27 Mayıs - 2 Haziran 2012
|
TARİH AYAĞA KALKIYOR

Gediz Üniversitesi,
İzmir’in tarihi köylerinden Kozbeyli’yi turizme
açıyor. Mimarlık Bölümü öğrencileri röleve
çalışmaları yaptı, sıra restorasyona geldi. Bu
amaçla köy meydanında Foça Kaymakamlığı ve Foça
Belediyesi’yle protokol imzalandı.
İzmir Foça’nın tarihi
köyü Kozbeyli küllerinden doğuyor... 1600’lü
yıllarda kurulan, her karışı tarih kokan köydeki
binalar, Gediz Üniversitesi tarafından yürütülen
sosyal sorumluluk projesiyle yenilenip turizme
kazandırılıyor. Foça Kaymakamlığı, Foça Belediyesi,
Kozbeyli Muhtarlığı ve Köy Güzelleştirme Derneği
eşgüdümünde bir süre önce harekete geçildi. Mimarlık
Bölümü akademisyenleri ve aralarında yabancıların da
olduğu öğrenciler sahaya indi. RS Proje İnşaat
Şirketi ve harita mühendisi Hasan Yılmaz’ın da
teknik destek verdiği çalışmalar sonucunda kısa
sürede 21 taş binanın rölevesi hazırlandı. Şimdi
sıra kimileri yıkılmaya yüz tutan ata yadigarı
yapıları restorasyonla ayağa kaldırmaya geldi.
Rektör Prof.Dr. Seyfullah Çevik, Foça Kaymakamı Adem
Arslan ve Belediye Başkanı Gökhan Demirağ bu amaçla
Kozbeyli Meydanı’nda protokol imzaladı. Kozbeyli
sakinlerinden eski CHP Milletvekili Kemal Anadol,
köy halkı ve Gedizli gençler de yer aldı. Bu
anlaşmanın ardından Kozbeyli için hazırlanan koruma
amaçlı imar planı Foça Belediye Meclisi’ne
sunulacak. Sonra da restorasyonda gerekli kaynağın
aktarılması için İl Özel İdare’ye başvurulacak.
İlk aşamada özel proje
alanı olarak belirlenen meydan ve çevresine el
atılacak. Binaların dış cepheleri özgün
görüntülerine kavuşturulacak, yol düzenlemesi
gerçekleştirilecek. En eski yapılardan cami de
restore edilecek, ayrıca yerli ve yabancı konukların
ihtiyaçlarını karşılayacak sosyal tesisler
kurulacak. Öğrencilerin röleve çalışmaları yaz
tatilinde de sürecek, 25 bina daha restorasyona
hazır hale getirilecek.
Cennet doğanın
ortasında, Ege Denizi’ne bakan yamaçta yer alan
Kozbeyli’de tarihin etap etap ayağa kalkmasıyla,
birkaç yıl içinde Safranbolu, Ödemiş Birgi, Bursa
Cumalıkızık gibi göz kamaştıran turistik bir yere
daha kavuşulacak.
Belediye Başkanı Gökhan
Demirağ, Foça’nın Türkiye’deki 15 özel koruma
bölgesinden biri olduğuna işaret etti, “Dünya mirası
Foça’nın en büyük zenginliklerinden Kozbeyli’nin
tarihi kimliğini ortaya çıkaracak bu proje birçok
yer için örnek teşkil edecek, ilçemizin değerine de
değer katacak” dedi. Kaymakam Adem Arslan, sadece
Kozbeyli ve Foça’nın değil, tüm Türkiye’nin
kazanacağını ifade etti, “Bu çalışmaların başarıyla
tamamlanması için kamu adına yapılacak ne varsa
yerine getireceğiz” diye konuştu.
Rektör Prof.Dr.
Seyfullah Çevik de Muhtar Hayrettin Günindi ve
Kozbeyli sakinlerinin isteği üzerine projeyi
başlattıklarını açıkladı. Prof.Dr. Çevik,
üniversitenin yanı başındaki tarihi köye can suyu
verecekleri için büyük mutluluk ve gurur
duyduklarını dile getirdi, şunları söyledi: “Hem
akademisyenlerimiz hem de öğrencilerimiz burayı
doğal bir laboratuvar olarak kabul ederek işe
sarıldılar. Kozbeyli bize ecdadımızdan kalan bir
tarih mirası, onlara olan borcumuzu ödüyoruz. Aynı
zamanda üniversite, yerel yönetimler ve toplum
işbirliğiyle neler yapılabileceğini de
gösteriyoruz.”
Projeyi yürüten Gediz
Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Doç.Dr. Özlem
Erkaslan da yıllardır göç veren, zamanla kaderine
terk edilen Kozbeyli hakkında şu bilgileri verdi:
“İlk olarak 14’üncü yüzyılda Saruhanoğulları Beyliği
zamanında, Yolmuç olarak adlandırılan mevkide
yerleşime açılmış. 17’nci yüzyılda, Osmanlı
döneminde bugünkü yerine taşınmış. Dibek kahvesi ve
zeytinyağıyla da bilinen Kozbeyli tipik Türk
mimarisinin en özel örneklerini sergiliyor. Taş
ağırlıklı yapılarda Rum etkileri de görülüyor.
Bölgenin tamamı tarihsel önemi bulunduğu için
kentsel SİT alanı.”
Yenigün, 01.06.2012
|
DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NDEKİ YERLERİ ÇOCUKLAR KORUYACAK
Teknoloji şirketi Panasonic, UNESCO işbirliğiyle 400 ilköğretim öğrencisine Dünya Mirası listesinde yer alan bölgelerin nasıl korunacağıyla ilgili eğitim verdi.
Programa katılan öğrenciler Güzel Atlar Ülkesi olarak bilinen Kapadokya’daki Zelve Açık Hava Müzesi’ni ziyaret etti ve peri bacalarını fotoğrafladı. Çocuklarla birlikte müzeyi gezen Panasonic Türkiye Genel Müdürü Ahmet Telatar, çocuklara fotoğraf makinesini nasıl kullanabileceklerini gösterdi.
“Ülkemiz birçok dünya mirasını barındırmasıyla oldukça şanslı bir konumda. Genç nesillerimizin bu değerleri tanıması ve korunmasına dair yapılanları öğrenmesine yönelik projeye destek vermekten çok mutluyuz. Özellikle 7- 11 yaş arasında bulunan çocuklara ulaşarak çevre bilinci oluşturmak istiyoruz. Burada dünya harikası peribacaları arasına atılmış çöpleri, üzerine çıkarak fotoğraf çektirenleri, çizenleri görüyoruz. Çocuklarımıza bunların ne denli kötü şeyler olduğunu, çevreyi korumanın önemini aşılmak istiyoruz. Hedefimiz 27 bin çocuğa ulaşmak. Bunun 10 binine geçtiğimiz yıl ulaştık. 2012 ve 2013 yıllarında da kalan 17 bin çocuğa ulaşmayı planladık.”
Hürriyet, Haber: Eyüp Serbest, 01.06.2012
|
|
KUMLARI ELİYORLAR,
HAZİNEYİ TOPLUYORLAR
Kastamonu Çatalzeytin'de balıkçı barınağından çıkarılan kumda sikke bulunması üzerine başlatılan 10 bin metreküp deniz kumunun elekten geçirilmesi çalışmalarında şimdiye kadar bulunan sikke sayısı 992'ye ulaştı.
Ginolu barınağında, belediyenin geçen yıl temizlik çalışması sırasında çıkarılan kum ve çakıllarda, bir vatandaş tarafından altın ve bakır sikkeler bulunması üzerine, Kastamonu Müze Müdürlüğü'nce başlatılan tarihi eser arama çalışmaları devam ediyor.
Jandarmanın geniş güvenlik önlemi aldığı çalışmalarda şimdiye kadar 10 adet Venedik, 44 adet Büyük Avrupa, 1 adet Greek, 5 adet Bizans, 932 adet Osmanlı ve Selçuklular'a ait olmak üzere toplam 992 altın ve bakır sikke bulundu.
Sabah, 01.06.2012
|
ADIYAMAN TURİST BEKLİYOR

Tarihi, kültür
varlıkları, doğal güzellikleri, Nemrut Dağı'ndaki
Kommagene Krallığı'na ait büyüleyici heykelleriyle
16 farklı medeniyete ev sahipliği yapan Adıyaman,
turizmden daha fazla pay almak istiyor.
Yüksekliği 10 metreyi
bulan büyüleyici heykel ve metrelerce uzunluktaki
kitabeleriyle ''UNESCO Dünya Kültür Mirası''nda yer
alan ve güneşin doğuşuyla batışının en güzel
izlendiği yerlerden biri olan 2 bin 206 metre
yükseklikteki Nemrut Dağı, tarihi Perre antik kenti,
türbeleri, kaleleri, ören yerleri, kaya mezarları ve
milli parkıyla Adıyaman yerli ve yabancı turistleri
bekliyor.
İnanç turizmi açısından
da belli bir potansiyele sahip kentte, Mor Petrus
Mor Paulos Kilisesi yabancıların en çok tercih
ettiği yerlerden birisi durumunda. Kente gelen
turistler, kilisede pazar günleri yapılan ayini
izleyebiliyor. Bunun yanında sahabeden Hz. Saffan
Bin Muattal türbesi ise yerli turistlerin en çok
tercih ettiği yerler arasında bulunuyor.
Adıyaman'da ayrıca
Cendere Köprüsü, Kahta Kalesi, Adıyaman Kalesi, Ulu
Camii, Dikilitaş Tümülüsü, Tuz Hanı, Üçgöl Kül Şehri
Harabesi, Karakuş Tümülüsü, Mahmut Ensari türbesi,
Oturakçı Pazarı ve Malpınarı Kaya Yazıtı turistlerin
en çok ziyaret ettiği yerler arasında.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, ''UNESCO Dünya Kültür
Mirası''nda yer alan Nemrut ören yerinin Adıyaman ve
bölge turizminin birinci gündemi olduğunu söyledi.
Buraya gelen
ziyaretçilerin Nemrut Dağı'ndaki heykelleri, Aslanlı
horoskop ve diğer kalıntıları görmenin yanı sıra
güneşin doğuşunu ve batışını büyülü bir atmosferde
izleme olanağı bulduğunu anlatan Ekinci, yaptıkları
tanıtım çalışmalarıyla Adıyaman'a gelen turist
sayısının her yıl katlanarak arttığını bildirdi.
Ekinci, turizm sezonunun yeni açılmasına rağmen
Adıyaman'da otellerde yer bulunmadığını da kaydetti.
Şehri turizmde bölgenin
cazibe merkezi haline getirmeyi hedeflediklerini
anlatan Ekinci, ''Bu yıl gelen turist sayısına
baktığımızda diğer yıllara göre bir hayli artış
olduğu görüyoruz. Şehrimize gelen turist sayısı her
yıl artıyor. Dünyadaki bütün insanların bu güzelliği
ve ayrıcalığı görmesini istiyoruz'' dedi.
Adıyaman'ın 16
medeniyete ev sahipliği yaptığını ifade eden Ekinci,
''Şehrimizde gezdiğiniz her yerde bu medeniyetlerin
kalıntılarını görebilirsiniz. Özellikle şehrimize
özgü Kommagene medeniyeti bizim için çok büyük bir
şans. Tarihi kentimiz Helenler, Persler, Kelganiler,
Kumuklar, Kommageneliler, Roma, Bizans, Selçuklular
ve Osmanlılar'a ev sahipliği yaptı. Dolayısıyla çok
büyük bir turizm potansiyeline sahibiz. Tek amacımız
da bu potansiyeli en iyi şekilde
değerlendirebilmek'' diye konuştu.
Adıyaman'ın Türkiye'nin
en güvenli ve huzurlu illerinden biri olduğunu ifade
eden Ekinci, Nemrut Dağı Ören Yeri'ni tanıtım
çalışmalarına yoğun bir şekilde devam ettiklerini
sözlerine ekledi.
Adıyaman Kent Haber,
31.05.2012
|
İZMİR'E TARİHİ DOKUNUŞ
İzmir Büyükşehir Belediyesi,
Kadifekale'deki
gecekondular arasına sıkışıp kalan 16 bin kişilik
Antik Roma Tiyatrosu'nu gün yüzüne çıkarabilmek için
bölgede kamulaştırma çalışmalarına başladı. Bu
hamle,
İzmir turizmine
büyük ivme kazandıracak. Erken Hristiyanlık yani
Roma İmparatorluğu'nun paganizm döneminde
İzmirli St.
Polikarp'ın bu tiyatroda öldürüldüğü ve tiyatronun
tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne
sürülüyor.

8500 yıllık tarihi ile
önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan
İzmir'de, antik
mirasın gün yüzüne çıkarılması için yapılan
çalışmalarda büyük bir adım daha atıldı.
Kadifekale'de
gecekondular arasına sıkışıp kalan Antik Roma
Tiyatrosu'nun gün yüzüne çıkarılması için
kamulaştırma çalışmaları başladı. Yaklaşık 12 bin
972 metrekarelik alan üzerinde bulunan 164 adet
parselin kamulaştırılması kararını alan Büyükşehir
Belediyesi, bugüne kadar 4 bin metrekarelik alanın
tapusunu aldı. Büyükşehir Belediyesi, bu tapular
için 3 milyon 755 bin 299 TL kamulaştırma bedeli
ödedi. Bölgedeki tüm yapıların kamulaştırılmasının
ardından Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkım
çalışmaları gerçekleştirilecek ve
Antik Tiyatro'yu
gün yüzüne çıkaracak çalışmalar tam olarak
başlayacak.

Proje kapsamında,
arkeolojik yüzey araştırması yapılarak tiyatroya ve
sur duvarlarına ait antik arkeolojik mimari
kalıntılar ile
Antik Tiyatro'nun
gerçek yeri tam olarak tespit edildi.
İzmir 1 No'lu
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na
sunulan "Antik
Tiyatro ve
Kadifekale 1.
derece arkeolojik SİT alanının genişlemesi" önerisi
Kurul tarafından kabul edildi ve tiyatro ile
Kadifekale'nin 1.
derece arkeolojik sit alanı genişledi.

SİT sınırlarının
değişmesi sonucunda,
Antik Tiyatro
alanında bilimsel kazı çalışmalarının yapılabilmesi,
Kadifekale ve
Antik Tiyatro'nun
kente ve kentliye kazandırılması amacıyla 1/5000
ölçekli
İzmir Konak
Kemeraltı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı
Revizyonu ve 1/1000 ölçekli
Kadifekale ?
Tiyatro ve Çevresi Koruma Amaçlı İmar Planı
hazırlandı. Ayrıca bölgede yaşayan vatandaşların
bilgilendirilmesi, katılımı ve görüşlerini almak
için iki toplantı düzenlendi.
İzmir 1 No'lu
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve
Büyükşehir Belediye Meclisi'nin kararları
çerçevesinde onaylanan "Kadifekale-Antik
Tiyatro ve Çevresi Koruma Amaçlı İmar
Planı"nda kamulaştırmalar için gerekli olan son
büyük adım da atıldı. 1/1000 ölçekli uygulama amaçlı
imar planı, Antik Roma Tiyatro alanı olarak
belirlenen alanda kalan zemin ve zemin üstü
kamulaştırmaların yapılabilmesi için "7. Beş Yıllık
İmar Programı"na dahil edildi. Bu kararın alınması
ile birlikte alandaki kamulaştırmaların önü açılmış
oldu. 1/1000 ölçekli Kadifekale-Tiyatro ve Çevresi
Koruma Amaçlı İmar Planı doğrultusunda oluşturulacak
tüm projelerin hazırlanması ve uygulaması, halen
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin
denetiminde sürdürülüyor.
Kadifekale'deki antik
tiyatro ile ilgili en ayrıntılı bilgi, 1917?1918
yıllarında Otto Berg ve Otto Walter'ın
araştırmalarında ve araştırmalarına yönelik
hazırladıkları plan ve kesitlerde bulunuyor. 16 bin
kişi kapasiteli olduğu düşünülen tiyatronun
kalıntılarının Roma dönemi özellikleri taşıdığı, pek
çok araştırmacının ilettiği de bu bilgiler arasında
yer alıyor.
Eski kaynaklarda, Erken
Hristiyanlık yani Roma İmparatorluğu'nun paganizm
döneminde İzmirli St. Polikarp'ın bu tiyatroda
öldürüldüğü ve tiyatronun tarihin trajik sahnelerine
şahitlik ettiği öne sürülüyor.
Habertürk, 31.05.2012
|
KUŞLAR HİÇ BÜYÜMEYEN DİNOZORLAR OLABİLİR
Harvard Üniversitesi’nden bir grup bilim insanı, yürüttüğü araştırma sonucunda, günümüzdeki kuşların, aslında hiç büyümeyen dinozorlar olabileceğini öne sürdü.
Yavru dinozorlara ait fosillerin kafatasıyla, erişkin kuşlarınkini karşılaştıran ekip, ikisi arasında aşikar bir benzerliğin bulunduğunu keşfetti.
Onlarca kafatası inceleyen araştırmacılara göre, kuşların bir kısmı genetik nedenlerle, morfolojik değişim geçirerek dinozorlara dönüştü, diğerleriyse bedenen büyümeden, kısa süre içinde cinsel erişkinlik kazanarak, görece daha büyük bir beyin ve uçma yetisine sahip olarak, türünü kuş olarak devam ettirdi.
Harvard Üniversitesi'nden evrimci biyolog Erhat Abzhanov, araştırma için 250 milyon yıl önce ortaya çıkan, kuşlar ve timsahların ortak atası Achosaurs fosillerine odaklandıklarını söyledi.
Araştırma boyunca inceledikleri örneklerde, genç ve yaşlı dinazorlar arasındaki farkın morfolojik farkın belirgin olduğunu gözlemlediklerini belirten Abzhanov, kuşlar için benzer bir durumun söz konusu olmadığını söyledi.
Kuşların yaşlandıkça morfolojilerinin fazlaca değişmemesi de, olgunlaşmamış dinazorlar oldukları yönündeki savı güçlendiriyor.
Hürriyet, 31.05.2012
|
 |
PARGALI GELSE GİREMEZ

Geçmişi Paleolitik Çağ’a kadar uzanan ancak
yıllardır film ve televizyon dizilerine sahne olan
Yarımburgaz Mağarası’nda kameralar ‘stop’ dedi.
Radikal’in ‘Tarihi ceza’ manşeti üzerine 25 Nisan
günü gezdikleri mağaradaki tahribatı yerinde gören 1
No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu nihai
kararını verdi. Mağarada ‘Muhteşem Yüzyıl’ ve ‘
Leyla ile Mecnun ’ gibi dizilere çekim yapanlar
için daha önce çıkan savcılığa suç duyurusu
kararının devamı istendi. ‘Türk’ün Uzayla İmtihanı’
isimli televizyon dizisi için talep edilen çekim
izni de reddedildi. Kurul ayrıca Başakşehir
Belediyesi’nden tahribatın önüne geçilmesi için
önlem alınmasını, mağara ve çevresi için çevre
düzenlemesi yapılmasını, mağara çevresinde güvenlik
önlemi alınarak, giriş ve çıkışların kontrol
edilmesini istedi.
Kapı hem var hem yok
Yarımburgaz Mağarası, insanlık tarihinin 400 bin
yıllık en eski yaşam alanlarından biri olarak kabul
ediliyor ancak uzun yıllardır korunmuyor. Girişinde
demir parmaklıklı bir kapı var ama her yeri kırılan
parmaklıklardan içeri girmek zor değil. Yıllarca
Türk sinemasına set olan tarihi mağara son dönemde
dizi sektörünün uğrak yeri olmuştu. Muhteşem Yüzyıl
dizisinin 43 ve 44. bölümlerindeki, Pargalı
İbrahim’in tedavi edilerek ölümden kurtulduğu bazı
sahneler bu mağarada çekildi.
İzinsiz çekim
Oysa 1. Derece Sit Alanı ve Korunması Gerekli Kültür
Varlığı olarak tescilli mağarada çekim için izin
alınmamıştı. Paleolitik Çağ arkeolojisi için önemli
verilerin bulunduğu mağarada ateşler yakılmış, zemin
kazılmış, tavanlarına sahneyi zenginleştirmek için
yapay sarkıtlar konulmuştu.
Demir kapı kırılarak içeriye girilen mağarada
Leyla ile Mecnun dizisinin de bir bölümü
çekilmişti. Onlar da daha önce fresklerin bulunduğu
duvara boyayla ‘Acil çıkış kapısı’ yazmışlardı.
Radikal mağaradaki tahribatı ve olası cezayı, 25
Mart’ta manşetten duyurmuştu.
İstanbul 1 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
Radikal ’in manşeti üzerine 24 Nisan günü
Yarımburgaz Mağarası’na gitti. Üyeler dizilerin
bıraktığı tahribatı yerinde gördü.
İncelemede 3 x 3 metre ölçülerinde Paleolitik
zeminin kazıldığı, tavanlarına yapay sarkıtlar
yapıldığı ve bunların mağara tavanında iz bıraktığı,
duvarlarına yazılar yazıldığı tespit edildi. Daha
önce de
İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından hazırlanan
raporda, “Alt galeriden kuzeydoğuya doğru geniş
koridor takip edildiğinde 50 metre ileride tabanın
kazıldığı ve doldurulduğunun görüldüğü, doldurma
toprağın ıslak olmasından kazının yeni yapıldığının
anlaşıldığı, çukur üzerinde mağara tavanında yer yer
alçı izleri görüldüğü, dekor olarak kullanılan
alçıların sökülerek temizlenmeye çalışıldığı”
bildirilmişti.
Geri dönülmez zarar
1 No’lu Koruma Kurulu bu bilgilerin ışığında 10
Mayıs 2012 günü aldığı kararında şöyle dedi:
“Altınşehir Güventepe Mahallesi’nde yer alan
Yarımburgaz Mağarası’na daha önce verilen zararlarla
ilgili olarak suç duyurusu kararının devamına,
mağaradaki film çekimleri sırasında tahrip olan
yapının ilgili belediyece tekrar yapılmasına, bundan
sonra mağarada yapılmak istenilen film, dizi
çekimlerinin geri dönülmesi mümkün olmayan zararlar
vereceği nedeniyle uygun olmadığına, mağara ve
çevresinin bütününü kapsayacak bir çevre
düzenlenmesi projesi hazırlanarak kurula
iletilmesine, mağara ve çevresinde güvenlik
önlemlerinin ilgili belediye tarafından alınmasına
karar verildi.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 31.05.2012
|
40 BİN YIL ÖNCE MÜZİK ALETİ VARMIŞ!

Almanya'daki bir arkeolojik kazı,
Avrupa'daki en eski müzik aletlerinin ortaya çıkış
tarihinin 40 bin yıl kadar öncesine uzandığını
gösterdi.
Alman
ve İngiliz araştırmacıların yaptığı ortak çalışma,
ilk modern insanın bundan 40 bin yıl kadar önce
müzik aletleri çaldığını ve sanatsal
yaratıcılıklarda bulunduğunu ortaya koydu.
Oxford ve Tübingen üniversitelerinden
araştırmacıların, Almanya'nın Ulm kenti yakınlarında
bulunan Geissenklösterle mağarasındaki kemikten
yapılma çeşitli müzik aletleri üzerinde, radyokarbon
tarihleme yöntemiyle yaptıkları araştırma bu
kemiklerin daha önce hesap edilenden 2 ila 3 bin yıl
daha eski olduğunu ortaya çıkardı.
Çalışmada, mağarada bulunan müzik aletlerinin
yapıldığı kuş kemikleri ve mamut dişlerinin
üzerinde, bu hayvanların insanlar tarafından
avlandıklarını ve yenildiklerini gösteren işaretlere
rastlandığı belirtildi.
Oxford Üniversitesi'nden
Prof. Tom Higham başkanlığındaki
araştırmacıların keşfi, ilk modern insanla
bağlantılı
Aurignacian kültürünün mağarada 42 bin ila 43
bin yıl öncesinde varolduğunu ortaya koydu.
Araştırmacıların buluşu,
Aurignacian kültürünün, Geissenklösterle
mağarasındaki varoluş tarihinin, aynı kültürün
kalıntılarının bulunduğu İtalya, Fransa, İngiltere
ve diğer bölgelerdeki benzeri kazı sahalarındakinden
daha eski olduğunu gösterdi.
Habertürk, 30.05.2012
|
 |
'VAV' ADLI ESERE 425 BİN LİRA
Ressam Akyavaş'ın İslami felsefe düşüncesini yansıttığı resimler serisinden 1984 tarihli "Vav" isimli eser 425 bin liraya satıldı.
Ressam Erol Akyavaş'ın son dönemlerde rekorlar kıran İslami felsefe düşüncesini yansıttığı resimler serisinden 115x115 ebadındaki 1984 tarihli ''Vav'' isimli eseri 425 bin liraya satıldı.
Beyaz Müzayede'den yapılan açıklamaya göre, sezonun son çağdaş ve modern sanat müzayedesi olan 20. Beyaz Müzayede'de 190 eser satışa sunuldu.
Müzayedede, Erol Akyavaş'ın İslami felsefe düşüncesini yansıttığı resimler serisinden 1984 tarihli ''Vav'' isimli şaheseri 425 bin liraya satıldı.
Taner Ceylan'ın yerde kanlar içinde birbirine sarılmış olarak yatan iki adamın Nirvana'ya ulaşmasını resmettiği 140x200cm ebatlı 2008 tarihli ''Nirvana'' adlı eser 250 bin, Neşe Erdok resminin bütün özelliklerini taşıyan ve en önemli başyapıtlarından olan 180x200cm ebadındaki 2001 tarihli ''Adahan Oteli'' adlı eser 200 bin, Nedim Günsür'ün 114x162cm ebadındaki 1985 tarihli ''Rıhtım Sokak'' adlı başyapıtı ise 325 bin liraya alıcı buldu.
Habertürk, 30.05.2012
|
PATRİK BARTHOLOMEOS ALAHAN MANASTIRI'NDA
Fener Rum Patriği Bartholomeos, Mersin'in Mut İlçesi'nde restorasyonu sürdürülen Alahan Manastırı'nda dua etti.
Alahan Manastırı'na ilk defa geldiğini belirten Bartholomeos, bu kadar eski bir ibadethanenin restore edilmesinin önemine değindi. Manastırın korunmasının memnuniyet verici olduğunu ifade eden Bartholomeos, Alahan Manastırı'nın görülmesi halinde Dünya Miras Listesi'ne alınacağına inandığını kaydetti.
Yetkili kurumlara çalışmalar için teşekkür eden Bartholomeos manastırda dua etti.
Sabah, 30.05.2012
|
|
800 YILLIK TARİHİ
KIZLARPINARI HAN VE ÇEŞMESİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILDI

Selçuklu dönemine ait
olduğu bilinen yaklaşık 800 yıllık tarihi
Kızlarpınarı han ve çeşmesi, Alanya Belediyesi ve
Müze Müdürlüğü tarafından gün ışığına çıkartıldı.
Kent merkezinde bir çok tarihi evin restorasyonunu
sürdüren Alanya Belediyesi çalışmalar sonucunda
tarihi Kızlarpınarı han ve çeşmesini de ayağa
kaldırarak, havuzu ve sarnıcı ile tipik bir ‘ayazma’
(kutsal-şifalı su kaynağı) niteliği taşıyan yapının
büyük bölümü gün ışığına çıkarıldı.
Geçtiğimiz yıl görünen
kısımların onarım çalışmaları yapılarak tarihi yapı
tamamen ortaya çıkartıldı. Eski Antalya-Alanya
karayolunun Kızlarpınarı ile Hatipoğlu mezarlığı
arasından geçmesi nedeni ile bu yapının yakın zamana
kadar bir han olarak kullanılıyordu. Bu tür küçük
han yapılarının Alanya çevresinde çok sayıda olduğu
ve yakın yıllara kadar kullanıldığı bilinmektedir.
Yayla yolundaki, Bektaş Çeşmesi ve Dim Çayı'nın
denizle birleştiği yerde bulunan han buna örnektir.
Ancak bu yapının han olmak dışında, havuzu ve
çeşmesi ile yeraltı kaynakları ile beslenen bir
‘ayazma ‘niteliği taşıyor. Ayrıca yörede, genç
kızların kısmet için buraya bez adak bağladıkları
yönünde bir söylence bulunmaktadır. Kızlar pınarı
isminin bu nedenle verildiği söyleniyor. Çalışmanın
sonunda Alanya’nın girişinde kavşak yapıldıktan
sonra tarihi doku ile modern dokunun uyumlu hali ile
oluşturularak çok güzel bir görüntü ortaya çıktı.
Türkiye Turizm,
29.05.2012
|
İSTANBUL SİLUETİNDE KAYBOLAN, DEĞİŞEN, DÖNÜŞEN
YAPILAR



Geçtiğimiz aylarda OnaltıDokuz projesiyle çok
tartışılan "İstanbul kent silüeti" aslında yüzyıllar
boyunca değişim içerisindeydi. Biz de silüetin
geçirdiği değişimi 18. ve 19. yüzyıllara ait Melling
ve Dunn'ın panoramaları üzerinden inceledik.
Antoine-Ignace Melling – 18. Yüzyıl Sonu
İstanbul Panoraması
Antoine-Ignace Melling (1763-1831) incelenen iki
panoramadan ilkine imza atmış, ayrıca İstanbul'un
18. yüzyıl ile başlayan modernleşmesine de katkıda
bulunmuştu. 1784 senesinde İstanbul'a gelen Melling,
1804 senesine kadar şehirde kaldı. III. Selim
(1789-1807) tarafından saray mimarı olarak
görevlendirilen tasarımcı 1819 senesinde yayımladığı
"Voyage pittoresque de Constantinople et des rives
du Bosphore" başlıklı kitabında Sarayburnu'ndan
Tophane-i Amire'ye kadar uzanan bölgeyi, özellikle
18. yüzyıl yapılaşmasını titizlikle çalışarak
resmetmiş. Bu bölgedeki yapılaşmadan çok az iz
kaldığı için Melling'in çalışması aynı zamanda bir
belgesel niteliği taşıyor.
Montagu B. Dunn - 1855 İstanbul Panoraması
Montagu B. Dunn'ın panoraması ise Tanzimat
sonrası dönemi yansıtıyor. Sanatçı hakkında çok
fazla bilgi bulunmasa da, sanatçının İngiliz
donanmasında görevli olarak Kırım Savaşı sırasında
İstanbul'a geldiği ve 1855 tarihli panoramasını
çizdiği biliniyor. Melling geleneğini sürdüren
Dunn'ın panoraması fotoğraf öncesi İstanbul
gravürlerinin son temsillerinden. Panorama, Topkapı
Sarayı'ndan itibaren, Galata ve Boğaziçi sahilleri
boyunca devam edip, tam bir daire çizip başladığı
noktada bitiyor, bu sebeple İstanbul'un en geniş
panoramik ifadesi olarak biliniyor.
Kaybolan, Değişen ve Dönüşen Yapılar
Bu iki panoramik çalışmadan yola çıkarak, zaman
içerisinde kaybolan, değişen ve dönüşen yapılardan
birkaçına göz atmak gerekirse:


Sinan Paşa Köşkü (İncili Köşk)
Topkapı Sarayı'nı sahil yönünden sınırlayan
surların üzerinde bulunan İncili Köşk, III. Murad'a
Sadrazam Koca Sinan Paşa tarafından yaptırılıp
hediye edilmişti. Hassa mimarı Davud Ağa'nın
tasarımcısı olduğu yapının altındaki Bizans dönemine
ait Sotiros Ayazması, 1821 senesindeki Yunan
Ayaklanması'na kadar yortu günlerinde ziyaret edilen
bir noktaydı. 1871'de demir yolu inşaatı sırasında
yıktırılan binanın, günümüze surlara bitişen kemerli
altyapısı ile deniz cephesindeki çıkmayı taşıyan
konsolları kalmıştır.
Adalet Kulesi
Bir kompleks niteliğindeki Topkapı Sarayı'nın II.
Mehmed döneminde yapılan birimlerinden birisi olan
Adalet Kulesi zaman içerisinde birçok değişiklik
geçirdi. "Kule-köşk" yapı tipini temsil eden bina
17. ve 18. yüzyıllarda yenilendi. Adalet Kulesi,
Melling'in gravüründe kare kesitli ve piramidal
külahlı olarak resmedilmişken, Dunn'ın gravüründe
ise II. Mahmud (1808-1839) döneminde
gerçekleştirildiği düşünülen değişiklikler
panoramaya yansıyor. Buna göre, kare kaidenin
üzerine bir cihannüma birimi eklendiği
gözlemlenebiliyor. Yapının günümüzdeki Neo-Rönesans
ve Barok üsluplarını yansıtan restorasyonu ise
Abdülmecid (1839-1861) döneminde gerçekleştirildi.


Topkapısı Sahil Sarayı
I. Mahmud (1730-1754) tarafından Top Kapısı'nın
yanında ahşap olarak inşa ettirilen yapı 1862
senesinde çıkan yangında ortadan kalktıktan sonra
II. Mahmud döneminde yeniden yaptırıldı. Yeniden
yapım sırasında yapıya ismini veren "Top Kapısı"
yıktırılarak yeni bina kuzey-güney doğrultusunda
uzatıldı. Sarayburnu'nda olmasından ötürü Batılı
gezginler tarafından sıkça resmedilmiş olan yapı
hakkındaki araştırmalar ise oldukça kısıtlı.



Galata Surları
Melling'in panoramasında Galata'yı çevreleyen
Ceneviz surlarının Azapkapı'dan Şişhane'ye kadar
olan bölümünün hala ayakta olduğu görülüyor. Dunn'ın
panoramasında ise yalnızca bir burç resmedilmiş.
Aradan geçen yüzyılda surların kısmen yokolduğunu
görmekteyiz. Bu görüntü bölgeden yürütülen modern
belediyecilik ile beraber şehir dokusunu Galata'dan
Beyoğlu'na doğru açan yeni imar planının dönemde
hızla uygulanmakta olduğunun bir kanıtı.



Top Arabacıları Kışlası
III. Selim'in orduya yönelik ıslahat hareketleri
kapsamında inşa edilen, çok büyük bir ölçeğe sahip
Top Arabacıları Kışlası, Melling'in panoramasını
yaptığı dönemde henüz yeni yapılmıştı. Yapı kat
sayıları kademeli olarak artan, birbirine paralel üç
sıradan meydana geliyordu. Kışlanın camisi ise
panoramada altıgen kasnağa oturan kubbesi ve
minaresiyle yer almaktadır. 1823 senesindeki
Firuzağa Yangını'nda zarar gören kışla II. Mahmud
tarafından yeniden yaptırılmıştır. Dunn'ın
panoramasında yeni kışla eskisine göre kıyıdan
çekildiği ve caminin yerine Nusretiye Camisi'nin
(1826) inşa edildiği görülüyor. 1910 senesinde ise
sahil şeridine gümrük antrepoları inşa edildi ve
Boğaz cephesinden Nusretiye Camisi'nin konumu
değişti. Günümüzde bu antrepo binalarını "İstanbul
Modern" kullanıyor.

Ayaspaşa Mezarlığı
Günümüzde Alman Konsolosluğu'nun bahçesinde yer
alan birkaç mezar taşı hariç, Batılı seyyahlarca
"Grand Champ des Morts" olarak anılan mezarlık
tarihe karıştı. Taksim'den Dolmabahçe ve Fındıklı'ya
kadar uzanan mezarlık 19. yüzyıl ortalarından
itibaren bölgenin iskana açılması ve Ayaspaşa
Bulvarı üzerinde apartmanların inşa edilmesiyle
1930'lu yıllar itibariyle hiçbir envanter çalışması
yapılmaksızın ortadan kayboldu.


Mecidiye Kışlası
1849 senesinde M. Smith tarafından tasarlanan
yapı günümüzde "Taşkışla" ismiyle anılıyor ve İTÜ
Mimarlık Fakültesi binası olarak kullanılıyor.
Silüet içerisindeki yeri Süzer Plaza'nın (1998)
inşası sonrasında oldukça değişti. Dunn'ın
panoramasında dikkati çeken öğe ise günümüze
ulaşmamış olan kışlanın avlusunda yer aldığı
düşünülen camidir.
Arkitera, Derleyen: Betül Atasoy,
Kaynak: Işın, Ekrem
(ed.), 2010. Uzun Öyküler: Melling ve Dunn'ın
Panoramalarında İstanbul, İstanbul Araştırmaları
Enstitüsü, İstanbul., 29.05.2012
|
KAÇAK KAZIDAN TARİH FIŞKIRIYOR

Afyonkarahisar'ın Sultandağı
İlçesi'nde düzenlenen
tarihi eser operasyonunda kaçak kazı yapılan yerdeki
çalışmalar sonucu Roma dönemine ait 2 bin yıllık
örgü mezarın yanı sıra amfora, minyatür kap, testi
ve testicik bulundu.
Sultandağı İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı
ekiplerin iki hafta önce düzenlediği operasyonda
ilçeye bağlı Doğancık Köyü Yazır Yakalar mevkisinde
kaçak kazı yaparken yakaladığı A.A. ve M.Ç, tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Operasyonda
Roma dönemine ait 2 bin yıllık testi ile üzeri
işlemeli taş bloklar ele geçirildi.
Ekiplerin haber vermesi üzerine kazı alanına gelen
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'ne bağlı arkeologlar,
başlattıkları çalışmalar sonucu Roma dönemine ait
kaba ve devşirme bloklardan oluşan örgü mezarı gün
yüzüne çıkarttı.
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nde görevli
arkeologlar Mehmet Garipcin ve Cemil Dumanlıoğlu
gözetiminde yapılan kazı ve temizlik çalışmalarında,
Roma dönemine ait olduğu düşünülen amfora, minyatür
kap, testi ve testicik ile örgü mezarda iki kişiye
ait olduğu sanılan kemik parçaları ortaya çıkarıldı.
Doğancık köylülerininde yoğun ilgi gösterdiği
kazılarda ortaya çıkarılan tarihi eserler ile tarihi
mezarda bulunan kemik parçalarının incelenmek üzere
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'ne götürüldüğü
belirtildi.
Haber 7, 29.05.2012
|
TARİHİ ADRAMYTTEİON ŞEHRİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

MÖ 1200'den sonra, Truva Savaşları
öncesinde kurulan ve bugüne kadar sırasıyla
Lidyalılar, Persler, Makedonya, Romalılar,
Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu egemenliklerini
gören Adramytteion antik kentinde, 2012 kazılarının
Temmuz ayı sonunda başlayacağı bildirildi.
Burhaniye'nin turistik mahallesi Ören'in antik
çağdaki adını taşıyan Adramytteion antik kentindeki
kazı çalışmaları 6 yıldır yapılmıyordu. İçinde yer
aldığı bölge dolayısıyla deniz ticareti ve gemi
yapımı yönünden büyük önem taşıyan Adramytteion'un
gemilerinin, Filistin'e kadar gittiğini belgeleyen
en önemli olayın Hristiyan azizlerinden Aziz
Paulus'un Roma yolculuğunda Filistin'den bindiği
geminin bir Adramytteion gemisi olduğuna dair
İncil'den alınan bilgi. Adramytteion kenti,
Lidyalılardan sonra Perslerin, Makedonyalıların,
daha sonra da Romalıların egemenliğine girdi.
Roma'nın bölünmesinden sonra Bizans sınırları
içerisinde kalan şehir, yaklaşık 200 yıl bu
egemenlik altında kaldı. MS 718 yılında İstanbul'u
kuşatan İslam ordularınca ele geçirildi. 1076'da
Anadolu Selçukluları'nın egemenliğine giren şehir,
daha sonra Haçlı seferleri sırasında haçlı orduları
tarafından ele geçirilip yağmalandı.
Adramytteion şehrinin bunduğu yer belirlenmiş ve
şu anda Ören Mahallesi altında yer alıyor. Üzerinde
mahalleyi oluşturan konutlar ve turistik tesisler
bulunan Adramytteion'un gün yüzüne çıkarılması için
Burhaniye Belediye Başkanı Fikret Akova'nın çabaları
sonuç verdi ve bu yıl Temmuz ayı sonunda kazılara
başlanacak. Toprak altında gömülü şehir,
yüzyıllardan beri güneşi görmek için bekliyor.
Şehirde ilk kazı çalışmaları 1999 yılında Profesör
Dr. Engin Beksaç tarafından başlatılmış, daha sonra
Profesör Dr. Tülin Çoruhlu tarafından devam
ettirilmiş ve 2006 yılında sonlandırılmıştı.
Bu süre zarfında yapılan kazıların oldukça
sınırlı bir alanda gerçekleştirildiği kaydedildi.
2004 yılında göreve gelen Belediye Başkanı Fikret
Akova, kazının Burhaniye ekonomisine büyük katkı
sağlayacağını belirterek, Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile temasa geçti. Akova zaman zaman kazı
çalışmalarının devam etmesini sağladı. Yaklaşık 6
yıl önce duran kazılara nihayet uzun uğraşlar sonucu
Burhaniye Belediye Başkanı Fikret Akova, bizzat
takip ederek Kültür Bakanlığı'ndaki yetkilileri ikna
edip kazı izni alındı.
Burhaniye Kuva-yi Milliye Kültür Müzesi Müdürü
Arkeolog Esma Esin Çimen yaptığı açıklamada,
"Yapılacak olan çalışma Temmuz sonunda başlayacak
olup Eylül ayına kadar devam edecektir. Balıkesir
Müze Müdürlüğü sorumluluğunda yürütülecek olan
çalışmanın Bilimsel Danışmanı Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim
üyelerinden Yrd. Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen'dir.
Antik çağda oldukça fazla sayıda basılmış olup,
günümüzde çeşitli koleksiyonerlerin kayıtlarında
kente ait sikke yer almaktadır. Kentte daha önceki
yıllarda çıkan heykel ve eserler çevre müzelerde
sergilenmektedir. Bu yılki ve bundan sonra yapılacak
çalışmalarda çıkarılacak olan eserler belediyemizin
müzesinde sergilenecektir" dedi.
Başkan Akova'nın, 'Büyük Hayali' olarak gördüğü
Adramytteion şehrinin gün yüzüne çıkarılması
sonrasında Burhaniye'nin Efes ve Bergama antik
şehirleri gibi olması bekleniyor.
Star, Haber: Kadir Aydınışık, 29.05.2012
|
SULTAN II. BAYEZID SSM'DE ANILDI

Sultan II. Bayezid, "Ölümünün 500.
Yılında Sultan II. Bayezid: Kitaplar, Şairler,
Sanatkarlar" başlıklı panelle, S.Ü. Sakıp Sabancı
Müzesi'nde anıldı.
Uzman
akademisyenlerin katılımıyla 26 Mayıs Cumartesi günü
gerçekleştirilen panelde, II. Bayezid döneminin
sanat ortamı ve Batı ile ilişkiler konuşuldu.
Toplantıda ayrıca,
SSM’nin “Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu”nda
bulunan,
Sultan II. Bayezid’i öven kasidelerin yer aldığı
nadide eserin tıpkıbasımı da tanıtıldı.
Panel, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü’nden emekli Prof.Dr. Mübahat Kütükoğlu
tarafından yönetildi. İlk oturumda, Princeton
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırmaları
Bölümü’nden Dr. Nenad Filipovic, son yaptığı
araştırmalar üzerinden, II. Bayezid devrinde Doğulu
ve Batılı devletler arasında kurulan politik
ilişkileri anlattı. Harvard Üniversitesi Sanat
Tarihi ve Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi, aynı
zamanda
SSM Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi olan
Prof.Dr. Gülru Necipoğlu ise Fatih Sultan Mehmet
döneminden başlayarak, II. Bayezid ve şehzadelerinin
sanat merakını aktardı. Leonardo Da Vinci ile
İstanbul’da inşa edilecek köprü için yazışmalar
yapan sultanın döneminde, İtalya ile sanatsal
ilişkileri anlattı
Panelin 2. oturumunda, SSM’nin “Kitap Sanatları ve
Hat Koleksiyonu”nda bulunan, Efsahi’nin Sultan II.
Bayezid’e atfen yazdığı şiir kitabının tıpkıbasımı
tanıtıldı. SSM Danışmanı Uludağ Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nden
emekli Prof.Dr. Zeren Tanındı, sultanın kitap
sanatı merakını ve kitap hazinesini anlattı. II.
Bayezid’in şair ve yazarları bolca ödüllendirerek
desteklediği dönemde; yazın, bilim ve sanatın zengin
ürünler verdiğine, verimli bir kültür ortamı
oluştuğuna dikkat çekti. İstanbul Medeniyet
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.
Mustafa Çiçekler ise 1500 yıllarında İstanbul saray
nakkaşhanesinde hazırlandığı anlaşılan, II.
Bayezid’e sunulmak üzere yazılmış şiir kitabının
tarihsel ve edebi önemini anlattı. Prof.Dr.
Çiçekler, Farsça yazılan nadide eserin, II.
Bayezid’in sanatsever ve cömert kişiliğini
yansıttığını, edebi değeri yüksek mısraların dönemin
sanat ortamına ışık tutuğunu belirtti.
Habertürk, 29.05.2012
|
OSMANLI PARALARI YOK MU EDİLİYOR?

Osmanlı İmparatorluğu'nun son 6
padişahı dışındaki padişahlara ait paraların
koleksiyonu ve satışının yasak olması nedeniyle, bu
döneme ait binlerce gümüş ve altın paranın hurda
olarak eritilerek, hediyelik eşya sektöründe
hammadde olarak kullanıldığı iddia ediliyor.
Türk Nümismatik
Derneği Başkanı
Cem Mahruki, yaptığı açıklamada, son 6 Osmanlı
padişahı öncesine ait paraların koleksiyonunu
yasaklayan 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu'nun 1982 yılında dönemin Milli
Güvenlik Konseyince çıkartıldığını, günümüze kadar
da değişmeden geldiğini söyledi.
Kanunun faydadan çok zarar verdiğini savunan
Mahruki, acilen yeni bir düzenlemeye ihtiyaç
duyulduğunu belirtti. Yürürlükteki yasanın 23'üncü
maddesinin son 6 Osmanlı padişahı dışındaki tüm
padişahların para ve madalyalarının koleksiyonunun
yapılmasını, alım ve satımını yasakladığını
vurgulayan Mahruki, ''Yasak nedeniyle ülkemizdeki
koleksiyoncular bu paraları toplamıyor. Yurt içi
talep olmayınca yasak kapsamındaki Osmanlı paraları
yurt dışına çıkarılıyor, ya da altın ve gümüş gibi
değerli madenlerden yapıldığı için eritiliyor.
Böylece tarih, özellikle Osmanlı tarihi yok
ediliyor''dedi.
"KOLEKSİYONCULUK SERBEST BIRAKILIRSA SORUN
ÇÖZÜLÜR"
Yurt dışında internet üzerinden sikke satışı yapan
firmalara bakıldığında, satışa sunulan birçok
sikkenin Anadolu menşeli olduğunun görüleceğini
vurgulayan Mahruki, şunları söyledi:
''Yani bu yasa 30 yıldır kaçakçılığı önleyemediği
gibi kolaylaştırmış. Eğer para koleksiyonculuğu
serbest bırakılırsa birçok insan bunun koleksiyonunu
yapacak. Oluşacak iç talep sonucu Osmanlı sikkeleri
yurt dışına kaçırılmayacak, tarihimiz yurt içinde
kalmış olacak. Eski paraların eritilerek yok
olmasının önüne geçilecek. Hatta yurt dışından
tekrar ülkemize geri getirileceğine inanıyoruz. Para
koleksiyonculuğunun kayıttan kurtulması halinde
birçok bürokratik işlem de ortadan kalkacak. Kısıtlı
sayıdaki müze elemanları, kayıtlı koleksiyoncu için
çok zaman ve emek harcamayacak. Bu sayede asli
işlerine daha fazla zaman ayırabilecekler.''
Cem Mahruki, yasal veya yasal olmayan paraların
halk tarafından ayırt edilebilmesinin son derece güç
olduğunu, bu nedenle binlerce suçsuz vatandaşın
kaçakçı durumuna düştüğünü ve ağır cezalarla karşı
karşıya kaldığına dikkat çekerek, eski paraların
serbestçe alınıp satılabilmesini, koleksiyonlarının
yapılabilmesini, ancak yurt dışına çıkartılmasına
ağır müeyyideler getirilmesini istediklerini
kaydetti.
Özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkelerde tüm eski
paraların serbestçe alınıp satıldığını, kayıtsız
olarak koleksiyonunun yapılabildiğini bildiren
Mahruki, şöyle dedi:
''Para koleksiyonculuğunun kültür gelişimine önemli
katkısı olduğu bir gerçek. Ülkemizde hemen her evde
ailelerden çocuklarına intikal eden eski para
bulunur. Yüz binlerce kadınımız halen Anadolu'da
yasak kapsamındaki eski Osmanlı paralarından oluşan
altın ve gümüş takıları, başlıkları, kemerleri
kullanmaktadır. Vatandaşlarımıza dedelerinden kalan
Osmanlı dönemine ait madalya veya nişanlar Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na bağlı müzeler tarafından yasak
kapsamına alınarak el konuluyor. Eski Osmanlı altın
paralarının ticaretini yapan sarraf ve kuyumcular da
uygulamadan çok fazla zarar görüyor.''
Araştırmacı nümismat
Necati Doğan da, eski döneme ait Osmanlı
paralarının koleksiyonunun yasaklanmasına bir anlam
veremediklerini vurgulayarak, Osmanlı paralarının
eritilmesinin önüne geçmek amacıyla bu alanda
faaliyet gösteren derneklerin Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na müracaat ederek bu durumunun
kaldırılmasını talep etmeleri gerektiğini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ise, vatandaşlar tarafından
bulunan tarihi eserlerin müzelere satılmasıyla
ilgili yeni düzenlemeler yapıldığını belirtti.
Yeni düzenlemeyle bulduğu tarihi eseri müzeye
getiren vatandaşın, eserin tarihi niteliğine göre
ödüllendirildiğini vurgulayan Günay, ''Eskiden müze
almadığı eseri 'almıyorum' diyordu. Piyasada
kaçakçılığa düşüyordu ya da çarçur oluyordu. Biz
şimdi bunu almasak bile kaydediyoruz, müzede
muhafaza ediyoruz ve almak isteyen koleksiyoncuya
satıyoruz. Böylece eserin piyasada yasal biçimde
dolaşmasının yolunu açıyoruz, yok olmasını
engellemiş oluyoruz'' dedi.
Osmanlı paralarının yasak nedeniyle eritildiğiyle
ilgili bilgisi olmadığını dile getiren Günay,
konuyla ilgili inceleme yaptıracağını kaydetti.
Habertürk, 29.05.2012
|
5 BİN YILLIK HÖYÜĞE TÖRENLE BETON DÖKTÜLER

Konya’daki 5 bin yıllık Aşkar Höyüğü’nün üstüne
törenle beton döküldü. Karatay Belediyesi birinci
derece sit alanı olan Aşkar Höyüğü’ne park ve süs
havuzları yapmak için 21 Mayıs günü 3
milletvekilinin de katıldığı törenle temel attı.
Konya merkez Karatay Belediyesi, bölgedeki TOKİ
inşaatlarında yeşil alan için yeterli yer
ayrılmayınca, birinci derece sit alanı olan
Aşkar Höyüğü’ne park ve süs havuzları yapmak
için 21 Mayıs günü 3 milletvekilinin de
katıldığı törenle temel attı, ardından kepçe ve
kamyonlar höyüğe girerek kazı ve hafriyata
başladı. Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Bölge Kurulu’nun sadece ‘otsu ve kökü
olmayan bitkilerin dikimine ve taş döşeli patika
yola’ onay verdiği bölgeye izinsiz beton döken
belediyenin Konya Müzeler Müdürlüğü’nü de
bilgilendirmediği ortaya çıktı. Konya Müzeler
Müdürü, Topkapı Müzesi Müdürü iken Müze Başkanı
Prof.Dr. İlber Ortaylı ile polemiğe giren ve 3.
Selim’in tahtını lojmanına taşıtmaya kalktığı,
14. Louis’nin masasında kahvaltı yaptığı ve
üzerinde leke bıraktığı iddia edilen Yusuf
Benli. Benli’nin de Aşkar Höyüğü üzerine beton
döküldüğünden haberi olmadığı, konunun ihbar
edilmesi üzerine bölgeye inceleme yapmak üzere
iki uzman gönderdiği bildirildi.
Tunç Çağı’ndan kalma yerleşim
Konya merkez Karatay Belediyesi, Fevzi Çakmak
Mahallesi’ndeki 5 bin yıl öncesine tarihlenen
Tunç Çağı yerleşim bölgesi Aşkar Höyüğü’nde 24
bin 215 metrekarelik sosyal donatı projesi
hazırladı. Aşkar Höyüğü Park ve Sosyal Donatı
Alanı adlı proje için bölge 1. Derece Sit alanı
olduğundan, Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu’ndan izin istendi. Kurul,
18.11.2011 ve 161 sayılı kararında, höyüğe ‘otsu
ve kök salmayacak bitkiler ekme ve dokuya zarar
vermeyecek şekilde, toprak üzerine Arnavut
kaldırım taşı kullanılarak patika yürüyüş
yolları yapma’ izni verdi.
Karatay Belediyesi bir süre önce höyükte sosyal
donatı alanının temelinin atılacağını ilan etti,
halkı da törene çağırdı. Aşkar Höyüğü üzerinde
yapılacak parkın temeli, Konya milletvekilleri
Hüseyin Üzmez, Mustafa Baloğlu ve Mustafa
Kabakçı ile halkın da katılımıyla geçen hafta
atıldı.
Ağacın kökü bile höyüğü yer bitirir
Aşkar Höyüğü’nde yüzey çalışması yapan Selçuk
Üniversitesi Eski Çağ Ana Bilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Hasan Bahar şunları söyledi:
“Konya bölgesinde 1994’ten beri bini aşkın höyük
tespit ettik. Bunların çoğunun yüzey
araştırmalarında bulundum. Aşkar Höyüğü’nde de
yüzey araştırması yaptım. Burası yaklaşık 5 bin
yıl öncesine tarihlenen Tunç Çağı yerleşim
bölgesi. Şehrin ortasında kalmış höyüklerde
yeşillendirme olabilir fakat tahribat
yaratmayacak şekilde, kökü olmayan, otsu
bitkilerle bu yapılabilir. Höyüğe ağaç
dikiyorlar. Bir höyükte kazı yaparken sonradan
dikilen ağacın köklerinin 50 metre derindeki
kerpici, Hitit duvarlarını yediğini gördük.
Köklü bitkiler höyükleri yiyip bitirir. Aşkar
Höyüğü Osmanlı belgelerinde de geçer. Mısır
Ordusu ile Osmanlı Ordusu’nun savaştığı alandır
burası.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 29.05.2012
******
HÖYÜK CANLANACAK

Karatay Belediyesi Aşkar Höyüğü’nde yeşillendirme ve sosyal donatı çalışmaları yürütüyor. 5 Bin yıllık Anadolu mirasının üzerinde yapılan çalışmalar çeşitli çevrelerce eleştirilmişti. Başkan Hançerli, çalışmanın mahiyeti hakkında bakın neler söyledi...
Aşkar Höyüğünde devam eden çalışmalar ile ilgili bir açıklama yapan Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, 17800 m²’si birinci sınıf sit alanı, 7000 m²’si üçüncü sınıf sit alanı olan Höyüğün yeşil alan ve rekreasyon alanına ev sahipliği yapacağını belirterek spor alanları, çocuk oyun alanları ve havuzların Höyüğü yeniden canlandıracağına dikkat çekti.
GEREKLİ ONAYLAR ALINDI
Projenin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve Anıtlar Kurulu onayından geçtikten sonra hayata geçirildiğini dile getiren Başkan Hançerli, Müze Müdürlüğü’ne de çalışmalar başlamadan önce gerekli başvuruların yapılarak izinlerin alındığını belirtti. Başkan Hançerli özellikle birinci sınıf sit alanı olan bölümde otsu peyzaj bitkilerinin kullanıldığını vurgulayarak, bitkilerin köklerinin alt katmanlardaki arkeolojik bölüme zarar vermesi riskinin doğru bitki seçimi ile ortadan kaldırıldığını belirtti.

BODUR AĞAÇLAR TERCİH EDİLİYOR
Yine Anıtlar Kurulu’nun projesi doğrultusunda üçüncü sınıf sit alanı olan bölümlerde sosyal donatının inşa edilmeye başlandığını dile getiren Başkan Hançerli, üçüncü sınıf sit alanında bile geniş yapraklı ve kökleri derin katmanlara ulaşan ağaçlar yerine bodur ve köklerinin gömülü olan tarihi dokuya zarar vermeyecek bitkilerin seçildiğini vurguladı.Aşkar Höyüğü projesinin önümüzdeki birkaç ay içerisinde tamamlanacağının da müjdesini veren Başkan Hançerli, Fevzi Çakmak ve Ulubatlıhasan Mahalleleri ile birlikte bütün Konya’nın faydalanabileceği bir sosyal alan olacağını belirtti.
Memleket.com.tr, 03.06.2012
|
SANAT TEHLİKENİN EŞİĞİNDE
Galeri Artist'te sergi
açan günümüzün büyük heykelcilerinden Tony Cragg'e
göre sanat kritik zamanlarda: "Artık market yaratma
çabası olarak görülen sanat, pop müzikten farksız".
İşlerinizi aralarında akrabalık ilişkisi
olan ailesel topluluklar halinde grupluyorsunuz. Bu
sergi için de aynısını söyleyebilmek mümkün mü?
Evet, tabii ki. Burada sergilenen altı tane iş var.
Tamamını son iki sene içerisinde yaptım. Dolayısıyla
zamansal bir ilişkinin varlığından bahsedebiliriz.
Bu ilişkilendirme içerisinde üretilen işleri genel
bir başlıkla ‘Rational Beings’ olarak
isimlendiriyorum. İçlerinde bir tanesi var ahşap
olan. Bu işin diğerlerinden farklı, çok belirgin bir
geometrik formu olduğunu görebilirsiniz.
Diğerlerinde ise birçok elips formun üst üste
bindiği yapılar var. Aynı zamanda hepsi form
morfolojisi içeriyor. Yani bildiğimiz bir aracı,
tanıdık bir görsel referansı alıp dönüştürmekle
ilgili. Bence sanatçı için enteresan olan gördüğünü
yansıtması değil, onu alıp kendi yorumuyla
sunmasıdır.
Heykelde kendinize ait bir dil
geliştirdiğiniz malum. Bu dili oluştururken
yarattığınız formlarda nelerden ilham alıyorsunuz?
Gözlemlerimin çoğunu bireylere ve bireylerin doğayla
olan ilişkisine dayandırıyorum. Gözlemlerimin bir
kısmı materyalleri kullanma şekillerimizle ilgili;
oturduğumuz mobilyalar, inşa ettiğimiz binalar,
kıyafetler, arabalar, otoyollar, araçlar... Bugün
baktığımızda endüstriyel olarak ürettiğimiz şeylerin
çok basit geometrik şekillere dayandığı ortada.
İstanbul ’daki kaldırımla dünyanın başka bir
yerindeki kaldırım aynı. Oldukça sıkıcı, düz bir
geometrik yapı. Sanat bu sıkıcılığa karşı
kullanılabilecek oldukça önemli bir araç çünkü
işlevsellik kaygısı yok. İşlevsel olmadığı için
herhangi bir formu alabiliriz. Bu aynı zamanda
zihnimizdeki formların da değişmesini sağlar. Çünkü
zihnimizin içerisindeki her şey dışarıdan
topladığımız bilgilerle dolu. Sadece gördüklerimize
göre hareket ediyoruz, mutlak gerçekliğin ne olduğu
hakkında hiçbir fikrimiz yok.
Heykel ve heykeltıraş yaratım sürecinde
ayrılmaz bir ikili. Sizin açınızdan üretimin ve
sonucun doğası neleri gerektirir?
Heykeltıraşa düşen elindeki malzemeyi dönüştürerek
bir form yaratmaktır. Büyük bir mücadeledir bu.
Formüle ederek ortaya koyduğunuz şeyler yeni birer
kelime gibi çıkar ortaya. Bir yandan her kelime de
bir heykeldir aslında. Ses havanın bir parçasıdır ve
benim ses tellerimle yaratarak havaya göndermem
sonucu sizin kulağınıza ulaşır. Eğer formun/heykelin
şeklini değiştirirsem başka bir kelime duyarsınız ve
duyduğunuz sonucunda da farklı bir fikre sahip
olursunuz. Heykel için genellikle maddi dünyanın
temel çalışma alanı olduğu söylenir. Şüphesiz ki
bilim insanlarının yaptığı da budur. Onlar da aynı
dünya üzerinde çalışıyorlar. Fakat
onların yaptığı dünyanın çalışma şeklini
bulabilmekken, sanat dünyaya anlam veren ürünler
ortaya koyarak ona değer kazandırır.
İşlerinizde bir devamlılık söz konusu. Bu
anlamda her işinizin size ait yeni bir soy ya da tür
olduğunu söylemek mümkün mü?
Sadece benim işlerim için değil heykelin kendisi
üçüncü bir tür demek daha doğru olacaktır.
İnsanların heykellere biraz da bir uzaylıya bakar
gibi baktıklarını görebilirsiniz. “Nedir bu” ifadesi
vardır hep. “Adı ne?” vs. gibi. Hayatta alışkın
olduğumuz şeyleri sorgulamaktan vazgeçmeye
meyilliyizdir. Domuzun neye benzediğini hepimiz
biliyoruz. Fili de biliyoruz. Ama bir gün ormanda
bir ‘fildomuzu’ görürsek dehşete kapılırız. Ama
neden olmasın? Algıladığımız gerçekliğin sınırları
ortada, buzdağının sadece ucunu görebiliyoruz. Sanat
görülemeyen şeyler hakkında bir vizyon yaratması
bakımından önemlidir.
Türkiye’de sanatçılarla hükümet arasında
devam eden bir tartışma söz konusu. Hatta “Sanat
sanat için midir, toplum için mi?” gibi çok temel
bir soru üzerinden devam eden söylemler de mevcut.
Sizin yorumunuz nedir?
Sanatla ilgili mükemmel olan şey dünyayı başka
birinin gözlerinden görebilmenizdir ve modernist
kişisel bir bakış açısıdır. Genellikle hayatımızda
yaşadığımız topluma,
kurumsal yapılara, aile
topluluklarına, cemaatvari yapılara ve hükümetlere
karşı olmaya eğilimliyizdir. Sonuçta sanat kişisel
bir bakış açısının kayda geçirilmesi olarak çok
önemli. Nihai olarak da toplum için önemli. Siz bu
kişisel bakış açısını hiç sevmiyor ya da beğenmiyor
olsanız dahi çok önemlidir tek başına. Sanat
gittikçe popüler oluyor. Doğu Avrupa’da bile çağdaş
sanat son 10-20 yılda çok gelişti. 60’larda bir
öğrenciyken Londra’da birkaç galeri vardı. 40-50
yılda inanılmaz bir gelişim söz konusu. Bu, sanat
açısından bir başarı. Ama bu sanatın kolaylaştığı
anlamına gelmiyor. Tabii ki çok zalim bir piyasa
var. İnsanlarda sanatın belli bir gücü olduğuna
yönelik bir intiba var. Bu güç inanışı sanat için
oldukça tehlikeli. Koleksiyonerler ve galerilerin
yönlendirdiği büyük bir ilgi var. Sanat, kendine
başarı stratejileri oluşturmanın yolu olarak
algılanmaya başladı. Kendine market yaratma çabası
yani. Sanatçılık pop müzik gibi bir konuma geldi.
Oldukça önemli bir tehlikenin eşiğindeyiz. Çok
kritik zamanlar. Asıl tehlike, sanatın iyi eğitimli,
orta düzey entelektüeller tarafından yönetilen bir
kurum olduğu izlenimi. Sanat politiktir. Yarı
kavramsal, yarı dekoratif olarak adlandırdığım işler
var örneğin. MTV formatında CNN izlemek gibi.
Kendince politik mesajlar içeren ama aslında çok
basit şeyler söyleyen. 60’larda böyle olacağını da
tahmin ediyorduk aslında. Bugün konuştukları konular
eskiden zaten çokça söylendi, açıkçası orta düzey
entelektüellerin bizim adımıza karar vermesine hiç
ihtiyacımız yok!
Radikal, Haber: Müge Büyüktalaş, 29.05.2012
|
 |
BAŞ DÖNMESİ İLE GELEN HUZUR
"Tanrı ile iyi bir yakınlık kurmak istediğinizde, huzur ve barışı çağrıştıran sessiz bir ortama ihtiyacınız var demektir. İşte baş dönmesini ve huzuru son noktada yaşayacağınız bu manastırlar da size Tanrı ile en iyi diyaloğu kurma imkanını cömertçe sunuyor..." İngiliz Daily Mail gazetesi, aralarında Sümela Manastırı'nın da bulunduğu dünyanın en sıra dışı manastırlarını okuyucularına bu sözlerle tanıtı. Gazetenin internet sitesindeki haberde, Trabzon'daki Sümela Manastırı fotoğrafları ile tanıtıldı.
Deniz seviyesinden bin 150 metre yükseklikteki eski Yunan Ortodoks manastırı için "İki keşişin gördüğü rüyalar sonrasında, MS 365-395 tarihleri arasında, Karadeniz'in zirvesine inşa edilen Sümela Manastırı bulutlarla kaplı yeşillikler arasına saklanmış durumda" denildi. Çin'in Xi'an kentindeki, 2 bin 160 metre yükseklikte bulunan Mt Huashan Manastırı ile Tibet Budizminin en önemli kutsal mekanlarından olan Butan'daki The Taktshang Tiger's Nest Manastırı da haberde anlatıldı. Yunanistan'ın kuzeydoğusundaki, doğal taş sütunlar üzerinde bulunan Meteora Manastırı da haberde geniş yer buldu. Meteora Manastırı için haberde "Gökyüzünde asılı anlamına gelen Meteora, gerçekten de isminin anlamını sonuna kadar taşıyor" denildi.
Sabah, 29.05.2012
|
GÜNAY'DAN 'AYASOFYA' AÇIKLAMASI
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, arkeolojik kazılardan elde
edilen buluntuların yol kenarına atıldığını; bunu
yapanlarla yerli- yabancı olmalarına bakmaksızın
yollarını ayırdıklarını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertruğrul Günay, Ankara’dan
karayoluyla Çorum’a gelerek, Anitta Otel’de
düzenlenen 34’üncü Uluslararası Kazı, Araştırma ve
Arkeometri Sempozyumu’na katıldı. Başbakanlık
Tanıtma Fonu Başkanlığı ve Çorum Valiliği’nin
katkıları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Çorum
Hitit Üniversitesi’nin işbirliği ile yapılan
sempozyuma, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Çorum Valisi Nurullah Çakır, AKP Çorum
Milletvekili Murat Yıldırım, Hitit Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Reha Metin Alkan ile çok sayıda
kazı başkanı ve akademisyen katıldı.
Türkiye’de yıl boyunca yapılan tüm arkeolojik
araştırmaların değerlendirildiği sempozyumun açılış
konuşmasını Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
yaptı. Bakan Günay, bakanlık tarafından yapılıyor
olmasına karşın sempozyuma ilk kez katılma fırsatı
bulduğunu söyledi.
Bakanlık olarak Türkiye’de kazı başkanları arasında
’yerli- yabancı’ diye ayrım yapmadıklarını söyleyen
Bakan Günay, şöyle konuştu:
"Herkesin gelip kazı alanında çalışmasını
beklemiyoruz. Buluntuların yol kenarına atıldığı
kazılar oldu. Biz bu kazıları iptal ettik. Bu
kazıların yapılması için kendi bütçemizin yanı sıra
çeşitli destekler ayırıyoruz. İstiyoruz ki oraya
emek verildiği belli olsun. 50 yıldır çalışılan
yerlerde hala güzergah, kazı evi depo sorunu varsa,
orada bir ihmal vardır. O ihmali düzeltmek için
uyarmak bizim görevimiz. Kazı yerinize zaman
ayıracaksınız, sonra buluntuları koruyacaksınız.
Bulduğunuz eserlerle ilgili Türkçe yazılar yazın.
Biz uluslararası bilim adamları ile çalışıyoruz.
Buradaki yabancı kazı başkanları, buldukları
buluntularla ilgili kendi dillerinde yazılar
yazıyorlar. Sizler de bulduğunuz buluntularla ilgili
Türkçe yazılar yazarak Türkçe’nin de bir bilim dili
olmasını sağlamanız lazım. Bu iş birliğini mutlaka
yapmalıyız."
Kazı başkanlarını ’yerli’ ya da ’yabancı’ diye
ayırmadıklarına dikkat çeken Bakan Günay, "Bazı
kazıları son yıllarda iptal ettik. İptal edilen
kazılar arasında yabancı hocalar da var yerli
hocalar da var. Bu hocalarımızı bir iki kez uyardık,
’Burada çalıştığınız belli olsun’ dedik. ’Burada
gayret olduğu, aşk olduğu, orada bu toprağı seven
insanların çalıştığı belil olacak’ dedik. Bu
uyarıları dikkate almayan kazı başkanlarımızla yerli
ve yabancı olduğuna bakmadan emeklerine teşekkür
edip yola yeni arkadaşlarla devam etme kararı
verdik. Biz çalıştığınız araziyi seviyor musunuz
sevmiyor musunuz ona bakıyoruz" diye konuştu.
Türkiye’de kazı sayılarının her geçen yıl arttığını,
şu anda 500’e yakın alanda arkeolojik kazı ve yüzey
araştırması çalışmasının yürütüldüğünü belirten
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Tarihimizin
ve toprağımızın hakkını vermeye çalışıyoruz" dedi.
Bakan Günay, şöyle devam etti:
BULUNAN ESERLER İNSANLIĞA AİT
"Türkiye arkeoloji açısından son derece zengin ve
farklı uygarlıkların ayak izlerini taşıdığı için
ilginç bir ülke. Burada bir çok kazılar yapılıyor ve
birçok buluntular elde ediliyor. Ülkemizde bir çok
eser bulunuyor ama bunlar bize değil bütün insanlığa
ait. Nerede ne varsa hepsi insanlığa ait. Hepsi
insanlığa ait ve ayrımsız hangi inançtan, kültürden
olduğu fark etmez bunları çocuğu koruduğumuz gibi
koruyup geleceğe taşımaya çalışacağız. Hepimiz
insanlığın geleceğine karşı büyük bir ödevi yerine
getirdiğimiz bilinci ile çalışıyoruz. Esas
itibariyle geçmiş yıllardan kaynaklanan
eksiklerimiz, ihmallerimiz vardı. Bunları
gideriyoruz. Arkeoloji alanında yaptığımız
çalışmalar çok önemli. İnsanlığın tarihi ve geleceği
açısından çok önemli bir iş yapıyorsunuz."
SALON BOŞALINCA TEPKİ GÖSTERDİ
4 farklı salonda çeşitli oturumların yapıldığı
sempozyumdaki açılış konuşmasını yaptıktan sonra
Bakan Ertuğrul Günay, kürsüden indi. Anitta Salon’da
yapılan ’Türkiye’deki Miras Alanları’ konulu ilk
oturumun tamamlanmasının ardından tekrar kürsüye
çıkan Bakan Günay, "İlk oturum bitti, koltuklar
boşalmış. Böyle yapacaksanız, hiç yapmayın.
Koltuklar boşalmış. Böyle mi çalışacağız? Dışarıdaki
arkadaşlara söyleyin bu oturumları dinleyecekler. 3
günlük oturum yapıyoruz. Birinci gün birinci
oturumdan sonra dağılacaksak yapmayalım böyle bir
şey" diye tepki gösterdi.
Bunun üzerine Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürü Osman Murat Süslü, "Yukarıda dört salonumuz
daha var. Oralarda da oturumlar başladı.
Arkadaşlarımız oralara geçtiler" dedi. Bunun üzerine
de Bakan Günay, "Başladıysa, düzeltiyorum" diyerek
kürsüden indi.
Daha sonra Anitta Otel’de sempozyum bünyesinde
açılan kitap sergisini gezen Bakan Ertuğrul Günay,
kentte çeşitli incelemelerde bulundu.
AYASOFYA’DA İBADET SORUSUNA, "ALLAH KABUL ETSİN"
YANITI
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 34.
Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri
Sempozyumu’na verilen arada öğle yemeği yedi. Bakan
Günay, yemeğin ardından sempozuyum ikinci bölümünde
yer alan Klaus Schmitdh’ın Göbeklitepe 2011 yılı
Raporu’nun konuşulduğu oturumu izledi. Daha sonra da
oturumun tamamlanmasının ardından Ankara’ya gitmek
üzere salondan ayrıldı.
Bakan Günay çıkışta Ayasofya’nın ibadete açılması
talebi ile bir grubun öğle namazı kılması ile ilgili
soruya, "Allah kabul etsin arkadaşlar. Her yerde
kılınan namaz kabuldür" dedi. Bakan Günay, daha
sonra sempozyumun yapıldığı Anitta Otel’den
ayrılarak karayolu ile Ankara’ya döndü.
Vatan, Haber: Şevket Erzen - Yusuf Çınar,
28.05.2012
|
TARİHE SAYGI BÖYLE OLUR
Dün Güngör Uras, koruma
altında olan, Cumhuriyet’in ilk yapılarından
Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nın yerle bir edildiğini
yazmış, “bu bir cinayettir” demişti.
Cinayet işleyenlerin vicdanlarının sızlamadığını
da eklemişti.
Sultanahmet’teki Bizans Sarayı’nın kalıntıları
üzerine yükselen otel de bir cinayetti.
Türkiye büyürken, İstanbul “kentsel dönüşüme”
kayıtsız şartsız boyun eğerken kamu eliyle, ya da
özel sektör eliyle bu cinayetler çoğalıyor.
Zengin tarihimize ve kültür mirasımıza sahip
çıkanların sayısı ise yazık ki işlenen cinayetlere
göre pek az.
Hafta sonunda kuyumcu titizliğiyle geçirdiği
restorasyondan sonra, Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın katılımıyla ziyarete açılan Didim,
Balat Köyü'ndeki 600 yıllık İlyas Bey Külliyesi
şanslı.
Yeni hayatını Söktaş’a borçlu.
Batı Anadolu’nun güçlü beyliklerinden Menteşoğulları
tarafından 1404 yılında yaptırılmış olan İlyas Bey
Külliyesi antik Milet şehri üzerinde.
Yapımında kendisinden önce orada olan bir Yunan
tapınağının mermerleri kullanılmış.
Bakan Günay açılış konuşmasında “Anadolu
topraklarındaki tüm kültürler bizimdir” derken ne
kadar haklı.
Cami, medrese, imaret, çifte hamam, çarşı gibi
birimlerden oluşan külliye 19. yüzyılın sonunda
Büyük Menderes havzasında depremle yerle bir olmuş.
EUROPA NOSTRA’DAN ÖDÜL
Söktaş’ın Yönetim Kurulu Başkan
yardımcıları, eski TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan
ile Hilmi Kayhan’ın büyük dedeleri Hacı Halil Paşa
tarafından 1900’lerin başında onarılmış.
Külliye 20. yüzyılda yeni depremlerle tahrip olup
terk edilince Kayhan ailesi bir kez daha devreye
giriyor.
İlyas Bey Külliyesi’nin restorasyonu 2006 yılında
başlamış Söktaş’ın 40. yıldönümünde sona ermiş.
Restorasyonu değerli bilim insanlarının desteğiyle
tamamlayan mimar Cengiz Kabaoğlu şimdiye kadar pek
çok başarılı restorasyona imza atmış bir isim.
2007 yılında Kapadokya’da restore ettiği Sarıca
Kilisesi Europa Nostra “Büyük Ödülünü” kazanmıştı.
İlyas Bey Külliyesi ise Europa Nostra’nın
“restorasyon ödülünü” kazanmış.
Önümüzdeki 1 Haziran tarihinde Lizbon’da açıklanacak
Europa Nostra “Büyük Ödülü”ne de aday.
Bu arada söylemeyi unuttum.
İlyas Bey Külliyesi’ni ilk kez onaran büyük dede
Hacı Halil Paşa II. Abdülhamit tarafından nişanla
ödüllendirilmiş.
SÖKTAŞ SEYİRCİ KALAMAZDI
Armani, Hugo Boss, Dolce Gabbana, Zara gibi
dünya moda devlerine gömleklik kumaş tasarımı ve
üretimi yapan Kayhan ailesinin İlyas Bey
Külliyesi’nin restorasyonu için 1,5 milyon dolar
harcamış.
Söktaş’ın 40. yıldönümünde biten restorasyonunun
Kayhan ailesi için bir başka sembolik yanı daha var.
Harvard’da ünlü tarihçi Profesör Dr. Cemal Kafadar
ile doktorasını tamamlamakta olan Hilmi Kayhan’ın
kızı Leyla Kayhan Elbirlik restorasyon
çalışmalarıyla yakından ilgilenmiş.
Leyla Kayhan Elbirlik, Profesör Dr. Baha Tanman ile
birlikte Söktaş’ın yayınladığı “İlyas Bey Külliyesi”
kitabının editörü.
Külliyenin açılış konuşmasını o yapıyor.
“Söktaş olarak 15. yüzyıldan günümüze kalan bu
külliyenin gözümüzün önünde yok olup gitmesine
seyirci kalamazdık. Batı Anadolu’un kültürel
mirasında önemli yer tutan külliyenin gelecek
kuşaklara taşınmasını istedik” diyor.
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 28.05.2012
|
DÜNYA STARLARI İSTANBUL GALERİLERİNDE

Dünya sanatının yıldız isimlerinin eserlerini, bu
isimlerin
Türkiye ’deki galeriler için yaptıkları sipariş
işleri, yeni yapıtlarının dünya prömiyerlerini
İstanbul ’un ticari galerilerinde izlemek artık
yavaş yavaş şaşırtıcı olmaktan çıkıyor. Müzelerde,
ticari olmayan Akbank Sanat, Salt gibi kurumsal
galerilerde önemli sanatçıları görmek tamam ama
satış derdi de olan ticari galerilerdeki bu eğilim
daha yeni ve ilgi çekici bir gelişme. Üstelik
meredeyse yükselen bir trend.
Son birkaç yıldır, özellikle Dirimart, Artist,
Galerist gibi eski galerilerde ve Mana, Egeran gibi
yeni mekanlarda arka arkaya yabancı sanatçıların
kişisel sergileri açılıyor. Kimileri yolun başında
isimler olsa da aralarında Erwin Wurm, Tony Cragg,
Julian Opie, Sol LeWitt, Ghada Amer gibi çok tanınan
ve dolayısıyla işleri yüksek rakamlara satılan
sanatçılar da var. Peki yerli galerilerdeki yabancı
sanatçı sergilerinin artışının nedenleri neler?
Yabancı sanatçılar
İstanbul ’da sergi açma fikrine nasıl
yaklaşıyor?
İstanbul ’daki sanatseverlerin,
koleksiyonerlerin yabancı sanatçılara ilgisi ne
durumda? Bu soruları, sıklıkla uluslararası
sanatçıların işlerine ev sahipliği yapan galeri
sahiplerine sorduk. Gördük ki,
İstanbul ’un cazibesi ve bu kentte sergi açma
fikri sanatçılara iyi geliyor, ama artık dünya
sanatını takip edip yatırım yapmak isteyen
koleksiyonerlerin varlığı da önemli bir etken.
MOİZ ZİLBERMAN (Galeri Zilberman, CDA
Projects)
İstanbul ’un çağdaş sanat için bir çekim merkezi
haline gelmiş olması bugün artık dünyanın her
yerinde kabul edilmiş bir durum. Avrupa’daki kriz
bir yandan, ülkelerindeki yeni sağcı hükümetlerin
sanata verilen desteği büyük oranda kesmesi diğer
yandan birçok Avrupalı sanatçıyı
İstanbul ’da sergi yapma fikrine sıcak bakmaya
itmiş durumda. Türkiyeli koleksiyonerler de artık
yabancı sanatçıların işlerini almaya başladılar ve
bu sergileri karşılaştırma yapmak için bir vesile
olarak değerlendirmeye başladılar.
KİMLER SERGİ AÇTI
Zilberman: Adel Abidin, Willem Harbers, Clarina
Bezzola CDA-Projects: Janet Bellotto, Aya Ben Ron,
Luchezar Boyadjiev, Yane Calovski, Erik Göngrich,
Maria Loizidou, Alban Muja, Hossein Edalatkhah,
Jochen Proehl, Carlos Aires
MEHVEŞ ARIBURNU (Galeri Mana)
İstanbul ’daki sanat piyasası son 10 yılda hem
koleksiyoner sayısındaki artış hem de özel müzelerin
ve sanat fuarlarının çoğalmasıyla inanılmaz bir
büyüme gösterdi.
İstanbul ’un ayrıca konumu gereği hem Avrupa’ya
hem de
Ortadoğu ülkelerine açılan bir kapı olma
niteliği var. Yerel bir piyasanın gelişmesi ve bu
konumun getirdiği avantajlar. İstanbul’daki
sergileri bugün yabancı müzeler, küratörler ve
koleksiyonerler de takip ediyor ve bu her ülkeden,
kariyerinin farklı noktalarında olan sanatçılar için
hem satış hem de eserlerinin uluslararası dolaşımı
açısından önemli fırsatlar sunuyor. Hem kariyerinin
başında, hem doruk noktasında olan sanatçılar için
İstanbul ’da bir sergi açma fikri son derece
heyecan verici.
KİMLER SERGİ AÇTI
John Baldessari, Sol LeWitt, Lewis Baltz, Charles
Sandison, Robin Rhode, Douglas Gordon, Taryn Simon
EDA BERKMEN (Galerist)
Artan talep, sayıları giderek çoğalan galeriler
arasındaki farklılaşma çabası ve bu konuda gereken
altyapının ve izleyici kitlesinin oluşmasını
İstanbul ’daki yabancı sanatçı sergilerindeki
artışın temel sebepleri olarak sayabiliriz.
İstanbul ’da yabancı sanatçıların eserlerinin
gösterilmesi aslında ilk olarak
İstanbul bienalleriyle başlayan bir süreç.
Zamanla bu koleksiyonerler uluslararası yayınları ve
gelişmeleri takip etmeye başladılar. Bununla da
yetinmeyip dünya çapında sanat fuarlarına giderek
uluslararası sanatçılar hakkında bilgi edinmeye
başladılar. Buna paralel olarak Türkiye’de sanat
piyasası büyüdü, koleksiyonerler çoğaldı, fiyatlar
arttı. Ekonomik krizin yerel sanat piyasalarında
yarattığı olumsuz etkileri takiben
Türkiye gibi yükselen yeni pazarlara yönelme söz
konusu. Başka bir nokta da Türkiyeli sanat
alıcısının varlığının dünyada tanınmaya başlaması,
hatta uluslararası sanat fuarlarında yabancı
galerilerin önemli Türk alıcıları takip etmeleri
dikkat çekici.
KİMLER SERGİ AÇTI
Juergen Teller, Ross Lovegrove, Micheal
Craig-Martin, Youssef Nabil, Thomas Ruff, Anton
Henning, Erwin Wurm, Arik Levy, Gavin Turk, Tony
Cragg, Julian Opie
O.DAĞHAN ÖZİL (Galeri Artist)
Yabancı sergilerin artışındaki en önemli neden
İstanbul ’un şehir olarak sanat dünyasında
önemli bir yer edinmeye başlamasıdır. Yabancı
sanatçılar genellikle,
İstanbul ’da sergi fikrine çok heyecanla
yaklaşıyorlar. Bizi takip eden,
koleksiyonerlerimizin sergilere ilgisi çok iyi.
Hepsi memnun. Galeri Artist olarak yabancı
sanatçıların seçiminde, dünya sanatına katkıda
bulunmuş olan sanatçıları seçiyor ve getirmeye
çabalıyoruz.
KİMLER SERGİ AÇTI
Gian Luca Malgeri, Johan Tahon, Benjamin Moravec,
Jiri George Dokoupil, Abraham Christian, Gotthard
Graubner, Markus Lüpertz, Ben Willikens, Richard
Long
HAZER ÖZİL (Dirimart)
Hangi sanatçıların eserlerini sergileyeceğimizi
tasarlarken, onların ulusal kimliklerini değil,
sanat üretimlerini ve elbette sanatçı duruşlarını
dikkate alıyoruz. Bu nedenle, ‘yabancı sanatçı’
tabirine bir çekince koyduğumuzu belirtmek isteriz
aslında. Türkiye’de sanat dünyası geliştikçe, bu
dünyadaki aktörlerin sayısı arttıkça ve sanat
üretimi fazlalaştıkça, doğal olarak koleksiyonerler
daha seçici davranıyor ve eleştirel yaklaşımları
keskinleşiyor. Bu da, dünya çapında sanatçılara
ilgilerinin artmasına, yerli ve yabancı sanatçı
ayrımına düşmeden, iyi sanat eserlerinin peşine
düşmelerine sebep oluyor.
KİMLER SERGİ AÇTI
Ghada Amer, Thomas Bayrle, Sabine Boehl, Katharina
Grosse, Axel Hütte, Peter Kogler, Bjorn Melhus,
Sarah Morris, Hermann Nitsch, Edwin Schafer, O
Zhang, Peter Zimmermann
KERİMCAN GÜLERYÜZ (The Empire Project)
Empire Projesi’nin temel amacı, bugün
İstanbul dediğimiz eski imparatorluk
merkezininin tarihsel olarak kültürel etki alanı
içinde yer alan, ya da ondan önemli ölçüde etkilenen
bölgelerde üretilen güncel sanatı tespit etmek ve
sergilemek. Yabancı sanatçılar için
İstanbul artık önemli bir referans oldu; genelde
biz yabancı sanatçıyı değil onlar bizi buluyorlar.
Sanatseverler yabancı sanatçıların işlerine çok ilgi
gösteriyorlar, koleksiyonerler ise biraz daha
çekimser sayılır.
KİMLER SERGİ AÇTI
Jasper De Beijer, Rasha Kahil, Manolo Menendez, Sean
Lee, Cindy Jansen
SUZANNE EGERAN (Egeran Galeri)
İstanbul ’da çağdaş sanata karşı inanılmaz bir
ilgi var ve bu ilgi her geçen gün daha büyüyor.
Bunun sonucu olarak, bir süredir
İstanbul ’da daha çok uluslararası sanatçının
sergilerini görme fırsatı buluyoruz. Bu sergiler
camianın ilgisini beslemek ve diyaloğu arttırmak
açısından da çok önemli. Ayrıca, gitgide çoğalan
çeşitlilik de çok ümit verici. Uluslararası çağdaş
sanatın araştırdığı fikir ve konular tüm toplumları
yakından ilgilendiriyor. Mesela, Türk toplumunu
içeren bir diyalog geliştirmek ve bu konuda fikir
alışverişinde bulunmak oldukça ilgi çekici
olabiliyor. Zaten çağdaş sanatçılar ve
koleksiyonerlerin, çağdaş sanatla olan bağlarını
geliştiren de bu diyalog.
Türkiye’yi es geçmediler
Erwin Wurm: ‘One Minute Sculptures’
(Bir dakikalık heykeller) ve ‘Fat Sculptures’
(Şişman heykeller) ile tanınan 1954 doğumlu
Avusturyalı heykeltıraş Erwin Wurm uluslararası
sanat camiasının yıldızlarından biri olarak kabul
ediliyor. Wurm’un eserlerinin bulunduğu
koleksiyonlardan bazıları Centre Pompidou ve Musée
National d’Art Moderne, Musée d’Art Contemporain,
Musée d’Art Contemporain, Guggenheim gibi önemli
müzelerde sergileniyor.
Tony Cragg: 1949 doğumlu İngiliz
heykeltıraş Tony Cragg 1970’li yıllarda ürettiği
heykellerle uluslararası alanda dikkat çekmişti.
1988 Turner Prize ödüllü Cragg, son yıllarda
dünyanın en önemli heykeltıraşlarından biri kabul
ediliyor.
Julian Opie: İngiliz güncel
sanatının tanınmış ismi Julian Opie’nin işleri
dünyanın önde gelen müzelerinde sergileniyor.
Seçtiği imajları figüratif röprodüksiyonlara çeviren
Opie, sanat dünyasının her daim gündemde olan
isimlerinden biri.
Sol LeWitt: Kavramsal sanatın
öncülerinden Amerikalı sanatçı, 1960’lı yıllarda
tanınmaya başlanan en derinlikli isimlerden biri.
1967’de, ünlü Kavramsal Sanat Üzerine Paragraflar
isimli makalesini yayımlayan sanatçı minimalizm
akımının da önemli isimlerinden biri.
Ghada Amer: 1963 doğumlu Mısırlı
çağdaş sanatçı, feminist tavrı ve kadın bedeni
üzerine çalışmalarıyla tanınıyor. Tuval üzerine iğne
ve iplik kullanarak geliştirdiği işleriyle bilinen
sanatçı dünyada feminist sanatın en önemli
isimlerinden biri kabul ediliyor.
Sarah Morris: Sanatçı, filmleri,
resimleri ve mekana özgü işleriyle dünya çapında
önemli isimlerden. Sergi açtığı mekanlar arasında
Frankfurt’taki Museum für Moderne Kunst, Bologna’nın
Museo d’Arte Moderna’sı, Paris’teki Palais gibi
kurumlar var. Guggenheim, Paris Centre Pompidou, New
York ve Miami çağdaş sanat müzelerinin daimi
koleksiyonlarında yer alıyor.
Radikal, Haber: Elif Ekinci, 28.05.2012
|
"EVRİM TEORİSİ HAKKINDAKİ ŞÜPHELER TARİH OLACAK"
Kenya doğumlu paleoantropolog Richard Leakey, 15-30 yıl içinde, evrimi destekleyen bilimsel keşiflerin hızlanacağını, hatta şüphecilerin bile bunu kabulleneceğini öne sürdü.
Long Island’daki Stony Brook Üniversitesi’nde profesör olan Leakey, son birkaç haftadır New York’ta. Burada, Kenya ’daki Turkana Basin Enstitüsü’nün çalışmalarını tanıtan Leakey, dünyanın dört bir yanından insanoğlunun kökenini araştırmak isteyen bilim insanlarını ve araştırmacıları burada ağırlıyor.
67 yaşındaki ünlü paleoantropologun ailesi de evrim araştırmalarıyla ünlü. Leakey ailesi, bilinen birçok ünlü fosili bulmuş bireylerden oluşuyor.
Dine karşı hiçbir kini olmadığını vurgulayan Leakey, “İnsanların inanmaya ihtiyacı varsa bunu anlarım” diyor, ama bilimsel çalışmaların da din kitapları ekseninde yürütülemeyeceğini vurguluyor.
Turkana’daki araştırmalar, 1984 yılında 1,6 milyon yıllık uzun kollu bir erkek iskeletinin bulunmasıyla hızlanmıştı. Leakey’nin çalışmalar için sık sık gittiği Turkana Enstitüsü’nde yaptıklarıyla ilgili bir National Geographic belgeseli bu ay içinde yayınlanacak.
Radikal, 28.05.2012
|
 |

|
EDİRNE MÜZESİ'NDE 'RODOPLARDAN İKONALAR' SERGİSİ
'Rodoplar'dan 16-19. Yüzyıl İkonaları' sergisi, bugün saat 17.00'de Edirne Devecihan Kültür Merkezi'nde açılıyor.
Edirne Müzesi’nin Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilen Türkiye Kültürlerarası Diyalog Müzeler Hibe Programı çerçevisinde yürüttüğü “Our Museums in the Mirror of River Arda” (Arda Nehrinin Aynasında Müzelerimiz) projesi kapsamındaki ilk sergi Edirne’de bugün açılıyor.
Küratörlüğünü Sofya Müzesi’nden Mariela Stoykova’nın yaptığı, “Rodoplar’dan 16-19. Yüzyıl İkonaları” sergisi, 28.05.2012 Pazartesi günü saat 17.00’da Devecihan Kültür Merkezi’nde açılıyor. Kırcaali Bölge Tarih Bölgesi, Kırcaali Sanat Galerisi ve Haskova Tarih Müzesi işbirliği ile yapılan sergideki eserlerin büyük kısmı az bilinmekte olup yarısından fazlası ilk defa sergileniyor.
3 Haziran tarihine kadar sürecek olan sergi akabinde, Kültürlerarası Diyalog- Müzeler Hibe Programı projesinin ikinci sergisi olan “Hilye-i Şerifler Sergisi” Kırcaali’de yapılacak olup ile sergi ile ilgili hazırlıklar devam ediyor.
Turizm Gazetesi, 28.08.2012
|
RÖNESANS GELİYOR

16. yüzyıl İtalya’sının en ünlü üç
ustası Michelangelo, Leonardo ve Raphael'in eserleri
Türkiye’ye geliyor.
1 Haziran’da açılacak “The
Great Masters” Sergisi 16. yüzyıl İtalya’sının
en ünlü üç ustası
Michelangelo,
Leonardo ve
Raphael’in bilim ve sanatta bıraktıkları izleri
gözler önüne seriyor.
Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde 31
Temmuz’a kadar ziyarete açık olacak sergi,
Türkiye’nin ilk gerçek interaktif sanat sergisi olma
özelliğini taşıyor.
Ünlü İtalyan küratörler
Alessandro Vezzosi ve
Francesco Buranelli tarafından hayata geçirilen
“The
Great Masters” Avrupa’da ilk kez Türkiye’de
sergilenecek. Sergi Vestel’in ana sponsorluğunda
gerçekleşecek. Ziyaretçiler
Michelangelo’nun Sistin Şapeli’ndeki eserlerini,
Davud heykelini,
Leonardo’nun Son Yemek freskini, anatomi
çalışmalarını, Vitrivius İnsanı’nı,
Raphael’in yapmış olduğu birçok resmi ve Atina
Okulu freskinin detaylı incelemesini modeller,
dokunmatik ekranlar ve interaktif sistemler
vasıtasıyla deneyimleme fırsatı bulacak.
Sergi süresince Pace Çocuk Sanat Merkezi'nin 5-14
yaş grubu ve yetişkinlere yönelik hazırlamış olduğu
birbirinden renkli ve yaratıcı atölye çalışmaları da
sergi alanında yer alacak. Aynı şekilde her hafta
Cumartesi günü saat 20:00'de National Geographic
Channel'in katkılarıyla Tophane-i Amire açık hava
sinema alanında dönemle ve 3 büyük ustayla ilgili
ücretsiz belgesel gösterimleri gerçekleşecek.
Habertürk, 28.05.2012
|
ALLİANOİ İÇİN HUKUKTA SON VİRAJ

Yaklaşık 1.5 yıl önce Yortanlı Barajı'nın
suları altında kalan Allianoi antik kentiyle ilgili
hukuki süreçte
ilginç bir gelişme meydana geldi. İzmir 2. İdare
Mahkemesi, 7 yıl önce reddettiği dava dosyasını
yeniden açtı. Mahkemenin 7 yıl önce kabul etmediği
davayı kabul etmesi, aradan geçen süreçte yapılan
her işlemin "dayanaksız" kalma ihtimalini ortaya
çıkarttı.
Kumla kaplanmasına izin veren karara karşı açılan
davanın duruşmasından 7
ay önce sular altında kalan Allianoi
antik kentini kurtarmak için yaklaşık 8 yıldır süren
hukuki süreç
ilginç bir noktaya geldi. Hukuki sürecin
başladığı ilk dava olan ve Yortanlı Barajı'nın aks
yerinin (gövdesinin) değiştirilmesi için İzmir 2.
İdare Mahkemesi'ne açılan, ancak mahkemenin o zaman
görüşmeyi reddettiği dosya, Danıştay 14'üncü
Dairesi'nin son kararından sonra yeniden açıldı ve
İzmir 2. İdare Mahkemesi'nin önüne geldi.
Açılan 10 davanın ilki
Yortanlı Barajı'nın göl havzası içerisinde kalan
Allianoi antik kentinin sular altında kalmasını
önlemek amacıyla 2005 yılından bu yana aralarında
baraj aksının değiştirilmesi, antik kentin kumla
kaplanması kararının iptal edilmesi, antik kentin
çevresinin duvarla kaplanmasının önüne geçilmesi
amacıyla 7'si doğrudan idari dava, Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu tarafından alınan
ilke kararlarının iptal edilmesine yönelik olarak
dolaylı 3 dava olmak üzere toplam on dava açıldı.
Açılan davalardan dördünde mahkemeler Allianoi'nin
baraj suları altında kalmaması için iptal kararı
verdi. Hukuki süreci başlatan ilk dava da dahil
olmak üzere üç dava ise henüz sürüyor.
İlk davanın 7 yıllık hikayesi
Allianoi Girişim Grubu 2004 yılında gönüllüler
tarafından oluşturulduktan sonra, ilk iş olarak 2001
yılında İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu, 2005 yılında da İzmir 2 No'lu Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından
verilen 1'inci derece arkeolojik sit kararlarına
istinaden, DSİ Genel Müdürlüğü'ne 2 bin 800 imzalı
bir dilekçe ile başvurarak barajın aks yerinin
(gövdesinin) değiştirilmesini istedi.
DSİ, Allianoi Girişim Grubu'nun bu isteğini
reddetti. Bunun üzerine Allianoi Girişim Grubu,
Arkeologlar Derneği, Tarih Vakfı, Mimarlar Odası ve
İzmir
Turist Rehberleri, 72 kişi ve 36 avukat DSİ'nin
ret kararının iptali için iki ayrı dava açtı. Dava
İzmir 2. İdare Mahkemesi'nin önüne geldi. Mahkeme
keşif yapılmasına karar verdi. İki inşaat, bir
jeoloji mühendisinden oluşan heyet, inceleme
sonucunda "baraj gövdesinin sağlam olduğu, şimdiki
yerinden biraz daha yukarıya yapılabileceği, ancak
bunun hacminin küçük olacağı" yönünde rapor verdi.
İzmir 2. İdare Mahkemesi de bu rapora dayanarak
davayı reddetti.
Temyiz için Danıştay'a başvurdular
Bunun üzerine davacılar temyiz için dosyayı
Danıştay'a taşıdı. Temyiz davasına bakan Danıştay 6.
Dairesi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun Allianoi için aldığı ilk ilke kararı olan
765 Sayılı İlke Kararı'nın iptal edilmesine
dayanarak, Allianoi'yi koruyacak bir projeye ilişkin
bir karar olmadan İzmir 2. İdare Mahkemesi'nin
davayı reddemeyeceğini öngördü ve bu kararı bozdu.
Danıştay 6. Dairesi'nin bozma kararı üzerine DSİ,
Kasım 2009'da karar düzeltme için yeni bir başvuru
yaptı. DSİ'nin başvurusundan uzun süre sonra dosya
Şubat 2012'de Danıştay'da yeni oluşturulan 14.
Daire'ye gönderildi. Dosyayı inceleyen Danıştay
14'üncü Dairesi, Şubat ayının sonunda DSİ'nin karar
düzeltme isteğini reddetti. Böylece 2005 yılında
İzmir'de açılan dava, aradan 7 yıl geçtikten sonra
2012'de yeniden başladığı yere döndü. İzmir 2. İdare
Mahkemesi geçtiğimiz günlerde davayla ilgili olarak
taraflara çağrıda bulundu.
Şimdi ne olacak?
İzmir 2. İdare Mahkemesi bu aşamada Danıştay 14.
Dairesi'nin verdiği bozma kararına uyup uymamayı
tartışacak. Eğer eski kararında direnirse, bu kez
dosya temyiz için Danıştay İdari Dava Daireleri
Genel Kurulu'na gönderilecek. Kurul kesin kararı
verecek. İzmir 2. İdare Mahkemesi bozma kararına
uyarsa Allianoi'yi koruyacak bir projenin olup
olmadığına bakacak. Mahkemenin idari yargılama usulü
olarak davanın açıldığı ilk tarih itibarıyla dava
konusunun hukuka uygun olup olmadığını denetlemesi,
dolayısıyla Temmuz 2005'teki duruma bakıp davayı
kabul etmesi gerekiyor.
"Yapılan işlemler dayanaksız kalır"
Davanın kabul edilmesi durumunda ortaya
ilginç bir durum çıkacağını söyleyen Avukat Arif
Ali Cangı şöyle dedi:
"Mahkemenin davayı kabul etmesi demek, DSİ'nin
barajın aks yerinin değiştirilmesini reddeden
kararının iptal edilmesi demek. Bu da Yortanlı
Barajı'nın yer seçiminin hukuka aykırı olduğu
anlamına geliyor. Dolayısıyla mahkemenin böyle bir
karar vermesi yapılan bütün işlemlerin dayanaksız
kalması anlamına geliyor."
Allianoi'de hukuki sürecin başına dönüldüğünü
kaydeden Avukat Cangı, "Allianoi, gövdesinin yeri
hukuken tartışmalı bir barajın suları altında kaldı.
Davalarda başa döndük. Halen süren iki dava vardı,
onlar da bu davanın sonucunu bekliyor" diye konuştu.
Cnn Türk, 28.05.2012
|
TARİH İŞTE BÖYLE TALAN EDİLİYOR!

Telmessos Antik Tiyatrosu...
Fethiye'nin
göbeğindeki bir tiyatro... Bu antik tiyatronun
tam 5 bin yıllık geçmişi var...
Ama ne yazık ki bakımsızlıktan
dökülüyor.
Dökülmek bir yana, Telmessos'un sütunları
geçmiş yıllarda liman dolgusu olarak kullanılmış.
Hani o tur teknelerinin kalktığı sahil şeridi var
ya, antik
kentin sütunlan işte o
sahil şeridinin altında yatıyor!
Denize en yakın antik tiyatro
olma özelliğiyle
diğerlerinden
bir adım öne çıkan
Telmessos'u görseniz, içiniz parçalanır.
Hadi tarih yağmacılarını bir tarafa bırakın...
Restorasyon işini 2012 yıh bütçesine alan Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın
yıllardır uykuda olmasını da bir nebze
anlayabiliriz...
Ancak o sütunlan alıp dolgu malzemesi olarak
kullananlara
inanın söyleyecek söz bulamıyorum.
Tabii Fethiye Belediyesi'nin yıllardır bu tarihi
tiyatronun çevresine yazlıklar dikilmesine göz
yummasını da "tarihe ihanet" olarak
yorumluyorum.
Çivi bile çakılmasının yasak olduğu bölgeye
insanlar tek tek yazlık villalar kondurmuş.
Manzaraya bakılırsa
bir antik
tiyatronun göbeğine villa yapmadıkları
kalmış...
Kimse çıkıp da yazlık yapanlara "Ne yapıyorsunuz
kardeşim?" dememiş.
Fethiye'nin çalışkanlığıyla tanıdığımız Belediye
Başkanı Behçet Saatçi, bugüne kadar neden
harekete geçmemiş acaba?
Tarihi dokuya zarar veren bu
evleri yıkmak
çok mu zor?
Velhasıl manzarayı gördüğümde ben şoke oldum. Bu
yüzden antik tiyatronun şu anki durumunu
gösteren bir fotoğrafını da yayınlıyorum.
Zira tarihin nasıl talan edildiğine
sizler de tanık olun istedim!
Sözcü, Yazı: Nagehan Doğaner Halıcı, 28.05.2012
******
TELMESSOS ANTİK TİYATROSU KURTULUYOR

Roma döneminde inşa edilen, MS 2.
yy'da onarım geçiren ve Bizans döneminde arena
olarak kullanılan Türkiye'nin denize yakın en eski
tiyatrosu olan 6 bin kişi kapasiteli Fethiye Antik
Tiyatrosu, restore edilecek.
Fethiye'nin tarihine
ışık tutan en önemli eserlerin başında yer alan
tiyatro yıllardır, ilgisizlik ve bakımsızlık
nedeniyle varoşların sığınağı haline gelmişti.
5 bin yıllık geçmişi bulunan Telmessos Antik
Tiyatrosu 11 Haziran 2012 tarihindeki ihale sonrası
restore edilecek. 1960'lı yıllarda sütunları liman
dolgu malzemesi olarak kullanılan tarihi mekan,
1990'lı yıllara kadar moloz yığınları altında
kalmıştı. Hatta üzerine ev yapılarak kaybolması
sağlanan Telmessos Antik Tiyatrosu, 1991 yılında
yapılan kazı çalışmaları ile yeniden gün yüzüne
çıkarılmıştı.
Antik tiyatronun restorasyonu için Muğla Valisi
Fatih Şahin tarafından, Koruma, Uygulama ve Denetim
Büroları (KUDEB) kaynaklarından ayrılan ödeneğin,
restorasyonu gerçekleştirmek üzere Muğla İl Özel
idaresine tahsis edildiği öğrenildi. Muğla İl Özel
idaresinin web sayfasında yer alan ihale ilanına
göre, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
kapsamındaki 'Kültür Varlıklarının Rölöve,
Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak
Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve
Bunların Uygulamaları İle Değerlendirme, Muhafaza,
Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve
Hizmet Alımları'na dair yönetmelikin 24. maddesine
göre belli istekliler arasında yapılacak ihalenin 11
Haziran 2012 günü yapılacak.
İhaleye Kültür ve Turizm Bakanlığından ön yeterlilik
alan firmaların katılabileceği ve ihale dokümanının
İl Özel İdaresi birimi ve ihaleyi ve restorasyonu
yapmakla görevli Kültür ve Sosyal İşler
Müdürlüğünden isteklilerce alınabileceği ifade
ediliyor.
Habertürk, 29.05.2012
|
İLYAS BEY'E EUROPA NOSTRA ÖDÜLLÜ RESTORASYON

İlyas Bey Külliyesi’nin Europa Nostra ödüllü
restorasyon projesi tamamlandı. Külliye önceki gün
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katıldığı
törenle ziyarete açıldı. İlyas Bey Külliyesi,
Aydın’ın Didim İlçesi'ne bağlı, 1. derece arkeolojik
sit alanı olan Milet Antik yerleşmesinde bulunuyor.
Batı Anadolu’nun güçlü beyliklerinden
Menteşeoğulları’nın son hükümdarı İlyas Bey tarafından
1404’te yaptırılan külliye, cami, medrese, imaret,
çifte hamam ve çarşı gibi birimlerden oluşuyor.
Gömleklik kumaş üretim ve tasarım markası Söktaş,
bakımsızlık nedeniyle harabeye dönen 600 yıllık
külliyeyi restore etmeye karar verdi.
Mimar Cengiz Kabaoğlu’nun
başkanlığındaki çalışmalara 2006’da başlandı. 6
yılda tamamlanan restorasyon, Avrupa’nın kültürel
mirasını korumayı misyon edinen Europa Nostra
tarafından ‘Koruma ve Kültürel Mirasın
Değerlendirmesi’ kategorisinnde ödüle layık görüldü.
Restorasyon 1 Haziran’da Lizbon’da düzenlenecek
törende açıklanacak Europa Nostra’nın büyük ödülüne
de aday gösterildi.
Restorasyonla eşzamanlı olarak bir de İlyas Bey
Külliyesi kitabı hazırlandı. Kitabın editörlüğünü
İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türk ve İslam Sanatı Anabilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. M. Baha Tanman ve Harvard Üniversitesi
Tarih Bölümü doktora öğrencisi Leyla Kayhan Elbirlik
üstlendi.
Radikal, Haber ve Fotoğraf: Şükrü Oktay Kılıç,
28.05.2012
|
GÜNAY'DAN KAZI
BAŞKANLARINA: TÜRKÇE DE YAZIN
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, yabancı kazı başkanlarının da
istediği şekilde rahatça çalışabileceğini dile
getirerek, “Bulduklarınızla ilgili yazıları Almanca,
İngilizce yazıyorsanız, Türkçe de yazacaksınız.”
dedi.
Çorum Valiliği ve Hitit
Üniversitesi tarafından ev sahipliği yapılan 34′ncü
Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri
Sempozyumu başladı. Anitta Otel’de düzenlenen
sempozyuma katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, tarihi eser ve tarihi yerlerin bütün
insanlığa ait olduğunu belirtti. Günay, Türkiyedeki
bir tarihi yerin bir başka ülkedeki insana, başka
ülkede bulunan bir yerinde Türk insanına ait
olduğunu söyledi.
Kendilerine göre yabancı
kazı başkanlarının da istediği şekilde rahatça
çalışabileceğini dile getiren Günay,
“Bulduklarınızla ilgili yazıları Almanca, İngilizce
yazıyorsanız, Türkçe de yazacaksınız. Eğer kazı
yapılması için işbirliğine girmişsek sizlerle
Türkçe’nin de bir bilim dili olarak gelişmesini
istiyoruz. Böyle bir amacımız var. Kazı yaptığınız
ülkenin diline saygı göstererek bunu yapacaksınız.
Sadece yabancı kazı başkanlarından değil,
yerlilerden de eleştiri aldık. Eğer biz bu kadar
kaynak ayırıyorsak, işbirliği de yapacağız. Kazı
başkanlarını yerli ve yabancı diye ayırmadık. Bazı
kazıları iptal ettik. İki kez uyardık, zaman
ayıracaksınız, koruma önlemleri alacaksınız. ‘Burada
bu toprağı seven insanların çalıştığı anlaşılacak’
dedik, buna gereken önemi verenleri alkışladık.
Vermeyen yerli yabancı fark etmeksizin emeklerine
teşekkür ettik.” dedi.
Yol kenarlarında bazı
buluntular olduğunu belirten Günay, kazı
başkanlarına seslendi: “Herkesin aylarca arazide
çalışmasını beklemiyoruz. Tabiki uzun zaman ya da
kısa süre çalışılacak alanlar vardır. Bu uzun
çalışılacak yerlerde ekipleriniz gelsin, bir ön
çalışma yapsınlar. Bu çalışmayı bizimle
paylaşsınlar. Kazsınlar tabi ama kazdıklarını yolun
bir kenarına atmasınlar. Buluntuların yol kenarına
atıldığını bulduğumuz, gözlemlediğimiz, tespit
ettiğimiz yerler oldu. Kazı başkanlarımız bunları
uygun şekilde korusunlar.”
Kazı çalışmalarına büyük
destek verdiklerini belirten Günay, bu alanda yeni
çalışmaların olduğu bilgisini verdi. Diğer oturumun
başlamasının ardından salonun boşalmış olduğunu
gören Ertuğrul Günay, “Bu ne hal daha sempozyumun
ilk oturumunda böyle boşalıyorsa yapmayın daha iyi.”
dedi.
Turizm Habercisi,
28.05.2012
|
VALİLİĞE TARİHÇİ İSYANI
İstanbul’un fethinin
559’uncu yıldönümü kutlamalarını düzenleyen İstanbul
Valiliği, bu yıl fetihin simgesi haline gelen
Fatih’in gemileri karadan yürütmesini anlatan
temsili gösteriyi kaldırdı. Valiliğin bu kararı
tarihçilerin tepkisini çekerken,gemilerin karadan
yürütülüp yürütülmediği tartışması başladı.
İstanbul’un fethinin tartışmalı konularından biri
olan gemileri bir gecede Tophane’den alarak
Kasımpaşa’ya indirme olayı , fetih kutlamalarının
yapıldığı bu günlerde yine gündeme geldi. İstanbul
Valiliğinin düzenlediği kutlama programında her
yılın aksine gemileri karadan yürütme sahnesine yer
verilmemesi tartışmaların fitilini ateşledi.
Tarihciler valiliğin kararına tepki gösterirken,
fethin yılında Fatih’in gemileri karadan yürütün
yürütmediği tartışmaları başladı.
Prof.Dr. İlber Ortaylı (Topkapı Sarayı Müzesi
Müdürü): “Ben yaptım öyle uygun görüyorum geçerli
birşey değildir. Valiliğin yaptığı budur. Herkesin
bir tahsili var, bir tarih bilgisi var. Valilik
tarih konusunda kime danışıp da kutlama programı
hazırlamıştır ya da değiştirmiştir. Bunu açıklamalı.
Tarih konusunda Valilik karar alma merciimidir. Kime
danışıp da karar almışsa açıklasınlar. Aldıkları
kararın gerekçesini de açıklasınlar, kimlerden akıl
aldıklarını söylesinler.İnsanlara yaptım oldu böyle
kabul edin diyemezsin. Gemiler yürütüldü ya da
yürütülmedi bu da ayrı bir tartışma konusu. Ama bu
zamana kadar ki kutlama programı bir anda
değişiyorsa ben önce bunu tartışırım.”
Prof.Dr. Ahmet Şimşirgil (Marmara Üniversitesi
Öğretim Üyesi): “Fetih kutlamaları yüz senedir
yapılan birşey. Fethin sembolü olan şeylerde
kutlamalarda kullanılıyor. Bayrak dikme, gemilerin
yürütülmesi hadisesi bunlar fethin sembolüdür.
Valilik bunları kaldırırken gerekçesini açıklamak
zorunda. Neden bunları kaldırıyor.Bunların gerçekte
olmadığını söylüyorsa da bu tartışma meydana
getirir. Neye dayanarak böyle düşünüyor valilik. Bir
açıklama yapması gerekir. Fetih kutlamalarında Fatih
Sultan Mehmet, İstanbul hakkında programlar
yapılabilir. Bu şekilde fetih havası insanlara
anlatılabilir, yaşatılabilir. Hava i fişeklerle
kutlama yapılmaz. Bunlar boşa masraf ve vakit
kaybıdır. Geçici olarak bir hava katar insanları
eğlendirir. Ancak bu tür kutlamalar Fatih’in
yaptıklarını, fethin duygusunu vermiyor insanlara.
Fetih kutlamalarda Fatih’i ve fethin değerlerini
göremiyorum. Ancak Ulubatlı’yı ve gemileri de yok
sayıyorlarsa bu çok kötüdür.”
Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu (MHP milletvekili):
“İstanbul’un fethinden rahatsız olanlar
batılılardır. Temsili de olsa görüntüden rahatsız
oluyorlar. Valilik hangi sebebe dayanarak surlara
çıkmayı kaldırdı açıklaması lazım. Ama adamlar milli
değiller, milli dediğimiz her şeyden rahatsız
oluyorlar. İstanbul’un fethinin gösterisinden bile
rahatsız oluyorlar. Dünyanın her yerinde
kutlamalarda bu tür semboller vardır. İstanbul’un
fethi çağ değiştiren bir hadisedir. İstanbul’un
fethi kutlamalarında herhangi bir canilik mi var
acaba. Neden kaldırıyorlar? İstanbul rastgele bir
kale fethi değildir. İstanbul bir imparatorluğun
yıkılışıdır. Doğu Hrıstiyanlığının yıkılışıdır.
Dinler arası diyalogdan dolayı bunlardan rahatsız
olan insanlar bunlar. Tabii bunu açıklayamıyorlar.
Eğer bir gösteri yapacaklarsa padişah temsili olarak
İstanbul’a girer, Ayasofya’ya gidilirdi. Fetih
programı da Ayasofya’da kılınacak sembolik namazla
tamamlanırdı.”
Kuşatma yıllarında yazılan Türk kaynaklarında yer
almayan gemilerin karadan yürütülme olayı Bizans
tarihçileri tarafından kaleme alınan eserlerde ise
detaylıca anlatıldı. Gemilerin yürütülmesiyle ilgili
iddialardan biri de gemilerin Okmeydanı’nda inşa
edilip Haliç’e indirildiği yönünde oldu.
Doç.Dr. Erhan Afyoncu (Marmara Üniversitesi Öğretim
Üyesi): “Gemilerin karadan yürütülmesi olayı Türk
kaynaklarında yer almıyor. Bizans Tarihçisi Dukas ve
Kritovulos’un eserlerinde yer alıyor. Bunlarda o
sırada İstanbul’da değiller. Kuşatma sırasında biri
Midilli’ye, diğeri Gökçeada’ya gidiyor. Yani
gördüklerini değil, duyduklarınıyazıyorlar. Kuşatma
boyunca orduda olan Aşıkpaşazade gemilerin
yürütülmesi hadisesinden hiç bahsetmiyor. Gemilerin
yürütülmesiyle ilgili en ilginç bilgiyi Osmanlı
ordusunda görevli olan Konstantin Mihailoviç
veriyor. Mihailoviç, Rumelihisarı’nın yapılmasının
ardından , hisarın 4 mil ilerisindeki korkulukta 30
geminin yapıldığını bunların Haliç’e indirildiğini
yazmıştır. Evliya Çelebi, Müneccimbaşı gibi fetihten
sonra yaşayan yazarlar da gemilerin Okmeydanı’nda
inşa edilip, denize indirildiğini eserlerinde
belirtmiştir.”
Prof.Dr.Vahdettin Engin (Marmara Üniversitesi
Öğretim Üyesi): “1910 yılında ilk kutlamalar
başladı.Miladi takvimle hicri takvim arasındaki fark
nedeniyle 11 Haziran’da yapılırdı kutlamalar.1913’de
büyüdü. 1914 de ise çok görkemli bir kutlama
yapıldı. Ayasofya’da toplanıldı. Ayasofya’dan divan
yolu kullanılarak Fatih Camii’ne kadar kortej
halinde yüründü. Yeniçeri kıyafeti giymiş askerler
en önde yürüdü. Bando ve marşlar eşliğinde devlet
erkanı da bu yürüyüşe tam kadro katıldı. Halk da
büyük bir katılım gösterdi. 100 bin kişi katıldı.
Fatih Camii’ne gelindiğinde törenlere geçildi.
Coşkulu, milli duyguları coşturucu tarzda konuşmalar
yapıldı. gazetelere yansıyan önemli bir detay var. O
da surlara çıkan ilk kişi olarak Balaban Çavuş’un
adı yazıyor. UlubatlıHasan daha sonraki tarihlerde
yapılan kutlamalarda ortaya çıktı.”
Vatan, Haber: Mustafa Uçar, 27.05.2012
|
DÜNYA KIZIMIZA HAYRAN

Dünyanın en büyük mozaik müzesi'' unvanına sahip
Gaziantep'teki
Zeugma Mozaik Müzesi, yerli ve yabancı
ziyaretçilerin akınına uğradı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 9 Eylül
2011 tarihinde resmi açılışı yapılan
Zeugma Mozaik Müzesi, 9 ayda 2 bine yakını
yabancı olmak üzere toplam 135 bin 749
ziyaretçi sayısına ulaştı.
Sergilenen yaklaşık bin 700 metrekarelik mozaik ile
dünyanın en büyük mozaik müzesi kabul edilen
Tunus'taki Bardo Müzesi'nin bu unvanını elinden alan
Zeugma Mozaik Müzesi, yabancılardan en çok
Amerikalı turistleri ağırladı. Müzeyi İngiltere,
Fransa, Portekiz, Rusya ve Suriye gibi dünyanın
birçok ülkesinden turistler de ziyaret ediyor.
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB)
GAP Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı Fikret Murat
Tural, yaptığı açıklamada, bölgenin turizm açısından
son derece zengin potansiyele sahip olduğunu
vurguladı.
TÜRSAB olarak
Zeugma müzesini tur operatörleri ve seyahat
acentalarının listesine dahil ettiklerini ifade eden
Tural, ''Gelen turistlerden son derece olumlu
dönüşler alıyoruz. Buraya daha fazla turist çekmek
için müzeyle ilgili belgesel projesi hazırlanıyor.
Tanıtım çalışmalarıyla birlikte yabancı ve yerli
turist sayısında ciddi artış bekliyoruz. Gelecek yıl
müzeye 1 milyon turist çekmeyi hedefliyoruz'' diye
konuştu.
Zeugma Mozaik Müzesi Müdürü Asuman Arslan da
sergilenen bin 700 metrekarelik mozaikle Tunus'taki
Bardo Müzesi'ni geçtiklerini belirterek, ''Birçok
mozaik de depolarımızda emniyetli bir şekilde
saklanıyor. Ek binamız hizmete açıldığında
sergilenen mozaik 2 bin 500 metrekareye ulaşacak''
dedi.
Müzenin tanıtımı için her türlü çalışmayı
yaptıklarını ifade eden Arslan, toplam 40 bin
metrekarelik alanda kurulan müzeyi
ziyaretçilere Iphone uygulamalarıyla
tanıttıklarını, müzede çocukların eğlenerek
öğrenmelerini sağlayan dokunmatik oyun masaları da
bulunduğunu belirtti.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih Efiloğlu ise müzeye
talebin giderek arttığına işaret ederek,
ziyaretçilere daha iyi hizmet verebilmek için
randevu sistemine geçmeyi düşündüklerini
belirtti.
Gaziantep'e sanayi ve turizmin yanında turizmin
üçüncü sac ayağı olduğunu ifade eden Efiloğlu,
Gaziantep medeniyetlerin buluşma noktası olduğunu
dile getirdi.
Yesemek Açık Hava Müzesi ve
Zeugma Ören Yeri'nin 2012 yılı UNESCO Dünya
Kültür Mirası Aday Listesine girdiğini belirten
Efiloğlu, ''Önümüzdeki yıl Karkamış Antik Kenti ve
Rum Kale'nin de listeye gireceğine inanıyoruz''
dedi.
Habertürk, 27.05.2012
|
PATRİK BARTHOLOMEUS KAPADOKYA'DA KİLİSE AÇTI
Fener Rum Patriği Bartholomeos, Nevşehir’in Ürgüp
İlçesi’ne bağlı eskiden Rumların yaşadığı tarihi
Mustafapaşa Beldesi’nde restorasyon çalışmaları
tamamlanan Aios Nichole Kilisesi’nin açılışını yaptı
ve bahar ayinini yönetti.
Patrik Bartholomeos, Türkiye ile
Yunanistan arasındaki dostluk ilişkilerinin
geliştirilmesine katkıda bulunmak üzere düzenlenen
’Gönül Bağı Festivali’nin açılış törenine de
katılarak konuşma yaptı. Patrik konuşmasında hoşgörü
ve barış mesajları verdi. Kilisenin açılışı ve
arkasından düzenlenenen bahar ayinine
Yunanistan, Amerika,
İstanbul ve
İzmir’den gelen yaklaşık 1500 kişi de katıldı.
Ayinden önce otobüslerle gelen kafile, esnafın da
yüzünü güldürdü. Hediyelik eşya, restaurant ve
cafeler ziyaretçilerle doldu. Beldede görev yapan
Nevşehir Jandarma At-Köpek Eğitimi ve Meslek
Edindirme Kurs Merkez Komutanlığı (JAKEM)’e bağlı
atlı birlikler oe büyük ilgi gördü. Ayin öncesinde
kiliseye gelenler hazırlanan masada mum yaktı ve
dilek tuttu. Restorasyon çalışmaları tamamlanan Aios
Nichole Kilisesi’ndeki ayinde İncil’den bazı
bölümler okundu, dualar edildi. Ayin,
Bartholomeos’un Rumca yaptığı dua ve konuşmasıyla
son buldu.
Bartholomeos, ayin sonrasında kilisenin bahçesinde
düzenlenen ’Gönül Bağı Festivali’nin açılış törenine
katıldı. Törenin açılış konuşmasını yapan
Mustafapaşa Belediye Başkanı Levent Ak, buradan
dünyaya barış, hoşgörü ve dialog mesajları vermek
istediklerini söyledi. Başkan Ak, dünyanın
medeniyetler arası diyaloğa her zamankinden daha
fazla ihtiyacı olduğunu da vurguladı.
Patrik Bartholomeos konuşmasının Türkçe olarak
yaptığı bölümünde, Kapadokya’nın manevi atmosferi
ile kendilerini daima çektiğini söyledi.
Kapadokya’nın Hıristiyanlığın en eski döneminden
itibaren kutsal şahsiyetlerin yetiştirdiği bir bölge
olduğunu kaydeden Patrik "Sadece Tanrı sevgisi ile
yola çıktılar. Sayısız zorluklara göğüs
germişlerdir. Hıristiyan- Müslüman ayrımı yapmadan
bu topraklarda sevginin yolunda ömrünü tamamlamış
herkesin mekanı Cennet olsun" diye konuştu.
Tören sonrasında Mustafapaşa Belediye Başkanı Levent
Ak tarafından Patrik Bartholomeos’a plaket ve çini
tabak hediye edildi. Bartholomeos daha sonra Ellini
kilisesinde 15 ressamın yaptığı yağlı boya
resimlerinin sergilendiği sergiyi gezdi.
Fener Rum Patriği Bartholomeos ve beraberindeki
heyet, Aziz Vasilios Kilisesi’nde düzenlenecek olan
ayine katılmak üzere bugün Niğde’ye gidecek.
Hürriyet, Haber: Ahmet Korkmazer, 27.05.2012
|
SANAT YATIRIMINDA AVRUPALI ÇEŞİTLİLİK, GELİŞEN
ÜLKELER İSE MODA VE YATIRIM PEŞİNDE

Dünyada her yıl 10 milyar dolar kaynak aktarılan
sanat piyasası Türkiye’de yaklaşık 300 milyon
dolarda kalıyor. 10 yılda 20 kat büyüyen ve
sanat eseri sahibi sayısında ciddi artış yaşanan
Türkiye’de sanat piyasının hacmi artarken,
yurtdışından da ilgi görüyor. UniCredit Art
Banking Sorumlu Direktörü Domenico Filipponi,
Türkiye’deki sanat piyasasının umut vaadettiğini
belirterek, Türk eserlerinin konulu satışlarla
yurtdışındaki görünürlüğünün arttığını söyledi.
Ancak sanat piyasasında asıl yükselişe geçen
kesimin BRIC ülkeleri olduğunu kaydeden
Filipponi, temeli geleneksel koleksiyonculuğa
dayanan Avrupa pazarının, daha ‘sofistike’
olmanın yanı sıra daha fazla da çeşitlilik
içerdiğini, yakın dönemde elde edilen servetlere
sahip olan yükselen piyasaların ise nispeten
daha az ‘kültürlü’ ve sofistike olup, moda ve
finansal tutum güdümünde hareket ettiğini ifade
etti.
Müzelik eserler etkilenmedi
Yakın geçmişe bakıldığında,
yatırımların çeşitlendirilmesinde geçerli bir
alternatif olan sanata yönelik ilginin son 10
yıldır sürekli arttığını söyleyen Domenico
Filipponi, şunları söyledi: “2008 yılının ikinci
yarısında Lehman Brothers’ın iflas etmesinin
ardından, üst düzey sanat eserlerine yapılan
yatırımın değerini oldukça iyi koruduğu görüldü.
Genel olarak sanat eserleri 2000 ve 2011 yılları
arasındaki tüm dönemlerde hisse senetlerinden
daha güçlü performans gösterdi. Kriz sanat
eserlerinin değerini pek de etkilemedi. En
azından, ‘müzelik’ üst düzey kalitedeki
eserlerin değerini etkilemediğini söylemek
mümkün. Yüksek kalitelerinden ötürü, büyük
oranda modern ve çağdaş sanat alanındaki bu tür
eserler ciddi bir büyüme ortaya koydu. Burada,
elbette pazarın üst ucundan bahsediyoruz.”
BRIC ülkeleri toparlıyor
Ancak krizlerden, aynı zamanda
koleksiyonerlerin tercihlerindeki değişimlerden
etkilenen çok sayıda alanın bulunduğunu anlatan
Filipponi, “19. yüzyıl resimleri, eski
üstatların çizimleri, mobilyalar, gümüşler ve
porselenler bunlara örnek verilebilir. Bunların
geldiği fiyatlar daima ‘kalite’ göz önünde
bulundurularak satın alındığı takdirde gerçekten
de gelecekteki yatırımlar için iyi bir fırsat
olabilir” diye konuştu. Sanat piyasasında başta
Çin olmak üzere
Rusya ve
Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin
talebiyle toparlanma yaşandığını vurgulayan
Filipponi, şöyle devam etti: “Başta
Çin olmak üzere, gelişmekte olan ülkeler ve
BRIC ülkelerinde 2000 yılından bu yana, sanat
eserlerine yönelik, küresel pazardaki hızlı
büyümeye paralel bir ilgi var. Bu büyüme, yeni
ve oldukça varlıklı.”
Türkiye umut vaatediyor
Türkiye’deki sanat piyasasının umut
vaadettiğini ifade eden Domenico Filipponi,
şöyle devam etti: “Londra’daki Sotheby’s
müzayede evi tarafından 26 Nisan tarihinde
düzenlenen Türk Çağdaş Sanat Eserleri satışları
ve 24 Nisan’da yine Londra’da gerçekleştirilen
‘Oryantalist Satış’ gibi konulu satışlar,
piyasanın yurtdışındaki görünürlüğünü artırdı.
Öte yandan
İstanbul Bienali’nin yükselen başarısının da
gözler önüne serdiği gibi, uluslararası
kamuoyunun takdiri kazanılıyor. Modern ve çağdaş
sanat pazarına baktığımızda, yurtiçi Türk sanat
piyasasının büyüklüğü, 2000 yılında 10.2 milyon
dolarken 2008 yılında 45.6 milyon dolara çıktı.”
Çin gelirde ilk sırada
Sanat piyasasına dünyada ne kadar kaynak
aktarıldığını müzayede evleri tarafından
yayınlanan rakamlara göre sıralayan Domenico
Filipponi, şu bilgileri verdi: “2011 yılında
Çin 4.79 milyar dolar, Amerika Birleşik
Devletleri 2.72 milyar dolar, İngiltere 2.24
milyar dolar,
Fransa 521 milyon dolar olmak üzere toplamda
yaklaşık 10 milyar dolar civarında kaynak
aktardı.
Çin, küresel sanat eserleri müzayede
gelirlerinin yüzde 41.4’ünü üreterek aynı
zamanda dünyada ilk 10’da yer alan sanatçılardan
6’sına ev sahipliği yaparak pazar payını
yükseltiyor.
ABD, 2011 yılındaki küresel sanat eseri
satışlarının yüzde 23.5’ini temsil ediyor.
Küresel sanat piyasasında, 2011 yılında
İngiltere üçüncü sıradaki yerini yüzde 19.3’lük
pazar payıyla korurken,
Fransa ise yine dördüncü sırada kalıyor.”
Sanatı yatırım aracı olarak
görenlerin sayısı hızla artıyor
Yapı
Kredi Özel Bankacılık Pazarlama Direktörü
İmre Tüylü, gelişmekte olan ülkelerin sanat
piyasasına olan ilgilerinin artma sebebinin
ekonomik ve kültürel alandaki gelişmelerden
kaynaklandığını belirterek, şunları anlattı:
“Son yıllarda milyoner sayısı arttıkça, bu alana
daha fazla kişi yöneliyor. Kazanılan para ve
yatırımcı, yatırım yaptığı alanları
genişletirken sanatla tanışıyor. Sanat diğer
yatırım araçları gibi değildir, yaşayan bir yanı
vardır; alternatif getiri sağlayan çok önemli
bir enstrümandır. Biz de Yapı
Kredi Private Banking olarak ülkemizde
sanatın gerektiği önemi ve değeri kazanması için
çalışmalarımızı Özel Bankacılık çatısı altında
pazarlama ekibimiz ile sürdürüyor; finansman
desteği ile sanatın alternatif bir yatırım aracı
olarak kullanılması için destek veriyoruz.”
Hürriyet, Haber: Meltem Kara, 27.05.2012
|
SANAT SPONSORLUĞU MERCEK ALTINA ALINDI

Geçtiğimiz hafta açılan Le
Meridien İstanbul Etiler, otel konseptine çağdaş
sanatı da katmak amacıyla bir dizi etkinlik
düzenliyor. Bunlardan biri de 'Kurumsal sanat
sponsorluğu: Motivasyonlar, potansiyel ve sorunlar'
başlığı altında düzenlenen paneldi. Sanata verilen
maddi desteklerin ve sponsorlukların konuşulacağı
panelde konuyu her açıdan ele alabilmek için, farklı
alanlardan önde gelen dört isim davet edilmişti.
Londra'daki Serpentine galerisinin kampanyalar
başkanı Louise McKinney, Hollanda Van Abbe Müzesi
küratörlerinden Nick Aikens, Vehbi Koç Vakfı Başkanı
Erdal Yıldırım ve 54. Venedik Bienali'ndeki Türkiye
Pavyonu'na B Planı eseriyle katılan çağdaş sanatçı
Ayşe Erkmen. Paneli yönetmek ise çağdaş sanat
dünyasının yakından tanıdığı, Le Meridien markasının
kültürel küratörü Jerome Sans'a düşmüştü. Sans
konuşmasına "Bugün hiçbir kurum yoluna yalnız devam
edemiyor, ortaklıkları her alanda görüyoruz,"
sözleriyle başladı. Panelde 1960'lı yıllarda ilk
sponsorluk ilişkilerinin nasıl başladığından
bahsedildi. McKinney, son yıllarda sergilenmesi daha
zor olan sanat eserlerine de yer verebilmek için
fonlar aradıklarını anlattı. Erdal Yıldırım ise
"Kurumların aldıkları kararların arkasında her zaman
bireyler vardır. Bizler de iki-üç kişinin
heyecanıyla başladık," dedi.
Söz sırası Ayşe Erkmen'e gelince de
sanatçı: "Ben burada neden bulunduğumu bile
bilmiyorum. Ben bir sanatçıyım ve sanatçının
sponsorlukla hiçbir işi olmaz. Hiç bilmiyorum,
'Sponsor nasıl bulunur?' diye de hiç sormadım. Eğer
bana küratör 'Bütçemiz yok, o yüzden bu sergiyi
yapamayacağız,' derse, ben de ona 'O zaman bütçesiz
yaparız,' derim. Bizim düşünmek ve sanat eseri
yapmak için sponsora hiç ihtiyacımız yok. Bizi
sergileyenlerin düşüneceği bir şey bu. Bugün çok
sayıda yeni sanat merkezi ve galerinin açılması,
sanata daha çok yatırım yapılması olumlu bir şey
olarak düşünülüyor. Ama bu, sanatı anlamanın
entelektüel kapasitesini düşürüyor. Üstelik işin
içinde daha çok para olduğu için sanatçıyı daha
büyük işler üretmeye iten bir sistem," dedi.
Erkmen'in konuşmasının üzerine Sans ile
McKinney, bazı sanat eserlerinin değil sergilenmesi,
üretilmesi için bile belli miktarda bütçelere
ihtiyaç duyulduğunu ifade etti. Sans "1970'li
yıllarda mutluyduk, sponsor düşünmeden sanat
yapıyorduk, ama sadece 10-15 kişiydik," diyerek
geçmişten örnek verdi. Erkmen de onları: "İnsan
kendisi olmak ve yaptığı şeye yaptığı gibi devam
etmek zorunda. Geri kalanı kurumların derdi, benim
değil," diyerek yanıtladı. Sans da ona "Bunu bize
hatırlattığınız için teşekkür ederiz," dedi. Panel
giderek heyecan kazanırken, Erdal Yıldırım "Ben
Erkmen'e katılıyorum, hepimiz kendimiz olmak
zorundayız," diyerek Ayşe Erkmen'e destek verdi.
Panelin sonunda bir gazetecinin
"Sergilerinizi desteklemesini istemediğiniz,
reddettiğiniz sponsorlar oldu mu?" sorusu üzerine de
Erkmen, "Bu çok önemli ve konuşulması gereken etik
bir soru. Elbette ki ben, benim açımdan etik olarak
doğru olan kurumlarla çalışıyorum," diye yanıt
verdi. McKinney ise "Bu sanat kurumları açısından da
ilginç bir soru. Beraber çalıştığımız isimleri
seçerken, amacımıza uygun olmasına elbette dikkat
ediyoruz," diyerek onu destekledi. İzleyicilerden
biri, "Erkmen belki reddedebilir, ama bu desteklere
ihtiyaç duyan çok sanatçı var," deyince Erkmen,
"Param olsa da olmasa da 'Hayır,' diyebilirim. Bu
karakter meselesi. Uzun zamandır hocalık da
yapıyorum ve öğrencilerime 'Burs almayın, kolayca
gelecek o para sizin sanatınızda belli kısıtlamalar
yapacaktır,' derim. Füsun Onur adında bir sanatçı
var Türkiye'de. Hiç sergi açmamış, ama en önemli
isimlerden. Bu fırsat yakalama meselesi değil. Siz
Tate Modern'i de verseniz Füsun Onur yine vazgeçmez
yapacağı işten," sözleriyle yanıt verdi. Jerome Sans
ise "Hayatımda ilk defa böyle bir panele katılıyorum
ve benim için de çok enteresan bir geceydi,"
sözleriyle paneli noktaladı.
Sabah Pazar, Haber: Fisun Yalçınkaya, 27.05.2012
GALERİCİDEN YANIT
Panelin ilginç
katılımcılarından biri de koleksiyonerleri
reddedebildiğini açıklayan cesur bir galericiydi.
İzleyiciler arasından, Rodeo Galeri'nin sahibi
Slyvia Kouvali "Ben de birçok kişiye, o eserin
gideceği yeri uygun bulmadığım için eser satmayı
reddettim. Çok zor günler de oldu. Hiç koleksiyoner
gelmediği de oldu, her eserin satıldığı da. Doğru
yere gitmeyeceğini düşündüğümüz için satmadığımız
eserler, birkaç yıl sonra bir başka sergide yer
alır; oradan bir müzeye gider, herkes mutlu olur,"
sözleriyle konuya farklı bir bakış açısı getirdi.
Sabah Pazar, 27.05.2012
|
ÜÇ BİN YILLIK MÜCEVHERLER
İsrail’de bilim insanları, yaşları üç bin yılı bulabilecek olan ve bugüne dek ulaşılan en değerli mücevherler arasında sayılan takılara ulaştı.
Tel Aviv Üniversitesi’nden araştırmacılar, söz konusu takıları, Hıristiyan inanışında önemli bir yeri olan Megiddo kenti yakınlarında yaptıkları kazılar sayesinde buldu. Mücevherlerin seramik bir kap içerisinde bulunmuş olmasıysa, sahibi ya da emanetçisinin, bu eşyaları herkesten sakladığının bir işareti sayılıyor.
Hürriyet, 27.05.2012
|

|
"AYASOFYA CAMİDİR, İBADETE AÇILSIN"

İstanbul'un
fethinin 559. yıl dönümü nedeniyle, yıllar önce
müzeye çevrilip ibadete kapatılan Ayasofya'nın
yeniden ibadete açılması için dün iki ayrı eylem
düzenlendi. Alperen Ocakları'na bağlı 500 kişilik
grup Ayasofya Meydanı'nda sabah namazı kılarken
Anadolu Gençlik Derneği üyeleri de "Zincirler
kırılsın Ayasofya cami olarak açılsın" sloganları
atarak topluca namaz kıldı. Anadolu Gençlik Derneği
üyeleri'nin, saat 13.00 sıralarında düzenlediği
eyleme binlerce kişi katıldı. Geniş güvenlik
önlemlerinin alındığı Ayasofya Meydanı'nda üzerinde
padişah kıyafeti bulunan bir kişi Fatih Sultan
Mehmet tarafından yazdırılan Ayasofya Vakfiyesi'ni
okudu. Anadolu Gençlik Derneği Genel Başkanı Salih
Turhan, şunları söyledi: "Buranın kıyamete kadar
cami olarak kalması için Fatih Sultan Mehmet
Ayasofya'da ilk Cuma namazını kılmasının ardından
Ayasofya Vakfiyesi'ni yazdırdı. 1934'ten bu yana
Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya müzeye çevrilmiş,
ibadete kapanmıştır. Hıristiyan ve batı dünyası
buranın tekrar kilise olması için AB şartı koymakta
ve çalışmalar yapmaktadır. Sümele manastırında
ibadet yaptırılıp, Van Akdamar Kilisesi'nin
açılmasına karşılık Ayasofya'nın ibadete açılmaması
bizleri üzmüştür." Daha sonra tekbir getirip dua
eden gruptakiler, Ayasofya Müzesi önünde topluca
namaz kıldıktan sonra sessizce İnönü Stadı'ndaki
559'uncu fetih kutlamalarına katılmak üzere alandan
ayrıldı.
Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 27.05.2012
******
AYASOFYA CAMİİ!

Büyük Birlik
Partisi (BBP) İstanbul İl Teşkilatı üyeleri,
Ayasofya Müzesi'nin cami yapılması için eylem yaptı.
Grup, 'Ayasofya Müzesi' tabelasının üzerine
'Ayasofya Camii' yazılı tabela astı. BBP İstanbul İl
Başkanı Fikret Daş'ın da aralarında bulunduğu bir
grup, Ayasofya Müzesi önüne geldi. Ayasofya'nın cami
yapılmasını isteyen grup, burada konuya ilişkin
açıklama yaptı. Yapılan açıklamanın ardından grup,
'Ayasofya Müzesi' tabelasının üzerine 'Ayasofya
Camii' yazılı tabela astı. Grup daha sonra olaysız
dağıldı.
Yeni Şafak, 30.05.2012
|
İSA'NIN ÇARMIHA GERİLDİĞİ TARİH: 3 NİSAN 33

Uluslararası Jeoloji Araştırmaları
Kurumu
tarafından yapılan araştırmalarda, Hazreti İsa’nın
çarmıha gerildiği tarih belirlendi.
İncil’i
oluşturan kitaplardan “Matta”da İsa’nın çarmıha
gerildiği günü anlatan bölümde bahsedilen depremden
yola çıkan uzmanlar kayıtlı bilgiler, jeolojik ve
astronomik veriler ışığında bir hesaplama yaptı.
Yerbilimciler, 4 bin yıldır meydana gelen
depremlerin kronolojik sıralamasını çıkardı. O
dönemde,
Kudüs’ün 21 km uzağında
Ölüdeniz açıklarındaki
deprem hareketlerine odaklanıldı. Depremin
şiddetini anlamak için bölgeden taş ve toprak
örnekleri çıkarıldı.
Taşlar üzerindeki katmanlar, o tarihlerde İncil’de
geçtiği gibi taşı ikiye bölecek şiddette yaşananan
iki büyük depremin tespit edilmesini sağladı.
Bunlardan birinin MÖ 31’de meydana geldiği
belirlenirken diğerinin MS 26 ila 36 yılları
arasında yaşanmış olduğu saptandı. İncil’de
bahsedilen ipuçlarını takip eden uzmanlar, İsa’nın 3
Nisan 33 tarihinde (cuma günü) çarmıha gerildiğini
hesapladı. Araştırmayı yürüten ekipten Jefferson
Williams, İncil’in üç kitabına göre İsa’nın öğleden
sonra 3 civarında çarmıha gerilmesinin kum fırtınası
esnasında gerçekleşmiş olabileceğine dikkat çekti.
Williams, erken saatlerde havanın kararmasının bu
yolla da açıklanabileceğini söylüyor.
Milliyet, 27.05.2012
|
"TABLO YATIRIM ARACI GİBİ PAZARLANAMAZ"

İstanbul'da sezonun son
çağdaş ve modern sanat organizasyonu olacak 20.
Beyaz Müzayede, 29 Mayıs'ta saat 19.00'da, Sofa
Hotel'de gerçekleştirilecek. Müzayede öncesinde bir
araya geldiğimiz Beyaz Müzayede Yönetim Kurulu
Başkanı Aziz Karadeniz, sanat eseri satın almak ve
koleksiyon yapmak hakkında bilgiler verdi.
* SANAT ESERİ ALMAK KÜLTÜR İSTER "Örneğin siz
bugün hisse senedi alıyorsanız, herkesin aldığı
hisse senedi aynı. Ama bir Komet resmi alıyorsanız,
sizin aldığınız Komet resmi farklı, Ayşe Hanım'ın
aldığı Komet resmi farklı. Sanat eseri almak,
kültürel altyapı gerektiriyor. Danışmanlık sistemi
de biraz suistimale açık olabiliyor. İlk aldığınız
eserler hatalı olabilir, zevkiniz değişebilir, ama
gerçekten ilgiliyseniz, zamanla gözünüz eğitim
aldığından, doğru resimlere yönelirsiniz. Gün gelir,
duvarınıza astığınız bir resim, oturduğunuz evden
pahalı hale gelir. Ama bunun sonuç olması lazım;
amaç değil. Kişinin seyretmekten zevk almadığı
resmi, birileri önerdi diye satın almasını doğru
bulmuyorum."
* ESER SEÇİMİ ÖNEMLİ "Ortalama 2 bin eser
içinden eleme yapıyoruz. Benim de dahil olduğum üç
kişilik bir ekibimiz var. Eserler için minimum bir
fiyat belirlemek ve bunun piyasa koşullarını
yansıtması gerekiyor. Örneğin; bazen çok güzel
eserlerle başvurular oluyor, ama eser sahibinin
fiyat beklentisi, piyasanın çok üzerinde olursa,
müzayedeye koyamıyoruz. Müzayedede arka arkaya
dört-beş eser satılmazsa, bu durum salondaki havayı
olumsuz etkileyebiliyor, satılacak eserler de bundan
etkilenebiliyor."
* 300-400 KİŞİ GELİYOR "5 bin adet katalog
dağıtıyoruz. Bunların 500'ü yurtdışındaki önemli
müzelere ve koleksiyonere gönderiliyor. Yurtiçinde
ise bireysel sanatseverlere dağıtılıyor. Aralarında
farklı profiller var. Bunlardan ilki, çok az bulunan
eserleri almaya çalışan, maddi birikimi yüksek
kişiler. İkincisi, sanata tutkun olup, gençlerin
eserlerini almak isteyenler. Üçüncüsü, yeni
başlayanlar; koleksiyon için değil, duvarına asıp
seyretmek için alanlar. Dördüncüsü, entelektüel
olarak resmi iyi bilip, o resimle ilişki kurup
alanlar. Bu son grup, düzenli alıcı değil, ama
beğendikleri eserleri alanlar. Müzayede öncesi
pazarlama önemli. 500 müşterimizi tek tek ararım.
Kişinin zevkine göre ilgileneceği eser varsa,
bakmasını tavsiye ederim."
* BEYAZ MÜZAYEDE TİCARİ AMAÇLI KURULMADI
"Türkiye'de 2006 öncesinde, müzayede evleri çağdaş
eserlerle müzayede yapmaya pek sıcak bakmıyorlardı.
Öncelikle bu eserlerin ebatları büyük olduğu için
sergilemesi zor geliyordu. 200-300 eserle müzayede
yapıyorsanız, sergileyebileceğiniz alan kısıtlıdır.
O dönemde fiyatlar da daha düşük olduğu için
kazançlı bir iş değildi. Biz çağdaş sanatın ikinci
el piyasasının oluşmasına katkıda bulunmak amacıyla
yola çıktık. Çağdaş sanatseverleri artırmaya
çalıştık. Bu alanda ciddi boşluk varmış, yılda dört
müzayede yapar hale geldik. Böyle olunca ticari
boyutu da dikkat çekmeye başladı."
* RESMİ BİR SÜRE SONRA BEĞENMEYEBİLİRSİNİZ
"Zevkiniz değişmiş olabilir. Öyle olduğunda onu
satabileceğini bilmeniz, o resmi alırken sizi daha
rahat hissettirebiliyor. Böyle olunca müzayedelerle
galeriler arasındaki fiyat farkı yaklaştı. Çünkü
müzayedede satan sanatçıların fiyatını galeriler de
artırmaya başladı. Ama ekonomik ortamın durgun
olduğu veya ilginin azaldığı dönemde, fiyatları
aşağıya çekebilmek lazım."
* YENİ MÜZAYEDEMİZDE FİYATLAR ÇOK UYGUN
"Çağdaş sanatta fiyatlar son iki-üç yılda arttı,
Mart 2011'de tepe noktalarını gördü. Sonrasında TL
bazında geriledi. Bu gerileme sağlıklı bir durum; bu
olmasa bugün satış da yapılmaz. Dünyanın önde gelen
müzayede kuruluşlarında bir kural var. Eser
adedinizin yüzde 70'i tahmini fiyat aralığı içinde
satıldıysa, iyi bir müzayede geçirmişsiniz demektir.
Son zamanlarda müzayedelerdeki trendler, yüzde
70-80'lerde."
* SANAT MARKALAŞIYOR "Akademik olarak
eleştirilse de sanatta da modalar oluşuyor. Bir
dönem belli bir sanatçı parlıyor, sonra unutuluyor.
Dünyada da pazarlama çok önemli. En bilinen
sanatçılar, o piyasanın en yetenekli isimleri
olmayabiliyor. Türkiye'de artık dünyadaki fuarlara
giden yeni bir galeri grubu oluştu. Bu galeriler hep
genç sanatçılarla çalışıyor. Bu sanatçılar, bazen
müzayedelerde çok iyi iş yapıyor. Çünkü o galeri
bilinçli olarak bir sanatçının eserlerini yurt
içinde satmayabiliyor."
* KOLEKSİYONUM DİNAMİK "Ben asıp seyretmeyi
sevdiğim için koleksiyonumda çok değişiklik yaparım.
Kendi zevkim çok değiştiği için, arkadaşım olan
sanatçılar 'Resmimi satmışsın,' diyerek bana
bozulabiliyor. Çocuklarıma miras olarak resim
bırakmalıyım gibi bir gayem yok. Çünkü koleksiyon
kişisel olur. 30 yıl sonra çocuklarınız belki o
eserleri hiç beğenmeyecek, yok fiyatlara satacak.
Devamlı yeni sanatçılar çıkıyor, sonsuz bir servete
sahip değilseniz, her beğendiğiniz eseri alıp
saklayamazsınız."
FİYAT ARALIKLARI
Taner Ceylan (Nirvana, 2008) 250-350 bin TL.
Neşe Erdok (Adahan Oteli, 2001) 200-300 bin TL.
Nedim Günsür (Rıhtım Sokak, 1985) 300-400 bin TL.
Ömer Uluç (Kadın, 1989) 60-80 bin TL.
Adnan Çoker (Mor Dörtgen II, 1998) 110-150 bin TL.
Peter Halley (Prison Windows, 2002) 130-170 bin TL.
Sarah Morris (Origami, 2007) 110-150 bin TL.
Erol Akyavaş (Vav, 1984) 300-400 TL.
Mehmet Güleryüz (Eşcinsel ve Denizci, 1987), 180-240 bin TL.
Yaşam Şaşmazer (Shooter, 2011) 55-75 bin TL.
Sabah Pazar, Haber: Ece Koçal, 27.05.2012
|
GÖZDEN UZAK, GÖNÜLDEN IRAK: AYAZİN

Bu hafta bir belgesel çekimi için ‘kültürün
korunması’nda dünyada en fazla çaba harcayan
ülkelerden olan İtalya’daydım. Roma
İmparatorluğu’nun mirasçıları, 21. asırda bu
zenginliği pazarlayarak büyük paralar kazanıyor.
Sadece Roma’ya yılda 30 milyon turist geliyor. Tabii
bu durumun korunması ve gelecek kuşaklara
devredilmesi çabaları, başlıbaşına ayrı bir yazı
konusu. Gelecek haftalarda bu konudaki deneyimlerimi
paylaşacağım.
Coşkun Aral, Ahmet Yeşiltepe ve Sonat Bahar gibi
turizm ve tarih konusunda birçok habere imza atmış
gazetecilerle bu deneyimi yaşamaksa çok keyifliydi.
Roma, Floransa ve Greve’de gördüğümüz her güzel
eserin ardından ise ülkemizdeki duruma hayıflandık.
Sohbet arasında konu, ‘değerlendirilemeyen kültürel
ve doğal miraslarımıza’ geldi. Ve bu yazının konusu
çıktı ortaya. Afyon’un Ayazin beldesinden
bahsedeceğim size.
- Neden Ayazin?
- Çünkü 5 bin yıllık tarihe sahip, görkemli bir
coğrafya.
- Muhteşem bir doğa ve tarihin iç içe olduğunu
söylediğin yerin turizm geliri ne kadar?
- Neredeyse sıfır.
- Kataloglarda bile zar zor bulunan bu yer, şehirden
uzak, sarp bir yerde olduğu için mi bilinmiyor?
- Hayır, aksine Afyon’a 15 dakika mesafede.
- O zaman?
- O zaman değerini ben abartıyorum! Aslında doğal ve
tarihi önemi yok. Zaten ben devlet büyüklerimizden
daha mı iyi bileceğim!..
Bir başka Kapadokya
Ayazin, Frig Vadisi’nin en önemli bölgelerinden.
Frigler döneminden beri aralıksız yaşamın sürdüğü
bir yer. Bölgedeki birçok köyde hala Frig, hatta
Hititlerden kalma mimari izler var. Eski nekropolün
yerinde bugün Türk mezarlığı var. Ama önceki
mezarlara zarar vermeden… Frig (belki Hitit), Roma,
Osmanlı ve sonunda Türk mezarlığı… Evler, kayalara
dayalı, tek ya da iki katlı kerpiç yapılar. Bölgenin
kaya yapısının kolay işlenen tüf olmasından dolayı,
kayaların içinde de odalar var.
“Tüf kaya yapısı denilince akla Kapadokya gelir.
Afyon da nereden çıktı?” diyebilirsiniz. Ama Ayazin
de geniş bir alana yayılmış, eşsiz güzellikte
peribacalarıyla dolu.
Volkanik püskürmeler sonucu ürpertici kaya yapısıyla
dolu bölge, bir açık hava müzesi adeta. Frigler,
kayaların üzerinde kendi yaşam alanlarını yaratmış.
Dev oluşumlar, doğal kaleler haline gelmiş ve
bölgenin güvenliğini sağlamış. Herkesin bildiği ünlü
Afyonkarahisar Kalesi de bunlardan biri. Bölgede
kayalara oyulmuş, birkaç katlı yapılar da var.
Bunlara ‘tarihin ilk apartmanları’ da diyebiliriz.
İçinde tuvaletleri bile olan geçmişin bu lüks
konutları hala dimdik ayakta.
Ayrıca Roma döneminde yapılmış, belki de Anadolu’nun
en özel kaya kilisesi Avdalaz da bu bölgede. Kilise,
muhteşem bir akustiğe sahip. 1. Dünya Savaşı’ndan
sonra Batı Anadolu’daki Yunan işgali sırasında,
Yunanlılar burada konaklamış.
Roma döneminde kutsal kentlere verilen ‘Metropolis’
adını alan bölge, bugün maalesef hak ettiği değeri
göremiyor. Türkiye’nin kavşak noktası Afyon’dan her
yıl milyonlarca kişi geçiyor. Bu kadar zengin tarihi
ve doğal güzellikleri olan bölgenin turizmi, sadece
kaplıca turizmi üzerine inşa edilmiş. Turizmin
aktivitelerle dolu olması gerektiğini bilmeyen
yöneticilere, Turizm ve Kültür Bakanlığı’nın ‘dur’
demesi gerekiyor. 5 bin yıllık tarihe sahip bölgede
150 ören yeri olmasına rağmen, Arkeoloji Müzesi
yöneticileri dışında neredeyse hiç arkeolog yok.
Hala Ayazin’in değerini abarttığımı düşünüyorsanız,
biraz daha abartmama izin verin... Şöyle bir Afyon
düşünün: Bol aktiviteli ve uluslararası düzeyde
termal tesisler, güvenle çıkılan (belki de teleferik
veya asansörle, zira 575 basamağı tırmanmak yorucu)
Afyon Kalesi, yöre mutfağına yakışan restoranlar,
peribacaları ve Frig Vadisi üzerinde uçan balonlar,
bisiklet ve yürüyüş yolları, rehberler eşliğinde
tarih turları, Avdalaz’da verilen Frig müziği
konserleri... Evet abarttım! Dünyanın hiçbir yerinde
böyle şeyler yapılmıyor, bunu istemem haksızlık!
Radikal, Haber: Vedat Atasoy, 27.05.2012
|

|
İKİNCİ SAHABE KABRİNİ KİPTAŞ YAPACAK
Türkiye'de, İstanbul'daki Eyüp El Ensari'den sonra yeri kesin olarak bilinen ikinci sahabe olarak kayıtlara geçen Adıyaman'daki Safvan Bin Muattal'ın kabri çevresinde yapılacak külliye için KİPTAŞ tarafından 30 milyon liralık bir proje hazırlandı. Kültür turizmi açısından büyük önem taşıyan dev projenin ilk harcı da Miniatürk'te yapılan yardım gecesinde atıldı. Türkiye Diyanet Vakfı ve Adıyamanlılar Vakfı işbirliğince düzenlenen etkinlikte Türkiye Diyanet Vakfı 2. Başkanı Mazhar Bilgin, "Adıyaman'da yaklaşık 40 yıl süre ile Müslümanların sancaktarlığını yapan Safvan Bin Muattal Hazretleri, bu topraklarda şehit düştü" dedi.
Sabah, Haber: Erdoğan Yapık, 27.05.2012
|
KAPALIÇARŞI'YI TAHRİP EDEN 007'E HAPİS YOLU

SABAH, "James Bond 007"nin
50'nci yılını kutlayacağı son filmi "Skyfall"un
çekimleri ile ilgili İstanbul 1 No'lu Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun raporuna
ulaştı. Geçtiğimiz Nisan'da İstanbul'da
gerçekleştirilen çekimlerde tarihi Kapalıçarşı'daki
"bol aksiyonlu" sahneler tepki çekmişti. Çekimlerin
tarihi Kapalıçarşı'ya zarar verdiğine yönelik
iddialar üzerine inceleme başlatan İstanbul 1 No'lu
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu,
geçtiğimiz günlerde raporunu tamamladı. Raporda,
Anka Fil Yapım San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından "B
23-Skyfall" filminin bazı sahnelerinin
Kapalıçarşı'da çekilmesi için "Çok önemli ünik eser
olan Kapalıçarşı'nın taşıyıcı duvarlarına ve
bütününe zarar vermeden, kalıcı bir tesis
yapılmaksızın film çekimi yapılabileceğine, aksi
davranış halinde 2863 sayılı yasanın 65'inci maddesi
doğrultusunda işlem yapılacağı" kararının alındığı
ifade edildi. 65'inci madde tarihi alanlara zarar
verenlere 2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5 bin güne
kadar para cezasını öngörüyor.
Kapalıçarşı esnafı, "uçarak gelen motosikletin Çukur
Kule'ye çarptığı, çarpma sonucunda yüzlerce yıllık
binanın vitrin niteliği gören camlarının kırıldığı,
taşıyıcı kolonun darbe aldığı, ahşap çerçevenin
zarar gördüğü ve durumun polis tutanakları ile
belirlendiğini" belirterek, Kurul'a şikayetçi
olmuştu. Başvuruları değerlendiren Kurul, çekimlerde
oluşan tahribatın "basit onarım" gerektirdiğini
belirterek onarımın Koruma Uygulama ve Denetim
Bürosu'nun (KUDEB) denetiminde yapılmasına karar
verildi. Onarım sonrası rapor ve fotoğraflar da
istendi. Aksi halde suç duyurusunda bulunulacağı
belirtildi.
Sabah, Haber: Burcu Çalık, 27.05.2012
|
45 YILDIR BULUŞMAYI BEKLEYEN HAZİNE

Kumluca Hazinesi, diğer adıyla Sion Eserleri,
ilçe merkezine 1 kilometre uzaklıktaki Hacıveliler
Köyü’nün bulunduğu antik kentte 1963 yılında bir
kadın çoban tarafından tesadüfen bulundu. MS 6.
yüzyıla ait olduğu belirlenen Bizans Kilisesi
kalıntısından çıkarılan eserlerin bir bölümü
jandarma tarafından Antalya Müzesi’ne teslim edildi.
Bölgede yapılan kaçak kazılar sonucunda kilisedeki
hazinenin önemli bölümü yurtdışına çıkarıldı.
Dumbarton Oaks Müzesi yetkilisi Susan Boyd’un
raporunda Kumluca Hazinesi’nin, çeşitli teknik ve
stillerin bir arada kullanılması ve Bizans
Kilisesi’ne ait çok sayıda dini eşya olması ve
objelerdeki yazıtların zenginliği açısından oldukça
önemli olduğu belirtiliyor. Üzerinde Bizans’ın en
görkemli olduğu 1. Jüstinyen Dönemi’nde
Konstantinapolis’te yapıldıklarını gösteren
damgaların bulunduğu hazinenin, hayırsever piskopos
Eutykhianos tarafından Sion Manastırı’na hediye
edildiği kabul ediliyor. Güney Likya dağlarındaki
bir manastır için olağanüstü hediye olduğu düşünülen
Kumluca Hazinesi altın ve gümüş kaplama tepsiler,
haçlar, kandillerden oluşuyor.
1963: Uluslararası kaçakçı Yorgo Zakos, ABD’de
yaşayan emekli Büyükelçi Robert Woods Bliss ve eşi
Mildred Barnes Bliss’e aynı yıl hazineyi 1 milyon
dolara sattı.
1967: Yurtdışına kaçırılan eserler 1967 yılında
Washington’da Bliss çiftinin kurduğu Dumbarton Oaks
Müzesi’nde ortaya çıktı. Bunun üzerine hazinenin
iadesi konusunda ilk görüşmeler başladı. Müze,
iadeye olumsuz yaklaştı.
1967: Washington’da ‘Church Treasure’ başlığı
altında yer alan eserlerin Antalya yakınlarından
gelme dini bir define olduğu, bir kısmının
Antalya’da bulunduğu belirtildi. Müze bu eserlerin
1963 yılında iyi niyet kapsamında satın alındığını
belirterek iade talebine olumsuz yaklaştı.
1973: Müzenin bağlı olduğu Harvard Üniversitesi’nin
1973 yılında aldığı, ’yasadışı yollardan
ülkelerinden çıkarılmış
kültürel varlıkların ülkelerine iadesi’ kararı
uyarınca, dönemin Müze Müdürü Giles Constable,
Türkiye’ye, hazinenin Antalya Müzesi’nde bulunan
parçalarının ABD’ye götürülerek onarımlarının
yapılmasını ve eserlerin 100 yıl süreyle müzede
teşhirini önerdi. Öneri kabul görmedi.
1984: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri
Bakanlığı ve
Dumbarton Oaks Müzesi arasında iade görüşmeleri,
1984 yılına kadar sürdü. 1984 yılında Müze Müdürü
Giles Constable Türkiye’ye geldi. Ancak alınan
işbirliği kararları hayata geçirilemedi.
1987: Üç yıl ara verilen görüşmeler 1987 yılında
Dumbarton Oaks Müzesi Müdürü Robert Thompson’un
görüşmelere başlanması konusundaki mektubuyla
yeniden hareketlendi ama yine somut bir adım
atılamadı.
2000: Bu kez Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Dışişleri
Bakanlığı çift koldan bastırdı ve Dumbarton Oaks
Müzesi’yle mülkiyet durumlarının belirlenmesiyle
igili müzakerelerin başlatılmasını istedi. Müze
yetkilileri bu talebi ‘memnuniyetle’ karşıladı.
2012: Dumbarton Oaks Müzesi’yle görüşmeler bu yıl
45. yılına girdi.
Radikal, Haber: Emre Baylan, 26.05.2012
|
SOKRATES 25 ASIR SONRA BERAAT ETTİ

Atina'da, Onasis Kültür ve Sanat Merkezi'nde,
davacı ve davalı makamlarını Avrupalı ve Amerikalı
ünlü hukukçuların oluşturduğu temsili mahkeme
Sokrates'i yeniden yargıladı. Jüri heyetinde
vatandaşların da yer aldığı duruşma sonunda yapılan
oylamada, hakimlerin kararı 5'e karşı 5 ile eşit
gelirken, davayı izleyenlerin büyük çoğunluğu oyunu
Sokrates'in masum olduğu yönünde kullandı.
Duruşmada, dava makamı Sokrates'in, MÖ 404 yılında
Atina'ya oligarşi rejimi getirerek 1500 demokrat
Atinalı'yı katleden Triakonda'nın ruhani lideri ve
fikir babası olduğunu iddia ederken, savunma makamı
da gençleri eğitmenin ve düşünceleri ifade etmenin
suç sayılmaması gerektiğini belirterek, Sokrates'in
herhangi bir şiddet olayına fiilen karıştığı yönünde
kanıt bulunmadığını savundu.
MÖ 469-399 tarihleri arasında yaşamış Yunan filozofu
Sokrates, "sofist" olarak da biliniyor. Derslerini
meydanlarda ve tiyatrolarda sözlü olarak verip
hiçbir şey yazmadığı için felsefesi özellikle
öğrencileri Platon'un, Ksenephon'un ve
Aristoteles'in anlattıklarından tanınan Sokrates,
ölüm cezasına çarptırılmasının ardından
öğrencilerinin kaçma önerisini geri çevirip, Atina
yasalarının öngördüğü şekilde baldıran zehiri içerek
intihar etti. Yaşamı boyunca, kimsenin bile bile
kötü olmadığını, her kötülüğün bilgi sanılan bir
bilgisizlikten ileri geldiğini savunan Sokrates,
"doğruyu bilen doğru davranır" diyor, doğru bilginin
doğru eylemi gerçekleştireceğine inanıyordu.
Radikal, 26.05.2012
|
MUHTEŞEM YÜZYIL MÜZESİ
Devlet-i Aliyye’yi
korumak adına
Valide Sultan’ın kurduğu ölüm tuzağından
Hürrem Sultan’ı kurtaran
Daye Hatun, bugün de kendi adını taşıyan müzeyle
gündemde.
Daye Hatun’un vaktiyle Kağıthane’de yaptırdığı
Sıbyan Mektebi’nde şimdi “Muhteşem
Yüzyıl”ın son dönemleri ve Lale Devri’nin
ihtişamını anlatan eserler sergileniyor.
Kadınların iktidar mücadelesiyle televizyonda
reyting rekorları kıran
Muhteşem Yüzyıl’ın hikayesi, günlük hayatta da
her köşeden kendini gösteriyor. Efendim,
Daye Hatun,
Valide Sultan’ın en sadık nedimesi. Gelgelelim
Valide Sultan’ın cinayet planına karşı Devlet-i
Aliyye’nin bekası için
Hürrem Sultan’ı koruyan da ta kendisi. Peki
Daye Hatun’u yaklaşık 500 yıl sonra neden
mezarından çıkarıyoruz? Çünkü zatıalilerinin o
dönemde Kağıthane’de yaptırdığı bir okul, yakın
zamanda tuvalet yapılmak için yıkılan bir duvarın
arkasından çıktı da ondan. Sonra kalıntıları
Abdülhamid için çekilen bir fotoğraf üzerinden
tespit edildi. Ve
Daye Hatun Sıbyan Mektebi, Kağıthane Şehir
Müzesi’ne dönüştürüldü. Şimdi
Daye Hatun Sıbyan
Mektebi’nde, “Muhteşem
Yüzyıl”ın son dönemleri ve Lale Devri’ne ait
tarihin kaybolan insan izleri sergileniyor.
Kağıthane Belediyesi’nin hazırladığı “Kağıthane
Tarih Envanteri” isimli kitaba göre, Daye Hatun
1543’te Kağıthane Sarayı’nda üzüntüden öldü. Ama
öncesinde, Osmanlı’nın Sadabat döneminin ihtişamıyla
donattığı Kağıthane Köyü’ne kendi adını taşıyan bir
mescit, hamam ve okul yaptırmıştı. Cami olarak
günümüze kadar gelen bu tarihi eserin masrafları ise
Haseki
Hürrem Sultan Vakfı gelirlerinden karşılandı.
Böylece
Hürrem Sultan’ın, kendisini ve çocuklarını
koruyan Daye Hatun’a olan minnet borcuna teşekkürü
de günümüze kadar ulaştı. Bahçesinde Daye Hatun’un
kabri de bulunan Daye Hatun Camii’nin kitabesinde,
“Bu mescidin sahibi, Sultan Mehmed’in dayesidir.
Yüce Allah ona bol bol rahmetler eylesin. Kim bu
mescidi yaptıranı Fatiha ile anarsa Allah onu
cennette peygamberleriyle beraber oturtsun. 951”
yazıyor.
Kağıthane merkezde yer alan caminin çaprazında
bulunan Daye Hatun Sıbyan Mektebi, 20’nci yüzyıl
ortalarına kadar hizmet vermiş. Sonra nikah
memurluğu, postane, jandarma karakolu, itfaiye,
belediye personel müdürlüğü, fırın ve kasap olarak
kullanılmış. Ardından binanın alt katları küçük
esnaf tarafından dükkanlara dönüştürülmüş. 1999’da
yerine umumi tuvalet yaptırılmak istenirken ortaya
çıkan kalıntılar, bölgenin tarih envanterini
toplayan Kağıthane Belediyesi Basın Danışmanı
Hüseyin Irmak’ın durumdan haberdar edilmesiyle
kurtarılmış. Irmak, müzayedelerden topladığı
kartpostallar üzerinden okulu tespit etmiş.
1890-91’de Abdullah Biraderler tarafından II.
Abdülhamid için çekilmiş bir fotoğraf üzerinden
hazırlanan röleveyle benzeri, İstanbul Büyükşehir
tarafından yeniden inşa edilmiş. Eyüp Sultan
Caddesi’nin sonunda bulunan ancak kalıntıları
1974’ten sonra kaybolan Daye Hatun Hamamı’nın
yerindeyse şimdi depo olarak kullanılan bir bina
bulunuyor. Darısı onun başına...
Paris’teki müzayedelerde ünlü Sadabad Sarayı’nın
havuzuna ve önündeki çağlayanlara ait fotoğraflar
ele geçti. Osmanlı’da muhallebiciden simitçiye tüm
seyyar satıcılara verilen farklı renklerde harç
pulları koleksiyonu, New York’ta bulundu.
Habertürk, Haber: Şükran Özçakmak, 26.05.2012
|
TOPKAPI SARAYI'NDA TARİHİ SAATLER SERGİSİ
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Topkapı Sarayı Müzesi Divit Odası’nda, aralarında Türk saat ustalarının eserlerinin de bulunduğu 400 yıllık bir dönemde üretilen Topkapı Sarayı Saat Koleksiyonu’na ait 380 saatin yer aldığı sergiyi açtı.
Çiçek, Meclis Başkanlığı olarak kültür varlıklarının korunması, yaşatılması, gelecek nesillere aktarılması ve tüm insanlığın hizmetine sunulması için gerek tek başlarına, gerekse başka kurumlarla işbirliği halinde çalıştıklarını söyledi. Çiçek, “Belki seyircisi ve dinleyicisi az, ama mutlak surette korunması gereken değerler bunlar. Bir millet bu değerleriyle birlikte millettir, bunları koruduğu nispette dünya arenasında yer alabilir’’ dedi. Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı ise Topkapı Sarayı’nın saatler koleksiyonuyla ilgili en önemli sergiyi açtıklarını, bu koleksiyonun içinde sayısı 50’yi aşan Türk saatlerinin yer almasının ayrıca anlamlı olduğunu kaydederek, “Bu saatler, Türklerin saatçilikteki yerini gösteriyor. Uluslararası çevreler de koleksiyonun bu yönünü bu sayede yeni yeni öğreniyor’’ diye konuştu.
Habertürk, 26.05.2012
|
 |
FATİH CAMİSİ 5 YIL ARADAN SONRA İBADETE AÇILIYOR

Sultan 2. Mehmed'in, 21
yaşındayken "Fatih" unvanını alarak Fatih Sultan
Mehmed olarak anılmaya başlamasına, Osmanlı
devletinin imparatorluk olmasına, Bizans
İmparatorluğu'nun yıkılmasına ve Ortaçağ'ın kapanıp
Yeniçağ'ın başlamasına neden olan, İstanbul'un
fethinin 559. yıl dönümü 29 Mayıs Salı günü
kutlanacak. Beş yıldır restorasyon çalışmaları süren
Fatih Camisi de fethin yıldönümünde yeniden ibadete
açılacak. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un
dördüncü tepesi üzerindeki alanda 550 yıl önce
yapılan Fatih Camisi'nin restorasyonu tamamlandı.
Cami, salı günü, Başbakan Erdoğan'ın da katılımıyla
ibadete açılacak.
Sabah, 26.05.2012
******
FATİH CAMİİ, İBADETE HAZIR

Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed tarafından
yaptırılan Fatih Camii'nin 5 yıl süren restorasyon
çalışmaları tamamlandı. Camii bugün Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla yeniden ibadete
açılacak.
Restorasyon çalışmaları kapsamında caminin uzun
çevre kirliliği ve egzoz dumanına maruz kalan dış
cephesi temizlendi. 5 binden fazla taşı, aslına
uygun olarak değiştirildi. Cami içindeki kapalı
mekanlarda atıl duran saatler, şamdanlar, Sakal-ı
Şerif kutuları, rahleler ve Kuran-ı Kerim kutuları
açığa çıkartıldı.
Restorasyon sırasında rastlanan deve kuşu
yumurtaları, konservasyonları yapılıp tekrar cami
içine konuldu. Bu yumurtaların salgıladığı
kimyasalların, örümceklenmeyi önlediği öğrenildi.
1999 depreminde hasar gören, caminin güney
cephesindeki 1. Mahmud Kütüphanesi güçlendirildi .
Cami genelindeki tüm çimento sıvalar söküldü,
yerlerine horasan sıva yapıldı. Ahşap
kapılar ve kepenkler böceklere karşı
ilaçlandı. Üzerlerindeki cila çıkartılarak
temizlikleri yapıldı. Kurt delikleri macunla
dolduruldu, çürümüş yerleri de özgün malzemesiyle
değiştirildi.
Akşam, Haber: Seray Şahinler, 29.05.2012
|
GÜNAY: AKROPOL KADAR
ÜNLÜ BİR ALANI ORTAYA ÇIKARIYORUZ
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Kral Mezarı kazılarının
tamamlanmasıyla Milas merkezli 100 kilometrelik yeni
bir kültürel alanın ortaya çıkarılacağını
belirterek, “Hayalimiz, Atina’daki Akropol kadar
dünya çapında meşhur alan ortaya çıkarmak” dedi.
Didim’de bulunan Milet
antik kentinde restorasyonu tamamlanan İlyas Bey
Küllyesi’nin açılışını gerçekleştiren Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Ege Bölgesi’nde Milas
merkezli olarak Aydın ve Muğla’da önemli bir çalışma
gerçekleştirildiğini söyledi. Milas’ta devam eden
Kral Mezarı kazılarında dünya arkeoloji tarihine
geçecek bir çalışma yapıldığını belirten Bakan
Günay, “Milas’ta yerin 10 metre altında Bodrum’da
yaşamış Pers Valisi Mozoles’un babasına ait olduğunu
artık resmi kayıtlarla bulduğumuz ve kazı
çalışmalarında ortaya çıkan eserlerden bilimsel
olarak kanıtladığımız Hekatomnos ait bir lahdi ve
onun çevresindeki Karya yerleşimine ait müstesna
eserleri ortaya çıkarıyoruz. Hayalimiz, Atina’daki
Akropol kadar dünya çapında meşhur alan ortaya
çıkarmak. Akropol kadar ünlü bir alan inşallah bir
kaç yıl içinde Milas merkezli olarak burada ortaya
çıkacak” diye konuştu.
Milas merkezli
çalışmalar tamamlandığında bölgede 100 kilometrelik
devasa bir kültürel mirasın ortaya çıkarılacağını
savunan Bakan Günay, şunları söyledi: “Milas’taki
Hekatomnos lahdi ve yakındaki Menteşeoğlu
Beyliği’nin canları, hanları ve külliyesi; hemen
onun çevresinde Milet ve Balat’ta İlyas Bey Cami ile
külliyesi var. Bütün bunlar 100 kilometrelik bir
alanda yepyeni bir şekilde ortaya çıktığı zaman
bölgenin kültürel ve turistlik cazibesi de o kadar
artacaktır”
Türkiye’de kültür ve
tarih turizmine ağırlık verdiklerini ve bu noktada
turizm ve kültür sektörlerinin birlikte hareket
ettiğini kaydeden Bakan Günay, sözlerini şöyle
tamamladı: “Türkiye geçen yıl turizmde 30 milyon
rakamını geride bıraktı. Ama biz artık Türkiye’ye
gelenler sadece sıcak deniz kıyılarına gelmesin.
Tarihimizi, kültürümüzü, minaremizi, camimizi,
kilisemizi, manastırımızı, medresemizi ayırmadan
söylüyorum; Anadolu topraklarında be varsa hepsi
bizimdir. Hepsi bize yaratanın bir emanetidir.
Geleceğe taşınması gereken bir emanetidir. Biz
geleceğin emanetinin hepsini sahiplenmeye
çalışıyoruz ve gelenlere kültürümüzün bu değerli
eserlerini, bu eski yerleşim merkezlerini, sivil
mimarlık örneklerini birlikte sergilemeye
çalışıyoruz. Artık Türkiye’de turizm sektörü ve
kültür sektörü iç içe çalışıyor. Bize bu
çalışmalarımızda destek veren TURSAB’a teşekkür
ediyorum.”
Turizm Habercisi,
25.05.2012
|
İRAN'DAN BARNABAS İNCİLİ AÇIKLAMASI

İngiliz Daily Mail
gazetesi Barbaranas
İncili'nin orijinalinin Ankara Adalet Sarayı'nda
olduğunu öne sürerek adalet sarayının bir
fotoğrafını paylaştı.
Daha önce sözkonusu İncil'in Türk Genel Genelkurmay
Arşivi'nde olduğu öne sürülmüştü.
Hatta Büyük Birlik Partisi yetkilileri helikopter
kazasında hayatını kaybeden Muhsin Yazıcıoğlu'nun
Barbanas İncili ile ilgili çalıştığını belirterek ve
ölümüyle bunun bağlantılı olabileceği gündeme
gelmişti.
Hazreti İsa'nın havarilerinden
Barnabas'ın yazdığı ve İslamiyet'in gelişini
haber verdiği söylenen İncil'in bir versiyonunun, 12
yıl önce düzenlenen bir kaçakçılık operasyonunda
Türk askerlerinin eline geçtiği ifade ediliyor.
İran kaynakları İncil'in halen Türk ordusunun
elinde bulunduğunu ve "Siyonistlerin ve Batı
yönetimlerinin kitapta yer alan iddiaları örtbas
etmek istediğini" iddia ediyor.
Vatikan yetkililerinin kitabı incelemek için
Türkiye'ye başvuruda bulunduğu ve Türk yönetiminin
İncil'i kamuoyuna açıklamayı planladığı iddialar
arasında.
Hıristiyan dünyasınca sahte olduğu öne sürülen
Barnabas İncili'nin 41'inci bölümünde, cennetten
kovulan Hazreti Adem'in geriye dönüp baktığında
kapının üzerinde, "Allah birdir ve Muhammed onun
elçisidir" yazdığını gördüğü öne sürülüyor.
Kitapta ayrıca, Hazreti İsa'nın asla çarmıha
gerilmediği, Tanrı'nın oğlu olmadığı ve Hazreti
Muhammed'in peygamber olarak geleceğinin öngörüldüğü
söyleniyor.
Öte yandan yine Daily Mail Gazetesi
Vatikan'ın bu yılın Şubat ayında incili incelemek
için Türkiye'ye resmi bir talepte bulunduğunu yazdı.
Sabah, 25.05.2012
|
UNESCO'DAN KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NE ALMASI İSTENEN
ESER SAYISI 18'DEN 38'E ÇIKTI
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Serhad Akcan, haziran
ayında yapılacak toplantıda listeye girmesi için 38
eser geçen başvuruda bulunacaklarını söyledi.
Türkiye’den UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası
Listesi’ne başvuran eser sayısının 18’den 38’e
yükseldiği belirtildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı
Serhad Akcan, haziran ayında yapılacak toplantıda
listeye girmesini bekledikleri eserler olduğunu
söyledi.
UNESCO Türkiye Milli Komitesi, Bursa Büyükşehir
Belediyesi’nin katkıları ile Merinos Atatürk Kongre
Kültür Merkezi’nde toplandı. Toplantının açılışında
konuşan Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Serhad Akcan,
Dünya Kültür Mirası Listesi'nin önemine değindi.
Adaylık başvurularında hazırlıkların çok iyi
yapılması gerektiğini belirten Akcan, çalışmalar
hakkında bilgi verdi.
Türkiye’nin 2009 yılında 18 adayla UNESCO’ya
başvurusunun bulunduğunu dile getiren Akcan, şöyle
devam etti:
“Selimiye Camii ve Külliyesi'nin 2011 yılında
listeye dahil edilmesinden sonra Sayın Bakanımızın
da tamamını izlediği çalışmalardan sonra 18 olan
aday listesi 38’e çıkmış durumda. Bursa’dan
Cumalıkızık’ın da 2010 yılında yer aldığı bu liste
için bugün belki de aday listeden listeye alınması
için de bir çalışma enerjisi göstereceğiz. UNESCO
Dünya Mirası Geçici Listesi'ne 2010 yılında dahil
edilen Çatalhöyük ile ilgili hazırladığımız ve 2011
Ocak ayında sunduğumuz dosyamızın Haziran 2012’de
gerçekleştirilecek olan 36. Dönem Dünya Miras
Toplantısı'nda değerlendirilmesinden de iyi sonuçlar
bekliyoruz. Dilerim bu sonuçlar emeklerimizi boşa
çıkarmaz.”
Turizm Gazetesi, 25.05.2012
|
KAZIDAN TARİH ÇIKTI

Milas’ta belediye ekiplerinin yaptığı kanalizasyon
kazısı sırasında tarihi eser kalıntılarına
rastlandı.
Milas Belediyesi tarafından Cumhuriyet Caddesi’nde
yürütülen kanalizasyon çalışmaları sırasında tarihi
eser kalıntılarına rastlandı. Bunun üzerine Milas
Müze Müdürlüğü görevlilerine haber verildi.
Milas Müze Müdürlüğü görevlileri, yaptıkları ilk
incelemenin ardından kanalizasyon çalışmalarını
durdurdu. Tarihi kalıntılara rastlanılan alanda
Milas Müze Müdürlüğü arkeologları tarafından
kurtarma kazısı başlatıldı.
Milas Müze Müdürü Sinan Özbey, gazetecilere yaptığı
açıklamada, Muğla Koruma Kurulu’nun izniyle Milas
Belediyesi tarafından ilçede kanalizasyon çalışması
başlatıldığını belirtti.
Kazı sırasında bazı tarihi eser kalıntılarına
rastlanıldığını anlatan Özbey, ”Çalışmalarda ortaya
çıkan mimari yapı ve mozaik alanlarla ilgili
kurtarma kazısı başlatıldı. Bölgede çalışmalar
sürüyor. Yapının ne olduğuna dair kesin bilgiye
ulaşılması için kazı alanının genişletilmesi
gerekiyor. Ancak bölgedeki yoğun yapılaşma nedeniyle
bu mümkün görünmüyor” dedi.
Ortaya çıkan mozaiklere en son ulaşabildikleri yere
kadar kazı çalışması yapıp belgelemesini
yapacaklarını anlatan Özbey, ”Bu raporlar önümüzdeki
günlerde koruma kuruluna iletilecek. Yerinde
korunmasıyla ilgili yapılabilecek projeler kurul
tarafından değerlendirilecek. Eserleri caddenin
zengin dokusu olarak teşhir edebilirsek bundan
mutluluk duyacağız” diye konuştu.
Vatan, 25.05.2012
|
MUDANYA'DA ANTİK LİMAN İZLERİ

Mudanya’nın Yenimahalle İskele bölgesinde özel
bir firmanın inşaatı sırasında rastlanan antik
kalıntılar heyecan yarattı. İnşaat alanında
temel atma çalışması sırasında antik kalıntılara
rastlanınca çalışma durduruldu ve durum Müze
Müdürlüğü’ne haber verildi. Bölgede çalışma
başlatan Müze Müdürlüğü’ne ait arkeologlar,
çömlek kalıntıları, heykel ve antik şehre ait
olduğu tahmin edilen bir duvara rastladı.
Belediye yetkilileri bölgenin dolgu
malzemelerden oluştuğu ve bu tür kalıntıların
başka bölgelerden taşınmış olabileceğini
belirtirken, Müze Müdürlüğü alanda
incelemelerine devam ediyor.
Müze Müdürü Enver Sağır, bölgede çalışmaların
devam ettiğini fakat kalıntılara dair bilgilerin
henüz netlik kazanmadığını belirtti. Kazıdan
çıkan heykelin oldukça kötü durumda olduğunu
belirten Sağır, ’Henüz hangi döneme ait
olduğunu, tarihi değer taşıyıp taşımadığını
kestiremiyoruz. Bakanlıkla da paylaştık durumu.
Yapılan çalışmalar sonucunda 3. derece
arkeolojik SİT alanı ilan edilebilir ya da
edilemez, bunu sonuçlar gösterecek. Çalışmalar
bittiğinde sonuçları değerlendireceğiz’ diye
konuştu.
Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk de
bölgenin doldurma olduğuna dikkat çekti. Aktürk,
’Ben çocukluğumdan biliyorum bu bölgeyi, taşıma
ve doldurma diye tabir edilen bir bölge. Bu
yüzden yanılgılar olabilir. Henüz 3. derece
Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmedi, bu durum
yapılan çalışmalar sonucunda netlik kazanacak’
ifadelerini kullandı.
Mudanya Belediyesi İmar Müdürü Neşe Yenidokur da
’Yenimahalle iskele kısmı’ diye adlandıralan
bölgenin, gelen yazılarda ’ Antik Liman Şehri’
bölgesi olarak geçtiğini belirtti.
Dolgu bölgesi olduğu için burada bulunan
kalıntıların başka bölgelerden taşınmış olma
ihtimalinin de olduğuna da dikkat çeken
Yenidokur, ’Burada bir antik şehrin olup
olmadığı, çalışmalardan sonra belli olacak’
dedi.
Bursa Olay, Haber: Öznur Üstüntaş, 25.05.2012
|
MYRA ANTİK KENTİ
KAZILARI İÇİN VİNÇ ALINDI
Akdeniz
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi ve Myra Antik Kent Kazı Başkanı
Prof.Dr. Nevzat Çevik, Türkiye Seyahat Acenteleri
Birliği’nce (TÜRSAB) kazı çalışmaları için vinç
alındığını söyledi.
Çevik, gazetecilere yaptığı açıklamada,
Demre’deki Myra Antik Kent’inde kazı ve restorasyon
çalışmalarının devam ettiğini belirtti. Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Demre’ye geldiğinde
kendilerinden bir vinç talebinde bulunduklarını
anlatan Çevik, Bakan Günay’ın da TÜRSAB Başkanı
Başaran Ulusoy’a arayarak, vinç istediğini ve bu
doğrultuda da TÜRSAB tarafından kendilerine 70
tonluk bir vinç gönderildiğini bildirdi.
Vincin kazı ekibini memnun ettiğini dile getiren
Çevik, “Myra antik kentindeki tiyatronun kazı ve
restorasyon çalışmalarında tonlarca ağırlığında
taşları kaldırmak gerekiyor. Böyle büyük ve güçlü
bir vince ihtiyacımız vardı. Vincin gelmesi,
çalışmaları hızlandırdı. Toprak altından gün yüzüne
çıkarılan ve restore edilen her tarihi yapı,
turizmin hizmetine sunuluyor. Bu açıdan vincin
alınması bizi sevindirdi” dedi.
haberler.com, 22.05.2012
|
BELEDİYEYE MAHKEME KAPISI GÖZÜKTÜ

Bolu Mimarlar Odası yönetim kurulu başkanı Semih
Dimicioğlu Bolu Belediyesi'nin şu ana kadar yaptığı
birçok olumlu uygulamayı takdirle karşılamalarına
rağmen Hisar tepesi ve Kızılay hamamı konusunda
yargıya müracaat etmekten çekinmeyeceklerini
belirtti.
Bolu Mimarlar Odası yönetim kurulu başkanı Semih Dimicioğlu Hisar tepesi ve Kızılay hamamı hakkında önemli açıklamalar yaptı. Dimicioğlu Hisar tepesinde her türlü yapılaşmaya karşı olduklarını söyleyerek “İtirazımızı önce Kültür Bakanlığı Kurullar Dairesi Başkanlığı’na sonra hukuka, daha sonrada uluslararası platformlara taşıyacağız.”dedi. Kızılay Hamamı'nın yıkılmasına da müsaade etmeyeceklerini söyleyen Dimicioğlu; “Bu konuyla ilgili aldıracağımız yürütmeyi durdurma kararı ile birlikte bir üst kurula itirazımızı yapacağız.” şeklinde konuştu. Bolu Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Başkanı Semih Dimicioğlu mimarlar odası olarak görevlerinin uluslararası korumacılık ilkeleri ve mesleğin kendilerine yüklediği görev doğrultusunda, tarihi değerleri korumak, yaşatmak ve kendilerinden sonraki kuşaklara aktarmak olduğunu söyledi. Mimarlar Odası olarak siyasi bir kuruluş olmadıklarını vurgulayan Dimicioğlu; “Siyasi yapıdan bir ikbal beklentimiz yoktur. Bazı siyasi hesaplara da alet olup kullanılmak gibi bir basiretsizlik içinde değiliz. Ayrıca Belediye'nin şu ana kadar yaptığı birçok olumlu uygulamayı takdirle karşıladık. Bu güne kadar birçok yapılamamış, işi cesaretle çözüp Bolu’ya kazandırmıştır. Ama bütün bunlar yapılan her iş iyidir ve doğrudur manasına gelmez. Bugün sözde iyi niyetle girişilen çalışmalarla yok edilmeye çalışılan tarihi değerler biz yokken de bu topraklar üzerinde vardılar. Bu tarihi değerler bizden sonrada var olmaya ve gelecek nesillere ilham kaynağı olmaya devam etmelidir. Bu tarihi eserleri küçümseyerek, bugüne kadar yapılan tahribatları öne sürerek kalanların da silinip atılmasına razı olamayız. Şu anda ivedi olarak çözmek istediğimiz iki konu var. Biri şehrin tarihi dokusunun hasar görmemesi, diğeri de, belediyemizce uygulanan otopark bedeli miktarı, otopark bedeli tahsili, otopark miktarı ve otopark yerleşim şartları ile ilgili düzenlemenin kanunlara uygun hale getirilmesidir. Bu konuda aylar öncesinden Belediyeye resmen itirazımızı yapıp düzeltilmesini istememize rağmen henüz bir tam netice alamadık.”şeklinde konuştu.
Bolu’nun çok farklı medeniyetlere beşiklik etmiş
bir yerleşim alanı olduğunu söyleyen Dimicioğlu;
“Fırka Tepesi'nin batısı nekropol alanı yani
mezarlıktır. Doğusunda bulunan kalıntılar kesin
olmamakla birlikte Bizans hamamı veya roma villası
izleri taşımakta, bu alanda kazılar devam
etmektedir. Güneyinde 1960’lı yıllardaki kazılarda
bulunan tiyatro basamakları ve geçen hafta fırka
tepesinin batı yamacında yapılan kazılarda mezar
üzerine kapatılmış halde bulunan tiyatro basamakları
bu bölgede bir tiyatro olduğunu göstermektedir.
Fırka Tepesi'nde yapılmak istenen 900 araçlık otopark
ve ticari alanlar mevcut trafik yoğunluğunu azaltmak
yerine mecburi tek yön ringi olan İsmetpaşa Caddesi, trafiğini daha da çoğaltacak ve giriş çıkışlarda
trafiğin kilitlenmesine yol açacaktır. Kent
merkezlerinde, özellikle tarihi kesimlerde,
otoparkların merkez çeperlerinde (kenarlarında)
oluşturulması ve kent merkezlerinin yayalaştırılması
gerektiği düşüncesindeyiz. Bolu’da böyle bir trafik
master planı yaptırılmasına rağmen kararlar bu plana
aykırı şekilde alınmaktadır. Odamızın geniş katılımlı
toplantılarda aldığı ve kamuoyuna da aktardığı
yukarıdaki olumsuzluklarla beraber müze denetiminde
bu bölgede yapılmak istenilen yapılaşmayı idarenin
takdirine bırakıyoruz.” biçiminde konuştu.
Bolu Mimarlar Odası Yönetim
Kurulu Başkanı Semih
Dimicioğlu “Bünyesinde resmi kazılarla tespit
edilmiş Hadrian tapınağı, Stadyum, Bizans kilisesi
kalıntıları, 220 m2 mozaik taban, Roma yolu ve
anıtsal yapı kalıntıları bulunmaktadır. Kurulun
04.02.2011 tarih ve 5770 sayılı oturumunda , “2.
Derece Arkeolojik Sit Alanı sınırları içinde kalan
Hisartepesi “yüzeyde belirgin herhangi bir kültür
varlığı kalıntısı olmadığı” gibi saçma bir
gerekçeyle 3. Dereceye düşürülmüştür. Bu kadar resmi
belgeyi görmezden gelerek, arazi yüzeyine bakarak
arkeolojik alanda sit alanı değeri tespiti yapmak
düşündürücüdür. İlk etapta itirazımızı kendi bünyesi
içinde çözme isteğimiz doğrultusunda kurula sunduk.
Hisar tepesi’nin arkeolojik sit alan değerlerinin
uluslararası korumacılık ilkelerine uygun hale
getirilmesi teklifimiz 18.05.2012 tarihinde Bolu da
yapılan Kültür Varlıkları Koruma Kurul Toplantısı'nda
görüşüldü. Daha önce alınan 2 den 3.’e düşme kararı
ve gerekçesi incelendi. Tartışmalar sonunda Kurul
üyeleri bu konuda iki farklı karar alarak konuyu
sonuca bağlayamadan Bolu’dan ayrıldılar. Cladiopolis
Romanın vesayet yoluyla roma halkı statüsü verdiği
metropol şehridir. Bütün dünyanın önem verdiği bu
şehrin tarihi değerlerini yok sayamayız. Turizm ve
üniversite şehri olan Bolu’muzun tabi güzelliklerini
destekleyecek her türlü tarihi değere ihtiyacımız
vardır. Hisartepesi bizim vazgeçilmez değerimizdir.
Bu tepenin arkeolojik tepe olması için
çalışmaktayız. Gelecek kuşakların bu değerlere
ulaşmasını engelleyecek her türlü yapılaşmaya ve
girişime karşıyız. Bunun gerçekleşmesi için
itirazımızı önce Kültür Bakanlığı Kurullar Dairesi
Başkanlığı’na sonra hukuka, daha sonrada
uluslararası platformlara taşıyacağız.” şeklinde
konuştu.
Tarihi Kızılay Hamamı ile ilgili olarak ta görüş
belirten Dimicioğlu; “Kızılay’ın başvurusu ile
18.05.2012 tarihinde Bolu'da yapılan kültür
varlıkları koruma kurul toplantısında, odamızın
itiraz dilekçesine rağmen yapının tescili
kaldırılmıştır.1880 yıllarının izlerini taşıyan
yapının yazdırılmış bir rapor doğrultusunda
yıkılmasını Bolu halkı adına kabul edemeyiz. Bu
konuyla ilgili aldıracağımız yürütmeyi durdurma
kararı ile birlikte bir üst kurula itirazımızı
yapacağız. Yapının tarihi değerini ortaya koyacak
restorasyonun yapılması, memleket hastanesinin
orijinaline uygun olarak yapılması ve bu meydanın
eser merkezli olarak düzenlenmesi gerekmektedir.”
dedi.
Bolu Olay, 20.05.2012
|
KONAK ERMENİ KİLİSESİ
DEFİNECİLER TARAFINDAN DİDİK DİDİK KAZILIYOR

Hakkari’nin Konak
Köyü'ndeki Ermeni kilisesinin içi ve çevresi define
aramak isteyenler tarafından kazılıyor. Hakkari İl
Genel Meclisi üyeleri, 100 yıllık kilisenin bir an
önce restore edilmesini istedi. İl Genel Meclisi
Özçelik Yıldız, kilisenin durumuyla ilgili olarak
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a da bir
rapor göndereceklerini bildirdi
Hakkari’ye 18 kilometre
uzaklıkta bulunan ve 100 yıllık olduğu belirtilen
kilise, bakımsızlık nedeniyle harabeye dönüştü. İçi
ve çevresi definecilere hedef olan, duvarları kısmen
yıkılan kilisede incelemelerde bulunan Hakkari İl
Genel Meclisi üyeleri Özçelik Yıldız ile İsa Bor,
Hakkari ve çevresinin en büyük kiliselerinden biri
olan Konak Ermeni Kilisesi’nin ilgisizlik yüzünden
bu hale geldiğini öne sürdü. Koruma altına alınan
ancak restore edilmediği için yıkılmaya yüz tutan
kilisenin durumunu bir raporla Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’a bildireceklerini anlatan İl
Genel Meclis Üyesi Yıldız, bu durumu meclis
toplantısına da taşıyacaklarını anlattı.
Hakkari Kültür ve Turizm
Müdürü Emin Özatak ise, Hakkari’de tahrip edilen
kiliselerle ilgili çalışmalar yaptıklarını söyledi.
Özatak şöyle konuştu:
“Kilisede bu tahribatları yapanlar hakkında savcılık
soruşturma da başlattı. Bu yıl Hakkari’deki
kiliselerle ilgili çalışmalarımız var. Ancak bu
konuda ödenek ayrılmadığı için restorasyonunu şu an
yapamayacağız. Ancak diğer tarihi eserlerle ilgili
ödenek gelmiş. Tahrip edilen Konak Kilisesi’nde bir
zamanlar Nasturi Başpatriği’nin kaldığı söyleniyor.
100 yıllık bir kilise olduğu söyleniyor. Bu ve buna
benzer kiliselerin restore edilmesi için Kültür
Bakanlığı nezdinde de çalışmalarımız vardır.”
Türkiye Turizm,
17.05.2012
|
20 - 26
Mayıs 2012
|
SERMAYESİNİ HAZİNE YUTTU, PARA ARIYOR

Giresun'da, Kırım
Krallığı'nın 3 bin 400 yıl önce hüküm sürdüğünü
iddia ettiği bir yaylada 90 ton altın bulma
hayaliyle 4 yıldır kazı yapan Turan Gögerçin 500 bin
lira harcadı. Resmi izinle yaptığı kazıda yerin 60
metre altına inen ve bazı tarihi bulgulara ulaşan
ancak parası bitince kazıya ara veren hazine avcısı,
"Orada hazine var bu kesin. 100 bin liraya daha
ihtiyacım var" dedi. Giresunlu Turan Gögerçin (47)
tam bir define avcısı. Türkiye'nin değişik
yerlerinde 20 yıldır resmi izinle kazılar yapıyor,
aradığı her defineyi de buluyor. Son durağı 4 yıl
önce Bulancak İlçesi'ne bağlı 2 bin 100 rakımlı
Bektaş Yaylası oldu. Haritalardan yola çıkarak,
Kırım Krallığı'nın 3 bin 400 yıl önce bu bölgede
hüküm sürdüğünü savunan Gögerçin, 17 kişilik özel
ekiple kazı çalışmalarına başladı. Yaylanın en tepe
noktasında, bir kayanın üzerinde bulunan biri büyük
diğeri küçük iki oyuk ile ayak izlerinin, yeraltı
şehrine inilen yerin işaretleri olduğunu iddia eden
Gögercin, alana seyyar kompresör, jeneratör, yapay
asansör ve sondaj makinesi kurdu. Kazıda önce
tünelin gözetleme kulesi olduğunu öne sürdüğü bölümü
bulan Gögercin, içerideki toprak ve kayalar
boşalttı. Kulenin içinde aydınlatma için kesme
taştan meşaleleri de bulduğunu iddia eden
Gögercin'in çalışmaları, her yıl yenilenen 'resmi
izinlerle' ve jandarma gözetiminde devam etti. İlk
yıl 14, ikinci yıl 25, üçüncü yıl 38, dördüncü yıl
60 metreye ulaşan Gögercin, bugüne kadar yaklaşık
500 bin lira harcadı. Ancak hazineye henüz
ulaşamadı. Parası bittiği için alanın üzerini çelik
konstrüksiyon ile kapatarak kazıya ara verdi.
"Yeraltında dokunulmamış bir medeniyet yatıyor.
Büyük bir işe imza atacağız. Bu medeniyetin bölge
turizmine büyük bir katkısı olacak" diyen Gögerçin,
şöyle devam etti: "Param bitti. Yaklaşık 100 bin
liraya daha ihtiyacım var. Ne zaman bu parayı
bulursam o zaman kazıya başlayacağım." Gögergin,
hazinenin 90 ton olduğu yönündeki söylentilere
yönelik "Miktar bayağı büyük" demekle yetiniyor ve
arama yaptıkları yerde 3 bin 600 köle mezarının
olduğunu öne sürüyor.
Sabah, Haber: Ümit Uzun, 25.05.2012
|
ABD'DE TUTANKAMON HEYECANI
ABD'nin Washington eyaletinde bulunan Seattle kentini Mısır firavunu Tutankamon heyecanı sardı.
Kentte bulunan Pasifik Bilim Merkezi'nde "Kral Tut" olarak bilinen Tutankamon'a ait eserler sergilenmeye başlandı.
Ocak 2013'e kadar sergilenecek eserler arasında günümüzden yaklaşık 3 bin 300 yıl önce yaşadığı düşünülen "Kral Tut"a ait çok özel eserler görücüye çıkacak.
Çok genç yaşta tahta çıkan ve henüz 19 yaşındayken gizemli bir şekilde hayatını kaybeden firavuna ait eserler arasında en çok ilgiyi ise 1922'de bulunan mezarından çıkan parçaların çekmesi bekleniyor.
Mumyası Mısır'dan çıkarılmayan Tutankamon'un gömülürken yüzüne takılan altın maskesi ve midesinin bulunduğu küçük tabut da sergilenecek eserler arasında...
Sabah, 25.05.2012
|
|
İŞTE ECDADA SAPLANAN KAMALAR

Zeytinburnu’nda tarihi İstanbul surlarının
yakınında yapılan 3 gökdelen, kentin Sultanahmet
Camisi ile özdeşleşmiş tarihi siluetin içine bir
kama gibi girdi. Her cümle başına ‘ecdat’ sözcüğü
koyan Başbakan’ın, bu gökdelenler üzerine bir tek
laf ettiğini duyan oldu mu?
CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu, Silivri Klassis Otel’de
yapılan “Yerel Yönetimler Strateji Belgesi ve
Eylem Planı” toplantısının basına açık kısmında
yaptığı konuşmada,
CHP ve AK Partili belediyelerin yaptıklarını
karşılaştırdı.
CHP’li belediye başkanları ile il
başkanlarının katıldığı toplantıda 2014 Yerel
Seçimleri’nin stratejisi saptandı.
Kılıçdaroğlu, 48 dakika süren konuşmasında
şunları söyledi:
Yerel yönetimler, bizim
anlayışımıza göre yerel iktidar odakları değil,
demokrasinin beşikleridirler. Bu çerçevede,
belediye başkanlarının ve her kademedeki
seçilmişlerin, yurttaşlara hesap verme
sorumluluğu içerisinde olmaları gerektiği
açıktır. Öte yandan, Türkiye’nin bugün içinde
bulunduğu siyasal koşullarda, derin bir yerel
yönetimler krizi yaşanmaktadır. Tek parti
devleti niteliğine dönüşmüş bulunan
AKP Hükümeti, yerel yönetimleri kendi
iktidar odağının bir parçası haline dönüştürmek
istemektedir.
Hamasi nutuk atacaklar
Tarihi ve doğal güzellikler açısından büyük
üstünlüklere sahip
İstanbul’un yaşadığı yönetim zafiyeti, geri
döndürülemez zararların ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Zeytinburnu’nda tarihi
İstanbul surlarının yakınında yapılan 3
gökdelen, kentin Sultanahmet Camisi ile
özdeşleşmiş tarihi siluetin içine bir kama gibi
girdi. Sorumluları kim?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve
Zeytinburnu Belediyesi. 6 gün sonra, 29 Mayıs
tarihinde
İstanbul’un fethinin 559’uncu yıldönümü
kutlanacak. Hiç şüphe yok ki, bu tarih
katliamına neden olan
İstanbul Büyükşehir ve Zeytinburnu belediye
başkanları, fetih törenlerinde hamasi nutuklar
atacaklar. Doğu Roma’dan, Bizans’tan,
Osmanlı’dan kalan gravüre giren bu hattı,
verdikleri kararlarla geri dönüşümsüz biçimde
bozanlar, bu yükün ağırlığını üzerlerinde hiç
hissetmeyecekler mi? Eski
İstanbul belediye başkanı Sayın Başbakan’ın,
İstanbul’dan geçecek üçüncü köprünün yerini
helikopterle gezerken bizzat belirleme konusunda
mesai harcadığını biliyoruz. Peki, her cümle
başına ‘ecdat’ sözcüğü koyan Başbakan’ın, tarihi
silueti bozan bu gökdelenler üzerine bir tek laf
ettiğini duyan oldu mu? Paris’i yılda 50 milyona
yakın turist ziyaret ederken, tarihi MÖ 7’nci
yüzyıla dayanan
İstanbul’u ziyaret eden turist sayısının 8
milyonda kalması, kuşkusuz vizyon ve tarihi –
kültürel – doğal değerleri koruma bilinci
eksikliği ile ilintilidir.
2 milyonluk fark
Kentsel dönüşüme ilişkin veriler konusunda
Başbakan ile Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın
söylem farklılıkları, doğal sayılabilecek hata
paylarının çok üzerindedir. 20 milyonluk yapı
stoğu içinde yıkılacak yapı sayısı konusunda
Bakan ile Başbakan arasında 2 milyon fark var.
Biri 7, diğer 9 milyonluk yıkımdan söz ediyor.
Bunun finansmanı konusundaki tahminlerde ise
uçurum, iyice açılıyor ve 400 milyar dolar ile
700 milyar dolar rakamları telaffuz ediliyor.
Bütün bunlardan daha garibi ise kamuoyunda sanki
2B alanlarından elde edilecek gelirle kentsel
dönüşümün finanse edileceği algısının yaratılmış
olmasıdır. Çünkü 2B alanlarının tüm gelir
yaratma kapasitesi 25 milyar lira olup, iyimser
gelir tahmini 15 milyar lira düzeyindedir. 15
milyar lira ile 400 milyarlık harcamanın finanse
edilebileceğini savunmak, ancak
AKP hesabı ile mümkündür.
Hürriyet, Haber: Sefa Özkaya, 24.05.2012
|
MAMURE KALESİ, DÜNYA MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ'NDE

Mersin’in Anamur İlçesi’nde geçmişi 3 ya da 4
yüzyıllara dayanan, 800 yıl önceki savaşta yıkıldığı
için Selçuklular tarafından yeniden inşa edilen
Mamure Kalesi, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Mirası geçici listesine
girdi.
Anamurlu işadamı, Türkiye Genç İşadamları
(TÜGİAD) Şubeler Koordinatörü Ali Yücelen, Anamur
ilçe merkezinin 6 kilometre doğusunda deniz
kıyısındaki kayalıklar üzerinde 39 kulesi, su
sarnıçları, hamamı, camisi bulunan ve etrafı 10
metre genişliğinde hendekle çevrili Mamure
Kalesi’nin Dünya Kültür mirası sayılması için
ilçedeki sivil toplum örgütleriyle birlikte dosya
hazırladı. Geçen şubat ayında teslim edilen başvuru
evrakını inceleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı
yetkilileri, değerlendirmelerini tamamlayıp, Mamure
Kalesi’ni
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO) Dünya Mirası geçici listesine aldı.
Türkiye Genç İşadamları (TÜGİAD) Şubeler
Koordinatörü Ali Yücelen, kararın çok sevindirici
olduğunu belirtip, Anamur’un uluslararası turizmde
daha da öne çıkacağını söyledi.
Yücelen, "Mamure Kalesi’yle ilgili böyle bir çalışma
Türkiye’de sivil toplum kuruluşları ile özel sektör
kuruluşlarının birlikte neler yapabileceklerinin en
iyi örneğidir. Kültürel mirasın korunması, dünyanın
en önemli çalışmalarından biri olarak kabul
ediliyor. Bu anlamda Mamure Kalesi’nin geçici
listeye alınması ve akabinde asıl listeye girecek
olması büyük bir başarıdır. Şimdiye değin
hazırlanmış en kapsamlı ve en detaylı başvuru olan
Mamure Kalesi’nin Dünya Kültür Miras Listesi’ne
alınması projesinin hayata geçirilmesiyle birlikte
Anamur çok farklı bir kültür ve turizm bölgesi
haline gelecektir" dedi.
12 yıl önce Mersin’in Mut İlçesi’ndeki Alahan
Manastırı ve Tarsus İlçesi’ndeki Aziz Paul Kilisesi,
Aziz Paul Kuyusu ve civardaki tarihi mekanlar, aynı
listeye alınmıştı.
Romalılar tarafından 3 veya 4’üncü yüzyılda yapılan
kale, Anadolu Selçuklu Sultanı Aleaddin Keykubat
tarafından 1221’de ele geçirildiği sırada yıkıldı.
Temelleri üzerine bugünkü kale yapıldı. Daha sonra
Karamanoğulları’nın eline geçti. Karamanoğulları’nın
tarihini anlatan Şikari’nin kitabında "Anamur ve
Taşeli’nin kafirler tarafından zapt ve harap
edilmesi üzerine Karamanoğlu Mahmut Bey (1300-1308)
36 bin kişilik ordusuyla düşmanı bozguna uğratıp
kaleyi ele geçirmiş, mamur edip, adını Mamuriye
koymuştur" kaydı geçer. Kalenin batı duvarının
üzerinde bulunan tek yazıtta, özetle:
"Karamanoğlu Alaaddin oğlu Mehmet oğlu Sultan
İbrahim inşa etti. Bu tarih Mükerrem Şevval ayında
yazıldı" ifadesi yer alır. Karamanoğlu İbrahim Bey
1424-1464 döneminde hüküm sürmüş. Daha sonra,
Osmanlılar eline geçen kale 15, 16 ve 18’inci
yüzyıllarda küçük onarımlar görmüş.
Karamanoğulları’nın Mamuriye adı verdiği kale,
günümüzde Mamure adıyla tanınıp, görkemiyle
turistlerin gözünü kamaştırıyor.
Hürriyet, Haber: Mustafa Ercan, 24.05.2012
|
|
KÜBALI SANATÇIDAN REKOR SATIŞ
20. yüzyılın en önemli sanatçılarından Kübalı
sürrealist
Wifredo Lam'in bir Afrika tanrıçasına atfettiği
tablosu Sotheby'sin akşam müzayedesinde 4.56 milyon
dolara satıldı.
Latin Amerika sanatı alanında rekor kırılan müzayedede 21 milyon dolarlık satış rakamına ulaşıldı.
Henri Matisse ve
Picasso'nun yakın arkadaşı olan Lam, eserlerinde
Surrealist ve kübist tekniklerle Afrika'nın dinsel
unsurlarını birleştirmesiyle ünlüydü.
Habertürk, 24.05.2012
|
KAPALIÇARŞI'DA RESTORASYON BAŞLIYOR

57 yıldır çivi çakılmayan dünyanın ilk alışveriş
merkezi Kapalıçarşı'da restorasyon çalışması
yapılacak. Çarşıdaki 3600 dükkan ve 38 han restore
edilecek. Çalışmalara çatıdan başlanacak.
Dünyanın ilk alışveriş merkezi Kapalıçarşı'da 200 milyon liraya mal
olacak restorasyon başlıyor. 'Afet Yasası'
kapsamında çarşıdaki 3 bin 600 dükkan ile
çevresindeki 38 han restore edilecek. Çalışmalar
kapsamında ilk olarak James Bond filmi çekimi
sırasında sıkça gündeme gelen çarşının çatısı
yenilenecek.
Restorasyon projesinin tamamlandığını belirten
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, bugün projenin
detaylarını açıklayacak.
Toplam 200 milyon lira maliyetle
gerçekleştirilecek restorasyon, yaklaşık 3-4 yıl
sürecek ve bu süreçte çarşının herhangi bir yeri
kapatılmayacak. Restorasyon süresinde İlber Ortaylı,
Sinan Genim, Betül Mardin gibi 18 önemli isim de
danışma kurulunda yer alacak.
Milliyet Gazetesi'ne konuşan mimar Sinan Genim,
57 senedir küçük bakımlar dışında esaslı bir restore
çalışması yapılmayan Kapalıçarşı'nın yenilenmesi
gerektiğini belirterek, şunları söyledi:
"Yeni bir düşüncenin gelmesi lazım. Bu kadar
AVM'nin yanında eskiyor ve hala eski imajını
kullanıyor. Uygulama projesini tam görmedim ama
mevcut yapı üzerinde hiçbir değişiklik yapılmaz.
Tuvaletler çağdaşlaştırılacaktır. Bozulmuş dükkan
cepheleri ile çatısı elden geçirilecektir. Görüntü
kirliliği yaratan klima üniteleri revize
edilecektir. Taşıyıcı sisteme bazı müdahaleler var
onlar da ele alınacaktır. Aydınlatma, güvenlik ve
yangınla ilgili de çalışmalar olacaktır."
Tarihi özelliğine rağmen yağmurda akan çatısı, su
baskınları ve bakımsızlığıyla gündeme gelen
Kapalıçarşı son olarak James Bond filminin
çekimlerine de ev sahipliği yapmıştı. Çekimler
sırasında çatıya zarar verildiği iddiaları da
kamuoyuna yansımıştı. Çarşının onarıma duyduğu
ihtiyaç New York Times gazetesine haber olmuştu. 45
bin metrekare kapalı alana sahip tarihi çarşı, 1894
depreminden sonra yapılan tadilatlarla da bugünkü
halini almıştı.
Arkitera, 24.05.2012
|
AGORA ARKEOLOJİ MÜZESİ
Proje İzmir'de tarihi Agora, Kemeraltı'nda yer almaktadır. Şu anda akeolojik kazıların devam ettiği alanda bulunan 7 katlı otopark yerine bir arkeoloji müzesi tasarlanmıştır.
İşlevsel olarak içerisinde kamusal alanlar, sergi alanları, çalışma birimleri ve kafeler barındıracak olan müze, ayrıca alanda bulunduğu kabul edilen arkeolojik kalıntıları, büyük bir galeri boşluğu oluşturarak korumayı ve sergilemeyi amaçlamıştır.
Konsept olarak ise, otoparkın ağır kütlesinden sıyrılarak, çevredeki kamusal alan ihtiyacını karşılayacak daha hafif bir kütle tasarlanması hedeflenmiştir.
Bu bağlamda ekolojik yapı tasarım kriterleri ön planda tutulmuş, Agora'nın dokusuyla yarışmayacak ögeler tercih edilmiştir.
Arkitera, 24.05.2012
|

Gökhan Karabacak'ın MimED 2011 Mimarlık Öğrencileri Proje Ödülleri 3. Yıl Kategorisi'nde ödüle layık görülen projesi. |
 |
29 MAYIS'A AYAR: ULUBATLI VE GEMİ YOK
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’ndan sonra 29 Mayıs İstanbul’un Fethi kutlamalarına da rötuş yapıldı. İstanbul Fetih programında artık surları fetih görüntüleri ile gemilerin karadan yürütülmesi yer almayacak.
Önceki yıllarda Belgradkapı semtinde yapılan törende mehteran bölüğünün müziği eşliğinde yeniçeriler surlara hücum ederdi. Özel olarak yapılan giriş kapısı yıkılır, aynı anda top atışı ile Cenk Marşı çalınarak askerler surlara çıkıp sancak dikerdi. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet, arkasında hocası Akşemsettin ve askerlerin surlardan İstanbul ’a girişi canlandırılırdı. Ayrıca kutlamalarda Fatih’in gemileri karadan yürütmesi de canlandırılırdı.
Fetih Yürüyüşü
Bu yıl bu görüntüler olmayacak. İstanbul Valiliği’nce tasarlanan program Fatih Sultan Mehmet’in türbesinde başlayacak. Fatih Camii avlusunda halka ve protokole helva ve şerbet ikram edilecek. Ayrıca mehter takımı ve yeniçerilerden oluşan bir kortej Beyazıt Meydanı’ndan Ayasofya Müzesi’nin önüne kadar ‘Fetih Yürüyüşü’ gerçekleştirecek. Mehter takımı konser verecek. Konser bitiminde Tarih ve İslam Araştırma Vakfı Başkanı Doç.Dr. Osman Sezgin tarafından ‘Muzafferiyet Duası’ edilecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından da 29 Mayıs günü Haliç kıyısında lazer, ışık, havai fişek gösterisi düzenlenecek. Genelkurmay’ın mehteran takımı da burada konser verecek. Rumelihisarı’nda da mehteran konseri gerçekleştirilecek.
Radikal, 24.05.2012
|
BİR 'MİRAS' BÖYLE YOK OLDU

‘Endüstriyel Miras’ kapsamında tescilli tarihi
Şişli Likör Fabrikası ‘korunmak’ üzere tamamen
yıkıldı. Fabrikanın arazisine 157 metre
yüksekliğinde iki gökdelen dikilecek. Yıkılan
fabrikanın bulunduğu yerin altına üç kat otopark
yaptıktan sonra da bina şekline
uygun olarak yeniden inşa
edilecek. Sadece Fransız Mimar Robert Malles
Stevens’ın çizgileri orijinal olacak. Mimarlar
tepkili...
Atatürk’ün emriyle 1930 yılında kurulan Şişli Likör
Fabrikası, Cumhuriyet’in ilk yapıları arasında
sayılıyordu. İlk betonarme tekniği uygulanan yapı
olduğu için 2 No’lu Koruma Kurulu tarafından 2006
yılında ‘Endüstriyel Miras’ kapsamında
değerlendirilip kültür varlığı olarak tescillenen
tarihi fabrika, sık sık yıkılma ihtimaliyle gündeme
gelmişti. Koruma
Yüksek Kurulu’nun 660 sayılı
“Tescilli yapıların yıkılmadan restorasyonunun
yapılması esastır’’ kararına rağmen Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’na bağlı 4 Numaralı Tabiat
Varlıklarını Koruma Komisyonu’nun kararıyla yıkılan
tarihi Likör Fabrikası’nın arazisindeki 5 dönümlük
alana 157 metre yüksekliğinde toplam 400 konutlu iki
gökdelen dikilecek. 200 milyon dolar yatırımla
hayata geçirilecek olan proje içerisinde rezidans
dairelerin yanı sıra otel ve kültür-sanat merkezi de
bulunacak.
TOKİ iştiraki Emlak Konut GYO ile Viatrans-Meydanbey
Ortak Girişimi yıkılan tarihi bina için “Mimar
Robert Mallet Stevens’ın orijinal çizimleri göz
önüne alınarak yeniden inşa edilip korunacak”
açıklamasını yapıyor. Ancak mimarlar bu açıklamaya
tepkili. Dünyada bu tarzda restorasyon anlayışı
olmadığı, ancak kaldırmak zorunluluğu karşısında
taşınmanın gündeme gelebileceği vurgulanıyor.
Yıkarak koruma anlayışının sadece yenileme
olabileceğini buna asla restorasyon denilemeyeceğini
belirten mimarlar, Likör Fabrikası’ndaki yöntemi
‘kılıfına uydurma’ olarak nitelendiriyorlar.
‘Yıkmak en son çaredir’
Prof Dr. Zeynep Ahunbay: “Restorasyonda yıkmak en
son çare olmalıdır. Burada niye yıkıyorlar anlamış
değilim. Beton mukavemeti güçlü değil, bir mazeret
olabilir mi? Güçlendirirsin ve korursun. İlk
betonarme bina örneği olarak eksikleriyle koruyup
gelecek kuşaklara aktarmak asıl
olandır. Özgün haliyle korunması gerekirdi. Şimdi
kopyası yapılacak. Tüm orijinalliği gitti. Tescilli
bir binanın yıkılarak restorasyon adı altında
‘Aynısını yapacağız’ denmesi korkunç bir olay.
Koruma kültürü bu değil. Burada amaç altına otopark
yapmak. Çevresine gökdelen yapılmasına bile izin
verilmemesi gerekirken tamamen yıktılar.”
‘Bu, kılıfına uydurmak’
Doç.Dr. Gül Akdeniz: “Bu sorun asıl Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu’nun elinden alınıp Tabiat
Varlıkları’na verilmesiyle başladı. Kültürel
süreklilik açısından Şişli Likör Fabrikası çok
önemliydi. Kültür varlığı olarak tescil edilmiş.
Kentin belleğine kazınmış bir yapıyı nasıl
yıkarsınız? Kimse direniş göstermiyor. Dünyada böyle
bir restorasyon anlayışı yok. Ankara bu yıkımı önce
suç olmaktan çıkarıyor sonra kılıfına uydurulmuş bir
şekilde uygulamaya geçiliyor. Türkiye’de böyle bir
restorasyonu daha önce ne gördüm ne de duydum. Ben
yeniden yapacaklarına da inanmıyorum. Daha önce de
böyle durumlar çok gördük. Rölevesini kendi
istedikleri şekilde uygulayacaklardır.”
Cumhuriyet’in ilk yapılarından
Dönemin ünlü Fransız mimarı Robert Mallet Stevens
tarafından 1930’ların başında inşa edilen Likör
Fabrikası Cumhuriyet’in ilk yapıları arasında yer
alıyordu. İnşa edilen döneme göre daha ileri
tekniklerle yapılan fabrika, sanayiyle kalkınmayı
hedefleyen Cumhuriyet
dönemi ekonomi politikasının
sembolü niteliğindeydi. Betonarme tekniğinin
uygulandığı ender yapılar arasında yer alan fabrika
zaman içerisinde birçok kez tadilat gördü. 1960
yılında tadilat gören fabrikaya bir de baca
eklenmişti.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 24.05.2012
|
1500 YILLIK JUSTİNİANUS KÖPRÜSÜ İLGİ BEKLİYOR
Beşköprü olarak da bilinen Sakarya'daki
Justinianus Köprüsü, Marmara depremi sırasında
oldukça hasar gördü. O dönemde başlanılan
restorasyon hala tamamlanamayınca köprü ayakta
kalmakta zorlanıyor.
Sakarya'da 1500 yıl önce İmparator Justinianus
tarafından yaptırılan tarihi Justinianus Köprüsü,
Bizans döneminin Anadolu'daki en görkemli anıtsal
yapılarından biri. 384 metre uzunluk, 9,85 metre
genişliğindeki köprü 12 kemer gözünden oluşuyor.
Beşköprü olarak da bilinen tarihi köprünün batı
ucunda tak izi, doğu ucunda apsisli yapı ve köprü
ile ilgili tonozlu yapı kalıntıları bulunuyor.
Marmara depreminde bazı kemer ayaklarında çatlaklar
oluşan tarihi köprü şimdilerde restore edilmeyi
bekliyor.
Köprü en son Karayolları Genel
Müdürlüğü'nce 1995 yılında onarılarak taşıt
trafiğine kapatıldı. Marmara depreminde
köprünün kemer ayaklarında çatlaklar oluştu. Tarihi
yapının restorasyonu için Karayolları'nca başlatılan
proje çalışmaları halen sürüyor.
Sakarya Valisi Mustafa Büyük, "Köprü, tarihi
kültürel miras açısından bölgemizin en eski, en
tarihi, en kıymetli eserlerinden birisi" diyor.
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Hüseyin
Yorulmaz ise köprüdeki turizmin artırılması için
somut projeler üretilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat
Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Zeki
Özcan da yaklaşık 1500 yıl önce yapılan tarihi
köprünün bugünkü boğaz köprüleriyle eş değer
tutulabileceğini kaydederek, "Bizim bugünkü
teknoloji ile belirlediğimiz ayak formlarını o
zamanın şartlarında tecrübelerle yapmışlar" diye
konuşuyor.
Sakarya Rehberim, 24.05.2012
|
KAMU TAŞINMAZLARININ TURİZME TAHSİSİNDE DEĞİŞİKLİK
Kamu
Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi
Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair
Yönetmelik, Resmi Gazete'de yayımlandı.
Yönetmelik, kültür ve turizm koruma ve gelişim
bölgeleri, bu bölgelerin alt bölgeleri ve turizm
merkezlerinin içinde veya dışındaki kamu
taşınmazlarının, turizm amaçlı kullandırılmasına
ilişkin esasları düzenliyor.
Taşınmazlara dair tekliflerin değerlendirilmesini
düzenleyen maddede yapılan değişikliğe göre, tahsis
şartnamesinde belirlenecek hususlar kapsamında
başvurusu Kültür ve Turizm Bakanlığınca uygun
görülen girişimcilerle sosyal ve teknik altyapıya
katılım payı üzerinden müzakere yapılacak.
Müzakereye ilişkin usul ve esaslar Arazi Tahsis
Komisyonu'nca belirlenerek, müzakereye katılacak
girişimcilere tebliğ edilir ve müzakereler Müzakere
Komisyonu tarafından yürütülecek. Tek başvurunun
yapıldığı hallerde Müzakere Komisyonu'nca yatırımın
özelliğine göre girişimciden sosyal ve teknik
altyapıya katılım payı istenebilecek. Birden fazla
başvuru hallerinde ise müzakere öncesi tebliğ edilen
usul ve esasların kabul ve taahhüt edildiğine
ilişkin noter onaylı taahhütname ile girişimci
tarafından teklif edilen ilk katılım miktarı
tutarında teminat Bakanlığa teslim edilecek.
Arazi Tahsis Komisyonu gerekçesini belirtmek
suretiyle taşınmazı tahsis edip etmemekte serbest
olacak. Tahsis etmeme yönünde karar alınması halinde
girişimcilerin teminatları iade edilecek. Bölgenin
tamamının veya alt bölgenin tek bir ana yatırımcıya
tahsisi için Bakanlar Kurulu'nca verilen ön izin
işlemleri, ön izin koşullarına göre Bakanlıkça
yürütülecek.
Ek alan olarak tahsis edilebilecek kamu
taşınmazları
Özel mülkiyete veya tahsisli yatırımlara, duyuru
şartı aranmaksızın, tahsise ilişkin diğer hususların
da sağlanması ve hisseli parsel teşekkül
ettirilmemek şartı ile ek alan olarak tahsis
edilebilecek kamu taşınmazları şöyle:
''Küçük ölçekli planlardan büyük ölçekli planlara
geçişte ölçeğin gerektirdiği farklılıklardan doğan
ilave bitişik alanlar, inşa edilecek tesis türünün
ve sınıfının gerektirdiği şartların sağlanamaması
halinde meydana gelen olumsuzluğun giderilmesine
imkan verilecek ilave bitişik alanlar, aynı imar
adası içerisinde yer alan, imar planları ile turizm
kullanımına ayrılmış olan ana alandaki tesisin
niteliğini arttırmaya yönelik ilave bitişik alanlar,
imar parseli bütünlüğünün oluşturulması ve uygulama
imar planlarında öngörülen kapasitenin elde
edilebilmesi bakımından imar parseli içinde kalan
alanlar, tahsis yapıldığı tarihte denizle bağlantısı
olan tahsisli alanlar ile aynı durumdaki özel
mülklerle deniz arasında kıyı kenar çizgisinin
sonradan değişmesi nedeniyle yeni oluşan alanlar,
tahsisli ana parsele veya özel mülke proje bütünlüğü
olan ve birlikte kullanılması zorunluluğu bulunan
alanlar.''
Tahsis yapıldığı tarihte denizle bağlantısı olan
tahsisli alanlar ile aynı durumdaki özel mülklerle
deniz arasında kıyı kenar çizgisinin sonradan
değişmesi nedeniyle yeni oluşan alanların ek alan
olarak tahsis edilebilmesi için bu alanların
tahsisli ana parsellerle veya özel mülklerle proje
bütünlüğünün sağlanması ve birlikte kullanılması
zorunluluğu aranacak. Bu alanlar, tahsisli alanlara
veya özel mülklere denizle bağlantılarının
sağlanması bakımından denize cepheleriyle sınırlı
olacak şekilde tahsis edilebilecek.
Faaliyetlerinin tamamlayıcısı olarak hizmet vermesi
amacıyla, bölgede bakanlıkça belgelendirilmiş tek
bir turizm tesisi olması halinde bu tesise;
bakanlıkça belgelendirilmiş birden fazla turistik
tesis olması halinde bunların kuracağı ticari
ortaklıklara, eşit koşullarda yararlanmak ve
birlikte işletilmek şartıyla; turizm yatırımı ve
işletmeciliği ile görevlendirilmiş altyapı
birlikleri ile kamu kurum ve kuruluşlarına bu
yönetmeliğin ilgili maddesindeki duyuru şartı
aranmaksızın, imar planına uygun mekanik tesis hattı
ve zorunlu hallerde kayak pisti yapılmak ve birlikte
kullanılmak üzere bedeli karşılığında arazi tahsis
edilebilecek. Kayak pistlerine ilişkin kullanım
bedelleri, günübirlik tesis açık alan birim maliyeti
üzerinden belirlenecek.
Taşınmazlarda ön izin bedeli
Arazi Tahsis Komisyonu, Yatırım ve İşletmeler Genel
Müdürlüğü'nden sorumlu müsteşar yardımcısı
başkanlığında, Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürü,
Arazi Tahsis Dairesi ile Yatırım Geliştirme ve
Planlama Dairesinden sorumlu genel müdür
yardımcıları, Kontrolörler Kurulu Başkanı, Arazi
Tahsis Daire Başkanı, Yatırım Geliştirme ve Planlama
Daire Başkanından oluşacak. Tescilli taşınmaz kültür
varlıkları ve korunma alanlarına ilişkin konularda
Arazi Tahsis Komisyonu'na ve Müzakere Komisyonuna
üye olarak, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürü katılacak.
Ön izin yükümlülüklerini yerine getirerek turizm
yatırımı belgesi veya ana turizm yatırımı belgesi
alan girişimci adına Arazi Tahsis Komisyon kararıyla
kesin tahsis yapılacak.
Kanunlarında, turizm yatırımı ve işletmeciliğiyle
görevli olan kamu kurum ve kuruluşlarına, turizm
yatırımı belgesi alınması şartıyla, konaklama hariç
imar planlarında yalnızca günübirlik, rekreasyon ve
spor tesisleri gibi kullanıma ayrılmış alanlar
ilansız olarak tahsis edilebilecek. Kamu kurum ve
kuruluşları bu taşınmazlar üzerinde adlarına yapılan
tahsisi üçüncü kişilere devredemeyecek ve tür
değişikliği yapamayacak. Aksi takdirde tahsisleri
iptal edilecek.
Tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma
alanları kamu kurum ve kuruluşlarına ilansız olarak
tahsis edilebilecek. Bu durumda tahsis edilen
tescilli yapı konaklama amaçlı olarak
kullanılabilecek ve yönetmelikteki kamu kurum ve
kuruluşlarına tahsislerdeki konaklamaya yönelik
kısıtlama uygulanmayacak. Tescilli taşınmaz kültür
varlıkları ve korunma alanlarının kamu kurum ve
kuruluşlarına konaklama amacıyla ilansız tahsisi
sadece tamamı en çok 100 yatak kapasiteli tesisler
için geçerli olacak. Belirtilen kapasite üzerinde
olan tesisler tahsis edilemeyecek. Termal ve kış
turizmi amaçlı tahsisler ile tescilli taşınmaz
kültür varlıkları ve korunma alanlarının
tahsislerinde ön izin bedeli yüzde elli indirimli
uygulanacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve
Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından müştereken
hazırlanan yönetmelik, yayımı tarihinde yürürlüğe
girecek.
Yapı, 23.05.2012
|
TARİHİ YAPILAR KAYIT ALTINA ALINIYOR
Baman'ın Kozluk İlçesi'nde, Batman Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projeleri Koordinatörlüğünce desteklenen kültür envanterleri projesi çalışması başladı.
Batman Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı ve proje koordinatörü Yrd. Doç.Dr. M. Emin Şen, Kültür Varlıkları Bölüm Başkanı Doç. Nuray Alparslan ve Sanat Tarihçisi Şükran Aslan Kozluk’taki tarihi dokuları inceledi.
Şen yaptığı açıklamada, Batman'ın tarihi turizm bakımından oldukça zengin coğrafyasının olduğunu ve proje sonunda envanterlerin tamamını bulabilecekleri eserlerin ilin tanıtımına önemli katkı sağlayacağına vurgu yaptı.
Batman Haber, 23.05.2012
|

|
MİLATTAN ÖNCEKİ FACEBOOK BULUNDU
Günümüzde oldukça
popüler olan Facebook'un
tarih öncesi modelinin binlerce yıl önce
mağara adamları tarafından kullanıldığı ortaya
çıktı.
Rusya ve İsveç'te araştırmacıların yaptıkları
çalışmalara göre mağara duvarına çizilen resimler
kabileler arası iletişimin sağlanması için
kullanılıyordu.
İngiltere'nin Daily mail haber sitesinde çıkan
habere göre, Cambridge Üniversitesi araştırmacıları
Rusya'daki Zalavruga ve İsveç'teki Namforsen
sitelerinde yaptıkları çalışmalar sonucu, mağara
duvarlarına çizilmiş yaklaşık 2.500 resim ortaya
çıktı. Araştırmacılara göre,
Bronz devrinde kaya duvarlara çizilen, insan ve
hayvan resimlerinden av partilerine kadar bir çok
tasvir, o dönemde yaşayan insanların duygu ve
düşüncelerini paylaşmak için kullandıkları bir
yöntemdi.
Araştırmada yer alan Cambridge üniversitesi
Arkeologlardan Mark Sapwell'e göre bu bölgeler çok
özel mekanlar ve insanların buralara gelme sebebi,
kendilerinden önce bu bölgede yaşayanları
tanımalarından dolayı. Sapwell, "Tıpkı günümüzdeki
gibi, insanlar binlerce yıldır birbirleriyle
iletişim içindeydiler ve bu kaya resimleri de
tarih öncesi toplumların kendi kimliklerini
sergilemek için kullandıkları bir yoldu. Bu yüzden
tıpkı Facebook'taki statünüz gibi, kaya
resimleri de sizi düşüncenizi açıklamaya davet
ediyor ve aynı zamanda yorumlar içinde açıktı"
şeklinde konuştu.
Günümüzde Facebook 900 milyondan fazla
kullanıcısıyla oldukça popüler durumda. 28 yaşındaki
kurucusu Mark Zuckerberg'i kısa bir süre içinde
dünyanın en zengin 29. Kişisi durumuna getiren
Facebook, Türkiye'de
30 milyon 700 bin kişi tarafından kullanılıyor.
Habertürk, 23.05.2012
|
ANTALYA'NIN TARİHİ EVLERİ TURİZME KAZANDIRILACAK

Kültür ve Turizm Bakanı Yardımcısı Dr. Abdurrahman
Arıcı, Antalya'nın Elmalı, Akseki, Korkuteli ve
İbradı ilçeleri ile Ormana beldesini alternatif
turizme kazandırmada ikinci Safranbolu yapacaklarını
söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kültür turizmini
yaygınlaştırmada sivil mimari eserlerini koruma ve
gelecek nesillere taşımada özen gösterdiğini
belirten Arıcı, Elmalı, İbradı, Korkuteli ve Ormana
beldesinde bulunan asırlık taş hatıl ve cumbalı
evlerini kültür turizmine kazandırma kararlı
olduklarını kaydetti. 3 ilçede bulunan sivil mimari
eserlerinin korunması ile ilgili açıklamada bulunan
Arıcı, buralardaki tarihi konakları kültür
turizmine, sivil mimari eserleri de dünya turizmine
kazandıracaklarını ifade etti.
Arıcı, "Bakan Ertuğrul Günay, tarihi Elmalı
evlerinin turizme kazandırılmasına özel önem
veriyor. Elmalı'nın tarihi dokusu Antalya'nın
Safranbolu'su olmaya çok uygun. Korkuteli Alaaddin
Mahallesi'ndeki Anadolu Selçuklu dönemi eserlerini
de restore ederek kültür turizmine kazandırdık.
Mahallenin Selçuklu dokusu aradan asırlar geçmesine
rağmen orijinalliğini koruyor. Bu 4 ilçemiz kültür
turizmi yanı sıra botanik, doğa sporları ve
ekoturizmi içinde çok elverişli" dedi.
Tarihi evleri kültür turizmine açarak Çinli, Japon,
Güney Kore, Tayvan ve Singapurlu turistleri bölgeye
çekmeyi hedeflediklerini belirten Arıcı, Kapadokya
bölgesinde çoğu tarihi evlerin kültür turizmine
kazandırılmasıyla son 5 yıldır çok iyi şekilde Uzak
Doğulu turist hareketliliği yakalandığını kaydetti.
Ormana Belediye Başkanı Mehmet Ayhan Keskin,
beldelerinde 115 yıllık 100 tarihi hatıllı evin
bulunduğunu söyledi. Kültür turizmine açtıkları
evlere ABD, Almanya, İngiltere ve Belçika'da turist
geldiğini belirten Keskin, evlerin kışın ve baharda
doğa ve bisiklet sporuna hizmet verdiğini ifade
etti.
Turizm Gazetesi, 23.05.2012
|
|
"SANAT ESERİ MUAMELESİ GÖRECEK"
İstanbul’un
tartışmalı konularından biri olan
İnönü Stadı’nın yenilenmesi projesine daha önce
karşı çıkan
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, revizyona yeşil ışık yaktı.
Habertürk TV’ye konuşan Bakan Günay, “Madem orada tesis edilmiş bir stadyum var. Onu da bir sanat eseri gibi yeniden revize etmek gerektiği gibi bir mutabakatımız var. Maç saatlerinde çevresel kirlilik yaratmayacak bir düzenleme yapılacak” dedi.
Turizm sektöründe yıllardır tartışma konusu olan konaklama tesisleri için ikili ruhsatlandırma sistemine son vermek istediklerini de kaydeden Günay “Mevcut sistemde konaklama tesisleri ister belediyelerden isterse yıldız sistemine dahil olabilmek için bakanlıktan ruhsat alabiliyorlar. Bu ikili sistem nedeniyle belediyelerden ruhsatlı konaklama tesislerinde bir sıkıntı yaşandığında bakanlıkça müdahale edemiyoruz” dedi.
Habertürk, 23.05.2012
|
2 BİN YILLIK MÜHÜR GÜN IŞIĞINDA!
İsrailli arkeologlar, Kudüs'teki bir arkeolojik kazı yerinde yaptıkları çalışmada, 2 bin 700 yıllık bir mühür bulundu.
Bölgedeki arkeolojik kazıları yürüten İsrail Eski Eserler Yönetimi adlı kuruluşun Direktörü Eli Şukron, üzerinde Beytüllahim ibaresi taşıyan mührün şimdiye kadar bölgede bulunan en eski arkeolojik kalıntı olduğunu söyledi.
Şukron, 1,5 santimetre çapındaki mührün, Kral Süleyman tarafından MÖ 957 yılında inşa ettirilen Birinci Kutsal Tapınak'taki eski İbrani yazısını taşıdığını ve büyük bir ihtimalle taşımacılık vergisini damgalamak amacıyla kullanıldığını belirtti.
Bulla adı verilen kilden mührün üzerinde Hazreti İsa'nın doğduğu yer olan Beytüllahim'in adının bulunduğunu anlatan Şukron, ilk kez tarihin bu döneminden kalma bir arkeolojik kalıntının üzerinde Beytüllahim kentinin adına rastlandığına dikkati çekti.
Şukron, mührün bulunduğu yerin yakınında yapılan kazılarda da yine aynı döneme ait çanak ve çömleklerin ortaya çıkarıldığını kaydetti.
Habertürk, 23.05.2012
|
 |
KUTSAL MEKANLARA RESTORE
Bingöl’ün Kiğı
İlçesi'nde bulunan tarihi türbeler, Bingöllü iş
adamı Cemal Eğin tarafından restore edilecek.
Bingöl’ün Kiğı
İlçesi'nde bulunan Seyit Kasım Türbesi ve Halit Bin
Velit’in askerinin bulunduğu türbeyi restore etmek
için kolları sıvayan Eğin Grup Yönetim Kurulu
Başkanı Cemal Eğin, restorasyonun haziran ayının ilk
haftasına kadar tamamlanacağını belirtti. Türbe
restorasyonlarının yanı sıra aynı alanda alt yapı ve
çevre düzenlemelerinin de yapılacağını belirten iş
adamı Eğin, çalışmalar hakkında şu bilgileri
aktardı.
“Kiğı İlçemizde bulunan
kutsal mekanların restore edilmesine yönelik
geliştirdiğimiz çalışmalar kapsamında
Vatandaşlarımızın türbe ziyaretlerinde daha rahat
etmelerini sağlamak için uzak bir mesafeden türbe
alanlarına su çekeceğiz. Bay ve bayan lavabolarının
yanı sıra, insanlarımızın kurbanlarını rahat
kesebilmeleri için kurban kesim alanları,
ziyaretçiler için piknik alanları ve beton masaların
olacağı oturma alanları oluşturulacak. Türbe
manzarasının kapanmaması için de türbeyi çevreleyen
duvarların belli bir kısmını demir ferforje
yapacağız Tahminen haziran ayının ilk haftasında
tamamlamayı planladığımız çalışmamız memleketimize
hayırlı olsun” dedi.
Bingöl Kent Haber,
23.05.2012
|
AVRUPA MÜZELERİ TELAŞTA

Bergama Sunağı nın kaçırıldığı tarihten bir fotoğraf (solda). Sunağın Türkiye'deki yerinde ise yeller esiyor (sağda).
The Economist dergisi
19 Mayıs günü
‘Türkiye’nin kültürel hırsları’ başlıklı makaleyle
Türkiye ’nin
yurtdışına kaçırılan eserlerini geri alma
mücadelesini eleştirdi. Kültür editörü Fiammetta
Rocco tarafından kaleme alınan yazıda, Avrupa
müzelerinde ve koleksiyonerlerde telaş olduğu
vurgulanarak “Bazısı avukatlara başvurdu, bazısı da
uzun dönemli ödünç vermenin sorunu çözeceğini
umuyor. Ancak Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay
sadece süresiz ödünç vermeyle tatmin olacaklarını
söylüyor. Bazısı da oyalama taktiği güderek Türk
yetkililerin bezeceğinii umuyor” ifadesi kullanıldı.
Türkiye yıllardır, topraklarından kaçırılmış tarihi
eserlerinin peşinde. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ,
Hattuşa’dan 1917’de restorasyon bahanesiyle
götürülen Boğazköy Sfenksi’ni iade etmeyen
Almanya’yı, Almanların yürüttüğü kazıları iptal
etmekle uyarmıştı. Berlin Müzesi iki ay sonra eseri
‘iade’ kararı aldı. Bakanlık ayrıca Amerikan
Metropolitan Müzesi’ndeki Herakles Heykeli’nin üst
yarısının iadesini de sağladı. Bakanlık Avrupa ve
ABD’deki birçok müzeden de zamanında kaçırılmış
eserleri istiyor.
Dergide çıkan makale ise Türkiye’nin bu eserleri
isteme hakkı olmadığını savunuyor: “Osmanlı padişahı
2. Abdülhamid, 1887’de Lübnanlı bir köylünün Sayda
kentinde bulduğu 18 lahiti İstanbul’a getirtmişti.
En büyük lahitte Büyük İskender’in kemiklerinin
bulunduğuna inanılıyordu. Lahit Türklere ait değil
ve Sayda bugün Lübnan topraklarında ama lahit,
İstanbul ’un en
büyük hazinesi kabul ediliyor. Mona Lisa Louvre için
neyse, İskender Lahti de
İstanbul Arkeoloji
Müzesi için o.”
Oysa İskender Lahiti Lübnan’dan getirilirken bu
topraklar Osmanlı Devleti’ne aitti. Türkiye’nin
iadesini istediği hiçbir eser ise bu kapsamda değil.
İadesi istenen eserlerin tamamı yasadışı yollarla
kaçırılan hazineler.
Humann: Nasıl
kaçırdım?
The Economist’teki makalede Almanya’da bulunan
Bergama Zeus Sunağı da yer aldı ve ‘padişahın
izniyle’ kaçırıldığı öne sürüldü. Oysa gerçek
kaçırılma hikayesi farklı. 1864 yılında Ege’deki
tren yolu inşaatında mühendis olarak çalışmaya gelen
Carl Humann bir yıl sonra Bergama akropolünü
keşfetti. 1871 yılına kadar yani Osmanlı
yönetiminden kazı izni aldığı tarihe kadar Zeus
Sunağı’na ait pek çok parçayı
Almanya ’ya
kaçırdı. İzni aldıktan sonra da bu eserleri sanki
izin alındıktan sonra götürmüş havası yarattı. Tüm
bunları da Berlin Müzesi Heykel Bölümü Müdürü
Alexander Conze’ye yazdığı mektupta anlattı. İşte o
mektuptan bir bölüm:
“...Şimdi size şöyle bir teklifim var. Bu işin
kokusu çıkmadan rölyefleri tepeden aşağı indirteyim.
Sağlam sandıklara koyayım ve Dikili’ye taşıtayım.
Orada kimse sandıkları İzmir istikametli bir gemiye
yükletmemi engellemez.
İzmir ’de Diran
Efendi’yi hemen yoklayıp beni
İzmir Limanı’na
kontrolsüz sokmalarını sağlarım. Sonra da sandıkları
İzmir ’de Hollanda
veya İngiliz bandıralı bir şilebe yükleyip yollarım.
Böylece sandıkları kimse bulamaz. Biz de bunların
size altı yıl önce ve geçen sene gönderdiğim
rölyeflerden olduğunu söyleriz.”
Osmanlı dava açtı
Troia diğer ismiyle Troya Hazineleri de benzer
yöntemlerle kaçırılmıştı. Alman amatör arkeolog
Schlieman, bulduğu hazineleri Atina’ya kaçırdı.
Kaçakçılığın ortaya çıkmasından birkaç ay sonra
Osmanlı Devleti Atina’da 1874 yılında dava açıp
eserlerin iadesini talep etti. Ancak dava
kaybedildi. Daha sonra temyize gidildi ve Osmanlı
haklı bulunarak eserlerin iadesine karar verildi.
Schlieman’ın Atina’daki evi arandı ancak eserler
kaçırılmıştı. Daha sonra Osmanlı, Schlieman aleyhine
1 milyon Frank’lık tazminat davası açtı. Ancak
mahkeme tazminat bedelini 10 bin Frank olarak
belirledı. Bu arada Osmanlı Devleti girdiği savaşlar
nedeniyle eserlerin peşini bıraktı.
İstedİğİmİz eserler
ABD’den:
Kumluca Eserleri, Herakles Heykeli, Getty Museum ve
Lydia Eserleri.
Almanya ’dan:
Bergama Zeus Sunağı, Aphrodisias İhtiyar Balıkçı
Heykeli, Konya Beyhekim Camii Mihrabı, Hacı İbrahim
Veli Türbesi Sandukası, Troya Hazineleri.
Danimarka’dan:
Diyarbakır Müzesi Sfenks Figürini, Akşehir Seydi
Mahmut Hayrani Türbesi’ne ait sanduka, Cizre Ulu
Cami kapı tokmağı, Nuruosmaniye Kütüphanesi’ne ait
Kur’an sayfaları.
Rusya’dan:
Troya Hazineleri.
Fransa’dan:
II. Selim Türbesi çinileri.
İngiltere’den:
Çalıntı Kur’an sayfaları, Victoria&Albert Müzesi’nde
bulunan Eros Başı, Samsat Steli, Halikarnas Mozolesi
parçaları, Knidos Aslan heykeli.
Knidos Aslanı vinçle
taşındı
İngiliz Arkeolog Charles Newton ve arkadaşları,
kürekli bir filikayla, Knidos Aslanı’nın binlerce
yıldır kıpırdamadan yüzükoyun yattığı Datça koyuna
geldi. Büyük ihtimalle o tarihe kadar kimseler bu
eşsiz koya uğramamıştı. Newton, aslanı taşıyabilmek
için koya bir vinç bile getirtti. 11 ton
ağırlığındaki Knidos Aslanı heykeli, vinçlerle koya
yanaşan tekneye, sonra da bir İngiliz savaş gemisine
yüklenerek götürüldü. Newton bu anı fotoğraflamayı
da ihmal etmedi. Newton tarihi eserler konusundaki
bu ‘başarılarından’ dolayı daha sonra ‘sir’
unvanıyla ödüllendirildi. Hem Knidos hem de
Bodrum’dan çok kıymetli eserleri gemilerle
İngiltere ’ye
taşımış, dönemin yöneticilerinden Mehmet Ali Ağa’dan
da insan gücü ve malzeme yardımı almıştı. Çaldığı
eserler bugün British Museum’da sergileniyor.

Eros Başı
İngiltere
’de
Konya Ereğli’de 1879 yılında Konsolos Charles
Wilson tarafından yapılan kazılar sırasında ortaya
çıkarılan 700 yıllık Sidemara Lahti üzerinden
koparılıp götürülen Eros Başı
İngiltere ’de
Victoria&Albert Müzesi’nde sergileniyor. 25 tonluk
Sidemara Lahiti ise İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde
Eros başının yeri boş olarak sergileniyor. Eserin
müzeye Wilson’ın torunları tarafından bağışlandığı
ortaya çıktı.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 22.05.2012
|
 |
KİLİSEDE HIRSIZ ALARMI
Beyoğlu'nda bir kilisede hırsızlık yapıldığı iddiası polisi alarma geçirdi. Köşe başlarını tutarak ara sokaklarda koşuşturan polis ekipleri, kilisenin çatısına çıkarak hırsız aradı.
Olay, saat 02.00 sıralarında, Karaköy'deki Türk Ortodoks Kilisesi'nde meydana geldi. Hırsız gördüğünü savunan kilise hizmetlisi durumu polise bildirdi. İhbar üzerine olay yerine çok sayıda polis ekibi sevk edildi. Kilisenin bitişiğinde ikamet eden hizmetli Ferman Yaramış ve oğlu Yakup Yaramış, polislere hırsızı gördükleri yeri gösterdi. Etrafı çeviren polis ekipleri, binanın çatısına da çıkarak hırsız aradı. Ara sokaklarda yaklaşık 1 saat koşuşturmaca yaşandı. Ancak polisin çevrede ve çatıda yaptığı aramalarda hırsızın izine rastlanılmadı.
Daha önce de aynı kiliseye hırsızlık amacıyla girmek isteyen şahıslar olduğu öğrenildi. Ferman Yaramış, "Geçen hafta da aynısı oldu. Polisi aradık, polis gelmedi. Bugün de çocuk görmüş. Haber verdi. Polis geldi. Ortalıkta bir şey bulamadılar. Gitmiş olabilir. Çalınan bir şey yok. Zaten içerde çalınacak bir şey de yok. Burası bir ibadethane, burada dua kitabından başka bir şey yok" dedi.
Sabah, 22.05.2012
|
ALLİANOİ GİRİŞİMİ 'EUROPA NOSTRA'NIN ÖDÜLÜNE LAYIK
GÖRÜLDÜ
Allianoi sular altında kaldı ama Allioni
Girişimi’nin gençleri kültürel mirası koruma
çabalarını sürdürüyor. Allianoi Girişimi, bu yıl
Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen, Avrupa
Birliği Kültür Mirası Ödülü “Europe Nostra”
tarafından Özel Hizmet dalında ödül almaya layık
görüldü.
Geleceği güvence altına almak için
geçmişini koruyan gençlerin öyküsü bu hafta Y
Nesli’nde.
Avrupa’nın en genç ülkesi Türkiye’de nüfusun yaş
ortalaması 30’un altında. Tarihi ve doğal
güzelliklerin yaşı ise aksine hayli büyük.
Cenevizliler’den Bizans’a Osmanlı döneminden
Cumhuriyet’e uzanan geniş bir tarih, değer biçilemez
bir kültürel mirasın izlerini günümüze taşıyor.
Tüm bu tarihi yapıların sular altında kaldığını
hayal etmek dahi oldukça yaralayıcıyken Roma
döneminden kalma en eski kaplıcaların yer aldığı,
Allianoi antik kenti geçtiğimiz yıl sular altında
kaldı.
Arkeolog Ahmet Yaraş, Yortanlı Barajı’nın
faaliyete geçmesiyle sulara gömülen kenti korumak
için yılarca mücadele verdi. Farklı şehirlerden
gelerek çeşitli alanlarda çalışmalarını sürdüren
gençler, Ahmet Yaraş‘in liderliginde Allianoi
Girişimi’ne destek vermek için Bergama’da buluştu.
Girişimin destekçilerinden Mimar Onur Karahan,
öğrenciyken haberdar olduğu Allianoi antik kenti
kazı çalışmalarına nasıl dahil olduğunu katıldığını
anlatıyor:
“Mimarlık birinci sınıfı bitirdiğimde notlarıma
bakmak için fakülteye gittim. Bir pano vardı. Panoya
çok küçük bir not düşülmüştü: “Yortanlı Barajı’nı
kurtarma kazısına, Allinoi kazısına çizim yapmak
için mimarlık öğrencisi aranıyor.”
Girişimi destekleyen gençlerden bir diğeri,
Nesrin Ermiş, zaman içinde Allianoi’nin sular
altında kalışına tanık olmanın verdiği hüznü şu
sözlerle ifade ediyor:
“Daha önce gelen konuklarımızı, misafirlerimizi
getiriyordum. Allinoi ile ilgilenenleri, tarihle
ilgilenenleri… Allinoi’nin yavaş yavaş sular altında
kalma sürecine tanık oldum, gelen misafirlerimizle
birlikte.”
Gençlerin herbiri farklı yaşam öykülerini temsil
ederken ortak noktaları Allianoi’ye yapılanlar
karşısında öfkeli olmaları. Hasbi Parlak, ekonomik
ve kültürel çıkarların her zaman kesişmediğine
dikkat çekiyor:
“Bu, baraj olarak alternatifleri olan bir
barajdı. Baraj gövdesinin biraz çekilmesi gibi
durumlar vardı; bunlar yapılabilirdi. Tabi su bir
ihtiyaç; onu hepimiz biliyoruz ama bunun
alternatifleri var.”
Gençler antik kenti kurtarma çabalarında
başarısız olsa da bir konuda zafer elde etti.
Allianoi Girişimi, Avrupa Komisyonu tarafından
desteklenen, Avrupa Birliği Kültür Mirası Ödülü
“Europe Nostra” tarafından Özel Hizmet dalında ödül
almaya layık görüldü.
Europa Nostra temsilcisi Barış Altan, kentin
sular altında kalmasının onları yıldırmayacağından
söz ediyor:
“Bu arkeolojik site, bu kültür mirası hepimizin
geleceği. Sadece arkeoloji, mimarlık, kültürel miras
alanında çalışan gençlerin değil toplumun geleceğini
ilgilendiriyor. Ne yazık ki Allianoi’deki gibi hazin
sonlar gençleri caydırıyor. Yılmamalıyız ve bir
sonraki adımlar için çalışmaya devam etmeliyiz.”
Allianoi Girişimi’nin gençleri yılmadan
dertlerini anlatmaya devam ediyor. Allianoi kenti
için düzenledikleri kampanya, Anadolu toprakları
genelinde çok sayıda yeni hidoelektrik santrali ve
baraj yapımına karşı onbinleri harekete geçirmeye
devam ediyor. Baraj tehditiyle yıllardır boğuşan bir
diğer kent olan Hasankeyf’te olduğu gibi…
Girişimin sözcülerinden Hasbi Parlak, uzmanların
Allianoi’nin 50 yıl içinde tamamen çamurla
kaplanabileceği konusunda uyarıda bulunmasının
mücadelelerini güçlendirdiğini belirtiyor:
“50 yıl sonra bu barajın komple mille
kaplanacağını düşünürsek, Allianoi’ye ulaşmamız
kolay olmayacak, diye tahmin ediyorum. Ama eğer öyle
bir durum olursa Allianoi için birşeyler yapmaya her
zaman uğraşırım.”
Tarihi ve kültürel mirası korumak geleceğe umutla
bakmak anlamına geliyor. Nesrin, Allianoi
Girişimi’ni destekleyen bir genç olarak geçmişin
önemini şu sözlerle vurguluyor:
“Genç insanların daha çok tarihini bilmesi
gerekiyor. Geçmişini bilmeyen şu anki yaşadığının
değerini anlayamaz ve dolayısıyla geleceği de
göremez, diye düşünüyorum.”
Euronews, 21.05.2012
******
ALLİANOİ BOŞUNA MI SUYA GÖMÜLDÜ?

Dünyada en iyi korunmuş eski Roma su-terapi
merkezi olan Allianoi'un harçla kaplanarak bir
sulama barajı uğruna suya gömülmesinin üstünden
16 ay geçtiği halde, yöre köylülerinin o suyu
kullanabilmesini sağlayabilecek kanalların
yapımına daha başlanmadı.
Ege Bölgesinde, Bergama'nin 18 km.
Kuzeydoğusunda bulunan Allianoi'un hemen
yanındaki Pasaköy'ün muhtarı Adnan Çelik, sulama
kanallarını döşeyecek olan firmanın 36 aylık bir
kontrat imzaladığını ve yöreye daha yeni
geldiğini açıkladı.
Allianoi Girişim Grubu dönem sözcüsü Üstün
Bilgen Reinart, “Bu durum, Allianoi'un alelacele
yok edilmesinin köylülere sulama suyu sağlamak
için değil, ta 2001'de, İzmir 2 Nolu Doğal ve
Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu Allianoi'u
Birinci Derecede Sit alani ilan ettikten ve
çeşitli yargı kararları Allianoi'un korunmasını
istedikten sonra da baraj inşaatına devam etmiş
olan DSI'nin suçunu örtmek için yapıldığını
gösteriyor...” dedi. “Bugün Allianoi’un üzerinde
yaklaşık 10-12 m. civarında su birikti. Artık
Allianoi’un üzerinde 30 m. su toplanacak.
Kalıntıların üstüne sıvanan harcın Allianoi'u
koruyacağının bilimsel hiç bir delili olmadığı
gibi, dünyada böyle bir uygulamanın da başka
örneği yok” diye konuştu.
'UNUTTURULMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ'
Europa Nostra ödülleri, 1 Haziran'da Portekiz'in
baskenti Lizbon'da yapılacak olan Kültür Mirası
Kongresi'nde, Dr. Ahmet Yaraş ve Allianoi
Girisim Grubu dönem sözcüsü Üstün Bilgen
Reinart'in katılacakları bir törenle, Europa
Nostra'nın başkanı, tanınmış opera sanatçısı
Placido Domingo tarafından sahiplerine
verilecek.
Allianoi'un suya gömülmesiyle mücadelelerinin
bitmediğini söyleyen Girişim Grubu sözcüsü Üstün
Bilgen, henüz sonuçlanmamış davalar olduğunu,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki davanın da
sürdüğünü, Allianoi'un unutturulmasına izin
vermeyeceklerini ve insanlığın kültür mirasını
koruma mücadelesinde kararlı olduklarını
sözlerine ekledi.
NE OLMUŞTU?
Allianoi Girisim Grubu'nun, çeşitli meslek
odalarının ve Avrupa'da faaliyet gösteren
Kültürel Mirasi koruma kurumlarının bütün
cağrılarına karşın, eski Cevre Bakanı Veysel
Eroğlu, “Allianoi diye bir yer oldugu bile
belli değil” diyerek antik merkezi koruma
çabalarını kücümsemiş, Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay ise tarihi ve kültürel mirası koruma
görevini unutmuş ve Yortanlı Barajı'nın
kapakları 31 Aralık 2010'da kapatılarak Allianoi
sular altında bırakılmıştı.
Birgün, Yazı: Gülsen Candemir, 23.05.2012
|
YARIMADA'DA ÜNİVERSİTELER PROJESİ
Geçmişte
bilimin merkezi olan tarihi yarımada, üniversitelere
hizmet edecek. Fatih, Beyazıt, Süleymaniye ve
Zeyrek'i de içine alan tarihi miras, 'üniversiteler
bölgesi' ilan edilecek.
Yükseköğretimde hızla gelişen Türkiye, eğitim
ihracatında Batı ülkeleri ile rekabete hazırlanıyor.
Çok sayıda üniversitenin bir araya gelmesiyle oluşan
Oxford ve Cambridge benzeri proje, İstanbul
Üniversitesi'nin öncülüğünde hayata geçiriliyor.
Osmanlı döneminde bilime ev sahipliği yapan
Fatih, Beyazıt, Süleymaniye ve Zeyrek'i içine alan
tarihi yarımada, 'üniversiteler şehri' oluyor.
Bölgeyi eğitim ve kültür havzasına dönüştürecek
proje sahasında halen 7 üniversite ve 1 meslek
yüksekokulu eğitim veriyor. Bunlardan 5'i özel, 2'si
devlet kurumu.
Beyazıt ve Süleymaniye bölgesini içine alan
tarihi dokunun restore edilerek İstanbul'a yeniden
kazandırılmasının amaçlandığı 'yenileme alanları
kanunu' bu çalışmaya destek verecek kurumlara,
bölgede yapılaşmada bazı kolaylıklar sağlıyor. Kanun
kapsamında KİPTAŞ'ın Süleymaniye bölgesinde restore
ettiği çok sayıda bina bulunuyor. Planlamasını
İstanbul Metropoliten Planlama (İMP) merkezinin
yürüttüğü 'üniversiteler bölgesi' projesi ile, bu
binalar üniversiteler tarafından alınarak eğitim
yuvası haline getirilecek.
Bölgede yerleşke kurmak isteyen üniversitelere,
devlet yapılaşmada kolaylık sağlayacak
Üniversiteler bölgesi projesinin sahasında halen
7 üniversite ve 1 meslek yüksekokulu eğitim veriyor.
Üniversitelerden 5'i özel, 2'si devlet kurumu.
Halen, Eski Fatih Belediye Başkanlığı binasını
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kurulan Fatih
Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi kullanıyor.
Üniversitenin plana göre genişleme alanı Zeyrek
bölgesinde yer alıyor. İlim Yayma Cemiyeti
tarafından kurulan Sabahattin Zaim, Medipol Sağlık
Hizmetleri'nin kurduğu Medipol ve tecrübeli vakıf
üniversitesi Kadir Has, Zeyrek bölgesindeki
yerleşkelerinde hizmet vermeye hazırlanıyor. Yeni
vakıf üniversitelerinden İstanbul Şehir Üniversitesi
de Üsküdar'ın ardından ikinci yerleşkesini
Süleymaniye bölgesinde kurdu. Süleymaniye genişleme
alanındaki diğer üniversite de İstanbul Ticaret
Üniversitesi. Projenin yükünü taşıyan İstanbul
Üniversitesi ise Türkiye'nin ilk üniversitesi
olmanın avantajıyla bölgede ağabey rolünde.
Üniversite, Beyazıt ve Süleymaniye bölgesinden
Unkapanı'na kadar ki geniş bölgede hizmet vermeyi
sürdürüyor.
Projenin liderliğini yürüten İstanbul
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve valilikle yapılan
görüşmeler sonunda tekliflerini hazırlayıp şehir
meclisine sunacaklarını belirtiyor. Bölgenin
üniversiteler için hem altyapı hem de tarihsel
birikime sahip olduğunun altını çizen Söylet, halen
bölgede yerleşkesi olan üniversitelerle görüş
birliğine vardıklarını vurguluyor. Söylet,
Süleymaniye'yi yeniden canlandırması beklenen
projeyi şöyle anlatıyor: 'Proje diğer üniversitelere
de açık. Yapıların mülkiyetleri sahiplerinde kalacak
ancak fonksiyonu daha çok yükseköğrenime yönelik
olacak. Yani bütün binalar üniversitelerin olacak
diye bir şey yok. Akademisyen ve öğrencilerin yoğun
olarak bölgeye akın etmesiyle daha çok öğrenciye
yönelik sosyal alanlar oluşacak. Binlerce kişilik
istihdam sağlanacak.' Dünyada kampüs
üniversitelerinin yaygın olduğuna ancak son 10 yılda
şehir üniversitelerinin yeniden yükselişe geçtiğine
dikkat çeken Söylet, 'Öğrenciler, tarihi dokunun
içindeki kültürü ve sosyal hayatı, kampüse tercih
ediyor. Biz de Türkiye'nin ilk üniversitesi olarak
projeye öncülük etmek istedik.' diyor.
'Üniversiteler bölgesi' proje sahasında halen;
İstanbul, Medipol, Fatih Sultan Mehmet, Kadir Has,
Sabahattin Zaim, İstanbul Ticaret, İstanbul Şehir
Üniversiteleri ile Plato Meslek Yüksekokulu faaliyet
gösteriyor. Proje ayrıca Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül'ün de hayali. Gül'ün bölgeyi ziyaretinde projeyi
kendisine sorduğunu belirten Rektör Söylet, 'Buna
bir anlamda Cumhurbaşkanı'mızın hayalinin
gerçekleşmesi de diyebiliriz. Duyan herkes çok
heyecanlanıyor.' şeklinde konuşuyor.
TOKİ Haber, 21.05.2012
|
BURHAN DOĞANÇAY RETROSPEKTİFİ İSTANBUL MODERN'DE

Tablolarıyla satış
rekorları kıran ünlü ressam
Burhan Doğançay'ın elli yıllık birikimi 23
Mayıs- 23 Eylül tarihleri arasında
İstanbul Modern Süreli Sergiler Salonu’nda
sergileniyor. "Kent Duvarları'nın Yarım Yüzyılı"
başlığı taşıyan ve Doğançay’ın 14 ayrı dönemini ve
dünyanın farklı koleksiyonlarında yer alan
çalışmalarını izleyiciyle buluşturan serginin
küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu üstleniyor.
Burhan Doğançay'ın eserleri, Boston'daki Museum
of Fine Arts, Londra'daki Victoria & Albert Museum,
Paris'teki Pompidou Center, Londra'daki British
Museum, Münih'teki Pinakothek der Moderne,
Stockholm'deki Moderna Museet, New York'taki
Guggenheim Museum gibi dünyanın önde gelen 70’ten
fazla müzenin koleksiyonunda yer alıyor. Bu yıl
Ribbon Mania isimli yapıtı New York'taki
Metropolitan Museum of Art tarafından sürekli
koleksiyona alınan
Burhan Doğançay, Metropolitan Museum of Art’ın
koleksiyonuna giren ilk Türk sanatçı oldu.
Burhan Doğançay’ın “Mavi Senfonisi” adlı eseri 2009
yılında 2.2 milyon TL’ye satılarak o güne kadar
çağdaş Türk sanatının en pahalı tablosu rekoruna
sahip olmuştu.
Habertürk, 21.05.2012
******
50 YILIN SANATI İSTANBUL MODERN'DE

İstanbul Modern, çağdaş Türk sanatının önde
gelen isimlerinden Burhan Doğançay'ı ağırlıyor.
"Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı" başlıklı
retrospektif sergisi Doğançay'ın 50 yılını ve
dünyanın farklı koleksiyonlarında yer alan
çalışmalarını sergi takipçileriyle buluşturdu.
1960'lardan bugüne dünyanın farklı şehirlerinde
duvarların izini süren Burhan Doğançay, duvarlar
aracılığıyla modern ve çağdaş kent kültürünün gözler
önüne sermeyi amaçlıyor.
Sergide "Genel Kent Duvarları", "Kapılar"‚ "New York
Metro Duvarları"‚ "Boyacı Duvarları" ve "Çerçeveli
Duvarlar" gibi serilerden eserler yer alıyor.
"Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay
Retrospektifi" isimli sergi 23 Eylül'e kadar
İstanbul Modern Süreli
Sergiler Salonu'nda yer alacak.
Cnn Türk, 23.05.2012
|
DİNOZOR İSKELETİNE 1 MİLYON DOLAR
Nadir görülen
Tyrannosaurus Bataar (T-Bataar) türü dinozora ait
iskelet,
ABD'de açık artırmada satıldı. BBC'nin haberine
göre New York'ta düzenlenen açık artırmada 7 metre
yüksekliğindeki iskelet, adının açıklanmasını
istemeyen bir alıcı tarafından 1 milyon dolara satın
alındı.
İskeletin açık artırmada satılması ise büyük bir
tartışmaya yol açtı. Moğolistan Devlet Başkanı
Tsakhiagiin Elbegdorj, Gobi Çölü'nde bulunan fosilin
ülke dışına yasa dışı yollardan çıkarıldığını ileri
sürerek, mahkemeye başvuracaklarını söyledi.
Açık artırmayı düzenleyen Heritage
müzayede evi ise iskeletin Moğolistan'dan
tamamen yasal olarak çıkarıldığını ve uzun bir süre
İngiltere'deki bir depoda saklandığını iddia
etti.
Açık artırmada satılan iskeletin, şimdiye kadar
bulunan en iyi korunmuş Tyrannosaurus Bataar fosili
olduğu sanılıyor.
Heritage Müzayede Evi'nin Tabiat Tarihi Bölümü
Müdürü David Herskowitz, etobur
dinozor fosillerinin çok nadir bulunduğunu, bu
nedenle yüksek fiyata alıcı bulduğunu söyledi.
1997 yılında da "Sue" adı verilen bir T-Rex
iskeleti, açık artırmada 8 milyon dolara satılmıştı.
T-Bataar, etobur Tyrannosaurus Rex'in (T-Rex)
Asya'da yaşayan akrabalarından biri olarak
tanınıyor. T-Bataar, T-Rex'e oranla daha küçük bir
bedene ve daha uzun ön kollara sahipti.
Jura Devrinin sonları (150 milyon yıl önce) ile
Geç Kalkolitik Dönem sonu (65 milyon yıl önce)
arasında yaşayan Tyrannosaurus, dünya üzerindeki en
büyük etçildi. Yaklaşık 7 metre boyunda ve 4-7 ton
ağırlığındaki T-Rex, güçlü arka
ayakları üzerinde yürüyor, dengesini büyük kuyruğu
ile sağlıyordu. T-Rex, günümüzde en çok ilgi çeken
dinozor türü olarak biliniyor.
Cnn Türk, 21.05.2012
|
AVRUPALI MÜZELERE KOŞTU
Geçen
cumartesi günü “Uluslararası Müze Günü”ydü ve bugün
dolayısıyla Avrupa’da “müzeler akşamı” adlı bir
etkinlik düzenlendi.
Birçok kentte müzeler gece yarısına kadar ücretsiz açık kaldı.
Ekonomik krizle boğuşan Yunanistan’ın başkenti Atina’daki Akropolis Müzesi, bu etkinlikte en çok ziyaretçi akınına uğrayan müzeler arasındaydı. Saatler 24.00’ü gösterene kadar müze dolup taştı.
Büyük ilgi gören bir başka müze ise Rusya’nın St. Petersburg kentindeki Askeri Tarih
Müzesi’ydi. 16’ncı yüzyıldan günümüze farklı
dönemlerde kullanılan silah ve askeri ekipmanın
sergilendiği müzeyi gezerken yorulanlar, kafede
oturup dinlendi.
Habertürk, 21.05.2012
|
|
 |
İTALYA'DAKİ DEPREM SANAT ESERLERİNİ DE VURDU
Dün İtalya'nın kuzeyini sallayan 6.0 büyüklüğündeki depremde en fazla zarar gören bölgelerden biri olan San Felice Sul Panaro’da bir çok tarihi bina yerle bir oldu. Tahrip olan binalar arasında San Felice’nin sembolü olan La Rocca şatosu ve Archpriest kilisesi de yer alıyor.
Reteurs'den Stephen Jewkes'in haberine göre Archpries kilisesindeki yıkımda, 16. yüzyıl sanatçısı Bernardino Loschi’nin Meryem Ana, Aziz Geminiano ve Aziz Felice’yi resmettiği üçlü tablosu zarar gördü. Depremde ayrıca 17. yüzyıl sanatçısı Giovanni Francesco Barbieri’nin Finale Emilia’daki San Carlo kilisesinde sergilenen bir tablosu da zedelendi.
Habertürk, 21.05.2012
|
ZİYARETTEPE TABLETİNDEKİ 60 KADININ SIRRI

Diyarbakır ’ın Bismil
İlçesi'ndeki Ziyaret Tepe
höyüğünde iki yıl önce kazılarda bulunan Asur
tabletinin sırrı ortaya çıktı.
Hem tarihsel hem de dilbilim açısından, bölgedeki
kazılar sırasında çıkarılan diğerlerinden ayrı bir
yere sahip olan tablet, höyükteki sarayın alt
kısmından çıkarılmıştı. Cambridge Üniversitesi’nden
Dr. John Macginnis, tablette ismi geçen 60 kadının
Asur İmparatorluğu Zağros Dağları etrafındaki
bölgeyi istila ettiğinde getirilen ve sarayda
çalıştırılan kadınlar olduğunu düşünüyor. Keşif,
yazın yapılacak yeni kazılarla daha da heyecanlı
hale gelecek.
Ziyaret Tepe bölgedeki büyük höyüklerden biri ve
ovadan 22 metre yükseklikte 3 hektarlık bir alana
yayılmış halde. Kuzey taraftaki höyüğün (akropol) üç
tarafında uzanan ‘aşağı şehir’ ise 29 hektarlık bir
alanı kaplıyor. Ilısu baraj gölünün bölgenin büyük
bir kısmını sular altında bırakacak olması nedeniyle
10 yıldır kurtarma kazı çalışmaları yapılıyor.
Kültür Bakanlığı’nın desteklediği proje, Dr.
Macginnis dışında, Akron Üniversitesi’nden Doç.Dr.
Timoty Matney, Marmara Üniversitesi’nden Prof.Dr.
Kemalettin Köroğlu ve Mainz Üniversitesi’nden Dr.
Dirk Wicke tarafından yürütülüyor.
Ziyaret Tepe arkeolojik kazı alanından iki yıl önce
çıkarılan kil tabletteki yazının 2 bin 500 yıl
önceye dayanan bir dil olduğu ortaya çıktı. Tabletin
üzerinde Süryanice çivi yazısı ile yazılmış 60 kadın
ismi var. Şimdiye kadar bilinmeyen bu dilin ve
tabletin üzerindeki yazının sırrını kazı
çalışmalarından sorumlu arkeologlardan biri olan Dr.
John Macginnis BBC Türkçe’ye anlattı. Süryanice çivi
yazısının şifresinin yüzyıldan fazla bir süre önce
çözüldüğünü dolayısıyla tabletin üzerindeki
yazıların okunabildiğini belirten Macginnis, kadın
adlarının bir iki tanesi dışında geri kalanının
bölgede bilinen dillerle hiçbir benzerlik
taşımadığını ve bilinmeyen bir dil olduğunu
söylüyor. Macginnis’e göre, iki yıl boyunca üzerinde
çalıştıkları bu dil, hakkında bilgi olmayan, Asur
İmparatorluğu’nun doğu bölgesine ait olabilir.
Projede Marmara Üniversitesi adına görev alan Prof
Dr. Kemalettin Köroğlu tablet hakkında şu bilgileri
veriyor:
“Bu tablet sarayın bulunduğu odada ele geçti. Asur
sarayında çalışan 60 kadının ismi yer alıyor. İki
isim mükerrer yazılmış, bir tanesi de kırık, tam
okunmuyor. Bu isimlerin bazıları bölge dillerine
uygun. Biri eski İran isimlerine benziyor. Ancak
diğerleri hiç bildiğimiz bir dilde değil. Dört
ihtimal var. Asurlular hüküm sürdükleri 400 yıl
boyunca 1.5 ile 4.5 milyon insani tehcir etmişler.
Ticari, ekonomik, askeri nedenlerle yapılmış. Belki
bu tehcir sırasında bilmediğimiz bir topluluk esir
edilmiş olabilir. İkinci neden bölgede henüz
tespitini yapmadığımız bir topluluk olabilir.
Üçüncüsü aynı dönemde Elazığ bölgesinde Muşki diye
bir toplum var ve bunların dilleri hakkında bilgimiz
yok. Belki bu topluluğa aitler. Dördüncüsü de
Diyarbakır bölgesinde Dicle’nin kuzeyinde
yaşayan Şubriya isimli bir topluluk var. Bunların da
yazılı belgeleri yok. Yerel dilleri olabilir diye
düşünüyoruz. Yeni kazı döneminde tabletteki
kadınların nasıl geldikleri bilgisine ulaşacak yeni
tabletler bulmayı umuyoruz.”
Doğu Anadolu Arkeolojisi ve Demir Çağı Kültürleri
üzerine çalışmalarla tanınan arkeolog Nezih Başgelen
ise tabletin önemini şöyle anlatıyor:
“Önemli bir Asur yerleşimi olan Ziyaret Tepe’de
bulunan bu tablet Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu ’da oldukça karmaşık bir döneme ışık
tutması açısından önemli bir tarihi belgedir.
Özellikle MÖ 13. yüzyıldan itibaren Asur
kaynaklarında tabletin bahsettiği alanlarla ilgili
bilgilere rastlanmaktadır. Örneğin başkent Asur’da
bulunmuş bir tablette Asur Kralı I. Salmanassar’ın
(MÖ 1263-1234) kendisine karşı ayaklanan ülkelere
yaptığı sefer ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.
Diyarbakır yakınındaki Ziyaret Tepe’de (Tushan)
bulunan bu tabletin ait olduğu süreç Urartu
devletinin de önemli bir güç olarak geliştiği bir
dönemdir. Bu alanın tarihi coğrafyasında Orta Toros
ve Zagros Dağları arasında kalan bölgede batıdan
doğuya doğru Geç Hitit devletleri; Orta Fırat
bölgesinde Arami devletleri bulunmaktadır. Kumme
ülkesi ise büyük ihtimalle Habur’un doğusundaydı.
Van Gölü’nün güneyi ile Yukarı Botan Suyu’nun
doğduğu yer arasında bulunan dağlık Hubuskia
madencilik açısından stratejikti. Urumiye Gölü’nün
batı kıyısında Gilzanu, Zagros Dağları’nın diğer
yanında Parsua, Mana ve Amádája ülkeleri yer
alıyordu. Bu ülkelerin dillerinin de farklı olduğu
öngörülmekte ancak haklarında çok az şey
bilinmekteydi. Bu açıdan Asur tarih yazıcılığının
bize aktardığı bilgiler çok önemli. Tablette adları
geçen kadınların bu ülkelerden birinden geldiğini
rahatlıkla düşünebiliriz. Bu isimler üzerinde
yapılacak araştırmalar yazılı kaynaklarda bugüne
kadar adları geçmediği için tarihleri karanlıkta
kalmış bu halkların kültürlerini ve tarihlerini
aydınlatabilir.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 21.05.2012
|
MÜZE Mİ, OTOPARK MI?
Kültür Bakanlığı'nca ziyaretçi toplamak amacıyla özel programlar hazırladığı Müzeler Haftası'nda, Adana Arkeoloji Müzesi'nin bahçesi, otopark görünümüyle dikkat çekti.
Müzeyi ziyarete gelen vatandaşlar, en değerli eserlerin sergilendiği bahçede, personelin park ettiği araçlar yüzünden ziyaretini tamamlayamadan çıkmak zorunda kaldı. Müze bahçesinin otopark olarak kullanılmasına öfkelenen vatandaşlar, müze mi, otopark mı diye tepki gösterdi.
Fuzuli Caddesi ile Turhan Cemal Beriker Bulvarı kavşağında bulunan Adana Arkeoloji Müzesi, 18-24 Mayıs günleri arasında yapılan Müzeler Haftası kutlamaları nedeniyle kapılarını ziyaretçilere açtı. Kapısında, kültürel mirasa sahip çıkılması çağrısında bulunulan afişlerin asıldığı Arkeoloji Müzesi'nin ziyaretçileri, içeri girdiklerinde ilginç bir manzarayla karşılaştı. Yanında bin araçlık kapalı otopark, önündeki caddede araç park alanı olmasına rağmen, personel otomobillerinin müze bahçesinde sıralandığını gören vatandaşlar şaşkınlık içinde kaldı. Otomobillerin arkasında kaldığı için sergilenen eserleri inceleme şansı bulamayan vatandaşlar, tepki göstererek salonu gezmedin ayrıldı.
Adana, Mersin ve Hatay bölgesinden Hitit, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserlerin uzun çabalar sonucunda bir araya getirilmesiyle 1928 yılında kurulan Adana Arkeoloji Müzesi, Reşatbey Mahallesi'ndeki yerine 1972 yılında taşındı. 40 yıldan beri meraklılarına tarihi mirasın sergilendiği Arkeoloji Müzesi, sahip olduğu envantere kayıtlı eserler sayesinde bölgenin en büyük müzesi olma özelliğini taşımakta.
Habertürk, 21.05.2012
|

 |
TOPRAĞA SIZAN SİYASET
Başbakan
Erdoğan’ın Marmaray Projesi arkeolojik kazıları için
26 Şubat 2011’de söyledikleri, “Başbakan’ın şeyleri”
yazısının konusuydu (Radikal İki, 3 Mart 2011):
“Sürekli ‘yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok
şu çıktı, yok bu çıktı’ ile önümüze engeller
koydular (...) Üç sene bizi engellediler” demişti
Erdoğan. Başbakan’ın, ülkenin kültür mirasının
araştırılması ve korunmasından sorumlu bilim
insanlarına gözdağı veren bu sözlerinin ilk
olmadığını, doğruyu yansıtmadığı gibi kasıtlı
yaptığını örneklerle aktarmaya çalışmıştım.
Başbakan’ın “ideolojisinin” partisinde ve arkeolojik
alanlardaki artçı sarsıntısını ise “İmam böyle
konuşunca bakın cemaat ne yapıyor” diyerek
örneklemiştim.
“Buralarda elle kazı yapıldı!”
Bayrağı cemaatin en aktif üyesi Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir aldı bu hafta yine. Konu
Sulukule’ydi ancak bu kez belediyenin önünde
protesto edenler, ne kentin merkezine layık
görülmeyen Romanlar, ne de yıllardır oturdukları eve
TOKİ’nin biçtiği bedeli ödeyemediği için semtten
ayrılmak durumunda kalanlardı. Tersine, evlerinin
bitmesini bekleyen hak sahipleriydi: “Ortalıkta
dolaşmakta olan rant dedikodularına mahal
verilmemesini, doğru dürüst hakça adil, AK Parti’ye
yakışacak bir şekilde hareket edilmesini” talep
ediyorlardı. Onları gülerek dinleyen Mustafa Demir
ise, sürecin öngördüklerini gibi gittiğini ancak
“alanın arkeolojik olması nedeniyle aksama
yaşandığını” belirtti. Aksiliklerin ne belediyeden
ne de TOKİ’den kaynaklandığını söyledi. Ve popüler
argümanını tekrarladı: “Buralarda elle kazı
yapıldı!” Başkanın sözlerini, danışmanı Mustafa
Çiftçi tamamladı: “Sırf Arkeoloji ve Müzeler
Müdürlüğü’nden kaynaklanan olumsuz durumdan ötürü bu
süre gecikti.” (DHA, 14 Mayıs)
Bu arada Başbakan, öğrencilere süt dağıtılmaya ve
onların da zehirlenmeye başlandığı 2 Mayıs’tan 15
gün sonra bile hala muhalefeti “sütün arkasına
sığınıp siyaset yapmakla” suçluyordu. Oysa Ali Topuz
4 Mayıs tarihli Radikal ’deki “İdeolojinin ak sütü”
başlıklı yazısında iktidar ve bürokrasininin
kendilerine yapılan her itirazı “ideolojik” bulma
şartlanmasını çok güzel anlatmıştı: “Nesillerin iyi
beslenmesine dair politikalar, ‘ideolojik’
seçimlerinizle ilgilidir, tıpkı üreticilerin
desteklenmesindeki gibi. İyi beslenmesini
istiyorsanız, küçük bir poşet sütü ağzına
dayamazsınız. Oturduğu evde de iyi beslenmesini
sağlayacak yöntemleriniz vardır. Ailesinin süt, et,
yumurta, ne lazımsa alabileceği politikalarınız.”
Özetle “itiraza neden olan siyasetiniz, en az
itirazın kendisi kadar ideolojik” diyordu.
Sütten toprağa sızan siyaset
Sulukule’nin “izbe” halinden kurtarılıp, TOKİ eliyle
“ak pak” hale getirilmesi hükümetin kentsel dönüşüm
politikasının, Marmaray da ulaşım politikasının
icrası olduğuna göre, süte karışan siyasetin
sindirim sistemi yoluyla toprağa ne kadar sızdığını
sorabiliriz. Mustafa Demir’in İstanbul Arkeoloji
Müzeleri’ni hedef göstererek “Buralar elle kazıldı”
dediği Sulukule, tümüyle tarihi ve kentsel sit alanı
olan sur içinde (tarihi yarımada) yer alıyor. Bu şu
anlama geliyor: Kentsel dönüşümü yönetenler ve
Mustafa Demir, Sulukule’nin Bakanlar Kurulu
kararıyla yenileme alanı ilan edildiği 13 Ekim 2006
beri arkeologların burada çalışmak zorunda olduğunu
biliyor. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu böyle diyor. Bu yasayı bilmeden tarihi
yarımadayı yönetmesi mümkün değil. Kaldı ki herhangi
bir sit statüsüyle korunmasa bile, bir kültür
varlığına rastlanması (örneğin Sulukule’de ulaşılan
100’e yakın antik mezar!), alanın devletin
arkeoloğuna terk edilmesini ve araştırmanın
beklenmesini gerektiriyor. Ama Demir’in niyeti
farklı: Sulukule’yi ilk kez ziyaret ettiği 10
Haziran 2010’da Kültür Bakanı Günay’a Hellenistik
dönem kalıntılarının da bulunduğu alanı göstererek
“Gördüğünüz gibi bunlar çöp, İstanbul ’un hangi
çöplüğünü kazsanız bunlardan bulursunuz” diyordu.
Demir’in bu minvalde konuştuğuna ben de tanık oldum
ve yayınladım da.
Geciktirici arkeoloji!
Cevaplamamız gereken gerçek soru, arkeolojik
kazıların TOKİ’yi geciktirip geciktirmediği. Çünkü
siyasilerin bu iddiasını sorgulamadan bilimi
savunmak, tartışmayı tali yollara çekiyor.
Müze Sulukule’de çalışmaya 22 Mart 2010’da başladı.
Arkeologların ihtiyaç duyduğu iş gücünü ve ekipmanı
temin etmekle yükümlü müteahhit firma, 90 bin
metrekarelik alana sadece 5 işçi tahsis etti.
Bakanın alanı ziyaret günü hariç, işçi sayısı da
12’yi geçmedi. (58 bin metrekarelik Yenikapı
[Marmaray] kazısında en az 350 işçi çalıştı.) Çünkü
proje sahipleri, başından beri arkeolojik alanı
arkeologlarla değil dozerlerle kazmayı planlamıştı.
Nitekim “plan”, 12 Haziran’da yürürlüğe girdi;
kimsenin haberi olmadan alana iş makinaları girdi.
Arkeologların engelleme girişimine rağmen çalıştı.
Müteahhit firma bunun için talimat aldığını söyledi.
Dozere direnen arkeologlar, başka kazılara
gönderildi. Gelgelelim, iki yılı geride bırakan
arkeolojik çalışma TOKİ konutlarıyla aynı anda,
bugünlerde bitmek üzere. Çünkü arkeologlar, yanı
başlarında yükselen inşaatların gölgesinde ve
alandan sorumlu Yenileme Kurulu da dahil,
yetkililerin seyirciliğinde çalışmak durumunda
kaldı.
Filmin devamı Mart 2012’de, bir başka yenileme alanı
olan Ayvansaray’da çekildi. (“Sur dibinde kepçelerle
operasyon”, Radikal, 13 Mart 2012) Fatih Belediyesi
önce red, sonra kabul etti: “Müzeye haber vermemiz
gerektiğini bilmiyorduk” dedi. Bu ikinci olay bile,
Mustafa Demir’in yönettiği İstanbul ’un tarihi
mahallelerinde, toprağa neden siyaset karıştığını
anlamaya yeterli. Çünkü sırada Fener-Balat,
Ayvansaray ve niceleri var.
Başbakan’ın “Marmaray’ın arkeoloji nedeniyle
geciktiği” iddiası da hiç sorgulanmadı. “Asrın
projesi”nin diğer ayaklarına bakılmadı.
Yenikapı’daki kazı yedi yıl sürdü. 58 bin metrekare
alan, yüzeyden 15-16 metre derinliğe kadar elle
kazıldı. Projeye engel olabileceği düşünülen her
buluntuda Ulaştırma Bakanlığı yeni bir strateji
belirledi ve arkeologları beklemedi.
Yapmamız gereken belki de en son şey, Marmaray ve
Sulukule’deki gibi arkeolojik araştırmaların dünya
tarihine kazandırdığı bilgi ve buluntuları savunmak.
Siyasilerin bilime saygı duymasını da çok
ummamalıyız. Çünkü arkeolog, yasanın kendine verdiği
görevi yapıyor ve bu görevi geciktirmiyor. Herkes
kendi görevi için uğraşsa, toprak da temiz kalacak.
Radikal İki, Haber: Gökhan Tan, 20.05.2012
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE ŞİFAHANESİ ÇEVRESİNDE YIKIMLAR
BAŞLADI

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütünün (UNESCO)
'Dünya Kültür
Mirası Listesi'nde yer alan
Divriği
Ulu Camii ve Darüşşifası'nın etrafında
çevre düzenleme çalışmaları kapsamında
kamulaştırılan binaların yıkımına başlandı. Tarihi
yapının etrafındaki binalara yönelik yürütülen 2.
etap kamulaştırma çalışmalarının ardından anlaşma
sağlanan mülk sahiplerine kış şartları nedeniyle bir
süre daha evlerinde kalma izin verilmişti.
İl Özel İdaresi İmar Kentsel Şube Müdürlüğü
Koruma Uygulama Denetim Bürosu ekipleri,
bölgede oturanlara tebligat yaparak, en kısa sürede
evlerin boşaltılmasını istedi.
Kültür
Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun kararı
doğrultusunda 96 parsel üzerinde bulunan binalar,
boşaltma işlemlerinin tamamlanmasıyla İl Özel
İdaresi ekiplerince yıkılmaya başladı. Yıkım
çalışmaları, Divriği Belediyesi ve
Sivas Müze Müdürlüğü'nün
denetiminde yapılıyor.
Yıkım
çalışmalarının tamamlanmasının ardından bölgede
arkeolojik kazı çalışmalarına başlanacak. Tarihi
bulgu olma ihtimaline karşı cami önünde ve kale altı
bölgesinde yapılacak kazı çalışmalarının yanı sıra
çevre düzenlemeleri proje çalışması da yürütülecek.
Çalışmalar kapsamında Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası ile tarihi Divriği Kalesi arasında
yürüyüş parkuru, hediyelik eşya satış alanları
yapılacak. Bölgede tespit edilecek bir bölgeye daha
sonraki dönemlerde kent tarihi müzesi kurularak,
Divriği'nin yaşam kültürünü yansıtan ve ilçe
genelinde bulunan tarihi eşya ve envanterler
sergilenecek.
Eserin çevre düzenlemesi kapsamında 96 parsel maliki
ile uzlaşma sağlanarak, alanların Maliye Hazinesi
adına tescil yapıldığı, uzlaşma sağlanamayan 24
parsel hakkında ise hukuki işlemlerin başladığı
belirtildi.
Yapı, 20.05.2012
|
SAAT KULESİ'NİN ALEMLERİNİ 80 TL'YE SATMIŞLAR

İzmir 'in simgesi tarihi Saat Kulesi'nin bakır
alemlerini çalan 2'si kardeş 3 çocuk, polis
tarafından yakalandı. Güvenlik kameralarından
görüntüleri tespit edildikten sonra kimlikleri
belirlenerek yakalanan şüphelilerin toplam 8
kilogram ağırlığındaki alemleri, hurdacıya 80 liraya
sattıkları ortaya çıktı. Bakır alemler parçalanmış
olarak bulundu.
Konak Meydanı'nda geçen perşembe günü sabaha karşı
meydana gelen olayda, tarihi
İzmir Saat Kulesi'ndeki bakır alemler, kimliği
belirsiz kişilerce, yerinden sökülerek çalındı.
Hırsızlığın ortaya çıkmasının ardından, polis
çalışma başlattı. Meydandaki MOBESE kemaralarının
yanı sıra, 30 kamu kurumu ve işyerine ait güvenlik
kamerası kayıtları incelendi. Yapılan incelemede,
saat 03.41'de bir kişinin gözcülük yaparken iki
kişinin
İzmir Saat Kulesi'ne tırmanıp 5 dakika içinde
bakır alemleri kırarak aldıktan sonra olay yerinden
kaçtıkları belirlendi.
Hırsızlık suçundan poliste daha önce de kayıtları
bulunan 17 yaşındaki M.Ö., kardeşi 10 yaşındaki C.Ö.
ve arkadaşları 15 yaşındaki D.K., görüntülerden
kimliklerinin tespit edilmesiyle polis tarafından
yakalandı.
Eminyette suçlarını itiraf eden çocukların, paraya
ihtiyaçları olduğunu, alemlerin de bakır olduğunu
anlayınca çalıp satmaya karar verdiklerini
söyledikleri öğrenildi. Toplam 8 kilogram
ağırlığındaki alemlerin 80 TL'ye Basmane semtindeki
bir hurdacıya satıldığı belirlindi. Polis satın alan
hurdacıya gitti. Ancak onun da aynı alemleri
Altındağ'daki hurdacıya sattığı saptandı. Bunun
üzerine büyük hurda deposundaki uzun aramaların
ardından, hurda metaller arasındaki bakır alemlerin
parçaları bulundu. Parçalanan alemlere el
konulurken, emniyetteki işlemleri tamamlanan 10
yaşındaki C.Ö. henüz cezai ehliyeti olmadığı için
ailesine teslim edilirken, ağabeyi M.Ö. ile D.K.,
Çocuk Şube Müdürlüğü ekiplerince Adliye'ye sevk
edildi.
İzmir Saat Kulesi’nin bakır alemlerini çalarak
80 liraya sattıkları belirlenen M.Ö. ile D.K., Çocuk
Şube Müdürlüğü ekiplerince sevk edildikleri adliyede
savcıya verdikleri ifadenin ardından serbest
bırakıldı.
Bu arada, şüphelilerin
İzmir Saat Kulesi’nin akrep ve yelkovanını da
çalmak istedikleri, ancak yüksekte olduğu için bunu
gerçekleştiremedikleri ortaya çıktı.
Radikal, Haber: Taylan Yıldırım, 20.05.2012
|
DÜNYANIN İLK MECLİS BİNASI AÇILIYOR

Kaş İlçesi yakınlarında Patara
antik kenti
içindeki dünyanın ilk meclis binasının restorasyon
çalışmaları tamamlandı. Meclis binasının 20 Mayıs'ta
ziyarete açılması planlanıyor.
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi ve Patara Kazıları Başkanı
Prof.Dr. Havva Işıkan Işık, yaptığı
açıklamada, Türkiye'de çok büyük bir dünya kültür
mirası olan Likya Birliği Meclis Binası'nın
restorasyonunun tamamlandığını söyledi.
Tarihi meclis binası için yapılan projenin Türk
arkeoloji tarihinin en büyük restorasyon
çalışmalarından biri olduğunu vurgulayan Işık,
restorasyonun tamamlanması ile Likya Birliği'nin
başkenti ve yönetim merkezi olan Patara antik kentinin tarihi kimliğinin daha iyi ortaya
çıktığını ifade etti.
Meclis binasının yeniden Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na devredilmesi için 20 Mayıs'ta Patara
antik kentinde tören düzenlenmesi planlanıyor.
Habertürk, 20.05.2012
******
LİKYA BİRLİĞİ MECLİSİ GÜNAY'A TESLİM EDİLDİ

Anadolu'nun antik en büyük
meclisleri arasında yer alan ve 2008'de restorasyon
çalışması için TBMM'ye devredilen Kaş'taki Patara
antik kentinde bulunan Likya Birliği Meclisi,
çalışmaların tamamlanmasının ardından yeniden Kültür
ve Turizm Bakanlığı'na devredildi. Devir töreninde
konuşan TBMM Başkanı Cemil Çiçek, "Türkiye madem
demokrasinin beşiği, artık demokrasiyi beşikten
çıkartıp hayata intikal ettirelim. İnşallah onu da
yeni bir anayasayla yaparız diyorum" dedi.
Sabah, 21.05.2012
******
PATARA ANTİK KENTİ KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NA
DEVREDİLDİ
Anadolu'nun antik en büyük meclisleri arasında
yer alan ve 2008 yılında restorasyon çalışması için
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne devredilen Kaş'taki
Patara antik kentinde bulunan Likya Birliği Meclisi,
çalışmaların tamamlanmasının ardından yeniden Kültür
ve Turizm Bakanlığı'na devredildi.
Kurumlar arasında çok güzel bir işbirliği
gerçekleştirerek Likya Birliği Meclisi'ni hem
Türkiye'ye hem de dünyaya armağan ettiklerini
bilerten Günay yaptığı konuşmada "Türkiye'nin bütün
kültürlerine nasıl sahip çıktığını, hiç ayrım
yapmadan sahiplendiğini ve geleceğe taşıdığını en
güzel örnekle gösteriyoruz" dedi.
Arkeolojik çalışmalara önemli kaynaklar
ayırdıklarını ifade eden Bakan Günay önemli eserleri
ayağa kaldırdıklarını, değer kattıklarını dile
getirerek "Türkiye'deki arkeolojik alanlara 2001 ve
2002 yılında 2 milyon lira ayırırken, 2011 yılı
sonunda 48 milyon lira ayırdık. Sadece arkeolojik
alanların kazısı için... Bu, sanıyorum ki dünya
çapında bir rekordur'' diye konuştu.
Demokrasi'nin bu topraklarda filizlendiğini
gösteren Likya Birliği Meclisi'ni ayağa kaldırarak
Anadolu kültürünün ne kadar eskiye gittiğini tüm
dünyaya anlattıklarını da söyleyen Günay,
restorasyonda emeği geçenlere teşekkür etti.
Vali Altıparmak, daha sonra TBMM Başkanı Çiçek
ile Bakan Günay'a Patara antik kentinin
fotoğraflarını, Kaş Kaymakamı Selami Kapankaya da
halı hediye etti.
Bakan Günay da Cemil Çiçek'e, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na ait tanıtım kitabı hediye etti. Bakan
Günay, ayrıca kazı başkanı Akdeniz Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Havva İşkan Işık'a plaket verdi.
Törenin ardından Çiçek ve Günay, Likya Birliği
Meclisi önünde açılan el sanatları sergisini gezdi.
Likya Birliği Meclisi'nin devir teslim törenin
ardından Kaş' taki arkeolojik kazılarda
incelemelerde bulunan Günay Kaş'ta yer alan
Hellenistik dönemine ait tapınaktaki çalışmaları
inceleyerek alanın uzun yıllardan bu yana şehir
içinde sarmaşıklarla, bitki örtüsüyle kapatılmış,
ama tarihsel yapısı olduğu bilinen bir alan olduğunu
söyledi.
Birkaç yıl önce bölgede bulunan antik tiyatroda
restorasyon çalışmasına başlanıldığını anlatan
Günay, "Bu alanda da bitki örtüsünün temizlenmesini
ve yapıların ortaya çıkarılmasını istemiştik. Bitki
örtüsüyle kaplı alanı temizledik, turizme
kazandırdık. Kısa bir çalışma yaptık ve kısa bir
süre içinde Kaş'ta herkesin ilgisini çekebilecek bir
alan kazanmış olduk" diye konuştu.
Bakan Günay, turizm açısından önemli bir yere
sahip olan Kaş'ın kazılarla tarihsel kültürel
değerini de artıracağını vurguladı.
Arkitera, 21.05.2012
|
ANKARA SANATTA FARK YARATIYOR

Ankara İstanbul'un sanat tekelini kırmaya
başladı. Anadolu'da adeta rönesans başlatan
Başkent'te art arda galeri ve sergiler kapılarını
çağdaş sanata açıyor. Sergiler her gün Meclis'te
birbiriyle kavga eden siyasileri de farklı
görüşlerdeki işadamlarını da buluşturuyor.
Yaşanabilir şehirler
listesinde Türkiye'nin bir numarası olan Ankara'dan
daha farklı bir şey beklenemezdi elbette. Çağdaş
sanata, özellikle de yıllardır alıştığımız gibi
devlet kaynaklarıyla yaptırılmamış olana büyük bir
sahiplenme var Ankara'da. Carlos sonrasında
Madrid'de başlayan 'devinim' gibi insanlar gencinden
yaşlısına, politikacısından işadamına kadar sokağa
dökülüp restoranları, mağazaları, sergileri ya da
bilumum etkinlikleri adeta tavaf ediyor. Türkiye'de
sanatın gelişiminin belediye tiyatrolarını
özelleştirip özelleştirmeme konusuna sıkıştırılıp
bırakıldığı bir dönemde aslında Anadolu
Rönesansı'nın hızla ilerlediğine şahit oluyoruz.
Bunu söylemek için elimizde somut örneklerimiz de
var. Zaten onlardan birini yazacağım bugün. Ancak
söylemek istediğim birkaç söz daha var öncesinde.
SANAT-BARIŞ-KARDEŞLİK
Sanat Ankara'da İstanbul'da olduğundan farklı ve
daha evrensel normlara göre gelişiyor. Örneğin
İstanbul'un geçmişten gelen dar elitinin yarattığı
sınıfsal kütlük yok Ankara'da. Sanat etkinlikleri,
olması gerektiği gibi sınırları kaldırıp, birçok
farklı düşünceden Türkiye vatandaşını bir araya
getirebiliyor. Onlara günlük yaşamın stresini,
tartışmalarını, kavgalarını unutma fırsatı tanıyor.
Mesela gün içinde Meclis kürsüsünden birbirlerine en
acımasız eleştirileri yapan politikacıları bir
tablonun başında kahkahalarla sohbet ederken
buluyorsunuz. Sanatın, barışın, kardeşliğin, huzurun
verdiği hazla...
BİR GECEDE BİN ZİYARETÇİ
InArtis ve Kült işbirliğinde gerçekleşen Dali
sergisini adeta kapalı gişe izleyen Ankara'da bir
başka önemli sanat etkinliği daha gerçekleşti. Genç
işkadını Güler Ercan'ın kendi adını verdiği sanat
galerisi ünlü çağdaş ressam Ahmet Güneştekin'in
sergisiyle açıldı. 600 metrekarelik alanda toplam
250 metrekarelik sergileme alanına sahip, iki kata
yayılan ve üç sergi salonu bulunan galeride
gerçekleşen serginin açılışına bin kişi katıldı.
Güler Ercan'a açılış sergisi için Ahmet Güneştekin'e
nasıl karar verdiğini soruyorum. Kendisi de bir
koleksiyoner olan Ercan'ın yanıtı, "Ahmet Güneştekin
dünya genelinde 100'den fazla kişisel sergi açtı.
Artprice sıralamasında, dünyanın en değerli 500
sanatçısı listesinde ülkemizi üst sıralarda temsil
ediyor" oluyor.
Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 20.05.2012
|
 |
MİDAS ANITI TEHLİKEDE
Frig medeniyetinde, Kral Midas ile Tanrıça Kibele'nin kenti Yazılıkaya'daki Midas anıtında başlayan restorasyon çalışmalarında bir arpa boyu yol alınamadı.
Midas anıtındaki yazıların kurulan iskele nedeniyle yok olma aşamasına geldiği bildirildi. Eskişehir’in Han İlçesi'ndeki Midas anıtında 6 ay önce restorasyon çalışması başlatıldı. Dünya mirası listesinde önemli bir yere sahip olan Midas anıtının bugüne kadar okunamayan yazıları da kurulan iskele nedeniyle yok olma aşamasına geldi. Yazılıkaya Köyü ile anıtın çevresinde yaşayanlar “Restorasyon amacıyla iskele kuruldu. Yaz geldi, çalışma yok. İskele nedeniyle yazılar kaybolmaya başladı. 17 metre yüksekliğindeki anıtın üzerine kış mevsiminden önce dökülen su geçirmeyi önleyici malzeme, aradan bir yıl geçmeden yok oldu” dedi.
Anıtın yapıldığı alanda bulunan kaya kütlesinin, restorasyonu yapan uzmanları ikiye böldüğü öğrenildi. Kültür Bakanlığı uzmanları 17 metrelik anıtın üstüne yakın yerde bulunan büyük kaya kütlesinin anıta baskı yaptığını belirterek kırılmasını isterken, diğer uzmanlar kaya kütlesinin kırılmasının anıta zarar vereceğini belirterek buna karşı çıktı.
Eskişehir Kent Haber, 20.05.2012
|
"OSMANLI'NIN HALEFİ, YABANCI MÜZELERE SAVAŞ AÇTI"

Ankara 'nın,
Türkiye 'den alınarak Batılı müzelerde
sergilenen eserleri geri almak için verdiği
mücadele, İngiliz Economist dergisinde geniş bir
habere konu oldu. "
Türkiye , yabancı müzelere karşı sertleşti ve
yeni bir kültür savaşı başlattı" iddiasında bulunan
dergiye konuşan Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ise "Biz savaşmıyoruz ama bu,
kesinlikte kültür alanındaki bir mücadeledir ve
çabalarımızı daha kararlı ve daha ısrarlı biçimde
artırmaya kararlıyız" dedi.
Economist dergisi "Türkiye'nin Kültürel Hırsları"
başlığı ile yayımladığı geniş haberinde "
Türkiye , yabancı müzelere sertleşti ve yeni bir
kültür savaşını başlattı" spotunu kullandı. "ılımlı
İslamcı" olarak nitelediği Türk hükümetinin
kendisini "Osmanlı sultanlarının halefi" olarak
görmeyi sevdiğini öne süren dergi, "Türk otoriteler,
bir kültürel yayılmacılık dalgasını lanse ederek
yeni müzeleri inşa ediyor, Osmanlı kalıntılarını
onarıyor, yeni arkeolojik kazılar için lisans
veriyor ve sanata daha çok para harcıyor" diye
yazdı.
Türkiye Cumhuriyeti 'nin yüzüncü yılı
dolayısıyla 2023 yılında Ankara'da büyük bir müzenin
açılacağını belirten dergi, söyleşi gerçekleştirdiği
Kültür ve Turizm Bakanı Günay'ın "
Türkiye 'deki en büyük, Avrupa'nın en
büyüklerinden biri, Metropolitan veya British Museum
gibi dev bir müze olacak" sözlerini yansıttı.
Economist,
Türkiye 'nin yurt içindeki bu hamlesine paralel
olarak Batı'daki eserleri geri getirmek için
"görülmemiş düzeyde atılgan bir kampanya"
yürüttüğüne dikkat çektiği haberinde bu planların,
Türk nüfusunun tüm katmalarında büyük destek
gördüğünü belirtirken Günay "Biz savaşmıyoruz. Ancak
bu, kesinlikle, kültür alanında verilen bir
mücadeledir ve çabalarımızı daha kararlı ve daha
ısrarlı biçimde artırmaya kararlıyız" dedi.
"Türk otoriteleri, istediklerini elde edebilmek için
rica ve tehditten oluşan bir karışımı kullanıyor"
diyen Economist,
Türkiye 'nin eserlerin iadesini kabul etmeyen
yabancı müzelere eser ödünç vermeyi reddettiklerini,
yabancı arkeolojik kazılara lisans vermede ayak
sürdüklerini savunurken "Başka ülkelerdeki
küratörler arasında, artan bir saldırganlık olarak
gördükleri bu yaklaşım, alarm yarattı" diye yazdı.
Önde gelen bir müzenin direktörünün,
Türkiye 'nin kampanyasını "şantaj" olarak
nitelediğini de yazan dergi "
Türkiye 'nin yeni kültür savaşını kazanma
şansının olup olmadığı" sorusunu da ortaya koydu.
Türkiye 'nin yurtdışındaki müzelerden iadesini
talep ettiği eserler konusunda bilgi verilirken
şimdiye kadar talepte buluduğu müzelerin bazılarının
zikredildiği haberde "Batılı müzeler,
Türkiye 'den gelen onbinlerce esere
evsahipliğini yapıyor. Bunların coğu, eksik belgeler
ile verildi veya alındı" ifadelerine yer verildi ve
Türkiye 'nin haklılığından emin olduğuna da
dikkat çekildi.
Economist, haberin son bölümünde "Türk
yetkililerinin,
Türkiye 'nin de asırlarca hakim olduğu
topraklardan zorla yüzlerce eseri aldığını kabul
etmeye yanaşmadığı"nı da iddia ederken Bakan Günay
ve tercümanının, "İskender lahidinin Lübnan'a geri
verilip verilmeyeceği" sorusunu dikkate
almadıklarını öne sürdü.
Radikal, 19.05.2012
|
BENZERSİZ BİR MİMARİ: PERGE
Antalya yakınlarında, kıyıdan 11 kilometre
içeride, Aksu Beldesi’ndeki
Perge antik kenti, daha başlangıç noktasında
karşınıza çıkan anıtsal girişin sıra dışılığı ve
görkemiyle ziyaretçileri etkisi altına alır. Kapıyı
koruyan Hellenistik döneme ait iki dev kule
şaşırtıcıdır. Hiç harç kullanılmadan yapılmış
kulelerin aradan geçen binlerce yıla rağmen ayakta
kalabilmiş olması bir sürpriz gibidir.
Bu kent
çağdaşlarına göre alışılmadık bir formdadır.
Yuvarlak kuleleri ve oval avlusuyla, Anadolu’da pek
benzeri olmayan bir girişe sahiptir. Tiyatro,
stadyum, agora, hamamlar, çeşmeler ve sütunlu
caddeleriyle ayakta olan kent, görkemi ve ender
rastlanılan özellikleriyle çarpıcı bir görünüm
sergiler. Özellikle, anıtsal girişten yüksek bir
tepede yer alan Akropolis’in eteklerine dek uzanan
sütunlu ana cadde, bugün antik dünyadan geriye
kalmış Anadolu’daki en gösterişli caddelerden biri
olarak öne çıkar. Her iki yanı boylu boyunca
mozaiklerle kaplı cadde, bir eşi daha olmayan
ortasından geçen su kanalıyla da dikkat çeker...
Nehir tanrısı Kestros tarafından akıtılan bu berrak
su, kavurucu sıcaklarda
Pergelileri bir nebze serinletirdi.

Perge’nin büyük kısmı, tarihi
Hellenistik döneme
kadar uzanan surlarla çevrili. Ancak sürekli barışın
ve sükunetin sağlandığı Pax Romana döneminde surlar
önemini yitirmiş ve duvarların ötesinde tiyatro ve
stadyum gibi yapılar inşa edilmiş. Perge’de
surlardaki kapıların birinden geçerek şehre giren
dikdörtgen bir avluya ulaşırsınız. Avlunun batı
duvarında bir anıt çeşme yer alır. Yapı, geniş bir
havuzun arkasında iki katlı, zengin süslemeli bir
bina cephesinden oluşur. Anıt çeşmenin tam
kuzeyindeki anıtsal koridor, Pamphylia’daki en geniş
ve en muhteşem hamama açılıyor. Roma hamamında
yıkanmak çok aşamalı bir işlemdi. Hamama giren kişi
ilk olarak “apodyterium” denilen bir odada
giysilerini çıkarır, sonra spor yaptığı palaestra’ya
gelirdi sıra. Terinden ve kirinden arınmak için
havuza girer ya da caldrium’daki sıcak suyla
yıkanırdı. Buradan sonra, sıcak su banyosu için
tepidarium’a soğuk su tercih ediyorsa frigidarium’a
giderdi. Perge’de kutsal sayılan tanrı ve tanrıçalar
arasında Artemis’in önemli bir yeri var. Artemis
Pergaia kültü daha birçok şehirde, hatta Akdeniz
çevresindeki ülkelerde bile görülüyor. Anadolu antik
Roma mimarisinin en etkileyici örneklerinden sayılan
tiyatro ise sahne cephesini süsleyen sütunları,
heykel nişleri, her 3 katında ayrı bir mitolojik
öykünün ustaca sahnelendiği kabartmaları, ince bir
zevki ve işçiliği sergileyen bezemeleri, farklı
tipteki alınlıklarıyla olağanüstü bir zenginlik
gösteriyor. Buradan çıkarılan tanrı, tanrıça ve
imparator heykelleri de kentin bir başka önemli
yanını yansıtıyor: Heykeltıraşlık okulu. 1987’e
kadar yapılan kazılar sırasında azımsanmayacak
sayıda, üstelik çoğu tüm olarak ele geçen yüksek
kalitedeki 47 heykel, Pergeli ustaların eriştiği
sanatsal düzeyin göstergesi olarak kabul ediliyor.
Son derece zengin bir çeşitlilik gösteren nekropolü,
4 anıtsal çeşmesi, takları, özellikle 27 heykelin
çıkarıldığı anıtsal kapının yakınındaki hamamı ve
daha birçok yapısıyla Anadolu’daki Roma imparatorluk
dünyasına ışık tutmaya devam ediyor Perge.
Dönemindeki ihtişamını tam olarak anlayabilmek için
bugün
Antalya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen yüzlerce
heykeli görmek gerekir.
Habertürk, Haber: Levent Özçelik, 19.05.2012
|
TÜRKİYE'DE İLK KEZ SERGİLENDİLER

Samsun'da "18 Mayıs Müzeler Günü" dolayısıyla
emekli öğretmen tarafından açılan sergide, Doğu Roma
kültürüne ait kurşun mühürler ilk kez sergilendi.
Samsun Müze Müdürlüğü ve koleksiyoner Adnan Aci
işbirliği ile 18 Mayıs Müzeler Günü ve Dünya Kültür
Mirası Sözleşmesi'nin 40. yıl dönümü etkinlikleri
çerçevesinde "Adnan Aci Koleksiyonu Doğu Roma Dönemi
Kurşun Mühürleri ve Kültürel Zenginlikleri ile
Vezirköprü" adlı sergi açıldı. Arkeoloji Müzesi'nde
düzenlenen serginin açılışını Samsun Vali Yardımcısı
Haluk Taner Genç, İl Jandarma Komutanı Kıdemli Albay
Mustafa Doğru, İl Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel
Ünal gerçekleştirdi.
Doğu Roma dönemine ait olan 23 adet kurşun
mühürlerin büyük ilgi gördüğü sergide emekli
öğretmen ve
koleksiyoner Adnan Aci, koleksiyonundaki 150
mühürden 23 tanesini sergilediklerini belirterek,
"1997 yılından beri koleksiyonerlik yapıyorum.
Müzeler Günü ve Dünya Kültür Mirası Sözleşmesi'nin
40. yılı dolayısıyla Arkeoloji Müzesi'nde Doğu Roma
dönemine ait kurşun mühürler ve kültürel değerleri
ile Vezirköprü adlı sergi düzenledik. Kurşun
mühürler son derece ilgi alanıma giren ve
bulundukları dönemle ilgili bize somut deliller
veren eserlerdir. Koleksiyonumdaki Doğu Roma
dönemine ait mühürler kişilerin unvan, isim, görev
ve bulundukları coğrafyayla ilgili bilgi
vermektedirler. Bu yıl kurşun mühürlerini
Samsunlularla ilk defa tanıştırmak istedim. Çünkü
kurşun mühürlerin yüzde 90'ı İstanbul ve Anadolu
kökenlidir. Ama üzücü bir olay bunların yüzde 90'ı
yurt dışındadır. Ait oldukları topraklarda
kalmalarını istememden dolayı bu kurşun mühürleri
ile ilgili koleksiyon yapmaya devam etmeyi
düşünüyorum. Kurşun mühürleri Türkiye'de ilk defa
sergiliyorum. Karadeniz'de tek kurşun mühür
koleksiyonu yapan benim. Bu konuyla ilgili olarak da
çalışmalarımı yoğunlaştırarak devam ettirmek
istiyorum. Ayrıca İstanbul'da Bizans tarihçisi Vera
Bulgurlu ile beraber koleksiyonu yayınlamak için
çalışmalarımız var" dedi.
Vezirköprü İlçesi'nde Altınkaya Barajı üzerindeki
Şahinkaya Kanyonu'nun da Dünya Ortak Kültürü Mirası
Listesi'ne girmesi gerektiğini belirten Aci, "Bundan
dolayı da bir resim sergisi düzenledik. 59 fotoğraf
ile birlikte Vezirköprü'yü anlatmaya çalıştık" diye
konuştu.
Samsun Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen kurşun
mühürleri ve Vezirköprü resimleri 18 - 24 Mayıs 2012
tarihleri arasında ziyaretçilere açık kalacak.
sondakika.com, 18.05.2012
|
AİZANOİ ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR
Çavdarhisar
İlçesi'ndeki Aizanoi antik kentinde yürütülen
kazıların bu yılki bölümü, Kütahya ve Bilecik
valilerinin katıldığı törende başlatıldı.
Kütahya Valiliği’nden yapılan yazılı açıklamaya
göre, Kütahya Valisi Kenan Çiftçi ve çeşitli ziyaret
ve temaslarda bulunmak üzere kente gelen Bilecik
Valisi Halil İbrahim Akpınar ile Çavdarhisar’a
giderek, Aizanoi antik kentinde kazı çalışmalarının
başlaması dolayısıyla düzenlenen törene katıldı.
Çiftçi, 1970 yılından bu yana Alman Arkeoloji
Enstitüsü tarafından yapılan kazıların, 2010 yılında
Bakanlar Kurulu kararı ile iptal edilerek 2 Mayıs
2011′de Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Elif Özer
başkanlığındaki ekibe verildiğini anımsattı.
Çavdarhisar Kaymakamı Ömer Bilgin ve Belediye
Başkanı Halil Başer eşliğinde bölgeyi gezen Çiftçi
ve Akpınar, kazı çalışmaları ve kent hakkında bilgi
aldıktan sonra ilk kazma darbesini vurarak kazı
sezonunu başlattı.
haberler.com, 18.05.2012
|
TARİHİ MEŞALE ÇALINDI

Yunanistan'da, Mora Yarımadası'ndaki tarihi
Olimpia kasabasında muhafaza edilen kolleksiyon
değeri büyük Olimpiyat meşalesi çalındı.
Yunan medyası, Helsinki Olimpiyat oyunlarında
kullanılan 22 meşaleden biri olan ve 300 bin avro
kolleksiyon değeri bulunan meşalenin çalındığının
Yunanistan Olimpiyat Komitesi'ne (HOC)
bildirildiğini duyurdu.
Haberlerde, Olimpia Belediye Sarayı'nda sergilenen
meşalenin, kısa süre önce Olimpia Müzesi'nde
gerçekleştirilen soygun sırasında çalınmış
olabileceği tahmin edildiği belirtilirken, Olimpiyat
Komitesi'nin, olayla ilgili hiçbir açıklamada
bulunmadığı, telefonlara da cevap vermediği
bildirildi.
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından
Helsinki'de 1952'de gerçekleştirilen olimpiyat
oyunları için sadece 22 meşale üretildi.
Meşalelerin kıvrımlı huş sapı üzerinde 600 gramlık
gümüş başlık bulunuyordu. Oyunlar sonrasında
Olimpiyat ve diğer spor kuruluşlarına sunulan bu
meşalelerden 2 adet de tarihi Olimpiya Müzesi'ne
verildi.
Paris'te, 2011 yılında bir müzayedede satışa sunulan
bu meşalelerden biri 300 bin avroya alıcı bulmuştu.
Yunanistan'da, Mora yarımadası'ndaki ünlü Olimpia
Müzesi, şubat ayında soyulmuştu. Olimpia Arkeoloji
Müzesi'ne giren iki hırsız 60 ila 70 arasında tarihi
eseri çalarak kaçmıştı.
Vatan, 18.05.2012
|
KOCAELİ'NDE TERMAL TURİZM ATAĞI

Gölcük İlçesi'nde Roma döneminin özeliklerini
yansıtan 2 bin yıllık hamam kalıntılarının bulunduğu
alanda inşa edilecek
termal tesisin temeli atıldı.
Yazlık Mahallesi'nde düzenlenen törende konuşan
Kocaeli Valisi Ercan Topaca, kentlerin
tanıtımında, gelişiminde yalnızca bir sektöre,
sanayiye bağlı kalmanın yeterli olmadığını
belirterek, turizm ve diğer sektörlerle de gelişimin
desteklenmesi gerektiğini söyledi.
Kocaeli'nin turizm anlamında ciddi potansiyeli
bulunduğuna işaret eden Topaca, şöyle konuştu:
''Bu kaplıcanın 2 bin yıllık tarihi var. Kültürel
zenginliğimize katkı yapması anlamında önemli bir
proje.
Kocaeli'nin ve
Gölcük'ün imajını, 'sanayi kenti' imajından,
'kültür kenti', 'turizm kenti' imajına kaydırması
anlamında bu tesis önemli. Kent imajına katkı
anlamında diğer belediye başkanlarımıza da bir çağrı
yapmak istiyorum. Kültür ve Tabiat Varlıkları katkı
payını bu tür projelerde kullanma konusunda her
zaman hazırız. Başiskele'de de bir tarihi yapının
turizme kazandırılması planlanıyor. Askeri alan
içinde bulunan 'çuhahanenin' restorasyonu için
gerekli çalışmayı başlattık. Kentimizin kültür kenti
imajını kuvvetlendirmek istiyoruz.''
Gölcük Belediye Başkanı Mehmet Ellibeş ise
belediyeciliğin halkla kurulan gönül köprüsüyle
örtüşmesi ve bütünleşmesiyle başarılı hizmetlerin
ortaya çıktığını ifade etti.
Belediyecilik yönetiminde kolektif anlayışı, ortak
aklı, ekip ve takım ruhunun ortaya konulmasıyla
başarının geldiğini dile getiren Ellibeş, Yazlık
Ilıcası'nın yeni keşfedilmediğini, Roma dönemine
uzanan tarihsel bir geçmişi bulunduğunu, yakın
tarihe kadar bölgenin turizme kazandırılması için
çeşitli çalışmalar olduğunu anımsattı.
Maden Tetkik ve Arama (MTA) ekiplerinin 600 metre
derinliğinde 2 kuyu açtığını ve saniyede 60 litre
debili su bulunduğunu hatırlatan Ellibeş, ''Yerin
altındaki bu yeri gün yüzüne çıkarıp, halkımızla
paylaşmak istedik. Burası arkeolojik sit alanı,
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ı ziyaret
ederek, fikrimizi paylaştık. Öncelikle arkeolojik
kazının yapılmasını istedi ve oluşturulacak projenin
Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu'nca
onaylanmasından sonra inşaata başlayabileceğimizi
söyledi'' diye konuştu.
''Deri hastalıkları, sedef olmak üzere,
romatizmal pek çok hastalığı tedavi ettiği
biliniyor''
Kocaeli Müze Müdürlüğü kontrolünde arkeolojik
kazı yapıldığına işaret eden Ellibeş, tarihi
değerlerin gün yüzüne çıkarılmasının ardından proje
oluşturularak çalışmalara başlandığını kaydetti.
Ellibeş, ''Bu projenin yalnızca
Gölcük'ün olmadığını açık yüreklilikle ifade
etmek istiyorum. Bu aynı zamanda Başiskele'nin,
Kocaeli'nin projesi'' diyerek, sözlerini şöyle
sürdürdü:
''Buradaki suyun başta deri hastalıkları, sedef
olmak üzere, romatizmal pek çok hastalığı tedavi
ettiği biliniyor. Bunun tescillenmesi, ruhsatlanması
amacıyla da Sağlık Bakanlığı'na müracaatımız oldu.
Hijyenik, özel çamur havuzları bulunacak. Türkiye'de
Sağlık Bakanlığı'ndan lisanslı 6 kuruluş var,
inşallah yedincisi biz olacağız.''
Törenin sonunda protokol üyeleri iş makineleriyle
temele harç döktü.
Tarihi Roma yolu ve Roma dönemine ait su
kanallarının bulunduğu bölgeye 150 metre uzaklıkta
inşa edilecek tesislerde yetişkin, çocuk ve
engellilerin kullanabileceği 2 termal havuz, hamam,
masaj salonları, saunalar ve çamur havuzlar yer
alacak.
Tesisin gelecek yıl hizmete girmesinin planlanıyor.
Habertürk, 18.05.2012
|
SİDE'DE KIRILAN 2 ROMA ASLANININ RESTORASYONU
TAMAMLANDI
Antalya Side Müzesi, Side
antik kentinin
sembolü olan 2 Roma aslanı heykelinin onarım,
restorasyon ve ayağa kaldırma çalışmasını tamamladı.
1947-1967 yılları arası Side Antik Kent
kazılarında Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid
Mansel'in bulduğu ve farklı yerlerinden kırılan 2
Roma aslanının restorasyon ve onarım çalışmasının
Side Müzesi restoratörü Beyzade Yaycıoğlu tarafından
2 yılda tamamlandığı belirtildi. 2 aslanın
restorasyonu için geçmiş yıllarda bir İtalyan
restoratörü çalışma yapmasına rağmen başarılı
olamadığını ifade edildi.
Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, Side
antik kentinin simgesi olan 2 Roma dönemi aslanını ayağa
kaldırma çalışmasını tamamladıklarını söyledi.
Kozdere, 2 aslanın Side Müzesi'nde teşhirini 18
Mayıs Müzeler Günü ve UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal
Mirasının Korunması sözleşmesinin 40 yıl. dönümü
etkinlikleri çerçevesinde yaparak dünya kültür
mirasına kazandıracaklarını kaydetti. 8 parça
halinde olan aslanlardan ilk onarım çalışmasına
mekanik temizlik çalışması sonrası parça
birleştirilmesiyle başlandığının altını çizen
Kozdere, birleştirilmelerin iç kısımlarına krom pim
çubukları yerleştirerek epoksi ile sabitlenerek
yapıldığını ifade etti.
Güner Kozdere, "Birleştirilme işlemi sonrası
eksik olan ön sağ ayak, arka ve sol ayakların
anatomik durum tümlemeyle yapıldı. Bacak formu
verildikten sonra kalıplama işlemi yapılmıştır.
Aslan bacaklarında kullanılan hidrolik kireç,
kireçtaşı tozu, kireçtaşı kırığı (heykelin kendi
malzemesi) ve malzemelerin oranlı karışımlı harçları
kalıpların içine dökülmüştür. 2 Roma aslanını uzun
yıllar sonra dünya kültür mirasına kazandırmanın
sevinci içindeyiz. " dedi.
Kozdere, ayağa kaldırılan 2 Roma aslanını 18 Mayıs
Dünya Müzeler Günü'nde
Manavgat Halk
Eğitim Merkezi (HEM) Müdürlüğü Mehteran
Takımı'nın vereceği konserler açılışını yaparak
teşhire açacaklarını belirtti.
Mynet Haber, 16.05.2012
|
13 - 19 Mayıs 2012
|
KARACABEY ULU CAMİİ'NİN RESTORASYONU BAŞLIYOR
İki ay önce çıkan yangında kül olan Karacabey’deki tarihi Ulu Cami yeniden restore ediliyor.
Karacabey Müftüsü Hikmet Yazıcı,15. yüzyıla ait Ulu Camii’nin restorasyon çalışmalarının başlaması için hazırlanan röleve raporunun onaylandığını, restorasyon projesinin de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunulduğunu söyledi. Yazıcı, mimari özellikleri ve tarihi dokusuna uygun onarım için hazırlanan raporun ardından restorasyon projesinin kabul edilmesiyle yol haritasının kesinleşeceğini kaydetti.
Yazıcı restorasyon sırasında çıkan yangınla ilgili soruşturmanın da devam ettiğini belirtti.
Cumhuriyet Savcılığı’nın bilirkişi raporunun henüz yayınlanmadığını belirten Yazıcı, ’Yangının teknik bir arızdan mı yoksa ağır personel kusurundan mı kaynaklandığı belirlenecek. Eğer ağır personel kusuru saptanırsa yeniden ihaleye çıkılacak. Teknik arızaysa yeni bir hak ediş belirlenecek’ dedi.
Bursa Olay, Haber: Aydın Fidan, 18.05.2012
|
 |

|
NAZİLERİN ÇALDIĞI TABLOLAR BULUNDU
Macar Ferenc Hatvany'in dillere destan kayıp sanat koleksiyonu ile ilgili Hollywood filmlerini aratmayacak yeni bir senaryo ortaya atıldı. Avusturyalı gazeteci yazar Burkhart List, Macaristan'ın Naziler tarafından işgali sırasında el konulan; aralarında Fransız ressam Cezanne'dan Monet'ye pek çok sanatçının tabloları, heykeller, kilimler ve goblenlerin bulunduğu değerli koleksiyonun izini bulduğunu öne sürdü. List, 1 milyar euro değerindeki (2 milyar 320 bin lira) koleksiyonun Almanya ile Çek Cumhuriyeti sınırında bulunan Ore Dağı'nın altındaki madende saklandığını belirtti. Budapeşte'nin düşmesinin ardından Yahudi koleksiyoncu Hatvany'den yağmalanan eserlerin gümüş madenine saklandığını söyleyen List, eserlerin yerin yaklaşık 60 metre altında olduğunu anlattı. Ele geçirdiği arşiv belgelerinin kendi tezini desteklediğini öne süren araştırmacı gazeteci, 1944 yılı sonbaharından Alman askerlerinin madene geldiğini gösteren fotoğraflar ele geçirdiğini söyledi. List, madende el haritasında gösterilmeyen iki ayrı tünel olduğunu savundu ve eserlerin bu tünellerde korunduğunu öne sürdü. List, 70 yıldır bulunamayan koleksiyon için araştırma kazısı başlatacağını açıkladı.
Sabah, 18.05.2012
|
AKM, 29 EKİM 2013'DE AÇILACAK
İstanbul Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin tadilatı için açılan ihaleyi 70 milyon lira teklifle alan Yeni Yapı-Taca Ortaklığı inşaata başlıyor. Bina, 29 Ekim 2013’e yetiştirilecek.
Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) güçlendirme, tamirat ve tadilat işleri için yapılan ihale sonrasında ilk çalışmalara dün başlandı. Bakanlık AKM’nin tadilat işleri için 9 Nisan’da bir ihale gerçekleştirdi. 15 firmanın katıldığı ihaleyi, 70 milyon lira ile en iyi teklifi veren Yeni Yapı-Taca Ortaklığı kazandı. Yeni Yapı daha önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin Taca İnşaat da Haliç Kongre Merkezi’nin yapımında yer almıştı. İhale sürecinin tamamlanmasının ardından dün şirkete yer teslimi yapıldı. Bakanlık, firmadan 540 gün sonra, 29 Ekim 2013’te, AKM’nin özgün yapısına sadık kalınarak restorasyonunu tamamlanmasını istedi.
AKM’nin restore edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sabancı Vakfı arasında da sponsorluk protokolü imzalanmıştı. Bu doğrultuda restorasyon sürecinde Sabancı Vakfı 30 milyon lira katkıda bulunacak.
Haziran 2008’de boşaltılan AKM için Temmuz 2009’da ihale yapıldı. Tadilatın başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 olarak belirlendi. 1 Ekim 2009’da biteceği açıklandı. Temmuz 2009’da, Tabanlıoğlu Mimarlık Bürosu’nun hazırladığı projenin uygun olmadığı gerekçesiyle Kültür Sanat-Sen’in açmış olduğu dava çerçevesinde, mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. Kültür Bakanlığı buna itiraz etti. Üst mahkeme de yürütmeyi durdurma kararının kaldırılmasını reddetti.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 17.05.2012
|
 |
KAYIP ŞEHİR BULUNDU
 
 
Çiçekdağı'nda 2.yüzyıla ait Roma hamamı bulundu.
Defineciler kazdı, muhtar ihbar etti, 'cehennemlik'
ortaya çıktı.
Kırşehir’de 2. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen
Roma hamamı bulundu.
Çiçekdağı İlçesi'nin Büyükteflek Köyünün Kale
mevkiinde, yaklaşık 1,5 ay önce define avcılarının
açtığı yerde tahrip edilmiş tuğla duvar kalıntıları
olduğunu fark eden köy muhtarı Eyüp Baran, İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü’ne bilgi verdi.
Müdürlükte görevli teknik ekiplerin çalışması
sonucu, kazı yapılan alanda çift katlı yapı
bulunduğu, yapının alt katında hamam ocağı
(cehennemlik) olduğu tespit edildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Gökgül, kazı
alanında gazetecilere yaptığı açıklamada, kaçak kazı
yapıldığı belirlenen bölgenin
sit alanı olduğunu, hamam kalıntıları tespit
edilmesinden sonra kurtarma kazısı başlattıklarını
bildirdi.
Yaklaşık 1,5 aydır sürdürülen çalışmalarda hamam
kalıntılarının gün yüzüne çıkarıldığını ifade eden
Gökgül, şunları söyledi: ”İhbar neticesinde hamam
kalıntılarının bulunduğunu öğrenince kurtarma kazısı
için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’ndan izin aldık. Teknik arkadaşlarımızın
tecrübeleri ve gayretleriyle kısa sürede böyle bir
eser ortaya çıktı. Bu hamam, burada büyük bir şehrin
olduğuna, şehirde bir mabet bulunduğuna, şehirle
ilintili daha büyük yapılar olabileceğine işaret
ediyor. 2. yüzyıl Roma dönemine ait olduğunu tahmin
ettiğimiz, hamam literatürde yer almayan ve bugüne
kadar hiç kimse tarafından tespit edilmemiş bir
yapı. Kazı çalışmasını sonuna kadar sürdüreceğiz.”
Kazı alanında tuğla ve taştan yapılmış yaklaşık 2
metre yüksekliğinde duvarlar ortaya çıkarıldığını
belirten Gökgül, iki katlı yapının alt katında ateş
yakılan bölüm, üst katında mermer tekneler ve su
giderleri bulunduğunu bildirdi.
Türkiye
İş Kurumu (İş-Kur) İl Müdürü Ömer Faruk Akyol da
kazı çalışmalarında Türkiye’de ilk kez Toplum
Yararına Çalışma Projesi kapsamında eleman
çalıştırıldığını belirtti.
Kazı çalışmalarında
İş-Kur’un belirlediği 8 personelin görev
aldığını ifade eden Akyol, kazı alanında çalışan
personel sayısının artırılacağını,
proje kapsamında çalışanların ücret ve
sigorta primlerinin İş-Kur tarafından ödendiğini
söyledi.
Milliyet, 17.05.2012
|
İZMİR SAAT KULESİ'NDEN HIRSIZLIK
İzmir’in simgesi tarihi Saat Kulesi’nden
hırsızlık yapıldı. Kulenin altında çeşmeler bulunan,
dörtbir yanındaki kubbelerin üzerindeki mızrak ucuna
benzeyen 'alem' adı verilen bakırdan yapılmış 3
tarihi figür çalındı. Hırsızlar tarihi değeri olan
kubbelere de zarar verdi.
Hırsızlık, dün gece Maliye Hazinesi’ne ait,
Büyükşehir Belediyesi tarafından bakım, onarım ve
temizliği üstlenilen Tarihi Saat Kulesi’nin saat
mekanizmasının kurulması sırasında fark edildi.
Bakım ihalesini kazanan ve her 6 günde bir saati
kuran saat firması yetkilisi,
İzmir Saat Kulesi’ne birilerinin girdiğini
farketti. Belediye yetkililerine
haber verildi. Kubbelerin üzerindeki bakır
alemlerin çalındığını belirleyen belediye
yetkilileri, Kemeraltı Polis Karakolu’na durumu
bildirdi. Ancak, Karakol yetkililerinin belediye
görevlilerine, Tarihi Saat Kulesi’nin sahibinin
başvuru yapması gerektiğini söyleyerek, başvuruyu
almadığı öne sürüldü.
Belediye yetkilileri, bu sabah yeniden Kemeraltı
Polis Karakolu’na giderek Tarihi Saat Kulesi’nin
mülkiyetinin Maliye Hazinesi’ne ait olduğunu
bildirdi. Bunun üzerine Valiliğin de devreye
girmesiyle karakol görevlileri ve
İzmir Emniyeti Hırsızlık Büro Amirliği ile Olay
Yeri İnceleme Şubesi ekipleri Kule’de delil topladı,
parmak izi incelemesi yapıldı. Polis yetkilileri
demir kapıda zorlama olmadığını, bölgedeki güvenlik
kameralarının inceleneceğini söyledi.

İzmir Saat Kulesi etrafında 4 kule bulunduğunu,
bunlardan birindeki bakır alemin 2007 yılından beri
yerinde olmadığını belirten yetkililer, diğer 3
kuledeki alemlerin çalındığı, bu sırada kubbelerde
hasar meydana geldiği bilgisini verdi. Polis ayrıca,
kule içinde gazate kağıtlarıyla ateş yakıldığını da
belirledi. Ayrıca bira şişesi de bulundu.
Öte yandan
İzmir Büyükşehir Belediyesi Tarihsel Çevre ve
Kültür Varlıkları Şube Müdürlüğü’nün yaklaşık 1.5
yıl önce Saat Kulesi’nin bakım ve onarımını yapmak
amacıyla Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne müracaat ettiği
öğrenildi.
Osmanlı padişahlarından II. Abdülhamit’in tahta
çıkışının 25’inci yılı nedeniyle 1901’de, Sadrazam
Mehmet Said Paşa tarafından Alman Konsolosluk
binasını da inşa eden mimara yaptırılan
İzmir Saat Kulesi, 25 metre boyunda. Dört
tarafında çeşmeler bulunan kulenin saati, Alman
İmparatoru II. Wilhelm tarafından armağan edildi.
Saat kurulduğu günden bu yana yalnızca bir kere
durdu. 5.2 büyüklüğündeki 1974
İzmir Depremi sırasında hasar alan kulenin saat
kadranları üzerindeki son kat yıkıldı ve depremin
oluş saati olan 02.04’te durdu. İki yıl içerisinde
kule onarıldı ve saat tekrar çalışır duruma
getirildi. Kulenin üzerindeki Osmanlı tuğrası ve
Osmanlı’ya ait işaretler daha sonra kaldırıldı.
Hürriyet, Haber: Utku Bolulu, 17.05.2012
|
 |
"MANASTIR ARAZİSİNDE MÜSLÜMAN MEZARLIĞI OLMAZ"
İstanbul'da Adalar'ın yapılaşma ve imar hareketlerini düzenleyen 1/5000 ölçekli planlar 2011'de İBB'de kabul edildi. Heybeliada'daki Rum Okulu'yla ilgili yapılan düzenleme kapsamında okulun yanında 96 ada 83 parselde yer alan arazinin mezarlık alanı olarak belirlenmesine karar verildi.
Araziyle ilgili düzenlemeye Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı, bir eğitim kurumunun yanında mezarlık bulunmasının uygun olmayacağı gerekçesiyle itiraz etti. Ayrıca, Aya Triada Manastırı Vakfı'nın itiraz dilekçesinde de arazinin vakıf adına tescili için 2009'da yaptıkları başvuruyla ilgili davanın İstanbul 9. İdare Mahkemesi'nde sürdüğü belirtildi. İleride manastıra ait olabilecek arazide Müslüman mezarlığı bulunmasının geriye dönüşü olmayan sorunlar doğuracağı ifade edildi. Talebini değerlendiren İBB İmar ve Bayındırlık Komisyonu, araziyi yeşil alana dönüştürdü. Belediye Meclisi de kararı oybirliğiyle onayladı.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman 17.05.2012
|
RÖNESANS'IN DEHALARI İSTANBUL'A GELİYOR

Rönesans'ın 3 büyük dahi ressamı Michelangelo,
Leonardo ve Raphael, 1 Haziran'da ilk kez
Türkiye'deki sanatseverlerle buluşacak.
Yapılan açıklamaya göre, "The
Great Masters" sergisi, 1 Haziran'da
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi (MSGSÜ) Tophane-i
Amire'de kapılarını açacak.
16. yüzyıl
İtalya'sının en ünlü üç ustası
Michelangelo, Leonardo ve Raphael'in
bilim ve sanatta nasıl izler
bıraktıklarını anlatan The Great
Masters sergisi, 1 Haziran - 31
Temmuz tarihleri arasında
izleyiciyle buluşacak.
Arter Tasarım, MuseoIdealeLeoanardo
ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi işbirliği ile
düzenlenen serginin, dokunmatik
ekranlar ve interaktifler ile
Türkiye'de gerçek anlamda hayata
geçirilecek ilk interaktif sanat
sergisi olma özelliğini de
taşıyacağı düşünülüyor.
Biletleri MyBilet satış kanalları
aracılığıyla satılacak sergi,
Michelangelo'nun ünlü Sistin
Şapeli'ndeki eserlerini, Davud
heykelini, Leonardo'nun "Son Yemek"
freskini, anatomi çalışmalarını,
"Vitriviusİnsanı'nı, Raphael'in ise
"Atina Okulu" freskini detaylıca
inceleme fırsat sunarken, dönemin en
önemli keşifleri perspektif, anatomi
ve ayna konusunda farklı deneyimler
yaşatacak.
İsveçli sergi tasarım şirketi
ExcellentExhibitions
AB tarafından tasarlanan sergi,
dünyaca ünlü İtalyan küratörler
Alessandro Vezzosi ve Francesco
Buranelli tarafından hayata
geçirildi.
Farklı yaşlardan herkesin ilgisini
çeken bir şey bulabileceği sergide,
farklı ilgi alanlarına hitap eden
bölümler de yer alacak.
Cnn Türk, 17.05.2012
|
GÖMÜLÜ TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
Manisa'nın Kula İlçesi'nde kullanılmadığı gerekçesiyle 1970'li yıllarda üzeri kapatılan Beş Ulalı Çukur Çeşme yapılan restorasyon çalışmasıyla gün yüzüne çıkartıldı.
Konuyla ilgili açıklama yapan Kula Belediye Başkanı Selim Aşkın, ilçenin tarihi dokusunu tamamlayan karakteristik özelliklerinden olan çukur çeşmelerin restorasyonlarına başlandığını belirtti. Aşkın, "Kurşunlu Camii Meydanı'ndaki, güneyde bir ve kuzeyde iki girişi olan, beş oluğu bulunan Beş Ulalı Çukur Çeşme'yi açma çalışmaları tamamlandı. Gömülü olan tarih gün yüzüne çıktı. Restorasyon çalışmalarını tamamlayarak kültür turizmine dahil edildi." dedi. Kulalılar olarak hep birlikte köklü tarihlerine sahip çıkmak zorunda olduklarını kaydeden Aşkın, "Bu bir vatandaşlık görevidir. Turizm Kula'nın ekonomik ve toplumsal kalkınması için en önemli ve vazgeçilmez kaynağıdır. Bu kaynağın akılcı bir şekilde kullanılabilmesi ve zengin doğal tarihi ve kültürel potansiyelin daha iyi değerlendirilebilmesi için uygun stratejiler ve projeler geliştiriyoruz" diye konuştu.
Manisa Kent Haber, 16.05.2012
|
 |

|
DEFİNE AVCILARINA SUÇÜSTÜ
Kütahya'nın Simav İlçesi'nde ormanlık alanda define arayan 3 kişi jandarma tarafından suçüstü yakalandı.
Simav'a bağlı Aksaz Köyü, Başalan mevkiinde, Gavur Evleri olarak bilinen bölgede bazı kişilerin kaçak kazı yaptıkları yönünde ihbar alan jandarma, köye baskın yaptı. Ormanlık alanda iş makinesi yardımı ile geniş çaplı çukur açan N.K. (42), A.A. (32) ile Y.K. (25) gözaltına alınırken; kazıda kullanılan kazma, kürek, el feneri, halat, merdiven, el arabası, plastik kova, çıkrık, el feneri gibi aletlerle 3 motosiklete de el konuldu. Kazı esnasında çam ağaçlarının tahrip edilmesi sebebiyle Simav Orman İşletme Müdürlüğü ekipleri de bölgede inceleme başlattı.
Manisa'ya bağlı Demirci İlçesi'nden geldikleri öğrenilen şahısların, ifadelerinin alınmasının ardından adliyeye sevk edileceği bildirildi.
Kütahya Kent Haber, 16.05.2012
|
YENİKAPI PROJESİ'NİN FİNAL DEĞERLENDİRME RAPORU
YAYINLANDI

“Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeopark Alanı
Uluslararası Mimari Avan Projesi" Davetli Hizmet
Alımı'nın final değerlendirme raporu yayınladı.
Raporda projeye yönelik genel beklentiler ele alınırken, her bir ekibin
projeleri hakkında da değerlendirmeler yer alıyor.
Rapor şu şekilde:
"1. İstanbul'un Yenikapı bölgesini kentsel planlama
ve kentsel tasarım açısından düşünürken, çok zengin
sayıda kentsel olanaklar ve her bir olanağın da pek
çok esin kaynağı olabilecek seçenekleri vardır.
a. Bu bölgedeki yeni formülasyonlar için ilham
kaynaklarından biri de, ortaya çıkartılmakta olan
çok değerli arkeolojik buluntular ve bu alanda
İstanbul'un tarihini derinleştirecek bir
Arkeo-Park'ın düzenlenmesidir. MÖ 6000 yıllarından
beri alanda toplanan Roma, Bizans Surları, antik
liman ve inanılmaz zenginlikteki kültürel eserleri
ile, Arkeo-Park bu bölgeyi farklı ve benzersiz
kılmaktadır. Bu kesinlikle küresel ve kültürel
açıdan duyarlı insan gruplarının dikkatini
çekecektir. Ziyaretçiler burada inşa edilecek olan,
"Kent Arşivi"nin de değerinden yararlanacaklardır.
Dolayısı ile "Arşiv"in lirik birlikteliği ile
arkeolojik alanı kaplayan buluntular ve doğal
topografya çok önemle ve duyarlı bir biçimde dikkate
alınmalıdır.
b. Diğer güçlü bir ilham kaynağı, üç farklı raylı
sistemin bir araya geldiği "Raylı Sistemler Aktarma"
noktasıdır. Gelecekte buradan her gün 1.400.000 ile
2.000.000 kişinin geçmesi beklenmektedir. Yeryüzünde
birçok metropolün nufusuna eşit olan bu rakam
etkileyicidir. Yolcuların ihtiyaçları rahatlık ve
iyi geliştirilmiş destek sistemleri gerekliliği için
dikkate alınmalıdır. Raylı sistem kullanıcılarından
bazıları kullandıkları sistemi değiştirecek,
bazıları Boğazı geçmek için deniz ulaşım araçlarına
veya Türkiye'nin batısına gitmek için feribotlara ya
da daha heyecanlı turlar için yolcu gemilerine
geçeceklerdir. İnsanlar ve onları taşıyan araçların
bu kompleks bağlantıları destekleyen doğru ölçekte
imkanlara ve düzgün tesislere ihtiyaçları vardır.
Fakat, biz Yenikapı'nın bir başka XXL (Mega)
Alışveriş Merkezine ihtiyacı olduğunu düşünmüyoruz.
c. Kent ölçeğinde alanı düzenleyen diğer bir
davranış biçimi, Yenikapı'da yer alacak konserler ve
diğer toplu organizasyonlar gibi yoğun aktiviteler
nedeni ile alana gelmesi beklenen ziyaretçilerin
sayısına bağlı olabilir. Bu ayrıca deniz kıyısında
geceleri yapılabilecek olan etkinlik ve konser
olasılıklarını da akla getirmektedir.
d. Buna rağmen bazen ziyaretçiler sadece
Yenikapı'yı ve Tarihi Yarımada'yı tanıdıkları birini
görmek için ya da iş için geleceklerdir. Gitmek
istedikleri yere otobüs, tercihen servis
(shuttle-mekik), taksi ile veya yürüyerek
gideceklerdir. Bu insanlar ve bu alanda çalışanların
ne olursa olsun Yenikapı'ya arabalarını getirmeleri
özendirilmemelidir. Burası kent kültürü ile içiçe
bir toplu ulaşım noktası olacaktır.
2. Öneriler, halkı, yaşlılar, çok gençler ve
özürlüler dahil, etkinliklerini yapmak için yürümeyi
tercih etmeleri durumunda destekler biçimde
olmalıdır. Rahat yürüyebilmeleri için, yıl boyu hava
şartları ciddi bir şekilde göz önüne alınmalıdır.
Bütününde yaya yolları, kaldırımlar vb., bütün
mevsimlerde yayalar için konforlu güvenli olmalıdır.
3. Tarihi Yarımada'da yeşil alanlar, ulaşım
sistemleri, kıyı tasarımı, kent simgelerinde olduğu
kadar ulaşım sistemlerinin kullanımı yoluyla,
bağlantı sistemlerinde ya da görsel bağlantılarda
belirli süreklilikler vardır. Yenikapı önerileri
sürekliliklere gönderme yapmalı ve saygı
göstermelidir. Zorlayıcı yeni kentsel dokular ile
onları zorlamalıdır.
4. Sahil, deniz kenarı, deniz kenarındaki yürüyüş
yolu, küçük limanlar, iskeleler, bunların hepsi
kentsel planlamanın anlamını ortaya çıkaran kentsel
tasarım elemanlarıdır. Bunlar ayrıca kullanıcıların
gelecek yıllarda değerini daha fazla takdir edeceği
kentsel mimariyi de biçimlendirirler. Tasarım
üslubunda cesaretlilik ile vurgulanan alternatif
yorum gerektirmektedir.
5. Benzer bir şekilde Aksaray Meydanı'nın da,
daha özenli ve ilham veren bir tasarım yaklaşımına
ihtiyacı vardır. Tarihi Yarımada içindeki ölçeği
kadar kullanım talepleri de yeniden tanımlanmayı
gerektirmektedir.
6. Aksaray Meydanı, Yenikapı raylı sistem aktarma
noktası ile deniz limanına bağlanırken, İnebey
Mahallesi ve Yalı Mahallesi'nden geçmektedir. Her
ikisinin de ani ve hızlı kentsel dönüşüme uğraması
beklenmektedir. Tasarımcılar ve plancılar, bu
değişimi uygulama ve tasarım yönetimi önerileri ile
yönlendirmeli ve biçimlendirmelidir.
7. Alandaki tesislerin ve binaların enerji
gereklilikleri iyi bir biçimde tanımlanmalı ve
hesaplanmalıdır. Kamu/Özel Ortaklığı ile
sürdürülebilir çözümler yaratmak için planlama ve
tasarım yolu ile olası önlemler alınmalıdır. Kentsel
peyzaj planlaması ve tasarımı bu konuda en büyük
yardımı sağlayacaktır. Yenikapı bölgesi, sosyal ve
doğal ekolojiler de dahil olmak üzere "Ekoloji
Dostu" (Çevre Dostu) olmalıdır. Ekoloji, enerji
bilinçli tasarım olduğu kadar sağlıklı çevreleri de
içeren doğal destek sistemlerini de kapsamaktadır.
8. Yukarıda özet olarak bahsedilmiş olan
erişilebilirlik, emniyet ve güvenlik, tasarım
boyutları, çok önemli kentsel tasarım konularıdır.
Önerilerin bu boyutları ele almış olması
beklenmiştir.
9. Kentsel Tasarım yönlerine daha doğrudan
yönelinmesi de önemli olan konular:
a. Yerel Yönetim tarafından kuvvetle
destekleniyormuş gibi görülen, sahil karayolunun
yeraltına alınmasının sorgulanması,
b. Müze için güçlü görünürlükte bir nesne- bina
olmasının arzu edilip edilmediğinin (Prestij ve
bütçesinin bulunabilmesi nedenlerinden dolayı)
sorgulanması,
c. Sahilden iç kesimlere kadar yeşil alanların
sürekliliğinin sağlanmasının sorgulanması (yani
büyük bir park olarak yapmak için),
d. Mevcut feribotun otomotiv bileşenlerinin alan
dışına taşınma potansiyelinin sorgulanması
Seçici Kurul aşağıda belirtilenleri anlamaya ve
değerlendirmeye çalışmıştır:
a. Her tasarım ekibinin sundukları kentsel
planlama ve kentsel tasarım önerileri ile Tarihi
Yarımada ve özelinde Yenikapı Alanına ilişkin
incelemeleri ve hedefleri,
b. Her grubun kentsel tasarım ve mimari hedefleri
ve değerlendiricinin beklentileri ve
Yukarıda söz edilenlere kısaca dokunurken her
projede özel noktalara değinen yorumlarımız
aşağıdadır:
1.
EMRE AROLAT MİMARLIK: YENİKAPI
a. Filmde, analiz adımlarının ve konseptin nasıl
geliştirildiğinin gösterilmesi kadar fiziksel olarak
karşılığının geliştirilmesi de çok iyi sunulmuştur.
Fakat sunulan proje önerisi, alanın ve film ile
yapılan analizin vaat ettiklerini karşılamamaktadır.
b. Ana fikir kurumsal olmayan ucu-acık ve şeffaf
bir yapıya sahip olmaktır. Bunun konfigürasyonu
(kesitte) ulaşım sistemleri ve Kent Arşivi arasında,
mimarisi ile geliştirilen kentsel bir doku olarak
bir platform üzerinde başlamaktadır. Bu yavaşça
gelişecektir. Dokusal yapının zenginliği, ana
mekanların hacimleri ve aralarda yer alan form ve
mekanlar ile yaratılmıştır. Sonra onları bağlayan
saçaklar bulunmaktadır. Bu oldukça kabul edilebilir
kavramsal bir öneridir, ancak önerilen üst yapı
sonuç ürün olarak dünyanın her yerinde
rastlanabilecek standart bir mekan (mekanı olmayan
yer/ non-place) önerisidir (kabul edilebilir bir
fikir). Mekanın, göreceli olarak çok sayıda küçük
yapılar ile belirginleştirilmiş olması onu, daimi ve
önemli derecede belirgin bir yer olarak göstermiş
ancak Seçici Kurul tarafından Tarihi Yarımada'nın bu
özel noktası için uygun olmadığı düşünülmüştür.
"Non-place" birimler olarak tasarlanan, doğaları
gereği geçirgen ve şeffaf olmaları beklenen yapılar,
çok kuvvetli bir şekilde görünür ve kalıcı birimler
olarak değerlendirilmiştir. Bu yüzden de kavramsal
olarak önerilen peyzaj içinde göze batmaktadır.
c. Şartnamede (Design Brief') bir gereklilik
olmadığı halde, deniz kıyısında orta katlı
binalardan oluşan yeni bir kentsel doku
önerilmiştir. Her ne kadar bu doku Transfer
Merkezinin dokusu ile ilişkilenecekse de, söz konusu
alanda, yaşayanların sayısını arttıracağından dolayı
Şartnamede 'te öngörülmemiştir. Bu kritik planlama
ve tasarım hareketi yeni kentsel adaları oluşturarak
bina stokunu anlamlı bir şekilde arttıracaktır. Aynı
zamanda binaların altlarında garajları da vardır. Bu
yerel trafikteki artış, hem insan kalabalığına neden
olacak, hem de aşırıbir trafik yoğunluğu
yaratacaktır.
d. Her ne kadar, bu yeni bina stoğu denizin çok
yakınında ise de marina üzerinde yapacağı etki
imgesel olarak gerektiği kadar geliştirilmemiştir.
Öneri, deniz kıyısı yerine, başka bir yaya şemasını
önemli olarak vurgulamıştır. Kennedy Bulvarı, araç
trafiğinden temizlendikten sonra, "Ana Yaya Aksı"
olarak işleyecektir. Bununla birlikte deniz kıyısı
gelişimi ile ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Bu
iyi bir seçenektir. Diğer gruplar önerilerini
geliştirirken bu düşünceye değer vermelidirler.
e. Deniz bağlantıları ve Roma Limanı oluşumları
için tasarım çözümleri sadece kavramsal olarak ele
alınmıştır. Varolan önerilerin mekanın geçmişteki
anlamı ile bağlantısının nasıl kurulacağının tam
anlamıyla üzerinde durulmamıştır.
2.
TABANLIOĞLU MİMARLIK
a. Grup, çok kuvvetli kentsel görselleştirme
yöntemleri ile çok-boyutlu bir kentsel analiz
yapmıştır. Gelecek yıllarda, bu grup tarafından
hazırlanan dokümanlar Belediye tarafından farklı
amaçlar için kullanılabilir.
b. Bununla birlikte, Yenikapı Aktarma
Noktası'nın, 20. yy.'ın bir Avrupa kentinin (sunumda
ortaya konulduğu gibi) ana istasyonu gibi inşa
edilmesi, önerinin temel varsayımlarından biridir.
Ancak Brief'de belirdildiği gibi, bu alan çok
doğallaştırılmış ve çok etkileyici bir Arkeo-Park
olarak, hatta kentin tek Arkeo-Parkı olarak,
kentsellikten uzaklaştırıldığı için böyle bir
düzenlemeyi kaldıramayabilir.
c. Fakat bütün bunlar hem Tarihi Yarımada'yı
besleyecek, hem de ondan beslenecektir. Bununla
birlikte aktarmalar için gerekli herhangi bir
düzenleyici mekan düzenlemesi yoktur.
d. İyi biçimlendirilmiş deniz-iskeleleri
bulunmaktadır, fakat denizin etkileri nedeni ile
düzgün bir şekilde işlemeleri mümkün olmayabilir. Bu
durumda, mevcut iskelenin konuşlandırılması iyi bir
örnek olarak alınabilir. Yeni bir eğlence ortamı
yaratacak olan ek bir "Lido" önerisi vardır. Bununla
birlikte, deniz kıyısındaki yaya yolu iyi bir
şekilde düzenlenmemiş ve "Lido" işlevi ile de
bütünleşmemiştir.
e. Erişilebilirliğin arttırılması için daha üst
bir seviyede giden bir yaya platformuna ihtiyaç
vardır.
f. Yeşil park, kavramsal bir model önerisine
doğrudan gönderme yapmamaktadır.
g. Yalı Mahallesi için yeni bir dönüşüm modeli
önerisi eksiktir.
h. Mustafa Kemal Bulvarı gizemli bir kentsel
bileşen olarak bırakılmıştır. Kimi başka önerilerin
tersine hala kentsel alanı ikiye bölmektedir.
i. Tramvay ve yaya hareketlerinin aynı seviyede
olması güvenli olmayabilir. Ayrıca, kara ve deniz
birleşimlerinde yer alan kenar detayları güvenlik ve
emniyetl açısından sorunludur.
j. Proje kavramsal veya tasarımsal olarak
Arkeo-Park'a odaklanmamıştır. Arkeolojik
değerlendirme istenilen düzeyde değildir. Herhalde
buna bağlı olarak Kent Arşivi Binası da iyi bir
şekilde geliştirilememiştir.
k. Makro düzeydeki bitkilendirme fikirleri
iyidir. Mikro düzeydeki peyzaj tasarımı ise hiç
geliştirilmemiştir. Yeşil peyzaj projesi çok
zayıftır.
l. Alanın çevresindeki dönüşüm kuralları iyi bir
şekilde tanımlanmamıştır
3.
SELGASCANO (ESTUDIO CANO LASSO + DB MİMARLIK)
a. Ekibin disiplinler arası çeşitlilik düzeyi alana
özgü danışmanları kapsamamaktadır. Ev sahibi ülkeden
danışman veya proje ekibi katılımcıları eksiktir. Bu
eksiklik de öneriye de iyice yansımıştır.
b. Projede, alanda yer alan neolitik döneme ait
kulübelere gönderme yapılmaktadır (özellikle de
biçimsel olarak nehir yatağı kazılarından
kurtarılanları andıranlara) ve model olarak
kullanılan biçimin bu formların
kavramsallaştırmasına çok iyi uyduğu iddia
edilmektedir. Bununla birlikte sunum, önerilen
sistemin yeni bir genel inşaat sistemi olarak diğer
alanlarda da kullanıldığını ve geliştirildiğini
göstermektedir. Bu sistemin, alana uygulanma biçimi
yeni bir topografya yaratmak amacıyladır.
Kullanılabilir alanların iç kesimleri, Aktarma
Binası ve müze olarak işlev görecek gerekliliklere
yönelik bölümsel kapasitelere sahip değildir. Bu
anlamda, bu tip mekanlar için önerilen hamamların
tavan penceresi, bir tür hafif bir "Oryantalizm"
olarak ele alınmıştır. İstenilen binaların sosyal
olarak hamamlara nazaran daha açık olacakları ve
bunun gibi sosyal olarak aktif olan binaların çok
sayıda insana hizmet vereceği göz önüne alındığında,
binanın kabuğunun daha geçirgen ve dışarısı ile daha
etkileşim içinde olması gerekmektedir.
c. Projede, alan için gerekli olan esneklikten
çok, yapısal bir model olarak önceden düşünülmüş
soyut sistemin geliştirilmesine önem verilmiştir.
Belki de iki ya da üç sistemle alanın ihtiyacı
benzer bir anlayışlar sağlanabilir. Bu alanın
gereklilikleri ile ilişki kurmayan bir kavramsal-
kentsel peyzaja yönelik bir başlangıçtır.
d. Alanın arkeolojik özelliklerinin
anlaşılmasının yanında onların irdelenmesi de
böylesine önemli duyarlılığa sahip buluntular için,
beklenen düzeye getirilememiştir.
e. İklimsel önlemler olarak, sadece hava
sıcaklığı basıncına yönelik olarak, genellikle de
28C'den aşağıya düşürmek için ele alınmıştır. Kış
mevsimindeki nemin etkisine değinilmemiştir. Ayrıca
peyzaj tasarımında çevrenin kışın kullanımından
bahsedilmemektedir.
f. Alan, tasarım grubundan çok yüksek düzeyde bir
çeşitlilik talep etmektedir. Dağa benzeyen kubbe
sistemleri ve binaya benzeyen diğer sistemler duruma
hitap etmemektedir. Her ne kadar özellikli alanlar
inşa edilmiş olsa da, belki de peyzaj ile daha fazla
ilişkisi olan modeller gerekmektedir.
4.
FARRELLS
a. Öneri bütününde, Tarihi Yarımada içindeki kentsel
durum kadar onun İstanbul'daki bağlantılarının çok
iyi hazırlanmış bir analizidir. Uluslararası benzer
ölçekteki diğer projeler için kavramsal çalışma ile
iyi desteklenmiştir.
b. Kavramsal yaklaşım ciddi kentsel planlama
stratejileri ve ilişkili kentsel teknoloji önerileri
ile yapılandırılmıştır. Fiziksel yorumlar da çok iyi
bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Alanda çok sayıda
otobüs durağı önerisi (zemin seviyesinde) sadece
nüfusun geneli için değil aynı zamanda ve özellikle
de yaşlılar, özürlüler ve çocuklar için çok iyi bir
stratejidir. Bu hizmet ve toplu taşıma biçimi
şiddetli hava şartları dönemleri için de son derece
önemlidir.
c. Sunum sırasında yapılan, "alanın tamamında tek
bir fikrin zaman içinde kullanılamayacağı"nı öne
süren açıklama önemli bir uyarıdır. Gelişim
stratejisi alanın tamamı için tek bir fikir yerine
bu değişim fikrini izleyecektir. Bir dizi farklı
gelişim kapasiteleri önerisi de (belki de birçok
farklı yatırımcı için) iyi bir fikirdir. Bunun
arkasında yer alan kentsel gelişim önerisi ilginçtir
ancak Brief'de istenilmemiştir.
d. Sürekliliği olan bir kıyı düzenlemesine
yapılan gönderme önemlidir. Ancak gösterilen varolan
kentsel deniz bağlantıları çeşitli kurumları
ilgilendiren bir çalışmadır ve iyi
bütünleştirilmemiştir.
e. Yukarıda (c) ve (d) maddelerinde belirtilen
noktalar, ne yazık ki önerinin problematik doğasını
da oluşturmaktadırlar. Bu da alana ve çevresine çok
yüksek bir seviyede nüfus getirmektedir. Belediye ve
plancılar aslında nüfusu azaltmayı istemektedirler.
Önerilen projenin kıyıda getirdiği gelişme dünyadaki
diğer kıyı gelişmeleri ile benzerlikler
göstermektedir. Bu özel alan kendine özgü çözümler
gerektirmektedir.
f. Peyzaj düzeni yapılmış çatı ve teraslanmış
alanlar iddia edildiği kadar iklim dostu değildir.
Sonuç olarak ortaya çıkan peyzaj kullanıcı dostu
olamamakta ve kullanımdan çok kopuktur.
g. Öneri diğer projeler ve alanlar için önerilen
modelleri kullanmaktadır. Yenikapı alanına yönelik
bazı yeni modellerin geliştirilmiş olması gerekli
idi.
h. Otel ve ofis binaları yapıları projelerin
sahipleri tarafından tanımlanan hedefleri
karşılamamaktadır. Mimarileri çok anonim gözükmekte
ve Arkeo-Park Alanına ve Tarihi Yarımada ruhuna
cevap vermemektedir.
5.
EISENMAN MİMARLIK + AYTAÇ MİMARLIK: "KARELENMİŞ
ARKEOLOJİ"
a. Palimpsest (silinip üzerine yeniden yazılmış
parşömen yada yeniden kazınmış gravür kalıbınaki
geçmiş izleri) kavramını kullanmak bu görevin
doğasında vardır ve bu projede çok iyi
geliştirilmiştir. Sadece bir analiz olarak değil,
aynı zamanda Arkeo-Park'ın çok güçlü varlığına bağlı
olarak yeni kentsel dokuların geliştirilmesi için de
kullanılmıştır.
b. Transfer ve arşiv yapılarını alt kotlara
oturtarak az katlı binaları ile, Tarihi Yarımada
için güçlü ve düzeni bozmayan bir mimari yapının
varlığı göz ardı edilerek iyi bir çözüm önerisi
üretilmiştir. Bununla birlikte, bir dizi çok
sınırlandırılmış mimari kesitler ile de elde
edilebilirdi. Eğer proje kesitleri geliştirir ve
mimari düzenin kendine özgü ifadeleri de
geliştirilebilirse, zenginleştirilebilir.
c. Roma duvarları, kısmen batık olan ve bir
şekilde kayıp olan orijinal duvarı yerinde yenileyen
duvar yapısı ile çok iyi vurgulanmıştır.
d. Binalar ve topografyanın kentsel yorumları,
peyzaj tasarımı ve de sonuç olarak ortaya çıkan yeni
topografya, antik duvarlar ve deniz ile de iyi bir
etkileşim içindedir. Bu sonuçta yapılanmanın
çelişkili bir öneri olmasını engellemiştir. Kent
Arşivi/Müze Binası ve toplu taşıma odağı arasında
her iki tarafı da yumuşatan esnek donatılar yer
almaktadır.
e. Toplu taşıma ve erişilebilirlik gibi kentsel
boyutlar ile ilgili çalışmaları iyidir. Bisiklet
için yaratılan olanaklar, önerildikleri şekli ile
çok iyidir ve bu yol sistemleri çok güvenlidir.
f. Arkeolojik Rapor'da benzer şekilde çok iyidir.
Buluntuları ve değerlendirilmelerini ve yeniden inşa
etme seçeneklerini çok sürdürülebilir biçimde ortaya
koymuştur.
g. Kıyı kenarının yeniden biçimlendirilmesi ile
sahil çok iyi bir şekilde tasarlanmıştır. Liman iyi
bir marina tasarımı ile uzatılmıştır. Diğer bir
güzel davranış ise denizi çok estetik bir şekilde
karanın içine yönlendirmektir. Her ne kadar kara ve
deniz arasındaki ilişkiler çok yenilikçi bir şekilde
yeniden inşa edildiyse de, kıyı kesiminde yaya
kullanımı minimal olarak tanımlanmıştır. Kış ve yaz
dönemleri kullanımları göz önüne alınmamıştır.
h. Kuzey ve güney geçişler çok iyi yapılmıştır.
Fakat geçiş, iklimi kontrol amaçlı peyzaj tasarımı
veya araçlar açısından iyi tasarlanmamıştır.
i. Arkeo-Park üzerindeki yaya hareketi de çok
iyidir. Her anlamda yeni kentsel peyzaj deneyimleri
bulunmaktadır.
j. Yatırım için önerilen model bir Kamu-Özel
Ortaklık modeli şüphesiz iyi bir seçenektir.
k. Öneri çeşitli uzmanların katkıları ile ve çok
boyutlu çözüm önerileri ile, Yenikapı'nın tarihsel
çerçeve içinde kentsel gelişmenin önemli bir örneği
olmasına yönelik olarak geliştirilebilir.
6.
FRANCESCO CELLINI Insula - HÜSEYİN KAPTAN Atelye 70
a. Bu öneri hem eski modelleri hatırlatan, hem de
yeni seçenekler üreten, iyi düşünülmüş yeni kentsel
dokular ve deneyimler sağlamaktadır.
b. Önerinin bir güçlü yönü de ayrıca arkeolojik
alanın çok iyi yorumlamasıdır. Peyzaj önerileri yeni
geliştirme modellerini olduğu kadar Arkeo-Park
önerisini de onurlandırmaktadır.
c. Kentsel öneri, genel olarak normal kentsel
dokudan Arkeo-Park'a geçişi küçük hareketler ve
yatıştırıcı kentsel eylemler ile
gerçekleştirmektedir. Kent dokusu ile Arkeo-Park
arasında yer alan Kültürel Park; iki ölçek
arasındaki geçiş açısından iyi bir yoldur. Bir dizi
avlu etrafında tasarlanan tek katlı yapı olarak
önerilen tasarım, çimlendirilmiş ve çiçeklendirilmiş
çiçek bahçelerinin arasında duran, meyve bahçelerine
benzetilerek yaratılmıştır.
d. Ağaç gruplarının kentsel tasarımı da çevre ile
ilişkili tesisleri destekler bir biçimde iyi
yerleştirilmiştir.
e. Mevcut ulaşım sistemleri ve yeni servis
sistemleri arasında iyi bir ayırım önerilmiştir. Ana
bulvarların yer altında ve yerel trafiğe hizmet eden
ikincil derecede yüzey bulvarları ağının olması iyi
bir fikirdir.
f. Aksaray Meydanı için önerilen yapı
çevresindeki alana hizmet etmek ve onu dönüştürmek
üzere önerilmiştir. Bu, semtin tamamını yeni ve
yüksek enerjili bir alana dönüştürecektir. Bununla
birlikte, tesis ve tasarım yönetimi önerileri
eksiktir.
g. Roma Limanı'nın varlığını yansıtan ve su
yataklarının kullanımı yolu ile deniz-duvar
ilişkilerinin simülasyonunu öneren iki öneriden
biridir.
h. Yeni marina ve "Lido" önerileri marinaların
güvenlik ve emniyet standartları ile aynı
çizgidedir. Yeni adanın oluşumunun ve atık su arıtma
tesisinin önerilmesi geniş rekreasyon alanları
sağlamaktadır ancak tasarım anlatımları aynı statüde
değildir.
i. Filmdeki bina ve onun bazı kesitleri alanın
insani tavrını doğrulamamaktadır. Yapının büyük
arkeolojik nefi kesitte karşılığını bulmamıştır.
Nefin ortasındaki odalar kullanılmaz duruma
gelebilecektir. Müze binasının yüksekliği 25
metredir ki bu Tarihi Yarımada'nın zemin ilişkileri
tartışmaları açısından kritik olacaktır.
j. Binaların yüzeylerinin antik buluntuların
enkazları ile işlenmesi ilginçtir. Fakat yönetim
açısından fizible olmayabilir.
k. Bu öneri, Yenikapı projesinin tüm
gerekliliklerini iyi bir yaklaşım içinde ele alan
diğer bir proje olmasının yanı sıra, Yenikapı'nın
her arazisi için alternatif çözümler sağlamaktadır.
Bununla birlikte, Projenin geliştirilip, önerilen
binanın yeniden tasarlanması gerekmektedir.
7.
MVRDV ve ABOUT BLANK + ARCADIS + MSP: "ISTANBUL YENİ
KAPI"
a. Bu grup, Tarihi Yarımada'ya ilişkin uygun bir
analiz yapan ve odak noktası olan alanlar ile
bağlantılarını gösteren nadir gruplardan biridir.
b. Yenikapı alanındaki bölgesel bağlantıların
kimlikleri parçaların kavramsal olarak
markalaştırmasını sağlamaktadır. Vizyon, sunum ve
inşa edilmiş çevre ilişkileri belirgin bir şekilde
verilmiştir.
c. Projenin kendine özgü iyiliği, kuvvetli bir
kuzey-güney ekseni (aks) oluşturmuş olmasıdır. Bu
eksen yalnız yollar ile tanımlanmamış, aynı zamanda
Aksaray Meydanı'nı hızlı transfer noktalarının kara
bağlantı sistemi ile ve de deniz bağlantısı ile
birleştiren ve kısmen kavramsal olan kentsel plato
ile de tanımlanmıştır.
d. Transfer Merkezi'nin, Arşiv Binası'nın ve kazı
noktalarının ve de onları birleştiren Meydan'ın
(Plaza) yapay deliklerini kullanarak yeni bir yapay
topografya yaratmıştır. Bu, sunum filminde ve
çizimlerin bazılarında daha net olmasına rağmen,
plan bu yeni el değmemiş yapay topografyaya gönderme
yapmamaktadır. Ancak parçaların rastgele peyzajını
göstermektedir.
e. Proje açısından girişte bahsedildiği üzere
kıyı kesimi, bu istisnai yer için özellikli
olmasından dolayı çok önemlidir. Öneride Tarihi
Yarımada'nın neredeyse çoğunluğunun Güney Sahil'in
kentsel tasarımı eksiktir.
f. Peyzajın iklimsel formülasyonları ana ulaşım
aksı açısından ve bağlantı seçenekleri açısından
İstanbul'un ikliminin çok yumuşak olduğunu kabul
etmektedir. Bununla birlikte, İstanbul yılın 5
ayında şiddetli kış şartlarına sahiptir ve alan bu
durumda, son derece önemli işlevleri bir yana, dış
kullanımlara da sahip olamayacaktır. Bu durum aynı
zamanda şiddetli yaz hava şartları için de
geçerlidir. Alan yılın 6-7 ayı kullanılamayacaktır.
Arkeolojik odak noktaları için iklimsel denetim
öğeleri de eksiktir.
g. Ulaşım modelleri açısından; bazı noktalarda
yaya ve tren dolaşım sistemleri arasında, yayaların
özgür ve güvenli hareketlerine engel olan aynı
seviyede geçişler bulunmaktadır.
h. Yeraltı otoparkı Arkeo-Park'ı olumsuz
etkileyebilir. Binalar ve kazı alanları arasında
kalan mekanlar yapay topografya gibidirler.
8.
MİMARLAR VE HAN TÜMERTEKİN, HASHIM SARKIS STUDIOS:
"YENİHAT"
a. Bu önerinin filmi ile katılımcılardan üzere
müellif ve izleyici arasında (değerlendiriciler
dahil) iyi bir iletişim geliştirmek, önerinin ruhunu
ve hikayesini anlamak ve tadına varmayı talep
edilmekteydi. Bu durumda, bu amaç ile üretilmiş film
bu gereklilikleri sağlamamaktadır. Çok kısadır ve
öneri tasarımın veya önerilen yaşamın ruhunu
yansıtmamaktadır.
b. "Yenihat" alandaki tüm fikirleri
bütünleştirmek için önerilen yeni bir yapısal
fikirdir. Bu doğudan batıya, Cerrahpaşa'dan İDO
Terminali'ne uzanan yeni bir hareket sistemidir.
Roma ve Bizans duvarlarını yansıtmaya çalışan bir
fikirdir. Fark, önceki duvarların Tarihsel
Yarımada'yı çevreleyen karmaşık doğal güçlere karşı
oluşturulmuş olması, bu önerinin ise iki nokta
arasındaki en kısa mesafenin bir doğru olduğu
fikrinden biçimlenmiş olmasıdır.
c. "Yenihat"ın iyi yanı bütün alana bakıldığında
yayalar için çok etkileyici bir gezi yolu
(promenade) sağlamış olmasıdır. Buna rağmen gezi
yolu yer üstündeki farklı işlevlerle bütünleşik
olarak biçimlenmemiştir.
d. "Yenihat" tren seviyesinde acil yürüyüş
yolları olmayacak derecede çok dar bir yapıdır, ve
zemin seviyesinde trenler olduğu için, duvar gibi
bir cephesi vardır. Zemin seviyesindeki geçişlere
yönelik herhangi bir açılım sunmamaktadır. Bu
nedenle Doğu ile Batıyı bağlamaya çalışırken, Güney
ve Kuzey aksında kentsel alanı ikiye bölen gerçek
bir duvar oluşturacaktır.
e. Öneri arkeolojik duvarların etrafındaki alanın
araştırma için kazılmasını fakat yeniden kapanmasını
önermektedir. Bu alanda çok güçlü bir görsel ve
kültürel çekimin kaybedilmesine neden olacaktır.
f. Seçici Kurul'un anlamakta zorlandığı temel
nokta, arkeolojik buluntuların ve Arkeo-Park
kavramının ve Arşiv Binalar'ının çok hafif bir
şekilde ele alınmış olması ve sonuçta, kavramsal
projenin Arkeo-Park'ın kamusal gelişme alanına
dönüşmesini önermesidir.
g. "Yenihat"ın Güney kesimi iyi bir şekilde
geliştirilmemiştir. Bu da iyice geliştirilmemiş bir
deniz kıyısı önerisini getirmektedir.
9.
MECANOO MİMARLIK + CAFER BOZKURT MİMARLIK
a. Bu proje önerisi, proje alanının kentsel mekanını
analiz ederken, etkileşimlili (interactive) bir
biçimde Yenikapı Proje Alanının ve Tarihi
Yarımadanın gereksinimlerine de yanıt vermektedir.
b. Proje alanındaki yeni gelişmeler açısından,
Roma Limanı ile alanda bulunmuş olan öğelerin bir
arada değerlendirilmiş olması, çok takdir görmüştür.
Su unsurunun , Arkeo-Park Alanı içerisinde ve de
alanı sınırlayan bir öğe olarak kullanılmasıyla
yapılmıştır. Aynı zamanda da, Kent Arşivi'ni de çok
etkin bir biçimde kapsamaktadır.
c. Aksaray ve Arkeo-Park'ın yorumlaması iyi
yapılmıştır. Bununla birlikte Aksaray Alan'ı için
önerilen mega-yapı, çevresi üzerinde güçlü dönüşüm
etkileri yaratabilir. Yine de, ana geçiş yollarını
yeraltına ve yalnız yerel trafiği zemin üstüne almak
çok etkili bir öneridir. Aynı zamanda, bu noktada
yeraltı otoparkını da bulundurmak iyi sonuçlar
verebilir ama aynı zamanda çekim alanı oluşturarak
ve trafik tıkanıklığını da arttırarak, çevresi için
olumsuz sonuçlar da doğurabilir. İyi ve ayrıntılı
düşünülmesi gereken bir konudur.
d. Peyzaj modellemesi, buna rağmen,
çeşitlendirilmemiştir ve kaplamalı alanlar, yeşil
alanlar ve sergi alanları için aynıdır. Doğal
olarak, peyzajın bir başka orta ölçekli gelişimi
olarak Langa Bostanı Alan'ı net bir şekilde geri
getirilmiştir.
e. Transfer-ticaret alanının ve Arşiv Binası'nın
uzun kütlesinin etkisini değerlendirmek zordur. Bir
yandan da bu tek bir bina değildir. Cephesi bir dizi
yapı için pencere düzeni olarak işlev görmektedir.
Bu nedenle, gerçekte daha geçirgen gözükebilir. Öte
yandan, bu detaylandırma uzaktan görülmeyebilir ve
böyle bir form, yüksekliği ve uzunluğu ile Tarihsel
Yarımada arka planının önünde, ön cephe yapısı
olarak tartışmalara neden olabilir. Buna rağmen,
böyle bir tarihsel çerçeve içinde 21. yy.'ın bir
"Odak Noktası" olacak bir yapı tasarlanıp
önerilebilir. Fakat bu işlem yoğun deneyimsel
çalışma ve kamusal tartışma gerektirecektir.
Yukarıdaki değerlendirmelerin sonucu olarak,
Seçici Kurul aşağıdaki projelerin gelecekteki
gelişimler için ele alınması gerektiğine karar
vermiştir.
1. EISENMAN MİMARLIK +AYTAÇ MİMARLIK,
2. FRANCESCO CELLINI Insula – HÜSEYİN KAPTAN Atelye
70
3. MECANOO MİMARLIK + CAFER BOZKURT MİMARLIK
Seçici Kurul'un bu dökümanın girişinde belirttiği
Yenikapı Proje Alanı'na ilişkin görüşlerine bağlı
olarak, her üç gruptan da önerilerini yeniden
çalışmaları istenebilir."
Sürecin bundan sonra nasıl ilerleyeceği İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafından belirlenecek.
Seçilen bu 3 projeden hangisinin uygulanacağına ya
da nasıl uygulanacağına İBB karar verecek.
Yapı, 16.05.2012
|
ÇÖPLÜĞE DÖNEN KİLİSE RESTORE EDİLİYOR

Batman ’ın Beşiri
İlçesi’ne bağlı Yenipınar Köyü
sakinlerinin çöplük alanı olarak kullandığı 11’inci
yüzyıla ait olduğu belirtilen Ermeni Kilisesi’nin
kalıntıları arasında yapılan temizlik çalışmasında
10 ton çöp çıkarıldı.
Batman Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam, çöplerden temizlenen tarihi kilisenin turizm
amaçlı restorasyon çalışmalarına başlanacağını
belirtti.
Yenipınar Köyü’nde yaşayan Ermeniler’in 1914 yılında
bölgeden göç etmesi üzerine, 11’inci yüzyılda
yapıldığı belirtilen kilise de kaderine terk edildi.
İddiaya göre, yıllar içinde harabeye dönen kilisenin
bir kısmı ahır, bir kısmı odunluk ve samanlığa
dönüştürüldü. Son dönemde ise kilisenin
kalıntılarının bulunduğu bölge çöplük alanı olarak
kullanıldı.
Türkiye ’ye gelen Ermeniler’in zaman zaman
ziyaret ettiği kilisenin çöplüğe döndüğü haberi
üzerine yetkililer harekete geçti. DHA tarafından
yapılan haber üzerine
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel
Müdürlüğü, Batman Valiliği ile Beşiri
Kaymakamlığı’nı uyardı. Uyarı üzerine hareket geçen
Valilik ve Kaymakamlık, kilisede temizlik çalışması
başlattı. Bir hafta süren ve 20 işçinin katıldığı
temizlik çalışmasında bölgeden toplam 10 ton çöp
çıkarıldı. Kilise kalıntıları arasındaki tezek,
saman, taş, odun ve kimyevi, evsel atıklar
toplanarak, poşetlendi. Kilisenin ana giriş
kapısındaki ahır da yıktırıldı.
Batman Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam, çöplerden temizlenen tarihi kilisenin
restorasyon çalışmalarının da yapılacağını söyledi.
Kilisede turizm amaçlı restorasyon çalışmalarına
başlanacağını belirten Uluçam, "Valilik ile birlikte
Batman sınırlarındaki tarihi yapıtların tümünün
tespit edilmesine yönelik envanter çalışması
başlatıldı. Bu tarihi kilisede restorasyon
çalışmaları yapılıp turizme kazandırılacak" dedi.
Radikal, Fotoğraf: DHA, 16.05.2012
|
EFES'TE ZİYARETÇİ İZDİHAMI

İzmir ve Kuşadası limanlarına yanaşan dev
kruvaziyer gemilerinden inen turistler, karayolu
turlarıyla gelenler ile çevre il ve ilçelerden akın
eden öğrenciler, Efes antik kentinde izdihama neden
oldu. Sabah saatlerinden itibaren yüzlerce otobüs,
minibüs ve taksi, Efes otoparkına girmek için
saatlerce beklemek zorunda kaldı.
Türkiye'ye gelen
turistlerin görmeden ülkelerine dönmedikleri Efes
antik kenti son yılların en kalabalık gününü yaşadı.
Yarım günde yaklaşık 15 bin yerli ve yabancı
turist Efes antik
kentini gezdi. İzmir ile
Kuşadası'na gelen altı kruvaziyer gemisinden inen
turistlerin otobüslerle getirildiği Efes antik
kentinde, Anadolu turlarıyla gelenler ile çevre il
ve ilçelerden okul gezisiyle gelen öğrenciler tam
bir izdiham yarattı.
Rehberlerin gruplarını kontrol etmekte güçlük
yaşadığı,
Tiyatro, Celsus Kütüphanesi, Yamaç Evler gibi
önemli yerlere girmek için dakikalarca sıra
beklediği antik kentte en büyük karışıklık ise
otoparkta yaşandı.
Otobüs, midibüs ve taksiler otoparka sığmayınca
antik kente doğru uzun bir araç kuyruğu oluştu.
Selçuk İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerinin uzun
uğraşıları sonucunda saatlerce otoparka girmek için
sıra bekleyen araçlar içeri alındı. Alınan bilgiye
göre Kuşadası ve İzmir'de demirleyen gemilerle
gelenlerin büyük bölümünü oluşturduğu 15 bin kişi;
193 otobüs, 188 midibüs, 310 taksi ile geldikleri
Efes'i gezdi. Sadece Kuşadası'na Nautica, Splendour
of the Seas, Navıgateur of the Seas gemileriyle 5
bin 750
turist geldi.
Tura Turizm acentesinin, yabancı turistlere
yönelik hazırladığı animasyon, yoğun kalabalık
nedeniyle 15 dakika arayla sürekli tekrarlandı.
Antik dönem kostümleri giyen kral, gladyatörler,
dönemin esnaflarını canlandıran sanatçıların
gösterileri, turistlerce dakikalarca alkışlandı.
Gösterilerin her anını görüntüleyen turistlerin
büyük bölümü daha sonra Meryemana evine çıkıp hacı
oldu.
Efes antik kentine gelen yerli ve yabancı
turistler en büyük sorunu tuvaletlerde yaşadı.
Tuvaletler önünde uzun kuyruklar oluşturan
turistler, rehberlerden kendilerini tuvalet olan
yerlere götürmesini istedi.
Son yılların en kalabalık gününü yaşayan antik
kent çevresindeki esnaf, rehber ve acentelerin
turistleri anlaşmalı mağazalara yönlendirmek için
adeta kaçırdıklarını öne sürdü. Uygulamanın
ekonomiye zarar verdiğini, turistlerin alışveriş
yapmaları için anlaşmalı mağazalar dışındaki
esnaftan alışveriş yapmamaları için uyarıldığını
söyleyen Ünal Keser, "Turistlerin alışveriş
yapmasına izin vermiyorlar. İşyerime girip bir
tişört almaya çalışan turisti rehber zorla kolundan
tutup götürdü" dedi.
Efes antik kenti girişindeki esnaftan Yusuf
Dereli de turistin kaçırıldığını belirterek, "Bugün
binlerce
turist geldi. Ancak siftah bile yapamayan
arkadaşlarımız var. Rehberler turistleri Efes antik
kentinin girişinden otobüslere kadar adeta
kaçırarak götürüyorlar. Buna bir çözüm bulunmalı"
dedi. Turistlerin anlaşmalı mağazalara
götürülmesinin önlenmesi gerektiğini kaydeden A.
Rıza Arın da "İzmir ve Kuşadası'na gelen gemilerden
inen turistler antik kenti gezdi. En kalabalık
günlerden biri. Ancak esnaf arkadaşlarımız alışveriş
yapamıyor. Rehberler ve acente yetkilileri alışveriş
yapmamaları konusunda turistleri uyarıyor. Biz de
gelen turistlere satış yapmak istiyoruz" dedi.
Cnn Türk, 16.05.2012
|
ERDOĞAN SANAT VE KÜLTÜRE ÇEKİ DÜZEN VEREBİLİR Mİ?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye ve devlet
tiyatrolarının özelleştirilmesi ya da
özerkleştirilmesiyle ilgili çıkışları, önümüzdeki
döneme ilişkin siyasi platformunun en önemli
hedefleri arasına girmiş bulunuyor.
Böylelikle, Erdoğan’ın iktidarının üçüncü
döneminde Başbakanlığının en radikal ve en çok iz
bırakacak hamlelerinden birine yöneldiğini
söyleyebiliriz.
SEÇKİNCİLER / ANADOLU KARŞITLIĞI
Başbakan Erdoğan’ın bu alanda ne yapmak
istediğini anlamak, nasıl bir zihniyet ve duygu
dünyası üzerinden bu konuya eğildiğini okuyabilmek
için referans almamız gereken metin, 4 Mayıs tarihli
Kahramanmaraş konuşmasıdır. Bu metin Başbakan’ın
kültür ve sanat alanına, sanatçılara bakışının bir
manifestosu olarak görülebilir.
Aslında Erdoğan’ın düşünce ikliminin ve kişilik
yapısının tipik izleri bu konuşmada hemen karşımıza
çıkıyor. Başbakan, başka pek çok başlıkta olduğu
gibi, bu konuyu da önce bir çatışma, kavga ekseni
içine çekiyor, ardından kutuplarını kendi
tanımladığı karşıtlık zemininde pozisyonunu alarak
karşı tarafa saldırıya geçiyor.
Son dönemdeki her hitabında yaptığı üzere, Erdoğan
Kahramanmaraş’taki konuşmasını da “seçkinler/millet”
karşıtlığı üzerinden temellendiriyor.
Bu karşıtlığın bir kutbunda, “Millete tepeden bakan,
kendi doğrularını 75 milyona dayatma gayretine giren
seçkinciler, Tanzimat’tan bu yana her şeyi en iyi
kendilerinin bildiğini ve kendi ürettiklerinin
yüksek sanat olduğunu iddia edenler” yer alıyor.
Peki Başbakan “bunlar” diye tanımladığı bu kesimin
karşısına kimi koyuyor? Bir sonraki cümlesinde
yanıtı alıyoruz: “(Bunlar) Kahramanmaraş’ın söz
ustalarını, kalem erbabını (Necip Fazıl
kastediliyor), Anadolu’dan Trakya’dan yetişmiş
ustaları küçümser, kaale almazlar.”
GERÇEK SANATÇI KİM?
Burada bitmiyor. Erdoğan, bir kere “bunlar”ı
“gerçek sanatçı” olarak kabul etmediğini de kayda
geçiriyor: “Bunların siyasi kanadı Türkiye’nin
tapusunu kendisinde zannediyorsa, seçkinciler de
sanatın, bilimin, bilgi ve tefekkürün tapusunun
kendi ellerinde olduğunu zannederler. Bu ülkenin
gerçek sanatçılarına da haksızlık yaparlar.”
Şu ifadeler de aslında Erdoğan’ın “seçkinci” olarak
gördüğü aydınlara duyduğu tepkinin, öfkenin
dışavurumudur: “Tiyatrodan sadece bunlar anlar,
sinemadan müzikten, heykel, resim edebiyattan sadece
bunlar anlar. Bunlar milleti, milletin alın terini,
kültürünü tercihini beğenmezler. Yıllarca
karikatürlerle aşağıladılar bu milleti...”
Ve bütün bu suçlamaları Başbakan’ın “Sanat toplum
için yapılır” tezi izliyor.
SANAT VE KÜLTÜR AKP’LİLEŞEBİLİR Mİ?
Bu açıklamalarda karşımıza çıkan düşünce
kalıpları yeterince açık. Başbakan, öncelikle
yalnızca Cumhuriyet dönemi değil, Türkiye’nin
modernleşme, Batılılaşma çabasının en önemli dönemeç
noktalarından biri olan Tanzimat’tan (1839) bu yana
bu ülkede yaratılmış olan kültürel sanatsal
birikimin önemli bir bölümünü -“seçkinciler”
tarafından üretildiği gerekçesiyle- reddediyor.
Genellemeye dayanan her konuşmada kaçınılmaz olduğu
gibi, bu metinde başka problemli durumlar da var.
Örneğin, suçladığı sanat ve kültür çevreleri içinde
çok sayıda ismin, tek parti, DP ve askeri rejim
dönemlerinde çektikleri çileleri, uğradıkları
baskıları, ödedikleri yüksek bedelleri görmezden
geliyor. Üstelik bu sanatçıların önemli bölümü de
sanatı toplumcu bir anlayışla yapan insanlar olarak
tanınıyor.
Üçüncü tartışmalı nokta, Erdoğan’ın neyin sanat olup
olmadığına karar vermeye tek yetkili kendisini gören
bir anlayışa sahip olmasıdır. Bir başbakan olarak
“Şampiyonluk kupası nerede verilir” sorusu da dahil
olmak üzere her alanda çok geniş yetkiler
kullandığına tanık olduğumuz Erdoğan, belli ki,
neyin sanat olup neyin olmadığı konusunda içtihat
yetkisini de kendisine atfediyor.
Konuşmanın sorunlu bir başka yönü sanatçıların halk
nezdinde karalanması, halk ile bir çatışma içine
çekilmeye çalışılmasıdır. Ülkede zaten var olan ve
toplumu germekte olan kutuplaşma, öyle anlaşılıyor
ki, kültür sanat alanını da içine alarak
genişleyecektir.
Ve nihayet Erdoğan’ın konuşmasının sonunda vardığı
siyasi hedef, bürokrasi ve hukuktan sonra sanat,
bilim ve fikir hayatında da “hanedanlık ve kast
sisteminin sona ereceğini” açıklamasıdır.
AKP hükümetinin siyaset ve hukuktan sonra sanat
ve kültür alanına da tuğrasını vurma yönünde
harekete geçtiğini, dindar nesil yetiştirme
projesine şimdi muhafazakar sanat hedefinin
eklendiği söyleyebiliriz.
Ancak, bugüne dek girdiği her kavgayı kazanmakla
övünen Erdoğan’ı kendine özgü kuralları ve
dinamikleri olan çok başka bir dünya bekliyor bu
kez.
Hürriyet, Yazı: Sedat Ergin, 16.05.2012
|
ERMENİ KİLİSESİ DEFİNECİLERİN GÖZDESİ

Hakkari’nin Konak
Köyü'ndeki Ermeni kilisesinin
içi ve çevresi define aramak isteyenler tarafından
kazılıyor. Burada incelemelerde bulunan Hakkari İl
Genel Meclisi üyeleri, 100 yıllık kilisenin bir an
önce restore edilmesini istedi. İl Genel Meclisi
Özçelik Yıldız, kilisenin durumuyla ilgili olarak
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a da bir
rapor göndereceklerini bildirdi.
Hakkari’ye 18 kilometre uzaklıkta bulunan ve 100
yıllık olduğu belirtilen kilise, bakımsızlık
nedeniyle harabeye dönüştü. İçi ve çevresi
definecilere hedef olan, duvarları kısmen yıkılan
kilisede incelemelerde bulunan Hakkari İl Genel
Meclisi üyeleri Özçelik Yıldız ile İsa Bor, Hakkari
ve çevresinin en büyük kiliselerinden biri olan
Konak
Ermeni Kilisesi’nin ilgisizlik yüzünden bu hale
geldiğini öne sürdü. Koruma altına alınan ancak
restore edilmediği için yıkılmaya yüz tutan
kilisenin durumunu bir raporla
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a bildireceklerini anlatan İl
Genel Meclis Üyesi Yıldız, bu durumu meclis
toplantısına da taşıyacaklarını anlattı.
Hakkari Kültür ve Turizm Müdürü Emin Özatak ise,
Hakkari’de tahrip edilen kiliselerle ilgili
çalışmalar yaptıklarını söyledi. Özatak şöyle
konuştu:
“Kilisede bu tahribatları yapanlar hakkında savcılık
soruşturma da başlattı. Bu yıl Hakkari’deki
kiliselerle ilgili çalışmalarımız var. Ancak bu
konuda ödenek ayrılmadığı için restorasyonunu şu an
yapamayacağız. Ancak diğer tarihi eserlerle ilgili
ödenek gelmiş. Tahrip edilen Konak Kilisesi’nde bir
zamanlar Nasturi Başpatriği’nin kaldığı söyleniyor.
100 yıllık bir kilise olduğu söyleniyor. Bu ve buna
benzer kiliselerin restore edilmesi için Kültür
Bakanlığı nezdinde de çalışmalarımız vardır.”
Milliyet, Haber: Behçet Dalmaz, 16.05.2012
|
 |
DELİBEYOĞLU KONAĞI EK ÖDENEK BEKLİYOR
Taşköprü İlçesi'nin tarihi ve büyüklük olarak göz dolduran eserlerinden Delibeyoğlu Konağı`nın yaklaşık 3 yıldır devam eden restorasyonu ek ödenek sıkıntısına takıldı.
Taşköprü halkı ise Delibeyoğlu Konağı`nın bir an önce ilçe turizmine kazandırılmasını sabırsızlıkla bekliyor.
Kastamonu Postası, 15.05.2012
|
TARİHTEKİ EN ESKİ 'PORNO'
İnsanoğlunun
Avrupa kıtasındaki en eski yerleşimlerinden
olduğu düşünülen Abri Castanet ve Abri Blanchard
bölgelerindeki bir mağarada, şaşırtan bir keşif
gerçekleştirildi.

Antropologların bir mağarada keşfettiği, günümüzden
37 bin yıl öncesinde, 1.5 tonluk kalker taşı üzerine
kazılmış resimler, tarihin en eski mağara sanatı
örnekleri
olabilir.

Taşın üzerindeki çizimlerden birinin, kadın cinsel
organlarına benzerliğine dikkat çekilirken, bu
çizimin günümüzden 37 bin yıl kadar önce yapıldığı
tahmin ediliyor.
Amerika ve Avrupa üniversitelerinden
bilimadamlarının oluşturduğu araştırma ekibi, Abri
Castanet bölgesini 15 yıldır araştırıyordu.
Milliyet, 15.05.2012
|
"KENTSEL DÖNÜŞÜMLE TARİHİ DOKUYA HİÇBİR ZARAR
GELMEYECEK"
Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, kentsel
dönüşümün tarihi dokuya zarar vereceği iddialarına
ilişkin, dönüşümle kültürel mirasa da sahip
çıkacaklarını ve yok olmaya yüz tutmuş tarihi
binalara can suyu vereceklerini bildirdi. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada,
TBMM'de görüşülen Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Kanunu ile başlayacak süreçte birçok
tarihi ve turistik mekanda iyileşme sağlanacağı
belirtildi.
Açıklamada görüşlerine yer verilen Bakan
Bayraktar, hükümetlerinin gerek vakıf eserlerinin
korunmasında gerekse kültür varlıklarının korunması
ve iyileştirilmesinde büyük bir seferberlik
başlattığını belirtti. 'Kentsel dönüşüm tarihi
dokuya zarar verir' iddialarına da değinen
Bayraktar, şunları kaydetti: 'Hükümetimiz,
cumhuriyet tarihinde görülmemiş büyüklükte
yatırımlar yapmış olup, unutulmuş, bozulmuş, tahrip
olmuş ve kaybolmaya yüz tutmuş bu eserleri ortaya
çıkararak tarihine karşı sorumluluğunu da yerine
getirmiştir. Biz dönüşümle birlikte kültürel
mirasımıza da sahip çıkacağız ve yok olmaya yüz
tutmuş tarihi binalarımıza can suyu vereceğiz.'
Yeni Şafak, 15.05.2012
|
ÇIRALI'DA GERÇEKTE NE OLUYOR?
Cennet gibi bir
yerde kavga bitmiyorsa... Bilin ki ortada bir rant
kavgası vardır. İşte Çıralı’da da olan tam olarak
bu.
Çıralı halkının beklentisi basit: Hem tarımını
yapmak hem de turizmini eko-turizm tarzında
sürdürmek...
Çıralı betonlaşmasın, beş yıldızlı oteller
gelmesin...
Kısaca, doğal yaşam sürsün.
Bu tablo fena görünmüyor. O halde sorun ne?
Bunu anlamak için gazeteci Yusuf Yavuz’un
anlattıklarına kulak vermek gerek.
Yavuz’a göre, Çıralı’nın hikayesi “bitmeyen bir rant
romanı”.
Özetleyeyim...
1946’dan beri yapılan kadastro çalışmaları
neticesinde Çıralı’da köylülerin 1930’larda tapusunu
alıp mısır ektiği araziler önce orman dışında kabul
edilir, sonra orman sınırına dahil edilir.
1980’lerde köylülerle devlet arasında bitmeyen
davalar sürerken, 1989’da önceden orman sınırına
dahil edilen yerlerin bir kısmı yine “orman dışına”
çıkarılır.
Bir içeri, bir dışarı...
1970’lerde döviz açığı çeken Türkiye, 1974’te Güney
Antalya Turizm Gelişim Projesi’ni devreye sokar.
Bu proje başta korumacılık ve geliştiriciliğin
senteziyle hayata geçirilmiş olsa da, giderek
korumacı yanını yitirir.
Orman arazilerinde gerçekleştirilen turizm
tahsislerinden siyasi kayırmacılık yoluyla tüm
yandaşlar nasiplenir.
Beldibi-Tekirova arasındaki bantta belirli bir
doygunluğa ulaşan ve yatırım olanakları daralan
sektör, bu kez Çıralı’yı gözüne kestirir.
80’lerin sonunda pansiyonlar çoğalır, seracılık geri
çekilmeye başlar.
Çıralı Milli Park sınırlarından dışarıya çıkarılır,
ardından bölge turizm bölgesi ilan edilir.
Bu arada Çıralı’da iyi şeyler de olmaya başlar.
Sivil toplum örgütleri ve Çıralı halkı tarımsal
kaynaklı turizmi (agro-turizm) geliştirir. Organik
ürünlerin yetiştirildiği tarımsal üretim alanları,
tarihi ve doğal dokusuyla Çıralı giderek yıldızı
parlayan bir yer haline gelir.
“Ancak bu durum yeni yatırım alanları arayan ‘kitle
turizmi’ yatırımcılarıyla, aslında kamu arazileri
üzerinden rant elde etmekten başka planları
olmayanları da bölgeye çeker” diyor Yavuz.
Plansız ve çarpık yapılaşma da başlar.
2000’lerin başında çarpık bir yerleşime dönen
Çıralı’da bir koruma amaçlı imar planı yapılması
gündeme gelir. 2000’de biten imar planı ancak
2007’de onaylanır. Bu arada yaşanan gelişmelerin
plana dahil edilmediği iddiası ve daha birçok
gerekçeyle plana itiraz eden Çıralı halkı konuyu
yargıya taşır.
Temel iddia, planın özünde korumayı değil,
yapılaşmayı özendirdiğidir. Ancak iddialar arasında
en çarpıcı olanı, planın hem hazırlanışında hem de
onaylayan ekibin içinde aynı ismin yer almasıdır:
Mimar Feridun Uyar.
Hal böyle olunca, plan Danıştay tarafından iptal
edilir.
Ne var ki yeni koruma imar planı da halen bitirilmiş
değil.
Çıralı, doğayı bozmadan turizm yapılabileceğini
ortaya koyan nadir örneklerden. Sahilden
baktığınızda pansiyonların hiçbirini göremiyorsunuz.
Hepsi yeşillikler içinde gizlenmiş, küçücük yapılar.
Üstelik yöre halkı, oraya yumurtlamaya gelen Caretta
Caretta’lara bile sahip çıkıyor. Eğitim almışlar,
yumurtlama mevsiminde plajı kapatıyor, insanların
girmesine engel oluyorlar.
Şimdi bu örnek eko-turizmin ürünleri yıkılıyor.
Ama malumunuz, Orman ve Su İşleri Bakanlığı burayı
tamamen yerleşime kapatmayı da düşünmüyor. Yoksa
neden burada Ormanspor’a tesis yapmanın hayalini
kursun?
İşin trajikomik yanı, Ormanspor da yemeyip içmeyip
burayı bir turizm şirketine kiralamaya kalktı.
Çıralı halkı buna karşı çıktı.
Ama ardından yıkım misillemesiyle karşılaştı.
Hem de ne yıkım!
Orman Müdürlüğü dozer ve kepçelerini pansiyonlara
ulaştırabilmek için önce dikili ağaçları keserek işe
başladı.
Orman Müdürlüğü ve Bakanlığı’ndan ormanları
korumasını bekleyecek kadar saf olamayız değil mi?
Velhasılkelam, Çıralı mevcut haliyle ancak iki
şekilde kurtulur.
Ya 2B kapsamına alınacak ve iptal edilen tapular
iade edilecek...
Ya da beş yıldır Turizm Bakanlığı’nda sürünen koruma
imar planı tez vakitte tamamlanacak. Devletin koruma
gibi bir derdi varsa tabii...
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 15.05.2012
|
TÜRKİYE'NİN "UNESCO DÜNYA MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ"NDE
YER ALAN KÜLTÜR VARLIKLARININ SAYISI ARTIYOR
UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının
Korunmasına İlişkin Sözleşme gereğince geçici
listeye eklenmek üzere ülkemizden 12 kültür varlığı
daha Dünya Miras Merkezi'ne bildirildi.

Ani Tarihi Kenti (Kars), Aizanoi Antik Kenti (Kütahya), Beçin Ortaçağ
Kenti (Muğla), Birgi Tarihi Kenti (İzmir), Gordion
(Ankara), Hacı Bektaş Veli Külliyesi (Nevşehir),
Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı (Muğla),
Niğde'nin Tarihi Anıtları (Niğde), Mamure Kalesi
(Mersin), Odunpazarı Tarihi Kent Merkezi
(Eskişehir), Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi
(Gaziantep) ve Zeugma Arkeolojik Siti (Gaziantep)
ile Türkiye'nin, çok da uzun olmayan bir zaman önce
18 olan, geçici listedeki kültür varlığı sayısı
26'dan 38'e yükseldi.

Merkeze 1994, 2000 ve 2009 yıllarında iletilen
kültürel varlıklarımıza 2011 yılında Göbekli Tepe
Örenyeri (Şanlıurfa), Beyşehir-Eşrefoğlu Camisi
(Konya), St. Pierre Kilisesi (Hatay) ve Bergama
(İzmir) eklenmişti.
Arkitera, 15.05.2012
|
DÜNYANIN İLK MECLİS BİNASI ZİYARETE AÇILIYOR
Antalya’da Patara antik
kentindeki dünyanın ilk
demokratik meclisi olarak kabul edilen ve kullanım
hakkı TBMM’de bulunan Likya Birliği Meclis Binası,
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in katılımıyla düzenlenecek
törenle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilerek
ziyarete açılacak.
Kaş İlçesi yakınlarındaki Patara antik kentinde bulunan Likya Birliği Meclisi Binası, 1991 yılında dönemin Patara Kazıları Başkanı Prof.Dr. Fahri Işık tarafından keşfedildi. 2000-2006 yıları arasında Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taner Korkut tarafından gün ışığına çıkarıldı. Likya Birliği Meclisi Binası, 2008 yılında dönemin TBMM Başkanı Köksal Toptan ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katıldığı törende yapılan protokolle, TBMM’ye devredildi.
TBMM, antik yapının kültür dünyasına
kazandırılması için 2009 yılında restorasyon projesi
hazırlattı. Nisan 2010’da AÜ Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva İşkan
Işık başkanlığında yürütülen restorasyon
çalışmaları, 31 Ocak 2012’de bitirildi.
TBMM Başkanlığı, baştan sona yenilenen antik
yapıyı yeniden Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
devretmeye karar verdi. Likya Birliği Meclisi
Binası, 20 Mayıs’ta Patara antik kentinde TBMM
Başkanı Cemil Çiçek ile Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın katılacağı törenle, Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na devredilecek. Ziyarete kapalı
olan antik bina, kültür ve turizm dünyasına
kazandırılacak.
Hürriyet, Haber: Ahmet Acar, 15.05.2012
|
HABEŞ KRALI'NIN TÜRBESİ'NE TÜRKLER SAHİP ÇIKIYOR

Hazreti Muhammed'in, ''O, ülkesinde kimseye
zulmedilmeyen kraldır'' diyerek övdüğü, zulüm ve
baskıdan kurtulmak için Mekke'den hicret eden ilk
Müslümanlara ülkesinin kapılarını açan dönemin
Habeşistan Kralı Necaşi Eshame'nin Etiyopya'daki
türbesi, Türkiye tarafından restore edilecek.
Hz Muhammed döneminde, Mekke'de, inançlarından
dolayı baskı ve zulüm gören, bu nedenle Kızıldeniz
üzerinden iki ayrı kafile halinde Afrika'ya göç eden
sahabelere ev sahipliği yaparak destek olan Habeş
Kralı Necaşi Eshame'nin türbesi ve çevresindeki 15
sahabenin mezarı, Etiyopya'nın Mekele kentine bağlı
Necaşi Köyü'nde bulunuyor.
Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı Başkanlığı
(TİKA), Necaşi Köyü sakinlerinin koruması altında
bulunan, ancak bakımsız haldeki Necaşi Türbesi'nin
aslına uygun restorasyonu ve çevre düzenlemesi için
harekete geçti.
TİKA Başkanı Serdar Çam başkanlığındaki heyet,
Necaşi Türbesi'nin restorasyonuyla ilgili Etiyopyalı
yetkililerle görüştü.
Etiyopya'nın Mekele kentinde Turizm Bakanlığı
yetkilileriyle görüşen Çam, İslam dünyası ve
Hristiyanlar için de önemli olan Necaşi'nin
türbesini ve çevresinde bulunan sahabelere ait
mezarların aslına uygun restorasyonunu yaptırmak
istediklerini bildirdi.
Türbenin restorasyonuyla birlikte çevre
düzenlemesini de yapmayı planladıklarını belirten
Çam, bunun için yerel makamlardan yöneticilerden
destek istedi.
Etiyopya Turizm Bakanlığı'nın Mekele'den sorumlu
Genel Müdürü Kebede Amare de Türkiye'nin Necaşi
Türbesi'ni restore etmek istemesinden büyük mutluluk
duyduklarını ifade ederek, bu konuda gereken desteği
vermeye hazır olduklarını söyledi.
TİKA Başkanı Serdar Çam, aralarında mimarların da
bulunduğu heyetle, daha sonra, Necaşi Türbesi ile 15
sahabeye ait olduğu belirtilen mezarlarda
incelemelerde bulundu.
Serdar Çam, burada, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Türkiye'nin Afrika açılımı çerçevesinde,
Etiyopya'da yoğun çalışmalar yaptığını dile
getirerek, 2005 yılından beri çeşitli projelere imza
attıklarını kaydetti.
Bu kapsamda, Mekele kentinin Necaşi
Köyü'ndeki
Necaşi Türbesi'nin çevresinin düzenlenmesi ve aslına
uygun restorasyonunu yapmak istediklerini ifade eden
Çam, ''Buradaki Turizm Bakanlığı ile çeşitli
girişimlerimiz, görüşmelerimiz bir kaç aydır
sürüyor'' dedi.
Etiyopya seyahatlerine, aralarında üniversiteden
mimarların da bulunduğu heyetin de eşlik ettiğini
belirten Çam, ''Onların çalışmaları neticesinde bir
rapor hazırlanacak. Ona göre, buranın vermiş olduğu
müsaadeler çerçevesinde türbenin çevre düzenlemesi
ve restorasyonunu yapmak istiyoruz'' diye konuştu.
Necaşi Türbesi'nin İslam dünyası için çok önemli
olduğunu vurgulayan Çam, şöyle devam etti:
''Kral Necaşi, sadece İslam aleminde değil
Hristiyan aleminde de önemli insan, Hristiyan bir
kral olarak. Necaşi, Peygamberimiz döneminde
sıkıntılara maruz kalmış bir gurup sahabeye ev
sahipliği yaptı. Hazreti Muhammed'in, 'Orada bir
adil kral var, onun yanına gidin' diye göndermiş
olduğu sahabelere en güzel şekilde destek verdi.
Siyasi, ekonomik açıdan pek çok destek verdi. Kritik
noktanın açılmasına katkı sağladı. Medeniyetin
mesajını en güzel bir şekilde, Hristiyan bir kral
olarak verdi ve daha sonra da Müslüman oldu.''
Habeşistan Kralı'nın, Hz Muhammed döneminde
Müslümanlara kucak açmasının, Türkiye'nin, zulümden
kaçanlara toprağını açması arasında çok büyük bir
paralellik bulunduğuna dikkati çeken Çam, şunları
söyledi:
''Necaşi'nin, adil kral olması neticesinde,
burada huzurlu ortam sağlanmıştı. Dolayısıyla bu
bölge, bu kral sayesinde dünyaya barış, huzur
açısından çok önemli mesajlar vermiş durumda.
Barışın ve huzurun merkezi olarak burayı, Necaşi
Türbesi'ni dikkate almak gerekir.''
Türbe ve sahabe mezarlarının bulunduğu bölgede
külliye şeklinde bir düzenleme yapmak istediklerini
dile getiren Çam, ''Buranın turizme
kazandırılmasında da katkı sağlamak istiyoruz. Bunun
için eğitim programları gerçekleştireceğiz. Bu
projemize, buranın halkı da çok sıcak yaklaşıyor,
Hıristiyan, Müslüman fark etmez. Türkiye'nin bu
şekilde yaklaşmasından çok mutluluk duyduklarını
ifade ettiler'' diye konuştu.
Akşam, 15.05.2012
|
TARİHİ ZİRAAT BANKASI CAĞALOĞLU HİZMET BİNASI
RESTORE EDİLİYOR
İstanbul
İl Özel İdaresi,
Ziraat Bankası
Cağaloğlu hizmet binasını 5 milyon 187 bin
TL bedelle restore ettiriyor. 19. yüzyıl kagir
mimarisinin günümüze ulaşan güzel örneklerinden biri
olan yapıdaki yenileme çalışmalarının
Temmuz
2013’te tamamlanması planlanıyor. Proje
kapsamında öncelikle yapının Kurul onaylı
restorasyon projesi ve raporları ışığında,
'dokunmadan dokunmak' ilkesiyle tarihsel
araştırmaları için gerekli görülen noktalarda raspa
çalışmaları ve laboratuvar incelemeleri yapılıyor.
Bununla beraber taşıyıcı sistemin onarımı ve
takviyesi ile akabinde çatının onarım çalışmaları da
başlayacak. Son dönemde iklim koşullarından ötürü
binanın zarar görmesine sebep olan çatının kış
mevsiminden önce tamamlanması ve yapının koruma
altına alınması planlanıyor.
Yapı, 15.05.2012
|
|
SAFRANBOLU'YA REKOR ZİYARET

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerinden
alınan bilgiye göre, 18 ile 20. yüzyıllarda yapılan
yaklaşık iki bin konağın koruma altında olduğu
Safranbolu'da, ziyaretçi sayısının her
geçen yıl artması ilçe halkının yüzünü güldürüyor.
UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan
genellikle üç katlı, 6-8 odalı, ihtiyaçlara uygun
tasarlanmış, estetik biçimde şekillendirilmiş
geleneksel konaklar, yerli
turistlerin yanı sıra Tayvan, Japonya ve Güney
Kore gibi ülkelerden gelen
turistlerin de ilgisini çekiyor.
İlçeye 2011'in ilk dört ayında 32 bin 948 yerli ve
yabancı
turist gelirken bu yılın aynı döneminde rakam 52
bin 889'a ulaştı. İlçeye gelen
turistlerin 9 bin 508'ini ise yabancılar
oluşturdu.
Belediye Başkanı Necdet Aksoy, her geçen yıl
ilçelerine gelen
turist sayısında artış yaşandığını belirterek,
bu yılın ilk 4 ayında da geçen yılın aynı dönemine
göre önemli bir artış yaşadıklarını söyledi.
Turist sayısını artırmak için yurt içi ve
dışında çalışma yaptıklarını vurgulayan Aksoy,
şunları kaydetti:
''Osmanlı döneminden kalma han, hamam, cami, çeşme,
köprü ve konakların eşsiz güzelliğini keşfetmek
isteyenlerin yoğun ilgi gösterdiği 3 bin yıllık
geçmişe sahip ilçemize gelen yıllık turist sayısını,
1 milyona çıkarma hedefimiz var. Bu hedef
doğrultusunda çalışmalar yapıyoruz. Bu
çalışmalarımız sadece yurt içinde değil dünyanın
birçok bölgesinde yapılıyor.''
Orijinal haliyle korunan eserlerin
Safranbolu'yu açık hava müzesi haline
getirdiğini belirten Aksoy, turistlerin tarihi
mirasın içinde adeta zamana yolculuk yaptığını
vurguladı.
İlçenin kültür turizminin başkenti olduğunu savunan
Aksoy, kültür turizminin yanında mağaraları
kanyonları ve ormanları ile eşsiz bir güzelliğe
sahip olduğunu kaydetti.
Habertürk, 15.05.2012
|
TARİH VE KÜLTÜR MİRASIMIZ BOR BELEDİYE GARAJI'NDA
AYAKLAR ALTINDA
Araştırmacı
Yazar Ömer Fethi Gürer, Bor Belediye Garajı'nda toplu
halde yıllardır atılı duran tarihi kalıntıların
değer bulmasını istedi. Ömer Fethi Gürer bölgede
yaptığı incelemede bazı eserlerin Tyana antik kent
kalıntıları ile benzeştiğine dikkat çekerek Bor ve
Niğde’de benzer onlarca antik kent yapı
kalıntılarına rastlamaktayız. Buradaki antik
yapı malzemeleri de yıkılan eski yapılardan buraya
getirildiği ifade ediliyor. Görünen o ki yıllardır
bu tür yapı malzemesi eserler burada toplanıyor.
Sütunların dışında özelliği olan taş işlemelerde
var. Mezar taşı yanında Karamanlıca uzun bir yazının
yer aldığı taş mutlaka çözümlenmeli. Orada bir
şeyler anlatılıyor.”dedi.
 
 
 
 
 
"Niğde İli
genelinde gitmediğim görmediğim tarihi yapı ve alan
sınırlı kaldı" diye konuşan Ömer Fethi Gürer "Yazdığım
Niğde Kapadokya Başkenti kitabında Cumhuriyet
dönemine kadar Niğde İli'ni anlattım. Orada
görüleceği üzere Niğde çok çok zengin bir tarih
hazinesi. Bor Garajı'ndaki tarihi eserlerin dahi
düzenlenmesi ile bir açık hava müzesi oluşturmak
olasıdır. Yetkililerin bir an önce harekete geçerek
Bor’da böylesi bir müze oluşturması şarttır. Bu
düzenleme için Kayabaşı'nda belediyece yapılan
çalışmaların sürdüğü alanın girişinde dahi bu
eserlerin uzmanlarca düzenlenerek yazıtlı eserlerin
Türkçesine de yer vererek sergilenmesi sağlanabilir.
Bor genelinde sokak aralarında ya da bir kenara
atılmış onlarca tarihi antik kalıntı ve kitabe
mevcuttur. Orta Mahalle cami avlusundan başlayarak
her yerde bu eserlere rastlamak olasıdır. Bor
belediye garajı dahi başlı başına bir inceleme
alanıdır. Çok uzun sayılabilecek karamanlıca kitabe
ne olduğu bir an önce kamuoyuna açıklanmalıdır. Bu
tür yazılarda önemli bilgilere rastlanmaktadır. Keza
mezar taşı, farklı amaçla kullanılmış oyma taşlar,
sutunlar ile bu bölge mutlak surette bir an önce
değerlendirmeye alınmalıdır. Yetkililerin meseleye
ciddi eğileceği ve eserlerin incelenerek geneli ile
ilgili de tarihi derinlikleri ve özellikleri ile bir
açıklamanın yapılacağını umuyorum. Tabii ki bu
eserler bugünün değil yılların toplanması ile orada
oluşmuştur ama artık bu şekilde kalmamalıdır” dedi.
Ömer Fethi Gürer, Niğde, Bor, Fertek,
Yeşilburç gibi
bölgelerde tarihi konaklarında yok olmaktan
kurtarılması için bölgede genel kurtarma projesi
oluşturulmasını da istedi.
Niğde Hasret, 14.05.2012
|
FATİH'İN 557 YILLIK HANI HARABEYE DÖNDÜ

İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in emriyle
Karaköy’de hastane olarak inşa edilen Büyük Balıklı
Han, 350 yıl hastane olarak varlığını sürdürdü.
İstanbul’da yaşanan salgın hastalıkların nedeni
olarak görülen hastane dönemin şehir merkezi sayılan
Karaköy’den Zeytinburnu’nda bulunan Balıklı Rum
Hastanesi’nin olduğu binaya taşındı. Ardından bina
yıkıldı. 1876 yılında Rum mimar tarafından aslına
uygun olarak bir kez daha inşa edildi. Büyük Balıklı
Han adını aldı ve Balıklı Rum Vakfı Hastanesi
Vakfı’na bağışlandı. İkinci kez inşasının ardından
Karaköy’ün önemli ticaret merkezlerinden biri haline
gelen Balıklı Han, Galata bankerlerinin toplandığı
yer olarak dikkat çekti.
Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın binası olarak hizmet
veren Büyük Balıklı Han zaman içerisinde
“Elektronikçiler Çarşısı” olarak anılmaya başladı.
90’a yakın kiracısıyla küçük bir ticaret merkezi
halini alan han, 2010 yılında Balıklı Rum Hastanesi
Vakfı tarafından Nesa Grup Turizm Yatırımları
Limited Şirketi’ne kiralandı. Ancak mevcut
kiracıları hanın içinde çalışmaya devam ediyordu.
Hanın yeni kiracısı şirket, Tarihi Büyük Balıklı
Han’ın otel olarak hizmet vereceğini duyurdu. Şirket
yöneticileri, hanın içinde hizmet veren kiracıları
da tahliye edebilmek için mahkemeye verdi. Ancak
şirketin talebi İstanbul 19’uncu Sulh Hukuk
Mahkemesi tarafından reddedildi. Bu karara rağmen
şirket tarihi handa restorasyon görüntüsü altında
çalışmalara başladı.
Önce tarihi yapıdaki dükkanların kapılarını ve
pencerelerini söküldü. Tarihi kapılar ve pencereler
çürümeye terk edildi. Hanın avlusunda bulunan aslına
uygun yapılmış süs havuzu da tahrip edildi.
Molozları da tarihi hanın avlusunda toplanmaya
başlandı. Ancak şikayetler üzerine devreye giren
İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik
Daire Başkanlığı, yaptığı inceleme sonucunda
kapıların ve pencerelerinin söküldüğünü, avluda
bulunan süs havuzunun ise yıkılarak molozlarının
avluda bırakıldığını tespit etti. Beyoğlu Belediye
Başkanlığı ise han kiracılarına gönderdiği yazıda,
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun uygun
bulduğu restorasyon projesine yapı ruhsatı
vermediğini bildirdi.
İhlas Haber, 14.05.2012
|
DEFİNE ARARKEN CANLARINDAN OLDULAR
Van'ın Başkale İlçesi’nin İran sınırında bulunan
Güleçler Köyü yakınlarında define arayan iki
arkadaş, kazı yaptıkları alanda bir kayanın
üzerlerine düşmesi sonucu hayatını kaybetti.
Olay, dün akşam saatlerinde Güleçler
Köyü
yakınlarında bulunan ve Dem olarak adlandırılan
bölgede meydana geldi. 17 yaşındaki Abdulselam Kızıl
ile 21 yaşındaki Zahir Uslu, define aramak üzere
kayalık alanda kaçak kazı yapmaya başladı. Kazı
yaptıkları sırada kazı alanının üst kısmında bulunan
büyük kaya parçası bir anda üzerlerine düştü. Uslu
olay yerinde kayanın altında kalarak hayatını
kaybederken, ağır yaralanan Kızıl ise cep
telefonuyla yakınlarını arayarak yardım istedi.
Ancak Kızıl da yakınları tarafından hastaneye
kaldırılırken, yolda hayatını kaybetti. Uslu ve
Kızıl’ın cenazeleri otopsi yapılmak üzere Başkale
Devlet Hastanesi’ne kaldırıldığı, olayla ilgili
geniş çaplı soruşturma başlatıldığı belirtildi.
Van Kent Haber, 14.05.2012
|
"YETİMHANE İÇİN TEK ÇÖZÜM HÜKÜMETİMİZ"
İstanbul'da
yayınlanan ilk ve tek Rumca gazetesi
Apoyevmatini Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni
Mihail Vasiliadis Büyükada Rum Yetimhanesi için
yardım istedi.
Kasım 2010'da Fener Rum Patrikhanesi'ne iade edilen
Büyükada Rum Yetimhanesi'nin Avrupa'nın en önemli
ahşap binası olduğunu hatırlatan Vasiliadis, "Bizim
çocuklarımız bu binadan çıkarıldığında çekilmiş
resimlere bir bakın. Ondan sonra da şimdiki haline
bakın.
Şu anda o binanın içine girebilmek için 50 milyon
dolar harcamamız gerekiyor. Ya da o binayı yıkıp
5-10 milyonla oraya rant getirecek bir yapı yaparız
ki bu cinayet olur" diye konuştu.
Vasiliadis, binayı yıkmak yerine yeniden eski
konumuna eski görünümüne getirilmesi gerektiğine
vurgu yaptı. Vasiliadis, "Bu 50 milyon doları kim
verecek?
Eğer bina boşaltılmamış olsaydı bu durumda olmazdı.
Cemaat kalmadı ki Patrikhane onlardan toplasın.
Nitekim bugüne kadar herhangi bir şey toplanmadı.
Bununla ilgilenebilecek kişiler kriz yaşıyor. Tek
çare hükümetin yardım etmesi" diye konuştu.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün cemaat vakıflarının
iade edilmesi kararına ilişkin olarak da Vasiliadis,
"Olumlu bir adım olmasına rağmen yeterli olmaz"
dedi.
Vasiliadis sözlerine şöyle devam etti: "Tarihte yurt
dışına çıkarılan 13 bin Rum vatandaşının yerine
gelmek isteyen en azından 13 bin kişiye Türkiye
kapılarını açmalı.
Onlara oturma izni verip çalışmasına müsaade etmeli.
Ayrıca çocuklarının yine bizim okullarda eğitim
almalarına izin verilmeli.
Eğer böyle olursa bizim temelde demografik olan
sorunumuz çözüme ulaşmış olur. Aksi halde malların
iade edilmesinin pek kıymeti yok.
İstanbul'un kadim halkı olan Rumlar 2500 yıldır
burada yaşadı. İstanbul cazibesi olan bir şehirdir.
Gelen Rumlar belki bugün patates toplar ama
torunları ileride atom mühendisi olacak."
Gayrimüslim yerine
‘farklı inanç grupları’ denmeli
Gazeteci ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen
'Medyada Gayrimüslim Algısı' Çalıştayı sonuç
bildirisinin açıklanmasıyla son buldu.
20 maddelik bildiride 2. Meşrutiyet ile
Cumhuriyet'in ilanı arasında görece özgür ve çok
sesli olan basının, 1925 yılındaki Takrir-i Sükun
ile bu özelliğini kaybettiği belirtildi.
Bildiride "Devlete bağımlı hale gelen basının o
günden beri din, etnik ve inanç gruplarının
mağduriyetlerini ya görmediği, gördüğünde ise
olumsuz bir şekilde ele aldığı" ifade edildi.
Açıklamada, medya dilinde, gayrimüslim kavramı
yerine 'farklı din ve inanç grupları' ifadesinin
kullanımının daha uygun olduğu vurgulanırken,
Türkiye'nin Osmanlı geçmişinde farklı unsurların bir
arada yaşama deneyimlerini daha iyi bir gelecek için
ilham kaynağı olması gerektiği dile getirildi.
Toplumsal kesimlerin sorunlarının kaynağı olarak
birbirlerini görmemeleri gerektiği kaydedilen
bildiride "Toplumsal kesimler demokrasi ve insan
hakları için birlikte mücadele etmelidir. Farklı din
ve inanç gruplarının birikmiş sorunlarının çözümünün
hızlandırılmalıdır. Yeni anayasada eşit yurttaşlık
kavramı vurgulanmalıdır" denildi.
KİMLER KATILDI
İki gün, 4 oturum şeklinde gerçekleşen programa
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil,
Zaman Gazetesi Yazarı Ali Bulaç, Cihan Haber Ajansı
Genel Yayın Müdürü Abdülhamit Bilici, Star Gazetesi
Yazarları Ergun Babahan, Sibel Eraslan, Radikal
Yazarları Oral Çalışlar, Orhan Kemal Cengiz, Taraf
Yazarları Alper Görmüş, Ayşe Hür, Ayhan Aktar,
Aksiyon Dergisi'nden Cemal Kalyoncu, Şalom Gazetesi
Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas, Agos Gazetesi
Yazarı Ohannes Kılıçdağı ve
Apoyevmatini Gazetesi Sahibi Mihail
Vasiliadis'in de aralarında bulunduğu isimler
katıldı.
Bugün, Haber: Nesrullah Sonay, 14.05.2012
|
MERKEZ BANKASI'NIN PAHA BİÇİLMEZ BİR SANAT
KOLEKSİYONU VAR

Merkez Bankası’nın, 206 tonluk külçe altın
rezervinin yanı sıra paha biçilemeyen sanat
koleksiyonu da bulunuyor. 104 ressamın eserlerinin
yer aldığı bankanın sanat kasasında Osmanlı’dan
kalma “efemera” isimli resmi yazışmalar, padişah
fermanları ve asırlık hisse senetleri de yer alıyor.
Merkez Bankası, 206 tonluk külçe
altın rezervinin yanı sıra paha biçilemeyen
sanat koleksiyonuna da sahip bulunuyor. Banka
koleksiyonu arasında Abidin Dino’dan Fikret
Mualla’ya, Nuri İyem’den İbrahim Çallı’nın da
bulunduğu 104 ressamın eserleri yer alıyor.
Merkez’in zengin sanat kasasında Osmanlı’dan kalma
“efemera” isimli resmi yazışmalar, padişah
fermanları ve asırlık hisse senetleri de bulunuyor.
Merkez Bankası, sanat koleksiyonu Cumhuriyetin
ilk yıllarında oluşturulmaya başlandı. 1930’lu
yıllarda Halil Paşa, İbrahim Çallı ve Hikmet Onat
gibi Türk resim sanatının önder isimlerine ait
yapıtlarla başlayan çalışma Şeref Adik, Bedri Rahmi
Eyüboğlu ve Sabri Berkel gibi sanatçıların
eserleriyle daha da zenginleşti. Merkez’in sanat
müzesinde, aralarında Eyüboğlu’nun “Ankara’dan
Görünüm”, Mahmut Cuda’nın “Beyaz Vazo”, İbrahim
Çallı’nın “Çınaraltı” adlı tablolarının da bulunduğu
yüzlerce eser sergileniyor. Türk sanat tarihinde
güçlü bir bellek oluşturmayı hedefleyen Merkez
Bankası’nın bu koleksiyonu, Türk resim sanatının
ulaştığı düzeyi en iyi yansıtan koleksiyonlar
arasında sayılıyor.
Bankanın sanat kasasında, 1932-1941 yılları
arasında
Maliye Bakanlığı’nca ihraç edilmiş olan devlet
iç borçlanma senetlerinden örnekler, 1902 tarihli
Haydarpaşa Limanı AŞ ve Anadolu Demiryolu AŞ’ya ait
hisse senedi örnekleri de yer alıyor. Koleksiyonda
III. Selim ve II. Murat döneminden kalan değerli
altınlar ve diğer padişahlara ait fermanlar da
sergileniyor.
Merkez Bankası’nın koleksiyonundaki ilginç sanat
eserleri de bulunuyor. Bunlar arasında da Osmanlı
döneminde halkın Evrek-ı Nakdiye desenlerinde
dokuduğu halılar; çeşitli tarihlerde banka
şubelerinin kendi arasında yaptığı “efemera” denilen
yazışma örnekleri; V. Mehmet Reşad döneminden
başlayarak kullanılan kağıt paralar dikkat çekiyor.
Hürriyet, Haber: Erdinç Çelikkan, 13.05.2012
|

|
"GEMİLER O KADAR ÇOK Kİ İSİM BULMAKTA ZORLANDIK"
Yenikapı’da günyüzüne çıkan batık gemilerin arkeolojik kazılarını yapan ekibin başındaki Ufuk Kocabaş: “Bir batık kazısı bir bilim insanının kariyerinin yarısını alır. Burada 36 gemi var”.
Her ne kadar özel bir ilgi göstermesek de, hepimizin malumu: Yenikapı’da 2004’ten beri arkeolojik kazılar sürüyor. Kazılarda, Bizans döneminde kalma koca bir liman, Theodosius Limanı çıktı ortaya. Ve bundan bin yıl önce sulara gömülmüş 36 gemi. Kazıları İstanbul Arkeoloji Müzeleri sürdürüyor; gemiler ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı’na emanet. Yenikapı Batıkları Projesi ekibi alandaki işini bitirmek üzere, birkaç hafta sonra son gemiyi de yanlarına alıp Yenikapı’dan çıkacaklar. Ekibin başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş ile buluşup batık gemileri konuştuk.
Milliyet Pazar, Haber: Miraç Zeynep Özkartal, 13.05.2012
|
KORUMA, ANIT AĞAÇ ALTINDA KALDI

Önce sit alanlarında yapılaşmaya hapis cezası
Anayasa Mahkemesi’nde iptal edildi. Sonra Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulları’nın yetki ve
sorumluluk alanları daraltıldı. Arkeologlar,
mimarlar, şehir plancıları ve kültürel varlıkların
korunması için mücadele eden STK’lar ‘‘Ne oluyor?’’
sorusunu sormaya başladı.
Topkapı Sarayı ya da Dolmabahçe Sarayı hem kültür
varlığı hem de anıt ağaçlara sahip alanlar. Eskiden
burada yapılacak herhangi bir müdahaleyi Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na bildirmek
durumundaydınız. Şimdi bu kurullar Kültür ve Tabiat
Kurulları olarak ikiye ayrıldı. Peki sarayda
yapılacak müdaheleye şimdi hangi kurul karışacak?
“Tabii ki Kültür Varlıkları...” diyorsunuz ama
bilemediniz. Yetki Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’nda.
1- Sorunun nasıl başladığına göz atalım. Ağustos
2011’de 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 2863
sayılı yasada değişiklik yapıldı. Doğal sit alanları
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nın yetkisinden
alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verildi.
Koruma Kurulları da ‘Kültür Varlıkları’ ve ‘Tabiat
Varlıkları’ diye ikiye ayrıldı. Gerekçe sit alanları
içinde doğal anıt ağaçlar, farklı florada doğal
yaşam olması ve ancak kurullarda görev yapan
arkeolog, mimar ve şehir plancılarının bu konuda
yeterli bilgi ve deneyime sahip olmamalarıydı.
Çakışan alanlarda yani üzerinde hem kültür hem de
doğal varlık olan yerlerde kararı hangi kurul
verecekti? Çözüm şöyle bulundu: ‘‘Çakışan alanlarla
ilgili yapılan uygulamalarda zaman zaman çeşitli
sorunlarla karşılaşıldığı ve yetki karmaşası
yaşandığı tespit edilmiştir. Tabiat varlıkları ve
doğal sit alanları ile tarihi sit, arkeolojk sit,
kentsel sit, tescilli kültür varlığı, milli park,
tabiat parkı, tabiat koruma alanı, sulak alan ve
tabiat anıtının çakıştığı yerlerde 644 sayılı
KHK’nın 13 A/ç bendinde de belirtildiği gibi yetki
ve sorumluluk bakanlık (Çevre ve Şehircilik)
uhdesinde bulunmaktadır.”
2- Topkapı Sarayı bahçesinde anıt tescilli ağaçlar
var. Aynı zamanda da saray kültür varlığı olarak
tescilli. Bu parselde karar verme yetkisi bundan
sonra Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nda. Sarayda
restorasyon mu yapılacak, Tabiat Varlıkları karar
verecek. Bahçede bir kazı mı yapılacak, arkeolojik
bir eser mi çıktı, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
karar verecek. Doğal sit alanları içinde yığınla
arkeolojik ve tarihsel kültür varlığı var. Buralarda
da kararlar hep Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’nca verilecek. Aslında buna örnek o kadar çok
ki! Patara, Demre, Knidos, Çıralı, Rhadiopolis,
Çırağan, Dolmabahçe Sarayı, Hidiv Kasrı hepsi doğal
ve kültürel varlıkların içiçe olduğu örnekler. Yeni
yasaya göre tüm bu örneklerde yetki ve sorumluluk
artık Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na geçti.
3- Bu uygulama Koruma Kurulları’nın aslında tamamen
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na geçmesi anlamını da
taşıyor. İsmini vermek istemeyen bir kurul üyesi
şunları söylüyor: ‘‘Kurullar özellikle TOKİ, HES ve
yenileme alanlarında bir çok projeye takoz
koyuyordu. Projeler tarih, doğa gözetilmeksizin
hazırlanıyor. Kurullar da bu projeleri durduruyordu.
O nedenle Kültür Bakanlığı’nın elinden kurulları
almak istiyorlar. Direk alsalar göze batacak. Bu
yöntemle kurulları yetkisizleştirdiler.’’
Uzmanlar ne diyor?
İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu Başkanı
Prof.Dr. Mete Tapan: Kültür ve doğal varlık
unsurlarını birbirinden ayrı olarak değerlendirmek
gibi bir yaklaşım içinde olamayız. Korunacak
varlıklar gerçekte tek bir nesnenin ayrılmaz
parçalarıdır. Çubuklu’daki Hidiv Kasrı’nın
çevresindeki ağaçlardan ya da var olan ağaçları
Hidiv Kasrı’ndan soyutlayarak değerlendirmek son
derece yanlış, evrensel koruma ölçülerine aykırıdır.
Peri bacaları, sarkıtlar, mağaralar her türlü doğal
oluşumlarla içiçe geçmiş kültür varlıklarını
korurken bir bütünsellik içinde Kültür Varlıkları
Koruma Kurulları değerlendirmelidir.
Demre Kazı Başkanı ve Antalya Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu Başk. Prof.Dr. Nevzat Çelik: Tabiat
varlıkları özel bir disiplin gerektirir. Bu nedenle
kurulları ayırdılar. Ancak arkeoloji de farklı bir
disiplindir. Buradaki kararı Tabiat Varlıkları
veremez. Bu haliyle arada savaş çıkar. Biz
Antalya ’da iki bakanlık arasında koordinasyon
sağlanana kadar kararlarımızı vermeye devam ederiz.
Aldığımız kararı da takip ederiz. Çakışan noktalarda
ortak karar alınmak zorundadır. Arkeoloji ve
tarihsel sitler noktasında biz, doğal varlıklar
noktasında onlar karar alırlar. Bakanlığımız çözüm
arayışı içinde olacaktır. Bu durum revize
edilmelidir. Çözüm bulunana kadar biz kararlarımızı
almayı sürdürürüz.
Patara Kazı Başkanı Prof.Dr. Havva Işık: Bunun
uygulamada getireceği sıkıntıları tahayyül bile
edemiyorum. Arkeolojik sitler Kültür Bakanlığı’nın
uhdesinde olmak zorundadır. Patara’da doğal ile
arkeolojik sit iç içe. Burada kararı Tabiat
Varlıkları vermemeli. Eğer doğal sit ile ilgili bir
durum olursa biz zaten Tabiat Varlıkları Kurulu’na
sorarız. Bu durum bir an önce düzeltilmeli.
Rhadiopolis Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. İsa Kızgut:
Çok büyük bir tehlike var. Biz
İstanbul ’da 3 No’lu Kurul’da çakışan bir alanda
her iki kurul ortak karar versin, dedik. Henüz
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan bir cevap
gelmedi. Rhadiapolis’de sitler çakışıyor. ‘Tabiat
Varlıkları’nın tek başına karar vermesi doğru değil.
Bu sıkıntıyı bakanlığa akataracağız. Bunu bir an
önce değiştirmeleri gerekir.
Likör fabrikasında ne oldu?
‘Yetki çakışması’nda kararı Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’na bırakan düzenleme, en son Şişli’deki
tarihi likör fabrikasıyla gündeme geldi. Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu 5 yıldır tescilli yapıda
restorasyonun nasıl olacağına karar verme
aşamasındayken yetki, Tabiat Varlıkları Kurulu’na
geçti. Kurul 1 ayda konuyu karara bağladı ve ‘tarihi
fabrikanın yıkılıp yeniden yapılmak suretiyle’
korunacağı açıklandı.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.05.2012
|
YORGUN HERAKLES'E
ZİYARETÇİ AKINI
Kaçırıldığı
ABD’den geçen yıl Eylül ayında getirilerek Antalya
Müzesi’ndeki alt kaidesiyle birleştirilen Yorgun
Herakles heykelini, 9 Ekim’den bu yana 62 binden
fazla kişi ziyaret etti.
1980’lerde Perge antik
kentinden yurt dışına
kaçırılan heykelin üst kısmı, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın
ABD ziyareti sonrası geçen yıl
Türkiye’ye getirilmiş ve
Kültür ve Turizm Bakanlığı uzmanları tarafından
alt kaidesiyle birleştirilmişti.
Milliyet, Haber: Özgür Öztürk, 13.05.2012
|
|
|
YOL MAĞDURU KIZIL SAKALLI İMPARATOR YERİNE YERLEŞTİ
Haçlı Ordusu ile Kudüs'ü
fethetmeye giderken, Göksu Nehri'nden geçmeye
çalıştığı sırada boğulan Roma-Germen İmparatoru
Friederich Barbarossa'nın Mersin'in Silifke
İlçesi'nde 40 yıl önce yaptırılan ve duble yol
çalışmaları nedeniyle görünmeyen bir noktada kalan
anıtı, yeni bir yerde dikildi. Silifke Belediyesi
tarafından 4 ay önce Mut yolu üzerinde yapımına
başlanan anıtının inşaatı geçen hafta tamamlandı.
Eski Almanya Fahri Konsolosu ve Akdeniz Türk-Alman
İşadamları Derneği Başkanı Teyfik Kısacık, anıtın
yeni bir yerde yapılmasından mutluluk duyduklarını
belirtti. Kısacık "Anıtın görkemli bir şekilde
yerine dikilip çevre düzenlemesi yapılması sağlandı.
Alman vatandaşları Silifke'ye geldiği zaman
Barbarossa'nın anıtını mutlaka ziyaret ediyor.
Almanya Türkiye'nin yüzyıllarca süren dostluğu bu
anıtla ebediyen devam edecek." dedi.
Sabah, 13.05.2012
|
ATATÜRK İLE İLGİLİ YENİ TARTIŞMA

Yunan medyası, “Aylar süren araştırma sonunda
Atatürk’ün Selanik’te değil, Lagadas (Langaza)
kentindeki Altın Şafak (Sarıger) Köyü'nde doğduğunu
tespit ettik” diye yazdı.
Köye giden Yunan muhabir,
Atatürk'ün 'evinin' kalıntıları önünde poz verdi.
Milliyetçi basın, köyün meclise giren ırkçı Altın
Şafak Partisi'yle aynı ismi taşımasını da manidar
buldu!
Ekonomik ve siyasi çöküşün eşiğine gelen, yapılan
seçimlere rağmen yeni bir hükümet kuramayan ve
euro'dan çıkışı gündeme gelen Yunanistan'da sağcı
basını Atatürk'ün doğum yeri derdi sardı.
Yunanistan'da milliyetçi kesimlerin gazetesi olarak
bilinen Proto Thema gazetesi, dün Yunanistan'da
yüzde 7 oyla meclise giren Nazi partisi Altın
Şafak'ın, aynı zamanda Atatürk'ün 'gerçek doğum
yeri' olan köyün ismi olduğunu iddia etti.
Atatürk'ün Selanik'te doğduğu bilgisinin Türkler
tarafından "Atalarını bir köylü çocuğu gibi
göstermemek için" uydurulduğunu iddia eden gazete,
bu bilgileri de Zagalisa adlı başka bir gazetenin
yaptığı araştırmaya dayandırdı. Gazete, aylar süren
araştırma sonucunda Mustafa Kemal'in Lagadas
(Langaza) kenti yakınlarındaki Sarıger Köyü'nde
doğduğunu ve burada ilkokula gittiği ileri sürdü. O
dönemde bu köyde çoğunlukla Türkler'in yaşadığını
belirten Yunan medyası, Yunanistan ve Türkiye
arasındaki mübadelenin ardından köyün adının Altın
Şafak olarak değiştirildiğini iddia etti. Gazetede
Mustafa Kemal'in doğum yeriyle ilgili olarak şu
iddialar dile getirildi:
Başkanın takma adı 'Kemal'
- Mustafa, Sarıger Köyü'nde doğdu ve 8 yaşına kadar
burada kaldı. Minik Kemal 8 yaşındayken, Zübeyde
hanım ikinci evliliğini yaparak oğlunu alıp
Selanik'e gitti.
- Nüfus mübadelesinden sadece birkaç yıl öncesine
kadar Atatürk'ün ebesi Fatma Hanım halen bu köyde
yaşıyordu. Fatma Hanım 1911'de öldü.
- Mübadele sonrasında Doğu Trakya'dan bu köye gelen
Andrew Stathis adlı Yunan, Atatürk'ün doğduğu eve
yerleşti. Hatta bu nedenle kendisini köylüler
'Kemal' takma adıyla çağırıyorlardı. Stathis,
1979'da ölümünden önce buranın belediye başkanı da
oldu.
- Mustafa Kemal'in doğduğu ev taş ve tuğladan
yapılmıştı ve iki katlıydı. Yukarıda iki odası
aşağıda da verandası vardı. Geniş bir bahçeye
sahipti. Merkezdeki caminin uzağında, köyün en uç
noktasında yer alıyordu.
- Bölgede yaşayan Müslümanlar Kemal'i koyunlarla ve
ineklerle oynamayı seven bir çocuk olarak
hatırladıklarını söylemişlerdi. Ev, 1920'li yıllarda
köydeki diğer evler gibi çevrede inşaat yapan
Yunanlar tarafından söküldü ve evin hemen hemen tüm
kalıntıları ortadan kalktı. Ancak evi çevreleyen
yarım metre yüksekliğindeki duvarlar 1980'li yıllara
kadar ayakta durdu.
Başkonsolos biliyordu
- Bu köyden Türkiye'ye dönen Türkler, gerçeği
bildikleri için Selanik'teki ev yerine Sarıger'e
gelerek Atatürk'ün gerçek evini görmek amacıyla
turlar düzenledi. Son olarak 2007 yılında bu köye
düzenlenen tur sırasında İzmirli bir Türk toprağı
öperek Atatürk'ün evinden kalan taş parçalarını
hatıra olarak yanında götürdü.
- Türk yetkililer de gerçeklerin farkındaydı. 1981
yılında Atatürk'ün doğumunun 100'üncü yıldönümünde
Türkiye'nin Selanik Başkonsolosu yardımcısıyla
birlikte bu köye geldi. Köyde yaşayanlara Atatürk'ün
doğduğu evin tam yerini sordu. Burada saygı
duruşunda bulunduktan sonra birçok fotoğraf çekti.
Burada bir müze yapılması için çaba sarfedeceğini
söyleyerek gitti.
-Atatürk'ün kardeşi Makbule de Mustafa Kemal'in
Selanik'te doğmadığını söylemişti.
'Burası üvey babasının evi'
Mustafa Kemal'in babası Ali Rıza Efendi 1888'de
öldü. Dul kalan Zübeyde Hanım ise 1889'da Ragıp Bey
ile ikinci evliliğini yaptı. Mustafa Kemal'in
Süreyya, Hakkı, Ruhiye adında üvey kardeşleri vardı.
Gazeteci Figen Yanık tarafından yayımlanan
"Atatürk'ün Doğduğu Ev" adlı kitapta bugün
Atatürk'ün doğduğu ev olarak gösterilen binanın üvey
babası Ragıp Bey'e ait olduğu iddia edildi. Üvey
kardeşi Ruhiye Hanım'ın ailesi de bu yanlışlığın
düzeltilmesini istemişti. İddiaya göre dönemin Milli
Eğitim Bakanlığı, 1934 yılında yayımladığı Tarih IV
kitabında Selanik'teki evi "hatalı bir şekilde"
Mustafa Kemal'in doğduğu ev olarak gösterince o
tarihten beri yanlış yapılmaya devam ediliyor.
Turgut Özakman (Tarihçi-Yazar): "Atatürk, Selanik'te
Ata'nın evi olarak bilinen yerde doğmuştur.
Babasının ölümüyle birlikte bir yıl kadar
Langaza'daki dayısının yanına gitmiştir. Gazi Paşa
5-6 yaşlarındayken kız kardeşiyle birlikte
Langaza'da dayısının çiftliğinde kalmış, sonrasında
tekrar Selanik'teki evlerine dönmüştür. Atamız,
Manastır'daki askeri ortaokula gidene kadar
Selanik'te yaşamıştır. Askeri liseye gitmek için
Selanik'ten ayrılmış bir daha da geri dönmemiştir.
Yunanlılar cahilce hata yapmışlar. Ciddi almamak
gerekir. Bilgisizce, cahilce ortaya atılan bir
konu."
Heath Lowry (Princeton Üniversitesi-Türk Tarihi
Uzmanı): "Yunanlılar'ın ortaya attıkları görüşü ilk
kez duyuyorum. Langaza bugünkü Selanik'in varoşları
olarak düşünebiliriz. Bir tepenin arkasında yer alan
kasaba bir yerdir. Benim araştırmalarım Atatürk'ün
Selanik'te doğduğu yönünde. Sarıger Köyü olarak
bahsedilen yeri hiç duymadım. Tabii o dönem için
Selanik şehrin ve genel bir sancağın adıydı.
Bünyesinde birçok kasaba, ilçe ve köy vardı.
Yunanlılar'ın belge ve bilgileri neye dayanıyor.
Somut olarak açıklamaları gerekir."
Prof.Dr. Mehmet Saray (Tarihçi-Atatürk
Araştırmacısı): "Kusura bakmasınlar ama bu tip saçma
sapan hatta deli saçması iddialara gülüp geçiyorum.
Yunanlılar'ın, Atamızla ilgili Altın Şafak Köyü'nde
doğduğu gibi bir görüş ortaya atmaları bilim, tarihi
gerçeklerle örtüşmez. Atatürk'ün şeceresi, hayatı,
anası ve babası da dahil olmak üzere hayatının tüm
detaylarıyla ilgili yüzlerce araştırmalar yaptık.
Değerli tarihçi Ali Güler tarafından kaleme alınan
belge ve bilgiler de mevcuttur. Atatürk hepimizin
bildiği, Selanik'teki evde doğmuştur. Biz yıllarca
millet ve devlet olarak boşuna mı Selanik'teki eve
itibar ettik. Biz Türk tarihçileri, hepimiz bir
yalan üzerine mi bilgi inşa ettik. Böyle şey olmaz.
Atatürk, belli bir süre babasının ölümüyle birlikte
dayısının Langaza'daki evinde kalmıştır. Doğum yeri
Altın Şafak falan değildir. Selanik'te doğmuş,
Dolmabahçe'de gözlerini yummuştur."
Sabah, 13.05.2012
|
"KAYA MEZARLARIN ÜSTÜNE
VİLLA İNŞAATI TEPKİ ÇEKTİ" (CNNTürk, 8/3/2012) HABERİ İLE İLGİLİ DİĞER BİR GERÇEK
Haber tamamen bir kolajdır.
Kaya mezarları ile
inşaatımız arasında bir bina vardır. Haber de sanki
kaya mezarlarının üzerine inşaat yapıyormuşuz da
müze ve koruma kurulu ve belediye buna seyirci
kalıyorlarmış gibi bir durum yaratılmak
istenmiştir. Kaya mezarları ile bizim aramızdaki bina
bu haberlerde nedense söz konusu bile
edilmemiştir. Bu binanın bizim inşaatımızla bir
ilgisi yoktur.
İnşaat yaptığımız
alanda kaya mezarı yoktu ve hiç bir zaman da
olmadı. Bunu ispatlayan fotoğrafların olduğunu
söyleyen kişiye ispatlaması durumunda binamı hediye
edeceğimi şimdiden söyleyebilirim.
Kaldı ki; sayın arkeoloji profesörümüz bu kaya
mezarlarıyla bitişik olan bina yapılırken burada
olup inşaatın seyrini seyredenler
arasındadır.bahsettikleri duvar orada yıllardır
durmaktadır üstelik ana cadde üzerinde olduğu için
her gün herkesiin önünden geçtiği bir
duvardır. Kendisi Gümüşlük'ün her taşının altında
neler olduğunu bilen (bilmesi gereken) bir
kişidir. Aradan geçen yıllardan sonra saldırılacak
bir konu olması ihtimalini değerlendirmek de hiç geç
kalınmamıştır doğrusu. Bravo.
Haberde değinilen konular, haberi yapanın
hayalgücünün sığlığının göstergesidir. İlgisiz bilgi
ve bilgisiz fikir sahibi olunan, hayata dair
reçetelerin yaşam koçlarından satın alınabildiği
günümüz ortamının çarpık, yoz, agresif ve
düzeysiz bir türevidir. "Tarih elden gidiyor" vs gibi
beylik sloganların satış gücünün farkında olan
pazarlamacılar, kendilerinin kurumlarla ve başka
şahıslarla olan sorunlarını gündeme getirebilmek
için beni kullanmışlardır. Kendileri Gümüşlük'te nereye ne yapılabileceğini benden çok daha iyi bilirler.
Yakın çevrelerine baksınlar yeter.
Haberi yapan haberi yayınlamadan önce herhangi bir
bilgi edinme gereği dahi duymamıştır. İnsanların
yazdıklarının söylediklerinin bir sorumluluk da
gerektireceği etik bir konu olmanın ötesinde hukuki
bir konudur da (etiği çoktan geçtik zaten).
Maalesef ne diyebileceğimi bilmiyorum. Söylenecek çok
şey var ve hiç bir şey yokkk.
Yalım Gülercan, Mimar
İlgili Haber:
http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=20246&html=haber_detail_tu.html&layout=web
|
HASANKEYF'TE 700 YILLIK ALTYAPI
Batman’ın
yapılacak Ilısu Baraj Gölü’nün altında kalacak olan
antik ilçesi Hasankeyf’te sürdürülen kazılarda, 13.
yüzyıla ait yeraltı kanalizasyon ile içme suyu
şebekesi gün ışığına çıktı
Hasankeyf kazılarından sorumlu
Batman Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam,
Dicle Nehri’ne atık sularını önleyen filtreli
kanalizasyon şebekesinin günümüzde bile olmadığını
belirterek, “Atıkları önleyecek filtre sistemiyle
mükemmel bir
içme suyu ile kanalizasyon şebekesi
Artukoğulları ile Eyyübiler döneminde yapılmış”
dedi.
Milliyet, Haber: Arif Arslan 12.05.2012
|
|
 |
MAYALARIN EN ESKİ TAKVİMİNDE KIYAMET DEĞİL, DÖNGÜ VAR
Güney Amerika'da yaşamış olan Mayalar'ın bugüne kadar bulunan takvim sistemlerindeki dünyanın sonunun 2012'de geleceğine dair işaretler kıyamet senaryoları üretilmesine yol açmıştı.
Ancak ABD'li arkeologların Guatemala'daki Xultun ören yerinde bulunan bir Maya evinin duvarlarında keşfettiği en eski Maya takvimi bu senaryoları çürüttü. MS 9'uncu yüzyıla ait Maya takviminde kıyamete dair bir bilgi bulunmuyor. Boston Üniversitesi arkeologları takvimde kıyamet yerine sürekli tekrarlayan bir zaman kavramıyla sonsuz döngü inancının yer aldığını belirtiyor.
Ayrıca takvimde, Ay, Güneş, muhtemelen Venüs ve Mars'ın yörüngelerine dair gelecek 7000 yılı gösteren hesaplamalar da yer alıyor. Bilim insanları Maya inanışlarıyla ilgili şu tespitlerde bulunuyor: "Mayalar, Dünya'da hayatın devam edeceği ve 7000 yıl sonra da her şeyin o günkü gibi süreceği öngörüsünde bulunmuş. Bizler, sürekli bir son arayışı içerisindeyiz. Mayalar ise hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair güvenilir bir işaret arayışı içerisindeydi. Bu da Mayaların tamamen farklı bir mantaliteye sahip olduğunu gösteriyor."
Sabah, 12.05.2012
|
TARİHİ KİMLİĞİNE KAVŞUYOR

Beyoğlu’ndaki 416 yıllık Hüseyin Ağa Camii’nin
Demirören Grubu tarafından yapılan restorasyon
çalışması devam ediyor. Beyoğlu Belediye Başkanı
Misbah Demircan, “Restorasyon sonrası cami tarihi
kimliğine yeniden kavuşacak” dedi
Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki tarihi Hüseyin
Ağa Camii’nin restorasyon çalışması sürüyor.
Demirören Grubu tarafından üstlenilen çalışmaları
yerinde inceleyen Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet
Misbah Demircan, restorasyonun tamamlanmasıyla
caminin tarihi kimliğine yeniden kavuşacağını
söyledi.
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın
koordinasyonunda
Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Demirören Grubu
arasında
2010 yılında imzalanan protokolle başlayan
süreçte restorasyon çalışmalarına başlandı. Saha
ekiplerinin 2 haftadır yürüttüğü çalışmaları önceki
gün yerinde inceleyen Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet
Misbah Demircan, çalışmalarla ilgili detaylı bilgi
aldı.
Restorasyon çalışmasının ardından caminin tarihi
kimliğine yeniden kavuşacağını belirten Demircan,
çalışmaları yürüten Demirören Grubu’na da teşekkür
etti.
Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 21 Eylül
2011 tarihli
proje onayının ardından hızlanan çalışmalar
kapsamında ilk olarak cephedeki çimento harçlı
eklenti sıvaların ayrılması işlemi yapıldı. Kalem
işi desenleri ile hat yazılarının arşivlemesini
yapan ekiplerin yapıya sonradan eklenen elemanları
temizlemesiyle cami yeniden eski görünümüne
bürünecek.
1596 yılında yaptırılan cami, II. Mahmud
tarafından 1834 yılında ihya edildi. Çıkan yangın
nedeniyle uzun süre bakımsız kalan cami yüz yıl
sonra Vakıflar tarafından onarıldı. Mihrabının
önünde Hüseyin Ağa’nın ve yine
Galatasaray ağalarından Davut Ağa’nın kabrinin
bulunduğu caminin avlusunda ise Mimar Sinan’ın eseri
bir şadırvan bulunuyor.
Milliyet, 12.05.2012
|
TOPRAK ALTINDAKİ ROMA TİYATROSU

Bursa İl Özel İdaresi, İznik’te yaklaşık 6 ay
önce başlattığı çalışmalar kapsamında, yüzlerce
yıldır toprak altında kalmış yaklaşık 1900 yıllık
antik Roma Tiyatrosu’nu gün yüzüne çıkarıyor.
İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Bilal Çelik, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Roma Tiyatrosu’nun
bölgedeki en önemli tarihi eserlerden biri olduğunu
söyledi.
Zaman içinde yıpranan, doğal afetlerde zarar
gören ve üzeri toprakla kaplanan tiyatronun
bulunduğu bölgede yaklaşık 6 ay önce çevre temizliği
başlattıklarını dile getiren Çelik, bu çalışmalarda
önemli mesafe aldıklarını bildirdi.
Uyuşturucu bağımlılarının barındığı bölgeyi önce
tel örgüyle çevirip, güvenliği sağladıklarını
anlatan Çelik, şöyle konuştu:
”Ardından temizlik çalışmalarına başladık.
Bölgeye birikmiş toprak, çöp ve moloz yığınlarını
kaldırmaya başladık. Oradan toprağı kaldırdıkça,
aslında çok da bozulmamış bir tiyatronun var
olduğunu gördük. İnsanların gözünde sağda solda
kalmış 3-5 taş parçası konumundayken, 2 yıl önce
başlattığımız çalışmalarla tiyatroyu gün yüzüne
çıkarttık. Yüzlerce yıldır toprak altında kalan 1900
yıllık tiyatro yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.”
Çalışmalar kapsamında bugüne kadar 200 bin lira
harcandığını belirten Çelik, gelecek yıllar için
Bursa Valisi Şahabettin Harput’un direktifleriyle
200 bin lira daha ayırdıkları anlattı.
Çelik, çalışmaların aralıksız sürdüğünü
vurgulayarak, ”Bu yıl sonunda tamamen Roma Tiyatrosu
ortaya çıkmış olacak. Bursa’nın tarihi bir gururu
olarak burada tiyatroyu sergileyebilecek duruma
geleceğiz” diye konuştu.
Roma Tiyatrosu’ndaki çalışmaları yürüten ekibin
lideri arkeolog Mustafa Ufuk Gürdal ise tiyatronun,
MS 111-112 yılları arasında yapıldığını ve günümüzle
karşılaştırıldığında ortalama 1900 yıllık bir
geçmişe sahip olduğunu belirtti.
Tarihi yapının, doğal afetlerden çok
etkilendiğini belirten Gürdal, özellikle 1050
yılında meydana gelen ve İznik bölgesini büyük
boyutta etkileyen depremde büyük hasar gördüğünü
söyledi.
Tiyatronun çeşitli etmenler sonucu işlevselliğini
kaybettiğini dile getiren Gürdal, ”Özellikle arka
bölümde karşımıza çıkan seramik fırınlarının
kalıntıları, onun dışında kil havuzları ve bununla
bağlantılı olarak su kuyularının tespit edilmesi,
bizi geç Bizans ve Türk dönemine kadar uzanan bir
süreçte burada seramik atölyelerinin varlığını
gösteriyor” dedi.
Gürdal, 4 uzman ve 15 işçi ile
gerçekleştirdikleri çalışmalarda yaklaşık 4 metre
derinlikte dolgu toprak temizlendiklerini anlattı.
Tiyatro zeminine ulaşabilmek için yaptıkları
sondaj çalışmaları sırasında ortaya çıkan taş
blokların üzerinde o dönemde taş ustalarının Latince
harflerle bıraktıkları imzaları gördüklerini ifade
eden Gürdal, ”Duvar işçiliğinin önemli örneklerinden
biri olan tiyatronun gelen olarak mimarisine
baktığımızda duvar işçiliğinde harcın
kullanılmadığını görüyoruz. Taş blokların harç
kullanılmadan demir kenetlerle birbirine bağlanmış
olduğunu belirledik. Ortalama 3,5-4 tona ulaşan
büyük taş blokların kullanıldığını gördük” diye
konuştu.
Gürdal, gösteri yapılan yerin iç kısmında kalan,
tiyatro binasının içini oluşturan odaları açmaya
başladıklarını belirterek, şunları kaydetti:
”Özellikle vomitorium kısmını ve tiyatronun
arkasına açılan iki galeriyi ortaya çıkardık. Odalar
geçişlerle birbirine bağlanıyor ve tiyatronun arka
kısmında bir hat oluşturuyor. Döneminde gösteriye
hazırlanan oyuncuların bir tür kulisi olan bu
odaları, hazırlıklarını yaptıkları, malzemelerini
koyduğu odalar olarak nitelendirebiliriz.”
Bu yapının tarihi önemine dikkati çeken Gürdal,
”İznik Roma Tiyatrosu, Güney Marmara bölgesinde 2.
yüzyıldan kalan Roma dönemine ait tek tiyatro
yapısı. Milli gelire katkısını düşündüğümüz zaman
bölgede turizm açısından çok büyük bir önem taşıyor”
dedi.
Sabah, 11.05.2012
|
AKTEMUR BÖLGE TARİHİNE IŞIK TUTTU

Atatürk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri
Yönetim Birimince desteklenen bir proje daha yayınla
sonuçlandı. Araştırma, “Ardahan çevresindeki soyut
insan heykeli formlu mezar taşları” adıyla kitap
halinde yayınlanarak bilim camiasının hizmetine
sunuldu.
Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi, Sanat
Tarihçisi Doç.Dr. Ali Murat Aktemur yayınlandığı
kitabın içeriği ile ilgili olarak verdiği bilgide,
“Tarihi-kültürel geçmişimizle kurduğumuz bağların
önemli bir halkası durumundaki mezar taşları, gerek
form bakımından gerek üzerlerinde taşıdıkları
motifler ve işaretler bakımından
değerlendirildiğinde her biri, sanat ve tarih mirası
niteliği taşımaktadır” dedi.
Kaynağı Orta ve İç Asya’daki İslamiyet öncesi
inançlara göre yapılmış sın taşları (geyik taşı) ve
balballara kadar uzanan, İslam İnancıyla birlikte
Anadolulu kimlik kazanan, başta çehre olmak üzere
vücudun suret veren uzuvlarının soyutlanmasıyla eski
Türk mezar taşı geleneğinin soyut insan heykeli
formunda devam ettirildiği ifade eden Aktemur,
Ardahan yöresi mezar taşlarının Türk-İslam inanç,
kültür ve sanatının önemli örnekleri arasında yer
aldığını söyledi.
“Ardahan çevresindeki soyut heykel formlu
kabir taşlarının özellikle Hanefi/Sünni mezhebinden
Müslüman Karapapak nüfusa sahip Çıldır ve köylerinde
daha yaygın olarak kullanılmış olması dikkat
çekicidir”, diyen Aktemur, şunları kaydetti:“Aynı
gelenek Kars’ın Arpaçay İlçesi’ne bağlı Karapapak
köylerinde de, eski Türk mezar taşı geleneğinin
İslami kimliğe büründürülerek verilişinin bir
ifadesi şeklinde devam ettirilmiştir. 93 Harbi diye
bilinen (1877-1878) Osmanlı-Rus Harbinden sonra,
Ağrı-Tutak, Muş-Bulanık, Sivas ve Tokat çevrelerine
muhacir olarak yerleşen Karapapaklar, bu geleneği
söz konusu yerlere de taşımışlardır. Üzerlerindeki
tarihi kayıtlar, soyut heykel formlu kabir taşı
geleneğinin yörede Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar
yoğun bir şekilde devam ettirildiği, ancak
Cumhuriyet’in ilanından itibaren yöreye gelen din
adamlarının baskısıyla, bu eski milli geleneğin
devamında azalma yaşandığı ve zamanla tamamen terk
edildiği, hatta XVIII. yüzyıl sonları – XIX. yüzyıl
başlarına ait bazı örneklerin kırılıp parçalandığı
gözlenmektedir.”
Aktemur, “Ardahan çevresindeki soyut insan
heykeli formlu mezar taşları” adlı kitabın Güzel
Sanatlar Fakültesi’nden temin edilebileceğini
kaydetti.
Erzurum Gazetesi, 11.05.2012
|
PERRE ANTİK KENTİNDEKİ BAZI ESERLERE KORUMA YAPILDI

Kommagene Uygarlığı’nın beş büyük kentlerinden
birisi olan Perre antik kentinde bazı eserlerin
korunması ve ziyaretçilerin zarar görmemesi için
koruma yapıldı.
Perre antik kentinde bu yıl düzenlenecek sosyal
etkinliklerin sayısının çok olması nedeniyle
ziyaretçilerin temasıyla zarar görebilecek yerler
ile ziyaretçilerin gezisi sırasında düşme ihtimali
olan yerler Müze Müdürlüğü tarafından yaptırılan
demir kapı ve korkuluklarla kapatıldı.
2009 yılındaki kazılarda ortaya çıkartılan üç
kartal ve yazıtın bulunduğu, üzerinde mozaikli
bazilika (kilisenin küçüğü) olan Kartallı Oda’ya
demir kapı ve pencere, 2007 yılındaki kazılarda
ortaya çıkan yerin altına 44 basamakla inilen
sarnıcın giriş ve üst kısmında bulunan su kuyusuna
demir korkuluk, 2008 yılında ki kazıda ortaya çıkan
fırın yapısının üzerine çatı yapıldı.
Adıyaman Müze Müdürü Fehmi Eraslan, Perre Antik
Kent’in kültürel amaçlarla kullanılmaya
başlanıldığını ve bu nedenden dolayı bazı yerlerde
koruma amaçlı çalışma yaptıklarını belirtti.
Fehmi Eraslan, “Bu yıl baharla birlikte burada
sosyal ve kültürel etkinlikler olacak. Buraya gelen
ziyaretçilerin gezileri sırasında üzücü bir olay
olmaması ve bazı eserlerin korunması adına böyle bir
çalışma yapıldı. Hem eserlerin korunması hem de
ziyaretçilerin güvenliğini sağlamak istedik. Perre
Antik Kent Çevre Düzenlemesi planıyla birlikte bu
koruma demirleri daha estetik yapılabilir” dedi.
haberler.com, 11.05.2012
|
6 - 12 Mayıs 2012
|
ELVIS TABLOSU UCUZA
GİTTİ
Amerikalı pop art ikonu
Andy Warhol’un, Elvis Presley’i kovboy olarak tasvir
ettiği ‘Double Elvis’ tablosu, önceki gün New
York’taki Sotheby’s Müzayede Evi’nde yapılan açık
arttırmada 37 milyon dolara satıldı. Tablonun 50
milyon dolara alıcı bulması bekleniyordu, ancak bu
rakama ulaşılamamısı hayal kırıklığı yarattı. 1963
yılında Los Angeles’taki Ferus Galeri’de sergilenen
Elvis Presley konulu tablolardan 21 tane daha var.
Bunların dokuzu halen çeşitli müzelerde
sergileniyor. ‘Pop Art’ın babası’ olarak tanınan
Warhol’un 1963-64 yıllarında yaptığı ‘Self-Portrait
(Otoportre)’ adlı tablosu, geçen yıl 38.4 milyon
dolara satılmıştı.
Bir başka ünlü pop art’çı Roy Lichtenstein’ın 1964
tarihli ‘Sleeping Girl’ adlı tablosu ise 45 milyon
dolara satılarak pop art rekoru kırdı.
Radikal, 11.05.2012
|
|
 |
LEVHALAR TEHLİKE SAÇIYOR
Eskişehir'in Seyitgazi İlçesi'ndeki Seyyid Battal Gazi Külliyesi'nde yerinden kopan bakır levhalar tehlike saçıyor.
Seyit Battal Gazi Türbesi'nde Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından geçen yıl yapılan restorasyon çalışmaları ülke genelinde eleştirilere maruz kalmıştı. Ancak, yapılan tüm çalışmalara rağmen külliye giriş kapısı üstendeki levhalar bir bir yerinden kalkmaya başladı.
Bu duruma tepki gösteren ziyaretçiler ve Seyitgazililer ''Seyit Battal Gazi Vakfı acaba bunlardan haberdar değilmi? Neden ilgilenen yok? Bu levhaların görüntüsü külliyeye hiç yakışmıyor. Ayrıca, olası levhalar birilerinin üzerine düşecek olsa bundan kim sorumlu olacak? Sorunun biran önce çözülmesini, Külliye'nin Seyyit Battal Gazi'nin adına yakışır bir hale getirilmesi istiyoruz diyerek tepkilerini dile getirdiler.
Eskişehir,10.05.2012
|
TARLADA BİR OSMANLI KÖYÜ

15. yüzyılda bir Osmanlı
köyü nasıldı? Bu sorunun cevabı için çıkmıştık yola.
Karşımıza, Eskişehir’de, adı bugün unutulmuş,
üzerindeki yüzlerce seramiği ile artık tarla olmuş
bir Osmanlı köyü çıktı.
Höyükleşen bu Osmanlı
yerleşmesi Eskişehir İnönü İlçesi'nde bulunan Aşağı
Kuzfındık Köyünün 3 kilometre batısındaki vadide yer
alıyordu. Köy, Anadolu Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü’nün 2009 yılında gerçekleştirdiği Kanlıtaş
Höyük ve Civarı Yüzey Araştırması’nda tespit edildi.
Yarpınarları mevkiindeki yerleşme, ortasından Porsuk
Çayı’nın kollarından Kocadere’nin geçtiği bir
vadinin yamacında yer alıyor; Batı Anadolu’nun
Kalkolitik dönemine ait önemli höyüklerinden biri
olan Kanlıtaş Höyük de yine aynı vadide bulunuyor.
Eskişehir bölgesinde
önceden yaptığım araştırmalar sırasında, Osmanlı
kırsal yerleşimlerinin bazı örneklerde, höyüklerin
çevresindeki düzlük alanlarda kurulduğunu
gözlemledim. Yarpınarları mevkiinde bulunan bu
yerleşme tipi de aynı tipolojiye uyuyor. Belirlenen
parsellerde sistematik yüzey toplaması, seramik
buluntularının yerleşmede nasıl bir yoğunluk
taşıdığını ve yerleşimin ne kadarlık bir alana
yayıldığını çok net göstermiştir.
Bugün yoğun tarım
yapılan yerleşme üzerinde, püskürmüşçesine gün
yüzüne çıkan el yapımı gündelik mutfak
seramiklerinin, yine bölgede Osmanlı Devleti’nin
bağımsızlık hutbesinin okunduğu Eskişehir
Karacahisar Kalesi kazısında ortaya çıkan seramik
buluntuları ile aynı özellikleri taşıması, bu kırsal
Osmanlı yerleşmesinin de kale yerleşmesi ile çağdaş
olduğunu gösteriyor. Kaba, el yapımı, astarsız,
kırmızı hamurlu bu kaplar genelde ağızdan genişleyen
tarak baskı bezemeli tutamaklara sahip yuvarlak
gövdeli ya da yayvan dışa dönük ağızlı derin pişirme
kapları şeklindedir. Bunların yanı sıra yeşil ve
türkuvaz sırlı tek renkli ve Milet işi bazı parçalar
da bulunmuştur. Bütün bu arkeolojik veriler
üzerinden yerleşimi 13. yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl
başına kadar devam eden Osmanlı klasik dönemine
tarihlendirebiliriz.
Günümüzde Aşağı
Kuzfındık Köyüne ait vadideki bu erken dönem
yerleşmesinin ismi doğal olarak yerel bellekte
bilinmiyor. Yerleşmenin, tahrir kayıtlarında geçen
ama bugün neresi olduğu bilinmeyen Karacaali
nahiyesi ile ilişkili olabileceği düşünülebilir.
Karacaali Köyünün belgelerden öğrendiğimiz kadarıyla
hikayesi de toponimik (yer adları bilimi) anlamında
Kanlıtaş ya da Kanlıkavak ile ilişkilendirilebilecek
bir anlatıdır. Karacaali Köyü 1455 yılında yapılan
tahrire göre serpiyade Umur Bey tarafından kurulan
ve onun tasarrufunda olan bir yerleşimdi. Ama 11 yıl
sonra yeniden yapılan bir tahrirde anlatıldığına
göre, Umur Bey sefere katılmamış ve ağır suç sayılan
bu durumdan dolayı öldürülmüştü. Umur Bey’in nasıl
öldürüldüğü tam olarak bilinmese de, Karacaali
Köyünün bu şekilde bir anlatısının oluşu ve 16.
yüzyıl sonrası belgelerde bu köyün isminin geçmemesi
Kanlıtaş Höyük ve çevresinin Osmanlı döneminde
Karacaali Köyü olabileceğini düşündürüyor.
Kanlıtaş Höyük’ün
çevresinde bulunan Osmanlı köyü, ülkemizde Osmanlı
arkeolojisinin gelişimine katkı sağlayacak bir
yerleşim. Özellikle seramiğe bağlı maddi kültürünün
çok net bir şekilde Osmanlı klasik dönemine
tarihlenmesi, hem erken dönem Osmanlı tarihi için
hem de Osmanlı arkeolojik veritabanı için çok önemli
bilgiler barındırıyor.
Atlas, Haber: Fahri
Dikkaya, 10.05.2012
|
2800 YILLIK TABLETTE YENİ DİL
İngiliz bilim adamları, Türkiye sınırları içinde yeni bir dil keşfetti.
Diyarbakır’da çalışmalarda bulunan Alman ve ABD’li bilim adamlarının sonuçlarını inceleyen Cambridge Üniversitesi mensubu arkeologlar Ziyaret Tepe civarında bir tablet buldu. Yaptıkları incelemede en az 2800 yıllık olduğu tespit edilen tablet tarih ve arkeoloji dünyasında heyecan yarattı. Uzmanlar tablet için “Tarihin ilk ‘barbarları’nın etnik ve kültürel geçmişlerine ışık tutabilen bir belge” yorumunu yaptı. İncelemelere devam eden bilim adamları, tablet üzerinde kullanılan dile ait örneklerin daha önce görülmediğini bildirdi. Tablette Ushimanay, Alagahnia ve Bisoonoomay gibi isimler yer alıyor. Zagros Dağları’nda yaşayan kadınların bu bölgeye inerek çalıştıkları tahmin ediliyor. Arkeoloji Sanat Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Nezih Başgelen ise tabletin bölgede bulunan en eski yazılı kaynaklardan birisi olduğunu olduğunu ifade ederek VATAN’a şu açıklamaları yaptı, ”Önemli bir Assur yerleşimi de olan Diyarbakır yakınlarındaki Ziyarettepe’de (Tushan) bulunan bu tablet Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan medeniyetler içinde bulunan en eski yazılı kaynaklardan birisidir. Gene Assur’da bulunmuş bir tablette I. Salmanassar’ın (MÖ 1263-1234) sözkonusu coğrafyada kendisine karşı ayaklanan ülkelere ve halklara karşı yaptığı sefer ayrıntılı bir şekilde anlatılmakta.“
Vatan, 10.05.2012
|
 |
TEKKEKÖY TURİZM MERKEZİ
OLACAK

Karadeniz’de insanlığın
ilk yerleşkesi olan MÖ 600 bin yıllarına ait
Tekkeköy mağaralarında kazı çalışmaları yeniden
başladı.
Karadeniz de insanlığın
ilk yerleşkesi olan MÖ 600 bin yıllarına ait
Tekkeköy mağaralarında en son 1941 yılında yapılan
arkeolojik kazı çalışmalarına yeniden başlıyor.
Mağaraların çevresini temizleten Tekkeköy
Belediyesi, ardında da kazı çalışmalarını
başlatacak.
Tekkeköy Belediye
Başkanı Hayati Tekin, “Tekkeköy, Türkiye’nin gözde
turizm merkezlerinden biri haline gelecek Tekkeköy
mağaralarını tüm dünya tanıyacak.” dedi.
Tarihi mağaralarda
incelemelerde bulunan Tekkeköy Belediye Başkanı
Hayati Tekin, 71 yıl sonra kazıların kaldığı yerden
devam edeceğini kaydetti. Mağaraların restorasyonuna
yönelik projeye temizlik çalışmasıyla başladıklarını
ifade eden Başkan Tekin, “Kuruldan aldığımız izinler
doğrultusunda bölgeyi güvenlik çemberine alıyoruz.
Kamera ve güvenlik sistemleri ile oturma guruplarını
ilk olarak kuracağız. Bu ayın yirmi beşinde kuruldan
diğer projelerde geçecek, bunun yanında bizler diğer
kısımlardaki çalışmalarımıza devam edeceğiz.
Yapacağımız işler çok fazla seyyar konteyner
tuvaletler ve oturma gurupları bugün yarın geliyor.
Yollara ve oturma guruplarının altına koyacağımız
taş malzemelerde bir taraftan hazırlanıyor.
Ağaçların kesilmesi, çevrenin temizlenmesi ve
çalılar ile bitki örtüsünün kaldırılması ile ilgili
çalışmalarımız dünden beri devam ediyor.” dedi.
Çalışmalarla görülmeyen
ve tespit edilemeyen birçok merdiven ve irili ufaklı
mağaraların ortaya çıktığını söyleyen Başkan Hayati
Tekin, “Yakın döneme ait küp ve kalıntı parçaları
bulduk. Bu parçaları toplayıp birleştirerek
oluşturacağımız müze evlerde sergileyeceğiz. Daha
işin başındayız bu alan 360 bin metre karelik bir
arkeoloji vadisi. Çalışmalarımız yoğun bir şekilde
sürüyor insanlığın ortak mirası olan bu yer tüm
insanlığa hayırlı uğurlu olsun.” ifadelerini
kullandı.
Sabah, 10.05.2012
|
 |
AYDINTEPE'DEKİ YERALTI ŞEHRİ TURİZM MERKEZİ OLACAK
Bayburt'un Aydıntepe İlçesi'nde bulunan 'yeraltı şehri' çıkışının çevre düzenlemesi için çalışma başlatıldı. Aydıntepe Yeraltı Şehri, Bayburt'un 25 kilometre kuzeybatısında yer alıyor.
Aydıntepe Belediye Başkanı Orhan Eraslan, "Yer altı şehrinin çıkışında şu anda hafriyat çalışmaları yapıyoruz. Yeraltı şehrinin çıkışından Aydıntepe Kalesi’ni merdivenler ile birleştireceğiz. Buradan gelen ziyaretçiler, Aydıntepe Kalesi'ne çıkarak Aydıntepe ovasının eşsiz manzarasını izleyebilecek. Çıkışın hemen üzerinde çay bahçesi ve misafirhane kuracağız." dedi.
Çevre illerden gelen ziyaretçiler, Aydıntepe Yer Altı Şehri’ni gezmeye devam ediyor. Trabzon’dan gelen bir grup ziyaretçi, yer altı şehrini ilk defa gezeceklerini, meraklı olduklarını ifade etti.
Romalılar tarafından kovulan ilk Hristiyanların bu bölgeye geldikleri ve sığındıkları, yeraltı kentinin de bu erken Hristiyanlık dönemine ait olabileceği belirtiliyor.
Turizm Gazetesi, 10.05.2012
|
KAŞ'TA TAPINAK BULUNDU

Antalya'nın Kaş
İlçesi'nde, daha önce üç duvar görülen alanda
yapılan kazıda, tapınak olduğu tahmin edilen 18
metre uzunluğunda, 13 metre genişliğinde, Likya
dönemine ait bir yapı ortaya çıkarıldı.
Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, geçen şubat ayında Kaş'ta yaptığı
incelemeler sırasında, Patara kazıları Başkanı
Prof.Dr. Havva İşkan Işık ile Prof.Dr. Fahri
Işık'tan aldığı bilgi doğrultusunda, üst kısmı
görülen üç duvarın önemli bir arkeolojik kalıntıya
ait olabileceğini belirterek, bölgede kazı yapılması
talimatı verdi.
Bunun üzerine Antalya Müze Müdürlüğü'nce, Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fahri Işık'ın bilimsel
danışmanlığında kazı yapılması kararlaştırıldı.
Kaş Belediye Başkanı
CHP'li Abdullah
Gültekin maddi destek sözü verince mart ayı başında
kazıya başlandı.
Antalya Müzesi'nden arkeolog Jülide Kayahan'ın
başkanlık ettiği kazıda, Likya Uygarlığı'nın
Antiphellos Kenti'ne ait Helenistik yapı ortaya
çıkarıldı.
Yaklaşık ik aydır süren kazıda 3.5 metre derinliğe
inilerek, 18 metre uzunluğunda, 13 metre
genişliğindeki yapı ortaya çıkarıldı. Yapının 'Geç
Helenistik Dönem'e ait iki girişli veya iki bölümlü
bir tapınak olduğu tahmin ediliyor.
Prof.Dr. Fahri Işık, yapının iki kardeşe adanmış bir
tapınak olabileceğini, kazının başında akıllarına
gelen, yapının yerel meclis binası olma ihtimalinin,
oturma sıraları bulunmadığı için ortadan kalktığını
kaydetti.
Yapının Doğu Roma Dönemi'nde MS 5'inci yüzyılda
yeniden kullanıma açıldığının tahmin edildiğini ve
içinden 18 mezar çıkması nedeniyle MS 5'inci yüzyıla
kadar mezarlık olarak kullanıldığının anlaşıldığını
anlatan Prof.Dr. Işık, tapınağın yanında da bir
yağhane bulunduğunu açıkladı.
Likya'nın çok özgün
bir yapısı
Prof.Dr. Işık, kazıya turizm mevsiminin başlaması
nedeniyle ara verildiğine işaret ederek, kazının
eylül sonu veya ekim ayı başında yeniden
başlayacağını belirtti.
Prof.Dr. Fahri Işık, "Amacımız, ekim ayından sonra
yapının çevresini açmak. Böylece, hiç kuşkusuz
sadece Kaş'ın değil, aynı zamanda Likya'nın çok
özgün, çok özel bir yapısını tümüyle açığa çıkarmış
olacağız. Yapının işlevi ve tarihi konusunda,
çevresi de açıldıktan sonra kesin bir şey
söyleyebilecek durumdayız. Ama bildiğim bir şey
varsa, Likya, Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ile Kaş Belediyesi'ne çok şey borçlu.
Kaş, Bakan ve Başkan'ın girişimleri sonucu çok
güzel, çok özgün bir yapı kazandı" diye konuştu.
Cnn Türk, 10.05.2012
|
KORUMA KURULU BARAJDA BOĞULDU

Ilısu ve Yortanlı barajlarının gölgesinde kalan
Hasankeyf ve Allianoi için kötü haber. Yeni kararla
Koruma Bölge Kurulu barajların tamamlanmasını uygun
görmese dahi baraj faaliyete geçecek.
Batman'da Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak
olan Hasankeyf'e bir darbe de Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'ndan geldi. Yüksek
Kurul, yeni aldığı bir ilke kararıyla koruma bölge
kurullarını by-pass etti. Yeni karara göre,
Hasankeyf ile ilgili tasarrufta bulunan Koruma Bölge
Kurulu, barajın tamamlanmasını uygun bulmasa dahi,
Ilısu Barajı faaliyete geçebilecek. Aynı durum
Allianoi Antik Kenti'nin bulunduğu bölgede inşaa
edilen İzmir Yortanlı Barajı için de geçerli olacak.
Yapılan değişiklikle, Bölge Koruma Kurulları'nın
'faaliyete geçmesi uygundur' kararı beklenmeden,
baraj projeleri tamamlanarak hizmete açılabilecek.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, 2010 yılında
Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür
Varlıklarının Korunması'na ilişkin bir karar
almıştı. Kararda, 'Yapımına başlanmış veya
tamamlanmış ancak faaliyete geçmemiş, baraj
inşaatlarında, korunması gerekli taşınmaz kültür
varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının
korunmasına ilişkin konuların Bilim Komisyonunun
çalışma ve önerileri doğrultusunda ilgili koruma
bölge kurulunca değerlendirilmesi' hükmü yer
alıyordu. Kararda ayrıca, 'Koruma bölge kurulu
tarafından barajların tamamlanarak faaliyete
geçmesinin uygun bulunması halinde, taşınmaz kültür
varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının
korunmasına ilişkin önerilerin, Bilim Komisyonunun
önerileri doğrultusunda hazırlanan projelerin
değerlendirilmek üzere koruma bölge kuruluna
sunulmasına, koruma bölge kurulunun alacağı karar
doğrultusunda korumaya ilişkin uygulamaların
ivedilikle gerçekleştirilmesine' ifadeleri
bulunuyordu.
Yüksek Kurul, 10 Nisan 2012'de yeniden toplanarak,
bu kararını iptal etti ve yeni bir ilke kararı aldı.
Kararda, 'Türkiye'deki su kaynaklarının doğru ve
yerinde kullanılması için yapımı zorunlu görülen
baraj alanları içinde kalan taşınmaz kültür
varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının koruma
ve kullanma koşulları ile ilgili yeni bir ilke
kararına ihtiyaç duyulmuştur.' denildi.
Bu kararda, yapımına başlanmış veya yapımı
tamamlanmış ancak faaliyete geçmemiş, inşaata
başlandığı aşamada alanında korunması gerekli
taşınmaz kültür varlıkları ile arkeolojik sit
alanları bulunan baraj inşaatlarında, korunması
gerekli taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik
sit alanlarının korunmasına ilişkin konuların ilgili
koruma bölge kurulunca değerlendirilmesi hükmüne yer
verildi. Ancak, baraj projelerinin hizmete
girebilmesi için zorunlu olan ve Koruma Bölge
Kurulları'nca verilen 'faaliyete geçmesi uygundur'
kararı, yeni düzenlemeden çıkarılarak by pass
edildi.
Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 10.05.2012
******
HASANKEYF MAHKEMELİK
Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun, baraj suları
altında kalacak Hasankeyf ve Allianoi için süreci
hızlandıran yeni ilke kararı tartışma yarattı.
- Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü, alınan kararın
bilim kurulundaki üniversite hocaları için olduğunu
iddia etti. Akademik takvimlerinin uymadığını
gerekçe gösteren hocaların süreci uzattığını
belirten Süslü, 'Baraj bitmek üzere. Bilim kurulunun
son izni alınacak iş kilitleniyor' dedi.
- Allianoi Girişimi Grubu içerisinde Peyjaz
Mimarları Odası'nın avukatı Emre Baturay ise, 'Bu
yeni ilke kararıyla koruma kurulları devre dışı
bırakılıyor. Kararı dava konusu yapacağız. Koruma
kullanma dengesi, kullanma adına bozulmuş. Bu karar,
yapılaşma ve kalkınmaya endeksli bir bakış açısının
uzantısı' dedi.
Akşam, Haber: Volkan
Yanardağ, 10.05.2012
|
TARİHTEKİ İLK DERBİ: BAMYACILAR - LAHANACILAR

Fenerbahçe ve Galatasaray
arasında oynanacak tarihi derbinin heyecanı günler
öncesinden futbolseverleri sardı. Ama, İstanbul'un
geçmiş yıllarda daha fanatik taraftarlara ev
sahipliği yaptığını, sultanların bile uğruna şiirler
yazdığı, ölümüne müsabakalar düzenleyen iki takımın
varlığını pek az kişi bilir. Biz de büyük büyük
dedelerimizin desteklediği Lahanacılar ve
Bamyacıların öyküsünü hatırlatmak için tarihçi Rüknü
Özkök ile eski İstanbul spor merkezi olan
Sultanahmet'te buluştuk. Askeri eğitimle doğan iki
takımın izlerini, bugün farkında olmadan önünden
geçtiğimiz anıt ve çeşmelerin üzerindeki lahana ve
bamya figürlerinde bulduk. III. Selim'in sıkı bir
Lahanacı, II. Mahmut'un ise Bamyacı olduğunu o
anıtlardan okuduk.
Rüknü Özkök, "Eski İstanbul'un en çekişmeli
müsabakalarının yaşandığı meydana hoş geldiniz" diye
karşılıyor bizi. Lahanacılar ve Bamyacıların
öyküsünü aktarmaya ilginç bir detayla başlıyor:
"Şimdiki derbiler dostluk ve spor adına yapılıyor.
Ancak Lahanacılar ve Bamyacılar sarayın Enderun
Bölümü'ndeki savaşçı yiğitlerdi ve müsabakalar her
an savaşa hazır olmaları ve tekniklerini
geliştirmeleri için yapılan, hatta kimi zaman
ölümcül olan oyunlardı. İbrahim Paşa zamanında
burada yapılan yarışlar düğünlerde, doğumlarda,
bayramların üçüncü günü olurdu. Padişah buraya
çıktığı zaman yarışlar başlardı. İbrahim Paşa idam
edildikten sonra burası Acemi Oğlanlar Kışlası oldu.
Acemi Oğlanlar Kışlası'nda iki tür eğitim görür
çocuklar. Bir tanesi kitabi bilgiler, diğeri de
okçuluk, denizcilik, atıcılık gibi çeviklik, güç,
kudrete dayanan eğitimdir. Törenlerde, eğlence
zamanlarında birkaç çeşit yarış olurdu. Mesela maket
kaleler yapılır; kalelerin fethedilmesi, ele
geçirilmesi gibi oyunlar oynanırdı. Okçuluk
yarışları yapılırdı. Rivayete göre yarışları izleyen
bir elçi hayretler içinde kalıp 'Yarışlarınız
böyleyse savaşınız kimbilir nasıldır?' demiş.
İşte o yarışlarda ezeli rakip olan Lahanacılar
ve Bamyacıların tarihi çok daha eskilere dayanıyor.
Yıldırım Bayezid'in oğlu Çelebi Mehmet, babası ve
Timur arasında 1402 yılında gerçekleşen savaştan
büyük dersler aldı. Yıllar sonra tahta geçtiği
zaman, o savaşta kavradığı süvari birliklerinin
önemi sayesinde güçlü birlikler kurmaya karar verdi.
Amasya'ya çekilen Çelebi Mehmet, 200 süvariyi diğer
adıyla 'cündi'yi talimine aldı. Bunların bir kısmı
kendi adına bir kısmı ise oğlu Murad adına talim
yapıyorlardı. Kısa sürede rakip haline gelen
cündilere isim de takıldı. Amasya'nın bamyası meşhur
olduğu için Mehmed'in takımına Bamyacılar,
Merzifon'un da lahanası meşhur olduğu için Murad'ın
takımına Lahanacılar adı verildi. Bu iki takım saray
bahçesinde ve bazen de halka açık meydanlarda cirit
dışında güreş, okçuluk, mızrak, top ve labut atma
gibi yarışlara da girişirtiler. 'Haydi bamya, bastır
lahana' ya da 'Lahanaya kuvvet bamyaya lezzet'
tezahüratları yankılandı yüzyıllarca." "Fatih Sultan
Mehmet, İstanbul'u aldıktan ve Topkapı Sarayı
yapıldıktan sonra o yarışmaların padişah huzurunda
Topkapı Sarayı'nın sağında solunda yapıldığı
bilinmektedir" diye devam ediyor anlatmaya Özkök:
"Mesela Lahanacılar, yeşil pantolon, yeşil gömlek,
yeşil bayrak; Bamyacılar ise kırmızı pantolon,
kırmızı gömlek, kırmızı bayrak taşırlardı. Cirit
oyunları yaklaşık 20-21 kişiyle olurdu. Enderun'da
bulunan Lahanacılar'ın, Bamyacılar'ın yarışmaları
hem kalite olarak üst düzeyde hem de biraz daha
profesyonelce olmaktaydı. Çünkü onlar o yarışmalarda
kendilerini gösterdiği ölçüde daha üst makamlara
çıkabilirlerdi."
Sarayda cuma namazından sonra gerçekleşen
müsabakaları halkın takip etmesinin mümkün
olmadığını vurgulayan Rüknü Özkök, "Ancak özellikle
bayramlarda, eğlencelerde gerçekleşen mücadeleler
halka açık meydanlarda olur, büyük halk kitlesi de
bunları yakından takip ederdi. Saraydaki yarışlarda
padişahın huzurunda ve saray adabı gereği kimsenin
tezahürat yapacağını düşünmüyorum ama meydanların
Lahanacılar ve Bamyacılar diye bağırdığını tahmin
ediyorum. Çünkü özellikle padişahın desteklediği
takımın taraftarı da çok olurdu" diyor.
Konu taraftarlığa gelince padişahların da
zaman zaman fanatik taraftar olduğunu kaydediyor
Rüknü Özkök. Öyle ki takımını destekleyen padişahlar
sarayın bahçesine tuttuğu takımın anıtını bile
diktirmiş. Topkapı Sarayı'nın Bab-ı Hümayun
Kapısı'ndan sağa inen yol üzerinde, biri bamya
diğeri ise lahana motifleriyle süslü iki dikili taş
göze çarpıyor. Padişah III. Selim, 1790'da
cündilerden birinin 434 adımdan tüfekle bir
yumurtayı vurması üzerine anıtı diktirmiş, üzerine
de bir lahana figürü koyduruvermiş. Bamya Anıtı'nı
ise II. Mahmut, yetiştiği Bamyacılar Ocağı'nın
anısına 1811'te yaptırmış. Anıt yapıldığında üstünde
bir bamya figürü varmış, fakat şu an mevcut değil.
Topkapı Sarayı'daki kadar net bir başka kalıntının
daha günümüze ulaştığını belirten Rüknü Özkök ile
birlikte Çengelköy'e doğru yola çıkıyoruz.
Çengelköy'deki Sabancı Polis Karakolu'nun önünde,
kurnası kaldırımın altında kalmış ve üzeri yeşille
boyanıp yazıları silinmiş bir çeşmeye götürüyor
bizi. Tepesinde koskoca bir lahananın bulunduğu
çeşmenin üzerindeki yazıyı zar zor okuyan Özkök,
"Kavas Ağası Ahmet'e ait bir hayratmış. 1850'ler
olabilir. İşte o zamanlar taraftarlar bağlılıklarını
böyle gösterirlermiş" diyor.
Sabah, Haber: Nurdeniz Erken,10.05.2012
|
87 MİLYON DOLARA İÇİNİ DIŞINA VURDU
Soyut ekspresyonizm akımının önemli temsilcilerinden Mark Rothko'nun tablosu, açık artırmada 86,9 milyon dolara satıldı. New York'taki Christie's müzayede evinde yapılan açık artırmada Rothko'nun 1961 yılında yaptığı "Turuncu, Kırmızı, Sarı" adlı eseri, şimdiye kadar bir çağdaş sanat eserine verilen en yüksek fiyata alıcı buldu.
Amerikalı hayırsever David Pincus'un koleksiyonunda yer alan ve uzun bir süredir Philadelphia Sanat Müzesi'nde sergilenen eseri kimin aldığı açıklanmadı. Christie's Satış Müdürü Laura Paulson, tablonun 1970 yılında yaşamını yitiren Rothko'nun sanatının en canlı örneklerinden biri olduğunu söyledi. 2008'de Françis Bacon'ın "Triptych" adlı eseri, 86,3 milyon dolara satılmıştı.
Yeni Şafak,10.05.2012
|
 |
CAMİLERİN YERİNE EV!

Amasya’da 1928 yılında
Bakanlar Kurulu kararıyla cami ve mescitlerin
vatandaşlara satılması sonucu yerlerine ev
yapıldığı, ayrıca camilerle vakıf eserlerinin ambar
olarak kullanıldığı ortaya çıktı.
O dönemde şehirdeki tüm
mescit ve camilerin tasniflerinin istendiğini
belirten Araştırmacı - Yazar Hüseyin Menç,
“Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde kayıtlı olan
belgede de yer aldığı gibi Amasya’da şimdiki adıyla
‘Bağ Helkıs’ olan Nergiz Mahallesi, Kurşunlu,
Hacıilyas, Köyceğiz, Recep, Karataş mahallerindeki
mescitlerin harap ve yıkılmaya yüz tutmalarından
dolayısıyla müftülükçe tasnif harici bırakıldığı
gibi, bunların civarında mahallenin ihtiyacı olan
camiler bulunması nedeniyle tekrar tamir
edilmelerinin lüzum olmayıp mescitlerin satılması
Evkaf Umum Müdürlüğü’nün 25 Kasım 1928 tarih ve
57993/139 numaralı yazılarıyla yapılan teklifi
üzerine İcra Vekilleri Heyeti’nin 19 Aralık 1928
tarihli toplantısında uygun bulunup kabul
edilmiştir. 9 bakan ve başvekil İsmet İnönü’nün
imzasını taşıyan kararname Reisicumhur Gazi Mustafa
Kemal tarafından da imzalanmış ve yürürlüğe
girmiştir” dedi.
Yine aynı dönemde söz
konusu kararnamede yer almayan Şehirüstü
Mahallesi’ndeki Uzunyol ve Çeribaşı Camilerinin de
daha sonra satışa çıkarıldığına işaret eden Menç,
mescit veya camileri arsa niyetine satın alanların
hiçbiri iflah olmadığına dikkat çekti.
Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerindeki savaş ortamı nedeniyle özellikle
erkek nüfusun cephelere gittiğini anımsatan Menç,
“Kullanılmayan abideler zamanın şartlarına göre
tahıl ambarı olarak kullanılmıştır. Bunlardan biri
Selçuklu Dönemi’nin en önemli eğitim kurumu olan
Gökmedrese Camisi tahıl depolanıp silo gibi
kullanıldı. Çevre köylerden at arabalarıyla
getirilen buğdaylar istiflendi. Camilerin depo
olarak kullanılmasına bir örnek daha verecek olursak
1242 tarihli Burmalı Minare Camisi savaş şartları ve
ibadet edenlerin sayısında azalma göstermesinden
sonra şehirde fazla olarak değerlendirilen camiler
arasında yer almıştır. Bu nedenle Burmalı Minare
Camii, Ziraat Bankası’nın ihtiyaç duyduğu tarım
aletlerinin deposu yapılmıştı. Prof.Dr. Semavi
Eyice’nin yaptığı tespitlere göre, Burmalı Minare
uzun süre terk edilerek harap olmaya bırakılmış,
1930’lu yıllarda da Ziraat Bankası’nın tarım
aletleri ambarı olarak kullanılmıştır” şeklinde
konuştu.
Şehirdeki vakıf
eserlerinden biri olan 1308 tarihli İlhanlılar
tarafından yaptırılan Bimarhane’nin de kereste
deposu olarak ve kısa bir süre de Amasya müze deposu
olarak kullanıldığını kaydetti.
Amasya Kent Haber,
10.05.2012
|
BURSA'NIN SURLARI AÇIĞA ÇIKIYOR

Bursa Büyükşehir Belediyesi´nin tarihi mirasın
yeniden canlandırılması çalışmaları kapsamında
başlattığı "Sur Projesi"nde, Yokuş Cadde Kapı
rekonstrüksiyon çalışmaları da tamamlanma aşamasına
geldi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
Tahtakale bölgesinde yer alan ve restorasyon
çalışmaları son aşamaya gelen Yokuş Cadde Kapı
surlarında incelemelerde bulundu. Saltanat Kapı,
Fetih Kapı ve Yer Kapı´dan sonra Yokuş Cadde Kapı´da
da çalışmalarda sona gelindiğini belirten Başkan
Altepe, "Yokuş Cadde Kapı surlarını 10 gün
içerisinde halkın kullanımına sunmayı hedefliyoruz.
Devamında da Kaplıca Kapı ve Zindan Kapı surlarını
restore edeceğiz. 1-2 yıl içerisinde, Bursa´nın
surları tamamen ayağa kalkmış olacak" dedi.
Büyükşehir Belediyesi Tarihi ve Kültürel Miras
Projeler Danışmanı Aziz Elbas ve müteahhit Mahmut
Sabuncuoğlu'dan proje hakkında bilgiler alan Başkan
Altepe, Bursa'nın en eski eserleri olan tarihi
surların ortaya çıkartılması konusundaki
çalışmaların hızla sürdüğünü söyledi. Sur projesi
kapsamında ilk olarak Saltanat Kapı'yı, ardından da
Fetih Kapı ve Yer Kapı'yı ayağa kaldırdıklarını
ifade eden Başkan Altepe, "Yokuş Cadde Kapısı, daha
önce restore ettiğimiz Yer Kapı'nın hemen
bitişiğinde yer alıyor. Bu kapıdaki faaliyeti
geçtiğimiz sezonda başlatmıştık. Öncelikle surlar
önünde bulunan tüm binaları kamulaştırdık.
Kamulaştırmadan sonra binalar ortadan kaldırıldı ve
ortaya tüm çıplaklığıyla 2300 yıllık surlar çıktı.
Ondan sonra buradaki inşaatımız başladı. 1870'li
yıllardaki gravürlerden elde ettiğimiz orijinal
şekliyle kapının rekonstrüksiyonu gerçekleştirilmiş
oldu. Çevre, iç ve dış düzenlemeleriyle birlikte tüm
bölge elden geçirildi" diye konuştu.
Yokuş Cadde Kapısı'ndan sonra sırasıyla Kaplıca
Kapı ve Zindan Kapı rekonstrüksiyon çalışmalarının
da başlayacağını ve 1-2 yıllık süre içerisinde Bursa
surlarının tamamen ayağa kaldırılacağını belirten
Başkan Altepe, "Bursamız bir tarih başkenti, birçok
medeniyete ev sahipliği yapmış olan önemli bir dünya
kentidir. Büyükşehir Belediyesi olarak, Bursa'nın
kent ziynetlerini, geçmiş medeniyetlerin izlerini ve
birikimlerini birer birer ortaya çıkartmaya devam
edeceğiz" dedi.
Ortaya çıkarılan surların bölgeye ayrı bir
güzellik ve özellik katmasını istediklerini anlatan
Başkan Altepe, Yokuş Cadde Kapısı'ndan sonra,
Kaplıca Kapı ve Zindan Kapı çalışmalarına da
başlanacağını ifade ederek, "Önümüzdeki 1-2 yıl
içerisinde Bursa'nın surları tamamen ayağa kalkmış
olacak. Araçlarıyla Yokuş Cadde Kapısı'ndan Yer
Kapı'ya ve Pınarbaşı'na doğru çıkan Bursalılar, bu
güzelliği fark edecekler" şeklinde konuştu.
Arkitera, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 09.05.2012
|
2 BİN YILLIK KAYA MEZARDA TABAN MOZAİĞİ BULUNDU

Şanlıurfa'da Balıklıgöl yerleşkesi ile ''Amazon
Kraliçeleri''nin av sahnelerinin tasvir edildiği
kazı alanının yakınlarında bulunan gecekonduların
yıkılmasıyla gün yüzüne çıkarılan mağaralardan
birinde ''Geç Roma'' dönemine ait taban mozaiği
bulundu.
Şanlıurfa Belediyesi'nce, Balıklıgöl çevresindeki
tarihi mekanların ortaya çıkarılıp, turistik amaçlı
kullanılması çalışmaları kapsamında Kızılkoyun
Mahallesi'ndeki arkeolojik sit alanında, geçen yıl
''Kızılkoyun Kentsel Dönüşüm'' projesi uygulanmaya
başladı.
Bu kapsamda Haleplibahçe ile Balıklıgöl yerleşkesi
arasında kalan 422 gecekondunun yıkımının yapılması
için istimlak çalışmaları başlatıldı. Aradan geçen
sürede 400 civarında ev ve iş yerinin yıkımı
gerçekleştirilirken, veraset sorunu yaşanan ve
mahkeme süreci devam eden birkaç ev ile iş yerinin
yıkımının da kısa sürede yapılması planlanıyor.
Kazı çalışmalarının yürütüldüğü alanda her biri
yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen 48
mağaradan birinde bulunan taban mozaiği, Şanlıurfa
Müze Müdürlüğü'nce bilimsel bir yöntemle çıkarıldı.
Yaklaşık 6 metrekarelik mozaik, restorasyon
çalışmalarının ardından sergilenecek.
Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ''Şu ana kadar tespit edilen 48
tane kaya mezardan birinde MS 3. yüzyıla
tarihleyebileceğimiz, yüksek kaliteli ve geometrik
şekilli mozaik tespit edildi'' dedi.
Müze Müdürlüğü olarak söz konusu alanda
başlattıkları çalışma sonucunda mozaiği çalınma
riskine karşı bilimsel bir yöntemle kaldırıp,
restorasyon için Şanlıurfa Müzesi'ne taşıdıklarını
aktaran Ercan, restorasyonun ardından eserin aynı
müzede sergileneceğini söyledi.
Yaklaşık 6 metrekarelik alanı kaplayan mozaiğin
bulunduğu yerin bir kaya mezar olduğuna değinen
Ercan, şunları kaydetti:
''Söz konusu mozaikler, 3 klineli (Ölü yatağı)
bir aile mezarının tabanında bulundu. Tabanı
süsleyen geometrik desenli bir mozaik. Ancak sadece
geometrik şekiller var. Biz aslında bir yazıt veya
MS 3. yüzyılın kültürünü, giysilerini yansıtan bir
figür olabilir mi? diye düşünüyorduk ama maalesef
sadece geometrik şekiller var. Ancak mozaiğin
kalitesi çok yüksek.''
Müslüm Ercan, söz konusu bölgede kazı
çalışmalarının tamamlanma aşamasında olduğunu,
yapılacak protokolle kazısını tamamladıkları kaya
mezarların yerini Şanlıurfa Belediyesi'ne teslim
edeceklerini, böylece bu alanların turizme
kazandırılacağını kaydetti.
Akşam, 09.05.2012
|
ORTAYLI: TÜRKLER TARİH YAZMAYI BİLMEZ!
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (YURTKUR) bağlı Ankara ’daki yurtlarda kalan öğrencilerle Ankara Mehmet Akif Yurdu’nda bir araya gelen İlber Ortaylı, tarih bilincini dikkat çekti. Prof.Dr. Oltaylı, Türklerin tarih yapan bir millet olduğunu ancak tarih yazmayı bilmedini belirterek, tarihi yapmak kadar tarih yazmanın ve korumanın da önemli olduğunu vurguladı.
Tarih bilincinin eksikliğinin kirlenmeye neden olduğunu, turistik fresklerin üzerine isim kazıyanların, kalıntıların üzerinde keçi otlatanların olduğunu hatırlatan Ortaylı, "Ecdadımız imparatorluklar kurdu, tarih yaptı, onu anlamak ve bilmek zorundayız" diye konuştu.
Arşiv konusunda da özensizlik ve bilgisizliğin olduğunu, arşiv belgeleri için ’bir tomar küflü kağıt’ diyenlere tanık olduğunu aktaran Ortaylı, tarih yapanlarla tarih yazanlar arasında eşgüdüm olmadığını ifade etti. Otobüs bileti ile bakkal defterinin bile tarihi belge olduğunu dile getiren Ortaylı, "Hükmü geçmiştir diye yok edilen evraklar, 50 sene sonra önemli bir araştırmaya belge, veri niteliğinde olabilmektedir" dedi.
Radikal, 09.05.2012
|
 |

|
TARİHİ KONAKTA ÇÖKME MEYDANA GELDİ
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyon çalışmasına devam edilen Kemeraltı Çarşısı'ndaki tarihi Ahmet Ağa Konağı'nın öğleden sonra çalışmalar sırasında tavanında çökme meydana geldi. Çevredeki esnafın durumu ekipleri bildirmesi üzerine olay yerine itfaiye ve sağlık ekipleri geldi.
Olayda yaralanan Fevzi Özgür ve Sebahattin Acar'ın Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırılarak tedavi altına alındı. Yaralılardardan Şeyhmus Çakmak, Seyit Gezelge ve Metin Pala'ya ise olay yerinde müdahaleleri yapıldı.
Olay yerine gelen İzmir Vali Yardımcısı ve Konak Kaymakam Vekili Fatih Ahmet Kurt, işçilerin çöken kalaslar yüzünden yaralandığı bilgisini verdi.
Konağın 30 yıllığına Vakflar Bölge Müdürlüğü'nden İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kiralandığı öğrenilirken, Büyükşehir Belediyesi yetkilileri de çöküntünün müteahhit firmanın çalışmalarından kaynaklandığını ileri sürdü.
Habertürk, 09.05.2012
|
MARK TWAIN'İN İSTANBUL'U KALEME ALDIĞINI BİLİYOR
MUYDUNUZ?

Amerikalı yazar Mark Twain 1867 senesinde Kutsal
Topraklar’a düzenlenen bir gezi sırasında İstanbul’u
da ziyaret etmiş ve ilginç üslubuyla dönemin
İstanbul’unu betimlemişti.
Quarker isimli gemiyle, Ağustos 1867 İstanbul'a geldiği düşünülen
Twain, o dönemin diğer Batılı gezginleri gibi
İstiklal Caddesi'nde yer alan bir otelde kalmış ve
"The Innocents Abroad or The New Pilgrims' Progress"
başlıklı kitabında Tarihi Yarımada, Haliç ve Üsküdar
ve çevresine yer vermişti.
Deniz yoluyla İstanbul'a ulaşan yazar ilk olarak
şehrin coğrafi konumunu betimlerken, şehri "(...)
Demirlediğimiz yerden bakınca şimdiye kadar
gördüğümüz en güzel kent" şeklinde nitelendiriyor.
Ancak şehre ayak bastığında bu "çekiciliğin ve soylu
görüntünün" kaybolduğunu söyleyen yazar, "Kıyıya
doğru yola çıkışınızdan geri dönüşünüze kadar geçen
zaman içinde nefret ediyorsunuz bu şehirden. Kara
uçsuz bucaksız bir sirkti. Daracık sokakları, arı
kovanlarından daha kalabalıktı. (...)" sözlerine yer
vermiş. Sokakları, dükkanları, sosyal ortamı aynı
eleştirel üslupla betimleyen yazar "İstanbul'da bir
sokak, insanın görmesi gereken bir yer, ancak sadece
bir kez" diyor.

Batılı gezginlerin oldukça ilgisini çeken ve
İstanbul'da en çok betimlenen yapılardan birisi olan
Ayasofya için ise Twain çağdaşlarıyla aynı görüşü
paylaşmamaktadır: "Ben Ayasofya Camisi'nden pek
etkilenmedim. Zevksizin biriyim, ondan herhalde.
Neyse, lafı uzatmayalım. Ayasofya, kafir diyarının
en yaşlı ve külüstür alanı. İlgi çekmesinin tek
nedeni bir Hristiyan kilisesi olarak yapılıp
Müslüman fatihler tarafından pek fazla
değiştirilmeden camiye çevrilmesi. (...)
Kubbenin
St. Pierre'inkinden daha muhteşem olduğu söyleniyor
ancak pisliği kubbesinden daha müthiş, bundan hiç
söz eden yok. (...) Her yer ak saçlı geçmişin
izlerini taşıyor, ama güzellikten yoksun, duygu
yaratmaktan uzak. (...) Ayasofya'yı kendinden
geçerek övenler, o lafları, her kiliseyi 'değerli
eleştirmenlerin pek çok yönden dünyada eşi
görülmedik, fevkalade bir yapı olarak kabul
ettikleri' diye anlatan gezi rehberlerinden
ezberlemişlerdir mutlaka."

Binbirdirek Sarnıcı'na da kitabında yer veren
Twain, Kapalıçarşı'yı ise "İstanbul'daki Büyük
Çarşı'yı tek bir çatı altında belki binlerce küçük
dükkanın toplandığı ve üstü kemerli, dar sokaklar
tarafındn sayısız küçük bloklara bölünmüş dev bir
kovan" diye anlatmanın yeterli olduğunu ve yapının
görülmeye değer bir yer olduğunu belirtiyor.
Kapalıçarşı'da dikkatini çeken ise sosyal doku olmuş
ve "Çarşı, hayat, hareket, ticaret, pislik, dilenci,
eşek, seyyar satıcı, hamal, derviş, alışverişe
çıkmış soylu Türk kadınları, Yunanlılar ve
dağlardan, en uzak yörelerden gelen garip kılıklı,
garip görünüşlü Müslümanlarla dolu" sözlerine yer
vermiş.
İstanbul'da dönemin gazeteciliğini de eleştirel
bir gözle değerlendiren yazar, genel olarak
gezginlerin yaptığı üzere bir Türk hamamını ziyaret
etmiş ve hayalkırıklığını "Doğu'yu anlatan gezi
kitaplarıyla aldatıldığımı düşündükçe sabah
kahvaltısında bir seyyahı yiyesim geliyor" diyerek
ifade ediyor. Yıllar boyunca Türk hamamının
mucizelerini düşlediğini dile getiren yazar
ziyaretini ise şöyle anlatıyor: "Beni mermer
karolarla kaplı, büyük bir avluya aldılar. Avluyu
çevreleyen balkon tarzındaki geniş bölmelerin
trabzanları boyasız, yollukları köhneydi.
Bölmelerdeki büyük, harap sandalyelerin kirli
şilteleri, üzerlerinden geçen dokuz kuşağın izlerini
taşıyordu. Geniş, çıplak ve iç karartıcı bir yerdi
burası. Avlu ambara, bölümler ahıra benziyordu.
(...) Zindan şimdi sıcak havayla dolmuştu. Beni daha
yüksek ısıya dayanacak kadar ısıttıktan sonra ıslak,
kaygan, buhar dolu bir odaya alıp ortasındaki
platformun üzerine yatırdılar. (...) Sıcak suları
seller gibi üzerime döktükten sonra başıma bir sarık
sardı, vücudumu da kuru masa örtüleriyle kundakladı.
Bölmelerdeki tavuk kümesi gibi yerlerden birine
götürüp Arkansas gibi yataklardan birini işaret
etti. Sıska hizmetkar yine nargile getirdi ama hemen
geri postaladım. Ardından şairlerin kuşaklar boyu
vecd ile övdükleri dünyaca ünlü Türk kahvesi geldi.
Doğu lüksüne ilişkin düşlerimden kalan son umutla
kahveye sarıldım. Bu da bir başka aldatmacaydı".
Dönemin seyahat kültürü sonucu büyük talep gören
seyahatnamelerde yazılanların aksine Doğu'nun
yapılarına ve sosyal hayatına bambaşka bir
perspektiften bakan Mark Twain'in, eleştirel ve
eğlenceli üslubuyla kaleme aldığı seyahatnamesi
yazarın okunması gerekli eserlerinden birisi.
Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 08.05.2012
|
"AZINLIK VAKIFLARINA YAPILANI BUGÜN KABUL EDEMEYİZ"
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Vakıflar
Haftası’nın açılış konuşmasında, “Ülkemizde uzun
yıllar farklı sebeplerle, yüzyıllardır birlikte
yaşadığımız azınlık cemaatlerimizin vakıflarına
karşı bugün kabul edemeyeceğimiz bir tutum
sergilenmiştir. Cemaat vakıflarının mallarının
iadesi noktasında ölçümüz hak ve hukuk olacaktır”
dedi.
Arınç dün
TBMM Tören Salonu’ndaki etkinlikte, geçen yıl
Vakıflar Yasası’nda yapılan değişiklikle cemaat
vakıflarına ait 88 gayrimenkulden 18 taşınmazın iade
edildiğini bildirdi. Arınç şunları söyledi:
“Vakıflar meselesini ülkenin en önemli
meselelerinden biri olarak görüyoruz. Çünkü bizim
medeniyetimiz bir vakıf medeniyetidir. Bugünkü
millet şuurumuzu, bugünkü sağlam sosyal dokumuzu bu
anlayışa borçluyuz. Biz vakıf deyince, bu
topraklarda yaşamış, dini, inancı, etnik kökeni
farklı da olsa, bizimle aynı kaderi paylaşmış, aynı
havayı solumuş tüm farklı düşünce ve inançlara sahip
insanların vakıflarına da aynı saygı ve özenle
yaklaşıyoruz. Maalesef ülkemizde uzun yıllar farklı
sebeplerle, yüzyıllardır birlikte yaşadığımız
azınlık cemaatlerimizin vakıflarına karşı bugün
kabul edemeyeceğimiz bir tutum sergilenmiştir. Ancak
biz hayır amacıyla kurulan vakıfların her ne sebeple
olursa olsun, faaliyetlerinin durdurulması,
taşınmazlarına el konulmasına rıza gösteremeyiz.
Çünkü bizim hak ve adalet anlayışımız buna müsaade
etmez. Bizler, sadaka taşlarıyla yoksulları gözeten,
kuşlar için bile vakıf eserleri oluşturan, müstesna
ruha sahip ecdadın mirasçılarıyız. Bize de düşen bu
ince, bu destansı anlayış ile aynı istikamette
yürümektir.”
Hürriyet, 08.05.2012
|
TARİHİ GÜRÜLTÜYE KURBAN EDİYORUZ

Erzurum’da tarihi eserler civarında verilen konser,
yapılan şenlik ve gösterilerin, gürültü kirliliğine
yol açarak tarihi eserlere zarar verdiği açıklandı.
Tarihi yapı olarak nitelendirilen
mimarlık-mühendislik eserlerinin, zamana ve iklim
koşullarına bağlı olarak malzeme kayıp-aşınmaları,
yer yer zeminde oluşan problemlerden kaynaklanan
elverişsiz yüklemeler gibi yapının ayakta durmasını
ve geleceğe taşınmasını engelleyebilecek düzeydeki
etkilere maruz kaldığını söyleyen Atatürk
Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Bölümü
Araştırma Görevlisi Dr. Dilek Okuyucu, bilinmeyen
çok önemli bir ayrıntıya dikkat çekti. Okuyucu,
“Günümüz kent yaşamının en hareketli bölgelerinde
yer almak durumunda kalan, çok özel ve tarih-kültür
mirası olarak değerlendirilen pek çok tarihi yapı
hava kirliliği, gürültü kirliliği, kullanım ve zaman
zaman onarım-restorasyon hataları ve hatta asit
içeriği yüksek kuş dışkıları, vb. nedeniyle çok
büyük yapısal zararlar görmektedir. Bu noktada,
trafik ve gürültü (ses) kaynaklı etkilere özel bir
parantez açılmalı; trafik ve gürültü (ses) kaynaklı
titreşimlerin tarihi yapılar üzerindeki etkisi,
günümüz sosyal yaşam koşulları da dikkate alınarak
titizlikle ele alınmalı ve incelenmelidir” dedi.
Tarihi yapılar ve tarihi yapıların
komşuluğundaki meydan ve bahçelerin sıklıkla
sanatsal faaliyetler için kullanıldığına dikkat
çeken Okuyucu, bu faaliyetler esnasında oluşan,
yüksek şiddetteki ses dalgalarının tarihi yapıya ve
özellikle yapı elemanlarını bir arada tutan harç
malzemelerine zarar verdiğini anlattı. Okuyucu, “Bu
nedenle, bu tür yapıların yüksek şiddetli ses
titreşimlerinden zarar görmemesi için gerekli ses
şiddeti ve ivme ölçümleri yapılmalı ve önlemler
alınmalıdır. Tarihi yığma yapıların, hepsinin ayrı
ayrı kendine has harç, yığma malzemesi ve mimari
özellikleri bulunmaktadır. Aynı dönemde yapılmış
olsalar dahi özellikle malzemelerin dayanım ve diğer
mekanik özellikleri bakımından sınıflandırabilmeleri
ve genelleme yapılabilmesi inşaat mühendisliği bilim
dalı açısından pek mümkün değildir. Bu nedenle,
yüksek şiddetteki ses ve trafik titreşimlerine maruz
kalan bir tarihi yapı tekil olarak ele alınmalı ve
bu etkiler altındaki davranışı inşaat mühendisliği
bilimi açısından incelenmelidir” şeklinde konuştu.
Tarihi yapıların seslerden etkilenmesi
hususunda desibel ayarlarının değişken olduğunu
anlatan Atatürk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
İnşaat Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Dilek Okuyucu,
“Genel olarak, bu tür yapılar kaç desibel
şiddetindeki sese dayanır? şeklinde bir soru akla
gelmektedir. Bunu belirlemek çok kolay değildir.
Bahsettiğim gibi, her tarihi yapı tekil olarak ele
alınması gerektiğinden bu sorunun cevabı da yapıdan
yapıya değişecektir. Bunun için öncelikle, incelenen
tarihi yapıya gelen titreşimler, yapıya ulaşan sesin
şiddeti ivme büyüklüğü ölçülmeli, ardından da
yapıdaki harç ve varsa sıva – cam gibi malzemelerin
dayanımları belirlenmeli; daha ileri bir aşama da
ise yapının tümü uygun yöntemlerle bilgisayar
ortamında modellenerek bu yüklemelerin yapıda
oluşturduğu etkiler topyekün olarak incelenmelidir”
dedi.
Bölgede ki tarihi yapıların çok büyük bir
kısmının, yığma taş tuğla yapılar olduğuna dikkat
çeken Erzurum Atatürk Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi İnşaat Bölümü Araştırma Görevlisi Dr.
Dilek Okuyucu, “Taşlar arasındaki değişik muhtevalı
harçlar ve yer yer kullanılan metal kenetler, yığma
yapı elemanlarını bir arada tutan malzemelerdir.
Ses, dalgalar halinde yayılarak erişebildiği
noktadaki tarihi yapı üzerinde titreşimler oluşturur
ve bu titreşimler yapı üzerinde ek yüklemeler olarak
ele alınır. Benzer şekilde, tarihi yapı komşuluğunda
akan trafikte hareket halindeki araçlar da tarihi
yapıya etkiyecek titreşimler ve buna bağlı olarak ek
yüklemeler oluşturabilmektedirler. Bu yüklemeler,
gevrek yani kırılgan olarak nitelendirilen cam,
harç, sıva gibi malzemelerin dayanım sınırlarını
aşabilmekte ya da dayanımından düşük değerlerdeki
yüklemelerin çok kez tekrarlanması ile hasar
görmesine sebep olabilmektedirler” diye konuştu.
Eruzurm Gazetesi, Haber: Hanifi Aksakal,
08.05.2012
|
ANAYASANIN KÜLTÜREL İÇERİĞİ
Yeni anayasa
çalışmaları içinde yer alması gereken kültürle,
sanatla ilgili içerik konusunda Bülent Eczacıbaşı
imzalı bir mektup aldım.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), kültürel,
sanatsal etkinliklerin yanı sıra kültür
politikalarının geliştirilmesi alanında da
çalışmalar yapıyor.
Yeni anayasa çalışmalarına katkı konusunu işleyen
mektuptan, çalışma amacını açıklayan bir bölümünü
yazıma aldım:
“İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) olarak,
düzenlediğimiz kültürel ve sanatsal etkinliklerin
yanı sıra kültür politikalarının geliştirilmesi
alanında da çalışmalar yürütüyor, ülkemizin bu
konuda ilerlemesine katkıda bulunmak amacıyla
raporlar hazırlıyor, seminer, konferans ve atölye
çalışmaları düzenliyoruz.
Bu çalışmalar kapsamında ve TBMM Anayasa Uzlaşma
Komisyonu tarafından yürütülen anayasa yapım
sürecine paralel olarak kültürel yaşama katılma,
erişme ve katkı sağlama hakkının anayasamıza
eklenecek yeni bir maddeyle korunmasına yönelik bir
çalışma yürüttük. Bu süreçte İstanbul Bilgi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Turgut
Tarhanlı’nın katılımıyla kültür kurumlarına yönelik
bir toplantı da düzenledik. Türkiye’nin içinde
bulunduğu yeni anayasa sürecinin, kültür-sanat
alanını doğrudan ilgilendiren kültüre erişim,
kültürel demokrasi, ifade ve yaratıcılık özgürlüğü
gibi temel kavramlar çerçevesinde ele alındığı
toplantının devamında, yeni anayasa için ‘Kültürel
Yaşama Katılma, Erişme ve Katkı Sağlama Hakkı’
başlıklı bir madde önerisi hazırlayarak Uzlaşma
Komisyonu’na ilettik.”
Rapordan önemli, yeni anayasa metnine alınmasını
benim de uygun gördüğüm bölümlerin bir kısmını
sizinle paylaşıyorum:
- Devlet kültürel kimliğe dayanarak yapılan
ayrımcılığı ve ayrımcılık, düşmanlık ya da şiddeti
kışkırtma sonucunu doğurabilecek ulusal, ırksal ya
da dini nefret savunuculuğunu önlemek için gerekli
tedbirleri alır. Bu amaçla, birey ve toplulukların
kültürel kimliklerine bağlı olarak maruz kaldıkları
her türlü önyargıyı ortadan kaldırmak üzere medya,
eğitim kurumları ve diğer yollarla kamusal
kampanyalar yürütür.
- Herkes kültürel yaşama katılma, erişme ve katkı
sağlama hakkına sahiptir. Kültürel yaşam, bireyin ve
birey topluluklarının bir dünya görüşü inşa
etmelerine aracı olan yaşam tarzları bağlamında,
dili, sözlü ve yazılı edebiyatı, müzik ve şarkıları
ve diğer sanat dallarını, sözlü olmayan iletişimi,
din ve inanç sistemlerini, ayin ve törenleri, spor
ve oyunları, üretim yöntemlerini ya da
teknolojilerini, doğal ya da insan yapısı çevreleri,
besinleri, giysileri, konutları, adet ve gelenekleri
ifade eder.
- Devlet, kültürel yaşama katılma, erişme ve katkı
sağlama hakkını doğrudan ya da dolaylı yollarla
engellemekten kaçınır ve bu hakkın üçüncü kişiler
tarafından engellenmesini önlemek ve tam anlamıyla
hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla her türlü
yasal, idari, yargısal ve mali tedbiri alır.
- Devlet, kültür ürün ve hizmetlerinin varlığını,
kültürel demokrasi anlayışı çerçevesinde, temin ve
teşvik eder; bunların herkesin fiziksel ve mali
açıdan erişilebileceği, toplumun kültürel
çeşitliliğine uygun veya uyarlanabilir ve farklı
kültürel kimliğe sahip unsurları açısından kabul
edilebilir olmasını güvence altına alır ve
destekler.
- Kültürel Yaşama Katılma, Erişme ve Katkı Sağlama
Hakkı başlıklı anayasa maddesi önerisi, 16 Aralık
1966 tarihli BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Sözleşmesi’nin denetim organı olan Ekonomik, Sosyal
ve Kültürel Haklar Komitesi’nin 220 Kasım 2009
tarihleri arasında gerçekleştirdiği 43. oturumda,
sözleşmenin 15. maddesi çerçevesinde kabul edilen 21
sayılı Genel Yorum Kararı esas alınarak
hazırlanmıştır.
- Kültürel haklar insan haklarının ayrılmaz bir
parçasıdır; diğer haklar gibi evrenseldir;
bölünemez, birbirine bağlı ve birbiriyle
ilişkilidir. Kültürel hakların tam anlamıyla
desteklenmesi ve bu haklara saygı gösterilmesi,
insan onurunun korunması ve çok kültürlü ve
çeşitliliklerden oluşan bir dünyada, bireyler ve
topluluklar arasında olumlu toplumsal etkileşimin
sağlanması açısından temel önem taşımaktadır.
* * *
Kültür politikaları için yapıcı öneriler konusunu
sürdüreceğim.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 07.05.2012
******
KÜLTÜREL YAŞAMA KATKIYI NASIL SAĞLAYABİLİRİZ
Dün, hazırlanacak olan yeni anayasa için
düzenlenen önemli bir rapordan bölümler yayınladım.
Çünkü anayasal haklarda birçok unsur gözetilir ama
kültür bölümü çok yüzeysel geçer.
Parti programları için de geçerlidir bu yalınkatlık.
Birçok konuda ayrıntılı bilgi verilir, kültür/sanat
bölümünde ise yasak savma kabilinden birkaç satır
vardır. Ne yazık ki seçmen de kültür konusunda
ayrıntılı bir bilgiye gereksinim duymamaktadır.
Anayasayı hazırlayanların, yazacak olanların bu kez
kültüre, kültür politikalarına ağırlık vermeleri
gerekir, zorunludur.
Bazı kavramları kullandığımızda onun içini
doldurmalıyız, yoksa içi boş kavram kargaşası yarar
yerine zarar verir. Göz önünde bulundurulması
gereken önemli özelliklerden biri, kültürün çoğulcu
coğrafyasını ihmal etmemektir.
Devlet bunları anayasal hak koruması altına
almalıdır.
Katkı için hazırlanan bu öneriler toplamındaki
kavram başlıkları şöyle:
* * *
- Katılım, herkesin bireysel olarak, başkalarıyla
birlikte ve bir topluluk ya da grup içerisinde
serbestçe hareket etme, kendi kimliğini seçme, bir
ya da birden çok toplulukla kendini özdeşleştirme ya
da özdeşleştirmeme ya da bu tercihini değiştirme,
toplumun siyasal yaşamına katılma, kendi kültürel
faaliyetleriyle uğraşmayı kapsar.
- Erişim, herkesin bireysel olarak, başkalarıyla
birlikte, bir topluluk ya da grup içerisinde, eğitim
ve enformasyon yoluyla kendinin ve başkalarının
kültürünü bilme, anlama ve kültürel kimliği tam
anlamıyla dikkate alan nitelikli eğitim ve öğretim
görme hakkını kapsar.
- Kültürel Yaşama Katkı Sağlama ifadesi, herkesin
toplumun maddi, manevi, zihinsel ve duygusal
ifadelerinin yaratılmasına katılma hakkına atıfta
bulunmaktadır. Bu hak, bir bireyin ait olduğu
topluluğun gelişimine katılma ve bireyin kültürel
haklarından yararlanmasını etkileyen politika ve
kararların tanım, geliştirme ve uygulama süreçlerine
katılma hakkıyla desteklenmektedir.
- Erişilebilirlik, bireylerin ve toplulukların
kültürden tam anlamıyla yararlanmaları için kırsal
ve kentsel bölgelerde ayrım gözetmeksizin herkesin
fiziksel ve mali açıdan erişebileceği etkili ve
somut fırsatları kapsar.
- Uygunluk, belirli bir insan hakkının belirli bir
kültürel tarz ya da bağlama uygun ve bu bağlamla
ilgili, yani azınlıklar ve yerli halklar dahil,
bireylerin ve toplulukların kültürüne ve kültürel
haklarına saygılı olacak şekilde gerçekleşmesini
ifade eder.
- Uyarlanabilirlik, kültürel yaşamın herhangi bir
alanında devletin kabul ettiği ve bireylerin ve
toplulukların kültürel çeşitliliğine saygı
göstermesi gereken strateji, politika, program ve
tedbirlerin esnekliğini ve ilgililiğini ifade eder.
- Kabul edilebilirlik, devletin kültürel haklardan
yararlanılmasını sağlamak üzere kabul ettiği yasa,
politika, strateji, program ve tedbirlerin ilgili
bireyler ve topluluklarca kabul edilebilecek bir
şekilde hazırlanmasını ve uygulanmasını
gerektirmektedir.
* * *
Yukardaki yaklaşımlar, kültürün bir anayasal hak
olduğunu kanıtladığı kadar, demokratik, çoğulcu,
fırsat eşitliği taşıyan bir anlayışı savunmaktadır.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 08.05.2012
|
SİİRT MAĞARALARI İNCELENİYOR
Kültür ve Turizm Müdür Vekili Remzi Uslu,
mağaraların incelenmesi için MTA Genel Müdürlüğüne
başvurduklarını ve buradan gelen ekiplerle
mağaraların inceleneceğini söyledi.
Başta Botan Vadisi'nde bulunan mağaralar olmak üzere
Siirt'teki birçok mağaranın tarihte insanlar
tarafından mekan olarak kullanıldığı için kültürel
bir değer taşıdığını belirten Uslu, bunları ortaya
çıkarmak ve bilimsel bir şekilde incelemek
istediklerini belirtti.
Uslu, “Siirt’te çok sayıda mağara bulunduğunu ve
bunların önemli bir kısmının tarihte insanlara
tarafından mekan olarak kullanıldığını biliyoruz.
Özellikle Botan Vadisi'nde bulunan mağaralar dikkat
çekmektedir. 2003 yılında Valiliğimizce bu konuda
amatör bir araştırma yapılmış ve bu çalışma kitap
haline getirilmişti. Şimdi bu çalışmanın verileri
ışığında bilimsel bir çalışma yaparak bu mağaraların
gerçek durumunu ve kültürel değerlerini araştırmak
istiyoruz." dedi.
Mağaraların bilimsel olarak incelenmesi için MTA
Genel Müdürlüğüne başvurduklarını ifade eden Uslu,
buradan iki heyet gelerek çalışma yapacağını
söyledi. Uslu, "Ön araştırmayı yapacak olan ekiple 8
Mayıs gününden itibaren çalışmalara başlayacağız.
Araştırmaya ilden konu ile ilgili teknik elemanlar
ile ÇEKÜL Vakfı İl Temsilcisi Ayhan Mergen de katkı
yapacaktır. Ön araştırmada incelenecek Mağaraların
belirlenmesinin ardından ikinci bir heyet gelerek bu
mağaraları inceleyecek” diye belirtti.
Turizm Gazetesi, 07.05.2012
|
MISIR'A AİT 80 TARİHİ ESER İADE EDİLİYOR
Mısır'ın farklı dönemlere ait tarihi eserlerini
Belçika'dan geri alacağı bildirildi.
Mısır Tarihi Eserler'den Sorumlu Devlet
Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, 2 yıl önce
Brüksel'e kaçırılan 80 tarihi eserin, Belçika
Mahkemesi'nin kararı üzerine
Mısır'a iade edileceği belirtildi.
Tarihi eserler,
Mısır uyruklu bir kadın tarafından ülke dışına
ahşap bir heykel içinde kaçırılmış, ele geçirilen
eserler daha sonra incelenmek üzere
Brüksel Ulusal Müzesi yetkililerine teslim
edilmişti.
Bakanlık, iade edilecek 80 farklı eserin Tarih
Öncesi Dönem, Antik Mısır, Yunan-Roma, Kıpti ve
İslam medeniyetine ait olduğunu açıkladı.
Habertürk 07.05.2012
|
ALTLARI OYULAN TARİHİ KÖŞKLERE DESTEK

Maslak’taki Ayazağa Kültür Merkezi inşaatının 14
metre derinlik öngörülen temel kazısı devam ediyor.
Yıkılmasınlar diye beton istinat duvarları yapılan
Ayazağa Kasrı, Süvari Köşkü ve Çinili Köşk bir
kartal yuvası görümünde.
Kültür ve kongre merkezi yapımı için 1988’de
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na (İKSV), 4
yıl önce de Multi TurkMall’a devredilen Ayazağa
Haznedar Çiftliği’ndeki temel kazı çalışmaları
hızla devam ediyor. Yeni inşaat nedeniyle
yıkılmasınlar diye beton istinat duvarları
yapılan Ayazağa Kasrı, Süvari Köşkü ve Çinili
Köşk bir kartal yuvası görümünde. Üç tarihi
köşkün ortasındaki, eski adıyla Ayazağa Kültür
Merkezi inşaatının 14 metre derinlik öngörülen
temel kazısı devam ediyor.
Projede yerin 14
metre altında konser,
sinema ve konferans salonlarının yanısıra
butik mağazalar ve restoranlar yer alıyor.
Yüzeyde, rock konserlerinin izleneceği açık bir
konser alanı planlanıyor. Projenin yüzde 15’i
ticari kullanıma açılmış. 2013’te tamamlanacağı
açıklanan, ‘Nova Maslak’ adı verilen proje 4
cumhurbaşkanı, 8 başbakan, onlarca kültür bakanı
eskitmişti.
1988’de Nejat Eczacıbaşı’nın
girişimleri sonunda Ayazağa’da, içinde üç tarihi
yapının (Süvari Köşkü, Çinili Köşk ve Ayazağa
Kasrı) bulunduğu askeri alan dönemin
cumhurbaşkanı 12 Eylül darbesinin lideri Kenan
Evren’in talimatıyla, 1. Ordu tarafından İKSV’ye
verildi. Ayazağa Kültür Merkezi’nin temeli
1996’da atıldı ancak inşaat 2000’de, Kültür
Bakanlığı’ndan ödenek alınmaması nedeniyle
durdu. 2006’da Kültür ve Turizm Bakanlığı, İKSV
ve
Maliye Bakanlığı’ndan bir protokolle
kompleksi tamamlama görevini üstlendi. Bakanlık
2008 yılında Multi TurkMall Gayrimenkul Yatırım
şirketiyle anlaştı, arazi yap-işlet-devret
modeli ile 49 yıllığına bu şirkete devredildi.
‘Nova Maslak’ adı verilen proje, 6 bin
kişilik bir gösteri merkezi, 1000 kişilik bir
konser ve kongre salonu ile mimarlık müzesini
barındıracak. Aynı zamanda projede, atölye,
seminer ve toplantı mekanlarıyla oluşturulan
ofis alanları yer alacak. Arazinin yüzde 15’inin
ticari amaçlı kullanılacağı projenin 2013
yılında tamamlanması hedefleniyor. Binada kültür
sanat ürünleri satan mağaza ve yatay ofisler
bulunacak. Kendi ofisini de binaya taşıyacak
olan TurkMall, oluşturacağı fonla bir sanat
merkezi de yapacak. Merkezdeki konser
etkinliklerini Pozitif düzenleyecek, kompleks
içinde açılması planlanan mimarlıkla ilgili
bölümü ize Arkitek grubu üstlenecek. Kültürel
etkinlik de yapılacak, otomobil tanıtımı da.
Projenin 2013’te tamamlanması öngörülüyor.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 07.05.2012
|
BİSİKLETLİ ÇOCUĞUN YOLU BİZANS SURLARINA ÇIKTI

Kadıköylü bir çocuğun İstanbul Surları’na
bisikletle yaptığı keşif yolculuğu, Prof.Dr. Semavi
Eyice’yi, 45 bin kitabın sahibi, dünya çapında ünlü
bir Bizans tarihçisi yaptı.
Dünyada Bizans Sanat Tarihi deyince ilk akla
gelen isimlerden biri Prof.Dr. Semavi Eyice. Bugün
90 yaşını devirdi ama hala ‘sadece o bilir’
düşüncesiyle dünyanın dört bir yanından gelen bilim
insanlarının sorularını cevaplıyor. Biz de
aklımızdaki pek çok soruyla Suadiye’deki evine konuk
olduğumuz Eyice’yi ‘Bir doksan yıl daha yaşayamam’
diyerek yarım kalan eserlerini tamamlamaya
çalışırken buluyoruz. Kentin canlı tanığına
‘İstanbul nasıl kurtulur?’ diye soruyoruz.
Kendimizi
Prof. Eyice’nin yüzünde bazen 1920’li yıllarda papaz
okulundaki bir öğrenci, 1930’lu yıllarda bisikletle
İstanbul’u keşfe çıkmış bir çocuk, 1940’larda
bombardıman altındaki Almanya’da canını zor kurtaran
üniversiteli Türk, 1950’lerde ilk İstanbul kitabını
hazırlayan araştırmacının heyecanına tanıklık
ederken buluyoruz. Bazen de 60, 70, 80, 90’lı
yılların’asabi’ Bizans uzmanı, 2000’li yılların
‘kitaplığını bağışlamış’ bir araştırmacının acısı
canlanıyor gözlerimizin önünde... Ve sorumuza
beklemediğimiz bir yanıt alıyoruz: “İstanbul bitti.
İstanbul’u İstanbullu’dan kurtarmak lazım.”
Kadıköy’deki papaz okulunda öğrenime
başlayan bir çocuğun dünya çapındaki Bizans ve
İstanbul uzmanına dönüşmesine uzanan yolculuğunun
kökeninde, Romalı şairlerin şiirlerine konu olan bir
köy olabilir mi?
Efendim, ben 9 Aralık 1922’de İstanbul’da doğdum.
Daha doğrusu hikayenin esası şöyle. Evet.
Dedelerimin köyü ormanları ve gemiciliğiyle meşhur
Romalı şair Papillus’un şiirlerine konu olan
Amasra’dır. Anne ve baba tarafından iki dedem,
burada gemicidir. Rahmetli dedem Mustafa Efendi,
akıllı bir adammış. Bakınıyor ‘Hanım’ diyor, ‘Bu
oğlanlar burada büyürse ya balıkçı olur ya kayıkçı.
Giy çarşafını, oğlanları da al, gidiyoruz
İstanbul’a. Sene 1980’ler. O zamanlar Karadeniz’in
tarafından gelenlerin yerleştiği Cibali tarafında ev
kiralıyor. Gemi marangozuyken ahşap evler yaparak
geçinmeye başlıyor. Büyük oğlu Kamil Bey, benim
babam. Sınıf üçüncüsü olarak deniz subayı oluyor.
Trablusgarb ve Çanakkale’de görev alıyor. Birinci
Dünya Harbi yıllarında Amasra’dan İbrahim Kaptan’ın
küçük kızı Hatice Hanımla evleniyor. Bu evlilikten
ağabeyim Suavi Kadıköy’de ve ben Selimiye’de dünyaya
geliyorum. Daha sosyetik olduğu için ‘Kadıköylüyüm’
diyordum. Kadıköy’de bir papaz okulunda Fransızca
öğrendim. Saint Joseph’teki genç papazlardan bayağı
dayak yedik. 1919’dan 1923’e kadar hepsi kral gibi
yaşamışlar, sonra çekip gitmeleri ağarlarına gitmiş.
1933’de bir rivayet çıktı, yabancı okullarda
öğrencilere Katoliklik aşılanıyor diye. Babam beni
Galatasaray’a aldı. Babam benim Hariciye’ci olmamı
istedi.
Babasınız Hariciye’ci olmanızı isterken
nasıl sanat tarihçisi oldunuz?
Babam ‘Ben senin Dışişlerine girmeni, Hariciyeci
olmanı tercih ederim, diyordu. Ben tercihimi
söylediğimde, ‘Bu tip meslekler paralı kişilerin,
zengin aile çocuklarının yapacağı iş. Sen bununla
başa çıkamazsın’ diyordu. Ama ‘İlla da bu olacaksın’
diye direnmedi. ‘Ben Hariciyeci olayım ama o zaman
el pençe divan durmasını bileceksin! Herkesin
karşısında, ‘Başüstüne beyefendi, ne buyurdunuz
efendim, öyle olsun beyefendi’ diyeceksin. Ben bunu
diyemem. Yapamam. Bırakın, Bizans sanatı ve
arkeoloji tahsiline gideyim’ dedim.
Bizans ve İstanbul merakı nasıl başladı?
Galatasaray’da altıncı sınıftan itibaren askerlik
dersi alıyorduk. Kim bilir kaç savaşa girmiş bir
albaydı hocamız ama onun yerine bir gün bir üsteğmen
geldi. İki öğrenciye bir ödev verdi. Bana da
‘İstanbul’un kuşatılması ve Fetih’ düştü.
İstanbul’un fethine ilişkin Türkçe bir şey yoktu.
Kadıköy’de büyüdüm ama İstanbul tarafını
bilmiyorum.’Şu İstanbul’u keşfedeyim ben bir
göreyim’ dedim. Bisiklet üstünde, İsviçreli Seyyah
Ernest Mamboury’nin rehberiyle İstanbul’u dolaşmaya
başladım
Tarihi İstanbul’u ilk gördüğünüzde,
dolaştığınızda ne hissettiniz?
Surlara hayranlıkla baktım. Sonra, Mamboury’nin
kitabının kaynakça bölümündeki surlar, camiler,
kiliseler hakkındaki kitaplarından bir liste
çıkardım. Galata Kulesi’nin izhasında küçük bir Rum
sahafına gittim. Listeye bakıp ‘Allah allah, ne
yapacaksın bu kitapları’ dedi. ‘Ben meraklıyım,
almak istiyorum bu kitapları’ dedim. Sonra ahbap
olduk. Patriya Kias, 1960’larda bilmiyorum hangi
sebepten sürüldü. 30 sene ahbaplığım vardı. ‘Adamı
bir arayayım’ dedim. Atina’da zenginlere nadide
eserler satan çok şık bir kütüphane açmıştı. Beni
görünce kucakladı. İstanbul’da beğendiği kıymetli
kitapları evinde kendisine saklıyordu. Tıklım tıklım
nadide kitaplar doluydu. Bir alavera döndü,
kitapları buradan paketlediler yolladılar. Bu
yanlış bir şeydi, hukuken yabancı kitabın dışarı
çıkmaması gerekirdi.
İstanbul üzerine ilk eseriniz ne oldu?
Benim ilk kitabım, 1955’te yedek subayken
yazdığım İstanbul kitabı oldu. O kitabı benden,
Finlandiya’dan bile istediler. Türkiye’deki ilk
Bizans kongresi için hazırlamıştım. Kağıthane’deki
yedek subay okulundan çarşamba günleri izinli çıkar,
denize girer, provaları yazar, sabah altıda askere
giderdim. Böyle hazırladım kitabı ama Bizans
kongresinde bir talihsizlik oldu, 6 - 7 Eylül
olayları çıktı.
Üniversite yıllarınıza dönecek olursak,
neden Türkiye’de değil de savaşın en yoğun yaşandığı
dönemde Almanya’da okudunuz?
Liseden mezun olduğumda, sene 43. ‘Ben Bizans
sanatı uzmanı olacağım’ dedim. O zaman da bu bizim
üniversite biraz cansız. Bir Ankara Dil Tarih
Coğrafya var bir de İstanbul Üniversitesi. O sırada
İkinci Dünya Harbi’nin en hareketli yılı, sene 43.
İngiltere’ye gitmek imkansız neredeyse. Amerika’ya
zaten bahis konusu değil. Ben Fransız kültürü aldım
ama Fransa işgal altında. Gidilebilecek bir Almanya
var, o da yabancı öğrencilere kolaylıklar
sağlıyordu.
Savaş zamanı Almanya’ya gitmeniz ailenizi
korkutmadı mı?
Korktukları muhakkak. Bir de şeyden çekindiler,
burada kalırsam beni yaka paça herkesi askere
alıyorlar. Bir defa da askere aldıklarının kolay
kolay yakasını bırakmıyorlar. Evet, o zaman lise
mezunları da yedek subay oluyor ama asker oluyorsun
yav şakası yok işin! Ondan sonra askeriyede dört
sene kaldıktan sonra bir daha okumak olur mu!
Nasıl gittiniz Almanya’ya?
Dört tane bavulum vardı. Kışlıklar bilmem neler,
o zaman ekmek bile karneyle. Annemler evde ekmek
yememişler, onları bile bavulunun içine koymuş.
Somon ekmeği. Sirkeci Garı’ndan saat 10’da kalktı
Almanya treni. Benden başka bir yolcu yok.
Almanya’da neler yaşadınız?
Berlin’e gittim. Eğitim Bakanlığını buldum. Dört
tane duvar kalmış geriye, kimbilir kaç tane bomba
yemiş. İçinde insan bile yok. Evet bir zamanlar
bakanlıkmış ama şimdi bakanlığa benzer bir tarafı
yok. Dediler ki sen pulunu yapıştır, dilekçeni yaz,
mektup at. Bunu yaptım, 15 gün sonra, adresime cevap
geldi: ‘Berlin Üniversitesi’nde falan dalda
eğitiminize devam etmeniz uygun görülmüştür.’
Almanya’dan ayrılırken yer olmadığı için iki
bavulumu istasyonda bıraktım. O iki bavul, dört sene
sonra İstanbul’da beni buldu ve Almanlar bana
gönderdi. O kan ateş içindeki ülkede bavullar
dolaşmış, çemberlerle takviye etmişler, adresimi
bulup bana ilettiler. Gelin görün ki sulh içindeki
şu memlekette, hayatımda hiç sahip olamadığım bir
arabanın plakasıyla dört tane trafik cezası benim
evime geldi.
Siz 1930’lı yıllardan itibaren
İstanbul’un hızlı değişimine tanıklık etmiş bir
bilim insanı olarak 50 yıl sonra nasıl bir İstanbul
görüyorsunuz? İstanbul nasıl kurtulur?
İstanbul artık karekteri olmayan bir şehir
oluyor. İstanbul’u biz harcadık ve harcamaya devam
ediyoruz. Kalanı korumak için, gelişigüzel trafiğe
yasak diye kapatmakla bu iş olmaz. Düşünmek lazım.
Abide eserleri ezmeyen yapılaşma olması lazım. Butik
parklar yapılması lazım. Selvi ve çınar İstanbul’un
tabi ağaçları. İstanbul’da semt aralarında yeşillik
sağlayan küçük Gülhaneler yapmak lazım. Semt
meydanları olacak. O çeşmeler kurumuş açılması
lazım. Ağaçlar kesilmiş konulması lazım. İstanbul
bitti. İstanbullu kalmadı. İstanbul’u İstanbullu’dan
kurtarmak lazım.
Şu anda Türkiye’de, dünya çapında iyi bir
Bizans tarihi uzmanı var mı? Sizin Türkiye’de ‘El
verdiğiniz’ bir öğrenciniz, akademisyen hiç olmadı
mı?
Ben Avrupa’da da tanınmıştım. Övünmek değil ama
gerçeği söylüyorum. 90 yaşındayım. Almanya, Fransa,
İsviçre, İtalya’daki üniversitelerde misafir
profesör olarak ders verdim. Dünyanın çeşitli
ülkelerinde seri konferanslar verdim. İstanbul’da
Atatürk Kültür Merkezi’nde Bizans sanatı üzerine ben
konuşma yapıyorum diye çıkmak kolay. Ama
Sorbonne’da bunu yapabilir mi, bilemiyorum.
Asistanlarım da ayrı bir acıklı hikayedir. Bana
kadro vermedikleri gibi, yanımda asistan kadrosu da
yoktu.
Kitaplığınızda kaç eser vardı? 70 yılda
topladığınız kütüphanenizden ayrılmak zor olmadı mı?
45 bin. Bedelinin de altında gitti aslında ama
bir defa hanım şikayet etti. İkincisi benden sonra
yarın öbürgün şunun bunun elinde nice büyük
kütüphanelerin nasıl yağma edildiğini gördük.
Dağılmasın istedim. İçimde bir uktedir. Hala içim
yanar. Hala üzgünüm. Bir kere gittim kitaplarımın
bulunduğu kütüphaneye. İstediğim kitaplar bile
bulunmadı. Hala çok üzgünüm.
Star Gazete, Haber: Selim Efe Erdem,
06.05.2012
|
DENİZLİLİ USTA,RÜYADAKİ DEFİNE PEŞİNE DÜŞTÜ

Denizli'nin Tavas
İlçesi'nde inşaat ustalığı yapan
Erkan Taş (43), rüyasında gördüğü defineyi bulmak
için kazı çalışmalarına başladı. Resmi kurumlardan
aldığı izinle kazılara başlayan Taş, rüyasında
gördüğü hazineye kavuşmak için sabırsızlandığın
söyledi.
Denizli'nin Tavas İlçesi'nde yaşanan olay geçtiğimiz
hafta başladı. Tavas ilçe girişindeki Alpaslan
Türkeş Bulvarı'na yapılacak olan altgeçit projesinde
çalışan 22 yılık inşaat ustası Erkan Taş, bir rüya
gördü. Rüyasında, altgeçit projesinde çalıştığı
bölgede büyük bir mağara olduğunu, içinde ise define
bulunduğunu gören Taş, sabah uyanır uyanmaz konuyu
arkadaşı Ramazan Boyer'e anlattı. Rüyaya inan Boyer
ve Taş, burada kazı yapabilmek için ne yapılması
gerektiğini araştırmaya başladı. Müze Müdürlüğü,
Orman Bölge Müdürlüğü, Milli Emlak Müdürlüğü ve
polisten izin alan Taş ve Boyer, 4 gün önce kazı
çalışmalarına başladı.
Müze Müdürlüğü, Mal Müdürlüğü ve polis eşliğinde
kazıyı sürdüren ve rüyasında gördüğü altgeçidin
yapıldığı alanda dua okuyan Erkan Taş, kazı
işlerinin bir ay süreceğini söyledi. Kazı için 25
bin lira civarında harcama yapacağını kaydeden Taş,
"22 yıllık inşaat ve yol çalışmaları ustasıyım.
Rüyamda gördüğümü mağarayı inşallah bulacağım. Resmi
izinlerini alarak başladığım çalışmadan ümitliyim"
dedi.
Erkan Taş'ın arkadaşı Ramazan Boyer ise, arkadaşının
rüyasında gördüğü mağarayı bulacaklarından ümitli
olduklarını belirterek, "Ben de hafriyatçılık ve
inşaat ustalığı yapıyorum. Arkadaşımı yalnız
bırakmak istemedim. Dört gündür 6-7 metre kazı
yaptık. Ağaçlık bölgede kazı yaptığımız yerin altı
kayalık. Pazar günleri dahil saat 08.00'de başlayan
kazılar saat 17.00'de son buluyor" diye konuştu.
Kazı işlerini yapan hafriyatçı Ömer İlkin de,
"Arkadaşlar resmi izin alarak define arıyorlar. Bir
ay sürecek kazıların sonunda ben de bir şey çıkacak
mı diye merak ediyorum?" dedi.
Yeni Asır, Haber: Yılmaz Baybars, 06.05.2012
|
PERA'DA BİR ÖNCÜ RESSAM
Goya’nın etkileyici
eserlerinden çok önemli seçmeler Pera Müzesi’nde
görülebilir.
Pera Müzesi bu memleketin genç vakıf
müzelerindendir. Tepebaşı’nda merkezi yerde, hoş bir
binadadır. Temelde ve henüz Suna ve İnan Kıraç’ın
resim koleksiyonlarından oluşuyor. Zamanla
Tepebaşı’ndaki binanın genişleyeceğine ve büyüyen
koleksiyonların daha rahat bir teşhir imkanı
bulacağına inanıyorum. Bu konuda kamunun da diğer
küçük koleksiyoncuların da desteği mühimdir.
Pera Müzesi son yıllarda fevkalade önemli yabancı
koleksiyonlardan örnekleri teşhire getirdi.
Rembrandt, Chagall, Picasso, Bottero,
Rusya müzelerinin klasik resim koleksiyonları
yanında şu sıra bir Goya sergisi var. Standart paket
koleksiyonlardan biri değil; gerçekten Bilbao Güzel
Sanatlar Santamarca vakfı koleksiyonları,
İtalya’da Floransa Uffizzi gibi zengin
müzelerden derlenen kolay görülmeyecek tablolar,
ünlü tabloların eskizleri yer alıyor.
Francisco Goya öncüdür, yaşadığı dönemin çok dışında
ve önünde eğilimleri, teknikleri,
İspanya’nın mitolojisine ve menkıbelerine dayalı
fantezileri yanında her sınıf halkın yaşayışını
gayet realist ama bazen de ironi ile nakleden bir
ressamdır. 18’inci yüzyılda görülmeyecek kadar derin
bir mizahı aksettirir. Bu sergide 18-19’uncu yüzyıl
dönemecini yaşayan bu büyük ressamın çok nadide
eserleri ve onun yanında onlarca eskizi görmek
mümkün oluyor. “Capriccio”lar, “Savaşın
Felaketleri”, “Boğa Güreşleri”, “Atasözleri ve
Zırvalar” gibi beşeriyeti daha bin yıl etkileyecek
gravür koleksiyonları var. Goya’nın sanatseverleri
ateş karşısında otururcasına saatlerle etkileyen bu
koleksiyonlarından çok önemli seçmeler sergide yer
alıyor.
İstanbul’daki
Cervantes Enstitüsü birkaç yıldır İspanyol
kültürünü tanıtmakta,
sergi ve müzeleri gerçekleştirmekte fevkalade
etkin. Biz dahi
Topkapı Sarayı’nda bir “Elhamra” sergisini o
sayede yapabildik. Şimdi de İstanbul’un göbeğinde
bir Goya sergisi var. Goya’yı yakından tanımak için
en büyük fırsat. Serginin gayet hoş ve zengin
örneklerle basılan katalogunu da burada belirtmek
lazım.
Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 06.05.2012
|
PLAYBOYUN POP ART KOLEKSİYONU SATILIYOR
20.
yüzyıl modern sanatının en çarpıcı eserlerini
toplamasıyla tanınan ünlü koleksiyoncu Günther
Sachs’ın koleksiyonunun 300 parçası Londra’da satışa
çıkarılıyor.
Sefahat dolu
yaşam tarzı ve Fransız yıldız Brigitte Bardot
dahil yaptığı dört evlilikle tanınan Sachs’ın 50
yılı aşkın süre boyunca topladığı koleksiyonunda
Andy Warhol ve Roy Liechstein gibi Pop
Art’ın önde gelen isimlerinin resimleri ve Diego
Giacometti tasarımı mobilyalar bulunuyor. Andy
Warhol’un Sachs portesine 400 bin
sterlin fiyat biçiliyor. 1932 yılında
Almanya’da varlıklı sanayici aile von
Opel’in oğlu olarak dünyaya gelen Sachs 16
yaşında romantik
ressam Eugene Delacroix’nin bir tablosunu aatın
alarak koleksiyonerliğe başlamıştı. Sachs
2011’de intihar etmişti.
Milliyet, 06.05.2012
|
|
 |
AYA İRİNİ'DE TURİSTİK AÇILIM
Bizansın Ayasofya'dan sonra İstanbul'daki en büyük kilisesi, 1500 yıllık Aya İrini, zengin yabancı turiste kapılarını açıyor...
İlk adım geçen yıl Mart ayında atıldı. Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü ile İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Aya İrini Anıt Müzesi'nin 'özel durumlarda' ziyaret edilebilmesi için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne görüş sordu. Genel Müdürlük, ziyaret tarihi-saati belirlenerek, Topkapı Müze Müdürlüğü'ne başvuruda bulunulması ve talebin uygun görülmesi kaydıyla özel durumlarda ziyarete açılabileceğini bildirdi.
Konu, Döner Sermaye İşletmesi Yönetim Kurulu'na geldi. Kurul 30 Nisan'da olumlu yanıt verdi. Aya İrini'nin, özellikle kruvaziyer gemilerle gelen yoğun ziyaretçi talebini karşılamak için, belirli kriterlere uyulması halinde ziyaret edilebileceği yönünde karar verildi. Gruplar en az 30, en çok 125 kişi olabilecek. Ücret 25 TL. Müze Müdürlüğü'nün belirleyeceği kriterlere uyulacak. Kararı Bakan Ertuğrul Günay da onayladı.
Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 06.05.2012
|
BARINAKTAN DEFİNE ÇIKTI
Çatalzeytin İlçesi'nde
bir balıkçı barınağında define çıktı.
Kastamonu’nun
Çatalzeytin İlçesi'nde Konaklı Köyünde bulunan
balıkçı barınağında belediyenin çakıl ve deniz kumu
çıkardığı sırada kumların altından 243 adet değerli
sikke bulundu.
Kum çakıl temizleme
sırasında 1 altın, 3 bronz sikke çıkması üzerine
Kastamonu Müze Müdürlüğü ekiplerince yapılan
incelemeler neticesinde 19 adet altın, 13 adet gümüş
ve 211 adet bronz sikke olduğunu tespit etti.
Çalışma yapılan bölgede
Çatalzeytin İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri
tarafından alınan emniyet tedbirleri altında
Kastamonu Müze Müdürlüğü çalışmalarına devam ediyor
Kastamonu Kent Haber,
05.05.2012
|
|
 |
ROMA DÖNEMİNE AİT MEZAR TAŞI KORUMA ALTINA ALINDI
Muğla’nın Milas İlçesi'nde bir arazide atıl durumdaki Roma dönemine ait mezar steli korumaya alındı.
Milas’ın Gümüşlük Mahallesi’ndeki bir arazide yıllardır atıl durumda bulunan ve Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen, bir aileyi tasvir eden mezar steli Milas Müze Müdürlüğü tarafından koruma altına alındı.
Çaltılık Mevkii, Hıdırlık Tepesi bölgesinde sit alanlarının incelenmesi amacıyla araştırma başlatan Milas Arkeoloji Müzesi ekipleri, yaptıkları taramada, bugüne kadar hiç fark edilmemiş mezar steli (mezar taşı) buldu. Özel tekniklerle taşınan mezar steli, Müze Müdürlüğü bahçesine getirilerek koruma altına alındı. Arkeologların mezar steli üzerinde yaptığı araştırmada, kalıntının Roma dönemine ait olduğu, bir aile mezarını tasvir ettiği belirlendi. Stelde, 3 yetişkin insan ve bir çocuk tasviri açık biçimde görülüyor. Yetişkin insan figürlerinin baş kısmı zarar görmüş olsa da, çocuk figürü netlik taşıyor.
Milas Müze Müdürlüğü ekiplerinin yaptığı incelemenin ardından, tarihsel varlıkların Kültür ve Turizm Bakanlığı envanterine kaydedilmesi amacıyla hazırlanan dijital verilerin, Muğla Koruma Kurulu’na gönderilmesi sonucu, stelin bulunduğu bölgenin sit alanı potansiyelinin değişebilme ihtimali bulunuyor.
haberler.com, 05.05.2012
|
DİNAR ETNOGRAFYA MÜZESİ AÇILIYOR
Dinar İlçesi'nde restorasyonu tamamlanan Etnograf Müzesi, 6 Mayıs'ta ziyarete açılacak.
Dinar Belediye Başkanı Saffet Acar, gazetecilere yaptığı açıklamada, 2010 yılında açılan Etnografya Müzesi'nin restorasyon nedeniyle bir süre kapalı kaldığını belirterek, müzenin 6 Mayıs'ta ziyaretçilere kapılarını açacağını kaydetti.
Suçıkan Park'ta bulunan Etnografya Müzesi'nde yenileme ve düzenleme yapılarak müzenin çehresinin değiştirildiğini ifade eden Acar, müzede bakım ve onarımı yapıldığını, duyarlı vatandaşlar tarafından sergilenmek için bağışta bulunan eserlerin düzenlenerek Hıdırellez Şenlikleri ile yeniden ziyarete açılacağını bildirdi.
Müze Sorumlusu Ercan Menekşe de vatandaşların ellerinde bulunan etnografik eserleri müzenin kültürel anlamda gelişmesine yardımcı olmaları için bağışlamalarını istedi.
Afonkarahisar Kent Haber, 05.05.2012
|
 |
GORDİON UNESCO LİSTESİ'NDE
“Gordion antik şehri”, 11 kültür varlığı ile UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına İlişkin Sözleşme gereğince geçici listeye eklendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, doğal güzelliklerinin yanı sıra tarihi değerleriyle de cazibe merkezi haline gelen Türkiye’nin kültür varlıklarını korumaya ve tanıtmaya yönelik çalışmaları kapsamında, Türkiye’den 12 kültür varlığı daha Dünya Miras Merkezi’ne bildirildi. Belirlenen kriterlerin yanı sıra mimari, tarihi, estetik, kültürel, ekonomik, sosyal, sembolik ve felsefi özellikleri de dikkate alan Dünya Miras Komitesi başvuruları değerlendirdi. Böylece geçici listede 26 olan kültür varlığı sayısı 38’e yükseldi.
Yassıhöyük adıyla da bilinen Gordion
antik kenti,
Frig Krallığı’nın (Frigler) başkenti ünlü bir kent
olup, kalıntıları Ankara’ya 94 km uzaklıkta,
Eskişehir yönünde, Sakarya ve Porsuk nehirlerinin
birleştiği Polatlı’nın 29 km kuzeybatısındadır. İlk
kazıların 1901 yılında başladığı Gordion kentinde
bulunanlar İstanbul Arkeoloji, Ankara Anadolu
Uygarlıkları ve ören yerindeki müzede korunmaktadır.
Bölgede yapılan kazılarda elde edilen eserler
başkentin tarihinin MÖ 8. yüzyılın ortalarına
kadar uzandığını göstermektedir. Kent en parlak
dönemini MÖ 725 ve 675 yılları arasında
yaşamıştır. “Kulakları ile ünlü” Midas burada
yaşamıştı. Kentin günlük dilde kullanılan bir ünü de
“düğümünden” geliyor. Büyük İskender Persleri yenip
Gordion’u bağımsızlığına kavuşturmuştu. İskender
MÖ 333’de kışı Gordion’da geçirdiği sırada
Gordios’un bağladığı düğümü kılıcı ile keserek
çözmüştü.
Hürriyet, 04.05.2012
|
'ÇIĞLIK' O KADAR ETMEZ!
ABD’de yayımlanan New
York Times gazetesinde 15 yılı aşkın süredir sanat
eleştirmenliği yapan, 2009’da en iyi eleştiri yazısı
dalında Pulitzer ödülü kazanan Holland Cotter,
Munch’un ikonik tablosu Çığlık’ın 120 milyon dolara
satılmasına isyan etti.
“İnsanlar
nakitlerini nereye yatıracakları konusunda sınır
tanımıyor. Munch’un ‘Çığlık’ı dünyada en çok bilinen
görüntülerden biri. Garantili bir tercih olarak
gözükmüş
olabilir” ifadeleriyle önceki günkürekora hak
vermeye çalışan Cotter “Fakat 120 milyon
dolar vermek mantıklı mı?
Kesinlikle hayır. Günümüzde yatırım yeni
sanatçılara yapılmalı. 120 milyon dolarla sıfırdan
çok etkileyici bir
sanat koleksiyonu oluşturulabilir” tavsiyesinde
bulundu.
Milliyet, 05.05.2012
******
120 MİLYON DOLARLIK ÇIĞLIK

Edvard Munch’un ‘Çığlık’ resmi ulaşılması güç
bir rekora imza attı. Peki geçen hafta New York’ta
düzenlenen açık artırmada 119 milyon 900 bin dolara
(yaklaşık 212 milyon lira) satılan tablonun sırrı
ne?
Gelmiş geçmiş en ünlü resim nedir? Elbette
Leonardo Da Vinci’nin ‘Mona Lisa’sı... Peki,
Mona Lisa’dan hemen sonra akla gelen, ikinci en
bilindik resim hangisi? Tabii ki Edvard Munch’un
‘Çığlık’ı. Üstelik dört ayrı versiyonu var.
Evet, tarihte belki de en çok posteri basılmış,
sayısız asi gencin yatak odası duvarlarını
süslemiş, Time dergisine kapak, ‘Simpsons
‘dizisine konu olmuş bu resmin Munch tarafından
yapılmış dört versiyonu var. Bunlardan üçü
yıllardır Oslo’da iki farklı müzede
sergileniyor. Dördüncüsüyse (aslında yapılış
tarihi açısından 1895 üçüncü versiyonu) 2
Mayıs’a dek Munch’un arkadaşı, komşusu ve hamisi
Thomas Olsen’in oğlu Norveçli işadamı Petter
Olsen’in özel koleksiyonundaydı.
‘Çığlık’ 2 Mayıs’ta New York Sotheby’s’te 119
milyon 900 bin dolara satılarak Mayıs 2010’da
106.5 milyon dolara satılan ‘Çıplak, Yeşil
Yapraklar ve Büst’ resmini 13.4 milyon dolarlık
bir farkla geride bıraktı. Yani bu resim, bugüne
dek açık artırmada en yüksek fiyata satılan eser
rekorunu Picasso’dan Munch’a geçirdi. Eder mi,
bilemiyorum. Ama, Munch’un zamanında olduğu
kadar bugün de yenilikçi kabul edilen ‘Çığlık’
resmini 119.9 milyon dolarlık fiyat etiketini
hakettiğini düşünen en az bir kişi olduğu artık
aşikar.
Satıştan elde edilen gelirin tamamı Olsen’in
Hvitsen’deki çiftliğinde açılacak Munch’a özel
müze, sanat merkezi ve otel inşaatı ve
kuruluşunda kullanılacak. 2013’te, Munch’un
doğumunun 150’nci yılında açılması planlanan bu
müze ve otel sayesinde sanatseverler Munch’un
restore edilen evinde konaklama imkanı
yakalayacak.
Bu satışın önemini artıran bir diğer etkense 28
Haziran’da Tate Modern Londra’da Olimpiyat
sırasında açılacak Munch sergisi. Geçen yıl
Norveç Prensesi Mette-Marit’in öncülüğünde
Frankfurt’ta açılan ve daha sonra Paris’teki
Centre Pompidou’ya taşınan bu retrospektif
Munch’un 140 eserine ev sahipliği yapıyor.
ASLINDA TABİATIN ÇIĞLIĞI
Edvard Munch, akranı Van Gogh gibi,
gördüklerini tuvale taşımaktan ziyade
hissettiklerini resmeden ilk sanatçılardan biri.
İkisi de psikolojik olarak sorunlu, şiddetli
endişeden mustarip bu sanatçılar, iç
dünyalarındaki buhranı tuvallerine taşıyarak,
dışavurumcu sanata öncü olmuş.
Zannedilenin
aksine Munch’un resmine ismini veren çığlık,
ressamın değil, tabiatın çığlığı. Dört versiyon
arasında halen orijinal çerçevesinde duran 1895
tarihli bu eser, aynı zamanda Munch’un o anki
hislerine dair yazdığı şiirini de barındırıyor.
Çerçevenin altında bir plakada sanatçının el
yazısıyla yer alan bu şiir şöyle: “Yolun
üzerinde iki arkadaşımla beraber yürüyordum /
Güneş batmaktaydı – Gökyüzü kan kırmızısına
döndü / Ve o an melankoli esintisini hissettim –
Bekledim / Hareketsiz, ölümcül bir yorgunlukla –
mavi-siyah / Fyordun üzerinde ve şehir Kan ve
Alev Dalgaları / Arkadaşlarım yürümeye devam
etti – Ben geride kaldım / Endişe ile titreyerek
– Tabiatın yüksek çığlığını duydum - EM” Bir
rivayet de, resimde görülen koydaki mezbaha ve
akıl hastanesinden gelen çığlıkların Munch’u
tetiklediği. Mevzubahis akıl hastanesinin
Munch’un kız kardeşinin tedavi gördüğü hastane
olduğunu da not düşmek gerek...
‘Çığlık’ı yapan Edvard Munch, akranı Van Gogh
gibi, gördüklerini tuvale taşımaktan ziyade
hissettiklerini resmeden ilk sanatçılardan biri.
Hürriyet Pazar, Haber: Neylan Bağcıoğlu,
06.05.2012
|
 |
AYASOFYA'NIN SIRRI NE?
Ayasofya Müzesi Başkanı Doç.Dr. Haluk Dursun, Ayasofya’da bulunan kapı tokmaklarındaki Fatih Sultan Mehmet’in sırrını açıkladı.
Doç.Dr. Haluk Dursun, “Fatih ve Ayasofya bağlantısının temelinde şu elimdeki kapı tokmağı vardır” dedi. Dursun, şöyle konuştu: “Ayasofya’da göreve başladığımda bu tokmağın izinden giderek Ayasofya’yı çözmeye çalıştım. Bu normal bir kapı tokmağı değil. Üzerinde, ‘Ya Fettah’ yazar. ‘Ya Fettah’ Allah’ın isimlerinden biridir ama Ayasofya’ya özellikle bunun yapılmış olması, fetihten sonra bunun asılmış olması başka bir manayı vurgular. Fatih, kapı tokmaklarında Ayasofya’ya bunu koyarak hem o kapının açma fonksiyonunu vurgulatıp her açışta açma kudreti olan Allah’ın bir hürmeti ve aidiyetini hatırlatılıyor.”
Habertürk, 04.05.2012
|
KAYA MAĞARASI KORUNSUN
Tarihi ve kültürel açıdan çok büyük bir öneme sahip Gercüş Bağözü Köyü Erikli mezrasında bulunan 5 bin yıllık resimlerle bezennmiş antik dönemden kalma Dereser kaya mağarasının bir an önce koruma altına alınması gerektiği bildirildi. Batman Turizm ve Tanıtım Derneği tarafından da ziyaret edilen Kaya mağarası, Batman Üniversitesi Kültür envanteri çalışmasında bulunmuştu.
Yrd. Doç. Ersoy Soydam ve köylülerin dikkatini çeken Kaya mağarası için Bat-Der Başkanı Emin Bulut,' Bölgenin tarihi açısından çok önemli bir mekan olan Dereser Kaya mağarasının Kültür Bakanlığınca detaylı bir şekilde incelenmesi ve koruma altına alınması gerektiğini belirtt.' Bulut, Yeni Üniversite kampusunun hemen karşısında ve tarihi Dereser kalesi yakınlarında bulunan Kaya mezarın MÖ 5 bin yıla dayandığını, bu kadar önemli bir eserin acilen korunması gerektiğini vurguladı. Bulut Batman ve yöresinde buna benzer bir çok eserin bulunduğu ve ciddi bir araştırma gerektiğini söyledi.
Batman Gazetesi, 04.05.2012
|
 |

|
JEAN-JACQUES ROUSSEAU'NUN ESERLERI SERGİLENİYOR
Fransız yazar ve filozof Jean-Jacques Rousseau'nun el yazması eserleri ile Osmanlı üzerine kaleme aldığı izlenim ve analizlerinden oluşan, ''Rousseau ve Türkiye–Düşler ve Kuramlar Sergisi'', Notre Dame de Sion Fransız Lisesi'nde açıldı.
Konuya ilişkin yapılan açıklamada, lisenin La Galerie salonunda açılan serginin, Jean-Jacques Rousseau'nun 300. doğum yılı nedeniyle düzenlediği belirtildi. Serginin, İsviçre İstanbul Başkonsolosu Monika Schumtz Kırgöz'ün himayesinde açıldığı kaydedilen açıklamada, serginin küratörlüğünün, etkinlik koordinatörü ve Rousseau Uzmanı Martin Stern ile Avrupa Jean-Jacques Rousseau Kurulu Başkanı Remy Hildebrand tarafından yapıldığı dile getirildi.
Açıklamada, sergide, aralarında Rousseau'nun el yazmalarının da bulunduğu eserler ile Osmanlı Sarayı'nda saatçi olarak görev yapan ve Galata'da yaşayan babasından dinlediklerinin yanı sıra kendi yaptığı araştırmalar doğrultusunda kaleme aldığı Osmanlı üzerine izlenim ve analizlere de yer verildiği ifade edildi.
Serginin, ''Eğitim ve Aydınlanmalar'', ''Zafer ve Düş Kırıklıkları'' ile ''Bir Alim ve Bir Pedagog Olarak Rousseau'' adlı 3 bölümden oluştuğu belirtilen açıklamada, sanat severlerin 2 Haziran'a kadar sergiyi gezebileceği belirtildi.
Habertürk, 04.05.2012
|
ÜNLÜ RESSAM VEFAT ETTİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, Resim sanatçısı Osman Zeki Oral'ın vefat etti
Sanatçı için Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nde 5 Mayıs Cumartesi günü tören düzenleneceği bildirilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
''Gerek sanatçı, gerekse bürokrat kimliği ile ülkemizdeki kültür ve sanatının gelişimine katkıda bulunan Türk resminin önemli ve değerli isimlerinden usta ressam Osman Zeki Oral yaşama veda etmiştir. Ailesinin ve tüm sanat camiasının başı sağolsun.''
Açıklamada, 1925 yılında Karadeniz Ereğlisi'nde doğan Oral'ın Bolu Devlet Güzel Sanatlar Galerisi ve Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin kuruluş çalışmalarında yer aldığı, Ankara Devlet Güzel Sanatlar Galerisi Müdürlüğü'ndeki görevinden emekli olduğu kaydedildi.
Habertürk, 04.05.2012
|
 |
BANAZ'DA TARİHİ ESER
OPERASYONU
Uşak'ta, jandarma
ekiplerinin düzenlediği operasyonda değişik
dönemlere ait toplam 37 parça tarihi eser ele
geçirildi, 1 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre,
Banaz İlçe Jandarma ekipleri Düzlüce Köyü
yakınlarında düzenledikleri operasyonda 03 DT 186
plakalı otomobilde değişik dönemlere ait olduğu
tespit edilen 9 adet metal sikke, 1 adet metal
kulplu çan, 1 adet mızrak ucu, 3 adet metal halka,
10 adet metal çubuk, 1 adet bayan figürlü metal
obje, 1 adet metal yüzük, 1 adet dikiş yüzüğü, 1
adet ucu burgulu saplı metal obje, 1 adet sivri
demir şiş, 1 adet metal keski ucu, 3 adet küt saplı
çivi, 1 adet kurşun ucu, 3 adet el büyüklüğünde taş
obje olmak üzere toplam 37 adet tarihi eser ele
geçirdi.
Otomobil sürücüsü M.Ç.
gözaltına alındı. Tarihi eserler Uşak Arkeoloji
Müzesi'ne teslim edildi.
Olayla ilgili soruşturma
sürüyor.
Uşak Kent Haber,
03.05.2012
|
SAKIZ'DA OSMANLI MEDRESESİ İLE MECİDİYE CAMİİ
RESTORE EDİLİYOR

Sakız Adası'nda, Modern Anıtlar Merkez
Konseyi'nin görüşü doğrultusunda, ada kalesinde
bulunan Osmanlı Medresesi ile merkezdeki Mecidiye
Camisi'nin minaresinin restore edileceği bildirildi.
Yunanistan'ın Sakız Adası'nda, Modern
Anıtlar Merkez Konseyi'nin görüşü doğrultusunda, ada
kalesinde bulunan Osmanlı Medresesi ile merkezdeki
Mecidiye Camisi'nin minaresinin restore edileceği
bildirildi.Yunanistan Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından sanat eseri olarak nitelendirilen Osmanlı
Medresesi, bünyesinde Bizans Eserleri
Denetmenliği'nin bakım atölyesini barındırıyor.
Bizans Eserleri Denetmenliği'nin onayı ile
gerçekleşecek restorasyon çalışmaları, iki katlı
medreseyi kullanışlı bir bina haline getirmeyi
hedefliyor.
Tarihi binanın içinde, kütüphane, binanın tarihiyle
ilgili araştırma merkezi ile geçici sergiler için de
bir bölüm ayrılacağı bildirildi.
Öte yandan 19. yüzyılda Sultan Abdülmecid tarafından
inşa edilen Mecidiye Camisi'nin minaresi için
restorasyon çalışmalarının Modern Anıtlar Merkez
Konseyi tarafından onaylandığı duyuruldu.
Restorasyon projelerinin AB destekli Ulusal
Stratejik Referans Çerçevesi (ESPA) programına dahil
edildiği kaydedildi.
Türkiye Turizm, 01.05.2012
|
180 YILLIK KINGSTON HAPİSHANESİ KAPATILIYOR VE MÜZE
HALİNE GETİRİLİYOR

Kanada Hükümeti, tarihi Kanada Devleti'nin
tarihinden de eski olan ünlü Kingston Hapishanesi'ni
kapatma kararı aldı.Kanada'da federal bütçe açığının
kapatılması için alınan tasarruf tedbirleri
kapsamında 180 yıllık Kingston Hapishanesi ile
Quebec eyaletindeki Lecrec Cezaevi kapatılacak.
Federal Halk Güvenliği Bakanlığı, iki hapishanedeki
mahkumların başka tesislere nakledileceğini, bu
yolla yıllık 120 milyon dolar tasarruf sağlanacağını
bildirdi.
Bakanlığın, 2014-2015 bütçe dönemine kadar toplam
295 milyon dolar tasarruf etmesi gerekiyor. Ontario
eyaletinin Kingston kentindeki Kingston
Hapishanesi'ne ilk mahkumlar 1 Temmuz 1835'te
Toronto'dan getirildi.
Birçok ünlü suçluya ev sahipliği yapan hapishane,
mahkumlara uygulanan işkencelerle birçok film ve
romana konu oldu. Ünlü yazar Charles Dickens'ın
Amerika Notları adlı eserinde bahsettiği Kingston
Hapishanesi'nde Grace Marks, James Donelly,
Mary-Anne Houde, Kanada Komünist Partisi Genel
Sekreteri Tim Buck, Kızıl Ryan lakaplı Norman Ryan,
banka soyguncusu Edwin Alonzo Boyd, yazar Roger
Caron, seri katil Clifford Olson, 1980'lerin ünlü
zengini ve karısını öldürmekten ömür boyu hapse
mahkum edilen Helmuth Buxbaum yattı.
Hapishanede, oğlu ve ikinci eşiyle birlik olup ilk
karısı ve 3 kızını öldüren Muhammed Shafia ve oğlu
Hamid ile Kanada Ordusu'nun yıldızı en parlak
subaylarından iken birlikte olduğu kadınları
öldürmekten mahkum olan Russel Williams'la birlikte
421 mahkum bulunuyor.
Türkiye Turizm, 01.05.2012
|