Haberler logo Aralık '12 Arşivi

 30 Aralık 2012 - 5 Ocak 2013

TARİHİ ESER OPERASYONUNDA 5 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

 

 

Bolu İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından düzenlenen tarihi eser operasyonunda Osmanlı dönemine ait 97 parça tarihi eser ele geçirilirken, 5 kişi gözaltına alındı.

 

İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, yeni yılın ilk günlerinde tarihi eser kaçakçılığı ihbarı aldı. Eşzamanlı operasyonlar sonucu tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları belirlenen B.A., İ.Ç., M.P., T.B. ve S.İ. isimli şahıslar yakalandı. Şahısların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda 20 adet Osmanlı dönemine ait olduğu belirlenen bakır sikke, 1 adet kemikten yapılma sedef işlemeli sırt kaşıma aleti, 1 adet boynuzdan yapılma barutluk, 2 adet Osmanlı dönemine ait olduğu belirlenen zincirli mühür, 1 adet eski döneme ait anahtar, 1 adet mum makası, 1 adet yatağan tabir edilen metal kılıç, 7 adet Osmanlıca yazılı kitap, 59 adet Osmanlı dönemine ait sikke, 4 adet Osmanlı dönemine ait sikke olmak üzere toplam 97 parça tarihi eser ele geçirildi.
 

Gözaltına alınan şüpheli 5 kişi, emniyetteki ifadelerinin ardından adli makamlara sevk edilirken, Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu kaçakçılık suçuna yönelik çalışmaların devam edeceği bildirildi.

Bolunun Sesi, 04.01.2013

AGORA'YA MÜZE EVİ

 
Büyükşehir Belediyesi, İkiçeşmelik Caddesi üzerinde, iki ayrı yapıdan oluşan tescilli bir binayı “Agora Müze Evi” olarak kullanılmak üzere restore ediyor. Bina, çalışmaların tamamlanmasının ardından, Agora ören yerinden çıkarılan eserlerin de sergilenebileceği bir cazibe alanı olarak kente kazandırılacak.

 

Belediyenin bu alandaki kamulaştırmalarından sonra kalan bölümde arkeolojik kazıları sürdürdüklerini söyleyen Agora Kazıları Başkanı, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, “Alanda iki tane tescilli yapı var. Bir tanesi Büyükşehir Belediyesi tarafından ‘Kazı Evi’ olarak restore edildi. Diğer yapı da ‘Müze Evi’ olarak hizmet verecek. Çalışmalarımızda bu iki yapıya da ihtiyacımız var. Bu yapılar, aynı zamanda İzmir’in tarihsel sürecinin basamak taşlarını oluşturuyor. Kazılarda Hellenistik dönem, Roma dönemi ve Bizans dönemini görüyoruz. Şimdi bu iki yapıyla birlikte Osmanlı dönemini de görmüş olacağız” dedi.

Gazete Yenigün, 04.01.2012

FOSEPTİK ÇUKURUNDAN SERVET ÇIKTI

 

Adana'nın Yumurtalık İlçesi'nde foseptik çukuru kazılırken Ortaçağ dönemine ait 750 adet gümüş sikke bulundu.

 

İş makinesiyle bir vatandaşın evine foseptik çukuru açan operatör Mehmet Yetkin, "Kepçeyi toprağa vurduğumda bir testi içerisinde paraların saçıldığını gördüm. Hemen aracı durdurup polisi ve zabıtayı bilgilendirdim" dedi.Olay yerinde inceleme yapan Adana Müze Müdürlüğü'nün görevlendirdiği 2 arkeolog, gütmüş sikkelerin Ortaçağ dönemine ait olduğunu söyledi. 750 gümüş sikke detaylı incelenmek üzere Müze Müdürlüğü'ne götürüldü.

Sabah, 04.01.2013

EYÜP SULTAN İÇİN BU KEZ DE...

 

 

8 Ocak 2011 tarihinde restorasyona alınan ve 6 ay sonra açılacağı söylenen Eyüp Sultan Türbesi’nin hala kapalı olmasıyla ilgili tartışmalar sürüyor. Türbedeki restorasyonun uzaması ve bir yıldır ziyarete kapalı olması geçtiğimiz günlerde adliyelik olmuştu.

Bazı vatandaşlar “İnanç özgürlüğümüz kısıtlanıyor” gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Bu kez de Eyüp Sultan türbesi için imza kampanyası başlatıldı. Sanal ortamda örgütlenen vatandaşlar, türbenin ziyarete açılması için imza topluyor. turbemiziacin.com adlı internet sitesinde başlayan imza kampanyasında, 2 bin civarında imza toplandı.

Habertürk, 03.01.2013

TARİHÇİLER İSTANBUL İÇİN ALARMDA

 

 

Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümü öğretim üyeleri İstanbul'daki dönüşümün "tehlikeli" bir boyuta ulaştığına dikkat çekerek akademisyenleri yazdıkları bildiriye imza atmaya çağırdı.

 

İstanbul'daki dönüşüme bir tepki de Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümü öğretim üyelerinden geldi. Aralarında Edhem Eldem, Selim Deringil ve Selçuk Esenbel'in de olduğu 19 öğretim üyesi, İstanbul'daki dönüşümün 'tehlikeli' bir boyuta ulaştığına dikkat çekerek bir alarm bildirisi hazırladı ve imzaya açtı. bianet'in haberine göre İstanbul için 'alam bildirisi' olarak tanıtılan imza metninde Haliç Metro Geçiş Köprüsü, Boğaziçi Karayolu Tüp Geçişi, 3. Boğaz Köprüsü, Taksim ve Yenikapı Meydan Düzenlemeleri, Tarlabaşı,  Fener-Balat ve Çamlıca Camii projelerine dikkat çekildi.

Şehir, çevre, mimarlık ve tarih konularında uzmanlaşan üniversite öğretim üyelerine açık olan bildiride, İstanbul'da son dönem yaşanan yapılaşma ve dönüşüm için çevresel ve sosyal faktörlere, tarihi ve kültürel değerlere duyarlı bir politika geliştirilmesi talep edildi.

Bildiri şöyle:

"Bizler, şehir, çevre, mimarlık ve tarih konularında uzmanlaşan üniversite bölüm ve enstitülerine mensup öğretim üyeleri olarak son dönemde İstanbul'da merkezi yönetim ve büyükşehir belediyesi tarafından yürütülen yapılaşma ve dönüşüm sürecini birçok yönüyle son derece sağlıksız ve tehlikeli bulduğumuzu kamuoyuyla paylaşmak isteriz.

"Haliç Metro Geçiş Köprüsü, Boğaziçi Karayolu Tüp Geçişi, 3. Boğaz Köprüsü, Taksim ve Yenikapı Meydan Düzenlemeleri, Tarlabaşı ve Fener-Balat gibi 5366 Sayılı Yenileme Yasası kapsamındaki projeler ve Çamlıca Camii gibi bu süreçte gündeme gelen ve bazıları gerçekleştirilmekte olan birçok projenin karar, tasarım ve ihale aşamalarında demokratik katılım, bağımsız denetim ve şeffaflık ilkelerinin ihlal edildiğini, uzman kuruluşlar ve sivil toplumun görüşlerine yer verilmediğini gözlemlemekteyiz.

"Kamu yararına yönelik ciddi tehlikeler barındıran bu projeler gerçekleştirildiği takdirde kentin doğal çevresi, sosyal yapısı, tarihi ve fiziksel dokusunda geri dönülmez hasarlar oluşacağı konusunda kamuoyunu uyarmak isteriz. Bu projelerin İstanbulluların sağlığı ve şehrin geleceği açısından içerdiği tehlikeleri gören bilim insanları olarak yetkilileri kamu yararını ve varlığını dikkate alan, çevresel ve sosyal faktörlere, tarihi ve kültürel değerlere duyarlı gelişim politikaları üretmeye davet ediyoruz. Şehrimiz için büyük bir metropole yakışan, katılımcı ve denetlenebilir çalışma mekanizmalarının hayata geçirilmesini talep ediyoruz."

İmzacılar:
Lale Babaoğlu, Selim Deringil, Koray Durak, Edhem Eldem, Ahmet Ersoy, Selçuk Esenbel, Paolo Girardelli, Çiğdem Kafescioğlu, Vangelis Kechriotis, Noémi Levy-Aksu, Nevra Necipoğlu, Arzu Öztürkmen, Aslı Özyar, Oya Pancaroğlu, Yucel Terzibaşoğlu, Derin Terzioğlu, Meltem Toksöz, Elif Ünlü, Anestis Vasilakeris.

Yapı, 03.01.2013

YANGININ KOKUSU GÜVENLİKTEN ÇIKTI

 

 

İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün tarihi binasının kül olma nedeni belirlendi: Güvenlikçiler yanık kokusunu duymuş ama 46 dakika sonra itfaiyeye bildirmiş.

Cağaloğlu’ndaki İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası, geçen hafta çıkan yangında kül olmuştu. Yangının ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı’nın hazırladığı rapor tamamlandı. Rapora göre yangın, birinci katta bulunan muhasebe ve öğretmen odalarından birinde elektrikli ısıtıcıdan çıktı, etrafta bulunan kırtasiyemalzemelerinden hızla yayıldı.

Rapora göre, yangın güvenlik görevlileri tarafından itfaiye saat 5.56’da ihbar edildi, itfaiye ekipleri iki dakika sonra saat 5.58’de olay yerine ulaştı. Yoğun şekilde duman ve alev gören itfaiye ekipleri, çevre binalarını da tehdit eden yangına hemenmüdahalede bulundu. İtfaiye ekipleri ulaşıncaya kadar binada bulunan güvenlik görevlileri yangınamüdale etti ancak başarılı olamadı. Raporda en dikkat çeken nokta ise güvenlik görevlilerinin binada koku hissetmesiyle yangın ihbarında bulunmaları arasında 46 dakikalık zaman olması. Yangın anında binada bulunan güvenlik görevlilerinin polise verdiği ifadeye göre; güvenlikçiler saat 05.10’da yanık kokusu hissettiler. Fakat yangın ihbarı 05.56’da yapıldı. İhbar edilen süreye kadar geçen 46 dakikalık zaman, yangını büyüttü ve genişlemesine neden oldu.

Rapora göre yangın birinci kattakimuhasebe ve öğretmen odalarının birindeki, elektrik ısıtıcısındanmeydana geldi ve etraftaki kolay yanıcımalzemeler nedeniyle hızla yayıldı. Raporda ayrıca yangının çıkış sebebinin, kamera kayıtlarının incelemesi ve adli soruşturma sonucunda ortaya çıkacağı belirtilerek, raporun yeniden değerlendirilmesinin daha sağlıklı olacağı da kaydedildi.

Habertürk, Haber: Aytaç Kurnaz, 03.01.2013

MİLLİ MÜCADELE KARARGAHI RESTORE EDİLECEK

 

 

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarınca “Milli Mücadele Karargahı” olarak kullanılan, Cumhuriyet'in temellerinin atıldığı Sivas Kongresi'ne ev sahipliği yapan ve günümüzde Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olarak hizmet veren tarihi bina, restore edilecek.

Sivas İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Salih Ayhan, müzenin restorasyonu için TBMM 'nin 3,5 milyon lira ödeneği kurumlarına aktardığını, restorasyon ihalesinin 21 Ocak'ta yapılacağını bildirdi.

Müzenin restorasyonuyla ilgili iki projenin yürütüldüğünü belirten Ayhan, “Birincisi dış cephe, rölöve, restorasyon, restitüsyon ve çevre düzenlemesi; ikincisi ise iç teşhir, tanzim ve seslendirme projesi” dedi.

Restorasyon çalışmalarında tarihi dokunun ve o zamanki şartların dikkate alınacağını kaydeden Ayhan, İl Özel İdaresi olarak müzenin restorasyonunda üzerlerine düşeni en hızlı bir şekilde yerine getirmek için önemli çalışmalar yaptıklarını aktardı.

‘GAYEMİZ MİLLİ KURTULUŞ RUHUNU YANSITMAK’
Ayhan, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bu tarihi binada 108 gün kaldığını anımsatarak, şunları söyledi:

“Milli kurtuluş ruhunu, Cumhuriyet'in temellerinin atıldığı o heyecanı yansıtmak temel gayemizdir. TBMM Başkanımız, Milli Savunma Bakanımız ve Sayın Valimiz bu projeyi yakinen takip ediyor. Ödenek olarak birinci etapta 3,5 milyon liralık bir kaynağımız var. Proje parası olarak da yaklaşık 1 milyon liramız var. Ama burada para hesabı yapmıyoruz. Bu konuda TBMM ve Milli Saraylar açık çek verdi. Tarihi mekanların restorasyonunda fiyatlarda ani değişmeler olabiliyor. Ciddi manada bir kaynağımız var, TBMM'ce kurumumuza istediğimiz miktarda ödenek aktarılma sözü verildi.”

Ayhan, restorasyon çalışmalarının Sivas Kongresi'nin yıl dönümü olan 4 Eylül 2013'e kadar tamamlanmasının hedeflendiğini bildirdi.

ATATÜRK KONGRE VE ETNOGRAFYA MÜZESİ
Dönemin Sivas Valisi Memduh Paşa tarafından 5 Ekim 1892'de yaptırılan bina, 19. yüzyıl Osmanlı dönemi sivil mimarisinin güzel örneklerinden biri olarak gösteriliyor.

Sivas Kongresi'nin 4- 12 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanmasıyla tarihsel bir kimlik kazanan ve ulusal kurtuluş mücadelesine ışık tutacak kararların alındığı tarihi yapı, günümüzde Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olarak hizmet veriyor.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye tarafından “Milli Mücadele Karargahı” olarak kullanılan binada, o yıllara dair izler günümüze taşınıyor. Milli Mücadele döneminde Atatürk'ün “Cumhuriyet'in temelini burada attık” sözünü söylediği tarihi yapıda, Atatürk'e ait çalışma ve dinlenme odası ile tarihi kongre salonu, kongrenin yapıldığı günlerdeki haliyle muhafaza ediliyor.

İdadi, Sultani, Sivas Lisesi, Kongre Lisesi adlarıyla anılan yapı, 1981 yılına kadar okul olarak kullanılmıştır. Bina, onarımı, teşhir ve tanzimi gerçekleştirildikten sonra 1990 yılında müze olarak ziyarete açılmıştır. Giriş katı Etnografya Müzesi, üst katı Atatürk ve Kongre Müzesi, bodrum katı ise depo, laboratuvar ve fotoğrafhane olarak düzenlenmiştir.

Tarihi bina, 10 Ocak 2011'de TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı ve Sivas Valiliği arasında yapılan protokolle Milli Saraylar Daire Başkanlığına devredilmişti.

Radikal, 03.01.2013

İSTANBUL'UN SATILIK KÖŞKLERİ

 

 

İstanbul ’un tarihi semtlerini yeniden parlatan geçmişe özlem, köşklere de sıçradı. Yaşları 150 yıla dayanan tarihi köşkler satılığa çıktı. Şu anda çoğunluğu Anadolu Yakası’nda olmak üzere 100’e yakın köşk yeni sahibini bekliyor. Çoğu büyük dedelerden kalma köşklere ilgi ise, hem geçmişe özlemden hem de günümüz ‘eskiye rağbet çılgınlığından’ bir hayli yüksek. Tabii fiyatlar da öyle. Bahçesinde meyve ağaçları, çeşmeleri ya da insanı içine çeken asırlık hikayeleriyle köşklerin fiyatları 500 bin dolardan başlıyor, 4 milyon dolara kadar çıkıyor.

BÜYÜKADA KÖŞK: 1 MİLYON DOLAR
Büyükada’da iskeleye yakın konumdaki tarihi köşk 230 metrekare arazi içinde yer alıyor. 10 odalı tarihi eser durumundaki köşkün fiyatı ise 1 milyon dolar.

KADIKÖY KÖŞK: 1.3 MİLYON EURO
Göztepe’de 150 yıllık tarihi av köşkü. 400 metrekare arazi içindeki 12 odalı köşkün Anıtlar Kurulu izniyle kısmi restorasyonu da yapılmış.
ÜSKÜDAR KÖŞK: 1.7 MİLYON DOLAR
Üsküdar’da geçmişte seçkin ailelerin yaşadığı belirtilen ve 100 yıllık tarihi eser olan köşk, müstakil bahçeli ve otoparklı. 8 oda ve 3 salonlu tarihi binanın arazisi ise 512 metrekare. 1.7 milyon dolara acil satılığa çıkan köşk için pazarlık payı da bırakılmış.

CADDEBOSTAN: 3.7 MİLYON DOLAR
Caddebostan’ın en prestijli sokağı Zincirli Köşk Sokağı’na adını veren ikinci derece tarihi eser konumundaki köşk Valide Sultan Konakları arasında yer alıyor. Deniz manzaralı köşk 2 bin metrekarelik arazide yer alıyor.
ÇENGELKÖY KÖŞK: 1 MİLYON DOLAR
316 metrekare arazide 5 odalı 60 yıllık tarihi köşkün fiyatı 1 milyon dolar.

CADDEBOSTAN KÖŞK: Caddebostan sahil parselindeki 9+2 odalı köşk açık ve kapalı yüzme havuzuna sahip. Köşkün fiyatı 4 milyon dolar.
FATİH KÖŞK: Balat’taki konak 200 yıllık tarihe sahip. Bahçesinde incir, kayısı, üzüm, dut ağaçları var. Fiyatı 4 milyon dolar.
ANADOLUHİSARI: Tarihi eser olan köşk Boğaz manzarasına sahip. 854 metrekare arazi içindeki köşkün fiyatı 2.5 milyon dolar.

Radikal, Haber: Nuriye Doğu, 03.01.2013

KRALIN KANI TAM 220 YIL SONRA BULUNDU!

 

Avrupa haritasını yeniden şekillenmesine yol açan Fransız Devrimi’nin kurbanı, 16. Louis’nin kanını içeren bir kumaş parçası üzerinde yapılan analizler, idamla ilgili tüm sırları ortadan kaldırdı. İdamın ardından giyotinin yanına gelen Fransızlar, mendillerini kan havuzuna daldırarak 16. Louis’nin kanını saklamıştı.


Bilim insanları, bu kan örneğiyle 16. Louis’den 200 yıl önce yaşamış olan bir diğer Fransa kralı olan 4. Henri’nin mumyasından alınan örneği karşılaştırdı. 4. Henri’nin kanında nadir olarak rastlanan kısmi Y kromozomunu bulan bilim insanları, Henri’nin soyundan gelen 16’ncı Louis’de de aynı kromozomu tespit etti. Böylece, su kabında saklanan mendildeki kanın giyotinle başı uçurulan krala, 16. Louis’ye ait olduğu kesinleşmiş oldu.

Radikal, 02.01.2013

 

"KANATLI DENİZATI BROŞU YAKINDA GELECEK"

 

 

2005 yılında Uşak Arkeoloji Müzesi'ndeki Karun Hazinesi'nden çalınan 'Kanatlı Denizatı Broşu'nun da Almanya'da bulunduğunu vurgulayan Bakan Günay en yakın zamanda Türkiye'ye getirileceğini söyledi.

 

urdur'dan Afyonkarahisar'a geçen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ı Vali İrfan Balkanlıoğlu ve Belediye Başkanı AKP'li Burhanettin Çoban karşıladı. Bakan Günay ve yanındakiler, yapımı süren Afyonkarahisar Müzesi inşaatında incelemelerde bulundu. İnşaat çalışmaları hakkında yüklenici firma yetkililerinden bilgi alan Bakan Günay, firma yetkililerinin, binanın dış cephe kaplamasının cam olacağını söylemesi üzerine, "Bu dezavantaj doğurabilir. Tekrar inceleyelim" dedi.

Tarihi eserler konusunda milli bir bilinç oluşmaya başladığını kaydeden Bakan Günay, son 5 yıl içinde yurt dışına kaçırılan eserlerden 3 bin 700'ünün getirildiğini açıkladı. 2005 yılında Uşak Arkeoloji Müzesi'ndeki Karun Hazinesi'nden çalınan 'Kanatlı Denizatı Broşu'nun da Almanya'da bulunduğunu vurgulayan Bakan Günay, en yakın zamanda Türkiye 'ye getirileceğini söyledi. Kanatlı Denizatı Broşu'nun getirilmesi için gerekli mutabakatın sağlandığını vurgulayan Bakan Günay, "Bazı hukuki süreçler var, onları tamamlamaya çalışıyoruz. Fazla uzun sürmeyecek. Yakın bir zamanda müjdesini veririm. Getirilince geçici bir süre Ankara 'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileyeceğiz. Daha sonra Uşak Müzesi'ne gidecek. Her eser, ait olduğu toprağa gidecek" diye konuştu.

Türkiye'de tarihi eser kaçakçılığının önlenmesi anlamında bir duyarlılık oluşmaya başladığını belirten Günay, Kültür Varlıkları Genel Müdürlüğü, Interpol, Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı'nın birlikte çalıştığını kaydetti. Yurt dışında Türkiye'ye gelmesi gereken çok eser bulunduğuna dikkati çeken Bakan Günay, şöyle dedi:

"Bazı eserler ne yazık ki önceki dönemlerde, Türkiye'nin tarihi koruma konusunda çok bilinçli olmadığı dönemlerde bir ferman, bir anlaşmayla götürülmüş. Türkiye'den herhangi bir belgeye dayanmadan yurt dışına götürülmüş eserleri istiyoruz. Onların sayısı da çok fazla. Dünyada bazı koleksiyoncular, bazı yeni müze açma hevesindeki zengin kimseler bunların piyasasını teşvik ediyor. Bizim dikkatli takibimiz, politikamızı benimsemeye başlayan Bulgaristan, Yunanistan gibi komşu ülkelerin dikkatli takibi, bu piyasayı önemli ölçüde kurutmaya başladı. Piyasada, bu alanda gizli örgütlenme oldukça derin."

Müze inşaatı önünde çektirdiği bir fotoğrafını Twitter hesabından paylaşan Bakan Günay, daha sonra kentten ayrılarak karayoluyla Ankara'ya hareket etti.

Radikal, 01.01.2013

"YABANCI MÜZELER ESERLERİMİZLE DOLU"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Anadolu topraklarından yıllar önce çalınan tarihi eserleri geri vermemekte direnen ve Türkiye'ye bu konuda çeşitli suçlamalarda bulunan Avrupa müzelerine sert tepki gösterdi. Avrupa müzelerinde çok sayıda eserimiz bulunduğunu vurgulayan Günay, "Sadece çalınanlar değil, padişah fermanıyla götürülenler dahil bütün eserlerimizi alsak bile o müzeler ancak bizdekilerin replikalarını (kopyalarını) satabilecek duruma gelirler" dedi. 2012'nin değerlendirmesini yapan Bakan Günay ile siyasetten kültür sanata uzanan kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Günay, sorularımıza şu yanıtları verdi:


KARARLILIĞIMIZI BİLİYORLAR: Yabancı müzelerin çıkışlarını anlıyorum ama kesinlikle hak vermiyorum. Yasa dışı yollarla toplanmış çok sayıda eser var ellerinde. Hiçbir müzeyi suçlamak istemem ama eserlerin bizden yasa dışı çıkarıldığı ortada. Kendilerini sıkıntıya sıkacak örnek oluşturmak istemiyorlar. Bu nedenle birbirlerine baskı yapıyorlar. Kendi envanterlerini korumak istiyorlar. Bir savunma içindeler fakat haksızlar. Artık müzecilik alanında çalışan herkes Türkiye'nin kararlılığını biliyor. Onları sergileyecek yerimiz var, kimse kaygılanmasın. Avrupa standartlarının üstünde müzeler açtık, açmaya devam edeceğiz.

AVRUPA MÜZELERİNİ BEĞENMİYORUM: Aydın, Gaziantep gibi illerdeki yeni müzelerimizde yaptığımız teşhirden sonra Avrupa müzelerini beğenmiyorum. Onlar eski müzelerimiz seviyesinde. Dolapların içine konmuş objeler... Biz ise hologram sistemli, özel aydınlatmalı yaşayan müzeler yapıyoruz.

KOPYALARIMIZI SATARLAR: Çalınan veya padişah fermanıyla Avrupa ülkelerine yollanan tüm eserlerimizi geri alsak, bizim müzelerdekinin ancak replikalarını (kopyalarını) satacak duruma gelirler. İncitici olmak istemem ama durum bu. Dünya hukuku şu anda fermana dayalı eserlerin geri alınmasına izin vermiyor. Önceliğimiz çalındığı apaçık ortada olan eserleri almak. Fakat uluslararası hukuku yapan da Avrupa. İleride bu mevzuat değişirse müzeler asıl o zaman gerçek sıkıntıyı yaşar.

ABD MÜZELERİ DAHA YAPICI: Amerikan müzeleri eser iadesi konusunda Avrupa müzelerine göre daha yapıcılar. Çalıntı oldukları belliyse fazla zorlamadan iade ediyorlar. Yorgun Herkül, Troya hazineleri, Orpheus mozaiği ABD'den aldıklarımız. Ama Avrupa müzelerinde Boğazköy Sfenksi dışında ciddiye alınacak örnek yaşamadık. Onu da 90 yıl sonra verdiler.

Sabah, Haber: Burcu Çalık, 01.01.2013

TROYA HAZİNESİNE TAM GÜVENLİKLİ MÜZE

 

125 yıl sonra yeniden Türkiye'ye getirilen Troya Hazinesi'nden 24 parçanın da sergileneceği Çanakkale'deki Troya Müzesi'nin yapımına başlanıyor. Müze, Troya hazinesinin korunması için son teknolojik güvenlik sistemiyle donatılacak. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim, Kültür Örgütü UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan 5 bin yıllık geçmişi olan Troya Örenyeri'nden çıkarılan arkeolojik eserler için Tevfikiye Köyü'nde yapılacak olan Troya Müzesi için geçen yıl proje yarışması açıldı. Projenin tamamlanmasının ardından İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, müzenin yapımı için çalışma başlattı. Müzenin yapımı için 3 Ocak'ta ihale düzenlenecek. Troya Örenyeri'ne 800 metre uzaklıkta olacak müze, 450 günde tamamlanacak.

Müzede sergilenecek Troya Hazinesi son teknolojik güvenlik sistemiyle korunacak. Güvenlik sisteminde, yüksek çözünürlük kameralar, ışın bariyerleri, cam kırılması sensörleri, hareket sensörleri ve duvar titretişim sensörleri yer alacak. Troya kralı Priamos'a ait olduğu söylenen ve 1873 yılında Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından Türkiye'den kaçırılan Troya hazinesinden kolyeler, küpeler ve broşlardan oluşan 24 parça, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın girişimiyle geçen eylül ayında Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne getirilmişti.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 01.01.2013

GEÇMİŞİMİZ SELE KURBAN GİDEBİLİR

 

Kağıthane'de yapılan inşaatı birkaç seneden buyana devam eden Milli Arşiv Sitesi son anda bir gecikme olmazsa Şubat ayında TOKİ'ye teslim edilecek...
 

Kağıthane'de yapılan inşaatı birkaç seneden buyana devam eden Milli Arşiv Sitesi son anda bir gecikme olmazsa Şubat ayında TOKİ'ye teslim edilecek, İstanbul'un değişik yerlerindeki depolarda muhafaza edilen ve milyonlarca belgeyi barındıran Osmanlı Arşivi buraya nakledilecek ve site önümüzdeki senenin 29 Mayıs'ında Başbakan tarafından hizmete açılacak...

 

Masamın üzerinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından inşaat alanı ile ilgili olarak bundan dört sene önce, 2008'in 17 Aralık günü hazırlanıp Başbakanlık'a bağlı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne gönderilen ama hiçbir şekilde dikkate alınmayan bir rapor var.

Raporda inşaatın yapıldığı Kağıthane Deresi ile çevresinin "Taşkın Suları ve Su Baskınlarına Karşı Koruma Kanunu kapsamında olduğu" söyleniyor ve "Taşkın su seviyelerini gösteren mevcut doneler itibariyle bahse konu parsel yerinde taşkın kotunun 5.50 metre olduğu görülmüş olup, bu kota inilmemek kaydıyla kuruluşumuzca sakınca bulunmamaktadır" deniyor.

 

KAZIKLAR VE KUYULAR
Daha açık şekilde ifade edeyim: DSİ, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne "Dikkat edin, inşaat yaptığınız yerde bir dere ve her an sel ihtimali vardır, dolayısı ile inşaatın zeminden 5.5 metre yukarıda bulunması gerekir" diye yazıyor.

Rapordaki uyarı dikkate alınıp inşaat, sel ihtimaline karşı belirlenen yükseklikte bir zeminin üzerinde yapılacak olsa mesele yok...

Ama böyle yapılmadı, uyarı dikkate alınmadı, her vesile ile övündüğümüz tarihimizin en ince ayrıntılarının kayıtlı bulunduğu ve çoğu hala incelenmemiş olan milyonlarca belgenin muhafaza edileceği üç kat depo için zemin, yaklaşık dokuz metre daha kazıldı ve DSİ'nin 5.5 metre olarak uyardığı güvenlik sınırının toplam 14.5 metre altına inildi! Arşiv Sitesi'ni muhtemel bir selden muhafaza edebilmek için zemine 1400 adet kazık çakıldı, sel halinde gelebilecek suları tahliye maksatıyla dokuz adet kuyu kazıldı ve bunların üzerine de içerisinde yüzyılların macerasını barındıracak olan arşiv kompleksi inşa edildi!

 

SU GELİRSE NE OLACAK?
Bütün bu tedbirler "Ne olur ne olmaz" düşüncesi ile alındı ama ya olursa? Geçmişteki sellerden biri, mesela Selaniki Tarihi'nde bütün ayrıntıları ile anlatılan ve Kağıthane'den başlayıp Eyüpsultan'a kadar uzandığı, hatta Hazreti Eyyüb'ün türbesini bile bir metre kadar doldurduğu söylenen afetin bir benzeri tekrar yaşanırsa ne yapacağız?

Söyleyeyim: Dünyanın en zengin evrak hazinesinin başında gelen Osmanlı Arşivleri'ni suya kurban edecek, sonra kendi kendimize "Yahu biz nerede hata yaptık?" diye soracağız ve neticede mazisiz, geçmişi hakkında elinde tek bir kaydı bile bulunmayan köksüz devletlerden hiçbir farkımız kalmayacak!

İnşaatı büyük heveslerle devam eden Milli Arşiv Sitesi'nin ve buraya nakledilecek olan Osmanlı Arşivleri'nin geleceği Allah göstermesin ama böyle olabilir!

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 31.12.2012

TROYA KAZILARINI TÜRKLER YAPACAK

 

 

Çanakkale'nin Tevfikiye Köyü sınırları içinde yer alan 5 bin yıllık Troia antik kenti'nde kazılara devam için, ilk kez bir Türk üniversitesi ve Türk kazı başkanı tarafından başvuruda bulunuldu

 

Alman Tübingen Üniversitesi’nin 1988 yılından 2005 yılına kadar Prof.Dr. Manfred Osman Korfmann, 2005 yılından 2012 yılına kadar Prof.Dr. Ernst Pernicka ile kazdığı Troia antik kentinde, Alman egemenliği sona erdi. Finans sıkıntısı nedeniyle 25 yıl sonra Troia’yı kazmaktan vazgeçen Tübingen Üniversitesi’nin kazı izni geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu kararıyla iptal edildi.

Korfmann ile 25 yıldır kazı çalışmalarına katılan Doç.Dr. Rüstem Aslan, 7 yıldır görev yaptığı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) adına Troia’yı kazmaya talip oldu. ÇOMÜ Rektörü Prof.Dr. Sedat Laçiner, Aslan’a açık destek verdi. Ardından da ÇOMÜ olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvuru yapıldı.

Bakanlığın, adı antik kentle bütünleşen ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Rüstem Aslan’ın başvurusunu kabul etmesi durumunda, Troia’nın 150 yıllık kazı süreci sonrasında, ilk kez bir Türk Üniversitesi ve Türk kazı başkanı tarafından kazılmaya başlanacağı belirtildi. Doç.Dr. Rüstem Aslan, Troia’yı 8 ülkeden 100 kişilik uluslararası bir ekiple kazmak için ÇOMÜ adına başvuru yaptığını belirterek şöyle dedi:

"Çalışma planımız ve finans desteğimiz hazır. Başvurumuz kabul edilirse kazı çalışmalarımızı hızlandıracağız. Özellikle nekropol alanını bulma amaçlı sürdürülecek çalışmalarla arkeolojik anlamda yeni bir dönemin açılması planlanmakta. Özellikle 2013’den sonra planlanan kazılarla beraber, koruma ve restorasyon ağırlıklı çalışmaları da ön plana çıkacak."

150 YILDIR KAZILIYOR
Antik Kent Troia’da 150 yılda 5 ayrı arkeolog kazı yaptı. İlk olarak 1863 yılında İngiliz arkeolog Frank Calvert kişisel olarak yaptığı kazılarda, Hisarlık Tepe’yi arkeolojik olarak keşfetti. 1870- 90 yılları arasında yaptığı kazılarla Alman arkeolog Heinrich Schliemann da kişisel olarak sürdürdüğü kazılarda Hisarlık Tepeyi Troia’ya dönüştürdü. 1932- 38 yıllarında Amerikalı arkeolog Carl William Blegen Cincinetti Üniversitesi adına yaptığı çalışmalarla Troia’yı Ege Arkeolojinin merkezine yerleştirdi. Alman Tübingen Üniversitesi adına 1988- 2005 yılları arasındaki yeni dönem kazılarını gerçekleştiren Alman arkeolog Manfred Osman Korfmann, Troia’yı arkeolojik anlamda Anadolu ’ya geri verdi. Korfmann ölünce yerine Tübingen Üniversitesi adına Alman arkeolog Prof.Dr. Ernst Pernicka devam etti.

KAYNAK 5 MİSLİ ARTACAK
ÇOMÜ Rektörü Prof.Dr. Sedat Laçiner, Türk üniversitelerinin, böyle uluslararası çok büyük kazıları yapabilecek olgunluğa ulaştığını belirterek şunları söyledi:

"Troia’da yaklaşık 150 yıldır yabancılar kazı yapıyor. Ama ortaya çıkan kalıntılar geçen süreyle uyumlu değil. Her yıl çok kısa bir süre çalışıyorlar ve çok az bir kaynak ayırıyorlardı. Troia’da kazıların ÇOMÜ liderliğine geçmesiyle birlikte çok hızlanacağını düşünüyoruz. Zaten ÇOMÜ öğretim üyeleri de şu ana kadar o kazılarda çalışmış, yetişmiş donanımlı arkeologlardan oluşuyor. Troia kazıları için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bir kaynağı olacak. Biz üniversite olarak bir kaynak ayıracağız. İlave olarak da özel finansman düşünüyoruz. TÜBİTAK ve diğer fonlardan da yararlanacağız. Böylelikle ayrılan yıllık kaynak şu ankine göre 5 misli artmış olacak. Troia’dan sonra başka kazıları da almak için girişimlerde bulunacağız."

Radikal, Haber: Burak Gezen/DHA, 31.12.2012

2500 YILLIK SIR!

 

  

 

Uşak'ın Karahalli İlçesi'nde bulunan Hristiyanlığın kayıp mezhepi Montanizm'in izlerini taşıyan Pepuza antik kentii gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.

Uşak ilinin Ulubey İlçesi sınırları içerisinde Pepuza antik kenti, ABD'nin Arizona eyaleti sınırları içerisinde bulunan "Büyük Kanyon"dan sonra dünyanın en büyük ikinci kanyonu.

 

Uşak'ın Karahallı İlçesi'nin Belediye Başkanı CHP'li Nihat Süzek, Karayakuplu Köyü'nde Hristiyanlığın kayıp mezheplerinden Montanizm'e ait kilise ve MS 2'nci yüzyıla ait Tymion antik kentinin gün yüzüne çıkarılması çağrısında bulundu. Bölgede 2 bin 500 yıllık tarihi Clandras Köprüsü'nün de bulunduğunu hatırlatan Süzek, kilise ve antik kentin gün yüzüne çıkarılmasıyla, ilçeye turist akınının başlayabileceğini söyledi.





Karahallı Belediye Başkanı Nihat Süzek, Hristiyanlığın kayıp mezhebi Montanizm'in, Alman Prof.Dr. Peter Lampe ve ABD'li Prof.Dr. William Tabbernee tarafından, yaklaşık 10 yıl önce Karayakuplu Köyü'nde yüzey çalışması yaparken, Pepuza antik kenti'nin saptanmasıyla ortaya çıktığını belirtti. Daha sonra Prof.Dr. Lampe ve Prof.Dr. Tabbernee'ye kazı yapmaları için izin verilmediğini anlatan Nihat Süzek, "Pepuza, Hristiyanlar tarafından bilinmeyen bir kent. Adı bu bilim adamlarının çalışmalarından sonra duyuldu. Burada kazı çalışmalarının başlaması bile bölgede ekonomik olarak bir canlanma sağlayacak. İnanç turizmi için bölgeye birçok Hristiyan gelecek ve para bırakacak. Tarihin gün yüzüne çıkarılması halinde, Uşak ikinci bir Efes olur" dedi. Bölgede 2 bin 500 yıllık tarihi Clandras Köprüsü'nün de bulunduğunu hatırlatan Süzek, kilise ve antik kentin gün yüzüne çıkarılmasıyla, ilçeye turist akınının başlayabileceğini söyledi.

MONTANİZM
Montanizm MS 165 yılında Frigya'da ortaya çıkan ve ilk dönem Hristiyanları tarafından kurulan bir mezhep olarak biliniyor. Kadınlara özel bir önem veren mezhep, kadınların rahip kurulunda yer almasını kabul eden tek Hristiyan mezhebi. Kuruluşundan sonra hızla yayılan, Roma ve Konstantinapol'e kadar uzanan mezhebin Frigya uygarlığındaki ana tanrıça Kybele kültüründen etkilendiği, kadınlara toplumda ve kilise yönetiminde erkeklerle eşit rol verdiği belirtiliyor.

Montanus'un Hristiyan olmadan önce Frigya bölgesinde Anadolu ana tanrıçası Kibele kültünün rahibi olduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle mezhep kadın liderlerin aktif çalışma alanına girmiştir.

Hareketin Montanus'dan sonra en önemli iki ismi Priscilla/Prisca ve Maximilla isimli zengin ve dul iki kadındır. Rivayetlere göre, bu iki kadın Montanus'la tanıştıktan sonra eşlerinden boşanmış, peygamber olarak adlandırılmış ve harekete oldukça önemli katkılarda bulunmuş. Montanus kendini peygamber ilan etmiş, Pepuza'yı merkez olarak seçmiş. Anadolu'da doğmuş olmasına rağmen İtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılmış. Pepuza zaman içinde bölgenin dışında yaşayanlar için bir Hac merkezi haline dönüşmüş.

Habertürk, 31.12.2012

4 BİN YILLIK SOKAK BULUNDU

 

 

Diyarbakır Müzesi başkanlığında Bismil İlçesi'nde yürütülen Müslümantepe arkeolojik kurtarma kazılarında günümüzden 4 bin yıl öncesine ait yan yana dizili evler arasında sokak yapısı bulundu.


''Ilısu Baraj Gölü Altında Kalacak Kültür Varlıklarının Kurtarılması'' Projesi kapsamında, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve DSİ'nin işbirliğiyle, Diyarbakır Müze Müdürlüğü başkanlığında, 2000 yılından bu yana devam eden kurtarma kazılarından Müslümantepe, bu yıl da zengin buluntularıyla tarihe not düşmeye devam etti.

Sahadaki kazıları bir süre önce tamamlanan ancak açığa çıkarılan eserlerin belgelenmesi çalışmasının devam ettiği Müslümantepe'de, İslami Dönem, Demirçağ, Erken Demirçağ, Orta Asur tabakası, Geç, Orta ve İlk Tunç dönemleri buluntularıyla birlikte açığa çıkarıldı. Kazıda ayrıca Orta Tunç dönemine ait günümüzden 4 bin yıl öncesine tarihlenen yan yana dizili evler arasında taşla örülü bir sokak dokusu ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kent mimarisine ait gelişkin yapılar tespit edildi.

Kazı sorumlusu Diyarbakır Müze Müdürlüğü arkeologlarından Şeref Yumruk yaptığı açıklamada, kazının 27 Ekim'de tamamlandığını, ancak açığa çıkan buluntuların belgelenmesi ve müzeye teslimine yönelik çalışmanın devam ettiğini söyledi.

Höyükte, İslami Dönem, Demirçağ, Erken Demir Çağ, Orta Asur tabakası, Geç Tunç Çağı, Orta Tunç ve İlk Tunç dönemlerini tespit ettiklerini belirten Yumruk, ''7 dönemi bir kazıda buluntularıyla birlikte açığa çıkardık'' dedi.





ŞEHİRLEŞME KÜLTÜRÜ
Müslümantepe'de çıkan buluntuların, bölgedeki diğer höyüklerde açığa çıkanlara göre mimari açıdan farklılık gösterdiğini, Erken Demir Çağ mimarisiyle ilgili çok önemli buluntular açığa çıkardıklarını ifade eden Yumruk, şu bilgileri aktardı:

''Çukur evlerin iç kısmının taşlarla örülü olması şimdiye kadar bölgede tespit edilmiş bir mimari özellik değildi. Bölgede yapılan çalışmalarda Erken Demir Çağ mimarisiyle ilgili çukur evler tespit edilmişti, ancak bizim kazımızda ilk kez iç duvarları taşla örülü yaşam mekanı tespit ettik. Bu mekanlar içinde, zeminden yüksekte ağaçtan raflar yapıldığı, rafların da yiyeceğin haşerelerden korunmasına yönelik olarak kullanıldığını düşünüyoruz. Ayrıca evlerin yanında tahılların saklandığı depolama çukurları ki bu depolama çukurları özellikle kırsal kesimde günümüzde de hala kullanılması kültürel sürekliğin devamını gösteren çok net bir kanıttır. Kazıda, Orta Tunç tabakasını da net bir şekilde mimari olarak açığa çıkardık. Orta Tunç tabakası günümüzden 4 bin yıl öncesine tarihlenen bir yerleşim. Bölgede, Orta Tunç tabakasının bir istila ve yangınla son bulduğu, evlerin tabanlar üzerine yıkıldığı tespit edilmiştir. Bu dönemle ilgili en önemli mimari tespitimiz, yan yana dizilmiş evler arasında 1-1,5 metre genişliğinde bir sokak dokusunun tespit edilmiş olmasıdır. Bu sokak dokusu, Dicle Nehri'nden getirilmiş çakıl taşları ve kırık seramik parçalarının yere serilmesiyle yapılmış. Sokağın sınırlarının taş dizileriyle sıralanmış olması, şehirleşme kültürü açısından ayrıca önem arz ediyor. Günümüzün sokak dokusuyla benzer özellik göstermesi son derece dikkat çekici.''





KARAZ MİMARİSİ
Yumruk, Erken Demir çağ yerleşmelerinden sonra Orta Asur dönemine ait mimariler de tespit ettiklerini ifade ederek, kazıda ''Karaz'' mimarisiyle ilgili olabilecek bir ocak ile seramiklerin açığa çıktığını anlattı.

Söz konusu tespitin de son derece önemli olduğunu, bölgenin Karaz yerleşmeleriyle ile bir etkileşim içinde bulunduğunu, bulunan ocağın da bu kültürden etkilenmiş yerli insanlar tarafından yapılmış olabileceğini belirten Yumruk, ''Höyükte çok az da olsa Karaz seramik parçalarının tespit edilmiş olması Doğu Anadolu ile bir ticari ilişkinin varlığını göstermektedir'' diye konuştu.

Yumruk, ayrıca 150'si İslami döneme, biri de Roma dönemine tarihlenen mezarlar bulduklarını da sözlerine ekledi.

Habertürk, 31.12.2012

KAYSERİ'DE KAÇAK KAZI YAPAN 7 KİŞİ YAKALANDI

 

Kayseri'nin Develi İlçesi'nde kaçak kazı yapan 7 kişi, jandarma tarafından yakalandı.

 

Jandarma, Develi’ye bağlı Millidere Köyü’nün İkitepe mevkiinde kaçak kazı yapıldığı ihbarını aldı. İhbar üzerine harekete geçen jandarma, bölgede kaçak kazı yapan S.K., S.A., S.Ç., A.A., S.T., S.Ç. ve S.T.’yi suçüstü yakaladı. 7 kişi gözaltına alınırken, kazı sırasında kullandıkları ekipmanlara da el konuldu.

Radikal, 31.12.2012

TARİHİ YARIMADADA RADİKAL'E TEHDİT

 

 

Ayvansaray’da 2005’te Fatih Belediyesi tarafından yenileme alanı ilan edilen tarihi Türk Mahallesi’nde skandallar bitmek bilmiyor. Radikal , geçen mart ‘Şener Grup’ adına çalışan ‘Altınboynuz Turizm İnşaat’ şirketinin Koruma Kurulu ve Arkeoloji Müzesi’nin izni olmadan tarihi alanda hafriyat çalışmaları yaptığını ‘Sur dibinde kepçeyle operasyon’ başıklı haberiyle duyurmuş, kazıyı durdurmuştu.


Osmanlı Türk mimarisinin kalbi Fatih Ayvansaray’da, firmanın yıkıma devam ettiği istihbaratı üzerine pazar akşamı yıkımı belgelemek üzere mahalleye gittik. Mahalleye vardığımızda Fener Balat Ayvansaray Derneği’nin (FEBAYDER) Basın Sözcüsü, aynı zamanda İÜ öğretim üyesi Doç.Dr. Çiğdem Şahin, şantiyenin yanındaki sokakta firma çalışanlarının az önce kendisini itip kaktığını, sinkaflı söz söyleyerek tehdit ettiğini ve sokaktan kovarak uzaklaştırdığını anlattı. Şahin, kendisini derneğin basın açıklamalarından tanıyan firma sahibi Kadir Şener’in arkasından “O kadar haber yaptırdınız, savcılığa, polise şikayet ettiniz, ne işe yaradı? Bakın yine yıkıyoruz’’ diye bağırdığını anlattı. 

 

Sokak ortasında müdahale 
Şahin’le olay yerine gittiğimizde firma çalışanları sokak ortasında kaynak yapıyordu. Kadir Şener ve çalışanları, etrafımızı sararak ‘‘Çekim yapamazsınız, belediyeden iznimiz var, siz kim oluyorsunuz?’’ diye bağırdı ve kameraya elleriyle vurarak çekim yapmamızı engellemeye çalıştı. Şener, daha sonra beni omuzlarımdan sarsarak itti, ‘‘Oraya girersen seni döverim!’’ diyerek tehdit etti ve kameramı aldı. Kameramı zorla geri aldıktan sonra Şehit Tevfik Fikret Erciyes Polis Merkezi’ne giderek firma yetkililerinden davacı ve şikayetçi olduk, ifade verdik.


Polisler şikayetimiz üzerine Kadir Şener ve çalışanı Fırat Kula’yı da yakalayarak merkeze getirdi, ifadelerini aldı. Çiğdem Şahin, sokaktan her geçtiğinde inşaat firması çalışanlarının kendisini tehdit ettiğini anlatarak ifadesinde ‘‘Can güvenliğimden endişe ediyorum, başıma bir şey gelirse sorumlusu bu firma sahipleridir’’ dedi.

‘Çifte standart’ da yargıya taşınmıştı
Fatih Belediyesi 2005’te Ayvansaray’ı kentsel dönüşüm alanı ilan etti. Şener Grup adına Altınboynuz Turizm İnşaat Şirketi 16 adet eski binanın röleve-restorasyon-restitüsyon çalışmaları ile 32 adet yeni bina yapılması için ihaleyi aldı. Projede 50 konut, 5 ticari bina, 1 otel, 15 adet sivil mimarlık örneği yapı, 1 kat otoparkı ve sosyal tesis planlanmıştı.


Şener Holding mahallede parsel toplamaya başladı. Yaklaşık 70 hane, evlerini Şener Holding’e sattı, evler yıkıldı. Kalan 5-6 aile ise belediyenin elektrik ve suyu kesme gibi baskılarına rağmen hala evlerini satmamakta direniyor. Mahalle sakinlerinden 75 yaşındaki İsmet Hezer, 40 yıldır oturduğu evini satması için yapılan baskılara dayanamayarak daha önce intihara kalkışmış ve son anda kurtarılmıştı. Bir şişe tarım ilacı içmeden önce savcıya bir mektup bırakan Hezer, ölümüyle ilgili olarak firma sorumlusu ve yönetim kurulu başkanından hesap sorulmasını istemişti.


Radikal, daha önce Ayvansaray yenileme projesi kapsamına giren bir parsel için projeye evini vermek istemeyen vatandaşa 2, müteahhide 3 kat izin verildiğini de haberleştirmişti. Haberi yalanlayan belediye sonra sehven olmuş dedi ama suç duyurusunda bulundu. Savcı ise “Haber belgelere dayanıyor. Basının görevi kamuoyu adına elde ettiği olgulara dayanan bilgi ve fikirleri açıklamaktır’’ diyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.

Radikal bölgede izinsiz ve arkeolog denetimi olmadan kazı yapıldığını belgeleyince, martta kazı durmuştu. Şu an kazı sürüyor, bir de eski duvar yıkılmış. Son durumu haberleştirmek için bölgeye giden Radikal muhabiri ise böyle ‘kovuldu’.

Radikal, Haber: Elif İnce, 31.12.2012

BU AĞAÇ İKİ DEVLET DOĞUMUNU GÖRDÜ

 

 

Kütahya'nın tarihe tanıklık etmiş İlçesi Domaniç'te bulunan asırlık ağaçlar özenle korunuyor. Bu ağaçlardan en değerlisi Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin bebekliğinde salıncağının kurulduğuna inanılan Mızık Çamı. 11 metre boyunda ve 4.5 metre çapında olan ağacın bin yıla yakın yaşta olduğu tahmin ediliyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'nce 1988'de anıt olarak tescil edilen ağaç yerli ve yabancı turistler tarafından ziyaret ediliyor. Kütahya Orman Bölge Müdürü Kenan Eryiğit "Karakeçili Aşireti göç zamanında yazlık olarak Domaniç'i kullanmış, kışın da Bilecik'in Söğüt İlçesi'nde konaklamıştır. Eşi Gündüz Alp öldükten sonra Hayme Ana, obaya reislik etmiştir. Torunu Osman Gazi'yi, bebekliğinde bu çam ağacına kurduğu salıncakta salladığı rivayet ediliyor. Ağacın bir özelliği de rüzgarlı havalarda ibrelerinden çıkan sesin, mızıka sesini andırmasıdır. Bundan dolayı 'Mızık Çamı' adı verilmiştir." diyor. Aynı bölgede bulunan 300 yıllık kavak ağacı da özel koruma altında bulunuyor.

Sabah, 31.12.2012

CAMİ BAHÇESİNDEN ROMALI MEZAR TAŞI ÇIKTI

 

 

Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'ne bağlı Kadı Köyü'ndekii caminin bahçesinde Osmanlı döneminde görev yapan kadıya ait olduğuna inanılan mezardan Roma dönemine ait bin 800 yıllık mezar taşı çıktı.

 

Kadı Köyüne adını veren “Kadı”nın mezarı olduğu tahmin edilen ve yıllardır Kadı Köyü Camisi bahçesindeki mezarın üstünde, yazılı kısmı toprakla dolu içe gelecek şekilde duran Roma dönemine ait mezar taşı, tesadüfen ortaya çıktı.


Cami bahçesinde olduğu için önemli bir dini kişi olduğuna inanılan kadıya ait mezarda, üç parça halindeki mezar taşının, arkeologların yaptığı araştırmaya göre bin 800 yıllık olduğu belirlendi.

 

İncelemelerde, taşın üzerindeki yazılardan MS 213 yılında ölen bir Romalı kadın için dikildiği tespit edildi. O dönemde, Taşköprü bölgesinde MÖ 64 yılında Romalı komutan Pompeius Magnus'un kurduğu Pompeiopolis antik kenti, Paflagonya eyaletinin başkenti konumunda bulunuyordu.

 

Öte yandan mezar taşında, ölen kadının ailesinin şu sözlerine yer veriliyor: “Ben, Julia annen. Seni övgüyle anıyorum. Ben, Loullus, senin oğlun. Benim tarafımdan en tatlı şekilde sevildin. Sen yaşarken anne diye çağrılırken ve şimdi artık öldün. Senin hatıran, hiçbir zaman unutulmayacak”

Kastamonu Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Pompeiopolis antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Latife Summerer ise Kadı Köyü'ndekii caminin bahçesindeki mezarda bulunan taşların mezardan çok daha eski ve Yunanca yazıtlar olduğunu kaydetti.

 

Mezar taşında, adına dikilen kişinin ölüm yılının açıkça MS 213 yazdığını belirten Summerer, stel ve mezarda yazan ifadeleri Türkçe'ye çevirdi.

 

Uzun bir yazıt içinde çok güzel bilgilerin yer aldığını ve taşların çok önemli bir tarihi buluntu olduğuna dikkati çeken Summerer, “Bu mezar taşının en büyük özelliğinin ölüm yılının net olarak yazılması. Bu tarz mezarlarda daha çok ölüm yılı yer almamakta ya da günümüze ulaşmamakta” diye konuştu.

"OSMANLI DÖNEMİNDE KADILIK YAPAN BİR KİŞİYE AİTTİ"

Kadı Köyü Muhtarı Erol Ünal ise cami bahçesindeki mezarın köyün ismini aldığı ve Osmanlı döneminde kadılık yapan kişiye ait olduğunu bildiklerini söyledi.

 

Fakat tarihi tam olarak bilinmeyen mezarın dedeleri zamanından beri cami bahçesinde bulunduğunu kaydeden Ünal,mezarın köy halkı tarafından her zaman itinayla korunduğunu vurguladı.

 

Ünal, resmi kayıtlarda mezara ve kadıya ait herhangi bir bilgiye ulaşamadıklarını belirterek, büyüklerinin verdiği bilgiye göre Osmanlı döneminde yaşayan ve bölgede yöneticilik yapan bir “Kadı”ya ait olduğunu tahmin ettiklerini dile getirdi.

 

Mezar taşlarından bir kısmının üzerindeki yazıları onarım esnasında görenler olduğu bilgisini veren Ünal, şöyle devam etti:  “Taşlar, bu mezara ait değil. Yapılan incelemelerde de bu görüldü. O dönem ki büyüklerimiz, sanırım onarım esnasında o taşları bularak, bu mezarda kullanmışlar. Mezarın yapılışına göre, taşların bu mezara ait olmadığı fakat yıllar önce konulduğu söylendi. Mezardaki diğer taşlar kesme taş şeklindeyken, bu üç parçanın ayrı taş olduğu görülüyor”.

 

Köylerine gelen Kastamonu Müzesi yetkililerinin yaptıkları araştırmada bu mezar taşlarının tarihi nitelik taşıdığı ve bin 800 yıllık geçmişe sahip olduğunu tespit ettiğini vurgulayan Ünal, arkeologların yaptığı incelemenin ardından tarihi taşların zabıt karşılığı müzeye teslim edildiğini kaydetti.

Radikal, 30.12.2012

ARTEMİS HEYKEL BAŞI YAKINDA SERGİLENECEK

 

 

Doç.Dr. Suat Ateşlier başkanlığında yürütülen ve Temmuz ayında başlatılan Alabanda 2012 yılı kazı çalışmaları, 20 Aralık’ta tamamlandı. Aydın’ın Çine İlçesi Doğanyurt Köyü’nde bulunan Alabanda antik kentinde yaklaşık 6 ay devam eden kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Doç.Dr. Ateşlier, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sağladığı 220 bin lira ödenekle, arkeoloji, sanat tarihi ve tarih bölümü öğrencilerinden oluşan 40 kişilik ekiple çalışmaların yürütüldüğünü söyledi. Doç.Dr. Ateşlier, şöyle dedi:

"2012 yılı Alabanda kazısı, temmuz ayında antik kent genelinde temizlik ve çevre düzenleme çalışmalarıyla başladı. Anadolu ’nun en iyi korunmuş tapınaklarından birisi olan Zeus Tapınağı’nda ve dünyanın en ünlü antik mimarı Hermogenes’in okulundan yetişen mimarların yapmış olduğu Apollon Tapınağı’ndaki kazı çalışmalarıyla devam etti."

ARTEMİS HEYKEL BAŞI
Kazıdaki buluntular hakkında değerlendirme yapan Doç.Dr. Ateşlier, Apollon Tapınağı’ndaki kazılarda, Bizans dönemine ait surlar, tapınağın çevre duvarları ve kemerli kapı girişi bulunduğunu söyledi. Doç.Dr. Suat Ateşlier, şöyle devam etti:

"Ayrıca bölgede Hıristiyanlığın yayılmasıyla, zamanla kiliseye dönüştürülen Apollon Tapınağı içinde yer alan ve batı Anadolu’nun en büyük vaftizhanelerinden birisini oluşturan mermer vaftizhanede kazı ekibinde yer alan Amerikalı sanat tarihi uzmanları çalışmalar gerçekleştirdi. Yine Apollon Tapınağı sektöründeki kazı çalışmalarında MÖ 4’üncü Yüzyıl’ın ortalarına tarihlenen ve benzerine çok az rastlanan kalitede ve güzellikte mermer tanrıça başı bulundu. Tanrı Apollon’un kardeşi tanrıça Artemis’in başı olduğu düşünülen mermer heykel Aydın Arkeoloji Müzesine taşınmış ve yakında sergilenecek."

TANRIÇA ROMA’YA AİT BÜYÜK TAPINAK
Doç.Dr. Ateşlier, ayrıca Zeus Tapınağı’nda yapılan kazılar sonunda, tapınağa ait olan ve oldukça iyi korunmuş durumdaki gnays sütun tamburlarının yerlerine yerleştirildiğini söyledi. Zeus tapınağının 2 bin 300 yıl önceki haline dönüştürüldüğünü söyleyen Ateşlier, şöyle konuştu:

"Ziyaretçilerin gezmesi ve eski dönem tapınaklarının nasıl olduğunu görmesi için düzenlemeler yapıldı. Sakarya Üniversitesi Jeofizik bölümünden Yrd.Doç.Dr. Can Karavul ve öğrencileri, antik kentin içinde jeofizik taramalar yaparak toprak altındaki yapıların planlarını çıkardı. Yapılan jeofizik çalışmalarıyla daha önceden yeri bilinmeyen fakat antik metinlerde ismi sık sık geçen tanrıça Roma’ya ait büyük bir tapınağın yeri saptandı. Gelecek yıl bu tapınakta da kazılara başlanacak. Kazılarda kentin en önemli yapılarından Agora alanında da çalışmalar yapılmış 200 yıllık dükkanlar açığa çıkarıldı."

2013’TE 7 AY
Önümüzdeki Haziran ayında tekrar başlatılacak kazı çalışmaların 7 ay devam etmesini planladıklarını belirten Doç.Dr. Suat Ateşlier, "Gelecek yıl çalışmaların önemli bir bölümü çok iyi korunmuş tiyatronun restorasyonuyla devam edecek. Yapılacak tiyatro restorasyonu 3 yıl içinde bitirilerek Çine ve Aydın turizmine katkı sağlanmasını hedefliyoruz" dedi.

Radikal, Haber: Cem Ulucan /DHA, 30.12.2012

ANTİK LİMAN MÜZE OLUYOR

 


Myra antik kentinde bulunan Roma dönemine ait Granarium (tahıl deposu) 11 milyon lira harcanarak müze haline getirilecek.

 

Osman Hamdi Bey’in inşa ettirdiği Müze-i Hümayun’dan (İmparatorluk Müzesi) sonra Türkiye ’de ilk kez bir müze farklı konseptte inşa ediliyor. Myra antik kentinde Roma dönemine ait Granarium (tahıl deposu) yeni projeyle Akdeniz’in en büyük müzesi olacak.


Türkiye’de müzeciliğin kurumsal olarak ortaya çıkışı İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin 1869 yılında ‘Müze-i Hümayun’ yani İmparatorluk Müzesi olarak kuruluşuna denk geliyor. Arkeoloji Müzesi dünyada müze binası olarak inşa edilmiş ender yapılardan biri olarak kabul ediliyor.  

Hepsi birbirinin aynısı  
Ancak bunun dışında Cumhuriyet döneminde yapılan müzelerin hemen hepsi birbirinin kopyası gibi. Farklı mimari tarzda denemelerse hep yetersiz kaldı. Kapalı spor salonundan çevrilen ‘Zeugma Müzesi’ iç teşhiriyle övgü toplarken binanın dış mimarisi eleştirilmişti. Likya mezar anıtı biçiminde yapılan Antalya Arkeoloji Müzesi de ilgi çekici bulunmuştu ancak işlevi açısından bekleneni veremediği için eleştirilmişti. Anadolu ’nun pek çok şehrinde de müzeler okul mimarisinden farksız yapısıyla eleştiri konusu olmuştu. Santral İstanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi, antrepolara yapılan Modern Sanatlar Müzesi, Koç Sanayi Müzesi gibi birkaç özel müze dışında dikkate değer müze mimarimiz yok denecek kadar az.

Dünya da tartışıyor!
Son yıllarda müze mimarisi dünyada da içinde barındırdığı sanat ve tarih kadar önemli hale geldi. Buna birkaç örnek verelim. Viyana Akron Sanat Müzesi havada asılı, cam ve çelikten yapılmış. Osaka Ulusal Sanat Müzesi ise kanatlarını havaya doğru kaldırarak yere konmuş dev bir metal böcek görünümünde inşa edildi. Titanyum kaplama olarak yapılan Mississippi Nehri’ne bakan Weisman Sanat Müzesi de en iyi binalardan biri. Minnesota Üniversitesi İkiz Kentleri’ne bakan cephesi ise çevre binalara uyum sağlaması amacıyla tuğla kaplanmış ancak arkası bir şelale ve bir balık soyutlaması şeklinde. Dünyadaki bu gelişmeler Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın uzun süredir kafasını meşgul ediyor, kendi bakanlığınca inşa edilen müzelerden rahatsız olduğunu sıkça dile getiriyordu. Şimdi bir ilke imza atılıyor. Myra antik kentinin liman şehri Andriake’de, Roma Dönemi’ne ait Granarium (tahıl deposu) yapısı, ‘Likya Uygarlıkları Müzesi’ adı altında düzenlenerek, gelecek yıl açılacak. Müze 2400 metrekare kapalı inşaat alanına ve 1700 metrekare teşhir alanına sahip. 11 milyon TL’ye tamamlanacak ‘Likya Uygarlıkları Müzesi’, Türkiye’de Likya uygarlıklarını konu alan ilk müze olması bakımından önemli.

İçi de dışı da yenileniyor 
Tarihi yapının orijinal işlevine uygun olarak iç ve dış mekanda düzenlemeler yapılacak. İç mekanda canlandırmalar ve interaktif sunumlar olacak. Ziyaretçi müzeye girmeden önce tahıl deposuna yük getiren gemiyi, limana yük boşaltılmasını, limanın gürültüsünü, antik döneme ait objelerin kullanıldığı sahne kompozisyonlarıyla izleyebilecek. Ayrıca konsepte antik dükkanlar da dahil edilecek.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.12.2012

RUHU KAYBOLMUŞ BİR EMEK

 

 

Emek Sineması'nın yıkımına sayılı günler kaldı. Yeni projenin mimarı ve finansörü şimdiye kadar yapılan eleştirileri anlamadıklarını söylüyor.

 

Mimar Fatih Kesgün’ün ofisine girenleri iki maket karşılıyor. Biri Serkildoryan kompleksinin bildiğimiz mevcut hali: İçinde Emek, İpek ve Rüya sinemaları var, Melek ve İsketinj apartmanları... Tam karşısında da Kesgün’ün yeni projesinin maketi yükseliyor. Sinemaların yerine yapılan binanın, sahne adıyla ‘Grand Pera’nın maketi bu. 30 metrelik cüssesiyle Serkildoryan’ın arkasında devekuşu misali gizlenmeye çalışıyor. Kesgün, 10 katlı bir apartman yüksekliğindeki bina için “Kütlenin İstiklal’den görülmesi mümkün değil” diyor ısrarla. Bir mimarın, eserinin ‘görünmeyeceğini’ ikna etmek zorunda kalması ironik…


Kesgün, hem Emek Sineması’nın yerine yapılacak binanın mimarı hem de İnci Pastanesi’nin tahliyesiyle gündeme gelen Serkildoryan’ın restorasyon projesini hazırlayanlardan biri. Davanın sonuçlanması, kiracıların da tahliye edilmesiyle yıkım ve inşaata sayılı günler kala Kesgün ve projeyi yapacak Kamer İnşaat’ın ortağı Levent Eyüpoğlu’yla buluşuyoruz.

Üst katta 10 sinema
Kesgün, binanın Yeşilçam Sokağı cephesindeki en üst katından rahatsız olduğunu itiraf ediyor, “Bu çıkıntı olmasa daha güzel olurdu” diyor ve ekliyor: “Ama burada iki sinema salonumuz var. Bugünün şartlarında bir sinema merkezi yapılacaksa 10 salondan fazla olması gerekiyor.” Araya Kamer İnşaat’ın ortağı Eyüpoğlu giriyor: “Oscar’ların verildiği Kodak Tiyatrosu gibi düşünmek lazım. Burası da Yeşilçam’ın merkezi olacak…” Projeyi anlatırken legolarla oynar gibi katları söküyor Kesgün, sonra geri takıyor. Alttaki iki katta tıka basa dükkan, lokanta ve kafeler olacak.

Üstteki iki katta ise 10 sinema salonu, muhtemelen balmumundan bir Türkan Şoray’la karşılaşacağımız Madam Tusseaud’s, bir de ‘sinema müzesi’… En üst katta da ‘balmumundan’ yapılmış gibi ruhunu yitirmiş bir ‘Emek Sineması’ olacak. Bunun için ‘evrensel koruma yöntemlerinden’ moving tekniğinin kullanılacağını, hidrolik bir asansörlerle, tavan ve duvar bezemelerinin en üst kata taşınacağını söylüyorlar. Argüman başından beri aynı; “Moving’ evrensel bir koruma yöntemidir, biz Emek’i yıkmadan koruyoruz, bu sinemayı başka türlü ‘yaşatmak’ mümkün değil, itirazları anlamıyoruz...” Özetle, Emek Sineması’nın sayılı günü kaldı. Beyoğlu Belediyesi ruhsatı verdiği anda yıkım başlayacak ve yeni adıyla ‘Grand Pera’ tam 25 yıllığına Kamer İnşaat’ın olacak.

 

Arkadaki binayı gördünüz mü?
Serkildoryan’ın restore edilmiş hali projede görsel olarak öne çıksa da, arka taraftaki binanın yükseltisi dikkat çekiyor. Emek Sineması okla gösterdiğimiz yerde olacak. Mimar Kesgün’e göre arkadan yükselen bu kısım İstiklal Caddesi ’nden görünmeyecek!

 

Hepsine ‘anıt’ demek yanlış

Kesgün’ün tartışılacak bir de iddiası var. “Melek Apartmanı’na anıt dersek sıkıntı başlıyor” diyor ve şöyle diyor: “Bu binalar anıt değil, bina veya bina grubu kapsamında. Adını doğru koyacağız meselenin. ‘1. grup veya 2. grup kültür varlığı olması hiç önemli değil, hepsi anıt gibi muamele görsün’ deniyor ama bu dünyanın hiçbir yerinde yok. Bizde şu takıntı var, saçak kotunu geçmeyecek. Korumada yok böyle bir anlayış. Tamamen bir hastalık. Bir dönem alışkanlığı.”

 

‘Ben kamu vicdanını, protesto etmeyenler adına düşünüyorum’
Projeyle ilgili eleştirilerin başında, yapılan işin ‘restorasyon’ değil, ‘bir yok etme projesi olduğu iddiası’ geliyor. Protestoları hatırlatıp, “Sizce kamu vicdanı rahat mı?” diyoruz. Eyüpoğlu şu yanıtı veriyor: “Protesto edenler varsa etmeyen de var. Ben protesto etmeyenler adına düşünüyorum kamu vicdanını. Hukuka aykırı bir şey yapmıyoruz. Herkes ‘Beyoğlu’nda sinema ölüyor, bütün salonlar kapanıyor’ diyor. Bir şirket çıkmış, Emek Sineması’nı aynı şekilde koruyarak, sinemayı yaşatabilmek için 12 salonlu bir proje yapıyor. Ona ‘Helal olsun’ demek lazım. Sinemaları koymayarak daha karlı yapabilirdik bu projeyi. Bu sinemalar bize çok büyük bir gelir getirecek yerler değil. Bitince herkes bu günleri unutacak, ‘Ne kadar güzel bir proje olmuş’ deyip onun keyfini çıkaracak. Bitene kadar gerilimler olacaktır.” Penguen çizeri Cem Dinlenmiş’in Emek karikatürünü çerçeveletip ofisinde sergileyen Kesgün, “Ben bu eleştiriye ‘Harika’ diyorum” derken, Eyüpoğlu “Buna bakarken keyif alırım en azından...” diye konuşuyor.

Radikal, Haber: Elif İnce, 30.12.2012

MEVLANA TÜRBESİ'NİN ZEMİNİNİ DEŞİP ÇIKAN KEMİKLER İLE ÇNİLERİ AVLUYA ATTILAR

 

     

 

Bu sayfada gördüğünüz kemiklerle ve kırık Selçuklu çinileri ile dolu kolilerin fotoğrafları bu hafta Konya'da, Mevlana Müzesi'nin arka bahçesinde çekildi. Müze yönetimi bir duvarın dibine atılan kemiklerin hayvanlara ait olduğunu ama aralarında insan kemiklerinin de bulunduğunu söylüyor ve kemiklerle beraber atılan çini parçaları hakkında da "Bunları müzeye tekrar kazandıracağız" diyor!

Geçen hafta başında Şeb-i Arus'a katılmak için Konya'ya, Mevlana Müzesi'ne giden bazı ziyaretçiler büyük şaşkınlık geçirdiler.


Müzenin arka bahçesinde şimdi idari büro olarak kullanılan iki binanın arasındaki alanda, bir köşeye içleri kemiklerle dolu limon kasaları ve karton kutular atılmıştı! Kemiklerin yanıbaşında ve yine yerdeki bir başka kolide de bazıları Selçuklu döneminden kalma dünya kadar çini parçası, önceki tamirlerde Yeşil Kubbe'den çıkartılıp muhafaza edilen çiniler ve pişmiş topraktan yapılmış kırık objeler vardı.





KÜTÜPHANE BOŞALTILDI
Mevlana Müzesi'ni ayrıntılı şekilde bilenler hatırlarlar: Neyzenler Mezarlığı'nın ilerisindeki Hasan Paşa Türbesi ile içeride Mevlana ve oğlu Sultan Veled'in Yeşil Kubbe'sinin altındaki sandukalarının bulunduğu bölümün arasında "İhtisas Kütüphanesi", kütüphanenin duvarında "Hacet penceresi", arka tarafta da"Hamuşan", yani mezarlık vardır.


Kemikler işte buradan, yani kütüphanenin zemininden çıkmış... Müzede senelerden buyana devam eden ve bir türlü bitmek bilmeyen restorasyonlarda sıra İhtisas Kütüphanesi'ne gelmiş, kütüphane boşaltılmış ve Hamuşan ile beraber kazılmış...


Yüzlerce senelik bir mekanda tamirat, güçlendirme yahut eskimiş kısımların yenilenmesi maksadıyla etrafı kazıyorlar, buraya kadar herşey tamam ve normal...


Tuhaflık, bundan sonra başlıyor; kütüphanenin zemininden yahut başka yerlerden çıkartılan kemikler mukavva sandıklar ve koliler içerisinde ilerideki avlunun bir tarafına atılıveriliyor ve bütün bu işler, düşüncesinin temelinde "edep" kavramının yeraldığı Mevlana'nın hemen yanıbaşında yapılıyor!

TAHTI TAŞITMIŞTI
Bu sayfada gördüğünüz içler acısı fotoğrafları çeken Ajans Habertürk'ün Konya muhabiri arkadaşımız Zafer Sabancı, avluya atılan kemikler ile çini parçalarını daha önce Topkapı Sarayı Müzesi'nin müdürü ve o meşhur "taht taşıma" hadisesinin kahramanı olan, şu anda da Mevlana Müzesi'nin müdürlüğünü yapan Yusuf Benli'ye sormuş... Yusuf Benli, "Bu kemikler çevre düzenlemesi yapılırken bulundu. Büyük bir kısmı hayvan, bazıları da insan kemiği. Ayrıştırarak gömmek için beklettik ama araya Mevlana törenleri girince iş uzadı. Çini parçaları da restorasyon sırasında elde edildi. Bunlar tarihi emanetlerdir, tekrar müzemize kazandırmak için en kısa zamanda halledeceğiz" demiş.





CEVAP BEKLEYEN SORULAR

Konu hakkında başka bir yorum yapmayacağım, zira bu sayfada gördüğünüz fotoğraflardan herşey zaten apaçık görünüyor...


Sadece üç sorunun cevabını çok merak ediyorum:
* "Tarihi emanet" olduğu söylenen objelerin ve asırlar önce oraya defnedilmiş olan Mevleviler'in kemiklerinin müzeye tekrar "kazandırılacakları" zamana kadar muhafaza edilmelerinin metodu bunları kolilere doldurup bahçenin bir köşesine atmak mıdır?
* Hazreti Mevlana'nın kabrinin hemen yanıbaşında şimdiye kadar kimselerin bilmediği bir hayvan mezarlığı mı vardı? Hayvanlarla insanlar buraya beraberce mi defnediliyorlardı?
* Topkapı Sarayı'ndaki Cellad Çeşmesi'nin ilerisinde bulunan Dolap Ocağı'nı izinsiz olarak kazıp toprağın altındaki arkeolojik malzemeye zarar verdiği için hakkında soruşturma açılan müze müdürlerinin daha sonra Mevlana Müzesi'ni de kazma, yani arkeolojiye heves ederek zemini deşme hevesi nereden geliyor? Sırada deşilecek başka neresi var?

Biz, mezar açma işini Haçlılar'dan öğrendik
Konya'da birkaç senede bir yaşanan "mezar açma" işinin geçmişi bundan 800 küsur sene öncesine dayanır ama o günler ile bugünler arasında ufak bir fark vardır: Mezarlar, bundan asırlar önce Türkler değil, Haçlı orduları tarafından açılmıştır!


1190'da Haçlı Seferleri'nin üçüncüsü yapılıyordu, onbinlerce kişilik Haçlı ordusu yine Anadolu'daydı ve Anadolu Selçuklu tahtında İkinci Kılıçarslan oturuyordu.


O senelerde Alman İmparatoru Frederik Barbaros'un hüküm sürdüğü Kudüs'e ulaşmaya çalışan Haçlılar, yollarının üzerinde bulunan Konya'yı da kuşattılar. Şehri, Kılıçarslan'ın oğullarından Kutbüddin Melikşahmüdafaa ediyordu. Konya'yı bir türlü alamayan Frederik Barbaros, Selçuklu askerlerinin moralini bozmak maksadıyla askerlerine dış mahallelerdeki Müslüman mezarlarını deşmelerini emretti.


Mezarlar açıldı ve çıkartılan cesedlere, kalenin burçlarında şehri müdafaa eden Selçuklu askerlerinin gözleri önünde her türlü saygısızlık yapıldı. İskeletlerin kemikleri kırılıyor, henüz çürümemiş olan cesedlere karşı hiçbir edepsizlikten çekinilmiyordu!


Mezarların deşilmesi Selçuklu ordusunun moralini bozdu, dayanma güçlerini kırdı, savunma hatları birer birer çöktü ve Haçlılar şehre girip yağmaladılar. İkinci Kılıçarslan, daha sonra Alman İmparatoru Frederik Barbaros ile anlaşarak harap bir hale gelmiş olan Konya'yı geri alacak, Frederik ise birkaç hafta sonra Silifke Çayı'nda boğulacaktı.

Konya'da bir önceki mezar açma rezaletinde, Selçuklu sultanlarının kemiklerini köpeklere kaptırmışlardı
Konya'da 1990'ların sonunda çok daha büyük bir "kemik rezaleti" yaşanmış ve 12. asırda hüküm sürmüş olan sekiz Selçuklu sultanının, Birinci Mesud'un, İkinci Kılıçarslan'ın, İkinci Rükneddin Süleyman'ın, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev'in, Birinci Alaeddin Keykubat'ın, İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev'in, Dördüncü Rükneddin Kılıçarslan'ın ve Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev'in kemiklerini köpekler kapmıştı.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Alaeddin Camii'nin türbe kısmında başlattığı onarım sırasında türbeleri camide bulunan Anadolu Selçuklu Devleti'nin önde gelen sekiz hükümdarının lahidleri de bakım maksadıyla açılmıştı.


Mezarlardan çıkartılan kemikler çuvallara konmuş ama bir tarafa kaldırılmamış, çuvallar ağızları açık olarak mezar odasında bırakılmış ve mekan o gece köpeklerin akınına uğramıştı. Havalandırma deliklerinden mezar odasına giren köpekler çuvalları parçalamış, hayvanlardan biri Alaeddin Keykubad'ın uyluğunu kapmış, bir diğeri Kılıçarslan'ın kaval kemiğini almıştı. Gıyaseddin Keyhüsrev'in kaburgası, Birinci Mesud'un leğen kemiğinin parçası yahut Rükneddin Süleyman'ın çenesi, köpeklerin dişlerinin arasındaydı. Köpekler kemiklerle sabaha kadar oynamış ve güneş doğarken bir tarafa atıp gitmişlerdi!


Ertesi sabah işbaşı yapan işçiler, dehşet verici bir manzarayla karşılaştılar: Alaeddin Camii'nin ve türbenin bulunduğu tepenin dört bir yanı kemiklerle doluydu. Hemen her taşın yahut bir ağacın altında bir hükümdara ait iskelet parçası vardı.


Hükümdar kemiklerinden bulunabilenler Alaeddin Tepesi'nden toplandı ve sekiz lahde gözkararı yerleştirildi!


Rezalet, 2003 senesinde Konya'da yayınlanan bir gazetede haber oldu ama fazla ses getirmedi. Hadiseyi 2004 Mart'ında seçim araştırması için gittiğim Konya'da duydum, bazı müze müdürlerine doğrulatıp yazdım ve Türkiye, hem tarih hem de bir vefa rezaleti olan bu hadiseyi manşetten yayınladığımız haber ile öğrendi.

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 30.12.2012

 

******


MURAT BARDAKÇI YAZDI, VALİ EL KOYDU

 

Murat Bardakçı’nın “Mevlana Müzesi'nin zeminini deşip çıkan kemik ve çinileri avluya attılar” diye yazmasının ardından Konya Valisi Aydın Nezih Doğan, konu ile ilgili olarak yazılı açıklama yaptı.

 

Açıklamada kemiklerin ayrıştırılma işleminin ardından usulüne uygun olarak defnedileceği belirtildi. Yazılı açıklamanın son bölümünde müze yetkilileri bu tür konularda daha hassas davranmaları konusunda da uyarıldı.Açıklamada kemiklerin ve çini parçalarının küçük bir kısmının 1926-1954 yılları arasında müdüriyet olarak, daha sonra da ihtisas kütüphanesi olarak kullanılan bölümde yapılan restorasyon çalışmaları sırasında elde edildiği belirtildi. Kemik ve çini parçalarının kalan kısmının Sultan Selim Camii temel güçlendirme çalışmaları ile yeni meydan düzenlemesi uygulamaları sırasında elde edildiği belirtildi.

Habertürk, Haber: Zafer Samancı, 04.01.2013

"ÇALDIĞINIZ HAZİNELERİMİZİ GERİ VERİN"

 

 

Türkiye'nin dünyanın çeşitli müzelerindeki hazinelerini iade mücadelesi yeni bir boyut kazanıyor. Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre; Muğla Barosu önderliğinde 30 avukattan oluşan sivil bir girişim konuyu uluslararası tahkime taşıyor. Muğla Barosu Başkanı Mustafa İlker Gürkan, ocak ayının başında Kültür Bakanlığı ile bu konuda bir toplantı düzenleyerek bir yol haritası hazırlayacaklarını ifade etti. "Prosedür olarak hata yapmamak için Bakanlık ile bir toplantı gerçekleştireceğiz" diyen Gürkan "Çevre komisyonumuzdaki 7 avukat arkadaş konuyla yakından ilgileniyor" ifadelerini kullandı. Avukatların kurduğu sivil toplum inisiyatifi içerisinde yer alan Avukat Remzi Kazmaz, Halikarnas Mozolesi'nin iadesi için İngiliz Hükümeti ve British Museum yetkililerine ihtarname çekeceklerini, ihtarnameden sonuç çıkmazsa konuyla ilgilenen uluslararası tahkime gideceklerini söyledi.

Avukat Remzi Kazmaz, söz konusu süreci şöyle anlattı: "Kültür Bakanlığı birçok tarihi ve kültür varlığını Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi'ne dayanarak geri alıyor. Ama Halikarnas Mozolesi gibi bazı istediklerimizi alamıyoruz. Devletlerarası huzursuzluk çıkmasın diye de bunların üstüne gidilemiyor. Halikarnas Mozolesi ile ilgili bu durum İngilizler tarafından saptırılıyor. İngilizler mozoleyi Mustafa Reşid Paşa'dan tuğrayla aldık diyor. Ama bu tuğrayı gösteremiyorlar. Biz hem İngiliz hükümetine hem de British Museum yetkililerine bir ihtarname çekeceğiz. Eğer sonuç alamazsak tahkim yoluna gideceğiz." Bu aşamada bir karar çıkmasının diğer ülkelerdeki eserlerin getirilmesi için de emsal oluşturacağını belirten Kazmaz, "30 Ocak'tan sonra eğer tahkim bizim haklılığımızı ispat ederse sadece İngiltere'den değil Almanya'dan, Fransa'dan ve birçok ülkeden kültürel varlıkların geriye dönüş yolculuğu başlayacaktır" dedi.

Sabah, 29.12.2012

İLK KEZ ORTAYA ÇIKTI!

 

     



Washington DC’de bir süredir Arabistan Yolları diye bir sergi var. Arabistan’ın uzak ve yakın tarihinden sanat eserleri sergileniyor. Aralarında İslamiyet öncesi döneme ait “putlar” da var; hani o Çağrı filminde de parçalanırken gösterilenler!

 

Geçen hafta, gazeteciMurat Bardakçı’nın Nurhan Atasoy ve Erhan Afyoncu’yla birlikte sunduğu, cumartesi geceleri bizi ayakta tutan Tarihin Arka Odası programını seyrediyordum. Bir ara Washington DC’de açılan bir sergiden bahsettiler. Smithsonian Müzesi bünyesindeki ArthurM. Sackler Gallery’de açılan Arabistan Yolları sergisinde, o toprakların binlerce yıllık kültürel zenginlikleri sergileniyormuş.

Hemde antik dönemlerden bugüne... “Bu bizi niçin bu kadar ilgilendirsin ki” diyemerak edenler olabilir. Arabistan Yolları’nın en önemli özelliği, Arap yarımadasında İslamiyet öncesinden eserlerin de sergilenmesi. Üstelik aralarında o döneme ait putlar bulunuyor. Yani çoktan parçalanıp yok edildiklerini sandığımız putlar, Araplar tarafındanmuhafaza edilmiş. Dahası Paris’te başlayıp Barcelona, Berlin ve St. Petersburg gibi diğer büyük Avrupa şehirlerinin ardından Kuzey Amerika’ya konuk olan bir sergiyle, tümdünyanın ilgisine sunulmuş.

 

ARABİSTAN’IN SAKLI TARİHİ
Yanlış anlamaya eğilimli bir milletiz ya,Murat Bardakçı programa gelen “Ne yani, şimdi de putların reklamınımı yapmaya başladınız” gibisindenmesajları okurken ister istemez hiddetleniyordu. Oysa İslamiyet öncesi çoktanrılı dönemde tapınılan putları görmenin bugün kimsenin dini inancına zarar vermeyeceği ortada... Bu heykeller sadece zaman içinde nereden nereye geldiğimizi daha iyi idrak etmemizi sağlıyorlar, o kadar. Bir yararları daha var: Arabistan’ın İslamiyet öncesinde de ne kadar zengin ve karmaşık bir tarihi olduğunu ilk kez bu kadar açıkça fark ediyoruz. Murat Bardakçı da bu gece yayınlanacak programının tamamını bu konuya ayırıyor zaten. Yani programda Arabistan Yolları sergisinin tarihsel ve sanatsal açıdan önemi ayrıntılı olarak ele alınacak. Ayrıca söz konusu sergiyi bizzat gezip gören Nurhan Atasoy’un yorumlarını dinleyeceğiz. Fakat yine de insan bazılarının bu sergiye niçin bu kadar büyük tepki gösterdiğinimerak etmeden edemiyor. Belki bu sorunun cevabını bir ilahiyatçıya sormak gerekiyordu. İşte Prof.Dr. Şaban Ali Düzgün’ün anlattıkları...  

Arthur Sackler Gallery’de sergilenen antik eserler bize neyi gösteriyor?
İslam’ın geldiği toplumun cahil olarak adlandırılması, o insanların hiçbir şey bilmedikleri yahut bu tür sanatsal faaliyetleri üretecek bilgi ve deneyimden yoksun oldukları anlamına gelmez. “Cahil” terimi Türkçe’de “doğru bilgiden yoksun” anlamında kullanılır.  Arapça’da ise “hem doğru bilgiden yoksun hemde ahlaki dejenerasyona uğramış” anlamına gelir. Arapların putlar, kahinler ve cinler etrafında geliştirdikleri dünya görüşü, aslında gelişmiş birmitolojinin varlığına işaret ediyor. Antik çağlarda Arapların Yunan, Mısır, Roma ve Babil’e paralel birmitolojilerinin var olduğunu biliyoruz. Bumitolojik zihnin kendisini heykeltıraşlıkta veya başka sanatsal dallarda da göstermesinde şaşılacak bir şey yok.

Peki İslam gerçekten heykeli yasaklamış mıdır?
İslam, heykel yapımını yasaklamaz. Heykeli her türlü bağlılığın odağına koyan zihniyeti yasaklar. Hz. Süleyman’ın bir peygamber olarak heykeller yaptırdığını Kuran-ı Kerimde anıyor. Bizatihi kötü olan bir işi bir peygamberin yaptırması söz konusu olabilirmi? “Müşrik” denen aslında heykeller değil, heykellere olağanüstü güçler atfeden insanlardır. Allah’la doğrudan iletişimkuramayacağını düşünerek araya heykeller koyan zihniyetten söz ediyorum.

‘Put’ dediğimiz de bu zaten, öyle değil mi?
Allah’la iletişimde bağımlı hale geldiğimiz heykeller, evet. Kuran’ın karşı çıktığı budur. Araplar bütün oluşları tek sebebe bağlayan tevhid inancını kavramakta zorlanıyordu. Yoksa onların da Allah fikri vardı. Kuran, “Müşriklere alemi kim yarattı diye sorsan Allah yarattı diyeceklerdir” der. Kuran’ın gayesi, Allah’ın yanında başka varlıklara da bağlanarak kendilerini köleleştiren ve insanlık onuruna yakışmayan bir bağımlılık sergileyen insanları kurtarmaktı. 

Eski Arapların bu heykelleri yapmalarının tek sebebi bu muydu?
Hayır, putlar Araplar için sadece zihinsel varlıklar değildi. Bunların ticaretini yaptıklarını biliyoruz. 

Peki bazıları niçin tepki gösteriyor?
Uzak bir coğrafyada deve çobanları olarak gördükleri insanların bu tür sanat eserleri üretmiş olması Batılıları şaşırtıyor. Oysa Arap şiiri ve edebiyatı bu kadar yüceltilirken, bu sanatların kardeşi durumundaki heykeltıraşlığın geri kalması zaten düşünülemez. Bu heykellerin sergilenmesinin dini bakımdan da hiçbir sakıncası yok. İslam, bir toplumun çoktanrılı mitoloji dünyasını dönüştürmüştü. Ama zaten bütün dinlerin görevi bu olmuştur. Her dinin ortaya çıkışından önce bir mitoloji dönemi vardı. Yahudi geleneğinde de böyle olmuştu. Yahudiler önceleri henoteisttiler. Yani tek bir Tanrı’nın yanında kabile tanrılarına da tapıyorlardı. Araplar da aynı şekilde hemYüce Allah’ı kabul ediyorlardı hemde putları...

 

BBC: Devrimci bir sergi!
Son 40 yıldır Suudi Arabistan arkeologlara düzenli olarak kazılar yaptırıyor, bugüne kadar varlığından bile haberdar olunmayan bazı buluntuları da dünyanın çeşitli yerlerinde parça parça sergiliyordu. Sonunda devasa bir kültürel hazineye ulaşıldı. En şaşırtıcı olansa, Arap yarımadasının derinliklerinde İslamiyet öncesi dönemin izlerinin halen, neredeyse bozulmamış bir şekilde duruyor olmasıydı. İşte bugün Arthur Sackler Gallery’de İslam sanatının en önemli ve görkemli örnekleriyle beraber bu izler de sergileniyor.

Yolu Arthur M. Sackler Gallery’ye düşeceklerin karşılaşacağı objeler arasında neler yok ki... Olağanüstü bir el işçiliğinin ürünü olan, 1623-1640 arası Sultan IV. Murad’ın emriyle yaptırılan Kabe Kapısı göz alıcı. Hat sanatının incelikli örnekleri ve bol miktarda mezar taşı da mevcut. Ama elbette hepsi bu değil. BBC’nin de “Devrimci bir sergi” diye nitelediği Arabistan Yolları’nda, gizemli steleler, devasa insan heykelleri, ürpertici altın masklar ve Roma tanrılarının bronz heykelleri görülebiliyor. Bazıları 7000 yaşındaki putlarsa serginin en dikkat çekici parçaları.

 

Arthur M. Sackler Gallery’nin 25’inci kuruluş yıldönümü şerefine düzenlenen ve şubat sonuna dek sürecek olan Arabistan Yolları sergisi, 3 bölümden oluşuyor. İlkinde, İslamiyet öncesinde Mezopotamya, Yunanistan ve Roma etkisiyle üretilmiş eserler var. İkincisinde, Şam, Kahire ve Bağdat gibi büyük şehirlerden geçen hac yolu üzerindeki eserler görülüyor. Fotoğrafların, seyahat kitaplarının, haritaların ve gündelik hayat nesnelerinin bulunduğu son bölümse 1932’den yani Suudi Arabistan Krallığı’nın kuruluşundan sonrasına ayrılmış.

Habertürk, Haber: Gülenay Börekçi, 29.12.2012

ANADOLU PARSININ 8 BİN YILLIK İZİ BULUNDU

 

İzmir'deki Yeşilova Höyüğü'nde yapılan son kazılarda, 8 bin yıl öncesine ait iki kap bulundu. Üzeri oyularak benekli şekilde pars kabartmalarının işlenmiş olduğu kaplar, "Anadolu parsı"nın da izlerini ortaya çıkardı.

 

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, Doğu Akdeniz, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu ve Batı Anadolu'da yaşayan, ancak 1974 yılından bu yana izine rastlanmayan Anadolu parsının İzmir'in ilk toplumu tarafından bilindiğini ifade etti. Yrd. Doç.Dr. Derin, "Daha çok Çatalhöyük'te buluna küçük heykelciklerde ve duvar resimlerinde görülen bu hayvanın, Neolitik toplum tarafından korku duyulan ve aynı zamanda saygı duyulup kutsal olarak kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Yeşilova Höyüğü'nde önceki yıllarda bulunan ana tanrıça kabartmaları da kaplar üzerinde, kutsal inançların bir yansıması olmaktadır."

2012 yılında İzmir'in Kemalpaşa İlçesi'nde yapılan arkeolojik kazıda ortaya çıkarılan Roma Mozaiği'nde de betimlendiği gibi Anadolu parsının yaşam serüveninin Roma Dönemi'nde de devam ettiğini söyleyen Yrd. Doç.Dr. Derin, "Yakın dönemde 1930-1950 yıllarında sadece İzmirli avcı Hasan Bele'nin 15 panter öldürdüğü bilinmektedir. Canlı olarak tek örnek 1942 yılında Urla'da bir çoban tarafından yakalanan bir pars yavrusu olmuş, İzmir Hayvanat Bahçesi'ne hediye edilen bu hayvana Zoza ismi verilmiştir. Yeşilova Höyüğü buluntuları, sıklıkla avcıların gazabına uğrayarak nesli tükenen bu canlının varlığının günümüzden 8 bin yıl önceye gittiğini ortaya koyarken, İzmir'in zengin yabanıl yaşamına ait önemli bir daha kazandırmıştır" dedi.

Cnn Türk, 29.12.2012

GÜNAY'DAN TARİHİ ESER MÜJDESİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, dünya müzelerinden Batı Akdeniz Bölgesi'ne getirmeye çalıştığı çok sayıda tarihi eser bulunduğunu bunları yılbaşından sonra kamuoyu ile paylaşacağını söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Antalya'nın Elmalı İlçesi'ni ziyaret etti. Bakan Günay'ı kaymakamlık binası önünde Antalya Vali Yardımcısı Recep Yüksel, Elmalı Kaymakamı Mehmet Murat Çekmen, Belediye Başkanı Hüseyin Altıntaş, İl Kültür Turizm Müdürü İbrahim Acar, daire amirleri ve siyasi partilerin ilçe başkanları karşıladı. Cuma namazını Ömer Paşa Camii'nde kılan Bakan Günay, cami önündeki tarihi kütüphaneyi restore ettirip Etnoğrafya Müzesi olması için katkıda bulunacağını belirtti.

Kaymakam Çekmen tarafından ilçe hakkında bilgi alan Bakan Günay, daha sonra Elmalı Müzesi'nde incelemelerde bulundu. Bakan Günay, müzede bulunan Karaburun ve Kızılbel anıt mezarlarının içine girerek incelemelerde bulundu.

Bakan Günay, Elmalı Müzesi'nde sergilenen Elmalı hazinelerinin imitasyon olduğu, gerçeklerinin Elmalı'da sergilenip sergilenmeyeceği yönündeki soru üzerine, Elmalı Müzesi'nin ziyaretçi sayısının artması ve gerekli güvenlik önlemlerinin alınması durumunda eserlerin bulunduğu bölgede sergilenmesinden yana olduğunu kaydetti.

Günay, Batı Akdeniz Bölgesi olarak bölgeye getirmeye çalıştığı dünya müzelerinden çok sayıda eser bulunduğunu, bunları yılbaşından sonra paylaşacağını söyledi. Bakan Günay, daha sonra Elmalı'yı kuş bakışı gören Topdağı Tepesi'ne giderek bir süre ilçeyi seyretti.

Habertürk, 28.12.2012

ANTALYA'DA TARİHİ ESERLER ONARILIYOR

 

Antalya'da onarım çalışmaları 'Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı' hesabına aktarılan kaynaklarla yürütülüyor.

 

Antalya Valisi Dr. Ahmet Altıparmak, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca İl Özel İdaresi ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kullanılmak üzere emlak vergilerinden sekreteryasını İl Özel İdaresi’nin yürüttüğü  “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı” hesabına aktarılan kaynaklarla Side’den-Alanya’ya, Akseki’den-Kaş’a kadar birçok proje, planlama ve uygulama çalışmalarının devam ettiği, bazılarının da tamamlandığı açıklamasında bulundu.

 

Tarihi, kültürel mirasımıza sahip çıkmak için her türlü çabanın gösterildiğini ve her türlü imkanı kullandıklarını ifade eden Vali Dr. Ahmet Altıparmak, “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı” hesabından bu kapsamda verilen destekleri bizzat takip ettiğini söyledi.

 

Vali Altıparmak katkı payı hesabının belediyelerle işbirliği içerisinde kullanılması konusunda Kaymakamlıklara genelge çıkardığını ifade ederek, “Koruma ve kollama var olanı muhafaza ile mümkün ve yeterli olmaz. Aynı zamanda bunların aslına uygun olarak restorasyonunun yapılması, yenilenmesi, tamirat isteyenlerin tamir edilmesi ve işlevlendirilerek ayağa kaldırılması büyük önem arz etmektedir” dedi.

 

Kaymakamlardan belediye başkanlarından gelen projelerin mutlaka destek göreceğini ifade eden Vali Altıparmak, “Çalışan, işini takip eden bölgesindeki tarih ve kültür varlıklarına sahip çıkmak isteyen belediye başkanlarımıza, kaymakamlarımıza desteğimiz sürecek. Side Belediye başkanı da işini iyi takip etti. Örneğin Thyce tapınağını ayağa kaldırdık. Teşekkür ediyoruz. Bizde desteğimizi verdik. Yine örneğin Alanya Demirtaş’taki ve Kemer’deki Selçuklu av köşklerimiz ile Alanya Kalesi içerisinde yer alan eserlere de katkılarımız sürüyor” diye konuştu.

 

Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı hesabından destek verilen uygulama ve onarımlar:

 

Akseki Fakılar Mahallesi, 1 pafta, 30 ada, 18 Parselde Bulunan Taşınmazın (Akseki Müftülük Evi) Onarımı ve Çevre Düzenlemesi için 230.030,65.-TL,  

Akseki Kültür Evi Restorasyonu ve Çevre Düzenlemesi işi  için 232.659,35.-TL, 

Perge Ören Yeri Demetrios  Apollonios Takı Onarımı işi için 480.000,00.-TL,  

Antik Perge Tiyatrosu I. Kısım Acil Su Drenajı İşi için (Tamamlandı)  80.000,00.- TL,

Alanya Kalesi 480 Ada, 1 parselde Bulunan Kale Ana Giriş Kapısı ve Etrafındaki Surlar İle Giriş
Kapısının Güney Bölümündeki Burç ve Surların Restorasyon Uygulamasının ve Çevre Düzenlemesinin Yapılması için 170.891,35.-TL  

Alanya Kalesi, Hisariçi Mahallesi, 320 Ada, 1 Parselde Bulunan Tescilli Taşınmazda Restorasyon
Uygulaması Yapılması için 325.224,02.-TL  

Alanya Tophane Mahallesi, 288 Ada, 5 Parselin Kamulaştırılması için(Tamamlandı) 75.310,00.-TL,  

Alanya Kalesi Tophane-Tersane Yürüyüş Yolu Yapılması İşi için (Tamamlandı)   102.246,08.-TL,  

Alanya Tersanenin İki Gözünde Restorasyon Uygulaması İşi için (Tamamlandı)  202.038,12 .-TL 

Alanya, Çarşı Mahallesi, 393 Ada, 4 Parselde bulunan Tescilli Taşınmazın Restorasyon Uygulaması İşi için (Tamamlandı)   175.854,34.-TL,

Demre, Beymelek Kalesi Restorasyon Projesi Uygulama için 371.415,42.-TL,  

Antalya Kaleiçi Yat Limanı Kentsel Tasarım ve Çevre Düzenlemesi Uygulamaları için 1.635.253,12 .-TL, 

Andriake Liman Yerleşimi, Onurlandırma Anıtları Restorasyon Uygulaması için 281.728,41.-TL

Gazipaşa Pazarcı Mahallesi, 33 Ada, 14 Parselde Bulunan Yapının Restorasyonu Yapım için 182.499,08.TL  

İbradı Mezarlığı Çevre Düzenlemesi Uygulaması İşi için 85.000,00.-TL,  

Patara Çevre Düzenlemesi Uygulaması (1. Etap) İşi ödeneği 493.020,33.-TL,  

Patara Deniz Feneri Onarımı işi ödeneği 780.000,00 .-TL, 

Patara Deniz Feneri Onarımı işi (ilave) için 246.668,43.-TL,
  
Işıklar Öğretmen Evi (Eski Vali Konağı) Restorasyonu ödeneği 700.375,50.-TL,  

Antalya Etnoğrafya Müzesi Çatı Onarımı ödeneği 131.095,52.-TL,  

Kalkan (Kültürevi) Nahiye Binası Onarım işi ödeneği (Tamamlandı)   98.281,41.-TL  

Antalya Korkuteli Fatih İlköğretim Okulu Eski Binası İşlev Değişikliği Proje Uygulaması için (Tamamlandı)  163.328,17.-TL,  

Kalkan Tarihi Kent Merkezi Koruma ve Geliştirme İmar Planı Dahilindeki Yolların Kaplanması ve

Yağmur Suyu Kanalı Yapımı için 570.072,35.-TL,  

Kepez Belediyesi Sınırları içerisindeki 9 adet tescilli sarnıcın Çevre Düzenleme Proje Uygulamaları İşi için (Tamamlandı)  381.848,80.-TL,  

Ormana Belediyesi Konuk Evi Restorasyonu Yapımı işi için (Tamamlandı)  96.317,90.-TL,

Side Thyce Tapınağı Restorasyonu Yapımı için (Tamamlandı)  488.336,34.-TL ödenek ayrıldı.  

Katkı payı hesabından destek verilen projeler;

Aksu İlçesi, Ağalar Camii ve Çeşmesi Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon, Elektrik, Peyzaj Çevre
Düzenleme Projeleri ile Statik Raporu Hazırlanması için 53.196,32.-TL,  

Antalya Haşim İşcan Mahallesi Sokak Sağlıklaştırma Projesi işi 78.521,63 .-TL, 

Cevizli, Kentsel ve Arkeolojik Sit Alanlarında Koruma amaçlı İmar Planı Yapımı İşi için 113.317,57.-TL,  

Demirtaş Sedre Köşkü Avcılık Müzesi RRR Projeleri Yapımı İşi için 103.327,74.-TL,     

Termessos antik kenti Sur Duvarları Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon Projelerinin Yapımı için140.363,36.-TL,     

Kaş İlçesi, Kasaba Köyü, Nasreddin (Yusuf Ağa) Camii Restorasyon, Restitüsyon, Elektrik, Tesisat, Peyzaj Projeleri Yapımı ve Statik Raporu Hazırlanması ödeneği 22.551,92.-TL,     

Antalya İli, Manavgat İlçesi, Kargı Han’ın Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon, Elektrik, Tesisat, Peyzaj Çevre Düzenleme Projeleri ile Statik Raporu Hazırlanma işi için 211.447,85.-TL,     

Antalya İli, Elmalı İlçesi, Ömer Paşa Cami Medresesine Ait Restorasyon-Restitüsyon, Elektrik ve Tesisat Projeleri ile Statik Raporu Hazırlaması işi için 35.046,73.-TL,     

Antalya Mevlevihanesi Restitüsyon ve Restorasyon Projelerinin Yapımı için 61.685,03.-TL,     

Antalya Etnografya Müzesi Rölöve, Restorasyon ve Çevre Düzenleme Projelerinin Hazırlanması 100% 52.608,25  

Ormana Beldesi Kentsel Sit Koruma Amaçlı İmar Planı için 95% 112.931,44.-TL,     

Apollon Tapınağı, Athena Tapınağı ve AA Bazilikası (Liman Kilise)’nin Laser Scanner Kullanılarak Belgelenmesi ve Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon Projeleri Yapımı için (Tamamlandı)  252.542,99.-TL,     

 

Side Büyük Hamam'ın Zemin Döşemesinin Fotoğrametrik Yöntemler Kullanılarak Belgelenmesi ve Restorasyon Projesi Yapımı için (Tamamlandı)  133.666,43.-TL,     

Liman Hamamı Restorasyon Projesi Yapımı için (Tamamlandı)  57.659,37.-TL ödenek ayrıldı

Turizm Gazetesi, 28.12.2012



23 - 29 Aralık 2012

NEMRUT'UN HAZİNESİNİN YERİ BULUNDU

 

 

Ceberrut Nemrut olarak bilinen ve 2 bin 700 yıl önce ölen Salyangoz Kralı Nemrut'un mezarı ve hazinesinin Bitlis'teki Nemrut Dağı'nda olduğu öne sürüldü.

 

Araştırmacı yazar Mehmet Törehan Serdar, uzun zamandan beridir yaptıkları araştırmalar neticesinde Bitlis'teki Nemrut Dağı'nda Ceberrut Nemrut olarak bilinen ve 2 bin 700 yıl önce ölen Salyangoz Kralı Nemrut'un mezarının ve hazinesinin yerini tespit ettiklerini söyledi. Bitlis'teki Nemrut'un Adıyaman'daki Nemrut Dağı'yla sadece isim benzerliğinin olduğunu ifade eden Mehmet Törehan Serdar, "Bitlis'teki acımasız kral Ceberut'un Nemrut gibi zalim olması sebebiyle halk tarafından bu dağa Nemrut ismi verilmiştir." dedi.

 

Milattan önce 700 yıllarında Gürcistan krallığı ile Trabzon krallığı arasında savaş çıktığını ve çıkan savaş sonrasında Gürcistan krallığının Trabzon krallığını yendiğini anlatan Serdar, Trabzon kralının büyük oğlunun Gürcistan askerlerinden kaçarak Nemrut Dağı'nı mesken seçtiğini kaydetti. Bu şahsın çok acımasız olduğunu ifade eden Serdar, "Halka zulmetmeye başlayınca halk da bu kişiye Nemrut ismini veriyor. Nemrut dağını kendisine yayla olarak seçmiş yani yazın burada yaylada kalmıştır. Daha sonra ölünce de büyük hazinesi ile birlikte nemruta defnedilmiştir." diye konuştu.

 

Bitlis'teki Nemrut'un lahit mezarının yerini tespit ettiklerini kaydeden Serdar şöyle konuştu: "Bununla ilgili bir belgeye ulaştık. Belge şu an elimizde. Bizim tespit ettiğimiz ve Grekçe olarak yazılan belgelerin gösterdiği nemrut dağında salyangoz kralı Nemrut'a ait lahit kral mezarını ve savaşa neden olan vazoyu bulduk. Bunu bilim adamlarına yetkililere ve Kültür Bakanlığı'na iletiyoruz. Mezarın ve hazinenin tahrip edilmemesi açısından nokta yeri şu an için gizli tutuyoruz. Defineciler tarafından tarumar edilmesinden tahrip edilmesinden korktuğumuz için yerini tam olarak söylemiyoruz. Sadece Nemrut dağında olduğunu ve yerini kesin olarak tespit ettiğimizi söyleyebiliriz. Bahar ayına kadar yerinin neresi olduğu saklı tutacağız. Bahar ayında İstanbul'dan gelecek araştırmacı dostumuzla beraber belgesiyle beraber tam olarak neresi olduğunu göstereceğiz. Nemrut'ta yerini kesin olarak tespit ettiğimiz Nemrut dağında büyük bir lahit mezarın içerisinde bir kısmında cesedi bulunuyor bir katında ise büyük bir hazinesi bulunuyor."

Haber 7, 28.12.2012

"ORASI KİLİSEMİZ, HALI KURSU DEĞİL"

 

 

1870’te Diyarbakır Ermeni Protestan Surp Pirgiç Kilisesi olarak inşa edildi. 113 yıl sonra, 1983’te Vakıflar Diyarbakır Bölge Müdürlüğü ‘hayır ve hizmeti kalmadığı gerekçesiyle’ el koydu. 2010’da yine aynı kurumca onarıldı ve Sur Kaymakamlığı’na kiraya verilerek Kadın Merkezi haline getirildi. 339 bin liraya mal olan kilisede kadınlara gümüş telkari işlemesi, ipek dokumacılığı öğretilmeye başlandı.


Tarih 2012’yi gösterirken Ermeni Protestan cemaati el koyunlan vakıflarını ve bağlı kilise binasını geri isteme kararı aldı. Kilisenin son başkanı Ohannes Gülsatar’ın oğlu Erol Gülsatar ve Ortadoğu Ermeni Protestan Kiliseleri Birliği Türkiye Sorumlusu Kirkor Ağabaloğlu’nun girişimiyle başlatılan süreçte önce Diyarbakırlı 10 Ermeni bulundu. Erdal Gülsatar, Edip Daşkıran ve Murat Bulmuş’tan oluşan 3 kişilik geçici yönetim kurulu ve sekiz kişilik üye listesi oluşturuldu. Bu imzalarla Diyarbakır’daki Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne bir dilekçe verildi ve vakfın, dolayısıyla da kilisenin iadesi istendi.


Dilekçede kilisenin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce bugüne kadar fiziki durumu korunmuş olsa da şimdilerde amacı dışında halıcılık kursu faaliyetine sunulduğu belirtildi. Diyarbakır’daki ve çevre illerdeki cemaat üyelerinin yer ihtiyacı duymaları nedeniyle kilisenin vakfa teslim edilmesi istendi. Cemaat şimdi 26.12.2012 tarih ve 4100 sayı numarası ile kabul edilen dilekçenin yanıtını bekliyor.
Dilekçenin hazırlanmasına öncülük eden Ağabaloğlu bir zamanlar Türkiye’de azınlıklara karşı nefret duygusuyla hareket edilmesine karşın zaman içinde Türkiye’de çok şey değiştiği görüşünde: “Yüz yılın bin yılın hesabını yapmıyoruz. Bugün halihazırda bir cemaat var. Ermeni cemaatine ait mallar var. Bir şekilde devletin elinde. Diyarbakır’da Protestan Ermeni kalmadı; ama aynı cemaat yok da olmadı. Bir ucu İstanbul ’da. O kilise cemaatin parasıyla cemaat için yapılmıştı. Dürüstlük, ahlak ve onur burasının Ermeni Protestan cemaatinin malı olduğunu kabul etmekten geçer.”


Ağabaloğlu, devletin İslami vakıfların mallarına da ey koyabildiğini ama aslına uygun olarak kullandığını da hatırlattı: “Hıristiyan cemaatlerin mallarını aslına uygun kullanmıyor. Devlet ya satıyor ya ihtiyaçları doğrultusunda kullanıyor. Spor salonu, hastane, kışla, halı kursu oluyor.” Kilis’te ve Gaziantep’te, İstanbul’da da Halıcıoğlu’nda böyle binalar olduğunu söyleyen Ağabaloğlu, “Başka yerlerde de olabilir; ama bilemiyoruz. Biz devletten doküman istiyoruz ama vermiyor” diye konuştu. Diyarbakır’daki vakfın son başkanı Ohannes Gülsatar’ın oğlu Erdal Gülsatar ise “Son yıllardaki gelişmeler bir ümit oldu bizim için. Bir deneyelim dedik” derken vakfın iadesi için umutlu olduğunu belirtti.


Diyarbakır Protestan Kilisesi Vaizi Ahmet Güvener: Diyarbakır’da 80 civarında cemaatimiz var. Şu anki kilise binası bize yetmiyor. Bu kilise verilirse kullanırız. Çevre illerden gelen cemaat üyeleri de hesaba kalırsa daha da kalabalık oluyoruz.


Hukukçu Sebo Aslangil: Cemaat var olduğu sürece kurulu olduğu yerin dışındaki cemaat mensuplarına da fayda getirmesi söz konusu. Hiçbir cemaat vakfının mazbata alması mümkün değil.

Radikal, Haber: Enis Tayman, 28.12.2012

DÜNYANIN EN GİZEMLİ YAPILARI

 

 

Travel + Leisure, Dünya'nın en gizemli yapıları ile ilgili bir seçki hazırladı.
 

Esrarengiz olaylar birçok yerde karşımıza çıkabilir, eskide, modernde, çözülmemiş, açıklanamayan olanda..

 

Ama dünyanın en esrarengiz binaları hesaba katılması gereken önemli bir kuvvettir.

 

Travel + Leisure'nın seçtiği esrarengiz yapılar, ne hakkında tonlarca şey yazılmış Bermuda Şeytan Üçgeniyle ne de Mısır Piramitleriyle alakalı. Bu tuhaf orijinal yapılar az bilinir ve genellikle sır dolu olanlardır. Sonuçta esrar biraz da otantik olmalıdır.

 

Gizemli tanımımız daha geniş ve çeşitli. Bu listedeki bazı yapılar doğa tarafından canlı canlı yutulmuş gibi. Kumun yuttuğu fener ya da Meksika'da dağa gömülü bir kilise. Diğer yapılar ise mantığın sınırlarını zorlayan ya da yüzyıllar önce esrarengiz bir şekilde insanlar tarafından terk edilmiş yerler.

 

Renwick Hastanesi, Roosevelt Island, New York

 

 
Bu terkedilmiş çiçek hastalığı hastanesi, granit kaplamaları, bindirmeli parapetleri, mansard çatısı ile Gotham'ın korkunç tarihini anımsatıyor. Yüz yataklı hastane, önceleri korkunç hastalıklar yüzünden karantinya alınan göçmenleri barındırmış. Devam eden 4,5 milyon dolarlık restorasyon projesi sonunda 2013 yılında halka açılması planlanıyor. Proje, site üzerinde dev kelebeklerin yerleştirilmesi konulu bir sanat projesini de içeriyor.

 

Loretto Şapeli, Santa Fe, New Mexico

 

 
Bu etkileyici Gotik dönem kilisesinin spiral merdivenleri zemin katı merkezi bir taşıyıcı olmadan çatı katına bağlıyor, metal yerine ahşap çiviler kullanılmış bu merdiven tam bir ahşap işi şaheseri.

 

Söylenenlere göre 1878 senesinde isimsiz bir marangoz ustası merdiveni yapmış ve parasını almadan ortadan kaybolmuş.

 

Buralara yolunuz düşerse, La Posada de Santa Fe'nin hemen köşesinde Victoria döneminden kalma bir konut, sanatla dolu bir pansiyona dönüştürülmüş, belki burada kalabilirsiniz. 100 numaralı oda eskiden sahibi olan Julia Stabb'ın yatak odasıymış ve ruhunun buraya dadandığı söyleniyor.

 

Kolmanskop Diamond Camp, Skeleton Coast, Namibia

 

 
Portekizler Namibia'daki Elmas Kıyısını "cehennemin kapıları" olarak adlandırırken, yerliler ise bu bölgeyi, "tanrının kızgınken yaptığı alan" olarak kabul ediyor. Kıyı "iskelet" adını, balina endüstrisi dolayısıyla yapılan balina avlarının iskeletlerinin tüm kıyıyı kaplamış olmasından dolayı alıyor, bugün, 1.000'den fazla iskelet kalıntısı yağmalanmış ve bu bölge sonrasında terkedilmiş elmas kampları sebebiyle "elmas kampı" adını almış. Elmas madeninin yöneticisinin terk edilmiş evi, döküntüler arasında çöl kumları tarafından ele geçirilmiş .

 

Elmas avcıları zamanında bu bölgeye dadanmış. İlginç biraz da korkunç olan 1960 yılında balta ile kesilmiş kafatasları burada bulunmuş.

 

Bu bölgeyi ziyaret etmeye karar verirseniz diye; Namibia'nın tehlikeli tepelerinde çitalar ve aslanlarla bir safariye çıkılabilir ya da 3 saatlik manzaralı tur ile batık mayınlarla dolu İskelet Kıyısı'nı seyredilebilirsiniz.

 

Skara Brae, Orkney Islands, İskoçya



 
Daha önce bir Pictish Köyü olduğu düşünülmüş, bu devasa ve gizemli Skaill Sahilleri'nde yer alan Orcadian Köyü hala kazılıyor ve bize her gün Avrupa'nın -Kelt Dönemi sonrası- ile ilgili yeni bilgiler veriyor. Bu köy 5.000 yıllık alan Mısır piramitlerinden daha eski bir tarihe sahip.

 

Köy binlerce yıl önce kurulmuş olmasına ragmen, Skara Brae'de ki binalar iyi bir durumda kalabilmişler. Arkeologlar burada en son yaşayanların neden ayrıldıklarını bilmiyorlar ama birçokları bir felaket yüzünden terk edildiğine inanıyor.

 

Woodchester Mansion, Cotswolds, İngiltere

 

 
Taştan yapılmış yaratık bezemeli süslemeleriyle bu 19. yy'a ait Gotik konutun tepesinde bir kule var, ikonik öğelerle kaplı ve bal rengi kireç taşıyla yapılmış. İnşaatı sırasında, Katolik sahibi ölünce, 1873'te terkedilmiş.

 

Cadılar Bayramı veya doğa üstü bir gece için çok uygun olan ev tenha ve derin bir vadidin ortasında konumlanmış.

 

2. Dünya Savaşı süresince, geçici askerler için morg olarak kullanılmış. Dedikodular koridorlarda gezinen hayaletlerin vardığından süphelenildiğini söylüyor.

 

Therme Vals, Vals, İsviçre

 

 
İsveç dağlarının yukarılarında terminal yolunun sonunda ki bu "termal banyo" Pritzker ödüllü Peter Zumthor tarafından tasarlanmış. Danseden kuvars levhalar minimalist ve yarı endüstriyel ama fazlaca ürkütücü görüntüsüyle, ıslakmış gibi görünen çarpıcı bir labirent yaratıyor.

 

Akustik bölme dar bir tünele giriyor ve duvarın titremesiyle saunadakilere unutulmaz işitsel bir deneyim yaşatıyor.

 

Yaxchilán, Chiapas, Meksika

 

 
Bu belirsiz, 4. yy'dan kalma, Guatemala sınırında Usamacinta Nehri boyunca devam eden, sarmaşıklar tarafından ele geçirilmiş alanda maymun sesleri yankılanıyor. Meksika'nın diğer kalıntılarının arasında "turistlere serbest" bir alan olarak göze çarpıyor. Ziyaretçiler botlarla gelip labirente giriyorlar. Kireç taşından yapılmış binanın cephesindeki "Ay kafatası'"işlemeli, hükümdarlara ithaf edilmiş, alçıdan yapılmış dekoratif paneller binayı süslü kılıyor.

 

Yaxchilan 9. yy'da esrarengiz biçimde terkedilmiş, ama nehrin her tarafındaki kazıklar, bir asma köprünün kalıntılarıymış gibi görünüyor, ki asma köprü Batı Dünyası'nda çok daha sonra keşfedilmişti.

 

Rubjerg Knude Feneri, Hjørring, Danimarka

 

 
1900'lerde inşa edilmiş bu gözcü kulesi, kumun onu yutmaya başlamasıyla 1968'de terkedilmiş. 75 metre uzunluğundaki yapı, kum erozyonları sebebiyle muhtemelen önümüzdeki 10 yıl içinde tamamen kumun altında kalacak. Bu bilgi insana kumun altında bir yerlerde, birçok Antik Viking eserinin olabileceğini düşündürüyor.

 

Kule denizden en az 656 metre yukarda, 200 metre uzaklıkta inşa edilmiş, tüm kurtarma giririşmlerine rağmen, yıllar içinde kum onu tamamen yutacak.

 

San Juan Parangaricutiro, Michoacán, Meksika

 

 
1943'te Meksika taraflarındaki Michoacan'da meydana gelen volkan patlamasında, San Juan Parangaricutiro ve Paricutin köyleri tamamen lavlar altında kalıyor.

 

San Juan Parangaricutiro'nun tepesindeki haç kulesi o derece yıkıcı bir lavdan kurtulmuş tek alan, kilisenin sunağı tamamen yok olmuşken, kilisenin diğer tarafı hala girilebilir durumda.

 

Coral Castle, Homestead, Florida

 

 
1100 tonluk kireçtaşı kayalarından yapılmış bu yapı -Stonehenge'den daha büyük- Miami'nin hemen kuzeyinde, 1923-1951 yılları arasında , Edward Leedskalnin adında genç ve bekar bir adam tarafından, düğününden bir gece önce onu terk eden aşkı için yaptırdığı bir ev.

 

Peki bunun nasıl yapmıştı? Terkedilmiş bu adam belki de Piramitler'in sırrını biliyordu. Diğer detaylar ise; harç kullanılmamış olması, yapının fizik kurallarına meydan okuması, yıllardır bilim adamlarını şaşırtıyor.

 

National Library, Kalküta, Hindistan

 

 
Ziyaretçiler 250 yıllık kütüphanenin perili salonlarıyla ilgili uzunca bir süre konuştuktak sonra, 2010 yılında, penceresi, kapısı ve girişi olmayan saklı bir oda hakkında iyi niyetli bir gizem yaratıldı. 200 yüzyıldır kimse odaya girmemişti ama Milli Kütüphane'nin yetkilileri bu odaya girmek ,duvarı delmek için izin talep ettiler. 6 aylık bir araştırmanın sonunda, yetkililer arkeologların iddialarını haksız çıkarttı. Odanın ne bir işkence odası, ne bir hazine odası ne de bir mezar olmadığı anlaşıldı. Oda, binanın temelini güçlendirmek için daha bina yapılırken konan çamur dolu bir bloktu.

 

Porta Magica, Roma

 

 
Bu kalıntı tamamen dış mekanda bulunuyor, ancak Roma'nın Esquilino bölgesinde Piazza Vittorio'nun gizemini gözden kaçırmak çok kolay. "Porta Magica" (Sihirli Kapı) 17. yy'da yaşayan, metali altına dönüştürmeyi takıntı haline getiren Massimiliano Palombara'nın villasına giriş için kalan tek şey. Bir simyacı Palombara'ya formülü verir, ama Palombara onu okuyamaz. Ne yapacağını bilemez ve yerel bir simyacının geçerken bu dili tanıyıp, bu şifreyi çözebileceğini umarak tarifi evinin kapısına yazar. Formül hala orada durmaktadır, birilerinin gelip sırrı çözmelerini beklemektedir.

 

St. Mary Magdalene Kilisesi, Rennes-le-Chateau, Fransa

 

 
Bu klisenin gizemi Fransız yazar Dan Brown'ın romanlarında ele alınır. Bir inanışa göre, Bérenger Saunière, Rennes-le-Chateau Köyü'nde 1900'lerde yaşamış bir rahip, 11. yy'da yaşamış bir tarikat olan Kathar'ların hazinesini bu ibadet evinde buluyor. Bu saklı hazinenin Romalılar tarafından MS. 70 yılında Kudüs tapınağından çalındığı söyleniyor.

 

Newport Kulesi, Newport, Rhode Island

 

 
Newport'un Touro Park'ının çevresinde yüzyıllardır dedikodular uçuşmakta. Bu bir gözlem evi miydi? Bir rüzgar gülü müydü? Kimse bilemiyor. 28 metre uzunluğunda ve 500 yaşında olduğu tahmin edilen yapı dünyadaki diğer eş değer örnekleriyle kıyaslanırsa, 5.000 yıllık Stonehenge'de dahil olmak üzere, ilginç şekilde konumlanmış ve mükemmel hizalanmış. Kimi arkeolojistler Kolombiya öncesindeki dönemde, Amerika'daki iletişim yöntemlerinin kanıtı olarak görülüyor.

 

Maunsell Sea Forts, North Sea, İngiltere

 

 
İngiliz Kraliyet Donanması tarafından 2. Dünya Savaşı sırasında inşa edilen bu esrarengiz Star-Wars kuleleri, şimdi Suffolk, İngiltere açıklarında, Sealand Prensliği olarak da bilinen Güney denizi civarında öylece terkedilmiş. Bu yalnız kuleler için, tuhaftır ki, kendi kendilerini ulus-devlet kabul eden Bates ailesi tarafından telif hakkı talep edilmiş.

 

Mont Sainte-Odile, Fransa

 

 
Fransa'nın uzağındaki Vosges Dağları'ndaki bu manastırda antika kitaplar kaybolmaya başlayınca, spekülasyonlar, insanları, hatta polisi bile, gizli geçitlerin olabileceğine inandırdı. Bu düşünce haklı çıktı, bir kütüphane araştırıldığı zaman, kimsenin haberdar olmadığı, ip halatlarla çatıya ve ortak alanlara bağlanan gizli bir geçit ortaya çıktı. Soruşturma açıldı ve hırsızın, bu gizli geçitleri gösteren eski bir haritayı ele geçirmiş bir öğretmen olduğu öğrenildi. Gizem -şimdilik- çözülmüş oldu.

Arkitera, Kaynak: Travel + Leisure, Yazar: Adam H. Graham, Çev.: Tuba Özkan, 27.12.2012

 

Tarihi, kültürel mirasa sahip çıkmak için her türlü çabanın gösterildiğini ve bütün imkanların kullanıldığını belirten Antalya Valisi Ahmet Altıparmak, “Kemer’deki Selçuklu Av Köşkü’ne katkılarımız sürüyor” dedi.


Antalya Valisi Ahmet Altıparmak, Kemer’den Side’ye, Alanya’dan Kaş’a kadar birçok proje, planlama ve uygulama çalışmalarının devam ettiğini ifade etti. Tarihi, kültürel mirasa sahip çıkmak için her türlü çabanın gösterildiğini ve her türlü imkanı kullandıklarını belirten Vali Altıparmak, ‘Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı’ hesabından bu kapsamda verilen destekleri bizzat takip ettiğini söyledi. Vali Altıparmak, katkı payı hesabının belediyelerle işbirliği içerisinde kullanılması konusunda Kaymakamlıklara genelge çıkardığını ifade ederek, “Koruma ve kollama var olanı muhafaza ile mümkün ve yeterli olmaz. Aynı zamanda bunların aslına uygun olarak restorasyonunun yapılması, yenilenmesi, tamirat isteyenlerin tamir edilmesi ve işlevlendirilerek ayağa kaldırılması büyük önem arz etmektedir” dedi.


“AV KÖŞKLERİNE KATKILARIMIZ SÜRÜYOR”
Kaymakamlardan ve belediye başkanlarından gelen projelerin mutlaka destek göreceğini ifade eden Vali Altıparmak, “Çalışan, işini takip eden bölgesindeki tarih ve kültür varlıklarına sahip çıkmak isteyen belediye başkanlarımıza, kaymakamlarımıza desteğimiz sürecek. Örneğin Thyce Tapınağı’nı ayağa kaldırdık. Yine örneğin Alanya Demirtaş’taki ve Kemer’deki Selçuklu Av Köşklerimiz ile Alanya Kalesi içerisinde yer alan eserlere de katkılarımız sürüyor” diye konuştu. Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı hesabından destek verilen uygulama ve onarımlar ise, Akseki Fakılar Mahallesi, 1 pafta, 30 ada, 18 parselde bulunan taşınmazın (Akseki Müftülük Evi) onarımı ve çevre düzenlemesi için 230.030,65.-TL, Akseki Kültür Evi restorasyonu ve çevre düzenlemesi işi için 232.659,35.-TL, Perge ören yeri Demetrios Apollonios Takı onarımı işi için 480.000,00.-TL, Antik Perge Tiyatrosu I. Kısım acil su drenajı işi için 80.000,00.- TL, Alanya Kalesi 480 ada, 1 parselde bulunan Kale ana giriş kapısı ve etrafındaki surlar İle giriş kapısının güney bölümündeki Burç ve surların restorasyon uygulamasının ve çevre düzenlemesinin yapılması için 170.891,35.-TL ,Alanya Kalesi, Hisariçi Mahallesi, 320 ada, 1 parselde bulunan tescilli taşınmazda restorasyon uygulaması yapılması için 325.224,02.-TL, Alanya Tophane Mahallesi, 288 ada, 5 parselin kamulaştırılması için 75.310,00.-TL, Alanya Kalesi Tophane-Tersane yürüyüş yolu yapılması işi için 102.246,08.-TL, Alanya Tersanesi’nin iki gözünde restorasyon uygulaması işi için 202.038,12 .-TL, Alanya, Çarşı Mahallesi, 393 ada, 4 parselde bulunan tescilli taşınmazın restorasyon uygulaması işi için 175.854,34.-TL, Demre, Beymelek Kalesi restorasyon projesi uygulama için 371.415,42.-TL, Antalya Kaleiçi Yat Limanı Kentsel Tasarım ve Çevre Düzenlemesi uygulamaları için 1.635.253,12 .-TL, Andriake Liman Yerleşimi, Onurlandırma Anıtları restorasyon uygulaması için 281.728,41.-TL, Gazipaşa Pazarcı Mahallesi, 33 Ada, 14 parselde bulunan yapının restorasyonu yapım için 182.499,08.TL, İbradı Mezarlığı çevre düzenlemesi uygulaması işi için 85.000,00.-TL, Patara çevre düzenlemesi uygulaması (1. Etap) İşi ödeneği 493.020,33.-TL, Patara Deniz Feneri onarımı işi ödeneği 780.000,00 .-TL, Patara Deniz Feneri Onarımı işi için246.668,43.-TL, Işıklar Öğretmen Evi (Eski Vali Konağı) restorasyonu ödeneği 700.375,50.-TL, Antalya Etnoğrafya Müzesi çatı onarımı ödeneği 131.095,52.-TL, Kalkan (Kültürevi) Nahiye Binası onarım işi ödeneği 98.281,41.-TL, Antalya Korkuteli Fatih İlköğretim Okulu eski binası işlev değişikliği proje uygulaması için 163.328,17.-TL, Kalkan Tarihi Kent Merkezi Koruma ve Geliştirme İmar Planı dahilindeki yolların kaplanması ve yağmur suyu kanalı yapımı için 570.072,35.-TL, Kepez Belediyesi sınırları içerisindeki 9 adet tescilli sarnıcın çevre düzenleme proje uygulamaları işi için 381.848,80.-TL, Ormana Belediyesi Konuk Evi restorasyonu yapımı işi için 96.317,90.-TL, Side Thyce Tapınağı restorasyonu yapımı için 488.336,34.-TL ödenek ayrıldığı açıklandı.

Kemer Gözcü, 27.12.2012

ROMA KALINTILARI İÇİNDE KAMUSAL ALAN TASARLAMAK











 

Cevabı verilmesi zor bir soru: Bir arkeolojik alan içerisinde park ihtiyacını nasıl çözersiniz?

Eğer İspanya'daki kent Daroca'nın yetkilileriyseniz işi biraz daha ileriye götürüp, Sergio Sebastian Franco'yu davet ederek kendisine bir konferans salonu ve müzenin yıkıntılarla birleşebildiği bir kamusal alan oluşturursunuz.

 

Arkeoloji ekibi alanda 10. yüzyıla ait Müslüman konutları, 5 adet kemer, bir kısmı günümüze ulaşabilmiş, Roma döneminden kalma bir cadde ve 1. yüzyıldan 2 silo buldu. Bütün bu yıkıntılar modern tasarımla bir bütünlük içerisinde ele alındı.

 

Cam cepheyle büyük bir bölümü yeraltında bulunan kemer ve konutların bazı kısımlarının görünmesi sağlandı. Tasarımın ilk katında konferans salonu, ikinci katında küçük ölçekli bir müze ve özel toplantı salonları, üçüncü katta ise alanda bulunan seramik ve sikkelerin sergilendiği bir mekan tasarlandı. Yeraltında ise gıpta edilecek bir otopark alanı yaratıldı.

 

İç mekanda çelik, ahşap, betonarme ve cam sorunsuz bir şekilde kemerler ve duvarlarla birleştirildi. Taş patikaların böldüğü mekan, aynı zamanda antik kentin dar sokaklarını da yansıtarak kentin geçmişi ve günümüzdeki durumunu ortaya koyuyor.

Arkitera, Kaynak: Frame, Yazı: Betül Atasoy, 27.12.2012

"KİMSE YUNUS'U SANSÜRLEYEMEZ"

 

Yunus Emre'nin dizelerinin sansürlenmesinden girdik, restorasyonu süren İstanbul AKM ve yıkılması gündemde olan tarihi Emek Sineması'ndan çıktık. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, bir yılı değerlendirdi.

 

YUNUS’A SANSÜR OLMAZ: Yunus Emre, Anadolu ’nun en özgün ses bayraklarından birisidir. Yüzyıllardan bu yana Yunus’a ait olduğuna inanılan dizeleri büyük bir sevgiyle ve coşkuyla okuyageliriz. Bu açıdan kimse Yunus Emre’ye ait olduğuna inandığımız sözleri kesemez, kısamaz, sansüre uğratamaz. Hangi amaçla olursa olsun, bu sözleri kesmeye, kısmaya kimsenin hakkı yok. Esasen Yunus Emre’nin bu tür davranışları ta yaşadığı çağda alaya alan bir dörtlüğü vardır: “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme/ Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir” diye. (Talim Terbiye Kurulu, okul kitaplarında Yunus Emre’nin bir şiirini sansürlemişti.)


KANATLI DENİZ ATI 2013 BAŞINDA GELİYOR: Arkadaşlarımız müze envanterlerini, sergileri dikkatle takip ediyor. Benim görev dönemimde yurtdışından gelen eser sayısı 3700’ü aştı. Bu rakam benden önceki 15 yıl içinde toplam 2 bini bulmuyordu. Kararlı ve ısrarlı bir takip süreci götürüyoruz. En son 10 yıl kadar önce Uşak’tan kaçırılan Kanatlı Denizatı’nın bize aidiyeti Almanya ’da kabul edildi. Yılın ilk aylarında Karun Hazinesi’nin en önemli parçasını ülkemize getirmiş olacağız. Bir süre Ankara ’da sergileyeceğiz, ardından Uşak’ta güvenlikli ve yüksek nitelikli bir müze yapıyoruz, oraya taşıyacağız.


BÜTÇEDEN PAY ARTTIRILAMAYINCA: Bütçe dışında ek kaynaklarımız var. Bu hükümet ilk defa emlak vergisinden yüzde 10 kesinti yaparak eski eserlerin restorasyonu, kamulaştırılması ve bakımı için bir kaynak oluşturdu. Bunu da bütçeye kattığınız zaman yüzde 1’e doğru gidiyor. Bütçenin daha da arttırılması bizim de talebimiz. Genel bütçe içinden payı çok fazla arttıramadığımız için bir kanun çıkarttık ve emlak vergisinden bir fon yarattık. Emlak vergisinden aldığımız pay, genel bütçenin bize kültür varlıkları yatırımı için ayırdığı payın neredeyse iki katına ulaşıyor.

 

BİLSEM MERDİVENLERİNİ YIKATIR AKM’Yİ KAPATTIRMAZDIM: Bakanlığım dönemince ‘keşke bunu böyle yapmasaydım’ dediğim bir olay var: AKM’nin 2010 yılının başında kullanılabileceğini umut ettim. 2008’in sanat mevsiminin sonunda hemen kapattım ve içini boşalttım ki bir an önce yeni proje sahipleri girsin diye. Ama kendini bilmez birkaç kişi yargıya başvurdu. Yok yukarıya lokanta yapacaklar. Aşağıda gişelerin yerini değiştirecekler. Projeyi iptal ettirdi. Ne yazık ki AKM’yle daha uğraşıyoruz. Başımıza böyle bir iş geleceğini bilseydim merdivenleri yıkatır, perdeleri sildirirdim, AKM de devam ederdi. Kapanması yerine bence böyle devam ederdi. 80-90 milyonluk proje bilim kurulundan geçti ama idare mahkemesinden geçmedi. 3-4 yıldır AKM karanlıkta. Şimdi restorasyonla uğraşıyorum. Buna çok üzgünüm. Bu insanlara karşı AKM’nin kapalı kalması beni çok üzüyor. Yılın sonunda inşallah açılacak. Eski proje olsaydı çok ışıltılı olacaktı. Çok farklı bir şey düşünmüştük. İçerdeki konserlerin bazen dış yüzüne de yansıyacağı, Taksim’de ahalinin de seyredebileceği bir AKM düşünmüştük. Hem geleneği bozmayacak hem de modern teknolojiyi bütünüyle yansıtacak bir projeydi. Şimdi de çok ciddi bir proje yapıyoruz ama hem zamandan kazanacaktık hem de daha teknolojik düzeyde daha yüksek bir proje olacaktı.


SEVİNÇ GÖZYAŞLARI: İki olayı unutamam.. Bunlardan biri Zeugma Müzesi beni çok mutlu etti. Sevinçten gözyaşları dökmüştüm. İnşaat sırasında 15 kez gittim. Dünya çapında bir müze çıktı ortaya. Cumhurbaşkanımız Kültür-Sanat Büyük Ödülü verdi. İkincisi Van’da depreme rağmen tiyatrocu arkadaşlarımız hiç perdelerini kapatmadılar. Her gittiğimde çadırda bile olsa oyunlarını izleyebildim. Bunlar da benim sevinç gözyaşları döktüğüm olaylar.

 

GÖKÇEK’E ULUS SİTEMİ: Tarihsel dokuyla bağdaşmayan kamunun veya özel sektörün yaptığı çok çirkin yapılar var. Bunların kaldırılması ve Ulus’un tarihi bir kent merkezi olarak ortaya çıkartılması lazım. Ulus’ta Heykel’in arkasındaki çirkin binalar beni çok rahatsız ediyor. İstasyondan baktığım zaman kalenin görünmesini engelleyen çirkinlik abidesi ucube yapılar. Sümerbank’ın arkasında ayaklarını yola çıkartmış işyeri var… Birinci Meclis’in karşısındaki yapı. Çok rahatsız edici. Birinci Meclis, İkinci Meclis, Ankara Palas, Ziraat Bankası… Buradan başlayan ve Dışkapı’ya giden akış üzerinde, bütün bu son dönemin çirkin yapıları kaldırdığınızda inanılmaz tarihi bir doku ortaya çıkar. Bu bir proje olarak var. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin de taahhütleri var. Umuyorum ki bu dönem Büyükşehir, Ankara kamuoyuna verdiği taahhütleri yerine getirmek konusunda somut adımlar atar. Ulus kent merkezine girmelerini sabırsızlıkla bekliyorum.


EMEK SİNEMASI, AKM GİBİ OLMASIN: Emek Sineması bizimle ilgili değil. Sadece proje açısından bizim kurullarımızla ilgili. Emek Sineması bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın somut bir örneği. Emek Sineması ile ilgili konuşanlar bana Emek’in yerini tarif etsinler. Çok yerde sordum bunu. Kimse tarif edemedi. Hangi binanın altındadır, sağındadır, solundadır? Emek nasıl bir mimari yapıdır? Bunları bilmeden konuşan çok insan var. Oradaki proje oldukça makul bir proje. Ama ne yazık ki AKM’nin başına gelen Emek’in başına geliyor. ‘İstemezük’ zihniyeti kamuoyunu teslim almış vaziyette. Korkarım ki Emek de uzun süre bu pejmurde haliyle kalır. Halbuki proje oturup tartışılsa birçok yönden konuşulabilir bir proje.

Radikal, Haber: Tarık Işık, 27.12.2012

TÜRK RESSAMLARIN TABLOLARI 'ALTIN YIL'INI YAŞADI

 

 

Antik AŞ'den yapılan açıklamaya göre, Artam Dergisi'nde, Türk sanatının 2012 yılı müzayede rekorları açıklandı. Buna göre, 2012 yılı Türk resim sanatının müzayedelerde en yüksek değerlere ulaştığı “ altın yıl” oldu.

Türk resminin en değerli 10 çağdaş ve klasik eserinin toplam fiyatı 15 milyon liraya yaklaşırken, bu yıl müzayedelerde alıcı bulan en değerli eserler listesinin ilk sırasında, 3 milyon 280 bin liraya satılan Osman Hamdi Bey'in “Vazo Yerleştiren Kız” eseri yer aldı.

 

Osman Hamdi Bey'in 5 milyon liraya satılan “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablosundan sonra Türkiye 'de satılan en değerli ikinci eser olan yağlı boya tabloyu, Seher Aydınlar satın aldı.

Erol Akyavaş'ın “En-el Hak” isimli eseri, 2 milyar 780 bin liraya Zafer Yıldırım'a satılarak, “çağdaş Türk sanatı rekoru” kırdı.

Londra Sotheby's müzayedesinde 2 milyon 100 bin liraya satılan Nejad Melih Devrim'in “soyut” çalışması yurt dışında bugüne kadar satılan en değerli çağdaş Türk eseri rekoruna imza attı.

1 - Osman Hamdi Bey'in “Vazo Yerleştiren Kız” eseri 3 milyon 280 bin lira
2 - Erol Akyavaş'ın “En-el Hak” eseri 2 milyon 780 bin lira
3 - Nejat Melih Devrim'in “Soyut” eseri 2 milyon 100 bin lira
4 - Erol Akyavaş'ın “Fallen City I” eseri 1 milyon 641 bin lira
5 - Hasan Rıza'nın “Fatih'in İstanbul'a Girişi” eseri 1 milyon 260 bin lira
6 - Mübin Orhon'ın “Soyut Kompozisyon” eseri 1 milyon 10 bin lira
7 - Ferruh Başağa'nın “Mavi Akdeniz” eseri 757 bin lira
8 - Orhan Peker'in “Ayçiçeği Tarlasında” eseri 695 bin lira
9 - Adnan Çoker'in “Retrospektif” eseri 682 bin 500 lira
10. Burhan Doğançay'ın “Özgür olmak için doğmuş” eseri 630 bin lira.

Radikal, 26.12.2012

 

******


2012'NİN EN PAHALI 10 TABLOSU

 

Bu yıl, Türk resim sanatının müzayedelerde en yüksek değerlere ulaştığı ''altın yıl'' olarak kayıtlara geçti.

Antik AŞ'den yapılan açıklamaya göre, Artam Dergisi'nde, Türk sanatının 2012 yılı müzayede rekorları açıklandı. Buna göre, 2012 yılı Türk resim sanatının müzayedelerde en yüksek değerlere ulaştığı ''altın yıl'' oldu.

 

Türk resminin en değerli 10 çağdaş ve klasik eserinin toplam fiyatı 15 milyon liraya yaklaşırken, bu yıl müzayedelerde alıcı bulan en değerli eserler listesinin ilk sırasında, 3 milyon 280 bin liraya satılan Osman Hamdi Bey'in ''Vazo Yerleştiren Kız'' eseri yer aldı.


Osman Hamdi Bey'in 5 milyon liraya satılan ''Kaplumbağa Terbiyecisi'' adlı tablosundan sonra Türkiye'de satılan en değerli ikinci eser olan yağlı boya tabloyu, Seher Aydınlar satın aldı.

Erol Akyavaş'ın ''En-el Hak'' isimli eseri, 2 milyar 780 bin liraya Zafer Yıldırım'a satılarak, ''çağdaş Türk sanatı rekoru'' kırdı.

Londra Sotheby's müzayedesinde 2 milyon 100 bin liraya satılan Nejad Melih Devrim'in ''soyut'' çalışması yurt dışında bugüne kadar satılan en değerli çağdaş Türk eseri rekoruna imza attı.

 


1- Osman Hamdi Bey'in ''Vazo Yerleştiren Kız'' eseri 3 milyon 280 bin lira

 


2 - Erol Akyavaş'ın ''En-el Hak'' eseri 2 milyon 780 bin lira

 


3 - Nejat Melih Devrim'in ''Soyut'' eseri 2 milyon 100 bin lira

 


4 - Erol Akyavaş'ın ''Fallen City I'' eseri 1 milyon 641 bin lira

 


5 - Hasan Rıza'nın ''Fatih'in İstanbul'a Girişi'' eseri 1 milyon 260 bin lira

 


6 - Mübin Orhon'ın ''Soyut Kompozisyon'' eseri 1 milyon 10 bin lira

 


7 - Ferruh Başağa'nın ''Mavi Akdeniz'' eseri 757 bin lira

 


8 - Orhan Peker'in ''Ayçiçeği Tarlasında'' eseri 695 bin lira

 


9 - Adnan Çoker'in ''Retrospektif'' eseri 682 bin 500 lira

 


10. Burhan Doğançay'ın ''Özgür olmak için doğmuş'' eseri 630 bin lira


Habertürk, 26.12.2012

ANKARA KÜLTÜR MİRASI VE KÜLTÜR EKONOMİSİ ENVANTERİ TAMAMLANDI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Bakanlık, Ankara Kalkınma Ajansı'nın da desteğiyle Ankara Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi Envanteri Projesi'ni hayata geçirdi.

İstanbul'dan sonra tamamlanan ikinci kent envanteri çalışmasında, diğer illerin kültür envanterlerinin çıkarılması ve tek bir çatı altında toplanması yoluyla ulusal bir envanter sisteminin oluşturulması amaçlanıyor.

Kentin kültür mirası ve kültür ekonomisine ilişkin verileri mimari, arkeoloji, halk kültürü ve kültür ekonomisi olmak üzere dört başlık altında toplanan envanterde, kentsel mimari ve arkeoloji başlıklarında Ankara'daki 2 bin 421 tescilli taşınmaz kültür varlığına ilişkin bilgiler de bulunuyor.

Proje kapsamında, Ankara Koruma Bölge Kurulu ve Yenileme Alanı Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün tüm arşivi dijital ortama aktarıldı ve Ankara'nın en önemli müzelerinden biri olan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin arşivi dijitalleştirildi. Yeni yıldan itibaren müze koleksiyonuna ilişkin bilgilere internet üzerinden ulaşılabilecek.

Yapı, 26.12.2012

KAYIP 5. MİNARE BULUNDU

 

 

Yazılı ve görsel basında yer bulan 'Bitlis'in simgesi 5 minareden biri kayıp' haberi üzerine yapılan çalışmalar neticesinde kayıp 5. minarenin yeri bulundu.

 

Türkülere konu, filmlere ilham kaynağı olan, birçok manide yer alan ve Türkiye'nin değişmeyen simgeleri arasına giren Bitlis'teki tarihi 5 minareden birinin kayıp olduğu iddiası, tarihçileri harekete geçirdi. Yaptıkları araştırmalar neticesinde kayıp minarenin yerini tespit ettiklerini söyleyen araştırmacı yazar Mehmet Törehan Serdar, "Ne zaman yıkıldığını ve nerede olduğunu bilinmiyorduk. Kayıp minare haberi ilk duyulduğunda Bitlisler dahil birçok vatandaş şok oldu. Minare nasıl kayıp dediler ve şaşırdılar. Ama gerçekten de kayıptı." dedi.

 

Bilinenin aksine 5. minarenin Bitlis merkezdeki Hatuniye Camisi'nin minaresi olduğunu belirten Araştırmacı Yazar Törehan Serdar, "Daha sonra kayıp minarenin akıbetiyle ilgili araştırmalar yapmaya başladık. Araştırmalar bir takım sonuçlar vermeye başladı. İlk etapta minarenin yerini tespit ettik. Kayıp minarenin Bitlis merkezde bulunan Hatuniye Camisi'nin minaresi olduğunu tespit ettik. Bu cami ve minarenin Abbasiler döneminde Huma Hatun tarafından yapıldığını öğrendik. Bitlis'in kayıp minaresi Hatuniye Camisi'ne ait minareydi. Fakat günümüze kadar cami, çok sayıda badire atlattığı için birçok özelliğini yitirmiş. Camide bazı eski özellikler hala duruyor. Fakat minare yok, minarenin nasıl yıkıldığını bilmiyoruz." şeklinde konuştu.

 

Şu anda Şerefiye Camisi, Ulu Cami, Meydan Camisi ve Gökmeydan Camisi adlı 4 tarihi camide 4 minare bulunduğunu hatırlatan Serdar, yeni süreçte beşinci minarenin ne zaman yıkıldığıyla ilgili bilgileri araştıracaklarını sözlerine ekledi.

Bitlis Kent Haber, 26.12.2012

ELEŞTİRMENLİK ŞEF GARSONLUK MU OLDU?

 

 

Sanat piyasası bu konuda haber ve eleştiri yapmanın yollarını tıkıyor mu? Ünlü gazeteci Sarah Thornton böyle düşündüğü için bir manifesto yayımladı. Türkiyeli eleştirmenler de onu haklı buluyor.

 

Güncel sanatın piyasayla ilişkisi ne kadar belirleyici? Sanat haberleri daha da görünür oldukça itirazlar da başladı. “Sanat ve sermaye arasındaki ilişki haberleri nasıl etkiliyor?”, “Sanat eserinin ederini hangi kıstaslarla belirleyebiliriz?” gibi sorular sorulurken İngiltere ’den bir itiraz geldi. Sanatta piyasa mekanizmasını anlatan ‘Sanat Dünyasında Yedi Gün’ kitabının yazarı (Türkçesi Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı) Sarah Thornton, manifesto yayımlayarak sanat gazeteciliğini bıraktığını açıkladı. TAR Magazine’deki yazısında neden bu kararı aldığını on maddede anlattı. Yazıyı gorselbellek.blogspot.com adresinde yayımlanan çevirisinden, kısaltarak aktarıyoruz. Thornton’ın çevirmene özel notunu da eklememiz elzem. Thornton, sanat dünyasını terk etmek gibi bir niyetinin olmadığını, sadece piyasaya dair haberler yapmaya ara vermek istediğini söylemiş. Tabii Thornton’un bu kararını Türkiyeli eleştirmenlere de sorduk. Ve bin ah işittik...

Sanat piyasası hakkında yazmamak için 10 neden
Eserleri yüksek fiyatlara erişmiş olan sanatçıları çok göz önüne çıkartır. Kendinizi beyaz Amerikalı erkeklerin tabloları hakkında gereğinden fazla yazarken bulursunuz. Sevmediğiniz işleri ve tarihsel bağlamda önemsiz bulduğunuz sanatçıları onaylar görünürsünüz, çünkü işin finansal tarafından bahseden haberler sizin asıl anlatmak istediğiniz öyküyü şekillendirir.

Fiyatlarını arttırmak istedikleri sanatçıların reklamını yapmaları için manipülatörlere fırsat verir. Entrikacı tüccar ve spekülatör koleksiyoner topluluğu, siz bu rekor fiyatlar hakkında haber hazırlarken bunların aslında ne gibi dolaplarla gerçekleştiğini ifşa edemeyeceğiniz gerçeğine güvenirler. Örneğin, Urs Fischer’in en kötü işleri (koleksiyoner Peter Brant’ı tasvir eden mumdan heykel) 1.3 milyon dolar ederken Sherrie Levine’in Fountain (After Marcel Duchamp) (1991) adındaki bronz pisuarı 1 milyon doları bile göremediğinde rahatsız oluyorum.

Hiçbir zaman bir düzene oturacakmış gibi görünmez. Bir hilebazı ifşa edecek yeterli bilgiyi toplasanız bile, otoriteler bir türlü aralarında anlaşıp soruşturma açamazlar. Anti-tröst şubesinden birkaç avukat sizi tanık olarak çağırır, sonra işin aslında dolandırıcılık şubesini ilgilendiriyor olabileceğine karar verilir. Ama kimse işin peşine düşmez.

En ilginç hikayeler hep iftiradır. Sanat piyasasındaki herkes bilir ki vergi kaçırma olağan bir olaydır, karapara aklama ise bazı yerlerde olan bitenin ardındaki asıl itici güçtür. Ancak yayıncınızın avukatları gayet haklı olarak bu yasadışılıkların tüm izlerini silerler.

Oligarşiler ve diktatörler havalı değildir. Zengin insanlarla bir derdim yok. Ancak sanat piyasasında en çok para harcayanlar arasında bu paraları korkunç insan hakları sicillerine sahip ülkelerde kazananlar var. Ama astronomik fiyatların bir alt tabaklara yaraması gibi olumlu bir sonuç da var. 20 milyon dolara bir Gerhard Richter satıldığında paranın bir kısmı daha genç sanatçıların işlerine yatırılır.

Sanat piyasası ile ilgili yazmak kendini tekrar eden bir iştir. Bir müzayededeki akşam satışının ortamı aşağı yukarı tahmin edilebilir. Açık arttırmalarda 1’den 6’ya kadar olan lotlar genç ve seksi işlere ayrılmıştır. 13. lot umulmadık fiyatlara ulaşır. 48’den 55’e kadar olan lotlarda piyasanın yaşlıları için tozlu işler satılır. Rakamlar değişir ama hikaye hep aynıdır.

İnsanlar size aptalca hazırlanmış basın bültenleri gönderir. Bir müzayedenin basın bülten-lerini okumak kadar sinir bozucu pek az şey vardır. Güvenilir hiçbir piyasa istatistiği sunmadıkları gibi tüccarların; “Ne büyük bir başarıydı”, “Galeri için yeni bir rekorlar yılı” ve benim favorim olan, “Anlamlı satışlar yaptık” gibi yavan laflarıyla uzar gider.

Paranın sanatla ilgili en önemli şey olduğu gibi bir izlenim yaratır. Paranın sesi diğerlerini kolaylıkla bastırır. Halkın paraya ilgisi sanat haberlerini gazetelerin sanat sayfalarından ana sayfaya taşıdı… Ama belki bu haberleri arka sayfalara alarak sanata daha iyi hizmet edebiliriz.
Sanat piyasasının nüfuzunu daha da arttırır. Sanat piyasası güçlü bir medya organı haline geldi. Piyasanın müze programlarını ve eleştirilerin nasıl yazılacağını belirler hale gelme nedenlerinden birisi de müzayede ve fuarların artık neyin haber olup olmayacağını biçimlendirmesi.

Maaşlar çok kötüdür. Şayet sanat piyasasını onun hakkında yazacak kadar iyi tanıyorsanız ve bir miktarda bilgi ve haber kaynağına sahipseniz aslında ortalıktaki sanat danışmanlarının çoğundan daha çok şey biliyorsunuzdur.
 

Eleştirmenlik bu ülkeye uğramadı
AYŞEGÜL SÖNMEZ : Sadece Sarah T. değil Amerikalı eleştirmen Dave Hickey de eleştiri yazmaktan tiksindiği için “emekliye ayrıldığı”nı bildirdi. “Yaptığımız bir grup zengin insana entelektüel şef garsonluk” dedi. Daha ne desin? Çok koleksiyoner tanıyorum “Senin beğendiğin, yazdığın sanatçılar zor satılıyor... Bu işi bize bırak” diyen... Eleştiri zaten bu ülkeye uğrayamadı. Hep kişisel algılandı... Ama tam da sanatın ticarileştiği, sergilerin sanat tarihinde bir dönüm noktası olacağını ekonomi sayfalarından okuduğumuz bir dönemde, ben mücadeleden, yani yazıdan, salt yazıdan, fikirden yanayım.

Olağan ama gecikmeli bir karar

EVRİM ALTUĞ: Türkiye’deki bir avuç eleştirmen, Thornton’un bu rötarlı farkındalığının bedelini, bu mesleğin dedikodu zehri ile itibarsızlaştırılma ve maddi bağlamda fikri emeğin ucuzlatılma kampanyasının mağdurları olarak, yıllardır ödüyor. Bundan en çok kaybeden sanatçılar ve yapıtları olurken, en kazançlı çıkanlar da bu alanda kumarbazlık yapan kurum veya bireyler. Thornton bu etik kararı olağan ancak epey gecikmiş bir karar.
 

Kültür ortamında değil kültür endüstrisindeymişim hissi var

AHU ANTMEN: Thornton’a tümüyle katılıyorum. AICA’nın Zürih toplantısında da bu konuda bir sunum yapmıştım. Son yıllarda sanat eleştirisinin işlevi sanat işletmeciliğinde ve piyasasında yaşanan dinamizm, yayınların muhabir ya da eleştirmen ihtiyacını arttırırken, bu ihtiyacın bir tür tanıtıcı metin yazarlığına dönük olduğu, eleştirel yargıyı dışladığı belirginleşti. Eleştirmenlik deneyimimden hareketle, 90’larda kendimi bir kültür ortamında hissederken son yıllarda belli bir ekonomik sistem içinde araçsallaştırıldığım hissine kapıldığımı söyleyebilirim. Yakın döneme kadar sanatçıların dünyası ön plandaydı, satış aracılığıyla kanon oluşturmaya, sanat tarihi yazmaya ve yazdırmaya soyunan galericiler, koleksiyoncular, müzayedeciler değil. Bu gazetede bile 2010’da ucuz sansasyon peşindeki bir sanatçının resmi manşete çıkarılarak, ‘Fuardan sonra fiyatı beş milyon olacak’ şeklinde haber yapılmadı mı? Benim için kırılma noktalarından biridir o. Türkiye sanat ortamı da dünyadaki seyri yansıtıyor; ve pek çok sanatçı ve eleştirmen de bu ekonomik hareketlilikten memnuniyet duyuyor. Bazılarında ise bu piyasa emperyalizmi fena halde hazımsızlık yapıyor, ben onlardan biriyim. (Sevgili editörüm Erkan Aktuğ’un yazmam konusundaki tüm telkinlerine rağmen belki de bu yüzden tembelleşmiş olabilir miyim acaba?)

Radikal, Haber: Sarah Thornton, 26.12.2012

MİMAR SİNAN İKİYE BÖLÜNDÜ

 

 

Tophane’deki top dökümhanesine ustalar yetiştiren İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi, Mimar Sinan Müzesi olarak yeniden yapılıyor. İnşaat alanında Bizans kalıntıları olduğu yönündeki iddialar, Mimar Sinan Üniversitesi öğretim görevlilerini ikiye böldü.

Bazı öğretim üyeleri o bölgede Bizans kilisesi kalıntıları olduğunu, arkeolojik kazı yapılmadan alelacele bir bina yapmanın doğru olmayacağını söylüyor. Semavi Eyice’nin yazdığı “Bizans Devrinde Boğaziçi” kitabında da bu bölgede bir Bizans kilisesine ait kalıntılar olduğuna işaret edilmiş, kalıntılar fotoğraflanmıştı. MSÜ Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız ise iddiaların gerçeği yansıtmadığını ifade etti.
 

Kalıntı yok, varsa da koruruz

Konuyla ilgili Taraf ’a konuşan Mimar Sinan Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız, arkeolojik çalışmaların devam ettiğini belirterek, “Semavi Eyice orada bir Bizans Kilisesi’nin kalıntılarının olabileceğini ifade ediyor.

 

Burada bir soru işareti var. Resimde görülen 19. yüzyıl İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi'nin tonoz temelleridir. Orada Bizans kalıntısı yok, oradan çıkabilecek tek şey Tophane Lüleleri olacaktır. Ama diyelim ki bir Bizans kalıntısı çıktı. Bu binayı yaptığımız zaman onlar da içeride korunacak. Projemiz o arkeolojik alanı bir fanusun içinde muhafaza edecektir. Yüzeyinde büyük bir cam olacak, isterlerse insanlar içinde dolaşabilecekler. Dört ay sonra arkeolojik çalışmalar bittiğinde orada Bizans kalıntıları olduğunu iddia edenler özür dilemek zorunda kalacaklar" dedi.

 

Bina yapımı için gerekli bilgi ve belge olmadığı eleştirisinin de gerçeği yansıtmadığını belirten Karayağız, "Bu bina orada vardı. Bu rivayet de değil, hikaye de. Yapının bütün projeleri, çizimleri, resimleri elimizde. Restitüsyon raporu var. Bu rapor olmasa kuruldan onay almanız mümkün değil" şeklinde konuştu.

 

Müze olacak

Proje doğrultusunda burada bir Mimar Sinan Müzesi yapılacağını belirten Karayağız, "Ustanın Türkiye ve dünyada birçok eseri mevcut ama ne bir Mimar Sinan kütüphanesi var ne bir Mimar Sinan müzesi. Sinan'ın 360 küsur eseri var. Bu eserleri kimse bilmiyor. En azından bu eserlerin yarısını 1/50 ölçeğinde maketleriyle birlikte herkesin bilgisine sunalım dedik. Burada üç katlı bir bina olacak. Giriş katında iki tane 500'er metrekarelik galeri olacak. Bu galerilerden biri, geleneksel sanatlar diğeri çağdaş sanatlarla ile ilgili etkinlikler için yeni mezunlarımız ve dışarıdan gelenlere açık olacak. İkinci katında Mimar Sinan Müzesi, Bilgi Bankası, Araştırma Merkezi yer alacak. Üst katında Araştırma Merkezi'nin çalışma alanları, toplantı sahaları ofisleri bulunacak" dedi.

Taraf, Haber: Serkan Ayazoğlu, 25.12.2012

KIRŞEHİR'İN KÜLTÜR HARİTASI ÇIKARILIYOR

 

 

Ahi Evran Üniversitesi (AEÜ) ile Kent Konseyi'nin yürüttüğü ortak çalışma ile kentteki insanlarla yüzyüze görüşülerek Kırşehir'in ''kültür haritası'' çıkarılacak.

 

AEÜ'den yapılan yazılı açıklamaya göre, kentin sözlü tarihinin oluşturulması amacıyla başlatılan çalışma kapsamında, 20 kişi ile yüzyüze görüşülerek, Kırşehir'in sosyal, kültürel, ekonomik ve politik yapısı ile ilgili bilgi alındı.

Sözlü tarih çalışmaları kapsamındaki toplam 100 kişi ile görüşülmesi hedeflenirken, arşivlenen görüşmelerin sonunda Kırşehir'in ''Kültür Haritası''nın çıkarılması amaçlanıyor.

AEÜ'ye bağlı Meslek Yüksekokulu öğrencileri tarafından yürütülen çalışmada görüşülen kişiler arasında, iş adamı, eski müftü, ayakkabı, saraç ve marangoz ustası, ev hanımı, eski belediye başkanı, emekli albay, demirci ve tarım aletleri imalatçısı, emekli gazeteci, şoförler odası başkanı ve Ahi babası bulunuyor.

Yapı, 25.12.2012

KURİKİ HÖYÜK'TE 2012 YILI KAZISI TAMAMLANDI

 

 

Batman Müze Müdürlüğü Başkanlığı ve Çukurova Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Elif Genç'in bilimsel danışmanlığında öğretim üye ve öğrencilerden oluşan kalabalık bir ekip tarafından yürütülen Kuriki Höyük kazısı sona erdi.

 

Batman merkez Oymataş Köyü yakınlarında yer alan höyükte temmuz ayında başlayan çalışmalar 20 Aralık 2012 tarihinde sona erdi. Yeni göreve başlayan Batman İl Kültür Müdürü Cengizhan Başaran, Müze Müdiresi Tenzile Uysal ile birlikte Kuriki höyük kazı evini ziyaret etti. Bu sene yapılan çalışmalar hakkında bilgi alan Başaran eserleri tek tek inceledi.

 

Kuriki Höyük'te dördüncü kazı sezonunu tamamladıklarını ifade eden Yrd. Doç.Dr.Elif Genç, bu seneki çalışmaları zaman zaman 90 kişiyi bulan bir ekiple sürdürdüklerini, 6 ay süren kazıda, yönetici ve halkın yaşadığı alanlar ile mezarlık alanında olmak üzere toplam 11 farklı alanda kazı yaptıklarını ifade etti.

 

Gün ışığına çıkartılan küçük buluntu ve mimari kalıntılar ile Kuriki Höyük'ün öneminin bir kere daha ortaya çıkarttığına vurgu yapan Genç, buluntuların bölgenin geçmiş kültürüne katkı sunacak nitelikte olduğunu ifade etti.

 

Bu seneki çalışmalarda yerleşimin sınırlarını belirlediklerini ve yerleşenler hakkında daha fazla bilgi elde ettiklerini belirten Genç, halkın yaşadığı taş temelli basit mimari planlı evleri, içinde yemek pişirme kapları, ezme öğütme taş aletleri ile evcil hayvan kemikleri bize burada yaşayan halkın günlük hayatları ile ilgili bilgiler sundu. Mezarlık alanında ise basit toprak ve taştan sanduka mezar Gömü geleneğini daha önceki senelerden biliyorduk, bu sene küp mezar Gömü geleneği ile de karşılaştık. Küp mezarların sadece çocuklar için hazırlanmış olduğunu gördük. Günlük hayatı tanımlayan buluntuların yanı sıra bazı dinsel objeler de ele geçti. Bunlar öteki dünya inancı hakkında bilgiler sunmaktadır. Altı ay süren bu zorlu çalışma ile başarılı bir kazı sezonu geçirdik." şeklinde konuştu.

haberler.com, 25.12.2012

CEYLAN DERİSİNE YAZILMIŞ TEVRAT ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Adana'da polisin düzenlediği operasyonda 1900 yıllık olduğu tahmin edilen ceylan derisi üzerine yazılmış Tevrat ele geçirdi.

 

Olayla ilgili özaltına alınan 4 kişi, Tevrat’ı eskiciden aldıklarını öne sürdü. Şüphelilerden coğrafya öğretmeni T.N. ise "Ben bilirkişiyim, incelemem için getirdiler" diye ifade verdi.

Merkez Yüreğir İlçesi’nde bulunan bir otelde tarihi eser satışı için müşteri arandığı bilgisini alan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ne (KOM) bağlı Mali Büro Amirliği ekipleri çalışma başlattı. Otel çevresinde önlem alan Mali Büro Amirliği ekipleri, Ş.C., Y.Ş., T.N. ile S.C.D.’yi buluştukları sırada yakaladı. Şüphelilerden Ş.C.’nin çantasında yapılan aramada 1900 yıllık olduğu tahmin edilen, üzerinde İbranice yazılar bulunan 8 metre 78 santim uzunluğunda 44 santimetre genişliğinde ceylan derisi ele geçirildi.

Tarihi eser kaçakçılığı iddiasıyla gözaltına alınan ve Emniyet Müdürlüğü’ndeki ifadelerinde suçlamayı kabul etmeyen şüphelilerden Ş.C., "Eskicilik yapan bir arkadaşımdan aldım. Tarihi olup olmadığını bilmiyorum. Arkadaşım olan T.N.’ye incelemesi için getirdim" diye savunma yaptı.

Coğrafya öğretmeni olduğu belirlenen T.N. ise, "Arkadaşım beni telefonla aradı, görüşmek istediğini söyledi. Otelin yanında buluştuk. Yanlarında ceylan derisi olduğunu söyledikleri yazıtı getirip incelememi istediler" diye konuştu.

Gözaltına alınan şüpheliler sorgularının ardından adliyeye sevk edilirken, İbranice yazılar bulunan ceylan derisi uzmanların incelemesi için Ankara ’ya gönderildi.

Radikal, Haber: Fatih Karaçalı, 25.12.2012

MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESİ'NE KURUL KARARI ÇIKTI

 

İstanbul 2 No'lu Koruma Kurulu'nun 28 Kasım 2012 tarihinde okulda yapmış olduğu inceleme sonucu bir karar çıktı.

Karar şu şekilde:
"135 pafta, 33 ada, 3 ve 18 parsellerde bulunan tescilli yapılara ilişkin kurulumuzun 14.11.2012 tarih 822 sayılı kararı ile istenen rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri ile yapılacak uygulamaların tescilli yapılara etkisini açıklayan teknik raporun ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi kullanımında olan yapıların oluşturduğu yerleşime ilişkin mimarlık tarihi araştırmasının bir ay içerisinde kurulumuza iletilmesine; aksi halde 2863 sayılı kanun kapsamında yasal işlem yapılacağının hatırlatılmasına karar verildi."

Arkitera, Haber: Derya Yazman, 25.12.2012

MİT EMANETLERİ MÜZEYE TESLİM ETTİ

Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde geçen yaz çok sayıda eserin kayıp ve sahte olduğuna ilişkin haberler gündeme gelmiş, eserlerin nerede bulunduğu sorusu basında yer almıştı. Bunun üzerine bir açıklama yapan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Resim Heykel Müzesi'nin 12 Eylül 1980'de tahribata uğradığını belirtmişti. Yapılan araştırmada da müze envanterinde yer alan ancak müzede bulunmayan tabloların, aralarında Milli İstihbarat Teşkilatı'nın da bulunduğu kamu kurum ve kuruluşlarına "emaneten" verildiği ortaya çıktı.

 

"Emanet" verilen tabloların 48'i MİT'te ve MİT'e bağlı çeşitli bölgelerde bulundu. Bakanlık tabloların "tablo hırsızlığı iddiası"ndan önce istendiğini açıkladı. Bakan Günay'ın imzasıyla istenen tablolardan Çankaya Köşkü'ndeki 96 eserden 58'i müzeye geri döndü. Son bilgi Köşk'te kalan diğer eserlerin de büyük çoğunluğunun müzeye gönderildiği yönünde oldu.

 

MİT ise iade sürecinde müsteşarlık düzeyinde Resim Heykel Müzesi'ne bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyarette 48 tablonun iadesi görüşülürken, diğer kayıp tablolar hakkında da bilgi alındı. Kaynaklar bu süreçte MİT'deki 48 tablo başta olmak üzere emanet tabloların yüzde 90'ının Müze'ye geri döndüğü bilgisini verdi.

 

TABLOLAR NEREDEYDİ?
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin envanterinde kayıtlı olan ve yüzde 90'ı geri dönen eserlerin bulundukları yerler ve sayıları şöyleydi:


- Milli İstihbarat Teşkilatı: 48
- Marmara Köşkü (AOÇ): 1
- Cumhurbaşkanlığı: 38
- Dışişleri Bakanlığı: 34
- Anayasa Mahkemesi: 3
- Devlet Tiyatroları: 10
- Ziraat Bankası: 10
- Milli Kütüphane: 2
- Devlet sanat galerileri: 382

MİT'in iade ettiği ödünç tablolar arasında Yalçın Gökçebağ'ın "Uçurtma uçuran çocuk", Şeref Akdik'in "Manzara", Feyhaman Duran'ın "Rumelihisarı" ve Hüseyin Yüce'nin "Peyzaj" adlı eserleri de yer aldı.

Habertürk, Haber: Aykan Çufaoğlu, 25.12.2012

SON OSMANLI EVİ SIRP MÜZESİ OLDU

 

 

Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da, Osmanlı döneminden kalan ve şehirdeki son Türk evi olarak bilinen tarihi bina, Sırp dil bilimci Vuk Karaciç ve şair Dositey Obradoviç adına müze olarak düzenlendi.

Osmanlı idaresinde 350 yıla yakın bir süre kalan, o dönemde 273 caminin ve çok sayıda Türk mahallesinin bulunduğu Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da, bugün sadece Bayraklı Camisi, eski Türk mahallelerininse isimleri kaldı. Çok sayıda caminin yıkıldığı veya amaçları dışında kullanıldığı Belgrad'da, kent merkezindeki Yevremovi Caddesi'nde bulunan, Osmanlı dönemi mimarisiyle dikkatleri çeken "Türk evi", artık "Sırp müzesi" olarak hizmet verecek.

Müzenin açılışı için düzenlenen törene, Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç, Kültür Bakanı Bratislav Petkoviç ile Sırbistan İslam Birliği temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.

Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç, törende yaptığı konuşmada, "Bugün müzenin bulunduğu bu binada, Sırbistan'ın ilk yüksek öğretim okulu açıldı ve aynı zamanda çağdaş ve Avrupai Sırbistan devleti de inşa edilmeye başlandı" dedi.

Sırbistan'ın önemli düşünür ve şairlerinden biri olan Dositey Obradoviç ile Sırp dil bilimci Vuk Karaciç'in adının verildiğini ifade eden Nikoliç, "Vuk Karaciç ile Dositey Obradoviç bizi bugün görseler tanıyabilirler miydi veya onların izini takip etmiş miydik bilemiyorum. Ben Sırbistan'ı utandırmamaya çalışacağım ve aynısını da sizden bekliyorum" diye konuştu.

Sırbistan'ın ünlü dil bilimcisi olan Vuk Karaciç (1787-1864), yazdığı halk şiirleriyle de Sırp edebiyatının önde gelen şairleri arasında yer alıyor.

Sırbistan'ın Aydınlanma Çağı dönemi felsefecisi olana Dositey Obradoviç (1742-1811) ise Aydınlanma Çağı'ndaki Sırp ve Güney Slavya'nın en önemli temsilcisi olarak biliniyor.

TÜRK İZLERİNİN YOK EDİLDİĞİ KENT
Sırpça'da "Beyaz şehir" anlamına gelen Belgrad'ın bu ismi, Osmanlı döneminde çok sayıda cami bulunmasından aldığı söyleniyor. Osmanlı döneminde 273 caminin bulunduğu kentte bugün, Osmanlı'dan kalan ve halen ibadete açık olan sadece Bayraklı Camisi bulunuyor. Tuna ve Suva nehirleri kenarına kurulan, Orta ve Batı Avrupa'yı Ön Asya ülkelerine bağlayan ana yolların geçtiği Belgrad, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1521 yılında fethedildi. Osmanlı hakimiyetinde olduğu süre içerisinde özellikle 16. ve 17. yüz yıllarda gelişen Belgrad, aynı zamanda önemli bir askeri üs ve ticaret merkezi oldu. Osmanlı hakimiyeti altına kaldığı süre içerisinde ise Belgrad'ın değişik bölgelerine 273 cami ile çok sayıda han, hamam ve değişik eserler yaptırıldı.

Belgrad'ın 1688 yılında Pasarofça Antlaşması'yla Avusturya'ya bırakılması üzerine burada bulunan birçok cami tahrip edildi. Belgrad'ın simgesi halindeki Bayraklı Camisi de 22 sene boyunca kilise olarak kullanıldı. Kentin daha sonra yeniden Osmanlı'nın eline geçmesiyle Belgrad imar edildi, buradaki camiler de asli görevlerini yapmaya başladı. Sırp ayaklanmasının ardından 1867'de kesin olarak Osmanlı'nın elinden çıkan Belgrad'da, daha sonra yönetime gelen iktidarlar, buradaki Osmanlı izlerini yok etmek için tarihi eserlere büyük zararlar verdi. Kentteki Osmanlı'ya ait çok sayıda cami ve eser yıkılırken, kalan camilerin bir çoğu ise minareleri yıkılarak sanat galerisi ve değişik amaçlarla kullanılıyor.

Habertürk, 25.12.2012

BİZANSLILAR TARIMDA VERİMİ GÜVERCİN GÜBRESİ İLE ARTTIRDI

 

Kayseri'nin Ağırnas beldesindeki eski Bizans kaya yerleşiminde yapılan araştırmada, şarap işliği, ahır ve kiliselerin yanı sıra çok sayıda güvercinlik ile bu güvercinliklere bağlı gübre toplama ve depoları mekanları bulundu.

 

Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü tarafından, 2005 yılında 1. Derecede Arkeolojik Sit Alanı ilan edilen ancak bugüne dek araştırma yapılmayan Ağırnas beldesindeki vadide, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle başlatılan çalışmanın ilk etabı sona erdi.

Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nilay Karakaya başkanlığında doktora öğrencisi Savaş Maraşlı, yüksek lisans öğrencisi Derya Güneri ile lisans öğrencisi Kemal Karaca'dan oluşan ekip, bölgede yaptığı incelemelerde, Bizans dönemine ait çok sayıda güvercinlik ile güvercin gübrelerinin ve köyde üretilen tahılın depolandığı ambarlar ile kiliseler tespit etti.

Doç.Dr. Nilay Karakaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Koramaz Dağı'nın batısındaki Ağırnas Vadisi'nde ve çevresinde, Bizans dönemine ait kaya yerleşimlerini araştırdıklarını söyledi.

Erciyes Dağı'nın 15 kilometre kuzeydoğusunda bulunan Koramaz Dağı'nın, İspile Köyü'nden başlayarak Pınarbaşı İlçesi'ndeki Uzunyayla bölgesine kadar uzanan dağ silsilesinin batısını kapsadığını belirten Karakaya, "Küçük Bürüngüz ve Subaşı köyleri ile Ağırnas Vadisi'nin kuzey yakasındaki araştırmalar tamamlandı. Araştırmada, kaya yapıların ayrıntılı olarak tasvirleri yapılarak fotoğrafları çekilmiş, detaylı ölçüleri alınarak, plan, kesit, cephe çizimleri gerçekleştirilmiştir" dedi.

Karakaya, Subaşı Köyü'nün halk arasında "Giyret" adı verilen kayalık mevkisinde 1 kilise, 2 ahır, 1 güvercinlik ile konut, toplantı salonu, mutfak ve depo olarak kullanılmış olabilecek mekanlar tespit edildiğini vurgulayarak, şöyle konuştu:

"Yerleşimdeki kilise serbest haç plan tipindedir. Yapının zeminindeki mezarlar buranın bir gömü şapeli olarak inşa edildiğini gösteriyor. Yapının özellikle örtü sistemi dahil, duvarlarının üst bölümlerindeki sıva izleri, yapının orijinalde duvar resimleri ile bezeli olduğunu ortaya koyuyor. Yerleşimdeki sivil ve dini yapıların azlığı, Subaşı Köyü'ndeki bu kaya yerleşiminde az nüfuslu bir Bizans topluluğunun yaşadığını göstermektedir. Yapıların mimari özellikleri nedeniyle, buradaki yerleşimi 9-10. yüzyıllara tarihlememizi sağlamaktadır."

Geçim kaynağı gübre
Küçük Bürüngüz Köyü'nde yapılan araştırmalarda ise sadece bir güvercinlik bulunduğunu dile getiren Karakaya, bunun Ağırnas Vadisi'ndeki güvercinliklerle olan ortak mimari özelliklerinin de dikkati çekici olduğunu anlattı.

Doç.Dr. Nilay Karakaya, Ağırnas Vadisi'nin kuzey yakasında yapılan çalışmalarda, 2 kilise, 1 şarap işliği, 27 güvercinlik ile bu güvercinliklere bağlı 27 gübre toplama ve depolama mekanı ile fırın olabileceğini düşündükleri kaya yapıları tespit ettiklerini belirterek, şu bilgileri verdi:

"Yerleşimin en yoğun yapı grubunu oluşturan güvercinliklerin bilimsel olarak daha önce hiç araştırılmamış olması bu çalışmayı özel kılmaktadır. Vadideki güvercinliklerin yoğunluğu ve bu yapılara gösterilen özen, bu Bizans kaya yerleşiminin geçim kaynağı olarak gübrenin ne derece önemli olduğunu ve burada bilinçli bir şekilde yoğun gübre üretildiğini ortaya koymaktadır. Bizans kaya yerleşimlerinde, bu denli yoğun güvercinlik içeren başka yerleşime daha rastlanılmamıştır. Güvercinlikler ortak mimari özelliklere sahiptir. Ayrıca bu yapıların bölgedeki Türk dönemine ait güvercinliklerle olan ortak mimari özellikleri de şaşırtıcıdır."

Güvercinlikler özenle yapılmış
Genellikle kare planlı olan güvercinliklerin piamidal çatı ve yüksek kasnaklı kubbe ile örtülü olduğunu ifade eden Karakaya, şöyle dedi:

"Bu güvercinliklerin giriş cephesi özenli bir işçilik göstermektedir. Ayrıca yapıların içindeki kabartma ve kazıma tekniğinde haç motifleri ile birlikte piramidal çatılardaki dikey ve çapraz eksenlerdeki şeritler bölgeye has ünik, önemli özelliklerdir. Örtü sistemi dahil yapıların duvarları, güvercin tünek nişleri, zeminde ise yem ve su tekneleri ile donatılmıştır. Güvercinliklere bağlı olarak büyük boyutta dikdörtgen ya da düzensiz planlı gübre toplama ve depolama mekanları vardır. Mekanların zemininde gübre depolama kuyularının daire biçimli ağızları dikkati çeker. Bazı yapılarda bu mekanlar uzun koridorlarla daha derinde bulunan depo birimlerine açılır. Vadinin güney yakasında bulunan önemli buluntulardan biri de kilisedir. Kilise, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı ve tek nefli, beşik tonoz örtülüdür. Yapının kuzeyindeki giriş bölümü (narteks) özenli işçilik gösteren yuvarlak kemerli güney cephesi, bölgenin önemli yapısıdır. Bu bölümdeki mezar nişleri, yapının özel bir gömü şapeli olduğunu gösterir."

Karakaya, gelecek yıl araştırmanın Ağırnas Vadisi'nin güney yakası ile Turan Köyü'nü de sınır alan bölgenin içinde gerçekleştirileceğini sözlerine ekledi.

Cnn Türk, 25.12.2012

LİBYA'DA OSMANLI'YA SAYGISIZLIK

 

 

Ortadoğu ülkelerinde rejim değişikliğine neden olan Arap Baharı tarihi eserlere zarar verdi. Libya’da Selefi gruplar Osmanlı’dan kalma tarihi eserleri tahrip edince Dışişleri Bakanlığı harekete geçti.

Libya'da Osmanlı Dönemi'ne ait mezarların tahrip edilmesi üzerine Dışişleri Bakanlığı harekete geçti. Tunus, Libya, Mısır, Cezayir, Ürdün, Yemen, Irak ve Suriye'deki Osmanlı eserlerinin envanterini çıkaran Bakanlık, Büyükelçilikler aracılığıyla Osmanlı eserlerinin durumuna yönelik 'periyodik' rapor hazırlatacak. Osmanlı eserlerine ilişkin durumla ilgili devletin zirvesi Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bilgilendirilecek.

Muammer Kaddafi'nin devrilmesi sırasında Trablus'ta bulunan Osmanlı mezarlığının tahrip edildiği ortaya çıktı. Yaklaşık bir ay önce Trablus'ta selefi görüşleri benimseyen bir grup başta Karamanlı Ahmet Paşa'nın mezarı olmak üzere toplam 50'nin üzerinde mezarı tahrip etti. Tahrip sırasında bazı naaşlara ait kemiklerin de çıkarıldığı görüldü. Osmanlı mezarlarının tahrip edilmesi üzerine ülkedeki Türk büyükelçiliği harekete geçerek durum bir "bilgi notu" şeklinde Dışişleri Bakanlığı'na bildirildi.

Trablus'ta Meydan-ı Şüheda'da (Şehitler Meydanı) Osmanlı Kalesi içindeki Karamanlı Ahmet Paşa Camii avlusundaki ülkede görev yapan Osmanlı paşaları, çocukları ve askerlerine ait mezarlar gece yarısı tahrip edildi. Yaklaşık bir ay önce yaşanan olay sonrasında Türkiye, Libya nezdinde girişimde bulundu ve Osmanlı mezarlarına yönelik tahribatın önlenmesi istendi. Selefiler tarafından mezarı tahrip edilen Karamanlı Ahmet Paşa 1711 yılında Libya Karamanlı Hanedanı'nı kuran isim olarak biliniyor. Tarihçilere göre 1835 yılına kadar hüküm süren hanedan Osmanlı Devleti'ne sadakat içinde hizmet etti. Karamanlı Ahmet Paşa'dan sonra yerine geçen oğlu Karamanlı Mehmet Paşa, Padişah I. Mahmut tarafından vali olarak tanındı.

Türkiye, Arap Baharı'nın yaşandığı ülkelerdeki Osmanlı eserlerinin tespit edilmesi, korunması ve tahrip edilenlerinin restore edilmesi yönünde adım atıyor. Dışişleri Bakanlığı tarafından yakın takibe alınan Osmanlı eserlerinin durumu hakkında periyodik olarak raporlar tutuluyor. Bu eserlerin fotoğrafları çekiliyor ve restore edilmesi gerekenler için çalışma başlatılıyor.

Yurt dışındaki Osmanlı eserlerinin durumuna ilişkin konu önümüzdeki aylarda yapılacak MGK toplantısında gündeme gelecek. Konuyla ilgili hazırlanan envanter ve dokümanlardan yola çıkılarak kurul üyeleri konuyla ilgili bilgilendirilecek.

Karamanlı Ahmet Paşa kimdir?
Karamanlı Ahmet Paşa, 1711 yılında Libya’da Karamanlı Hanedanı’nı kurdu. 1835 yılına kadar hüküm süren hanedan Osmanlı Devleti’ne sadık kaldı. Karamanlı Ahmet Paşa’nın oğlu KaramanlıMehmet Paşa’yı I.Mahmut vali olarak tanıdı.

Bugün, Haber: Gökhan Özdağ, 25.12.2012

GÖBEKLİTEPE PİRAMİTLER GİBİ OLACAK

 

 

İngiliz The Guardian gazetesinin geçtiğimiz pazar günü yayımlanan gezi eki, Şanlıurfa’yı ana sayfadan manşetine taşıdı.

 

Kevin Rushby imzasıyla yayımlanan yazıda kent merkezine 20 km mesafedeki Göbeklitepe Höyüğü tanıtıldı. Rusbey yazısında ayrıca tarihi Urfa Çarşısı’yla Balıklıgöl’den de bahsetti.

Höyük’le ilgili hayranlığını belirten Rusbey, Göbeklitepe’nin yaklaşık 11 bin yıl yaşında olduğunu, ilk kazılara 1995 yılında başlandığını, buranın tarihte çiftçiliğin ilk başladığı yerlerden biri olduğunu belirtiyor. Yazıda Göbekli Tepe’nin ileride Mısır piramitleri gibi önemli seyahat duraklarından biri olacağını yazıyor. Kazı çalışmalarını yürüten Alman arkeolog Klaus Schmidt yaptıkları röportaj sırasında Rusbey’e “Buradaki çalışmalara 18 yıl önce başladığını, çalışmaların belli bir rutinde olmakla birlikte hala heyecan verici olduğunu ve kazıların bitiminin en az 50 yıl alacağını” söylemiş. İki tam sayfa uzunluğundaki yazıda Londra’dan Urfa’ya nasıl gidileceği hakkında da bilgi veriliyor.

Hürriyet, 25.12.2012

AYASOFYA'DA BİR LEVHA: HIRSIZ LOUVRE

 

 

Ayasofya'da 2. Selim Türbesi'ni ziyaret edenleri, üç dilde yazılmış bir levha karşılıyor: "Önünde bulunduğunuz bu çiniler kopyadır. Çinilerimizin asılları ise Louvre Müzesi'ndedir. Bu, sanat hırsızlığıdır."

 

Fransa , yıllar önce Ayasofya’nýn bahçesindeki 2. Selim Türbesi’nden kaçırılan İznik çini panoyu iade etmeyince, Kültür ve Turizm Bakanlığı, yabancı misyon temsilcileri dahil yılda 600 bin ziyaretçi çeken türbenin önüne özel levha yerleştirdi: "Bu bir sanat hırsızlığıdır"


İstanbul ’da Ayasofya Müzesi haziresinde yer alan 2. Selim Türbesi Mimar Sinan tarafından inşa edildi. Mimar Sinan, türbenin iç tarafını tamamen ve dışta da revakların altındaki dış dıvarları İznik çinileriyle donattı. İznik çini sanatından mükemmel örneklerin yer aldığı panolar türbenin giriş kapısının her iki yanına yerleştirildi. Ancak bugün panolardan solda olanı, diğerine göre daha soluk renkte. Çünkü sahte. Orijinal pano ise Louvre Müzesi’nde sergileniyor.

Sahtesini yaptırmışlar
1882-1896 yıllarında İstanbul’da dişçilik yapan Fransız Albert Sorlin Dorigny tarafından yurtdışına kaçırılan çini panonun yerine sahtesi takılmış. Kültür ve Turizm Bakanlığı eserlerin çalındığını belgeleriyle birlikte ortaya koymasına rağmen Fransa Kültür Bakanlığı, ‘eserlerin Fransız dişçiden satın alındığını ve faturalarının bulunduğunu’ ileri sürerek çinileri vermeye yanaşmıyor.


Türkiye tarihi eserini geri alamayınca Ayasofya Müze Müdürlüğü de eserin çalındığını anlatan bir bilgilendirme levhasını çalınan çini panonun önüne koydu. Bilgilendirme levhasında şunlar yazılı:
“Osmanlı Devleti döneminde 1882 - 1896 yılları arasında Fransız uyruklu Albert Dorigny tarafından yapılan restorasyon çalışmaları sırasında burada bulunan ve 60 karadon oluşan 16. yüzyıl İznik çini pano şaheseri, restorasyonunun yapılması amacıyla Fransa, Paris’e götürülmüş ancak Sevr’de taklidi yapılarak geri getirilmiş ve aslının yerine monte edilmiştir. Bu durum tamamen güveni kötüye kullanma ve bir sanat hırsızlığı örneğidir. Şu an önünde bulunduğunuz bu çiniler asıllarının bir kopyasıdır. Orijinal çinilerimiz Fransa - Paris Louvre Müzesi’nde İslam Eserleri Seksiyonu’nda 3919/2 -265 envanter nosu ile ‘Ayasofya Müzesi’nin haziresinde Sultan 2. Selim Türbesi’nin çinileri’ bilgisiyle sergilenmektedir. Çinilerimiz hakkında Fransa Devleti Kültür Bakanlığı’na yapılan tüm iade taleplerimize rağmen bugüne kadar maalesef olumlu sonuç alınamamıştır.”


Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerince yeni başlatılan bu uygulamanın diğer çalınan eserler için de yapılacağı belirtildi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.12.2012

600 YILLIK CAMİ YANDI

 

Ankara'da 600 yıllık Tabakhane Camisi'nde çıkan yangın maddi hasara yol açtı.

 

Altındağ Bentderesi Mahallesi'nde bulunan caminin elektrik tesisatından çıkan yangın, ahşap bölümlerin alev almasıyla hızla yayıldı. Yangına Ankara Büyükşehir Belediyesi ekiplerince müdahale edildi.

Ekiplerin yaklaşık 1 saatlik çalışmasıyla söndürülen yangın, camide büyük çapta maddi hasara yol açtı 

Ankara Kent Haber, 24.12.2012

 

Geçtiğimiz yıl Ankara Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 5770 sayılı kararı ile 3. Derece sit alanı kategorisine düşürülen Hisar Tepesi ile ilgili Bolu Mimarlar Odası İl Temsilciliği ve Ankara Mimarlar Odasının Koruma Kontrol Kurulunda yürüttükleri mücadele sonuç verdi ve Hisar tepesi tekrar 2. Derece SİT alanı statüsüne kavuştu. Bilindiği gibi Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz tıpkı Fırka Tepesinde olduğu gibi bu alanı da imara açmak için ısrarlı çabalar yürütüyordu.Bolu kamuoyunda Bolulu mimarların zaferi olarak algılanan bu kararı Bolu Belediyesi Başkanı Yılmaz'ın nasıl yorumlayacağı da merak konusu oldu.

 

Bolu'da bulunan Hisar tepesi imarına Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin itirazıyla Yüksek Kurul Hisar tepesinin 2. derece arkeolojik sit alanı olduğuna karar verdi.

Kazılarda birçok buluntuya da rastlanan Hisar tepesi kararına mimarlardan itiraz geldi. Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Hisar tepesini imara açacak olan kararın iptali için konuyu, Kültür Bakanlığı Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'na taşıdı.

Arkeolojik sit yüksek kuruldan döndü
Mimarlar Odası'nın itirazını değerlendiren Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu Hisar tepesinin arkeolojik sit alanı olduğuna karar verdi. Kurul karar iptalini " Hisar tepesi, 2. derece arkeolojik sit alanının, 3. derece arkeolojik sit alanına dönüştürülmesine, ilişkin Ankara Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 04.02.2011 tarih ve 5770 sayılı kararını iptaline karar verildi" şeklinde hükmetti.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan, "Bolu temsilciliğimizin mücadelesi ile Hisar Tepesi arkeolojik alanı yapılaşmaya açılmayacak, mimarlık ve kent kültürünün kuşaktan kuşağa taşınmasında önemli olan bu tür alanların, kamusal kullanımda korunarak kalması doğrultusunda verdiğimiz mücadelede yüksek kurul sesimizi duydu, gelecek kuşakların Hisar tepesinin değerini bilmesi en çok istediğimiz şeydir."

Bolu Temsilciliği Yönetim Kurulu Başkanı Semih Dimicioğlu ise "Hisar tepesi korunması, incelenmesi, ortaya çıkartılması gereken arkeolojik alan iken yapılaşmaya uygun hale getirilmiştir. Mimarlar Odası Bolu Temsilciliği olarak Hisar Tepesi'nin arkeolojik tepe haline getirilerek Claudiopolis kentinin akropolünü ortaya çıkarmak için gerek ulusal, gerekse uluslararası platformlarda çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Üniversite ve turizm şehri olma yolundaki Bolu'muzun bu değerleri bilmeye, ortaya çıkarmaya, korumaya, yaşatmaya, ve sürdürülebilir turizme kazandırmaya ihtiyacı vardır." şeklinde konuştu.

Bolu Gündem, 24.12.2012

ATİK ALİ PAŞA CAMİSİ YENİLENİYOR

 

 

Zincirlikuyu, Karagümrük, Vasat Ali Paşa camileri olarak da bilinen Atik Ali Paşa Camii, İstanbul İl Özel İdaresi tarafından 2 milyon 116 bin TL bedelle tarihe kazandırılıyor.
 

Zincirlikuyu, Karagümrük, Vasat Ali Paşa camileri olarak da bilinen cami, birçok kez onarım gördü. 1648 depreminde son cemaat kemerleri tamamen, minaresi de şerefesine kadar yıkılan caminin 1960'lara kadar ahşap olarak kalan son cemaat yeri, temel izlerine göre yeniden yapıldı.

 

Yenileme çalışmalarının devam ettiği camide geçici çatı yapımı tamamlandı. İç mekandaki sıva, kurşun sökümleri ve minaredeki çalışmalar ise devam ediyor. 2 milyon 116 bin TL ile yenilenen Atik Ali Paşa Camii'nde restorasyon çalışmalarının 2014 yılında tamamlanması hedefleniyor.




Mimari yüzü

II. Bayezid devri sadrazamlarından Atik Ali Paşa tarafından yaptırıldığı bilinen cami iki sıra kesme taş, üç sıra tuğla ile inşa edilmiştir. Plan olarak iki kare ayak üzerinde altı kubbelidir. Son cemaat yeri de kesme taştan kare dört ayaküstünde üç kubbe ile örtülüdür. Kemerlere isabet eden yerlerde, dış duvarlarda istinat ayakları mevcuttur. Kemerler son tamirde dışta taş, içeride tuğla ile örülmüştür. Altta ve üstte sekizer pencere vardır. Ayrıca mihrap duvarında üstte iki yuvarlak pencere daha bulunur. Cümle kapısı da kesme taştan dışarı çıkık, üstte sivri kemerli, sade silmelidir.

Arkitera, Haber: Betül Atasoy, 24.12.2012

EYÜP'TE SATILIK TÜRBE!

 

 

İstanbul Eyüp'teki 500 yıllık Pir Ümmi Sinan Külliyesi'nin 5 hissedarı, diğer pay sahiplerine kızıp
hisselerini satışa çıkardı. 16 hisseye bölünen külliyede, Pir Ümmi Sinan Türbesi, dergah ve haremlikselamlık bölümleri bulunuyor. Hissesini satışa çıkaran Nalan Öztürk "Bizi dışladılar" dedi.

 

İstanbul Eyüp’te Düğmeciler Caddesi’ndeki Pir Ümmi Sinan Türbesi’nin 5 hissedarı hisselerini satışa çıkardı. 1. derece tarihi eser niteliğindeki 500 yıllık külliyenin içinde dergah, harem-selamlık, bahçe ve hazire (mezarlık) bölümlerinin bulunduğu belirtildi. Hisselerin değeri için tespit davası açıldı.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşayan Halveti Tarikatı Sinaniye kolunun kurucusu Pir Ümmi Sinan’ın türbesinin bulunduğu 500 yıllık Pir Ümmi Sinan Külliyesi, Cumhuriyet’in ilk Ankara Valisi olan Yahya Galip Kargı’dan torunlarına miras kaldı. Yaklaşık bin 775 metrekarelik alan üzerine kurulu olan külliye, 16 hisseye bölündü. Hissedarlardan Mehmet Emin Kargı, Neslişah Kargı, Seyfullah Kargı, Neşem Kargı ve Hümaşah Şen’in hisselerini satacakları açıklandı.

Bir süre önce “tarihi mirasın korunmadığı” gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulunduklarını belirten hissedarlardan Mehmet Emin Kargı (60), “Bizi bu noktaya getirdiler. Önceliğimiz hisselerin devlete ya da bir vakıfa gitmesi. Şu anda hisselerin tespit davası da sürüyor. Diğer hissedarlar usulsüz hisse devri yaptığı için bizim 45’er metrekarelik yerimiz var. Eyüp Belediyesi, 1 metrekarelik mezar yerine meclis kararıyla 12 bin TL istiyorsa, buraya ancak bir eksper değer biçebilir. Bu hisselerin değerini biz belirleyemeyiz. Ayrıca elimizdeki sakal-ı şerife değer biçilebilir mi?” diye konuştu.

Türbede sürekli dizi ve film çekimlerine izin verildiğini, nişan ve düğün törenlerinin düzenlendiğini öne süren Kargı, “Akrabalarımız yıllarca kira ödemeden burada yaşadılar. Türbeyi kazanç kapısı haline getirdiler” dedi.

Hissedarlardan Seyfullah Kargı’nın kızları anaokulu öğretmeni Nalan Öztürk (39) ile satış temsilcisi Handan Kargı (31) ise “Burası bizim baba ocağımız. Yıllardır bizi içeri almıyorlar. Babamı bile dışladılar. Diğer hissedarlar buraya sahip çıktı. Hep olayların dışında bırakıldık. Bu nedenle hisselerimizi satılığa çıkardık” bilgisini verdi.

Talip Kargı Türk Tasavvuf Musikisi Derneği Başkanı Seher Kargı, tarihi mirasın gerektiği gibi korunmadığı iddialarını yalanlayarak, “Biz emanet edilen her şeye sahip çıktık. Bu külliyeyi ayakta tutmak için yıllardır var gücümüzle çalışıyoruz. Kimseye kapılarımızı kapatmadık” demişti.

Habertürk, Haber: Özlem Yılmaz, 24.12.2012

KIYAMET ÇILGINLIĞI MAYA TAPINAĞINDA HASARA YOL AÇTI

 

 

Guatemala'da bulunan, Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Maya tapınağı, kıyamet söylentileri nedeniyle çılgına dönen turistler tarafından tahrip edildi. Tahribatın onarılamaz olduğu belirtildi.

 

En büyük Maya kenti ve tören merkezi olarak bilinen Tikal'deki taş tapınak, 21 Aralık'ta Dünya'nın sonunun geleceği yönündeki inanç nedeniyle buraya akın eden turistler yüzünden hasar gördü.

 

Tarihi sitede görev yapan Osvaldo Gomez, Guatemala'daki yağmur ormanlarındaki Peten ilinin kuzeybatısında bulunan tapınak hakkında, "Ne yazık ki birçok turist tapınağa tırmandı ve zarar verdi... Kutlama yapabilirler ama daha dikkatli olmalılardı çünkü burası (UNESCO) Dünya Mirası listesinde" diye konuştu.

 

UNESCO'nun 1979'da Dünya Mirası Listesi'ne dahil ettiği Tikal'de bulunan 38 metre yüksekliğindeki II. Tapınak'ta oluşan tahribatın onarılamaz olduğu öğrenildi.

 

21 Aralık 2012, Maya Takvimi'ne göre 5 bin 200 yıllık bir devrin sonuydu ve bunun, Dünya'nın son günü olabileceğine inananlar, dünyanın dört bir yanında çeşitli etkinlikler ve törenler düzenledi. Aynı gün, Tikal'i 7 bin kişi ziyaret etti.

 

Guatemala'nın 14.3 milyonluk nüfusunu yüzde 42'si Mayalar oluşturuyor ve bunların çoğu yoksulluk içinde yaşıyor, ayrımcılığa uğruyor.

Hürriyet, 24.12.2012

TİMBUKTU'DAKİ 4 ANIT MEZAR DAHA TAHRİP EDİLDİ

 

Afrika'nın kuzeybatısında bulunan Mali'nin Timbuktu kentindeki BM Dünya Mirası Listesi'nde yer alan 4 anıt mezarın, Ensaruddin örgütüne mensup kişilerce yıkıldığı bildirildi. Mezarların Timbuktu halkının büyük saygı duyduğu Müslüman alimlere ait olduğunu belirtildi. Kentin denetimini bu yıl başında ele geçiren örgüt, o zamandan beri dünya mirası bölgelerinde yer alan 16 anıt mezardan 7'sini tahrip etti.

Sabah, 24.12.2012

İSTANBUL'DA ESRARENGİZ YANGIN

 

 

Cağaloğlu'nda bulunan İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'nün A bloğunda henüz belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı. Rüzgarın etkisi ile hızla yayılan yangın yan bloklara da sıçradı. İlk müdahalenin karadan yapıldığı binada çatı tamamen yanarken çökme yaşandı ve yangın diğer katlara hızla ulaştı.

 

Tarihi değeri bulunan bina ahşaptan yapıldığı için yangının söndürülmesinde Fatih, Beyoğlu ve Şişli belediyelerine ait itfaiye ekipleri birlikte çalışıtı. Emniyet koridoruna alınan bölgede basın mensupları dahil vatandaşlar içeri giremiyor. Araç girişlerinin de engellenmesi amacıyla trafik yasağı konulduğu da alınan bilgiler arasında.

 




Yetkililerden henüz resmi açıklama yapmadığı olayda yaralı ya da can kaybı olup olmadığı bilinmiyor.

 

Olay yerinde bekletilen ambulanslardan hastanelere şu ana kadar herhangi bir nakil gerçekleşmedi.

 

Saat 06:00'da çıkan yangın 1,5 saat sonra kontrol altına alındı. Tarihi Yarımada'da bulunan binanın çevresinde çok sayıda ahşap bina olmasına karşın yangın itfaiye ekiplerinin çabasıyla yan binalara sıçramadı. 28 yıldır hizmet veren ve müze olması gündemde olan İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü binası ise kullanılamaz hale geldi.

 

Yetkililerden gelecek resmi açıklama bekleniyor.

Habertürk, 24.12.2012

 

******


TARİHİ BİNA SİGORTASIZ

 

 

İstanbul’un tarihi yapılarından biri olan Cağaloğlu’ndaki İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası önceki gün çıkan yangınla kullanılamaz hale geldi.

 

Önümüzdeki yıl eğitim müzesi olarak hizmet vermesi planlanan bina 1865 yılında inşa edilmişti. Maarif Müdürlüğü’ne 1932’de tahsis edilen bina 28 yıldır da İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nce kullanılıyordu. İstanbul’un eğitim hafızasını barındıran binanın sigortasının bulunmadığı ortaya çıktı.

‘Bütçe yoktu’
Binanın sigortasız olduğunu doğrulayan İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız, “Tarihi binaların zaten sigortası olmaz. Ama biz İstanbul’daki binaların riskini göz önüne alarak bu binanın sigortasını yaptırmıştık. Sigorta için devlet bize bütçe vermiyor. Biz de okul aile birliklerinin kantin fon bütçelerini kullanarak bu sigortayı önceki yıllar yaptırmışız. Ama bu yıl yaptırmadık. Ne yazık ki atlanmış gözüküyor. Normalde kanun gereği de kamu binalarına sigorta yapılmaz” dedi. 2 yıl önceki yangında büyük zarar gören Haydarpaşa Garı’nın da sigortasız olduğu ortaya çıkmıştı.

New York’la yarışırız’
Tarihi binadaki yangında itfaiyenin yeterli olmadığı iddialarına Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise, “Sabahın çok erken saatinde başlayan bir yangın. Sebepleri araştırılıyor.
Önemli bir eser, İstanbul için. İstanbul itfaiyesi olarak New York itfaiyesi ile yarışacak bir ekipmana ve donanıma sahibiz. İstanbul’da her gün 200’ün üzerinde yangın oluyor ve her birine çok kısa sürede yetişmekteyiz” diye yanıt verdi.

Milliyet, Haber: Damla Yur, 26.12.2012

CAMİ ÜZERİNE MİMAR SİNAN'DAN DERSLER

 

 

İnsanı evren ile tekrar barıştırmanın, yani Sinan'ın dönemindeki gibi 'evrensel' kılmanın bir yolunu bulamadığımız sürece geçmiş-bugün-gelecek arasında sağlıklı ilişkiler kurulamayan, 'kaprisler betonuna hapsolmuş kopyanın kopyası kutsal mekanlar' inşa etmeye devam edeceğiz

 

İki hafta önce, Radikal İki’de basılan yazımızda Çamlıca’da yapılması düşünülen yeni caminin 16. yüzyılda inşa edilen Şehzadebaşı Camisi’ni taklit eden Osmanlı camilerinin kopyası olduğu, bu cami tarzının da Ortadoğu’ya özgü din-yönetim ilişkisinin simgesi olduğu belirtildi. Günümüz cami mimarisi Şehzadebaşı’na takılıp kalsa da Osmanlı aslında onunla yetinmemişti.


Şehzadebaşı, Selçuklu ve Osmanlı geleneğinde geliştirilen merkezi kubbe-kapalı avlu-dört eyvanlı yapı tipolojisinin mükemmelleştirildiği bir yapıydı. Bu camide, giriş kapıları ile mihrap, simetrik bir şekilde karşılıklı olarak kare biçimli planın dört duvar ortasında yer aldı. Sinan ilk defa cephede uyguladığı yatay kemer dizileri (revak) ve pencereleri bir kademelenme içinde piramit gibi yükselip kubbeyle sonlanan cephe bütünlüğünün parçası kıldı. Sinan estetiğinin sırrı ‘farklılıkları vurgulayarak bütünleştirmekti’. Üst örtü sistemi ile altyapıyı hem birbirinden ayırıp hem de birleştirmeyi başardı. Kemerler içine açtığı pencerlerle duvarları neredeyse saydam kıldı. Böylece dış cephenin kütleselliği içinde oluşturduğu boşluklarla monotonluğu kırarak, içeride de bol ışık alan bir cam kutu etkisi oluşturdu. Mimar Sinan’ın yaptığı sadece estetik algı zenginliği değil, teknoloji de gerektirdi. Aslında sadece taşıyıcı, örtücü ve koruyucu olması gereken ‘mimari yapının’, bu teknoloji sayesinde dekoratif bir öge gibi mekan zenginliğine katkıda bulunması, Sinan mimarisine özgüdür. Sinan yapının bu rolünü vurgulamak için bezemeyi sadece mimari biçimleri öne çıkartmak amacıyla kullandı.


Rönesans bile... 
Böylesine yaratıcı bir cephe anlayışı ile Sinan, hem kademelenmiş hem de bütünlenmiş bir cephenin uyumlu varoluşunun mümkün olduğunu gösterdi. Sinan üstelik bu kademelenme anlayışını bütün cephelerde uyguladı. Bu, Rönesans dönemi Avrupalı mimarların hayal ettiği ama gerçekleştiremediği bir hedefti. Sanat ve Mimarlık tarihçisi E. Kaufmann, Avrupa’da “16. yüzyılda mimarların tek tek parçaları mükemmel bir birliğe ulaştırıp, aynı zamanda da bazılarını üstün kılmanın mümkün olmadığı sonucuna vardığını” belirtir. Cephede kademelenme oluşturuyor, ama bunu ana bir unsur altında bütünleştiremiyor, üstelik cepheyi arkadaki yatay uzanan bina ile entegre edemiyorlardı. Bu durum, Barok dönemde “dramatik oranların” (Kaufmann) ortaya çıkmasına neden oldu. Yatay ve dikey gelişen kademelenmeleri dengelemek için ön cephe köşelerine yerleştirdikleri pek tuhaf kıvrımlı volütler, bu çaresizliğin bir ifadesi gibiydi. Mimar Sinan, Rönesans ve Barok dönem mimarlarının yapamadığını yaptı. Aslında Sinan, Akdeniz klasisizmini yeniden keşfetmedi. Bu gelenek Ortaçağ’da Bizans, Arap, İran ve Türk uygarlık çevrelerinde yani Doğu Akdeniz, İran, Sogdiana ve Baktriya’da (Orta Asya) İpek Yolu boyunca, pek çok yerel katkıyla dönüştürülmüş olarak, zaten yaşıyordu. Sinan bu geleneği taçlandırdı.


Tekrarı yok 
Mimar Sinan, Şehzadebaşı Camisi’nin kare altyapı, dört yarım kubbe ve merkezi kubbeden oluşan yapısını bir daha tekrarlamadı. Bu çok ilginç! Demek ki Şehzadebaşı Camisi, 16. yüzyılda herhangi bir şeyi simgelemiyordu. ‘Muhteşem yüzyıl’ bütün hızıyla devam ediyor, her aşamada yeni ürünler vermeyi sürdürüyordu. Sinan daha büyük bir Şehzadebaşı Camisi tasarlamadı. Çünkü onun tekrarlanması hem kendisine hem de Sultan Süleyman’a yakışmazdı. Peki ne yaptı? Ayasofya’ya döndü. Onunla hesaplaşmak istedi. Sultan Süleyman da, Sinan da yenilik ve teknoloji peşindeydi. Süleymaniye Camisi bir meydan okumaydı. R. Mainstone, Sinan’ın Süleymaniyesinin “Ayasofya’nın kritiği” olduğunu söyler. Ayasofya’yı kritik etti. Hatalarını düzeltti. Şehzadebaşı’nda mükemmelleştirdiği yapı sistemini Ayasofya’ya uyarladı. Sonuçta Süleymaniye’de, Ayasofya’nın kayıp yan mekanları ve bütünlükten uzak cepheleri, ayrıca Şehzadebaşı’nın monotonluğu yoktu. Her şeyden önce uzun kenarı mihrap duvarını oluşturan bir dikdörtgendi. Ayasofya doğuya doğru uzunlamasına bir bazilika, Şehzadebaşı ise kareydi. Ayasofya gibi iki yarım kubbeliydi ama Şehzadebaşı’nın cephe anlayışına sahipti. Öte yandan Ayasofya gibi yan nefleri vardı, fakat bunlar ortasındaki daha geniş ve yüksek olan kubbelerle örtülüydü. Sinan bu yapıda, Ayasofya’daki orta ve yan mekanları ayıran üst kat galerilerini kaldırıp daha önce Şehzadebaşı’nda ulaştığı orta-yan mekan bütünlüğünü uyarladı. İçeride fil ayaklarının arasındaki kemer dizisini geriye alarak ortada geniş ve yüksek bir kemerle yan eyvan etkisi yaratıp mekanı genişletti. Renkli kemerlerle sanki dairesel bir bina izlenimi vererek, fil ayaklarının arkasındaki yan mekanlarla orta mekanı birleştirdi. Bütün bu özellikler, gelenekten öğrenme ve onu aşma çabasının ürünü olarak, Sinan’ın yaratıcılıkla sentezleyebilen bir mimar olduğunu gösterir.


Mihrimah Sultan 
Sinan, Edirnekapı Mihrimah Camisi’nde yine dikdörtgen içine bir baldaken, yani paye-kubbe sistemi yerleştirdi. İlk bakışta çok sade olan bu düzenlemenin, kubbenin ölçüleri ve neredeyse pencerelerle tamamen ortadan kaldırılmış yan duvarları dikkate alınınca, aslında bir mucize yapı doğurduğu görülür. Burada yine bir iddia vardır, bezeme veya ölçek değil strüktüre yönelik mimari bir fikir asıl ihtişamı sağlamaktadır. Sinan sanki gelin duvağı gibi şeffaf bir bina tasarlamıştır. Burada kubbenin ayakta durmasını sağlayan ancak Sinan’ın uygulayabildiği bir teknolojidir.


Selimiye’de ise özgür ruhunu gösterdi. Bizans mimarisinin sekizgen planlı yapılarını, yine uzun kenarında mihrap olan geleneksel Arap camisine uyarladı. Ortadaki sekizgen baldaken ile dikdörtgenin kısa kenarları önündeki boşluklar arasında ilişki kurması gerekiyordu. Bunu kenarlarda revaklı galeriler oluşturup, baldakenle arasına kemerler atarak gerçekleştirdi. Sonuç, benzersiz bir mekan bütünlüğüydü. Selimiye’nin avlusunda durup giriş revağından kubbeye doğru başınızı kaldırdığınızda ölümsüz bir cephe ile karşılaşırsınız. Edirne geleneğindeki bu cephe, yerel ve kıtasal Osmanlı birikimini yorumlar. Aslında, bu yapı Süleymaniye gibi gelenekle bir hesaplaşma değil, estetik beğeni, yapı ustalığı ve dönemin teknolojisine hakimiyetle, ama asıl ‘farklılıklarla barış’ düşüncesiyle oluşturuldu. Sinan bu yapıda uyguladığı insan bedeni temelli modüler oranlar, görkemli gökkubbe sembolizmi, dengeli renk, zengin malzeme, üstün işçilik, ezici olmayan anıtsallık, düşünülmüş detaylar ve bütünsel zarafetle kariyerini taçlandırdı. Sonuç neşe dolu, sıcak, sarıp sarmalayan bir mimarlıktı: “Beni görmek için Edirne’ye kadar gelmenize sevindim” dercesine.


Mimar Sinan Şehzadebaşı’nı tekrarlamadı, çünkü yenilikçi mimari fikirleri ve söyleyecek sözü vardı. Türkiye’de bugün Şehzadebaşı Camisi tekrarlanıyorsa, cami üzerine mimari fikir yok demektir! Mimar Sinan bugün yaşasa herhalde “çok şanslıyım” derdi. Çünkü malzeme ve teknoloji aldı başını gitti. Türkiye gibi bir ‘inşaat’ ülkesinde herhalde sadece beton ve sıva ile yetinmez; ahşap, tuğla, çelik, alüminyum, titanyum, cam, kompozit, seramik vd. türlü malzemeyi dener; bunlardan tarzını en iyi yansıtacak bir seçme yapardı. Kubbeli cami mimarisini günümüz imkanları ile tekrar yorumlar, günümüze ait olabilecek evren simgeselliğini belki de kubbe etkisi bırakacak başka bir mimari biçim ile oluştururdu. Bölgesel biçim geleneklerini, yerel ve dışarıdan gelen malzemeleri, cami geleneğinin getirdiği yapı programını, çağdaş teknolojinin sağladığı yapım imkanlarını ve inşaat yapılacak arazinin ruhunu sonuna kadar araştırıp özgün olmaya çalışırdı. Mimar Sinan bunları 16. yüzyılda yaptı, bugün de yapardı. Sinan gibi bir mimarın işvereni ise şüphesiz dar coğrafyaların, eskinin ya da bugünün esiri olan cemaatlerin beklentilerinin değil, evrensellik peşinde olurdu. Bugün böyle bir talebi olan işveren var mı? Ne yazık ki böyle işverenler olmadığı gibi mimarlarımızı besleyebilecek ‘modern kutsal alan’ üzerine bir fikir de mevcut değil.
Sürekli genleşen, üstelik zaman ve mekanı da belirlediği düşünülen ‘yeni evren’, modern insanı trajik bir yalnızlığa sürekledi; o artık kutsal alanı kurgulamakta zorlanıyor. Belki de bu nedenle, estetik beğeniler yaygın bir şekilde kalemtıraşın açtığı kalem gibi işlev temelli. Ortaçağ’da beş duyu ile algılanamayan boyutun felsefesi, dini düşünceyi besledi. Sufizm ‘sonsuzluk’ kavramıyla barışıktı. Bugün astrofizikte ‘sonsuzluk’ bir tartışma vesilesi. Evreni açıklayan birden fazla bilimsel kuram var. Bu anlamda, dinadamı ile fizikçiye ait evren anlayışları arasında, ikisinin de artık varsayımsal olması anlamında, ince bir çizgi bulunuyor. Modern kutsal alanın tanımlanması ancak işveren, kullanıcı, mimar, sanatçı, dekoratör, dinadamı, tarihçi, sosyalbilimci, fizikçi ve felsefecinin birlikte düşünmesiyle mümkün. Oysa, bugün bunları ayıran fay hatları var. Proje kararı verenler diğerlerini pek görmek istemiyor. Diğerleri de onları küçümsüyor. Yabancı insan fobisi (Xenophobia), galaksilerin modern dünya üzerindeki etkisinden güçlü. Oysa kutsal mekan alabildiğine sosyal bir boyut. Günümüz tasarımını sınırlandıran siyaset ve Xenophobia kaynaklı paranoyalar insan içgüdüsü olan ‘evren ve çevre ile uyumlu kutsal mekan yaratma eğilimini’ ortadan kaldırdı. İnsanı evren ile tekrar barıştırmanın, yani Sinan’ın dönemindeki gibi ‘evrensel’ kılmanın bir yolunu bulamadığımız sürece geçmiş-bugün-gelecek arasında sağlıklı ilişkiler kurulamayan, ‘kaprisler betonuna hapsolmuş kopyanın kopyası kutsal mekanlar’ inşa etmeye devam edeceğiz.

Radikal İki, Yazı: Prof.Dr. Ali Uzay Peker/ODTÜ Mİmarlık Tarihi, 23.12.2012

NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ İÇİN VATİKAN'A ÇAĞRI

 

Myra-Andriake Kazı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, Türkiye 'den 1087'de kaçırılan Aziz Nikolaos'un (Noel Baba) kemiklerinin iade edilmesi için Vatikan'a çağrıda bulundu.

 

Prof.Dr. Nevzat Çevik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, son dönemde Anadolu 'nun çeşitli bölgelerinden yurt dışına kaçırılan eserlerinin geri getirilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın başarılı çalışmalar yaptığını, bunun da kendisini mutlu ettiğini söyledi.

 

“Mesele eser değil, varlıktır. Önemli olan var olduğu bölgeden kaçırılan kültür varlıklarının kendi vatanlarına dönmesidir” diyen Çevik, bu kapsamda çok uzun süreden beri 1087'de yurt dışına kaçırılan Aziz Nikolaos'un kemiklerinin iade edilmesi yönünde çaba gösterdiklerini belirtti.

 

Noel Baba olarak bilinen Aziz Nikolaos'un bedeninin bir eser olmadığını vurgulayan Çevik, “Aziz Nikolaos, Hristiyanlık döneminde Allah'ın dinini yayan önemli bir kişilik. Bu dönemde henüz İslamiyet'in olmaması nedeniyle Aziz Nikolaus, İslam dünyası için de önemlidir” diye konuştu.

Aziz Nikolaos'un Anadolu'da doğup yaşadığını ve burada öldüğünü, mezarının da Demre'de olduğunu anlatan Çevik, bugün yeryüzünde “Noel Baba” adına kutlanan yaygın bir ritüelin, bir kültün de başında duran insan olduğunu söyledi.

 

Aziz Nikolaos'un adının dünyada 2 binden fazla kiliseye verildiğine dikkati çeken Çevik, en erken ve orijinal kilisenin ise Demre'de olduğunu, mezarının da bulunması nedeniyle yörenin en az 1500 yıldır ziyaret edilen, hac merkezi olmuş bir yer olduğunu kaydetti.

 

“Kendi kilisesinde mezar şapeli var. Orada gömülmek istemiş, (1087 yılında Bali'den gelsinler, benim ölümü zorla alıp yurt dışına kaçırsınlar, orada bir kilise yapıp gömsünler) dememiştir” diyen Çevik, Aziz Nikolaos'un doğduğu yere gömülme isteğine saygı gösterilmesi gerektiğini anlattı.

 

Mezarından kemiklerinin götürmesinin Aziz Nikolaos'a eziyet olduğunu belirten Çevik, şöyle konuştu:
“Onu buradan alıp götürmek doğru bir şey değil. Aziz'in öldüğü topraklarda, gömüldüğü yerde huzurlu uykusuna devam etmesi lazım. Aslında bizim iade edilmesini istememiz bile yanlış bir şey. Bu kadar doğal bir durumdan, süreçten bahsediyorum. Bize törenle getirip teslim etmeleri gerekir. İtalya 'nın Bali kentindeki bir kilisede gömülü bulunan kemiklerin geri gönderilmesine Vatikan belki de izin vermeyecek. Ama Aziz'in kemikleri, kendimizin verdiği bir şey değil. Zorla alınmış, götürülmüş. Balili tüccarlar deniyor, ama benim tespitlerime göre bunun için özel gemiler gelmiş ve halka rağmen zorla alıp götürmüşler.”

 

Aziz Nikolaus'un kemiklerine turizm olarak ihtiyaçları olmadığını dile getiren Çevik, “Türkler, Müslüman oldukları halde Aziz'in peşine neden bu kadar çok düşüyorlar' diyebilirler. Bizim dileğimiz o varlığımıza sahip çıkmak. Onun kutsal bedenine saygı göstermek. Onun doğduğu, öldüğü topraklardaki mezarında bulunmasını sağlamak. Aziz'in kemiklerinin mezarıyla buluşmasını beklemek, oldukça insanı bir istek. Ne turizmle ne de başka bir şeyle ilgisi yok. Bunu bizden çok Avrupalıların istemesi lazım” diye konuştu.

 

Aziz'e önem vererek konuyu takip etmelerinin gösterdikleri saygıdan olduğunu dile getiren Çevik, “Aynı saygıyı Vatikan'ın da göstermesini bekliyoruz. Aziz'e bir armağan gibi, kemiklerini vatanına, öldüğü topraklara geri versinler” dedi.

AZİZ NİKOLAOS KİMDİR    

Hz. İsa'dan sonra 3. yüzyılın ikinci yarısında Patara'da doğup Myra'da piskoposluk yapan Nikolaos, öldükten sonra “Aziz” kabul edilmiş ve başta eski Rusya Çarlığı olmak üzere Avrupa'nın birçok ülkesinde saygı gösterilmiş.

 

Avrupa'nın kuzey ülkelerinde “çocukların koruyucusu ve sevindiricisi” olduğuna inanılan “Noel Baba” geleneği, Aziz Nikolaos inancıyla bütünleştirilerek yarı dini popüler efsanevi bir kültürün ortaya çıkarılmasını sağlamış.

 

Aziz Nikolaos'a Doğu Akdenizli gemiciler de saygı göstermiş, teknelerine resmi veya ikonası asılmış, sefere çıkarken “Dümenini Aziz Nikolaos tutsun” dileği gelenek olmuş.

 

Demre'deki kilisede bulunan mezarından Aziz Nikolaos'un kemiklerinin 1087'de alınarak İtalya'nın Bali şehrine götürüldüğü belirtiliyor.

 

Demre'ki Aziz Nikolaos Kilisesi, her yıl yaklaşık 600 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor.

Radikal, 23.12.2012

YAŞAR ÇALLI'YI HAYRETE DÜŞÜREN ESER

 

 

Ressam Yaşar Çallı ile eşi Çiğdem Çallı, Düzce'nin Akçakoca İlçesi'nde bulunan Sky Tower Otel'de sergi açtı. Çallı'nın 25, Çiğdem Çallı'nın 15 eseri, otel lobisinde sergilendi. Dün akşam açılan sergiye Akçakoca Kaymakamı Aykut Pekmez, Belediye Başkanı Fikret Albayrak, İl Kültür ve Turizm Müdürü Özcan Budak ve çok sayıda davetli katılırken, Çallı çiftinin eserleri beğenildi. Sergi, 25 Aralık tarihine kadar açık kalacak.

 

Yaşar Çallı, Atatürk'ün rahat bir ortamda çalışması için dedesi İbrahim Çallı'yı Kaşık Adası'na gönderdiğini anlatırken şöyle dedi:

"Bana hep soruyorlardı; 'Kaşık Adası sizin mi?' diye. Bana da komik gelirdi, halk böyle biliyordu. İnşallah önümüzdeki yaz ben de oraya gidip, o havayı koklayıp peyzaj çalışmaları yapmak istiyorum. O yıllarda Dr. Ahmet Medeni ile dedem arasında nasıl bir dostluk var ki, dedemi 'Kayalıklarda Yıkanan Çıplaklar' tablosu kompozisyonunu yapması için yönlendiriyor. Herhalde o istemiştir. Ortak karar vermiş olmalılar. Bu çok ciddi bir mitolojik kurgu. Tabii aslında yani Çallı dedenin konularında böyle bir çalışması yok. 80 yıl önce yapmış olduğu bu tabloyu hangi duygularla yaptığını herkes kendine göre değerlendirebilir."

 

 

Dedesi İbrahim Çallı'nın geçen aylarda ortaya çıkan 'Kayalıklarda Yıkanan Çıplaklar' eseri ile kendisinin geçen yıl yaptığı eserin benzediğini fark edince çok şaşırdığını söyledi. 

 

Yaşar Çallı, "Tabii sanat genlerden gelir ya, bende o büyük sanatçının genlerinden geliyorum. Geçtiğimiz yaz Makedonya Kırçova'daki yaptığım böyle bir tablo var. Bu tablo ile Çallı dedenin konusu aynı, yani kız kaçırma. Mitolojik bir olay. Bu tabloyu 1 ay önce gördük. Geçtiğimiz yıl yaptığım kompozisyonla dedemin yaptığı kompozisyon aynı olunca irkildim. Beni buraya yönelten şey genlerimden gelen dürtü. Çallı dedenin tablosu ile benim tablodaki benzerlik hayrete düşürdü. Bundan dolayı çok mutluyum" diye konuştu.

 

İlçede ilk sergi açtığını açıklayan Çallı, sanatçıların Akçakoca'da çalışmalarına kareler çıkabilecek doğası olduğunu söyledi.

Cnn Türk, 23.12.2012

EN BÜYÜK DİNOZORUN DİŞ FOSİLİ BULUNDU

 

 

Arjantin'in Rio Negro eyaletinde, dünyanın en büyük dinozor türü olan Sauropodlara ait 7,5 santimetre uzunluğunda bir diş fosili bulundu. Dişi bulan Ulusal Rio Negro Üniversitesi'nden Rodolfo Garcia, Sauropodların çok uzun boyunlu ve kuyruklu, bitki yiyen dinozorlar olduğunu, dişin bu türün en gelişkini olan Titanozora ait olduğunu söyledi.

"New Scientist" bilim dergisinde yer alan haberde, Titanozorların bilinen uzunluğunun 30 metreye, ağırlıklarının ise 80 tona ulaşabildiğini belirten Garcia, Titanozorların boyunun bu keşifle yüzde 32 daha uzun olabileceğini bildirdi. Garcia, bu dişin sadece çok büyük bir kafatasına ve devasa bir vücut yapısına sahip bir Titanozora ait olabileceğine işaret ederek, bu dişe sahip dinozorun bugüne kadar yaşamış en büyük hayvan olabileceğini vurguladı.

Londra'nın Imperial Üniversitesi'nden Philip Mannion ise bugüne kadar "en büyük Titanozora" ait iyi korunmuş bir fosil bulunamadığını, ama bulunan dişin böyle bir dinozora ait olabileceğini onayladı. Dişin bulunduğu bölgede daha fazla kazı çalışması yapılması gerektiğini belirten Mannion, böyle bir fosilin bulunması halinde paleontologların bu türe yeni bir isim bulmaları gerekeceğini sözlerine ekledi.

Habertürk, 23.12.2012

ANTİKACININ BAVULUNDAN ÇIKAN İSTANBUL ÇİZİMLERİ

 

 

İstanbul'un antikacıları ve sahafları nice hazinelerle dolu... Bundan üç yıl önce bir antikacının depoya attığı iki bavulun içinden de işte böyle küçük bir hazine çıktı. Yüksek mimar Büke Uras'ın Çukurcuma'da bir antikacıda bulduğu bu iki bavuldan 1874- 1954 arasında İstanbul'da yaşamış İtalyan mimar Edoardo De Nari'ye ait pek çok çizim, belge ve fotoğraf yer alıyordu. Elmadağ Surp Agop Apartmanları, Beyoğlu Şark ve Saray Sinemaları, Pera Sinegogu gibi pek çok projenin ait olduğu mimar De Nari, İstanbul'un önemli mimarlarından. Onun çizimleri ve yaşamı aynı zamanda İstanbul'un erken Cumhuriyet dönemini nasıl yaşadığını da gösteriyor. Tüm bu belgeler 20 Nisan 2013'e dek Tepebaşı'nda bulunan Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde "Değişen Zamanların Mimarı Edoardo De Nari 1874 - 1954" başlıklı özel bir sergide yer alıyor. Bavulları bularak sergiye ön ayak olan yüksek mimar Büke Uras şu bilgileri veriyor: "2009'da bir antikacı deposunda yıllardır açılmamış tozlu iki bavul içinde bir rastlantı eseri bulup merakla üzerinde çalıştığım Edoardo De Nari kişisel arşivi, üretken bir İstanbul mimarının 1895'ten 1954 yılına kadar İstanbul'da sürdürülmüş yaşamının ve kariyerinin tanıklığıdır. De Nari'nin gün ışığına çıkan arşivinde, rulo halinde saklanmış 300'e yakın mimari çizimden oluşan mesleki arşivi yer alıyor." Arşivi, De Nari'nin 1954 yılındaki ölümünden sonra, çocuğu olmayan ve Beyoğlu, Çukurcuma'daki evinde yalnız yaşayan, sağır ve dilsiz kızı Lydia'nın, 1990 yılı civarındaki ölümüne kadar özenle sakladığı anlaşılıyor. Lydia'nın ölümüyle dağılan aileye ait birçok antika, mobilya ve tablo arasında, De Nari'nin arşivinin bulunduğu 1950'li yıllara ait özenle kapatılmış iki bavul, büyük bir şans eseri Çukurcuma'da bir antikacı tarafından alınarak depoya konur ve bavullar yaklaşık yirmi yıl keşfedilmeyi bekler" diye anlatıyor arşivin önemini. Sergi, İstanbul'un yakın tarihine meraklıları bekliyor.

Sabah, Haber: Fisun Yalçınkaya, 23.12.2012

TARİHİ ÇEŞMENİN ÜZERİNE BETON BLOKLAR

 

Priştine'de bulunan ve en son belediyenin çöplüğe dönmesine izin verdiği Osmanlı'dan kalma Lokaç Camii'nin çeşmesinin üzerine belediye beton bloklar döşetti.

 

Daha halkın defalarca çeşmenin korunması yönündeki taleplerine rağmen belediye bunu hiçe sayarak tarihi eserin üzerine beton blok döşetti ve o alanı yaya kaldırımına çevirdi. Priştine’deki başbakanlık binasının karşısındaki İbrahim Rugova Meydanı’nda bir kazı çalışması sırasında bulunan çeşmenin 15’nci yüzyılda inşa edilen Lokaç Cami’nden geriye kaldığı belirlenmişti.

Radikal, Haber: Turan Kasap, 22.12.2012

AVM İNŞAATINDA 2700 YILLIK ANTİK KENT

 

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi'ndeki bir AVM inşaatında kalıntılarına rastlanan antik kent Myrleia'nın yok olmaması için inşaat çalışmaları durduruldu.

 

Tarihi MÖ 7. yüzyıla kadar dayanan antik kentin korunması için girişimlerde bulunan Çağdaş Hukukçular Derneği Bursa Şube Başkanı Aslı Evke Yetkin, "Derneğimiz ve ilçe halkının mücadelesi sonuç verdi. İdare mahkemesine de başvurarak yürütmeyi durdurma kararı alacağız" diye konuştu.

 

Mudanya'nın Ömerbey Mahallesi'ndeki bir alışveriş merkezi inşaatı sırasında kalıntıları ortaya çıkan ve geçmişi MÖ 7. yüzyıla kadar dayanan Myrleia antik kentinin korunması için harekete geçen Çağdaş Hukukçular Derneği üyeleri, devam eden inşaat çalışmalarının acilen durdurulması için suç duyurusunda bulunup yetkilileri göreve çağırdı. İlçe sakinleri ve derneğin müracaatına cevap Mudanya Belediyesi'nden geldi.

 

Mudanya Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü, mal sahibi ve yapı denetim şirketine faaliyetlerin durdurulması için tebligat gönderince inşaat durduruldu. İlçe sakinleri ve Çağdaş Hukukçular Derneği'nin girişimlerinin sonuç verdiğini ifade eden Şube Başkanı Aslı Evke Yetkin, inşaatın devam etmesi halinde antik şehir kalıntıları zarar göreceği için Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurumu'na gerekli önlemlerin alınması konusunda başvuruda bulunduklarını belirterek, "Ayrıca derneğimizce kalıntıların zarar görmesinde sorumluluğu olanlar ile Bakanlığın ve Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun inşaatın durdurulması yönündeki kararına rağmen inşaatı durdurmayanlar hakkında derneğimizce ve Mudanyalılar tarafından suç duyurusunda bulunulmuştur. Yapılan girişimler sonucu Mudanya'da bulunan antik kentin üzerinde yapılan AVM inşaatı durdurulmuş ve iş makineleri de tarihi eser alanından çıkarılmıştır" diye konuştu.

 

Yetkin, inşaatın tamamen durdurulması konusunda da idare mahkemesine dava açacaklarını belirtti.

Habertürk, 22.12.2012

TARİHİ ESERDE ALMANYA GERİLİMİ

 

 

Türkiye’nin, Osmanlı döneminde Almanya’ya taşınan ve başkent Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde sergilenen eserleri geri istemesi üzerine başlayan gerilim tırmanıyor.

 

Berlin Devlet Müzeleri Müdürü Hermann Parzinger, Türkiye’nin müzede gerçekleşecek bir sergi için önce geçici olarak birtakım eserleri gönderme sözü verdiği, ancak daha sonradan fikir değiştirdiğini öne sürdü.


Parzinger, “Türkler bize önce evet dedi, ama şu an elimizde hiçbir şey yok. Uluslararası bir ilişkide böyle çalışamayız” diye konuştu. Geçen hafta Almanya’nın saygın gazetelerinden Frankfurer Allgemeine’ye makale yazan Parzinger, Türkiye’ye yönelik sert eleştirilerde bulunmuştu. ‘Pergamon Korsanları’ başlıklı makalede, Türkiye ile Almanya’nın diplomatik alanda ilişkilerinin gelişmesine rağmen kültür alanında “kriz”de olduklarını belirten Parzinger, Türkiye’yi “kültür emperyalizmi” ile suçlamıştı. Türkiye Almanya’nın yanı sıra Fransa ile de tarihi eser krizi yaşıyor. Paris’te bulunan Louvre müzesinde sergilenen İznik çinilerini talep eden Türkiye’ye müze yönetimi ‘eserlerin tamemen yasal olarak sergilendiği cevabını’ vermişti.

Milliyet, 22.12.2012



******


"AVRUPA'NIN SÖMÜRGECİ RUHU HALA KOL GEZİYOR"

 
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Berlin Devlet Müzesi Müdürü Prof Herman Parzinger'in Der Spiegel dergisinde yayımlanan röportajıyla ilgili, ''Satır aralarında Avrupa'nın sömürgeci ruhunun hala Avrupa'da kol gezdiğini üzüntüyle görüyorum'' dedi.

Günay, gündeme ilişkin soruları yanıtlayarak, Türkiye'nin en iyi müzelere ve sergileme imkanlarına sahip olduğunu, Avrupa müzelerinin ise eskidiğini ve yenilemek için de kaynak bulunamadığına dikkati çekti.

Türkiye'nin dünyanın 16. ekonomisi olduğuna işaret eden Günay, şunları söyledi:
''Avrupa'da ekonomik sarsıntılar varken kültür, ulaşım, sağlık altyapılarını bu kadar iyileştiren bir ülkeye böyle bir ithamda bulunmak, hala o eski ruhun kaybolmadığını, derinlerde bir yerlerde yaşadığını üzüntüyle bize hissettiriyor. Türkiye şu anda dünyanın en güzel müzelerinin yapıyor ve dünyanın en iyi teşhir imkanlarını kullanıyor. Ben o arkadaşlarımıza gelip Aydın Müzesi'ni, Eti Müzesi'ni, Gaziantep'in yeni müzesini görmesini tavsiye ederim. Avrupa'daki müzelerin çoğunun teşhir tanzim imkanları çok eskidi, köhnedi ve maddi imkan bulamıyorlar bunları yenilemek için. Ama Türkiye en iyilerini yapıyor.''

Bakan Günay, Türkiye'nin Avrupa müzelerinden hiçbir hukuki dayanağı olmayan, tamamen Türkiye'den yasa dışı yollarla çıkarılmış eserleri geri istediklerini vurguladı.

Röportajın dikkatle okunması halinde Alman gazetecinin de müze müdürünün haksız olduğunu söylediğine işaret eden Günay, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Bir savunma duygusu içindeler. Müzelerinde çok sayıda bu tür eser var ve bunları herhangi bir müze bize verdiğinde onlar için olumsuz, sevimsiz bir örnek oluşturuyor. O yüzden dayanabilecekleri kadar dayanmaya, direnebilecekleri kadar direnmeye çalışıyorlar.''

''Türkiye'de ne değişti ki yasa dışı yıllarla çıkan eserler bir bir geri dönüyor'' sorusuna ise Günay, ''Hala vermiyorlar. Biz çok dikkatle ve kararlılıkla takip ediyoruz'' yanıtını verdi.

Günay, dünyada pek çok müzenin hala bu eserleri vermeye yanaşmadığını, ancak önceki yıllara kıyasla daha kararlı bir tavır sergilediklerini kaydederek, süreci ''Bir; bir konuyu takip ediyorsak onu sonuçlandırana kadar ısrarımızı talebimizi sürdürüyoruz. İki; dünyaya bunları Türkiye'nin en iyi sergileyeceği konusunda yeni güzel örnekler çıkarıyoruz'' sözleriyle özetledi.

Türkiye'nin bu yıl Gaziantep, Antalya ve Anadolu Medeniyetleri müzeleriyle dünya çapında yaygın ziyaretçi kanaati oluşturan TripAdvisor gibi sitelerden mükemmellik ödülü aldığını hatırlatan Günay, şunları dile getirdi:

''Türkiye'nin bu eserleri artık iyi koruyacağı, iyi sergileyeceği, dünyaya en iyi şekilde sunacağı konusunda bir kanaat de oluşmaya başladı. O yüzden evet, Avrupa'nın bazı müzeleri direniyor ama birçok Amerikan müzesiyle de ilkeli anlaşmalar yapıyoruz. Avrupa müzeleri de bir süre sonra bu tavırlarından vazgeçecekler. Çünkü Türkiye arkeoloji açısından çok zengin bir ülke. Bizimle bir tarih işbirliği yapmak istiyorlarsa, Türkiye'ye karşı yapılan haksızlıklara son vermenin insanlık ve bilimsellik gereği olduğunu anlayacaklar, kabul edecekler.''

Habertürk, 26.12.2012

OSMANLI'NIN ÇILGIN PROJELERİ: GALATA KULESİ TASARIMI

 

 

Aram Tahtaciyan 1908 senesinde Galata Kulesi için oldukça füturistik bir tasarım önerisinde bulunmuştu.

Kasımpaşa'daki Deniz Hastanesi, Surp Agop Akaretleri ve Hıdivyal Palas'ı tasarlayan mimar Aram Tahtaciyan Beaux Arts mezunuydu. Tahtaciyan Galata Kulesi'ne ilişkin teklifinde yapım için herhangi bir maddi talebi bulunmadığını özellikle vurgulamıştı ve işletme gelirlerinin yüzde yirmisini de devlete bırakmayı taahhüt etmekteydi.

 

Kulenin ahşaptan yapılmış olan külah kısmı defalarca yangına ve fırtınaya maruz kaldığı için 1875 senesinde külah sökülerek yerine üst üste poligonal kagir iki oda yapılmış, sonlandığı noktaya da bayrak direği eklenmişti. Teklife göre 1875'teki tadilatta eklenen kagir bölümler yıkılacak, eski külah seviyesinden başlayıp 40 metre yüksekliğe erişecek demir bir konstrüksiyon eklenecekti. Yeni bölüm içerisinde 7-8 katlık bir kullanım alanı oluşturulacaktı. Yeni bölüme iki asansör ile ulaşılacaktı. Bu katlar asma bahçeler arasında tiyatro, lokanta ve müteaddid tenezzüh salonlar bulunacaktı. Bunun yanı sıra en üst noktada bir rasathane, yangınları gerekli kimselere bildirecek telefon ve telgraf merkezi, geceleri kenti aydınlatacak olan dört projektör projenin programı içerisindeydi.

Arkitera, Ekleyen: Betül Atasoy, Kaynak: Şahin, T., 2012. Osmanlı'nın Çılgın Projeleri, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul, 21.12.2012

3500 YILLIK AKABE YOLU

 

 

Siirt'te bulunan ve bir zamanlar uluslararası ulaşımda kullanılan, Asurlulardan kalma 3500 yıllık “akabe yolu” ilk günkü gibi duruyor. İnsan eliyle yapılmış sarp, zor geçit anlamına gelen ve dünyada sayılarının üç olduğu belirtilen akabelerden biri olma özelliği taşıyan ve kent merkezinde bulunan, akabe yolunun Siirt Ekoturizm Master Planı çalışmaları kapsamında tanıtımı yapılacak.

Kent merkezini Botan Çayı'na bağlayan akabenin tanıtımı ve turizme kazandırılması için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Orman Su İşleri Şube Müdürlüğü'nce çalışmalara başlandı.

İl Kültür ve Turizm Müdür vekili Remzi Uslu, 19. yüzyılın ikinci yarısında Ergani Mutasarrıfı olarak görev yapan Arifi Paşanın Millet Kütüphanesi'ndeki el yazması eserler bölümünde bulunan “Diyarbekir Seyahatnamesi” adlı eserinde Siirt'teki akabeden bahsettiğini söyledi.

İnsan eliyle yapılmış sarp, zor geçit anlamına gelen akabelerin dünyada sadece üç tane olduğunu bildiklerini ifade eden Uslu, “Bunlardan biri Sina Yarımadası'nda Hindistan yolu üzerinde, biri Suudi Arabistan'da Mekke-Medine yolunda biri de Siirt'te bulunuyor. Amacımız bu yolu turizme kazandırmaktır. Buna yönelik çalışmalara başladık. Siirt akabesinin Asurlular tarafından yapıldığına dair ciddi kanıtlar var. Yaklaşık 3500 yıllık bir geçmişi olduğunu tahmin ediyoruz. Siirt il merkezini Botan Vadisi ve Botan Çayı'na bağlayan bu yol o dönem hem ulaşım ve hem de güvenlik için kullanılmış” dedi.


Uslu, yolun 19. yüzyılın başlarına kadar kullanıldığını, Siirt'i başta Irak olmak üzere birçok ülkeye bağladığını söyledi.

Siirt Orman ve Su İşleri Şube Müdürü Nevzat Amcalar, yaklaşık 6 metre genişliğindeki akabe yolunun Ekoturizm Master Planı'na alınacağını söyledi.

Amcalar, ekoturizm konusunda çalışma yaptıklarını kaydederek, “Ekoturizm Master Planı çalışmaları çerçevesinde akabede çalışma yaptık. Amacımız öncelikle yerini tam anlamıyla tespit ederek, araştırmak ve bu bilgileri kitap haline getirerek, akabeyi tanıtmaktır. Çalışmalarımızı ileriye dönük olarak bakanlıkla yapacağız” diye konuştu.
Sanat tarihçisi Cabir Alper ise, yolun o günkü imkanlarla çok mükemmel yöntemlerle yapıldığını ve halen kullanılabilecek durumda olduğunu anlatarak, taş parke ile döşenen yolun sağ ve sol banketlerinin yapıldığını söyledi.

Alper, taş döşeme işleminin taşların kaymasını önlemek amacıyla üç metrede bir yolu paralel kesen taşlar yerleştirilerek yapıldığına dikkati çekerek, bu taşlar sayesinde yolun asırlardan beri korunarak günümüze geldiğini belirtti.

Radikal, 21.12.2012

1. MURAT HAMAMI'NDAKİ RESTORASYON DURDURULDU

 

 

Bursa'nın İznik İlçesi'ndeki tarihi 1. Murat Hamamı'nın "kültür evi" yapılmasına yönelik başlatılan restorasyon çalışmaları, "orijinaline aykırı hareket edildiği" gerekçesiyle durduruldu

 

Kültür evi proje Başkanı Adil Can Güven, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, tarihi hamamdaki çalışmalarda, “Orijinaline aykırı hareket edildiği” gerekçesiyle tutanak tutulduğunu söyledi.

 

Bursa Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan gelen iki raportörün tutanak tutmasının ardından restorasyon çalışmalarını durdurduklarını belirten Güven, “Raportörlere, restorasyon başlarken hamamın, hamam vasfından çıkartıldığını, kültür merkezi olarak restore edildiğini ifade ettik. Bugün, 1. Murat Hamamı'nın, hamam vasfını yitirdiği bizden önceki çalışmada apaçık ortadadır. İznik'e, İznik'i anlatan güzel bir miras bırakmak istedik. Fakat böyle olunca da çalışmaları bırakmak zorunda kaldık” dedi.

Hamamda yürütülen çalışmalar kapsamında dünyada eşine az rastlanan yer altı mezarından alınma, Hz. İsa'yı betimleyen bir duvar freskinin yer aldığını dile getiren Güven, şöyle konuştu:

“Hz. İsa'nın, sakalsız ve genç halinin betimlendiği duvar freski, Erken Roma Dönemi 2. yüzyıla ait. Resmin betimlendiği zaman 'Pagan dönemi'ne denk geliyor. Bunun ötesinde daha birçok tarihi eserin birebir kopyaları hamam içerisinde yer alıyor. 1. Murat Hamamı restorasyonu tamamlandığında dört medeniyetin izlerini taşıyacak. Çalışmaların tamamlanması halinde İznik'e ciddi anlamda bir turizm girdisi sağlanması düşünülüyor.”

Radikal, 21.12.2012

İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ'NDEN AGORA AÇIKLAMASI: "TARİH KATLİAMI" YOK, "TARİHE SAYGI" VAR

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, dünyanın “kent merkezindeki en büyük antik agorası” olarak bilinen İzmir Agorası’ndaki kazı çalışmalarının hassasiyetle yürütüldüğünü ve “Alanda iş makineleriyle kazı yapılıyor” şeklindeki iddianın tamamen hayal mahsulü olduğunu açıkladı. Yenigün Gazetesi’nden Eyüphan Gündoğdu’nun ortaya attığı iddia üzerine yapılan açıklamada, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığında yürütülen çalışmalarda, iş makineleri ve kamyonların, sadece kazı alanı dışındaki kontrol edilmiş toprakları taşıdığı kaydedildi.





Antik Roma Hamamı alanındaki çalışmaların hızla ve hassasiyetle sürmesi için, Hamam yapısından çıkarılan toprakların, uzman arkeologlar tarafından Kazı Başkanlığı gözetiminde titizlikle incelenerek elendiğini ve olası buluntular ayrıldıktan sonra kalan toprağın ören yerinin hemen yan tarafına yığıldığını belirten İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, “Biriken bu topraklar da ayda birkaç kez olmak üzere taşınmaktadır. Kamyonların giriş yaptığı alan Kazı Alanı dışında olmakla birlikte, alandaki tüm hareketler ve çalışmalar, uzman kazı ekibinin kontrolünde yapılmakta olup aksi bir düşünce söz konusu olamaz” diye konuştu.





Uzman ekipler, titiz çalışma
Büyükşehir Belediyesi’nin destekleri ile Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığında uzman ekipler tarafından sürdürülen Agora kazı çalışmaları, son dönemde 2. yüzyıla ait olan Antik Roma Hamamı üzerine yoğunlaştı. Akın Ersoy, bölgenin en önemli antik Roma hamamlarından birisi olan tarihi eserin, her türlü hava şartlarında büyük özveriyle milim milim gün yüzüne çıkarıldığını kaydetti.

Kentin turizm ve tarih potansiyelinin ortaya çıkarılması çalışmalarına büyük destek olan İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kent Agorası’nın gün yüzüne çıkarılması için bugüne kadar 27 milyon TL’lik kamulaştırma çalışması yaparken, Kazı Başkanlığı ile imzaladığı protokol gereği kazılara maddi destek de sağlıyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, 21.12.2012

NEFERTİTİ ABD YOLCUSU

 

 

Mısır kraliçesi Nefertiti'nin altın takılarının da aralarında bulunduğu 20 bin parça eser, Ocak ayında ABD'de bir konferansta gösterime sunulacak.

 

Washington Eyalet Kültür Müzesi, 15-16 Ocak 2013 tarihlerinde, dünya tarihinin en güzel kadınlarından biri olarak kabul edilen Mısır kraliçesi Nefertiti'yi konu alan bir konferans düzenledi.

Konferansta, Mısır Firavunu IV. Amenhotep'in eşi, frivun Tutankhamun'un kayınvalidesi Nefertiti'nin dünyanın en eski batıklarından Uluburun'ndan çıkartılan ve halen Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen isminin yazılı olduğu mühür ve altın takılarının da aralarında bulunduğu paha biçilemez 20 bin parça eserinin slaytlarının da gösterimine karar verildi. Bunun için irtibata geçilen Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nden de olumlu yanıt geldi. Uluburun Batığı'ndan çıkartılan paha biçilemez Nefertiti hazinelerinden yaklaşık 350'sini slaytının sergilenmek üzere ABD'yle gönderilecek. Ayrıca, bu fotoğraflardan bazılarının konferansın davetiye ve tanıtım afişlerinde de kullanılacağı belirtildi.


Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, yaklaşık 100 yıl önce Alman arkeologlar tarafından Mısır’dan Berlin’e getirilen ve Hitler’in ‘O'nun için bir müze yaptıracağım’ dediği MÖ 1379-1362 yıllarında yaşayan Kraliçe Nefertiti’nin büstünün kime ait olduğu tartışmalarını izlediğini belirterek, “Ancak, müzemizde, Kraliçe Nefertiti’nin dünyada tek örneği olan adının yazılı olduğu kendisine ait altın mühür, dünyanın en eski ve en küçük kaptanının seyir defterinin yer aldığı ahşap kitapçık, altın koruyucu tanrıça heykeli başta olmak üzere, altın takıları, altın yemek kapları ve yüzlerce paha biçilemez eserini sergiledik. Uluburun Batığı'ndan çıkan bu eserlerin kazısı tam 11 yıl sürdü. O batıkta ben de birçok kez dalış yaptım. Bu eserler başta ABD olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinde daha önce sergilendi, tanıtıldı. Milyonlarca kişi müzemizdeki bu eserleri görmek için akın ederken Ocak ayında Kaliforniya’da düzenlenecek bir tarih konferansına Nefertiti’nin eserlerinin yer alması ve adının kullanılması için bizde izin istediler. Bir büst ile ilgili bütün dünya konuşurken asıl bizdeki eserleri daha yakından tanımalılar. Bu tarihi hazineyi daha çok tanıtmak için gayret göstereceğiz” dedi.

 

 

Nefertiti hazinesinde neler var?
Uluburun Batığı, 1984 yılında süngerci kaptan Kemal Çelik tarafından, Kaş Uluburun açıklarında suyun 60 metre derinliğinde bulundu. Dönemin Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Oğuz Alpözen başkanlığında başlatılan ardından Sualtı Arkeolojik Araştırmalar Enstitüsü (INA) tarafından devam ettirilen 25 bin dalışta çıkarıldı. Su üstüre çıkartılan en eski batık olan 3400 yılyık Uluburun Batığı Mısır kraliçesi Nefertiti'nun firavunluğunu kanıtlayan dünyadaki tek altın mühür de bulundu. Sualtı arkeolojik kazası 11 yıl süren Uluburun batığı 16 metre uzunluğunda sedir ağaçlarından yapılmış bir Mısır teknesi. Teknenin Mısır, Suriye, Kıbrıs, Anadolu ve Rodos seferlerini yaparken battığı tespit edildi. Uluburun'da, fildişi ve suaygırı dişleriyle, kaplumbağa kabuğundan yapılmış değişik müzik aletleri, mücevher kutuları, altın ve gümüş takılar, amforalar içinde muhtelif bitki tohumları, Miken, Mısır ve Yunan dönemlerine ait tarihi eserler, hayvan motiflerinden oluşan bronz ağırlık ölçüleri, 11 ton bakır plaka, mızrak, kama, kılıç türü muhtelif silahlar, zıpkın türü balık avlama aletlerinden oluşan tarihi eserler bulundu. Çıkarılan eserler, üç bölüm halinde, yaşayan müzecilik anlayışıyla Bodrum Kalesi Alman Kulesi yakınındaki “Genç Tunç Çağı Batıkları” galerisinde sergileniyor.

Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 19.12.2012



16 - 22 Aralık 2012

SULTANAHMET'İN BİR MİNARESİ YIKILACAK

 

 

İstanbul'un gözbebeği mimari eserlerinden Sultanahmet Camii'nin sağ arka minaresi yıkılıp yeniden yapılacak.

 

Büyük Marmara depreminde hasar gören At Meydanı tarafındaki iki şerefeli minaresinin çürüyen taşları avluya düşmeye başladı.

 

Bu yüzden Ramazan boyunca minarenin dibinde namaz kılınmaması için etrafı çevrilmişti. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, minarenin halihazırdaki durumunu belgeleyen rölöve çalışmasını tamamladı.

 

Yıkım çalışmasına önümüzdeki aylarda başlanması planlanıyor. Gözle görülür şekilde yarılmalar olan minare, şerefesine kadar sökülecek. Onarımda ilk günkü gibi 'Küfeki' taşı kullanılacak.

Haber 7, 21.12.2012

VİZE İNTİKAMI

 

 

Almanya'da 3.3 milyon euroluk iş sözleşmesi imzalayan Türk şirketi, bu ülkeye götüreceği işçileri için vize alamayınca 712 bin euro kardan oldu. Bunun üzerine İzmir'de Almanya aleyhine tazminat davası açtı. Mahkeme, Federal Almanya Cumhuriyeti'ni suçlu buldu ve maddi-manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Almanya tazminatı ödemeyince, Alman Lisesi ve Sarıyer'deki 170 dönümlük Alman korusu için haciz kararı çıktı. İzmir'in tanınmış mühendislik şirketlerinden MAK-İN, 2009'un son aylarında, Alman Envirotherm firmasıyla bir iş anlaşması imzaladı. Yapılacak iş, Spremberg şehrindeki bir sanayi tesisinin sökülerek Hindistan'a götürülmesi idi. 3.3 milyon euroluk anlaşmaya imza atan Türk şirketi, projede yer alacak 60 personelini Almanya'ya götürmek için 23 Aralık 2009 günü vize başvurusu yaptı. Ancak tüm şartların yerine getirilmesine rağmen başvuruya -olumlu ya da olumsuz- bir türlü yanıt alınamadı. Personel Almanya'ya zamanında gidemedi ve Envirotherm firması, sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetti. Zarara uğrayan Türk şirketi, İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde maddi-manevi tazminat davası açtı. Gerekçe olarak da "Almanya, zorunlu olduğu halde vize başvurumuza cevap vermemiştir" denildi. Mahkeme davayı kabul etti. Duruşmalar boyunca davalı Almanya Büyükelçiliği'ne defalarca tebligat yapıldı ama elçilikten hiç kimse duruşmalara katılmadı.

DIŞİŞLERİ'NE NOTA
İki yıllık sürecin ardından mahkeme, "Dava konusu olan eylem, vize istemi üzerine yanıt vermemektir. Bu ise bir haksız eylemdir" diyerek Federal Almanya Cumhuriyeti'ni 1 milyon 678 bin lira maddi, 20 bin lira da manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Karar, Almanya'nın Ankara'daki Büyükelçiliği'ne tebliğ edilince Almanya da Türk Dışişleri'ne nota verdi. 24 Şubat 2012 tarihli notada Almanya mealen "Bir mahkeme bize tebligat yapamaz Viyana Sözleşmesi'ne aykırıdır" denildi. İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi Mürsel Ermiş, notaya hukuk dersi niteliğinde yanıt verdi: "Eylem tipik haksız fiildir. Tebligat, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Kanunu'na uygundur." Mahkemenin hükmettiği tazminatı alamayan Türk şirketi de İstanbul 3. İcra Dairesi'ne başvurup Almanya'nın İstanbul'daki taşınmazlarına icra takibi başlattı.

TAPULU MALLARA HACİZ
Türk şirketinin talebi üzerine Sarıyer ve Beyoğlu Tapu Sicil Müdürlüklerine yazı gönderen Daire, bazı pafta, ada ve parsel numaralarını vererek "Bu taşınmazlar diplomatik ve konsolosluk amaçlı kullanılmıyorsa haciz işlemini başlatın" talimatını verdi. Haciz talimatı verilen iki taşınmazdan birinin Alman Lisesi, diğerinin ise Sarıyer'de bulunan 170 dönümlük Alman Korusu olduğu ortaya çıktı. MAK-İN şirketinin ortaklarından Avukat Hüseyin Cimşit, "Türk mahkemesinin aldığı kararı tanımak istemeyen Federal Almanya Cumhuriyeti'nin tapulu mallarına haciz koydurduk. Yasal işlemler bittikten sonra Alman Lisesi'ni ve 170 dönümlük koruluk alanı satışa çıkaracak olan İcra, kazandığımız tazminatımızı tahsil edecek" diye konuştu.

Sabah, Haber: Ali Balcı, 21.12.2012

10 MİLYON YILLIK FOSİL BULUNDU

 

 

Nevşehir'de bilim adamları tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında yaklaşık 10 milyon yıl önce Ürgüp İlçesi'nde yaşadığı belirtilen gergedan fosili bulundu.

 

Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Paleontolog Doç.Dr. Okşan Başoğlu başkanlığında, Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürü Paleontolog Mevlüt Çoşkun, öğretim görevlisi Ayhan Yiğit ile Araştırma görevlileri Simge Gökkoyun ve Tuğçe Şener'den oluşan ekibin, Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Sofular Köyü'nde yürüttükleri yüzey araştırma çalışmalarında, çok nadir rastlanan gergedana (Ceratotherium Neumayri) ait olduğu düşünülen kafatası fosili bulundu.

 

Akdeniz Bölgesi'nde yaşadığı bilinen Ceratotherium Neumayri'ye ait kafatası fosilinin yanı sıra, aynı fosil yatağında Proboscidea (fil), Artiodactyla (çift toynaklılar) ve Carnivorlara (etçiller) ait çeşitli örnekler de bulundu.

 

Yüzey araştırmalarına başkanlık yapan Doç.Dr. Okşan Başoğlu, Geç Miyosen Döneme ait olan fosillerin yaklaşık 9-10 milyon yıllık olduğunu ve bu türlerin de çalılık ve nispeten de ağaçlık, ormanlık olan bir ortamda yaşadıklarının bilindiğini ifade etti.

 

Okşan Başoğlu, Ürgüp İlçesine bağlı Sofular Köyünde bir dere yatağında bulunan fosil yatağında bilimsel kazı yapılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvuruda bulunulduğunu söyledi. Başoğlu, dünyanın en zengin fosil yataklarından birine sahip olan Ürgüp İlçesi ile Gülşehir İlçesi'ne bağlı bazı köylerdeki yüzey araştırmalarının bundan sonraki süreçte de sürdürüleceğini belirtti.

Nevşehir Kent Haber, 20.12.2012

TAPULU KİLİSESİ VAR

 

 

Mardin'de yıllardır depo olarak kullanılan ve 5'inci yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen yapının kilise olduğu belirlendi. Tescillenen yapının tapusunu elinde bulunduran marangoz İbrahim Aycun ise yapıyı hak ettiği değer verildiği takdirde satmayı düşünüyor.

 

Birinci Cadde'nin ara sokaklarında bulunan kilisenin sahibi İbrahim Aycun (78), yaptığı açıklamada, babasının bu yapıyı depo ve iş yeri olarak satın aldığını, babasından kendisine miras kaldığını belirtti.

 

Babasının yapıyı kimden satın aldığını bilmediğini ancak tapusunun bulunduğunu aktaran Acun ''Kilise olduğunu bilmiyorduk. Bu yapı çok eski. Mardin'in en eski yapılarından. Kiliseyi depo olarak kullanıyoruz. Tescillendikten sonra kilise olduğunu öğrendim. Ancak kilise olduğunu Süryaniler biliyormuş'' dedi.

 

Oğul Ömer Aycun (50) ise depo olarak kullandıkları yapıda 35 yılının geçtiğini, dedesinin ne zaman satın aldığını hatırlamadıklarını anlatarak, ''Bir iş yeri olarak biliyorduk. Dedemler de kilise olduğunu bilseydi, almazdı. Kilise içinde bulunan bir kapının Deyrulzafaran Manastırı'na gittiğini, bir kapının ise kaleye gittiği söyleniyor. Tünel varmış. Çalışma yapılması gerekiyor'' diye konuştu.

 

Aycun, yapının turizme kazandırılması için satın almak isteyen kişilerin olduğunu da kaydetti.

 

Mardin Valiliği Koruma Denetleme Bürosu'nda görevli sanat tarihçisi ve Sabancı Mardin Kent Müzesi Müdürü Gani Tarkan da kilisenin tarihçesiyle ilgili net bir bilgi olmadığını, yapıya ait herhangi bir kitabenin bulunmadığını açıkladı.

 

Yapıyı tesadüfen keşfettiğini bildiren Tarkan, ''Müzede ahşap oymacılığı kursu için kalas almaya geldiğimde, böyle bir yapıyla karşılaştım. Adeta büyülendim yapıyı görünce. Böyle bir yapı beklemiyordum. Kötü bir atölye, kötü bir depo beklerken erken Bizans dönemine ait bu yapıyla karşılaştım. Girer girmez kilise olduğunu anladım'' dedi.

 

Kilisenin özel mülkiyet olarak satın alındığını, yıllarca kilise olduğunun bilinmediğini, tarihi yapının marangoz dükkanına ait bir depo olarak kullanıldığını kaydeden Tarkan, ''Bir dönem tahin deposu, imalathanesi olarak kullanılmış. Ancak biz burayı 2009 yılında keşfettik. Hazırladığımız raporu sunduk. Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından birinci grup yapı olarak tescil edildi. Şu anda tescilli bir yapı. Kilise olarak tescillendi. Bence çok önemli bir yapı. Erken Bizans dönemi açısından çok önemli bir yapı'' ifadesini kullandı.

 

Kitabesi olmadığı için kim tarafından yapıldığının tespit edilemediğini vurgulayan Tarkan, burayı keşfettikten sonra Kırklar Kilisesi Başpapazı Gabriel Akyüz ile görüştüğünü, Akyüz'ün kiliseyle ilgili arşiv taraması yaptığını belirtti. Tarkan, Akyüz'ün yapının isminin Mor Yuhanno olduğunu belirlediğini, bu isimle tescillendiğini kaydetti.

 

Mardin'de 2009 yılına kadar tescilli 8 kilise olduğunu, bu yapıyla birlikte sayının 9'a çıktığını dile getiren Tarkan, yaklaşık olarak 400 metrekarelik alana sahip yapının yüksekliğinin ise 15 metre civarında bulunduğunu bildirdi.

 

Eserin kamulaştırılıp turizme kazandırılabileceğini, çok nitelikli bir yapı olduğunu dile getiren Tarkan, şunları söyledi:

''Çünkü burada patriklere ait mezarlar var. Bildiğiniz klasik bir kilise. Kitabesi olmamasına rağmen yapıdaki süsleme özellikleri, yapının karakteristik özelliklerinden yola çıkarak, bölgedeki yapılarla benzerliği göz önünde bulundurularak yapının 4, 5 ya da 6'ıncı yüzyılda yapılmış olabileceğini tahmin ediyoruz. Bu kiliseye benzer yapıların kitabesi olan yapıların 4-5'inci yüzyılda yapıldığını biliyoruz. Onlarda kitabe var. Benzer bir örneği Savur'a bağlı Dereiçi Köyünde Mar Yohanne Kilisesi, aynı şekilde Deyrulzafaran Manastırı içindeki Azizler Evi bu yapıyla benzerlik arz ediyor. Nusaybin'deki Mor Yakup Kilisesi'nde, bu yapıya benzer süsleme özellikleri var. Duvar örgüsü aynı, mimari olarak plan şeması olarak aynı. Mor Yakup Kilisesi'ne kapıları çok benziyor. Patriklere ait mezarlar da Deyrulzafaran Manastırı'ndaki mezarlıklarla aynı özelliklere sahip. Apsisi ortada hala sağlam.''

 

Kilisenin yapımında kullanılan taşlar incelendiğinde, sadece erken Bizans dönemi özelliklerinin görülmediğini vurgulayan Tarkan, Artuklular yani İslami dönemde de kullanıldığını ifade etti. Gani Tarkan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''O dönemde Hristiyanlar tarafından kullanılmış. O dönemin özelliklerini de almış. Özellikle yan yana duran 3 mezar var. Mezarın üstündeki süsleme özelliklerine baktığımızda Selçuklu özelliklerini görmemiz mümkün. İslami döneme ait süsleme özellikleri de var. Onun dışında devasa büyüklükte taşlar var. Bu blok taşlar da yapının erken Bizans döneminde yapıldığını, genç Roma döneminde yapıldığını bize gösteriyor. Yapı karışık üslupta yapılmış bir yapı. Tek bir dönemde yapılmamış. Farklı dönemlerde de restore edilmiş. Cami olarak da kullanılmış. Güneyinde bir mihrap var. Biliyorsunuz kiliselerde güneye bakan mihrap olmaz. Mihrap varlığı da buranın bir dönem cami olarak kullanıldığını bize ispatlıyor.''

 

Süryani vakıf ve derneklerinin kiliseyi satın almak istediği, ancak fiyat konusunda anlaşılamadığı öğrenildi. 

Mardin Kent Haber, 20.12.2012

FENER-BALAT DÖNÜŞÜM PROJESİNDE NEREDEN NEREYE

 

 

Radikal'de yayınlanan röportajında Emre Arolat'ın, Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Projesi'nden çekildiğini açıklaması mimarlık etiği ve kentsel dönüşüm üzerine tartışmaları alevlendirdi. Biz de "Fener-Balat-Ayvansaray'da neler oluyor?" dedik ve son gelişmeleri öğrenmek için Uğur Ceylan'la mahalleye bir gezi gerçekleştirdik. Samimiyetle bizi ağırlayan FEBAYDER Kurucu üyesi ve basın sözcüsü, aynı zamanda da İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr Çiğdem Şahin ve  FEBAYDER kurucu üyesi ve onursal başkanı Hasan Acar ile mahalledeki dönüşüm süreci üzerine konuşma fırsatı da bulduk.





Öncelikle Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Projesini ve bir kentsel toplumsal mücadele örneği olarak FEBAYDER'i hatırlayalım. 2000'lere damgasını vuran kentsel dönüşüm projeleri tarihi kent merkezlerinde de yenileme projesi adı altında başlatılmıştı. Fener-Balat-Ayvansaray da 1996 yılında Habitat II toplantısından sonra yapılması kararı alınan Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi ile yenileme sürecine adım attı. 2004 yılında Mustafa Demir'in belediye başkanı olmasından sonra başlatılan rehabilitasyonu programının 121 binanın, Tarihi Balat Çarşısı'nın ve Sosyal Merkez Binası'nın restore edilmesiyle 2010 yılında tamamlandığı açıklandı.

 

1985 yılında İstanbul'un UNESCO Dünya Kültür ve Doğa Mirasını Koruma Sözleşmesi'ne dahil edilmesinden sonra yapılan ilk çalışma, Fener-Balat semtlerinin rehabilitasyon projesi oldu.

2000'lere gelindiğinde ise koruma ve iyileştirme hedefleriyle başlanan rehabilitasyon projesinin yerini Fener-Balat Yenileme Projesi aldı. Bu süreçte Fatih Belediyesi ile Avrupa Komisyonu öncülüğünde yürütülen restorasyon çalışmalarının yerini, kamu-özel sektör ortaklığında yürütülen yenileme çalışmaları aldı. Fener-Balat-Ayvansaray, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki Kanun'a dayandırılarak 2006 yılında yenileme alanı ilan edildi. 2007'de ise avan proje ve uygulama işleri ihalesini ise Çalık Holding'e bağlı GAP İnşaat aldı.

 


Fatih Belediyesi Tarafından Mahalleye Asılan Afiş (Fotoğraf: Uğur Ceylan) 

 

Bu süreçte projeye birçok akademisyen ve mimarlık ofisi dahil oldu. Emre Arolat Mimarlık da tasarım sürecinde yer alan mimarlık ofislerinden biriydi fakat projeden çekilme kararı aldı. Bu kararın detaylarını Radikal'de yayınlanan röportajında anlatan Emre Arolat, projenin toplumsal bir suç ortaklığı olduğunu vurgulamış ve zorla tahliyenin olduğu hiçbir projede yer almak istemediğini belirtmişti. Bu açıklamasıyla mimarlık dünyasında tartışmalara neden olan Emre Arolat'ın Fener-Balat süreciyle ilgili neler söylediğini hatırlamakta fayda var: "Fener-Balat bir tür kazanç projesi haline dönüştüğü için katılmayı kabul etmedim. Belediye yetkilileri, proje için davet edilen mimarlar ve profesörlerle birlikte bir toplantıya katılmıştım, anlatılan bunun bir 'değer artırımı modeli' olduğuydu. Çok rahatsız oldum, "Kimisi yüzyıllardır orada yaşayan binlerce insanı projeyle birlikte başka yere taşınmak zorunda bırakıyorsunuz, buraya bambaşka bir sosyal sınıfı getiriyorsunuz. Bu başka deyişle 'Siz artık burada yaşayamazsınız, bizim çocuklar burada oturacak' projesi mi?" diye sordum. Mimar arkadaşlarımdan biri "Emre bunları boş ver tasarım konuşalım, mesela buranın trafiği ne olacak?" dedi. Ben de "Başlarım senin tasarımına" deyip sinirlendim. Hocalardan biri de bana "Aslında savunduğun adamlar buranın gerçek sahibi değiller, gerçek İstanbul'lu değiller. Çatal kaşıkla yemek yemeyi bile bilmiyorlar" deyince sinirle kalktım yerimden ve kapıyı çarpıp çıktım."

 

Tasarım grubunda yer alan bir mimarın dönüşüme karşı bu denli tepkisi hem hayretle hem de sevinçle karşılandı. Emre Arolat'ın çıkışıyla yeniden hatırlanan Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Projesi'nin hangi aşamada olduğunu, mahalledeki gelişmeleri merak ettik ve sürece dair FEBAYDER kurucu üyesi ve basın sözcüsü ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr Çiğdem Şahin ve FEBAYDER Kurucu Üyesi Onursal Başkan Hasan Acar ile güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Yenileme projesine karşı haklarını savunma amacıyla 2009 yılında kurulan mahalle derneği FEBAYDER'in (Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve Kiracıların Haklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği ) kazandığı 'proje iptal davası' yanı sıra halihazırda açtığı daha birçok yeni dava bulunuyor.

 

"İnşaat sektörünü canlandırma yolunda yaşamsal değerlerimizi yitiriyoruz."

Yrd.Doç.Dr. Çiğdem Şahin: Bugün İnşaat sektörünün önünü açmak için ülkemizde imarla ilgili tüm koruma duvarları kaldırılmıştır. Ülke bir bütün olarak inşaat alanına yani dev bir şantiyeye dönüştürülmüş durumdadır. Özellikle de İstanbul... Amaç ülkenin bütün değerli topraklarının müteahhitlere ucuz arsa olarak sunulmasıdır. Üzerinde hali hazırda yaşayan insanlar, mahalleler, tarih, kültür varmış fark etmemektedir; bunların her biri acımasızca yok edilerek bulundukları arsalar yeniden değerlendirilmek üzere çok düşük maliyetle müteahhitlere teslim edilmektedir. Çok düşük maliyetlerle diyorum çünkü bu yerler sahiplerinden kamulaştırma yoluyla, adeta gasp edilerek, gerçek değerlerinden çok düşük fiyatlarla alınmaktadır... Gerçek sahipleri bu yerleri gözyaşları içinde terk etmek zorunda bırakılırken, buralardan yükselen lüks konutlar, otel ve alış-veriş merkezi inşaatlarıyla yeni zenginler yaratılmaktadır. Birçok bürokrat ve siyasetçinin de bu ranttan pay almak üzere içinde yer aldığı inşaat sektörü zenginliğin artık en önemli kaynağı haline gelmiştir; ekonominin de itici gücü ve motor sektörü durumundadır inşaat sektörü. Öyleyse günümüz neo-liberal ekonomi politikalarının birincil görevi inşaat sektörünün önünü açmak, imar ve inşaat uygulamalarını kısıtlayan ya da yasaklayan düzenlemeleri ortadan kaldırmak, süreci hızlandıracak koşulları hazırlamak olacaktır. Normalde her ülkede doğanın ve yaşamın sürdürülebilirliğini sağlamak ve bazı değerleri korumak için birtakım korumacı yasalar ve koruma kurulları bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse Ormanlar, tarihi sit alanları, tarım alanları, su havzalarını, arkeolojik rezerv alanları bu tür korunması gereken alanlardır. Siz sınırsız şekilde ülkenizde korunması gereken tüm alanları imara açar, inşaata açar, ranttan gözü dönmüş müteahhitlerin arsız iştahına teslim ederseniz, bir süre sonra ülkede sahip çıkılabilecek tek bir değer bile kalmadığını görürüsünüz; Bu şekilde tarihinin, kültürünün, yeşil alanlarının, ormanlarının yok edilmesine göz yumarak aslında ülkenin geleceğini de yok edersiniz... Hele söz konusu tarihi ve kültürel zenginlikleri bir yana mimarisiyle de eşsizliği tartışılmaz bir dünya değeri olan İstanbul ise, bu uygulamalarla siz İstanbul'u İstanbul olmaktan çıkarırsınız; Sulukule'de yapılanlarla bir örnek, birbirinin aynı prototip projeleri hem Tarlabaşı'na, hem Fener-Balat-Ayvansaray'a, hem Süleymaniye'ye, hem Zeyrek'e uygularsanız homojenleşmiş, eski silueti gökdelenler arasında kaybolmuş, tarihi ve kültürel kimliğini tamamen yitirmiş, dekorlarmış bir ucube elde edersiniz...

 

"Bizi ve mahallemizi değersizleştirirken kendi projelerini yüceltiyorlar."

ÇŞ: Bütün bu uygulamalar yerine göre "YÜCELTME" yerine göre "DEĞERSİZLEŞTİRME" stratejisi uygulanarak toplumda tepki uyandırmadan hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Sistemin kendini meşrulaştırma yöntemi budur. Kendi yaptıklarını yüceltmek için 'ülke kalkınmasına katkıda bulunuyoruz, çağdaş kentler yaratıyoruz, turizmi teşvik ediyoruz, halkımızın refahını yükseltiyoruz' gibi parlak sözler söyleniyor, iş adamlarının daha çok iş yapması, zenginleşmesi halkın, ülkenin zenginleşmesi olarak sunularak, bunların servetlerine servet kattığı süreç kamuoyu nezdinde bu şekilde meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu arada müdahale edilen yerlere ilişkin tepki olmaması, orada yapılanların kamu vicdanında kabul görmesi için de müthiş bir değersizleştirme stratejisi uygulanmaktadır. Örneğin Sulukule'ye ve Sulukule halkına yapılanlara karşı halkın tepkisini sindirmek için, Sulukule zaten hırsızların, dolandırıcıların, Çingenelerin yaşadığı bir yer, bu insanların hepsi çalan, çırpan insanlar, biz Sulukule'yi bunlardan temizleyip halkımızın buralara rahatça gidebilmelerini sağlayacağız diyerek, hem Sulukule'yi mevcut haliyle yer olarak değersizleştiriyorlar, hem de Sulukule halkını her yapılanı hak eden, o müdahalenin mubah olduğu değersiz bir halk konumuna sokuyorlar; böylece Sulukule'ye de Sulukuleli'lere de kamu vicdanında yapılanlar mubah hale getirilerek müdahale meşrulaştırılmış oluyor. Tarlabaşı'nda bu değersizleştirme'Kürtler, fahişeler söylemiyle gerçekleşiyor; Fener-Balat-Ayvansaray'da da harabe, döküntü binaları olan, çöküntü yer söylemiyle; Ve bu söylemler ana akım medya dahil her ortamda sürekli tekrarlanarak insanların zihnine yerleştirilmeye çalışılıyor. Böylece insanlar buralarda uygulanan zulme, kötü muamelelere ve yaratılan mağduriyetlere karşı tepkisiz hale getiriliyor. 

 

Hasan Acar: Fatih Belediyesi'nin savunması aklıma geliyor, gülüyorum bazen. Her yağmurdan sonra burada bir bina çöküyormuş. Gösterilen yer de Karagümrük'te bir yer. Burada hırsızlığın fazla olduğu, tinercilerin fazla olduğu yönünde söylentiler çıkardılar. Emniyet kayıtlarını getirin dedik. Kaç tane hırsızlık olmuş? Tinerci Yeşilköy'de de vardır, Bağdat Caddesi'nde de vardır. Ben burada gece 2'de de evimden çıkıp istediğim yere giderim.

 

"Buraların güzelleştirilmesine karşı değiliz. Halk yerinden edilmeden, tarihi ve mimari doku korunarak yapılacak bir uygulamaya hayır demeyiz..."

ÇŞ: Sistem canı istediğinde her yere müdahale edemez; müdahale gerekçesi önemlidir; kamu yararı olması gerekir. Eğer Fener-Balat-Ayvansaray projesinde kamu yararı nedir diye sorarsanız, bu konuda, buraların 'yenileme alanı' ilan edilmesinin önünü açan 5366 nolu yasada, tarihi alanların birer milli değer olduğu söylenerek buralarının çürümeye, çökmeye terk edilemeyeceği, bu alanların restore edilip yaşatılması gerektiği söyleniyor. Buna bizim de bir itirazımız olamaz. Bölgemizin güzelleştirilmesine, tarihin korunmasına neden karşı çıkalım ki... Yasa böyle diyor ama uygulamaya sokmak istedikleri projeye bir bakıyorsunuz, söylenenlerle yapılanlar kesinlikle uyuşmuyor; en başta projede tarihi binalar yandaki binalarla birleştirilerek tevhit ediliyor; üstelik sadece tarihi bina ile tarihi bina değil; çoğu zaman düz, hiçbir özelliği olmayan bina ile tarihi bina aynı kefeye konuyor ve birleştirilerek bambaşka binalar ediliyor. Yani temel yaklaşım olarak binaların birleştirilmesi, içlerinin tamamen yıkılarak daha konforlu mutfak, banyo, tuvaleti olan, daha geniş, daha lüks konutlar elde etmek, tarihi görüntünün verilmesi için de binaların dışlarına cumbalı cephe giydirmesi yapmak benimsenmiş. Bu arada altı da üstü kadar zengin, arkeolojik değeri de olan bu tarihi binaların altına bir de iki kat otopark yapılıyordu. Yani proje hem binaların tarihi, mimari özelliğini, hem sokak dokusunu ve mahalle yaşantısını, hem de bölge halkını ve esnafı tamamen yok eden bir projeydi. Projeye karşı dernek olarak dava açtık ve kazandık. Yargı projeyi iptal etti. Ama buna rağmen, yani ortada yargı kararı varken, bunu hiçe saydılar ve 27. Maddeye dayanarak, olağanüstü hal, savaş, seferberlik halinde ya da afet koşullarında, Bakanlar Kurulu kararıyla uygulanabilen 'Acele Kamulaştırma' yasasını burada uyguladılar. Savaştan ganimet kaçırır gibi buraları acele kamulaştırdılar. Ama bu ne yasal ne de meşru bir uygulamadır. Halk olarak biz bu kararı kabul etmiyoruz, hayata geçirilmesine de izin vermeyeceğiz. Zaten dernek olarak da acele kamulaştırma kararına karşı dava açtık.

 

HA: Ben doğma büyüme 3. nesilim burada. İşin hep fiziksel boyutu konuşuluyor, asıl bir de sosyal boyutu var. Yani devletlerin sosyal boyutu, halkının geleceğini de düşünmesi gerekmektedir. Ben ailem dediğim gibi 3 nesildir burada; çocuklarım psikolojik bunalıma girdiler. Bana "baba ben arkadaşlarımdan ayrılacak mıyım?" diye soruyorlar. Eşim ve ben de çok etkileniyoruz; mahalleden, komşularımızdan ayrılmak istemiyoruz; ayrıca işimizi de düşünüyoruz; işimiz de burada kurulu. Benim gibi burada kaç tane esnaf var. İnsanlar işinden gücünden, arkadaşlarından, çocukları okullarından ayrılacaklar mı? Ben ömrümü burada geçirmişim burada tamamlamak istiyorum. Buranın güzelleştirilmesinin kesinlikle karşısında değiliz ama parsel bazında mülk sahipleri yerinden edilmeden, tarih ve mimari doku korunarak yapılmasını istiyoruz. Buraya bir proje çizilecekse uluslararası ve ulusal mimarlardan şehir plancıların, arkeologlarına kadar uzmanların bir platformda bir araya gelmesi lazım..

 

"Katılımcı bir proje olması lazım."

ÇŞ: Yani katılımcı bir proje olması lazım. Uzman denetiminde olması lazım. Belki de yarışma usulüyle olması lazım, dünyanın bu kadar güzel bir mirası iyi nasıl değerlendirilebilir zihniyetiyle yaklaşılması lazım. Bizim Fener-Balat evlerimiz dar evlerdir ve her katta bir veya en fazla iki daire vardır, banyosu tuvaleti küçüktür. Onların buraya getirmeyi hedefledikleri kitleye hitap etmeyen evlerdir. Şimdi bize diyorlar ki sizin konforunuzu arttıracağız. Ama proje bizim değil buraya getirmeyi hedefledikleri kitlenin konforunu arttırmayı amaçlayan bir proje. Bizleri zaten burada tutmak istemiyorlar. Buranın halkının onların 'değer arttırdık' diye isteyecekleri astronomik farkları ödeme gücü yok. 3 veya 4 tane tarihi binayı birleştiriyorlar, tamamen yıkıyorlar, daha büyük mutfaklar, daha büyük tuvaletler, altta otoparklar ve geniş daireler şekline getirerek bizim evlerimizi bizden alıp başkalarına satıyorlar. Biz ilk açtığımız davada şunu savunduk; bu projeler tarihi ve mimari dokuyu korumamaktadır. bu projeler buradaki esnafı, halkı tamamen yerinden etmektedir. Böyle bir şey insan haklarına aykırıdır, barınma hakkımıza mülkiyet hakkımıza aykırıdır. Dedik ki burada maddi mirasın yok edilmesi yanında manevi miras olarak mahalle kültürü de yok ediliyor. Yargı gerekçelerimizi haklı buldu ve davayı kazandık. Böylece bu projeyi onaylayan Yenileme Kurul kararı, Fatih Belediyesi Meclis kararı ve Büyükşehir Başkanı'nın kararı iptal edilerek proje de iptal edilmiş oldu.

 

"Herkesten Emre Arolat'ın gösterdiği duyarlılığı bekliyoruz."

ÇŞ: Emre Arolat sonuçta bir mimardır. Kendisi restorasyon projelerinde olduğu kadar rant projelerinde yer aldığını, bunu da yapmak zorunda olduğunu bizzat kendisi söylemiştir. İş adamıdır, doğrudur, tabii ki bir işten elde edeceği kazancı hesaplamak zorundadır. Sonuçta kapitalist sistemde yaşıyoruz. Oyunun kuralıdır bu. Ama halka zarar veren, halkı hor gören bir tutum karşısında ilkeli bir duruş sergilemiştir, bu da bizi etkilemiştir. "Benim için insani değer önemlidir, sizin projenizde de insana değer verilmediğini gördüm, halka rağmen bir proje yapıldığını, bir yerinden etme, yani soylulaştırma projesi olduğu gördüm, bunu reddettim." Diyerek dikkatimizi çekmiştir. İster içtenlikle söylemiş olsun ister olmasın, önemli olan bu ilkeli duruşu kamuoyu karşısında sergilemiş midir, sergilemiştir. Eğer uygulamada da bu tavrını sürdürürse onun gibi mimarlara her zaman saygımız olacaktır. Biz bu ilkesel duruşu beğendiğimiz ve takdir ettiğimiz için Emre Arolat'a teşekkür ziyaretinde bulunduk.

 

HA: Diğer mimarların da Emre Arolat'ı örnek alması gerekiyor, gerçekten örnek alınacak bir insan.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 20.12.2012

'TAPINAK TEPEDE, CAMİ ŞEHİRDE OLUR'

 

Değil İstanbul’un, Türkiye’nin gündemine oturan “Çamlıca Camii” için akla gelen sorulardan biri de şu; “Acaba neden Osmanlı bile Çamlıca’ya cami yapmadı?”

 

Öyle ya, ne Koca Sinan, ne Sultan Süleyman, ne de diğerleri… Bu tepeye cami düşlediler.

Çünkü Çamlıca hem eşsiz bir “mesire” yeri, hem de İstanbul’un özgün bir peyzaj zenginliği.

 

Tüm bunlar doğru ama meğer “derin”lemesine bir açıklama değilmiş! Hocaların hocası, mimarlık tarihi uzmanı ve İslam mimarisinin uluslararası bilgesi Prof. Doğan Kuban dedi ki: “Tepelere ‘tapınak’ yapılmıştır; cami ise şehrin içindedir.”

 

Önce ‘bilgi’ gerekiyor

Eskişehir-Tepebaşı Belediyesi’nin “aydınlanma” ortamına katkı olarak düzenlediği “Kent ve Kültür Söyleşileri”nin bu ay konuğu Prof. Kuban’dı. 8 Aralık’ta Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’ni dolduran her yaştan izleyici arasında mimarlar da vardı.

 

Belediye Başkanı Ahmet Ataç, Kuban’ın “Cumhuriyet-Bilim ve Teknoloji Dergisi”ndeki yazılarına da değinerek özetle dedi ki: “Hocamızın uyarı ve saptamaları, engin bilgi birikiminin armağanıdır; ders alınabilirse, günümüzde birçok kültür yoksunu uygulamadan da arınabiliriz.”

 

“Kent Kimliği ve Uygarlık” başlıklı konuşmasına kimlik ve uygarlık için önce “bilgi”li olmak gerektiğini anımsatarak başlayan Kuban, Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların okuma yazma bilmeyen Türk halkı ile devrimci Osmanlı subayları olduğunu vurguladı. Kendisinin de Osmanlı bir aileden geldiğini, büyükleri arasında “şeyhülislam”ların bile bulunduğunu, ancak Cumhuriyeti de yaratan ulusal kimliğinin Türk olduğunu belirten Kuban, şimdiki farklı kimlik arayışlarının tamamen siyasi hedeflerin ürünü olduğunu anlattı.

 

Söz güncel gelişmelere geldiğinde ise özellikle Çamlıca Cami için uyarıları adeta bir “tarih ve felsefe dersi” gibiydi.

 

Camiler ve mimarları

Üsküdar Belediye Başkanı’nın “Cami projesini ancak Müslüman mimarlar çizebilir” sözünün anımsatılması üzerine “Belli ki tarih bilmiyor” diyen Kuban’ın, Mimar Sinan’ın inanç kökenine değinmesi; İstanbul’da “Nur-u Osmaniye”den “Ortaköy”e kadar sayısız caminin Ermeni mimarlarca yapıldığını belirtmesi; dünyadaki nice kutsal mekanın farklı inançlardan mimarlarca tasarlandığını açıklaması da çarpıcıydı.

 

Kuban, “cami şehrin içindedir” vurgusunun nedenini ise özetle şöyle anlattı: “Cami ‘namaz’ içindir. Ezan namaza çağrıdır. Amaç namazın günde 5 vakit hep birlikte kılınmasıdır. Bu nedenle tarihi camilerin tümü çarşı ya da mahallelerin içinde/kenarındadır. ‘Tapınak’lar ise antikçağlardan beri ‘ulaşılması güç yerler’de kurgulanan kutsal simgeler içindir; özel günlerde ziyaret edilen mistik mekanlardır; camiyle asla ilgisi yoktur.”

 

Dinlerken Uzak Asya uygarlıklarından Akdeniz’in tarihsel coğrafyasına, hatta Latin Amerika’nın geçmişindeki antik yerleşimlere kadar her türden kültürün tapınaklarını, yükseklerdeki konumlarını ve sadece kutsal günlerdeki “törensel tapınma”ların mekanları olduklarını düşündüm. Çarşıdaki camiye ise örneğin esnafın dükkanını bile kilitlemeden namaz için gidip döndüğünü… Günde 5 vakit tepeye tırmanılmaz ki...

 

Söyleşi bittiğinde Eskişehirli izleyici soruyordu: “Çamlıca Tepesi’nde cami değil, olsa olsa tapınak olacağını bu büyük(!) dindarlar nasıl bilmezler?”

 

Yanıtı hoca daha baştan vermişti; “Uygar olmanın önkoşulu bilgi sahibi olmaktır.”

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 20.12.2012

KONYA BEDESTENİ ESKİ GÜNLERİNE DÖNÜYOR

 

  

 

Ayasofya ve Topkapı Sarayı'nın ardından Türkiye'de en çok ziyaret edilen 3. müzesi olan Mevlana Müzesi'nin çevresi, Mevlana Kültür Vadisi Projesi kapsamında daha sade ve tarihi dokunun ön plana çıktığı bir kimliğe kavuşuyor.
 

Konya ticari hayatının merkezi, Romalılardan Selçuklulara, Osmanlıdan günümüze binlerce yıllık geçmişe sahip tarihi çarşısı "Bedesten" eski günlerine dönüyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, koruma alanı olan bölgede titiz bir şekilde sürdürdükleri proje kapsamında tarihi Bedesten'i şehrin çekim merkezlerinden biri haline getireceklerini ifade etti.





Hazreti Mevlana'nın türbesi ve çevresi her yıl yaklaşık 2 milyon misafir ağırlıyor. Hz. Mevlana Türbesi, Konya'nın ve Anadolu'nun dünyaya açılan önemli kapılarından biri konumunda. Ancak müzenin çevresindeki yapılaşmanın tarihi dokuya zarar verecek boyutlara ulaşmasıyla Konya Büyükşehir Belediyesi'nin bu konuya duyarsız kalmayarak başlattığı Mevlana Kültür Vadisi Projesi'yle Konya'nın tarihi dokusunun ayağa kaldırılması, şehrin çehresinin yenilenmesi hedefleniyor.

 

Hz. Mevlana'nın türbesinden başlamak üzere Sırçalı Medrese'ye, Selimiye Camii'ne, Aziziye Camii'ne, Şerafettin Camii'ne, kervansaraylara kadar 3 milyon metre karelik alanda bütün tarihi doku berrak bir görüntüye kavuşacak. Projenin en önemli etaplarından birisi de hiç şüphesiz "Tarihi Bedesten Düzenlemesi" olacak. Tarihi Bedesten Çarşısının konuşlandığı 250 bin metrekarelik alanda Polisan Dış Cephe Boyaları, Astarları ve Ahşap Koruyucu ürünleri kullanılıyor.

Arkitera, 20.12.2012

TARİHİ GAZİANTEP KALESİ YAĞMURA DAYANAMADI ÇÖKTÜ

 

 

Ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemekle beraber, günümüzden 6 bin yıllık bir geçmişi olduğu tahmin edilen, Roma döneminde gözetleme kulesi olarak kullanılan Gaziantep Kalesi'nin şehirle bağlantısını ve ziyaretçilerin kaleye giriş çıkışlarını sağlayan köprü, kuvvetli yağışa dayanamayarak çöktü. Sabah 05.00 sıralarında çöken bölümdeki kuleler ile birlikte Panorama Müzesi'ne ait bazı heykellerin de zarar gördüğü belirtildi. Olay yerinde incelemelerde bulunan İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Aykanat, çökmenin kalenin giriş kulesindeki kapı tarafındaki köprüde meydana geldiğini söyledi. Aykanat, "Daha önce Gaziantep Üniversitesi işbirliği ile zemin etüt çalışmaları yapılmış, çatlağın derecesi ölçülmüştü. Bu çatlağın onarılması için teknik çalışmalar devam ediyordu. Ancak yoğun yağıştan dolayı şu anda bir çökme meydana geldi. Çökmeden dolayı kuleler aşağı inmiş durumda. Can kaybı ve yaralı yok" dedi. Türkiye 'de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olan Gaziantep Kalesi çevresinde İl Kültür Turizm Müdürlüğü ve belediye ekipleri, incelemelerine devam ederken, yağış nedeniyle kalenin değişik bölgelerinde zaman zaman toprak kaymalarının olduğu görüldü.

Radikal, 20.12.2012

BEYŞEHİR'DE TESCİLLİ YAPILAR YIKILIYOR

 

 

Tarihi Eşrefoğlu Camisi’nin yer aldığı İçerişehir Mahallesi’nde bulunan bazı tescilli binalar yıkılmaya yüz tutarken, bazıları da hava şartları nedeniyle yıkılıyor. Son yağışların ardından tarihi caminin karşısında bulunan Sivaslı Sokak’taki boş bir tescilli yapının da dış cephe duvarlarının dökülüp yıkılma tehdidi oluşturması yüzünden mahalle sakinleri korkulu günler yaşamaya başladı.

Beyşehir Belediyesi, söz konusu yapının yıkılma tehdidi oluşturması üzerine mahalle sakinlerinden gelen ihbar üzerine etrafına güvenlik şeridi çekerek önlem alırken sokak yaya ve araç girişine kapatıldı. Tarihi caminin karşısında bulunan ve duvarları yıkılan bir başka tescilli binanın da özellikle yayalar için tehlike oluşturabileceğini göz önüne alan yetkililer, etrafına güvenlik şeridi çekerek önlem aldı.


Bu arada, son yağışlarla birlikte ilçeye bağlı Doğanbey belde merkezinde de çift yönlü olarak ulaşımı sağlayan yolun Karayolları tarafından yapıldığı belirtilirken istinat duvarının da bir bölümü yaşanan heyelan nedeniyle çöktü. Belediye çöküntü yaşanan alanda güvenlik şeridi çekip uyarıcı levhalar yerleştirerek önlem aldı.

Konya Hakimiyet, 20.12.2012

28 PARÇA TARİHİ ESER BULUNDU

 

Beylikdüzü'nde müşteri kılığındaki Asayiş Büro Amirliği ekiplerine ellerindeki tarihi eserleri satmaya çalışan 4 kişi, 28 parça tarihi eser ile birlikte gözaltına alındı. Bir telefon ihbarını değerlendiren polis, pazarlık yaptığı 3 kişinin yanına müşteri gibi giderek, Mustafa Y., Mustafa T. ile İsa İ.'yi gözaltına aldı. Tarihi eserleri temin ettiği iddia edilen Sema A. da evinde gözaltına alındı. Gözaltına alınan 4 kişi tutuklandı.

Sabah, Haber: Deniz Derin, 20.12.2012

O AVUKAT ARTIK KURULDA DEĞİL

 

 

İnci Pastanesi’nin tahliyesi sırasında orada olduğu ortaya çıkan 1 No’lu Koruma Kurulu üyesi ve aynı zamanda binanın restorasyon projesini yürütecek Kamer İnşaat’ın avukatı Sabahaddin Özkan, kurul üyeliğinden çıkarıldı.


Beyoğlu ’ndaki Serkildoryan Han’da 1944’ten beri hizmet veren İnci Pastanesi’nin tahliyesi sırasında simge haline gelmiş 68 yıllık mobilyaların tahrip edilerek sökülmesi tepkiyle karşılanmıştı. Radikal , 12 Aralık’taki haberinde tahliye sırasında Özkan’ın da orada olduğunu yazmıştı. Beyoğlu İlçesi, Özkan’ın görev yaptığı kurulun yetki alanında olmamasına rağmen bir kurul üyesinin tarihi pastanenin tahribatına göz yumduğu eleştirileri yapılmıştı. Mimarlar Odası Avukatı Can Atalay ve Taksim Dayanışması üyesi Mimar Cem Tüzün, Özkan’ın sabahtan akşam saatlerine kadar icra memurlarıyla konuşarak tahliye işlemlerine karıştığını anlatırken, Özkan, Radikal’e yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Bir arkadaşımız bir şey sormak için çağırmıştı. Orada bulunuşum 30-40 saniye bile değildir. Tahliyeye nezaret etmiş değilim.” Radikal’in bu durumu gündeme getirdiği haberden iki gün sonra Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ’ın ‘olur’uyla Özkan’ın koruma kurulu üyeliğinden çıkartıldığı öğrenildi.
Eski bir koruma kurulu üyesi konuyla ilgili Radikal’e yaptığı değerlendirmede, koruma kurullarında birçok değişiklik olduğunu belirterek, şunları söyledi:
 

“Bundan 5 - 6 yıl önce kurul görevlisiyseniz sit alanlarıyla ilgili proje yapamazdınız. Bu kural değişti, kurul üyeleri yalnızca görev yaptıkları kurulun yetki alanına giren projelerde taraf olamıyor. Başka bir kurulun yetki alanındaki bölgede proje yapabiliyor. Bu da elbette bir baskı unsuru olarak kullanılabiliyor. ‘Falanca kurulun üyesi’ diye lanse edilebiliyor kişi.”

Radikal, Haber: Elif İnce, 20.12.2012

NABLUS'TAKİ TARİHİ SAAT KULESİ AÇILDI

 

 

Osmanlı devletinin 34. padişahı Sultan II. Abdülhamid'in 1901'de, tahta çıkışının 25 yıl dönümü anısına Filistin'in Nablus şehrinde inşa edilen tarihi saat kulesi, Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) tarafından restore edilerek yeniden kullanıma açıldı. Saat kulesinin açılışına Türkiye'nin Kudüs Başkonsolosu Şakir Torunlar, Nablus Valisi, Nablus Belediye Başkanı ile çok sayıda Filistinli yetkili katıldı. Torunlar, açılışta yaptığı konuşmada, yenileme işleminin, iki kardeş toplumun sahip olduğu ortak tarih ve kültür mirasının korunması konusunda gösterdiği kararlılığın bir simgesi olduğunu belirtti.

Estetik bir mimariye sahip, içeriden merdivenli beş katlı saat kulesinin, ikinci katında iki pencere, üçüncü katında bir taş balkon, dördüncü katında dört cephede birer saat bulunuyor. Son kat ise kuledeki saatlerin kontrolü ve şehri izlemek için tasarlanmış. Nablus'un sembolü olarak görülen tarihi saat kulesi, II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümü çevresinde, tüm Osmanlı topraklarında yaptırdığı yüz kadar saat kulesinden biri.

Sabah, 20.12.2012

BİR KORUMA(MA) HİKAYESİ

 

Ürgüp'te içinde eski İstanbul ve Edirne duvar resimleri bulunan tescilli bir ev, üzerine peribacası düşmesine, kolonu tahrip edilmesine karşın direniyor; kapısı açık, korunmasız halde 18 yıldır kurtarılmayı bekliyor.

 

 

Ne kapısı var, ne penceresi...

 

İçinde çöpler, bir yanına peribacası devrilmiş, bir ara yıkılsın diye kolonu tahrip edilmiş; üstelik içinde iki tane değerli duvar resmi var.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ait tescilli bir konaktan bahsediyoruz.

 

Kapadokya Bölgesi'nde Nevşehir'e bağlı Ürgüp İlçesi'ndeki Sucuoğlu Konağı.

 

Musaefendi Mahallesi'nde yer alan ve geleneksel mimariyi temsil ettiği için 1987'de tescil edilen Sucuoğlu Konağı'nda 1911 tarihli İstanbul ve Edirne'ye ait iki adet duvar resmi bulunuyor.





                        


İstanbul Resmi


 

Edirne Resmi


İmza bölümü silindiği için kimin yaptığı belli olmayan resimleri, gayrimüslim bir ressamın çizmiş olabileceği tahmin ediliyor.

 

Koç Üniversitesi'nden Prof.Dr. Günsel Renda, bir dönemin hem resim sanatına hem de sosyal yaşamına ışık tutan resimlerin önemsenmemesine ve korunamamasına çok üzüldüğünü belirterek "Bu resimler bir an önce korumaya alınmalı" diyor.

 

"Taşra evlerinde imparatorluğun başkentine özlem duyulduğu için birçok İstanbul resmi vardır ancak Edirne resmi çok azdır. Benim bildiğim Nevşehir'de iki tane Edirne resmi var. Maalesef bu resimler önemsenmiyor ve korunmuyor; çok üzücü."

 

Peribacası devriliyor, kolonu baltalanıyor

 

 

Peki, Aziz Nesinlik bir hikaye diye anlatılan konağın bu hale gelmesi nasıl oldu?

 

Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Ürgüp temsilcisi Mustafa Kaya anlattı.

 

Tescilli konağın, resimlerinin olduğu kısmında duvar ve çatı yıkık halde olduğu için korumaya alınması gerekiyordu. Kaya, kaymakam ile valiyi ikna ediyor ve bina sahibinden restore edilip kent müzesi yapılmak için valilik tarafından satın alınıyor.

 

Yıl 1993, bu esnada Kaya, üniversite öğrencileriyle birlikte resimler daha fazla zarar görmesin diye üstlerini naylonla örtüyor.

 

Valilikten Kültür ve Turizm Bakanlığı'na geçen bina için bir yıl sonra restorasyonun ilk etabı için bütçe gönderiliyor. Konağın çatısı ve duvarları yapılıyor; yapı biraz kendine geliyor. Ancak geçen süre zarfında ince işler için ikinci etap parası gelmiyor.

 

Kaya, sahipsiz kalan konağa ara sıra gidip kimse girmesin diye kapısının arkasına taş koyuyor. Ancak konağın avlusunda bulunan peribacasının altındaki taşlar kimliği belirlenemeyen kişilerce çalındığı için bacanın yarısı konağın üstüne çöküyor; evin yarısını dolduruyor.

 

Kuruldan "köpek bağlamışlar" iddiası

 

 

Bu kadarla da bitmiyor. Evin bir sütunu yine kimliği belirsiz kişilerce bina yıkılsın diye (yerine bir otel ya da restoran yapmak için muhtemelen) tahrip ediliyor.

 

İddiaya göre, sütunun tahrip edilmesi sözlü şekilde Koruma Kurulu'na iletiliyor. Kuruldan gelen yanıtta "Sütuna köpek bağlanmış, ondan tahrip olmuştur" deniyor. Ardından hemen sütun sıvayla örtülüyor.

 

Bugüne geldiğimizde konağın ne kapısı var, ne penceresi. Son dönemde konağın bakanlıktan Kapadokya Meslek Yükseokulu'na restorasyon yapılmak üzere geçirildiği iddiaları var. Okul yönetimi ise henüz tahsil işleminin gerçekleşmediğini ancak konağın okula geçeceğini söyledi.

 

Sucuoğlu Konağı kurtuluşu için yıllar içinde gittikçe artan restorasyon maliyetinin karşılanmasını ve yerel yönetimlerin ilgisini bekliyor.

 

* Tahrip edilmiş kolonun fotoğrafı Mustafa Kaya tarafından 2011'de çekildi.

bianet.org, Haber: Nilay Vardar, 19.12.2012

BERBAT RESTORATÖRÜN TABLOSUNA 52 TEKLİF

 

İspanya'nın kuzeydoğusundaki Borja kasabasında 100 yıllık Hz. İsa freskini ucubeye çeviren 80 yaşındaki amatör ressam Cecilia Gimenez, eserlerini eBay'da satışa çıkardı.

Gimenez'in "Bodegas de Borja" (Borja'nın Şarap Mahzenleri) adını verdiği eser büyük ilgi görürken açık artırmada bin 80 euroya alıcı buldu.

Gelirini Katolik yardım kuruluşu Caritas'a bağışlayacağını açıklayan Cecilia Gimenez'in tablosuna 52 kişi teklif verirken açılış fiyatının üç katına çıktı.

Sabah, 19.12.2012

NEOLİTİK DEVRİMİN YERİ: GÖBEKLİTEPE

 

Urfa’da 12 bin yıl önce inşa edilmiş bir tapınak bulundu. Bu, dünyanın ilk tapınağı. Göbeklitepe, Çatalhöyük’ten 2000 yıl daha eski. Dünyanın en ünlü arkeologları, “Göbeklitepe her şeyi değiştirdi” diyor çünkü tarihi en az iki bin yıl evvele çekti.

 

Dedem arkeolojiye meftun bir adammış. İkinci Dünya harbinde Ohri’den Türkiye’ye gelince arkeologluğu bırakmak zorunda kalmış.  Nice Balkan’lı gibi, taşını, toprağını, çok sevdiği mesleğini içine gömmüş ve burada yepyeni bir hayat kurmaya bakmış. Dedemi hiç tanımadım. Ama onun arkeoloji sevdası benim ve kardeşime geçmiş olacak ki, arkeoloji sanatına olan merakımız ve heyecanımız çocukluğumuzdan beri hiç seyrelmedi. Şanslıyız çünkü bir arkeoloji cennetinde yaşıyoruz ve her geçen gün şaşırtıcı yeni bulgularla karşılaşıyoruz.

İlk tapınak
Sanıyorum bunlardan en önemlisi Göbeklitepe. Sadece şu ana kadar bildiklerimiz bile insanlık tarihini değiştirmiş durumda. Göbeklitepe ünlü arkeolog Gordon Childe’ın dediği gibi “Neolitik Devrim” yaratmış vaziyette. Neden mi? Peygamberler diyarı olarak bilinen Urfa’da 12 000 yıl önce inşa edilmiş bir tapınak bulundu da ondan. Bu dünyanın ilk tapınağı.

Bulunmaz nimet
Tabii bu buzdağının görünen yüzü. Son yıllarda dünyanın en ünlü arkeologları, “Göbeklitepe her şeyi değiştirdi” diyor çünkü tarihi en az iki bin yıl evvele çekti. Göbeklitepe, çoğumuzun bildiği Çatalhöyük’ten 2000 yıl daha eski. Burası büyük bir ihtimalle insanların avcılıktan çiftçiliğe geçip buğdayı ilk evcilleştirdiği nokta. Kısaca, medeniyet tarihi burada başlıyor diyebiliriz.


Neolitik Çağ insanların mağaralarda yaşayan avcı/toplayıcı yaşamdan yerleşik düzene geçtiği süreci anlatır. Bu dönem çoğu kişinin ilgisini çekmez. Müzeye gitseniz, bu döneme ait cilalı taşlar ve iskeletler görürsünüz, büyük memeli kadınlar ve koca gözlü idollere bakarsınız ama konuya özel ilginiz yoksa bu tarih ve objeleri size fazla uzak ve teorik gelir.


Oysa insanı anlamak için o çağa inilmelidir. Arkeoloji ve antropoloji bir nevi dedektifliktir. İnsanların tanrılarından korkularını ve inançlarını, ölülerinden diyetlerini, savaşlarını, ameliyatlarını, hayvanlarından hayat tarzlarını öğrenirsiniz. Bu bağlamda Göbeklitepe, bilim insanları için bulunmaz bir nimettir zira Cilalı Taş Devrinden bu yana, yani 1994 yılına kadar kapalı kalmış, adeta derin dondurucuda korunmuştur.


Neolitik insan, nedendir bilinmez, burasını dikkatli bir şekilde toprakla doldurup/mühürleyip terk etmiş. Aynı lavlar altında donmuş Pompei gibi, burası dokunulmamış bir cevherdir.

Almanya’da bestseller
1994’ten bu yana kazıları yöneten Prof. Klaus Schmidt’in konuyla ilgili kitabı Arkeoloji ve Sanat yayınlarında çıktı. Ne acıdır ki bizde pek ilgi görmedi ama Almanya’da bestseller oldu. Şu anda okuyorum, ilgilenenlere hararetle tavsiye ederim. Kitap, sıkıcı bir akademik dille değil sanki bir macera kitabı gibi Göbeklitepe’nin keşfini anlatıyor. Schmidt, büyük cümleler kurmuyor, bulduklarıyla bize daha çok soru sordurtuyor. Bana göre şu aşamada yapmamız gereken şey de bu. Eski arkeologlar, define avcıları gibi davranıp, dinamitle girerlermiş sitlere. Günümüzde ise çok ağır ve dikkatli çalışılıyor. Arkeoloji, sabır işi olmakla birlikte Urfa müze müdürün ve arkeolog Müslüm Ercan’ın hocasının da dediği gibi iyi bir hayal gücü, “atma gücü” gerektiren bir meslek.

Bir ulu ağaç
Gelelim sit alanına. Bir kere girdiğiniz anda coğrafyaya çarpılıyorsunuz. Bronte’nin Uğultulu Tepeleri gibi yaz-kış rüzgarlı, sulak bir bölgede buluyorsunuz kendinizi. Aşağıda bir çoban, gözünüzü acıtan yeşillikteki bir çayın kenarında koyunlarını otlatıyor. Arkeologlar, buranın su kültüyle ilgili olduğunu düşünüyor. Daha metal araç-gereçler yokken oydukları sert kayalar, suya verdikleri öneme işaret ediyor. Bulunan objelerden anlaşılıyor ki Neolitik çağda buraya yüzlerce kilometre öteden ziyaretçiler gelmiş.


Sonra bir ulu ağaç sizi karşılıyor, en tepede. Bu ağaç, Tim Burton’un film setlerine yakışır gotiklikte. Bekçi Mahmut Yıldız’la uzun uzun sohbet ediyoruz. Ataları bu topraklarda çiftçilik, çobanlık yapmış. Dedeleri, ulu olduğunu düşündükleri bu ağaca hastalarını taşımış, çocuğu olmayan kadınlar için burada kurban kesilmiş. (Sonra müzede gördüğüm çocuklu dikilitaş acaba aynı amaçla mı yapılmış diye düşünmeden edemiyorum).


Anadolu’da en sevdiğim görüntü, rengarenk bezlerin ve mendillerin bağlandığı bu ağaçlardır. Belli yerlerde, bin yıllar da geçse, dinler de değişse, gelenekleri kaybolmuyor. Neolitik insan, buradaki dikilitaşların dibine yaban domuzu heykelleri kondurmuş; adak mahiyetinde. Günümüzde ise her yıl koyun kesiliyor, diğer hayvanların sağlığını garantiye almak babında. Burasının kesintisiz bir kutsal mekan olduğu ortada.

 

Göbekli Tepe, Cilalı Taş Devri’nden 1994 yılına kadar kapalı kalmış, adeta derin dondurucuda korunmuş.




Milliyet, Yazı: Pelin Batu, 19.12.2012



******


BU İŞTE DE Mİ UZAYLI PARMAĞI MI VAR?

 

Göbeklitepe, kuşbakışı bakılınca, aynen bir göbeği andırıyor. (Bu arada, bağışlayın, ukalalık edemeden duramayacağım, müzedeki bir levha günümü gün ediyor. “It is located 6 km North of the center of Şanlıurfa as the crow flies”dan ne anlıyoruz? “Karga uçarken Şanlıurfa merkezinin 6 km kuzeyinde.” Oysa anlatılmak istenen basit kelime kuşbakışı. Galiba çevirmenin kuştan tek anladığı karga!)

 

 

Kazı alanı, 15-20 tonluk dikilitaşların örüldüğü bir daireden oluşuyor. T şeklindeki taşlar, 60-70 kilometre ilerdeki bir taş ocağından taşınmış. Daha tekerleğin t’sinin olmadığı bir dönemde bu sarp ve dik coğrafyaya yekpare dev taşları nasıl taşıdılar bilinmiyor, ama şimdiden çok sevilen “uzaylılar yaptı” söylentileri dolanmakta. Taşların devasa boyutları bir tarafa, üstlerindeki hayvan motiflerinin sofistikasyonu insanı hayran ediyor. Schmidt’in buraya “neolitik hayvanat bahçesi” demesi boşu boşuna değil. Taşların üstlerine işlenmiş envai çeşit mahluk ile tanışıyorsunuz. Tilkiler, turnalar, örümcekler, aslanlar, boğalar, ördek ve dinozor karışımı tuhaf varlıklar sizi tarihin ötesinden selamlıyor. Bir taşın üstündeki ejderha veya timsaha benzeyen bir yaratık, açık ağzıyla sizi ürkütüyor. Arkeozoolojik bilgilere göre Fırat ve Dicle’de ejder ya da timsah benzeri bir hayvana hiç rastlanmadığı için, resmedilmiş bu hayvan kafa karıştırıyor.

Göklerdeki ebedi yaşam
Benim en çok ilgimi çekense akbaba figürleri. Bunlar aynen Çatalhöyük’te olduğu gibi sıkça karşımıza çıkıyor. Akbabaların tanrılarla temasta olan varlıklar olduğu düşünülüyor. Hindistan’daki Zerdüştler ve Tibet’teki Budistlerde günümüze kadar gelen bir ritüel var: ölü, kimi zaman kafası kesilerek, taşların üzerine, akbabalara bırakılıyor. Ölü yiyici akbabanın ise, ölüm ve yaşamı birbirine bağlayan, insanın ruhunu semalardaki tanrılara taşıyan bir ulak olduğuna inanılıyor. Kendi gözlerimle bu ritüelin Neolitik insan tarafından taşa işlendiğini gördüm. Tabii bu inancın Göbeklitepe’den dünyanın dört bir tarafına yayılmış olduğunu söylememiz imkansız ama şu anda en eski bulgular burada. Belki gerçekten de inançlar gezicidir. Belki de insan birbirinden bağımsız olarak benzer inançlar geliştirmiştir, kim bilir?      

Ölüm kültleri
Akbaba demişken, civardaki mezarlıklar akla geliyor. Eriha, yani eski Urfa’daki iskelet buluntuları, yeni spekülasyonlar doğuruyor. İskeletler arasındaki genç insan oranının çok çok fazla olması, burada kurban edildiklerine işaret edebilir. Bu durumda, “normal” ölülerin bir başka tarafa defnedildiği, gençlerin ayrı tutulduğu gözüküyor. İnsan yine dedektiflik yapmadan edemiyor. Töre ya da namus cinayetlerinin en çok yaşandığı yerlerden biri Urfa olduğuna göre, acaba bunu da mı Neolitik insandan devraldılar diye düşünmeye başlıyorum. 

Işıldayan toprak
Göbeklitepe’de binlerce çakmaktaşının yaldız gibi parladığı bir toprağın üzerinde yürüyorsunuz. Bunlar, eski insanların yaptığı aletler. Her yere halı gibi serpilmişler. Yakında kazı alanının üstü kapanınca, böyle ışıldamayacaklar, o yüzden siz siz olun, çok geçmeden Göbeklitepe’nin bu bakir halini kaçırmayın. Müslüm Ercan, yapılan bilimsel tahkikatlarda Göbeklitepe’nin etrafında benzer 24 tane oval yapı olduğunu söyledi. Bu demek ki burası en az 70 sene daha kazılacak ve bizi şaşırtmaya devam edecek. Profesör Mithen’in dediği gibi, “Göbeklitepe, anlayabilmek için fazlasıyla olağandışı.”    

Milliyet, Yazı: Pelin Batu, 20.12.2012

İNANILMAZ KAFATASI!

 







Meksikalı arkeologlar öyle bir şeye rastladı ki gözlerinize inanamayacaksınız. Bu normalden uzun kafatasının Aztek ya da Mayalara ait olduğu sanılıyor.

 

Meksika'da köyde 25 kişinin mezarı bulundu. Bu kazıda bulunanlar arasındaki 13 kafatasının normalden uzun olduğu belirtilirken, içlerindeki bu en yassı kafatasının 1000 yaşında olduğu açıklandı.

Kafatasını bazı yöntemlerle sıkıştırarak uzatma şeklindeki gelenek Maya halkına ait bir yöntem.

Habertürk 19.12.2012

TÜRK HAMAMI İÇİNDE KÜTÜPHANE

 

  

 

8½ tarafından tasarlanan kütüphane "Urban Dreams Çağdaş Sanat Festivali" kapsamında Türk hamamı içerisine kuruldu.

Bir hafta süreyle 16. yüzyıla ait, Bulgaristan'ın Plovdiv kentinde bulunan Türk hamamının içerisine yerleştirilmiş Studio 8½ tasarımı ahşap kütüphane, mimaride eski ve yeninin birbirini tamamladığı ve yeni kullanımlara olanak veren bir örnek olarak ortaya çıkıyor.

 

Hamamın merkezine yerleştirilen kütüphane, oturma alanı, kitaplık ve multimedya noktası gibi gerekli ana fonksiyonları barındırıyor.

 

Çevredeki eski taş ve tuğla yüzeye kontrast kendi doğal rengiyle bırakılan ahşap kütüphane, hamamın ana salonu gibi dairesel bir forma sahip. Spiral şeklinde üç boyut kazanan mekan, 13 metre yüksekliğindeki görkemli kubbeye uzanıyormuş hissi yaratıyor. Basit ama iyi tasarlanmış aydınlatma sisteminin binanın yenilenmiş detaylarını vurgulaması ve tesisatı görünür hale getirmesi hamam ve kütüphane arasında sofistike bir bütünlük oluşturuyor.

Arkitera, 19.12.2012

ADNAN ÇOKER'İN 'RETROSPEKTİF III'ÜNE 650 BİN TL

 

 

22. Beyaz Müzayede'de Fahrelnisa Zeid'den Taner Ceylan'a çağdaş ve modern resmin ustalarına ait toplam 201 eser satışa sunuldu.

Türk çağdaş ve modern sanatının baş yapıtları, Sofa Otel'deki müzayedede sanatseverlerle buluştu. Müzayedede, Adnan Çoker'in en önemli başyapıtlardan ''Retrospektif III'', 650 bin TL'ye alıcı buldu.

Çoker'in kitabında yer alan retrospektif, ayrıca sanatçının hayatı boyunca yapmış olduğu en büyük 5 eser arasında bulunuyor.

 

 

Ömer Uluç'un ''Nü ve Kedi'' isimli yapıtının 500 bin TL'ye satıldığı müzayedede, Fahrelnisa Zeid'in bugüne kadar çok bilinmeyen bir ''Otoportre''si 350 bin TL'ye alıcı buldu.

 

 

Zeid'in Ürdün'deki aile koleksiyonundan çıkan bu resmin ön tarafında sanatçının Arapça imzası yer alıyor.

Fahrelnisa Zeid'in çok sayıda eseri, ekim ayında Londra'da yapılan müzayedede, Katar'da yerleşik müze tarafından yüksek fiyatlarla satın alınmıştı.

Türk çağdaş sanatının figür ustaları Mehmet Güleryüz, Komet ve Ergin İnan'ın eserleri de müzayedede satışa sunuldu. Güleryüz'ün ''Beni Sıkıyorsun'' adlı eseri 200 bin TL'ye satıldı.

Müzayedede Burhan Doğançay'ın ayrı dönemlerine ait 11 resmi satışa sunuldu. Sanatçının en çok talep gören ''Purple Ribbon'' adlı eseri 180 bin TL'ye alıcı buldu.

Fikret Mualla'nın ''bar'' konulu tuval üzeri yağlı boya başyapıtı da 95 bin TL'ye satıldı.

Habertürk, 19.12.2012

III. RAMSES CİNAYETİ TOMOGRAFİYLE ÇÖZÜLDÜ

 

 

Bilgisayarlı tomografiden geçirilen Mısır firavunu III. Ramses'in boğazında ölümcül bir kesik bulundu. Firavunu, MÖ 1155'te oğlunu tahta geçirmek isteyen karısının öldürttüğü sanılıyor.

 

Bilim insanları antik Mısır'ın firavunlarından III. Ramses'in cinayete kurban gittiğini ortaya çıkararak binlerce yıllık bir gizemi çözdü. "British Medical Journal" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre; III. Ramses'in mumyasının CT taramasında (Bilgisayarlı tomografi) firavunun boğazında ölümcül bir kesiğe rastlandı. İtalya'daki Mumyalar ve Buz Adamlar Enstitüsü'nden paleopatolog Dr. Albert Zink, Kahire'deki Mısır Müzesi'nde saklanan III. Ramses'in mumyasında yapılan araştırmada, gırtlağının hemen altında 7 santimetre uzunluğunda derin bir kesik bulunduğunu söyledi. Keskin bir bıçağın açabileceği bu kesiğin, kurbanın birkaç dakika içinde ölümüne yol açacağı belirtildi.

KEÇİ DERİSİYLE LANETLENDİ
Dr. Zink, "Tomografi daha önce keşfedilmemiş kesiği ortaya çıkarmamıza yardımcı oldu. III. Ramses'in oğlu Prens Pentavere'ye ait olduğu sanılan mumyanın boynunda da olağandışı izlere rastladık. Bu kişinin asıldığını ya da boğularak öldürüldüğünü düşünüyoruz" dedi. Prens Pentavere'nin cesedinin diğer kraliyet ailesi mensuplarının aksine temizlenmemiş keçi derisiyle sarıldığını belirten Dr. Zink, keçi derisinin ruhun diğer dünyada cezalandırılması için uygulanan bir gelenek olabileceğine dikkati çekti. Torino Papirüsü gibi antik belgeler, MÖ 1155'te haremde bulunan kişilerin, III. Ramses'i öldürmeye çalıştığını yazıyordu. Ancak belgelerde suikast girişiminin başarılı olup olmadığı belirtilmiyordu. Torino Papirüsü, firavunun bilinen iki eşinden biri olan Tiye ve veliaht prens Pentavere'nin de aralarında bulunduğu bazı kişilerin suikast girişimiyle ilgili olarak yargılandığına ve çeşitli cezalara çarptırıldığına işaret ediyor. Papirüse göre, babasına karşı ayaklanma başlatan Prens Pentavere, daha sonra intihar etmiş.

MUMYADAKİ ŞİFRE
Dr. Zink, III. Ramses'in boğazındaki kesiğin içine yerleştirilmiş bir "Horus'un Gözü" tılsımı bulduklarını kaydetti. Horus'un Gözü, antik Mısır'da Güneş tanrısı Horus'un gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağını, insanın iç alemindeki her niyet ile yeryüzü üzerindeki her şeyin tanrı tarafından bilindiğini simgeliyordu.

Sabah, 19.12.2012

2. BAYEZİD SERGİSİ AÇILIYOR

 

 

Sultan 2. Beyazıt'ın vefatının 500 yılı dolayısıyla Topkapı Sarayı Müzesi'nde yarın "2. Beyazıt Sergisi" açılacak.

 

Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Haluk Dursun, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 28 Ocak'a kadar sürecek serginin, sadece Topkapı Sarayı Müzesi envanterlerinde kayıtlı bulunan eserlerden, müze uzmanlarınca yapılan değerlendirme sonucu oluşturulduğunu söyledi.

Dursun, sergide, Sultan 2. Beyazıt'ın altınla çekilmiş tuğrasının olduğu ve kendisinin şehirciliğe vermiş olduğu önemi gösteren bir berat, Sultan'ın dönemine ait minyatürlerin yer aldığı kitaplar ile Kur'an-ı Kerim 'in gelmiş geçmiş en ünlü hattatlarından Şeyh Hamdullah tarafından istinsah edilen bir örneğinin bulunduğunu belirtti.

KABE KİLİDİ, BEYAZIT'IN ENTARİSİ, ŞEHZADE KORKUT'UN TÖREN KAFTANI... 

Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümü'nde korunan Osmanlı Kabe Kilit ve Anahtar grubunun en erken örneklerinden bir Kabe Kilidi, Topkapı Sarayı zengin koleksiyonları içerisinde yer alan Osmanlı sultanlarının geleneksel kıyafet örneklerinden Sultan 2. Beyazıt'ın entarisi ve Şehzade Korkut'un tören kaftanı, okçuluğa büyük merakı ve kabiliyeti olan 2. Beyazıt'a ait yay ve kılıçların yine bu sergide görülebileceğini ifade eden Dursun, şunları kaydetti:

“Sultan 2. Beyazıt, halk tarafından 'Veli' derecesine yükseltilen bir padişah olmasına ve 1481'den 1512'ye 31 yıl tahtta kalmasına rağmen, ne yazık ki babası Fatih Sultan Mehmet'in ve oğlu Sultan Selim Han-ı Evvel'in büyüklüğü, şöhreti, şanı karşısında gölgede kalmış, tabiri yerinde ise kıymeti yeterince bilinmemiştir.

Sultan 2. Beyazıt'ın, Beyoğlu Belediyesi ve Topkapı Sarayı'nın işbirliğiyle geçmişten günümüze bir uzantısı ve yansıması olarak, bu sergiyle hatırlatılacağını düşünüyoruz.”

Radikal, 18.12.2012

MİLET ANTİK KENTİ DENİZLE BULUŞACAK

 

Didim'de bulunan Milet antik kentine denizden tekneyle gidilebilmesi amacıyla proje başlatıldı.

 

"Milet'in Denizle Buluşması" projesiyle ilgili bilgilendirme toplantısı D-Marin Didim Marina'da yapıldı.

 

Toplantıda projeyi açıklayan Didim Turizm Altyapı ve Hizmet Birliği Başkanı Salih Bankoğlu, Büyük Menderes'in bir kolunun uzandığı Milet antik kentinden nehrin denize döküldüğü yer olan su yolunun ıslah edilmesini içeren projenin Aydın Valisi Kerem Al tarafından da desteklendiğini ifade etti.

 

Büyük Menderes'in denize döküldüğü dalyandan Milet'e 1 saat 45 dakikada varılabildiğini, Milet'e 10 dakikalık yürüyüş mesafesinde teknelerin demirlenebildiğini anlatan Bankoğlu, Altınkum'dan Milet'e yapılacak tekne yolculuğunun ise yaklaşık 3 saat süreceğini ifade etti.

 

Bankoğlu, proje kapsamında DSİ tarafından kanal temizliği yapılmasının gerektiğini, bu konuda gelecek yıl harekete geçilmesini umduklarını, projenin ikinci etabında da su yolunu Bafa Gölü'yle birleştirmek istediklerini kaydetti.

 

Projenin Didim turizmine büyük katkı sağlayacağını ifade eden Bankoğlu, Türkiye'yi ziyaret eden turistler için de güzel bir alternatif sunulmuş olacağına dikkati çekti.

 

Didim Kültür Mirasını Koruma Derneği Başkanı Mustafa Şentürk ise bugüne kadar tarih turizminde sadece Apollon Tapınağı'nı kullandıklarını, Milet antik kentinin denizle buluşmasıyla ilçeye olan ilginin artacağını söyledi.

 

Şentürk, bölgenin doğal zenginliğinin de korunması gerektiğini belirterek projenin ikinci etabı olan Bafa Gölü bağlantısıyla Myos ve Heraklia antik kentlerine de ziyaretçilerin tekneyle gelmesinin mümkün olabileceğini ifade etti.

 

Aydın İl Genel Meclisi Üyesi Hasan Yavuz ise Güney Ege Kalkınma Ajansı'na sunulması halinde proje giderlerinin yüzde 70'inin ajans, kalanının da İl Özel İdaresi tarafından karşılanabileceğini belirtti.

haberler.com, Haber: Bahri Aşık / Suat Deniz / Tolga Albay, 18.12.2012

GÖRSEL SANATLAR TARİHİ MASAYA YATIRILIYOR

 

 

Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye Şubesi (AICA Türkiye), Türkiye görsel sanatlar tarihinin son 30 yılıyla, tanıklıklar ve paylaşımlar aracılığıyla ilişkiye geçmek amacıyla, Aralık 2012 – Ocak 2013 ayları içinde "1980’den Günümüze Türkiye’de Görsel Sanatlar: Tanıklıklar ve Paylaşımlar” başlıklı bir konuşma dizisi düzenliyor.

 

Üç kronolojik başlıktan oluşan oturumlarda, 21-22 Aralık’ta 1980’ler, 28-29 Aralık’ta 1990’lar ve 4-5 Ocak’ta 2000’ler konuşulacak. Oturumlar, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sedat Hakkı Eldem Oditoryumu’nda gerçekleşecek.

 

Etkinlik, altı gün sürecek oturumlarda Mehmet Güleryüz, Komet, Erdağ Aksel, Bedri Baykam, Devrim Erbil, Rabia Çapa, Sevil Binat, Besi Cecan, İpek Duben, Balkan Naci İslimyeli, Süreyyya Evren, Erden Kosova, Beral Madra, Levent Çalıkoğlu, Serhan Ada, Zeyno Pekünlü, Vecdi Sayar’ ın da bulunduğu Türkiye’nin ulusal ve uluslararası alanda emek veren sanatçı, sanat tarihçi, küratör, yazar, eleştirmen, galerici ve basın mensupları ile yayıncı ve kültür girişimcilerini buluşturacak.

 

1980’ler dönemi üzerine konuşmalar, Sanatta Dönüşümler, Sanatçılar, Atölyeler, Galeriler ve Basın alt başlıklarını içerirken,  1990’ları konu alan konuşmalar ile Sanatçılar, Bienaller, Sanatçı Kolektifleri ve Sergiler, Küratörlük, Yayıncılık ve Eleştiri konuları masaya yatırılacak. Etkinliğin üçüncü ve son bölümü olarak tasarlanan 2000’ler dönemi konuşmalarında tartışılacak başlıklar ise Sanatçılar, Bağımsız Oluşumlar, Çok Merkezli Sanat, Kurumlar, Sanat Piyasası, Yayıncılık, Kültür Politikaları, Eleştiri ve Eleştirmenlik olarak sıralanıyor.

Habertürk, 18.12.2012

'KÜLTÜR VARLIKLARI' MEYDAN SAVAŞI

 

“AMA dünya ile aramızı bozmayalım şimdi” diye itiraz ediyor Dışişleri Bakanlığı. Kültür Bakanlığı yurt dışında bize ait kültür varlıklarının iadesi için girişimde bulunacağı zaman.

Olayın bu yönü bizim kendi içimizdeki skandal. Kültür Bakanlığı kol kırılır, yen içinde kalır, sözünden hareket ederek, Dışişlerini ikna ediyor. İkna odasını takiben Kültür Bakanı Ertuğrul Günay kültür varlıklarımızın iadesiyle ilgili olarak yoğun çaba harcıyor. Bunun sonucunda:

Mermer, bronz ve ahşap eserler, yüzükler, heykel başları, sikkeler, padişahlara ait eşyalar Almanya, İngiltere, İsviçre, Hırvatistan, Sırbistan, Amerika başta olmak üzere çeşitli ülkelerden, toplam üç bin 697 eser son bir-iki yılda bize iade ediliyor.

Geçen cumartesi Berlin Müze Müdürünün Der Spiegel’de Ertuğrul Günay’ı ve Türkiye’yi hedef alan röportajını aktarıyorum. Yazı üzerine Günay arıyor ve ayrıntılı bilgi veriyor.

Günay sanıyorum Der Spiegel’e açıklama gönderecek, ayrıca resmi kanallardan Alman makamları nezdinde girişimde bulunacak. Çünkü, Bakan Günay “Berlin Müze Müdürü doğru  söylemiyor” diyor.

 

DÖRT ÜLKE BİRLİKTE

Ve ekliyor:

“Biz, bizim kültür varlıklarımızı istemeye başladığımızdan bu yana, Batı basınında sert yazılar çıkıyor”.

Osmanlı 1906 yılında kültür varlıklarının yurt dışına çıkartılmasını yasaklıyor. Buna rağmen, dünyanın dört bir yanındaki müzelerde bizim eserler var. Onlar çalıntı.
Şimdi çalınan mallarımızı geri isteyince, kıyamet kopuyor.

Günay çalıntı eserlerle ilgili ortak bir proje geliştiriyor. Mısır, Yunanistan ve Bulgaristan ile. Onların da varlıkları çalınmış. Bulgaristan ile anlaşma var, diğer iki ülke ile de temas sürüyor. Dört ülke birlikte davranacak.

Çalıntı varlıklarla ilgili etik kurala uyan ülke Amerika. Onlar eserleri hemen iade ediyor. Avrupa ülkeleri, deyim kötü ama, resmen çamura yatıyor.

 

MÜZELER VE KAZILAR

Yabancıların iddiası şu. “Siz bizimle kazılarda işbirliği yapmıyorsunuz, ayrıca müzeleriniz kötü”.

Ertuğrul Günay iddiayı yanıtlıyor:

“Doğru değil. Bakanlar Kurulu kararı var. Halen yabancılarla sürdürdüğümüz 42 kazı var. Bunların dokuzu Almanlarla, kazı için 18 anlaşmanın altısı yine Almanlarla. Didim, Hattuşaş, Truva ve Milet’te. Kazılara yılda 25 milyon dolar ayırıyoruz. Bunlar tamamlanıncaya kadar yeni kazıya izin vermiyoruz”.

Ya müzeler? Günay:

“Son iki yılda on yeni müze açtık.  Yirmi müzeyi yeniledik. On sekiz müze  yenilenme yolunda”.

Berlin Müze Müdürü ileri geri laflar ediyor ama, örneğin bir başka resmi bilgi daha var. 5 Temmuz ve 18 Eylül 2012’de bize ait eserlerin iadesi için Alman Hükümetine iki başvurumuz var. Buna karşılık, Berlin’den henüz bir yanıt yok.

Göze o kadar çarpmayan bir mücadele sürüyor, savaş gibi. Siyasi olarak ve basın üzerinden. Adamlar kaçırdıkları varlıkları geri vermemekte direniyor.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 18.12.2012

KAPADOKYA'YI KİM KORUYOR?



 

Kapadokya Bölgesi'nde Nevşehir'e bağlı Uçhisar Beldesi'nde otobüsten iniyorum.

 

Soru sorabileceğim tek bir kişi yok. Arada yerel halkın yaşadığı tek bir ev yok. Sanki bir oteller mahallesindeyim.

 

Lafta değil, gerçekten dünyada eş benzeri olmayan peribacalarıyla ünlü Kapadokya, özellikle son beş yıldır geleneksel mimariyi, kentin silüetini bozan, sayıları hızla artan ve bölgeyi insansızlaştıran otellerle boğuşuyor.

 

UNESCO'nun korunması gereken dünya miras listesinde 911 yer var; Kapadokya bu yerler içinde hem doğal hem de kültürel miras listesindeki 27 yerden biri.

 

37 yıldır bu listede ama Kapadokyalıların yüzde 94'ü, turistlerin ise yüzde 75'i bundan haberdar değil.

 

Milyonlarca yıl önce oluşan peribacaları içinde kalan Kapadokya'ya (başta Nevşehir, Kırşehir, Aksaray, Kayseri, Niğde'ye yayılan bölge) yılda gelen turist sayısı 2,2 milyon.

 

Turistik bölgede yaklaşık 25 bin yatak olduğu tahmin ediliyor. Otele ihtiyaç yok demek, gerçeği yansıtmıyor; çünkü turist sayısı artsın isteniyor.

 

Sıkıntı, bu yapılaşmanın kontrolsüz, plansız ilerlemesi ve turizm uğruna yapılanların turizmi bitirecek noktaya gelmesi.

 

Uzun süredir sivil toplum örgütleri, Kapadokya'nın planlı şekilde korunmamasından şikayetçiydi, ancak hem olanakların yetersizliğinden hem de halkın ilgisizliğinden güçlü bir itiraz yükselememişti.

 


Arinna Lodge Otel

 

Taa ki, Uçhisar Beldesi'ndeki Arinna Lodge Otel ve yanındaki CCR Hotels'in her yerden gözüken inşaatları yükselene kadar.

 

200 kişilik bir grup, inşaat projelerini geçiren Koruma Kurulu'nun önünde toplanıp protesto eylemi yaptı. Ardından önce Arinna Lodge Otel sonra CRR Hotels'in inşaatları projeye uygun yapılmadığı gerekçesiyle geçici olarak durduruldu.

 


CCR Hotel's

 

Bu bir ilkti.

Peki, buna benzer otellerin projeleri Koruma Kurulu'ndan nasıl geçiyor, yasalara göre bunları denetlemesi gereken belediyeler ne yapıyor, bölgeye uygun oteller nasıl olmalı?

 

bianet, bölgeye giderek endişeleri ve talepleri dinledi.

 

Yüksel: Kurulun hassasiyetlerini anlayamıyoruz

İlk sözü, 93'te kurulan ve bu projeleri onaylayan Koruma Kurulu'nda görev yapmış, şimdi de bu projelerin denetlenmesinde bilirkişilik yapan arkeolog Filiz Yüksel'e veriyoruz.

 

Yüksel, ikisi de kentsel sit alanı içinde olan otelleri "ucube" olarak nitelendirdi.

"Koskoca iş makineleri ile iki inşaatta da kum ocağında çalışır gibi 24 saat çalıştılar. Peri bacaları zaten zamanla iyicene eridi, iş makinesi çarpsa ne olacak? Kayaları kafalarına göre kestiler. Biri dört katlı bina yapmış, ötekisi kocaman beton kütlesini koymuş."

 

Yüksel, hedeflerinin otel sahipleri değil Koruma Kurulu olduğunu belirterek "Bir Koruma Kurulu bu projelere nasıl izin verebilir" diye soruyor.

 

"Sıradan bir vatandaşın asla böyle bir şey yapmasına izin verilmez. Onlarca insan içinde yaşadıkları evleri elleriyle kazdı, bir pencere taktı, üzüm bağına kazma kürek için bir baraka ya da ahşap gölgelik yaptı diye hapis cezası aldı. Bu kadar ufak şeyler için insanları cezalandıran kurul, iş makineleri ile yapılan otellere izin veriyor. Kurulun hassasiyetlerini anlayamıyoruz; demek ki buradaki hassasiyet ranttan yana."

 

"Bu işin bir standardı olması lazım" diyen Yüksel, iki katı aşan, tek düze, doğal yapıyı korumayan, bölgeyi insansızlaştıran projelere izin verilmemesi gerektiği görüşünde.

 


Bölgenin eski görünümü

 

Bir dönem herkes hapis yatmış

Kapadokya'da, eskiden doğal yapıyı bozduğuna karar verilenler ağır cezada yargılandığı için onlarca insan hapis yatmış.

 

Göreme Kültür Varlıkları Koruma Derneği Başkanı ve otel işletmecisi Ali Yavuz, "Biz bilinçli değildik. Neyi korumamız gerektiğini bilmiyorduk. Deneme yanılmayla öğrendik. Halkın bu konuda bilinçlendirilmesi şart" diyor. Butik otelinde bacaların arasına sekiz basamak merdiven yaptığı için sekiz ay yatmış.

 

Turizmi Geliştirme Kooperatifi Başkanı Mustafa Durmaz, Göreme Açık Hava Müzesi önüne turistler çamurda yürümesin diye yaptığı parke taşları nedeniyle sekiz ay hapis yatmış.

 

Böyle örnekler çok fazla. İşte bu yüzden "Adalet duygumuzu kaybettik. Biz boşuna mı hapis yattık" diyorlar.

 

Aslan: Turistleri yan sokaklardan geçiriyorum

İşin turizm kısmına gelirsek Rehberler Derneği Başkan Yardımcısı Aslan Özcan, turistlere dert anlatmaktan yorulmuş.

"Avrupalı turistlerin sorularından bıktım. Sokakları değiştirerek onları hep en güzel yerlerden gezdirmeye çalışıyorum. Yoksa sürekli nasıl bu güzellikleri koruyamıyorsunuz diye kızıyorlar."

 

Öcmen: Geleneksel mimarı korunmalı

Peki, turistik bir bölgede otel ihtiyacı varsa, herkes geleneksel evlerde, peribacalarının içinde uyumak istiyorsa, nasıl bir çözüm bulunacak.

 

Ürgüplü yüksek mimar Tunçel Öcmen, "Böyle giderse Avrupa'nın örnek aldığı Ürgüp'teki mimarı tarz tamamen yok olacak" diyor.

 

"Zaten eski yapılar teker teker yıllar içinde yıkıldı, taşları çalındı. Benim hatırladığım iki kilise, kocaman bedesten yıkılanlar arasında. Kalanları da koruyamıyoruz. Ben korumacı bir insanım, ancak peribacalarına otel yapılmasına hiçbirimiz karşı değiliz. Ama öyle bir boyuta geldi ki, tüm kaya mezarları otele dönüştü. Sonuçta buraları insanların kendi mülkü de olsa kültür varlıkları olarak tescil edilmeli. Eskiden insanlar bilmeden yanlışlar yapıyordu ama şimdi yüzde 90'ını bölge dışından gelen otelciler bunu bilerek yapıyor."

 

Koruma Kurulu ve yerel yönetimleri eleştiren Özcen şöyle konuştu:

"Proje kuruldan bir şekilde geçiyor. Belediye bunu kontrol etmiyor. Sonra şikayet geliyor. Ve ceza yazılıp, düzeltin deniyor. Ancak burada yapılan şeyler dönüşü olmayan bozulmalar.

Yani iş işten geçmiş oluyor.

 

"Sadece en az müdahale ile doğal yapıyı, geleneksel yaşam tarzını bozmayan değişimlere izin vermeli. Ama iki oda fazla olsun diye bacaların içinin oyulması kabul edilemez."

 

Kaya: Kapadokya kanunu gerekli

ÇEKÜL Ürgüp temsilcisi Mustafa Kaya da Kapadokya'da otellerin çoğalmasıyla yerel halkın dağıldığını ve bir yaşam alanı kalmadığını söylüyor.

 

"Turistler otobüsleriyle otele gelip, iki peribacası görüp gidiyor. Çünkü yerel halkın yerini her yerde otel aldı. Eskiden çarşıdan alışveriş eder, akşamları kahvede otururlardı. Kültür turizmi için gelenlerin özellikle istediği halkla ilişki kurmak. Bu ortadan kalktı."

 

Kaya, ÇEKÜL çalıştayında da bölgesel yönetim planı, Kapadokya Kurulu, bilinmeyen varlıkların envanteri, korumada sivil katılım, ekoloji ekonomi dengesinin yaratılmasına dair kararlar alındığını aktardı.

 

Kaya: UNESCO gelip, incelemeli

Ürgüplü Tekiner Kaya da, Kapadokya'daki bozulmayı yüzde 1 olarak gösteren UNESCO'ya tepki göstererek mutlaka bir heyetin yerinde bölgeyi incelemesi gerektiğini söylüyor.

 

Turizmin "üretim" yerine "tüketim" odaklı olduğunu dikkat çeken Kaya, bağ bozumu şenliklerinin dahi sembolik yapıldığını belirterek "doğa, kültür, inanç turizmi" yapılan böylesi önemli bir yerin çok ciddi bir plana ihtiyacı olduğunu söylüyor.

 

TMMOB'a bağlı Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nden de bir heyet Arinna Otel'i incelemek için Uçhisar'daydı; heyet konuyu değerlendirdikten sonra gerekirse otele dava açacak.

bianet.org, Haber: Nilay Vardar, 18.12.2012

YENİLENEN AŞİYAN MÜZESİ İSTANBULLULARI BEKLİYOR

 

 

Tevfik Fikret’in bir dönem yaşadığı Aşiyan Müzesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yenilendi. Müzenin tanıtımında konuşan Başkan Topbaş, “Orijinaline uygun olarak yenilenen bu eser, gençlerimiz başta olmak üzere bütün milletimizin ziyaret edebileceği çok güzel bir yer oldu” dedi.

 

Şair Tevfik Fikret’in bir dönem yaşadığı ve 1945 yılında Edebiyat-ı Cedide Müzesi’ne dönüştürülen Aşiyan Müzesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yapı İşleri Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılarak 1 milyon 128 bin lira harcanarak tamamen yenilendi. Bir buçuk yıl süren kapsamlı bir restorasyon çalışmasıyla modern bir görünüme kavuşan müzenin onarımında orijinal yapıya sadık kalınarak, bozulmamış özgün malzemelerin tamamı korundu. Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü tarafından iç mekan ve tefrişat düzenlemeleri orijinal eserlere uygun olarak yapıldı.

Müzenin tanıtım törenine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın yanı sıra, Tevfik Fikter’in akrabalarından Yazar Orhan Karaveli ve Yeditepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Nedret Kuran Burçoğlu ile Başkan Kadir Topbaş’ın Danışmanları Tülin Ersöz ve Nadya Taşel de katıldı. 

 

Törende konuşan Başkan Kadir Topbaş, binlerce yıl medeniyetler kurmuş milletimizin aydınlanma sürecinde Tevfik Fikret gibi fikir adamlarıyla dünyanın gelişim ve değişimini yakinen okuyarak ülkemize katkı sunduğunu söyledi. “Ekibimle birlikte, güzel bir insanın yattığı yerdeki evini restore etmeninin mutluluğunu yaşıyoruz” diyen Kadir Topbaş, “Bugün de dünya önemli bir değişim sürecinde. Bunu okuyabilenler dünyada kendilerini hissettirirler. Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki sıkıntılı dönemde Türkiye Cumhuriyeti kurularak bitmiş denilen bir millet yeniden ayağa kalkmıştır. Burada devlet adamları, sanatçılar, fikir adamları, herkesin katkısı var” şeklinde konuştu.

 

Aşiyan Müzesi’nin, şehrin tarihe tanıklık eden hafızalarından biri olması ve Tevfik Fikret’in bizzat projesini çizmiş olması nedeniyle çok önemli olduğunu vurgulayan Başkan Topbaş, sözlerini şöyle sürdürdü; “İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak kentin tarihinde kalan ne varsa gün yüzüne çıkartarak İstanbullulara ve dünyaya sunmak adına görev yapmaktayız. Destek veren herkese teşekkür ediyoruz. Burası gençlerimiz başta olmak üzere milletimizin ziyaret edebileceği çok güzel bir müze oldu. Hatta açılan kapalı odalarıyla, fotoğraflarda görülen bazı eşyaların yeniden imal edilmesiyle çok özel bir çalışma yürütüldüğünü herkes gururla görecek. Fotoğrafından yararlanılarak Tevfik Fikret’in bal mumu heykelini dahi yaptık.”

 

Dünyayla rekabet etme noktasında geleceğe birlik ve beraberlik içinde yürümemiz gerektiğinin altını çizen Topbaş, “Bu müzede olduğu gibi geçmişimizin değerlerini de zinde tutarak iyi öğrenilmesini ve geleceğe aktarılmasını sağlamak zorundayız. Nerelerden geldiğimizi buralara bakarak bilmek zorundayız. İnanıyorum ki Aşiyan Müzesi herkesin uğrak yeri olacak. Bu güzelliklerin sayısını arttırmayı diliyorum. Kabri de buraya alınan Tevfik Fikret’in de ruhu şad olsun” dedi.

 

Yazar Orhan Karaveli ve Yeditepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Nedret Kuran Burçoğlu da yaptıkları konuşmada Tevfik Fikret’in sanatçı kişiliğine ve eğitim hayatındaki başarısına dikkat çekerek, Aşiyan Müzesi’nin yenilenerek geleceğe taşınmasını sağlayan Başkan Kadir Topbaş’a ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkür ettiler. Törende konuşmaların ardından Başkan Topbaş ve beraberindekiler müzeyi gezdiler.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 1.12.2012

BİTLİS'İN SİMGESİ BEŞ MİNAREDEN BİRİ KAYIP

 

 

Türkülere konu olan, filmlere ilhan kaynağı olan birçok manide yer alan ve Türkiye'nin değişmeyen simgeleri arasına giren Bitlis'teki tarihi beş minareden biri kayıp. 1916 yılındaki Rus savaşı döneminde her tarafın tahrip edilmesinden sonra ayakta kalan 5 tarihi minareden birinin nerede olduğu, ne zaman yıkıldığı bilinmiyor.

 

Araştırmacı yazar Mehmet Törehan Serdar, yaptıkları araştırmalar neticesinde Bitlis'teki 5 minareden birisinin yıllardır kayıp olduğunu ortaya çıkardıklarını söyledi. Şu anda Şerefiye Camisi, Ulu Cami, Meydan Camisi ve Gökmeydan Camisi adlı 4 tarihi camide 4 minare bulunduğunu belirten Serdar, beşinci minarenin nerede, hangi camide olduğu ve ne zaman yıkıldığı konusunda bilgi olmadığını kaydetti. Araştırmacı yazar Mehmet Törehan Serdar, Bitlis'teki diğer minarelerin yeni yapılan camilere ait olduğunu vurguladı. Mehmet Törehan Serdar, 8 Ağustos Mahallesi'nde bulunan Kadri Camisi'ne ait minarenin 1950 yılında şiddetli rüzgar tarafından yıkıldığı bilgisinin kulaktan kulağa dolaştığını kaydeti. Serdar, "O bilgi de net bir bilgi değil. Sadece yaşı 70'in üzerinde olan vatandaşların verdiği bir bilgi." dedi.

Bitlis Kültür Müdürlüğü yetkilileri de ellerinde kayıp olan minarenin ne zaman kaybolduğu ya da yıkıldığıyla ilgili bilgi bulunmadığını bildirdi. Yetkililer, kayıp minarenin Kalealtı Camisi'nin yanında olduğunu ve yıkıldığını, fakat ne zaman yıkıldığı nasıl yıkıldığı konusunda herhangi bir bilgilerinin olmadığını söylediler. Yetkililer, "Kale Camisi'nin üzerine sonradan küçük bir minare yapılmış. Kayıp minare hakkında elimizdeki tek bilgi bu." diye konuştu.

BİTLİS'TE BEŞ MİNARENİN HİKAYESİ
Biri kayıp olan 5 minarenin hikayesi ise şöyle: 1916 Rus işgali sırasında Bitlis, harabe şehir görüntüsü alır. Savaş esnasında Bitlis'ten kaçan bir baba ve oğul, düşmanın çekilmesinden sonra Bitlis'e dönmek üzere yola çıkar. Baba ve oğlu, şehre hakim konumdaki Dideban Dağı eteğine varır. Baba, şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu şehre gönderir. Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan babasına şöyle seslenir: "Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış." Bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle bir ağıt yakarak oğlunu yanına çağırır: Bitlis'te beş minare, beri gel oğlan beri gel, Yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel.

Bu ağıt zamanla türkü, manilere ve filmlere konu olarak günümüze kadar gelir.

Star, 18.12.2012

İSTANBUL'UN EN ESKİ 'SU YOLU' BULUNDU

 

 

Küçükçekmece Gölü kıyısında İstanbul'un en eski yerleşim yerine ilişkin kazılar devam ediyor. 2007'de tespit edilen tarihi kentte arkeolojik kazılar 2009'da başladı. 2011'de yapılan çalışmalar sırasında tarihi kentin su ihtiyacını karşılamak amacıyla oluşturulmuş bir sarnıç bulundu. 2012'de devam eden çalışmalarda da sarnıca su getiren kanallar ve su yolları tespit edildi. Bathonea kentinin arkeolojik çalışmalarıyla ilgili İl Genel Meclisi binasında toplantı düzenlendi. Toplantıda konuşan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, kazı çalışmaları esnasında mükemmel bir su yolunun bulunduğunu belirterek, "Bildiğimiz açıktan giden bir su yolu değil. Bathonea kazıları içinde sadece 300 metresi keşfedildi. İstanbul için çok kıymetli bir yer ortaya çıkarıldı. Şehre su taşıyan çok önemli bir su hattı. Şu ana kadar 5 noktada kapak sistemi bulundu. Kapaklardan içine girerek temizleme yapılmış. Günümüzdeki su yollarının bire bir aynısı inşa edilmiş" dedi. Kocaeli Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün, Roma döneminden Osmanlı Devleti'ne kadar kullanılan büyüktaşlarla düzenli şekilde oluşturulmuş bir yol bulunduğunu söyledi. Ayrıca 5-6'ncı yy'da yapılmış dini yapıya rastladıklarını belirten Aydıngün 1034 tarihli bir sikke bulunduğunu, tarihi yerleşim alanının o yıllarda oluşan depremle toprağa gömüldüğünü ifade etti. Bathonea kentinin 12. yy'a ait yaşam izleriyle son bulduğunu kaydeden Aydıngün, kazı alanında bulunan tarihi eşyalar ve objeler hakkında bilgi verdi.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 18.12.2012

 

******


BATIK KENTİN SU KANALLARI BULUNDU

 

 

Küçükçekmece Gölü kenarında Bathonea Antik Kenti’nde müthiş keşif yapıldı. 2 bin yıllık su yolu hala işler vaziyette bulundu. Çeşmesinden su akan yolun içine giren mağaracı ekip, yeraltındaki su yolunda yaklaşık 200 metre ilerledi. 5 tahliye bacası bulunan su yolu, İstanbul tarihi için önemli bir buluş olarak nitelendirildi.


İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Yenikapı kazılarından sonra İstanbul’un en önemli kazısı olarak nitelendirdiği Bathonea kazıları için önümüzdeki yıl çok daha önemli buluntular beklediklerini belirtti. Bugüne kadar bilim dünyası Küçükçekmece Gölü kenarında bir antik kentin varlığından haberdar değildi. İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, ‘‘Kazı alanının ören yeri olması için müracaat ettik. İstanbul yeni bir turizm gezi alanı kazandı’’ dedi.

İlk tarımın izleri
Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında Kocaeli, İstanbul ile yabancı üniversitelerden bilim insanlarının katılımıyla Avcılar ve Küçükçekmece ilçeleri sınırları arasında sürdürülen Bathonea kazıları 2012 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği ile yapıldı. İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi’nce geniş bütçeli ödenek sağlandı. Yüzey araştırmalarında ilk tarımsal faaliyetlerin yapıldığını gösteren naviform biçimli taş aletler, Neolitik – Demirçağlar (MÖ 8000-1000) arası seramikler, Hellenistik dönem (MÖ 4. yüzyıl) amfora parçaları, göl kıyısı boyunca uzanan duvar kalıntıları, Roma dönemi sütun başlıkları ile eserleri bulundu. Kıyı ve göl içinde gemi çapaları tespit edildi.


Göl çevresinde yer alan duvarların bir rıhtım yapısına ait olduğu düşünülüyor. İskele yapıları ve yol sistemi ise bölgede askeri ve ticari limanlar olduğu olasılığını güçlendiriyor. Ayrıca göl içinde antik bir fenere ait olabilecek kalıntı belirlendi.


2011’de orijinal uzunluğunun 120 metreye varacağı tahmin edilen 14 metre genişliğinde 7 metre derinliğindeki dev sarnıca ulaşıldı. İmparator Konstantin ve dönemin önemli din adamlarının adını taşıyan damgalı tuğladan inşa edilan ve 7 bin metreküp su alabileceği hesaplanan sarnıcın döneminin en büyük sarnıçlarından biri olduğu sanılıyor.


2012 yılı kazılarının en önemli keşfi ise toprak altında yüzlerce metre devam eden su kanalları. İşçilik ve inşaat tekniği yönünden bazı bölümleri Geç Roma ve bazı bölümleri Roma İmparatorluğu dönemine tarihlenen kanallar, hem burada büyük bir yerleşimin varlığını ispatlıyor hem de dönemin temiz su sisteminin bozulmadan günümüze gelebildiğini gösteriyor. ‘Apsisli Yapı Kanalı’ ve ‘Büyük Sarnıç Kanalı’ olarak adlandırılan iki su tüneli ASPEG Anadolu Speleoloji Grubu Derneği (Mağara Araştırma Grubu) üyeleri tarafından araştırıldı.


Her iki tünelin yapılış amacının, yeraltı suyunu tünel içine aktarma ve aynı tünel içinde çok az bir meyille akıtarak yeryüzü seviyesinin üzerine kadar çıkartma amaçlı olduğu gözlendi. ‘Apsisli Yapı Kanalı’nın 144 metrelik alanında çalışmalar yürütüldü. Kanalın içinden akan suyun, kanala 28 metre uzakta bulunan ve halen kullanılan antik çeşmeden çıktığı tespit edildi. Büyük Sarnıç Kanalı’ndan çıkan suyun ise hemen yanda bulunan büyük açık sarnıcı doldurma amacı ile yapıldığı görüldü. Tünellerin bazı yerlerinde, yukarıya uzanan düzgün dikdörtgen bacalar tespit edildi. Bacaların üzerlerinin taş plakalarla kapandığı, bacaların tümünün iki yan duvarında ayak basma yerlerinin mevcut olduğu görüldü. Her iki tünel de bugün dahi işlevini devam ettirmekte ve içinden yaz-kış su çıkmaya devam ediyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.12.2012

NÜ SERGİYE SANSÜR

 

 

Eskişehir'de Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde açılan "Artnüyet" adlı sergi sansürlendi. Resimler, açılış törenin ardından duvardan indirilip ters çevrildi. Sergi sansürüne Eğitim-Sen'den tepki geldi.

 

Eskişehir'deki Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde resim öğretmeni, sanatçı Emin Gülören'in "ArtNüyet" adlı resim sergisi Büyükşehir Belediye Başkanı CHP'li Yılmaz Büyükerşen'in de katıldığı açılış töreninin ardından galeri görevlileri tarafından duvardan indirilip ters çevrilerek yere konuldu.

Eğitim-Sen Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı olaya tepki gösterdi.
TOKİ Şehit Savaş Kubaş Anadolu Lisesi resim öğretmeni Emin Gülören, 16'ncı kişisel sergisini geçen Cumartesi günü Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galeri'nde açtı. 15-24 Aralık 2012 tarihleri arasında açık tutulacağı duyurulan serginin açılışına Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ile çok sayıda davetli katıldı. Sergilenen 29 nü eser, davetliler tarafından ilgiyle izlendi. Pazar günleri kapalı olan galeriye bugün gelerek sergiyi gezmek isteyenler, tablolarıın duvardan indirildiğini, ters çevrilerek yere konulduğunu gördü.

Sanatçı Emin Gülören, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi yetkililerinin kendisine herhangi bir bilgi vermediğini, eserlerinin kimin talimatıyla kaldırıldığını bilmediğini söyledi.

Galeri önünde basın açıklaması yaptı
Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'ndeki olaya Eğitim-Sen Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı tepki gösterdi. Şanlı, galeri önünde sanatçı Emin Gülören ve bir grup sendika üyesinin katılımıyla basın açıklaması yaptı.

Olayı kınadıklarını ifade eden Ali Paşa Şanlı şöyle konuştu:
"Cumartesi günkü açılış töreninden sonra Pazartesi günü arkadaşlarımız sendikamız üyesi olan Emin Gülören'in sergisini gezmek için salona geldiklerinde tabloların ters çevrildiğini ve yere indirildiğini gördüler. Serginin birileri tarafından kapatıldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Kültür Müdürlüğü ile hiçbir yetkili serginin kapatılması durumunu üzerine almıyor. Biz, özellikle bu tutum ve davranışın ülkemizdeki siyasal ve ideolojik bir hegemonya oluşturmaya çalışan iktidarın, esasen beynin arkasındaki düşünceyi gösterdiğini düşünüyoruz. Bu iktidarın neler düşündüğünü, neler yapmak istediğini göstermektedir. Kendisi gibi düşünmeyenleri ötekileştiren bu anlayışı kınıyoruz. Başta Vali ve Kültür Müdürlüğü yetkilileri olmak üzere bunun sorumluluğu kime aitse bu konuda kendilerinden açıklama bekliyoruz."

"Sanatta düşünce sınırlandırması olamaz"
Eğitim-Sen Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı, tabloların neden kaldırılmış olabileceği konusuyla ilgili olarak şöyle dedi:
"Oradaki tablolardan bazılarını zannediyorum ki kendi düşüncesine aykırı gören bir anlayış olabilir. Ama sanatta bir düşünce sınırlandırılması olamaz. Sanatçı düşündüğü her şeyi çizebilir, he rşeyi düşündüğü gibi anlatabilir. Ayrıca bu sergiyle ilgili gerekli izin alınmış. Sergilenen resimlerle ilgili ayrı bir başvuru olmuyor. Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi burada seçici kuruldur. Bu kurul sadece sanatçının yeterlilik ve yetersizliğine bakar. Resimleri değerlendirme diye bir durum söz konusu değildir Yani resimlerle ilgili önceden bir izin alınma durumu yoktur."

Sanatçı Emin Gülören'in basın kuruluşlarına sergi davetiyesiyle birlikte gönderdiği mailde şu yazıların bulunması dikkat çekti:
"ArtNüyet-15-24 Aralık.Korkulan, ayıplanan, hor görülen ve art niyetle bakılan hatta içine tükürülen sanat. Hele konu 'Nü' olunca da hem tahrik hem de bir tehdit. Aslında önemli olan 'nüyet'. Sergi açılışında sizi ve tüm çalışanlarınızı aramızda görmekten mutluluk duyacağız."

Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi yetkilileri resimlerin duvardan indirilmesi olayı ile ilgili olarak "Sergimiz izleyicilere kapalı. Devlet memuru olduğumuz için de bu konuda konuşamayız" dedi.

Cnn Türk, 18.12.2012

 

******


BAKANLIKTAN 'NÜ RESİM' AÇIKLAMASI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde sanatçı Emin Gülören'in resimlerinin kaldırılması ile ilgili yazılı açıklama yaptı.

 

Açıklamada, resimlerin nü olması nedeniyle kaldırılmadığı belirtilerek şöyle denildi: 'Bazı basın yayın organlarında Eskişehir'de Bakanlığımıza bağlı Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde açılan bir serginin 'resimlerin nü olması nedeniyle sansürlendiği' yönünde haberler yer almıştır. Söz konusu sergide nü tablolar olması sebebiyle sansürlendiği iddiaları hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır. Sergi sahibi Emin Gülören 15 Haziran 2012 tarihinde Eskişehir Kültür ve Turizm Müdürlüğümüze yapmış olduğu başvurusunda 'kişisel yağlıboya ve heykel sergisi' açmak istediğini dile getirmiş ve sergide yer vermek istediği 31 parçadan oluşan kişisel çalışmalarına ait görselleri yazı ekinde sunmuştur.

 

Ancak serginin açılışını takiben Emin Gülören'in sergisinin evvelce beyan ettiği eserlerden tamamen farklı tablolardan oluştuğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine Emin Gülören'e, Devlet Güzel Sanatlar Galerileri Yönetmeliğinin 'amaç dışı kullanım' maddesi gereğince, sergisinde yer vereceğini beyan ettiği eserleri sergilemekle yükümlü olduğu bildirilmiştir. Emin Gülören bu konuda hiçbir itiraz ileri sürmemiş; tam aksine tabloların değiştirilmesine kendi eliyle yardım etmiştir. Emin Gülören daha sonra beraberinde basın ve Eğitim Sen yetkilileri ile birlikte Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'ne gelerek eserlerinin sansürlendiğini iddia etmiştir. Sanatın her dalına çağdaş bir bakış açısıyla ve ayrım gözetmeksizin eşit mesafede yaklaşan Kültür ve Turizm Bakanlığında sansür gibi çağdışı bir yaklaşım hiçbir zaman var olmamıştır; bundan sonra da olmayacaktır. Ancak sergilerin esas ve usullerinin belirlendiği özel hukuki düzenlemelere uyulması ve uygulanması konusunda gerek sanatçıların gerekse kamu görevlilerinin karşılıklı anlayış içinde hareket etmelerini beklemek de herkesin hakkıdır.'

Radikal, Haber: Eyüp Kelebek, 18.12.2012

 

******


NÜ RESİMLERİN İNDİRİLMESİ OLAYINDA VALİLİK SORUŞTURMA AÇTI

 

Eskişehir Valiliği, sanatçı Emin Gülören'in sergilediği nü resimlerin, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde duvardan indirilip ters çevrilmesi ile ilgili inceleme ve soruşturma başlattı.

 

Valilik, sanatçı Gülgören’in sergilediği resimlerin komisyona verdiği örneklerinden farklı olduğunu bildirdi.

TOKİ Şehit Savaş Kubaş Anadolu Lisesi resim öğretmeni Emin Gülören, ’Artnüyet’ adını verdiği 16’ncı kişisel sergisini geçen Cumartesi günü Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galeri’nde açtı. 15-24 Aralık 2012 tarihleri arasında açık tutulacağı duyurulan sergide bulunan çoğu nü olan 29 eser, daha önce komisyona verilen eserlerden farklı olduğu gerekçesiyle duvardan indirilerek ters çevrildi. Eğitim- Sen Eskişehir Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı galeri önünde yaptığı basın açıklamasıyla olaya tepki gösterdi.

VALİLİK: RESİMLER KOMİSYONA GÖSTERİLENLERDEN FARKLI

Eskişehir Valiliği, yazılı açıklama yaparak konuyla ilgili inceleme ve soruşturma başlatıldığını bildirdi. Sanatçının komisyona sunduğu resimlerden farklı resimleri sergilediğinin belirtildiği Valilik açıklamasında şöyle denildi:

"Bazı yerel ve yaygın basında, ilimiz Kültür ve Turizm Müdürlüğüne bağlı Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde açılan bir serginin ’resimlerin nü olması nedeniyle sansürlendiği’ yönünde haberler yer almıştır. Sergi sahibi Emin Gülören 15 Haziran 2012 tarihinde İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne başvurarak ’kişisel yağlıboya ve heykel sergisi’ açmak istediğini dile getirmiş ve sergide yer vermek istediği 31 parçadan oluşan görselleri yazısı ekinde sunmuştur. Seçici Kurul tarafından 17-25 Aralık 2012 tarihleri arasında örnekleri verilen eserlerle sergi açması uygun görülmüştür. Ancak, serginin açılışını takiben Emin Gülören’in sergisinin evvelce beyan ettiği eserlerden tamamen farklı tablolardan oluştuğu anlaşılması üzerine Emin Gülören’e Devlet Güzel Sanatlar Galerileri Yönetmeliği’nin ’Amaç dışı kullanım’ maddesi gereğince sergisinde yer vereceğini beyan ettiği eserleri sergilemekle yükümlü olduğu bildirilmiştir. Emin Gülören, bu konuda hiçbir itiraz ileri sürmemiş, aksine tabloların değiştirilmesine kendi eliyle yardım etmiş, daha sonra da eserlerinin sansürlendiğini iddia etmiştir. Sergi açma usullerinin belirlendiği hukuki düzenlemelere, tarafların uymaları zorunludur. Valiliğimiz tarafından konuyla ilgili inceleme ve soruşturma başlatılmıştır."

Radikal, 20.12.2012

TARİHİ İKİZ BİNALAR DİABETLE SAVAŞACAK

 

 

Şişli İlçesi Abide-i Hürriyet Caddesi’nde yer alan tarihi ikiz binalar, yıpranmış görüntüsüne veda ediyor. İstanbul İl Özel İdaresi tarafından yenilenen binalar, diyabetlilere hizmet için kullanılacak.

 

1 milyon 373 bin TL maliyet ile restore ettirilecek yapılar, tescilli iki binanın birleştirilmesi ve ön cephelerinin korunması ile 3 bodrum, zemin ve 5 kattan oluşuyor.

 

Bin 350 metrekarelik bir alana sahip yapılar, restorasyon projelerinde özgün konut fonksiyonundan, Diyabet Vakfı Genel Merkezi şeklinde hizmet verecek fonksiyona getirildi.

19. yüzyılın sonunda inşa edildiği düşünülen ve 1997 yılında çıkan yangın sonucu büyük ölçüde hasar gören ikiz yapıların tarihi dokusu neredeyse kaybolmuş durumda.

 

Aslına uygun olarak rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri ile statik, elektrik ve mekanik projeleri hazırlanan binaların restorasyon çalışmalarının, 2013 yılının sonuna doğru tamamlanması hedefleniyor.

Ntvmsnbc, 17.12.2012

MEVLANA MEDRESESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Adana 'nın Kozan İlçesi'nde Mevlana Celaleddin Rumi'nin Şam'a eğitim için gittiği sırada uğradığı tarihi mescit Kozan Belediyesi tarafından kamulaştırılarak restore edileceği ve keşişler ile bir araya geldiği Keşişler Mağarası çevresinde düzenleme yapılacağı bildirildi.


Taş Mahallesi’nde bulunan ve bugün ev olarak kullanılan tarihi mescit ve Keşişler Mağarası’nın bulunduğu alanda incelemede bulunan Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan gazetecilere yaptığı açıklamada, Kozan’ın inanç turizmi açısında önemli bir potansiyele sahip olduğunu bunu harekete geçirmek için çalışmalar yaptıklarını söyledi.


Başkan Özgan, Kozan Kalesi eteğinde bulunan Keşiş Mağarası ve yanı başında bulunan şapel ile birlikte mescidi paket proje haline getirerek bu alanı turizme kazandıracaklarını kaydetti.

Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan, “Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri ilim tahsiline giderken Şam yolculuğu sırasında uğrayarak ibadet edip konakladığı ve burada 40 kadar keşişin Müslüman olmasına vesile olduğu bu mağaramızın etrafında çevre düzenlemesi yapmayı düşünüyoruz. Bölgemiz tarihi ve kültürel doku anlamında oldukça zengin bir nokta. Geçen hafta düzenlemiş olduğumuz panelimize katılan Çukurova Üniversitesi Rektörü Prof. Mustafa Kibar, DDF Ajansı Başkanı Prof. Esra Emekçi, İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürü Prof. Ahmet Emre Bilgili, Turist Rehberi Birliği Başkanı Şerif Yenen ve Turist Rehberi Birliği Başkan Vekili Sedat Bornovalı ile birlikte beraberindekileri Keşiş Mağaramızı gezdirmiştim. Hoşkadem Cami imamımız Abdurrahman Yılmaz burayı araştırmış ve buranın Keşişler Mağarası olduğunu belirlemiş. Bizler de böyle tarihi değerlerimize sahip çıkıyoruz. Mevlana hazretlerinin yaşadığı bir nokta olduğu için burada bulunan caddemizin ismini de Mevlana Caddesi olarak adını değiştirdik” dedi.


Başkan Özgan, “Mevlana Hazretlerinin mescit olarak kullandığı bu tarihi mekan şu an ev olarak kullanılıyor. Burada bulunan kitabeyi sıvayla kapatmışlar. Biz bu evi Kozan Belediyesi olarak kamulaştıracağız. Mescidimizi restore ederek eski haline kavuşturacağız. Manevi değerlerimize her zaman olduğu gibi sahip çıkıyoruz. Kozan dini geçmişi açısından önemli bir bölge. Özellikle Kilikya manastırı, Hoşkadem Camii, Kozan Kalesi gibi önemli tarihi ve kültürel mirasların ilçemizde bulunması önemli bir olay” diye konuştu.

Keşiş Mağarası’nın bulunduğu arsa içerisinde evi bulunan Mehmet Ali Sarı da; “90 yıl önce dedem buraya göçmüş. Ben evimizin arka bahçesinde bulunan bu mağaranın Keşiş Mağarası olduğunu ilk defa 2 yıl önce Hoşkadem Camii İmamı Abdurrahman Yılmaz’dan öğrenmiştim. Biz bu mağarayı daha önce ev gibi kullanıyorduk. Ancak buranın kutsal bir mekan olduğunu anlayınca mutlu oldum” diye kaydetti.

Radikal, 17.12.2012

AKDAMAR'A İTALYA'DAN ÖZEL KİREÇ

 

 

Daha önce arkeolojik kazıyla ortaya çıkarılan ve yıkılmaması için ponza dolu çuvallarla ayakta tutulan manastır ve şapel gibi yapılar, İtalya'dan getirilecek hidrolik kireçle, 6 aylık çalışma sonucu orijinaline uygun restore edilerek ayağa kaldırılacak. Ayrıca Akdamar adasının dört bir tarafı yerleştirilecek kameralarla 24 saat izlenecek.

20 Mayıs 2005 tarihinde başlatılan restorasyon çalışmaları 21 Temmuz 2006'da tamamlanan, Ermeniler için büyük öneme sahip tarihi Akdamar Kilisesi, 29 Mart 2007 tarihinde uluslararası törenle 'Anıt Müze' olarak açıldı. Çevre düzenlemesi ile birlikte restorasyonu 4 milyon liraya mal olan tarihi kilisenin ibadete açılması ve o tarihte haç takılıp takılmaması tartışma konusu oldu. Yapılan görüşmeler ardından kiliseye haç takılırken, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yılda 1 kez olmak üzere Ermenilerin ayin yapmasına izin verildi ve 19 Eylül 2010'da ilk ayın yapıldı.

Akdamar Kilisesi'nden sonra, kilisenin devamında bulunan manastır ve şapelin restorasyonu da başlıyor. Yaklaşık 1 milyon 200 bin TL'ye ihale edilen restorasyon, Nisan 2013'te başlayacak ve 6 ay sürecek.

 

2005 yılında Akdamar Kilisesi'nin restorasyonuyla birlikte arkeolojik kazıyla kilisenin güneyinde ortaya çıkarılan ve ancak ponza dolu torbalarla ayakta tutulabilen manastır duvarı ve çevresindeki yerleşkeler korunamadağı için yıkılmaya yüz tuttu. Ermenilerin her yıl ayin yaptığı tarihi kilisenin bu durumdan kurtarılması için ikinci kez ihale yapılarak 5 bin metrekarelik bir alanda restorasyona karar verildi.

İtalya'dan getirilecek hidrolik kireçle manastır ve yerleşkeleri orjinaline uygun restore edilecek. Teknik ekiple birlikte 50 görevlinin çalışacağı restorasyonda, malzemeler de adaya teknelerle taşınacak. Öte yandan restorasyon kapsamında ada ve manastır, yerleştirilecek güvenlik kameralarıyla 24 saat izlenecek.

Gazeteport, 17.12.2012

MARMARAY'A 8400 YILLIK FREN

 

 

Pendik tren istasyonunda Marmaray projesi kapsamında yapılan çalışmalar sırasında 'Temenye Höyüğü' olarak bilinen arkeolojik kalıntılar yeniden gün yüzüne çıktı. MÖ 6 bin 400 yılına ait olduğu ifade edilen höyük nedeniyle Marmaray çalışmalarına ara verildi.

 

Marmaray Projesi kapsamında Pendik'te devam eden tren raylarının iyileştirilmesi çalışmaları Temenye Höyüğü'nün gün yüzüne çıkmasıyla durduruldu.

 

1908 yılında demiryolu inşaatı sırasında ortaya çıkan höyüğün kurtarılması için bu kez İstanbul Arkeoloji Müzeleri çalışmalarını sürdürüyor. Höyükte şimdiye kadar neolitik döneme ait kemik, taş ve pişmiş toprak eserler bulundu. MÖ 6 bin 400 tarihine ait olduğu belirtilen höyükte Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen bir de 'su gideri' bulundu. Höyüğün, Anadolu yakasının en eski yerleşim birimi olduğu ifade edildi.

 

Pendik Temenye Höyüğü'nü kurtarma girişimleri, 1961, 1981 ve 1992 yıllarında da yapılmıştı. Ancak daha sonra yeni binaların inşa edilmesiyle höyük yer altında kalmıştı. Yetkililer, Pendik-Gebze Hattı üzerinde 200 metrelik alanda devam eden çalışmaların SGK Hastanesi'nin altında da devam ettiği belirtti.İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri, çalışmaların kısa sürede tamamlanacağını ifade ederek, zaman zaman gerçekleşen yağışların kazı hızını düşürdüğünü ifade ediyor.

Habertürk, 17.12.2012



******


6 BİN 500 YILLIK 11 İSTANBULLU

 

 

İstanbul Pendik'te Marmaray projesi kapsamında mevcut banliyö hattının genişletme ve iyileştirme çalışmaları sırasında 6 bin 500 yıllık Temenye Höyüğü bölgesinde 11 iskelet bulundu. Pendik'te mevcut banliyö hattı genişletme ve iyileştirme çalışmaları nedeniyle, geçen ay mevcut iki hat söküldü. Bu sırada mevcut hattın her iki yanında bir kültür katmanı tespit edilince kazı çalışmaları İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları denetiminde yapılmaya başlandı. Müze uzmanlarının, 6 bin 500 yıllık Temenye Höyüğü'nün bulunduğu bölgede yaptığı çalışmada 11 insan iskeletinin olduğu mezarlar bulundu. İskeletlerin, 6 bin 500 yıl önce höyükte yaşayan insanların mezarı olduğu belirtildi. İskeletlerle birlikte bazı çanak parçaları ve kemik aletler de bulundu. İskeletler, belgeleme çalışmasının ardından birkaç hafta içinde uzmanlar tarafından kaldırılacak. Temenye Höyüğü, 1906'da Hicaz Demiryolu'nun yapımı sırasında yabancı bir işçi tarafından keşfedilmişti. Bu alanda, 1960, 1982 ve 1992'de kazı çalışmaları yapılmıştı.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 19.12.2012

OSMANLI MİRASI ÇEŞME ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ

 

Priştine'de nisan ayında fark edilen Osmanlı'dan kalma Lokaç Camii'nin kalıtılarının bulunduğu alan karla kaplandı, çöplüğü dönüştü.

 

Lokaç Camii kalıntıları üzerine 6 Kasım tarihinde beton döküldükten sonra Kültür Bakanlığı, Kosova Demokratik Türk Partisi ve halkın baskısı üzere beton kaldırılmış, Lokaç çeşmesi gün yüzüne çıkmıştı.

Osmanlı’dan kalma bu tarihi eserin kayabolacağı korkusu nedeniyle vatandaşlar ve bazı sivil toplum örgütleri, Priştine belediyesine başvuruda bulunarak ecdadın eserine sahip çıkılmasını, koruma altına alınmasını istedi.

Radikal, 17.12.2012

URARTU TAPINAĞI ZİYARETE AÇILIYOR

 

 

Ayanıs Kalesi'ndeki kazı çalışmalarında gün ışığına çıkarılan Urartu Tapınağı, yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılacak.

Van merkeze bağlı Ağartı Köyünde bulunan ve Urartu Krallığı döneminden günümüze kadar gelen Ayanıs Kalesi'nde Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu başkanlığında yürütülen kazı çalışmaları, bu yıl da devam etti.

Kentteki Urartu kalıntılarında 40 yılı aşkın süredir kazı yapan ve şimdiye kadar Urartu medeniyetine ait çok sayıda eseri gün ışığına kavuşturan Çilingiroğlu, kaledeki çalışmaları sırasında önceki yıllarda bir de tapınak ortaya çıkardı.

Çilingiroğlu, yaklaşık 3 bin yıllık tapınağın bulunmasının ardından yürütülen titiz ve özel bir çalışmayla çok sayıda eseri de Van Müzesi'ne kazandırdı.

Duvarlarındaki yazıtlar, işlemeler, motif ve figürlerle dikkati çeken tapınak ve çevresi, kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün tamamlanmasıyla şeffaf bir dokuyla koruma altına alındı.

KAZI ÇALIŞMALARI 22 YILDIR SÜRÜYOR
Rölöve ve Anıtlar Van Bölge Müdürü Cemil Karabayram, Prof.Dr. Çilingiroğlu tarafından 1990'lı yıllarda bulunan Ayanıs Kalesi'ndeki kazı çalışmalarının 22 yıldır devam ettiğini söyledi.

Kalenin gün doğumu ve batımının en güzel görüldüğü Van Gölü sahilinde inşa edildiğini anlatan Karabayram, hazırlanan proje kapsamında kalenin 2 bin metrekarelik alanını şeffaf bir malzeme ile kaplayarak gezi güzergahı oluşturulacağını ve kısa süre sonra ziyarete açılacağını ifade etti.

‘DÜNYANIN GÖZÜ VAN’DA OLACAK’
“Kendi orijinal dokusunu koruyan tapınak ve içindeki eserlerin ziyarete açılmasıyla dünyanın gözü Van'da olacak” diyen Karabayram, projenin tamamlanmasıyla kentin geleceği için önemli bir çalışmanın hayata geçirileceğini kaydetti.

Karabayram, Van'da turizmin ve kültürel değerlerin en iyi şekilde ayağa kaldırılması amacıyla çalıştıklarına değinerek, şöyle konuştu:
“Yabancı bilim adamları bu alana çok önem veriyor. Depremde ağır hasar alan tapınağımız yapılan çalışmalarla ayakta kalmaya çalışıyor. Tapınağın en önemli özelliği sütunları, ana giriş bezemeleri, motifsel taşlarıyla günümüze kadar gelmesi. Tapınak, eşi ve benzeri olmayan özel bir yapı. Yüzyıllar boyunca yaşanan gelişmelerde birçok tarihi eser yok olup gitmiş. Ama bu tapınak korunmuş. Biz de 'bu dokuyu yüzlerce yıl sonrasına nasıl aktarabiliriz?' düşüncesiyle planlar yapıyoruz.”

Radikal, 17.12.2012

BİN YILLIK ÇINAR RESTORE EDİLECEK

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Buca Kaynaklar Meydanı’nda bulunan yaklaşık 1000 yaşındaki anıt çınar ağacına profesyonel koruma sağlamak için ocak ayında ihale yapacak. Kaynaklar’ın simgesi durumundaki anıt çınar ile diğer çınarların bakım, onarım ve restorasyonu kapsamında öncelikle ağacın çürük kısımları temizlenecek. Restorasyon çalışması yapılacak ve ağaçların köklerine suyun daha iyi gidebilmesi sağlanacak. Ağaçlardaki çalışmanın tamamlanmasının ardından meydanda yeni bir düzenleme gerçekleştirilecek. Bu kapsamda meydandaki anıt çınar ile birlikte toplam 6 ağaç, bakım ve onarım restorasyonu yapılarak korunacak. 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı CHP’li Aziz Kocaoğlu’nun köy ziyaretleri sırasında yapılan bu çalışmadan çok mutlu olduklarını belirten Kaynaklar Merkez Mahallesi Muhtarı Erhan Şen, “Meydandaki bin yıllık anıt çınarımız ile diğer çınar ağaçlarımız Büyükşehir sayesinde kurtulacak” dedi.


Kaynaklar Merkez Mahallesi Meydanı’nda bulunan 30 metre boy ve 4 metre çapındaki anıt çınar ağacının (kunduracı çınarı-platanus orientalis) bin yaşında olduğu biliniyor. Ağaç, Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü İzmir Baş mühendisliği tarafından Eylül 1994’te tescillenmişti.


Kaynaklar Merkez Mahalle Muhtarlığı’nın dilekçesi üzerine İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından alınan karar gereğince; İzmir Büyükşehir Belediyesi, Buca Belediyesi, İzmir Orman Bölge Müdürlüğü, İzmir Orman İşletme Müdürlüğü ve Ege Üniversitesi uzmalarından bir komisyon oluşturuldu. Komisyon bakım ve restorasyon kararı verdi.

Radikal, 17.12.2012

"ESERLERİ GERİ ALIRSAK HEDİYELİK EŞYA SATARLAR"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay dünyanın büyük müzelerinin talan edilmiş eserlerden oluştuğunu belirterek, “Yunanistan, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Mısır eserlerini istemeye başlarsa, yasa dışı yollardan çıkan eserler geri gelirse, onların müzelerinin koridorlarında sadece hediyelik eşya satılabilir. Diplomatik yoldan, herhangi bir nezaketsizlik göstermeden hakkımızı arıyoruz” dedi.

 

Açılış ve incelemelerde bulunmak üzere Karabük’e gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Vali İzzettin Küçük’ü makamında ziyaret etti. Gazetecilerin sorularını cevaplayan Günay, Berlin Devlet Müzesi Müdürü’nün Türkiye’nin kültür varlıklarını koruyamadığına yönelik sözlerinin sorulması üzerine şöyle konuştu:

“Dünya müzelerinde bulunan ve yasal belge olmadan çıkan eserleri istememizden çok şikayetçiler. Çünkü, Yunanistan, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Mısır eserlerini istemeye başlarsa ve yasa dışı yollardan çıkan eserler geri gelirse, onların müzelerinin koridorlarında sadece hediyelik eşya satılabilir. Bu sıkıntıyı yaşıyorlar. Onun farkındayım. Diplomatik yoldan, herhangi bir nezaketsizlik göstermeden hakkımızı arıyoruz.”

Milliyet, 16.12.2012

TARİHİ HAMAMDA YANGIN

 

Şanlıurfa'da, yaklaşık 300 yıllık Vezir Hamamı'nda henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı.

 

Olay, bugün sabah saatlerinde Yusuf Paşa Mahallesi’ndeki tarihi hamamda meydana geldi. Osmanlı zamanında 1703 yılında yaptırılan ve koruma altına alınan Vezir Hamamı’ndan duman yükseldiğini görenler, durumu hemen itfaiye ve polise bildirdi. İhbar üzerine olay yerine gelen polisler çevre güvenliğini alırken, itfaiye de yangına müdahale etti. Kısa sürede söndürülen yangının çıkış nedeni araştırılıyor.

Radikal, Haber: Ömer Şulul, 16.12.2012

İNŞAAT DURDURULDU

 

 

Gazetemizin manşetine taşıdığı Myrleia antik kentindeki skandal inşaatta yeni gelişme...

 

Manşetimiz sonrasında yeniden gündeme gelen Mudanya Myrleia antik kenti üzerindeki alışveriş merkezi ve benzin istasyonu inşaat çalışmaları durduruldu.

 

İnşaat alanında antik kente ait tarihi eserler görüntülenmişti. 3. derece sit alanı olan bölgede tarihi eser ve kalıntıların inşaat hafriyatları içinde atıldığı iddia ediliyor.

 

Mudanya Tarihine ve Geleceğine Sahip Çıkanlar Platformu Sözcüsü Levent Kayak, gazetemize yaptığı açıklamada, belediye ve imar müdürlüğüyle yaptıkları görüşmeler sonrasında fiili olarak inşaat çalışmalarının durduğunu söyledi. İş araçlarının inşaat alanından çıkarıldığını belirten Kayak yine de temkinli: “Kamuoyu tepkisinin yatışması bekleniyor olabilir. İşçiler inşaat alanında barınmaya devam ediyorlar.”

 

Kayak, inşa çalışmalarının durdurulmasına rağmen resmi bir karar olmadığını belirterek konuyla ilgili süreci şöyle anlatıyor: “Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Sonrasında Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk’le görüşmek istedik. Başkan yerinde olmadığı için Belediye Başkan Yardımcısıyla görüştük. Ayrıca belediyenin imar müdürlüğüyle de görüştük. Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun inşaatın durdurulmasıyla ilgili yazısını gösterdik. Ama hiçbir yerden net bir cevap alamadık.” Kayak, konunun takipçisi olacaklarını ve Myrleia Antik Kentine sahip çıkacaklarını belirtirken, 22 Aralıkta da arkeolog ve akademisyenlerin katılacağını bir panel düzenleyeceklerini söylüyor. 

 

İnşaatla ilgili konuşmak istediğimiz Mudanya Belediyesindeki yetkililer ise, internet sitelerindeki Belediye Başkanı Hasan Öztürk’ün açıklaması dışında, konuyla ilgili görüş veremeyeceklerini söyledi. O açıklamada ise şunlar ifade ediliyor: “Sınırların genişlemesiyle birlikte doğu, batı ve sahil kesimindeki imarlı bölgelerin bir kısmı da 3. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiştir. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 20/06/2012 tarih ve 795 sayılı kararı ile geçiş dönemi yapılanma koşullarını belirlemiştir. Söz konusu geçiş dönemi yapılanma koşulları dahilinde inşaat ruhsatı alınması ve yapılaşma mümkündür. Kurula yapılacak başvuru sürecinde vaziyet planı ve müracaat edilerek Müze Müdürlüğünün arkeologlar eşliğinde yapılan kazı çalışmaları sonucu gerektiğinde önerilen yapı kaydırılarak, gerektiğinde kazı da bulunan ve antik değeri olan bulgular cam sergisinde sergilenerek herhangi bir zarar gelmemesi sağlanmaktadır.”

Evrensel, 16.12.2012

PİSİDİA ANTİOCHEİA ANTİK KENTİNDE KAZILAR SONA ERDİ

 

 

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kentinde, geçen haziran ayında başlayan arkeolojik kazı çalışmaları sona erdi.

 

Pisidia Antiocheia antik kentinde bu yıl 5'inci sezonuna giren kazı çalışmalarının tamamlandığını kaydeden Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, önemli veriler elde ettiklerini açıkladı. Doç.Dr. Özhanlı, 11 Haziran'da başladıkları kazıların Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ayırdığı 195 bin TL ödenek ve Türkiye İş Kurumu'nun 10 personel desteğiyle gerçekleştirildiğini kaydetti. Çalışmalar kapsamında 'Cardo Maksimus Caddesi'nin tamamen gün ışığına çıkarıldığı bilgisini veren Doç.Dr. Özhanlı, "500 metre uzunluğunda ve 70 metre genişliğindeki cadde, 3 metre kalınlığında toprak malzeme kazılarak ortaya çıkarıldı" dedi.

 

Antik kentin Kuzey-Güney Caddesi'nin de ortaya çıkarıldığını anlatan Doç.Dr. Özhanlı, burada çıkarılan eserlerin tarihin seyri hakkında bilgiler verdiğini vurguladı. Caddedeki dükkanların yapısını da incelediklerini aktaran Doç.Dr. Özhanlı, "Caddenin iki yanındaki dükkanlar birbirine eşit. Bu da kentin demokratik bir yapıya sahip olduğunu ortaya koyuyor" diye konuştu.

 

Ana caddede ise 2 köpek mezarına rastlanıldığını kaydeden Doç.Dr. Özhanlı, Hristiyanlık inancı yerleşmeden önce antik kentte paganist inancın hakim olduğunu söyledi. Paganların büyücüleri Hega'nın köpek beslediğine değinen Doç.Dr. Özhanlı, "Bulunan 2 köpek mezarı, bu devirde yaşayan insanların karşılaştıkları büyük felaketlerde köpek kurban ettikleri düşüncesini uyandırdı. Mezarların özellikle ana cadde üzerinde yer alması bu inanışı destekliyor" diye konuştu.

 

Doç.Dr. Özhanlı, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na kazı çalışmaları için 4 milyon TL ödenek verilmesi talebinde bulunulduğunu da belirtti.

haberler.com, 16.12.2012

GLADYATÖRLER KENTİ KİBYRA DİJİTAL ORTAMDA

 

 

Burdur'da bulunan Kibyra antik kenti, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen çalışma kapsamında Burdur Arkeoloji Müzesi'ne kurulan sistem sayesinde dijital ortamda ziyaret edilebiliyor.

 

Burdur Arkeoloji Müzesi yetkililerinden alınan bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün yürüttüğü çalışma kapsamında, Gölhisar İlçesi yakınlarında bulunan ve ''gladyatörler kenti'' olarak da bilinen Kibyra antik kenti, dijital ortamda canlandırıldı.

 

Canlandırma, Burdur Arkeoloji Müzesi'ne kurulan dokunmatik sistem sayesinde dev ekranda ziyaret edilebiliyor. Ziyaretçiler ekran üzerinden seçtikleri gladyatörlerin gösteri yaptığı stadyumu ve kentin önemli bölümlerini ekrandan görebiliyor.

 

Ziyaretçiler müzede dokunmatik sistemle ekran üzerinde heykel ve seramik çalışması yapma fırsatı da buluyor.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın müzeleri ''yaşayan müzeler'' haline getirmek için 15 müzede interaktif çalışma yaptığını, bunlardan birinin de Burdur Müzesi olduğunu söyledi.

 

Burdur Arkeoloji Müzesi'nin 2008 yılında ''gezilip görülmeye değer müze'' ödülünü aldığını hatırlatan Tanır, ''Burdur'un yüz akı olan müzede 67 bin eser bulunuyor. Bunlardan ancak 3 bini teşhir ediliyor. Bu eserler arasında Kibyra antik kentinden çıkan eserler de bulunuyor'' dedi.

 

Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci ise interaktif uygulamaların son yıllarda başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye'deki müzelerde de uygulanmaya başladığını belirtti.

 

Bu müzelerden birinin Burdur Arkeoloji Müzesi olduğunu ifade eden Ekinci, ''İnteraktif ortamlarda daha çok eğitici ve öğretici unsurlar bulunuyor. Mesela çok uzakta bulunan bir antik kenti ya da anıtsal değerdeki eserleri, canlandırma yöntemiyle tanıyabiliyorsunuz'' diye konuştu.

 

-Gladyatörler kenti-

Ekinci, Roma Dönemi'nde MÖ 1. yüzyıldan itibaren organizatörlerin kentlerde gladyatörlere gösteri yaptırdıklarını anlattı. O dönemde halkın gösteri yapılan kente giderek bu organizasyonları izlediğini belirten Ekinci, ''Kibyra'nın büyük bir stadyumu vardır. Bu stadyumda gladyatörler gösteri yapmışlar. Bu gösterilerde ortaya çeşitli görseller çıkmış'' dedi.

 

Ekinci, Kibyra antik kenti yakınlarında kaçakçıların 2000 yılında tarihi eserleri kaçırırken yakalandıklarını, bu nedenle 2001 yılında bölgede kurtarma kazısı yaptıklarını anlattı.

 

Yapılan kazılarda gladyatör frizleri bulduklarını ifade eden Ekinci, ''Bu eserlerde gösteri dövüşleri canlandırılmış. Biri silahını saplamış, biri galip gelmiş, elini kaldırıyor. Kimi yere düşmüş, kimi başından maskesini düşürmüş. Ortada çok güzel bir canlandırma var'' diye konuştu.

 

Kibyra, MÖ 300'lerde Miliaslı kolonistlerce kurulmuş Pisidia–Kayra–Frigya ve Likya arasına sıkışmış Kibyratis'in lokal bölgesinde köklü bir devlet geleneği olan önemli bir kenttir.

 

Kentin stadyumuna doğru nekropol alanından geçen anıtsal bir yol üzerinde, gladyatörlere ait mezarlar bulunur. Bu bölgede gladyatör frizlerinin bir film şeridi gibi yan yana sergilenmiş hali, devamında vahşi hayvanlarla mücadele edilen av sahneleri ve hayvan terbiyecilerinin betimlediği MS 2. yüzyıla ait frizler yer alıyor.

Anadolu Ajansı, Haber: Hızır Hacısalihoğlu, 16.12.2012

'VAZO YERLEŞTİREN KIZ' 2 MİLYON 600 BİN

 

 

Artam Antik A.Ş tarafından Swissotel'de düzenlenen müzayedede, Osmanlı dönemine ait 275 tablo ve antika eser satışa çıkarıldı.

 

Müzayedenin en fazla ilgi gören eseri, Osman Hamdi Bey'in 1883'te tuval üzerine işlenen “Vazo Yerleştiren Kız” yağlı boya tablosu oldu. Eser, 1 milyon 800 bin liradan satışa çıkarken, 2 milyon 600 bin liraya alıcı buldu.

 

“Vazo Yerleştiren Kız” adlı eserin, ismi açıklanmayan alıcısına vergilerle birlikte 3 milyon 282 bin liraya mal olacağı öğrenildi.

İlgi gören eserler arasında yer alan Hasan Rıza'nın “Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'a Gelişi” tablosu 1 milyon liraya satıldı.

 

Müzayedede, oryantalist ressam Alberto Pasini'nin “İstanbul'da Pazar Yeri” tablosu, 350 bin liradan satışa çıkarken, 600 bin liraya yeni sahibini buldu.

 

İbrahim Çallı'nın “Natürmort” tablosu 270 bin liradan, Süleyman Seyyid'in “Çilek Dalı” konulu natürmort tablosu ise 98 bin liradan alıcı buldu.

 

Ayrıca, Halil Paşa'nın “Vazodaki Manolyalar” tablosu 100 bin liraya, Hikmet Onat'ın “ Anadolu Hisarı Sırtlarında” adlı yağlı boya tablosu 160 bin liraya satıldı.

Radikal, 16.12.2012

 

******


3 MİLYON TL'LİK YILBAŞI HEDİYESİ

 

 

Osman Hamdi Bey’in ‘Vazo Yerleştiren Kız’ adlı 47x25 cm ebadındaki küçük tablosu vergiler dahil 3 milyon 282 bin liraya satıldı. Bir gün önce tabloyu görüp çok beğenen hayatında ilk kez müzayedeye katılan Seher Aydınlar eşinden aldığı ‘olur al’ telefonuyla tabloyu evine götürdü.

Türkiye’nin önemli müzayede evlerinden biri olan Antik A.Ş.’nin, klasik Türk resminin usta sanatçılarının eserlerinin yer aldığı 275. Müzayedesi, Türk resminin en pahalı satışlarından birine sahne oldu. Dün Swissotel’de gerçekleştirilen müzayedede Osman Hamdi Bey’in ‘Vazo Yerleştiren Kız’ adlı tablosu Türk resim sanatının ve Osman Hamdi Bey’in en yüksek fiyatla satılan ikinci resmi oldu. Türkiye Futbol Federasyonu eski Başkanı ve işadamı Mehmet Ali Aydınlar’ın müzayedeye katılan eşi Seher Aydınlar tabloyu 2 milyon 600 bin liraya satın aldı. Tablo Aydınlar’a KDV ve müzayede komisyonu sonrası 3 milyon 282 bin liraya mal olacak.

5 kişi çekişti
272 eserin yer aldığı müzayedenin en heyecan verici tablosu Osman Hamdi Bey’in ilk kez satışa sunulan ‘Vazo Yerleştiren Kız’ adlı eseriydi. 1883 tarihli ve 47x25 cm. ebatlarındaki tuval üzerine yağlıboya tablo, Türk resim sanatının en önemli çalışmalarından biri olarak gösteriliyor. Osman Hamdi’nin bu oldukça küçük tablosu müzayedede 1 milyon 800 bin TL muhammen bedelle satışa sunuldu. Almak istediği yeni eserler için kaynak yaratmaya çalıştığı ifade edilen Ender Mermerci koleksiyonundan müzayedeye gelen ‘Vazo Yerleştiren Kız’ salonda ve telefonda bulunan 5 kişinin çekişmesine sahne oldu. Yaklaşık 3 dakika gibi kısa bir sürede rekor fiyata ulaşan ve ardı ardına kalkan bayrakların ardından tablo en son salon bulunan ve elindeki 206 nolu bayrağı kaldıran Seher Aydınlar’ın oldu. Eşiyle telefonda konuştuğu görülen Seher Aydınlar’ı satış sonrası salondaki bir çok kişi tebrik etti. VATAN’ın müzayede sonrası konuştuğu Seher Aydınlar tabloyu evlerine asacaklarını belirterek, “Eseri dün akşam katalogda gördüm ve çok beğendim. ilk kez bir müzayedeye katılıyorum. Eşime sordum. Eşim telefonda al deyince, ben de tabloyu aldım. Çok güzel bir eser. Tabloyu evimizin duvarına asacağız” dedi. Bir çok eserini çift yapan Osman Hamdi, bu resmin de iki versiyonunu yaptı. Tablolardan biri 1881, diğeri 1883 tarihli.

1 milyona Hasan Rıza
Turgay Artam tarafından yönetilen müzayedede ayrıca Hasan Rıza’nın “Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a Girişi” adlı eseri de 950 bin TL’den satışa sunuldu. Tablo, müzayedeye telefonla katılan bir koleksiyoner tarafından 1 milyon TL’ye satın alınarak, müzayedenin diğer yüksek fiyatlı eseri oldu. Hasan Rıza’nın tablosu da alıcısına vergilerden sonra 1 milyon 260 bin liraya mal olacak. Dünyaca ünlü oryantalist ressamlardan Alberto Pasini’nin “İstanbul’da Pazar Yeri” adlı tablosu da müzayedenin merakla beklenen eseriydi. Tablo 650 bin TL’ye alıcı buldu. Müzayedede ayrıca Zonaro’nun “Ayaspaşa” adlı yapıtı 220 bin TL, Rudolf Ernst’nin “Hamamdan Ayrılış”ı 400 bin TL, Hikmet Onat’ın “Kanlıca Koyu” 190 bin TL, Hafız Osman’ın Hilye-i Şerife’si 325 bin TL’ye alıcıya ulaştı.

Tablo Mermerci’nin
Yine Osman Hamdi Bey’e ait 5 milyon liraya satılan Kaplumbağa Terbiyecisi’nden sonra 3,2 milyon liraya dün satılan ‘Vazo Yerleştiren Kız Ender Mermerci’nin koleksiyonundan geldi.

Rekor Kaplumbağa Terbiyecisi’nde
Türk resminin usta ismi Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” halen Türkiye’nin en yüksek fiyata satılan eseri. Tablo Erol Aksoy’un koleksiyonunda yer alıyordu. TMSF’nin el koyduğu “Kaplumbağa Terbiyecisi”, Aralık 2004’te 1,95 trilyon TL muhammen bedelle Antik A.Ş. tarafından satışa sunuldu. Pera Müzesi resmi 5 trilyon TL’ye satın aldı. Nisan 2009 itibariyle değerinin yaklaşık 6,2 9,3 milyon dolar olduğu tahmin edilen eser halen Pera Müzesi’nde sergileniyor. Daha önce Erol Akyavaş‘ın 1.2 milyon TL açılış fiyatıyla satışa çıkan “En-el Hak” adlı tablosu 2.2 milyon TL’ye satılarak, 2008’da aynı fiyata satılan Burhan Doğançay’ın “Mavi Senfonisi”yle birlikte çağdaş Türk sanatının en pahalı tablosu olmuştu.

Vatan, Haber: İlker Akgüngör, 16.12.2012

YALVAÇ'TA ROMA DÖNEMİNE AİT MOZAİK ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'nde Geç Roma Dönemi'ne ait yerleşim yerinde kaçak kazı yaparak, ortaya çıkardıkları mozaikleri satmaya çalışan 3'ü satıcı olmak üzere 7 kişi suçüstü yakalandı.

 

Yalvaç İlçe Jandarma Komutanlığı, Yukarı Kaşıkara beldesinde kaçak kazı yapan define avcılarının ortaya çıkardığı 6’ncı yüzyıla ait mozaikleri satmaya çalıştığı bilgisini aldı. Uzun süre istihbarat çalışması yapan jandarma kazı alanında önlem alırken, kaçak kazı yapan 3 kişiyi de izlemeye başladı. Güvenlik güçleri dün öğle saatlerinde Sarayönü Mevkii’ndeki kazı alanında Abdullah P. (38), M.Emin P. (28) ve İsmail P.’nin (33) bir grupla pazarlık yaptığını belirledi. Baskın yapan jandarma, 3 define avcısı ile İstanbul ’dan mozaikleri almak için geldiği kaydedilen Bekir G. (28), Ö.Faruk S. (28), Emrah A. (35) ve Ahmet B.’yi (24) suçüstü yakaladı.

ÜZERİNE GİYSİ ÖRTÜP TOPRAKLA KAPATMIŞLAR
Mozaiklerin bulunduğu yeri kazan ekipler, Geç Roma Dönemi’ne ait pano şeklindeki mozaiklerin üzerinin eski giysilerle örtüldükten sonra toprakla kapatıldığını belirledi. Bölgede güvenlik önlemi alan ekipler, şüphelileri Yalvaç Jandarma Karakol Komutanlığı’na götürdü. Sorgularının ardından adliyeye sevk edilen şüpheliler, dün gece çıkarıldıkları nöbetçi mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

MÜZE MÜDÜRÜ: PAHA BİÇİLEMEZ BİR ESER
Yalvaç Müze Müdürü Özgür Çomak, Sarayönü ören yerinin koruma altına alınması için 14 Ekim’de Antalya Koruma Kurulu’na başvurduklarını hatırlattı. Koruma kararının alındığını da vurgulayan Çomak şöyle dedi:

"Ortaya çıkarılan eserler paha biçilemeyecek kadar değerli. Toprağın 180 santimetre altında bulunan eserler, hiç bozulmadan günümüze ulaşmış. Eserde, bir insan ve balık figürü bulunuyor. Tahminlerimize göre Geç Roma dönemine yani MS 6’ncı yüzyıla ait. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na kurtarma kazısı yapmak için başvuruda bulunacağız. O zaman bu eser tamamen ortaya çıkacak."

HAVARİ VE FİGÜRÜ
Bölgede bir kilise olduğunu tahmin ettiklerini anlatan Çomak, "Mozaiklerin üzerindeki başı haleli ve elleri iki yana açık insan figürü, Hristiyanlığın yayılmasını sağlayan İsa’nın havarilerini, diğer balık figürü ise bolluk ve bereketi temsil eden resme benziyor. Bu eserle ilgili tam bir sonuca kazı sonuçlandıktan sonra ulaşacağız. Önemli bir tarih ve kültür varlığını Yalvaç’ın envanterine kazandıracağız. Bulunan eser çok değerli" diye konuştu.

Radikal, Haber: Nurettin Arkan, 16.11.2012

TÜRKİYE TRUVA'YI SAHİPLENİYOR

 

 

Batı, Truva'yı Türkiye'nin sahiplenmediğini düşünüyor. Gerçekten öyle mi? Amsterdam'da açılan sergi, Fatih'ten Mustafa Kemal'e önemli liderlerin Truva'ya olan ilgilerini de gün yüzüne çıkarıyor.

 

"Avrupa'nın büyük kraliyet aileleri hep kökenlerini Truva'ya dayandırıyor," diyor Amsterdam Üniversitesi'nin Avrupa Kültür Tarihi Bölümü öğretim üyelerinden Günay Uslu. Aslında bu tespit Avrupalıların Truva medeniyetini ne kadar sahiplendiklerinin bir göstergesi. Batı, Truva'yı Avrupa kültür tarihine mal etmeye çalışıyor. Ya Türkiye ne kadar sahipleniyor bu medeniyeti? Avrupa'dan bakınca Türkiye'nin benimsemediği yönünde bir kanı var. Günay Uslu da Homeros, Truva ve Türkiye başlıklı doktora teziyle Truva'nın bir Anadolu medeniyeti olduğunu, tarihsel gerçekleri ortaya koyarak savunuyor. Böylece Batı'nın, Türkiye Truva'yı sahiplenmiyor algısını kırmaya çalışıyor. Bu bir tez diyebilirsiniz. Ama bu tez şu sıralar Truva konusunda, bir devlet politikasının da temelini oluşturuyor. Kültür Bakanlığı'nın desteğiyle Sezer Tansuğ Sanat Vakfı ve Amsterdam Üniversitesi işbirliğiyle, Amsterdam'daki Allard Pierson Müzesi'nde açılan 'Kent- Homeros -Türkiye' başlıklı sergi, bunun bir kanıtı. Çünkü serginin küratörü Günay Uslu.

ESERLER TÜRKİYE'YE GETİRİLECEK
Uslu, sergide Truva'nın yüzyıllar boyunca kimler tarafından nasıl sahiplendiğini ele alırken işin içine Türkleri de dahil ediyor. Avrupa'da açılan en zengin Truva sergisi olma özelliği olan sergi için, İstanbul Arkeloji Müzeleri'ndeki bazı eserler ilk defa yurtdışına çıkarılıyor. Ayrıca Çanakkale Arkeoloji Müzesi'nden yeni dönem kazılarından eserler de yer alıyor. Peki Truva'yı 'bizden' sahiplenen kimler var derseniz? Fatih Sultan Mehmed ile Mustafa Kemal. Aslında bu, kimi tarihçilerin bildiği bir gerçek, ama biz dahil birçoklarımız için de yeni bir bilgi. Mesela Fatih Sultan Mehmed, 1462'de Truva'yı gezmiş ve tarihçi Kritoboulos'un yazdığına göre de "Biz İstanbul'u fethederek Troya'nın öcünü aldık," demiş. Fatih'in ilgisi sadece ziyaretle sınırlı değil. Topkapı Sarayı'nda Fatih'in Yunanca olarak okuduğu İlyada kitabının bulunduğu da biliniyor. Sergide bu kitabın replikası da yer alıyor. Mustafa Kemal'in ilgisini de Truva Kazıları Eş Başkanı Rüstem Aslan anlatıyor, "Çanakkale Savaşları öncesinde Mustafa Kemal'in Truva'yı gezdiğini yeni öğrendik," diyor. Hatta Çanakkale Savaşları sırasında da strateji geliştirirken Truva'dan ilham aldığı anlatılıyor. Cumhuriyet sonrası kazılarla bizzat ilgelendiğini, imzaladığı belgelerden öğreniyoruz. Sonraysa Batılıları haklı çıkartacak bir sessizlik dönemi var. Ama Amsterdam'daki sergi gösteriyor ki, bu sessizlik dönemi sona ermiş. Zaten son 10-15 yıldır Türkiye'nin Truva medeniyeti konusunda ciddi çalışmaları vardı. Önümüzdeki yıllarda bu çalışmaların önemli sonuçları olacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgül Özarslan, Çanakkale'de Truva kazı alanı içinde görkemli bir Truva Müzesi inşa etmek yapmak için son aşamaya gelindiğini söylüyor, "Muhtemel 2014'ün sonunda müze bitmiş olacak," diyor. Bu sırada da Türkiye Truva'dan çıkarılıp yurtdışına götürülen, yaklaşık 40 ülkeye yayılan hazine ve arkeolojik eserlerin peşine düşmeyi planlıyor.

Sabah, Haber: Olkan Özyurt, 16.12.2012

ANADOLU KAPLANI: HATTUŞA

 

 

Hattuşa, İç Anadolu’da Çorum’a bağlı Boğazkale ilçe sınırlarında, Çorum’a 82, Ankara ’ya 203 km uzaklıkta bir yerleşke. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki 11 noktadan da biri. Hattuşa, MÖ 1500’lü yıllarında Babil ve Mısır devletleriyle birlikte, Yakındoğu’nun süper güçlerinden biri olan Hitit Devleti’nin başkentiydi. Kim bu Hititliler? 100 yıl önce dünyada herhangi birine Hitit deseydiniz, yüzünüze şaşkın şaşkın bakar ve ne demek istediğinizi anlamaya çalışırdı! Çünkü Hititlerle ilgili ilk bilgilere 20. yüzyılın başlarında ulaşıldı. Aslında Mısır ve Mezopotamya ülkelerinin metinlerinde ve Tevrat’ta, o dönemi etkileyen, güçlü bir kavimden bahsediliyordu. Ama bu kavmin Anadolu’da olabileceği kimsenin aklına gelmemişti.


1834’te arkeolog ve mimar Charles Texier, Orta Anadolu’da bir keşif gezisine çıkar. Antik yazarlardan Strabon’un sözünü ettiği Galat kavmi Trokmilerin başkenti Tavium’u ararken, Boğazköy’e gelir. Texier, harabelerin ölçümlerini yapıp kent planını çıkarır, kent kapılarının ve şehir surlarının resimlerini çizer. Onu en çok heyecanlandıran şey, Yazılıkaya’daki kabartmalar olur. Texier gördüklerini 1839’da yayımlar ve birçok kaşif ve bilim adamı Boğazköy’e gelerek araştırma ve incelemede bulunur. Bu çalışmaların sonucunda 1906’da ilk bilimsel kazı çalışmaları başladı. Bulunan tabletler arasında, Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili’nin birbirine yazdıkları mektuplar da vardı. Bundan da anlaşılır ki, burası, Hatti ülkesinin, Hitit İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa’ydı.


Hititler bilinmeyen bir sebepten dolayı, Anadolu’ya göç etmiş bir kavimdi. Ya Boğazlar üzerinden Avrupa’dan ya da Kafkasya’dan geldikleri tahmin ediliyor. Kendilerine “Nesili” yani nesice konuşanlar adını veren bu kavim, Anadolu topraklarını ‘Hatti Ülkesi’, oturanlarına ise ‘Hattili’ diyorlardı. Yani aynı Bizans adı gibi Hitit (daha önce de Eti) adı da sonradan ortaya konmuş bir isim. 1453 yılında yaşayan tek bir Konstantinapolisli, Bizans diye bir ülke tanımadığı gibi, hiçbir Hattuşalı da, Hitit diye bir ülke tanımıyordu.


Sarp kayalıkta bir saray
Hattuşa’yı birlikte gezdiğimiz arkeolog Tahir Aksekili bize kent hakkında ilginç bilgiler verdi: “Hattuşa, başlangıçta bir kilometrekarelik bir alanı kapsıyordu. Hitit İmparatorluk döneminde, yani MÖ 14. yüzyılda, şehir yaklaşık olarak altı kilometre uzunluğunda, belirli aralıklarla yüksek kulelerle desteklenen taş temelli, üstyapısı kerpiç tuğlalarla örülü bir surla çevriliydi. Şehrin farklı semtlerine giriş, sura açılmış anıtsal kapılardan sağlanıyordu. Çoğu günümüze kadar oldukça sağlam durumda gelmiş olan, dış yüzünde aslan yontuları bulunan Aslanlı Kapı’yla, iç yüzünde silahlı tanrının bulunduğu Kral Kapısı bunların en önemlileri. Kentin güney ucundaki Yer Kapı, Hattuşa’nın en ilginç kalıntılarından. Kesik piramit biçimli bu oluşumun en üstünde ortada yer alan Sfenksli Kapı ve bunun hemen altında Hattuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek poterni (tünel) var. 71 metre uzunluğunda ve 3 metre yüksekliğindeki poternden geçilerek sur dışına çıkılmakta. Hitit kralları ülkeyi, bugün Büyükkale olarak adlandırılan sarp bir kayalık üzerindeki saraydan yönetiyordu. Tek bir yapıdan ibaret olmayan sarayda direkli galerilerle çevrilmiş avlular etrafına dizilmiş büyüklü, küçüklü yapılardan oluşan kompleks, kral ve ailesinin yanı sıra saray memurları ve ‘altın mızraklılar’ olarak adlandırılan nöbetçi askerleri de barındırıyordu.’’


Hitit: ‘Bin tanrılı’ bir ülke
Hitit metinlerinde Hattuşa Ülkesinden ‘Bin tanrılı ülke’ olarak söz edilir. Bu tanrı bolluğu ilginç bir gelenekten kaynaklanır: Hititler diğer ülkelerin, özellikle de yendikleri komşularının tanrılarını kızdırıp gazaplarına uğramaktansa, armağan ve dualarla saygılarını dile getirip, onları kendi tanrıları arasına katmayı yeğliyorlardı. Arkeolog Tahir Aksekili, bu sebeple, İmparatorluğun çeşitli şehirlerinde tapınılan bu tanrılar için de başkentte tapınaklar yaptırıldığını belirtiyor. Başkent Hattuşa’da bugüne kadar 31 tapınak gün ışığına çıkartılmış. Aşağı Şehir’de ise ülkenin en güçlü tanrıları olan Fırtına tanrısı ile Arinna’nın Güneş Tanrıçası’na adanmış olan ‘Büyük Tapınak’ bulunuyor. Bu tapınakta bulunan zümrüt yeşili ‘dilek taşı’, Hattuşa’nın en popüler yeri. Sebebi ise kenti ziyaret eden Türk Sanat Müziği sanatçısı Bülent Ersoy’un, bu taşın önünde dilekte bulunması ve bunun da televizyonlarda bol bol gösterilmesiymiş!


Televizyonların yavaş yavaş meşhur ettiği Hattuşa, yine televizyon dizileri sebebiyle gündeme gelen ‘ecdadımız’ tartışmalarında unutulmaması gereken çok önemli bir yer. Tarihimizi sadece Osmanlı ile sınırlamamamız gerektiğini düşünüyor ve üzerinde yaşadığımız toprağın, Anadolu’nun bu ilk büyük uygarlıklarına saygıyı unutmamamız gerektiğine inanıyorum. Hattuşa ise tarihi, görkemiyle, hikayeleriyle zaten ilgiyi çoktan hak ediyor.


Boğazköy sfenkslerinin geri dönüş yolculuğu
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, ülkemizden kaçırılan eserleri ana yurduna geri getirme çabalarını takdir ediyorum. Yurda geri getirilen eserlerin en önemlilerinden biri ise, Boğazköy Sfenksi... Ünlü ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey tarafından kurulan ve imparatorluk müzesi olan “Müze-i Hümayun’un başkanlığında ve Alman heyet üyelerinin katılımıyla Çorum’un Boğazköy İlçesi'nde yapılan kazılarda 10.400 civarında tablet ile iki adet sfenks bulundu.
Gün ışığına çıkartılan bu nadide bulgular, akabinde temizleme, onarım ve yayın çalışmaları için Alman kazı ekibi tarafından 1915 ve 1917 yıllarında Berlin’e götürüldü. O dönemlerde Almanya ’ya ülkemize iade edilmesi koşuluyla gönderilen eserlerin sonuncusu olan Boğazköy Sfenksi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yürüttüğü yoğun müzakerelerin neticesinde 94 yıllık ayrılığın ardından 27 Temmuz 2011’de eski ismi ‘Müze-i Humayun’ olan İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bizzat takip ettiği, Hitit Kraliyet Arşivine ait 3.300 yıllık kültürel miras daha önce iadesi sağlanan diğer sfenks ile birlikte ait olduğu topraklara taşındı. Sonuç itibariyle; Boğazköy’ün ‘dünya mirası alanı’ ilan edilişinin 25. yıldönümü Boğazköy sfenkslerinin uzun ve meşakkatli uğraşlar neticesinde ülkemize kavuşturulmasıyla taçlandırılmış oldu. Almanya’nın Pergamon Müzesi’nden getirilen sfenksler bugün artık Boğazköy Müzesi’nde sergileniyor.

Radkal, Yazı: Vedat Atasoy, 16.12.2012

SATIYORUM, SATIYORUM, SAAATTIM

 

 

Çekiç yere inince bir çağdaş sanat eseri, Osmanlı'dan kalma bir mücevher ya da el yazması bir kitap el değiştirir. Müzayede evleri de bu değiş tokuşa ev sahipliği yapar. Peki dünyada müzayedeler nasıl başladı, müzayedeye giderken nasıl giyinmek gerekir, Türkiye'de müzayedelerin ilkleri neler, yakında hangi müzayedeler yapılacak?

 

"Benim olucak Fıstık! Binicem üstüne! Vurucam kırbacı, vurucam kırbacı!" Sezercik'in baş rolünde oynadığı Öksüzler filminin bu repliki Türk sinemasının unutulmazları arasındadır. Olay bir müzayede sırasında geçer. Şişko Nuri açık artırmaya çıkarılan ve zengin babası tarafından satın alınmak üzere olan sevimli sıpa Fıstık hakkındaki fantezilerini anlatmaktadır. Müzayedelerde bir sıpanın satılması film icabı görülen olaylardan... Ama neler satılmıyor ki? Yazarından imzalı bilmem kaç yüz yıllık bir kitap, Victoria dönemi soylularından bilmem kimin taktığı bir broş, bilmem hangi savaş sırasında gönderilen bir mektubun üzerinde olduğu düşünülen bir pul, bir müteveffanın evrak-ı metrukesi, daha neler neler... Müzayede salonlarının heyecanı, müzayedeye gelen meraklıların her biri birbirinden ilginç dünyaları için bambaşkadır. Bu hafta özel bir 'müzayede dosyası' hazırlamak istedik. Tarihte ilk müzayede ne zaman yapıldı? Bugünlerde takip edilecek müzayedeler hangileri? Müzayedelere bazı koleksiyonerler neden kimliğini gizli tutarak, telefonla katılır? Müzayedelerde katılımcılar hangi kıyafetleri tercih eder? Müzayede sırasında dikkat edilmesi gereken kurallar nelerdir? Müzayede işinde müzayede evinin çalışanları için para ve heyecan var mı? Bu ve benzeri soruların cevapları bu dosyada.

VERİ ŞEFFAFLIĞI SAĞLANMALI
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Kültür Yönetimi Bölümü'nden Dr. Özgür Uçkan, sanat piyasasından bahsedebilmenin 'olmazsa olmaz'ının müzayedeler olduğunu söylüyor: "Batı'da 17. yüzyıldan itibaren kurumsallaşan sanat odaklı müzayede evlerine benzer yapıların gelişimi bizde çok daha sonra olmuştur. Müzayede bir satış yöntemi olarak uzun zamandır kullanılmaktaysa da, sanat odaklı profesyonel müzayede evlerinin kurulması 1980'lere gider. İlk müzayede evleri galeri kökenliydi ve bence bu da doğal bir gelişmeydi. Yaklaşık 40 yıldır kökleşmiş, hacim yaratan belli sayıda müzayede evimiz var. Bu kurumlar, Batı'daki benzerleri gibi, sadece sanat eserlerine değil, antika vb. nesnelere de yer veriyorlar. Ama Türkiye sanat piyasasının hacmini, fiyatlarını ve gelişimini galerilerle belirleyenler de onlar. Bizdeki müzayede evlerinin kapasitesi, artık küresel ölçekte iş gören Christie's, Sotheby's gibi benzerlerinin elbette çok altında. Ama bu durum, bizim sanat piyasamızın sınırlarıyla ilgili. Bu oturmamış, henüz gelişmekte olan piyasanın sınırlarını belirleyen ise çok karmaşık bir nedenler manzumesi. Türkiye'de görece köklü bir müzayede kurumsallaşması var ve bu yapı, sanat piyasamızın teminatlarından biri. Elbette veri şeffaflığını ve veri işleme standartlarını uluslararası düzeye çıkarmaları koşuluyla. Henüz bu düzeyde olmadıklarını da eklemek gerek. Aynı şeyi sanat piyasamız için de belirtmek gerek. Bizdeki piyasa henüz oturmuş değil."

 

MÜZAYEDE İZLEMENİN DE BİR ADABI VAR
Müzayedelere katılmak çoğu koleksiyoner için, gösterinin bir parçası haline gelmek demek. Yaşanan çekişmeler kışkırtıcı olabiliyor. Müzayedeye giderken genelde koyu renk giyiniliyor. Ancak büyük koleksiyonerler bizzat müzayedeye katılmayı pek sevmiyor. Çünkü eğer rekor bir satış olursa bunu zaten medya yoluyla duyurabiliyorlar. Ve bir aksilik olup da teklifleri geri dönerse, kimlikleri gizli kalabiliyor. Bu yüzden online ya da telefonla müzayedeye katılan ya da vekil gönderenlerin sayısı hayli fazla. Müzayede salonları heyecanını korumaya devam etse de, artık neredeyse tüm müzayedeleri internet üzerinden canlı izlemek mümkün. Bu sayede heyecan sosyal paylaşım sitelerine taşınıyor. Bir yandan müzayede izleyip, diğer yandan da müzayedeyi sizinle birlikte izleyenlerin yorumlarını Twitter üzerinden takip etmek büyük keyif.

1900'LERİN BAŞINDAN BU YANA TÜRK MÜZAYEDELERİNDE İLKLER
* Türkiye'de açık arttırmacılığın tarihi oldukça eski. İlk örnekler, miras yoluyla geçen varlıkların satışı.
* Portakal Sanat ve Kültür Evi'nin müzayede evi, en eskilerden. 1900'lerin başında Yervant Portakal, antikacılığa ve müzayedelere Kapalıçarşı'da başlamış. Ev ve saraylarda müzayedeler düzenlemiş.
* 1980 sonrasında müzayede evleri otellerde bayraklı müzayedeler düzenlemeye başlar. İlk çağdaş resim sanatı müzayedesi ise 1988 yılında Antik A.Ş tarafından düzenlenir.
* 1970'lere kadar resim satışı galerilere dayansa da müzayede evlerinin artışıyla bugün Türkiye'de yaklaşık 150 milyon dolarlık bir sanat piyasasından bahsetmek mümkün.
* İlk büyük rekor satış, Osman Hamdi Bey'in 1906'da yaptığı Kaplumbağa Terbiyecisi isimli resmin satışı. Resim 2004'te Antik A.Ş'nin düzenlediği müzayedede Eczacıbaşı ve Kıraç ailesi arasındaki mücadele sonrası 5 trilyon liraya satılmıştı.
* Sotheby's'in Türk sanatıyla ilgilendiği ilk müzayede... 1990 yılında İstanbul Yıldız Sarayı Silahhne'de 36 sanatçının yapıtlarının satışa çıkarıldığı bir müzayede düzenlenir. Müzayedede Burhan Doğançay'ın bir yapıtına 11 bin 997 dolar verilir. Bundan sonra 2009'da Londra'da düzenlenen Türk Çağdaş Sanatı başlıklı müzayedeye kadar Sotheby's, Türkiye'yle ilgili bir müzayede düzenlemez.
* Burhan Doğançay'ın Mavi Senfoni eserinin 2009'da 2 milyon 200 bin TL'ye satılması yine müzayede tarihimizin en önemli rekor satışlarından.
* Müzayedede ilk video eseri ise 2009'da satılır: Canan'a ait İbret-i Numa. (Kaynak: Türk Plastik Sanatları'nda İlkler, Oğuz Erten.)

 

RESİMDEN KAZANDIĞIMI DAVALARA HARCADIM
2009'da Sotheby's'in Londra'da ilk kez düzenlediği Türk Çağdaş Sanatı Müzayedesi'nde Ruhani'ye 175 bin lira verilince, Taner Ceylan yaşayan en pahalı Türk ressamı olmuştu. (Bu rekor birkaç ay sonra Burhan Doğançay tarafından egale edildi. Bkz. üstteki fotoğraf.) Taner Ceylan'a müzayedelere bakışını sorduk: "Sotheby's tarafından yapılan müzayede Türk resminin duyurulması için önemli bir adımdı. Ne var ki daha sonra galeriler bu müzayedelere katılan sanatçıların eserlerini, sırf satış gerçekleşsin diye tanımadıkları tehlikeli sanat tacirlerine ve faturasız sattılar. Üzerinden yıl bile geçmeden, satılan bu eserler yurt içindeki müzayedelere verildi. Yerel müzayedeler bu durumu kötüye kullanıyor. Sanatçıdan izin almadan görselleri istedikleri gibi kullanıyor, yanlış basıyor, hatalı biyografiler yayımlıyor ve telif ödemiyorlar. Sotheby's ile başlayan bu ışıltılı Türk sanatı dönemi bitti. İstisna kabul edilmesi gereken bir durum kaideymiş gibi anlaşılır oldu. Gençler halen bunun etkisinde. Kariyerlerini, müzayedeler üzerinden yapabileceklerini sanıyor ve yanılıyorlar. Böyle bir ihtimal en azından yerel müzayedeler açısından yok. Öyle olsaydı, resimden kazandığımın çoğunu bu müzayede şirketlerine açtığım davalarda harcamazdım!"

SANAT VE PİYASASI AYNI ŞEY DEĞİL
Sanat tarihi üzerine çalışmalarıyla tanınan sosyolog Ali Akay, Türkiye'de genç sanatçıların müzayedelerde çok eserinin olmasını risk olarak değerlendiriyor: "Mezat, 19. yüzyılda Paris sanat merkezi olduğu sırada, 1801'de Mezatçılar Odası'nın girişimiyle kurulmuş bir yapıdır. Paris'te borsanın olduğu mahalle ile aynı mahallede yapılanmaları mezadın bir borsa sistemine yakınlığını göstermektedir. Kataloglanmış, yani kayıt altına alınmış eserlerle kayıt altına alınmamış eserler olarak iki grupta toplanan bu düzenleme, iki değil üçüncü bir kişinin (artıran) müdahalesiyle, ikili sözleşme modelinin dışında bir yapıya sahiptir. Türkiye'de bugün değer üzerine kurulu olan bir mezatta çok genç sanatçıların bulunması, sanatın ilerlemesi bakımından riskler taşımaktadır. Çünkü sanat ve piyasası aynı şey değildir. Sanat eseri bir meta olarak ele alındığında, burada yer bulmaktadır. Bunu da belirleyen koleksiyoncular, ikinci el satıcılar ve onların oluşturduğu piyasadır. Sanatçı ise eserini düşünen ve üreten kimsedir. Bu iki ayrı işin birleşmesi ise modernleşmiş kapitalizm ile alakalıdır. Türkiye'de bir yanda sanat üretimi diğer yanda ise sanat piyasası ve müzayedesi vardır. Söz konusu ayrım sanat üretimi bakımından önemlidir. Bu iki ayrı alanın iç içe geçiş sürecini yaşamaktayız."

 

MÜZAYEDE AJANDASI
* Bugün, Swissotel'de Artam Antik A.Ş'nin 275. Müzayedesi düzenlenecek. Klasik Tablolar ve Osmanlı Eserleri başlıklı müzayedenin gözde parçası Osman Hamdi Bey'in Vazo Yerleştiren Kız tablosu
* Beyaz Müzayede tarafından düzenlenecek 22. Beyaz Müzayede, 18 Aralık'ta Nişantaşı'nda bulunan Sofa Otel'de gerçekleşecek.

MÜZAYEDELERİN İLKLERİ KÖLE PAZARLARIYDI
Ali Artun'un Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi adlı eserine göre, müzayedelerin tarihi MÖ 5. yüzyıla kadar uzanıyor. Heredotos o tarihlerde her yıl Babil'de gelinlik kız ve köle müzayedeleri yapıldığından söz ediyor. Sanat müzayedeleri ise MÖ 3. yüzyılda başlıyor. Bugünkü anlamıyla ilk müzayede evi İsveç'in Stockholm şehrinde 1674'te kuruluyor ve Auktionsverket halen faal. Onu 1744'te İngiltere'nin Londra kentinde kurulan Sotheby's izliyor. 20. yüzyılda Sotheby's ağırlıklı olarak kitap satışıyla uğraşsa da, bugün 1766'da kurulan Christie's ile birlikte dünyanın en önemli müzayede evi.

BİR MÜZAYEDE MÜDÜRÜNÜN İTİRAFLARI
Müzayede müdürlüğü diye bir meslek var. Salonun çoşkusunu ve rekabetin amansızlığını en yakından hisseden ve hissettiren bir iş. Mesleğin efsane isimlerinden biri Christie's'in baş müzayedecisi Christopher Burge. YKY'den Mine Haydaroğlu çevirisiyle çıkan Sanat Dünyasında Yedi Gün kitabında Sarah Thorton şunları anlatıyor: "Burge, 'Satış zamanı geldiğinde tam gaz başlarım. Öncesinde en az 50 kere prova yaparım, gerçekleşebilecek bütün olasılıkların üzerinden geçer, çılgın gibi çalışırım," diye açıklıyor. Kravatını ayarlayıp koyu gri takım elbisesini düzeltiyor. 'Akşam satışlarında seyirciler düşmanca davranabiliyor,' diye devam ediyor. 'Romalılar'ın kolezyumundaki gibi tek bir el hareketiyle karar verilsin diye bekliyorlar. Tam bir felaket, bol kan görmek ve 'Atın sunu dışarı' diye bağırmak istiyorlar. Ya da rekor fiyatlar bekliyorlar. Büyük heyecanlar, bol kahkahalar istiyorlar. Kısaca tiyatroda mutlu bir aksam geçirmeyi bekliyorlar.' Burge sektördeki en iyi müzayedecilerden sayılıyor. 'Aslında ne kadar korktuğumu bilseniz,' diye açıklıyor. 'Bir müzayede insanlığın gördüğü en sıkıcı şeylerden biri. İnsanlar iki saat boyunca orada oturup bir enayinin monoton sesini dinliyor. Salon sıcak. Rahatsız. İnsanlar uyukluyorlar. Bizim elemanlarımız açısından çok stresli. Ve benim için de tam bir dehşet deneyimi.' 'Ama iyi vakit geçiriyor gibi görünüyorsunuz,' diye karşı çıkıyorum. 'Nedeni viski,' diyor iç çekerek."

Sabah Pazar, Haber: Fisun Yalçınkaya, 16.12.2012

EL KONULAN ERMENİ MÜLKLERİ KİTAPLAŞTI

 

 

İstanbul’daki Ermeni vakıflarının mülkiyet sorunları “2012 Beyannamesi: İstanbul Ermeni Vakıflarının El Konan Mülkleri” adıyla Hrant Dink Vakfı tarafından kitaplaştırdı.

 

Hrant Dink, Agos gazetesi, avukat Diran Bakar ve Ermeni vakıflarına ait arşivlerin incelenerek 53 vakfın mülkiyet sorunlarının masaya yatırıldığı kitapta yer alan “El Koyma Hikayeleri” bölümünden satırbaşları şöyle:
* Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi: Öjeni Dındes Roman 1943’te İstiklal Caddesi’nde bulunan mülkünü Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı’na vasiyet eder. Bina 1962’de İstanbul Giyim Sanayi (İGS) binası olarak işhanı haline getirilir. 1992’de mülkün tescil işlemi iptal edilir. Uzun dava sürecinin ardından İGS binası Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı adına tescil edilir. Böylece ilk kez gayrimüslim vakfının el konan bir mülkü iade edilmiş olunur.
* Kalfayan Yetimhanesi Binası: Kalfayan Vakfı’na yetimhanenin Boğaziçi Köprüsü ve çevre yollarının istimlak sahasında kaldığı ve yıkılacağı bildirilir. 1972 Temmuz’da bina boşaltılır. Okul, 1999’dan beri Semerciyan Cemaran İlköğretim Okulu’nun binasını ortak olarak kullanıyor.
* Andonyan Ermeni Katolik Manastırı ve Mektebi: Vakıflar Genel Müdürlüğü, okulun bulunduğu parselin Sultan Bayezid Veli Hazretleri Vakfiyesi’nde yer aldığı iddiasıyla Hazine’ye dava açınca, 2005’te Hazine’deki mülkiyet kaydı iptal edilerek okul binası ve arsa Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescil edilir.
* Tuzla Ermeni Çocuk Kampı: 8-12 yaşlarında 30 çocuğun yapımında çalıştığı kamp için 1979’da Vakıflar Genel Müdürlüğü, tapunun iptalini ister. Mahkeme, kamp arazisinin vakfın elinden alınıp eski sahibine verilmesine karar verir.

Milliyet, Haber: Burcu Karakaş, 16.11.2012

ÇUVALLA GELEN TARİHİ HAZİNE

 

 

İzmir'in Ödemiş İlçesi'ndeki Yıldız Kent Müzesi'ne vatandaşlar tarafından kısa bir süre önce bağışlanan eşyalar tasnif edilirken aralarında hazine değerinde tarihi belgelere ulaşıldı.

Müze Müdürü Prof.Dr. Engin Berber yönetiminde bir haftadır yürütülen çalışmalarda Mustafa Kemal Paşa'nın "Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişi" sıfatıyla Meclis-i Vükela tarafından Samsun'a gönderilmesi ile İsmet Paşa ve 14 arkadaşının 1923 yılında altına imza koyduğu Ankara'yı Türkiye'nin yeni başkenti yapan kanunun TBMM Başkanlığı'na teklifiyle ilgili ıslak imzalı belgeler bulundu. Müze Müdürü Prof.Dr. Engin Berber "Belgeler kesinlikle orijinal. Diğer eşleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve TBMM Arşivinde bulunan belgeler, o yıllarda, fotokopi makinesi olmadığı için el yazısı ile çoğaltılmış ve her birinde ayrı ayrı ıslak imzalar bulunuyor" dedi. Ödemiş Belediye Başkanı Bekir Keskin ise "Çağdaş Türkiye'nin kuruluşuna ışık tutan, Cumhuriyet tarihimiz açısından son derece önemli belgelere ulaştık. Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra ziyaretçilerimize açacağız. Genelkurmay isterse her iki belgeyi de seve seve veririz" dedi.

Sabah, Haber: Nadir Uysal - Nazif Harupçu, 16.12.2012

TÜRKİYE'NİN CAMILLE CLAUDEL'İ

 

 

İstanbul’da ilginç bir sergi açıldı. Mari Gerekmezyan’a ithafen... Getronagan Lisesi’nin 125’inci kuruluş yılı şerefine düzenlenen sergiye 30 önemli ressam, fotoğrafçı, reklamcı, grafiker, sinemacı ve mimar katılıyor. Peki ama kim bu Mari Gerekmezyan?

Mari Gerekmezyan’a “Türkiye’nin Camille Claudel’i” desek yanlış olmaz. Claudel kim diye sorabilirsiniz. 19’uncu yüzyıl sonlarında ün kazanan ama o dönemde evli olan Rodin’ in sevgilisi... Bu yasak gönül ilişkisi katı bir tavırla karşılandığı için genç heykeltıraş sanat çevrelerince dışlanmıştı. Gerekmezyan kim peki? O da heykeltıraştı. Ve o da bir sanatçının, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sevgilisiydi. Sonunda ikisinin de kaderi unutulmak, unutturulmak oldu.

Gerekmezyan’a dair pek az bilgi var. Lisedeyken Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Güzel Sanatlar Akademisi’ndeykense Prof.Dr. Rudolf Belling’in öğrencisiymiş. Tanpınar’la arkadaş da olduklarını yazarın günlüklerinden öğreniyoruz. Akademiyi birincilikle bitirmiş ama bugün eserlerinin çoğu kayıp. Araştırmacı Sevengül Sönmez’le biyografisini yazdığı Gerekmezyan’ın sanatını ve hazin hayatını konuştuk...

 

Mari Gerekmezyan bir heykeltıraş olarak neden önemli?
Ondan önce de kadın heykeltıraşlar vardı ama Mari’nin özellikle büstleri, gerçekçilik ve ifade yönünden çok başarılıydı.

Eserlerinin başına ne geldiğini biliyor muyuz? Mesela Yahya Kemal büstüne ne oldu sizce?
Eserlerinden 5-6’sının yerini biliyoruz. İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde 2 heykeli var, Ankara Resim Heykel’de de 2 kayıtlı eserini görmüştüm. Bedri Rahmi büstü Eyüboğlu ailesinin Kalamış’taki evinde. Üç Horon Kilisesi’nden bu sergiye getirtilen Kadın Başı da bildiklerimizden. Yahya Kemal, Şekip Tunç, Neşet Ömer büstleri ve Patrik Mesrob Tin maskının başına ne geldiğiniyse öğrenemedik. Mari, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir çok eserine, özellikle de “Karadutum, çatal karam, çingenem” diye başlayan o ünlü şiirine konu olmuş.

İlişkileri konusunda ne biliyoruz?
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde tanışıyorlar. Mari, Bedri Rahmi’nin öğrencisi, zamanla aralarında bir aşk alevleniyor. Bu ilişkinin Bedri Rahmi’nin sanatında önemli izler bıraktığını “Karadut” tablolarından ve “Mari’nin Portresi”nden biliyoruz. İkisini de tanıyan şair İlhan Berk diyordu ki: “Resimler Bedri Rahmi’nin Talaslı’sını anlatmasına yetmemiştir. Onun için sıraya girmiştir şiir, o yüz için.” Mari öldüğünde, “Türküler bitti/ halaylar durdu/ horonlar durdu/ hüzün geldi baş köşeye kuruldu/ yoruldu yüreğim, yoruldu” diye yazmış Bedri Rahmi.

 

Mari nasıl bir hayat yaşamıştı?
Bunu en güzel, hocası Rudolf Belling anlatmış: “Seneler evvel bir heykeltıraş olmaya karar verdiği zaman, önünde zorluklarla dolu bir çalışma devresi olduğunu idrak ettiği gibi, heykeltıraş olmanın kendisini müreffeh bir hayata kavuşturmayacağını da anlamıştı. Artistik inkişafında ona tavsiyelerde bulunmak ve yardım edebilmek en büyük zevklerimden birini teşkil etmiştir.”

Mari Gerekmezyan anısına düzenlenen sergiyi anlatır mısınız?
Getronagan Lisesi’nin 125’inci kuruluş yıldönümü için açıldı. Farklı tarihlerde mezun olmuş Ara Güler başta olmak üzere çeşitli dallardan birçok sanatçının eserleri ve Mari Gerekmezyan’ın Kadın Başı büstü sergileniyor. Bu okulun özellikle görsel sanatlar alanında ne kadar yetkin isimler yetiştirdiğini göstermesi açısından serginin anlamı büyük. Adres: Kemeraltı, Sakızcılar Sok, No:1, Karaköy/İstanbul

Yazar Karin Karakaşlı, daha önce bir hikaye kahramanına da dönüştürdüğü Mari Gerekmezyan’ ı HT Cumartesi için yazdı... Mari’nin adına ilk kez Bedri Rahmi’nin resim sanatına ilişkin koca bir kitabın dipnotunda rastladım. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir dönemini Gerekmezyan’ın adını anmadan açıklamanın mümkünü yoktu. Gelgelim unutturulmuş bir heykeltıraştı. Yasak aşk dedikoduları bir yan dan, bu aşkı dolayısıyla mesafeli duran çevresi öte yandan, Mari Gerekmezyan itina ile yalnızlaştırılmış bir kadındı. Dönemin basını, Ermeni olduğu için Ankara’daki Resim Heykel sergilerinde üst üste aldığı ödüllerde adını geçirmekten bile imtina etmişti. Ben onu hikaye kahramanına dönüştürdüğümde aşkı ve yaratıcılığı birleştiren yönüne ve bunca yıl mahkum edildiği sessizliğe vurgu yaptım. Benim Mari’m ölüm döşeğinde şöyle seslenmişti dünyaya: “Cehennem, ihtiyaç duyulmama hissidir benim için. Cennetse ihtiyaç duyulmaya ihtiyaç duymama hissi. Kendi cennetime gidiyorum nihayet... Yine de unutturamazlar beni, kalkar boşluğum konuşur yerime. Ve kimsenin rahatsız olmayacağı kadar uzun zaman geçtiğinde, belki bir gün, beni de hatırlarlar...”

Habertürk Cumartesi, Haber: Gülenay Börekçi, 15.12.2012

ALMANIN HEDEFİ ERTUĞRUL GÜNAY

 

Baştan sona katı milliyetçi bir söylem, saldırgan bir üslup, çirkin sözler. Biz içerde bize ait kültür varlıklarının birer birer geri gelmesine sevinirken, dışarıda buna tepkiler tarihçileri ve arkeologları şaşırtan türde.
 

Almanya’da “Prusya Kültür Varlıkları Vakfı” Başkanı, aynı zamanda “Berlin Devlet Müzesi” Müdürü arkeoloji profesörü Hermann Parzinger. 3 Aralık 2012 tarihli Der Spiegel dergisinde onunla yapılan bir röportaj var. Orada bizim kültür varlıklarımız ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile ilgili içimize  sinmeyecek sözler söylüyor. (Der Spiegel, sayı 49, s.133-136).


Röportaj Mısır firavunlarının, özellikle Nefretit’in büstünün nasıl olup da, Mısır’dan Almanya’ya geliş macerasıyla başlıyor, derken konu Türkiye’ye geliyor.

 

İNSANLIĞA AİT

 Parzinger toplu bir yanıt veriyor:
“Nefretit’ten ayrı olarak Bergama’da, Truva’da bulunan kültür varlıkları insanlığa ait eserlerdir. Bunların geri verilmesi söz konusu değildir. Çok daha anlamlı yollar vardır. Bizim o varlıkları düzgün sergilemeye dönük çabamız vardır ve biz bunu garanti ediyoruz”.


Yani, biz dahil, başka ülkeler kültür varlıklarını koruyamıyor, en iyisi onlar korusun ve bu varlıklar dünya durdukça insanlığın yeni yapıtlarına kaynak olsun.


Profesör, Berlin Müzesi’ni “dünya kültürünün olağanüstü bir merkezi” olarak tanımlıyor, müzedeki eserlerin artık oranın geleneksel simgesine dönüştüğünü belirtiyor.

 

1917’DE ORADA KALMIŞ

Parzinger Truva’dan, Konya’dan, Bergama’dan Berlin Müzesine taşınan varlıklarla ilgili, Berlin’de koca bir müze var bunların sergilendiği, önemli bir iddiayı dile getiriyor. Spiegel “bu varlıkları Türkiye geri istiyor” diye sorunca, Parzinger:
“Yanlış, bu varlıkları geri verilmesi için bize resmi istekte bulunan olmadı”.


Der Spiegel sıkıştırıyor, “ama daha kısa süre önce Hattuşaş’la ilgili üç bin yıllık bir büstü iade ettiniz”.


Parzinger devam ediyor:
“Öyle bir zorunluluk yoktu.


O parça 1917’de restore edilmek üzere Berlin’e yollanmış, sonra burada kalmış. Biz sözümüzde durduk, Türkiye  durmuyor. Ciddi olarak birlikte çalışmak istiyoruz, sonuç cesaret kırıcı”.

 

ÜÇ BİN ÜÇ YÜZ PARÇA

Der Spiegel nefis gazetecilik örneği ile üstüne gidiyor, “Kültür Bakanı Ertuğrul Günay beş yılda bütün dünyadan üç bin üç yüz parçayı geri aldığını söylüyor” deyince, Parzinger parlıyor:
“Ona başarılar dilerim. Günay bize önce kendi ülkesindeki müzelerde bulunan Suriye, Lübnan ve Bulgar varlıklarını izah etsin”.


Müze Müdürü Günay’dan şikayetçi. Fransızların ve Almanların iki yıldır Türkiye ile hiç bir ortak arkeolojik kazı çalışması yapmadığını söylüyor, bunun arkeolojik kültür varlığına zarar verdiğini öne sürüyor.

 

KİM ŞOVEN

Türkiye’nin kültür varlıkları açısından zenginliğine işaret ediyor, ortak çalışmayı geri çevirdiği için Türkiye’yi “şovenlikle” suçluyor.


Kültür varlıklarına önem vermediğini , şu anda Berlin Müzesinde  bulunan eserlerin Anadolu’da köylerde oradan oraya savrulduğunu, köylülerin bunları kendi inşaatlarında kullandığını, oysa şimdi bu varlıkların Berlin Müzesinde “kurtarıldığını” ekliyor.


Der Spiegel harika, itiraz ediyor, “ama onlar bize ait değil”.  Parzinger hışımla, “onlar bize ait. O eserler hangi zamanda, hangi koşullarda bize gelmiş? Biz tarihsel yerine oturtmuşuz”.


Röportaj uzun, katıksız milliyetçilik kokuyor, “onlar bilmez ve koruyamaz, insanlık adına biz koruruz” mantığı ön planda.


Ertuğrul Günay’a önerim, bu röportajın tam çevirisini okusun. Bu adama hem Der Spiegel üzerinden, hem resmi kanallardan haddini bildirsin.

Hüriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 15.12.2012

ADIYAMAN NEMRUT İÇİN TEK YÜREK OLACAK

 

 

Adıyaman Belediyesi, Kahta Belediyesi ve Nemrut Dağı Milli Parkı Koruma Platformu tarafından, Malatya’nın Nemrut’un eteğine yapmayı planladığı otel ile ilgili yaptığı suç duyurusu hakkında Cumartesi günü düzenlenecek olan ‘Ortak Eylem Planı’ toplantısına tüm Adıyamanlılar davet edildi.

Nemrut Dağı Milli Parkı Koruma Platformu ve Adıyaman ile Kahta Belediyeleri tarafından, Malatya’nın Nemrut’un eteğine yapmayı planladığı otel ile ilgili yaptığı suç duyurusu nedeniyle Cumartesi günü bir toplantı düzenlenecek.

Konu ile ilgili bir açıklama yapan Nemrut Dağı Milli Parkı Koruma Platformu Sözcüsü Mustafa Işıldak, “Nemrut Dağı’nın Malatya il sınırları içerisinde kalan bölümünde otel yapılmasına izin veren Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı kararı aleyhine platformumuz üyelerince açılan Yürütmenin Durdurulması ve İptal Davasının görüldüğü Danıştay 5. Dairesinin 2012/1191 Esas sayılı dosyasında,  yerinde keşif yapılmasına karar verilmiştir. Aynı konuda Adıyaman Belediye Başkanlığı ve Kahta Belediye Başkanlığı tarafından da dava açıldığı ve bu davalar için de keşif yapılmasına karar verildiği bilinmektedir. Her üç davanın amacı aynı olduğundan şimdiden ORTAK EYLEM PLANI yapılması için 15 Aralık Cumartesi günü saat 13.00'de Adıyaman Belediyesi Meclis Salonunda, Adıyaman Belediye Başkanı Necip Büyükaslan ile Kahta Belediye Başkanı Yusuf Turanlı'nın da katılacakları bir toplantı düzenlenecektir. Bakanlıkça yapılan söz konusu plan değişikliğinin Adıyaman'ın aleyhine sonuç doğuracağına ve bu yanlışlığın yargı yoluyla düzeltilerek Adıyaman'ın mağduriyetinin giderilmesi gerektiğine inanan, içerisinde turizm sektör temsilcilerinin de bulunacağı görev ve sıfatı ne olursa olsun tüm Adıyaman severlerin değerli görüşlerini ifade etmek üzere anılan toplantıda hazır bulunmaları memleketin yararına olacaktır” diyerek toplantıya tüm Adıyamanlıları davet etti.

Adıyaman Haber, 14.12.2012

 

******


"YAZIK EDERİZ"

 

Malatya Valisi Vasip Şahin, Nemrut Dağı'ndaki turizm planlamasının mahkemeye taşınmasına ilişkin, ''Nemrut Dağı'na iki ilden giden yolların birleşmesinde, burada bir turizm planlaması yapılmasında fırtına koparıp orada boğulursak yazık ederiz. Hem illerimize yazık ederiz. Hem ülkemize yazık ederiz'' dedi. 

 

Şahin, UNESCO tarafından dünya kültür mirasları arasına alınan Nemrut Dağı'nın Malatya tarafında kalan bölümünde, turizm planlamasına izin verilmesinin mahkemeye taşınmasının ardından Danıştay 6. Dairesi'nin bölgede keşif kararı vermesini AA muhabirine değerlendirdi. 

Keşif kararına ilişkin kendilerine resmi bir bilgi gelmediğini belirten Şahin, ''Neticede konu yargıya intikal etmiş. Biz de sonucunu bekliyoruz. Bizim yargı kararına saygı duymaktan başka da yapacağımız bir şey olamaz'' ifadelerini kullandı. 

 

Nemrut Dağı'na ''benim'' diyerek yaklaşmamak gerektiğini vurgulayan Şahin, ''Nemrut Dağı, bu ülkenin bir değeri. Böyle bakarsak Nemrut'ta çözülemeyecek bir sıkıntı yok'' dedi. 

 

Dağın daha fazla yerli ve yabancı turisti çekmesini istediklerini ifade eden Şahin, ''İnsanlar, bu kültürel zenginliği ziyaret etsin. Burada Adıyaman da, Malatya da, bir başka il de çok rahat istifade eder. İller olarak bu, 'bizim, sizin' tartışmasını yapmaktan ziyade, buraya daha fazla insanı nasıl çekebiliriz, bunun çarelerini aramalıyız'' değerlendirmesinde bulundu. 

 

Vali Şahin, Adıyaman'da da çok sayıda turistik tesis yapılmasını arzu ettiklerini vurgulayarak, ''Aynı şeyi Malatya sağlasa bundan ne zararımız olur. Bundan ülke ekonomisi kazanır. Fırsatı olan herkes gelsin, tabii yasalara da uygun olmak kaydıyla, yatırım yapsın. Bu ülkeye daha fazla turist nasıl çekebiliriz, daha fazla döviz nasıl kazandırabiliriz, bunun mücadelesini verirken, bu kısır çekişmeyle buradaki turizmi geriletmeye hakkımız yok'' diye konuştu. 

 

Nemrut Dağı'nı bir turizm rotasına çevirmek gerektiğine dikkati çeken Vasip Şahin, ''Harput'tan başlayıp, Şanlıurfa'ya kadar inen, belki Hatay'ı, Gaziantep'i içine alan bir turizm rotası olarak bakıp çözümü orada aramak lazım. Yoksa Nemrut Dağı'na iki ilden giden yolların birleşmesinde, burada bir turizm planlaması yapılmasında fırtına koparıp orada boğulursak yazık ederiz. Hem illerimize yazık ederiz. Hem ülkemize yazık ederiz. İnsanlarımızı da bu değerlerden mahrum bırakmakla onlara da yazık etmiş oluruz'' ifadelerini kullandı. 

Malatya Haber, 19.12.2012

KARAHAYIT'TA KATMERLİ DÖNÜŞÜM

 

UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi'ndeki Pamukkale, tarihin en eski “termal” kentlerinden Hierapolis’i kapsıyor. Kaplıca suyundaki karbonat minerallerinin beyazlattığı travertenleriyle bin yıllardır “şifa” bulmak isteyenlere kucak açıyor.

 

70’lerden sonra arkeolojik alanın “üzerinde” kurulan turistik tesislerin tahribatını yaşayan Pamukkale, aynı “işgalci” tesislerden, Mimarlar Odası’nın 90’larda başlattığı girişimlere Denizli Belediyesi, Valilik ve Kültür Bakanlığı’nın da katılmasıyla kurtarıldı.

 

Mimarlar şimdi de Pamukkale’ye 5 km. mesafedeki “kırmızı su”larıyla ünlü Karahayıt’taki “kentsel dönüşüm”ü sorguluyorlar. Ilıca turizminin emektarları Karahayıtlıların evlerini yıkarak TOKİ’nin yeni binalarını almaya zorlandıkları, “tip konut”larla beldenin “kasaba” dokusunun yitirileceği belirtiliyorlar.

 

Bütün bunlara, yeni Büyükşehir Yasası’yla “belde” belediyesinin kapatılarak “mahalle” olması da eklendiğinde, Karahayıt’ta “katmerli” bir dönüşüm sancısı yaşanıyor.

 

Mimarlar uyarıyor

Mimarlar Odası’nın Denizli ve Antalya şubeleri gelişmeleri tartışmak üzere geçenlerde ortak bir etkinlik düzenlediler... Beldeyi kaçak yapılaşmadan arındırmak için dönüşüme umutla bakan valilik ile “Özel Çevre Koruma Kurumu” yetkililerinin bilgilendirmelerinin ardından teknik incelemeler yapıldı.

 

İnşaatları üstlenen TOKİ yüklenicilerinden bilgiler alındı, Denizli Ticaret Odası’ndaki panel-forumda ise mimarlar ve belde halkından temsilciler endişelerini dile getirdiler.

 

Yetkililerin açıklamalarına göre “dönüşüm projesinin hedefi”, imar yasağı bulunan “fay hattı”ndaki “yasadışı yapılaşma”yı ortadan kaldırmak planlı bir termal “kent” yaratmak.

 

Nitekim TOKİ, Karahayıt Belediyesi ile 2010’da protokol yapmış; 250’yi aşkın konut, 4 işyeri ve 700’e yakın oda içeren 20 pansiyon bloku ile 19 ticari binanın inşaatını üstlenmiş.

 

Peki, tereddütler neler; çarpık yapılaşmanın yeni binalar inşa edilerek giderilmesi neden tepkiyle karşılanıyor?

 

Forumdaki tartışmalar sorunun “pazarlama”cı politikadan kaynaklandığını gösterdi. TOKİ yapılarını satın alma gücü olmayan Karahayıtlılar, dönüşüm sonucunda “evsiz” kalmaktan çekiniyorlar; çünkü yapıların kaça ve hangi koşullarda satılacağı bile “belirsiz”.

 

Yeni yapılara müşteri olacak “paralı yabancılar”ın Karahayıt’taki pansiyon turizmine egemen olacağı endişesi ise gerilimi tırmandırıyor.

 

Tartışmaya “kimliksiz yapılaşma” kaygılarıyla katılan mimar ve şehirciler de TOKİ’nin “tip proje”lerinin Karahayıt’ın “termal kasaba” özelliğini yitirmesine neden olacağını belirtiyorlar.

Proje bu şekliyle uygulanırsa sokakları, çarşısı, pazarı ve özellikle “yerli halkın kırmızı suda şifa arayan turistleri ağırladıkları küçük pansiyonları”yla yaşamını sürdüren Karahayıt, birbirinin aynı binalarla adeta “site”leşecek... Yeni yasayla “mahalle” yapılsa bile bu tanımla tamamen çelişen sıradan bir turistik tatil köyüne dönüşecek.

 

Bakalım TOKİ “kimliksiz” projesini değiştirerek Karahayıt’ın kasaba karakterine özen gösterecek mi? Dönüşüm adına inşa edilen konutlar “gerçek” Karahayıtlıların yeni ev ve pansiyonları olabilecek mi?

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 13.12.2012



9 - 15 Aralık 2012

BELEDİYE ARKEOLOG ALIYOR

 

Batman çevresinde bulunan tarihi eserlerin muhafazası için kurulan müzeye arkeolog alınacak. Konuyu gündeme alan Batman Belediye Meclisi, müzeye katkı sağlamak ve tarihi eserlere daha fazla sahip çıkmak için 1 adet arkeolog kadrosu açmaya karar verdi. Özellikle Batman yöresinde birçok farklı medeniyete ait tarihi bulgu ve belgelerin bulunduğuna dikkat çekilen görüşmede bu bulgu ve belgelerin korunması ve araştırılması için arkeolog alınacağı belirtildi.

Batman Gazetesi, 13.12.2012

"LOUVRE'DAKİ ESERLERİN HEPSİNİ ALACAĞIZ"

 

HABERTÜRK Ankara Bürosu’nu ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.


Türkiye’den kaçırılıp yurtdışına götürülen tarihi eserlerin iadesiyle ilgili konuşan Bakan Günay, Fransa’da Louvre Müzesi’nde Piyale Paşa Camii’nden süslemeler, 3. Murad Türbesi’nden çiniler ve 1. Mahmud Kütüphanesi’nden eserlerin olduğunu vurguladı. “Hepsini almaya kararlıyız” diyen Günay, şunları söyledi: “Fransa’ya şunu söylüyorum: ‘Padişah türbesinin kapı girişinin yanındaki eserlerin biri sahte ise gerçeğinin iade edilmesi lazım.’ İstanbul ve Bursa’daki camilerimizden, Kütahya’daki türbelerimizden yurtdışına savrulmuş çok sayıda eserimiz var. Yurtdışına çıkarılan eserlerimizin ülkemize gelmesi için dünya çapında çalışmalar yürütüyoruz. Şu anda Kanatlı Denizatı Broşu’nun peşindeyiz.” Hatay, Urfa ve Van’daki müze çalışmalarının gelecek yıl bitmiş olacağını dile getiren Günay, “Ankara’da da yeni Uygarlıklar Müzesi yapılacak. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni Darphane’ye doğru, Topkapı Sarayı’nı da aşağı askeri depolara doğru büyütüyoruz. Türkiye’de son yıllarda 11 müze açtık. Şu anda da yaklaşık 30 yerde müze konusunda çalışıyoruz” ifadesini kullandı.

 

Topkapı Sarayı’nı çevreleyen ‘’Sur-i Sultani’’nin restorasyon çalışmalarının 2015’te biteceğini, bu bölgenin kontrolünün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden Kültür Bakanlığı’na geçmesi durumunda Sur-i Sultani’yi içten dışa bütünüyle temizleyeceklerini belirten Günay şöyle konuştu: “Sur-i Sultani ve Topkapı Sarayı’nın eteklerindeki bir engelimiz de demiryolu. Demiryolu sarayın avlusundan geçiyor. İmparatorluk sarayının ortasından demiryolu geçmesi asla kabul edilemez. Demiryolu güvenlik tehlikesi arz eder ve titreşimleri de deprem bölgesi olan İstanbul’da saraya büyük zarar verir. Demiryolu Yenikapı’da sonlandırılmalı.” Günay, Topkapı Sarayı’nın duvarlarına bitişik binalarla ilgili olarak da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle konuştuğunu kaydederek “Dünyanın hiçbir yerinde bir sarayın duvarının dibinde yapı olmaz. Moskova’da Kremlin Sarayı’nın çevresini görüyoruz. Bir de bunlar restore edilip tarihi eser gibi gösteriliyor. Hepsinin yıkılması gerekir” dedi.

Habertürk, 13.12.2012

SAAT KULESİNE DADAŞ DİKKATİ

 

 

Dadaş Ocakları Derneği Genel Başkanı Eyyüp Coşkun, Dadaş ocakları aylık toplantısında Erzurum Saat Kulesini anlattı. Coşkun, saat kulesinin kaderine terk edildiğini öne sürerek, kulenin iç ve dış duvarının tahribata uğradığını söyledi.

Saat Kulesi’nin, Erzurum'un şehir merkezindeki en yüksek tepesinde yer alan "İçkale" de olduğunu belirten Coşkun, “Saat kulesi geçmişte Tepsi Minare diye de adlandırılmıştır. Saltukoğulları tarafından 12. asırda gözetleme kulesi olarak yapılmıştır. Gövdesi tuğla, kaidesi ise kesme taştandır. 19. yüzyılda üst kısmına ahşap külah ilave edilmiştir. Kale içerisinde bulunan "Kale Mescidi" nin minaresi olarak da kullanılmıştır. Kale mescidi kitabesinde "İnanç Beygu Alp Tuğrul Bey Ebi-l Muzaffer Kasım" yazılıdır” dedi.

Erzurum Saat Kulesi’nin Anadolu'daki en eski Selçuklu minaresi olduğunu anlatan Coşkun, “Ne yazık ki şuan saat kulemiz kaderine terk edilmiş, iç ve dış duvarlarında tahribatlara uğramış durumdadır. Maalesef kaleyi gezmeye gelen ziyaretçilere yardımcı olacak kale ve kule hakkında bilgi verecek bir kişi bile görevlendirilmiyor. Burayı ziyarete gelenler kadar yetkililerde bu tarihi yapımıza gereken önemi göstermiyorlar. Kulenin iç duvarlarındaki tuğlalar bakımsızlıktan ve ihmalden kırılmışlar üzerine alçı sıva sürülerek böyle bir eseri bırakın herhangi bir binada dahi yapılmayacak tarzda bir işlemle akıllarınca onarımda bulunmuşlar bu nasıl bir yaklaşımdır,  anlayamadık. Bu yetmiyormuş gibi sıvanan alçıların üzerlerine de tarih düşmanları tarafından aşk sloganları yazılmış, tepsi minaremizin üst kısmındaki tahtalarda yazıdan boğulmuş, çürümek üzere kaderine terk edilmiştir. Tarihimizden gelen bu kültür varlıklarımızı neden harap edildiğine bir anlam veremiyoruz bu nasıl bir anlayış ki yetkililerde önlem almıyorlar. Bu tür eserler şehir kimliği ve benliği açısından son derecede önemlidir. Bizler kulemizin bu tarihi değerimizin durumunu hem basına hem de yetkili mercilere bildireceğiz. Önemli olan bu esere halkın da sahip çıkmasıdır. Kısa zaman içinde eğer bu sorunların halledilmesine ilişkin çalışmalar yapılmazsa bu eserimizin durumunu kamuoyuna ulaştıracağız,  gerekirse bu durumu yürüyüş yaparak gerekli mercileri protesto edeceğiz” diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 13.12.2012

TRUVA AMSTERDAM'A TAŞINDI

 

 

“Troy - City, Homer, Turkey” başlıklı sergi; Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın himayesinde Amsterdam Allard Pierson Müzesi’nde açıldı.

 

Truva, nam-ı diğer Troya, keşfedilişi, konumu, ilham verdiği kişiler, Osmanlı için önemi, modern Türkiye’deki algısı, kısacası her yönüyle Amsterdam’a taşındı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın himayesinde, Sezer Tansuğ Sanat Vakfı ve Amsterdam Üniversitesi işbirliğiyle, Allard Pierson Müzesi’nde açılan “Troy - City, Homer, Turkey” başlıklı sergi sayesinde...


Serginin arkasında Amsterdam Üniversitesi’nin Avrupa Kültür Tarihi Bölümü öğretim üyelerinden Günay Uslu’nun doktora tezi yatıyor. Avrupa kültür tarihinin Atina’da bittiğini ve bu durumun yanlışlığını dile getirmeyi hedeflediğini söyleyen Uslu “Truva Avrupa kültür kimliğinin temel taşlarından biri. Fakat buradaki öğrencilerimin çoğu Truva’nın Yunanistan’da olduğunu sanıyor. Batı’daki görüş Türkiye’nin kültürel mirası çok önemsemediği yönünde. Avrupa Truva’yı Avrupa kültürüne mal etmeye çalışıyor. Dolayısıyla ben Türkiye Truva ve Homeros ilişkisini irdelemek istedim doktora tezimde.”

Atatürk’ün kazı izinleri
Sergide Roma İmparatoru Augustus’un kökenlerini Truva’ya dayandırdığını da görüyoruz; Fatih Sultan Mehmet’in 1462’de Truva’yı gezdiğini de. Tarihçi Kritoboulos’un kitabından Fatih’in Truva ziyaretinde  “Biz İstanbul’u fethederek Troya’nın öcünü aldık” dediğini de öğreniyoruz.

Uslu, serginin en önemli parçalarından birinin Schliemann’a verilen kazı iznini gösteren metin olduğunu dile getiriyor. Hem arkeoloji hem mitoloji hem de kültür tarihi objelerini bir araya getiren sergide ayrıca Atatürk’ün Truva için verdiği kazı izinleri ve modern Türkiye’de Truva’nın ne kadar önemli olduğunu gösteren belgeler, metinler de yer alıyor. Sergi 5 Mayıs 2013’e kadar açık.

 

Schliemann’ın cevabı

Serginin en ilginç eserlerinden biri de 1874 tarihli Hayal dergisinde yer alan, Truva kazılarını yapan Schliemann ve karısını gösteren bir karikatür. Karikatürde eşi Schliemann’a “Şunu Devlet-i Aliye’ye, bunu Yunan’a, onu Amerikan büyükelçisine vaat ettin bize ne kaldı?” diyor. Schliemann’ın cevabı ise “Hepsi” oluyor. Aslında Truva’nın gerçeğini ortaya koyan bir cevap!

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 13.12.2012

CERCLE D'ORIENT YAŞASIN, İNCİ PASTANESİ YAŞASIN

 

Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, İnci Pastanesi'nin kapatılması üzerine görüşlerini yazdı.

Beyoğlu ve İstiklal Caddesi'nin en önemli markalarından İnci Pastanesi, faaliyet gösterdiği Cercle d'orient (Serkildoryan) binasından tahliye edildi. Konuyla ilgili kamuoyunun gösterdiği duyarlılık, değerlerimizin korunması adına sevindiricidir. Tahliye işlemini, bir takım yanlış bilgilerle, bir siyasi propagandaya çevirme gayretleri ise üzüntü vericidir.

 

Bu açıklama, İnci Pastanesi etrafında başlayan tartışmalara, gerçek bilgilerle ışık tutmak amacıyla düzenlendi.

 

Serkldoryan binası, 1875 yılında yapılmış İstiklal Caddesi'nin en görkemli yapısıdır. Bina bugün itibarıyla 137 yaşındadır. Doğal şartlar ve kullanım nedeniyle yıpranma söz konusudur.

Restorasyon kaçınılmaz hale gelmiştir. Binanın bugünkü sahipleri, bu zorunluluğu yerine getirmek için, projeler hazırlatmış, gerekli izinlerini almışlardır. Restorasyonun gerçekleşebilmesi için, binanın tahliyesi gündeme gelmiştir. Kiracılar ve mülk sahibi arasında tahliye konusunda anlaşmazlık yaşanmıştır. Taraflar arasındaki anlaşmazlık mahkemeye intikal etmiştir. İstanbul 8. Sulh Hukuk Mahkemesi, mülk sahiplerini haklı bulmuş, 16 Kasım 2011 tarihinde, tahliye yönünde karar vermiştir. İnci Pastanesi'nin kurucusu Luka Zigoridis'in varisi Elsa Zigoridis mahkeme kararını temyiz etmiştir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin verdiği kararı oy birliği ile onamış, tahliye kararı 18 Ekim 2012 tarihinde kesinleşmiştir. Tahliye, kiracı tarafından gerçekleştirilmeyince, mülk sahipleri 7 Aralık 2012'de hukuki yollarla İnci Pastanesi'ni tahliye etmişlerdir.

 

Belediyemiz iki taraf arasındaki kira sözleşmesinin tarafı değildir. Yine her iki taraf arasındaki anlaşmazlıkta da söz hakkı bulunmamaktadır. Ancak, hem Serkildoryan'ın aslına uygun restorasyonu, hem de İnci Pastanesi'nin hizmetinin devamı ile yakından ilgiliyiz. Yıpranmış yapıların, yaşayabilmesi için restore edilmesi bir zorunluluktur. Bu kural, Serkildoryan ve benzeri bütün yapılar için geçerlidir. Hali hazırda, Beyoğlu Belediyesi başkanlık binası da restorasyondadır ve belediyemiz faaliyetlerini, restorasyon sonuna kadar birçok farklı binada sürdürmektedir. Serkildoryan Restorasyon Projesi'nin esası, 1875 yılındaki eserin yeniden ve aynen Beyoğlu'na kazandırılmasıdır. Bu hedefi gerçekleştirmek için bütün kurumlarımız ve mülk sahibi arasında tam bir uyum bulunmaktadır.

 

İnci Pastanesi, kurulduğu 1944 yılından itibaren, İstiklal Caddesi'ne yakışır bir marka olmuştur. Hijyen, titizlik ve müşteri ilişkilerini en üst düzeyde tesis etmiştir. İnci gösterdiği üstün başarı sonucunda, sadece bir ticari kuruluş olmaktan çıkmış; Beyoğlu'nun, İstiklal'in ayrılmaz, doğal bir parçası haline gelmiştir. Bu değerimizin, Beyoğlu'muzda yaşaması için tüm imkanlarımızı seferber etmek, bizim açımızdan sosyal bir sorumluluktur. Serkildoryan binasındaki restorasyon sonrasında, İnci pastanesi yine aynı binada faaliyet göstermesi, hem beklentimiz, hem de gayretimizdir.

 

Birbirine kira sözleşmesi ile bağlı tarafların; İnci Pastanesi'nin Beyoğlu için taşıdığı değeri dikkate alarak yapıcı katkıda bulunacaklarına inanıyoruz.

 

Beyoğlu'ndaki her gelişmeyi, siyasi propaganda malzemesi yapmak isteyenler, bu konuyu da istismar etmek eğilimindedirler. Kamuoyunun duyarlılığını, kendi siyasi hesaplaşmaları için istismar eden bu eğilim sahiplerini, gerçek bir duyarlılığa ve hayata katkıya davet ediyoruz.

Beyoğlu Belediyesi, Ahmet Misbah Demircan, 12.12.2012

İSTANBUL'U KAZDIKÇA TARİHİ ESER ÇIKIYOR

 

 

Asya ile Avrupa’yı denizin altından bağlayan Marmaray projesinde çalışmalar devam ediyor. Marmaray ile İstanbul Metrosu’nun aktarma istasyonunun yapılacağı Yenikapı’daki arkeolojik kazılar da bitmek üzere.

 

 

İstanbul Arkeoloji Müze Müdürü ve Yenikapı Kazı Alanı Başkanı Zeynep Kızıltan, çalışmaların yüzde 90 oranında tamamlandığını söyledi. 2004’te başlayan kazılar, zaman zaman 24 saat boyunca sürdü. 500 işçi ve 60 uzmanla yürütülen çalışmada İstanbul’un tarihini 8 bin 500 yıl öncesine taşıyan, 40 bine yakın sergilenmeye değer eser gün yüzüne çıkarıldı.

 

Marmaray projesi kapsamında Yenikapı’ya 2004 yılı Kasım ayında ilk kazma vuruldu. Ancak kazılar ilerledikçe çok sayıda tarihi eser çıkmaya başladı. Bunun üzerine arkeolojik kazılara geçildi. Marmaray tarafındaki arkeolojik kazılar 2010 yılında tamamlandı ve İstanbul metrosunun istasyon inşaatına başlandı. Bu kapsamda yürütülen arkeolojik kazılar da bitme aşamasına geldi. İstanbul Arkeoloji Müze Müdürü Zeynep Kızıltan, metro alanında yüzde 10’luk bir kazı aşaması kaldığını söyledi. Atölye çalışmalarının sürdüğü alanda günümüzden itibaren Cumhuriyet, Osmanlı, Bizans ve tarih öncesi döneme ait neolitik yerleşim alanları gün yüzüne çıkarıldı.

Eserler, tek tek tasnif ediliyor. Atölye çalışmalarının en az bir yıl sürmesi bekleniyor.

 

Alanda yapılan kazılarda çıkarılan en önemli eserlerden biri Bizans dönemine ait Theodosius Limanı. Bu liman içinde çeşitli tarihlere ait 36 tekne saptandı. Liman dolgusu altında, tarihi yarımadanın en erken yerleşim yeri de ortaya çıkarıldı. Yenikapı arkeolojik alan sorumlusu arkeolog Mehmet Ali Polat, “Kazılara başlarken buranın antik liman olduğunu biliyorduk ama bu kadar muazzam bir şey beklemiyorduk. En şaşırtıcı olan liman dolgusunun altında günümüzden 8 bin 500 yıl öncesi döneme ait buluntular. Basit ev temelleri, mezarlar, ayak izleri, ağaçlar ve çakmaktaşından ahşaptan aletler bulduk.” diye konuştu. Polat, tarihi eserlerin ve bulguların belgelenmesi, çizilmesi, fotoğraflanması ve arşivlenmesinin uzun bir süreç olduğunu da belirtti. Atölye çalışmalarının sürdüğünü ifade ederek, şunları kaydetti: “Kazı alanından, günlük yaşama ait amfora, çanak, madeni eşya gibi yaklaşık 40 bin kasa malzeme çıkarıldı. Bu eserler öncelikle kazı alanında belgeleniyor, hepsi bir kimlik kazanıyor, daha sonra atölyeye gönderiliyor. Temizlik işlemleri, çizimi yapılıyor, belgeleniyor. Her bir parçanın bir nüfus kağıdı oluyor. Son olarak ileride sergilenmek üzere İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne naklediliyor.”

 

40 bin eser gün yüzüne çıkarıldı

Yenikapı kazılarında Neolitik Dönem’den başlayıp, kesintisiz olarak günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine ışık tutan 35 bin eser, belgelenerek bilimin hizmetine sunuldu.

 

Erken Bizans Dönemi’nin en büyük limanı olan Theodosius Limanı gün ışığına çıkarıldı. Marmara Denizi kıyısına I. Theodosius (379-395) tarafından Lykos (Bayrampaşa) Deresi’nin ağzına yaptırılan Theodosius Limanı, derenin taşıdığı alüvyonlarla zamanla işlevini yitirdi. Ancak küçük gemi ve teknelerin barındığı bir liman olarak 11. yüzyıla kadar kullanılmaya devam etti.

 

Bölgenin 11. yüzyıldan sonra ise Osmanlı Langa Bostanları olarak kullanılmaya başladığı anlaşıldı.

 

Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 22 ve trafo alanında bir olmak üzere değişik ölçü ve tipte 5-11. yüzyıllara ait 36 gemi bulundu.

 

Liman dolgusu üzerinde açığa çıkan ve MS 13. yüzyıla ait kilise kalıntısı koruma altına alındı.

 

En şaşırtıcı bulgu ise günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine ait ayak izleri oldu. 2 bin 68 ayak izi, silikon kalıplara alınıp lazerle çizildi ve özel olarak kesilerek kaldırıldı. Aynı bölgeden 198 ağaç, binlerce hayvan kemiği de bulundu.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 12.12.2012

RESTORASYON USTASINA STANDART

 

Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK), kagir, ahşap, metal eserler, alçı ve kalemişi süslemeli tarihi eserleri restore edecek ustalar için standart hazırlattı.

MYK tarafından, kalite sistemleri ve yürürlükteki mevzuat çerçevesinde, kültür varlıklarının bakım, onarım, koruma ve restorasyonunu yapan ustalara yönelik hazırlatılan standart yürürlüğe girdi.

Bayındır, İnşaat, Yol, Yapı, Tapu ve Kadastro Çalışanları Birliği Sendikası tarafından hazırlanan standart, ustalara rölöve, işaret, renk, geleneksel el sanatları ve proje bilgisini zorunlu kılıyor.

Standarda göre, ahşap eser koruma ve restorasyon işlemlerini yapacak usta, onarımlar için kullanılacak malzemenin özgün malzemeye zarar vermeyecek ve uyumlu olacak şekilde temin edilmesini sağlayacak.

Ahşap malzemenin çeşidine göre ve restorasyon uzmanının belirlediği temizleme tekniği ile koruma ve restorasyonu yapılacak yüzeyi temizleyecek görevli, ahşabı böcek ilacı ve ona uyumlu mantar ilacı ile ilaçlayacak.

Görevli, ahşabın yangından korunması için kullanılan malzemeleri yüzeye fırça ile sürecek, yüzeye yine uzman tarafından belirtilen yönteme göre vernik, bezir gibi koruyucu, cila ve boya malzemelerini de uygulayacak.

Restorasyon görevlisi, uzmanının talimatlarına uygun olarak çıtalı, geçmeli veya göbekli ahşap tavanı yapmanın yanında, talimatlara göre ahşap küpeşte, korkuluk, merdiven, kapı, pencere, kepenk, sütun, yastık gibi elemanları da yapıp, monte edecek.

Oyma yapılacak motifi, oyma yapılacak eleman üzerine uygun bir yöntem kullanarak aktaracak olan görevli, motife uygun oyma kalemi kullanarak yeterli derinlikte ve düzgün hat elde edecek şekilde oyma işlemini de yapacak.

Metal eser koruma ve restorasyon işlemlerini yapacak usta da demir parmaklık, korkuluk gibi mimari ögeleri sağlamlaştırdıktan sonra yerine monte edip, boyayacak.
Alçı ve kalemişi ustası da restorasyon uzmanı tarafından belirlenen boya ile kalem işi yapılması veya yazı yazılması için mevcut deseni asetat benzeri malzeme üzerine çizip oyarak, bu şablon üzerinden sünger tampon ya da fırça ile deseni çıkaracak, profilli veya süslemeli, düz veya kavisli alçı mimari ögeleri de beyaz alçı ile kalıba dökecek. Profilleri veya süslemeyi kırıksız olarak kalıptan alan usta, kalıp hatası bulunursa montajdan önce aynı alçı ile tamir edecek.

Kagir eserlerde ise malzemenin çeşidine göre, restorasyon uzmanının belirlediği restorasyon tekniği ile kagir ayrıştırma (kaba yonu taş, moloz taş) yonma, oyma gibi işlemleri gerçekleştirecek olan usta, talimatlara uygun olarak tuğla, kesme taş, moloz taş gibi malzeme ile duvar, tonoz, kemerleri örecek.

Restorasyon işlemlerinde görev alacak kişilerdeki bilgi ve beceriler de standartlara kavuşturuldu.

Buna göre, bu alanda çalışacak kişilerde, atıkların kaynakta doğru ayrılması bilgisi, bilgisayar destekli çizim programlarını kullanma bilgi ve becerisi, fotoğrafla belgeme, geleneksel el sanatları ile yapı türleri ve işaret bilgisi olması gerekiyor.

Aslına uygun restorasyon yapılmasını sağlamayı amaçlayan standartlara göre, ustalarda ayrıca rölöve, renk, temel kimya ve matematik, yapı teknolojisi, yüzey ve proje bilgisi gerekiyor.

Radikal, 12.12.2012

MÜZELERDE DİJİTAL DÖNEM

 

TÜRSAB ve Ankara Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle Ankara turizm potansiyelini artırmak amacıyla hazırlanan projeyle Etnografya, Devlet Resim ve Heykel, Gordion ve Cumhuriyet müzelerine çeşitli interaktif uygulamalar, müzelere özgü sanal özellikler hayata geçirildi.

Günay, Etnografya Müzesi ile Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde gerçekleştirilen projenin tanıtımında, müzelere kurulan interaktif uygulamaları inceleyerek, müzeye gelen öğrencilerle birlikte sanal cam ve seramik yaptı.

Daha çok gençlerin ilgisini çekecek bir uygulamayı Ankara'da 4 müzede başlattıklarını belirten Günay, ''Müzelerde öğrencilerin, çocukların oradaki objelerle daha yakın ilişki kurarak, anlamalarını sağlayan bir düzen gerçekleştirmeye çalışıyoruz'' dedi.

Habertürk, 12.12.2012

SIRRINI KİMSE ÇÖZEMİYOR!

 

 

Aksaray’da restorasyon çalışmaları devam eden 12. yüzyıldan kalma Alayhan Kervansarayı girişinde dikkati çeken ”tek başlı çift gövdeli aslan figürü”nün anlamı çözülemedi. Anadolu’da sadece Alayhan’da görülen ilginç sembolle ilgili farklı görüşler ortaya atılıyor.

 

Selçuklu döneminde yaptırılan Kervansaray, Aksaray-Nevşehir karayolunun 35. kilometresinde yer alıyor. Anadolu’da Selçuklu sultanlarının kaldığı özel kervansaraylardan biri olan Alayhan’da restorasyon çalışmaları sürüyor.

 

İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mustafa Doğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 12. yüzyılda Anadolu Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan döneminde yapılan Alayhan’ın İpek Yolu’ndaki en önemli kervansaraylardan biri olduğunu söyledi.

 

Restorasyon çalışmalarının bir kısmı bitirilen kervansarayda esrarengiz bir figürle karşılaşıldığını vurgulayan Doğan, ”Anadolu Selçuklularda mimari eserlerde bir takım semboller göze çarpıyor. Burada ise çift gövdeli tek başlı aslan figürü var. Ancak Anadolu’da sadece Alayhan’da karşımıza çıkması da bu sembolü esrarengiz ve özel kılıyor” dedi.

 

Tek başlı çift gövdeli aslan sembolü hakkındaki görüşler
Aslanın tarihte gücün sembolü olduğunu, ancak burada ne için kullanıldığının tam olarak bilinmediğini dile getiren Doğan, şöyle devam etti: ” İslamiyetten önce ve sonra Türklerde çeşitli eserlerde aslan figürü görülüyor ancak buradaki sembolü özel ve farklı kılan, aslanın çift gövdeli ve tek başlı olması. Bununla ilgili farklı yorumlar yapılıyor.

 

Devletin gücünün iki katına çıkmasının yanı sıra 2. Kılıçarslan’ı sembolize ettiği de öne sürülüyor. Karahanlılarda Tirmiz Sarayı’nda da tek başlı çift gövdeli aslan figürü görüyoruz. Ancak Anadolu’da sadece Alayhan’da var. Dolayısıyla bu da kervansarayımızı çok özel kılıyor. Bu figür Aksaray’ın sembolü olarak da kullanılabilir. Karahanlılarda devlet yönetiminin iki yapılı olduğunu biliyoruz. Devletin doğu ve batı olarak ikiye ayrıldığını ancak yönetimin tek bir elde toplandığını görüyoruz. Bu figürün o anlama gelmesi de muhtemeldir. Ancak bu, tarihçilerimizin net olarak ifade ettiği bir tespit değil. Bu konu üzerinde araştırma yapılması lazım.” Restorasyonu devam eden kervansarayın önünde çok büyük bir hamam kalıntısı olduğunu, burada da restorasyon yapılması konusunda Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün çalışmasının sürdüğünü anlatan Doğan, ”Bu figürün sadece Kılıçarslan döneminde ve yalnızca tek bir yapıda kullanılması ve sonraki dönemlerde hiç görülmemesi tek başlı çift gövdeli aslan figürünün Kılıçarslan’la ilgili olduğunu da düşündürüyor” diye konuştu.

Habertürk, 12.12.2012

 

İnci Pastanesi'nin tahliyesi sırasında birçok antika eşya harap edilirken 1 No'lu Koruma Kurulu Üyesi ve 'restorasyon' projesini yürütecek Kamer İnşaat'ın avukatı da oradaydı. Avukat Özkan "10 saniye durup çıktım, kurul üyeliğimle alakası yok" dedi.

 

1944’ten beri açık İnci Pastanesi geçtiğimiz Cuma apar topar tahliye edilmiş, pastanenin simgesi haline gelmiş 68 yıllık mobilyaların tahrip edilerek sökülmesi tepkiyle karşılanmıştı. Tahliye sırasında 1 Numaralı Koruma Kurulu Üyesi ve binanın restorasyon projesini yürütecek Kamer İnşaat’ın avukatlığını yapan Sabahaddin Özkan’ın da pastanede bulunduğu ortaya çıktı.


İnci Pastanesi’nin içinde bulunduğu Serkildoryan kompleksinin kiracısı Kamer İnşaat, Emek Sineması’nın ‘yenilenerek’ 4. kata ‘taşınması’ projesinin de sahibi. 1. derece tarihi eser olan Serkildoryan binasının yıkılmayarak ‘restore edileceği’ söylenirken binanın içindeki en tarihi dükkanın neden bu şekilde tahliye edildiği muamma.


Tahliye boyunca pastanede bulunan Mimarlar Odası Avukatı Can Atalay, Sabahaddin Özkan’ın sabahtan akşama kadar pastanede bulunduğunu belirterek “Bu kişinin sabah 09.00’dan akşam saatlerine kadar tahliye işlemlerine karıştığını biliyoruz. Bir kurul üyesinin nüfuzunu kullanarak böyle bir iş yapması utanç verici” dedi.


1 Numaralı Kurul, Beyoğlu ’nda görev yapmasa da avukat Atalay olayın etik dışı olduğunu savundu: “Pastanenin 1944’ten kalma eşyalarının ve iç mekanın zarar görmemesi için söküm işlemlerinin uzman kişiler denetiminde yapılması gerektiğini söyledik. İcra memuru bunun üzerine ‘Burada bir kurul üyesi var, o bize hiçbir sakıncası olmadığını söyledi’ dedi. Daha sonra bu kişiyi icra memuruyla fısıldaşırken görünce kim olduğunu sordum, ‘Ben Avukat Sabahaddin Özkan’ dedi. Aynı zamanda kurul üyesi olduğunu da kabul etti. ‘Burada alacaklı vekili olarak nasıl işlem yaparsınız?’ diye sorunca ‘Beni mi yargılayacaksınız’ dedi ve koşarak dışarı kaçtı.”


Taksim Platformu’ndan Mimar Cem Tüzün ise kimliğini öğrenince Sabahaddin Özkan’ın fotoğrafını çektiğini, Özkan’ın ise zorla telefonunu almaya çalıştığını anlattı: “Kapının önünde çok sayıda kişi bu fotoğrafı çektik. O sırada benim elimden fotograf çekmek için kullandığım cep telefonumu almaya çalıştı. Telefonumu belimin arka tarafına doğru saklamaya çalışınca bu kez iki eliyle yakama yapıştı. Gece 11:30’da icra zaptı tutulurken de oradaydı, beni görünce yine kaçtı. Kültür varlıklarımızı korusun diye görevlendirilen bu kişi İnci Pastanesi’nin vandal bir saldırıyla yok edilmesinin failleri arasındadır.”

‘Mobilyalarımızı odun yaptılar’ 
İnci Pastanesi’nin işletmecisi Musa Ateş de Özkan’ın simaen tanıdığını belirterek “Bilirkişi keşfe geldiğinde görmüştüm kendisini, hep ortalıklarda. Cuma günü ‘kimsin’ dediğimizde ‘vatandaşım’ dedi. Sonradan anladık ki kurul üyesiymiş. Kazmayla, kaba kuvvetle tarihi binayı yok ettiler, mobilyaları sobalık odun ettiler. Kırılan eşyalarımızı yazdık, suç duyurusunda bulunacağız” dedi. 

 

Özkan: ‘10 saniye durup çıktım’

Radikal ’in ulaştığı Avukat Sabahaddin Özkan ise Kamer İnşaat’ın avukatı ve 1 No’lu Koruma Kurulu üyesi olduğunu kabul ederek tahliye sırasında ‘gözlemci’ olarak bulunduğunu belirtti.

 Özkan şöyle konuştu:
“Emek İnşaat’ın sözleşme imzalamış olduğu Kamer İnşaat’ın avukatıyım. Tahliye sorunu belki Emek İnşaat’ta gibi gözüküyor ama fiili olarak bizde. Ben de gözlemci olarak orada bulundum, kurul üyesi olarak bulunmadım. Kurul üyeliğimle alakası yok, orayı ilgilendirmez. Tahliyeye nezaret etmiş değilim. Bir arkadaşımız bir şey sormak için çağırmıştı. Orada bulunuşum 30-40 saniye bile değildir. Oysa projelerin tamamı kurullar tarafından, tahliye kararı da Yargıtay tarafından onanmış. Burası aslında yıkılma tehlikesi altında, iki üniversitenin raporu var her an yıkılacağına dair. İki yıldan beri her akşam yatıp kalkıp ‘İnşallah insanların üzerine yıkılmaz’ diyorum. İTÜ ’nün raporu var başka rapor da var.”


“Tarihi esere zarar verici bir işlem zaten yapılmış olursa ilk önce ben karşı çıkarım” diyen Özkan, “Mobilyalar ve dolaplar zarar görmedi mi?” sorumuza “Hiçbir şeyden haberim yok. İçeride 5-10 saniye kaldım sadece. Gizleyeceğim bir şey yok” diyerek cevap verdi.

Radikal, Haber: Elif İnce, 12.12.2012

KAPADOKYA'DA BU OTELLER NASIL YÜKSELİYOR?

 

 

Kapadokya'da iki otelin inşaatı durduruldu; Mimarlar Odası bölgeye heyet gönderiyor.

 

UNESCO'nun 1985'de hem doğal, hem de kültürel miras listesine aldığı Kapadokya'daki otel inşaatları uzmanların ve bölge halkının tepkisini çekiyor.

 

İlk olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın şikayetiyle Kapadokya'nın en yüksek yerleşim yeri olan Uçhisar Kalesi'nin çevresine yapılan Arinna Lodge Oteli'nin ardından yine Uçhisar'da CRR Hotels'e ait inşaatlar geçici olarak durduruldu.

 

Kapadokya'da kentin dokusunu bozduğu belirtilen ve sayıları son beş yıldır artan butik otellere karşı sivil toplum örgütleri mücadele ediyordu. Ancak Arinna Lodge Otel inşaatı bölgede bardağı taşıran son damla oldu.

 

200 kişilik ekip otel projelerine onay veren Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun önünde protesto eylemi gerçekleştirmişti. İnşaatların durdurulmasında bu protestonun etkili olduğu düşünülüyor.

 

Koruma Kurulu bu projelere nasıl onay veriyor?


bianet'e ismini vermeden konuşan Nevşehir'deki bir mimar, Kapadokya'daki sorunun sadece bu iki otelle sınırlı olmadığını Koruma Kurulu'nun kentin dokusunu ve silüetini bozan birçok projeye onay verdiğini söyledi.

 

"Koruma Kurulu, halkın evine çivi çakmasına dahi izin vermezken büyük yatırımcıların otel projelerine izin veriyor. İnsanlar evlerini bir metrekare büyüttü diye hapis cezası alırken, kentin silüetini bozan oteller yükseliyor her yerden.

 

"Arinna Otel'in bir parseli kentsel sit alanı içinde, peyzaj düzenlemesi de doğal sit alanı içinde. Otelin olduğu yerde tescilli bir köy evi vardı. Ama kocaman bir beton kütleyi oraya koyduktan sonra o evden eser kalmıyor. Kentin dokusu da bu beton yığını ile bozuluyor."

 


"UNESCO gelmeli"

 

 

Mimar, UNESCO'nun bölgede incelemede bulunması için görüşmeler yapacaklarını söyledi.

bianet'in ulaştığı Koruma Kurulu Başkanı Mevlüt Coşkun, yasalar gereği basına konuşamayacağını söyledi.

 

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'ne (TMMOB) bağlı Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nden bir heyet de, bölgeye inceleme yapmaya gidecek. Oda, Arinna Oteli'nin ruhsatına iptal davası açacak.

 

Sivil toplum örgütlerinin bir yandan da iki otelin inşaatın durdurulması ve bu projelere nasıl onay verildiğinin araştırılması için yürüttüğü imza kampanyası devam ediyor.

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 11.12.2012

AMASRA KALESİ'NDE YIKILMA TEHLİKESİ

 

 

Amasra’nın en güzel tarihi eserlerinden olan, Kaleiçi Mahallesi’ni kemer köprü ile adacık üzerinde kurulu bulunan Boztepe Mahallesi’ne bağlayan, iki mahalleye yayılan Amasra Kalesi’nin duvarları ve burçlarındaki çatlaklar dikkat çekiyor. Roma döneminde yapılan kalenin Boztepe Mahallesi kesiminde kalan yaklaşık 50 metre uzunluğunda ve 17 metre yüksekliğindeki burçlarında ve duvarlarındaki çatlaklar 40 santime ulaştı. Kalede yaklaşık 15 yıl önce restorasyon çalışması yapılırken, duvarların yıkılmasından endişe duyuluyor.

Amasra Belediye Başkanı Emin Timur, kalenin 2 mahalleyi içinde barındırması nedeniyle Anadolu ’da bulunan önemli kalelerden biri olduğunu belirtti. Timur, "Amasra Kalesi arkeolojik açıdan çok önemli eserler barındırıyor. Roma, Bizans ve Osmanlı döneminden günümüze kadar gelmiş, zaman zaman tadilatlar görmüştür. Ancak çok uzun zamandan bu yana bir bakım ya da tadilat yapılmadı. Kalemiz zamana ve hava olaylarına yenik düşmeye başladı. Dolayısıyla Anadolu’nun önemli bir eseri olan kalenin bir an önce restorasyonunun yapılması gerekir. Zaman içinde bu çatlaklar ve yıkılmalar artmaya başladı" dedi.

Timur, Amasra Kalesi’nin onarımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı ’na başvurduklarını ifade etti. Timur, "Tabii sadece Amasra Kalesi doğa olaylarından dolayı yıkılmıyor, içindeki ağaçlar ve çalılıklar da kale duvarlarını birbirinden ayırıyor. Bakanlıktan en kısa sürede yapacaklarını belirttiler. Geçtiğimiz dönemlerde kalenin bakım ve onarımı için belediyenin yapması gerektiğini belirtmişlerdi. Ancak bizde bununla ilgili ne uzman, ne de maddi imkan olmadığından dolayı bunu yapmamız mümkün değil. Tabii burada Amasra Müzesi’ne de önemli görevler düşüyor. Müze görevlilerinin bu konuda duyarlı olması gerekmekte, fakat şu ana kadar müzemizden öyle bir duyarlılık göremedik" diye konuştu.

Amasra’da yaşayan Nazmi Boncukçu, kalenin burçlarında 1 yıl önce çatlaklar oluştuğunu belirtti. Boncukçu, "Çatlaklar şimdi çok genişledi. Yakın bir zamanda kale burçlarının yıkılacağını tahmin ediyoruz. Biz kalede oluşan çatlakları gördükten sonra valiliğe başvurduk. Valilikten bize kalenin onarım işinin 2013 yılı yatırım programına alınacağını söylendi. Kalenin bakım ve onarımının yapılmasını istiyoruz" dedi.

Habertürk, Haber: Ayhan Acar, 11.12.2012

ANTİK ROMA TİYATROSU İÇİN EN BÜYÜK ADIM ATILDI

 

 

8 bin 500 yıllık geçmişi ile önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan İzmir'in yerel yönetimi, tarihi mirasın ortaya çıkarılması ve korunması konusundaki örnek çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Bu çalışmaların sonuncusu, Kadifekale'de gerçekleştiriliyor.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, bölgedeki Antik Roma Tiyatrosu'nun gün yüzüne çıkarılması amacıyla başlattığı kamulaştırmalarda bugüne kadar 7.2 milyon TL'lik bedel ödedi. Kadifekale'de gecekondular arasına sıkışıp kalan tiyatronun çıkarılması için yaklaşık 12 bin 972 metrekarelik alan üzerinde bulunan 164 adet parsel için İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırma kararı alındı. Büyükşehir Belediyesi, bugüne kadar 7 bin metrekarelik alanın tapusunu aldı. Bölgedeki tüm yapıların kamulaştırılmasının ardından yıkım ve Antik Tiyatro'yu gün yüzüne çıkaracak çalışmaların başlatılacağı bildirildi.

 

Proje kapsamında öncelikle, arkeolojik yüzey araştırması yapılarak tiyatroya ve sur duvarlarına ait antik arkeolojik mimari kalıntılar ile Antik Tiyatro'nun gerçek yeri tam olarak tespit edildi. İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na sunulan "Antik Tiyatro ve Kadifekale 1.derece arkeolojik sit alanının genişlemesi" önerisi Kurul tarafından kabul edildi ve tiyatro ile Kadifekale'nin 1. derece arkeolojik sit alanı genişledi.

 

Sit sınırlarının değişmesi sonucunda, Antik Tiyatro alanında bilimsel kazı çalışmalarının yapılabilmesi, Kadifekale ve Antik Tiyatro'nun kente ve kentliye kazandırılması amacıyla imar plan revizyonları yapıldı ve yeni imar planları hazırlandı. Ayrıca bölgede yaşayan vatandaşların bilgilendirilmesi, katılımı ve görüşlerini almak için iki toplantı düzenlendi. 1/1000 ölçekli uygulama amaçlı imar planı, Antik Roma Tiyatro alanı olarak belirlenen alanda kalan zemin ve zemin üstü kamulaştırmaların yapılabilmesi için "7. Beş Yıllık İmar Programı"na dahil edildi. Bu kararın alınması ile birlikte alandaki kamulaştırmaların önü açılmış oldu.

 

Kadifekale'deki antik tiyatro ile ilgili en ayrıntılı bilgi, 1917 - 1918 yıllarında Otto Berg ve Otto Walter'ın araştırmalarında ve araştırmalarına yönelik hazırladıkları plan ve kesitlerde bulunuyor. 16 bin kişi kapasiteli olduğu düşünülen tiyatronun kalıntılarının Roma dönemi özellikleri taşıdığı, pek çok araştırmacının ilettiği de bu bilgiler arasında yer alıyor.

 

Eski kaynaklarda, Erken Hıristiyanlık yani Roma İmparatorluğu'nun paganizm döneminde İzmirli St. Polikarp'ın bu tiyatroda öldürüldüğü ve tiyatronun tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne sürülüyor.

Habertürk, 11.12.2012

KRAL EMİR VERDİ, REVAKLAR KURTULDU

 

 

Kabe çevresindeki genişletme çalışmaları sırasında Osmanlı dönemine ait revakların yıkılıp yıkılmayacağı tartışmaları devam ederken, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın revakların yıkılmaması emri verdiği öğrenildi. Türkiye, Osmanlı revaklarının yıkılmaması için hükümet nezdinde en üst düzeyde girişimlerde bulundu. Bir program için Suudi Arabistan'da bulunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Naci Koru, “Yıkılmakta olan bazı revakların üst kısmındaki küçük kubbeler?tuğladan?inşa?edilmiş ve orijinal kubbeler değil” dedi.

Birkaç gün önce yıkımına başlanan bazı revakların 10 yıl önce yapılan yapay revaklar olduğu bildirildi.

Türkiye Gazetesi, 11.12.2012

 

******


KABE'DEKİ REVAKLAR TÜRKLERE EMANET

 



Türkmenistan'da bulunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru, Kabe'deki Osmanlı Revakları hakkında açıklama yaptı. Koru, Suudi Arabistan yönetiminin revaklar ile ilgili Türkiye'nin hassasiyetine çok önem verdiğini söyledi.


Aşkabat'ta Türk basınına konuşan Bakan Yardımcısı Koru, türkmenistan ziyareti öncesi Bahreyn'e ve Suudi Arabistan'a gittiğini ve bu vesileyle Mekke'de Harem-i Şerifi ziyaret etme imkanı bulduğunu söyledi. Oradaki revaklar ile ilgili gelişmeleri Türk kamuoyunun merak ettiğini ve revaklar ile ilgili bir proje yapıldığını söyleyen Koru; "Bu proje çerçevesinde revakların bir bölümü Harem içerisinde başka bir bölüme taşınıyor. Taşınma işlemi başlamış durumda. Bu işi Türk firması yapıyor. Türk firmasının sahibi, yöneticileri ve proje koordinatörü ile bir araya gelme imkanımız oldu. Toplantıda çok ayrıntılı bilgi aldık. Suudi Arabistan yönetimi revaklar ile ilgili Türkiye'nin hassasiyetine çok önem veriyor." diye konuştu.


Koru, bundan dolayı restorasyon konusunda uzmanlaşmış bir firmaya bu işi verdiklerini söyleyerek, Türk firmasının revaklar ile ilgili altyapı çalışmalarını büyük maharetle yaptığını birinci elden müşahade ettiklerini kaydetti.


Revakları başka bir yerde muhafaza edeceklerini ve o bölgeyi daha uygun hale getirdikten sonra Haremin içerisinde planda öngörülmüş yere taşıyacaklarını belirten Büyükelçi Koru, revakların önemli bir bölümünün şu anda bulunduğu yerde kalacağının altını çizdi.


Geçtiğimiz günlerde Kabe çevresindeki genişletme çalışmaları sırasında Osmanlı dönemine ait revakların yıkılıp yıkılmayacağı tartışmaları çıkmıştı.

Habertürk, 12.12.2012

BODRUM'DAKİ MÜHÜR

 

Dünya müzecilik çevreleri bugünlerde önemli bir olayı konuşuyor. Berlin’deki Neues Museum’da ‘100 yıl Nefertiti’ sergisi açıldı.
 

Nefertiti 3 bin 500 yıl önce Mısır’da hüküm süren firavun Akhenaton’un (IV. Amenhotep) karısı. Nefertiti’nin büstü Alman arkeolog   Ludwig Borchardt tarafından 6 Aralık 1912 tarihinde Mısır’daki kazılarda ortaya çıkarılmıştı. Paha biçilemeyen ve Berlin müzelerinin Mona Lisa’sı denilen bu büstün bulunuşu kutlanıyor. Sergi üç ay sürecek. Mısır’ın tarihiyle ilgili tüm kitaplarda onun dillere destan güzelliği anlatılır. MÖ 1353-1336 arasında Mısır’da hüküm süren Nefer-titi’nin adı da ‘güzellik geliyor’ veya ‘güzelden geliyor’ anlamına geliyor. Nefertiti’nin asıl adı Tadukhepa’dır.

Dillere destan güzelliği dolayısıyla Nefertiti olarak biliniyor. Alman arkeolog büstü, Berlin’e getirip Berlin’deki Mısır Müzesi’ne hediye etmiş. Nefertiti büstüne, Hitler de hayranmış. Hitler’in “Onun için bir müze yaptıracağım” dediği söylenir. Neue Museum’da bulunan büstü yılda bir milyondan fazla kişi ziyaret ediyor. İşte bu Nefertiti’nin Türkiye ile önemli bir ilişkisi var; daha doğrusu Uluburun Batığı ile... 1982 yılında süngerci kaptan Kemal Çelik, Antalya’nın Kaş İlçesi'ndeki Uluburun’da sedir ağacından yapılmış bir Mısır teknesi batığı bulur. Dünyada denizaltı arkeolojisinin kurucusu Prof.Dr. George Bass, 60 metre derinlikte yatan, sedir ağacından yapılmış bu batığın MÖ 14. Yüzyıla ait olduğunu saptar. Teksas A&M Üniversitesi Sualtı Bölüm Başkanı Prof.Dr. George Bass, Bodrum’a ilk kez 1953’te geldi. 1958’de Bodrum’da sualtı kazılarına başladı. 1960’da Bodrum Kalesi’nin müze olması için girişimlerde bulundu ve bunu  başardı. 1972’de Bodrum’da Sualtı Arkeoloji Enstitüsü’nü (INA) kurdu. Enstitüde hem Türk hem de dünyanın sayılı arkeologları staj yaptı. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Oğuz Alpözen başkanlığında dalışlar başlar. Dünyanın 20 ülkesinden çok sayıda arkeolog gelir. Tam 25 bin dalış yapılır. Çıkarılan en eski batık olan 3 bin 400 yıllık Uluburun Batığı’nda Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin firavunluğunu kanıtlayan dünyadaki tek altın mühür de kumlar arasında bulunur. 1984-1994 yılları arasında Kraliçe Nefertiti’nin mührü ve mücevherleri de dahil olmak üzere 20 bin parça eser çıkarılır. Batığın bulunuşu National Geographic tarafından ‘20. Yüzyılın ilk 10 buluşu’ olarak nitelenir. Batıktan çıkarılan eserler Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor bugün. İşte Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ve dolayısıyla Türkiye için önemli bir fırsat... Dünya, Berlin’deki sergiyi konuşuyor. Alman televizyonları özel programlar yapıyor. Sanat dergileri sayfa sayfa sergiye yer vermeye başlamış. Ama Kraliçe Nefertiti’nin varlığını gösteren mühür bizde!...
Bodrum Müzesi’nin dünyada tanınmışlığını artırmak için hemen kollar sıvanmalı...

 

Bass kimdir?

Amerikalı olan Bass (82), ilk kez 1953’te Bodrum’a geldi; minik bir denizaltı ile 1958’de sualtı kazılarına başladı. Yaklaşık 50 yıldır Türkiye’de batık araştırmaları yapıyor. ‘Sualtı Arkeolojisinin Babası’ olarak tanınıyor; eşi de sualtı arkeoloğu... Teksas A&M ve Colombia üniversitelerinde çalışıyor. Yazları Bodrum’da kalıyor ve Kaş, Kalkan, Çeşme ve Datça Knidos açıklarında 500 metre derinlikte bulunan bir batık için çalışmalar yapıyor. Baas, Türk vatandaşlığına geçmek için başvuruda bulunmuştu.

Hürriyet, Yazı: Yaçın Bayer, 11.12.2012

SON 'INDIANA JONES' HIRSIZLIK ÜRÜNÜYMÜŞ

 

Hollywood’un ünlü serilerinden Indiana Jones’un son filmi ‘Indiana Jones ve Kristal Kafatası Krallığı’ gerçek bir arkeolojik eseri konu aldığı gerekçesiyle dava edildi.

 

Maya uygarlığının yaşadığı Orta Amerika ülkelerinden Belize’de arkeolog olan Doktor Jaime Awe filmde sözü geçen ve replikası kullanılan ‘kafatası’nın 88 yıl önce bir İngiliz hazine avcısı tarafından “çalındığını” iddia etti. Belize hükümeti adına dava açan arkeolog şimdi eserin telif hakları için savaşıyor. Dünyada üç adet oldukları tahmin edilen kristal kafataslarından biri İngiltere’deki ‘British Museum’da bulunuyor. Gerçek kafatası, 2007 yılına kadar, onu Belize’de antik yıkıntılar arasında bulduğunu söyleyen Anna Mitchell-Hedges’in elindeydi.

Milliyet, 11.12.2012

İNEĞİN DÜŞTÜĞÜ ÇUKURDAN TARİHİ MEZAR ÇIKTI

 

 

Adana'nın Ceyhan İlçesi'ne bağlı Doruk beldesinde bir ineğin düştüğü çukurdan Roma döneminden kalma mezar çıktı.

 

Doruk beldesinde ikamet eden 40 yaşındaki Yücel Abuşka hayvanlarını otlatırken bir ineğin düştüğü çukurda Roma dönemine ait mezarlar çıktı. İneklerinden birinin aniden çöken bir çukura düştüğünü belirten Abuşka, ineği çıkarmak için çukura indiğini, çukurdaki tarihi eserleri ve mezarları görünce de jandarmaya haber verdiğini söyledi. Abuşka, jandarmanın olay yerinde önlem aldığını ancak jandarma gittikten sonra buranın öylece kaldığını belirterek, "Bu tarihi eserler böyle sahipsiz mi kalacak?" dedi.

 

Adana Müze Müdürlüğü'nden 3 görevlinin tarihi mezarların bulunduğu çukura girip fotoğraf ve görüntü aldığını da dile getiren Abuşka, "Adana Müze Müdürlüğü'nden gelen iki bayan ve bir erkek görevli mezarları inceleyip sayımını yaptılar. Fotoğraf ve görüntü çektikten sonra tutanak tuttular. Gelecek onaya bağlı olarak 1 veya 1,5 ay sonra çalışma yapılacağını söylediler" dedi.

 

Belde sakinlerinden Yusuf Kaya ise, olayı vatandaşlardan duyunca ineği çıkarmak için yardıma geldiğini belirterek, "Çukurda Roma dönemine ait 7 veya 8 tarihi mezar olduğunu öğrendik. Yetkililerin bu tarihi mezarlara sahip çıkmasını bekliyoruz" diye konuştu

haberler.com, 10.12.2012

SÜRYANİ KADİM KİLİSESİ İBADETE AÇILDI

 

Adıyaman'da 2 yıl önce tadilata giren Süryani Kadim Kilesi, yeniden ibadete açıldı. Süryani metropoliti Griğoriyos Melki Ürek, kilisenin ibadete açılmasında emeği geçenlere teşekkür etti.

Açılışa Adıyaman Üniversitesi Rektörü Talha Gönüllü, Süryani metropoliti Griğoriyos Melki Ürek, Adıyaman müftüsü Mehmet Ali Öztürkçü, alevi dedesi Ali Büyükşahin ile vatandaşlar katıldı.

Kilise binasının onarımı ile ibadet alanlarının genişletilmesi için 2 yıl önce tadilata giren kilisenin açılış töreninde konuşan metropolit Ürek, uzun bir aradan sonra kilisenin tekrar ibadete açılmasından dolayı mutlu olduklarını belirtti. Ürek, "Hükümetimiz kilisemizin restorasyonu için bize yardımcı oldu. Kilisemiz 2 yıl önce tadilata girdi ve bugün tekrar ibadete açıldı. Yardımcı olan herkese teşekkür ediyorum" dedi. Ürek'in ardından konuşan müftü Öztürkçü, "İnsanların ibadet mekanı olan yerlere saygı duyarız. İbadet edilen her yere saygı duymamız gerek" dedi.

Açılış töreni ve konuşmaların ardından vatandaşlar, pasta keserek kilisenin tekrar açılmasını kutladı.

Habertürk, 10.12.2012

TAM 200 MİLYON YILLIK!

 

 

Antarktika’nın buzullarına hapsolmuş bir canlıya ait 200 milyon yıllık fosil, araştırmacıları şaşırttı. Sümüksü bir yapı içinde hapsolmuş olan canlının, tek hücreliler sınıfından Vorticella türüne ait olduğu belirtildi.

Gözyaşı şekline sahip olan ve uzun bir kuyruğu bulunan tuhaf canlının genişliği sadece 25 mikron. Bu uzunluk, insan saçının ortalama kalınlığına denk geliyor. Mikroskobik bir yaratık görünümü veren canlının boyu ise genişliğinin yaklaşık 2 katı (Bir mikron, metrenin yaklaşık milyonda biri).

Tüm ökaryotlar gibi bir çekirdeğe sahip olan Vorticella, gövdesinin içinde at nalı şeklinde bir çekirdek barındırıyor.

Bilim insanları, Vorticella’nın Geç Triasik Devirde, yani dünyanın çok daha sıcak olduğu dönemde yaşadığını belirtti. Söz konusu devirde, tek hücreli canlının bulunduğu bölge, yani modern Antarktika, gür yağmur ormanlarıyla kaplıydı. Bu bölge bugün ‘Transantarctic Mountain Range’ olarak biliniyor. Antarktika, 180-510 milyon önce var olan iki süper kıtadan biri olan Gondwana’nın bir parçasıydı.

Geçmişte yapılan araştırmalar, Vorticella’nın en hızlı hareket eden hücresel canlılardan biri olduğunu ortaya koymuştu. Vorticella, uzun kablo benzeri bir yapıdan halka şeklindeki yapıya geçerken saniyede 8 santimetrelik hızla hareket edebiliyor. Bu sürat, bir insanın yaklaşık 300 metreyi 1 saniyede kat etmesini düşünmekle aynı.

Vatan, 10.12.2012

2. MAHMUT'UN TUĞRASI 90 MİLYON LİRAYA SATILDI

 

Osmanlı ve Avrupa'nın 18. yüzyıl sonu 19. yüzyıl başlarına ait vazo, tepsi, ebru ve hat tablolar, ev eşyaları, tarihi mücevherler ve bazı Osmanlı padişahlarının tuğra ve fermanları Çırağan Sarayı'nda düzenlenen müzayedede antikaseverlerle buluştu. Satışa sunulan eserler arasında Sultan 2. Mahmut'un tuğrası 90 bin, 3. Murat'ın fermanı 75 bin, Sultan 3. Mustafa Han'ın tuğrası 15 bin, Sultan 2. Mahmud Han'ın tuğrası 9 bin liraya alıcı buldu.

Sabah, 10.12.2012

TARİHİ KARAKÖY CAMİİ YENİDEN İNŞA EDİLİYOR

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Menderes’in başbakanlığı döneminde 1958’de yerinden sökülen Karaköy Camii’ni, mimarı Raimondo D’Aronco’nun çizimleri ışığında yeniden inşa ediyor. Anıtlar Kurulu’nun cami projesini onaylamasının ardından hemen inşaata başlanacak

1956’da dönemin başbakanı Adnan Menderes tarafından başlatılan “İstanbul’da İmar Hareketi” kapsamında Karaköy Meydanı’ndaki tarihi caminin de yerinden sökülerek Kınalıada’da yeniden inşa edilmesine karar verildi. Meydanın genişletilmesi için yerinden sökülen caminin parçaları tek tek numaralandırıldıktan sonra Kınalıada’ya götürülmek üzere bir gemiye bindirildi. Ancak geminin yan yattığı ve parçaların Boğaz’ın sularına gömüldüğü açıklandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2002 yılında Karaköy Camii’nin yeniden inşasını yatırım programına aldı. Büyükşehir Belediyesi, geçtiğimiz temmuz ayında Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü aracılığıyla AGS Mimarlık şirketiyle sözleşme imzalayarak caminin yeniden inşasında ilk adımı attı.

Proje çalışmalarını tamamlamak üzere olduklarını ve onaylanmak üzere Anıtlar Kurulu’na sunacaklarını belirten AGS Mimarlık yetkilisi Sebahattin Değirmentepe, projenin kurul tarafından onaylanmasının ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından inşaat sürecinin başlatılabileceğini söyledi. Projeyi hazırlarken caminin orijinal çizimlerinden faydalandıklarını dile getiren Değirmentepe, “Caminin İtalyan mimar D’Aronco’ya ait çizimlerini İtalya’daki Udine Kent Müzesi’nden edindik. Parça parça orijinal eskizleri yorumlayarak projeyi oluşturduk. Projeyi, İtalya’da D’Aronco’yu bilen, takip eden uzman ve akademisyenlerle iletişim halinde yürütüyoruz” dedi.

Değirmentepe, camiden geriye 2 küçük parça kaldığını belirterek, “Mihrabın küçük bir parçası ve dış cephede kullanılan mermer panellerden birinin küçük bir parçası, Kınalıada’daki caminin inşasında kullanılmış. Onları tespit ettik ama yeni projede kullanılması düşünülmüyor. Kasımpaşa’daki Yahya Kethüda Camii’nin mihrabının Karaköy Camii’ne ait olduğu söyleniyordu. Yaptığımız incelemelerde bu bilginin doğru olmadığını tespit ettik” diye konuştu.

 

 

SARAY BAŞMİMARI YAPMIŞTI
Karaköy Camii olarak bilinen mescidin asıl adı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii’dir. Önceleri bu alanda Fatih Sultan Mehmed zamanında yapılmış bir tekke bulunuyordu. Tekke zamanla harap olunca, 17. asırda yerine, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından bir mescit inşa edildi. Zamanla bu caminin de harap olması üzerine, 1893’te İstanbul’a gelen ve daha sonra saray başmimarı olan İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’dan aynı alana yeni bir cami inşa etmesi istendi. Mimar D’Aronco 1903’te, Sultan II. Abdülhamid’in emriyle, 20. asır başlarında moda olan ve İstanbul’da pek çok örneği bulunan “Art Nouveau” tarzında bir cami inşa etti.

 







Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 10.12.2012

ANTİK DÖNEMLERDEN BERİ BEREKETİN SEMBOLÜ NAR

 

Günümüzde olduğu gibi eski dönemlerde de bereketin sembolü olarak görülmesi nedeniyle Stratonikeia antik kentindeki evlerin kapılarında nar motiflerine rastlanıyor.

 

Binlerce yıldır bereketin simgesi olan nar, bugün adeta doğal antibiyotik olarak nitelendiriliyor. Antik dönemin de bereket sembolü olan nar, 3 bin yıllık geçmişiyle birçok medeniyete ev sahipliği yapan Stratonikeia antik kentinde de görülebiliyor.

 

Antik kentte bazı yapıların kapısında "bereket sembolü" olarak görülmesi nedeniyle nar motiflerine rastlanıyor. Sokaklarında binlerce nar ağacı bulunan antik kentte, ziyaretçilere toplanan narlardan ikram ediliyor.

 

Antik dönem, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi kent dokusunun birlikte görülebildiği Stratonikeia antik kentini ziyaret edenler, nar ağaçlarının etrafını sardığı taş döşeli sokaklarda gezme imkanı buluyor.

 

Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünyada ölümsüz iki aşkın yaşandığı bilinen tek kent olan Stratonikeia antik kentinin her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistler tarafından ziyaret edildiğini söyledi.

 

Stratonikeia antik kentinin antik dönem, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi kent dokusunun birlikte görülebildiği nadir yerlerden biri olduğuna dikkati çeken Söğüt, antik kentte farklı dönemlere ait pek çok yapının olmasının, kenti gezecekler için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirildiğini kaydetti.

 

Söğüt, kentteki "ağa" evlerinin kapılarında nar ve başak motiflerinin birlikte görüldüğünü vurgulayarak, "Günümüzde bereket sembolü olarak görülen nar, bundan yaklaşık 3 bin yıl önce de bereketin sembolüydü. Bunu kentteki evlerin girişine yapılan motiflerden ve farklı dönemlere ait eserlerdeki kabartmalardan anlıyoruz" dedi.

 

Narın antik dönem ve mitolojide de bilinen bir unsur olduğunu dile getiren Söğüt, aynı geleneğin Osmanlı döneminde de devam ettiğini, narın bereket ve bolluk sembolü olarak kullanıldığını ifade etti.

 

Bilal Söğüt, Osmanlı döneminin taş döşeli yollarında nar ağaçlarının sokakların ortasına kadar uzandığına dikkati çekerek, "Kentte binlerce nar ağacı var. Ancak birçoğu toplanamıyor. Biz de hem bu narları kente gelen ziyaretçilere ikram ediyoruz hem de yakın köylerden nar ekşisi yapmak isteyenlere yardımcı oluyoruz. Antik kenti ziyaret edenler kendileri de nar toplayabiliyor" diye konuştu.

haberler.com, Haber: Hızır Hacısalihoğlu, 09.12.2012

CAMİLERİN GARYRİMÜSLİM MİMARLARI

 

Elbette cami mimarlarının pek çoğu Müslüman’dır. Ancak önemli katkılarıyla gayrimüslim mimarlar da vardır. Bunların başında Nuruosmaniye külliyesinin mimarı Semeon Kalfa’yı zikretmeliyiz.
 

Nuruosmaniye külliyesinin inşaatı I. Mahmut tarafından 1748’de başladı, 1755’te kardeşi  III. Osman döneminde tamamlandı. Lale Devri’yle başlayan yeniliklerin devam ettiği en önemli örneklerden biridir. Stefan Yerasimos, Simeon Kalfa’nın bir taraftan ‘Sinan’ın eserlerini esas alıp, büyük kubbe arayışını sürdürerek’ geleneği devam ettirdiğini, öbür taraftan ‘caminin geri kalan ögelerini serbestçe tasarlayarak’ yenilik yaptığını belirtir.


Dikdörtgenden kareye geçilmiştir. Cami zemini yükseltilmiştir, merdivenle çıkılır. Baklavalı sütun başlıklarından İyon ve Korint üslubundan esinlenen yaprak kıvrımlı sütun başlıklarına geçilmiştir. Kemerler içbükey ve dışbükey kıvrımlı hale getirilmiştir. Minareler yivlidir, külahları kurşun kaplama değil taştan yapılmıştır…


Simeon Kalfa ‘hassa mimarı’dır; yani imparatorluğun padişah nezdindeki mimari bürosunda çalışan seçkin mimarlarından biri… Nuruosmaniye’deki rolü, kayıtlarda ‘bina kalfası Simeon’ olarak geçiyor. İnşaat sırasında Nuriosmaniye’yi gezen Fransız mimar Li Roi, kubbenin yapımında teknik sorumluğun bir Rum mimarda olduğunu yazmıştır. Sadece kubbe değil, bütün şantiyeden sorumlu olduğu anlaşılıyor. Simeon Kalfa’nın ismi, inşaat tamamlandıktan sonra padişah tarafından hil’at giydirilen Hıristiyan mimarlar listesinin başında bulunuyor. Padişah’ın Simeon Kalfa’ya Kandilli’de bir yalı ihsan ettiği de biliniyor.

 

Sanat tarihçimiz Doğan Kuban, Nuruosmaniye adının Sultan Osman’dan veya camii içindeki ışıktan geldiği yolunda rivayetler bulunduğunu belirtir, caminin kubbesinde Kuran’ın Nur suresinin 35. ayetinin yazılı olduğuna dikkat çeker: “Allah göklerin ve yerin nurudur.”


Kuban, camideki yenilikleri anlatırken, yukarıda saydıklarımıza ilaveten Simeon Kalfa’nın “O zamana kadar yapılan camilere benzemeyen bir cami” inşa ettiğini belirtir. Bu büyük mimar hakkında ne yazık ki elde fazla bilgi yok. Külliyenin ‘bina katibi’ Ahmet Efendi, Tarih-i Cami-i Şerif-i Nur-u Osmani adlı kitabında külliye hakkında çok ayrıntılı bilgi vermiş, fakat mimarının Rum Simeon olduğunu belirtmekle yetinmiş.


Yeni araştırmalarla bu büyük mimarımız hakkında yeni bilgilere ulaşılabilir mi? İnşallah…
Doğan Kuban, Osmanlı belki de İslam mimarisinde ilk defa avlunun poligonal (çokgenli) olarak inşa edildiğini, iç galerilerin loca gibi yüksek yapılarak ana mekanın genişletildiğini belirtir.
Şunu da belirtmeliyim Osmanlı cami mimarisinde hem geleneğin sürdürülmesi hem de Batı’dan unsunlar alınarak yenilikler yapılması konusunda mimar Mehmet Tahir Ağa’nın inşa ettiği Laleli Camii de önemli bir örnektir.


Tanzimat’la birlikte Osmanlı mimari tarihinde ‘Balyanlar Dönemi’ne girildi. Soyadları Balyan olan Ermeni mimarlar, cami dahil, yaptıkları saray, kasır, kışla, hastane, kamu binaları ve kiliselerle İstanbul’un imarında büyük roy oynadılar.

 

NEO-OTTOMAN ÜSLUP

Balyan’lar “Amira” denilen Ermeni elit sınıfındandır. İlk Balyan, hassa mimarı Meremetçi Bali Kalfa’dır. Meremetçi tamir ustası demektir, Balyan adı da Bati’den geliyor. Büyük mimari eserlere imza atan balyanlar şunlardır:


Kirkor  Amira Balyan, bir çok eserle birlikte Nusretiye camiinin, Nikoğos Bey Balyan Dolmabahçe sarasında muayede salonunun ve Ortaköy camiinin, Garabet Amlira Balyan, Dolmabahçe sarayı ve Dolmabahçe camiinin mimarıdır… Bunlardan başka Agop Bey Balyan, Simon Bey Balyan, Sarkis Bey Balyan bir çok anıtsal eserin müellefidir. Sanat tarihçisi Afife Batur, Balyanlar’ın sanat tarihinde oryantalist üsluptan ‘neoottoman’ üsluba geçişi yansıttığını belirtir.


Şunu belirtmek zorundayım: 21. Yüzyılda Çamlıca’ya taklit ve kocaman bir cami binasını tasarlayanlar, hiç olmazsa Nuruosmaniye, Laleli, Nusretiye, Ortaköy ve Dolmabahçe camilerindeki yenilikleri görebilse ve yaratıcı ögeler eklemeyi düşünselerdi. “Kocaman olsun” deyince Saltanahmet harikasının kişiliksiz bir taklidi çıktı ortaya proje diye.

Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 09.12.2012

ANTİK KENT ÜSTÜ SÜPERMARKET!

 

 

Mudanya’da, Myrleia antik kenti tarihi dokusunun bozulma tehdidi ile karşı karşıya. Önemli tarihi kalıntıların bulunduğu bölgede yapılan alışveriş merkezi inşaatı da tepki çekiyor.

 

Antik kentten, günümüze herhangi bir kalıntı gelmeyeceği varsayılıyordu. Fakat 2010 yılında Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümünün ve Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun yaptığı kazılarda Klasik ve Hellenistik Çağa ait birçok seramik kalıntılarına rastlandı.

 

Yapılan incelemeler sonucu bölge sit alanı kapsamına alınmıştı. Fakat sit alanının dar tutulması nedeniyle, kalıntıların üzerinde birçok inşaat ve defineci çukuru saptanmıştı. Bu tespitler sonrasında da, bölgede bir alışveriş merkezi ve benzin istasyonu inşaatı sırasında Myrleia antik kenti kalıntılarına ulaşıldı. CHP Mudanya İl Genel Meclis Grubu da, 3. derece sit alanı olmasına karşın bölgede inşaat çalışmalarının sürmesiyle ilgili soru önergesi verdi. Önergede; “İnşaat sahasında yapılan kazıları kimler denetliyor? İnşaat sahasından çıkan eserler neden basına tanıtılmıyor? Sit alanında inşaat yapılması için gerekli izin çıktı mı? İnşaat ruhsatı verildi mi? Arkeopark olacak bu bölgeye hangi düşünceyle alışveriş merkezi ve benzin istasyonu yapımı için izin veriliyor?” soruları soruldu.

 

PLATFORM OLUŞTURULDU

Myrleia antik kentinin kalıntılarının korunması talebiyle Mudanya’da demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler bir platform oluşturdu. Platform, yapılan inşaatlarla antik kentin üstünün kapatıldığını ve kentin tarihi dokusuna büyük zarar verildiğini ifade ediyor. Platform bileşenlerinden Eğitim Sen Mudanya Temsilcisi Şeref Öztürk, tüm insanlığa ait olan tarihi değerlerin üstünün kapatılmasının söz konusu olduğunu belirterek, tüm Bursalılara duyarlılık çağrısı yapıyor. DSP Mudanya İlçe Başkanı Mustafa Düzel ise, Mudanya’da sayılamayacak kadar süpermarketin olduğunu kaydederek, “Varolanlar yetmezmiş gibi antik kentin üzerine süpermarket kurulmaya çalışıyor” diyor. Yapılacak alışveriş merkezinin ya da akaryakıt istasyonunun Mudanya’ya bir şey kazandırmayacağını söyleyen Mudanya Halk Meclisi Başkanı Levent Kayak; sadece ekonomik açıdan bile bakıldığında yüzlerce firmanın Mudanya’ya yapamayacağı katkıyı sağlayacağını ifade etti. Mudanya’nın geleceğinin doğasında, denizinde, zeytininde ve Myrleia antik kentinde olduğunu belirten Kayak, Mudanyalıları tepki göstermeye çağırıyor.

 

Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin: Görünüşte herşey yasal. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulundan izin almışlar. Acele bir şekilde kazı yapılmış antik kentin üzerinde. İnşaata izin verilirse bölge talana açılır. Bütün bölge SİT alanı. Burada tarihi kalıntılar var, kültür varlıkları var. Son olarak bir bronz heykel bulundu. Gelişmelere şaşkınlık içinde bakıyoruz. İzin verilmemeli kesinlikle. Şahsi kanaatinim Bursa Müze Müdürlüğü ve Kültür Varlıklarını Koruma Müdürlüğünün ihmali var. Tüm sorumlular hakkında suç duyurunda bulunulmalı. Yetkililer bunlar karşısında üç maymunu oynuyorlar. Yapıldıktan sonra ‘tüh’ diyecekler ama çok geç olacak. Antik kenti kaybetmiş olacağız. Bu inşa faaliyetlerle antik kentin korunması mümkün değil. Mudanya’da alışveriş merkezine ne gerek var? Bu yapılaşma antik kentin sonunu hazırlar.

 

MYRLEİA ANTİK KENTİ

Myrleia, Marmara Denizi ve Karadeniz kıyılarına Hellen göçleri döneminde (yaklaşık MÖ 700-550) Batı Anadolu’dan, İonia’daki Kolophon’dan gelen göçmenlerin bir kenti olarak Helenleştirilmiştir. Romalılar Myrleia, Apameia’yı ordu üssü olarak kullanmışlar, Roma’nın bir yavru kenti durumuna getirerek adına da Colonia Concordia Augusta Apameia demişlerdir. Bu kent de daha sonra işgale uğramış ve Montania adını almıştır. Kente Montaneia adı, ortaçağda, Latinler tarafından verilmiştir. Bu sözcük “Dağlık” anlamına gelmektedir. Mudanya’nın, Montaneia’nın bugünkü söyleniş biçimi olduğu sanılmaktadır. MÖ 7. yüzyılda batıdan gelen Bitinyalıların yerleştiği yöre, Pergamon (Bergama) ve Roma yönetimlerinden sonra Bizans egemenliği altına girmiştir.

Evrensel, Haber: Önen Ersin, 09.12.2012



******


ANTİK KENT İÇİN SUÇ DUYURUSU

 

 

Bursa’nın Mudanya İlçesi'ndeki bir AVM inşaatında kalıntılarına rastlanan antik kent Myrleia’nın yok olmaması için Çağdaş Hukukçular Derneği Bursa Şubesi üyeleri suç duyurusunda bulundu.

Dernek Başkanı Aslı Evke Yetkin, bir an önce inşaatın durdurulması gerektiğini ifade ederek, tarihi alanın koruma altına alınmasını istedi. 

 

Mudanya’nın Ömerbey Mahallesi’ndeki bir alışveriş merkezi inşaatı sırasında kalıntıları ortaya çıkan ve geçmişi MÖ 7. yüzyıla kadar dayanan Myrleia antik kentinin korunması için harekete geçen Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlar adliye önünde toplandı. Bursa Baro Başkanı Ekrem Demiröz’ün de destek verdiği basın açıklamasında Çağdaş Hukukçular Derneği Bursa Şube Başkanı Aslı Evke Yetkin, daha önce söz konusu alandaki inşaat sırasında bronz bir heykel bulunduğunu hatırlatarak, “Aynı bölgede antik Myrleia kentine ait henüz keşfedilmemiş başta tarihi eserlerin de bulunma ihtimali var. Şimdiye kadar bulunan tarihi eserler bunu doğrulamaktadır. Hal böyleyken antik kentin kalıntılarının bulunduğu alanda inşaat çalışmaları devam etmektedir. Bu durum derneğimiz avukatları tarafından tespit edilip tutanak altına alınmıştır. Yasa ve alınan kurul kararı gereği tarihi alanda inşaatın vakit kaybetmezsizin durdurulması gerekir” dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı göreve çağıran Yetkin, “Tarihi eserler, insanlığın ortak mirası olup, korunması her vatandaşın görevidir. Derneğimiz, bu tarihi eserlerin koruma altına alınması için ilgili korumlara gerekli ihbarda bulunmuştur. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bursa Bölge Müdürlüğü’ne yazılı müracaatta bulunarak, tarihi eserlerin zarar görmesinin engellenmesi istenilmiştir. Yeni tarihi eserlerin korunması ile yükümlü olan Bursa Müze Müdürlüğü’ne ihbarda bulunulmuş, duruma müdahale etmesi istenmiştir. Kanunsuz olmasına rağmen devam eden inşaat durdurulmalı, alan korumaya alınmalı, başka tarihi eserler bulunmuş olabileceği göz önüne alınarak soruşturma başlatılmalıdır. İnşaat çalışmasında çıkan hafriyatın da bulunarak arkeolojik açıdan incelenmesi gerekmektedir. Kamuoyu ve basının önünde bir kez daha cumhuriyet savcılarına suç duyurusunda bulunuyoruz” diye konuştu.

 

İnşaatın durdurulmaması halinde antik şehir buluntularının tamamen zarar göreceğini ya da yok olacağını kaydeden Başkan Yetkin sözlerini şöyle sürdürdü:
“Doğal kaynaklar ve tarihi kalıntılar, toplumun ortak mirasıdır. Ancak ülkemizde ve kentimizde bu kaynak ve varlıklar uluslararası sermayeye sunulmakta, çok uluslu şirketlerin ve yerli sermayenin kullanımına açılarak ticarileştirilmekte, doğal ve kültürel varlıklarımız talan edilmektedir. Mudanya’da da yapılan budur. Bizler tarihi zengikliklerimizin kar uğruna özel şahısların kullanımına açılmasını istemiyoruz. Herkesi o tarihi bölgenin korunmasına ve sahip çıkılmasına destek vermeye çağırıyoruz”.

 

Bilindiği bigi Çağdaş Hukukçular Derneği üyeleri geçtiğimiz günlerde Mudanya’da yürüyüş yaparak, inşaatın durdurulmasını istemişti.

Bursa Şehir, 12.12.2012

HALİKARNAS İÇİN AİHM SEFERİ!

 

 

Türkiye, Londra’daki British Museum’da bulunan Halikarnas Mozolesi’ne ait 2 heykelin iadesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracak. Ocak ayında yapılacak başvuru mahkeme için de bir ilk oldu.

Türk avukatlar British Museum’da bulunan dünyanın 7 harikasından biri olan Bodrum’daki Halikarnas Mozolesi’ne ait 2 heykelin Türkiye’ye geri verilmesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) çetin bir hukuk mücadelesi verme hazırlığında. AİHM için de bir ilk niteliğinde olacak davada, Kral Mausolos’un heykeliyle beraber 2 mermer heykelin Bodrum’a iadesi istenecek.

30 Ocak’ta görülecek davada 30 avukat yer alacak. Dava için İngiliz basınına açıklama yapan Avukat Remzi Kazmaz, “İngiliz yetkililere ve British Museum’a uzun yıllar boyunca tarihi ve kültürel miraslarımıza evsahipliği yaptıkları için teşekkür ediyoruz. Ancak bu varlıkların artık ait oldukları yere dönme zamanları geldi. Resmi işlemler için hazırlıklarımız devam ediyor” açıklamasında bulundu. Ocak ayındaki davada Strasbourg mahkemesine 118 bin imza dilekçesiyle beraber Türkiye’nin eserleri nasıl kaybettiğiyle ilgili bir belgesel de sunulacak. Avukat Kazmaz’ın “Eserlerin yasal yollarla taşındığına inanmıyoruz” açıklamasına karşılık müze yetkilileri “Davayla ilgili henüz bir bilgimiz yok. Bu nedenle bir açıklama yapamayız. Ancak bu eserler Osmanlı yetkililerinin site alanında kazı yapılmasına ve varlıkların taşınmasına izin verdiği 2 fermanla sonradan kazanıldı” şeklinde bir açıklama yaptı.

Ayrıca Kültürel Eşya Hukuku Uzmanı Norman Palmer, “Somut eşyaların iadesi için insan hakları kavramının kullanıldığını hiç duymadım. Bu roman gibi bir iddia” açıklamasında bulundu. İlk niteliğindeki davayı başta Yunanistan olmak üzere farklı ülkerlerde tarihi eserleri bulunan birçok ülke de yakından izleyecek. Yunanistan adına konuşan bir yetkili “Yunanistan bu davayı ilgiyle takip edecek” açıklamasını yaptı. İngiliz basınında yer alan olay “davanın Türkiye lehine sonuçlanması halinde birçok ülkenin diğer ülkelerden tarihi eserlerini isteyebileceği ve bu durumun dünya müzeleri için bir felaket olacağı” yorumlarına neden oldu.

İngiliz araştırmacı Newton, Bodrum’da 1856-57 yıllarında yaptığı kazıda Mausolos ve Artemisia’nın heykellerini, dört atlı arabanın parçalarını British Museum’a götürdü. İngiliz büyükelçisi Lord Canning, 1846’da Padişah Abdülmecit’ten izin alarak Mausolleum kabartmalarını da Londra’ya taşıdı.

Vatan, 09.12.2012

 

******


BU TÜRK MEYDAN OKUMASI

 

 

Türkiye’nin, Dünyanın 7 Harikası’ndan biri olan Halikarnas’taki mozoleumun heykellerini British Museum’dan geri almak üzere AİHM’ye yapacağı başvuru panik yarattı. Observer Gazetesi, “Bu Türk meydan okuması, sanat eserlerinin iadesi açısından bir test davası, dünya müzeleri için potansiyel bir felaket olacak” diye yazdı.

İngiltere’de pazar günleri yayınlanan Observer Gazetesi, Türkiye’nin Halikarnas’taki mozoleumu çevreleyen ve Osmanlı döneminde ülke dışına çıkarılan heykelleri Londra’daki British Museum’dan geri almak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapacağı başvuruyu sayfalarına taşıdı. Observer, uzman görüşlerine ve British Museum yetkililerinin açıklamalarına da yer verdiği haberinde “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bu Türk meydan okuması, sanat eserlerinin bir ülkeden başka bir ülkeye iadesi açısından bir test davası, dünyanın müzeleri için potansiyel bir felaket olacak” yorumunu yaptı. Gazete, İngiltere’den iadesi istenen eserlerin arasında British Museum tarafından 19. yüzyılın ortasında satın alınan “muhteşem bir at kafası”nın da bulunduğuna işaret etti.

Observer’a konuşan ve AİHM başvurusunu 30 meslektaşıyla birlikte yapmaya hazırlanan Avukat Remzi Kazmaz, dilekçeyi 30 Ocak 2013’te vereceklerini açıkladı. Eserin yer aldığı Bodrum, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve diğer ilgili kurumlar adına hazırlanan 118 bin imzalı dilekçenin yanı sıra Strasbourg’daki mahkemeye, Türkiye’nin eski eserleri nasıl kaybettiğini ortaya koyan bir belgesel de verileceğinin vurgulandığı haberde, Avukat Kazmaz’ın “Eserlerin yasal bir biçimde alındığına inanmıyoruz” dediği belirtildi. Konuya ilişkin görüşleri aktarılan İngiliz insan hakları hukukçusu Gwendolen Morgan ise davada büyük bir olasılıkla, İngiltere’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Her gerçek ve tüzel kişi, maliki olduğu şeyleri barışçıl bir biçimde kullanma hakkına sahiptir” diyen 1. protokolünün 1. maddesini ihlal ettiğinin savunulacağı değerlendirmesinde bulundu.

Observer haberinde İngiltere’nin önde gelen hukukçularından, “kültürel mülk hukuku” uzmanı Norman Palmer’ın AİHM’de daha önce böyle bir girişim yapıldığını duymadığı açıklamasına da yer verdi, davanın Parthenon mermerlerinin iadesini isteyen Yunanistan ile başka ülkelerce de yakından izleneceğini kaydetti. British Museum’un bir sözcüsü konuya ilişkin “Dava ile ilgili herhangi bir şey duymadık, bu nedenle yorum yapamayız” açıklamasında bulunurken, söz konusu parçaların, kazı yapılması ve bulunan eserlerin British Museum’a götürülmesine izin veren Osmanlı makamlarınca çıkarılan fermanlar ile alındığını da öne sürdü. Observer, Türkiye’nin Los Angeles’taki Getty Müzesi dahil dünya çapında başka kurumlardan da iade taleplerinde bulunduğuna dikkat çekti.

 

 

Dünyanın 7 Harikası’ndan biri olan Halikarnas Mozoleumu, MÖ 377-353 arasında yaşayan Karia Kralı Mausolos tarafından karısı Artemisia’ya duyduğu aşkı ölümsüzleştirmek amacıyla inşa ettirilmiş.

ESERLER BİRER BİRER DÖNÜYOR
Orpheus Mozaiği Dallas’ta, Yorgun Herakles Boston’da, Sinanpaşa çinileri, İngiltere’de, 24 parça Truva hazinesi ABD’de, Kanatlı Denizatı Almanya’da bulundu.

 



Halikarnas Mozoleumu için AİHM girişimine ilişkin haber 26 Ekim’de Habertürk’te yer almış, Avukat Remzi Kazmaz, İngilizler tarafından savaş gemisiyle götürülen ve birçok parçası İngiltere British Museum’da bulunan anıtmezarın Anadolu’ya, ait olduğu Bodrum’a geri getirilmesi konusunda ilk teşebbüsü Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) yaptığını anlatmıştı. Kazmaz, Kabaağaçlı’ya alaycı bir üslupla yazılan cevap yazısı ile talebin reddedildiğini aktarmıştı.

Habertürk, 10.12.2012

ÇATALHÖYÜK

 

 

Anadolu , tarihin en eski uygarlıklarını bünyesinde barındırıyor. Dünya üzerinde hiçbir ülke yok ki, bu kadar tarihi zenginliğe sahip olsun! Hem de ne zenginlik! Dünyanın en eski ve en büyük uygarlıkları ya bu topraklarda kuruldu ya da bu topraklardan geçti. Bu hafta size, insanlığın en eski yaşam alanlarından birini, Konya’nın, Çumra İlçesi sınırları içinde bulunan Çatalhöyük’ü anlatacağım.


Konya’ya 30 dakika uzaklıkta olan Çatalhöyük’e ulaşmak için, Konya Ovası’nda yer alan, adeta cetvelle çizilmiş, düz yollarından geçmeniz gerekiyor. Bu yolları severim, varacağınız yeri ufukta görürsünüz ama bir türlü ulaşamazsınız. İnsanın mesafe algısını bozan bu yollarda araba kullanmak benim için keyiftir. Ancak Çatalhöyük’e ulaşmak bu kadar da keyifli olmadı. Konya’dan sonra sadece 2 yerde ‘Çatalhöyük’ tabelası var. Eğer bu 2 küçük tabelayı kaçırmaz ve doğru yolda olduğunuza inanırsanız, Çatalhöyük’e varabilirsiniz. ‘UNESCO Kültür Mirası’ tabelasını ise höyük dahil hiçbir yerde bulamazsınız. Boşuna aramayın! UNESCO tarafından kabul edilmesi için bu kadar uğraştıktan sonra, tabela dikilmemesini nasıl açıklamak gerekiyor, bilmiyorum. Ayrıca Konya’nın sadece Mevlana’ya odaklı turizm anlayışı sebebiyle, Çatalhöyük ile ilgili ne bir afiş ne de bilgilendirme levhası gördük! 

Tarihi bir ‘metropol’ 
Şehirler hakkındaki tüm bilgilerinizi unutun ve hayal edin! Kapısı çatıda olan, kerpiçten evler düşünün. Bu evlerin tamamı bitişik nizamda inşa edilmiş olsun. Ancak duvarları kendine ait (komşunun mülkiyetine saygı)! Yani sokakları olmayan, tüm yaşamın çatılarda geçtiği bir şehir... Yani ‘Çatalhöyük’...


Dünyada hatta Türkiye ’de daha eski yerleşkeler mevcut, ancak hiçbiri Çatalhöyük kadar büyük değil. Arkeologlar Çatalhöyük’te 8 bin kişilik bir nüfustan bahsediyorlar. Dönemin şartlarında tam bir metropol...


9 bin yıl önce, neolitik ve kalkolitik çağda başlayan yaşam aralıksız tam 1400 yıl sürmüş. Şimdi bu yaşamın izlerini doğu ve batı höyüklerinde görmek mümkün. Zaten adını da çatal şeklindeki bu iki höyükten alıyor. 14 hektarlık bir alana yayılmış Çatalhöyük’ün doğu höyüğünde MÖ 7400-6200 arasına tarihlenen 18 neolitik yerleşim katmanı bulunuyor. Bu 18 kat bile Çatalhöyük’ün neden bu kadar önemli olduğunu açıklıyor.


Evler birbiri üstüne, aynı planla inşa edilmiş. Önceki konutun duvarları, sonrakinin temeli olmuş. Yaklaşık 80 yıl ömürleri olan bu kerpiç yapıların kullanım süreleri dolduğunda, evler toprak ve molozlarla doldurulmuş ve üstüne aynı planla yeniden yapılmış.


Saray ve tapınakların bulunmadığı Çatalhöyük’te sanat anlayışı oldukça gelişmiş. Evlerin duvarlarında, o günkü yaşamı anlatan birçok duvar resimi bulunmuş. 1963’teki kazıda ise Çatalhöyük kent planı olduğu anlaşılan bir harita ortaya çıkarılmış. 8200 yıllık bu harita, dünyanın bilinen ilk haritası. 3 metre uzunluğunda, 90 cm. genişliğindeki harita halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. Ayrıca konut duvarlarında yer alan tasvirlerde av ve dans sahneleri, insan ve hayvan resimleri bol bol işlenmiş. Hayvanların bu kadar resmedildiği Çatalhöyük, onların evcilleştirildiği ilk yer olarak biliniyor. Özellikle sığırlar ve köpekler evcilleştirilmiş. Bu, yerleşik hayata daha kolay adapte olmalarını sağlamış. Yerleşik hayata geçişle ortaya çıkan beslenme sorununu aşmak için tarıma başlamışlar.


Savaşın izi yok 
Evlerin bu denli iç içe olması ayrı bir araştırma konusu. 1993’ten beri kazıları yöneten Cambridge Üniversitesi’nden Ian Hodder, “Savaş ve yıkım izlerine hiç rastlanmadığı için bu sıkışık yapının savunma endişesine dayanmadığı” görüşünde. Muhtemelen birçok kuşağı kapsayan aile bağlarının kuvvetli olması, iç içe yaşamın en önemli sebebi.


Çatalhöyük, 2012’de UNESCO tarafından ‘Kültür Mirası Listesi’ne alındı. 9 bin yıllık en yeni kültürel mirasımız daha fazla ilgiyi hak ediyor. Tavsiyem; oradaki yaşamı bize örnekleyecek küçük bir mahallenin inşa edilmesi... Çünkü bilinen yaşamdan farklı bir yaşamı deneyimlemek, turistlerin ilgisini çekecektir, bilim adamlarına ise deneysel arkeoloji yapma fırsatı sağlayacaktır. Aktivite sıkıntısı yaşayan turizmimize de çok iyi örnek teşkil edecektir.


“UNESCO Kültür Mirası Listesi” uluslararası bir sertifika. Dünyada, sadece bu listedeki yerlere giden binlerce turist var. Ayrıca bu listedeki alanların sayısının fazlalığı ülkelerin gururu ve prestijidir. Türkiye’de sadece ‘11 Kültürel Miras’ olması, Türkiye’nin kültürel ve tarihi alanlarının azlığından değil, yöneticilerin bunu önemsememesinden kaynaklanıyor. Mesela, Efes halen kültür miras listesinde değil! Ancak son yıllarda bu listenin önemi biraz olsun kavrandı ve 2 yılda 2 eser listeye dahil edildi: Edirne Selimiye Camii ve Çatalhöyük. Bu alanları yöneten yerel yöneticilerin de bu bilince ulaşmasını bekliyoruz. Dünyanın en eski ve en önemli tarihi alanlarından biri olan Çatalhöyük’e hak ettiği değeri en kısa zamanda vermemiz gerekiyor. En azından 2-3 tabelayı hak etmiyor mu?

Radikal, Yazı: Vedat Atasoy, 09.12.2012

KADIKÖY'E PORTATİF ATATÜRK ANITI!

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kadıköy Belediyesi, Kadıköy Meydan Projesi nedeniyle karşı karşıya geldi. "Başöğretmen Atatürk Anıtı"nı kaldırılmasına Kadıköy Belediye Başkanı Öztürk tepki gösterdi. İBB ise 'sökülüp takılan anıt' dikileceğini açıkladı.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan "Haydarpaşa Gar, Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı", Kadıköy Belediyesi'nin tepkisini çekti.

Projenin hiçbir aşamasında kendilerine bilgi verilmediğini, görüş alınmadığını söyleyen Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, "Haydarpaşa Garı ve Kadıköy Meydanı tek bir planla İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi tarafından getirildi. Ancak plana detaylı baktığımızda Haydarpaşa Garı'nın hem demiryolu, sergi salonu, hem de konaklama tesisi olarak kullanıldığı söyleniyor. Yani yüzde 95'i konaklama olabilir, yüzde 5'i sergi ve demiryolu olabilir. Yan tarafta oteller var, arka tarafta büyük yapılaşmalar var. Kadıköy Meydanı'nda yeni yapılaşmalar koymuşlar. Dar bir alan halbuki. Burada insanların yürümesi, rahat etmesi lazım" dedi.

Kadıköy Belediyesi'nce yaptırılan İskele Meydanı'ndaki "Başöğretmen Atatürk Anıtı'nın kaldırılıp yerine kültür merkezi ek binası yapılması öngörülen projeye itiraz edeceklerini belirten Öztürk "12 Aralık'a kadar itiraz etme hakkı var. Atatürk heykelinin bulunduğu meydan, resmi törenlerin de düzenlendiği küçük bir meydan. Meydan bile demeye bin şahit lazım. Şimdi görüyoruz ki; Kadıköy Meydanı'ndaki bu Atatürk Anıtı da bu plan çerçevesinde kaldırılıyor. Oraya, yandaki eski hal binası kültür merkezi olarak transfer ediliyor. İkinci bina daha yapılıyor. Birileri geliyor, hiç kimseye sormadan deniz kenarına koca bir bina dikiyor. Fonksiyonu ne olursa olsun böyle bir şeyi kabullenmek mümkün değil. Bu konuda Kadıköylüler bizimler beraber. Hem itiraz edecekler, hem yasal dava haklarını kullanacaklar hem de hukuki çerçeve içerisinde olabilecek her türlü tepkiyi göstereceğiz" diye konuştu.

Kadıköy Meydanı'nda başka bir anıt olmadığını kaydeden Kadıköy Belediye Başkanı Öztürk, "Sadece Atatürk Anıtı'nın kaldırılmasına tepkimiz yok. Oraya bina olmaz. Kadıköy'ün en merkezi yeri, tören alanı, deniz kıyısı. Böyle bir yere bina olmaz, hakları yok. Orada Atatürk Anıtı var, orada Cumhuriyet kutlanıyor. Bir süre önce saygı duruşunu ve çelenk koymayı kaldırdılar, şimdi de anıtı kaldırıyorlar. Nasıl anlayalım, gelsin bize anlatsınlar" dedi. Kadıköy Meydanı'nın yayalaştırılmasına itirazları olmadığını kaydeden Selami Öztürk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkililerine seslenerek "Gelsinler meydanı komple yeşil yapalım. Yemyeşil yapsınlar, peyzajla düzenlesinler, bende teşekkür edeyim" dedi.


İddialarına İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)'nden yanıt geldi. İBB'den yapılan açıklamada, "'Kadıköy Meydanı'ndaki Atatürk anıtı kaldırılacak yerine bina yapılacak' iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır" denildi. Yazılı açıklamada, "1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Garı İle Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'nda açıkça görüleceği üzere Kadıköy Rıhtım Meydanı'ndaki Atatürk Anıtı'nın da içinde yer aldığı alan, Fuar, Panayır ve Festival Alanı lejantında kalmaktadır. Plan notlarında söz konusu alanda değil bina bodrum dahi yapılamayacağı, sadece etkinlik zamanlarında kullanılmak üzere geçici ve takılıp sökülebilen hafif malzemeden üniteler yapılabileceği açıkça belirtilmektedir. Böylelikle, ‘Atatürk anıtı yıkılacak, yerine bina yapılacak’ iddiasının gerçek dışı olduğu ortadadır" ifadeleri kullanıldı.

Radikal, 08.12.2012

 

******


BELEDİYE: HEYKEL GİBİ DETAYLAR...

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kadıköy'de resmi kutlamaların yapıldığı meydanda bulunan Atatürk Heykeli'nin kaldırılacağına dair haberlerle ilgili açıklamada bulundu.

 

Görüştüğümüz yetkililer, “Yeni Kadıköy” haberleriyle ilgili şöyle diyor:

“Ortada henüz uygulama planı yok. 1/5000'lik plan dışındaki çizimler sunulmuş. 1/5000'lik planlarda detaylar değil, alanlar belirtilmiştir. Heykel gibi detaylara ayrıntılı planlarda yer verilir. Dolayısıyla ‘Fuar alanı olarak belirtilmiş alanda neden Atatürk heykelini belirtmediniz' demek, ‘Kültürel tesis alanında neden tiyatro binasını belirtmediniz' demekle aynı şey.”

 

Belediyeye bu noktada katılmak mümkün değil. Çünkü Kadıköy Meydanı'nda “placemark” diyebileceğimiz sadece iki nokta bulunuyor. Bunlardan birisi konservatuar binası, diğeri de Atatürk heykeli. Dolayısıyla meydanı belirleyen iki noktadan biri 1/5000'lik planda yer almadığında “Nerede bu heykel” diye sorulur.

 

Plan yeniden düzenlenip, heykelin yeri belirtilmeli. Zira nazım imar planının imar hukukundaki tanımında, yapılaşma yoğunluğunun gösterilmesi, yerleşme alanlarının yön ve büyüklüklerinin gösterilmesi ifadeleri yer alıyor.

 

“Yapı” kelimesi ise “barınmak ya da çeşitli amaçlarla kullanılmak için yapılmış her türlü mimarlık yapıtı” anlamına geliyor. Yani “yapı” kelimesi, heykelleri, tarihi eserleri, çeşmeleri de içine alıyor.

Dahası, fuar alanı da geçici yerleşim alanı sayılıyor.

 

Dolayısıyla, 1/5000'lik plan, 12 Aralık'ta bu haliyle onay almamalı...

 

Zira bu haliyle şark kurnazlığına gayet açık görünüyor...

 

1/5000'lik plan 12 Aralık'ta heykelsiz haliyle onaylandığında, daha sonra detaylı plan için çalışmalara başlandığında “Ama heykel 1/5000'lik planda yoktu. Şimdi de olmayacak” dense ne yapacağız? “O zaman planda heykel alanı varsa vardır, yoksa yoktur, kabul etmeseydiniz” cevabını alsak, kime başvuracağız?

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile sağlıklı bir iletişim kurmak ancak bu haber ile mümkün oldu. Şaşılacak şey değil tabii, genelde “haberin rüzgar estirmesi” böyle sonuçlanır... Haber patlamadan kapı duvar, yetkililere ulaşamazsınız. Rüzgar estikçe başlar “kendini doğru ifade etme çabası”...

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Heykeli'nin yerine bina yapmayacak. Fakat “heykel” meselesiyle ilgili bu rüzgar esmeseydi, haberimiz ile plandaki bu “detay” ortaya çıkmasaydı ne olacaktı?

 

İşin işten geçtiği gün, ucuz siyasete, tatlı kurnazlıklara kurban gitmiş mi sayılacaktık?

Hürriyet, Haber: Melike Karakartal, 08.12.2012

 

******


KALDIRILACAK

 

 

Atatürk Anıtı’nın planda gösterilip gösterilmemesi önemli değil. Planda gösterilmez, onu biliyorum ben. Ben kaldırılacağını iddia ediyorum. Siz anıtın yerine fuar alanı koyarsanız, bu demek ki anıt yok. Planda bu fuar alanını kaldırmadığınız sürece, yarın biri gelir burayı kapatır. Bir başkası gelir anıtı kaldırır.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile Kadıköy Belediyesi arasında krize neden olan Atatürk Anıtı’nın, İBB’nin hazırladığı vaziyet planında yerinde durduğu ortaya çıktı. Ancak Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk anıtın bir zaman sonra kaldırılacağı konusunda ısrarlı. Atatürk Anıtı polemiğinin fitilini Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ün Twitter hesabında yayınladığı bir görsel ateşledi. Selami Öztürk, Kadıköy Meydanı’na ilişkin 1/5000 ölçekli koruma amaçlı Nazım İmar Planı’nın görselini yayınlayıp, “Meydan projesinde anıtın izi bile yok” diye yazdı.

 

 

İBB: ANIT YIKILMAYACAK
Oysa İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne göre, Kadıköy Meydanı’nın düzenlenmesine ilişkin proje henüz tamamlanmış değil. İBB İmar Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş, 1/5000 ölçekli plan görselinde, Atatürk Anıtı’nın teknik olarak gösterilmesinin mümkün olmadığını belirterek şunları söyledi: “Başkan Selami Öztürk tecrübeli bir belediye başkanı. 1/5000 ölçekli plan ile meydan projesi arasında farkı bilmiyor olamaz. 1/5000 bin ölçekli planda bir milim 5 metredir. Atatürk anıtı binlik planlarda bile gösterilemiyor. Fuar alanı aktivitelerin yapacağı bir alan sadece. Ramazan ayı aktivitelerinde Sultanahmet, Beyazıt, Eyüp’te ve İstanbul’un birçok meydanında bu tür fuarlarda sökülüp takılabilen geçici stantlar kuruluyor. Atatürk Anıtı yıkılmayacak, öyle saçma şey olmaz.

 

 

BU DEMEK Kİ ANIT YOK
Selami Öztürk ise Sefer Kocabaş’ın söylediklerine şöyle yanıt veriyor: “Atatürk Anıtı’nın planda gösterilip gösterilmemesi önemli değil. Planda gösterilmez, onu biliyorum ben. Atatürk Anıtı nerede diye soru sormadım. Ben kaldırılacağını iddia ediyorum. Siz anıtın yerine fuar alanı koyarsanız, bu demek ki anıt yok. O kadar boş alan varken fuar alanını niçin Atatürk Anıtı’nın yerine koydunuz. Onun hesabını versinler. 1/5000’lik Haydarpaşa Garı ve Kadıköy Meydanı’nın düzenlenmesi ilişkin planda bu fuar alanını kaldırmadığınız sürece, yarın biri gelir burayı kapatır. Bir başkası gelir anıtı kaldırır.”

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 10.12.2012

HUZURLARINIZDA ORPHEUS

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Dallas Sanat Müzesi tarafından iade edilen ve MS 194 yılına tarihlenen, “Orpheus Mozaiği”nin bir süre İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde sergileneceğini, sonra da ait olduğu yer olan Şanlıurfa Müzesi'ne taşınacağını belirterek, “Ülke dışında ne varsa alıp getirmeye çalışıyoruz, tabii takip ettiğimiz yeni eserler de var” dedi.


Günay, 3 Aralık'ta Dallas Sanat Müzesi yetkilileriyle imzalanan mutabakat zaptı ile iadesi sağlanan ve 6 Aralık'ta Türkiye 'ye getirilen “Orpheus Mozaiği”ni, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde tanıttı.


Bakanlığının son zamanlarda ilgi uyandıran çalışmasının, yasa dışı yollarla yurt dışına çıkarılan eski eserlerin yeniden Türkiye'ye kazandırılması olduğunu belirten Günay, basın mensuplarının ve kamuoyunun duyarlılığından son derece memnun olduğunu söyledi.


Bu duyarlılık arttıkça hem dışarıdaki eserlerin alınma hem de içerideki bazı kaybolmuş ama bir yerlerde olan eserlerin bulunma sürecinin hız kazanacağını belirten Günay, Boğazköy'den, 90 küsur yıl önce götürülen Boğazköy Sfenksi'nin ülkeye dönüşünün kamuoyunun ilgisini uyandıran ilk büyük olay olduğunu, Amerika 'dan getirilen Herkül Heykeli'nin üst yarısının da dikkati artırdığını anlattı.


Günay, daha sonra İznik Çinileri ile Troya hazinelerinin de geldiğini ifade ederek, “Uşak'tan kaçırılan Kanatlı At'ın iade kararını aldık, inşallah ülkemize gelişini yakın bir tarihte hep beraber yaşayacağız” dedi.


Son 5 yıl içinde 4 bine yakın eserin ülkeye getirildiğini belirten Günay, “Buna, gayretlerimizin, önemli bir ivme kazandırdığını düşünüyorum. Çünkü, önceki 4-5 yıl içinde bu rakam binler civarındaydı. Ondan önceki 4-5 yıl içinde, hatta 10 yıl içinde yine binler civarındaydı. Son 15 yılda, 2007'den bizden önceki dönemde getirilen eser sayısı kadar eser getirildi. Rakamlar burada beni doğruluyor” diye konuştu.


Bakan Günay, 2002-2012 yılları arasında 4 bin 113 eserin ülkeye kazandırıldığını, bunun 3 bin 697'sinin 2007'den sonraki rakam olduğunu söyledi.


Bunların bir kısmını büyük boyutlu ve görselliği olan eserlerin, bir kısmını da sikkelerin oluşturduğunu ifade eden Günay, eserlerin ülkeye geri kazandırılması çalışmaları sırasındaki üsluplarının önemli olduğuna dikkati çekerek, “Ülke dışında ne varsa alıp getirmeye çalışıyoruz, tabii takip ettiğimiz yeni eserler de var. Bunu da diplomatik bir nezaket anlayışı içinde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Herhangi bir dava sürecine yol açmamaya, maddi bir karşılık fazlaca sarf etmemeye çalışarak” ifadesini kullandı.


Günay, Dışişleri ve Adalet Bakanlığı ile işbirliği içinde çalıştıklarını, getirdiklere eserlerde THY'nin sponsorluk yaptığını anlattı.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Orpheus Mozaği” hakkında da bilgi verdi. Mozaiğin 1998'de Şanlıurfa'dan götürüldüğünü belirten Günay, 1999'da Türkiye'nin bir müzayedede buna müdahale etmeye çalıştığını dile getirdi. Dallas Müzesi Başkanı'nın envanterlerinde böyle bir eser olduğunu tespit ettiğini ifade eden Günay, başkanın kaynağı araştırmaya başladığını aktardı.


Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı'nın eserin geri getirilmesi konusunda mücadele ettiğini anlatan Günay, eserde sadece bir yerde ufak bir deforme olduğunu, restorasyonun neredeyse mükemmel yapıldığını bildirdi.


Eserin, insanların evini ne kadar güzel süslediğinin göstergesi olduğunu kaydeden Günay, herkesin buna dikkat etmesi gerektiğini ifade etti.


Günay, eserin üzerinde yapanın isminin bulunmasının ayrı bir önemi olduğuna da değinerek, eserin İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne şimdilik emanet edildiğini söyledi. Şanlıurfa Müzesi açıldığı zaman mozaiğin ait olduğu yere gideceğini ifade eden Günay, eserlerin kazandırılması konusunda çaba gösterenlere teşekkür etti.


Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, basın mensuplarına daha sonra geçen günlerde Beykoz'da bir evin ahırında bulunan Yoros Kalesi'nin kitabesi tanıttı.


Kitabe hakkında kazı başkanı bilgiler verirken Bakan Günay da sık sık araya girerek eklemeler yaptı.


Eserin bir hayvan barınağında bulunduğu bilgisinin verilmesi üzerine Bakan Günay, “Halkımız nasıl muhafazaya almış görüyorsunuz” dedi.

ORPHEUS MOZAİĞİ


MS 194 yılına tarihlendirilen eser, Şanlıurfa sınırlarından kaçırılmasının ardından Dallas Sanat Müzesi'nce 1999'da bir müzayededen 85 bin dolara satın alındı.


Müze yetkililerinin, eseri gönüllü olarak Türkiye'ye iade etme kararını, yabancı kuruluşlarla vardıkları değişim anlaşması planı uyarınca aldıkları belirtildi.


Orpheus Mozaiği'nin Şanlıurfa yakınlarındaki tarihi Roma kenti Edessa'da bir binanın yer dekorunda kullanıldığı tahmin ediliyor. Eserde, Orpheus'un vahşi hayvanları evcilleştirmesi konu ediliyor.

Radikal, 08.12.2012

SELİMİYE'NİN GÖLGESİNDE BİR TARİH

 




Edirne Türk-İslam Eserleri Müzesi, 87 yıl önce açılmış. İsmiyle müsemma tarihi mekanın restorasyonu 3 yıllık bir çalışmanın ardından geçen ay tamamlandı. Şimdilerdeyse Selimiye Camii’nin yanıbaşında meraklılarını bekliyor.

 

Eski ihtişamlı günlerine dönmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2 milyon bütçe ayrılarak yenilenen Türk-İslam Eserleri Müzesi, geçen ay yeniden ziyarete açıldı. Edirne gibi tarihi bir şehrin ilk müzesi olma özelliğine sahip mekanda 874 eser var. Aslında sergilenenler, buzdağının görünen kısmı. 8 bin 500 eser, yer olmadığı için müze deposunda bekletiliyor. Ancak bu 874 eserin sergilendiği 15 odayı hakkını vererek gezmek için bile hayli vakit gerek.

 

 Edirne İl Kültür Müdürü Hasan Karakaya, müze avlusunun göbeğinde yer alan anıt niteliğindeki asırlık porsuk ağacına dikkat çekiyor. Ağacın çevresindeki dev mezar taşlarının, 15’inci yüzyılda yapılan mezarlıklardan toplanarak müzeye getirildiğini söylüyor. Ayrıca koleksiyon içinde, şimdilerde az sayıda örneği kalan Yeniçeri mezar taşı örnekleri de yer alıyor. Teşhir odalarından ilki vefa göstergesi olarak Mimar Sinan’a ayrılmış. Ziyaretçiler, müzeyi gezmeye Koca Sinan’ın balmumu heykelinin bulunduğu saygı odasına uğrayarak başlıyor. Bir sonraki oda ise ‘hat eserleri odası’. Burada ayet ve hadislerle süslenen taş, ahşap ve hatta cam levhalar, bir de o döneme ait yazı takımları sergileniyor.

 


Müzenin Selimiye Camii’nin minaresinden görünüşü.

 

‘Erkekler süsten anlamaz’ diyenler silah odasını görmeli

Müzenin en ilgi çekici bölümlerinden biri silah odası. Savaşın bir sanat olup olmadığı tartışıladursun, bu odayı gezip de Osmanlı’da savaş aleti üretmenin önemli bir zanaat olduğuna kanaat getirmemek mümkün değil. Çünkü bu bölümde sergilenen ahşap oklarda, yılan derisi kaplı yaylarda, deniz kabuğundan yapılmış yay siperlerinde, mercan ve fildişi kakmalı, altın ve gümüş kaplamalı tabancalarda, hasır üzerine ipek iplik örgülü kalkanlarda, kılıç, kama, şeşper, teber ve şimdilerde adını bile bilmediğimiz diğer savaş aletlerinde ince bir işçilik ve süsleme göze çarpıyor.

Hala çok çeşitli alanlarda kullanılıyor olsa da, camın Osmanlı zamanında en parlak dönemini yaşadığını ispatlayan bir bölüm cam odası. Sürahi, çeşm-i bülbül, gülabdan, laledan, lamba, şamdan, fener ve kandil… Bu sergilenenlerin hepsi camdan… Aslında yalnız cam değil, ahşap ve çininin kullanım yelpazesinin genişliğine de tekrar tanıklık ediyor burayı gezenler. Yüzlerce kuru karanfilden yapılmış ve bugüne kalmayı başarabilmiş zemzemlik ve kahve takımı ise odanın, hatta müzenin en sabırla yapılmış eseri olarak kabul edilebilir. 1973 yılında Edirne Sarayiçi kazısından çıkan, Edirne Sarayı’na ait 17’nci yüzyıl duvar çinileri parçaları ile 16’ncı yüzyıla ait seramik tabaklar da müzenin  görülmeye değer parçalarından.

 

Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla halkevlerine verilen eşyalar ise toplanarak tekke eşyaları odasında ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş. Odanın duvarlarında çeşitli tekkelerden gelen elyazması levhalar bulunuyor. Cam ve niş vitrinlerde ise Edirne Muradiye Mevlevihanesi’nin fotoğrafları ve son şeyhi Ahmet Selahattin Efendi’nin eşyaları sergileniyor. Ayrıca bu bölümde 15’inci yüzyıla ait elyazması Kur’an-ı Kerim ve dua kitaplarını da görmek mümkün.

 

Dokumacı ve saraçlar için de ayrı iki oda tasarlanmış. Pamuk, yün veya ipeğin kumaşa dönüştürülmesinde kullanılan aletlerin bulunduğu dokumacı odasında sergilenen dokuma tezgahı, Edirneli Yaveroğlu ailesi tarafından müzeye bağışlanan Trakya’daki en eski dokuma tezgahı olma özelliğine sahip. Saraç ve ayakkabıcı odasında ise saraciye tezgahı, aletleri ve örnekleri yer alıyor ve günümüzde yalnızca adı kalmış olan Saraçlar Caddesi’nden bir saraç dükkanı sergileniyor.

 


Sünnet odası

 

Müzenin ‘Kırkpınar odası’ ise efsaneye göre Rumeli kuşatması sırasında güreş tutan delikanlılardan kırkının da toplu ölümleri anısına her yıl yapılan Kırkpınar güreşlerinin ünlü güreşçilerine atfedilmiş. ‘Türk gibi kuvvetli’ deyimini dünyaya duyuran başpehlivanlardan Koca Yusuf ve Ali Ahmet’in fotoğraflarının da bulunduğu odada bir de, iki pehlivanın peşrev tuttuğu Kırkpınar hologramı var.

 

Müzenin son bölümünde ise Mimar Sinan’ın hayatı ve Selimiye Camii hakkında 16 dakikalık kısa bir film gösteriliyor. Tabii ki bu büyük dehanın eserlerini 2 boyutlu izlemek kifayetsiz kalacağından, film 3 boyutlu olarak hazırlanmış.

Zaman, Haber: Arzu Kılıç, 08.12.2012

EROS BAŞI'NIN PEŞİNDE

 

 

Roma döneminde, MS 3. yüzyılda yapılan Sidemara Lahdi, 1800’lü yıllarda David H. French tarafından Konya Anbararası Köyünde keşfedildi. İngiliz Konsolos Sir Charles Wilson tarafından lahit önce kazdırıldı daha sonra kaçırılmak üzere üstü örtüldü. Osman Hamdi Bey durumu öğrenince Konya’ya gidip lahdi yerinde gördü. Osmanlı Devleti adına kazı yapıp 1901 yılında lahdi İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne getirdi. Müze inşaatı bitmeden 25 tonluk lahit müzeye yerleştirildi.


Roma dönemindeki soylu bir aileye ait olduğu sanılan ve yıllarca depoda kaldıktan sonra ziyarete açılan lahdin soyulduğu da yeni farkedildi. Müze uzmanı arkeolog Dr. Şehrazat Karagöz 2010’da müze arşivinde rastladığı bir cümleden yola çıkarak araştırmasına başladı. Sidemara lahdinin kapağında olan Eros Başı’nın alçıdan yapıldığı ve orjinalinin çalındığı söyleniyordu. Karagöz lahdi incelediğinde bunun gerçek olduğunu gördü: ‘‘Hans Wiegart, Victoria Albert Müzesi’nden alçı baş için izin alarak kalıbını çıkarmış. 1965 yıllarında çalışma tamamlanınca alçı baş müzede lahitteki yerine konmuş.”


Karagöz’ün verdiği bilgiye göre Konsolos Wilson, lahit Konya’da bulunduğunda bölgeyi gezerken başı kırıp kızının çantasıyla İngiltere ’ye götürdü ve ardından Victoria Albert Müzesi’ne hediye etti. 

Londra ’daki Victoria Albert Müzesi yakın zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 2014’te açılacak ‘Osmanlılar’ sergisi için ödünç eser istedi. Bakanlık şart olarak Eros Başı’nın iadesini istedi. Müze eserin koleksiyonlarına kayıtlı olduğunu iletti ve Osmanlı sergisi için ülkemizden eser istemekten vazgeçti. Bakanlık eserin peşini bırakmaya niyetli değil.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.12.2012

ASKERİ MÜZELER YÖNETMELİĞİ DEĞİŞTİRİLİYOR

 

 

Askeri Müzeler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Yapılan değişikliğe göre, askeri ve sivil kurumların talepleri halinde, özellikle genç nesillerin eğitimine katkı maksadıyla mevcut veya yeni açacakları müzelere askeri müzelerden devir şeklinde malzeme verilmesi, Genelkurmay Başkanlığının uygun görüşü ve Milli Savunma Bakanının onayı ile yapılacak. Bu malzemeler askeri müzelerde birden fazla örneği bulunan ve koleksiyonlarını bozmayan eserlerden seçilecek.

Askeri Müzelerin gelirleri, müzelerin yenilenme, geliştirilme, tanıtma ve sergi faaliyetleri ile bu yönetmeliğin ilgili hükümlerinde belirtilen hizmetlerin yürütülmesi için sarf olunacak.

Habertürk, 08.12.2012

FIRTINA TARİHİ KALINTILARI ÇIKARDI

 

 

Bartın'ın Amasra İlçesi'nde şiddetli fırtına nedeniyle oluşan dalgalar, kayaların arasında olduğu tahmin edilen Roma dönemine ait lahit ve sütun parçalarını ortaya çıkardı.

İlçede küçük liman mevkisinde tarihi mimari parçalar gören vatandaşlar, durumu Müze Müdürlüğü'ne bildirdi.

Müze Müdürlüğü yetkilileri, bölgede yaptıkları incelemede üzerinde figürler ve Latince yazılar bulunan taşların, Roma dönemine ait lahit ve sütun parçaları olduğunu belirledi.

Müze Müdür Vekili Yeşim Ozan, AA muhabirine yaptığı açıklamada parçaların uzun yıllar önce inşaat temeli sırasında çıkan molozlarla sahile döküldüğünü tahmin ettiklerini söyledi.

Bugün, 07.12.2012

DENİZLİ'DEKİ TARİHİ MERZECİ UN FABRİKASI VE SÜRÜCÜ EVİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Denizli Büyükşehir Belediyesi, tarihi Merzeci Un Fabrikası ve Sürücü Evi'ni restore ediyor. Kışın yağmur çamurda, yazın da toz ve rüzgarda yıpranarak zamanla yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve geçmişi 160 yıl öncesine dayanan her iki bina, yeni yüzleriyle misafirlerini ağırlayacak.

 

Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, restorasyon çalışmaları devam eden iki tarihi mekanda incelemelerde bulundu. Zolan, yaptığı açıklamada hiçbir tarihi değerin yok olmasına vicdanlarının razı olmadığını belirterek, "Merzeci Un Fabrikası ve Sürücü Evi, ayakta kalarak bizlere ulaşan birkaç tarihi değerimizden ikisidir. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan projesi onaylandıktan sonra ihalesini yaptık, çalışmalar devam ediyor. Bu tarihi mekanları Denizli ile buluşturmak istiyoruz ve bu tür projelerin yanındayız. Buralar Denizlimiz'in ayrı bir değeri olacak. Merzeci Un Fabrikası, sanat ve kültürle iç içe bir mekan haline gelecek. Tarihimizle sanatımızı burada buluşturacağız. 150 yıl önce yapılmış bir binada sanat icra edilecek. Çocukluk yıllarımda yukarıdaki derelerden buraya su akar ve değirmeni döndürürdü. İnşallah bu değerimiz, ocak ayı sonunda çevre düzenlemesiyle birlikte bitecek. Burası 10-15 yıldır terkedilmiş haldeydi. Ahşapları sökülür, kışın odun olarak yakılırdı. Kurul onayından sonra emin ellere geçti." dedi.

Sürücü Evi restorasyonu hakkında da bilgi veren Başkan Zolan, "Sürücü Evi de ocak sonu gibi restorasyonu bitmiş şekliyle hizmet verecek. Burası gençlik ve kültür merkeziyle kütüphane şeklinde kullanılacak. Bilindiği üzere Osmanlı arşivleri üzerine çalışma yapmıştık. Denizli'yle ilgili arşivleri, buradaki kütüphanede insanlarımızın bilgisine sunacağız. Bu eserin, 160 yılı aşkın geçmişi var." diye konuştu.

 

Tarihi evin kamulaştırılmadan önceki sahibi Kadime Sürücü ise eşinin dedesi Ali Sürücü tarafından 160 yıl önce yapıldığını belirterek, "Bu ev yaşasın istedik. Denizli'nin 150 yıl önceki kültürü burada yaşayacak. Sizlere teşekkür ediyorum. Denizli evleri çoktu, kala kala bir iki tane kaldı. Tarihi olmayan bir milletin yarını olmazmış." dedi.

 

Denizli Belediyesi, daha önce de Külahçıoğlu Un Fabrikası, İbrahim Çallı Sanat Evi, Konyalıoğlu Konağı, Balcıevi gibi tarih ve kültür değerlerini restore ettirmişti.

haberler.com, 07.12.2012

"BATI DÜNYASI, MİMARİYİ ANİ'DEN ÖĞRENDİ"

 

 

Kültür Rotaları Derneği Başkanı Kate Clow, bütün dünya mimarlarının, mimariyi Ani'den öğrendiğini belirterek, ilk kiliselerin, ilk harabelerin, ilk binaların Ani'de yapıldığını, buradan Avrupa'ya yayıldığını bildirdi.

 

Serhat Kalkınma Ajansı'ndan (SERKA) yapılan yazılı açıklamada, ajans tarafından Sarıkamış, Kars, Ağrı, Ardahan ve Iğdır'da düzenlenen gezi, yürüyüş ve tırmanış rotalarıyla bölgenin kültürel, turistik ve doğal değerlerini tanıtmak amacıyla gazeteci, yazar ve seyahat acentesi temsilcilerinden oluşan 50 kişilik grubun kente davet edildiği belirtildi.

 

Grubun, 4 gün süren program kapsamında Sarıkamış'taki Katerina Köşkü, Bayraktepe Kayak Merkezi ile Çıldır Gölü, Şeytan Kalesi, Kars kent merkezi ve Ani antik kenti ile Doğubayazıt İlçesi'ndeki Ahmedi Hani Türbesi ve İshak Paşa Sarayı'nın gezildiği ifade edildi.

 

Ani Antik Kenti'ni gezen Kültür Rotaları Derneği Başkanı Kate Clow, Batılı mimarların mimarlık sanatını Ani'den öğrendiklerini belirterek, Ani'nin batı dünyasına ve Rönesans'a kaynaklık ettiğini vurguladı.

 

SERKA sayesinde bölgeyi tanıma fırsatı bulduğunu ifade eden Clow, şunları kaydetti:
“Bu geziyle Türkiye 'nin en güzel ören yerlerini, tarihi yerlerini, geleneksel halk kültürünü gördük. İlk kez 1992 yılında gördüğüm Ani'ye çok geldim. Bugüne kadar çok değişti. Selçuklu duvarları restore edildi. Şimdi kiliseleri restore etmeye başladılar. Tigran Honents Kilisesi'ni iki yıl önce yine gezdim. Restore ediliyordu. Freskler restore edilmiş, taşlar restore edilmiş ve çok güzel bir durumda şimdi. Mimarlık çok önemlidir. Çünkü yalnız Ani'de bulunmaz. Buradan giden mimarlık yavaş yavaş bütün Avrupa'ya geçti ve Avrupa'da Rönesans'ta çok önemli bir yere sahiptir. Yani bütün dünyanın mimarları mimariyi Ani'den öğrenmişti. İlk kiliseler, ilk harabeler, ilk binalar bu çeşit yapılar ilk burada yapılmış ve yavaş yavaş Avrupa'ya yayılmış. İngiltere 'den Norveç'e, İsveç'e kadar yayılmıştı. Mimarinin kaynağı Ani antik kentidir.”

Batıdaki mimarinin kaynağının da Ani olduğuna dikkati çeken Clow, “Batı dünyası mimariyi buradan öğrendi. Bu süreç 200, 300 yıl sürdü ve yavaş yavaş Avrupa'ya yayıldı” ifadelerini kullandı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı temsilcisi Ece Yiğit de Bakanlık olarak kültür yolları konusunda çalışmalar yaptıklarını belirterek, kültür yollarının son dönemde alternatif turizm yöntemlerinden biri olarak dikkat çektiğini vurguladı.

 

Bakanlık olarak özellikle 3 yıldır “sürdürülebilir turizm” başlığı adı altında kültür yolları çalışmaları yaptıklarını anımsatan Clow, şunları ifade etti:
“Bilgilendirme amaçlı çeşitli çalıştaylar yaptık. Kendimizde tabii çok şey öğrendik bu sayede. Şimdi de kültür yolları olarak yapılan çalışmalara elimizden geldiğince destek vermeye çalışıyoruz. Serhat Kalkınma Ajansı'nın bu yöndeki çalışmaları bizim açımızdan çok önemlidir. Bundan sonra yapılacak çalışmalarda da Serhat Kalkınma Ajansı'nı örnek olarak göstermek istiyoruz.”

Radikal, 07.12.2012

CHARLES DICKENS'IN EVİ AÇILDI

 

 

İngiliz yazar Charles Dickens'ın Londra'da müze olarak kullanılan evi, restorasyon çalışmasının ardından yeniden açılıyor.

 

Dickens'ın ailesiyle birlikte yaşadığı 4 katlı tuğla ev, yıllardır bakımsız bir biçimde müze olarak kullanılmasının ardından 4 milyon 800 bin dolarlık restorasyon çalışmasıyla yenilendi.

 

Eski haliyle hayranlarının akınına uğrayan ancak Londra'ya gelen birçok ziyaretçi tarafından fark edilmeyen evde, Dickens'in 1837 ve 1839 yılları arasında yaşadığı, “Nicholas Nickleby” ve “Oliver Twist” gibi eserlerini yazdığı odalar ziyaret edilebilecek.

 

Müze müdürü, restorasyon sırasında evin, “sanki Dickens biraz önce çıkmış” gibi görünmesini amaçladıklarını söyledi.

 

10 Aralık Pazartesi ziyaretçilere açılacak olan Dickens Müzesi'ni yılda yaklaşık 50 bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.

Ntvmsnbc, 10.12.2012

HARRAN'DA ROMA İZLERİNE RASTLANDI

 

 

Dünyanın en eski yerleşim yerleri arasında bulunan, Asur ve Emeviler'e bir dönem başkentlik yapan, ilk İslam Üniversitesi'nin kalıntılarının bulunduğu Harran'daki restorasyon çalışmalarında Roma dönemine ait izler bulundu.

 

Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Harran İlçesi'nin MÖ 6 binli yıllardan bugüne kadar kesintisiz bir yerleşim yeri olma özelliğine sahip olduğunu belirtti.

 

Kentin bir çok yerindeki tarihi eserleri ayağa kaldırmak amacıyla arkeolojik kazılar yürüttüklerini aktaran Ercan, MS 750 tarihinde Emevi hükümdarı 2. Mervan tarafından 10 bin dirhem altın harcanarak yaptırıldığı bilinen 3 kat ve 150 odadan oluşan Harran İç Kale'de restorasyon çalışmalarının yürütüldüğünü ifade etti. 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın Harran'a çok önem verdiğini ve bu kapsamda ayrılan ödenekle iç kalenin restorasyon ihalesinin yapıldığını anlatan Ercan, ''Şanlıurfa Müze Müdürlüğü olarak biz de restorasyona destek verme amaçlı arkeolojik kazıya başladık. Şu anda aktif olarak alanda 70 işçimiz çalışıyor. Kazılarla restorasyona destek oluyoruz. Kalenin iç bölümünde bulunan hafriyatı alarak restorasyon firmasının yapıyı daha bir sağlamlaştırmasına olanak sağlıyoruz'' dedi.

Müze Müdürü Ercan, burada yapılan kazıların restorasyon amaçlı olduğunu ve yeni veriler elde ettiklerini belirterek, şunları kaydetti:

''Bu kazıyla beraber Roma dönemine tarihlenen sütun tamburları, sütun başlıkları ve bir iki tane Grekçe (eski Yunan alfabesi) yazıt gün yüzüne çıkarıldı. Bu Grekçe yazıtları okumaya çalışıyoruz belki bu yazıtlar bize Harran'ın tarihiyle ilgili daha yeni veriler sağlayacağı düşüncesindeyiz. Yani MS 750 olarak bilinen tarihi belki çok daha eskiye gidecek. Kazı sonuçlandığında hem mimari olarak hem de kalenin tarihi olarak yeni bilgilere sahip olacağız.''

Haber 7, 06.12.2012

TOPRAĞI KAZDIKÇA TARİH ÇIKIYOR

 

 

Anadolu'da buluntu eserlerin çokluğu bakımından önde gelen arkeolojik kazılardan olan Kütahya'daki 5 yıllık geçmişe sahip Seyitömer Höyüğü kazılarında, 2006 yılından bu yana gün ışığına çıkarılan eserlerden yaklaşık 7 bini, sergilenmek üzere müzeye teslim edildi.

Kazı Grubu Başkanı ve Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, AA muhabirine, Seyitömer Höyüğü'nün, il merkezine yaklaşık 25 kilometre uzaklıkta, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü'ne bağlı Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) Müessesesi arazisinde bulunduğunu söyledi.

Höyüğü 2006 yılından bu yana her yıl 6'şar aylık dönemlerde kazdıklarını ve 7'nci kazı döneminin bir ay önce sona erdiğini belirten Prof.Dr. Bilgen, şöyle devam etti:
''Bu yıl 26 Haziran'da başladığımız kazıları bir ay önce sonlandırdık. Akademisyenlerimiz dışında 70'i arkeoloji öğrencisi olmak üzere toplam 300 işçiyle çalıştık. Bulduğumuz eserleri, üniversitemizin arkeoloji laboratuvarlarında restorasyon, konservasyon, envanterleme çalışmalarına tabi tuttuk. Bu yıla ait bin 219 envanterlik, yani sergilenmeye hazır eseri Kütahya Müze Müdürlüğü'ne teslim ettik. Bu sayı bizim için çok önemli. Çünkü her yıl yaklaşık 6 ay çalışıyorduk. Önümüzdeki birkaç yıl da böyle olacak. 6 aylık çalışma süresi, 300 kişilik işçi potansiyeli, çıkarılan eserlerin nitelikli ve envanterlik düzeyde olanlarının sayısıyla önemli bir çizgide seyrediyoruz. Her yıl müzeye binden fazla eser veriyoruz. Bu yıla kadar müzeye toplam 7 bin envanterlik eser teslim ettik. Bütün bu verileri birlikte ele aldığımızda, Seyitömer Höyüğü kazısı, Türkiye'nin en büyük, en çok üretim yapılan ve en çok sonuçlara varılan kazıları arasında ön sıralarda gelmektedir. Bu kazıya katkıda bulunan gerek TKİ Genel Müdürlüğü, SLİ Müessese Müdürlüğü, DPÜ Rektörlüğü ve Kütahya Müze Müdürlüğü yöneticilerine gerekse özveriyle çalışan ekibime teşekkür ederim.''

Prof.Dr. Bilgen, gelecek yıl kazıyı 1 Mayıs'ta başlatmayı planladıkları bilgisini vererek, o tarihe kadar ellerindeki buluntularla ilgili restorasyon ve konservasyon çalışmalarını sürdüreceklerini anlattı.

Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün de müzede toplam 45 bin eser bulunduğunu ve bu sayının, Seyitömer Höyüğü kazısından gelen bin 219 eserle artacağını dile getirerek, sürekliliğe sahip bir kazı olduğu için Seyitömer'deki çalışmalardan bilimsel bakımdan önemli sonuçlar elde edildiğini bildirdi.

SLİ Müessesesi sınırları içinde yer alan höyükteki kurtarma kazısı çalışmaları, altındaki 12 milyon ton kömürün ekonomiye kazandırılması amacıyla 1989'da Eskişehir Müze Müdürlüğü'nce başlatıldı.

Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nün 1990-1995 yıllarında yürüttüğü çalışmalar, 2006'dan itibaren DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nce ele alındı.

TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokol gereği her yıl 6'şar aylık dönemlerde yürütülen çalışmaların tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının ardından yaklaşık 500 milyon lira değerindeki linyit kömürünün çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.

Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığındaki ekibin yürüttüğü kazıdan önceki yıllarda önemli bilgiler elde edildi. 5 bin yıllık geçmişe sahip höyüğün bulunduğu alanın, Erken Tunç ve Orta Tunç çağlarıyla Roma ve Hellenistik dönemlerde önemli bir seramik üretim merkezi olduğu sonucuna ulaşılarak, büyük bir deprem ve yangının izlerine rastlandı.

Höyükten, yanarak korunmuş insan beyinleri, insan iskeletleri, yanmış kumaş parçaları, 4 bin 300 yıl öncesine ait olduğu sanılan saray kalıntıları, Roma dönemine ait su yolu ve Pers döneminden kalma kılıç gibi önemli buluntular çıkarıldı.

Sabah, 03.12.2012

TARİHİ 'PUZZLE' GİBİ BİRARAYA GETİRİYORLAR

 

Çorum'un Alaca İlçesi'ne bağlı Alacahöyük beldesinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkarılan birçok eserin parçacıklarının bir araya getirilmesi, ekibi kimi zaman puzzle yapıyormuşçasına eğlendiriyor.

 

"Milli kazı" olarak bilinen ve bir asrı aşkın süredir devam eden Alacahöyük'teki kazılarda bu yıl da tarihe ışık tutacak çok miktarda çanak çömlek parçacığı gün yüzüne çıkarıldı.

 

Alacahöyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, bölgenin tarihsel açıdan büyük önem taşıdığını belirtti.

 

Çalışma ekibinin faaliyetlerini özveriyle sürdürdüğünü ifade eden Çınaroğlu, kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından kazı evinin adeta bir ortopedi kliniğine büründüğünü dile getirdi.

 

Kazı çalışmalarının tamamlanmasıyla gün yüzüne çıkarılan parçaları kazı laboratuvarına getirdiklerini anlatan Çınaroğlu, şöyle devam etti:

"Bu laboratuvarda görünen kalabalık şeyler, parça parça bulunan eserler, bir bilmece gibi teker teker elden geçiyor ve bu şekilde adeta bir ortopedi kliniği gibi önce ameliyat yapılıyor, sonra o bandajdan alınıyor ve bu hale geliyor. Bunlar da müzeyi dolduracak şekilde hazırlanıyor. Kazıda işçiler hep altın bulmamızı isterler. Biz altın bulmayı hiç istemedik, çünkü altın bize konuşmaz. Alacahöyük'te bundan sonra yapılacak kazılarda tarihe ışık tutacak yine çok önemli eserler bulunacağını düşünüyorum."

 

Alacahöyük'te 14 şehrin üst üste yattığını ve bu şehirlerden en görkemlisinin İlk Tunç Çağı dönemine ait olduğunu ifade eden Çınaroğlu, "Kral mezarları var burada. Bu mezarları belki kral mezarı olarak görmek doğru değil. Çünkü o dönemde şehir beylikleri var. Beylerin, hanımların mezarları var. Bunlar son derece zengin. Başka hiçbir yerde çıkmadı böyle mezarlar" dedi.

 

Bulunan mezarlara bir dönem yanlışlıkla "Hitit mezarı" dendiğini ancak bu mezarların Hititlerin Anadolu'ya geçişlerinden 350 veya 400 sene öncesine ait olduğunun ortaya çıktığını belirten Çınaroğlu, şunları kaydetti:

"Bu mezarlar bir yerde Hitit medeniyetini hazırlayıcı döneme ait. Hattiler, Anadolu'da adı bilinen en eski kavimdir. Bu Alacahöyük, Hatti bölgesinde ya da Hatti kavminin bir bölge merkezi. Önemli yerlerinden biri ama Hatti, Anadolu'da adı bilinen en eski kavimdir ve Hattice de Türkçe'nin de içinde bulunduğu dil grubunda. Bu bizim için son derece önemli. Kazılar kesintisiz devam ediyor. Bu sene de kazılara yine aynı şekilde belirlenen yerlerde devam ettik. Kazılardaki beklentilerden biri, bu Hatti dönemi yani İlk Tunç Çağı dönemindeki tabakalaşma. Şehirlerin üst üste hangi usullerde yerleştirildiği ya da tarihsel açıdan kronolojisinin nasıl olacağıdır. Biz buna ağırlık vererek çalışıyoruz."

haberler.com, Haber: İsmail Çimen, 30.11.2012

BANDIRMA'DAKİ ROMA MEZARLIĞI TALAN EDİLİYOR

 

 

Balıkesir'in Bandırma İlçesi'nin Ayyıldız Mahallesi'nde bulunan Roma dönemine ait lahit mezarların bulunduğu tescilli alanda, tarihi eser kaçakçılarının yeni bir kazı yaptıkları ortaya çıktı.

 

Arkeolojik kazı çalışmalarının sürdürüldüğü, Kyzikos antik kentine 8 kilometre uzaklıktaki Bandırma'nın kenar mahallerinden Ayyıldıztepe ile Mamun Köyü arasındaki Roma Mezarlığı uzun yıllar tarihi eser kaçakçılarının hedefi oldu. Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından 'tescilli alan' olarak belirlenen bölgede son aylarda yeniden kaçak kazı çalışmaları yapıldığı saptandı. Yapılan incelemede 2 mermer lahitin tamamen açıldığı belirlendi.

Yağmalandığı sanılan bu tarihi mezarların hemen yakınında yapılan kazılar, burada daha başka kalıntıların da olduğunu gösteriyor. Kazılan 3 metre derinlikteki kuyu şeklindeki dehlizin dibinde, duvara benzer bir yapının olması iddiaları güçlendirirken, bu bölgede tarihi yapıların bulunabileceğini belirten vatandaşlar yetkililerin araştırma yapmalarını, ayrıca bölgenin koruma altına alınmasını istedi.

Cnn Türk, 29.11.2012



2 - 8 Aralık 2012

OSMANLI REVAKLARI YIKILIYOR

 

 

Hac mevsiminin sona ermesinin ardından Kabe'nin etrafındaki tavaf alanını genişletmek amacıyla yıkım başladı. Bu çalışmalar sırasında 17. yüzyılda yapılan Osmanlı revaklarının da tek tek sökülerek taşınacağı belirtiliyor. Bazı uzmanlar, yıkılan revakların genişleme çalışmaları sırasında tekrar kullanılacağını kaydederken, konu ile ilgili olarak henüz resmi bir açıklama yapılmadı. Şu anda yaklaşık 90 bin kişinin aynı anda tavaf yapabildiği Kabe'de, genişleme çalışmalarından sonra 130 bin kişinin tavaf yapabileceği ifade ediliyor.





Mescid-i Haram'da 500'e yakın Osmanlı revakı bulunuyor. Kabe'nin yüksekliğini aşmamasına özen gösterilerek yapılan bu revakların planı, Kanuni Sultan Süleyman Han'ın emriyle Mimar Sinan tarafından hazırlamıştı. Tavaf alanını genişletmek için revakların yıkılması, "Osmanlı mirası yok mu ediliyor, yoksa proje bir mecburiyet mi?" sorularını akla getiriyor. Bilindiği gibi Osmanlı mirası olan Ecyad Kalesi de birkaç yıl önce yıkılıp yerine otel yapılmıştı.

Türkiye Gazetesi, 07.12.2012

ANTİK MISIR SFENKSİ SERADA BULUNDU

 

İtalya'nın başkenti Roma'da mali polis, yurtdışına götürülmek üzere Roma yakınlarındaki Montem Rossulum Nekropolü'nden kaçırılan 120x60 boyutundaki bir Mısır sfenksini ele geçirdi.

Roma Mali Polisi'nin Arkeolojik Eserleri Koruma Grubu tarafından yürütülen incelemeler esnasında sfenks, ambalajlanmış olarak bir serada kasanın içinde bulundu. Sit alanı ilan edilen Roma yakınlarındaki Tuscia Mezarlığı'ndan çalınan Afrika granitinden yapılmış sfenksin, Antik Mısır'da cenaze mekanlarında dekor olarak kullanıldığı tahmin ediliyor.

Sabah, Haber: Yasemin Taşkın, 07.12.2012

KARAKALEM RESİM REKOR FİYATA SATILDI

 

 

Rönesans döneminin en önemli İtalyan ressamlarından Raphael'in kara kalem çalışması, İngiltere'nin başkenti Londra'da rekor fiyata satıldı.

 

Sotheby's Müzayede Evi'nde kıran kırana geçen 17 dakikalık açık artırmada adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu, Raphael'in “Havari Başı” adlı resmi için yaklaşık 48 milyon dolar ödedi.

Gizemli alıcının Rus olduğu iddia edildi.

38 santimetreye 28 santimetre büyüklüğündeki resim, şimdiye kadar bu boyuttaki çalışmalar için ödenen en yüksek fiyata alıcı bulmuş oldu.

Sanatçının 1720 yılında tamamladığı resim, Devonshire Dükü'nün evi olan Chatsworth House'da bulunan özel koleksiyonda yer alıyordu. Chatsworth koleksiyonu, Rubens, Van Dyck ve Rembrandt gibi ünlü sanatçıların yaklaşık 3 bin eserinden oluşuyor.

Raphael'in, “İlham Perisi Başı” adlı eseri, 200'da Christie's Müzayede Evi tarafından 46,8 milyon dolara satılmıştı.

Radikal, 07.12.2012

TARİHİ KİTABE AHIRDAN ÇIKTI

 

 

Beykoz Anadolukavağı'nda bulunan Yoros Kalesi'nden 2 yıl önce çalınan, Bizans dönemine ait üzerinde haç figürü ve Grekçe dört harf bulunan mermer kitabe Tokatköy'de bir evin ahırında bulundu. Polisin özenle çıkardığı kitabe koruma altına alınırken, gözaltına alınan ev sahibi adliyeye sevk edildi.

İstanbul Boğazı'na hakim tepede inşa edilen Yoros Kalesi'nin doğu cephesinde yer alan armalarla da benzerlik gösteren 1.30x.0.75 cm ebatlarındaki arma-kitabe yaklaşık 2 yıl önce tarihi eser kaçakçıları tarafından çalındı. Kitabeyle ilgili olarak önceki gün ihbar geldi. Mali Şube Müdürlüğü'ne bağlı bir ekip, kitabenin Tokatköy Mahallesi'nde iki katlı evin ahırında yer altına gömülmüş halde olduğunu tespit etti. Kitabenin bulunduğu alanı özenle kazan polis, yüzlerce kilo ağırlığındaki tarihi eseri yerinden kaldıramayınca uzman ekip çağırdı. Mermer kitabe, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nun hazırladığı 'çalıntı eserler' listesinde yer alıyordu.

Sabah, Haber: Erdoğan Yapık, 07.12.2012

MAĞARA ADAMLARI MODERN RESSAMLARDAN DAHA İYİYMİŞ

 

 

Mağara adamlarının, hayvanların hareketlerini modern ressamlardan daha iyi resmettiği belirlendi.

Budapeşte'deki Eotvos Üniversitesi'nden Gabor Horvath ve ekibi, bazı mağaraların duvarlarındaki tarih öncesi çağa ait öküz ve fil resimleri ile hayvanların ayak hareketlerinin görüldüğü modern tabloları ve heykelleri inceledi.

Bilimadamları, tablo ve heykellerindeki hareketler ile söz konusu hayvanların yürüyüş veya koşmalarına ilişkin bilimsel gözlemleri karşılaştırdı.

Hayvanların yürürken ya da koşarken görüldüğü resim ve heykellerde bacakların genellikle yanlış pozisyonda olduğu belirlendi.

Tarih öncesi çağa ait resimlerdeki hata payının yüzde 46,2, 1887'den önceki modern eserlerinkinin ise yüzde 83,5 olduğu belirtildi.

1887'den sonra modern eserlerdeki hata payının yüzde 57,9'a düştüğü kaydedildi.

Araştırma sonuçları “PLOS ONE” dergisinde yayımlandı.

Hayvanların hareketleri bilimsel olarak ilk kez 1880'li yılların başında İngiliz fotoğrafçı Eadweard Muybridge tarafından incelenmişti.

Muybridge, birden fazla kamera kullanarak hareket incelemeleri yapmıştı. Sinemanın ilkel halini ilk bulan kişi olarak da bilinen Muybridge, o dönemde çok merak edilen ve üzerine bahisler oynanan “Bir at dört nala koşarken dört ayağı birden aynı anda yerden kesilir mi” sorusunu ispatlatmak isteyen dönemin California Valisi ve yarış atları sahibi Lelan Stanford tarafından görevlendirilmişti.

Bunun üzerine atın hareket halindeki görüntüsünü yakalamaya çalışan Muybridge, fotoğraf makinelerinden oluşan bir düzenek kurarak, 1/1000 enstantane hızıyla görüntü elde etmişti.

Muybridge, 1878'de yaş kolodyum tekniğiyle dört nala giden bir atın bütün hareketlerini kayıt altına almayı başarmıştı.

Radikal, 06.12.2012

KURUŞÇEV'İN YASAKLADIĞI SERGİ YENİDEN AÇILDI

 

Rusya'da 1962'de, dönemin lideri Nikita Kuruşçev tarafından yasaklanan sergi, 50 yıl sonra yeniden açıldı.

 

Manezh Salonu'nda açılan ve Kruşçev'in ziyaret ederek Komünist Partisi'nin bakış açışına uymadığı gerekçesiyle yasaklayarak kaldırılmasına karar verdiği “The New Realitiy” sergisi, 50 yıl sonra yeniden aynı yerde sanatseverlerle buluştu.

Sergide, ağırlıklı olarak Rus sanatçı Ely Belyutin ve öğrencilerinin resim çalışmaları yer alıyordu.

Radikal, 06.12.2012

SÜMER DİLİNİ KURAKLIK YOK ETMİŞ

 

4 bin yıl önce tarih sahnesinden çekilen Sümerlerin kullandığı dilin 200 yıl süren bir kuraklık sonucu yok olduğu iddia edildi.

Amerikan Jeofizikçiler Birliği üyelerinden Matt Konfirst'in yaptığı açıklamaya göre; Sümer medeniyeti 200 yıla yakın devam eden kuraklık yüzünden hızlı bir şekilde tarihe karıştı. Bu nedenle Sümerlerin dillerinden günümüze herhangi bir kalıntı da aktarılamadı.

Sabah, 06.12.2012

ADANA 4 BİN YILLIK HEYKELİNİ ABD'DEN İSTİYOR

 

 

Adana Büyükşehir Belediyesi’nce, düzenlenen 13 Kare Sanat Festivali’nin açılışında, 1882 yılında bir patates çuvalı içinde ABD’ye kaçırılan yaklaşık 4 bin yıllık Hemşire Satsneferu Heykeli’nin Türkiye’ye iadesi için imza kampanyası başlatıldı.

15 yıl önce fotoğraf çekimi için çıktıkları yolculukta trafik kazasında ölen Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği üyesi 13 fotoğraf sanatçısının anısına düzenlenen 13 Kare Sanat Festivali “Sanat Sevgidir” yürüyüşü ile başladı.

1882 yılında şimdi Tepebağ Ortaokulu olarak bilinen binanın temel kazıları sırasında bulunan ve misyonerler tarafından patates çuvalı içinde ABD’ye kaçırılıp halen New York Metropolitan Müzesi’nde sergilenen 4 bin yıllık Hemşire Satsneferu Heykeli’nin Türkiye’ye iadesi için festival kapsamında imza kampanyası başlatıldı. İlk imzayı da Adana Büyükşehir Belediye Başkanvekili Zihni Aldırmaz attı. Aldırmaz, “Mısırlı Hemşire Satsneferu Heykelimizi isteyeceğiz. Bu konuda Kültür Bakanımız da çok duyarlı” dedi.

Habertürk, Haber: Neşet Karadağ, 06.12.2012

CAMİ VE KİLİSE

 

BeyoğluU eski Belediye Başkanı Haluk Öztürkatalay’ın Taksim meydanı ile ilgili bazı önerileri var. Diyor ki:
 

Başbakan Taksim’e cami yeri olarak, Taksim maksemi yeri olan 2500 metrekare civarındaki arsayı gösteriyor. Arsa halen Kasımpaşaspor Kulübü’nün otoparkı olarak kullanılıyor. (Öbür takımlar buradan neden pay istemezler diye düşünmek lazım.)


Bu alanda küçük bir cami yapılabilir. Ancak; maksem sular duvarı bu camiyi gölgeleyecektir. Beyoğlu’nun eski bir belediye başkanı olarak bu yer bana göre hiç uygun değildir.


Taksim’e yapılacak cami büyük olmalı, heybetli olmalı, uluslararası proje yarışmasına açılmalı, İstanbul ve İslam dünyasına hizmet etmelidir.


Taksim meydanı ve çemberine baktığımız zaman bu büyüklükteki tek yer, 28.000 metrekare’lik (28 dönüm) alanı ile eski Şan Tiyatrosu’nun bulunduğu Surp Agop Ermeni Vakfı’na ait olan alandır.


Bu yer günün rayiç bedeli ile satın alınabilir. Bu konuda elini cebine atacak birçok işadamımızı görür gibiyim. Konumu itibariyle Dolapdere’ye doğru eğimli olan bu yer için Türkiye ve dünya mimarlarının bir şaheser çıkaracaklarına inanıyorum.


AYA TRİADA KİLİSESİ
Taksim Sıraselviler Caddesi ile Meşelik Sokak arasında bulunan kilise 1880 yılı yapımıdır. Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi olarak bilinmektedir.


Bu kilisenin Taksim Meydanı’na bakan tarafı 35 adet işyeri ile adeta kuşatılmıştır. Bu işyerlerinin tamamına yakını dönerci ve köftecidir. Bu manzara İstanbul’a yakışmamaktadır.


Taksim Meydanı düzenlemesi bittikten sonra bu yerlerin nasıl bir görüntü vereceğini düşünmek bile istemiyorum. Çoğu tek katlı olan ve bir kısmı da iki veya üç kata çıkan işyerleri de mevcuttur.


35 işyerinin yıkılması için Aya Triada Kilisesi yetkilileri ile konuşularak sorun çözülebilir. Bu işlemler gerçekleştikten sonra, İstiklal Caddesi, 27 kapı nolu Taxim Palas binasından başlayarak, kilise dekoratif şık demir parmaklıklarla çevrilerek ve açılan alan çimlenip çiçeklenerek yeni Taksim Meydanı’na güzellikler katılacaktır.”

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 05.12.2012

TUT ULU CAMİİ'NİN RESTORASYONU SÜRÜYOR

 

Adıyaman'ın Tut İlçesi'nde bulunan tarihi Ulu Camii'nde, restorasyon çalışmaları devam ediyor.

 

Minaresinin kaidesi üzerindeki yapım kitabesine göre 1736-37 yıllarında Hacı Hasan tarafından yapılan, tescilli birinci grup tarihi yapı niteliğindeki Ulu Camii'ndeki restorasyon, tüm hızıyla sürüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce sürdürülen restorasyon çalışmaları, iki ay önce başlatıldı.

Öte yandan, Tut Kaymakamı Ramazan Kendüzler de, restorasyon çalışmasının yapıldığı camide incelemelerde bulundu. Kendüzler, teknik elemanlarla birlikte 16 kişiden oluşan ekip tarafından sürdürülen çalışmaların, 315 gün içerisinde bitirileceğini belirtti.

Olay Medya, 05.12.2012

BENİM TARİH SENİNKİNİ DÖVER

 

 

İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi'nin benzeri, yıkılmasından 66 yıl sonra Bizans kalıntıları üzerine yapılacak. Uzmanlar ise inşaat değil arkeolojik kazı istiyor.

Tophane'de yapımı devam eden İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi'nin Bizans Kilisesi kalıntıları üzerinde yükseldiği ortaya çıktı. Yapının arkeolojik alanda inşa edilmesini değerlendiren uzmanlar ise amacın, "Bak Osmanlı'yı Bizans'ın üzerinde yükseltiriz" mesajı vermek olduğunu dile getirdi.

 

Tophane'de, top dökümhanesine usta yetiştirmek için kurulan ancak 66 yıl önce yıkılan İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi yeniden yapılıyor. Sadece duvar kalıntıları bulunan okul, Mimar Sinan Araştırma Uygulama Merkezi ve Müzesi olarak kullanılacak. Eylül ayında yapımına başlanan yapının bir yıl içerisinde bitirilmesi bekleniyor. Ancak, Mimar Sinan Üniversitesi'nin tam karşısında yükselen "sahte" tarihi yapıya üniversitedeki öğretim görevlileri de tepki gösteriyor.

 

Tahminlerle kayıp eser inşası

Taraf 'a konuşan Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Görevlisi Aykut Köksal, son dönemde "kayıp eserlerin ihyası" adı altında, ne korumacılıkla, ne restorasyonla, ne de mimari etikle ilgisi olan, sadece bir imar gerekçesi yaratmak için uydurulan bir dizi sözde yeniden inşa çalışmasının gündemde olduğunu belirterek, "Bunlardan biri de Tophane'de yeniden inşası tahta perdeler üzerinde duyurulan kışla binaları. Burada vahim olan pek çok nokta var. 1956'da Menderes'in imar hareketleri sırasında yıkılan bu binaların yerinde şimdi cadde var. Demek ki daha geriye inşa edilecekler ama orada topografya yıkılanlar boyutunda bir inşaya izin vermiyor. Demek ki küçültülecekler. Ayrıca elde fotoğraflardan başka belge yok, demek ki tahminlere dayanılarak yeniden projelendirilecekler ve bunun adı 'kayıp eserin ihyası' olacak..." dedi.

 

"Bizans kilisesi var"

Yapının inşasının çok daha vahim boyutları olduğunu belirten Köksal şöyle devam etti: "Ne var ki asıl vahim olan noktayı Semavi Eyice'nin 'Bizans Devrinde Boğaziçi' kitabından öğreniyoruz: Eyice, inşa edilecek binaların yer aldığı yamaçta, bir Bizans kilisesine ait olması muhtemel temel ve duvar parçalarının bulunduğunu yazıyor. Kısacası, bu alanda yeni bir inşaat çalışmasına girişmek bir yana, sistemli ve titiz bir arkeolojik kazı yapılması gerekiyor."

 

Gündelik siyaset için

Arkeolog Aksel Tibet ise bilimsel bir dürtüden çok gündelik siyaset için bu tür yapıların inşa edildiğini belirterek, "Bizans kalıntılarının olduğu bir yerde arkeolojik kazı yapılmadan, oranın niteliği anlaşılmadan, alelacele bir binanın yapılması doğru bir tutum değil. Almanya'daki belli başlı şehirlerde, birçok yapı İkinci Dünya Harbi'nde bombardımanlarda yok olmuştu. Onları tekrar aslına uygun olarak yaptılar. Ama orada çok belirgin koşullar vardı. O inşa edilen yapının elimizdeki dokümantasyonu nedir onu da bilemiyoruz. Ayrıntılı olarak elimizde bir veri var mı ki o bina inşa ediliyor. İç taksimatının nasıl olduğunu sadece dönemin fotoğraflarına bakarak bulamazsınız. Ayrıca İstanbul'da mevcut olan kurtarılmayı bekleyen bir sürü eski yapı var. Bunları kurtarmadan yok olmuş olanları, eldeki bölük pörçük bilgiler ile yükseltmenin anlamı yok. Bu daha çok 'Bak biz Mimar Sinan'ı, Osmanlı'yı Bizans'ın üzerinde yükseltiriz' mantığı ile yapılıyor. Bilimsel tarafından çok gündelik politikaya yönelik Topçu Kışlası gibi bir anlayış söz konusu" ifadelerini kullandı.

 

Bölge arkeolojik alan

Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gülşah Özaydın ise bölgenin arkeolojik alan olduğunu belirterek, "2009 tarihli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı'nda bölge, arkeolojik park içinde yer alıyor. Bu bölgede arkeolojik kalıntılar var. Arkeolojik bir alanda böyle bir yapının yükselmesi ve bunun imar planına işlenmesi yanlıştır" dedi.

Taraf, Haber: Serkan Ayazoğlu, 05.12.2012

ÇİN'DE İKİNCİ YÜZYILDAN KALMA SARAY

 

Çinli arkeologlar, Çin'in ilk imparatoru Qin Shi Huang'ın Şian kentinde bulunan mezarına yakın bir noktada geniş bir saray yapısının kalıntılarını keşfetti. Ülkenin resmi haber ajansı Xinhua'nın haberine göre, ana binası 690 metre uzunluğa ve 250 metre genişliğe sahip olan saray, 170 bin metrekarelik alana yayılıyor. Bulunan kalıntıların, tarihinin ikinci yüzyıla kadar uzandığını açıklandı.

Sabah, 05.12.2012

İNCİRLİOVA'DA TARİHİ ESER BASKINI

Aydın'ın İncirliova İlçesi'nde düzenlenen operasyonda, bir bakkal dükkanında çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren İncirliova İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Kurtuluş Mahallesi'nde H.Ç'ye (50) ait bakkal dükkanında arama yaptı. Aramada, 50 parça tarihi eser ile dedektör bulundu. İşyeri sahibi H.Ç, gözaltına alındı. 

Aydın Kent Haber, 05.12.2012

TARİHİ DOKUSUNA UYGUN YOL YAPIMI TAMAMLANDI

 

 

Mardin'in en işlek ve tarihi caddesi olan Birinci Cadde'de geçtiğimiz Haziran ayında başlatılan altyapı ile üstyapı çalışmaları tamamlandı. 3 milyon lira harcanarak yenilenen Birinci Cadde, yeni yüzüyle görenleri kendine hayran bırakıyor.

Tarihi doku korunarak yapılan çalışmalar kapsamında yer altına 12,5 kilometre uzunluğunda 100 yıllık ömürleri olan Korige ve polietilen boruların kullanıldığı 5 ayrı hat döşendi.

Hava Radar girişinden Savurkapı eski hastane çıkışına kadar olan bölümden oluşan üç kilometre uzunluğundaki Birinci Cadde, bazalt taşıyla döşendi, 16.000 m² kaldırım taşı, 19.000 metretül oluk ve bordür kullanıldı.Görsel kirliliğe neden olan elektrik ve telefon kabloları da yer altına alındı.

Mardin tarihinde görülmemiş dev hizmetlere imza attıklarını söyleyen Mardin Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu; " Yapılan eserin büyüklüğü ortada, Birinci Cadde'nin eski hali ile yeni halini karşılaştırdığınızda bu çalışmanın ne kadar zorlu ve önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.Eskiden hizmet diye sadece basit bir beton ya da parke döşenirdi.Altı aydır süren çalışmalar kapsamında 3 milyon lira harcayarak toplam 12,5 kilometre uzunluğunda 5 hat döşedik, üç kilometre uzunluğunda ki cadde de bazalt taşı döşeyerek kaldırımların tamamını tarihi dokuya uygun olarak yeniledik.Halkımıza hayırlı olsun."dedi.

Yaptıkları her hizmetle şehre değer kattıklarını ifade eden Başkan Ayanoğlu; "Bu çalışmalar şehrimize daha fazla turist çekecektir.Turist demek esnafımızın daha çok kazanması, istihdamın artması kısacası Mardin'in daha da zenginleşmesi demektir.Altyapıda yaşanacak tepkileri göze alarak bu işe cesaret ve kararlılıkla girdik.Popülist davranıp yüzeysel çalışmalar yerine zorlu çalışmalara giriştik.Siyasetçiler altyapıya pek girmek istemez ama bunu önemsemedik sonuçta kazanan Mardin oldu.Tüm Mardinlilileri Birinci Cadde'yi gezip görmeye davet ediyorum."dedi.

Mardin Belediyesi ve Mardin Valiliği'nin ortaklaşa yürüttüğü "Sit Alanı Altyapı Su ve Kanalizasyon Yenileme Çalışmaları Projesi" kapsamında Birinci Cadde'deki altyapı ve üstyapı çalışması tamamlandı.

Toplam 3 milyon lira harcanan çalışmalar kapsamında; Birinci Cadde'de her biri 2 bin 700 metre uzunluğunda yağmur, kanalizasyon, su şebekesi olmak üzere toplam 12,5 kilometre uzunluğunda 5 hat döşendi. ; Üç kilometre uzunluğunda bazalt taşı 16.000 m² kaldırım taşı ile 19.000 metretül oluk ve bordür kullanıldı. Görsel kirliliğe neden olan elektrik ve telefon kabloları da yer altına alındı.

Radikal, Haber: Abdullah Ortaç, 05.12.2012

ORPHEUS MOZAİĞİ KENDİ TOPRAĞINDA

 

 

Şanlıurfa'dan 1950'lilerin başlarında kaçırılan Anadolu'nun en önemli mozaiklerinden 1818 yıllık Orpheus Mozaiği, ABD'deki Dallas Sanat Müzesi tarafından Türkiye'ye iade edildi. Mozaiğin iadesiyle ilgili anlaşmayı ABD'de imzalayan Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, bugün Orpheus Mozaiği ile birlikte Türkiye'ye geliyor. Mozaiğin tanıtımı Şanlıurfa'da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yapılacak. Şanlıurfa'da arkeolog J.B. Segal tarafından ortaya çıkarılan Edessa mozaikleri, kaçakçıların istilasına uğradı. M. S. 194 tarihiyle en erken Edessa Mozaiği olarak bilinen Orpheus Mozaiği, 1999'da bir müzayedede Dallas Sanat Müzesi tarafından 85 bin dolara satın alındı. Müze Müdürü Maxwell Anderson, mozaiğin yasadışı yollarla Türkiye'den kaçırıldığını belirleyince Washington'daki Türk Büyükelçiliği ile irtibata geçti. Yapılan görüşmeler neticesinde tarihi eserin iadesi için anlaşıldı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü başkanlığında bir heyet, geçen hafta ABD'ye giderek iade ile ilgili anlaşmayı imzaladı.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 05.12.2012

 

******


ORPHEUS'UN DEVAMI GELECEK

 

ABD Dallas Müzesi’nde bulunan Orpheus Mozaiği dün İstanbul ’a getirildi. Türkiye ’den yasadışı yollarla kaçırılmış mozaik Şanlıurfa’da yapımı süren müze tamamlanana kadar İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı son yıllarda kaçak yollarla ülkemizden götürülen eserlerin peşini bırakmıyor. Bu nedenle Batılı koleksiyonerler telaş içinde. Bulgaristan, Hırvatistan gibi pek çok ülke de Türkiye’nin girişimlerinden cesaret alarak ülkelerinden kaçırılan eserlerin peşine düştü.


Kültür ve Turizm Bakanlığı, ABD ve Avrupa’da pek çok koleksiyonu mercek altına aldı. Müzayedeler, sergiler takip ediliyor, müzelerin koleksiyonları hatta depolarında bulunan eserler bile izleniyor.


Özel ekip kuruldu 
Eski eser kaçakçılığı konusunda uzman birim oluşturan bakanlık, Türkiye’ye ait eserleri elinde tutankoleksiyonerlerle irtibata geçip iade etmelerini istiyor. Bakan Ertuğrul Günay, diplomasi yoluyla bilimselliği birleştirerek karşı tarafı iknaya çabaladıklarının altını çiziyor. Peki Kültür ve Turizm Bakanlığı hangi eserlerin iadesi için çalışıyor?


ABD Harvard Üniversitesi’ne bağlı Dumbarton Oaks Müzesi’ndeki Kumluca Definesi diğer adıyla Sion Hazinesi 1963 yılında Türkiye’den yasal olmayan yollarla kaçırıldı. Defineye ait 37 parça eser halen Antalya Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. 18 parça ise Dumbarton Oaks Müzesi’nde. Bakanlık bu eserlerin Kumluca Definesi’ne ait olduğunu bilimsel olarak kanıtladı. Müzakereler sürüyor. Bakanlığın Paul Getty Müzesi’nden istediği 10 eser, 1968 ila 1984 yılları arasında satıcılar, müzayede evleri ve koleksiyonerlerden alınmış. Getty’nin Basilica Galerisi’nde sergilenen dört mermer peri heykeli de istenen eserler arasında. Metropolitan Sanat Müzesi’nde de Anadolu’dan kaçırıldığı tespit edilen 18 arkeolojik eser bulunuyor. Bakanlık bu eserlerin iadesi için de görüşmelerini sürdürüyor. 

‘Ödünç’ eser pazarlığı 
Londra’daki Victoria Albert Müzesi bir süre önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ödünç eser istedi. 2014’te açılacak ‘Osmanlılar’ sergisinde kullanılmak üzere istenen eserler için bakanlık olumlu cevap verdi. Ancak Türk tarafının bir şart vardı. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen ve MÖ 3. yüzyıla tarihlenen ‘Sidemara Lahti’nden, 1882 yılında İngiliz arkeolog Charles Vilson tarafından koparılıp çalınan ‘Eros Başı’nın geri verilmesiydi. Victoria Albert Müzesi’nin yanıtı “Ödünç veririz” oldu. Görüşmeler kesildi ama bakanlık iadede ısrarlı.


Aynı şekilde Londra’daki British Museum, ‘Hac Sergisi’ düzenledi. İngiliz müze görevlileri İstanbul müzelerinde inceleme yaparak 35 eseri sergiye almak istedi. Bakanlık “Veririz ama bizden kaçırılan ‘Samsat’ mezar taşını iade edin” deyince bağlar koptu. 1.23 metre yüksekliğinde olan bu mezar taşı Karkamış’tan İngiliz arkeolog Leonard Vooley tarafından 1911 yılında önce Suriye’ye kaçırılmış, 1. Dünya Savaşı yıllarında da British Museum’a satılmıştı. 

‘Broş’ bekleniyor 
Almanya Berlin Müzesi’nde Beyhekim Camii Mihrabı başta olmak üzere, Bergama Zeus Sunağı, Hacı İbrahim Veli Sandukası, Troia eserleri gibi çok sayıda eser bulunuyor. Ancak geçen günlerde Almanya’da ortaya çıkan Uşak Müzesi’nden çalınmış Karun Hazinesi’ne ait Kanatlı Denizatı broşu bakanlığın önceliğinde. Broşun 2013 yılının ilk aylarında ülkemize iade edilmesi bekleniyor.
Fransa Louvre Müzesi de mercek altında. Müzedeki başta İznik çini karolar olmak üzere pek çok eser istendi. 2. Selim Türbesi çini panoları, Piyale Paşa Camii çini alınlıklar bir an önce iadesi istenen eserlerin başında geliyor.


Danimarka Davids Samling Koleksiyonu’nda Seyid Mahmud Hayrani Türbesi’ne ait sanduka tabutu, Cizre Ulu Cami kapı tokmağı ve Selçuklu Bronz Sfenks Figürini için iade görüşmeleri sürüyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.12.2012

DİYARBAKIR'IN İLK YERLEŞİM YERİ MÜZE KOMPLEKSİNE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

 

Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, ''İçkale'de, tüm proje ve uygulama çalışmalarının tamamlanmasından sonra, ülkemizde şimdiye kadar hiç bir örneği olmayan bir müze kompleksi elde edilecek'' dedi.

 

 

Mustafa Toprak, tarihi İçkale'de Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca sağlanan kaynaklarla restorasyon çalışmaları süren ve Diyarbakır Arkeoloji Müzesi müştemilatını oluşturacak binalarda incelemelerde bulunarak yetkililerden son çalışmalar hakkında bilgi aldı.
     
İçkale yerleşkesindeki birçok projenin 14 Ağustos 2013 tarihinde bitirilmesinin planlandığını aktaran Toprak, İçkale yerleşkesindeki tescilli taşınmazların revize restorasyon, teşhir, tanzim, makine ve elektrik tesisatı, çevre düzenlemesi, eski cezaevi, Saint George Kilisesi, eski komutanlık ve cephanelik, adliye binalarının restorasyonu ile burçların onarımı çalışmalarının yapıldığını belirtti.

 

 

Cephanelik, Çocuk Müzesi olacak    
İçkale'de bulunan yapıların restorasyon çalışmaları tamamlandığında Eski Kültür Hizmet Binası'nın Müze Müdürlüğü hizmet binasına, cephanelik binasının Uygulama Eğitim Merkezi ve Çocuk Müzesi'ne, Atatürk Müzesi binasının zemin katının Bilgi Belge Merkezi'ne, üst katının ''Atatürk ve Diyarbakır'' temalı sergi salonuna, adliye binalarının ''Arkeoloji 1'' sergi salonu, Valilik Kabul Ofisi ve Kent Müzesi'ne, jandarma binasının ''Arkeoloji 2'' temalı sergi salonu ile satış reyonlarına, cezaevi binasının depo, laboratuvar ve rezerv alanı olarak işlevlendirileceğine dikkati çeken Toprak, çalışmaların buna yönelik olarak devam ettiğini söyledi.

 

''İçkale'de tüm bu proje ve uygulama çalışmalarının tamamlanmasından sonra, ülkemizde şimdiye kadar hiç bir örneği olmayan, kapalı-açık alan teşhirleri, temalı sergi salonları, uygulama eğitim merkezi, bilgi-belge merkezi, depo, kafe, restoran gibi çeşitli işlevleri bünyesinde barındıran önemli bir müze kompleksi elde edilmiş olacak'' diyen Toprak, restorasyon çalışmaları süren binaların belirtilen tarihte bitirilmesi konusunda yetkililere talimat verdi.

 



Yapı, 04.12.2012

2 BİN 200 YILLIK SÜTUNLAR AYAĞA KALDIRILIYOR

 

 

Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı ve Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Stratonikeia Antik Kenti'nin gün yüzüne çıkarılan yeni yapılarla ziyaretçi sayısının da arttığını söyledi.

Antik kentte devam eden kazı çalışmalarının bu ay sonuna kadar devam edeceğini belirten Söğüt, antik kentte bulunan 2 bin 200 yıllık gymnasionun her geçen gün biraz daha gün ışığına çıktığını, çalışmaların bu alanda yoğun bir şekilde devam ettiğini anlattı.

Doç.Dr. Bilal Söğüt, 3D yöntemi ile tüm mimari elemanları görüp antik dönemde yapının hangi şekilde olduğunu belirlediklerine işaret ederek, ''Burası antik kentteki en anıtsal yapılardan biri. Giymnasion inşa edildikten yaklaşık 2 bin 200 yıl sonra tekrar ciddi anlamda yapısal bir çalışma başlattık. Daha önce kazılar olmuştu, şimdi çıkan blokları gruplandırıyoruz ve bunların kendi aralarında restorasyona yönelik hazırlıklarını yapıyoruz'' dedi.

Söğüt, spor okulunun mimari anlamda çok ihtişamlı bir yapı olduğunu dile getirerek, ''Antik dönem boyunca yapıda gerçekleştirilen tamirat ve tadilat çalışmasının en ciddi aşamasını gerçekleştiriyoruz. Bir ilk defa yapıldığında, bir de sonraki dönemde depremler olduğunda böyle bir çalışma gerçekleşmişti. Ama uzun bir aradan sonra çok ciddi bir çalışma başlattık. Amacımız yapıyı tamamen gün yüzüne çıkarmak'' diye konuştu.

Yapıyı ayağa kaldırmak için kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan 2 bin 200 yıllık sütunları vinç yardımıyla düzenlediklerini vurgulayan Söğüt, şunları söyledi: ''Yapı 2 bin 200 yıl öncesine ait Hellenistik dönemde inşa edilen yapılardan biri. O dönemdeki yapılar çoklukla insanların kullanımına yönelik inşa ediliyordu. Batı kısmı depremden hiç etkilenmemiş. Çoklukla etkilenen kısımlar doğu bölgeleriydi. Onun için şu an çalışma yaptığımız bölümlerde 2 bin 200 yıllık sütunları birebir bulmuş durumdayız. Yapıyı ayağa kaldırdığımızda ziyaretçiler antik dönemdeki bir giymnasion yapısının nasıl olduğu hakkında doğrudan bilgi sahibi olacak.''
Söğüt, çalışmalar tamamlandığında yapıdaki bilimsel verilerin elde edilmesinden sonra antik kenti gezen ziyaretçilerin yapı hakkında bilgi sahibi olmasını amaçladıklarını vurguladı.

Yeni Asır,04.12.2012

'VAZO YERLEŞTİREN KIZ' AÇIK ARTTIRMAYA ÇIKARILIYOR

 

Antik A.Ş. Müzayede evi klasik Türk resminin değerli sanatçılarının yer aldığı 275. Müzayedesini gerçekleştiriyor. 16 Aralık Pazar günü İstanbul Swissotel’de gerçekleşecek müzayedede Osman Hamdi Bey, Süleyman Seyyid, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı, Nazmi Ziya ve Hikmet Onat’a ait başyapıt tablolar ile değerli Osmanlı eserleri satışa sunuluyor.

Müzayedenin en heyecan verici tablosu ilk kez satışa sunulan Osman Hamdi Bey’in “Vazo yerleştiren kız” konulu eseri. 1883 tarihli tuval üzerine yağlıboya tablo Türk resim sanatının en önemli ikon çalışmalarından biri olarak gösteriliyor. Müzayedede ayrıca Türk resim sanatının usta isimlerinden Süleyman Seyyid’in “Çilekler” konulu natürmort, Halil Paşa’nın “Manolyalar” tablosu, İbrahim Çallı’nın natürmort, nü ve peyzaj olarak farklı dönemlerinden çok önemli çalışmaları ile Hikmet Onat’ın 3 adet İstanbul konulu eseri yer alıyor.

 

 
OSMAN HAMDİ BEY (1842-1910) “Vazo Yerleştiren Kız” Tuval üzeri yağlıboya İmzalı, 1883 tarihli 47x25 cm.

Dünyaca ünlü oryantalist ressamların İstanbul konulu çalışmaları da müzayedede satışa sunulan eserler arasında, Alberto Pasini imzalı “İstanbul’da Pazar Yeri” konulu şaheser, Rudolf Ernst’in “Hamamdan ayrılış” konulu yağlıboya eseri, Herman Corrodi’den “Galata Köprüsü”, Osmanlı Saray ressamı Fausto Zonaro’nun “Ayaspaşa” konulu eserleri müzayedede yer alan oryantalist tablolar arasında yer alıyor.  

Müzayedenin önemli bir kısmı hat sanatı eserlerinden oluşuyor. Yakut-ı Mustasımi, Hafız Osman, Hasan Rıza, Kazasker Mustafa İzzet, Sami Efendi, Hamid Aytaç gibi Türk Hat sanatına yön vermiş değerli hattatların Hilye-i şerife, levha ve murakkalarından oluşuyor.

Osmanlı dönemi antikaların yer aldığı müzayede de Tombaklar, Tuğralı gümüşler, Edirnekari mobilyalar, bohem ve Beykoz camları koleksiyoncuları heyecanlandıracak eserler arasında yer alıyor. Turgay Artam tarafından yönetilecek olan 275. müzayededeki eserler 15 Aralık tarihine kadar Antik Palace’da görülebilir.

 


HALİL PAŞA (1882-1957) “Vazoda Manolyalar” Jüttuval üzeri yağlıboya İmzalı. 1908 tarihli. 65x48 cm

Habertürk, 04.12.2012

İCLAL DİNÇER'LE UNESCO İZLEME HEYETİNİN İSTANBUL ZİYARETİ

 

Geçtiğimiz hafta UNESCO İzleme Heyeti, İstanbul'un tarihi dokusuna zarar veren projelerle ilgili sivil toplum kuruşlarının görüşlerini dinlemek için İstanbul'daydı.
 

Kentin Tozu'nda Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyesi ve ICOMOS Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi Genel Sekreteri Prof.Dr. İclal Dinçer'le heyetin kaygılarını, İstanbul'un Dünya Kültürel Miras Listesi'nden çıkarılıp çıkarılmayacağını, İstanbul'a neler olduğunu konuştuk:

 

Yeni haftada, önce önemli birkaç konu başlığına değineceğiz. Her biri için bir program ayrılabilir, kısmet olursa ileride diyelim.

 

Fenomen bir bakanımız var, evet Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar'dan söz ediyoruz. Kendisi, 2007'den bu yana gecekondu yerleşimlerini ve mahalle halklarını kriminalleştirmekle iştigalde; kentsel dönüşümü meşrulaştırma aracı olarak damgalama/ kriminalleştirme sık kullandığı bir yöntem. 2007 tarihli bazı demeçlerinden alıntılarsak: "Terörün, uyuşturucunun, devlete çarpık bakmanın temeli gecekondu bölgeleri ve çarpık alanlar. Bazı siyasi oluşumlar, açıkgözler, yanlış düşünenler, esrar, eroin ve kadın ticareti yapanların beslendikleri yerler. Olumsuzlukların, mafya yeltenmelerinin, yasanın istemediği tüm olguların yeşerebildiği yerler.''

 

Bugün de yine esip gürlemiş. İlgili haberlerin manşetlerine göre, "gecekondu illegal örgütleri besliyor'' diye iddia etmiş. Hemen ardından sözü elbette kentsel dönüşüme getirmiş; çok talep varmış ama ne hikmetse taleplerin %95-%98'i belediyelerdenmiş. Neden acaba? Bu halk neden afete karşı evini sağlamlaştırmak istemesin? Konuyu Afet Yasa'sı ve diğer kentsel dönüşüm yasaları bağlamında önceden açmıştık.

 

"Gecekondu eşittir terör"e dönersek, burada ciddi bir zemin kaymasıyla karşı karşıyayız. Sermayenin mekana müdahaleleri için her türlü zorla tahliye, şiddet ve baskı meşrulaştırılmakta. Böylece, bir bölgenin içindeki sorunları anlamak yerine, bu sorunları, o bölgenin ya da nüfusunun yarattığı problemler olarak sunmaya yönelindiğinde, eleştirel sorgulama da başlaması gereken noktadan (siyasi yönetimden, sistemden) kayarak bölge nüfuslarına yönelip yoksulluğu yaratan sistem sorgulanacağına, yoksul ve yoksun suçlu ilan ediliyor ve rantsal dönüşüme meşruiyet inşa ediliyor. Ayrıca, sadece bir mekan değişimiyle, müteahhitlik odaklı bir düzenlemeyle, terör yuvaları yok ediliyorsa tüm emniyet müdürlerinin yerine Agaoğlugilleri koyalım olsun bitsin!

 

Bu arada, TOKİ ihalelerinden yolsuzluk iddiaları gelmekte. Devleti milyarlarca zarara uğratan bir şirketin yolsuzluklarını muhalefet gündeme getirmişti. Burada da Sayın Bayraktar'ın akıllara seza tavrıyla karşı karşıyayız. Yolsuzluğu kendileri ortaya çıkartmış, "helal olsun'' denmesini bekliyor. Böylece tuhaf bir zemin kayması daha yaşıyoruz, siyasi sorumluluk ve istifa diye bir mekanizma göz ardı ettiriliyor.

 

3. havalimanı ile kent turumuzu sonlandırıyoruz. Çevre, doğa katliamı ötesinde İstanbul'un akciğerleri kuzey ormanlarını ve su havzalarını yok ederek bir kent-kıyıma, İstanbul kıyıma sebep olacak 3. köprü, 3. havalimanı, yeni şehir projelerinden, 3. havalimanın mimarı geçtiğimiz hafta İstanbul'daydı, 3.havalimanı projesini önümüzdeki haftalarda inceleyeceğiz.

 

Çok önemli bir heyet de geçtiğimiz hafta İstanbul'daydı. UNESCO İzleme Heyeti, İstanbul'un tarihi dokusuna zarar veren projelerle ilgili sivil toplum kuruşlarının görüşlerini dinlemek için geldi. 3 yıl aradan sonra İstanbul'a gelen heyet, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih, Eyüp, Zeytinburnu ve Bayrampaşa belediyelerinden yetkililerle de görüştü. Sulukule, Süleymaniye, Yenikapı dolgu alanı, Karasurları ve Zeyrek ile Haliç Metro Geçiş köprüsünü de inceledi. UNESCO, İstanbul'u Dünya Miras Listesi'ne alış gerekçesinde Süleymaniye Camii'ni "İnsan dehasının emsalsiz bir başyapıtı ve Osmanlı yapılarının en üst rütbesi" olarak nitelemişti. Kaderin garip cilvesine bakın ki, "İnsan dehasının emsalsiz bir başyapıtı ve Osmanlı yapılarının en üst rütbesi" nin silüeti muhafazakar iktidar eliyle yok edilirken, Çamlıca'nın tepesine Sultanahmet Cami'nin 7 minareli bir replikasını dikmek kültürel mirasa ve dini değerlere saygı sanılıyor! Ve şaka gibi bir öneri: Büyükşehir Belediyesi yetkilileri Haliç Metro Geçiş Köprüsü'nün aydınlatma sistemleri ve renk seçenekleriyle, yarımadaya verdiği zararı en aza indireceklerini iddia etmişler. İBB Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul'un 2013 yılı bütçesini açıkladığı konuşmasında Unesco Heyetinin ziyaretine de değinmiş. "UNESCO heyetiyle köprünün aydınlatılmasını konuştuk, boyutunu değil. UNESCO ile sorun yok ama bazıları bizi dışarıya şikayet etmeyi alışkanlık haline getirdi," diye konuşmuş.

 

UNESCO ziyareti ile ilgili olarak, Heyet'in toplantılarına katılan, Yıldız teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyesi ve ICOMOS Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi Genel Sekreteri Prof Dr İclal Dinçer konuğumuz. Heyet'in kaygılarını, İstanbul'un Dünya Kültürel Miras Listesi'nden çıkarılıp çıkarılmayacağını, boynuzlu köprünün Süleymaniye'ye etkisini, lastikli tüp geçişin tarihi yarımadaya, kentin asırlardan beri var olan kültürel peyzajına olumsuz etkilerini, tarihi yarımadanın deniz ile bağının kopartılacağını. Yenikapı sahilinin doldurulmasıyla oluşacak olumsuzlukları ve ICOMOS'u konuştuk.

Açık Radyo, Haber: Cihan Uzunçarşılı Baysal, 04.12.2012

FARKLI KUŞAKLAR AYNI MÜZAYEDEDE

 

 

Sofa Hotel'de, 18 Aralık'taki gerçekleştirilecek müzayedede, 201 yapıt sanatseverlerle buluşacak. Müzayedede yer alacak eserler, 14-17 Aralık'ta Sofa Hotel'de sergilenecek.

Satışa sunulacak eserler arasında Fahrelnisa Zeid'in Arapça imzasının yer aldığı ''Otoportre'' isimli resmi, Mübin Orhon'nun 1959 yılına ait ''Lekesel Soyutlama'' ile ''Soyut Kompozisyon'' adlı eserleri, Paris'te yaşayan Doktor Demir Fırat Onger'in koleksiyonundan çıkan Hakkı Anlı'nın 1967'de yaptığı ''Kırmızı Soyut Kompozisyon'' isimli eseri, Selim Turan'ın ''Mavi Soyut Kompozisyon'' ve Burhan Doğançay'ın ayrı dönemlerine ait 11 resmi bulunuyor.

Müzayedede ayrıca Adnan Çoker, 2010 yılında vefat eden Türk çağdaş sanatının büyük ustalarından Ömer Uluç, Türk çağdaş sanatının figür ustaları Mehmet Güleryüz, Komet ve Ergin İnan, yaşayan en önemli kadın çağdaş figür ustalarından Neşe Erdok'un üç yapıtı, Türk çağdaş sanatının genç kuşak temsilcilerinden Taner Ceylan'ın ''Eski Dünya'' adlı eseri, sanatçı Fikret Mualla'ya ait 4 eser de satılacak.

Habertürk, 04.12.2012

TARİHİ MEZARI TALAN EDEN ZANLI SERBEST

 

 

Tarihi eserleri 50 bin liraya satmak isteyen kaçakçıyı, Mali Şube dedektifleri alıcı kılığında yakaladı.

 

Gözaltına alınan H.T., tarihi eser kaçakçılığının caydırıcı cezası olmaması sebebiyle ifadesinin ardından serbest bırakıldı. İstanbul Mali Şube dedektiflerinin operasyonu sonucu ele geçirilen çeşitli dönemlere ait 85 adet tarihi esere paha biçilemiyor. Gözaltına alınan H.T.’nin, emniyette, “Tarihi eserleri gezerken buldum.” şeklinde ifade verdiği öğrenildi. Savcılığa sevk edilen şüpheli, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Operasyonda ele geçirilen kandillerin mezar kandili olması, şüpheli H.T.’nin yaklaşık 40 mezarı talan ettiği iddiasına sebep oldu. Bugüne kadar yapılan tarihi kazılarda her mezardan bir adet kandil çıktığını belirten uzmanlar H.T.’den ele geçirilen otuz sekiz adet kandilden dolayı şüphelinin en az 40 tarihi mezarı talan ettiğini düşünüyor. Geçen hafta alıcı kılığında tarihi eser kaçakçısı ile irtibata geçen polis, buluşma yeri olarak Kadıköy’de bir dükkanı belirledi. Alıcının elindeki ürünleri göstermesiyle operasyonu başlatan görevliler, aralarında 38 adet kandilin de bulunduğu 85 parça esere el koydu. Eserleri incelemeye gelen İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları mermer mezar taşı, ok ucu, iğne gibi eserlerin tarihini belirledi. Ele geçirilen kandilleri de inceleyen arkeologlar, tarihleri hakkında bir süre tespit edemedi.

Zaman, Haber: Fazlı Mert, 04.12.2012

İSTANBUL ÇIKMAK, BURSA GİRMEK İÇİN UĞRAŞIYOR

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Haliç'teki metro köprüsü, Topçu Kışlası, Yenikapı dolgu alanı gibi İstanbul'un UNESCO Dünya Miras Listesi'nden çıkarılmasına yol açabilecek projeleri bütün uyarılara rağmen hayata geçirirken Bursa, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından UNESCO'nun Miras Listesi'ne aday gösterildi. Bursa'nın adaylığı 2014 yılında değerlendirilerek, listeye alınıp alınmayacağına karar verilecek.

 

Geçen hafta Bursa'daydım. Büyükşehir Belediyesi'nin Dünya Miras Listesi'ne girebilmek için yaptığı çalışmalara tanık oldum. Bursa'nın 2014 yılında listede yerini alacağını rahatlıkla söyleyebilirim.

 

Doğup büyüdüğüm şehri yılda birkaç kez ziyaret etme imkanı bulabiliyorum ve her gittiğimde bir sürprizle karşılaşıyorum. Son yılların en güzel sürprizi Bursa'nın tarihi hanlar bölgesinin ortasından geçen nostaljik tramvay olmuştu. Bursa'nın tarihi merkezinde yer alan Cumhuriyet Caddesi'ni trafiğe kapatan Büyükşehir Belediyesi, caddeden tramvay geçirerek bu bölgedeki en az 500 yıllık hanları ve eski Bursa evlerini restore ettirdi.

 

Şimdi tramvay hattı genişletilerek şehrin köklü caddelerindeki görüntü kirliliği de bu yolla aşılmaya çalışılıyor. Büyükşehir Belediyesi, tramvayın geçeceği, Bursa'nın en işlek caddelerindeki binaların dış cephelerinin, şehrin tarihi dokusuna uygun hale getirilmesi için çalışma başlattı.

 

Bursa'daki kültür mirasının korunması için yapılan çalışmalar da bütün hızıyla devam ediyor. Büyükşehir Belediyesi bu çalışmaları, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu: Bursa" adlı bir ajandaya göre yürütüyor.

 

Koruma çalışmaları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı gibi yakın dostlara verilen ihalelerle değil, katılımcı ve şeffaf bir şekilde sürüyor.

 

Sanat tarihçileri, arkeologlar, mimarlar, şehir plancıları gibi uzmanlardan oluşan bir ekip kuran Büyükşehir Belediyesi, öncelikli olarak üç koruma projesi hazırlattı.

 

Üç projeden ilki, 17 çarşı ve handan oluşan Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi olarak hazırlandı. Projede Ulucami ve Orhan Camii var. Beş alt projeden oluşan Sultan Külliyeleri ikinci sırada yer alıyor. Üçüncü proje Bursa'nın 1300'lü yıllardan kalan ünlü köyü Cumalıkızık'la ilgili.

 

Üç projeden en önemlisi, şehrin merkezinde yer alan, Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi'nin restorasyonu. Bu bölge, Bursa'nın gün içinde nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu merkezini oluşturuyor. Buradaki çalışmalar meyvesini vermeye başladı. Tarihi merkezin başlangıç noktası olan Altıparmak Caddesi'nden, Heykel, Setbaşı ve Yeşil Türbe'ye doğru yürümeye başladığınızda kendinizi bir anda yaşayan bir ortaçağ şehrinin içinde buluyorsunuz. Restorasyon çalışmaları şehrin en az 500 yıllık mimarisini günümüze taşıdı. Artık yıllarca mezbelelik olarak tutulan çarşıların, bedestenlerin içinde alışveriş yapabilir, yorulunca bir yerlere oturup soluklanabilirsiniz.
Büyükşehir Belediyesi, sürdürdüğü etkileyici projelerin yanı sıra şehrin merkezinde yer alan dereleri ıslah edip kıyılarını şehrin günlük hayatına dahil edebilirse, 1960'lı yıllara kadar Batılı seyyahların "Türkiye'nin Floransa'sı" diye nitelediği Bursa'yı geri kazanabiliriz.

Taraf, Yazı: Ertan Altan, 03.12.2012

KOCAELİ'NDE BÜYÜK HAZİNE BULUNDU

 

Kocaeli'nin Gölcük İlçesi'nin Yazlır semtinde, 2. yüzyılda Roma döneminde yaptırılan ve o dönemden sonra da sağlık merkezi olarak kullanılan, halen sıcak su kaynağı olduğu için yeni kaplıca tesisleri yaptırılmakta olan bölgedeki kurtarma kazısında, üzerinde Roma Tanrıları Hermes, Herakles ve Tanrıca Kibele'nin kabartması olan mermer kaide bulundu. Kaidenin bir heykeli ya da deniz kabuğu şeklindeki su çanağını taşıdığı tahmin ediliyor. Kocaeli Etnoğrafya Müzesi Müdürü İlksen Özbay, bu kaidenin Türkiye'de eşi ve benzeri olmadığını söyleyerek "Burada bir hamam kompleksi var. Günümüze gelen bir kaç bölüme rastaladık.Havuz bölümünü bulduk. Burada bir kaide parçası gördük. Bu kaidenin üzerinde heykel olduğunu veya istiridye biçiminde su çanağı olduğunu düşünüyoruz. Şu ana kadar sadece kaideyi bulduk. Üzerinde Kibele, Hermes ve Herakles giysisi ve asasıyla birlikte bir çocuk kabartmalarına rastladık" diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Ergün Ayaz - Soner Gülezer, 03.12.212

"DİNİ YAPILAR HER YERDE TARTIŞMA KONUSU"

 

 

Mimar Can Çinici, Mekke'de Kabe ve çevresinin genişletilmesi için fikir üretmek üzere davet alan sekiz mimari ofisten birinin kurucusu. Can Çinici ile ibadet yapıları ve mimarlık ilişkisinden Mekke'deki projeye bir sohbet...

 

Eskiden ruhban sınıfı mimarlığın en büyük işvereni iken simdi şirketler bu sınıfın yerini aldı. İbadet yapılarının mimarlıkla ilişkisi hakkında ne söylemek istersiniz? Şu an nasıl bir süreçten geçiyoruz? 
Mimarlık uğraşısının ele aldığı konuya mesafesini yitirmemesi gerekiyor. Konu ‘din’ olunca ‘mimarlık’ sanki her zaman olduğundan daha başka ve belki de daha ayrıcalıklı biçimde yapılmalıymış gibi genel bir kanıya hiç katılmadığımı söylemeliyim. Aşırı angajmanlar (duygusal veya ideolojik) mimarlık faaliyetinin sağlıklı işlemesini her zaman engellemiş, tasarım sürecinin kısa düşmesine sebep olmuştur. Seküler devlet ve ‘modernite’ söz konusu olduğunda dini yapılar sadece Türkiye ’de değil her yerde ve bütün inanç sistemlerinde bir tartışma konusu, bu apayrı ele alınması gereken bir konu. Bugünün demokratik toplumlarında bütün kesimlerin üzerinde hemfikir olabileceği tek bir mimari anlayışa zaten rastlamak mümkün olmuyor. Yaşadığımız süreçte olduğu gibi bunu tepeden inme yaratma çabaları da çoğulcu ve demokratik ideallere uymuyor.


Meslektaşlarımızın bir kısmı bir tür ‘neoklasisizmi’ mimari olarak benimsemiş gözükmekle birlikte çabaları yapılı çevrede maalesef bir nitelik oluşturamıyor. Bu noktada Türkiye’deki tüm ‘kent mimarlığı’ ve kamusal mekanların tasarımı konusundaki nitelik ve derinlik eksikliği, şeffaf olmayan süreçler ve proje elde etme yöntemleri, ciddi boyutlarda düşünülmesi gereken konular. 

Tüm dinlerin ortak paydası gibi görünen, İslamiyet’te de değerine vurgu yapılan mütevazı bir yaşam pek çok ihtişamlı cami ile birlikte düşünüldüğünde çelişkili gelmiyor mu kulağa? Camiler salt ihtiyaç olduğu için mi yapılır? 
Yapılar hiçbir zaman ‘tek işlevli’ olarak tasarlanıp kullanılmaz, zikredilen ana işlevlerinin yanında ‘yatırımcısının’ izlerini kaçınılmaz olarak taşırlar. Yapıları mümkün kılan arkalarındaki maddi-manevi her türlü güç, kendini mimari mekanda bulmak, onda kendini ölümsüzleştirmek ister. Bu yüzden ‘ihtişam’ isteği cami durumunda bana çok da yabancı gelmiyor. ‘Uhrevi’nin yanında ‘dünyevi olan’ kaçınılmaz olarak devrede oluyor. Tabii bu ihtişamın nasıl olacağı, mimari muhayyilenin bir parçası olarak tasarlanması, kurgulanması gereken bir şey. 

Başbakan’ın Çamlıca’ya inşa ettirmek istediği dev cami, yarışma süreci ve sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Ülkemizde kentsel topraklar üzerinde hayal edilenler/önerilenler hep örtük, muğlak bir şekilde ifade buluyor. Böyle olunca fikirlerin disipliner bir zafiyetten mi malul oldukları yoksa tam anlayamadığımız amaçlar doğrultusunda mı geliştiği belli olmuyor. Taksim’de camii, kışla projeleri ve Kanal İstanbul ’dan sonra Çamlıca Camiide bunun tipik bir örneği. Gerek yarışma öncesi planlananlar gerek yarışma sürecinin kendisi doğru bir mimarlık işinin ortaya çıkmasını fazlasıyla zora sokmuştu. Gelinen son noktada Çamlıca Camii’nin artık ‘mimarlık’la ilişkisinin kalmadığını dahi söyleyebiliriz. Sonuçlar da bunu gösterdi ve kamuoyunda, meslek ve kültür çevrelerinde epeyce tepkiyle karşılandı. Buna rağmen yapımında inatla bu kadar ısrar edilmesi bir çeşit ‘kitle kültürünün yukarıdan aşağıya oluşturulmak istendiği anlamına geliyor. İktidar ‘imge düzeyinde’ kendi seçimini açıkça ortaya koyuyor ve bu seçim aynı zamanda büyük çoğunluğun şimdiye kadar ‘cami’ diye bildiği neredeyse tek imge olan cami tipi ile de örtüşüyor. Deforme, ‘kitsch’ bir cami imgesi adeta bir propoganda aracı olarak kullanılmakta şu sıralar. İktidarlar maalesef en güçlü hissettikleri dönemlerde bazı popülist sembollerin oluşmasını her türlü planlama, kent mimarlığı kültür ve disiplini pahasına göze alabiliyorlar. 

Siz Mekke’de büyük bir cami, ibadet yapısı tasarladınız. Bunun hikayesini ve Mekke’nin güncel durumunu anlatabilir misiniz? 
2008 sonunda Suudi Arabistan Kralı önderliğinde kurulan komite tarafından Mekke’deki Al-Haram Camii (Kabe ve çevresi) genişletme projesine davet edilen sekiz mimari ofisten biri olduk. Bilindiği gibi Mekke zaman içinde sahip olduğu mütevazı bir dini merkez olma işlevini yitirmiş, 1950’lerden sonra din turizminin Suudi Arabistan tarafından kontrol edilemeyen artışı sonucunda büyük bir kentsel baskı altında, çevresel sorunlarla boğuşan, uhrevi niteliğini ve kentsel kalitesini yitirmiş bir yer. Kraliyet komitesi bizlerden bu sorunlara bakışımızı ve İslam dünyasının odağı olma değerini kente yeniden kazandıracak yeni çözüm önerileri istemişti. ÇİNİCİ - AVCI – ARUP / Londra ortaklığında gerçekleştirdiğimiz yaklaşık 2.5 ay süren yoğun ve interdisipliner bir çalışma sonunda, Kabe ve çevresindeki kapalı ibadet işlevini üç katına çıkaran bir mimari tasarım ve onu destekleyen kentsel stratejiler önerdik. Enerji verimliliğini gözeten, güçlü bir ekolojik yanı olan, çevresel hijyen ve güvenlik sorunlarını gözeten bir proje olarak sonuçlandı. Bu çalışma hem kapalı cami kapasitesini 1.5 milyon kişiye çıkartmakta hem de Shamiyah tepesinde yeni bir kentsel doku önermekteydi. Şu an Mekke’de uygulanmakta olan proje, davetli sekiz ofisin ortaya koyduğu fikirlerin karması niteliğinde. Süreci kraliyet komitesi kendi yönetiyor. 

Modern mimarlık olarak tanımlanan günümüzün mimari eğilimleri neden Türkiye’deki ibadet yapılarında benimsenemiyor? Klasik Osmanlı mimarisinde ısrar etmemizin altında yatan nedenler nedir sizce? 
Bu sadece Türkiye’ye özgü değil. Dinler toplumlar üzerindeki güçlerini daha çok ‘tarihsellikleri’ ile kuruyor. İbadet binaları da her yerde tabiatları gereği kendi tarihselliklerinin, yapı alışkanlıklarının yükleri altında olduklarından, çok kolay değişime, yeniliğe açık olmuyorlar. Genelde ibadet yapıları söz konusu olduğunda mekansal bir dertlenişin -özellikle din ve inanç ile ilişkisinde- uhrevi boyutların ifadesinin arandığı, kendine has mekansal tahayyülleriyle ele alınması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Yani sadece günümüz modern mimarlık ‘eğilimleri’ çerçevesinde değil çok daha ötesinde olmalı sorgulanan ve aranan. Klasik Osmanlı cami stilinin şimdiye kadar baskın gözükmesinin altında ise bambaşka nedenler olabilir: İktidarların popülist eğilimleri, kente göçle oluşan kültürün yaygınlaşması ve bu zevkin kentin merkezine taşınması vs. Ama dikkat edilirse son yıllarda kamuoyuna açıklanan projeler arasında bambaşka ‘ultra–modern’ denemelerin de olduğunu göreceksiniz. Önemini sadece ‘yeni’ olmakta bulmaya çalışan, kentsel bağlamından kopuk, herhangi bir tarihsel süreklilik kaygısı taşımayan, aşırı biçimsel, gene ‘deforme’ ve hatta çirkinlik sınırlarında dolaşan işlere de eskisinden daha sık rastlıyoruz. 

Siz birkaç önemli şahsiyetin mezarını da tasarlamış bir mimarsınız. Türkiye’de son yolculuğun paylaşıldığı anlara pek önem vermediğimiz camilerimizin, mezarlıklarımızın durumundan belli. Ölülere saygının yanı sıra arkada kalanlar da pek düşünülmüyor. Sebebi nedir sizce? 
Şimdiye kadar hep ‘tek’ mezarlarla ilgilendim. Bir mezarı insanın dünyaya bıraktığı ‘en son izi’ olarak düşünüyorum. Adolf Loos’u hatırlarsak ‘kendi dışında herhangi bir işlevi olmayan’ sadece geçmiş bir yaşama ait olan bir şey. Mimarlık alanı içinde ‘sanat’ a en çok yaklaşan uğraş -işlevsiz olduğu gibi bir o kadar da ‘kişisel’ ve ‘duygusal’- kolektivitesini buradan yaratıyor. Mezarlıklar ise ayrı bir konu. Çokluğu içeriyor, yaşayanlar için kentiniz ne ise mezarlıkların çevre kalitesi, düzeni / düzensizliği, itinası / itinasızlığı onlara da yansıyor.

Kimdir?
Can Çinici: ODTÜ ’nün mimarı Behruz Çinici’nin oğlu olan Can Çinici, 1962’de doğdu. ODTÜ ve Londra Architectural Association’da eğitim gördü. Katıldığı ulusal ve uluslararası yarışmalarda pek çok ödül kazandı. 1994’te Isparta Forum ve Rekreasyon Merkezi Önerisi’yle proje dalında 4. Ulusal Mimarlık Ödülü’nü, 1995’te TBMM Camii ile prestijli Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü (Behruz Çinici’yle beraber), 1999’da Tepe Mimarlık Vakfı Ödülü’nü aldı. 1995’ten beri atölye yürütücüsü ve jüri üyesi olarak ODTÜ, YTÜ ve Bilgi Üniversitesi’nde görev aldı. Halen Çinici Mimarlık bünyesinde çalışmalarını sürdürmekte.

Radikal, Haber: Ömer Kanıbak, 03.02.2012

DOĞANÇAY'IN TABLOSU 130 BİN DOLARA SATILDI

 

Chicago’da bulunan Susanin’s müzayede şirketinin 1 Aralık'ta düzenlediği ve Pablo Picasso, George Braque, Keith Haring, Marc Chagall, Milton Avery ve Paul Jenkins gibi ressamların da eserlerinin satışa sunulduğu müzayedede, Burhan Doğançay’ın 'Walls 70 ( Five)' isimli, 1970 tarihli tablosu, 20 bin dolardan satışa sunuldu. 19 kere pey alan eser, 130 bin dolara satıldı.


Müzayede şirketinden yapılan açıklamada, alıcının bir "Avrupalı" olduğu bildirildi.

Habertürk, 03.12.2012

"KREMLİN'İ YOK EDECEĞİM"

 

  

 

Fransız Devrimi'nin ünlü generali Napolyon Bonapart'ın çöküşünü başlatan ünlü Moskova seferinde kaleme aldığı bir şifreli mektup açık artırmada 243 bin dolara satıldı.

Fransız Devrimi'nden sonra ordularıyla Avrupa'da geniş hakimiyet kurarak Rusya topraklarına giren Napolyon'un, 20 Ekim 1812'de Paris'e gönderdiği mektubunda, "22 Ekim sabah saat 3'te Kremlin'i yok edeceğim" yazısı yer alıyor.

 

Fransızların ünlü generali, 600 bin askeriyle çıktığı Moskova seferinde çetin direniş gösteren Rus ordusunun geri çekilmesiyle şehre girmeyi başarmış, ancak soğuklar ve gıda sıkıntısı nedeniyle ordusu büyük kayıp vermişti. Napolyon, şehirdeki bazı devlet binalarını ateşe vererek çekilmek zorunda kalmış, bu bozgunla birlikte Napolyon'un sonunu getiren çöküşü başlamıştı.

Fontainebleau Müzayede Evi'nde artırmaya sunulan mektup, tahmin edilen değerinin çok üzerinde bir fiyatla, 243 bin dolardan alıcı buldu.

Habertürk, 03.12.2012



'İYİ'SİYLE, 'KÖTÜ'SÜYLE SALVADOR DALİ

 

 

1979’da 840 bin kişinin gezdiği Paris’teki Dali Sergisi’nden sonra yeni bir Dali Sergisi yine aynı çatı altında meraklılarını ağırlıyor. Organizetörler 34 yıl önceki etkinliği ziyaret edecek kişi sayısının 23 Mart 2013 tarihine kadar ikiye katlanmasını bekliyor. Küratörler Dali’yi “iyi” ve “kötü” yıllar olarak ayırmanın yanlış olduğunu söylerken sanatçılar Dali’yi anlamlandırmakta hala zorluk çekiyor

 

Resim alanında 20’nci yüzyılın en büyük dehalarından birisi olarak kabul edilen Salvador Dali’yle ilgili Paris’teki son 35 yılın en büyük etkinliği Centre Pompidou’da açılan retrospektifle başladı.
21’inci yüzyılın başında da birçok sanat otoritesinin eserlerini yorumlamakta ve anlamandırmakta zorlandığı Salvador Dali’nin yine Centre Pompidou’da düzenlenen 1979’daki sergisinin galası çalışanların greve gitmesi nedeniyle iptal edilmiş ve sergi skandal bir şekilde başlamıştı. Ancak bu tatsızlıktan sonra sergi 840 bin ziyaretçiyi ağırlayarak müzecilik tarihinde çok önemli bir rakama ulaşmıştı. 21 Kasım’da tam 34 yıl sonra yine Centre Pompidou’da başlayan bu retrospektif 1979’daki 840 bin kişiyi ikiye katlamayı hedefliyor.


Dali’nin bu retrospektifini organize eden küratörlerden Thierry Dufrene “Dali’nin General Franco ve Adolf Hitler’le ilgili yaptığı akıl dışı açıklamalar ve yaşlılığı nedeniyle yaptığı yaramazlıklar sürekli olarak eleştirilere maruz kalmasına neden oldu. Minimalist ve kavramsal akımlar sürrealizmi örttü ve sürrealizmin ortaya çıkardığı eserler kitsch ve demode olarak tanımlanmaya başlamıştı” sözleriyle Dali’nin 20’nci yüzyılın son çeyreğinde neden olması gerektiği yerde olamadığını yorumladı. Öyle ki ölümünden sonra reddedilen “Dali Gerçeği” akımına Andre Breton da katılmış ve Breton, Salvador Dali’nin açgözlülüğünü vurgulamak için ismini “Avida Dollars” anagramına çevirmişti. Hatta Dali son yıllarında açgözlülüğünden boş kağıtlara veya başkalarının resimlerine kendi imzalarını atmaya başlamış ve daha sonra piyasadaki çok fazla sahte sanat eserinden şikayet etmişti.


Paris’teki Centre Pompidou’da, bugünlerde yeniden keşfedilmeye başlayan Salvador Dali’nin 70 yıllık sanat kariyeri “iyi” sürrealist yıllar ve “kötü” sürrealist yıllar olarak iki bölüme ayrılmıştı. Dali’nin 120’den fazla resminin, filmlerinin ve televizyon görüntülerinin gösterildiği bu retrospektifin sanat tarihi kitaplarını yeniden yazacağı söyleniyor. Associated Press’e göre bu sergi Dali’nin ana akım medya tarafından eleştirilen son dönem eserlerinin aslında son derece ilham verici ve bu dahinin anlaşılabilmesi için gerekli bir mercek.


Serginin bir diğer küratörü Jean-Michel Bouhours “Sürrealistler Dali’nin ‘kötü’ yıllarını beğenmememiz gerektiğini söylüyor. Ancak bu eserlerin 50’lerde, 60’larda
ve 70’lerdeki sanat akımlarını nasıl etkilediğini daha fazla görmezden gelemeyeceğimizi belirtmemiz gerekiyor” diyor.


Paris’in merkezinde yedi katlı ve 103 bin metrekare genişliğinde Centre Pompidou’daki sergi 23 Mart 2013 tarihine kadar devam edecek.

 


Dali’nin 1938’de çizdiği “Sahildeki meyve tabağının hayaleti” tablosu...

 

 
Dali’den “Voltaire’in yok olan büstüyle köle pazarı” tablosu...


Milliyet Pazar, Haber: Ulaş Gürşat, 02.12.2012

HİÇBİR ŞEHİR MİRAS LİSTESİNDEN TEMELLİ ÇIKMAZ

 

 

ICOMOS, UNESCO için bir rapor hazırladı. Ardından ‘İstanbul dünya kültür mirası listesinden çıkarılacak’ tartışması başladı. UNESCO ve ICOMOS yetkilileriyle konuştuk.

 

ICOMOS (International Council on Monuments and Sites), bağımsız görüş veren bir kuruluş. Son raporda UNESCO heyetine endişelerini iletti. Ortalık toz duman, tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da manşetlere Türkiye’nin dünya kültür mirası listesinden çıkarılacağı haberleri düştü. ICOMOS Türkiye yetkililerine kültür Mirası’ndan çıkarılma meselesinin ciddiyetini sorduk, bakın nasıl cevapladılar.


“İstanbul’un Dünya Mirası listesinden çıkması gibi bir konu düşünülemez. Hiçbir şehir listeden çıkmaz. Tehlike altındaki şehirler listesine koyulur. Kontroller sıklaşır, yakın izleme altına alınır. Yapılması istenenler gerçekleştirilince de listeye yeniden girer şehir. Daha önce Bakü, Galapagos Adaları böyle bir süreç yaşadı. Zaten bence önemli olan listede olup olmamak değil. İstanbul’u korumak. Bu noktada da yerel yöneticilerin inisiyatifi ve duyarlığı çok önemli.”
ICOMOS yetkilisinin bahsettiği 19 adacıktan oluşan, ‘yaşayan bir müze ve evrimin vitrini’ olarak anılan Galapagos Adaları, deprem ve yanardağ bölgesinde yer alıyordu. UNESCO, 2007’de tehlike listesine aldığı bölgeyi, Ekvador hükümetinin yabancı bitki ve hayvanların adaya gelişini engelleyecek biyoçeşitlilik önlemleri almasının ardından listeden çıkarmıştı. Ekvador, adalarla ilgili balıkçılığa, turist, gemi ve uçak sayısına da sınırlama getirmişti.
Peki ya Haliç Metro Köprüsü? UNESCO’yla görüşmelerinden nasıl bir izlenim edindiler: “UNESCO’ya ‘Siz bir hafta kalıp, bürokratik işlemleri gerçekleştirip gidiyorsunuz. Biz bu köprüyle ömür boyu yaşayacağız’ dedik. UNESCO raporlarını yazarken önceki raporlara bakıyor, ne vaat edilmiş, ne yapılmış. Bunları değerlendiriyor. Zaten çoğu bilgilendirme, bu projeleri yapan belediye tarafından yapılıyor. ”

 

ICOMOS’un UNESCO raporundan

- Haliç Metro Köprüsü’nün zararları hiçbir çözüm yöntemiyle ortadan kaldırılamaz. Kaynakları israf etmeyi göze alarak metro geçişi için yeni bir süreç başlatılmalıdır.
- Sulukule’de devlet eliyle soylulaştırma süreci gerçekleşmiş, eski mülk sahiplerinin artık bu bölgede tutunamayacakları ortaya çıkmıştır. Geçen ay içinde Fener-Balat’ta alınan acele kamulaştırma kararı ve Ayvansaray’daki yıkımlar, benzer sürecin bu bölgelerde de yineleneceğine yönelik ilk adımlar.
- Topçu Kışlası’nda ilgili idareler koruma uygulamalarını rekonstrüksiyon üzerinden sürdürmektedir. Yeterince bilgi ve belgesi olmayan yapıların yeniden yapımına verilen ağırlık endişe verici şekilde yaygınlaşmaktadır.
- Yenikapı kıyı bölgesinde yapılacak büyük dolgu, tarihi Yarımada’nın peyzajını değiştirecektir.
- Bunlar, ICOMOS Türkiye’nin İstanbul’un Üstün Evrensel Değeri’nin kaybedilme riskinin artmakta olduğuna yönelik kanısını güçlendirmektedir.

 

UNESCO Türkiye Somut Kültürel Miras Komite Üyesi Doç.Dr. Yonca Erkan Kösebay’la denetim sürecini konuştuk.


İstanbul ne aralıklarla inceleniyor?
- İstanbul’un Dünya Miras Listesi’nde yer alan tarihi alanları 2006, 2008, 2009 ve 2012 yılında komitenin talebi doğrultusunda Dünya Miras Merkezi ve ICOMOS ortak izleme misyonu tarafından incelendi.


Bir kent, ‘Tehlike altındaki miras listesi’ne nasıl alınır?
- Misyon raporlarında, ele alınan konuların, alanın korunma durumu ve varlığın üstün evrensel niteliğini zedeleyecek düzeyde olduğu ifade edilir ve komitede bu konularda iyileştirme sağlanmadığı kanaati oluşursa, alanın bir sonraki yıl Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne alınması söz konusu olabilir.


İstanbul kaç kez bu tehlikeyle karşı karşıya kaldı?
- İstanbul için Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne alınma tehdidi 2003, 2004, 2006, 2009 ve 2010’da dile geldi.


Bu yıl Dünya Miras Komitesi neleri talep etti?
- Haliç Metro Köprüsü, Yenileme Alanları, İstanbul’un Tarihi Silueti, Avrasya Tüneli Projesi, Yenikapı Dolgu Alanı, İstanbul Alan Yönetim Planı ve revizyonları, Trafik ve Turizm Planları gibi konular.


Ne zaman karar verilecek?
- İzleme Misyonu çalışmasını tamamladıktan sonra, raporunu karar verici konumundaki Dünya Miras Komitesi’ne sunacak ve karar Haziran 2013’te verilecek. Komite, söz konusu alanlarda yapılan uygulamaların olumlu yönde geliştiğine karar verirse, alandaki gelişmeleri yıllık raporlarla izleyecek.

 

* Hürriyet muhabiri Fatma Aksu, geçen hafta Haliç Metro Köprüsü’nde incelemelerde bulunan UNESCO heyetiyle birlikteydi. Bu fotoğraf da heyetin incelemesi sırasında çekildi.

Hürriyet, Haber: Ceren Arseven, 02.12.2012

BEREKET VE BARIŞ TANRISI WARPALAVAS BOR'DA BAĞDÜZ MEVKİİNDE BULUNDU

 

 

Niğde İli Bor İlçesi'nde Bağdüz Mevkiin'de bulunan tarihi eserin MÖ 1180 yılında Tuvana Kralı WARPALAVAS'a ait olduğu belirlendi.

 

MÖ 1200-742 Yıllarında Ön Hititler döneminde Bor ve Bölgesinde kurulan Tuvana Krallığı eserleri gün yüzüne çıkarılıyor.

 

Medeniyetlerin yaşatıldığı şehir olan Niğde Turizm alanında Anadolunun Saklı Kenti olarak gizemini koruyor.Bölgenin Kültür ve inanç Turizmine kazandırılmasında büyük önem ve değer sahibidir.   

 

Eserin üzerinde yazan yazıda ise ; Warpalavas : '' Saray'da 1. prens iken bu asmaları diktirdim.Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin ''. Yazıda belirtilen Tarhundas ise Tuvanalılarda Bereket ve Barış Tanrısıdır. Tuvana Krallığı MÖ 1200-742 yılları arasında Ön hititler tarafından kurulmuştur.

 

Niğde’yi Termal kaynakları, ören yerleri, zengin tarihi dokusu, doğal güzellikleri, dağ ve kış turizmi kenti turizm merkezi yapan önemli unsurlarıdır.

Bor Haber, Haber: Ali Akbaş, 02.12.2012

 

******


TRAKTÖRÜN PULLUĞUNA 2800 YILLIK TARİH TAKILDI

 

 

Niğde’nin Bor İlçesi Bağdüz Mahallesi Kayı yolu mevkisinde tarlasını süren çiftçinin pulluğuna takılan kabartmalı kaya parçasının, milattan önce 8. yüzyıl dönemine ait 2 bin 800 yıllık olduğu tahmin edilen ”Fırtına Tanrısı Tarhunzas (Teşup)” steli olduğu ortaya çıktı.

Niğde Valisi Alim Barut, müze müdürlüğü bahçesinde sergilenen Geç Hitit Dönemine ait tarihi eserle ilgili basın mensuplarını bilgilendirdi.

Bir çiftçinin tarlasını sürerken pulluğuna takılması sonucu bulunan eserin sanat tarihi açısından oldukça önemli bir yeri olduğunu belirten Barut, şunları söyledi: ”Bu eseri bende merak ettiğim için geldim. Buradan sadece Niğdelileri değil tüm Türkiye’yi hatta tüm dünyayı buraya davet ediyorum. Hiyeroglif yazıların çözülmesiyle belkide bugüne kadar bildiklerimizden değişik bir sonuçla da karşılaşma imkanımız var. Eserin bu nedenle önemli bir buluntu olduğunu ve sadece göze değil tarihi bilgilerimize de hitap edeceğini belirtmek için buradayım.” Müze Müdürü Arkeolog Restoratör Fazıl Açıkgöz de eserin 2,35 metre yüksekliğinde, 93 santimetre genişliğinde, 70 santimetre kalınlığında siyah bazalt taş üzerine yüksek kabartma olarak yapıldığını söyledi.

Stelde tanrının baş, kol ve bacakları profilden, gövdesinin cepheden tasvir edildiğini vurgulayan Açıkgöz, ”Elinde tuttuğu üzüm salkımı, asma dalı ve sağ kenarda bulunan üst kısmı kırık buğday başakları bereketi sembolize eder. Yan yüzünde bulunan Hitit Hiyeroglifi tarzındaki yazıtın büyük bir kısmı, sol eli ve başındaki kanatlı güneş kursunun bir kısmı eksiktir. Müze Müdürlüğünce temizlik işlemlerinin tamamlanmasından sonra eser müze envanterine kaydedilecektir” dedi.

Eserin, Bor İlçesi Bağdüz Mahallesi, Kayı Yolu mevkisinde Abdullah Arı adlı vatandaşın tarlasını sürerken traktörün pulluğuna takıldığını ve yerinden çıkaramadığını taşın üzerinde kabartmalar olduğunu fark edince Niğde Müze Müdürlüğüne müracaat ettiği belirtildi.

Milliyet, 04.12.2012

GİZLİ TÜNEL BULUNDU

 

 

Çorum'un Osmancık İlçesi'nde belediye ekiplerince yapılan altyapı çalışması sırasında bulunan tarihi tünelin tamamen gün yüzüne çıkarılması için çalışma başlatıldı.

Osmancık Belediye Başkanı Bekir Yazıcı, yaptığı açıklamada, ilçenin en büyük sorunlarından biri olan kanalizasyon ve altyapı problemini gidermek amacıyla başlattıkları çalışmalar kapsamında, tarihi Koyunbaba Köprüsü ile Kandiber Kalesi arasında bulunan Adnan Menderes Caddesi'ndeki kazı çalışmasında bir tünel bulunduğunu hatırlattı.

Tünelin tespit edilmesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çorum Müze Müdürlüğü'ne bilgi verildiğini ve inceleme başlatıldığını belirten Yazıcı, arkeologlar tarafından yapılan incelemeler sonucunda hazırlanan raporun, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kuruluna sunulduğunu söyledi.

Kurulun da, durdurulan kanalizasyon çalışmalarının arkeologlar nezaretinde devam etmesi konusunda karar aldığını ifade eden Başkan Yazıcı, şöyle konuştu:

''Biz de bu bölgede hem tünelin etrafının temizlenmesi hem de kanalizasyon yatırımlarımızın tekrar devamı için çalışmalarımıza başladık. Tünel etrafında ve içinde yapılan çalışmayla tünelin yaklaşık 30 metrelik bölümüne ulaştık. Bu bölgede Çorum Müze Müdürlüğü tarafından görevlendirilen arkeolog tarafından çalışmalar yürütülüyor. Ayrıca Koyunbaba Köprüsü'nün ilk kemerinde yer alan çıkış noktasında da tünelin ucunu açma çalışmalarımıza başladık.''

Kanalizasyon yatırımı kapsamında bulunan tünelin kendileri için bir kazanç olduğunu vurgulayan Başkan Yazıcı, ''Bu tarihi değerin hem ilçemize hem de ülkemize tekrar kazandırılmasını istiyoruz. Tünelle ilgili net bilgileri arkeologların incelemelerinin ardından kamuoyu ile paylaşacağız'' dedi.

Habertürk, 02.12.2012

KUMLUCA DEFİNESİ DE GELİYOR

 

 

Kumluca Definesi (Sion Hazineleri) 1963 yılında Corydella antik kentinde tesadüf eseri bulundu. Hörü isimli çoban kadının keçisinin zincire ayağının takılmasıyla ortaya çıkan hazine önce köylüler tarafından yağmalandı. Daha sonrasında jandarmanın olaya el koymasına rağmen eserlerin bir kısmı Amerika ’ya kaçırıldı. Antalya Arkeoloji Müzesi’nde 6. yüzyıla tarihlenen hazineden geriye 37 parça eser kaldı. Uluslararası kaçakçı Yorgo Zakos, ABD ’de yaşayan emekli Büyükelçi Robert Woods Bliss ve eşi Mildred Barnes Bliss’e aynı yıl yaklaşık 18 parça olan hazineyi 1 milyon dolara sattı. Bliss çifti eserleri 1967 yılında Dumbarton Oaks Müzesi’ne bağışladı. Türkiye yıllardır eserleri geri almak için defalarca girişimde bulunmasına rağmen müze, eserleri vermemek te direndi. Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel’in de aralarında bulunduğu Kültür Bakanlığı’na bağlı bir heyet bu hafta ABD’de müzakerelere başladı. Yakın zamanda Kumluca definesi Antalya Müzesi’ne geri dönecek.

TRT Belgesel kanalında yayımlanacak olan ‘Yitik Miras’ belgeselinin çekimleri için geçen hafta gittiğimiz Antalya’da ‘Kumluca Definesi’nin izini sürdük. İlk durağımız Antalya Arkeoloji Müzesi’ydi. Müze Müdürü Mustafa Demirel, 1963 yılındaki yağmadan geriye kalan eserleri gösterdi. Üç vitrin ‘Kumluca Definesi’ olarak bilinen hazinelerden oluşuyor. Altın ve gümüşten yapılan M.S 6. yüzyıl kilise eşyaları gerçekten de göz kamaştırıyor. Ancak müzede sergilenenler hazinenin sadece bir kısmı. Hazineye ait 18 parça eşya ise Harvard Üniversitesi’ne bağlı Dumbarton Oaks Müzesi’nde sergileniyor. Müze müdürü müjdeli haberi belgesel çekimleri için yaptığımız röportajda verdi ve eserlerin Türkiye’ye getirileceğini umduklarını’ duyurdu. Daha sonra yönümüzü Kumluca’daki Corydella antik kentine çeviriyoruz. Oldukça önemli bir antik kent olmasına rağmen bugün o şehirden geriye sadece su yolları kalmış.

Kent talan edilmiş
Kente 4 kilometre mesafedeki diğer antik kent Rhadiopolis bilimsel kazı başkanı Doç.Dr. İsa Kızgut’a göre de kente ait hiç bir kalıntı kalmamasının sebebi Kumluca evleri yapılırken kentin talan edilmesi. Antik kentin üzerine Hacıveliler Köyü yapılmış. Köylülerden 85 yaşındaki Yusuf Yılmaz anlatıyor: ‘‘Cuma pazarından dönerken ‘Asarda (antik kent) define çıktı’ dediklerini duydum. Baktım, köylüler kucaklarında eşyalarla gidiyordu. Kocaman bir oda vardı. Biz sarı lira (altın para) arıyorduk. Eşyaların yüzüne bile bakmadık. Meğer onlar da çok değerliymiş. Tozun altında görememişiz. Üzerleri altın kaplama, gümüştenmiş. Altın para bulamadık. Sonra köye jandarma geldi. O eşyaları kim aldıysa hepsinden topladı. Bir tane bırakmadı.”

Hazinenin özellikleri
Tek atölyede çeşitli teknik ve stillerin bir arada kullanılması, Bizans Kilisesi’ne ait çok sayıda dini eşya olması ve objelerdeki yazıtların zenginliği açısından oldukça önemli. Üzerinde Bizans’ın en görkemli olduğu 1’inci Jüstinyen Dönemi’nde Konstantinopolis’te ( İstanbul ) yapıldıklarını gösteren damgalar bulunuyor. Hayırsever piskopos Eutykhianos tarafından Sion Manastırı’na hediye edildiği sanılıyor. Kumluca Hazinesi’nin tümü gümüşten, önemli bölümü altın kaplama tepsiler, haçlar, kandillerden oluşuyor.

1963 yılındaki eşyaların yağmalanma olayından sonra 1967 yılında Dumbarton Oaks Müzesi kataloğunda eserler görülüyor. Bunun üzerine dönemin Kültür Bakanlığı eserlerin iadesini talep ediyor. Ancak müze, bu eserleri vermeye yanaşmıyor. Geçen yıl Herakles heykelinin görüşmeleri sırasında Dumbarton Oaks Müzesi yetkilileriyle yeniden temas kuruluyor. Yaklaşık bir yıldır devam eden müzakerelerde sona gelindi. Bakanlık yetkilileri eserlerin 2013’ün ilk aylarında getirileceğini söylüyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 02.12.2012

MİLYONLUK OSMAN HAMDİ SATIŞTA

 

Çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu olan Osman Hamdi Bey'in oryantalist tabloları bugün Türkiye'deki koleksiyonerler tarafından başyapıt olarak kabul ediliyor. Ülkenin önde gelen koleksiyonlarına göz attığımızda karşımıza mutlaka bir Osman Hamdi Bey tablosu çıkıyor. Zamanının çoğunu arkeolojik kazılarda geçirdiği için tablolarının sayısı 100'ü geçmiyor. Eserlerini hediye ettiği için de çoğunun yeri bilinmiyor. Bilinen tek gerçek resimlerinin değerinin milyonlar ettiği... Osman Hamdi Bey'in 2004'te Antik A.Ş. tarafından satılan Kaplumbağa Terbiyecisi isimli tablosu, rekor kırarak 5 milyon liradan Sunaİnan Kıraç tarafından satın alınmıştı. 2008'de Londra'da Sotheby's tarafından açık artırmaya çıkan İstanbul Hanımefendisi tablosu ise yaklaşık 8 milyon liradan alıcı bulmuştu.

Osman Hamdi Bey'den ve milyonluk resimlerinden bahsetme nedenim 16 Aralık'ta Antik A.Ş.'nin düzenleyeceği müzayede... Süleyman Seyyid, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Hikmet Onat gibi sanatçıların eserlerinin açık artırmaya çıkacağı müzayedenin en heyecan verici eseri ise Osman Hamdi Bey'in Vazo Yerleştiren Kız isimli tablosu. 47X25 santimetre boyutundaki eser 1 milyon 800 bin liradan açık artırmaya çıkacak. Müzayede öncesi Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam'la bir araya geldim. Turgay Bey'le sohbete geçtiğimiz yıl 9 milyon dolardan satışa çıkan ancak son anda müzayededen geri çekilen Osman Hamdi Bey'in Huzur tablosunu sorarak başlıyorum. Ailenin fiyatı indirmek istemediği için eseri evine geri götürdüğü bilgisini veriyor. Tablo için birçok koleksiyonerin şimdiden yarıştığını dile getiren Turgay Artam, eser için birçok bayrak kalkacağını ve eserin 3 milyonun üzerinde bir rakama satılacağını tahmin ediyor.

16 Aralık'ta Swissotel'de düzenlenecek olan 275. müzayedenin önemli bir kısmı da hat eserlerinden oluşuyor. Yakut-ı Mustasımi, Hafız Osman, Hasan Rıza, Kazasker Mustafa İzzet, Sami Efendi, Hamit Aytaç gibi Türk hat sanatına yön vermiş değerli hattatların eserlerinin de rekor fiyatlardan alıcı bulması bekleniyor. Müzayedede öne çıkan eserler arasında oryantalist ressamların İstanbul konulu eserleri de var. Alberto Pasini imzalı İstanbul'da Pazar Yeri konulu eseri, Rudolf Ernst'in Hamamdan Ayrılış konulu tablosu ve Zonaro'nun Ayaspaşa konulu eseri de koleksiyonerler tarafından büyük ilgi görüyor.

İSLAM ESERLERİNE TALEP ARTTI
Müzayedeye çıkacak eserleri arasında Hasan Rıza'nın Fatih'in İstanbul'a Girişi tablosu da var. Bu tablonun başlangıç fiyatıysa 950 bin lira. Aynı eseri 20 yıl önce de sattığını söyleyen Artam, "Eserler yaklaşık 80 yılda bir el değiştirir" diyor ve ekliyor: "Dede toplasa ya oğlu ya da torunu satıyor. Çoğu kez miras kavgası yüzünden de satılıyor. Boşanma davalarında ya da vefatlardan sonra tablolar paylaşılamadığı için satılıp, para paylaşılıyor." Turgay Artam hala Türkiye'de yeteri kadar koleksiyoner olmadığı kanısında. Ama son 10 yıldaki gelişimin umut verici olduğunu söylüyor: "Yeni zenginler gelip 'Bize koleksiyon oluşturur musunuz?" diyorlar. Özellikle İslam eserlerine ilgi son 10 yılda çok arttı. Bir de her odasını farklı döşeyenler var. Bir odasına fermanlar, kavuklar, Kuran-ı Kerim'ler koyuyor, diğer odasını çağdaş resim ve heykellerle donatıyor. Bu da son günlerde öne çıkan bir akım." Müzayededeki eserlerin muhammen bedellerinin toplamı 10 milyon lirayı geçiyor. Ancak Turgay Artam eserleri 20 milyon liradan sigortaladığını söylüyor. Osman Hamdi Bey tablosu dışında da birçok eserin rekor kırmasını beklediğini söyleyen Artam, üç saatte 10 milyon liralık eserin el değiştireceğinin altını çiziyor.

Antik A.Ş. olarak Turgay Artam ve ekibi ücretsiz ekspertiz yapıyor. Günde yaklaşık 15-20 eve ekspertiz olarak gidiyorlar. Ayrıca günde ortalama 50 kişi de eserini kaptığı gibi soluğu Antik Palace'ta alıyormuş. Hepsinin hayali aynı: Ellerindeki eserin yüz binlerce lira etmesi. Birçoğu hayal kırıklığına uğrarken aralarında çok değerli eserler getirenler de oluyormuş. Turgay Artam 16 Aralık'ta satışa çıkacak bazı değerli hilyelerin evlerden şans eseri toplandığını söylüyor: "İnsanlar evlerine asmış, eski bir yazı sanıyor. Oysa çok değerli hattatlara ait eserlerle karşılaşıyoruz. Bunları alıp müzayedelerde yüz binlerce liradan satıyoruz. Sahipleri piyangoda büyük ikramiye kazanmış gibi seviniyor. Özellikle Erenköy tarafındaki evlerde bugün hala çok kıymetli hilyeler, el yazması Kuran'lar var."

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 02.12.2012

SEKİZİNCİ TEPEDEKİ SULTAN CAMİSİ

 


Şehzade Camisi (solda) ve Mescid-i Nebevi.

 

Sinan'ın Şehzade Camisi'nin bir taklidi olan Sultanahmet Camisi'nden, yani kopyanın kopyası olmaktan öteye geçmeyen bu camiler, neden ısrarla inşa edilir?

 

Evet şaşırıyoruz! Ultramodern AVM’ler, çeşit çeşit siteler, binbir türlü havaalanı terminali, cins cins tatil köyü, gökleri delen ofis binaları varken nasıl olur da cami mimarimiz bu kadar sıradan kalabilir? Sinan’ın Şehzade Camisi’nin bir taklidi olan Sultanahmet Camisi’nden, yani kopyanın kopyası olmaktan öteye geçmeyen bu camiler, neden ısrarla inşa edilir? İşte Kocatepe, işte Ataköy, şimdi de Çamlıca! Yüzlerce aynı tarz mahalle mescidi de cabası. Birkaç farklı deneme hariç hepsi birbirinin benzeri, hele şu anıtsal örnekler yok mu sanki alternatifsiz!


Tarihe kısa bir bakış öğretici olabilir. Kur’an-ı Kerim’de bir cami tasviri bulunmadığını hatırlamak gerek. Kur’an’da mescid olarak geçen ama tarifi yapılmayan ibadet yeri, Hz. Muhammed’in “Yeryüzü mescid kılındı” ifadesiyle pekişerek, herhangi bir mimari mekanla sınırlandırılamayacağını gösterdi. Zaten ‘mescid’ kelime olarak da mimari bir mekan tanımlamaz, “ibadet için secdeye yatılan yer” anlamına gelir. Bu geniş anlamından dolayı olsa gerek yeni dinin tebliğinden önce de var olan Mescid-i Haram yani Kabe, Kur’an’da mescid olarak geçer. Daha sonra Medine’de inşa edilen Hz. Muhammed’in camisi de Mescid-i Nebevi adını taşır. 

Ortadoğu’da din ve devlet 
Peki cami neydi? Cuma namazı için kullanılan büyük camilere ‘el-mescidü’l cami’, yani ‘cemaati toplayan cami’ dendi. Miladi 10. yüzyıldan itibaren ‘mescid’ ve ‘cami’ birbirinden ayrıldı.

 
İçinde minber bulunan Cuma camilerine ‘cami’, minbersiz küçük olanlara ise ‘mescid’ dendi. Medine’de Hz. Muhammed’in konut alanının yanındaki, içinde elçileri kabul ettiği mescid, ileride ortaya çıkacak olan ‘darülimare’, yani hükümet merkezi ve cami ilişkisine örnek teşkil etti. İlk mescid, Peygamber’in sadece Allah’a itaat için değil, toplumsal hayatı da düzenleyen söylevlerini verdiği yerdi. Daha sonra, hemen her zaman cuma camisinin yanına inşa edilen ‘darülimare’, dini ve mülki idare birlikteliğini simgeledi. Halifeler, devleti en büyük cami ve yanındaki saraylarından yönetti. Caminin minberi, halifenin Müslümanlar üzerindeki otoritesinin aracısı oldu. Mescid ve cami, ikisi de çok işlevli yapılardı. Cami her zaman Ortadoğu kentlerinin merkezinde en önemli konumda yer aldı. Konu, Ortadoğu’daki din-devlet ilişkisinin özel durumu üzerine düğümleniyor. Asur İmparatorluğu’ndan günümüze bu ilişki pek değişmedi. Dini kontrol eden aynı zamanda devleti yönetti. Cami her zaman sarayın yanıbaşında oldu.


Bağdat’taki İslam halifesi, Anadolu ’daki Selçuklu sultanlarının otoritesini tanır ve onlara unvanlar verirdi. Örneğin, I. İzzeddin Kaykavus’un Halife tarafından verilen unvanı, ‘es-Sultanü’l-Galib’di. Bu unvanlar, Konya ’daki Alaeddin Camii’ndeki kitabelerde görülür. Dolayısıyla Selçuk-Türkleri o dönemdeki adıyla Rum ( Roma ) ülkesinde halifenin temsilcisiydi. Osmanlı sultanları da bu geleneğin devamında, Kureyş sülalesinden olmamalarına rağmen, Mekke ve Medine ile hac yollarının kudretli koruyucusu olarak halifelik rolünü yeni bir yorumla devraldılar. Halil İnalcık’ın belirttiğine göre, “Osmanlı sultanlığı 16. yüzyılda devlet idaresini şerileştirdi”. İstanbul ’un yedi tepesinde inşa edilen camiler, kitabelerinden anladığımız gibi bu dönüşümün simgesi oldu. Topkapı Sarayı’nın hemen dışında, sultanların ‘Cuma Selamlığı’ denilen merasimle namaza çıktığı eksenin bir ucunda Aya Sofya, diğerinde Saray’daki ‘arz odası’ bulunur, ikisi arasındaki yolculuk siyasi otorite ve dini otorite arasındaki gidiş gelişlerin simgesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmanın pek güç olduğunu, Osmanlı tarihi bize gösterdi. Sultanlar 19. yüzyılda Topkapı Sarayı’nı terk etti ama bu düzen değişmedi. Boğaz boyunca inşa edilen sultan saraylarının her zaman anıtsal bir cuma camisi oldu. 

Sinan’dan sonra 
Sinan sonrası Osmanlı mimarları, Şehzade Camii’ni boşuna örnek almadı. Sinan’ın Muhteşem Sultan Süleyman’ın emriyle tasarladığı bu cami ana kubbe ve dört yarım kubbesi ile en yalın ve bütünleşmiş ibadet alanını sundu. Eyvanlı kapalı avlu geleneğinin Anadolu’da Konya, Bursa ve Edirne’deki denemelerden sonra ulaştığı en üst ve özgün aşamaydı. Sultanahmet, Yeni Cami, Yeni Fatih Camii gibi yapılarda onu tekrarladılar. Hem 16. yüzyılın, hem Osmanlının hem de şeriatın simgesiydi. Daha geç dönemde Laleli, Eyüp, Nur-u Osmaniye, Ayazma, Nusretiye, Dolmabahçe, Ortaköy, Yıldız, Aksaray gibi daha küçük camilerde dört yarım kubbenin ihtişamını uygulayamadılar. Çünkü bu ölçekte mümkün değildi, hatta çirkin olurdu. Bugünün tersine Osmanlı sanatta güzelden anlardı. Bu binalarda kare plan içindeki merkezi kubbe ile sultanın dini ve siyasi otoritesi simgelendi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde camiler iyice küçüldü. Örneğin Mimar Kemaleddin’in Bebek Camisi ya da D’Aranco’nun Karaköy Camisi böyleydi. Bu sonuncu art noveau yapı kimseyi mutlu etmemiş olacak ki, 1958’de yok edildi. Türkiye ’nin muhafazakar yüzü, 1950’lerden sonra yeni bir simge arayışındaydı. Kocatepe Camisi dört yarım kubbeli mimarisi ile Osmanlı’nın dönüşünü ilan etti. Eğer bugün bir Roma tiyatrosunu birebir inşa ederseniz “Roma’nın dönüşü denmez mi?”; işte aynı şekilde. 

Giderek küçüldü ama 
Kocatepe’den önce ve sonra bazı modern cami denemeleri yapıldı. Kınalıada, Etimesgut, Gölbaşı TEK, Derinkuyu, Meclis, Buttim, Şakirin, Yeşilvadi, Doğramacızade, Sancaklar camileri gibi. Ama, heyhat! Bunlar hep yerel kaldı. Nitelikli mimar, zanaatkar ya da başka tasarımcıların elinden çıkan minyatür camilerdi bunlar. Aralarında idari sistemin hemen yanıbaşındaki Meclis Camisi bir mucize gibiydi. Bulunduğu arazi ile uyumlu, betondan olmasa ‘ekolojik’ bile denebilecek bir yapı. Esin kaynağı prototipik bir cami modeliydi; biraz Arap, biraz Osmanlı geleneği karışımı. Öte yandan siyasi söylemin hem bu kadar merkezinde, hem de onun dışında kalma gibi bir konumu oldu. Ulaşımı zor meclis bahçesinde ‘saklı bir inci’ olarak kaldı. Bu camiler, belki de dünya üzerinde kullanıcıları tarafından bir ‘simge’ olması en fazla istenen ibadet mekanından bekleneni yerine getiremedi. Tasarımcılarının özellikle kaçındığı şey yayılmalarını engelledi. Bu nedenle daha çok mahalle mescidi olarak kalıp, ölçek büyütemedi.


AKP ’nin üniversalist İslam anlayışı, yeni bir dönemi kurgulama iddiası taşır. Sene 2023 için başkanlık sistemini, ayrıca Ortadoğu liderliği ile muhafazakarlığı içine sindirmiş bir toplum öngörür. Anayasa ve ilişkili pek çok kanun, yasa ve yönetmeliğin değiştirilmesi sultanların yasa-yapıcılığını da gündeme alır. 21. yüzyıl, “muhteşem yüzyıl” hayallerini yeniden canlandırdı. Kanuni, Süleymaniye’yi İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine inşa ettirdi. İstanbul’un sekizinci tepesinde, yani Çamlıca’da, inşa edilecek yeni sultan camisi dört kubbeli Şehzade’nin betondan yapılmış devasa bir kopyasından başka tarzda olamazdı. Bakalım bu proje, saray ile cami arasındaki Cuma Selamlığı törenini de geri getirecek mi?

Radikal İki, Yazı: Prof.Dr. Ali Uzay Peker, 02.12.2012

'ÇIPLAK, KUŞ VE HAYALET' 400 BİN TL'YE SATILDI

 


Türk resim sanatına damgasını vurmuş ressamların eserlerinin yer aldığı 23. Artı Mezat Modern ve Çağdaş Türk Sanat Müzayedesi, dün Divan Otel’de düzenlendi. Artı Mezat’ın sahibi Jale Tantekin tarafından yönetilen ve 100 eserin satışa sunulduğu müzayedede en büyük çekişme Erol Akyavaş’ın “Kimya-i Saadet” adlı dizisinde yer alan “Kızıl Ferman” ve Ömer Uluç’un “Çıplak, Kuş ve Hayalet” isimli eserlerinde yaşandı.

Sanat camiası tarafından birer “başyapıt” olarak adlandırılan bu eserlerden 200 bin TL’den satışa sunulan Erol Akyavaş’ın “Kızıl Ferman”ı 300 bin TL’ye, 370 bin TL başlangıç fiyatıyla sunulan Ömer Uluç’un “Çıplak, Kuş ve Hayalet”i 400 bin TL’ye isimlerinin açıklanmasını istemeyen koleksiyonerler tarafından satın alındı. Zeki Faik İzer’in “Balık Ağları” 170 bin TL’ye, Burhan Doğançay’ın “Kent Duvarları” 105 bin TL’ye, yine Burhan Doğançay’ın “Kompozisyon” isimli eseri 190 bin TL’ye, Fikret Mualla’nın “Sokak” ve “Yeşil Sofra” isimli eserleri 70’er bin TL’ye, Ahmet Güneştekin’in “Ağlarken Güldürenler” isimli eseriyse 35 bin TL’ye alıcı buldu.

Habertürk, Haber: Ayhan Yıldız, 02.12.2012

'BOYNUZLU AT'IN AHIRI GERÇEK Mİ?

 

Kuzey Kore Tarih Enstitüsü, başkent Pyongyang'da Antik Kore Krallığı Koguryo'nun kurucusu Kral Tongmyong'a ait olduğu iddia edilen efsane boynuzlu ata ait barınağın bulunduğunu iddia etti.

Tapınağa ait arazideki kaya mağarasının üzerinde "Boynuzlu At" yazdığı belirtildi. Ancak Kuzey Kore'nin resmi devlet ajansında yayınlanan bu açıklama bazı arkeologlar tarafından "Tamamen hayal ürünü" denilerek yalanlandı.

Sabah, 02.12.2012



İŞTE O İBRETLİK GÖRÜNTÜ

 

  

 

Hem uzmanların anlattıkları hem de fotoğraf karelerine yansıyanlar ülkemizde define olayının ne boyutlara ulaştığını gözler önüne seriyor.

Samanyolu Haber Televizyonu Haber Özel programı'nda define avcılarının nasıl kandırıldığı ve verdiği zararlar masaya yatırıldı.


Sunucu Mahir Etyemez 'in konukları Define Araştırmacıları Abdullah Vecdi Çoban ve Dr. Şeniz Atik 'ti. Defineci olarak Türkiye'nin dört bir yanını dolaşan uzmanlar; bu konuda halkın duygularının ciddi manada sömürüldüğünü dile getiriyor. Elden ele dolaşan, kişilerin birbirlerine para karşılığı sattıkları define haritalarının hepsinin uydurma olduğunu söyleyen uzmanlar bunların toplumu sömürmek için kurulan rant düzenekleri olduğunu belirterek vatandaşları uyarıyor.

Haberin içerisinde yer alan fotoğraflar Çatalca İnceğiz'den.. Havadan çekilen bu görüntüler yeryüzünün define uğruna köstebek yuvası gibi nasıl delik deşik edildiğini açıkça gösteriyor.

Samanyolu Haber, 01.12.2012

BEŞ ASIRLIK CAMİYE KAPSAMLI RESTORASYON

 

 

İstanbul'un tarihe tanıklık eden meydanına da ismini veren, 5 asır boyunca depremlere, yangınlara meydan okuyarak ayakta kalan Beyazıt Camisi, zamanın neden olduğu yaralarının sarılması ve gelecek nesillere aktarılması için restore ediliyor. Restorasyon için temmuzda yapılan ihalenin ardından, caminin çevresi saçla çevrilerek çalışmalar başladı. Restorasyon çalışmaları nedeniyle camideki küçük bir bölümde ibadete izin veriliyor. Tahminen 6 milyon liraya mal olacak caminin restorasyon çalışmalarının 2 yıl sürmesi bekleniyor.

Vakıflar İstanbul Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, Beyazıt Camisi'ndeki restorasyon çalışmaları hakkında bilgi verdi. Özekinci, Beyazıt Camisi'nin İstanbul'da orijinalliğini koruyabilmiş en eski selatin cami olduğunu belirtti. Zemininin sağlamlığına vurgu yapan Özekinci Mimar Sinan'ın yaptığı ilave kemerin de önemli rolü olduğunu söyledi. Özekinci, yapılacak çalışmaları şöyle anlattı: "Geçen yıl Hünkar Kasrı yanmıştı. Öncelikle Hünkar Kasrı'nın restorasyonu tamamlayacağız. Daha sonra kuruldan onaylı projeler doğrultusunda camimizin kurşunlarını yenileyeceğiz. Kurşunlar açılacak, Horasan harçlarına, çamurlara bakılacak. Çatlaklar varsa onarılacak. Caminin 1999 depreminde aldığı küçük çatlaklar var. Bu çatlakların etrafını açacağız. Daha sonra kalem işi raspalar yapılacak. Dış cephelerdeki kirlilik çevre kirliliğine mikro kumlama ve benzeri yöntemlerle hem taş temizliği hem de mermer temizlikleri yapılacak. Temel prensibimiz yaptığımız çalışmalarda 'minimum müdahale, maksimum koruma' orijinine, aslına sadık kalınarak camimiz bitirilmeye çalışılacak. Bittiğinde bugünden çok daha farklı ve hoş bir manzarayla karşılaşacağız.''

Sabah, 01.12.2012

BURSA'NIN 2300 YILLIK SURLARINA AİT TARİHİ KAPILAR BİR BİR RESTORE EDİLİYOR

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yaklaşık 2 bin 300 yıllık Bitinya surlarını ayağa kaldırma çalışmaları kapsamında restorasyonu tamamlanan Tahtakale’ye açılan Yokuş Caddesi’ndeki tarihi kapı, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da katılacağı törenle, kent siluetindeki yerini alacak.

Büyükşehir Belediyesi, yaklaşık 2 bin 300 yıllık bir geçmişi olan tarihi bulmacada taşları bir bir yerine koyuyor. Bitinya döneminde yaptırılan 14 burç ve 6 kapısı bulunan 3 bin 400 metre uzunluğundaki surlarla ilgili verileri tarihin tozlu raflarından titiz çalışmalarla çıkaran Büyükşehir Belediyesi, tarihi surların Tahtakale’ye açılan kapısı olan Yokuş Cadde Tahtakale Kapısı ve bağlı burç ile surlardaki restorasyon çalışmalarını tamamladı.

Kentin farklı noktalarındaki hanlar, hamamlar yeniden işlevlendirilerek yaşamın bir parçası haline getirilirken, yaklaşık 2 bin 300 yıllık geçmişi bulunan Bitinya döneminden kalma Bursa surları da bu dönem de tüm ihtişamıyla kent siluetindeki yerini alıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin, Osmangazi Belediye Başkanlığı döneminde başlattığı ve ilk olarak Saltanat Kapı’nın ortaya çıkarıldığı sur çalışmaları bu dönem hız kazandı. Kent siluetinin önemli bir parçası olan, 14 burç ve 6 kapısı bulunan 3 bin 400 metre uzunluğundaki surların Tahtakale semtine açılan kapısı olan Tahtakale Kapısı tarihi kaynaklardan elde edilen verilerle yeniden ayağa kaldırılırken bununla birlikte 2 adet burç ve aralarındaki sur duvarların da restorasyon çalışmaları bitti.

Bir bölümü 1855 depreminde yok alan bir bölümü de yıllar önce belediyeler tarafından yol açılması için yıkılan tarihi burç ve surlar tüm ihtişamıyla kent siluetindeki yerini alıyor. Restorasyonu tamamlanan tarihi Tahtakale Kapısı da 2 Aralık Pazar Günü Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da katılacağı törenle kent siluetindeki yerini alacak.

Show Haber, 30.11.2012

TAKSİM'E KIŞLA YAPMALI MIYIZ?

 

Günümüzde Taksim Meydanı’nda tam bir kargaşa ve kaos yaşanmaktadır. Motorlu araçlar; otobüsler, minibüsler, otomobiller ve insanlar karmakarışık bir şekilde bu alanda yer alırlar. İnsanlar motorlu araçların her türlü tehlikesi altında kaza, gürültü, zehirli gaz, vb. korkulu ve endişeli bir şekilde yaşamaya çalışırlar. Meydanın özellikle Batı kenarı tanımsız ve tarifsiz bir durumdadır. İstiklal Caddesi ise doğru bir uygulama olarak yayalara ayrılmıştır.


Meydanın tekrar tasarlanması 1987 yılında gündeme gelmiş ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından yarışmaya açılmıştı. Yarışmaya katılmış olan projelerden hiçbirisi uygulanmamış ve mevcut durum giderek artan olumsuz gelişmelerle günümüze kadar gelmiştir. Bu arada 1997 yılında az sayıda “davetli mimarlar” arasında bir proje ihalesi açılmış ve o girişim de sonuçsuz kalmıştır.


1997 yılında söz konusu meydan için bir ön proje tasarladım. Taksim meydanı tümüyle yayalara ayrılmalı ve yaya sisteminin jeneratörü olmalıdır. Böylece, gündüz ve gece insanların güven ve huzur içinde sosyo-kültürel eylemlerini sürdürebilmeleri için motorlu taşıtlar yer altına alınmışlardır. Projemdeki ilk ve önemli öneri budur.

REVAKLARI GETİRELİM
Tarihteki meydanları incelediğimiz zaman onların binalarla, arkatlarla, revaklarla, sütunlar ve ağaçlarla tanımlandığını görebiliriz. (Sırası gelmişken, kültürel varlıklarımızdan, Mimar Sinan ve Mimar Mehmet Ağa’nın yaptıkları ve Arapların istemediği Kabe’deki revakları mutlaka ülkemize getirtelim).


Önerimde, meydanı tanımlayan ve tarifleyen paslanmaz çelikten yapılmış ince ve zarif kolonlardan oluşan bir sistem yer alır. Bu sistemi, malzemesi minimuma indirgenmiş stilize revaklar olarak da düşünebiliriz (Heykeltıraş Giacometti’nin heykellerindeki felsefesine benzer biçimde).


Bu kolonların uçlarına takılmış ve çapı yaklaşık 30 cm olan cam küreler özellikle hava karardıktan sonra yandıklarında meydanı ve Cumhuriyet Anıtı’nı inciden bir kolye gibi sararak çok güzel ve canlı bir atmosfer yaratacaktır. Projemde 1940’larda yapılan ve 70’lerde yıktırılan, gerek meydanın Batı yönünü dairesel formuyla çok başarılı olarak tanımlayan, gerekse içerdiği yeme, içme, dinlenme ve eğlence fonksiyonlarıyla meydana sosyo-kültürel açıdan olumlu katkılar sağlayacak olan “Kristal Gazino” yapısının bir benzerinin iki katlı olarak tekrar yapılmasını önermekteyim.

 

Projedeki diğer önemli bir özellik modern Cumhuriyetimizin simgesi olan anıtla ilgilidir. 8 Ağustos 1928 tarihinde büyük bir törenle açılmış olan anıt, Pietro Canonice, Sabiha Hanım ve Hadi Bey adındaki heykeltıraşlar tarafından malzemesi İtalya’dan getirtilerek yapılmış olup, çevre düzenlemesiyle kaidesinin tasarımı da mimar Guilio Mongeri’ye aittir. Anıtın bir yüzü Kurtuluş Savaşı’nı, diğer yüzü de Cumhuriyet Türkiye’sini simgeler. İstiklal Caddesi tarafındaki kompozisyonda sivil giysileriyle Atatürk, yanında İsmet İnönü, sağında Fevzi Çakmak, onların arasında iki Sovyet generali K.Y. Varoşilov ve M.V. Frunze ve devamında diğer figürler yer alırlar. Harbiye yönündeki cephede ise Mustafa Kemal üniforması ve kalpağıyla askerlerinin önünde Kocatepe’dedir.


Bu güzel sanat eserinin meydanda daha önemli ve çarpıcı bir etki yaratabilmesi için onun 2.10 metre kadar yükseltilecek olan kesik koni şeklindeki bir platformun üzerine konulmasını öneriyorum. (Söz konusu projem YAPI, No.186, s.44-45, 1997 dergisinde yayınlandı, aynı yıl İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na gönderdim). Meydan kaplaması için de Sarıkaya Bej mermer, Eskişehir uygun olabilir.


15 yıl sonra Büyükşehir Belediyesi’nce hazırlanmış olan projenin benimkiyle benzerlikleri mevcut; ama önemli bir fark var: 1940’larda yıkılmış olan Taksim Kışlası’nın yeniden yapılması söz konusu. Kişisel olarak bunu hiçbir zaman düşünmedim; ancak mutlaka yapılacak olursa, gerek düşünsel ve gerekse uygulama alanlarında çok tartışma yaratacak gibi gözüküyor. Yapının tümü yerine, sadece cephe duvarının makul büyüklükte karakteristik bir parçası inşa edilerek yapının bir zamanlar oradaki varlığı simgelenebilir. Ayrıca minyatür bir müze yapılarak maketler ve görsel-işitsel medyayla meydanın tarihi anlatılabilir.

RÖLEVELER SAĞLIKLI MI?
2012 Mart ayında çizmiş olduğum ikinci perspektife Taksim kışlasını da ilave ettim ve zemin katına eğlenme, yeme-içme, kafeler, bistrolar vb. fonksiyonları önerdim. (12 Mart 2012 tarihli kışlayı da içeren ikinci perspektifimi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Kadir Topbaş’a 26 Mart 2012’de gönderdim). Fakat kışlanın sağlıklı rölöveleri mevcut mudur?


Olsa bile, bu garip oryantalist yapının mimari detaylarını tam olarak uygulayabilecek imkanlara  malzeme, işçilik, teknoloji vb. sahip miyiz? Ve bunu yapmalı mıyız? Sonuçta yeniden canlandırılacak olan replika’nın ya da kitsc mimarinin değeri ne olacak?


Atatürk’ün bizzat davet ettiği ünlü uzman mimar-şehirci Henry Prost’un tasarımı olan “2 Numaralı Park” Taksim’den başlayarak Dolmabahçe Vadisi’ni takiben İnönü Stadyumu’na kadar devam eden harika bir yeşil alandı. Fakat 1950’den sonra bu parklar oteller ve gökdelenler için arsa olarak görülmeye başlandı ve önce Hilton, onu takiben Ceylan, Hyatt-Regency, Ordu Evi, Swiss Bosphorus, Ritz yapıldı ve şimdi de Taksim kışlasıyla park bitirilecek! (Tabii kışlanın iç bahçesi olacak ama kendi başına, kapalı bir alan!)


Sunmuş olduğum bir ön projedir, konsepttir, eksikler olabilir. Uygulama projeleri birçok uzmanla birlikte detaylı olarak hazırlanır, sonra sıra uygulama aşamasına gelir. Projelerde, gelecekte istenmesi halinde dış etkenlerden korunma amaçlı olarak bütün meydanın üstünü örtebilecek bir sistemin altyapısının strüktürünü de şimdiden tasarlamak gerekecektir. (Örneğin Buckminster Fuller’ın metal ve plastikten yapılan “Jeodezik Kubbe” (Geodesic Dome) strüktürü gibi).
Bu çalışmalarımın sadece bir tek amacı var, o da İstanbul’a bir katkıda bulunabilmek!

Milliyet, Yazı: Prof.Dr. Enis Kortan, 30.11.2012



******


TAKSİM'İN ÇIĞLIĞI

 

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay dahi "Ağaçları yok etmeyelim" deyiverdi sonunda...

Evet, eğer tartışmalı Taksim projesi öngörüldüğü gibi ilerlerse İstanbul'un ender yeşil alanlarından biri tarihe karışacak. Gezi Parkı'nda yüzlerce kadim ağaç kesilecek. Kurbanlar kırmızıyla işaretlenmiş. Görünce kanım dondu, aklıma Alevilerin evlerine sinsice atılan çarpılar geldi. Projeye direnen çevreciler, işaretlenen ağaçlara kendi ördükleri rengarenk yün "çorapları" giydirmişler. Belediyeciler çorapları sökmeye çalışmış ama becerememişler. Minik bir zafer. Ama olsun yine de bir zafer.

 

Parkın yanında dalış tünelleri kazmak üzere Cumhuriyet Caddesi'nde gazetemizin iki adım ötesinde bir dizi dükkan zorla tahliye ettirilmiş. Esnaf lehinde çıkan mahkeme kararlarına rağmen. Nasıl mı? Dükkanlara erişimi bariyerlerle engelleyerek. Nöbet tutan güvenlikçiler "Buraya girmek yasak" diyorlar. "Ama seyahat şirketinden biletimizi almamız gerekiyor" deyince homurdanarak geçmemize izin veriliyor. Boşuna. Uzun süre gitmemekte inat eden acente sahibi de pes etmiş sonunda. Dükkanı diğerleri gibi boş.

 

Yanımda projeyi durdurmak için örgütlenen Taksim Platformu üyesi Mine Özerden var. Boğaziçi matematik profesörü Betül Tanbay ve mimar Korhan Gümüş ile birlikte parkta Boğaz'a nazır çay bahçesinde durumun vahametini anlatmaya koyuluyor. Konumuz İstanbul'un kalbi. Maç sonrası kutlamalarının, başörtüsü eylemlerinin, yılbaşı gecelerinin, kısaca yıllardır milyonlarca İstanbullunun ifade alanı Taksim Meydanı vatandaşlara danışılmadan oldu bittiye getirilip sıfırdan dizayn ediliyor. Hançerleniyor, insansızlaştırılıyor, sterilize ediliyor, soylulaştırılıyor, ruhsuzlaştırılıyor. Gezi Parkı'nın yerine 1939 yılında İnönü'nün talimatıyla yıkılan Topçu Kışlası yeniden yapılıyor. Altına kafeler, sanat galerileri, ortasına da buz pateni ringi. Sonuç: Boğazı seyrederek iki liraya alıp yudumladığınız çay 10 liraya fırlayacak. Kuşlar, simitçiler, sokak köpekleri yok olacak.

 

Meydanın kendisi ise tümüyle yayalaştırılacak. Trafik Cumhuriyet, İnönü ve Mete caddelerini yaran dev tünellerle yer altına alınacak. Böylece meydan ve çevresi arasındaki bağ koparılacak. Turisti, travestiyi, zengini, fakiri, Roman'ı, Kürt'ü, dindarı, anarşisti hepsini bir arada görebildiğimiz, Özerden'in deyişiyle Türkiye'nin tek "özgür" alanı Taksim, beslendiği arterlerden koparılacak: "Taksim kendi tarihindeki tüm dayatmacı zihniyetlere ve baskılara rağmen kültürel çeşitliliğini korumayı becerebilmiş önemli bir kişisel ve toplumsal bellek mekanı. Halkın sağduyusunu kaybetmeden bir arada durmayı deneyimlediği, hak taleplerini de ifade edebildiği, zaman zaman ağır kayıplar da verdiği önemli bir dünya meydanı."

 

Ancak yine platform üyelerinin de vurguladığı gibi laik kesimin projeye karşı ürettiği "Rejim elden gidiyor" söylemi çelişkili. Gezi Parkı, Kemalistlerin "halka" Batı kültürünü aşılama ürünü değil miydi? Kaldı ki Gümüş'ün vurguladığı gibi şu anki Taksim projesi ilk olarak Dalan zamanında pişirilmişti. Üstelik proje geçen yıl belediye meclisinden CHP'lilerin de oylarıyla geçmiş. Buradaki en temel sorun, tüm Türkiye'nin ifade alanı olarak benimsenen Taksim Meydanı ve civarının vatandaşların görüşleri alınmadan bir dayatmayla değiştiriliyor olması.

 

Esas mesele Taksim'e cami yapılıyor olması değil sürücülerin saatlerce dalış tünellerinde egzoz soluyacak olmaları. Esas mesele Topçu Kışlası'nın ihyasının yarışmayla değil ihale yoluyla kendi elemanı olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi "Alan Yönetimi Başkanı" Halil Onur'a verilmesi.

Benzer süreç Ankara'da da yaşanmıştı. Türkiye'nin kanaatimce en güzel caddesi, Atatürk Bulvarı yine dalış tünelleri marifetiyle yarılmış, ortaya konan korkuluklar yüzünden Cumhuriyet döneminin en güzel mimari örneklerini teşkil eden yabancı elçilik binaları görünmez hale gelmiş, Ankara'nın ruhu çalınmıştı. Ama Taksim için henüz geç kalınmış değil. Evet meydanda yapısal sorunlar diz boyu. Belediye otobüsü parkı olarak kullanılmasından tutun, metro çıkışının kaldırıma bitişik olmasına ve özürlü vatandaşlar için herhangi bir doğru dürüst düzenleme yapılmamasına kadar bir sürü ucubelik var. Gümüş'ün ifade ettiği gibi bunlar kolayca düzeltilebilir. "Kentsel dönüşüm" adı altında yeni yeni beton yığınları dikerek, rant kapıları yaratarak değil.

Habertürk, Yazı: Amberin Zaman, 01.12.2012

 

******


CAMİLİ, KIŞLALI TAKSİM BÖYLE OLACAK

 

 

İstanbul’un gece hayatı ve sosyal yaşamının merkezi Taksim Meydanı, son günlerde yeni projelerle gündemde. VATAN Muhabiri İlker Akgüngör’ün çektiği yaklaşık 300 derecelik fotoğraf, şantiyeye dönen Taksim’in son durumunu da gözler önüne seriyor. Projelerin ilk ayağı Tarlabaşı’ndan Harbiye uzanan Cumhuriyet Caddesi’ndeki 400 metrelik battı çıktı tünel. Tünelin çalışmasında kazı kısa sürede derine inerken, meydana geçiş hala geçici üst geçitten sağlanıyor. Bu projeyle meydan yayalaşacak. Tünelle birlikte Taksim’in yapısını değiştirecek ve bitiminde etkinlik alanı ile şehir müzesini barındıracak Topçu Kışlası Projesi Anıtlar Kurulu’nda onay aşamasında. Gözlerin Taksim’e çevrilmesine neden olan bir başka çalışma ise Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı cami projesi. Meydandaki su makseminin arkasında kalan otoparka inşaa edilecek Taksim Camii, 2 bin 600 metrekareye yapılacak.
Vatan, 02.12.2012

RADİKAL HALİÇ'TE BOĞULDU

 

 

"UNESCO" İstanbul’a gelmiş, endişeyle izlediği Haliç Metro Köprüsü’nü beğenmiş...

 

Haliç’te inşaatı devam eden metro köprüsünü , kentte yaşayanların büyük çoğunluğu görmemiş olabilir; doğaldır da. Öyle ya, “ucu olmayan şehrin” neresinde ne olduğunu, nelerin eklenip nelerin eksildiğini görme şansımız yok. Bu yer İstanbul’un merkezi bile olsa...

Gazeteci bu anlamda bizim gözümüz, kulağımız. Hele gördüğünü gördüğü gibi, dinlediğini de dinlediği gibi aktarıyorsa. Sağolsunlar. Gitmesek de, görmesek de, örneğin, Haliç’te bir köprünün inşa edilmekte olduğunu ve bu yapıyla ilgili gelişmeleri, tartışmaları onlar sayesinde öğrenebilmemiz lazım. Ama dikkat! Sadece Radikal okuyan biri, gitmediği, görmediği o köprünün bir mimarlık şaheseri olduğunu ve dünyanın da bu eser karşısında saygıyla eğildiğini sanabilir.

25 Haziran: “UNESCO’yu bir haftada ikna ettik”

Gazetede, köprüyle ilgili ilk röportaj 25 Haziran’da Ömer Erbil imzasıyla yayınlandı. Köprünün mimarı Hakan Kıran’la yapılan söyleşinin sadece başlığını ve spotunu aktarıyorum: 

UNESCO’yu bir haftada ikna ettik” ve “İstanbul, Dünya Mirası Listesi'nde kalırken Haliç Metro Geçişi Köprüsü'nün mimarı, 'UNESCO bizi şaşkınlık içinde dinledi' dedi”.

 

Röportaj aynı zamanda UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin 19-29 Haziran tarihlerinde Paris’te gerçekleşen yıllık toplantısı hakkında Türkiye basınında yer bulan ilk haber niteliğini taşıyordu. Ancak, görüleceği üzere toplantının bitmesine henüz üç gün vardı ve “Hakan Kıran’ı şaşkınlık içinde dinleyen” ve “bir haftada ikna olan UNESCO” henüz kendi ağzından, ne kadar ikna olduğunu söylememişti. Bir Birleşmiş Milletler kurumu olan Dünya Kültür Miras Komitesi, ciddiyeti gereği, zaten toplantı sona ermeden kararını açıklayamazdı. Nitekim karar metnini bir hafta sonra, 7 Temmuz’da yayınladı. Şunu söyledi:

“Komite, taraf devletin Haliç Köprüsü’nün detaylı etki değerlendirme raporlarının hazırlanmasına dair, uluslararası uzmanlar rehberliğinde gerçekleştirdiği çabaları görmektedir ve son oturumda geçerli olan köprü tasarımının, kültür varlığının evrensel değerine ciddi bir olumsuz etkisi olacağına dair varılan sonucu, endişeyle dile getirmektedir.”  

 

Kararda “taraf devlet” olarak adlandırılan muhatab İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve evrensel değerinin zarar göreceğinden endişe edilen eser Süleymaniye Camii’ydi. Özetle “köprüden yana endişeliyim” diyordu.

 

İstanbul’un Dünya Miras Listesi’nden çıkarılması gündeme geldiğinden beri, henüz açıklanmamış UNESCO kararları hakkında “haber” yayınlamak, örneklerini daha önce de gördüğümüz, hikayenin tanıdık bölümü.  Açıkçası,Hakan Kıran’la söyleşiyi yapan muhabir Ömer Erbil’in diğer bazı haberlerini de bildiğim için üzerinde çok durmamıştım.

Fakat gazetenin “köprü performansı” bu röportajla sınırlı kalmadı.

 

6 Ekim: “UNESCO gözüyle yeni Haliç”

Hakan Kıran röportajını Ayça Örer’in Prof. Dr Enzo Siviero’yla gerçekleştirdiği, 6 Ekim’de yayınlanan söyleşi izledi. “UNESCO gözüyle yeni Haliç” başlığının kullanıldığı röportaj, “UNESCO adına yeni Haliç köprüsünü değerlendiren Prof.Dr. Siviero, ‘Kenti müze gibi saklayamazsınız. Kentler yaşamalı’ dedi” spotuyla sunuldu. Haberin girişinde de, Venedik Üniversitesi öğretim görevlisi Siviero’nun “ [Köprü] projesini değerlendirmek için Türkiye geldiği ve “UNESCO adına bir rapor kaleme aldığı” vurgusu yapıldı.


“UNESCO adına” rapor hazırlayan bir uzmanın, bu raporu kendisini görevlendiren kuruma sunmak yerine bir gazeteciye anlatmasını şüpheyle karşıladım. Hem, köprü projesinden endişe duyduğunu söyleyen UNESCO durduk yerde neden karar değiştirmiş ve projeyi olumlama yoluna girmişti?

Dürüstçe söyleyeyim, bunu da “eksik bilgiyle haber yapma” alışkanlığına verdim ve bir editoryal kaza olarak değerlendirdim. Konuyla yakından ilgilenmeyen bir muhabir ya da editör için, UNESCO ile bir şekilde bağlantısı bulunan bir uzmanın İstanbul’a gelmesi, “UNESCO adına çalıştığı” algısı yaratmış olmalıydı. Belki de çarpıcı bir başlık atma çabasıydı. Özellikle haberde Ayça Örer gibi güvenilir bir muhabirin imzası bulunması, bir hata yapıldığına dair inancımı pekiştirdi.

 

14 Ekim:  “Tarihi Yarımada'ya 'en az' etki”

Kendi adıma uyandırıcı  gelişme -sürpriz olmayacağı üzere - Ömer Erbil imzalı, 14 Ekim tarihli söyleşiyle geldi. “Tarihi Yarımada'ya 'en az' etki” başlığıyla sunulan haberin ilk paragrafını olduğu gibi aktarıyorum:

“UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi Ürdün temsilcisi ve Haliç’e yapılacak olan metro geçiş köprüsü projesinin denetçisi Prof.Dr. Moawiyah İbrahim, Haliç köprü projesi için ‘Etkisi en aza indirilmiş proje’ değerlendirmesinde bulundu. İbrahim, ‘’Köprünün yapılmasına karşı çıkanları da saygıyla karşılıyorum. Ancak İstanbul’un trafiği ve yaşam koşulları düşünüldüğünde bu projenin de ihtiyaç olduğunu görüyorum. Tarihi yarımadaya en az etkisi olacak şekilde proje yenilendi. Gerek belediye gerekse projeyi hayata geçirenlerin etkinin azaltılması için verdikleri çaba takdire değer görüyorum’’ dedi.
 

Erbil’in aktarımına göre, UNESCO adına köprü projesini denetlemekle görevli Prof. İbrahim, tartışma götürmeyecek şekilde köprünün yapılmasını onaylıyor ve proje sahibi İBB’nin çabalarını taktir ediyordu. (Haber basında da “istenen” etkiyi yarattı; örneğin ön sayfasında "kültür mirası ihbar hattı" kuran ntvmsnbc.com bile haberi “Yeni Haliç köprüsü yapılmalı” başlığıyla yayınladı.)
 

UNESCO ne diyor?
Gazetenin artık düzenli hale gelen “hata” silsilesi şüpheye çok da yer bırakmıyordu. Ama UNESCO adına konuştuğu iddia edilen uzmanların bu kurum tarafından görevlendirilip görevlendirilmediğini yine UNESCO cevaplayabilirdi. Basın müşavirliği yoluyla ilettiğim soruyu Paris'teki Dünya Miras Merkezi Avrupa ve Kuzey Amerika Bölümü’den uzman Junaid Sorosh-Wali cevapladı:  

“Radikal gazetesinde demeçleri yayınlanan gerek Prof. Enzo Siviero’ya ve gerek Prof. Muawiayah Ibrahim’e UNESCO tarafından verilmiş bir görev yoktur. Ancak bu isimlerin Türk yetkililer tarafından atanmış olması en yüksek olasılık. Dolayısıyla UNESCO adına konuşma yetkileri de bulunmamaktadır. UNESCO, bu yanlış bilgilendirme nedeniyle Türk yetkilileri de uyarmıştır.”
 

Kim bu “Türk yetkililer” ?

Peki UNESCO’nun “Türk yetkililer” olarak isimlendirdiği kurum ya da kişiler kimdi? Acaba Dünya Miras Komitesi’nin talep ettiği, köprü için etki değerlendirme raporunu hazırlamakta olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) mi? Prof. Siviero ve Prof. Ibrahim belediye tarafından mı görevlendirilmişti?

 

İBB Basın danışmanlığı 15 Kasım'da bu soruma uzun bir metinle cevap verdi. Özetle; Dünya Miras Komitesi’nin talep ettiği, Haliç Metro Köprüsü’nün çevre etki değerlendirme raporunun hazırlanması için, ICOMOS (Uluslararası Anıt ve Çevre Araştırmaları Merkezi) rehberine uygun olarak, belediye tarafından, bağımsız bir uzman heyet oluşturulduğunu ve “Dünya Miras Alanları için Bağımsız Tarihi ve Görsel Etki Değerlendirme Raporu” hazırlanması konusunda uzman bu iki akademisyenin de kendileri tarafından davet edildiği bilgisini verdi.

Tekrar etmeye gerek var mı bilmiyorum:
Radikal'in “UNESCO adına bir rapor hazırladığını” iddia ettiği Prof. Siviero ve “UNESCO denetçisi” olan Prof. Ibrahim, bağımsız uzmanlardı ve kendilerine UNESCO tarafından verilmiş bir görev yoktu. Köprü hakkında rapor hazırlamak üzere, “işverenleri”, projenin sahibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından davet edildiler.
 

habervesaire.com, Yazı: Gökhan Tan, 29.11.2012

DENİZLİ'DEKİ 2 BİN 250 YILLIK PAZAR YERİ ALIŞVERİŞE AÇILACAK

 

 

Denizli'de 2 bin 250 yıllık antik kapalı Pazaryeri, alışveriş yapılacak hale getiriliyor. Erozyonla toprak altında kalan Tripolis antik kenti, kazılarla günyüzüne çıkarılıyor. 19 antik kentin bulunduğu Denizli'de Hierapolis ve Laodikya'dan sonra en önemlilerinden birisi olan ve Lidyalılar tarafından kurulan Tripolis'in antik kapalı Pazaryeri ve caddeleri, yeni yapılmış gibi ortaya çıkarılmaya başladı. Buldan İlçesi Yenicekent beldesi sınırları içinde yer alan Pamukkale'ye yarım saat uzaklıktaki bir yamaca kurulan Tripolis'in, erozyondan dolayı toprak altında kaldığı için çevredeki en sağlam antik kentlerden biri olduğu belirtiliyor. Denizli Valiliği, Pamukkale Üniversitesi (PAÜ), Buldan Kaymakamlığı, Yenicekent Belediyesi ve TÜRSAB tarafından desteklenen kazıda, beş aylık sürede bir pazaryerinin giriş kapısı ve bazı yolları açıldı. 12 ay kazı çalışmasının yapılacağı yerin, bir yıl sonra turistlere hediyelik eşya satılabilecek hale getirilebileceği ifade ediliyor.

 

Denizli Valisi Abdülkadir Demir, Belediye Başkanı Osman Zolan, PAÜ Rektörü Hüseyin Bağcı ve diğer protokol üyeleriyle birlikte Tripolis kazı yerinde incelemelerde bulundu. Ardından basın mensuplarına açıklama yapan Vali Demir, antik kentin MÖ 200'den önceye dayanan üç önemli kentten biri olduğunu söyledi. Antik dönemde ticaretin ve dokumanın merkezlerden birisi olduğunu ifade eden Demir, önceden bir ay yapılan kazıların 12 aya çıkarılacağını ifade etti: "Bu kazı başlayalı 5,5 ay oldu. İddia ediyoruz ki normal kazılarda belki 15 senede yapılan iş başarıldı. Kazılar başladığında burada sahip olduğumuz değer hakkında bilgimiz yoktu; 5,5 ay sonra açık ve kapalı Pazaryeri bulunmuş ve caddeler tamamen ortaya çıkarılmış. Hocalarımızın şu andaki hedefi, özellikle antik çağda kapalı Pazaryeri olarak kullanılan alanı açarak, önümüzdeki yıl turizmin hizmetine vermek. 2013 yılı sonuna doğru bu Pazaryeri, turistik anlamda satış yapılabilecek hale getirilecek." dedi. Bilimadamlarının verdiği bilgiye göre Tripolis'in en büyük şansının, erozyonlarla toprak altında kalması olduğunu aktaran Demir, "Altını açtığınızda, sanki bugün yapılmış gibi çok sağlam bir yapıyla karşılaşıyorsunuz. O dönemin model kentlerinden bir tanesini görebiliyorsunuz." diye konuştu.

 

Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Bahadır Duman ise bir yamaç yerleşimi olduğu için erozyon toprağıyla dolduğunu, bu yüzden sağlam kaldığını vurguladı. Duman, "Biz 3,4 metre aşağıda yapıları sağlam bir şekilde bulabiliyoruz. Şu anda çatı seviyesinde duruyoruz ama önümüzdeki yıl kazıların sonunda sizi aşağıda karşılayacağız. Burada sadece kapalı Pazaryeri yok, sivil mimariye ait kamu binaları, hamamlar, tiyatro, büyük bir stadyum var. Bölgede bu kadar sağlam başka bir örnek yok." şeklinde konuştu.

 

Rektör Bağcı da arkeolojik araştırmalara ayırdıkları payın bundan sonra önemli bir kısmının, Laodikya'da olduğu Tripolis'e de aktarılacağını açıkladı.

haberler.com, 27.11.2012




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi