaziyette 4-5. yüzyıldan kalma mermer bir Bizans lahti de bulunmuştu. 

‘Kazılacak bir şey yok’ 
İstanbul Arkeoloji Müzesi, çökme tehlikesi olduğu anlaşılan arazide kazıya devam etmek için koruma kurulundan güçlendirme onayı beklerken MSGSÜ Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız, kazının bittiği yönünde bilgilendirdiğini öne sürdü.


Karayağız, “Bana söylenen arkeolojik kazı tamamlandı. Çalışmalar durunca ‘Ne oldu’ diye sordum, ‘Kazılacak bir yer yok, arkeoloji bilimi açısından heyecansız bir kazı yaptık, lahit dışında hiçbir şey çıkmadı’ dedi arkeologlar. Bir yaygara gürültü koptu, ‘Rektör nereden biliyor, kendi alanı dışında konuşuyor’ dediler. Kilise de yok konak saray da bilmemne de yok, hiçbir şey yok. Evet bir tane lahit çıktı. O lahit memleketin her tarafında dağ başlarında da var. Arkeologlar şimdi kendilerini sorgulasınlar” dedi.


Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nden (IFEA) Arkeolog Aksel Tibet ise sahanın kazılmayan üçte ikilik bölümünde yapının devamına ait duvar ve tonozların görüldüğünü belirterek buraya inşaat yapılmasının uluslararası koruma anlaşmalarının ihlali olacağını söyledi.
Tibet, “Yarımada dışında bilinen az sayıdaki Bizans kalıntılarından biri söz konusu. Kazılmayan bölümde toprak üstünde görebildiğimiz duvar ve tonozlar büyük olasılıkla hamamın dahil olduğu bir yapı kompleksine, manastır, büyük konut ya da köşke işaret ediyor. Bu kalıntılar üzerinde inşaat çalışmasına girişilmesi Türkiye ’nin imzaladığı bütün uluslararası sözleşmelere aykırı olur. Bunun üniversite eliyle yapılması da tam bir rezalet olur’’ diye konuştu.


İnşaata okuldan da tepki var. MSGSÜ Öğretim Üyesi, Şehir Planlama Bölümü Başkanı Prof.Dr. Gülşah Özaydın bölgenin arkeolojik alan olduğunu belirterek “2009 tarihli Beyoğlu Kentsel SİT Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’nda bölge, arkeolojik park içinde yer alıyor. Arkeolojik bir alanda böyle bir yapının yükselmesi ve bunun imar planına işlenmesi yanlıştır” dedi. MSGSÜ Sanat Tarihi Kulübü öğrencileri de bir basın açıklaması yayımlayarak alanın arkeo-park olarak kullanılmasını talep etti. 

‘Erken Bizans yapısı’ 
MSGSÜ Öğretim Görevlisi Aykut Köksal “Tophane’deki kazılarda, Erken Bizans dönemine tarihlenen ve önemli bir kompleksin parçası olan bir su yapısı ortaya çıkarılmıştır. Hiç kuşkusuz, kazıların devamı halinde, bu yapının ait olduğu komplekse ilişkin de bulgular elde edilecektir. Bu alanın, koruma planında da tanımlandığı gibi ‘arkeolojik park’ olarak korunup düzenlenmesi gerekir” dedi.

 

Arkeo-park olması için imza kampanyası başlatıldı

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi change.org üzerinden bir imza kampanyası başlatarak İmalat-ı Harbiye Mektebi projesinden vazgeçilmesini ve alanın bir arkeolojik park olarak düzenlenmesini talep etti. Dernek, arazinin tarihi yarımada dışında arkeolojik kalıntıların bulunduğu, arkeoloji biliminin yöntemleri ile araştırma yapılabilecek az sayıda yerden biri olduğunu belirterek buradan çıkan bilginin toplumsallaştırılması gerektiğini belirtti. Açıklamada alanın merkezi konumu, çevresinde üniversite ve park gibi ilişkilenebileceği birimlerin bulunması da arkeo-park kullanımını destekleyen avantajlar olarak değerlendirildi. 

Kazıdan önce ihale verildi 
Tophane’deki Silah Fabrikaları kompleksinin parçası olan İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi ihyası, aynı Topçu Kışlası gibi elde yapıya dair yeterince belge bulunmadığı için eleştiriliyor. Bina yolun genişletilmesi sırasında yıkıldığı ve taban alanının bir kısmı bugünkü Meclis-i Mebusan Caddesi üzerinde kaldığı için aynı boyutlarda inşa edilmesi de imkansız.


MSGSÜ Rektörü Karayağız, kazı sonuçlandıktan sonra koruma kurulundan inşaata onay çıksa bile son sözün üniversitede olacağını söylemiş, kalıntıların üniversite bünyesinde 5 kişiden oluşan özel bir bilim kurulu tarafından değerlendirileceğini belirtmişti. İstanbul İl Özel İdaresi’nce yürütülen projenin ihalesinin kazı sonuçlanmadan aylar önce Reskon İnşaat firmasına 13.700.000 karşılığında verilmesi de eleştirilmişti. 2010’da yenileme kuruluna sunulan projenin mimarı Halil Onur, aynı zamanda Topçu Kışlası projesinin de mimarı ve İstanbul SİT alanları alan yönetimi başkanı.

Tophane, Haber: Elif İnce, 16.12.2013

OSMANLI MİMARİSİ YOK OLDU

 
Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’da Fetih’ten Cumhuriyet’e kadar geçen sürede yapılan camilerden saraylara, hamamlardan çeşmelere 112 eser üzerinden Osmanlı mimari mirasını anlatan Doğan Kuban, “Memlekette son 50 senede klasik usulde neredeyse 80 bin cami yapıldı ama bu kadar yapının arasında Osmanlı mimarisi yok oldu.” diyor.

 

Mimarlık tarihçisi Prof. Doğan Kuban, geçtiğimiz yıllarda ‘Osmanlı Mimarisi’ isimli dev eserini yayımlamış ve Osmanlı’nın mimari tarihini 720 sayfaya, 1000’i aşkın fotoğraf ve çizim eşliğinde sığdırmıştı. Ama tabii ki Osmanlı tarihi, kültürü ve sanatına ilişkin tüm önyargıları ve klişeleri yerle bir eden o kitabı okumak her yiğidin harcı değildi. Biraz da bu sebeple Kuban, herkesin kolayca okuyup kendine rehber edineceği bir başka kitap hazırladı: Osmanlı’nın İstanbul’u (YEM Yayınları. Türkçe ve İngilizce baskıları ayrı yapılan yeni kitap; Fetih’ten Cumhuriyet’e kadar geçen süreçte Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’da yapılan camilerden saraylara, hamamlardan çeşmelere 112 eser üzerinden Osmanlı mimari mirasını anlatıyor.

 

HARİTALI SEKİZ BÖLGE

Mimar Sinan’dan Dalgıç Ahmed Ağa’ya, Balyanlar’dan Raimondo D’Aronco’ya Os-manlı’nın büyük ustalarının imzalarını taşıyan saray, külliye, cami, hamam, köprü, yalı ve çeşme gibi farklı işleve ve ölçeğe sahip önemli yapıları bir araya getiren kitap; onları bugünün karmaşası arasında görmemizi kolaylaştıracak yol haritaları da içeriyor. Osmanlı’nın İstanbul’u; bir yandan gurur veren bir yandan da varlığı her geçen gün kent dokusu içinde kaybolan Osmanlı yapılarını; kısa yürüyüşlerle birbirine bağlanabilecek bir ulaşım düzeni içinde sekiz bölgeye ayırarak anlatıyor. Bunlar sırayla; tarihi yarımadayı kapsayan Suriçi yani Sultanahmet-Sirkeci, Beyazıt-Eminönü, Fatih, Aksaray-Yedikule, sonra surların dışında kalan Eyüp-Haliç, Galata-Beyoğlu, Üsküdar-Kadıköy ve Boğaziçi’nden oluşuyor. Bu bölgelerin dışında kalan Büyükçekmece Köprüsü ve Mağlova Sukemeri de İstanbul çevresi başlığı altında kitabın sonunda bulunuyor.

 

“Yenikapı’ya yazık ettik, cahillikten...”

Doğan Kuban, neden böyle gezi rehberi gibi bir kitap yazdığını, buna neden ihtiyaç duyduğunu şöyle anlatıyor: “Ortada bir sürü palavra dolaşıyor, önüne gelen bir şeyler yazıyor, söylüyor. Doğrusunu bilen yok. Memlekette son 50 senede klasik usulde neredeyse 80 bin cami yapıldı ama bu kadar yapının arasında Osmanlı mimarisi yok oldu. Osmanlı mimarisi bilinsin diye 720 sayfalık kitap yazdım ama o da ilgilisine. Bu küçük kitap biraz eğitimli bir insanın okuyup vakit bulduğunda gidip göreceği yerleri bir araya getirdi. Yanından geçip gittiğimiz 112 sapasağlam yapı var. Bari onları öğrenelim…”

 

İstanbul’un biri Hıristiyan biri Müslüman iki büyük imparatorluğun merkezi olduğunu üzerine basa basa tekrar tekrar anlatan Kuban; “Herkesin şunu anlaması lazım. Burası Roma imparatorluk merkezi… Bu ne demek? Roma demek…” diyor ve ekliyor: “Dünyada böyle bir yer yok. Bu şehri koruyamazsak hapı yutarız.” Kuban’a göre zaten surlar dışında şehri pek koruduk da sayılmaz. Bizans Sarayı’na yazık olduğunu söyleyen Kuban, “Parklar, oteller yapacağımıza onu korusaydık İstanbul dünyanın en şanslı turizm merkezi olabilirdi.” diyor ve kendi deyişiyle son cahilliğimizi anlatıyor: “Daha yeni, Yenikapı’ya yazık ettik. Roma devri limanı, en büyük Roma limanlarından biri. Dünyada bir Roma limanı buluyorsun, içinde gemilerin kalıntıları var… Ama koruyamıyor elinden göz göre göre kaçırıyorsun. Orası Roma limanı olarak kalsaydı… İstanbul’un turisti bir senede 10 milyon artardı. İşte bunlar hep cahillikten.”

 

Bir dilimiz, bir de mimarimiz var

“Bize özgü olan en büyük iki zenginliğimiz Türkçemiz ve mimarimiz. Osmanlıca değil ama Türkçe. Dilimiz tam bir şaheser. Türkler göçebe bir toplum olmasına rağmen dillerini korumayı başarmışlar. Akıl almaz bir şey. 11. yüzyılda gayet gelişmiş bir Türkçe var. Mimarimiz de öyle; çok sade ama gayet modern. Biraz ilkel ama çok insancıl, büyük bir matematik dehasına dayalı, dahası özgün. İran’da, Mısır’da, Çin’de; başka bir yerde yok. Buraya özgü. Şimdikiler değil tabii. Şimdikiler sadece para kazanmaya çalışıyorlar ne yazık ki!”

Zaman, Haber: Jülide Güngör, 16.12.2013

 

******


ÇIĞLIK

 

Bir bilim adamının, bir uzmanın çığlığı bu… 29 kasım (2013) günlü Bilim- Teknik dergisindeki bu çığlık Doğan Kuban’ın…  Onun adının önüne Prof.Dr. ya da benzeri sanlar eklemek gerekmiyor,   Benim kuşağımın üzerinde, dalımızda en etkili olan kişilerden…  Bizim için bir ölçüt, bir doğal öğretici… Son yıllarda yayınladığı büyük yapıtlarının her biri bir ömürlük işler… Böyle bir insan yaşarken onun bilgisinden, birikiminden, deneyiminden yararlanmamak gerçek bir bilisizlik.  Elli yıllık çabalarının, bir baş yapıtı, bir kültür kalıtımızı, Divriği Ulucamisi’ni korumaya yetmeyişine çığlıklanıyor:  Bilim-Teknik dergisindeki yazısını okuyanlar, Türkiye bu aşamada nasıl bir evrede bulunuyor diye şaşıp kalacaklardır.   Bu yapıtın fotoğraflarından oluşan sergiyi öteki ülkelere övünçle taşıyan yöneticiler bu çığlığı da duymazlarsa “ört ki ölem”… Bu vurdum duymazlık, değer bilmezlik, yeryüzü ölçeğindeki bir uzmanlığı dinlemezlik nasıl etkilemesin kişiyi?  Belli ki canına tak demiş Doğan Kuban’ın…  Yalnız onun mu?. Hepimizin…  Bir çok kültür değerimiz bilisizlerin elinde değer yitiriyor.  Örneğin, toprak altındaki bir yapıtı ortaya çıkararak, çabucak üne kavuşmak için bilisiz bilim adamları (?!) hızlı kazı yaparlar. Geçmişle ilgili bilgilerimizi verecek katmanları yok ederler.  Pek çok kaçak kazı da ayrı derdimiz…  Kültürümüzün en önemli yapıtları, onarım için, bilisiz kişilerin eline bırakılıyor,  Kamu kuruluşlarında, önemli, “karar” verici konumlar, örneğin Koruma Kurulu üyelikleri, konunun uzmanı olanlara değil yandaşlara veriliyor.    Kısacası, kültürel kalıtımıza gözlerimizin önünde büyük, geri dönülmez kötülükler yapılıyor:  Bütün bunları eksiksiz biçimde sıralamak bile zor.   Çok uzak bir süre sonra değil, bir–iki kuşak sonra bu dönem, kültürel kalıtımız açısından kötü bir dönem olarak anılacak.  Doğan Kuban gibi bu işlere, kültürümüzün korunmasına  (bekçiliğine) bir ömür vermiş, ayrıca bu alanın uzmanlarını da yetiştirmiş olan bir bilim adamını düşünün… Çığlıklanmaz mı? “Çığlıklanmak” anlatmaya yeter mi onun gibilerin durumunu ?..   En yetkililerin bu çığlığı duymamaları da bir sorumluluktur…Belki de suça ortak olmaktır…  Bir gün Divriği Ulucamisi yok olursa, çoğu kimsenin adı unutulacak belki ama onların adları  “neden olanlar” olarak unutulma-yacaktır.

Evrensel, Yazı: Cengiz Bektaş, 16.12.2013

PAŞA TORUNLARI ŞOKTA!

 



Sultan 2. Abdülhamit'in vezirliğini yapan Mehmet Ragıp Paşa'nın soyundan gelen üçüncü kuşak 7 torunu, üzerinde İstanbul Adliyesi'nin de bulunduğu Çağlayan'daki Abide-i Hürriyet Meydanı'nın kendilerine ait olduğu iddiasıyla 3 yıl önce açtıkları davayı kaybetti. Mahkeme davanın reddine karar verdi.

Sürgüne gönderildiği Midilli'de 1920'de yaşamını yitiren Mehmet Ragıp Paşa'nın aralarında Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ayşe Füsun Türkmen'in de bulunduğu üçüncü kuşak 7 torunu; Abide-i Hürriyet Meydanı'nın kendilerine ait olduğunu iddia ederek 2010 yılında dava açtı. Davacılar Prof.Dr. Ayşe Füsun Türkmen, Talat Ragıp Hitay, Emine Nermin Hitay (Glover), Fatma Fevziye Domaka, Taner Duman, Fatma Canan Doğanöz ve Fevzi Doğanöz mahkemeye sundukları dilekçede arazinin kendilerine ait olduğunu tespiti ile belirlenecek tutarın kendilerine ödenmesini istedi.

'DAVA AÇMA SÜRESİ GEÇTİ'

Üzerinde İstanbul Adliyesi'nin de bulunduğu araziyle ilgili yargılama geçtiğimiz günlerde sona erdi. İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi, arazinin bir kısmının 1956 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne, geri kalan 20 bin 563 metrekarelik kısmının da 10 milyon 281 bin 500 TL bedelle Karayolları Genel Müdürlüğü'ne geçtiğini bildirdi. Mahkeme, arazinin geri kalan kısmıyla ilgili de dava açma süresi olan 2 yıllık zamanaşımı süresinin "fazlasıyla geçtiği" belirterek, davayı reddetti.

Habertürk, Haber: Canan İspir, 16.12.2013

İSTANBUL'DA BİNLERCE YILLIK AMBAR

 

 

Beylikdüzü Belediyesi'nin Marmara Denizi kıyılarında yaptığı araştırmalar bir tarihin ortaya çıkmasını sağladı... Belediye adına bölgede araştırma yapan Dr. Hakan Kaya, Kavaklı sahilinde Ambarlı Limanı'nın çok yakınlarında taş duvarlar belirledi. Denizin hemen kıyısında yer alan ve kışın sert havalarda denizin ulaştığı taş duvarların sıradan yapılar olmadığı belirlenince hemen bilim insanlarına haber verildi.

 

Arkeolog ve deniz bilimcilerin yaptığı araştırma sonucu yapıların MÖ 4. yüzyıldan kalma bir liman olduğu ortaya çıktı. Tarihi kalıntıların MÖ 4 ile MS 9. yüzyılda varlığını sürdüren Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğu belirlendi. İstanbul tarih öncesi araştırmaları kapsamında incelenen taş yapıların limanın duvarları olduğu, kıyıdan 80-100 metre açıkta da bir mendirekle korunduğu düşünülüyor.

 

Antik yapının uzantısı

İstanbul'un en büyük limanı olan Ambarlı Limanı'nın bulunduğu Beylikdüzü, antik kaynaklarda Gardas olarak yer alıyor. Şimdi her gün onlarca geminin Balkanlar ve Asya'ya nakletmek için getirdiği yükün dağıtıldığı Ambarlı Limanı ise Angurina olarak anılıyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından SİT alanı ilan edilen bölgenin Angurina'nın uzantısı olduğu düşünülüyor. Yani bulunan taş duvarlar 2 bin 400 yıl önce de Ambarlı gibi liman olarak kullanılan antik yapının uzantısı. Tahıl ambarına benzeyen yapının deniz yoluyla bölgeye tahıl dağıtımında kullanıldığı düşünülüyor. Tahılın saklanacağı uygun ısı ve nem ortamını sağlayan yapının Likya uygarlığında tahıl ambarı olan Patara'ya benzediği belirtiliyor.

 

'41 metrelik duvar bulduk'

İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Hakan Kaya, denizin içinde de kalıntılar olduğunu belirtti.

 

Dr. Kaya, "Yapı, Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın üzerinde. Bu nedenle depremlerle zarar görmüş. İlk büyük yıkımı 342 yılında yani Roma İmparatorluğu döneminde yaşadığını biliyoruz. Denize paralel toplam 41 metre uzunluğunda 8 duvar bulduk. Bu bize İstanbul'un tarih öncesinde de önemli bir liman olduğunu gösteriyor" dedi.

 

Bilim insanları arasında heyecan yaratan ancak henüz sadece duvar taşlarına ulaşılan limanın ilginç hikayesi önümüzdeki günlerde dünyanın en saygın arkeoloji dergisi olan ABD kaynaklı International Journal Of Nautical Archaelogy'de de yayınlanacak.

 

'Çalışmalar bir an önce başlamalı'

İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cem Gazioğlu ise, denizde mendirek yapılarının liman ihtimalini güçlendirdiğini söyleyerek, "En az 7 bölüm var. 2'si ambar, 5 tanesi tekne inşası ve yanaşma yeri. Yapı denize çok yakın. Dalgalara, tuzlu suya, rüzgara çok açık. Toprak yapısı da çok zayıf olduğundan her fırtınada kayıp artıyor.

Bölgedeki heyelan da çok etkili. Bulunanlardan çok daha fazlasının toprak altında ve denizin derinliklerinde olduğunu düşünüyoruz. Korunması ve araştırılması İstanbul'un tarihi için çok önemli" dedi. Gazioğlu, araştırmalarda bulunan amfora ve seramik parçalarının limanın MS 9. yüzyıla kadar kullanıldığını ortaya çıkarttığını belirterek, çalışmaların kısa sürede başlamasının önemine değindi.

Gerçek Gündem, Haber: Gökhan Karakaş, 15.12.2013

BU EVLER KALEYE KONDU

 

 

Sinop Kalesi, surlarına yapılan konutların işgalinden kurtulamadı. Halk arasında ‘kale kondu’ olarak bilinen binalar kamulaştırma maliyetlerinin yüksek oluşu nedeniyle bir türlü yıkılamıyor.

Konuyla ilgili açıklama yapan Sinop Kültür ve Turizm İl Müdürü Hikmet Tosun, binaların tapulu ve ruhsatlı olduğunu belirtti. Tosun, “Surlarla içiçe olan 16 binanın kamulaştırılıp yıkılması sürekli gündemimizde. Geçtiğimiz yıl kale surlarının temelleri temel olarak kullanmış 3 katlı bir evin kamulaştırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı girişimde bulundu. Bakanlık binayı 160 bin TL değerle kamulaştırdı. Ama bina sahipleri itiraz edip mahkemeye başvurdu. Dava sonuçlandı ve kamulaştırma bedeli 1 milyon 130 bin TL olarak belirlendi. Maliyetin çok yüksek olması nedeniyle Bakanlık kamulaştırmadan vazgeçti” dedi.

Tosun, binaların tamamının kamulaştırılması için yaklaşık 3.1 milyon lira gerekli olduğunu dile getirdi.

 

FRANSIZ BALKONU YAPTILAR

2 bin 500 yıl önce Gaskalılar tarafından yapılan Sinop Kalesi’nin surlarını vatandaşlar evlerinin duvarı haline getirdi. Surları temel olarak kullananların yanında, kale koruma alanına ev inşa eden de var. Bazı vatandaşlar evlerine PVC pencere taktırıp, Fransız balkon yaptırdı.

Taraf, 15.12.2013

TARİHİ RESTORASYONDA SONA DOĞRU

 

 
Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesinde incelemelerde bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, türbede 250 yıldan bu yana ilk defa köklü bir restorasyon yapıldığını söyledi.

250 yıl önce yapılan çalışmalara değinen Başkan Topbaş, “Türbe, 4. Murad Han’ın gördüğü bir rüya üzerine, o dönemde restorasyonu yapılmış ama ondan sonra çok basit bir takım onarımlar geçirmiş. İlk restorasyon çalışmalarına başlandığında adeta biraz toparlanıp, çinilerin oynayanları yerine yapıştırılıp, devam edilecekti ancak sonradan gördük ki, basit bir restorasyon değil, ciddi bir restorasyon yapılması gerekiyor” dedi.

Çinilerin dörtte biri yok
“Maalesef Abdülhamid Han döneminde bazı çiniler buradan götürülmüş. Çinilerin dörtte bir ölçeğinde yok olduğunu gördük” diyen Topbaş, bir çini parçasının 80-100 bin avro civarında olduğunun altını çizdi. Topbaş, “Bakın 80-100 bin avro değerinde olan çiniler şimdi müzelerde falan... Sahtelerini koymuşlar yerlerine, bunları da gördük. Hepsini toparladık, temizlendi. Büyük bir ölçekte tamamlanacak. 1,5 yılı aşkın, 2 yıla yakın zamandır bir çalışma var. Önce türbe diye başladık ama arkasından hazirenin tamamı, orada cülus olarak kullanılmış yapıyı, diğer kabirleri ve özellikle cülus yolunu da ciddi anlamda ele aldık. Ciddi bir çalışma yapılmakta” şeklinde konuştu.

Restorasyon sırasında üst yapının dışında altta da çevredeki kolektör ve kanalların zaman zaman oynaması ve patlamasıyla içerideki bir kuyunun bile kirlendiğini tespit ettiklerini ifade eden Topbaş, sözlerini şöyle sürdürdü; “O da değiştirildi, kanallar yeniden yapıldı ve tertemiz hale getiriliyor. Bir daha herhalde birkaç yüzyıl devam eder diye düşünüyoruz. Bize nasip oldu, büyük bir mutluluk. Tabii ki insanlarımız heyecanla bekliyor, 'Ne zaman bitecek?' deniyor. Gerçekten şehrimizin manevi bekçisi olarak gördüğümüz Resul-ü Ekrem Efendimiz’in müjdelediği bir şehrin şu anda manevi bekçisi ve bu şehri fethetmek üzere 90 yaşında surların önüne kadar gelmiş ve şehit düşmüş bir sahabeden bahsediyoruz ki, Peygamber Efendimizi evinde misafir etmişti."

7 bin çini tek tek temizlendi
Bu anlamlı restorasyonu yapmaktan dolayı büyük mutluluk duyduklarını dile getiren Topbaş, "Sıradan, sadece basit bir onarımla geçemezdik. Tek tek çiniler sökülerek, temizlendi. 7 bin 678 çiniden bahsediyoruz. Bunlar kimyasallardan geçiriliyor, asitten geçiriliyor tekrar orijinal haliyle kullanılmak üzere.”

Türbenin bir noktaya kadar beden duvarı çini kaplamalarının bitmiş duruma geldiğini ve diğer çalışmaların da sürdüğünü dile getiren Topbaş, “Restorasyonun başında olan mimar arkadaşım Dr. Hilmi Şenalp’a teşekkür ediyorum. Gerçekten başarılı bir uygulama yapmakta. İğne ucuyla kuyu kazar gibi görseniz her çini arkasındaki harçları temizlerken nasıl bir işlem yaptıklarını... Gerçekten tebrik ediyorum. Biraz gecikti ama doğru bir iş yaptık. 4. Murat Han’dan sonra bize nasip oldu böyle güzel bir hizmet” ifadelerini kullandı.

TOKİ Haber, 15.12.2013

UNESCO UNESCO DUY SESİMİZİ

 

 

Soygun ihbarıyla 3 yıl önce keşfedilen ve son yüzyılın en önemli tarihi eserlerinden Karia Kralı Hekatomnos’a ait Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı, Dünya Mirasları Kalıcı Listesi’ne girme peşinde.

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde yer alan ve son yüzyılda bulunan en önemli tarihi eserlerden olduğu kabul edilen Muğla’daki Karia Kralı Hekatomnos’a ait Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı, Dünya Mirasları Kalıcı Listesi’ne girme peşinde. Tarihi eser kaçakçıları tarafından tahrip edildikten sonra yapılan operasyon kapsamında ortaya çıkartılan Karia Kralı Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı, bu yıl da UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer aldı. 

İKİNCİ KEZ GEÇİCİ LİSTEDE
Bölgenin ikinci defa UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ne alınmasını değerlendiren Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi (MSKÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kral Hekatomnos Kazı Alanı Koordinatörü Yrd. Doç.Dr. Abuzer Kızıl, mezarın, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce geçen yıl başvuru yapıldığını, ardından geçici listeye dahil edildiğini söyledi.

MUHTEŞEM BİR ŞEY OLACAK 
Bu tür yerlerin insanlığın ortak değerleri arasında yer aldığını, bu yüzden Dünya Kültür Mirası Listesi’ne aday olduklarını belirten Kızıl, “Çalışmalar tamamlandığında belki de dünyada eşine az rastlanır bir kral mezarı ortaya çıkacak. Onun üzerinde kocaman bir platform, çevresinde değişik dönemlere ait kalıntıların sergilendiği arkeolojik bir alan, geleneksel Türk mimarisi konseptinde yapılmış evlerin fonksiyon kazanması, Milas’ı dünya çapında çekim yeri haline getirecektir.”

MEDENİYET SİMGESİ
“Bu, hem ülkemizin, ilimizin tanıtımı hem de ülke olarak medeniyetin göstergesi kültürel mirasa sahip çıkma konusunda neler yapılabileceğinin örneği olacak” diyen Kızıl, Uzunyuva’da seçilen 7 evin restorasyon çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu söyledi. Evlerden biri Milas’ın geleneksel kültürünü yansıtan halı kilim müzesi olacak. Ziyaretçiler için dinlenme yeri de yapılacak. 

 

BELGELEME SÜRÜYOR

Kızıl, belgeleme çalışmalarına devam etiklerini,  yakınlardaki binaların yıkılma işlemlerinin gerçekleştirildiğini söyledi. Anıt Mezarı’nın keşfinin soygun ihbarıyla başladığını belirten Kızıl, bir grup bilim insanının danışmanlığında mezar odasının temizlenmesi, tanımlanması, duvar resimlerinin iklimlendirmeyle oluşacak bozulmaların engellenmesi için çalışıldığını belirtti. 

 

ROMA DÖNEMİNDEN VİLLA

“Platform dört bir taraftan açığa çıkarıldı. Kazılarda çok önemli arkeolojik yapılar gün ışığına çıkarıldı. Bunların en önemlileri arasında Geç Roma dönemine ait bir villayı sayabiliriz. Kutsal alanı çevreleyen doğu istinat duvarının bozulan kısımları aynı cins taşlarla restore edilecek. Mezar odasındaki çalışmalar, İstanbul Restorasyon Konservasyon Merkez Laboratuvarı ve İtalyan bir ekiple ortak yürütülüyor. Burada dünyada eşine az rastlanır bir eser var. Duvar resimleri konusunda çalışmalar biraz yavaş ilerliyor ama inşallah en iyi yöntem kullanılarak duvar resimleri gelecek nesillere ulaşacak şekilde koruma altına alınacak.” 

Akşam, 15.12.2013

KOLEKSİYONERLİK VE SANATIN TECRİDİ

“Messiah” bugüne dek yapılmış en özel kemanlardan biri. 1716 yılında Antonio Stradivari’nin atölyesinden dışarı çıktığı ilk günden beri Menuhin dahil pek çok virtüöz ona ses vermiş. Oysa şimdilerde bir camekan içinde öylece duruyor. Sessizce. Çünkü bugün bulunduğu Oxford’daki Ashmolean Müzesi’ne bağışlanması için tek bir şart koşulmuş: Bir daha asla çalınmaması.

Bu işte insanı hüzünlendiren, yanlış bir şey var sanki. Kamusal bir koleksiyonun parçası olmasına rağmen, yalnızca hayranlıkla seyredilecek bir nesneye dönüştürülmüş. Aslında olmadığı bir şey artık; hatta belki de bir müzik aleti bile değil. İşte pek çok görsel sanat eserinin de kaderi bundan pek farklı değil.




Antonio Stradivari'nin sessizliğe mahkum kemanı Messiah

 

En ilginç resimler, desenler ve heykeller aynı zamanda en nadide olanlardır da. Sanat piyasasını hareketlendiren, ateşleyen de eserlerdeki bu nadide olma özelliğidir. Hatta çoğaltılabilir özelliğe sahip baskı ve fotoğraf sanatında bile bazen sınırlı edisyon adı altında ve özgün baskı adedi isteğe göre belirlenerek nadidelik sağlanabilir.

 

Diyelim ki Francis Bacon’a ait eşsiz ve çok kıymetli bir resminiz var, veya Lucien Freud portre üçlemesini satın almayı düşünüyorsunuz –ki geçtiğimiz ay Christie’s müzayede evinde yaklaşık 142 milyon dolar gibi rekor bir fiyata satıldı– bu durumda vereceğiniz karar benim bu eseri bir daha görüp göremeyeceğimi de belirleyecektir. Bir keman nasıl müzik yapmak için tasarlandıysa, görsel sanat eserleri de başkaları görebilsin diye yaratılır. Burada benim asıl meselem kimin neye sahip olduğundan öte, bu resimlerle daha fazla zaman geçirebilme arzum. Eğer siz insanların ona ulaşmasını engellemeyi seçerseniz, bu resmi takdir edebilme şansımı yok ettiğiniz gibi, sanatçının diğer eserlerine bakışımı da etkilemiş olursunuz. Çünkü bir sanatçının önem arz eden tercihlerini kavrayabilmemiz ancak tüm eserlerini, ya da en azından en önemlilerini gördükten sonra mümkün olabilir.

 


Francis Bacon, Lucien Freud portre üçlemesi

 

Tabii bu tür resimlerin röprodüksiyonları muhakkak yapılır ve dolaylı olarak da olsa eserin kimi yönlerinden zevk almam mümkün olabilir. Fakat resimler fotoğraf değildirler. Büyük ölçekli bir tıpkıbasım bile asla orijinalinin yerini tutamaz. Yüksek teknolojiler artık mükemmele yakın dijital kopyalar sunuyor, fakat onlarda bile eksik olan çok önemli bir şey var: Eserin yalnızca orijinalinde olan o eşsiz aura. Onları Bacon yapmamıştır; Bacon onların önünde hiç durmamıştır; ne daha önceki sahiplerini anlatan bir tarihçeleri, ne de kültürel bir değerleri vardır. Öyle ki, açıkça kavramsal olmayan bir sanat eserinde bile göze görünenden çok daha fazlası vardır: Sanat eseri ile yaratıcısı arasındaki ilişki ona ayrı bir anlam katar.

 

Bir eşi daha olmayan görsel sanat eserleri ile bir romanın kopyaları arasındaki farkın önemli sonuçları vardır. Edebiyat eserlerini aynı anda çok fazla insana ulaştırabilirsiniz. Fakat eşi olmayan sanat eserleri, her zaman belirli bir mekana ve tarihe aittirler. İşte sanat koleksiyonerliği tam da bu nedenle müthiş rekabetlere sahne olur. Aynı zamanda neden bu kadar çok sanat müzesi olduğunu da açıklar; ne de olsa orijinal bir eser aynı anda birden fazla yerde olamaz. Oysa kütüphaneler öyle midir; tam aksine, pek çoğunun envanterleri birbiriyle örtüşür.

 

Kanımca, elinde nadir veya sanat tarihi açısından önem teşkil eden resimler veya heykeller olan kişilerin sorumlulukları oldukça önemli; ne de olsa biz sıradan izleyicilerin bu eserleri görüp göremeyeceğine karar verme yetkisi onların. Bacon’unuzu yalnızca eşe dosta göstermek üzere özel mülkünüzde saklı tutabilirsiniz. Rothko’nuzu da bir banka kasasına koyabilirsiniz. Bunlar yasal hakkınız elbette. Peki bu ahlaki mi? Hiç sanmıyorum. Önemli sanatçılar ve eserler söz konusu olduğunda bunun ahlaki açıdan bir meşruiyeti olamaz.

 

Eğer sanatçıların belli başlı eserleri halka açık olmazsa, şimdiki ve sonraki kuşaklarla iletişim kurabilme imkanları da ortadan kalkacaktır. Ve Bacon, Rothko ve Cy Twombly üzerine düşüncelerimizi orijinallerine bakarak değil de, yalnızca fotoğraflarından veya gördükleri müthiş rağbetten edinmiş olsaydık, bu eserlerin hakiki değerlerini kavramamız mümkün olmazdı. Bir sanatsever de hiç kuşkusuz, saygı duyduğu sanatçının dünyasına ulaşmak, onunla iletişim kurabilmek ister. Dolayısıyla ikonik bir sanat eserini bir apartman dairesine kapatmak, sanatsal ifadenin önüne set çekmektir aynı zamanda; tıpkı bir Stradivarius kemanının asla çalınmamasını şart koşmak gibi. Bir sanatçı böyle bir kaderi belki de ancak bir düşmanına reva görür.

 

Büyük sanat eserlerini tecrit edip, insanların görmesini engelleyecekseniz, koleksiyonerliğinizin sanata duyduğunuz sevgiye dayandığını söylemenizin pek bir mahiyeti olmayacaktır. Elbette pek çok koleksiyoner bu durumun farkındadır ve belli başlı eserleri müzelere ödünç verdikleri ya da hibe ettikleri olur; hatta böyle durumlarda kimileri ücretsiz olarak sergilenmelerini şart koşar. Fakat kesin olan şu ki, tarihsel öneme sahip eserlere halkın ulaşımını engelleyenler yalnızca bizlere değil, eserlerin yaratıcılarına, onların mirasına da zarar verirler.

E-Skop, Kaynak: Kaynak: http://www.theartnewspaper.com/articles/Were-all-poorer-when-art-is-locked-up/31116, Yazı: Nigel Warbuton, Çeviri: Nursu Örge, 15.12.2013

DİKKAT, TABLONUZ ÇALINTI OLABİLİR

 

 

Geçtiğimiz günlerde Türk sanat piyasasında bomba etkisi yaratacak olaylar yaşandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişlerinin aylar süren çalışması sonucunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı düğmeye bastı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube ekipleri İstanbul'da, Türkiye'nin önde gelen klasik resim koleksiyonerlerinden bazılarının evlerine, işyerlerine baskınlar düzenledi. Baskınların nedeni Kültür Bakanlığı'nın Ankara Resim Heykel Müzesi'nden kaybolan 302 eserin peşine düşmesiydi. Milli servet niteliği taşıyan bu eserlerin toplam değerinin yaklaşık 100 milyon lira olduğu tahmin ediliyor. Kayıp eserler arasında İbrahim Çallı, Sami Yetik, Şevket Dağ gibi önemli sanatçıların 'başyapıt' niteliğindeki eserleri var. Olayın vahim tarafı, iş kayıp eserlerle de bitmiyor. Sanat piyasasındaki bu skandal farklı alanlara da sıçrıyor. Çalıntı eserlerin bir kısmının devlet müzeleri tarafından onaylanarak müzayedelerde satıldığı ortaya çıktı. Bu eserleri de ülkenin sanata en fazla yatırım yapan koleksiyonerleri aldı. Kadir Has Vakfı'nı yöneten Can Has, Demsa Holding'in patronu Cengiz Çetindoğan, Bilfen'in kurucusu Osman Öztürk... Tüm bu ismini saydığım koleksiyonerler, geçtiğimiz hafta Mali Şube polislerinin baskınına uğradı ve ellerindeki eserlere el kondu. Şimdi koleksiyonerlerin hepsini korku sardı: "Ya bende de çalıntı eser varsa?" korkusu. Tüm bu haberler üzerine Cengiz Çetindoğan açıklama yapmakta gecikmedi. "İyi niyetle Türkiye'ye milli bir müze kazandırmaya çalışırken, ihmalkarlığın ceremesini çekiyoruz. 2 bin eserim var ve çalıntı eserlerden başkaları bende mi bilmiyorum!" sözleriyle endişesini dile getirdi.

Turgay Artam, Antik A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı:
Koleksiyonerler almasaydı, eserler yurtdışına çıkabilirdi
"10 yıllık bir olayı gündeme getirerek tabloların bulunmasını sağladığı için Kültür Bakanı Ömer Çelik'e teşekkür etmek gerekiyor. Sanat eseri alımında en güvenli yol müzayedelerdir. Tüm müzayedeler Kültür Bakanlığı'nın denetiminde yapılır, şeffaf bir ortam sunar. Eserlerin fotoğraflarının yer aldığı kataloglar basılır. Bu kataloglar geniş kitlelere ve medyaya da ulaştırılır. Sonunda da faturalı olarak satılır. Yaklaşık 300 adet olduğu söylenen tablolar müzelerden kaybolmuş, bunlardan sadece birkaç tanesi müzayedelere gelmiş. Kültür Bakanlığı'nın denetimine güvenerek eser satın alan koleksiyoncuları suçlamak doğru değil. Sanata değer veren bu koleksiyoncular olmasa tablolar yok olabilir, yurtdışına gidebilirdi. Koleksiyonculara teşekkür edilmesi gerekiyor, bu eserlere değer verip aldıkları ve sakladıkları için. Çalan kişilerin kim olduğunu bulmak kolay olmalı. Çalınan tabloların bildirilmesi için bakanlıktan tabloların resimlerini istiyoruz, fakat vermiyorlar. www.antikalar.com sitesinde, çalıntı eserlerin bilgilerinin yer aldığı 'piyasa alarmı' bölümü bulunuyor. Fakat bu 302 kayıp tablo olayında Kültür Bakanlığı resimleri halkla paylaşmamıştır, bir an önce paylaşılmalıdır."

Çalıntı eseri duvarına asmayı kim ister ki!
Türkiye'deki koleksiyonerler ve müzayedeler Ayasofya, Türk İslam Eserleri Müzesi, Topkapı Sarayı, Yıldız Sarayı, Arkeoloji Müzesi ve Türk İslam Eserleri Müzesi tarafından kontrol ediliyor. Aynı şekilde bir müzayede evi de katalog basmadan önce eserlerini müzelere onaylatıyor ve satılabilmesi için gerekli izni alıyor. Hafta içinde koleksiyoner işadamı Can Has ile buluşuyoruz. Bu durumdan muzdarip olduğunu, açıklama yapmak istediğini söylüyor. "Bu kadar uzun ve resmi prosedürler varken, bedelini ödeyerek aldığımız bu eserlerin çalıntı olduğunu nereden bilecektik? Kim çalıntı eseri duvarına asmak ister ki!" diyor. Ardından da baskınları, çalıntı resimleri ne zaman, nasıl aldığını ve yaşadıklarını gözlerinden yaşlar gelerek anlatmaya başlıyor:


- Ankara Resim Heykel Müzesi'nden çalınan eserlerden kaç tanesi sizdeydi?
- Üç tanesi. Birini müzayededen, diğer ikisini de şahıslardan aldım. Hepsinin belgesi var. Biri Sami Yetik, biri Vecih Bereketoğlu, biri de İbrahim Çallı'nın eseri.


- Ne zaman, ne kadara aldınız bu tabloları?
- Yaklaşık yedi yıl önce birine 50 bin lira, diğerine 50 bin avro, bir tanesine de yaklaşık 100 bin lira ödedim.


- Tabloların çalıntı olduğunu nasıl öğrendiniz?
- Aşağı yukarı bir ay evvel Ankara'dan bir telefon geldi. 'Biz müfettişiz, Ankara Resim Heykel Müzesi'nden bazı eserler çalındı. Sizin koleksiyon kataloğunuzda da bu eserlerin benzerlerini gördük. Onun için sizden randevu talep ediyoruz' diye son derece nazik bir telefon aldım. Biz de buyur ettik. Yaklaşık altı yıl önce koleksiyon kataloğu yapmıştım. Eserleri orada görmüşler. Müfettişler tespit yaptı. 'Bu eserleri size geri vereyim' dedim. Ama 'Alma yetkimiz yok' deyip gittiler.


- Mali Şube polisleri ne zaman baskın yaptı?
- Geçtiğimiz hafta cuma günü üniversiteye toplantıya giderken, iş yerinden 'Mali Şube baskına geldi' diye telefon aldım. Sekiz-dokuz kişi gelmiş, ellerinde arama emri. Ben bu eserleri saklamadım ki! Geri vermeyi de teklif ettim. Eserleri iki saatte paket yapıp gittiler. Kızmıyor insan ama kırılıyor. Türkiye'nin en yüksek vergi veren ailelerinden birinin mensubuyum, okuttuğumuz binlerce öğrenci var, ailemiz tarafından yapılan hayır işleri Türkiye sınırını aşıyor. Ama bir anda kamuoyunun gözünde farklı konuma düştüm. Bu eserleri çalan kişiler belki de ortada yok. Bizim amacımız Türkiye'ye kültür hizmeti yapmak. Bu durumda kalmak çok kırıcı. Çalıntı olduklarını neden kimse bugüne kadar bize söylemedi? Az değil, tam 302 eser çalınmış.

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 15.12.2013

AMAZON IŞIĞI SAMSUN'U AYDINLATIYOR

 

 

Mitolojiye göre savaşçı Amazon kadınlarının diyarı olarak bilinen Samsun'da, bilim insanlarını heyecanlandıran ve tarihi araştırmalara kaynaklık edebilecek kalıntılara ulaşıldı.

Türk ve yabancı ekiplerce gerçekleştirilen kazılarda, Anadolu'nun tarihi zenginlikleri gün yüzüne çıkartılıyor. Bakanlığın Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün yatırım ve cari bütçelerinden sağlanan ödeneklerle 350'den fazla kazı yapıldı.

Samsun'un İlkadım İlçesi'ne bağlı Cedit Mahallesi'nde Samsun Müzesi Müdürlüğü denetiminde gerçekleştirilen Seyir Terası Parkı kazılarda, Roma dönemine ait buluntulara rastlandı.

Amazon kadın savaşçıların diyarı olarak bilinen ve Hitit uygarlığından bugüne önemli mirasların kaldığı Samsun'da, Kültür ve Turizm Bakanlığı Samsun Müzesi İl Müdürlüğünce dört farklı alanda kazı gerçekleştirdi.

Çalışmalarda, büyük bir kısmı hafriyat sırasında tahrip olmuş, duvarları ve tabanı sıvalı bir mekan ile çok sayıda eser bulundu. Önemli bir bölümü bozulmamış bir şekilde bulunan 1 mermer pan büstü, 1  boğa başlı bronz kandil, 1 bronz pyxis, 2 bronz ayaklı şamdan, 1 mermer işlik, 1 mermer ezici, 2 kırık ve noksan pişmiş toprak kandil ile dağınık vaziyette çok sayıda pişmiş toprak çatı kiremidi parçaları, çanak çömlek parçaları ile yüksek korozyonda topuz başlı demir çiviler ortaya çıkarıldı.

Bakanlık, kazılarda bulunan eserleri Samsun Müzesi Müdürlüğünde koruma altına aldı.

Habertürk, 14.12.2013

KADERİNE TERK EDİLDİ

 

 

Manisa'nın Kula İlçesi'nde Germiyanoğulları beylerinden Süleyman Şah ve yakınlarının mezarlarının bulunduğu türbe kaderine terk edildi. Kula Belediyesi, restore edilmesi kararı alınan türbenin duvarlarının ortaya çıkarılması için 3 yıl önce Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'nde görevli Rüstem Bozer gözetiminde kazı çalışmaları yaptı. Çalışmalar kapsamında türbenin dört tarafı açıldı. Ancak restorasyonun hangi kurum tarafından yapılacağı belirlenmediğinden geçen zamanda çalışma başlamadı. Kazı sonrası türbenin çevresindeki kedi ve köpekler, mezarlardaki kemikleri çevreye dağıttı. Kula merkezde ve hal pazarı içinde bulunan türbenin bakımsız hali tüm ilçe halkının yanı sıra yerli ve yabancı turistlerin de tepkisini topladı. Türbenin kim tarafından restore edileceğinin henüz kesinleşmediğini bildiren Kula Belediye Başkanı Selim Aşkın, "Biz üstümüze düşen görevi yerine getirdik. Kazı çalışmalarını tamamlayıp elde edilen verileri Anıtlar Kurulu ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne birer dosya halinde gönderdik. Ben de türbenin halinden rahatsızım" dedi.

SÜLEYMAN ŞAH KİMDİR?
Süleyman Şah, 1363 yılında Germiyanoğulları beyliğinin başına geçti. Karamanoğlu Alaaeddin Bey'in saldırısına uğrayan Hamidoğlu Hüsameddin İlyas Bey'e yardım etti. Karamanoğullarının saldırılarından korunmak için kızını Osmanlı hükümdarı Sultan Murad Hüdavendigar'ın oğlu, Şehzade Bayezid'e (Yıldırım Bayezid) verdi. Kızının çeyizi olarak Kütahya, Tavşanlı, Simav, Eğrigöz (Emet) bölgelerini Osmanlılara terk etti ve kendisi Kula'ya çekildi (1378). Kula'yı beyliğin başkenti ilan etti.

Süleyman Şah, beyliği süresince bilim adamlarını korudu. Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa, Süleyman Şah'ın emriyle Merzbanname adlı Farsça eseri Türkçe'ye çevirdi. Ahmedi, İskendername adlı eserini onun adına yazdı. Kula'daki Gürhane adlı medrese Süleyman Şah tarafından yaptırıldı. 1388 yılında Kula'da öldü.

Cumhuriyet, 14.12.2013

ASSOS'A İYİ HABER

 

 

Assos’un eşsiz doğasını ve tarihi zenginliklerini tahrip edecek liman projesine verilen olumlu ÇED raporunun yürütmesi Çanakkale İdare Mahkemesi tarafından oybirliği ile durduruldu. Kararda, raporda önemli eksiklikler olduğuna dikkat çekilerek, liman inşaatında kullanılacak dolgu malzemesinin taşocağından taşınmasının yaratacağı etkinin hesaba katılmadığı, gemi atıkları için yapılması gereken tesisin de raporda yer almadığı vurgulandı.

 

Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi Büyükhüsun Köyü sınırları içinde açılması planlanan “Ayvacıkaltı Ulaşım Limanı” projesine 27 Temmuz 2012’de verilen Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu raporunun hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle çevre sakinleri adına avukat Zehra Tuna tarafından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na dava açılmıştı. Dava dilekçesinde liman projesiyle çevrenin tahribata uğrayacağı, ÇED raporunda ulaşım mesafelerini ve liman boyu, derinlik gibi parametrelere ilişkin esaslı hesap hatalarının olduğu vurgulandı. Civardaki antik kentlerin, doğal sit alanlarının ve deniz yaşamının zarar göreceği, bölgedeki zeytin ağaçlarının yok olacağı belirtildi. Hazırlanan bilirkişi raporunda ÇED’in raporu kamu yararına aykırı bulunmadı ancak bir dizi eksiklik de sıralandı. Davayı karara bağlayan mahkeme heyeti de bu eksikliklere dikkat çekerek hüküm kurdu. Mahkeme kararında işin tamamlanması süresi olarak öngörülen 5 yıllık zaman diliminde dolgu malzemesi için kullanılacak taşocağının işletme süresinin biteceği ve raporda alternatif malzeme temin yönteminin belirlenmediği kaydedildi.

 

30 km’lik etki alanı uyarısı

Projede etki alanının 1 km olarak belirlenmesine karşın taşocağından malzeme taşınması sırasında etki alanının yaklaşık 30 km’yi bulacağı ve çevresel etki değerlendirmesinin bu mesafe üzerinden yapılmadığı belirtildi. İş takviminde peyzaj onarımı ve ekolojik restorasyon sürecinin öngörülmediği de ifade edildi.

 

Gemi atıkları ne olacak?

Gemilerden kaynaklanan atıkların alınması ve geçici depolanması amacıyla atık kabul tesisi yapılması zorunlu olduğu halde ÇED raporunda bu tesisin yer almadığı vurgulandı. Liman inşaatında kullanılacak malzemenin taşocağından temini konusunda bir iş planının da yapılmadığının altı çizildi. Gelen giden yolcu sayıları ve sabit çalışan personelden çıkan toplam katı atık miktarları üzerinden konteynır sayısının belirlenmediği kaydedildi.

 

Bu eksikliklerin ÇED raporunu sakatlayıcı önemli eksiklikler olduğuna dikkat çekilen kararda, raporun hukuka uygun olmadığına hükmedildi. Davaya konu olan ÇED raporu doğrultusunda inşaatın başlaması halinde çevreye olacak etki ve yatırımlar açısından telafisi imkamsız zararlar doğacağı vurgulandı.

Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 13.12.2013



8 - 14 Aralık 2013

ATATÜRK'ÜN CENAZESİ KALKMADAN HEYKELİNİ SATMIŞLAR

 

Dolmabahçe Sarayı Arşivi, Başbakanlık Devlet Arşivleri’ne devredilince belgeler üzerinde çalışma yapan Hazine-i Hassa Arşiv Sayım ve Tespit Komisyonu, büyük bir skandalı ortaya çıkardı. Dolmabahçe Sarayı’nda bulunan Atatürk heykelinin, Mustafa Kemal’in ölümünden sadece sekiz gün sonra 25 liraya hurdacıya satıldığı anlaşıldı.

 

Dolmabahçe Sarayı Arşivi’nde bulunan 150 bin belge , bir süre önce sessiz-sedasız bir şekilde Başbakanlık Devlet Arşivleri’ne verildi. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini kapsayan belgeler üzerinde çalışma yapan Hazine-i Hassa Arşiv Sayım ve Tespit Komisyonu çarpıcı bir belgeye ulaştı. Komisyon Başkanı Cengiz Göncü ile Hüseyin Akkaya ve Ünal Karıncalı’nın ulaştığı bir belge 18 Kasım 1938 tarihini taşıyor. Atatürk’ün ölümünden sekiz gün sonraya tarihlenen belgede Mustafa Kemal’e ait bir heykelin söküm işlemlerinden bahsediliyor. Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu’nda bulunan heykelin sökülmesi için yapılan masraf arşiv kayıtlarına alınmış. Bu belgenin ekinde ise heykelin 25 lira karşılığında hurdacıya satıldığı bilgisi bulunuyor.


2 Kanunuevvel 1341 tarihli belgede ise saraydaki tuğraların ve saltanata dair işaretlerin kaldırılmasıyla ilgili karar bulunuyor. Sarayda sadece duvarlar üzerine işlenmiş tuğraların değil, vazo ve bardaklara kadar saltanat işareti taşıyan bütün eşyaların kaldırılması emredilmiş. Ancak bu karar saray müdürünün itirazı üzerine dönemin bakanlar kurulu tarafından tekrar ele alınmış.

Radikal, Haber: İsmail Sağıroğlu, 14.12.2013

PİRİ REİS HARİTASI İLE İLGİLİ ŞAŞIRTAN İDDİA

 

 

“Piri Reis Haritası’nın Şifresi” kitabının yazarı Metin Soylu, "NASA, Piri Reis haritasından yola çıkarak tüm dünyadaki koordinatları yeniden hesapladı” dedi.

SKYTÜRK TV’de dün akşam yayınlanan Son Bakış adlı programına katılan Soylu, “Piri Reis’in haritasını tümevarım metodu ile eski haline getirdim. Bu çalışma sonrasında gördüğüm manzara korkunçtu. Çünkü Piri Reis’in çizdiği eser bir harita değil adeta bir fotoğraflama tekniği ile çizilmiştir.

 

Bu konuyu 14 Ekim 1999 tarihinde Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Amerika NASA Uzay Araştırmaları Merkezi’ne gönderdim. Piri Reis’in haritasına göre dünyanın yeni görüntüsü Geoid modelinden de çok ötede bir çizimdir. Buna göre savaşlarda nokta atışı denen bir detay var. Yani dünya yuvarlak olarak kabul edildiği için nokta atışı yapılırken sapmalar meydana geliyor. Ancak Amerika NASA Uzay Araştırmaları Merkezi, Piri Reis’in haritasından yola çıkarak yeni bir dünya modelinin farkına vararak dünya üzerindeki tüm yerleşim yerlerinin koordinatları yeniden hesapladılar. Çünkü tüm ülkelerin koordinatları yanlıştır. Askeri savaşlarda nokta atışında bu yüzden sapmalar oluyor. Amerika 1.Körfez Savaşı’nda Irak’ı nokta atışlarındaki hatalar sebebi ile ele geçirememişti. Ama şimdi 21 günde hatasız nokta atışları ile Irak’ı ele geçirmeyi başardılar. Piri Reis’in haritası yalnızca bir tarihi eser değildir. Uluslararası askeri stratejik bilgileri de içermektedir” dedi.

Vatan, 13.12.2013

EN HAKİKİ
PORTREYE
270 BİN POUND

 

İngiliz yazar Jane Austen’ın ünlü portresi, açık artırmada yaklaşık 270 bin dolara satıldı.

 

Sotheby’s Müzayede Evi, James Andrews tarafından 1869’da yapılan suluboya portreyi, adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncunun satın aldığını açıkladı.

Portre, İngiltere’de 2017’de tedavüle girecek yeni 10 poundluk banknotlarda kullanılacak.

Ünlü yazarın Chawton kentindeki müzeye dönüştürülen evi, yeterli mali kaynağa sahip olmadığı için açık artırmaya katılamadı.

Portreye 250-320 bin dolar değer biçilmişti.

Akşam, 12.12.2013

DAMIEN HIRST'ÜN TABLOLARI ÇALINDI

 

Dünyaca ünlü İngiliz sanatçı Damien Hirst’e ait iki tablonun Londra’nın Notting Hill semtindeki bir sanat galerisinden çalındığı açıklandı.

 

Eserleri sadece dört gündür sergilemekte olan Exhibitionist adlı galeri tabloların toplam 33 bin sterlin değerinde olduğunu söyledi. Soygunun ardından BBC’ye konuşan Galeri direktörü Nathan Engelbreght “Polis beni arayıp soygunu haber verdiğinde kalbim duracak sandım. Biz bu galeriyi Eylül ayında açtık. Hirst’e ait eserleri sergileyebilmek bizler için büyük bir başarıydı. Neyse ki Hirst’ün temsilcileri çok fazla tepki göstermedi. Böyle şeylerin olabileceğini söylediler” dedi.

Hürriyet, 12.12.2013

LAODİKYA ANTİK KENTİNE ZİYARETÇİ AKINI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Denizli Belediyesi arasından imzalanan protokolle, 19 Ağustos 2008'de Denizli Belediyesi'ne devredilen Laodikya antik kentinde, çalışmalar bu tarihten itibaren hız kesmeden devam ediyor.

 

Bu yıl Kasım ayı sonu itibariyle antik kenti 83 bin 526 yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği kaydedilirken, bu sayının yıl sonunda 100 bin kişiye ulaşması hedefleniyor.

 

Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan, inanç turizmi açısından ayrı bir önemi bulunan Laodikya'nın medeniyetler tarihinde de çok önemli bir merkez olduğunu dile getirdi. İncil'de bahsi geçen 7 kiliseden birinin burada bulunduğunu kaydeden Zolan, şunları söyledi:

"Anadolu'nun Efes kadar büyük antik kenti Laodikya'dır. Anadolu'nun en büyük stadyumu burada bulunuyor. 10 bin dönüm arazi üzerine kurulan bir yer ve 8 yıldır kazı çalışmaları sürüyor. Belki yüzlerce yıl kazı çalışması devam edecek. Denizli'nin böyle bir antik kente sahip olması harika bir olay. Denizli Belediyesi olarak Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ile Laodikya'da Türkiye'de görülmeyen ve şu ana kadar yaşanmayan yoğunlukla bir kazı çalışması yapmaktayız. Yaklaşık 500 kişiyle kazı çalışmaları yapıyoruz. On iki ay kazı çalışması yapılabilen bir alan burası. Antik kentlerimizin zenginliği açısından en iyi ve en zengin şehirlerden biri olduğumuza inanıyoruz"

Yeni Şafak, 12.12.2013

'KADİM ÇAĞLARDAN İZLER'

 

 

Türkiye'nin ilk özel müzesi olarak ziyarete açılan Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi geçici sergi programı dahilinde, 25 Mayıs 2014'e kadar "Kadim Çağlardan İzler, Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonu" adlı sergiye ev sahipliği yapacak.

Sadberk Hanım Müzesi'nden yapılan açıklamaya göre, müze, Arkeoloji Bölümü kuruluşunun 25. yılı onuruna koleksiyonları arasından seçtiği ve yapıldıkları dönemlere ışık tutan 150 seçkin taşınabilir kültür varlığını, "Kadim Çağlardan İzler" adlı sergide sanatseverlerle buluşturdu.

Sergide yer alan 150 eser, Sadberk Hanım Müzesi Arkeoloji Bölümü koleksiyonunun kronolojik bütünlüğünü en iyi şekilde yansıtmak üzere seçildi.

Sadberk Hanım Müzesi Müdürü Hülya Bilgi, Arkeoloji Bölümü'nün yaklaşık 7000'e yakın eserden oluşan koleksiyonunun, Geç Neolitik Çağ'dan Bizans Dönemi sonuna kadar Anadolu'da birbiri ardına yaşamış uygarlıklara ait maddi kültür varlıklarının kronolojik olarak izlenmesine imkan sağladığını kaydetti. Hülya Bilgi, Sadberk Hanım Müzesi Arkeoloji Bölümü'nün, zaman içinde gerek yurt dışı müzayedelerinden satın alınan nadide eserlerle gerekse kayıtlı koleksiyonların devri ile zenginleşmeye devam ettiğini aktardı.

Bilgi, sergide; Hacılar kültürüne ait kaplar, taş aletler ve heykelcikler ile Geç Neolitik ve Erken Kalkolitik Çağ'da Göller Bölgesi, idoller, gaga ağızlı testiler ve tunç silahlar ile Erken Tunç Çağı'nda Batı ve Orta Anadolu'nun Yortan, Troia, Alacahöyük kültürleri, çivi yazılı tabletler, mühürler ve sunu kapları ile Orta ve Geç Tunç Çağı'nda Asur Ticaret Kolonileri, Hitit ve Miken kültürlerinin yer aldığını belirtti. Hülya Bilgi, sergide, bunun yanı sıra çömlekçilik ve kuyumculuk sanatının örnekleri ile Demir Çağı'nda Urartu, Frig ve Lidya krallıkları, zengin form ve bezeme çeşitleriyle Geometrik Dönem'de Karia kültürü, mitoloji ve kahramanlık konularının işlendiği siyah ve kırmızı figürlü Attika çömlekleri ile ise Arkaik ve Klasik Dönem kültürlerine yer verildiğini bildirdi.

Hülya Bilgi "Sergide ayrıca Hellenistik Dönem'e ait altın takılar, pişmiş toprak figürinler, kalıp yapımı kırmızı astarlı çömlekler, Roma Dönemi'ne ait heykel sanatı örnekleri, cam kaplar ve takılar ile son olarak Ortaçağ'ın Hristiyanlık inancı ve Roma sanatının geleneklerini harmanlayarak kendine özgü bir sanat anlayışı geliştirmiş olan Bizans Dönemi'ne ait maden eserler öne çıkartılmıştır" ifadelerini kullandı.

"Kadim Çağlardan İzler" sergisinde yer alan eserler ayrıntılı bilgilerin yer aldığı bir katalogda da sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Katalog, müze uzmanları Senem Özden Gerçeker ile Deniz Uygun tarafından hazırlandı.

Habertürk, 11.12.2013

AYASOFYA: YENİ BİR FETİH PROJESİ

 

 

Çocukluğumun ilk yılları, daha okulla müze ziyaretlerine başlamadan evvel annem ve babamla Sultanahmet’i gezmeye gitmişiz.

 

İstanbul’da Beşiktaş’ta doğmuştum ama “karşı yakanın çocuğuydum” o yüzden sanki büyülü bir başka dünyaya gelmiş gibi hissetmiştim kendimi.

 

Meydana, Ayasofya’ya ve Sultanahmet Camiine gözüm kartpostallardan ve film karelerinden aşinaydı ama küçük bedenimle hiç bu kadar devasa olacaklarını tahmin etmemiştim. Bir de tabii ben Ayasofya’yı sarı badanalı bekliyordum ama pembe çıktı! Pembe’nin sadece kızları çağrıştırdığı yaştaydım o sıralar.

 

İçeride rutubetle karışık bir serinlik çarpmıştı yüzüme, sevdim bu halini, kubbeye aşağıdan bakınca hani gökdeleni ilk kez görmüş ve zirvesini keşfedeyim derken şapkasını düşürmüş bir şaşkın insan haline bürünmüşüm.

 

Diyaloglar kabataslak şöyle: “Burası kilise mi, cami mi? Hayır oğlum müze! E o zaman kalkanlar, oklar, silahlar nerede!” (bkz bendeki Topkapı sarayı etkisi).

 

Kocaman yazıların olduğu levhalar, mermer sütunlar rüyama girmişti o gece…

 

Tabi dönüşünde gerçek Sultanahmet köftesi ile tanışmam ayrı şenlikti. Her ne kadar babam öğrencilik yıllarının lezzetini bulamasa da ben beğenmiştim.

 

Aradan yıllar geçti, İstanbul Üniversitesi’ni kazanınca Ayasofya ve Sultanahmet meydanı ikinci adreslerimin arasına girdi. Güzergah üstündeydi ama onun da ötesinde arada çay kahve içmeye kaçtığımız, İletişim yayınlarına uğradıktan sonra aldığımız kitapların sayfalarını karıştırdığımız başka bir mekana dönüşmüştü Sultanahmet ve çevresi…

 

Dolayısıyla hem Ayasofya’nın içindeki devasa iskelenin macerasına hem de meydanın kalabalığına molaları saymazsak epey tanıklık etmişliğim var. Sonra akademik yolculuğum “hasmını tanı felsefesi” ile beni Türk sağı çalışmaya yönelttiğinde Ayasofya’nın Türk sağının heybesinde ne kadar hacimli bir yer tuttuğunu fark ettim.

 

Türk Sağı: Mitler, Fetişler ve Düşman İmgeleri’ni derlemeye karar verdiğimde de Ayasofya’nın mutlaka müstakil bir çalışmaya konu olmasını arzuladım. İmdada M. İnanç Özekmekçi ve onu derlemede yer alan ve çok kıymetli analizleri içeren Ayasofya makalesi yetişti. Aşağıdaki satırlarda Özekmekçi’nin çalışmasından da yararlanacağım.     

 

Bütün bunları son birkaç haftadır alttan alta AKP’ye “çok yakın” ve “ılımlı mesafeli” yayın organlarında Ayasofya üzerinden dönen tartışmaları ve bunun iktidarın ajandasına girme ihtimalinin yüksek olması nedeniyle yazıyorum.

 

II. Abdülhamit’in dördüncü kuşak torunu bir anda zuhur edip üzerimizde “Fatih’in laneti var Ayasofya cami olarak ibadete açılmalı” dedi.

 

“Derin” bir tarihçi 2014’te Ayasofya’nın ibadete açılacağını söyledi. Bülent Arınç ise “bu mahsun Ayasofya’ya bakıyoruz, inşallah güleceği günlerin yakın olacağını Allah’tan diliyoruz” diyerek iktidar partisinin harekete geçebileceğinin sinyallerini verdi.

 

Fitil, Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanı ve MHP’nin de grup başkanvekili olan Yusuf Halaçoğlu, Ayasofya’nın tekrar cami olarak ibadete açılması için TBMM’ye teklif vermesiyle ve gerekçe olarak da Ayasofya’yı müzeye çeviren belgedeki imzanın Mustafa Kemal’e ait olmadığı dolayısıyla sahtecilik yapıldığını ileri sürmesiyle ateşlendi.

 

Kararname Halaçoğlu’nun iddiasına göre geçersizdi. Halaçoğlu’nun tarihi olaylarda ne kadar “isabetli” kanıtlar bulduğunu Ermeni soykırımı meselesinden biliyoruz!

 

Bu sebeple bahsi geçen belgeye dair yazmak bile çok anlamlı değil; hem velev ki dediği doğru olsun önümüzdeki mesele imza olayı değil ki. Olan Türk sağının nicedir beklediği ikinci fetih harekatının sembolik mekanını yeniden bir mobilizasyon vesilesi kılmak ve “makbul Müslüman” dışında kalan herkesi bertaraf etmek.        

 

Ayasofya aslında her büyük iktidar değişikliğinde siyasetin bir parçası oldu. II. Mehmet İstanbul’u aldığında Bizans’ın en büyük mabetlerinden birini camiye çevirerek aslında gücünü gösteriyordu.

 

Takip eden yıllarda birçok kilise camiye çevrildi, ikonaları ve mozaikleri yerlerinden söküldü. Bugün halen bu şekilde dönüştürülmüş birçok kilise-camide ibadete devam ediliyor. Sıvayla kapatılmış duvarların üzerinde dualar içeren plakalar… Ne ibadet edenler ne de etrafındaki mahalle sakinleri bu yapıtların tarihini biliyor. Şehrin tarihsel belleğini dikkate almamak zaten ortak özelliğimiz. Halbuki o tarihsel bellek bugünün kentini daha demokratik ve çoğulcu kılabilme adına hepimize çok önemli fırsatlar sunabilir. Kimlerin bu topraklarda yaşadığını, nasıl bir kültürel birikim bıraktıklarını ve neden evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kaldıklarını öğrenmek, yaşadığımız şehri sırf binalar ve yollardan ibaret görmemeyi, ona dokunmayı ve onunla hüzünlenmeyi ve umutlanmayı vaat eder.  

 

Türk sağının Ayasofyası

Biz yine Ayasofya tartışmalarına geri dönelim. “Fetih’in nişanesi” haline getirilen Ayasofya Osmanlı döneminin klasik devrinde iktidarın sembolik olarak üretildiği mekanlardan biriydi. Her ne kadar daha görkemli bir ibadethane yapma amacıyla çok çaba sarf edildiyse de Ayasofya kendine özgün mimarisi ile farkını hep muhafaza etti.

 

Ayasofya aslında Cumhuriyetin ilk yıllarında da dini açıdan sembolik önemini korudu. Örneğin 1932’de Türkçe ezan ilk kez Ayasofya’da okutuldu.

 

Neden müzeye çevrildiği konusunda ise rivayet muhtelif. Genel çıkarsama yeni rejimin seküler tutumunun sembolik bir göstergesi ve Batı’ya da bir jest olarak Ayasofya’nın müze yapılmasına karar verdiğine dair.

 

Ayasofya’nın Türkiye sağının siyasi bir meselesi olarak gündeme gelmesi ise 1940’ların sonları ve 50’lerin başlarına denk düşer. İstanbul’un fethinin 500. Yıldönümü –ki Türkiye sağı için bir örgütlenme ve mobilizasyon fırsatıdır- esnasında Ayasofya’nın yeniden cami olarak kullanılması talepleri yükselir. Eşref Edip’ten Peyami Safa ve Necip Fazıl’a sağın birçok ismi “Ayasofya’yı kurtarmak” üzerine yazar.

 

Sağın anti-komünizm şemsiyesinde birleştiği yıllarda özellikle de 1960’lı ve 70’li yıllarda konu hep gündemde kalır. Ayasofya’nın cami olarak ibadete yeniden açılması bir hedef olarak kitlelerin önüne çıkarıldığından itibaren de bu eksendeki tartışmalara doğrudan müdahil olmak istemeyen merkez sağ siyasete mesaj verilir. Merkez sağ partiler baştayken sürekli harekete geçmeleri konusunda İslamcı ve milliyetçi-mukaddesatçı çevrelerce uyarılırlar. Hatta kimi zaman Ayasofya bahsi pazarlık konusu bile yapılır.

 

Tüm bu süreçte oluşan belirli davranış kalıplarını ve iddiaları sınıflandırmak mümkün. Öncelikle Ayasofya’nın müze yapılmasının ardında Türk sağına göre Hıristiyanlardan Batı taklitçilerine, Siyonistlerden komünistlere kadar tüm “ötekiler” peşi sıra dizilmiş vaziyettedir. Ayasofya’nın müze yapılması yine onlara göre Osmanlı ve İslam geçmişinin silinmesi, “milli onurun” zedeletilmesi projesidir.

 

Amaç bir sonraki adımda İslam’ı ve Türklüğü bu topraklardan silmektir. Örneğin Erdoğan’ın sık sık referans yaptığı Necip Fazıl, “Ayasofya Hitabesi”nde (1970) Ayasofya’nın kendileri için ne manaya geldiğini nefret dolu bir üslupla şöyle anlatır: “Bakın nedir bu bakımdan Ayasofya? Bizi bu hale getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlakımızı Paris’in dünya çapındaki (Şabane) kerhanesinden daha aşağıya düşüren, milli kültürümüzü çöplüğe ve milli iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekamızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 129 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze kapandığı oda, mukaddesat odamız… Ayasofya budur.”

 

Bu satırlardan anlaşılan eleştirinin yalnızca Cumhuriyet yıllarını da değil İslam’a ihanetin bir nevi başlangıcı olarak görülen Tanzimat’a kadar uzatıldığıdır. Müze olarak Ayasofya’nın “ruhsuz” olduğu konusunda Türk sağının birçok ismi hemfikirdir. Fakat asıl dikkat çekici olan kutsallık ile temizlik arasında kurulan ilişkinin nasıl nefreti ve dışlamayı içeren bir çağrışımsal evrene açıldığıdır. Ayasofya Türk sağının kalemlerine göre kirletilmektedir sadece turistlerin ayakkabıları ile gezmesi nedeniyle de değil “açık saçık kıyafetleri” nedeniyle de!

 

Tam bu noktada bildiğimiz rövanşist tutumlar devreye girer ve Türk sağının şablonunda müze olarak Ayasofya’nın sonu “Müslümanların iktidarını” sembolize eder.   

          

Mekan üzerinden homojenleştirme

AKP uzun süredir otoriter rejim taraftarlarının çok sevdiği “mekan” ve “beden” üzerinden siyaset yürütüyor. Her iki alan da sık sık belirttiğimiz gibi toplumsal mühendislik projelerinin vazgeçilmez başlıkları.

 

AKP iktidarı çoktan İznik’teki ve Trabzon’daki Ayasofya’ları yeniden camiye çevirdi. Hem de İznik’te ve Trabzon’da yükselen itiraz seslerine kulaklarını tıkayarak. Çünkü AKP Soğuk Savaş dönemindeki ön kabullerden hareket etmeye devam ediyor.

 

“Tüm Müslümanlar bu mekanların cami olmasını ister, istemeyenler gavurdur” klişesi artık resmen bir hükümet politikası. Evet meselenin mevcut politik mevzilenme ve oy hesapları ile yakından ilişkisi şüphe götürmez.

 

MHP’liler bilhassa 90’ların ikinci yarısından itibaren sürdürdükleri politikalar ile muhafazakar kesim ile aralarında bir soğukluk oluştuğunu fark ettiler. Türban konusunda iktidarla aynı hatta politika yapmak ve şimdi de Ayasofya çıkışı ile sağın kolektif hafızasında yer alan bir mekansal kod’u oya tahvil etmeyi istemek MHP’nin önümüzdeki dönemde muhafazakar oyları devşirmek için daha çok çalışacağının bir göstergesi olabilir.

 

AKP açısından da Gezi ile zarar gören muktedir olma imajını tamir etmek ve ortaya çıkan gerilimden beslenerek kendi tabanını sıkılaştırmak gibi bir ihtimal de söz konusudur elbette. Ayasofya’yı tekrar cami olarak ibadete açsınlar ya da açmasınlar tüm bunların siyasi hesapların ötesinde de anlamı olduğu muhakkak. Biz nicedir AKP hükümeti ile birlikte ikinci fetih dalgasına tanık oluyoruz. Bir yandan Sümela’da ayine “izin veren” hoşgörülü iktidar tablosu çizilirken diğer yandan adım adım müze olan kiliseler camiye çevriliyor.

 

Bundan ne çıkar diyebilirsiniz, ancak tüm bu yaşananların ülkeyi sadece belirli bir ölçeğe uygun imal edilmiş Müslümanların Türkiye’si kılma operasyonu olduğunu fark edersek ne kadar vahim bir tabloyla karşı karşıya kaldığımızı anlarız.

 

Yıllardır Balkanlar’da Osmanlı’dan kalma eserlerin tahrip edilmesini diline pelesenk edenler ya da Cordoba’da katedrale dönüştürülen camiyi emsal gösterenler bu ülkede yok edilen kültürleri ve mabetleri nedense hiç görmedi. Ordudan her kilise altında hazine arayan define avcılarına kadar sistematik bir şekilde tecavüze uğradı “ötekilerin” yaşam alanları. Şimdilerde camilerin, hamamların –ihtilaflı projelerle olsa da- restore ediliyor olması sevindirici, ihya ediyorum deyip ki İslam dışındaki dinlerin mabetlerini ve yapıtlarını İslamlaştırarak dönüştürmek ise korkutucu.

Parklarımızı, nehirlerimizi nasıl savunuyorsak bu teşebbüslere ve ona eşlik eden tekleştirici, dışlayıcı siyasete karşı kültürel mekanlarımızı böyle savunmalıyız.

Bianet, Yazı: Güven Gürkan Öztan, 11.12.2013

TROYA KAZILARI 150. YILINI TAMAMLADI

 

2013 yılı Troia kazısı çalışmaları Bakanlar Kurulu Kararı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izniyle, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına, Doç.Dr. Rüstem Aslan tarafından gerçekleştirildi.

 

Çalışmalarla ilgili açıklama yapan kazı başkanı Aslan, “Bu yılki çalışmalarla birlikte, Frank Calvert’in 1863 yılındaki ilk kazısından itibaren, Troia çalışmalarının 150. yılı” dedi.

Aslan şöyle devam etti: “Troia kazılarında önemli buluş ve çalışma gerçekleştirildi. Heinrich Schliemann’ın höyüğü büyük oranda tahrip ederek bulduğu ‘Troia Hazineleri’ni yurtdışına kaçırması; Wilhelm Dörpfeld’in Troia’nın 9 kentini keşfi; Carl Blegen’in bu kalıntıları modern arkeolojinin merkezi yapması, Manfred Osman Korfmann’ın  yeni bir ufuk açarak, Son Tunç Çağı Troia’sının bir Anadolu kenti olduğunu ortaya koyması çalışmaların en önemli sonuçlarından.”

Akşam, 11.12.2013

 

******


TROYA KAZILARINI ARTIK ÇOMÜ YAPACAK

 

 

Frank Calvert’in 1863’teki ilk kazısından itibaren, Troya kazı çalışmaları 150. yılını doldurmak üzere.

 

Bakanlar Kurulu kararı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izniyle, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına Doç.Dr. Rüstem Aslan tarafından gerçekleştirilen kazı çalışmaları önümüzdeki yıl için de aynı ekip tarafından yürütülecek. Bunun yanı sıra, Troya çalışmaları 150. yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği yarışmada birinci olan Troya Müzesi Projesi’nin yapımına başlandı. Müzenin 2015’e kadar açılması planlanıyor.

Zaman, 12.12.2013

BİN YILLIK AKSARAY ULU CAMİİ'NİN MİNBER KAPILARI YENİDEN TÜRKİYE'DE

 

 

Türkiye dışına yaklaşık 15 yıl önce yasa dışı yollarla çıkarılan Aksaray’daki Ulucami’ye ait minber kapısı kanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ait olduğu topraklara geri getirildi.

 

Aynı ülkeden başka eserlerin de geri getirilmesi söz konusu olduğundan, bin yıllık kapı kanatlarının hangi ülkede bulunduğu açıklanmadı.

 

 

22 Şubat 1998 tarihinde yerinden sökülerek götürülen minber kapısının kanatları, 15 yıldır İnterpol aracılığıyla aranıyordu. Hakkında çalıntı ve polis kayıtları bulunan kapının uzun yıllardır bulunamamış olmasının sebebi, eserin kaçakçılarca kamuoyuna unutturularak, bir nevi soğutma devresine sokulmak istenmesi olarak değerlendiriliyor. Bakanlığın yürüttüğü çalışmalar neticesinde yapılan gizli operasyonla eser Türkiye’ye geri kazandırıldı. Eser geçtiğimiz ay Ankara Etnografya Müzesi Müdürlüğü’nde koruma altına alındı. Kapı kanatlarının Aksaray Ulucamii’ne ait olduğuna yönelik değerlendirmenin teyit edilmesi amacıyla, uzmanlar tarafından yerinde incelemelerde bulunuldu. İnceleme sonucu hazırlanan raporda, kapı kanatlarının Aksaray Ulucamii minberinin kapısına ait olduğu kesin olarak tespit edildi.

 

 

Aksaray’da yığma bir tepe üzerinde inşa edilen Ulucami, kitabesine göre 1408-1409 yıllarında Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından Mimar Mehmet Firuz Bey’e yaptırıldı. Selçuklu devri ahşap işçiliğinin şaheser örneği olan minberi. ​Minberin kapı kanatlarında Selçuklu devri sülüsü ile Fatiha ve İhlas sureleriyle, Bakara Suresi’nin 256. ayetleri ve Ayetü’l-Kürsi yazılı. Minberin üstündeki aynalıkta ve kapının sövelerindeki kitabelerden, eserin Anadolu Selçuklularının ikinci hükümdarı, Sultan I. Kılıçaslan’ın oğlu, Sultan I. Mesud’un hükümdarlık yıllarında (1116-1156) yapıldığı anlaşılıyor. Minberin, bugün mevcut olmayan başka bir camiden alınarak Ulucami’ye taşındığı düşünülüyor.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 11.12.2013

ROMA DÖNEMİNE AİT ANTİK MEZAR BULUNDU

 

 

Amasya Müze Müdürü Celal Özdemir, gazetecilere yaptığı açıklamada, Gökpınar köyü mevkisindeki açık kömür ocağı yakınlarındaki teraslama sahasında kemik parçalarına rastlanması üzerine, jandarma ekiplerinin durumu kendilerine bildirdiğini söyledi.

 

Ocakta 3 kişilik uzman ekiple bir günlük kurtarma kazısı yaptıklarını, kazıda Roma dönemine ait bin 700 yıllık antik mezar ortaya çıkartıldığını anlatan Özdemir, şunları kaydetti:

"Kazı çalışmamızda Roma dönemine ait bir nekropole ulaştık. Pişmiş topraktan tonozlu levhalarla üzeri kapatılmış Roma dönemine ait mezarda 25 yaşlarında olduğunu düşündüğümüz kadın iskeletini çıkartıp müzemize kaldırdık. Mezarda ölü gömme geleneklerine ait ölü hediyesine rastlanmadı. Mezarın çıktığı alanda ocak faaliyetleri durduruldu. Kazı alanı 3. derece sit alanı tespit edildi.

 

Özdemir, bölgede ayrıca Roma dönemine ait antik bir köy olduğunu sözlerine ekledi.

Haber 7, 10.11.2013

ANTİK KENTTE LEOPAR FİGÜRÜ BULUNDU

 

 

Denizli'nin Buldan İlçesindeki nde yapılan kazılarda, duvara resmedilmiş leopar figürü bulundu. Yenicekent beldesi sınırları içerisinde yer alan antik kentteki arkeolojik kazılar, Pamukkale Üniversitesi tarafından sürdürülüyor. Kazılarla, Hellenistik dönemde Frigya, Karya ve Lidya üçgeninin kesişim noktasında bulunan ve Bergama Krallığından sonra Roma İmparatorluğuna bağlanan antik kentin gün yüzüne çıkarılmasına çalışılıyor.

Erken Roma döneminde surlarla çevrilen ve erozyon sonucu toprak altında kalmasıyla kalıntıların çoğunun bozulmadan günümüze kadar sağlam şekilde ulaştığı antik kentte, toprak altında kalan kemerli pazar yeri açığa çıkar.

Antik kentte bu yıl yapılan kazılarda pazar yerinin yanında içleri fresklerle bezenmiş dükkanlardaki panolar içerisinde figürlerin arasında leopar betimlemesi bulundu.

Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sütunlu cadde ile kemerli yapı arasına Roma döneminde inşa edilen dükkanlardan ikisinin kazılarak açığa çıkarıldığını söyledi.

MS 3. yüzyılın ortalarında kullanılan dükkanların, kentin ana caddesi olan Sütunlu Caddeye ve Kemerli Yapı'ya açıldığına işaret eden Duman, şöyle konuştu:
"Roma döneminde önemli yapıların, binaların, dükkanların duvarlarının fresklerle kaplandığını biliyoruz. Tripolis'te de bunun örneğini bulduk. Dükkanların beden duvarları üzerinde panolara ayrılarak yapılmış renkli freskler üzerinde çeşitli hayvan ve bitki motifleri yer almakta. Çerçevelerin içerisinde farklı meyve ve sebze figürlerinin yanında hayvan betimlemeleri de var. Etrafı çeşitli bitkisel motiflerle bezenmiş panolar içerisinde nar, kabak gibi ürünlerle birlikte sülün, güvercin, serçe gibi hayvanlar duvarlara resmedilmiş. Bu freskler içerisinde bir de leopar betimlemesi bulduk. Bulduğumuz bu leoparın özelliğini tespit etmek için üniversitenin biyoloji bölümünden zoologlar inceleme yapacaklar."

Duman, antik kentin tanıtımı ve koruması için Güney Ege Kalkınma Ajansı'ndan (GEKA) "Turizm Altyapısı Mali Destek Programı" kapsamında finansal destek almaya hak kazandıklarını, gelecek yıl daha çok ziyaretçi ağırlamak üzere çalışma yapılacağını kaydetti.

"Buldan'ın sembolü olsun"
PAÜ Buldan Meslek Yüksek Okulu Müdürü Doç.Dr. Ercan Haytoğlu da Tripolis'te bulunan leoparın önemli olduğunu belirterek, bulunan Anadolu parsını ilçenin simgesi haline getirmeyi düşündüklerini dile getirdi.

Haytoğlu, "Buldan'ın bir sembolü, simgesi yok. Kazılarda Anadolu parsı, sülün, keklik çıkmış. Türkiye'de nasıl Anadolu kaplanları varsa Buldan'ın da insanları Anadolu parsı olduğunu ispat etmiştir. Bir ilçenin tırnaklarıyla kendini ispatlamaya çalışması zaten onun atikliğini, çevikliğini, yükselme azmini göstermektedir. Böyle bir özellikten dolayı da Anadolu parsını sembol olarak seçersek uygun olur kanaatindeyim. Seramik laboratuvarımızı kurarsak Buldan'ın yalnız tekstil ürünleriyle değil aynı zamanda sembollerle öne çıkmasına da katkı sağlayacağız" dedi.

Sabah, 10.12.2013

600 YILLIK ATA YADİGARI KALORİFER BORULARIYA DELİK DEŞİK

 

 

Padişah Yıldırım Bayezid’in 1390’da inşa ettirdiği ve 1953’te Verem Savaş Dispanseri’ne dönüştürülen Yıldırım Külliyesi içindeki medresenin insafsızca tahrip edildiği ortaya çıktı.

 

Kalorifer sistemi döşemek için tarihi binanın hoyratça delinmesi görenleri şoke ediyor. Koridor ve duvarlarına gelişigüzel borular ve elektrik kabloları döşenen eserin tavanındaki sıvalar da dökülmüş.

 

Bursa’da Toplum Sağlığı Merkezi ve Verem Savaş Dispanseri olarak hizmet veren binanın girişinde, “Yıldırım Bayezid’in 1390’da yaptırdığı bu medrese, Sağlık ve Sosyal Yardım vekaletinin yardımıyla Bursa Verem Savaş Derneği tarafından restore ettirilerek 1953’te hizmete açılmıştır.” yazılı tabela var. Tarihi özelliğine dikkat edilmeden sıva yapılan ve kalorifer boruları ile delik deşik edilen binanın bahçesi de harabe görünümünde. Binanın ortasında bulunan şadırvan ise çalışmıyor. Tedavi olmak için binaya gelen vatandaşların sıra beklediği koridorlar bir çamaşırhane ve kazan dairesi hissi veriyor. Duvarlara rastgele çakılan çivilere de birçok tablo ve çerçeve asılmış.

 

“Gördüğüm manzara karşısında şok oldum.” Bu sözler, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’a ait. Yaklaşık bir ay önce UNESCO heyetiyle birlikte Bursa’ya yaptıkları ziyarette bu manzara ile karşılaşan Ahunbay, “Bu külliyeler dünya mirasına aday. Kalorifer kabloları ile tesisat döşemelerinin başıboş yapıldığını görmek beni çok üzdü. Tarihi eserlerin restorasyonu ve yeniden kullanıma açılması korumacılarla birlikte yapılmalıdır.” dedi. Mahalleli sakinleri ise binanın yıllardan beri sağlık ocağı ve verem dispanseri olarak kullanıldığını ifade ediyor. Ancak ısıtma sisteminin ne zaman ve nasıl yapıldığını bilmiyor. Bursa  Verem Savaş Derneği Başkanı Timur Yıldız, 2011’de yönetim değişikliğine gittiklerini, 20 yıldır görev yapan ekibin değiştiğini söyledi. Yıldız, “Ben bunu tam bilmediğim gibi bu yönde müdürlüğümüzde kalorifer sistemine dair herhangi bir eski evraka rastlamadık.” dedi. Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerinin iddiasına göre ise, defaatle binanın usulüne uygun olarak restore edilmesi için Sağlık Bakanlığı’na müracaat edilmesine karşın herhangi bir girişimde bulunulmadı.

Zaman, Haber: Ensar Ata Alatürk, 10.12.2013

TARİHİ YAZIT DENİLEN TAŞTA FUNDA ARAR'IN ŞARKISI YAZIYOR

 

 

Antalya’nın Demre İlçesindeki dünyaca ünlü St. Nicolaus Kilisesi’nde (Noel Baba Müzesi) düzenleme çalışmaları yapıldı.

 

Kilise önüne dikilen totem şeklindeki 3 yazıttan birinde ise ancak komedi filmlerinde rastlayacağımız bir hata yapıldı. Yazıt üzerindeki Kiril alfabesini andıran semboller aslında ünlü pop sanatçısı Funda Arar’ın ‘Yağmur’ isimli şarkısının tersten yazılmış haliydi. Demre Belediye Başkanı Süleyman Topçu, anıtların üzerindeki yazıların Türkçe şarkı sözlerinin tersten yazılışı olduğunu duyduğunda, “Zaten güzel şeyler yazıldığını biliyordum.” yorumunu yaptı.

 

Totemler üzerindeki yazılar 10 yıl önce Moskova Belediyesi tarafından yapılan çalışmalar kapsamında yazılmıştı. Müzeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistler, yazıtın tarihi eser olduğunu düşünerek hatıra fotoğrafı çektirmek için kuyruk oluşturmaya başladı. Her yıl 600 bin turistin ziyaret ettiği Noel Baba Müzesi meydan düzenleme çalışmalarını yapan belediye işçileri Ali İhsan Sıkıcıoğlu ile Ramazan Dirlik, şarkının sözlerini okuyamazken, yazılanların Rusça olduğunu ileri sürdü. Funda Arar’ın 2000 yılında çıkan ‘Sevgilerle’ isimli albümünde yer alan ve şair Gülsüm Cengiz’e ait olan  “Yağmur” isimli parçanın sözleri şöyle: “Tutkunu olduk bir sevdanın/Başımıza kuşlar çiçekler yağdı/Tutkunu olduk bir sevdanın/Ne acılar yaşadık/Ne günler geçirdik/Yüreğimde paslı/Bir bıçak saplı.”

Zaman, 10.12.2013

GAZİMAĞUSA'DA TARİHİ AYİN

 

 

KKTC’nin Gazimağusa kentinde 57 yıl kapalı kalan Aya Georgios Kserinos Kilisesi dün ibadete açıldı. “Mağusa İnisiyatifi” adlı Türk örgüt ile “Mağusa Kentimiz” adlı Rum örgütün organizasyonuyla düzenlenen ayine, yüzlerce Rum katıldı. Mağusa metropoliti Vasillios’un yönettiği ayinde dualar okundu, mumlar yakılıp adak adandı.

 

Ayine katılan Rumlar’ın son derece duygulu olduğu dikkat çekti. Ayine katılan Rumların Mağusa Belediye Başkanı Aleksis Glanos ile Türk Belediye Başkanı Oktay Kayalp yaptıkları ortak açıklamada, “Türk ve Rum liderler arasında müzakerelerin en kısa sürede başlamasını, görüşmelerden bir çözüme ulaşılmasını” temenni etti.

 

Efsanelerin kilisesi

Gazimağusa kentinin surlar içinde yer alan ve Nastüryan Kilisesi adıyla da bilinen tarihi kilise, 1956 yılında Türk ve Rum esnaf arasında çıkan kavganın ardından kapatılmıştı. Tarihi yapı, efsaneleri ile ünlü. Bunlardan biri dün Rumlar tarafından dağıtılan broşürde de anıldı. Broşürdeki efsaneye göre bir zamanlar düşmanından kurtulmak isteyen bir kişi, kilisenin zemininden aldığı tozları surların üzerine çıkarak etrafa atar. Düşmanları, bir yıl içinde ya öldü ya da Ada’yı terk etmek zorunda kalır.

Hürriyet, Haber: Ömer Bilge, 09.12.2013

147 TON KİTAP, KİLOSU 15 KURUŞTAN SATILDI

 

 

Milli Kütüphane tarafından Hurdasan’a gönderilen 147 ton kitap ve yazılı materyalin içinde tarihi çok eskiye dayanan yüzlerce nadide eserin sahaflara kilosu 15-50 kuruşa satıldığı ortaya çıktı.

 

Mili Kütüphane Başkanlığı’nda, önemli bir kültür ihmalinin yaşandığı ortaya çıktı. Hurdasan’a gönderilen Milli Kütüphane’nin hurda deposundaki kaydı bulunmayan 147 ton kitap ve yazılı materyalin içinde, tarihi çok eskiye dayanan yüzlerce nadide esere rastlandı. Hurdasan’ın yaptığı satışı yakından takip eden sahaf ve koleksiyonerlerin, kitapları kilosu 15 ile 50 kuruş arasında satın alarak, yüksek fiyatlara müzayedede sattıkları veya koleksiyonlarına kattıkları belirlendi. Hürriyet, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in önceki gün Twitter hesabından yaptığı “Milli Kütüphane’de pek çok eserle ilgili suç teşkil eden uygulamalar tespit ettik” açıklamasında kastedilen suiistimali ortaya çıkardı. Buna göre Bakan Çelik’in işaret ettiği suiistimaller, ilk olarak kütüphanenin bir idari toplantısında fark edildi. Bu toplantıda, Milli Kütüphane mühürlü bir yazma eserin Konya Yazma Eserler Başkanlığı’na satıldığı bilgisi alındı.

15 KURUŞA SATILDI 
Yapılan ilk araştırmada 2007’de döküm listesi olmayan, tasnifi yapılmayan 102 ton hurda kitap ve yazılı materyalin, 11 kamyonla Hurdasan’a gönderildiği ve tutanak karşılığında teslim edildiği belirlendi. 2011 yılında da yine 45 ton kitabın 15’er tonluk üç parti halinde Hurdasan’a gönderildiği tespit edildi. Teslim, Hurdasan’ın tutanaklarına ise “Hurda kağıtların bulunduğu depoların kullanılacağı için acilen boşaltılması” şeklinde yansıdı. Hurdasan’ın farklı zamanlarda satışa çıkardığı bu materyallere, sahaflar ve koleksiyonler büyük ilgi gösterdi. Hatta bir koleksiyonerin kilogramı 15 ile 50 kuruş arasında değişen fiyatlara satılan bu yayınlardan 15 ton aldığı dikkat çekti.

 

KÜTÜPHANE MÜHRÜ VAR

Hürriyet’in gittiği Ankara’daki çeşitli sahaflarda da Milli Kütüphane mühürlü kitaplara rastlandı. 400 ile 1000 lira arasında satılan bu kitaplar arasında 1860’ta basılmış Hıristiyan teolojisine göre yazılmış Ermenice bir kitaptan, 1800’lü yıllarda basılmış İzmir baskılı yine Ermenice Balkan coğrafyasını anlatan bir diğerine; 1913 yılında tek nüsha halinde Merzifon’da çıkan Yunanca ‘Pontus’ dergisine kadar pek çok eser bulunuyor.

Hürriyet, 09.12.2013

 

******


MİLLİ KÜTÜPHANE'NİN 'HURDA KAĞIT' DİYE SATTIĞI ESERLER ANADOLU AJANSI'NIN ÇIKTI

 

 

Milli Kütüphane’deki eserlerin ‘hurda kağıt’ olarak satıldığı ortaya çıktı. 3 bin nadide eser ve AA’ya ait bir kısım haber arşivini satın alan koleksiyoner, kopyalarını bakanlık ile paylaşmaya hazır.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Milli Kütüphane Başkanlığı, 2011 yılında Hurdasan aracılığı ile depolarında bulunan 15 ton yazılı materyali ‘hurda kağıt’ olarak sattı. Hurdayı 15 kuruşa satın alan koleksiyoner, bunların 3 bin adet nadide eser ile Anadolu Ajansı’nın (AA) 1938-1968 yıllarına ait bir kısım arşivi olduğunu tespit etti.

 

Milli Kütüphane depolarında yılardır çürümeye bırakılmış önemli eserlerin olduğunun anlaşılması ile başlayan skandal, tarihi eser değeri taşıyan eserlerin satıldığının anlaşılması ile yeni bir boyuta taşındı. Alınan bilgilere göre, Kültür Bakanlığı’na bağlı Konya Yazma Eser Kütüphanesi, koleksiyonuna katmak üzere nadir bir yazma eseri bir sahaftan satın aldı. Eserin üzerinde “Milli Kütüphane’ye aittir” damgası fark edildi. Kültür Bakanlığı harekete geçerek bünyesindeki Milli Kütüphane’den böyle bir eserin ne şekilde çıkarıldığı araştırıldı. 2011’de, Milli Kütüphane’den 15 tona yakın yazılı materyalin ‘hurda kağıt’ olarak satıldığı ve birçok önemli eserin de bu şekilde sahaf ve koleksiyonerlerin eline düştüğü anlaşıldı. 1500 ile 1800’lü yıllar arasında basılan 3 bin nadide eser ve Anadolu Ajansı’na ait haber arşivini satın alan koleksiyonerle irtibata geçildi. Ayrıca Nisan 2013’te bir müzayede düzenleyerek, aldığı nadir eserleri satan sahafa da ulaşıldı. Yasal yollardan satın alındığı için eserleri geri vermeyi kabul etmeyen koleksiyoner, kopyalarını ise bakanlık ile paylaşmaya hazır.

 

Müzayede açan sahaf da aralarında; İbn-i Haldun’a ait Tercimi Mukaddime, Pontuslar tarafından 1913 yılında Yunanca çıkarılmış Merzifon dergisi, Trabzon Tarihi isimli Yunanca olarak 1870’te basılmış eseri, aynı şekilde 2011 yılında Milli Kütüphane’nin hurdaya ayırdığı materyaller arasında bularak satın aldığını söyledi. Bunlar için daha sonra müzayede açtığını ifade etti. Milli Kütüphane’den 15-20 kuruş gibi fiyatlarla hurda olarak satılan eserlerin, sadece kapaklarına bile 800 bin TL ödeyen meraklılar var. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’ten önceki dönemde satışı yapılan eserlerle ilgili yasal adım atılamıyor. Ancak, Çelik’in direktifi ile Milli Kütüphane’nin yeni yönetimi, bundan sonra kütüphanedeki tüm eserlerin kayıt altına alınmasını kararlaştırdı.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 10.12.2013

İŞTE TOPBAŞ'IN HAYALİNDEKİ YILDIZ PARKI

 

Yıldız Parkı, Abdülhamid dönemindeki haline dönüştürülürse ne olur? Asma köprüler, ağaç dallarından yapılma korkuluklar, botanik seralar…

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın, “Yıldız Parkı’nın bahçesini orijinal haline getireceğiz” açıklamasına, Yıldız Sarayı Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Ali Serim’den destek… Asfaltlar kaldırılmalı, parka otomobil girmemeli önerisinde bulunan Serim, şunları söyledi: 

 

 

Park içinde hem çiçek yetiştirmek hem de kıymetli çiçeklerin korunması ve seyirlik olan botanik seralar vardı. Bunlar yıkılmış, yeniden kazandırılmalı. Osmanlı döneminde yapılmış asmalı köprüler, orijinaline uygun olarak yapılabilir. Köşklerin bahçelerine yapılan eklemeler kaldırılmalı. En önemlisi peyzajda yapılması gereken yenilikler. Bu parkta İngiliz bahçesi model olarak seçilmiştir. Bugünkü uygulama buna uygun değil. Eklenen parmaklıklar orijinaline uygun değil. Saray bahçesi olarak kullanıldığında ağaç dallarından yapılma korkuluklar vardı. Bunlar tekrar yapılmalı. 

 

 
Kayıtları inceleten Kadir Topbaş’ın hayalindeki Yıldız Parkı 1890’lı yıllardaki fotoğraflarda böyle görüntülenmiş.   

 





Akşam, Haber: Nebahat Koç, 09.12.2013

SATILIK KIZILDERİLİ MASKESİ
KRİZ OLDU

 

Kızılderili Hopi kabilelerine ait 32 tarihi maskenin Fransız bir müzayede evi tarafından satışa sunulmaya kalkılması, Fransa'yla ABD'yi karşı karşıya getirdi.

Geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilmesi planlanan satışın mahkemeye taşınmasının ardından Fransız yargısı cuma günü maskelerin satılabilir olduğuna hükmetti.

ABD'nin Fransa'daki büyükelçiliği ise müzayede evine "En azından satışı geciktirin, Hopi ve San Carlos Apaçi kabilelerine danışın" çağrısında bulundu.

Sabah, 09.12.2013

16:9'A KARDEŞ GELİYOR

 

 

Mahkemece yıkımına karar verilen 16:9’un yanı başındaki 111 dönümlük Zeytinburnu Tank Bakım Fabrikası arsası imara açılıyor. Sahilyolu (Kennedy Caddesi) üzerindeki arsayı TOKİ iştiraki Emlak Konut GYO satışa çıkarttı. Üzerinde kültür varlığı olarak tescilli birçok askeri binanın bulunduğu arazide 70 metre (23 kat) yüksekliğinde konut, ticaret ve turizm alanı olarak inşaat yapılabilecek.


Emlak Konut’un 22 Kasım tarihli ihale ilanı yayımlanmadan 3 gün önce TOKİ’nin hazırladığı yeni imar planları da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandı.

Yangından mal kaçırır gibi...’
Buna göre 2007’den kalma imar planlarında, yüzde 80’i askeri alan olan -dolayısıyla imara kapalı- arsa şimdi tümüyle askeri alandan çıkartılarak imara açıldı. Aynı işlemle kullanımı konut, ticaret ve turizm alanı olarak belirlenen alana 2-2.5 emsal (toplam inşaat alanını belirleyen katsayı) verildi. Bu yapılaşma haklarıyla 111 dönümlük arazi üzerine yapılabilecek toplam inşaat alanı da 225 bin 906 metrekareye çıktı.

Yeni imar planları askıya çıkartılmadan ve resmi plan onay süreci tamamlanmadan ihaleye çıkılması, uzmanlara göre hukuka aykırı. TMMOB Şehir Plancıları Odası (ŞPO) İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman, “Emlak Konut yangından mal kaçırır gibi ihaleye çıkmış. Plan ilgili idare tarafından onaylansa da askı işlemi gerçekleşmediyse hükmü yoktur, onaylanmamış planla ihaleye çıkmak hukuksuzdur” diye konuştu.

‘70 metrelik yağma duvarı’
Emlak Konut GYO ve Zeytinburnu Belediyesi buraya 70 metre yüksekliğinde inşaat yapılmasının Ocak 2012’de İBB Meclisi tarafından onaylanan ‘Tarihi Kent Merkezi Siluetini Etkileyen Alanlarda Olumsuz Yapılaşma Koşullarının Engellenmesine Yönelik 1/5.000 Ölçekli Nazım İmar Planı’nın plan notuna uygun olduğunu savundu.


Uzmanlar ise 4. İdare Mahkemesi’nin Zeytinbur-nu’ndaki 16:9 kulelerinde ‘tarihi siluete giren’ katlarla ilgili verdiği yıkım kararının yankıları sürerken komşu arazide benzer bir yapılaşmaya gidilmesini eleştirdi.

TMMOB Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı, “İBB’nin siluet notunun esası, kentin sahip olduğu özgün siluetin etkilenme bölgeleri ile birlikte etüt edilerek korunması ve gerekirse yapılaşmayı belirleyen değerlerin de aşağı çekilmesidir. Bu çalışma yapılmadan bütün deniz seviyesindeki binalar 70 metreye çıkartılacaksa, bu tam bir felaket olur. Plan notunun asıl amacı rant doğrultusunda saptırılmaktadır” diye konuştu.

ŞPO İstanbul Şube Başkanı Kahraman da “Bu arazi üzerinde endüstri mirası olarak tescilli yapılar, askeriyeye ait fabrika var. Kentte siluet tartışması bu kadar yoğunken, tartışmanın ana odağı olan ve hakkında yıkım kararı çıkan 16:9’un hemen yanında benzeri bir yapılaşmaya gidiliyor. Bu gelişme İstanbul silüeti için umut doğuran mahkeme kararının da hiçe sayıldığını gösteriyor. Ayrıca yine kamuya ait bir kentsel mekan, kamuya kazandırılması gerekirken çok yoğun bir yapılaşma hakkı ile satışa çıkartılıyor ve bölgenin ulaşım altyapısı gibi sorunlarını daha da büyütecek olan bir karara imza atılırken kamu da zarara uğratılıyor” diye konuştu.

Otel 45 metreye inmişti
16:9 için mahkeme kaç katın yıkılacağını belirlemedi, fakat siluet tartışmalarından sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Zeytinburnu’nda 85 metre olarak imar verilen başka bir otel inşaatının yüksekliğini siluete girmemesi için 45 metreye düşürmüştü.

Radikal, 09.12.2013

 

******


UYARIYORUZ, İSTANBUL KAYBETMESİN!

 

Zeytinburnu’nda Emlak Konut GYO tarafından ihaleye çıkarılan eski tank fabrikası arazisi ile hemen yanı başındaki 16:9 gökdelenlerin yapımında benzer hülleler var. ‘ İstanbul kaybetmesin’ diye şimdiden uyarıyoruz.


16:9 arazisi de TMSF’ye aitti. TMSF 28 bin metrekarelik araziye, Mensucat Santral’ın sahibi Halil Bezmen’in borçlarına karşılık el koymuştu. 1/5000’lik Nazım İmar Planı’nda arazi ticaret alanı olarak görünüyor ve emsal 1’di. TMSF araziyi metrekaresi 1655 liradan satışa çıkardı. ASTAY Gayrimenkul araziye 46 milyon lira ödedi. Bir yıl sonra 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı’nda değişikliğe gitti. Arazi ticaret alanından çıkarılıp konut ve turizm alanına çevrildi. Emsal 2.5’e çıkarıldı, bodrum katlar emsale dahil edilmedi ve yükseklik maksimum serbest bırakıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) bu değişikliği onaylatınca arazinin değeri bir anda fırladı. Metrekare değeri 1655 liradan 13–15 bin liraya yükseldi. 2009 yılında da 1/1000 ölçekli uygulama imar planı yapıldı. İBB Meclisi’nde büyük tartışmalara rağmen bu plan da onaylandı ve gökdelenlerin yapımına izin verildi. 2009 yılındaki İBB Meclis görüşmelerinde AK Parti dışındaki tüm partiler planın İstanbul’un tarihi yarımadasına etki edeceğini, siluete zarar vereceğini, hatta İstanbul’da ikinci bir Gökkafes vakası yaşanacağını söyledilerse de İBB yetkilileri bu uyarıları dikkate almadı.

Benzer bir süreç
Şimdi benzer bir olay Emlak Konut GYO’nun ihaleye çıkardığı arazide yaşanıyor. Siluete darbe vuran, mahkeme tarafından imar planları, inşaat ruhsatı iptal edilen ve siluete giren katlarının yıkımı istenen 16:9 kuleleri ile aralarında 300 metre uzaklık var. 70 metre yükseklik kesinlikle siluete girecektir. Çünkü burada siluete girmemesi için maksimum yüksekliğin 45 metre olması gerekiyor.


Eski tank fabrikası arazisi TOKİ ve Milli Savunma Bakanlığı arasında imzalanan protokolle Doğu ve Güneydoğu’da karakol yapımları karşılığında TOKİ’ye devredildi. Emlak Konut arsayı TOKİ’den 635 milyon liraya aldı. Arazi 1 / 5000 Ölçekli Nazım İmar Planı’nda askeri alan ve çok küçük bir kısmı tercihli kullanım alanı olarak geçiyor.

İmar planları değişiyor
Şimdi bu alanda da tıpkı TMSF’den Astay’a geçen arazide olduğu gibi imar planlarında değişikliğe gidiliyor. İmar planlarında askeri alan olarak görünen arazi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından değiştirilerek turizm ve ticaret alanına çevriliyor. Yapılacak konutlara rezidans denilerek turizm alanı kullanımına uyulması planlanıyor. Emsal 1’den 2 ile 2.5’e çıkarılıyor. Yoğun bir yapılaşma getirilirken, yükseklik de 70 metreye çıkarılıyor. Üstelik Kültür ve Turizm Bakanlığı da plan değişikliğini uygun bulmadığı için Çevre Şehircilik Bakanlığı’nı uyarıyor. İşte benzer hülleler ile yine İstanbul üzerinden yeni bir oyunun başındayız. 16:9 için yaptığımız uyarıları bu yeni alan için de tekrarlıyorum. Burada yapacağınız her hülle idare mahkemeleri tarafından iptal edilecek, yıkım kararı alınacaktır. Belki mahkeme kararları geç gelecek inşaatlar yükselecek, bir oldubittiye getirilmek istenecek ama İstanbul kaybedecektir.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 10.12.2013

 

******


SİLUETE 2. HANÇERE BAKANLIK DA İTİRAZ ETMİŞ

İstanbul ’da Zeytinburnu eski tank fabrikasının arazisi olan 774 ada 6 ve 31 numaralı parsellere yönelik TOKİ’nin yaptığı 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişiklik teklifine Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da itiraz ettiği ortaya çıktı. Arazinin turizm alanında kalmasından dolayı plana ‘olur’ vermesi gereken bakanlık, değişikliği uygun bulmadı.


‘Turizmi Teşvik Kanunu’ kapsamındaki alanda plan onama yetkisine sahip Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü, hazırlanan imar planlarına 4 Kasım 2013 tarihli yazısında itiraz etti. TOKİ’nin plan değişikliği ile ilgili yaptığı başvuruyu değerlendiren Kültür ve Turizm Bakanlığı onayladığı Ataköy Turizm Merkezi 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı ve 2007 yılında 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarına uyulmasını isteyerek, bu konuda açılmış mahkeme kararlarının da göz önüne alınmasını istedi. Bakanlık ayrıca Plan İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun 29.08.2013 tarihli kararına da dikkat çekerek, dava konusu taşınmazlarda herhangi bir uygulama yapılmamasını, bu durumu İBB ile Zeytinburnu belediye başkanlıklarına da bildirdiğini belirtti. 

‘Turizm yerine konut alanı’ 
Bakanlık şu uyarılarda bulundu:
Onaylı imar planları ile karşılaştırıldığında emsal artışı içeriyor olması,
Toplam inşaat alanının en az yüzde 50’sinin turizm kullanımına ayrılması koşulunun kaldırılmış olması,
Teklifte, turizm - ticaret alanlarında yer alabilecek kullanımlar arasında rezidans (konut) kullanımına yer verilmesi nedenleriyle bu haliyle uygun görülmemiştir.

 

Askeri alan ticari alana dönüştürülmüş

Radikal’de dün, ‘Siluete yeni hançer’ başlığı ile Emlak Konut GYO’nun Zeytinburnu’nda eski tank fabrikasının 11 dönümlük arazisini 70 metre yüksekliğinde inşaat izniyle ihaleye çıkarttığını manşetten duyurmuştuk. Mahkemenin ‘yıkın’ dediği 16:9 gökdelenlerinin yakınındaki arsanın ihale ilanından 3 gün önce TOKİ’nin 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı değişikliğini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayladığını belirtmiştik. Milli Savunma Bakanlığı ile TOKİ arasında imzalanan protokole göre arazi Güneydoğu’da yapılacak karakollara karşılık TOKİ’ye devredildi. TOKİ de araziyi 635 milyon liraya Emlak Konut GYO’ya verdi. Nazım İmar Planlarında askeri alan olarak görünen arazi, yeni imar değişikliği ile turizm - ticaret ve ticaret - konut alanına çevrildi. Eski imar planında 1 olan emsal ise 2 ve 2,5 çıkarılırken yükseklik de 70 metre olarak belirlendi.

Radikal, Haber: Elif İnce, 10.12.2013

YOL İNŞAATINDAN İNSAN KEMİKLERİ ÇIKTI

 

Kanada'nın başkenti Ottava'da, bir yol inşaatı sırasında insan kemikleri ortaya çıktı. Queen Caddesi'nde devam eden yol projesinde ekipler, çalışacakları alanı kazmaya başladıktan kısa süre sonra, iş makinesinin kepçesinde insan kemikleri gördü. Durumun belediyeye haber verilmesi üzerine kazı çalışması durduruldu. Belediye Sözcüsü, kemiklerin bulunduğu bölgenin 19'ncu yüzyıla ait medodist mezarlığı olduğunu açıkladı.

Sabah, 09.12.2013

"ŞAŞKINLIĞIM SADECE KAÇINCI YÜZYILDAYSAK ONADIR"

 

 

Gazi Üniversitesi Resim-İş Eğitimi Ana Bilim Dalında bulunan iki nü heykelin kaldırılıp depoya konulmasının ardından üniversitedeki öğrenci ve öğretim görevlilerinin tepkileri sürüyor. Onlarca yıldır üniversitenin koridorlarında duran heykeller aynı zamanda heykel ve resim bölümü öğrencileri için de birer eğitim metaryali haline gelmiş. Öğrenci ve eğitmenleri bu heykellerin kaldırılmasını en kaba haliyle cahillikle adlandırıyor. Gazi Üniversitesi Resim Ana Sanat Dalı Başkanı Serap Buyurgan, Yrd. Doç. Cengiz Savaş, Öğr. Gör. Necmettin Yağcı konuya dair düşüncelerini gazetemizle paylaştı.

 

KENDİLERİ GİTTİ ÇUKURLARI KALDI YADİGAR
Cengiz Savaş (Yrd. Doç.):
Resim ya da heykel macerasına yeni başlayanlar, gördüğü ve gözlemler yapabildiği nesneler üzerinden resim ya da heykel yapmaya başlarlar. Bunun için en öğretici olanı da insan vücududur. Sanat yapmaya çalışan birisi ve otuz küsur yıldır sanat eğitimcisi, sayılarını bilemediğim onca öğrencilerimin hocası olarak, sanatın yine de kurşun kalemin ucundan geçtiğine inananlardanım. Çıplak modelden çalışmış olan ne kendimin ne de hiçbir öğrencimin “ ahlaki” bir sıkıntıya girdiğine tanık olmadım. Aklıma düşünür Immanuel Kant’ın bir sözü geldi. Belleğim beni yanıltmıyorsa şöyleydi; “Nesneler insanların bakış açısına göre anlam kazanır.” İşte en can alıcı nokta burası olmalı. Nasıl bir şeydir ki, nasıl bir ahlak anlayışıdır ki, insanların ahlakını bronza dökülmüş bir çift çıplak heykel yoldan çıkarabilsin. Çıplak model bize sadece çalışma konusu olmanın ötesinde bir şey ifade etmez. Modele bakış açımız başka anlamları içerisinde barındırmaz. Derdimiz sadece ve sadece sanatın dilini ve yapabilme koşullarını yerine getirmeye çalışmaktır. Bir şeyin dilini bile bilmeden nasıl anlaşabiliriz. Sanırım sorun, bu işi bilmeyenlerin, yaşamlarında bir karış çizgi bile çizmemiş, duvarında özgün bir sanat eseri bile olmayan, bir sanat eserinin oluşum heyecan ve coşkusunun ne olduğunu bilmeyen, belki yaşamında bir kızın elini bile tutmamış olan insanların bu işin içine “cehaletin cesareti” ile tam anlamıyla “balıklama atlamasından” ve bilenlerin de bilmemezliğe yatmasındadır. Her şeyin olduğu gibi sanatın da kendine özgü yasaları vardır. Bu yasa kitaplarda yazmaz ama sanat insanları, sanat eğitimcileri bu sanatın yasalarının kendilerini de kapsadıklarını çok iyi bilirler ya da bilmelilerdirler. Başların kuma gömülmesi, utangaç duruşlar kurtarmaz hiç kimseyi.

 

SANAT EĞİTİMİ ALANLARINI SAVUNMALIYIZ
Prof.Dr. Serap Buyurgan (Resim Ana Sanat Dalı Başkanı):
Pazartesi sabahı heykellerin kaldırıldığını öğrendiğim andan itibaren neden ve ne zaman kaldırıldığı ile ilgili bilgi toplamak istedim. Heykeller kaldırılmadan önce benimle hiçbir şekilde konuşulmamıştır. Heykellerin kaldırıldığı sabah, Cuma günü akşam üzeri bölüm başkan yardımcımız ile görüşüldüğü, ancak aynı birimde idareci olan mesai arkadaşım tarafından bana hiçbir bilgilendirme yapılmadığını heykeller kaldırıldıktan sonra öğrendim. Sonuçta heykellerin kaldırılması ile ilgili yöneticilerin bir bakış açısı elbette vardır. Biz sanat insanları bu bakış açısını tabii ki kabul etmiyoruz; bizim için heykel, tors, büst, ve canlı model sanat eğitiminin bir parçasıdır. Bunlar özellikle desen derlerimizde doğru görme, oran-orantı kavramlarının öğretilmesinde önemli eğitim materyallerimizdir. Çıplak model, heykel ve torsun sanat eğitimindeki yeri budur, bizler çıplaklığa bu gözle bakarız. Ana bilim dalımızdan kaldırılan heykeller senelerce koridorumuzun bir parçası olan sanat objelerimiz ve eğitim materyallerimizdir. Çarşamba günü Sayın Rektörümüzün fakültemiz profesörleri ile yaptığı kahvaltıda kendilerine bu açıklamaları yaparak bizlerin görüşleri alınmadan heykellerin kaldırılmasının bizi çok etkilediğini, heykellerin bizler için ne ifade ettiğini dile getirdim. Keşke o toplantıda bulunan diğer sanatçılarda sanat ve sanat eğitimi adına inandıkları doğruları söyleyebilselerdi. Nedense susmayı tercih ettiler. Üniversitemiz yöneticilerinden sesimizi duymalarını, alanımıza duyduğumuz sorumluluk ve saygıdan dolayı yürüttüğümüz bu mücadeleyi görmelerini ve bizi anlamalarını istiyoruz. Alanımız için verdiğimiz bu mücadelede, yöneticilerimizle yaptığımız görüşmelerde anabilim dalımızdaki bütün sanatçı eğitimci meslektaşlarımızı birlik olmaya, sanatı, sanat eğitimini, yaratıcı beyinlerin yetişmesindeki gerekliliğimizi anlatmada tek yürek olmaya davet ediyorum.


Onun için bölüme girmeden beni uyaran arkadaşımın, hocam bölüm girişindeki heykeller kaldırıldı, şaşırmayın dediğinde, ona dediğimi yine diyorum. Hiç şaşırmadım. Şaşkınlığım sadece, kaçıncı yüzyıldaysak onadır…

SUÇLU SADECE YÜZDE 50 Mİ?
Necmettin Yağcı (Öğr. Gör.):
Bu heykellerin hikayesini merak edenlere!.. 1950’li yıllarda Almanlar Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümüne iki atlet heykeli hediye eder. 1950-1955 yıllarında beden eğitimi bölümüne körler okulu taşınır. Heykeller yerindedir. Okul Milli eğitime bağlıdır ve iktidarda Demokrat Parti vardır. Askeri iktidarlar sonrası 1960’lı ve 1970’li yıllarda sağcı Adalet Partisi hükümetleri ve sonrasında 12 Mart cuntası var. Sonrası ara rejim hükümetleri ve milliyetçi cephe hükümetleri vardı ama, heykeller de vardı. 1980 darbesi ve 12 Eylül cuntası sonrasında, 1982’de Gazi Üniversitesi kuruldu. Eğitim fakültesi öğretim üyeleri bu heykelleri resim-iş bölümüne konmak üzere milli eğitimden istedi ve bu heykeller 1983’ten bu yana, düne kadar resim-iş bölümünde muhafaza edildi. Canlı modeli bulunmayan bir resim eğitimi bölümünde öğrenciler defalarca bu heykellere bakarak desen çizdi. İnsan anatomisini heykellerden öğrenmeye çalıştı. Peki ne oldu da bunları kaldırdılar? Ülkedeki geriye doğru gidişi tekrar bir düşünün bakalım. Suçlu kim? Halkın sadece yüzde 50’si mi acaba?

Evrensel, Yazı: Derya Yılmaz, 09.12.2013

TSK ARAZİSİNDEKİ KİLİSE İADE EDİLİYOR

 

 

Türk Silahlı Kuvvetleri, azınlık vakıflarına ait malların iadesi kapsamında önemli bir açılıma imza atıyor. Sivas Temeltepe'deki 5'inci Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı arazisinde bulunan Surp Kevork Kilisesi restore edildikten sonra Sivas Ermeni Dostları Derneği'ne devredilecek. SABAH'a konuşan Sivas Ermeni Dostları Dernek Başkanı Sebuk Koçak memnuniyetlerini, "1940'lı yıllardan beri askeri alan içinde. Yıllarca yanına yaklaşmamıza bile izin vermediler. Kente gelen arkadaşlarımızla birlikte yazın tugaya gittik. Komutan bize izin verdi. Yıllar sonra kilisemizi görebildik. Açıkçası bu izni beklemiyorduk. Hepimiz mutlu olduk. Cenazemizi kaldıracağımız, ibadetimizi yapabileceğimiz bir kilisemiz yoktu" diyerek dile getirdi.

SAVUNMA BAKANI BİZZAT İLGİLENDİ
Ermenilerin 1915 öncesi Sivas ve bölgesinde 198 kilise, 21 manastırı vardı. Bunlar arasında tek ayakta kalan Surp Kevork Kilisesi oldu. Tavra Boğazi denilen bölgede yer alan kiliseye yakın bir de Ermeni mezarlığı bulunuyor. Kilisenin iadesiyle ilgili çalışmalarla, Sivaslı olan Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz bizzat ilgilendi. Ekim ayında Bakan Yılmaz'ı ziyaret eden dernek yetkilileri, kilisenin onarımı ve iadesi için talepte bulundu. Yılmaz'ın "Hükümetimiz azınlıklara mülk iadeleri noktasında ciddi açılımlar, çalışmalar yaptı. Restorasyon süreci tamamlandıktan sonra iade için sürecin hızlandırılması noktasında destek olacağım" dediği öğrenildi. Bakan Yılmaz daha sonra da Sivas'a giderek bölgede incelemeler yaptı. Gerekli çalışmaların baştılması için Sivas Valisi Zübeyir Kemelek ile Vali Yardımcısı Salih Ayhan'a talimat verdi. 73 yıldır askeri alanda kalan kilise, define avcılarından da bu sayede korunmuş oldu. Çok az hasar gören kilisenin restorasyonun da kısa zamanda tamamlanması öngörülüyor. SABAH'a konuşan Vali Zübeyir Kemelek şunları anlattı: "İlimizde çatısıyla, duvarlarıyla ayakta kalan tek eser. Sayın bakan kendisine yapılan başvurudan hemen sonra bölgede incelemeler yaptı. Askeri alanın içerisinde olması kilisenin ayakta kalması için bir şans olmuş. Gerekli yazışmaların ardından ihale sürecini başlatacağız. Aslına uygun restorasyonu yapacağız. İlimizde yaşayan Ermeni vatandaşlarımıza da söyledim. Eski resimleri var ise getirsinler." Restorasyon çalışmalarını koordine eden Sivas Vali Yardımcısı ve Sivas İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Salih Ayhan da kilisenin askeri koruma bandının dışına çıkarılacağını söyledi. Ayhan, "Söz konusu askeri alan 1940'lı yıllardan beri bölgenin en büyük eğitim alanı. Sınır birliklerinin de eğitim yeri. Askeri alan içerisinde yaklaşık 5 dönümlük bir arazi. Söz konusu alanı Sivas Defterdarlığı'ndan talep ettik. Onlar da Milli Savunma Bakanlığı'na muvafakat için yazı yazdı. MSB'nin vereceği muvafakat ile birlikte tahsis bize verilecek. Gerekli ihale süreci tamamlandıktan sonra restorasyon işlemi başlayacak" diye konuştu.

ASKERİ ALANLARDA BAŞKA YAPILAR İADEYİ BEKLİYOR
Bakan İsmet Yılmaz'ı ziyaret eden heyette yer alan mimar Zakarya Mildanoğlu şöyle konuştu: "Vatandaşlarımızın Sivas'ta cenazelerini kaldıracakları, ibadet edebilecekleri bir yer yok. Bir mezarlık var. Tehcirden sonra Sivas'la birlikte Anadolu'nun birçok yerinde kiliseler çeşitli nedenlerle tahrip edildi. Başka askeri alanlarda da benzer yerler mevcut. Kısa sürede yasal prosedürlerin tamamlanacağını umut ediyorum."

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 09.12.2013

AYASOFYA VE ŞEHİR HAKKI

 

 

Mesele yine yeniden fetih. Fakat söz konusu olan İstanbul fethinin mümkün kıldığı zengin ve çok boyutlu şehir kültürü değil. Bu tarih kurgusunda, fetih İstanbul'u gayrimüslimlerin elinden alıp Türkleştirme ve Müslümanlaştırma hareketi; Ayasofya bu fethin simgesi.

 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Bu mahzun Ayasofyaya bakıyoruz” diyor, “inşallah güleceği günlerin yakın olmasını Allah’tan diliyoruz.” (T24, 15 Kasım 2013) İki ‘küçük’ Ayasofya’nın yakın zamanda ibadete açıldığını hatırlatıyor. İznik’teki 6. yüzyıl kilisesinin ve Trabzon’da 13. yüzyıl kilisesinin İstanbul Ayasofya’sını ibadete açmak üzere atılan hazırlık adımları babında ibadete açıldıklarını görmek için fazla çaba gerekmiyor. Studion manastırı kilisesi- İmrahor caminin onyıllarca harabe halinde kaldıktan sonra aniden ve herhangi bir danışma, tartışma süreci yürütülmeden cami olarak restore edilmesi meselenin Ayasofya ile sınırlı olmadığını gösteriyor.


Ayasofya’nın müzeye çevrilmesini onaylayan 1934 tarihli kararnamenin geçersiz, altındaki Atatürk imzasının sahte olduğu öne sürülüyor. “Milli Şef”in yeni soyadını ve imzasını soyadı kanununun Resmi Gazete’de yayınından üç gün önce kullanmaya başlamış olabileceği akla gelmiyor. 1934 senesinde, bu derece önemli bir konuda, birilerinin imza sahtekarlığına göz yummuş olduğuna inanmamız isteniyor. Fatih vakfiyelerinde bulunan, vakfın şartları uygulanmadığı takdirde gerçekleşecek beddualar öne sürülüyor. Bu yayınları yapan tarihçiler, bu tür bedduaların hemen her vakfiyenin sonuç kısmında bulunduğunu, Fatih’in de şeri hukuku ve benzer bedduaları gözardı ederek büyük vakıf arazilerini tımar arazilerine çevirdiğini, gücünü bu şekilde pekiştirdiğini biliyorlar mutlaka, fakat bahsetmiyorlar.

 

İlle Müslüman ve Türk

Mesele yine ve yeniden, fetih. Fakat sözkonusu olan İstanbul fethinin ‘açtığı’, mümkün kıldığı zengin, çok boyutlu ve karmaşık şehir kültürü değil. Bu tarih kurgusunda, fetih İstanbul’u gayrimüslimlerin elinden alıp Türkleştirme ve Müslümanlaştırma hareketi; Ayasofya bu fethin simgesi. Şehre ve yeni ‘açılmakta’ olan imar alanlarına ısrarla nakşediliyor 1453 imgesi. Panorama 1453 isimli eril militer şovenizm anıtında, ‘Fatihin otağını kurduğu yerde’, hem de -bir nevi- Rumelihisarı resminde tasarlanan Caprice Gold otelinde, Ağaoğlu’nun Maslak 1453 projesinde vücut buluyor. 3. Boğaz köprüsünün temeli 29 Mayıs’ta atılıyor, fetih hayali İstanbul’un kuzey ormanlarına, oradan, Yavuz Sultan Selim de göreve çağrılarak, Alevi hafızasına dokunup Arap diyarlarına doğru uzatılıyor. Ayasofya da, ille ve öncelikle, Müslüman ve Türk olmalı. Müslüman ve Türklerin diğerleri üzerinde galibiyetini, dindar Türklerin dindar olmayan Türklere karşı kazandığı mücadeleyi, muhafazakar Türkiye ’nin laik Türkiye’ye üstünlüğünü temsil etmeli. Bu tarih kurgusunda kadim binanın diğer tarihlerine eşit yer yok, tıpkı yeniden kurgulanmaya ve yeniden anlamlandırılmaya çalışılan anıtta kullanıcıların eşit olmayacağı gibi.

 

Herkes ‘erkek’

Ayasofya camiye dönüştürüldüğü takdirde öncelikli kullanıcıları Sünni Müslüman erkekler olacak. Kadınlar ve kadın-erkek gayrimüslimler pederşahi bir hoşgörünün izin verdiği ölçüde, parmaklıklar ardından bakabilirler yüzyıllar boyu şehrin kalbi olagelmiş kubbeye, Müslüman kadınlar revaklar, kafesler ardında ibadet edebilirler. Süleymaniye’ye gitmenizi öneririm: 2010’da yeniden açıldığından beri girişin hemen ötesindeki parmaklığın diğer yanı “erkeklerin namaz mekanı”. Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması için meclise önerge veren MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu, camilerin hangi dinin mensubu olduğuna bakılmaksızın herkesin ziyaretine, ibadetine ücretsiz olarak açık olduğunu belirtmiş (Hürriyet, 8 Kasım 2013). Süleymaniye’nin ve başka birçok caminin ibadete ve ziyarete giderek keskinleşen bir cinsiyet hiyerarşisi içinde açık olduğunu eklememiş. Kadınların sistematik olarak mümkünse ayrı kapılardan, varsa ayrı mekanlara yönlendirildiklerinin, kafesler veya perdeler ardında ibadet ettiklerinin farkında değildir belki. Veya günümüz Türkiye’sinde ibadet ve ziyaretin arzu edilen ve diretilen şekli budur, “herkes”in hiyerarşisini baştan kabullendiğimiz farz ediliyordur.

 

Şehir hakkımı verin

Ayasofya İstanbul’un Osmanlılarca fethinin bir simgesidir; peki başka nedir? İnsanlığın dünya yüzünde yaratabildiği en büyüleyici, en kucaklayıcı sanat eserlerinden biridir. Muhteşem bir mabettir, deha ve maharetle inşa edilmiş ve korunmuş bir evren temsilidir. Hükümdarlara, alimlere, dervişlere, asilere, mimarlara, ustalara, çocuklara, kadınlara dair, örtüşen, ayrışan, çatışan ve bir araya gelen binbir hikayesi olan bir yerdir. Bu dünyada benzeri olmayan bir tarih dersidir. İstanbul mirası ve dünya mirasıdır. Birilerinden daha çok başka birilerinin, Müslüman olmayanlardan daha çok Müslümanların, kadınlardan daha çok erkeklerin mekanı değildir, olmamalıdır. Ayasofya müze olduğu sürece uzun ve çoğul tarihinin tümünü kucaklayabilir. Osmanlı ve Müslüman geçmişini de, Bizans ve Hıristiyan geçmişini de anlatabilir kubbesi altındakilere, bu kimliklerin ötesinde yüzyıllar boyu başkalarına da seslenebilmiş olmanın sırrını verebilir. Mahzun değildir, kapıları milyonlarca kadına, erkeğe, çocuğa açık olduğu için olsa olsa gülümsüyordur.


Şehir hakkı, aynı zamanda tarih hakkı. Şehrin tarihi tekil ve dışlayıcı simgelere indirgeniyorsa, tarih siyasi gündemleri ve rant projelerini hayata geçirmek için araçsallaştırılıyor, şehrin tarihi ve mimari mirası çılgın projelerin sermaye hanesine yazılıyorsa, şehir hakkını savunanlar şehrin tarihini ve mirasını da savunacaklar. İstanbul mirasının çoğulluğunu, karmaşıklığını, dönüşümlerle ve değişimlerle, karşıtlıklar ve çatışmalarla perçinlenen çok katmanlılığını her daim göz önünde tutmak isteyecek, unutmak ve unutturmak istemeyecek, şehrin geçmişini, bugününü ve geleceğini bu çoğulluk üzerinden anlamlandıracak şehirliler var. Onların işi, benim işim, şehirde söz ve hak talep etmek. Ayasofya kubbesinin altında da, Süleymaniye kubbesinin altında da yer talep etmek.

Radikal İki, Yazı: Çiğdem Kafescioğlu, Boğaziçi Üniv. Tarih Bl., 08.12.2013

HANGİ AHLAK?

 

 

Anadolu’nun bilinen en eski tanrıçası Kibele, günümüz egemen ölçüleri bakımından “şişman ve çirkin” bir kadındı. Azametle kurulduğu tahtının iki yanında birer Anadolu leoparı vardı.

Ellerini onların başına koymuş, mağrur ve egemen otururken, bacaklarının arasında yeni doğurduğu bir insan yavrusunun başı görünüyordu. Neredeyse 8 bin yıl öncesinden günümüze kadar gelen bu olağanüstü heykelcik, Kibele’nin iri memeleri ve kalçalarıyla doğurganlığını ve bereketini, iki yanındaki leoparlarla da doğa üzerindeki egemenliğini duyuruyordu bize. Elbette sanatçısı bilinemez... Cromagnion Mağaralarındaki resimler gibi, onu da becerikli biri, büyük olasılıkla bir kadın yapmış olmalı. Çamurla kille uğraşanlar, çanak-çömlek yapanlar onlardı çünkü. Kibele yalnızca doğduğu bu topraklarda değil, Mezopotamya’da, Kafkasya’da ve Avrupa’da binlerce yıl egemen oldu. Frigler, Hititler, sonra Romalılar aynı temalarla süsledikleri “Bereket Tanrıçası”nı yaşattılar. İki yanında iki aslanla oturan, ya da aslanların çektiği bir savaş arabasını süren yüzlerce Tanrıça heykeli bugün her müzede karşımıza çıkar. Görürüz ki, zaman geçtikçe her dönemin güzellik anlayışına ve giyim kuşam modasına göre farklı Kibele tasvirleri ortaya çıkmıştır. Fakat onun bereket ve güç olarak anlaşılmasını sağlayan simgelere dokunulmamıştır.


Bugün Kibele’yi, doğup egemen olduğu topraklarda, burada, Türkiye’de tasvir etmeye kalkışırsanız, önceden hatırlamanız gereken birkaç olay var.


Birincisi, “Güzel İstanbul” olayıdır. Sanatçı Gürdal Duyar, İstanbul’u hafifçe geriye doğru uzanmış çıplak bir kadın figürüyle anlattığı heykelini Cumhuriyetin 50. yılı kutlamaları kapsamında 1973 yılında Karaköy Meydanı’na dikilmek üzere tasarlamıştı. Heykel, 1974’te meydana dikildi. Ne var ki aynı yıl Necmettin Erbakan’ın başında olduğu Milli Selamet Partisi, CHP ile koalisyon ortağı olarak iktidara geldi. Sonu malum... Heykel “müstehcendi” ve balyozla yerinden sökülerek Yıldız Parkı’nın kuytu bir köşesine saklandı. Belki hala oradadır. Ben son gördüğümde, otların ve çalılıkların arasında, şansınız varsa bulabileceğiniz bir yerde duruyordu.


İkincisi, İtalya’ya iş seyahatine giden ve orda tesadüfen Michelangelo’nun Davut heykelini gören bir Antalyalı siyasetçinin izlenimleri... Adamın bu “çıplak heykel” karşısında kanı donmuş!


Üçüncüsü, Dionysos heykeli karşısında Hüseyin Çelik şoku... Televizyon sunucusunun dekoltesine edep sınırları çizen bu bakanın heykele de aynı gözle baktığı, fotoğraflardan anlaşılıyordu.


Yargıtay binasının önündeki Adalet Heykeli, İstanbul Üniversitesi bahçesindeki Atatürk anıtındaki meşale tutan öğrenci heykeli, Edremit’te Sarı Kız efsanesini simgeleyen heykel ve kim bilir bize yansımamış kaç tanesi aynı “müstehcenlik” çerçevesinde tartışılmadı mı?
Demek ki, bu türden siyasetçiler gerçekte bir heykele değil, çıplak bir insana baktıkları zaman hissedebilecekleri “elektrikler” alıyorlar! Mesela utanç duyuyorlar, ya da abdestleri bozuluyor. Heykele baktıklarında bir taş, tunç, ya da heykelin yapıldığı malzeme her ne ise onu değil, “et” görüyorlar, canlıymış gibi etkileniyorlar. Ve psikiyatriyi ilgilendiren bu özelliğin kendilerine  “ahlak” adına konuşma hakkı verdiğine inanıyorlar.

 

DAHA ESKİLERE GİDELİM
“Cromagnion İnsanı” dediğimiz ve ilk atalarımızdan saydığımız insanlar, mağaralarının duvarlarını, herhangi bir sebepten, resimlerle donatmayı seviyorlardı. Gerçeği, çizgiyle ve renkle, olabildiğince “yakalamaya” çalışıyorlardı, çünkü gerçekten yakalamak istedikleri bir gerçek vardı. Av hayvanlarının bütün temel özelliklerini mağaralarının dip köşe karanlık duvarlarına çizerken, öyle düşünülüyor ki, av öncesinde zihnen ve ruhen hayvanla karşılaşmaya hazırlanıyorlardı. O yüzden, yaptıkları resimler, günümüz ölçüleriyle de baksan, güzel ve etkileyiciydi. Duvarları boyayanlar, avcıların kendileri de olabilir, topluluğun akıllı büyücüleri de... Eleştirmenleri olup olmadığını bilemeyiz, ama işten anlamayan birilerinin “orası olmamış, burasını az daha boya, onu yapma ayıp!” falan diye karıştıklarını hiç sanmıyorum. Onlar bilirlerdi ki, duvara yapılan şey, bir temsildir! Herkesin gerektiği gibi yapamayacağı bir iştir... Özel bir iştir...

 

AHLAK BUNUN NERESİNDE DURUR?

Sanatın büyüden, dinden, inançlardan ayrılması uzun sürdü. Bugün de, sanatçının meşrebine göre, bir ayağı hala oralardadır. Ama yine de özel bir iştir. Ancak erbabının yapabileceği, kendince yorumlayarak, biçimlendirerek, beklenmedik bağlamlar kurarak yapacağı o işin ruhunu üfleyen odur. Kim ne der, öyle yaparsam birileri kızar mı diye düşünürse yapacağı iş sanat olmaz. Kutsal kitaplardan alınmış konuları işlerken bile, sanatına sadece hünerini değil inancıyla kendisi arasındaki bağlantının özelliklerini de katarsa eser kişilik kazanır.  


Çocukluk döneminde insan, yapılan resmin ya da heykelin bir tür dua, bir tür büyü olduğunu düşünüyorlardı. Buna rağmen, onların kendi gündelik hayatlarıyla bağlantısı olmaksızın bir anlamları olamayacağını da biliyorlardı. Ürün bereketli olsun, deprem olmasın, hastalanmayayım, daha zengin olayım diye içinden geçirmeden, o taşın, şeklin, mabedin karşısında ne işi vardı ki? Resim ya da heykel, ya da put, totem, bu beklentileri karşılayabileceği güvenini verecek biçimlerde olmalıydı. Hüner orada kendisini gösterir. Ahalinin karşısına çıkarılan eser, ikna edici, inandırıcı olmalıdır.


Sanatçının sorumluluğu buradadır. İster bir inanç için yapsın işini, isterse kendi hülyalarının peşinden giderken yapsın, ya da anlatmak istediği bir derdini dillendirsin, inandırıcı olmak zorundadır. Kendi içtenliğine, söylediği sözün sahibi olduğuna inandırmalıdır.


İşte bu bir ahlak meselesidir.


Sanatçının ahlak imtihanında karşılaşacağı tek soru buradan çıkar.


“Genel ahlak”, “inançlar, töreler, gelenekler” onun vurulacağı denek taşları değildir.


Hele bir taşın kendilerini çarpabileceğine hala inanların yargıları hiç değildir.

Evrensel, Yazı: Aydın Çubukçu, 08.12.2013

GÖKOVA'DA VİYADÜK ŞOKU

 

 

Karayolları Genel Müdürlüğü, Marmaris’i Fethiye ve Muğla’ya bağlayan karayolunda trafik ışıklarına takılmadan ulaşımın kesintisiz sürmesi için Gökova Kavşağı’na viyadük yapmak için harekete geçti. Muğla’ya 26, Marmaris’e 29 kilometre uzaklıktaki kavşağa yapılacak viyadük için iddiaya göre, Gökova Belediye Başkanlığı ile bölge halkının düşüncesi sorulmadan proje hazırlanıp onaylandı. Gökova Belediyesi’ne viyadüğün yapılacağı bilgisi verildi.


Altında kaya mezarları olan doğal ve arkeolojik SİT alanındaki mevcut yolun 3 ile 4 metre arasında doldurulup, Marmaris giriş ve çıkışına tünel yapılacak olması tepkileri de beraberinde getirdi.

‘TARİH DE OKALİPTÜSLER DE ZARAR GÖRÜR’
Projeye sınır komşu olan Akyaka Beldesi Belediye Başkanı CHP ’li Ahmet Çalca, Akyaka ve Gökova bölgesinin 1989 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Özel Çevre Koruma Alanı ilan edildiğini hatırlatarak şöyle konuştu:
“Bulunduğumuz bu coğrafi bölge birinci derece doğal ve arkeolojik SİT alanı. Bölgede kültür varlığı olarak tescillenmiş kaya mezarları var. Yolun yapılabilmesi için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nden izin alınma zorunluluğu var. Edindiğim bilgiye göre, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, titiz bir çalışma yürütüyor. Çünkü yol altında bulunan kaya mezarları geçmişte yol çalışması yapılırken gerekli tedbirler alınmadığı için ciddi anlamda hasar görmüştü. Oradaki kültür varlığı bu bölgeye vizyon kazandırmak için çok önemli ve korunması gerekiyor. Teknik kadroların hazırladığı bu plan, belediye ilanıyla halkın görüşü alınmadan yapılmıştır. Bizler ancak uygulamaya girdiği zaman bundan haberdar olduk. Bölgede sürdürebilir turizm düşüncesiyle Akyaka halkı olarak birlikte bir vizyon belirledik. Üst geçişli bir viyadük türü yol düzenlemesinin milli menfaatlerimize aykırı bir uygulama olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca viyadüğün yanında kalan tescilli okaliptüs ağaçları da bundan zarar görecektir. Bu ağaçların korunması için gerekli çalışmalara kaynak aktarılmazken böyle bir çalışmanın düşünülmesi yanlıştır.”

‘AKYAKA, SAKİN ŞEHİR OLMAKTAN ÇIKAR’
Üç yıldır Akyaka’da yaşayan Sümer Saraç ise viyadük kararını duyduğu anda beyninden vurulmuşa döndüğünü belirtti:
“Buranın doğal güzelliği beni o kadar kendisine bağladı ki eş ve dostlarıma doğal yapı habitatının muhteşem olduğunu anlatıyorum. Bu proje çok önceden hazırlanmış. Buranın yerleşkesindeki insanlara hiç sorulmamış. O kadar yüksek duvarlardan köylü ve hayvanları nasıl geçecek? Buna gerek yok çünkü trafik o kadar yoğun değil. En başta Akyaka sakin şehirlikten çok uzaklaşır.”

‘BİR DAKİKA BİLE BEKLEMEDİK’
28 yıldır seyahat acentesi işletmeciliği yapan ve Marmaris Kent Konseyi üyesi olan Nurcan Dağ da 7 yıldır Gökova’da yaşadığına ve her gün Marmaris’e gidip geldiğine dikkati çekerek şunları söyledi:


“Hayatım neredeyse bu yolda geçiyor. Şimdiye kadar ışıkta bir dakika bile beklemedim. Zaten burada trafik yazın en fazla 4 ay yoğun oluyor. Bu yol 3-4 metre yükselecek. Merkezi de okaliptüs ağaçlarının olduğu göbek olacak. İstinat duvarları yapılacak. Alt ve üst geçişler olacak. Bizi rahatsız eden kısmı yolun bu kadar yükseltilmesi. Burada trafik yoğunluğu yok ve zaten ışık sistemiyle çözülmüş. Bu doğa güzelliğine yazık etmesinler. Gereği yoktur, israftır”

Radikal, 08.12.2013

ANTİK MANASTIR İLGİSİZLİKTEN YIKILIYOR

 

Aydın’ın Kuşadası İlçesi Davutlar Beldesi’ndeki 11’inci yüzyıldan kaldığı tahmin edilen Kurşunlu Manastırı, ilgisizlikten yıkılmaya başladı.

 

Kubbesindeki ağaçların köklerinin, Bizans yapısı olduğu tahmin edilen tarihi manastırın taş duvarlarının çatlamasına neden olduğu belirtilerek, bir an önce önlem alınması istendi. Aydın sınırlarındaki, Beşparmak Dağları’nda bulunan Stylos (Arapavlusu) Manastırı’ndan sonra tarihe tanıklık etmiş ikinci manastır olma özelliğine sahip Kurşunlu manastırı, ayakta kalma mücadelesi veriyor. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), Başkanı Bahattin Sürücü, tarihi manastırın her an yıkılabileceğini belirtip, uyardı. Manastırın son yıllardaki en büyük sorununun, kubbesinin üzerindeki ağaçlar olduğuna dikkati çeken Sürücü, “İyice büyümeye başlayan ağaçların kökleri manastır duvarlarını çatlatıp, taşları yerlerinden oynatmaktadır. ‘Tehlike geliyorum’ diyordu. O da oldu” dedi.

Evrensel, 08.12.2013

 

NAZMİ ZİYA'NIN 'EV'İ ALICI BEKLİYOR

 

 

Türk resminin en önemli isimlerinden Nazmi Ziya’nın yaklaşık 60 yıldır müzayedelerde yer almayan ve özel bir koleksiyonda bulunan, kendi evini konu ettiği 73’e 60 cm boyutlarındaki yağlı boya tablosu Antik A.Ş. Müzayede Evi’nin klasik Türk resminin usta isimlerine yer verdiği 280. Müzayedesi’nde satışa çıkacak.

 

15 Aralık Pazar günü Shangri-La Bosphorus’da düzenlenecek müzayedenin en yüksek fiyatlı eseri olan Nazmi Ziya tablosu, 500 bin TL açılış fiyatıyla satışa sunulacak. Müzayedeyi yönetecek olan Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam, “Nazmi Ziya ışığı en iyi kullanan Türk ressamı olarak biliniyor. 400’e yakın eseri var. Ancak bunların yaklaşık 300 adedi küçük ebatlarda. Kalanının da çoğu suluboya. Yani bu boyutlarda bir yağlı boya tablosuna sık rastlanmıyor. Zaten bu eser, 60 yıldır özel bir koleksiyonda bulunuyordu. Bu yüzden müzayedenin en özel parçalarından bir tanesi” diyor.

Çallı’nın eserleri
Müzayedede İbrahim Çallı’nın uzun yıllardır müzayedelerde görülmeyen dört eseri de yer alıyor. Artam bu eserlerle ilgili, “Çallı’nın eserleri arasında ‘Ankara Kalesi’, ‘Mevleviler’ en dikkat çekenleri” diyor.


Sami Yetik’in peyzaj konulu çalışmaları, Feyhaman Duran, Hikmet Onat ve Şevket Dağ imzalı İstanbul peyzajları ile Naci Kalmukoğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun farklı dönemlerinden çalışmaları müzayedede satışa sunulacak eserler arasında.


Müzayedenin öne çıkan diğer eserleri arasında Nazmi Ziya, İbrahim Çallı, Halil Paşa, Sami Yetik, Şevket Dağ ve Hikmet Onat’a ait tablolar ile hat sanatı ve tuğralı gümüş koleksiyonu yer alıyor.

Hat sanatına ilgi artıyor
Müzayedede hat sanatı eserleri için özel bir bölüm ayrılmış. Mehmet Aziz Rufai, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Mehmed Şevki, Kazasker Mustafa İzzet gibi değerli hattatların hilye-i şerif, el yazması Kuran-ı Kerim ve hat levhalarından oluşan özel koleksiyon da müzayedede satışa sunuluyor.


Turgay Artam, “Hat sanatı ve hilye-i şerif’lere yönelik ilgi artarak sürüyor. Yalnızca İslam inancına mensup olanlar değil, örneğin Museviler arasında da bu eserleri satın alanlar var. Yani geniş bir kesim ilgi gösteriyor. İleride bu eserlerin değeri çok daha yükselecek,” diyor.


Turgay Artam tarafından yönetilecek olan 280. müzayededeki eserler 7 - 14 Aralık tarihleri arasında Antik Palace’da görülebilir.

Milliyet, Haber: Fisun Yaçınkaya, 08.12.2013

HIRİSTİYANLARIN AYASOFYA İLE İLGİLİ GÖRÜŞÜ: MÜZE OLARAK KALMALI

 

537 yılında inşa edildi. Tam 916 yıl dünyanın en büyük kilisesi oldu, ta ki Bizans’ın başkenti Konstantinopolis el değiştirinceye kadar. Ardından 478 yıl şehrin en önemli camisiydi. 1935’ten bu yana ise müze olarak kapılarını açtı. Ayasofya’nın geleceği bugünün sıcak tartışmalarından biri. MHP , camiye çevrilmesi için yasa tasarısı verdi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç geçen günlerde “İnşallah güleceği günlerin yakın olmasını Allah’tan diliyoruz” dedi. Ayasofya konusunda Hıristiyanlara ne istediğini, tartışmalara nasıl yaklaştıklarını sorduk. Bu konuda ilk kez konuşan Fener Rum Patrikhanesi Basın Sözcüsü Dositheos Anağnostopulos, binanın kiliseye çevrilmesi taleplerinin olmadığının altını çiziyor. Patrikhane’nin isteği, bugünkü gibi müze olarak kalması.


Hıristiyan dünyası için Ayasofya neden önemli?
Bizanslılar, Ayasofya’yı ‘İsa’nın büyük kilisesi’ olarak nitelerlerdi. Uzun zaman Roma’daki St. Pierre Kilisesi ile birlikte Hıristiyanlığın en önemli kilisesiydi. Bugün de önemini sürdürüyor.


Camiye çevrilme sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fatih İstanbul’u fethettiğinde şehirde kiliseyi dolduracak kadar Rum var mıydı? Yoktu. O kadar Türk var mıydı? O da yoktu. Kanaatimce camiye çevirme kararı iktidarı eline aldığını göstermek içindi.


Bunun benzeri İspanya’da da yapılmadı mı?
Tabii, Hıristiyanlar da bunu yaptı. İspanya’da büyük bir camiyi, Kortoba’yı katedrale çevirdiler. Bu her yerde oldu.


Ama Ayasofya’nın farkı Cumhuriyet döneminde müzeye çevrilmesi.
Eğer Mustafa Kemal müzeye çevirmemiş olsaydı bugün böyle bir yaygara kopar mıydı?
Kopmazdı. Tartışma müzeye çevrilmiş olan abidelerin camiye dönüştürülmesiyle ortaya çıkıyor. Aslında biz kendi kendimize problem yaratıyoruz.

MHP’nin ortaya attığı iddia Mustafa Kemal’in imzasının sahte olması.
“Bu belge sahtedir” diyorlar. Eğer bu ispat edilebilirse o zaman çok büyük bir mesele ortaya çıkacak. Hastalığında imzaladığı pek çok belge var. Tarihi yeniden incelemek, yazmak gerek. Vakfiye kitapları yeni değil ki. Mustafa Kemal’e bunu neden söylemediler? Herhalde biri kalkıp “Bunu yapamazsınız” diyebilirdi. Mustafa Kemal maske olarak kullanılabiliyor. Pozitif ya da negatif yönden sürekli onu konuşuyoruz.


Siz bu tartışmanın zamanlamasını neye bağlıyorsunuz?
Durup dururken Ayasofya’yı camiye çevirmek neden? Neden, ne sebeple bunu yapıyorlar? Ya oy için ya da İslam dünyasında “Biz birinciyiz” sloganı içindir. Başka sebep bulamıyorum. Eğer burada yaşayanlar cami bulamıyorsa böyle bir binanın boş durmaması gerektiğini anlayabilirim. Ama bu olmaz. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi dünya medeniyetinin bir abidesi olan bir kilisenin artık ziyarete açık olmayabileceği anlamına da gelebilir. İhtiyaç var mı hakikaten?


Böyle bir karara tepki gelir mi? Bizans döneminde kilise olan, Cumhuriyet dönemindeyse müzeye dönüştürülen binalar Osmanlı’daki gibi yeniden cami olarak açıldı. İznik ve Trabzon’dakiler için çok sert bir tepki gelmedi. Batı dünyası laikleşmiş durumda. Fransa ya da Almanya’da bu binaları sorsanız bilmeyebilirler. Ama İstanbul’daki Ayasofya için tepki olacaktır. Ne kadar olur bilmiyorum ama gösterirler bundan eminim. Trabzon’da bazı kesimler binanın müze olmasını da istemişti. Hem halkın düşüncesinin hem de realitenin camiye çevirmeye karşı olduğuna inanıyorum.


Patrik Bartholomeos’un bu konuyla ilgili düşüncesi nedir?
Camiye çevrilen müzelerin aslında müze olarak kalması gerektiğini söylemişti. Alanya’ya gitmeden önce de konuştuk. “Anlamıyorum” dedi. Başbakan’ın ‘Etraftaki büyük camiler dolmadığına göre bunun cami olması için bir sebep görmüyorum” imasının doğru olduğunu söyledi. Bir patriğin bu konuyla ilgili konuşması zor. Çünkü hemen ardından “Ayasofya’yı istiyorlar” diyorlar. Böyle bir politikamız yoktur. Bizim kiliselerimiz zaten var. Müze olarak kalması en doğru yoldur. Hem Türkiye hem dünya medeniyeti için. Serbestçe Ayasofya’ya girip çıkabiliyoruz. Bu bizim için yeterli. Hiçbir zaman “Bize verin” demedik. Realist olmak gerek.

Bir yandan Sümela açılırken...


Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, “İstanbul’daki Ayasofya Camisi vakfiyesine göre camidir ve cami olarak ilelebet yaşayacaktır” diyor. Müdürlüğün çatısı altında bulunan cemaat vakıfları meclisi azınlık vakıfları temsilcisi Laki Vingas’a göre ise Ayasofya bir kültür mirası ve müze statüsünün korunması gerekiyor. Vingas’ın da altını çizdiği en önemli nokta Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine sadece Rum cemaatinin değil Hıristiyan dünyanın tepki göstereceği: “Ayasofya inşa edildiğinde bütün Hıristiyanlar aynı kiliseye tabiydi. Bu nedenle geleceği sadece Türkiye’deki 2-3 bin İstanbul Rum’una endekslenemez. Ayasofya Hıristiyan dünyasının ortak değeridir.

Rusların Ortodoksları seçmesindeki nedendir. Camiye çevrilmesi Mescid’i Aksa’nın altında kazı yapmak gibidir. Bu adımları seçim arifesi olarak değerlendiriyorum. Bu kadar hassas bir ortamdayken kiliseler ve camiler üzerinde politika yapılmamalı. Bir yandan Sümela ve Ahtamar yılda bir ibadete açılırken şimdi Hıristiyan mabetlerini camiye çevirmek iyi intiba bırakmaz.”

 

Ayasofya’nın geçmişinde söz sahibi olanlardan biri de Ermeni cemaati. Nedeni 989 yılındaki büyük depremde Bizans imparatorunun restorasyon için çağırdığı, bugün Kars sınırları içinde bulunan Ani Katedrali’nin de mimarı olan Trdat’ın izleri ve 1960’lı yıllarda iki minarenin çökme tehlikesi üzerine İstepan Aratan’ın binayı güçlendirmesi… Ermeni Mimar Mühendisler Dayanışma Derneği (HAYCAR) kurucu üyesi, Agos gazetesi yazarı, kamuoyunun Ahtamar Kilisesi’ni restore etmesiyle tanındığı mimar Zakarya Mildanoğlu’na göre Ayasofya’nın politikanın dışında tutulması gerekiyor: “Öyle yapılar, öyle eserler vardır ki bunların dini yapı olmasına gerek yok, insanlık tarihinin ortak ürünleridir. Bu tip eserler sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin malı değil. Aynı şey Ermenistan’da da olsa yine aynısını söylerdim. Fakat bazı insanların kimi duyguları seçim öncesinde depreşiyor. Bu konuyu gündeme getiriyorlar. Bu adım delilik olur. Burası artık Louvre Müzesi gibi bir değer.” Mildanoğlu’nun Ayasofya için bir önerisi var. Minarelerin yanında sembolik bir çan kulesi inşa edilmesi. Mildanoğlu, “Sürekli bu ülkede çan sesi ve ezan sesi birlikte yükseliyor deniliyor. O zaman burası ne cami ne kilise yapılsın. Onun yerine sembolik de olsa bir çan kulesi dikilmeli.”

 

İstanbul’daki en büyük Katolik kiliselerinden St. Espirit’nin Pederi Felice Suriano “Ayasofya inşaedildiğinde, 4. asırda mezhep farklılığımız yoktu. İbadethaneye çevrilecekse, eski niteliği kazandırılacaksa kilise olması gerekiyor” diye konuştu.

Radikal, Haber: Serdar Korucu, 08.12.2013

BİZANS'IN GÖZÜNDE OSMANLI

 

 

Yrd. Doç. Şahin Kılıç tarafından çevrilen Bizans Kısa Kronikleri, özellikle ilk dönem Osmanlı tarihi hakkında ilginç detaylar veriyor. Bugüne kadar hak ettiği önemin gösterilmediği Bizans çalışmaları, Osmanlı tarihine bakan perspektifiyle büyük bir boşluğu dolduracağa benziyor.

 

Bizans Kronikleri nasıl ortaya çıktı, kim yazmış notları?

İlk defa Yunan Spyridon Lampros, daha sonra Alman bizantinist Peter Schreiner tarafından 1970’li yıllarda yapılan çalışmayla ortaya çıkarıldı. Schreiner, 120’ye yakın elyazması üzerine araştırmalar yaptı. Bu, ilk defa keşfettiğim bir kaynak değil. Ancak ihtiva ettiği bilgiler önemi nispetinde Osmanlı tarihçilerinin ilgisini çekmemişti.

 

Nasıl yazılmış kronikler?

Kabaca anlatırsak, Bizans’ın Kadim Yunan’dan miras aldığı tarih yazımı geleneği içinde, Hıristiyanlık döneminde ortaya çıkan yeni bir tür. Kronografyayı, bizdeki vakayinamelere benzetebiliriz. 10. yüzyıldan itibaren elyazması eserlerin boş bir sayfasında veya derkenar diyebileceğimiz sayfa boşluklarına yazılmış kısa notlar bunlar. Yazarlarına gelince, istisnalar hariç, çoğunluğunun yazarı bilinemiyor. Fakat bunların Kilise çevresindeki keşişler veya okuma yazma bilen seçkin bir kesim olduğu dile getirilebilir.

 

Genel itibarıyla nelerden bahsediyor?

Başta, Bizans tarihinin yanı sıra kilise tarihini aydınlatacak önemli olaylardan. Bizans aristokrasisi ya da Osmanlılar, Sırplar, Frenkler gibi yabancı hükümdarların soy ağaçları, savaşlara dair önemli bilgiler mevcut kroniklerde. Bunun dışında, doğa olayı ve tabii afetler... Mesela 1454 yılında buz dağlarının bütün Boğaz’ı doldurduğunu, insanların Galata’ya buz üstünde yürüyerek geçebildiklerini anlatıyor. Başka bir açıdan, Bizans taşrasındaki gelişmelerin kaydedildiği metinler bunlar. Osmanlı saray tarihçilerinin çoğunlukla sessiz kaldığı ya da kahramanlarını temize çıkarmak için bilerek ilgi göstermediği tarihsel olaylar...

 

Peki kısa kroniklerin içeriği hangi yönde yoğunlaşıyor?

1453’ten sonra, kroniklerin neredeyse tek konusu Osmanlılardır. Kroniklerin önemli bölümü Athos, Patmos, Selanik, İstanbul ve diğer büyük manastır merkezlerindeki cemaatler tarafından yazılmış. Dolayısıyla, kronikler sadece kilise ve manastır hiyerarşisinin, politik ve entelektüel elitlerin bakış açısını yansıtmıyor. Yunan toplumunun geniş sosyal tabakaları konu edinilmiş.

 

Kroniklerin Osmanlı tarihini anlamada önemi nedir?

Bu kronikleri deyim yerindeyse, Osmanlı egemenliğine girmiş Ortodoks halkın ‘kamuoyu’ görüşünün yansıtıldığı ‘gayriresmi tarih yazımı’ diyerek değerlendirebiliriz. Onların ruh halini yansıtan ifadeler Osmanlı’nın başka bir gözden nasıl algılandığını anlatıyor. Kronik yazarının hissettiği korku, dehşet, hayret, sevinç gibi bazı hislere, hatta bazen aleni bir şekilde hakaret ifadelerine rastlıyoruz.

 

Kimlere hakaret ediliyor?

Mesela kroniklerde ilk olumsuz ifadeler Bayezid için kullanılıyor. Onun için imansız, nefret edilen ve hilekar gibi sıfatlar var. Timur’a karşı yenilgisi ve ölümünün sevinçle karşılandığı görülüyor. Tabii bu sırada Bizans devleti hala yaşıyor. Ancak I. Bayezid’den önceki Osmanlı hükümdarları için herhangi olumsuz bir ifade yok. II. Murad’ın 1422’deki İstanbul kuşatmasıyla başlayan süreçte, devam eden fetih politikaları yüzünden, tanrısız gibi olumsuz ifadelerle nitelendirildiğini görüyoruz.

 

Peki kroniklerin resmi tarihle çelişen tarafları var mı?

Var tabii. Mesela fetret devri hakkında ilginç anekdotlar var. Yıldırım Bayezid’in oğulları arasındaki taht kavgalarını anlatan dönem, kaynaklarımızda biraz yüzeysel olarak verilir. O zaman diliminde bazı şehzadelerin birbirleri arasında galip gelebilmek için nasıl entrikalar çevirdiklerini, Bizans ile nasıl ortaklık kurduklarını rahatlıkla görebiliyoruz. Yeri gelmiş, Bizans’ı da dost bilmişler yani… Bize şimdiye dek hep Bizans ile Osmanlı arasında keskin çizgilerle ayrılan bir kutuplaşma tasvir edilir fakat kimi zaman işbirliği halindeler, ittifak yapıyorlar, kız alıp veriyorlar, hatta Hıristiyan oluyorlar. Gayet geçişken bir yapı var halbuki…

 

Kroniklerde, hangi şehzade kimlerle ittifak yapıyor?

Bu kroniklerde değil ama başka bir yerde I. Murat’ın oğlu Savcı Bey’in, Andronikos’un oğluyla işbirliği yaptığını görüyoruz. Her ikisi de babalarına karşı isyan bayrağını açıyor. Musa Çelebi, İsa Çelebi Fetret devri mühletinde, I. Mehmet’in de Bizans imparatorlarını arkalarına alarak ittifaklar yaptıklarını biliyoruz. Yine, II. Murat’ın Düzmece Mustafa’sının II. Manuel’e gittiğini ve ona itaat ederek II. Murat’a karşı destek istediğini, bu kroniklerde görebiliyoruz. Hatta saatiyle, günüyle kaydedilmiş.

 

Hıristiyanlığa geçen hangileri var?

Aslında din değiştirme mevzusu çok yaygın olmamakla birlikte stratejik sebeplerle başvurulan bir yöntem. Bunu Osmanlı’dan ziyade Selçuklu döneminde görebiliyoruz.

 

Tam olarak kim bunlar?

Selçuklu şehzadelerinin bazılarının menfaatleri icabı Hıristiyanlığa geçiş yaptıklarını söyleyebilirim. Selçuklu’nun zayıfladığı devirde, devrin ileri gelenlerinden, önemli beylerin, mesela meşhur Aksukhos ailesi mensuplarından din değiştirenleri görüyoruz. Bizans Sarayı’nda yetiştiğini ve Bizans’ın muktedir komutanları arasına girdiğini söyleyenler var. Osmanlı’da nispeten bu az ama kimi paralı askerler bu yolu seçiyor. Bu mevzularla alakalı belgeler kuvvetli ve net olmamakla birlikte, din değiştirmek o dönemin şartları altında makul kabul edilmiş. Aynı şekilde karşı taraftan da bu geçişler var.

 

Birlikte yaşamı normal gösteren anekdotlar var mı?

Kanuni devrinden örnek verilebilir. Kanuni, sık sık Yahudi bir müneccime gider, akıbeti hakkında bilgi ister. Yahudi kahin, ‘Hıristiyanlar senin devrinde isyan ederek tahtına kastedecekler’ deyince, Kanuni tedirgin olur. Maiyetindeki Hıristiyanların toplanmasını emreder. Kroniklerden öğrendiğimiz kadarıyla, Piri Paşa, araya girer ve Sultan’ı teskin eder. ‘Sultanım, bırakın biz araştıralım, her nerede ise o isyancılar, bulup cezasını veririz.’ der. Kronik yazıcılarının, Piri Paşa’nın bu hamlesi ile Hıristiyanların hayatını kurtardığı için ona minnet duyduğunu ve Yahudi’ye de lanet okuduğunu görüyoruz.

 

Müslümanların üstünlüğünün Hıristiyan topluma olan yansımaları nasıl?

Hıristiyan halkın Osmanlı egemenliği sürecinde yeni siyasi ve kültürel çevreleri kabullendiklerini izleyebiliriz. Tabii bu adaptasyon halkın tamamınca ve hemen gelişmiyor. 1500’lerde Selanik’te yaşayan Manuel Gerakes, çocuklarının doğum ve ölüm saatini, ‘Türk sabah ezanı okurken’ veya ‘Cuma günü sala okunduğu saatte’ şeklinde not düşmüş. Yani artık zamanı tayin etmek için ezan saatlerini de kullanıyor.

 

Hıristiyanların sevdiği devlet adamları var mı peki?

Bazı paşaların hatta padişahların dahi Hıristiyan dostu olduğu kroniklerde belirtilmiş. Ne ilginçtir ki, Yavuz Sultan Selim’in Hıristiyanlara büyük iyiliği geçtiği ve kiliseleri tamir ettirdiği, çeşitli yardımlarda bulunduğu kaydedilmiş. Bu yüzden de Hıristiyan teba içinde sevildiği ve övgüyle karşılandığını da not edebiliriz. Fatih Sultan Mehmet, kroniklerde ilk defa Basileus (vasilevs) olarak anılıyor. Bu ifade yalnız Bizans imparatorları için kullanılır.

 

Ne gibi övgü ifadeleri mevcut?

II. Bayezid ve Kanuni için de ‘megas authentis’ (büyük hükümdar) tabiri kullanılmış. Tarihte nadiren büyük Türk hükümdarları için megas sultanos (büyük sultan), megas amiras (büyük emir) gibi unvanlar kullanılır. Hatta tıpkı Saray tarih yazıcıları gibi Osmanlı’nın İran ve Hicaz seferlerinin kayıtlarını tutmuşlar. Mesela Cem Sultan hadisesi gibi hadiselerle ilgili bilgilere rastlasak da yorumlardan kaçınılmış. Ama ilginç bir detay var ki Şah İsmail ve İranlılar için Türkçeden geçme bir terim ‘kızılbasi’ diyorlar.

 

Bu surette Yunancaya geçen başka Türkçe kelimeler var mı?

Başta yer adları olmak üzere onlarca kelimenin her iki dilde de kullanıldığını bu kroniklerden anlayabiliyoruz. İstanbul için onlarca rivayet vardır fakat şehre–kente anlamına gelen ‘stinpoli’ kelimesinden Türkçeleşerek ‘İstanbul’ olmuştur. Bu bağlamda büyükşehirlerin hemen hemen tamamı Rumcadan devşirilmiş. Hatta Antik Yunan’dan Bizans’a, oradan da bize geçmiş. Mesela İznik ‘Stinnikea’dan, Bursa ‘Prussa’dan, Mudanya ‘Montaniya’dan ve birçok şehrimiz...

 

Henüz Bizans Araştırmaları Enstitüsü yok

Son dönemde Bizans arkeolojisi ve tarihi alanda akademik makale ve araştırma noktasında birtakım kıpırtılar var. Fakat çoğu bireysel özveriyle oluşan çabalar. Maalesef bu konuda da ideolojik angajmanlar belirleyici olabiliyor. Henüz yetkin kimseler projelere önayak olabilmiş değil. Bu iş genel itibarıyla böyle.  Diyelim Antik Roma kalıntılarına ulaşabilmek için bir proje yürütülüyor. Buradaki bir tiyatro gün yüzüne çıkarılsın diye, tarihi çinilerin pişirildiği Osmanlı fırını kaldırılıp atılabiliyor. Geçtiğimiz dönemlerde kendine has yapısıyla benzeri sadece Fransa’da bulunan  bir fırını kaybettik. Bu noktada Osmanlı arkeolojisi diye bir mefhum da doğuyor. En eski yapıya ulaşacağım diye üst katmandaki tarihi kalıntılar tahrip edilebiliyor. Tarihi rezervlerimizi gün yüzüne çıkarırken, Roma ve Antik Yunan deyince akan sular duruyor, müthiş bir hoşgörü var ama gel gelelim Bizans denince bir nemelazımcı zihniyet beliriveriyor. Bu alanda henüz hususi bir araştırma enstitümüz bile yok. Hatta Avustralya'da bile böyle bir teşekkül varken, Avrupa'nın hemen hemen tamamında bu konuda bir enstitü araştıran bir kurum bulunuyorken, mirasın üzerinde yaşayanlar olarak bu konuya bigane kalmamız can yakıcı.

Zaman, Haber: Erkam Emre, 08.12.2013

İSTANBUL DENİZ MÜZESİ GENİŞLETİLMELİ

 

İstanbul Deniz Müzesi denizcilik tarihimizin bilinmesi için fevkalade önemli bir merkez. Bu müzenin daha da genişletilmesi gerekir.

 

 

İstanbul Deniz Müzesi ilk olarak 1897 yılında Kasımpaşa’da Bahriye Nezareti’nin olduğu yerde kuruldu. Bugün bu müze, Beşiktaş’a nakledilmiş vaziyette. Müzenin asıl kurucuları Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa zamanında müzenin kuruluşu için büyük çaba sarf eden Amiral Hikmet Paşa ve Binbaşı Süleyman Nutku’dur.


Süleyman Nutku Bey askeri tarih ve tarihçilik literatürümüzde çeşitli yazıları ile tanınır. Cemal Paşa’nın bahriye nazırlığı zamanında Yüzbaşı Ali Sami (Boyer) müzeyi ilmi bir sisteme kavuşturmuştur. Beşiktaş’ta Barbaros Anıtı’nın yanındaki bina ise 1956 yılından beri buradadır. Arada Topkapı Sarayı Müzesi’nin eski müdürlerinden Haluk Şahsuvaroğlu’nun Dolmabahçe Camii’nin bitişiğindeki Deniz Müzesi’nde de müdürlük yaptığı biliniyor. Bugün İstanbulluların tanıdığı müze genişletildi. Saltanat kayıkları koleksiyonu, Osmanlı donanmasını meydana getiren gemilerin maketleri, Piri Reis Araştırma Merkezi, harita koleksiyonları ve gemicilik arşiviyle ziyarete açıldı.

Denizcilik tarihimizle ilgili popüler yayınlar artırılmalı
Müzedeki zengin bir koleksiyon da Bahriye ressamlarının eserlerinden oluşan deniz savaşları ve donanmayı canlandıran tablolardır. Müzenin bayrak ve sancak koleksiyonu, üniforma koleksiyonu zenginliği meydana getiriyor. Deniz Müzesi, Aya İrini’deki silah koleksiyonu ve onu izleyen Arkeoloji Müzeleri’nden sonra ikinci eski büyük müzemizdir. Deniz Müzesi’nin yeri uygun, İstanbul’un işlek bir noktası ve gençlerin merakla izledikleri bir tarih merkezi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın başarılı bir faaliyetidir.


Türkiye’nin denizcilik tarihi henüz sekiz asrı bile bulmuyor. Bununla birlikte İstanbul’un fethinden sonra donanmaya önem verildi ve 16’ncı asırda Osmanlı Donanması Akdeniz’deki kuvvetlerle rekabete girecek hale getirildi. Şu son 40 yılda ise deniz ticaret filolarımızın gelişmesi donanmanın da büyümesini gerekli kıldı. Deniz Kuvvetleri’ni besleyen okullar kadar sivil denizcilikte de gelişmeler başladı.


Denizcilik tarihi tetkikleri 20 yıldır önem verilen bir konu ve Deniz Müzesi de bu faaliyette yerini alıyor. Denizcilik tarihinin bilinmesi için fevkalade önemli bir merkezdir ve müzenin daha da genişletilmesi gerekir. Müzenin kolay ulaşılabilen bir bölgede olması ziyaretini de kolaylaştırıyor. Kuşkusuz, denizcilik tarihimizle ilgili popüler yayınların da artırılması gerekir.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 08.12.2013

KALE SURLARININ ALTINDA DEHLİZ ÇIKTI!

 

Trabzon’da Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde yapılan çalışmada kale surlarının altında binlerce yıl önce yaptırılan dehlizler ortaya çıktı.

 
Dehlizlerin kültür ve turizme kazandırılması çalışmaları sürüyor. Bölgenin turizm destinasyonlarına bir yenisini daha ekleyecek olan proje, yaklaşık 105 bin TL’ye mal olacak. Kültür ve Turizm İl Müdürü, dehlizlerin diğer kısmıyla ilgili Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) ile birlikte çalışma sürdürdüklerini ifade ederek, “ ‘Trabzon’un ortası’ diye tabir edebileceğimiz tüm tarihi olaylarının geçtiği yer olan Orta Hisardayız. Burası kentsel dönüşümle birlikte yenilendi. Zağnos Vadisi’nin yenileme çalışmaları sırasında Ortahisar’ın altından denizin varlığı ortaya çıktıktan sonra Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak Doğu Kalkınma Ajansı ile birlikte ortak bir proje yaptık. Finansmanını ise özel idareden sağladık. Yapılan çalışma sonucu surların altında bulunan dehlizleri gün ışığına çıkartmak adına hazırladığımız projeyi hayata geçirdik. Binlerce yıl önce kale surları yapılırken dehlizler olduğuna dair söylentilerin olduğunu ve kayıtlara geçtiğini bildiğimiz için bunları araştırdık. Araştırma sonucu bir kısım dehlizin izini bulduk. Bunun tamamını bulmak adına Karadeniz Teknik Üniversitesi’yle birlikte bilimsel çalışmamızı yürütmeye başladık. Bu anlamda bölgenin tabiri caizse MR çektik. Yer altındaki dehlizleri tünelleri ortaya çıkardık. Turizme kazandırma adına çalışmayı başlatmış bulunuyoruz. Bu çalışmayı çok kısa zamanda bitireceğiz. Bunun neticesinde zaten zengin bir kültür varlığına sahip Ortahisar’da yeni bir turizm destinasyonu elde etmek adına önemli bir çalışmayı bitirmiş olacağız” dedi.

Kale surlarının altında yer altı geçitlerinin bulunduğunu kaydeden Müdür Kansız, “Altta yer altı geçitleri var. Gerektiğinde kullanılması gereken dehlizler var. Bunların bir kısmını tespit etmiş durumdayız. Diğer kısımlarını da tespit etmek için KTÜ ile işbirliği içerisindeyiz. Bilimsel veriler ışığında araştırmamızı tamamladıktan sonra bu dehlizleri gün ışığına çıkartıp turizmin hizmetine sunmaya çalışacağız. Dehlizlerin genellikle surların dışında irtibatı sağlamak uğruna ulaşım amacıyla da kullanıldığını tahmin ediyoruz. Bunun tam tespitini bu çalışmalar bittikten sonra kamuoyuyla paylaşacağız” ifadelerini kullandı.

Habertürk, 07.12.2013

DERİN TARİH'TEN GÜNDEM OLUŞTURACAK BİR DOSYA DAHA

 

 

Kılıçla alınan beldedeki en büyük kilisenin cami yapılması adettendir. Dolayısıyla İstanbul,  Osmanlı tarafından fethedilince Hıristiyan dünyası açısından çok önemli olan Ayasofya camiye dönüştürüldü. Ta ki 1934'e kadar. İşte o gün çıkarılan bir kararnameyle ibadete kapatıldı.

Ayasofya'nın Atatürk'ün imzası bulunan bir kararnameyle ibadete kapatılması arkasındaki gerçekler, çelişkiler, şüpheler ve doğru bilinen yanlışlar Derin Tarih dergisinin Aralık sayısında tek tek irdeleniyor. MHP Milletvekili ve Türk Tarih Kurumu (TTK) eski başkanı Yusuf Halaçoğlu'nun Ayasofya'nın yeniden cami olarak ibadete açılması için kısa bir süre önce Meclis'e verdiği kanun teklifi üzerine gündeme gelen konuyla ilgili Mustafa Armağan ve Prof.Dr. Mehmet Çelik'in makaleleri yer alıyor. Ayrıca Yusuf Halaçoğlu'nun ilginç açıklamalarının yer aldığı çarpıcı söyleşi de konuya ışık tutuyor.
 
Resmi Gazete'de yayımlanmamış ki!
Celal Tahir'in kendisiyle yaptığı söyleşide Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu Ayasofya kararnamesinin sahte olduğunu söylüyor. Hiçbir zaman belgesiz konuşmayacağını belirten Halaçoğlu, kararnamedeki Atatürk imzasının bunun en önemli kanıtı olduğunu anlatıyor: “Ayasofya ile ilgili kararnamenin sayısı 1589. Ancak bundan iki gün önceki kararnamenin sayısı ise 1606 sayısı taşıyor. Bir kere sayı tutmuyor. Sonra bu kararname Resmi Gazete'de yayımlanmamış. Yayımlanmayan kararnamenin hiçbir geçerliliği olmaz. Üçüncüsü ise Atatürk'ün imzası. Şöyle ki: Kararnamenin tarihi 24 Kasım 1934. Atatürk'ün buradaki imzası daha önce hiçbir yerde atmadığı bir imza. Kemal Atatürk yazdığı imzasında 'a' harfini büyük ve köşeli yapmışlar. Oysa Atatürk 'a' harfini hep küçük ve yuvarlak yazar. Biri Atatürk'e mal edilmek üzere burayı müze yapmış. Yani Ayasofya'da bir sahtekarlık yapmışlar.”
 
Atatürk'ün imzası hukuken geçersiz
Kararnamede bulunan Atatürk'ün imzasıyla bir başka ayrıntıyı ise Derin Tarih'in Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Armağan ortaya çıkarıyor: “24 Kasım 1934 tarihli olduğu söylenen Bakanlar Kurulu kararı garipliklerle doludur. Bunlardan biri de Atatürk'ün imzası meselesi. Gazi Mustafa Kemal, o gün çıkarılan 2587 nolu kanunla 'Atatürk' olmuştur. Ne var ki kanunun yürürlüğe girmesi için üç gün daha geçmesi gerekecektir. Nitekim 27 Kasım günkü Resmi Gazete'de 'Bu kanun neşri tarihinden itibaren muteberdir' yani yayın tarihinden itibaren geçerlidir maddesiyle birlikte yayımlanır. Açıkça bellidir ki Atatürk, 'Atatürk' ismini ve imzasını 27'sinden önce kullanamaz. Bir başka deyişle ayın 24'ünde Atatürk resmen Atatürk değildi ve bu isimle imza atması hem mümkün değildir, hem de attığı imza hukuken geçerli değildir. İmza atmışsa bile hukuken geçersizdir.”
 
Kararnamenin orijinali ortada yok
Armağan, 24 Kasım 1934 tarihli kararnamenin bugüne dek ıslak imzalı orijinalinin de bulunamadığına dikkat çekerek, bu belgenin olup olmadığını öğrenmek isteyen Yusuf Halaçoğlu'na resmi yazıyla olmadığının bildirildiğini söylüyor. Kararnamenin orijinali yok ama garip bir Atatürk imzası bulunan 'fotokopi'nin sahte olduğunu söylüyor. Zira Demokrat Parti döneminde Ayasofya talebinde bulunanların Atatürk'ün imzasının alenen taklit edildi, bu fotokopi susturucu delille bertaraf edildiğini anlatıyor.
 
Peki bu belgeyi Atatürk neden imzalamadı? Mustafa Armağan kanaatine göre Amerikan Bizans Enstitüsü'nün müdürü Thomas Whittemore'un 1931'de Florya Köşkü'nde Gazi'ye ulaştığını, tarihi yapının sıva ve nakışlarının altında kalmış mozaiklerin ortaya çıkarılmasını talep ettiklerini anımsatıyor. Mozaiklerin üstünün açılması izni alınırken, cami tozlanır gerekçesiyle ibadete kapatılışını da hatırlatan Armağan, “Kanaatime göre Atatürk 'ezan formülü'nü uygulamak istedi. Ezan için kanun çıkaramayan Mustafa Kemal'in Ayasofya'nın da Bakanlar Kurulu kararnamesiyle müzeye çevrilmesindeki hukuki mahzurları göz önüne alarak 'Hayır imzalamam' dediğini düşünüyorum. Bunun her zaman kanunlara saygılı davrandığı gibi bir mitos çerçevesine taşınması gerekmez. Atatürk için sorun şuydu: Birileri açıkça kanuna aykırı olan bu kararnameyi iptal ettirerek Ayasofya'yı eski haline getirmeye kalkabilir, yani yeniden cami yapabilirdi.”
 
2014'te ibadete açılacak
Prof.Dr. Mehmet Çelik'in konuyla ilgili makalesi de ilginç bir başlık taşıyor: “Ayasofya 2014 yılında ibadete açılacaktır!” Çelik, Ayasofya'nın açılması için milletin şimdiye kadar Menderes, Demirel ve Özal'a talepte bulunduğunu ancak konunun bir sonuca ulaşamadığını anımsatarak bu bağımsızlık sembolü yapının 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Ayasofya'nın cami olarak açılacağını söylüyor. Çelik, Patrikhane'nin psikolojik olarak rahatsız olacağını ancak buna çözüm olarak Ayasofya'nın bitişiğindeki Aya İrini'nin kiliseye çevrilmesini öneriyor.

Türkiye Gazetesi, 07.12.2013

BALIKESİR VE MANİSA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Balıkesir ve Manisa'da, aralarında heykel, vazo, kılıç, antik çağ ve Bizans dönemlerinden kalma harp silah ve araç gereçlerinin de bulunduğu tarihi eser niteliğinde 5 bin 490 obje ele geçirildi. Olayla ilgili 5 kişi gözaltına alındı.
 

Alınan bilgiye göre, Balıkesir Jandarma Komutanlığı ekipleri, uzun süren çalışmaların ardından Balıkesir ve Manisa illerinde bazı adreslere eş zamanlı operasyon düzenledi.

Takip edilen şüphelilerden yola çıkan ekipler, evlerde özel bölmelerde saklanan heykel, vazo, kılıç, sikke, antik çağ ve Bizans dönemlerinden kalma harp silah ve araç gereçleri, gözyaşı şişeleri, kolye ve ziynet eşyalarının da bulunduğu tarihi eser niteliğinde 5 bin 490 obje buldu.

Ekipler, söz konusu adreslerde 5 kişiyi gözaltına alındı.

Bugün, 07.12.2013

KAYIP TABLOLAR BULUNDU

 

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan eserler yıllardır konuşulur ancak kayıp eserlerle ilgili bir çalışma yapılmazdı. En son Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan ve kamuoyu ile paylaşılmayan rapora göre tam 302 eserin müzeden çalındığı tespit edildi. Bu eserlerden 256’sının kayıp olduğu belirlenmiş 46 eserin ise sahte olduğu anlaşılmıştı.
İşte bu rapordan sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı eserlerin peşine düştü. Bakan Ömer Çelik ne pahasına olursa olsun, yurtiçi ve yurtdışında eserlerin bulunması talimatını verdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma neticesinde önceki gün eş zamanlı müzayede evi, sanat galerisi ve önceden belirlenen koleksiyonerlere baskın yapıldı.


Kamuoyundan gizlenen baskında Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nden çalındığı tespit edilen 30 tablo yakalandı. Şevket Dağ, İbrahim Çallı, Fikret Mualla, Hoca Ali Rıza gibi Türk resim sanatının ünlü ressamlarına ait eserlere el konuldu. Emniyetten soruşturmanın derinleştirilerek devam edeceği söylendi.


Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde skandallar uzun yıllardır bitmiyordu. Hırsızlık ve eser kopyalama haberleriyle çalkalanan müzede yaklaşık 5 bin paha biçilmez eser envantere kayıtlıydı. Talihsiz müzede bakanlıkça soruşturmalar yapılıyor ancak yapılan soruşturmalarda bile kaybolan tablo sayılarının rakamları birbirini tutmuyordu.


En son 2010 yılında yapılan soruşturma müzedeki gerçeği gözler önüne sermişti. Sanatçı, akademisyen ve bakanlık müfettişleri 5 bine yakın eseri incelemişti. 18 Ocak 2011’de hazırlanan raporla korkunç gerçek ortaya çıktı. Türk resim ve heykel sanatının en önemli eserlerini barındıran müzenin envanterinde 256 eserin kayıp olduğu tespit edildi. 57 eserin ise kopya olduğu kanaatine varıldı. Kayıp eserler Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ, Fethi Arda, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hüseyin Zekipaşa, Ruhi, Hasan Tahsin gibi Türk resim tarihinin en önemli ressamlarına aitti.

Kayıp eserlerden bazıları şöyleydi: 

Bedri Rahmi Eyüboğlu (Muradiye’de Kahve, Edirne Tunca Köprüsü), Şevket Dağ (Surlardan, Cami Kapısı, Cami İçi, Topkapı Sarayı Kızlar Ağası Dairesi, Pencereden Görünüm), Şefik Bursalı (Dolmabahçe’den), Hasan Vecih Bereketoğlu (Kurbağalı Dere), Halil Paşa (Güller, Britanya’dan Kadın , Yalılar, Manzara), Devrim Erbil (Soyutlama), Hikmet Onat ( İstanbul Boğaz’dan Peyzaj, Salacak’tan Manzara, Anadolu Hisarı), İbrahim Çallı (Manzara, Bahçede Kadın, Peyzaj), Hoca Ali Rıza (Bulgurlu’da Timurcu Çeşmesi, Yağış, Sandal Balıkçı Kulübesi, Beykoz’da İshak Ağa Kahvesi, Kaya ve Çam), Sami Yetik (Kasımpatılı Natürmort, Peyzaj), Arif Kaptan (Natürmort), Namık İsmail (Denizde Vapur)


Bakanlığın derinlemesine yaptığı soruşturma tamamlandı ancak eserlerin nerede olduğu bir türlü bulunamadı. İşin aslına bakılırsa peşine düşen de olmadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na İstanbul’da bazı tabloların müzayedelerde ve sanat galerilerinde satıldığına dair ihbarlar gelmeye başladı. Bakanlık yetkilileri bu ihbarları Bakan Ömer Çelik ile paylaştı. Bakan Çelik ‘üzerine gidin’ diyerek Bakanlığın Teftiş Kurulu’na konuyu havale etti. Müfettişler gelen ihbarları Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ile paylaştı. Önceki sabah Ankara ve İstanbul Emniyeti önceden belirlenen adreslere eşzamanlı baskın yaptı. 9 farklı müzayede şirketi, sahibi, koleksiyoner, galeri ve antika dükkanına yapılan baskınlarda Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalındığı tespit edilen 25 tablo yakalandı. Ayrıca işadamı ve koleksiyoner C.B’nin evinde 5 tablo daha olduğu ve onların da teslim edileceği öğrenildi. Polis kaynakları eserlerin bir kısmını müzayede işi yapanların gizli depolarında yakaladıklarını, bu eserlerin çalıntı olduğunu bildiklerini ve soruşturmanın devam edeceğini söyledi.

Devlet Resim Heykel Müzesi’nden çalınan ve baskında ele geçen eserlerden bazıları:
İbrahim Çallı - Bahçede Kadın 
Hoca Ali Rıza - Bulgurlu’da Timurcu Çeşmesi, Yağış, Sandal Balıkçı Kulübesi, Beykoz’da İshak Ağa Kahvesi, Kaya ve Çam 
Hasan Tahsin - Bostancı
Vapur İskelesi 
Hikmet Onat - Manzara
Ruhi - Yeşil Türbe
Sami Yetik - Kasımpatılı Natürmort 
Bedri Rahmi Eyüboğlu - Muradiyede Kahve (Ağaçlı Kahve) 
Şefik Bursalı - Manzara

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.12.2013

 

******


İŞ DÜNYASINDA ANTİKA DEPREMİ

 

 

Antika piyasası Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde kaybolan 302 tabloyla ilgili soruşturmada ortaya çıkan hırsızlıkla sarsıldı.
 

Bakanlık müfettişleri, tabloları sosyete simalarının rağbet gösterdiği müzayede kataloglarında gördü. Sosyete evlerine düzenlenen baskınlarda 30 tablo bulundu.

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde kaybolan 302 tabloyla ilgili soruşturma antika piyasasında depreme neden oldu. Kültür Bakanı Ömer Çelik’in “Sonuna kadar gidin” talimatı verdiği öğrenildi. Soruşturma için iki müfettiş görevlendirildi.

TABLOLAR KATALOGDA
Kayıp tabloların önemli bir bölümünün İstanbul’da müzayede evleri ve galeriler tarafından piyasaya verildiği belirlendi. Araştırmaya bir bilirkişi de dahil oldu ve sanat haberlerine yer veren bir internet sitesinin veri arşivinden müzayede katalogları incelendi.

ÜNLÜLERE BASKIN
Çalınan tabloların Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı ve Şevket Dağ imzasını taşıdığı tespit edildi. Tabloların büyük çoğunluğunun müzayede kataloglarında bulunduğu ve satışa çıkarıldığı anlaşıldı. B. A, A. Ş. ve A. A. müzayede şirketlerinin bilgisine başvuran müfettişler tabloları müzayedelere verenleri öğrendi. Tabloların 57’sinin yeri belirlendi.  

Soruşturma kapsamında bazı müzayede evlerine geçtiğimiz gün operasyon düzenlendi. 30 tablo  bulundu. Evine baskın düzenlenen isimler arasında sanayici ünlü bir ailenin damadı C. Ç. de bulunuyor. Ç’nin evinden aralarında Nazmi Ziya’nın iki metrelik tablosunun da bulunduğu çok sayıda esere el konuldu.

İŞADAMI İADE EDECEK
Ö. müzayede evinin sahibi M. Ö’nün evine de baskın yapıldığı öğrenildi. Hoca Ali Rıza imzasını taşıyan 5 tablonun bir işadamında bulunduğu tespit edildi. Bu tabloların işadamı tarafından yetkililere teslim edileceği belirtildi.  

ÇALINTI ESERLERİ SATTILAR
Müfettişler tabloların sahibi olarak gözüken resim piyasasının ünlü isimleri Ş. H, ünlü galericiler D. Ö. ve H. Ö’nün yanı sıra Ö. Müzayede’nin sahibi M. Ö, C. T. ile M. Ç’nin ifadelerini aldı. Müfettişlerin ulaştığı ilk bilgilere göre tablolar müzeden çalındıktan sonra resim piyasasında Marlboro lakabı ile tanınan Gaziantepli bir kişi tarafından İstanbul’a getirildi.

HALKEVLERİ MÜHÜRLERİ VAR
Çalınan tablolar ağırlıklı olarak D. Ö. Ve H. Ö. ile M. Ö. tarafından satın alındı. Ö, tabloların bir kısmını kayınbiraderi aracılığı ile müzayede şirketi B. A. üzerinden satışa çıkardı. Ankara’dan getirilen ilk resimler Halil Paşa imzalı. Resimlerin üzerinde ise Halkevleri mühürleri bulunuyor. Yine müfettişlerin edindiği bilgilere göre Halil Paşa imzalı tablolar piyasa fiyatlarının çok altında satışa sunuldu.

Skandal nasıl patlamıştı?
2009’da Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde Hoca Ali Rıza’ya ait 13 karakalem eskizin sahteleriyle değiştirildiği ortaya çıkmıştı. Yapılan inceleme sonucunda 202 eserin kayıp, 46 eserin sahteleriyle değiştirilmiş olduğu belirlendi. 27 eserin ise orijinal olup olmadığı ilk çalışmada anlaşılamamış, eksperler tarafından incelenmesine karar verilmişti. Çeşitli tarihlerde müzeden çıktığı anlaşılan eserlerle birlikte 350’ye yakın eserin kaybolduğu belirlendi.

ÖNEMLİ RESSAMLARIN ESERLERİ KAYIP
Müzedeki kayıp tablolar, Fikret Mualla, İbrahim Çallı, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Şevket Dağ, Hoca Ali Rıza, Hüseyin Avni Lifij, Halil Paşa, Hikmet Onat, Feyhaman Duran, Refik Epikman, Mehmet Ali Laga, Fethi Arda, Sami Yetik, Mustafa Ayaz, Zühtü Müridoğlu, Aivazovsky, Malik Aksel, Hasan Vecih Bereketoğlu, Arif Kaptan, Pertev Boyar, Nazmi Ziya, Sabri Berkel, Mehmet Ali Laga, Üsküdarlı Cevat, Hamit Görele, Nurullah Berk, Eşref Üren, Ali Avni Çelebi gibi Türk resminin en önemli isimlerinin imzalarını taşıyor.  

Bugün, Haber: Tuncay Hopçin, 07.12.2013

 

******


40 TABLO İÇİN YENİ OPERASYON

 

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan ve İstanbul ’da yapılan operasyonda ele geçirilen 30 tabloyla ilgili soruşturma derinleştiriliyor. Elinden eserleri alınanlar arasında iş ve sanat dünyasının ünlü simaları bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişlerinin aylar süren çalışması sonucunda yerleri tespit edilen tabloların değerinin 30 milyon dolardan fazla olduğu belirtiliyor. Emniyet kaynakları 40 tablonun daha yerlerinin tespit edildiğini, önümüzdeki günlerde bu tablolar için de operasyon yapılacağını dile getiriyor. Diğer yandan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik Twitter’dan operasyonun arkasında olduğunu duyurdu.


Ankara Resim ve Heykel Müzesi Müdürlüğü’nde yapılan sayım sonucunda komisyonca bulunamadığı veya sahte olduğu tespit edilen 302 parça eserin 256 tanesinin kayıp, 46 tanesinin ise sahte olduğu anlaşılınca müzayede şirketi sahip ve temsilcileri, koleksiyonerler, galeri ve antika dükkanı sahipleri ile görüşülüp operasyon başlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişleri aylardır çalınan tabloların peşine düştü. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ile koordineli yürütülen araştırmada geçmişe yönelik müzayede katalogları, piyasadaki antikacıların ellerindeki eserleri gösteren kataloglar, müzelerdeki koleksiyonerlerin envanterleri tek tek incelendi. Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan eserlerin bazılarının elden, bazılarının ise müzayede yoluyla satıldığı belirlendi. Tespit edilen eserler akademisyenler ve müze uzmanlarınca incelendi. Emin olduktan sonra operasyonun düğmesine basıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen operasyon İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube ekipleri tarafından gerçekleştirildi. Gizli yürütülen operasyonla, uzman ekipler tarafından tespit edilen, 5’i dün teslim edilmek üzere toplam 30 esere el konuldu. Eserler İstanbul’dan alınarak güvenli yer olarak Ankara Milli Kütüphane deposuna konuldu. Operasyonlar tamamlandıktan sonra el konulan eserler oluşturulacak bilirkişilerce mühürleri açılarak ait olduğu Devlet Resim ve Heykel Müze Müdürlüğü’ne teslim edilecek.

Ünlü isimler var
Elinden tabloları alınanlar arasında Tunca Sanat Galerisi’nin sahibi Cemal Batur, Bilfen Okulları’nın sahibi Osman Öztürk, Özbilenler Müzayede’den Mehmet Özbilenler, işadamı Şahin Ekşioğlu, Çebi Antik’in sahibi Mehmet Çebi, işadamı Mustafa Can Has, işadamı Cengiz Çetindoğan’ın da olduğu belirtiliyor. Yaklaşık 40 eserin daha yerlerinin tespit edildiği, ikinci dalga operasyonların önümüzdeki günlerde yapılacağı öğrenildi. Operasyon kapsamında yine iş ve sanat camiasından çok ünlü isimler olduğu belirtiliyor.

 

Eserler nasıl satılıyor?
Resmi müzayedelerin tamamı Kültür ve Turizm Bakanlığı bilgisi dahilinde yapılıyor. Müzayede şirketleri katalogları bakanlığa bildirmek zorunda. İstanbul’da Ayasofya Müzesi, Yıldız Sarayı Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi ve Türk İslam Eserleri Müzesi bu müzayedeleri denetliyor. Denetimler ‘Müzayede ve ekspertiz işlerinde uygulanacak esaslar’ başlığı altında bir yönetmelikle belirlenmiş. Müzayede yapacak gerçek ve tüzelkişiler müzayede tarihinden en az 10 gün önce ilgili müze müdürlüğüne bir dilekçe ile müracaat ederler. Dilekçelerinde müzayede tarihini ve yerini belirterek, satışa sunacağı eşyaların listesini eklerler. Müze müdürlüğünce kurulan değerlendirme komisyonu müzayedeye çıkacak kültür varlıklarını inceler. Komisyonca tasnif ve tescil dışı bırakılarak korunması gerekli olmadığına karar verilen kültür ve tabiat varlıkları için varlığın özelliklerini belirtir belge düzenlenir. Korunması gerekli eserler müzeye alınması için uğraşılır, alınamıyorsa yurtdışına çıkış yasağı konur. Bu prosedür uygulanmasına rağmen nasıl olur da müzeden çalınan bir eser müzayede yoluyla satışa çıkarılır.

Cevap bekleyen sorular
Sami Yetik’in ‘Kasımpatılı Natürmort’ isimli tablosu 2010 yılında Asar-ı Attika Müzayede Evi’nin çıkardığı açık arttırmada Bilfen Okulları’nın sahibi Osman Öztürk tarafından 700 bin liraya satın alındı. Son operasyonda bu tabloya el konuldu. Müzayede evi tabloyu satmadan önce müzeden eksper raporunu nasıl aldı? Müze uzmanları bu eserin çalıntı olduğunu bilmiyorlar mıydı? Bu soruları arttırmak mümkün. Müze uzmanları müzayede kataloglarını ya gelişigüzel inceliyor ya da çalıntı eserler için işbirliği yapıyorlar. Aksi takdirde mevcut yönetmelikler uygulansa çalıntı eserlerin müzayedede satılması mümkün değil. 

El altından satış
Çalıntı eserlerin satışında izlenen bir başka yöntemde ise müzayedeye çıkmadan eserler el altından alıcı buluyor. Sanat piyasasında kimin hangi ressamın eserlerini takip ettiği ya da hangi eserlere ilgi duyduğu biliniyor. O alıcı ile irtibat kurulup eser müzayedeye çıkmadan satılıyor. Bunda antikacılar gayri resmi aracılık yapıyorlar. Alıcı esere daha ucuza ulaştığını düşünürken aslında çalıntı eser aradan yıllar da geçse başlarına dert oluyor. 

Çalıntı eser alıp-satmanın cezası nedir?
2863 Sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Yasası’nın 65. maddesi cezaları belirliyor. Müzeden çalınan eserlerin alım satımı da bu ceza kapsamında değerlendiriliyor. 2 yıldan 5 yıla kadar ağır hapis ve 5 bin güne kadar para cezası öngörüyor. Bu yurt dışına kaçırmak amaçlı olursa iki kat artıyor.

 

El konulan eserler


Sami Yetik
(Kasımpatılı Natürmort, Güller Natürmort-Peyzaj)
İbrahim Çallı (Bahçede Kadın )
Ruhi (Yeşil Türbe)
Bedri Rahmi Eyüboğlu (Muradiye’de Kahve,
Manzara ve Bahçe)
Feylan Duran (Laleli Buket)
Halil Paşa
(Britanya’dan Kadın)
Hoca Ali Rıza (5 adet karakalem çalışması)
Hasan Vecihi Bedel (Liman, Kurbağalı Dere)
Hasan Vecihi Bekaroğlu (Manzara)
Şevket Dağ (Topkapı Sarayı Kızlar Ağası Dairesi)
Şefik Bursalı (Manzara)
Hikmet Onat (Peyzaj, Manzara)
Hasan Tahsin (Bostancı
Vapur İskelesi)
İsmail Hakkı (Batan Gemi)
Hüseyin Zekai Paya (Cami)
Hüseyin Avni Lifij (Peyzaj)
Ruhi (Lohus)
Şeref Akdik (Manzara)
Nazmi Ziya Güran (Müze)

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.12.2013

 

******


ÇALINAN TABLOLARI SADECE BAKANLIK BİLİYOR!

 

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden yıllar içinde çalınan 256 tablonun peşine düşen Kültür ve Turizm Bakanlığı geçen günlerde müzayede evleri, galericiler ve koleksiyonerlerin elindeki 30 tabloya el koymuş tespit ettiği 40 tablo için de çalışmalara başlamıştı. Bakanlığın bu güne kadar kayıp ve çalıntı tablolar için duyuru yapmadığı ortaya çıktı. Resmi internet sitesinde müzelerden çalınan eserlerin listesini yayınlayan bakanlık Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan eserleri duyurmadı. Diğer yandan elinden eserleri alınan koleksiyoner Çengiz Çetindoğan da açıklama yaparak ‘elinden alınan tabloları müzayedelerden topladığını, bu güne kadar Kültür Bakanlığı’ndan kendisine bir uyarı gelmediğini ve zarara uğradığını’ söyledi. 

Bir eser nasıl alınır? 
Koleksiyonerlerin bağlı olduğu bir müze vardır. İstanbul ’da bu müzeler Yıldız Sarayı Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya,Türk İslam Eserleri Müzesi ve Arkeoloji Müzeleri. Koleksiyoner olacak kişi buradan koleksiyoner defteri oluşturup tüm eserlerini envanter numaraları ile birlikte bu deftere işlemek zorunda. Müzeler koleksiyonerlerin defterlerini inceleyip kontrol eder. Galeri ve antikacılar da müzayede öncesi eserleri bağlı oldukları müzelerin uzmanlarına liste halinde gönderir, gerekirse eserler yerinde incelenir, ekspertiz raporları oluşturulur. İncelemede eserlerin çalıntı olup olmadıkları da araştırılır.


Bu kadar detaylı incelemeye tabi tutulan müzayedeler ya da koleksiyonerler nasıl olup da müzeden çalıntı eser satabiliyorlar? Müze çalışanlarının da ihmali olduğu açıkça ortada. Kültür ve Turizm Bakanlığı şimdi geriye dönük olarak çalıntı tabloların satıldığı müzayedelerde ekspertiz raporu düzenleyen müze uzmanlarının da peşine düştü.


Ancak müzeciler de bu konuda dertli. Çünkü bakanlık Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan 256 tablo ile sahte olduğunu tespit ettiği 56 tabloyu 2011 yılındaki soruşturmayla tespit etmiş ama bu eserlerin arandığını hiçbir yere bildirmemiş. Hatta kendi resmi internet sitesinde duyurduğu çalıntı eserler bölümünde bile bu tabloların isimleri yok. Müze uzmanları da kendilerini ‘‘Tabloların çalıntı olduğunu nereden bilelim’’ şeklinde savunuyor. Ancak ortada kesin olan bir şey var ki 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Yasası çerçevesinde çalıntı eseri satan da alan da suçlu kabul ediliyor.


8 Aralık 2013 tarihli Radikal gazetesinin bir ve ikinci sayfasında ‘40 tablo için yeni operasyon’ başlıklı haberimize koleksiyoner Cengiz Çetindoğan bir açıklama gönderdi. Açıklamada şöyle deniliyor:


‘‘Çetindoğan, bahsi geçen tabloları müzayede ve piyasada ismi bilinen koleksiyonerlerden 2006 -2007 arasında satın almıştır. 2013 yılı kasım ayına kadar bu eserlerle ilgili Kültür Bakanlığı’ndan bir açıklama veya bildirim almamıştır. Kaldı ki; Kültür Bakanlığı bunca yıl kayıp eserlerle ilgili olarak bir liste hazırlayıp kamuoyu ile paylaşmamış, bu eserleri ilan etmemiştir. 2013 Kasım ayında 12 eserle ilgili olarak bakanlık müfettişleri bu eserlerin satın alınmasına ilişkin belgeleri istemiş, müvekkilim de belge ve bilgileri bakanlık ile paylaşmış, bu eserlerin müvekkilimin koleksiyonunda olduğunu kendisi bildirmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı halen çalınmış ve değiştirilmiş olan bu eserlerin listesini ne kamuoyu ile ne de koleksiyonerler ile paylaşmamıştır. Hiçbir kusuru olmayan iyi niyetli olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bildirimde bulunan, ülkemize müze kazandırmak için çalışmalar yapan müvekkilimin bu operasyon içinde isminin anılması müvekkilimi derinden üzmüştür. Kaldı ki, müvekkilimin bu tablolar nedeniyle uğramış olduğu zararların nasıl ve kim tarafından karşılanacağı müvekkilim tarafından bilinmemektedir.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 11.12.2013



******


271 TABLO DAHA KAYIP!

 



Yıllardır bilinen ama bir türlü kabul edilip resmileştirilemeyen bir gerçek artık "resmen" kabul edildi. Devlete ait müzelerdeki sanat eserleri bulundukları yerlerden çalınmış ve satılmış. Çalınan sanat eserlerinin büyük bölümü Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nden çalınmış.

 

Bu müzeden son 30 yılda 230 tablonun çalındığı veya en iyi ihtimalle kaybolduğu tahmin ediliyor. Bunların bir bölümünün devlet kurumlarında veya resmi konutlarda olduğu kabul edilse bile, 100'ün üzerinde eserin çalındığı kesin. Son birkaç ayda yapılan çalışmalarla bu eserlerden 80 adedinin nerede veya kimlerde olduğu tespit edildi. 31 adedi İstanbul'da yapılan bir operasyonla ele geçirildi.

 

Bu tablolar iş dünyasının önemli isimleri ve koleksiyonerler tarafından satın alınmış. Ancak eserler "çalıntı" veya "kayıp" olarak emniyet birimlerine ve İnterpol'e bildirilmediği için şimdiye kadar resmi bir işlem yapılamıyordu. Çünkü büyük ihtimalle bu bildirimde bulunması gerekenler de hırsızlık organizasyonunun bir parçasıydı.

 



MÜZAYEDE EVLERİ ARACI OLUYOR
Bu çalıntı eserlerin piyasaya sürülerek legalize edilmesinde ise büyük müzayede evlerinin aracılık ediyor olması rezaletin başka bir boyutu. Elbette ki, bu eserleri satın alan amatör koleksiyoncuların, eserlerin geçmişi veya çalıntı olup olmadıkları konusunda kesin bir bilgi sahibi olması imkansız. Ancak yıllardır bu işi yapan ve Türkiye'deki sanat piyasasını yönlendiren aracıların ya da müzayede evlerinin bu sanat eserlerini fütursuzca alıp satması kabul edilebilir gibi değil.

 

Çünkü dünyanın hiçbir yerinde saygın müzayede evleri çalıntı eser satmıyorlar. Tam aksine çalıntı bir eser bir şekilde kendilerine getirilirse, hemen ilgili güvenlik birimlerine ihbarda bulunuyor ve eserin sahibine geri dönmesini sağlıyorlar. Türkiye'de ise böyle bir şey söz konusu bile olmuyor.

 

Birkaç yıl önce, bir spor kulübünün en bilinen ve sevilen bir yöneticisinin evinden çalınan tablolardan biri, Türkiye'nin en ünlü müzayedecilerinden biri tarafından satışa çıkarıldı. Katalogda bu eseri gören alıcılardan biri müzayede evinin yöneticisini uyardı. Ancak uyarıya rağmen müzayedeye konulan eser satıldı ve daha sonra durumdan haberdar olan yönetici tarafından satın alınan kişinin evinden polis marifetiyle el konulmak suretiyle alındı.

 

Türkiye'de müzayedeciler ne yazık ki çalıntı eserler konusunda gerekli hassasiyeti hiçbir zaman göstermiyorlar.

 

Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nden çalınan eserlerin pek çoğunun satışına aracılık edenler arasında Antik A.Ş.'nin sahibi Turgay Artam gibi sektörün en bilinen isimlerinden biri bile yer alıyor. Bu durumda önümüzdeki günlerde (15 Aralık) 280. Müzayedesi'ni yapacak olan Turgay Artam'ım müzayedesine katılacak olanları da bir korku sarıyor. "Acaba burada çalıntı eserler satılacak mı?" korkusu. Galiba bundan böyle başta Artam'ınkiler olmak üzere tüm müzayedelerde bir "polis" bulunması ve tespit yapması gerekecek.

 

Habertürk 11.12.2013

 

******


"ÇALINDIĞI İDDİA EDİLEN ESERLER MÜZAYEDEDEN ALINDI"

 

Avukat Hüseyin Öz, koleksiyoner olan müvekkili Cengiz Çetindoğan'ın, Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nden eser çalındığı iddiasına ilişkin çıkan haberlerde geçen 12 tabloyu, 2006- 2007 arasında müzayedelerden ve koleksiyonerlerden satın aldığını belirterek, gerekli belgelerin de müfettişlerle paylaşıldığını bildirdi. Öz, "Kültür Bakanlığı halen bu eserlerin listesini kimseyle paylaşmadı" dedi. Öz, müzayedeye çıkan tüm eserlerin Türkiye'deki müzelere gönderilmesine ve müzayede kataloglarının uzun zaman yayında kalmasına rağmen hiçbir müzeden uyarı yapılmaksızın bu eserlerin satışının yapılmasına izin verilmesinin sanatseverleri ve müzayede evlerini zorda bıraktığını kaydetti.

Sabah, 12.12.2013

SİNAN'IN 5 ASIRLIK KÖPRÜSÜ YIKILIYOR

 

 

Her gün yanından binlerce aracın geçtiği Mimar Sinan'ın Halkalı-Güneşli kavşağındaki az bilinen eserlerinden Odabaşı Köprüsü ihmalden çürüyor. Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi yazarı, tarihçi ve Mimar Sinan'ın eserleri üzerine araştırma yapan Osman Doğan, Sinan'ın cami, medrese, türbe gibi dini yapıların yanında sivil mimarinin en güzel örneklerinden sayılan çok güzel köprüler de inşa ettiğini kaydederek, tezkirelerden ve diğer vesikalardan Mimar Sinan'ın 12 köprü yaptığının anlaşıldığını bildirdi. Osman Doğan, Mimar Sinan'ın köprülerinden birisinin de İstanbul'da Basın Ekspres yolu kenarında Ayamama Deresi üzerinde Küçükçekmece İlçesini Bağcılar'a bağlayan Halkalı-Güneşli kavşaklarının arasında sıkışıp kalan üç gözlü Odabaşı Köprüsü olduğu bilgisini verdi.

 

BÜYÜK SAYGISIZLIK

Köprünün bugün yeni yolun seviyesinin altında kaldığını belirten Doğan, şu bilgileri verdi: 'Bu köprü yıllarca nice sellere dayandı ve ayakta kalmayı başardı. Ancak 9 Eylül 2009'daki sel felaketinde, Basın Ekspres Yolu Halkalı dönüşünde sel sularının 2 metreyi bulması üzerine yüzlerce araç suyla sürüklenerek köprünün sel yaranlarına ve gövdesine çarptı. Felaketin üzerinden 4 yıl geçti. Bu esnada Ayamama deresi üzerinde ve özellikle Çobançeşme mevkisinde belediye tarafından dere yatağı genişletildi ve köprüler yenilendi. Ancak devamlı övündüğümüz Mimar Sinan'ın köprüsüyle alakalı herhangi bir proje ve çalışma yapılmadı. Bu, Mimar Sinan'a saygısızlıktır.'

Yeni Şafak, 07.12.2013

KÜLTÜREL ZENGİNLİKLER KAÇAK KAZILARDA TAHRİP EDİLİYOR

 

     

 

Muğla’nın kültür envanterinin çıkarılması ve basımı için 2004 yılının sonlarında başlayan çalışmalarda 5 ilçenin envanteri tamamlanarak basım aşamasına gelindi. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler ve 25 kişilik bir ekip tarafından Bodrum, Milas, Yatağan, Kavaklıdere ve Muğla merkez ilçenin envanteri tamamlandı.Muğla Valiliği, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Rektörlüğü arasında 2004 yılının sonlarında imzalanan protokol ile Muğla il genelindeki tüm kültürel envanterlerin hazırlanarak her ilçe için ayrı ayrı envanter çalışması yapılacaktı. Prof.Dr. Adnan Diler'in proje yürütücülüğünü yaptığı ve Karya Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından yürütülen çalışmada, bugüne kadar Bodrum Yarımadası'nın 4 cildi, Milas 3 cilt, Yatağan-Kavaklıdere'nin bir cildi ve Muğla merkez ilçesinin de 2 cildi tamamlanarak baskıya hazır hale getirildi."





MUĞLA, KÜLTÜREL VE DOĞAL DEĞERLERİ İLE TÜRKİYE’NİN EN İYİ KORUNAN İLİ"Proje yürütücüsü Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler, "2005 yılında toplam 25 kişilik bir ekip kurduk. Bu ekipte arkeologlar, sanat tarihçiler, epigraflar ve GIS uzmanları vardı. Bizim hedefimiz sadece Koruma Kurulu'nda tescil edilerek ülkemiz envanterine kaydolmuş tescilli eserleri bir envanter kitabı halinde sunmak değildi. Kapsamlı arazi taramalarının yanı sıra Karya Uygulama ve Araştırma Merkezi ve Koruma Kurulu'nda oluşturulan merkez ekipleri ile kültür zengini Muğla’nın kültür envanterinin veri tabanını yaptık. Yani bu veri tabanı sonrasında her türlü kültür ve sit alanlarını sorgulanabileceği bir sistem oluşturuldu. Muğla, ülkemizin kültürel değerleri, ormanları, eşsiz yapılanmamış kıyıları ve doğal mirası bakımından en iyi korunan ilidir. Ortaya çıkan ciltlere yansıyan zenginlik en çok bizleri şaşırttı. Muğla'nın SİT alanları bu zenginliğe karşın maalesef kaçak kazılar tarafından ciddi anlamda tahrip edilmektedir. Devletimizin gücü, tüm bu alanların korunması için yeterli değildir. Yerel yönetimler ve halkımızın koruma çaba ve etkinliklerine daha fazla katkı sağlaması gerekmektedir” dedi.





BİLİNENİN 2-3 KATI KÜLTÜR ZENGİNLİĞİ ORTAYA ÇIKTI

Yapılan kültür envanteri çalışmalarında, Muğla'nın kültürel olarak bilinenin 2-3 katı daha zengin bir alana sahip olduğunu söyleyen Prof.Dr. Adnan Diler, “Envanter çalışmamız esnasında çok önemli bulgu ve bilgilere ulaştık. Envanter çalışmalarımızda, herkesin bildiğinin dışında Muğla’nın aslında çok daha zengin bir kültürel mirasa sahip olduğunu gördük. Bilinen kültürel mirasın 2-3 katı daha fazla bir kültürel mirasımız olduğu ortaya çıktı” dedi."

 

ÇALIŞMA DİĞER İLLERE ÖRNEK OLABİLİR"

Diler, 2013 yılı sonuna kadar kitapçıkların büyük ölçüde baskı aşamasına geleceğini ancak temel sorunun baskı için gereksinim duyulan kaynakta olduğunu söyledi. Prof.Dr. Diler, envanter ciltlerinin baskısında geç kalınsa da kaliteden asla ödün vermeyeceklerini söylerken, Muğla’ya yakışır, onun gerçek kültürel zenginliği ve kimliğini herkesin anlayacağı dilden ifade eden çok değerli envanter ciltlerine sahip olacağını ve bu çalışmanın Türkiye’de diğer illere de örnek teşkil etmesinin beklendiğini açıkladı.Diler, “Biz bugüne kadar yapılanların en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Amacımız bizden sonra bu zorlu işe soyunacakların bizim yaptığımızdan daha iyisini yapabileceği bir model oluşturmaktır” dedi.

Mynet Haber, 07.12.2013

TELL-FAFAN ŞEHRİ SİİRT'TE ORTAYA ÇIKTI

 

 

Siirt'in Çattepe Köyünde yürütülen Ilısu Barajı arkeolojik kurtarma kazılarında halkı kılıçtan geçirildiği belirtilen Tell-Fafan şehri ile bir liman bulundu.
 

Ilısu Barajı Siirt, Batman ve Mardin kazıları koordinatörü Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur başkanlığında Çattepe Höyükte 2009 yılından bu yana devam eden kazı çalışmalarında Tell-Fafan şehri ve bu şehre ait bir liman ortaya çıkarıldı.

İslam coğrafyacılarının Tell-Fafan'ı 915 yılında halkının neredeyse tamamı kılıçtan geçirildikten sonra ateşe verilerek yakılan bir şehir ve Dicle Nehri üzerinde gemi taşımacılığının başladığı ilk yer olarak kabul ettiği belirtildi.

"HALKI KILIÇTAN GEÇİRİLMİŞTİ"
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Sağlamtimur, Çattepe Köyünde buldukları Tell-Fafan şehrinin 915-916 yıllarında halkının neredeyse tamamı kılıçtan geçirildikten sonra ateşe verilerek yakıldığını belirterek, "Kazı çalışmasında şehrin tamamını kapsayan bu yangının tahribatı açığa çıkartıldı" dedi.

Haluk Sağlamtimur, yazılı kaynakların, MS 10'uncu yüzyılda Erzen, Bitlis ve daha kuzeydeki Ermeniyye şehirlerinden gelen malların Dicle Nehri üzerinden Musul'a ulaştırılmasında aktif bir liman şehri özelliği taşıyan Tell-Fafan'ın MS 11'inci yüzyıldan itibaren bu özelliğini koruyamayıp sıradan bir köy haline geldiğini gösterdiğini ifade ederek, şöyle dedi:

"Çünkü MS 11'inci yüzyıldan itibaren Mervani hakimiyetine paralel olarak yörede yoğunlaşmaya başlayan eşkıya çetelerinin varlığı bu güzergahı büyük ticaret kervanları için oldukça tehlikeli hale getirmiştir. Bu da doğal olarak tüccarların güvenlik açısından uygun olmayan bu yolu terk etmelerine ve Tell-Fafan'ın ticari bir liman şehri olma niteliğini yitirerek küçük bir köy mertebesine inmesine neden olmuştur. Nehir taşımacılığının önemini kaybetmesinden dolayı Tell-Fafan şehri de önemini kaybetmiştir. Tell-Fafan'ın önemini kaybetmesinden sonra Hasankeyf stratejik önem kazandı. Artukluların bölgede güçlenmesi ve Hasankeyf'in başkent olmasından sonra Midyat ve Nusaybin üzerinden güneye inen yol güzergahının önem kazanmasıyla nehir taşımacılığı eski önemini kaybettiğinden dolayı Tell-Fafan tamamen terk edilmiştir. Nitekim MS 12'inci ve 13'üncü yüzyıl kayıtlarında Tell-Fafan adının hiç geçmemesi bu tarihlerden itibaren yerleşim yeri ve limanın önemini tamamen yitirdiğini göstermektedir. Selçuklu döneminden sonra Çattepe Höyük üzerinde bulunan yerleşim de stratejik önemini kaybederek, günümüze kadar iskan edilen bir köy olarak kalmıştır."



 

"LİMAN ŞEHRİ"
Yard. Doç.Dr. Sağlamtimur, Çattepe'nin alt tabakalarında bulunan Tell-Fafan şehrinin Ortaçağ Arap yazılı belgelerinde yer aldığına dikkati çekerek, bu kayıtlardaki bilgilere göre Botan ve Dicle'nin birleştiği noktada bulunması nedeniyle özellikle 10'uncu yüzyıl boyunca El-Cezire'nin önemli ticari şehir ve limanlarından biri olduğunu belirtti.

Çattepe'nin 2009 yılında yapılan kazı çalışmalarında üst tabakalarında bu döneme tarihlenen evrelerin ortaya çıkarıldığını kaydeden Sağlamtimur, bu döneme tarihlenen yapıların büyük bir bölümünün höyüğün güney tarafı ile günümüz köy yerleşimi arasındaki düzlükte bulunduğunu belirtti.

Sağlamtimur, bu döneme tarihlenen yapıların bir bölümünün ise yerleşimin batı tarafındaki Geç Roma surlarının sağlam duvarlarına yaslanarak yapılmış mekanlardan oluştuğuna dikkati çekerek, bu yapılarda ortaya çıkartılan çanak çömleklerin bir bölümünün yapıların içinde bulunduğunu söyledi.

Ortaçağ Arap yazılı belgelerde söz konusu limanın geçtiğini vurgulayan Sağlamtimur, şunları kaydetti:
"Tell-Fafan'ın İslami ve bir liman şehridir. İslam coğrafyacıları Tell-Fafan'ı bir şehir ve Dicle üzerinde gemi taşımacılığının başladığı ilk yer olarak kabul etmektedirler. Bir diğer deyişle Çattepe'ye kadar Dicle Nehri üzerinde keleklerle yapılan taşımacılık buradan itibaren yerini gemilere bırakmaktadır. Özellikle MS 10'uncu yüzyılda kuzey yollarını kullanarak gelen kervanların Tell-Fafan limanından yükledikleri mallarını Dicle üzerinden Cizre ve Musul yoluyla Bağdat'a kadar ulaştırdıkları bilinmektedir. Höyüğün batı tarafındaki kazılarda ortaya çıkarılan büyük dere taşlarından yapılmış çevre duvarı büyük olasılıkla İslami şehir Tell-Fafan'ın çevre duvarı olmalıdır. Bu dönemde Geç Roma-Erken Bizans dönemi surlarının sağlam kalan kısımlarına yeni duvarlar ekleyerek kullanıldığını düşünüyoruz."

Bugün, 07.12.2013

 

BORNOVA BELEDİYESİ'NİN PRESTİJ PROJESİ TAMAMLANIYOR

 

 

İzmir’in tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan eserlerin sergileneceği Merkez’in inşaat çalışmalarında detaylara geçildi. Bu önemli projeyi bitirme aşamasına getirmenin gururunu ve heyecanını yaşadıklarını söyleyen Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, ‘‘Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi kent turizmine ve Bornova’nın tanıtımına önemli katkılar sağlayacak’’ dedi.

Bornova Belediyesi’nin Singapur’daki Dünya Mimarlık Festivali’nde Mimari Kültür Projesi dalında ilk 10 arasına giren, Türkiye’de de Tarihi Kentler Birliği’nden ‘Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması’nda proje dalında ödül alan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi’nin inşaatı bitme aşamasına geldi. İzmir’in tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını kanıtlayan Yeşilova Höyüğü’nden çıkarılan eserlerin sergileneceği Merkez’in inşaatı  Ocak Ayı sonuna kadar tamamlanacak.

Gururlu ve heyecanlıyız
Mimari projesi yarışmayla belirlenen Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi’nin prestij projelerden biri olduğuna dikkat çeken Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, “Biz ilçemizin büyüklüğüne yakışır projelerle dünya sahnesinde hak ettiği yere gelmesi için çalışıyoruz. Projenin Dünya Mimarlık Festivali’nde ilk 10’a girmesi ile büyük gurur yaşamıştık. Şimdi de Merkez’in inşaatını bitiriyor olmanın heyecanını yaşıyoruz. Kent turizmine ve Bornova’nın tanıtımına önemli katkılar sağlayacağına inandığımız Ziyaretçi Merkezi’nin açılışını yapmak için gün sayıyoruz’’ diye konuştu.

Toplam 4 bin 756 metrekare kapalı alana sahip olan ve 8 milyon 469 bin liraya mal olan Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi’nde, arkeoloji araştırma laboratuvarı, eğitim alanları, kafe restoran, aktivite alanları, ofisler, sergi alanları, konferans salonu teknik odalar, arkeologlar için misafirhaneler yer alacak.

Ege Üniversitesi’yle işbirliği
Merkez’de Bornova Belediyesi’nin desteğiyle Ege Üniversitesi’nin yürüttüğü Zaman Tüneli Projesi için de geniş bir alan bulunuyor. Bu proje kapsamında, kazı alanına gelenler hem uygarlıkların kurulduğu alanı ziyaret edebilecek, hem de eserleri çıkarıldıkları yerde görebilecek.

Projenin en önemli ve özgün özelliklerinden biri ise uzun duvarıyla, Yeşilova Höyüğü Kazı Alanı’na gelenleri şimdiki zamandan ayıracak olması. Bu duvar aynı zamanda şimdiki zamanla eski zaman arasında bir geçiş sağlıyor. Proje alanında birebir ölçülerde bir neolitik dönem köyü de yer alacak. Merkez, kazı bölgesiyle aynı alanda yer alıyor olması nedeniyle dünyada ilgili pek çok kuruluşun dikkatini çekiyor.

Haber Ekspres, 07.12.2013

HAYDARPAŞA YANGINININ FATURASI İŞÇİLERE ÇIKTI

 

Haydarpaşa Garı'nın tamiratı sırasında çatıda çıkan yangın nedeniyle 'taksirle yangına sebebiyet vermek' ve 'genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması' suçlamasıyla TCDD mühendisleri ve işçilerin de aralarında olduğu 6 kişiye 1 yıla kadar hapis cezası istemiyle açılan davanın karar duruşması görüldü.

Anadolu 8.Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya yangının çıktığı tarihte Haydarpaşa Garı'nda izolasyon çalışmasını yürüten şirket sahipleri tutuksuz sanıklar İhsan Kaboğlu ve Hüseyin Kaboğlu, tadilat işçisi Zafer Ateş ve taraf avukatları katıldı.

‘ÇIKIŞ NEDENİ SAPTANAMADI’
Duruşmada sanık avukatlarından Cengiz Kesici, TCDD mühendislerinin yangından önce sorumluluklarının bittiğini belirterek, “Binanın çatısında bir milyon 481 bin liralık tadilat maliyeti çıkarılmıştı. Şayet yangın olmasaydı da bu masraflar yapılacaktı" diye konuştu.

Sanık avukatlarından Rüştü Köprülü ise yangına ilişkin 4 kez bilirkişi raporu alındığını ifade ederek, söz konusu yangının elektrik kontağından çıkmış olabilme ihtimalinin raporlarla desteklendiğini kaydetti. Son alınan bilirkişi raporunda sigara izmaritinden dolayı da yangının çıkmış olabileceğini belirten avukat Köprülü, yangının çıkış nedeninin saptanamadığını ifade etti. Tutuksuz sanıklar ise son savunmalarında beraatlarını talep etti.

SUÇ: TARİHİ BİR BİNAYA KARŞI İHMAL
Mahkeme, çatıda izolasyon çalışmasını yapan işçiler Zafer Ateş ve Hüseyin Doğan ile izolasyon çalışmasını yürüten şirket sahiplerinden Hüseyin Kaboğlu hakkında 'Taksirle yangına neden olmak' ve 'Genel Güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması' suçunu işledikleri gerekçesiyle 10'ar ay hapis cezasına çarptırıldı. Zararın karşılanmamış olması, suçun tarihi bir binaya karşı ciddi bir ihmal sonucu işlenmiş olduğunu belirten mahkeme, verilen cezanın ertelenmemesine hükmetti. Diğer sanıklar TCDD mühendisleri Suavi Günay ve Ayşe Kaplan, izolasyon çalışmasını yürüten şirketin sahiplerinden İhsan Kabloğu ise söz konusu suça ilişkin kusurları bulunmadığından beraat etti.

OLAYIN GEÇMİŞİ
28 Kasım 2010 tarihinde Haydarpaşa Garı'nda çıkan yangının ardından, çatıda izolasyon yapan Zafer Ateş ve Hüseyin Doğan adlı işçiler, izolasyon çalışmasını yürüten şirketin sahibi İhsan Kabloğu ve Hüseyin Kaboğlu hakkında, 'taksirle yangına sebebiyet vermek' suçundan, TCDD mühendisleri Suavi Günay ve mühendis Ayşe Kaplan hakkında ise, “genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması" suçundan 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı.
Radikal, 06.12.2013

BU TABLO
40.5 MİLYON DOLAR

Christie's Müzayede Evi'nde düzenlenen açık arttırmada, Hopper'ın (1882-1967) 1934'te yaptığı "East Wind Over Weehawken" adlı yağlı boya tablosu 40.5 milyon dolara satıldı.

 

Buhran sonrası ABD'deki melankoliyi anlatan tablo için müzayede öncesi satış rakamı tahmini 22-28 milyon dolardı.

Açık artırmaya telefonla katılan tablonun alıcısının adı açıklanmadı. Hopper'ın bundan önce en yüksek fiyata satılan tablosu, "Hotel Window"du.

Bu tablo, 26.9 milyon dolara alıcı bulmuştu.

Habertürk, 06.12.2013

ANTİK ÇAĞ İNSANI NEYLE BESLENİYORDU?

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Çiğdem Pala’nın yaptığı ‘Antik Çağda Özellikle Troya’da Gıda ve Beslenme’ konulu araştırma tamamlandı. Antik çağda insanların beslenme alışkanlıklarına ilişkin yürütülen araştırmada, o dönemin yemeklerinin, tahıl ve baklagiller ağırlıklı olduğu sonucuna ulaşıldı.

Çalışmada, antik çağ insanlarının menüsünün temelini arpa ve buğday gibi tahıllar ile bazı baklagillerin oluşturduğu, bunların yanı sıra et, balık, sebze, meyve de tüketildiği saptandı.

Pala, yaptığı açıklamada, ünlü ozan Homeros’un İlyada ve Odysseia destanları başta olmak üzere hem dönemin yazarlarından kalan eserler hem de arkeolojik çalışmalardan elde edilen buluntuların, o dönem insanların gıdalarına ilişkin önemli bilgiler verdiğini söyledi.
Antik çağa ait yazılı belgelerin çoğunda günlük diyetin sitos (tahıl bazlı) ve opsa (bitki ve hayvan proteinleri) olmak üzere ikiye ayrıldığını belirten Pala, şöyle devam etti: “Tahıllarla (buğday, arpa, yulaf, darı) bazı baklagiller (bakla, fasulye, nohut, mercimek, bezelye), antik diyetin temelini oluşturuyordu. Bunlara et, balık, sebze ve meyvenin eklenmesiyle diyet tamamlanıyordu. Dönemin başlıca tahılları arpa ve buğdaydır. Bu tahıllardan kek, lapa, ekmek ve diğer tahıl ürünleri de yapılıyordu. Dönemin sebzeleri ve aromatik bitkileri ise sarımsak, soğan, pırasa, lahana, yabani ıspanak, kereviz, semizotu, turp, tere, kuzu kulağı, kekik, mercan köşk, nane, anason şeklinde sıralanabilir.

Antik çağda et ve balık, üst düzeyde önem verilen gıda maddeleriydi. Hayvan beslemek, tahıl ve bitki yetiştirmekten daha pahalıydı. Antik dönemde balık, bol bulunan bir gıda kaynağı olsa da balık sürüleriyle beklenen zamanda karşılaşılamamış, orkinos gibi büyük balıkların yakalanması zor ve pahalı bir işmiş. Çiftlik hayvanları, kasaplık amacından çok sütü, yünü ve iş gücü için kullanıldı. Pahalıya mal olan etin geniş çaplı tüketimi, zenginliğe işaret ediyor. Antik çağda tüketilen etin büyük bir çoğunluğunu, kurban edilme törenleri sırasında kesilen hayvanlar oluşturuyordu.”

‘Sütü şehirlilerden çok köylüler içerdi’
Pala, antik Yunan ve Roma yazılı belgelerinde, etin muhafaza edilerek saklandığı bilgisinin yer aldığını aktardı. Balıkların açık havada kurutulduğu, tütsülendiği veya tuzlandığını, etlerin de yine tuzlanarak muhafaza edildiğini anlatan Pala, “Garum olarak bilinen sos, tuzlanmış balığın güneş altında birkaç hafta fermente ettirilmesi sonrasında hazırlanmış” ifadesini kullandı.

Eski Yunan’da sütü, şehirlilerden çok köylülerin içtiğini kaydeden Pala, peynire sütten daha fazla önem verildiğini aktardı.


Antik çağda en fazla yetiştirilen meyvelerin, armut, elma, ayva, dut, kızılcık, nar, üzüm, incir, zeytin, badem ve fındık olduğunu söyleyen Pala, “Antik çağda, çoğu Yunan ve Roma evinde mutfak yoktu. Yemek yapılmak istendiğinde küçük taşınabilir bir ocak ve tavalardan yararlanılıyordu” diye konuştu.

Radikal, 06.12.2013

İNSANOĞLUNUN 400 BİN YILLIK DNA'SI BULUNDU

 

 

Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmada, 400 bin yıllık bir insan iskeletinin uyluk kemiğinde DNA bulunduğu açıklandı. Evrim uzmanları, araştırmanın insanoğlunun atalarının incelenmesi yolunda yeni bir ufuk açabileceği görüşünde.

Sözkonusu kemik, İspanya'da bulunan ve eski döneme ait 28 insanın kalıntılarını içeren 'Kemik Çukuru'ndan edinildi. Fakat bulgular, insanın karmaşık soy ağacına dair soruları cevaplamaktan çok yeni sorular ortaya çıkarıyor. BBC'den Paul Rincon'ın haberine göre İspanya'nın kuzeyinde Burgos kentinde bir mağarada bulunan ve 20 yıldan fazla süredir üzerinde çalışılan insan kalıntılarının Orta Pleistosen adı verilen döneme ait olduğu düşünülüyor.

Neandertallere ait özellikler taşıyan fosillerin Homo heidelbergensis ya da Neandertal soyun ilk temsilcileri olabilir. DNA'nın zaman içinde bozulması nedeniyle daha önce bu kadar eski insan fosillerinin genetiğini incelemek mümkün olmamıştı. Fakat dizilim teknolojisi konusundaki hızlı gelişmeler bilim insanlarını şaşırtıyor. "Yıllar önce genetikçiler 60 bin yıldan eski DNA bulunamayacağını söylüyordu" diyor araştırmanın yazarı ve İnsan Evrimi Araştırma Merkezi'nden (CENIEH) Jose Bermudez de Castro.

Sibirya'dan İber'e
Almanya 'nın Leipzig kentindeki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü müdürü Profesör Svante Paabo bu gelişmelerde payı olan bir insan. Paabo, "İnsanın yüz binlerce yıl önceki atalarına ait DNA'yı inceleyebiliriz artık" diyor. Bu sayede bilim insanları mitokondrial DNA'nın (mtDNA) tamamına yakınının dizilimini çıkardı. Fakat bu genetik kodun kıyası beklenmedik sonuçlar ortaya çıkardı. İspanya'da bulunan kalıntılar, fiziksel özellik olarak her ne kadar Neandertallere yakın gözükse de DNA'larının, binlerce kilometre uzakta Sibirya'da Denisova Mağarası'nda bulunan ve 40 bin yıl öncesine ait olan insan kalıntılarınınkine yakın olduğu görüldü.

Denisova kalıntıları o insanların Neandertallere yakın bir gruptan olduklarını gösteriyordu. Küçük bir parmak kemiği ve dişten elde edilen DNA'ları bilim insanları fosil arayışında olan genom olarak adlandırmıştı. Zira bu gruba ait yeterli miktarda fosil bulunmamıştı.


Araştırmacılar, eski DNA dizilimindeki kayıp mutasyonları kullanarak 'Kemik Çukuru'nda bulunan insanın Denisovalı insanla 700 bin yıl öncesine dayanan bir ortak ataları olduğunu gördü.

Çekirdek DNA'sı
Denisova DNA'sını paylaşan bir insanın nasıl olup da Orta Plestosen dönem İspanya'sında ortaya çıktığına dair çeşitli ihtimaller var. Birincisi, İspanya'daki mtDNA, İspanyol ve Denisova hominidlerin ortak atasından gelmiş olabilir. İkincisi, İspanya kalıntıları (veya onların ataları) ile başka bir eski insan türü arasındaki ırk karışımı Denisova benzeri DNA'yı bu batılı nüfusa taşımış olabilir. Prof Castro'nun bu esrarengiz atanın kim olabileceği konusunda bir teorisi var: Homo selef olarak bilinen daha eski bir insan türü. Bir milyon yıl önce bunlar 'Kemik Çukuru'ndan birkaç yüz metre uzakta olan Gran Dolina alanında yaşıyordu. Londra'daki Doğal Tarih Müzesi'nden Prof Chris Stringer, "İnsanın evrimi ile ilgili resmi tam çizebilmek için tüm verilerin elimizde olması gerekiyor. Bunları sadece taş aletlerden, sadece fosillerden elde edemeyiz. DNA'nın devreye girmesi bu olayı yeni bir bakışla ele almamızı sağlıyor" diyor. Fakat mtDNA genetik kopyamızın küçük ve olağandışı bir bileşeni olduğundan buradan çıkarılacak sonuçlar sınırlı. Örneğin, Neandertaller ile modern insan arasındaki ırk karışımına dair modern insanın mtDNA'sında hiçbir iz bulunmuyor.

Kesin bilgi için bilim insanlarının hücre çekirdeğinden elde edilen çekirdek DNA'sının dizilimini Neandertaller için çıkarması ve günümüz insanınkiyle kıyaslaması gerekiyor. Aynı şekilde, İspanya kalıntıları ile diğer eski insanlar arasındaki akrabalık ancak çekirdek DNA'sının çözülmesi ile mümkün olacak.

400 bin yaşındaki İspanya fosilleri açısından bunu yapmak zor; ama mağaradaki ısının sabitliği sonucu iyi korunmuş olmaları umut verici.

Almanya'daki enstitünün müdürü Prof Paabo, "Bu durumda onların Neandertallere, modern insanlara ve Denisovalılara akrabalığı sorusu da kesin çözülmüş olur" diyor.

Radikal, 06.12.2013

BİN YILLIK HAVUZU YIKIP YERİNE YENİSİNİ YAPTILAR

 

Konya’da Mevlana Müzesi’nin bahçesinde bulunan ve Anadolu Selçukluları döneminden kaldığı ileri sürülen ’Şeb-i Arus’ Havuzu’nun kaldırıldı. Yerine benzer taşlarla yeni bir havuzun yapıldı. 25 yıl Mevlana Müzesi’nde müdürlük yaptıktan sonra emekli olan Erdoğan Erol, “Burası Selçuklu Sarayı’nın Gül Bahçesi iken dönemin padişahı Alaeddin Keykubat tarafından Mevlana’nın babasına hediye edilmiştir. İçerisinde bulunan havuz da gül bahçesinin en eski yapısıdır. Bu duruma göre havuz yaklaşık 1000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu yapılan bana göre bir cinayettir” dedi.

 

 

Konya Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan ise havuzun kırık taşlarının, ilmi usullere göre, herhangi bir tahribata izin verilmeden yerinden çıkarıldığını söyledi. Çıpan “Numaralandırılan bu taşlar daha sonra bakıma alındı. Arkadaşlar çalışıyor. Bu taşlar, zaman darlığı nedeniyle, Şeb-i Arus törenlerinden sonra, yerine döşenecek ve havuz orijinal haline yeniden kavuşturulmuş olacak” dedi. Söz konusu havuz, Mevlana’nın ölüm yıldönümlerinde dervişler tarafından etrafında sema yapıldığı için düğün günü anlamına gelen ’Şeb-i Arus Havuzu’ olarak adlandırılıyor.

Vatan, 06.12.2013



******


TAHTÇI MÜDÜRÜN HAVUZ PROBLEMİ

 



Konya Mevlana Müzesi bahçesindeki, tarihi Selçuklulara kadar giden 750 yıllık Şeb-i Arus havuzu taşınırken zarar gördü. Tahrip olan yerlerin yerine havuzun imitasyonu konuldu. Topkapı Sarayı’ndaki tahtı lojmanına taşıtırken haber olan ve daha sonra Konya’ya atanan müze müdürü Yusuf Benli “Su kaçırdığı için havuz taşındı, biraz sabredin” dedi.

 

Konya Kültür Müdürlüğü, Mevlana Müzesi’nde yapılan düzenlemeler çerçevesinde yaklaşık 3 ay önce bahçede bulunan Şeb-i Arus Havuzu’nu kaldırdı. Derviş hücrelerinin önünde yer alan, altıgen planlı gök mermerden yapılan ve suyu ejder başlı bir lüleden akan havuzun taşları tek tek sökülerek Gül Bahçesi’ne konuldu. Mermerlerin sökülürken parçalandığı dikkat çekti. Müze bahçesinde 3 ay süren çalışmalar sonrası kaldırılan havuzun bulunduğu yerden 3.5 metre ileriye ve orijinal taşlarının yerine yeni taşlarla bir benzerinin yapılması tepkilere neden oldu.

 

ESKİ MÜDÜR: ‘TAŞIMA KARARI CİNAYET’

Müzede 25 yılı müdürlük olmak üzere 39 yıl çalışan Erdoğan Erol, “Koruma Kurulu havuzun 3.75 metre kuzeye taşınmasına onay vermiş, bu bana göre bir cinayet. Onay verilen toplantıya sanat tarihçisi üye (başkan)  katılmamış. Üstelik tarihi havuz kaldırılırken kısmen tahrip olmuş ve yerine imitasyonunu koymuşlar. Kararda buna dair bilgi de yok. Yeni bir mermerden havuz yaptırmak yanlış. Marmara mermeri, gök mavisi bir havuzdu eskisi. Kayıtlarda yok ama, dededen dedeye nakle göre, Mevlana Müzesi’nin içinde yer aldığı Selçuklu Gül Bahçesi’nin en eski yapısı olduğu söyleniyor o havuzun” dedi.

 

SANAT TARİHÇİSİ: ‘O GÜN YOKTUM’

Havuzun ötelenmesi ve müze bahçesindeki düzenlemeler için onaylar veren Konya Koruma Bölge Kurulu Başkanı Prof.Dr. Ali Boran ise “Konuya ilişkin Kurul toplantılarında birden fazla karar alındığını”, “mesleki mazereti” gereği tarihi havuzla ilgili Kurul toplantısında bulunmadığını söyledi.

Müzedeki Ruhlar Mezarlığı olarak bilinen bölüme 48 yıl önce konulan ünlü şair Nef-i ve Pakistanlı düşünür Muhammed İkbal için konulan temsili mezar taşları da yeni düzenleme gerekçesiyle kaldırıldı. Konya Müzesi Müdürü Yusuf Benli, tarihi havuzun kaldırılmasıyla ilgili şunları söyledi: “Şeb-i Arus için ön taraf hazırlandı. Çevre düzenlemesi bittiği takdirde bütün hepsi yerlerine oturacak. Koruma kurulundan çıkan kararlar doğrultusunda çalışma yapılıyor. O (havuz) alttan su kaçırdığı için farklı bir yapılaşmaya gidiliyor. Bu (imitasyon) onun altlığı, altlık, kendisi değil. Onun üzerine diğeri oturacak. Restorasyonumuz bitsin. Biraz sabra ihtiyaç var.”

 

‘Törenden sonra düzelecek’

Konya Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, daha önce var olan havuzun kırık taşlarının, ilmi usullere göre, herhangi bir tahribata izin verilmeden yerinden çıkarıldığını belirterek, “Numaralandırılan bu taşlar daha sonra bakıma alındı. Arkadaşlar çalışıyor. Bu taşlar, zaman darlığı nedeniyle, Şeb-i Arus törenlerinden sonra yerine döşenecek ve havuz orijinal haline yeniden kavuşturulmuş olacak” dedi.

 

Saraydan taht taşıtan müdür

Konya Müzesi Müdürü iken 2010’da Topkapı Müzesi Müdürü olarak atanan Yusuf Benli, 2011’de Topkapı Sarayı Harem bölümündeki 3’üncü Selim’e ait tahtı lojmanına taşıtmaya kalkınca eski görev yeri Konya Müze Müdürlüğü’ne iade edilmişti. Olay basında “Saraydan taht kaçırma” başlığıyla yer almış, görevliler tahtı taşırken görüntülenmişti.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 07.12.2013

KUZEYİN USTALARI PRADO'DAN ÇIKTI

 

Madrid’teki ünlü Prado Müzesi direktörü Miguel Zugaza, bünyelerinde bulunan 57 büyük sanat eserinin Lizbon Eski Eserler Müzesi’nde sergileneceğini açıkladı.

 

Prado’nun DNA’sı olarak adlandırılan, Fransız Claude Lorrain, Flaman Paul Rubens ve Jan Brueghel gibi 17. yüzyıl Kuzeyli ustaların eserlerinden oluşan “Kuzey Ülkelerinin Manzaraları” dört  ay içerisinde Portekiz’in başkentine taşınacak. Zuzaga’nın açıklamasına göre söz konusu eserlerin Madrid dışına çıkışı ilk ve son kez olacak. 

Akşam, 05.12.2013



1 - 7 Aralık 2013


BEŞPARMAK DAĞLARI'NDA (LATMOS) TARİH VE DOĞA YOK EDİLİYOR...



TIKAÇLARI ÇIKARIN:
"MADENCİ"LER BİR BÖLGEYİ DAHA
KATLEDİYOR!..





Aydın’ın Söke İlçesi’nden güneye doğru giderken, insanların çoğunlukla yanından geçtiği, bazen kısa bir mola için araçlarından indiği, pek azımızın durup güzelliğini anlamaya çalıştığı, belki de çok daha küçük bir grubun adacıklarındaki Bizans dönemi yapılarını ziyaret ettiği Bafa Gölü ve gölün hemen batısındaki Beşparmak Dağları’nda bulunan sayısız arkeolojik kültür varlığı, birkaç taş ocağının kısa süreli kar hevesi ya da "toprak altı tarihi eserlere duyduğu derin ilgi" nedeniyle tehdit altındadır.




Bölgede birkaç yıl önce başlayan ve halen bazı "madencilik" şirketlerinin (Polat, Kalemaden, Kormad, Albid vd.) başını çektiği bir grup tarafından Beşparmak Dağları’nın farklı tepelerinde açılan taş ocakları çevreye büyük zarar vermekedir. Öncelikle, bölgenin karakteristik bitki örtüsü olan fıstık çamı ormanı bu ocaklar tarafından tamamen tahrip edilmektedir. Bunun yanısıra, açılan ocaklar alandaki tüm canlı yaşamının kaynağı ve bölgenin dağlık yapısı nedeniyle sadece çok ince bir katmandan ibaret olan, oluşumu binlerce yıl alan toprağı bir günde kazarak ana kayayı açığa çıkarmakta ve dinamit gibi çevreye zararlı yöntemlerle ana kayayı parçalamaktadır.

Bu işlemlerin çevreye kısa dönemde vereceği zararlar sadece bitki örtüsü ve toprak kaybı ile sınırlı kalmamaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren benzer taş ocaklarının çalışma alanlarına bakıldığında, ocakların topoğrafyayı çok ciddi anlamda değiştirdiği ve Ay yüzeyine benzer derin çukurları ardında bırakarak bulundukları bölgeden ayrıldığı bilinmektedir. Beşparmak Dağları’ndaki ocakların uzun ve orta dönemde yaratacağı sorunlar erozyon, bölgedeki ekolojik sistemin çökmesi, bölgedeki topoğrafik yapının değişmesi; değişen topoğrafya nedeniyle hidrolojik sistemin etkilenmesi; hidrolojik değişim ve artan erozyon ile Bafa Gölü’nü besleyen sistemlerin ya kaybolması ya da bu sistemlerin hızla artan oranlarda göle toprak yığması olarak özetlenebilir. Kısaca taş ocakları, bu alanı kısa bir süre içinde doğal anlamda tamamen işlevsiz kılacak, terkedecek, ardından bölgedeki ekolojik sistem bu değişiklikleri kaldıramayarak büyük oranda ve olumsuz değişikliklerle karşı karşıya kalacaktır.





Taş ocaklarının bölgenin çevresel ve ekonomik değerlerine uzun ve orta dönemde yapacağı olumsuz etki sadece bunlarla sınırlı kalmamakta, kültür turizmi de bu kısa süreli kazı faaliyetlerinden nasibini almaktadır. Ülkemizde artık kanıksadığımız, arkeolojiyi sadece ‘çanak çömlek’ edebiyatından ibaret gören anlayışa rağmen bu uyarıyı yapmak bizim görevimiz. Bafa Gölü ve özellikle de Beşparmak Dağları’nda bulunan Hitit, Hellenistik ve Bizans dönemlerine ait birçok eser ve yapı, taş ocakları nedeniyle doğrudan tehdit altındadır. Sadece ocak açma ve işletmenin yarattığı tahribat değil aynı zamanda kaçak kazı ve bulunan eserlerin kaçırılması gibi sorunlar, bu tip faaliyetlerin olduğu bölgelerde artmaktadır. Bu varlıkların kaybedilmesi bölge ekonomisine ayrı bir darbe vuracaktır.

Tüm bunlara ek olarak, bölgede yıllardır araştırmacı olarak çalışan A. Peschlow’un bulduğu ve tarih öncesi dönemlere tarihlenen duvar resimleri de aynı tehditle karşı karşıyadır. Ülkemizin zengin arkeolojik mirasına kıyasla çok az sayıda bulunan açık hava duvar resimleri ayrı bir değer ve öneme sahiptir. Araştırmacının 2012 yılından beri sistematik olarak fotoğraflarla kaydettiği tahribatı, 1 Nisan 2013 tarihli bir mektup ile bölgenin yarısını içine alan Aydın ili milletvekillerinden Osman Aydın’a (kanıtları ile birlikte) gönderdiğini biliyoruz.

Sayısız çevresel ve kültürel varlık kaybına sessiz kalan ve sonunda sesini yükseltmeye başlayan insanlarımıza bu tahribatı duyurmak ve karşısında durmaları için son bir fırsat olduğunu söylemek görevimiz. Bölgeye bundan sonraki seyahatinizi krater ve çöl benzeri bir çevreden geçerek yapmak istemiyorsanız harekete geçmek için çok az zamanınız var!







Bölgede yıllardır arkeolojik araştırmalar yapan Dr. Anneliese Peschlow geçtiğimiz Nisan ayında durumu milletvekillerine bir mektupla duyurmuştu:

Sayın
Osman Aydın
Aydın Milletekili

Berlin, 1.04.2013


Sayın Milletvekilim,

Seçim bölgenizde bulunan Beşparmak Dağlarındaki antik Latmos Bölgesi ile ilgili bir konuyu bilginize sunmak ve hakkında yardımlarınızı rica etmek istiyorum. Sözkonusu bölgenin kuzeyi Aydın, güneyi ise Muğla Vilayetlerinde bulunmaktadır.

Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünün şahsıma gösterdikleri güven ve teveccüh ile yaklaşık 30 yıldır bölgede calışmaktayım ve Anadolunun kültürü ve tarihi ile ilgili çok değerli bulgular elde etme mutluluğuna eriştim.

Hâlen emekli olmakla birlikte Istanbul`daki Restorasyon ve Koruma Merkezi ile birlikte kaya resimlerinin tespiti için çalışmalar yürütüyorum.

Beşparmak Dağlarındaki doğal yapı, özellikle de iklimsel oluşumları ve eşsiz Fıstık Çamı Ormanlarıyla, hiçbir arkeolojik bulguya rastlanmasa dahi, sadece özel dokusu ve içerdiği muhteşem güzellikleriyle, Özel Koruma altına alınarak bir Jeo-Park ilan edilmeyi hak etmektedir.

Latmos antikiteden beri Anadolu`nun kutsal dağlarından biriydi. 1400 metreye ulaşan, bu günkü adıyla Tekerlekdağ`ında, Anadolu geleneklerinden gelen Iklim Tanrısı ile yöresel bir tanrı olan Dağ Tanrısı`na ithaf edilmişti. Dağın zirvesi, tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar uzanan süreç boyunca Yağmur, dolayısıyla Bereket Kültünün merkezi konumundadır.

Bu bölgenin arkeolojik değerleri dini olgular ile doğanın birbiri ile uyumlu birleşiminden ortaya cıkmıştır. Doğa ve insan eliyle meydana gelen eserler burada kesinlikle birbirlerine ters düşmeyip, çarpıcı bir uyum ortaya koymaktadırlar. Bu özelliği, dağın tüm zirvesine yayılmış bir biçimde karşımıza çıkan ve tarih öncesi döneme ait (M.Ö.6/5 bin yil) olan, kaya resimlerinde de görmekteyiz. Dünyadaki tüm kaya resimleri arasında buradaki kaya resimleri eşsiz özelliklere sahiptirler. Zira burada, elimizdeki mevcut buzul çağından sonraki diğer örneklerden farklı olarak, ne insana ne de hayvanlara karşı savaş ve şiddet içeren sahneler bulunmamaktadır. Ayrıca günlük yaşamdaki tarım ve hayvancılıkla ilgili sahneler de mevcut değildir.

Burada sadece insan toplumu ve özellikle de aile ile ilgili sahneler vardır. Düğün resimleri, anne-çocuk resimleri, dans sahneleri ve insanların diğer barış içinde geçen yaşamlarından alınan sahneler gösteren resimler bulunur.

Insan toplumunun avcılık ve göçebelik döneminden yerleşik düzene geçerek hayvancılık ve tarıma geçtiği dönemin en önemli unsuru olan aile, kaya resimleri türleri içinde dünyada ilk kez Latmos da karşımıza çıkmaktadır ve bu biçimde başka hiçbir yerde bu güne kadar eşine rastlanmamıştır.


Sayın Milletvekilim,

Latmos Dağı`nın tüm insanlığı ilgilendiren böylesine muhteşem özelikleri bulunmasına karşın yıllardan beri bu dağlarda taş ocakları işletilmektedir. Yakın zamana kadar bu ocaklar dağ zincirinin doğusunda bulunurken, son yıllarda tüm sathına yayılmaktadırlar. Ne yazık ki bu ocaklar Beşparmak dağlarının eşsiz panoramik manzarasını bozmakla kalmayıp buradaki muhteşem fıstık çamlarını da yok etmektedirler ve en acı olanı da, dünyada eşi benzeri bulunmayan, tarih öncesinden günümüze kadar gelmiş olan kaya resimlerini de tehdit etmeye başlamışlardır. Bazı durumlarda resimlerin hemen yanı başındadırlar. Oysa bu tarih öncesi resimler ve etraflarındaki doğal çevre birbirlerine bağlıdır ve birbirleriyle adeta içiçe geçmektedirler.

Taş ocakları, bu bölgede varlıklarını sürdürdükleri takdirde Beşparmak dağları pek yakında beyaz bir çöle dönüşmeye mahkum olacaktır. Kaya resimlerinin bulunduğu yerler, eğer ayakta kalabilirlerse, çorak topraklarda üreyen mantarlara benzeyeceklerdir. Zaten iş buralara geldiğinde korkarım, kaya resimlerinin koruma altına alınmasının da bir anlamı kalmayacaktır.

Bu muhteşem yörenin tümüyle korunması için, vakit kaybetmeksizin taş ocaklarının bu yöreden tümüyle kalldırılması hususundaki, delaletlerinizi sizden tüm içten dileklerimle istirham ediyorum. Buradaki kültür çevresinin korunarak, bizden sonraki nesillere aktarılması hepimizin sorumluluğudur diye düşünüyorum. Henüz bunun için geç kalınmış değildir! Latmos tümüyle Doğa Tarih ve Arkeoloji Parkı haline getirilebilir. Türkiye`de günden güne gelişmekte olan Turizm için Latmos çok değerli bir kaynak olacaktır. Yörenin halkı için de iyi bir gelir kaynağı olabilir. Örneğin Fransızlar Fransız Alplerindeki Bégo Dağında bulunan kaya gravürlerini çok verimli bir biçimde değerlendirmişlerdir. Binlerce turist he yıl bölgeye akın etmektedir.

Latmos`daki taş ocakları sadece kısa vadeli ve ancak küçük bir kesime yarar sağlamaktadır. Yöre halkına hiçbir yararı ve getirisi yoktur. Halk bu durumdan hoşnut değildir. Oysa uzun vadeli yapılacak olan bilinçli bir planlama sayesinde hem dağ turizmi geliştirilebilir, hem devlet hem de yöre halkı bundan ekonomik olarak yararlanabilir. Gelecek nesillere de güzel bir miras bırakmış oluruz.

Hemen bu gün hareket etmemiz gerektiğine bir kez daha dikkatinizi çekerek, yukarıda arz ettiğim hususları değerlendirmenizi ve Latmos ile ilgili düşüncelerime destek vererek, gerekenin yapılması hususunda girişimlerde bulunacağınıza içtenlikle inanıyorum.

Saygılarımla

Dr. Anneliese Peschlow



TAYHaber, Yazı: B. Arıkan - Fotoğraflar: A. Peschlow, 07.12.2013

KAZLIÇEŞME'NİN BİLİNMEYEN TARİHİ

 

 

Kazlıçeşme, Marmaray sonrası daha görünür ve bilinir hale geldi. Semtin içinde yer alan tarihi eserleri gezip tanıtalım istedik: Karşımıza hala konuşan bir geçmiş çıktı. Kazlıçeşme: Semte adını veren çeşme, gidiş-dönüş yolunun ortasında, 16/9 rezidansının gölgesinde kendi halinde duruyor. Üzerinde kaz kabartmasının bulunduğu çeşme, şükür ki hala akıyor. Göncüoğlu, çeşmenin yapılış hikayelerinin çok olduğunu belirtiyor. Ama en makulü şuymuş: İstanbul’un fethi sırasında, su sıkıntısı baş gösterir. Bu sırada uçuşan kazlar dikkat çeker. Onların konduğu yere giden Fatih’in sekbanbaşısı, burayı derhal kazmaya başlar. Fışkıran su, gönülleri de ferahlatır. Ancak çeşmenin üzerindeki kitabede yer alan bilgiye göre; burası 1537 senesinde Mehmed isimli biri tarafından yaptırılmış. Yani çeşme, fetihten 84 sene sonra inşa edilmiş.



 

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Mescidi: Marmaray’dan inince göze çarpan iki camiden biri… Banisi Osmanlı’nın zor zamanlarında sadrazam olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa. 1683 yılında Osmanoğulları’nın Avrupa sahnesine veda etmeye başladığı II. Viyana Kuşatması’nda mezkur paşa, başroldedir. Hüsranla sonuçlanan ve hüzünle eve dönülen savaş sonunda Merzifonlu, IV. Mehmed’in emriyle Belgrad’da idam edilir. Cami, 17. yüzyıl eseri olup, zamanla harap olmuştur. Üç kez yenilenen mescid, geçtiğimiz cuma günü yeniden ibadete açıldı. Mescitten ilginç bir detay: Çeşme, duvarın içinde yer alıyor.



 

Kazlıçeşme Fatih Camii: 1452 yılında inşa edilen cami Fatih devri yapılarından. Süleyman Faruk Göncüoğlu, bu ibadethanenin sur dışında inşa edilen ilk camilerden olduğunu söylüyor. Hemen az ötedeki komşu cami gibi o da günümüze özgün haliyle ulaşamamış maalesef. Göncüoğlu, caminin 1813 senesinde II. Mahmud tarafından, 1954 senesinde de derici esnafınca yenilendiğini kaydediyor. Son halini ise günümüzde yapılan restorasyon çalışması ile almış.



 

Yedikule Zindanları: Süleyman F. Göncüoğlu, Genç Osman’ın katli gibi trajik sahnelerin yaşandığı Yedikule Zindanları’nın İstanbul’un en eski açık hava müzelerinden olduğunu dile getiriyor. Surların en önemli kapısı Altın Kapı… Altın Kapı, II. Theodosios tarafından 413-439 yılları arasında, imparatorları zafer dönüşü hoşamedi ile karşılamak için yapılan bir tören kapısıdır. Bu tarihi yerin inşa ediliş amacı zindan değilmiş. Bizans döneminde ülkeye gelen krallar burada ağırlanırmış. Fatih’in İstanbul’u alması sonrası, yapıya üç kule daha ekler ve adı Yedikule olur. Kulelerin isimleri ise şöyle: Genç Osman, Cephanelik, III. Ahmed, Hazine, Zindan, Top ve Bayrak kuleleri.

 

Uluslararası Barış Parkı: Geziden yorulduysanız biraz mola… Yedikule surlarının dibinde bulunan Uluslararası Barış Parkı, dinlenmek için birebir. 2006’da ‘Soğanlı Bitkiler Parkı’ adıyla açılan park, lalenin memleketi gibi. Zaten parkın ortasında yer alan lale soğanı heykeli bunun göstergesi… Parkın adı, 2010 yılında, Uluslararası Barış Parkı olarak değiştirildi. 550 bin adet soğanlı bitkiyle toplam 600 adet mevsimlik çiçek ekildi. 23 bin 228 metrekarelik bir alana sahip olan parkta çeşitli türlere ait onlarca ağaç da mevcut.



 

Yedi Şehitler Kabri: Yedi şehitler, yolun kenarında, incir ağacının altında yatıyor. Göncüoğlu, burada yatanların Ni’melceyş’ten olduklarını anlatıyor, yani İstanbul’un fethi sırasında şehre besmele ile girip şehit düşen ilk askerlerden… Bu kimseciklerin fark etmediği küçük kabristanın, İstanbul’un ilk Türk şehitliği olduğu serdediliyor. Cephe duvarında bulunan dörtlükte ise şunlar yazılı: “Gaza fethine Sultan Mehmed Han ile/Bu yedi kimse beraber anın ile var imiş/Cümlesin ruhu şahadet şerbetin nuş eyleyüb/Yedikule haricinde bunca yıl esrar imiş.”

 

Erikli Baba Türbesi ve Cemevi: Göncüoğlu, Erikli Baba Tekkesi’nin İstanbul’un en eski Bektaşi merkezlerinden biri olduğunu hatırlatarak başlıyor söze: “Erikli Baba, Anadolu’nun serçeşmesi olarak kabul edilen Hacı Bektaş-ı Veli’nin müritlerindendir. Kendisine Erikli Baba denmesinin nedeni ise kış mevsiminde, kar ve buz içinde erik yetiştirme kerameti göstermesindendir.” Geyikli Baba, Gözcü Baba, Kartal Baba gibi Horasan erenlerinden olan bu veli zat, Süheyl Ünver’e göre İstanbul’un fethine gelen ululardan. Göncüoğlu, dergahın bahçesinde Bizans dönemine ait ikonostasis (azizlerin resimlerinin bulunduğu yer) sütunu parçası bulunduğunu belirtiyor. Bu da burada manastır, kilise ya da ayazma türünden bir dini tesisin yer aldığına işaret ediyor. Bektaşi tekkesi, önce 1826 yılında kapatılmış, sonra da 1925’teki yasak ile faaliyetlerine nokta konmuş. Bu manevi yer, 1993 senesinden beri Erikli Baba Kültür Derneği ve Cemevi olarak hizmet veriyor.



 

Derya Ali Baba Türbesi: Derya Ali Baba, Fatih Sultan Mehmed’in sakabaşısı, yani sulardan sorumlu yetkilisi… Kazlıçeşme’nin muhtasar tarihinde zikrettiğimiz su bulma hadisenin kahramanlarından biri de Derya Ali Baba. Fatih, fetih sonrası bu zata, Kazlıçeşme’den geniş bir arazi tahsis eder. O da burayı vakfeder… Türbesi Marmaray istasyonunun hemen yakınında bulunuyor. Türbenin içinde çok güzel bir çeşme mevcut… Ama bütün bunlara dışarıdan bakabiliyoruz, çünkü türbe kapısı kapalı!

Zaman, 06.12.2013

ÇIPLAK HEYKELLER ORTADAN KAYBOLDU

 

 

Gazi Üniversitesi Rektörlüğü, 1938-1940 yılları arasında yaptırılan ve 30 yıldır Güzel Sanatlar Eğitim Fakültesi Resim İş Bölümü’nün girişinde yer alan, Avusturyalı ünlü heykeltıraş Heinrich Krippel’e ait gençlik ve geleceği simgeleyen nü kadın ve erkek figürlü iki heykeli kaldırdı.


Hürriyet gazetesinden Umut Erdem’in haberine göre Resim İş Bölümü’nde, Ulus Zafer Anıtı’nın da heykeltıraşı olan Krippel’in 2 metre 80 santim ve 2 buçuk ton ağırlığındaki iki heykeli yer alıyordu.

Cumhuriyet’in temel anıtları kapsamındaki heykeller, Atatürk ve kurmaylarının “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözünü temsilen istediği anıtlar olarak ifade ediliyor. Eğitim Fakültesi için yaptırılan heykeller, uzun yıllar boyunca rektörlük binasında sergilenirken, daha sonra Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne taşındı. 30 yılı aşkın bir süredir burada duran heykeller, geçen pazar günü sessiz sedasız taşındı.

MÜZEYE ALINDI
Heykellerin depoya kaldırıldığı iddia edilirken Rektör Danışmanı Prof.Dr. Emin Kuru, kampus içerisinde yaptırılan Resim Heykel Müzesi’ne yerleştirildiğini belirtti. Kuru, heykellerin kaldırılma gerekçesiyle ilgili olarak da şunları söyledi: “Müstehcenlik diye bir şey yok. Bundan 50 sene önce yapılmış bir heykel, 50 yıl sonra illa aynı yerde sergilenecek diye bir şey yok. Sonra bu sene yeni resim heykel müzesi açılmış. Rektörlüğün altında olan müzeye, tarihi değeri olan eserlerle birlikte onlar da konmuş.”

BİNAYA GİRMEZ
Birleşmiş Ressam ve Heykeltıraşlar Derneği Eski Başkanı ressam Önder Aydın da mezun olduğu bölümden kaldırılan heykellerle ilgili şunları söyledi: “Bu heykellerin görünmesini istemedikleri için binanın içine almışlardı. Şu anda içeride olmasına da tahammülleri yok. Artık çıplak modeller de kullandırtmıyorlar. Rektör ve dekanın gereksiz yere, bir yerlere yaranmak için bunları kaldırdığını düşünüyorum. Sanki heykeller kaldırıldığında bir yerlere mesaj göndermek istiyorlar. Bu bir Taliban anlayışıdır. Çağdışı, ülkeyi geri götürmeye çalışan bir anlayış. Başta Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yapan personelin sessizliğini kınıyorum. Müzeye kaldırıldı deniyor. Müze ana binada ve o heykeller müzeye girecek büyüklükte değiller.”

CEHALETİN BU KADARINA İNSAF
Heykelin kaldırılmasıyla ilgili görüştüğümüz heykeltraş Mehmet Aksoy ise “Heykel en büyük korku haline geldi. Cehaletin bu kadarına da insaf artık. Sanattaki çıplaklıkla doğadaki çıplaklığı birbirine karıştırıyorlar. Hala cahiliye dönemindeki heykel antipatisi devam ediyor. Üniversitede heykel kaldırılıyor çünkü Başbakan’ın heykele fobisi var. Görecek de bir şey olacak diye” dedi.

Radikal, 06.12.2013

'KOCA SİNAN'IN KÜÇÜK HAYRATI

 

 

Osmanlı coğrafyasını dehası ile süsleyen Mimar Sinan’ın Fatih’te kendi adına yaptığı küçük mescidi biliyor musunuz? Metafizik bir sessizlik içinde cemaatini ağırlayan bu camide ilginç detaylar da mevcut…

 

Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’u tezyin eden ve onu ‘estetik bir payitaht’ haline getiren sanatkar kimdir diye bir soru tevcih edilse, herkesin dilinde ‘Mimar Sinan’ isminin terennüm edildiğine şahit oluruz. Bugün Manhattan’a öykünen ‘Aziz İstanbul’un ustası Koca Sinan’ın dört bir tarafı güzelleştiren eserleri ile övünüyoruz. Kaldı ki yaşadığı 16. yüzyıla damgasını vuran bu eşsiz deha, sadece İstanbul’a değil, Osmanlı coğrafyasının muhtelif yerlerine bir gül inceliğinde kondurduğu eserlerle de adını ölümsüz kılmıştır. Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerini idrak etmiş olan Mimar Sinan, 99 sene yaşadığı fani hayata baki izler bırakmıştır. Haberimizin konusu bir Sinan güzellemesi değil… Onun yaşarken kendi adına yaptırdığı hayratı… Gözler, Sinan gibi bir mimarın hayratını görünür bir yerde (Mesela Çamlıca) ve devasa bir eser olarak görmek istiyor. Ancak, biyografisi Tezkiretü’l Bünyan’da da yazdığı gibi, ‘Bu fakirin mescidi’ diye zikrettiği küçücük mescid, kendini çok da belli etmeyen bir yerde bulunuyor. Açık adresini hemen söyleyelim: Fatih’te Vatan Caddesi’nden Fevzipaşa Caddesi’ne çıkarken Hoca Üveyz Mahallesi’nde. Daha açık bir ifadeyle Ali Emiri Kültür Merkezi’nin karşısındaki parkın hemen alt tarafında…

 

 

Hem yazlık hem kışlık mescid

Mescidin yapılış tarihi hakkında elimizde net bir bilgi yok maalesef. 1566’dan önce yapıldığı serdediliyor. 1918’de Fatih yangınında sadece minaresi ve duvarları ayakta kalan mescit, daha sonra yıkılarak temel hizasına kadar inmiş. İstanbul’un betonlaşmaya başladığı 1950’li yıllarda bu küçük caminin kaderi de gri tona bulanmaya başlar. Semavi Eyice’nin gayretleriyle mescit ve arazisi kurtarılır. Bu arada yeri gelmişken hatırlatalım: Cami 1938 ve 1962 yıllarında onarım görür. Sinan’ın kendi adına yaptırdığı caminin nevi şahsına münhasır özellikleri var. Dikdörtgen planlı, vaaz kürsüsü ve minberi ahşaptan… Mescit, yazlık ve kışlık bölümlerden oluşuyor. Yazlık bölüm, içerisinde mihrabı bulunan ve mescidi kısmen L şeklinde kuşatan, oldukça geniş bir son cemaat yeri olarak nitelendirilebilir. Ki burasının da üstü kapatılarak daha fazla insanın rahatça ibadet etmesine yardımcı olunmuş. Lakin belirtildiği gibi minberi kışlık olanda… Bu arada yazlık kısmı son zamana kadar kapalı duruyordu… Ama son zamanlarda burası da ibadete açık… Umarız kapılarını yine kapatmaz.

 

 

Minarenin gizemi    

Bir silindir baca şeklinde inşa edilmiş minarede, Sinan’ın dehasının parıltıları görülüyor. Mescidin avlu girişinde ve kufeki taşlarla, yani çoğunlukla küçük istiridye kabuklarının oluşturduğu kalkerle örülü… Sekiz köşeli, şerefesiz, 10 metre yüksekliğindeki taş minare, yatay bilezikle üçe bölünmüş. Sanat tarihçileri, mermer ezan okuma yerini, taşçılık sanatının güzel bir örneği olarak değerlendiriyor. Yine Osmanlı mimarisinin klasik çağındaki bu şerefesiz minare, bir Mimar Sinan buluşu… Koca mimar, bu estetik yönü, kendi adına yaptığı küçük mescitte denemiş. Minareyi farklı kılan özelliği, şerefe vazifesi gören ve 26 basamaklı taş merdivenle çıkılan ezan köşkü. Burada sekiz adet küçük pencere bulunuyor. Böylece ezanı okuyan müezzinin sesi her yöne ulaşıyor(muş). Ancak bugün burada bir hoparlör takılı, ezan elektrikle yayılıyor. Sinan’ın kendi imkanlarıyla yaptığı mescidin evkafına kendisinden sonra başmimar olacakların nezaret etmesini şart koşmuş. Bir de ‘kıyamete kadar’ yaşatılmasını…

Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 06.12.2013

SUR DİBİNDE 'BETONARME' YENİLEME

 

 

Osmanlı mimarisinin İstanbul’daki nadir örneklerinden olan Ayvansaray’ın Türk Mahallesi betonarme bir dönüşüm geçiriyor. Fatih Belediyesi tarafından 2005’te “yenileme alanı” ilan edilen Ayvansaray’da tescilli tarihi ahşap yapıların sökülerek aslına uygun bir şekilde restore edileceği, tarihi mahallenin canlandırılacağı savunuluyordu. İstanbul II Nolu Yenileme Alanları ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun “belgelenerek sökülmesine ve kullanılabilir elemanların ayıklanarak rekonstrüksiyon sırasında yeniden kullanılmasına” karar verdiği, kültür varlığı olarak tescilli yapılar kepçelerle yıkılmıştı. Tescilli ahşap yapıların yıkıldığı alanda ise şimdi ‘restorasyon’ adı altında beton bloklar yükseliyor.


Ayvansaray’da yapılan inşaat çalışmalarının kentsel yenileme olarak adlandırılamayacağını belirten İTÜ Mimarlık Bölümü’nden Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, “Tarihi tescilli binalar yıkılmamalı, eğer yıkılıyorsa özgün malzemesi ile aslına uygun bir şekilde yapılmalı. Ayvansaray’da yapılana koruma demek olanaksız; adı ‘yenileme’ olan bir sahtecilik. Surlarla ilişkili alan evrensel değer taşıdığı için çok önemli. Dünya Mirası olan kara surlarının koruma bandı içinde yer alan bölgede bu şekilde ciddi değişiklik yapılması surların algısını değiştireceği için çok hatalı bir yaklaşım” diye konuştu.


İKİNCİ SULUKULE
UNESCO Dünya Miras alanı olan İstanbul kara surlarının koruma bandını yarı yarıya değiştirmesiyle eleştirilen Sulukule’de de benzer bir süreç yaşandığını belirten Ahunbay, “Dünya Mirası alanında UNESCO’nun onayı, görüşü alınmadan çevrede değişiklik yapılmamalı. Ayvansaray Surların koruma alanında olduğu için özel bir statüsü var. Sulukule’de de öyleydi, ancak Sulukule’de tescilli olan ev sayısı daha azdı. Ayvansaray’da daha fazla tescilli bina vardı, ancak hepsi yıkıldı” dedi.

TARİHİ MAHALLE YOK OLDU
Ayvansaray’daki projenin bir rehabilitasyon çalışması olarak adlandırılamayacağını belirten Mimar Korhan Gümüş ise “Türkiye’nin imzalamış olduğu konvansiyonda sur koruma bandında yapılacak her müdahaleyi UNESCO ile tartışmak gerekir. 1985 yılından beri Dünya Miras Alanı ilan edilmiş bulunan bir yerde, kara surlarının koruma bandı içindeki bir tarihi mahalle kamu yönetimi ve yatırımcılar işbirliği ile dönüştürülüyor. Surların içinde inşa edilen bu betonarme yapıların restorasyonla uzaktan yakından alakası yok. Sulukule’de yapılan bir emlak geliştirme operasyonuydu, burada yapılan da öyle. Ayvansaray’da bu güzel kent parçası bir toplu konut sitesine dönüşecek. Böyle bir uygulama skandaldır. Üniversitelerin de harekete geçmesi lazım” dedi.

 

***

 

NE OLMUŞTU?

Ayvansaray 2005 yılında Fatih Belediyesi tarafından yenileme alanı ilan edilmişti. Osmanlı-Türk mimarisinin örneklerinden Türk Mahallesi’ndeki Koruma Kurulu tarafından tescilli yapılar, yenileme projesinin ihalesini alan Şener Grup adına Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi tarafından kepçelerle yıkılmış, sit alanı olan Tarihi Yarımada’da bulunan bölgede İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nün izni olmadan hafriyat yapılmıştı.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 05.12.2013

ERCAN: MÜZE HAZİRAN'DA AÇILACAK

 

 

Şanlıurfa mozaik müzesinde çalışmalar son hızıyla devam ediyor. Dış cephede inşaatın %80'nin tamamlandığını belirten Müze müdürü Müslüm Ercan, müzenin bitmesi bizim için çok önemlidir. Bizim memlekette deniz ve kumsal yok, bizim en büyük turizm ayağımızı arkeoloji ve tarih oluşturuyor. Arkeoloji ve tarihinde en önemli ayağını müze ve ören yerlerimiz oluşturuyor. Bu yeni müze bu nedenle bizim turizmimize çok şey katacaktır" dedi. 


Ercan, Halepli bahçe müze projesinde çalışmalar devam ediyor. Yavaş yavaş çalışmalarında sona doğru geliyoruz. İnşaat çalışmalarının %80'i tamamlanmış durumda. Projenin inşaat bölümünde sona doğru yaklaştık. Artık tamamen içine yoğunlaşmış durumdayız. Müzenin içinden aydınlatmasına kadar canlandırmalara kadar son şekilleri veriliyor. En yakın zamanda şuan bulunduğumuz müzenin tarihi yapılarını yeni binaya taşımaya başlayacağız. 2014 Haziran ayına müze projemizi yetiştireceğiz. Şanlıurfa turizminin en önemli lokomotifi Halepli bahçe müzesi olacaktır. İfadelerini kullandı.

Gap Gündemi, Haber: Şeyhmus Aydoğdu, 05.12.2013

MEZARDAN ÇIKARDIKLARI TARİHİ ESERLERLE YAKALANDILAR

 

 

Erzincan Emniyet Müdürlüğü, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) ekipleri Erzincan-Erzurum Karayolu üzerinde önceki gün yaptıkları yol denetiminde şüphelendikleri M.R.T. yönetimindeki 65 plakalı otomobili durdurdu. Polisler, İ.K. ve A.Y.'nin de bulunduğu otomobilde arama yaptı. Aramalarda, sürücü M.R.T.'ye ait olan ve poşetle otomobil içerisine konulmuş ayakkabıların içinde bayan figür resmi olan, Ferpav Dnzeno yazılı ve arka kısmında haç işareti bulunan sarı renkli 45 sikke, bakır sikke, 2 çift yılan başı olan bakır bilezik ile üzerinde herhangi bir ibare olmayan 3 bakır bilezik olmak üzere toplam 51 parça tarihi eser tespit edildi.

Polis, M.R.T., İ.K. ve A.Y. gözaltına aldı. M.R.T. ifadesinde Ağrı'nın Diyadin İlçesi'nde kuyu inşaatı ile uğraştığını belirterek, "Kuyu kazarken, yakındaki mezarlıktan şüphelendim. Orayı kazdığımda bunları buldum ve satmak için İzmir'e götürüyordum" dedi.

 

M.R.T., İ.K. ve A.Y. isimli şüpheliler hakkında '2 bin 863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanuna Muhalefet' suçundan işlem yapılarak serbest bırakıldı.

Manşet Gazetesi, 05.12.2013

PICASSO'NUN 1 MİLYON DOLARLIK TABLOSU 100 EURO'YA SATILACAK

 

 

Ünlü ressam Pablo Picasso’nun 1 milyon dolarlık tablosu 100 Euro’ya yeni sahibine kavuşacak. Paris’teki Sotheby’s müzayede evinde yapılacak etkinlikte, Picasso’nun “Opera Şapkalı Adam” (L’Homme au Gibus Man in the Opera Hat) tablosu, ismi açıklanmayan sahibi tarafından Lübnan’daki antik bir kente yardım etmek için çekilişle yeni sahibine verilecek.

 

Geliri Lübnan’daki UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan antik Tyr kentine bağışlanacak yardım kampanyasında, biletler 100 Euro’ya (yaklaşık 277 lira) satılıyor.

 

 www.1picasso100euros.com adresinden satışa sunulan 50 bin biletten 40 bini şimdiden satıldı. Çekiliş 18 Aralık’ta düzenlenecek. Yardım kampanyası, Tyr kentinde, kadın, çocuk ve engellilere iş imkanı sağlamayı hedefliyor.

Habertürk, 05.12.2013

TARİH AKSARAY MALAKLILARINA EMANET

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın geçen yıl yayınladığı genelge kapsamında, Türkiye ’deki müze ve ören yerlerine Aksaray Malaklısı köpekler gönderiliyor. Bu kapsamda Aksaray’dan Silifke Müzesi’ne gönderilen 30 günlük dişi ve 2 aylık erkek köpekler ilçeye getirildi.
 

MONİ VE MİNO İŞBAŞI YAPTI

Köpekleri Aksaray’dan teslim alıp getiren müze müdürü İlhami Öztürk, yaptığı açıklamada, Moni ve Mino ismi verilen köpeklerin büyüdükçe iç güdüsel olarak bulundukları alanları koruma özelliği olduğunu ifade etti.

Öztürk, yavru köpeklerin Silifke Müzesi’ne verilmesinde emeği geçen Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine, Aksaray Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Aksaray Malaklısı Irkları Geliştirme Derneği yöneticilerine teşekkür etti. Silifke’nin tarihi bakımdan çok zengin bir ilçe olduğunu, taşınabilir tarihi eserlerin de müzede sergilendiğini vurgulayan Öztürk, köpeklerin müzenin korunmasında büyük katkısı olacağını söyledi.

Radikal, 05.12.2013

FRANSA
ÇALINAN ESERLERİ
İADE ETTİ

 

Hüsnü Mübarek'in devrildiği Mısır'daki 2011 ayaklanmaları sırasında başkent Kahire'deki Antik Eserler Müzesi'nden Fransa'ya kaçırılan iki bin yıllık beş tarihi eser, Fransa tarafından Mısır'a iade edildi.

Eserlerin üç parçasının bir kişinin camdan yapılan heykeline ait olduğu, diğer ikisininse keten ve alçıdan yapılmış iki eser olduğu belirtildi.

Sabah, 05.12.2013

BEDRİ RAHMİ'NİN 'YAZMA KOLEKSİYONU' GELİYOR

 

 

Şair, yazar ve ressam olarak tanınan çok yönlü usta sanatçı Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun, Anadolu'nun en eski kültür miraslarından olan yazmalara getirdiği yeni yorumlar, sanat tutkunları için görücüye çıkıyor.

Sanatçı Eyüboğlu'nun vefatından sonra yazmacılığı sürdürmeye çalışan Kanadalı gelini Hughette Eyüboğlu, hem sanatçıyı hem de hayran kaldığı Anadolu kültürünü yaşatıyor.

Hughette Eyüboğlu, yaptığı açıklamada, 1975'te vefat eden kayınpederinin, resimleri, yazıları, şiirleri, yazmaları, duvar resimleri, panoları ve mozaikleriyle adından dünya çapında söz ettirmiş büyük bir isim olduğunu söyledi.


Hughette Eyüboğlu, tarihi çok eskilere uzanan yazmacılığın en önemli temsilcilerinden olan kayınpederinin, karısı Eren Eyüboğlu ile yazmalara yeni yorumlar getirdiğini, yeni bir boyut kazandırdığını belirtti.

 



"BU MİRASA SAHİP ÇIKMAK BENİM KADERİM"
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazmalarında, kendisinin oyarak şekillendirdiği ağaç baskı kalıplarını kullandığını anlatan Hughette Eyüboğlu, "O, kalıplarda Osmanlı ve Selçuklu'ya ait simgeleri çok fazla uyguladı. Örneğin Selçuklu kartalları, Osmanlı'yla özdeşleşmiş lale, nar, balık, deniz kızı, kuşlar, kınalı ve Ayşe gelin gibi motifleri seçti" diye konuştu.

Bütün ailenin birlikte aynı atölyede yazmacılığı uzun yıllar devam ettirdiklerine değinen Eyüboğlu, şunları söyledi:
"Aile geleneğimiz haline gelen yazmacılık sanatını Bedri Bey'den, oğlu Mehmet yani benim eşim devraldı. Anne ve babasının onca emek verdiği, kaybolmaya yüz tutmuş bu sanatı yaşatmak için ölene kadar uğraştı. Geliştirdiği yeni kalıp oyma tekniğiyle yazmacılık sanatına kolaylıklar da getiren eşim, anne ve babasının tasarımlarının yanı sıra kendi tasarımlarını da yazmalara taşıdı.

Yaşamının sonuna kadar bu sanatın, kültürün var olması için çabaladı. Ben de aslında farmakoloji uzmanıyım ancak hayatımın büyük bir kısmını ailemle birlikte sanata adadım. Şimdi hem onlardan kalan baskılarla üretimler yapıyorum hem de atölyede yeni öğrenciler yetiştirerek mirasa sahip çıkıyorum. Eserlerde aynı zamanda başka sanatçılarla da çalışarak hat sanatını da kullanarak hatırlanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bu mirasa sahip çıkmak benim kaderim."

Sanatçının yazmaları ve özgün baskılarının yurt dışında da önemli müzelerde sergilendiğini dile getiren Hughette Eyüboğlu, onların da büyük ilgisiyle karşılaştıklarını kaydetti.
 

ESERLER 35 LİRADAN
Bugün, Ankara'nın tarihi mekanlarından birisi olan At Pazarı'nda, Geleneksel Türk El Sanatları Vakfı (GESAV) işbirliği ve ev sahipliğinde açılışı yapılacak "1951 Yılından Bugüne Eyüboğlu Yazmaları Sergisi"nde 500'e yakın eser yer alacak.

Dileyen sanatseverler ve koleksiyonerler, hem sanatçının en çok bilinen yazmalarından örnekleri görebilecek hem de onun motifleriyle farklı formlarda basılan yazmalara, 35 liradan başlayan fiyatlarla sahip olabilecek.

Şiirlerinde de halk kaynağından beslenen, masallardan, söylencelerden, türkülerden yararlanarak doğa tutkusunu, insan sevgisini, yaşama sevincini yansıtan sanatçının eserlerinin yanı sıra kuşak temsilcilerinin de eserleri 14 Aralık'a kadar görülebilecek.

Habertürk, 05.12.2013

VERMEER'İN SIRRINI ÇÖZMÜŞ

 

 

Johannes Vermeer’in, 1600’lü yıllarda yaptığı foto gerçek tablolarını nasıl yaptığı sanat dünyasının çözülemeyen gizemlerinden biriydi. Böylesine teknolojiye dayalı çalışmaları o yıllarda nasıl yaptığı soru işareti olarak kalmıştı. Şimdilerdeyse Teksaslı bir mucit olan Tim Jenison, bu gizemi çözdüğünü iddia ediyor.

Hollandalı ressam Johannes Vermeer, adeta Shakespeare tragedyalarından fırlamış bir karakter gibi sanat dünyasının en gizemli isimlerinden biri oldu hep. 21 yaşından itibaren yaptığı fotogerçekçi tabloları, ressamın doğuştan usta olduğu izlenimini veriyordu. Hollanda kaynaklarında Vermeer’in öğrencilik ya da çıraklık dönemine ait herhangi bir kayıt olmaması da, bu tezi doğrular nitelikteydi.

 

KAMERA OBSCURA...

Sanatçı 43 yaşında yani 1600’lü yıllarda hayatını kaybettikten sonra, çalışmaları iki yüzyıl boyunca hak ettiği değeri görmedi. Hatta tablolarının bu kadar gerçekçi olması, Lucian Freud gibi sanatçıların ağır eleştirilerine neden oldu. O yıllarda teknoloji pek mümkün kılmasa da Vermeer’in, şimdiki fotoğraf makinelerinin atası kamera obscura ile tablolarını yaptığını iddia edenler de oldu. Yaşayan efsane olarak görülen İngiliz ressam David Hockney ise Vermeer’in tablolarını lens ve ayna yardımıyla yaptığını iddia ediyordu. Bünyesinde beş Vermeer tablosu barındıran Met Müzesi’nin küratörü Walter Liedtke tartışmalarla ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Vermeer’in kamera obscura kullandığı iddiasına karşı çıkmıyorum. Kullanmış olabilir. Ancak bu yöntemin, sanat eserinin değersiz olarak kabul edilmesi fikrini savunmuyorum.”

 

MERAKLI BİR MUCİT

Tüm bu tartışmalarında gölgesinde, Teksas’ta yaşayan ve sanat tartışmalarından pek de haberi olmayan Tim Jenison adlı mucit, Vermeer’in sırrını çözdüğünü iddia ediyor. Hayatını dev model uçaklar ve savaş robotları üzerinde çalışarak geçiren Jenison, video yapımında kullanılan NewTek isimli bir donanım ve yazılım geliştirmiş bir meraklı. Kızının ders notları üzerine Vermeer ile tanışmış ve ilgisini çeken bu teknik üzerine araştırmalara başlamış. Jenison o kadar meraklı bir adam ki, Vermeer tablolarını yerinde ziyaret etmiş, hatta Hollandaca bile öğrenip, makaleleri anadilinde okumuş. Jenison’a göre Vermeer, renkleri ve tonlarını çok iyi analiz etmiş bir ressam. Ancak yine de bu, ressamın fotoğraf kalitesine yakın resim yapmasına izin verecek kadar güçlü bir sav değildi. Peki o zaman Vermeer’in kullandığı teknik neydi?

 

VERMEER KOPYALAMIŞ

Jenison bir gün banyodayken aynaya bakar ve sırrı çözecek puzzle parçaları kafasında şekillenmeye başlar... Eğer lens, küçük ve hafifçe derecelendirilmiş bir ayna üzerindeki görüntüye odaklanır, ayna da ressamla tuval arasında bir yere yerleştirilip yansıtılırsa; ressam öne ve arkaya bakarak görüntüyü kopyalayabilirdi. Ta ki resim, gerçek görüntüdeki renk tonlarını yakalayana kadar. Beş yıl evvel Jenison bu tekniği mutfak masası üzerinde denemiş. Siyah beyaz bir fotoğraf çekmiş ve lens yardımıyla tuvale yansıtmış. Daha sonra yuvarlak bir ayna alarak fotoğraf ve tuval arasında durmuş. Fotoğraf ve tuval arasındaki renk tonları aynı olduğunda aynanın çerçevesinin görünmediğinin farkına varmış. Birkaç saat sonra da ortaya kusursuz bir kopya çıkarmış, üstelik daha önce bırakın resim yapmayı, çizim bile yapmamış biri olarak. Jenison o an için şöyle diyor, “Gözlerime inanamadım. İlk kez resim yapmıştım ve harika görünüyordu. İşte Vermeer’in tekniği buydu.”

Radikal, 04.12.2013

KARS'TA TABYALARIN İÇERİSİ TEMİZLENİYOR

 

Kars’ta bulunan 46 tabyadan Karadağ Tabyası, Gemili Tabya ve Arap Baba Tabyası İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce Müze Müdürlüğü’nden de konuyla ilgili uzmanların nezaretinde içerisinin bakım ve temizliği yaptırıldı.İl Kültür Müdürlüğü’nce İŞKUR’dan temin edilen 15 işçiyle birlikte yapılan çalışmayla Gemili Tabya temizliği tamamen tamamlanırken, Karadağ Tabya ve Arap Tabya’nın temizliklerine kar yağışı ve soğuktan dolayı ara verildi. Havaların düzelmesiyle birlikte bu tabyalarında içerisinin temzilenmesine kaldığı yerden devam edilecek. Müze Müdürlüğü’nden uzmanlarında bulunduğu çalışmalar titizlikle yapıldı.1848-1853 tarihleri arasında Sultan Abdulmecit zamanında yaptırılan 250 kişilik Karadağ Tabyası, Borazanlı Tabya olarakta biliniyor. 1855 Osmanlı Rus Savaşı, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı ve 1918-1920 Osmanlı - Ermeni Savaşı'nda Kars'ın savunulmasında önemli etken olan Karadağ Tabyası, yıllarca ihmal edilmiş ve bölgede bulunan insanlar tarafından içerisi ahır olarak kullanıştı. Demir kapıları ve pencereleri kesilerek götürülen tabyanın duvarları da kimliği belirsiz kişiler tarafından yıkılmıştı. Karadağ tabya gibi Gemili Tabya ve Arap baba Tabyası'da kimliği belirsiz kişiler tarafından tahrip edilmişti.Bünyesinde yaklaşık 46 tane tabyayı barındıran Kars, tabyalar şehri olma özelliğiyle yerli ve yabancıların ilgisini çekiyor.

Mynet Haber, 04.12.2013

ANTİK KENTE YEDİ KATLI 'KORUMA'

 

 

1. derece sit alanı olan Myrelia antik kenti için hazırlanan 1/1000 ölçekli koruma amaçlı nazım imar planında sit alanındaki yapılaşma için bina kat yüksekliği ikiden beşe çıkartıldı. Bölgenin eğimiyle kat yüksekliği yediyi bulabilecek. Sit alanının 50 bin metrekaresi de turizm alanı ilan edilerek imara açıldı.


Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, 2010 yılında Bursa’nın Mudanya İlçesi'nde Myrelia antik kentinin yakınında yaptığı yüzey çalışması sırasında yoğun seramik parçalarına rastladı. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na başvuran üniversite, antik kentin 1. derece sit statüsünün bu alanı da kapsayacak şekilde genişletilmesini istedi. Bölgede incelemelerde bulunan koruma kurulu ise bölgeyi 3. derece arkeolojik sit alanı ilan etmeyi uygun buldu. Bölge 3. dereceden sit alanı ilan edilince mevcut imar planı da iptal edilmiş oldu.


Mudanya Belediyesi, 15 Kasım 2013’te 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı yaptı. Ancak bu planda, kurulun 3. derece sit alanı ilan ettiği alanda bina kat yüksekliği ikiden beşe çıkartıldı. Antik kentin 50 bin metrekaresi de ‘turizm alanı’ ilan edilerek imara açıldı. Mudanya Belediyesi’nin hazırladığı plan, şimdi koruma kurulu ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden onay bekliyor. 

‘Antik kent üstü süpermarket’e yaradı
Mudanya halkı, antik kentin üzerine yapılan süpermarket inşaatına 2011’de dava açmıştı. Halen devam eden davada yürütmeyi durdurma kararı alınmış ve inşaat durdurulmuştu. Yeni plan onaylanırsa dava düşecek ve süpermarket inşaatına da devam edilmesi mümkün olacak. Mudanya Halk Meclisi sözcüsü Levent Kayak, “Yeni imar planı onaylanırsa yürütmeyi durdurma kararı ile ruhsat iptal kararı düşecek. Dolayısıyla yeniden ruhsat alacak olan firma inşaata kaldığı yerden devam edebilecek. Yeni imar planının süpermarkete yasal zemin hazırlamak için yapıldığı apaçık ortada. Çünkü süpermarketin arazisi planda ‘ticaret alanı’ ilan edilmiş. Buranın 3. derecede değil 1. derece sit alanı ilan edilmesini istiyoruz” diye konuştu.

‘Antik kente zarar verir’
Bursa Şehir Plancıları Odası Başkanı Füsun Uyanık, planın iptali için dava açacaklarını ve belediye meclis üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını belirtti. Uyanık şöyle devam etti:
“Emsal değişiklikleriyle bölgede beş kata kadar yapılaşmaya izin verildiğini görüyoruz. Bölgenin eğimini de hesaba kattığımızda bu yükseklik yedi kata kadar çıkıyor. Bölgede kat yüksekliğinin ikiden yediye çıkartılması arkeolojik sit alanına ciddi zarar verecektir. Bu durum turizmi koruma mantığına aykırıdır. Ayrıca 1. derece sit alanı ve yeşil alan ilan edilmesi gereken bu 50 bin metrekarelik bölge, ‘turizm alanı’ ilan edilmiş. Bölgenin turizm alanı olarak ilan edilmesi, imara açılması anlamına geliyor. Bu durum şehir planlama ilkelerine aykırıdır.”

Radikal, 04.12.2013

ÇİN MODERN RESMİNDE
21 MİLYON $'LIK REKOR SATIŞ

 

Çin modern sanatının ünlü ressamlarından Huang Zhou'nun bir tablosu, açık artırmada 128.8 milyon yuanlık (21 milyon dolar) rekor fiyata satıldı.

Pekin'de faaliyet gösteren Poly Uluslararası Müzayede şirketinin yaptığı açık artırmada Zhou'nun 1981'de yaptığı "Otlakta Şenlik" adlı 360'a 142 santimetre ebadındaki tablo 13 milyon yuan taban fiyatla satışa sunuldu.

Tabloyu almak için 60 kişinin kıyasıya mücadele ettiği açık artırmada son fiyat 128.8 milyon yuan olarak belirlendi. tabloyu satın alan koleksiyonerin kimliği açıklanmazken Çin modern sanatının son dönem yükselişi dikkat çekiyor.

Sabah, 04.12.2013

BAKSI MÜZESİ'NE BÜYÜK ÖDÜL

 

Sanatçı ve eğitmen Hüsamettin Koçan’ın büyük bir emek ve kararlılıkla Bayburt’ta, kendi köyünde kurduğu Baksı Müzesi, Avrupa Müzeleri Büyük Ödülü’nü aldı.

 

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından verilen Avrupa Konseyi Müze Ödülü’nün 3 finalistinden biri olan Baksı Müzesi; Letonya’dan Žanis Lipke Memorial ve İsveç’ten Bildmuseet ile rekabet etmişti. Jüri, Baksı’nın önemi için; “Baksı Müzesi kurucusu Hüsamettin Koçan’ın ve ona destek olan 160 çağdaş sanatçının, samimi bir gayeyle, yüksek kalitede sanat ve tasarımı Doğu Anadolu kırsalına götürmesi, bir yüreklilik örneği oluşturuyor. Bu proje, yerel halkın kültürel ve ekonomik olarak kendi toprağında kök salmasına destek olarak merkez ile periferi arasındaki uçurumun nasıl aşılabileceğine son derece ilham verici bir örnek olarak beliriyor.” demişti.

Zaman, 04.12.2013

DÖNÜŞÜM, TEK TİP BİR YÖRESEL MİMARİ YARATABİLİR

 

 

Mimarlar Workshop Kurucusu Yüksek Mimar Mehpare Evrenol; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yöresel mimarileri koruma altına alma girişimlerini değerlendirdi. Evrenol, kentlerdeki dönüşümün ne kadar sağlıksız olduğuna dikkat çekerek kırsalın olası değişiminin de benzer problemlerle boğuşacağı endişesini taşıdığını belirtiyor.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yöresel mimarileri koruma altına alma girişimlerini değerlendiren Mimarlar Workshop Kurucusu Yüksek Mimar Mehpare Evrenol; “Yöresel mimari bulunulan coğrafyanın iklim şartları, topografik yapısı, içinde yaşayan toplumun gelenek ve kültürel yapısıyla, sosyal yaşantısı ile şekillenir. Bu açıdan bakıldığında ülke olarak şanslı bir coğrafyadayız, çok fazla zenginliğimiz ve kültürel çeşitliliğimiz mevcut. Fakat son yıllarda büyük şehirlere olan göçlerin daha da artması, kırsalın ekonomik ve sosyal anlamda arka planda bırakılması, yöresel mimarilerin tek tek kaybolmasına ortam hazırladı. Mimari değerlerimizi, birikimimizi koruyarak yaratma çabasını her anlamda desteklemek gerekiyor” şeklinde konuştu.

 

Nitelikli dönüşüm gerekiyor

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yöresel mimarileri koruma altına alma girişimini ve bazı pilot bölgelerde uygulamalara başlamasını bu konuda atılmış güzel bir adım olarak değerlendiren Evrenol; Bakanlığın bu çalışmalarını biraz aceleci ve plansız bulduğunu da vurguluyor. Yapılan çalışmaların kendisine özünde ilgili uzmanlıklardan yoksun bir yaklaşım gibi geldiğini belirten Evrenol, yöresel mimariyi korumak için gerçekleştirilecek dönüşümün nitelikli olması gerektiğinin altını çiziyor. Evrenol, kentlerdeki dönüşümün ne kadar sağlıksız ve konuyla ilgili disiplinlerden destek almadan, alt yapısı eksik bir şekilde yürütüldüğüne tanıklık ederken, kırsalın olası değişiminin de benzer problemlerle boğuşacağı endişesini taşıdığını belirtiyor.

 

Tek tipleştirme yaratma riski

Bahsi geçen bir dönüşümün yöresel mimariyi zenginleştirmesinin tersine tek tipleştirme yaratma riski olduğunu belirten Evrenol son olarak; “Tekil iyileştirmelerin dekoratif kalacağı düşüncesindeyim. Doğru politikalarla iyi bir planlama elde edebilirsek, yöresel mimarinin de özgür ve özgün kalacağını düşünüyorum. Deprem gibi afetlere karşı sağlamlaştırma operasyonları makuldür. Fakat bunu yaparken sözde yöresel mimarinin taklit edilmesini, kent estetiğinin kırsala taşınmasını çok sağlıksız ve mimariyi tam tersine yok eden bir yaklaşım olarak değerlendiriyorum. Her standardın kendi yöresinden, yaşantısından çıkması gerektiği kanısındayım. Bu yüzden acilen sorunlar tespit edilmeli ve işin uzmanları ile birlikte en doğru çözümler üretilmelidir. Bu konuda Bakanlığın mimarların sesine kulak vermesini istiyorum” şeklinde konuştu.

Yapı, 03.12.2013

TOPKAPI SARAYI
KAPALI KAPILARINI
ARALIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Topkapı Sarayı'nın ziyarete kapalı bölümlerini restore ederek sergi alanı yapmak amacıyla harekete geçti.

Zülüflü Baltacılar Koğuşu, Çubuk Odası, Meşkhane, Çeşmeli Sofa gibi bölümler restore edildikten sonra, sarayın depolarında tutulan eserlerin sergileneceği mekanlar olacak.

Sarayı çevreleyen Sur-i Sultani Surları da üç etap halinde restore edilecek.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 03.12.2013

VALİLİKTEN TUHAF YANIT: ABARTMAYIN

 

 

Çanakkale’nin Bayramiç İlçesi Kurşunlu Köyü’nde, Killiktepe mevkiinde Zafer Madencilik şirketi tarafından feldspat maden ocağı açıldı. Antik Skepsis kentinin dibinde açılan maden ocağı hem arkeolojik alanı hem de köyü tehdit ediyor. Çanakkale Arkeoloji Müzesi ve mahkemenin tayin ettiği bilirkişi bölgede maden ocağı açılmasının doğru olmadığı görüşünde birleşti. Ancak Çanakkale Koruma Kurulu maden ocağına onay verdi. Kurşunlu Muhtarlığı raporları göstererek Çanakkale Valiliği’ne itiraz etti. Çanakkale Vali Yardımcısı Alper Faruk Güngör ise mahkemesi devam eden köylülerin itirazına şu garip cevabı verdi: “Rapor içeriğinde yazılanlara göre memlekette hiçbir yerde madencilik faaliyeti yapılmaması gerekir. Abartılı gerekçelerle ve bu tarz yaklaşımlarla bir yere varılamayacağı değerlendirilmiştir.’’

Troia kralları yönetti
Skepsis antik kenti 1993 yılında Edirne Koruma Kurulu kararı ile 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edildi. Antik kaynaklara göre Troia Kralı Priam’ın soyundan gelen iki aile burada hüküm sürdü. MÖ 5. yüzyılda Mania isimli bir kadın hükümdar bölgeyi yönetti. Skepsisli Demetrios, filozof Aristarkhos ve Metrodoros’un yaşadığı kent, Bizans döneminde de piskoposluk merkezi oldu. MS 787’deki İznik konsülüne piskopos göndermediği için önemini yitiren kent, zamanla tarih sahnesinden silindi. 

Patlayıcılar şansa, tarihi eserler maden ocağına emanet!
Maden ocağı hikayesi ise 2011 yılının son ayında başladı. 1. derece arkeolojik sit alanı olan antik kentin bitişiğinde, Killiktepe’de feldspat maden ocağı açılması istendi. Çanakkale Arkeoloji Müzesi uzmanları sit alanı ile komşu olan bu tepede sondaj kazıları ile bir araştırma yaptı.

Hazırlanan raporda bir çok keramik, seramik parçaları su künkleri bulundu ve sit alanının genişletilmesi istendi. Konu, başkanlığını Prof. Coşkun Özgünel’in yaptığı Çanakkale Koruma Kurulu’nun gündemine geldi. Troas antik kentinde Apollon Tapınağı’na TIR çıkaran Kurul Başkanı Özgünel’in de bulunduğu toplantıda Çanakkale müze yetkilisi maden ocağı açılmasına itiraz etmesine rağmen kurul maden ocağına onay verdi. Hem de inanması güç bir karar ile: ‘‘Sahaya ulaşımın sağlanması esnasında ağır iş makinelerinin yaratacağı titreşimin arkeolojik eserlere zarar verebileceği ihtimali nedeniyle yeni yolun kullanılması, çalışmalar sırasında herhangi bir taşınır taşınmaz kültür varlığına rastlanması durumunda en yakın mülki amirliğe haber verilmesi kaydıyla uygundur.’’ Yani maden ocağında ağır taşıtların vereceği titreşimi düşünen kurul, maden ocağında kullanılacak patlayıcı maddeleri hesaba bile katmadı. Diğer yandan ise çıkacak kültür varlığının inisiyatifini de maden ocağı yetkililerine bıraktı.

 

‘Köy heyelan ve sel tehdidi altında kalır’

İzin verilen maden ocağı 1. derece sit alanına 75 metre, Kurşunlu Köyü’ne ise 100 metre mesafede bulunuyor. 2013 yılında Killiktepe’den büyük bir toprak parçası köyün üzerine doğru kaydı. Oluşan heyelandan sonra köylüler taş ocağının köylerine zarar vereceğini ve aynı zamanda tarihi eserlerin de yok olacağını belirterek Bayramiç Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açtı.

Mahkeme arkeolog Yrd. Doç.Dr. Veysel Tolun ile çevre mühendisi Hakan Güngör’ü bilirkişi tayin etti. Raporda şu hususlara dikkat çekildi: ‘‘Feldspat ocağı ormanlık alanda bulunmaktadır. Bu alan ile tepenin eteklerinde bulunan evler arasında yaklaşık 100 metre mesafe vardır. Ormanda ağaçların kesilmesi ile oluşacak riskler vardır. En başta görüntü kirliliği oluşacaktır. Flora - faunaya zararlı etkisi olacaktır. Ormanda yaşayan hayvanların yaşam alanları kısıtlanacaktır. Tepe dik yamaç olduğundan deprem, su baskını, toprak çökmesi gibi doğal afetlerde evlerin etkilenmesi muhakkak olacaktır. Yönetmeliklere kesinlikle uyulması gerektiği görüş ve kanaatine varılmıştır.’’ Raporda sit alanı olan antik kentin görünümünü ve çevreyle uyumunu korumak için ‘yeterince büyük bir koruma alanının içine alınarak’ tescillenmesi de önerildi. Diğer yandan sit alanı olması açısından da raporda, ‘‘1. derece arkeolojik sit sınırının çevresi, 2863 sayılı yasanın 8. maddesinde ‘Koruma alanlarının tespitinde korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının görünümlerinin ve çevreleri ile uyumlarının muhafazası için yeteri kadar korunma alanına sahip olmaları dikkate alınır” ifadesi uyarınca bu tehlikeden korunacak büyüklükte koruma alanı ile çevrilerek tescillenmesi böyle bir tehlikeden kenti koruyacaktır’’ denildi. Köy muhtarı bilirkişi raporuyla birlikte Çanakkale Valiliği’ne taş ocağının durdurulması için müracaat etti. Vali Yardımcısı Alper Faruk Güngör imzası taşıyan cevabi yazıda ise şöyle denildi: ‘‘Rapor içeriğinde yazılanlara göre memlekette hiçbir yerde madencilik faaliyeti yapılmaması gerekir. Abartılı gerekçelerle ve bu tarz yaklaşımlarla bir yere varılamayacağı değerlendirilmiştir.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.12.2013

EYVAH YİNE RESTORASYON

 

 

İstanbul'un en eski dini yapılarından İmrahor İlyas Bey Camii yapılacak restorasyon çalışmasıyla yeniden ibadete açılacak. Uzmanlar ise yapılacak yanlış restorasyonun İmrahor Camii'ni ortadan kaldıracağını belirtiyor.
 

Özgün adıyla Studios Manastırı Kilisesi İstanbul'un ayakta kalmayı başarabilen en eski dini yapılarından biri. Bizans döneminde kilise tarihi açısından da önemli bir yere sahip olan yapı, II Bayezid döneminde camiye dönüştürüldü. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, İmrahor İlyas Bey Camii'nin müze yapılmasına ilişkin 1946 yılında alınmış bir Bakanlar Kurulu kararı olduğunu hatırlatarak, geçen yıl bu kararın kaldırıldığını ve buranın cami olmasına yönelik çalışmaların başlatıldığını bildirdi. Bakanlar Kurulu Kararı ile müze vasfından çıkarılan İmrahor İlyas Bey Camii'nin restorasyonu için proje çalışmaları sürüyor. Uzmanlar Türkiye'de restorasyon alanında kötü örnekler olduğunu belirterek, "İstanbul'un eski eser kayıplarına bir yenisi daha eklenecek" diyor.  

 

Yapı tümüyle yitirilebilir

Konuyla ilgili olarak Arkitera'ya konuşan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Görevlisi Aykut Köksal, yapının tümüyle yitirilme riski olduğunu bellirterek şöyle devam etti: "İmrahor Camisi ya da özgün adıyla Studios Manastırı Kilisesi, İstanbul'un bugüne ulaşmış en eski Bizans yapılarından biridir. 463 yılında kurulmuş olan Studios Manastırı, İstanbul'un en önemli dinsel kompleksleri arasında yer alır. Hellenistik bazilika tipindeki kilise, İstanbul'da bugüne ulaşmış, geç Roma ve erken Bizans mimarisinin karakteristik özelliklerini içeren tek kilise yapısıdır. II. Bayezid döneminde camiye çevrilen kilise 1820'deki Samatya yangınında hasar görür ve onarılır. 1894 depreminde de harap olan yapı 1920'de yanar ve bir daha onarılmaz. İmrahor Camisi'nin korunması gerek mimarlık tarihi, gerekse de İstanbul'un tarihsel topografyası açısından son derece önemli bir meseledir. Titiz bir araştırma ve konservasyon çalışmasıyla yapı ve çevresi bir arkeolojik sit olarak korunmaya alınmalıdır. Yeniden ibadet mekanı olarak işlev görmek üzere yapılacak bir tamamlama ve onarım, bu önemli yapının tümüyle yitirilmesi olacak, İstanbul'un eski eser kayıplarına bir yenisi daha eklenecektir."

 

Herhangi bir manastır değil

Fransız Araştırmaları Anadolu Enstitüsü’nde görevli Arkeolog Aksel Tibet ise yaptığı açıklamada cami için çok titiz bir çalışma yapılması gerektiğini belirterek, "Zamanında camiye dönüştürülmüş eski bir kilisenin tekrardan camiye dönüştürülmesi prensipte yanlış bir şey değil. Ancak İmrahor Camii özel bir örnek. Bu özel örnekte bazı sorunlar ortaya çıkıyor. İmrahor, İstanbul'un en eski dini yapılarından birisi ve İstanbul'da başka bir yerde örneği olmayan eski tip bazilika planlı kiliselerden birisi. Uzunlamasına üç sahanlı sütün dizileriyle birbirinden ayrılmış, üzeri kırma-ahşap çatılı kiliselerdir bunlar. Bunlardan İstanbul'da bir tek Stüdyos Manastırı günümüze kalmıştır. Bu bakımdan İmrahor önem taşıyor. Bu manastır da Bizans tarihi boyunca çok önemli bir yapı olmuştur. Bizans klise tarihi açısından da önemli bir yapı, herhangi bir manastır değil" dedi.

 

Neresinden tutarsanız tutun elinizde kalır

Yapının daha önce çıkan bir yangında ciddi zarar gördüğünü de sözlerine ekleyen Tibet sözlerini şöyle sürdürdü: "Çok hassas bir durumda olan bu yapıya müdahale ederseniz neresinden tutarsanız tutun elinizde kalır. Daha önce ülkemizde yapılan restorasyonların düşük niteliği, kötü uygulamalarını gözönüne getirirseniz oraya hiç dokunulmaması çok daha hayırlı olur. Benim düşünceme göre oranın cami ya da herhangi birşeye çevrilmek üzere yeniden yapılmaya kalkışılması bu yapının ortadan kalkmasına neden olacaktır. Çok yanlış uygulamalar yapılacağını tahmin ediyorum. İhale ile bir müteahhite yaptırılacak bir iş değildir. Bir bilim kurulu tarafından çok titiz bir çalışma yapılması gerekir. Kötü uygulamaları da göz önünde bulundurursak burada da böyle bir uygulama olursa bu yapı ortadan kalkar. Tekfur Sarayı'nın restorasyonunda duyduğum kadarıyla içine beton katlar atılmış. Tam bir rezalet. Tekfur Sarayı'nda restorasyon ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir uygulama yapılmıştır.Tekfur Sarayı örneği İmrahor'da yapılacaklara örnek teşkil eden bir faciadır. "

 

Yine dünyaya rezil olacağız

Arkitera'ya konuşan Prof.Dr. İlber Ortaylı, restorasyondan önce ciddi bir kazı süreci gerektiğini belirterek, şunları kaydetti: "Elin Bizans mabedi bir ara cami oldu zaten. Yeniden cami yapacağız diye abuk sabuk birşey yaparlarsa çok yazık olur. Çünkü bu herifler ciddi değil, bunlar kasabalı hergeleler. İkide bir böyle laflar atılıyor ortaya orayı cami yapalım diye. Sonra yapamayacağız yine dünyaya rezil olacağız. O yapı tamamen değilse de yüzde doksan harabe vaziyette. Yapının kalıntıları toprak altında. Önce bir kazı yapılması lazım. Kazıdan sonra bir restorasyon gerekebilir. O zaman da Osmanlı ve Bizans'ı ayırt edemessin. Yaptıkları iş İslamiyete de uygun değil. Ciddi ve uzun bir kazı gerekiyor. Cami yapacağım, sempatik olacağım diye elin manastırının üzerine cami yapılmaz."

Arkitera, Yazı: Serkan Ayazoğlu, 02.12.2013

SON AKŞAM YEMEĞİ'NDE GÖRÜNMEYEN 13 SANDALYE TASARLANDI

 

 

13 tasarımcı Son Akşam Yemeği tablosunda gözükmeyen 13 sandalyeyi tasarladı.

Leonardo Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosu için, çözülmeyi bekleyen milyonlarca sırrı ile sanat dünyasında en çok tanınan ve merak edilenler arasında olduğunu söylemek mümkün.

Birçok replikası, hatta esprili canladırması da bulunan eserin, bizim açımızdan ele alınışı ise bu sefer biraz farklı.

 

Tabloda belki de dikkat çekilmesi gereken sırlardan biri hiç gözükmeyen sandalyeler..

 

 

Ghigos Ideas tarafından başlatılan çok tartışmalı projede 13 tasarımcıya, tabloda hiç gözükmeyen 13 sandalyenin çizilmesi işi verildi. Sonuçta ise 13 kişiliğe özel sandelyeler ortaya çıktı.

 

Son yemekte oturulduğu öngörülen ama hiç gözükmeyen 13 sandelye 1 Aralık'a kadar Museo d'Arte Contemporanea di Lissone'de sergilenecek.

 



Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 02.12.2013

SULAR ÇEKİLDİ TARİH ORTAYA ÇIKTI

 

 

3 bin 500 yıllık tarihi Myndos kentinin kalıntıları ortaya çıkarken, hafta sonu tatili için beldeye gidenler denizin ortasında yürürcesine olta ile balık avlamanın keyfini yaşadı.

 

 

Bodrum'a 18 kilometre uzaklıktaki Gümüşlük'te, her yıl yaklaşık 300 bin kişinin ziyaret ettiği 150 metre uzunluğunda 1.5 metre genişliğindeki Kral Yolu suların çekilmesiyle ortaya çıktı.

 

Suların çekilmesiyle bir tarihin ortaya çıktığını belirten Myndos Kazı Başkanı Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Kral Yolu'nu gel git olaylarına gerek kalmadan ortaya çıkaracak projeyi anlattı. Projenin hayata geçirilmesi durumunda adadaki tarihi mekanları ziyaret etmek isteyenlerin bellerine kadar suyun içerisinde değil yürüyerek gezebileceğini dile getirdi.

 

KRAL YOLU RESTORE EDİLECEK
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın denetiminde son 6 yıldır yapılan kazı çalışmalarında Tavşan adasında eski bir kilise, din adamlarına ait mezarlar ve antik Myndos kentinin sur duvarlarının gün ışığına çıkarıldığını belirten kazı başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, "Yüzde 70'i sular altında bulunan 3500 yıllık Antik Myndos Kenti'nde kazı ve kurtarma çalışmaları sırasında sivil toplum örgütleri ve üniversitelerden büyük destek görüyoruz.

 

Bu arada doğada bizden yana. Son 6 yıl içerisinde suların 1 metreye yakın derinlikte çekilmesi ile gün ışığına çıkan kral yolunu restore ederek adaya turistlerin bellerine kadar su içerisinde değil artık yürüyerek geçişlerine olanak sağlayacağız. Çünkü bu tür gel git olayları bölgede çok olmuyor.

 

Antik yolun altından açacağımız su kanalları ile Gümüşlük Limanı'na su sirkülasyonu kazandırıp limanın temiz kalmasını sağlayacağız. İki yıl içerisinde sona erecek çalışmalardan sonra engelli vatandaşlarımız da tekerlekli sandalye ile dahi adaya geçerek tarihi mekanları ziyaret edebilecek" dedi.

 

Kral yolunun iki yanının doğal doku bozulmadan yükseltileceğini, böylece, suların çekileceği yoldan adaya yürünerek gidip gelinebileceğini söyledi.

 



 

DENİZİN ORTASINDA BALIK AVLAMANIN KEYFİNİ YAŞADILAR
Hafta sonunda kısa süreli tatil için Bodrum'a gelenler denizin üzerinde dururcasına balık avlamanın ve hatıra fotoğrafı çektirmenin keyfini yaşadı.

 

Ankara'dan tatile gelen inşaat mühendisi 42 yaşındaki Uluhan Defne, "Kış aylarında sık sık Bodrum ve Gümüşlük'e geliyoruz, ancak suların bu kadar çekildiğine ilk kez tanık olduk.

Denizin altında bu kadar tarihi eser olduğuna ilk kez tanık olduk. Suların bu kadar çekilmesi depremi hatırlatarak tedirginlik yarattı" dedi.

Habertürk, 02.12.2013

KAPALIÇARŞI 10 YILDA YENİLENECEK

 

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, her yıl belirli dönemlerde gündemi meşgul eden ve üzerine tartışmalar yapılan Kapalıçarşı restorasyonuna ilişkin Yeni Şafak'a konuştu. 2009 yılından 2012 yılına kadar Kapalıçarşı ve etrafındaki hanları da kapsayan kapsamlı bir proje ve rölöve çalışması yaptıklarını kaydeden Demir 'Kapalıçarşı'nın adeta röntgenini çektik' diyerek proje çalışmalarına değindi.

 

TABELALAR STANDART OLMALI

Başkan Demir, 'Çarşıda 135 dükkanın ara duvarlarının yıkılarak dükkanlar birleştirilmiş, dolap ve tezgah konsun diye 242 noktada çalışma yapılmış, 926 alanda duvarlar inceltilerek dükkanlar genişletilmiş, 35 dükkan da bodrum açmış' şeklinde konuştu. Restorasyon projesi kapsamında dükkan vitrin, tabela ve aydınlatmalarına da bir standart getireceklerini söyleyen Demir, restorasyonun ise geniş kapsamlı değil, bölüm bölüm yapılacağını ve en az 10 yıl süreceğini de sözlerine ekledi.

 

TARİHİ DOKUSUNA UYGUN

110 bin metrekarelik bir alanda 3 bin 150 dükkanın bulunduğuna değinen Mustafa Demir, Anıtlar Kurulu'nun şu an Kapalıçarşı'ya odaklandığını kaydetti. 20 milyon TL'ye sadece projeyi yaptırdıklarını söyleyen Demir, restorasyonun ise 230 milyon gibi bir maliyeti olacağını söyleyerek 'Restorasyonun ardından daha güvenli, tarihi dokusuna daha uygun, statik, altyapı ve çatı gibi sorunları çözülmüş bir Kapalıçarşı oluşacak ve İstanbul yaşadığı müddetçe Kapalıçarşı da yaşayacak' ifadelerini kullandı.

 

Kamulaştırma olmayacak

Daha önceki yenileme alanlarında yürütülen çalışmalarda vatandaşlara ya siz yenileyin ya satın başkası yenilesin diyen buna yanaşmayanların yerlerini de kamulaştıran belediyenin kamulaştırmadan zarar etmeye başladığını da söyleyen Demir, 'Kamulaştırma düşüncesi ortadan kalkınca 'Rantsal dönüşüm' düşüncesi de ortadan kalkacak. Ancak hiçbir öneriye yanaşmayan malını biz dönüştüreceğiz ardından da harcadığımız para artı yüzde 20'sini alacağız. Böylelikle kamulaştırma da olmayacak. Ayrıca ilk başta kabul edenle etmeyen arasında fark olacak' şeklinde konuştu.

 

Kapanma olmaz

Bazı esnafların en büyük korkusunun restorasyonun uzun süreceği ve bu süreç içerisinde dükkanlarını kapatmak zorunda kalacağı iddialarına da açıklık getiren Başkan Mustafa Demir, 'Kablolar ve borular yer altına ya da duvar içlerine alınacak. Altyapı ve kanalizasyon komple değişecek, çatı tamir edilecek. Bu süreler içerisinde dükkanlar kapatılmayacak. Olursa sadece birkaç gün kapatma olur o da dükkanların içini ilgilendiren çalışmalar sırasında yaşanır. Bunun dışında uzun zamanlı kapatma olması gündemde değil' şeklinde konuştu.

Yeni Şafak, 02.12.2013

10 BİN YILLIK EV

 

İsrailli arkeologlar, Kudüs yakınlarındaki bir kazı alanında 10 bin yıllık eve rastladı.

Bilim insanları yapının tarihin en eski evi olduğunu söylüyor. Evin insanoğlunun hayvanları yeni yeni evcilleştirmeye başladığı ve tarım yapmaya çalıştığı döneme ait olduğu söyleniyor.

Evin güvenli bir bölümünde ise o dönem son derece değerli olan kazma benzeri aletler keşfedildi.

Araştırma ekibi, evin yakınlarında bir de tapınak kalıntısı bulduklarını duyurdu. Yetkililer, "Keşif bölgede bir yerleşim yeri olduğunu ve insanların dini ritüelleri yerine getirdiğini gösteriyor" dedi.

Sabah, 02.12.2013

AYASOFYA 2014'TE İBADETE AÇILACAK

 

Derin Tarih'in bu ayki kapak konusu Ayasofya. Prof.Dr. Mehmet Çelik'in konuyla ilgili makalesi de ilginç bir başlık taşıyor: 'Ayasofya 2014 yılında ibadete açılacaktır!' Çelik, bu bağımsızlık sembolü yapının 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Ayasofya'nın cami olarak açılacağını söylüyor.

 

Kılıçla alınan beldedeki en büyük kilisenin cami yapılması adettendir. Dolayısıyla İstanbul, Osmanlı tarafından fethedilince Hıristiyan dünyası açısından çok önemli olan Ayasofya camiye dönüştürüldü. Ta ki 1934'e kadar. İşte o gün çıkarılan bir kararnameyle ibadete kapatıldı. Ayasofya'nın Atatürk'ün imzası bulunan bir kararnameyle ibadete kapatılması arkasındaki gerçekler, çelişkiler, şüpheler ve doğru bilinen yanlışlar Derin Tarih dergisinin Aralık sayısında tek tek irdeleniyor. MHP Milletvekili ve Türk Tarih Kurumu (TTK) eski başkanı Yusuf Halaçoğlu'nun Ayasofya'nın yeniden cami olarak ibadete açılması için kısa bir süre önce Meclis'e verdiği kanun teklifi üzerine gündeme gelen konuyla ilgili Mustafa Armağan ve Prof.Dr. Mehmet Çelik'in makaleleri yer alıyor. Ayrıca Yusuf Halaçoğlu'nun ilginç açıklamalarının yer aldığı çarpıcı söyleşi de konuya ışık tutuyor.

 

Resmi Gazete'de yayımlanmamış ki!

Celal Tahir'in kendisiyle yaptığı söyleşide Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu Ayasofya kararnamesinin sahte olduğunu söylüyor. Hiçbir zaman belgesiz konuşmayacağını belirten Halaçoğlu, kararnamedeki Atatürk imzasının bunun en önemli kanıtı olduğunu anlatıyor: 'Ayasofya ile ilgili kararnamenin sayısı 1589. Ancak bundan iki gün önceki kararnamenin sayısı ise 1606 sayısı taşıyor. Bir kere sayı tutmuyor. Sonra bu kararname Resmi Gazete'de yayımlanmamış. Yayımlanmayan kararnamenin hiçbir geçerliliği olmaz. Üçüncüsü ise Atatürk'ün imzası. Şöyle ki: Kararnamenin tarihi 24 Kasım 1934. Atatürk'ün buradaki imzası daha önce hiçbir yerde atmadığı bir imza. Kemal Atatürk yazdığı imzasında 'a' harfini büyük ve köşeli yapmışlar. Oysa Atatürk 'a' harfini hep küçük ve yuvarlak yazar. Biri Atatürk'e mal edilmek üzere burayı müze yapmış. Yani Ayasofya'da bir sahtekarlık yapmışlar.'

 

Atatürk'ün imzası hukuken geçersiz

Kararnamede bulunan Atatürk'ün imzasıyla bir başka ayrıntıyı ise Derin Tarih'in Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Armağan ortaya çıkarıyor: '24 Kasım 1934 tarihli olduğu söylenen Bakanlar Kurulu kararı garipliklerle doludur. Bunlardan biri de Atatürk'ün imzası meselesi. Gazi Mustafa Kemal, o gün çıkarılan 2587 nolu kanunla 'Atatürk' olmuştur. Ne var ki kanunun yürürlüğe girmesi için üç gün daha geçmesi gerekecektir. Nitekim 27 Kasım günkü Resmi Gazete'de 'Bu kanun neşri tarihinden itibaren muteberdir' yani yayın tarihinden itibaren geçerlidir maddesiyle birlikte yayımlanır. Açıkça bellidir ki Atatürk, 'Atatürk' ismini ve imzasını 27'sinden önce kullanamaz. Bir başka deyişle ayın 24'ünde Atatürk resmen Atatürk değildi ve bu isimle imza atması hem mümkün değildir, hem de attığı imza hukuken geçerli değildir. İmza atmışsa bile hukuken geçersizdir.'

 

Kararnamenin orijinali ortada yok

Armağan, 24 Kasım 1934 tarihli kararnamenin bugüne dek ıslak imzalı orijinalinin de bulunamadığına dikkat çekerek, bu belgenin olup olmadığını öğrenmek isteyen Yusuf Halaçoğlu'na resmi yazıyla olmadığının bildirildiğini söylüyor. Kararnamenin orijinali yok ama garip bir Atatürk imzası bulunan 'fotokopi'nin sahte olduğunu söylüyor. Zira Demokrat Parti döneminde Ayasofya talebinde bulunanların Atatürk'ün imzasının alenen taklit edildi, bu fotokopi susturucu delille bertaraf edildiğini anlatıyor.

 

Peki bu belgeyi Atatürk neden imzalamadı? Mustafa Armağan kanaatine göre Amerikan Bizans Enstitüsü'nün müdürü Thomas Whittemore'un 1931'de Florya Köşkü'nde Gazi'ye ulaştığını, tarihi yapının sıva ve nakışlarının altında kalmış mozaiklerin ortaya çıkarılmasını talep ettiklerini anımsatıyor. Mozaiklerin üstünün açılması izni alınırken, cami tozlanır gerekçesiyle ibadete kapatılışını da hatırlatan Armağan, 'Kanaatime göre Atatürk 'ezan formülü'nü uygulamak istedi. Ezan için kanun çıkaramayan Mustafa Kemal'in Ayasofya'nın da Bakanlar Kurulu kararnamesiyle müzeye çevrilmesindeki hukuki mahzurları göz önüne alarak 'Hayır imzalamam' dediğini düşünüyorum. Bunun her zaman kanunlara saygılı davrandığı gibi bir mitos çerçevesine taşınması gerekmez. Atatürk için sorun şuydu: Birileri açıkça kanuna aykırı olan bu kararnameyi iptal ettirerek Ayasofya'yı eski haline getirmeye kalkabilir, yani yeniden cami yapabilirdi.'

 

2014'te ibadete açılacak

Prof.Dr. Mehmet Çelik'in konuyla ilgili makalesi de ilginç bir başlık taşıyor: 'Ayasofya 2014 yılında ibadete açılacaktır!' Çelik, Ayasofya'nın açılması için milletin şimdiye kadar Menderes, Demirel ve Özal'a talepte bulunduğunu ancak konunun bir sonuca ulaşamadığını anımsatarak bu bağımsızlık sembolü yapının 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Ayasofya'nın cami olarak açılacağını söylüyor. Çelik, Patrikhane'nin psikolojik olarak rahatsız olacağını ancak buna çözüm olarak Ayasofya'nın bitişiğindeki Aya İrini'nin kiliseye çevrilmesini öneriyor.

Yeni Şafak (Kısaltarak), 02.12.2013

"AYASOFYA AÇILMALI, SULTAN FATİH'İN BEDDUASI VAR"

 

 

Abdulhamid Han'ın 4. kuşak torunu Abdulhamid Kayıhan Osmanoğlu da Ayasofya tartışmalarına katıldı. Kendisi ile dede yadigarı Topkapı Sarayı'nda buluştuğumuz ve sürgünden sonra ilk Türkiye doğumlu şehzade olan Osmanoğlu, “Türkiye'de birçok şey değişti. Özgürlükler arttı. Haklar geri verilmeye başlandı. Bunun bize yani Osmanoğullarına da yansımasını istiyoruz” dedi. Yabancı ülkelere gittiklerinde daha çok itibar gördüklerini belirten Osmanoğlu şunları dile getirdi: “Biz oturmayana kadar insanlar oturmuyor. Bize değil dedelerimize gösteriyorlar bu saygıyı. Türkiye'dekinden daha fazla saygı görüyoruz yurt dışında. Üzerimizde hala Fatih Sultan Mehmed Han'ın bedduası var Ayasofya'dan dolayı önce onu atmalıyız. Ayasofya Camisi'nin açılmasını istiyoruz. İnsanların ayakkabılarla uygun olmayan kıyafetlerle Ayasofya'ya girmesi çok zorumuza gidiyor. Türkiye bağımsız bir ülke. Onun için Ayasofya'nın ibadete açılmasına kimse karışamaz. Biz sürekli Ayasofya için dua ediyoruz.”


ERDOĞAN'DAN DESTEK ALIYORUZ
Özal, Türkeş ve Erbakan'dan çok destek gördüklerini belirten Osmanoğlu, şöyle devam etti: “Babam 1972 yılında oturma tezkeresiyle Türkiye'ye gelebildi. Sonra rahmetli Özal döneminde vatandaşlık aldılar. Şimdi de Başbakanımız Erdoğan bize çok destek veriyor. Kendisiyle görüşüp aileye eski itibarının verilmesini isteyeceğiz. Kendisi tam bir Osmanlı hayranı. 3. köprüye Yavuz Sultan Selim Han'ın ismini verdi. Bir çok ülke örneğin Japonya, İngiltere, Hollanda, Avustralya'da imparatorluk makamları var. Onlar ülkelerinde itibar görüyorlar. Bizde ise Devlet-i aliye'nin torunları bir kenarı itiliyor.”


OSMANLI'YI SEVMEMEK HAİNLİK
Son yıllarda Osmanlı'yı konu alan filmleri de eleştiren Kayıhan Osmanoğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “80-90 yıldır Osmanlı tarihi kesinlikle yanlış anlatılıyor. Bunun sonucu olarak özellikle sanal alemde gençler bilinçsizlik yüzünden yanlış konuşuyor. Benim gözümde Osmanlı'yı sevmemek 'vatan hainliği'dir. Anzakların torunları bile bizden daha insaflı. Yabancılar Osmanlı eserlerini hayranlıkla izliyor. 'Hükümdar' isimli bir sinema filmi projemiz var. Gerçekleri bütün dünyaya anlatacağız.”

 


“Çok teklif aldım. Fakat dedem Abdulkerim Efendi'nin vasiyeti var siyasete girmeyin diye.”

 


“Dedelerimizin yaptığı saraylara bile para vererek giriyoruz. Bu benim çok gücüme gidiyor.

 

Marmaray ile gurur duyduk
Geçtiğimiz günlerde hizmete giren Marmaray projesini değerlendiren Kayıhan Osmanoğlu şunları dile getirdi: “Her ne kadar bazıları Marmaray, Sultan Abdulmecid Han'ın projesi dese de proje Sultan Abdulhamid'e ait. Bununla ilgili proje detayları, bilgi ve belgeler Osmanlı ve Başbakanlık arşivlerinde mevcut. Dedemin 150 yıllık hayalinin gerçekleşmesi çok gurur verici, çok duygulandık. Ama açılışta Hanedanı temsilen bir Osmanlı torunu olabilirdi.”

 


Topkapı Sarayı'nda buluştuğumuz Kayıhan Osmanoğlu, “Osmanlı edebi ile büyüdük. Annelerimiz bile bize 'oğlum' diye hitap etmez Abdulhamid Kayıhan Efendi der” diyor.

Bugün, Haber: İnan Arvas, Fotoğraflar: Ali Kemertaş, 02.12.2013

 

******


AYASOFYA'NIN DAVACI VATANDAŞLA İMTİHANI

 

MHP’li Halaçoğlu’nun tekrar gündeme taşıdığı Ayasofya Müzesi’nin cami yapılması için bir vatandaşın 5 yıldır dava üzerine dava açtığı ortaya çıktı. Ancak, Danıştay ve idare mahkemeleri ortak miras olduğu için Ayasofya’nın müze kalmasına karar verdi.

 

Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u fethinden sonra camiye çevirdiği, ancak 1930’lu yıllardan beri müze olarak turizme açılan Ortodoksların en önemli tarihi katedrallerinden olan Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi için bir vatandaşın uzun yıllar önce dava açtığı ortaya çıktı.
Eski Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı ve MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu, Ayasofya müzesinin cami yapılması tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Bu talebini içeren bir kanun teklifini TBMM’ye veren Halaçoğlu, en son Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararnamesi’ndeki Atatürk’ün imzasının sahte olduğunu öne sürdü. Söz konusu 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali için bir vatandaşın Danıştay’a dava açtığı da ortaya çıktı.  

İmzaya inanmadı  
İ.K. isimli vatandaş, cami olarak kullanıldığı dönemde Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine esas olan 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali için TBMM Dilekçe Komisyonu’na başvurdu. İ.K., kararnamedeki Atatürk imzasının sahte olduğunu savunarak Bakanlar Kurulu kararının iptalini istedi. Komisyon’un konuyu ilettiği Vakıflar Genel Müdürlüğü, cevabi yazısında İ.K.’nın daha önce Danıştay’a dava açtığını, bu davanın 2008’de reddedildiğini belirtti.


Cevabi yazıda yer verilen kararında Danıştay, Ayasofya’nın İstanbul’un en önemli tarihi parçası ve ortak miras olduğunu, inşa edildiği tarihten günümüze tarihe tanıklık ettiğini belirtti. Danıştay kararında şu ifadeler kullanıldı:  
“İnsanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı tipinin ya da mimari veya teknolojik veya peyzaj topluluğunun değerli bir örneğini sunması ve bir veya birden fazla kültürü temsil eden önemli bir örnek olması nedeniyle tüm dünyaya tanıtılma işlevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi amacıyla müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı...”

Dava üstüne dava
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yazısında İ.K.’nın bu kez Danıştay kararının iptali için idareye yeni bir başvuruda bulunduğu, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi için yapılan tahsis işleminin yok sayılması talebiyle çılan davayı da İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin 2011 yılında incelenmeksizin reddettiği belirtildi.


Yazıda davacının bu kararı da temyiz ettiği, ancak Danıştay’ın 2012 yılında dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulması talebini reddettiği anlatıldı.


Konunun peşini bırakmayan İ.K., Ankara 11. İdare Mahkemesi’nde de dava açtı. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 2013 tarihli dosyası ile açılan davanın halen sürdüğünü iletti.

Milliyet, Haber: Önder Yılmaz, 03.12.2013

HIRSIZLIĞA RAĞMEN 90 YILDIR SÜREN KAZI

 

 

Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan, 2 bin yıllık tarihi Roma kenti Aizanoi'de kazılar tam 90 yıldır sürüyor. Kütahya Arkeoloji Müzesi Müdürü Arkeolog Metin Türktüzün'ün verdiği bilgiye göre ilk kazılar, 1923'te başlatıldı. 1928'e kadar 5 yıl süren bu kazıda, Jüpiter tapınağı ve Bereket Tanrıçası Kibele ile dünyanın ilk borsası bulundu. Ayrıca kentin anfi tiyatrosu ve gimnazyum (Spor sahası) ortaya çıkarıldı. 1978'de yeniden başlayan kazılarda Sütunlu Cadde, Atina Olimpiyatları'nda sporculara verilen antik madalyalar ve birçok mermer heykel bulundu.

ÇOĞU KAÇIRILDI VE YAĞMALANDI
Çavdarhisar'da iki dönem Belediye Başkanlığı yapan Mustafa Ertaş ise çok sayıdaki eserin yurtdışına kaçırıldığını söyleyerek, "Kaçakçılar gece iş makineleriyle kazı yapıp paha biçilemeyen eserleri kamyonlarla yağmalıyorlardı. Uluslararası bir şebekeyle bağlantılı olan bu kaçakçılar, 1995'te Amazonlar Kraliçesi Berenike'nin mermer işlemeli lahdini kazdılar. Eğer jandarma yetişmeseydi 10 tonluk lahdi de kamyona yükleyip kaçıracaklardı. Jandarmayı görünce hazineyi alıp kaçtılar. Dünyada eşi olmayan 2 metre boyundaki sağlık tanrıçası Hgya ve Atina Maraton şampiyonu atletin heykellerinin başları da çalınarak İngiltere'ye götürüldü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan Kütahya'dan çalınan heykel başlarının da geri kazandırılmasını bekliyoruz" dedi.

Sabah, Haber: İhsan Tunçoğlu, 02.12.2013

KANUNİ İLE SİNAN'I SON KEZ BULUŞTURAN KÖPRÜ

 

 

Büyükçekmece’de deprem, sel ve yüke meydan okuyan tarihi bir eser var, Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü... Mimar Sinan’ın “Eserlerimin içinde şaheserimdir” diye tanımladığı ve imzasını attığı bu yapı Kanuni ile Sinan’ı son kez buluşturmuştur. Ayrıca yanındaki eserlerle de mimari bir uyum içindedir.

 

Zigetvar Seferi’ne çıkarken Koca Sinan’a emir verir Kanuni Sultan Süleyman. Büyükçekmece Gölü’nün denizle birleştiği yerde, yani Avrupa’ya çıkışta Osmanlı ordusu zorlanır. Sallarla karşıya geçmek sıkıntılıdır. Aslında köprü vardır o mevkide. Hepsi benzer sonla doğaya teslim olur. Sinan, buradaki köprülerin yıkılma nedenlerini Sultan Süleyman’a şöyle açıklar: “Hazineden para sarfında tasarrufa özen göstermişler. Köprüyü denizden uzağa çekerek kenardaki yatağa oturtmuşlar. Bu yüzden temel dayanamayarak yıkılmıştır. Kısacası denizin kenarı hem sığ hem de sağlam olduğu için, köprüyü denizin tarafına kondurmak daha iyidir.”

 

Doğaya uyumlu, kalıcı işlere imza atar Mimar Sinan. Belgrad Ormanları’ndan kente su getirmek için yaptığı su kemerlerinin aştığı derin vadiler, 80 metreye kadar yükselebilen kemerler tecrübe olur. 400’den fazla yapısının içinde “Eserlerimin içinde şaheserimdir” diye tanımlar köprüyü. Öyle ki imzasını attığı tek eseridir. Mustafa Sai Çelebi Mimar Sinan’ın türbesindeki kitabesinde bile bu köprüden bahseder: “Çekmece cisrine bir tak-ı mualla çekti kim / Aynidir ayine-i devranda şekl-i Kehkeşan.” (Çekmece Köprüsü’ne bir yüksek kemer yaptı ki / Zamanın aynasında Samanyolu ile aynı şekilde yansır.)

 

Ustalığını gösterir Sinan. 1566’da tulumbalarla sularını çektirdiği gölün içine, temeline dev kazıkları şahmerdanla çaktırır. 40 bin metreküp taş kullanır. Bu dev çivilerin üzerinde taşları demirle birleştirir, aralarına kurşun akıtır. Ve köprüyü inşa eder. Birleşim yerleri sudan zarar görmesin diye sel yaranlar yapar. Köprü yüzyıllara meydan okur, pek çok depreme, sele, yüke dayanır.

 

İKİ YIL, İKİ AY VE 22 GÜNDE TAMAMLANDI

Günümüzde sadece yayaların kullandığı köprüyü iki yıl, iki ay ve 22 günde bitirdiği söylenir Sinan’ın. Köprü 7.17 metre genişliğinde 635 metre uzunluğundadır. Bir ve ikinci bölümlerinde yedi, üçüncü bölümünde beş, son bölümünde ise dokuz göz bulunur. Bölümlerin yükseklikleri birbiriyle eşit olmadığı için köprü inişli ve çıkışlı gözükür. Simetriye düşkünlüğüyle bilinen Sinan için sıradışı bir uygulamadır.

 

Olağanüstü şehircilik uzmanı da olan Sinan yapacağı eserin yer seçiminden çevre düzenlemesine dek çok titiz çalışır. Köprünün civarında bulunan 1567 tarihli caminin yekpare taştan oyularak yapılan ve dünyada sadece iki tane bulunduğu bilinen minaresiyle önemli Sokullu Mehmet Paşa Camii, 16’ncı yüzyılda büyük konaklama yeri olan 48 metre uzunluğundaki Büyükçekmece Kervansarayı ve klasik üslupla üç kanatlı olarak taştan yapılan ve halen kullanılan Kanuni Sultan Süleyman Çeşmesi uyumlu mimarileriyle dikkat çekiyor.

 

Mimar Sinan’ın tek orijinal imzası kayıp

Mimar Sinan’ın isminde ‘Sinan’ hep geçer. Adını Yusuf Sinanüddün olmasına rağmen, bazen Sinan, bazen Sinan bin Abdülmennan, bazen Yusuf bin Abdullah olarak kullandığı bilinir. Abdullah yani ‘Allah’ın kulu’. Büyükçekmece’deki köprüde ‘Ameli Yusuf bin Abdullah’ olarak yazılıdır ismi. Eserlerine attığı bilinen tek imzası da bu köprüde. ‘El- Fakir Sinan Ser Mimaran-ı Hassa’ şeklindeki imza 60’lı yıllarda sökülür. Orijinal ve tek imzanın nerede olduğu bilinmiyor. 1970 onarımında bir kitabe konur. Köprünün dördüncü bölümünde bulunan karşılıklı iki kitabenin hattatı Derviş Mehmed olup manzum metnin şairi Hüdayi’dir.

 

Ölüm haberini aldığında adını taşa yontuyordu

Köprünün hızlı inşaasından son derece memnun, Avusturya’ya karşı sefer için Zigetvar’a doğru ordusunun başında yola çıkan Kanuni, 7 Eylül 1566’da vefat eder. Belgrad’dan 400 kişilik muhafız birliğiyle yola çıkan naaşı, 33 gün sonra şehre ulaşır. Mehmet Coral Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım adlı kitabında, Kanuni’nin ölüm haberini alan Sinan’ın duygularını şöyle aktarır: “Ölüm haberi geldiğinde, onun gidişinden beri gece gündüz hep bulunduğum aynı yerde, dönüşüne yetiştirmek için yemin ettiğim köprünün üzerindeydim. Taş yontuyordum. Adımı üzerine işlediğim kitabe taşını! Bir an onunla özdeşleştiğimi sandım. Yaşam anlamından sıyrıldı, dünya durmuştu; Kanuni Sultan Süleyman ölmüştü.”

 

Sinan çok üzgündür. Zigetvar ve Belgrad’dan sonra İstanbul’da kılınan üçüncü cenaze namazından sonra gömülür. Köprü ve etrafındaki eserler, 1567’de, oğlu II. Selim döneminde tamamlanır. Dönemin ünlü şairi Hüdayi’nin aktarımıyla; “Tamam etti Süleyman köprüsünü Sultan Selim.”

Star, Haber: Belkıs Kamut Aktürk, 01.12.2013

ZAMAN İSTİHBARAT ŞEFİ: CAMİYE BİRA TENEKESİ SONRADAN KONULDU

 

 

Zaman gazetesi İstihbarat Şefi İbrahim Doğan, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada Gezi olayları sırasında Dolmabahçe'deki Bezmi Alem Valide Sultan Camii'nde bulunan bira kutularının sonradan koyulduğunu iddia etti.

 

Gezi Parkı protestolarının ilk günlerinde göstericiler tarafından revir olarak kullanılan ve daha sonra özellikle 'içeride içki içildiği' tartışmalarıyla gündeme gelen Dolmabahçe'deki caminin müezzini ve imamıyla birlikte Beyoğlu müftüsü görevlerinden alınmıştı.
 
Dolmabahçe ’de polisle göstericiler arasındaki çatışmalarda yaralananların sığındığı Bezm-i Alem Valide Sultan Camii müezzini Fuat yıldırım Radikal'e yaptığı açıklamada saldırı esnasında olanları anlatmıştı. Müezzin, "Kimsenin uygunsuz davranışı yoktu. Alkol alındığını görmedik" demişti.
 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'sa daha önce yaptığı konuşmalarda camide içki içildiğini söylemişti. Bezm-i Alem Valide Sultan Camii'nde içki içildiğini belirten Bakan Bekir Bozdağ, caminin müezzininin de 'içki içilmedi' ifadelerini yalanlamıştı.
 
Tartışmalar sürerken Zaman gazetesi İstihbarat Şefi İbrahim Doğan, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada Gezi olayları sırasında Dolmabahçe'deki Bezmi Alem Valide Sultan Camii'nde bulunan bira kutularının sonradan koyulduğunu iddia etti. Doğan mesajında şu ifadeyi kullandı: "Evet, o bira kutularını sonradan biri koydu, müezzin de bunu teyit etti."
 
Doğan, takipçilerinden gelen tepkiler üzerine bu iddiayı Gezi eylemleri sürerken 9 Haziran'da da dile getirdiğini söyledi. "Gazeteniz camide içki içilmediğini niye yazmadı?" sorularıyla karşılaşan Doğan, "Bunu o iddianın sahiplerine sorun, biz o iddiayı yazmadık" yanıtını verdi.

 

Twitter'da 'bira kutusu yoktu' yazmıştı

İbrahim Doğan, Gezi Parkı protestolarının devam ettiği Haziran ayında 'Camide içki içildi' iddialarıyla ilgili twitter'dan yaptığı açıklamada eylemcilerin camiden gece 2'de ayrıldığını o sırada bira kutusu görmediklerini yazmıştı.

 

İşte Doğan'ın o günlerde attığı tweetlerden bazıları:

 





Hürriyet, 01.12.2013

ÜNLÜ MİMARIN ESERİ YANGIN KURBANI

 

Brezilya'nın en büyük kenti Sao Paulo'da çıkan yangında, kentin simgelerinden biri sayılan 'Latin Amerika Anıtı' adlı kültür merkezi büyük hasar gördü.

Brezilyalı mimar ve sanatçı Oscar Niemeyer tarafından tasarlanan kültür merkezinde sanat galerileri, oditoryum ve çok sayıda etkinliğin gerçekleştirildiği çeşitli mekanların bulunduğu belirtildi. Yetkililer, yangının neden çıktığını henüz tespit edemedi. Söndürme çalışmaları sırasında en az 15 itfaiyeci yaralanırken, yangın sırasında binanın boş olmasının bir faciayı önlediği kaydedildi. Geçtiğimiz yıl 104 yaşında hayata veda eden Oscar Niemeyer, yüzyılın çok tanınan birçok modern binasına imzasını atmıştı. Brezilya'nın başkenti Brasilia'da çok sayıda kamu kurumunu da tasarlayan Niemeyer'in, Sao Paulo'nun simgesi haline gelen eseri Latin Amerika Anıtı, 1989'da kentin batı kesimine inşa edilmişti.

Sabah, 01.12.2013

CİLALI TAŞ DÖNEMİ'NDE YÜKSEK MİMARİ YETENEK: GÖBEKLİTEPE

 





 

Geçen hafta Şanlıurfa’da açılan Göbekli Tepe Sergisi’yle birlikte 12 bin yıl öncesine doğru farklı bir yolculuğa çıktık… Milattan önce, sadece hayvansal içgüdülerle hayatta kalma mücadelesi veren insanoğlunun Göbekli Tepe kazılarında ortaya çıkan bulgulara göre hiç de öyle olmadığını öğrendik.

 

Gazeteci Ece Vahapoğlu bir gün bir telefon alır, arayan Avrupalı bir iş adamıdır; “Urfa’da Göbekli Tepe diye bir yer varmış, buralarda adından sıkça bahsediliyor. Bir araştır istersen.” Vahapoğlu araştırmaları sonucunda Göbekli Tepe’yi ve buradaki buluntularla bugüne kadar bilinen insanlık tarihini altüst eden bilgilere ulaşıldığını öğrenince, ‘sahip olduğumuz bu inanılmaz mirası nasıl duyurabilirim’in peşine düşer. Kısa sürede sponsor bulur, bir internet sitesi hazırlar ve kapsamlı bir segi için kolları sıvar. Biz de bu serginin açılışı vesilesiyle geçen hafta Urfa’daydık. Hem Göbekli Tepe Sergisi’ni gezdik hem de 12 bin yıl öncesine ait kalıntılarını yerinde inceleme fırsatı bulduk. 


İnsanlığın doğduğu yer olarak kabul edilen ve son yılların ‘en büyük arkeolojik keşfi’ olarak gösterilen Göbekli Tepe’nin bulunma hikayesi 1963’te başlıyor. Ancak yüzeysel çalışmalardan çıkan sonuçlarla değeri anlaşılamamış. Göbekli Tepe’nin gerçek önemi, 1983 yılında Şanlıurfa Örencik Köyü’nden bir köylünün tarlasını sürerken bulduğu oymalı taşı müzeye götürmesiyle ortaya çıkar. O sırada Ilısu Baraj Gölü’nün altında kalan antik kentin kazı çalışmalarını da yürüten Klaus Schmidt kazıyı devralır. 5 bin metrekarelik alanda yapılan çalışmalarda 20 adet tapınma amaçlı alan keşfedilirken, bunlardan şimdiye kadar 6 tanesi gün yüzüne çıkarılır. Göbekli Tepe, Harran Ovası’na hakim konumuyla bugüne kadar çok az bölümü kazılmış olmasına rağmen avcı-toplayıcı yaşam biçiminden dini mekanların biçimlenmesi, tapınak mimarisinin ve sanatın doğuşu, tarım ve hayvancılığa geçiş sürecini anlamamıza katkılar sağlayan benzersiz bir tarih öncesi yerleşimi özelliği taşıyor. 

 

Dünyanın en eski ve büyük tapınağı olan Göbekli Tepe, dünyanın en ünlü tapınakları Mısır Piramitleri’nden 7 bin 500 yıl ve İngiltere’deki Stonehenge’den 8 bin yıl önce inşa edilmesiyle değerini ortaya koyuyor. Dünyada kabul gören arkeolojik görüşe göre insanoğlunun avcı ve toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörler açlık korkusu ve korunma içgüdüsü olarak gösterilirken Göbekli Tepe buluntuları, yerleşik yaşama geçişte dinsel inanışların da etkisinin olabileceğini ispatlamış oldu. Göbekli Tepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt bir röportajında “Önce tapınak geldi, şehir sonradan geldi” diyerek erken medeniyet tarihine yeni bir açılım getiriyor. Ayrıca Schmidt’e göre bu tapınağı yapanlar yeryüzünde ilk kez “Evren nedir, biz neden buradayız?” sorusunu kendilerine soran kişilerdi. 


Şu ana kadar anlattıklarımız bilimsel verilere dayalı bilgiler... Sıradan bir vatandaş gözüyle de Göbekli Tepe’de gördükleriniz sizi hayran bırakmaya yetiyor. Öncelikle bu alanın 12 bin yıl önce yapılan suni bir tepe olduğunu duymak, oradan göç etmek zorunda kalan insanların kutsal saydıkları bu alanın zarar görmemesi için üzerini kapatması, tonlarca ağırlıktaki taşların üzerindeki hayvan figürlerinin güzelliği gibi saymakla bitmeyecek şaşırtıcı unsuru bir arada barındırıyor. 


Göbekli Tepe Neolitik Dönem’e tarih derslerinde öğrendiğimiz adıyla Cilalı Taş Devri’ne ait bir inanç merkezi. Kazı çalışmaları yaklaşık 50 yıl daha sürecek. Kazı ilerledikçe herkesi hayrete düşüren bulgular çıkmaya devam edecek gibi duruyor. 


Şu anda kazı alanının üzerinde ahşap bir korunak var ve iskeleler kurulmuş. Kazı alanı bu iskelenin altında yer alıyor. Bugüne kadar üstü kapalı olduğu için zarar görmeden gelebilmişler; yakın bir tarihte ahşap çatını yerine daha yüksek demirden bir çatı yerleştirilmesi planlanıyor. 
Tapınak kısmının hemen üstünde, çevrili minik bir alan daha yer alıyor. Orası da 12 bin yıl öncesinin doğumhanesiymiş. En tepe noktasında da bir karadut ağacı var. Bana daha çok o bölgeyi işaretleyen bir simge gibi gelse de o ağaç ‘dilek ağacı’ olarak biliniyor. 


Göbekli Tepe kazısında da boş vermişlikler göze çarpmıyor değil. Bölgenin adı her yerde farklı yazıyor. Kazı alanı koruma altında ama gezmeye gidenlerin kullanacağı bir tuvalet dahi yok. Böyle bir hazine bir Avrupa ülkesinde olsaydı, çitlerle çevrili alanın bir kapısı ve o kapıda da kuyruk olurdu, diye düşünmeden edemiyorsunuz.

Akşam, Haber: Pınar Hiçdurmaz, 01.12.2013

"ONALTIDOKUZ"A SİLUET TRAŞI

 

 

İstanbul ’un siluetine hançer gibi saplanan Zeytinburnu’ndaki ‘OnaltıDokuz’ kulelerine yıkım kararı çıktı. Gökdelenlerin daha önce uygulama imar planları ile yapı ruhsatını iptal eden İstanbul 4. İdare Mahkemesi bu kez tarihi siluete etki eden katların yıkılmasına karar verdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi kararı 30 gün içinde kararı uygulamak zorunda. Binaların sahibi Astay Gayrimenkul İnşaat Yatırım Şirketi Danıştay’dan 30 gün içinde yürütmeyi durdurma kararı alamaz ise gökdelenlerin siluete etki eden katları yıkılacak. Siluet tartışmalarından sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Zeytinburnu’nda 85 metre olarak imar verilen başka bir otel inşaatının yüksekliğini siluete girmemesi için 45 metreye düşürmüştü.


İstanbul Zeytinburnu Kazlıçeşme’de 89 pafta 771 ada 12 parselde yapılan 3 gökdeleni Radikal, 14 Eylül 2011 günü ‘Tarihi siluete giren gökdelen’ haberiyle gündeme getirmişti. Ardından tüm kamuoyunda gökdelenlere nasıl izin verildiği tartışmaları yaşanmış ancak inşaatlar hızla yükselmişti. Gökdelenler için Bölge İdare mahkemesinde iki ayrı dava açıldı. Davalardan biri gökdelenlerin yapımına izin veren 1/5000 ile 1/1000 ölçekli nazım imar planlarının iptaline, diğeri ise Avukat Cihat Gökdemir tarafından açılan ve inşaatın mühürlenerek durdurulması, silueti bozan kısmın yıkılmasıan yönelikti.

Planlar iptal edilmişti
İlk dava ile ilgili İstanbul 4. İdare Mahkemesi bilirkişi tayin etmişti. Mimar İhsan Sarı, Doç.Dr. Darçın Akın, Prof.Dr. Can Binan, Doç.Dr. Mehmet Küçükmehmetoğlu ve Mimar Mehmet Kaya’dan oluşan bilirkişi 38 sayfalık raporda, ‘Daha önce 1 olan emsalin 2.5’e çıkarılarak İmar Yasası’na aykırı hareket edildiği; (inşaatın) Dünya Miras Alanı Tampon Bölgesi sınırı içinde yer aldığı; İstanbul kara surlarının silueti içinde kaldığı, (inşaatın) İstanbul’un tarihi siluetini olumsuz etkileyerek kamu yararı taşımadığı’ sonuçlarına varmıştı. Mahkemede bilirkişi raporuna uyarak; “Yapıların İstanbul’un Tarihi Yarımada bölgesi ve Türkiye ’nin korumayı taahhüt ettiği Dünya Mirası Alanı üzerinde olumsuz bir durum ortaya koyduğu, Dünya Miras Alanı koruma ilkeleri ve ulusal koruma ölçütleri ile uyuşmadığı anlaşıldığından dava konusu planların şehircilik ilkeleri, planlama esas ve teknikleri ile kamu yararına aykırı olduğu sonucuna varılmıştır” diye karar verdi. Gökdelenlerin sahibi Astay İnşaat ise bu kararı temyiz için Danıştay’a gitmişti.

İkinci dava devam ediyordu
Ancak Avukat Cihat Gökdemir’in, koruma kurulunun 15.08.2011’de gökdelenlerin siluete olumsuz etki ettiği yönündeki kararının uygulanması, siluete etki eden kısımların yıkımı için İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nde açtığı dava ise devam ediyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi mahkemede inşaatın yürürlükte olan plana uygun olarak yapıldığını savunurken, Zeytinburnu Belediyesi yıkım talebinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürdü. Dosyayı inceleyen mahkeme önce davalıların usul yönünden yapılan itirazlarının hukuki zemini olmadığını ve davacının dava açma ehliyeti bulunduğu tespitini yaptı. Mahkeme yine, UNESCO Dünya Miras Listesi’nde olan Tarihi Yarımada’ya dikkat çekerek, inşaatın sur tecrit bandı içinde kaldığını, İstanbul’un Tarihi Alanları Yönetim Alanı sınırı içinde olduğunu, İstanbul’un Marmara silueti kapsamında kaldığını, dünya miras alanı üzerinde olumsuz bir durum oluşturduğuna yönelik İstanbul 4. Numaralı Koruma Bölge Kurulu’nun 15.08.2011 tarihli kararda belirtildiği gibi Tarihi Yarımada siluetini doğrudan etkilediği vurgusu yaptı.

Fazla katları yıkın
Mahkeme kararında 09.05.2013 tarihli yapı ruhsatını ve imar planlarını iptal ettiği kararını da hatırlatarak şunları dile getirdi: “Yapıya ilişkin yapı ruhsatlarının ve dayanağı imar planlarının hukuka aykırı olduğunun yargı kararıyla ortaya konularak iptaline karar verilmiştir. Bu iptal hükmü ile söz konusu yapıların, hukuka uygun olarak tesis edilen bir takım işlemler silsilesini geçirmek suretiyle inşa edilmemiş olduğunun belirlenmesi hususu da göz önünde bulundurulduğundan 2863 sayılı kanunun 61. maddesinde öngörülen ‘Kamu kurum ve kuruluşları ve belediyeler ile gerçek ve tüzel kişiler koruma kurullarının kararlarına uymak zorundadır’ hükmü karşısında İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 15.08.2011 tarihli kararı doğrultusunda uyuşmazlığa konu yapıların yıkımı gerekirken aksi yönünde tesis edilen işlemlerde hukuka uygunluk bulunmamıştır.’’

 

Şimdi ne olacak?
Davalı şirket tarafından mahkemenin kararı temyiz edilebilir. Ancak idare mahkemesi kararları 30 gün içinde ilgili belediye tarafından uygulanmak zorunda. Yani İBB bir ay içinde yıkıma başlamak zorunda. Sadece davalı olan şirket Danıştay’dan yürütmeyi durdurma talebi isteyebilir. Eğer bu kararı çıkaramaz ise siluete etki eden katlar belediye tarafından yasa gereği yıkılmak zorunda. Daha önceki mahkeme kararında imar planları ve yapı ruhsatı iptal edildiğinden yıkım kararı yoktu. İBB, Astay İnşaat şirketine siluete etki eden 36 katlı gökdelenlerin 8 katının tıraşlanmasını daha önce teklif etmiş ancak şirket buna yanaşmamıştı. Siluete etki etmemesi için 85 metre yüksekliğindeki binaların 45 metreye düşürülmesi gerekiyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 01.12.2013



******


TARİHİ TRAŞLAMA: "BEDELİNİ 301 MECLİS ÜYESİ ÖDESİN"

 

İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin Zeytinburnu’ndaki 16:9 isimli gökdelenlerin siluete etki eden katları hakkında verdiği yıkım kararı, İstanbul tarihi silueti için ‘bir ilk’ olma özelliğine sahip. Emsal kararın nasıl uygulanacağı, gökdelenlerin nasıl tıraşlanacağını araştırdık. Kararın tebliğ tarihinden itibaren İBB 30 gün içinde Danıştay’a ya yürütmeyi durdurma istemli temyiz başvurusu yapacak ya da yıkım işlemine başlayacak. Peki yıkım olursa ortaya çıkacak yüklü miktarda tazminatı kim ödeyecek? Davayı açan avukat Cihat Gökdemir, ‘‘Gökdelenlere İBB Meclisi’nde tüm partilerin üyeleri oybirliği ile izin verdi. Tazminat bedelini oy veren üye sayısına bölüp her üyeden tazminini isteyeceğim. Kamuyu zarara uğrattıkları gerekçesiyle dava açacağım. Oy veren tüm meclis üyelerinin listesi de elimde var’’ dedi.


Radikal dün mahkemenin yıkım kararını yayımladı. Mahkeme silueti olumsuz etkilediği gerekçesiyle ‘‘Yapıya ilişkin yapı ruhsatlarının ve dayanağı imar planlarının hukuka aykırı olduğunun yargı kararıyla ortaya konularak iptaline karar verildiği ve bu iptal hükmü ile söz konusu yapıların, hukuka uygun olarak tesis edilen birtakım işlemler silsilesini geçirmek suretiyle inşa edilmemiş olduğunun belirlenmesi hususu da gözönünde bulundurulduğundan 2863 sayılı kanunun 61. maddesinde öngörülen ‘Kamu kurum ve kuruluşları ve belediyeler ile gerçek ve tüzelkişiler koruma kurullarının kararlarına uymak zorundadır’ hükmü karşısında İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 15.08.2011 tarihli kararı doğrultusunda uyuşmazlığa konu yapıların yıkımı gerekirken aksi yönünde tesis edilen işlemlerde hukuka uygunluk bulunmamıştır’’ dedi.


Bu karar açık olarak gökdelenlerin siluete etki eden katlarının tıraşlanmasını gerektiriyor. 

Yıkım nasıl gerçekleşir? 
Davalı İBB olduğundan karar kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yıkıma başlamak zorunda. Lakin İBB Danıştay’a temyiz başvurusu yapıp ‘yürütmeyi durdurma’ kararı alabilir. Alamadığı takdirde ise yıkıma başlamak mecburiyetinde. Genelde bu durumda belediyeler yıkım işlemini yapacak gerekli ekipman veya ekip olmadığını söyleyerek zaman kazanıyor. Ancak bu durumda davacı devreye girip belediyenin mahkeme karşısındaki savunmasını, ekiplerin var olduğunu ispat ederek yıkıma mecbur edebiliyor. Avukat Ömer Kavili’ye göre, yıkım yapmayan idareciler hakkında görevi kötüye kullanmak veya savsaklamaktan 3 yıla kadar hapis cezasıyla dava açılabiliyor.


Siluete etki eden kısımların yıkımı için dava açan avukat Gökdemir’e “Yıkım yapılmazsa ne yapmayı düşünüyorsunuz” diye sorduk. Gökdemir şu yanıtı verdi: ‘‘İşlemi yapması gereken bütün idari amirlerle ilgili suç duyurusunda bulunacağız. Eğer İdare Mahkemesi’nin kararını 30 gün içerisinde yıkma işlemine başlamazlarsa suç işlemiş olurlar. 31 ve 32. günde yıkılmış bile olsa artık 30 günün dolmasıyla suç yerine gelmiş olur. Bizim elimize karar perşembe günü geldi. Muhtemelen onlara henüz tebliğ edilmedi, bu haftaiçi tebliğ edilir. Tebliğden sonra süre başlar. Biz suç duyurumuzu mutlaka yaparız.’’

 

Meclis onay verdi, şirket ‘bile bile’ devam etti

16:9’daki konutların pek çoğu satıldı. Yıkım gerçekleşmesi halinde Astay İnşaat şirketi İBB aleyhine yüklü miktarda tazminat davası açabiliyor. Çünkü belediyenin verdiği imar planı ve inşaat ruhsatı sayesinde inşaatlar devam etti. Yani tazminat yine İstanbullunun cebinden çıkacak. Bu durumu avukat Gökdemir’e sorduk: ‘‘Burada 2 tazminat var. Biri rayiç bedel üzerinden ki bu çok yüksektir, diğeri de enkaz bedelidir. Enkaz bedelini biz belediyeden talep edeceğiz. Diyeceğiz ki enkaz bedelini belirleyin. Çimento, tuğla bedeli ödenir. Büyük ihtimalle firma mahkemeye gidip rayiç bedeli üzerinden tazminat talebinde bulunacak. Onu çok tutturması mümkün değil. Çünkü siluete aykırı olduğunu kendisi çok açık bir şekilde özellikle Radikal’in haberlerinden dolayı bildiği halde inşaata devam etti. Diyelim ki mahkemeden rayiç bedel üzerinden çok yüksek bir tazminat kararı aldı. Bu durumda biz İmar Komisyonu’nun oluru olmadığı halde Zeytinburnu’ndaki gökdelenlerin yapımına karar veren, MHP de CHP de dahil, belediye meclisinde bulunan ve oy veren tüm partili meclis üyelerine dava açacağız. Bütün partililerin oyuyla, oybirliği ile bu karar çıktı. Oy vermeyenler sadece o sırada yurtdışında bulunan meclis üyeleri. Bu yüzden tazminat ödeme söz konusu olursa ben ödenen tazminat bedelini oy veren üye sayısına bölüp, her üyeden tazminini isteyeceğim. Kamuyu zarara uğrattıkları gerekçesiyle dava açacağım. Oy veren tüm meclis üyelerinin listesi de var.’’


Daha önce Boğaziçi İmar Kanunu’na aykırı olan çok sayıda binanın mahkeme kararıyla yıkıldığını biliyoruz. Haliç kıyısında Ahi Evren Camii’ni n etrafında ve yine Haliç kıyısında çok sayıda kaçak bina mahkeme kararlarıyla yıkılmıştı. Gökkafes’te ise İTÜ’yle uzun yıllar süren yıkım davasında mahkeme yıkıma gerek görmemişti. Bu nedenle siluet konusunda 4. İdare Mahkemesi’nin kararı bir ilk olma özelliğine sahip. Gerekçesi tarihi silüet olan emsal kararın nasıl uygulanacağı önümüzdeki günlerde netlik kazanacak.

 

BAŞBAKAN’I KÜSTÜREN KULELER

Başbakan Erdoğan , Zeytinburnu’nda yükselen ve şehrin siluetini bozan ‘16:9’ isimli kulelere tepkisini dile getirirken “Sahibiyle konuştum. (Mesut Toprak) Tıraşlayın dedim. Ama hiçbir şey yapmadılar. O yüzden çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum” dedi.
Konuyla ilgili olarak Astay Gayri Menkul İnşaat Turizm Şirketi sahibi Mesut Toprak’ı telefonla aradık. Gazeteyi okumadığını, böyle bir karardan haberi olmadığını ve konuşmak da istemediğini söyledi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 02.12.2013

 

******


16.9'UN YIKIM KARARI 16.9'DA ALINMIŞ

 

İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin Zeytinburnu’ndaki 16:9 isimli gökdelenlerin siluete etki eden katları hakkında verdiği yıkım kararının 16.09.2013 tarihinde alındığı ortaya çıktı!

 

Tebliğ tarihinden itibaren İBB'nin 30 gün içinde yürütmeyi durdurma başvurusu yapmasını ya da yıkım işlemine başlamasını gerektiren kararın alınma tarihi, İstanbul silüeti tartışmaları için ilginç bir not olarak 'tarihe' geçti...

 


Radikal, 02.12.2013

 

******


TOPBAŞ: YARGIYA SAYGILIYIZ

 

 

İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin Zeytinburnu’ndaki 16:9 kulelerinde ‘tarihi siluete giren’ katlarla ilgili verdiği yıkım kararının yankıları sürüyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ‘‘Yargı kararına saygılı olacağız’’ dedi.


İBB Meclisi’nde 2009 yılında 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı’nın görüşmelerinde yapıların siluete etki edeceği ve Gökkafes gibi bir sorunla karşı karşıya kalınacağının belirtildiği ancak planın yine de oyçokluğuyla kabul edildiği ortaya çıktı. İBB Meclisi CHP Grup Sözcüsü Mehmet Yıldız da, imar planları meclise her geldiğinde itiraz ettiklerini, meclis tutanaklarında siluete etki edeceğini de özellikle söylediklerini açıkladı. 

SP ve CHP’li üyelerden itiraz gelmiş
Arazi 2007’de TMSF’den Astay’a geçtiğinde, ‘27 bin 791 metrekare, ticaret alanı ve 1 emsal’ olarak görünüyordu. Yeni arsa sahibi 1 / 5000 ölçekli Nazım İmar Planı’nda değişiklikle inşaat hakkının 2.5 emsale çıkarılmasını ve arazinin turizm -ticaret alanına alınmasını talep etti. Talep 16.05.2008’de İBB Meclisi’nde oyçokluğu ile kabul edildi. 

1 yıl sonra, 15.05.2009 tarihinde
1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı gündeme geldi. İşte bu toplantıda hararetli tartışmalar yaşandı. Saadet Partisi Meclis Üyesi Ahmet Sadıkoğlu, ‘‘Sanki bu parsele ciddi imtiyazlar sağlanmış hissi var. Emsal 1 iken 2.5’e çıkarılıyor. Taban alanının yüzde 50 olması, yüksekliğin serbest olması, bodrum katların emsal dışında bırakılmasının uygun olmayacağı kanaatindeyim’’ dedi.


CHP İmar Komisyonu üyesi Halil Sarıca da ‘‘Tarihi Yarımada’ya çok yakında bulunan parsel, sur tecrit bandı dışında kalsa da, surlar ve Tarihi Yarımada’ya etkileri açısından etüt edilmelidir. Emsalin 1’den 2.5’e çıkarılması ile yapı ve nüfus yoğunluğu getirilmiştir. İleride Gökkafes, Park Otel gibi tartışmalara meydan vermemek için, İmar Komisyonu üyesi olarak bu rapora katılmıyorum’’ diye itiraz etti.


İmar Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş bunlara karşılık şu savunmayı yaptı: ‘‘Bu yer Turizm Bakanlığı tarafından turizm alanı ilan edilen Ataköy - Zeytinburnu hattının hemen arkasında. Geçmişte ticaret alanı olan bir yer. Ancak turizmle ilgili İstanbul’un durumu göz önüne alınırsa bizim bu tip otel alanlarına ihtiyacımız var. Bundan dolayı bu turizm alanına evet dedik.’’
Siluet ve emsal artışı konusunda yapılan tüm itirazlara rağmen 1 / 1000 ölçekli Nazım İmar Planı İBB Meclisi’nde oyçokluğu ile onaylanarak inşaatın bugünkü haliyle yapımına izin verildi. İstanbul 4. İdare Mahkemesi bu imar planlarını da daha sonra iptal etti.


Miniatürk’te Cumhuriyet Coşkusu Fotoğraf Yarışması Ödül Töreni’ne katılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş, programının ardından gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Bir gazetecinin “16:9 ile ilgili mahkemenin yıkım kararı var. Şimdi binaları yıkmak kolay mı, o binalar satıldı, yıkılacak mı? Nasıl bir yol izlenecek?” şeklindeki sorusuna Topbaş şu cevabı verdi:
“Tabii bunları şimdiden konuşmak erken. 4. İdare Mahkemesi’nin verdiği bir karardan haberdar olduk. Ama henüz bize tebligat yapılmadı. Geldikten sonra hukukçularımız, ilgili birimlerimiz bunu değerlendirecek. Daha sonra detaylı açıklamaları yaparız. Tabii ki yargıya saygımız sonsuz. Herkes saygı duyacaktır. Ama şu an bunu söylemek erken.”


“16:9’un imar planları da iptal edilmişti mayıs ayında. Onunla alakalı büyükşehirin bir çalışması oldu mu?” sorusu üzerine de Topbaş şu yanıtı verdi: “Sonuç olarak 16:9 ile ilgili idare mahkemesinin verdiği karar bize tebliğ edildikten sonra Büyükşehir Belediyemizin hukuk işleri müşavirliğimiz ve diğer birimler bunu değerlendirecek. Ondan sonra da tabii kamuoyuna açıklama yapacağız. Yargıya herkes saygılı olacaktır.”

 

ASTAY’dan İtiraz
Astay’dan yapılan açıklamada ise 16:9 projesinin tüm plan, izin ve mevzuatlara uygun yürütüldüğü, bu nedenle kazanılmış hakların bulunduğu vurgulandı. Açıklamada özetle şöyle denildi:
‘‘Basında yer alan dava, Zeytinburnu Belediyesi ve İBB’ye başvuran Cihat Gökdemir isimli kişinin, projenin silueti etkilediği iddiası ile ilgilidir. Başvuru Zeytinburnu Belediyesi tarafından projenin imar planı ve ruhsatına uygun olarak yapıldığından bahisle reddedilmiş, İBB tarafından ise cevap verilmeyerek zımnen reddedilmiştir. Ret yazıları üzerine Gökdemir, 4. İdare Mahkemesi’nde dava açmış, mahkeme ret yazılarının iptaline karar vermiştir. Özellikle belirtmek gerekir ki; bu karar hiçbir şekilde, bina ya da katların yıkılması anlamına gelmemektedir. Sadece idarelerin ret yazıları iptal olmuştur.’’

“16:9 Projesine ilişkin verilen yapı ruhsatı, yapı kullanma izni ve her türlü izin imar planlarına, notlarına ve her türlü mevzuata uygun olarak alınmış bulunmaktadır. Şirketimizin ve maliklerin kazanılmış hakkı bulunmaktadır. Konuya ilişkin asıl muhataplar ilgili davanın tarafı olan belediyelerdir. Şirket olarak Astay da, karar kendisine tebliğ edildikten sonra müdahil sıfatını kullanarak temyiz sürecini takip edecektir.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.12.2013

 

******


GÜNAY: ONLARIN GÜCÜ BENİ AŞTI

 

Eski Kültür ve Turizm Bakanı, İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay, sosyal paylaşım sitesi Twitter'da yargının İstanbul'un siluetini bozan gökdelenler hakkında yıkım kararı verdiğini hatırlattı ve ekledi: ''Kaç kez itiraz ettim ama onların gücü beni aştı.''

 

Günay'dan Twitter'dan çok tartışılacak açıklamalarda bulundu.

 

İşte Günay'ın açıklamaları:
''Tarihi görüntüyü bozan yapılara kaç kez itiraz edip Belediyeleri uyarmıştım. Nihayet bir karar çıktı!
Zeytinburnu gökdelenlerinin tarihi yarımadaya zarar verdiğini 2011'de Belediyelere yazdım, devam ettiler.
İşte, Mahkeme yıkım kararı verdi!
İstanbul'da şehrin tarihi görünümünü bozan yapılar, Zeytinburnu'ndakilerden ibaret değil;
Hepsine itiraz ettim, ama onların gücü beni aştı!
Bu itirazlarımı kaç kez kamuoyuyla paylaştım: Niye istifa etmedin diyenlere anımsatma: Ben görevdeyken Gezi Parkı'na kışla talebi red edilmiş ve AKM'nin restorasyonu başlamıştı
Ya şimdi?''

Hürriyet, 03.12.2013

 

******


UNESCO DA 16:9 İÇİN CEVAP BEKLİYOR

 

UNESCO/ICOMOS raporunda Haziran 2013'e kadar geriye dönük bir 'miras etki değerlendirmesi' yapılması ve UNESCO Dünya Mirası Merkezi'ne teslim edilmesi isteniyordu. Belediye acaba bu değerlendirmeyi yaptı mı?

 

İstanbul Tarihi Yarımada bölgesinin tarihi ve kültürel kimliği ve Türkiye’nin uluslararası sözleşmelerle korumayı taahhüt ettiği Dünya Mirası Alanı üzerinde olumsuz bir durum ortaya koyduğu ve ulusal koruma ölçüleriyle uyuşmadığı gerekçeleriyle bahsi geçen yapı ruhsatı ve planlarının iptaline…”

İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin 16:9 gökdelenleriyle ilgili son kararının ne anlama geldiği benim anladığım kadarıyla henüz net değil. Ortada teknik bir sorun var. Kimi mimarlara göre tıraşlama mümkün değil çünkü bina çelik konstrüksiyon. Eğer tümden yıkılacaksa daireler satılmış, ortada kazanılmış bir hak var.

Ruhsat ve plan iptalinin nasıl uygulanacağına hukuki ve teknik raporlar ışığında karar verilecektir. Bana göre uzun ince bir yol…


Ancak biraz geriye, hikayenin başlangıcına dönmekte yarar var.

Zeytinburnu gökdelenlerinin ruhsat, izin ve inşaat sürecinde Kültür Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi teknik sorumluları, siyasi yetkililere bu inşaatın Dünya Mirası Alanı’nın tampon bölgesinde olduğu ve silueti zedeleyeceği hakkında gerekli uyarıları yaparlar. Ancak bu uyarılar daha önce örneklerini çokça gördüğümüz üzere dikkate alınmaz.

Gökdelenlerin Sultanahmet Camii’nin arkasından yükselen görüntüleri Eylül 2011’de basına yansıyınca uyarılara kulak asmayan siyasi makamlarda bir telaş başlar. İstanbul Belediye Meclisi, siluet üzerindeki benzer zararları önlemek amacıyla, Ekim 2011’de siluet ile ilgili yüksekliklerin sınırlandırılması konusunda alelacele bir karar alır.

Kasım 2012’de UNESCO Dünya Mirası Merkezi/ICOMOS Ortak Heyeti İstanbul’u ziyaret eder. İstanbul’da yetkililerle uzun uzun toplantılar yapılır. Ziyaret sonunda Tarihi Yarımada’daki Dünya Mirası alanlarının koruma durumu ile ilgili ayrıntılı bir rapor yayımlanır. Raporda geleneksel mimari ahşap evlerden Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ne, Zeytinburnu gökdelenlerinden Yenikapı’daki düzenlemelere, Ataköy turizm planına dek birçok konu ele alınır.

60 sayfalık raporda bütün bu konularda bazı övgülerin yanı sıra ciddi eleştiriler ve bunlara dayanan tavsiyeler yer alır. 2013 Haziran ayında toplanan Dünya Mirası Komitesi, İstanbul ile ilgili kararında Türkiye’den bu heyetin tavsiyelerini uygulamasını rica eder. 

UNESCO/ICOMOS ortak heyeti raporunda, belediye meclisinin siluet yüksekliği kısıtlaması kararı tebrik bile edilir. UNESCO yanıltılmış olur bir anlamda. Ancak, surların ötesindeki yüksek ve büyük binaların çevreye etkisinin alınacak kararlarda dikkate alınması istenir.

 

Alana izinsiz tecavüz
Raporda, Dünya Mirası alanını kapsayan Tarihi Yarımada’nın tampon bölgesinde bulunan ve silueti bozan Zeytinburnu gökdelenleri içinse, ‘intrusive development’ ifadesi kullanılıyor. Bu ifade ‘izinsiz olarak bir alana tecavüz eden’ anlamına geliyor. 

Raporda, Zeytinburnu gökdelenlerinin Dünya Mirası alanı olan tarihi yarımada ve siluet üzerindeki etkisi konusunda geriye dönük bir ‘Miras Etki Değerlendirmesi’ yapılması ve bunun Haziran 2013 sonuna kadar Dünya Mirası Merkezi’ne teslim edilmesi ve Aralık 2013’te de Ataköy Turizm Planı’nın ayrıntıları ve etki değerlendirmesi istenir. Belediye yetkililerine sormak isterim acaba yapıldı mı bu değerlendirmeler? 

Haliç Metro Köprüsü’nde olduğu gibi Türkiye’deki sorunların büyük bir bölümü ise yükümlülüğün zamanında yerine getirilmemesinden kaynaklanıyor.

Siyasi iradenin müdahalesi, hiçbir konuda uzlaşamayan İBB Meclisi’nin 301 üyesinin oybirliğiyle izin vermesiyle ortaya 16:9 çıktı. Şimdi CHP başta olmak üzere muhalefetteki partiler de timsah gözyaşı dökmesin. Diğer taraftan Osmanlı mirasını sahiplenen AKP muhalefette olsaydı bu mirasa Haliç Metro Geçiş Köprüsü ve bu gökdelenlerle gölge düşürülmesine eminim kıyamet koparırdı. 

16 Kasım’da UNESCO Dünya Mirası Değerlendirme Komitesi’ne seçilen Türkiye umarız 2015’te mahcup olmaz İstanbul ve Türkiye’deki diğer miras alanları değerlendirilirken...

Radikal, Yazı: Müge Akgün, 05.12.2013

ZEYD'İN TABLOSU 400 BİN TL'YE GİTTİ

 

 

Türk resim sanatına damgasını vurmuş ressamların eserlerinin yer aldığı 25. Artı Mezat Modern ve Çağdaş Türk Sanat Müzayedesi, Nişantaşı'ndaki The Sofa Hotel'de yapıldı. Artı Mezat'ın sahibi Jale Tantekin tarafından sunulan müzayedeye ünlü koleksiyonerlerin de aralarında olduğu kalabalık bir alıcı grubu katıldı. Müzayede oldukça çekişmeli anlara sahne oldu. Fahrel Nisa Zeid'in soyut kompozisyonu 400 bin liraya, Adnan Çoker'in "Minimal C 9" isimli triptik eseri 375 bin liraya, Mehmet Güleryüz'ün Portre çalışması 100 bin liraya, Mehmet Günyeli'nin Kader Denizi isimli çalışması da 60 bin liraya, Mümin Orhan'un soyut kompozisyonu 110 bin liraya alıcı buldu.

Türk resmi denince ilk akla gelen sanatçıların eserlerinin satışa sunulduğu müzayedeye gösterilen ilgiden memnun olduğunu belirten Jale Tantekin, "Bu çok değerli eserler, koleksiyonerlerin koruması altında birer hazine olarak gelecek nesillere ulaştırılacak. Bu eserler böylece hak ettikleri değerleri buluyorlar" dedi.

Prenses Fahrel ise Zeyd 
1991'de 90 yaşında hayata veda eden Fahrel Nisa Zeyd, Türk resminin en önemli, en özgün isimlerindendi. Yaptığı resimler yurtdışında yabancı ressamlar tarafından dikkate alındı ve taklit edildi ki bu Türkiyeli bir sanatçı için ilkti. Ancak Fahrel Nisa'yı önemli kılan sadece ressamlığı değildi. Zeyd, önemli bir Osmanlı ailesinin, Şakir Paşaların bir ferdiydi. Bu ailenin fertleri arasında Halikarnas Balıkçısı Cevad Şakir Kabaağaçlı, Aliye Berger, Füreya Koral, Nejat Devrim ve Şirin Devrim gibi sanatçılar bulunuyordu. Fahrelnisa, Zeydi soyadını Kral 1. Faysal'ın kardeşi ve dönemin Irak Büyükelçisi olan Emir Zeid'le evlendikten sonra aldı ve prenses unvanına sahipti. Modern üslupta önemli bir ressam olarak tanındığı Fransa'da adını "Fahrelnisa" imzasıyla kullandı.

Habertürk, Haber: Sinan Bilgenoğlu, 01.12.2013

 

******


SATILIK FAHRELNİSA ZEYD TABOSU ARANIYOR!

 

 

Türk ressam Fahrelnisa Zeid’in soyut kompozisyonu 400 bin liraya alıcı buldu. Türk resim sanatının usta ellerine ait eserler, Artı Mezat tarafından The Sofa Otel’de gerçekleştirilen “25’inci Artı Mezat Modern ve Çağdaş Türk Sanat Müzayedesi”nde satışa sunuldu. Artı Mezat’ın sahibi Jale Tantekin tarafından sunulan müzayedede, Fahrelnisa Zeid’in soyut kompozisyonu 400 bin, Adnan Çoker’in Minimal C 9 isimli triptik eseri 375 bin, Mümin Orhan’un soyut kompozisyonu 110 bin, Mehmet Güleryüz’ün portre çalışması 100 bin, Mehmet Günyeli’nin Kader Denizi isimli çalışmasıysa 60 bin liraya alıcı buldu.

 

 

TÜRKİYE RESMİ HAKETTİĞİ DEĞERİ BULUYOR
Müzayedede Tantekin, “Türk resmi denince ilk akla gelen sanatçıların eserlerinin satışa sunulduğu müzayedeye gösterilen ilgiden çok memnun kaldık. Bu çok değerli eserlerin, koleksiyonerlerin koruması altında birer hazine olarak gelecek nesillere ulaştırılacağından şüphemiz yok. Bu eserler böylece hak ettikleri değerleri buluyorlar” ifadelerinde bulundu.

Habertürk, 02.12.2013

ARKEOLOJİNİN GÜNDEMİNDEN "KONUTLAR VE YAŞAM TARZI"

 

Koç Üniversitesi, Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (AnaMed) tarafından 30 Kasım - 1 Aralık günleri düzenlenen 8. Uluslararası AnaMed Yıllık Sempozyumu “Konut Palimpsesti: Roma, Geç Antik, Bizans ve Erken İslam Dönemleri’nde Yaşam Kalıplarını Yeniden Değerlendirmek” alanda çalışan arkeolog, sanat tarihçi, müzeci, mimar ve yayıncıları buluşturdu.

 

Buket Coşkuner(AnaMed), Zeynep Kızıltan(İstanbul Arkeoloji Müzesi), Alessandra Ricci ve Inge Uytterhoeven(Koç Üniversitesi)’in konuşmaları ile başlayan sempozyum, dün altı oturumu gerçekleştiren araştırmacıların biraraya geldiği değerlendirme oturumu ile noktalandı. Üzerinden başka kültürlerin de geçtiği bu konutlarda pek obje bulunamadığının, ancak yerlerdeki, duvarlardaki mozaik ve süslemelerden evlerin odaları arasında misafir odası ayrımı gibi farklılıkların bir tür hiyerarşinin görüldüğünün altı çizildi. Bugün de tarihin derinliklerindeki bulgularla "teras evler" "evlerdeki avlular" derken mimarlık kültürünün köklerinde arkeoloji biliminin tuttuğu ışıkla dolaşıldı.  

 

AnaMed’in İstiklal Caddesi Merkez Han’daki merkezinde iki gün boyunca devam eden sempozyum, “Antandros(Altınoluk civarı)’daki Roma Evleri” başlıklı sunumu yapan arkeolog Gürcan Polat’ın da belirttiği gibi başta arkeologlar olmak üzere alanla ilgili araştırmacıların birbirini tanımalarını, çalışmalarından ve bu konu üzerinde yapılan yayınlardan haberdar olmalarını sağlıyor. Polat; “Bu bilgi alışverişi, bakış açımızı da değiştiriyor, ufkumuzu açıyor.” diyerek Geç Antik dönem üzerine önemli kazı çalışmalarının Urfa Haleplibahçe, İzmir Kemalpaşa gibi Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde devam etmekte olduğunu belirtti.

Cumhuriyet, 01.12.2013

JANDARMADAN TARİHİ ESER AVI

 

Düzce'de Jandarma KOM ve İstihbarat Şube ekipleri Roma dönemine ait 300 adet altın sikke ele geçirdi. Olayla ilgili 1 kişi gözaltına aldı.

 

Edinilen bilgilere göre, Düzce'de İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince düzenlenen operasyonda Roma dönemine ait 300 adet altın sikke ele geçirdi. İstanbul'dan Düzce'ye gelen Y.A.'nın tarihi eser kaçakçılığı yaptığı yönünde bilgi alan İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, şahsı takibe aldı. Şüpheli 1 haftalık takibin sonucunda Merkeze bağlı Şaziye Köyü'nde gözaltına alındı. Şahsın kullandığı araca zulalanmış 300 adet Roma Dönemine ait olduğu tahmin edilen altın sikke ele geçirildi. Olayla ilgili Y.A gözaltına alınırken, jandarmanın soruşturması devam ediyor.

Değişim Medya, 01.12.2013

JOAN MİRO İSTANBUL'DA

 

 

1924 yılında Sürrealist Manifesto’yu yayınlayan Andre Breton’un “İçimizdeki en sürrealist oydu’’ dediği JoanMiro yaşasaydı ve onunla röportaj yapsaydım, büyük ihtimalle “Beni kabul edecek hiçbir kulübe üye olmak istemem’’ derdi. Bence onu, hiçbir akıma dahil olmayan biri olarak tanımlamak gerek. Kullandığı canlı renkler ve karmaşık imgeler görenlerde “Ben de yaparım’’ hissi uyandırabilir, ama aslında her eserinin diğeriyle arasında geometrik bir ilişki var. 90 yıllık ömründe üç savaş görmüşMiro’nunmodern sanata katkısı büyü. 20. yüzyılın en büyük ressamlarından o... Resimleri aynı anda o kadar çok çağrışımyaratıyor ki beyniniz kısa devre yapacakmış gibi hissediyorsunuz. Sergi koordinatörü Dündar Hızal bize daha fazlasını anlatıyor...

 

Miro’nun eserleri size ne hissettiriyor?

Miro’nun tetiklediği “Bunu ben de yaparım’’ duygusu, insanları resme teşvik etmede çok önemli bir şey. Bir çocuk geldiğinde kendini gerçek bir sanatçı gibi hissediyor çünkü gördüğü resimler onun yaptıklarına benziyor. “Resim, ilk mağara resmi yapan insanlardan sonra bir şekilde yozlaştı. Ta ki bana kadar. Ben resmi o yozlaşmadan kurtardım’’ diyor Miro. Resmi saf şiir gibi görüyor. Tristan Tzara gibi o dönemin dadaist şairleri ile olan yakın arkadaşlıkları da o şiirlerden ilham almasını sağlıyor. Dadaistler için kelimeler düşünceden önce gelir. Miro için de öyle. Başlarken bir düşünce ile başlamıyor. Renk ve biçim oluştuktan sonra düşünce ortaya çıkıyor. Resim, bittikten sonra kadın veya kuş resmine dönüşüyor.

 

Miro’nun Andre Breton’la arkadaşlığı nereden geliyor?

Breton ‘’Sürrealist Manifesto’’yu yazdığında ilk katılanlardan biri de Miro. Salvador Dali ve Picasso da aynı ekipte. Ama Miro hiçbir zaman kendisini sürrealist olarak ilan etmiyor. Zaten eserlerinde birçok akımdan izler bulmak mümkün. Dadaizmden etkilenmekle beraber renkler kübistlerin renkleri, biçimler fovistlerin biçimleri. O nedenle mutlak bir yere oturtulamıyor.

 

Hayatının neredeyse tamamı savaş dönemlerine denk gelmiş. Ama eserleri rengarenk...

Hayatının en güzel yıllarında 1. Dünya Savaşı’nı yaşamış. Sonra ülkesi İspanya’da iç savaş patlak vermiş ve bundan da çok etkilenmiş. Paris’e taşındığındaysa Naziler gelmiş Paris’i işgal etmiş. Bunun gibi büyük travmalar yaşamış insanların iki şey yapması beklenir; ya içine kapanması ya da bunu tamamen reddetme si. Bu süreci yaşamış kimi ressamlar çok karanlıktır, kimileriyse Dali gibi kendini tamamıyla bu durumun dışında tutarak hayal gücüne yönelir. Miro’da da ters etki yaratmış. Burada çocuk atölyesi açma fikri nereden geldi? Bizden geldi. Sergi ziyaretçilerinin yüzde 50’sini çocuklar oluşturuyor. Bunun Miro’ya özel bir tarafı da oldu. Şu an 10.000 çocuk ön rezervasyon yaptırmış durumda. Bu çocuklar buraya gelecek ve bu eserleri gördükten sonra içlerindeki potansiyel de açığa çıkacak. Biz de onlar bunu deneyimledikten sonra sıcağı sıcağına çıktıya dönüştürecek bir alan yaratmak istedik. Sırada kimin sergisi var? Seneye bu zamanlar Matisse’i getirmeyi planlıyoruz.

 

Miro nasıl çalışırdı?

Miro,1960 yılında yaptığı bir radyo konuşmasında çalışma tarzını şöyle anlatmıştı: “Ben tuval üzerinde hiçbir zaman onun dükkandan geldiği haliyle çalışmaya başlamam. Kazalar oluştururum; bir form, bir renk lekesi. Her türlü kaza eseri, yeterince iyidir. Ondan sonra fırçalarımı tuvale silerek zemini hazırlarım. Üzerine terebentin damlamasında sakınca yoktur. Ressam bir şair gibi çalışır, önce kelime sonra düşünce. Ben ilk şoka çok önem veririm.” Agnes de la Beaumelle’in sözleriyle Miro, “20. yüzyılın tüm biçimci avangardlarının karşısında bize mutlak bir özgürlük dersi vermiştir ve bu da onu geçtiğimiz yüzyılın en olağandışı sanatçışairlerinden biri yapar’’..

Habertürk, Haber: Özge Mine Sarıçam, 30.11.2013

DÜNYANIN EN ESKİ UMUMİ TUVALETİ DİNOZORLARA AİT

 

 

Arjantin'de dinozor dışkısıyla dolu devasa büyüklükte bir toplu tuvalet ortaya çıkarıldı.

Bilim çevreleri, binlerce fosilleşmiş dinozor dışkısının toplu halde bulunduğunu açıkladı.

240 milyon yıllık kazı mekanı "dünyanın en eski umumi tuvaleti" olarak adlandırıldı.

 

Uzmanlar, ilk kez dinozor gibi tarih öncesi canlıların dışkılarını ortak alanlara yaptıklarına dair bulgulara ulaşıldığını söylüyor. Bulunan fosilleşmiş atık, tarih öncesi dönemde dinozorların beslenme düzeni, hastalıklar ve bitki türlerine ilişkin önemli ipuçları sunuyor.

 

Fil, antilop ve at gibi modern dönemde görülen hayvanların ortaklaşa belirlenmiş yerleri tuvalet olarak kullandıkları biliniyor. Bu tür canlıların bunu hem kendi bölgelerini belirlemek hem de parazitlerin yayılmasını en aza indirmek için yaptıkları düşünülüyor.

 

Ancak daha önce görülmemiş büyüklükte olan Arjantin'deki "tuvalet", daha önce bulunan 220 milyon yıllık tuvalet kazısı rekorunu kırmış oldu. Fosilleşmiş dışkıların 40 cm genişliğinde ve birkaç kilo ağırlığında oldukları belirtildi. Uzmanlar, dışkıların sahiplerinin çevrede kemikleri bulunan ve günümüzün gergedanının atası kabul edilebilecek Dinodontosaurus türüne ait olduğunu düşünüyor.

 

Keşfi yapan araştırma ekibi Crilar-Conicet Üniversitesi'nden Dr. Lucas Fiorelli, bu umumi tuvaletin öncelikle parazitleri önlemek, ikinci olarak da diğer saldırgan hayvanlara "Bakın, biz çok kalabalığız. Ayağınızı denk alın!" mesajı vermeyi amaçladığını tahmin ediyor. Uzmanlar fosilleşmiş dışkıların zamanda bir yolculuk sunduğuna ve incelendikçe bugün pek az bilinen doğa koşullarına ışık tutacağına inanıyor.

Hürriyet, 30.11.2013

ŞARK EKSPRESİ GERİ DÖNÜYOR

 

 

İnsanlık tarihinin en lüks uzun yol treni olan meşhur Şark Ekspresi (Orient Express) büyük bir sergiye ev sahipliği yapmak için tekrar gün yüzüne çıkarılıyor. Fransız Devlet Demiryolları İşletmesi ve Paris'teki Arap Dünyası Enstitüsü işbirliğinde hayata geçirilen 2.5 milyon avroluk dev projede, tarihi trenin dört vagonu büyük bir sergiyi ağırlayacak. 1 Nisan'da tarih meraklılarına kapılarını açacak serginin tanıtımı, geçtiğimiz günlerde Paris'teki Lyon Garı'nda yapıldı. Trenin, her biri 60 ton ağırlığındaki dört vagonu Arap Dünyası Enstitüsü önündeki geniş meydana yerleştirilecek. Demiryolu çalışanı kılığına bürünmüş sanatçılar tarafından karşılanacak ziyaretçileri içeride, mistik ve tarihi olduğu kadar öğretici bir sergi bekleyecek. Trende başlayıp enstitü binasında devam edecek etkinlikte ziyaretçilere tablolar, fotoğraflar, afişler ve kısa filmlerle Paris'ten İstanbul'a kadar 19. yüzyıl Avrupası'nı boydan boya geçecek tarihi ve görsel bir seyahat sunulacak. Trenin aslına uygun restore edilen restoranında ise yemekler, dünyaca ünlü Fransız şef Yannick Alleno tarafından hazırlanacak. Dört ay boyunca Paris'te kalacak tren daha sonra benzer sergilerin düzenlenmesi için Venedik, İstanbul ve Beyrut'a gidecek.

AŞK, ENTRİKA, CASUSLUK...
İlk kez 4 Ekim 1883'te siyasetçiler, gazeteciler ve yazarların katıldığı büyük bir törenle Paris'in Doğu Garı'ndan kalkan Şark Ekspresi, onlarca ülkeden geçerek 3 bin 186 kilometrelik bir mesafeyi kat ederken yolcularına lüks otelleri aratmayacak incelikte döşenmiş vagonları, oyun salonları, şarap mahzeni ile görkemli bir seyahat sunardı. Şark Ekspresi'nin efsanevi gizemi, iki kıtayı birleştiren lüks ve sırlarla dolu seyahatlerin çok ötesinde, bugün tarih olan imparatorlukların hüküm sürdüğü büyük şehirlerden geçmesinden ve zamanın en ünlü siyasetçileri ve sanatçıları tarafından kullanılmış olmasından kaynaklanıyor. Ernest Hemingway'den Agatha Christie'ye kadar birçok yazara ve onlarca yönetmene ilham kaynağı olan tren, geçtiğimiz yüzyılın entrikalarına, gizli aşklarına ve casusluk hikayelerine ev sahipliği yapmasının yanı sıra Avrupa tarihine tanıklık etmiş olmasıyla da ünlü. Zira, 1. Dünya Savaşı sonunda Almanya ile İtilaf Devletleri arasındaki ateşkes, Şark Ekspresi'nin 2419 numaralı vagonunda imzalanmış. Fransızlar tarafından müzeye kaldırılan ünlü vagonda 1940 yılında ise bu kez ülkeyi işgal eden Hitler'in isteğiyle Fransızlar'ın teslim anlaşması imzalanmış. Geçtiğimiz yıllarda trenin 200 vagonundan geri kalan birkaç vagonunu satın alan Fransız demiryolu işletmeleri, birçok Avrupa şehrini dolaşacak serginin ardından yeterli finansmanın bulunması halinde Şark Ekspresi'ni modernize edip yeniden hizmete sunmayı planlıyor.

Sabah, Haber: Nerih Çıtak, 30.11.2013

TÜRKİYE 20 YIL BOYUNCA VENEDİK BİENALİNDE KALICI BİR MEKANA SAHİP OLACAK

 

İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla Türkiye, dünyanın en önemli güncel sanat ve mimarlık etkinlikleri arasında sayılan Venedik Bienali'nde uzun süreli bir mekana sahip oldu.

 

Bienalin iki ana mekanından biri olan Arsenale'de, 2014-2034 yılları arasında tahsis edilen bu mekan sayesinde Türkiye Pavyonu, önümüzdeki yıl ilk kez Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi'nde de yer alacak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı, 2014 yılından itibaren 20 yıl boyunca, Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi'nin yanı sıra Mimarlık Sergisi'nde de yer alacak Türkiye Pavyonu'nun koordinasyonunu yürütecek. Venedik Bienali 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi, 7 Haziran-23 Kasım 2014 tarihleri arasında Rem Koolhaas küratörlüğünde gerçekleştirilecek. “Fundamentals” başlığını taşıyan bienalde ana serginin yanı sıra Giardini ve Arsenale'de birçok ülke pavyonu da yer alacak. Venedik Bienali 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi'nde yer alacak Türkiye Pavyonu'yla ilgili detaylar önümüzdeki günlerde açıklanacak. Türkiye'nin Venedik Bienalleri'nde kalıcı bir mekanda yer almasını sağlayan kişi ve kurumlar arasında Akbank, Mehveş-Dalınç Arıburnu, Nezih Barut, Ali Raif Dinçkök, Vuslat Doğan Sabancı, Füsun-Faruk Eczacıbaşı, Oya-Bülent Eczacıbaşı, Enka Vakfı, Nesrin Esirtgen, Eti Gıda San. ve Tic. AŞ, Kadir Has Üniversitesi, Öner Kocabeyoğlu, Maçakızı, Tansa Mermerci Ekşioğlu, Polimeks İnşaat, SAHA Derneği, Taha Tatlıcı, T. Garanti Bankası AŞ, Vehbi Koç Vakfı, Zafer Yıldırım, Yıldız Holding AŞ yer alıyor.

 

55. Uluslararası Sanat Sergisi'ni 475 bin kişi gezdi

1 Haziran 2013 tarihinde açılan Venedik Bienali 55. Uluslararası Sanat Sergisi, 24 Kasım Pazar günü sona erdi. Arsenale'nin Artigliere binasında bulunan Türkiye Pavyonu'nda bu yıl Ali Kazma'nın “Rezistans” başlıklı video serisi yer aldı. Emre Baykal'ın küratörlüğünde gerçekleştirilen Türkiye Pavyonu'nun bulunduğu Venedik Bienali'ni 6 ay boyunca 475 binin üzerinde ziyaretçi gezdi. Bienalde, Massimiliano Gioni küratörlüğünde “Il Palazzo Enciclopedico/The Encyclopedic Palace” başlıklı ana serginin yanı sıra Türkiye Pavyonu'nun da aralarında bulunduğu 88 ülke pavyonu yer aldı. Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi'nde yine İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın koordinasyonunda gerçekleştirilecek Türkiye Pavyonu'nun küratörü 2014 yılında duyurulacak.

Zaman, 30.11.2013

TUNCELİ'DE YENİ BİR KENT BULUNDU

 

 

Tunceli’deki arkeolojik alanlar gün yüzüne çıkmaya başladı. Merkeze bağlı Rabat Köyü yakınlarındaki 3 bin yıllık antik yerleşim alanından sonra Mazgirt İlçesi'ndeki Güneyharman Köyünde de bir tarihi şehir tespit edildi

 

Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Güneyharman Köyünde çeşitli kalıntılar olduğunu tespit eden Tuncer Karateke adlı vatandaşın başvurusu üzerine bölgeyi birinci derece arkeolojik sit alanı olarak tescil etti.

 

Uzun bir yolculuk ve zor bir tırmanışın ardından ulaşılan alan hakkında bilgi veren Tuncer Karateke, “Arkeologlar bölgeye gelerek inceleme yapmalıdır. Burası yer altına gömülmüş bir kenttir. Bu alanın gün ışığına çıkartılmasını istiyoruz. Burası sit alan olarak ilan edildi ancak buranın korunması gerekiyor. Buradaki tarihi kalıntıları kırarak zarar vermişlerdir.” dedi.

 

Bölgede eski uygarlıklar tarafından saklanan buğday tanelerine rastladıklarını ifade eden Hüseyin Çelik ise buradaki tarihin gün yüzüne çıkarılmasını talep etti. Çelik, bölgenin sürekli definecilerin tahribatları ile karşı karşıya kaldığını belirtti, yetkililerin bir an evvel harekete geçmesini istedi.

Bugün, 29.11.2013

ÖNCE MÜZELER KAPATILMALI

 

Bırakın dershaneleri filan, onlardan önce kapatılması gereken müzeler var. İşte size müzelerin kapatılması için 10 sebep! Hepsi bilimsel, gerçekten!

 

Dershaneler kapatılabilir mi? Kapatılır, neden olmasın. Kütüphaneler kapatılabilir mi? Ne demek, lafı bile olmaz. Tiyatroları da kapatır mıyız? Kapatsak kimse anlamaz! Peki sorun ne? Sorun şu: Hangisi önce kapatılmalı! Bana kalırsa dershanelerden daha önce kapatılması gereken bir dünya kurum var. Bu öncelik meselesi atlanmamalı. Aksi taktirde “kurum hakkı”na girer. Şimdi diyorsunuz ki, “Sana göre önce ne kapatılmalı?” Hiç tartışmasız müzeler! Peki, müzeler niçin kapatılmalı? İşte size müzelerin kapatılması için 10 sebep!

1. Biz muhafazakar bir toplumuz, nokta. Tartışmaya lüzum bile yok. Öyleyse, Afrodit’in memesi, Poseidon’un pipisi niye gözümüze sokuluyor.
2. “Kar amacı gütmeyen kurum” mu olur Allah aşkına ya? Marx güler buna! Böyle deyince diyorlar ki “Diyanet de kar etmiyor.” Çok merak ediyorum, böyle diyenleri ölünce arkeologlar mı yıkayacak, pamuğu sümerologlar mı tıkayacak!
3. Evrim mi? TÜBİTAK vazgeçti müzeler vazgeçmiyor. Bari bir müzeci çıkıp Harun Yahya okusaydı da aydınlansaydı.
4. Asrın projesi Marmaray 5 yıl geciktirildi. Neymiş, İstanbul ’un geçmişi 8500 yıl geriye gitmiş! Marmaray İstanbul’u 10.000 yıl ileriye götürüyor bunu gören yok. Sizi gidi gericiler sizi...
5. “HES” diyorsun, SİT’tir diyorlar. Devamı siz birleştirin!
6. Ayasofya’dan müze olur mu? Kapatılmalılar! Çünkü, camiler müzemiz değil “camiler kışlamızdır” arkadaş!
7. Bu kurumlara sahip çıkan bir cemaat bile yok, niye açık dursunlar ki?
8.Sabah Müge Anlı, öğlen Esra Erol, akşam Acun var. Müzeye ne ara gidilecek!
9. Şimdi size müzecilik mevzuatında yer alan birkaç kelime sıralayacağım: “Sit”, “sikke”, “ambar”, “teşhir”... Bu ne ya! Amokachili, Toshacklı, Rahimli Beşiktaş gibi!
10.Kapatılmalı, çünkü bindiğim dalı kesmeyi mi seviyorum ne?

Radikal İki, Yazı: Rıdvan Gölcük, 29.11.2013

SELİMİYE'NİN İHTİŞAMI ORTAYA ÇIKACAK

 

 

Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, "Selimiye Meydanı'nda insan boyutuyla caminin boyutunu mukayese ederek Selimiye'nin ne kadar ihtişamlı ve büyük olduğunu göstermek istiyoruz" dedi.

 

Hamdi Sedefçi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil edilen Selimiye Camisi'nin "dünya malı" haline geldiğini söyledi.

 

Selimiye Meydanı'nı camiye yakışır bir şekilde düzenlemek istediklerini belirten Sedefçi, Kültür ve Turizm Bakanlığı kanalıyla UNESCO'ya gönderilen ve kabul edilen Meydan projesinin, Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından henüz kabul edilmediğini ifade etti.

Selimiye Meydanı'nın değerli olduğunu aktaran Sedefçi, şöyle konuştu:

"Vatikan'a gittiğinizde meydanda fazla yeşil saha olmadığını görürsünüz. Daha çok sert zeminden oluşan bir meydan. İnsanların boyutunun mukayesesini yaparak ne kadar ihtişamlı olduğunu görürsünüz. Selimiye Meydanı'nda insan boyutuyla caminin boyutunu mukayese ederek eserin ne kadar ihtişamlı ve büyük olduğunu göstermek istiyoruz. Bu proje kuruldan geçerse kolları sıvayıp hemen işe girişeceğiz."

 

Sedefçi, her yıl Kadir Gecesi'nde Selimiye Camisi'ni yaklaşık 80 bin kişinin ziyaret ettiğini, meydanın şimdiki halinin bu ziyaretçileri ağırlamak için uygun olmadığını vurguladı.

 

Edirne'nin, kent olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alması gerektiğini ifade eden Sedefçi, şunları kaydetti:

"Selimiye Camisi, UNESCO'nun son raporuyla listeye dahil edildi. O dönem Edirne'ye gelen Hintli bir raportör, Edirne'nin, camileri, kapalı çarşıları ve köprüleriyle şehir olarak listeye girmeye aday olabileceğini söyledi. Bizden Edirne'yi korumamızı istediler. Biz de böyle korumaktan yanayız. Kesinlikle o dokuya saygı duyarak, o dokuya katkı yaparak, günümüzdeki işleyişine destek çıkarak, eskiye saygı göstererek onları bozmadan tamamlayıcı unsurlar ilave ederek çözüm üretmemiz gerektiğini düşünüyorum."

Yeni Şafak, 28.11.2013

SANAT ŞAHESERİ MABET, SANAT GALERİSİ OLUYOR

 

 

Tarihi konakları ve yer altı şehirleriyle zengin bir tarihi mirasa sahip Kayseri'nin Talas İlçesi'nde, geçmişi bin 700 yıl öncesine kadar dayanan kaya oyma Tol Mabet, klasik eserlerin sergileneceği müze ve sanat galerisi olarak değerlendirilecek.

 

Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım, Ali Saip Paşa Sokağı'nda yer alan ve Tol Mabet ismiyle bilinen kaya oyma mekanın bölgede eşi olmayan bir mimariye sahip olduğunu söyledi.

 

Mabedin MS 3. ya da 4. yüzyıla ait olduğunun tahmin edildiğini belirten Yıldırım, uzun yıllara tanıklık eden yapının güçlendirilmesi için pek çok kez sağlamlaştırma çalışması yapıldığını kaydetti.

Yeni Şafak, 27.11.2013




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi