30 Aralık 2012 - 5 Ocak 2013
|
TARİHİ ESER
OPERASYONUNDA 5 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI
  
Bolu İl Emniyet
Müdürlüğü ekipleri tarafından düzenlenen tarihi eser
operasyonunda Osmanlı dönemine ait 97 parça tarihi
eser ele geçirilirken, 5 kişi gözaltına alındı.
İl Emniyet Müdürlüğü
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğü ekipleri, yeni yılın ilk günlerinde tarihi
eser kaçakçılığı ihbarı aldı. Eşzamanlı operasyonlar
sonucu tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları belirlenen
B.A., İ.Ç., M.P., T.B. ve S.İ. isimli şahıslar
yakalandı. Şahısların ev ve işyerlerinde yapılan
aramalarda 20 adet Osmanlı dönemine ait olduğu
belirlenen bakır sikke, 1 adet kemikten yapılma
sedef işlemeli sırt kaşıma aleti, 1 adet boynuzdan
yapılma barutluk, 2 adet Osmanlı dönemine ait olduğu
belirlenen zincirli mühür, 1 adet eski döneme ait
anahtar, 1 adet mum makası, 1 adet yatağan tabir
edilen metal kılıç, 7 adet Osmanlıca yazılı kitap,
59 adet Osmanlı dönemine ait sikke, 4 adet Osmanlı
dönemine ait sikke olmak üzere toplam 97 parça
tarihi eser ele geçirildi.
Gözaltına alınan şüpheli
5 kişi, emniyetteki ifadelerinin ardından adli
makamlara sevk edilirken, Kültür ve Tabiat
Varlıkları Kanunu kaçakçılık suçuna yönelik
çalışmaların devam edeceği bildirildi.
Bolunun Sesi, 04.01.2013
|
AGORA'YA MÜZE EVİ
Büyükşehir Belediyesi,
İkiçeşmelik Caddesi üzerinde, iki ayrı yapıdan
oluşan tescilli bir binayı “Agora Müze Evi” olarak
kullanılmak üzere restore ediyor. Bina, çalışmaların
tamamlanmasının ardından, Agora ören yerinden
çıkarılan eserlerin de sergilenebileceği bir cazibe
alanı olarak kente kazandırılacak.
Belediyenin bu alandaki
kamulaştırmalarından sonra kalan bölümde arkeolojik
kazıları sürdürdüklerini söyleyen Agora Kazıları
Başkanı, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, “Alanda iki
tane tescilli yapı var. Bir tanesi Büyükşehir
Belediyesi tarafından ‘Kazı Evi’ olarak restore
edildi. Diğer yapı da ‘Müze Evi’ olarak hizmet
verecek. Çalışmalarımızda bu iki yapıya da
ihtiyacımız var. Bu yapılar, aynı zamanda İzmir’in
tarihsel sürecinin basamak taşlarını oluşturuyor.
Kazılarda Hellenistik dönem, Roma dönemi ve Bizans
dönemini görüyoruz. Şimdi bu iki yapıyla birlikte
Osmanlı dönemini de görmüş olacağız” dedi.
Gazete Yenigün,
04.01.2012
|
FOSEPTİK ÇUKURUNDAN SERVET ÇIKTI
Adana'nın
Yumurtalık İlçesi'nde foseptik çukuru kazılırken
Ortaçağ dönemine ait 750 adet gümüş sikke bulundu.
İş makinesiyle bir vatandaşın evine foseptik çukuru
açan operatör Mehmet Yetkin, "Kepçeyi toprağa
vurduğumda bir testi içerisinde paraların
saçıldığını gördüm. Hemen aracı durdurup polisi ve
zabıtayı bilgilendirdim" dedi.Olay yerinde inceleme
yapan Adana Müze Müdürlüğü'nün görevlendirdiği 2
arkeolog, gütmüş sikkelerin Ortaçağ dönemine ait
olduğunu söyledi. 750 gümüş sikke detaylı incelenmek
üzere Müze Müdürlüğü'ne götürüldü.
Sabah, 04.01.2013
|
|
 |
EYÜP SULTAN İÇİN BU KEZ DE...
8 Ocak 2011 tarihinde restorasyona alınan ve 6 ay sonra açılacağı söylenen Eyüp Sultan Türbesi’nin hala kapalı olmasıyla ilgili tartışmalar sürüyor. Türbedeki restorasyonun uzaması ve bir yıldır ziyarete kapalı olması geçtiğimiz günlerde adliyelik olmuştu.
Bazı vatandaşlar “İnanç özgürlüğümüz kısıtlanıyor” gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Bu kez de Eyüp Sultan türbesi için imza kampanyası başlatıldı. Sanal ortamda örgütlenen vatandaşlar, türbenin ziyarete açılması için imza topluyor. turbemiziacin.com adlı internet sitesinde başlayan imza kampanyasında, 2 bin civarında imza toplandı.
Habertürk, 03.01.2013
|
TARİHÇİLER İSTANBUL İÇİN ALARMDA

Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümü öğretim
üyeleri İstanbul'daki dönüşümün "tehlikeli" bir
boyuta ulaştığına dikkat çekerek akademisyenleri
yazdıkları bildiriye imza atmaya çağırdı.
İstanbul'daki dönüşüme bir tepki
de Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümü
öğretim üyelerinden geldi. Aralarında Edhem
Eldem, Selim Deringil ve Selçuk Esenbel'in de olduğu
19 öğretim üyesi, İstanbul'daki dönüşümün
'tehlikeli' bir boyuta ulaştığına dikkat
çekerek bir alarm bildirisi hazırladı ve imzaya
açtı.
bianet'in haberine göre
İstanbul için 'alam bildirisi' olarak
tanıtılan imza metninde Haliç Metro Geçiş Köprüsü,
Boğaziçi Karayolu Tüp Geçişi, 3. Boğaz Köprüsü,
Taksim ve Yenikapı Meydan Düzenlemeleri, Tarlabaşı,
Fener-Balat ve Çamlıca Camii projelerine dikkat
çekildi.
Şehir, çevre, mimarlık ve tarih konularında
uzmanlaşan üniversite öğretim üyelerine açık olan
bildiride, İstanbul'da son dönem yaşanan yapılaşma
ve dönüşüm için çevresel ve sosyal faktörlere,
tarihi ve kültürel değerlere duyarlı bir politika
geliştirilmesi talep edildi.
Bildiri şöyle:
"Bizler, şehir, çevre, mimarlık ve tarih konularında
uzmanlaşan üniversite bölüm ve enstitülerine mensup
öğretim üyeleri olarak son dönemde İstanbul'da
merkezi yönetim ve büyükşehir belediyesi tarafından
yürütülen yapılaşma ve dönüşüm sürecini birçok
yönüyle son derece sağlıksız ve tehlikeli
bulduğumuzu kamuoyuyla paylaşmak isteriz.
"Haliç Metro Geçiş Köprüsü, Boğaziçi Karayolu Tüp
Geçişi, 3. Boğaz Köprüsü, Taksim ve Yenikapı Meydan
Düzenlemeleri, Tarlabaşı ve Fener-Balat gibi 5366
Sayılı Yenileme Yasası kapsamındaki projeler ve
Çamlıca Camii gibi bu süreçte gündeme gelen ve
bazıları gerçekleştirilmekte olan birçok projenin
karar, tasarım ve ihale aşamalarında demokratik
katılım, bağımsız denetim ve şeffaflık ilkelerinin
ihlal edildiğini, uzman kuruluşlar ve sivil toplumun
görüşlerine yer verilmediğini gözlemlemekteyiz.
"Kamu yararına yönelik ciddi tehlikeler barındıran
bu projeler gerçekleştirildiği takdirde kentin doğal
çevresi, sosyal yapısı, tarihi ve fiziksel dokusunda
geri dönülmez hasarlar oluşacağı konusunda kamuoyunu
uyarmak isteriz. Bu projelerin İstanbulluların
sağlığı ve şehrin geleceği açısından içerdiği
tehlikeleri gören bilim insanları olarak yetkilileri
kamu yararını ve varlığını dikkate alan, çevresel ve
sosyal faktörlere, tarihi ve kültürel değerlere
duyarlı gelişim politikaları üretmeye davet
ediyoruz. Şehrimiz için büyük bir metropole yakışan,
katılımcı ve denetlenebilir çalışma mekanizmalarının
hayata geçirilmesini talep ediyoruz."
İmzacılar:
Lale Babaoğlu, Selim Deringil, Koray Durak, Edhem
Eldem, Ahmet Ersoy, Selçuk Esenbel, Paolo
Girardelli, Çiğdem Kafescioğlu, Vangelis Kechriotis,
Noémi Levy-Aksu, Nevra Necipoğlu, Arzu Öztürkmen,
Aslı Özyar, Oya Pancaroğlu, Yucel Terzibaşoğlu,
Derin Terzioğlu, Meltem Toksöz, Elif Ünlü, Anestis
Vasilakeris.
Yapı, 03.01.2013
|
YANGININ KOKUSU GÜVENLİKTEN ÇIKTI

İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün tarihi
binasının kül olma nedeni belirlendi: Güvenlikçiler
yanık kokusunu duymuş ama 46 dakika sonra itfaiyeye
bildirmiş.
Cağaloğlu’ndaki
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası, geçen
hafta çıkan
yangında kül olmuştu.
Yangının ardından
İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire
Başkanlığı’nın hazırladığı rapor tamamlandı. Rapora
göre
yangın, birinci katta bulunan muhasebe ve
öğretmen odalarından birinde elektrikli ısıtıcıdan
çıktı, etrafta bulunan kırtasiyemalzemelerinden
hızla yayıldı.
Rapora göre,
yangın güvenlik görevlileri tarafından itfaiye
saat 5.56’da ihbar edildi, itfaiye ekipleri iki
dakika sonra saat 5.58’de olay yerine ulaştı. Yoğun
şekilde duman ve alev gören itfaiye ekipleri, çevre
binalarını da tehdit eden
yangına hemenmüdahalede bulundu. İtfaiye
ekipleri ulaşıncaya kadar binada bulunan güvenlik
görevlileri
yangınamüdale etti ancak başarılı olamadı.
Raporda en dikkat çeken nokta ise güvenlik
görevlilerinin binada koku hissetmesiyle
yangın ihbarında bulunmaları arasında 46
dakikalık zaman olması.
Yangın anında binada bulunan güvenlik
görevlilerinin polise verdiği ifadeye göre;
güvenlikçiler saat 05.10’da yanık kokusu
hissettiler. Fakat
yangın ihbarı 05.56’da yapıldı. İhbar edilen
süreye kadar geçen 46 dakikalık zaman,
yangını büyüttü ve genişlemesine neden oldu.
Rapora göre yangın birinci kattakimuhasebe ve
öğretmen odalarının birindeki, elektrik
ısıtıcısındanmeydana geldi ve etraftaki kolay
yanıcımalzemeler nedeniyle hızla yayıldı. Raporda
ayrıca yangının çıkış sebebinin, kamera kayıtlarının
incelemesi ve adli soruşturma sonucunda ortaya
çıkacağı belirtilerek, raporun yeniden
değerlendirilmesinin daha sağlıklı olacağı da
kaydedildi.
Habertürk, Haber: Aytaç Kurnaz, 03.01.2013
|
MİLLİ MÜCADELE KARARGAHI RESTORE EDİLECEK

Büyük Önder Mustafa Kemal
Atatürk ve silah arkadaşlarınca “Milli Mücadele
Karargahı” olarak kullanılan, Cumhuriyet'in
temellerinin atıldığı Sivas Kongresi'ne ev sahipliği
yapan ve günümüzde Atatürk Kongre ve Etnografya
Müzesi olarak hizmet veren tarihi bina, restore
edilecek.
Sivas İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Salih Ayhan,
müzenin restorasyonu için
TBMM 'nin 3,5 milyon lira ödeneği kurumlarına
aktardığını, restorasyon ihalesinin 21 Ocak'ta
yapılacağını bildirdi.
Müzenin restorasyonuyla ilgili iki projenin
yürütüldüğünü belirten Ayhan, “Birincisi dış cephe,
rölöve, restorasyon, restitüsyon ve çevre
düzenlemesi; ikincisi ise iç teşhir, tanzim ve
seslendirme projesi” dedi.
Restorasyon çalışmalarında tarihi dokunun ve o
zamanki şartların dikkate alınacağını kaydeden
Ayhan, İl Özel İdaresi olarak müzenin
restorasyonunda üzerlerine düşeni en hızlı bir
şekilde yerine getirmek için önemli çalışmalar
yaptıklarını aktardı.
‘GAYEMİZ MİLLİ KURTULUŞ RUHUNU YANSITMAK’
Ayhan, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bu
tarihi binada 108 gün kaldığını anımsatarak, şunları
söyledi:
“Milli kurtuluş ruhunu, Cumhuriyet'in temellerinin
atıldığı o heyecanı yansıtmak temel gayemizdir. TBMM
Başkanımız, Milli Savunma Bakanımız ve Sayın Valimiz
bu projeyi yakinen takip ediyor. Ödenek olarak
birinci etapta 3,5 milyon liralık bir kaynağımız
var. Proje parası olarak da yaklaşık 1 milyon
liramız var. Ama burada para hesabı yapmıyoruz. Bu
konuda TBMM ve Milli Saraylar açık çek verdi. Tarihi
mekanların restorasyonunda fiyatlarda ani değişmeler
olabiliyor. Ciddi manada bir kaynağımız var, TBMM'ce
kurumumuza istediğimiz miktarda ödenek aktarılma
sözü verildi.”
Ayhan, restorasyon çalışmalarının Sivas Kongresi'nin
yıl dönümü olan 4 Eylül 2013'e kadar tamamlanmasının
hedeflendiğini bildirdi.
ATATÜRK KONGRE VE ETNOGRAFYA MÜZESİ
Dönemin Sivas Valisi Memduh Paşa tarafından 5 Ekim
1892'de yaptırılan bina, 19. yüzyıl Osmanlı dönemi
sivil mimarisinin güzel örneklerinden biri olarak
gösteriliyor.
Sivas Kongresi'nin 4-
12 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanmasıyla
tarihsel bir kimlik kazanan ve ulusal kurtuluş
mücadelesine ışık tutacak kararların alındığı tarihi
yapı, günümüzde Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi
olarak hizmet veriyor.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i
Temsiliye tarafından “Milli Mücadele Karargahı”
olarak kullanılan binada, o yıllara dair izler
günümüze taşınıyor. Milli Mücadele döneminde
Atatürk'ün “Cumhuriyet'in temelini burada attık”
sözünü söylediği tarihi yapıda, Atatürk'e ait
çalışma ve dinlenme odası ile tarihi kongre salonu,
kongrenin yapıldığı günlerdeki haliyle muhafaza
ediliyor.
İdadi, Sultani, Sivas Lisesi, Kongre Lisesi
adlarıyla anılan yapı, 1981 yılına kadar okul olarak
kullanılmıştır. Bina, onarımı, teşhir ve tanzimi
gerçekleştirildikten sonra 1990 yılında müze olarak
ziyarete açılmıştır. Giriş katı Etnografya Müzesi,
üst katı Atatürk ve Kongre Müzesi, bodrum katı ise
depo, laboratuvar ve fotoğrafhane olarak
düzenlenmiştir.
Tarihi bina, 10 Ocak 2011'de TBMM Milli Saraylar
Daire Başkanlığı ve Sivas Valiliği arasında yapılan
protokolle Milli Saraylar Daire Başkanlığına
devredilmişti.
Radikal, 03.01.2013
|
İSTANBUL'UN SATILIK
KÖŞKLERİ

İstanbul ’un tarihi semtlerini yeniden
parlatan geçmişe özlem, köşklere de sıçradı.
Yaşları 150 yıla dayanan tarihi köşkler satılığa
çıktı. Şu anda çoğunluğu
Anadolu Yakası’nda olmak üzere 100’e yakın
köşk yeni sahibini bekliyor. Çoğu büyük
dedelerden kalma köşklere ilgi ise, hem geçmişe
özlemden hem de günümüz ‘eskiye rağbet
çılgınlığından’ bir hayli yüksek. Tabii fiyatlar
da öyle. Bahçesinde meyve ağaçları, çeşmeleri ya
da insanı içine çeken asırlık hikayeleriyle
köşklerin fiyatları 500 bin dolardan başlıyor, 4
milyon dolara kadar çıkıyor.
BÜYÜKADA KÖŞK: 1 MİLYON DOLAR
Büyükada’da iskeleye yakın konumdaki tarihi köşk
230 metrekare arazi içinde yer alıyor. 10 odalı
tarihi eser durumundaki köşkün fiyatı ise 1
milyon dolar.
KADIKÖY KÖŞK: 1.3 MİLYON
EURO
Göztepe’de 150 yıllık tarihi av köşkü. 400
metrekare arazi içindeki 12 odalı köşkün Anıtlar
Kurulu izniyle kısmi restorasyonu da yapılmış.
ÜSKÜDAR KÖŞK: 1.7 MİLYON DOLAR
Üsküdar’da geçmişte seçkin ailelerin yaşadığı
belirtilen ve 100 yıllık tarihi eser olan köşk,
müstakil bahçeli ve otoparklı. 8 oda ve 3
salonlu tarihi binanın arazisi ise 512
metrekare. 1.7 milyon dolara acil satılığa çıkan
köşk için pazarlık payı da bırakılmış.
CADDEBOSTAN: 3.7 MİLYON DOLAR
Caddebostan’ın en prestijli sokağı Zincirli Köşk
Sokağı’na adını veren ikinci derece tarihi eser
konumundaki köşk Valide Sultan Konakları
arasında yer alıyor. Deniz manzaralı köşk 2 bin
metrekarelik arazide yer alıyor.
ÇENGELKÖY KÖŞK: 1 MİLYON DOLAR
316 metrekare arazide 5 odalı 60 yıllık tarihi
köşkün fiyatı 1 milyon dolar.
CADDEBOSTAN KÖŞK: Caddebostan sahil parselindeki
9+2 odalı köşk açık ve kapalı yüzme havuzuna
sahip. Köşkün fiyatı 4 milyon dolar.
FATİH KÖŞK: Balat’taki konak 200 yıllık
tarihe sahip. Bahçesinde incir, kayısı, üzüm,
dut ağaçları var. Fiyatı 4 milyon dolar.
ANADOLUHİSARI: Tarihi eser olan köşk Boğaz
manzarasına sahip. 854 metrekare arazi içindeki
köşkün fiyatı 2.5 milyon dolar.
Radikal, Haber: Nuriye Doğu, 03.01.2013
|
KRALIN KANI TAM 220 YIL SONRA BULUNDU!
Avrupa
haritasını yeniden şekillenmesine yol açan Fransız
Devrimi’nin kurbanı, 16. Louis’nin kanını içeren bir
kumaş parçası üzerinde yapılan analizler, idamla
ilgili tüm sırları ortadan kaldırdı. İdamın ardından
giyotinin yanına gelen Fransızlar, mendillerini kan
havuzuna daldırarak 16. Louis’nin kanını saklamıştı.
Bilim insanları, bu kan örneğiyle 16. Louis’den 200
yıl önce yaşamış olan bir diğer
Fransa kralı olan 4. Henri’nin mumyasından
alınan örneği karşılaştırdı. 4. Henri’nin kanında
nadir olarak rastlanan kısmi Y kromozomunu bulan
bilim insanları, Henri’nin soyundan gelen 16’ncı
Louis’de de aynı kromozomu tespit etti. Böylece, su
kabında saklanan mendildeki kanın giyotinle başı
uçurulan krala, 16. Louis’ye ait olduğu kesinleşmiş
oldu.
Radikal, 02.01.2013
|
|
"KANATLI DENİZATI BROŞU YAKINDA GELECEK"

2005 yılında Uşak Arkeoloji
Müzesi'ndeki Karun Hazinesi'nden çalınan 'Kanatlı
Denizatı Broşu'nun da Almanya'da bulunduğunu
vurgulayan Bakan Günay en yakın zamanda Türkiye'ye
getirileceğini söyledi.
urdur'dan Afyonkarahisar'a geçen Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay'ı Vali İrfan Balkanlıoğlu ve
Belediye Başkanı
AKP'li Burhanettin Çoban karşıladı. Bakan
Günay ve yanındakiler, yapımı süren Afyonkarahisar
Müzesi inşaatında incelemelerde bulundu. İnşaat
çalışmaları hakkında yüklenici firma yetkililerinden
bilgi alan Bakan Günay, firma yetkililerinin,
binanın dış cephe kaplamasının cam olacağını
söylemesi üzerine, "Bu dezavantaj doğurabilir.
Tekrar inceleyelim" dedi.
Tarihi eserler konusunda milli bir bilinç oluşmaya
başladığını kaydeden Bakan Günay, son 5 yıl içinde
yurt dışına kaçırılan eserlerden 3 bin 700'ünün
getirildiğini açıkladı. 2005 yılında Uşak Arkeoloji
Müzesi'ndeki Karun Hazinesi'nden çalınan 'Kanatlı
Denizatı Broşu'nun da Almanya'da bulunduğunu
vurgulayan Bakan Günay, en yakın zamanda
Türkiye 'ye getirileceğini söyledi. Kanatlı
Denizatı Broşu'nun getirilmesi için gerekli
mutabakatın sağlandığını vurgulayan Bakan Günay,
"Bazı hukuki süreçler var, onları tamamlamaya
çalışıyoruz. Fazla uzun sürmeyecek. Yakın bir
zamanda müjdesini veririm. Getirilince geçici bir
süre
Ankara 'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde
sergileyeceğiz. Daha sonra Uşak Müzesi'ne
gidecek. Her eser, ait olduğu
toprağa gidecek" diye konuştu.
Türkiye'de tarihi eser kaçakçılığının önlenmesi
anlamında bir duyarlılık oluşmaya başladığını
belirten Günay, Kültür Varlıkları Genel Müdürlüğü,
Interpol, Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı'nın
birlikte çalıştığını kaydetti. Yurt dışında
Türkiye'ye gelmesi gereken çok eser bulunduğuna
dikkati çeken Bakan Günay, şöyle dedi:
"Bazı eserler ne yazık ki önceki dönemlerde,
Türkiye'nin tarihi koruma konusunda çok bilinçli
olmadığı dönemlerde bir ferman, bir anlaşmayla
götürülmüş. Türkiye'den herhangi bir belgeye
dayanmadan yurt dışına götürülmüş eserleri
istiyoruz. Onların sayısı da çok fazla. Dünyada bazı
koleksiyoncular, bazı yeni müze açma hevesindeki
zengin kimseler bunların piyasasını teşvik ediyor.
Bizim dikkatli takibimiz, politikamızı benimsemeye
başlayan Bulgaristan, Yunanistan gibi komşu
ülkelerin dikkatli takibi, bu piyasayı önemli ölçüde
kurutmaya başladı. Piyasada, bu alanda gizli
örgütlenme oldukça derin."
Müze inşaatı önünde çektirdiği bir fotoğrafını
Twitter hesabından paylaşan Bakan Günay, daha sonra
kentten ayrılarak karayoluyla Ankara'ya hareket
etti.
Radikal, 01.01.2013
|
"YABANCI MÜZELER ESERLERİMİZLE DOLU"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Anadolu
topraklarından yıllar önce çalınan tarihi eserleri
geri vermemekte direnen ve Türkiye'ye bu konuda
çeşitli suçlamalarda bulunan Avrupa müzelerine sert
tepki gösterdi. Avrupa müzelerinde çok sayıda
eserimiz bulunduğunu vurgulayan Günay, "Sadece
çalınanlar değil, padişah fermanıyla götürülenler
dahil bütün eserlerimizi alsak bile o müzeler ancak
bizdekilerin replikalarını (kopyalarını) satabilecek
duruma gelirler" dedi. 2012'nin değerlendirmesini
yapan Bakan Günay ile siyasetten kültür sanata
uzanan kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Günay,
sorularımıza şu yanıtları verdi:
KARARLILIĞIMIZI BİLİYORLAR: Yabancı müzelerin çıkışlarını anlıyorum ama kesinlikle hak vermiyorum. Yasa dışı yollarla toplanmış çok sayıda eser var ellerinde. Hiçbir müzeyi suçlamak istemem ama eserlerin bizden yasa dışı çıkarıldığı ortada. Kendilerini sıkıntıya sıkacak örnek oluşturmak istemiyorlar. Bu nedenle birbirlerine baskı yapıyorlar. Kendi envanterlerini korumak istiyorlar. Bir savunma içindeler fakat haksızlar. Artık müzecilik alanında çalışan herkes Türkiye'nin kararlılığını biliyor. Onları sergileyecek yerimiz var, kimse kaygılanmasın. Avrupa standartlarının üstünde müzeler açtık, açmaya devam edeceğiz.
AVRUPA MÜZELERİNİ BEĞENMİYORUM: Aydın, Gaziantep gibi illerdeki yeni müzelerimizde yaptığımız teşhirden sonra Avrupa müzelerini beğenmiyorum. Onlar eski müzelerimiz seviyesinde. Dolapların içine konmuş objeler... Biz ise hologram sistemli, özel aydınlatmalı yaşayan müzeler yapıyoruz.
KOPYALARIMIZI SATARLAR: Çalınan veya padişah fermanıyla Avrupa ülkelerine yollanan tüm eserlerimizi geri alsak, bizim müzelerdekinin ancak replikalarını (kopyalarını) satacak duruma gelirler. İncitici olmak istemem ama durum bu. Dünya hukuku şu anda fermana dayalı eserlerin geri alınmasına izin vermiyor. Önceliğimiz çalındığı apaçık ortada olan eserleri almak. Fakat uluslararası hukuku yapan da Avrupa. İleride bu mevzuat değişirse müzeler asıl o zaman gerçek sıkıntıyı yaşar.
ABD MÜZELERİ DAHA YAPICI: Amerikan müzeleri eser iadesi konusunda Avrupa müzelerine göre daha yapıcılar. Çalıntı oldukları belliyse fazla zorlamadan iade ediyorlar. Yorgun Herkül, Troya hazineleri, Orpheus mozaiği ABD'den aldıklarımız. Ama Avrupa müzelerinde Boğazköy Sfenksi dışında ciddiye alınacak örnek yaşamadık. Onu da 90 yıl sonra verdiler.
Sabah, Haber: Burcu
Çalık, 01.01.2013
|
TROYA HAZİNESİNE TAM GÜVENLİKLİ MÜZE
125 yıl sonra yeniden Türkiye'ye getirilen Troya
Hazinesi'nden 24 parçanın da sergileneceği
Çanakkale'deki Troya Müzesi'nin yapımına başlanıyor.
Müze, Troya hazinesinin korunması için son
teknolojik güvenlik sistemiyle donatılacak.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim, Kültür Örgütü
UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan
5 bin yıllık geçmişi olan Troya Örenyeri'nden
çıkarılan arkeolojik eserler için Tevfikiye Köyü'nde
yapılacak olan Troya Müzesi için geçen yıl proje
yarışması açıldı. Projenin tamamlanmasının ardından
İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, müzenin yapımı
için çalışma başlattı. Müzenin yapımı için 3 Ocak'ta
ihale düzenlenecek. Troya Örenyeri'ne 800 metre
uzaklıkta olacak müze, 450 günde tamamlanacak.
Müzede sergilenecek Troya Hazinesi son teknolojik
güvenlik sistemiyle korunacak. Güvenlik sisteminde,
yüksek çözünürlük kameralar, ışın bariyerleri, cam
kırılması sensörleri, hareket sensörleri ve duvar
titretişim sensörleri yer alacak. Troya kralı
Priamos'a ait olduğu söylenen ve 1873 yılında Alman
arkeolog Heinrich Schliemann tarafından Türkiye'den
kaçırılan Troya hazinesinden kolyeler, küpeler ve
broşlardan oluşan 24 parça, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın girişimiyle geçen eylül ayında Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne getirilmişti.
Sabah, Haber: Hasan
Ay, 01.01.2013
|
GEÇMİŞİMİZ SELE KURBAN GİDEBİLİR
Kağıthane'de
yapılan inşaatı birkaç seneden buyana devam eden
Milli Arşiv Sitesi son anda bir gecikme olmazsa
Şubat ayında TOKİ'ye teslim edilecek...
Kağıthane'de yapılan inşaatı birkaç seneden
buyana devam eden Milli Arşiv Sitesi son anda bir
gecikme olmazsa Şubat ayında TOKİ'ye teslim
edilecek, İstanbul'un değişik yerlerindeki depolarda
muhafaza edilen ve milyonlarca belgeyi barındıran
Osmanlı Arşivi buraya nakledilecek ve site
önümüzdeki senenin 29 Mayıs'ında Başbakan tarafından
hizmete açılacak...
Masamın üzerinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
tarafından inşaat alanı ile ilgili olarak bundan
dört sene önce, 2008'in 17 Aralık günü hazırlanıp
Başbakanlık'a bağlı Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü'ne gönderilen ama hiçbir şekilde dikkate
alınmayan bir rapor var.
Raporda inşaatın yapıldığı Kağıthane Deresi ile
çevresinin "Taşkın Suları ve Su Baskınlarına Karşı
Koruma Kanunu kapsamında olduğu" söyleniyor ve
"Taşkın su seviyelerini gösteren mevcut doneler
itibariyle bahse konu parsel yerinde taşkın kotunun
5.50 metre olduğu görülmüş olup, bu kota inilmemek
kaydıyla kuruluşumuzca sakınca bulunmamaktadır"
deniyor.
KAZIKLAR VE KUYULAR
Daha açık şekilde ifade edeyim: DSİ, Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne "Dikkat edin, inşaat
yaptığınız yerde bir dere ve her an sel ihtimali
vardır, dolayısı ile inşaatın zeminden 5.5 metre
yukarıda bulunması gerekir" diye yazıyor.
Rapordaki uyarı dikkate alınıp inşaat, sel
ihtimaline karşı belirlenen yükseklikte bir zeminin
üzerinde yapılacak olsa mesele yok...
Ama böyle yapılmadı, uyarı dikkate alınmadı, her
vesile ile övündüğümüz tarihimizin en ince
ayrıntılarının kayıtlı bulunduğu ve çoğu hala
incelenmemiş olan milyonlarca belgenin muhafaza
edileceği üç kat depo için zemin, yaklaşık dokuz
metre daha kazıldı ve DSİ'nin 5.5 metre olarak
uyardığı güvenlik sınırının toplam 14.5 metre altına
inildi! Arşiv Sitesi'ni muhtemel bir selden muhafaza
edebilmek için zemine 1400 adet kazık çakıldı, sel
halinde gelebilecek suları tahliye maksatıyla dokuz
adet kuyu kazıldı ve bunların üzerine de içerisinde
yüzyılların macerasını barındıracak olan arşiv
kompleksi inşa edildi!
SU GELİRSE NE OLACAK?
Bütün bu tedbirler "Ne olur ne olmaz" düşüncesi ile
alındı ama ya olursa? Geçmişteki sellerden biri,
mesela Selaniki Tarihi'nde bütün ayrıntıları ile
anlatılan ve Kağıthane'den başlayıp Eyüpsultan'a
kadar uzandığı, hatta Hazreti Eyyüb'ün türbesini
bile bir metre kadar doldurduğu söylenen afetin bir
benzeri tekrar yaşanırsa ne yapacağız?
Söyleyeyim: Dünyanın en zengin evrak hazinesinin
başında gelen Osmanlı Arşivleri'ni suya kurban
edecek, sonra kendi kendimize "Yahu biz nerede hata
yaptık?" diye soracağız ve neticede mazisiz, geçmişi
hakkında elinde tek bir kaydı bile bulunmayan köksüz
devletlerden hiçbir farkımız kalmayacak!
İnşaatı büyük heveslerle devam eden Milli Arşiv
Sitesi'nin ve buraya nakledilecek olan Osmanlı
Arşivleri'nin geleceği Allah göstermesin ama böyle
olabilir!
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 31.12.2012
|
TROYA KAZILARINI TÜRKLER YAPACAK

Çanakkale'nin Tevfikiye Köyü
sınırları içinde yer alan 5 bin yıllık Troia antik
kenti'nde kazılara devam için, ilk kez bir Türk
üniversitesi ve Türk kazı başkanı tarafından
başvuruda bulunuldu
Alman Tübingen Üniversitesi’nin 1988 yılından
2005 yılına kadar Prof.Dr. Manfred Osman Korfmann,
2005 yılından 2012 yılına kadar Prof.Dr. Ernst
Pernicka ile kazdığı Troia antik kentinde, Alman
egemenliği sona erdi. Finans sıkıntısı nedeniyle 25
yıl sonra Troia’yı kazmaktan vazgeçen Tübingen
Üniversitesi’nin kazı izni geçtiğimiz günlerde
Bakanlar Kurulu kararıyla iptal edildi.
Korfmann ile 25 yıldır kazı çalışmalarına katılan
Doç.Dr. Rüstem Aslan, 7 yıldır görev yaptığı
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) adına
Troia’yı kazmaya talip oldu. ÇOMÜ Rektörü Prof.Dr.
Sedat Laçiner, Aslan’a açık destek verdi. Ardından
da ÇOMÜ olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
başvuru yapıldı.
Bakanlığın, adı antik kentle bütünleşen ÇOMÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Rüstem Aslan’ın başvurusunu kabul etmesi
durumunda, Troia’nın 150 yıllık kazı süreci
sonrasında, ilk kez bir Türk Üniversitesi ve Türk
kazı başkanı tarafından kazılmaya başlanacağı
belirtildi. Doç.Dr. Rüstem Aslan, Troia’yı 8
ülkeden 100 kişilik uluslararası bir ekiple kazmak
için ÇOMÜ adına başvuru yaptığını belirterek şöyle
dedi:
"Çalışma planımız ve finans desteğimiz hazır.
Başvurumuz kabul edilirse kazı çalışmalarımızı
hızlandıracağız. Özellikle nekropol alanını bulma
amaçlı sürdürülecek çalışmalarla arkeolojik anlamda
yeni bir dönemin açılması planlanmakta. Özellikle
2013’den sonra planlanan kazılarla beraber, koruma
ve restorasyon ağırlıklı çalışmaları da ön plana
çıkacak."
150 YILDIR KAZILIYOR
Antik Kent Troia’da 150 yılda 5 ayrı arkeolog kazı
yaptı. İlk olarak 1863 yılında İngiliz arkeolog
Frank Calvert kişisel olarak yaptığı kazılarda,
Hisarlık Tepe’yi arkeolojik olarak keşfetti. 1870-
90 yılları arasında yaptığı kazılarla Alman arkeolog
Heinrich Schliemann da kişisel olarak sürdürdüğü
kazılarda Hisarlık Tepeyi Troia’ya dönüştürdü. 1932-
38 yıllarında Amerikalı arkeolog Carl William Blegen
Cincinetti Üniversitesi adına yaptığı çalışmalarla
Troia’yı Ege Arkeolojinin merkezine yerleştirdi.
Alman Tübingen Üniversitesi adına 1988- 2005 yılları
arasındaki yeni dönem kazılarını gerçekleştiren
Alman arkeolog Manfred Osman Korfmann, Troia’yı
arkeolojik anlamda
Anadolu ’ya geri verdi. Korfmann ölünce yerine
Tübingen Üniversitesi adına Alman arkeolog Prof.Dr.
Ernst Pernicka devam etti.
KAYNAK 5 MİSLİ ARTACAK
ÇOMÜ Rektörü Prof.Dr. Sedat Laçiner, Türk
üniversitelerinin, böyle uluslararası çok büyük
kazıları yapabilecek olgunluğa ulaştığını belirterek
şunları söyledi:
"Troia’da yaklaşık 150 yıldır yabancılar kazı
yapıyor. Ama ortaya çıkan kalıntılar geçen süreyle
uyumlu değil. Her yıl çok kısa bir süre çalışıyorlar
ve çok az bir kaynak ayırıyorlardı. Troia’da
kazıların ÇOMÜ liderliğine geçmesiyle birlikte çok
hızlanacağını düşünüyoruz. Zaten ÇOMÜ öğretim
üyeleri de şu ana kadar o kazılarda çalışmış,
yetişmiş donanımlı arkeologlardan oluşuyor. Troia
kazıları için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bir
kaynağı olacak. Biz üniversite olarak bir kaynak
ayıracağız. İlave olarak da özel finansman
düşünüyoruz. TÜBİTAK ve diğer fonlardan da
yararlanacağız. Böylelikle ayrılan yıllık kaynak şu
ankine göre 5 misli artmış olacak. Troia’dan sonra
başka kazıları da almak için girişimlerde
bulunacağız."
Radikal, Haber: Burak Gezen/DHA, 31.12.2012
|
2500 YILLIK SIR!
Uşak'ın Karahalli
İlçesi'nde bulunan
Hristiyanlığın kayıp mezhepi Montanizm'in izlerini
taşıyan Pepuza
antik kentii gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Uşak ilinin Ulubey
İlçesi sınırları içerisinde
Pepuza
antik kenti, ABD'nin Arizona eyaleti sınırları
içerisinde bulunan "Büyük Kanyon"dan sonra dünyanın
en büyük ikinci kanyonu.
Uşak'ın Karahallı
İlçesi'nin Belediye Başkanı
CHP'li Nihat Süzek, Karayakuplu Köyü'nde
Hristiyanlığın kayıp mezheplerinden Montanizm'e ait
kilise ve MS 2'nci yüzyıla ait Tymion
antik kentinin gün yüzüne çıkarılması
çağrısında bulundu. Bölgede 2 bin 500 yıllık tarihi
Clandras Köprüsü'nün de bulunduğunu hatırlatan
Süzek, kilise ve
antik kentin gün yüzüne çıkarılmasıyla, ilçeye
turist akınının başlayabileceğini söyledi.

Karahallı Belediye Başkanı Nihat Süzek,
Hristiyanlığın kayıp mezhebi Montanizm'in, Alman
Prof.Dr. Peter Lampe ve ABD'li Prof.Dr. William
Tabbernee tarafından, yaklaşık 10 yıl önce
Karayakuplu Köyü'nde yüzey çalışması yaparken,
Pepuza
antik kenti'nin saptanmasıyla ortaya çıktığını
belirtti. Daha sonra Prof.Dr. Lampe ve Prof.Dr.
Tabbernee'ye kazı yapmaları için izin verilmediğini
anlatan Nihat Süzek, "Pepuza, Hristiyanlar
tarafından bilinmeyen bir kent. Adı bu bilim
adamlarının çalışmalarından sonra duyuldu. Burada
kazı çalışmalarının başlaması bile bölgede ekonomik
olarak bir canlanma sağlayacak. İnanç turizmi için
bölgeye birçok Hristiyan gelecek ve para bırakacak.
Tarihin gün yüzüne çıkarılması halinde,
Uşak ikinci bir Efes olur" dedi. Bölgede 2 bin
500 yıllık tarihi Clandras Köprüsü'nün de
bulunduğunu hatırlatan Süzek, kilise ve
antik kentin gün yüzüne çıkarılmasıyla, ilçeye
turist akınının başlayabileceğini söyledi.
MONTANİZM
Montanizm MS 165 yılında Frigya'da ortaya çıkan ve
ilk dönem Hristiyanları tarafından kurulan bir
mezhep olarak biliniyor. Kadınlara özel bir önem
veren mezhep, kadınların rahip kurulunda yer
almasını kabul eden tek Hristiyan mezhebi.
Kuruluşundan sonra hızla yayılan, Roma ve
Konstantinapol'e kadar uzanan mezhebin Frigya
uygarlığındaki ana tanrıça Kybele kültüründen
etkilendiği, kadınlara toplumda ve kilise
yönetiminde erkeklerle eşit rol verdiği
belirtiliyor.
Montanus'un Hristiyan olmadan önce
Frigya bölgesinde Anadolu ana tanrıçası Kibele
kültünün rahibi olduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle
mezhep kadın liderlerin aktif çalışma alanına
girmiştir.
Hareketin Montanus'dan sonra en önemli iki ismi
Priscilla/Prisca ve Maximilla isimli zengin ve dul
iki kadındır. Rivayetlere göre, bu iki kadın
Montanus'la tanıştıktan sonra eşlerinden boşanmış,
peygamber olarak adlandırılmış ve harekete oldukça
önemli katkılarda bulunmuş. Montanus kendini
peygamber ilan etmiş, Pepuza'yı merkez olarak
seçmiş. Anadolu'da doğmuş olmasına rağmen İtalya ve
Kuzey Afrika'ya kadar yayılmış. Pepuza zaman içinde
bölgenin dışında yaşayanlar için bir Hac merkezi
haline dönüşmüş.
Habertürk, 31.12.2012
|
4 BİN YILLIK SOKAK BULUNDU
 
Diyarbakır Müzesi başkanlığında
Bismil İlçesi'nde yürütülen Müslümantepe
arkeolojik kurtarma kazılarında günümüzden 4 bin yıl
öncesine ait yan yana dizili evler arasında sokak
yapısı bulundu.
''Ilısu
Baraj Gölü Altında Kalacak Kültür Varlıklarının
Kurtarılması'' Projesi kapsamında, Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve DSİ'nin işbirliğiyle, Diyarbakır
Müze Müdürlüğü başkanlığında, 2000 yılından bu yana
devam eden kurtarma kazılarından Müslümantepe, bu
yıl da zengin buluntularıyla tarihe not düşmeye
devam etti.
Sahadaki kazıları bir süre önce tamamlanan ancak
açığa çıkarılan eserlerin belgelenmesi çalışmasının
devam ettiği Müslümantepe'de, İslami Dönem,
Demirçağ, Erken Demirçağ, Orta Asur tabakası, Geç,
Orta ve İlk Tunç dönemleri buluntularıyla birlikte
açığa çıkarıldı. Kazıda ayrıca Orta Tunç dönemine
ait günümüzden 4 bin yıl öncesine tarihlenen yan
yana dizili evler arasında taşla örülü bir sokak
dokusu ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kent
mimarisine ait gelişkin yapılar tespit edildi.
Kazı sorumlusu Diyarbakır Müze Müdürlüğü
arkeologlarından
Şeref Yumruk yaptığı açıklamada, kazının 27
Ekim'de tamamlandığını, ancak açığa çıkan
buluntuların belgelenmesi ve müzeye teslimine
yönelik çalışmanın devam ettiğini söyledi.
Höyükte, İslami Dönem, Demirçağ,
Erken Demir Çağ, Orta Asur tabakası, Geç Tunç
Çağı, Orta Tunç ve İlk Tunç dönemlerini tespit
ettiklerini belirten Yumruk, ''7 dönemi bir kazıda
buluntularıyla birlikte açığa çıkardık'' dedi.
 
ŞEHİRLEŞME KÜLTÜRÜ
Müslümantepe'de çıkan buluntuların, bölgedeki diğer
höyüklerde açığa çıkanlara göre mimari açıdan
farklılık gösterdiğini,
Erken Demir Çağ mimarisiyle ilgili çok önemli
buluntular açığa çıkardıklarını ifade eden Yumruk,
şu bilgileri aktardı:
''Çukur evlerin iç kısmının taşlarla örülü olması
şimdiye kadar bölgede tespit edilmiş bir mimari
özellik değildi. Bölgede yapılan çalışmalarda
Erken Demir Çağ mimarisiyle ilgili çukur evler
tespit edilmişti, ancak bizim kazımızda ilk kez iç
duvarları taşla örülü yaşam mekanı tespit ettik. Bu
mekanlar içinde, zeminden yüksekte ağaçtan raflar
yapıldığı, rafların da yiyeceğin haşerelerden
korunmasına yönelik olarak kullanıldığını
düşünüyoruz. Ayrıca evlerin yanında tahılların
saklandığı depolama çukurları ki bu depolama
çukurları özellikle kırsal kesimde günümüzde de hala
kullanılması kültürel sürekliğin devamını gösteren
çok net bir kanıttır. Kazıda, Orta Tunç tabakasını
da net bir şekilde mimari olarak açığa çıkardık.
Orta Tunç tabakası günümüzden 4 bin yıl öncesine
tarihlenen bir yerleşim. Bölgede, Orta Tunç
tabakasının bir istila ve yangınla son bulduğu,
evlerin tabanlar üzerine yıkıldığı tespit
edilmiştir. Bu dönemle ilgili en önemli mimari
tespitimiz, yan yana dizilmiş evler arasında 1-1,5
metre genişliğinde bir sokak dokusunun tespit
edilmiş olmasıdır. Bu sokak dokusu, Dicle Nehri'nden
getirilmiş çakıl taşları ve kırık seramik
parçalarının yere serilmesiyle yapılmış. Sokağın
sınırlarının taş dizileriyle sıralanmış olması,
şehirleşme kültürü açısından ayrıca önem arz ediyor.
Günümüzün sokak dokusuyla benzer özellik göstermesi
son derece dikkat çekici.''
 
KARAZ MİMARİSİ
Yumruk,
Erken Demir çağ yerleşmelerinden sonra Orta Asur
dönemine ait mimariler de tespit ettiklerini ifade
ederek, kazıda ''Karaz'' mimarisiyle ilgili
olabilecek bir ocak ile seramiklerin açığa çıktığını
anlattı.
Söz konusu tespitin de son derece önemli olduğunu,
bölgenin Karaz yerleşmeleriyle ile bir etkileşim
içinde bulunduğunu, bulunan ocağın da bu kültürden
etkilenmiş yerli insanlar tarafından yapılmış
olabileceğini belirten Yumruk, ''Höyükte çok az da
olsa Karaz seramik parçalarının tespit edilmiş
olması Doğu Anadolu ile bir ticari ilişkinin
varlığını göstermektedir'' diye konuştu.
Yumruk, ayrıca 150'si İslami döneme, biri de Roma
dönemine tarihlenen mezarlar bulduklarını da
sözlerine ekledi.
Habertürk, 31.12.2012
|

|
KAYSERİ'DE KAÇAK KAZI YAPAN 7 KİŞİ YAKALANDI
Kayseri'nin Develi İlçesi'nde kaçak kazı yapan 7 kişi, jandarma tarafından yakalandı.
Jandarma, Develi’ye bağlı Millidere Köyü’nün İkitepe mevkiinde kaçak kazı yapıldığı ihbarını aldı. İhbar üzerine harekete geçen jandarma, bölgede kaçak kazı yapan S.K., S.A., S.Ç., A.A., S.T., S.Ç. ve S.T.’yi suçüstü yakaladı. 7 kişi gözaltına alınırken, kazı sırasında kullandıkları ekipmanlara da el konuldu.
Radikal, 31.12.2012
|
TARİHİ YARIMADADA RADİKAL'E TEHDİT

Ayvansaray’da 2005’te Fatih Belediyesi tarafından
yenileme alanı ilan edilen tarihi Türk Mahallesi’nde
skandallar bitmek bilmiyor.
Radikal , geçen mart ‘Şener Grup’ adına çalışan
‘Altınboynuz Turizm İnşaat’ şirketinin Koruma Kurulu
ve Arkeoloji Müzesi’nin izni olmadan tarihi alanda
hafriyat çalışmaları yaptığını ‘Sur dibinde kepçeyle
operasyon’ başıklı haberiyle duyurmuş, kazıyı
durdurmuştu.
Osmanlı Türk mimarisinin kalbi Fatih Ayvansaray’da,
firmanın yıkıma devam ettiği istihbaratı üzerine
pazar akşamı yıkımı belgelemek üzere mahalleye
gittik. Mahalleye vardığımızda Fener Balat
Ayvansaray Derneği’nin (FEBAYDER) Basın Sözcüsü,
aynı zamanda İÜ öğretim üyesi Doç.Dr. Çiğdem Şahin,
şantiyenin yanındaki sokakta firma çalışanlarının az
önce kendisini itip kaktığını, sinkaflı söz
söyleyerek tehdit ettiğini ve sokaktan kovarak
uzaklaştırdığını anlattı. Şahin, kendisini derneğin
basın açıklamalarından tanıyan firma sahibi Kadir
Şener’in arkasından “O kadar haber yaptırdınız,
savcılığa, polise şikayet ettiniz, ne işe yaradı?
Bakın yine yıkıyoruz’’ diye bağırdığını anlattı.
Sokak ortasında müdahale
Şahin’le olay yerine gittiğimizde firma çalışanları
sokak ortasında kaynak yapıyordu. Kadir Şener ve
çalışanları, etrafımızı sararak ‘‘Çekim
yapamazsınız, belediyeden iznimiz var, siz kim
oluyorsunuz?’’ diye bağırdı ve kameraya elleriyle
vurarak çekim yapmamızı engellemeye çalıştı. Şener,
daha sonra beni omuzlarımdan sarsarak itti, ‘‘Oraya
girersen seni döverim!’’ diyerek tehdit etti ve
kameramı aldı. Kameramı zorla geri aldıktan sonra
Şehit Tevfik Fikret Erciyes Polis Merkezi’ne
giderek firma yetkililerinden davacı ve şikayetçi
olduk, ifade verdik.
Polisler şikayetimiz üzerine Kadir Şener ve çalışanı
Fırat Kula’yı da yakalayarak merkeze getirdi,
ifadelerini aldı. Çiğdem Şahin, sokaktan her
geçtiğinde inşaat firması çalışanlarının kendisini
tehdit ettiğini anlatarak ifadesinde ‘‘Can
güvenliğimden endişe ediyorum, başıma bir şey
gelirse sorumlusu bu firma sahipleridir’’ dedi.
‘Çifte standart’ da yargıya taşınmıştı
Fatih Belediyesi 2005’te Ayvansaray’ı
kentsel dönüşüm alanı ilan etti. Şener Grup
adına Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi 16 adet eski
binanın röleve-restorasyon-restitüsyon çalışmaları
ile 32 adet yeni bina yapılması için ihaleyi aldı.
Projede 50 konut, 5 ticari bina, 1 otel, 15 adet
sivil mimarlık örneği yapı, 1 kat otoparkı ve sosyal
tesis planlanmıştı.
Şener Holding mahallede parsel toplamaya başladı.
Yaklaşık 70 hane, evlerini Şener Holding’e sattı,
evler yıkıldı. Kalan 5-6 aile ise belediyenin
elektrik ve suyu kesme gibi baskılarına rağmen hala
evlerini satmamakta direniyor. Mahalle sakinlerinden
75 yaşındaki İsmet Hezer, 40 yıldır oturduğu evini
satması için yapılan baskılara dayanamayarak daha
önce intihara kalkışmış ve son anda kurtarılmıştı.
Bir şişe tarım ilacı içmeden önce savcıya bir mektup
bırakan Hezer, ölümüyle ilgili olarak firma
sorumlusu ve yönetim kurulu başkanından
hesap sorulmasını istemişti.
Radikal, daha önce Ayvansaray yenileme projesi
kapsamına giren bir parsel için projeye evini vermek
istemeyen vatandaşa 2, müteahhide 3 kat izin
verildiğini de haberleştirmişti. Haberi yalanlayan
belediye sonra sehven olmuş dedi ama suç duyurusunda
bulundu. Savcı ise “Haber belgelere dayanıyor.
Basının görevi kamuoyu adına elde ettiği olgulara
dayanan bilgi ve fikirleri açıklamaktır’’ diyerek
kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.
Radikal bölgede izinsiz ve arkeolog denetimi olmadan
kazı yapıldığını belgeleyince, martta kazı durmuştu.
Şu an kazı sürüyor, bir de eski duvar yıkılmış. Son
durumu haberleştirmek için bölgeye giden Radikal
muhabiri ise böyle ‘kovuldu’.
Radikal, Haber: Elif İnce, 31.12.2012
|
BU AĞAÇ İKİ DEVLET DOĞUMUNU GÖRDÜ

Kütahya'nın tarihe tanıklık etmiş İlçesi Domaniç'te
bulunan asırlık ağaçlar özenle korunuyor. Bu
ağaçlardan en değerlisi Osmanlı Devleti'nin kurucusu
Osman Gazi'nin bebekliğinde salıncağının kurulduğuna
inanılan Mızık Çamı. 11 metre boyunda ve 4.5 metre
çapında olan ağacın bin yıla yakın yaşta olduğu
tahmin ediliyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Müdürlüğü'nce 1988'de anıt olarak
tescil edilen ağaç yerli ve yabancı turistler
tarafından ziyaret ediliyor. Kütahya Orman Bölge
Müdürü Kenan Eryiğit "Karakeçili Aşireti göç
zamanında yazlık olarak Domaniç'i kullanmış, kışın
da Bilecik'in Söğüt İlçesi'nde konaklamıştır. Eşi
Gündüz Alp öldükten sonra Hayme Ana, obaya reislik
etmiştir. Torunu Osman Gazi'yi, bebekliğinde bu çam
ağacına kurduğu salıncakta salladığı rivayet
ediliyor. Ağacın bir özelliği de rüzgarlı havalarda
ibrelerinden çıkan sesin, mızıka sesini
andırmasıdır. Bundan dolayı 'Mızık Çamı' adı
verilmiştir." diyor. Aynı bölgede bulunan 300 yıllık
kavak ağacı da özel koruma altında bulunuyor.
Sabah, 31.12.2012
|
CAMİ BAHÇESİNDEN ROMALI MEZAR TAŞI ÇIKTI

Kastamonu'nun Taşköprü
İlçesi'ne
bağlı Kadı Köyü'ndekii caminin bahçesinde Osmanlı
döneminde görev yapan kadıya ait olduğuna inanılan
mezardan Roma dönemine ait bin 800 yıllık mezar taşı
çıktı.
Kadı Köyüne adını veren “Kadı”nın mezarı olduğu
tahmin edilen ve yıllardır Kadı Köyü Camisi
bahçesindeki mezarın üstünde, yazılı kısmı toprakla
dolu içe gelecek şekilde duran
Roma dönemine ait mezar taşı, tesadüfen ortaya
çıktı.
Cami bahçesinde olduğu için önemli bir dini kişi
olduğuna inanılan kadıya ait mezarda, üç parça
halindeki mezar taşının, arkeologların yaptığı
araştırmaya göre bin 800 yıllık olduğu belirlendi.
İncelemelerde, taşın üzerindeki yazılardan
MS
213 yılında ölen bir Romalı kadın için dikildiği
tespit edildi. O dönemde, Taşköprü bölgesinde MÖ
64 yılında Romalı komutan Pompeius Magnus'un kurduğu
Pompeiopolis antik kenti, Paflagonya eyaletinin
başkenti konumunda bulunuyordu.
Öte yandan mezar taşında, ölen kadının ailesinin
şu sözlerine yer veriliyor: “Ben, Julia annen. Seni
övgüyle anıyorum. Ben, Loullus, senin oğlun. Benim
tarafımdan en tatlı şekilde sevildin. Sen yaşarken
anne diye çağrılırken ve şimdi artık öldün. Senin
hatıran, hiçbir zaman unutulmayacak”
Kastamonu Üniversitesi Öğretim Üyesi ve
Pompeiopolis antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr.
Latife Summerer ise Kadı Köyü'ndekii caminin
bahçesindeki mezarda bulunan taşların mezardan çok
daha eski ve Yunanca yazıtlar olduğunu kaydetti.
Mezar taşında, adına dikilen kişinin ölüm yılının
açıkça MS 213 yazdığını belirten Summerer, stel ve
mezarda yazan ifadeleri Türkçe'ye çevirdi.
Uzun bir yazıt içinde çok güzel bilgilerin yer
aldığını ve taşların çok önemli bir tarihi buluntu
olduğuna dikkati çeken Summerer, “Bu mezar taşının
en büyük özelliğinin ölüm yılının net olarak
yazılması. Bu tarz mezarlarda daha çok ölüm yılı yer
almamakta ya da günümüze ulaşmamakta” diye konuştu.
"OSMANLI DÖNEMİNDE KADILIK YAPAN BİR KİŞİYE
AİTTİ"
Kadı Köyü Muhtarı Erol Ünal ise cami bahçesindeki
mezarın köyün ismini aldığı ve Osmanlı döneminde
kadılık yapan kişiye ait olduğunu bildiklerini
söyledi.
Fakat tarihi tam olarak bilinmeyen mezarın
dedeleri zamanından beri cami bahçesinde bulunduğunu
kaydeden Ünal,mezarın köy halkı tarafından her zaman
itinayla korunduğunu vurguladı.
Ünal, resmi kayıtlarda mezara ve kadıya ait
herhangi bir bilgiye ulaşamadıklarını belirterek,
büyüklerinin verdiği bilgiye göre Osmanlı döneminde
yaşayan ve bölgede yöneticilik yapan bir “Kadı”ya
ait olduğunu tahmin ettiklerini dile getirdi.
Mezar taşlarından bir kısmının üzerindeki
yazıları onarım esnasında görenler olduğu bilgisini
veren Ünal, şöyle devam etti: “Taşlar, bu mezara
ait değil. Yapılan incelemelerde de bu görüldü. O
dönem ki büyüklerimiz, sanırım onarım esnasında o
taşları bularak, bu mezarda kullanmışlar. Mezarın
yapılışına göre, taşların bu mezara ait olmadığı
fakat yıllar önce konulduğu söylendi. Mezardaki
diğer taşlar kesme taş şeklindeyken, bu üç parçanın
ayrı taş olduğu görülüyor”.
Köylerine gelen Kastamonu
Müzesi yetkililerinin
yaptıkları araştırmada bu mezar taşlarının tarihi
nitelik taşıdığı ve bin 800 yıllık geçmişe sahip
olduğunu tespit ettiğini vurgulayan Ünal,
arkeologların yaptığı incelemenin ardından tarihi
taşların zabıt karşılığı müzeye teslim edildiğini
kaydetti.
Radikal, 30.12.2012
|
ARTEMİS HEYKEL BAŞI YAKINDA SERGİLENECEK

Doç.Dr. Suat Ateşlier başkanlığında yürütülen ve
Temmuz ayında başlatılan Alabanda 2012 yılı kazı
çalışmaları, 20 Aralık’ta tamamlandı. Aydın’ın Çine
İlçesi Doğanyurt Köyü’nde bulunan Alabanda antik
kentinde yaklaşık 6 ay devam eden kazı çalışmaları
hakkında bilgi veren Doç.Dr. Ateşlier, Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın sağladığı 220 bin lira
ödenekle, arkeoloji, sanat tarihi ve tarih bölümü
öğrencilerinden oluşan 40 kişilik ekiple
çalışmaların yürütüldüğünü söyledi. Doç.Dr.
Ateşlier, şöyle dedi:
"2012 yılı Alabanda kazısı, temmuz ayında antik kent
genelinde temizlik ve
çevre
düzenleme çalışmalarıyla başladı.
Anadolu ’nun en iyi korunmuş tapınaklarından
birisi olan Zeus Tapınağı’nda ve dünyanın en ünlü
antik mimarı Hermogenes’in okulundan yetişen
mimarların yapmış olduğu Apollon Tapınağı’ndaki kazı
çalışmalarıyla devam etti."
ARTEMİS HEYKEL BAŞI
Kazıdaki buluntular hakkında değerlendirme yapan
Doç.Dr. Ateşlier, Apollon Tapınağı’ndaki kazılarda,
Bizans dönemine ait surlar, tapınağın çevre
duvarları ve kemerli kapı girişi bulunduğunu
söyledi. Doç.Dr. Suat Ateşlier, şöyle devam etti:
"Ayrıca bölgede Hıristiyanlığın yayılmasıyla,
zamanla kiliseye dönüştürülen Apollon Tapınağı
içinde yer alan ve batı Anadolu’nun en büyük
vaftizhanelerinden birisini oluşturan mermer
vaftizhanede kazı ekibinde yer alan Amerikalı sanat
tarihi uzmanları çalışmalar gerçekleştirdi. Yine
Apollon Tapınağı sektöründeki kazı çalışmalarında
MÖ 4’üncü Yüzyıl’ın ortalarına tarihlenen ve
benzerine çok az rastlanan kalitede ve güzellikte
mermer tanrıça başı bulundu. Tanrı Apollon’un
kardeşi tanrıça Artemis’in başı olduğu düşünülen
mermer heykel Aydın Arkeoloji Müzesine taşınmış ve
yakında sergilenecek."
TANRIÇA ROMA’YA AİT BÜYÜK TAPINAK
Doç.Dr. Ateşlier, ayrıca Zeus Tapınağı’nda yapılan
kazılar sonunda, tapınağa ait olan ve oldukça iyi
korunmuş durumdaki gnays sütun tamburlarının
yerlerine yerleştirildiğini söyledi. Zeus
tapınağının 2 bin 300 yıl önceki haline
dönüştürüldüğünü söyleyen Ateşlier, şöyle konuştu:
"Ziyaretçilerin gezmesi ve eski dönem tapınaklarının
nasıl olduğunu görmesi için düzenlemeler yapıldı.
Sakarya Üniversitesi Jeofizik bölümünden Yrd.Doç.Dr.
Can Karavul ve öğrencileri, antik kentin içinde
jeofizik taramalar yaparak toprak altındaki
yapıların planlarını çıkardı. Yapılan jeofizik
çalışmalarıyla daha önceden yeri bilinmeyen fakat
antik metinlerde ismi sık sık geçen tanrıça Roma’ya
ait büyük bir tapınağın yeri saptandı. Gelecek yıl
bu tapınakta da kazılara başlanacak. Kazılarda
kentin en önemli yapılarından Agora alanında da
çalışmalar yapılmış 200 yıllık dükkanlar açığa
çıkarıldı."
2013’TE 7 AY
Önümüzdeki Haziran ayında tekrar başlatılacak kazı
çalışmaların 7 ay devam etmesini planladıklarını
belirten Doç.Dr. Suat Ateşlier, "Gelecek yıl
çalışmaların önemli bir bölümü çok iyi korunmuş
tiyatronun restorasyonuyla devam edecek. Yapılacak
tiyatro restorasyonu 3 yıl içinde bitirilerek Çine
ve Aydın turizmine katkı sağlanmasını hedefliyoruz"
dedi.
Radikal, Haber: Cem Ulucan /DHA, 30.12.2012
|
ANTİK LİMAN MÜZE OLUYOR

Myra antik kentinde bulunan Roma dönemine ait
Granarium (tahıl deposu) 11 milyon lira harcanarak
müze haline getirilecek.
Osman Hamdi Bey’in inşa ettirdiği Müze-i
Hümayun’dan (İmparatorluk Müzesi) sonra
Türkiye ’de ilk kez bir müze farklı konseptte
inşa ediliyor. Myra antik kentinde Roma dönemine ait
Granarium (tahıl deposu) yeni projeyle Akdeniz’in en
büyük müzesi olacak.
Türkiye’de müzeciliğin kurumsal olarak ortaya çıkışı
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin 1869 yılında
‘Müze-i Hümayun’ yani İmparatorluk Müzesi olarak
kuruluşuna denk geliyor. Arkeoloji Müzesi dünyada
müze binası olarak inşa edilmiş ender yapılardan
biri olarak kabul ediliyor.
Hepsi birbirinin aynısı
Ancak bunun dışında Cumhuriyet döneminde yapılan
müzelerin hemen hepsi birbirinin kopyası gibi.
Farklı mimari tarzda denemelerse hep yetersiz kaldı.
Kapalı spor salonundan çevrilen ‘Zeugma Müzesi’ iç
teşhiriyle övgü toplarken binanın dış mimarisi
eleştirilmişti. Likya mezar anıtı biçiminde yapılan
Antalya Arkeoloji Müzesi de ilgi çekici bulunmuştu
ancak işlevi açısından bekleneni veremediği için
eleştirilmişti.
Anadolu ’nun pek çok şehrinde de müzeler okul
mimarisinden farksız yapısıyla eleştiri konusu
olmuştu. Santral İstanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi,
antrepolara yapılan Modern Sanatlar Müzesi, Koç
Sanayi Müzesi gibi birkaç özel müze dışında dikkate
değer müze mimarimiz yok denecek kadar az.
Dünya da tartışıyor!
Son yıllarda müze mimarisi dünyada da içinde
barındırdığı sanat ve tarih kadar önemli hale geldi.
Buna birkaç örnek verelim. Viyana Akron Sanat Müzesi
havada asılı, cam ve çelikten yapılmış. Osaka Ulusal
Sanat Müzesi ise kanatlarını havaya doğru kaldırarak
yere konmuş dev bir metal böcek görünümünde inşa
edildi. Titanyum kaplama olarak yapılan Mississippi
Nehri’ne bakan Weisman Sanat Müzesi de en iyi
binalardan biri. Minnesota Üniversitesi İkiz
Kentleri’ne bakan cephesi ise çevre binalara uyum
sağlaması amacıyla tuğla kaplanmış ancak arkası bir
şelale ve bir balık soyutlaması şeklinde. Dünyadaki
bu gelişmeler Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın uzun süredir kafasını meşgul ediyor, kendi
bakanlığınca inşa edilen müzelerden rahatsız
olduğunu sıkça dile getiriyordu. Şimdi bir ilke imza
atılıyor. Myra antik kentinin liman şehri
Andriake’de, Roma Dönemi’ne ait Granarium (tahıl
deposu) yapısı, ‘Likya Uygarlıkları Müzesi’ adı
altında düzenlenerek, gelecek yıl açılacak. Müze
2400 metrekare kapalı inşaat alanına ve 1700
metrekare teşhir alanına sahip. 11 milyon TL’ye
tamamlanacak ‘Likya Uygarlıkları Müzesi’, Türkiye’de
Likya uygarlıklarını konu alan ilk müze olması
bakımından önemli.
İçi de dışı da yenileniyor
Tarihi yapının orijinal işlevine uygun olarak iç ve
dış mekanda düzenlemeler yapılacak. İç mekanda
canlandırmalar ve interaktif sunumlar olacak.
Ziyaretçi müzeye girmeden önce tahıl deposuna yük
getiren gemiyi, limana yük boşaltılmasını, limanın
gürültüsünü, antik döneme ait objelerin kullanıldığı
sahne kompozisyonlarıyla izleyebilecek. Ayrıca
konsepte antik dükkanlar da dahil edilecek.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.12.2012
|
RUHU KAYBOLMUŞ BİR EMEK

Emek Sineması'nın yıkımına
sayılı günler kaldı. Yeni projenin mimarı ve
finansörü şimdiye kadar yapılan eleştirileri
anlamadıklarını söylüyor.
Mimar Fatih Kesgün’ün ofisine girenleri iki maket
karşılıyor. Biri Serkildoryan kompleksinin
bildiğimiz mevcut hali: İçinde Emek, İpek ve Rüya
sinemaları var, Melek ve İsketinj apartmanları...
Tam karşısında da Kesgün’ün yeni projesinin maketi
yükseliyor. Sinemaların yerine yapılan binanın,
sahne adıyla ‘Grand Pera’nın maketi bu. 30 metrelik
cüssesiyle Serkildoryan’ın arkasında devekuşu misali
gizlenmeye çalışıyor. Kesgün, 10 katlı bir apartman
yüksekliğindeki bina için “Kütlenin İstiklal’den
görülmesi mümkün değil” diyor ısrarla. Bir mimarın,
eserinin ‘görünmeyeceğini’ ikna etmek zorunda
kalması ironik…
Kesgün, hem Emek Sineması’nın yerine yapılacak
binanın mimarı hem de İnci Pastanesi’nin
tahliyesiyle gündeme gelen Serkildoryan’ın
restorasyon projesini hazırlayanlardan biri.
Davanın sonuçlanması, kiracıların da tahliye
edilmesiyle yıkım ve inşaata sayılı günler kala
Kesgün ve projeyi yapacak Kamer İnşaat’ın ortağı
Levent Eyüpoğlu’yla buluşuyoruz.
Üst katta 10 sinema
Kesgün, binanın Yeşilçam Sokağı cephesindeki en üst
katından rahatsız olduğunu itiraf ediyor, “Bu
çıkıntı olmasa daha güzel olurdu” diyor ve ekliyor:
“Ama burada iki sinema salonumuz var. Bugünün
şartlarında bir sinema merkezi yapılacaksa 10
salondan fazla olması gerekiyor.” Araya Kamer
İnşaat’ın ortağı Eyüpoğlu giriyor: “Oscar’ların
verildiği Kodak Tiyatrosu gibi düşünmek lazım.
Burası da Yeşilçam’ın merkezi olacak…” Projeyi
anlatırken legolarla oynar gibi katları söküyor
Kesgün, sonra geri takıyor. Alttaki iki katta tıka
basa dükkan, lokanta ve kafeler olacak.
Üstteki iki
katta ise 10 sinema salonu, muhtemelen balmumundan
bir Türkan Şoray’la karşılaşacağımız Madam
Tusseaud’s, bir de ‘sinema müzesi’… En üst katta da
‘balmumundan’ yapılmış gibi ruhunu yitirmiş bir
‘Emek Sineması’ olacak. Bunun için ‘evrensel koruma
yöntemlerinden’ moving tekniğinin kullanılacağını,
hidrolik bir asansörlerle, tavan ve duvar
bezemelerinin en üst kata taşınacağını söylüyorlar.
Argüman başından beri aynı; “Moving’ evrensel bir
koruma yöntemidir, biz Emek’i yıkmadan koruyoruz, bu
sinemayı başka türlü ‘yaşatmak’ mümkün değil,
itirazları anlamıyoruz...” Özetle, Emek Sineması’nın
sayılı günü kaldı.
Beyoğlu Belediyesi ruhsatı verdiği anda yıkım
başlayacak ve yeni adıyla ‘Grand Pera’ tam 25
yıllığına Kamer İnşaat’ın olacak.
Arkadaki binayı gördünüz mü?
Serkildoryan’ın restore edilmiş hali projede görsel
olarak öne çıksa da, arka taraftaki binanın
yükseltisi dikkat çekiyor. Emek Sineması okla
gösterdiğimiz yerde olacak. Mimar Kesgün’e göre
arkadan yükselen bu kısım
İstiklal Caddesi ’nden görünmeyecek!
Hepsine ‘anıt’ demek yanlış
Kesgün’ün tartışılacak bir de iddiası var. “Melek
Apartmanı’na anıt dersek sıkıntı başlıyor” diyor ve
şöyle diyor: “Bu binalar anıt değil, bina veya bina
grubu kapsamında. Adını doğru koyacağız meselenin.
‘1. grup veya 2. grup kültür varlığı olması hiç
önemli değil, hepsi anıt gibi muamele görsün’
deniyor ama bu dünyanın hiçbir yerinde yok. Bizde şu
takıntı var, saçak kotunu geçmeyecek. Korumada yok
böyle bir anlayış. Tamamen bir hastalık. Bir dönem
alışkanlığı.”
‘Ben kamu vicdanını, protesto etmeyenler adına
düşünüyorum’
Projeyle ilgili eleştirilerin başında, yapılan işin
‘restorasyon’ değil, ‘bir yok etme projesi olduğu
iddiası’ geliyor. Protestoları hatırlatıp, “Sizce
kamu vicdanı rahat mı?” diyoruz. Eyüpoğlu şu yanıtı
veriyor: “Protesto edenler varsa etmeyen de var. Ben
protesto etmeyenler adına düşünüyorum kamu
vicdanını. Hukuka aykırı bir şey yapmıyoruz. Herkes
‘Beyoğlu’nda sinema ölüyor, bütün salonlar
kapanıyor’ diyor. Bir şirket çıkmış, Emek
Sineması’nı aynı şekilde koruyarak, sinemayı
yaşatabilmek için 12 salonlu bir proje yapıyor. Ona
‘Helal olsun’ demek lazım. Sinemaları koymayarak
daha karlı yapabilirdik bu projeyi. Bu sinemalar
bize çok büyük bir gelir getirecek yerler değil.
Bitince herkes bu günleri unutacak, ‘Ne kadar güzel
bir proje olmuş’ deyip onun keyfini çıkaracak.
Bitene kadar gerilimler olacaktır.” Penguen çizeri
Cem Dinlenmiş’in Emek karikatürünü çerçeveletip
ofisinde sergileyen Kesgün, “Ben bu eleştiriye
‘Harika’ diyorum” derken, Eyüpoğlu “Buna bakarken
keyif alırım en azından...” diye konuşuyor.
Radikal, Haber: Elif İnce, 30.12.2012
|
MEVLANA TÜRBESİ'NİN ZEMİNİNİ DEŞİP ÇIKAN KEMİKLER
İLE ÇNİLERİ AVLUYA ATTILAR
Bu sayfada gördüğünüz
kemiklerle ve kırık Selçuklu çinileri ile dolu
kolilerin fotoğrafları bu hafta Konya'da, Mevlana
Müzesi'nin arka bahçesinde çekildi. Müze yönetimi
bir duvarın dibine atılan kemiklerin hayvanlara ait
olduğunu ama aralarında insan kemiklerinin de
bulunduğunu söylüyor ve kemiklerle beraber atılan
çini parçaları hakkında da "Bunları müzeye tekrar
kazandıracağız" diyor!
Geçen hafta başında Şeb-i Arus'a katılmak için
Konya'ya, Mevlana Müzesi'ne giden bazı ziyaretçiler
büyük şaşkınlık geçirdiler.
Müzenin arka bahçesinde şimdi idari büro olarak
kullanılan iki binanın arasındaki alanda, bir köşeye
içleri kemiklerle dolu limon kasaları ve karton
kutular atılmıştı! Kemiklerin yanıbaşında ve yine
yerdeki bir başka kolide de bazıları Selçuklu
döneminden kalma dünya kadar çini parçası, önceki
tamirlerde Yeşil Kubbe'den çıkartılıp muhafaza
edilen çiniler ve pişmiş topraktan yapılmış kırık
objeler vardı.

KÜTÜPHANE BOŞALTILDI
Mevlana Müzesi'ni ayrıntılı şekilde bilenler
hatırlarlar: Neyzenler Mezarlığı'nın ilerisindeki
Hasan Paşa Türbesi ile içeride Mevlana ve oğlu
Sultan Veled'in Yeşil Kubbe'sinin altındaki
sandukalarının bulunduğu bölümün arasında "İhtisas
Kütüphanesi", kütüphanenin duvarında "Hacet
penceresi", arka tarafta da"Hamuşan", yani mezarlık
vardır.
Kemikler işte buradan, yani kütüphanenin zemininden
çıkmış... Müzede senelerden buyana devam eden ve bir
türlü bitmek bilmeyen restorasyonlarda sıra İhtisas
Kütüphanesi'ne gelmiş, kütüphane boşaltılmış ve
Hamuşan ile beraber kazılmış...
Yüzlerce senelik bir mekanda tamirat, güçlendirme
yahut eskimiş kısımların yenilenmesi maksadıyla
etrafı kazıyorlar, buraya kadar herşey tamam ve
normal...
Tuhaflık, bundan sonra başlıyor; kütüphanenin
zemininden yahut başka yerlerden çıkartılan kemikler
mukavva sandıklar ve koliler içerisinde ilerideki
avlunun bir tarafına atılıveriliyor ve bütün bu
işler, düşüncesinin temelinde "edep" kavramının
yeraldığı Mevlana'nın hemen yanıbaşında yapılıyor!
TAHTI TAŞITMIŞTI
Bu sayfada gördüğünüz içler acısı fotoğrafları çeken
Ajans Habertürk'ün Konya muhabiri arkadaşımız Zafer
Sabancı, avluya atılan kemikler ile çini parçalarını
daha önce Topkapı Sarayı Müzesi'nin müdürü ve o
meşhur "taht taşıma" hadisesinin kahramanı olan, şu
anda da Mevlana Müzesi'nin müdürlüğünü yapan Yusuf
Benli'ye sormuş... Yusuf Benli, "Bu kemikler çevre
düzenlemesi yapılırken bulundu. Büyük bir kısmı
hayvan, bazıları da insan kemiği. Ayrıştırarak
gömmek için beklettik ama araya Mevlana törenleri
girince iş uzadı. Çini parçaları da restorasyon
sırasında elde edildi. Bunlar tarihi emanetlerdir,
tekrar müzemize kazandırmak için en kısa zamanda
halledeceğiz" demiş.

CEVAP BEKLEYEN SORULAR
Konu hakkında başka bir yorum yapmayacağım, zira
bu sayfada gördüğünüz fotoğraflardan herşey zaten
apaçık görünüyor...
Sadece üç sorunun cevabını çok merak ediyorum:
* "Tarihi emanet" olduğu
söylenen objelerin ve asırlar önce oraya defnedilmiş
olan Mevleviler'in kemiklerinin müzeye tekrar "kazandırılacakları" zamana
kadar muhafaza edilmelerinin metodu bunları kolilere
doldurup bahçenin bir köşesine atmak mıdır?
* Hazreti Mevlana'nın kabrinin
hemen yanıbaşında şimdiye kadar kimselerin bilmediği
bir hayvan mezarlığı mı vardı? Hayvanlarla insanlar
buraya beraberce mi defnediliyorlardı?
* Topkapı Sarayı'ndaki Cellad
Çeşmesi'nin ilerisinde bulunan Dolap Ocağı'nı
izinsiz olarak kazıp toprağın altındaki arkeolojik
malzemeye zarar verdiği için hakkında soruşturma
açılan müze müdürlerinin daha sonra Mevlana
Müzesi'ni de kazma, yani arkeolojiye heves ederek
zemini deşme hevesi nereden geliyor? Sırada
deşilecek başka neresi var?
Biz, mezar açma işini Haçlılar'dan
öğrendik
Konya'da birkaç senede bir yaşanan "mezar
açma" işinin geçmişi bundan 800 küsur sene
öncesine dayanır ama o günler ile bugünler arasında
ufak bir fark vardır: Mezarlar, bundan asırlar önce
Türkler değil, Haçlı orduları tarafından açılmıştır!
1190'da Haçlı Seferleri'nin üçüncüsü yapılıyordu,
onbinlerce kişilik Haçlı ordusu yine Anadolu'daydı
ve Anadolu Selçuklu tahtında İkinci
Kılıçarslan oturuyordu.
O senelerde Alman İmparatoru Frederik
Barbaros'un hüküm sürdüğü Kudüs'e ulaşmaya
çalışan Haçlılar, yollarının üzerinde bulunan
Konya'yı da kuşattılar. Şehri, Kılıçarslan'ın
oğullarından Kutbüddin Melikşahmüdafaa
ediyordu. Konya'yı bir türlü alamayan Frederik
Barbaros, Selçuklu askerlerinin moralini
bozmak maksadıyla askerlerine dış mahallelerdeki
Müslüman mezarlarını deşmelerini emretti.
Mezarlar açıldı ve çıkartılan cesedlere, kalenin
burçlarında şehri müdafaa eden Selçuklu askerlerinin
gözleri önünde her türlü saygısızlık yapıldı.
İskeletlerin kemikleri kırılıyor, henüz çürümemiş
olan cesedlere karşı hiçbir edepsizlikten
çekinilmiyordu!
Mezarların deşilmesi Selçuklu ordusunun moralini
bozdu, dayanma güçlerini kırdı, savunma hatları
birer birer çöktü ve Haçlılar şehre girip
yağmaladılar. İkinci Kılıçarslan, daha
sonra Alman İmparatoru Frederik Barbaros ile
anlaşarak harap bir hale gelmiş olan Konya'yı geri
alacak, Frederik ise birkaç hafta
sonra Silifke Çayı'nda boğulacaktı.
Konya'da bir önceki mezar açma rezaletinde,
Selçuklu sultanlarının kemiklerini köpeklere
kaptırmışlardı
Konya'da 1990'ların sonunda çok daha büyük bir "kemik
rezaleti" yaşanmış ve 12. asırda hüküm
sürmüş olan sekiz Selçuklu sultanının, Birinci
Mesud'un, İkinci Kılıçarslan'ın, İkinci
Rükneddin Süleyman'ın, Birinci
Gıyaseddin Keyhüsrev'in, Birinci
Alaeddin Keykubat'ın, İkinci
Gıyaseddin Keyhüsrev'in, Dördüncü
Rükneddin Kılıçarslan'ın ve Üçüncü
Gıyaseddin Keyhüsrev'in kemiklerini
köpekler kapmıştı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Alaeddin Camii'nin
türbe kısmında başlattığı onarım sırasında türbeleri
camide bulunan Anadolu Selçuklu Devleti'nin önde
gelen sekiz hükümdarının lahidleri de bakım
maksadıyla açılmıştı.
Mezarlardan çıkartılan kemikler çuvallara konmuş ama
bir tarafa kaldırılmamış, çuvallar ağızları açık
olarak mezar odasında bırakılmış ve mekan o gece
köpeklerin akınına uğramıştı. Havalandırma
deliklerinden mezar odasına giren köpekler çuvalları
parçalamış, hayvanlardan biri Alaeddin
Keykubad'ın uyluğunu kapmış, bir diğeri Kılıçarslan'ın
kaval kemiğini almıştı. Gıyaseddin
Keyhüsrev'in kaburgası, Birinci
Mesud'un leğen kemiğinin parçası yahut Rükneddin
Süleyman'ın çenesi, köpeklerin dişlerinin
arasındaydı. Köpekler kemiklerle sabaha kadar
oynamış ve güneş doğarken bir tarafa atıp
gitmişlerdi!
Ertesi sabah işbaşı yapan işçiler, dehşet verici bir
manzarayla karşılaştılar: Alaeddin Camii'nin ve
türbenin bulunduğu tepenin dört bir yanı kemiklerle
doluydu. Hemen her taşın yahut bir ağacın altında
bir hükümdara ait iskelet parçası vardı.
Hükümdar kemiklerinden bulunabilenler Alaeddin
Tepesi'nden toplandı ve sekiz lahde gözkararı
yerleştirildi!
Rezalet, 2003 senesinde Konya'da yayınlanan bir
gazetede haber oldu ama fazla ses getirmedi.
Hadiseyi 2004 Mart'ında seçim araştırması için
gittiğim Konya'da duydum, bazı müze müdürlerine
doğrulatıp yazdım ve Türkiye, hem tarih hem de bir
vefa rezaleti olan bu hadiseyi manşetten
yayınladığımız haber ile öğrendi.
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 30.12.2012
******
MURAT BARDAKÇI YAZDI, VALİ EL KOYDU
Murat Bardakçı’nın “Mevlana
Müzesi'nin zeminini
deşip çıkan kemik ve çinileri avluya attılar” diye
yazmasının ardından Konya Valisi
Aydın Nezih Doğan, konu ile ilgili olarak yazılı
açıklama yaptı.
Açıklamada kemiklerin ayrıştırılma
işleminin ardından usulüne uygun olarak
defnedileceği belirtildi. Yazılı açıklamanın son
bölümünde müze yetkilileri bu tür konularda daha
hassas davranmaları konusunda da uyarıldı.Açıklamada
kemiklerin ve çini parçalarının küçük bir kısmının
1926-1954 yılları arasında müdüriyet olarak, daha
sonra da ihtisas kütüphanesi olarak kullanılan
bölümde yapılan restorasyon çalışmaları sırasında
elde edildiği belirtildi. Kemik ve çini parçalarının
kalan kısmının Sultan Selim Camii temel güçlendirme
çalışmaları ile yeni meydan düzenlemesi uygulamaları
sırasında elde edildiği belirtildi.
Habertürk, Haber: Zafer Samancı, 04.01.2013
|
"ÇALDIĞINIZ HAZİNELERİMİZİ GERİ VERİN"

Türkiye'nin dünyanın çeşitli müzelerindeki
hazinelerini iade mücadelesi yeni bir boyut
kazanıyor. Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre;
Muğla Barosu önderliğinde 30 avukattan oluşan sivil
bir girişim konuyu uluslararası tahkime taşıyor.
Muğla Barosu Başkanı Mustafa İlker Gürkan, ocak
ayının başında Kültür Bakanlığı ile bu konuda bir
toplantı düzenleyerek bir yol haritası
hazırlayacaklarını ifade etti. "Prosedür olarak hata
yapmamak için Bakanlık ile bir toplantı
gerçekleştireceğiz" diyen Gürkan "Çevre
komisyonumuzdaki 7 avukat arkadaş konuyla yakından
ilgileniyor" ifadelerini kullandı. Avukatların
kurduğu sivil toplum inisiyatifi içerisinde yer alan
Avukat Remzi Kazmaz, Halikarnas Mozolesi'nin iadesi
için İngiliz Hükümeti ve British Museum
yetkililerine ihtarname çekeceklerini, ihtarnameden
sonuç çıkmazsa konuyla ilgilenen uluslararası
tahkime gideceklerini söyledi.
Avukat Remzi Kazmaz, söz konusu süreci şöyle
anlattı: "Kültür Bakanlığı birçok tarihi ve kültür
varlığını Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması
Sözleşmesi'ne dayanarak geri alıyor. Ama Halikarnas
Mozolesi gibi bazı istediklerimizi alamıyoruz.
Devletlerarası huzursuzluk çıkmasın diye de bunların
üstüne gidilemiyor. Halikarnas Mozolesi ile ilgili
bu durum İngilizler tarafından saptırılıyor.
İngilizler mozoleyi Mustafa Reşid Paşa'dan tuğrayla
aldık diyor. Ama bu tuğrayı gösteremiyorlar. Biz hem
İngiliz hükümetine hem de British Museum
yetkililerine bir ihtarname çekeceğiz. Eğer sonuç
alamazsak tahkim yoluna gideceğiz." Bu aşamada bir
karar çıkmasının diğer ülkelerdeki eserlerin
getirilmesi için de emsal oluşturacağını belirten
Kazmaz, "30 Ocak'tan sonra eğer tahkim bizim
haklılığımızı ispat ederse sadece İngiltere'den
değil Almanya'dan, Fransa'dan ve birçok ülkeden
kültürel varlıkların geriye dönüş yolculuğu
başlayacaktır" dedi.
Sabah, 29.12.2012
|
İLK KEZ ORTAYA ÇIKTI!
Washington DC’de bir süredir Arabistan Yolları
diye bir sergi var. Arabistan’ın uzak ve yakın
tarihinden sanat eserleri sergileniyor. Aralarında
İslamiyet öncesi döneme ait “putlar”
da var; hani o Çağrı filminde de parçalanırken
gösterilenler!
Geçen hafta, gazeteciMurat Bardakçı’nın Nurhan
Atasoy ve Erhan Afyoncu’yla birlikte sunduğu,
cumartesi geceleri bizi ayakta tutan Tarihin Arka
Odası programını seyrediyordum. Bir ara
Washington DC’de açılan bir sergiden
bahsettiler. Smithsonian Müzesi bünyesindeki
ArthurM. Sackler Gallery’de açılan Arabistan Yolları
sergisinde, o toprakların binlerce yıllık kültürel
zenginlikleri sergileniyormuş.
Hemde antik dönemlerden bugüne... “Bu bizi niçin bu
kadar ilgilendirsin ki” diyemerak edenler olabilir.
Arabistan Yolları’nın en önemli özelliği, Arap
yarımadasında
İslamiyet öncesinden eserlerin de sergilenmesi.
Üstelik aralarında o döneme ait
putlar bulunuyor. Yani çoktan parçalanıp yok
edildiklerini sandığımız
putlar, Araplar tarafındanmuhafaza edilmiş.
Dahası Paris’te başlayıp Barcelona, Berlin ve St.
Petersburg gibi diğer büyük Avrupa şehirlerinin
ardından Kuzey Amerika’ya konuk olan bir sergiyle,
tümdünyanın ilgisine sunulmuş.
ARABİSTAN’IN SAKLI TARİHİ
Yanlış anlamaya eğilimli bir milletiz ya,Murat
Bardakçı programa gelen “Ne yani, şimdi de
putların reklamınımı yapmaya başladınız”
gibisindenmesajları okurken ister istemez
hiddetleniyordu. Oysa
İslamiyet öncesi çoktanrılı dönemde tapınılan
putları görmenin bugün kimsenin dini inancına
zarar vermeyeceği ortada... Bu heykeller sadece
zaman içinde nereden nereye geldiğimizi daha iyi
idrak etmemizi sağlıyorlar, o kadar. Bir yararları
daha var: Arabistan’ın
İslamiyet öncesinde de ne kadar zengin ve
karmaşık bir tarihi olduğunu ilk kez bu kadar açıkça
fark ediyoruz. Murat Bardakçı da bu gece
yayınlanacak programının tamamını bu konuya ayırıyor
zaten. Yani programda Arabistan Yolları sergisinin
tarihsel ve sanatsal açıdan önemi ayrıntılı olarak
ele alınacak. Ayrıca söz konusu sergiyi bizzat gezip
gören Nurhan Atasoy’un yorumlarını dinleyeceğiz.
Fakat yine de insan bazılarının bu sergiye niçin bu
kadar büyük tepki gösterdiğinimerak etmeden
edemiyor. Belki bu sorunun cevabını bir ilahiyatçıya
sormak gerekiyordu. İşte Prof.Dr. Şaban Ali
Düzgün’ün anlattıkları...
Arthur Sackler Gallery’de sergilenen antik
eserler bize neyi gösteriyor?
İslam’ın geldiği toplumun cahil olarak
adlandırılması, o insanların hiçbir şey bilmedikleri
yahut bu tür sanatsal faaliyetleri üretecek bilgi ve
deneyimden yoksun oldukları anlamına gelmez. “Cahil”
terimi Türkçe’de “doğru bilgiden yoksun” anlamında
kullanılır. Arapça’da ise “hem doğru bilgiden
yoksun hemde ahlaki dejenerasyona uğramış” anlamına
gelir. Arapların
putlar, kahinler ve
cinler etrafında geliştirdikleri dünya görüşü,
aslında gelişmiş birmitolojinin varlığına işaret
ediyor. Antik çağlarda Arapların Yunan, Mısır, Roma
ve Babil’e paralel birmitolojilerinin var olduğunu
biliyoruz. Bumitolojik zihnin kendisini
heykeltıraşlıkta veya başka sanatsal dallarda da
göstermesinde şaşılacak bir şey yok.
Peki İslam gerçekten heykeli yasaklamış
mıdır?
İslam, heykel yapımını yasaklamaz. Heykeli her türlü
bağlılığın odağına koyan zihniyeti yasaklar. Hz.
Süleyman’ın bir peygamber olarak heykeller
yaptırdığını Kuran-ı Kerimde anıyor. Bizatihi kötü
olan bir işi bir peygamberin yaptırması söz konusu
olabilirmi? “Müşrik” denen aslında heykeller değil,
heykellere olağanüstü güçler atfeden insanlardır.
Allah’la doğrudan iletişimkuramayacağını düşünerek
araya heykeller koyan zihniyetten söz ediyorum.
‘Put’ dediğimiz de bu zaten, öyle değil
mi?
Allah’la iletişimde bağımlı hale geldiğimiz
heykeller, evet. Kuran’ın karşı çıktığı budur.
Araplar bütün oluşları tek sebebe bağlayan tevhid
inancını kavramakta zorlanıyordu. Yoksa onların da
Allah fikri vardı. Kuran, “Müşriklere alemi kim
yarattı diye sorsan Allah yarattı diyeceklerdir”
der. Kuran’ın gayesi, Allah’ın yanında başka
varlıklara da bağlanarak kendilerini köleleştiren ve
insanlık onuruna yakışmayan bir bağımlılık
sergileyen insanları kurtarmaktı.
Eski Arapların bu heykelleri yapmalarının
tek sebebi bu muydu?
Hayır,
putlar Araplar için
sadece zihinsel varlıklar değildi. Bunların
ticaretini yaptıklarını biliyoruz.
Peki bazıları niçin tepki gösteriyor?
Uzak bir coğrafyada deve çobanları olarak gördükleri
insanların bu tür sanat eserleri üretmiş olması
Batılıları şaşırtıyor. Oysa Arap şiiri ve edebiyatı
bu kadar yüceltilirken, bu sanatların kardeşi
durumundaki heykeltıraşlığın geri kalması zaten
düşünülemez. Bu heykellerin sergilenmesinin dini
bakımdan da hiçbir sakıncası yok. İslam, bir
toplumun çoktanrılı mitoloji dünyasını
dönüştürmüştü. Ama zaten bütün dinlerin görevi bu
olmuştur. Her dinin ortaya çıkışından önce bir
mitoloji dönemi vardı. Yahudi geleneğinde de böyle
olmuştu. Yahudiler önceleri henoteisttiler. Yani tek
bir Tanrı’nın yanında kabile tanrılarına da
tapıyorlardı. Araplar da aynı şekilde hemYüce
Allah’ı kabul ediyorlardı hemde putları...
BBC: Devrimci bir sergi!
Son 40 yıldır Suudi Arabistan arkeologlara düzenli
olarak kazılar yaptırıyor, bugüne kadar varlığından
bile haberdar olunmayan bazı buluntuları da dünyanın
çeşitli yerlerinde parça parça sergiliyordu. Sonunda
devasa bir kültürel hazineye ulaşıldı. En şaşırtıcı
olansa, Arap yarımadasının derinliklerinde İslamiyet
öncesi dönemin izlerinin halen, neredeyse bozulmamış
bir şekilde duruyor olmasıydı. İşte bugün Arthur
Sackler Gallery’de İslam sanatının en önemli ve
görkemli örnekleriyle beraber bu izler de
sergileniyor.
Yolu Arthur M. Sackler Gallery’ye düşeceklerin
karşılaşacağı objeler arasında neler yok ki...
Olağanüstü bir el işçiliğinin ürünü olan, 1623-1640
arası Sultan IV. Murad’ın emriyle yaptırılan Kabe
Kapısı göz alıcı. Hat sanatının incelikli örnekleri
ve bol miktarda mezar taşı da mevcut. Ama elbette
hepsi bu değil. BBC’nin de “Devrimci bir sergi” diye
nitelediği Arabistan Yolları’nda, gizemli steleler,
devasa insan heykelleri, ürpertici altın masklar ve
Roma tanrılarının bronz heykelleri görülebiliyor.
Bazıları 7000 yaşındaki putlarsa serginin en dikkat
çekici parçaları.
Arthur M. Sackler Gallery’nin 25’inci kuruluş
yıldönümü şerefine düzenlenen ve şubat sonuna dek
sürecek olan Arabistan Yolları sergisi, 3 bölümden
oluşuyor. İlkinde, İslamiyet öncesinde Mezopotamya,
Yunanistan ve Roma etkisiyle üretilmiş eserler var.
İkincisinde, Şam, Kahire ve Bağdat gibi büyük
şehirlerden geçen hac yolu üzerindeki eserler
görülüyor. Fotoğrafların, seyahat kitaplarının,
haritaların ve gündelik hayat nesnelerinin bulunduğu
son bölümse 1932’den yani Suudi Arabistan
Krallığı’nın kuruluşundan sonrasına ayrılmış.
Habertürk, Haber: Gülenay Börekçi, 29.12.2012
|
ANADOLU PARSININ 8 BİN YILLIK İZİ BULUNDU
İzmir'deki Yeşilova Höyüğü'nde yapılan son
kazılarda, 8 bin yıl öncesine ait iki kap bulundu.
Üzeri oyularak benekli şekilde pars kabartmalarının
işlenmiş olduğu kaplar, "Anadolu parsı"nın da
izlerini ortaya çıkardı.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi,
Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer
Derin, Doğu Akdeniz, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu ve
Batı Anadolu'da yaşayan, ancak 1974 yılından bu yana
izine rastlanmayan Anadolu parsının İzmir'in ilk
toplumu tarafından bilindiğini ifade etti. Yrd.
Doç.Dr. Derin, "Daha çok Çatalhöyük'te buluna küçük
heykelciklerde ve duvar resimlerinde görülen bu
hayvanın, Neolitik toplum tarafından korku duyulan
ve aynı zamanda saygı duyulup kutsal olarak kabul
gördüğü anlaşılmaktadır. Yeşilova Höyüğü'nde önceki
yıllarda bulunan ana tanrıça kabartmaları da kaplar
üzerinde, kutsal inançların bir yansıması
olmaktadır."
2012 yılında İzmir'in Kemalpaşa İlçesi'nde yapılan
arkeolojik kazıda ortaya çıkarılan Roma Mozaiği'nde
de betimlendiği gibi Anadolu parsının yaşam
serüveninin Roma Dönemi'nde de devam ettiğini
söyleyen Yrd. Doç.Dr. Derin, "Yakın dönemde
1930-1950 yıllarında sadece İzmirli avcı Hasan
Bele'nin 15 panter öldürdüğü bilinmektedir. Canlı
olarak tek örnek 1942 yılında Urla'da bir çoban
tarafından yakalanan bir pars yavrusu olmuş, İzmir
Hayvanat Bahçesi'ne hediye edilen bu hayvana Zoza
ismi verilmiştir. Yeşilova Höyüğü buluntuları,
sıklıkla avcıların gazabına uğrayarak nesli tükenen
bu canlının varlığının günümüzden 8 bin yıl önceye
gittiğini ortaya koyarken, İzmir'in zengin yabanıl
yaşamına ait önemli bir daha kazandırmıştır" dedi.
Cnn Türk, 29.12.2012
|
GÜNAY'DAN TARİHİ ESER MÜJDESİ
Kültür ve Turizm
Bakanı
Ertuğrul Günay, dünya
müzelerinden Batı Akdeniz Bölgesi'ne getirmeye
çalıştığı çok sayıda
tarihi eser bulunduğunu bunları yılbaşından
sonra kamuoyu ile paylaşacağını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Antalya'nın Elmalı
İlçesi'ni
ziyaret etti. Bakan Günay'ı kaymakamlık binası
önünde Antalya Vali Yardımcısı Recep Yüksel, Elmalı
Kaymakamı Mehmet Murat Çekmen, Belediye Başkanı
Hüseyin Altıntaş, İl Kültür Turizm Müdürü İbrahim
Acar, daire amirleri ve siyasi partilerin ilçe
başkanları karşıladı. Cuma namazını Ömer Paşa
Camii'nde kılan Bakan Günay, cami önündeki tarihi
kütüphaneyi restore ettirip Etnoğrafya
Müzesi olması için katkıda bulunacağını
belirtti.
Kaymakam Çekmen tarafından ilçe hakkında bilgi alan
Bakan Günay, daha sonra Elmalı
Müzesi'nde incelemelerde bulundu. Bakan Günay,
müzede bulunan Karaburun ve Kızılbel anıt
mezarlarının içine girerek incelemelerde bulundu.
Bakan Günay, Elmalı Müzesi'nde sergilenen Elmalı
hazinelerinin imitasyon olduğu, gerçeklerinin
Elmalı'da sergilenip sergilenmeyeceği yönündeki soru
üzerine, Elmalı Müzesi'nin ziyaretçi sayısının
artması ve gerekli güvenlik önlemlerinin alınması
durumunda eserlerin bulunduğu bölgede
sergilenmesinden yana olduğunu kaydetti.
Günay, Batı Akdeniz Bölgesi olarak bölgeye getirmeye
çalıştığı dünya müzelerinden çok sayıda eser
bulunduğunu, bunları yılbaşından sonra paylaşacağını
söyledi. Bakan Günay, daha sonra Elmalı'yı kuş
bakışı gören Topdağı Tepesi'ne giderek bir süre
ilçeyi seyretti.
Habertürk, 28.12.2012
|
ANTALYA'DA TARİHİ ESERLER ONARILIYOR
Antalya'da onarım çalışmaları 'Taşınmaz Kültür
Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı' hesabına
aktarılan kaynaklarla yürütülüyor.
Antalya Valisi Dr. Ahmet Altıparmak, 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca
İl Özel İdaresi ve belediyelerce kültür
varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi
amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kullanılmak
üzere emlak vergilerinden sekreteryasını İl Özel
İdaresi’nin yürüttüğü “Taşınmaz Kültür
Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı” hesabına
aktarılan kaynaklarla Side’den-Alanya’ya,
Akseki’den-Kaş’a kadar birçok proje, planlama ve
uygulama çalışmalarının devam ettiği, bazılarının da
tamamlandığı açıklamasında bulundu.
Tarihi, kültürel mirasımıza sahip çıkmak için her
türlü çabanın gösterildiğini ve her türlü imkanı
kullandıklarını ifade eden Vali Dr. Ahmet
Altıparmak, “Taşınmaz Kültür Varlıklarının
Korunmasına Ait Katkı Payı” hesabından bu kapsamda
verilen destekleri bizzat takip ettiğini söyledi.
Vali Altıparmak katkı payı hesabının belediyelerle
işbirliği içerisinde kullanılması konusunda
Kaymakamlıklara genelge çıkardığını ifade ederek,
“Koruma ve kollama var olanı muhafaza ile mümkün ve
yeterli olmaz. Aynı zamanda bunların aslına uygun
olarak restorasyonunun yapılması, yenilenmesi,
tamirat isteyenlerin tamir edilmesi ve
işlevlendirilerek ayağa kaldırılması büyük önem arz
etmektedir” dedi.
Kaymakamlardan belediye başkanlarından gelen
projelerin mutlaka destek göreceğini ifade eden Vali
Altıparmak, “Çalışan, işini takip eden bölgesindeki
tarih ve kültür varlıklarına sahip çıkmak isteyen
belediye başkanlarımıza, kaymakamlarımıza desteğimiz
sürecek. Side Belediye başkanı da işini iyi takip
etti. Örneğin Thyce tapınağını ayağa kaldırdık.
Teşekkür ediyoruz. Bizde desteğimizi verdik. Yine
örneğin Alanya Demirtaş’taki ve Kemer’deki Selçuklu
av köşklerimiz ile Alanya Kalesi içerisinde yer alan
eserlere de katkılarımız sürüyor” diye konuştu.
Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı
Payı hesabından destek verilen uygulama ve
onarımlar:
Akseki Fakılar Mahallesi, 1 pafta, 30 ada, 18
Parselde Bulunan Taşınmazın (Akseki Müftülük Evi)
Onarımı ve Çevre Düzenlemesi için 230.030,65.-TL,
Akseki Kültür Evi Restorasyonu ve Çevre Düzenlemesi
işi için 232.659,35.-TL,
Perge Ören Yeri Demetrios Apollonios Takı Onarımı
işi için 480.000,00.-TL,
Antik Perge Tiyatrosu I. Kısım Acil Su Drenajı İşi
için (Tamamlandı) 80.000,00.- TL,
Alanya Kalesi 480 Ada, 1 parselde Bulunan Kale Ana
Giriş Kapısı ve Etrafındaki Surlar İle Giriş
Kapısının Güney Bölümündeki Burç ve Surların
Restorasyon Uygulamasının ve Çevre Düzenlemesinin
Yapılması için 170.891,35.-TL
Alanya Kalesi, Hisariçi Mahallesi, 320 Ada, 1
Parselde Bulunan Tescilli Taşınmazda Restorasyon
Uygulaması Yapılması için 325.224,02.-TL
Alanya Tophane Mahallesi, 288 Ada, 5 Parselin
Kamulaştırılması için(Tamamlandı) 75.310,00.-TL,
Alanya Kalesi Tophane-Tersane Yürüyüş Yolu Yapılması
İşi için (Tamamlandı) 102.246,08.-TL,
Alanya Tersanenin İki Gözünde Restorasyon Uygulaması
İşi için (Tamamlandı) 202.038,12 .-TL
Alanya, Çarşı Mahallesi, 393 Ada, 4 Parselde bulunan
Tescilli Taşınmazın Restorasyon Uygulaması İşi için
(Tamamlandı) 175.854,34.-TL,
Demre, Beymelek Kalesi Restorasyon Projesi Uygulama
için 371.415,42.-TL,
Antalya Kaleiçi Yat Limanı Kentsel Tasarım ve Çevre
Düzenlemesi Uygulamaları için 1.635.253,12 .-TL,
Andriake Liman Yerleşimi, Onurlandırma Anıtları
Restorasyon Uygulaması için 281.728,41.-TL
Gazipaşa Pazarcı Mahallesi, 33 Ada, 14 Parselde
Bulunan Yapının Restorasyonu Yapım için
182.499,08.TL
İbradı Mezarlığı Çevre Düzenlemesi Uygulaması İşi
için 85.000,00.-TL,
Patara Çevre Düzenlemesi Uygulaması (1. Etap) İşi
ödeneği 493.020,33.-TL,
Patara Deniz Feneri Onarımı işi ödeneği 780.000,00
.-TL,
Patara Deniz Feneri Onarımı işi (ilave) için
246.668,43.-TL,
Işıklar Öğretmen Evi (Eski Vali Konağı) Restorasyonu
ödeneği 700.375,50.-TL,
Antalya Etnoğrafya Müzesi Çatı Onarımı ödeneği
131.095,52.-TL,
Kalkan (Kültürevi) Nahiye Binası Onarım işi ödeneği
(Tamamlandı) 98.281,41.-TL
Antalya Korkuteli Fatih İlköğretim Okulu Eski Binası
İşlev Değişikliği Proje Uygulaması için
(Tamamlandı) 163.328,17.-TL,
Kalkan Tarihi Kent Merkezi Koruma ve Geliştirme İmar
Planı Dahilindeki Yolların Kaplanması ve
Yağmur Suyu Kanalı Yapımı için 570.072,35.-TL,
Kepez Belediyesi Sınırları içerisindeki 9 adet
tescilli sarnıcın Çevre Düzenleme Proje Uygulamaları
İşi için (Tamamlandı) 381.848,80.-TL,
Ormana Belediyesi Konuk Evi Restorasyonu Yapımı işi
için (Tamamlandı) 96.317,90.-TL,
Side Thyce Tapınağı Restorasyonu Yapımı için
(Tamamlandı) 488.336,34.-TL ödenek ayrıldı.
Katkı payı hesabından destek verilen projeler;
Aksu İlçesi, Ağalar Camii ve Çeşmesi Rölöve,
Restitüsyon, Restorasyon, Elektrik, Peyzaj Çevre
Düzenleme Projeleri ile Statik Raporu Hazırlanması
için 53.196,32.-TL,
Antalya Haşim İşcan Mahallesi Sokak Sağlıklaştırma
Projesi işi 78.521,63 .-TL,
Cevizli, Kentsel ve Arkeolojik Sit Alanlarında
Koruma amaçlı İmar Planı Yapımı İşi için
113.317,57.-TL,
Demirtaş Sedre Köşkü Avcılık Müzesi RRR Projeleri
Yapımı İşi için 103.327,74.-TL,
Termessos antik kenti Sur Duvarları Rölöve,
Restitüsyon ve Restorasyon Projelerinin Yapımı
için140.363,36.-TL,
Kaş İlçesi, Kasaba Köyü, Nasreddin (Yusuf Ağa) Camii
Restorasyon, Restitüsyon, Elektrik, Tesisat, Peyzaj
Projeleri Yapımı ve Statik Raporu Hazırlanması
ödeneği 22.551,92.-TL,
Antalya İli, Manavgat İlçesi, Kargı Han’ın Rölöve,
Restitüsyon, Restorasyon, Elektrik, Tesisat, Peyzaj
Çevre Düzenleme Projeleri ile Statik Raporu
Hazırlanma işi için 211.447,85.-TL,
Antalya İli, Elmalı İlçesi, Ömer Paşa Cami
Medresesine Ait Restorasyon-Restitüsyon, Elektrik ve
Tesisat Projeleri ile Statik Raporu Hazırlaması işi
için 35.046,73.-TL,
Antalya Mevlevihanesi Restitüsyon ve Restorasyon
Projelerinin Yapımı için 61.685,03.-TL,
Antalya Etnografya Müzesi Rölöve, Restorasyon ve
Çevre Düzenleme Projelerinin Hazırlanması 100%
52.608,25
Ormana Beldesi Kentsel Sit Koruma Amaçlı İmar Planı
için 95% 112.931,44.-TL,
Apollon Tapınağı, Athena Tapınağı ve AA Bazilikası
(Liman Kilise)’nin Laser Scanner Kullanılarak
Belgelenmesi ve Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon
Projeleri Yapımı için (Tamamlandı)
252.542,99.-TL,
Side Büyük Hamam'ın Zemin Döşemesinin Fotoğrametrik
Yöntemler Kullanılarak Belgelenmesi ve Restorasyon
Projesi Yapımı için (Tamamlandı)
133.666,43.-TL,
Liman Hamamı Restorasyon Projesi Yapımı için
(Tamamlandı) 57.659,37.-TL ödenek ayrıldı
Turizm Gazetesi, 28.12.2012
|
23 - 29 Aralık 2012
|
NEMRUT'UN HAZİNESİNİN
YERİ BULUNDU

Ceberrut Nemrut
olarak bilinen ve 2 bin 700
yıl önce ölen Salyangoz Kralı Nemrut'un
mezarı ve hazinesinin Bitlis'teki Nemrut
Dağı'nda olduğu öne sürüldü.
Araştırmacı yazar
Mehmet Törehan Serdar, uzun zamandan beridir
yaptıkları araştırmalar neticesinde Bitlis'teki
Nemrut Dağı'nda Ceberrut Nemrut olarak bilinen
ve 2 bin 700 yıl önce ölen Salyangoz Kralı
Nemrut'un mezarının ve hazinesinin yerini tespit
ettiklerini söyledi. Bitlis'teki Nemrut'un
Adıyaman'daki Nemrut Dağı'yla sadece isim
benzerliğinin olduğunu ifade eden Mehmet Törehan
Serdar, "Bitlis'teki acımasız kral Ceberut'un
Nemrut gibi zalim olması sebebiyle halk
tarafından bu dağa Nemrut ismi verilmiştir."
dedi.
Milattan önce 700
yıllarında Gürcistan krallığı ile Trabzon
krallığı arasında savaş çıktığını ve çıkan savaş
sonrasında Gürcistan krallığının Trabzon
krallığını yendiğini anlatan Serdar, Trabzon
kralının büyük oğlunun Gürcistan askerlerinden
kaçarak Nemrut Dağı'nı mesken seçtiğini
kaydetti. Bu şahsın çok acımasız olduğunu ifade
eden Serdar, "Halka zulmetmeye başlayınca halk
da bu kişiye Nemrut ismini veriyor. Nemrut
dağını kendisine yayla olarak seçmiş yani yazın
burada yaylada kalmıştır. Daha sonra ölünce de
büyük hazinesi ile birlikte nemruta
defnedilmiştir." diye konuştu.
Bitlis'teki
Nemrut'un lahit mezarının yerini tespit
ettiklerini kaydeden Serdar şöyle konuştu:
"Bununla ilgili bir belgeye ulaştık. Belge şu an
elimizde. Bizim tespit ettiğimiz ve Grekçe
olarak yazılan belgelerin gösterdiği nemrut
dağında salyangoz kralı Nemrut'a ait lahit kral
mezarını ve savaşa neden olan vazoyu bulduk.
Bunu bilim adamlarına yetkililere ve Kültür
Bakanlığı'na iletiyoruz. Mezarın ve hazinenin
tahrip edilmemesi açısından nokta yeri şu an
için gizli tutuyoruz. Defineciler tarafından
tarumar edilmesinden tahrip edilmesinden
korktuğumuz için yerini tam olarak söylemiyoruz.
Sadece Nemrut dağında olduğunu ve yerini kesin
olarak tespit ettiğimizi söyleyebiliriz. Bahar
ayına kadar yerinin neresi olduğu saklı
tutacağız. Bahar ayında İstanbul'dan gelecek
araştırmacı dostumuzla beraber belgesiyle
beraber tam olarak neresi olduğunu göstereceğiz.
Nemrut'ta yerini kesin olarak tespit ettiğimiz
Nemrut dağında büyük bir lahit mezarın
içerisinde bir kısmında cesedi bulunuyor bir
katında ise büyük bir hazinesi bulunuyor."
Haber 7, 28.12.2012
|
"ORASI KİLİSEMİZ, HALI
KURSU DEĞİL"

1870’te Diyarbakır
Ermeni Protestan Surp Pirgiç Kilisesi olarak inşa
edildi. 113 yıl sonra, 1983’te Vakıflar Diyarbakır
Bölge Müdürlüğü ‘hayır ve hizmeti kalmadığı
gerekçesiyle’ el koydu. 2010’da yine aynı kurumca
onarıldı ve Sur Kaymakamlığı’na kiraya verilerek
Kadın Merkezi haline getirildi. 339 bin liraya mal
olan kilisede kadınlara gümüş telkari işlemesi, ipek
dokumacılığı öğretilmeye başlandı.
Tarih 2012’yi gösterirken Ermeni Protestan cemaati
el koyunlan vakıflarını ve bağlı kilise binasını
geri isteme kararı aldı. Kilisenin son başkanı
Ohannes Gülsatar’ın oğlu Erol Gülsatar ve
Ortadoğu Ermeni
Protestan Kiliseleri Birliği
Türkiye Sorumlusu
Kirkor Ağabaloğlu’nun girişimiyle başlatılan süreçte
önce Diyarbakırlı 10 Ermeni bulundu. Erdal Gülsatar,
Edip Daşkıran ve Murat Bulmuş’tan oluşan 3 kişilik
geçici yönetim kurulu ve sekiz kişilik üye listesi
oluşturuldu. Bu imzalarla Diyarbakır’daki Vakıflar
Bölge Müdürlüğü’ne bir dilekçe verildi ve vakfın,
dolayısıyla da kilisenin iadesi istendi.
Dilekçede kilisenin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce
bugüne kadar fiziki durumu korunmuş olsa da
şimdilerde amacı dışında halıcılık kursu faaliyetine
sunulduğu belirtildi. Diyarbakır’daki ve çevre
illerdeki cemaat üyelerinin yer ihtiyacı duymaları
nedeniyle kilisenin vakfa teslim edilmesi istendi.
Cemaat şimdi 26.12.2012 tarih ve 4100 sayı numarası
ile kabul edilen dilekçenin yanıtını bekliyor.
Dilekçenin hazırlanmasına öncülük eden Ağabaloğlu
bir zamanlar Türkiye’de azınlıklara karşı nefret
duygusuyla hareket edilmesine karşın zaman içinde
Türkiye’de çok şey değiştiği görüşünde: “Yüz yılın
bin yılın hesabını yapmıyoruz. Bugün halihazırda bir
cemaat var. Ermeni cemaatine ait mallar var. Bir
şekilde devletin elinde. Diyarbakır’da Protestan
Ermeni kalmadı; ama aynı cemaat yok da olmadı. Bir
ucu
İstanbul ’da. O
kilise cemaatin parasıyla cemaat için yapılmıştı.
Dürüstlük, ahlak ve onur burasının Ermeni Protestan
cemaatinin malı olduğunu kabul etmekten geçer.”
Ağabaloğlu, devletin İslami vakıfların mallarına da
ey koyabildiğini ama aslına uygun olarak
kullandığını da hatırlattı: “Hıristiyan cemaatlerin
mallarını aslına uygun kullanmıyor. Devlet ya
satıyor ya ihtiyaçları doğrultusunda kullanıyor.
Spor salonu, hastane, kışla, halı kursu oluyor.”
Kilis’te ve Gaziantep’te, İstanbul’da da
Halıcıoğlu’nda böyle binalar olduğunu söyleyen
Ağabaloğlu, “Başka yerlerde de olabilir; ama
bilemiyoruz. Biz devletten doküman istiyoruz ama
vermiyor” diye konuştu. Diyarbakır’daki vakfın son
başkanı Ohannes Gülsatar’ın oğlu Erdal Gülsatar ise
“Son yıllardaki gelişmeler bir ümit oldu bizim için.
Bir deneyelim dedik” derken vakfın iadesi için
umutlu olduğunu belirtti.
Diyarbakır Protestan
Kilisesi Vaizi Ahmet Güvener: Diyarbakır’da
80 civarında cemaatimiz var. Şu anki kilise binası
bize yetmiyor. Bu kilise verilirse kullanırız. Çevre
illerden gelen cemaat üyeleri de hesaba kalırsa daha
da kalabalık oluyoruz.
Hukukçu Sebo
Aslangil: Cemaat var olduğu sürece kurulu
olduğu yerin dışındaki cemaat mensuplarına da fayda
getirmesi söz konusu. Hiçbir cemaat vakfının mazbata
alması mümkün değil.
Radikal, Haber: Enis
Tayman, 28.12.2012
|
DÜNYANIN EN GİZEMLİ
YAPILARI

Travel + Leisure,
Dünya'nın en gizemli yapıları ile ilgili bir seçki
hazırladı.
Esrarengiz olaylar
birçok yerde karşımıza çıkabilir, eskide, modernde,
çözülmemiş, açıklanamayan olanda..
Ama dünyanın en
esrarengiz binaları hesaba katılması gereken önemli
bir kuvvettir.
Travel + Leisure'nın
seçtiği esrarengiz yapılar, ne hakkında tonlarca şey
yazılmış Bermuda Şeytan Üçgeniyle ne de Mısır
Piramitleriyle alakalı. Bu tuhaf orijinal yapılar az
bilinir ve genellikle sır dolu olanlardır. Sonuçta
esrar biraz da otantik olmalıdır.
Gizemli tanımımız daha
geniş ve çeşitli. Bu listedeki bazı yapılar doğa
tarafından canlı canlı yutulmuş gibi. Kumun yuttuğu
fener ya da Meksika'da dağa gömülü bir kilise. Diğer
yapılar ise mantığın sınırlarını zorlayan ya da
yüzyıllar önce esrarengiz bir şekilde insanlar
tarafından terk edilmiş yerler.
Renwick Hastanesi,
Roosevelt Island, New York

Bu terkedilmiş çiçek
hastalığı hastanesi, granit kaplamaları, bindirmeli
parapetleri, mansard çatısı ile Gotham'ın korkunç
tarihini anımsatıyor. Yüz yataklı hastane, önceleri
korkunç hastalıklar yüzünden karantinya alınan
göçmenleri barındırmış. Devam eden 4,5 milyon
dolarlık restorasyon projesi sonunda 2013 yılında
halka açılması planlanıyor. Proje, site üzerinde dev
kelebeklerin yerleştirilmesi konulu bir sanat
projesini de içeriyor.
Loretto Şapeli, Santa
Fe, New Mexico

Bu etkileyici Gotik
dönem kilisesinin spiral merdivenleri zemin katı
merkezi bir taşıyıcı olmadan çatı katına bağlıyor,
metal yerine ahşap çiviler kullanılmış bu merdiven
tam bir ahşap işi şaheseri.
Söylenenlere göre 1878
senesinde isimsiz bir marangoz ustası merdiveni
yapmış ve parasını almadan ortadan kaybolmuş.
Buralara yolunuz
düşerse, La Posada de Santa Fe'nin hemen köşesinde
Victoria döneminden kalma bir konut, sanatla dolu
bir pansiyona dönüştürülmüş, belki burada
kalabilirsiniz. 100 numaralı oda eskiden sahibi olan
Julia Stabb'ın yatak odasıymış ve ruhunun buraya
dadandığı söyleniyor.
Kolmanskop Diamond Camp,
Skeleton Coast, Namibia

Portekizler Namibia'daki
Elmas Kıyısını "cehennemin kapıları" olarak
adlandırırken, yerliler ise bu bölgeyi, "tanrının
kızgınken yaptığı alan" olarak kabul ediyor. Kıyı
"iskelet" adını, balina endüstrisi dolayısıyla
yapılan balina avlarının iskeletlerinin tüm kıyıyı
kaplamış olmasından dolayı alıyor, bugün, 1.000'den
fazla iskelet kalıntısı yağmalanmış ve bu bölge
sonrasında terkedilmiş elmas kampları sebebiyle
"elmas kampı" adını almış. Elmas madeninin
yöneticisinin terk edilmiş evi, döküntüler arasında
çöl kumları tarafından ele geçirilmiş .
Elmas avcıları zamanında
bu bölgeye dadanmış. İlginç biraz da korkunç olan
1960 yılında balta ile kesilmiş kafatasları burada
bulunmuş.
Bu bölgeyi ziyaret
etmeye karar verirseniz diye; Namibia'nın tehlikeli
tepelerinde çitalar ve aslanlarla bir safariye
çıkılabilir ya da 3 saatlik manzaralı tur ile batık
mayınlarla dolu İskelet Kıyısı'nı
seyredilebilirsiniz.
Skara Brae, Orkney
Islands, İskoçya

Daha önce bir Pictish
Köyü olduğu düşünülmüş, bu devasa ve gizemli Skaill
Sahilleri'nde yer alan Orcadian Köyü hala kazılıyor
ve bize her gün Avrupa'nın -Kelt Dönemi sonrası- ile
ilgili yeni bilgiler veriyor. Bu köy 5.000 yıllık
alan Mısır piramitlerinden daha eski bir tarihe
sahip.
Köy binlerce yıl önce
kurulmuş olmasına ragmen, Skara Brae'de ki binalar
iyi bir durumda kalabilmişler. Arkeologlar burada en
son yaşayanların neden ayrıldıklarını bilmiyorlar
ama birçokları bir felaket yüzünden terk edildiğine
inanıyor.
Woodchester Mansion,
Cotswolds, İngiltere

Taştan yapılmış yaratık
bezemeli süslemeleriyle bu 19. yy'a ait Gotik
konutun tepesinde bir kule var, ikonik öğelerle
kaplı ve bal rengi kireç taşıyla yapılmış. İnşaatı
sırasında, Katolik sahibi ölünce, 1873'te
terkedilmiş.
Cadılar Bayramı veya
doğa üstü bir gece için çok uygun olan ev tenha ve
derin bir vadidin ortasında konumlanmış.
2. Dünya Savaşı
süresince, geçici askerler için morg olarak
kullanılmış. Dedikodular koridorlarda gezinen
hayaletlerin vardığından süphelenildiğini söylüyor.
Therme Vals, Vals,
İsviçre

İsveç dağlarının
yukarılarında terminal yolunun sonunda ki bu "termal
banyo" Pritzker ödüllü Peter Zumthor tarafından
tasarlanmış. Danseden kuvars levhalar minimalist ve
yarı endüstriyel ama fazlaca ürkütücü görüntüsüyle,
ıslakmış gibi görünen çarpıcı bir labirent
yaratıyor.
Akustik bölme dar bir
tünele giriyor ve duvarın titremesiyle saunadakilere
unutulmaz işitsel bir deneyim yaşatıyor.
Yaxchilán, Chiapas,
Meksika

Bu belirsiz, 4. yy'dan
kalma, Guatemala sınırında Usamacinta Nehri boyunca
devam eden, sarmaşıklar tarafından ele geçirilmiş
alanda maymun sesleri yankılanıyor. Meksika'nın
diğer kalıntılarının arasında "turistlere serbest"
bir alan olarak göze çarpıyor. Ziyaretçiler botlarla
gelip labirente giriyorlar. Kireç taşından yapılmış
binanın cephesindeki "Ay kafatası'"işlemeli,
hükümdarlara ithaf edilmiş, alçıdan yapılmış
dekoratif paneller binayı süslü kılıyor.
Yaxchilan 9. yy'da
esrarengiz biçimde terkedilmiş, ama nehrin her
tarafındaki kazıklar, bir asma köprünün
kalıntılarıymış gibi görünüyor, ki asma köprü Batı
Dünyası'nda çok daha sonra keşfedilmişti.
Rubjerg Knude Feneri,
Hjørring, Danimarka

1900'lerde inşa edilmiş
bu gözcü kulesi, kumun onu yutmaya başlamasıyla
1968'de terkedilmiş. 75 metre uzunluğundaki yapı,
kum erozyonları sebebiyle muhtemelen önümüzdeki 10
yıl içinde tamamen kumun altında kalacak. Bu bilgi
insana kumun altında bir yerlerde, birçok Antik
Viking eserinin olabileceğini düşündürüyor.
Kule denizden en az 656
metre yukarda, 200 metre uzaklıkta inşa edilmiş, tüm
kurtarma giririşmlerine rağmen, yıllar içinde kum
onu tamamen yutacak.
San Juan
Parangaricutiro, Michoacán, Meksika

1943'te Meksika
taraflarındaki Michoacan'da meydana gelen volkan
patlamasında, San Juan Parangaricutiro ve Paricutin
köyleri tamamen lavlar altında kalıyor.
San Juan
Parangaricutiro'nun tepesindeki haç kulesi o derece
yıkıcı bir lavdan kurtulmuş tek alan, kilisenin
sunağı tamamen yok olmuşken, kilisenin diğer tarafı
hala girilebilir durumda.
Coral Castle, Homestead,
Florida

1100 tonluk kireçtaşı
kayalarından yapılmış bu yapı -Stonehenge'den daha
büyük- Miami'nin hemen kuzeyinde, 1923-1951 yılları
arasında , Edward Leedskalnin adında genç ve bekar
bir adam tarafından, düğününden bir gece önce onu
terk eden aşkı için yaptırdığı bir ev.
Peki bunun nasıl
yapmıştı? Terkedilmiş bu adam belki de Piramitler'in
sırrını biliyordu. Diğer detaylar ise; harç
kullanılmamış olması, yapının fizik kurallarına
meydan okuması, yıllardır bilim adamlarını
şaşırtıyor.
National Library,
Kalküta, Hindistan

Ziyaretçiler 250 yıllık
kütüphanenin perili salonlarıyla ilgili uzunca bir
süre konuştuktak sonra, 2010 yılında, penceresi,
kapısı ve girişi olmayan saklı bir oda hakkında iyi
niyetli bir gizem yaratıldı. 200 yüzyıldır kimse
odaya girmemişti ama Milli Kütüphane'nin yetkilileri
bu odaya girmek ,duvarı delmek için izin talep
ettiler. 6 aylık bir araştırmanın sonunda,
yetkililer arkeologların iddialarını haksız
çıkarttı. Odanın ne bir işkence odası, ne bir hazine
odası ne de bir mezar olmadığı anlaşıldı. Oda,
binanın temelini güçlendirmek için daha bina
yapılırken konan çamur dolu bir bloktu.
Porta Magica, Roma

Bu kalıntı tamamen dış
mekanda bulunuyor, ancak Roma'nın Esquilino
bölgesinde Piazza Vittorio'nun gizemini gözden
kaçırmak çok kolay. "Porta Magica" (Sihirli Kapı)
17. yy'da yaşayan, metali altına dönüştürmeyi
takıntı haline getiren Massimiliano Palombara'nın
villasına giriş için kalan tek şey. Bir simyacı
Palombara'ya formülü verir, ama Palombara onu
okuyamaz. Ne yapacağını bilemez ve yerel bir
simyacının geçerken bu dili tanıyıp, bu şifreyi
çözebileceğini umarak tarifi evinin kapısına yazar.
Formül hala orada durmaktadır, birilerinin gelip
sırrı çözmelerini beklemektedir.
St. Mary Magdalene
Kilisesi, Rennes-le-Chateau, Fransa

Bu klisenin gizemi
Fransız yazar Dan Brown'ın romanlarında ele alınır.
Bir inanışa göre, Bérenger Saunière,
Rennes-le-Chateau Köyü'nde 1900'lerde yaşamış bir
rahip, 11. yy'da yaşamış bir tarikat olan
Kathar'ların hazinesini bu ibadet evinde buluyor. Bu
saklı hazinenin Romalılar tarafından MS. 70 yılında
Kudüs tapınağından çalındığı söyleniyor.
Newport Kulesi, Newport,
Rhode Island

Newport'un Touro
Park'ının çevresinde yüzyıllardır dedikodular
uçuşmakta. Bu bir gözlem evi miydi? Bir rüzgar gülü
müydü? Kimse bilemiyor. 28 metre uzunluğunda ve 500
yaşında olduğu tahmin edilen yapı dünyadaki diğer eş
değer örnekleriyle kıyaslanırsa, 5.000 yıllık
Stonehenge'de dahil olmak üzere, ilginç şekilde
konumlanmış ve mükemmel hizalanmış. Kimi
arkeolojistler Kolombiya öncesindeki dönemde,
Amerika'daki iletişim yöntemlerinin kanıtı olarak
görülüyor.
Maunsell Sea Forts,
North Sea, İngiltere

İngiliz Kraliyet
Donanması tarafından 2. Dünya Savaşı sırasında inşa
edilen bu esrarengiz Star-Wars kuleleri, şimdi
Suffolk, İngiltere açıklarında, Sealand Prensliği
olarak da bilinen Güney denizi civarında öylece
terkedilmiş. Bu yalnız kuleler için, tuhaftır ki,
kendi kendilerini ulus-devlet kabul eden Bates
ailesi tarafından telif hakkı talep edilmiş.
Mont Sainte-Odile,
Fransa

Fransa'nın uzağındaki
Vosges Dağları'ndaki bu manastırda antika kitaplar
kaybolmaya başlayınca, spekülasyonlar, insanları,
hatta polisi bile, gizli geçitlerin olabileceğine
inandırdı. Bu düşünce haklı çıktı, bir kütüphane
araştırıldığı zaman, kimsenin haberdar olmadığı, ip
halatlarla çatıya ve ortak alanlara bağlanan gizli
bir geçit ortaya çıktı. Soruşturma açıldı ve
hırsızın, bu gizli geçitleri gösteren eski bir
haritayı ele geçirmiş bir öğretmen olduğu öğrenildi.
Gizem -şimdilik- çözülmüş oldu.
Arkitera, Kaynak:
Travel + Leisure,
Yazar:
Adam H. Graham,
Çev.: Tuba Özkan, 27.12.2012
|

Tarihi, kültürel mirasa
sahip çıkmak için her türlü çabanın gösterildiğini
ve bütün imkanların kullanıldığını belirten Antalya
Valisi Ahmet Altıparmak, “Kemer’deki Selçuklu Av
Köşkü’ne katkılarımız sürüyor” dedi.
Antalya Valisi Ahmet Altıparmak, Kemer’den Side’ye,
Alanya’dan Kaş’a kadar birçok proje, planlama ve
uygulama çalışmalarının devam ettiğini ifade etti.
Tarihi, kültürel mirasa sahip çıkmak için her türlü
çabanın gösterildiğini ve her türlü imkanı
kullandıklarını belirten Vali Altıparmak, ‘Taşınmaz
Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı’
hesabından bu kapsamda verilen destekleri bizzat
takip ettiğini söyledi. Vali Altıparmak, katkı payı
hesabının belediyelerle işbirliği içerisinde
kullanılması konusunda Kaymakamlıklara genelge
çıkardığını ifade ederek, “Koruma ve kollama var
olanı muhafaza ile mümkün ve yeterli olmaz. Aynı
zamanda bunların aslına uygun olarak restorasyonunun
yapılması, yenilenmesi, tamirat isteyenlerin tamir
edilmesi ve işlevlendirilerek ayağa kaldırılması
büyük önem arz etmektedir” dedi.
“AV KÖŞKLERİNE KATKILARIMIZ SÜRÜYOR”
Kaymakamlardan ve belediye başkanlarından gelen
projelerin mutlaka destek göreceğini ifade eden Vali
Altıparmak, “Çalışan, işini takip eden bölgesindeki
tarih ve kültür varlıklarına sahip çıkmak isteyen
belediye başkanlarımıza, kaymakamlarımıza desteğimiz
sürecek. Örneğin Thyce Tapınağı’nı ayağa kaldırdık.
Yine örneğin Alanya Demirtaş’taki ve Kemer’deki
Selçuklu Av Köşklerimiz ile Alanya Kalesi içerisinde
yer alan eserlere de katkılarımız sürüyor” diye
konuştu. Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına
Ait Katkı Payı hesabından destek verilen uygulama ve
onarımlar ise, Akseki Fakılar Mahallesi, 1 pafta, 30
ada, 18 parselde bulunan taşınmazın (Akseki Müftülük
Evi) onarımı ve çevre düzenlemesi için
230.030,65.-TL, Akseki Kültür Evi restorasyonu ve
çevre düzenlemesi işi için 232.659,35.-TL, Perge
ören yeri Demetrios Apollonios Takı onarımı işi için
480.000,00.-TL, Antik Perge Tiyatrosu I. Kısım acil
su drenajı işi için 80.000,00.- TL, Alanya Kalesi
480 ada, 1 parselde bulunan Kale ana giriş kapısı ve
etrafındaki surlar İle giriş kapısının güney
bölümündeki Burç ve surların restorasyon
uygulamasının ve çevre düzenlemesinin yapılması için
170.891,35.-TL ,Alanya Kalesi, Hisariçi Mahallesi,
320 ada, 1 parselde bulunan tescilli taşınmazda
restorasyon uygulaması yapılması için
325.224,02.-TL, Alanya Tophane Mahallesi, 288 ada, 5
parselin kamulaştırılması için 75.310,00.-TL, Alanya
Kalesi Tophane-Tersane yürüyüş yolu yapılması işi
için 102.246,08.-TL, Alanya Tersanesi’nin iki
gözünde restorasyon uygulaması işi için 202.038,12
.-TL, Alanya, Çarşı Mahallesi, 393 ada, 4 parselde
bulunan tescilli taşınmazın restorasyon uygulaması
işi için 175.854,34.-TL, Demre, Beymelek Kalesi
restorasyon projesi uygulama için 371.415,42.-TL,
Antalya Kaleiçi Yat Limanı Kentsel Tasarım ve Çevre
Düzenlemesi uygulamaları için 1.635.253,12 .-TL,
Andriake Liman Yerleşimi, Onurlandırma Anıtları
restorasyon uygulaması için 281.728,41.-TL, Gazipaşa
Pazarcı Mahallesi, 33 Ada, 14 parselde bulunan
yapının restorasyonu yapım için 182.499,08.TL,
İbradı Mezarlığı çevre düzenlemesi uygulaması işi
için 85.000,00.-TL, Patara çevre düzenlemesi
uygulaması (1. Etap) İşi ödeneği 493.020,33.-TL,
Patara Deniz Feneri onarımı işi ödeneği 780.000,00
.-TL, Patara Deniz Feneri Onarımı işi
için246.668,43.-TL, Işıklar Öğretmen Evi (Eski Vali
Konağı) restorasyonu ödeneği 700.375,50.-TL, Antalya
Etnoğrafya Müzesi çatı onarımı ödeneği
131.095,52.-TL, Kalkan (Kültürevi) Nahiye Binası
onarım işi ödeneği 98.281,41.-TL, Antalya Korkuteli
Fatih İlköğretim Okulu eski binası işlev değişikliği
proje uygulaması için 163.328,17.-TL, Kalkan Tarihi
Kent Merkezi Koruma ve Geliştirme İmar Planı
dahilindeki yolların kaplanması ve yağmur suyu
kanalı yapımı için 570.072,35.-TL, Kepez Belediyesi
sınırları içerisindeki 9 adet tescilli sarnıcın
çevre düzenleme proje uygulamaları işi için
381.848,80.-TL, Ormana Belediyesi Konuk Evi
restorasyonu yapımı işi için 96.317,90.-TL, Side
Thyce Tapınağı restorasyonu yapımı için
488.336,34.-TL ödenek ayrıldığı açıklandı.
Kemer Gözcü, 27.12.2012
|
ROMA KALINTILARI İÇİNDE
KAMUSAL ALAN TASARLAMAK





Cevabı verilmesi zor bir
soru: Bir arkeolojik alan içerisinde park ihtiyacını
nasıl çözersiniz?
Eğer İspanya'daki kent Daroca'nın yetkilileriyseniz
işi biraz daha ileriye götürüp, Sergio Sebastian
Franco'yu davet ederek kendisine bir konferans
salonu ve müzenin yıkıntılarla birleşebildiği bir
kamusal alan oluşturursunuz.
Arkeoloji ekibi alanda
10. yüzyıla ait Müslüman konutları, 5 adet kemer,
bir kısmı günümüze ulaşabilmiş, Roma döneminden
kalma bir cadde ve 1. yüzyıldan 2 silo buldu. Bütün
bu yıkıntılar modern tasarımla bir bütünlük
içerisinde ele alındı.
Cam cepheyle büyük bir
bölümü yeraltında bulunan kemer ve konutların bazı
kısımlarının görünmesi sağlandı. Tasarımın ilk
katında konferans salonu, ikinci katında küçük
ölçekli bir müze ve özel toplantı salonları, üçüncü
katta ise alanda bulunan seramik ve sikkelerin
sergilendiği bir mekan tasarlandı. Yeraltında ise
gıpta edilecek bir otopark alanı yaratıldı.
İç mekanda çelik, ahşap,
betonarme ve cam sorunsuz bir şekilde kemerler ve
duvarlarla birleştirildi. Taş patikaların böldüğü
mekan, aynı zamanda antik kentin dar sokaklarını da
yansıtarak kentin geçmişi ve günümüzdeki durumunu
ortaya koyuyor.
Arkitera, Kaynak: Frame,
Yazı: Betül Atasoy, 27.12.2012
|
"KİMSE YUNUS'U
SANSÜRLEYEMEZ"
Yunus Emre'nin dizelerinin sansürlenmesinden girdik,
restorasyonu süren İstanbul AKM ve yıkılması
gündemde olan tarihi Emek Sineması'ndan çıktık.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, bir yılı
değerlendirdi.
YUNUS’A SANSÜR OLMAZ:
Yunus Emre,
Anadolu ’nun en
özgün ses bayraklarından birisidir. Yüzyıllardan bu
yana Yunus’a ait olduğuna inanılan dizeleri büyük
bir sevgiyle ve coşkuyla okuyageliriz. Bu açıdan
kimse Yunus Emre’ye ait olduğuna inandığımız sözleri
kesemez, kısamaz, sansüre uğratamaz. Hangi amaçla
olursa olsun, bu sözleri kesmeye, kısmaya kimsenin
hakkı yok. Esasen Yunus Emre’nin bu tür davranışları
ta yaşadığı çağda alaya alan bir dörtlüğü vardır:
“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme/ Seni
sigaya çeken bir Molla Kasım gelir” diye. (Talim
Terbiye Kurulu, okul kitaplarında Yunus Emre’nin bir
şiirini sansürlemişti.)
KANATLI DENİZ ATI 2013 BAŞINDA GELİYOR:
Arkadaşlarımız müze envanterlerini, sergileri
dikkatle takip ediyor. Benim görev dönemimde
yurtdışından gelen eser sayısı 3700’ü aştı. Bu rakam
benden önceki 15 yıl içinde toplam 2 bini
bulmuyordu. Kararlı ve ısrarlı bir takip süreci
götürüyoruz. En son 10 yıl kadar önce Uşak’tan
kaçırılan Kanatlı Denizatı’nın bize aidiyeti
Almanya ’da kabul
edildi. Yılın ilk aylarında Karun Hazinesi’nin en
önemli parçasını ülkemize getirmiş olacağız. Bir
süre
Ankara ’da
sergileyeceğiz, ardından Uşak’ta güvenlikli ve
yüksek nitelikli bir müze yapıyoruz, oraya
taşıyacağız.
BÜTÇEDEN PAY
ARTTIRILAMAYINCA: Bütçe dışında ek kaynaklarımız
var. Bu hükümet ilk defa emlak vergisinden yüzde 10
kesinti yaparak eski eserlerin restorasyonu,
kamulaştırılması ve bakımı için bir kaynak
oluşturdu. Bunu da bütçeye kattığınız zaman yüzde
1’e doğru gidiyor. Bütçenin daha da arttırılması
bizim de talebimiz. Genel bütçe içinden payı çok
fazla arttıramadığımız için bir kanun çıkarttık ve
emlak vergisinden bir fon yarattık. Emlak
vergisinden aldığımız pay, genel bütçenin bize
kültür varlıkları yatırımı için ayırdığı payın
neredeyse iki katına ulaşıyor.
BİLSEM MERDİVENLERİNİ
YIKATIR AKM’Yİ KAPATTIRMAZDIM: Bakanlığım dönemince
‘keşke bunu böyle yapmasaydım’ dediğim bir olay var:
AKM’nin 2010 yılının başında kullanılabileceğini
umut ettim. 2008’in sanat mevsiminin sonunda hemen
kapattım ve içini boşalttım ki bir an önce yeni
proje sahipleri girsin diye. Ama kendini bilmez
birkaç kişi yargıya başvurdu. Yok yukarıya lokanta
yapacaklar. Aşağıda gişelerin yerini
değiştirecekler. Projeyi iptal ettirdi. Ne yazık ki
AKM’yle daha uğraşıyoruz. Başımıza böyle bir iş
geleceğini bilseydim merdivenleri yıkatır, perdeleri
sildirirdim, AKM de devam ederdi. Kapanması yerine
bence böyle devam ederdi. 80-90 milyonluk proje
bilim kurulundan geçti ama idare mahkemesinden
geçmedi. 3-4 yıldır AKM karanlıkta. Şimdi
restorasyonla uğraşıyorum. Buna çok üzgünüm. Bu
insanlara karşı AKM’nin kapalı kalması beni çok
üzüyor. Yılın sonunda inşallah açılacak. Eski proje
olsaydı çok ışıltılı olacaktı. Çok farklı bir şey
düşünmüştük. İçerdeki konserlerin bazen dış yüzüne
de yansıyacağı, Taksim’de ahalinin de
seyredebileceği bir AKM düşünmüştük. Hem geleneği
bozmayacak hem de modern teknolojiyi bütünüyle
yansıtacak bir projeydi. Şimdi de çok ciddi bir
proje yapıyoruz ama hem zamandan kazanacaktık hem de
daha teknolojik düzeyde daha yüksek bir proje
olacaktı.
SEVİNÇ GÖZYAŞLARI:
İki olayı unutamam.. Bunlardan biri Zeugma Müzesi
beni çok mutlu etti. Sevinçten gözyaşları dökmüştüm.
İnşaat sırasında 15 kez gittim. Dünya çapında bir
müze çıktı ortaya. Cumhurbaşkanımız Kültür-Sanat
Büyük Ödülü verdi. İkincisi Van’da depreme rağmen
tiyatrocu arkadaşlarımız hiç perdelerini
kapatmadılar. Her gittiğimde çadırda bile olsa
oyunlarını izleyebildim. Bunlar da benim sevinç
gözyaşları döktüğüm olaylar.
GÖKÇEK’E ULUS SİTEMİ:
Tarihsel dokuyla bağdaşmayan kamunun veya özel
sektörün yaptığı çok çirkin yapılar var. Bunların
kaldırılması ve Ulus’un tarihi bir kent merkezi
olarak ortaya çıkartılması lazım. Ulus’ta Heykel’in
arkasındaki çirkin binalar beni çok rahatsız ediyor.
İstasyondan baktığım zaman kalenin görünmesini
engelleyen çirkinlik abidesi ucube yapılar.
Sümerbank’ın arkasında ayaklarını yola çıkartmış
işyeri var… Birinci Meclis’in karşısındaki yapı. Çok
rahatsız edici. Birinci Meclis, İkinci Meclis,
Ankara Palas, Ziraat Bankası… Buradan başlayan ve
Dışkapı’ya giden akış üzerinde, bütün bu son dönemin
çirkin yapıları kaldırdığınızda inanılmaz tarihi bir
doku ortaya çıkar. Bu bir proje olarak var. Ankara
Büyükşehir Belediyesi’nin de taahhütleri var.
Umuyorum ki bu dönem Büyükşehir, Ankara kamuoyuna
verdiği taahhütleri yerine getirmek konusunda somut
adımlar atar. Ulus kent merkezine girmelerini
sabırsızlıkla bekliyorum.
EMEK SİNEMASI, AKM
GİBİ OLMASIN: Emek Sineması bizimle ilgili değil.
Sadece proje açısından bizim kurullarımızla ilgili.
Emek Sineması bilgi sahibi olmadan fikir sahibi
olmanın somut bir örneği. Emek Sineması ile ilgili
konuşanlar bana Emek’in yerini tarif etsinler. Çok
yerde sordum bunu. Kimse tarif edemedi. Hangi
binanın altındadır, sağındadır, solundadır? Emek
nasıl bir mimari yapıdır? Bunları bilmeden konuşan
çok insan var. Oradaki proje oldukça makul bir
proje. Ama ne yazık ki AKM’nin başına gelen Emek’in
başına geliyor. ‘İstemezük’ zihniyeti kamuoyunu
teslim almış vaziyette. Korkarım ki Emek de uzun
süre bu pejmurde haliyle kalır. Halbuki proje oturup
tartışılsa birçok yönden konuşulabilir bir proje.
Radikal, Haber: Tarık
Işık, 27.12.2012
|
TÜRK RESSAMLARIN TABLOLARI 'ALTIN YIL'INI YAŞADI

Antik AŞ'den yapılan açıklamaya göre, Artam
Dergisi'nde, Türk sanatının 2012 yılı müzayede
rekorları açıklandı. Buna göre, 2012 yılı Türk resim
sanatının müzayedelerde en yüksek değerlere ulaştığı
“
altın yıl” oldu.
Türk resminin en değerli 10 çağdaş ve klasik
eserinin toplam fiyatı 15 milyon liraya yaklaşırken,
bu yıl müzayedelerde alıcı bulan en değerli eserler
listesinin ilk sırasında, 3 milyon 280 bin liraya
satılan Osman Hamdi Bey'in “Vazo Yerleştiren Kız”
eseri yer aldı.
Osman Hamdi Bey'in 5 milyon liraya satılan
“Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablosundan sonra
Türkiye 'de satılan en değerli ikinci eser olan
yağlı boya tabloyu, Seher Aydınlar satın aldı.
Erol Akyavaş'ın “En-el Hak” isimli eseri, 2 milyar
780 bin liraya Zafer Yıldırım'a satılarak, “çağdaş
Türk sanatı rekoru” kırdı.
Londra Sotheby's müzayedesinde 2 milyon 100 bin
liraya satılan Nejad Melih Devrim'in “soyut”
çalışması yurt dışında bugüne kadar satılan en
değerli çağdaş Türk eseri rekoruna imza attı.
1 - Osman Hamdi Bey'in “Vazo Yerleştiren Kız” eseri
3 milyon 280 bin lira
2 - Erol Akyavaş'ın “En-el Hak” eseri 2 milyon 780
bin lira
3 - Nejat Melih Devrim'in “Soyut” eseri 2 milyon 100
bin lira
4 - Erol Akyavaş'ın “Fallen City I” eseri 1 milyon
641 bin lira
5 - Hasan Rıza'nın “Fatih'in
İstanbul'a Girişi” eseri 1 milyon
260 bin lira
6 - Mübin Orhon'ın “Soyut Kompozisyon” eseri 1
milyon 10 bin lira
7 - Ferruh Başağa'nın “Mavi Akdeniz” eseri 757 bin
lira
8 - Orhan Peker'in “Ayçiçeği Tarlasında” eseri 695
bin lira
9 - Adnan Çoker'in “Retrospektif” eseri 682 bin 500
lira
10. Burhan Doğançay'ın “Özgür olmak için doğmuş”
eseri 630 bin lira.
Radikal, 26.12.2012
******
2012'NİN EN PAHALI 10
TABLOSU
Bu yıl, Türk resim
sanatının müzayedelerde en yüksek değerlere ulaştığı
''altın yıl'' olarak kayıtlara geçti.
Antik AŞ'den
yapılan açıklamaya göre,
Artam Dergisi'nde,
Türk sanatının 2012 yılı müzayede rekorları
açıklandı. Buna göre, 2012 yılı Türk resim sanatının
müzayedelerde en yüksek değerlere ulaştığı ''altın
yıl'' oldu.
Türk resminin en değerli
10 çağdaş ve klasik eserinin toplam fiyatı 15 milyon
liraya yaklaşırken, bu yıl müzayedelerde alıcı bulan
en değerli eserler listesinin ilk sırasında, 3
milyon 280 bin liraya satılan
Osman Hamdi Bey'in
''Vazo
Yerleştiren Kız'' eseri yer aldı.
Osman Hamdi Bey'in
5 milyon liraya satılan ''Kaplumbağa Terbiyecisi''
adlı tablosundan sonra Türkiye'de satılan en değerli
ikinci eser olan yağlı boya tabloyu, Seher Aydınlar
satın aldı.
Erol Akyavaş'ın
''En-el Hak'' isimli eseri, 2 milyar 780 bin liraya
Zafer Yıldırım'a satılarak, ''çağdaş Türk sanatı
rekoru'' kırdı.
Londra Sotheby's müzayedesinde 2 milyon 100 bin
liraya satılan Nejad Melih Devrim'in ''soyut''
çalışması yurt dışında bugüne kadar satılan en
değerli çağdaş Türk eseri rekoruna imza attı.

1- Osman Hamdi Bey'in
''Vazo Yerleştiren Kız'' eseri 3 milyon 280 bin lira

2 - Erol Akyavaş'ın
''En-el Hak'' eseri 2 milyon 780 bin lira

3 - Nejat Melih
Devrim'in ''Soyut'' eseri 2 milyon 100 bin lira

4 - Erol Akyavaş'ın
''Fallen City I'' eseri 1 milyon 641 bin lira

5 - Hasan Rıza'nın
''Fatih'in İstanbul'a Girişi'' eseri 1 milyon 260
bin lira

6 - Mübin Orhon'ın
''Soyut Kompozisyon'' eseri 1 milyon 10 bin lira

7 - Ferruh Başağa'nın
''Mavi Akdeniz'' eseri 757 bin lira

8 - Orhan Peker'in
''Ayçiçeği Tarlasında'' eseri 695 bin lira

9 - Adnan Çoker'in
''Retrospektif'' eseri 682 bin 500 lira

10. Burhan Doğançay'ın
''Özgür olmak için doğmuş'' eseri 630 bin lira
Habertürk, 26.12.2012
|
ANKARA KÜLTÜR MİRASI VE KÜLTÜR EKONOMİSİ ENVANTERİ
TAMAMLANDI

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan yazılı
açıklamaya göre, Bakanlık, Ankara Kalkınma
Ajansı'nın da desteğiyle Ankara Kültür Mirası ve
Kültür Ekonomisi Envanteri Projesi'ni hayata
geçirdi.
İstanbul'dan sonra tamamlanan ikinci kent envanteri
çalışmasında, diğer illerin kültür envanterlerinin
çıkarılması ve tek bir çatı altında toplanması
yoluyla ulusal bir envanter sisteminin oluşturulması
amaçlanıyor.
Kentin kültür mirası ve kültür ekonomisine ilişkin
verileri mimari, arkeoloji, halk kültürü ve kültür
ekonomisi olmak üzere dört başlık altında toplanan
envanterde, kentsel mimari ve arkeoloji
başlıklarında Ankara'daki 2 bin 421 tescilli
taşınmaz kültür varlığına ilişkin bilgiler de
bulunuyor.
Proje kapsamında, Ankara Koruma Bölge Kurulu ve
Yenileme Alanı Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün tüm
arşivi dijital ortama aktarıldı ve Ankara'nın en
önemli müzelerinden biri olan Anadolu Medeniyetleri
Müzesi'nin arşivi dijitalleştirildi. Yeni yıldan
itibaren müze koleksiyonuna ilişkin bilgilere
internet üzerinden ulaşılabilecek.
Yapı, 26.12.2012
|
KAYIP 5. MİNARE
BULUNDU

Yazılı ve görsel basında
yer bulan 'Bitlis'in simgesi 5 minareden biri kayıp'
haberi üzerine yapılan çalışmalar neticesinde kayıp
5. minarenin yeri bulundu.
Türkülere konu, filmlere
ilham kaynağı olan, birçok manide yer alan ve
Türkiye'nin değişmeyen simgeleri arasına giren
Bitlis'teki tarihi 5 minareden birinin kayıp olduğu
iddiası, tarihçileri harekete geçirdi. Yaptıkları
araştırmalar neticesinde kayıp minarenin yerini
tespit ettiklerini söyleyen araştırmacı yazar Mehmet
Törehan Serdar, "Ne zaman yıkıldığını ve nerede
olduğunu bilinmiyorduk. Kayıp minare haberi ilk
duyulduğunda Bitlisler dahil birçok vatandaş şok
oldu. Minare nasıl kayıp dediler ve şaşırdılar. Ama
gerçekten de kayıptı." dedi.
Bilinenin aksine 5.
minarenin Bitlis merkezdeki Hatuniye Camisi'nin
minaresi olduğunu belirten Araştırmacı Yazar Törehan
Serdar, "Daha sonra kayıp minarenin akıbetiyle
ilgili araştırmalar yapmaya başladık. Araştırmalar
bir takım sonuçlar vermeye başladı. İlk etapta
minarenin yerini tespit ettik. Kayıp minarenin
Bitlis merkezde bulunan Hatuniye Camisi'nin minaresi
olduğunu tespit ettik. Bu cami ve minarenin
Abbasiler döneminde Huma Hatun tarafından
yapıldığını öğrendik. Bitlis'in kayıp minaresi
Hatuniye Camisi'ne ait minareydi. Fakat günümüze
kadar cami, çok sayıda badire atlattığı için birçok
özelliğini yitirmiş. Camide bazı eski özellikler
hala duruyor. Fakat minare yok, minarenin nasıl
yıkıldığını bilmiyoruz." şeklinde konuştu.
Şu anda Şerefiye Camisi,
Ulu Cami, Meydan Camisi ve Gökmeydan Camisi adlı 4
tarihi camide 4 minare bulunduğunu hatırlatan
Serdar, yeni süreçte beşinci minarenin ne zaman
yıkıldığıyla ilgili bilgileri araştıracaklarını
sözlerine ekledi.
Bitlis Kent Haber,
26.12.2012
|
ELEŞTİRMENLİK ŞEF GARSONLUK MU OLDU?

Sanat piyasası bu konuda haber
ve eleştiri yapmanın yollarını tıkıyor mu? Ünlü
gazeteci Sarah Thornton böyle düşündüğü için bir
manifesto yayımladı. Türkiyeli eleştirmenler de onu
haklı buluyor.
Güncel sanatın piyasayla ilişkisi ne kadar
belirleyici? Sanat haberleri daha da görünür oldukça
itirazlar da başladı. “Sanat ve sermaye arasındaki
ilişki haberleri nasıl etkiliyor?”, “Sanat eserinin
ederini hangi kıstaslarla belirleyebiliriz?” gibi
sorular sorulurken
İngiltere ’den bir itiraz geldi. Sanatta piyasa
mekanizmasını anlatan ‘Sanat Dünyasında Yedi Gün’
kitabının yazarı (Türkçesi Yapı Kredi Yayınları’ndan
çıktı) Sarah Thornton, manifesto yayımlayarak sanat
gazeteciliğini bıraktığını açıkladı. TAR
Magazine’deki yazısında neden bu kararı aldığını on
maddede anlattı. Yazıyı gorselbellek.blogspot.com
adresinde yayımlanan çevirisinden, kısaltarak
aktarıyoruz. Thornton’ın çevirmene özel notunu da
eklememiz elzem. Thornton, sanat dünyasını terk
etmek gibi bir niyetinin olmadığını, sadece piyasaya
dair haberler yapmaya ara vermek istediğini
söylemiş. Tabii Thornton’un bu kararını Türkiyeli
eleştirmenlere de sorduk. Ve bin ah işittik...
Sanat piyasası hakkında yazmamak için 10 neden
Eserleri yüksek fiyatlara erişmiş olan
sanatçıları çok göz önüne çıkartır.
Kendinizi beyaz Amerikalı erkeklerin tabloları
hakkında gereğinden fazla yazarken bulursunuz.
Sevmediğiniz işleri ve tarihsel bağlamda önemsiz
bulduğunuz sanatçıları onaylar görünürsünüz, çünkü
işin finansal tarafından bahseden haberler sizin
asıl anlatmak istediğiniz öyküyü şekillendirir.
Fiyatlarını arttırmak istedikleri
sanatçıların reklamını yapmaları için
manipülatörlere fırsat verir. Entrikacı
tüccar ve spekülatör koleksiyoner topluluğu, siz bu
rekor fiyatlar hakkında haber hazırlarken bunların
aslında ne gibi dolaplarla gerçekleştiğini ifşa
edemeyeceğiniz gerçeğine güvenirler. Örneğin, Urs
Fischer’in en kötü işleri (koleksiyoner Peter
Brant’ı tasvir eden mumdan heykel) 1.3 milyon dolar
ederken Sherrie Levine’in Fountain (After Marcel
Duchamp) (1991) adındaki bronz pisuarı 1 milyon
doları bile göremediğinde rahatsız oluyorum.
Hiçbir zaman bir düzene oturacakmış gibi
görünmez. Bir hilebazı ifşa edecek yeterli
bilgiyi toplasanız bile, otoriteler bir türlü
aralarında anlaşıp soruşturma açamazlar. Anti-tröst
şubesinden birkaç avukat sizi tanık olarak çağırır,
sonra işin aslında dolandırıcılık şubesini
ilgilendiriyor olabileceğine karar verilir. Ama
kimse işin peşine düşmez.
En ilginç hikayeler hep iftiradır.
Sanat piyasasındaki herkes bilir ki vergi kaçırma
olağan bir olaydır, karapara aklama ise bazı
yerlerde olan bitenin ardındaki asıl itici güçtür.
Ancak yayıncınızın avukatları gayet haklı olarak bu
yasadışılıkların tüm izlerini silerler.
Oligarşiler ve diktatörler havalı değildir.
Zengin insanlarla bir derdim yok. Ancak sanat
piyasasında en çok para harcayanlar arasında bu
paraları korkunç insan hakları sicillerine sahip
ülkelerde kazananlar var. Ama astronomik fiyatların
bir alt tabaklara yaraması gibi olumlu bir sonuç da
var. 20 milyon dolara bir Gerhard Richter
satıldığında paranın bir kısmı daha genç
sanatçıların işlerine yatırılır.
Sanat piyasası ile ilgili yazmak kendini
tekrar eden bir iştir. Bir müzayededeki
akşam satışının ortamı aşağı yukarı tahmin
edilebilir. Açık arttırmalarda 1’den 6’ya kadar olan
lotlar genç ve seksi işlere ayrılmıştır. 13. lot
umulmadık fiyatlara ulaşır. 48’den 55’e kadar olan
lotlarda piyasanın yaşlıları için tozlu işler
satılır. Rakamlar değişir ama hikaye hep aynıdır.
İnsanlar size aptalca hazırlanmış basın
bültenleri gönderir. Bir müzayedenin basın
bülten-lerini okumak kadar sinir bozucu pek az şey
vardır. Güvenilir hiçbir piyasa istatistiği
sunmadıkları gibi tüccarların; “Ne büyük bir
başarıydı”, “Galeri için yeni bir rekorlar yılı” ve
benim favorim olan, “Anlamlı satışlar yaptık” gibi
yavan laflarıyla uzar gider.
Paranın sanatla ilgili en önemli şey olduğu
gibi bir izlenim yaratır. Paranın sesi
diğerlerini kolaylıkla bastırır. Halkın paraya
ilgisi sanat haberlerini gazetelerin sanat
sayfalarından ana sayfaya taşıdı… Ama belki bu
haberleri arka sayfalara alarak sanata daha iyi
hizmet edebiliriz.
Sanat piyasasının nüfuzunu daha da arttırır. Sanat
piyasası güçlü bir medya organı haline geldi.
Piyasanın müze programlarını ve eleştirilerin nasıl
yazılacağını belirler hale gelme nedenlerinden
birisi de müzayede ve fuarların artık neyin haber
olup olmayacağını biçimlendirmesi.
Maaşlar çok kötüdür. Şayet sanat
piyasasını onun hakkında yazacak kadar iyi
tanıyorsanız ve bir miktarda bilgi ve haber
kaynağına sahipseniz aslında ortalıktaki sanat
danışmanlarının çoğundan daha çok şey
biliyorsunuzdur.
Eleştirmenlik bu ülkeye uğramadı
AYŞEGÜL SÖNMEZ :
Sadece Sarah T. değil
Amerikalı eleştirmen Dave Hickey de eleştiri
yazmaktan tiksindiği için “emekliye ayrıldığı”nı
bildirdi. “Yaptığımız bir grup zengin insana
entelektüel şef garsonluk” dedi. Daha ne desin? Çok
koleksiyoner tanıyorum “Senin beğendiğin, yazdığın
sanatçılar zor satılıyor... Bu işi bize bırak”
diyen... Eleştiri zaten bu ülkeye uğrayamadı. Hep
kişisel algılandı... Ama tam da sanatın
ticarileştiği, sergilerin sanat tarihinde bir dönüm
noktası olacağını ekonomi sayfalarından okuduğumuz
bir dönemde, ben mücadeleden, yani yazıdan, salt
yazıdan, fikirden yanayım.
Olağan ama gecikmeli bir karar
EVRİM ALTUĞ:
Türkiye’deki bir
avuç eleştirmen, Thornton’un bu rötarlı
farkındalığının bedelini, bu mesleğin dedikodu zehri
ile itibarsızlaştırılma ve maddi bağlamda fikri
emeğin ucuzlatılma kampanyasının mağdurları olarak,
yıllardır ödüyor. Bundan en çok kaybeden sanatçılar
ve yapıtları olurken, en kazançlı çıkanlar da bu
alanda kumarbazlık yapan kurum veya bireyler.
Thornton bu etik kararı olağan ancak epey gecikmiş
bir karar.
Kültür ortamında değil kültür endüstrisindeymişim
hissi var
AHU ANTMEN: Thornton’a tümüyle
katılıyorum. AICA’nın Zürih toplantısında da bu
konuda bir sunum yapmıştım. Son yıllarda sanat
eleştirisinin işlevi sanat işletmeciliğinde ve
piyasasında yaşanan dinamizm, yayınların muhabir ya
da eleştirmen ihtiyacını arttırırken, bu ihtiyacın
bir tür tanıtıcı metin yazarlığına dönük olduğu,
eleştirel yargıyı dışladığı belirginleşti.
Eleştirmenlik deneyimimden hareketle, 90’larda
kendimi bir kültür ortamında hissederken son
yıllarda belli bir ekonomik sistem içinde
araçsallaştırıldığım hissine kapıldığımı
söyleyebilirim. Yakın döneme kadar sanatçıların
dünyası ön plandaydı, satış aracılığıyla kanon
oluşturmaya, sanat tarihi yazmaya ve yazdırmaya
soyunan galericiler, koleksiyoncular, müzayedeciler
değil. Bu gazetede bile 2010’da ucuz sansasyon
peşindeki bir sanatçının resmi manşete çıkarılarak,
‘Fuardan sonra fiyatı beş milyon olacak’ şeklinde
haber yapılmadı mı? Benim için kırılma noktalarından
biridir o. Türkiye sanat ortamı da dünyadaki seyri
yansıtıyor; ve pek çok sanatçı ve eleştirmen de bu
ekonomik hareketlilikten memnuniyet duyuyor.
Bazılarında ise bu piyasa emperyalizmi fena halde
hazımsızlık yapıyor, ben onlardan biriyim. (Sevgili
editörüm Erkan Aktuğ’un yazmam konusundaki tüm
telkinlerine rağmen belki de bu yüzden tembelleşmiş
olabilir miyim acaba?)
Radikal, Haber:
Sarah Thornton, 26.12.2012
|
MİMAR SİNAN İKİYE BÖLÜNDÜ

Tophane’deki top dökümhanesine ustalar yetiştiren
İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi, Mimar Sinan Müzesi
olarak yeniden yapılıyor. İnşaat alanında Bizans
kalıntıları olduğu yönündeki iddialar, Mimar Sinan
Üniversitesi öğretim görevlilerini ikiye böldü.
Bazı öğretim üyeleri o bölgede Bizans kilisesi
kalıntıları olduğunu, arkeolojik kazı yapılmadan
alelacele bir bina yapmanın doğru olmayacağını
söylüyor. Semavi Eyice’nin yazdığı “Bizans Devrinde
Boğaziçi” kitabında da bu bölgede bir Bizans
kilisesine ait kalıntılar olduğuna işaret edilmiş,
kalıntılar fotoğraflanmıştı. MSÜ Rektörü Prof.Dr.
Yalçın Karayağız ise iddiaların gerçeği
yansıtmadığını ifade etti.
Kalıntı yok, varsa da koruruz
Konuyla ilgili Taraf ’a konuşan Mimar Sinan
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız,
arkeolojik çalışmaların devam ettiğini belirterek,
“Semavi Eyice orada bir Bizans Kilisesi’nin
kalıntılarının olabileceğini ifade ediyor.
Burada bir soru işareti var. Resimde
görülen 19. yüzyıl İmalat-ı Harbiye Usta
Mektebi'nin tonoz temelleridir. Orada
Bizans kalıntısı yok, oradan çıkabilecek
tek şey Tophane Lüleleri olacaktır. Ama
diyelim ki bir Bizans kalıntısı çıktı.
Bu binayı yaptığımız zaman onlar da
içeride korunacak. Projemiz o arkeolojik
alanı bir fanusun içinde muhafaza
edecektir. Yüzeyinde büyük bir cam
olacak, isterlerse insanlar içinde
dolaşabilecekler. Dört ay sonra
arkeolojik çalışmalar bittiğinde orada
Bizans kalıntıları olduğunu iddia
edenler özür dilemek zorunda kalacaklar"
dedi.
Bina yapımı için gerekli bilgi ve belge olmadığı
eleştirisinin de gerçeği yansıtmadığını belirten
Karayağız, "Bu bina orada vardı. Bu rivayet de
değil, hikaye de. Yapının bütün projeleri,
çizimleri, resimleri elimizde. Restitüsyon raporu
var. Bu rapor olmasa kuruldan onay almanız mümkün
değil" şeklinde konuştu.
Müze olacak
Proje doğrultusunda burada bir Mimar Sinan Müzesi
yapılacağını belirten Karayağız, "Ustanın Türkiye ve
dünyada birçok eseri mevcut ama ne bir Mimar Sinan
kütüphanesi var ne bir Mimar Sinan müzesi. Sinan'ın
360 küsur eseri var. Bu eserleri kimse bilmiyor. En
azından bu eserlerin yarısını 1/50 ölçeğinde
maketleriyle birlikte herkesin bilgisine sunalım
dedik. Burada üç katlı bir bina olacak. Giriş
katında iki tane 500'er metrekarelik galeri olacak.
Bu galerilerden biri, geleneksel sanatlar diğeri
çağdaş sanatlarla ile ilgili etkinlikler için yeni
mezunlarımız ve dışarıdan gelenlere açık olacak.
İkinci katında Mimar Sinan Müzesi, Bilgi Bankası,
Araştırma Merkezi yer alacak. Üst katında Araştırma
Merkezi'nin çalışma alanları, toplantı sahaları
ofisleri bulunacak" dedi.
Taraf, Haber: Serkan Ayazoğlu, 25.12.2012
|
KIRŞEHİR'İN KÜLTÜR HARİTASI ÇIKARILIYOR

Ahi Evran Üniversitesi (AEÜ) ile Kent Konseyi'nin
yürüttüğü ortak çalışma ile kentteki insanlarla
yüzyüze görüşülerek Kırşehir'in ''kültür haritası''
çıkarılacak.
AEÜ'den yapılan yazılı açıklamaya göre, kentin
sözlü tarihinin oluşturulması amacıyla başlatılan
çalışma kapsamında, 20 kişi ile yüzyüze görüşülerek,
Kırşehir'in sosyal, kültürel, ekonomik ve politik
yapısı ile ilgili bilgi alındı.
Sözlü tarih çalışmaları kapsamındaki toplam 100 kişi
ile görüşülmesi hedeflenirken, arşivlenen
görüşmelerin sonunda Kırşehir'in ''Kültür
Haritası''nın çıkarılması amaçlanıyor.
AEÜ'ye bağlı Meslek Yüksekokulu öğrencileri
tarafından yürütülen çalışmada görüşülen kişiler
arasında, iş adamı, eski müftü, ayakkabı, saraç ve
marangoz ustası, ev hanımı, eski belediye başkanı,
emekli albay, demirci ve tarım aletleri imalatçısı,
emekli gazeteci, şoförler odası başkanı ve Ahi
babası bulunuyor.
Yapı, 25.12.2012
|
KURİKİ HÖYÜK'TE 2012 YILI KAZISI TAMAMLANDI

Batman Müze Müdürlüğü Başkanlığı ve
Çukurova Üniversitesi'nden Yrd.
Doç.Dr. Elif
Genç'in bilimsel danışmanlığında öğretim üye ve
öğrencilerden oluşan kalabalık bir ekip tarafından
yürütülen Kuriki Höyük kazısı sona erdi.
Batman merkez Oymataş
Köyü yakınlarında yer alan
höyükte temmuz ayında başlayan çalışmalar 20 Aralık
2012 tarihinde sona erdi. Yeni göreve başlayan
Batman İl Kültür Müdürü Cengizhan Başaran, Müze
Müdiresi Tenzile
Uysal ile birlikte Kuriki höyük kazı evini
ziyaret etti. Bu sene yapılan çalışmalar hakkında
bilgi alan Başaran eserleri tek tek inceledi.
Kuriki Höyük'te dördüncü
kazı sezonunu tamamladıklarını ifade eden Yrd.
Doç.Dr.Elif Genç, bu seneki çalışmaları zaman zaman
90 kişiyi bulan bir ekiple sürdürdüklerini, 6 ay
süren kazıda, yönetici ve halkın yaşadığı alanlar
ile mezarlık alanında olmak üzere toplam 11 farklı
alanda kazı yaptıklarını ifade etti.
Gün ışığına çıkartılan
küçük buluntu ve mimari kalıntılar ile Kuriki
Höyük'ün öneminin bir kere daha ortaya çıkarttığına
vurgu yapan Genç, buluntuların bölgenin geçmiş
kültürüne katkı sunacak nitelikte olduğunu ifade
etti.
Bu seneki çalışmalarda
yerleşimin sınırlarını belirlediklerini ve
yerleşenler hakkında daha fazla bilgi elde
ettiklerini belirten Genç, halkın yaşadığı taş
temelli basit mimari planlı evleri, içinde yemek
pişirme kapları, ezme öğütme taş aletleri ile evcil
hayvan kemikleri bize burada yaşayan halkın günlük
hayatları ile ilgili bilgiler sundu. Mezarlık
alanında ise basit toprak ve taştan sanduka mezar
Gömü geleneğini daha önceki senelerden
biliyorduk, bu sene küp mezar
Gömü geleneği ile de karşılaştık. Küp mezarların
sadece çocuklar için hazırlanmış olduğunu gördük.
Günlük hayatı tanımlayan buluntuların yanı sıra bazı
dinsel objeler de ele geçti. Bunlar öteki dünya
inancı hakkında bilgiler sunmaktadır. Altı ay süren
bu zorlu çalışma ile başarılı bir kazı sezonu
geçirdik." şeklinde konuştu.
haberler.com, 25.12.2012
|
CEYLAN DERİSİNE YAZILMIŞ TEVRAT ELE GEÇİRİLDİ

Adana'da polisin düzenlediği
operasyonda 1900 yıllık olduğu tahmin edilen ceylan
derisi üzerine yazılmış Tevrat ele geçirdi.
Olayla ilgili özaltına alınan 4
kişi, Tevrat’ı eskiciden aldıklarını öne sürdü.
Şüphelilerden coğrafya öğretmeni T.N. ise "Ben
bilirkişiyim, incelemem için getirdiler" diye ifade
verdi.
Merkez Yüreğir İlçesi’nde bulunan bir otelde tarihi
eser satışı için müşteri arandığı bilgisini alan
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ne
(KOM) bağlı Mali Büro Amirliği ekipleri çalışma
başlattı. Otel çevresinde önlem alan Mali Büro
Amirliği ekipleri, Ş.C., Y.Ş., T.N. ile S.C.D.’yi
buluştukları sırada yakaladı. Şüphelilerden Ş.C.’nin
çantasında yapılan aramada 1900 yıllık olduğu tahmin
edilen, üzerinde İbranice yazılar bulunan 8 metre 78
santim uzunluğunda 44 santimetre genişliğinde ceylan
derisi ele geçirildi.
Tarihi eser kaçakçılığı iddiasıyla gözaltına alınan
ve Emniyet Müdürlüğü’ndeki ifadelerinde suçlamayı
kabul etmeyen şüphelilerden Ş.C., "Eskicilik yapan
bir arkadaşımdan aldım. Tarihi olup olmadığını
bilmiyorum. Arkadaşım olan T.N.’ye incelemesi için
getirdim" diye savunma yaptı.
Coğrafya öğretmeni olduğu belirlenen T.N. ise,
"Arkadaşım beni telefonla aradı, görüşmek istediğini
söyledi. Otelin yanında buluştuk. Yanlarında ceylan
derisi olduğunu söyledikleri yazıtı getirip
incelememi istediler" diye konuştu.
Gözaltına alınan şüpheliler sorgularının ardından
adliyeye sevk edilirken, İbranice yazılar bulunan
ceylan derisi uzmanların incelemesi için
Ankara ’ya gönderildi.
Radikal, Haber: Fatih Karaçalı,
25.12.2012
|
MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESİ'NE KURUL KARARI ÇIKTI
İstanbul 2 No'lu Koruma Kurulu'nun 28 Kasım 2012
tarihinde okulda yapmış olduğu inceleme sonucu bir
karar çıktı.
Karar şu şekilde:
"135 pafta, 33 ada, 3 ve 18 parsellerde bulunan
tescilli yapılara ilişkin kurulumuzun 14.11.2012
tarih 822 sayılı kararı ile istenen rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projeleri ile yapılacak
uygulamaların tescilli yapılara etkisini açıklayan
teknik raporun ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi kullanımında olan yapıların oluşturduğu
yerleşime ilişkin mimarlık tarihi araştırmasının bir
ay içerisinde kurulumuza iletilmesine; aksi halde
2863 sayılı kanun kapsamında yasal işlem
yapılacağının hatırlatılmasına karar verildi."
Arkitera, Haber: Derya Yazman, 25.12.2012
|
|
MİT EMANETLERİ MÜZEYE TESLİM ETTİ
Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde geçen yaz çok
sayıda eserin kayıp ve sahte olduğuna ilişkin
haberler gündeme gelmiş, eserlerin nerede bulunduğu
sorusu basında yer almıştı. Bunun üzerine bir
açıklama yapan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay Resim Heykel Müzesi'nin 12 Eylül 1980'de
tahribata uğradığını belirtmişti. Yapılan
araştırmada da müze envanterinde yer alan ancak
müzede bulunmayan
tabloların, aralarında Milli İstihbarat
Teşkilatı'nın da bulunduğu kamu kurum ve
kuruluşlarına "emaneten" verildiği ortaya çıktı.
"Emanet" verilen
tabloların 48'i
MİT'te ve
MİT'e bağlı çeşitli bölgelerde bulundu. Bakanlık
tabloların "tablo hırsızlığı iddiası"ndan önce
istendiğini açıkladı. Bakan Günay'ın imzasıyla
istenen
tablolardan Çankaya Köşkü'ndeki 96 eserden 58'i
müzeye geri döndü. Son bilgi Köşk'te kalan diğer
eserlerin de büyük çoğunluğunun müzeye gönderildiği
yönünde oldu.
MİT ise iade sürecinde müsteşarlık düzeyinde
Resim Heykel Müzesi'ne bir ziyaret gerçekleştirdi.
Ziyarette 48 tablonun iadesi görüşülürken, diğer
kayıp
tablolar hakkında da bilgi alındı. Kaynaklar bu
süreçte
MİT'deki 48 tablo başta olmak üzere emanet
tabloların yüzde 90'ının Müze'ye geri döndüğü
bilgisini verdi.
TABLOLAR NEREDEYDİ?
Ankara
Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin envanterinde
kayıtlı olan ve yüzde 90'ı geri dönen eserlerin
bulundukları yerler ve sayıları şöyleydi:
- Milli İstihbarat Teşkilatı: 48
- Marmara Köşkü (AOÇ): 1
- Cumhurbaşkanlığı: 38
- Dışişleri Bakanlığı: 34
- Anayasa Mahkemesi: 3
- Devlet Tiyatroları: 10
- Ziraat Bankası: 10
- Milli Kütüphane: 2
- Devlet sanat galerileri: 382
MİT'in iade ettiği ödünç tablolar arasında
Yalçın Gökçebağ'ın "Uçurtma uçuran çocuk",
Şeref Akdik'in "Manzara",
Feyhaman Duran'ın "Rumelihisarı" ve
Hüseyin Yüce'nin "Peyzaj" adlı eserleri de yer
aldı.
Habertürk, Haber: Aykan Çufaoğlu, 25.12.2012
|
SON OSMANLI EVİ SIRP MÜZESİ OLDU

Sırbistan'ın
başkenti
Belgrad'da,
Osmanlı döneminden kalan ve şehirdeki son Türk
evi olarak bilinen tarihi bina, Sırp dil bilimci Vuk
Karaciç ve şair Dositey
Obradoviç adına
müze olarak düzenlendi.
Osmanlı idaresinde 350 yıla yakın bir süre
kalan, o dönemde 273 caminin ve çok sayıda Türk
mahallesinin bulunduğu Sırbistan'ın başkenti
Belgrad'da, bugün sadece Bayraklı Camisi, eski
Türk mahallelerininse isimleri kaldı. Çok sayıda
caminin yıkıldığı veya amaçları dışında kullanıldığı
Belgrad'da, kent merkezindeki Yevremovi
Caddesi'nde bulunan,
Osmanlı dönemi mimarisiyle dikkatleri çeken
"Türk evi", artık "Sırp
müzesi" olarak hizmet verecek.
Müzenin açılışı için düzenlenen törene,
Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç, Kültür
Bakanı Bratislav Petkoviç ile Sırbistan İslam
Birliği temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.
Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç, törende
yaptığı konuşmada, "Bugün
müzenin bulunduğu bu binada, Sırbistan'ın ilk
yüksek öğretim okulu açıldı ve aynı zamanda çağdaş
ve Avrupai Sırbistan devleti de inşa edilmeye
başlandı" dedi.
Sırbistan'ın önemli düşünür ve şairlerinden biri
olan Dositey
Obradoviç ile Sırp dil bilimci Vuk
Karaciç'in adının verildiğini ifade eden
Nikoliç, "Vuk
Karaciç ile Dositey
Obradoviç bizi bugün görseler tanıyabilirler
miydi veya onların izini takip etmiş miydik
bilemiyorum. Ben Sırbistan'ı utandırmamaya
çalışacağım ve aynısını da sizden bekliyorum" diye
konuştu.
Sırbistan'ın ünlü dil bilimcisi olan Vuk
Karaciç (1787-1864), yazdığı halk şiirleriyle de
Sırp edebiyatının önde gelen şairleri arasında yer
alıyor.
Sırbistan'ın Aydınlanma Çağı dönemi felsefecisi
olana Dositey
Obradoviç (1742-1811) ise Aydınlanma Çağı'ndaki
Sırp ve Güney Slavya'nın en önemli temsilcisi olarak
biliniyor.
TÜRK İZLERİNİN YOK EDİLDİĞİ KENT
Sırpça'da "Beyaz şehir" anlamına gelen
Belgrad'ın bu ismi,
Osmanlı döneminde çok sayıda cami bulunmasından
aldığı söyleniyor.
Osmanlı döneminde 273 caminin bulunduğu kentte
bugün,
Osmanlı'dan kalan ve halen ibadete açık olan
sadece Bayraklı Camisi bulunuyor. Tuna ve Suva
nehirleri kenarına kurulan, Orta ve Batı Avrupa'yı
Ön Asya ülkelerine bağlayan ana yolların geçtiği
Belgrad, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1521
yılında fethedildi. Osmanlı hakimiyetinde olduğu
süre içerisinde özellikle 16. ve 17. yüz yıllarda
gelişen
Belgrad, aynı zamanda önemli bir askeri üs ve
ticaret merkezi oldu. Osmanlı hakimiyeti altına
kaldığı süre içerisinde ise
Belgrad'ın değişik bölgelerine 273 cami ile çok
sayıda han, hamam ve değişik eserler yaptırıldı.
Belgrad'ın 1688 yılında Pasarofça Antlaşması'yla
Avusturya'ya bırakılması üzerine burada bulunan
birçok cami tahrip edildi. Belgrad'ın simgesi
halindeki Bayraklı Camisi de 22 sene boyunca kilise
olarak kullanıldı. Kentin daha sonra yeniden
Osmanlı'nın eline geçmesiyle Belgrad imar edildi,
buradaki camiler de asli görevlerini yapmaya
başladı. Sırp ayaklanmasının ardından 1867'de kesin
olarak Osmanlı'nın elinden çıkan Belgrad'da, daha
sonra yönetime gelen iktidarlar, buradaki Osmanlı
izlerini yok etmek için tarihi eserlere büyük
zararlar verdi. Kentteki Osmanlı'ya ait çok sayıda
cami ve eser yıkılırken, kalan camilerin bir çoğu
ise minareleri yıkılarak sanat galerisi ve değişik
amaçlarla kullanılıyor.
Habertürk, 25.12.2012
|
BİZANSLILAR TARIMDA VERİMİ GÜVERCİN GÜBRESİ İLE
ARTTIRDI
Kayseri'nin Ağırnas beldesindeki eski
Bizans kaya yerleşiminde yapılan araştırmada, şarap
işliği, ahır ve kiliselerin yanı sıra çok sayıda
güvercinlik ile bu güvercinliklere bağlı gübre
toplama ve depoları mekanları bulundu.
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü tarafından, 2005 yılında 1. Derecede
Arkeolojik Sit Alanı ilan edilen ancak bugüne dek
araştırma yapılmayan Ağırnas beldesindeki vadide,
Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın izniyle başlatılan
çalışmanın ilk etabı sona erdi.
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nilay
Karakaya başkanlığında doktora öğrencisi Savaş
Maraşlı, yüksek lisans öğrencisi Derya Güneri ile
lisans öğrencisi Kemal Karaca'dan oluşan ekip,
bölgede yaptığı incelemelerde, Bizans dönemine ait
çok sayıda güvercinlik ile güvercin gübrelerinin ve
köyde üretilen tahılın depolandığı ambarlar ile
kiliseler tespit etti.
Doç.Dr. Nilay Karakaya, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Koramaz Dağı'nın batısındaki Ağırnas
Vadisi'nde ve çevresinde, Bizans dönemine ait kaya
yerleşimlerini araştırdıklarını söyledi.
Erciyes Dağı'nın 15 kilometre kuzeydoğusunda bulunan
Koramaz Dağı'nın, İspile Köyü'nden başlayarak
Pınarbaşı İlçesi'ndeki Uzunyayla bölgesine kadar
uzanan dağ silsilesinin batısını kapsadığını
belirten Karakaya, "Küçük Bürüngüz ve Subaşı köyleri
ile Ağırnas Vadisi'nin kuzey yakasındaki
araştırmalar tamamlandı. Araştırmada, kaya yapıların
ayrıntılı olarak tasvirleri yapılarak fotoğrafları
çekilmiş, detaylı ölçüleri alınarak, plan, kesit,
cephe çizimleri gerçekleştirilmiştir" dedi.
Karakaya, Subaşı Köyü'nün halk arasında "Giyret" adı
verilen kayalık mevkisinde 1 kilise, 2 ahır, 1
güvercinlik ile konut, toplantı salonu, mutfak ve
depo olarak kullanılmış olabilecek mekanlar tespit
edildiğini vurgulayarak, şöyle konuştu:
"Yerleşimdeki kilise serbest haç plan tipindedir.
Yapının zeminindeki mezarlar buranın bir gömü şapeli
olarak inşa edildiğini gösteriyor. Yapının özellikle
örtü sistemi dahil, duvarlarının üst bölümlerindeki
sıva izleri, yapının orijinalde duvar resimleri ile
bezeli olduğunu ortaya koyuyor. Yerleşimdeki sivil
ve dini yapıların azlığı, Subaşı Köyü'ndeki bu kaya
yerleşiminde az nüfuslu bir Bizans topluluğunun
yaşadığını göstermektedir. Yapıların mimari
özellikleri nedeniyle, buradaki yerleşimi 9-10.
yüzyıllara tarihlememizi sağlamaktadır."
Geçim kaynağı gübre
Küçük Bürüngüz Köyü'nde yapılan araştırmalarda ise
sadece bir güvercinlik bulunduğunu dile getiren
Karakaya, bunun Ağırnas Vadisi'ndeki
güvercinliklerle olan ortak mimari özelliklerinin de
dikkati çekici olduğunu anlattı.
Doç.Dr. Nilay Karakaya, Ağırnas Vadisi'nin kuzey
yakasında yapılan çalışmalarda, 2 kilise, 1 şarap
işliği, 27 güvercinlik ile bu güvercinliklere bağlı
27 gübre toplama ve depolama mekanı ile fırın
olabileceğini düşündükleri kaya yapıları tespit
ettiklerini belirterek, şu bilgileri verdi:
"Yerleşimin en yoğun yapı grubunu oluşturan
güvercinliklerin bilimsel olarak daha önce hiç
araştırılmamış olması bu çalışmayı özel kılmaktadır.
Vadideki güvercinliklerin yoğunluğu ve bu yapılara
gösterilen özen, bu Bizans kaya yerleşiminin geçim
kaynağı olarak gübrenin ne derece önemli olduğunu ve
burada bilinçli bir şekilde yoğun gübre üretildiğini
ortaya koymaktadır. Bizans kaya yerleşimlerinde, bu
denli yoğun güvercinlik içeren başka yerleşime daha
rastlanılmamıştır. Güvercinlikler ortak mimari
özelliklere sahiptir. Ayrıca bu yapıların bölgedeki
Türk dönemine ait güvercinliklerle olan ortak mimari
özellikleri de şaşırtıcıdır."
Güvercinlikler özenle yapılmış
Genellikle kare planlı olan güvercinliklerin
piamidal çatı ve yüksek kasnaklı kubbe ile örtülü
olduğunu ifade eden Karakaya, şöyle dedi:
"Bu güvercinliklerin giriş cephesi özenli bir
işçilik göstermektedir. Ayrıca yapıların içindeki
kabartma ve kazıma tekniğinde haç motifleri ile
birlikte piramidal çatılardaki dikey ve çapraz
eksenlerdeki şeritler bölgeye has ünik, önemli
özelliklerdir. Örtü sistemi dahil yapıların
duvarları, güvercin tünek nişleri, zeminde ise yem
ve su tekneleri ile donatılmıştır. Güvercinliklere
bağlı olarak büyük boyutta dikdörtgen ya da düzensiz
planlı gübre toplama ve depolama mekanları vardır.
Mekanların zemininde gübre depolama kuyularının
daire biçimli ağızları dikkati çeker. Bazı yapılarda
bu mekanlar uzun koridorlarla daha derinde bulunan
depo birimlerine açılır. Vadinin güney yakasında
bulunan önemli buluntulardan biri de kilisedir.
Kilise, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı ve
tek nefli, beşik tonoz örtülüdür. Yapının
kuzeyindeki giriş bölümü (narteks) özenli işçilik
gösteren yuvarlak kemerli güney cephesi, bölgenin
önemli yapısıdır. Bu bölümdeki mezar nişleri,
yapının özel bir gömü şapeli olduğunu gösterir."
Karakaya, gelecek yıl araştırmanın Ağırnas
Vadisi'nin güney yakası ile Turan Köyü'nü de sınır
alan bölgenin içinde gerçekleştirileceğini sözlerine
ekledi.
Cnn Türk, 25.12.2012
|
LİBYA'DA OSMANLI'YA SAYGISIZLIK

Ortadoğu ülkelerinde rejim değişikliğine neden
olan
Arap Baharı
tarihi eserlere zarar verdi. Libya’da Selefi gruplar
Osmanlı’dan kalma tarihi eserleri tahrip edince
Dışişleri Bakanlığı harekete geçti.
Libya'da
Osmanlı Dönemi'ne
ait mezarların tahrip edilmesi üzerine Dışişleri Bakanlığı
harekete geçti. Tunus,
Libya, Mısır, Cezayir, Ürdün, Yemen, Irak ve
Suriye'deki Osmanlı eserlerinin envanterini çıkaran
Bakanlık, Büyükelçilikler aracılığıyla Osmanlı
eserlerinin durumuna yönelik 'periyodik' rapor
hazırlatacak. Osmanlı eserlerine ilişkin durumla
ilgili devletin zirvesi Milli Güvenlik Kurulu
toplantısında bilgilendirilecek.
Muammer Kaddafi'nin devrilmesi sırasında Trablus'ta
bulunan Osmanlı mezarlığının tahrip edildiği ortaya
çıktı. Yaklaşık bir ay önce Trablus'ta selefi
görüşleri benimseyen bir grup başta Karamanlı Ahmet
Paşa'nın mezarı olmak üzere toplam 50'nin üzerinde
mezarı tahrip etti. Tahrip sırasında bazı naaşlara
ait kemiklerin de çıkarıldığı görüldü. Osmanlı
mezarlarının tahrip edilmesi üzerine ülkedeki Türk
büyükelçiliği harekete geçerek durum bir "bilgi
notu" şeklinde
Dışişleri Bakanlığı'na bildirildi.
Trablus'ta Meydan-ı Şüheda'da (Şehitler Meydanı)
Osmanlı Kalesi içindeki Karamanlı Ahmet Paşa Camii
avlusundaki ülkede görev yapan Osmanlı paşaları,
çocukları ve askerlerine ait mezarlar gece yarısı
tahrip edildi. Yaklaşık bir ay önce yaşanan olay
sonrasında Türkiye,
Libya nezdinde girişimde bulundu ve Osmanlı
mezarlarına yönelik tahribatın önlenmesi istendi.
Selefiler tarafından mezarı tahrip edilen Karamanlı
Ahmet Paşa 1711 yılında
Libya Karamanlı Hanedanı'nı kuran isim olarak
biliniyor. Tarihçilere göre 1835 yılına kadar hüküm
süren hanedan Osmanlı Devleti'ne sadakat içinde
hizmet etti. Karamanlı Ahmet Paşa'dan sonra yerine
geçen oğlu Karamanlı Mehmet Paşa, Padişah I. Mahmut
tarafından vali olarak tanındı.
Türkiye,
Arap Baharı'nın yaşandığı ülkelerdeki Osmanlı
eserlerinin tespit edilmesi, korunması ve tahrip
edilenlerinin restore edilmesi yönünde adım atıyor.
Dışişleri Bakanlığı tarafından yakın takibe
alınan Osmanlı eserlerinin durumu hakkında periyodik
olarak raporlar tutuluyor. Bu eserlerin fotoğrafları
çekiliyor ve restore edilmesi gerekenler için
çalışma başlatılıyor.
Yurt dışındaki Osmanlı eserlerinin durumuna ilişkin
konu önümüzdeki aylarda yapılacak MGK toplantısında
gündeme gelecek. Konuyla ilgili hazırlanan envanter
ve dokümanlardan yola çıkılarak kurul üyeleri
konuyla ilgili bilgilendirilecek.
Karamanlı Ahmet Paşa
kimdir?
Karamanlı Ahmet Paşa, 1711 yılında Libya’da
Karamanlı Hanedanı’nı kurdu. 1835 yılına kadar hüküm
süren hanedan Osmanlı Devleti’ne sadık kaldı.
Karamanlı Ahmet Paşa’nın oğlu KaramanlıMehmet
Paşa’yı I.Mahmut vali olarak tanıdı.
Bugün, Haber: Gökhan Özdağ, 25.12.2012
|
GÖBEKLİTEPE PİRAMİTLER GİBİ OLACAK

İngiliz The Guardian gazetesinin geçtiğimiz
pazar günü yayımlanan gezi eki, Şanlıurfa’yı ana
sayfadan manşetine taşıdı.
Kevin Rushby imzasıyla yayımlanan yazıda kent
merkezine 20 km mesafedeki Göbeklitepe Höyüğü
tanıtıldı. Rusbey yazısında ayrıca tarihi Urfa
Çarşısı’yla Balıklıgöl’den de bahsetti.
Höyük’le
ilgili hayranlığını belirten Rusbey, Göbeklitepe’nin
yaklaşık 11 bin yıl yaşında olduğunu, ilk kazılara
1995 yılında başlandığını, buranın tarihte
çiftçiliğin ilk başladığı yerlerden biri olduğunu
belirtiyor. Yazıda Göbekli Tepe’nin ileride Mısır
piramitleri gibi önemli seyahat duraklarından biri
olacağını yazıyor. Kazı çalışmalarını yürüten Alman
arkeolog Klaus Schmidt yaptıkları röportaj sırasında
Rusbey’e “Buradaki çalışmalara 18 yıl önce
başladığını, çalışmaların belli bir rutinde olmakla
birlikte hala heyecan verici olduğunu ve kazıların
bitiminin en az 50 yıl alacağını” söylemiş. İki tam
sayfa uzunluğundaki yazıda Londra’dan Urfa’ya nasıl
gidileceği hakkında da bilgi veriliyor.
Hürriyet, 25.12.2012
|
AYASOFYA'DA BİR LEVHA: HIRSIZ LOUVRE

Ayasofya'da 2. Selim Türbesi'ni
ziyaret edenleri, üç dilde yazılmış bir levha
karşılıyor: "Önünde bulunduğunuz bu çiniler
kopyadır. Çinilerimizin asılları ise Louvre
Müzesi'ndedir. Bu, sanat hırsızlığıdır."
Fransa , yıllar önce Ayasofya’nýn
bahçesindeki 2. Selim Türbesi’nden kaçırılan
İznik çini panoyu iade etmeyince, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, yabancı misyon temsilcileri
dahil yılda 600 bin ziyaretçi çeken türbenin
önüne özel levha yerleştirdi: "Bu bir sanat
hırsızlığıdır"
İstanbul ’da Ayasofya Müzesi haziresinde yer
alan 2. Selim Türbesi Mimar Sinan tarafından
inşa edildi. Mimar Sinan, türbenin iç tarafını
tamamen ve dışta da revakların altındaki dış
dıvarları İznik çinileriyle donattı. İznik çini
sanatından mükemmel örneklerin yer aldığı
panolar türbenin giriş kapısının her iki yanına
yerleştirildi. Ancak bugün panolardan solda
olanı, diğerine göre daha soluk renkte. Çünkü
sahte. Orijinal pano ise Louvre Müzesi’nde
sergileniyor.
Sahtesini yaptırmışlar
1882-1896 yıllarında
İstanbul’da dişçilik yapan
Fransız Albert Sorlin Dorigny tarafından
yurtdışına kaçırılan çini panonun yerine sahtesi
takılmış. Kültür ve Turizm Bakanlığı eserlerin
çalındığını belgeleriyle birlikte ortaya
koymasına rağmen Fransa Kültür Bakanlığı,
‘eserlerin Fransız dişçiden satın alındığını ve
faturalarının bulunduğunu’ ileri sürerek
çinileri vermeye yanaşmıyor.
Türkiye tarihi eserini geri alamayınca
Ayasofya Müze Müdürlüğü de eserin çalındığını
anlatan bir bilgilendirme levhasını çalınan çini
panonun önüne koydu. Bilgilendirme levhasında
şunlar yazılı:
“Osmanlı Devleti döneminde 1882 - 1896 yılları
arasında Fransız uyruklu Albert Dorigny
tarafından yapılan restorasyon çalışmaları
sırasında burada bulunan ve 60 karadon oluşan
16. yüzyıl İznik çini pano şaheseri,
restorasyonunun yapılması amacıyla Fransa,
Paris’e götürülmüş ancak Sevr’de taklidi
yapılarak geri getirilmiş ve aslının yerine
monte edilmiştir. Bu durum tamamen güveni kötüye
kullanma ve bir sanat hırsızlığı örneğidir. Şu
an önünde bulunduğunuz bu çiniler asıllarının
bir kopyasıdır. Orijinal çinilerimiz Fransa -
Paris Louvre Müzesi’nde İslam Eserleri
Seksiyonu’nda 3919/2 -265 envanter nosu ile
‘Ayasofya Müzesi’nin haziresinde Sultan 2. Selim
Türbesi’nin çinileri’ bilgisiyle
sergilenmektedir. Çinilerimiz hakkında Fransa
Devleti Kültür Bakanlığı’na yapılan tüm iade
taleplerimize rağmen bugüne kadar maalesef
olumlu sonuç alınamamıştır.”
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerince yeni
başlatılan bu uygulamanın diğer çalınan eserler
için de yapılacağı belirtildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.12.2012
|

|
600 YILLIK CAMİ YANDI
Ankara'da 600 yıllık Tabakhane Camisi'nde çıkan yangın maddi hasara yol açtı.
Altındağ Bentderesi Mahallesi'nde bulunan caminin elektrik tesisatından çıkan yangın, ahşap bölümlerin alev almasıyla hızla yayıldı. Yangına Ankara Büyükşehir Belediyesi ekiplerince müdahale edildi.
Ekiplerin yaklaşık 1 saatlik çalışmasıyla söndürülen yangın, camide büyük çapta maddi hasara yol açtı
Ankara Kent Haber, 24.12.2012
|

Geçtiğimiz yıl
Ankara Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun
5770 sayılı kararı ile 3. Derece sit alanı
kategorisine düşürülen Hisar Tepesi ile ilgili Bolu
Mimarlar Odası İl Temsilciliği ve Ankara Mimarlar
Odasının Koruma Kontrol Kurulunda yürüttükleri
mücadele sonuç verdi ve Hisar tepesi tekrar 2.
Derece SİT alanı statüsüne kavuştu. Bilindiği gibi
Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz tıpkı Fırka
Tepesinde olduğu gibi bu alanı da imara açmak için
ısrarlı çabalar yürütüyordu.Bolu kamuoyunda Bolulu
mimarların zaferi olarak algılanan bu kararı Bolu
Belediyesi Başkanı Yılmaz'ın nasıl yorumlayacağı da
merak konusu oldu.
Bolu'da bulunan Hisar tepesi imarına Mimarlar
Odası Ankara Şubesi'nin itirazıyla Yüksek Kurul
Hisar tepesinin 2. derece arkeolojik sit alanı
olduğuna karar verdi.
Kazılarda birçok buluntuya da rastlanan Hisar tepesi
kararına mimarlardan itiraz geldi. Mimarlar Odası
Ankara Şubesi, Hisar tepesini imara açacak olan
kararın iptali için konuyu, Kültür Bakanlığı Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'na taşıdı.
Arkeolojik sit yüksek kuruldan döndü
Mimarlar Odası'nın itirazını değerlendiren Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu Hisar tepesinin
arkeolojik sit alanı olduğuna karar verdi. Kurul
karar iptalini " Hisar tepesi, 2. derece arkeolojik
sit alanının, 3. derece arkeolojik sit alanına
dönüştürülmesine, ilişkin Ankara Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nun 04.02.2011 tarih ve 5770
sayılı kararını iptaline karar verildi" şeklinde
hükmetti.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan, "Bolu
temsilciliğimizin mücadelesi ile Hisar Tepesi
arkeolojik alanı yapılaşmaya açılmayacak, mimarlık
ve kent kültürünün kuşaktan kuşağa taşınmasında
önemli olan bu tür alanların, kamusal kullanımda
korunarak kalması doğrultusunda verdiğimiz
mücadelede yüksek kurul sesimizi duydu, gelecek
kuşakların Hisar tepesinin değerini bilmesi en çok
istediğimiz şeydir."
Bolu Temsilciliği Yönetim Kurulu Başkanı Semih
Dimicioğlu ise "Hisar tepesi korunması, incelenmesi,
ortaya çıkartılması gereken arkeolojik alan iken
yapılaşmaya uygun hale getirilmiştir. Mimarlar Odası
Bolu Temsilciliği olarak Hisar Tepesi'nin arkeolojik
tepe haline getirilerek Claudiopolis kentinin
akropolünü ortaya çıkarmak için gerek ulusal,
gerekse uluslararası platformlarda çalışmalarımızı
sürdüreceğiz. Üniversite ve turizm şehri olma
yolundaki Bolu'muzun bu değerleri bilmeye, ortaya
çıkarmaya, korumaya, yaşatmaya, ve sürdürülebilir
turizme kazandırmaya ihtiyacı vardır." şeklinde
konuştu.
Bolu Gündem, 24.12.2012
|
ATİK ALİ PAŞA CAMİSİ YENİLENİYOR

Zincirlikuyu, Karagümrük, Vasat Ali Paşa camileri
olarak da bilinen Atik Ali Paşa Camii, İstanbul İl
Özel İdaresi tarafından 2 milyon 116 bin TL bedelle
tarihe kazandırılıyor.
Zincirlikuyu, Karagümrük, Vasat Ali Paşa camileri olarak da bilinen
cami, birçok kez onarım gördü. 1648 depreminde son
cemaat kemerleri tamamen, minaresi de şerefesine
kadar yıkılan caminin 1960'lara kadar ahşap olarak
kalan son cemaat yeri, temel izlerine göre yeniden
yapıldı.
Yenileme çalışmalarının devam ettiği camide
geçici çatı yapımı tamamlandı. İç mekandaki sıva,
kurşun sökümleri ve minaredeki çalışmalar ise devam
ediyor. 2 milyon 116 bin TL ile yenilenen Atik Ali
Paşa Camii'nde restorasyon çalışmalarının 2014
yılında tamamlanması hedefleniyor.

Mimari yüzü
II. Bayezid devri sadrazamlarından Atik Ali Paşa
tarafından yaptırıldığı bilinen cami iki sıra kesme
taş, üç sıra tuğla ile inşa edilmiştir. Plan olarak
iki kare ayak üzerinde altı kubbelidir. Son cemaat
yeri de kesme taştan kare dört ayaküstünde üç kubbe
ile örtülüdür. Kemerlere isabet eden yerlerde, dış
duvarlarda istinat ayakları mevcuttur. Kemerler son
tamirde dışta taş, içeride tuğla ile örülmüştür.
Altta ve üstte sekizer pencere vardır. Ayrıca mihrap
duvarında üstte iki yuvarlak pencere daha bulunur.
Cümle kapısı da kesme taştan dışarı çıkık, üstte
sivri kemerli, sade silmelidir.
Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 24.12.2012
|
EYÜP'TE SATILIK TÜRBE!

İstanbul
Eyüp'teki 500 yıllık
Pir Ümmi Sinan Külliyesi'nin 5 hissedarı, diğer
pay sahiplerine kızıp
hisselerini satışa çıkardı. 16 hisseye bölünen
külliyede, Pir Ümmi Sinan Türbesi, dergah ve
haremlikselamlık
bölümleri bulunuyor. Hissesini satışa çıkaran Nalan
Öztürk "Bizi dışladılar" dedi.
İstanbul
Eyüp’te Düğmeciler Caddesi’ndeki Pir Ümmi Sinan
Türbesi’nin 5 hissedarı hisselerini satışa çıkardı.
1. derece tarihi eser niteliğindeki 500 yıllık
külliyenin içinde dergah, harem-selamlık, bahçe ve
hazire (mezarlık) bölümlerinin bulunduğu belirtildi.
Hisselerin değeri için tespit davası açıldı.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşayan Halveti
Tarikatı Sinaniye kolunun kurucusu Pir Ümmi Sinan’ın
türbesinin bulunduğu 500 yıllık
Pir Ümmi Sinan Külliyesi, Cumhuriyet’in ilk
Ankara Valisi olan Yahya Galip Kargı’dan torunlarına
miras kaldı. Yaklaşık bin 775 metrekarelik alan
üzerine kurulu olan külliye, 16 hisseye bölündü.
Hissedarlardan Mehmet Emin Kargı, Neslişah Kargı,
Seyfullah Kargı, Neşem Kargı ve Hümaşah Şen’in
hisselerini satacakları açıklandı.
Bir süre önce “tarihi mirasın korunmadığı”
gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda
bulunduklarını belirten hissedarlardan Mehmet Emin
Kargı (60), “Bizi bu noktaya getirdiler. Önceliğimiz
hisselerin devlete ya da bir vakıfa gitmesi. Şu anda
hisselerin tespit davası da sürüyor. Diğer
hissedarlar usulsüz hisse devri yaptığı için bizim
45’er metrekarelik yerimiz var.
Eyüp Belediyesi, 1 metrekarelik mezar yerine
meclis kararıyla 12 bin TL istiyorsa, buraya ancak
bir eksper değer biçebilir. Bu hisselerin değerini
biz belirleyemeyiz. Ayrıca elimizdeki sakal-ı şerife
değer biçilebilir mi?” diye konuştu.
Türbede sürekli dizi ve film çekimlerine izin
verildiğini, nişan ve düğün törenlerinin
düzenlendiğini öne süren Kargı, “Akrabalarımız
yıllarca kira ödemeden burada yaşadılar. Türbeyi
kazanç kapısı haline getirdiler” dedi.
Hissedarlardan Seyfullah Kargı’nın kızları anaokulu
öğretmeni Nalan Öztürk (39) ile satış temsilcisi
Handan Kargı (31) ise “Burası bizim baba ocağımız.
Yıllardır bizi içeri almıyorlar. Babamı bile
dışladılar. Diğer hissedarlar buraya sahip çıktı.
Hep olayların dışında bırakıldık. Bu nedenle
hisselerimizi satılığa çıkardık” bilgisini verdi.
Talip Kargı Türk Tasavvuf Musikisi Derneği
Başkanı Seher Kargı, tarihi mirasın gerektiği gibi
korunmadığı iddialarını yalanlayarak, “Biz emanet
edilen her şeye sahip çıktık. Bu külliyeyi ayakta
tutmak için yıllardır var gücümüzle çalışıyoruz.
Kimseye kapılarımızı kapatmadık” demişti.
Habertürk, Haber: Özlem Yılmaz, 24.12.2012
|
KIYAMET ÇILGINLIĞI MAYA TAPINAĞINDA HASARA YOL AÇTI

Guatemala'da bulunan, Dünya Mirası
Listesi'nde
yer alan Maya tapınağı, kıyamet söylentileri
nedeniyle çılgına dönen turistler tarafından tahrip
edildi. Tahribatın onarılamaz olduğu belirtildi.
En büyük Maya kenti ve tören merkezi olarak
bilinen Tikal'deki taş tapınak, 21 Aralık'ta
Dünya'nın sonunun geleceği yönündeki inanç
nedeniyle buraya akın eden turistler yüzünden
hasar gördü.
Tarihi sitede görev yapan Osvaldo
Gomez, Guatemala'daki yağmur ormanlarındaki
Peten ilinin kuzeybatısında bulunan tapınak
hakkında, "Ne yazık ki birçok turist tapınağa
tırmandı ve zarar verdi... Kutlama yapabilirler
ama daha dikkatli olmalılardı çünkü burası
(UNESCO) Dünya Mirası listesinde" diye konuştu.
UNESCO'nun 1979'da Dünya Mirası
Listesi'ne
dahil ettiği Tikal'de bulunan 38 metre
yüksekliğindeki II. Tapınak'ta oluşan tahribatın
onarılamaz olduğu öğrenildi.
21 Aralık 2012, Maya Takvimi'ne göre 5 bin
200 yıllık bir devrin sonuydu ve bunun,
Dünya'nın son günü olabileceğine inananlar,
dünyanın dört bir yanında çeşitli etkinlikler ve
törenler düzenledi. Aynı gün, Tikal'i 7 bin kişi
ziyaret etti.
Guatemala'nın 14.3 milyonluk nüfusunu yüzde
42'si Mayalar oluşturuyor ve bunların çoğu
yoksulluk içinde yaşıyor, ayrımcılığa uğruyor.
Hürriyet, 24.12.2012
|
TİMBUKTU'DAKİ 4 ANIT MEZAR DAHA TAHRİP EDİLDİ
Afrika'nın kuzeybatısında bulunan Mali'nin Timbuktu
kentindeki BM Dünya Mirası Listesi'nde yer alan 4
anıt mezarın, Ensaruddin örgütüne mensup kişilerce
yıkıldığı bildirildi. Mezarların Timbuktu halkının
büyük saygı duyduğu Müslüman alimlere ait olduğunu
belirtildi. Kentin denetimini bu yıl başında ele
geçiren örgüt, o zamandan beri dünya mirası
bölgelerinde yer alan 16 anıt mezardan 7'sini tahrip
etti.
Sabah, 24.12.2012
|
İSTANBUL'DA ESRARENGİZ YANGIN

Cağaloğlu'nda bulunan
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'nün A bloğunda
henüz belirlenemeyen bir nedenle
yangın çıktı. Rüzgarın etkisi ile hızla yayılan
yangın yan bloklara da sıçradı. İlk müdahalenin
karadan yapıldığı binada çatı tamamen yanarken çökme
yaşandı ve
yangın diğer katlara hızla ulaştı.
Tarihi değeri bulunan bina ahşaptan yapıldığı
için
yangının söndürülmesinde Fatih, Beyoğlu ve Şişli
belediyelerine ait itfaiye ekipleri birlikte
çalışıtı. Emniyet koridoruna alınan bölgede basın
mensupları dahil vatandaşlar içeri giremiyor. Araç
girişlerinin de engellenmesi amacıyla trafik yasağı
konulduğu da alınan bilgiler arasında.

Yetkililerden henüz resmi açıklama yapmadığı
olayda yaralı ya da can kaybı olup olmadığı
bilinmiyor.
Olay yerinde bekletilen ambulanslardan
hastanelere şu ana kadar herhangi bir nakil
gerçekleşmedi.
Saat 06:00'da çıkan
yangın 1,5 saat sonra kontrol altına alındı.
Tarihi Yarımada'da bulunan binanın çevresinde çok
sayıda ahşap bina olmasına karşın
yangın itfaiye ekiplerinin çabasıyla yan
binalara sıçramadı. 28 yıldır hizmet veren ve müze
olması gündemde olan
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü binası ise
kullanılamaz hale geldi.
Yetkililerden gelecek resmi açıklama bekleniyor.
Habertürk, 24.12.2012
******
TARİHİ BİNA
SİGORTASIZ
İstanbul’un tarihi yapılarından biri olan
Cağaloğlu’ndaki İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası
önceki gün çıkan yangınla kullanılamaz hale geldi.
Önümüzdeki yıl eğitim müzesi olarak hizmet
vermesi planlanan bina 1865 yılında inşa edilmişti.
Maarif Müdürlüğü’ne 1932’de tahsis edilen bina 28
yıldır da İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nce
kullanılıyordu.
İstanbul’un eğitim hafızasını barındıran binanın
sigortasının bulunmadığı ortaya çıktı.
‘Bütçe yoktu’
Binanın sigortasız olduğunu doğrulayan İl Milli
Eğitim Müdürü Muammer Yıldız, “Tarihi binaların
zaten sigortası olmaz. Ama biz İstanbul’daki
binaların riskini göz önüne alarak bu binanın
sigortasını yaptırmıştık.
Sigorta için devlet bize bütçe vermiyor. Biz de
okul aile birliklerinin kantin fon bütçelerini
kullanarak bu sigortayı önceki yıllar yaptırmışız.
Ama bu yıl yaptırmadık. Ne yazık ki atlanmış
gözüküyor. Normalde kanun gereği de kamu binalarına
sigorta yapılmaz” dedi. 2 yıl önceki yangında büyük
zarar gören
Haydarpaşa Garı’nın da sigortasız olduğu ortaya
çıkmıştı.
‘New
York’la yarışırız’
Tarihi binadaki yangında itfaiyenin yeterli olmadığı
iddialarına
Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş ise, “Sabahın çok erken saatinde
başlayan bir yangın. Sebepleri araştırılıyor.
Önemli bir eser, İstanbul için. İstanbul itfaiyesi
olarak New York itfaiyesi ile yarışacak bir ekipmana
ve donanıma sahibiz. İstanbul’da her gün 200’ün
üzerinde yangın oluyor ve her birine çok kısa sürede
yetişmekteyiz” diye yanıt verdi.
Milliyet, Haber: Damla Yur, 26.12.2012
|
CAMİ ÜZERİNE MİMAR SİNAN'DAN DERSLER

İnsanı evren ile tekrar
barıştırmanın, yani Sinan'ın dönemindeki gibi
'evrensel' kılmanın bir yolunu bulamadığımız sürece
geçmiş-bugün-gelecek arasında sağlıklı ilişkiler
kurulamayan, 'kaprisler betonuna hapsolmuş kopyanın
kopyası kutsal mekanlar' inşa etmeye devam edeceğiz
İki hafta önce,
Radikal İki’de basılan yazımızda Çamlıca’da
yapılması düşünülen yeni caminin 16. yüzyılda inşa
edilen Şehzadebaşı Camisi’ni taklit eden Osmanlı
camilerinin kopyası olduğu, bu cami tarzının da
Ortadoğu’ya özgü din-yönetim ilişkisinin
simgesi olduğu belirtildi. Günümüz cami mimarisi
Şehzadebaşı’na takılıp kalsa da Osmanlı aslında
onunla yetinmemişti.
Şehzadebaşı, Selçuklu ve Osmanlı geleneğinde
geliştirilen merkezi kubbe-kapalı avlu-dört eyvanlı
yapı tipolojisinin mükemmelleştirildiği bir yapıydı.
Bu camide, giriş kapıları ile mihrap, simetrik bir
şekilde karşılıklı olarak kare biçimli planın dört
duvar ortasında yer aldı. Sinan ilk defa cephede
uyguladığı yatay kemer dizileri (revak) ve
pencereleri bir kademelenme içinde piramit gibi
yükselip kubbeyle sonlanan cephe bütünlüğünün
parçası kıldı. Sinan estetiğinin sırrı
‘farklılıkları vurgulayarak bütünleştirmekti’. Üst
örtü sistemi ile altyapıyı hem birbirinden ayırıp
hem de birleştirmeyi başardı. Kemerler içine açtığı
pencerlerle duvarları neredeyse saydam kıldı.
Böylece dış cephenin kütleselliği içinde oluşturduğu
boşluklarla monotonluğu kırarak, içeride de bol ışık
alan bir cam kutu etkisi oluşturdu. Mimar Sinan’ın
yaptığı sadece estetik algı zenginliği değil,
teknoloji de gerektirdi. Aslında sadece taşıyıcı,
örtücü ve koruyucu olması gereken ‘mimari yapının’,
bu teknoloji sayesinde dekoratif bir öge gibi mekan
zenginliğine katkıda bulunması, Sinan mimarisine
özgüdür. Sinan yapının bu rolünü vurgulamak için
bezemeyi sadece mimari biçimleri öne çıkartmak
amacıyla kullandı.
Rönesans bile...
Böylesine yaratıcı bir cephe anlayışı ile Sinan, hem
kademelenmiş hem de bütünlenmiş bir cephenin uyumlu
varoluşunun mümkün olduğunu gösterdi. Sinan üstelik
bu kademelenme anlayışını bütün cephelerde uyguladı.
Bu, Rönesans dönemi Avrupalı mimarların hayal ettiği
ama gerçekleştiremediği bir hedefti. Sanat ve
Mimarlık tarihçisi E. Kaufmann, Avrupa’da “16.
yüzyılda mimarların tek tek parçaları mükemmel bir
birliğe ulaştırıp, aynı zamanda da bazılarını üstün
kılmanın mümkün olmadığı sonucuna vardığını”
belirtir. Cephede kademelenme oluşturuyor, ama bunu
ana bir unsur altında bütünleştiremiyor, üstelik
cepheyi arkadaki yatay uzanan bina ile entegre
edemiyorlardı. Bu durum, Barok dönemde “dramatik
oranların” (Kaufmann) ortaya çıkmasına neden oldu.
Yatay ve dikey gelişen kademelenmeleri dengelemek
için ön cephe köşelerine yerleştirdikleri pek tuhaf
kıvrımlı volütler, bu çaresizliğin bir ifadesi
gibiydi. Mimar Sinan, Rönesans ve Barok dönem
mimarlarının yapamadığını yaptı. Aslında Sinan,
Akdeniz klasisizmini yeniden keşfetmedi. Bu gelenek
Ortaçağ’da Bizans, Arap, İran ve Türk uygarlık
çevrelerinde yani Doğu Akdeniz, İran, Sogdiana ve
Baktriya’da (Orta Asya) İpek Yolu boyunca, pek çok
yerel katkıyla dönüştürülmüş olarak, zaten
yaşıyordu. Sinan bu geleneği taçlandırdı.
Tekrarı yok
Mimar Sinan, Şehzadebaşı Camisi’nin kare altyapı,
dört yarım kubbe ve merkezi kubbeden oluşan yapısını
bir daha tekrarlamadı. Bu çok ilginç! Demek ki
Şehzadebaşı Camisi, 16. yüzyılda herhangi bir şeyi
simgelemiyordu. ‘Muhteşem yüzyıl’ bütün hızıyla
devam ediyor, her aşamada yeni ürünler vermeyi
sürdürüyordu. Sinan daha büyük bir Şehzadebaşı
Camisi tasarlamadı. Çünkü onun tekrarlanması hem
kendisine hem de Sultan Süleyman’a yakışmazdı. Peki
ne yaptı? Ayasofya’ya döndü. Onunla hesaplaşmak
istedi. Sultan Süleyman da, Sinan da yenilik ve
teknoloji peşindeydi. Süleymaniye Camisi bir meydan
okumaydı. R. Mainstone, Sinan’ın Süleymaniyesinin
“Ayasofya’nın kritiği” olduğunu söyler. Ayasofya’yı
kritik etti. Hatalarını düzeltti. Şehzadebaşı’nda
mükemmelleştirdiği yapı sistemini Ayasofya’ya
uyarladı. Sonuçta Süleymaniye’de, Ayasofya’nın kayıp
yan mekanları ve bütünlükten uzak cepheleri, ayrıca
Şehzadebaşı’nın monotonluğu yoktu. Her şeyden önce
uzun kenarı mihrap duvarını oluşturan bir
dikdörtgendi. Ayasofya doğuya doğru uzunlamasına bir
bazilika, Şehzadebaşı ise kareydi. Ayasofya gibi iki
yarım kubbeliydi ama Şehzadebaşı’nın cephe
anlayışına sahipti. Öte yandan Ayasofya gibi yan
nefleri vardı, fakat bunlar ortasındaki daha geniş
ve yüksek olan kubbelerle örtülüydü. Sinan bu
yapıda, Ayasofya’daki orta ve yan mekanları ayıran
üst kat galerilerini kaldırıp daha önce
Şehzadebaşı’nda ulaştığı orta-yan mekan bütünlüğünü
uyarladı. İçeride fil ayaklarının arasındaki kemer
dizisini geriye alarak ortada geniş ve yüksek bir
kemerle yan eyvan etkisi yaratıp mekanı genişletti.
Renkli kemerlerle sanki dairesel bir bina izlenimi
vererek, fil ayaklarının arkasındaki yan mekanlarla
orta mekanı birleştirdi. Bütün bu özellikler,
gelenekten öğrenme ve onu aşma çabasının ürünü
olarak, Sinan’ın yaratıcılıkla sentezleyebilen bir
mimar olduğunu gösterir.
Mihrimah Sultan
Sinan, Edirnekapı Mihrimah Camisi’nde yine
dikdörtgen içine bir baldaken, yani paye-kubbe
sistemi yerleştirdi. İlk bakışta çok sade olan bu
düzenlemenin, kubbenin ölçüleri ve neredeyse
pencerelerle tamamen ortadan kaldırılmış yan
duvarları dikkate alınınca, aslında bir mucize yapı
doğurduğu görülür. Burada yine bir iddia vardır,
bezeme veya ölçek değil strüktüre yönelik mimari bir
fikir asıl ihtişamı sağlamaktadır. Sinan sanki gelin
duvağı gibi şeffaf bir bina tasarlamıştır. Burada
kubbenin ayakta durmasını sağlayan ancak Sinan’ın
uygulayabildiği bir teknolojidir.
Selimiye’de ise özgür ruhunu gösterdi. Bizans
mimarisinin sekizgen planlı yapılarını, yine uzun
kenarında mihrap olan geleneksel Arap camisine
uyarladı. Ortadaki sekizgen baldaken ile
dikdörtgenin kısa kenarları önündeki boşluklar
arasında ilişki kurması gerekiyordu. Bunu kenarlarda
revaklı galeriler oluşturup, baldakenle arasına
kemerler atarak gerçekleştirdi. Sonuç, benzersiz bir
mekan bütünlüğüydü. Selimiye’nin avlusunda durup
giriş revağından kubbeye doğru başınızı
kaldırdığınızda ölümsüz bir cephe ile
karşılaşırsınız. Edirne geleneğindeki bu cephe,
yerel ve kıtasal Osmanlı birikimini yorumlar.
Aslında, bu yapı Süleymaniye gibi gelenekle bir
hesaplaşma değil, estetik beğeni, yapı ustalığı ve
dönemin teknolojisine hakimiyetle, ama asıl
‘farklılıklarla barış’ düşüncesiyle oluşturuldu.
Sinan bu yapıda uyguladığı insan bedeni temelli
modüler oranlar, görkemli gökkubbe sembolizmi,
dengeli renk, zengin malzeme, üstün işçilik, ezici
olmayan anıtsallık, düşünülmüş detaylar ve bütünsel
zarafetle kariyerini taçlandırdı. Sonuç neşe dolu,
sıcak, sarıp sarmalayan bir mimarlıktı: “Beni görmek
için Edirne’ye kadar gelmenize sevindim” dercesine.
Mimar Sinan Şehzadebaşı’nı tekrarlamadı, çünkü
yenilikçi mimari fikirleri ve söyleyecek sözü vardı.
Türkiye’de bugün Şehzadebaşı Camisi
tekrarlanıyorsa, cami üzerine mimari fikir yok
demektir! Mimar Sinan bugün yaşasa herhalde “çok
şanslıyım” derdi. Çünkü malzeme ve teknoloji aldı
başını gitti. Türkiye gibi bir ‘inşaat’ ülkesinde
herhalde sadece beton ve sıva ile yetinmez; ahşap,
tuğla, çelik, alüminyum, titanyum, cam, kompozit,
seramik vd. türlü malzemeyi dener; bunlardan tarzını
en iyi yansıtacak bir seçme yapardı. Kubbeli cami
mimarisini günümüz imkanları ile tekrar yorumlar,
günümüze ait olabilecek evren simgeselliğini belki
de kubbe etkisi bırakacak başka bir mimari biçim ile
oluştururdu. Bölgesel biçim geleneklerini, yerel ve
dışarıdan gelen malzemeleri, cami geleneğinin
getirdiği yapı programını, çağdaş teknolojinin
sağladığı yapım imkanlarını ve inşaat yapılacak
arazinin ruhunu sonuna kadar araştırıp özgün olmaya
çalışırdı. Mimar Sinan bunları 16. yüzyılda yaptı,
bugün de yapardı. Sinan gibi bir mimarın işvereni
ise şüphesiz dar coğrafyaların, eskinin ya da
bugünün esiri olan cemaatlerin beklentilerinin
değil, evrensellik peşinde olurdu. Bugün böyle bir
talebi olan işveren var mı? Ne yazık ki böyle
işverenler olmadığı gibi mimarlarımızı
besleyebilecek ‘modern kutsal alan’ üzerine bir
fikir de mevcut değil.
Sürekli genleşen, üstelik zaman ve mekanı da
belirlediği düşünülen ‘yeni evren’, modern insanı
trajik bir yalnızlığa sürekledi; o artık kutsal
alanı kurgulamakta zorlanıyor. Belki de bu nedenle,
estetik beğeniler yaygın bir şekilde kalemtıraşın
açtığı kalem gibi işlev temelli. Ortaçağ’da beş duyu
ile algılanamayan boyutun felsefesi, dini düşünceyi
besledi. Sufizm ‘sonsuzluk’ kavramıyla barışıktı.
Bugün astrofizikte ‘sonsuzluk’ bir tartışma
vesilesi. Evreni açıklayan birden fazla bilimsel
kuram var. Bu anlamda, dinadamı ile fizikçiye ait
evren anlayışları arasında, ikisinin de artık
varsayımsal olması anlamında, ince bir çizgi
bulunuyor. Modern kutsal alanın tanımlanması ancak
işveren, kullanıcı, mimar, sanatçı, dekoratör,
dinadamı, tarihçi, sosyalbilimci, fizikçi ve
felsefecinin birlikte düşünmesiyle mümkün. Oysa,
bugün bunları ayıran fay hatları var. Proje kararı
verenler diğerlerini pek görmek istemiyor. Diğerleri
de onları küçümsüyor. Yabancı insan fobisi
(Xenophobia), galaksilerin modern dünya üzerindeki
etkisinden güçlü. Oysa kutsal mekan alabildiğine
sosyal bir boyut. Günümüz tasarımını sınırlandıran
siyaset ve Xenophobia kaynaklı paranoyalar insan
içgüdüsü olan ‘evren ve çevre ile uyumlu kutsal
mekan yaratma eğilimini’ ortadan kaldırdı. İnsanı
evren ile tekrar barıştırmanın, yani Sinan’ın
dönemindeki gibi ‘evrensel’ kılmanın bir yolunu
bulamadığımız sürece geçmiş-bugün-gelecek arasında
sağlıklı ilişkiler kurulamayan, ‘kaprisler betonuna
hapsolmuş kopyanın kopyası kutsal mekanlar’ inşa
etmeye devam edeceğiz.
Radikal İki, Yazı: Prof.Dr. Ali Uzay Peker/ODTÜ
Mİmarlık Tarihi, 23.12.2012
|
NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ İÇİN VATİKAN'A ÇAĞRI
Myra-Andriake Kazı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Nevzat Çevik,
Türkiye 'den 1087'de kaçırılan Aziz Nikolaos'un
(Noel Baba) kemiklerinin iade edilmesi için
Vatikan'a çağrıda bulundu.
Prof.Dr. Nevzat Çevik, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, son dönemde
Anadolu 'nun çeşitli bölgelerinden yurt dışına
kaçırılan eserlerinin geri getirilmesi için Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın başarılı çalışmalar
yaptığını, bunun da kendisini mutlu ettiğini
söyledi.
“Mesele eser değil, varlıktır. Önemli olan var
olduğu bölgeden kaçırılan kültür varlıklarının kendi
vatanlarına dönmesidir” diyen Çevik, bu kapsamda çok
uzun süreden beri 1087'de yurt dışına kaçırılan Aziz
Nikolaos'un kemiklerinin iade edilmesi yönünde çaba
gösterdiklerini belirtti.
Noel Baba olarak bilinen Aziz Nikolaos'un
bedeninin bir eser olmadığını vurgulayan Çevik,
“Aziz Nikolaos, Hristiyanlık döneminde Allah'ın
dinini yayan önemli bir kişilik. Bu dönemde henüz
İslamiyet'in olmaması nedeniyle Aziz Nikolaus, İslam
dünyası için de önemlidir” diye konuştu.
Aziz Nikolaos'un Anadolu'da doğup yaşadığını ve
burada öldüğünü, mezarının da Demre'de olduğunu
anlatan Çevik, bugün yeryüzünde “Noel Baba” adına
kutlanan yaygın bir ritüelin, bir kültün de başında
duran insan olduğunu söyledi.
Aziz Nikolaos'un adının dünyada 2 binden fazla
kiliseye verildiğine dikkati çeken Çevik, en erken
ve orijinal kilisenin ise Demre'de olduğunu,
mezarının da bulunması nedeniyle yörenin en az 1500
yıldır ziyaret edilen, hac merkezi olmuş bir yer
olduğunu kaydetti.
“Kendi kilisesinde mezar şapeli var. Orada
gömülmek istemiş, (1087 yılında Bali'den gelsinler,
benim ölümü zorla alıp yurt dışına kaçırsınlar,
orada bir kilise yapıp gömsünler) dememiştir” diyen
Çevik, Aziz Nikolaos'un doğduğu yere gömülme
isteğine saygı gösterilmesi gerektiğini anlattı.
Mezarından kemiklerinin götürmesinin Aziz
Nikolaos'a eziyet olduğunu belirten Çevik, şöyle
konuştu:
“Onu buradan alıp götürmek doğru bir şey değil.
Aziz'in öldüğü topraklarda, gömüldüğü yerde huzurlu
uykusuna devam etmesi lazım. Aslında bizim iade
edilmesini istememiz bile yanlış bir şey. Bu kadar
doğal bir durumdan, süreçten bahsediyorum. Bize
törenle getirip teslim etmeleri gerekir.
İtalya 'nın Bali kentindeki bir kilisede gömülü
bulunan kemiklerin geri gönderilmesine Vatikan belki
de izin vermeyecek. Ama Aziz'in kemikleri,
kendimizin verdiği bir şey değil. Zorla alınmış,
götürülmüş. Balili tüccarlar deniyor, ama benim
tespitlerime göre bunun için özel gemiler gelmiş ve
halka rağmen zorla alıp götürmüşler.”
Aziz Nikolaus'un kemiklerine turizm olarak
ihtiyaçları olmadığını dile getiren Çevik, “Türkler,
Müslüman oldukları halde Aziz'in peşine neden bu
kadar çok düşüyorlar' diyebilirler. Bizim dileğimiz
o varlığımıza sahip çıkmak. Onun kutsal bedenine
saygı göstermek. Onun doğduğu, öldüğü topraklardaki
mezarında bulunmasını sağlamak. Aziz'in kemiklerinin
mezarıyla buluşmasını beklemek, oldukça insanı bir
istek. Ne turizmle ne de başka bir şeyle ilgisi yok.
Bunu bizden çok Avrupalıların istemesi lazım” diye
konuştu.
Aziz'e önem vererek konuyu takip etmelerinin
gösterdikleri saygıdan olduğunu dile getiren Çevik,
“Aynı saygıyı Vatikan'ın da göstermesini bekliyoruz.
Aziz'e bir armağan gibi, kemiklerini vatanına,
öldüğü topraklara geri versinler” dedi.
AZİZ NİKOLAOS KİMDİR
Hz. İsa'dan sonra 3. yüzyılın ikinci yarısında
Patara'da doğup Myra'da piskoposluk yapan Nikolaos,
öldükten sonra “Aziz” kabul edilmiş ve başta eski
Rusya Çarlığı olmak üzere Avrupa'nın birçok
ülkesinde saygı gösterilmiş.
Avrupa'nın kuzey ülkelerinde “çocukların
koruyucusu ve sevindiricisi” olduğuna inanılan “Noel
Baba” geleneği, Aziz Nikolaos inancıyla
bütünleştirilerek yarı dini popüler efsanevi bir
kültürün ortaya çıkarılmasını sağlamış.
Aziz Nikolaos'a Doğu Akdenizli gemiciler de saygı
göstermiş, teknelerine resmi veya ikonası asılmış,
sefere çıkarken “Dümenini Aziz Nikolaos tutsun”
dileği gelenek olmuş.
Demre'deki kilisede bulunan mezarından Aziz
Nikolaos'un kemiklerinin 1087'de alınarak İtalya'nın
Bali şehrine götürüldüğü belirtiliyor.
Demre'ki Aziz Nikolaos Kilisesi, her yıl yaklaşık
600 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor.
Radikal, 23.12.2012
|
YAŞAR ÇALLI'YI HAYRETE DÜŞÜREN ESER

Ressam Yaşar Çallı ile eşi Çiğdem Çallı, Düzce'nin
Akçakoca İlçesi'nde bulunan Sky Tower Otel'de sergi
açtı. Çallı'nın 25, Çiğdem Çallı'nın 15 eseri, otel
lobisinde sergilendi. Dün akşam açılan sergiye
Akçakoca Kaymakamı Aykut Pekmez, Belediye Başkanı
Fikret Albayrak, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Özcan Budak ve çok sayıda davetli
katılırken, Çallı çiftinin eserleri beğenildi.
Sergi, 25 Aralık tarihine kadar açık kalacak.
Yaşar Çallı,
Atatürk'ün rahat bir ortamda çalışması için
dedesi İbrahim Çallı'yı Kaşık Adası'na gönderdiğini
anlatırken şöyle dedi:
"Bana hep soruyorlardı; 'Kaşık Adası sizin mi?'
diye. Bana da komik gelirdi, halk böyle biliyordu.
İnşallah önümüzdeki yaz ben de oraya gidip, o havayı
koklayıp peyzaj çalışmaları yapmak istiyorum. O
yıllarda Dr. Ahmet Medeni ile dedem arasında nasıl
bir dostluk var ki, dedemi 'Kayalıklarda Yıkanan
Çıplaklar' tablosu kompozisyonunu yapması için
yönlendiriyor. Herhalde o istemiştir. Ortak karar
vermiş olmalılar. Bu çok ciddi bir mitolojik kurgu.
Tabii aslında yani Çallı dedenin konularında böyle
bir çalışması yok. 80 yıl önce yapmış olduğu bu
tabloyu hangi duygularla yaptığını herkes kendine
göre değerlendirebilir."

Dedesi İbrahim Çallı'nın geçen aylarda ortaya
çıkan 'Kayalıklarda Yıkanan Çıplaklar' eseri ile
kendisinin geçen yıl yaptığı eserin benzediğini fark
edince çok şaşırdığını söyledi.
Yaşar Çallı, "Tabii sanat genlerden gelir ya,
bende o büyük sanatçının genlerinden geliyorum.
Geçtiğimiz yaz Makedonya Kırçova'daki yaptığım böyle
bir tablo var. Bu tablo ile Çallı dedenin konusu
aynı, yani kız kaçırma. Mitolojik bir olay. Bu
tabloyu 1
ay önce gördük. Geçtiğimiz yıl yaptığım
kompozisyonla dedemin yaptığı kompozisyon aynı
olunca irkildim. Beni buraya yönelten şey
genlerimden gelen dürtü. Çallı dedenin tablosu ile
benim tablodaki benzerlik hayrete düşürdü. Bundan
dolayı çok mutluyum" diye konuştu.
İlçede ilk sergi açtığını açıklayan Çallı,
sanatçıların Akçakoca'da çalışmalarına kareler
çıkabilecek doğası olduğunu söyledi.
Cnn Türk, 23.12.2012
|
EN BÜYÜK DİNOZORUN DİŞ FOSİLİ BULUNDU

Arjantin'in Rio Negro eyaletinde, dünyanın en
büyük dinozor türü olan Sauropodlara ait 7,5
santimetre uzunluğunda bir diş
fosili bulundu. Dişi bulan Ulusal Rio Negro
Üniversitesi'nden Rodolfo Garcia, Sauropodların çok
uzun boyunlu ve kuyruklu, bitki yiyen dinozorlar
olduğunu, dişin bu türün en gelişkini olan
Titanozora ait olduğunu söyledi.
"New Scientist" bilim dergisinde yer alan haberde,
Titanozorların bilinen uzunluğunun 30 metreye,
ağırlıklarının ise 80 tona ulaşabildiğini belirten
Garcia,
Titanozorların boyunun bu keşifle yüzde 32 daha
uzun olabileceğini bildirdi. Garcia, bu dişin sadece
çok büyük bir kafatasına ve devasa bir vücut
yapısına sahip bir
Titanozora ait olabileceğine işaret ederek, bu
dişe sahip dinozorun bugüne kadar yaşamış en büyük
hayvan olabileceğini vurguladı.
Londra'nın Imperial Üniversitesi'nden
Philip Mannion ise bugüne kadar "en büyük
Titanozora" ait iyi korunmuş bir fosil
bulunamadığını, ama bulunan dişin böyle bir dinozora
ait olabileceğini onayladı. Dişin bulunduğu bölgede
daha fazla kazı çalışması yapılması gerektiğini
belirten Mannion, böyle bir fosilin bulunması
halinde paleontologların bu türe yeni bir isim
bulmaları gerekeceğini sözlerine ekledi.
Habertürk, 23.12.2012
|
ANTİKACININ BAVULUNDAN ÇIKAN İSTANBUL ÇİZİMLERİ

İstanbul'un antikacıları ve sahafları nice
hazinelerle dolu... Bundan üç yıl önce bir
antikacının depoya attığı iki bavulun içinden de
işte böyle küçük bir hazine çıktı. Yüksek mimar Büke
Uras'ın Çukurcuma'da bir antikacıda bulduğu bu iki
bavuldan 1874- 1954 arasında İstanbul'da yaşamış
İtalyan mimar Edoardo De Nari'ye ait pek çok çizim,
belge ve fotoğraf yer alıyordu. Elmadağ Surp Agop
Apartmanları, Beyoğlu Şark ve Saray Sinemaları, Pera
Sinegogu gibi pek çok projenin ait olduğu mimar De
Nari, İstanbul'un önemli mimarlarından. Onun
çizimleri ve yaşamı aynı zamanda İstanbul'un erken
Cumhuriyet dönemini nasıl yaşadığını da gösteriyor.
Tüm bu belgeler 20 Nisan 2013'e dek Tepebaşı'nda
bulunan Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul
Araştırmaları Enstitüsü'nde "Değişen Zamanların
Mimarı Edoardo De Nari 1874 - 1954" başlıklı özel
bir sergide yer alıyor. Bavulları bularak sergiye ön
ayak olan yüksek mimar Büke Uras şu bilgileri
veriyor: "2009'da bir antikacı deposunda yıllardır
açılmamış tozlu iki bavul içinde bir rastlantı eseri
bulup merakla üzerinde çalıştığım Edoardo De Nari
kişisel arşivi, üretken bir İstanbul mimarının
1895'ten 1954 yılına kadar İstanbul'da sürdürülmüş
yaşamının ve kariyerinin tanıklığıdır. De Nari'nin
gün ışığına çıkan arşivinde, rulo halinde saklanmış
300'e yakın mimari çizimden oluşan mesleki arşivi
yer alıyor." Arşivi, De Nari'nin 1954 yılındaki
ölümünden sonra, çocuğu olmayan ve Beyoğlu,
Çukurcuma'daki evinde yalnız yaşayan, sağır ve
dilsiz kızı Lydia'nın, 1990 yılı civarındaki ölümüne
kadar özenle sakladığı anlaşılıyor. Lydia'nın
ölümüyle dağılan aileye ait birçok antika, mobilya
ve tablo arasında, De Nari'nin arşivinin bulunduğu
1950'li yıllara ait özenle kapatılmış iki bavul,
büyük bir şans eseri Çukurcuma'da bir antikacı
tarafından alınarak depoya konur ve bavullar
yaklaşık yirmi yıl keşfedilmeyi bekler" diye
anlatıyor arşivin önemini. Sergi, İstanbul'un yakın
tarihine meraklıları bekliyor.
Sabah, Haber: Fisun
Yalçınkaya, 23.12.2012
|
TARİHİ ÇEŞMENİN ÜZERİNE BETON BLOKLAR
Priştine'de bulunan ve en son belediyenin çöplüğe
dönmesine izin verdiği Osmanlı'dan kalma Lokaç
Camii'nin çeşmesinin üzerine belediye beton bloklar
döşetti.
Daha halkın defalarca çeşmenin korunması
yönündeki taleplerine rağmen belediye bunu hiçe
sayarak tarihi eserin üzerine beton blok döşetti ve
o alanı yaya kaldırımına çevirdi. Priştine’deki
başbakanlık binasının karşısındaki İbrahim Rugova
Meydanı’nda bir kazı çalışması sırasında bulunan
çeşmenin 15’nci yüzyılda inşa edilen Lokaç Cami’nden
geriye kaldığı belirlenmişti.
Radikal, Haber: Turan Kasap, 22.12.2012
|
|
AVM İNŞAATINDA 2700 YILLIK ANTİK KENT

Bursa'nın
Mudanya
İlçesi'ndeki bir
AVM inşaatında kalıntılarına rastlanan
antik kent
Myrleia'nın yok olmaması için inşaat çalışmaları
durduruldu.
Tarihi MÖ 7. yüzyıla kadar dayanan
antik kentin korunması için girişimlerde bulunan
Çağdaş Hukukçular Derneği
Bursa Şube Başkanı Aslı Evke Yetkin, "Derneğimiz
ve ilçe halkının mücadelesi sonuç verdi. İdare
mahkemesine de başvurarak yürütmeyi durdurma kararı
alacağız" diye konuştu.
Mudanya'nın Ömerbey Mahallesi'ndeki bir
alışveriş merkezi inşaatı sırasında kalıntıları
ortaya çıkan ve geçmişi MÖ 7. yüzyıla kadar dayanan
Myrleia
antik kentinin korunması için harekete geçen
Çağdaş Hukukçular Derneği üyeleri, devam eden inşaat
çalışmalarının acilen durdurulması için suç
duyurusunda bulunup yetkilileri göreve çağırdı. İlçe
sakinleri ve derneğin müracaatına cevap
Mudanya Belediyesi'nden geldi.
Mudanya Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik
Müdürlüğü, mal sahibi ve yapı denetim şirketine
faaliyetlerin durdurulması için tebligat gönderince
inşaat durduruldu. İlçe sakinleri ve Çağdaş
Hukukçular Derneği'nin girişimlerinin sonuç
verdiğini ifade eden Şube Başkanı Aslı Evke Yetkin,
inşaatın devam etmesi halinde antik şehir
kalıntıları zarar göreceği için
Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurumu'na gerekli önlemlerin alınması konusunda
başvuruda bulunduklarını belirterek, "Ayrıca
derneğimizce kalıntıların zarar görmesinde
sorumluluğu olanlar ile Bakanlığın ve
Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu'nun inşaatın durdurulması yönündeki kararına
rağmen inşaatı durdurmayanlar hakkında derneğimizce
ve Mudanyalılar tarafından suç duyurusunda
bulunulmuştur. Yapılan girişimler sonucu Mudanya'da
bulunan
antik kentin üzerinde yapılan
AVM inşaatı durdurulmuş ve iş makineleri de
tarihi eser alanından çıkarılmıştır" diye konuştu.
Yetkin, inşaatın tamamen durdurulması konusunda
da idare mahkemesine dava açacaklarını belirtti.
Habertürk, 22.12.2012
|
TARİHİ ESERDE ALMANYA GERİLİMİ

Türkiye’nin, Osmanlı döneminde Almanya’ya
taşınan ve başkent Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde
sergilenen eserleri geri istemesi üzerine başlayan
gerilim tırmanıyor.
Berlin Devlet Müzeleri Müdürü Hermann Parzinger,
Türkiye’nin müzede gerçekleşecek bir
sergi için önce geçici olarak birtakım eserleri
gönderme sözü verdiği, ancak daha sonradan fikir
değiştirdiğini öne sürdü.
Parzinger, “Türkler bize önce evet dedi, ama şu an
elimizde hiçbir şey yok. Uluslararası bir ilişkide
böyle çalışamayız” diye konuştu. Geçen hafta
Almanya’nın saygın gazetelerinden Frankfurer
Allgemeine’ye makale yazan Parzinger, Türkiye’ye
yönelik sert eleştirilerde bulunmuştu. ‘Pergamon
Korsanları’ başlıklı makalede, Türkiye ile
Almanya’nın diplomatik alanda ilişkilerinin
gelişmesine rağmen kültür alanında “kriz”de
olduklarını belirten Parzinger, Türkiye’yi “kültür
emperyalizmi” ile suçlamıştı. Türkiye Almanya’nın
yanı sıra
Fransa ile de
tarihi eser krizi yaşıyor.
Paris’te bulunan Louvre müzesinde sergilenen
İznik çinilerini talep eden Türkiye’ye müze yönetimi
‘eserlerin tamemen yasal olarak sergilendiği
cevabını’ vermişti.
Milliyet, 22.12.2012
******
"AVRUPA'NIN SÖMÜRGECİ RUHU HALA KOL GEZİYOR"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Berlin
Devlet Müzesi Müdürü
Prof Herman Parzinger'in Der Spiegel dergisinde
yayımlanan röportajıyla ilgili, ''Satır aralarında
Avrupa'nın sömürgeci ruhunun hala Avrupa'da kol
gezdiğini üzüntüyle görüyorum'' dedi.
Günay, gündeme ilişkin soruları yanıtlayarak,
Türkiye'nin en iyi müzelere ve sergileme imkanlarına
sahip olduğunu, Avrupa müzelerinin ise eskidiğini ve
yenilemek için de kaynak bulunamadığına dikkati
çekti.
Türkiye'nin dünyanın 16. ekonomisi olduğuna işaret
eden Günay, şunları söyledi:
''Avrupa'da ekonomik sarsıntılar varken kültür,
ulaşım, sağlık altyapılarını bu kadar iyileştiren
bir ülkeye böyle bir ithamda bulunmak, hala o eski
ruhun kaybolmadığını, derinlerde bir yerlerde
yaşadığını üzüntüyle bize hissettiriyor. Türkiye şu
anda dünyanın en güzel müzelerinin yapıyor ve
dünyanın en iyi teşhir imkanlarını kullanıyor. Ben o
arkadaşlarımıza gelip Aydın Müzesi'ni, Eti
Müzesi'ni, Gaziantep'in yeni müzesini görmesini
tavsiye ederim. Avrupa'daki müzelerin çoğunun teşhir
tanzim imkanları çok eskidi, köhnedi ve maddi imkan
bulamıyorlar bunları yenilemek için. Ama Türkiye en
iyilerini yapıyor.''
Bakan Günay, Türkiye'nin Avrupa müzelerinden hiçbir
hukuki dayanağı olmayan, tamamen Türkiye'den yasa
dışı yollarla çıkarılmış eserleri geri istediklerini
vurguladı.
Röportajın dikkatle okunması halinde Alman
gazetecinin de müze müdürünün haksız olduğunu
söylediğine işaret eden Günay, konuşmasını şöyle
sürdürdü:
''Bir savunma duygusu içindeler. Müzelerinde çok
sayıda bu tür eser var ve bunları herhangi bir müze
bize verdiğinde onlar için olumsuz, sevimsiz bir
örnek oluşturuyor. O yüzden dayanabilecekleri kadar
dayanmaya, direnebilecekleri kadar direnmeye
çalışıyorlar.''
''Türkiye'de ne değişti ki yasa dışı yıllarla çıkan
eserler bir bir geri dönüyor'' sorusuna ise Günay,
''Hala vermiyorlar. Biz çok dikkatle ve kararlılıkla
takip ediyoruz'' yanıtını verdi.
Günay, dünyada pek çok müzenin hala bu eserleri
vermeye yanaşmadığını, ancak önceki yıllara kıyasla
daha kararlı bir tavır sergilediklerini kaydederek,
süreci ''Bir; bir konuyu takip ediyorsak onu
sonuçlandırana kadar ısrarımızı talebimizi
sürdürüyoruz. İki; dünyaya bunları Türkiye'nin en
iyi sergileyeceği konusunda yeni güzel örnekler
çıkarıyoruz'' sözleriyle özetledi.
Türkiye'nin bu yıl Gaziantep, Antalya ve Anadolu
Medeniyetleri müzeleriyle dünya çapında yaygın
ziyaretçi kanaati oluşturan TripAdvisor gibi
sitelerden mükemmellik ödülü aldığını hatırlatan
Günay, şunları dile getirdi:
''Türkiye'nin bu eserleri artık iyi koruyacağı, iyi
sergileyeceği, dünyaya en iyi şekilde sunacağı
konusunda bir kanaat de oluşmaya başladı. O yüzden
evet, Avrupa'nın bazı müzeleri direniyor ama birçok
Amerikan müzesiyle de ilkeli anlaşmalar yapıyoruz.
Avrupa müzeleri de bir süre sonra bu tavırlarından
vazgeçecekler. Çünkü Türkiye arkeoloji açısından çok
zengin bir ülke. Bizimle bir tarih işbirliği yapmak
istiyorlarsa, Türkiye'ye karşı yapılan haksızlıklara
son vermenin insanlık ve bilimsellik gereği olduğunu
anlayacaklar, kabul edecekler.''
Habertürk, 26.12.2012
|
OSMANLI'NIN ÇILGIN PROJELERİ: GALATA KULESİ TASARIMI

Aram Tahtaciyan 1908 senesinde Galata Kulesi için
oldukça füturistik bir tasarım önerisinde
bulunmuştu.
Kasımpaşa'daki Deniz Hastanesi, Surp Agop Akaretleri ve Hıdivyal
Palas'ı tasarlayan mimar Aram Tahtaciyan Beaux Arts
mezunuydu. Tahtaciyan Galata Kulesi'ne ilişkin
teklifinde yapım için herhangi bir maddi talebi
bulunmadığını özellikle vurgulamıştı ve işletme
gelirlerinin yüzde yirmisini de devlete bırakmayı
taahhüt etmekteydi.
Kulenin ahşaptan yapılmış olan külah kısmı
defalarca yangına ve fırtınaya maruz kaldığı için
1875 senesinde külah sökülerek yerine üst üste
poligonal kagir iki oda yapılmış, sonlandığı noktaya
da bayrak direği eklenmişti. Teklife göre 1875'teki
tadilatta eklenen kagir bölümler yıkılacak, eski
külah seviyesinden başlayıp 40 metre yüksekliğe
erişecek demir bir konstrüksiyon eklenecekti. Yeni
bölüm içerisinde 7-8 katlık bir kullanım alanı
oluşturulacaktı. Yeni bölüme iki asansör ile
ulaşılacaktı. Bu katlar asma bahçeler arasında
tiyatro, lokanta ve müteaddid tenezzüh salonlar
bulunacaktı. Bunun yanı sıra en üst noktada bir
rasathane, yangınları gerekli kimselere bildirecek
telefon ve telgraf merkezi, geceleri kenti
aydınlatacak olan dört projektör projenin programı
içerisindeydi.
Arkitera, Ekleyen:
Betül Atasoy, Kaynak: Şahin, T., 2012. Osmanlı'nın
Çılgın Projeleri, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul,
21.12.2012
|
3500 YILLIK AKABE YOLU

Siirt'te bulunan ve bir zamanlar uluslararası
ulaşımda kullanılan, Asurlulardan kalma 3500 yıllık
“akabe yolu” ilk günkü gibi duruyor. İnsan eliyle
yapılmış sarp, zor geçit anlamına gelen ve dünyada
sayılarının üç olduğu belirtilen akabelerden biri
olma özelliği taşıyan ve kent merkezinde bulunan,
akabe yolunun Siirt Ekoturizm Master Planı
çalışmaları kapsamında tanıtımı yapılacak.
Kent merkezini Botan Çayı'na bağlayan akabenin
tanıtımı ve turizme kazandırılması için İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü ile Orman Su İşleri Şube
Müdürlüğü'nce çalışmalara başlandı.
İl Kültür ve Turizm Müdür vekili Remzi Uslu, 19.
yüzyılın ikinci yarısında Ergani Mutasarrıfı olarak
görev yapan Arifi Paşanın Millet Kütüphanesi'ndeki
el yazması eserler bölümünde bulunan “Diyarbekir
Seyahatnamesi” adlı eserinde Siirt'teki akabeden
bahsettiğini söyledi.
İnsan eliyle yapılmış sarp, zor geçit anlamına gelen
akabelerin dünyada sadece üç tane olduğunu
bildiklerini ifade eden Uslu, “Bunlardan biri Sina
Yarımadası'nda
Hindistan yolu üzerinde, biri Suudi Arabistan'da
Mekke-Medine yolunda biri de Siirt'te bulunuyor.
Amacımız bu yolu turizme kazandırmaktır. Buna
yönelik çalışmalara başladık. Siirt akabesinin
Asurlular tarafından yapıldığına dair ciddi kanıtlar
var. Yaklaşık 3500 yıllık bir geçmişi olduğunu
tahmin ediyoruz. Siirt il merkezini Botan Vadisi ve
Botan Çayı'na bağlayan bu yol o dönem hem ulaşım ve
hem de güvenlik için kullanılmış” dedi.
Uslu, yolun 19. yüzyılın başlarına kadar
kullanıldığını, Siirt'i başta
Irak olmak üzere birçok ülkeye bağladığını
söyledi.
Siirt Orman ve Su İşleri Şube Müdürü Nevzat Amcalar,
yaklaşık 6 metre genişliğindeki akabe yolunun
Ekoturizm Master Planı'na alınacağını söyledi.
Amcalar, ekoturizm konusunda çalışma yaptıklarını
kaydederek, “Ekoturizm Master Planı çalışmaları
çerçevesinde akabede çalışma yaptık. Amacımız
öncelikle yerini tam anlamıyla tespit ederek,
araştırmak ve bu bilgileri kitap haline getirerek,
akabeyi tanıtmaktır. Çalışmalarımızı ileriye dönük
olarak bakanlıkla yapacağız” diye konuştu.
Sanat tarihçisi Cabir Alper ise, yolun o günkü
imkanlarla çok mükemmel yöntemlerle yapıldığını ve
halen kullanılabilecek durumda olduğunu anlatarak,
taş parke ile döşenen yolun sağ ve sol banketlerinin
yapıldığını söyledi.
Alper, taş döşeme işleminin taşların kaymasını
önlemek amacıyla üç metrede bir yolu paralel kesen
taşlar yerleştirilerek yapıldığına dikkati çekerek,
bu taşlar sayesinde yolun asırlardan beri korunarak
günümüze geldiğini belirtti.
Radikal, 21.12.2012
|
1. MURAT HAMAMI'NDAKİ RESTORASYON DURDURULDU

Bursa'nın İznik
İlçesi'ndeki
tarihi 1. Murat Hamamı'nın "kültür evi" yapılmasına
yönelik başlatılan restorasyon çalışmaları,
"orijinaline aykırı hareket edildiği" gerekçesiyle
durduruldu
Kültür evi proje Başkanı Adil Can Güven, basın
mensuplarına yaptığı açıklamada, tarihi hamamdaki
çalışmalarda, “Orijinaline aykırı hareket edildiği”
gerekçesiyle tutanak tutulduğunu söyledi.
Bursa Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan gelen iki
raportörün tutanak tutmasının ardından
restorasyon çalışmalarını durdurduklarını
belirten Güven, “Raportörlere, restorasyon başlarken
hamamın, hamam vasfından çıkartıldığını, kültür
merkezi olarak restore edildiğini ifade ettik.
Bugün, 1. Murat Hamamı'nın, hamam vasfını yitirdiği
bizden önceki çalışmada apaçık ortadadır. İznik'e,
İznik'i anlatan güzel bir miras bırakmak istedik.
Fakat böyle olunca da çalışmaları bırakmak zorunda
kaldık” dedi.
Hamamda yürütülen çalışmalar kapsamında dünyada
eşine az rastlanan yer altı mezarından alınma, Hz.
İsa'yı betimleyen bir duvar freskinin yer aldığını
dile getiren Güven, şöyle konuştu:
“Hz. İsa'nın, sakalsız ve genç halinin betimlendiği
duvar freski, Erken
Roma Dönemi 2. yüzyıla ait. Resmin betimlendiği
zaman 'Pagan dönemi'ne denk geliyor. Bunun ötesinde
daha birçok tarihi eserin birebir kopyaları hamam
içerisinde yer alıyor. 1. Murat Hamamı restorasyonu
tamamlandığında dört medeniyetin izlerini taşıyacak.
Çalışmaların tamamlanması halinde İznik'e ciddi
anlamda bir turizm girdisi sağlanması düşünülüyor.”
Radikal, 21.12.2012
|
İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ'NDEN AGORA AÇIKLAMASI:
"TARİH KATLİAMI" YOK, "TARİHE SAYGI" VAR

İzmir Büyükşehir Belediyesi, dünyanın “kent
merkezindeki en büyük antik agorası” olarak bilinen
İzmir Agorası’ndaki kazı çalışmalarının hassasiyetle
yürütüldüğünü ve “Alanda iş makineleriyle kazı
yapılıyor” şeklindeki iddianın tamamen hayal mahsulü
olduğunu açıkladı. Yenigün Gazetesi’nden Eyüphan
Gündoğdu’nun ortaya attığı iddia üzerine yapılan
açıklamada, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığında
yürütülen çalışmalarda, iş makineleri ve
kamyonların, sadece kazı alanı dışındaki kontrol
edilmiş toprakları taşıdığı kaydedildi.

Antik Roma Hamamı alanındaki çalışmaların hızla ve
hassasiyetle sürmesi için, Hamam yapısından
çıkarılan toprakların, uzman arkeologlar tarafından
Kazı Başkanlığı gözetiminde titizlikle incelenerek
elendiğini ve olası buluntular ayrıldıktan sonra
kalan toprağın ören yerinin hemen yan tarafına
yığıldığını belirten İzmir Büyükşehir Belediyesi
yetkilileri, “Biriken
bu topraklar da ayda birkaç kez olmak üzere
taşınmaktadır. Kamyonların giriş yaptığı alan Kazı
Alanı dışında olmakla birlikte, alandaki tüm
hareketler ve çalışmalar, uzman kazı ekibinin
kontrolünde yapılmakta olup aksi bir düşünce söz
konusu olamaz” diye konuştu.

Uzman ekipler,
titiz çalışma
Büyükşehir Belediyesi’nin destekleri ile Dokuz Eylül
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr.
Akın Ersoy başkanlığında uzman ekipler tarafından
sürdürülen Agora kazı çalışmaları, son dönemde 2.
yüzyıla ait olan Antik Roma Hamamı üzerine
yoğunlaştı. Akın Ersoy, bölgenin en önemli antik
Roma hamamlarından birisi olan tarihi eserin, her
türlü hava şartlarında büyük özveriyle milim milim
gün yüzüne çıkarıldığını kaydetti.
Kentin turizm ve tarih potansiyelinin ortaya
çıkarılması çalışmalarına büyük destek olan İzmir
Büyükşehir Belediyesi, Kent Agorası’nın gün yüzüne
çıkarılması için bugüne kadar 27 milyon TL’lik
kamulaştırma çalışması yaparken, Kazı Başkanlığı ile
imzaladığı protokol gereği kazılara maddi destek de
sağlıyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, 21.12.2012
|
NEFERTİTİ ABD YOLCUSU

Mısır kraliçesi Nefertiti'nin altın takılarının
da aralarında bulunduğu 20 bin parça eser, Ocak
ayında ABD'de bir konferansta gösterime sunulacak.
Washington Eyalet Kültür Müzesi, 15-16
Ocak 2013 tarihlerinde, dünya tarihinin en
güzel kadınlarından biri olarak kabul edilen
Mısır kraliçesi Nefertiti'yi konu alan bir
konferans düzenledi.
Konferansta, Mısır
Firavunu IV. Amenhotep'in eşi, frivun
Tutankhamun'un kayınvalidesi Nefertiti'nin
dünyanın en eski batıklarından Uluburun'ndan
çıkartılan ve halen Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi'nde sergilenen isminin yazılı olduğu
mühür ve
altın takılarının da aralarında
bulunduğu paha biçilemez 20 bin parça
eserinin slaytlarının da gösterimine karar
verildi. Bunun için irtibata geçilen Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesi'nden de olumlu yanıt
geldi. Uluburun Batığı'ndan çıkartılan paha
biçilemez Nefertiti hazinelerinden yaklaşık
350'sini slaytının sergilenmek üzere
ABD'yle gönderilecek. Ayrıca, bu
fotoğraflardan bazılarının konferansın
davetiye ve tanıtım afişlerinde de
kullanılacağı belirtildi.
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar
Yıldız, yaklaşık 100 yıl önce Alman
arkeologlar tarafından Mısır’dan Berlin’e
getirilen ve Hitler’in ‘O'nun için bir müze
yaptıracağım’ dediği MÖ 1379-1362
yıllarında yaşayan Kraliçe Nefertiti’nin
büstünün kime ait olduğu tartışmalarını
izlediğini belirterek, “Ancak, müzemizde,
Kraliçe Nefertiti’nin dünyada tek örneği
olan adının yazılı olduğu kendisine ait
altın mühür, dünyanın en eski ve en küçük
kaptanının seyir defterinin yer aldığı ahşap
kitapçık, altın koruyucu tanrıça heykeli
başta olmak üzere, altın takıları, altın
yemek kapları ve yüzlerce paha biçilemez
eserini sergiledik. Uluburun Batığı'ndan
çıkan bu eserlerin kazısı tam 11 yıl sürdü.
O batıkta ben de birçok kez dalış yaptım. Bu
eserler başta ABD olmak üzere dünyanın bir
çok ülkesinde daha önce sergilendi,
tanıtıldı. Milyonlarca kişi müzemizdeki bu
eserleri görmek için akın ederken Ocak
ayında Kaliforniya’da düzenlenecek bir tarih
konferansına Nefertiti’nin eserlerinin yer
alması ve adının kullanılması için bizde
izin istediler. Bir büst ile ilgili bütün
dünya konuşurken asıl bizdeki eserleri daha
yakından tanımalılar. Bu tarihi hazineyi
daha çok tanıtmak için gayret göstereceğiz”
dedi.
Nefertiti hazinesinde neler var?
Uluburun Batığı, 1984 yılında süngerci kaptan Kemal
Çelik tarafından, Kaş Uluburun açıklarında suyun 60
metre derinliğinde bulundu. Dönemin Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi Müdürü Oğuz Alpözen başkanlığında
başlatılan ardından Sualtı Arkeolojik Araştırmalar
Enstitüsü (INA) tarafından devam ettirilen 25 bin
dalışta çıkarıldı. Su üstüre çıkartılan en eski
batık olan 3400 yılyık Uluburun Batığı Mısır
kraliçesi Nefertiti'nun firavunluğunu kanıtlayan
dünyadaki tek altın mühür de bulundu. Sualtı
arkeolojik kazası 11 yıl süren Uluburun batığı 16
metre uzunluğunda sedir ağaçlarından yapılmış bir
Mısır teknesi. Teknenin Mısır, Suriye, Kıbrıs,
Anadolu ve Rodos seferlerini yaparken battığı tespit
edildi. Uluburun'da, fildişi ve suaygırı dişleriyle,
kaplumbağa kabuğundan yapılmış değişik müzik
aletleri, mücevher kutuları, altın ve gümüş takılar,
amforalar içinde muhtelif bitki tohumları, Miken,
Mısır ve Yunan dönemlerine ait tarihi eserler,
hayvan motiflerinden oluşan bronz ağırlık ölçüleri,
11 ton bakır plaka, mızrak, kama, kılıç türü
muhtelif silahlar, zıpkın türü balık avlama
aletlerinden oluşan tarihi eserler bulundu.
Çıkarılan eserler, üç bölüm halinde, yaşayan
müzecilik anlayışıyla Bodrum Kalesi Alman Kulesi
yakınındaki “Genç Tunç Çağı Batıkları” galerisinde
sergileniyor.
Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 19.12.2012
|
16 - 22 Aralık
2012
|
SULTANAHMET'İN BİR MİNARESİ YIKILACAK
İstanbul'un gözbebeği mimari eserlerinden Sultanahmet Camii'nin sağ arka minaresi yıkılıp yeniden yapılacak.
Büyük Marmara depreminde hasar gören At Meydanı tarafındaki iki şerefeli minaresinin çürüyen taşları avluya düşmeye başladı.
Bu yüzden Ramazan boyunca minarenin dibinde namaz kılınmaması için etrafı çevrilmişti. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, minarenin halihazırdaki durumunu belgeleyen rölöve çalışmasını tamamladı.
Yıkım çalışmasına önümüzdeki aylarda başlanması planlanıyor. Gözle görülür şekilde yarılmalar olan minare, şerefesine kadar sökülecek. Onarımda ilk günkü gibi 'Küfeki' taşı kullanılacak.
Haber 7, 21.12.2012
|
 |
VİZE İNTİKAMI

Almanya'da 3.3 milyon euroluk iş sözleşmesi
imzalayan Türk şirketi, bu ülkeye götüreceği
işçileri için vize alamayınca 712 bin euro kardan
oldu. Bunun üzerine İzmir'de Almanya aleyhine
tazminat davası açtı. Mahkeme, Federal Almanya
Cumhuriyeti'ni suçlu buldu ve maddi-manevi tazminat
ödemeye mahkum etti. Almanya tazminatı ödemeyince,
Alman Lisesi ve Sarıyer'deki 170 dönümlük Alman
korusu için haciz kararı çıktı. İzmir'in tanınmış
mühendislik şirketlerinden MAK-İN, 2009'un son
aylarında, Alman Envirotherm firmasıyla bir iş
anlaşması imzaladı. Yapılacak iş, Spremberg
şehrindeki bir sanayi tesisinin sökülerek
Hindistan'a götürülmesi idi. 3.3 milyon euroluk
anlaşmaya imza atan Türk şirketi, projede yer alacak
60 personelini Almanya'ya götürmek için 23 Aralık
2009 günü vize başvurusu yaptı. Ancak tüm şartların
yerine getirilmesine rağmen başvuruya -olumlu ya da
olumsuz- bir türlü yanıt alınamadı. Personel
Almanya'ya zamanında gidemedi ve Envirotherm
firması, sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetti.
Zarara uğrayan Türk şirketi, İzmir 6. Asliye Hukuk
Mahkemesi'nde maddi-manevi tazminat davası açtı.
Gerekçe olarak da "Almanya, zorunlu olduğu halde
vize başvurumuza cevap vermemiştir" denildi. Mahkeme
davayı kabul etti. Duruşmalar boyunca davalı Almanya
Büyükelçiliği'ne defalarca tebligat yapıldı ama
elçilikten hiç kimse duruşmalara katılmadı.
DIŞİŞLERİ'NE NOTA
İki yıllık sürecin ardından mahkeme, "Dava
konusu olan eylem, vize istemi üzerine yanıt
vermemektir. Bu ise bir haksız eylemdir" diyerek
Federal Almanya Cumhuriyeti'ni 1 milyon 678 bin lira
maddi, 20 bin lira da manevi tazminat ödemeye mahkum
etti. Karar, Almanya'nın Ankara'daki
Büyükelçiliği'ne tebliğ edilince Almanya da Türk
Dışişleri'ne nota verdi. 24 Şubat 2012 tarihli
notada Almanya mealen "Bir mahkeme bize tebligat
yapamaz Viyana Sözleşmesi'ne aykırıdır" denildi.
İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi Mürsel Ermiş,
notaya hukuk dersi niteliğinde yanıt verdi: "Eylem
tipik haksız fiildir. Tebligat, Milletlerarası Özel
Hukuk ve Usul Kanunu'na uygundur." Mahkemenin
hükmettiği tazminatı alamayan Türk şirketi de
İstanbul 3. İcra Dairesi'ne başvurup Almanya'nın
İstanbul'daki taşınmazlarına icra takibi başlattı.
TAPULU MALLARA HACİZ
Türk şirketinin talebi üzerine Sarıyer ve
Beyoğlu Tapu Sicil Müdürlüklerine yazı gönderen
Daire, bazı pafta, ada ve parsel numaralarını
vererek "Bu taşınmazlar diplomatik ve konsolosluk
amaçlı kullanılmıyorsa haciz işlemini başlatın"
talimatını verdi. Haciz talimatı verilen iki
taşınmazdan birinin Alman Lisesi, diğerinin ise
Sarıyer'de bulunan 170 dönümlük Alman Korusu olduğu
ortaya çıktı. MAK-İN şirketinin ortaklarından Avukat
Hüseyin Cimşit, "Türk mahkemesinin aldığı kararı
tanımak istemeyen Federal Almanya Cumhuriyeti'nin
tapulu mallarına haciz koydurduk. Yasal işlemler
bittikten sonra Alman Lisesi'ni ve 170 dönümlük
koruluk alanı satışa çıkaracak olan İcra,
kazandığımız tazminatımızı tahsil edecek" diye
konuştu.
Sabah, Haber: Ali Balcı,
21.12.2012
|
10 MİLYON YILLIK FOSİL
BULUNDU

Nevşehir'de bilim
adamları tarafından gerçekleştirilen yüzey
araştırmalarında yaklaşık 10 milyon yıl önce Ürgüp
İlçesi'nde yaşadığı belirtilen gergedan fosili
bulundu.
Gazi Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Paleontolog Doç.Dr. Okşan Başoğlu başkanlığında,
Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Müdürü Paleontolog Mevlüt Çoşkun, öğretim görevlisi
Ayhan Yiğit ile Araştırma görevlileri Simge Gökkoyun
ve Tuğçe Şener'den oluşan ekibin, Nevşehir'in Ürgüp
İlçesi'ne bağlı Sofular Köyü'nde yürüttükleri yüzey
araştırma çalışmalarında, çok nadir rastlanan
gergedana (Ceratotherium Neumayri) ait olduğu
düşünülen kafatası fosili bulundu.
Akdeniz Bölgesi'nde
yaşadığı bilinen Ceratotherium Neumayri'ye ait
kafatası fosilinin yanı sıra, aynı fosil yatağında
Proboscidea (fil), Artiodactyla (çift toynaklılar)
ve Carnivorlara (etçiller) ait çeşitli örnekler de
bulundu.
Yüzey araştırmalarına
başkanlık yapan Doç.Dr. Okşan Başoğlu, Geç Miyosen
Döneme ait olan fosillerin yaklaşık 9-10 milyon
yıllık olduğunu ve bu türlerin de çalılık ve
nispeten de ağaçlık, ormanlık olan bir ortamda
yaşadıklarının bilindiğini ifade etti.
Okşan Başoğlu, Ürgüp
İlçesine bağlı Sofular Köyünde bir dere yatağında
bulunan fosil yatağında bilimsel kazı yapılması için
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvuruda
bulunulduğunu söyledi. Başoğlu, dünyanın en zengin
fosil yataklarından birine sahip olan Ürgüp İlçesi
ile Gülşehir İlçesi'ne bağlı bazı köylerdeki yüzey
araştırmalarının bundan sonraki süreçte de
sürdürüleceğini belirtti.
Nevşehir Kent Haber,
20.12.2012
|
TAPULU KİLİSESİ VAR

Mardin'de yıllardır depo
olarak kullanılan ve 5'inci yüzyılda inşa edildiği
tahmin edilen yapının kilise olduğu belirlendi.
Tescillenen yapının tapusunu elinde bulunduran
marangoz İbrahim Aycun ise yapıyı hak ettiği değer
verildiği takdirde satmayı düşünüyor.
Birinci Cadde'nin ara
sokaklarında bulunan kilisenin sahibi İbrahim Aycun
(78), yaptığı açıklamada, babasının bu yapıyı depo
ve iş yeri olarak satın aldığını, babasından
kendisine miras kaldığını belirtti.
Babasının yapıyı kimden
satın aldığını bilmediğini ancak tapusunun
bulunduğunu aktaran Acun ''Kilise olduğunu
bilmiyorduk. Bu yapı çok eski. Mardin'in en eski
yapılarından. Kiliseyi depo olarak kullanıyoruz.
Tescillendikten sonra kilise olduğunu öğrendim.
Ancak kilise olduğunu Süryaniler biliyormuş'' dedi.
Oğul Ömer Aycun (50) ise
depo olarak kullandıkları yapıda 35 yılının
geçtiğini, dedesinin ne zaman satın aldığını
hatırlamadıklarını anlatarak, ''Bir iş yeri olarak
biliyorduk. Dedemler de kilise olduğunu bilseydi,
almazdı. Kilise içinde bulunan bir kapının
Deyrulzafaran Manastırı'na gittiğini, bir kapının
ise kaleye gittiği söyleniyor. Tünel varmış. Çalışma
yapılması gerekiyor'' diye konuştu.
Aycun, yapının turizme
kazandırılması için satın almak isteyen kişilerin
olduğunu da kaydetti.
Mardin Valiliği Koruma
Denetleme Bürosu'nda görevli sanat tarihçisi ve
Sabancı Mardin Kent Müzesi Müdürü Gani Tarkan da
kilisenin tarihçesiyle ilgili net bir bilgi
olmadığını, yapıya ait herhangi bir kitabenin
bulunmadığını açıkladı.
Yapıyı tesadüfen
keşfettiğini bildiren Tarkan, ''Müzede ahşap
oymacılığı kursu için kalas almaya geldiğimde, böyle
bir yapıyla karşılaştım. Adeta büyülendim yapıyı
görünce. Böyle bir yapı beklemiyordum. Kötü bir
atölye, kötü bir depo beklerken erken Bizans
dönemine ait bu yapıyla karşılaştım. Girer girmez
kilise olduğunu anladım'' dedi.
Kilisenin özel mülkiyet
olarak satın alındığını, yıllarca kilise olduğunun
bilinmediğini, tarihi yapının marangoz dükkanına ait
bir depo olarak kullanıldığını kaydeden Tarkan,
''Bir dönem tahin deposu, imalathanesi olarak
kullanılmış. Ancak biz burayı 2009 yılında
keşfettik. Hazırladığımız raporu sunduk. Diyarbakır
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
tarafından birinci grup yapı olarak tescil edildi.
Şu anda tescilli bir yapı. Kilise olarak
tescillendi. Bence çok önemli bir yapı. Erken Bizans
dönemi açısından çok önemli bir yapı'' ifadesini
kullandı.
Kitabesi olmadığı için
kim tarafından yapıldığının tespit edilemediğini
vurgulayan Tarkan, burayı keşfettikten sonra Kırklar
Kilisesi Başpapazı Gabriel Akyüz ile görüştüğünü,
Akyüz'ün kiliseyle ilgili arşiv taraması yaptığını
belirtti. Tarkan, Akyüz'ün yapının isminin Mor
Yuhanno olduğunu belirlediğini, bu isimle
tescillendiğini kaydetti.
Mardin'de 2009 yılına
kadar tescilli 8 kilise olduğunu, bu yapıyla
birlikte sayının 9'a çıktığını dile getiren Tarkan,
yaklaşık olarak 400 metrekarelik alana sahip yapının
yüksekliğinin ise 15 metre civarında bulunduğunu
bildirdi.
Eserin kamulaştırılıp
turizme kazandırılabileceğini, çok nitelikli bir
yapı olduğunu dile getiren Tarkan, şunları söyledi:
''Çünkü burada
patriklere ait mezarlar var. Bildiğiniz klasik bir
kilise. Kitabesi olmamasına rağmen yapıdaki süsleme
özellikleri, yapının karakteristik özelliklerinden
yola çıkarak, bölgedeki yapılarla benzerliği göz
önünde bulundurularak yapının 4, 5 ya da 6'ıncı
yüzyılda yapılmış olabileceğini tahmin ediyoruz. Bu
kiliseye benzer yapıların kitabesi olan yapıların
4-5'inci yüzyılda yapıldığını biliyoruz. Onlarda
kitabe var. Benzer bir örneği Savur'a bağlı Dereiçi
Köyünde Mar Yohanne Kilisesi, aynı şekilde
Deyrulzafaran Manastırı içindeki Azizler Evi bu
yapıyla benzerlik arz ediyor. Nusaybin'deki Mor
Yakup Kilisesi'nde, bu yapıya benzer süsleme
özellikleri var. Duvar örgüsü aynı, mimari olarak
plan şeması olarak aynı. Mor Yakup Kilisesi'ne
kapıları çok benziyor. Patriklere ait mezarlar da
Deyrulzafaran Manastırı'ndaki mezarlıklarla aynı
özelliklere sahip. Apsisi ortada hala sağlam.''
Kilisenin yapımında
kullanılan taşlar incelendiğinde, sadece erken
Bizans dönemi özelliklerinin görülmediğini
vurgulayan Tarkan, Artuklular yani İslami dönemde de
kullanıldığını ifade etti. Gani Tarkan, sözlerini
şöyle sürdürdü:
''O dönemde Hristiyanlar
tarafından kullanılmış. O dönemin özelliklerini de
almış. Özellikle yan yana duran 3 mezar var. Mezarın
üstündeki süsleme özelliklerine baktığımızda
Selçuklu özelliklerini görmemiz mümkün. İslami
döneme ait süsleme özellikleri de var. Onun dışında
devasa büyüklükte taşlar var. Bu blok taşlar da
yapının erken Bizans döneminde yapıldığını, genç
Roma döneminde yapıldığını bize gösteriyor. Yapı
karışık üslupta yapılmış bir yapı. Tek bir dönemde
yapılmamış. Farklı dönemlerde de restore edilmiş.
Cami olarak da kullanılmış. Güneyinde bir mihrap
var. Biliyorsunuz kiliselerde güneye bakan mihrap
olmaz. Mihrap varlığı da buranın bir dönem cami
olarak kullanıldığını bize ispatlıyor.''
Süryani vakıf ve
derneklerinin kiliseyi satın almak istediği, ancak
fiyat konusunda anlaşılamadığı öğrenildi.
Mardin Kent Haber,
20.12.2012
|
FENER-BALAT DÖNÜŞÜM
PROJESİNDE NEREDEN NEREYE

Radikal'de yayınlanan
röportajında Emre Arolat'ın, Fener-Balat-Ayvansaray
Yenileme Projesi'nden çekildiğini açıklaması
mimarlık etiği ve kentsel dönüşüm üzerine
tartışmaları alevlendirdi. Biz de
"Fener-Balat-Ayvansaray'da neler oluyor?" dedik ve
son gelişmeleri öğrenmek için Uğur Ceylan'la
mahalleye bir gezi gerçekleştirdik. Samimiyetle bizi
ağırlayan
FEBAYDER Kurucu
üyesi ve basın sözcüsü, aynı zamanda da İstanbul
Üniversitesi öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr Çiğdem Şahin
ve FEBAYDER kurucu üyesi ve onursal başkanı Hasan
Acar ile mahalledeki dönüşüm süreci üzerine konuşma
fırsatı da bulduk.

Öncelikle
Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Projesini ve bir
kentsel toplumsal mücadele örneği olarak FEBAYDER'i
hatırlayalım. 2000'lere damgasını vuran kentsel
dönüşüm projeleri tarihi kent merkezlerinde de
yenileme projesi adı altında başlatılmıştı.
Fener-Balat-Ayvansaray da 1996 yılında Habitat II
toplantısından sonra yapılması kararı alınan
Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi ile yenileme
sürecine adım attı. 2004 yılında Mustafa Demir'in
belediye başkanı olmasından sonra başlatılan
rehabilitasyonu programının 121 binanın, Tarihi
Balat Çarşısı'nın ve Sosyal Merkez Binası'nın
restore edilmesiyle 2010 yılında tamamlandığı
açıklandı.
1985 yılında İstanbul'un
UNESCO Dünya Kültür ve Doğa Mirasını Koruma
Sözleşmesi'ne dahil edilmesinden sonra yapılan ilk
çalışma, Fener-Balat semtlerinin rehabilitasyon
projesi oldu.
2000'lere gelindiğinde
ise koruma ve iyileştirme hedefleriyle başlanan
rehabilitasyon projesinin yerini Fener-Balat
Yenileme Projesi aldı. Bu süreçte Fatih Belediyesi
ile Avrupa Komisyonu öncülüğünde yürütülen
restorasyon çalışmalarının yerini, kamu-özel sektör
ortaklığında yürütülen yenileme çalışmaları aldı.
Fener-Balat-Ayvansaray, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi
ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek
Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki
Kanun'a dayandırılarak 2006 yılında yenileme alanı
ilan edildi. 2007'de ise avan proje ve uygulama
işleri ihalesini ise Çalık Holding'e bağlı GAP
İnşaat aldı.

Fatih Belediyesi Tarafından Mahalleye Asılan Afiş (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Bu süreçte projeye
birçok akademisyen ve mimarlık ofisi dahil oldu.
Emre Arolat Mimarlık da tasarım sürecinde yer alan
mimarlık ofislerinden biriydi fakat projeden çekilme
kararı aldı. Bu kararın detaylarını Radikal'de
yayınlanan
röportajında
anlatan Emre Arolat, projenin toplumsal bir suç
ortaklığı olduğunu vurgulamış ve zorla tahliyenin
olduğu hiçbir projede yer almak istemediğini
belirtmişti. Bu açıklamasıyla mimarlık dünyasında
tartışmalara neden olan Emre Arolat'ın Fener-Balat
süreciyle ilgili neler söylediğini hatırlamakta
fayda var: "Fener-Balat bir tür kazanç projesi
haline dönüştüğü için katılmayı kabul etmedim.
Belediye yetkilileri, proje için davet edilen
mimarlar ve profesörlerle birlikte bir toplantıya
katılmıştım, anlatılan bunun bir 'değer artırımı
modeli' olduğuydu. Çok rahatsız oldum, "Kimisi
yüzyıllardır orada yaşayan binlerce insanı projeyle
birlikte başka yere taşınmak zorunda bırakıyorsunuz,
buraya bambaşka bir sosyal sınıfı getiriyorsunuz. Bu
başka deyişle 'Siz artık burada yaşayamazsınız,
bizim çocuklar burada oturacak' projesi mi?" diye
sordum. Mimar arkadaşlarımdan biri "Emre bunları boş
ver tasarım konuşalım, mesela buranın trafiği ne
olacak?" dedi. Ben de "Başlarım senin tasarımına"
deyip sinirlendim. Hocalardan biri de bana "Aslında
savunduğun adamlar buranın gerçek sahibi değiller,
gerçek İstanbul'lu değiller. Çatal kaşıkla yemek
yemeyi bile bilmiyorlar" deyince sinirle kalktım
yerimden ve kapıyı çarpıp çıktım."
Tasarım grubunda yer
alan bir mimarın dönüşüme karşı bu denli tepkisi hem
hayretle hem de sevinçle karşılandı. Emre Arolat'ın
çıkışıyla yeniden hatırlanan Fener-Balat-Ayvansaray
Yenileme Projesi'nin hangi aşamada olduğunu,
mahalledeki gelişmeleri merak ettik ve sürece dair
FEBAYDER kurucu üyesi ve basın sözcüsü ve aynı
zamanda İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi
Yrd.Doç.Dr Çiğdem Şahin ve FEBAYDER Kurucu Üyesi
Onursal Başkan Hasan Acar ile güzel bir sohbet
gerçekleştirdik. Yenileme projesine karşı haklarını
savunma amacıyla 2009 yılında kurulan mahalle
derneği FEBAYDER'in (Fener-Balat-Ayvansaray Mülk
Sahiplerinin ve Kiracıların Haklarını Koruma ve
Sosyal Yardımlaşma Derneği ) kazandığı 'proje iptal
davası' yanı sıra halihazırda açtığı daha birçok
yeni dava bulunuyor.
"İnşaat sektörünü
canlandırma yolunda yaşamsal değerlerimizi
yitiriyoruz."
Yrd.Doç.Dr. Çiğdem
Şahin: Bugün İnşaat sektörünün önünü açmak
için ülkemizde imarla ilgili tüm koruma duvarları
kaldırılmıştır. Ülke bir bütün olarak inşaat alanına
yani dev bir şantiyeye dönüştürülmüş durumdadır.
Özellikle de İstanbul... Amaç ülkenin bütün değerli
topraklarının müteahhitlere ucuz arsa olarak
sunulmasıdır. Üzerinde hali hazırda yaşayan
insanlar, mahalleler, tarih, kültür varmış fark
etmemektedir; bunların her biri acımasızca yok
edilerek bulundukları arsalar yeniden
değerlendirilmek üzere çok düşük maliyetle
müteahhitlere teslim edilmektedir. Çok düşük
maliyetlerle diyorum çünkü bu yerler sahiplerinden
kamulaştırma yoluyla, adeta gasp edilerek, gerçek
değerlerinden çok düşük fiyatlarla alınmaktadır...
Gerçek sahipleri bu yerleri gözyaşları içinde terk
etmek zorunda bırakılırken, buralardan yükselen lüks
konutlar, otel ve alış-veriş merkezi inşaatlarıyla
yeni zenginler yaratılmaktadır. Birçok bürokrat ve
siyasetçinin de bu ranttan pay almak üzere içinde
yer aldığı inşaat sektörü zenginliğin artık en
önemli kaynağı haline gelmiştir; ekonominin de itici
gücü ve motor sektörü durumundadır inşaat sektörü.
Öyleyse günümüz neo-liberal ekonomi politikalarının
birincil görevi inşaat sektörünün önünü açmak, imar
ve inşaat uygulamalarını kısıtlayan ya da yasaklayan
düzenlemeleri ortadan kaldırmak, süreci
hızlandıracak koşulları hazırlamak olacaktır.
Normalde her ülkede doğanın ve yaşamın
sürdürülebilirliğini sağlamak ve bazı değerleri
korumak için birtakım korumacı yasalar ve koruma
kurulları bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse
Ormanlar, tarihi sit alanları, tarım alanları, su
havzalarını, arkeolojik rezerv alanları bu tür
korunması gereken alanlardır. Siz sınırsız şekilde
ülkenizde korunması gereken tüm alanları imara açar,
inşaata açar, ranttan gözü dönmüş müteahhitlerin
arsız iştahına teslim ederseniz, bir süre sonra
ülkede sahip çıkılabilecek tek bir değer bile
kalmadığını görürüsünüz; Bu şekilde tarihinin,
kültürünün, yeşil alanlarının, ormanlarının yok
edilmesine göz yumarak aslında ülkenin geleceğini de
yok edersiniz... Hele söz konusu tarihi ve kültürel
zenginlikleri bir yana mimarisiyle de eşsizliği
tartışılmaz bir dünya değeri olan İstanbul ise, bu
uygulamalarla siz İstanbul'u İstanbul olmaktan
çıkarırsınız; Sulukule'de yapılanlarla bir örnek,
birbirinin aynı prototip projeleri hem Tarlabaşı'na,
hem Fener-Balat-Ayvansaray'a, hem Süleymaniye'ye,
hem Zeyrek'e uygularsanız homojenleşmiş, eski
silueti gökdelenler arasında kaybolmuş, tarihi ve
kültürel kimliğini tamamen yitirmiş, dekorlarmış bir
ucube elde edersiniz...
"Bizi ve mahallemizi
değersizleştirirken kendi projelerini
yüceltiyorlar."
ÇŞ: Bütün bu
uygulamalar yerine göre "YÜCELTME" yerine göre
"DEĞERSİZLEŞTİRME" stratejisi uygulanarak toplumda
tepki uyandırmadan hayata geçirilmeye
çalışılmaktadır. Sistemin kendini meşrulaştırma
yöntemi budur. Kendi yaptıklarını yüceltmek için
'ülke kalkınmasına katkıda bulunuyoruz, çağdaş
kentler yaratıyoruz, turizmi teşvik ediyoruz,
halkımızın refahını yükseltiyoruz' gibi parlak
sözler söyleniyor, iş adamlarının daha çok iş
yapması, zenginleşmesi halkın, ülkenin zenginleşmesi
olarak sunularak, bunların servetlerine servet
kattığı süreç kamuoyu nezdinde bu şekilde
meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu arada müdahale
edilen yerlere ilişkin tepki olmaması, orada
yapılanların kamu vicdanında kabul görmesi için de
müthiş bir değersizleştirme stratejisi
uygulanmaktadır. Örneğin Sulukule'ye ve Sulukule
halkına yapılanlara karşı halkın tepkisini sindirmek
için, Sulukule zaten hırsızların, dolandırıcıların,
Çingenelerin yaşadığı bir yer, bu insanların hepsi
çalan, çırpan insanlar, biz Sulukule'yi bunlardan
temizleyip halkımızın buralara rahatça
gidebilmelerini sağlayacağız diyerek, hem
Sulukule'yi mevcut haliyle yer olarak
değersizleştiriyorlar, hem de Sulukule halkını her
yapılanı hak eden, o müdahalenin mubah olduğu
değersiz bir halk konumuna sokuyorlar; böylece
Sulukule'ye de Sulukuleli'lere de kamu vicdanında
yapılanlar mubah hale getirilerek müdahale
meşrulaştırılmış oluyor. Tarlabaşı'nda bu
değersizleştirme'Kürtler, fahişeler söylemiyle
gerçekleşiyor; Fener-Balat-Ayvansaray'da da harabe,
döküntü binaları olan, çöküntü yer söylemiyle; Ve bu
söylemler ana akım medya dahil her ortamda sürekli
tekrarlanarak insanların zihnine yerleştirilmeye
çalışılıyor. Böylece insanlar buralarda uygulanan
zulme, kötü muamelelere ve yaratılan mağduriyetlere
karşı tepkisiz hale getiriliyor.
Hasan Acar:
Fatih Belediyesi'nin savunması aklıma geliyor,
gülüyorum bazen. Her yağmurdan sonra burada bir bina
çöküyormuş. Gösterilen yer de Karagümrük'te bir yer.
Burada hırsızlığın fazla olduğu, tinercilerin fazla
olduğu yönünde söylentiler çıkardılar. Emniyet
kayıtlarını getirin dedik. Kaç tane hırsızlık olmuş?
Tinerci Yeşilköy'de de vardır, Bağdat Caddesi'nde de
vardır. Ben burada gece 2'de de evimden çıkıp
istediğim yere giderim.
"Buraların
güzelleştirilmesine karşı değiliz. Halk yerinden
edilmeden, tarihi ve mimari doku korunarak yapılacak
bir uygulamaya hayır demeyiz..."
ÇŞ: Sistem
canı istediğinde her yere müdahale edemez; müdahale
gerekçesi önemlidir; kamu yararı olması gerekir.
Eğer Fener-Balat-Ayvansaray projesinde kamu yararı
nedir diye sorarsanız, bu konuda, buraların
'yenileme alanı' ilan edilmesinin önünü açan 5366
nolu yasada, tarihi alanların birer milli değer
olduğu söylenerek buralarının çürümeye, çökmeye terk
edilemeyeceği, bu alanların restore edilip
yaşatılması gerektiği söyleniyor. Buna bizim de bir
itirazımız olamaz. Bölgemizin güzelleştirilmesine,
tarihin korunmasına neden karşı çıkalım ki... Yasa
böyle diyor ama uygulamaya sokmak istedikleri
projeye bir bakıyorsunuz, söylenenlerle yapılanlar
kesinlikle uyuşmuyor; en başta projede tarihi
binalar yandaki binalarla birleştirilerek tevhit
ediliyor; üstelik sadece tarihi bina ile tarihi bina
değil; çoğu zaman düz, hiçbir özelliği olmayan bina
ile tarihi bina aynı kefeye konuyor ve
birleştirilerek bambaşka binalar ediliyor. Yani
temel yaklaşım olarak binaların birleştirilmesi,
içlerinin tamamen yıkılarak daha konforlu mutfak,
banyo, tuvaleti olan, daha geniş, daha lüks konutlar
elde etmek, tarihi görüntünün verilmesi için de
binaların dışlarına cumbalı cephe giydirmesi yapmak
benimsenmiş. Bu arada altı da üstü kadar zengin,
arkeolojik değeri de olan bu tarihi binaların altına
bir de iki kat otopark yapılıyordu. Yani proje hem
binaların tarihi, mimari özelliğini, hem sokak
dokusunu ve mahalle yaşantısını, hem de bölge
halkını ve esnafı tamamen yok eden bir projeydi.
Projeye karşı dernek olarak dava açtık ve kazandık.
Yargı projeyi iptal etti. Ama buna rağmen, yani
ortada yargı kararı varken, bunu hiçe saydılar ve
27. Maddeye dayanarak, olağanüstü hal, savaş,
seferberlik halinde ya da afet koşullarında,
Bakanlar Kurulu kararıyla uygulanabilen 'Acele
Kamulaştırma' yasasını burada uyguladılar. Savaştan
ganimet kaçırır gibi buraları acele kamulaştırdılar.
Ama bu ne yasal ne de meşru bir uygulamadır. Halk
olarak biz bu kararı kabul etmiyoruz, hayata
geçirilmesine de izin vermeyeceğiz. Zaten dernek
olarak da acele kamulaştırma kararına karşı dava
açtık.
HA: Ben doğma
büyüme 3. nesilim burada. İşin hep fiziksel boyutu
konuşuluyor, asıl bir de sosyal boyutu var. Yani
devletlerin sosyal boyutu, halkının geleceğini de
düşünmesi gerekmektedir. Ben ailem dediğim gibi 3
nesildir burada; çocuklarım psikolojik bunalıma
girdiler. Bana "baba ben arkadaşlarımdan ayrılacak
mıyım?" diye soruyorlar. Eşim ve ben de çok
etkileniyoruz; mahalleden, komşularımızdan ayrılmak
istemiyoruz; ayrıca işimizi de düşünüyoruz; işimiz
de burada kurulu. Benim gibi burada kaç tane esnaf
var. İnsanlar işinden gücünden, arkadaşlarından,
çocukları okullarından ayrılacaklar mı? Ben ömrümü
burada geçirmişim burada tamamlamak istiyorum.
Buranın güzelleştirilmesinin kesinlikle karşısında
değiliz ama parsel bazında mülk sahipleri yerinden
edilmeden, tarih ve mimari doku korunarak
yapılmasını istiyoruz. Buraya bir proje çizilecekse
uluslararası ve ulusal mimarlardan şehir
plancıların, arkeologlarına kadar uzmanların bir
platformda bir araya gelmesi lazım..
"Katılımcı bir proje
olması lazım."
ÇŞ: Yani
katılımcı bir proje olması lazım. Uzman denetiminde
olması lazım. Belki de yarışma usulüyle olması
lazım, dünyanın bu kadar güzel bir mirası iyi nasıl
değerlendirilebilir zihniyetiyle yaklaşılması lazım.
Bizim Fener-Balat evlerimiz dar evlerdir ve her
katta bir veya en fazla iki daire vardır, banyosu
tuvaleti küçüktür. Onların buraya getirmeyi
hedefledikleri kitleye hitap etmeyen evlerdir. Şimdi
bize diyorlar ki sizin konforunuzu arttıracağız. Ama
proje bizim değil buraya getirmeyi hedefledikleri
kitlenin konforunu arttırmayı amaçlayan bir proje.
Bizleri zaten burada tutmak istemiyorlar. Buranın
halkının onların 'değer arttırdık' diye
isteyecekleri astronomik farkları ödeme gücü yok. 3
veya 4 tane tarihi binayı birleştiriyorlar, tamamen
yıkıyorlar, daha büyük mutfaklar, daha büyük
tuvaletler, altta otoparklar ve geniş daireler
şekline getirerek bizim evlerimizi bizden alıp
başkalarına satıyorlar. Biz ilk açtığımız davada
şunu savunduk; bu projeler tarihi ve mimari dokuyu
korumamaktadır. bu projeler buradaki esnafı, halkı
tamamen yerinden etmektedir. Böyle bir şey insan
haklarına aykırıdır, barınma hakkımıza mülkiyet
hakkımıza aykırıdır. Dedik ki burada maddi mirasın
yok edilmesi yanında manevi miras olarak mahalle
kültürü de yok ediliyor. Yargı gerekçelerimizi haklı
buldu ve davayı kazandık. Böylece bu projeyi
onaylayan Yenileme Kurul kararı, Fatih Belediyesi
Meclis kararı ve Büyükşehir Başkanı'nın kararı iptal
edilerek proje de iptal edilmiş oldu.
"Herkesten Emre
Arolat'ın gösterdiği duyarlılığı bekliyoruz."
ÇŞ: Emre
Arolat sonuçta bir mimardır. Kendisi restorasyon
projelerinde olduğu kadar rant projelerinde yer
aldığını, bunu da yapmak zorunda olduğunu bizzat
kendisi söylemiştir. İş adamıdır, doğrudur, tabii ki
bir işten elde edeceği kazancı hesaplamak
zorundadır. Sonuçta kapitalist sistemde yaşıyoruz.
Oyunun kuralıdır bu. Ama halka zarar veren, halkı
hor gören bir tutum karşısında ilkeli bir duruş
sergilemiştir, bu da bizi etkilemiştir. "Benim için
insani değer önemlidir, sizin projenizde de insana
değer verilmediğini gördüm, halka rağmen bir proje
yapıldığını, bir yerinden etme, yani soylulaştırma
projesi olduğu gördüm, bunu reddettim." Diyerek
dikkatimizi çekmiştir. İster içtenlikle söylemiş
olsun ister olmasın, önemli olan bu ilkeli duruşu
kamuoyu karşısında sergilemiş midir, sergilemiştir.
Eğer uygulamada da bu tavrını sürdürürse onun gibi
mimarlara her zaman saygımız olacaktır. Biz bu
ilkesel duruşu beğendiğimiz ve takdir ettiğimiz için
Emre Arolat'a teşekkür ziyaretinde bulunduk.
HA: Diğer
mimarların da Emre Arolat'ı örnek alması gerekiyor,
gerçekten örnek alınacak bir insan.
Arkitera, Haber: Bahar
Bayhan, 20.12.2012
|
'TAPINAK TEPEDE, CAMİ
ŞEHİRDE OLUR'
Değil İstanbul’un,
Türkiye’nin gündemine oturan “Çamlıca Camii” için
akla gelen sorulardan biri de şu; “Acaba neden
Osmanlı bile Çamlıca’ya cami yapmadı?”
Öyle ya, ne Koca Sinan,
ne Sultan Süleyman, ne de diğerleri… Bu tepeye cami
düşlediler.
Çünkü Çamlıca hem eşsiz
bir “mesire” yeri, hem de İstanbul’un özgün bir
peyzaj zenginliği.
Tüm bunlar doğru ama
meğer “derin”lemesine bir açıklama değilmiş!
Hocaların hocası, mimarlık tarihi uzmanı ve İslam
mimarisinin uluslararası bilgesi Prof. Doğan Kuban
dedi ki: “Tepelere ‘tapınak’ yapılmıştır; cami ise
şehrin içindedir.”
Önce
‘bilgi’ gerekiyor
Eskişehir-Tepebaşı
Belediyesi’nin “aydınlanma” ortamına katkı olarak
düzenlediği “Kent ve Kültür Söyleşileri”nin bu ay
konuğu Prof. Kuban’dı. 8 Aralık’ta Zübeyde Hanım
Kültür Merkezi’ni dolduran her yaştan izleyici
arasında mimarlar da vardı.
Belediye Başkanı Ahmet
Ataç, Kuban’ın “Cumhuriyet-Bilim ve Teknoloji
Dergisi”ndeki yazılarına da değinerek özetle dedi
ki: “Hocamızın uyarı ve saptamaları, engin bilgi
birikiminin armağanıdır; ders alınabilirse,
günümüzde birçok kültür yoksunu uygulamadan da
arınabiliriz.”
“Kent Kimliği ve
Uygarlık” başlıklı konuşmasına kimlik ve uygarlık
için önce “bilgi”li olmak gerektiğini anımsatarak
başlayan Kuban, Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirerek
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların okuma yazma
bilmeyen Türk halkı ile devrimci Osmanlı subayları
olduğunu vurguladı. Kendisinin de Osmanlı bir
aileden geldiğini, büyükleri arasında
“şeyhülislam”ların bile bulunduğunu, ancak
Cumhuriyeti de yaratan ulusal kimliğinin Türk
olduğunu belirten Kuban, şimdiki farklı kimlik
arayışlarının tamamen siyasi hedeflerin ürünü
olduğunu anlattı.
Söz güncel gelişmelere
geldiğinde ise özellikle Çamlıca Cami için uyarıları
adeta bir “tarih ve felsefe dersi” gibiydi.
Camiler
ve mimarları
Üsküdar Belediye
Başkanı’nın “Cami projesini ancak Müslüman mimarlar
çizebilir” sözünün anımsatılması üzerine “Belli ki
tarih bilmiyor” diyen Kuban’ın, Mimar Sinan’ın inanç
kökenine değinmesi; İstanbul’da “Nur-u Osmaniye”den
“Ortaköy”e kadar sayısız caminin Ermeni mimarlarca
yapıldığını belirtmesi; dünyadaki nice kutsal
mekanın farklı inançlardan mimarlarca tasarlandığını
açıklaması da çarpıcıydı.
Kuban, “cami şehrin
içindedir” vurgusunun nedenini ise özetle şöyle
anlattı: “Cami ‘namaz’ içindir. Ezan namaza
çağrıdır. Amaç namazın günde 5 vakit hep birlikte
kılınmasıdır. Bu nedenle tarihi camilerin tümü çarşı
ya da mahallelerin içinde/kenarındadır. ‘Tapınak’lar
ise antikçağlardan beri ‘ulaşılması güç yerler’de
kurgulanan kutsal simgeler içindir; özel günlerde
ziyaret edilen mistik mekanlardır; camiyle asla
ilgisi yoktur.”
Dinlerken Uzak Asya
uygarlıklarından Akdeniz’in tarihsel coğrafyasına,
hatta Latin Amerika’nın geçmişindeki antik
yerleşimlere kadar her türden kültürün
tapınaklarını, yükseklerdeki konumlarını ve sadece
kutsal günlerdeki “törensel tapınma”ların mekanları
olduklarını düşündüm. Çarşıdaki camiye ise örneğin
esnafın dükkanını bile kilitlemeden namaz için gidip
döndüğünü… Günde 5 vakit tepeye tırmanılmaz ki...
Söyleşi bittiğinde
Eskişehirli izleyici soruyordu: “Çamlıca Tepesi’nde
cami değil, olsa olsa tapınak olacağını bu büyük(!)
dindarlar nasıl bilmezler?”
Yanıtı hoca daha baştan
vermişti; “Uygar olmanın önkoşulu bilgi sahibi
olmaktır.”
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 20.12.2012
|
KONYA BEDESTENİ ESKİ
GÜNLERİNE DÖNÜYOR
Ayasofya ve Topkapı
Sarayı'nın ardından Türkiye'de en çok ziyaret edilen
3. müzesi olan Mevlana Müzesi'nin çevresi, Mevlana
Kültür Vadisi Projesi kapsamında daha sade ve tarihi
dokunun ön plana çıktığı bir kimliğe kavuşuyor.
Konya ticari hayatının
merkezi, Romalılardan Selçuklulara, Osmanlıdan
günümüze binlerce yıllık geçmişe sahip tarihi
çarşısı "Bedesten" eski günlerine dönüyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, koruma
alanı olan bölgede titiz bir şekilde sürdürdükleri
proje kapsamında tarihi Bedesten'i şehrin çekim
merkezlerinden biri haline getireceklerini ifade
etti.

Hazreti Mevlana'nın
türbesi ve çevresi her yıl yaklaşık 2 milyon misafir
ağırlıyor. Hz. Mevlana Türbesi, Konya'nın ve
Anadolu'nun dünyaya açılan önemli kapılarından biri
konumunda. Ancak müzenin çevresindeki yapılaşmanın
tarihi dokuya zarar verecek boyutlara ulaşmasıyla
Konya Büyükşehir Belediyesi'nin bu konuya duyarsız
kalmayarak başlattığı Mevlana Kültür Vadisi
Projesi'yle Konya'nın tarihi dokusunun ayağa
kaldırılması, şehrin çehresinin yenilenmesi
hedefleniyor.
Hz. Mevlana'nın
türbesinden başlamak üzere Sırçalı Medrese'ye,
Selimiye Camii'ne, Aziziye Camii'ne, Şerafettin
Camii'ne, kervansaraylara kadar 3 milyon metre
karelik alanda bütün tarihi doku berrak bir
görüntüye kavuşacak. Projenin en önemli etaplarından
birisi de hiç şüphesiz "Tarihi Bedesten Düzenlemesi"
olacak. Tarihi Bedesten Çarşısının konuşlandığı 250
bin metrekarelik alanda Polisan Dış Cephe Boyaları,
Astarları ve Ahşap Koruyucu ürünleri kullanılıyor.
Arkitera, 20.12.2012
|
 |
TARİHİ GAZİANTEP KALESİ YAĞMURA DAYANAMADI ÇÖKTÜ
Ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemekle beraber, günümüzden 6 bin yıllık bir geçmişi olduğu tahmin edilen, Roma döneminde gözetleme kulesi olarak kullanılan Gaziantep Kalesi'nin şehirle bağlantısını ve ziyaretçilerin kaleye giriş çıkışlarını sağlayan köprü, kuvvetli yağışa dayanamayarak çöktü. Sabah 05.00 sıralarında çöken bölümdeki kuleler ile birlikte Panorama Müzesi'ne ait bazı heykellerin de zarar gördüğü belirtildi. Olay yerinde incelemelerde bulunan İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Aykanat, çökmenin kalenin giriş kulesindeki kapı tarafındaki köprüde meydana geldiğini söyledi. Aykanat, "Daha önce Gaziantep Üniversitesi işbirliği ile zemin etüt çalışmaları yapılmış, çatlağın derecesi ölçülmüştü. Bu çatlağın onarılması için teknik çalışmalar devam ediyordu. Ancak yoğun yağıştan dolayı şu anda bir çökme meydana geldi. Çökmeden dolayı kuleler aşağı inmiş durumda. Can kaybı ve yaralı yok" dedi. Türkiye 'de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olan Gaziantep Kalesi çevresinde İl Kültür Turizm Müdürlüğü ve belediye ekipleri, incelemelerine devam ederken, yağış nedeniyle kalenin değişik bölgelerinde zaman zaman toprak kaymalarının olduğu görüldü.
Radikal, 20.12.2012
|
BEYŞEHİR'DE TESCİLLİ YAPILAR YIKILIYOR
Tarihi Eşrefoğlu Camisi’nin yer aldığı İçerişehir Mahallesi’nde bulunan bazı tescilli binalar yıkılmaya yüz tutarken, bazıları da hava şartları nedeniyle yıkılıyor. Son yağışların ardından tarihi caminin karşısında bulunan Sivaslı Sokak’taki boş bir tescilli yapının da dış cephe duvarlarının dökülüp yıkılma tehdidi oluşturması yüzünden mahalle sakinleri korkulu günler yaşamaya başladı.
Beyşehir Belediyesi, söz konusu yapının yıkılma tehdidi oluşturması üzerine mahalle sakinlerinden gelen ihbar üzerine etrafına güvenlik şeridi çekerek önlem alırken sokak yaya ve araç girişine kapatıldı. Tarihi caminin karşısında bulunan ve duvarları yıkılan bir başka tescilli binanın da özellikle yayalar için tehlike oluşturabileceğini göz önüne alan yetkililer, etrafına güvenlik şeridi çekerek önlem aldı.
Bu arada, son yağışlarla birlikte ilçeye bağlı Doğanbey belde merkezinde de çift yönlü olarak ulaşımı sağlayan yolun Karayolları tarafından yapıldığı belirtilirken istinat duvarının da bir bölümü yaşanan heyelan nedeniyle çöktü. Belediye çöküntü yaşanan alanda güvenlik şeridi çekip uyarıcı levhalar yerleştirerek önlem aldı.
Konya Hakimiyet, 20.12.2012
|
 |
28 PARÇA TARİHİ ESER BULUNDU
Beylikdüzü'nde müşteri kılığındaki Asayiş
Büro Amirliği ekiplerine ellerindeki tarihi eserleri
satmaya çalışan 4 kişi, 28 parça tarihi eser ile
birlikte gözaltına alındı. Bir telefon ihbarını
değerlendiren polis, pazarlık yaptığı 3 kişinin
yanına müşteri gibi giderek, Mustafa Y., Mustafa T.
ile İsa İ.'yi gözaltına aldı. Tarihi eserleri temin
ettiği iddia edilen Sema A. da evinde gözaltına
alındı. Gözaltına alınan 4 kişi tutuklandı.
Sabah, Haber: Deniz
Derin, 20.12.2012
|
O AVUKAT ARTIK KURULDA
DEĞİL

İnci Pastanesi’nin
tahliyesi sırasında orada olduğu ortaya çıkan 1
No’lu Koruma Kurulu üyesi ve aynı zamanda binanın
restorasyon projesini yürütecek Kamer İnşaat’ın
avukatı Sabahaddin Özkan, kurul üyeliğinden
çıkarıldı.
Beyoğlu ’ndaki
Serkildoryan Han’da 1944’ten beri hizmet veren İnci
Pastanesi’nin tahliyesi sırasında simge haline
gelmiş 68 yıllık mobilyaların tahrip edilerek
sökülmesi tepkiyle karşılanmıştı.
Radikal , 12
Aralık’taki haberinde tahliye sırasında Özkan’ın da
orada olduğunu yazmıştı. Beyoğlu İlçesi, Özkan’ın
görev yaptığı kurulun yetki alanında olmamasına
rağmen bir kurul üyesinin tarihi pastanenin
tahribatına göz yumduğu eleştirileri yapılmıştı.
Mimarlar Odası Avukatı Can Atalay ve Taksim
Dayanışması üyesi Mimar Cem Tüzün, Özkan’ın sabahtan
akşam saatlerine kadar icra memurlarıyla konuşarak
tahliye işlemlerine karıştığını anlatırken, Özkan,
Radikal’e yaptığı açıklamada şunları söylemişti:
“Bir arkadaşımız bir şey sormak için çağırmıştı.
Orada bulunuşum 30-40 saniye bile değildir.
Tahliyeye nezaret etmiş değilim.” Radikal’in bu
durumu gündeme getirdiği haberden iki gün sonra
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ’ın
‘olur’uyla Özkan’ın koruma kurulu üyeliğinden
çıkartıldığı öğrenildi.
Eski bir koruma kurulu üyesi konuyla ilgili
Radikal’e yaptığı değerlendirmede, koruma
kurullarında birçok değişiklik olduğunu belirterek,
şunları söyledi:
“Bundan 5 - 6 yıl önce
kurul görevlisiyseniz sit alanlarıyla ilgili proje
yapamazdınız. Bu kural değişti, kurul üyeleri
yalnızca görev yaptıkları kurulun yetki alanına
giren projelerde taraf olamıyor. Başka bir kurulun
yetki alanındaki bölgede proje yapabiliyor. Bu da
elbette bir baskı unsuru olarak kullanılabiliyor.
‘Falanca kurulun üyesi’ diye lanse edilebiliyor
kişi.”
Radikal, Haber: Elif
İnce, 20.12.2012
|
 |
NABLUS'TAKİ TARİHİ SAAT KULESİ AÇILDI
Osmanlı devletinin 34. padişahı Sultan II. Abdülhamid'in 1901'de, tahta çıkışının 25 yıl dönümü anısına Filistin'in Nablus şehrinde inşa edilen tarihi saat kulesi, Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) tarafından restore edilerek yeniden kullanıma açıldı. Saat kulesinin açılışına Türkiye'nin Kudüs Başkonsolosu Şakir Torunlar, Nablus Valisi, Nablus Belediye Başkanı ile çok sayıda Filistinli yetkili katıldı. Torunlar, açılışta yaptığı konuşmada, yenileme işleminin, iki kardeş toplumun sahip olduğu ortak tarih ve kültür mirasının korunması konusunda gösterdiği kararlılığın bir simgesi olduğunu belirtti.
Estetik bir mimariye sahip, içeriden merdivenli beş katlı saat kulesinin, ikinci katında iki pencere, üçüncü katında bir taş balkon, dördüncü katında dört cephede birer saat bulunuyor. Son kat ise kuledeki saatlerin kontrolü ve şehri izlemek için tasarlanmış. Nablus'un sembolü olarak görülen tarihi saat kulesi, II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümü çevresinde, tüm Osmanlı topraklarında yaptırdığı yüz kadar saat kulesinden biri.
Sabah, 20.12.2012
|
BİR KORUMA(MA) HİKAYESİ
Ürgüp'te içinde eski
İstanbul ve Edirne duvar resimleri bulunan tescilli
bir ev, üzerine peribacası düşmesine, kolonu tahrip
edilmesine karşın direniyor; kapısı açık, korunmasız
halde 18 yıldır kurtarılmayı bekliyor.

Ne kapısı var, ne
penceresi...
İçinde çöpler, bir
yanına peribacası devrilmiş, bir ara yıkılsın diye
kolonu tahrip edilmiş; üstelik içinde iki tane
değerli duvar resmi var.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na ait tescilli bir konaktan bahsediyoruz.
Kapadokya Bölgesi'nde
Nevşehir'e bağlı Ürgüp İlçesi'ndeki Sucuoğlu Konağı.
Musaefendi Mahallesi'nde
yer alan ve geleneksel mimariyi temsil ettiği için
1987'de tescil edilen Sucuoğlu Konağı'nda 1911
tarihli İstanbul ve Edirne'ye ait iki adet duvar
resmi bulunuyor.

İstanbul Resmi

Edirne Resmi
İmza bölümü silindiği
için kimin yaptığı belli olmayan resimleri,
gayrimüslim bir ressamın çizmiş olabileceği tahmin
ediliyor.
Koç Üniversitesi'nden
Prof.Dr. Günsel Renda,
bir dönemin hem resim sanatına hem de sosyal
yaşamına ışık tutan resimlerin önemsenmemesine ve
korunamamasına çok üzüldüğünü belirterek "Bu
resimler bir an önce korumaya alınmalı" diyor.
"Taşra evlerinde
imparatorluğun başkentine özlem duyulduğu için
birçok İstanbul resmi vardır ancak Edirne resmi çok
azdır. Benim bildiğim Nevşehir'de iki tane Edirne
resmi var. Maalesef bu resimler önemsenmiyor ve
korunmuyor; çok üzücü."
Peribacası devriliyor,
kolonu baltalanıyor

Peki, Aziz Nesinlik bir
hikaye diye anlatılan konağın bu hale gelmesi nasıl
oldu?
Çevre ve Kültür
Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Ürgüp
temsilcisi Mustafa
Kaya anlattı.
Tescilli konağın,
resimlerinin olduğu kısmında duvar ve çatı yıkık
halde olduğu için korumaya alınması gerekiyordu.
Kaya, kaymakam ile valiyi ikna ediyor ve bina
sahibinden restore edilip kent müzesi yapılmak için
valilik tarafından satın alınıyor.
Yıl 1993, bu esnada
Kaya, üniversite öğrencileriyle birlikte resimler
daha fazla zarar görmesin diye üstlerini naylonla
örtüyor.
Valilikten Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na geçen bina için bir yıl sonra
restorasyonun ilk etabı için bütçe gönderiliyor.
Konağın çatısı ve duvarları yapılıyor; yapı biraz
kendine geliyor. Ancak geçen süre zarfında ince
işler için ikinci etap parası gelmiyor.
Kaya, sahipsiz kalan
konağa ara sıra gidip kimse girmesin diye kapısının
arkasına taş koyuyor. Ancak konağın avlusunda
bulunan peribacasının altındaki taşlar kimliği
belirlenemeyen kişilerce çalındığı için bacanın
yarısı konağın üstüne çöküyor; evin yarısını
dolduruyor.
Kuruldan "köpek
bağlamışlar" iddiası

Bu kadarla da bitmiyor.
Evin bir sütunu yine kimliği belirsiz kişilerce bina
yıkılsın diye (yerine bir otel ya da restoran yapmak
için muhtemelen) tahrip ediliyor.
İddiaya göre, sütunun
tahrip edilmesi sözlü şekilde Koruma Kurulu'na
iletiliyor. Kuruldan gelen yanıtta "Sütuna köpek
bağlanmış, ondan tahrip olmuştur" deniyor. Ardından
hemen sütun sıvayla örtülüyor.
Bugüne geldiğimizde
konağın ne kapısı var, ne penceresi. Son dönemde
konağın bakanlıktan Kapadokya Meslek Yükseokulu'na
restorasyon yapılmak üzere geçirildiği iddiaları
var. Okul yönetimi ise henüz tahsil işleminin
gerçekleşmediğini ancak konağın okula geçeceğini
söyledi.
Sucuoğlu Konağı
kurtuluşu için yıllar içinde gittikçe artan
restorasyon maliyetinin karşılanmasını ve yerel
yönetimlerin ilgisini bekliyor.
* Tahrip edilmiş kolonun
fotoğrafı Mustafa Kaya tarafından 2011'de çekildi.
bianet.org, Haber: Nilay
Vardar, 19.12.2012
|
BERBAT RESTORATÖRÜN TABLOSUNA 52 TEKLİF
İspanya'nın kuzeydoğusundaki Borja kasabasında 100 yıllık Hz. İsa freskini ucubeye çeviren 80 yaşındaki amatör ressam Cecilia Gimenez, eserlerini eBay'da satışa çıkardı.
Gimenez'in "Bodegas de Borja" (Borja'nın Şarap Mahzenleri) adını verdiği eser büyük ilgi görürken açık artırmada bin 80 euroya alıcı buldu.
Gelirini Katolik yardım kuruluşu Caritas'a bağışlayacağını açıklayan Cecilia Gimenez'in tablosuna 52 kişi teklif verirken açılış fiyatının üç katına çıktı.
Sabah, 19.12.2012
|

|
NEOLİTİK DEVRİMİN YERİ: GÖBEKLİTEPE
Urfa’da 12
bin yıl önce inşa edilmiş bir tapınak bulundu. Bu,
dünyanın ilk tapınağı. Göbeklitepe, Çatalhöyük’ten
2000 yıl daha eski. Dünyanın en ünlü arkeologları,
“Göbeklitepe her şeyi değiştirdi” diyor çünkü tarihi
en az iki bin yıl evvele çekti.
Dedem arkeolojiye meftun bir adammış. İkinci
Dünya harbinde Ohri’den
Türkiye’ye gelince arkeologluğu bırakmak zorunda
kalmış.
Nice Balkan’lı gibi, taşını, toprağını, çok
sevdiği mesleğini içine gömmüş ve burada yepyeni bir
hayat kurmaya bakmış. Dedemi hiç tanımadım. Ama onun
arkeoloji sevdası benim ve kardeşime geçmiş
olacak ki, arkeoloji sanatına olan merakımız ve
heyecanımız çocukluğumuzdan beri hiç seyrelmedi.
Şanslıyız çünkü bir arkeoloji cennetinde yaşıyoruz
ve her geçen gün şaşırtıcı yeni bulgularla
karşılaşıyoruz.
İlk
tapınak
Sanıyorum bunlardan en önemlisi Göbeklitepe.
Sadece şu ana kadar bildiklerimiz bile insanlık
tarihini değiştirmiş durumda. Göbeklitepe ünlü
arkeolog Gordon Childe’ın dediği gibi “Neolitik
Devrim” yaratmış vaziyette. Neden mi? Peygamberler
diyarı olarak bilinen Urfa’da 12 000 yıl önce inşa
edilmiş bir tapınak bulundu da ondan. Bu dünyanın
ilk tapınağı.
Bulunmaz nimet
Tabii bu buzdağının görünen yüzü. Son yıllarda
dünyanın en ünlü arkeologları, “Göbeklitepe her şeyi
değiştirdi” diyor çünkü tarihi en az iki bin yıl
evvele çekti. Göbeklitepe, çoğumuzun bildiği
Çatalhöyük’ten
2000 yıl daha eski. Burası büyük bir ihtimalle
insanların avcılıktan çiftçiliğe geçip buğdayı ilk
evcilleştirdiği nokta. Kısaca, medeniyet tarihi
burada başlıyor diyebiliriz.
Neolitik Çağ insanların mağaralarda yaşayan
avcı/toplayıcı yaşamdan yerleşik düzene geçtiği
süreci anlatır. Bu dönem çoğu kişinin ilgisini
çekmez. Müzeye gitseniz, bu döneme ait cilalı taşlar
ve iskeletler görürsünüz, büyük memeli kadınlar ve
koca gözlü idollere bakarsınız ama konuya özel
ilginiz yoksa bu tarih ve objeleri size fazla uzak
ve teorik gelir.
Oysa insanı anlamak için o çağa inilmelidir.
Arkeoloji ve antropoloji bir nevi dedektifliktir.
İnsanların tanrılarından korkularını ve inançlarını,
ölülerinden diyetlerini, savaşlarını,
ameliyatlarını, hayvanlarından hayat tarzlarını
öğrenirsiniz. Bu bağlamda Göbeklitepe, bilim
insanları için bulunmaz bir nimettir zira Cilalı Taş
Devrinden bu yana, yani 1994 yılına kadar kapalı
kalmış, adeta derin dondurucuda korunmuştur.
Neolitik insan, nedendir bilinmez, burasını dikkatli
bir şekilde toprakla doldurup/mühürleyip terk etmiş.
Aynı lavlar altında donmuş Pompei gibi, burası
dokunulmamış bir cevherdir.
Almanya’da bestseller
1994’ten bu yana kazıları yöneten Prof. Klaus
Schmidt’in konuyla ilgili kitabı Arkeoloji ve
Sanat yayınlarında çıktı. Ne acıdır ki bizde pek
ilgi görmedi ama Almanya’da bestseller oldu. Şu anda
okuyorum, ilgilenenlere hararetle tavsiye ederim.
Kitap, sıkıcı bir akademik dille değil sanki bir
macera kitabı gibi Göbeklitepe’nin keşfini
anlatıyor. Schmidt, büyük cümleler kurmuyor,
bulduklarıyla bize daha çok soru sordurtuyor. Bana
göre şu aşamada yapmamız gereken şey de bu. Eski
arkeologlar, define avcıları gibi davranıp,
dinamitle girerlermiş sitlere. Günümüzde ise çok
ağır ve dikkatli çalışılıyor. Arkeoloji, sabır işi
olmakla birlikte Urfa müze müdürün ve arkeolog
Müslüm Ercan’ın hocasının da dediği gibi iyi bir
hayal gücü, “atma gücü” gerektiren bir meslek.
Bir ulu ağaç
Gelelim sit alanına. Bir kere girdiğiniz anda
coğrafyaya çarpılıyorsunuz. Bronte’nin Uğultulu
Tepeleri gibi
yaz-kış rüzgarlı, sulak bir bölgede buluyorsunuz
kendinizi. Aşağıda bir çoban, gözünüzü acıtan
yeşillikteki bir çayın kenarında koyunlarını
otlatıyor. Arkeologlar, buranın su kültüyle ilgili
olduğunu düşünüyor. Daha metal araç-gereçler yokken
oydukları sert kayalar, suya verdikleri öneme işaret
ediyor. Bulunan objelerden anlaşılıyor ki Neolitik
çağda buraya yüzlerce kilometre öteden ziyaretçiler
gelmiş.
Sonra bir ulu ağaç sizi karşılıyor, en tepede. Bu
ağaç,
Tim Burton’un
film setlerine yakışır gotiklikte. Bekçi Mahmut
Yıldız’la uzun uzun sohbet ediyoruz. Ataları bu
topraklarda çiftçilik, çobanlık yapmış. Dedeleri,
ulu olduğunu düşündükleri bu ağaca hastalarını
taşımış, çocuğu olmayan kadınlar için burada kurban
kesilmiş. (Sonra müzede gördüğüm çocuklu dikilitaş
acaba aynı amaçla mı yapılmış diye düşünmeden
edemiyorum).
Anadolu’da en sevdiğim görüntü, rengarenk
bezlerin ve mendillerin bağlandığı bu ağaçlardır.
Belli yerlerde, bin yıllar da geçse, dinler de
değişse, gelenekleri kaybolmuyor. Neolitik insan,
buradaki dikilitaşların dibine yaban domuzu
heykelleri kondurmuş; adak mahiyetinde. Günümüzde
ise her yıl koyun kesiliyor, diğer hayvanların
sağlığını garantiye almak babında. Burasının
kesintisiz bir kutsal mekan olduğu ortada.
Göbekli Tepe, Cilalı Taş Devri’nden 1994 yılına
kadar kapalı kalmış, adeta derin dondurucuda
korunmuş.

Milliyet, Yazı: Pelin Batu, 19.12.2012
******
BU İŞTE DE Mİ UZAYLI PARMAĞI MI VAR?
Göbeklitepe, kuşbakışı bakılınca, aynen bir
göbeği andırıyor. (Bu arada, bağışlayın, ukalalık
edemeden duramayacağım, müzedeki bir levha günümü
gün ediyor. “It is located 6 km North of the center
of
Şanlıurfa as the crow flies”dan ne anlıyoruz?
“Karga uçarken Şanlıurfa merkezinin 6 km kuzeyinde.”
Oysa anlatılmak istenen basit kelime kuşbakışı.
Galiba çevirmenin kuştan tek anladığı karga!)

Kazı alanı, 15-20 tonluk dikilitaşların örüldüğü
bir daireden oluşuyor. T şeklindeki taşlar, 60-70
kilometre ilerdeki bir taş ocağından taşınmış. Daha
tekerleğin t’sinin olmadığı bir dönemde bu sarp ve
dik coğrafyaya yekpare dev taşları nasıl taşıdılar
bilinmiyor, ama şimdiden çok sevilen “uzaylılar
yaptı” söylentileri dolanmakta. Taşların devasa
boyutları bir tarafa, üstlerindeki hayvan
motiflerinin sofistikasyonu insanı hayran ediyor.
Schmidt’in buraya “neolitik hayvanat bahçesi” demesi
boşu boşuna değil. Taşların üstlerine işlenmiş envai
çeşit mahluk ile tanışıyorsunuz. Tilkiler, turnalar,
örümcekler,
aslanlar, boğalar, ördek ve dinozor karışımı
tuhaf varlıklar sizi tarihin ötesinden selamlıyor.
Bir taşın üstündeki ejderha veya timsaha
benzeyen bir yaratık, açık ağzıyla sizi
ürkütüyor. Arkeozoolojik bilgilere göre Fırat ve
Dicle’de
ejder ya da
timsah benzeri bir hayvana hiç rastlanmadığı
için, resmedilmiş bu hayvan kafa karıştırıyor.
Göklerdeki ebedi yaşam
Benim en çok ilgimi çekense akbaba figürleri. Bunlar
aynen Çatalhöyük’te olduğu gibi sıkça karşımıza
çıkıyor. Akbabaların tanrılarla temasta olan
varlıklar olduğu düşünülüyor.
Hindistan’daki Zerdüştler ve Tibet’teki
Budistlerde günümüze kadar gelen bir ritüel var:
ölü, kimi zaman kafası kesilerek, taşların üzerine,
akbabalara bırakılıyor. Ölü yiyici akbabanın ise,
ölüm ve yaşamı birbirine bağlayan, insanın ruhunu
semalardaki tanrılara taşıyan bir ulak olduğuna
inanılıyor. Kendi gözlerimle bu ritüelin Neolitik
insan tarafından taşa işlendiğini gördüm. Tabii bu
inancın Göbeklitepe’den dünyanın dört bir tarafına
yayılmış olduğunu söylememiz imkansız ama şu anda en
eski bulgular burada. Belki gerçekten de inançlar
gezicidir. Belki de insan birbirinden bağımsız
olarak benzer inançlar geliştirmiştir, kim
bilir?
Ölüm kültleri
Akbaba demişken, civardaki mezarlıklar akla geliyor.
Eriha, yani eski Urfa’daki iskelet buluntuları, yeni
spekülasyonlar doğuruyor. İskeletler arasındaki genç
insan oranının çok çok fazla olması, burada kurban
edildiklerine işaret edebilir. Bu durumda, “normal”
ölülerin bir başka tarafa defnedildiği, gençlerin
ayrı tutulduğu gözüküyor. İnsan yine dedektiflik
yapmadan edemiyor. Töre ya da namus cinayetlerinin
en çok yaşandığı yerlerden biri Urfa olduğuna göre,
acaba bunu da mı Neolitik insandan devraldılar diye
düşünmeye başlıyorum.
Işıldayan toprak
Göbeklitepe’de binlerce çakmaktaşının yaldız gibi
parladığı bir toprağın üzerinde yürüyorsunuz.
Bunlar, eski insanların yaptığı aletler. Her yere
halı gibi serpilmişler. Yakında kazı alanının üstü
kapanınca, böyle ışıldamayacaklar, o yüzden siz siz
olun, çok geçmeden Göbeklitepe’nin bu bakir halini
kaçırmayın. Müslüm Ercan, yapılan bilimsel
tahkikatlarda Göbeklitepe’nin etrafında benzer 24
tane oval yapı olduğunu söyledi. Bu demek ki burası
en az 70 sene daha kazılacak ve bizi şaşırtmaya
devam edecek. Profesör Mithen’in dediği gibi,
“Göbeklitepe, anlayabilmek için fazlasıyla
olağandışı.”
Milliyet, Yazı: Pelin Batu, 20.12.2012
|
İNANILMAZ KAFATASI!



Meksikalı arkeologlar öyle bir şeye rastladı ki
gözlerinize inanamayacaksınız. Bu normalden uzun
kafatasının
Aztek ya da
Mayalara ait olduğu sanılıyor.
Meksika'da köyde 25 kişinin mezarı bulundu. Bu
kazıda bulunanlar arasındaki 13
kafatasının normalden uzun olduğu belirtilirken,
içlerindeki bu en yassı
kafatasının 1000 yaşında olduğu açıklandı.
Kafatasını bazı yöntemlerle sıkıştırarak uzatma
şeklindeki gelenek Maya halkına ait bir yöntem.
Habertürk 19.12.2012
|
 |
TÜRK HAMAMI İÇİNDE KÜTÜPHANE
8½ tarafından tasarlanan kütüphane "Urban Dreams Çağdaş Sanat Festivali" kapsamında Türk hamamı içerisine kuruldu.
Bir hafta süreyle 16. yüzyıla ait, Bulgaristan'ın Plovdiv kentinde bulunan Türk hamamının içerisine yerleştirilmiş Studio 8½ tasarımı ahşap kütüphane, mimaride eski ve yeninin birbirini tamamladığı ve yeni kullanımlara olanak veren bir örnek olarak ortaya çıkıyor.
Hamamın merkezine yerleştirilen kütüphane, oturma alanı, kitaplık ve multimedya noktası gibi gerekli ana fonksiyonları barındırıyor.
Çevredeki eski taş ve tuğla yüzeye kontrast kendi doğal rengiyle bırakılan ahşap kütüphane, hamamın ana salonu gibi dairesel bir forma sahip. Spiral şeklinde üç boyut kazanan mekan, 13 metre yüksekliğindeki görkemli kubbeye uzanıyormuş hissi yaratıyor. Basit ama iyi tasarlanmış aydınlatma sisteminin binanın yenilenmiş detaylarını vurgulaması ve tesisatı görünür hale getirmesi hamam ve kütüphane arasında sofistike bir bütünlük oluşturuyor.
Arkitera, 19.12.2012
|
ADNAN ÇOKER'İN 'RETROSPEKTİF III'ÜNE 650 BİN TL

22. Beyaz Müzayede'de Fahrelnisa Zeid'den Taner
Ceylan'a çağdaş ve modern resmin ustalarına ait
toplam 201 eser satışa sunuldu.
Türk çağdaş ve modern sanatının baş yapıtları, Sofa
Otel'deki müzayedede sanatseverlerle buluştu.
Müzayedede,
Adnan Çoker'in en önemli başyapıtlardan ''Retrospektif
III'', 650 bin TL'ye alıcı buldu.
Çoker'in kitabında yer alan retrospektif, ayrıca
sanatçının hayatı boyunca yapmış olduğu en büyük 5
eser arasında bulunuyor.

Ömer Uluç'un ''Nü ve
Kedi'' isimli yapıtının 500 bin TL'ye satıldığı
müzayedede, Fahrelnisa Zeid'in bugüne kadar çok
bilinmeyen bir ''Otoportre''si 350 bin TL'ye alıcı
buldu.

Zeid'in Ürdün'deki
aile koleksiyonundan çıkan bu resmin ön tarafında
sanatçının Arapça imzası yer alıyor.
Fahrelnisa Zeid'in çok sayıda eseri, ekim ayında
Londra'da yapılan müzayedede, Katar'da yerleşik müze
tarafından yüksek fiyatlarla satın alınmıştı.
Türk çağdaş sanatının figür ustaları Mehmet
Güleryüz, Komet ve Ergin İnan'ın eserleri de
müzayedede satışa sunuldu. Güleryüz'ün ''Beni
Sıkıyorsun'' adlı eseri 200 bin TL'ye satıldı.
Müzayedede Burhan Doğançay'ın ayrı dönemlerine ait
11 resmi satışa sunuldu. Sanatçının en çok talep
gören ''Purple Ribbon'' adlı eseri 180 bin TL'ye
alıcı buldu.
Fikret Mualla'nın ''bar'' konulu tuval üzeri yağlı
boya başyapıtı da 95 bin TL'ye satıldı.
Habertürk, 19.12.2012
|
III. RAMSES CİNAYETİ TOMOGRAFİYLE ÇÖZÜLDÜ

Bilgisayarlı tomografiden geçirilen Mısır
firavunu III. Ramses'in boğazında ölümcül bir kesik
bulundu. Firavunu, MÖ 1155'te oğlunu tahta
geçirmek isteyen karısının öldürttüğü sanılıyor.
Bilim insanları antik Mısır'ın firavunlarından III.
Ramses'in cinayete kurban gittiğini ortaya çıkararak
binlerce yıllık bir gizemi çözdü. "British Medical
Journal" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre;
III. Ramses'in mumyasının CT taramasında
(Bilgisayarlı tomografi) firavunun boğazında ölümcül
bir kesiğe rastlandı. İtalya'daki Mumyalar ve Buz
Adamlar Enstitüsü'nden paleopatolog Dr. Albert Zink,
Kahire'deki Mısır Müzesi'nde saklanan III. Ramses'in
mumyasında yapılan araştırmada, gırtlağının hemen
altında 7 santimetre uzunluğunda derin bir kesik
bulunduğunu söyledi. Keskin bir bıçağın açabileceği
bu kesiğin, kurbanın birkaç dakika içinde ölümüne
yol açacağı belirtildi.
KEÇİ DERİSİYLE LANETLENDİ
Dr. Zink, "Tomografi daha önce keşfedilmemiş kesiği
ortaya çıkarmamıza yardımcı oldu. III. Ramses'in
oğlu Prens Pentavere'ye ait olduğu sanılan mumyanın
boynunda da olağandışı izlere rastladık. Bu kişinin
asıldığını ya da boğularak öldürüldüğünü
düşünüyoruz" dedi. Prens Pentavere'nin cesedinin
diğer kraliyet ailesi mensuplarının aksine
temizlenmemiş keçi derisiyle sarıldığını belirten
Dr. Zink, keçi derisinin ruhun diğer dünyada
cezalandırılması için uygulanan bir gelenek
olabileceğine dikkati çekti. Torino Papirüsü gibi
antik belgeler, MÖ 1155'te haremde bulunan
kişilerin, III. Ramses'i öldürmeye çalıştığını
yazıyordu. Ancak belgelerde suikast girişiminin
başarılı olup olmadığı belirtilmiyordu. Torino
Papirüsü, firavunun bilinen iki eşinden biri olan
Tiye ve veliaht prens Pentavere'nin de aralarında
bulunduğu bazı kişilerin suikast girişimiyle ilgili
olarak yargılandığına ve çeşitli cezalara
çarptırıldığına işaret ediyor. Papirüse göre,
babasına karşı ayaklanma başlatan Prens Pentavere,
daha sonra intihar etmiş.
MUMYADAKİ ŞİFRE
Dr. Zink, III. Ramses'in boğazındaki
kesiğin içine yerleştirilmiş bir "Horus'un Gözü"
tılsımı bulduklarını kaydetti. Horus'un Gözü, antik
Mısır'da Güneş tanrısı Horus'un gözünden hiçbir
şeyin kaçmayacağını, insanın iç alemindeki her niyet
ile yeryüzü üzerindeki her şeyin tanrı tarafından
bilindiğini simgeliyordu.
Sabah, 19.12.2012
|
2. BAYEZİD SERGİSİ AÇILIYOR

Sultan 2. Beyazıt'ın vefatının
500 yılı dolayısıyla Topkapı Sarayı Müzesi'nde yarın
"2. Beyazıt Sergisi" açılacak.
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Haluk Dursun, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 28 Ocak'a kadar
sürecek serginin, sadece Topkapı Sarayı Müzesi
envanterlerinde kayıtlı bulunan eserlerden, müze
uzmanlarınca yapılan değerlendirme sonucu
oluşturulduğunu söyledi.
Dursun, sergide, Sultan 2. Beyazıt'ın altınla
çekilmiş tuğrasının olduğu ve kendisinin şehirciliğe
vermiş olduğu önemi gösteren bir berat, Sultan'ın
dönemine ait minyatürlerin yer aldığı kitaplar
ile
Kur'an-ı Kerim 'in gelmiş geçmiş en ünlü
hattatlarından Şeyh Hamdullah tarafından istinsah
edilen bir örneğinin bulunduğunu belirtti.
KABE KİLİDİ, BEYAZIT'IN ENTARİSİ, ŞEHZADE
KORKUT'UN TÖREN KAFTANI...
Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümü'nde korunan
Osmanlı Kabe Kilit ve Anahtar grubunun en erken
örneklerinden bir Kabe Kilidi, Topkapı Sarayı zengin
koleksiyonları içerisinde yer alan Osmanlı
sultanlarının geleneksel kıyafet örneklerinden
Sultan 2. Beyazıt'ın entarisi ve Şehzade Korkut'un
tören kaftanı, okçuluğa büyük merakı ve kabiliyeti
olan 2. Beyazıt'a ait yay ve kılıçların yine bu
sergide görülebileceğini ifade eden Dursun, şunları
kaydetti:
“Sultan 2. Beyazıt, halk tarafından 'Veli'
derecesine yükseltilen bir padişah olmasına ve
1481'den 1512'ye 31 yıl tahtta kalmasına rağmen, ne
yazık ki babası Fatih Sultan Mehmet'in ve oğlu
Sultan Selim Han-ı Evvel'in büyüklüğü, şöhreti, şanı
karşısında gölgede kalmış, tabiri yerinde ise
kıymeti yeterince bilinmemiştir.
Sultan 2. Beyazıt'ın,
Beyoğlu Belediyesi ve Topkapı Sarayı'nın
işbirliğiyle geçmişten günümüze bir uzantısı ve
yansıması olarak, bu sergiyle hatırlatılacağını
düşünüyoruz.”
Radikal, 18.12.2012
|
MİLET ANTİK KENTİ DENİZLE BULUŞACAK
Didim'de bulunan Milet
antik kentine denizden
tekneyle gidilebilmesi amacıyla proje başlatıldı.
"Milet'in Denizle
Buluşması" projesiyle ilgili bilgilendirme
toplantısı D-Marin
Didim Marina'da yapıldı.
Toplantıda projeyi
açıklayan
Didim Turizm Altyapı ve Hizmet Birliği Başkanı
Salih Bankoğlu, Büyük Menderes'in bir kolunun
uzandığı Milet antik kentinden nehrin denize
döküldüğü yer olan su yolunun ıslah edilmesini
içeren projenin
Aydın Valisi
Kerem Al tarafından da desteklendiğini ifade
etti.
Büyük Menderes'in denize
döküldüğü dalyandan Milet'e 1 saat 45 dakikada
varılabildiğini, Milet'e 10 dakikalık yürüyüş
mesafesinde teknelerin demirlenebildiğini anlatan
Bankoğlu,
Altınkum'dan Milet'e yapılacak tekne
yolculuğunun ise yaklaşık 3 saat süreceğini ifade
etti.
Bankoğlu, proje kapsamında
DSİ tarafından kanal temizliği yapılmasının
gerektiğini, bu konuda gelecek yıl harekete
geçilmesini umduklarını, projenin ikinci etabında da
su yolunu
Bafa Gölü'yle birleştirmek istediklerini
kaydetti.
Projenin
Didim turizmine büyük katkı sağlayacağını ifade
eden Bankoğlu,
Türkiye'yi ziyaret eden turistler için de güzel
bir alternatif sunulmuş olacağına dikkati çekti.
Didim Kültür Mirasını Koruma Derneği Başkanı
Mustafa Şentürk ise bugüne kadar tarih turizminde
sadece Apollon Tapınağı'nı kullandıklarını, Milet
antik kentinin denizle buluşmasıyla ilçeye olan
ilginin artacağını söyledi.
Şentürk, bölgenin doğal
zenginliğinin de korunması gerektiğini belirterek
projenin ikinci etabı olan
Bafa Gölü bağlantısıyla Myos ve Heraklia antik
kentlerine de ziyaretçilerin tekneyle gelmesinin
mümkün olabileceğini ifade etti.
Aydın İl Genel Meclisi Üyesi Hasan Yavuz ise
Güney
Ege Kalkınma Ajansı'na sunulması halinde proje
giderlerinin yüzde 70'inin ajans, kalanının da İl
Özel İdaresi tarafından karşılanabileceğini
belirtti.
haberler.com, Haber: Bahri Aşık / Suat Deniz /
Tolga Albay, 18.12.2012
|
GÖRSEL SANATLAR TARİHİ MASAYA YATIRILIYOR

Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye
Şubesi (AICA
Türkiye), Türkiye görsel sanatlar tarihinin son 30
yılıyla, tanıklıklar ve paylaşımlar aracılığıyla
ilişkiye geçmek amacıyla, Aralık 2012 – Ocak 2013
ayları içinde "1980’den Günümüze Türkiye’de Görsel
Sanatlar: Tanıklıklar ve Paylaşımlar” başlıklı bir
konuşma dizisi düzenliyor.
Üç kronolojik başlıktan oluşan oturumlarda, 21-22
Aralık’ta 1980’ler, 28-29 Aralık’ta 1990’lar ve 4-5
Ocak’ta 2000’ler konuşulacak. Oturumlar,
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sedat
Hakkı Eldem Oditoryumu’nda gerçekleşecek.
Etkinlik, altı gün sürecek oturumlarda
Mehmet Güleryüz,
Komet,
Erdağ Aksel,
Bedri Baykam, Devrim Erbil, Rabia Çapa, Sevil
Binat, Besi Cecan, İpek Duben, Balkan Naci
İslimyeli, Süreyyya Evren, Erden Kosova, Beral
Madra, Levent Çalıkoğlu, Serhan Ada, Zeyno Pekünlü,
Vecdi Sayar’ ın da bulunduğu Türkiye’nin ulusal ve
uluslararası alanda emek veren sanatçı, sanat
tarihçi, küratör, yazar, eleştirmen, galerici ve
basın mensupları ile yayıncı ve kültür
girişimcilerini buluşturacak.
1980’ler dönemi üzerine konuşmalar, Sanatta
Dönüşümler, Sanatçılar, Atölyeler, Galeriler ve
Basın alt başlıklarını içerirken, 1990’ları konu
alan konuşmalar ile Sanatçılar, Bienaller, Sanatçı
Kolektifleri ve Sergiler, Küratörlük, Yayıncılık ve
Eleştiri konuları masaya yatırılacak. Etkinliğin
üçüncü ve son bölümü olarak tasarlanan 2000’ler
dönemi konuşmalarında tartışılacak başlıklar ise
Sanatçılar, Bağımsız Oluşumlar, Çok Merkezli Sanat,
Kurumlar, Sanat Piyasası, Yayıncılık, Kültür
Politikaları, Eleştiri ve Eleştirmenlik olarak
sıralanıyor.
Habertürk, 18.12.2012
|
'KÜLTÜR VARLIKLARI' MEYDAN SAVAŞI
“AMA dünya ile
aramızı bozmayalım şimdi” diye itiraz ediyor
Dışişleri Bakanlığı. Kültür Bakanlığı yurt dışında
bize ait kültür varlıklarının iadesi için girişimde
bulunacağı zaman.
Olayın bu yönü bizim kendi içimizdeki skandal.
Kültür Bakanlığı kol kırılır, yen içinde kalır,
sözünden hareket ederek, Dışişlerini ikna ediyor.
İkna odasını takiben Kültür Bakanı Ertuğrul Günay
kültür varlıklarımızın iadesiyle ilgili olarak yoğun
çaba harcıyor. Bunun sonucunda:
Mermer, bronz ve ahşap eserler, yüzükler, heykel
başları, sikkeler, padişahlara ait eşyalar Almanya,
İngiltere, İsviçre, Hırvatistan, Sırbistan, Amerika
başta olmak üzere çeşitli ülkelerden, toplam üç bin
697 eser son bir-iki yılda bize iade ediliyor.
Geçen cumartesi Berlin Müze Müdürünün Der Spiegel’de
Ertuğrul Günay’ı ve Türkiye’yi hedef alan
röportajını aktarıyorum. Yazı üzerine Günay arıyor
ve ayrıntılı bilgi veriyor.
Günay sanıyorum Der Spiegel’e açıklama gönderecek,
ayrıca resmi kanallardan Alman makamları nezdinde
girişimde bulunacak. Çünkü, Bakan Günay “Berlin Müze
Müdürü doğru söylemiyor” diyor.
DÖRT ÜLKE BİRLİKTE
Ve ekliyor:
“Biz, bizim kültür varlıklarımızı istemeye
başladığımızdan bu yana, Batı basınında sert yazılar
çıkıyor”.
Osmanlı 1906 yılında kültür varlıklarının yurt
dışına çıkartılmasını yasaklıyor. Buna rağmen,
dünyanın dört bir yanındaki müzelerde bizim eserler
var. Onlar çalıntı.
Şimdi çalınan mallarımızı geri isteyince, kıyamet
kopuyor.
Günay çalıntı eserlerle ilgili ortak bir proje
geliştiriyor. Mısır, Yunanistan ve Bulgaristan ile.
Onların da varlıkları çalınmış. Bulgaristan ile
anlaşma var, diğer iki ülke ile de temas sürüyor.
Dört ülke birlikte davranacak.
Çalıntı varlıklarla ilgili etik kurala uyan ülke
Amerika. Onlar eserleri hemen iade ediyor. Avrupa
ülkeleri, deyim kötü ama, resmen çamura yatıyor.
MÜZELER VE KAZILAR
Yabancıların iddiası şu. “Siz bizimle kazılarda
işbirliği yapmıyorsunuz, ayrıca müzeleriniz kötü”.
Ertuğrul Günay iddiayı yanıtlıyor:
“Doğru değil. Bakanlar Kurulu kararı var. Halen
yabancılarla sürdürdüğümüz 42 kazı var. Bunların
dokuzu Almanlarla, kazı için 18 anlaşmanın altısı
yine Almanlarla. Didim, Hattuşaş, Truva ve Milet’te.
Kazılara yılda 25 milyon dolar ayırıyoruz. Bunlar
tamamlanıncaya kadar yeni kazıya izin vermiyoruz”.
Ya müzeler? Günay:
“Son iki yılda on yeni müze açtık. Yirmi müzeyi
yeniledik. On sekiz müze yenilenme yolunda”.
Berlin Müze Müdürü ileri geri laflar ediyor ama,
örneğin bir başka resmi bilgi daha var. 5 Temmuz ve
18 Eylül 2012’de bize ait eserlerin iadesi için
Alman Hükümetine iki başvurumuz var. Buna karşılık,
Berlin’den henüz bir yanıt yok.
Göze o kadar çarpmayan bir mücadele sürüyor, savaş
gibi. Siyasi olarak ve basın üzerinden. Adamlar
kaçırdıkları varlıkları geri vermemekte direniyor.
Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 18.12.2012
|
KAPADOKYA'YI KİM
KORUYOR?

Kapadokya Bölgesi'nde
Nevşehir'e bağlı Uçhisar Beldesi'nde otobüsten
iniyorum.
Soru sorabileceğim tek
bir kişi yok. Arada yerel halkın yaşadığı tek bir ev
yok. Sanki bir oteller mahallesindeyim.
Lafta değil, gerçekten
dünyada eş benzeri olmayan peribacalarıyla ünlü
Kapadokya, özellikle son beş yıldır geleneksel
mimariyi, kentin silüetini bozan, sayıları hızla
artan ve bölgeyi insansızlaştıran otellerle
boğuşuyor.
UNESCO'nun korunması
gereken dünya miras listesinde 911 yer var;
Kapadokya bu yerler içinde hem doğal hem de kültürel
miras listesindeki 27 yerden biri.
37 yıldır bu listede ama
Kapadokyalıların yüzde 94'ü, turistlerin ise yüzde
75'i bundan haberdar değil.
Milyonlarca yıl önce
oluşan peribacaları içinde kalan Kapadokya'ya (başta
Nevşehir, Kırşehir, Aksaray, Kayseri, Niğde'ye
yayılan bölge) yılda gelen turist sayısı 2,2 milyon.
Turistik bölgede
yaklaşık 25 bin yatak olduğu tahmin ediliyor. Otele
ihtiyaç yok demek, gerçeği yansıtmıyor; çünkü turist
sayısı artsın isteniyor.
Sıkıntı, bu yapılaşmanın
kontrolsüz, plansız ilerlemesi ve turizm uğruna
yapılanların turizmi bitirecek noktaya gelmesi.
Uzun süredir sivil
toplum örgütleri, Kapadokya'nın planlı şekilde
korunmamasından şikayetçiydi, ancak hem olanakların
yetersizliğinden hem de halkın ilgisizliğinden güçlü
bir itiraz yükselememişti.

Arinna Lodge Otel
Taa ki, Uçhisar
Beldesi'ndeki Arinna
Lodge Otel ve yanındaki
CCR Hotels'in
her yerden gözüken inşaatları yükselene kadar.
200 kişilik bir grup,
inşaat projelerini geçiren Koruma Kurulu'nun önünde
toplanıp protesto eylemi yaptı. Ardından önce Arinna
Lodge Otel sonra CRR Hotels'in inşaatları projeye
uygun yapılmadığı gerekçesiyle geçici olarak
durduruldu.

CCR Hotel's
Bu bir ilkti.
Peki, buna benzer
otellerin projeleri Koruma Kurulu'ndan nasıl
geçiyor, yasalara göre bunları denetlemesi gereken
belediyeler ne yapıyor, bölgeye uygun oteller nasıl
olmalı?
bianet, bölgeye giderek
endişeleri ve talepleri dinledi.
Yüksel: Kurulun
hassasiyetlerini anlayamıyoruz
İlk sözü, 93'te kurulan
ve bu projeleri onaylayan Koruma Kurulu'nda görev
yapmış, şimdi de bu projelerin denetlenmesinde
bilirkişilik yapan arkeolog
Filiz Yüksel'e
veriyoruz.
Yüksel, ikisi de kentsel
sit alanı içinde olan otelleri "ucube" olarak
nitelendirdi.
"Koskoca iş makineleri
ile iki inşaatta da kum ocağında çalışır gibi 24
saat çalıştılar. Peri bacaları zaten zamanla iyicene
eridi, iş makinesi çarpsa ne olacak? Kayaları
kafalarına göre kestiler. Biri dört katlı bina
yapmış, ötekisi kocaman beton kütlesini koymuş."
Yüksel, hedeflerinin
otel sahipleri değil Koruma Kurulu olduğunu
belirterek "Bir Koruma Kurulu bu projelere nasıl
izin verebilir" diye soruyor.
"Sıradan bir vatandaşın
asla böyle bir şey yapmasına izin verilmez. Onlarca
insan içinde yaşadıkları evleri elleriyle kazdı, bir
pencere taktı, üzüm bağına kazma kürek için bir
baraka ya da ahşap gölgelik yaptı diye hapis cezası
aldı. Bu kadar ufak şeyler için insanları
cezalandıran kurul, iş makineleri ile yapılan
otellere izin veriyor. Kurulun hassasiyetlerini
anlayamıyoruz; demek ki buradaki hassasiyet ranttan
yana."
"Bu işin bir standardı
olması lazım" diyen Yüksel, iki katı aşan, tek düze,
doğal yapıyı korumayan, bölgeyi insansızlaştıran
projelere izin verilmemesi gerektiği görüşünde.

Bölgenin eski görünümü
Bir dönem herkes hapis
yatmış
Kapadokya'da, eskiden
doğal yapıyı bozduğuna karar verilenler ağır cezada
yargılandığı için onlarca insan hapis yatmış.
Göreme Kültür Varlıkları
Koruma Derneği Başkanı ve otel işletmecisi
Ali Yavuz,
"Biz bilinçli değildik. Neyi korumamız gerektiğini
bilmiyorduk. Deneme yanılmayla öğrendik. Halkın bu
konuda bilinçlendirilmesi şart" diyor. Butik
otelinde bacaların arasına sekiz basamak merdiven
yaptığı için sekiz ay yatmış.
Turizmi Geliştirme
Kooperatifi Başkanı
Mustafa Durmaz, Göreme Açık Hava Müzesi önüne
turistler çamurda yürümesin diye yaptığı parke
taşları nedeniyle sekiz ay hapis yatmış.
Böyle örnekler çok
fazla. İşte bu yüzden "Adalet duygumuzu kaybettik.
Biz boşuna mı hapis yattık" diyorlar.
Aslan: Turistleri yan
sokaklardan geçiriyorum
İşin turizm kısmına
gelirsek Rehberler Derneği Başkan Yardımcısı
Aslan Özcan,
turistlere dert anlatmaktan yorulmuş.
"Avrupalı turistlerin
sorularından bıktım. Sokakları değiştirerek onları
hep en güzel yerlerden gezdirmeye çalışıyorum. Yoksa
sürekli nasıl bu güzellikleri koruyamıyorsunuz diye
kızıyorlar."
Öcmen: Geleneksel mimarı
korunmalı
Peki, turistik bir
bölgede otel ihtiyacı varsa, herkes geleneksel
evlerde, peribacalarının içinde uyumak istiyorsa,
nasıl bir çözüm bulunacak.
Ürgüplü yüksek mimar
Tunçel Öcmen,
"Böyle giderse Avrupa'nın örnek aldığı Ürgüp'teki
mimarı tarz tamamen yok olacak" diyor.
"Zaten eski yapılar
teker teker yıllar içinde yıkıldı, taşları çalındı.
Benim hatırladığım iki kilise, kocaman bedesten
yıkılanlar arasında. Kalanları da koruyamıyoruz. Ben
korumacı bir insanım, ancak peribacalarına otel
yapılmasına hiçbirimiz karşı değiliz. Ama öyle bir
boyuta geldi ki, tüm kaya mezarları otele dönüştü.
Sonuçta buraları insanların kendi mülkü de olsa
kültür varlıkları olarak tescil edilmeli. Eskiden
insanlar bilmeden yanlışlar yapıyordu ama şimdi
yüzde 90'ını bölge dışından gelen otelciler bunu
bilerek yapıyor."
Koruma Kurulu ve yerel
yönetimleri eleştiren Özcen şöyle konuştu:
"Proje kuruldan bir
şekilde geçiyor. Belediye bunu kontrol etmiyor.
Sonra şikayet geliyor. Ve ceza yazılıp, düzeltin
deniyor. Ancak burada yapılan şeyler dönüşü olmayan
bozulmalar.
Yani iş işten geçmiş
oluyor.
"Sadece en az müdahale
ile doğal yapıyı, geleneksel yaşam tarzını bozmayan
değişimlere izin vermeli. Ama iki oda fazla olsun
diye bacaların içinin oyulması kabul edilemez."
Kaya: Kapadokya kanunu
gerekli
ÇEKÜL Ürgüp temsilcisi
Mustafa Kaya
da Kapadokya'da otellerin çoğalmasıyla yerel halkın
dağıldığını ve bir yaşam alanı kalmadığını söylüyor.
"Turistler otobüsleriyle
otele gelip, iki peribacası görüp gidiyor. Çünkü
yerel halkın yerini her yerde otel aldı. Eskiden
çarşıdan alışveriş eder, akşamları kahvede
otururlardı. Kültür turizmi için gelenlerin
özellikle istediği halkla ilişki kurmak. Bu ortadan
kalktı."
Kaya, ÇEKÜL çalıştayında
da bölgesel yönetim planı, Kapadokya Kurulu,
bilinmeyen varlıkların envanteri, korumada sivil
katılım, ekoloji ekonomi dengesinin yaratılmasına
dair kararlar alındığını aktardı.
Kaya: UNESCO gelip,
incelemeli
Ürgüplü
Tekiner Kaya
da, Kapadokya'daki bozulmayı yüzde 1 olarak gösteren
UNESCO'ya tepki göstererek mutlaka bir heyetin
yerinde bölgeyi incelemesi gerektiğini söylüyor.
Turizmin "üretim" yerine
"tüketim" odaklı olduğunu dikkat çeken Kaya, bağ
bozumu şenliklerinin dahi sembolik yapıldığını
belirterek "doğa, kültür, inanç turizmi" yapılan
böylesi önemli bir yerin çok ciddi bir plana
ihtiyacı olduğunu söylüyor.
TMMOB'a bağlı Mimarlar
Odası Ankara Şubesi'nden de bir heyet Arinna Otel'i
incelemek için Uçhisar'daydı; heyet konuyu
değerlendirdikten sonra gerekirse otele dava açacak.
bianet.org, Haber:
Nilay Vardar, 18.12.2012
|
YENİLENEN AŞİYAN MÜZESİ İSTANBULLULARI BEKLİYOR

Tevfik Fikret’in bir dönem yaşadığı Aşiyan Müzesi
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yenilendi.
Müzenin tanıtımında konuşan Başkan Topbaş,
“Orijinaline uygun olarak yenilenen bu
eser, gençlerimiz başta olmak üzere bütün
milletimizin ziyaret edebileceği çok güzel bir yer
oldu” dedi.
Şair Tevfik Fikret’in bir dönem yaşadığı ve 1945
yılında Edebiyat-ı Cedide Müzesi’ne dönüştürülen
Aşiyan Müzesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yapı
İşleri Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılarak 1
milyon 128 bin lira harcanarak tamamen yenilendi.
Bir buçuk yıl süren kapsamlı bir restorasyon
çalışmasıyla modern bir görünüme kavuşan müzenin
onarımında orijinal yapıya sadık kalınarak,
bozulmamış özgün malzemelerin tamamı korundu.
Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü tarafından iç mekan
ve tefrişat düzenlemeleri orijinal eserlere uygun
olarak yapıldı.
Müzenin tanıtım törenine İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın yanı sıra, Tevfik
Fikter’in akrabalarından Yazar Orhan Karaveli ve
Yeditepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr.
Nedret Kuran Burçoğlu ile Başkan Kadir Topbaş’ın
Danışmanları Tülin Ersöz ve Nadya Taşel de katıldı.
Törende konuşan Başkan Kadir Topbaş, binlerce yıl
medeniyetler kurmuş milletimizin aydınlanma
sürecinde Tevfik Fikret gibi fikir adamlarıyla
dünyanın gelişim ve değişimini yakinen okuyarak
ülkemize katkı sunduğunu söyledi. “Ekibimle
birlikte, güzel bir insanın yattığı yerdeki evini
restore etmeninin mutluluğunu yaşıyoruz” diyen Kadir
Topbaş, “Bugün de dünya önemli bir değişim
sürecinde. Bunu okuyabilenler dünyada kendilerini
hissettirirler. Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki
sıkıntılı dönemde Türkiye Cumhuriyeti kurularak
bitmiş denilen bir millet yeniden ayağa kalkmıştır.
Burada devlet adamları, sanatçılar, fikir adamları,
herkesin katkısı var” şeklinde konuştu.
Aşiyan Müzesi’nin, şehrin tarihe tanıklık eden
hafızalarından biri olması ve Tevfik Fikret’in
bizzat projesini çizmiş olması nedeniyle çok önemli
olduğunu vurgulayan Başkan Topbaş, sözlerini şöyle
sürdürdü; “İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak
kentin tarihinde kalan ne varsa gün yüzüne
çıkartarak İstanbullulara ve dünyaya sunmak adına
görev yapmaktayız. Destek veren herkese teşekkür
ediyoruz. Burası gençlerimiz başta olmak üzere
milletimizin ziyaret edebileceği çok güzel bir müze
oldu. Hatta açılan kapalı odalarıyla, fotoğraflarda
görülen bazı eşyaların yeniden imal edilmesiyle çok
özel bir çalışma yürütüldüğünü herkes gururla
görecek. Fotoğrafından yararlanılarak Tevfik
Fikret’in bal mumu heykelini dahi yaptık.”
Dünyayla rekabet etme noktasında geleceğe birlik
ve beraberlik içinde yürümemiz gerektiğinin altını
çizen Topbaş, “Bu müzede olduğu gibi geçmişimizin
değerlerini de zinde tutarak iyi öğrenilmesini ve
geleceğe aktarılmasını sağlamak zorundayız.
Nerelerden geldiğimizi buralara bakarak bilmek
zorundayız. İnanıyorum ki Aşiyan Müzesi herkesin
uğrak yeri olacak. Bu güzelliklerin sayısını
arttırmayı diliyorum. Kabri de buraya alınan Tevfik
Fikret’in de ruhu şad olsun” dedi.
Yazar Orhan Karaveli ve Yeditepe Üniversitesi
Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Nedret Kuran Burçoğlu da
yaptıkları konuşmada Tevfik Fikret’in sanatçı
kişiliğine ve eğitim hayatındaki başarısına dikkat
çekerek, Aşiyan Müzesi’nin yenilenerek geleceğe
taşınmasını sağlayan Başkan Kadir Topbaş’a ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkür ettiler.
Törende konuşmaların ardından Başkan Topbaş ve
beraberindekiler müzeyi gezdiler.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 1.12.2012
|
BİTLİS'İN SİMGESİ BEŞ MİNAREDEN BİRİ KAYIP

Türkülere konu olan, filmlere ilhan
kaynağı olan birçok manide yer alan ve Türkiye'nin
değişmeyen simgeleri arasına giren Bitlis'teki
tarihi beş minareden biri kayıp. 1916 yılındaki Rus
savaşı döneminde her tarafın tahrip edilmesinden
sonra ayakta kalan 5 tarihi minareden birinin nerede
olduğu, ne zaman yıkıldığı bilinmiyor.
Araştırmacı yazar Mehmet Törehan Serdar,
yaptıkları araştırmalar neticesinde Bitlis'teki 5
minareden birisinin yıllardır kayıp olduğunu ortaya
çıkardıklarını söyledi. Şu anda Şerefiye Camisi, Ulu
Cami, Meydan Camisi ve Gökmeydan Camisi adlı 4
tarihi camide 4 minare bulunduğunu belirten Serdar,
beşinci minarenin nerede, hangi camide olduğu ve ne
zaman yıkıldığı konusunda bilgi olmadığını kaydetti.
Araştırmacı yazar Mehmet Törehan Serdar, Bitlis'teki
diğer minarelerin yeni yapılan camilere ait olduğunu
vurguladı. Mehmet Törehan Serdar, 8 Ağustos
Mahallesi'nde bulunan Kadri Camisi'ne ait minarenin
1950 yılında şiddetli rüzgar tarafından yıkıldığı
bilgisinin kulaktan kulağa dolaştığını kaydeti.
Serdar, "O bilgi de net bir bilgi değil. Sadece yaşı
70'in üzerinde olan vatandaşların verdiği bir
bilgi." dedi.
Bitlis Kültür Müdürlüğü yetkilileri de ellerinde
kayıp olan minarenin ne zaman kaybolduğu ya da
yıkıldığıyla ilgili bilgi bulunmadığını bildirdi.
Yetkililer, kayıp minarenin Kalealtı Camisi'nin
yanında olduğunu ve yıkıldığını, fakat ne zaman
yıkıldığı nasıl yıkıldığı konusunda herhangi bir
bilgilerinin olmadığını söylediler. Yetkililer,
"Kale Camisi'nin üzerine sonradan küçük bir minare
yapılmış. Kayıp minare hakkında elimizdeki tek bilgi
bu." diye konuştu.
BİTLİS'TE BEŞ MİNARENİN HİKAYESİ
Biri kayıp olan 5 minarenin hikayesi ise şöyle: 1916
Rus işgali sırasında Bitlis, harabe şehir görüntüsü
alır. Savaş esnasında Bitlis'ten kaçan bir baba ve
oğul, düşmanın çekilmesinden sonra Bitlis'e dönmek
üzere yola çıkar. Baba ve oğlu, şehre hakim
konumdaki Dideban Dağı eteğine varır. Baba, şehirde
canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu şehre
gönderir. Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan
babasına şöyle seslenir: "Şehirde yaşama dair hiçbir
iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış." Bunu
duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle bir ağıt
yakarak oğlunu yanına çağırır: Bitlis'te beş minare,
beri gel oğlan beri gel, Yüreğim dolu yare, beri gel
oğlan beri gel.
Bu ağıt zamanla türkü, manilere ve filmlere konu
olarak günümüze kadar gelir.
Star, 18.12.2012
|
İSTANBUL'UN EN ESKİ 'SU YOLU' BULUNDU

Küçükçekmece Gölü kıyısında İstanbul'un en eski
yerleşim yerine ilişkin kazılar devam ediyor.
2007'de tespit edilen tarihi kentte arkeolojik
kazılar 2009'da başladı. 2011'de yapılan çalışmalar
sırasında tarihi kentin su ihtiyacını karşılamak
amacıyla oluşturulmuş bir sarnıç bulundu. 2012'de
devam eden çalışmalarda da sarnıca su getiren
kanallar ve su yolları tespit edildi. Bathonea
kentinin arkeolojik çalışmalarıyla ilgili İl Genel
Meclisi binasında toplantı düzenlendi. Toplantıda
konuşan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, kazı
çalışmaları esnasında mükemmel bir su yolunun
bulunduğunu belirterek, "Bildiğimiz açıktan giden
bir su yolu değil. Bathonea kazıları içinde sadece
300 metresi keşfedildi. İstanbul için çok kıymetli
bir yer ortaya çıkarıldı. Şehre su taşıyan çok
önemli bir su hattı. Şu ana kadar 5 noktada kapak
sistemi bulundu. Kapaklardan içine girerek temizleme
yapılmış. Günümüzdeki su yollarının bire bir aynısı
inşa edilmiş" dedi. Kocaeli Üniversitesi Fen-
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün, Roma
döneminden Osmanlı Devleti'ne kadar kullanılan
büyüktaşlarla düzenli şekilde oluşturulmuş bir yol
bulunduğunu söyledi. Ayrıca 5-6'ncı yy'da yapılmış
dini yapıya rastladıklarını belirten Aydıngün 1034
tarihli bir sikke bulunduğunu, tarihi yerleşim
alanının o yıllarda oluşan depremle toprağa
gömüldüğünü ifade etti. Bathonea kentinin 12. yy'a
ait yaşam izleriyle son bulduğunu kaydeden Aydıngün,
kazı alanında bulunan tarihi eşyalar ve objeler
hakkında bilgi verdi.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 18.12.2012
******
BATIK KENTİN SU
KANALLARI BULUNDU
Küçükçekmece Gölü kenarında Bathonea Antik Kenti’nde
müthiş keşif yapıldı. 2 bin yıllık su yolu hala
işler vaziyette bulundu. Çeşmesinden su akan yolun
içine giren mağaracı ekip, yeraltındaki su yolunda
yaklaşık 200 metre ilerledi. 5 tahliye bacası
bulunan su yolu,
İstanbul tarihi için önemli bir buluş olarak
nitelendirildi.
İstanbul Valisi Hüseyin Avni
Mutlu, Yenikapı kazılarından sonra İstanbul’un en
önemli kazısı olarak nitelendirdiği Bathonea
kazıları için önümüzdeki yıl çok daha önemli
buluntular beklediklerini belirtti. Bugüne kadar
bilim dünyası Küçükçekmece Gölü kenarında bir antik
kentin varlığından haberdar değildi. İstanbul İl
Kültür Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, ‘‘Kazı
alanının ören yeri olması için müracaat ettik.
İstanbul yeni bir turizm gezi alanı kazandı’’ dedi.
İlk tarımın izleri
Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında Kocaeli,
İstanbul ile yabancı üniversitelerden bilim
insanlarının katılımıyla Avcılar ve Küçükçekmece
ilçeleri sınırları arasında sürdürülen Bathonea
kazıları 2012 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı
desteği ile yapıldı. İstanbul Valiliği İl Özel
İdaresi’nce geniş bütçeli ödenek sağlandı. Yüzey
araştırmalarında ilk tarımsal faaliyetlerin
yapıldığını gösteren naviform biçimli taş aletler,
Neolitik – Demirçağlar (MÖ 8000-1000) arası
seramikler, Hellenistik dönem (MÖ 4. yüzyıl) amfora
parçaları, göl kıyısı boyunca uzanan duvar
kalıntıları,
Roma dönemi sütun başlıkları ile eserleri
bulundu. Kıyı ve göl içinde gemi çapaları tespit
edildi.
Göl çevresinde yer alan duvarların bir rıhtım
yapısına ait olduğu düşünülüyor. İskele yapıları ve
yol sistemi ise bölgede askeri ve ticari limanlar
olduğu olasılığını güçlendiriyor. Ayrıca göl içinde
antik bir fenere ait olabilecek kalıntı belirlendi.
2011’de orijinal uzunluğunun 120 metreye varacağı
tahmin edilen 14 metre genişliğinde 7 metre
derinliğindeki dev sarnıca ulaşıldı. İmparator
Konstantin ve dönemin önemli din adamlarının adını
taşıyan damgalı tuğladan inşa edilan ve 7 bin
metreküp su alabileceği hesaplanan sarnıcın
döneminin en büyük sarnıçlarından biri olduğu
sanılıyor.
2012 yılı kazılarının en önemli keşfi ise toprak
altında yüzlerce metre devam eden su kanalları.
İşçilik ve inşaat tekniği yönünden bazı bölümleri
Geç Roma ve bazı bölümleri Roma İmparatorluğu
dönemine tarihlenen kanallar, hem burada büyük bir
yerleşimin varlığını ispatlıyor hem de dönemin temiz
su sisteminin bozulmadan günümüze gelebildiğini
gösteriyor. ‘Apsisli Yapı Kanalı’ ve ‘Büyük Sarnıç
Kanalı’ olarak adlandırılan iki su tüneli ASPEG
Anadolu Speleoloji Grubu Derneği (Mağara
Araştırma Grubu) üyeleri tarafından araştırıldı.
Her iki tünelin yapılış amacının, yeraltı suyunu
tünel içine aktarma ve aynı tünel içinde çok az bir
meyille akıtarak yeryüzü seviyesinin üzerine kadar
çıkartma amaçlı olduğu gözlendi. ‘Apsisli Yapı
Kanalı’nın 144 metrelik alanında çalışmalar
yürütüldü. Kanalın içinden akan suyun, kanala 28
metre uzakta bulunan ve halen kullanılan antik
çeşmeden çıktığı tespit edildi. Büyük Sarnıç
Kanalı’ndan çıkan suyun ise hemen yanda bulunan
büyük açık sarnıcı doldurma amacı ile yapıldığı
görüldü. Tünellerin bazı yerlerinde, yukarıya uzanan
düzgün dikdörtgen bacalar tespit edildi. Bacaların
üzerlerinin taş plakalarla kapandığı, bacaların
tümünün iki yan duvarında ayak basma yerlerinin
mevcut olduğu görüldü. Her iki tünel de bugün dahi
işlevini devam ettirmekte ve içinden yaz-kış su
çıkmaya devam ediyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil,
19.12.2012
|
NÜ SERGİYE SANSÜR

Eskişehir'de Devlet Güzel Sanatlar
Galerisi'nde açılan "Artnüyet" adlı sergi
sansürlendi. Resimler, açılış törenin ardından
duvardan indirilip ters çevrildi. Sergi sansürüne
Eğitim-Sen'den tepki geldi.
Eskişehir'deki Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde
resim öğretmeni, sanatçı Emin Gülören'in "ArtNüyet"
adlı resim sergisi Büyükşehir Belediye Başkanı
CHP'li Yılmaz Büyükerşen'in de katıldığı açılış
töreninin ardından galeri görevlileri tarafından
duvardan indirilip ters çevrilerek yere konuldu.
Eğitim-Sen Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı olaya
tepki gösterdi.
TOKİ Şehit Savaş Kubaş Anadolu Lisesi resim
öğretmeni Emin Gülören, 16'ncı kişisel sergisini
geçen Cumartesi günü Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar
Galeri'nde açtı. 15-24 Aralık 2012 tarihleri
arasında açık tutulacağı duyurulan serginin
açılışına Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı
Yılmaz Büyükerşen ile çok sayıda davetli katıldı.
Sergilenen 29 nü eser, davetliler tarafından ilgiyle
izlendi. Pazar günleri kapalı olan galeriye bugün
gelerek sergiyi gezmek isteyenler, tablolarıın
duvardan indirildiğini, ters çevrilerek yere
konulduğunu gördü.
Sanatçı Emin Gülören, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi
yetkililerinin kendisine herhangi bir bilgi
vermediğini, eserlerinin kimin talimatıyla
kaldırıldığını bilmediğini söyledi.
Galeri önünde basın açıklaması yaptı
Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'ndeki olaya
Eğitim-Sen Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı tepki
gösterdi. Şanlı, galeri önünde sanatçı Emin Gülören
ve bir grup
sendika üyesinin katılımıyla basın açıklaması
yaptı.
Olayı kınadıklarını ifade eden Ali Paşa Şanlı şöyle
konuştu:
"Cumartesi günkü açılış töreninden sonra Pazartesi
günü arkadaşlarımız sendikamız üyesi olan Emin
Gülören'in sergisini gezmek için salona
geldiklerinde tabloların ters çevrildiğini ve yere
indirildiğini gördüler. Serginin birileri tarafından
kapatıldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Kültür Müdürlüğü
ile hiçbir yetkili serginin kapatılması durumunu
üzerine almıyor. Biz, özellikle bu tutum ve
davranışın ülkemizdeki siyasal ve ideolojik bir
hegemonya oluşturmaya çalışan iktidarın, esasen
beynin arkasındaki düşünceyi gösterdiğini
düşünüyoruz. Bu iktidarın neler düşündüğünü, neler
yapmak istediğini göstermektedir. Kendisi gibi
düşünmeyenleri ötekileştiren bu anlayışı kınıyoruz.
Başta Vali ve Kültür Müdürlüğü yetkilileri olmak
üzere bunun sorumluluğu kime aitse bu konuda
kendilerinden açıklama bekliyoruz."
"Sanatta düşünce sınırlandırması olamaz"
Eğitim-Sen Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı,
tabloların neden kaldırılmış olabileceği konusuyla
ilgili olarak şöyle dedi:
"Oradaki tablolardan bazılarını zannediyorum ki
kendi düşüncesine aykırı gören bir anlayış olabilir.
Ama sanatta bir düşünce sınırlandırılması olamaz.
Sanatçı düşündüğü her şeyi çizebilir, he rşeyi
düşündüğü gibi anlatabilir. Ayrıca bu sergiyle
ilgili gerekli izin alınmış. Sergilenen resimlerle
ilgili ayrı bir başvuru olmuyor. Anadolu
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi burada seçici
kuruldur. Bu kurul sadece sanatçının yeterlilik ve
yetersizliğine bakar. Resimleri değerlendirme diye
bir durum söz konusu değildir Yani resimlerle ilgili
önceden bir izin alınma durumu yoktur."
Sanatçı Emin Gülören'in basın kuruluşlarına sergi
davetiyesiyle birlikte gönderdiği mailde şu
yazıların bulunması dikkat çekti:
"ArtNüyet-15-24 Aralık.Korkulan, ayıplanan, hor
görülen ve art niyetle bakılan hatta içine tükürülen
sanat. Hele konu 'Nü' olunca da hem tahrik hem de
bir tehdit. Aslında önemli olan 'nüyet'. Sergi
açılışında sizi ve tüm çalışanlarınızı aramızda
görmekten mutluluk duyacağız."
Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi yetkilileri
resimlerin duvardan indirilmesi olayı ile ilgili
olarak "Sergimiz izleyicilere kapalı. Devlet memuru
olduğumuz için de bu konuda konuşamayız" dedi.
Cnn Türk, 18.12.2012
******
BAKANLIKTAN 'NÜ
RESİM' AÇIKLAMASI
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar
Galerisi'nde sanatçı Emin Gülören'in resimlerinin
kaldırılması ile ilgili yazılı açıklama yaptı.
Açıklamada, resimlerin nü olması nedeniyle
kaldırılmadığı belirtilerek şöyle denildi: 'Bazı
basın yayın organlarında Eskişehir'de Bakanlığımıza
bağlı Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde açılan bir
serginin 'resimlerin nü olması nedeniyle
sansürlendiği' yönünde haberler yer almıştır. Söz
konusu sergide nü tablolar olması sebebiyle
sansürlendiği iddiaları hiçbir şekilde gerçeği
yansıtmamaktadır. Sergi sahibi Emin Gülören 15
Haziran 2012 tarihinde Eskişehir Kültür ve Turizm
Müdürlüğümüze yapmış olduğu başvurusunda 'kişisel
yağlıboya ve heykel sergisi' açmak istediğini dile
getirmiş ve sergide yer vermek istediği 31 parçadan
oluşan kişisel çalışmalarına ait görselleri yazı
ekinde sunmuştur.
Ancak serginin açılışını takiben Emin Gülören'in
sergisinin evvelce beyan ettiği eserlerden tamamen
farklı tablolardan oluştuğu anlaşılmıştır. Bunun
üzerine Emin Gülören'e, Devlet Güzel Sanatlar
Galerileri Yönetmeliğinin 'amaç dışı kullanım'
maddesi gereğince, sergisinde yer vereceğini beyan
ettiği eserleri sergilemekle yükümlü olduğu
bildirilmiştir. Emin Gülören bu konuda hiçbir itiraz
ileri sürmemiş; tam aksine tabloların
değiştirilmesine kendi eliyle yardım etmiştir. Emin
Gülören daha sonra beraberinde basın ve Eğitim Sen
yetkilileri
ile birlikte Devlet Güzel Sanatlar
Galerisi'ne gelerek eserlerinin sansürlendiğini
iddia etmiştir. Sanatın her dalına çağdaş bir bakış
açısıyla ve ayrım gözetmeksizin eşit mesafede
yaklaşan Kültür ve Turizm Bakanlığında sansür gibi
çağdışı bir yaklaşım hiçbir zaman var olmamıştır;
bundan sonra da olmayacaktır. Ancak sergilerin esas
ve usullerinin belirlendiği özel hukuki
düzenlemelere uyulması ve uygulanması konusunda
gerek sanatçıların gerekse kamu görevlilerinin
karşılıklı anlayış içinde hareket etmelerini
beklemek de herkesin hakkıdır.'
Radikal, Haber: Eyüp Kelebek, 18.12.2012
******
NÜ RESİMLERİN
İNDİRİLMESİ OLAYINDA VALİLİK SORUŞTURMA AÇTI
Eskişehir Valiliği, sanatçı Emin Gülören'in
sergilediği nü resimlerin, Devlet Güzel Sanatlar
Galerisi'nde duvardan indirilip ters çevrilmesi ile
ilgili inceleme ve soruşturma başlattı.
Valilik, sanatçı
Gülgören’in sergilediği resimlerin komisyona verdiği
örneklerinden farklı olduğunu bildirdi.
TOKİ
Şehit Savaş Kubaş
Anadolu Lisesi
resim öğretmeni Emin Gülören, ’Artnüyet’ adını
verdiği 16’ncı kişisel sergisini geçen Cumartesi
günü Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galeri’nde
açtı. 15-24 Aralık 2012 tarihleri arasında açık
tutulacağı duyurulan sergide bulunan çoğu nü olan 29
eser, daha önce komisyona verilen eserlerden farklı
olduğu gerekçesiyle duvardan indirilerek ters
çevrildi. Eğitim- Sen Eskişehir Şube Başkanı Ali
Paşa Şanlı galeri önünde yaptığı basın açıklamasıyla
olaya tepki gösterdi.
VALİLİK: RESİMLER
KOMİSYONA GÖSTERİLENLERDEN FARKLI
Eskişehir Valiliği,
yazılı açıklama yaparak konuyla ilgili inceleme ve
soruşturma başlatıldığını bildirdi. Sanatçının
komisyona sunduğu resimlerden farklı resimleri
sergilediğinin belirtildiği Valilik açıklamasında
şöyle denildi:
"Bazı yerel ve yaygın basında, ilimiz Kültür ve
Turizm Müdürlüğüne bağlı Devlet Güzel Sanatlar
Galerisi’nde açılan bir serginin ’resimlerin nü
olması nedeniyle sansürlendiği’ yönünde haberler yer
almıştır. Sergi sahibi Emin Gülören 15 Haziran 2012
tarihinde İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne
başvurarak ’kişisel yağlıboya ve heykel sergisi’
açmak istediğini dile getirmiş ve sergide yer vermek
istediği 31 parçadan oluşan görselleri yazısı ekinde
sunmuştur. Seçici Kurul tarafından 17-25 Aralık 2012
tarihleri arasında örnekleri verilen eserlerle sergi
açması uygun görülmüştür. Ancak, serginin açılışını
takiben Emin Gülören’in sergisinin evvelce beyan
ettiği eserlerden tamamen farklı tablolardan
oluştuğu anlaşılması üzerine Emin Gülören’e Devlet
Güzel Sanatlar Galerileri Yönetmeliği’nin ’Amaç dışı
kullanım’ maddesi gereğince sergisinde yer
vereceğini beyan ettiği eserleri sergilemekle
yükümlü olduğu bildirilmiştir. Emin Gülören, bu
konuda hiçbir itiraz ileri sürmemiş, aksine
tabloların değiştirilmesine kendi eliyle yardım
etmiş, daha sonra da eserlerinin sansürlendiğini
iddia etmiştir. Sergi açma usullerinin belirlendiği
hukuki düzenlemelere, tarafların uymaları
zorunludur. Valiliğimiz tarafından konuyla ilgili
inceleme ve soruşturma başlatılmıştır."
Radikal, 20.12.2012
|
TARİHİ İKİZ BİNALAR
DİABETLE SAVAŞACAK

Şişli İlçesi Abide-i
Hürriyet Caddesi’nde yer alan tarihi ikiz binalar,
yıpranmış görüntüsüne veda ediyor. İstanbul İl Özel
İdaresi tarafından yenilenen binalar, diyabetlilere
hizmet için kullanılacak.
1 milyon 373 bin TL
maliyet ile restore ettirilecek yapılar, tescilli
iki binanın birleştirilmesi ve ön cephelerinin
korunması ile 3 bodrum, zemin ve 5 kattan oluşuyor.
Bin 350 metrekarelik bir
alana sahip yapılar, restorasyon projelerinde özgün
konut fonksiyonundan, Diyabet Vakfı Genel Merkezi
şeklinde hizmet verecek fonksiyona getirildi.
19. yüzyılın sonunda inşa edildiği düşünülen ve 1997
yılında çıkan yangın sonucu büyük ölçüde hasar gören
ikiz yapıların tarihi dokusu neredeyse kaybolmuş
durumda.
Aslına uygun olarak
rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri ile
statik, elektrik ve mekanik projeleri hazırlanan
binaların restorasyon çalışmalarının, 2013 yılının
sonuna doğru tamamlanması hedefleniyor.
Ntvmsnbc, 17.12.2012
|
MEVLANA MEDRESESİ RESTORE EDİLİYOR

Adana 'nın Kozan
İlçesi'nde Mevlana Celaleddin
Rumi'nin Şam'a eğitim için gittiği sırada uğradığı
tarihi mescit Kozan Belediyesi tarafından
kamulaştırılarak restore edileceği ve keşişler
ile bir araya geldiği Keşişler
Mağarası çevresinde düzenleme yapılacağı bildirildi.
Taş Mahallesi’nde bulunan ve bugün ev olarak
kullanılan tarihi mescit ve Keşişler Mağarası’nın
bulunduğu alanda incelemede bulunan Kozan Belediye
Başkanı Kazım Özgan gazetecilere yaptığı açıklamada,
Kozan’ın inanç turizmi açısında önemli bir
potansiyele sahip olduğunu bunu harekete geçirmek
için çalışmalar yaptıklarını söyledi.
Başkan Özgan, Kozan Kalesi eteğinde bulunan Keşiş
Mağarası ve yanı başında bulunan şapel ile birlikte
mescidi paket proje haline getirerek bu alanı
turizme kazandıracaklarını kaydetti.
Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan, “Mevlana
Celaleddin-i Rumi Hazretleri ilim tahsiline giderken
Şam yolculuğu sırasında uğrayarak ibadet edip
konakladığı ve burada 40 kadar keşişin Müslüman
olmasına vesile olduğu bu mağaramızın etrafında
çevre düzenlemesi yapmayı düşünüyoruz. Bölgemiz
tarihi ve kültürel doku anlamında oldukça zengin bir
nokta. Geçen hafta düzenlemiş olduğumuz panelimize
katılan Çukurova Üniversitesi Rektörü Prof. Mustafa
Kibar, DDF Ajansı Başkanı Prof. Esra Emekçi,
İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürü Prof. Ahmet
Emre Bilgili, Turist Rehberi Birliği Başkanı Şerif
Yenen ve Turist Rehberi Birliği Başkan Vekili Sedat
Bornovalı ile birlikte beraberindekileri Keşiş
Mağaramızı gezdirmiştim. Hoşkadem Cami imamımız
Abdurrahman Yılmaz burayı araştırmış ve buranın
Keşişler Mağarası olduğunu belirlemiş. Bizler de
böyle tarihi değerlerimize sahip çıkıyoruz. Mevlana
hazretlerinin yaşadığı bir nokta olduğu için burada
bulunan caddemizin ismini de Mevlana Caddesi olarak
adını değiştirdik” dedi.
Başkan Özgan, “Mevlana Hazretlerinin mescit olarak
kullandığı bu tarihi mekan şu an ev olarak
kullanılıyor. Burada bulunan kitabeyi sıvayla
kapatmışlar. Biz bu evi Kozan Belediyesi olarak
kamulaştıracağız. Mescidimizi restore ederek eski
haline kavuşturacağız. Manevi değerlerimize her
zaman olduğu gibi sahip çıkıyoruz. Kozan dini
geçmişi açısından önemli bir bölge. Özellikle
Kilikya manastırı, Hoşkadem Camii, Kozan Kalesi gibi
önemli tarihi ve kültürel mirasların ilçemizde
bulunması önemli bir olay” diye konuştu.
Keşiş Mağarası’nın bulunduğu arsa içerisinde evi
bulunan Mehmet Ali Sarı da; “90 yıl önce dedem
buraya göçmüş. Ben evimizin arka bahçesinde bulunan
bu mağaranın Keşiş Mağarası olduğunu ilk defa 2 yıl
önce Hoşkadem Camii İmamı Abdurrahman Yılmaz’dan
öğrenmiştim. Biz bu mağarayı daha önce ev gibi
kullanıyorduk. Ancak buranın kutsal bir mekan
olduğunu anlayınca mutlu oldum” diye kaydetti.
Radikal, 17.12.2012
|
AKDAMAR'A İTALYA'DAN ÖZEL KİREÇ

Daha önce arkeolojik kazıyla ortaya çıkarılan ve
yıkılmaması için ponza dolu çuvallarla ayakta
tutulan manastır ve şapel gibi yapılar, İtalya'dan
getirilecek hidrolik kireçle, 6 aylık çalışma sonucu
orijinaline uygun restore edilerek ayağa
kaldırılacak. Ayrıca
Akdamar adasının dört bir tarafı
yerleştirilecek kameralarla 24 saat izlenecek.
20 Mayıs 2005 tarihinde başlatılan restorasyon
çalışmaları 21 Temmuz 2006'da tamamlanan, Ermeniler
için büyük öneme sahip tarihi
Akdamar
Kilisesi, 29 Mart 2007 tarihinde uluslararası
törenle 'Anıt Müze' olarak açıldı. Çevre düzenlemesi
ile birlikte restorasyonu 4 milyon liraya mal olan
tarihi kilisenin ibadete açılması ve o tarihte haç
takılıp takılmaması tartışma konusu oldu. Yapılan
görüşmeler ardından kiliseye haç takılırken, Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından yılda 1 kez olmak
üzere Ermenilerin ayin yapmasına izin verildi ve 19
Eylül 2010'da ilk ayın yapıldı.
Akdamar
Kilisesi'nden sonra, kilisenin devamında bulunan
manastır ve şapelin restorasyonu da başlıyor.
Yaklaşık 1 milyon 200 bin TL'ye ihale edilen
restorasyon, Nisan 2013'te başlayacak ve 6 ay
sürecek.
2005 yılında
Akdamar
Kilisesi'nin restorasyonuyla birlikte arkeolojik
kazıyla kilisenin güneyinde ortaya çıkarılan ve
ancak ponza dolu torbalarla ayakta tutulabilen
manastır duvarı ve çevresindeki yerleşkeler
korunamadağı için yıkılmaya yüz tuttu. Ermenilerin
her yıl ayin yaptığı tarihi kilisenin bu durumdan
kurtarılması için ikinci kez ihale yapılarak 5 bin
metrekarelik bir alanda restorasyona karar verildi.
İtalya'dan getirilecek hidrolik kireçle manastır ve
yerleşkeleri orjinaline uygun restore edilecek.
Teknik ekiple birlikte 50 görevlinin çalışacağı
restorasyonda, malzemeler de adaya teknelerle
taşınacak. Öte yandan restorasyon kapsamında ada ve
manastır, yerleştirilecek güvenlik kameralarıyla 24
saat izlenecek.
Gazeteport, 17.12.2012
|
MARMARAY'A 8400 YILLIK FREN

Pendik tren istasyonunda
Marmaray projesi kapsamında yapılan çalışmalar
sırasında 'Temenye Höyüğü' olarak bilinen arkeolojik
kalıntılar yeniden gün yüzüne çıktı. MÖ 6
bin 400 yılına ait olduğu ifade edilen höyük
nedeniyle
Marmaray çalışmalarına ara verildi.
Marmaray Projesi kapsamında
Pendik'te devam eden tren raylarının
iyileştirilmesi çalışmaları Temenye Höyüğü'nün gün
yüzüne çıkmasıyla durduruldu.
1908 yılında demiryolu inşaatı sırasında ortaya
çıkan höyüğün kurtarılması için bu kez
İstanbul Arkeoloji Müzeleri çalışmalarını
sürdürüyor. Höyükte şimdiye kadar neolitik döneme
ait kemik, taş ve pişmiş toprak eserler bulundu.
MÖ 6 bin 400 tarihine ait olduğu
belirtilen höyükte Bizans dönemine ait olduğu tahmin
edilen bir de 'su gideri' bulundu. Höyüğün, Anadolu
yakasının en eski yerleşim birimi olduğu ifade
edildi.
Pendik Temenye Höyüğü'nü kurtarma girişimleri, 1961,
1981 ve 1992 yıllarında da yapılmıştı. Ancak daha
sonra yeni binaların inşa edilmesiyle höyük yer
altında kalmıştı. Yetkililer, Pendik-Gebze
Hattı üzerinde 200 metrelik alanda devam eden
çalışmaların SGK Hastanesi'nin altında da devam
ettiği belirtti.İstanbul
Arkeoloji Müzesi yetkilileri, çalışmaların kısa
sürede tamamlanacağını ifade ederek, zaman zaman
gerçekleşen yağışların kazı hızını düşürdüğünü ifade
ediyor.
Habertürk, 17.12.2012
******
6 BİN 500 YILLIK
11 İSTANBULLU
İstanbul Pendik'te Marmaray projesi kapsamında
mevcut banliyö hattının genişletme ve iyileştirme
çalışmaları sırasında 6 bin 500 yıllık Temenye
Höyüğü bölgesinde 11 iskelet bulundu. Pendik'te
mevcut banliyö hattı genişletme ve iyileştirme
çalışmaları nedeniyle, geçen ay mevcut iki hat
söküldü. Bu sırada mevcut hattın her iki yanında bir
kültür katmanı tespit edilince kazı çalışmaları
İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları denetiminde
yapılmaya başlandı. Müze uzmanlarının, 6 bin 500
yıllık Temenye Höyüğü'nün bulunduğu bölgede yaptığı
çalışmada 11 insan iskeletinin olduğu mezarlar
bulundu. İskeletlerin, 6 bin 500 yıl önce höyükte
yaşayan insanların mezarı olduğu belirtildi.
İskeletlerle birlikte bazı çanak parçaları ve kemik
aletler de bulundu. İskeletler, belgeleme
çalışmasının ardından birkaç hafta içinde uzmanlar
tarafından kaldırılacak. Temenye Höyüğü, 1906'da
Hicaz Demiryolu'nun yapımı sırasında yabancı bir
işçi tarafından keşfedilmişti. Bu alanda, 1960, 1982
ve 1992'de kazı çalışmaları yapılmıştı.
Sabah, Haber: Hasan
Ay, 19.12.2012
|
OSMANLI MİRASI ÇEŞME ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ
Priştine'de nisan ayında fark edilen Osmanlı'dan
kalma Lokaç Camii'nin kalıtılarının bulunduğu alan
karla kaplandı, çöplüğü dönüştü.
Lokaç Camii kalıntıları üzerine 6 Kasım tarihinde
beton döküldükten sonra Kültür Bakanlığı, Kosova
Demokratik Türk Partisi ve halkın baskısı üzere
beton kaldırılmış, Lokaç çeşmesi gün yüzüne
çıkmıştı.
Osmanlı’dan kalma bu tarihi eserin
kayabolacağı korkusu nedeniyle vatandaşlar ve bazı
sivil toplum örgütleri, Priştine belediyesine
başvuruda bulunarak ecdadın eserine sahip
çıkılmasını, koruma altına alınmasını istedi.
Radikal, 17.12.2012
|
|
URARTU TAPINAĞI ZİYARETE AÇILIYOR

Ayanıs Kalesi'ndeki kazı çalışmalarında gün
ışığına çıkarılan Urartu Tapınağı, yerli ve yabancı
turistlerin ziyaretine açılacak.
Van merkeze bağlı Ağartı Köyünde bulunan ve Urartu
Krallığı döneminden günümüze kadar gelen Ayanıs
Kalesi'nde
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Altan
Çilingiroğlu başkanlığında yürütülen kazı
çalışmaları, bu yıl da devam etti.
Kentteki Urartu kalıntılarında 40 yılı aşkın süredir
kazı yapan ve şimdiye kadar Urartu medeniyetine ait
çok sayıda eseri gün ışığına kavuşturan
Çilingiroğlu, kaledeki çalışmaları sırasında önceki
yıllarda bir de tapınak ortaya çıkardı.
Çilingiroğlu, yaklaşık 3 bin yıllık tapınağın
bulunmasının ardından yürütülen titiz ve özel bir
çalışmayla çok sayıda eseri de Van Müzesi'ne
kazandırdı.
Duvarlarındaki yazıtlar, işlemeler, motif ve
figürlerle dikkati çeken tapınak ve çevresi, kazı
çalışmalarının bu yılki bölümünün tamamlanmasıyla
şeffaf bir dokuyla koruma altına alındı.
KAZI ÇALIŞMALARI 22 YILDIR SÜRÜYOR
Rölöve ve Anıtlar Van Bölge Müdürü Cemil Karabayram,
Prof.Dr. Çilingiroğlu tarafından 1990'lı yıllarda
bulunan Ayanıs Kalesi'ndeki kazı çalışmalarının 22
yıldır devam ettiğini söyledi.
Kalenin gün doğumu ve batımının en güzel görüldüğü
Van Gölü sahilinde inşa edildiğini anlatan
Karabayram, hazırlanan proje kapsamında kalenin 2
bin metrekarelik alanını şeffaf bir malzeme ile
kaplayarak gezi güzergahı oluşturulacağını ve kısa
süre sonra ziyarete açılacağını ifade etti.
‘DÜNYANIN GÖZÜ VAN’DA OLACAK’
“Kendi orijinal dokusunu koruyan tapınak ve içindeki
eserlerin ziyarete açılmasıyla dünyanın gözü Van'da
olacak” diyen Karabayram, projenin tamamlanmasıyla
kentin geleceği için önemli bir çalışmanın hayata
geçirileceğini kaydetti.
Karabayram, Van'da turizmin ve kültürel değerlerin
en iyi şekilde ayağa kaldırılması amacıyla
çalıştıklarına değinerek, şöyle konuştu:
“Yabancı bilim adamları bu alana çok önem veriyor.
Depremde ağır hasar alan tapınağımız yapılan
çalışmalarla ayakta kalmaya çalışıyor. Tapınağın en
önemli özelliği sütunları, ana giriş bezemeleri,
motifsel taşlarıyla günümüze kadar gelmesi. Tapınak,
eşi ve benzeri olmayan özel bir yapı. Yüzyıllar
boyunca yaşanan gelişmelerde birçok tarihi eser yok
olup gitmiş. Ama bu tapınak korunmuş. Biz de 'bu
dokuyu yüzlerce yıl sonrasına nasıl aktarabiliriz?'
düşüncesiyle planlar yapıyoruz.”
Radikal, 17.12.2012
|
BİN YILLIK ÇINAR RESTORE EDİLECEK

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Buca Kaynaklar
Meydanı’nda bulunan yaklaşık 1000 yaşındaki anıt
çınar ağacına profesyonel koruma sağlamak için ocak
ayında ihale yapacak. Kaynaklar’ın simgesi
durumundaki anıt çınar ile diğer çınarların bakım,
onarım ve restorasyonu kapsamında öncelikle ağacın
çürük kısımları temizlenecek. Restorasyon çalışması
yapılacak ve ağaçların köklerine suyun daha iyi
gidebilmesi sağlanacak. Ağaçlardaki çalışmanın
tamamlanmasının ardından meydanda yeni bir
düzenleme gerçekleştirilecek. Bu
kapsamda meydandaki anıt çınar ile birlikte toplam 6
ağaç, bakım ve onarım restorasyonu yapılarak
korunacak.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
CHP’li Aziz Kocaoğlu’nun köy ziyaretleri
sırasında yapılan bu çalışmadan çok mutlu
olduklarını belirten Kaynaklar
Merkez Mahallesi Muhtarı Erhan
Şen, “Meydandaki bin yıllık anıt çınarımız ile diğer
çınar ağaçlarımız Büyükşehir sayesinde kurtulacak”
dedi.
Kaynaklar Merkez Mahallesi Meydanı’nda bulunan 30
metre boy ve 4 metre çapındaki anıt çınar ağacının
(kunduracı çınarı-platanus orientalis) bin yaşında
olduğu biliniyor. Ağaç, Orman Bakanlığı Milli
Parklar Genel
Müdürlüğü İzmir Baş mühendisliği tarafından Eylül
1994’te
tescillenmişti.
Kaynaklar Merkez Mahalle Muhtarlığı’nın dilekçesi
üzerine İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu tarafından alınan karar gereğince;
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Buca Belediyesi, İzmir
Orman Bölge Müdürlüğü, İzmir Orman İşletme Müdürlüğü
ve
Ege Üniversitesi uzmalarından bir komisyon
oluşturuldu. Komisyon bakım ve restorasyon kararı
verdi.
Radikal, 17.12.2012
|
"ESERLERİ GERİ ALIRSAK HEDİYELİK EŞYA SATARLAR"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay dünyanın
büyük müzelerinin talan edilmiş eserlerden
oluştuğunu belirterek, “Yunanistan, Türkiye, İran,
Irak, Suriye ve Mısır eserlerini istemeye başlarsa,
yasa dışı yollardan çıkan eserler geri gelirse,
onların müzelerinin koridorlarında sadece hediyelik
eşya satılabilir. Diplomatik yoldan, herhangi bir
nezaketsizlik göstermeden hakkımızı arıyoruz” dedi.
Açılış ve incelemelerde bulunmak üzere
Karabük’e gelen
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Vali İzzettin Küçük’ü makamında
ziyaret etti. Gazetecilerin sorularını cevaplayan
Günay,
Berlin Devlet Müzesi Müdürü’nün
Türkiye’nin kültür varlıklarını koruyamadığına
yönelik sözlerinin sorulması üzerine şöyle konuştu:
“Dünya müzelerinde bulunan ve yasal belge olmadan
çıkan eserleri istememizden çok şikayetçiler. Çünkü,
Yunanistan, Türkiye,
İran,
Irak,
Suriye ve
Mısır eserlerini istemeye başlarsa ve yasa dışı
yollardan çıkan eserler geri gelirse, onların
müzelerinin koridorlarında
sadece hediyelik eşya satılabilir. Bu sıkıntıyı
yaşıyorlar. Onun farkındayım. Diplomatik yoldan,
herhangi bir nezaketsizlik göstermeden hakkımızı
arıyoruz.”
Milliyet, 16.12.2012
|
|
TARİHİ HAMAMDA YANGIN
Şanlıurfa'da, yaklaşık 300 yıllık Vezir Hamamı'nda
henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı.
Olay, bugün sabah saatlerinde Yusuf Paşa
Mahallesi’ndeki tarihi hamamda meydana geldi.
Osmanlı zamanında 1703 yılında yaptırılan ve koruma
altına alınan Vezir Hamamı’ndan duman yükseldiğini
görenler, durumu hemen itfaiye ve polise bildirdi.
İhbar üzerine olay yerine gelen polisler
çevre güvenliğini alırken, itfaiye de yangına
müdahale etti. Kısa sürede söndürülen yangının çıkış
nedeni araştırılıyor.
Radikal, Haber: Ömer Şulul, 16.12.2012
|
İNŞAAT DURDURULDU

Gazetemizin manşetine taşıdığı Myrleia
antik kentindeki skandal inşaatta yeni gelişme...
Manşetimiz sonrasında yeniden gündeme gelen
Mudanya Myrleia antik kenti üzerindeki alışveriş
merkezi ve benzin istasyonu inşaat çalışmaları
durduruldu.
İnşaat alanında antik kente ait tarihi eserler
görüntülenmişti. 3. derece sit alanı olan bölgede
tarihi eser ve kalıntıların inşaat hafriyatları
içinde atıldığı iddia ediliyor.
Mudanya Tarihine ve Geleceğine Sahip Çıkanlar
Platformu Sözcüsü Levent Kayak, gazetemize yaptığı
açıklamada, belediye ve imar müdürlüğüyle yaptıkları
görüşmeler sonrasında fiili olarak inşaat
çalışmalarının durduğunu söyledi. İş araçlarının
inşaat alanından çıkarıldığını belirten Kayak yine
de temkinli: “Kamuoyu tepkisinin yatışması
bekleniyor olabilir. İşçiler inşaat alanında
barınmaya devam ediyorlar.”
Kayak, inşa çalışmalarının durdurulmasına rağmen
resmi bir karar olmadığını belirterek konuyla ilgili
süreci şöyle anlatıyor: “Savcılığa suç duyurusunda
bulunduk. Sonrasında Mudanya Belediye Başkanı Hasan
Aktürk’le görüşmek istedik. Başkan yerinde olmadığı
için Belediye Başkan Yardımcısıyla görüştük. Ayrıca
belediyenin imar müdürlüğüyle de görüştük. Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun inşaatın
durdurulmasıyla ilgili yazısını gösterdik. Ama
hiçbir yerden net bir cevap alamadık.” Kayak,
konunun takipçisi olacaklarını ve Myrleia Antik
Kentine sahip çıkacaklarını belirtirken, 22 Aralıkta
da arkeolog ve akademisyenlerin katılacağını bir
panel düzenleyeceklerini söylüyor.
İnşaatla ilgili konuşmak istediğimiz Mudanya
Belediyesindeki yetkililer ise, internet
sitelerindeki Belediye Başkanı Hasan Öztürk’ün
açıklaması dışında, konuyla ilgili görüş
veremeyeceklerini söyledi. O açıklamada ise şunlar
ifade ediliyor: “Sınırların genişlemesiyle birlikte
doğu, batı ve sahil kesimindeki imarlı bölgelerin
bir kısmı da 3. derece arkeolojik sit alanı ilan
edilmiştir. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
20/06/2012 tarih ve 795 sayılı kararı ile geçiş
dönemi yapılanma koşullarını belirlemiştir. Söz
konusu geçiş dönemi yapılanma koşulları dahilinde
inşaat ruhsatı alınması ve yapılaşma mümkündür.
Kurula yapılacak başvuru sürecinde vaziyet planı ve
müracaat edilerek Müze Müdürlüğünün arkeologlar
eşliğinde yapılan kazı çalışmaları sonucu
gerektiğinde önerilen yapı kaydırılarak,
gerektiğinde kazı da bulunan ve antik değeri olan
bulgular cam sergisinde sergilenerek herhangi bir
zarar gelmemesi sağlanmaktadır.”
Evrensel, 16.12.2012
|
PİSİDİA ANTİOCHEİA ANTİK KENTİNDE KAZILAR SONA ERDİ

Isparta'nın Yalvaç
İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kentinde,
geçen haziran ayında başlayan arkeolojik kazı
çalışmaları sona erdi.
Pisidia Antiocheia antik
kentinde bu yıl 5'inci sezonuna giren kazı
çalışmalarının tamamlandığını kaydeden
Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Mehmet
Özhanlı, önemli veriler elde ettiklerini açıkladı.
Doç.Dr. Özhanlı, 11 Haziran'da başladıkları
kazıların
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ayırdığı 195 bin
TL ödenek ve
Türkiye İş Kurumu'nun 10 personel desteğiyle
gerçekleştirildiğini kaydetti. Çalışmalar kapsamında
'Cardo Maksimus Caddesi'nin tamamen gün ışığına
çıkarıldığı bilgisini veren Doç.Dr. Özhanlı, "500
metre uzunluğunda ve 70 metre genişliğindeki cadde,
3 metre kalınlığında toprak malzeme kazılarak ortaya
çıkarıldı" dedi.
Antik kentin Kuzey-Güney
Caddesi'nin de ortaya çıkarıldığını anlatan Doç.Dr.
Özhanlı, burada çıkarılan eserlerin tarihin seyri
hakkında bilgiler verdiğini vurguladı. Caddedeki
dükkanların yapısını da incelediklerini aktaran
Doç.Dr. Özhanlı, "Caddenin iki yanındaki dükkanlar
birbirine eşit. Bu da kentin demokratik bir yapıya
sahip olduğunu ortaya koyuyor" diye konuştu.
Ana caddede ise 2 köpek
mezarına rastlanıldığını kaydeden Doç.Dr. Özhanlı,
Hristiyanlık inancı yerleşmeden önce antik kentte
paganist inancın hakim olduğunu söyledi. Paganların
büyücüleri Hega'nın köpek beslediğine değinen
Doç.Dr. Özhanlı, "Bulunan 2 köpek mezarı, bu devirde
yaşayan insanların karşılaştıkları büyük
felaketlerde köpek kurban ettikleri düşüncesini
uyandırdı. Mezarların özellikle ana cadde üzerinde
yer alması bu inanışı destekliyor" diye konuştu.
Doç.Dr. Özhanlı,
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na kazı çalışmaları
için 4 milyon TL ödenek verilmesi talebinde
bulunulduğunu da belirtti.
haberler.com, 16.12.2012
|
GLADYATÖRLER KENTİ KİBYRA DİJİTAL ORTAMDA

Burdur'da bulunan Kibyra
antik kenti,
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen
çalışma kapsamında Burdur Arkeoloji Müzesi'ne
kurulan sistem sayesinde
dijital ortamda ziyaret edilebiliyor.
Burdur Arkeoloji Müzesi
yetkililerinden alınan bilgiye göre,
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün yürüttüğü
çalışma kapsamında, Gölhisar İlçesi yakınlarında
bulunan ve ''gladyatörler kenti'' olarak da bilinen
Kibyra antik kenti, dijital
ortamda canlandırıldı.
Canlandırma, Burdur Arkeoloji Müzesi'ne kurulan
dokunmatik sistem
sayesinde dev ekranda ziyaret edilebiliyor.
Ziyaretçiler ekran üzerinden seçtikleri
gladyatörlerin gösteri yaptığı stadyumu ve kentin
önemli bölümlerini ekrandan görebiliyor.
Ziyaretçiler müzede
dokunmatik sistemle
ekran üzerinde heykel ve seramik
çalışması yapma fırsatı da buluyor.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Mehmet Tanır, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın müzeleri ''yaşayan müzeler''
haline getirmek için 15 müzede interaktif çalışma
yaptığını, bunlardan birinin de Burdur Müzesi
olduğunu söyledi.
Burdur Arkeoloji Müzesi'nin 2008 yılında
''gezilip görülmeye değer müze'' ödülünü aldığını
hatırlatan Tanır, ''Burdur'un
yüz
akı olan müzede 67 bin eser bulunuyor. Bunlardan
ancak 3 bini teşhir ediliyor. Bu eserler arasında
Kibyra antik kentinden çıkan eserler de bulunuyor''
dedi.
Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci
ise interaktif uygulamaların son yıllarda başka
ülkelerde olduğu gibi Türkiye'deki
müzelerde de uygulanmaya başladığını belirtti.
Bu müzelerden birinin Burdur Arkeoloji Müzesi
olduğunu ifade eden Ekinci, ''İnteraktif ortamlarda
daha çok eğitici ve öğretici unsurlar bulunuyor.
Mesela çok uzakta bulunan bir antik kenti ya da
anıtsal değerdeki eserleri, canlandırma yöntemiyle
tanıyabiliyorsunuz'' diye
konuştu.
-Gladyatörler kenti-
Ekinci, Roma Dönemi'nde MÖ 1. yüzyıldan itibaren
organizatörlerin kentlerde gladyatörlere gösteri
yaptırdıklarını anlattı. O dönemde halkın gösteri
yapılan kente giderek bu organizasyonları izlediğini
belirten Ekinci, ''Kibyra'nın büyük bir stadyumu
vardır. Bu stadyumda gladyatörler gösteri yapmışlar.
Bu gösterilerde ortaya çeşitli görseller çıkmış''
dedi.
Ekinci, Kibyra antik kenti yakınlarında
kaçakçıların 2000 yılında tarihi eserleri kaçırırken
yakalandıklarını, bu nedenle
2001 yılında bölgede kurtarma kazısı yaptıklarını
anlattı.
Yapılan kazılarda gladyatör frizleri bulduklarını
ifade eden Ekinci, ''Bu eserlerde gösteri dövüşleri
canlandırılmış. Biri silahını saplamış, biri galip
gelmiş, elini kaldırıyor. Kimi yere düşmüş, kimi
başından maskesini düşürmüş. Ortada çok güzel bir
canlandırma var'' diye konuştu.
Kibyra, MÖ 300'lerde Miliaslı kolonistlerce
kurulmuş Pisidia–Kayra–Frigya ve Likya arasına
sıkışmış Kibyratis'in lokal bölgesinde köklü bir
devlet geleneği olan önemli bir kenttir.
Kentin stadyumuna doğru nekropol alanından geçen
anıtsal bir yol üzerinde, gladyatörlere ait mezarlar
bulunur. Bu bölgede gladyatör frizlerinin bir film
şeridi gibi yan yana sergilenmiş hali, devamında
vahşi hayvanlarla mücadele edilen av sahneleri ve
hayvan terbiyecilerinin betimlediği MS 2. yüzyıla
ait frizler yer alıyor.
Anadolu Ajansı, Haber:
Hızır
Hacısalihoğlu, 16.12.2012
|
'VAZO YERLEŞTİREN KIZ' 2 MİLYON 600 BİN

Artam Antik A.Ş tarafından Swissotel'de
düzenlenen müzayedede, Osmanlı dönemine ait 275
tablo ve antika eser satışa çıkarıldı.
Müzayedenin en fazla ilgi gören eseri, Osman
Hamdi Bey'in 1883'te tuval üzerine işlenen “Vazo
Yerleştiren Kız” yağlı boya tablosu oldu. Eser, 1
milyon 800 bin liradan satışa çıkarken, 2 milyon 600
bin liraya alıcı buldu.
“Vazo Yerleştiren Kız” adlı eserin, ismi
açıklanmayan alıcısına vergilerle birlikte 3 milyon
282 bin liraya mal olacağı öğrenildi.
İlgi gören eserler arasında yer alan Hasan
Rıza'nın “Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'a Gelişi”
tablosu 1 milyon liraya satıldı.
Müzayedede, oryantalist ressam Alberto Pasini'nin
“İstanbul'da Pazar Yeri” tablosu, 350 bin liradan
satışa çıkarken, 600 bin liraya
yeni sahibini buldu.
İbrahim Çallı'nın “Natürmort” tablosu 270 bin
liradan, Süleyman Seyyid'in “Çilek Dalı” konulu
natürmort tablosu ise 98 bin liradan alıcı buldu.
Ayrıca, Halil Paşa'nın “Vazodaki Manolyalar”
tablosu 100 bin liraya, Hikmet Onat'ın “
Anadolu Hisarı Sırtlarında” adlı yağlı boya
tablosu 160 bin liraya satıldı.
Radikal, 16.12.2012
******
3 MİLYON TL'LİK YILBAŞI HEDİYESİ

Osman Hamdi Bey’in ‘Vazo Yerleştiren Kız’ adlı
47x25 cm ebadındaki küçük tablosu vergiler dahil 3
milyon 282 bin liraya satıldı. Bir gün önce tabloyu
görüp çok beğenen hayatında ilk kez müzayedeye
katılan Seher Aydınlar eşinden aldığı ‘olur al’
telefonuyla tabloyu evine götürdü.
Türkiye’nin önemli müzayede evlerinden biri olan
Antik A.Ş.’nin, klasik Türk resminin usta
sanatçılarının eserlerinin yer aldığı 275.
Müzayedesi, Türk resminin en pahalı satışlarından
birine sahne oldu. Dün Swissotel’de gerçekleştirilen
müzayedede Osman Hamdi Bey’in ‘Vazo Yerleştiren Kız’
adlı tablosu Türk resim sanatının ve Osman
Hamdi Bey’in en yüksek fiyatla satılan ikinci resmi
oldu. Türkiye Futbol Federasyonu eski Başkanı ve
işadamı Mehmet Ali Aydınlar’ın müzayedeye katılan
eşi Seher Aydınlar tabloyu 2 milyon
600 bin liraya satın aldı. Tablo Aydınlar’a KDV ve
müzayede komisyonu sonrası 3 milyon 282 bin liraya
mal olacak.
5 kişi çekişti
272 eserin yer aldığı müzayedenin en heyecan verici
tablosu Osman Hamdi Bey’in ilk kez satışa sunulan
‘Vazo Yerleştiren Kız’ adlı eseriydi. 1883 tarihli
ve 47x25 cm. ebatlarındaki tuval üzerine yağlıboya
tablo, Türk resim sanatının en önemli
çalışmalarından biri olarak gösteriliyor. Osman
Hamdi’nin bu oldukça küçük tablosu müzayedede 1
milyon 800 bin TL muhammen bedelle satışa sunuldu.
Almak istediği yeni eserler için kaynak yaratmaya
çalıştığı ifade edilen Ender Mermerci
koleksiyonundan müzayedeye gelen ‘Vazo Yerleştiren
Kız’ salonda ve telefonda bulunan 5 kişinin
çekişmesine sahne oldu. Yaklaşık 3 dakika gibi kısa
bir sürede rekor fiyata ulaşan ve ardı ardına kalkan
bayrakların ardından tablo en son salon bulunan ve
elindeki 206 nolu bayrağı kaldıran Seher Aydınlar’ın
oldu. Eşiyle telefonda konuştuğu görülen Seher
Aydınlar’ı satış sonrası salondaki bir çok kişi
tebrik etti. VATAN’ın müzayede sonrası konuştuğu
Seher Aydınlar tabloyu evlerine asacaklarını
belirterek, “Eseri dün akşam katalogda gördüm ve çok
beğendim. ilk kez bir müzayedeye katılıyorum. Eşime
sordum. Eşim telefonda al deyince, ben de tabloyu
aldım. Çok güzel bir eser. Tabloyu evimizin duvarına
asacağız” dedi. Bir çok eserini çift yapan Osman
Hamdi, bu resmin de iki versiyonunu yaptı.
Tablolardan biri 1881, diğeri 1883 tarihli.
1 milyona Hasan Rıza
Turgay Artam tarafından yönetilen müzayedede ayrıca
Hasan Rıza’nın “Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a
Girişi” adlı eseri de 950 bin TL’den satışa sunuldu.
Tablo, müzayedeye telefonla katılan bir koleksiyoner
tarafından 1 milyon TL’ye satın alınarak,
müzayedenin diğer yüksek fiyatlı eseri oldu. Hasan
Rıza’nın tablosu da alıcısına vergilerden sonra 1
milyon 260 bin liraya mal olacak. Dünyaca ünlü
oryantalist ressamlardan Alberto Pasini’nin
“İstanbul’da Pazar Yeri” adlı tablosu da müzayedenin
merakla beklenen eseriydi. Tablo 650 bin TL’ye alıcı
buldu. Müzayedede ayrıca Zonaro’nun “Ayaspaşa” adlı
yapıtı 220 bin TL, Rudolf Ernst’nin “Hamamdan
Ayrılış”ı 400 bin TL, Hikmet Onat’ın “Kanlıca Koyu”
190 bin TL, Hafız Osman’ın Hilye-i Şerife’si 325 bin
TL’ye alıcıya ulaştı.
Tablo Mermerci’nin
Yine Osman Hamdi Bey’e ait 5 milyon liraya satılan
Kaplumbağa Terbiyecisi’nden sonra 3,2 milyon liraya
dün satılan ‘Vazo Yerleştiren Kız Ender Mermerci’nin
koleksiyonundan geldi.
Rekor Kaplumbağa Terbiyecisi’nde
Türk resminin usta ismi Osman Hamdi Bey’in
“Kaplumbağa Terbiyecisi” halen Türkiye’nin en yüksek
fiyata satılan eseri. Tablo Erol Aksoy’un
koleksiyonunda yer alıyordu. TMSF’nin el koyduğu
“Kaplumbağa Terbiyecisi”, Aralık 2004’te 1,95
trilyon TL muhammen bedelle Antik A.Ş. tarafından
satışa sunuldu. Pera Müzesi resmi 5 trilyon TL’ye
satın aldı. Nisan 2009 itibariyle değerinin yaklaşık
6,2 9,3 milyon dolar olduğu tahmin edilen eser halen
Pera Müzesi’nde sergileniyor. Daha önce Erol
Akyavaş‘ın 1.2 milyon TL açılış fiyatıyla satışa
çıkan “En-el Hak” adlı tablosu 2.2 milyon TL’ye
satılarak, 2008’da aynı fiyata satılan Burhan
Doğançay’ın “Mavi Senfonisi”yle birlikte çağdaş Türk
sanatının en pahalı tablosu olmuştu.
Vatan, Haber: İlker Akgüngör, 16.12.2012
|
YALVAÇ'TA ROMA DÖNEMİNE AİT MOZAİK ELE GEÇİRİLDİ

Isparta'nın Yalvaç
İlçesi'nde
Geç Roma Dönemi'ne ait yerleşim yerinde kaçak kazı
yaparak, ortaya çıkardıkları mozaikleri satmaya
çalışan 3'ü satıcı olmak üzere 7 kişi suçüstü
yakalandı.
Yalvaç İlçe Jandarma Komutanlığı, Yukarı Kaşıkara
beldesinde kaçak kazı yapan define avcılarının
ortaya çıkardığı 6’ncı yüzyıla ait mozaikleri
satmaya çalıştığı bilgisini aldı. Uzun süre
istihbarat çalışması yapan jandarma kazı alanında
önlem alırken, kaçak kazı yapan 3 kişiyi de izlemeye
başladı. Güvenlik güçleri dün öğle saatlerinde
Sarayönü Mevkii’ndeki kazı alanında Abdullah P.
(38), M.Emin P. (28) ve İsmail P.’nin (33) bir
grupla pazarlık yaptığını belirledi. Baskın yapan
jandarma, 3 define avcısı ile
İstanbul ’dan mozaikleri almak için geldiği
kaydedilen Bekir G. (28), Ö.Faruk S. (28), Emrah A.
(35) ve Ahmet B.’yi (24) suçüstü yakaladı.
ÜZERİNE GİYSİ ÖRTÜP TOPRAKLA KAPATMIŞLAR
Mozaiklerin bulunduğu yeri kazan ekipler, Geç
Roma Dönemi’ne ait pano şeklindeki mozaiklerin
üzerinin eski giysilerle örtüldükten sonra toprakla
kapatıldığını belirledi. Bölgede güvenlik önlemi
alan ekipler, şüphelileri Yalvaç Jandarma Karakol
Komutanlığı’na götürdü. Sorgularının ardından
adliyeye sevk edilen şüpheliler, dün gece
çıkarıldıkları nöbetçi mahkemece tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
MÜZE MÜDÜRÜ: PAHA BİÇİLEMEZ BİR ESER
Yalvaç Müze Müdürü Özgür Çomak, Sarayönü ören
yerinin koruma altına alınması için 14 Ekim’de
Antalya Koruma Kurulu’na başvurduklarını
hatırlattı. Koruma kararının alındığını da
vurgulayan Çomak şöyle dedi:
"Ortaya çıkarılan eserler paha biçilemeyecek kadar
değerli. Toprağın 180 santimetre altında bulunan
eserler, hiç bozulmadan günümüze ulaşmış. Eserde,
bir insan ve balık figürü bulunuyor. Tahminlerimize
göre Geç Roma dönemine yani MS 6’ncı yüzyıla ait.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na kurtarma kazısı yapmak
için başvuruda bulunacağız. O zaman bu eser tamamen
ortaya çıkacak."
HAVARİ VE FİGÜRÜ
Bölgede bir kilise olduğunu tahmin ettiklerini
anlatan Çomak, "Mozaiklerin üzerindeki başı haleli
ve elleri iki yana açık insan figürü, Hristiyanlığın
yayılmasını sağlayan İsa’nın havarilerini, diğer
balık figürü ise bolluk ve bereketi temsil eden
resme benziyor. Bu eserle ilgili tam bir sonuca kazı
sonuçlandıktan sonra ulaşacağız. Önemli bir tarih ve
kültür varlığını Yalvaç’ın envanterine
kazandıracağız. Bulunan eser çok değerli" diye
konuştu.
Radikal, Haber: Nurettin Arkan, 16.11.2012
|
TÜRKİYE TRUVA'YI SAHİPLENİYOR

Batı, Truva'yı Türkiye'nin sahiplenmediğini
düşünüyor. Gerçekten öyle mi? Amsterdam'da açılan
sergi, Fatih'ten Mustafa Kemal'e önemli liderlerin
Truva'ya olan ilgilerini de gün yüzüne çıkarıyor.
"Avrupa'nın büyük kraliyet aileleri hep
kökenlerini Truva'ya dayandırıyor," diyor Amsterdam
Üniversitesi'nin Avrupa Kültür Tarihi Bölümü öğretim
üyelerinden Günay Uslu. Aslında bu tespit
Avrupalıların Truva medeniyetini ne kadar
sahiplendiklerinin bir göstergesi. Batı, Truva'yı
Avrupa kültür tarihine mal etmeye çalışıyor. Ya
Türkiye ne kadar sahipleniyor bu medeniyeti?
Avrupa'dan bakınca Türkiye'nin benimsemediği yönünde
bir kanı var. Günay Uslu da Homeros, Truva ve
Türkiye başlıklı doktora teziyle Truva'nın bir
Anadolu medeniyeti olduğunu, tarihsel gerçekleri
ortaya koyarak savunuyor. Böylece Batı'nın, Türkiye
Truva'yı sahiplenmiyor algısını kırmaya çalışıyor.
Bu bir tez diyebilirsiniz. Ama bu tez şu sıralar
Truva konusunda, bir devlet politikasının da
temelini oluşturuyor. Kültür Bakanlığı'nın
desteğiyle Sezer Tansuğ Sanat Vakfı ve Amsterdam
Üniversitesi işbirliğiyle, Amsterdam'daki Allard
Pierson Müzesi'nde açılan 'Kent- Homeros -Türkiye'
başlıklı sergi, bunun bir kanıtı. Çünkü serginin
küratörü Günay Uslu.
ESERLER TÜRKİYE'YE GETİRİLECEK
Uslu, sergide Truva'nın yüzyıllar boyunca kimler
tarafından nasıl sahiplendiğini ele alırken işin
içine Türkleri de dahil ediyor. Avrupa'da açılan en
zengin Truva sergisi olma özelliği olan sergi için,
İstanbul Arkeloji Müzeleri'ndeki bazı eserler ilk
defa yurtdışına çıkarılıyor. Ayrıca Çanakkale
Arkeoloji Müzesi'nden yeni dönem kazılarından
eserler de yer alıyor. Peki Truva'yı 'bizden'
sahiplenen kimler var derseniz? Fatih Sultan Mehmed
ile Mustafa Kemal. Aslında bu, kimi tarihçilerin
bildiği bir gerçek, ama biz dahil birçoklarımız için
de yeni bir bilgi. Mesela Fatih Sultan Mehmed,
1462'de Truva'yı gezmiş ve tarihçi Kritoboulos'un
yazdığına göre de "Biz İstanbul'u fethederek
Troya'nın öcünü aldık," demiş. Fatih'in ilgisi
sadece ziyaretle sınırlı değil. Topkapı Sarayı'nda
Fatih'in Yunanca olarak okuduğu İlyada kitabının
bulunduğu da biliniyor. Sergide bu kitabın replikası
da yer alıyor. Mustafa Kemal'in ilgisini de Truva
Kazıları Eş Başkanı Rüstem Aslan anlatıyor,
"Çanakkale Savaşları öncesinde Mustafa Kemal'in
Truva'yı gezdiğini yeni öğrendik," diyor. Hatta
Çanakkale Savaşları sırasında da strateji
geliştirirken Truva'dan ilham aldığı anlatılıyor.
Cumhuriyet sonrası kazılarla bizzat ilgelendiğini,
imzaladığı belgelerden öğreniyoruz. Sonraysa
Batılıları haklı çıkartacak bir sessizlik dönemi
var. Ama Amsterdam'daki sergi gösteriyor ki, bu
sessizlik dönemi sona ermiş. Zaten son 10-15 yıldır
Türkiye'nin Truva medeniyeti konusunda ciddi
çalışmaları vardı. Önümüzdeki yıllarda bu
çalışmaların önemli sonuçları olacak. Kültür ve
Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgül Özarslan,
Çanakkale'de Truva kazı alanı içinde görkemli bir
Truva Müzesi inşa etmek yapmak için son aşamaya
gelindiğini söylüyor, "Muhtemel 2014'ün sonunda müze
bitmiş olacak," diyor. Bu sırada da Türkiye
Truva'dan çıkarılıp yurtdışına götürülen, yaklaşık
40 ülkeye yayılan hazine ve arkeolojik eserlerin
peşine düşmeyi planlıyor.
Sabah, Haber: Olkan Özyurt, 16.12.2012
|
ANADOLU KAPLANI: HATTUŞA

Hattuşa, İç Anadolu’da Çorum’a bağlı Boğazkale
ilçe sınırlarında, Çorum’a 82, Ankara ’ya 203 km
uzaklıkta bir yerleşke. UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ndeki 11 noktadan da biri. Hattuşa, MÖ
1500’lü yıllarında Babil ve Mısır devletleriyle
birlikte, Yakındoğu’nun süper güçlerinden biri olan
Hitit Devleti’nin başkentiydi. Kim bu Hititliler?
100 yıl önce dünyada herhangi birine Hitit
deseydiniz, yüzünüze şaşkın şaşkın bakar ve ne demek
istediğinizi anlamaya çalışırdı! Çünkü Hititlerle
ilgili ilk bilgilere 20. yüzyılın başlarında
ulaşıldı. Aslında Mısır ve Mezopotamya ülkelerinin
metinlerinde ve Tevrat’ta, o dönemi etkileyen, güçlü
bir kavimden bahsediliyordu. Ama bu kavmin
Anadolu’da olabileceği kimsenin aklına gelmemişti.
1834’te arkeolog ve mimar Charles Texier, Orta
Anadolu’da bir keşif gezisine çıkar. Antik
yazarlardan Strabon’un sözünü ettiği Galat kavmi
Trokmilerin başkenti Tavium’u ararken, Boğazköy’e
gelir. Texier, harabelerin ölçümlerini yapıp kent
planını çıkarır, kent kapılarının ve şehir
surlarının resimlerini çizer. Onu en çok
heyecanlandıran şey, Yazılıkaya’daki kabartmalar
olur. Texier gördüklerini 1839’da yayımlar ve birçok
kaşif ve bilim adamı Boğazköy’e gelerek araştırma ve
incelemede bulunur. Bu çalışmaların sonucunda
1906’da ilk bilimsel kazı çalışmaları başladı.
Bulunan tabletler arasında, Mısır Firavunu II.
Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili’nin birbirine
yazdıkları mektuplar da vardı. Bundan da anlaşılır
ki, burası, Hatti ülkesinin, Hitit İmparatorluğu’nun
başkenti Hattuşa’ydı.
Hititler bilinmeyen bir sebepten dolayı, Anadolu’ya
göç etmiş bir kavimdi. Ya Boğazlar üzerinden
Avrupa’dan ya da Kafkasya’dan geldikleri tahmin
ediliyor. Kendilerine “Nesili” yani nesice
konuşanlar adını veren bu kavim, Anadolu
topraklarını ‘Hatti Ülkesi’, oturanlarına ise
‘Hattili’ diyorlardı. Yani aynı Bizans adı gibi
Hitit (daha önce de Eti) adı da sonradan ortaya
konmuş bir isim. 1453 yılında yaşayan tek bir
Konstantinapolisli, Bizans diye bir ülke tanımadığı
gibi, hiçbir Hattuşalı da, Hitit diye bir ülke
tanımıyordu.
Sarp kayalıkta bir saray
Hattuşa’yı birlikte gezdiğimiz arkeolog Tahir
Aksekili bize kent hakkında ilginç bilgiler verdi:
“Hattuşa, başlangıçta bir kilometrekarelik bir alanı
kapsıyordu. Hitit İmparatorluk döneminde, yani MÖ
14. yüzyılda, şehir yaklaşık olarak altı kilometre
uzunluğunda, belirli aralıklarla yüksek kulelerle
desteklenen taş temelli, üstyapısı kerpiç tuğlalarla
örülü bir surla çevriliydi. Şehrin farklı semtlerine
giriş, sura açılmış anıtsal kapılardan sağlanıyordu.
Çoğu günümüze kadar oldukça sağlam durumda gelmiş
olan, dış yüzünde aslan yontuları bulunan Aslanlı
Kapı’yla, iç yüzünde silahlı tanrının bulunduğu Kral
Kapısı bunların en önemlileri. Kentin güney ucundaki
Yer Kapı, Hattuşa’nın en ilginç kalıntılarından.
Kesik piramit biçimli bu oluşumun en üstünde ortada
yer alan Sfenksli Kapı ve bunun hemen altında
Hattuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek poterni
(tünel) var. 71 metre uzunluğunda ve 3 metre
yüksekliğindeki poternden geçilerek sur dışına
çıkılmakta. Hitit kralları ülkeyi, bugün Büyükkale
olarak adlandırılan sarp bir kayalık üzerindeki
saraydan yönetiyordu. Tek bir yapıdan ibaret olmayan
sarayda direkli galerilerle çevrilmiş avlular
etrafına dizilmiş büyüklü, küçüklü yapılardan oluşan
kompleks, kral ve ailesinin yanı sıra saray
memurları ve ‘altın mızraklılar’ olarak adlandırılan
nöbetçi askerleri de barındırıyordu.’’
Hitit: ‘Bin tanrılı’ bir ülke
Hitit metinlerinde Hattuşa Ülkesinden ‘Bin tanrılı
ülke’ olarak söz edilir. Bu tanrı bolluğu ilginç bir
gelenekten kaynaklanır: Hititler diğer ülkelerin,
özellikle de yendikleri komşularının tanrılarını
kızdırıp gazaplarına uğramaktansa, armağan ve
dualarla saygılarını dile getirip, onları kendi
tanrıları arasına katmayı yeğliyorlardı. Arkeolog
Tahir Aksekili, bu sebeple, İmparatorluğun çeşitli
şehirlerinde tapınılan bu tanrılar için de başkentte
tapınaklar yaptırıldığını belirtiyor. Başkent
Hattuşa’da bugüne kadar 31 tapınak gün ışığına
çıkartılmış. Aşağı Şehir’de ise ülkenin en güçlü
tanrıları olan Fırtına tanrısı ile Arinna’nın Güneş
Tanrıçası’na adanmış olan ‘Büyük Tapınak’ bulunuyor.
Bu tapınakta bulunan zümrüt yeşili ‘dilek taşı’,
Hattuşa’nın en popüler yeri. Sebebi ise kenti
ziyaret eden Türk Sanat Müziği sanatçısı Bülent
Ersoy’un, bu taşın önünde dilekte bulunması ve bunun
da televizyonlarda bol bol gösterilmesiymiş!
Televizyonların yavaş yavaş meşhur ettiği Hattuşa,
yine televizyon dizileri sebebiyle gündeme gelen
‘ecdadımız’ tartışmalarında unutulmaması gereken çok
önemli bir yer. Tarihimizi sadece Osmanlı ile
sınırlamamamız gerektiğini düşünüyor ve üzerinde
yaşadığımız toprağın, Anadolu’nun bu ilk büyük
uygarlıklarına saygıyı unutmamamız gerektiğine
inanıyorum. Hattuşa ise tarihi, görkemiyle,
hikayeleriyle zaten ilgiyi çoktan hak ediyor.
Boğazköy sfenkslerinin geri dönüş yolculuğu
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın,
ülkemizden kaçırılan eserleri ana yurduna geri
getirme çabalarını takdir ediyorum. Yurda geri
getirilen eserlerin en önemlilerinden biri ise,
Boğazköy Sfenksi... Ünlü ressam ve müzeci Osman
Hamdi Bey tarafından kurulan ve imparatorluk müzesi
olan “Müze-i Hümayun’un başkanlığında ve Alman heyet
üyelerinin katılımıyla Çorum’un Boğazköy İlçesi'nde
yapılan kazılarda 10.400 civarında tablet ile iki
adet sfenks bulundu.
Gün ışığına çıkartılan bu nadide bulgular, akabinde
temizleme, onarım ve yayın çalışmaları için Alman
kazı ekibi tarafından 1915 ve 1917 yıllarında
Berlin’e götürüldü. O dönemlerde Almanya ’ya
ülkemize iade edilmesi koşuluyla gönderilen
eserlerin sonuncusu olan Boğazköy Sfenksi Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın yürüttüğü yoğun müzakerelerin
neticesinde 94 yıllık ayrılığın ardından 27 Temmuz
2011’de eski ismi ‘Müze-i Humayun’ olan İstanbul
Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildi.
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın bizzat takip ettiği, Hitit
Kraliyet Arşivine ait 3.300 yıllık kültürel miras
daha önce iadesi sağlanan diğer sfenks ile birlikte
ait olduğu topraklara taşındı. Sonuç itibariyle;
Boğazköy’ün ‘dünya mirası alanı’ ilan edilişinin 25.
yıldönümü Boğazköy sfenkslerinin uzun ve meşakkatli
uğraşlar neticesinde ülkemize kavuşturulmasıyla
taçlandırılmış oldu. Almanya’nın Pergamon
Müzesi’nden getirilen sfenksler bugün artık Boğazköy
Müzesi’nde sergileniyor.
Radkal, Yazı: Vedat Atasoy, 16.12.2012
|
SATIYORUM, SATIYORUM, SAAATTIM

Çekiç yere inince bir çağdaş sanat eseri,
Osmanlı'dan kalma bir mücevher ya da el yazması bir
kitap el değiştirir. Müzayede evleri de bu değiş
tokuşa ev sahipliği yapar. Peki dünyada müzayedeler
nasıl başladı, müzayedeye giderken nasıl giyinmek
gerekir, Türkiye'de müzayedelerin ilkleri neler,
yakında hangi müzayedeler yapılacak?
"Benim olucak Fıstık! Binicem üstüne! Vurucam
kırbacı, vurucam kırbacı!" Sezercik'in baş rolünde
oynadığı Öksüzler filminin bu repliki Türk
sinemasının unutulmazları arasındadır. Olay bir
müzayede sırasında geçer. Şişko Nuri açık artırmaya
çıkarılan ve zengin babası tarafından satın alınmak
üzere olan sevimli sıpa Fıstık hakkındaki
fantezilerini anlatmaktadır. Müzayedelerde bir
sıpanın satılması film icabı görülen olaylardan...
Ama neler satılmıyor ki? Yazarından imzalı bilmem
kaç yüz yıllık bir kitap, Victoria dönemi
soylularından bilmem kimin taktığı bir broş, bilmem
hangi savaş sırasında gönderilen bir mektubun
üzerinde olduğu düşünülen bir pul, bir müteveffanın
evrak-ı metrukesi, daha neler neler... Müzayede
salonlarının heyecanı, müzayedeye gelen meraklıların
her biri birbirinden ilginç dünyaları için
bambaşkadır. Bu hafta özel bir 'müzayede dosyası'
hazırlamak istedik. Tarihte ilk müzayede ne zaman
yapıldı? Bugünlerde takip edilecek müzayedeler
hangileri? Müzayedelere bazı koleksiyonerler neden
kimliğini gizli tutarak, telefonla katılır?
Müzayedelerde katılımcılar hangi kıyafetleri tercih
eder? Müzayede sırasında dikkat edilmesi gereken
kurallar nelerdir? Müzayede işinde müzayede evinin
çalışanları için para ve heyecan var mı? Bu ve
benzeri soruların cevapları bu dosyada.
VERİ ŞEFFAFLIĞI SAĞLANMALI
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Kültür Yönetimi Bölümü'nden Dr. Özgür Uçkan, sanat
piyasasından bahsedebilmenin 'olmazsa olmaz'ının
müzayedeler olduğunu söylüyor: "Batı'da 17.
yüzyıldan itibaren kurumsallaşan sanat odaklı
müzayede evlerine benzer yapıların gelişimi bizde
çok daha sonra olmuştur. Müzayede bir satış yöntemi
olarak uzun zamandır kullanılmaktaysa da, sanat
odaklı profesyonel müzayede evlerinin kurulması
1980'lere gider. İlk müzayede evleri galeri
kökenliydi ve bence bu da doğal bir gelişmeydi.
Yaklaşık 40 yıldır kökleşmiş, hacim yaratan belli
sayıda müzayede evimiz var. Bu kurumlar, Batı'daki
benzerleri gibi, sadece sanat eserlerine değil,
antika vb. nesnelere de yer veriyorlar. Ama Türkiye
sanat piyasasının hacmini, fiyatlarını ve gelişimini
galerilerle belirleyenler de onlar. Bizdeki müzayede
evlerinin kapasitesi, artık küresel ölçekte iş gören
Christie's, Sotheby's gibi benzerlerinin elbette çok
altında. Ama bu durum, bizim sanat piyasamızın
sınırlarıyla ilgili. Bu oturmamış, henüz gelişmekte
olan piyasanın sınırlarını belirleyen ise çok
karmaşık bir nedenler manzumesi. Türkiye'de görece
köklü bir müzayede kurumsallaşması var ve bu yapı,
sanat piyasamızın teminatlarından biri. Elbette veri
şeffaflığını ve veri işleme standartlarını
uluslararası düzeye çıkarmaları koşuluyla. Henüz bu
düzeyde olmadıklarını da eklemek gerek. Aynı şeyi
sanat piyasamız için de belirtmek gerek. Bizdeki
piyasa henüz oturmuş değil."
MÜZAYEDE İZLEMENİN DE BİR ADABI VAR
Müzayedelere katılmak çoğu koleksiyoner için,
gösterinin bir parçası haline gelmek demek. Yaşanan
çekişmeler kışkırtıcı olabiliyor. Müzayedeye
giderken genelde koyu renk giyiniliyor. Ancak büyük
koleksiyonerler bizzat müzayedeye katılmayı pek
sevmiyor. Çünkü eğer rekor bir satış olursa bunu
zaten medya yoluyla duyurabiliyorlar. Ve bir aksilik
olup da teklifleri geri dönerse, kimlikleri gizli
kalabiliyor. Bu yüzden online ya da telefonla
müzayedeye katılan ya da vekil gönderenlerin sayısı
hayli fazla. Müzayede salonları heyecanını korumaya
devam etse de, artık neredeyse tüm müzayedeleri
internet üzerinden canlı izlemek mümkün. Bu sayede
heyecan sosyal paylaşım sitelerine taşınıyor. Bir
yandan müzayede izleyip, diğer yandan da müzayedeyi
sizinle birlikte izleyenlerin yorumlarını Twitter
üzerinden takip etmek büyük keyif.
1900'LERİN BAŞINDAN BU YANA TÜRK MÜZAYEDELERİNDE
İLKLER
* Türkiye'de açık arttırmacılığın tarihi oldukça
eski. İlk örnekler, miras yoluyla geçen varlıkların
satışı.
* Portakal Sanat ve Kültür Evi'nin müzayede evi, en
eskilerden. 1900'lerin başında Yervant Portakal,
antikacılığa ve müzayedelere Kapalıçarşı'da
başlamış. Ev ve saraylarda müzayedeler düzenlemiş.
* 1980 sonrasında müzayede evleri otellerde bayraklı
müzayedeler düzenlemeye başlar. İlk çağdaş resim
sanatı müzayedesi ise 1988 yılında Antik A.Ş
tarafından düzenlenir.
* 1970'lere kadar resim satışı galerilere dayansa da
müzayede evlerinin artışıyla bugün Türkiye'de
yaklaşık 150 milyon dolarlık bir sanat piyasasından
bahsetmek mümkün.
* İlk büyük rekor satış, Osman Hamdi Bey'in 1906'da
yaptığı Kaplumbağa Terbiyecisi isimli resmin satışı.
Resim 2004'te Antik A.Ş'nin düzenlediği müzayedede
Eczacıbaşı ve Kıraç ailesi arasındaki mücadele
sonrası 5 trilyon liraya satılmıştı.
* Sotheby's'in Türk sanatıyla ilgilendiği ilk
müzayede... 1990 yılında İstanbul Yıldız Sarayı
Silahhne'de 36 sanatçının yapıtlarının satışa
çıkarıldığı bir müzayede düzenlenir. Müzayedede
Burhan Doğançay'ın bir yapıtına 11 bin 997 dolar
verilir. Bundan sonra 2009'da Londra'da düzenlenen
Türk Çağdaş Sanatı başlıklı müzayedeye kadar
Sotheby's, Türkiye'yle ilgili bir müzayede
düzenlemez.
* Burhan Doğançay'ın Mavi Senfoni eserinin 2009'da 2
milyon 200 bin TL'ye satılması yine müzayede
tarihimizin en önemli rekor satışlarından.
* Müzayedede ilk video eseri ise 2009'da satılır:
Canan'a ait İbret-i Numa. (Kaynak: Türk Plastik
Sanatları'nda İlkler, Oğuz Erten.)
RESİMDEN KAZANDIĞIMI DAVALARA HARCADIM
2009'da Sotheby's'in Londra'da ilk kez düzenlediği
Türk Çağdaş Sanatı Müzayedesi'nde Ruhani'ye 175 bin
lira verilince, Taner Ceylan yaşayan en pahalı Türk
ressamı olmuştu. (Bu rekor birkaç ay sonra Burhan
Doğançay tarafından egale edildi. Bkz. üstteki
fotoğraf.) Taner Ceylan'a müzayedelere bakışını
sorduk: "Sotheby's tarafından yapılan müzayede Türk
resminin duyurulması için önemli bir adımdı. Ne var
ki daha sonra galeriler bu müzayedelere katılan
sanatçıların eserlerini, sırf satış gerçekleşsin
diye tanımadıkları tehlikeli sanat tacirlerine ve
faturasız sattılar. Üzerinden yıl bile geçmeden,
satılan bu eserler yurt içindeki müzayedelere
verildi. Yerel müzayedeler bu durumu kötüye
kullanıyor. Sanatçıdan izin almadan görselleri
istedikleri gibi kullanıyor, yanlış basıyor, hatalı
biyografiler yayımlıyor ve telif ödemiyorlar.
Sotheby's ile başlayan bu ışıltılı Türk sanatı
dönemi bitti. İstisna kabul edilmesi gereken bir
durum kaideymiş gibi anlaşılır oldu. Gençler halen
bunun etkisinde. Kariyerlerini, müzayedeler
üzerinden yapabileceklerini sanıyor ve yanılıyorlar.
Böyle bir ihtimal en azından yerel müzayedeler
açısından yok. Öyle olsaydı, resimden kazandığımın
çoğunu bu müzayede şirketlerine açtığım davalarda
harcamazdım!"
SANAT VE PİYASASI AYNI ŞEY DEĞİL
Sanat tarihi üzerine çalışmalarıyla tanınan sosyolog
Ali Akay, Türkiye'de genç sanatçıların müzayedelerde
çok eserinin olmasını risk olarak değerlendiriyor:
"Mezat, 19. yüzyılda Paris sanat merkezi olduğu
sırada, 1801'de Mezatçılar Odası'nın girişimiyle
kurulmuş bir yapıdır. Paris'te borsanın olduğu
mahalle ile aynı mahallede yapılanmaları mezadın bir
borsa sistemine yakınlığını göstermektedir.
Kataloglanmış, yani kayıt altına alınmış eserlerle
kayıt altına alınmamış eserler olarak iki grupta
toplanan bu düzenleme, iki değil üçüncü bir kişinin
(artıran) müdahalesiyle, ikili sözleşme modelinin
dışında bir yapıya sahiptir. Türkiye'de bugün değer
üzerine kurulu olan bir mezatta çok genç
sanatçıların bulunması, sanatın ilerlemesi
bakımından riskler taşımaktadır. Çünkü sanat ve
piyasası aynı şey değildir. Sanat eseri bir meta
olarak ele alındığında, burada yer bulmaktadır. Bunu
da belirleyen koleksiyoncular, ikinci el satıcılar
ve onların oluşturduğu piyasadır. Sanatçı ise
eserini düşünen ve üreten kimsedir. Bu iki ayrı işin
birleşmesi ise modernleşmiş kapitalizm ile
alakalıdır. Türkiye'de bir yanda sanat üretimi diğer
yanda ise sanat piyasası ve müzayedesi vardır. Söz
konusu ayrım sanat üretimi bakımından önemlidir. Bu
iki ayrı alanın iç içe geçiş sürecini yaşamaktayız."
MÜZAYEDE AJANDASI
* Bugün, Swissotel'de Artam Antik A.Ş'nin 275.
Müzayedesi düzenlenecek. Klasik Tablolar ve Osmanlı
Eserleri başlıklı müzayedenin gözde parçası Osman
Hamdi Bey'in Vazo Yerleştiren Kız tablosu
* Beyaz Müzayede tarafından düzenlenecek 22. Beyaz
Müzayede, 18 Aralık'ta Nişantaşı'nda bulunan Sofa
Otel'de gerçekleşecek.
MÜZAYEDELERİN İLKLERİ KÖLE PAZARLARIYDI
Ali Artun'un Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi adlı
eserine göre, müzayedelerin tarihi MÖ 5. yüzyıla
kadar uzanıyor. Heredotos o tarihlerde her yıl
Babil'de gelinlik kız ve köle müzayedeleri
yapıldığından söz ediyor. Sanat müzayedeleri ise MÖ
3. yüzyılda başlıyor. Bugünkü anlamıyla ilk müzayede
evi İsveç'in Stockholm şehrinde 1674'te kuruluyor ve
Auktionsverket halen faal. Onu 1744'te İngiltere'nin
Londra kentinde kurulan Sotheby's izliyor. 20.
yüzyılda Sotheby's ağırlıklı olarak kitap satışıyla
uğraşsa da, bugün 1766'da kurulan Christie's ile
birlikte dünyanın en önemli müzayede evi.
BİR MÜZAYEDE MÜDÜRÜNÜN İTİRAFLARI
Müzayede müdürlüğü diye bir meslek var. Salonun
çoşkusunu ve rekabetin amansızlığını en yakından
hisseden ve hissettiren bir iş. Mesleğin efsane
isimlerinden biri Christie's'in baş müzayedecisi
Christopher Burge. YKY'den Mine Haydaroğlu
çevirisiyle çıkan Sanat Dünyasında Yedi Gün
kitabında Sarah Thorton şunları anlatıyor: "Burge,
'Satış zamanı geldiğinde tam gaz başlarım. Öncesinde
en az 50 kere prova yaparım, gerçekleşebilecek bütün
olasılıkların üzerinden geçer, çılgın gibi
çalışırım," diye açıklıyor. Kravatını ayarlayıp koyu
gri takım elbisesini düzeltiyor. 'Akşam satışlarında
seyirciler düşmanca davranabiliyor,' diye devam
ediyor. 'Romalılar'ın kolezyumundaki gibi tek bir el
hareketiyle karar verilsin diye bekliyorlar. Tam bir
felaket, bol kan görmek ve 'Atın sunu dışarı' diye
bağırmak istiyorlar. Ya da rekor fiyatlar
bekliyorlar. Büyük heyecanlar, bol kahkahalar
istiyorlar. Kısaca tiyatroda mutlu bir aksam
geçirmeyi bekliyorlar.' Burge sektördeki en iyi
müzayedecilerden sayılıyor. 'Aslında ne kadar
korktuğumu bilseniz,' diye açıklıyor. 'Bir müzayede
insanlığın gördüğü en sıkıcı şeylerden biri.
İnsanlar iki saat boyunca orada oturup bir enayinin
monoton sesini dinliyor. Salon sıcak. Rahatsız.
İnsanlar uyukluyorlar. Bizim elemanlarımız açısından
çok stresli. Ve benim için de tam bir dehşet
deneyimi.' 'Ama iyi vakit geçiriyor gibi
görünüyorsunuz,' diye karşı çıkıyorum. 'Nedeni
viski,' diyor iç çekerek."
Sabah Pazar, Haber: Fisun Yalçınkaya, 16.12.2012
|
EL KONULAN ERMENİ MÜLKLERİ KİTAPLAŞTI

İstanbul’daki Ermeni vakıflarının mülkiyet
sorunları “2012 Beyannamesi: İstanbul Ermeni
Vakıflarının El Konan Mülkleri” adıyla Hrant Dink
Vakfı tarafından kitaplaştırdı.
Hrant Dink, Agos gazetesi, avukat Diran Bakar ve
Ermeni vakıflarına ait arşivlerin incelenerek 53
vakfın mülkiyet sorunlarının masaya yatırıldığı
kitapta yer alan “El Koyma Hikayeleri” bölümünden
satırbaşları şöyle:
* Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi: Öjeni Dındes Roman
1943’te İstiklal Caddesi’nde bulunan mülkünü
Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı’na vasiyet
eder. Bina 1962’de İstanbul Giyim Sanayi (İGS)
binası olarak işhanı haline getirilir. 1992’de
mülkün tescil işlemi iptal edilir. Uzun dava
sürecinin ardından İGS binası Yedikule Surp Pırgiç
Ermeni Hastanesi Vakfı adına tescil edilir. Böylece
ilk kez gayrimüslim vakfının el konan bir mülkü iade
edilmiş olunur.
* Kalfayan Yetimhanesi Binası: Kalfayan Vakfı’na
yetimhanenin Boğaziçi Köprüsü ve çevre yollarının
istimlak sahasında kaldığı ve yıkılacağı bildirilir.
1972 Temmuz’da bina boşaltılır. Okul, 1999’dan beri
Semerciyan Cemaran İlköğretim Okulu’nun binasını
ortak olarak kullanıyor.
* Andonyan Ermeni Katolik Manastırı ve Mektebi:
Vakıflar Genel Müdürlüğü, okulun bulunduğu parselin
Sultan Bayezid Veli Hazretleri Vakfiyesi’nde yer
aldığı iddiasıyla Hazine’ye dava açınca, 2005’te
Hazine’deki mülkiyet kaydı iptal edilerek okul
binası ve arsa Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescil
edilir.
* Tuzla Ermeni Çocuk Kampı: 8-12 yaşlarında 30
çocuğun yapımında çalıştığı kamp için 1979’da
Vakıflar Genel Müdürlüğü, tapunun iptalini ister.
Mahkeme, kamp arazisinin vakfın elinden alınıp eski
sahibine verilmesine karar verir.
Milliyet, Haber: Burcu Karakaş, 16.11.2012
|
ÇUVALLA GELEN TARİHİ HAZİNE
İzmir'in Ödemiş İlçesi'ndeki Yıldız Kent Müzesi'ne vatandaşlar tarafından kısa bir süre önce bağışlanan eşyalar tasnif edilirken aralarında hazine değerinde tarihi belgelere ulaşıldı.
Müze Müdürü Prof.Dr. Engin Berber yönetiminde bir haftadır yürütülen çalışmalarda Mustafa Kemal Paşa'nın "Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişi" sıfatıyla Meclis-i Vükela tarafından Samsun'a gönderilmesi ile İsmet Paşa ve 14 arkadaşının 1923 yılında altına imza koyduğu Ankara'yı Türkiye'nin yeni başkenti yapan kanunun TBMM Başkanlığı'na teklifiyle ilgili ıslak imzalı belgeler bulundu. Müze Müdürü Prof.Dr. Engin Berber "Belgeler kesinlikle orijinal. Diğer eşleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve TBMM Arşivinde bulunan belgeler, o yıllarda, fotokopi makinesi olmadığı için el yazısı ile çoğaltılmış ve her birinde ayrı ayrı ıslak imzalar bulunuyor" dedi. Ödemiş Belediye Başkanı Bekir Keskin ise "Çağdaş Türkiye'nin kuruluşuna ışık tutan, Cumhuriyet tarihimiz açısından son derece önemli belgelere ulaştık. Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra ziyaretçilerimize açacağız. Genelkurmay isterse her iki belgeyi de seve seve veririz" dedi.
Sabah, Haber: Nadir Uysal - Nazif Harupçu, 16.12.2012
|
 |
TÜRKİYE'NİN CAMILLE CLAUDEL'İ

İstanbul’da ilginç bir sergi açıldı. Mari
Gerekmezyan’a ithafen... Getronagan Lisesi’nin
125’inci kuruluş yılı şerefine düzenlenen sergiye 30
önemli ressam, fotoğrafçı, reklamcı, grafiker,
sinemacı ve mimar katılıyor. Peki ama kim bu Mari
Gerekmezyan?
Mari Gerekmezyan’a “Türkiye’nin Camille Claudel’i”
desek yanlış olmaz. Claudel kim diye sorabilirsiniz.
19’uncu yüzyıl sonlarında ün kazanan ama o dönemde
evli olan Rodin’ in sevgilisi... Bu yasak gönül
ilişkisi katı bir tavırla karşılandığı için genç
heykeltıraş sanat çevrelerince dışlanmıştı.
Gerekmezyan kim peki? O da heykeltıraştı. Ve o da
bir sanatçının, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun
sevgilisiydi. Sonunda ikisinin de kaderi unutulmak,
unutturulmak oldu.
Gerekmezyan’a dair pek az bilgi
var. Lisedeyken Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Güzel
Sanatlar Akademisi’ndeykense Prof.Dr. Rudolf
Belling’in öğrencisiymiş. Tanpınar’la arkadaş da
olduklarını yazarın günlüklerinden öğreniyoruz.
Akademiyi birincilikle bitirmiş ama bugün
eserlerinin çoğu kayıp. Araştırmacı Sevengül
Sönmez’le biyografisini yazdığı Gerekmezyan’ın
sanatını ve hazin hayatını konuştuk...
Mari Gerekmezyan bir heykeltıraş olarak neden
önemli?
Ondan önce de kadın heykeltıraşlar vardı ama
Mari’nin özellikle büstleri, gerçekçilik ve ifade
yönünden çok başarılıydı.
Eserlerinin başına ne geldiğini biliyor muyuz?
Mesela Yahya Kemal büstüne ne oldu sizce?
Eserlerinden 5-6’sının yerini biliyoruz. İstanbul
Resim Heykel Müzesi’nde 2 heykeli var, Ankara Resim
Heykel’de de 2 kayıtlı eserini görmüştüm. Bedri
Rahmi büstü Eyüboğlu ailesinin Kalamış’taki evinde.
Üç Horon Kilisesi’nden bu sergiye getirtilen Kadın
Başı da bildiklerimizden. Yahya Kemal, Şekip Tunç,
Neşet Ömer büstleri ve Patrik Mesrob Tin maskının
başına ne geldiğiniyse öğrenemedik. Mari, Bedri
Rahmi Eyüboğlu’nun bir çok eserine, özellikle de
“Karadutum, çatal karam, çingenem” diye başlayan o
ünlü şiirine konu olmuş.
İlişkileri konusunda ne biliyoruz?
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde tanışıyorlar.
Mari, Bedri Rahmi’nin öğrencisi, zamanla aralarında
bir aşk alevleniyor. Bu ilişkinin Bedri Rahmi’nin
sanatında önemli izler bıraktığını “Karadut”
tablolarından ve “Mari’nin Portresi”nden biliyoruz.
İkisini de tanıyan şair İlhan Berk diyordu ki:
“Resimler Bedri Rahmi’nin Talaslı’sını anlatmasına
yetmemiştir. Onun için sıraya girmiştir şiir, o yüz
için.” Mari öldüğünde, “Türküler bitti/ halaylar
durdu/ horonlar durdu/ hüzün geldi baş köşeye
kuruldu/ yoruldu yüreğim, yoruldu” diye yazmış Bedri
Rahmi.
Mari nasıl bir hayat yaşamıştı?
Bunu en güzel, hocası Rudolf Belling anlatmış:
“Seneler evvel bir heykeltıraş olmaya karar verdiği
zaman, önünde zorluklarla dolu bir çalışma devresi
olduğunu idrak ettiği gibi, heykeltıraş olmanın
kendisini müreffeh bir hayata kavuşturmayacağını da
anlamıştı. Artistik inkişafında ona tavsiyelerde
bulunmak ve yardım edebilmek en büyük zevklerimden
birini teşkil etmiştir.”
Mari Gerekmezyan anısına düzenlenen sergiyi anlatır
mısınız?
Getronagan Lisesi’nin 125’inci kuruluş yıldönümü
için açıldı. Farklı tarihlerde mezun olmuş Ara Güler
başta olmak üzere çeşitli dallardan birçok
sanatçının eserleri ve Mari Gerekmezyan’ın Kadın
Başı büstü sergileniyor. Bu okulun özellikle görsel
sanatlar alanında ne kadar yetkin isimler
yetiştirdiğini göstermesi açısından serginin anlamı
büyük. Adres: Kemeraltı, Sakızcılar Sok, No:1,
Karaköy/İstanbul
Yazar Karin Karakaşlı, daha önce bir hikaye
kahramanına da dönüştürdüğü Mari Gerekmezyan’ ı HT
Cumartesi için yazdı... Mari’nin adına ilk kez Bedri
Rahmi’nin resim sanatına ilişkin koca bir kitabın
dipnotunda rastladım. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir
dönemini Gerekmezyan’ın adını anmadan açıklamanın
mümkünü yoktu. Gelgelim unutturulmuş bir
heykeltıraştı. Yasak aşk dedikoduları bir yan dan,
bu aşkı dolayısıyla mesafeli duran çevresi öte
yandan, Mari Gerekmezyan itina ile yalnızlaştırılmış
bir kadındı. Dönemin basını, Ermeni olduğu için
Ankara’daki Resim Heykel sergilerinde üst üste
aldığı ödüllerde adını geçirmekten bile imtina
etmişti. Ben onu hikaye kahramanına dönüştürdüğümde
aşkı ve yaratıcılığı birleştiren yönüne ve bunca yıl
mahkum edildiği sessizliğe vurgu yaptım. Benim
Mari’m ölüm döşeğinde şöyle seslenmişti dünyaya:
“Cehennem, ihtiyaç duyulmama hissidir benim için.
Cennetse ihtiyaç duyulmaya ihtiyaç duymama hissi.
Kendi cennetime gidiyorum nihayet... Yine de
unutturamazlar beni, kalkar boşluğum konuşur yerime.
Ve kimsenin rahatsız olmayacağı kadar uzun zaman
geçtiğinde, belki bir gün, beni de hatırlarlar...”
Habertürk Cumartesi, Haber: Gülenay Börekçi,
15.12.2012
|
ALMANIN HEDEFİ ERTUĞRUL GÜNAY
Baştan sona katı
milliyetçi bir söylem, saldırgan bir üslup, çirkin
sözler. Biz içerde bize ait kültür varlıklarının
birer birer geri gelmesine sevinirken, dışarıda buna
tepkiler tarihçileri ve arkeologları şaşırtan türde.
Almanya’da “Prusya Kültür Varlıkları Vakfı”
Başkanı, aynı zamanda “Berlin Devlet Müzesi” Müdürü
arkeoloji profesörü Hermann Parzinger. 3 Aralık 2012
tarihli Der Spiegel dergisinde onunla yapılan bir
röportaj var. Orada bizim kültür varlıklarımız ve
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile ilgili içimize
sinmeyecek sözler söylüyor. (Der Spiegel, sayı 49,
s.133-136).
Röportaj Mısır firavunlarının, özellikle Nefretit’in
büstünün nasıl olup da, Mısır’dan Almanya’ya geliş
macerasıyla başlıyor, derken konu Türkiye’ye
geliyor.
İNSANLIĞA AİT
Parzinger toplu bir yanıt veriyor:
“Nefretit’ten ayrı olarak Bergama’da, Truva’da
bulunan kültür varlıkları insanlığa ait eserlerdir.
Bunların geri verilmesi söz konusu değildir. Çok
daha anlamlı yollar vardır. Bizim o varlıkları
düzgün sergilemeye dönük çabamız vardır ve biz bunu
garanti ediyoruz”.
Yani, biz dahil, başka ülkeler kültür varlıklarını
koruyamıyor, en iyisi onlar korusun ve bu varlıklar
dünya durdukça insanlığın yeni yapıtlarına kaynak
olsun.
Profesör, Berlin Müzesi’ni “dünya kültürünün
olağanüstü bir merkezi” olarak tanımlıyor, müzedeki
eserlerin artık oranın geleneksel simgesine
dönüştüğünü belirtiyor.
1917’DE ORADA KALMIŞ
Parzinger Truva’dan, Konya’dan, Bergama’dan
Berlin Müzesine taşınan varlıklarla ilgili,
Berlin’de koca bir müze var bunların sergilendiği,
önemli bir iddiayı dile getiriyor. Spiegel “bu
varlıkları Türkiye geri istiyor” diye sorunca,
Parzinger:
“Yanlış, bu varlıkları geri verilmesi için bize
resmi istekte bulunan olmadı”.
Der Spiegel sıkıştırıyor, “ama daha kısa süre önce
Hattuşaş’la ilgili üç bin yıllık bir büstü iade
ettiniz”.
Parzinger devam ediyor:
“Öyle bir zorunluluk yoktu.
O parça 1917’de restore edilmek üzere Berlin’e
yollanmış, sonra burada kalmış. Biz sözümüzde
durduk, Türkiye durmuyor. Ciddi olarak birlikte
çalışmak istiyoruz, sonuç cesaret kırıcı”.
ÜÇ BİN ÜÇ YÜZ PARÇA
Der Spiegel nefis gazetecilik örneği ile üstüne
gidiyor, “Kültür Bakanı Ertuğrul Günay beş yılda
bütün dünyadan üç bin üç yüz parçayı geri aldığını
söylüyor” deyince, Parzinger parlıyor:
“Ona başarılar dilerim. Günay bize önce kendi
ülkesindeki müzelerde bulunan Suriye, Lübnan ve
Bulgar varlıklarını izah etsin”.
Müze Müdürü Günay’dan şikayetçi. Fransızların ve
Almanların iki yıldır Türkiye ile hiç bir ortak
arkeolojik kazı çalışması yapmadığını söylüyor,
bunun arkeolojik kültür varlığına zarar verdiğini
öne sürüyor.
KİM ŞOVEN
Türkiye’nin kültür varlıkları açısından
zenginliğine işaret ediyor, ortak çalışmayı geri
çevirdiği için Türkiye’yi “şovenlikle” suçluyor.
Kültür varlıklarına önem vermediğini , şu anda
Berlin Müzesinde
bulunan eserlerin Anadolu’da köylerde oradan oraya
savrulduğunu, köylülerin bunları kendi inşaatlarında
kullandığını, oysa şimdi bu varlıkların Berlin
Müzesinde “kurtarıldığını” ekliyor.
Der Spiegel harika, itiraz ediyor, “ama onlar bize
ait değil”. Parzinger hışımla, “onlar bize ait. O
eserler hangi zamanda, hangi koşullarda bize gelmiş?
Biz tarihsel yerine oturtmuşuz”.
Röportaj uzun, katıksız milliyetçilik kokuyor,
“onlar bilmez ve koruyamaz, insanlık adına biz
koruruz” mantığı ön planda.
Ertuğrul Günay’a önerim, bu röportajın tam
çevirisini okusun. Bu adama hem Der Spiegel
üzerinden, hem resmi kanallardan haddini bildirsin.
Hüriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 15.12.2012
|
ADIYAMAN NEMRUT İÇİN TEK
YÜREK OLACAK

Adıyaman Belediyesi,
Kahta Belediyesi ve Nemrut Dağı Milli Parkı Koruma
Platformu tarafından, Malatya’nın Nemrut’un eteğine
yapmayı planladığı otel ile ilgili yaptığı suç
duyurusu hakkında Cumartesi günü düzenlenecek olan
‘Ortak Eylem Planı’ toplantısına tüm Adıyamanlılar
davet edildi.
Nemrut Dağı Milli Parkı Koruma Platformu ve Adıyaman
ile Kahta Belediyeleri tarafından, Malatya’nın
Nemrut’un eteğine yapmayı planladığı otel ile ilgili
yaptığı suç duyurusu nedeniyle Cumartesi günü bir
toplantı düzenlenecek.
Konu ile ilgili bir açıklama yapan Nemrut Dağı Milli
Parkı Koruma Platformu Sözcüsü Mustafa Işıldak,
“Nemrut Dağı’nın Malatya il sınırları içerisinde
kalan bölümünde otel yapılmasına izin veren Kültür
ve Turizm Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı
kararı aleyhine platformumuz üyelerince açılan
Yürütmenin Durdurulması ve İptal Davasının görüldüğü
Danıştay 5. Dairesinin 2012/1191 Esas sayılı
dosyasında, yerinde keşif yapılmasına karar
verilmiştir. Aynı konuda Adıyaman Belediye
Başkanlığı ve Kahta Belediye Başkanlığı tarafından
da dava açıldığı ve bu davalar için de keşif
yapılmasına karar verildiği bilinmektedir. Her üç
davanın amacı aynı olduğundan şimdiden ORTAK EYLEM
PLANI yapılması için 15 Aralık Cumartesi günü saat
13.00'de Adıyaman Belediyesi Meclis Salonunda,
Adıyaman Belediye Başkanı Necip Büyükaslan ile Kahta
Belediye Başkanı Yusuf Turanlı'nın da katılacakları
bir toplantı düzenlenecektir. Bakanlıkça yapılan söz
konusu plan değişikliğinin Adıyaman'ın aleyhine
sonuç doğuracağına ve bu yanlışlığın yargı yoluyla
düzeltilerek Adıyaman'ın mağduriyetinin giderilmesi
gerektiğine inanan, içerisinde turizm sektör
temsilcilerinin de bulunacağı görev ve sıfatı ne
olursa olsun tüm Adıyaman severlerin değerli
görüşlerini ifade etmek üzere anılan toplantıda
hazır bulunmaları memleketin yararına olacaktır”
diyerek toplantıya tüm Adıyamanlıları davet etti.
Adıyaman Haber,
14.12.2012
******
"YAZIK EDERİZ"
Malatya Valisi Vasip
Şahin, Nemrut Dağı'ndaki turizm planlamasının
mahkemeye taşınmasına ilişkin, ''Nemrut Dağı'na iki
ilden giden yolların birleşmesinde, burada bir
turizm planlaması yapılmasında fırtına koparıp orada
boğulursak yazık ederiz. Hem illerimize yazık
ederiz. Hem ülkemize yazık ederiz'' dedi.
Şahin, UNESCO tarafından
dünya kültür mirasları arasına alınan Nemrut
Dağı'nın Malatya tarafında kalan bölümünde, turizm
planlamasına izin verilmesinin mahkemeye
taşınmasının ardından Danıştay 6. Dairesi'nin
bölgede keşif kararı vermesini AA muhabirine
değerlendirdi.
Keşif kararına ilişkin
kendilerine resmi bir bilgi gelmediğini belirten
Şahin, ''Neticede konu yargıya intikal etmiş. Biz de
sonucunu bekliyoruz. Bizim yargı kararına saygı
duymaktan başka da yapacağımız bir şey olamaz''
ifadelerini kullandı.
Nemrut Dağı'na ''benim''
diyerek yaklaşmamak gerektiğini vurgulayan Şahin,
''Nemrut Dağı, bu ülkenin bir değeri. Böyle bakarsak
Nemrut'ta çözülemeyecek bir sıkıntı yok'' dedi.
Dağın daha fazla yerli
ve yabancı turisti çekmesini istediklerini ifade
eden Şahin, ''İnsanlar, bu kültürel zenginliği
ziyaret etsin. Burada Adıyaman da, Malatya da, bir
başka il de çok rahat istifade eder. İller olarak
bu, 'bizim, sizin' tartışmasını yapmaktan ziyade,
buraya daha fazla insanı nasıl çekebiliriz, bunun
çarelerini aramalıyız'' değerlendirmesinde bulundu.
Vali Şahin, Adıyaman'da
da çok sayıda turistik tesis yapılmasını arzu
ettiklerini vurgulayarak, ''Aynı şeyi Malatya
sağlasa bundan ne zararımız olur. Bundan ülke
ekonomisi kazanır. Fırsatı olan herkes gelsin, tabii
yasalara da uygun olmak kaydıyla, yatırım yapsın. Bu
ülkeye daha fazla turist nasıl çekebiliriz, daha
fazla döviz nasıl kazandırabiliriz, bunun
mücadelesini verirken, bu kısır çekişmeyle buradaki
turizmi geriletmeye hakkımız yok'' diye konuştu.
Nemrut Dağı'nı bir
turizm rotasına çevirmek gerektiğine dikkati çeken
Vasip Şahin, ''Harput'tan başlayıp, Şanlıurfa'ya
kadar inen, belki Hatay'ı, Gaziantep'i içine alan
bir turizm rotası olarak bakıp çözümü orada aramak
lazım. Yoksa Nemrut Dağı'na iki ilden giden yolların
birleşmesinde, burada bir turizm planlaması
yapılmasında fırtına koparıp orada boğulursak yazık
ederiz. Hem illerimize yazık ederiz. Hem ülkemize
yazık ederiz. İnsanlarımızı da bu değerlerden mahrum
bırakmakla onlara da yazık etmiş oluruz''
ifadelerini kullandı.
Malatya Haber,
19.12.2012
|
KARAHAYIT'TA KATMERLİ DÖNÜŞÜM
UNESCO’nun Dünya
Mirası Listesi'ndeki Pamukkale, tarihin en eski
“termal” kentlerinden Hierapolis’i kapsıyor. Kaplıca
suyundaki karbonat minerallerinin beyazlattığı
travertenleriyle bin yıllardır “şifa” bulmak
isteyenlere kucak açıyor.
70’lerden sonra arkeolojik alanın “üzerinde”
kurulan turistik tesislerin tahribatını yaşayan
Pamukkale, aynı “işgalci” tesislerden, Mimarlar
Odası’nın 90’larda başlattığı girişimlere Denizli
Belediyesi, Valilik ve Kültür Bakanlığı’nın da
katılmasıyla kurtarıldı.
Mimarlar şimdi de Pamukkale’ye 5 km. mesafedeki
“kırmızı su”larıyla ünlü Karahayıt’taki “kentsel
dönüşüm”ü sorguluyorlar. Ilıca turizminin
emektarları Karahayıtlıların evlerini yıkarak
TOKİ’nin yeni binalarını almaya zorlandıkları, “tip
konut”larla beldenin “kasaba” dokusunun yitirileceği
belirtiliyorlar.
Bütün bunlara, yeni Büyükşehir Yasası’yla “belde”
belediyesinin kapatılarak “mahalle” olması da
eklendiğinde, Karahayıt’ta “katmerli” bir dönüşüm
sancısı yaşanıyor.
Mimarlar uyarıyor
Mimarlar Odası’nın Denizli ve Antalya şubeleri
gelişmeleri tartışmak üzere geçenlerde ortak bir
etkinlik düzenlediler... Beldeyi kaçak yapılaşmadan
arındırmak için dönüşüme umutla bakan valilik ile
“Özel Çevre Koruma Kurumu” yetkililerinin
bilgilendirmelerinin ardından teknik incelemeler
yapıldı.
İnşaatları üstlenen TOKİ yüklenicilerinden
bilgiler alındı, Denizli Ticaret Odası’ndaki
panel-forumda ise mimarlar ve belde halkından
temsilciler endişelerini dile getirdiler.
Yetkililerin açıklamalarına göre “dönüşüm
projesinin hedefi”, imar yasağı bulunan “fay
hattı”ndaki “yasadışı yapılaşma”yı ortadan kaldırmak
planlı bir termal “kent” yaratmak.
Nitekim TOKİ, Karahayıt Belediyesi ile 2010’da
protokol yapmış; 250’yi aşkın konut, 4 işyeri ve
700’e yakın oda içeren 20 pansiyon bloku ile 19
ticari binanın inşaatını üstlenmiş.
Peki, tereddütler neler; çarpık yapılaşmanın yeni
binalar inşa edilerek giderilmesi neden tepkiyle
karşılanıyor?
Forumdaki tartışmalar sorunun “pazarlama”cı
politikadan kaynaklandığını gösterdi. TOKİ
yapılarını satın alma gücü olmayan Karahayıtlılar,
dönüşüm sonucunda “evsiz” kalmaktan çekiniyorlar;
çünkü yapıların kaça ve hangi koşullarda satılacağı
bile “belirsiz”.
Yeni yapılara müşteri olacak “paralı
yabancılar”ın Karahayıt’taki pansiyon turizmine
egemen olacağı endişesi ise gerilimi tırmandırıyor.
Tartışmaya “kimliksiz yapılaşma” kaygılarıyla
katılan mimar ve şehirciler de TOKİ’nin “tip
proje”lerinin Karahayıt’ın “termal kasaba”
özelliğini yitirmesine neden olacağını
belirtiyorlar.
Proje bu şekliyle uygulanırsa sokakları, çarşısı,
pazarı ve özellikle “yerli halkın kırmızı suda şifa
arayan turistleri ağırladıkları küçük
pansiyonları”yla yaşamını sürdüren Karahayıt,
birbirinin aynı binalarla adeta “site”leşecek...
Yeni yasayla “mahalle” yapılsa bile bu tanımla
tamamen çelişen sıradan bir turistik tatil köyüne
dönüşecek.
Bakalım TOKİ “kimliksiz” projesini değiştirerek
Karahayıt’ın kasaba karakterine özen gösterecek mi?
Dönüşüm adına inşa edilen konutlar “gerçek”
Karahayıtlıların yeni ev ve pansiyonları olabilecek
mi?
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 13.12.2012
|
9 - 15 Aralık 2012
|
BELEDİYE ARKEOLOG ALIYOR
Batman çevresinde
bulunan tarihi eserlerin muhafazası için kurulan
müzeye arkeolog alınacak. Konuyu gündeme alan Batman
Belediye Meclisi, müzeye katkı sağlamak ve tarihi
eserlere daha fazla sahip çıkmak için 1 adet
arkeolog kadrosu açmaya karar verdi. Özellikle
Batman yöresinde birçok farklı medeniyete ait tarihi
bulgu ve belgelerin bulunduğuna dikkat çekilen
görüşmede bu bulgu ve belgelerin korunması ve
araştırılması için arkeolog alınacağı belirtildi.
Batman Gazetesi,
13.12.2012
|
"LOUVRE'DAKİ ESERLERİN
HEPSİNİ ALACAĞIZ"
HABERTÜRK Ankara
Bürosu’nu ziyaret eden
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, gündeme ilişkin soruları
yanıtladı.
Türkiye’den kaçırılıp yurtdışına götürülen tarihi
eserlerin iadesiyle ilgili konuşan Bakan Günay,
Fransa’da
Louvre Müzesi’nde
Piyale Paşa Camii’nden
süslemeler, 3. Murad Türbesi’nden çiniler ve 1.
Mahmud Kütüphanesi’nden eserlerin olduğunu
vurguladı. “Hepsini almaya kararlıyız” diyen Günay,
şunları söyledi: “Fransa’ya şunu söylüyorum:
‘Padişah türbesinin kapı girişinin yanındaki
eserlerin biri sahte ise gerçeğinin iade edilmesi
lazım.’ İstanbul ve Bursa’daki camilerimizden,
Kütahya’daki türbelerimizden yurtdışına savrulmuş
çok sayıda eserimiz var. Yurtdışına çıkarılan
eserlerimizin ülkemize gelmesi için dünya çapında
çalışmalar yürütüyoruz. Şu anda Kanatlı Denizatı
Broşu’nun peşindeyiz.” Hatay, Urfa ve Van’daki müze
çalışmalarının gelecek yıl bitmiş olacağını dile
getiren Günay, “Ankara’da da yeni Uygarlıklar Müzesi
yapılacak. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni Darphane’ye
doğru, Topkapı Sarayı’nı da aşağı askeri depolara
doğru büyütüyoruz. Türkiye’de son yıllarda 11 müze
açtık. Şu anda da yaklaşık 30 yerde müze konusunda
çalışıyoruz” ifadesini kullandı.
Topkapı Sarayı’nı
çevreleyen ‘’Sur-i Sultani’’nin restorasyon
çalışmalarının 2015’te biteceğini, bu bölgenin
kontrolünün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden
Kültür Bakanlığı’na geçmesi durumunda Sur-i
Sultani’yi içten dışa bütünüyle temizleyeceklerini
belirten Günay şöyle konuştu: “Sur-i Sultani ve
Topkapı Sarayı’nın eteklerindeki bir engelimiz de
demiryolu. Demiryolu sarayın avlusundan geçiyor.
İmparatorluk sarayının ortasından demiryolu geçmesi
asla kabul edilemez. Demiryolu güvenlik tehlikesi
arz eder ve titreşimleri de deprem bölgesi olan
İstanbul’da saraya büyük zarar verir. Demiryolu
Yenikapı’da sonlandırılmalı.” Günay, Topkapı
Sarayı’nın duvarlarına bitişik binalarla ilgili
olarak da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle
konuştuğunu kaydederek “Dünyanın hiçbir yerinde bir
sarayın duvarının dibinde yapı olmaz. Moskova’da
Kremlin Sarayı’nın çevresini görüyoruz. Bir de
bunlar restore edilip tarihi eser gibi gösteriliyor.
Hepsinin yıkılması gerekir” dedi.
Habertürk, 13.12.2012
|
SAAT KULESİNE DADAŞ
DİKKATİ

Dadaş Ocakları Derneği
Genel Başkanı Eyyüp Coşkun, Dadaş ocakları aylık
toplantısında Erzurum Saat Kulesini anlattı. Coşkun,
saat kulesinin kaderine terk edildiğini öne sürerek,
kulenin iç ve dış duvarının tahribata uğradığını
söyledi.
Saat Kulesi’nin, Erzurum'un şehir merkezindeki en
yüksek tepesinde yer alan "İçkale" de olduğunu
belirten Coşkun, “Saat kulesi geçmişte Tepsi Minare
diye de adlandırılmıştır. Saltukoğulları tarafından
12. asırda gözetleme kulesi olarak yapılmıştır.
Gövdesi tuğla, kaidesi ise kesme taştandır. 19.
yüzyılda üst kısmına ahşap külah ilave edilmiştir.
Kale içerisinde bulunan "Kale Mescidi" nin minaresi
olarak da kullanılmıştır. Kale mescidi kitabesinde
"İnanç Beygu Alp Tuğrul Bey Ebi-l Muzaffer Kasım"
yazılıdır” dedi.
Erzurum Saat Kulesi’nin Anadolu'daki en eski
Selçuklu minaresi olduğunu anlatan Coşkun, “Ne yazık
ki şuan saat kulemiz kaderine terk edilmiş, iç ve
dış duvarlarında tahribatlara uğramış durumdadır.
Maalesef kaleyi gezmeye gelen ziyaretçilere yardımcı
olacak kale ve kule hakkında bilgi verecek bir kişi
bile görevlendirilmiyor. Burayı ziyarete gelenler
kadar yetkililerde bu tarihi yapımıza gereken önemi
göstermiyorlar. Kulenin iç duvarlarındaki tuğlalar
bakımsızlıktan ve ihmalden kırılmışlar üzerine alçı
sıva sürülerek böyle bir eseri bırakın herhangi bir
binada dahi yapılmayacak tarzda bir işlemle
akıllarınca onarımda bulunmuşlar bu nasıl bir
yaklaşımdır, anlayamadık. Bu yetmiyormuş gibi
sıvanan alçıların üzerlerine de tarih düşmanları
tarafından aşk sloganları yazılmış, tepsi
minaremizin üst kısmındaki tahtalarda yazıdan
boğulmuş, çürümek üzere kaderine terk edilmiştir.
Tarihimizden gelen bu kültür varlıklarımızı neden
harap edildiğine bir anlam veremiyoruz bu nasıl bir
anlayış ki yetkililerde önlem almıyorlar. Bu tür
eserler şehir kimliği ve benliği açısından son
derecede önemlidir. Bizler kulemizin bu tarihi
değerimizin durumunu hem basına hem de yetkili
mercilere bildireceğiz. Önemli olan bu esere halkın
da sahip çıkmasıdır. Kısa zaman içinde eğer bu
sorunların halledilmesine ilişkin çalışmalar
yapılmazsa bu eserimizin durumunu kamuoyuna
ulaştıracağız, gerekirse bu durumu yürüyüş yaparak
gerekli mercileri protesto edeceğiz” diye konuştu.
Erzurum Gazetesi,
13.12.2012
|
TRUVA AMSTERDAM'A TAŞINDI

“Troy - City, Homer, Turkey” başlıklı sergi;
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın himayesinde Amsterdam
Allard Pierson Müzesi’nde açıldı.
Truva, nam-ı diğer
Troya, keşfedilişi, konumu, ilham verdiği
kişiler, Osmanlı için önemi, modern
Türkiye’deki algısı,
kısacası her yönüyle
Amsterdam’a taşındı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın himayesinde,
Sezer Tansuğ
Sanat Vakfı ve Amsterdam Üniversitesi
işbirliğiyle, Allard Pierson Müzesi’nde açılan “Troy
- City, Homer,
Turkey” başlıklı
sergi sayesinde...
Serginin arkasında Amsterdam Üniversitesi’nin
Avrupa Kültür Tarihi Bölümü öğretim üyelerinden
Günay Uslu’nun doktora tezi yatıyor. Avrupa kültür
tarihinin
Atina’da bittiğini ve bu durumun yanlışlığını
dile getirmeyi hedeflediğini söyleyen Uslu “Truva
Avrupa kültür kimliğinin temel taşlarından biri.
Fakat buradaki öğrencilerimin çoğu Truva’nın
Yunanistan’da olduğunu sanıyor. Batı’daki görüş
Türkiye’nin kültürel mirası çok önemsemediği
yönünde. Avrupa Truva’yı Avrupa kültürüne mal etmeye
çalışıyor. Dolayısıyla ben Türkiye Truva ve Homeros
ilişkisini irdelemek istedim doktora tezimde.”
Atatürk’ün kazı izinleri
Sergide
Roma İmparatoru Augustus’un kökenlerini Truva’ya
dayandırdığını da görüyoruz; Fatih
Sultan Mehmet’in 1462’de Truva’yı gezdiğini de.
Tarihçi Kritoboulos’un kitabından Fatih’in Truva
ziyaretinde “Biz
İstanbul’u fethederek Troya’nın öcünü aldık”
dediğini de öğreniyoruz.
Uslu, serginin en önemli parçalarından birinin
Schliemann’a verilen kazı iznini gösteren metin
olduğunu dile getiriyor. Hem
arkeoloji hem mitoloji hem de kültür tarihi
objelerini bir araya getiren sergide ayrıca
Atatürk’ün Truva için verdiği kazı izinleri ve
modern Türkiye’de Truva’nın ne kadar önemli olduğunu
gösteren belgeler, metinler de yer alıyor. Sergi
5 Mayıs
2013’e kadar açık.
Schliemann’ın cevabı
Serginin en ilginç eserlerinden biri de 1874
tarihli Hayal dergisinde yer alan, Truva kazılarını
yapan Schliemann ve karısını gösteren bir karikatür.
Karikatürde eşi Schliemann’a “Şunu Devlet-i
Aliye’ye, bunu Yunan’a, onu
Amerikan büyükelçisine vaat ettin bize ne
kaldı?” diyor. Schliemann’ın cevabı ise “Hepsi”
oluyor. Aslında Truva’nın gerçeğini ortaya koyan bir
cevap!
Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 13.12.2012
|
CERCLE D'ORIENT YAŞASIN, İNCİ PASTANESİ YAŞASIN
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan,
İnci Pastanesi'nin kapatılması üzerine görüşlerini
yazdı.
Beyoğlu ve İstiklal Caddesi'nin en önemli
markalarından İnci Pastanesi, faaliyet gösterdiği
Cercle d'orient (Serkildoryan) binasından tahliye
edildi. Konuyla ilgili kamuoyunun gösterdiği
duyarlılık, değerlerimizin korunması adına
sevindiricidir. Tahliye işlemini, bir takım yanlış
bilgilerle, bir siyasi propagandaya çevirme
gayretleri ise üzüntü vericidir.
Bu açıklama, İnci Pastanesi etrafında başlayan
tartışmalara, gerçek bilgilerle ışık tutmak amacıyla
düzenlendi.
Serkldoryan binası, 1875 yılında yapılmış
İstiklal Caddesi'nin en görkemli yapısıdır. Bina
bugün itibarıyla 137 yaşındadır. Doğal şartlar ve
kullanım nedeniyle yıpranma söz konusudur.
Restorasyon kaçınılmaz hale gelmiştir. Binanın
bugünkü sahipleri, bu zorunluluğu yerine getirmek
için, projeler hazırlatmış, gerekli izinlerini
almışlardır. Restorasyonun gerçekleşebilmesi için,
binanın tahliyesi gündeme gelmiştir. Kiracılar ve
mülk sahibi arasında tahliye konusunda anlaşmazlık
yaşanmıştır. Taraflar arasındaki anlaşmazlık
mahkemeye intikal etmiştir. İstanbul 8. Sulh Hukuk
Mahkemesi, mülk sahiplerini haklı bulmuş, 16 Kasım
2011 tarihinde, tahliye yönünde karar vermiştir.
İnci Pastanesi'nin kurucusu Luka Zigoridis'in varisi
Elsa Zigoridis mahkeme kararını temyiz etmiştir.
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin verdiği
kararı oy birliği ile onamış, tahliye kararı 18 Ekim
2012 tarihinde kesinleşmiştir. Tahliye, kiracı
tarafından gerçekleştirilmeyince, mülk sahipleri 7
Aralık 2012'de hukuki yollarla İnci Pastanesi'ni
tahliye etmişlerdir.
Belediyemiz iki taraf arasındaki kira
sözleşmesinin tarafı değildir. Yine her iki taraf
arasındaki anlaşmazlıkta da söz hakkı
bulunmamaktadır. Ancak, hem Serkildoryan'ın aslına
uygun restorasyonu, hem de İnci Pastanesi'nin
hizmetinin devamı ile yakından ilgiliyiz. Yıpranmış
yapıların, yaşayabilmesi için restore edilmesi bir
zorunluluktur. Bu kural, Serkildoryan ve benzeri
bütün yapılar için geçerlidir. Hali hazırda, Beyoğlu
Belediyesi başkanlık binası da restorasyondadır ve
belediyemiz faaliyetlerini, restorasyon sonuna kadar
birçok farklı binada sürdürmektedir. Serkildoryan
Restorasyon Projesi'nin esası, 1875 yılındaki eserin
yeniden ve aynen Beyoğlu'na kazandırılmasıdır. Bu
hedefi gerçekleştirmek için bütün kurumlarımız ve
mülk sahibi arasında tam bir uyum bulunmaktadır.
İnci Pastanesi, kurulduğu 1944 yılından itibaren,
İstiklal Caddesi'ne yakışır bir marka olmuştur.
Hijyen, titizlik ve müşteri ilişkilerini en üst
düzeyde tesis etmiştir. İnci gösterdiği üstün başarı
sonucunda, sadece bir ticari kuruluş olmaktan
çıkmış; Beyoğlu'nun, İstiklal'in ayrılmaz, doğal bir
parçası haline gelmiştir. Bu değerimizin,
Beyoğlu'muzda yaşaması için tüm imkanlarımızı
seferber etmek, bizim açımızdan sosyal bir
sorumluluktur. Serkildoryan binasındaki restorasyon
sonrasında, İnci pastanesi yine aynı binada faaliyet
göstermesi, hem beklentimiz, hem de gayretimizdir.
Birbirine kira sözleşmesi ile bağlı tarafların;
İnci Pastanesi'nin Beyoğlu için taşıdığı değeri
dikkate alarak yapıcı katkıda bulunacaklarına
inanıyoruz.
Beyoğlu'ndaki her gelişmeyi, siyasi propaganda
malzemesi yapmak isteyenler, bu konuyu da istismar
etmek eğilimindedirler. Kamuoyunun duyarlılığını,
kendi siyasi hesaplaşmaları için istismar eden bu
eğilim sahiplerini, gerçek bir duyarlılığa ve hayata
katkıya davet ediyoruz.
Beyoğlu Belediyesi, Ahmet Misbah Demircan,
12.12.2012
|
İSTANBUL'U KAZDIKÇA TARİHİ ESER ÇIKIYOR

Asya ile
Avrupa’yı denizin altından bağlayan
Marmaray projesinde çalışmalar devam
ediyor. Marmaray ile İstanbul
Metrosu’nun aktarma istasyonunun
yapılacağı Yenikapı’daki arkeolojik
kazılar da bitmek üzere.
İstanbul Arkeoloji Müze Müdürü ve
Yenikapı Kazı Alanı Başkanı Zeynep
Kızıltan, çalışmaların yüzde 90 oranında
tamamlandığını söyledi. 2004’te başlayan
kazılar, zaman zaman 24 saat boyunca
sürdü. 500 işçi ve 60 uzmanla yürütülen
çalışmada İstanbul’un tarihini 8 bin 500
yıl öncesine taşıyan, 40 bine yakın
sergilenmeye değer eser gün yüzüne
çıkarıldı.
Marmaray projesi kapsamında
Yenikapı’ya 2004 yılı Kasım ayında ilk
kazma vuruldu. Ancak kazılar ilerledikçe
çok sayıda tarihi eser çıkmaya başladı.
Bunun üzerine arkeolojik kazılara
geçildi. Marmaray tarafındaki arkeolojik
kazılar 2010 yılında tamamlandı ve
İstanbul metrosunun istasyon inşaatına
başlandı. Bu kapsamda yürütülen
arkeolojik kazılar da bitme aşamasına
geldi. İstanbul Arkeoloji Müze Müdürü
Zeynep Kızıltan, metro alanında yüzde
10’luk bir kazı aşaması kaldığını
söyledi. Atölye çalışmalarının sürdüğü
alanda günümüzden itibaren Cumhuriyet,
Osmanlı, Bizans ve tarih öncesi döneme
ait neolitik yerleşim alanları gün
yüzüne çıkarıldı.
Eserler, tek tek
tasnif ediliyor. Atölye çalışmalarının
en az bir yıl sürmesi bekleniyor.
Alanda yapılan kazılarda
çıkarılan en önemli eserlerden biri
Bizans dönemine ait Theodosius Limanı.
Bu liman içinde çeşitli tarihlere ait 36
tekne saptandı. Liman dolgusu altında,
tarihi yarımadanın en erken yerleşim
yeri de ortaya çıkarıldı. Yenikapı
arkeolojik alan sorumlusu arkeolog
Mehmet Ali Polat, “Kazılara başlarken
buranın antik liman olduğunu biliyorduk
ama bu kadar muazzam bir şey
beklemiyorduk. En şaşırtıcı olan liman
dolgusunun altında günümüzden 8 bin 500
yıl öncesi döneme ait buluntular. Basit
ev temelleri, mezarlar, ayak izleri,
ağaçlar ve çakmaktaşından ahşaptan
aletler bulduk.” diye konuştu. Polat,
tarihi eserlerin ve bulguların
belgelenmesi, çizilmesi, fotoğraflanması
ve arşivlenmesinin uzun bir süreç
olduğunu da belirtti. Atölye
çalışmalarının sürdüğünü ifade ederek,
şunları kaydetti: “Kazı alanından,
günlük yaşama ait amfora, çanak, madeni
eşya gibi yaklaşık 40 bin kasa malzeme
çıkarıldı. Bu eserler öncelikle kazı
alanında belgeleniyor, hepsi bir kimlik
kazanıyor, daha sonra atölyeye
gönderiliyor. Temizlik işlemleri, çizimi
yapılıyor, belgeleniyor. Her bir
parçanın bir nüfus kağıdı oluyor. Son
olarak ileride sergilenmek üzere
İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne
naklediliyor.”
40 bin eser gün yüzüne
çıkarıldı
Yenikapı kazılarında Neolitik
Dönem’den başlayıp, kesintisiz olarak
günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine
ışık tutan 35 bin eser, belgelenerek
bilimin hizmetine sunuldu.
Erken Bizans Dönemi’nin en büyük
limanı olan Theodosius Limanı gün
ışığına çıkarıldı. Marmara Denizi
kıyısına I. Theodosius (379-395)
tarafından Lykos (Bayrampaşa) Deresi’nin
ağzına yaptırılan Theodosius Limanı,
derenin taşıdığı alüvyonlarla zamanla
işlevini yitirdi. Ancak küçük gemi ve
teknelerin barındığı bir liman olarak
11. yüzyıla kadar kullanılmaya devam
etti.
Bölgenin 11. yüzyıldan sonra ise
Osmanlı Langa Bostanları olarak
kullanılmaya başladığı anlaşıldı.
Marmaray kazı alanında 13, metro kazı
alanında 22 ve trafo alanında bir olmak
üzere değişik ölçü ve tipte 5-11.
yüzyıllara ait 36 gemi bulundu.
Liman dolgusu üzerinde açığa çıkan ve
MS 13. yüzyıla ait kilise kalıntısı
koruma altına alındı.
En şaşırtıcı bulgu ise günümüzden 8
bin 500 yıl öncesine ait ayak izleri
oldu. 2 bin 68 ayak izi, silikon
kalıplara alınıp lazerle çizildi ve özel
olarak kesilerek kaldırıldı. Aynı
bölgeden 198 ağaç, binlerce hayvan
kemiği de bulundu.
Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 12.12.2012
|
RESTORASYON USTASINA STANDART
Mesleki Yeterlilik
Kurumu (MYK), kagir, ahşap, metal eserler, alçı ve
kalemişi süslemeli tarihi eserleri restore edecek
ustalar için standart hazırlattı.
MYK tarafından, kalite sistemleri ve yürürlükteki
mevzuat çerçevesinde, kültür varlıklarının bakım,
onarım, koruma ve restorasyonunu yapan ustalara
yönelik hazırlatılan standart yürürlüğe girdi.
Bayındır, İnşaat, Yol, Yapı, Tapu ve Kadastro
Çalışanları Birliği Sendikası tarafından hazırlanan
standart, ustalara rölöve, işaret, renk, geleneksel
el sanatları ve proje bilgisini zorunlu kılıyor.
Standarda göre, ahşap eser koruma ve restorasyon
işlemlerini yapacak usta, onarımlar için
kullanılacak malzemenin özgün malzemeye zarar
vermeyecek ve uyumlu olacak şekilde temin edilmesini
sağlayacak.
Ahşap malzemenin çeşidine göre ve restorasyon
uzmanının belirlediği temizleme tekniği ile koruma
ve restorasyonu yapılacak yüzeyi temizleyecek
görevli, ahşabı böcek ilacı ve ona uyumlu mantar
ilacı ile ilaçlayacak.
Görevli, ahşabın yangından korunması için kullanılan
malzemeleri yüzeye fırça ile sürecek, yüzeye yine
uzman tarafından belirtilen yönteme göre vernik,
bezir gibi koruyucu, cila ve boya malzemelerini de
uygulayacak.
Restorasyon görevlisi, uzmanının talimatlarına uygun
olarak çıtalı, geçmeli veya göbekli ahşap tavanı
yapmanın yanında, talimatlara göre ahşap küpeşte,
korkuluk, merdiven, kapı, pencere, kepenk, sütun,
yastık gibi elemanları da yapıp, monte edecek.
Oyma yapılacak motifi, oyma yapılacak eleman üzerine
uygun bir yöntem kullanarak aktaracak olan görevli,
motife uygun oyma kalemi kullanarak yeterli
derinlikte ve düzgün hat elde edecek şekilde oyma
işlemini de yapacak.
Metal eser koruma ve restorasyon işlemlerini yapacak
usta da demir parmaklık, korkuluk gibi mimari
ögeleri sağlamlaştırdıktan sonra yerine monte edip,
boyayacak.
Alçı ve kalemişi ustası da restorasyon uzmanı
tarafından belirlenen boya ile kalem işi yapılması
veya yazı yazılması için mevcut deseni asetat
benzeri malzeme üzerine çizip oyarak, bu şablon
üzerinden sünger tampon ya da fırça ile deseni
çıkaracak, profilli veya süslemeli, düz veya kavisli
alçı mimari ögeleri de beyaz alçı ile kalıba
dökecek. Profilleri veya süslemeyi kırıksız olarak
kalıptan alan usta, kalıp hatası bulunursa montajdan
önce aynı alçı ile tamir edecek.
Kagir eserlerde ise malzemenin çeşidine göre,
restorasyon uzmanının belirlediği restorasyon
tekniği ile kagir ayrıştırma (kaba yonu taş, moloz
taş) yonma, oyma gibi işlemleri gerçekleştirecek
olan usta, talimatlara uygun olarak tuğla, kesme
taş, moloz taş gibi malzeme ile duvar, tonoz,
kemerleri örecek.
Restorasyon işlemlerinde görev alacak kişilerdeki
bilgi ve beceriler de standartlara kavuşturuldu.
Buna göre, bu alanda çalışacak kişilerde, atıkların
kaynakta doğru ayrılması bilgisi, bilgisayar
destekli çizim programlarını kullanma bilgi ve
becerisi, fotoğrafla belgeme, geleneksel el
sanatları ile yapı türleri ve işaret bilgisi olması
gerekiyor.
Aslına uygun restorasyon yapılmasını sağlamayı
amaçlayan standartlara göre, ustalarda ayrıca
rölöve, renk, temel kimya ve matematik, yapı
teknolojisi, yüzey ve proje bilgisi gerekiyor.
Radikal, 12.12.2012
|
MÜZELERDE DİJİTAL DÖNEM
TÜRSAB ve Ankara
Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle Ankara turizm
potansiyelini artırmak amacıyla hazırlanan projeyle
Etnografya, Devlet Resim ve Heykel, Gordion ve
Cumhuriyet müzelerine çeşitli interaktif
uygulamalar, müzelere özgü sanal özellikler hayata
geçirildi.
Günay, Etnografya Müzesi ile Devlet Resim ve Heykel
Müzesi'nde gerçekleştirilen projenin tanıtımında,
müzelere kurulan interaktif uygulamaları
inceleyerek, müzeye gelen öğrencilerle birlikte
sanal cam ve seramik yaptı.
Daha çok gençlerin ilgisini çekecek bir uygulamayı
Ankara'da 4 müzede başlattıklarını belirten Günay,
''Müzelerde öğrencilerin, çocukların oradaki
objelerle daha yakın ilişki kurarak, anlamalarını
sağlayan bir düzen gerçekleştirmeye çalışıyoruz''
dedi.
Habertürk, 12.12.2012
|
SIRRINI KİMSE ÇÖZEMİYOR!

Aksaray’da restorasyon çalışmaları devam eden
12. yüzyıldan kalma
Alayhan Kervansarayı girişinde dikkati çeken
”tek başlı çift gövdeli aslan figürü”nün anlamı
çözülemedi. Anadolu’da sadece
Alayhan’da görülen ilginç sembolle ilgili farklı
görüşler ortaya atılıyor.
Selçuklu döneminde yaptırılan Kervansaray,
Aksaray-Nevşehir karayolunun 35. kilometresinde
yer alıyor. Anadolu’da Selçuklu sultanlarının
kaldığı özel kervansaraylardan biri olan
Alayhan’da restorasyon çalışmaları sürüyor.
İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mustafa Doğan,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, 12. yüzyılda
Anadolu Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan döneminde
yapılan
Alayhan’ın İpek Yolu’ndaki en önemli
kervansaraylardan biri olduğunu söyledi.
Restorasyon çalışmalarının bir kısmı bitirilen
kervansarayda esrarengiz bir figürle
karşılaşıldığını vurgulayan Doğan, ”Anadolu
Selçuklularda mimari eserlerde bir takım semboller
göze çarpıyor. Burada ise çift gövdeli tek başlı
aslan figürü var. Ancak Anadolu’da sadece
Alayhan’da karşımıza çıkması da bu sembolü
esrarengiz ve özel kılıyor” dedi.
Tek başlı çift gövdeli aslan sembolü
hakkındaki görüşler
Aslanın tarihte gücün sembolü olduğunu, ancak burada
ne için kullanıldığının tam olarak bilinmediğini
dile getiren Doğan, şöyle devam etti: ” İslamiyetten
önce ve sonra Türklerde çeşitli eserlerde aslan
figürü görülüyor ancak buradaki sembolü özel ve
farklı kılan, aslanın çift gövdeli ve tek başlı
olması. Bununla ilgili farklı yorumlar yapılıyor.
Devletin gücünün iki katına çıkmasının yanı sıra
2. Kılıçarslan’ı sembolize ettiği de öne sürülüyor.
Karahanlılarda Tirmiz Sarayı’nda da tek başlı çift
gövdeli aslan figürü görüyoruz. Ancak Anadolu’da
sadece Alayhan’da var. Dolayısıyla bu da
kervansarayımızı çok özel kılıyor. Bu figür
Aksaray’ın sembolü olarak da kullanılabilir.
Karahanlılarda devlet yönetiminin iki yapılı
olduğunu biliyoruz. Devletin doğu ve batı olarak
ikiye ayrıldığını ancak yönetimin tek bir elde
toplandığını görüyoruz. Bu figürün o anlama gelmesi
de muhtemeldir. Ancak bu, tarihçilerimizin net
olarak ifade ettiği bir tespit değil. Bu konu
üzerinde araştırma yapılması lazım.” Restorasyonu
devam eden kervansarayın önünde çok büyük bir hamam
kalıntısı olduğunu, burada da restorasyon yapılması
konusunda Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün çalışmasının
sürdüğünü anlatan Doğan, ”Bu figürün sadece
Kılıçarslan döneminde ve yalnızca tek bir yapıda
kullanılması ve sonraki dönemlerde hiç görülmemesi
tek başlı çift gövdeli aslan figürünün
Kılıçarslan’la ilgili olduğunu da düşündürüyor” diye
konuştu.
Habertürk, 12.12.2012
|

İnci Pastanesi'nin tahliyesi
sırasında birçok antika eşya harap edilirken 1 No'lu
Koruma Kurulu Üyesi ve 'restorasyon' projesini
yürütecek Kamer İnşaat'ın avukatı da oradaydı.
Avukat Özkan "10 saniye durup çıktım, kurul
üyeliğimle alakası yok" dedi.
1944’ten beri açık İnci Pastanesi geçtiğimiz Cuma
apar topar tahliye edilmiş, pastanenin simgesi
haline gelmiş 68 yıllık mobilyaların tahrip edilerek
sökülmesi tepkiyle karşılanmıştı. Tahliye sırasında
1 Numaralı Koruma Kurulu Üyesi ve binanın
restorasyon projesini yürütecek Kamer İnşaat’ın
avukatlığını yapan Sabahaddin Özkan’ın da pastanede
bulunduğu ortaya çıktı.
İnci Pastanesi’nin içinde bulunduğu Serkildoryan
kompleksinin kiracısı Kamer İnşaat, Emek
Sineması’nın ‘yenilenerek’ 4. kata ‘taşınması’
projesinin de sahibi. 1. derece tarihi eser olan
Serkildoryan binasının yıkılmayarak ‘restore
edileceği’ söylenirken binanın içindeki en tarihi
dükkanın neden bu şekilde tahliye edildiği muamma.
Tahliye boyunca pastanede bulunan Mimarlar Odası
Avukatı Can Atalay, Sabahaddin Özkan’ın sabahtan
akşama kadar pastanede bulunduğunu belirterek “Bu
kişinin sabah 09.00’dan
akşam saatlerine kadar tahliye
işlemlerine karıştığını biliyoruz. Bir kurul
üyesinin nüfuzunu kullanarak böyle bir iş yapması
utanç verici” dedi.
1 Numaralı Kurul,
Beyoğlu ’nda görev yapmasa da avukat Atalay
olayın etik dışı olduğunu savundu: “Pastanenin
1944’ten kalma eşyalarının ve iç mekanın zarar
görmemesi için söküm işlemlerinin
uzman kişiler denetiminde
yapılması gerektiğini söyledik. İcra memuru bunun
üzerine ‘Burada bir kurul üyesi var, o bize hiçbir
sakıncası olmadığını söyledi’ dedi. Daha sonra bu
kişiyi icra memuruyla fısıldaşırken görünce kim
olduğunu sordum, ‘Ben Avukat Sabahaddin Özkan’ dedi.
Aynı zamanda kurul üyesi olduğunu da kabul etti.
‘Burada alacaklı vekili olarak nasıl işlem
yaparsınız?’ diye sorunca ‘Beni mi
yargılayacaksınız’ dedi ve koşarak dışarı kaçtı.”
Taksim Platformu’ndan Mimar Cem Tüzün ise kimliğini
öğrenince Sabahaddin Özkan’ın fotoğrafını çektiğini,
Özkan’ın ise zorla telefonunu almaya çalıştığını
anlattı: “Kapının önünde çok sayıda kişi bu
fotoğrafı çektik. O sırada benim elimden fotograf
çekmek için kullandığım cep telefonumu almaya
çalıştı. Telefonumu belimin arka tarafına doğru
saklamaya çalışınca bu kez iki eliyle yakama
yapıştı. Gece 11:30’da icra zaptı tutulurken de
oradaydı, beni görünce yine kaçtı. Kültür
varlıklarımızı korusun diye görevlendirilen bu kişi
İnci Pastanesi’nin vandal bir saldırıyla yok
edilmesinin failleri arasındadır.”
‘Mobilyalarımızı odun yaptılar’
İnci Pastanesi’nin işletmecisi Musa Ateş de Özkan’ın
simaen tanıdığını belirterek “Bilirkişi keşfe
geldiğinde görmüştüm kendisini, hep ortalıklarda.
Cuma günü ‘kimsin’ dediğimizde ‘vatandaşım’ dedi.
Sonradan anladık ki kurul üyesiymiş. Kazmayla, kaba
kuvvetle tarihi binayı yok ettiler, mobilyaları
sobalık odun ettiler. Kırılan eşyalarımızı yazdık,
suç duyurusunda bulunacağız” dedi.
Özkan: ‘10 saniye durup çıktım’
Radikal ’in ulaştığı Avukat Sabahaddin Özkan ise
Kamer İnşaat’ın avukatı ve 1 No’lu Koruma Kurulu
üyesi olduğunu kabul ederek tahliye sırasında
‘gözlemci’ olarak bulunduğunu belirtti.
Özkan şöyle
konuştu:
“Emek İnşaat’ın sözleşme imzalamış olduğu Kamer
İnşaat’ın avukatıyım. Tahliye sorunu belki Emek
İnşaat’ta gibi gözüküyor ama fiili olarak bizde. Ben
de gözlemci olarak orada bulundum, kurul üyesi
olarak bulunmadım. Kurul üyeliğimle alakası yok,
orayı ilgilendirmez. Tahliyeye nezaret etmiş
değilim. Bir arkadaşımız bir şey sormak için
çağırmıştı. Orada bulunuşum 30-40 saniye bile
değildir. Oysa projelerin tamamı kurullar
tarafından, tahliye kararı da Yargıtay tarafından
onanmış. Burası aslında yıkılma tehlikesi altında,
iki üniversitenin raporu var her an yıkılacağına
dair. İki yıldan beri her akşam yatıp kalkıp
‘İnşallah insanların üzerine yıkılmaz’ diyorum.
İTÜ ’nün raporu var başka rapor da var.”
“Tarihi esere zarar verici bir işlem zaten yapılmış
olursa ilk önce ben karşı çıkarım” diyen Özkan,
“Mobilyalar ve dolaplar zarar görmedi mi?” sorumuza
“Hiçbir şeyden haberim yok. İçeride 5-10 saniye
kaldım sadece. Gizleyeceğim bir şey yok” diyerek
cevap verdi.
Radikal, Haber: Elif İnce, 12.12.2012
|
KAPADOKYA'DA BU OTELLER NASIL YÜKSELİYOR?

Kapadokya'da iki otelin inşaatı durduruldu;
Mimarlar Odası bölgeye heyet gönderiyor.
UNESCO'nun 1985'de hem doğal, hem de kültürel
miras listesine aldığı Kapadokya'daki otel
inşaatları uzmanların ve bölge halkının tepkisini
çekiyor.
İlk olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
şikayetiyle Kapadokya'nın en yüksek yerleşim yeri
olan Uçhisar Kalesi'nin çevresine yapılan
Arinna Lodge Oteli'nin ardından yine
Uçhisar'da CRR Hotels'e ait
inşaatlar geçici olarak durduruldu.
Kapadokya'da kentin dokusunu bozduğu belirtilen
ve sayıları son beş yıldır artan butik otellere
karşı sivil toplum örgütleri mücadele ediyordu.
Ancak Arinna Lodge Otel inşaatı bölgede bardağı
taşıran son damla oldu.
200 kişilik ekip otel projelerine onay veren
Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun önünde protesto eylemi gerçekleştirmişti.
İnşaatların durdurulmasında bu protestonun etkili
olduğu düşünülüyor.
Koruma Kurulu bu projelere nasıl onay veriyor?
bianet'e ismini vermeden konuşan Nevşehir'deki
bir mimar, Kapadokya'daki sorunun sadece bu iki
otelle sınırlı olmadığını Koruma Kurulu'nun kentin
dokusunu ve silüetini bozan birçok projeye onay
verdiğini söyledi.
"Koruma Kurulu, halkın evine çivi çakmasına dahi
izin vermezken büyük yatırımcıların otel projelerine
izin veriyor. İnsanlar evlerini bir metrekare
büyüttü diye hapis cezası alırken, kentin silüetini
bozan oteller yükseliyor her yerden.
"Arinna Otel'in bir parseli kentsel sit alanı
içinde, peyzaj düzenlemesi de doğal sit alanı
içinde. Otelin olduğu yerde tescilli bir köy evi
vardı. Ama kocaman bir beton kütleyi oraya koyduktan
sonra o evden eser kalmıyor. Kentin dokusu da bu
beton yığını ile bozuluyor."
"UNESCO gelmeli"

Mimar, UNESCO'nun bölgede incelemede bulunması
için görüşmeler yapacaklarını söyledi.
bianet'in ulaştığı Koruma Kurulu Başkanı Mevlüt
Coşkun, yasalar gereği basına konuşamayacağını
söyledi.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'ne (TMMOB)
bağlı Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nden bir heyet
de, bölgeye inceleme yapmaya gidecek. Oda, Arinna
Oteli'nin ruhsatına iptal davası açacak.
Sivil toplum örgütlerinin bir yandan da iki
otelin inşaatın durdurulması ve bu projelere nasıl
onay verildiğinin araştırılması için yürüttüğü imza
kampanyası devam ediyor.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 11.12.2012
|
AMASRA KALESİ'NDE
YIKILMA TEHLİKESİ

Amasra’nın en güzel
tarihi eserlerinden olan, Kaleiçi Mahallesi’ni kemer
köprü ile adacık üzerinde kurulu bulunan Boztepe
Mahallesi’ne bağlayan, iki mahalleye yayılan Amasra
Kalesi’nin duvarları ve burçlarındaki çatlaklar
dikkat çekiyor.
Roma döneminde
yapılan kalenin Boztepe Mahallesi kesiminde kalan
yaklaşık 50 metre uzunluğunda ve 17 metre
yüksekliğindeki burçlarında ve duvarlarındaki
çatlaklar 40 santime ulaştı. Kalede yaklaşık 15
yıl önce restorasyon çalışması
yapılırken, duvarların yıkılmasından endişe
duyuluyor.
Amasra Belediye Başkanı Emin Timur, kalenin 2
mahalleyi içinde barındırması nedeniyle
Anadolu ’da bulunan
önemli kalelerden biri olduğunu belirtti. Timur,
"Amasra Kalesi arkeolojik açıdan çok önemli eserler
barındırıyor. Roma, Bizans ve Osmanlı döneminden
günümüze kadar gelmiş, zaman zaman tadilatlar
görmüştür. Ancak çok uzun zamandan bu yana bir bakım
ya da tadilat yapılmadı. Kalemiz zamana ve hava
olaylarına yenik düşmeye başladı. Dolayısıyla
Anadolu’nun önemli bir eseri olan kalenin bir an
önce restorasyonunun yapılması gerekir. Zaman içinde
bu çatlaklar ve yıkılmalar artmaya başladı" dedi.
Timur, Amasra Kalesi’nin onarımı için
Kültür ve Turizm Bakanlığı
’na başvurduklarını ifade
etti. Timur, "Tabii sadece Amasra Kalesi
doğa olaylarından dolayı yıkılmıyor, içindeki
ağaçlar ve çalılıklar da kale duvarlarını
birbirinden ayırıyor. Bakanlıktan en kısa sürede
yapacaklarını belirttiler. Geçtiğimiz dönemlerde
kalenin bakım ve onarımı için belediyenin yapması
gerektiğini belirtmişlerdi. Ancak bizde bununla
ilgili ne uzman, ne de maddi imkan olmadığından
dolayı bunu yapmamız mümkün değil. Tabii burada
Amasra Müzesi’ne de önemli görevler düşüyor. Müze
görevlilerinin bu konuda duyarlı olması gerekmekte,
fakat şu ana kadar müzemizden öyle bir duyarlılık
göremedik" diye konuştu.
Amasra’da yaşayan Nazmi Boncukçu, kalenin
burçlarında 1 yıl önce çatlaklar oluştuğunu
belirtti. Boncukçu, "Çatlaklar şimdi çok genişledi.
Yakın bir zamanda kale burçlarının yıkılacağını
tahmin ediyoruz. Biz kalede oluşan çatlakları
gördükten sonra valiliğe başvurduk. Valilikten bize
kalenin onarım işinin 2013 yılı yatırım programına
alınacağını söylendi. Kalenin bakım ve onarımının
yapılmasını istiyoruz" dedi.
Habertürk, Haber: Ayhan
Acar, 11.12.2012
|
ANTİK ROMA TİYATROSU İÇİN EN BÜYÜK ADIM ATILDI

8 bin 500 yıllık geçmişi ile önemli medeniyetlere
ev sahipliği yapan
İzmir'in yerel yönetimi, tarihi mirasın ortaya
çıkarılması ve korunması konusundaki örnek
çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Bu çalışmaların
sonuncusu,
Kadifekale'de gerçekleştiriliyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, bölgedeki
Antik Roma Tiyatrosu'nun gün yüzüne çıkarılması
amacıyla başlattığı kamulaştırmalarda bugüne kadar
7.2 milyon TL'lik bedel ödedi.
Kadifekale'de gecekondular arasına sıkışıp kalan
tiyatronun çıkarılması için yaklaşık 12 bin 972
metrekarelik alan üzerinde bulunan 164 adet parsel
için
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından
kamulaştırma kararı alındı. Büyükşehir Belediyesi,
bugüne kadar 7 bin metrekarelik alanın tapusunu
aldı. Bölgedeki tüm yapıların kamulaştırılmasının
ardından yıkım ve Antik Tiyatro'yu gün yüzüne
çıkaracak çalışmaların başlatılacağı bildirildi.
Proje kapsamında öncelikle, arkeolojik yüzey
araştırması yapılarak tiyatroya ve sur duvarlarına
ait antik arkeolojik mimari kalıntılar ile Antik
Tiyatro'nun gerçek yeri tam olarak tespit edildi.
İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'na sunulan "Antik Tiyatro ve
Kadifekale 1.derece arkeolojik sit alanının
genişlemesi" önerisi Kurul tarafından kabul edildi
ve tiyatro ile
Kadifekale'nin 1. derece arkeolojik sit alanı
genişledi.
Sit sınırlarının değişmesi sonucunda, Antik
Tiyatro alanında bilimsel kazı çalışmalarının
yapılabilmesi,
Kadifekale ve Antik Tiyatro'nun kente ve
kentliye kazandırılması amacıyla imar plan
revizyonları yapıldı ve yeni imar planları
hazırlandı. Ayrıca bölgede yaşayan vatandaşların
bilgilendirilmesi, katılımı ve görüşlerini almak
için iki toplantı düzenlendi. 1/1000 ölçekli
uygulama amaçlı imar planı, Antik Roma Tiyatro alanı
olarak belirlenen alanda kalan zemin ve zemin üstü
kamulaştırmaların yapılabilmesi için "7. Beş Yıllık
İmar Programı"na dahil edildi. Bu kararın alınması
ile birlikte alandaki kamulaştırmaların önü açılmış
oldu.
Kadifekale'deki antik tiyatro ile ilgili en
ayrıntılı bilgi, 1917 - 1918 yıllarında
Otto Berg ve
Otto Walter'ın araştırmalarında ve
araştırmalarına yönelik hazırladıkları plan ve
kesitlerde bulunuyor. 16 bin kişi kapasiteli olduğu
düşünülen tiyatronun kalıntılarının Roma dönemi
özellikleri taşıdığı, pek çok araştırmacının
ilettiği de bu bilgiler arasında yer alıyor.
Eski kaynaklarda, Erken Hıristiyanlık yani Roma
İmparatorluğu'nun paganizm döneminde İzmirli St.
Polikarp'ın bu tiyatroda öldürüldüğü ve tiyatronun
tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne
sürülüyor.
Habertürk, 11.12.2012
|
KRAL EMİR VERDİ, REVAKLAR KURTULDU

Kabe çevresindeki genişletme çalışmaları sırasında
Osmanlı dönemine ait revakların yıkılıp
yıkılmayacağı tartışmaları devam ederken, Suudi
Arabistan Kralı Abdullah'ın revakların yıkılmaması
emri verdiği öğrenildi. Türkiye, Osmanlı
revaklarının yıkılmaması için hükümet nezdinde en
üst düzeyde girişimlerde bulundu. Bir program için
Suudi Arabistan'da bulunan Dışişleri Bakan
Yardımcısı Büyükelçi Naci Koru, “Yıkılmakta olan
bazı revakların üst kısmındaki küçük
kubbeler?tuğladan?inşa?edilmiş ve orijinal kubbeler
değil” dedi.
Birkaç gün önce yıkımına başlanan bazı revakların 10
yıl önce yapılan yapay revaklar olduğu bildirildi.
Türkiye Gazetesi, 11.12.2012
******
KABE'DEKİ
REVAKLAR TÜRKLERE EMANET
Türkmenistan'da
bulunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru,
Kabe'deki
Osmanlı Revakları hakkında açıklama yaptı. Koru,
Suudi Arabistan yönetiminin revaklar ile ilgili
Türkiye'nin hassasiyetine çok önem verdiğini
söyledi.
Aşkabat'ta Türk basınına konuşan Bakan Yardımcısı
Koru, türkmenistan ziyareti öncesi Bahreyn'e ve
Suudi Arabistan'a gittiğini ve bu vesileyle Mekke'de
Harem-i Şerifi ziyaret etme imkanı bulduğunu
söyledi. Oradaki revaklar ile ilgili gelişmeleri
Türk kamuoyunun merak ettiğini ve revaklar ile
ilgili bir proje yapıldığını söyleyen Koru; "Bu
proje çerçevesinde revakların bir bölümü Harem
içerisinde başka bir bölüme taşınıyor. Taşınma
işlemi başlamış durumda. Bu işi Türk firması
yapıyor. Türk firmasının sahibi, yöneticileri ve
proje koordinatörü ile bir araya gelme imkanımız
oldu. Toplantıda çok ayrıntılı bilgi aldık. Suudi
Arabistan yönetimi revaklar ile ilgili Türkiye'nin
hassasiyetine çok önem veriyor." diye konuştu.
Koru, bundan dolayı restorasyon konusunda
uzmanlaşmış bir firmaya bu işi verdiklerini
söyleyerek, Türk firmasının revaklar ile ilgili
altyapı çalışmalarını büyük maharetle yaptığını
birinci elden müşahade ettiklerini kaydetti.
Revakları başka bir yerde muhafaza edeceklerini ve o
bölgeyi daha uygun hale getirdikten sonra Haremin
içerisinde planda öngörülmüş yere taşıyacaklarını
belirten Büyükelçi Koru, revakların önemli bir
bölümünün şu anda bulunduğu yerde kalacağının altını
çizdi.
Geçtiğimiz günlerde Kabe çevresindeki genişletme
çalışmaları sırasında Osmanlı dönemine ait
revakların yıkılıp yıkılmayacağı tartışmaları
çıkmıştı.
Habertürk, 12.12.2012
|
BODRUM'DAKİ MÜHÜR
Dünya müzecilik çevreleri
bugünlerde önemli bir olayı konuşuyor. Berlin’deki
Neues Museum’da ‘100 yıl Nefertiti’ sergisi açıldı.
Nefertiti 3 bin 500 yıl önce Mısır’da hüküm süren
firavun Akhenaton’un (IV. Amenhotep) karısı.
Nefertiti’nin büstü Alman arkeolog Ludwig
Borchardt tarafından 6 Aralık 1912 tarihinde
Mısır’daki kazılarda ortaya çıkarılmıştı. Paha
biçilemeyen ve Berlin müzelerinin Mona Lisa’sı
denilen bu büstün bulunuşu kutlanıyor. Sergi üç ay
sürecek. Mısır’ın tarihiyle ilgili tüm kitaplarda
onun dillere destan güzelliği anlatılır. MÖ
1353-1336 arasında Mısır’da hüküm süren
Nefer-titi’nin adı da ‘güzellik geliyor’ veya
‘güzelden geliyor’ anlamına geliyor. Nefertiti’nin
asıl adı Tadukhepa’dır.
Dillere destan güzelliği
dolayısıyla Nefertiti olarak biliniyor. Alman
arkeolog büstü, Berlin’e getirip Berlin’deki Mısır
Müzesi’ne hediye etmiş. Nefertiti büstüne, Hitler de
hayranmış. Hitler’in “Onun için bir müze
yaptıracağım” dediği söylenir. Neue Museum’da
bulunan büstü yılda bir milyondan fazla kişi ziyaret
ediyor. İşte bu Nefertiti’nin Türkiye ile önemli bir
ilişkisi var; daha doğrusu Uluburun Batığı ile...
1982 yılında süngerci kaptan Kemal Çelik,
Antalya’nın Kaş İlçesi'ndeki Uluburun’da sedir
ağacından yapılmış bir Mısır teknesi batığı bulur.
Dünyada denizaltı arkeolojisinin kurucusu Prof.Dr.
George Bass, 60 metre derinlikte yatan, sedir
ağacından yapılmış bu batığın MÖ 14. Yüzyıla ait
olduğunu saptar. Teksas A&M Üniversitesi Sualtı
Bölüm Başkanı Prof.Dr. George Bass, Bodrum’a ilk
kez 1953’te geldi. 1958’de Bodrum’da sualtı
kazılarına başladı. 1960’da Bodrum Kalesi’nin müze
olması için girişimlerde bulundu ve bunu başardı.
1972’de Bodrum’da Sualtı Arkeoloji Enstitüsü’nü
(INA) kurdu. Enstitüde hem Türk hem de dünyanın
sayılı arkeologları staj yaptı. Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi Müdürü Oğuz Alpözen başkanlığında
dalışlar başlar. Dünyanın 20 ülkesinden çok sayıda
arkeolog gelir. Tam 25 bin dalış yapılır. Çıkarılan
en eski batık olan 3 bin 400 yıllık Uluburun
Batığı’nda Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin
firavunluğunu kanıtlayan dünyadaki tek altın mühür
de kumlar arasında bulunur. 1984-1994 yılları
arasında Kraliçe Nefertiti’nin mührü ve mücevherleri
de dahil olmak üzere 20 bin parça eser çıkarılır.
Batığın bulunuşu National Geographic tarafından ‘20.
Yüzyılın ilk 10 buluşu’ olarak nitelenir. Batıktan
çıkarılan eserler Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde
sergileniyor bugün. İşte Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi ve dolayısıyla Türkiye için önemli bir
fırsat... Dünya, Berlin’deki sergiyi konuşuyor.
Alman televizyonları özel programlar yapıyor. Sanat
dergileri sayfa sayfa sergiye yer vermeye başlamış.
Ama Kraliçe Nefertiti’nin varlığını gösteren mühür
bizde!...
Bodrum Müzesi’nin dünyada tanınmışlığını artırmak
için hemen kollar sıvanmalı...
Bass kimdir?
Amerikalı olan Bass (82), ilk kez 1953’te
Bodrum’a geldi; minik bir denizaltı ile 1958’de
sualtı kazılarına başladı. Yaklaşık 50 yıldır
Türkiye’de batık araştırmaları yapıyor. ‘Sualtı
Arkeolojisinin Babası’ olarak tanınıyor; eşi de
sualtı arkeoloğu... Teksas A&M ve Colombia
üniversitelerinde çalışıyor. Yazları Bodrum’da
kalıyor ve Kaş, Kalkan, Çeşme ve Datça Knidos
açıklarında 500 metre derinlikte bulunan bir batık
için çalışmalar yapıyor. Baas, Türk vatandaşlığına
geçmek için başvuruda bulunmuştu.
Hürriyet, Yazı: Yaçın Bayer, 11.12.2012
|
|
SON 'INDIANA JONES' HIRSIZLIK ÜRÜNÜYMÜŞ
Hollywood’un ünlü serilerinden Indiana Jones’un son
filmi ‘Indiana Jones ve Kristal Kafatası Krallığı’
gerçek bir arkeolojik eseri konu aldığı gerekçesiyle
dava edildi.
Maya uygarlığının yaşadığı Orta
Amerika ülkelerinden Belize’de arkeolog olan
Doktor Jaime Awe filmde sözü geçen ve replikası
kullanılan ‘kafatası’nın
88 yıl önce bir İngiliz hazine avcısı tarafından
“çalındığını” iddia etti. Belize hükümeti adına dava
açan arkeolog şimdi eserin telif hakları için
savaşıyor. Dünyada üç adet oldukları tahmin edilen
kristal kafataslarından biri
İngiltere’deki ‘British Museum’da bulunuyor.
Gerçek kafatası, 2007 yılına kadar, onu Belize’de
antik yıkıntılar arasında bulduğunu söyleyen Anna
Mitchell-Hedges’in elindeydi.
Milliyet, 11.12.2012
|
İNEĞİN DÜŞTÜĞÜ ÇUKURDAN TARİHİ MEZAR ÇIKTI

Adana'nın Ceyhan
İlçesi'ne bağlı Doruk beldesinde
bir ineğin düştüğü çukurdan Roma döneminden kalma
mezar çıktı.
Doruk beldesinde ikamet
eden 40 yaşındaki Yücel Abuşka hayvanlarını
otlatırken bir ineğin düştüğü çukurda Roma dönemine
ait mezarlar çıktı. İneklerinden birinin aniden
çöken bir çukura düştüğünü belirten Abuşka, ineği
çıkarmak için çukura indiğini, çukurdaki tarihi
eserleri ve mezarları görünce de jandarmaya
haber verdiğini söyledi. Abuşka, jandarmanın
olay yerinde önlem aldığını ancak jandarma gittikten
sonra buranın öylece kaldığını belirterek, "Bu
tarihi eserler böyle sahipsiz mi kalacak?" dedi.
Adana Müze Müdürlüğü'nden 3 görevlinin tarihi
mezarların bulunduğu çukura girip fotoğraf ve
görüntü aldığını da dile getiren Abuşka, "Adana
Müze Müdürlüğü'nden gelen iki bayan ve bir erkek
görevli mezarları inceleyip sayımını yaptılar.
Fotoğraf ve görüntü çektikten sonra tutanak
tuttular. Gelecek onaya bağlı olarak 1 veya 1,5 ay
sonra çalışma yapılacağını söylediler" dedi.
Belde sakinlerinden Yusuf
Kaya ise, olayı vatandaşlardan duyunca ineği
çıkarmak için yardıma geldiğini belirterek, "Çukurda
Roma dönemine ait 7 veya 8 tarihi mezar olduğunu
öğrendik. Yetkililerin bu tarihi mezarlara sahip
çıkmasını bekliyoruz" diye konuştu
haberler.com, 10.12.2012
|
SÜRYANİ KADİM KİLİSESİ İBADETE AÇILDI
Adıyaman'da 2 yıl önce tadilata giren Süryani
Kadim Kilesi, yeniden
ibadete açıldı. Süryani metropoliti Griğoriyos
Melki Ürek, kilisenin
ibadete açılmasında emeği geçenlere teşekkür
etti.
Açılışa
Adıyaman Üniversitesi Rektörü Talha Gönüllü,
Süryani metropoliti Griğoriyos Melki Ürek,
Adıyaman müftüsü Mehmet Ali Öztürkçü, alevi
dedesi Ali Büyükşahin ile vatandaşlar katıldı.
Kilise binasının onarımı ile
ibadet alanlarının genişletilmesi için 2 yıl
önce tadilata giren kilisenin açılış töreninde
konuşan metropolit Ürek, uzun bir aradan sonra
kilisenin tekrar
ibadete açılmasından dolayı mutlu olduklarını
belirtti. Ürek, "Hükümetimiz kilisemizin
restorasyonu için bize yardımcı oldu. Kilisemiz 2
yıl önce tadilata girdi ve bugün tekrar
ibadete açıldı. Yardımcı olan herkese teşekkür
ediyorum" dedi. Ürek'in ardından konuşan müftü
Öztürkçü, "İnsanların
ibadet mekanı olan yerlere saygı duyarız.
İbadet edilen her yere saygı duymamız gerek"
dedi.
Açılış töreni ve konuşmaların ardından vatandaşlar,
pasta keserek kilisenin tekrar açılmasını kutladı.
Habertürk, 10.12.2012
|
TAM 200 MİLYON YILLIK!

Antarktika’nın buzullarına hapsolmuş bir canlıya
ait 200 milyon yıllık fosil, araştırmacıları
şaşırttı. Sümüksü bir yapı içinde hapsolmuş olan
canlının, tek hücreliler sınıfından Vorticella
türüne ait olduğu belirtildi.
Gözyaşı şekline sahip olan ve uzun bir kuyruğu
bulunan tuhaf canlının genişliği sadece 25 mikron.
Bu uzunluk, insan saçının ortalama kalınlığına denk
geliyor. Mikroskobik bir yaratık görünümü veren
canlının boyu ise genişliğinin yaklaşık 2 katı (Bir
mikron, metrenin yaklaşık milyonda biri).
Tüm ökaryotlar gibi bir çekirdeğe sahip olan
Vorticella, gövdesinin içinde at nalı şeklinde bir
çekirdek barındırıyor.
Bilim insanları, Vorticella’nın Geç Triasik Devirde,
yani dünyanın çok daha sıcak olduğu dönemde
yaşadığını belirtti. Söz konusu devirde, tek hücreli
canlının bulunduğu bölge, yani modern Antarktika,
gür yağmur ormanlarıyla kaplıydı. Bu bölge bugün
‘Transantarctic Mountain Range’ olarak biliniyor.
Antarktika, 180-510 milyon önce var olan iki süper
kıtadan biri olan Gondwana’nın bir parçasıydı.
Geçmişte yapılan araştırmalar, Vorticella’nın en
hızlı hareket eden hücresel canlılardan biri
olduğunu ortaya koymuştu. Vorticella, uzun kablo
benzeri bir yapıdan halka şeklindeki yapıya geçerken
saniyede 8 santimetrelik hızla hareket edebiliyor.
Bu sürat, bir insanın yaklaşık 300 metreyi 1
saniyede kat etmesini düşünmekle aynı.
Vatan, 10.12.2012
|
2. MAHMUT'UN TUĞRASI 90 MİLYON LİRAYA SATILDI
Osmanlı ve Avrupa'nın 18. yüzyıl sonu 19. yüzyıl başlarına ait vazo, tepsi, ebru ve hat tablolar, ev eşyaları, tarihi mücevherler ve bazı Osmanlı padişahlarının tuğra ve fermanları Çırağan Sarayı'nda düzenlenen müzayedede antikaseverlerle buluştu. Satışa sunulan eserler arasında Sultan 2. Mahmut'un tuğrası 90 bin, 3. Murat'ın fermanı 75 bin, Sultan 3. Mustafa Han'ın tuğrası 15 bin, Sultan 2. Mahmud Han'ın tuğrası 9 bin liraya alıcı buldu.
Sabah, 10.12.2012
|

|
TARİHİ KARAKÖY CAMİİ YENİDEN İNŞA EDİLİYOR

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, Menderes’in başbakanlığı döneminde
1958’de yerinden sökülen
Karaköy Camii’ni, mimarı Raimondo D’Aronco’nun
çizimleri ışığında yeniden inşa ediyor. Anıtlar
Kurulu’nun cami projesini onaylamasının ardından
hemen inşaata başlanacak
1956’da dönemin başbakanı
Adnan Menderes tarafından başlatılan
“İstanbul’da İmar Hareketi” kapsamında Karaköy
Meydanı’ndaki tarihi caminin de yerinden sökülerek
Kınalıada’da yeniden inşa edilmesine karar verildi.
Meydanın genişletilmesi için yerinden sökülen
caminin parçaları tek tek numaralandırıldıktan sonra
Kınalıada’ya götürülmek üzere bir gemiye bindirildi.
Ancak geminin yan yattığı ve parçaların Boğaz’ın
sularına gömüldüğü açıklandı. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, 2002 yılında
Karaköy Camii’nin yeniden inşasını yatırım
programına aldı. Büyükşehir Belediyesi, geçtiğimiz
temmuz ayında Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü
aracılığıyla
AGS Mimarlık şirketiyle sözleşme imzalayarak
caminin yeniden inşasında ilk adımı attı.
Proje çalışmalarını tamamlamak üzere olduklarını ve
onaylanmak üzere Anıtlar Kurulu’na sunacaklarını
belirten
AGS Mimarlık yetkilisi Sebahattin Değirmentepe,
projenin kurul tarafından onaylanmasının ardından
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından inşaat
sürecinin başlatılabileceğini söyledi. Projeyi
hazırlarken caminin orijinal çizimlerinden
faydalandıklarını dile getiren Değirmentepe,
“Caminin İtalyan mimar D’Aronco’ya ait çizimlerini
İtalya’daki Udine Kent Müzesi’nden edindik. Parça
parça orijinal eskizleri yorumlayarak projeyi
oluşturduk. Projeyi, İtalya’da D’Aronco’yu bilen,
takip eden uzman ve akademisyenlerle iletişim
halinde yürütüyoruz” dedi.
Değirmentepe, camiden geriye 2 küçük parça kaldığını
belirterek, “Mihrabın küçük bir parçası ve dış
cephede kullanılan mermer panellerden birinin küçük
bir parçası, Kınalıada’daki caminin inşasında
kullanılmış. Onları tespit ettik ama yeni projede
kullanılması düşünülmüyor. Kasımpaşa’daki Yahya
Kethüda Camii’nin mihrabının
Karaköy Camii’ne ait olduğu söyleniyordu.
Yaptığımız incelemelerde bu bilginin doğru
olmadığını tespit ettik” diye konuştu.

SARAY BAŞMİMARI YAPMIŞTI
Karaköy Camii olarak bilinen mescidin asıl adı
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii’dir. Önceleri bu
alanda Fatih Sultan Mehmed zamanında yapılmış bir
tekke bulunuyordu. Tekke zamanla harap olunca, 17.
asırda yerine, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
tarafından bir mescit inşa edildi. Zamanla bu
caminin de harap olması üzerine, 1893’te İstanbul’a
gelen ve daha sonra saray başmimarı olan İtalyan
mimar Raimondo D’Aronco’dan aynı alana yeni bir cami
inşa etmesi istendi. Mimar D’Aronco 1903’te, Sultan
II. Abdülhamid’in emriyle, 20. asır başlarında moda
olan ve İstanbul’da pek çok örneği bulunan “Art
Nouveau” tarzında bir cami inşa etti.


Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 10.12.2012
|
ANTİK DÖNEMLERDEN BERİ BEREKETİN SEMBOLÜ NAR
Günümüzde olduğu gibi eski dönemlerde de bereketin
sembolü olarak görülmesi nedeniyle Stratonikeia
antik kentindeki evlerin kapılarında nar
motiflerine rastlanıyor.
Binlerce yıldır bereketin
simgesi olan nar, bugün adeta doğal antibiyotik
olarak nitelendiriliyor. Antik dönemin de bereket
sembolü olan nar, 3 bin yıllık geçmişiyle birçok
medeniyete ev sahipliği yapan Stratonikeia antik
kentinde de görülebiliyor.
Antik kentte bazı
yapıların kapısında "bereket sembolü" olarak
görülmesi nedeniyle nar motiflerine rastlanıyor.
Sokaklarında binlerce nar ağacı bulunan antik
kentte, ziyaretçilere toplanan narlardan ikram
ediliyor.
Antik dönem, Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemi kent dokusunun birlikte
görülebildiği Stratonikeia antik kentini ziyaret
edenler, nar ağaçlarının etrafını sardığı taş döşeli
sokaklarda gezme imkanı buluyor.
Stratonikeia Antik Kenti
Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, dünyada ölümsüz iki aşkın
yaşandığı bilinen tek kent olan Stratonikeia antik
kentinin her yıl çok sayıda yerli ve yabancı
turistler tarafından ziyaret edildiğini söyledi.
Stratonikeia antik
kentinin antik dönem, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi
kent dokusunun birlikte görülebildiği nadir
yerlerden biri olduğuna dikkati çeken Söğüt, antik
kentte farklı dönemlere ait pek çok yapının
olmasının, kenti gezecekler için bulunmaz bir fırsat
olarak değerlendirildiğini kaydetti.
Söğüt, kentteki "ağa"
evlerinin kapılarında nar ve başak motiflerinin
birlikte görüldüğünü vurgulayarak, "Günümüzde
bereket sembolü olarak görülen nar, bundan yaklaşık
3 bin yıl önce de bereketin sembolüydü. Bunu
kentteki evlerin girişine yapılan motiflerden ve
farklı dönemlere ait eserlerdeki kabartmalardan
anlıyoruz" dedi.
Narın antik dönem ve
mitolojide de bilinen bir unsur olduğunu dile
getiren Söğüt, aynı geleneğin Osmanlı döneminde de
devam ettiğini, narın bereket ve bolluk sembolü
olarak kullanıldığını ifade etti.
Bilal Söğüt, Osmanlı
döneminin taş döşeli yollarında nar ağaçlarının
sokakların ortasına kadar uzandığına dikkati
çekerek, "Kentte binlerce nar ağacı var. Ancak
birçoğu toplanamıyor. Biz de hem bu narları kente
gelen ziyaretçilere ikram ediyoruz hem de yakın
köylerden nar ekşisi yapmak isteyenlere yardımcı
oluyoruz. Antik kenti ziyaret edenler kendileri de
nar toplayabiliyor" diye konuştu.
haberler.com, Haber: Hızır Hacısalihoğlu,
09.12.2012
|
CAMİLERİN GARYRİMÜSLİM MİMARLARI
Elbette cami
mimarlarının pek çoğu Müslüman’dır. Ancak önemli
katkılarıyla gayrimüslim mimarlar da vardır.
Bunların başında Nuruosmaniye külliyesinin mimarı
Semeon Kalfa’yı zikretmeliyiz.
Nuruosmaniye külliyesinin inşaatı I. Mahmut
tarafından 1748’de başladı, 1755’te kardeşi III.
Osman döneminde tamamlandı. Lale Devri’yle başlayan
yeniliklerin devam ettiği en önemli örneklerden
biridir. Stefan Yerasimos, Simeon Kalfa’nın bir
taraftan ‘Sinan’ın eserlerini esas alıp, büyük kubbe
arayışını sürdürerek’ geleneği devam ettirdiğini,
öbür taraftan ‘caminin geri kalan ögelerini
serbestçe tasarlayarak’ yenilik yaptığını belirtir.
Dikdörtgenden kareye geçilmiştir. Cami zemini
yükseltilmiştir, merdivenle çıkılır. Baklavalı sütun
başlıklarından İyon ve Korint üslubundan esinlenen
yaprak kıvrımlı sütun başlıklarına geçilmiştir.
Kemerler içbükey ve dışbükey kıvrımlı hale
getirilmiştir. Minareler yivlidir, külahları kurşun
kaplama değil taştan yapılmıştır…
Simeon Kalfa ‘hassa mimarı’dır; yani imparatorluğun
padişah nezdindeki mimari bürosunda çalışan seçkin
mimarlarından biri… Nuruosmaniye’deki rolü,
kayıtlarda ‘bina kalfası Simeon’ olarak geçiyor.
İnşaat sırasında Nuriosmaniye’yi gezen Fransız mimar
Li Roi, kubbenin yapımında teknik sorumluğun bir Rum
mimarda olduğunu yazmıştır. Sadece kubbe değil,
bütün şantiyeden sorumlu olduğu anlaşılıyor. Simeon
Kalfa’nın ismi, inşaat tamamlandıktan sonra padişah
tarafından hil’at giydirilen Hıristiyan mimarlar
listesinin başında bulunuyor. Padişah’ın Simeon
Kalfa’ya Kandilli’de bir yalı ihsan ettiği de
biliniyor.
Sanat tarihçimiz Doğan Kuban, Nuruosmaniye adının
Sultan Osman’dan veya camii içindeki ışıktan geldiği
yolunda rivayetler bulunduğunu belirtir, caminin
kubbesinde Kuran’ın Nur suresinin 35. ayetinin
yazılı olduğuna dikkat çeker: “Allah göklerin ve
yerin nurudur.”
Kuban, camideki yenilikleri anlatırken, yukarıda
saydıklarımıza ilaveten Simeon Kalfa’nın “O zamana
kadar yapılan camilere benzemeyen bir cami” inşa
ettiğini belirtir. Bu büyük mimar hakkında ne yazık
ki elde fazla bilgi yok. Külliyenin ‘bina katibi’
Ahmet Efendi, Tarih-i Cami-i Şerif-i Nur-u Osmani
adlı kitabında külliye hakkında çok ayrıntılı bilgi
vermiş, fakat mimarının Rum Simeon olduğunu
belirtmekle yetinmiş.
Yeni araştırmalarla bu büyük mimarımız hakkında yeni
bilgilere ulaşılabilir mi? İnşallah…
Doğan Kuban, Osmanlı belki de İslam mimarisinde ilk
defa avlunun poligonal (çokgenli) olarak inşa
edildiğini, iç galerilerin loca gibi yüksek
yapılarak ana mekanın genişletildiğini belirtir.
Şunu da belirtmeliyim Osmanlı cami mimarisinde hem
geleneğin sürdürülmesi hem de Batı’dan unsunlar
alınarak yenilikler yapılması konusunda mimar Mehmet
Tahir Ağa’nın inşa ettiği Laleli Camii de önemli bir
örnektir.
Tanzimat’la birlikte Osmanlı mimari tarihinde
‘Balyanlar Dönemi’ne girildi. Soyadları Balyan olan
Ermeni mimarlar, cami dahil, yaptıkları saray,
kasır, kışla, hastane, kamu binaları ve kiliselerle
İstanbul’un imarında büyük roy oynadılar.
NEO-OTTOMAN ÜSLUP
Balyan’lar “Amira” denilen Ermeni elit
sınıfındandır. İlk Balyan, hassa mimarı Meremetçi
Bali Kalfa’dır. Meremetçi tamir ustası demektir,
Balyan adı da Bati’den geliyor. Büyük mimari
eserlere imza atan balyanlar şunlardır:
Kirkor Amira Balyan, bir çok eserle birlikte
Nusretiye camiinin, Nikoğos Bey Balyan Dolmabahçe
sarasında muayede salonunun ve Ortaköy camiinin,
Garabet Amlira Balyan, Dolmabahçe sarayı ve
Dolmabahçe camiinin mimarıdır… Bunlardan başka Agop
Bey Balyan, Simon Bey Balyan, Sarkis Bey Balyan bir
çok anıtsal eserin müellefidir. Sanat tarihçisi
Afife Batur, Balyanlar’ın sanat tarihinde
oryantalist üsluptan ‘neoottoman’ üsluba geçişi
yansıttığını belirtir.
Şunu belirtmek zorundayım: 21. Yüzyılda Çamlıca’ya
taklit ve kocaman bir cami binasını tasarlayanlar,
hiç olmazsa Nuruosmaniye, Laleli, Nusretiye, Ortaköy
ve Dolmabahçe camilerindeki yenilikleri görebilse ve
yaratıcı ögeler eklemeyi düşünselerdi. “Kocaman
olsun” deyince Saltanahmet harikasının kişiliksiz
bir taklidi çıktı ortaya proje diye.
Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 09.12.2012
|
ANTİK KENT ÜSTÜ SÜPERMARKET!

Mudanya’da, Myrleia antik kenti tarihi dokusunun
bozulma tehdidi ile karşı karşıya. Önemli tarihi kalıntıların bulunduğu bölgede
yapılan alışveriş merkezi inşaatı da tepki çekiyor.
Antik kentten, günümüze herhangi bir kalıntı
gelmeyeceği varsayılıyordu. Fakat 2010 yılında
Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümünün ve Bursa
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun yaptığı kazılarda Klasik ve Hellenistik
Çağa ait birçok seramik kalıntılarına rastlandı.
Yapılan incelemeler sonucu bölge
sit alanı
kapsamına alınmıştı. Fakat sit alanının dar
tutulması nedeniyle, kalıntıların üzerinde birçok
inşaat ve defineci çukuru saptanmıştı. Bu tespitler
sonrasında da, bölgede bir alışveriş merkezi ve
benzin istasyonu inşaatı sırasında Myrleia antik
kenti kalıntılarına ulaşıldı. CHP Mudanya İl Genel
Meclis Grubu da, 3. derece sit alanı olmasına karşın
bölgede inşaat çalışmalarının sürmesiyle ilgili soru
önergesi verdi. Önergede; “İnşaat sahasında yapılan
kazıları kimler denetliyor? İnşaat sahasından çıkan
eserler neden basına tanıtılmıyor? Sit alanında
inşaat yapılması için gerekli izin çıktı mı? İnşaat
ruhsatı verildi mi? Arkeopark olacak bu bölgeye
hangi düşünceyle alışveriş merkezi ve benzin
istasyonu yapımı için izin veriliyor?” soruları
soruldu.
PLATFORM OLUŞTURULDU
Myrleia antik kentinin kalıntılarının korunması
talebiyle Mudanya’da demokratik kitle örgütleri ve
siyasi partiler bir platform oluşturdu. Platform,
yapılan inşaatlarla antik kentin üstünün
kapatıldığını ve kentin tarihi dokusuna büyük zarar
verildiğini ifade ediyor. Platform bileşenlerinden
Eğitim Sen Mudanya Temsilcisi Şeref Öztürk, tüm
insanlığa ait olan tarihi değerlerin üstünün
kapatılmasının söz konusu olduğunu belirterek, tüm
Bursalılara duyarlılık çağrısı yapıyor. DSP Mudanya
İlçe Başkanı Mustafa Düzel ise, Mudanya’da
sayılamayacak kadar süpermarketin olduğunu
kaydederek, “Varolanlar yetmezmiş gibi antik kentin
üzerine süpermarket kurulmaya çalışıyor” diyor.
Yapılacak alışveriş merkezinin ya da akaryakıt
istasyonunun Mudanya’ya bir şey kazandırmayacağını
söyleyen Mudanya Halk Meclisi Başkanı Levent Kayak;
sadece ekonomik açıdan bile bakıldığında yüzlerce
firmanın Mudanya’ya yapamayacağı katkıyı
sağlayacağını ifade etti. Mudanya’nın geleceğinin
doğasında, denizinde, zeytininde ve Myrleia antik
kentinde olduğunu belirten Kayak, Mudanyalıları
tepki göstermeye çağırıyor.
Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin: Görünüşte
herşey yasal. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulundan
izin almışlar. Acele bir şekilde kazı yapılmış antik
kentin üzerinde. İnşaata izin verilirse bölge talana
açılır. Bütün bölge SİT alanı. Burada tarihi
kalıntılar var, kültür varlıkları var. Son olarak
bir bronz heykel bulundu. Gelişmelere şaşkınlık
içinde bakıyoruz. İzin verilmemeli kesinlikle. Şahsi
kanaatinim Bursa Müze Müdürlüğü ve Kültür
Varlıklarını Koruma Müdürlüğünün ihmali var. Tüm
sorumlular hakkında suç duyurunda bulunulmalı.
Yetkililer bunlar karşısında üç maymunu oynuyorlar.
Yapıldıktan sonra ‘tüh’ diyecekler ama çok geç
olacak. Antik kenti kaybetmiş olacağız. Bu inşa
faaliyetlerle antik kentin korunması mümkün değil.
Mudanya’da alışveriş merkezine ne gerek var? Bu
yapılaşma antik kentin sonunu hazırlar.
MYRLEİA ANTİK KENTİ
Myrleia, Marmara Denizi ve Karadeniz kıyılarına
Hellen göçleri döneminde (yaklaşık MÖ 700-550) Batı
Anadolu’dan, İonia’daki Kolophon’dan gelen
göçmenlerin bir kenti olarak Helenleştirilmiştir.
Romalılar Myrleia, Apameia’yı ordu üssü olarak
kullanmışlar, Roma’nın bir yavru kenti durumuna
getirerek adına da Colonia Concordia Augusta Apameia
demişlerdir. Bu kent de daha sonra işgale uğramış ve
Montania adını almıştır. Kente Montaneia adı,
ortaçağda, Latinler tarafından verilmiştir. Bu
sözcük “Dağlık” anlamına gelmektedir. Mudanya’nın,
Montaneia’nın bugünkü söyleniş biçimi olduğu
sanılmaktadır. MÖ 7. yüzyılda batıdan gelen
Bitinyalıların yerleştiği yöre, Pergamon (Bergama)
ve Roma yönetimlerinden sonra Bizans egemenliği
altına girmiştir.
Evrensel, Haber: Önen Ersin, 09.12.2012
******
ANTİK KENT İÇİN SUÇ
DUYURUSU

Bursa’nın Mudanya
İlçesi'ndeki bir AVM inşaatında kalıntılarına
rastlanan antik kent Myrleia’nın yok olmaması için
Çağdaş Hukukçular Derneği Bursa Şubesi üyeleri suç
duyurusunda bulundu.
Dernek Başkanı Aslı
Evke Yetkin, bir an önce inşaatın durdurulması
gerektiğini ifade ederek, tarihi alanın koruma
altına alınmasını istedi.
Mudanya’nın Ömerbey
Mahallesi’ndeki bir alışveriş merkezi inşaatı
sırasında kalıntıları ortaya çıkan ve geçmişi MÖ 7.
yüzyıla kadar dayanan Myrleia antik kentinin
korunması için harekete geçen Çağdaş Hukukçular
Derneği üyesi avukatlar adliye önünde toplandı.
Bursa Baro Başkanı Ekrem Demiröz’ün de destek
verdiği basın açıklamasında Çağdaş Hukukçular
Derneği Bursa Şube Başkanı Aslı Evke Yetkin, daha
önce söz konusu alandaki inşaat sırasında bronz bir
heykel bulunduğunu hatırlatarak, “Aynı bölgede antik
Myrleia kentine ait henüz keşfedilmemiş başta tarihi
eserlerin de bulunma ihtimali var. Şimdiye kadar
bulunan tarihi eserler bunu doğrulamaktadır. Hal
böyleyken antik kentin kalıntılarının bulunduğu
alanda inşaat çalışmaları devam etmektedir. Bu durum
derneğimiz avukatları tarafından tespit edilip
tutanak altına alınmıştır. Yasa ve alınan kurul
kararı gereği tarihi alanda inşaatın vakit
kaybetmezsizin durdurulması gerekir” dedi.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nı göreve çağıran Yetkin, “Tarihi eserler,
insanlığın ortak mirası olup, korunması her
vatandaşın görevidir. Derneğimiz, bu tarihi
eserlerin koruma altına alınması için ilgili
korumlara gerekli ihbarda bulunmuştur. Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bursa Bölge
Müdürlüğü’ne yazılı müracaatta bulunarak, tarihi
eserlerin zarar görmesinin engellenmesi
istenilmiştir. Yeni tarihi eserlerin korunması ile
yükümlü olan Bursa Müze Müdürlüğü’ne ihbarda
bulunulmuş, duruma müdahale etmesi istenmiştir.
Kanunsuz olmasına rağmen devam eden inşaat
durdurulmalı, alan korumaya alınmalı, başka tarihi
eserler bulunmuş olabileceği göz önüne alınarak
soruşturma başlatılmalıdır. İnşaat çalışmasında
çıkan hafriyatın da bulunarak arkeolojik açıdan
incelenmesi gerekmektedir. Kamuoyu ve basının önünde
bir kez daha cumhuriyet savcılarına suç duyurusunda
bulunuyoruz” diye konuştu.
İnşaatın durdurulmaması
halinde antik şehir buluntularının tamamen zarar
göreceğini ya da yok olacağını kaydeden Başkan
Yetkin sözlerini şöyle sürdürdü:
“Doğal kaynaklar ve tarihi kalıntılar, toplumun
ortak mirasıdır. Ancak ülkemizde ve kentimizde bu
kaynak ve varlıklar uluslararası sermayeye
sunulmakta, çok uluslu şirketlerin ve yerli
sermayenin kullanımına açılarak ticarileştirilmekte,
doğal ve kültürel varlıklarımız talan edilmektedir.
Mudanya’da da yapılan budur. Bizler tarihi
zengikliklerimizin kar uğruna özel şahısların
kullanımına açılmasını istemiyoruz. Herkesi o tarihi
bölgenin korunmasına ve sahip çıkılmasına destek
vermeye çağırıyoruz”.
Bilindiği bigi Çağdaş
Hukukçular Derneği üyeleri geçtiğimiz günlerde
Mudanya’da yürüyüş yaparak, inşaatın durdurulmasını
istemişti.
Bursa Şehir,
12.12.2012
|
HALİKARNAS İÇİN AİHM SEFERİ!

Türkiye, Londra’daki British Museum’da bulunan
Halikarnas Mozolesi’ne ait 2 heykelin iadesi için
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracak. Ocak
ayında yapılacak başvuru mahkeme için de bir ilk
oldu.
Türk avukatlar British Museum’da bulunan dünyanın 7
harikasından biri olan Bodrum’daki Halikarnas
Mozolesi’ne ait 2 heykelin Türkiye’ye geri verilmesi
için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) çetin
bir hukuk mücadelesi verme hazırlığında. AİHM için
de bir ilk niteliğinde olacak davada, Kral
Mausolos’un heykeliyle beraber 2 mermer heykelin
Bodrum’a iadesi istenecek.
30 Ocak’ta görülecek davada 30 avukat yer alacak.
Dava için İngiliz basınına açıklama yapan Avukat
Remzi Kazmaz, “İngiliz yetkililere ve British
Museum’a uzun yıllar boyunca tarihi ve kültürel
miraslarımıza evsahipliği yaptıkları için teşekkür
ediyoruz. Ancak bu varlıkların artık ait oldukları
yere dönme zamanları geldi. Resmi işlemler için
hazırlıklarımız devam ediyor” açıklamasında bulundu.
Ocak ayındaki davada Strasbourg mahkemesine 118 bin
imza dilekçesiyle beraber Türkiye’nin eserleri nasıl
kaybettiğiyle ilgili bir belgesel de sunulacak.
Avukat Kazmaz’ın “Eserlerin yasal yollarla
taşındığına inanmıyoruz” açıklamasına karşılık müze
yetkilileri “Davayla ilgili henüz bir bilgimiz yok.
Bu nedenle bir açıklama yapamayız. Ancak bu eserler
Osmanlı yetkililerinin site alanında kazı
yapılmasına ve varlıkların taşınmasına izin verdiği
2 fermanla sonradan kazanıldı” şeklinde bir açıklama
yaptı.
Ayrıca Kültürel Eşya Hukuku Uzmanı Norman Palmer,
“Somut eşyaların iadesi için insan hakları
kavramının kullanıldığını hiç duymadım. Bu roman
gibi bir iddia” açıklamasında bulundu. İlk
niteliğindeki davayı başta Yunanistan olmak üzere
farklı ülkerlerde tarihi eserleri bulunan birçok
ülke de yakından izleyecek. Yunanistan adına konuşan
bir yetkili “Yunanistan bu davayı ilgiyle takip
edecek” açıklamasını yaptı. İngiliz basınında yer
alan olay “davanın Türkiye lehine sonuçlanması
halinde birçok ülkenin diğer ülkelerden tarihi
eserlerini isteyebileceği ve bu durumun dünya
müzeleri için bir felaket olacağı” yorumlarına neden
oldu.
İngiliz araştırmacı Newton, Bodrum’da 1856-57
yıllarında yaptığı kazıda Mausolos ve Artemisia’nın
heykellerini, dört atlı arabanın parçalarını British
Museum’a götürdü. İngiliz büyükelçisi Lord Canning,
1846’da Padişah Abdülmecit’ten izin alarak
Mausolleum kabartmalarını da Londra’ya taşıdı.
Vatan, 09.12.2012
******
BU TÜRK MEYDAN OKUMASI

Türkiye’nin,
Dünyanın 7 Harikası’ndan biri olan
Halikarnas’taki
mozoleumun heykellerini
British Museum’dan geri almak üzere
AİHM’ye yapacağı başvuru panik yarattı.
Observer Gazetesi, “Bu Türk meydan okuması,
sanat eserlerinin iadesi açısından bir test davası,
dünya müzeleri için potansiyel bir felaket olacak”
diye yazdı.
İngiltere’de pazar günleri yayınlanan
Observer Gazetesi, Türkiye’nin Halikarnas’taki
mozoleumu çevreleyen ve Osmanlı döneminde ülke
dışına çıkarılan heykelleri Londra’daki
British Museum’dan geri almak için Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne (AİHM)
yapacağı başvuruyu sayfalarına taşıdı. Observer,
uzman görüşlerine ve
British Museum yetkililerinin açıklamalarına da
yer verdiği haberinde “Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nde bu Türk meydan okuması, sanat
eserlerinin bir ülkeden başka bir ülkeye iadesi
açısından bir test davası, dünyanın müzeleri için
potansiyel bir felaket olacak” yorumunu yaptı.
Gazete, İngiltere’den iadesi istenen eserlerin
arasında
British Museum tarafından 19. yüzyılın ortasında
satın alınan “muhteşem bir at kafası”nın da
bulunduğuna işaret etti.
Observer’a konuşan ve
AİHM başvurusunu 30 meslektaşıyla birlikte
yapmaya hazırlanan Avukat Remzi Kazmaz, dilekçeyi 30
Ocak 2013’te vereceklerini açıkladı. Eserin yer
aldığı Bodrum, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve diğer
ilgili kurumlar adına hazırlanan 118 bin imzalı
dilekçenin yanı sıra Strasbourg’daki mahkemeye,
Türkiye’nin eski eserleri nasıl kaybettiğini ortaya
koyan bir belgesel de verileceğinin vurgulandığı
haberde, Avukat Kazmaz’ın “Eserlerin yasal bir
biçimde alındığına inanmıyoruz” dediği belirtildi.
Konuya ilişkin görüşleri aktarılan İngiliz insan
hakları hukukçusu Gwendolen Morgan ise davada büyük
bir olasılıkla, İngiltere’nin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin “Her gerçek ve tüzel kişi, maliki
olduğu şeyleri barışçıl bir biçimde kullanma hakkına
sahiptir” diyen 1. protokolünün 1. maddesini ihlal
ettiğinin savunulacağı değerlendirmesinde bulundu.
Observer haberinde İngiltere’nin önde gelen
hukukçularından, “kültürel mülk hukuku” uzmanı
Norman Palmer’ın
AİHM’de daha önce böyle bir girişim yapıldığını
duymadığı açıklamasına da yer verdi, davanın
Parthenon mermerlerinin iadesini isteyen Yunanistan
ile başka ülkelerce de yakından izleneceğini
kaydetti.
British Museum’un bir sözcüsü konuya ilişkin
“Dava ile ilgili herhangi bir şey duymadık, bu
nedenle yorum yapamayız” açıklamasında bulunurken,
söz konusu parçaların, kazı yapılması ve bulunan
eserlerin
British Museum’a götürülmesine izin veren
Osmanlı makamlarınca çıkarılan fermanlar ile
alındığını da öne sürdü. Observer, Türkiye’nin Los
Angeles’taki Getty Müzesi dahil dünya çapında başka
kurumlardan da iade taleplerinde bulunduğuna dikkat
çekti.

Dünyanın 7 Harikası’ndan biri olan Halikarnas
Mozoleumu, MÖ 377-353 arasında yaşayan Karia Kralı
Mausolos tarafından karısı Artemisia’ya duyduğu aşkı
ölümsüzleştirmek amacıyla inşa ettirilmiş.
ESERLER BİRER BİRER DÖNÜYOR
Orpheus Mozaiği Dallas’ta, Yorgun Herakles
Boston’da, Sinanpaşa çinileri, İngiltere’de, 24
parça Truva hazinesi ABD’de, Kanatlı Denizatı
Almanya’da bulundu.

Halikarnas Mozoleumu için AİHM girişimine ilişkin
haber 26 Ekim’de Habertürk’te yer almış, Avukat
Remzi Kazmaz, İngilizler tarafından savaş gemisiyle
götürülen ve birçok parçası İngiltere British
Museum’da bulunan anıtmezarın Anadolu’ya, ait olduğu
Bodrum’a geri getirilmesi konusunda ilk teşebbüsü
Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı)
yaptığını anlatmıştı. Kazmaz, Kabaağaçlı’ya alaycı
bir üslupla yazılan cevap yazısı ile talebin
reddedildiğini aktarmıştı.
Habertürk, 10.12.2012
|
ÇATALHÖYÜK

Anadolu , tarihin en eski uygarlıklarını
bünyesinde barındırıyor. Dünya üzerinde hiçbir ülke
yok ki, bu kadar tarihi zenginliğe sahip olsun! Hem
de ne zenginlik! Dünyanın en eski ve en büyük
uygarlıkları ya bu topraklarda kuruldu ya da bu
topraklardan geçti. Bu hafta size, insanlığın en
eski yaşam alanlarından birini, Konya’nın, Çumra
İlçesi sınırları içinde bulunan Çatalhöyük’ü
anlatacağım.
Konya’ya 30 dakika uzaklıkta olan Çatalhöyük’e
ulaşmak için, Konya Ovası’nda yer alan, adeta
cetvelle çizilmiş, düz yollarından geçmeniz
gerekiyor. Bu yolları severim, varacağınız yeri
ufukta görürsünüz ama bir türlü ulaşamazsınız.
İnsanın mesafe algısını bozan bu yollarda araba
kullanmak benim için keyiftir. Ancak Çatalhöyük’e
ulaşmak bu kadar da keyifli olmadı. Konya’dan sonra
sadece 2 yerde ‘Çatalhöyük’ tabelası var. Eğer bu 2
küçük tabelayı kaçırmaz ve doğru yolda olduğunuza
inanırsanız, Çatalhöyük’e varabilirsiniz. ‘UNESCO
Kültür Mirası’ tabelasını ise höyük dahil hiçbir
yerde bulamazsınız. Boşuna aramayın! UNESCO
tarafından kabul edilmesi için bu kadar uğraştıktan
sonra, tabela dikilmemesini nasıl açıklamak
gerekiyor, bilmiyorum. Ayrıca Konya’nın sadece
Mevlana’ya odaklı turizm anlayışı sebebiyle,
Çatalhöyük ile ilgili ne bir afiş ne de
bilgilendirme levhası gördük!
Tarihi bir ‘metropol’
Şehirler hakkındaki tüm bilgilerinizi unutun ve
hayal edin! Kapısı çatıda olan, kerpiçten evler
düşünün. Bu evlerin tamamı bitişik nizamda inşa
edilmiş olsun. Ancak duvarları kendine ait (komşunun
mülkiyetine saygı)! Yani sokakları olmayan, tüm
yaşamın çatılarda geçtiği bir şehir... Yani
‘Çatalhöyük’...
Dünyada hatta
Türkiye ’de daha eski yerleşkeler mevcut, ancak
hiçbiri Çatalhöyük kadar büyük değil. Arkeologlar
Çatalhöyük’te 8 bin kişilik bir nüfustan
bahsediyorlar. Dönemin şartlarında tam bir
metropol...
9 bin yıl önce, neolitik ve kalkolitik çağda
başlayan yaşam aralıksız tam 1400 yıl sürmüş. Şimdi
bu yaşamın izlerini doğu ve batı höyüklerinde görmek
mümkün. Zaten adını da çatal şeklindeki bu iki
höyükten alıyor. 14 hektarlık bir alana yayılmış
Çatalhöyük’ün doğu höyüğünde MÖ 7400-6200 arasına
tarihlenen 18 neolitik yerleşim katmanı bulunuyor.
Bu 18 kat bile Çatalhöyük’ün neden bu kadar önemli
olduğunu açıklıyor.
Evler birbiri üstüne, aynı planla inşa edilmiş.
Önceki konutun duvarları, sonrakinin temeli olmuş.
Yaklaşık 80 yıl ömürleri olan bu kerpiç yapıların
kullanım süreleri dolduğunda, evler toprak ve
molozlarla doldurulmuş ve üstüne aynı planla yeniden
yapılmış.
Saray ve tapınakların bulunmadığı Çatalhöyük’te
sanat anlayışı oldukça gelişmiş. Evlerin
duvarlarında, o günkü yaşamı anlatan birçok duvar
resimi bulunmuş. 1963’teki kazıda ise Çatalhöyük
kent planı olduğu anlaşılan bir harita ortaya
çıkarılmış. 8200 yıllık bu harita, dünyanın bilinen
ilk haritası. 3 metre uzunluğunda, 90 cm.
genişliğindeki harita halen
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde
sergileniyor. Ayrıca konut duvarlarında yer alan
tasvirlerde av ve dans sahneleri, insan ve hayvan
resimleri bol bol işlenmiş. Hayvanların bu kadar
resmedildiği Çatalhöyük, onların evcilleştirildiği
ilk yer olarak biliniyor. Özellikle sığırlar ve
köpekler evcilleştirilmiş. Bu, yerleşik hayata daha
kolay adapte olmalarını sağlamış. Yerleşik hayata
geçişle ortaya çıkan beslenme sorununu aşmak için
tarıma başlamışlar.
Savaşın izi yok
Evlerin bu denli iç içe olması ayrı bir araştırma
konusu. 1993’ten beri kazıları yöneten Cambridge
Üniversitesi’nden Ian Hodder, “Savaş ve yıkım
izlerine hiç rastlanmadığı için bu sıkışık yapının
savunma endişesine dayanmadığı” görüşünde.
Muhtemelen birçok kuşağı kapsayan aile bağlarının
kuvvetli olması, iç içe yaşamın en önemli sebebi.
Çatalhöyük, 2012’de UNESCO tarafından ‘Kültür Mirası
Listesi’ne alındı. 9 bin yıllık en yeni kültürel
mirasımız daha fazla ilgiyi hak ediyor. Tavsiyem;
oradaki yaşamı bize örnekleyecek küçük bir
mahallenin inşa edilmesi... Çünkü bilinen yaşamdan
farklı bir yaşamı deneyimlemek, turistlerin ilgisini
çekecektir, bilim adamlarına ise deneysel arkeoloji
yapma fırsatı sağlayacaktır. Aktivite sıkıntısı
yaşayan turizmimize de çok iyi örnek teşkil
edecektir.
“UNESCO Kültür Mirası Listesi” uluslararası bir
sertifika. Dünyada, sadece bu listedeki yerlere
giden binlerce turist var. Ayrıca bu listedeki
alanların sayısının fazlalığı ülkelerin gururu ve
prestijidir. Türkiye’de sadece ‘11 Kültürel Miras’
olması, Türkiye’nin kültürel ve tarihi alanlarının
azlığından değil, yöneticilerin bunu
önemsememesinden kaynaklanıyor. Mesela, Efes halen
kültür miras listesinde değil! Ancak son yıllarda bu
listenin önemi biraz olsun kavrandı ve 2 yılda 2
eser listeye dahil edildi: Edirne Selimiye Camii ve
Çatalhöyük. Bu alanları yöneten yerel yöneticilerin
de bu bilince ulaşmasını bekliyoruz. Dünyanın en
eski ve en önemli tarihi alanlarından biri olan
Çatalhöyük’e hak ettiği değeri en kısa zamanda
vermemiz gerekiyor. En azından 2-3 tabelayı hak
etmiyor mu?
Radikal, Yazı: Vedat Atasoy, 09.12.2012
|
KADIKÖY'E PORTATİF ATATÜRK ANITI!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi
ve Kadıköy Belediyesi, Kadıköy Meydan Projesi
nedeniyle karşı karşıya geldi. "Başöğretmen Atatürk
Anıtı"nı kaldırılmasına Kadıköy Belediye Başkanı
Öztürk tepki gösterdi. İBB ise 'sökülüp takılan
anıt' dikileceğini açıkladı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
hazırlanan "Haydarpaşa Gar, Kadıköy Meydanı ve
Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı", Kadıköy
Belediyesi'nin tepkisini çekti.
Projenin hiçbir aşamasında kendilerine bilgi
verilmediğini, görüş alınmadığını söyleyen Kadıköy
Belediye Başkanı Selami Öztürk, "Haydarpaşa Garı ve
Kadıköy Meydanı tek bir planla
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Meclisi tarafından getirildi. Ancak plana detaylı
baktığımızda Haydarpaşa Garı'nın hem demiryolu,
sergi salonu, hem de konaklama tesisi olarak
kullanıldığı söyleniyor. Yani yüzde 95'i konaklama
olabilir, yüzde 5'i sergi ve demiryolu olabilir. Yan
tarafta oteller var, arka tarafta büyük yapılaşmalar
var. Kadıköy Meydanı'nda yeni yapılaşmalar
koymuşlar. Dar bir alan halbuki. Burada insanların
yürümesi, rahat etmesi lazım" dedi.
Kadıköy Belediyesi'nce yaptırılan İskele
Meydanı'ndaki "Başöğretmen
Atatürk Anıtı'nın kaldırılıp yerine kültür
merkezi ek binası yapılması öngörülen projeye itiraz
edeceklerini belirten Öztürk "12 Aralık'a kadar
itiraz etme hakkı var. Atatürk heykelinin bulunduğu
meydan, resmi törenlerin de düzenlendiği küçük bir
meydan. Meydan bile demeye bin şahit lazım. Şimdi
görüyoruz ki; Kadıköy Meydanı'ndaki bu Atatürk Anıtı
da bu
plan çerçevesinde kaldırılıyor.
Oraya, yandaki eski hal binası kültür merkezi olarak
transfer ediliyor. İkinci bina daha yapılıyor.
Birileri geliyor, hiç kimseye sormadan deniz
kenarına koca bir bina dikiyor. Fonksiyonu ne olursa
olsun böyle bir şeyi kabullenmek mümkün değil. Bu
konuda Kadıköylüler bizimler beraber. Hem itiraz
edecekler, hem yasal dava haklarını kullanacaklar
hem de hukuki çerçeve içerisinde olabilecek her
türlü tepkiyi göstereceğiz" diye konuştu.
Kadıköy Meydanı'nda başka bir anıt olmadığını
kaydeden Kadıköy Belediye Başkanı Öztürk, "Sadece
Atatürk Anıtı'nın kaldırılmasına tepkimiz yok. Oraya
bina olmaz. Kadıköy'ün en merkezi yeri, tören alanı,
deniz kıyısı. Böyle bir yere bina olmaz, hakları
yok. Orada Atatürk Anıtı var, orada Cumhuriyet
kutlanıyor. Bir süre önce saygı duruşunu ve çelenk
koymayı kaldırdılar, şimdi de anıtı kaldırıyorlar.
Nasıl anlayalım, gelsin bize anlatsınlar" dedi.
Kadıköy Meydanı'nın yayalaştırılmasına itirazları
olmadığını kaydeden Selami Öztürk, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi yetkililerine seslenerek
"Gelsinler meydanı komple yeşil yapalım. Yemyeşil
yapsınlar, peyzajla düzenlesinler, bende teşekkür
edeyim" dedi.
İddialarına İstanbul Büyükşehir Belediyesi
(İBB)'nden yanıt geldi. İBB'den yapılan açıklamada,
"'Kadıköy Meydanı'ndaki Atatürk anıtı kaldırılacak
yerine bina yapılacak' iddiaları gerçeği
yansıtmamaktadır" denildi. Yazılı açıklamada,
"1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Garı İle Kadıköy Meydanı
ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'nda açıkça
görüleceği üzere Kadıköy Rıhtım Meydanı'ndaki
Atatürk Anıtı'nın da içinde yer aldığı alan,
Fuar, Panayır ve Festival Alanı
lejantında kalmaktadır. Plan notlarında söz konusu
alanda değil bina bodrum dahi yapılamayacağı, sadece
etkinlik zamanlarında kullanılmak üzere geçici ve
takılıp sökülebilen hafif malzemeden üniteler
yapılabileceği açıkça belirtilmektedir. Böylelikle,
‘Atatürk anıtı yıkılacak, yerine bina yapılacak’
iddiasının gerçek dışı olduğu ortadadır" ifadeleri
kullanıldı.
Radikal, 08.12.2012
******
BELEDİYE: HEYKEL GİBİ DETAYLAR...
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kadıköy'de resmi
kutlamaların yapıldığı meydanda bulunan Atatürk
Heykeli'nin kaldırılacağına dair haberlerle ilgili
açıklamada bulundu.
Görüştüğümüz yetkililer, “Yeni Kadıköy”
haberleriyle ilgili şöyle diyor:
“Ortada henüz uygulama planı yok. 1/5000'lik plan
dışındaki çizimler sunulmuş. 1/5000'lik planlarda
detaylar değil, alanlar belirtilmiştir. Heykel gibi
detaylara ayrıntılı planlarda yer verilir.
Dolayısıyla ‘Fuar alanı olarak belirtilmiş alanda
neden Atatürk heykelini belirtmediniz' demek,
‘Kültürel tesis alanında neden tiyatro binasını
belirtmediniz' demekle aynı şey.”
Belediyeye bu noktada katılmak mümkün değil.
Çünkü Kadıköy Meydanı'nda “placemark”
diyebileceğimiz sadece iki nokta bulunuyor.
Bunlardan birisi konservatuar binası, diğeri de
Atatürk heykeli. Dolayısıyla meydanı belirleyen iki
noktadan biri 1/5000'lik planda yer almadığında
“Nerede bu heykel” diye sorulur.
Plan yeniden düzenlenip, heykelin yeri
belirtilmeli. Zira nazım imar planının imar
hukukundaki tanımında, yapılaşma yoğunluğunun
gösterilmesi, yerleşme alanlarının yön ve
büyüklüklerinin gösterilmesi ifadeleri yer alıyor.
“Yapı” kelimesi ise “barınmak ya da çeşitli
amaçlarla kullanılmak için yapılmış her türlü
mimarlık yapıtı” anlamına geliyor. Yani “yapı”
kelimesi, heykelleri, tarihi eserleri, çeşmeleri de
içine alıyor.
Dahası, fuar alanı da geçici yerleşim alanı
sayılıyor.
Dolayısıyla, 1/5000'lik plan, 12 Aralık'ta bu
haliyle onay almamalı...
Zira bu haliyle şark kurnazlığına gayet açık
görünüyor...
1/5000'lik plan 12 Aralık'ta heykelsiz haliyle
onaylandığında, daha sonra detaylı plan için
çalışmalara başlandığında “Ama heykel 1/5000'lik
planda yoktu. Şimdi de olmayacak” dense ne
yapacağız? “O zaman planda heykel alanı varsa
vardır, yoksa yoktur, kabul etmeseydiniz” cevabını
alsak, kime başvuracağız?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile sağlıklı bir
iletişim kurmak ancak bu haber ile mümkün oldu.
Şaşılacak şey değil tabii, genelde “haberin rüzgar
estirmesi” böyle sonuçlanır... Haber patlamadan kapı
duvar, yetkililere ulaşamazsınız. Rüzgar estikçe
başlar “kendini doğru ifade etme çabası”...
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk
Heykeli'nin yerine bina yapmayacak. Fakat “heykel”
meselesiyle ilgili bu rüzgar esmeseydi, haberimiz
ile plandaki bu “detay” ortaya çıkmasaydı ne
olacaktı?
İşin işten geçtiği gün, ucuz siyasete, tatlı
kurnazlıklara kurban gitmiş mi sayılacaktık?
Hürriyet, Haber: Melike Karakartal, 08.12.2012
******
KALDIRILACAK

Atatürk Anıtı’nın planda gösterilip
gösterilmemesi önemli değil. Planda gösterilmez, onu
biliyorum ben. Ben kaldırılacağını iddia ediyorum.
Siz anıtın yerine fuar alanı koyarsanız, bu demek ki
anıt yok. Planda bu fuar alanını kaldırmadığınız
sürece, yarın biri gelir burayı kapatır. Bir başkası
gelir anıtı kaldırır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile Kadıköy
Belediyesi arasında krize neden olan Atatürk
Anıtı’nın, İBB’nin hazırladığı vaziyet planında
yerinde durduğu ortaya çıktı. Ancak Kadıköy Belediye
Başkanı Selami Öztürk anıtın bir zaman sonra
kaldırılacağı konusunda ısrarlı. Atatürk Anıtı
polemiğinin fitilini Kadıköy Belediye Başkanı Selami
Öztürk’ün Twitter hesabında yayınladığı bir görsel
ateşledi. Selami Öztürk, Kadıköy Meydanı’na ilişkin
1/5000 ölçekli koruma amaçlı Nazım İmar Planı’nın
görselini yayınlayıp, “Meydan projesinde anıtın izi
bile yok” diye yazdı.

İBB: ANIT YIKILMAYACAK
Oysa İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne
göre, Kadıköy Meydanı’nın düzenlenmesine ilişkin
proje henüz tamamlanmış değil. İBB İmar Komisyonu
Başkanı Sefer Kocabaş, 1/5000 ölçekli plan
görselinde, Atatürk Anıtı’nın teknik olarak
gösterilmesinin mümkün olmadığını belirterek şunları
söyledi: “Başkan Selami Öztürk tecrübeli bir
belediye başkanı. 1/5000 ölçekli plan ile meydan
projesi arasında farkı bilmiyor olamaz. 1/5000 bin
ölçekli planda bir milim 5 metredir. Atatürk anıtı
binlik planlarda bile gösterilemiyor. Fuar alanı
aktivitelerin yapacağı bir alan sadece. Ramazan ayı
aktivitelerinde Sultanahmet, Beyazıt, Eyüp’te ve
İstanbul’un birçok meydanında bu tür fuarlarda
sökülüp takılabilen geçici stantlar kuruluyor.
Atatürk Anıtı yıkılmayacak, öyle saçma şey olmaz.

BU DEMEK Kİ ANIT YOK
Selami Öztürk ise Sefer Kocabaş’ın
söylediklerine şöyle yanıt veriyor: “Atatürk
Anıtı’nın planda gösterilip gösterilmemesi önemli
değil. Planda gösterilmez, onu biliyorum ben.
Atatürk Anıtı nerede diye soru sormadım. Ben
kaldırılacağını iddia ediyorum. Siz anıtın yerine
fuar alanı koyarsanız, bu demek ki anıt yok. O kadar
boş alan varken fuar alanını niçin Atatürk Anıtı’nın
yerine koydunuz. Onun hesabını versinler. 1/5000’lik
Haydarpaşa Garı ve Kadıköy Meydanı’nın düzenlenmesi
ilişkin planda bu fuar alanını kaldırmadığınız
sürece, yarın biri gelir burayı kapatır. Bir başkası
gelir anıtı kaldırır.”
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 10.12.2012
|
HUZURLARINIZDA ORPHEUS

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Dallas
Sanat Müzesi tarafından iade
edilen ve MS 194 yılına tarihlenen, “Orpheus
Mozaiği”nin bir süre İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde
sergileneceğini, sonra da ait olduğu yer olan
Şanlıurfa Müzesi'ne taşınacağını belirterek, “Ülke
dışında ne varsa alıp getirmeye çalışıyoruz, tabii
takip ettiğimiz yeni eserler de var” dedi.
Günay, 3 Aralık'ta Dallas Sanat Müzesi
yetkilileriyle imzalanan mutabakat zaptı ile iadesi
sağlanan ve 6 Aralık'ta
Türkiye 'ye getirilen “Orpheus Mozaiği”ni,
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde tanıttı.
Bakanlığının son zamanlarda ilgi uyandıran
çalışmasının, yasa dışı yollarla yurt dışına
çıkarılan eski eserlerin yeniden Türkiye'ye
kazandırılması olduğunu belirten Günay, basın
mensuplarının ve kamuoyunun duyarlılığından son
derece memnun olduğunu söyledi.
Bu duyarlılık arttıkça hem dışarıdaki eserlerin
alınma hem de içerideki bazı kaybolmuş ama bir
yerlerde olan eserlerin bulunma sürecinin hız
kazanacağını belirten Günay, Boğazköy'den, 90 küsur
yıl önce götürülen Boğazköy
Sfenksi'nin ülkeye dönüşünün kamuoyunun ilgisini
uyandıran ilk büyük olay olduğunu,
Amerika 'dan getirilen Herkül Heykeli'nin üst
yarısının da dikkati artırdığını anlattı.
Günay, daha sonra İznik Çinileri ile Troya
hazinelerinin de geldiğini ifade ederek, “Uşak'tan
kaçırılan Kanatlı At'ın iade kararını aldık,
inşallah ülkemize gelişini yakın bir tarihte hep
beraber yaşayacağız” dedi.
Son 5 yıl içinde 4 bine yakın eserin ülkeye
getirildiğini belirten Günay, “Buna,
gayretlerimizin, önemli bir ivme kazandırdığını
düşünüyorum. Çünkü, önceki 4-5 yıl içinde bu rakam
binler civarındaydı. Ondan önceki 4-5 yıl içinde,
hatta 10 yıl içinde yine binler civarındaydı. Son 15
yılda, 2007'den bizden önceki dönemde getirilen eser
sayısı kadar eser getirildi. Rakamlar burada beni
doğruluyor” diye konuştu.
Bakan Günay, 2002-2012 yılları arasında 4 bin 113
eserin ülkeye kazandırıldığını, bunun 3 bin
697'sinin 2007'den sonraki rakam olduğunu söyledi.
Bunların bir kısmını büyük boyutlu ve görselliği
olan eserlerin, bir kısmını da sikkelerin
oluşturduğunu ifade eden Günay, eserlerin ülkeye
geri kazandırılması çalışmaları sırasındaki
üsluplarının önemli olduğuna dikkati çekerek, “Ülke
dışında ne varsa alıp getirmeye çalışıyoruz, tabii
takip ettiğimiz yeni eserler de var. Bunu da
diplomatik bir nezaket anlayışı içinde
gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Herhangi bir dava
sürecine yol açmamaya, maddi bir karşılık fazlaca
sarf etmemeye çalışarak” ifadesini kullandı.
Günay, Dışişleri ve Adalet Bakanlığı ile işbirliği
içinde çalıştıklarını, getirdiklere eserlerde
THY'nin sponsorluk yaptığını anlattı.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Orpheus
Mozaği” hakkında da bilgi verdi. Mozaiğin 1998'de
Şanlıurfa'dan götürüldüğünü belirten Günay, 1999'da
Türkiye'nin bir müzayedede buna müdahale etmeye
çalıştığını dile getirdi. Dallas Müzesi Başkanı'nın
envanterlerinde böyle bir eser olduğunu tespit
ettiğini ifade eden Günay, başkanın kaynağı
araştırmaya başladığını aktardı.
Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı'nın eserin geri
getirilmesi konusunda mücadele ettiğini anlatan
Günay, eserde sadece bir yerde ufak bir deforme
olduğunu, restorasyonun neredeyse mükemmel
yapıldığını bildirdi.
Eserin, insanların evini ne kadar güzel süslediğinin
göstergesi olduğunu kaydeden Günay, herkesin buna
dikkat etmesi gerektiğini ifade etti.
Günay, eserin üzerinde yapanın isminin bulunmasının
ayrı bir önemi olduğuna da değinerek, eserin
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne şimdilik emanet
edildiğini söyledi. Şanlıurfa Müzesi açıldığı zaman
mozaiğin ait olduğu yere gideceğini ifade eden
Günay, eserlerin kazandırılması konusunda çaba
gösterenlere teşekkür etti.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, basın
mensuplarına daha sonra geçen günlerde Beykoz'da bir
evin ahırında bulunan Yoros Kalesi'nin kitabesi
tanıttı.
Kitabe hakkında kazı başkanı bilgiler verirken Bakan
Günay da sık sık araya girerek eklemeler yaptı.
Eserin bir hayvan barınağında bulunduğu bilgisinin
verilmesi üzerine Bakan Günay, “Halkımız nasıl
muhafazaya almış görüyorsunuz” dedi.
ORPHEUS MOZAİĞİ
MS 194 yılına tarihlendirilen eser, Şanlıurfa
sınırlarından kaçırılmasının ardından Dallas Sanat
Müzesi'nce 1999'da bir müzayededen 85 bin dolara
satın alındı.
Müze yetkililerinin, eseri gönüllü olarak Türkiye'ye
iade etme kararını, yabancı kuruluşlarla vardıkları
değişim anlaşması planı uyarınca aldıkları
belirtildi.
Orpheus Mozaiği'nin Şanlıurfa yakınlarındaki tarihi
Roma kenti Edessa'da bir binanın yer dekorunda
kullanıldığı tahmin ediliyor. Eserde, Orpheus'un
vahşi hayvanları evcilleştirmesi konu ediliyor.
Radikal, 08.12.2012
|
SELİMİYE'NİN GÖLGESİNDE BİR TARİH

Edirne Türk-İslam
Eserleri Müzesi, 87 yıl önce açılmış. İsmiyle
müsemma tarihi mekanın restorasyonu 3 yıllık bir
çalışmanın ardından geçen ay tamamlandı.
Şimdilerdeyse Selimiye Camii’nin yanıbaşında
meraklılarını bekliyor.
Eski ihtişamlı günlerine dönmesi için Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından 2 milyon bütçe
ayrılarak yenilenen Türk-İslam Eserleri Müzesi,
geçen ay yeniden ziyarete açıldı. Edirne gibi
tarihi bir şehrin ilk müzesi olma özelliğine
sahip mekanda 874 eser var. Aslında
sergilenenler, buzdağının görünen kısmı. 8 bin
500 eser, yer olmadığı için müze deposunda
bekletiliyor. Ancak bu 874 eserin sergilendiği
15 odayı hakkını vererek gezmek için bile hayli
vakit gerek.
Edirne İl Kültür Müdürü Hasan
Karakaya, müze avlusunun göbeğinde yer alan anıt
niteliğindeki asırlık porsuk ağacına dikkat
çekiyor. Ağacın çevresindeki dev mezar
taşlarının, 15’inci yüzyılda yapılan
mezarlıklardan toplanarak müzeye getirildiğini
söylüyor. Ayrıca koleksiyon içinde, şimdilerde
az sayıda örneği kalan Yeniçeri mezar taşı
örnekleri de yer alıyor. Teşhir odalarından ilki
vefa göstergesi olarak Mimar Sinan’a ayrılmış.
Ziyaretçiler, müzeyi gezmeye Koca Sinan’ın
balmumu heykelinin bulunduğu saygı odasına
uğrayarak başlıyor. Bir sonraki oda ise ‘hat
eserleri odası’. Burada ayet ve hadislerle
süslenen taş, ahşap ve hatta cam levhalar, bir
de o döneme ait yazı takımları sergileniyor.
Müzenin Selimiye Camii’nin
minaresinden görünüşü.
‘Erkekler süsten anlamaz’ diyenler silah
odasını görmeli
Müzenin en ilgi çekici bölümlerinden biri silah
odası. Savaşın bir sanat olup olmadığı
tartışıladursun, bu odayı gezip de Osmanlı’da savaş
aleti üretmenin önemli bir zanaat olduğuna kanaat
getirmemek mümkün değil. Çünkü bu bölümde sergilenen
ahşap oklarda, yılan derisi kaplı yaylarda, deniz
kabuğundan yapılmış yay siperlerinde, mercan ve
fildişi kakmalı, altın ve gümüş kaplamalı
tabancalarda, hasır üzerine ipek iplik örgülü
kalkanlarda, kılıç, kama, şeşper, teber ve
şimdilerde adını bile bilmediğimiz diğer savaş
aletlerinde ince bir işçilik ve süsleme göze
çarpıyor.
Hala çok çeşitli alanlarda kullanılıyor olsa da,
camın Osmanlı zamanında en parlak dönemini
yaşadığını ispatlayan bir bölüm cam odası. Sürahi,
çeşm-i bülbül, gülabdan, laledan, lamba, şamdan,
fener ve kandil… Bu sergilenenlerin hepsi camdan…
Aslında yalnız cam değil, ahşap ve çininin kullanım
yelpazesinin genişliğine de tekrar tanıklık ediyor
burayı gezenler. Yüzlerce kuru karanfilden yapılmış
ve bugüne kalmayı başarabilmiş zemzemlik ve kahve
takımı ise odanın, hatta müzenin en sabırla yapılmış
eseri olarak kabul edilebilir. 1973 yılında Edirne
Sarayiçi kazısından çıkan, Edirne Sarayı’na ait
17’nci yüzyıl duvar çinileri parçaları ile 16’ncı
yüzyıla ait seramik tabaklar da müzenin görülmeye
değer parçalarından.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla halkevlerine
verilen eşyalar ise toplanarak tekke eşyaları
odasında ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş. Odanın
duvarlarında çeşitli tekkelerden gelen elyazması
levhalar bulunuyor. Cam ve niş vitrinlerde ise
Edirne Muradiye Mevlevihanesi’nin fotoğrafları ve
son şeyhi Ahmet Selahattin Efendi’nin eşyaları
sergileniyor. Ayrıca bu bölümde 15’inci yüzyıla ait
elyazması Kur’an-ı Kerim ve dua kitaplarını da
görmek mümkün.
Dokumacı ve saraçlar için de ayrı iki oda
tasarlanmış. Pamuk, yün veya ipeğin kumaşa
dönüştürülmesinde kullanılan aletlerin bulunduğu
dokumacı odasında sergilenen dokuma tezgahı,
Edirneli Yaveroğlu ailesi tarafından müzeye
bağışlanan Trakya’daki en eski dokuma tezgahı olma
özelliğine sahip. Saraç ve ayakkabıcı odasında ise
saraciye tezgahı, aletleri ve örnekleri yer alıyor
ve günümüzde yalnızca adı kalmış olan Saraçlar
Caddesi’nden bir saraç dükkanı sergileniyor.

Sünnet odası
Müzenin ‘Kırkpınar odası’ ise efsaneye göre
Rumeli kuşatması sırasında güreş tutan
delikanlılardan kırkının da toplu ölümleri anısına
her yıl yapılan Kırkpınar güreşlerinin ünlü
güreşçilerine atfedilmiş. ‘Türk gibi kuvvetli’
deyimini dünyaya duyuran başpehlivanlardan Koca
Yusuf ve Ali Ahmet’in fotoğraflarının da bulunduğu
odada bir de, iki pehlivanın peşrev tuttuğu
Kırkpınar hologramı var.
Müzenin son bölümünde ise Mimar Sinan’ın hayatı
ve Selimiye Camii hakkında 16 dakikalık kısa bir
film gösteriliyor. Tabii ki bu büyük dehanın
eserlerini 2 boyutlu izlemek kifayetsiz
kalacağından, film 3 boyutlu olarak hazırlanmış.
Zaman, Haber: Arzu Kılıç, 08.12.2012
|
EROS BAŞI'NIN PEŞİNDE

Roma döneminde, MS 3. yüzyılda yapılan Sidemara
Lahdi, 1800’lü yıllarda David H. French tarafından
Konya Anbararası Köyünde keşfedildi. İngiliz
Konsolos Sir Charles Wilson tarafından lahit önce
kazdırıldı daha sonra kaçırılmak üzere üstü örtüldü.
Osman Hamdi Bey durumu öğrenince Konya’ya gidip
lahdi yerinde gördü. Osmanlı Devleti adına kazı
yapıp 1901 yılında lahdi
İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne getirdi. Müze
inşaatı bitmeden 25 tonluk lahit müzeye
yerleştirildi.
Roma dönemindeki soylu bir aileye ait olduğu sanılan
ve yıllarca depoda kaldıktan sonra ziyarete açılan
lahdin soyulduğu da yeni farkedildi. Müze
uzmanı arkeolog Dr. Şehrazat
Karagöz 2010’da müze arşivinde rastladığı bir
cümleden yola çıkarak araştırmasına başladı.
Sidemara lahdinin kapağında olan Eros Başı’nın
alçıdan yapıldığı ve orjinalinin çalındığı
söyleniyordu. Karagöz lahdi incelediğinde bunun
gerçek olduğunu gördü: ‘‘Hans Wiegart, Victoria
Albert Müzesi’nden alçı baş için izin alarak
kalıbını çıkarmış. 1965 yıllarında çalışma
tamamlanınca alçı baş müzede lahitteki yerine
konmuş.”
Karagöz’ün verdiği bilgiye göre Konsolos Wilson,
lahit Konya’da bulunduğunda bölgeyi gezerken başı
kırıp kızının çantasıyla
İngiltere ’ye götürdü ve ardından Victoria
Albert Müzesi’ne
hediye etti.
Londra ’daki Victoria Albert Müzesi yakın
zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 2014’te
açılacak ‘Osmanlılar’ sergisi için ödünç eser
istedi. Bakanlık şart olarak Eros Başı’nın iadesini
istedi. Müze eserin koleksiyonlarına kayıtlı
olduğunu iletti ve Osmanlı sergisi için ülkemizden
eser istemekten vazgeçti. Bakanlık eserin peşini
bırakmaya niyetli değil.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.12.2012
|
 |
ASKERİ MÜZELER YÖNETMELİĞİ DEĞİŞTİRİLİYOR
Askeri Müzeler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Yapılan değişikliğe göre, askeri ve sivil kurumların talepleri halinde, özellikle genç nesillerin eğitimine katkı maksadıyla mevcut veya yeni açacakları müzelere askeri müzelerden devir şeklinde malzeme verilmesi, Genelkurmay Başkanlığının uygun görüşü ve Milli Savunma Bakanının onayı ile yapılacak. Bu malzemeler askeri müzelerde birden fazla örneği bulunan ve koleksiyonlarını bozmayan eserlerden seçilecek.
Askeri Müzelerin gelirleri, müzelerin yenilenme, geliştirilme, tanıtma ve sergi faaliyetleri ile bu yönetmeliğin ilgili hükümlerinde belirtilen hizmetlerin yürütülmesi için sarf olunacak.
Habertürk, 08.12.2012
|
FIRTINA TARİHİ KALINTILARI ÇIKARDI
Bartın'ın Amasra İlçesi'nde şiddetli fırtına nedeniyle oluşan dalgalar, kayaların arasında olduğu tahmin edilen Roma dönemine ait lahit ve sütun parçalarını ortaya çıkardı.
İlçede küçük liman mevkisinde tarihi mimari parçalar gören vatandaşlar, durumu Müze Müdürlüğü'ne bildirdi.
Müze Müdürlüğü yetkilileri, bölgede yaptıkları incelemede üzerinde figürler ve Latince yazılar bulunan taşların, Roma dönemine ait lahit ve sütun parçaları olduğunu belirledi.
Müze Müdür Vekili Yeşim Ozan, AA muhabirine yaptığı açıklamada parçaların uzun yıllar önce inşaat temeli sırasında çıkan molozlarla sahile döküldüğünü tahmin ettiklerini söyledi.
Bugün, 07.12.2012
|
 |
DENİZLİ'DEKİ TARİHİ MERZECİ UN FABRİKASI VE SÜRÜCÜ
EVİ RESTORE EDİLİYOR

Denizli Büyükşehir Belediyesi, tarihi Merzeci Un
Fabrikası ve Sürücü Evi'ni restore ediyor. Kışın
yağmur çamurda, yazın da toz ve rüzgarda yıpranarak
zamanla yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve
geçmişi 160 yıl öncesine dayanan her iki bina, yeni
yüzleriyle misafirlerini ağırlayacak.
Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı
Osman Zolan, restorasyon çalışmaları devam eden
iki tarihi mekanda incelemelerde bulundu. Zolan,
yaptığı açıklamada hiçbir tarihi değerin yok
olmasına vicdanlarının razı olmadığını belirterek,
"Merzeci Un Fabrikası ve Sürücü Evi, ayakta kalarak
bizlere ulaşan birkaç tarihi değerimizden ikisidir.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan
projesi onaylandıktan sonra ihalesini yaptık,
çalışmalar devam ediyor. Bu tarihi mekanları
Denizli ile buluşturmak istiyoruz ve bu tür
projelerin yanındayız. Buralar Denizlimiz'in ayrı
bir değeri olacak. Merzeci Un Fabrikası, sanat ve
kültürle iç içe bir mekan haline gelecek.
Tarihimizle sanatımızı burada buluşturacağız. 150
yıl önce yapılmış bir binada sanat icra edilecek.
Çocukluk yıllarımda yukarıdaki derelerden buraya su
akar ve değirmeni döndürürdü. İnşallah bu değerimiz,
ocak ayı sonunda çevre düzenlemesiyle birlikte
bitecek. Burası 10-15 yıldır terkedilmiş haldeydi.
Ahşapları sökülür, kışın odun olarak yakılırdı.
Kurul onayından sonra emin ellere geçti." dedi.
Sürücü Evi restorasyonu
hakkında da bilgi veren Başkan Zolan, "Sürücü Evi de
ocak sonu gibi restorasyonu bitmiş şekliyle hizmet
verecek. Burası gençlik ve kültür merkeziyle
kütüphane şeklinde kullanılacak. Bilindiği üzere
Osmanlı arşivleri üzerine çalışma yapmıştık.
Denizli'yle ilgili arşivleri, buradaki
kütüphanede insanlarımızın bilgisine sunacağız. Bu
eserin, 160 yılı aşkın geçmişi var." diye konuştu.
Tarihi evin
kamulaştırılmadan önceki sahibi Kadime Sürücü ise
eşinin dedesi Ali Sürücü tarafından 160 yıl önce
yapıldığını belirterek, "Bu ev yaşasın istedik.
Denizli'nin 150 yıl önceki kültürü burada
yaşayacak. Sizlere teşekkür ediyorum.
Denizli evleri çoktu, kala kala bir iki tane
kaldı. Tarihi olmayan bir milletin yarını olmazmış."
dedi.
Denizli Belediyesi, daha önce de Külahçıoğlu Un
Fabrikası,
İbrahim Çallı Sanat Evi, Konyalıoğlu Konağı,
Balcıevi gibi tarih ve kültür değerlerini restore
ettirmişti.
haberler.com, 07.12.2012
|
"BATI DÜNYASI, MİMARİYİ ANİ'DEN ÖĞRENDİ"

Kültür Rotaları Derneği Başkanı Kate Clow, bütün
dünya mimarlarının, mimariyi Ani'den öğrendiğini
belirterek, ilk kiliselerin, ilk harabelerin, ilk
binaların Ani'de yapıldığını, buradan Avrupa'ya
yayıldığını bildirdi.
Serhat Kalkınma Ajansı'ndan (SERKA) yapılan
yazılı açıklamada, ajans tarafından Sarıkamış, Kars,
Ağrı, Ardahan ve Iğdır'da düzenlenen gezi, yürüyüş
ve tırmanış rotalarıyla bölgenin kültürel, turistik
ve doğal değerlerini tanıtmak amacıyla gazeteci,
yazar ve seyahat acentesi temsilcilerinden oluşan 50
kişilik grubun kente davet edildiği belirtildi.
Grubun, 4 gün süren
program kapsamında Sarıkamış'taki
Katerina Köşkü, Bayraktepe Kayak Merkezi ile Çıldır
Gölü, Şeytan Kalesi, Kars kent merkezi ve Ani antik
kenti ile Doğubayazıt İlçesi'ndeki Ahmedi Hani
Türbesi ve İshak Paşa Sarayı'nın gezildiği ifade
edildi.
Ani Antik Kenti'ni gezen Kültür Rotaları Derneği
Başkanı Kate Clow, Batılı mimarların mimarlık
sanatını Ani'den öğrendiklerini belirterek, Ani'nin
batı dünyasına ve Rönesans'a kaynaklık ettiğini
vurguladı.
SERKA sayesinde bölgeyi tanıma fırsatı bulduğunu
ifade eden Clow, şunları kaydetti:
“Bu geziyle
Türkiye 'nin en güzel ören yerlerini, tarihi
yerlerini, geleneksel halk kültürünü gördük. İlk kez
1992 yılında gördüğüm Ani'ye çok geldim. Bugüne
kadar çok değişti. Selçuklu duvarları restore
edildi. Şimdi kiliseleri restore etmeye başladılar.
Tigran Honents Kilisesi'ni iki yıl önce yine gezdim.
Restore ediliyordu. Freskler restore edilmiş, taşlar
restore edilmiş ve çok güzel bir durumda şimdi.
Mimarlık çok önemlidir. Çünkü yalnız Ani'de
bulunmaz. Buradan giden mimarlık yavaş yavaş bütün
Avrupa'ya geçti ve Avrupa'da Rönesans'ta çok önemli
bir yere sahiptir. Yani bütün dünyanın mimarları
mimariyi Ani'den öğrenmişti. İlk kiliseler, ilk
harabeler, ilk binalar bu çeşit yapılar ilk burada
yapılmış ve yavaş yavaş Avrupa'ya yayılmış.
İngiltere 'den Norveç'e, İsveç'e kadar
yayılmıştı. Mimarinin kaynağı Ani antik kentidir.”
Batıdaki mimarinin kaynağının da Ani olduğuna
dikkati çeken Clow, “Batı dünyası mimariyi buradan
öğrendi. Bu süreç 200, 300 yıl sürdü ve yavaş yavaş
Avrupa'ya yayıldı” ifadelerini kullandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Dış İlişkiler ve
Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı
temsilcisi Ece Yiğit de Bakanlık olarak kültür
yolları konusunda çalışmalar yaptıklarını
belirterek, kültür yollarının son dönemde alternatif
turizm yöntemlerinden biri olarak dikkat çektiğini
vurguladı.
Bakanlık olarak özellikle 3 yıldır
“sürdürülebilir turizm” başlığı adı altında kültür
yolları çalışmaları yaptıklarını anımsatan Clow,
şunları ifade etti:
“Bilgilendirme amaçlı çeşitli çalıştaylar yaptık.
Kendimizde tabii çok şey öğrendik bu sayede. Şimdi
de kültür yolları olarak yapılan çalışmalara
elimizden geldiğince destek vermeye çalışıyoruz.
Serhat Kalkınma Ajansı'nın bu yöndeki çalışmaları
bizim açımızdan çok önemlidir. Bundan sonra
yapılacak çalışmalarda da Serhat Kalkınma Ajansı'nı
örnek olarak göstermek istiyoruz.”
Radikal, 07.12.2012
|
 |
CHARLES DICKENS'IN EVİ AÇILDI
İngiliz yazar Charles Dickens'ın Londra'da müze olarak kullanılan evi, restorasyon çalışmasının ardından yeniden açılıyor.
Dickens'ın ailesiyle birlikte yaşadığı 4 katlı tuğla ev, yıllardır bakımsız bir biçimde müze olarak kullanılmasının ardından 4 milyon 800 bin dolarlık restorasyon çalışmasıyla yenilendi.
Eski haliyle hayranlarının akınına uğrayan ancak Londra'ya gelen birçok ziyaretçi tarafından fark edilmeyen evde, Dickens'in 1837 ve 1839 yılları arasında yaşadığı, “Nicholas Nickleby” ve “Oliver Twist” gibi eserlerini yazdığı odalar ziyaret edilebilecek.
Müze müdürü, restorasyon sırasında evin, “sanki Dickens biraz önce çıkmış” gibi görünmesini amaçladıklarını söyledi.
10 Aralık Pazartesi ziyaretçilere açılacak olan Dickens Müzesi'ni yılda yaklaşık 50 bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.
Ntvmsnbc, 10.12.2012
|
HARRAN'DA ROMA İZLERİNE RASTLANDI

Dünyanın en eski yerleşim yerleri
arasında bulunan, Asur ve Emeviler'e bir dönem
başkentlik yapan, ilk İslam Üniversitesi'nin
kalıntılarının bulunduğu Harran'daki restorasyon
çalışmalarında Roma dönemine ait izler bulundu.
Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Harran İlçesi'nin
MÖ 6 binli yıllardan bugüne kadar kesintisiz
bir yerleşim yeri olma
özelliğine sahip olduğunu
belirtti.
Kentin bir
çok yerindeki tarihi eserleri ayağa
kaldırmak amacıyla arkeolojik kazılar
yürüttüklerini aktaran Ercan, MS 750
tarihinde
Emevi hükümdarı 2. Mervan tarafından 10 bin
dirhem altın harcanarak yaptırıldığı bilinen 3
kat ve 150 odadan oluşan Harran İç Kale'de
restorasyon çalışmalarının yürütüldüğünü ifade
etti.
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay'ın Harran'a çok önem
verdiğini ve bu kapsamda ayrılan ödenekle iç
kalenin restorasyon ihalesinin yapıldığını
anlatan Ercan, ''Şanlıurfa Müze Müdürlüğü olarak
biz de restorasyona destek verme amaçlı
arkeolojik kazıya başladık. Şu anda aktif olarak
alanda 70 işçimiz çalışıyor. Kazılarla
restorasyona destek oluyoruz. Kalenin iç
bölümünde bulunan hafriyatı alarak restorasyon
firmasının yapıyı daha
bir sağlamlaştırmasına olanak
sağlıyoruz'' dedi.
Müze Müdürü Ercan, burada yapılan kazıların
restorasyon amaçlı olduğunu ve
yeni veriler elde ettiklerini
belirterek, şunları kaydetti:
''Bu kazıyla beraber Roma
dönemine tarihlenen sütun tamburları, sütun
başlıkları ve bir
iki tane Grekçe (eski Yunan alfabesi) yazıt gün
yüzüne çıkarıldı. Bu Grekçe yazıtları okumaya
çalışıyoruz belki bu yazıtlar bize Harran'ın
tarihiyle ilgili daha
yeni veriler sağlayacağı
düşüncesindeyiz. Yani MS 750 olarak bilinen
tarihi belki çok daha eskiye gidecek.
Kazı sonuçlandığında hem mimari olarak hem de
kalenin tarihi
olarak yeni bilgilere sahip
olacağız.''
Haber 7, 06.12.2012
|
TOPRAĞI KAZDIKÇA TARİH ÇIKIYOR

Anadolu'da buluntu eserlerin çokluğu bakımından önde
gelen arkeolojik kazılardan olan Kütahya'daki 5
yıllık geçmişe sahip Seyitömer Höyüğü kazılarında,
2006 yılından bu yana gün ışığına çıkarılan
eserlerden yaklaşık 7 bini, sergilenmek üzere müzeye
teslim edildi.
Kazı Grubu Başkanı ve Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ)
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nejat Bilgen, AA muhabirine, Seyitömer
Höyüğü'nün, il merkezine yaklaşık 25 kilometre
uzaklıkta, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel
Müdürlüğü'ne bağlı Seyitömer Linyitleri İşletmesi
(SLİ) Müessesesi arazisinde bulunduğunu söyledi.
Höyüğü 2006 yılından bu yana her yıl 6'şar aylık
dönemlerde kazdıklarını ve 7'nci kazı döneminin bir
ay önce sona erdiğini belirten Prof.Dr. Bilgen,
şöyle devam etti:
''Bu yıl 26 Haziran'da başladığımız kazıları bir ay
önce sonlandırdık. Akademisyenlerimiz dışında 70'i
arkeoloji öğrencisi olmak üzere toplam 300 işçiyle
çalıştık. Bulduğumuz eserleri, üniversitemizin
arkeoloji laboratuvarlarında restorasyon,
konservasyon, envanterleme çalışmalarına tabi
tuttuk. Bu yıla ait bin 219 envanterlik, yani
sergilenmeye hazır eseri Kütahya Müze Müdürlüğü'ne
teslim ettik. Bu sayı bizim için çok önemli. Çünkü
her yıl yaklaşık 6 ay çalışıyorduk. Önümüzdeki
birkaç yıl da böyle olacak. 6 aylık çalışma süresi,
300 kişilik işçi potansiyeli, çıkarılan eserlerin
nitelikli ve envanterlik düzeyde olanlarının
sayısıyla önemli bir çizgide seyrediyoruz. Her yıl
müzeye binden fazla eser veriyoruz. Bu yıla kadar
müzeye toplam 7 bin envanterlik eser teslim ettik.
Bütün bu verileri birlikte ele aldığımızda,
Seyitömer Höyüğü kazısı, Türkiye'nin en büyük, en
çok üretim yapılan ve en çok sonuçlara varılan
kazıları arasında ön sıralarda gelmektedir. Bu
kazıya katkıda bulunan gerek TKİ Genel Müdürlüğü,
SLİ Müessese Müdürlüğü, DPÜ Rektörlüğü ve Kütahya
Müze Müdürlüğü yöneticilerine gerekse özveriyle
çalışan ekibime teşekkür ederim.''
Prof.Dr. Bilgen, gelecek yıl kazıyı 1 Mayıs'ta
başlatmayı planladıkları bilgisini vererek, o tarihe
kadar ellerindeki buluntularla ilgili restorasyon ve
konservasyon çalışmalarını sürdüreceklerini anlattı.
Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün de müzede toplam
45 bin eser bulunduğunu ve bu sayının, Seyitömer
Höyüğü kazısından gelen bin 219 eserle artacağını
dile getirerek, sürekliliğe sahip bir kazı olduğu
için Seyitömer'deki çalışmalardan bilimsel bakımdan
önemli sonuçlar elde edildiğini bildirdi.
SLİ Müessesesi sınırları içinde yer alan höyükteki
kurtarma kazısı çalışmaları, altındaki 12 milyon ton
kömürün ekonomiye kazandırılması amacıyla 1989'da
Eskişehir Müze Müdürlüğü'nce başlatıldı.
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nün 1990-1995
yıllarında yürüttüğü çalışmalar, 2006'dan itibaren
DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nce ele
alındı.
TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında
imzalanan protokol gereği her yıl 6'şar aylık
dönemlerde yürütülen çalışmaların tamamlanması ve
höyüğün kaldırılmasının ardından yaklaşık 500 milyon
lira değerindeki linyit kömürünün çıkarılmaya
başlanması hedefleniyor.
Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığındaki ekibin
yürüttüğü kazıdan önceki yıllarda önemli bilgiler
elde edildi. 5 bin yıllık geçmişe sahip höyüğün
bulunduğu alanın, Erken Tunç ve Orta Tunç çağlarıyla
Roma ve Hellenistik dönemlerde önemli bir seramik
üretim merkezi olduğu sonucuna ulaşılarak, büyük bir
deprem ve yangının izlerine rastlandı.
Höyükten, yanarak korunmuş insan beyinleri, insan
iskeletleri, yanmış kumaş parçaları, 4 bin 300 yıl
öncesine ait olduğu sanılan saray kalıntıları, Roma
dönemine ait su yolu ve Pers döneminden kalma kılıç
gibi önemli buluntular çıkarıldı.
Sabah, 03.12.2012
|
TARİHİ 'PUZZLE' GİBİ BİRARAYA GETİRİYORLAR
Çorum'un Alaca
İlçesi'ne bağlı Alacahöyük
beldesinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmalarında
gün yüzüne çıkarılan birçok eserin parçacıklarının
bir araya getirilmesi, ekibi kimi zaman puzzle
yapıyormuşçasına eğlendiriyor.
"Milli kazı" olarak
bilinen ve bir asrı aşkın süredir devam eden
Alacahöyük'teki kazılarda bu yıl da tarihe ışık
tutacak çok miktarda çanak çömlek parçacığı gün
yüzüne çıkarıldı.
Alacahöyük Kazı Başkanı
Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, AA muhabirine yaptığı
değerlendirmede, bölgenin tarihsel açıdan büyük önem
taşıdığını belirtti.
Çalışma ekibinin
faaliyetlerini özveriyle sürdürdüğünü ifade eden
Çınaroğlu, kazı çalışmalarının tamamlanmasının
ardından kazı evinin adeta bir ortopedi kliniğine
büründüğünü dile getirdi.
Kazı çalışmalarının
tamamlanmasıyla gün yüzüne çıkarılan parçaları kazı
laboratuvarına getirdiklerini anlatan Çınaroğlu,
şöyle devam etti:
"Bu laboratuvarda görünen
kalabalık şeyler, parça parça bulunan eserler, bir
bilmece gibi teker teker elden geçiyor ve bu şekilde
adeta bir ortopedi kliniği gibi önce ameliyat
yapılıyor, sonra o bandajdan alınıyor ve bu hale
geliyor. Bunlar da müzeyi dolduracak şekilde
hazırlanıyor. Kazıda işçiler hep altın bulmamızı
isterler. Biz altın bulmayı hiç istemedik, çünkü
altın bize konuşmaz. Alacahöyük'te bundan sonra
yapılacak kazılarda tarihe ışık tutacak yine çok
önemli eserler bulunacağını düşünüyorum."
Alacahöyük'te 14 şehrin
üst üste yattığını ve bu şehirlerden en
görkemlisinin İlk Tunç Çağı dönemine ait olduğunu
ifade eden Çınaroğlu, "Kral mezarları var burada. Bu
mezarları belki kral mezarı olarak görmek doğru
değil. Çünkü o dönemde şehir beylikleri var.
Beylerin, hanımların mezarları var. Bunlar son
derece zengin. Başka hiçbir yerde çıkmadı böyle
mezarlar" dedi.
Bulunan mezarlara bir
dönem yanlışlıkla "Hitit mezarı" dendiğini ancak bu
mezarların Hititlerin
Anadolu'ya geçişlerinden 350 veya 400 sene
öncesine ait olduğunun ortaya çıktığını belirten
Çınaroğlu, şunları kaydetti:
"Bu mezarlar bir yerde
Hitit medeniyetini hazırlayıcı döneme ait. Hattiler,
Anadolu'da adı bilinen en eski kavimdir. Bu
Alacahöyük, Hatti bölgesinde ya da Hatti kavminin
bir bölge merkezi. Önemli yerlerinden biri ama
Hatti,
Anadolu'da adı bilinen en eski kavimdir ve
Hattice de Türkçe'nin de içinde bulunduğu dil
grubunda. Bu bizim için son derece önemli. Kazılar
kesintisiz devam ediyor. Bu sene de kazılara yine
aynı şekilde belirlenen yerlerde devam ettik.
Kazılardaki beklentilerden biri, bu Hatti dönemi
yani İlk Tunç Çağı dönemindeki tabakalaşma.
Şehirlerin üst üste hangi usullerde yerleştirildiği
ya da tarihsel açıdan kronolojisinin nasıl
olacağıdır. Biz buna ağırlık vererek çalışıyoruz."
haberler.com, Haber: İsmail Çimen, 30.11.2012
|
BANDIRMA'DAKİ ROMA MEZARLIĞI TALAN EDİLİYOR

Balıkesir'in Bandırma
İlçesi'nin Ayyıldız
Mahallesi'nde bulunan Roma dönemine ait lahit
mezarların bulunduğu tescilli alanda, tarihi eser
kaçakçılarının yeni bir kazı yaptıkları ortaya
çıktı.
Arkeolojik kazı çalışmalarının sürdürüldüğü,
Kyzikos antik kentine 8 kilometre uzaklıktaki
Bandırma'nın kenar mahallerinden Ayyıldıztepe ile
Mamun Köyü arasındaki Roma Mezarlığı uzun yıllar
tarihi eser kaçakçılarının hedefi oldu. Kültür ve
Turizm Müdürlüğü tarafından 'tescilli alan'
olarak belirlenen bölgede son aylarda yeniden kaçak
kazı çalışmaları yapıldığı saptandı. Yapılan
incelemede 2 mermer lahitin tamamen açıldığı
belirlendi.
Yağmalandığı sanılan bu tarihi mezarların hemen
yakınında yapılan kazılar, burada daha başka
kalıntıların da olduğunu gösteriyor. Kazılan 3 metre
derinlikteki kuyu şeklindeki dehlizin dibinde,
duvara benzer bir yapının olması iddiaları
güçlendirirken, bu bölgede tarihi yapıların
bulunabileceğini belirten vatandaşlar yetkililerin
araştırma yapmalarını, ayrıca bölgenin koruma altına
alınmasını istedi.
Cnn Türk, 29.11.2012
|
2 - 8 Aralık 2012
|
OSMANLI REVAKLARI
YIKILIYOR

Hac mevsiminin sona ermesinin ardından Kabe'nin etrafındaki tavaf alanını genişletmek amacıyla yıkım başladı. Bu çalışmalar sırasında 17. yüzyılda yapılan Osmanlı revaklarının da tek tek sökülerek taşınacağı belirtiliyor. Bazı uzmanlar, yıkılan revakların genişleme çalışmaları sırasında tekrar kullanılacağını kaydederken, konu ile ilgili olarak henüz resmi bir açıklama yapılmadı. Şu anda yaklaşık 90 bin kişinin aynı anda tavaf yapabildiği Kabe'de, genişleme çalışmalarından sonra 130 bin kişinin tavaf yapabileceği ifade ediliyor.

Mescid-i Haram'da 500'e yakın Osmanlı revakı bulunuyor. Kabe'nin yüksekliğini aşmamasına özen gösterilerek yapılan bu revakların planı, Kanuni Sultan Süleyman Han'ın emriyle Mimar Sinan tarafından hazırlamıştı. Tavaf alanını genişletmek için revakların yıkılması, "Osmanlı mirası yok mu ediliyor, yoksa proje bir mecburiyet mi?" sorularını akla getiriyor. Bilindiği gibi Osmanlı mirası olan Ecyad Kalesi de birkaç yıl önce yıkılıp yerine otel yapılmıştı.
Türkiye Gazetesi, 07.12.2012
|
ANTİK MISIR SFENKSİ
SERADA BULUNDU
İtalya'nın başkenti Roma'da mali polis, yurtdışına
götürülmek üzere Roma yakınlarındaki Montem Rossulum
Nekropolü'nden kaçırılan 120x60 boyutundaki bir
Mısır sfenksini ele geçirdi.
Roma Mali Polisi'nin Arkeolojik Eserleri Koruma
Grubu tarafından yürütülen incelemeler esnasında
sfenks, ambalajlanmış olarak bir serada kasanın
içinde bulundu. Sit alanı ilan edilen Roma
yakınlarındaki Tuscia Mezarlığı'ndan çalınan Afrika
granitinden yapılmış sfenksin, Antik Mısır'da cenaze
mekanlarında dekor olarak kullanıldığı tahmin
ediliyor.
Sabah, Haber: Yasemin
Taşkın, 07.12.2012
|
|
 |
KARAKALEM RESİM REKOR FİYATA SATILDI
Rönesans döneminin en önemli İtalyan ressamlarından Raphael'in kara kalem çalışması, İngiltere'nin başkenti Londra'da rekor fiyata satıldı.
Sotheby's Müzayede Evi'nde kıran kırana geçen 17 dakikalık açık artırmada adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu, Raphael'in “Havari Başı” adlı resmi için yaklaşık 48 milyon dolar ödedi.
Gizemli alıcının Rus olduğu iddia edildi.
38 santimetreye 28 santimetre büyüklüğündeki resim, şimdiye kadar bu boyuttaki çalışmalar için ödenen en yüksek fiyata alıcı bulmuş oldu.
Sanatçının 1720 yılında tamamladığı resim, Devonshire Dükü'nün evi olan Chatsworth House'da bulunan özel koleksiyonda yer alıyordu. Chatsworth koleksiyonu, Rubens, Van Dyck ve Rembrandt gibi ünlü sanatçıların yaklaşık 3 bin eserinden oluşuyor.
Raphael'in, “İlham Perisi Başı” adlı eseri, 200'da Christie's Müzayede Evi tarafından 46,8 milyon dolara satılmıştı.
Radikal, 07.12.2012
|
TARİHİ KİTABE AHIRDAN ÇIKTI
Beykoz Anadolukavağı'nda bulunan Yoros Kalesi'nden 2 yıl önce çalınan, Bizans dönemine ait üzerinde haç figürü ve Grekçe dört harf bulunan mermer kitabe Tokatköy'de bir evin ahırında bulundu. Polisin özenle çıkardığı kitabe koruma altına alınırken, gözaltına alınan ev sahibi adliyeye sevk edildi.
İstanbul Boğazı'na hakim tepede inşa edilen Yoros Kalesi'nin doğu cephesinde yer alan armalarla da benzerlik gösteren 1.30x.0.75 cm ebatlarındaki arma-kitabe yaklaşık 2 yıl önce tarihi eser kaçakçıları tarafından çalındı. Kitabeyle ilgili olarak önceki gün ihbar geldi. Mali Şube Müdürlüğü'ne bağlı bir ekip, kitabenin Tokatköy Mahallesi'nde iki katlı evin ahırında yer altına gömülmüş halde olduğunu tespit etti. Kitabenin bulunduğu alanı özenle kazan polis, yüzlerce kilo ağırlığındaki tarihi eseri yerinden kaldıramayınca uzman ekip çağırdı. Mermer kitabe, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nun hazırladığı 'çalıntı eserler' listesinde yer alıyordu.
Sabah, Haber: Erdoğan Yapık, 07.12.2012
|
 |
MAĞARA ADAMLARI MODERN
RESSAMLARDAN DAHA İYİYMİŞ

Mağara adamlarının, hayvanların hareketlerini modern
ressamlardan daha iyi resmettiği belirlendi.
Budapeşte'deki Eotvos
Üniversitesi'nden Gabor Horvath ve ekibi, bazı
mağaraların duvarlarındaki tarih öncesi çağa ait
öküz ve fil resimleri ile hayvanların ayak
hareketlerinin görüldüğü modern tabloları ve
heykelleri inceledi.
Bilimadamları, tablo ve heykellerindeki hareketler
ile söz konusu hayvanların yürüyüş veya koşmalarına
ilişkin bilimsel gözlemleri karşılaştırdı.
Hayvanların yürürken ya da koşarken görüldüğü resim
ve heykellerde bacakların genellikle yanlış
pozisyonda olduğu belirlendi.
Tarih öncesi çağa ait resimlerdeki hata payının
yüzde 46,2, 1887'den önceki modern eserlerinkinin
ise yüzde 83,5 olduğu belirtildi.
1887'den sonra modern eserlerdeki hata payının yüzde
57,9'a düştüğü kaydedildi.
Araştırma sonuçları “PLOS ONE” dergisinde
yayımlandı.
Hayvanların hareketleri bilimsel olarak ilk kez
1880'li yılların başında İngiliz fotoğrafçı Eadweard
Muybridge tarafından incelenmişti.
Muybridge, birden fazla kamera kullanarak hareket
incelemeleri yapmıştı. Sinemanın ilkel halini ilk
bulan kişi olarak da bilinen Muybridge, o dönemde
çok merak edilen ve üzerine bahisler oynanan “Bir at
dört nala koşarken dört ayağı birden aynı anda
yerden kesilir mi” sorusunu ispatlatmak isteyen
dönemin California Valisi ve yarış atları sahibi
Lelan Stanford tarafından görevlendirilmişti.
Bunun üzerine atın hareket halindeki görüntüsünü
yakalamaya çalışan Muybridge, fotoğraf
makinelerinden oluşan bir düzenek kurarak, 1/1000
enstantane hızıyla görüntü elde etmişti.
Muybridge, 1878'de yaş kolodyum tekniğiyle dört nala
giden bir atın bütün hareketlerini kayıt altına
almayı başarmıştı.
Radikal, 06.12.2012
|
|
KURUŞÇEV'İN YASAKLADIĞI
SERGİ YENİDEN AÇILDI
Rusya'da 1962'de, dönemin lideri Nikita Kuruşçev
tarafından yasaklanan sergi, 50 yıl sonra yeniden
açıldı.
Manezh Salonu'nda açılan
ve Kruşçev'in ziyaret ederek Komünist Partisi'nin
bakış açışına uymadığı gerekçesiyle yasaklayarak
kaldırılmasına karar verdiği “The New Realitiy”
sergisi, 50 yıl sonra yeniden aynı yerde
sanatseverlerle buluştu.
Sergide, ağırlıklı olarak Rus
sanatçı Ely Belyutin ve öğrencilerinin
resim çalışmaları yer alıyordu.
Radikal, 06.12.2012
|
SÜMER DİLİNİ KURAKLIK YOK ETMİŞ
4
bin yıl önce tarih sahnesinden çekilen Sümerlerin
kullandığı dilin 200 yıl süren bir kuraklık sonucu
yok olduğu iddia edildi.
Amerikan Jeofizikçiler
Birliği üyelerinden Matt Konfirst'in yaptığı
açıklamaya göre; Sümer medeniyeti 200 yıla yakın
devam eden kuraklık yüzünden hızlı bir şekilde
tarihe karıştı. Bu nedenle Sümerlerin dillerinden
günümüze herhangi bir kalıntı da aktarılamadı.
Sabah, 06.12.2012
|
|
 |
ADANA 4 BİN YILLIK HEYKELİNİ ABD'DEN İSTİYOR
Adana Büyükşehir Belediyesi’nce, düzenlenen 13 Kare Sanat Festivali’nin açılışında, 1882 yılında bir patates çuvalı içinde ABD’ye kaçırılan yaklaşık 4 bin yıllık Hemşire Satsneferu Heykeli’nin Türkiye’ye iadesi için imza kampanyası başlatıldı.
15 yıl önce fotoğraf çekimi için çıktıkları yolculukta trafik kazasında ölen Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği üyesi 13 fotoğraf sanatçısının anısına düzenlenen 13 Kare Sanat Festivali “Sanat Sevgidir” yürüyüşü ile başladı.
1882 yılında şimdi Tepebağ Ortaokulu olarak bilinen binanın temel kazıları sırasında bulunan ve misyonerler tarafından patates çuvalı içinde ABD’ye kaçırılıp halen New York Metropolitan Müzesi’nde sergilenen 4 bin yıllık Hemşire Satsneferu Heykeli’nin Türkiye’ye iadesi için festival kapsamında imza kampanyası başlatıldı. İlk imzayı da Adana Büyükşehir Belediye Başkanvekili Zihni Aldırmaz attı. Aldırmaz, “Mısırlı Hemşire Satsneferu Heykelimizi isteyeceğiz. Bu konuda Kültür Bakanımız da çok duyarlı” dedi.
Habertürk, Haber: Neşet Karadağ, 06.12.2012
|
CAMİ VE KİLİSE
BeyoğluU eski Belediye Başkanı Haluk
Öztürkatalay’ın Taksim meydanı ile ilgili bazı
önerileri var. Diyor ki:
Başbakan Taksim’e cami yeri olarak, Taksim
maksemi yeri olan 2500 metrekare civarındaki arsayı
gösteriyor. Arsa halen Kasımpaşaspor Kulübü’nün
otoparkı olarak kullanılıyor. (Öbür takımlar buradan
neden pay istemezler diye düşünmek lazım.)
Bu alanda küçük bir cami yapılabilir. Ancak; maksem
sular duvarı bu camiyi gölgeleyecektir. Beyoğlu’nun
eski bir belediye başkanı olarak bu yer bana göre
hiç uygun değildir.
Taksim’e yapılacak cami büyük olmalı, heybetli
olmalı, uluslararası proje yarışmasına açılmalı,
İstanbul ve İslam dünyasına hizmet etmelidir.
Taksim meydanı ve çemberine baktığımız zaman bu
büyüklükteki tek yer, 28.000 metrekare’lik (28
dönüm) alanı ile eski Şan Tiyatrosu’nun bulunduğu
Surp Agop Ermeni Vakfı’na ait olan alandır.
Bu yer günün rayiç bedeli ile satın alınabilir. Bu
konuda elini cebine atacak birçok işadamımızı görür
gibiyim. Konumu itibariyle Dolapdere’ye doğru eğimli
olan bu yer için Türkiye ve dünya mimarlarının bir
şaheser çıkaracaklarına inanıyorum.
AYA TRİADA KİLİSESİ
Taksim Sıraselviler Caddesi ile Meşelik
Sokak arasında bulunan kilise 1880 yılı yapımıdır.
Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi olarak
bilinmektedir.
Bu kilisenin Taksim Meydanı’na bakan tarafı 35 adet
işyeri ile adeta kuşatılmıştır. Bu işyerlerinin
tamamına yakını dönerci ve köftecidir. Bu manzara
İstanbul’a yakışmamaktadır.
Taksim Meydanı düzenlemesi bittikten sonra bu
yerlerin nasıl bir görüntü vereceğini düşünmek bile
istemiyorum. Çoğu tek katlı olan ve bir kısmı da iki
veya üç kata çıkan işyerleri de mevcuttur.
35 işyerinin yıkılması için Aya Triada Kilisesi
yetkilileri ile konuşularak sorun çözülebilir. Bu
işlemler gerçekleştikten sonra, İstiklal Caddesi, 27
kapı nolu Taxim Palas binasından başlayarak, kilise
dekoratif şık demir parmaklıklarla çevrilerek ve
açılan alan çimlenip çiçeklenerek yeni Taksim
Meydanı’na güzellikler katılacaktır.”
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 05.12.2012
|
TUT ULU CAMİİ'NİN RESTORASYONU SÜRÜYOR
Adıyaman'ın Tut İlçesi'nde bulunan tarihi Ulu Camii'nde, restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Minaresinin kaidesi üzerindeki yapım kitabesine göre 1736-37 yıllarında Hacı Hasan tarafından yapılan, tescilli birinci grup tarihi yapı niteliğindeki Ulu Camii'ndeki restorasyon, tüm hızıyla sürüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce sürdürülen restorasyon çalışmaları, iki ay önce başlatıldı.
Öte yandan, Tut Kaymakamı Ramazan Kendüzler de, restorasyon çalışmasının yapıldığı camide incelemelerde bulundu. Kendüzler, teknik elemanlarla birlikte 16 kişiden oluşan ekip tarafından sürdürülen çalışmaların, 315 gün içerisinde bitirileceğini belirtti.
Olay Medya, 05.12.2012
|

|
BENİM TARİH SENİNKİNİ DÖVER

İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi'nin benzeri,
yıkılmasından 66 yıl sonra Bizans kalıntıları
üzerine yapılacak. Uzmanlar ise inşaat değil
arkeolojik kazı istiyor.
Tophane'de yapımı devam eden İmalat-ı Harbiye Usta
Mektebi'nin Bizans Kilisesi kalıntıları üzerinde
yükseldiği ortaya çıktı. Yapının arkeolojik alanda
inşa edilmesini değerlendiren uzmanlar ise amacın,
"Bak Osmanlı'yı Bizans'ın üzerinde yükseltiriz"
mesajı vermek olduğunu dile getirdi.
Tophane'de,
top dökümhanesine usta yetiştirmek için kurulan
ancak 66 yıl önce yıkılan İmalat-ı Harbiye Usta
Mektebi yeniden yapılıyor. Sadece duvar kalıntıları
bulunan okul, Mimar Sinan Araştırma Uygulama Merkezi
ve Müzesi olarak kullanılacak. Eylül ayında yapımına
başlanan yapının bir yıl içerisinde bitirilmesi
bekleniyor. Ancak, Mimar Sinan Üniversitesi'nin tam
karşısında yükselen "sahte" tarihi yapıya
üniversitedeki öğretim görevlileri de tepki
gösteriyor.
Tahminlerle kayıp eser inşası
Taraf 'a konuşan Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim
Görevlisi Aykut Köksal, son dönemde "kayıp eserlerin
ihyası" adı altında, ne korumacılıkla, ne
restorasyonla, ne de mimari etikle ilgisi olan,
sadece bir imar gerekçesi yaratmak için uydurulan
bir dizi sözde yeniden inşa çalışmasının gündemde
olduğunu belirterek, "Bunlardan biri de Tophane'de
yeniden inşası tahta perdeler üzerinde duyurulan
kışla binaları. Burada vahim olan pek çok nokta var.
1956'da Menderes'in imar hareketleri sırasında
yıkılan bu binaların yerinde şimdi cadde var. Demek
ki daha geriye inşa edilecekler ama orada topografya
yıkılanlar boyutunda bir inşaya izin vermiyor. Demek
ki küçültülecekler. Ayrıca elde fotoğraflardan başka
belge yok, demek ki tahminlere dayanılarak yeniden
projelendirilecekler ve bunun adı 'kayıp eserin
ihyası' olacak..." dedi.
"Bizans kilisesi var"
Yapının inşasının çok daha vahim boyutları
olduğunu belirten Köksal şöyle devam etti: "Ne var
ki asıl vahim olan noktayı Semavi Eyice'nin 'Bizans
Devrinde Boğaziçi' kitabından öğreniyoruz: Eyice,
inşa edilecek binaların yer aldığı yamaçta, bir
Bizans kilisesine ait olması muhtemel temel ve duvar
parçalarının bulunduğunu yazıyor. Kısacası, bu
alanda yeni bir inşaat çalışmasına girişmek bir
yana, sistemli ve titiz bir arkeolojik kazı
yapılması gerekiyor."
Gündelik siyaset için
Arkeolog Aksel Tibet ise bilimsel bir dürtüden
çok gündelik siyaset için bu tür yapıların inşa
edildiğini belirterek, "Bizans kalıntılarının olduğu
bir yerde arkeolojik kazı yapılmadan, oranın
niteliği anlaşılmadan, alelacele bir binanın
yapılması doğru bir tutum değil. Almanya'daki belli
başlı şehirlerde, birçok yapı İkinci Dünya Harbi'nde
bombardımanlarda yok olmuştu. Onları tekrar aslına
uygun olarak yaptılar. Ama orada çok belirgin
koşullar vardı. O inşa edilen yapının elimizdeki
dokümantasyonu nedir onu da bilemiyoruz. Ayrıntılı
olarak elimizde bir veri var mı ki o bina inşa
ediliyor. İç taksimatının nasıl olduğunu sadece
dönemin fotoğraflarına bakarak bulamazsınız. Ayrıca
İstanbul'da mevcut olan kurtarılmayı bekleyen bir
sürü eski yapı var. Bunları kurtarmadan yok olmuş
olanları, eldeki bölük pörçük bilgiler ile
yükseltmenin anlamı yok. Bu daha çok 'Bak biz Mimar
Sinan'ı, Osmanlı'yı Bizans'ın üzerinde yükseltiriz'
mantığı ile yapılıyor. Bilimsel tarafından çok
gündelik politikaya yönelik Topçu Kışlası gibi bir
anlayış söz konusu" ifadelerini kullandı.
Bölge arkeolojik alan
Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr.
Gülşah Özaydın ise bölgenin arkeolojik alan olduğunu
belirterek, "2009 tarihli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı
Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı'nda bölge,
arkeolojik park içinde yer alıyor. Bu bölgede
arkeolojik kalıntılar var. Arkeolojik bir alanda
böyle bir yapının yükselmesi ve bunun imar planına
işlenmesi yanlıştır" dedi.
Taraf, Haber: Serkan Ayazoğlu, 05.12.2012
|
ÇİN'DE İKİNCİ YÜZYILDAN KALMA SARAY
Çinli arkeologlar, Çin'in ilk imparatoru Qin Shi
Huang'ın Şian kentinde bulunan mezarına yakın bir
noktada geniş bir saray yapısının kalıntılarını
keşfetti. Ülkenin resmi haber ajansı Xinhua'nın
haberine göre, ana binası 690 metre uzunluğa ve 250
metre genişliğe sahip olan saray, 170 bin
metrekarelik alana yayılıyor. Bulunan kalıntıların,
tarihinin ikinci yüzyıla kadar uzandığını açıklandı.
Sabah, 05.12.2012
|
İNCİRLİOVA'DA TARİHİ ESER BASKINI
Aydın'ın İncirliova
İlçesi'nde düzenlenen
operasyonda, bir bakkal dükkanında çok sayıda tarihi
eser ele geçirildi. Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren
İncirliova İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı
ekipler, Kurtuluş Mahallesi'nde H.Ç'ye (50) ait
bakkal dükkanında arama yaptı. Aramada, 50 parça tarihi eser ile dedektör
bulundu. İşyeri sahibi H.Ç, gözaltına alındı.
Aydın Kent Haber, 05.12.2012
|
TARİHİ DOKUSUNA UYGUN
YOL YAPIMI TAMAMLANDI

Mardin'in en işlek ve
tarihi caddesi olan Birinci Cadde'de geçtiğimiz
Haziran ayında başlatılan altyapı ile üstyapı
çalışmaları tamamlandı. 3 milyon lira harcanarak
yenilenen Birinci Cadde, yeni yüzüyle görenleri
kendine hayran bırakıyor.
Tarihi doku korunarak yapılan çalışmalar kapsamında
yer altına 12,5 kilometre uzunluğunda 100 yıllık
ömürleri olan Korige ve polietilen boruların
kullanıldığı 5 ayrı hat döşendi.
Hava Radar girişinden Savurkapı eski hastane
çıkışına kadar olan bölümden oluşan üç kilometre
uzunluğundaki Birinci Cadde, bazalt taşıyla döşendi,
16.000 m² kaldırım taşı, 19.000 metretül oluk ve
bordür kullanıldı.Görsel kirliliğe neden olan
elektrik ve telefon kabloları da yer altına alındı.
Mardin tarihinde görülmemiş dev hizmetlere imza
attıklarını söyleyen Mardin Belediye Başkanı Mehmet
Beşir Ayanoğlu; " Yapılan eserin büyüklüğü ortada,
Birinci Cadde'nin eski hali ile yeni halini
karşılaştırdığınızda bu çalışmanın ne kadar zorlu ve
önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.Eskiden
hizmet diye sadece basit bir beton ya da parke
döşenirdi.Altı aydır süren çalışmalar kapsamında 3
milyon lira harcayarak toplam 12,5 kilometre
uzunluğunda 5 hat döşedik, üç kilometre uzunluğunda
ki cadde de bazalt taşı döşeyerek kaldırımların
tamamını tarihi dokuya uygun olarak
yeniledik.Halkımıza hayırlı olsun."dedi.
Yaptıkları her hizmetle şehre değer kattıklarını
ifade eden Başkan Ayanoğlu; "Bu çalışmalar şehrimize
daha fazla turist çekecektir.Turist demek
esnafımızın daha çok kazanması, istihdamın artması
kısacası Mardin'in daha da zenginleşmesi
demektir.Altyapıda yaşanacak tepkileri göze alarak
bu işe cesaret ve kararlılıkla girdik.Popülist
davranıp yüzeysel çalışmalar yerine zorlu
çalışmalara giriştik.Siyasetçiler altyapıya pek
girmek istemez ama bunu önemsemedik sonuçta kazanan
Mardin oldu.Tüm Mardinlilileri Birinci Cadde'yi
gezip görmeye davet ediyorum."dedi.
Mardin Belediyesi ve Mardin Valiliği'nin ortaklaşa
yürüttüğü "Sit Alanı Altyapı Su ve Kanalizasyon
Yenileme Çalışmaları Projesi" kapsamında Birinci
Cadde'deki altyapı ve üstyapı çalışması tamamlandı.
Toplam 3 milyon lira harcanan çalışmalar kapsamında;
Birinci Cadde'de her biri 2 bin 700 metre
uzunluğunda yağmur, kanalizasyon, su şebekesi olmak
üzere toplam 12,5 kilometre uzunluğunda 5 hat
döşendi. ; Üç kilometre uzunluğunda bazalt taşı
16.000 m² kaldırım taşı ile 19.000 metretül oluk ve
bordür kullanıldı. Görsel kirliliğe neden olan
elektrik ve telefon kabloları da yer altına alındı.
Radikal, Haber: Abdullah
Ortaç, 05.12.2012
|
ORPHEUS MOZAİĞİ KENDİ TOPRAĞINDA

Şanlıurfa'dan 1950'lilerin başlarında kaçırılan
Anadolu'nun en önemli mozaiklerinden 1818 yıllık
Orpheus Mozaiği, ABD'deki Dallas Sanat Müzesi
tarafından Türkiye'ye iade edildi. Mozaiğin
iadesiyle ilgili anlaşmayı ABD'de imzalayan Kültür
ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, bugün Orpheus
Mozaiği ile birlikte Türkiye'ye geliyor. Mozaiğin
tanıtımı Şanlıurfa'da Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay tarafından yapılacak. Şanlıurfa'da
arkeolog J.B. Segal tarafından ortaya çıkarılan
Edessa mozaikleri, kaçakçıların istilasına uğradı.
M. S. 194 tarihiyle en erken Edessa Mozaiği olarak
bilinen Orpheus Mozaiği, 1999'da bir müzayedede
Dallas Sanat Müzesi tarafından 85 bin dolara satın
alındı. Müze Müdürü Maxwell Anderson, mozaiğin
yasadışı yollarla Türkiye'den kaçırıldığını
belirleyince Washington'daki Türk Büyükelçiliği ile
irtibata geçti. Yapılan görüşmeler neticesinde
tarihi eserin iadesi için anlaşıldı. Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü
başkanlığında bir heyet, geçen hafta ABD'ye giderek
iade ile ilgili anlaşmayı imzaladı.
Sabah, Haber: Hasan
Ay, 05.12.2012
******
ORPHEUS'UN DEVAMI
GELECEK
ABD Dallas
Müzesi’nde bulunan Orpheus Mozaiği dün
İstanbul ’a
getirildi.
Türkiye ’den
yasadışı yollarla kaçırılmış mozaik Şanlıurfa’da
yapımı süren müze tamamlanana kadar İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nde sergilenecek. Kültür ve
Turizm Bakanlığı son yıllarda kaçak yollarla
ülkemizden götürülen eserlerin peşini
bırakmıyor. Bu nedenle Batılı koleksiyonerler
telaş içinde. Bulgaristan, Hırvatistan gibi pek
çok ülke de Türkiye’nin girişimlerinden cesaret
alarak ülkelerinden kaçırılan eserlerin peşine
düştü.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, ABD ve Avrupa’da pek
çok koleksiyonu mercek altına aldı. Müzayedeler,
sergiler takip ediliyor, müzelerin
koleksiyonları hatta depolarında bulunan eserler
bile izleniyor.
Özel ekip
kuruldu
Eski eser kaçakçılığı konusunda uzman birim
oluşturan bakanlık, Türkiye’ye ait eserleri
elinde tutankoleksiyonerlerle irtibata geçip
iade etmelerini istiyor. Bakan Ertuğrul Günay,
diplomasi yoluyla bilimselliği birleştirerek
karşı tarafı iknaya çabaladıklarının altını
çiziyor. Peki Kültür ve Turizm Bakanlığı hangi
eserlerin iadesi için çalışıyor?
ABD Harvard Üniversitesi’ne bağlı Dumbarton Oaks
Müzesi’ndeki Kumluca Definesi diğer adıyla Sion
Hazinesi 1963 yılında Türkiye’den yasal olmayan
yollarla kaçırıldı. Defineye ait 37 parça eser
halen Antalya Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
18 parça ise Dumbarton Oaks Müzesi’nde. Bakanlık
bu eserlerin Kumluca Definesi’ne ait olduğunu
bilimsel olarak kanıtladı. Müzakereler sürüyor.
Bakanlığın Paul Getty Müzesi’nden istediği 10
eser, 1968 ila 1984 yılları arasında satıcılar,
müzayede evleri ve koleksiyonerlerden alınmış.
Getty’nin Basilica Galerisi’nde sergilenen dört
mermer peri heykeli de istenen eserler arasında.
Metropolitan Sanat Müzesi’nde de Anadolu’dan
kaçırıldığı tespit edilen 18 arkeolojik eser
bulunuyor. Bakanlık bu eserlerin iadesi için de
görüşmelerini sürdürüyor.
‘Ödünç’
eser pazarlığı
Londra’daki Victoria Albert Müzesi bir süre
önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ödünç eser
istedi. 2014’te açılacak ‘Osmanlılar’ sergisinde
kullanılmak üzere istenen eserler için bakanlık
olumlu cevap verdi. Ancak Türk tarafının bir
şart vardı. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde
sergilenen ve MÖ 3. yüzyıla tarihlenen ‘Sidemara
Lahti’nden, 1882 yılında İngiliz arkeolog
Charles Vilson tarafından koparılıp çalınan
‘Eros Başı’nın geri verilmesiydi. Victoria
Albert Müzesi’nin yanıtı “Ödünç veririz” oldu.
Görüşmeler kesildi ama bakanlık iadede ısrarlı.
Aynı şekilde Londra’daki British Museum, ‘Hac
Sergisi’ düzenledi. İngiliz müze görevlileri
İstanbul müzelerinde inceleme yaparak 35 eseri
sergiye almak istedi. Bakanlık “Veririz ama
bizden kaçırılan ‘Samsat’ mezar taşını iade
edin” deyince bağlar koptu. 1.23 metre
yüksekliğinde olan bu mezar taşı Karkamış’tan
İngiliz arkeolog Leonard Vooley tarafından 1911
yılında önce Suriye’ye kaçırılmış, 1. Dünya
Savaşı yıllarında da British Museum’a
satılmıştı.
‘Broş’
bekleniyor
Almanya Berlin Müzesi’nde Beyhekim Camii
Mihrabı başta olmak üzere, Bergama Zeus Sunağı,
Hacı İbrahim Veli Sandukası, Troia eserleri gibi
çok sayıda eser bulunuyor. Ancak geçen günlerde
Almanya’da ortaya çıkan Uşak Müzesi’nden
çalınmış Karun Hazinesi’ne ait Kanatlı Denizatı
broşu bakanlığın önceliğinde. Broşun 2013
yılının ilk aylarında ülkemize iade edilmesi
bekleniyor.
Fransa Louvre Müzesi de mercek altında. Müzedeki
başta İznik çini karolar olmak üzere pek çok
eser istendi. 2. Selim Türbesi çini panoları,
Piyale Paşa Camii çini alınlıklar bir an önce
iadesi istenen eserlerin başında geliyor.
Danimarka Davids Samling Koleksiyonu’nda Seyid
Mahmud Hayrani Türbesi’ne ait sanduka tabutu,
Cizre Ulu Cami kapı tokmağı ve Selçuklu Bronz
Sfenks Figürini için iade görüşmeleri sürüyor.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 07.12.2012
|
DİYARBAKIR'IN İLK YERLEŞİM YERİ MÜZE KOMPLEKSİNE
DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak,
''İçkale'de, tüm proje ve uygulama çalışmalarının
tamamlanmasından sonra, ülkemizde şimdiye kadar hiç
bir örneği olmayan bir müze kompleksi elde
edilecek'' dedi.

Mustafa Toprak, tarihi
İçkale'de Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca sağlanan kaynaklarla
restorasyon çalışmaları süren ve
Diyarbakır
Arkeoloji Müzesi müştemilatını oluşturacak
binalarda incelemelerde bulunarak yetkililerden son
çalışmalar hakkında bilgi aldı.
İçkale yerleşkesindeki birçok projenin 14 Ağustos
2013 tarihinde bitirilmesinin planlandığını aktaran
Toprak, İçkale yerleşkesindeki tescilli
taşınmazların revize restorasyon, teşhir, tanzim,
makine ve elektrik tesisatı, çevre düzenlemesi, eski
cezaevi, Saint George Kilisesi, eski komutanlık ve
cephanelik, adliye binalarının restorasyonu ile
burçların onarımı çalışmalarının yapıldığını
belirtti.

Cephanelik, Çocuk Müzesi olacak
İçkale'de bulunan yapıların restorasyon çalışmaları
tamamlandığında Eski Kültür Hizmet Binası'nın Müze
Müdürlüğü hizmet binasına, cephanelik binasının
Uygulama Eğitim Merkezi ve Çocuk Müzesi'ne, Atatürk
Müzesi binasının zemin katının Bilgi Belge
Merkezi'ne, üst katının ''Atatürk ve Diyarbakır''
temalı sergi salonuna, adliye binalarının
''Arkeoloji 1'' sergi salonu, Valilik Kabul Ofisi ve
Kent Müzesi'ne, jandarma binasının ''Arkeoloji 2''
temalı sergi salonu ile satış reyonlarına, cezaevi
binasının depo, laboratuvar ve rezerv alanı olarak
işlevlendirileceğine dikkati çeken Toprak,
çalışmaların buna yönelik olarak devam ettiğini
söyledi.
''İçkale'de tüm bu proje ve uygulama
çalışmalarının tamamlanmasından sonra, ülkemizde
şimdiye kadar hiç bir örneği olmayan, kapalı-açık
alan teşhirleri, temalı sergi salonları, uygulama
eğitim merkezi, bilgi-belge merkezi, depo, kafe,
restoran gibi çeşitli işlevleri bünyesinde
barındıran önemli bir müze kompleksi elde edilmiş
olacak'' diyen Toprak, restorasyon çalışmaları süren
binaların belirtilen tarihte bitirilmesi konusunda
yetkililere talimat verdi.

Yapı, 04.12.2012
|
2 BİN 200 YILLIK SÜTUNLAR AYAĞA KALDIRILIYOR

Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı ve
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Stratonikeia Antik
Kenti'nin gün yüzüne çıkarılan yeni yapılarla
ziyaretçi sayısının da arttığını söyledi.
Antik kentte devam eden kazı çalışmalarının bu ay
sonuna kadar devam edeceğini belirten Söğüt, antik
kentte bulunan 2 bin 200 yıllık gymnasionun her
geçen gün biraz daha gün ışığına çıktığını,
çalışmaların bu alanda yoğun bir şekilde devam
ettiğini anlattı.
Doç.Dr. Bilal Söğüt, 3D yöntemi ile tüm mimari
elemanları görüp antik dönemde yapının hangi şekilde
olduğunu belirlediklerine işaret ederek, ''Burası
antik kentteki en anıtsal yapılardan biri.
Giymnasion inşa edildikten yaklaşık 2 bin 200 yıl
sonra tekrar ciddi anlamda yapısal bir çalışma
başlattık. Daha önce kazılar olmuştu, şimdi çıkan
blokları gruplandırıyoruz ve bunların kendi
aralarında restorasyona yönelik hazırlıklarını
yapıyoruz'' dedi.
Söğüt, spor okulunun mimari anlamda çok ihtişamlı
bir yapı olduğunu dile getirerek, ''Antik dönem
boyunca yapıda gerçekleştirilen tamirat ve tadilat
çalışmasının en ciddi aşamasını gerçekleştiriyoruz.
Bir ilk defa yapıldığında, bir de sonraki dönemde
depremler olduğunda böyle bir çalışma
gerçekleşmişti. Ama uzun bir aradan sonra çok ciddi
bir çalışma başlattık. Amacımız yapıyı tamamen gün
yüzüne çıkarmak'' diye konuştu.
Yapıyı ayağa kaldırmak için kazı çalışmalarında
ortaya çıkarılan 2 bin 200 yıllık sütunları vinç
yardımıyla düzenlediklerini vurgulayan Söğüt,
şunları söyledi: ''Yapı 2 bin 200 yıl öncesine ait
Hellenistik dönemde inşa edilen yapılardan biri. O
dönemdeki yapılar çoklukla insanların kullanımına
yönelik inşa ediliyordu. Batı kısmı depremden hiç
etkilenmemiş. Çoklukla etkilenen kısımlar doğu
bölgeleriydi. Onun için şu an çalışma yaptığımız
bölümlerde 2 bin 200 yıllık sütunları birebir bulmuş
durumdayız. Yapıyı ayağa kaldırdığımızda
ziyaretçiler antik dönemdeki bir giymnasion
yapısının nasıl olduğu hakkında doğrudan bilgi
sahibi olacak.''
Söğüt, çalışmalar tamamlandığında yapıdaki bilimsel
verilerin elde edilmesinden sonra antik kenti gezen
ziyaretçilerin yapı hakkında bilgi sahibi olmasını
amaçladıklarını vurguladı.
Yeni Asır,04.12.2012
|
'VAZO YERLEŞTİREN KIZ' AÇIK ARTTIRMAYA ÇIKARILIYOR
Antik A.Ş. Müzayede evi klasik Türk resminin
değerli sanatçılarının yer aldığı 275. Müzayedesini
gerçekleştiriyor. 16 Aralık Pazar günü İstanbul
Swissotel’de gerçekleşecek müzayedede
Osman Hamdi Bey, Süleyman Seyyid,
Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı, Nazmi
Ziya ve Hikmet Onat’a ait başyapıt tablolar ile
değerli Osmanlı eserleri satışa sunuluyor.
Müzayedenin en heyecan verici tablosu ilk kez satışa
sunulan
Osman Hamdi Bey’in
“Vazo yerleştiren kız” konulu eseri. 1883
tarihli tuval üzerine yağlıboya tablo Türk resim
sanatının en önemli ikon çalışmalarından biri olarak
gösteriliyor. Müzayedede ayrıca Türk resim sanatının
usta isimlerinden Süleyman Seyyid’in “Çilekler”
konulu natürmort,
Halil Paşa’nın “Manolyalar” tablosu, İbrahim
Çallı’nın natürmort, nü ve peyzaj olarak farklı
dönemlerinden çok önemli çalışmaları ile Hikmet
Onat’ın 3 adet İstanbul konulu eseri yer alıyor.

OSMAN HAMDİ BEY (1842-1910)
“Vazo Yerleştiren Kız” Tuval üzeri yağlıboya
İmzalı, 1883 tarihli 47x25 cm.
Dünyaca ünlü oryantalist ressamların İstanbul
konulu çalışmaları da müzayedede satışa sunulan
eserler arasında,
Alberto Pasini imzalı “İstanbul’da Pazar Yeri”
konulu şaheser,
Rudolf Ernst’in “Hamamdan ayrılış” konulu
yağlıboya eseri,
Herman Corrodi’den “Galata Köprüsü”, Osmanlı
Saray ressamı
Fausto Zonaro’nun “Ayaspaşa” konulu eserleri
müzayedede yer alan oryantalist tablolar arasında
yer alıyor.
Müzayedenin önemli bir kısmı hat sanatı eserlerinden
oluşuyor. Yakut-ı Mustasımi, Hafız Osman, Hasan
Rıza, Kazasker Mustafa İzzet, Sami Efendi, Hamid
Aytaç gibi Türk Hat sanatına yön vermiş değerli
hattatların Hilye-i şerife, levha ve murakkalarından
oluşuyor.
Osmanlı dönemi antikaların yer aldığı müzayede de
Tombaklar, Tuğralı gümüşler, Edirnekari mobilyalar,
bohem ve Beykoz camları koleksiyoncuları
heyecanlandıracak eserler arasında yer alıyor.
Turgay Artam tarafından yönetilecek olan 275.
müzayededeki eserler 15 Aralık tarihine kadar Antik
Palace’da görülebilir.

HALİL PAŞA (1882-1957) “Vazoda Manolyalar”
Jüttuval üzeri yağlıboya İmzalı. 1908 tarihli. 65x48
cm
Habertürk, 04.12.2012
|
İCLAL DİNÇER'LE UNESCO İZLEME HEYETİNİN İSTANBUL
ZİYARETİ
Geçtiğimiz hafta UNESCO İzleme Heyeti,
İstanbul'un tarihi dokusuna zarar veren projelerle
ilgili sivil toplum kuruşlarının görüşlerini
dinlemek için İstanbul'daydı.
Kentin Tozu'nda Yıldız Teknik Üniversitesi,
Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
öğretim üyesi ve ICOMOS Uluslararası Anıtlar ve
Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi Genel
Sekreteri Prof.Dr. İclal Dinçer'le heyetin
kaygılarını, İstanbul'un Dünya Kültürel Miras
Listesi'nden çıkarılıp çıkarılmayacağını, İstanbul'a
neler olduğunu konuştuk:
Yeni haftada, önce önemli birkaç konu başlığına
değineceğiz. Her biri için bir program ayrılabilir,
kısmet olursa ileride diyelim.
Fenomen bir bakanımız var, evet Çevre ve
Şehircilik Bakanı Bayraktar'dan söz ediyoruz.
Kendisi, 2007'den bu yana gecekondu yerleşimlerini
ve mahalle halklarını kriminalleştirmekle iştigalde;
kentsel dönüşümü meşrulaştırma aracı olarak
damgalama/ kriminalleştirme sık kullandığı bir
yöntem. 2007 tarihli bazı demeçlerinden
alıntılarsak: "Terörün, uyuşturucunun, devlete
çarpık bakmanın temeli gecekondu bölgeleri ve çarpık
alanlar. Bazı siyasi oluşumlar, açıkgözler, yanlış
düşünenler, esrar, eroin ve kadın ticareti
yapanların beslendikleri yerler. Olumsuzlukların,
mafya yeltenmelerinin, yasanın istemediği tüm
olguların yeşerebildiği yerler.''
Bugün de yine esip gürlemiş. İlgili haberlerin
manşetlerine göre, "gecekondu illegal örgütleri
besliyor'' diye iddia etmiş. Hemen ardından sözü
elbette kentsel dönüşüme getirmiş; çok talep varmış
ama ne hikmetse taleplerin %95-%98'i
belediyelerdenmiş. Neden acaba? Bu halk neden afete
karşı evini sağlamlaştırmak istemesin? Konuyu Afet
Yasa'sı ve diğer kentsel dönüşüm yasaları bağlamında
önceden açmıştık.
"Gecekondu eşittir terör"e dönersek, burada ciddi
bir zemin kaymasıyla karşı karşıyayız. Sermayenin
mekana müdahaleleri için her türlü zorla tahliye,
şiddet ve baskı meşrulaştırılmakta. Böylece, bir
bölgenin içindeki sorunları anlamak yerine, bu
sorunları, o bölgenin ya da nüfusunun yarattığı
problemler olarak sunmaya yönelindiğinde, eleştirel
sorgulama da başlaması gereken noktadan (siyasi
yönetimden, sistemden) kayarak bölge nüfuslarına
yönelip yoksulluğu yaratan sistem sorgulanacağına,
yoksul ve yoksun suçlu ilan ediliyor ve rantsal
dönüşüme meşruiyet inşa ediliyor. Ayrıca, sadece bir
mekan değişimiyle, müteahhitlik odaklı bir
düzenlemeyle, terör yuvaları yok ediliyorsa tüm
emniyet müdürlerinin yerine Agaoğlugilleri koyalım
olsun bitsin!
Bu arada, TOKİ ihalelerinden yolsuzluk iddiaları
gelmekte. Devleti milyarlarca zarara uğratan bir
şirketin yolsuzluklarını muhalefet gündeme
getirmişti. Burada da Sayın Bayraktar'ın akıllara
seza tavrıyla karşı karşıyayız. Yolsuzluğu kendileri
ortaya çıkartmış, "helal olsun'' denmesini bekliyor.
Böylece tuhaf bir zemin kayması daha yaşıyoruz,
siyasi sorumluluk ve istifa diye bir mekanizma göz
ardı ettiriliyor.
3. havalimanı ile kent turumuzu sonlandırıyoruz.
Çevre, doğa katliamı ötesinde İstanbul'un
akciğerleri kuzey ormanlarını ve su havzalarını yok
ederek bir kent-kıyıma, İstanbul kıyıma sebep olacak
3. köprü, 3. havalimanı, yeni şehir projelerinden,
3. havalimanın mimarı geçtiğimiz hafta
İstanbul'daydı, 3.havalimanı projesini önümüzdeki
haftalarda inceleyeceğiz.
Çok önemli bir heyet de geçtiğimiz hafta
İstanbul'daydı. UNESCO İzleme Heyeti, İstanbul'un
tarihi dokusuna zarar veren projelerle ilgili sivil
toplum kuruşlarının görüşlerini dinlemek için geldi.
3 yıl aradan sonra İstanbul'a gelen heyet, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi,
Fatih, Eyüp, Zeytinburnu ve Bayrampaşa
belediyelerinden yetkililerle de görüştü. Sulukule,
Süleymaniye, Yenikapı dolgu alanı, Karasurları ve
Zeyrek ile Haliç Metro Geçiş köprüsünü de inceledi.
UNESCO, İstanbul'u Dünya Miras Listesi'ne alış
gerekçesinde Süleymaniye Camii'ni "İnsan dehasının
emsalsiz bir başyapıtı ve Osmanlı yapılarının en üst
rütbesi" olarak nitelemişti. Kaderin garip cilvesine
bakın ki, "İnsan dehasının emsalsiz bir başyapıtı ve
Osmanlı yapılarının en üst rütbesi" nin silüeti
muhafazakar iktidar eliyle yok edilirken,
Çamlıca'nın tepesine Sultanahmet Cami'nin 7 minareli
bir replikasını dikmek kültürel mirasa ve dini
değerlere saygı sanılıyor! Ve şaka gibi bir öneri:
Büyükşehir Belediyesi yetkilileri Haliç Metro Geçiş
Köprüsü'nün aydınlatma sistemleri ve renk
seçenekleriyle, yarımadaya verdiği zararı en aza
indireceklerini iddia etmişler. İBB Başkanı Kadir
Topbaş, İstanbul'un 2013 yılı bütçesini açıkladığı
konuşmasında Unesco Heyetinin ziyaretine de
değinmiş. "UNESCO heyetiyle köprünün
aydınlatılmasını konuştuk, boyutunu değil. UNESCO
ile sorun yok ama bazıları bizi dışarıya şikayet
etmeyi alışkanlık haline getirdi," diye konuşmuş.
UNESCO ziyareti ile ilgili olarak, Heyet'in
toplantılarına katılan, Yıldız teknik Üniversitesi,
Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
öğretim üyesi ve ICOMOS Uluslararası Anıtlar ve
Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi Genel
Sekreteri Prof Dr İclal Dinçer konuğumuz. Heyet'in
kaygılarını, İstanbul'un Dünya Kültürel Miras
Listesi'nden çıkarılıp çıkarılmayacağını, boynuzlu
köprünün Süleymaniye'ye etkisini, lastikli tüp
geçişin tarihi yarımadaya, kentin asırlardan beri
var olan kültürel peyzajına olumsuz etkilerini,
tarihi yarımadanın deniz ile bağının
kopartılacağını. Yenikapı sahilinin doldurulmasıyla
oluşacak olumsuzlukları ve ICOMOS'u konuştuk.
Açık Radyo, Haber:
Cihan Uzunçarşılı Baysal,
04.12.2012
|
 |
FARKLI KUŞAKLAR AYNI MÜZAYEDEDE
Sofa Hotel'de, 18 Aralık'taki gerçekleştirilecek müzayedede, 201 yapıt sanatseverlerle buluşacak. Müzayedede yer alacak eserler, 14-17 Aralık'ta Sofa Hotel'de sergilenecek.
Satışa sunulacak eserler arasında Fahrelnisa Zeid'in Arapça imzasının yer aldığı ''Otoportre'' isimli resmi, Mübin Orhon'nun 1959 yılına ait ''Lekesel Soyutlama'' ile ''Soyut Kompozisyon'' adlı eserleri, Paris'te yaşayan Doktor Demir Fırat Onger'in koleksiyonundan çıkan Hakkı Anlı'nın 1967'de yaptığı ''Kırmızı Soyut Kompozisyon'' isimli eseri, Selim Turan'ın ''Mavi Soyut Kompozisyon'' ve Burhan Doğançay'ın ayrı dönemlerine ait 11 resmi bulunuyor.
Müzayedede ayrıca Adnan Çoker, 2010 yılında vefat eden Türk çağdaş sanatının büyük ustalarından Ömer Uluç, Türk çağdaş sanatının figür ustaları Mehmet Güleryüz, Komet ve Ergin İnan, yaşayan en önemli kadın çağdaş figür ustalarından Neşe Erdok'un üç yapıtı, Türk çağdaş sanatının genç kuşak temsilcilerinden Taner Ceylan'ın ''Eski Dünya'' adlı eseri, sanatçı Fikret Mualla'ya ait 4 eser de satılacak.
Habertürk, 04.12.2012
|
TARİHİ MEZARI TALAN EDEN ZANLI SERBEST
Tarihi eserleri 50 bin liraya satmak isteyen kaçakçıyı, Mali Şube dedektifleri alıcı kılığında yakaladı.
Gözaltına alınan H.T., tarihi eser kaçakçılığının caydırıcı cezası olmaması sebebiyle ifadesinin ardından serbest bırakıldı. İstanbul Mali Şube dedektiflerinin operasyonu sonucu ele geçirilen çeşitli dönemlere ait 85 adet tarihi esere paha biçilemiyor. Gözaltına alınan H.T.’nin, emniyette, “Tarihi eserleri gezerken buldum.” şeklinde ifade verdiği öğrenildi. Savcılığa sevk edilen şüpheli, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Operasyonda ele geçirilen kandillerin mezar kandili olması, şüpheli H.T.’nin yaklaşık 40 mezarı talan ettiği iddiasına sebep oldu. Bugüne kadar yapılan tarihi kazılarda her mezardan bir adet kandil çıktığını belirten uzmanlar H.T.’den ele geçirilen otuz sekiz adet kandilden dolayı şüphelinin en az 40 tarihi mezarı talan ettiğini düşünüyor. Geçen hafta alıcı kılığında tarihi eser kaçakçısı ile irtibata geçen polis, buluşma yeri olarak Kadıköy’de bir dükkanı belirledi. Alıcının elindeki ürünleri göstermesiyle operasyonu başlatan görevliler, aralarında 38 adet kandilin de bulunduğu 85 parça esere el koydu. Eserleri incelemeye gelen İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları mermer mezar taşı, ok ucu, iğne gibi eserlerin tarihini belirledi. Ele geçirilen kandilleri de inceleyen arkeologlar, tarihleri hakkında bir süre tespit edemedi.
Zaman, Haber: Fazlı Mert, 04.12.2012
|
 |
İSTANBUL ÇIKMAK, BURSA GİRMEK İÇİN UĞRAŞIYOR

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Haliç'teki metro
köprüsü, Topçu Kışlası, Yenikapı dolgu alanı gibi
İstanbul'un UNESCO Dünya Miras Listesi'nden
çıkarılmasına yol açabilecek projeleri bütün
uyarılara rağmen hayata geçirirken Bursa, Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından UNESCO'nun Miras
Listesi'ne aday gösterildi. Bursa'nın adaylığı 2014
yılında değerlendirilerek, listeye alınıp
alınmayacağına karar verilecek.
Geçen hafta Bursa'daydım. Büyükşehir
Belediyesi'nin Dünya Miras Listesi'ne girebilmek
için yaptığı çalışmalara tanık oldum. Bursa'nın 2014
yılında listede yerini alacağını rahatlıkla
söyleyebilirim.
Doğup büyüdüğüm şehri yılda birkaç kez ziyaret
etme imkanı bulabiliyorum ve her gittiğimde bir
sürprizle karşılaşıyorum. Son yılların en güzel
sürprizi Bursa'nın tarihi hanlar bölgesinin
ortasından geçen nostaljik tramvay olmuştu.
Bursa'nın tarihi merkezinde yer alan Cumhuriyet
Caddesi'ni trafiğe kapatan Büyükşehir Belediyesi,
caddeden tramvay geçirerek bu bölgedeki en az 500
yıllık hanları ve eski Bursa evlerini restore
ettirdi.
Şimdi tramvay hattı genişletilerek şehrin köklü
caddelerindeki görüntü kirliliği de bu yolla
aşılmaya çalışılıyor. Büyükşehir Belediyesi,
tramvayın geçeceği, Bursa'nın en işlek
caddelerindeki binaların dış cephelerinin, şehrin
tarihi dokusuna uygun hale getirilmesi için çalışma
başlattı.
Bursa'daki kültür mirasının korunması için
yapılan çalışmalar da bütün hızıyla devam ediyor.
Büyükşehir Belediyesi bu çalışmaları, "Osmanlı
İmparatorluğu'nun Doğuşu: Bursa" adlı bir ajandaya
göre yürütüyor.
Koruma çalışmaları, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin yaptığı gibi yakın dostlara verilen
ihalelerle değil, katılımcı ve şeffaf bir şekilde
sürüyor.
Sanat tarihçileri, arkeologlar, mimarlar, şehir
plancıları gibi uzmanlardan oluşan bir ekip kuran
Büyükşehir Belediyesi, öncelikli olarak üç koruma
projesi hazırlattı.
Üç projeden ilki, 17 çarşı ve handan oluşan
Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi olarak hazırlandı.
Projede Ulucami ve Orhan Camii var. Beş alt projeden
oluşan Sultan Külliyeleri ikinci sırada yer alıyor.
Üçüncü proje Bursa'nın 1300'lü yıllardan kalan ünlü
köyü Cumalıkızık'la ilgili.
Üç projeden en önemlisi, şehrin merkezinde yer
alan, Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi'nin
restorasyonu. Bu bölge, Bursa'nın gün içinde nüfus
yoğunluğunun en yüksek olduğu merkezini oluşturuyor.
Buradaki çalışmalar meyvesini vermeye başladı.
Tarihi merkezin başlangıç noktası olan Altıparmak
Caddesi'nden, Heykel, Setbaşı ve Yeşil Türbe'ye
doğru yürümeye başladığınızda kendinizi bir anda
yaşayan bir ortaçağ şehrinin içinde buluyorsunuz.
Restorasyon çalışmaları şehrin en az 500 yıllık
mimarisini günümüze taşıdı. Artık yıllarca
mezbelelik olarak tutulan çarşıların, bedestenlerin
içinde alışveriş yapabilir, yorulunca bir yerlere
oturup soluklanabilirsiniz.
Büyükşehir Belediyesi, sürdürdüğü etkileyici
projelerin yanı sıra şehrin merkezinde yer alan
dereleri ıslah edip kıyılarını şehrin günlük
hayatına dahil edebilirse, 1960'lı yıllara kadar
Batılı seyyahların "Türkiye'nin Floransa'sı" diye
nitelediği Bursa'yı geri kazanabiliriz.
Taraf, Yazı: Ertan Altan, 03.12.2012
|
KOCAELİ'NDE BÜYÜK HAZİNE BULUNDU
Kocaeli'nin Gölcük
İlçesi'nin Yazlır semtinde, 2. yüzyılda Roma
döneminde yaptırılan ve o dönemden sonra da sağlık
merkezi olarak kullanılan, halen sıcak su kaynağı
olduğu için yeni kaplıca tesisleri yaptırılmakta
olan bölgedeki kurtarma kazısında, üzerinde Roma
Tanrıları Hermes, Herakles ve Tanrıca Kibele'nin
kabartması olan mermer kaide bulundu. Kaidenin bir
heykeli ya da deniz kabuğu şeklindeki su çanağını
taşıdığı tahmin ediliyor. Kocaeli Etnoğrafya Müzesi
Müdürü İlksen Özbay, bu kaidenin Türkiye'de eşi ve
benzeri olmadığını söyleyerek "Burada bir hamam
kompleksi var. Günümüze gelen bir kaç bölüme
rastaladık.Havuz bölümünü bulduk. Burada bir kaide
parçası gördük. Bu kaidenin üzerinde heykel olduğunu
veya istiridye biçiminde su çanağı olduğunu
düşünüyoruz. Şu ana kadar sadece kaideyi bulduk.
Üzerinde Kibele, Hermes ve Herakles giysisi ve
asasıyla birlikte bir çocuk kabartmalarına
rastladık" diye konuştu.
Hürriyet, Haber:
Ergün Ayaz - Soner Gülezer, 03.12.212
|
"DİNİ YAPILAR HER YERDE TARTIŞMA KONUSU"

Mimar Can Çinici, Mekke'de Kabe
ve çevresinin genişletilmesi için fikir üretmek
üzere davet alan sekiz mimari ofisten birinin
kurucusu. Can Çinici ile ibadet yapıları ve mimarlık
ilişkisinden Mekke'deki projeye bir sohbet...
Eskiden ruhban sınıfı mimarlığın en büyük
işvereni iken simdi şirketler bu sınıfın yerini
aldı. İbadet yapılarının mimarlıkla ilişkisi
hakkında ne söylemek istersiniz? Şu an nasıl bir
süreçten geçiyoruz?
Mimarlık uğraşısının ele aldığı konuya mesafesini
yitirmemesi gerekiyor. Konu ‘din’ olunca ‘mimarlık’
sanki her zaman olduğundan daha başka ve belki de
daha ayrıcalıklı biçimde yapılmalıymış gibi genel
bir kanıya hiç katılmadığımı söylemeliyim. Aşırı
angajmanlar (duygusal veya ideolojik) mimarlık
faaliyetinin sağlıklı işlemesini her zaman
engellemiş,
tasarım sürecinin kısa düşmesine sebep olmuştur.
Seküler devlet ve ‘modernite’ söz konusu olduğunda
dini yapılar sadece
Türkiye ’de değil her yerde ve bütün inanç
sistemlerinde bir tartışma konusu, bu apayrı ele
alınması gereken bir konu. Bugünün demokratik
toplumlarında bütün kesimlerin üzerinde hemfikir
olabileceği tek bir mimari anlayışa zaten rastlamak
mümkün olmuyor. Yaşadığımız süreçte olduğu gibi bunu
tepeden inme yaratma çabaları da çoğulcu ve
demokratik ideallere uymuyor.
Meslektaşlarımızın bir kısmı bir tür ‘neoklasisizmi’
mimari olarak benimsemiş gözükmekle birlikte
çabaları yapılı çevrede maalesef bir nitelik
oluşturamıyor. Bu noktada Türkiye’deki tüm ‘kent
mimarlığı’ ve kamusal mekanların tasarımı
konusundaki nitelik ve derinlik eksikliği, şeffaf
olmayan süreçler ve proje elde etme yöntemleri,
ciddi boyutlarda düşünülmesi gereken konular.
Tüm dinlerin ortak paydası gibi görünen,
İslamiyet’te de değerine vurgu yapılan mütevazı bir
yaşam pek çok ihtişamlı cami ile birlikte
düşünüldüğünde çelişkili gelmiyor mu kulağa? Camiler
salt ihtiyaç olduğu için mi yapılır?
Yapılar hiçbir zaman ‘tek işlevli’ olarak tasarlanıp
kullanılmaz, zikredilen ana işlevlerinin yanında
‘yatırımcısının’ izlerini kaçınılmaz olarak
taşırlar. Yapıları mümkün kılan arkalarındaki
maddi-manevi her türlü güç, kendini mimari mekanda
bulmak, onda kendini ölümsüzleştirmek ister. Bu
yüzden ‘ihtişam’ isteği cami durumunda bana çok da
yabancı gelmiyor. ‘Uhrevi’nin yanında ‘dünyevi olan’
kaçınılmaz olarak devrede oluyor. Tabii bu ihtişamın
nasıl olacağı, mimari muhayyilenin bir parçası
olarak tasarlanması, kurgulanması gereken bir şey.
Başbakan’ın Çamlıca’ya inşa ettirmek istediği dev
cami, yarışma süreci ve sonuçları hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Ülkemizde kentsel topraklar üzerinde hayal
edilenler/önerilenler hep örtük, muğlak bir şekilde
ifade buluyor. Böyle olunca fikirlerin disipliner
bir zafiyetten mi malul oldukları yoksa tam
anlayamadığımız amaçlar doğrultusunda mı geliştiği
belli olmuyor. Taksim’de camii, kışla projeleri ve
Kanal
İstanbul ’dan sonra Çamlıca Camiide bunun tipik
bir örneği. Gerek yarışma öncesi planlananlar gerek
yarışma sürecinin kendisi doğru bir mimarlık işinin
ortaya çıkmasını fazlasıyla zora sokmuştu. Gelinen
son noktada Çamlıca Camii’nin artık ‘mimarlık’la
ilişkisinin kalmadığını dahi söyleyebiliriz.
Sonuçlar da bunu gösterdi ve kamuoyunda, meslek ve
kültür çevrelerinde epeyce tepkiyle karşılandı. Buna
rağmen yapımında inatla bu kadar ısrar edilmesi bir
çeşit ‘kitle kültürünün yukarıdan aşağıya
oluşturulmak istendiği anlamına geliyor. İktidar
‘imge düzeyinde’ kendi seçimini açıkça ortaya
koyuyor ve bu seçim aynı zamanda büyük çoğunluğun
şimdiye kadar ‘cami’ diye bildiği neredeyse tek imge
olan cami tipi ile de örtüşüyor. Deforme, ‘kitsch’
bir cami imgesi adeta bir propoganda aracı olarak
kullanılmakta şu sıralar. İktidarlar maalesef en
güçlü hissettikleri dönemlerde bazı popülist
sembollerin oluşmasını her türlü planlama, kent
mimarlığı kültür ve disiplini pahasına göze
alabiliyorlar.
Siz Mekke’de büyük bir cami, ibadet yapısı
tasarladınız. Bunun hikayesini ve Mekke’nin güncel
durumunu anlatabilir misiniz?
2008 sonunda Suudi Arabistan Kralı önderliğinde
kurulan komite tarafından Mekke’deki Al-Haram Camii
(Kabe ve çevresi) genişletme projesine davet edilen
sekiz mimari ofisten biri olduk. Bilindiği gibi
Mekke zaman içinde sahip olduğu mütevazı bir dini
merkez olma işlevini yitirmiş, 1950’lerden sonra din
turizminin Suudi Arabistan tarafından kontrol
edilemeyen artışı sonucunda büyük bir kentsel baskı
altında, çevresel sorunlarla boğuşan, uhrevi
niteliğini ve kentsel kalitesini yitirmiş bir yer.
Kraliyet komitesi bizlerden bu sorunlara bakışımızı
ve İslam dünyasının odağı olma değerini kente
yeniden kazandıracak yeni çözüm önerileri istemişti.
ÇİNİCİ - AVCI – ARUP /
Londra ortaklığında gerçekleştirdiğimiz yaklaşık
2.5 ay süren yoğun ve interdisipliner bir çalışma
sonunda, Kabe ve çevresindeki kapalı ibadet işlevini
üç katına çıkaran bir mimari tasarım ve onu
destekleyen kentsel stratejiler önerdik. Enerji
verimliliğini gözeten, güçlü bir ekolojik yanı olan,
çevresel hijyen ve güvenlik sorunlarını gözeten bir
proje olarak sonuçlandı. Bu çalışma hem kapalı cami
kapasitesini 1.5 milyon kişiye çıkartmakta hem de
Shamiyah tepesinde yeni bir kentsel doku
önermekteydi. Şu an Mekke’de uygulanmakta olan
proje, davetli sekiz ofisin ortaya koyduğu
fikirlerin karması niteliğinde. Süreci kraliyet
komitesi kendi yönetiyor.
Modern mimarlık olarak tanımlanan günümüzün mimari
eğilimleri neden Türkiye’deki ibadet yapılarında
benimsenemiyor? Klasik Osmanlı mimarisinde ısrar
etmemizin altında yatan nedenler nedir sizce?
Bu sadece Türkiye’ye özgü değil. Dinler toplumlar
üzerindeki güçlerini daha çok ‘tarihsellikleri’ ile
kuruyor. İbadet binaları da her yerde tabiatları
gereği kendi tarihselliklerinin, yapı
alışkanlıklarının yükleri altında olduklarından, çok
kolay değişime, yeniliğe açık olmuyorlar. Genelde
ibadet yapıları söz konusu olduğunda mekansal bir
dertlenişin -özellikle din ve inanç ile ilişkisinde-
uhrevi boyutların ifadesinin arandığı, kendine has
mekansal tahayyülleriyle ele alınması gereken bir
konu olduğunu düşünüyorum. Yani sadece günümüz
modern mimarlık ‘eğilimleri’ çerçevesinde değil çok
daha ötesinde olmalı sorgulanan ve aranan. Klasik
Osmanlı cami stilinin şimdiye kadar baskın
gözükmesinin altında ise bambaşka nedenler olabilir:
İktidarların popülist eğilimleri, kente göçle oluşan
kültürün yaygınlaşması ve bu zevkin kentin merkezine
taşınması vs. Ama dikkat edilirse son yıllarda
kamuoyuna açıklanan projeler arasında bambaşka
‘ultra–modern’ denemelerin de olduğunu göreceksiniz.
Önemini sadece ‘yeni’ olmakta bulmaya çalışan,
kentsel bağlamından kopuk, herhangi bir tarihsel
süreklilik kaygısı taşımayan, aşırı biçimsel, gene
‘deforme’ ve hatta çirkinlik sınırlarında dolaşan
işlere de eskisinden daha sık rastlıyoruz.
Siz birkaç önemli şahsiyetin mezarını da tasarlamış
bir mimarsınız. Türkiye’de son yolculuğun
paylaşıldığı anlara pek önem vermediğimiz
camilerimizin, mezarlıklarımızın durumundan belli.
Ölülere saygının yanı sıra arkada kalanlar da pek
düşünülmüyor. Sebebi nedir sizce?
Şimdiye kadar hep ‘tek’ mezarlarla ilgilendim. Bir
mezarı insanın dünyaya bıraktığı ‘en son izi’ olarak
düşünüyorum. Adolf Loos’u hatırlarsak ‘kendi dışında
herhangi bir işlevi olmayan’ sadece geçmiş bir
yaşama ait olan bir şey. Mimarlık alanı içinde
‘sanat’ a en çok yaklaşan uğraş -işlevsiz olduğu
gibi bir o kadar da ‘kişisel’ ve ‘duygusal’-
kolektivitesini buradan yaratıyor. Mezarlıklar ise
ayrı bir konu. Çokluğu içeriyor, yaşayanlar için
kentiniz ne ise mezarlıkların çevre kalitesi, düzeni
/ düzensizliği, itinası / itinasızlığı onlara da
yansıyor.
Kimdir?
Can Çinici:
ODTÜ ’nün mimarı Behruz Çinici’nin oğlu olan Can
Çinici, 1962’de doğdu. ODTÜ ve Londra Architectural
Association’da eğitim gördü. Katıldığı ulusal ve
uluslararası yarışmalarda pek çok ödül kazandı.
1994’te
Isparta Forum ve Rekreasyon Merkezi Önerisi’yle
proje dalında 4. Ulusal Mimarlık Ödülü’nü, 1995’te
TBMM Camii ile prestijli Ağa Han Mimarlık
Ödülü’nü (Behruz Çinici’yle beraber), 1999’da Tepe
Mimarlık Vakfı Ödülü’nü aldı. 1995’ten beri atölye
yürütücüsü ve jüri üyesi olarak ODTÜ, YTÜ ve Bilgi
Üniversitesi’nde görev aldı. Halen Çinici Mimarlık
bünyesinde çalışmalarını sürdürmekte.
Radikal, Haber: Ömer Kanıbak, 03.02.2012
|
|
DOĞANÇAY'IN TABLOSU 130 BİN DOLARA SATILDI
Chicago’da bulunan Susanin’s müzayede şirketinin 1
Aralık'ta düzenlediği ve Pablo Picasso, George
Braque, Keith Haring, Marc Chagall, Milton Avery ve
Paul Jenkins gibi ressamların da eserlerinin satışa
sunulduğu müzayedede, Burhan Doğançay’ın 'Walls 70 (
Five)' isimli, 1970 tarihli tablosu, 20 bin dolardan
satışa sunuldu. 19 kere pey alan eser, 130 bin
dolara satıldı.
Müzayede şirketinden yapılan açıklamada, alıcının
bir "Avrupalı" olduğu bildirildi.
Habertürk, 03.12.2012
|
"KREMLİN'İ YOK EDECEĞİM"
Fransız Devrimi'nin ünlü generali Napolyon Bonapart'ın çöküşünü başlatan ünlü Moskova seferinde kaleme aldığı bir şifreli mektup açık artırmada 243 bin dolara satıldı.
Fransız Devrimi'nden sonra ordularıyla Avrupa'da geniş hakimiyet kurarak Rusya topraklarına giren Napolyon'un, 20 Ekim 1812'de Paris'e gönderdiği mektubunda, "22 Ekim sabah saat 3'te Kremlin'i yok edeceğim" yazısı yer alıyor.
Fransızların ünlü generali, 600 bin askeriyle çıktığı Moskova seferinde çetin direniş gösteren Rus ordusunun geri çekilmesiyle şehre girmeyi başarmış, ancak soğuklar ve gıda sıkıntısı nedeniyle ordusu büyük kayıp vermişti. Napolyon, şehirdeki bazı devlet binalarını ateşe vererek çekilmek zorunda kalmış, bu bozgunla birlikte Napolyon'un sonunu getiren çöküşü başlamıştı.
Fontainebleau Müzayede Evi'nde artırmaya sunulan mektup, tahmin edilen değerinin çok üzerinde bir fiyatla, 243 bin dolardan alıcı buldu.
Habertürk, 03.12.2012
|

 |
'İYİ'SİYLE, 'KÖTÜ'SÜYLE SALVADOR DALİ

1979’da 840 bin kişinin gezdiği Paris’teki Dali
Sergisi’nden sonra yeni bir Dali Sergisi yine aynı
çatı altında meraklılarını ağırlıyor. Organizetörler
34 yıl önceki etkinliği ziyaret edecek kişi
sayısının 23 Mart 2013 tarihine kadar ikiye
katlanmasını bekliyor. Küratörler Dali’yi “iyi” ve
“kötü” yıllar olarak ayırmanın yanlış olduğunu
söylerken sanatçılar Dali’yi anlamlandırmakta hala
zorluk çekiyor
Resim alanında 20’nci yüzyılın en büyük
dehalarından birisi olarak kabul edilen
Salvador Dali’yle ilgili
Paris’teki son 35 yılın en büyük etkinliği
Centre Pompidou’da açılan retrospektifle başladı.
21’inci yüzyılın başında da birçok
sanat otoritesinin eserlerini yorumlamakta ve
anlamandırmakta zorlandığı Salvador Dali’nin yine
Centre Pompidou’da düzenlenen 1979’daki sergisinin
galası çalışanların greve gitmesi nedeniyle iptal
edilmiş ve
sergi skandal bir şekilde başlamıştı. Ancak bu
tatsızlıktan sonra sergi 840 bin ziyaretçiyi
ağırlayarak müzecilik tarihinde çok önemli bir
rakama ulaşmıştı. 21 Kasım’da tam 34 yıl sonra yine
Centre Pompidou’da başlayan bu retrospektif
1979’daki 840 bin kişiyi ikiye katlamayı hedefliyor.
Dali’nin bu retrospektifini organize eden
küratörlerden Thierry Dufrene “Dali’nin
General Franco ve Adolf
Hitler’le ilgili yaptığı akıl dışı açıklamalar
ve yaşlılığı nedeniyle yaptığı yaramazlıklar sürekli
olarak eleştirilere maruz kalmasına neden oldu.
Minimalist ve kavramsal akımlar sürrealizmi örttü ve
sürrealizmin ortaya çıkardığı eserler kitsch ve
demode olarak tanımlanmaya başlamıştı” sözleriyle
Dali’nin 20’nci yüzyılın son çeyreğinde neden olması
gerektiği yerde olamadığını yorumladı. Öyle ki
ölümünden sonra reddedilen “Dali Gerçeği” akımına
Andre Breton da katılmış ve Breton, Salvador
Dali’nin açgözlülüğünü vurgulamak için ismini “Avida
Dollars” anagramına çevirmişti. Hatta Dali son
yıllarında açgözlülüğünden boş kağıtlara veya
başkalarının resimlerine kendi imzalarını atmaya
başlamış ve daha sonra piyasadaki çok fazla sahte
sanat eserinden şikayet etmişti.
Paris’teki Centre Pompidou’da, bugünlerde yeniden
keşfedilmeye başlayan Salvador Dali’nin 70 yıllık
sanat kariyeri “iyi” sürrealist yıllar ve “kötü”
sürrealist yıllar olarak iki bölüme ayrılmıştı.
Dali’nin 120’den fazla resminin, filmlerinin ve
televizyon görüntülerinin gösterildiği bu
retrospektifin sanat tarihi kitaplarını yeniden
yazacağı söyleniyor.
Associated Press’e göre bu sergi Dali’nin ana
akım
medya tarafından eleştirilen son dönem
eserlerinin aslında son derece ilham verici ve bu
dahinin anlaşılabilmesi için
gerekli bir mercek.
Serginin bir diğer küratörü
Jean-Michel Bouhours “Sürrealistler Dali’nin
‘kötü’ yıllarını beğenmememiz gerektiğini söylüyor.
Ancak bu eserlerin 50’lerde, 60’larda
ve 70’lerdeki sanat akımlarını nasıl etkilediğini
daha fazla görmezden gelemeyeceğimizi belirtmemiz
gerekiyor” diyor.
Paris’in merkezinde yedi katlı ve 103 bin metrekare
genişliğinde Centre Pompidou’daki sergi 23 Mart
2013 tarihine kadar devam edecek.

Dali’nin 1938’de çizdiği
“Sahildeki meyve tabağının hayaleti” tablosu...

Dali’den “Voltaire’in yok olan
büstüyle köle pazarı” tablosu...
Milliyet Pazar, Haber: Ulaş Gürşat, 02.12.2012
|
HİÇBİR ŞEHİR MİRAS LİSTESİNDEN TEMELLİ ÇIKMAZ

ICOMOS, UNESCO için bir rapor hazırladı.
Ardından ‘İstanbul dünya kültür mirası listesinden
çıkarılacak’ tartışması başladı. UNESCO ve ICOMOS
yetkilileriyle konuştuk.
ICOMOS (International Council on Monuments and
Sites), bağımsız görüş veren bir kuruluş. Son
raporda UNESCO heyetine endişelerini iletti.
Ortalık toz duman, tıpkı önceki yıllarda olduğu
gibi bu yıl da manşetlere Türkiye’nin dünya
kültür mirası listesinden çıkarılacağı haberleri
düştü. ICOMOS Türkiye yetkililerine kültür
Mirası’ndan çıkarılma meselesinin ciddiyetini
sorduk, bakın nasıl cevapladılar.
“İstanbul’un Dünya Mirası listesinden çıkması
gibi bir konu düşünülemez. Hiçbir şehir listeden
çıkmaz. Tehlike altındaki şehirler listesine
koyulur. Kontroller sıklaşır, yakın izleme
altına alınır. Yapılması istenenler
gerçekleştirilince de listeye yeniden girer
şehir. Daha önce Bakü, Galapagos Adaları böyle
bir süreç yaşadı. Zaten bence önemli olan
listede olup olmamak değil.
İstanbul’u korumak. Bu noktada da yerel
yöneticilerin inisiyatifi ve duyarlığı çok
önemli.”
ICOMOS yetkilisinin bahsettiği 19 adacıktan
oluşan, ‘yaşayan bir müze ve evrimin vitrini’
olarak anılan Galapagos Adaları, deprem ve
yanardağ bölgesinde yer alıyordu. UNESCO,
2007’de tehlike listesine aldığı bölgeyi,
Ekvador hükümetinin yabancı bitki ve hayvanların
adaya gelişini engelleyecek biyoçeşitlilik
önlemleri almasının ardından listeden
çıkarmıştı. Ekvador, adalarla ilgili
balıkçılığa, turist, gemi ve uçak sayısına da
sınırlama getirmişti.
Peki ya Haliç Metro Köprüsü? UNESCO’yla
görüşmelerinden nasıl bir izlenim edindiler:
“UNESCO’ya ‘Siz bir hafta kalıp, bürokratik
işlemleri gerçekleştirip gidiyorsunuz. Biz bu
köprüyle ömür boyu yaşayacağız’ dedik. UNESCO
raporlarını yazarken önceki raporlara bakıyor,
ne vaat edilmiş, ne yapılmış. Bunları
değerlendiriyor. Zaten çoğu bilgilendirme, bu
projeleri yapan belediye tarafından yapılıyor. ”
ICOMOS’un UNESCO raporundan
- Haliç Metro Köprüsü’nün zararları hiçbir
çözüm yöntemiyle ortadan kaldırılamaz.
Kaynakları israf etmeyi göze alarak metro geçişi
için yeni bir süreç başlatılmalıdır.
- Sulukule’de devlet eliyle soylulaştırma süreci
gerçekleşmiş, eski mülk sahiplerinin artık bu
bölgede tutunamayacakları ortaya çıkmıştır.
Geçen ay içinde Fener-Balat’ta alınan acele
kamulaştırma kararı ve Ayvansaray’daki yıkımlar,
benzer sürecin bu bölgelerde de yineleneceğine
yönelik ilk adımlar.
- Topçu Kışlası’nda ilgili idareler koruma
uygulamalarını rekonstrüksiyon üzerinden
sürdürmektedir. Yeterince bilgi ve belgesi
olmayan yapıların yeniden yapımına verilen
ağırlık endişe verici şekilde yaygınlaşmaktadır.
- Yenikapı kıyı bölgesinde yapılacak büyük
dolgu, tarihi Yarımada’nın peyzajını
değiştirecektir.
- Bunlar, ICOMOS Türkiye’nin İstanbul’un Üstün
Evrensel Değeri’nin kaybedilme riskinin artmakta
olduğuna yönelik kanısını güçlendirmektedir.
UNESCO Türkiye Somut Kültürel Miras Komite
Üyesi Doç.Dr. Yonca Erkan Kösebay’la denetim
sürecini konuştuk.
İstanbul ne aralıklarla inceleniyor?
- İstanbul’un Dünya Miras Listesi’nde yer alan
tarihi alanları 2006, 2008, 2009 ve 2012 yılında
komitenin talebi doğrultusunda Dünya Miras
Merkezi ve ICOMOS ortak izleme misyonu
tarafından incelendi.
Bir kent, ‘Tehlike altındaki miras listesi’ne
nasıl alınır?
- Misyon raporlarında, ele alınan konuların,
alanın korunma durumu ve varlığın üstün evrensel
niteliğini zedeleyecek düzeyde olduğu ifade
edilir ve komitede bu konularda iyileştirme
sağlanmadığı kanaati oluşursa, alanın bir
sonraki yıl Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne
alınması söz konusu olabilir.
İstanbul kaç kez bu tehlikeyle karşı karşıya
kaldı?
- İstanbul için Tehlike Altındaki Miras
Listesi’ne alınma tehdidi 2003, 2004, 2006, 2009
ve 2010’da dile geldi.
Bu yıl Dünya Miras Komitesi neleri talep etti?
- Haliç Metro Köprüsü, Yenileme Alanları,
İstanbul’un Tarihi Silueti, Avrasya Tüneli
Projesi, Yenikapı Dolgu Alanı, İstanbul Alan
Yönetim Planı ve revizyonları, Trafik ve Turizm
Planları gibi konular.
Ne zaman karar verilecek?
- İzleme Misyonu çalışmasını tamamladıktan
sonra, raporunu karar verici konumundaki Dünya
Miras Komitesi’ne sunacak ve karar Haziran
2013’te verilecek. Komite, söz konusu alanlarda
yapılan uygulamaların olumlu yönde geliştiğine
karar verirse, alandaki gelişmeleri yıllık
raporlarla izleyecek.
* Hürriyet muhabiri Fatma Aksu, geçen hafta
Haliç Metro Köprüsü’nde incelemelerde bulunan
UNESCO heyetiyle birlikteydi. Bu fotoğraf da
heyetin incelemesi sırasında çekildi.
Hürriyet, Haber: Ceren Arseven, 02.12.2012
|
BEREKET VE BARIŞ TANRISI WARPALAVAS BOR'DA BAĞDÜZ
MEVKİİNDE BULUNDU

Niğde İli Bor İlçesi'nde Bağdüz Mevkiin'de bulunan
tarihi eserin MÖ 1180 yılında Tuvana Kralı
WARPALAVAS'a ait olduğu belirlendi.
MÖ
1200-742 Yıllarında Ön Hititler döneminde Bor ve
Bölgesinde kurulan Tuvana Krallığı eserleri gün
yüzüne çıkarılıyor.
Medeniyetlerin yaşatıldığı şehir olan Niğde
Turizm alanında
Anadolunun Saklı Kenti olarak gizemini koruyor.Bölgenin Kültür
ve inanç Turizmine kazandırılmasında büyük önem
ve değer sahibidir.
Eserin üzerinde
yazan yazıda ise ; Warpalavas : '' Saray'da 1. prens
iken bu asmaları diktirdim.Tarhundas onlara bereket
ve bolluk versin ''. Yazıda belirtilen Tarhundas ise
Tuvanalılarda Bereket ve Barış Tanrısıdır. Tuvana
Krallığı MÖ 1200-742 yılları arasında Ön hititler
tarafından kurulmuştur.
Niğde’yi Termal kaynakları, ören yerleri, zengin
tarihi dokusu, doğal güzellikleri, dağ ve kış
turizmi kenti turizm merkezi yapan önemli
unsurlarıdır.
Bor Haber, Haber: Ali Akbaş, 02.12.2012
******
TRAKTÖRÜN PULLUĞUNA 2800 YILLIK TARİH TAKILDI

Niğde’nin Bor İlçesi Bağdüz Mahallesi Kayı yolu
mevkisinde tarlasını süren çiftçinin pulluğuna
takılan kabartmalı kaya parçasının, milattan önce 8.
yüzyıl dönemine ait 2 bin 800 yıllık olduğu tahmin
edilen ”Fırtına Tanrısı Tarhunzas (Teşup)” steli
olduğu ortaya çıktı.
Niğde Valisi
Alim Barut, müze müdürlüğü bahçesinde sergilenen
Geç
Hitit Dönemine ait tarihi eserle ilgili basın
mensuplarını bilgilendirdi.
Bir çiftçinin tarlasını sürerken pulluğuna takılması
sonucu bulunan eserin
sanat tarihi açısından oldukça önemli bir yeri
olduğunu belirten Barut, şunları söyledi: ”Bu eseri
bende merak ettiğim için geldim. Buradan
sadece Niğdelileri değil tüm
Türkiye’yi hatta tüm dünyayı buraya davet
ediyorum. Hiyeroglif yazıların çözülmesiyle
belkide bugüne kadar bildiklerimizden değişik
bir sonuçla da karşılaşma imkanımız var. Eserin bu
nedenle önemli bir buluntu olduğunu ve sadece göze
değil tarihi bilgilerimize de hitap edeceğini
belirtmek için buradayım.” Müze Müdürü Arkeolog
Restoratör Fazıl Açıkgöz de eserin 2,35 metre
yüksekliğinde, 93 santimetre genişliğinde, 70
santimetre kalınlığında siyah bazalt taş üzerine
yüksek kabartma olarak yapıldığını söyledi.
Stelde tanrının baş, kol ve bacakları profilden,
gövdesinin cepheden tasvir edildiğini vurgulayan
Açıkgöz, ”Elinde tuttuğu üzüm salkımı, asma dalı ve
sağ kenarda bulunan üst kısmı kırık buğday başakları
bereketi sembolize eder. Yan yüzünde bulunan Hitit
Hiyeroglifi tarzındaki yazıtın büyük bir kısmı, sol
eli ve başındaki kanatlı güneş kursunun bir kısmı
eksiktir. Müze Müdürlüğünce temizlik işlemlerinin
tamamlanmasından sonra eser müze envanterine
kaydedilecektir” dedi.
Eserin, Bor İlçesi Bağdüz Mahallesi, Kayı Yolu
mevkisinde Abdullah Arı adlı vatandaşın tarlasını
sürerken traktörün pulluğuna takıldığını ve yerinden
çıkaramadığını taşın üzerinde kabartmalar olduğunu
fark edince Niğde Müze Müdürlüğüne müracaat ettiği
belirtildi.
Milliyet, 04.12.2012
|
GİZLİ TÜNEL BULUNDU

Çorum'un
Osmancık İlçesi'nde belediye ekiplerince yapılan
altyapı çalışması sırasında bulunan tarihi tünelin
tamamen gün yüzüne çıkarılması için çalışma
başlatıldı.
Osmancık Belediye Başkanı Bekir Yazıcı, yaptığı
açıklamada, ilçenin en büyük sorunlarından biri olan
kanalizasyon ve altyapı problemini gidermek amacıyla
başlattıkları çalışmalar kapsamında, tarihi
Koyunbaba Köprüsü ile Kandiber Kalesi arasında
bulunan Adnan Menderes Caddesi'ndeki kazı
çalışmasında bir tünel bulunduğunu hatırlattı.
Tünelin tespit edilmesinin ardından Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile
Çorum Müze Müdürlüğü'ne bilgi verildiğini ve
inceleme başlatıldığını belirten Yazıcı, arkeologlar
tarafından yapılan incelemeler sonucunda hazırlanan
raporun, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek
Kuruluna sunulduğunu söyledi.
Kurulun da, durdurulan kanalizasyon çalışmalarının
arkeologlar nezaretinde devam etmesi konusunda karar
aldığını ifade eden Başkan Yazıcı, şöyle konuştu:
''Biz de bu bölgede hem tünelin etrafının
temizlenmesi hem de kanalizasyon yatırımlarımızın
tekrar devamı için çalışmalarımıza başladık. Tünel
etrafında ve içinde yapılan çalışmayla tünelin
yaklaşık 30 metrelik bölümüne ulaştık. Bu bölgede
Çorum Müze Müdürlüğü tarafından görevlendirilen
arkeolog tarafından çalışmalar yürütülüyor. Ayrıca
Koyunbaba Köprüsü'nün ilk kemerinde yer alan çıkış
noktasında da tünelin ucunu açma çalışmalarımıza
başladık.''
Kanalizasyon yatırımı kapsamında bulunan tünelin
kendileri için bir kazanç olduğunu vurgulayan Başkan
Yazıcı, ''Bu tarihi değerin hem ilçemize hem de
ülkemize tekrar kazandırılmasını istiyoruz. Tünelle
ilgili net bilgileri arkeologların incelemelerinin
ardından kamuoyu ile paylaşacağız'' dedi.
Habertürk, 02.12.2012
|
KUMLUCA DEFİNESİ DE GELİYOR

Kumluca Definesi (Sion Hazineleri) 1963 yılında
Corydella antik kentinde tesadüf eseri bulundu. Hörü
isimli çoban kadının keçisinin zincire ayağının
takılmasıyla ortaya çıkan hazine önce köylüler
tarafından yağmalandı. Daha sonrasında jandarmanın
olaya el koymasına rağmen eserlerin bir kısmı
Amerika ’ya kaçırıldı.
Antalya Arkeoloji Müzesi’nde 6. yüzyıla
tarihlenen hazineden geriye 37 parça eser kaldı.
Uluslararası kaçakçı Yorgo Zakos,
ABD ’de yaşayan emekli Büyükelçi Robert Woods
Bliss ve eşi Mildred Barnes Bliss’e aynı yıl
yaklaşık 18 parça olan hazineyi 1 milyon dolara
sattı. Bliss çifti eserleri 1967 yılında Dumbarton
Oaks Müzesi’ne bağışladı.
Türkiye yıllardır eserleri geri almak için
defalarca girişimde bulunmasına rağmen müze,
eserleri vermemek te direndi. Antalya Müze Müdürü
Mustafa Demirel’in de aralarında bulunduğu Kültür
Bakanlığı’na bağlı bir heyet bu hafta ABD’de
müzakerelere başladı. Yakın zamanda Kumluca definesi
Antalya Müzesi’ne geri dönecek.
TRT Belgesel kanalında yayımlanacak olan ‘Yitik
Miras’ belgeselinin çekimleri için geçen hafta
gittiğimiz Antalya’da ‘Kumluca Definesi’nin izini
sürdük. İlk durağımız Antalya Arkeoloji Müzesi’ydi.
Müze Müdürü Mustafa Demirel, 1963 yılındaki yağmadan
geriye kalan eserleri gösterdi. Üç vitrin ‘Kumluca
Definesi’ olarak bilinen hazinelerden oluşuyor.
Altın ve gümüşten yapılan M.S 6. yüzyıl kilise
eşyaları gerçekten de göz kamaştırıyor. Ancak müzede
sergilenenler hazinenin sadece bir kısmı. Hazineye
ait 18 parça eşya ise Harvard Üniversitesi’ne bağlı
Dumbarton Oaks Müzesi’nde sergileniyor. Müze müdürü
müjdeli haberi belgesel çekimleri için yaptığımız
röportajda verdi ve eserlerin Türkiye’ye
getirileceğini umduklarını’ duyurdu. Daha sonra
yönümüzü Kumluca’daki Corydella antik kentine
çeviriyoruz. Oldukça önemli bir antik kent olmasına
rağmen bugün o şehirden geriye sadece su yolları
kalmış.
Kent talan edilmiş
Kente 4 kilometre mesafedeki diğer antik
kent Rhadiopolis bilimsel kazı başkanı Doç.Dr. İsa
Kızgut’a göre de kente ait hiç bir kalıntı
kalmamasının sebebi Kumluca evleri yapılırken kentin
talan edilmesi. Antik kentin üzerine Hacıveliler
Köyü yapılmış. Köylülerden 85 yaşındaki Yusuf Yılmaz
anlatıyor: ‘‘Cuma pazarından dönerken ‘Asarda (antik
kent) define çıktı’ dediklerini duydum. Baktım,
köylüler kucaklarında eşyalarla gidiyordu. Kocaman
bir oda vardı. Biz sarı lira (altın para) arıyorduk.
Eşyaların yüzüne bile bakmadık. Meğer onlar da çok
değerliymiş. Tozun altında görememişiz. Üzerleri
altın kaplama, gümüştenmiş. Altın para bulamadık.
Sonra köye jandarma geldi. O eşyaları kim aldıysa
hepsinden topladı. Bir tane bırakmadı.”
Hazinenin özellikleri
Tek atölyede çeşitli teknik ve stillerin bir arada
kullanılması, Bizans Kilisesi’ne ait çok sayıda dini
eşya olması ve objelerdeki yazıtların zenginliği
açısından oldukça önemli. Üzerinde Bizans’ın en
görkemli olduğu 1’inci Jüstinyen Dönemi’nde
Konstantinopolis’te (
İstanbul ) yapıldıklarını gösteren damgalar
bulunuyor. Hayırsever piskopos Eutykhianos
tarafından Sion Manastırı’na hediye edildiği
sanılıyor. Kumluca Hazinesi’nin tümü gümüşten,
önemli bölümü altın kaplama tepsiler, haçlar,
kandillerden oluşuyor.
1963 yılındaki eşyaların yağmalanma olayından sonra
1967 yılında Dumbarton Oaks Müzesi kataloğunda
eserler görülüyor. Bunun üzerine dönemin Kültür
Bakanlığı eserlerin iadesini talep ediyor. Ancak
müze, bu eserleri vermeye yanaşmıyor. Geçen yıl
Herakles heykelinin görüşmeleri sırasında Dumbarton
Oaks Müzesi yetkilileriyle yeniden temas kuruluyor.
Yaklaşık bir yıldır devam eden müzakerelerde sona
gelindi. Bakanlık yetkilileri eserlerin 2013’ün ilk
aylarında getirileceğini söylüyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 02.12.2012
|
MİLYONLUK OSMAN HAMDİ SATIŞTA
Çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu olan Osman Hamdi
Bey'in oryantalist tabloları bugün Türkiye'deki
koleksiyonerler tarafından başyapıt olarak kabul
ediliyor. Ülkenin önde gelen koleksiyonlarına göz
attığımızda karşımıza mutlaka bir Osman Hamdi Bey
tablosu çıkıyor. Zamanının çoğunu arkeolojik
kazılarda geçirdiği için tablolarının sayısı 100'ü
geçmiyor. Eserlerini hediye ettiği için de çoğunun
yeri bilinmiyor. Bilinen tek gerçek resimlerinin
değerinin milyonlar ettiği... Osman Hamdi Bey'in
2004'te Antik A.Ş. tarafından satılan Kaplumbağa
Terbiyecisi isimli tablosu, rekor kırarak 5 milyon
liradan Sunaİnan Kıraç tarafından satın alınmıştı.
2008'de Londra'da Sotheby's tarafından açık
artırmaya çıkan İstanbul Hanımefendisi tablosu ise
yaklaşık 8 milyon liradan alıcı bulmuştu.
Osman Hamdi Bey'den ve milyonluk resimlerinden
bahsetme nedenim 16 Aralık'ta Antik A.Ş.'nin
düzenleyeceği müzayede... Süleyman Seyyid, Halil
Paşa, Hoca Ali Rıza, Hikmet Onat gibi sanatçıların
eserlerinin açık artırmaya çıkacağı müzayedenin en
heyecan verici eseri ise Osman Hamdi Bey'in Vazo
Yerleştiren Kız isimli tablosu. 47X25 santimetre
boyutundaki eser 1 milyon 800 bin liradan açık
artırmaya çıkacak. Müzayede öncesi Antik A.Ş.
Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam'la bir araya
geldim. Turgay Bey'le sohbete geçtiğimiz yıl 9
milyon dolardan satışa çıkan ancak son anda
müzayededen geri çekilen Osman Hamdi Bey'in Huzur
tablosunu sorarak başlıyorum. Ailenin fiyatı
indirmek istemediği için eseri evine geri götürdüğü
bilgisini veriyor. Tablo için birçok koleksiyonerin
şimdiden yarıştığını dile getiren Turgay Artam, eser
için birçok bayrak kalkacağını ve eserin 3 milyonun
üzerinde bir rakama satılacağını tahmin ediyor.
16 Aralık'ta Swissotel'de
düzenlenecek olan 275. müzayedenin önemli bir kısmı
da hat eserlerinden oluşuyor. Yakut-ı Mustasımi,
Hafız Osman, Hasan Rıza, Kazasker Mustafa İzzet,
Sami Efendi, Hamit Aytaç gibi Türk hat sanatına yön
vermiş değerli hattatların eserlerinin de rekor
fiyatlardan alıcı bulması bekleniyor. Müzayedede öne
çıkan eserler arasında oryantalist ressamların
İstanbul konulu eserleri de var. Alberto Pasini
imzalı İstanbul'da Pazar Yeri konulu eseri, Rudolf
Ernst'in Hamamdan Ayrılış konulu tablosu ve
Zonaro'nun Ayaspaşa konulu eseri de koleksiyonerler
tarafından büyük ilgi görüyor.
İSLAM ESERLERİNE TALEP ARTTI
Müzayedeye çıkacak eserleri arasında
Hasan Rıza'nın Fatih'in İstanbul'a Girişi tablosu da
var. Bu tablonun başlangıç fiyatıysa 950 bin lira.
Aynı eseri 20 yıl önce de sattığını söyleyen Artam,
"Eserler yaklaşık 80 yılda bir el değiştirir" diyor
ve ekliyor: "Dede toplasa ya oğlu ya da torunu
satıyor. Çoğu kez miras kavgası yüzünden de
satılıyor. Boşanma davalarında ya da vefatlardan
sonra tablolar paylaşılamadığı için satılıp, para
paylaşılıyor." Turgay Artam hala Türkiye'de yeteri
kadar koleksiyoner olmadığı kanısında. Ama son 10
yıldaki gelişimin umut verici olduğunu söylüyor:
"Yeni zenginler gelip 'Bize koleksiyon oluşturur
musunuz?" diyorlar. Özellikle İslam eserlerine ilgi
son 10 yılda çok arttı. Bir de her odasını farklı
döşeyenler var. Bir odasına fermanlar, kavuklar,
Kuran-ı Kerim'ler koyuyor, diğer odasını çağdaş
resim ve heykellerle donatıyor. Bu da son günlerde
öne çıkan bir akım." Müzayededeki eserlerin muhammen
bedellerinin toplamı 10 milyon lirayı geçiyor. Ancak
Turgay Artam eserleri 20 milyon liradan
sigortaladığını söylüyor. Osman Hamdi Bey tablosu
dışında da birçok eserin rekor kırmasını beklediğini
söyleyen Artam, üç saatte 10 milyon liralık eserin
el değiştireceğinin altını çiziyor.
Antik A.Ş. olarak Turgay Artam ve
ekibi ücretsiz ekspertiz yapıyor. Günde yaklaşık
15-20 eve ekspertiz olarak gidiyorlar. Ayrıca günde
ortalama 50 kişi de eserini kaptığı gibi soluğu
Antik Palace'ta alıyormuş. Hepsinin hayali aynı:
Ellerindeki eserin yüz binlerce lira etmesi. Birçoğu
hayal kırıklığına uğrarken aralarında çok değerli
eserler getirenler de oluyormuş. Turgay Artam 16
Aralık'ta satışa çıkacak bazı değerli hilyelerin
evlerden şans eseri toplandığını söylüyor: "İnsanlar
evlerine asmış, eski bir yazı sanıyor. Oysa çok
değerli hattatlara ait eserlerle karşılaşıyoruz.
Bunları alıp müzayedelerde yüz binlerce liradan
satıyoruz. Sahipleri piyangoda büyük ikramiye
kazanmış gibi seviniyor. Özellikle Erenköy
tarafındaki evlerde bugün hala çok kıymetli
hilyeler, el yazması Kuran'lar var."
Sabah, Haber: Burcu
Aldinç, 02.12.2012
|
SEKİZİNCİ TEPEDEKİ SULTAN CAMİSİ

Şehzade Camisi (solda) ve Mescid-i Nebevi.
Sinan'ın Şehzade Camisi'nin bir
taklidi olan Sultanahmet Camisi'nden, yani kopyanın
kopyası olmaktan öteye geçmeyen bu camiler, neden
ısrarla inşa edilir?
Evet şaşırıyoruz! Ultramodern AVM’ler, çeşit
çeşit siteler, binbir türlü havaalanı terminali,
cins cins
tatil köyü, gökleri delen ofis
binaları varken nasıl olur da cami mimarimiz bu
kadar sıradan kalabilir? Sinan’ın Şehzade Camisi’nin
bir taklidi olan Sultanahmet Camisi’nden, yani
kopyanın kopyası olmaktan öteye geçmeyen bu camiler,
neden ısrarla inşa edilir? İşte Kocatepe, işte
Ataköy, şimdi de Çamlıca! Yüzlerce aynı tarz mahalle
mescidi de cabası. Birkaç farklı deneme hariç hepsi
birbirinin benzeri, hele şu anıtsal örnekler yok mu
sanki alternatifsiz!
Tarihe kısa bir bakış öğretici olabilir. Kur’an-ı
Kerim’de bir cami tasviri bulunmadığını hatırlamak
gerek. Kur’an’da mescid olarak geçen ama tarifi
yapılmayan ibadet yeri, Hz. Muhammed’in “Yeryüzü
mescid kılındı” ifadesiyle pekişerek, herhangi bir
mimari mekanla sınırlandırılamayacağını gösterdi.
Zaten ‘mescid’ kelime olarak da mimari bir mekan
tanımlamaz, “ibadet için secdeye yatılan yer”
anlamına gelir. Bu geniş anlamından dolayı olsa
gerek yeni dinin tebliğinden önce de var olan
Mescid-i Haram yani Kabe, Kur’an’da mescid olarak
geçer. Daha sonra Medine’de inşa edilen Hz.
Muhammed’in camisi de Mescid-i Nebevi adını taşır.
Ortadoğu’da din ve devlet
Peki cami neydi? Cuma namazı için kullanılan büyük
camilere ‘el-mescidü’l cami’, yani ‘cemaati toplayan
cami’ dendi. Miladi 10. yüzyıldan itibaren ‘mescid’
ve ‘cami’ birbirinden ayrıldı.
İçinde minber bulunan Cuma camilerine ‘cami’,
minbersiz küçük olanlara ise ‘mescid’ dendi.
Medine’de Hz. Muhammed’in konut alanının yanındaki,
içinde elçileri kabul ettiği mescid, ileride ortaya
çıkacak olan ‘darülimare’, yani hükümet merkezi ve
cami ilişkisine örnek teşkil
etti. İlk mescid, Peygamber’in
sadece Allah’a itaat için değil, toplumsal hayatı da
düzenleyen söylevlerini verdiği yerdi. Daha sonra,
hemen her zaman cuma camisinin yanına inşa edilen
‘darülimare’, dini ve mülki idare birlikteliğini
simgeledi. Halifeler, devleti en büyük cami ve
yanındaki saraylarından yönetti. Caminin minberi,
halifenin Müslümanlar üzerindeki otoritesinin
aracısı oldu. Mescid ve cami, ikisi de çok işlevli
yapılardı. Cami her zaman Ortadoğu kentlerinin
merkezinde en önemli konumda yer aldı. Konu,
Ortadoğu’daki din-devlet ilişkisinin özel durumu
üzerine düğümleniyor. Asur İmparatorluğu’ndan
günümüze bu ilişki pek değişmedi. Dini kontrol eden
aynı zamanda devleti yönetti. Cami her zaman sarayın
yanıbaşında oldu.
Bağdat’taki
İslam halifesi,
Anadolu ’daki Selçuklu sultanlarının otoritesini
tanır ve onlara unvanlar verirdi. Örneğin, I.
İzzeddin Kaykavus’un Halife tarafından verilen
unvanı, ‘es-Sultanü’l-Galib’di. Bu unvanlar,
Konya ’daki Alaeddin Camii’ndeki kitabelerde
görülür. Dolayısıyla Selçuk-Türkleri o dönemdeki
adıyla Rum (
Roma ) ülkesinde halifenin temsilcisiydi.
Osmanlı sultanları da bu geleneğin devamında, Kureyş
sülalesinden olmamalarına rağmen, Mekke ve Medine
ile hac yollarının kudretli koruyucusu olarak
halifelik rolünü yeni bir yorumla devraldılar. Halil
İnalcık’ın belirttiğine göre, “Osmanlı sultanlığı
16. yüzyılda devlet idaresini şerileştirdi”.
İstanbul ’un yedi tepesinde inşa edilen camiler,
kitabelerinden anladığımız gibi bu dönüşümün simgesi
oldu. Topkapı Sarayı’nın hemen dışında, sultanların
‘Cuma Selamlığı’ denilen merasimle namaza çıktığı
eksenin bir ucunda Aya Sofya, diğerinde Saray’daki
‘arz odası’ bulunur, ikisi arasındaki yolculuk
siyasi otorite ve dini otorite arasındaki gidiş
gelişlerin simgesidir. Bu ikisini birbirinden
ayırmanın pek güç olduğunu, Osmanlı tarihi bize
gösterdi. Sultanlar 19. yüzyılda Topkapı Sarayı’nı
terk etti ama bu düzen değişmedi. Boğaz boyunca inşa
edilen sultan saraylarının her zaman anıtsal bir
cuma camisi oldu.
Sinan’dan sonra
Sinan sonrası Osmanlı mimarları, Şehzade Camii’ni
boşuna örnek almadı. Sinan’ın Muhteşem Sultan
Süleyman’ın emriyle tasarladığı bu cami ana kubbe ve
dört yarım kubbesi ile en yalın ve bütünleşmiş
ibadet alanını sundu. Eyvanlı kapalı avlu
geleneğinin Anadolu’da Konya, Bursa ve Edirne’deki
denemelerden sonra ulaştığı en üst ve özgün
aşamaydı. Sultanahmet, Yeni Cami, Yeni Fatih Camii
gibi yapılarda onu tekrarladılar. Hem 16. yüzyılın,
hem Osmanlının hem de şeriatın simgesiydi. Daha geç
dönemde Laleli, Eyüp, Nur-u Osmaniye, Ayazma,
Nusretiye, Dolmabahçe, Ortaköy, Yıldız,
Aksaray gibi daha küçük camilerde dört yarım
kubbenin ihtişamını uygulayamadılar. Çünkü bu
ölçekte mümkün değildi, hatta çirkin olurdu. Bugünün
tersine Osmanlı sanatta güzelden anlardı. Bu
binalarda kare plan içindeki merkezi kubbe ile
sultanın dini ve siyasi otoritesi simgelendi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde camiler
iyice küçüldü. Örneğin Mimar Kemaleddin’in Bebek
Camisi ya da D’Aranco’nun Karaköy Camisi böyleydi.
Bu sonuncu art noveau yapı kimseyi mutlu etmemiş
olacak ki, 1958’de yok edildi.
Türkiye ’nin muhafazakar yüzü, 1950’lerden sonra
yeni bir simge arayışındaydı. Kocatepe Camisi dört
yarım kubbeli mimarisi ile Osmanlı’nın dönüşünü ilan
etti. Eğer bugün bir Roma tiyatrosunu birebir inşa
ederseniz “Roma’nın dönüşü denmez mi?”; işte aynı
şekilde.
Giderek küçüldü ama
Kocatepe’den önce ve sonra bazı modern cami
denemeleri yapıldı. Kınalıada, Etimesgut, Gölbaşı
TEK, Derinkuyu, Meclis, Buttim, Şakirin, Yeşilvadi,
Doğramacızade, Sancaklar camileri gibi. Ama, heyhat!
Bunlar hep yerel kaldı. Nitelikli mimar, zanaatkar
ya da başka tasarımcıların elinden çıkan minyatür
camilerdi bunlar. Aralarında idari sistemin hemen
yanıbaşındaki Meclis Camisi bir mucize gibiydi.
Bulunduğu arazi ile uyumlu, betondan olmasa
‘ekolojik’ bile denebilecek bir yapı. Esin kaynağı
prototipik bir cami modeliydi; biraz Arap, biraz
Osmanlı geleneği karışımı. Öte yandan siyasi
söylemin hem bu kadar merkezinde, hem de onun
dışında kalma gibi bir konumu oldu. Ulaşımı zor
meclis bahçesinde ‘saklı bir inci’ olarak kaldı. Bu
camiler, belki de dünya üzerinde kullanıcıları
tarafından bir ‘simge’ olması en fazla istenen
ibadet mekanından bekleneni yerine getiremedi.
Tasarımcılarının özellikle kaçındığı şey
yayılmalarını engelledi. Bu nedenle daha çok mahalle
mescidi olarak kalıp, ölçek büyütemedi.
AKP ’nin üniversalist İslam anlayışı, yeni bir
dönemi kurgulama iddiası taşır. Sene 2023 için
başkanlık sistemini, ayrıca Ortadoğu liderliği ile
muhafazakarlığı içine sindirmiş bir toplum öngörür.
Anayasa ve ilişkili pek çok kanun, yasa ve
yönetmeliğin değiştirilmesi sultanların
yasa-yapıcılığını da gündeme alır. 21. yüzyıl,
“muhteşem yüzyıl” hayallerini yeniden canlandırdı.
Kanuni, Süleymaniye’yi İstanbul’un yedi tepesinden
biri üzerine inşa ettirdi. İstanbul’un sekizinci
tepesinde, yani Çamlıca’da, inşa edilecek yeni
sultan camisi dört kubbeli Şehzade’nin betondan
yapılmış devasa bir kopyasından başka tarzda
olamazdı. Bakalım bu proje, saray ile cami
arasındaki Cuma Selamlığı törenini de geri getirecek
mi?
Radikal İki, Yazı: Prof.Dr. Ali Uzay Peker,
02.12.2012
|
'ÇIPLAK, KUŞ VE HAYALET' 400 BİN TL'YE SATILDI
Türk resim sanatına damgasını vurmuş ressamların eserlerinin yer aldığı 23. Artı Mezat Modern ve Çağdaş Türk Sanat Müzayedesi, dün Divan Otel’de düzenlendi. Artı Mezat’ın sahibi Jale Tantekin tarafından yönetilen ve 100 eserin satışa sunulduğu müzayedede en büyük çekişme Erol Akyavaş’ın “Kimya-i Saadet” adlı dizisinde yer alan “Kızıl Ferman” ve Ömer Uluç’un “Çıplak, Kuş ve Hayalet” isimli eserlerinde yaşandı.
Sanat camiası tarafından birer “başyapıt” olarak adlandırılan bu eserlerden 200 bin TL’den satışa sunulan Erol Akyavaş’ın “Kızıl Ferman”ı 300 bin TL’ye, 370 bin TL başlangıç fiyatıyla sunulan Ömer Uluç’un “Çıplak, Kuş ve Hayalet”i 400 bin TL’ye isimlerinin açıklanmasını istemeyen koleksiyonerler tarafından satın alındı. Zeki Faik İzer’in “Balık Ağları” 170 bin TL’ye, Burhan Doğançay’ın “Kent Duvarları” 105 bin TL’ye, yine Burhan Doğançay’ın “Kompozisyon” isimli eseri 190 bin TL’ye, Fikret Mualla’nın “Sokak” ve “Yeşil Sofra” isimli eserleri 70’er bin TL’ye, Ahmet Güneştekin’in “Ağlarken Güldürenler” isimli eseriyse 35 bin TL’ye alıcı buldu.
Habertürk, Haber: Ayhan Yıldız, 02.12.2012
|
'BOYNUZLU AT'IN AHIRI GERÇEK Mİ?
Kuzey Kore Tarih Enstitüsü, başkent Pyongyang'da Antik Kore Krallığı Koguryo'nun kurucusu Kral Tongmyong'a ait olduğu iddia edilen efsane boynuzlu ata ait barınağın bulunduğunu iddia etti.
Tapınağa ait arazideki kaya mağarasının üzerinde "Boynuzlu At" yazdığı belirtildi. Ancak Kuzey Kore'nin resmi devlet ajansında yayınlanan bu açıklama bazı arkeologlar tarafından "Tamamen hayal ürünü" denilerek yalanlandı.
Sabah, 02.12.2012
|
|

 |
İŞTE O İBRETLİK GÖRÜNTÜ
Hem uzmanların anlattıkları hem de fotoğraf karelerine yansıyanlar ülkemizde define olayının ne boyutlara ulaştığını gözler önüne seriyor.
Samanyolu Haber Televizyonu Haber Özel programı'nda define avcılarının nasıl kandırıldığı ve verdiği zararlar masaya yatırıldı.
Sunucu Mahir Etyemez 'in konukları Define Araştırmacıları Abdullah Vecdi Çoban ve Dr. Şeniz Atik 'ti. Defineci olarak Türkiye'nin dört bir yanını dolaşan uzmanlar; bu konuda halkın duygularının ciddi manada sömürüldüğünü dile getiriyor. Elden ele dolaşan, kişilerin birbirlerine para karşılığı sattıkları define haritalarının hepsinin uydurma olduğunu söyleyen uzmanlar bunların toplumu sömürmek için kurulan rant düzenekleri olduğunu belirterek vatandaşları uyarıyor.
Haberin içerisinde yer alan fotoğraflar Çatalca İnceğiz'den.. Havadan çekilen bu görüntüler yeryüzünün define uğruna köstebek yuvası gibi nasıl delik deşik edildiğini açıkça gösteriyor.
Samanyolu Haber, 01.12.2012
|
BEŞ ASIRLIK CAMİYE KAPSAMLI RESTORASYON

İstanbul'un tarihe tanıklık eden meydanına da ismini
veren, 5 asır boyunca depremlere, yangınlara meydan
okuyarak ayakta kalan Beyazıt Camisi, zamanın neden
olduğu yaralarının sarılması ve gelecek nesillere
aktarılması için restore ediliyor. Restorasyon için
temmuzda yapılan ihalenin ardından, caminin çevresi
saçla çevrilerek çalışmalar başladı. Restorasyon
çalışmaları nedeniyle camideki küçük bir bölümde
ibadete izin veriliyor. Tahminen 6 milyon liraya mal
olacak caminin restorasyon çalışmalarının 2 yıl
sürmesi bekleniyor.
Vakıflar İstanbul Bölge Müdürü İbrahim Özekinci,
Beyazıt Camisi'ndeki restorasyon çalışmaları
hakkında bilgi verdi. Özekinci, Beyazıt Camisi'nin
İstanbul'da orijinalliğini koruyabilmiş en eski
selatin cami olduğunu belirtti. Zemininin
sağlamlığına vurgu yapan Özekinci Mimar Sinan'ın
yaptığı ilave kemerin de önemli rolü olduğunu
söyledi. Özekinci, yapılacak çalışmaları şöyle
anlattı: "Geçen yıl Hünkar Kasrı yanmıştı. Öncelikle
Hünkar Kasrı'nın restorasyonu tamamlayacağız. Daha
sonra kuruldan onaylı projeler doğrultusunda
camimizin kurşunlarını yenileyeceğiz. Kurşunlar
açılacak, Horasan harçlarına, çamurlara bakılacak.
Çatlaklar varsa onarılacak. Caminin 1999 depreminde
aldığı küçük çatlaklar var. Bu çatlakların etrafını
açacağız. Daha sonra kalem işi raspalar yapılacak.
Dış cephelerdeki kirlilik çevre kirliliğine mikro
kumlama ve benzeri yöntemlerle hem taş temizliği hem
de mermer temizlikleri yapılacak. Temel prensibimiz
yaptığımız çalışmalarda 'minimum müdahale, maksimum
koruma' orijinine, aslına sadık kalınarak camimiz
bitirilmeye çalışılacak. Bittiğinde bugünden çok
daha farklı ve hoş bir manzarayla karşılaşacağız.''
Sabah, 01.12.2012
|
BURSA'NIN 2300 YILLIK SURLARINA AİT TARİHİ KAPILAR
BİR BİR RESTORE EDİLİYOR

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yaklaşık 2 bin
300 yıllık Bitinya surlarını ayağa kaldırma
çalışmaları kapsamında restorasyonu tamamlanan
Tahtakale’ye açılan Yokuş Caddesi’ndeki tarihi kapı,
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da katılacağı
törenle, kent siluetindeki yerini alacak.
Büyükşehir Belediyesi, yaklaşık 2 bin 300 yıllık bir
geçmişi olan tarihi bulmacada taşları bir bir yerine
koyuyor. Bitinya döneminde yaptırılan 14 burç ve 6
kapısı bulunan 3 bin 400 metre uzunluğundaki
surlarla ilgili verileri tarihin tozlu raflarından
titiz çalışmalarla çıkaran Büyükşehir Belediyesi,
tarihi surların Tahtakale’ye açılan kapısı olan
Yokuş Cadde Tahtakale Kapısı ve bağlı burç ile
surlardaki restorasyon çalışmalarını tamamladı.
Kentin farklı noktalarındaki hanlar, hamamlar
yeniden işlevlendirilerek yaşamın bir parçası haline
getirilirken, yaklaşık 2 bin 300 yıllık geçmişi
bulunan Bitinya döneminden kalma Bursa surları da bu
dönem de tüm ihtişamıyla kent siluetindeki yerini
alıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe’nin, Osmangazi Belediye Başkanlığı döneminde
başlattığı ve ilk olarak Saltanat Kapı’nın ortaya
çıkarıldığı sur çalışmaları bu dönem hız kazandı.
Kent siluetinin önemli bir parçası olan, 14 burç ve
6 kapısı bulunan 3 bin 400 metre uzunluğundaki
surların Tahtakale semtine açılan kapısı olan
Tahtakale Kapısı tarihi kaynaklardan elde edilen
verilerle yeniden ayağa kaldırılırken bununla
birlikte 2 adet burç ve aralarındaki sur duvarların
da restorasyon çalışmaları bitti.
Bir bölümü 1855 depreminde yok alan bir bölümü de
yıllar önce belediyeler tarafından yol açılması için
yıkılan tarihi burç ve surlar tüm ihtişamıyla kent
siluetindeki yerini alıyor. Restorasyonu tamamlanan
tarihi Tahtakale Kapısı da 2 Aralık Pazar Günü
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da katılacağı
törenle kent siluetindeki yerini alacak.
Show Haber, 30.11.2012
|
TAKSİM'E KIŞLA YAPMALI MIYIZ?
Günümüzde
Taksim Meydanı’nda tam bir kargaşa ve kaos
yaşanmaktadır. Motorlu araçlar; otobüsler,
minibüsler, otomobiller ve
insanlar karmakarışık bir şekilde bu alanda yer
alırlar. İnsanlar motorlu araçların her türlü
tehlikesi altında kaza, gürültü, zehirli gaz, vb.
korkulu ve endişeli bir şekilde yaşamaya çalışırlar.
Meydanın özellikle Batı kenarı tanımsız ve tarifsiz
bir durumdadır. İstiklal Caddesi ise doğru bir
uygulama olarak yayalara ayrılmıştır.
Meydanın tekrar tasarlanması 1987 yılında gündeme
gelmiş ve
İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından
yarışmaya açılmıştı. Yarışmaya katılmış olan
projelerden hiçbirisi uygulanmamış ve mevcut durum
giderek artan olumsuz gelişmelerle günümüze kadar
gelmiştir. Bu arada 1997 yılında az sayıda “davetli
mimarlar” arasında bir
proje ihalesi açılmış ve o girişim de sonuçsuz
kalmıştır.
1997 yılında söz konusu meydan için bir ön proje
tasarladım. Taksim meydanı tümüyle yayalara
ayrılmalı ve yaya sisteminin jeneratörü olmalıdır.
Böylece, gündüz ve gece insanların güven ve huzur
içinde sosyo-kültürel eylemlerini sürdürebilmeleri
için motorlu taşıtlar yer altına alınmışlardır.
Projemdeki ilk ve önemli öneri budur.
REVAKLARI GETİRELİM
Tarihteki meydanları incelediğimiz zaman onların
binalarla, arkatlarla, revaklarla, sütunlar ve
ağaçlarla tanımlandığını görebiliriz. (Sırası
gelmişken, kültürel varlıklarımızdan,
Mimar Sinan ve Mimar Mehmet Ağa’nın yaptıkları
ve Arapların istemediği
Kabe’deki revakları mutlaka ülkemize
getirtelim).
Önerimde, meydanı tanımlayan ve tarifleyen paslanmaz
çelikten yapılmış ince ve zarif kolonlardan oluşan
bir sistem yer alır. Bu sistemi, malzemesi minimuma
indirgenmiş stilize revaklar olarak da düşünebiliriz
(Heykeltıraş Giacometti’nin heykellerindeki
felsefesine benzer biçimde).
Bu kolonların uçlarına takılmış ve çapı yaklaşık 30
cm olan cam küreler özellikle hava karardıktan sonra
yandıklarında meydanı ve Cumhuriyet Anıtı’nı inciden
bir kolye gibi sararak çok güzel ve canlı bir
atmosfer yaratacaktır. Projemde 1940’larda yapılan
ve 70’lerde yıktırılan, gerek meydanın Batı yönünü
dairesel formuyla çok başarılı olarak tanımlayan,
gerekse içerdiği yeme, içme, dinlenme ve eğlence
fonksiyonlarıyla meydana sosyo-kültürel açıdan
olumlu katkılar sağlayacak olan “Kristal Gazino”
yapısının bir benzerinin iki katlı olarak tekrar
yapılmasını önermekteyim.
Projedeki diğer önemli bir özellik modern
Cumhuriyetimizin simgesi olan anıtla ilgilidir. 8
Ağustos 1928 tarihinde büyük bir törenle açılmış
olan anıt, Pietro Canonice, Sabiha Hanım ve Hadi Bey
adındaki heykeltıraşlar tarafından malzemesi
İtalya’dan getirtilerek yapılmış olup, çevre
düzenlemesiyle kaidesinin tasarımı da mimar Guilio
Mongeri’ye aittir. Anıtın bir yüzü
Kurtuluş Savaşı’nı, diğer yüzü de Cumhuriyet
Türkiye’sini simgeler. İstiklal Caddesi
tarafındaki kompozisyonda sivil giysileriyle
Atatürk, yanında
İsmet İnönü, sağında Fevzi Çakmak, onların
arasında iki Sovyet generali K.Y. Varoşilov ve M.V.
Frunze ve devamında diğer figürler yer alırlar.
Harbiye yönündeki cephede ise Mustafa Kemal
üniforması ve kalpağıyla askerlerinin önünde
Kocatepe’dedir.
Bu güzel
sanat eserinin meydanda daha önemli ve çarpıcı
bir etki yaratabilmesi için onun 2.10 metre kadar
yükseltilecek olan kesik koni şeklindeki bir
platformun üzerine konulmasını öneriyorum. (Söz
konusu projem YAPI, No.186, s.44-45, 1997 dergisinde
yayınlandı, aynı yıl İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı’na gönderdim). Meydan kaplaması için de
Sarıkaya Bej mermer,
Eskişehir uygun
olabilir.
15 yıl sonra Büyükşehir Belediyesi’nce hazırlanmış
olan projenin benimkiyle benzerlikleri mevcut; ama
önemli bir fark var: 1940’larda yıkılmış olan Taksim
Kışlası’nın yeniden yapılması söz konusu. Kişisel
olarak bunu hiçbir zaman düşünmedim; ancak mutlaka
yapılacak
olursa, gerek düşünsel ve gerekse uygulama
alanlarında çok tartışma yaratacak gibi gözüküyor.
Yapının tümü yerine,
sadece cephe duvarının makul büyüklükte
karakteristik bir parçası inşa edilerek yapının bir
zamanlar oradaki varlığı simgelenebilir. Ayrıca
minyatür bir müze yapılarak maketler ve
görsel-işitsel medyayla meydanın tarihi
anlatılabilir.
RÖLEVELER SAĞLIKLI MI?
2012 Mart ayında çizmiş olduğum ikinci
perspektife Taksim kışlasını da ilave ettim ve zemin
katına eğlenme, yeme-içme, kafeler, bistrolar vb.
fonksiyonları önerdim. (12 Mart 2012 tarihli kışlayı
da içeren ikinci perspektifimi İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı sayın
Kadir Topbaş’a 26 Mart 2012’de gönderdim). Fakat
kışlanın sağlıklı rölöveleri mevcut mudur?
Olsa bile, bu garip oryantalist yapının
mimari detaylarını tam olarak uygulayabilecek
imkanlara malzeme, işçilik,
teknoloji vb. sahip miyiz? Ve bunu yapmalı
mıyız? Sonuçta yeniden canlandırılacak olan
replika’nın ya da kitsc mimarinin değeri ne olacak?
Atatürk’ün bizzat davet ettiği ünlü uzman
mimar-şehirci Henry Prost’un tasarımı olan “2
Numaralı Park” Taksim’den başlayarak Dolmabahçe
Vadisi’ni takiben
İnönü Stadyumu’na kadar devam eden harika bir
yeşil alandı. Fakat 1950’den sonra bu parklar
oteller ve gökdelenler için arsa olarak görülmeye
başlandı ve önce Hilton, onu takiben Ceylan,
Hyatt-Regency, Ordu Evi, Swiss Bosphorus, Ritz
yapıldı ve şimdi de Taksim kışlasıyla park
bitirilecek! (Tabii kışlanın iç bahçesi olacak ama
kendi başına, kapalı bir alan!)
Sunmuş olduğum bir ön projedir, konsepttir, eksikler
olabilir. Uygulama projeleri birçok uzmanla birlikte
detaylı olarak hazırlanır, sonra sıra uygulama
aşamasına gelir. Projelerde, gelecekte istenmesi
halinde dış etkenlerden korunma amaçlı olarak bütün
meydanın üstünü örtebilecek bir sistemin
altyapısının strüktürünü de şimdiden tasarlamak
gerekecektir. (Örneğin Buckminster Fuller’ın metal
ve plastikten yapılan “Jeodezik Kubbe” (Geodesic
Dome) strüktürü gibi).
Bu çalışmalarımın sadece bir tek amacı var, o da
İstanbul’a bir katkıda bulunabilmek!
Milliyet, Yazı: Prof.Dr. Enis Kortan, 30.11.2012
******
TAKSİM'İN ÇIĞLIĞI
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay dahi "Ağaçları yok
etmeyelim" deyiverdi sonunda...
Evet, eğer tartışmalı Taksim projesi öngörüldüğü
gibi ilerlerse İstanbul'un ender yeşil alanlarından
biri tarihe karışacak. Gezi Parkı'nda yüzlerce kadim
ağaç kesilecek. Kurbanlar kırmızıyla işaretlenmiş.
Görünce kanım dondu, aklıma Alevilerin evlerine
sinsice atılan çarpılar geldi. Projeye direnen
çevreciler, işaretlenen ağaçlara kendi ördükleri
rengarenk yün "çorapları" giydirmişler.
Belediyeciler çorapları sökmeye çalışmış ama
becerememişler. Minik bir zafer. Ama olsun yine de
bir zafer.
Parkın yanında dalış tünelleri kazmak
üzere Cumhuriyet Caddesi'nde gazetemizin iki adım
ötesinde bir dizi dükkan zorla tahliye ettirilmiş.
Esnaf lehinde çıkan mahkeme kararlarına rağmen.
Nasıl mı? Dükkanlara erişimi bariyerlerle
engelleyerek. Nöbet tutan güvenlikçiler "Buraya
girmek yasak" diyorlar. "Ama seyahat şirketinden
biletimizi almamız gerekiyor" deyince homurdanarak
geçmemize izin veriliyor. Boşuna. Uzun süre
gitmemekte inat eden acente sahibi de pes etmiş
sonunda. Dükkanı diğerleri gibi boş.
Yanımda projeyi durdurmak için örgütlenen Taksim
Platformu üyesi Mine Özerden var. Boğaziçi matematik
profesörü Betül Tanbay ve mimar Korhan Gümüş ile
birlikte parkta Boğaz'a nazır çay bahçesinde durumun
vahametini anlatmaya koyuluyor. Konumuz İstanbul'un
kalbi. Maç sonrası kutlamalarının, başörtüsü
eylemlerinin, yılbaşı gecelerinin, kısaca yıllardır
milyonlarca İstanbullunun ifade alanı Taksim Meydanı
vatandaşlara danışılmadan oldu bittiye getirilip
sıfırdan dizayn ediliyor. Hançerleniyor,
insansızlaştırılıyor, sterilize ediliyor,
soylulaştırılıyor, ruhsuzlaştırılıyor. Gezi
Parkı'nın yerine 1939 yılında İnönü'nün talimatıyla
yıkılan Topçu Kışlası yeniden yapılıyor. Altına
kafeler, sanat galerileri, ortasına da buz pateni
ringi. Sonuç: Boğazı seyrederek iki liraya alıp
yudumladığınız çay 10 liraya fırlayacak. Kuşlar,
simitçiler, sokak köpekleri yok olacak.
Meydanın kendisi ise tümüyle yayalaştırılacak.
Trafik Cumhuriyet, İnönü ve Mete caddelerini yaran
dev tünellerle yer altına alınacak. Böylece meydan
ve çevresi arasındaki bağ koparılacak. Turisti,
travestiyi, zengini, fakiri, Roman'ı, Kürt'ü,
dindarı, anarşisti hepsini bir arada görebildiğimiz,
Özerden'in deyişiyle Türkiye'nin tek "özgür" alanı
Taksim, beslendiği arterlerden koparılacak: "Taksim
kendi tarihindeki tüm dayatmacı zihniyetlere ve
baskılara rağmen kültürel çeşitliliğini korumayı
becerebilmiş önemli bir kişisel ve toplumsal bellek
mekanı. Halkın sağduyusunu kaybetmeden bir arada
durmayı deneyimlediği, hak taleplerini de ifade
edebildiği, zaman zaman ağır kayıplar da verdiği
önemli bir dünya meydanı."
Ancak yine platform üyelerinin de vurguladığı
gibi laik kesimin projeye karşı ürettiği "Rejim
elden gidiyor" söylemi çelişkili. Gezi Parkı,
Kemalistlerin "halka" Batı kültürünü aşılama ürünü
değil miydi? Kaldı ki Gümüş'ün vurguladığı gibi şu
anki Taksim projesi ilk olarak Dalan zamanında
pişirilmişti. Üstelik proje geçen yıl belediye
meclisinden CHP'lilerin de oylarıyla geçmiş.
Buradaki en temel sorun, tüm Türkiye'nin ifade alanı
olarak benimsenen Taksim Meydanı ve civarının
vatandaşların görüşleri alınmadan bir dayatmayla
değiştiriliyor olması.
Esas mesele Taksim'e cami yapılıyor olması değil
sürücülerin saatlerce dalış tünellerinde egzoz
soluyacak olmaları. Esas mesele Topçu Kışlası'nın
ihyasının yarışmayla değil ihale yoluyla kendi
elemanı olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi "Alan
Yönetimi Başkanı" Halil Onur'a verilmesi.
Benzer süreç Ankara'da da yaşanmıştı. Türkiye'nin
kanaatimce en güzel caddesi, Atatürk Bulvarı yine
dalış tünelleri marifetiyle yarılmış, ortaya konan
korkuluklar yüzünden Cumhuriyet döneminin en güzel
mimari örneklerini teşkil eden yabancı elçilik
binaları görünmez hale gelmiş, Ankara'nın ruhu
çalınmıştı. Ama Taksim için henüz geç kalınmış
değil. Evet meydanda yapısal sorunlar diz boyu.
Belediye otobüsü parkı olarak kullanılmasından
tutun, metro çıkışının kaldırıma bitişik olmasına ve
özürlü vatandaşlar için herhangi bir doğru dürüst
düzenleme yapılmamasına kadar bir sürü ucubelik var.
Gümüş'ün ifade ettiği gibi bunlar kolayca
düzeltilebilir. "Kentsel dönüşüm" adı altında yeni
yeni beton yığınları dikerek, rant kapıları
yaratarak değil.
Habertürk, Yazı: Amberin Zaman, 01.12.2012
******
CAMİLİ, KIŞLALI TAKSİM BÖYLE OLACAK

İstanbul’un gece hayatı ve sosyal yaşamının
merkezi Taksim Meydanı, son günlerde yeni projelerle
gündemde. VATAN Muhabiri İlker Akgüngör’ün çektiği
yaklaşık 300 derecelik fotoğraf, şantiyeye dönen
Taksim’in son durumunu da gözler önüne seriyor.
Projelerin ilk ayağı Tarlabaşı’ndan Harbiye uzanan
Cumhuriyet Caddesi’ndeki 400 metrelik battı çıktı
tünel. Tünelin çalışmasında kazı kısa sürede derine
inerken, meydana geçiş hala geçici üst geçitten
sağlanıyor. Bu projeyle meydan yayalaşacak. Tünelle
birlikte Taksim’in yapısını değiştirecek ve
bitiminde etkinlik alanı ile şehir müzesini
barındıracak Topçu Kışlası Projesi Anıtlar
Kurulu’nda onay aşamasında. Gözlerin Taksim’e
çevrilmesine neden olan bir başka çalışma ise
Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı cami projesi.
Meydandaki su makseminin arkasında kalan otoparka
inşaa edilecek Taksim Camii, 2 bin 600 metrekareye
yapılacak.
Vatan, 02.12.2012
|
RADİKAL HALİÇ'TE BOĞULDU

"UNESCO" İstanbul’a gelmiş,
endişeyle izlediği Haliç Metro Köprüsü’nü
beğenmiş...
Haliç’te inşaatı devam eden
metro köprüsünü , kentte yaşayanların büyük
çoğunluğu görmemiş olabilir; doğaldır da. Öyle ya,
“ucu olmayan şehrin” neresinde ne olduğunu, nelerin
eklenip nelerin eksildiğini görme şansımız yok. Bu
yer İstanbul’un merkezi bile olsa...
Gazeteci bu anlamda bizim gözümüz, kulağımız. Hele
gördüğünü gördüğü gibi, dinlediğini de dinlediği
gibi aktarıyorsa. Sağolsunlar. Gitmesek de, görmesek
de, örneğin, Haliç’te
bir köprünün inşa edilmekte olduğunu ve bu yapıyla
ilgili gelişmeleri, tartışmaları onlar sayesinde
öğrenebilmemiz lazım. Ama dikkat! Sadece
Radikal okuyan biri, gitmediği, görmediği o
köprünün bir mimarlık şaheseri olduğunu ve dünyanın
da bu eser karşısında saygıyla eğildiğini sanabilir.
25
Haziran: “UNESCO’yu bir haftada ikna ettik”
Gazetede, köprüyle ilgili ilk
röportaj 25 Haziran’da
Ömer Erbil
imzasıyla yayınlandı. Köprünün mimarı
Hakan Kıran’la
yapılan söyleşinin sadece başlığını ve spotunu
aktarıyorum:
“UNESCO’yu
bir haftada ikna ettik” ve “İstanbul, Dünya
Mirası Listesi'nde kalırken Haliç Metro Geçişi
Köprüsü'nün mimarı, 'UNESCO bizi şaşkınlık içinde
dinledi' dedi”.
Röportaj aynı zamanda
UNESCO Dünya Miras
Komitesi’nin 19-29 Haziran tarihlerinde
Paris’te gerçekleşen yıllık toplantısı hakkında
Türkiye basınında yer bulan ilk haber niteliğini
taşıyordu. Ancak, görüleceği üzere toplantının
bitmesine henüz üç gün vardı ve “Hakan Kıran’ı
şaşkınlık içinde dinleyen” ve “bir haftada ikna olan
UNESCO” henüz kendi ağzından, ne kadar ikna olduğunu
söylememişti. Bir Birleşmiş Milletler kurumu olan
Dünya Kültür Miras Komitesi, ciddiyeti gereği, zaten
toplantı sona ermeden kararını açıklayamazdı.
Nitekim karar metnini bir hafta sonra, 7 Temmuz’da
yayınladı. Şunu söyledi:
“Komite, taraf devletin Haliç Köprüsü’nün detaylı
etki değerlendirme raporlarının hazırlanmasına dair,
uluslararası uzmanlar rehberliğinde gerçekleştirdiği
çabaları görmektedir ve son oturumda geçerli olan
köprü tasarımının,
kültür varlığının evrensel değerine ciddi bir
olumsuz etkisi olacağına dair varılan sonucu,
endişeyle dile getirmektedir.”
Kararda “taraf devlet” olarak
adlandırılan muhatab
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ve evrensel değerinin zarar
göreceğinden endişe edilen eser
Süleymaniye Camii’ydi.
Özetle “köprüden yana endişeliyim” diyordu.
İstanbul’un Dünya Miras
Listesi’nden çıkarılması gündeme geldiğinden beri,
henüz açıklanmamış UNESCO kararları hakkında “haber”
yayınlamak, örneklerini daha önce de
gördüğümüz, hikayenin tanıdık bölümü.
Açıkçası,Hakan Kıran’la söyleşiyi yapan muhabir
Ömer Erbil’in diğer bazı haberlerini de bildiğim
için üzerinde çok durmamıştım.
Fakat gazetenin “köprü performansı” bu röportajla
sınırlı kalmadı.
6 Ekim: “UNESCO gözüyle yeni Haliç”
Hakan Kıran röportajını Ayça
Örer’in Prof. Dr
Enzo Siviero’yla gerçekleştirdiği,
6 Ekim’de
yayınlanan söyleşi izledi. “UNESCO
gözüyle yeni Haliç” başlığının kullanıldığı
röportaj, “UNESCO adına yeni Haliç köprüsünü
değerlendiren Prof.Dr. Siviero, ‘Kenti müze gibi
saklayamazsınız. Kentler yaşamalı’ dedi” spotuyla
sunuldu. Haberin girişinde de, Venedik Üniversitesi
öğretim görevlisi Siviero’nun “ [Köprü] projesini
değerlendirmek için Türkiye geldiği ve “UNESCO
adına bir rapor kaleme aldığı” vurgusu
yapıldı.
“UNESCO adına” rapor hazırlayan bir uzmanın, bu
raporu kendisini görevlendiren kuruma sunmak yerine
bir gazeteciye anlatmasını şüpheyle karşıladım. Hem,
köprü projesinden endişe duyduğunu söyleyen UNESCO
durduk yerde neden karar değiştirmiş ve projeyi
olumlama yoluna girmişti?
Dürüstçe söyleyeyim, bunu da “eksik bilgiyle haber
yapma” alışkanlığına verdim ve bir editoryal kaza
olarak değerlendirdim. Konuyla yakından ilgilenmeyen
bir muhabir ya da editör için, UNESCO ile bir
şekilde bağlantısı bulunan bir uzmanın İstanbul’a
gelmesi, “UNESCO adına çalıştığı” algısı yaratmış
olmalıydı. Belki de çarpıcı bir başlık atma
çabasıydı. Özellikle haberde Ayça Örer gibi
güvenilir bir muhabirin imzası bulunması, bir hata
yapıldığına dair inancımı pekiştirdi.
14 Ekim: “Tarihi Yarımada'ya 'en az'
etki”
Kendi adıma uyandırıcı gelişme
-sürpriz olmayacağı üzere - Ömer Erbil imzalı,
14 Ekim
tarihli söyleşiyle geldi. “Tarihi
Yarımada'ya 'en az' etki” başlığıyla sunulan
haberin ilk paragrafını olduğu gibi aktarıyorum:
“UNESCO Dünya Kültür Mirası
Komitesi Ürdün temsilcisi ve Haliç’e yapılacak olan
metro geçiş köprüsü projesinin denetçisi Prof.Dr.
Moawiyah İbrahim, Haliç köprü projesi için ‘Etkisi
en aza indirilmiş proje’ değerlendirmesinde
bulundu. İbrahim, ‘’Köprünün yapılmasına karşı
çıkanları da saygıyla karşılıyorum. Ancak
İstanbul’un trafiği ve yaşam koşulları
düşünüldüğünde bu projenin de ihtiyaç olduğunu
görüyorum. Tarihi yarımadaya en az etkisi olacak
şekilde proje yenilendi.
Gerek belediye
gerekse projeyi hayata geçirenlerin etkinin
azaltılması için verdikleri çaba takdire değer
görüyorum’’ dedi.
Erbil’in aktarımına göre,
UNESCO adına köprü projesini denetlemekle görevli
Prof. İbrahim, tartışma götürmeyecek şekilde
köprünün yapılmasını onaylıyor ve proje sahibi
İBB’nin çabalarını taktir ediyordu. (Haber basında
da “istenen” etkiyi yarattı; örneğin ön sayfasında
"kültür mirası ihbar hattı" kuran ntvmsnbc.com bile
haberi “Yeni
Haliç köprüsü yapılmalı” başlığıyla yayınladı.)
UNESCO ne diyor?
Gazetenin artık düzenli hale gelen “hata” silsilesi
şüpheye çok da yer bırakmıyordu. Ama UNESCO adına
konuştuğu iddia edilen uzmanların bu kurum
tarafından görevlendirilip görevlendirilmediğini
yine UNESCO cevaplayabilirdi. Basın müşavirliği
yoluyla ilettiğim soruyu Paris'teki
Dünya Miras Merkezi
Avrupa ve Kuzey Amerika Bölümü’den uzman Junaid
Sorosh-Wali cevapladı:
“Radikal
gazetesinde demeçleri yayınlanan gerek Prof.
Enzo Siviero’ya ve gerek Prof. Muawiayah Ibrahim’e
UNESCO tarafından
verilmiş bir görev yoktur. Ancak bu isimlerin
Türk yetkililer tarafından atanmış olması en yüksek
olasılık.
Dolayısıyla UNESCO adına konuşma yetkileri de
bulunmamaktadır. UNESCO, bu yanlış
bilgilendirme nedeniyle Türk yetkilileri de
uyarmıştır.”
Kim bu “Türk yetkililer” ?
Peki UNESCO’nun “Türk
yetkililer” olarak isimlendirdiği kurum ya da
kişiler kimdi? Acaba Dünya Miras Komitesi’nin talep
ettiği, köprü için etki değerlendirme raporunu
hazırlamakta olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi
(İBB) mi? Prof. Siviero ve Prof. Ibrahim belediye
tarafından mı görevlendirilmişti?
İBB Basın danışmanlığı 15
Kasım'da bu soruma uzun bir metinle cevap verdi.
Özetle; Dünya Miras Komitesi’nin talep ettiği, Haliç
Metro Köprüsü’nün çevre etki değerlendirme raporunun
hazırlanması için, ICOMOS (Uluslararası Anıt ve
Çevre Araştırmaları Merkezi) rehberine uygun olarak,
belediye tarafından, bağımsız bir uzman heyet
oluşturulduğunu ve “Dünya Miras Alanları için
Bağımsız Tarihi ve Görsel Etki Değerlendirme Raporu”
hazırlanması konusunda uzman bu iki akademisyenin de
kendileri tarafından davet edildiği bilgisini verdi.
Tekrar etmeye gerek var mı bilmiyorum:
Radikal'in
“UNESCO adına bir rapor hazırladığını” iddia
ettiği Prof. Siviero ve “UNESCO denetçisi”
olan Prof. Ibrahim, bağımsız uzmanlardı ve
kendilerine UNESCO tarafından verilmiş bir görev
yoktu. Köprü hakkında rapor hazırlamak üzere, “işverenleri”,
projenin sahibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından davet edildiler.
habervesaire.com, Yazı: Gökhan
Tan, 29.11.2012
|
DENİZLİ'DEKİ 2 BİN 250 YILLIK PAZAR YERİ ALIŞVERİŞE
AÇILACAK

Denizli'de 2 bin 250 yıllık antik kapalı
Pazaryeri, alışveriş yapılacak hale getiriliyor.
Erozyonla toprak altında kalan Tripolis antik kenti,
kazılarla günyüzüne çıkarılıyor. 19 antik kentin
bulunduğu
Denizli'de Hierapolis ve
Laodikya'dan sonra en önemlilerinden birisi olan
ve Lidyalılar tarafından kurulan Tripolis'in antik
kapalı
Pazaryeri ve caddeleri, yeni yapılmış gibi
ortaya çıkarılmaya başladı.
Buldan İlçesi
Yenicekent beldesi sınırları içinde yer alan
Pamukkale'ye yarım saat uzaklıktaki bir yamaca
kurulan Tripolis'in, erozyondan dolayı toprak
altında kaldığı için çevredeki en sağlam antik
kentlerden biri olduğu belirtiliyor.
Denizli Valiliği,
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ),
Buldan Kaymakamlığı,
Yenicekent Belediyesi ve TÜRSAB tarafından
desteklenen kazıda, beş aylık sürede bir
pazaryerinin giriş kapısı ve bazı yolları açıldı. 12
ay kazı çalışmasının yapılacağı yerin, bir yıl sonra
turistlere hediyelik eşya satılabilecek hale
getirilebileceği ifade ediliyor.
Denizli Valisi
Abdülkadir Demir, Belediye Başkanı
Osman Zolan, PAÜ Rektörü
Hüseyin Bağcı ve diğer protokol üyeleriyle
birlikte Tripolis kazı yerinde incelemelerde
bulundu. Ardından basın mensuplarına açıklama yapan
Vali Demir, antik kentin MÖ 200'den önceye dayanan üç
önemli kentten biri olduğunu söyledi. Antik dönemde
ticaretin ve dokumanın merkezlerden birisi olduğunu
ifade eden Demir, önceden bir ay yapılan kazıların
12 aya çıkarılacağını ifade etti: "Bu kazı başlayalı
5,5 ay oldu. İddia ediyoruz ki normal kazılarda
belki 15 senede yapılan iş başarıldı. Kazılar
başladığında burada sahip olduğumuz değer hakkında
bilgimiz yoktu; 5,5 ay sonra açık ve kapalı
Pazaryeri bulunmuş ve caddeler tamamen ortaya
çıkarılmış. Hocalarımızın şu andaki hedefi,
özellikle antik çağda kapalı
Pazaryeri olarak kullanılan alanı açarak,
önümüzdeki yıl turizmin hizmetine vermek. 2013 yılı
sonuna doğru bu
Pazaryeri, turistik anlamda satış yapılabilecek
hale getirilecek." dedi. Bilimadamlarının verdiği
bilgiye göre Tripolis'in en büyük şansının,
erozyonlarla toprak altında kalması olduğunu aktaran
Demir, "Altını açtığınızda, sanki bugün yapılmış
gibi çok sağlam bir yapıyla karşılaşıyorsunuz. O
dönemin model kentlerinden bir tanesini
görebiliyorsunuz." diye konuştu.
Tripolis Antik Kenti Kazı
Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman ise bir
yamaç yerleşimi olduğu için erozyon toprağıyla
dolduğunu, bu yüzden sağlam kaldığını vurguladı.
Duman, "Biz 3,4 metre aşağıda yapıları sağlam bir
şekilde bulabiliyoruz. Şu anda çatı seviyesinde
duruyoruz ama önümüzdeki yıl kazıların sonunda sizi
aşağıda karşılayacağız. Burada sadece kapalı
Pazaryeri yok, sivil mimariye ait kamu binaları,
hamamlar, tiyatro, büyük bir stadyum var. Bölgede bu
kadar sağlam başka bir örnek yok." şeklinde konuştu.
Rektör Bağcı da arkeolojik
araştırmalara ayırdıkları payın bundan sonra önemli
bir kısmının,
Laodikya'da olduğu Tripolis'e de aktarılacağını
açıkladı.
haberler.com, 27.11.2012
|