25 Kasım - 1 Aralık 2012
|
'MÜZE İÇİN' İSTENİNCE
UÇTU!
Malatya merkezde yakın
tarihi simgeleyen Belediye Binası, Sümerbank ve
Tekel fabrikaları gibi cumhuriyetin ilk dönem
eserlerinin yıkılarak yok edilmesini amaçlayan süreç
ilçe ve beldelere sıçradı. Hasançelebi Beldesinde
bulunan ve kaderine terk edilen 77 yıllık tarihi
istasyon binası bir gecede yıkılarak yok edildi.
Hekimhan Hasançelebi
beldesinde 76 yıllık geçmişi bulunan ve müze
yapılmak istenen istasyon binası bir gecede yıkıldı.
Belde Belediyesinin, tarihi istasyon binasını müze
olarak değerlendirilmesi için tahsis talebinden
sonra yapılan bu yıkım eleştirilere neden oldu. TCDD
5. Bölge yetkilileri iki farklı açıklamalarda
bulunarak kafaları karıştırdı. Bazı yetkililer
“Yıkım sadece ek olarak yapılan ve lojman olarak
değerlendirilen binaları kapsıyor. İstasyon binası
yıkım kapsamında değil.” derken bazı yetkililer “O
binanın tarihi bir özelliği yoktu. Üstelik bina,
belde merkezine uzak bir yerde ve kullanılmıyordu.”
diyerek yıkımın kendileri tarafından yapıldığını ima
ettiler.

Tarihi binanın yıkılması
kasaba sakinleri tarafından “İstasyon binası, bizler
ve beldemiz için çok önemli bir yapı idi.
Anılarımızı, geçmişimizi barındıran yapı bir gecede
yok edildi. Üstelik müze yapılması için girişimlerin
başladığı bir dönemde gerçekleştirilen bu yıkım
akıllara değişik 'acabalar' getiriyor.” sözleriyle
tepki görürken, Malatya Kültür Yaşam Derneği
Başkanı Mimar Abdurrahman Yavuz, “Bu tür yapılar,
beldelerin simgesi olan ve geçmişe tanıklık eden bu
tür yapıların yıkımı hangi gerekçe olursa olsun
onaylanamaz” diyerek yıkımı eleştirdi.
1936 yılında ülke
genelinde tek tip olarak tasarlanan ve Alman
mühendisler tarafından inşa edilen gar ve tarihi
istasyon binası yıkımının, Hasançelebi Belediyesinin
Müze olarak değerlendirilmesi talebini
seslendirmesinden sonra gerçekleşmesi ve yıkıma onay
veren yetkililer tarafından farklı açıklamalar
yapılması da değişik yorumlara neden oldu.
Malatya Haber,
30.11.2012
|
'USTA'YI MİMAR SİNAN'DAN
ALDI
İngiliz Reuters haber
ajansı, Çamlıca Camisi tartışmalarıyla ilgili bir
haber yayınladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
üçüncü dönemini Osmanlı’nın ünlü mimarı Mimar
Sinan’dan ödünç aldığı “usta” sıfatıyla
tanımladığını yazan ajans, “Bu kibirli bir kinaye”
ifadesini kullandı.
Haberde Mimar Sinan’ın
Süleymaniye Camisi’yle16. yüzyılı Osmanlı
İmparatorluğu’nun en yüksek noktasını gösterdiği
hatırlatılırken “Erdoğan da Türkiye’nin en büyük
camisiyle şehrin görünüme kendi izini bırakmak
istiyor... Modern cumhuriyetin kuruluş ilkelerinden
laikliği yavaş yavaş yok eden ve ülkesinin
Ortadoğu’da güç
olarak ortaya çıkmasına öncülük eden Erdoğan’ın
iktidarında Türkiye’nin doğuya yönelimi sembolik bir
anlam taşıyor” ifadeleri yer aldı. Haberde Hürriyet
Dış
Haberler Şefi Emre
Kızılkaya’nın blogunda yazdığı “Avrupa tarafında
Sultan Süleyman, Süleymaniye Camisi’yle şehre izini
koydu. Şimdi birçok kişi Erdoğan’ın şehrin Asya
tarafına kendi izini koymak istediğini düşünüyor”
sözleri yer aldı. Haberde bazı muhafazakar isimlerin
de Çamlıca’daki cami projesini “ucuz replika” olarak
eleştirdiği hatırlatılıyor. Yazıda Erdoğan’ın geçen
pazar günü Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ilgili sözleri
de hatırlatılarak hükümetin Osmanlı
İmparatorluğu’nun üç kıtaya yayıldığı zamanki
İstanbul’un
emperyal geçmişini kucakladığı yorumu yapıldı.
Hürriyet, 30.11.2012
|
|
HOPPER TABLOSUNA 9.6
MİLYON DOLAR
Amerikalı ressam
Edward Hopper’ın yaşadığı New York yakınlarındaki
Cape Cod’da yaptığı resimlerden biri, Christie’s
Müzayedeevi’nde önceki gün yapılan açık artırmada
9.6 milyon dolara alıcı buldu.
‘Cape Cod’da Sonbahar’
adlı resmi alan kişinin kimliği açıklanmadı. Böylece
1967’de ölen Hopper’ın özel koleksiyonlarda kalan
son resmi de el değiştirmiş oldu. Hopper’ın ‘Hotel
Window (Otel Penceresi)’ eseri 2006’da Sotheby’s’in
düzenlediği müzayedede 26.8 milyon dolara alıcı
bulmuştu.
Hürriyet, 30.11.2012
|
RESTORASYON YAPILACAK

AKP Gaziantep
Milletvekili Mehmet Erdoğan, Araban İlçesi'ne bağlı
Hasanoğlu Köyü'ndeki Roma döneminden kalma tarihi
anıt mezarın kurtarılması için, gerekli çalışmaların
başlatıldığını söyledi.
Milletvekili Erdoğan
yaptığı açıklamada, Araban'a bağlı Hasanoğlu
Köyü'ndeki anıt mezarın ve diğer anıt mezarlar ile
bölgedeki tüm tarihi eserlerin de yerinde görülerek
koruma altına alınıp restorasyon çalışmasının
yapılması için çalışma başlatıldığını belirterek,
"Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi desteğiyle ilk
olarak Elif beldesindeki anıt mezarda restorasyon
çalışması başlatıldı. Elif beldesi anıt mezarında
başlatılan restorasyon çalışmaları tüm hızıyla devam
ediyor. Elif beldesi anıt mezardaki çalışmalar
tamamlandığında ikinci olarak Hasanoğlu Köyü'ndeki
anıt mezarda restorasyon çalışması başlatılacak.
Hasanoğlu Köyü'ndeki Roma döneminden kalan tarihi
anıt mezarda restorasyon çalışmalarının başlatılması
için Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'ndeki gerekli
çalışmaları tamamladık. 1 Kasım tarihinde Elif
beldesindeki anıt mezarda başlatılan ve 6 ay sürecek
olan restorasyon çalışması tamamlandığında, ikinci
olarak Hasanoğlu Köyü'ndeki anıt mezarda restorasyon
çalışmaları başlatılacak. En kısa zamanda da
Araban'ı ziyaret edip Elif beldesindeki restorasyon
çalışması süren anıt mezar ve Hasanoğlu ile Hisar
köylerindeki anıt mezarlar ve Sıtmapınar Çayı
üzerindeki tarihi Septimus Severus Köprüsü'nü de
yerinde göreceğim" ifadelerini kaydetti.
Olay Medya, 29.11.2012
|
DALLAS'TAN 'ORPHEUS
MOZAİĞİ' GELİYOR

Hürriyet, Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yeni yıldan önce
açıklayacağı sürprizin izini sürdü. Arkeoloji
dünyası iade edilecek tarihi eserin Orpheus Mozaiği
olduğunu konuşuyor.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın
yılbaşı sürprizi olarak açıklamak üzere sır gibi
sakladığı ve yurt- dışından iade edilecek tarihi
eserle ilgili bakanlık yetkilileri hiçbir açıklama
yapmazken, arkeoloji dünyasında eserin Dallas Sanat
Müzesi’ndeki ‘Orpheus Mozaiği’ olduğu konuşulmaya
başladı. Şanlıurfa’dan 1950’li yıllarda kaçırılan
eser, tarihi kesin en erken Edessa Mozaiği (MS 194)
olarak biliniyor.
Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü’nün önderliğinde
bir bakanlık heyeti dün mozaiği teslim almak üzere
Chicago’ya gitti. Devir işlemlerinin ardından
Orpheus Mozaiği teslim alınacak. Bakan Günay ve
Genel Müdür Süslü’nün yoğun temasları sonrasında
ikna edilen müze yönetimine, mozaiğin Anadolu
topraklarına ait olduğuna dair belgeler ve kanıtlar
sunuldu.
Mozaiğin 5 Aralık’ta New
York’tan, Türk Hava Yolları aracılığıyla diplomatik
kargoyla Türkiye’ye getirilmesi planlanıyor. Eserin
ne zaman iade edileceğini sorduğumuz Dallas Sanat
Müzesi İletişim Direktörü Jill Bernstein ise,
gelecek ay açıklama yapacaklarını belirtti.
Edessa, Şanlıurfa’nın
Hellenistik dönemde aldığı bir isim. Mozaik
sanatının ön plana çıkmasıyla biliniyor. Mozaikler
1950’li yıllarda arkeolog J.B. Segal tarafından
ortaya çıkarıldı. Segal’in mozaikleri çözerek
yayımlamasından sonra, Şanlıurfa’nın mezarları
tarihi eser kaçakçılarının akınına uğradı.
Hürriyet, Haber: Umut
Erdem, 29.11.2012
|
MEDENİYETLER BEŞİĞİ BOLU

Akpınar Mahallesi’nde kilise kalıntısı olduğu tahmin
edilen kalıntılar bulundu.
Akpınar Mahallesi’nde eskiden beri Sarınalbantlar’a
ait olan ve geçtiğimiz aylarda Müteahhit Şaban
Şenol’a satılan arazide yapılan kazı çalışmaları
sırasında, taş mezarlar ve kilise olduğu tahmin
edilen yapı kalıntıları çıktı. Şehit Muhtar
Caddesi’ndeki eski atölyelerin bulunduğu mevkide
yaklaşık 6 dönümlük arazide Müze Müdürlüğü’nün
yürüttüğü sondaj kazıları sonrası, kurtarma
kazılarına başlandığı belirtiliyor. Bulunan
kalıntıların taş mezarlar ve kilise kalıntısı olduğu
tahmin ediliyor.
Bolu Olay, 29.11.2012
******
BİZANS DÖNEMİNDEN KALMA
BİR KİLİSE OLMA İHTİMALİ VAR
Akpınar Mahallesi’nde
eskiden beri Sarınalbantlar’a ait olan ve geçtiğimiz
aylarda Müteahhit Şaban Şenol’a satılan arazide
yapılan kazı çalışmaları sırasında, taş mezarlar ve
kilise olduğu tahmin edilen yapı kalıntıları
çıktığını dün sabah ilk kez BolununSesi Gazetesi
olarak biz duyurmuştuk. "Sarınalbantlar'ın
arazisinden kilise kalıntıları çıktı" başlığıyla
verdiğimiz haberden sonra Müze Müdürü'nden konuyla
ilgili beklenen açıklama yapıldı.
Bolu Müze Müdürü
Arkeolog Mustafa Güneş, sondaj kazılarından sonra
ortaya çıkan kalıntılarla ilgili yaptığı ilk
değerlendirmede Bizans döneminden kalma bir
kilisenin olma ihtimalinin bulunduğunu ve sonuçların
önümüzdeki günlerde belli olacağını söyledi.
Yapılan çalışmalarda 3.
Derece sit alanı olan alanda 15 adet mezar ve
iskeletler ortaya çıkarıldı. Şu ana kadar ortaya
çıkan kalıntılar hakkında bilgi veren Müze Müdürü
Arkeolog Mustafa Güneş; “Bahse konu saha Koruma
Bölge Kurulunca üçüncü derece arkeolojik sit alanı
olarak koruma altına alınmış durumda. 3. derece SİT
alanlarında yapılaşma izni var. Ancak bu alanlarda
yapılaşma olması için Müze Müdürlükleri’nce sondaj
kazısı yapılmakta, sondaj kazılarında buluntuya
rastlanması halinde, Koruma Bölge Kurulunca inşaat
izni verilmekte. Bu kapsamda parsel sahibi 2012
yılında müdürlüğümüze başvurdu. Sahanın sit alanı
olması sebebiyle 2012 Haziran ayında sondaj kazısı
yaptık. Parselin güney bölümünde 19 adet sondaj
çukuru açtık. Söz konusu sondajlarda bazı duvar
kalıplarına rastladık.
Konuyu, Koruma Kurulu’na
ilettik. Bakanlığımızdan kurtarma kazısı ruhsatı
alarak 12 gün önce çalışmalara başladık. Şu anda
arkeologlarımız tarafından parselin güney batısında
çalışmalar sürdürülmekte. Çalışmalarda günümüzde
yapılmış beton izleri söz konusu, bu alanda 1970'li
yıllarda yapılan bir kereste atölyesi mevcut. Bu
betonların altında ise Bizans ve Roma dönemine
tarihlediğimiz bazı duvar kalıntıları var. Yine
kalıpların alt bölümlerinde yine Bizans dönemine
tarihlediğimiz mezar kalıntıları var” dedi.
Güneş, 6 dönümlük arsa
üzerinde yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkan
kalıntıların bir kiliseye ait olma ihtimali olması
nedeniyle titiz bir şekilde çalışma yaptıklarını
belirterek; “Şu anda arkeologlarımız vasıtasıyla
kazılar devam etmekte. Kalıntının fonksiyonu
konusunda kesin ve net bir bilgiye sahip değiliz.
Kazı ilerledikçe bu konuda net bilgiye ulaşmayı
hedefliyoruz. İlk intibamız, buranın Bizans dönemine
ait bir kilise olduğu, daha sonrada yıkıldığı ve bu
alanın mezarlık şekline dönüşmüş olabileceğini
değerlendiriyoruz.
Toplam 15 mezar bulduk. 4 arkeolog kazıda görev
yapıyor. Müze olarak bizim görevimiz kurtarma
kısmını bitirip koruma kuruluna sunmak. Bu konuda
karar alma yetkisi Ankara 1 numaralı kültür
varlıklarını koruma bölge kuruluna ait. Bazı define
avcıları bizim burada bulduğumuz kalıntıları
duyunca, gizlice bölgeye girip arama yapmaya
kalkıyor. Bunun önlenmesi için Emniyet Müdürlüğü ve
Belediye yetkililerine bilgilendirme yaptık. Çevre
özellikle geceleri görevli polislerimiz tarafından
denetlenmekte. Önümüzdeki günlerde çalışmalarımızın
neticesini alacağımızdan eminim” diye konuştu.
Bolunun Sesi,
30.11.2012
|
SELÇUKLU HAMAMI TURİZME
KAZANDIRILACAK
Aksaray'da Selçuklu
Sultanı 2.
Kılıçarslan
döneminden kalma tarihi hamam, restorasyonu
yapılarak turizme kazandırılacak.
Belediye Başkanı
Nevzat Palta ile
Müze Müdürü Yusuf Altın, tarihi Selçuklu Hamamı'nı
gün yüzüne çıkartacak çalışma için protokol
imzaladı.
İmzalanan protokol
sonrası konuşan Palta, 2.
Kılıçarslan
döneminden kalma tarihi hamamı yeniden
Aksaray'a
kazandıracaklarını belirtti.
Sofular
Mahallesi'nde yıllardır atıl vaziyette bulunan
tarihi hamamın orijinal dokusu korunarak, restore
edileceğini ifade eden Palta, şunları kaydetti.
"Aksaray
Belediyesi olarak son yıllarda tarihi eserlerimizle
ilgili ciddi çalışmalar yaptık. Bu çerçevede
Selçuklu Hamamı'nı da ayağa kaldırmanın gayreti
içindeyiz. Kültür ve Turizm Bakanlığımızla ve Müze
Müdürlüğümüzle bir çalışma başlattık. En sonunda bu
noktaya geldik. Bakanlıktan gerekli izinleri aldık.
Müze Müdürlüğümüzün koordinesi içinde bir protokol
yaptık ve imzasını attık. İnşallah kazı çalışmasına
fiili olarak başlayacağız. Arkasından da kazı
çalışmalarında elde edilen sonuçlara göre inşallah
projelendirilmesi yapılacak. Ondan sonrada hamamı
restore edeceğiz."
Aksaray Müze Müdürü
Yusuf Altın ise tarihi hamamda yapacakları kurtarma
kazısının çok önemli olduğunu söyledi.
Üniversitelerden öğretim
üyeleri ile çalışacaklarını aktaran Altın, şöyle
devam etti:
"Doç.Dr. Osman Nuri
Dülgerler, Prof.Dr. Haşim Karpuz, Prof Dr. Osman
Eravşar da bilimsel kazı danışmanlığı yapacak. Bu
konuda biz Müze Müdürlüğü ve teknik ekip olarak her
türlü desteği sağlayacağız. Tabii bu işin yüklenici,
maddesel boyutta da Belediye Başkanımız bütün
hizmetleri inşallah tamamlayacak ve bu şekilde
faaliyetlerimizi yürüteceğiz. 2.
Kılıçarslan
döneminden kalma bu önemli Selçuklu yapısını
Aksaray'a hep
birlikte kazandırmış olacağız."
Aksaray
Belediyesi'nin tarihi eserlerle ilgili
danışmanlığını yapan Doç.Dr. Osman Nuri Dülgerler,
yaptıkları araştırmalarda hamamın 1964 yılına kadar
faaliyette olduğunu belirlediklerini dile getirerek,
"Kazı ve temizleme çalışması sonucunda hamamın
orijinal planlarını tespit edeceğiz. Bir proje
geliştirip inşallah
Aksaray'ın bir
kültür varlığını daha Aksaraylıların hizmetine
sunmuş olacağız" dedi.
haberler.com, Haber:
Adem Koçak - Ersin
Altınsoy, 29.11.2012
|
BORSA KRALINDAN HEDİYE YALI

İstanbul Boğazı'ndaki yalılar 'hediyelik' oldu.
Geçtiğimiz günlerde, Boğaz'da toplam 50 milyon
dolarlık iki büyük yalı el değiştirdi. Bunlar
arasında en dikkat çekeni ise Feyyaz Tokar yalısının
satışıydı. Feyyaz Tokar ve ablası Mualla Ateş'e ait
olan, daha sonra Berna, Serra ve Esra Tokar'a miras
kalan yalıyı ABD finans piyasasında 'Young Turk'
(Genç Türk) olarak tanınan, ünlü borsacı Ahmet
Okumuş aldı. Okumus Capital'ın sahibi Ahmet Okumuş,
25 milyon dolara satın aldığı yalıyı eşi Melis
Okumuş'a hediye etti. Fon yöneticiliğine 1992'de 15
bin dolarlık sermaye ile başlayan Okumuş, fonun
portföyünü 1 milyar dolar seviyesine çıkardı.
İngiltere'de yayınlanan "Hedge Funds Review" adlı
dergide Okumuş'un şirketinin dünyadaki hedge fonlar
arasında 1'inci sırada yer aldığı belirtildi.
Anadoluhisarı'nda bulunan, Rumelihisarı ve Fatih
Sultan Mehmet Köprüsü manzaralı yalı, 970 metrekare
arsa içinde 750 metrekare kullanım alanına sahip.
ÇOLAKOĞLU ALDI
Boğaz'daki diğer operasyon ise Anadoluhisarı'nda
bulunan Zarif Mustafa Paşa Yalısı-Haremlik
Bölümü'nün satışı oldu. Burası Müflis İşadamı Orhan
Aslıtürk'e aitken, İstanbul 3. İflas Müdürlüğü
kanalı ile satışa çıkarılmıştı. O dönemde yalı
arsasını Deha Menkul Değerler almıştı. Şirket birkaç
ay sonra yalı arsasını TEB'in ortaklarından
Çolakoğlu ailesine sattı.
SABANCI'YA KOMŞU
25 milyon dolara satışı gerçekleşen Zarif Mustafa
Paşa Yalısı'nın Haremlik Bölümü iki parselden
oluşuyor. Yalının Selamlık Bölümü ise 2000 yılında
3.5 milyon dolara satın alan Demsa Yönetim Kurulu
Başkanı Demet Sabancı Çetindoğan'a ait. Yalı ayrıca
65 ada, 18 parselde bin 21 metrekare arsa üzerinde,
38 metre rıhtım uzunluğuna sahip. Proje halindeki
binanın tahmini 800 metrekare kullanım alanı var.
HER EMLAK DİĞERİNİ KIYMETLENDİRİR
Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz Bosforce
Yönetici Ortağı Ulvi Özcan, "Satılan her iki yalı da
çok güzel konuma sahip olmalarının yanı sıra, bence
Boğaz'da en özel birkaç yalıdan biridir. 'Lüks emlak
piyasasında her satılan emlak kalan emlağı
kıymetlendirir' prensibinden hareketle bu
alım-satımların piyasada emsal fiyatları yukarı
doğru taşıyacağını düşünüyorum" dedi.
YALININ İLK SAHİBİ BİLİNMİYOR
Zarif Mustafa Paşa Yalısı haremlik, selamlık ve
mehtabiye köşkü olmak üzere üç ayrı bölümden meydana
geliyor. Haremin bir kısmı 1918-1919 yıllarında
yıkılmış, kalan bölümüne de 1971 yılında bir gemi
çarpmış ve böylece harem bölümü günümüze gelememiş.
Yalnızca selamlık kısmı gelmiş. Restore edilen bu
bölüm iyi durumda. Konu ile ilgili kayıtlarda Zarif
Mustafa Paşa'nın yalıyı 1848 yılında satın aldığı,
ilk sahibinin kim olduğunun bilinmediği
belirtiliyor. Zarif Mustafa Paşa Yalısı'nın Haremlik
Bölümü Ferruh Bey Yalısı olarak da bilinmekte olup,
1972 yılında gemi çarpması sonucu bugün arsa boş
durumda ve 'Korunması Gereken Eski Eser'
niteliğinde.
Sabah, Haber: Seda
Tabak, 29.11.2012
|
"TAKSİM CAMİİ ESKİYİ YANSITMAMALI"
Çamlıca Tepesi ve Göztepe Parkı’ndan sonra Taksim’e
cami yapılması da yeniden gündemde. Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ,
İspanya ziyareti sırasında gazetecilere yaptığı
açıklamada “Çamlıca’ya yapılacak cami projesi içime
sindi” derken Taksim’e de cami yapılacağını açıkladı
ve “Taksim’e yapılacak cami Maksem’in arkasındaki
mescidin yerinde olacak” diye konuştu.
Caminin nasıl ve kime yaptırılacağı henüz
bilinmiyor. Ancak halen meydan düzenlemesi nedeniyle
inşaat alanına dönen ve Gezi Parkı’nın üzerine
yapılmak istenen Topçu Kışlası ile konuşulan
Taksim’de cami hayali, yarım asırdır süren bir
tartışmanın konusu.
Başkanlığını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
yaptığı Taksim Cami Kültür ve Sanat Vakfı, daha önce
Taksim’e yapılacak cami konusunda küçük bir yarışma
açmıştı. Vakıf, Mimar Ahmet Vefik Alp’in projesini
seçti.
Ahmet Vefik Alp’in Dünya Mimarlar Birliği
yarışmasında da 1’inci seçilen Taksim Cumhuriyet
Camii ve Dinler Müzesi projesinin en önemli
özelliği, ‘çağdaş’ olması. Ataşehir’e yapılan dev
Mimar Sinan Camii, Edirne Selimiye’nin; Başbakan’ın
“İçime sindiği” dediği Çamlıca camii ise
Sultanahmet’in kopyası olmakla eleştirilmişti.
Alp, 1.5 yılda hazırladıkları Taksim Cumhuriyet
Camii ve Dinler Müzesi projesiyle ilgili şunları
söyledi:
“Küçük bir yarışma şeklinde hazırlandı. 1.5
yıl çalıştık. Tüm
İslam ülkelerindeki camileri araştırdık. Dünya
Mimarlar Birliği ödülünü kazandı. Projeye çağdaş bir
yorum yaptık.
Atatürk ’ün heykelinin karşısında, Taksim
Cumhuriyet Meydanı’nda, çağdaş
Türkiye ’nin mimarisini yansıttık. Ancak caminin
gelenekselleşmiş öğelerini de yok etmedik. Hassas
bir sentez yaptık. Çok büyük bir destek gördü.
Uluslararası bir mimarlık dergisi kapağına bastı.
Başbakan’a proje takdim edildi. Ancak henüz bir
cevap gelmedi.”
‘Mimari eğer günü yansıtıyorsa güzeldir’
Taksim’de cami yapılacak yerle ilgili genişletme
çalışması yapıldığını ancak arsaya kendi
projelerinin mi yoksa başka bir projenin mi
yapılacağını bilmediğini söyleyen Alp ise şunları
anlattı:
“Projeyi yerin 7 kat altına düşündük. Dinler tarihi
müzesi olacak. Düşey bir külliye ortaya çıkardık.
159 proje arasından birinci seçildi. Çamlıca için
düşünülen projenin yanlış olduğunu düşünüyoruz.
Karşıda Sultanahmet’in orijinali varken, aynısının
yapılmasının yanlış olduğunu ve Türk mimarisi
açısından da üzüntü kaynağı olacağını düşünüyoruz.
Ataşehir’de normal bir cami yapıldı. Bir replikaydı.
Bugün Suudi Arabistan’da bile çağdaş camiler
yapıldı. Suudi Arabistan cami mimarisinde bu eşiği
atlamışken, bizim hala eskileri taklit etmemiz
yanlış. Mimari gününü yansıtıyorsa değerli. 500 yıl
önceki şartlarda yapılmış bir mimariyi bugün taklit
etmek kültürel kodlamada büyük bir yanlışlıktır.
Başbakan Erdoğan’ın Çamlıca ve Taksim için çağdaş
projelere dönmesini tavsiye ediyoruz.”
Radikal,
Haber: Serkan Ocak, 29.11.2012
******
TAKSİM'E CAMİ ALANI VAKIFLAR VE HAZİNE'NİN

Başbakan’ın sözleriyle gözlerin bir kez daha
çevrildiği Taksim camii için, tarihi su maksemin
arkasındaki 2 bin 600 metrekarelik alan dini tesis
alanı olarak ayrıldı. Alan, Vakıflar ile Hazine’ye
ait....
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Çamlıca’daki cami için
proje içime sindi. Taksim’e cami için de birkaç
parsel kamulaştırılıyor” açıklamasının ardından
gözler tekrar Taksim’e çevrildi. Sözkonusu cami,
tarihi su maksemin arkasında, bugün otopark olarak
kullanılan alana yapılacak. Dini tesis alanı olarak
yaklaşık 2 bin 600 metrekarelik alan ayrıldı.
Caminin yapılacağı alan, Hazine ile Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne ait. Maksemin arkasındaki 22
parseldeki, 180 metrekarelik mescit de bu alan
içinde yer alıyor.
13 Ocak 2011 tarihinde askıya çıkan planların
tümüne, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi itiraz
ederek, mahkemeye başvurdu. İstanbul 1.İdare
Mahkemesi, Şehir Plancıları Odası’nın plan iptal
istemini redderek, bölgede caminin ihtiyaç olduğuna
karar verdi. Taksim Cami Kültür ve Sanat Vakfı’nın
da müdahil olduğu mahkeme, karar gerekçesinde,
“Bölgenin nüfus yapısı son 100 yılda ciddi şekilde
değişti. “ ifadelerine yer verdi. Taksim Camisi
Kültür ve Sanat Vakfı’nın Avukatı Reşat Sezgin, dini
tesis alanının etrafındaki diğer küçük parsellerin
de kamuya ait olduğunu belirterek, “Bu parseller de
maliye, vakıflar ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’ne ait. 116 metrekarelik 8 parsel ile 222
metrekarelik 10 parsel İBB’ye ait. Kamulaştırmadan
bilgimiz yok” dedi. Mescitin hemen yanındaki
işyerleri çalışanları da, kamulaştırma için herhangi
bir girişimin olmadığını belirtti. Taksim Camisi
Kültür ve Sanat Vakfı tarafından sözkonusu alana
cami projesi hazırlayan Mimar Ahmet Vefik Alp,
‘Dolaylı yoldan gelen bilgilere göre Başbakan arsayı
büyüterek bu alanda yine klasik cami tercih
ediyormuş” dedi. Alp, ‘projeniz uygulanır mı’
sorusuna, “ümit ediyorum” yanıtını verdi.
Vatan, Haber: Nebahat Koç, 29.11.2012
******
TAKSİM'E CAMİ
YAPILSIN, BÜFELER KALDIRILSIN
İşi gücü bıraktık, cami
tartışıyoruz. Bir Çamlıca'ya, bir de
Taksim'e. İkisine
de karşı değilim. Baştan söyledim. Tek derdim
"güzel, yakışıklı" camiler olsun.
O nedenle Çamlıca'ya yapılacak camiyi yazıp
duruyorum.
"Lütfen ikinci geleni yapmayalım. Bir birinci
bulalım" diye.
Türkiye'nin en iyi mimarlarını ağırladım
Teke Tek'te.
Her seferinde adını yazdığım
Han Tümertekin de
vardı aralarında.
Han,
Mekke'ye yapılacak
cami için Suudi Krallığı tarafından çağrılan tek
Türk mimar.
Dünyadan 12 büyük mimarı çağırmış Suudiler.
Aralarında
Han Tümertekin de
var. Sonra 6'sını elemişler. 6'sıyla projeler
üzerinde çalışmaya devam ediyorlar.
Han Tümertekin,
Mekke'ye yapılacak
dev cami ve külliyesi için sona kalan 6 mimardan
biri.
Belki de onun projesi yapılacak.
Mekke'ye cami
projelendiren mimar,
İstanbul'a
yapılacak cami için çağrılmıyor.
Garip değil mi?
Taksim Camii'ne
gelince.
Hatırlar mısınız bilmem.
Habertürk yayın hayatına başladığı sırada,
İstanbul ilavemizde
bir kampanya yapmıştık.
Taksim'deki
Ortodoks Kilisesi'nin çevresindeki büfeler
kaldırılsın, kilise tüm ihtişamıyla ortaya çıksın,
tam karşısındaki boş otopark arazisine de şık bir
cami yapılsın diye.
O gün "Yapılsın" dediğimiz cami, şimdi yapılıyor.
Niye itiraz edelim?
"Ama o büfeler de oradan kaldırılsın" diyorum hala.
Ancak
Taksim'e de
Sinan'ın camilerinden birinin kopyası yapılacaksa
ona itirazım var.
"Mimari sanatımız 500 senede bir gıdım ilerlemedi"
dedirtmem kimseye!
Habertürk, Yazı: Fatih
Altaylı, 29.11.2012
|
2500 YILLIK HAZİNE KEPÇEYE TAKILDI

Karadeniz'de Antik Çağ'ın önemli merkezlerinden
olan, ünlü filozof Diyojen'in de yaşadığı Sinop,
geçen hafta tarihi bir sürprize sahne oldu. Sinop'un
merkezindeki Gelincik Mahallesi'nde çarşamba günü
altyapı çalışması yapan TEDAŞ ekipleri, sert bir
kayayla karşılaştı. Kayanın tarihi bir eser
olabileceğini düşünen işçiler hemen Sinop Arkeoloji
Müzesi uzmanlarına haber verdi. Kazı yerine gelen
uzmanlar, kayanın bir lahit olduğunu tespit etti.
İşmakinesi yardımıyla bulunduğu yerden
çıkartılan lahit, incelenmek üzere müzeye götürüldü.
Kireç taşından yapılan lahdin içinden pişmiş toprak
kaplar ve takılardan oluşan 21 parça tarihi eser
çıktı. Bir kadına ait olduğu anlaşılan mezarın, MÖ
5-4'üncü yüzyıllara ait olduğu tahmin ediliyor.
Lahdin içinde evlilik törenlerinde kullanılan 2 kap,
yağ ve parfüm konulan 7 kap, pişmiş topraktan bir
heykelcik, bronz ayna, 2 bronz yüzük, yüzük kaşı,
bronz küpe, 68 boncuklu altın bir kolye, bronz göz
kalemi ve kemik kutusu, 3 bronz sikke bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özarslan,
"Lahitte şu ana kadar Karadeniz'de hiç emsali
olmayan buluntular çıktı. Bu tür taş eserler
bölgemizde nadir çıkıyor" dedi. Özarslan, eserlerin
Sinop Arkeoloji Müzesi'nde sergileneceğini kaydetti.
AB'den alınan 9.2 milyon euroluk hibeyle Sinop'ta
altyapı ve restorasyon uygulamalarının yapılacağını
belirten Özarslan, bu kapsamda Sinop Tarihi Cezaevi
ile ilgili alan yönetimi planı ve işlevlendirme
projesinin hazırlanacağını belirtti.
Antik Çağ'da insanlar ölülerini lahit denilen
sandık şeklinde mezara gömüyordu. Lahitlere ölü ile
birlikte, ölümden sonraki hayatta kullanacağı
çeşitli eşyalar ve değerli metallerden yapılmış
objeler de konurdu. Daha çok dönemin zenginleri için
lahit kullanılırdı.
Sabah, Haber: Hasan
Ay, 29.11.2012
|
TOPÇU KIŞLASI PROJESİ

Çok tartışılan
Topçu Kışlası Projesi’nin mimarı Halil Onur,
projenin tüm detaylarını anlattı: “Gezi Parkı
kapanmayacak. Park kışla ile çevrelenecek. Ağaçların
kesilmesi söz konusu değil. Buz pisti, avlunun 10’da
birinden daha küçük alanı kaplayacak”.
Taksim
Yayalaştırma Projesi’nin belki de en çok
tartışılan kısmı Gezi Parkı’na yapılması planlanan
Topçu Kışlası projesi... Proje çerçevesinde,
Gezi Parkı’ndaki ağaçların tamamının kesileceği,
kışlanın alışverişmerkezi olacağı, tamortasına
devasa bir buz pisti yapılacağı iddiaları var. Çevre
Kurulu’ndan onay bekleyen projeninmimarı Halil Onur,
işte tümbu iddialara yanıt verdi, projeyi anlattı.
İBB’nin geçtiğimiz yıl açtığı “TaksimTopçu
Kışlası ihyası”nı ihale usulü ile kazanan projenin
sahibimimar Halil Onur, Habertürk’ün sorularını
yanıtladı...
CAMİ VEYA AVM YOK:
“Topçu Kışlası normal bir apartman dairesiyle
karşılaştırıldığında yüksekliği 5 katlı, kulelerin
yüksekliği ise 10 katlı bir apartmana denk geliyor.
Kışlada, cami veya AVM olmayacak. Giriş katta kapısı
avluya da açılan kafeler, pastaneler, kitapçılar
olacak. AKMtarafında ise sergi salonları ve
galeriler olacak. Projeye ‘AVMKışlası’ veya
‘Turistik Kışla’ diyenler var. Kültür Kışlası demek
daha doğru. İnşa edilirse
Taksim’in cazibemerkezi olacak.”
GEZİ PARKI NE
OLACAK?:
“Kışlanın oturacağı alan 22 bin metrekare, zemin kat
7 bin metrekare. Yani 15 bin metrekare bir alan açık
alan. Gezi Parkı’nın sadece 5’te 1’i yapılaşacak.
Yani gezi alanı kalacak. Gezi Parkı’nı
kapatmayacağız. Park sadece kışla ile çevrelenecek.
Parka giriş çıkışlar ise kışlanın avlusuna açılan
çok sayıda kapı ile olacak. Gezi Parkı’ndaki 500’e
yakın ağacın sadece dörtte biri yapılaşma alanında.
Bu ağaçları kesmek söz konusu değil. Taşınabilirler
veya koruma kurullarının tavsiyesi ile çare
bulunur.”
BUZ PİSTİ OLACAK MI?:
“Buz pisti bu avluda düşünülen fonksiyonlardan
sadece birisi. Üstelik avlunun 10’da birinden daha
küçük bir alanı kaplayacak, yılın 2 ayı için kurulur
ve kaldırılır bir sistem olabilir diye önerdik. Ama
basına yansıyan çizimde hata var. O çizimde buz
pisti 15 bin metrekarede, avlunun tam ortasında
görünüyor. Oysa dünyanın hiçbir yerinde bu
büyüklükte bir buz pisti yok.”
NEDEN ELEŞTİRİLİYOR?:
“Şu eksiğimiz oldu.
Taksim’e bir bilgimerkezi kurabilirdik. Şimdi
bunu yapacağız. Herkes görüşünü söylesin.
Dedikoduyla değil gerçek bilgi ile tartışılsın.
Keşke tartışmalar daha önce yapılsaydı.”
MESLEK ODAM GÖRÜŞMEDİ:
Konuyu her kesimle paylaşmak istedik. Şubat
2012’deMimarlar Odası’yla görüşmek, projemi anlatmak
istedim. Randevu istedim. Ama geçen ay görüştük.
Oysameslek odamla daha erken görüşmek istemiştim.
Vicdanen çok rahatım.”
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yapılması
planlanan Topçu Kışlası’yla ilgili, “O kışlayı
yaptığımız zaman meydanın yarısını işgal edeceğiz”
eleştirisinde bulunmuştu. Halil Onur, bu eleştiriye
şöyle yanıt verdi: “Sayın Bakanın açıklamalarında
bilgi eksikliği var. Dünyada bu tip projeler yarışma
ile seçiliyor. Yarışma yapılmasını teklif ettim ama
İBB ihale usulünü tercih etti. Onlar önerdi, ben
ihaleye girdim ve projem kazandı. Benim için önemli
olan tek şey işimi iyi yapmak. Ve ben işimi çok iyi
yaptım.”
Habertürk, Haber: Ezgi Evcil, 28.11.2012
|
NEW YORK'TA TARİHİ MÜZAYEDE

ABD'nin New York eyaletinde aralarında Vincent
van Gogh ve John Lennon'un mektuplarının da
bulunduğu 300 tarihi belgenin açık artırmayla
satılacağı bildirildi.
Mektup ve belgeleri satılacak isimler arasında eski
ABD Başkanı George Washington, beyzbolun efsane ismi
Lou Gehrig, Louis Pasteur, Sigmund Freud, Charles
Darwin, Marie Curie, Giuseppe Verdi, Peter
Tchaikovsky, Cole Porter, Kral 2. Henry ve Napoleon
Bonaparte'in bulunduğu belirtildi.
Müzayedenin en önemli parçasının 1890'da Van Gogh
tarafından Fransa'nın Arles kentindeki Cafe de la
Gare'in sahipleri Joseph ve Marie Ginoux'a yazdığı
bir mektup olduğu ifade edildi. Mektubun 200 ila 300
bin dolara alıcı bulması bekleniyor.
John Lennon'ın ünlü İngiliz gitarist Eric Clapton'a
olan samimi hayranlığını kaleme aldığı mektubun da
20-30 bin dolara satılacağı tahmin ediliyor.
Profiles in History müzayede evi tarafından
hazırlanan koleksiyonun Madison Bulvarı'ndaki
Douglas Elliman's sanat galerisinde 3-9 Aralık
tarihlerinde sergileneceği, 18 Aralık'ta da internet
üzerinden ve telefonla satışların yapılacağı
kaydedildi.
Sabah, 28.11.2012
|
'AY IŞIĞINDA GALATA KULESİ'NE 2.4 MİLYON LİRA

Dünyaca ünlü Rus ressam Ivan Aivazovsky'nin "Ay
Işığında
Galata Kulesi " tablosu, Londra'da 825 bin 250
sterline (yaklaşık 2 milyon 400 bin TL) satıldı.
İngiltere 'nin başkenti Londra'daki Sotheby's
müzayede evinde yapılan "Rus Sanatı" açık
artırmasında, 28 eser satışa sunuldu.
Aivazovsky'nin, 1845 yılında ay ışığında Galata
Kulesi ve Boğaz'ı resmettiği yağlı boya tablonun,
500 bin ila 800 bin sterlin arasında alıcı bulması
bekleniyordu. Eser açık artırmada 825 bin 250
sterline satıldı.
Ivan Aivazovsky'nin
İstanbul Boğazı'nı resmettiği 1900 tarihli bir
diğer yağlıboya tablo ise, 97 bin 250 sterline
(yaklaşık 280 bin TL) alıcı buldu. Ressamın
Haliç 'i resmettiği "Ayışığında Haliç" eseri ise
satılmadı. 1886 tarihli yağlıboya tablonun 700 bin
ila 900 bin sterlin arasında alıcı bulması
bekleniyordu.
Aivazovsky,
İstanbul'a ilk kez Osmanlı Sultanı
Abdülmecid'in daveti üzerine 1845 yılında geldi.
1845-1900 yılları arasında birkaç kez İstanbul'u
ziyaret etti ve şehri resmetti.
"Rus Sanatı" açık artırmasında en yüksek fiyata
satılan eser ise, ressam Valentin Alexandroviç
Serov'un portresi oldu. Yağlıboya portre, 1 milyon
217 bin 250 sterline (yaklaşık 3 milyon 700 bin TL)
alıcı buldu.
Radikal, 27.11.2012
|
KARAKÖY MESCİDİ TEKRAR YAPILACAK

Raimondo d'Aronco'nun tasarımı, 1958 senesindeki
imar faaliyetleri sırasında yıkılan Karaköy Mescidi
ayağa kaldırılıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sitesinde
projeyle ilgili aşağıdaki bilgiler yer alıyor:

"Günümüzde yerinde bulunmayan Karaköy Mescidi'nin
bulunduğu yerde, Fatih döneminde (1451-1481)
yapılmış bir tekkenin var olduğu bilinmektedir.
Tekke, önce camiye çevrilmiş ve harap olduğu için
daha sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından
fevkani bir cami olarak 17.yüzyılda yeniden
yaptırılmıştır. Merzifonlu Vakfı'na bağlı olan bu
cami ve altındaki yine vakfa ait dükkanların zamanla
harap olmaları sonucunda onarımları gerektiğinden,
yapının yıkılıp yeniden yapılmasına karar verilmiş
ve yeni cami İtalyan mimar Raimondo D'Aronco
tarafından 20.yüzyılın başında tasarlanıp
uygulanmıştır. Söz konusu cami, Karaköy meydanının
doğusunda Halil Ağa ve Kemankeş sokaklarının
arasında kalan yapı adasının meydana bakan kesiminde
bulunan fevkani küçük bir yapıydı. Üçüncü katında
yaklaşık 10x13 m. boyutunda bir alana oturan cami
mekanının üstü, sekizgen planlı ve küçük bir
kubbeyle örtülü idi. Karaköy Camii, istimlak
edilerek, 1958'de yıktırılmıştır. Kınalıada'da
yeniden kurulmak üzere bütün taşları numaralanarak
sökülmüş ancak iki parçası dışında yapı tümüyle
kaybolmuştur. Bugün bulunduğu alan Karaköy'de, 100
Ada, 5-9-11-13-17-18-19-20 parseller üzerinde yer
almakta olup, 1/5000 Ölçekli Beyoğlu Koruma Amaçlı
İmar Planı'nda, yapının yeri "Cami Alanı" olarak
belirtilmiştir. İstanbul II Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 17.06.2010
tarih ve 3571 sayılı kararı ile; " Kemankeş
Mahallesi, 100 ada, 5-9-11-13-17-18-19-20 parsel
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Cami'nin 2863 sayılı
yasanın 6.maddesinde belirtilen niteliklere haiz
olduğu anlaşıldığından korunması gerekli kültür
varlığı olarak tescil edilmesine; yapının
restitüsyon ve rekonstrüksiyon projelerinin Kurula
iletilmesine" karar verilmiştir. Anılan Kurul kararı
gereği hazırlanacak proje ile Karaköy Mescidi'nin
(Yapı alanı:474 m2) özgün yeri olan alanda
rekonstrüksiyonu amacıyla restitüsyon ve
rekonstrüksiyon projelerinin elde edilmesi
amaçlanmaktadır."
Arkitera, Ekleyen: Betül Atasoy, 27.11.2012
|
TARİH KEPÇEYE TAKILDI

Çorum’un Osmancık
İlçesi'nde belediye ekiplerince
yapılan altyapı çalışması sırasında tarihi bir tünel
bulundu.
Osmancık Belediye Başkanı Bekir Yazıcı, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin en büyük
sorunlarından biri olan kanalizasyon ve altyapı
problemini gidermek amacıyla bir
proje hazırladıklarını, toplamda 21 milyon lira
tutarındaki çalışma için ilk kazmanın birkaç gün
önce vurulduğunu söyledi.
Çalışmalar kapsamında ilçenin çeşitli bölgelerinde
iş makineleri ile kazı yaptıklarını belirten Yazıcı,
”Tarihi Koyunbaba Köprüsü ile Kandiber Kalesi
arasında bulunan
Adnan Menderes Caddesi’ndeki kazı çalışmalarında
arkadaşlarımız, dehliz olarak da bilinen bir
tünel ağzına rastlamışlar. 10 metre derinlikte
açığa çıkan dehlizin Kandiber Kalesi’nden
Kızılırmak’a inen bir tünel olduğunu tahmin
ediyoruz” dedi.
Dehlizin açığa çıkmasının ardından
Çorum Müze Müdürlüğü’ne bilgi verdiklerini,
ayrıca
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na da yazılı
müracaatta bulunduklarını dile getiren Yazıcı, şöyle
devam etti: ”Daha önceden yer altından kaleye
çıkışın sağlandığı bir tünel olduğu söylentileri
vardı. Ancak bu tüneli hiçbir zaman açığa
çıkaramamıştık. Tünelin bulunmasının ardından
bakanlığımıza ve müze müdürlüğümüze bilgi verip,
çalışmamızı durdurduk. Müzeden gelen bir arkeolog
inceleme yaptı. Yapılan incelemede dehlizin, 1974
yılında yapılan bir altyapı çalışmasında tahrip
olduğu anlaşıldı. Müze ile işbirliğinde
çalışmalarımıza devam edeceğiz.” ”Böyle tarihi bir
değeri yeniden turizme kazandırma fırsatını en iyi
şekilde değerlendireceğiz” diyen Yazıcı, ”Bu hem
ilçemiz hem de ülkemiz için bir kazançtır. Bölgede
arkeolojik kazıların yapılması ve kaleye
ulaşım sağlayan bu tünelin yeniden kullanılması
için
gerekli girişimlerde bulunduk ve çalışmaları
sonuna kadar destekleyeceğiz. İnşallah bu tarihi
yeniden gün yüzüne çıkaracağız” diye konuştu.
Çorum Müzeler Müdürü Arkeolog Önder İpek de
konuyla ilgili gerekli çalışmalara başladıklarını
ifade ederek, incelemenin ardından hazırladıkları
raporu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu’na sunduklarını bildirdi.
Kurulun vereceği kararın ardından gerekli
çalışmaları başlatacaklarını anlatan İpek, ”Tünelin,
Osmanlı döneminden kalma bir dehliz olduğunu tahmin
ediyoruz. Kaleden
Kızılırmak Nehri’ne inilerek su almak için
yapılmış
olabilir. Kurulun vereceği kararın ardından
koruma altına alınacaktır. Daha sonra da yeni bir
proje hazırlanabilir” ifadelerini kullandı.
Milliyet, 27.11.2012
|
PEKİ, ECDADIN İSTANBUL'U BU MUYDU?
Muhteşem
Yüzyıl’daki Süleyman bizim bildiğimiz ‘ecdadımız’
Kanuni değilse, köprülerle, gökdelenlerle silueti
bozulan bu İstanbul bize ‘ecdad’ın bıraktığı
İstanbul mu?
Hatta bu siluet 1994’te Tayyip Erdoğan’ın
devraldığı İstanbul’un mu silueti? İslam ile
coğrafyanın bu denli iç içe geçtiği, birbirini
gergef gibi işlediği bir başka mekan bilmiyorum.
İslam ve İslam’ın cami mimarisi bir şehre bu kadar
mı yakışır, o şehre bu kadar mı kimlik verir? Ben
İslam’ın bir şehre bu kadar ‘oturduğuna’ başka bir
yerde tanık olmadım. Tepelerindeki camileriyle
oluşan İstanbul silueti ‘ecdadımız’ın en değerli
miraslarından. Şimdi bu miras hovardaca harcanıyor,
hem de muhafazakar bir partinin iktidarında, hem de
bu partinin yirmi yıldır yönettiği bir şehirde. Kim,
nasıl İstanbul’un siluetiyle oynamaya cüret
edebilir, buna izin verebilir? Sanırım İstanbul’u ve
Türkiye’yi yönetenlerin ‘muhafazakar kimliği’
İstanbul’a müdahaleyi kolaylaştırıyor. Bir tür
‘sahiplik’ duygusu; ‘İstanbul Osmanlı’nın mirası,
biz de onun meşru mirasçılarıyız, dolayısıyla bu
mirası harcama beratımız var,’ havasındalar.
Fatih’in, Kanuni’nin mirasçıları olarak kendilerinde
İstanbul üzerinde tasarrufta bulunma hakkını
görüyorlar sanki... Öyleyse çok yanılıyorlar
demektir. Zeytinburnu’na yapılan üç gökdelenin
Sultanahmet ve Süleymaniye üzerine bir hayalet gibi
çöküşüne tanık olduk. Kimse engellemedi gökdelenler
İstanbul’un tarihi mirasını ifsad edene kadar. Sanki
İstanbul’u yönetenlerin izniyle ve onların
gözlerinin önünde o gökdelenler yükselmemiş gibi
geçen yıl bir gazete haberiyle duydular bu
gökdelenlerin varlığını... Şimdi de Haliç’te yapılan
metro köprüsü. Uzun süredir gazetelerde yakınmaları,
itirazları okuyordum. Geçenlerde gözlerimle görünce
olayın vahametini daha iyi kavradım. Bir köprüyle
Haliç’in, Süleymaniye’nin, Eyüp’ün tarihi görüntüsü,
silueti imha ediliyor. Kimsenin de sesi çıkmıyor,
çıksa da ‘muhafazakar parti’nin hükümeti ve
belediyesi aldırmıyor.
Başbakan’ın İstanbul’a büyük değer verdiği
biliniyor. ‘Ecdadı’na gerçekten sahip çıkacaksa
ecdadın bıraktığı İstanbul’un siluetini bozan
gökdelenleri ve köprüleri durdurmalı. 1994 yılından
beri, yani 20 yıldır İstanbul’a büyük hizmetler
yapıldı. Ama İstanbul’un tarihi siluetinin bozulması
yapılan bütün hizmetleri ‘tarih’ ve ‘muhafazakarlık’
adına geçersiz kılar. Muhafazakarlığın tarihe,
geleneğe ve mirasa bakışları Taksim’de içi alışveriş
merkezi ve buz pateni alanı olarak tasarlanan Topçu
Kışlası’nı yeniden inşa etmek düzeyinde olamaz. Bu
düzeyde tarih, bizzatihi tarih olduğu için değil,
bize verdiği kimlik için önemli. Biz kimliğimizi
edinmiş isek gerisi dert değil. Birisinin önünü
kapatır, ötekinin arkasına bir hayalet diker, sonra
da kimliğimizin köklerini teşhir etmek için başka
bir yere taklidini yaparız!
Bir yandan İstanbul’un tarihi siluetini boz, öte
yandan da kabahatini örtmek için Çamlıca’ya daha
büyüğünü dik! Olmaz... Geçenlerde Taraf’tan Andrew
Finkel çok çarpıcı bir gözlemde bulunuyordu; ‘Gerçek
bir Sinan camisinin manzarasını imha edip sonra da
karşısına onun taklidini diken bir şehir,’ daha
doğrusu bu şehri yöneten ‘muhafazakarlık’ nasıl bir
şeydir? UNESCO çırpınıyor. Belki de İstanbul’u
‘dünya miras listesi’nden çıkaracak. Temel kaygısı
da tarihi siluetin korunması. ‘Elin UNESCO’sunun’
İstanbul için gösterdiği hassasiyeti bu şehri yirmi
yıldır yöneten ‘muhafazakarlar’ göstermiyorsa,
göstermemiş ve silueti bozmuşlarsa söylenecek söz
yoktur. ‘Muhafazakarlar’ değilse kim ‘muhafaza’
edecekti İstanbul’un siluetini? Ya muhafazakarlık
kavramında bir sorun var veya İstanbul’da çok ‘rant
var’. İstanbul’un bozulan siluetinin kefareti
Çamlıca’da ‘çakma’ bir tarih inşa etmek olamaz.
Zaman, Yazı: İhsan Dağı, 27.11.2012
|
KÖPEK MEZARININ SIRRI

Yalvaç’taki Pisidia Antiocheia
antik kentinde
gün yüzüne çıkarılan köpek mezarlarının halkın,
Hristiyan inancına rağmen kentin o dönemde yaşadığı
felaketlerden korunmak için pagan inancına
başvurduğunun kanıtı olarak gösterilebileceği
bildirildi.
Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Antiocheia
Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 4 yıldan bu yana
sürdürülen antik kentteki kazı çalışmalarının bu yıl
11 Haziran’dan beri devam ettiğini, hava
koşullarının iyi gitmesi durumda çalışmaların 10
Aralık’a kadar devam edeceğini söyledi.
Bu yılki kazı çalışmalarının antik kentin
kuzey-güney yönündeki caddelerinde
yoğunlaştırıldığını bildiren Özhanlı, 5 ay süren
caddedeki çalışmaların sona erdiğini kaydetti.
Kazılarda caddede ilginç verilere ulaşıldığına
dikkati çeken Özhanlı, ”Özellikle Antiocheia antik
kentinde 8,9 ve 10. yüzyıllara ait çok sayıda eser
karşımıza çıktı. Ancak bir veri var ki gerçekten geç
antik dönemin sosyal yaşantısını, inancını bize
gösterdi. Bu, 2009 yılında bulunmasına rağmen tam
anlaşılamayan köpek mezarıdır. Kentin en işlek
caddesinde bir köpek mezarının bulunması ilginç bir
veri olarak sunulabilir” dedi.
Bu yıl elde edilen en önemli verilerden biri olan
köpek mezarının Hristiyanlık dönemi sosyal yaşantısı
ve inancına yönelik bazı ipucları verdiğini dile
getiren Özhanlı, Hristiyanlık inancında köpeğin
sevilmeyen bir hayvan olduğunun bilindiğini
kaydetti.
Antik dönemde büyücülerin tanrısı olarak görülen ve
köpeği kutsal hayvan kabul eden Hekabe adında bir
tanrıça olduğunu bildiren Özhanlı, ”Bu tanrıça adına
felaketler karşısında köpek kurban edilmekteydi.
Hristiyanlık döneminde ise köpeği kurban eden bu
inanç tamamen kaybolmuştu. Çünkü Hristiyanlıkta
köpek, sevilmeyen hayvandı. Geç döneme ilişkin elde
edilen bu veriler özellikle Pisidia Antiocheia antik
kentinin 8. yüzyılda uğradığı felaketlerden dolayı,
eski inancın tekrar uygulanmaya çalışıldığını
göstermektedir” diye konuştu.
Özhanlı, Emevi döneminde Halife Velid’in oğlu Abbas
tarafından kentin büyük bir Arap akına uğradığını
ifade ederek, şunları söyledi: ”Burada yağmalama
olması sonucu halk fakirleşmiş ve hastalıklar ortaya
çıkmaya başlamış. Bunun üzerine kent, eski geleneği
tekrar ortaya çıkarmış. 2010 yılında antik kentin
ana çeşmesinin bulunduğu noktada çıkarılan başka bir
köpek mezarı, bu geleneğin devam ettiğini
göstermektedir. Kaburgalarının arasından geçirilmiş
mızrak köpeğin kendiliğinden ölmediğini, kurban
edilerek gömülmüş olduğunu bize göstermektedir.
Köpek, çok itinalı bir şekilde gömülmüştü. Köpeğin
patilerinin altına taşların konulması ve yine
yönünün kuzey-güney doğrultusunda olması
Hristiyanlık geleneğine uymadığını, farklı bir
şekilde gömüldüğünü göstermektedir. Mezarlarda
köpeklerin yanı sıra metal bilezik, seramik gibi
eşyaların bulunması ayrı bir öneme sahip.” Pisidia
Antiocheia antik kentinin bu dönemde çok
küçüldüğünü, Roma dönemindeki ihtişamını
kaybettiğini, ardından kentin bugünkü Yalvaç
İlçesi'nin olduğu yere taşındığını anlatan Özhanlı,
”Kazılarla elde edilen veriler 8 ve 9. yüzyıllarda
Pisidia Antiocheia antik kentinde sosyal yaşantının
ve dinsel inanışın nasıl olduğunu kanıtlar
niteliktedir” dedi.
Vatan, 27.11.2012
|
TABYALARA ORTAK AKIL YAKLAŞIMI

Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA)
Koordinasyonundaki Tarih ve Kültür Mirası Turizmini
Geliştirme Komitesi ile Orman ve Su İşleri 13. Bölge
Müdürlüğü İşbirliğinde düzenlenecek olan “Nene Hatun
Tarihi Milli Parkı Tabyalarının İşlevselleştirilmesi
Ortak Akıl Çalıştayı” 28 Kasım Çarşamba günü
Erzurum’da yapılacak.
Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA)
tarafından 2011 yılı içerisinde hazırlanarak 2012
yılı içerisinde yerel komiteler eliyle uygulamaya
konulan İnovasyona Dayalı Bölgesel Turizm Stratejisi
ve Eylem Planı kapsamında, Tarih ve Kültür Mirası
Turizmini Geliştirme Komitesinin faaliyetlerinden
biri de “Nene Hatun Milli Parkı’nda bulunan
Tabyaların işlevselleştirilerek turizme
kazandırılmasına katkı sağlanması hedefleniyor.
KUDAKA Basın ve halkla İlişkiler Birimi tarafından
yapılan yazılı açıklamada, “Milli Park ilan edilerek
koruma altına alınan tarihimizin en önemli
değerlerinden Aziziye ve Mecidiye Tabyalarının
turizme kazandırılması amacına hizmet edecek yeni
bir çalışma ise 28 Kasım 2012 tarihinde Kuzeydoğu
Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA) koordinasyonundaki
Tarih ve Kültür Mirası Turizminin Geliştirilmesi
Komitesi ile Orman ve Su İşleri 13. Bölge Müdürlüğü
arasındaki iş biriliği ile yapılacak “Nene Hatun
Tarihi Milli Parkı Tabyalarının İşlevselleştirilmesi
Ortak Akıl Çalıştayı”dır.
Erzurum Palan Otel’de 09:30’da başlayıp bir gün
sürecek olan çalıştay kapsamında Tabyalara
yüklenebilecek fonksiyonların neler olabileceği ve
alanın turizm açısından sürdürülebilir kullanımının
nasıl sağlanabileceği ile ilgili ortak bir akıl
oluşturulması hedeflenmektedir. Konusunda uzman
akademisyenlerin, yöneticilerin, STK temsilcilerinin
ve profesyonel turizmcilerin katılacağı çalıştayda
belirlenecek fonksiyonların ve alınan kararların
uygulama çalışmaları açısından yönlendirici
özellikte olması beklenmektedir.” denildi.
Erzurum Gazetesi, 27.11.2012
|
MADEN OCAĞINDA ROMA DÖNEMİNE AİT MIZRAK UCU BULUNDU

Kayseri'nin Develi İlçesi'nde Havadan
Bölgesi'ndeki bir maden ocağında, Roma Dönemi'nde
maden ocağında çalıştırılan köle sorumlularının
kullandığı belirtilen bronz mızrak ucu bulundu.
Havadan Bölgesi'nde bir maden ocağında çavuş olarak
çalışan Nazım Büyüköztürk, Roma döneminde madenlerde
kölelerin sorumluluğunu üstlenen güvenlikçilerin
kullandıkları öne sürülen mızrakların ucunu buldu.
Nazım Büyüköztürk, eski maden ocaklarında yaptıkları
aramalarda zaman zaman Roma döneminde kullanılan
kesici maden aletleri ve kölelere karşı kullanılan
mızrakların uçlarının bulunduğunu anlattı.
Büyüköztürk, Romalılar'ın maden ocaklarında aranılan
maden çeşidini bulup taban seviyesine kadar
indiklerini ve alt zeminden başlayıp maden cürufunu
yine dağın içerisinde bırakarak sadece işlenilecek
madeni yüzeye çıkarttıklarını söyledi.
Maden Mühendisi Abdullah Malkoçoğlu da altın, çinko
ve kurşun başta olmak üzere Zamantı ırmağının doğu
ve batı cephesindeki maden rezervlerinin Romalılar
Dönemi'nde de işletildiğini, bu bölgede birçok
madenci aletine rastladıklarını söyledi. Malkoçoğlu,
bölgede zengin maden rezervlerinin olması nedeniyle
köylerden göçün azaldığını, keşfedilmeyi bekleyen
madenlerin de bulunduğunu kaydetti.
Bugün, Haber: Nezir Ötegen, 26.11.2012
|
KARUN HAZİNELERİ ÖZEL BAKIMA ALINDI

Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Karun
Hazineleri’nin 170 parçası, uğradıkları korozyon
etkisinden arındırılmaları amacıyla müzede
kurulan laboratuvarda bakıma alındı. Uşak Kültür
ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk bakım
çalışmalarının yaklaşık 1 ay süreceğini söyledi.
Arıtürk, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
oluşturulan ve içerisinde bir bakanlık
müfettişinin de bulunduğu 7 kişilik ekibin,
Uşak Arkeoloji Müzesi’nde korozyona uğrayan
eserlere bakım yapmak için geldiğini söyledi.
Arıtürk, Uşak Tren Garı’nda yapılan yeni
müzenin, yaklaşık 1 yıl sonra hizmete girmesinin
planlandığını dile getirerek, ‘Yeni müze hizmete
girdiğinde Karun Hazineleri ve diğer eserler
layık oldukları şekilde sergilenecek’ dedi. Uşak
Arkeoloji Müzesi’nde, depolardaki eserlerle
birlikte kayıtlı 41 bin 800 parça tarihi eser
var.
|
MARDİN 100 YIL ÖNCEKİ HALİNE DÖNECEK
Mardin'de 3 yıl önce başlayan tarihi dönüşüm
projesi kapsamında devam eden çalışmalarda şu ana
kadar 140 beton bina yıkıldığı belirtildi. Konu ile
ilgili bilgi veren
Mardin Belediye Başkanı
Beşir Ayanoğlu, tarihi kentte başlayan dönüşüm
projesi kapsamında şu ana kadar tespit edilen 570
binadan 140 binanın yıkıldığını kaydetti. Projenin
Mardin'i 100 yıl önceki haline getirme amacı
taşıdığını ifade etti.
7 bin yıllık tarihi
geçmişi bulunan ve 30 medeniyete beşiklik eden
Mardin'i bir dünya kenti yapma adına imkanlar
ölçüsünde hizmet ettiklerini belirten
Mardin Belediye Başkanı
Beşir Ayanoğlu, 50 yıl boyunca yerel
yönetimlerin yapmış oldukları hataları şimdi
kendilerinin çektiğini ifade etti.
Başkan Ayanoğlu,
"Bugün
Mardin'de tespit edilen beton ev sayısı 2 bini
geçiyor. Acil olarak yıkılması gereken ilk etapta
570 bina var. Bunları 2014 yılına kadar yıkmamız
gerekir. Şu ana kadar 140 bina yıkıldı.
Mardin'in hem alt yapısı hem de üst yapısını
yeniden şekillendiriyoruz. Şu ana kadar şehrin
sokaklarına 550 bin metre parke taşı ile döşedik.
200 kilometre su ve kanalizasyon döşemesi yaptık.
1952 yılında yapılan
Mardin'in alt yapısı, 60 yıl sonra tamamı
yeniden kazılarak döşendi. Suyu, elektriği,
kanalizasyonu, telefonu atık su tahliyesi bunlar
tamamen yenilendi. Şehri güzelleştirecek 11 tane
park yaptık.
Mardin'i adeta şantiyeye dönüştürdük. Bütün
bunlar için şu ana kadar 80 milyon lira harcama
yaptık." dedi
"İNANÇ AYRIMI YAPMADAN
CAMİYİ DE KİLİSEYİ DE ONARIYORUZ"
İnanç ve kültür turizmine
yönelik yapılan diğer çalışmalar kapsamında hiçbir
ayrım yapmadan çalıştıklarını vurgulayan Başkan
Ayanoğlu, şunları söyledi: "Son üç yılda cami,
medrese, hamam, kilise tarihi evler ve çarşılar
restore edildi.
Mardin Valiliği ile ortak yapılan çalışmalar
kapsamında tarihi dokunun korunması adına önemli
projelere imza atıldı. Turizm de günden güne yıldızı
paralayan
Mardin'i geleceği hazırlamak için önemli
projeler hazırlandı. Tarihi kenti dünya turizm
merkezi yapmak için kolları sıvadık.
Mardin'in simgesi olan tarihi surları yeniden
restore ettik.
Mardin'i
UNESCO'ya hazırlıyoruz. 2014 yılında başvurumuzu
yapacağız." şeklinde konuştu
"MARDİN DÜNYA TURİZM
MERKEZİ OLACAK"
Turizm'de son yıllarda
önemli bir başarı yakalayan
Mardin yatırımcıların da iştahını kabarttığına
dikkat çeken Başkan Ayanoğlu, son 5 yılda
Mardin'de 10 otel 30'a yakın butik otel
açıldığını hatırlattı. Ayanoğlu, "2003 yıllarında
Mardin'e gelen turist sayısı 30 binken bugün ise
bir milyonu aşmaktadır. Bölgeye gelen huzur ve güven
sayesinde yerli yabancı yatırımcılar tarihi kentte
yatırım yapmak için sıraya girmiş durumdadır. Bizim
hedefimiz büyük. 2023 vizyon hedefimizde ise
Mardin'e 5 milyon turist 50 bin yatak ve 50
butik otel hedefliyoruz. Herkesin
Mardin için elini taşın altına koyma vakti
geldi. İşadamından bürokratına, basınından esnafına
kadar herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesi
gerekir. Bunun için
Mardin'de turizm alanında yatırım yapmak isteyen
herkese kapımız açıktır.
Mardin sadece ülkemizin değil bir dünya kenti
olacaktır.
Kudüs'ten Venedik'ten Toledo'dan daha eski daha
zengin bir kültüre sahip olan
Mardin'in kaderi de değişecektir. İşsizlik sona
erecek. İnsanlar birbirleri ile değil işleri ile,
aşları ile uğraşacak. Artık
Mardin kabuğunu kırdı." diye konuştu
haberler.com, 26.11.2012
|
"TARİHE TAKINTIYLA BAĞLANMAYALIM"

Tarih Vakfı'nın düzenlediği Perşembe
Konuşmaları'nın beşincisinin konuşmacısı Boğaziçi
Üniversitesi Tarih Bölümü'nden Ahmet Ersoy'du.
Ersoy öncelikle Topçu Kışlası'nın fotoğrafını dinleyicilerle paylaşıp
"Bu fotoğrafı gösterip 'güncel' diyeceğim aklımın
ucundan bile geçmezdi" diyerek son dönemdeki ihya
projesi öncesinde yapının sadece akademik bir bilgi
parçası olduğunu, günümüzde ise hayatımızın bir
parçası olmaya hazırlandığını dile getirdi. Bu
projenin 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri
sırasında Hayal-Et Yapılar projesiyle gündeme
geldiğini, serginin varolmayan yapıların güncel
kentsel senaryolarla yarı mizahi bir dille kentsel
ve mimari mirasın temsilini ele aldığını ifade eden
konuşmacı, "Bu mizah kara mizah oldu. Sanat hayatı
değil, hayat sanatı taklit etmeye başladı. Bu kitap
çok tehlikeli bir döküman olarak önümüzde duruyor,
devamı gelebilir," sözlerine yer verdi.
Yerelliğin Çağdaş Kalıplar İçerisinde
Pazarlanması
Taksim projesini otantiklik, geleneksellik ve
yerel kimlik kurgularının küresel tüketim tarafından
yönlendirilmenin bir parçası olduğunu belirten
Ersoy, bu yapının döneminde ne ifade ettiğini
tartıştı.
Ersoy "1860'larda Osmanlı'nın yapmaya
çalıştığıyla bugün yapılmaya çalışılan arasında pek
de fark yok. İkisi de yerelliği, gelenekselliği,
yeni çağdaş kalıplar içerisinde pazarlamaya
çalışıyor." derken, dönemin elitinin "Osmanlı
Rönesansı" olarak adlandırdığı akım öncesinde hangi
üslupta yapıların gerçekleştirildiğini ifade etti.
Buna göre, yoğun bir şekilde Avrupa mimari
elemanlarını barındıran, Batılı göndermeleri olan
mimari bir dilin varlığına dikkat çeken konuşmacı,
bunun aslında yerel devamlılığı olan bir tarz
olduğunu belirtti. Mimarinin kurumsal çerçevesinin,
mimari kurgunun bu dönemde devamlılığını
sürdürdüğünü dile getirdi.
"Yerel unsurlarla bezeli olduğu söylenen üslup
çok modern, öncülü yok. Batılı dediğimiz mimari dil
ise bir geleneğin devamı. Abdülaziz dönemiyle
birlikte Tanzimat'ın mimari dili yeterince otantik
bulunmuyor. Osmanlı'nın özüne dönmesi gerektiği
tartışması ortaya çıkıyor. Mimari geleneğin
kökenleri ve sınırlarıyla ilgili tarihselci bir
perspektif ortaya çıkıyor. Bu değişim ise tamamen
kozmetik bir dil olarak algılanıyor. Böylece bu
otantiklik oryantalizm üzerinden işleniyor. Harbiye
Nezareti Binası, Pertevniyal Valide Sultan Camisi,
Hamidiye Camisi ve Çırağan Sarayı bu anlayışla
yapılan binalar..."
Bir İştah Nesnesi Olarak Tarih
19. yüzyıl ile beraber tarihin bir iştah
nesnesine dönüştüğünü, müzeler, restorasyon
pratikleri, tarihsel romanlar gibi öncülü olmayan
farklı temsil yollarıyla tarihin tekrar
kurgulandığını dile getiren Ersoy, Osmanlı'da da
Elbise-i Osmaniyye ve Yeniçeri Kıyafethanesi gibi
dönemdeki farklı temsilleri betimledi.
"19. yüzyılda Osmanlı toplum hayatında yaşanan
kırılmalarla tekinsiz bir modernlik hali oluşuyor.
Geçmişin içeriği değişiyor, herşey kopuş hissi
üzerinden şekilleniyor. İnsanlar geçmişin
uzaklığını, organik bağların kesilmiş olduğu hali
deneyimliyor. İlk defa tarihe dışarıdan baktıklarını
hissediyorlar. Geçmişten koptuğumuz için de geçmişle
suni olarak köprüler kurmaya çalışıyoruz. Osmanlı
özelinde de siyasal bağımsızlığın kültürel ve ahlaki
geleneğe bağlı olduğu kaygısı beliriyor. Bu aynı
zamanda görsel alanda, mimariyle daha önce
varolmayan bir ilişki biçimine dönüşüyor. Modern
olan bir temsil tekniğiyle kendi geleneğimizi
tanımlamaya çalışıyoruz. Böylece Topçu Kışlası
Osmanlıların kendi otantikliklerini kanıtlamaya
çalıştıkları bir yapı olarak önümüze çıkıyor"
"'Osmanlı nostaljisi' bir intikam olarak geri
döndü diyebiliriz" diyen Ersoy, 90'lardan itibaren
Osmanlı tarihi ve kültürüne bir iştahın belirdiğini,
2000'li yıllarda ise neredeyse 19. yüzyıla özgü bir
temsil çeşitliliğinin (mimariden, el sanatlarına)
görülmeye başlandığını ifade etti. Geçmişi hala
kaybetmiş olduğumuzu düşündüğümüzü dile getiren
konuşmacı, 90'larla ortaya çıkan globalleşme
tehdidinin de bunda etkili olduğunu, çevremizdeki
yerellik simgelerinin de bir panzehir görevi
gördüğünü belirtti.
Yeni Osmanlı Düzeninde Çevre Nasıl Temsil
Ediliyor?
"Kaybettiğimiz altın çağa duygusal olarak
bağlanabiliyoruz. Bu da süreklilik hissini ortaya
koyuyor. Kırılmayı bu şekilde tamir ediyoruz.
Örneğin Ataşehir Mimar Sinan Camisi, Mimar Sinan ile
bağların kopuşunun 2012'de tamir edilme biçimi
olarak önümüze çıkıyor. Türkiye'nin yeni
özlemlerini, 'İslam dünyasının liderliği' ifadesini
pekiştiriyor bu oryantalist yaklaşım" diyen Ersoy
yeni osmanlı düzeninde çevrenin nasıl temsil
edildiğinin potansiyel sorun olarak görülmesi
gerektiğini, kültür ve kimliğin çok masum
kategoriler olmadığını dile getirip, Nietzsche'nin
1870'te belirttiği üzere "Tarihe takıntıyla
bağlanmayalım" diyerek sözlerini noktaladı.
Arkitera, Ekleyen: Betül Atasoy, 26.11.212
|
İŞTE ZEMZEM KUYUSUNA KARIŞAN BALÇIKLI KANAL
Rivayet o ki, Osmanlı Padişahı I. Mahmud, bir gece
rüyasında Halid Bin Zeyd Ebu Eyyub-el Ensari
Hazretleri'ni (radıyallahu anh) görür. “Ben burada
su içindeyim, sen rahat yatağında uyuyorsun” der.
Padişah ertesi gün hemen talimat verir, araştırılır.
Gerçekten türbenin zemini su içindedir. Kabrin ayak
ucundaki kuyunun taştığı anlaşılınca hemen türbe
etrafına taş oluklardan drenaj kanalı yapılır. Artık
kuyudan gelecek fazla su ve avluda biriken sular
buradan tahliye edilecektir. Öyle de olur. Aradan
asırlar geçer. Zamanla ihtiyaçlar artar, yeni yeni
kanallar eklenir bölgeye. Ne var ki, 1970'li
yılların sonunda döşenen bir boru, tarihi taş
kanalın önünü tıkar. Türbe ve avludan gelen suyun
artık gideceği bir yer kalmamıştır. Uzun yıllar da
kimse burada biriken suyun ne olduğunu merak etmez.
Ta ki geçtiğimiz sene avludaki bir mermer kırılana
dek...
Onarım için mermeri kaldıran ekip, altındaki
drenaj kanalının balçıkla dolduğunu görür. Tesadüfen
manzaraya şahit olan bir iş adamı hemen bir işçi
tutar, kanal temizlenir. Sonra Büyükşehir ve Eyüp
Belediyesi'nin gönderdiği ekipler kanalın bakımını
yapar, durumu görmek için içeri bir de robot kamera
salarlar. Kasıtlı mıdır, bilinçsizlikten midir
bilinmez, 35 yıl kadar önce döşenen borunun kanalın
önünü kestiği ortaya çıkar. Dahası kuyuda yapılan
analizlerde, bu balçığın “zemzem” diye bilinen
kuyuya da karıştığı anlaşılır. Durum Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a aktarılır. Başkan'ın
verdiği talimatla sadece türbenin ve Eyüp Camii'nin
değil, bütün Eyüp'ün korunmasını içeren proje
hazırlanır, Anıtlar Kurulu'na sunulur. Haliç'teki su
seviyesinin altında kalan Eyüp Meydanı'nı kurtaracak
proje için şimdi gözler kurulda... Onay alındığında
hemen çalışmalara başlanacak ve Eyüp'teki tarihi
yapılar, daha uzun yıllar koruma altına alınmış
olacak.
Türkiye Gazetesi, Haber: Yücel Koç, 26.11.2012
|
SADRAZAM BAYRAM PAŞA KÜLLİYESİ VE TÜRBESİ ZİYARETE
AÇILDI

Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından restorasyonu yapılan Sadrazam
Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi ziyarete açıldı.
Açılışa katılan
AKP Genel Başkan Yardımcısı
Abdülkadir Aksu, külliyelerin Türk İslam
toplumunda önemli bir yere sahip olduğunu vurguladı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü,
Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı (HEKVA),
Kızılay
Bayrampaşa Şube Başkanlığı ve çeşitli sivil
toplum örgütlerinin girişimleri sonucunda
Fatih'te bulunan Sadrazam
Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi'ni restore etti.
Restorasyonun tamamlanmasının ardından Sadrazam
Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi törenle ziyarete
açıldı. Törene
AKP Genel Başkan Yardımcısı
Abdülkadir Aksu, Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı
(HEKVA) Başkanı Piyale Özdoğan Çitil,
Bayrampaşa Kaymakamı
Hasan Gören,
Kızılay
Bayrampaşa Şube Başkanı Ali Murat Duman,
İstanbul Valisi
Hüseyin Avni Mutlu'nun eşi Gül Mutlu,
Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir'in eşi Songül Demir'in eşi ve
davetliler katıldı.
Burada bir konuşma yapan
Abdülkadir Aksu, külliyelerin Türk İslam
toplumunda çok önemli bir yere sahip olduğunu
vurguladı. Tarihi değerlerin yeniden ihya edilmesi
gerektiğini ifade eden Aksu, Sadrazam
Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi'nin
restorasyonunda emeği geçen herkese teşekkür etti.
HEKVA Başkanı Piyale
Özdoğan Çitil de Sadrazam
Bayrampaşa Türbesi'ndeki çinilerin Bursa Ulu
Cami'dekilerle aynı olduğu bilgisini verdi.
Çinilerin 1990'lı yılların başında çalındığını
aktaran Çitil, çinilerin yurtdışına çıkartılmaya
çalışılırken bulunduğunu belirtti.
Sadrazam
Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi
Abdülkadir Aksu, Gül Mutlu, Songül Demir ve
Piyale Özdoğan Çitil'in kurdeleyi kesmesiyle
ziyarete açıldı.
Bayrampaşa Türbesi içerisinde Kur'an-ı Kerim ve
dualar okundu. Külliyeyi Hanımlar Eğitim ve Kültür
Vakfı kullanmaya devam edecek.
haberler.com, 26.11.2012
|
YAŞLI İSTANBUL'U GENÇLER BİLİYOR

İTÜ ’de
Sanat Tarihi yüksek lisans
öğrencisi Hasan Binay, yıllardır Yenikapı
kazılarında çalışıyor. Binay,
İstanbul ’un tarihini 8 bin 500 yıl geriye
çeken kazı için “Bir zamanlar Marmaray’ın
tamamlanmasına engel olarak görüldü ama artık
kentin belleğini tamamıyla değiştirdiği herkes
tarafından kabul edilmekte” diyor. Yenikapı,
öğrencilerin çalıştığı kazılardan yalnızca bir
tanesi: Küçükçekmece’de yavaş yavaş ortaya çıkan
kayıp Bizans kenti Bathonea, İstanbul’un ayakta
kalan tek ortaçağ kalesi olan Yoros ve
Anadolu ’da devam eden 150 civarındaki
kazıda da öğrencilerin emeği var. İşte bu
öğrenciler şimdi birikim ve izlenimlerini bir
sempozyumla aktarmak istiyor.
29 Kasım-1 Aralık arasında ilki düzenlenecek
‘Arkeoloji ve Sanat Tarihi Öğrenci Sempozyumu’nu
organize eden öğrenciler, “Arkeolojik
çalışmaları ilk defa ‘kazı başkanları’ değil
öğrenciler anlatacak, kendi deneyimlerini
paylaşacak” diyor.
İstanbul Üniversitesi , İTÜ, Marmara
Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden 35
öğrenci aylardır bu sempozyuma hazırlanıyor.
Sempozyumun amacı, arkeolojinin sadece
akademisyenler arasında sıkışıp kalmasını
engellemek ve insanlığın köklerine ışık tutan bu
bilim dalını toplumsallaştırmak. Öğrenciler,
arkeolojiye merak uyandırarak yasalarla
korunması mümkün olmayan tarihi eserlere
herkesin ‘bekçilik’ edebileceği günlerin
hayalini kuruyor: “Her tarihi kalıntının başında
bir güvenlik görevlisi duramaz, hele de
Suriçi’nde” diyorlar.
İstanbul Üniversitesi Prehistorya öğrencisi
Melek Soytürk, “Kimse aslında ne iş yaptığımızı
bilmiyor,
altın aradığımızı zanneden çok. Biz defineci
değiliz, eser değil bilgi arıyoruz. Küçük bir
kiremit parçası bize yepyeni bir şey
anlatabilir” diyor. Ortak kanıları, bu iletişim
kopukluğuna akademinin içine kapanıklığının
sebep olduğu.
Öğrenciler sempozyumda bir yandan da kendi
sorunlarını masaya yatıracak. Başı çeken konular
arasında yabancı dil eğitimi ve temel eserlerin
Türkçe’ye çevrilmesi geliyor: “Hiçbir kaynağımız
Türkçe değil, hocalarımız makalelerini Almanca
yazıyor, biz de kendi çabamızla çevirmeye
çalışıyoruz. Eğer yazdıklarımızı anne-babamız
okuyamayacaksa bunun ne anlamı var?”
Yenikapı’da neler olup bittiğini merak eden
herkesi Cumartesi günü saat 13.00’da yapılacak
Yenikapı gezisine davet ediyorlar. Arkeologlar
Derneği İstanbul Şubesi’nin desteğiyle
hazırlanan sempozyumun programına
www.arkeologlardernegist.org adresinden
ulaşılabilir.
Yoros Kalesi kazısı
Tarihi geçmişi Orta Bizans devrine dayanan
Anadolu Kavağı’ndaki Yoros Kalesi İstanbul’un
ayakta kalan tek ortaçağ kalesi.
Roma , Bizans ve Osmanlı dönemlerinde
Karadeniz ile
Ege arasındaki ticari ve askeri deniz
trafiğinin kontrolü kaleden yapılıyordu. 2010’da
başlatılan kazıda bugüne kadar Bizans ve Osmanlı
dönemlerine ait yapı ve günlük eşya
kalıntılarına ulaşıldı. Sunumu İstanbul
Üniversitesi Sanat Tarihi öğrencisi Ali Çağlar
Erdoğan yapacak.
Küçükçekmece Göl Havzası Bathonea kazısı
Avcılar Firuzköy mevkiindeki kazılar, hızla
yayılan modern kentin altında kalacak tarih
öncesi verilerin kaybolacağı kaygısıyla
uluslararası bilim insanlarından oluşan bir
ekiple İTA (İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları)
tarafından başlatıldı. MÖ 7. yüzyıldan, M.S.
11. yüzyıla kadar yoğun bir deniz ticaretinin
yaşandığı anlaşılan bölgenin manastır/saray
kompleksi, devasa açık sarnıçı, antik limanı,
mermer yolları ve anıtsal yapıları ve üç yıldır
kazılıyor. Buradaki ilk yerleşimin Neolitik
döneme kadar uzandığı sanılıyor. Sunumu Kocaeli
Üniversitesi Arkeoloji bölümünden Kenan Şengül
yapacak.
Yenikapı kazıları
2004 Yılında başlayan Metro-Marmaray İnşaatı ile
beraber başlayan kazılarda şu ana kadar 36 adet
batık gemi, 80 binden fazla envanterli eser
ortaya çıkarıldı. Bunların yanında en önemli
bulgu limanın altında çıkan neolitik döneme ait
köy oldu. Bu köy, arkeologlar tarafından
günümüzden 8500 yıl öncesine tarihlendi. Tarihi
yarımada içinde bilinen en eski yerleşim olması
açısından İstanbul’un tarihini değiştirdi. Bu
kazıları Arkeoloji Müzesi’nde görevli arkeolog
Mehmet Ali Polat anlatacak.
Radikal, Haber: Elif İnce, 26.11.2012
|
GÜNAY: LOUVRE'DAN İYİ NİYETLİ VE İKNA EDİCİ YANIT
ALAMADIK
Kültür ve Turizm
Bakanı
Ertuğrul Günay,
Türkiye'den yasadışı yollarla çıkarılan
eserlerin iadesi konusunda ünlü Louvre müzesinden
bekledikleri cevabı alamadıklarını söyledi.
Fransa ziyareti sırasında Cihan
Haber Ajansı'na konuşan Günay, çalıntı eserlerin
iadesi için dünyadaki saygıdeğer kurumlarla
işbirliği yapmak konusunda kararlı olduklarını
belirtti. "Biz Louvre ile ne kadar işbirliği
ihtiyacı içerisindeysek, sanırım onlar da
Türkiye ile aynı işbirliği ihtiyacı
içerisindeler." diyen Günay, nezaket ve iyi niyetle
sorunları çözmeye çalışdıklarını belirtti fakat
şimdiye kadarki girişimlerden somut, ikna edici ve
iyi niyetli çok fazla yanıt almadıklarını vurguladı.
"Dünyanın çeşitli
yerlerinde eserlerimiz var." diye konuşan Günay,
bunların bir kısmının padişahlık döneminde fermanla
gittiğini ve onları istemeye henüz uluslararası
hukukun izin vermediğini söyledi. 1970'lerde
yapılmış bir sözleşme olduğunu belirten Kültür ve
Turizm Bakanı, 70'den sonra çalıntı eserlerin
iadesinin daha kolay olduğunu belirtti. Müzelerin bu
eserleri iade etmekte direnmesine hak vermediğini
fakat bunu tavrı anlayabildiğini kadyeden Günay, "O
yüzden sabırlı ve nazik davranmalıyız. Zamanla,
sabırla ve nezaketle olumlu sonuçlar alacağız."
dedi.
Türkiye'ye
İznik çinilerinin dönüşünün bir sevinç
yarattığını, Troya hazinelerinin bir kısmının da
geldiğini belirten Günay,
Almanya ile de kanatlı deniz atının alınması
konusunda mutabakat sağlandığını hatırlattı. Kültür
ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay "Bunlar güzel
haberler umuyorum ki bir gün
Fransa'dan da güzel bir
haber alacağız." dedi.
haberler.com, 26.11.2012
|
PROFESÖRÜ KAHRINDAN ÖLDÜREN KAYIP KOLEKSİYONU
İŞÇİLER BULDU
Mimar
Sinan Üniversitesi’nin İstanbul
Fındıklı’daki kampüsünde deprem
güçlendirme çalışması yapan işçiler
sürprizle karşılaştı. Temeldeki kazı
sırasında molozları kaldıran işçiler,
bir kutuda Arapça yazılı eserler buldu.
Uzmanlarca incelenen 96 parça eserin, 14
yıl önce kaybolan Osmanlı’nın son hat
üstatlarına ait koleksiyon olduğu
belirlendi. Prof.Dr. Kerim Silivrili’ye
zimmetlenen koleksiyon, üniversitedeki
odasında kilitli çelik dolapta dururken,
emekliliğinin ardından temizlik
esnasında kaybolur. Kendisini mesul
gören Silivrili’nin sol yanına felç iner
ve 2007’de vefat eder.

Osmanlı’nın son hat üstatları;
Necmettin Okyay, Beşiktaşlı Hacı Nuri
Korman, Macit Ayral ve İsmail Hakkı
Altunbezer’e ait ümit kesilen eserlerin
serüveni, 1938 yılına uzanıyor. Milli
Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel,
emekliliği gelen Osmanlı’nın son hat
üstatlarına yönelik özel bir uygulama
başlatır. Buna göre devlet, her ay
hattatlardan birer hat eseri satın alır
ve karşılığında emekli maaşı verir.
1960’a kadar devam eden uygulama ile 4
hat üstadına ait eserler, muhafaza
edilmesi için MSGSÜ’ye verilir. Prof.Dr. Kerim Silivrili’nin odasında kilitli
eserler onun emekli oluşundan sonra
yapılan bir temizlik esnasında dolapla
birlikte ortadan kaybolur. Eserlerin
kaybolmasından kendisini mesul gören
Prof. Silivrili’nin sol yanına felç
iner. Silivrili, bu olaydan sonra
toparlanamaz ve 2007 yılında vefat eder.
Rektör
Prof.Dr. Yalçın Karayağız ve
hat uzmanı Prof.Dr. Uğur Derman,
geçtiğimiz hafta eserlerle ilgili bir
envanter çalışması yaptı. 40’ı Necmettin
Okyay’a, 33’ü Macit Ayral’a, 21’i Hacı
Nuri Korman’a, 1’i İsmail Hakkı
Altunbezer’e ve biri de müellifi tespit
edilemeyen toplam 96 eser temizlenip
korumaya alındı. ‘Eserler çalındı mı?’
zannını ortadan kaldıran olaya en çok
sevinenlerden Kerim Silivrili’nin kızı
Nesteren Silivrili de babasının bu
olayla anılmasına çok üzüldüğünü
anlatıyor.
Prof.Dr. Derman, eserlerle ilgili,
“Hepsini inceledim. Bir zarara uğramadan
tertemiz kalmışlar. Sadece birkaçı biraz
buruşmuş o kadar. Onlar da biraz tamirle
eski haline döner.” bilgisini veriyor.
Son devrin büyük üstatlarının
yazılarının hem maddi hem de manevi
değerinin büyük olduğunu dile getiren
Derman, eserlerin; sülüs ve talik tarzda
yazılmış ayetler, hadisler, Türkçe mısra
veya beyitler olduğunu söylüyor. Hocası
Hezarfen Necmettin Okyay’ın yanında
eserlerin bazılarının yapılışına bizzat
tanıklık eden talebesi Prof. Derman,
“Bir eli uzun üniversiteden kaçırdı
herhalde diye düşünüyorduk. Çok
sevindim.” diyor. Olayın, Kerim Hoca’nın
üniversite dışındayken yaşandığını
anlatan Derman, “Ancak o kendisini
sorumlu hissediyordu. Hatta o zaman
üniversite yönetiminden kendisiyle
ilgili soruşturma açılmasını istedi. Ama
açılmadı. Sürekli ‘Ben ahirette
Necmettin hocanın huzuruna nasıl
çıkacağım?’ der içlenirdi.” diye
konuşuyor.
Zaman, Haber: Burak Kılıç, 26.11.2012
|
İNGİLİZLER ÖVE ÖVE BİTİREMEDİ
İngiliz Guardian gazetesinin haberinde, 2005
yılında Uşak
Arkeoloji Müzesi’nden çalınan eserin
Almanya’da bulunmasının öyküsün anlatıldı.
Haberde,
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın tarihi eserin
Türkiye’ye iadesi konusunda Alman makamlarının
onay verdiğine dair açıklamasına yer verildi.
Gazeteye görüş bildiren
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilisi Şerif
Arıtürk, eserin Uşak’taki Arkeoloji Müzesi'ne
dönmesinden sonra turistler, tarih ve
sanat meraklılarının ilgisinin bu kente
çevrileceği belirtildi.
İngiliz Guardian gazetesinin haberinde,
Türkiye’nin son dönemde yurtdışına kaçırılmış tarihi
eserlerin ülkeye geri dönmesi konusunda önemli
adımlar attığı vurgulandı. Türk Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın
sadece
2011 yılında Kanatlı
Denizaltı Broşu benzeri 885 tarihi eseri
ülkesine geri kazandırdığına dikkat çekildi.
Milliyet, 26.11.2012
|
"KÜLTÜR MİRASLARIMIZ TAŞ OCAĞINDA KAYBOLMASIN"

Aydın'ın Söke ve Muğla'nın Milas ilçe sınırlarına
hakim tepelere sahip mitolojik öykü zenginlikleri
ile bilinen Beşparmak Dağları'nda (Latmos) 1994
yılında Alman arkeolog Aneliese Peschlow tarafından
gün ışığına çıkarılan 8 bin yıllık kaya resimlerinin
kurtarılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı
harekete geçti. EKODOST Derneği Başkanı Bahattin
Sürücü, Arkeolog Anneliesse Peschlow ve Aydın İl
Kültür Müdürü Nuri Aktakka, bölgedeki kaya
resimlerinin başta taş (feldispat) ocakları ve
ziyaretçilerin yol açtığı tahribat nedeniyle tehdit
altıda olduğunu söyledi.
8 bölgenin SİT alanı ilan edildiğinin müjdesini
veren Aktakka, "Tespit edilen 170 kaya resmi olumsuz
doğa koşulları ve ziyaretçiler tarafından tahrip
oluyor. MÖ 6 bin - MÖ 5 binin ilk yarısına
tarihlenen resimler Yakındoğu arkeolojisinin son
dönemdeki en büyük keşiflerinden biri olarak
nitelendiriliyor. Ancak Türkiye'nin bu eşsiz kültür
hazinesi taş ocakları nedeniyle yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya. Bu engellenemezse ülke
turizminin ve kültürünün eşsiz bir yöresi yok
olacak. 'Dünyanın en önemli kültür mirası,
taşocaklarında mıcır oluyor' diye sitem eden
Peschlow'a göre resimlerin konusu ve dili, kaya
resim sanatı için dünyada bir ilk olarak dikkat
çekiyor" dedi.
Yeni Asır, Haber: Necati Maldar, 25.11.2012
LATMOS'A KAYA RESİMLERİ SEFERİ
Aydın ve Muğla sınırları içinde kalan Latmos
Dağları’ndaki (Beşparmak Dağları) 8 bin yıllık kaya
resimlerini yok edecek taşocaklarının faaliyetlerini
sürdürmelerini protesto etmek isteyen arkeologlar,
akademisyenler ve doğaseverlerden oluşan grup,
Aktüel Arkeoloji Dergisi’nin girişimiyle oluşturulan
’
Anadolu’ya Saygı Otobüsü’yle
İstanbul ’dan bölgeye gitti. 1400 metre
yüksekliğe sahip Latmos Dağları’na tırmanan gruba,
25 yıldan bu yana bölgede çalışmalar yapan Berlin
Arkeoloji Enstitüsü arkeoloğu Dr. Anneliese Peschlow
da eşlik etti.
Radikal, 26.11.2012
|
'TARİHİ ESER'İN ÜZERİNE EV YAPINCA

Bursa'da dört medeniyetin izlerini taşıyan ve
Hıristiyanlar için önemli olan 2'nci Konsülün
toplandığı İznik İlçesi'nde başlattığı inşaat
çalışması sırasında tarihi esere rastlanınca,
gerekli izinleri alarak eserin üzerine ev yapan 75
yaşındaki Tekin Temel, pişman olduğunu söyledi.
Tekin Temel, "Tarihi eseri görmek için olur olmaz
zamanda akademisyenler ve üniversite öğrencileri
geliyor. Huzurum kalmadı. Bu kadar rahatsız
edileceğimi bilsem, binayı kaçak yapar, cezamı öder
bu işkenceden kurtulurdum" dedi.
İznik İlçesi'nde altı depo olan evinin bodrum
katında tarihi eser bulunan Tekin Temel, bu eseri
görmek için zamansız gelenlerden dertli. 6 yıl önce
yaptığı evinin daha önceden iş atölyesi olduğunu
belirten Tekin, "Burnumdan getirdiler" dediği
binanın inşaat sürecini şöyle anlattı:
"Ev yapmak üzere atölyeyi satın aldım. İznik
;Belediyesi'nden gerekli izinler tarafıma verildi.
Kısa bir süre sonra bana, 'Bursa Müze Müdürlüğü'ne
gelmeniz gerekiyor' diye tebligat yapıldı. Gittiğim
Bursa Müze Müdürlüğü'ndeki yetkililer bana evin
temelinde inceleme yapacaklarını söyledi. İnceleme
ardından, bana, 'Bu binayı yıkıp, zemini kazmadan
bizi çağıracaksın' dediler. Biz de atölye olan
binayı bir haftada yıktık ve Müze Müdürlüğü'ne haber
verdik. Yetkililer gelip tekrar incelemede bulundu.
Sonra da bana, '6 işçi bul ve işaretlediğimiz
yerleri kazın' dediler. Yapılan kazı sonrası ortaya
Hellenistik Döneme ait tarihi eserin bir bölümü ortaya
çıktı. Bunun üzerine devreye giren Anıtlar Kurulu,
'Bu kalıntının tamamı ortaya çıkacak' dedi. Yine
işçi tuttum. Tam 3 gün boyunca alanı ellerimizle
kazınca kalıntının tamamını bulduk."
Evin kendisine 150 bin liraya mal olduğunu,
;Hellenistik Döneme ait MÖ 316 yılında yapıldığı
sanılan mermer sütun altı ve mermer blokların ortaya
çıkarılması için 50 bin lira daha para harcadığını
ifade eden Tekin, binayı yaptıktan sonra
rahatsızlığının sürdüğünü söyledi. Tekin Temel,
şöyle yakındı:
"Evimin altında bu kalıntının bulunması artık
beni ciddi ölçüde rahatsız ediyor. Nedeni ise tarihi
eseri görmek için gelen üniversite öğrencileri ve
akadenmisyenler. Olur olmaz zamanda zili çalıp,
'Kapıyı açın biz tarihi eseri görmeye ve incelemeye
geldik' diyorlar. Kimi fotoğraf çekiyor, kimisi
ölçüp biçiyor. Devamlı olarak beni rahatsız
ediyorlar. Altı yıldır burnumdan getirdiler. Bana
dünyanın masrafını da yaptırdılar. Şimdiki aklım
olsa; bunun böyle olacağını bilsem, hiç kimseye
haber vermeden kaçak olarak başlardım binayı
yapmaya. Gelip mühürlerlerdi. Mühürleseler de ben
devam ederdim. Ayrıca, tarihi eser için 50 bin
liralık ek masraf yapmazdım. En fazla kaçak yaptığım
için 10 bin lira ceza verirdim. Bu kadar çile
çekmezdim."
Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin ise bu yılın başından itibaren
İznik İlçesi'nde yüzey araştırması yaptıklarını,
belli bir antik kentin planını ortaya çıkarmaya
çalıştıklarını söyledi. İznik'te hem antik hem de
modern kentin iç içe olduğuna değinen Prof.Dr.
Şahin, şunları söyledi:
"Amacımız antik kentin planını ortaya çıkarmak.
Bu araştırmalar sırasında Müze Müdürlüğü tarafından
yapılan bir takım sondaj kazıları sonucunda Bursa
Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'nun vermiş olduğu
bir kararla yapılan bir takım binaların zemin
katlarında da incelemelerde bulunuldu. Burada
hayretle gözlemlediğimiz konu, yerinde hiç
doknulmamış bazı tarihi kalıntıların üzerine binanın
yapılması için izin verilmiş olması. Bunu
anlayabilmek mümkün değil. Eve giriyorsunuz, bodrum
katında bir yapı kalıntısı var. 'Biz burayı koruma
altına aldık, üzerine de kendi yapımızı yaptık'
diyorlar. Bu tür bir uygulamanın çok yanlış olduğunu
düşünüyorum. Buna mutlaka bir 'dur' demek lazım.
Anıtsal yapıların üzerinde inşaat izni vermek, pek
mantığa uymuyor ve Nasreddin Hoca fıkralarına
dönüyor."
Mynet Haber, 25.11.2012
|
UNESCO İÇİN HAZIRLANAN RAPORDAN: HALİÇ'E YAPILAN
METRO KÖPRÜSÜ YIKILSIN!

ICOMOS’un UNESCO için hazırladığı rapor
İstanbul’un dünya miras listesinden çıkarılmasına
neden olabilecek tespitlere yer veriyor. Raporda
“Siluette yaratacağı olumsuz etkiyi görmemek mümkün
değil” denen Haliç Metro Köprüsü için çözümün,
yeniden yapılması olduğuna işaret ediliyor.
Geçen hafta Türkiye’de incelemeler yapan
UNESCO
heyetine ICOMOS (International Council on Monuments
and Sites) Türkiye Milli Komitesi de tarihi
alanlarla ilgili bir rapor sundu. UNESCO’nun
vereceği kararlarda son derece etkili olan bu rapora
göre İstanbul için tehlike çanları çalıyor.
Serkan Ayazoğlu'nun Taraf'taki
haberine göre; uluslararası ve hükümetler dışı bir
organizasyon olan ICOMOS’un raporunda, Haliç Metro
Köprüsü’nün zararlarının hiçbir çözüm yöntemiyle
ortadan kaldırılamayacağı, köprünün yıkılıp yeniden
yapılması gerektiği anlamına gelebilecek ifadeler
yer alıyor. Yenikapı’daki dolgu alanı ve yarımadanın
güneyine yapılması planlanan otobanın da silueti
bozacağı belirtiliyor. Ayrıca projelerde halkın ve
sivil toplum kuruluşlarının katılımının sağlanmaması
da eleştiriliyor.
Köprü için yeni süreç
Raporda Haliç Metro Köprüsü’yle ilgili şu ifadeler
yer alıyor:
“Köprünün inşa edilen ayaklarının yarattığı
durumun vahameti ortadadır. Bu ayakların üstüne
gelecek olan istasyon binası ve köprünün asma germe
sisteminin pilon ve tellerinin siluette yaratacağı
olumsuz etkiyi şimdiden görmemek mümkün değildir.
ICOMOS Türkiye, köprünün hiçbir şekilde ıslah
edilemeyeceği kanısındadır. Komite’nin daha önceki
kararlarında ve bu son kararında da belirttiği,
köprünün siluetteki etkisini iyileştirmek için renk
ve aydınlatma önerileri geliştirilmesi konusu,
ICOMOS Türkiye tarafından bir çözüm olarak
değerlendirilmemektedir. Kaynakları israf etmeyi
göze alarak metro geçişi için yeni bir süreç
başlatılmalıdır. Zararın neresinden dönülürse
kardır. Aksi takdirde Üstün Evrensel Değer büyük
kayba uğrayacaktır.”
Fener-Balat’ta soylulaştırma süreci
Raporda Balat ve Ayvansaray’daki soylulaştırma
süreciyle ilgili de uyarılarda bulunularak “Yenileme
projeleri kapsamında Sulukule’de devlet eliyle
soylulaştırma süreci gerçekleşmiş, eski mülk
sahiplerinin artık bu bölgede tutunamayacakları
ortaya çıkmıştır. Geçen ay içinde Fener-Balat’ta
alınan acele kamulaştırma kararı ve Ayvansaray’daki
yıkımlar, benzer sürecin bu bölgelerde de
yineleneceğine yönelik ilk adımlardır” dendi.
Kamuoyunda Topçu Kışlası’yla ilişkili olarak
tartışılan rekonstrüksiyon projeleri ise raporda şu
ifadelerle yer aldı:
“İlgili idareler koruma uygulamalarını
rekonstrüksiyon üzerinden sürdürmektedirler. Bu
bağlamda yeterince bilgi ve belgesi olmayan
yapıların yeniden yapımına verilen ağırlık endişe
verici şekilde yaygınlaşmaktadır.”
Güney kıyı peyzajı bozulacak
Raporda, Tarihi Yarımada’yı güneyden çembere alacak
otoban inşaatından da endişe duyulduğu
belirtildikten sonra “Bu yıl içinde onaylanan bir
diğer önemli karar ise Yenikapı’da kıyı bölgesinde
çok büyük bir dolgu alanı yapılmasıdır. Otobanın
kenarında yapılacak olan bu dolgu, Tarihi
Yarımada’nın güney kıyı peyzajını tümüyle
değiştirecektir” denildi. Son olarak ise İstanbul’un
Dünya Miras Listesi’ndeki yeriyle ilgili şu kritik
ifadeler yer aldı:
“Bu nedenlerle ICOMOS Türkiye’nin İstanbul’un
Üstün Evrensel Değer’inin kaybedilme riskinin
artmakta olduğuna yönelik kanısını
güçlendirmektedir.”
Süreç katılımcı değil
Özellikle Zeytinburnu’ndaki gökdelen inşaatıyla
ilişkili olarak tartışılan siluet konusu da raporda
yer aldı:
“Tarihi Yarımada Yönetim Planı, revizyonla
birlikte Aralık 2011’de İstanbul Büyükşehir Meclisi
tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Geçen 11
aylık sürede kısa vadeli projelerden hiçbiri
yürürlüğe girmemiştir. Yönetim Planı onaylanmış ise
de yürürlüğe girmemiş, bu konuda kurumsal yapılanma
gerçekleştirilmemiş, katılımcı süreçler
çalıştırılmamıştır. Siluet master planı yapılmasına
rağmen, daha önce ruhsat almış olan yapılar, Tarihi
Yarımada siluetini olumsuz etkilemektedir. Bunlar
arasında 16/9 olarak bilinen Tarihi Yarımada
komşuluğunda siluete giren yapının inşaatı hızla
bitirilerek geri dönülmesi zor bir aşamaya
gelinmiştir.”
T24 Bağımsız İnternet Gazetesi, 25.11.2012
******
HALİÇ'İN YENİ KÖPRÜSÜNE
UNESCO'DAN DENETİM

İstanbul’a gelen
UNESCO heyeti Haliç Metro
Köprüsü’nü yerinde inceledi. Anıtlar ve Sitler
Uluslararası Konseyi’nin (ICOMOS) yanı sıra projenin
mimarı Hakan Kıran’ın da katıldığı toplantılarda
zaman zaman sert tartışmalar yaşandı.
UNESCO’dan bir heyet,
İstanbul’un Dünya Kültür Mirası Listesi’nden
çıkarılmasına neden olacağı iddia edilen Haliç Metro
Köprüsü’nü inceledi. UNESCO Dünya Miras Komitesi St.
Petersburg’da Haziran’da düzenlediği oturumda,
izleme listesinde olan İstanbul’da araştırma yapma
kararı almıştı.
UNESCO ve ICOMOS (Anıtlar ve Sitler Uluslararası
Konseyi) heyetleri 19 Kasım’da İstanbul’a geldi.
Haliç Metro Geçiş Köprüsü, Ahşap Evlerin Korunumu,
Kentsel Yenileme Kanunu ve Avrasya Karayolu Geçişi,
bakanlıklar, belediyeler ve sivil toplum
kuruluşlarının katıldığı toplantılarda ele alındı.
Toplantılar zaman zaman sert tartışmalara sahne
oldu.
Sempozyumda ele alınsın
UNESCO Dünya Miras Merkezi Temsilcisi Junaid
Sorosh Wali, projeyle ilgili değerlendirmeyi
bağımsız uzmanların raporlarına dayanarak 2011’de
açıkladıklarını belirterek, konuyu uluslararası bir
sempozyumda ele alınmasını tavsiye etti. ICOMOS
Temsilcisi Paul Drury ise, ”Önce planlar yapılır
sonra ona uygun projeler geliştirilir. Ama siz
projeleri öyle kapsamlı hazırlıyorsunuz ki planları
bunlara göre geliştiriyorsunuz” diyerek eleştiride
bulundu. ICOMOS Türkiye temsilcileri, projeyle
ilgili yeterli bilgiye sahip olamadıkları, projenin
gizlendiğini söyledi.
Hakan Kıran bu eleştirilere, “Köprü güzergahının
onaylandığı 1990’dan 2005’e kadar geçen 15 yıllık
sürede, kendisine bilimsel payeler veren bu
grupların köprü projesi ile ilgili olarak miras
sözleşmesinin uygulama rehberine uygun bir bilimsel
fikir üretmemiş, çalışma yapmamış olması da başta
bilgi eksikliğinden ve konulara politik
yaklaşımından kaynaklanıyor“ diye yanıt verdi.
UNESCO İzleme Heyeti Temsilcilerinden Ürdünlü
Prof.Dr. Moawiyah İbrahim, “Projenin tarihi alana
etkisini yalnızca görsel etki olarak değerlendirmek
doğru değil. Projenin çevresiyle uyumu ve kurduğu
ilişkiler ile de değerlendirilmesi yapıldı.
Heyetimizin tetkikleri neticesinde, tasarımcının
2005 yılında Yerel Koruma Kurulu’nda da onaylanan
projesinin temel felsefesinin, bu alana
yapılabilecek diğer alternatif köprüler ile
kıyaslandığında çevreyle en uygun ilişkileri kuran
ve silüete en az etkiyi yapacak proje felsefesi
olduğu konusunda hemfikir olduk” dedi.
1990’dan bu yana Dünya Miras alanı
UNESCO Dünya Miras Sözleşmesi, Türkiye tarafından
1984 yılında imzalandı. 1985 yılında ise
“İstanbul’un Tarihi Alanları” olarak belirlenen
Arkeolojik Park, Süleymaniye Camii ve Çevresi,
Zeyrek Bölgesi ve Tarihi Surlar” Dünya Miras
Alanı’na, Türkiye’nin başvurusu ile kaydedildi.
Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ne içeren güzergah ise
1990 yılında onaylandı, 1997’den 2004 yılına kadar
devam eden köprü alternatif çalışmaları ise Koruma
Kurullarınca uygun bulunmadı. 2005 yılında onaylanan
eğik askılı köprü projesi, 2006 yılından bu yana
UNESCO’nun da gündeminde. En son 2010 yılında UNESCO
kararında projeyi Uluslararası Bağımsız Uzmanların
incelemesini istemişti. İnşaat çalışmaları, İBB
Başkanı
Kadir Topbaş tarafından durdurularak, bağımsız
uzmanların da en uygun çözümün eğik askılı köprü
olduğu yönündeki raporu üzerine, tasarım her yönüyle
tasarımcısı ve uzmanlarla irdelendi.
Yeni köprü deniz üzerinde 480, kara üstünde ise
500 metre uzunluğunda. Her iki yakada yer alan
istasyon yapıları ile köprüye giriş sağlanıyor.
Giriş yapılarında engelli ve yaşlılar için
asansörler, yürüyen merdivenler mevcut. 8 vagon
dizisine tekabül eden 180 metre uzunluğundaki Haliç
istasyonu her iki yakadaki tarihi yapıları korumak
amacıyla Koruma Kurulu kararı ile deniz ortasında
projelendiriliyor.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 29.11.2012
|
ÇAMLICA'DAKİ HAYAL'ET'!
Önce, Başbakan’ın
“hayal”ini işittik... “Çamlıca’da görkemli bir cami
istiyorum” diyor ve ekliyordu: “Bütün İstanbul’dan
görülmeli.”
Derken hayalin “karar”a dönüştüğü açıklandı;
ancak demokratik ülkelerdeki gibi belediye meclis
kararına değil, monarşilerdeki gibi hükümet
kararına! Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın “çaresiz
şehirciler”i de Bakan’ın talimatıyla “Camili Çamlıca
Planı”nı yaptılar.
Belediyenin yılda binlerce plan tadilatı
yapabilen meclisi ise olanı biteni seyrederken,
mimar Başkan şunu söylemekle yetindi: “Çamlıca
Camisi için imar yetkisi Bakanlıkta.”
Kimse demedi ki: “İstanbul’un simgesi bir tepede
belediye nasıl söz sahibi olamaz?”
Sözde yarışma
Soru hala yanıt bekleyedursun; Başbakan’ın
hayalindeki 15 bin m2’lik cami için açılan sözde
“Mimari Proje Yarışması” da alelacele
sonuçlandırıldı.
Yarışmayı düzenleyen ise bu kez ne Bakanlık, ne
de belediyeydi; bu işi görev olarak üstendiği
anlaşılan “İstanbul Cami ve Eğitim Kültür Hizmet
Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği”ydi...
Yani, İstanbul’un türkülerinde, şarkılarında,
şiirlerinde, öykülerinde, romanlarında, gönüllerinde
taht kuran eşsiz Çamlıca’sının “kader”i; üstelik
Başbakan’ın hayaliyle birlikte artık bir cami
derneğinin elindeydi.
Şartnameye göre jüri, “gerektiğinde görevden
alınma”yı(!) sineye çekebilenlerden oluştu. Yani
jüri üyeleri -eğer kararları beğenilmezse- üyelikten
uzaklaştırılmayı; yarışmacılar da projeleri hakkında
“ilan edilmemiş kişiler”in karar vermesini, baştan
kabul ettiler!
Ancak çoğunluğu TOKİ mimarlarından oluşturulan
seçici kurul “bile”mesleki sorumluluğu önemsemiş
olmalı ki “birinciliğe değer” proje bulamadı. Demek
ki tasarımların hiçbiri, ne Çamlıca’ya ne de
Başbakan’ın hayaline yakışıyordu...
İşte bunun üzerine görevi ille de “Çamlıca’ya
cami dikmek” olduğu anlaşılan dernek, ikinciliği
kazanan “Sultanahmet Camisi’nin taklidi” projeye
karar verdiklerini kamuoyuna açıkladı.
“Asırlardır mesire” niteliğindeki Çamlıca
Tepesi’ne 30 bin kişilik taklit camiyi, 105 metrelik
6 ezan ve 1 saat minaresiyle oturtan bayan mimarlar
dediler ki: “Türk ve İslam mimarisinin anıtsal
eserinden ilham aldık.”
Karar Başbakan’ın
Sonucu kıyasıya eleştiren sayısız isim arasında
ikisi “anlam”lı… Örneğin “Bu proje ciddi bir mimari
çalışma değil; İstanbul, aceleye gelmiş taklit
projeye teslim edilemez” diyen mimar Sinan Genim,
aynı zamanda AKP’nin geçen yerel seçimlerdeki
Kadıköy Belediye Başkan Adayı’ydı.
Benzer şekilde “Projeyi hiç beğenmedim, eskiyi
taklit edemezsiniz” diyen de Haliç Metro Köprüsü’nün
tasarımcısı mimar Hakan Kıran. (Vatan-17 Kasım 2012)
Peki, Çamlıca bu pespayeliğe kurban mı edilecek?
Yanıtı bence yine Başbakan verecek. O masum
“hayal”inin adeta korkunç bir “hayalet”e dönüşmesini
onaylayacak mı? İstanbulluların kuşaktan kuşağa
“Çamlıca’daki Hayalet”le yaşamalarına gönlü razı
olacak mı?
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 25.11.2012
******
ÇAMLICA CAMİİ VE İNCE BAĞLANTILAR
Atalarımıza yaptığımız en büyük haksızlık,
estetik alanda taklidi sürdürmek; klasik cami
güzelliğini bir abartıyla tekrarlayan cami
projelerinde yaşandığı üzere...
1980'lerde kemalist akraba ve arkadaşlarla
mahalleye yeni bir okul değil de yeni bir cami
yapılıyor olmasının mantığı üzerine tartışırdık.
Cami o zamanlar kamusal alanda nüfustan sayılmayan
mütedeyyin insanlar için bir sığınma alanı gibiydi.
Cami Yaptırma Derneği hem göç edilen şehri aşina
mekanlarla kendine ait kılma, hem de o şehri bu
mekanların sunduğu bağlantılarla yeniden tasarlama
faaliyetinin de organizasyonuydu. Kim, nasıl itiraz
edebilir? İnsanlar lokmalarından kısarak yaptıkları
bağışlarla mahalle camisinin inşasına katkıda
bulunuyorlardı nihayet.
Şimdi ise o yurt tutma haletiruhiyesi iktidar
zaviyesinde yeni ifadeler kazanırken, bazen abartılı
yorumlara açılıyor. Çamlıca Camii tartışmalarında
yaşandığı gibi, cami tasarımı siyasal bir bağlama
çekilirken, ciddi mimarlık ve şehircilik sorunlarını
konuşmayı ertelemenin gerekçesine dönüşüyor.
Üstelik, tartışmacılar nasılsa camiye asıl
ihtiyaç duyan tepenin Çamlıca değil de Taksim olduğu
gerçeğini paranteze alıyor.
Doğrusu ya İstanbul büyük ölçüde camiye doymuş
bir şehir. Ve aslında cami üzerine düşünmeye mecbur
olan bir şehir de... Şu nedenlerle: Zemin ve malzeme
ayrımını gözetmedikçe bir formun amacını
gerçekleştirmesi beklenemez. Klasik cami formunun en
güzelleriyle süslü şehri, bu formun özensiz
tekrarlarıyla doldurmayı daha ne zamana kadar
sürdüreceğiz? Hangi amaçla yapılmış olursa olsun bir
yapı, ruhu canı yoksa sadece herhangi bir yapıdan
ibarettir ve ruhun, canın kopyalama yoluyla
gerçekleştirilmesi beklenmemeli. Taş açısından
tasarlanmış olanı betonarmeyle kopyalamak, bir
ruhsuzlaşma pahasına gerçekleşebilir nihayet.
Gökdelen kuşatmasının önü alınamıyor bir yandan
ve bunu ödünleyebilirmiş gibi minare boyları da bir
yarış halinde uzuyor.
Her tereddütlü cami projesi geriye dönüp Kuba
Mescidi ilkeleriyle tartılmalı bana kalırsa. Sade,
mütevazı, aydınlık, çevreye uyumlu ve elbette
takvayla kurulmuş Kuba... Dolayısıyla amacını
ihtişama bağladığı söylenemez.
Görkemli bir sadeliğe ulaşmak ise öyle bir
çırpıda gerçekleşmiyor. Sinan yorumlarının niye
"çıraklık dönemi işi" olduğu için özellikle,
Şehzadebaşı Camii'ni hesaba katmadığı, ustalık
işlerine yöneldiği sorusu ayrıca dikkate değer.
Zarafet kavramını irdelerken, "sadeleştirme,
basitleştirme ve yoğunlaşmadır" diyor, Camilla
Paglia (Epos, 2004) Sinan'ın nice senelerin emeğiyle
süzülmüş birikimini dikkate almayan, zarafet ve
letafeti projeye sindirme becerisini gösteremeyen
yorumlara nereye kadar dayanabilir İstanbul...
Bu köşede "Issız cami kimin projesi" başlıklı
yazıda dile getirmiştim bu sorunu: Çevreyle uyum
konusunda kubbeyi abartarak bir etki sağlamayı uman
projenin ince bağlantıları, geçiş alanlarını, dahası
cemaatin mizacını ihmali, süreç içinde caminin
yalnızlaşması (ve giderek ıssızlaşması) gibi bir
sonuç veriyor.
Tartışmaya yol açan Çamlıca Cami projesi tipi
örneğinde yaşanan tıkanmanın sebebini İhsan Bilgin,
"sakil" duruşlu Ataşehir Camii projesinden hareketle
şu şekilde dile getirmişti Taraf'taki yazısında:
"...her şeyden önce, mimari cami tipolojilerinin
İslam coğrafyalarında sahip olduğu çeşitliliğin
farkında olmayıp, Osmanlı'nın doruk noktasına
taşıdığı merkezi kubbeli cami tipolojisiyle sınırlı
bir tahayyülün esiri olmak..." ("Cami ve Gelenek",
01.08.2012)
Atalarımızdan bir güzelliği teslim aldık cami
mimarisi alanında, İstanbul siluetine yansıyan içsel
dengelerle desteklenen bir güzellik bu. İşte o
"iç"in ihtiyaç duyduğu dengeyi
gerçekleştiremediğimiz için, siluetin göz alıcı
noktalarını taklit yoluyla bozulmakta olan iç
dengeyi düzene sokabileceğimizi sanıyoruz. Sözünü
ettiğim aynı zamanda apar topar sürdürülen kentsel
dönüşüm. Hayat tarafından denenmiş, süzülmüş olan,
yenilik adına yok edilirken, gücünü ihtişamından
alan uyarlama yapının ustalık işi yapılar gibi
dikildiği yerde yüzlerce yıl kalacağına inanılıyor
sanki.
Oysa, dikey anlamda kalkınmaya zorlanırken
dengesini korumakta zorlanan şehrin ruhu, Turgut
Cansever'in her zaman altını çizdiği gibi, küçük
ölçekli ve işlevsel mescitlerle dinlenebilir, yeni
bir dinginlik kazanabilir.
Dönemsel, ileriyi ve geriyi kuşatan bağlantılarla
güçlü, kalıcı, Mimar Sinan'ın camileri. Bu
bağlantılar ve başka pek çok incelik
gözetilmediğinde ortaya çıkacak problemleri
öngörebilmek için, sadece mimarlar değil
siyasetçiler de Cansever'in Mimar Sinan kitabını
döne döne okumalı. (Klasik, Ekim 2010)
Taraf, Yazı: Cihan Aktaş, 26.11.2012
******
İSTANBUL'UN YENİ CAMİLERE İHTİYACI YOK

Taksim Meydanı ve Çamlıca'da cami yapılmasına
karar verildikten sonra bir cami mimarisi
tartışmasıdır başladı. Türkiye'nin dört bir yanında
ucube camiler birbiri ardına yükselirken Diyanet
İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Cumhuriyet'in
ilanından sonra cami mimarisine sırt çeviren
mimarları sorumlu tutmuştu. Görmez'e göre, mimarlar
Cumhuriyet dönemine uygun bir cami mimarisi "ihdas"
edememişlerdi. Mimari çevreler siyasi renklerine
göre Diyanet İşleri Başkanı'na çeşitli cevaplar
verdiler; kimileri İslami düşünceyi baskı altına
alan laik Cumhuriyet'i suçladı kimileri de camilerle
ilgili her türlü yeniliğe karşı çıkan taşralı dindar
bürokratları.
Türkiye'de dindarlar zenginleştikçe, İstanbul
çevresinde ve Anadolu'da yapılan müteahhit işi ucube
camilerin yanında "modern cami" adı altında garip
yapılar da ortaya çıkmaya başladı.
İstanbul cami sıkıntısı çekilen bir şehir
olmadığı için yeni yerleşim olan ilçelerdeki
müteahhit camilerinin dışında "modern cami"
heveskarlığı İstanbul'a uğramamıştı. Ancak Sancaklı,
Taksim, Çamlıca derken yeni ve modern cami
tartışması bütün İstanbul'u sardı. İstanbul'un ilk
"modern" camisi olan Üsküdar'daki Şakirin Camii ise
hem açılışının üzerinden dört yıl geçtiği hem de
klasik camilerden çok da radikal çizgilerle
ayrılmadığı için İstanbul'un eski camilerinin
arasına çoktan karıştı bile.
İstanbul'daki toplam cami sayısı üç bin 28. Eski
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın yaptığı ve iç göçün
zirveye çıktığı 80'li yılların sonunu kapsayan bir
araştırmaya göre, il ve ilçe merkezlerinde nüfus
artışı yüzde 111 iken cami oranındaki artış yüzde
92. Bu oran belde ve köylerde ise yüzde 10'luk nüfus
artışına karşı yüzde 38'lik cami artışı şeklinde.
Mimari tarihçisi ve İslam mimarisi uzmanı Doğan
Kuban'a göre ise 50 yılda yapılan cami sayısı 100
bin civarında.
Rakamlar, İstanbul'da yeni yerleşime açılan toplu
konut bölgeleri dışında camiye ihtiyaç olmadığını
ortaya koyuyor. Yeni, büyük ve "modern" cami
projeleri içinde bulunduğumuz siyasi atmosferin bir
ürünü. Taksim için Bülent Ersoy'un oturma odasına
benzeyen bir cami tasarlayan Ahmet Vefik Alp de,
uzay gemisi Atılgan'ın mescidi gibi görünen Sancaklı
Camii de bu kapsamda değerlendirilebilir.
Çamlıca'da yarışmayı kazanan azametli cami
projesi ise, hükümetin ustalık dönemi vizyonunun bir
gereği. Mimar Sinan'ın hayran olduğumuz camileri de
emperyal bir güç gösterisinin ürünleriydi. İran
Şahı'nın Süleymaniye Camii'nin yapımına katkıda
bulunmak için İstanbul'a yolladığı mücevherlerin
Sultan Süleyman'ın emriyle Mimar Sinan tarafından
camide kullanılan harcın içine karıştırılması gibi
menkıbeler, İstanbul'daki pek çok selatin cami için
anlatılır. Dücane Cündioğlu'nun son derece
etkileyici yazısı dindarlar üzerinde etkili olmazsa
Başbakan Erdoğan Çamlıca'daki camiyi tamamlayacak,
açılışına da İslam dünyasındaki bütün rakiplerini ve
dostlarını çağıracak. İhtiyaçlar, estetik, çevreye
uygunluk gibi kriterlerin bu açıdan bir önemi yok.
İstanbul'da yapımı süren yeni bir "modern"
camiden mimar Korhan Gümüş sayesinde haberdar oldum.
İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından
Fındıklı'da inşa edilen Süheyl Bey Camii. 1591'de
Mimar Sinan tarafından yapılan ancak yıllar içinde
yıkılan caminin rekonstrüksyonu olarak yapılıyormuş.
Korhan Gümüş, camiyi yapan mimar Adil Lokmacı'nın
artık ortada olmayan bir caminin benzerini yapmak
yerine camdan ve çelikten özgün bir proje ortaya
koymasını övgüyle anlatıyor. Mimari ve estetik ahlak
açısından Adil Lokmacı'nın kamuoyunu yanıltan bir
imitasyon yerine özgün bir proje ortaya koyması
takdirle karşılanabilir belki ama Lokmacı'nın camdan
camisi de başta bahsettiğim siyasi atmosferin ürünü
camilerden biri olacak. Yani yaratıcılık sergilemek
isteyen mimarlarla, yeni sermaye ve güç
merkezlerinin işbirliğinin bir ürünü. Peki,
Fındıklı'da yeni ve gördüğümüz kadarıyla küçük bu
camiye ihtiyaç var mı? Molla Çelebi, Kılıç Ali Paşa,
Nusretiye, biraz yukarıda Cihangir gibi eşsiz
camilerin olduğu bir muhitte tabii ki hayır. Peki,
camdan Süheyl Bey Camii neden yapılıyor? Bu işi
yaptıran bürokratların eğilimi böyle. Bunlar cami
yaptırır, başkaları gelir başka bir şey yaptırır.
Peki, İstanbul'da bu kadar çok camiye ihtiyaç var
mı? Ramazan ayı ve cuma günleri dışındaki vakit
namazlarında İstanbul'daki camileri dolaşmanızı
tavsiye ediyorum.
Taraf, Yazı: Ertan Altan, 26.11.2012
******
MİMARİNİN ÇIKMAZ SOKAĞI
Şu günlerde herkes haklı olarak
Çamlıca tepesine yapılacak olan camiyi konuşuyor.
Caminin yapımı için açılan yarışmanın jürisi dahil
olmak üzere hemen herkesin çeşitli şiddetlerde bir
"içine sindirememe" durumu yaşadığı anlaşılıyor.
Başka türlü bir netice ortaya çıkması bekleniyordu
demek ki! Eğer öyleyse, bu haksız bir beklenti...
Cami mimarisi, şehir mimarisi ya da uzatmayalım
isterseniz, doğrudan mimari konusunda, yüz yılı
aşkın bir zamandır birkaç istisna şahsiyet dışında
neredeyse hiç kafa yormamış bir toplumun, bir gün
sırf ucuna iyi bir ödül kondu diye yeni bir Selimiye
tasarlayabileceğini mi düşünüyorduk yani? İtiraf
edelim; bütün bir Cumhuriyet tarihimiz boyunca,
"Camilerimizi nasıl yapalım?" sorusu, mesela
"Eurovision'a kimi gönderelim?" sorusu kadar olsun
yer bulabildi mi bizim toplumsal hayatımızda?
Ne yaptık o yüzyılı aşkın zaman içinde?
Güzelim şehirlerimizi berbat şehirler haline
getirdik.
Asırlar boyunca en güzel örneklerini
sergilediğimiz çok boyutlu, çok katmanlı, çok
kültürlü bir mimari geleneği adeta buharlaştırdık.
Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin prestijini
kurtarsınlar diye yabancı mimarlar getirdik,
şehirlerimize tamamı Batı mimarisinin ikinci sınıf
taklitleri olan kamu binaları yaptırdık. Bu kimlik
parçalanmasının bir neticesi olarak hiçbir yere ait
olamayan sivillerimiz de kendine göre bir kafa
karışıklığı mimarisi üretti ve bu çirkinliği her
yere yaydı. Kötü evler, berbat apartmanlar, beton
şehirler... Kara gri ürkütücü devlet yapıları,
zevksiz zengin konakları, iç karartıcı toplu
konutlar, iğreti kondular... İlave olarak asık
suratlı hastane binaları, köhne okullar, zevksiz
yollar, köprüler, geçitler... Hangi şehirde
oturduğunuz önemli değil, bakın etrafınıza
göreceksiniz... Cumhuriyet tarihimiz bir mimari
iflas olarak okunabiliyor bizim şehirlerimizden.
Camilerimiz bu iflastan elbette payını aldı. Her
gün yeni camiler yapıyoruz ve daha havalısını
yapmaya çalıştıkça işi daha da berbat ediyoruz.
Camiler, yaptırma derneklerinin mahalleler arası
üste çıkma malzemesi oldu maalesef... Biri yüksek
yaparsa, diğeri daha büyük yapıyor. Biri daha büyük
yaparsa, daha büyük... Fotoğraf ortada: Ekseriyeti
zevksiz, abartılı, taşıdığı değerlerle, çevresiyle
ve kendisiyle uyumsuz binlerce cami. Beş metrekare
camiye iki üç şerefeli acayip minareler... Apartman
gibi kat kat çıkıp üstüne kubbe kondurulan müteahhit
cinayetleri...
Üstlerinde baz istasyonları,
altlarında marketler... İyisini, güzelini,
zevklisini yapamıyoruz bari ecdadınkileri rahat
bıraksak... Asırlık camilerin paha biçilmez
duvarlarına elektrik tesisatları, tespih çivileri,
kalorifar petekleri, klima oyukları... Yetmedi,
hayır olsun diye asırlık taş duvarları boydan boya
kapatan, örten, çirkinleştiren alakasız elektronik
yazı, namaz saati, vs. panoları... Her yerde, her
yörede, hemen her camide... Sonra bir gün bir
yarışma açacağız ve içimizden bir Sinan çıkacak! Çok
bekleriz biz onu.
Bendeniz acizane meselenin özüne bakmaktan
yanayım. Bir projeyi ortaya alıp pataklamaktan
ziyade, koskoca bir milletin bir cami tasavvur etmek
konusundaki dramatik acziyetine bakmalıyız yakından.
Bir insanın hayata, evine barkına, köyüne,
kasabasına, şehrine, etrafına, dünyaya bakışında bir
arıza olmasa, böyle bir çirkinlik mimarisi alıp
götürebilir miydi her yeri?
Peki kendimize şöyle içe sinecek bir ibadethane
tasavvur etmekteki bu gizlenemez acziyetimiz neyin
işaretidir, onu da varın siz düşünün!
Yeni Şafak, Yazı: Gökhan Özcan, 26.11.2012
******
YİNE ÇAMLICA CAMİSİ ÜZERİNE
Çamlıca için düşünülen altı minareli, ilaveten bir
saat kuleli kocaman betonarme cami binasının
projesini çok beğenen saygın bir mimar çıktı mı,
bilmiyorum.
Zaten birinciliğe layık eser bulunamadı.
Saygın mimarlarımızdan Doğan Tekeli’nin şu sözlerini
dün bir gazete okuduğumda bayağı sarsıldım:
“Mesleğine saygısı olan hiçbir mimar, 36 gün
içinde böyle büyük bir proje yapmaya kalkmaz!”
Sosyolog Nazife Şişman’ın ‘Cami
Tasavvurunda Cem Olmak, Nitelik mi, Nicelik mi?’
başlıklı yazısında okudum Tekeli’nin bu sözünü.
(Star, Açık Görüş 25 Kasım)
Tekeli’nin sözü bütün problemi özetliyor.
Daha büyük!
Böyle bir proje için üç ay mehil verirseniz, 36
gün içinde proje yaparsanız, “Yaptım, oldu”
olur ve ortaya sadece “taklit”
ve
“kibir” karışımı bir betonarme
projesi çıkar!
‘Selatin’ (sultanlar) tarafından Sinan Ağa, Mehmet
Ağa, Davut Ağa, Simeon Ağa gibi mimarlık tarihinin
büyük isimlerine yaptırılmış camileri “taklit”
etmek ve bir de saat kulesi ekleyerek daha büyüğünü
yapmak “kibrini” içime
sindiremiyorum.
Tarihi miras ve manevi değerler konusunda daha
hassas olması gereken muhafazakar iktidar ve
muhafazakar belediyeler bunu nasıl yapar?! Güzelim
İstanbul’a ve artık benzeri kalmamış yeşil
Çamlıca’ya nasıl olur da “ikinci”
derecedeki bir projeyi layık görürler?!
Çamlıca’da yapılacak olan bina yol, köprü, baraj
değil, İstanbul siluetinde selatin camilerinin
yanına sokulacak bir cami inşaatı! “Selatin
camileri”yle yarışmak nasıl duygudur
böyle?
Niye bu acele? Niye uluslararası bir yarışma değil?
Niye ikinciliğe razı oluş?
Sinan nasıl yapmıştı?
Mimar Sinan, Süleymaniye’nin tasarımını ne kadar
zamanda yapmıştı? Kanuni’nin bu konuda emir
vermesiyle ilk kazma vurulması arasında ne kadar
zaman geçmişti? Elimdeki kaynaklarda bir bilgi
bulamadım. Değerli tarihçi Prof. Feridun Emecen’e
sordum, bu konuda tarihi bir kayıt bulunmadığını
belirti, şunu söyledi:
- Kanuni, İran seferinden Aralık 1549’da
dönmüştü. Süleymaniye’yi bu sırada Sinan’a
söylediğini düşünürsek, caminin temel atma töreni 13
Haziran 1550’de yapıldığına göre altı ay gibi bir
zaman var.
Sinan, Süleymaniye projesi üzerinde
çalışırken, birçok camiyi ve Şehzade Camisi gibi bir
harikayı yapmış, bu birikime sahip bir mimardı.
Prof. Emecen de söyledi, Kanuni belki sefere
çıkmadan önce camiyi Sinan’a söylemişti.
Tabii bugün bilgisayar var, ama sorun tasarımdır,
birikimdir. Değerli sanat tarihçimiz Doğan Kuban,
Sinan’ın uzun yıllar içinde tecrübelerle projeler
geliştirdiğini belirtir, Sinan’ın birikimi için
“Bir deneyler serisi olarak dünya
mimarlığında başka örneği yoktur” diye
yazar.
Sultanahmet’in mimarı Sedefkar Mehmet Ağa da çok
uzun yılların birikimiyle yapmıştı projesini.
Niye kocaman?
Doğan Kuban, selatin camilerine göre hayli
mütevazi olan ve yine Sinan tarafından yapılan
Kadırga Sokullu Mehmet Paşa Camisi için şu
nitelemeyi yapıyor:
“Küçük ve olağanüstü tasarımıyla Sokullu Mehmet Paşa
külliyesi, Sinan’ın tasarımındaki en başarılı
noktalarından birini oluştur.” (Halil
İnalcık ve Günsel Renda, Osmanlı Uygarlığı, cilt II,
sf. 327)
Çamlıca gibi İstanbul’un tek yeşil tepesine niye
böyle zarif, ruhaniyetli, “küçük ve
olağanüstü bir tasarım” değil de İstanbul
siluetinde selatin camileriyle yarışan kocaman,
betonarme ve taklit bir tasarım?!
Bunun estetik bir cevabı yok!
Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 26.11.2012
******
CAMİ PROJESİNİ SAVUNDU!
Çamlıca camisinin jüri başkanı, “İstanbul’un
simge camileri klasik Osmanlı tarzı olduğu için
taklit bir proje değil. Büyüklük ve zarafet bir
arada olabilir” sözleriyle cami projesini
savundu.
Çamlıca’nın kentsel planlaması ile cami
projesinin jüri başkanlığını yapan Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel
Müdürü Mehmet Ali Kahraman, cami projesiyle
ilgili ilk kez konuştu;
ELEŞTİRİLER SAÇMA HALE DÖNDÜ
Mimari
proje, sanat eseri olarak herkese göre
değişebilir. Eleştiri de, beğenen de beğenmeyen
de olur. Özgün de geleneksel de yapılabilir.
Herkes ifadesinde özgürdür. Ama bazı eleştiriler
saçma bir hale döndüğü için artık çok
önemsemiyor, dikkate almıyorum. Camiyi
yaptıracak olan dernek yarışma yapmadan,
doğrudan kendisi yapabilirdi. O yöne gitmedi.
Biraz daha kamuoyuna mal olsun, daha nitelikle
eserler gelir düşüncesiyle hareket etti. Amacına
da ulaştı. 62 proje başvurusu oldu.
300 BİN LİRANIN VERİLMEMESİ İÇİN DEĞİL
Jüri olarak biz bir sıralama yaptık. Uygulanacak
projeyi dernek seçti. Öne çok çıkan, birini kat
kat geçen başka bir proje olmadığı için birinci
çıkmadı. 300 bin liranın verilmemesiyle alakası
yok. İkinci olan iki eser de, oy birliğiyle
seçildi. Modern projelere ödül vererek, onları
teşvik etmeye çalıştık. Jürinin içinden belli
gruplar modern çalışmaları destekleme
niyetindeydi. Benim de beğendiğim oldu. Fakat,
yarışmayı düzenleyenler, ‘geleneksel istiyoruz’
diyor. Birinci olanla, uygulamaya değer görülen
farklı olabilir. Birisi araziye daha uygun,
uygulanması daha kolaydır. Bunda mahsur yok.
BÜTÜN BAKMAK GEREKİR
Cami alanı,
planlama alanının yüzde 6’sı. Alanın büyük kısmı
rekreasyon, yeşil alan ile turizm alanı. Burada,
kentsel tasarımla farklı yeni bir cazibe merkezi
oluşacak ve iyi bir yapılaşma sağlanacak. İşin
iç yüzünü görmeden, genel resme bakmadan sadece
camiye takılarak konuşanlar var.
MODERN PROJELER BAŞKA YERDE DE YAPILABİLİR
Caminin klasik tarzda olmasında mahsur yok.
Klasik cami de, çok güzel bir etki
oluşturabilir. İstanbul’un silüetini oluşturan
bu tip geleneksel, Osmanlı camileridir. O
yüzden, şartnamedeki ‘klasik’ isteğinin mahsuru
yok. Yarışmanın modern projeleri başka bir yerde
de yapılabilir.
TAKLİT DEĞİL
Pojeyi beğendim, taklit
olarak görmüyorum. Kaldı ki, taklit edilen de
kötü bir eser değil. Dünyanın en iyi eserleri.
Taklitse de dünyanın en iyi eserleri taklit
edilmiş oluyor. O, önemli değil.
BÜYÜKLÜK VE ZARAFET BİR ARADA OLABİLİR
Cami alanı, 15 bin metrekare civarında.
Büyüklüğün çok ciddi sıkıntı oluştaracağını
sanmıyorum. Büyüklük ve zarafet bir arada
olabilir.
BU SÜREDE YAPILABİLİR
Yarışma süresi
biraz daha belki uzun olabilirdi. Ama çok şey
değişecek miydi, bilemiyorum. İstenen şey öyle
detaylı bir uygulama çizimleri olan birşey
değildi. İstenenler, bu sürede yapılabilecek
şeylerdi.
Vatan, Haber: Nebahat Koç, 26.11.2012
******
ÇAMLICA
CAMİİ'NE KARŞI ÇIKARAK SOLA YARANAMAZSINIZ
Malum,
son günlerde Çamlıca’ya
cami projesine karşı çıkmak, camiyle, namazla
uzaktan yakından alakası olmayan kesimler nezdinde
hayli prim yapıyor.
Bu yüzden de, ilgili ilgisiz
hemen bütün kesimlerden aydınlar, eli kalem tutan
yazarlar, bütün estetik bilgilerini de kullanarak
adeta bir mimar edasıyla Çamlıca camii projesine
karşı yoğun bir kampanya yürütüyorlar.
Doğrudan söyleyemeseler de, özü itibariyle camiye
karşı olan kesimler, estetik anlamda nasıl bir cami
olması gerektiği konusunda hiçbir bilimsel nosyona
sahip olmamalarına rağmen, hazırlanan projelerin
estetik olmadığına hükmedip açıkça Çamlıca’ya cami
yapılmasına karşı çıkıyorlar.
Bunları anlıyoruz, estetikten bahsederken bile
kaba ve çirkin bir üslupla özellikle Başbakan
Tayyip Erdoğan’a
karşı karalama kampanyası yürütüyorlar. Kaldı ki bu
kesimler, zaten Başbakanın bütün olumlu adımlarına
karşı çıkmayı bir maharet olarak görüyorlar.
***
Ancak, muhafazakar ve İslamcı aydınların
yürüttüğü bir kampanya var ki, işte bunu anlamak
mümkün değil. Çünkü onlar da, hangi
medeniyet kriterlerine göre bir
cami estetiği olması gerektiği konusunda
bir bilgi ve kültürel arka planı dikkate almadan,
malum koroya katılmakta bir beis görmüyorlar.
Evet, derin duygusal analizler yapıyorlar,
estetik bir iklim panaroması çiziyorlar. Ama,
estetik bir caminin nasıl olması gerektiği konusunda
somut örnekler vermiyorlar.
Eğer, İslamcı ve muhafazakar aydınlar için amaç,
laikçi-sol kesimler nezdinde itibar
kazanmaksa buna bir şey diyemem. En azından
şimdilik, alkışlanacakları kesin. Ama, nihai olarak
onlara yaranmak gibi bir niyetleri varsa, boşuna
gayret derim.
Şu ana kadar, sağda ya da solda bu proje ile
ilgili yazılanların tamamına baktığımızda, aslında
kimsenin ‘cami mimarisi’ ile ilgili
dişe dokunur bir şey söylemediğini görüyoruz. Sanki
herkes, kampanya içinde bir rol kapma yarışında
gibi...
Peki, mimarlar ne diyor?
Biraz tuhaf gelecek ama, aslında onların da
yaşanan döneme dair ‘cami mimarisi’
ile ilgili ciddi bir önerisi yok.
Pazar günü
STAR’ın
Açık
Görüş ekinde Nazife Şişman’ın,
“Cami tasavvuru: Nitelik mi? Nicelik mi?”
başlıklı bir yazısı yayınlandı.
Nazife
Şişman, Esenler Belediyesi
Şehir Düşünce Merkezi’nin
‘Çamlıca Projesi”
ile ilgili düzenlediği panelde konuşan mimarlardan
çıkarak bir analiz yapıyor.
Bu konuşmalardan anlıyoruz ki, aslında
mimarlarımızın da dünyaya söyleyecek pek fazla bir
sözü yok.
Mesela,
Prof. SadettinÖkten’in
söyledikleri son derece anlamlı:
“Grek
üslubunun sembol yapıları olan akropollerin
arkasında tragedyalar, Ortaçağ’ın sembol yapıları
olan katedrallerin arkasında koca bir Hıristiyan
dünya görüşü ve tecrübesi vardı; Süleymaniye ve
Selimiye camilerinin arkasında da Selçuklu’yu da
içine alan bir Osmanlı medeniyet tecrübesi.”
Bir medeniyet tasavvuru içinde oluşmayan mimari
üslupların, yüzyılları kuşatacak şaheserler olması
mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla, bugün
“çağdaş değerleri yansıtan estetik camiler yapılsın”
tarzındaki yaklaşımların da çok fazla bir kıymeti
harbiyesi yok.
Yani, modern toplumun sembol yapıları olan
gökdelenlerin bir benzeri olacak olan modern camiler
inşa etmek, estetik camiler yapmak anlamına
gelmiyor. Mesela, bazı mimarların
‘çağdaş cami projesi’
olarak gösterdikleri New York Camii
bir estetik harikası filan değildir.
Kısacası, uhrevi alemin simgesi olması gereken
camileri, seküler düşünceye bağlı bir yapı tasarımı
ile inşa etmek mümkün değildir. Nitekim bugün,
Batı’da pozitif düşünce kalıplarıyla inşa edilen
yeni kiliselere de benzer eleştiriler yapılmaktadır.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, Çamlıca’ya
yapılacak caminin, günümüzün devasa gökdelenlerinin
bir kopyası olmaktansa, selatin camilerine benzemesi
daha iyidir.
Star Gündem,
Yazı: Mehmet Ocaktan, 27.11.2012
******
"ÇAMLICA'YA SEMBOL OLACAK ÇAĞDAŞ BİR CAMİ YAPILMALI"
Şafak Çak, bir mekan tasarımcısı. “Zengin
muhafazakarların ev tasarımcısı” olarak şöhreti
yakalamış olsa da, kendisinin bu nitelemeye itirazı
var. “Müşterilerimin büyük bölümümodern insanlar”
diyor. Ama dindar zenginlerin ve yeni kuşak
muhafazakarların beğenilerini yakından takip
ediyor. Onlara içmimari ve dekorasyon hizmeti
veriyor. Son dönemin en önemli tartışma konularından
biri,
Çamlıca’ya yapılacak
cami projesi. Tasarımcı
Şafak Çak’la buluşup hembu
cami projesini sorduk hemde ibadet alanlarının
muhafazakar
kesimlerin yaşama alanlarına nasıl yansıdığını
konuştuk.
Sizin müşterileriniz arasında olan İslami burjuvanın
önemli isimleri
Çamlıca’ya yakın Üsküdar ve Kısıklı’da oturuyor.
Sizce onlar, böyle bir alanda nasıl bir
cami görmek isterdi?
Şimdi iki tip
muhafazakar ve zengin insan tipi var. Bunlardan
bazıları gerçekten, “Arap yağı bol bulmuş ve
sıvamış” şeklinde yaşayanlar. Diğerleriyse sade
ancak kaliteli yaşamsürenler. Benimmüşterilerimin
yüzde 30’u bu iki yapıdaki insanlardan oluşuyor.
Bunların birincisi cahil olanlar, ikincisiyse çok
kültürlü ve yüksek eğitimalmış olanlar. Bu kesimden
birincimodel kesinlikle altınla kaplı bir
cami görmek isterken, ikinci model çağdaş İslam
motiflerinin olduğu bir
cami tasarımını beğenirdi.
Cami projesini, zengin
muhafazakarlarla konuşma fırsatınız oldu mu?
Konuştum. Açıkçası kimsenin içine sinmiş değil. İki
çeşitmuhafazakarmodeli var demiştim. İkisi de
birbirine tamzıt. O yüzden biri altın
cami görmek istiyor, diğeriyse sanat eseri.
Ancak İslam’ı parayla yaşayan kesimin tercihi bence
545 milyon dolaramal olan Abu Dabi’deki Şeyh Zayed
bin Sultan el Nayan
Camii olurdu.
Siz de Yeni Şafak yazarı Dücane Cündioğlu
gibi,
Çamlıca’ya yapılacak
camiyi, “İstanbul’un silüetine çökecek bir
kabus” olarak mı görüyorsunuz?
Bu söylemle, Eminönü’ndeki Yeni
Cami veya Sultanahmet
Camii de İstanbul’un silüetini bozuyor. Seçilen
cami projesini
Çamlıca’da görmek isteyenlerin tek amacı
olabilir. Avrupa yakasından Asya yakasına
bakıldığında bu tip bir
cami görmeniz oldukça zor. Ancak Asya tarafından
Avrupa tarafına baktığımızda birçok
cami görebiliyoruz. Sanırım projeyi onaylayanlar
Asya tarafında da geleneksel bir
cami görmek istediler.
Siz de Yeni Şafak yazarı
Dücane Cündioğlu gibi,
Çamlıca’ya yapılacak
camiyi,
“İstanbul’un silüetine çökecek
bir kabus” olarak mı
görüyorsunuz?
Bu söylemle,
Eminönü’ndeki Yeni
Cami
veya Sultanahmet
Camii de
İstanbul’un silüetini
bozuyor. Seçilen
cami
projesini
Çamlıca’da görmek
isteyenlerin tek amacı olabilir.
Avrupa yakasından Asya
yakasına bakıldığında bu tip
bir
cami görmeniz oldukça
zor. Ancak Asya tarafından
Avrupa tarafına baktığımızda
birçok
cami görebiliyoruz.
Sanırımprojeyi onaylayanlar
Asya tarafında da geleneksel
bir
cami görmek istediler
Fatih Altaylı gibi, böyle bir projenin
3-5 haftada oldu bittiye getirilemeyeceğini savunan
yazarlar da var.
Altaylı’nın bu konudaki görüşlerine tereddütsüz
imzamı atarım. Bu tip bir yarışma yapılacaksa buna
sadecemimarlar davet edilmez. Bu tip yarışmalara tüm
dünyadan heykeltıraşlar, ressamlar ve en önemlisi
tasarımcılarla berabermimarlar davet edilir. Bu iş
daha baştan yanlış organize edilmiş. Önce
tasarımcıya danışılır. Onun çıkaracağı avam projeden
sonra mimarlardan yardım istenir. Sonra da İslam
tarihçilerine onaylatılarak yarışmaya sunulur.
Bu proje nasıl hazırlanmalı, kimler davet
edilmeliydi?
Altaylı, yarışmaya davet edilmesi gereken isimleri
sıralamış. Ben bu isimlere, mimarlar Turgut
Toydemir, Sinan Kafadar ve Eren Yorulmazer’i de
eklemeliyim. Bir tasarımcı olarak, “Bana da davet
gelmeliydi” hadsizliği yapamam.
Kafanızda bir proje var mıydı?
Olağanüstü bir proje hazırladım. Hatta bu projeyi
geçen cumartesi günü, “Metropol İstanbul”un
Jennifer Lopez
davetinde, Varyap’ın sahibi Süleyman Varlıbaş’a
gösterdim. O kadar heyecanlandı ki ayaküstü
yarımsaat konuşmak zorunda kaldık.
Çamlıca’ya kötü bir kopya
cami yapılsa bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Biz Türk insanının en büyük özelliği,
beğendiklerimizi asla dile getirmeyip
beğenmediklerimizi bire on katarak dillendirmektir.
Size şöyle dürüst konuşayımki; burada yöntemtamamen
yanlış. Ancak Sultanahmet kopyası bir eserin de
oraya konulması beni rahatsız etmez. Avrupa
yakasından bakıldığında bir rahatsızlık yaşatmaz.
Gönül isterdi ki; modern sanatmüzesi olmayan
İstanbul’da tıpkı New York’taki Özgürlük Heykeli
gibi sembol olabilecek, çağdaş bir eser orada olsun.
Olmuyormu? O zaman
Çamlıca kadar her yerden görülebilen başka bir
yerde olsun. 1970’lerde yapılan ve gayrimüslimlerin
yaşadığı Kınalıada’daki
camiden başka benmodern bir
cami bilmiyorum.
Hayalinizdeki
Çamlıca
Camii nasıl?
Çamlıca
Camii’nin olması gereken çizgisi bence hilal ve
yıldızdı.
Cami projem cebimde gününü bekliyor. Mutlaka
Türkiye’de bir yere yapacağım.
Habertürk
(Kısaltarak) , Haber: Kutlu Esendemir, 26.11.2012
******
'İSLAM ESTETİĞİ' VE 'TÜRK ORYANTALİZMİ'
Çamlıca’ya
yapılması tasarlanan camiin, ‘cami mi, estetik mi?’
gibi bir çelişki imiş gibi sorunsallaştırılmasının,
bana düpedüz anlamsız göründüğünü söylemeliyim.
Bu, sanki ‘cami olursa estetiği olmaz, ya da
estetiği varsa o cami değildir!’ türünden, gerçekten
anlamsız, hatta absürd bir çelişkiyi, sanki meşru ve
mantıklı bir argümanmış gibi dolaşıma sokmaktan
başka bir şey değildir…
Bana lütfen söyler misiniz, bir cami, aynı
zamanda estetik bir değer taşıyamaz mı? Çamlıca’da
yapılacak olan cami, ‘cami mi, estetik mi?’
tartışması yerine, Sultanahmed Camiinin bir taklidi
olarak ele alınmalı değil midir? ‘Taklid’, yaratımın
karşıtıdır: İngilizcede bir deyiş vardır: ‘If you
can’t create, imitate!’ [‘şayet yaratamıyorsan,
taklid et!’]. Taklid, yaratıcılığın tükendiği yerde
başlar.
Öyle anlaşılıyor ki, yıllardan beri İslam’ın
estetik bir medeniyet inşa ettiğini ve bu
medeniyetin modernite bağlamında yeniden üretilmesi
gerektiği konusunu, ısrarla ve inatla gündeme
taşımış olmam, nihayet bir işe yaramış görünüyor;-
özellikle İslam burjuvazisinin, İslam medeniyetinin
estetik değerlerine sahip çıkması gerektiğine
ilişkin olarak yaptığım ısrarlı vurguların da, en
sonunda farkına varılmış olması da! ‘Milliyet’
Gazetesinde Kadri Gürsel, geçtiğimiz Pazar günü ( 25
Kasım 2012) kelimesi kelimesine şunları yazdı:
‘Üzülüyorum, çünkü İslamcı/muhafazakar elit, kendi
sınıfının özgün estetik ve çağdaş sanatını vücuda
getirmeyi deneyemiyor bile!’ Yıllardan beri, bu
sütunlarda savunduğumuz düşünceler! Şimdi, Çamlıca
Camii söz konusu olduğunda gündeme geliyor…
Kadri Gürsel, bir tesbitte daha bulunuyor:
-şöyle: ‘Keşke İslamcılar, maruz kaldıkları
Batılılaşma ve Cumhuriyet travmasının etkileriyle
sağlıklı bir biçimde baş edebilmiş olsalardı!’.
Doğru söze ne denir? Ancak Gürsel, meselenin özünün
farkında görünmüyor: Meselenin özü, Cumhuriyet
entelijensiyasının, Batıyı taklid etmeyi Batılılaşma
zannetmesi ne idiyse, İslamcıların da, tıpkı
Kemalistler gibi, Osmanlı’yı taklid ederek
Osmanlıcılık yaptıklarını zannediyor olmalarıdır.
Kemalistler de İslamcılar da, birinin Batı
Hıristiyan, diğerinin de İslam Medeniyetini taklidde
birbirlerinden zerrece farklı davranmadıkları
ortada! İslamcılar, taklid’i referans olarak almayı,
Kemalizmin, medeniyetin temellük ediliş biçiminin
taklidden başka bir şey olmadığı konusundaki
hegemonik eğitiminden geçerken öğrendiler herhalde!
Pekiyi de, Batı’yı taklid etmeyi, çağdaş
medeniyet seviyesinin üstüne çıkma olarak okuyanlar,
İslam medeniyetine nasıl bakmışlardır? M. Şükrü
Hanioğlu, Sabah gazetesinde (25 Kasım 2012), bu
bakışın, ‘miskin, cahil, ilkel, estetik yoksunu Doğu
algısı’ olduğunu bildiriyor ve, dikkat edilsin, bu
algı ‘üzerinden kendine, medenileştirme misyonu
yükleyen Türk Oryantalizmi’nden söz ediyor!
Türk Oryantalizmi ise, M. Şükrü Hanioğ-lu’na
göre, ‘Kemalist toplum projesi’dir. Hanioğlu, aynen
alıntılıyorum, tastamam şöyle diyor: ‘Türk
Oryantalizmi olarak adlandırabileceğimiz Kemalist
toplum projesi…’
Bunlar, benim yıllardan beri, hatta neredeyse
20 yıldır, söyleye söyleye dilimde, yaza yaza
kalemimde tüy bittiği sözler değil midir? Türk
modernleşmesinin, bir Oryantalizm olduğunu öne süren
yazılarımı, okurlarım elbette hatırlayacaklardır…
Tıpkı Kadri Gürsel’in İslam estetiğine sahip
çıkmanın muhafazakar elite düşen bir görev olduğunu
önesürüşü gibi M. Şükrü Hanioğlu da, ‘Kemalist
toplum projesi’nden ‘Türk Oryantalizmi’ olarak söz
ediyor!.. Ne güzel değil mi, bazı fikirlerin yıllar
sonra, iki çok değerli düşünür tarafından da idrak
edilmesi?
Zaman, Yazı: Hilmi Yavuz, 28.11.2012
|
ANAVARZA'DAKİ KAZILARA BÜTÇE ENGELİ

Adana’nın Kozan İlçesi bulunan ve sütunlu
caddeleri, mozaikleri, kapıları, kiliseleri,
hamamları, Roma Olimpiyatlarının yapıldığı stadyumu
ve antik tiyatro alanları gibi birçok tarihi mekanın
bulunduğu Anavarza Antik Kentinde başlatılan kazı
çalışmalarına bütçe yetersizliği nedeniyle ara
verildi.
Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden Doç.Dr.
Murat Durukan'ın danışmanlığında Eylül ayında
başlanan Anavarza kazılarına bu yıl itibari ile
bütçe sıkıntısı yüzünden ara verildi. Yaklaşık 2,5
aydır Anavarza Antik kentinde çalışma yürüttüklerini
açıklayan Doç.Dr. Durukan, bölgedeki mozaiklerin
dünya çapında 2.’inci bir Zeugma etkisi yapacak
potansiyelde olduğuna dikkat çekti.
Adana Müze Müdürü Kazım Tosun da kazı alanında
Mersin Üniversitesi'nden 2 arkeologun yanı sıra 13
işçi ile bakanlıktan sağlanan ödenekle çalışmalara
başlandığını belirterek, "Ödenek sorunu nedeni ile
çalışmamız kısa sürdü. Ama önümüzdeki sene ödenek
boyutunda çalışmalarımız daha uzun sürecek" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığının tahsis etmiş olduğu
bütçe ile kazılara başlanmıştı ancak 2012 yılı
çalışmaları programlanandan kısa sürdü.
cukurovapress.com, 25.11.2012
|
YOL ÇÖKÜNCE TARİHİ AV KÖŞKÜNÜN DUVARI ORTAYA ÇIKTI

Alanya İlçesi'nde karayolunun çökmesi sonucu
Selçuklu dönemine ait bir av köşkünün duvarına
rastlandı.
Alanya Müze Müdürü Seher Türkmen, gazetecilere
yaptığı açıklamada,
Alanya Kalesi'nin kuzeyinde bulunan Hasbahçe
Mahallesi'ndeki karayolunda yaklaşık 1 ay önce çökme
meydana geldiğini, ardından burada tarihi bir duvara
rastlandığını söyledi.
Bölgenin 1993 yılında
Selçuklu dönemine ait av köşkleri bulunması
nedeniyle tescillendiğini anlatan Türkmen, "Yapılan
incelemede duvarın Selçuklu dönemine ait av köşküne
ait olduğu tespit edildi. Bölgede arkeoloji kazı
çalışması için gerekli izinleri aldık. Şu anda keşif
çalışması yapıyoruz. Daha sonra bölgeye ilişkin bir
plan hazırlanacak" dedi.
Keşif sonrası önce
alandaki asfaltın kaldırılacağını, sonra yolun
altında neler bulunduğunu tam olarak tespit
edeceklerini bildiren Türkmen, çalışmayı
Alanya Belediyesi ile yürüteceklerini kaydetti.
Bölgenin planlama
dahilinde ele alınması gerektiğini vurgulayan
Türkmen,
"Bölge imar planı ve çevre
düzenlemesi açısından ele alınmalı. Amacımız alt
tarafta bulunan evlerin üzerine bir çökme tehlikesi
olmadan yolun bir çözüme kavuşmasını sağlamak" diye
konuştu.
Türkmen, bölgenin Selçuklu
av köşkleri açısından zengin olduğunu dile
getirerek, "İlçede Sedre Köşkü, Gülefşen Köşkü,
Hasbahçe Köşkü, Hacıbaba Köşkü, Sugözü Köşkü gibi
köşkler bulunuyor. Bu köşklerin Alaaddin Keykubad
dönemine ait olduğu düşünülüyor. Av köşkleri sadece
Alanya sınırları içinde yok.
Gazipaşa'da sonradan av köşküne çevrilmiş Roma
dönemi yapısı da var" diye konuştu.
haberler.com, Haber:Mustafa Kurt - Hüseyin
Kanber, 25.11.2012
|
ERTUĞRUL GÜNAY: TAKSİM'E CAMİ ŞART
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Taksim'in
yayalaştırılması projesini desteklediğini ve
Taksim'e yeni bir cami yapılması gerektiğini
söyledi.
Bakan Günay
"İnsanların hava alacağı, yeşil alanı
gezebileceği, trafikten, egzoz dumanından arınmış
alanı oluşturmak temel hedef olmalı. Güzergahlar
oluşturmak kaydıyla Taksim'in yayalaştırılması bence
İstanbul'un ihtiyacıdır. Taksim'e cami yapalım çünkü
şart" dedi.
Mimarlar ve
Mühendisler Grubunun düzenlediği toplantıya katılan
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Taksim
Meydanı'nın yayalaştırılmasının sağlanmasını, ağaç
ve bitki dokusunun çoğaltılması gerektiğini söyledi.
Taksim'in yayalaştırılması projesini desteklediğini
belirten Bakan Günay projeyle ilgili olarak şunları
söyledi:
"Taksim'in yayalaştırılması
projesini destekliyorum. Bizim büyük bir meydana
bütün şehirlerimizde ihtiyacımız var. İstanbul
tarihi bir şehir ancak meydan fakiri, çiçek
dikiyoruz ama orman olarak, park olarak çok fazla
çoğaltabildiğimiz söylenemez. Olması gereken ölçüye
vardırdığımız söylenemez. O yüzden insanların hava
alacağı yeşil alanı gezebileceği alanı trafikten
egzoz dumanından arınmış alanı oluşturmak temel
hedef. Güzergahlar oluşturmak kaydıyla Taksim'in
yayalaştırılması bence İstanbul'un ihtiyacıdır.
Güzel projelerden bir tanesidir."
Taksim Gezi
Parkı'nın bulunduğu alana Kışla yapılması
tartışmalarına da değinen Bakan Günay, Gezi
Parkı'ndaki ağaçların yok edilmemesi gerektiğini
ifade etti. Günay,
"Taksim, bugün ki
Taksim Meydanı ve gezi parkından oluşuyor. Gezi
Parkı 70 yıllık yeşil bir alan. Ağaçlar bir hayli
büyümüş. Gezi parkıyla ilgili bir proje var. Bir
proje avam proje, aslında bir proje önerisi demek
daha doğru, orada bir topçu kışlası varmış.
1800'lerin ortasında yapılmış. 1939-40'da yıkılmış.
100 yılı zor dolduran İstanbul'un geleneksel
mimarisiyle çok özdeşleşmiş olan değil, bir dönem
Taksim'de yapılmış bir kışla var. Bugün basına
yapılan fotoğraf servisleri doğru değil. Üzerinde
oynanmış fotoğraflar. Kışlanın özgün mimarisi Rus ve
Hint mimarisi karmasıdır. 1800'lerin ortasında
Krikor Balyan tarafından yapılmış ve bir rus hint
mimarisi denemesi yapılmış. Ben diyorum ki gezi
parkında 70 yıldır ağaçlar var. O ağaçları yok
etmeyelim. Kışlayı yaptığımız zaman meydanın yarısın
işgal edeceğiz. Bizim büyük meydana ihtiyacımız yok
mu? Üstelik İstanbul'un tarihiyle uyumlu olmayan
mimarisiyle de uyumlu olmayan bir deneme Krikor
Balyan tarafından Soğan Kuleli bir rus hint
yapısıdır. Onu yeniden yapmayalım. İstanbul'da ihya
edeceksek nice yapı var. Gidip kışla mı ihya
edeceğiz? Bence Taksim'in yayalaştırılmasını
sağlayalım. Ağaç dokusunu bitki örtüsünü park
yapısını çiçek yapısını çoğaltalım ama orada
geleneksel alışveriş merkezleriyle rekabet edecek
yeni bir alışveriş merkezi yapmayalım"
dedi.
Konuşmasında
Taksim'in demografik yapısının değiştiğini mevcut
camilerin yeterli olmadığını ve Taksim'e camii
yapılmasının şart olduğunu kaydeden Ertuğrul Günay
konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
"Taksim'in, Pera'nın oluştuğu zamandaki demografik
yapı değişti. Nüfus yapısı değişti. Şimdi orada Ağa
Camii yetmiyor, Firuzağa Camii yetmiyor. Bize
Tarlabaşı'ndan inen yolun yanında Maksim'in
arkasında boş alan var. Otopark olarak kullanılıyor.
Orada mücevher gibi ebatlarıyla değil edebiyle bir
cami , büyüklüğüyle değil zarafetiyle bir camii
yapalım. Mimar Sinan Süleymaniye'yi yaparken büyük
yapı yapmak bir marifetti. Beton yoktu, taş taş
üstüne koyarak herşey yapılıyordu. Ayasofya'da
öyleydi. Bugün inanılmaz çirkinlikteki kuleleri,
istediğiniz tarihi mekana dikebiliyorsunuz. Bugün
büyük yapı yapmak değil marifet. Bugün güzel, zarif
edepli insana saygılı yapmaktır marifet. Taksim'e
camii elbette yapılmalı, Taksim'in yayalaştırılması
elbette ama insanların ezileceği yeni yapıları
yapmayalım.
Öte yandan Bakan
Günay toplantıda Mimarlar ve Mühendisler Grubu
üyelerinin sorularını yanıtladı. Bakan Günay
'Çamlıca'da yapılacak bir cami ile ilgili
görüşleriniz nedir, buraya yapılacak bir cami
ulaşımı nasıl etkiler? şeklindeki soruya, yanıtı
"Derin nefes al, derin nefes ver" şeklinde espirili bir şekilde başlayarak oldu.
'ÇAMLICA'YA
YAPILACAK CAMİ MÜCEVHER GİBİ OLMALI'
İstanbul'un
anıtsal, mücevher gibi camileri olduğunu vurgulayan
Ertuğrul Günay, Üsküdar'ın tepesine yeni bir caminin
olabileceğini İslam mimarisinin geleneğinin
korunarak yapılması gerektiğini söyledi. İstanbul'a
yeni camilere ihtiyacı olduğunu kaydeden Günay
sözlerini şöyle sürdürdü: "İstanbul'da yeni camilere
ihtiyaç yok mu? Var. İstanbul'un Süleymaniye'ye
Sultanahmet, Fatih Camii, Mihrimah Sultan Camii,
Vadide Sultan Camii, Kılıçali Paşa Camii, Ortaköy
Camii yapıldığı zaman İstanbul'un nüfusu bugünkünün
onda biri kadardı. 'Tıka basa her camii her zaman
dolmuyor', hayır doluyor. Bayram namazlarında
doluyor cumalarda doluyor. İstanbul'da 20 sene önce
bir Ümraniye yoktu. Bir Ataşehir yoktu. İstanbul
devasa yeni bir İstanbul oldu. Bu yeni İstanbul'un
yeni kültür merkezlerine ihtiyacı var, yeni nikah
salonlarına var da yeni camilere ihtiyacı yok mu?
Bence yeni camilere de ihtiyacı var. yeni parklara
da ihtiyacı var. Her ikisine de aynı ölçüde ihtiyacı
var. Bunları yaparken, İstanbul'un gözünü çıkarmadan
yapmak lazım. İstanbul doğal tarihsel yapılarını
özgünlüğünü bozmadan yapmaya çalışmak lazım. Bir
yeşil alanı tüketerek değil, yeşil alanı çoğaltarak
bir yerin özgün mimari dokusun baskı altına alarak
değil, ona katkı yaparak yapmak lazım. Üsküdar'ın
tepesine yeni bir cami olur. Benim hayal ettiğim bu
çağda eğer mimari teknikler bu kadar ilerlemişken
mimari yapı malzemesi bu kadar değişmiş ve
gelişmişken böyle oturup var olanlardan birinin
taklidi gibi bir şey yapmak yerine 2000'li yılların
hem islam mimarisinin geleneğini koruyarak bir cami
yapmak gerekir. Mimar Sinan bunu yapmış. Bugünki
beton tekniğiyle Mimar Sinan'ın yaptığı caminin daha
büyüğünü yaparsınız. İnanılmaz çirkinlikte binaları
İstanbul'un sağına soluna yapıyorlar. Marifet büyük
yapı da değil. Boğazdaki camiler boğaza birer
mücevher gibi dizilmiş. Boğazın kıyısanda gerdanlık
gibi bu camiler. Hiçbirisi boğaza basmıyor. Hiçbiri
boğazın görkemiyle yarışmaya kalkmıyor. Tepeye
yaptığımız camide yeşilin içinde mücevherin içinde
yakut gibi olmalı. Cesametiyle değil zerafetiyle öne
çıkmalı. Böyle birşey olduğu zaman hepimiz ayağa
kalkar alkışlarız. "
'ADI
AKMESCİT OLSUN'
Çamlıca'ya yapılacak
camiyle ilgili bir önerisi olduğunu söyleyen
Ertuğrul Günay,
"Kırım'da bir Akmescit
Camii var. Küçük bir camidir ama adı Akmescit'tir.
Kazan'da UNESCO listesine girmiş yeni bir Akmescit
yapıyorlar. Çok büyük değil ama çok güzel, mermer
parlak değil mat ama pırıl pırıl. Akmescit gibi
birşey yapalım.Böyle mücevher gibi birşey yapalım.
Hatta adı da Akmescit olsun. Madem biz bu coğrafyayı
tarihiyle bağlamaya çalışıyoruz, adı da Akmescit
olsun. Bugün ki projeyi bize sormadılar. Caminin
yapılacağı alan SİT alanı olduğu için bize
sorulmuyor. Şehircilik bakanlığına soruluyor. Ancak
ben İstanbul'un silüetiyle ilgili her türlü meseleye
üstüme düşsede düşmese de karışıyorum çünkü
İstanbul'un herşeyi Kültür Bakanı'nı ilgilendirilir.
İstanbul'da atılacak her adım, dikilecek her taş
Kültür bakanını ilgilendirir. O yüzden bana
sorsalarda sormasalarda fikrimi söylüyorum.
İstanbul'a büyük birşey değil, zarif birşey yapalım"
dedi.
haberedikkat.com, 25.11.2012
|
AYASOFYA'YA EN BÜYÜK RESTORASYON

Ayasofya Müzesi'nde, yaklaşık 17 yıl süren yenileme
çalışmalarının bir süre önce tamamlanmasının
ardından Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ve
maliyetli restorasyonu yapılacak.
Ayasofya Müzesi
Müdür Vekili Hayrullah Cengiz, müzenin 1500 yaşında
tarihi eser olduğunu söyledi. Müzenin dünyanın en
muhteşem eserlerinden biri olduğunu belirten Cengiz,
"Bu kadar yaşı büyük olan bir eserin zaman zaman,
belki de sıklıkla restorasyona tabi tutulmasını
doğal karşılamak gerekir" dedi. Cengiz, bu
doğrultuda gerek Osmanlı döneminde eklenen bazı
birimlerin gerekse Ayasofya'nın ilk yapıldığı
dönemlerden beri var olan yapıların restorasyona
tabi tutulacağını anlatarak, öncelikle 1740'lı
yıllarda inşa edilen, 1. Mahmud şadırvanını
restorasyona aldıklarını, 8 aydan beri devam eden
çalışmaları 1-1,5 ay içerisinde tamamlamayı
düşündüklerini söyledi. Müzenin içerisindeki 1.
Mahmud kütüphanesinin restorasyonuna da başlandığını
aktaran Cengiz, buradaki çalışmaların 400 günde
tamamlanmasının planlandığını kaydetti. Hayrullah
Cengiz, müzenin batı cephesinin de restore
edileceğini belirterek, "Buranın da yaklaşık 550
günde biteceğini tahmin ediyoruz. Ayasofya'nın ana
kubbesinin hemen altından başlayan yapıdan galeri
katına kadar olan kısmı sıvayacağız" dedi. Cengiz,
çalışmalar kapsamında müzenin içindeki bezemeler ve
mermerlerin temizleneceğini ve onarılacağını
söyledi. Cengiz, çalışmaları 600 gün içerisinde
bitirmeyi amaçladıklarını belirtirken projenin
toplam maliyetinin 12 milyon lirayı bulacağını
söyledi.
Ayasofya Müzesi'ni 2003-2011 yılları arasında 7
milyon 196 bin 512 kişi ziyaret etti, bu
ziyaretlerden 201 milyon TL gelir elde edildi. CHP
İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın yazılı soru
önergesini yanıtlayan Günay, Ayasofya Müzesi'nin
2011 yılında 3 milyonu aşkın ziyaretçi ile
Türkiye'nin en fazla ziyaret edilen müzesi olduğunu
bildirdi.
Sabah, 25.11.2012
|

|
CAHİT SITKI TARANCI'NIN EVİ YENİLENİYOR
“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher...” dizeleriyle ölümsüzleşen, Diyarbakır’ın yetiştirdiği ünlü kişiliklerden şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın (1910 1956) doğup büyüdüğü ve müze olarak kullanılan ev, çağdaş müzecilik anlayışıyla yeniden yorumlanıyor.
Tarancı ve ailesinin yaşadığı, 1733 yılında yapılmış ev Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örnekleri arasında gösteriliyor. 1973 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca müzeye dönüştürülen yapı, Diyarbakır Müzesi’nce başlatılan restorasyon çalışmaları kapsamında şimdi yeniden hayat buluyor.
Habertürk, 25.11.2012
|
TARİHİ ALANDAKİ KAZIDA ÇOCUK İSKELETİ BULUNDU
Milas'ta daha önce bulunan ve Geç Roma
dönemine ait olduğu sanılan mozaiklerin
bulunduğu alanda
çocuk iskeleti bulundu.
Hocabedrettin Mahallesi Çiçek Sokak'taki
bir iş merkezinin inşaatı için başlatılan
sondaj çalışması sırasında tarihi
kalıntılara rastlanmış, bunun üzerine Milas
Arkeoloji Müzesi yetkililerince inşaat
alanında
kurtarma kazısı başlatılmıştı.
Mozaik olduğu ve Geç Roma dönemine ait
olabileceği belirtilen tarihi kalıntılar
arasında 6-7 yaşlarında olduğu tahmin edilen
çocuk iskeleti
bulundu.
Milas Arkeoloji Müzesi Müdürü Ali Sinan
Özbey, gazetecilere yaptığı açıklamada,
taban mozaiği olarak belirlenen alanda
çocuk iskeleti
bulduklarını söyledi.
Alanın daha sonraki dönemlerde nekropol
(mezarlık) olarak kullanılmış olabileceğini
dile getiren Özbey, "Yaklaşık 10 gün önce
alanın sahibinin talebi üzerine 3. derece
arkeolojik sit alanı olan yerde sondaj
kazısı başlatıldı. Sondaj kazısının ardından
mozaikli alan ortaya çıktı. Ardından
çocuk iskeleti
bulduk. Alanın yüzeye çok yakın bir yerde
olması bizi şaşırttı" dedi.
Alanın Geç Roma döneminde tahribata
uğradığının belirlendiğini anlatan Özbey,
şunları söyledi:
"Alan İslami dönemde çok tahrip olmamış,
ancak kendi döneminde tahribatın izleri
ortaya çıktı. Başlattığımız sondaj
kazılarını, genel müdürlüğümüzden izin
alarak kurtarma kazısına dönüştürdük. Alanın
anlaşılmasına dönük çalışmalar devam ediyor.
Kazıların sonlanmasından sonra bu yapıyı
anlamaya çalışacağız. Kendi döneminden sonra
bu yerin nekropol olarak kullanılmış
olabileceğini düşünüyoruz. Arkeolog
arkadaşlarımız çalışmalarını sürdürüyor."
Mynet Haber, Haber: Mutlu Hazer, 23.11.2012
|
ANTİK KENTİN SPOR OKULU 3D İLE ORTAYA ÇIKACAK
Muğla'nın
Yatağan İlçesi'ndeki dünyanın en büyük mermer
kenti Stratonikeia antik kentinde bulunan 2 bin 200
yıllık gymnasion (spor okulu), 3D ile ayağa
kaldırılacak.
Stratonikeia Antik Kenti
Kazı Başkanı ve
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Stratonikeia antik
kenti ve çevresinde binlerce yıllık tarihi geçmişin
izlerini bulmanın mümkün olduğunu söyledi.
Antik kentte devam eden
kazı çalışmalarının aralık sonuna kadar devam
edeceğini belirten Söğüt, antik kentte bulunan 2 bin
200 yıllık gymnasionun her geçen gün biraz daha gün
ışığına çıktığını, 105 metre genişliğe, 165 metre
uzunluğundaki gymnasionda geçmişte hem spor yapılıp
hem de tarih ve felsefe gibi derslerin verildiğini
anlattı.
Söğüt, spor okulunun 105
metrelik kuzey kenarının tamamen kazıldığını, güney
kısmını açığa çıkarmak için de çalışmalara
başladıklarını belirtti.
Doç.Dr. Bilal Söğüt, 3D
yöntemi ile tüm mimari elemanları görüp antik
dönemde yapının hangi şekilde olduğunu
belirlediklerine işaret ederek, "3D'nin farkı,
yapıyı 3 boyutlu olarak her tarafa çevirerek görme
şansımız var. Sonrasında mimari elemanları tek tek
kontrol ederek yerlerine yerleştirip restorasyon
altyapısını oluşturuyoruz. Yapının güneye doğru olan
kısmının tamamı kazılmış olmamakla, 265 metre devam
ettiğini biliyoruz. Bu, antik dönem için müthiş bir
rakam" dedi.
Antik dönemde birçok spor
ve eğitim aktivitesinin gerçekleştirildiği
gymnasionun tamamını 3D ile ayağa kaldıracaklarını
vurgulayan Söğüt, "Kazı tamamlandığında gymnasiona
ait tüm eserleri, antik dönemde bırakıldığı şekliyle
bulabileceğiz. Stratonikeia antik kentinde ilk
çalışmaların başladığı yer gymnasiondu. Uzun süre
çalışılmış, ama kazıldığı gibi bırakılmıştı. 35 yıl
aradan sonra 3D ile yapıyı ayağa kaldırıp kazı
çalışması yürüteceğiz" diye konuştu.
Ziyaretçilerin kentteki
yapıları rahat görebilmelerini sağlamak için bölgede
temizlik çalışmaları yürüttüklerine de değinen
Söğüt, antik dönemde öğrencilerin tarih ve felsefe
derslerinin yanı sıra eğitim yaptıkları alanın
tamamını ayağa kaldıracaklarını, bu sayede
restorasyon için de altyapı hazırlıkları oluşturmuş
olacaklarını ifade etti.
Söğüt, spor okulunun
mimari anlamda çok ihtişamlı bir yapı olduğunu dile
getirerek, şunları söyledi: "Çünkü antik dönemde
benzerlerini
Mısır'da gördüğümüz,
Anadolu'daki ilk örnekleri burada görülen,
yaprakların içerisinden akan su sadece burada var.
Hellenistik döneme ait. Bu yapı, ihtişamı nedeniyle o
dönemden 200 yıl sonra duvar resimlerini etkileyen
bir mimari unsur haline gelmiş."
haberler.com, Haber: Durmuş Genç, 23.11.2012
|
MUHTEŞEM SÜLEYMAN BURADA ARANACAK

Macaristan seferi sırasında Zigetvar şehrinde
1566'da vefat eden Kanuni Sultan Süleyman'ın burada
defnedilen iç organlarının bulunduğu türbe, Türk
İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA)
ve Zigetvar Belediyesi işbirliğiyle tespit edilerek
gün yüzüne çıkarılacak. TİKA ve Zigetvar Belediyesi
ayrıca, Osmanlı eserleri konusunda kapsamlı bir
işbirliği başlatıyor.
Ankara'da TİKA Başkanı Serdar Çam ile
Macaristan'daki Osmanlı eserleri konusundaki
işbirliği olanaklarını değerlendiren Zigetvar
Belediye Başkanı Janos Kolovics, ortak çalışmaları
AA muhabirine anlattı.
Kolovics, "TİKA ile birlikte Kanuni'nin vücudunun
bozulmaması için çıkarılan ve Zigetvar'da defnedilen
organlarının bulunduğu gerçek yeri arayacağız.
İzleri ve kalıntıları araştıracağız. Türbe şu an
toprağın altında. Onu gün yüzüne çıkarmak için
elimizden geleni yapacağız. Yazılı kaynaklar ve
arkeolojik çalışmalarla türbeyi bulabiliriz. Bu
projenin arşiv çalışmalarını Türk uzmanlar ile
birlikte yapacağız. Jeofizik çalışmaları da olacak"
bilgisini verdi.
Kanuni Camisi ve Türk Evi restore edilecek
Zigetvar'da Osmanlı dönemine ait yapılarda
yürütülecek çalışmalara değinen Kolovics, şunları
kaydetti:
"Bunlardan biri Kanuni Sultan Süleyman diğeri de Ali
Paşa Camisi. Kanuni Sultan Süleyman Camisi'ni
TİKA'yla beraber restore edeceğiz. Bunun dışında
şehrimizde Kanuni için yapılmış bir Türk Evi
bulunuyor ve bu yapının restorasyonunu TİKA'yla
yapacağız. O zamanki Türk kültürünü insanlara
göstermek istiyoruz. Evde sergilemek üzere o dönemde
yaşayan Türklerin kıyafetleri, araç gereçlerini eve
yerleştirmek istiyoruz.
Şehirde ayrıca tuğladan yapılmış sağlam bir kale
var. Biz de belediye olarak Türk-Macar Dostluk Parkı
inşa ettik. Bu parkta Sultan Süleyman'ın büstü de
bulunuyor. Zigetvar'ın Türkler için büyük bir
sembolik önemi var. Şehrimizde Osmanlı döneminden
kalan birçok yapı olduğu için ortak olarak yalnızca
TİKA'yı yani Türkiye'yi seçtik. Türkler ve Macarlar
yüzyıllardır dost. İki halkın birbirine çok yakın
olduğunu düşünüyorum."
Kolovics, projelerin Kanuni Sultan Süleyman'ın
vefatının 450. yıl dönümü olan 2016'da
bitirilmesinin hedeflendiğini ifade etti.
"Macarların bu tarihe saygısı sevindirici"
TİKA Başkanı Serdar Çam da, Zigetvar Belediyesi ile
işbirliğine ilişkin, "Ortak tarihi unsurlarımızı
birlikte ortaya çıkarıp , sonsuza kadar yaşatma
konusunda mutabakata vardık. Bizleri sevindiren
başka bir nokta ise, Macaristan halkının da bizim
kadar bu tarihe saygı ve sevgi duyması" diye
konuştu.
Çam, Macaristan'da restorasyon konusunda ilk kez
böyle bir çalışma başlatacaklarını ifade ederek,
Kanuni Sultan Süleyman anısına güzel çalışmalar
yapmak istediklerini, bu çerçevede iki ülke
tarihçilerinin de desteğiyle, Kanuni Sultan
Süleyman'ın iç organlarının defnedildiği gerçek
yerin tespit edilmesine çalışacaklarını bildirdi.
Sabah, 23.11.2012
|
İZMİR'DE TARİHİ EVLERE 900 BİN LİRALIK DESTEK

Eski Osmanlı evleri ve konakların da aralarında
bulunduğu çok sayıda tarihi yapıyı barındıran
İzmir'de eserlerin
bakım ve onarımı için Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından önemli
destek sağlanıyor. 2006-2012 yılları
arasında proje için başvuran 343 kişiden 25'ine
158 bin lira, proje
uygulama için başvuran 100 kişiden
32'sine ise 741 bin lira olmak üzere yaklaşık
900 bin lira tutarında destek sağlandı.
İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü
Abdülaziz Ediz, ilgili yönetmelik gereği
gerçek ve tüzel kişilere, Taşınmaz Kültür ve
Tabiat Varlığı olan tescilli tarihi evlerin
bakımı ve onarımı için ayni, nakdi ve
teknik
yardım desteği sağlandığını belirterek, "İlk
defa proje ve proje yardım talebinde
bulunacakların, belirtilen tarihten önce İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne başvurmaları
gerekiyor.
Proje yardımından
faydalanmak
için, eğer yapının mülkiyeti hisseli ise
hissedarlardan birinin başvurusu yeterli oluyor.
Proje hazırlanması için başvuruda gerekecek
evraklar, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
web sayfasındaki 'Bakanlık Yardımları,
Destekleri ve Teşvikleri' bölümünden
öğrenilebilir" dedi.
Mynet Haber, 23.11.2012
|
KARAYOLLARI TARİH KÖPRÜLERİ RESTORE ETTİ
Karayolları 12. Bölge Müdürü Selami Altıok, tarihi
Çobandede ve Nebihanları köprülerinin restorasyon
çalışmalarının tamamlandığını açıkladı. Altıok,
Erzurum il genelinde 4 tarihi köprünün
restorasyon çalışmasının tamamlandığını, 3 köprünün
ise restorasyon çalışmasının devam ettiğini söyledi.
Karayolları Bölge
Müdürlüğü, tarihi köprüleri restore ederek ecdat
yadigarlarının yok olmamasına çalışıyor. Karayolları
Bölge Müdürü Şenol Altıok, tarihi köprülerin
korunup, gelecek nesillere aktarılmasına önem
verdiklerini ifade etti. Şenol Altıok, 2005 yılında
ihalesi yaptırılan Çobandede Köprüsü'nün restore
çalışmalarının tamamlandığın belirtti. Bölge Müdürü,
Çobandede Köprüsü projesinin Genel Müdürlük Köprüler
Daire Başkanlığı ile Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu elemanlarınca denetiminin
gerçekleştirildiğini kaydetti.
Aslına uygun olarak söz
konusu tarihi köprünün restorasyonun
gerçekleştirildiğine vurgu yapan Altıok, "Çobandede
Köprüsü'nde özel kimyasal yapıştırıcılar kullanılıp,
enjeksiyonla duvarlarda güçlendirme yapıldı.
Orijinali 7 kemerli olan köprünün 6 ayağı günümüzde
duruyor. Karayolu durumu göz önüne alınarak
ilerleyen yıllarda yedinci kemeri de ortaya
çıkarmayı hedefliyoruz. Çobandede Köprüsü'nü 5
milyon liraya restore ettirdik." şeklinde konuştu.
Karayolları Bölge Müdürü
Altıok, Çobandede Köprüsü'nden ayrı olarak eski
Erzurum-
Tekman yolu güzergahındaki Nebihanları Köprüsü
ile Ağveren Köyü ve Pulur Köyü köprülerinin de
restorasyonun tamamlanarak tarihe kazandırıldığını
vurguladı. Altıok, hedeflerinin sorumluluk
bölgesindeki illerde her yıl tarihi 3 köprüyü
restore ettirip, ulaşım amaçlı olarak kullanıma
kazandırmak olduğunu da dile getirdi.
ÇOBANDEDE KÖPRÜSÜ
Yağan beldesi sınırları içerisinde yer alan
Çobandede Köprüsü,
Erzurum -
Horasan Güzergahı 58. kilometre yer almakta
olup; İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın
veziri Emir Çoban Salduz tarafından yaptırıldı.
Tarihi köprü, tarihinde 4 kez restore edildi. Mimari
bakımdan
Anadolu Selçuklu taş köprüleri özelliği taşıyan
Çobandede Köprüsü, Aras Nehri üzerine, 220 metre
uzunluğunda 7 adet kemer gözlü olarak inşa edilmiş.
Tarihi köprüden, günümüze 6 kemer gözüyle 130 metre
ulaşabilmiştir. Eğri bir plana sahiptir. Köprü,
koruma altına alındığından kullanılmıyor.
haberler.com, 21.11.2012
|
18 - 24 Kasım 2012
|
BOĞAZİÇİ UNESCO'NUN
LİSTESİNE GİRMEK İSTİYOR
UNESCO Dünya Kültürel
Miras Komitesi’nden bir heyet birkaç günden beri
İstanbul’da.
Ne yapıyor günlerden
beri derseniz...
Süleymaniye Camii’nin siluetini bozduğu için en
başından beri eleştirilen Haliç Metro Köprüsü’nü,
Bizans döneminden gemilerin çıktığı Yenikapı’ya
denizi doldurarak inşa edilecek meydanı, Sulukule,
Fener-Balat kentsel dönüşüm projelerini yerinde
inceliyor.
Mimarlar Odası, Europa Nostra, İstanbul SOS gibi
STK’ların görüşlerini alıyor.
UNESCO, Dünya Kültürel Miras listesinde yer alan
İstanbul’un tarihi yarımadasıyla ilgili.
Yukarıda saydığım projelerin çoğu tarihi yarımada
için önemli riskler taşıyor. Köprü, meydan gibi
önemli inşaat projelerinin tarihi yarımadaya
yapacağı tahribatlar uzmanları kaygılandırıyor.
İki yıl önce Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat
Ödülü’nü Cumhurbaşkanı Gül’ün elinden alan Harvard
Üniversitesi’nden saygın tarihçi Cemal Kafadar,
Süleymaniye’nin siluetine zarar gelmesin diye sesini
duyurmaya ne kadar çok çalıştı.
Nafile bir çaba.
İBB Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul’un 2013 yılı
bütçesini açıkladığı konuşmasında UNESCO heyetinin
ziyaretine de değinmiş.
“UNESCO heyetiyle
köprünün aydınlatılmasını konuştuk, boyutunu değil.
UNESCO ile sorun yok ama bazıları bizi dışarıya
şikayet etmeyi alışkanlık haline getirdi”
diye konuşmuş.
“Dışarıya şikayet
etmek” sözleri aklıma takıldı.
UNESCO’YA 5 MİLYON DOLAR BAĞIŞ
Türkiye 1948 yılından beri UNESCO üyesi, Paris’teki
merkezinde büyükelçimiz var.
Üstelik Türkiye, ABD’nin bu kuruma katkı payını
askıya almasından sonra UNESCO’ya 5 milyon dolar
bağışlamış durumda.
Bununla ilgili Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun UNESCO
Başkanı İrina Bokova’ya göndermiş olduğu mektup var.
Demek ki, UNESCO bizim için
“dışarısı”
olmamalı.
Kaldı ki, İstanbul artık tüm insanlığa mal olmuş
tarihi bir şehir ve küreselleşmenin olumlu yanı da
şu: Herkes her şeyle ilgili ve sesini
çıkartabiliyor.
Süleymaniye’nin silüeti kadar beni Talibanların
yerle bir ettiği heykeller, yağmalanan Bağdat Müzesi
de ilgilendiriyor.
UNESCO’nun ziyaretine dönersek, heyet İstanbul
tarihi yarımadasıyla ilgili raporunu önümüzdeki
şubat ayında yayımlanacak.
Peki raporda, tarihi yarımadanın karşı karşıya
kaldığı riskler nedeniyle daha önce konuşulduğu gibi
İstanbul “Dünya Miras
Listesi”nden çıkartılması gündeme gelir mi?
UNESCO heyetiyle toplantılar yapan STK’ların
temsilcilerine bakarsanız, UNESCO “yelkenleri
suya indirmiş” vaziyette.
Kulislerde Türkiye’nin bağışladığı 5 milyon doların
bu tavır değişikliğinde payı olabileceği
konuşuluyor.
BOĞAZİÇİ’NDEN SOS
UNESCO tartışmalarının alevlendiği bugünlerde
Boğaziçi’nden bir SOS çığlığı düştü posta kutuma.
Boğaziçi Dernekleri Platformu olarak bir araya
gelen, her iki yakadan Boğaziçi sakinleri UNESCO’nun
Dünya Miras Listesi’ne girmek istiyorlar.
Platformun, Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç’e
gönderdiği mektupta, İstanbul Boğaziçi’nin, doğal ve
kültür varlıkları daha fazla tahribata uğramadan
gelecek nesillere aktarılması için Dünya Kültür
Mirası Listesi’ne girme talebi yer alıyor.
Mektupta belirtildiği gibi, Boğaziçi’nin bostanları,
çayırları, mor salkımları ve erguvanları, Arnavutköy
çileği artık tarihe karıştı.
Doğal dokunun yanı sıra tarihi doku inşaat, trafik
nedeniyle can çekişiyor.
Tek çare UNESCO ise vay halimize...
Hürriyet, Yazı: Gila
Benmayor, 23.11.2012
|
"LOUVRE MÜŞAVİRLİKTEKİ
ÇİNİLERİ ALABİLİR!"
Yurtdışındaki
eserleri Türkiye’ye getirmek için sabırla
çalıştıklarını kaydeden Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, “Onların direnmesini anlıyorum.
Çünkü Türkiye’nin eserlerini iade ederlerse, Suriye,
Irak ve Yunanistan’dan yasadışı yollarla çıkmış
eserlerin iadesinin de yolu açılacak. Sancılı bir
dönem başlatabilir. Bu durum koleksiyonda eksilme
yaratacak. Bunu anlıyorum ama tabii ki hak
vermiyorum” dedi.
Günay,
Paris’te Louvre
Müzesi’nin
İslam sanatları
salonunda sergilenmeye başlanan II. Selim
Türbesi’nin İznik çini tablolarının
Türkiye’ye iadesi
için Louvre Müzesi’ne yazı yazdıklarını ancak tatmin
edici bir yanıt alamadıklarını söyledi.
Günay, gelen yanıtın “nazik ama ikna edici
olmadığını” vurgulayarak, “Ben de nazik bir dille
ikna olmadığımızı yazdım. Türbe kapısından bir pano,
yasal şekilde götürülmüş olamaz. Bir cami ya da
külliyenin ayrılmaz parçası olan eseri kimse satmaz.
Bu tablo değil” dedi. Louvre’un saygıdeğer bir müze
olduğunu belirten Günay, şöyle konuştu:
“Louvre’daki eserler
için çalıntı demek çok nezaketsiz
olabilir. Bu
eserler oraya mutlaka kendilerince meşru yolla
gelmiş olabilir. Bir armağandır ya da satın
almışlardır. Ama bizden çıkışı yasadışı. Tarihe
saygı gereği bu eserlerin yasadışı olarak çıktığı
ülkeye iadesi gerekir.” Günay,
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Paris Müşavirliği binası bahçesindeki çinilerin
önünde
fotoğraf
çektirirken ise, “İsterlerse buradaki çinileri
onlara seve seve veririz” dedi.
Milliyet, 23.11.2012
|
GÖBEKLİTEPE'DE MERDİVEN
İZLERİ

Dünyanın en eski tapınak
merkezi olarak kabul edilen ve bu yönüyle ''Tarihin
sıfır noktası'' şeklinde nitelendirilen
Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarında merdiven
izlerine rastlandı.
Göbeklitepe Kazıları
Başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt, bu yılki 2. dönem
kazıları sonucu gün yüzüne çıkarılan eserler
hakkında açıklamalarda bulundu.
Mayıs ayında
başladıkları yılın ilk kazılarında ağırlıklı olarak
tarihi eserlerin bulunduğu yerde ''koruma çatısı
yapımı''na yönelik çalışmalarda bulunduklarını
belirten Prof.Dr. Schmidt, sonbahardaki çalışmalarda
da temel koruma olarak yapılacak çatının ön
çalışmalarını gerçekleştirdiklerini belirtti.
O nedenle sondaj
çalışmaları yapıldığını ve ana kayaya ulaşılmaya
çalışıldığını aktaran Prof.Dr. Schmidt, gelecek
sezonda yine çalışmaları bu konuda
yoğunlaştıracaklarını ifade etti. İlk önce geçici
bir çatı yapmayı düşündüklerini anlatan Prof.Dr.
Schmidt, ''Bunun için çalışmalar devam edecek.
Koruma çatısı yapıldıktan sonra bunun altında tabi
arkeolojik kazılara da devam edebileceğiz. Özellikle
A, B, C, ve D. yapılarında şu anda yağmur yüzünden
bazı çalışmaları yapamamaktayız. Çatıyla beraber bu
tip çalışmaları da gerçekleştirme imkanı bulacağız,
önümüzdeki sene içinde planımız bu'' dedi.
Koruma çatısının ayağının yerleştirilmesi için
yapılan sondaj çalışmalarında yeni dikili taş ve
bazı heykel parçaları bulduklarını bildiren Prof.Dr.
Klaus Schmidt, şunları kaydetti:
''Çalışmalar sırasında
heykel parçacıklarına ulaştık. Bunlar bizim daha
önce kazıda bulduğumuz benzer heykellerdi. Esas bize
sürpriz olan çalışmalarımız sırasında A ve B
yapılarında yeni dikili taşlarının ortaya
çıkmasıydı. A yapısında bir, B yapısında 2 yeni
dikili taş bulduk. Yeni sondajlarla birlikte bizi
heyecanlandıran başka bir unsur da çıkan yeni
buluntularla ilgili. Bunlar öncekilerden biraz
farklılık gösteriyor. Hiç beklemediğimiz şekilde bir
mimari kalıntıya rastladık, merdiven açıkça bizi
kapı deliği taşına götürüyor, fakat merdivenin genel
olarak kompleksini tam olarak bulmuş ve anlayabilmiş
değiliz.''
Prof.Dr. Klaus Schmidt,
yeni dönemde bu alanda daha fazla çalışacaklarını
belirtti.
Kazı alanının
güvenliğinin kameralar ve bekçiler tarafından
sağlandığını hatırlatan Prof.Dr. Schmidt, bunun yanı
sırada 6 kilometrelik alanın büyük bir çitle
çevrileceğini ve alanın kamerayla donatılacağını
anlattı.
Göbeklitepe
Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe,
Şanlıurfa'nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik
Köyü yakınlarında bulunuyor.
İlk kez 1963 yılında
İstanbul ve Chicago üniversitelerinden
görevlilerinin yüzey araştırmaları sırasında fark
edilen Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarını, 1995
yılından bu yana Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman
Arkeoloji Enstitüsü ortaklaşa yürütüyor.
Kazı çalışmalarında
şimdiye kadar Neolitik döneme ait yabani hayvan
figürlü ''T'' biçimli dikili taşlar, 8-30 metre
çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en
eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan
figürü, insan heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12
bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre
uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler
bulunmuştu.
Dünyanın en eski
''tapınak merkezi'' olduğu belirtilen Göbeklitepe,
bir süre önce UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne
alınmıştı.
Gap Gündemi, 22.11.2012
|
TARİHİ HAMAMDA TADİLAT ÇALIŞMALARI
Akçakoca’da tarihi Kapkirli hamamının onarım çalışmalarının sürdüğü bildirildi. Konuyla ilgili Akçakoca Belediye Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada tadilat için onarım projesinin hazırlatıldığı belirtildi.
Hamamla ilgili sürdürülen çalışmalar şöyle aktarıldı: İlçemiz Kapkirli ( Orhangazi ) mahallesinde bulunan 204 ada 18 nolu parselde kayıtlı tarihi hamamımız ( 77 ) envanter no ile tescillidir. Mülkiyeti ise Akçakoca belediyemize aittir. Bu hamamın şu anki bakımsız ve çirkin görüntüsünden kurtarmak için belediyemizce bu tarihi hamama bir tadilat yapılacaktır. Bunun için bir mimara bu hamamın “ Basit Onarım “ kapsamında onarılmasıyla ilgili projeler hazırlatılmaktadır. Bu projeler, hazırlandıktan sonra Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna projeler sunulacaktır. Projeler kuruldan geçtikten sonra, tarihi hamamın onarımına başlanacaktır. Bu süre zarfında ise tarihi hamamın temizliği belediyemiz tarafından yaptırılacaktır.
Düzce Damla, 22.11.2012
|
 |
|
FATİH CAMİİ OTOPARKI
İstanbul'un en gözde tarihi eserlerinden biri olan tarihi Fatih Camii'nin avlusu çevredeki işyeri ve İl Müftülüğü araçlarının otoparkı olarak kullanılıyor.
Mesai saatleri içerisinde cami çevresine gelen kişilerin araçlarını otoparklar yerine cami avlusuna bırakması çirkin görüntüye neden oluyor.
Her gün çok sayıda kişinin ziyaret ettiği caminin avlusundaki durum nedeniyle vatandaşlardan da şikayetler geliyor.
İçeriye araç alınması yasak olmasına rağmen, tedbir alınmaması nedeniyle araçlar içeriye girebiliyor.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 22.11.2012
|
TARSUS'TA MEDRESE RESTORASYONUNDA ROMA DÖNEMİNE AİT KİTABE BULUNDU
Mersin'in Tarsus İlçesi'nde Kubat Paşa Medresesi restorasyon çalışmaları sırasından yapının giriş kapısını oluşturan taşların taban kısmında Grekçe ifadelerin bulunduğu Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen bir kitabe bulundu.
'Tarsus Kubat Paşa Medresesi' projesi belediye tarafından hazırlanan ve Çukurova Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle restore ediliyor. Kubat Paşa Medresesi Restorasyon çalışmaları sırasından yapının giriş kapısını oluşturan taşların taban kısmında Grekçe (Roma) yazı karakteri ile yazılan ve Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen bir kitabe bulundu.
Çalışmayı yürüten ekip, konu ile ilgili olarak Müze Müdürlüğü yetkililerine bildirimde bulunurken yapılan ilk incelemede kitabenin üzerindeki yazıların Grekçe olduğu ve Roma dönemine ait olduğunun tahmin edildiğini kaydettiler.
Korumaya alınan kitabeyle ilgili inceleme yapılacağı kaydeden yetkililer, köşe taşının üzerindeki Grekçe yazının epigraflar tarafından günümüz Türkçesine çevrileceğini söylediler.
Bugün, 22.11.2012
|
 |

|
MAUSOLLEUM'UN İADESİ İÇİN İMZA KAMPANYASI
British Museum'daki dünyanın yedi harikasından biri olan Mausolleum'un Türkiye'ye iade edilmesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) açılacak davadan önce başlatılan imza kampanyası internete taşındı. Ferhan Şensoy, Ali Poyrazoğlu, Merve İldeniz, Fedon ve Suavi başta olmak üzere birçok sanatçı, Türkiye'den götürülen hazinenin iadesi için imza verdi. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ercan Karakaş ile eski bakan İmren Aykut'un da katıldığı uluslararası kampanyada toplanan imzalar, Av. Remzi Kazmaz'ın 30 avukat arkadaşıyla açacağı davanın dosyasına koyulacak. Dava dosyasında konuyla ilgili bir de belgesel film yer alacak.
Sabah, 22.11.2012
|
HERKESİN ÇAĞDAŞLIĞI KENDİNE GÖRE
Sakıp
Sabancı Müzesi’nde harika bir sergi var: “Monet’nin
Bahçesi”. 6 Ocak’a kadar açık; tavsiye ederim, gidip
görünüz.
Monet, modern resimde ilk yıkıcı hareket olan ve
resim tarihinde bir dönüm noktası sayılan
empresyonizmin en büyük ismi ve isim babasıdır.
“İzlenim: Gündoğumu” (Impression, soleil levant)
tablosu, bildiğiniz gibi, bu resim anlayışının bir
eleştirmen tarafından “empresyonizm” diye
isimlendirilmesine yol açmıştı.
On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğine damgasını
basan empresyonizm, zamanla hakim resim tarzı haline
gelince akademikleşmişti. Türk resim tarihinde “1914
Kuşağı” veya “Çallı Kuşağı” dile anılan ressamlar
eğitim amacıyla Paris’e gönderildiklerinde ihtilalci
karakterini çoktan kaybetmiş empresyonizmle
tanıştılar. Güzel Sanatlar Akademisi, Cumhuriyet’in
ilk yıllarında kendilerini devrimci, kendilerinden
öncekileri neredeyse yok sayan bu ressamların
hakimiyetindeydi. Geçen haftaki yazımda bir
vesileyle değindiğim D Grubu ressamları,
empresyonizme ve Akademi zihniyetine savaş
açmışlardı. Tabii onlardan bazıları da daha sonra
Akademi’de görev aldılar.
Ortada tuhaf bir durum vardı: D Grubu ressamları,
kurucusunun, yani Picasso’nun çoktan terk ettiği
kübizmi kendi içinde bütünlük taşıyan bir sanat
görüşü ve yaygın bir ekol haline getiren, yani bir
bakıma akademikleştiren ressamların atölyelerinde
eğitim görmüşlerdi. Bu ressamların biyografilerine
bakarsanız iki isim dikkatinizi çekecektir: Fernand
Leger ve Andre Lhote... Fransa’da bugün adlarını çok
az kimsenin bildiği iki kübist ve konstrüktivist
ressam...
D Grubu’nun Leger ve Lhote atölyelerinden
geçmemiş iki üyesinden biri olan Elif Naci bir
konuşmasında şöyle diyordu:
“Efendim, kimseyi kötülemek için değil, ama
biraz evvel diyordum ki, benim hatıralarımda bir
Andre Lhote yok. Yalnız, çağımdaki dostlarım, onu
sık sık söylerler. Ben, yani onlardan duydum ilk
defa adını bile. Ki, o zamanlar, onlar yalnız Andre
Lhote’u konuşmuyorlardı, resimleri de biraz onu
andırıyordu ve onun için ben onlara daima ‘Vatandaş
Türkçe konuş!’ diye haykırmışımdır.”
Malik Aksel de Sanat Hayatı-Resim
Sergisinde Otuz Gün (1943) adlı nefis kitabındaki
yazılarından birinde, bir ressamı şöyle konuşturur:
“Ben Andre Lot’u Aspirin Bayer’e benzetirim. Aspirin
Bayer, Alman mamulatıdır, fakat Almanya’nın hiçbir
yerinde rastlanmaz. Bayer fabrikaları bunu şark
memleketlerine gönderir. Andre Lot’u da Fransa’da
pek az kimse tanır. Fakat Türkiye’de resimle alakalı
olup da onu bilmeyen yoktur. Şeyh uçmaz, müridi
uçurur.”
Ne demek mi istiyorum? Paris’e gidip
ihtilalci karakterini çoktan kaybetmiş empresyonizmi
benimseyerek ülkelerine dönen ressamlar, aynı
şekilde kübizmi benimseyerek dönenler tarafından
yaylım ateşine tutulmuşlardı.
Kübizmi ve konstrüktivizmi Leger’lerden,
Lhote’lardan alarak Türkiye’ye getiren D Grubu
ressamları, Paul Klee ve Matisse gibi ressamlardan
da etkilendiler; fakat Picasso hakkında kafaları
karışıktı. Grubun teorisyeni olarak kabul edilen
Nurullah Berk, 1939 yılında yazdığı bir makalede,
“Kübizmi icat eden Pablo Picasso’nun bir sanat
dahisi mi, yoksa akıllara hayret veren bir cambaz mı
olduğu henüz anlaşılmadı” diyordu.
Ülkü dergisinde inkılabın sanat nazariyesini
yapmaya çalışan Ali Sami (Boyar) ise D Grubu’na ateş
püskürüyor, onların beğendiği Van Gogh, Cezanne,
Gauguin, Picasso gibi ressamları birer şarlatan
olarak görüyor, milletin parasıyla Avrupa’da tahsil
görmeleri sağlanan ressam ve heykeltıraşlardan adam
gibi resimler yaparak inkılabı anlatmalarını
istiyordu. Diyordu ki: “... inkılabı yapan muhterem
ve kahraman liderlerimizin heykelleriyle portreleri
gibi mühim milli mevzular sanatkarlarımızdan ciddi
hizmetler, daha doğrusu vazifeler bekliyor.”
D Grubu ressamlarından bazılarının Picasso,
Matisse, Paul Klee, Kandinsky gibi bazı ressamlardan
yola çıkarak Cumhuriyet’in ilk yıllarında tu kaka
edilen hat sanatı, nakkaşlık gibi sanatlarımızdan
söz etmeleri ise bazılarını çileden çıkarmıştı.
Kısacası, herkesin çağdaşlığı başkaydı.
Hala öyle değil mi?
Zaman, Yazı: Beşir Ayvazoğlu, 22.11.2012
|
TARİHİ KONAK MÜZE OLUYOR
Mudanya’nın en eski tarihi yapılarından biri olan Tahir Paşa Konağı restore ediliyor.
Tarihi konağın Mudanya Belediyesi tarafından bakım ve onarımına başlandı.
Osmanlı tarihinin ihtişamlı yapılarından biri olan Tahirpaşa Konağı en son kütüphane olarak kullanılmaktaydı.
Mudanya Belediyesi’ne devrinin ardından kent müzesi olarak kullanılmak üzere hayırsever iş adamı Agah Bursalı ve Memduh Gökçen’in sponsorluğunda 650 bin lira keşif bedeliyle bakım ve onarıma alındı.
Belediye Başkanı Hasan Aktürk, "İlçemizin önem arz eden tarihi binası olan Tahir Paşa Konağı 18. yüzyılın ve Lale devrinin en güzel örneklerinden biri olup, günümüze kadar gelebilmeyi başarmıştır. Binanın restorasyonuna çatısından başlandı, yağmurların binaya zarar vermesi önlenecek. Anıtlar Kuruluna yapılan müracaatların ardından geçtiğimiz günlerde çalışmalar başladı” dedi.
En kısa sürede tamamlanarak ilçe turizminin hizmetine sunulması beklenen konak, kent müzesi olarak hizmet verecek.
Bursa Olay, 22.11.2012
|

|
MEVLANA'NIN TARİHİ
DOKUSU AÇIĞA ÇIKTI

Her yıl 1,5 milyondan
fazla kişinin gezdiği, Ayasofya ve Topkapı
Sarayı'nın ardından Türkiye'de en çok ziyaret edilen
3. müze olan Mevlana Müzesi'nin çevresi, Konya
Büyükşehir Belediyesi'nin başlattığı Mevlana Kültür
Vadisi Projesi kapsamında, daha sade ve tarihi
dokunun ön plana çıktığı bir kimliğe kavuşuyor.
Konya'daki şehzadeliği döneminde 2. Selim'in
yapımına başlayıp padişahlığı döneminde bitirdiği
Sultan Selim Camisi ve yanındaki Mevlana Müzesi'ni
gizleyecek şekilde büyüyen yüksek ağaçların
bulunduğu parkta kapsamlı bir düzenlemeye gidiliyor.
Yine aynı proje kapsamında, yakınlardaki İl Halk
Kütüphanesi ve çevresindeki görüntü kirliliği
oluşturan bazı binalar yıkılıp, yanından geçen yol
müze kompleksinden uzaklaştırıldı. Bölge, bir kent
meydanı hüviyetine büründü.
İnşaat çalışmalarının son aşamaya geldiği projede,
geceli gündüzlü devam eden çalışmalarla eskiden
büyük bölümü park olan alan granitle kaplanıyor.
Çalışmaların ay sonuna kadar tamamlanarak Mevlana'yı
Anma Vuslat Yıl Dönümü Törenleri'ne yetiştirilmesi
hedefleniyor. Aralık ayında Konya'ya gelecek Mevlana
dostlarının, müzenin üstündeki çinileriyle ünlü
Kubbe-i Hadra'yı, tarihi Alaaddin Tepesi yönünden ve
diğer açılardan tüm ihtişamıyla görebilmeleri
amaçlanıyor.
Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek,
kente çok güzel ve tarihi özellikler taşıyan bir
meydan kazandırdıklarını, 25-30 bin kişinin ibadet
edebileceği, bir araya gelebileceği meydanın kısa
sürede tamamlanacağını ifade etti.
Çalışmayla bölgedeki görüntünün değiştiğini,
Sultan Selim Camisi ve Mevlana Müzesi önünde şehre
değer kazandıracak bir alan oluştuğunu vurgulayan
Akyürek, şunları kaydetti:
''Aynı anda Sultan Selim Camisi'nin restorasyonu ve
güçlendirilmesi çalışması da caminin içinde devam
ediyor. Bu meydan, şehrimize ve ülkemize hayırlı
olsun. Konya'nın gerçek manevi merkezinin bulunduğu
alanı daha güzel hale getireceğiz. Bölgeye ayrıca,
içinde çok sayıda müzenin bulanacağı bir Konya
Müzesi Projesi hazırlıyoruz. Aynı zamanda yaşayan
bir Mevlevihane de projelendiriliyor. Mesnevi'de
anlatılan öğüt verici hikayelerden derlenecek
oyunların sergilenebileceği, gösterilerin yapılacağı
yeni bir Şehir Tiyatrosu projesi de başlatıldı. Çok
yönlü bir şekilde Mevlana Türbesi ve çevresini
Konyamıza kazandırmaya gayret ediyoruz.''
Mevlana Müzesi'nin önünden geçen vatandaşlar ve
burada iş yeri bunan esnaf da bu çalışmayı olumlu
bulduklarını belirterek, ortaya çıkan güzel
görüntünün yerli ve yabancı turistlerce de
beğenileceğini ifade etti.
Konya Hakimiyet,
22.11.2012
|
UÇHİSAR'DA TEPKİ ÇEKEN
OTEL İNŞAATI DURDURULDU

Nevşehir Valisi
Abdurrahman Savaş,
Kapadokya
bölgesinin önemli turizm merkezlerinden biri olan
Nevşehir
merkeze bağlı Uçhisar
beldesinde yapımı devam eden otel inşaatı ile ilgili
olarak, ''Bugün itibariyle inşaatın yapımına uzman
ekip araştırmasını tamamlayıp raporunu sununcaya
kadar ara verilecek'' dedi.
UNESCO
tarafından 1985 yılında hem doğal, hem de kültürel
miras listesine alınan Kapadokya'da, en büyük
peribacası olarak kabul edilen
Uçhisar Kalesi'nin
çevresine, yöreye özgü kayalar oyularak ve betonarme
yapılar kullanılarak yapılan bir butik otelin
inşaatıyla ilgili gazetecilerin sorularını
yanıtlayan Vali Abdurrahman Savaş, bahsedilen
projenin Nevşehir
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan
onaylı ve Uçhisar
Belediye Başkanlığı'ndan yapım izni almış bir
proje olduğunu ifade etti.
Savaş, projenin uygulamaya başladığından bu yana
gerek sivil toplum örgütlerinde gerekse duyarlı
vatandaşlarda çevre ile ilgili bir takım kaygılar
gözlendiğini söyledi. Bu kaygılara yönelik bir
yazılı müracaatın da bu güne kadar yapılmadığını
belirten Savaş, ''Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
yöneticileriyle görüşmelerimizde bu konuda
kamuoyunda bir kaygı olduğunu ifade etmiştim. Bu
kaygılar, medyada da son dönemde yer almaya başladı.
Bakanlığımız bu kaygıları duyduğu andan itibaren bir
ön araştırma yapmıştı fakat, 19 Kasım tarihli Kültür
Bakanlığı Müsteşarımızın bir yazısıyla Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden uzman bir
ekibin buraya gelip konuyu yerinde inceleyeceğini ve
bu inceleme sonuçlanıncaya kadar inşaatın
yapılmasına ara verilmesi yönünde bir talimat aldık.
Bugün itibariyle inşaatın yapımına uzman ekip
araştırmasını tamamlayıp raporunu sununcaya kadar
ara verilecek'' diye konuştu.
Vali Abdurrahman Savaş, önümüzdeki günlerde kente
gelecek uzman ekibin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'nun onaylamış olduğu ve yapım izni
almış kaçak olmayan bir proje uygulamasını başka bir
bakış açısıyla değerlendireceğini, ekibin raporunu
kendisinin de merakla beklediğini sözlerine ekledi.
Yapı, 21.11.2012
|
GAZİANTEP'TEKİ MAĞARALAR 'TARİH MÜZESİ' OLACAK
Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanı Asım Güzelbey, kentteki
10 bin metrekarelik mağara alanına,
"Türkiye'nin ilk
Tarih
Müzesi"ni yapacaklarını bildirdi.
Güzelbey, gazetecilere yaptığı
açıklamada, göreve geldikleri günden
itibaren 10'un üzerinde müze yaptıklarını ve
4 ayrı müze daha yapmayı planladıklarını
belirtti. "Bölge ve
Türkiye için sürpriz olacak bir olayı
ilk defa benden duyacaksınız" diyen
Güzelbey, basın mensuplarına "Türkiye'nin
en büyük
tarih
müzesi çok yakında Gaziantep'te" adlı
projenin lansmanını gösterdi.
Çıksorut bölgesinde daha önce hayvan
ahırları olarak kullanılan mağaraların
bulunduğunu anımsatan Güzelbey, şunları
kaydetti:
"Yaptığımız incelemede bu mağaraların bir
birleriyle ilişkili
geniş bir alanda ve 2 katlı
olduğunu tespit ettik. Bu bölgeyle ilgili
aylardır bazı kurum temsilcileri ve
arkadaşlarımızla görüşüyoruz. Sonuçta 10 bin
metrekarelik mağara alanına Türkiye'nin ilk
'Tarih Müzesi'ni yapmaya karar verdik. Bu
çalışmayla şehrimizi tanıtmayı amaçlıyoruz."
Hazırlanan projeyle ilgili bazı bilgiler
veren Güzelbey, "Mağara içerisinde
tarih öncesi ve sonrasından görseller
bulunacak. Ortada bir göletin olacağı alanda
ziyaretçileri trenle gezdirmeyi planlıyoruz.
İnsanlar Türkiye'de olmayan bir müzeyi,
Gaziantep'te görme imkanı bulacak.
Gaziantep, bu müzenin yapılmasıyla kabuğunu
kıracak. İnsanlar sadece bu müzeyi görmek
için bile şehrimize gelecekler" diye
konuştu.
Güzelbey, söz konusu müzenin Türkiye'de
çok ses getireceğine inandığını ve çalışmayı
2014 yılının mart ayından önce açmayı
planladıklarını vurguladı. Müze olarak
değerlendirilecek alanın satılması halinde
belediyeye 50 milyon liralık
gelir elde edilebileceğine dikkati çeken
Güzelbey, kendilerinin ise bu müze için
20-25 milyon lira daha para harcayacağını
ifade etti.
Güzelbey, "Oyuncak Müzesi", "Atatürk Anı
Evi" ve "Hamam Müzesi" yapımı için de
çalışmalarının devam ettiğini sözlerine
ekledi.
Mynet Haber, Haber: Orhan Çiçek / Ahmet Caner
Baysal, 21.11.2012
|
"BAŞBAKAN HEYKEL DÜŞMANI DEĞİL"

Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Kars’taki İnsanlık Anıtı için “ucube”
diyen Başbakan Erdoğan’a yönelik “heykel
düşmanı” lafının artık gündemden düşürülmesini
istedi.
Günay “Eleştirdiğiniz Başbakan, tarihin önemli
heykellerinden (Herkül
heykeli) birini, ABD’den uçakla dönerken
uçağındaki bazı kişileri indirerek Türkiye’ye
getirmiştir. Bunu bugüne kadar kimse yapmamıştı.
Sanat değeri yüksek olan bir
heykeli aldı, getirdi ve Antalya müzemize
koyduk. ‘Heykel,
sanat düşmanı’ diye bir genelleme yapmayalım” diye
konuştu.
Günay, bakanlığının bütçe görüşmeleri sırasında
CHP’li Haluk Ahmet Gümüş’ün, Fazıl Say’ın sosyal
paylaşım sitesinde düşüncesini paylaştığı için
yargılanmasını eleştiren sözlerini yanıtladı. Bu
konuya girmek istemediğini belirten Günay, bazen
söylemediği, iyi niyetle söylediği konularda bile
“inanılmaz, terbiye dışı cevaplar aldığını” ifade
etti. Fazıl Say, Bakan Günay’ın konuyla ilgili
açıklamasının ardından Twitter hesabından “Kültür
Bakanı: Kes zırvalamayı” diye mesaj atmıştı.
Perge antik kentinde 1980 yılında kaçak kazılar
sonucu bulunup ABD’ye götürülen 1900 yıllık “Yorgun
Herkül” heykeli Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
girişimleriyle sergilendiği Boston Güzel Sanatlar
Müzesi’nden 25 Eylül’de Başbakan Erdoğan’ın uçağı
ile ABD’den Ankara’ya getirilmişti.
Yorgun Herkül’e yer açmak için Başbakanlığa ait
4 konteynerin son anda uçaktan indirildiği
belirtilmişti. Günay’ın açıklamalarından sonra
Başbakan’ın uçağından sadece kargonun değil,
yolcuların da indirildiği ortaya çıkmış oldu.
Habertürk, Haber: Ahmet Kıvanç, 21.11.2012
|
CONTEMPORARY'DE 20 MİLYON $'LIK ESER!

Türkiye'nin en kapsamlı uluslararası çağdaş sanat
fuarı Contemporary İstanbul, dünyanın dört bir
yanından uluslararası galeri, koleksiyoner ve
sanatseveri İstanbul'da 7'nci kez biraraya
getiriyor.
Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı
ile
İstanbul Kongre Merkezi'nde toplam 16 bin
metrekarelik alanda gerçekleşecek olan fuar, 22-25
Kasım tarihleri arasında açık kalacak. Fuarda
sergilenecek eserlerin toplam değeri 120 milyon
dolara ulaşıyor.
Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı
Ali Güreli, Genel Koordinatör
Prof.Dr. Hasan Bülent Kahraman ve Akbank
Private Banking Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı
Saltık Galatalı düzenledikleri basın
toplantısıyla sanatseverleri bu yıl bekleyen
yenilikleri sıraladı.
Contemporary Istanbul'un giderek, büyüdüğünü ve
dünyadaki ağırlığının artığını dile getiren
Ali Güreli, sergilenen sanat eserlerinin de
niteliğinin yükseldiğini belirterek, "Mesele,
başından itibaren hedeflediğimiz uluslararası boyutu
yakalamak,
Contemporary Istanbul'u azami ölçüde
uluslararası arenaya çıkarmaktı. Çağdaş sanatın
yaygınlaşmasını, benimsenmesini ve çevre ülkelere de
ev sahipliği yaparak, İstanbul'u merkez haline
getirmeyi amaçladık. Hem yurt içinden hem de yurt
dışından her yıl giderek artan ilgi gösteriyor ki;
hedeflediğimiz noktaya emin adımlarla
ilerlemekteyiz. Bundan sonra dünya sanat piyasasına
yön veren birinci halkadaki 5 bin kişiyi İstanbul'a
çekmek en önemli hedefimiz" diye konuştu.
Prof. Kahraman ise son 10 yılda Türkiye'de ve
özellikle İstanbul'da çağdaş sanatın önemli bir
gelişim gösterdiğini, takip edilemeyecek kadar çok
sayıda çağdaş sanat galerisi açıldığını
vurgulayarak, "Contemporary
Istanbul, bu konuda rol oynayan çok önemli bir
faktördür. Mali portre, katılımcı sayısı ve gelen
galerilere bakıldığında kendi içinde de ciddi bir
ivme kazanmıştır. 7 yıl önce 1,5 milyon dolar
civarındaki mali portre, bugün 3 küsür milyon dolara
tırmanmıştır. Fuarda 57 yabancı 45 yerli galeri yer
alacak. Bu galerilerin önemli bir bölümü de dünyanın
en önemli galerileri arasında. Hem batılı
galerilerin katkısı, hem de doğu Avrupa ve Balkan
ülkelerinden gelen galeriler, Hollanda galerileri
yeni bir açılımın eşiğinde bulunduğumuzu bize açıkça
duyurmaktadır. Kendi kendimizle yarışmaktan
memnunuz" dedi.
Fuarda ticari kaygıların ön planda olduğu ve yerli
sanatçılara daha fazla yer vermesi gerektiği
yönündeki eleştirilerin hatırlatılması üzerine
Güreli, şunları söyledi:
"Biz 2006 yılında yola 60 galeriyle çıkmıştık.
Bunlardan 11 tanesi yurtdışı , 50'ye yakını yerli
galeriydi. Geçen 7 yıllık dönemde, İstanbul'da ve
Türkiye'de çok kıymetli galeriler açıldı.
Contemporary Istanbul'u dünyada öne çıkmış
uluslararası sanatçıların da yer aldığı ama bölgenin
sanatını da kucaklayan bir fuar olarak tarifliyoruz.
İstanbul'u uluslararası bir platforma taşımak,
uluslararası dünyanın buluştuğu ama aynı zamanda
Türk çağdaş sanatının da ağırlıklı yer aldığı bir
fuar alanı olarak konumlandırmak üzere yola çıktık.
Bu dağılımı sağlık lı bir şekilde
gerçekleştiremezseniz, zaman içinde fuarın
gerilemesi ve uluslararası piyasadan kopmasına yol
açarsınız. Katılımda tam bir doğru orantıyı
tutturmak için yüzde 30'u yurt içinden, yüzde 70'i
yurtdışından olan bir dağılım öngörüyoruz."
Güreli, Türkiye'den fuara katılmak için 100'ün
üzerinde sanat galerisinden başvuru yapıldığını
belirterek, "Seçici kurulumuz bu taleplerden ancak
45'ini kabul etti. Bu talep artacak ve bu sayı
büyüyecektir.
Contemporary Istanbul'a katılmak artık çok
önemli birşey oldu. Devletimizin en üst makamındaki
kişilerden, bakanlarımızdan bile 'Bu galeriyi alın'
diye talepler geliyor. Tabi seçici kurulumuz
galerilerin deneyimleri, çağdaş sanat dünyası içinde
aldıkları konum, hangi çağdaş sanatçıları
kucakladıkları ve dünyaya taşıdıkları gibi belli
kıstaslar çerçevesinde bu kararı alıyor" dedi.
Büyümek için metrekarelerinin bulunduğunu ancak
kaliteyi ve niteliği kaybetmemek adına hızlı
büyümemeyi tercih ettiklerini ifade eden Güreli,
fuarla birlikte hayata geçirilecek olan Art İstanbul
Çağdaş Sanat Haftası etkinliklerinin fuara
katılamayan genç sanatçıları da gözönüne çıkarmayı
hedeflediğini belirtti.
DÜNYACA ÜNLÜ GALERİLER VE SANATÇILAR GELİYOR
Ana sponsorluğunu Akbank Private Banking, ortak
sponsorluğunu Zorlu Center
ve
Yıldız Holding'in üstlendiği
Contemporary Istanbul'a bu yıl 57'si yurtdışı,
45'i yurt içinden olmak üzere 102 çağdaş sanat
galerisi ve 600 sanatçı katılıyor. Galeriler
arasında Marlborough, Andipa, Opera, Haunch of
Venison, MaM-Mario Mauroner Contemporary Art,
Galerie Michael Schultz gibi dünyanın en önemli
galerileri arasında sayılan galeriler yer alıyor.
Dünyanın en önemli fotoğraf sanatçılarından Andreas
Gursky; Time dergisinin 2012'nin en önemli 25 keşfi
arasında 1 numarada gösterdiği Berndraut Smilde;
geçtiğimiz senelerde de fuarda yer alan Jan Fabre,
Tony Cragg; Marlborough Gallery tarafından temsil
edilen Magdelana Abakanowicz, Fernando Botero; Opera
Gallery sanatçılarından Anish Kapoor, Keith Haring;
Andipa sanatçılarından Damien Hirst, Roy
Lichtenstein, Andy Warhol, Banksy fuarda bu sene yer
alacak sanatçılar arasında.
120 MİLYON DOLAR SERGİLENECEK
Toplamda 3 bin eserin sergileneceği fuarda,
yurtdışından bin 610 eserin nakliyesi yapıldı. Bu
sene 70 bin kişinin ziyaret etmesi beklenen fuarda
sergilenen eserlerin toplam değeri 120 milyon doları
buluyor. Çoğunlukla İngiltere, Hollanda ve
İspanya'dan olmak üzere CI VIP kart sahibi 900
yabancı, bin 600 de yerli koleksiyoner bulunuyor.
Fuarı,
Contemporary Istanbul tarafından davet edilen
toplam 180 yabancı basın mensubu takip edecek. Fuar,
37'si CI yönetim, 146'sı kurulum, 183'ü lojistik,
191'i yardımcı ekip olmak üzere toplam 557 kişinin
çalışmasıyla hayata geçirildi. Fuar toplam alanı 16
bin metrekareye ulaşıyor.
Son 2 yıldır Ermeni sanatçıların yer aldığı
"Ermenistan'dan Sanat" bölümünde bu yıl Armen
Gevorgian, Ruben Grigorian, Arthur Hovannissian,
David Kareyan, Emil Kazaz ve Daron Mouradian'ın
eserlerine yer veriliyor.
Uzakdoğu'nun en önemli merkezlerinden Kore'den
çağdaş sanat eserlerinin sanatseverlerle buluşacağı
"Kore'den Çağdaş Sanat" fuarın bu seneki yenilikleri
arasında yer alıyor.
"New Horizons - Yeni Ufuklar" bölümünde Orta ve Doğu
Avrupa ülkelerinden galerilere, sanatçılara,
küratörlere, sanat eleştirmenlerine ve
koleksiyonerlere yer veriliyor.
"Hollanda'dan Çağdaş Sanat" bölümünde Hollanda -
Türkiye diplomatik ilişkilerinin 400. Yılı
kutlamaları kapsamında, Mondriaan Fund ve Hollanda
Konsolosluğu'nun desteğiyle Hollandalı galeriler yer
alacak.
CI Dialogues Konferans Serisi'nde Türkiye'den ve
uluslararası çevreden koleksiyonerler, sanatçılar,
sanat kurumu yöneticileri ve sanat eleştirmenleri
panel ve konuşmalara katılacaklar.
Contemporary Istanbul'daki tüm yenilikler iPhone ve
iPad uygulamasından takip edilebiliyor; galeri
listesi, sanatçı bilgileri, eser görselleri, CI
Dialogues konferans programına ulaşılabiliyor.
Contemporary Istanbul'a eş zamanlı olarak
düzenlenecek "Art Istanbul" sanat haftası 19- 25
Kasım 2012 tarihlerinde sanatseverlere zengin bir
etkinlik ve sergi seçkisi sunacak.
Fuarın ana sponsoru Akbank Private Banking fuarda
galerilere bağlayacakları POS cihazlarıyla
sanatseverlere kredi kartları ile taksitle sanat
eseri alma fırsatı sunacak. Müşterilerinin fuardaki
leasing ve ihtiyaç kredisi taleplerine de cevap
verecek olan banka sanat eseri sigortasıyla da
alınan sanat eserlerinin gerçek değerinden
sigortalanmasını sağlayacak.
Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 21.11.2012
|
"TÜRKİYE UYGARLIK MÜZESİ, AKM YIKILMADAN YAPILMALI"
TSMD, Kültür Bakanlığı'na hitaben yaptığı yazılı
açıklamada, Türkiye Uygarlıklar Müzesi binası için
açılan ihaleden vazgeçilerek, projenin, alandaki
mevcut AKM binası korunarak, yarışma ile elde
edilmesi gerektiğini savundu.

Türk Serbest Mimarlar Derneği (TSMD) Yönetim
Kurulu tarafından yapılan, 21 Kasım 2012 tarihli
basın duyurusunda şu ifadelere yer verildi:
"Kültür Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü, Türkiye Uygarlıklar Müzesi'nin
projelerini elde etmek amacı ile, 2012/160322 kayıt
numarası ile, proje ihalesine çıkmıştır. Müze
binası, Hipodrom alanı içerisinde,
Atatürk
Kültür Merkezi'nin bulunduğu 1 numaralı
bölge içinde yapılacaktır. İhale dokümanı arasında
yer alan Teknik Şartname'de alan içerisinde
korunması istenen yapılar, aşağıdaki ifadeler ile
açıklamaktadır:
“AKM Birinci Bölge’de yer alan önemli yapılar; Tören
Pisti, Şeref Tribünü, Eski Jokey Kulübü Binası,
Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü Binası, Eski
Tavla Binası’dır. Tören geçit alanı, Türk tarihi
açısından önemli olup korunacaktır. Eski Jokey
Kulübü Binası, Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü
Binası, Eski Tavla Binası yapıları alanda yer alan
korunarak değerlendirilecek yapılardır.”
Bu ifadeden anlaşılacağı üzere, alan içerisinde yer
alan “Atatürk Kültür Merkezi”nin yıkılması
hedeflenmektedir.
Atatürk Kültür Merkezi, 1981 yılında açılan
yarışmayı kazanan
Filiz Erkal -
Coşkun Erkal ekibinin projesinin
uygulanması ile oluşmuştur. Yapı, yarışma
şartnamesinde belirtildiği gibi, çeşitli kültürel
işlevlerden oluşacak Kültür Kompleksi'nin ilk ve
çekirdek yapısıdır. Bu yapı
1988
yılında tamamlanmış ve hizmete açılmıştır. Atatürk
Kültür Merkezi temel olarak iki işlevden
oluşmaktadır: Cumhuriyet Devrimleri Müzesi
ve Güzel Sanatlar Galerisi. Yapının
merkezinde Cumhuriyet Devrimleri Müzesi yer
almaktadır. Güzel Sanatlar Galerisi ise bu bloğu
sarmaktadır.
1990 yılında Mimarlar Odası
tarafından verilen “Ulusal Mimarlık
Ödülleri” kapsamında , “Yapı Dalı
Başarı Ödülü”nü kazanan bu yapı, mimarlık
kamuoyu tarafından kabul gören ve değer verilen bir
yapıdır.
Yapı, açıldığı tarihten itibaren asli işlevi
amacıyla hiç kullanılmamıştır. İlk yıllarda bu
amaçlı çabalar olduysa da
son yıllarda, fuar
ve panayır işlevine büründürülmüş, Kültür
Bakanlığı tarafından, adeta kasıtlı olarak, bakımsız
bırakılmıştır.
Yapı, strüktürel olarak sağlamdır.
Herhangi bir deprem riski taşımamaktadır.
Yıkılmasını gerektirecek inşai problemi
bulunmamaktadır.
Bu alanda daha sonra, Kültür Bakanlığı tarafından
1995 yılında
"Ankara Kongre
ve Kültür Merkezi Yarışması" açılmıştır. Bu
yarışmayı kazanan Azize Ecevit - Özür Ecevit
ikilisi uygulama projelerini de tamamlamıştır. Ancak
bu proje de uygulanmamıştır.

Türkiye Uygarlıklar Müzesi
birkaç yıl önce tekrar gündeme gelmiş ve projelerin
“mimari proje yarışması” ile elde
edilmesi kabul görmüştü. Bu çerçevede Kültür
Bakanı'nın da olurları alınarak yarışma kararı
alınmış ve jüri çalışmaları başlamıştı. Jüri
üyeleri, toplantılara katılan Kültür Bakanı'nın
yapının yıkılmasını jüriye empoze etmek istediğini
ve aralarında görüş ayrılığı çıktığını
belirtmişlerdir.
Kültür Bakanı Sayın
Ertuğrul Günay ile
TSMD Yönetim
Kurulu üyeleri olarak, çeşitli ortamlarda
bir araya geldik. Kendisi bu yapıyı sevmediğini ve
yıkmak istediğini bizlere de söyledi. Anlaşılan bu
ihale, Sayın Bakan'ın isteğini uygulamak amacı ile
çıkarılmıştır. Yarışmadan da, ayak bağı olan jüriden
kurtulmak amacı ile vazgeçilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentinde yapılacak
“Türkiye Uygarlıklar Müzesi” konulu bir yapının,
herhangi bir yapı gibi ele alınarak, en ucuz
teklifin değerlendirme yöntemi olduğu,
ihale
usulü ile projelendirilmesini son derece yanlış
buluyoruz. Toplumu ve mimarlık camiasını
ilgilendiren, bu kadar önemli bir yapının
“yarışma” ile elde edilmesi en doğru
yöntemdir. Yarışma çeşitli önerilerin sunulduğu,
farklı tasarım yaklaşımlarının ortaya çıktığı,
niteliğin değerlendirme kriterini oluşturduğu tek
yöntemdir. Bu yöntemin “Türkiye Uygarlıklar Müzesi”
gibi iddialı ve ülke çapında öneme sahip bir yapının
projesinin elde edilmesi için kullanılmasını doğru
yöntem olarak görüyoruz.
Yapılar zamanla işlev değiştirebilir.
Bu yapı da bu çerçevede işlev değişikliklerine uyum
sağlayabilecek niteliktedir. Yapılması düşünülen
“Türkiye Uygarlıklar Müzesi”nin bir parçası olarak
korunabilir. Gelişmiş ülkelerde sanayi yapılarının,
cezaevlerinin bile kültürel işlevli yapılara
dönüştürüldüğünü Kültür Bakanlığı yetkilileri
biliyor olmalarına karşın, yapılacak diğer binalarla
entegre olma potansiyeli olan Atatürk Kültür
Merkezi'nin yıkılmak istenmesinin gerekçelerini
anlayamıyoruz. Yapının “Atatürk”ün adını taşıdığı
için yıkılmak istendiğini düşünmek bile istemiyoruz.
Kamu kaynakları kullanılarak yapılan bir
yapının, kişisel beğenilere yaslı olarak yıkılmaya
kalkılması kabul edilemez.
Sonuç olarak;
Müze binası için açılan ihaleden vazgeçilmeli ve
konu, alandaki mevcut AKM binası korunarak,
yarışma ile elde edilmelidir."
Yapı, 21.11.2012
|
KANATLI DENİZ ATI BROŞU ALMANYA'DA BULUNDU

Bakan Günay, 2005 yılında Uşak Arkeoloji
Müzesi'nden çalınan Kanatlı Denizatı Broşu'nun
Almanya'da bulunduğunu açıkladı.
TÜYAP’taki Kitap Fuarı’nda konuşan Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, 2005 yılında Uşak Arkeoloji
Müzesi’nden çalınan Karun Hazinesi’nin en önemli
parçası olan Kanatlı Denizatı broşunun Almanya’da
bulunduğunu söyledi. Günay, "Bir özel haberim daha
var. 2005 yılında Uşak Müzesi’nde çok önemli bir
hırsızlık olayı gerçekleşmişti. O soyguna sebebiyet
veren, sahtesiyle önemli eseri değiştiren müze
müdürü 10 yılın üzerinde ceza aldı. Karun
Hazinesi’ne ait som
altın olan milyonlarca lira değerindeki mücevher
Kanatlı Denizatı, Almanya’da bulundu. Türk makamları
ve Alman makamları arasında mutabakat gerçekleşti.
Şimdi yasal süreci takip ediyoruz. Sanıyorum çok
kısa bir süre içerisinde Kanatlı Denizatı’na Türkiye
müzeleri yeniden kavuşmuş olacak" diye konuştu.
Tevrat ve İncil’de ‘Karah’, Anadolu'da ‘Karun’ diye
anılan Lidya Kralı Krezüs, (Kroisos), MÖ 560
yılında tahta geçerek, MÖ 546 yılına kadar dönemin
en zengin krallığını yönetti. Uşak’ın Güre beldesi
yakınlarındaki Tekin Köyü'nden 1965- 1968 yılları
arasında çıkarılan ve yasadışı yolla yurtdışına
kaçırılan hazinelerin bu döneme ait olduğu
biliniyor.
Mezarlardan çıkarılarak çeşitli yıllarda New York
Metropolitan Müzesi’ne satılan bu paha biçilmez
eserler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ısrarlı hukuk
mücadelesi sonucu 1993 yılında Türkiye’ye iade
edilmişti. 363 parçadan oluşan Karun Hazineleri,
Uşak Müzesi’nde sergileniyor.
Hürriyet, 21.12.2012
******
KANATLI DENİZATI EVE DÖNÜYOR
Uşak Arkeoloji Müzesi’nden çalınan Karun
Hazinesi’ne ait Kanatlı Denizatı Broşu
Almanya ’da ortaya çıktı. Eseri Almanya’ya
kaçıranlar
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nın sıkı takip
ettiğini, eseri satamayacaklarını anlayınca Alman
savcılığına teslim ettiler. Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın Almanya’ya gönderdiği 3 kişilik uzman
ekip X-RF denilen bir cihazla inceleyip broşun
orijinal olduğuna karar verdi. Broşun orijinal
olduğu anlaşılınca operasyon için düğmeye basıldı.
Almanya’da içinde çok sayıda Türk’ün de olduğu
belirtilen operasyon Alman Interpol’ünce
sürdürülüyor. Soruşturma
Türkiye ’ye de sirayet edeceğinden isimler
şimdilik gizli tutuluyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı son dönemde eski
eserlerin ülkeye iadesi noktasında Avrupa müzeleri
ile koleksiyonerler üzerinde büyük baskı kurdu.
Bakanlık iade için gereken hukuki yollara
başvurmasının yanı sıra çalıntı eser alanların tüm
dünyaya ilan edeceğini açıkladı. Avrupalı
koleksiyonerler üzerinde inanılmaz bir tedirginlik
oluşurken
Anadolu ’dan yasadışı yollarla çıktığı belirgin
olan eserlere soğuk bakılmaya başlandı.
Bu çerçevede Bakanlık Interpol’e Kanatlı Denizatı
Broşu’nun tüm fotoğraflarını gönderdi. 2006 yılından
bu yana da eserin peşi bırakılmadı. Eserin
Almanya’da olduğuna dair daha önce de defalarca
ihbar yapıldı ancak yapılan baskınlardan bir sonuç
alınamadı. Ancak eseri elinde bulunduranlar da
satamayacaklarını anlayınca 10 gün önce eseri bir
Alman avukat aracılığıyla Kuzey Ren-Vestfalya
eyaletindeki Hagen Savcılığı’na bıraktı. Alman
Interpol’ü eserin Türkiye tarafından arandığını
söyleyince Türk Interpol’ü devreye girdi.
Nasıl anlaşıldı?
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay bir dizi temaslarda bulunmak
üzere
Moskova ’daydı. İlgili genel müdür arayıp;
‘‘Sayın Bakan, Uşak Müzesi’nden çalınan Kanatlı
Denizatı Broşu Alman Interpol’ü tarafından
yakalandı, eserin orijinal olup olmadığını
bilmiyoruz, emirlerinizi bekliyoruz’’ dedi.
Bakan Günay, derhal yetkili bir ekibin Almanya’ya
gönderilmesini ve bu durumun gizli tutulması
talimatını verdi. Ekip aynı gün Almanya’ya uçtu.
Uzman ekip yanlarında X-RF isimli bir çeşit lazer
tespit cihazı da götürdü. Türkiye’ye Atom Enerjisi
Kurumu tarafından getirilen cihazdan 2010 yılında
Kültür ve Turizm Bakanlığı da aldı. Bu cihaz
altın broşun içindeki tüm elementleri
ayrıştırabiliyor. Bu ayrıştırma da eğer günümüz
teknolojisi ile eser yapıldıysa o tür elementleri
tespit edebiliyor. X-RF ile yapılan inceleme
sonucunda eserin orijinal olduğu net olarak
belirlendi.
Alman Interpol’üne eserin orijinal olduğu bilgisi
verilince Almanya’da düğmeye basıldı. Alman
Interpol’ü eseri teslim eden avukat üzerinden
soruşturma ve tutuklamalara başladı. Almanya’da
soruşturma devam ediyor.
Filmlere taş çıkartan senaryoyla çalınmıştı
Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 450
parça eser içinde en nadide parçalardan biri Toztepe
tümülüsünden çıkan ‘Kanatlı Denizatı’ (hippokampos)
idi. Ancak yapılan bir ihbar sonucu, altın broşun
yerine sahtesi konulmak suretiyle çalındığı ortaya
çıktı. Bakanlık müfetişlerinin yaptığı soruşturma
sonucunda Uşak Arkeoloji Müze Müdürü Kazım
Akbıyıkoğlu’nun eserin çalınmasına yardım ettiği
belirlendi.
Akbıyıkoğlu olayın ortaya çıkmasından bir süre önce
gece hayatı yüzünden sorunlar yaşıyor, kumar borcu
nedeniyle birtakım mafyatik bağlantılı kişilerce
tehdit ediliyordu.
Esere
İstanbul Kapalıçarşı’da 1.5 milyon dolara alıcı
arandığı ancak bu fiyata satamayınca Uşak Müzesi’ne
eseri geri getirdikleri polis sorgulamasına ve
iddianameye yansıdı. 15 gün sonra eser tekrar
İstanbul’a getirildi. Eseri almak isteyenlere otelde
randevu verildi. Alıcı kişiler “Eserin gerçek olup
olmadığını göstereceğiz, bekleyin’’ deyip ortadan
kayboldu. Eser o tarihten itibaren de bir daha hiç
ortaya çıkmadı. Müdür Akbıyıkoğlu 18 yıl hapis
cezası aldı.
Karun Hazineleri
“Çok zengin kişileri” tanımlarken kullanılan “Karun
gibi” kelimesinin türemesine neden olan Lidyalıların
son kralı Kroisos, namı diğer Karun, MÖ 6. yüzyılda
yaşadı. Müzede sergilenen eserler bu döneme ait
olduğundan Lidya Hazinesi veya Karun Hazineleri
olarak biliniyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.11.2012
******
KARUN HAZİNELERİNİ BULAN DEFİNECİ O GÜNÜ ANLATTI
Karun Hazineleri
Uşak’ın önemli değerlerinden birisi olması ile
birlikte, sahtesiyle değiştirilen “Kanatlı Deniz Atı
Broşu” olayı ülke gündemini uzun süre meşgul
etmişti. Karun hazineleri ile ilgili bugüne kadar
bir çok şey yazılıp çizilirken hazineyi bulan 5
kişiden birisi olan Kemal Çakar, hazineyi
çıkardıktan sonra 1968 yılında bir antikacıya 78 bin
TL’ye sattıklarını söyledi.
Uşak Arkeoloji
Müzesi’nden 2005 yılında sahtesiyle değiştirilen
Karun Hazinelerinin en değerli parçalarından biri
olan kanatlı denizatı görünümlü altın broşun
Almanya’da bulunması Uşak’ta sevinçle
karşılandı.
Hazineleri bulan 5 kişiden biri olan
Kemal Çakar, hazineyi nasıl bulduklarını, neler
yaşandığını ve kaç paraya sattıklarını anlattı.
Aktepe tümülüsünde yaptıkları kaçak kazı ile
hazineleri bir günde çıkardıklarını belirten Kemal
Çakar,”Antika değeri taşıdığını
bilmiyorduk. O dönemde 78 bin TL’ye öldüm
parasına sattık. Değerini öğrendiğimizde iş işten
geçmişti” dedi.
Karun Hazineleri Uşak’a bağlı Güre beldesi
yakınlarındaki üç ayrı tümülüsten 1966-1969 yılları
arasında kaçak kazı ile çıkartılmış, sonra da yurt
dışına kaçırılmıştı. Türkiye uzun uğraşlar
sonucu hazineleri Amerika’dan teslim alarak
önce Ankara’da sonra da Uşak’taki
Arkeoloji Müzesi’nde sergilemeye başlamıştı.
Hazinenin en değerli parçalarından biri olan broş
2005 yılında Uşak Arkeoloji Müzesi'nden çalınarak
sahtesiyle değiştirildi. Olayla ilgili olarak açılan
davada eski Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ile
birlikte 10 kişi ceza aldı. Yaklaşık 7 yıl süren
dava sonuçlandıktan sonra çalınan broşun Almanya’da
bulunduğu haberi kentte sevinçle karşılandı. İl
Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk, broşun resmi
işlemler bittikten sonra bunduğu topraklarda
sergilenmeye devam edeceğini ifade etti.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın açıklamalarından
sonra büyük bir sevinç yaşadıklarını belirten İl
Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk, “Çok
sevinçliyiz. 2005 yılında çalınan broş bulundu.
Yasal süreç bitince ilimize geri gelecek. Broşu ve
hazineleri yeni müzede sergileyeceğiz. Çünkü modern
bir müze inşa ediyoruz. Şuanda sergilenen broş
sahte. Bunun sahte olduğu çıplak gözle bile
anlaşılabiliyor. Orijinal broş 13,5 gram som
altından yapılmıştır. Ama şuan müzedeki sahte broş,
22,5 gramdır. Zaten eski Müze Müdürü Kazım
Akbıyıkoğlu’nun ceza almasının nedenlerinden bir
tanesi budur. Bilindiği gibi 11 yıl ceza aldı” dedi.
1968 yılında Güneli Köyü yakınlarındaki Aktepe
tümülüsünde yaptıkları kazı ile hazineleri
bulduklarını belirten Kemal Çakar ise “O dönem
herkes kaçak kazı yapıyordu. Bazı Tümülüslerde 80
kişilik kazılar yapılıyordu. Ahmet Bülbül adlı
arkadaş Aktepe tümülüsünde hazine olduğunu söyledi
Kazmaya karar verdik ve Karun Hazineleri’ni bulduk”
dedi.
Hazineleri bulduktan sonra jandarmanın baskın
yaptığını ve 28 gün hapis yattıklarını da belirten
Kemal Çakar, “ 5 arkadaş gittik, öğleden sonra
kazıya başladık ve gece 03.30 sıralarında antikalara
ulaştık. Mezarın içerisinde maket gibi bir yer
vardı. Cesedin etrafına koymuşlar hazineleri.
Yaklaşık 200 parça vardı. Bulduklarımız arasında
Deniz Atı görünümlü altın broş, pelitli kolye,
belizikler vardı. Bir adet çıplak vazo da vardı. Biz
hazineleri
daha sonra Dinarlı bir antikacıya sattık.
Hazineleri Ahmet Bülbül, Nurullah Bülbül, İsmail
Bülbül ve Yakup Karaköse ile birlikte bulmuştuk.
Ahmet Bülbül Dinarlı bir antikacı ile irtibat kurdu.
Biz antikacıdan hazineler için o günün parasıyla 100
bin TL istedik. Adam derin bir oh çekti ve 50 bin TL
fiyat verdi. Yapılan pazarlıklar sonucu hazineyi 78
bin TL’ye sattık. Parayı 5 kişi paylaştık. Biz bu
işin yasak olduğunu bilmediğimiz gibi bulduğumuz
mücevherlerin antik değer taşıdığını da bilmiyorduk.
Hazineleri bulduktan sonra jandarma baskın yaptı ve
28 gün hapis yattık.
Hazinelerin çok değerli olduğunu Uşak vilayetini
en az iki kez satın alacak durumda olduğunu
öğrendiğimizde iş işten çoktan geçmişti. Hazineler
daha sonra yurt dışına kaçırıldı. Uzun uğraşlar
sonucu hazineler geri getirildi. Kazım Akbıyıkoğlu
Müze Müdürü iken hazineleri ziyaret etmiştim” dedi.
1968 yılında buldukları hazinelerin çoğunun
ABD’den geri getirildiğini
ancak bazı önemli parçaların getirilemediğini de
iddia eden Kemal Çakar, “ Biz hazineleri
bulduğumuzda 3 adet krem kutusuna benzer eserler
vardı. Bu eserler altındı ve sallayınca
sallanıyordu. O üç nadide parçayı bizim Uşak
Müzesi’nde göremedim. Sorduğumuzda onların ABD’den
gelmediğini söylediler. Broşun 2005 yılında
çalındığını duymuştum şimdi de bulunduğunu öğrendik
ve çok sevindim. Hazineleri bulan 5 kişiden hayatta
kalan sadece ben varım. Diğer
arkadaşların
hepsi vefat etti. Broş Uşak’a tekrar getirilirse
ziyaret edip yeni müzede görmek isterim” dedi.
Milliyet, 22.11.2012
|
KAYSERİ MÜZELER KENTİ OLUYOR

Turizm sektöründe atağa hazırlanan Kayseri, 2014
yılı sonuna kadar kentteki müze sayısını 3'ten 7'ye,
kültür evi ve konak sayısını ise 3'ten 12'ye
çıkarıyor.
Kente daha önce Ahi
Evran-ı Veli ve Kent Müzeleri ile Atatürk Evi,
Beştepeler Kayseri Evi ve Güpgüpoğlu Konağı gibi
kültürel mekanları kazandıran Kayseri Büyükşehir
Belediyesi, şimdi de tarihi Kayseri Kalesi içinde
kentin ikinci arkeoloji müzesini, dünyanın ilk tıp
mektebi olarak bilinen Şifaiye-Gıyasiye
medreselerinde Selçuklu ve Türk Tıp Tarihi
müzelerini, Kayseri Lisesi bünyesinde Milli Mücadele
Müzesi açmaya hazırlanıyor. Yine restore edilerek,
elden geçirilen 'Eski Kayseri Mahallesi'ndeki 15 taş
konaktan 9'u da yeni görüntüleriyle turizmin
hizmetine sunuluyor.
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet
Özhaseki, kentin turizm alanında da hizmet
sektörünün önünü açacak güçlü bir yapılanmaya
ihtiyacı olduğunu belirterek, "Turizm amaçlı
sportif yatırımlarda hayli mesafe aldık.
Örneğin, UEFA standartlarındaki Kadir Has Stadı,
Kadir Has Kongre ve Spor Merkezi ile Şehir Spor
Kompleksi içinde yer alan diğer spor tesisleri
kent ekonomisine önemli ölçüde katkı sağladı.
3.5 milyar metreküp su toplayan 65 kilometre
uzunluğundaki Yamula Barajı yelken ve kayak türü
su sporlarına açıldı. Şehrin doğu kesiminde 10
bin seyirci kapasiteli yeni bir stadın daha
temelini atmaya hazırlanıyoruz.
Anadolu Harikalar Diyarı'nı 2013 sonunda,
Erciyes Kış Sporları Merkezi'ni ise bitmiş
haliyle en geç 2015 yılı başında devreye almış
olacağız" diye konuştu. Şimdi de sırada, kültür
turizminin ufkunu açacak projeler olduğunu
kaydeden Özhaseki, "Şehirde 3 müze ile eski
kültürlerin buluştuğu 3 konak var. Bunlar
Kayseri Arkeoloji, Kayseri Kent ve Ahi Evran-ı
Veli müzeler ile Atatürk Evi, Kayseri Evi ve
Güpgüpoğlu Konağı. Bu mekanlar hemen her gün
yoğun ziyaretçi akınına uğruyor. Özellikle
Kayseri Arkeoloji Müzesi gerek konum alanı
gerekse yapı olarak çok yetersiz. Yarışma açarak
proje hazırlattık. Tarihi Kayseri kalesi içinde
düzenleme çalışmaları yapıyoruz. Burada yeni bir
arkeoloji müzesi kuracak ve bunu Kaleiçi Kültür
Merkezi Projesi kapsamında ziyaretlere açacağız"
şeklinde konuştu.
Kültür turizmine yönelik projelerin dünyanın ilk
tıp mektebi olarak bilinen Gıyasiye - Şifaiye
medreselerindeki düzenleme çalışmaları ile
devam edeceğini vurgulayan Özhaseki, "Türk Tıp
Tarihi ve Selçuklu müzeleri ile tarihi Kayseri
Lisesi'ndeki Milli Mücadele Müzesi Lisesi
izleyecek. Keza, eski kültürlerin yaşanacağı
Kayseri Mahallesi'nde 15 tarihi evden 9'unun
restoresi bitti. Bu konaklar gelecek yıl
ziyaretlere açılıyor. Konaklar 100 yıl öncesinin
kent yaşantısını, kendine özgü tarihsel dokusu
ve otantik kültürel değerleri ile günümüze
taşıyacak" dedi.
Yeni müze ve tarihi mekanlar
> Kaleiçi Kayseri Arkeoloji Müzesi:
Türkiye'nin ayakta kalabilen tek stedal
kalesi olarak bilinen tarihi Kayseri Kalesi,
içinde arkeoloji müzesinin de yer alacağı kültür
ve sanat merkezine dönüşüyor. Projesi geniş
katılımlı bir yarışma ile hazırlanan Kayseri 2.
Arkeoloji Müzesi, dikdörtgen yamuk tekniğine
göre inşa edilmiş kalenin zemininde yer alacak.
Müzede, başta Kültepe kazılarında elde edilen
Asur ticaret kolonilerine ait çivi yazılı
tabletler olmak üzere, Kaniş - Karum'dan
Romalılara kadar yörede bulunan birçok uygarlığa
ait arkeolojik eserler sergilenecek.
> Kayseri Milli Mücadele Müzesi:
Kayseri Lisesi 118 yıllık bir geçmişe sahip.
Tarihi yapı dış kale surlarının uzandığı şehrin
Kiçikapı semtinde yer alıyor. Lisede restorasyon
ve müze düzenleme çalışmaları bu yıl başladı. 2
katlı taş yapının bir bölümü, son sınıf
öğrencileri Sakarya Savaşları'nda yaşamını
yitirdiği için 1920 -1921 döneminde mezun
veremeyen lisenin şehit öğrencilerine ayrılacak.
Buradan mezun olan merhum cumhurbaşkanı Turgut
Özal ve halen cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül
adına da bölümler oluşturulacak.
> Tıp Tarihi ve Selçuklu Müzeleri:
Dünyanın ilk tıp mektebi olarak bilinen 806
yıllık geçmişe sahip Şifaiye- Gıyasiye iki ayrı
müzeye dönüşüyor. Çifte Medreseler olarak da
bilinen tarihi yapının Şifaiye bölümü "Türk Tıp
Tarihi Müzesi", ikizi Giyasiye ise "Selçuklu
Müzesi" olarak kapılarını açacak. Tıp tarihi
müzesinde hasta kabul odalarından, sertabip ve
tabip odalarına, hasta koğuşlarından geçmiş
dönemlere ait tıbbi araç ve gereçlerin
sergileneceği tıp tarihine ışık tutan eserler
yer alacak. Gıyasiye bölümünde açılacak Selçuklu
Müzesi'nde ise Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine
özgü tarihi eserler sergilenip saklanacak.
> Kayseri Mahallesi (Setenönü):
Şehrin eski semtlerinden Setenönü'nde 5 milyon
lira harcanarak tarihi 15 evden 9'nun
restorasyonu bitirildi. Diğer 5 konakta ise
çalışmalar devam ediyor. Proje tamamlandığında
Setenönü'nde 100 yıl öncesinin evleri, sokakları
yeniden şekillenecek. Konaklar, geçmişteki
yaşantılara özgü eşyalarla dayanıp döşenecek.
Mahallede eski hayatların yeniden yaşanacağı
hamam, bakkal, fırın, berber, sokak çeşmesi,
yöresel yemek mekanları ile el sanatları
ürünlerinin satılacağı mekanlar yer alacak.
Dünya, 20.11.2012
|
ATATÜRK'ÜN 'BABA EVİ' MÜZE OLUYOR

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatı
doğrultusunda, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
(TİKA) tarafından başlatılan, Atatürk'ün babası Ali
Rıza Bey ve akrabalarına ait
Makedonya'nın
Kocacık Köyü'ndeki iki evin aslına uygun olarak
yeniden yapım çalışmasında son aşamaya gelindi.
Yıl sonuna kadar bitirilmesi planlanan iki evin de
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatına ait
vesikaların sergileneceği, yöreye ait tarihi misyonu
yansıtan müze olarak kullanılması planlanıyor.
Türkiye ve yöre halkı için büyük önem taşıyan,
hayata geçirilmesi konusunda yıllarca uğraş verilen
projede ilk adım, Başbakan Erdoğan'ın talimatı
doğrultusunda TİKA'nın harekete geçmesiyle atıldı.
Atatürk'ün aile evini koruma ve yenileme projesi,
Makedonya Kültür Bakanlığı, TİKA ve Merkez Jupa
Belediyesi arasında 23 Mart 2012'de ortak işbirliği
protokolü imzalanmasıyla resmen başladı. Temelleri
geçen Haziran ayında atılan iki evin yeniden
yapımında kısa süre içerisinde büyük mesafe
katedildi.
Çalışmaları yerinde inceleyen TİKA Üsküp
Koordinatörü Mahmut Çevik ve Merkez Jupa Belediye
Başkanı Mazlum Hasan, şimdiye kadar yapılan
çalışmalar hakkında AA muhabirine bilgi verdi.
Mustafa Kemal'in babası Ali Rıza Bey'in doğduğu ve
akrabalarının yaşadığı evlerin tarihi misyonuna
uygun olarak yeniden inşa edildiğini belirten TİKA
Üsküp Koordinatörü Çevik, Başbakan Erdoğan'ın
talimatı doğrultusunda TİKA olarak projeye öncülük
ettiklerini, Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Makedonya Kültür Bakanlığını bir araya getirerek
projenin hayata geçirilmesi için köprü olduklarını
söyledi.
Atatürk'ün ailesine ait evlerin kalıntılarına
uzmanların çalışmaları sonucunda ulaşıldığını ifade
eden Çevik, "Mimarlar ve arkeoloji uzmanları,
1930'lardan kalan fotoğraflardan bölgede çalışmalar
yaptı, çevredeki bütün tarihi evleri incelediler ve
evin temel kalıntılarını buldular. Orijinal yerin
ilk belirtilen yerden 10 metre ileride olduğu tespit
edildi ve inşaat burada başladı" diye konuştu.
İnşaata Mayıs ayında karar verildiğini, daha sonra
ihalenin yapıldığını ve Haziran ayında başlandığını
belirten Çevik, "İnşaat şu anda tamamlanmak üzere.
Bugün itibariyle tüm kaba inşaatı tamamlanmış
durumda" dedi.
ATATÜRK ODASI
İki ülke Kültür Bakanlığı uzmanlarının önümüzdeki
günlerde bir araya gelerek komisyon
oluşturacaklarını belirten Çevik, hem Ali Rıza
Efendi'nin evi hem de babası Kazlı Ahmet Efendi'ye
ait olan evin, Atatürk'ün geçmişine ait vesikaların
yer alacağı, bölgedeki tarihi misyonu üstlenen
etnografik bir müze olarak kullanılacağını söyledi.
Mahmut Çevik, "Şimdi o komisyonlar bir araya gelip
her iki müzede de hangi tarihi vesikaların
konulacağı, Atatürk'ün şahsiyetini, Ali Rıza
Efendi'nin şahsiyetini ifade edecek, onların yaşam
mücadelelerindeki kareleri ifade edecek, bizim
toplumumuza, buradaki topluma anlatacak vesikaların
neler olacağına bu komisyonlar karar verecek. Burası
tarihi bir müze olarak bölge halkına hediye
edilecek" diye konuştu.
TİKA olarak sadece ekonomik ve sosyal projeler
değil, kültürel projelere de ağırlık verdiklerini
vurgulayan Çevik, "Biz TİKA olarak bu işe öncülük
ettik. Bu proje iki ülke arasındaki kültür
kaynaşmasına vesile olacak. Burada tarihimizi daha
iyi anlatıyoruz. Sayın Başbakanımız hızlandırılması
talimatını verdi. Kaba inşaat tamamlandı, şimdi
çevre düzenlemesini yapılıyor. Bir ay içerisinde
çevre düzenlemesi de tamamlanacak" dedi.
Başbakan Erdoğan'ın, Atatürk'ün eğitim gördüğü
Manastır Askeri İdadisi'nde "anı odası" yapılması
talimatı da verdiğini hatırlatan Çevik, şunları
kaydetti:
"İnşallah bu işin başlatılması için de bugün
protokol imzalayacağız. Manastır Askeri
İdadisi'ndeki anı odasıyla buradaki tarihi müze
birbiriyle bütünlük arz edecek. Çünkü burada doğan
Ali Rıza Efendi, evlenmek için Selanik'e gittiğinde
Zübeyde Hanım'la evlenip çocuğu da doğduktan sonra,
kendi doğduğu yerdeki kültürünün dağılmaması,
ailesinin de kendi kültürüne sahip çıkması için
Atatürk'ü Manastır Askeri İdadisi'ne getirmiş. Her
iki projeyi de birleştirelim, bir bütünlük arz etsin
istedik. Bugünden itibaren de idadideki çalışmalara
başlayacağız. İkisinin de önümüzdeki iki ay
içerisinde açılışını yapacağız."
Makedonya yetkililerinin her iki proje için de
olumlu yaklaşım içerisinde olduğunu, konuya
hassasiyet gösteren Başbakan Erdoğan'ın da projeyi
yakından takip ettiğini belirten Çevik, "Buradaki
işi yürüten Merkez Jupa Belediye Başkanı Mazlum
Hasan beye de bu kültürü topluma kazandırmada
gösterdiği gayretler dolayısıyla teşekkür ediyorum.
Belediye Başkanı, burada çalışan işçilerin başında
duruyor, bir an evvel bitsin, tamamlansın diye. Bu
hepimizin ortak kültürü" diye konuştu.
KOCACIK KÖYÜ
Projenin gerçekleşmesinde büyük rol oynayan Merkez
Jupa Belediye Başkanı Mazlum Hasan da uzun zamandır
gündemde olan projenin kendi döneminde
gerçekleşmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Proje için birçok görüşme yaptıklarını, en sonunda
Başbakan Erdoğan sayesinde projeyi gerçekleştirme
fırsatı bulduklarını ifade eden Hasan, şunları
söyledi:
"Bugün gördüğünüz gibi inşaat tamamlandı, çevre
düzenlemeleri yapılıyor. Kısa zamanda çevre
düzenlemeleri de bitecek. Bu projeyi özellikle
bölgemiz,
Makedonya ve belediyemiz için büyük bir proje
olarak görüyoruz. İleride Türkiye'den
Makedonya'ya gelen bütün ziyaretçiler sadece
Manastır'ı değil buraları da ziyaret edecek.
Bölgemiz ve belediyemize turizm açısından büyük
katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Bu projeye katkı
sağlayanlara, başta Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak
üzere bütün Türk halkına teşekkürlerimi sunuyorum.
Sayın Başbakanımızı projenin açılışına bekliyoruz,
burayı kendisiyle birlikte açmak istiyoruz.
Kocacık Köyü zaten Osmanlı dönemi izlerini
taşıyan bir köy. Burada bulunan ve 'Kale' dediğimiz
yerde 30 bin şehidimiz var. Burayı da ileride
inşallah canlandıracağız ve ziyaretçilerimize
göstereceğiz."
Mazlum Hasan, anı evlerin tamamlanmasıyla Merkez
Jupa'nın kültürel miras haritasında hak ettiği yeri
alacağını sözlerine ekledi.
Makedonya'daki iki Türk belediyesinden biri olan
Merkez Jupa Belediyesi'nde, Makedonca'nın yanı sıra
Türkçe de resmi dil olarak kullanılıyor. Türk
bayrağının da dalgalandığı bölgede, okullarda Türkçe
eğitim veriliyor.
Daha önce bölgede yaşanan su sorununu çözen TİKA,
şimdi de bölgedeki sosyal hayatı canlandıracak,
ekonomik ve kültürel gelişimi sağlayacak ikinci
büyük projeyi de tamamlayarak Merkez Jupa
Belediyesi'ne hediye etmiş oldu.
Habertürk, 20.11.2012
|
GALATA RUM OKULU NASIL İŞLEV DEĞİŞTİRECEK?
Galata Rum Okulu Vakfı ve Netherlands
Architecture Institute tarafından düzenlenen Galata
Rum Okulu Çalıştayı'nda yapının yeniden
işlevlendirilmesinin farklı boyutları tartışıldı.
Görgün Taner, Laki Vingas, Meri Komorosano ve Chris Luth'un açılış
konuşması ile başlayan etkinlikte ilk olarak Galata
Rum Okulu'nun tarihsel süreçte ve Rum cemaatinin
kimliğindeki bağlamı tartışıldı.
Eğitimde, Kimlikte Galata Rum Okulu Bağlamı
İlk konuşmacı Edhem Eldem Galata bölgesinin
tarihsel sürecine değinirken, 19. yüzyıl ile
birlikte bölgenin çok dilli ve dinli, kozmopolit bir
gelişime sahne olduğunu belirtti. Jön Türkler ve
Cumhuriyet ile bölgede önemli bir değişimin
gerçekleştiğini vurgulayan Eldem, 80'lerden itibaren
küresel sermayenin yönlendirmesiyle bölgede
kurgulanmış, rahatsızlık verici bir kozmopolitizmin
geliştiğini kaydetti. Galata'daki soylulaştırma
tehdidinden yola çıkarak tarhsel realizmin yapıda
yer almasından söz eden konuşmacı, tarihe dekoratif
ve kozmetik bir araç olarak bakılmamasını
gerektiğini vurguladı. Yeniden işlevlendirirken de
bu çatışmalı ve problemli tarihin yansıtılması
gerekliliği üzerinde durdu.
Elçin Macar ise Rum okullarının gelişimine dikkat
çekerek, öncelikle eğitimin Patrikhane'nin elinde
olduğunu ancak 1830'larda ulusallaşma sürecinin
başlamasıyla beraber eğitimin sivil hale gelmesi ve
modernleşmesi üzerinde durdu. Ari Çokona ise Rum
cemaatinin iktisadi, siyasi ve kültürel olarak daha
etkin olduğu 20.yüzyıl başından günümüze demografik
açıdan sayısal analizini yaptı. Hasan Kuruyazıcı
öncelikle yeniden işlevlendirme sürecinde katılımcı
bir sürecin ele alınması gerektiğinin altını
çizerken, dönemin Batılılaşma ile gelişen yeni
tipolojileri olan okul yapılarını üslupsal
özelliklerini, bu dönemdeki önemli eğitim yapılarını
aktardı.

Nasıl Bir Kültür Yönetimi ve Programlama?
İkinci oturumda moderatörlerden Ayça İnce,
İstanbul'daki kültür kurumlarının eski ve yeni
işlevlerini Feshane, Darphane-i Amire, Ayazağa
Kültür Merkezi, Koç Müzesi, Kadir Has Üniversitesi,
Santralistanbul, Sütlüce Kültür Merkezi, Hasanpaşa
Gazhanesi, İstanbul Modern, Depo, Tophane-i Amire ve
Galata Rum Okulu örnekleri üzerinden değerlendirdi.
Görgün Taner ise okulun "Mutlaka bir kültür-sanat
mekanı mı olmalı?" sorusu üzerinden değerlendirerek,
ön kabullerle yeniden işlevlendirmenin
gerçekleştirilmemesini, nihayetinde yapının bir
entelektüel faaliyetin ifadesini yansıtacağını
belirtti. Bunun dışında yerel yönetimlerin bu tip
tartışmalara uzak kaldığını, bu sebepten sonuçların
başarısız olduğunu belirten konuşmacı, yerel
yönetimlerin karar verme mekanizmalarında yer alması
gerektiğini dile getirdi. Taner ayrıca bu tarz
işlevlendirmelerde mutlaka karışık ve dengeli bir
fonlamaya gidilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.
Pieter Kuster ise kendi çalıştığı eski bir okul
olan sanat enstitüsünden söz ederken, öğretme ve
öğrenmenin binayı dönüştürürken ilginç konular
olabileceğini, ayrıca yapının hala bir mahalle
içerisinde olduğunun göz önüne alınması gerektiğini
ifade etti. Osman Kavala ise Depo'nun tütün deposu
binasının dönüşüm sürecini, bu süreç zarfında
gelişen kurguyu ve nasıl uygulandığını izleyenlerle
paylaştı. Agathoniki Tsilipakou ise Selanik'te,
önemli bir kentsel simge olan White Tower'da yer
alan Museum of Byzantine Culture örneğini anlattı.
Kyriakos Koutsomallis ise önemli olanın
farklılıklarıtyla kişilerin ve grupların birbirini
anlaması olduğuna dikkat çekerken, yapıda evrensel
bir dil olan sanatın bir araç olarak kullanılması
gerektiğini belirtti. Konuşmacı ayrıca dinamik bir
merkez oluşturabilmek amacıyla doğrudan devlet
finansmanının kullanılmaması gerektiğinin altını
çizdi. Eva de Klerk ise bu tip yeniden
işlevlendirmelerde kullanıcının rolü üzerinde
durarak kendilerinin gerçekleştirdiği NDSM örneğine
değindi. Asu Aksoy öncelikle okulun vakfa iadesinin
önemli bir başarı olduğuna değindi ve yapıda çok
işlevliliğin önemini vurguladı. Aksoy ayrıca yapının
kamusal kültürün bir parçası haline gelmesi
gerektiğinin ve sürdürülebilir bir yönetim yapısının
olması gerektiğinin altını çizdi.

Yeniden İşlevlendirmede Mimarın Rolü ve Mimarlık
Oturumun moderatörlüğünü gerçekleştiren Aykut
Köksal, yeniden işlevlendirmeye tarihsel
perspektiften bakıldığında geleneksel dünyada böyle
bir problematiğin olmadığını, yıkıp yapma yerine,
yeniden işlevlendirmenin kendiliğinden gelişen bir
durum olduğunu, antik dönemden ortaçağa geçişte ve
ortaçağda bu anlamda bir sürekliliğinin olduğunu
ifade etti. Yeniden işlevlendirmeyi ancak modern
zaman için ele alabileceğimizi belirten Köksal,
konuyu dört başlık altında değerlendirdi: Koruma
odaklı tekrar işlevlendirme, koruma değeri taşımasa
da ekonomik ömrünü yitirmemesi sonucu yapının
yeniden işlevlendirilmesi, yeni imar sorunlarından
kaçınmak için, antrepolar örneğinde olduğu üzere,
yapıyı koruma ve tekrar işlevlendirme ve erken
Cumhuriyet döneminde Dolmabahçe Camisi'nin Deniz
Müzesi olarak kullanılması örneğinde görüldüğü gibi
siyasal ve ideolojik nedenlerle yeniden
işlevlendirme.
Köksal bunun yanı sıra, "Koruma nesnesi olan bir
yapı işlev değiştirerek tekrar bir koruma nesnesi
olabilir mi?" sorusunun cevabını, Vallaury'nin
tasarımı Sanayi Nefise Mektebi'nin, Nezih Eldem'in
müdahalesiyle Eski Şark Eserleri Müzesi olarak
işlevinin değişimi, bir başka örnek olarak
Çiftesaraylar'ın Sedad Hakkı Eldem tarafından bir
üniversite binası olarak yeniden işlevlendirilmesi
örnekleri üzerinden açıkladı. Sonrasında söz alan
Han Tümertekin ise kendisinin görev aldığı Sümerbank
binasının bir otel olarak yeniden işlevlendirilmesi
ve Osmanlı Bankası binasının SALT olarak tekrar
açılması projeleri üzerinden bir mimarın müdahale
sırasında deneyimlediklerine değindi. Buna göre
kendisinin en önem verdiği konunun mümkün olduğunca
az müdahale ile yeni bir dolaşım sistemi senaryosu
oluşturmak olduğunu dile getirdi. Tümertekin ayrıca
müdahalelerin, mimarın egosu ve binanın değerleri
arasındaki çok hassas dengeden geçtiğini dile
getirdi.
Nevzat Sayın ise yapıda en az müdahale çözümünün
çok daha derin bir bakış açısı gerektirdiğini,
günümüzde korunması gereken ürünlerle, insanlar
arasında genetik bir bağ olmadığını, insanlar ancak
hayatlarının bir parçasıysa ürünleri koruduklarını
ifade etti. Santralistanbul'daki koruma problemi
üzerinden kendi müdahalelerini değerlendiren Sayın,
üçüncü bir dil oluşturmamayı başardıklarını dile
getirdi. Korhan Gümüş ise yeniden işlevlendirmede
mimarlık ve program oluşturmanın tam bir birliktelik
içerisinde olmasa da karşılıklı bir ilişkisi olduğu
üzerinde durarak, profesyonel bir komiteye ihtiyaç
duyulduğunun altını çizdi.
Bunların dışında mimarın korunacak nesne ile olan
ilişkisi, korumacı mimar kimliği, yeniden
işlevlendirmede restorasyon değl mimarlığın söz
edilmeye başlamasının gerekliliği ve yapının
programının mimariyle ve mimarla ilişkisi konuları
tartışıldı.
Arkitera, 20.11.2012
|
AVM DEĞİL, TURİSTİK KIŞLA!

Taksim’e yapılacak Topçu Kışlası’nın detayları
netleşti. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
‘AVM olmasını istemiyorum’ dediği projenin mimarı
Halil Onur, “AVM başkasının kafasında olabilir ama
bizim projemizde söz konusu değil” dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gündeme getirdiği
Taksim’e Topçu Kışlası Projesi’nin detayları belli
olmaya başladı. Devam eden hukuki itirazlar
nedeniyle ‘askıda olan’ proje için Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, “AVM olmasını istemiyorum“
dedi. Günay’ın eleştirilerine projeyi yeniden aslına
uygun olarak çizen Mimar Halil Onur’dan yanıt geldi.
Kültür Bakanı’nın projeyle ilgili eksik
değerlendirmelerde bulunduğunu belirten Onur, “Tam
bir bilgiyle değerlendirme yapılması gerekiyor.
Çünkü hala avm yapılacak gibi bir başlıkla konu ele
alınıyorsa burada eksik bir bilgi var demektir”
dedi. “AVM başkasının kafasında olabilir ama bizim
projemizde sözkonusu değil” diyen Onur, Bakan
Günay’ın istemesi halinde herkese sundukları gibi
projeyi memnuniyetle kendilerine de
anlatabileceklerini söyledi. Onur, Topçu Kışlası’nın
eski kartpostal görüntüleri ile tarihi belge ve
bilgiler ışığında projeyi aslına uygun çizdiklerini
söyleyerek, “Süsler dahil, her şey aslına uygun
çizildi” dedi.
Mimar Mücella Yapıcı ise,
Topçu Kışlası yapımının garip bir tartışmaya
dönüştüğünü vurgulayarak, şunları söyledi: “İster
AVM ister başkanlık sarayı, ister kışla, dinin
tesis, isterse mimarlar odası olarak yapılsın, bu
bina mesleki ve bilimsel olarak yapılamaz. Üç kere
yıkılmış, yerinde olmayan bu bina 2011 yılında
tarihi eser diye tescil edildi. Sorun burada
başlıyor. Beyoğlu planlarında da ihya kararı yok.
Eserin ihya edilebilmesi için hele de tescilliyse,
fonksiyonunu değişteremezsiniz. Kışlaysa kışladır.
Ayrıca, ihya için yerinin boş olması lazım.”
Mimar Burak Boysan
da, kışlanın yapımına kesinlikle karşı olduğunu,
Gezi Parkı’nın küçük ama bu şehir için büyük park
olduğunu savunarak, “Mimari açıdan Hint-Rus mimarisi
bir binadan bahsediyoruz. Avrupa imgeleri
yerleştirilerek yok şehir müzesi olsun, yok buz
pateni, yok kültür merkezi yapalım deniyor. İşletme
planı olmayan bir şeyden bahsediyoruz. Nasıl
kullanılacağı konusunda belirsizlikler var. Ancak
gidişatın maalesef kışla plaza ve avm’ye doğru
olduğunu görüyorum” dedi.
Vatan, Haber: Nebahat Koç, 20.11.2012
|
TARİHTE FOTOŞOP

Tarih araştırmacısı-yayıncı Atilla Oral,
Edirne’nin işgalinin simgesi haline gelen ‘Türk
komutan Şükrü Paşa’nın kılıcını Bulgar Kralı
Ferdinand’a teslim ettiği an’ diye bilinen
fotoğrafın gerçeği yansıtmadığını iddia etti.
Türk kumandan Şükrü Paşa, Edirne’yi 5 ay 5 gün
savunduktan sonra teslim olmak zorunda kalan Bulgar
Kralı Ferdinand'a kılıcını teslim ediyor. Fotoğraf,
Edirne’nin işgalinin simgesi haline gelmiş,
Genelkurmay yayınları başta, bütün tarih
kitaplarında “kılıç teslim etme” sahnesinin görsel
belgesi diye yıllardır yayınlanıyor. Bulgarlar bu
kareyi böbürlenmek için kartpostal olarak bastırmış.
Sahteciliği 100 yıl sonra fotoğrafın aslına ulaşan
tarih araştırmacısı-yayıncı Atilla Oral ortaya
çıkardı. Şükrü Paşa, Bulgar generalin fotoğrafına
monte edilmiş, yer de Edirne değil Kavala Kalesi.
Balkan savaşlarıyla ilgili araştırmalarını bir
dizi kitap halinde yayımlamaya başlayan Oral, uzun
süredir kuşkulandığı Şükrü Paşa-Kral Ferdinand kılıç
teslim karesinin asıl karesine birkaç ay önce
ulaştığını ve fotomontajı belgelediğini söyledi.
Oral anlatıyor:
“Bulgarların 100 yıl önce yaptığı bu fotomontaj
hilekarlığını kimse bilmiyor. Şükrü Paşa ve
arkadaşları böyle görüntülere malzeme olmamak için
kılıçlarını kırdı ve öyle teslim oldu. Gerçekte asla
böyle bir görüntü yok. Oysa Bulgaristan’da ve
Türkiye’de basılan birçok kitapta bu fotoğraf
gerçekmiş gibi yayınlanıyor.
FOTOMONTAJ NASIL YAPILDI?
Kral Ferdinand, Kavala Kalesi’ni ziyareti
sırasında, kalede bulunan kapılardan biri önünde
fotoğraf çektirdi. Ferdinand’ın yanındaki Bulgar
Generali Stiliyan Georgiev fotomontajla Şükrü
Paşa’ya dönüştürüldü. Ferdinand’ın fotoğrafına da
çeşitli rötuşlar yapıldı. Kılıç teslim etme sahnesi
böylece yaratılmış oldu. Fotoğrafın sağına Bulgar,
soluna da Türk subaylar yine fotomontaj yöntemiyle
yerleştirildi. Fotomontajı yapan kişi bazı
ayrıntıları yok etmeyi unuttu. Örneğin Ferdinand ile
Şükrü Paşa arasından gözüken Bulgar subayı
(üniforması rötuşla pardösüye çevrilmesine rağmen)
her iki fotoğrafta da aynı yerde ve aynı yüz
ifadesiyle duruyor. Belli olmasın diye fotoğrafa çok
sayıda fırça rötuşları yapılmış. Ancak yine de
birçok tıpatıp benzerlik var. Örneğin kale
kapısındaki, taş duvardaki detaylar bugün bile aynı
halde, değişmeden duruyor. Fotoğrafın sağında, yerde
duran yuvarlak taş ve arkasındaki kapı kanadı
birebir aynı. Fotoğraftaki kişilerin yere düşen
gölgeleri, yapılan fotomontaj hilekarlığını çok açık
bir şekilde ele veriyor.
EDİRNE DEĞİL KAVALA KALESİ
Fotomontaj yapılan fotoğraf aslında Edirne Kalesi
düşmeden ve Şükrü Paşa teslim olmadan tam 4 ay önce,
30 Kasım 1912 tarihinde çekildi. Edirne 27 Mart
1913’te düştü. Ayrıca fotoğraf Edirne Kalesi’nde
değil,
Yunanistan’daki Kavala Kalesi’nde çekildi.
Böbürlenmek için yapılan bu sahte görüntünün
Bulgarca alt yazılı kartpostalları bastırıldı.”
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 20.11.2012
|

|
ÇİN HAZİNELERİ SERGİSİ İSTANBUL'DA
Dünyanın 8. harikası olarak değerlendirilen yeraltı ordusundan örnekler ve antik dönem Çin hazinelerinide içeren 'Çin hazineleri Sergisi' Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın katılımı ile açıldı.
Topkapı Sarayı Müzesi Has Ahırlar bölümünde ziyaretçilerle buluşacak sergi Yasak Şehir Müzesi, Şanghai Müzesi ve Gin Shihuang Müzesi'nden 101 eseri biraraya getiren serginin açılışında konuşan Günay; "Bu çapta bir sergi dünyada ilk kez Türkiye 'ye nasip oldu. Çin hazinelerine İstanbul'da büyük bir ilgi var" dedi.
Sergiye gelenleri saray kapısı girişinde Mehteran Takımı karşıladı. Sergi 20 Şubat 2013 tarihine kadar açık kalacak.
Radikal, 20.11.2012
|
UNESCO'DAN HALİÇ TEFTİŞİ

Süleymaniye başta Tarihi
Yarımada'nın siluetini bozacağı gerekçesiyle
eleştirilen Haliç Metro Geçiş Köprüsü'ne UNESCO ve
ICOMOS heyeti 'ani' bir inceleme ziyareti düzenledi.
UNESCO Dünya Miras Merkezi ve ICOMOS
(Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) ortak
heyeti inşaatı devam eden
Haliç Metro Geçişi Köprü Projesi’ni incelemek
için 3
yıl aradan sonra
İstanbul ’a geldi. Heyet
Kültür ve Turizm Bakanlığı ,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Fatih, Eyüp,
Zeytinburnu, Bayrampaşa belediyelerinin yetkilileri
ile bir araya geldi. İnşaatı hızla devam eden
köprünün, başta Süleymaniye Camii olmak üzere
UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde kayıtlı olan
Tarihi Yarımada’nın görüntüsünü bozduğu daha önceki
komite raporlarında belirtilmişti.
Acil durumlarda gerçekleştirilen ‘tepkisel inceleme
ziyareti’ sırasında UNESCO Kültür Mirası
Komitesi’nin
uzmanı Cüneyt Sorosh-Wali ile
ICOMOS’tan Paul Drury önce Galata Köprüsü’nden
yürüyerek, sonra şantiyeye girerek köprünün siluete
etkisini bizzat gözlemledi. UNESCO, İstanbul’u Dünya
Miras Listesi’ne alış gerekçesinde Süleymaniye
Camii’ni “İnsan dehasının emsalsiz bir başyapıtı ve
Osmanlı yapılarının en üst rütbesi” olarak
nitelemişti.
İBB’nin kurduğu ‘İstanbul Miras Komitesi’ heyete
yaptıkları sunumda daha önce istenen değişikliklere
uyularak köprünün pilonlarının ve kablolarının
yüksekliğinin azaltıldığını ve ayakların
boyutlarının indirildiğini belirtti. İBB, siluetin
bozulduğu endişelerine cevaben “Ulaşım sorununu
çözmemiz için köprü gerekliydi, artık renk ve
ışıklandırma dışında bir değişiklik yapılamaz’’
dedi.
ICOMOS
Türkiye heyetinden akademisyenlerse “Köprü üstün
evrensel bir değeri ortadan kaldıracak kadar kötü
tasarlandı. Sorun ışık ve renkle çözülemeyecek kadar
vahim. Bunu anlamak için teknik bilgiye gerek yok’’
diyerek görüşlerini bildirdi.
Tarih sırtından bıçaklandı
Eski ICOMOS Başkanı Dr. Cevat Erder de “
Kadir Topbaş UNESCO’yu ikna ettiklerini
söylemişti. Herhalde Kadir Topbaş’ın kendine ait bir
UNESCO’su var. Gördüğüm kadarıyla gidişattan hiç
mutlu değiller. Bu köprü en başından beri Belediye
Başkanı ve ofisinin yarattığı bir ürün. Ne uzmanlara
soruldu ne de ihaleye açıldı. Benim görüşüm bu
Tarihi Yarımada’nın sırtına bir bıçak saplamaktır,
darbe vurmaktır. Tarih bunu böyle yazacak’’ diye
konuştu.
Radikal, Haber: Elif İnce, 20.11.2012
******
UNESCO'YA KABARIK DOSYA
Haliç'in siluetini
bozan Metro Geçiş Köprüsü, Sulukule ve
Tarlabaşı'ndaki kentsel dönüşüm gibi eleştirilen
projeler, STK'lar tarafından UNESCO'ya şikayet
edilecek.
Sivil toplum kuruluşları, bugün İstanbul'da
toplanacak UNESCO heyetine İstanbul'da devam eden
kentsel projelerin olumsuz etkilerini anlatacak.
Toplantıda, İstanbul'da uygulanan projelerde sivil
toplumun katılımının engellenmesi ve projelerin
rekabete kapalı bir şekilde oluşturulması gibi
sorunlar gündeme getirilecek.
Kalyon Otel'de yapılacak toplantıda, Haliç Metro
Geçiş Köprüsü, Tarlabaşı'ndaki kentsel dönüşüm,
Sulukule'deki inşaatlar ve Taksim Yayalaştırma
Projesi öncelikli gündemler arasında olacak.
Toplantıya Europanostra, İCOMOS, İnsan Yerleşimleri
Derneği, Ulusal Ahşap Birliği, İstanbul SOS ve Taç
Vakfı katılacak.
Toplantıda İCOMOS Türkiye Milli Komitesi'nin
hazırladığı geniş perspektifli tarihi miras alanları
ile ilgili raporun UNESCO'ya sunulması bekleniyor.
Raporda, kentin genelini ilgilendiren projeler
hakkında sivil toplum ve meslek odalarının
görüşlerine kapalı olmakla eleştirilen İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın tutumu,
Haliç'in silüetini bozacağı belirtilen Haliç Metro
Geçiş Köprüsü ve diğer tarihi miras alanlarının
durumları yer alıyor. İstanbul İçin Bağımsız
Mimarlar Girişimi de tarihi miras alanları ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilgili
tesbitlerini UNESCO ile paylaşacak.
Mimarlar Girişimi'nden Korhan Gümüş, Taraf 'a
yaptığı açıklamada, Büyükşehir Belediyesi
yönetiminin kültürel mirasla ilgili evrensel
normları dış müdahale olarak algıladığını
belirterek, "Araştırma projelendirme faaliyetlerinde
tekelci bir mekanizma var. Bu da milliyetçilikten
besleniyor. Yönetim kültürel mirası tarih inşası
olarak algılıyor. Taklit cami inşası, restorasyon
işlerinin müteahhitlere verilerek belli bir kesimin
zenginleştirilmesi gibi konuları gündeme
getireceğiz" dedi.
Belediye UNESCO'yu yanılttı
Daha önce Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili
imza kampanyası başlatan İstanbul SOS da, bu kadar
büyük ölçekli kamusal bir projenin, uluslararası bir
yarışma yerine Kadir Topbaş ve nasıl seçildiği
bilinmeyen bir mimar tarafından tasarlandığını
belirtti. SOS yetkilisi Barış Altan, belediye
tarafından, 'UNESCO projemizi onayladı', 'UNESCO
projemizi beğendi' gibi gerçek dışı haberlerle
kamuoyuna yalan bilgi verildi. Biz de bu konuları
aktaracağız" dedi.
Taraf, 20.11.2012
******
İSTANBULLULAR
ANLATTI, UNESCO DİNLEDİ
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Kurumu (UNESCO) Dünya Miras Merkezi ve ICOMOS
(Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) ortak
heyeti, saha gezilerinden önce dün
İstanbul ’da sivil toplum kuruluşlarını
dinlendi. UNESCO Kültür Mirası Komitesi’nin
uzmanı Cüneyt Sorosh-Wali, bugün yapacakları
saha incelemelerinden önce STK’ları dinlemek
istediklerini belirterek, “Burada olma sebebimiz
Haliç Metro Geçiş Köprüsü
ile çeşitli yenileme ve
dönüşüm projeleri” dedi. Heyetin bugün ‘teftiş’
edeceği dünya mirası ve yenileme alanları
arasında Sulukule, Süleymaniye, Yenikapı dolgu
alanı, Avrasya Tünel güzergahı, Karasurları ve
Zeyrek bulunuyor. Toplantıya Mimarlar ve Şehir
Plancıları Odası ile İstanbul SOS, Sulukule
Platformu ve Europa Nostra gibi bir çok STK
katılırken ortak görüş, projelerde sivil
toplumun ve şehrin kullanıcılarının planlama
süreçlerine dahil edilmediği,
bilgilendirilmediği ve tepeden inme projelere
maruz bırakıldığı oldu. ICOMOS
Türkiye Milli Komitesi Başkanı
Doç.Dr.
Yegan Kahya ise, “Yenikapı dolgu projesinin
silüete getireceği zarara değinerek, “Üstün bir
evrensel değer olan Tarihi Yarımada
kaybediliyor” dedi. Doç. Kahya, Sulukule’deki
yenileme projesini de eleştirdi.
Radikal, Haber: Elif İnce, 21.11.2012
******
UNESCO VAKASI BİR
FIRSAT OLABİLİR Mİ?
Korhan Gümüş: UNESCO
Dünya Miras Komitesi ile 2004'te başlayan işbirliği,
aktif olarak bu süreçte yer alabilecek STK'ların
tasfiyesi ile sonuçlandı. Politika geliştirme,
yenileme kanalları kapatıldı. Tartışmalar sonuçlar
üzerine odaklandı, sorunların nedenleri göz ardı
edildi.
"UNESCO Dünya Miras
Komitesi ile 2004'te başlayan işbirliği, aktif
olarak bu süreçte yer alabilecek STK'ların tasfiyesi
ile sonuçlandı. Politika geliştirme, yenileme
kanalları kapatıldı. Tartışmalar sonuçlar üzerine
odaklandı, sorunların nedenleri göz ardı edildi"
diyen Korhan Gümüş,
bianet'te
yer alan yazısında "UNESCO
Vakası Bir Fırsat Olabilir mi?" sorusunun
cevabını arıyor.
***
Uluslararası sözleşmelerin siyasal dinamiklerle
ilişkisi insan bilimleri açısından anlaşılması son
derece zor, zor olduğu kadar da ilginç vakalarla
dolu. Gelişmeleri analiz edebilmek için siyaset
bilimciler, antropologlar, sosyologlar, psikologlar
ve tarihçilerin çoğu zaman vakaların ötesine
geçmeleri, yapısal nedenleri araştırmaları
gerekiyor.
Çoğu zaman insanbilimciler için değerlendirilmesi en
zor vakaların "şimdiki zaman"a ait olduğu söylenir.
Çünkü yaşanan anın bilgisi, olaylarda taraf olunması
vakayla ilgili kavrayışı etkiler. Örneğin geçen
yüzyılda, modernleşme sürecinde temsillerin
hiyerarşize edilmesi. Soylulaştırıcı bir şiddet
içeren bu yerine geçme ilişkisi felsefi düzeyde
sorgulanmış olsa bile siyasal alanda sanki geçmişin
bir devamı gibi algılandı ve kapitalizmin ve
milliyetçiliğin gelişmesinde etkili oldu. Böylece
sınıfsal asimetriyi gizleyen otoriter rejimler
güçlendi ve bunun bedeli de çok ağır oldu. Savaşlar
sonrası Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği
(AB) gibi uluslar arası örgütlenmeler yoluyla milli
inşa problematiğinin ötesine geçecek uluslar arası
platformlar ve sözleşmeler oluşturulmaya çalışıldı.
Türkiye'de de iktidar soylulaştırıcı bir mücadele
alanı olarak gelişti. Buradaki mücadele bu milli
siyasal semantiğin sınırları içinde gerçekleştiği
için uluslararası normlar bu eliti hep rahatsız
etti.
İnsan hakları, çevre, kültür mirasının korunması
gibi konulardaki uluslar arası sözleşmeler,
anlaşmalar çoğu zaman bir "dış müdahale" gibi
algılandı. Bu yüzden iktidarlar bir taraftan bu
platformlarda yer alma ihtiyacı duyarken, diğer
taraftan da kabul etmek zorunda kaldıkları normları
milli siyasetin içinde dönüştürme gayreti içinde
oldular. Bunun için de mümkün olduğu kadar bu
sınırlar içindeki aktörleri, araştırmacıları, bilgi
üretimini kendi kontrolleri altına alıp kamuoyunun
kendi yöntemleri ile oluşmasını amaçladılar. Bunun
için sığındıkları temel argüman, 19. yüzyıl
kapitalizminin en güçlü siyasal ideololjisi, temsil
iddiası, milliyetçilikti. Bu yüzden sınıfsal
asimetriyi gizleyen muhafazakarlık kapitalizmin
yarattığı yıkımı, sefaleti sorgulama değil, yeniden
üreten bir ideoloji halini aldı. Soylulaştırıcı
şiddeti gizledi. Uluslararası sözleşmelerden doğan
yükümlülüklerin iç piyasaya sürülürken "çakma"
normlarla değiştirilmesine hiç şüphesiz sayısız
örmek var. Ama bunlardan en ilginçlerinden birini de
kültürel mirasın korunması ile ilgili UNESCO
sözleşmeleri oluşturuyor.
UNESCO Dünya Mirası
Sözleşmesi ve yönetim sorunu
Türkiye 1982'de BM Dünya Mirası Sözleşmesini
imzaladı. Bu sözleşmeye göre Dünya Mirası Listesi'ne
alınan yerler ve anıtlar insanlığın ortak mirası
olarak kabul görüyor. 1985'te Türkiye'nin başvurusu
ile İstanbul Tarihi Yarımada'da dört bölge
(Sultanahmet Arkeolojik Alanı, Süleymaniye, Zeyrek,
Karasurları) listeye alındı. UNESCO Dünya Miras
Komitesi (DMK) ile 2004'ten beri sözleşme
koşullarına göre izleme süreci devam ediyor. Ancak
bu izleme sürecinin kültürel miras politikalarının
evrensel normlara göre geliştirilmesinde yeterli
olmadığını, iyi yönetilmediğini ve tıkandığı
söylenebilir. Yöneticiler Komite kararlarını ve
sözleşmeden doğan yükümlülükleri genellikle bir "dış
müdahale" olarak algılıyor. İstanbul için yaratacağı
çok aktörlü katılım mekanizmaları ile ve kültür
mirası politikalarının geliştirilmesi açısından bir
fırsat olabilecek bu ilişki değerlendirilemedi.
2004'te UNESCO'dan
ilk uyarı
2004'te DMK'den ilk uyarı geldi. Komite Direktör
Vekili Minja Yang, İstanbul'un listede yer alan
bölgelerinde sorunlar bulunduğunu, Karasurları'nın
restorasyon uygulamaları ile ve Süleymaniye ve
Zeyrek'teki sivil mimarlık eserlerinin yok
edildiğini, bu durumda listede yer almasının
tehlikeye girebileceğini açıkladı. 2006'da
Vilnius'ta toplanan Dünya Mirası Komitesi, İstanbul
ile ilgili bir eylem planı kararı aldı. O tarihten
bugüne kadar belli aralıklarla misyon ziyaretleri
gerçekleşti ve İstanbul'un durumu incelemeye alındı.
Bugüne kadar UNESCO misyonu ile gerçekleşen
görüşmelerde genellikle sorunlu konular gündeme
geliyordu. Kimi uzmanlar sorunlu konularda
açıklamalar yapıyordu, Bu hiç şüphesiz yerel
otoritelerle ilişkide asla olmayan bir kamusal alan
demekti. UNESCO görüşmeleri dışında İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ile STK'lar arasında başka bir
ilişki neredeyse kalmamıştı.
Ancak bu katılım da UNESCO'ya "şikayet" platformu
biçiminde gerçekleşiyordu. Buna karşılık kamu tarafı
da ilişkileri kendi belirleyebileceği bir sahaya,
kendi patronajı içindeki bürokratik mekanizmalar
çekiyordu. Bu "çakma" normlar üretme işi ise
iktidarlar tarafından bu bağımlı sistemin içinde yer
alan ayrıcalıklı piyasa aktörlerinin en "mümtaz"
temsilcilerine havale ediliyordu. DMK 'nin
görevlendirdiği misyon ile gerçekleşen görüşmeler ve
geçici olarak oluşan kamusal alan, bunun medyaya
yansımaları ise bu ikisi arasındaki sürtünmenin en
bariz ortaya çıktığı bir alan olma özelliği kazandı.
Kültürel mirasın
korunması için yükümlülükler demokratikleşme için
fırsat mı?
20 Kasım'da düzenlenen STK'lar ile misyonun özel
toplantısı ise ilk defa yeni tartışmalara sahne
oldu. Bu tartışmalarda sonuçlar üzerinden yapılan
değerlendirmelerin siyaseti yenileyebilecek maddi
temeller üzerinden, yani nedenleri üzerinden ele
alınması için öneriler getirildi. Bunlardan
birincisi kamusal kararlara katılım meselesinin daha
sistematik bir biçimde gündeme gelmesi, araştırma ve
proje hizmetlerinin yapılandırılmasındaki sorunlarla
ilişkili olarak ele alınmasıydı. Toplantıda
beklendiği gibi Haliç Metro Köprüsü ön plandaydı.
Ancak bu örnekten de hareketle, STK'lar tarafından
dile getirilen görüşlerde tartışmaların neden inşaat
aşamasında başladığı sorusu gündeme geldi. Kamu
tarafının araştırma, projelendirme, tasarım gibi
faaliyetleri müteahhitlik hizmetleri altında
yapılandırması, kendi patronajı altında
gerçekleştirmesinin karar süreçlerinin kapalı
olmasına yol açtığı dile getirildi.
Katılım meselesinin kararlar alındıktan sonra bir
bilgilendirmeden ibaret olmadığı, özellikle uzmanlık
faaliyetlerinin geliştirilmesi için gerekli olduğuna
dikkat çekildi. BM ve AB organlarının uyguladıkları
prosedürler açısından karar süreçlerinin arayüzünü
bağımsız kuruluşların oluşturmasının zorunlu
olduğunun altı çizildi.
İkinci konu, katılım sorunu ile de ilişkili olarak,
iletişim sorunun gündeme alınmasıydı. DMK'nin aldığı
kararların kamuoyuna doğru aktarılmadığı, kasıtlı
olarak basına birçok yanlış bilginin servis edildiği
söylendi. Örneğin Metro Köprüsü'ndeki Komite
kararlarının kamuoyuna farklı bir biçimde
yansıtıldığının gözlemlendiği ortaya kondu. İlginç
olan Miras Komitesi'nin bu konuda da bilgisinin
olmamasıydı. Görüşmelerin medyaya kapalı olması,
bağımsız bir izleme ağının bulunmaması iletişim
kanallarının tıkanmasına ve dezenformasyona yol
açtığı dile getirildi.
Kültür mirası
normlarının maddi temelleri: Sorunlar, ihtiyaçlar ve
öneriler
DMK ile 2004'ten beri izleme süreci devam ediyor.
Ancak bu izleme sürecinin kültürel miras
politikalarının evrensel normlara göre
geliştirilmesinde yeterli olmadığını, iyi
yönetilmediğini ve tıkandığı söylenebilir.
Yöneticiler Komite kararlarını ve sözleşmeden doğan
yükümlülükleri genellikle bir "dış müdahale" olarak
algılıyor. İstanbul için yaratacağı çok aktörlü
katılım mekanizmaları ile ve kültür mirası
politikalarının geliştirilmesi açısından bir fırsat
olabilecek bu ilişki değerlendirilemedi. Bu
işbirliği, aktif olarak bu süreçte yer alabilecek
STK'ların tasfiyesi ile sonuçlandı. Politika
geliştirme, yenileme kanalları kapatıldı.
Tartışmalar sonuçlar üzerine odaklandı, sorunların
nedenleri göz ardı edildi.
Haliç Metro Köprüsü projesinde yönetim itiraz eden
çevrelerin köprünün yapılmasını uzun bir süre
engellediklerini, bu hattın 1 milyon kişiye hizmet
vereceğini, zaman kaybının halka zarar verdiğini
ifade ediyordu. Bir proje geliştirme sürecinin
olumlama veya olumsuzlama sembolizmi içinde
tartışılması sözkonusuydu. Tasarım sürecinin kapalı
bir çevrede cereyan eden tartışmalara indirgenmesi,
uygulama aşamasında tartışılması, uzmanlık
hizmetlerinin yapılandırılmasındaki sorun, sürecin
fikir üretimine ve katılıma açılmaması önemli
sorunlar ortaya çıktı. Süleymaniye, Sulukule,
Ayvansaray, Balat gibi semtlerdeki kentsel dönüşüm
projeleri tartışıldı ama İstanbul'daki BM Habitat
Zirvesi sonrası UNESCO ve Avrupa Komisyonu desteği
ile gerçekleştirilen Fener-Balat Rehabilitasyon
Projesi bir pilot uygulama olarak
değerlendirilemedi. AKB programında yer almasına
rağmen bir gelişme sağlanamadı.
Yenikapı'daki Marmaray transfer merkezinin
programlama ve projelendirme sürecinin AKB 2010
desteği ile Tarihi Yarımada Yönetim Planı'nın bir
mikrobölgeleme örneği olarak, bir uygulama alanı
olarak değerlendirilmesi mümkünken, bu fırsat
kullanılamadı. Bu alanla ilgili dolgu alanı projesi
kapsam dışı değerlendirildi. Dünya Miras Listesi'nde
yer alan Karasurları'nda da benzer bir
mikrobölgeleme çalışması AKB programında yer alırken
bu fırsat kullanılamadı. Yıllarca ihale ile
araştırma, danışmanlık, proje hizmetleri alındı.
Surlardaki uygulamalar büyük tahribatlar
gerçekleştikten sonra durduruldu, buna karşılık bu
geçen süreçte yeni bir deneyim üretilemedi. Dünya
Miras Komitesi ile kurulan ilişkide kültür mirasının
korunması konusunda kalıcı gelişmeler sağlanamadı.
İstanbul'da kamu tarafı STK'ları sürece aktif olarak
katmamakta. Sözü edilen uygulamalarda araştırma ve
proje işleri ihale sistemi ve müteahhitlik
hizmetleri içinde geliştirilmekte. Bilim
çevrelerinin yalnızca danışmanlık yapmaları, piyasa
aktörleri ve müteahhitlik hizmetleri altında görev
yapmaları AB normları ile açık bir çelişki içeriyor.
Kamu yönetimleri uluslararası normları dayatma
olarak algılamakta. Bu normların bir elitin
ayrıcalık elde etme talebi olarak algılanması, bilim
çevrelerinin de kendi kamu yararını temsil eden bir
çıkar grubu olarak konumlandırılması ve katılıma
kapatılması kültür mirasını koruma politikalarının
oluşumunu engelliyor. Bu meselenin yalnızca
yönetimin bir sorunu olarak değerlendirilmesi
yerine, süreçte yer alan aktörlerin katılım biçimi
ile ilgili yöntemsel sorunlara işaret ettiği
söylenebilir. BM formatı içinde STK'ların bağımsız
bir iletişim ağı oluşturması, bağımsız olarak
muhatap alınmaları olağan. Bu nedenle önümüzdeki
sürecin bir politika yenileme fırsatı olarak yeniden
değerlendirilme potansiyeli taşıdığı söylenebilir.
Yapı, 22.11.2012
|
TAM BİN 800 YILLIK!

Mersin’in Tarsus
İlçesi’nde semt pazarı temel kazısı sırasında
rastlanan Roma dönemine ait 1800 yıllık tarihi
kalıntılar arasında insan figürlü taban mozaiği
bulundu.

Eski Ömerli Mahallesi’nde yürütülen kurtarma
kazılarında antik çeşmeye ait 6 boru ile 2 havuzcuk
ve kemerli su tünelleri, çok sayıda pişmiş toprak
kap, tıbbi aletler, heykel figürleri, kandiller
bulunmuştu. Son olarak tarihi alanda yapılan
kazılarda 5 insan figürlü taban mozaiğine ulaşıldı.
Arkeologların ön incelemesinde mozaiğin Roma
dönemine ait olduğu saptandı.

Çalışmaların sürdürüldüğünü söyleyen Tarsus Müze
Müdürü Mehmet Çavuş, 2 panodan oluşan toplam 5
insanın yer aldığı mozaiğinin 2’inci yüzyıla ait
olduğunun tahmin edildiğini ifade ederek, "Roma
dönemine ait sarnıç yapısının ortaya çıkmasıyla
birlikte müdürlüğümüz burada çalışma başlattı.
Kurtarma çalışmaları kapsamında Sarnıç yapısının
doğu cephesinde Roma dönemine ait saray hamam veya
bir villaya ait olduğunu tahmin ettiğimiz zemin
mozaiği ile karşılaştık. Üzerinde güneş saati
figürüne de rastladık" dedi.
Vatan, Haber: Tolunay
Duman, 20.11.2012
|
KÖYLÜ DİRENİYOR, ANTİK
KENT ORTAYA ÇIKMIYOR

Antik Attuda Kenti
üzerine kurulu olan Denizli Hisar Köyü’nün, Kültür
ve Turizm Bakanlığı ile mücadelesi sürüyor.
Köyün üzerine kurulu
olduğu alan bakanlık tarafından 1982′de SİT ilan edildi. Köyün SİT alanı ilan edilmesiyle, bir tek çivi bile çakılamazken, buradaki eski taş evler ve antik kent koruma altına alındı. Bu nedenle köylüler, evlerine tadilat yapamadı, yollar yenilenemedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2005′te köyün 2 kilometre ilerisindeki Çamlar
Mevkii’ne taşınmasına karar verdi. Bu nedenle
Çamlar’daki köylülere ait tüm tarlalar istimlak
edildi. Kamulaştırma sırasında köylünün yaklaşık 40
dönümlük arazisine dönümü 500 liradan ücret ödendi.
Hazırlanan örnek
projeyle bu bölgeye tek tip evlerin yapılması
istendi. Üzerine ev kurulacak olan arsaları ise
dönümü 5 bin liradan köylülere geri satıldı. Ayrıca
köylülere ev yapımı için iki yılı ödemesiz 8 yıl
vadeli 33 bin lira kredi verildi. Ancak köylülere,
terk edecekleri evlere hiçbir ücret ödenmedi.
Çamlar Mevkii’nde tek
katlı tamamlanan 10, yapımı süren ise 42 yeni konut
bulunuyor. 80 hanelik köyden sadece 8 hane bu yeni
yerleşim alanına taşındı. Köylülerin büyük çoğunluğu
ise antik kent üzerine kurulu köyde yaşamayı
sürdürüyor. Hisar Köyü Muhtarı Metin Yaylalı,
köylülerin taşınmama konusunda direneceklerini
belirterek, ‘Biz haksızlığa uğradık. Kendi
arazilerimizi on katından geri almak zorunda
bırakıldık’ dedi.
Akşam, 19.1.2012
|
UYUYAN GÜZEL DUVARDAN ÇIKTI
 
Metropolis antik kentinde 22 yıldır sürdürülen
kazı çalışmalarında, sur duvarına gömülmüş başsız,
giyimli bir kadın heykeli ortaya çıkarıldı.
Günümüzden yaklaşık 1000 yıl önce inşa edilen
kale duvarlarında yapı taşı olarak kullanılan
mantolu kadın heykeli, 2 metrelik boyu ile
Metropolis’in Geç Hellenistik dönemdeki zenginliğini
ve görkemini gözler önüne seriyor. Metropolis antik
kentindeki yazıtlar, kadın heykelinin, Metropolis’te
yöneticilik yapmış kadınlardan birine ya da antik
kent meclislerinin koruyucu figürü Hestia’a ait
olabileceğini gösteriyor. 1990’dan bu yana Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Trakya Üniversitesi işbirliği,
Sabancı Vakfı, MESEDER (Metropolis Sevenler Derneği)
ve Torbalı Belediyesi desteğiyle sürdürülen
kazılarla gün ışığına çıkarılmaya çalışılan
Metropolis antik kenti, Torbalı İlçesi'ne
bağlı
Yeniköy ve Özbey köyleri arasındaki bir tepede
bulunuyor. Tarihi neolitik çağdan Osmanlı tarihine
kadar uzanan Metropolis’te bugüne dek yapılan
kazılarda antik tiyatro, peristyl evler, sütunlu
galeri, meclis binası, iki Roma hamamı,
spor salonu, devlet agorası, dükkanlar, genel
tuvalet, sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan
yapılar ve mekanlar bulundu. Elde edilen eserlerse,
İzmir Tarih ve Sanat, İzmir Arkeoloji ve Selçuk
Efes müzelerinde sergileniyor.
Hürriyet, 19.11.2012
******
2 BİN 500 YIL
ÖNCESİNİN KADIN YÖNETİCİSİ
Antik Metropolis'in
uyuyan güzeli gün ışığını gördü. Başsız kadın
heykelini bin yıllık kale duvarları saklıyormuş. 2
metrelik görkemli kadın heykeli bin yıl önce inşa
edilen kale duvarlarında "taş" olarak kullanılmış.
Geç hellenistik döneme
ait kadın heykelinin, metropolis’te yöneticilik
yapmış kadınlardan birine ya da
antik kent
meclislerinin koruyucu figürü hestia’a ait
olabileceği düşünülüyor.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve
Trakya Üniversitesi
işbirliği,
Sabancı Vakfı,
MESEDER (Metropolis
Sevenler Derneği)
ve Torbalı Belediyesi desteğiyle 22 yıldır
sürdürülen Metropolis Antik Kenti kazı
çalışmalarında yeni eserler gün ışığına çıkarılmaya
devam ediyor.
2012 kazı
çalışmalarında, sur duvarına gömülmüş başsız,
giyimli bir kadın heykeli ortaya çıkarıldı.
Günümüzden yaklaşık 1000 yıl önce inşa edilen kale
duvarlarında yapı taşı olarak kullanılan mantolu
kadın heykeli, 2 metrelik boyu ile Metropolis’in Geç
Hellenistik dönemdeki zenginliğini ve görkemini
gözler önüne seriyor.
Metropolis antik kentindeki yazıtlar, kadın
heykelinin, Metropolis’te yöneticilik yapmış
kadınlardan birine ya da Antik Kent Meclislerinin
koruyucu figürü Hestia’a ait olabileceğini
gösteriyor.
Kadın heykeli, Geç Hellenistik Çağın en iyi korunmuş
nadir örneklerinden birisi olan
Meclis Binasının
ortasından geçen sur duvarının içinde yüzyıllardır
gün ışığına çıkarılmayı bekliyordu. Surun iki
tarafından da görülebilen heykel, bir taraftan
mermer bir taş parçasını, diğer taraftan ise bir
heykelin boyun kısmını andırmakta ve birbirinden
ayrı iki parçaymış izlenimini uyandırmaktaydı.
Günışığına çıkarılan kadın heykeli, arkeoloji
meraklılarıyla buluşmak üzere İzmir Arkeoloji
Müzesi’nde sergilenecek.
Kazı Başkanı Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Serdar Aybek, konuyla ilgili
yaptığı açıklamada "Kale duvarlarında bulduğumuz,
Metropolis Meclis Yapısına ait olan bu heykel ile
birlikte, yapının sunakları, mimari bloklar ve
yazıtlar yapı taşı olarak kullanılmıştır. Arkeolojik
kazılar sırasında sur çevresinde bulmuş olduğumuz
çok sayıda heykeli İzmir Müzesi’ne taşıdık." dedi.
Sabancı Vakfı
Genel Müdürü Zerrin
Koyunsağan, kazı çalışmalarında bulunan kadın
heykelinin Metropolis antik kentinde yöneticilik
yapmış bir kadına ait olma ihtimalinin heyecan
verici olduğuna dikkat çekerek "Binlerce yıl önce
kadınların toplumda önemli görev ve roller
edinmelerinin, kent yönetiminde söz sahibi
olmalarının çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bu
heykelin bir kadın yöneticiye ait olma ihtimali
oldukça heyecan verici… Sabancı Vakfı olarak
toplumsal
cinsiyet konusunda
ülkemizde önemli çalışmalar üstleniyoruz. Destek
verdiğimiz Metropolis kazılarında ortaya çıkan bu
kadın yönetici heykelini de, Vakfımızın
çalışmalarıyla örtüşmesi açısından ayrıca anlamlı
buluyoruz" diye konuştu.
METROPOLİS
HAKKINDA
1990’dan bu yana sürdürülen kazılarla gün ışığına
çıkarılmaya çalışılan Metropolis Antik Kenti,
Torbalı İlçesi'ne bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri
arasındaki bir tepede bulunuyor. Metropolis’in
tarihi, kentin yakınlarındaki Neolitik Çağ’daki ilk
yerleşim izlerinden Klasik Çağ’a, Hellenistik
Çağ’dan
Roma ve
Bizans dönemlerine,
Beylikler ve
Osmanlı tarihine
kadar uzanıyor.
Bugüne kadar yapılan kazılar sonunda Antik
Tiyatro, Peristyl
Evler, Stoa (Sütunlu Galeri), Bouleuterion (Meclis
Binası), biri büyük diğeri küçük iki Roma Hamamı,
Gymnasion (Spor Salonu), Devlet Agorası, Dükkanlar,
Genel Tuvalet, Sokaklar gibi antik kent dokusunu
oluşturan yapılar ve mekanlar bulundu.
Ayrıca bu mekanların kazı çalışmaları sırasında
seramik, sikke, cam, mimari parçalar, figürler,
heykeller,
kemik ve fildişi
eserler, pithos (depolama küpü) ve birçok
Hellenistik Dönem seramikleri ile
maden eserlerden
oluşan 10 binin üzerinde
tarihi eser gün
yüzüne çıkartıldı. Kazılarda elde edilen eserler,
bugün İzmir Tarih ve
Sanat, İzmir
Arkeoloji ve
Selçuk
Efes müzelerinde
sergileniyor.
Posta, Haber: Mustafa
Erdoğan, 19.11.2012
|
BAŞBAKAN ERDOĞAN EĞRİ MİNAREYİ DÜZELTEBİLİR Mİ?
Bir projeyi daha doğarken öldürmek ve
itibarsızlaştırmak böyle birşey olmalı... Son
günlerde yaşanan bir tartışma bana, Mimar Sinan'ın
karşılaştığı bir sorunu hatırlattı.
Çamlıca'ya yapılması düşünülen camiden söz
ediyorum...
Bana göre jüri,
etkisi gelecek kuşaklara
kadar uzanacak tarihi bir hata yaptı.
Uygulanacak projeyi
daha baştan yıprattı.
Yarışmaya katılan
projelerden hiçbirine
1.'lik
vermemek suretiyle, sadece
şimdiki değil, gelecek kuşaklar tarafından
kendilerine yapılacak eleştiriyi de daha baştan
savuşturma derdine düştü.
Gelecekte kendilerine yapılacak eleştiriler
karşısında; “Biz zaten birinciliğe layık
eser bulamamıştık. Görevimiz bize ulaşan
projeleri
değerlendirmek ve aralarında bir
değerlendirme yapmaktı.
İkinciliğe uygun görülen eserin
Çamlıca tepesine uygulanması da bizim fikrimiz
değildi” deme fırsatı buldu.
Ben çok uzun yıllardır Çamlıca
tepesinde oturuyorum.
Bu nedenle objektif kalma adına, Çamlıca
tepesine uygulanması düşünülen cami
projesi konusunda
lehte veya aleyhte bir yazı
yazmama kararındayım.
Bu yazı,
uygulanması düşünülen proje
hakkında olumlu yada olumsuz bir
değerlendirme yapmaktan öte,
üniversitede “algı yönetimi”
dersi veren bir hoca olarak, eski
parayla 100 trilyon lirayı geçmesi öngörülen
proje konusunda daha baştan
nasıl bir algılama hatası yapıldığına
dikkat çekmektir.
Jürinin 1.'liğe
layık görmediği bir projeyi,
“Cumhuriyet Tarihinin en önemli
projesi” diye kamuoyuna ve
gelecek kuşaklara lansmanını yapmak ne kadar
şık düşer?
Hazırlanan
proje bu kadar
değerli ise, jüri neden birinciliğe
layık görmez,
eğer proje birinci olacak şekilde mükemmel
değildiyse, neden apar topar uygulanması
düşünülür?
Başbakan Erdoğan'ın “İstanbul'un
her yerinden görülecek” diyerek
tanımladığı caminin yapımı için İstanbul
Cami ve Eğitim Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma
ve Yaşatma Derneği'nce bir proje yarışması
düzenlendi. 62 çizim derneğe teslim edildi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal
Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali Kahraman'ın
başkanlığını yaptığı ve çoğunluğu TOKİ
mimarlarından oluşan 7 kişilik jürinin
birinciliğe değer bir proje bulamadığı
açıklandı.
Birincilik ödülü olan 300 bin lira sahipsiz
kalırken, ikinciliğe layık görülen iki proje
sahibi toplam 225 bin lira ödül kazandı.
Dernek Başkanı Ergin Külünk,
Başbakan Erdoğan'ın projeyle ilgili
değerlendirmede bulunup bulunmadığına ilişkin
soruya, “Sayın Başbakanımız çok yoğun. Büyük
ihtimalle herkes gibi medyadan öğrenecek ve
beğenmiş olacaktır” cevabını vermiş.
Başbakan Erdoğan iddialı bir
insan.
Jürinin birinci olacak kadar değerli
bulmadığı eserin Çamlıca tepesine uygulanmasının
içine sinip sinmeyeceğini, bu projenin arkasında
nasıl duracağını merak ediyoruz.
Eğer ikinci gelen proje Çamlıca tepesine
uygulanacaksa, keşke daha sonuçlar ilan
edilmeden bu proje 1. olarak belirlenseydi ve
kamuoyu öyle bilseydi.
Caminin inşaatı tamamlandığında ülkenin ve
dünyanın dört bir yanından gelen insanlar
tarafından ziyaret edilirken,
“birinciliğe layık eserin görülmediği yarışmada
bu proje ikinci olmuştu” denmesi
tarihe nasıl bir not düşmek olur.
Jürinin bizzat kendisi açıkladığı sonuçlarla
ikinci gelen projeyi daha baştan
değersizleştirmiş,
bir algı olarak,
Çamlıca tepesine daha baştan ikinci sınıf eserin
uygulanacağını bir bakıma ilan etmiştir.
Jüri tarafından birinci olacak şekilde dört
dörtlük algılanmayan proje uygulanma aşamasına
geçilirse, Başbakan Erdoğan'ın projeye
sahiplenmesi eserin değerini 1. olmuş
kategorisine yükseltir mi, zihinlerde oluşan
birinciliğe layık görülmeyen eser
algısını değiştirir mi?
Bu durum bana, Mimar Sinan'ın karşılaştığı ve
hemen herkesin bildiğini düşündüğüm olayı
hatırlattı.
Selimiye Camii'nin yapımı sürerken, Mimar
Sinan cami yakınında oynayan çocuklardan birinin
arkadaşına, “şu soldaki minare eğri
yapılmış...” dediğini duyar.
Mimar Sinan hemen çocuğun yanına giderek,
“Göster bakalım hangi minare eğri olmuş”
der.
Hemen ustalara dönerek, “çabuk bana bir halat
getirin...” der ve çocuklar
“tamam düzeldi”
deyinceye kadar çektirir.
Sinan ardından ustalara döner ve
“Biz
minarenin eğriliğini çocukların gözünde
düzeltmeseydik, yaptığımız bu muhteşem esere
gölge düşer ve bu güzel caminin adı eğri
minareli cami olup çıkardı...” der..
İşin özeti şu:
Eğer ülke içinde veya dünya çapında yeni bir
yarışma açılıp birinci seçildiği ilan edilen bir
proje Çamlıca tepesine uygulanmazsa, ya da
ikinci olduğu iddia edilen projeden vazgeçilip
başka bir proje hayata geçirilmezse
(daha
şimdiden adını koymuş olalım),
“Birinciliğe layık görülmeyen eser Çamlıca
Tepesi'nde cami olarak inşa edildi”
şeklinde bir algı oluşacak ve orayı gezen
herkes,
“acaba birinci seçilen bir
eser uygulansaydı kimbilir nasıl olurdu?”
demekten kendini alamayacaktır.
Yaklaşık
8 önce
(6 Şubat 2005 tarihinde) Tercüman
gazetesinde,
“İstanbul'a sembol
arama cahilliği...” başlıklı yazı
kaleme almıştım.
Yazıda,
“Kendinden önce inşa edilen
eserleri geçemeyen, onların kötü bir takliti
olmaktan öte bir anlamı olmayan herhangi bir
proje nasıl olur da ‘İstanbul'un sembolü'
şeklinde yansıtılma iddiasında bulunur,
anlamak güç...” tespitinde bulunmuştum.
İlginç bir tecrübe (!)
Yazı biraz uzadı ama, kaldı ki bu satırların
yazarı, birincisi ilan edilmeyen yarışmada
ikinci olmuş hoş bir tecrübeye de sahiptir.
Beni tanıyanlar bilir. Herhangi bir konuda
ekstra bir paraya ihtiyacım olursa, çeşitli
konularda açılmış bilimsel yarışmalarına katılma
adetim vardır. Allah'ın izniyle girer ve alırım.
1999 yılı başında uzun süreliğine ABD'ye
giderken, okullar tatile girdiğinde gelmeleri
için son anda eşimi ve çocuklarımı da götürmeye
karar vermiştim. Bu nedenle ekstra kaynağa
ihtiyaç duymuştum. Apar topar, her yıl verilen
Milliyet Ödülleri yarışmasına
katıldım. Araştırma konusu
“Türkiye'nin Sorunları” olan dalda
“Türkiye'de Siyasi İstikrar Nasıl
Sağlanabilir?” başlıklı bir
çalışma hazırladım.
Fazla vaktim yoktu. Zaten yarışmada ikinciye
verilecek ödül ihtiyacımızı karşılamaya
yetiyordu. İkinci olabilecek ölçüde bir çalışma
hazırladım ve yarışmanın son başvuru tarihinden
2 ay önce teslim ettim. Ardından ABD'ye gittim.
Daha sonraki günlerde ABD'ye gelen Muhterem
Fethullah Gülen'le Pensilvanya'da bir ara sohbet
ederken, Milliyet'in yarışmasına katıldığımı ve
ikincilik beklediğimi, kazanmam halinde okullar
kapanınca çocuklarımı da getireceğimi
söylediğimde tebessüm etti ve
“inşaallah kazanırsın” dedi. O
sırada yanımda bulunan arkadaşım Mustafa Yılmaz,
“sıralamaya varıncaya kadar söyledin, ya
olmazsa...” dedi.
“Olacak
inşaallah” dedim.
Yarışma sonucu Nisan ayı başında
açıklandığında, birinciliğe layık eser
bulunamayan yarışmada ikinci oldum. Kazandığım
ödülle de aile fertlerimi 1999 yılı Mayıs
sonunda Boston'a getirdim.
Şunu anlatmak istiyorum:
Eğer Milliyet yarışmasında o yıl birinci
olsaydım, Milliyet yarışmalarına olan güvenimi
kaybederdim. Gözümde yarışmanın ciddiyeti tüm
itibarını yitirirdi. Çalışmam ancak ikinci
olabilecek düzeydeydi ve öyle de oldu.
Birinciliğe layık eser yok değerlendirmesi ile
birinciliğin boş bırakılıp benim çalışmamın
ikinci ilan edilmesi benim açımdan hoş bir
hatıra oldu.
İkinci olmanın ihtiyacımı karşılayacağı ve
ancak o kalitede hazırladığım bir çalışma ile
ikinci olmak nasıl ki Milliyet Ödülleri'ne olan
saygımı pekiştirmişse, eğer bir iddia ile
hazırlandığı halde
birinci seçilemeyen
proje Çamlıca tepesine uygulanırsa, inşa
edilecek camiye yönelik kamuoyu algıları da o
ölçüde hasar görecek ve sürüp giden tartışmalar
yapılması düşünülen eseri de yıpratacaktır.
Başbakan Erdoğan'ın ikinci seçilen eseri
sahiplenmesi bu algıyı pek kolaylık
değiştirmeyecektir.
Dilerim farklı bir proje uygulanır da,
birinci olamayan eser inşa edildi denilmez.
Bizden söylemesi...
Haber 7, Yazı:
Prof.Dr. Osman Özsoy,
19.11.2012
******
GEÇMİŞİN KÜLTÜR DEĞER VE MİRASLARIYLA YARIŞILMAZ
Kim, Fransa'da Notre Dame'dan daha büyük bir
katedral yapılmasını hayal edebilir? Ya da,
Milano'daki Duomo'dan daha haşmetlisini aklından
geçiren, bu konuda ülke yönetiminden talimat alan
bir mimar var mıdır? Veya hangi İngiliz siyasetçi
Katolik Westminster Katedrali'ni de aşabilecek bir
anıtsal yapıyla kafasını meşgul eder? Kölner Dom'u
gölgede bırakabilecek bir katedral yapılması örneğin
Merkel'e önerilse hanımefendi acaba ne düşünürdü?
Cambridge ve Oxford'daki üniversiteleri oluşturan
bölümlerle mimari olarak didişmek ne kadar anlamlı
olurdu? Ya da Taj Mahal'i benzerinin daha irisini
yaparak aşmaya çalışmak…
İstanbul'un her yerinden görünebilecek devasa bir
Cami projesi tartışmasında 'en büyük ve en
gösterişli' olanın arayışı içindeyiz. Projeleriyle
'Bu işte biz de varız!' diyen mimarlar da, sanki
Osmanlı ve Selçuklu'nun yüzakı olan dev mimari
eserlerle yarışmak zorundaymış gibi, kendilerine
ölçü olarak asla ve kat'a aşamayacakları örnekler
üzerinden yola çıkmışlar ve mesele de açıkçası pek
tuhaf bir yere gelip dayanmış. Ortada birinciliğe
layık bir proje yok. 'Sıradaki' diğer projeyle
başbaşa kalmış durumdayız.
Dücane Cündioğlu, Cuma gecesi A Haber'de Haşmet
Babaoğlu ve Selahattin Yusuf'un konuğu olduğu 'Kaçış
Planı' adlı programda çok net olarak ifade etti:
'Ehven-i şerr, şerrin en kötüsüdür. Çünkü şerrin
gerçeklik kazananıdır. Kötünün gerçekliğe
dönüşebilenidir'.
Sonra da tuttu ve 'Simyacı' adlı romanda konu
edilen o güzel meseli anlattı. Kralın eline
tutuşturduğu içi yağ dolu kaşıkla sarayını gezmesini
istediği çobanın hikayesini... Sarayı görmek
isteyince kaşıktaki yağı döken, dökmemeye
çalıştığında da sarayı temaşa edemeyen çobanı.
Dücane Cündioğlu Çamlıca'ya yapılacak camiinin
'cesametinden' çok, 'zarafetine' özen
gösterilmesinin altını çizerek, siyasi iradeden
güzelin değerine sahip çıkarken kaşıktaki yağı
dökmemelerini istirham etti.
Benim derdim de ne cesametle ne de zarafetle.
Benim meselem, mirası aşıp üste çıkma güdüsüyle
nereye varılmak istendiğini anlayabilmekle... Bir
eserin klasikleşmesi sadece mimari bir olay
değildir. Bir dünya görüşü ve duruşu meselesidir. O
halde ille tarihe geçecek bir mimari eser bırakmak
istiyorsanız, dünyaya hangi mesajı hangi dünya
görüşü ve duruşu üzerinden vereceğiniz hakkında
sağlam bir zemine basıyor olmanız gerekir. Yoksa
Vatan ve Millet caddelerini hizalamış DP
yöneticileri gibi fonksiyonel, bu yüzden de kalıcı
olmayan görselliklerle anılmak sizin için mukadder
olur.
Öte yandan'Projenin günümüzden geleceğe mesaj
veriyor olması lazım. İstanbul gibi binlerce yıllık
bir şehirde, böyle bir anıt 50-60 günde
projelendirilecek bir yapı değildir. Dünyanın her
tarafından uzmanların katılacağı, uluslararası bir
yarışma açılabilir' diyen Mimar Sinan Genim'in
açıklamalarına da kulak vermemiz lazım.
Çamlıca'ya yapılacak cami için Sultanahmet
Camii'nin bir benzerini projelendiren iki mimar
hanımefendinin, Bahar Mızrak ve Gül Totu'nun Dücane
Cündioğlu'nun ve mimar Sinan Genim'in kaygılarını
anlayacaklarını ve hatta projelerini geri çekmeyi
düşünebileceklerini umuyorum.
Sultanahmet Camii'nin replikası, ancak
Miniatürk'te olur; Çamlıca'da değil. 'Orijinali mi
yoksa taklidi mi?'... Bu bahse girildi mi içinden
çıkması zordur? Bu ikilem üzerine söylenen ne kadar
vecize varsa taklidi yerin dibine batırmaz mı?
Geleceğe maziyle yarışarak ya da kopyalayarak
değil, ilham alınarak ve üzerine günümüzden katma
değer getirilerek yürünür.
Sultanahmet Camii'nin mimarı Sedefkar Mehmet
Ağa'yı mezarında rahat bırakalım.
Yeni Şafak, Yazı: Ali Saydam, 20.11.2012
******
DAĞ FARE DOĞURDU
Yazık… Çok yazık…
Yarına, çağdaş
Türkiye’nin dini mimarisinden hiçbir eser
kalmayacak. 100 sene sonraki mimarlık
tarihçileri, bu dönemden yoz bir dönem olarak
söz edecek.
Efendim, Çamlıca
tepesine yapılacak ve İstanbul siluetine yeni
bir katkı sunacak cami projesinden bahsediyorum.
İki mimar hanım kız,
bilgisayarlarının başına geçmişler, Sultanahmed
Camiinin büyütülmüş bir kopyasını çizmişler. O
kadar ki, tam ve yarım kubbeler düzeninden tutun
da ana kitlenin dört köşesine üçer şerefeli dört
minare ve avlunun iki köşesine ikişer şerefeli
iki minareyi kondurana kadar, bu XVII. asır
şaheserini kopyalamışlar. Evet kopyalamışlar.
Bunu sadece ben söylemiyorum. Mimar Doğan Tekeli
de ‘’Anafikri itibariyle Sultanahmed Camii’nin
yüzde 90 kopyası’’ diyor.
Üstelik cami
projesine birtakım temalar monte etmişler.
Minare boyları, ne alakası varsa 1071 Malazgirt
zaferinden mülhem 107,1 metre olacakmış. (Kubbe
ile minare arasındaki ilişki oranlarını boş
verin gitsin). Ana kubbenin çapı İstanbul’un
trafik plakasından mülhem 34 metre olacakmış.
(Demek ki İzmir’de yapılsa çap 35 metre olacak
da Ankara’daki kubbe 6 metre çapı ile pek küçük
kalacak). Kubbenin zeminden yüksekliği,
İstanbul’da 72 buçuk millet yaşadığından 72
buçuk metre olacakmış. (İstanbul’da 72 tam
millet yaşıyormuş da, buçuk millet kimlermiş
acaba? Her halde bu çirkinliğin, yaptıkları
ırkçılığın farkında değiller).

Şaka bir yana, demek
ki kitlenin mimarisine mimari oranlar değil,
böylesine gayri mimari fantezi ölçüler
hükmedecek.
Ne demişti Sakallı
Celal? ‘’Bu kadar cehalet ancak tahsille
mümkündür’’. Tabii ki bu bozuk oranlarla
orijinal caminin sadece kopyası değil, kötü bir
kopyası yapılmış oluyor. Eyyy Sedefkar Mehmed
Ağa! Bunları görebilseydin eğer, her halde
hırsından mezarında ters dönerdin.
İyi niyetlerinden
şüphe etmediğim mimarlara bu kadar yüklenmek
yeter. Çünkü bu yarışmanın sorumlusu sadece
mimarlar değil. Sorumluluk jüride ve jüriden de
evvel, kanun nizam dinlemeyen organizasyondadır.
Bir kere mimari
proje yarışması Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
ve Mimarlar Odası yönetmelikleri kaale alınmadan
yapılmıştır. Esasen, şartnamenin gösterdiği
hedeften rahatsız olan bazı jüri üyeleri istifa
etmişlerdi. Projeleri inceleyen jüri üyelerinin
ise seçim için iki arada bir derede kaldıkları
anlaşılıyor. Bir kere nedendir bilinmez, birinci
gelen bir proje seçmiyorlar. Birincisi olmayan
yarışma iptal edilir. Bu bir.
İkinci ve üçüncü
projelerde, biri geleneksel, diğeri çağdaş olmak
üzere ikişer proje seçiyorlar. Demek ki ya
aralarında anlaşamadılar, ya da ne şiş yansın ne
kebap misali işin içinden sıyrılmaya baktılar.
Uzun lafın kısası, kararı yöneticiye bıraktılar.
Bu da iki.
Sonunda koskoca
İstanbul metropolünün önemli yapısını seçme
işini Üsküdar Belediye Başkanının boynuna
yükleyiverdiler. Böyle jüri üyeliği olmaz.
Olay, baştan aşağı
fiyaskodur.
Sayın yöneticiler!
Ne olur, bu kendi fikrine güvenmeyen, kararsız
jüriyi yok sayın ve yol yakınken vazgeçin bu
projeden. Çünkü inanın ki yapılan bu proje
çalışmaları, sadece Türk mimarlığına değil,
beraberinde Türk kültürüne de vurulmuş bir
darbedir. Tekrar ediyorum, bu proje, yarınımıza
kalacak bir proje değildir.
Peki, ne yapalım?
Ülkemizde Doğan
Kuban ve Doğan Tekeli gibi çok şükür ki hayatta
olan iki değerli mimar var. Birisi Osmanlı
mimarisini en iyi bilen ve yorumlayan, diğeri
çağdaş Türk mimarisini en iyi bilen ve
yorumlayan iki değer. Bu iki mimar, tahkim
heyetlerinde olduğu gibi kendileri ile çalışacak
bir üçüncü mimarı seçsinler. Bu üç mimar,
projeleri yeniden gözden geçirsin ve tek bir
projeyi birinci seçsinler.
Seçtikleri projeyi,
proje müellifi ile beraber geliştirsinler. Yapım
döneminde de ilgilerini devam ettirsinler.
Aklıma başka bir
çıkar yol gelmiyor.
Kent Haber, Yazı:
Yılmaz Ergüvenç, 20.11.2012
******
"BİR DOLU ÇAMLICA CAMİSİ VAR İSTANBUL'DA..."
Çamlıca Camisi yarışmasında dernek tarafından
yapılması için tercih edilen proje geniş yankı
bularak tartışılıyor… Korhan Gümüş, Ersen Gürsel,
Doğan Hasol, Doğan Kuban, Bülent Özer ve Doğan
Tekeli'den aldığımız görüşler yalnızca camiye
ilişkin değil Çamlıca’da cami yapılması fikri ve
bunun yaşama geçirilmesi sürecindeki sorunlara
işaret ediyor.

Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın
“İstanbul’un her yerinden görülecek” tanımlaması ile
ilk kez ortaya atılan Çamlıca Tepesi’ne dev bir cami
yapma projesi ilk günden başlayarak yoğun
tartışmalara konu oldu. Proje Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay tarafından
“böyle bir proje yok” açıklaması ile yalanlanmıştı.
Daha sonra Çamlıca Tepesi’ne yapılacak caminin
projesini hazırlamak üzere Kahramanmaraş Belediyesi
İmar Müdürü Hacı Mehmet Güner’in
Başbakan tarafından görevlendirildiğine ilişkin
haberler yer almıştı. Son olarak caminin yapımı için
İstanbul Cami ve Eğitim Kültür Hizmet
Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nce
bir proje yarışması düzenlenmişti. Osmanlı Türk
mimarisi üslubunu yansıtacak 30.000 kişilik cami
için 62 çizim derneğe teslim edildi. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürü
Mehmet Ali Kahraman’ın başkanlığını
yaptığı ve çoğunluğu TOKİ
mimarlarından oluşan 7 kişilik jürinin birinciliğe
değer bir proje bulamadığı açıklandı. İki proje
ikinciliğe layık görülürken proje sahipleri toplam
225 bin lira para ödülü kazandı. Birincilik ödülü
olan 300 bin lira para ödülü sahipsiz kalırken iki
projeye de üçüncülük ödülü verildi. Sonuçların
kamuoyuna açıklanmasının ardından da dernek yönetimi
dereceye giren projeler arasından
Hayriye
Gül Totu ve Bahar Mızrak’ın
çizimini yaptığı proje uygulanmak üzere seçti.
Çamlıca Camisi yarışmasında
dernek tarafından yapılması için tercih edilen proje
hem basında hem de mimarlık camiasında geniş yankı
bularak tartışılıyor… Biz de mimarlara (Korhan
Gümüş, Doğan Hasol,
Doğan Tekeli, Doğan Kuban, Ersen
Gürsel, Bülent Özer), bu
projeyle ilgili görüşlerini sorduk. Yalnızca camiye
ilişkin değil Çamlıca’da cami yapılması fikri ve bu
fikrin yaşama geçirilmesi sürecine ilişkin sorunlara
işaret eden yorumlarında şunlara değindiler:
Korhan Gümüş: “Bu tip
ürünler ancak sıradan, anonim süreçlerle ortaya
çıkar. Böyle yarışmacı bir ortamda bu projenin
fotokopi çekmekten bir farkı yok. Zaten
illüstrasyonda da gözüküyor, çevre düzeniyle vs.
aslından daha ilkel temsil edilmiş. Keşke
fotokopisini çekselerdi, bugün çok gelişmiş fotokopi
teknikleri var. O tekniklerle yapsalar belki daha
mükemmel olabilir. Bunu bir de proje diye sunmaları
bence anlamsız. Aynısını fotokopi çeksinler, ondan
sonra da biz bunu yapıyoruz desinler, aynısını da
yapsınlar. O zaman şapkamızı çıkaralım. Çünkü taklit
etmek dünyanın en zor işidir. Taklit yapmak imkansız
bir şeydir aslında. Çünkü içinde bulunduğu özgün
üretim koşullarını yaratamayacakları için, taklit
her zaman, “ben bir yalandan ibaretim” diye söyler.
Bu yarışma Türkiye’nin geleceğiyle ilgili çok önemli
bir göstergedir. Belki de Ayasofya’dan daha fazla
konuşulacak çünkü bir modernleşme problemi ile karşı
karşıya Türkiye. Modernleşmenin bütün normlarını,
üst sınıfın dayattığı ayrıcalıklar olarak kavradı
bugünkü yönetim. Siyasi tarihini bunun üstüne inşa
etti. Yani modernler; zenginlerdir, üst sınıflardır.
Batılılardır. Batılılaşma dediler bir kere bu olaya.
Yani modernitenin kendi problemini bir stil
problemine indirgediler. Batılı yaşam tarzı… Camiye
benzemeyen camiler yapmak isteyen birtakım uçuk
insanlar… “Bunlar zaten Avrupalı, kiliseye
benzetiyorlar camileri” diye baktılar. Onun için
burada zaten sınıfsal bir çelişki var.
İkinci ödüle değer görülen öteki proje modern
olarak sunuluyor… Bu da çevir kazı yanmasın usulü…
Modernlik böyle bir ikilem değildir, bir stil
değildir. Bir tane geleneksel olan var. Bir de
modern olan var, onun hakkını da yemeyelim, ona da
yaşama hakkı tanıyoruz. Böyle bir şey olamaz.
Modernlik tam da bu meseleyi sorgulamak demektir.
Yani mimarlar bir sabah uyanıp yeni bir mimarlık
yaratmaya karar vermiş değiller. “geleneksel form
budur” diye bize dayatan bir yaklaşım var. Bu bir
yolsuzluktur her şeyden önce. Ancak bu meselenin bu
şekilde gündeme gelmesi, modernleşme sürecinin kendi
içindeki bir yalanı, kendi içindeki bir sorunu
ortaya koyduğu için anlamlı. Çünkü modernliği de
Türkiye’de bir elit, farklı bir yaşama biçimi olarak
sunuyor topluma.
Zaten Tarihi Yarımada’da koruma diye yapılan
şeylerin çoğu aslında Çamlıca Camisi’dir.
Süleymaniye’de yapılan, Nevşehirli İbrahim Paşa
kompleksindeki, İBB’nin karşısındaki bina, Çamlıca
Camisi’dir. Şu anda ihya diye yapılan bir dolu
Çamlıca Camisi var İstanbul’da. Dolayısıyla Çamlıca
Camisi de iktidar alanının temsilidir, en görünür
hale getirilmesi, en tepe noktası…”

Ersen Gürsel: “Bu kentin her
mekanı aynı değerde değildir. Çamlıca, İstanbul’un
doğal ve kültürel mirasıdır; Çamlıca’ya cami yapılıp
yapılamayacağı sosyal bir konudur ve planlama ile
ilişkilidir. Çamlıca tepesine nasıl bir cami
yapılabilir sorusu, kamuoyunu yanıltmak ve
yönlendirmek için açılmış bir tartışmadır. İster
herkesin katılımına açık bir yarışma, ister tercihli
mimar olsun, bu projelerin hiçbirine bu kentte
yaşayan bir mimar olarak katılmam mümkün değil.
Aklıma, bu kentin bir belediye başkanı var mı
ve bu belediye başkanı kime karşı sorumlu sorusu
geliyor. Bu kente karşı mı, yoksa başka üst
organlara karşı mı sorumlu, esasında bu, kentin
geleceğini belirleyecek en önemli konulardan biri.
Seçilen projeye gelirsek; mimarlık eğitimi
almakla mimar olunmaz. Sinan’ın eserlerini taklit
etme becerisini dahi gösteremeyen mimarların
projesine ne söylenebilir ki? Bugüne kadar, kentin
kültürel ve tarihi mirasına karşı bu derece bir
tahribat yapılmamıştır. Jüri çok önemlidir. Jüri
müessesesi yalnızca proje seçmekle değil,
şartnamenin hazırlanmasından binanın inşaatına kadar
sorumluluk taşıyan, özel yetkilerle donatılmış bir
yapıdır. Eğer işveren baskısı varsa, jüri olmaktan
çıkar. Terk etme becerisini ve ahlakını da
göstermeleri gerekir. Burada etik bir davranış
sözkonusudur. Jüri diyor ki; “seçemedik” bu
olabilir. Ama, “Değerlendirmeyi işverene bıraktık”
denemez. 50 yıl önce mimarlık okullarında cami
projesi tasarımları vardı; öğrenci projesi olarak
verilirdi. 50 yıl önce çok daha modern camiler
tasarlanırdı, unutuldu. Sinan’ın taklitlerini
yapıyoruz. Çok da büyük günah işliyoruz; bir miras
nasıl böylesine tüketilebilir? Sanki mimari
mirasımıza karşı bir yarış içindeymişiz gibi geliyor
bana”.
Yapı, 21.11.2012
******
ÇAKMA SİNANCIKLAR!
Çamlıca'ya yapılacak
cami meselesinde ilk gün nerede duruyorsam,
bugün aynı yerdeyim.
Cami yapılmasına hiç ama hiç karşı değilim.
Bence
Taksim'e de yapılmalı, küçük ama şık bir
cami.
Kilisenin tam çaprazına. Hatta bir de sinagog
yapılsa daha iyi olur.
İstanbul gibi bir kentin göbeğinde, üç din yan
yana.
Çamlıca'ya da yapılabilir, başka bir tepeye
de. Ama ilk gün dediğim gibi, "güzel bir
cami"...
Ama çağdaş İslam'ı anlatacak, mimarisiyle hem
Türkiye'nin, hem İslamiyet'in 21. yüzyıldan
geleceğe bakışını gösterecek bir
cami.
En başından beri yazdığım gibi böyle projeler
öyle üç beş haftada yapılamaz.
İstanbul'u tanıyacak, İslamiyet'i tanıyacak,
Türk kültürünü, gelmişini geçmişini bilecek, bu
kentin doğasını anlayacak, ruhunu özümseyecek...
Sonra oturup çizecek.
Dün için değil, bugün için değil, gelecek için
çizecek.
"Dünyanın en önemli mimarları bu işe seferber
edilmeli" dedim hep.
En başta Zaha Hadid.
Belki Norman Foster.
Hala çizebiliyorsa Frank
Gehry.
Ya da Santiago Calatrava. Ve tabii bizimkiler.
Emre Arolat, Murat Tabanlıoğlu, Han
Tümertekin...
Bunlar çizmeli
Çamlıca
camiini. Ama öyle sok çıkar boyacı küpü
usulü değil. Uzun uğraşlarla, uzun çalışmalarla.
"Gerçek bir İstanbul
camii" çizilmesine imkan sağlayacak zamanı,
bunu yapabilecek büyük mimarlara vererek.
Türkler İslamiyet'i seçtikten ve özellikle de
Anadolu'ya geldikten sonra İslami mimari
anlayışına, içine girdikleri kültürleri, kendi
kültürleriyle harmanlayarak yepyeni bir
cami anlayışı ve mimarisi sundular.
Sinan o gün için "avangard" bir mimardı.
Kendinden öncekileri taklit etmedi.
O dönemin büyük Türk padişahları da o avangard
üslubu anlayabilecek ve takdir edebilecek kadar
iyi eğitimli, bilgili, kültürlü oldukları için
bugün İstanbul'un siluetini o eserler süslüyor.
Türk Müslümanları bugün de aynı "ilerici"
anlayışla hareket etmek, en iyisi, en moderni,
en farklısı ne ise onu bulup yaptırmak
zorundadır.
İstanbul'a bir damga vurulacaksa böyle
vurulmalı.
500 yıl sonra yapılan taklitlerle değil.
Bu taklitleri yapacaksanız Anadolu'da Sinan
eserleri olmayan kentlere yapın.
Ama yarım bin yıl sonra Sinan'ın karşısına
taklitlerini dikerek değil.
Habertürk, Yazı: Fatih Altaylı, 21.11.2012
******
ÇAMLICA CAMİİ'NE
MUHAFAZAKAR TEPKİ
Çamlıca'da inşa
edilecek cami için yapılan yarışmada ikinci olan
projenin Sultanahmet Camii'ne benzemesi tartışma
yaratırken dindar yazarlar gösteriş için camiye
ihtiyaç olmadığı görüşünde.
Yazar Dücane
Cündioğlu, Yeni Şafak 'ta yayımlanan "Çamlıca
için yakarış" başlıklı yazısında, kazanan
projedeki gibi bir caminin Çamlıca'ya
yapılmaması çağrısında bulundu.
Daha önce Zaman
yazarı Ahmet Turan Alkan da benzer bir çağrıda
bulunurken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay ise daha küçük bir cami yapılmasından yana
olduğunu açıklamıştı.
Dindar yazar ve
aydınlar ise konuyu şöyle değerlendiriyor:
"Meydan okumaya
gerek yok"
Mehmet Bekaroğlu:
1500 seneye yakın
zamandır Müslümanlar yaşadıkları yerlerde cami
yapıyorlar. Çamlıca'ya neden cami yapıyorsunuz
diyenleri de anlamıyorum. Ama hükümetin böyle
bir büyüklenme, "Biz iz bırakacağız" diyerek
büyüklüklerini camiler üzerinden ifade
etmelerini de doğru bulmuyorum. Başka doğru
bulmadığım bir şey daha var. Türkiye'de
Çamlıca'ya bir cami yapılmaya karar verildiyse,
bunu çok güzel çizebilecek, büyüklüğü ile
estetiği ile kimseyi rahatsız etmeyecek mimarlar
var. Büyüklük taslamayacak, meydan okumayacak
çevreye İstanbul'a uygun bir cami çizebilir
bizim mimarlarımız. Böyle tarihe öykünmek, 500
sene önceki yapıların kötü taklitlerini yapmak
da kabul edilebilir bir şey değil. Hükümette
böyle bir hava da var. Gövde gösterisi için cami
yapmak kabul edilebilir değil.
"Destekliyorum"
Ali Bulaç:
Cami projesini
destekliyorum. Estetik açıdan iyi olmasını da
umut ediyorum. Fakat bugün Türkiye'de Mimar
Sinan formasyonunda o sanat düzeyinde cami
yapabilecek mimar yok. Çünkü o tasavvura sahip
mimar yok. Mimarlıkta da bu düşünce bu sanat
öğretilmiyor. Mümkün mertebe estetik
standartlara riayet edilerek, İstanbul'un her
tarafından görülebilecek bir cami önemli.
Nihayetinde İstanbul hem küreselleşmenin hem de
İslamiyet'in merkezlerinden bir tanesi olma
yolunda. İstanbul'un her tarafında gökdelenler
yükselirken geleneksel camilerimiz perdeleniyor.
İstanbul'un simgesi Sultanahmet ve Ayasofya'dır.
Hiçbir şey bunu gölgeleyemez. İstanbul'un her
tarafından görülebilecek bir cami de bunu
gölgeleyemez.
"Tartışılacak
daha ciddi konular var"
Ömer Faruk
Gergerlioğlu:
Çok ciddi tartışma
konuları varken buna odaklanmak çok mantıklı
değil. Bölgede ihtiyaç varsa cami yapılabilir.
İstanbul camileriyle tanınan bir kent, estetik
olarak güzel yapılırsa o bölgede bir simge
olarak cami de yapılabilir.
Taraf, Haber: Serkan
Ayvazoğlu, 23.11.2012
|
VAN GOGHALIVE SANATSEVERLERİN AKININA UĞRADI

Türk
ilaç sektörünün lideri Abdi İbrahim’in 100’üncü
kuruluş yıldönümü kapsamında sanatseverle
buluşturduğu, dünyanın en büyük ressamlarından biri
olarak kabul edilen Van Gogh’un eserlerini bugüne
kadar hiç deneyimlenmemiş yepyeni bir formatta sunan
etkileyici sergiye Ankaralılar’ın gösterdiği ilgi
çoğalarak artıyor.
16 Ekim tarihinde
Ankara
Cern Modern’de açıldığı günden itibaren
sanatseverlerin yoğun ilgisiyle karşılaşan Van Gogh
Alive Dijital Sanat Sergisi, öğrencilerin,
öğretmenlerin ve basının da bir parçasını
oluşturduğu her yaştan geniş bir ziyaretçi kitlesini
ağırladı.
Sanat, bilim ve teknolojiyi yenilikçi bir şekilde
harmanlayan ve bu özelliğiyle Abdi İbrahim’in 100
yıllık bakış açısını yansıtan sergi, izleyiciyi
alışılageldik müze kavramının ötesine geçirerek, Van
Gogh’un en ünlü eserlerini bugüne kadar hiç
deneyimlenmemiş yepyeni bir formatta, resmin
hikayesinin içinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Tek bir hikayeye odaklanan çarpıcı bir sanat ve
teknoloji füzyonu olan Van GoghAlive, geleneksel
sanat, multimedya görüntü teknolojisi ve
sinematografik yönetmenliğin eşsiz bir birleşimiyle;
cezbeden, eğiten ve eğlendiren alternatifsiz bir
deneyim sunuyor.
Türk sanatseverlerden tam not alan Van Gogh Alive’ın
İstanbul ayağının ardından yapılan etki araştırması
serginin başarısını kamuoyu nezdinde de onayladı.
Araştırma sonuçlarına göre; ziyaretçilerin %93’ü
sergiyi beğendiğini ifade ederken %94’ü de sergiyi
başkalarına tavsiye etmiş, ziyaretçilerin %99’unun
ise Abdi İbrahim’in bu tarz sergilere devam etmesi
yönünde görüşlerini bildirdiği ifade edildi.
Ekim ayından itibaren
Ankara’nın sosyal hayatına renk getiren Van Gogh
Alive, sosyal medyada da renkli yarışma ve
uygulamalara ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Abdi
İbrahim
facebook ve
twitter (hashtag #VanGoghAnkarada) hesaplarından
sergi ile ilgili güncel bilgiler takip edilebiiyor.
Dahi ressam Van Gogh’un en ünlü eserlerini, 3.000’in
üzerinde dijital imajla çerçevenin içinden çıkaran
ve izleyicilerine klasik müze gezisinin çok ötesinde
bir deneyim yaşatan sergi 3 Ocak 2013 tarihine kadar
Ankaralı sanatseverlere resim, müzik ve edebiyatı
harmanlayarak sunacak.
Pazartesi günleri kapalı olan sergi, diğer günler
10.00 – 18.00 saatleri arasında ziyaretçilerini
ağırlıyor.
Çerçeve yok, içindesin!
Grande Exhibitions Avustralya tarafından tasarlanan
ve Abdi İbrahim’in katkılarıyla önce İstanbul
ardından da
Ankara’da sanatseverlerle buluşan Van GoghAlive,
ziyaretçilerin ‘unutulmaz bir deneyim’ diye
tanımladıkları canlı bir ışık, renk ve ses senfonisi
yaşatıyor.
Çerçevesi olmayan sergide, dahi ressamın 1880-1890
yılları arasındaki çalışmaları ve hayat
deneyimlerinden oluşan coşkulu ve canlı detaylara
sahip yapıtları; dev ekranlara, duvarlara,
kolonlara, zemine, tavana yansıtılıyor.
3,000’in üzerinde dijital imaj ile Van Gogh’un en
ünlü eserleri, projektörlerden aynı anda akıp zengin
surround ses sistemi ile güçlü bir klasik müzik
eşliğinde senkronize olarak, ziyaretçinin etrafını
saran bir gösteri ziyafeti sunuyor.
Van GoghAlive Digital Sanat Sergisi’nde, SENSORY4
teknolojisiyle donatılmış yüksek çözünürlüklü 40
projektör aracılığıyla, çok kanallı animasyonlar ve
sinema kalitesindeki surround ses sistemi
birleştirilerek; dünyada en çok ilgi çeken eşsiz
bir görüntü kullanılıyor.
Dokunmak isteyeceğiniz kadar gerçek, dev
boyutlardaki kristal netliğindeki görüntüler,
Ankara Cer Modern için özel olarak tasarlanan
çok çeşitli ekranları ve yüzeyleri aydınlatıyor.
Vincent Willem Van Gogh kimdir?
30 Mart 1853-29 Temmuz 1890 tarihleri arasında
yaşamış Hollandalı ard izlenimci bir ressamdır.
Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en
pahalı eserleri arasında yer almaktadır.
Resim kariyerine 1880’den sonra başlayan Van Gogh,
başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışmış;
Paris’te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik
akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiştir.
Güney
Fransa’da geçirdiği süre zarfında da bugün
yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını
gelişmiştir.
Van Gogh, ömrünün son 10 yılı boyunca yaklaşık 900
suluboya/yağlıboya resim ve 1.100 karakalem çalışma
üretmiş, en meşhur eserlerini ise son iki yılında
yapmıştır.
1888’de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının
bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş,
giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini
göğsünden vurarak intihar etmiştir.
20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkilemiş olan Van
Gogh, fovistlerin ilham kaynaklarından biridir ve
Ekspresyonizmin öncülerinden kabul edilmektedir.
Cnn Türk, 19.11.2012
|
'KUŞATMA'NIN SONUNCUSU 1 MİLYON 300 BİN TL
Antik
A.Ş’nin Swissotel’de düzenlediği Çağdaş Sanat
Eserleri Müzayedesi başyapıt eserleri
koleksiyoncularla buluşturdu.
Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Ferruh Başağa,
Mübin Orhon, Orhan Peker, Adnan Çoker, Nuri İyem,
Avni Arbaş, Neşe Erdok gibi ünlü ressamların
eserleri müzayede de büyük ilgi gördü. Ressam Erol
Akyavaş’ın Kuşatma serisinin sonuncusu “Fallen City”
adlı tablosu 1 milyon 300 bin liraya satıldı.
Kuşatmanın ardından fethedilen şehrin semboller
olarak tuval üzerine resmedildiği görkemli tablo en
yüksek rakama satılan eser oldu. Müzayedeyi, Antik
A.Ş’nin sahibi Turgay Artam’ın oğlu Olgaç Artam
yönetti.
Hürriyet, 19.11.2012
|
|
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'Nİ KARIŞTIRAN BÜYÜK KAVGA

İstanbul Üniversitesi, bünyesindeki üç vakfın
hesaplarında usulsüzlük yapıldığı iddiaları ile
çalkalanıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
incelenen iddiaların önemli bir bölümü, Atatürk’ün
de doktoru olan Ziya Gün’ün kurduğu Dr. Ziya Gün
İstanbul Üniversitesi’ne Yardım Vakfı ile ilgili.
İstanbul Üniversitesi’nden yapılan açıklamada ise
iddiaların gerçek dışı olduğu belirtiliyor.
İstanbul Üniversitesi, bünyesindeki üç vakfın
hesaplarında usulsüzlük yapıldığı iddiaları ile
çalkalanıyor. İddiaların önemli bir bölümü,
Atatürk’ün de doktoru olan Ziya Gün’ün kurduğu ‘Dr.
Ziya Gün İstanbul Üniversitesi’ne Yardım Vakfı’ ile
ilgili. İddiaları gündeme taşıyan isim ise Dr. Ziya
Gün Vakfı eski müdürü Yard.Doç.Dr. İbrahim Sırma.
Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişleri konuyu
incelemeye alırken, mercek altına alınan iddialar
arasında ‘rüşvet, usulsüz harcama, vakıf mülklerinin
yönetici yakınlarına kullandırılması’ suçlamaları
yer alıyor. Konu ile ilgili müfettiş incelemesinin
sona yaklaştığı, raporun yazım aşamasına gelindiği
öğrenildi.
ÜÇ VAKIF VAR
İstanbul Üniversitesi bünyesinde 3 vakıf
bulunuyor. Bunlar, ‘İ.Ü. Araştırma ve Yardım Vakfı’,
‘Dr.Ziya Gün İstanbul Üniversitesi’ne Yardım Vakfı’
ve ‘Evrendilekler Vakfı.’ Söz konusu vakıflardan
ikisinin yıllık düzenli gelirleri var ve bu
gelirlerin önemli bir bölümünü kira gelirleri
oluşturuyor. Sahip olunan mülklerin değeri ise
milyon liralarla ifade ediliyor. Her üç vakfın da
doğal başkanı İ.Ü. Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet.
Üç vakfın müdürü olarak Ekim 2010-Haziran 2012 arası
dönemde görev yapan Yard. Doç.Dr. İbrahim Sırma,
vakıf mallarına ilişkin yapılan usulsüz harcamaları,
iddia olunan rüşveti, vakıf mallarının bazı
yöneticilerin yakın arkadaşlarına kullandırılmasını,
hem görevde olduğu süreçte, hem de görevinden
ayrıldıktan sonra ilgili birimlere dilekçe ile
bildirdi.
Yard. Doç.Dr.Sırma, konuya ilişkin
dilekçelerinden birini ise 27 Ağustos 2012’de
Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu’na gönderdi.
Yapılan yazışmalar, sunulan dilekçeler, fatura
örnekleri ve yapılan sözleşmelerde Yard. Doç.Dr.
Sırma’nın vakıf mallarına ilişkin iddia ettiği
usulsüzlükler özetle şöyle:
* Dr. Ziya Gün Vakfı mülklerinden olan
Eminönü’ndeki Fındıklıyan Han, Vakıf Yönetim Kurulu
Üyesi Prof.Dr. A. Y.’nin hac arkadaşı M.N’nin
şirketine kiraya verildi. Söz konusu sözleşme 6
Şubat 2012’de imzalandı. Otel olarak işletilmesi
planlanan han için başlangıçta 10 bin TL, belediye
ruhsatının çıkması ile birlikte aylık 20 bin TL
ödenmesi kararlaştırıldı. Oysa 6 ay önce üç ayrı
firmadan alınan tekliflerde aylık kira teklifi 40-51
bin TL arasındaydı.
*
Fındıklıyan Han’ın kiraya verilme sürecinde Prof.Dr.A.Y. 250 bin lira almak konusunda şirketle
anlaştı, bunun 125 bin TL’sini peşin aldı. Hatta A.
Y., benim için (İbrahim Sırma) müteahhitten bir
otomobil talep ettiğini ifade etti. Aynı konuyu
müteahhit de bana söyledi ve talebimin ne olduğunu
sordu. Ben de bunun rüşvet olduğunu söyleyerek ‘aç
kalırım ama buna tenezzül etmem’ dedim.
* Vakfa ait Zeytinburnu’ndaki bir arsanın imara
açılmasının sağlanmasını ve yapılacak olan binaların
müteahhitliğini bir yayın firmasının sahip olduğu
inşaat şirketine verilmesi teklif edildi. A. Y.
bunun karşılığında 5 milyon TL talep etti. Yine
Prof.Dr. A.Y., yayın firması ile ile görüştü. 25
yıllık kira kontratı ve tadilat için 1 milyon TL
talep etti. Yayıncı firma tarafı ise bu parayı borç
olarak verebileceklerini bildirdi.
İbrahim Sırma, iddiaları şöyle sıralıyor:
* Doç.Dr.G.K. ve yakını E.S.K için alınan uçak
biletleri ve konaklama giderlerini kapsayan 10 bin
150 TL’lik fatura vakfa kesildi. Söz konusu
faturalar ile ilgili detay istendiğinde Doç.Dr.G.K.
karşı çıktı.
* Üniversite’nin Mayıs 2011’deki yurtdışı bir
organizasyonu için çeşitli hediyelerin alınması
istendi. Gelen faturanın tutarı 27 bin 643 TL’ydi.
Ancak hediyelik ürünlere bakıldığında ve farklı
yerlerden teklifler alındığında kesilen faturanın
yüksek olduğu görüldü. Üstelik ipek diye satılan
kravatlar sentetik çıktı. Bu şekildeki bir faturaya
ödeme yapılmayınca Doç.Dr.E.Y.’den faturanın
ödenmesi yönünde baskı geldi. Dr.Ziya Gün Vakfı’nın
2009-10 yılı hesap incelemelerinde tek bir firmaya
450 bin TL’lik tadilat işi yaptırıldığı belirlendi.
Bu durumu M. Ç.’a sordum; yüzü kızardı. Bir adet
özel tasarım kalem için 2 bin TL fatura kesildi.
Konuya ilişkin, İstanbul Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Yunus Söylet adına yapılan açıklamada
iddiaların gerçek dışı olduğu, eski müdür Yard.
Doç.Dr. Sırma hakkında savcılığa suç duyurusunda
bulunulacağı vurgulandı. Rektörlük açıklamasında
özetle şu görüşlere yer verildi:
“Hanın kiralanması sürecinde para alınması söz
konusu değildir. Bu bir iftiradır.
Araba istenmesi de mümkün değildir. Yapılan
ödemelerin kararlarını Yönetim Kurulu Başkanı olarak
ben vermem. Vakıf Müdürleri ödeme yapar. Şayet
kötüye kullanılmış bir yetki varsa bunun hesabını da
kendileri öder. Bahis ettiğiniz faturadan dolayı bir
bilgim yoktur. Bir suiistimal olursa da bunu yapan
şahısların tazmin edeceği her türlü izahtan vareste
bir husustur.” Suçlanan isimler arasında adı geçen
Prof.Dr. A.Y. ise iddialara ilişkin “Bütün bunları
iftira, yalan ve hakaret. Bunun için hem şahsım hem
de rektörlük dava açmaya hazırlanıyoruz. Bütün bu
iddiaların altında yatan sebep ise yaklaşan
rektörlük seçimleri” şeklinde konuştu.
Atatürk’ün göz doktoruydu
1879’da Bulgaristan’da dünyaya gelen Ziya Gün, 93
Rus savaşı nedeni ile ailesi ile birlikte
Bulgaristan’dan İstanbul’a göç etti. İstanbul’da
Askeri Tıbbiye’yi bitiren Ziya Gün, göz doktoru
oldu. Eğitimini Almanya’da tamamlayan daha sonra
İstanbul Üniversitesi’nde doçent olarak görev yaptı.
Üniversitedeki görevinden sonra bir süre serbest
olarak göz doktoru olarak çalışan Gün, Atatürk’ün
göz muayenesi için çağrılan üç kişilik doktor
grubunun başında yer aldı. Dr. Ziya Gün vefatı
öncesi tüm mal varlığını kurduğu Dr. Ziya Gün
İstanbul Üniversitesine Yardım Vakfına bağışladı.
Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 19.11.2012
|
|
KAZIDAN 600 YILLIK KURAN ÇIKTI
Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş ile ekibi
Erzincan’ın Kemah İlçesi'nde yaptıkları kazıda,
kapakları olmayan bölümler halinde 600 yıllık
Kuran-ı Kerimler buldu.
Kemah Kalesi’ndeki Saraylı Hamam içinde kazı
yapan Prof.Dr. Haldun Özkan, bir bohça içinde 2
metre derinlikte 15 ve 16’ncı yüzyıla ait el yazması
Kuran-ı Kerim’ler buldu. Prof.Dr. Özkan, “1916
tarihli bir bahriyelinin yazdığı mektubu da bohçanın
içinde bulduk. Yani bu eserlerin o yıldan sonra
alana gömüldüğünü kabul edebiliriz” dedi.
Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Yurttaş ise
“Son derece önemli olan buluntular. Büyük bir
ihtimalle 20’nci yüzyılda oraya gömülmüş.”
Milliyet, 19.11.2012
|
KİMYA HATUN İZNİKLİ ÇIKTI

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerinin üvey kızı
olan Kimya Hatun’un İznik’in İnikli Köyü'nde dünyaya
geldiği ortaya çıktı.
İslamiyetin Anadolu’da yayılmasında ve
kökleşmesinde önemli bir misyon üstlenen Hazreti
Mevlana’nın kız evlatlığının İznikli olduğu
öğrenildi. Sinan Yağmur’un "Aşkın Gözyaşları"
adlı kitabının 3. baskısında hayatını anlattığı
Kimya Hatun’un aslen İznikli olduğu ve İnikli
Köyü'nde doğduğu bildiriliyor. Yağmur, Mevlana
Celaleddin Rumi’nin evlatlığı olan ve Şems-i
Tebrizi ile evlendirmeyi arzu ettiği Kimya
Hatun’un 1 Kasım 1229 yılında İznik’in İnikli
Köyü'nde dünyaya geldiğini, babasının İranlı halı
tüccarı, annesinin ise Hristiyan olduğunu ileri
sürüyor.
O dönem İznik’e bağlı Rum kasabası olan
Elbeyli’de yaşayan Hristiyanlar, Kimya Hatun’un
Müslüman olan İran asıllı babasına dininden
dolayı kin duymaya başladılar. Müslüman baba
hamile eşini daha emniyetle saydığı babasının
köyü İnikli’ye gönderdi. Kimya Hatun bu köyde
dünyaya geldi.
İznik’ten Konstantiniyye’ye (İstanbul) göç aden
Kimya Hatun ve ailesi İznikli akrabalarını
geride bırakarak bir daha hiç görüşmedi.
Buradaki zulüm yüzünden İstanbul’u da terk eden
ailenin yolu bu kez Konya’ya düştü. Kimya
Hatun’un babası burada halı ticareti yapmaya
başladı. Bir müddet sonra hastalanarak vefat
etti. Kimya Hatun ile annesi Kerra Hatun
yapayalnız kalınca, Konya Müftüsü Sadreddin-i
Konevi Hazretleri ve Kezban Hatun kendisine
dünür olarak geleceklerini haber etti. Kerra
Hatun’un talibi Mevlana Celaladdin Rumi’ydi.
Mevlana ile Kerra Hatun evlendiler. Böylelikle
İznikli olan Kimya Hatun da Mevlana Celaleddin
Rumi’nin kızı olmuş oldu.
Mevlana’nın çok sevdiği üvey kızı Kimya Hatun’u
Şems-i Tebrizi Hazretleri ile evlendirmek
istediği rivayet ediliyor.
Bursa Olay, 19.11.2012
|
KOLEZYUM'DA SANDVİÇ YEMEK YASAK
Roma
Belediyesi, şehirdeki tarihi, kültürel ve mimari
eserlerin yakınlarında yemeiçmeyi yasakladı.
Belediye meclisinden geçen yasağa göre; yasayı ihlal
edenlere 500 euroya kadar para cezası verilecek.
Kolezyum, İspanyol merdivenleri ve Pantheon'un
aralarında bulunduğu tarihi eserleri kapsayan
yasağın, Belediye Başkanı Gianni Alemanno'nun bir
kaç ay önce eserlerin yakınındaki insanların
davranışlarını beğenmemesi yüzünden çıktığı
belirtildi. Bazı itirazlar yükselse de gelen
turistlerin eserlere yeterince saygı göstermediğini
düşünen Romalılarca yasağın desteklendiği
bildirildi. Son yıllarda benzer yasalar çıkaran
Venedik'te de San Marko Meydanı'nda yemek yemek,
Floransa da ise şehir katedralinin yakınlarındaki
merdivenlerde oturmak yasak.
Sabah, 19.11.2012
|
|
HAMAMTEPE GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Tokat'taki Komana
antik kentinde Roma ve Helenistik döneme ait
izlerin bulunması amacıyla yürütülen kazı
çalışmalarında açığa çıkarılan tüm yapı birimleri
bir arada değerlendirildiğinde, Hamamtepe'nin
özellikle Ortaçağ Anadolu'sunda sıklıkla görülen bir
kırsal yerleşim kalesi olabileceği bildirildi.
Komana antik kentinde ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Yerleşik Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Burcu Erciyas başkanlığında yürütülen kazı
çalışmalarının bu yılki
bölümü tamamlandı. Erciyas, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Komana antik kentinde bu yıl Hamamtepe
bölgesinde çalıştıklarını söyledi.
Bu yılki kazı çalışmalarında, Hamamtepe'nin tepe
noktasındaki
büyük yapı kompleksinin geniş
alana dağılımını anlamaya çalıştıklarını
ifade eden Erciyas, "Bu doğrultuda yaklaşık 280
metrekarelik alan, kazılar neticesinde açığa
çıkarıldı. Bu alanda evsel mekanların, üretim
alanları olabilecek yapı kalıntılarının devam ettiği
görüldü. Bu evsel mekanların kullanımlarına yönelik
daha ayrıntılı bilgi
elde etmek amacıyla açığa çıkarılan mekanlardan
sistematik olarak toprak örneklemesi yapıldı.
Mikroarkeoloji verisi elde etmek amacıyla yapılan bu
örneklem çalışmasının sonuçları için laboratuvar
değerlendirmesi ODTÜ'de devam etmektedir" diye
konuştu.
Kazılar neticesinde pişmiş topraktan yapılmış çok
sayıda ocağın açığa çıkarıldığını belirten Erciyas,
şunları kaydetti:
"Bu ocaklar hem üretime hem de evsel yapı
kalıntılarına işaret etmektedir. Elde edilen seramik
fonksiyon ve teknik açıdan oldukça çeşitlidir.
Birçok tüme yakın kap bulunmuştur. Ayrıca kilise
malzemesi olarak değerlendirilebilecek avize
parçaları, haç parçaları, rölikerler, buluntular
arasındadır. Bunlar haricinde dokuma faaliyetlerinde
kullanılmış çeşitli kemik alet parçaları, iğneler,
ağırşaklar da kazılar neticesinde elde edildi. Metal
ve seramik buluntularımız zamansal olarak eş
değerlik göstermekte ve mekanların
kullanım zamanları kabaca 9-11. yüzyıl
arasına tarihlemektedir. Tepe üzerindeki bir diğer
çalışma alanımızsa tepeyi çevreleyen sur duvarıdır.
Bundan önceki çalışma sezonlarında sur duvarının
yapısal özellikleri ve kullanım evreleriyle ilgili
ayrıntılı bilgi
edinilmişti."
Bu sezonki çalışmalarında, sur duvarın içinde
kalan kısımda doğuya doğru evsel üretim alanlarının
devam ettiğinin görüldüğünü aktaran Burcu Erciyas,
"Çalışma alanının sura yakın olan kısmında ise çok
sayıda mezarla karşılaşılmıştır. Gömü yönleri ve
mezar buluntuları neticesinde bu mezarların Bizans
dönemine, yani tepenin bir önceki evresine ait
olduğu var sayılmıştır. Bu varsayımdaki en
önemli etken mezarların yapı kalıntılarının
hemen altında bulunmasıdır. Tepeyi
çepeçevre çevreleyen sur duvarı ve şu ana kadar
açığa çıkarılan tüm yapı birimleri bir arada
değerlendirildiğinde, Hamamtepe'nin özellikle
Ortaçağ Anadolu'sunda sıklıkla görülen bir kırsal
yerleşim kalesi olabileceği düşünülmekte"
ifadelerini kullandı.
Doç.Dr. Erciyas, kazı çalışmaları hakkında şu
bilgileri verdi:
"Bu sene diğer çalışma alanımız Roma dönemi havuz
veya çeşme yapısında da çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
Önceki yıllarda
yaptığımız çalışmalar neticesinde bu yapıya su
sağlayan künk (pişmiş toprak veya betondan yapılan
dairesel kesitli su borusu) sıralarından bir kısmını
ortaya çıkarmıştık ve suyun geliş yönü tahliyesi
hakkında bilgi sahibi
olunmuştu. Bu sene söz konusu yapının gelecek yıl
yapılması planlanan restorasyon çalışmasına hazırlık
amacıyla yapı taşlarının vaziyet durumları
belgelenmiştir. Önümüzdeki çalışma sezonunda yapının
ayağa kaldırılması yönünde çalışmalara
başlanacaktır."
-Komana Antik Kenti-
Mitridat Krallığı'nın yönetiminde
önemli bir kültür merkezi olan ve Roma
İmparatorluğu döneminde de özerkliğini koruyan
Komana antik kentinin, tarihte, "Anadolu tanrısı
Ma"ya adanmış kutsal alan
olduğu belirtiliyor.
Aynı zamanda
çevre bölgeler için
ticaret merkezi görevi gördüğü ifade edilen
kentin, o dönemde kutsal alanda düzenlenen
festivaller, zengin pazar
yeri ve çevresindeki verimli
arazisiyle Anadolu'nun her tarafından ziyaretçi
aldığı kaydediliyor.
ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen "Komana
Pontika Arkeolojik Araştırma Projesi", Orta
Karadeniz Bölgesi'nin klasik çağ kenti
Komana'nın konumunu belirlemek ve kentsel dokusunu
anlamak amacıyla 2004 yılında başlatılmıştı. Gümenek
Hamamtepe bölgesinde
yüzey araştırmalarının ardından antik
kentin gün yüzüne çıkartılması için kazılara
başlanmıştı.
Mynet Haber, 18.11.2012
|
 |
MÜZEYE BAĞIŞ YARIŞI
Tarsus ve Biga'dan sonra Anadolu'da elektriğin kullanıldığı ilk yerlerden olan Uşak'ta 1909 yılında kurulan santralın müze olacağını duyan vatandaşlar sessiz bir seferberlik başlattı. Uşaklılar ellerindeki kentin tarihi, kültürel ve sosyal hayatını anlatan eşyaları bağışlama yarışına girişti. Uşak Belediye Başkanı Ali Erdoğan, "Uşak Kent Tarihi Müzesi hizmete girmeden hemşerilerimiz hiçbir karşılık beklemeden bağış yarışına girdi. Bu çok sevindirici bir olay" diyerek mutluluğunu dile getirdi. Müzenin hizmete girmesiyle gelecek nesle geçmişin daha iyi anlatılacağını vurgulayan Başkan Erdoğan, "Bu çalışma bizim sosyal sorumluluklarımız arasında yer alıyordu ve başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bağış kabul etmeye devam edeceğiz" dedi.
Erdoğan, tarihi ve kültürel değer taşıyan eşya ve araçların müzeye bağışlanması için resmi kurumlar ile de görüşmeleri sürdürdüklerini belirterek, yakın zamanda köylerden de orijinal malzeme toplayacaklarını anlattı.
Yeni Asır, Haber: Salih Kılınç, 18.11.2012
|
5 YILDA 31 BİN TARİHİ ESER GÜN YÜZÜNE ÇIKARTILDI

Türkiye'de son 5 yılda gerçekleştirilen
kazı çalışmaları sonucunda yaklaşık 31 bin adet
tarihi eser gün yüzüne çıkartıldı. Yasadışı
yollarla yurtdışına çıkarılmış tarihi eserleri
ülkeye kazandırma çalışmaları çerçevesinde de
son 14 yılda 4 bin 583 tarihi eserin iadesi
sağlandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, hem yer altındaki
eserleri büyük bir hızla gün yüzüne çıkarmak
için büyük gayret veriyor, hem de geçmiş
yıllarda haksız biçimde ülke dışına çıkan
eserleri geri getirmeye çalışıyor. Bakanlık,
özellikle kazı ve araştırma çalışmalarına ciddi
ödenek sağlıyor. Sadece geçen yıl kazı ve
araştırmaları için 48 milyon liranın üzerinde
ödenek sağlandı. Destekler sayesinde son 5 yılda
gerçekleştirilen kazı çalışmaları sonucunda
yaklaşık 31 bin adet tarihi eser gün yüzüne
çıkartıldı.
Son yapılan kazı çalışmalarında Çanakkale
Savaşları sırasında boğaz savunmasında
kullanılan 9 top, Adana'nın Yüreğir İlçesi'nde
Misis Antik Şehri'ni Kurtarma Projesi'nde Roma
dönemine ait tapınak ile Yatahan'da Stratonikeia
antik kentindeki kazı çalışmalarında 2 bin 300
yıllık olduğu tahmin edilen 15 mask gün yüzüne
çıkarıldı. Çeşitli yerlerde bakanlık izinleri
ile 116'sı Türk, 39'u yabancı bilim heyetlerince
yapılan 155 kazı çalışması da halen devam
ediyor.
Yurtdışına kaçırılan tarihi eserlerin iadesi
için de çalışmalar da devam ediyor. Bakanlığın
girişimleriyle Türkiye'ye pek çok önemli tarihi
eserin iadesi sağlandı. 1998-2012 yılları
arasında 4 bin 583 tarihi eser ülkeye geri
döndürüldü. Geçen yıl bin 885 adet, bu yıl
içinde de 64 eser ülkeye geri kazandırıldı. Son
olarak Bursa Yenişehir'deki Sinanpaşa Camii'nin
kapı üstü süslemesi olan 16. yüzyıldan kalma bir
çini pano, bakanlığın çalışmasıyla İngiltere'den
Türkiye'ye getirildi.
Kültür Bakanlığı, halen bazı tarihi eserlerin
iadesiyle ilgili Almanya, Amerika, Danimarka,
İngiltere, Bulgaristan, Fransa, İrlanda,
Portekiz, İtalya, İskoçya, Rusya ve Ukrayna ile
çalışmalarını sürdürüyor. Çalışmalar sadece yurt
dışına kaçırılan eserleri kapsamıyor. Tarihi
eser kaçakçılığının önlenmesi için ciddi
faaliyetler yürütülüyor. Bu sayede çalınan çok
sayıda eser yurt dışına çıkartılmadan bulundu.
İadesi sağlanan bazı eserler ve getirildiği
ülkeler şunlar;
Kurşun Mühür (ABD-1998)
Atatürk'ün Gümüş Sigara Tabakası (ABD-1998)
Herakles Lahdine ait Henkel Koleksiyonunda
bulunan eserler (Almanya-1998)
Divriği Ulu Camii'ne ait ahşap pano
(ABD-İngiltere-1999)
Manş Denizi Batığı'ndaki eserler
(İngiltere-1999)
Topkapı Sarayı Müzesi'nden çalınan Kur'an-ı
Kerim (Kıbrıs-2001)
Bronz Dionysos Heykeli (İngiltere-2002)
II. Abdülhamit'e ait eşyalar (Fransa-2005)
Roma Yüzüğü (İngiltere-2007)
Laodikya Antik Kentinden çalınan bronz el
(İsviçre-2007)
Agora Örenyerinden çalınan heykel başı
(Almanya-2007)
Kocaeli Müzesi'nden çalınan heykel başı
(Almanya-2008)
Afyonkarahisar Tatarlı Tümülüsünün mezar odasına
ait ahşap parçalar (Almanya-2010)
Boğazköy Sfenksi (Almanya-2011)
Boston Güzel Sanatlar Müzesi'nden iade edilen
Herakles Heykeli'nin üst yarısı (ABD-2011)
Bursa Sinan Paşa Camii'ne ait çini pano
(İngiltere-2012)"
Star, 18.11.2012
|
SÜMELA MANSTIRI'NA TELEFERİK!

Türkiye'nin inanç turizmi açısından önemli
merkezlerinden biri olan ve Karadağ'ın eteklerinde
yer alan
Sümela Manastırı'na yaklaşık 800 metrelik
teleferik kurulacak.
Trabzon'un Maçka İlçesi'ndeki Altındere Vadisi'nde
bulunan Karadağ'ın eteklerinde sarp bir kayalık
üzerinde yer alan ve 88 yıl aradan sonra ilk kez 15
Ağustos 2010 tarihinde ayin yapılmasına izin verilen
Sümela Manastırı'na ulaşımın kolaylaştırılması
amacıyla çalışmalar yürütülüyor.
Birleşik Arap Emirlikleri'nde faaliyet gösteren bir
şirketin yönetim kurulu başkanı olan Dr. Necdet
Kerem ve Trabzonlu iş adamı Şükrü Fettahoğlu
tarafından 15 Ekim'de kurulan Uzungöl
Teleferik İnşaat Turizm ve Enerji Sanayi Ticaret
Limited Şirketi,
Sümela Manastırı'na
teleferik kurma projesini hayata geçirmek için
çalışmalara başladı.
Şirketin ortağı Şükrü Fettahoğlu, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, şirketin Trabzon'un Çaykara
İlçesi'ne bağlı Uzungöl beldesinde 2 bin 403 metre
mesafede
teleferik projesini hayata geçirmek amacıyla
kurulduğunu, ancak Trabzon Valisi Recep Kızılcık'ın
isteğiyle
Sümela Manastırı'nda da
teleferik kurma çalışmaları yürüttüğünü söyledi.
Sümela Manastırı'nı görmek isteyenlerin ulaşım
noktasında sıkıntı çektiğini ifade eden Fettahoğlu,
''Ben bile oraya çıkmakta sıkıntı yaşıyorum.
Manastıra çıkmak bir hayli zor oluyor.
Sümela Manastırı ziyaret potansiyeli bakımından
çok zengin bir yer. Hristiyanlar için kutsal bir
mekan'' dedi.
Fettahoğlu, ziyaretçi potansiyelini dikkate alarak
700, hatta tahsis edilecek alana bağlı olarak 800
metrelik teleferik kurmayı planladıklarını
anlatarak, ''Teleferikle taşıma yapılacak. Projede
sosyal tesis yer almıyor. Çünkü orada mevcut sosyal
tesisler var. Oradan vatandaşlar ihtiyaçlarını
giderebiliyorlar'' diye konuştu.
Teleferiğin ana kapıdan, mescidin altındaki düzlüğe
kadar olan mesafede kurulacağını anlatan Fettahoğlu,
şunları kaydetti:
"Sümela Manastırı'na yapacağımız teleferik
projesinin maliyeti 7 milyon lira. Çalışmalara hemen
başlayacağız. Teleferiği bu kış mevsiminde
tamamlamayı ve yaz sezonuna yetiştirmeyi
planlıyoruz. Uzungöl'e her gelen mutlaka Sümela'ya
gider, Ayder'e gelen mutlaka Sümela'ya gider. Bu
açıdan bakıldığında Sümela Manastırı bölgemiz için
önemli bir turizm alanı. Biz de bu doğrultuda
projemizi yürüteceğiz. İnanıyorum ki ulaşım
noktasında sıkıntı ortadan kalkınca Sümela
Manastırı'nı ziyaret edenlerin sayısı artacaktır."
Habertürk, 18.11.2012
|
20 SORUDA TAKSİM MESELESİ

Tartışma bitmiyor. Üstelik herkesin söylediği
havada uçuşuyor. Taksim’e gittim, önüme gelene
sordum, “Burada ne oluyor, haberiniz var mı?”
Cevaplar çeşitli… “Kazılıyor, yol yapacaklarmış”
diyen de var, Gezi Parkı’na cami yapılacağını
düşünen de… “Parkı askeriyeye vermişler, kışla
olacakmış” diye ezberleyen de var, yine bir
müteahhidin zengin olacağı kanısına varmış olan da…
Taksim’de ne oluyor, niye kazılıyor, 240 günün
sonunda nasıl bir tabloyla karşılaşacağız ve sivil
toplum neden muhalefet ediyor? İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı yetkililerine, projenin mimarı
Dr. Halil Onur’a ve Taksim Platformu adına mimar
Korhan Gümüş’e sorduk. İşte 20 soruda Taksim
meselesi.

1-Taksim’in yeniden düzenlenmesine ihtiyaç
var mıydı?
İBB: Meydan düzenleme çalışmaları ulaşım
entegrasyon projesinin önemli bir ayağı. Zira,
Taksim’in yanı sıra Beşiktaş, Beyazıt, Aksaray
başta olmak üzere şehirdeki tüm önemli
meydanlarda yaya ve araç trafiğinin daha
sağlıklı işleyebileceği sistemler öngörülüyor.
Meydanda şu anda 54 bin metrekarelik
parçalı-kesintili yaya alanı var. Proje hayata
geçince 100 bin metrekare olacak. Yayaların
yoğun araç trafiğinin baskısı altında
koşuşturdukları ve gelip-geçme mekanı olmaktan
çıkarılması hedefleniyor. Proje alandaki kot
farkından kaynaklanan zorluklar da ortadan
kalkacak yani yaya aksı İstiklal Caddesi’nden
Maçka Parkı’na kadar kesintisiz devam edecek.
KORHAN GÜMÜŞ: Elbette var. Metronun çıkışları
hatalı, insanları yüzlerce metre yerin altında
yürütüyorlar. İstiklal Caddesi’ne 10 metre daha
uzanmayı unutmuşlar. Yayalar çıkışta, kaldırımın
kenarında birikiyor. Duraklarda sorun var.
Meydan otobüs garajına döndü. Meydandaki Taksim
Maksemi (Tarihi Su Deposu) bugünkü Taksim
Cumhuriyet Sanat Galerisi berbat bir durumda.
Gezi Parkı’nın en güzel köşesi jiletli dikenli
tellerle kapatıldı. İstiklal Caddesi’ne gelen
milyonlarca insanın onda biri Gezi’yi
kullanamıyor. Bu alan Cumhuriyet tarihinde
gerçekleşen en kapsamlı şehircilik projesinin
bir parçası. Gezi bir kültür vadisine açılan
giriş niteliğinde tasarlanmış. Ama bu bölgede
yapılan otellerle bağlantı kopmuş. Kentin en
önemli çok amaçlı salonu Lütfi Kırdar, Açıkhava
Tiyatrosu, Şehir Tiyatrosu, Stadyum, Askeri
Müze, nihayet Opera binası (AKM), bunların hepsi
için yeni bir katılım deneyimiyle yönetim planı
hazırlamak gerekli.
2 - Taksim projesi birdenbire mi ortaya çıktı?
İBB: Dalan döneminde yapılan Taksim Proje
Yarışması’nda birinci olan projede gökdelen bile
vardı. Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın Büyükşehir
Belediye Başkanlığı döneminde hazırlattığı
projeler de biliniyor. Taksim düzenlemesi yeni
bir fikir değil. KORHAN GÜMÜŞ: Bu proje çok
eskilere uzanıyor. Erdoğan bu projeyi
sahiplendi. Üzerine bir cami yapmak istedi. 28
Şubat sürecinde bu cami meselesi en çok
tartışılan konu oldu. İktidara gelince de bu
eski proje tekrar gündeme geldi.
3- Vapurun rengini bile İstanbul’a soran
yönetim Taksim Meydanı için kimseye danıştı mı?
İBB: İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi’nde muhalefet partilerinin de
temsilcileri bulunuyor. Taksim’de araç
trafiğinin yeraltına alınmasıyla ilgili çalışma
onların desteğiyle kabul gördü. KORHAN GÜMÜŞ:
Yönetimin yapması gereken iş bir yönetim planı
hazırlamak, sonra bu plana göre değişik tasarım
alternatiflerinin ortaya konabileceği bir proje
geliştirme süreci içine girmek olmalıydı.
Avrupa’da küçücük bir yayalaştırma projesi için
bile halka ilanlar aracılığıyla toplantı
çağrıları yapılıyor.
4- Topçu
Kışlası’nın tarihteki yeri nedir? HALİL ONUR:
Taksim bölgesindeki yerleşimi özendirmek
amacıyla 19. yüzyıl başlarında inşa edilen
bölgenin ilk askeri eğitim binasıdır. 1860’larda
yeniden yapılmış, dönemin zevkine uygun
Oryantalist-Eklektik üslupta tasarlanmıştır. 31
Mart Vakası sürecinde farklı olaylara sahne
olmuştur. Ülkedeki ilk balon, ilk itfaiye
denemeleri, ilk futbol karşılaşmaları bu alanda
gerçekleşmiştir. 1939’da Henri Prost planları
doğrultusunda dönemin belediye başkanı Lütfi
Kırdar zamanında yıkılmıştır.
5- Topçu ‘Kışlası’na neden gerek görüldü?
İBB: Biz İstanbul’da birçok kışlanın
restorasyonunu yaptık ve yapmaya da devam
ediyoruz. Bunlardan biri de Beykoz Kışlası. Şu
an bitmek üzere. Diğer taraftan Rami Kışlası,
bilim-teknoloji müzesi olarak aktif alan haline
gelecek. Taksim Kışlası’nın da bir aktivite
merkezi olarak ihtiyaca cevap vereceğini
düşünüyoruz.
6-Topçu Kışlası yeniden yapılırsa içinde neler
olacak? İBB: Taksim Kışlası’nda müze ve sanat
galerileri, atölyeler, kütüphane, kitap, satış
üniteleri, özel sergi ve araştırma merkezleriyle
bu fonksiyonlara ek olarak kafeterya, otopark,
depo ve servis alanları öngörülüyor. HALİL ONUR:
Yer üstünde 22 bin metrekare olacak binanın
içinde 11 bin metrekare müze, 4 bin metrekare
sanat galerileri ve sergi salonları, 7 bin
metrekare küçük satış birimleri, kafeler ve
kitabevleri olacak. Büyük oranda kültürel amaçlı
tasarlanan binanın bodrum katlarındaysa müze
depoları, servis alanları ve bina ihtiyacı kadar
otopark yer alacak. KORHAN GÜMÜŞ: Sütlüce’de
projesiz yapılan binanın Avrupa’nın en büyük
kültür merkezi olacağı söylendi, sonra dünyanın
en kullanışsız kongre merkezi oldu. Paris’teki
Centre Pompidou’nun iki misli para harcandı.
Maksem’i bile yönetemeyen Belediye bu dev yapıyı
nasıl yönetecek?
7-Buz pisti tartışmaları nedir?
HALİL ONUR: Buz pisti Kışla avlusundaki dört
mevsim sayısız kamusal kullanımdan sadece biri.
Kış aylarında birkaç ay yapılabilecek bu seyyar
buz pisti 16 bin 800 metrekarelik avlu alanının
10 da 1’ini bile kaplamayacak boyutlarda olacak.
8-Kışlanın yüksekliği ne olacak? HALİL ONUR: AKM
binası ve Mete Caddesi apartmanlarının üst kotu
yaklaşık 23 metre olduğu düşünüldüğünde
Kışla’nın köşe yüksek kulelerinin bile AKM den
yaklaşık 9 metre aşağıda kaldığı görülecektir.
9- Kaç dalış tüneli yapılacak? KORHAN GÜMÜŞ:
Projede Gümüşsuyu Caddesi, Sıraselviler Caddesi,
Mete Caddesi, Cumhuriyet Caddesi, Tarlabaşı
Bulvarı dalış tünelleri ile meydanın altına
bağlanıyordu. Koruma kurulu bu projeyi
onaylamadı. Yalnızca Cumhuriyet Caddesi ile
Tarlabaşı Bulvarı arasındaki tünelin
sakıncasının olmadığına karar verdi.
10 -Koruma kurulu kararlarından sonra belediye
ne yapabilir? KORHAN GÜMÜŞ: Plan tadilatının
yapılarak kurulun onayına sunulması lazım. Ama
kurulun kararı, projenin yeniden ele alınmasını
gerektiriyor. Bir an önce Taksim için doğru
dürüst bir proje yapılmalı.
11-Hafriyat sırasında kültür varlığına
rastlanması durumunda ne yapılacak?
KORHAN GÜMÜŞ: İstanbul 2. Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından kazının
müze denetiminde yapılması kararı vardı. Ancak
bu karar esnetildi. Kültür Bakanı, müze
yetkililerini arayarak belediyenin çalışmalarına
engel oluyormuş algısı yaratılmamasını istedi.
Arkeologların iş makinalarının başında durması
ve hafriyatı takip etmesi talimatı verildi.
12-Taksim’den kültür varlığı çıkar mı? KORHAN
GÜMÜŞ: Bir tek altına üç kat otopark yapılırsa
Topçu Kışlası’ndan çıkabilir. O da kışlanın
temelleri. Ama kışlanın temellerinden daha
önemli bir kültür varlığı Gezi’dir. HALİL ONUR:
Önceden kesin bir şey söylenemez. Bölge
arkeolojik alan değildir.
13-Gezi Parkı’nda kaç ağaç var, onlar ne
olacak? Yeni projede yeşil alan oranı nasıl
tasarlandı? HALİL ONUR: 1940’lardan sonra
dikilmiş gövde kalınlığı 5-50 santim arasında
değişen 500 kadar ağaç var. Bu ağaçlardan beşte
biri etkilenecek. İBB: Yeşil doku eskisinden
daha fazla olacak. Ağaçlar Orman Fakültesi ile
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler
Müdürlüğü’nün görüşü doğrultusunda başka
alanlara taşınarak yaşatılacak. KORHAN GÜMÜŞ:
Taksim’in nefes alınacak tek yeri yok olacak. O
bina oraya dikilirse yeşil alan küçülecek.
14 -Taksim’in yeni halinde gösteri ya da anma
yapılması mümkün mü? HALİL ONUR: Dün nasıl
kullanıldıysa yarın da aynı şekilde
kullanılabilecektir. KORHAN GÜMÜŞ: Milyonlarca
insanın Taksim’le bağlantısı kesilecek. Meydanın
her bir ucunda uçurumlarla karşılaşacaklar. Bir
gösteri yapacak dahi olsalar, panik anında
kaçacakları yer bile yok.
15 -Taksim’e camii yapılacak mı?
İBB:. Taksim’de daha önce koruma amaçlı imar
planlarına işlenmiş olan Maksem’in arkasındaki
otopark olarak kullanılan yerde bir cami alanı
var ve bu plan Kurul’dan onaylı. Proje
hazırlayan ilgili derneğin girişimi dışında
Büyükşehir Belediyesi’nin şu an devam etmekte
olan çalışmasının içinde cami projesi yok.
16 -Taksim
yayalaştırma projesi kapsamında hangi dükkanlar
kapandı? KORHAN GÜMÜŞ: Gezi Parkı’nın altındaki
restoranlar kapalı ve zararlarının milyon
liraları bulacak gibi. Kapatılan restoranlar
arasında 26 yıl önce Türkiye’de açılan ilk
McDonald’s da bulunuyor. İBB: Taksim Meydanı’nda
kiracımız durumunda 19 işyeri var. Bu
işyerlerinin durumu 2011 yılında belliydi.
Çünkü, bu 19 işyerine ihtarnameler gönderdik ve
kira sözleşmelerinin yenilenmeyeceğini
bildirdik. Kiracılardan da işyerlerini
boşaltacaklarına dair taahhütnameler alındı.

17 -Esnaf nasıl etkileniyor?
HAMBURGERCİLER: Müşterimizin yüzde 50’si
kaçtı. ÇİÇEKÇİLER: Sabah saatlerinde
açıldığımızda siftah yapıyorduk ancak şimdi
öğlene kadar siftahımız olmuyor. Dalış
tünellerinde hava kirliliği
18-Trafiği yerin
altına almak, sorunu çözecek mi? İBB: Projeye
başlamadan önce etki alanı ve çevresinde trafik
hacmini tespit etmek için kapsamlı bir çalışma
yürüttük. Buna göre, dokuz ayrı noktada taşıt
sayımı yapıldı. Hazırlanan simülasyonlarla
çalışma bittikten sonra sistemin nasıl bir
rahatlama sağlayacağı sorusuna da yanıt arandı.
Sonuç trafiğin yeraltına alınmasıyla trafik akım
hızının yaklaşık olarak yarı yarıya artacağı
yönünde. Yani Taksim Meydanı projesi sadece
yayaları rahatlatmakla kalmayacak, trafik
akımını hızlandırarak, gecikmeleri azaltacak ve
seyahat sürelerini de kısaltmış olacak. HALİL
ONUR: Tek dalış tünelinin taksim trafiğinin
sorununun çözümüne katkıda bulunacağı
kanatindeyiz. KORHAN GÜMÜŞ: Dünyada tercih
edilmeyen eski bir model bu. Güvenlik sorunları,
görsel kirlilik, kentsel estetik ve yaşam
kalitesine olumsuz etkisi olan demode bir
yaklaşım. Meydandaki trafiği aşağı almak çözüm
değil.
19-Trafik yerin altına alındığında
insanlar egzoz gazından zehirlenir mi?
İBB: Tüneller, altgeçitler ve metro
istasyonlarının var olduğu bir şehirde
yaşıyoruz. Bu alanlarda bu güne kadar
zehirlenen olmuş mu? KORHAN GÜMÜŞ: İnsanlar
o kapalı, basık alanda zehir soluyacaklar.
Herkes yaşam konforunu kaybedecek. Araçlara
binmek için yaşlılar, çocuklar, engelliler
dört kat merdiven çıkacaklar, ya da kuyrukta
bekleyecekler.
20-Dünyanın meşhur
meydanlarında dalış tüneline yer var mı?
HALİL ONUR: Dünyanın birçok şehrinde dalış
tüneli trafik sorununun çözümüne katkıda
bulunmaktadır. Ancak her şehir, her meydan
kendi özgün sorunlarıyla değerlendirilmeli.
KORHAN GÜMÜŞ: Dalış tünelleriyle kapatılan
bir meydandaki görüntü otoyol
görüntüsüdür.Burada meydan ruhu yakalanamaz.
Çevreden kopuk, tünellerin çevresindeki
daracık alanlarda tek sıra halinde yürümek
zorunda kalan insanları göreceksiniz.
Eminönü’nde dalış tünelleri yapıldı. Kentin
en önemli meydanının bütün özellikleri
kayboldu, kullanılamaz hale geldi. Trafalgar
Meydanı ya da Champs-Élysées’ye bakın.
Hürriyet, 18.11.2012
|
EFSANE ŞEHİR: TROYA

Yiğit Hektor'un şansızlığı
ölümsüz Aşil ile karşılaşmasıydı. Ölümüne düşmanları
dahil herkesin ağladığı Hektor'un ülkesini mutlaka
ziyaret edin, siz de bu ilk Çanakkale Savaşı'na
yerinde tanıklık edin...
Artık üzerinde bir yaşamın bulunmadığı Troya,
Türkiye ’nin dünyada en fazla tanınan
şehirlerinden. Maceraperest bir Alman’ın, tarihe
geçme merakı olmasa, belki varlığından bile haberdar
olmayacaktık.
Hollywood ’a konu olacak kadar renkli bu şehirde
dev anıtlar, görkemli çeşmeler, büyük tiyatrolar
bulamazsınız, ama mitolojinin ete kemiğe büründüğü
yerdir Troya. Her gittiğimde bir dönem Hektor’un,
Paris’in, Aşil’in yaşadığı bu topraklar beni çok
etkiler.
Troya’yı ölümsüz kılan, İzmirli ozan Homeros’un
ölümsüz eseri İliada ve Odysseia Destanı… Homeros,
10 yıllık Troya Savaşı’nın sadece son günleri
üzerinde yoğunlaşır. Geriye ve ileriye dönük
anlatımlarla Troya kentinin önündeki olaylar,
Paris’in kararından, Helena’nın kaçırılışı ve kentin
tahta at hilesiyle alınışına kadar gerçekleşenleri
anlatır.
Homeros’a göre bu savaşın sebebi aşk… Hera, Athena
ve Afrodit arasındaki güzellik yarışmasında,
tanrılar tarafından hakem seçilen Troya kralının
oğlu Paris’in, Afrodit’i seçmesi Hera ve Athena’yı
çok kızdırır. Paris, bu tercihine karşılık olarak
dünyanın en güzel kadını, Zeus’un kızı ve Sparta
kralı Menelaos’un karısı Helena’yı Afrodit’in
yardımıyla Troya’ya kaçırır. Bu kaçırma sadece
Menelaos için değil, aynı zamanda evlenme töreninde
bu evliliğin korunması için yemin eden bütün Grek
beylikleri yani Akhalar için de savaş nedeni kabul
edilir. Kanlı savaşların, tutkulu aşkların,
kıskançlıkların anlatıldığı destan, benim en
sevdiğim tarihi kişiliklerden biri olan Hektor’un
cenaze töreniyle biter.
Troya Savaşı, Batı’nın Doğu’ya, Avrupa’nın Asya’ya
karşı verdiği bir savaş olarak yorumlanır. Bu
sebeple tarihte bir çok hükümdar Troya’yı ziyaret
etmiş. Büyük İskender, Aşil’in mezarına kurban
sunarak, kendi yaptıklarını anlatacak bir Homeros
olmadığından yakınır. Şehrin bir diğer ilginç
hikayesi ise
Roma İmparatorluğu’nun, Troya’yı kökeni olarak
kabul etmesi... Troyalıların hayatta kalmış büyük
kahramanı Aeneas’ın annesi ve onun Latyom’a,
İtalya ’ya kaçıp orada Romalıların atası olarak
yerleşmesi yüzünden, Romalılar Troya’yı ana yurtları
olarak kabul etmiş. Bu sebeple birçok zengin Romalı
tarafından ziyaret edilmiş ve belki de tarihin ilk
turistik şehri olmuştu.
En son ‘Fatih’ geldi
Yazılı kaynaklara göre Troya’ya gelen son önemli
kişi ise Fatih Sultan Mehmet. Kendini Roma
İmparatoru olarak da tanıtan Fatih’in İmbrozlu (
Gökçeada ) tarihçisi Kritovulus şöyle yazar: ‘
Çanakkale ’ye bağlı eski Troya kıtasının merkezi
olan İlion şehrine geldiğinde, kalan yıkıntıları,
eski eserleri ve yöreyi seyir ve temaşa eyledi;
denizden ve karadan haiz olduğu önemi taktir etti,
ozan Homeros’u övüp göklere çıkardığı kimseleri ve
onların yaptığı saygı değer hizmetleri hatırlayıp
anarak, duygularını dile getirdi ve ‘Tanrı beni bu
şehrin ve halkının müttefiki olarak bu ana kadar
koruyup esirgedi. Şehrin düşmanlarını yendik ve biz
Asyalılara karşı birçok kez yapılan kötülüklerin
öcünü aradan yıllar ve çağlar geçmesine karşın
aldık’ dedi.
Aslında MÖ 1180 yılında yapıldığı kabul edilen
Troya Savaşı’ndan, 1915’teki Çanakkale Savaşı’na
kadar amaç hep aynıydı: Çanakkale Boğazı’nı kontrol
ederek Doğu ve Batı’ya hükmetmek… Bu amaçla yapılan
ilk savaş Troya Savaşı’dır.
Ancak binyıllar içinde harabeye dönüşen kentin tam
olarak nerede olduğu unutulmuş. Özellikle
Ortaçağ’dan sonra İlyada Destanı’nın tüm Avrupa’da
yeniden okunması nedeniyle, pek çok araştırmacı
Troya kentini bulmak için yüzyıllar boyu Çanakkale
yöresini araştırmışlar. Homeros hayranı, zengin
işadamı Heinrich Schliemann, servetinin büyük bir
kısmını harcayarak, sonunda 1868’de şehri bulur.
Hazine avcısı Schliemann
Schliemann, İlyada’yı inceledikten sonra, Homeros’un
betimlediği Troya kentinin, Çanakkale Boğazı’nın
güneyinde bulunan ve yapay bir tepe olan Hisarlık’ta
aranması gerektiği sonucuna varmış. Bölgede oturan
İngiliz konsolos Frank Calvert, Hisarlık tepesinin
yapay bir tepe, yani höyük olduğunu anlamış ve
burada Troya’yı aramak için, 1865’ten başlayarak
kazı yapmış.
Kazıları devam ettiren Schliemann’ın
amacı arkeoloji tarihine geçmek değil ‘hazine
avcılığı’ydı. Bu yüzden Troya höyüğünü büyük ölçüde
tahrip etti. ‘Pariamos Hazinesi’ne sahip olmak için
yaptığı ölçüsüz kazılar, arkeoloji literatürüne
‘Schliemann Yarması’ olarak geçti. Ancak zamanla
bulduğu hazineden daha değerli hazinenin Troya’nın
kendisi olduğunu anlayan Schliemann, kısa sürede
tabakaları ayırmayı öğrendi, bunun için, belli
özelliklere sahip çok sayıda çanak çömlekten
yararlandı.
Troya kazıları, dünya kamuoyunda arkeolojik
çalışmalara karşı geniş ilgi uyandırdı,
Schliemann’ın kazılarından elde edilen deneyim,
arkeoloji bilimi için yol gösterici oldu.
Troya buluntuları Atina, Berlin ve
İstanbul müzelerine girmiş, Berlin’deki 10 bini
aşkın buluntunun kopyaları 37 üniversite ve müze
koleksiyonuna verilmişti. II.Dünya Savaşı’ndan sonra
Berlin’deki parçaların en değerlileri kayboldu, bir
bölümü de yangınlarda hasara uğradı. Daha sonra
arkeolji literatürüne ‘Priamos Hazinesi’ olarak
geçen MÖ 2500 yıllarına tarihlenen hazine, 2.
Dünya Savaşı sonrası savaş ganimeti olarak
Moskova ’daki Puşkin Müzesi deposuna kondu. Bir
kısmı 1995’ten beri Moskova’da sergileniyor.
Anadolu çocuğu Hektor!
50 yıl sonra, 1988’den başlayarak Troya, Tübingen
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Manfred Osman Korfmann
başkanlığındaki bir ekip tarafından, Korfmann’nın
2005’teki ölümüne dek yeniden kazıldı. Özellikle
Homeros Troyası olarak da anlatılan Son Tunç Çağı
dönemi (MÖ 1600-1200’ler) aşağı kentinin savunma
duvarı ile hendeklerinin ortaya çıkartılmasıyla,
Troya’nın sanılandan çok daha büyük olduğu
ispatlandı. Ayrıca Troya’da ilk kez bulunan,
Hititçenin Batı Anadolu’daki bir lehçesi olan Luwice
yazılı Tunç mühür, Troya ve Hitit İmparatorluğu
arasındaki ilişkileri açıkça ortaya koydu ve
Troya’nın bir Anadolu kenti olduğunu ispatlandı.
İşte 1863’ten beri araştırılan Troya’da arkeologlar
10 farklı kent tespit ettiler. Üst üste kurulu bu 10
kent yüzünden 15 metreden yüksek olan yapay bir tepe
meydana gelmiş.
Dünya tarihin en bilinen savaşlarına, en tutkulu
aşklarına ve en yiğit savaşçıların çarpışmalarına
sahne olan Troya’yı her ziyaretimde, gözümü kaparım
ve Hektor olduğumu hayal ederim. Anadolu’nun has
çocuğu, yiğit Hektor’un kahramanlıklarını düşünürüm.
Hektor’un şansızlığı ölümsüz Aşil ile
karşılaşmasıydı. Ölümüne düşmanları dahil herkesin
ağladığı Hektor’un ülkesini mutlaka ziyaret edin,
siz de bu ilk Çanakkale Savaşı’na yerinde tanıklık
edin…
Müze 2015’ten önce açılıyor
Yıllardır Troya kazısı eşbaşkanlığını yapan
Doç.Dr.
Rüstem Aslan, Troya’nın en büyük eksiği olan “Troya
Müzesi’’ projesinin sonunda hayata geçtiği müjdesini
verdi. Aslan, ‘’
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nın uzun süren
hazırlık çalışmasından sonra 2015 yılından önce
açmayı planladığı müze, Troya’dan 19. yüzyıldan
itibaren dünyanın 44 farklı müze ve kolleksiyonuna
dağılan eserlerin geri dönüş süreci için elimizde
çok önemli bir argüman olacak. Hazinelerin küçük bir
parçası döndü, ancak diğerlerinin de dönmesi için
hukuki sürecin dışında etik bir baskı da
oluşturabilecek. Böylelikle Troia eserlerin
çıktıkları yerde sergilenmesi ilkesi için önümüzde
hiçbir engel olmayacak. Bunlar müzenin arkeoloji
dünyasına olan etkisi olacak. Ancak müze aynı
zamanda doğrudan Çanakkale kentini etkileyecektir.
500 bin olan ziyaretçi sayısı ikiye üçe katlanacak.
Çanakkale turistlerin Troia’yı görmek için gelip
geçtiği yer olmaktan çıkıp konakladığı bir
destinasyona dönüşecek. Ziyaretçiler Troia Müzesi ve
ören yerinde bir tam günlerini geçirebilecekler.
Çanakkale kentindeki konaklama sayısı kalıcı bir
şekilde büyük oranda artacak” dedi.
Radikal, Yazı: Vedat Atasoy, 18.11.2012
|
TAVANARASINDAN SERVET ÇIKTI
İngiltere’de tavan arasında temizlik yapılırken tesadüfen bulunan Çin vazosu 3 milyon sterline (8.57 milyon TL) satıldı.
300 yıllık, 40 santim uzunluğundaki şişe şeklindeki mavi beyaz vazo, Kuzey Yorkshire’deki Tennants Koleksiyoncusu’nda önceki gün yapılan açık artırmada beklenildiğinden 123 kat daha pahalıya satıldı.
İsmini açıklamak istemeyen eski sahibi, antik vazonun gerçek değerinden haberdar olmadığını, rutin bir ev temizliği sırasında bulunduğunu anlatarak “45 yıldır evde. Evdeki kedilere, köpeklere, odada futbol oynayan çocuklara rağmen hiç zarar görmemesi mucize, evde zarar görmeyen tek eşyaydı” dedi. Vazoya 3 milyon sterlin veren yeni sahibin ismi açıklanmadı sadece telefonla Hong Kong’dan katıldığı belirtildi.
Hürriyet, 18.11.2012
|

|
TARİHİ YARIMADA İÇİN BİLİMSEL YÖNETİM

Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın Topkapı Sarayı Müze
Başkanlığı’ndan ayrılmasından sonra hem başkan hem
müdür yetkileriyle müzeye getirilen Prof.Dr. Haluk
Dursun ilk kez
Radikal ’e konuştu.
Yarımada’nın müzeler mekanı
olduğunu ve bir üst yönetim tarafından yönetilmesi
gerektiğini söyleyen Dursun, Saray’a atların çektiği
saltanat arabalarıyla insanların gezebileceği
mekanlar tasarladığını, Harem’de kapalı olan
mekanların açılacağını anlattı.
Müze başkanı olarak Ayasofya’daydınız. Şimdi
başkan mı müdür olarak mı görevdesiniz?
İki buçuk yıl kadar Ayasofya Müzesi’nin başkanı
unvanıyla aynı zamanda müdürlüğünü de yaptım.
Müdürlük idari yazışmaların başında olduğu bir
işletmecilik görevi. Müze başkanlığı müzenin
vizyonunu, misyonunu geliştirmek, müzeyi imaj olarak
temsil etmek için düşünüldü. Müzenin çekip
çevrilmesi işi müze müdürlüğüne ait bir görevdir.
Burada da şu anda fiilen müzenin yönetiminden
sorumluyum.
İlber hocanın döneminde akide şekeri mi,
lokum mu tartışması yaşadık. Şu an böyle bir sorun
var mı?
Yok. Bu sorun Ayasofya’da da yoktu. Bir şekilde
orada su doğal akışını bulmuştu. O tecrübelerle yola
çıkarak İlber hocamızın buradan ayrılmasından sonra
fiilen müze başkanlığı ile müze müdürlüğü birleşti.
Ayasofya mı Topkapı mı?
Yani gönlümle hala Ayasofya’ dayım. Benim için çok
ayrı bir mekan ama aklımla Topkapı’dayım.
İkisinde de başkanlık etmek ister miydiniz?
Zaman ayırmak bakımından zor. Benim ayrı bir görüşüm
var.
İstanbul ’un birinci tepesinin bir ‘müzeler
bölgesi’ olarak ilan edilmesi gerek. Ayasofya,
Topkapı, Aya İrini,
İslam Eserleri Müzesi, Arkeoloji Müzesi,
Yerebatan Sarnıcı, Mozaik Müzesi üst bir yönetimle
idare edilmeli. Bunlar birbirinden ayrı yapılar
olarak düşünülmemeli. Şehir yönetiminde İstanbul’un
birinci tepesi ve en önemli mekanı. Böyle bir yer
dünyanın hiçbir yerinde yok.
Saray sadece turistlerin ziyaret ettiği ve
ziyaretten gelir edilen bir mekan mıdır?
Teşhir, tanzim, ziyaretten önce bu tarihi mekanın
doğru ve zamanında restorasyonlarla korunması
birinci esas. Tarihi mekanın tarihi objelerin,
eşyaların, kutsal emanetler, hazinelere kadar
bunların iyi korunulması, sergilenmesinden
bahsediyorum. Tabii burası ticari bir işletme, gelir
getirecek kuruma dönüşmesi lazım. Ama tamamiyle
vahşi kapitalizmin bir tüketim alanı olmamalı.
Depoların ciddi bir sorun içersinde olduğunu
biliyoruz. Depoları başka bir yere taşımak gibi bir
önlem var mı?
Göreve geldiğimden beri öğleden önceki dönemi makam
odamda geçirmiyorum. Bahçelerde, dış alanlarda ve
depolarda geçiriyorum. Gözlem yapıyorum. Sayın
Bakan’ın (Ertuğrul Günay) büyük gayreti var. Depo
olabilecek büyük askeri yapılar var. Artık yerimiz
dar değil. Eserler depolanmak için değil sergilemek
için vardır. O alanın beni heyecanlandıran tarafı ne
biliyor musun; esas ‘has bahçe’ orası, Gülhane
orası. Esas Gülhane Mustafa Reşit Paşa’nın Divan-ı
Hümayu’nu okuduğu Gülhane... Saray’ın Marmara
tarafı. Tarihi Gülhane’nin aslına uygun ve ismiyle
müsamma olan bir bahçesinin kurulması, beni çok
heyecanlandırıyor.
Sarayı yaşatmak gibi projeler diyebilir
miyiz?
Diyebiliriz. Projelerimden biri sarayın at
arabalarını sergilemek. 42 civarında at arabamız
var. Yaldızlı at arabaları. İsteyenleri 1300
metrelik yolu ‘has bahçenin’ içinden at arabasıyla
gezdirmek. Bu tür projelerle burayı yaşanılan
alanlar olarak görüyorum.
Haremde her yeri görememe sebebimiz nedir;
personel yetersizliği mi?
Hünkar sofrasından başlamak üzere ‘baltacılar
ocağı’na kadar giden, şimşirliğe inen bir
restorasyon var. Bu restorasyonlar çok daha önceki
dönemlerde yapılarak gelselerdi bu alanlar açık
olacaktı. Bunlar yapılamamış. Çünkü büyük bütçeler
istiyor. Harem sadece yemek odalarından ibaret bir
mekan değil.
İlber Hoca ziyaretçi sayısından rahatsız
olduğunu söylüyordu. Siz ne düşünüyorsunuz?
Gelen konuklarınıza iyi bir ortam sağlanması için
gezi kalitesinin yükseltilmesi gerekiyor. Buraya çok
sayıda insan gelirse iki şey yapacaksınız. Ya
gelenlere kota koyup rezervelerle tutacaksınız, ya
da mekanınızı büyüteceksiniz. Bu alanların
çoğaltılması projem var. Müze olarak en yoğun
bölgesi üçüncü avlu yani Enderun avlusu. Kutsal
emanetler, hazine orada. İnsan kalabalığı buraya
yönlendirilmiş. Alay meydanı dediğimiz divan
meydanında, zülüflü baltacılarda restorasyon bitmek
üzere. Has mutfaklardaki restorasyon da bitiyor.
Personel ve diğer misafirler oraya götürülecek.
Dördüncü avlu dediğimiz alanın hemen altı garaj
olarak otopark olarak kullanılıyordu. Şimdi araç
girmiyor. İnsanların girebildiği bir alan sağlamış
olduk. Ayrıca o alanda Mustafa Paşa Köşkü gibi ve
Bağdat Köşk’ü gibi seyir köşkleri görülebilecek.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.11.2012
|
TARİHİ CAMİ KÜL OLDU
Afyonkarahisar'ın
Sandıklı İlçesi Koza Köyünün tek camisi çıkan
yangında tamamen yandı.
Edinilen bilgiye göre,
gece saat 03.15 sıralarında Sandıklı'nın Kozan
Köyü'nde bulunan köy camisinde yangın çıktı. Yangına
ilk müdahaleyi köylüler yaparken jandarma ve
Sandıklı Belediyesi itfaiye ekiplerinden de yardım
istendi. Köye gelen itfaiye ekipleri yangını
yaklaşık iki saatte kontrol altına alabildi. Ahşap
olarak 1936 yılında yapılan köyün tek camisi çıkan
yangında tamamen kullanılmaz hale geldi. Kozan köy
muhtarı Mustafa Ergenç, yangının nasıl çıktığını
bilmedikleri belirterek, 'Cami 1936 yılında
yapılmış. Tarihi ve ahşap olan camiden başka bir
cami köyümüzde yok' dedi.
Yangında cami tamamen
kül olurken, jandarma yangınla ilgili soruşturma
başlattı.
Afyonkarahisar Kent
Haber, 18.11.2012
|
101 NO.LU ODADA ATATÜRK KAVGASI

Atatürk’ün koruması Rıdvan Gür Arı’nın Pera Palas
Oteli’ne hibe ettiği ‘Ata yadigarı’ 42 parça eşya
otelin eski ve yeni sahiplerini karşı karşıya
getirdi.
Kemal Süzer, oteli sattığı işadamından eşyaları
geri isteyince Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Onlar
milli değer, korumaya alınsın” dedi. Süzer ise,
“Parasını verin” diyerek rest çekti.
Atatürk’ün 10 yıl boyunca yakın korumalığını yapan
Rıdvan Gür Arı, “Ata”dan kendisine kalan 42 parça
eşyayı, 1982 yılında, yaklaşık 7 yıl önce ölen Pera
Palas Oteli Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Süzer’e
hibe etti. Söz konusu eşyalar, Atatürk’ün zaman
zaman kaldığı otelin 101 numaralı odasında, “Ata
Müzesi” tabelası altında sergilendi. Baba Süzer’in
ölümünden sonra oğlu Kemal Süzer, aile yadigarı
oteli borçları yüzünden, İhsan ve Yavuz Kalkavan’a
ait Beşiktaş Deniz Yatırımları Sanayi ve Ticaret
A.Ş.’ye devretti. Kemal Süzer, 2009 yılında
mahkemeye başvurarak, Kalkavanlar’ın şirketinin,
“Ata Müzesi”ndeki eşyaları iade etmesini istedi.
Yaklaşık 3 yıldır süren
ilginç davaya, geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm
Bakanlığı da dahil oldu. İstanbul 20. Asliye Hukuk
Mahkemesi’ne Avukat Nursel Martı aracılığıyla
mahkemeye sunulan müdahale dilekçesinde, “Davacı
tarafından iadesi talep edilen söz konusu emtia ile
ilgili olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca, 1982
yılından beri demirbaş olarak bulundukları Pera
Palas Oteli’nin ‘Atatürk Müzesi’ olarak tescilli
bulunan 101 numaralı odasında birebir milli emanet
ve tescile tabi terihi eser statüsünde kabul
edildiklerinden, 1982 yılında Türk-İslam Eserleri
Müzesi Müdürlüğü bünyesinde bir tespit ve tescil
çalışması yapılmış, söz konusu bu emtia, korunması
gerekli tarihi eser olarak tescillenmiş
bulunmaktadır. Bu sebeple, korunması gerekli tarihi
eser olarak belirlenmiş bulunan Atatürk’e ait söz
konusu eşyaların özel mülkiyete konu edilmesi
hukuken mümkün değildir” denildi.
Davacı Kemal Süzer ise
bakanlığın taleplerinin reddini istedi. Açtığı
davanın “mülkiyet hakkına” dayalı olduğunu öne süren
Süzer, “Dava konusu eşyaların, ‘korunması gerekli
taşınır kültür varlıkları’ olduğu kabul edilse bile,
benden değeri ödenerek satın alınması gerekir”
iddiasında bulundu. Mahkeme, geçtiğimiz günlerde
görülen duruşmada, bakanlığın “asli müdahale”
talebinin önümüzdeki celse karara bağlanmasına
hükmetti. Duruşma ertelendi.
Atatürk’e ait eşyalar şunlar: “Kastamonu’da ilk
giydiği penema şapka. 1 kasket. 2 kravat. 1 çift
siyah ayakkabı. 1 çift terlik. 2 fincan (Biri çay
diğeri kahve için). 2 markalı ipekli gömlek. 1 keten
deniz şapkası. 1 çift mahmuz. 1 manevra gözlüğü. 1
yakın gözlüğü. 1 diş fırçası. 1 saç fırçası. 1 sedef
işlemeli sigara tabakası. 1 gecelik entarisi. Banyo
ve sabun kesesi. Son kullan-dığı talk pudrası
(kutusu ile birlikte). 1 kaşık. 1 ropdöşambr. Yarım
kalmış bloknot. 3 kartvizit. 1 yemek mönüsü. 1 kutu
çam tozu. 1 kırık güneş gözlüğü. Biri imzalı 9 tren
tarifesi. Diş tozu kutusu. 1 iç çama-şırı takımı. 1
markalı çay kaşığı.”
Vatan, Haber: Cahit Yüce, 17.11.2012
|
 |
5 BİN 500 YILLIK MUMYANIN SIRRI
Londra’daki British Museum’da sergilenen 5 bin 500 yıllık antik Mısır mumyasının sırtından bıçaklanarak öldürüldüğü ortaya çıktı.
1896’da Mısır’da bulunan, yüz yılı aşkın bir süredir İngiltere’nin başkenti Londra’daki British Museum’da sergilenen genç bir erkeğe ait 5 bin 500 yıllık mumyayla ilgili sır çözüldü.
Bilimadamları, 3 boyutlu yüksek teknoloji X-ray cihazlarını kullanarak, Ginger (Zencefil) ismi verilen mumyayı yeniden inceledi. Mumyanın sol kürek kemiğinin hemen altında yara izine rastlandı.
Bu yara izine göre Mısırlı, katili tarafından sırtından bıçaklanmış. Daniel Antoine isimli müze yetkilisi “Ginger, bir mücadele sırasında değil, beklemediği bir anda öldürülmüş” dedi. Mumyanın X-ray görüntüleri sergide kurulan ekranda görülebiliyor.
Hürriyet, 17.11.2012
|
EN BAYAT YUMURTA 600 YILLIK!
Rusya'nın Azov bölgesinde bina yapımı için
gerçekleştirilen temel kazısı sırasında bazı tarihi
eserler bulundu. Bunun üzerine bölgeye gelen
arkeologlar, bina temelinde kazıya başladı. Kazı
sırasında tarih eser özelliği bulunan birçok tarım
aleti ve toprak küp ortaya çıkarıldı. Ancak kazı
sırasında ilginç bir olay yaşandı. 14. yüzyıla ait
olduğu belirlenen ve üzerinde herhangi bir darbe izi
bulunmayan bir tavuk yumurtası ortaya çıkarıldı.
Konuyla ilgili olarak açıklama yapan, Azov Müzesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Andrey Maslovky, daha önce
birçok yumurta kabuğu ortaya çıkarıldığını ve bu
kadar eski ve sağlam bir yumurtayla ilk kez
karşılaşıldığını ifade etti.
Sabah, 17.11.2012
|
|
İSTANBUL'UN İLK RESİMLERİ REKOR FİYATLA MÜZAYEDEDE

İstanbul’dan çok etkilenen ve kendisine
ilham veren şehri farklı açılarla
betimleyen Rus ressam İvan
Ayvazovsky’nin tabloları satışa
sunuluyor.
Ünlü müzayede kuruluşu Sotheby’s 26
Kasım akşamı gerçekleşecek etkinlikte,
Ayvazovsky’nin “Ay Işığında Galata
Kulesi” 500 bin ile 700 bin; “Haliç’te
Ay Doğuşu” 700 bin ile 900 bin ve
“Boğaziçi’nde Gemiler, Konstantinopolis”
adlı tablosu ise 80 bin ile 120 bin
sterlin taban fiyatla koleksiyonerlerin
beğenisine sunulacak.
Sanatçının hayatı boyunca birçok kez
ziyaret ettiği Osmanlı başkentini
resimlerine sık sık konu ettiği
biliniyor. Bugün dünyaca ünlü eserlere
sahip olmasının arkasında ise Sultan
Abdülaziz var. Abdülaziz’in,
Ayvazovsky’den 1874 senesinde Dolmabahçe
Sarayı’nı süslemesi için İstanbul’un
farklı manzaralarını resmetmesini
istemesiyle bu eserlerin ortaya çıktığı
kayıtlarda yer alıyor.
Sotheby’s,
sanatçının tablolarını geçen nisan
ayında tanıtmış ve 1856 tarihini
taşıyan, ‘Konstantinopolis ve Boğaziçi
Manzarası’nı 3 milyon 233 bin 250
sterline satarak sanatçının Türkiye
manzaraları arasında bir rekor elde
etmişti. Ayrıca, 1845 tarihini taşıyan,
“Ay Işığında Galata Kulesi” eseri de
Ayvazovsky’nin son on sene içinde
müzayedeye çıkan en eski tarihli
İstanbul manzarası olarak biliniyor.
Resim, sanatçının 1845 senesinde Rus
İmparatorluk Donanması’nın Anadolu
gezisine eşlik etmek amacıyla İstanbul’a
ilk defa gelişi sonrasında yapıldı.
Ortaçağ’dan kalma Galata Kulesi’ni
betimleyen resim İmparator I. Nicholas’a
hediye olarak sunulmuştu.
Zaman, 17.11.2012
|
CİLALI TAŞ DEVRİ İZLERİ

Malatya'nın Akçadağ
İlçesi'nde 65 milyon yıl öncesine dayanan kaya
formasyonlarından oluşan Levent Vadisi'nde yapılan
envanter çalışmasında, Cilalı Taş Devri olarak da
bilinen ''Neolitik Çağ''a ait yaşam kalıntılarına
rastlandı.
Malatya Valiliği Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Uygulama Denetim
Bürosu (KUDEB) Başkanı Levent İskenderoğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 28 kilometre
uzunluğundaki Levent Vadisi'nin jeolojik
formasyonların varlığı açısından son derece güzel
bir yer olduğunu söyledi.
Vadide insan eliyle
oyulduğu tespit edilen irili ufaklı binlerce mağara
olduğunu anlatan İskenderoğlu, ''Bu mağaralarda
yaşam izlerini çıplak gözle de
gözlemleyebiliyorsunuz'' dedi.
KUDEB olarak vadide
envanter çalışması yaptıklarını hatırlatan
İskenderoğlu, çalışmanın tamamlandığını belirterek,
şunları kaydetti:
''Bilim adamları,
KUDEB'in teknik personeli, yani sanat tarihçisi ve
arkeologlarla yaptığımız çalışmayla vadide
Paleolitik döneme (Yontma Taş Devri/Eski Taş Çağı)
kadar yaşamın olduğu ortaya çıktı. Vadideki mağara
yerleşkelerinde Neolitik döneme (Cilalı Taş
Devri/Yeni Taş Çağı) ait yaşam kalıntılarına
rastladık. Hitit, Roma, Selçuklu ve Osmanlı
medeniyetinin izleri de var.
Günümüzde de hali
hazırda köylerde yaşam devam etmekte. Mevcut yaşamı
da göz önünde bulundurursak, bir tabiat harikası
olan Levent Vadisi'nde 10 bin yıldır yaşamın
sürdüğü, insanların burayı her dönemde yaşamak için
seçtiği ortaya çıktı.''
Çalışma kapsamında,
vadide 26 jeosit alan (jeolojik anlamda önem taşıyan
yerler) olduğunu belirlediklerini anlatan
İskenderoğlu, vadide aralarında Levent, Kozalak, Bağ
ve Sarıhacı'nın da bulunduğu 20'ye yakın köyün yer
aldığını bildirdi.
İskenderoğlu, çalışmanın
sonuçlarının bastıracakları kitapta yer alacağını
söyledi.
Kozalak köyü muhtarı
Hüseyin Ünal ise eski adının Hartut olduğunu
belirledikleri köylerinin Levent Vadisi'nin içinde
yerleşik bulunduğunu söyledi. Levent Vadisi'nde
yaşamanın çok güzel bir duygu olduğunu anlatan Ünal,
''Havası temiz, suyu güzel, toprağı mümbit (verimli)
bu vadi, içinde yaşayan insana mutluluk verir''
dedi.
Ünal, yörede geçimin
fasulye, şeker pancarı, kayısı, nohut üretimiyle
sağlandığını belirterek, 52 yaşında olduğunu ve 4
dönemdir köyde muhtarlık yaptığını, buraya dedesinin
babasından daha eski kuşakların yerleştiğini
söyledi.
Eski uygarlıkların
yaşadığı ifade edilen vadinin batı tarafındaki
köylerin daha önce nahiye olduğu bilinen Levent
Köyüne bağlı olduğunu ifade eden Ünal, vadinin adını
bu köyden aldığını, buranın daha sonra göç vererek
bucak olmaktan çıkıp köy olduğunu belirtti.
Vadideki Bağ ve Sakalı
Uzun köylerinin arazisinin birleştiği noktada
bulunan Çerkeztepe Tümülüsü'nün Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından sit alanı ilan edildiğine
değinen Ünal, Yalınkaya ve Kozalak köyleri sınırında
yine 5 bin yıllık tarihi yapılar olduğunu kaydetti.
Bağ Köyü sakinlerinden
Ali Özdemir de atalarının yüzyıllardır yurt edindiği
vadide yaşamaktan mutluluk duyduğunu belirtti.
Malatya Haber,
17.11.2012
|
MANASTIR ELLERİNDEN GİTTİ, SÜRYANİLER İSYAN ETTİ

Yargıtay
Midyat’ta 276 dönüm arazinin Mor Gabriel
Manastırı’nca işgal edildiğine karar verdi ve
Hazine’ye tescilledi. Süryani cemaati, Anayasa
Mahkemesi’nde karar bozulmazsa AİHM’e gidecek.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Mardin Midyat’taki
1615 yıllık Süryani Manastırı Mor Gabriel’in
‘arazilerinin kilisenin malı olduğu’ yönündeki
Midyat Kadastro Mahkemesi’nin kararını bozmasının
ardından yapılan karar düzeltme istemini de
reddetti. Böylece manastırın 276 dönüm araziyi işgal
ettiğini belirterek Hazine’ye tescil edildi.
Gerekçeli kararda, davalı vakıf tarafından 1935
yılında bildirilen beyannamede, taşınmazların
miktarı, mevkii ve sırlarının yazılı olmaması
nedeniyle bu taşınmazların bahsi geçen beyanname
kapsamındaki taşınmazlardan olduğu için davalı vakıf
tarafından kanıtlanmadığına dikkat çekilerek, ayrıca
dava konusu taşınmazların vakfa bağış yolu ile
geçtiğine ilişkin iddianın duruşmada dinlenilen
yerel bilirkişi ve tanıklar tarafından doğru
olmadığının bildirildiği belirtildi. Gerekçeli
kararda, dairenin bozma kararına uyulması gerektiği
kaydedildi. Vakıf karar düzeltme talebinde bulununca
Kurul, dosyayı yeniden gündemine aldı. Kurul, vakfın
karar düzeltme istemini reddetti. Mor Gabriel
Manastırı Başkanı Kuryakos Ergün Yargıtay’ın
kararıyla ilgili şunları söyledi: “Bu konunun böyle
olacağı belliydi. 1974 yılında Yargıtay bir karar
almıştı. O kararda ‘Bizler için Türkiye’de yabancı
gayrimüslümler’ ifadesini kullanmıştı. Kanunlarda ne
kadar iyileştirme yapılırsa yapılsın, bu zihniyet
düzelmiyor. Yasal bir karar almadan sadece yorumla
bozuyorlar kararı. Önümüzde Anayasa Mahkemesi’ne
bireysel başvuru hakkımız var. Sonuç çıkmazsa AİHM’e
gideceğiz. Mor Gabriel Manastırı ve arazileri 397
yılından kalma. Yüzyıllardır bu topraklardan sayısız
medeniyet geçmiş, Osmanlı hüküm sürmüş bu manastırın
kurulduğu alanın devlete ait olduğu farkedilmemiş
mi? Türkiye Cumhuriyeti yargısı için vahim bir
karardır. Her şeyi siliyorlar bizlere ait olan.
Konuyu Cumhurbaşkanı’ndan ve Başbakan’dan randevu
alıp bir kez daha görüşmek istiyoruz.”
Vatan, 16.11.2012
|
 |
TARİHİ DEĞİŞTİRECEK GERÇEK
Bilinenin aksine insanoğlunun tespit edilen tarihten tam 200 yıl önce avlanmaya başladığı belirlendi.
Bilimadamları Güney Afrika'da buldukları taş silahlarla ilk insanların tarihten 500 bin yıl önce avlanmaya başladıklarını tespit ettiler. Homo Heidelbergensis adlı türün 500 bin yıl önce taştan mızrak oyup, tahtaya bağlayarak avlandığı belirlendi.
Homo Sapiens ve Neandertaller’in taştan mızrak ucu yaptığı tarihin binlerce yıl öncesine rastlıyor bu bulunan mızrakların yapılış tarihi.
Toronto Üniversitesi'nden Jayne Wilkins, “Bu bulgular gösteriyor ki, modern insanın anatomik gelişmişliğe ulaştığı tarihten 200 bin yıl önceki tarihlerde de başka türler bu teknolojiyi yaratmışlardı. Neandertaller ve insanlar teknolojiyi bağımsız olarak geliştirmediler. Ancak eski atalarından onlara miras kaldı” dedi.
Habertürk, 16.11.2012
|
BARAJ İNŞAATINDAN TARİH ÇIKTI

Muğla'nın
Milas İlçesi
Selimiye beldesi Derince Köyü çevresinde inşası
devam eden Derince Barajı'nın yol yapım çalışmaları
sırasında tarihi eser kalıntılarına rastlandı.
Milas Müze Müdürü Ali Sinan Özbey'in verdiği
bilgiye göre, Günlük Köyü yakınlarında eski yolun
baraj suları altında kalacak olması sebebi ile köye
alternatif yol yapım çalışmalarına başlandı.
Gece de
devam eden çalışmalar sırasında tarihi kalıntılar
fark edilince çalışmalar durdurularak
Milas Müze Müdürlüğü tarafından Koruma Kuruluna
sunulan raporla alanda kurtarma çalışmalarına
başlandı.
Sponsor aracılığı ile
temin edilen işçilerle
Milas Müze Müdürlüğü ekiplerinin yürüttüğü
kurtarma çalışmaları sırasında Bizans dönemine ait
olduğu sanılan bir kilisenin kalıntıları bulundu.
Çalışmalar 10-15 gün
içinde tamamlanarak net sonuca ulaşılmaya
çalışılacağı bildirilirken, alanda yapı kalıntısı
bulunduğu takdirde önümüzdeki yıl projesi sunularak
kazı çalışmalarına başlanacak.
Konuyla ilgili açıklama
yapan
Milas Müze Müdürü Ali Sinan Özbey, "Gecen hafta
jandarma yetkililerinin müdürlüğümüze
haber vermesi üzerine gerekli inceleme ve
çalışmalarda bulunduk. Çalışma kapsamında
arkadaşlarımız da gerekli incelemelerde bulundu.
Müze uzmanlarımızın incelemesinden sonra buradaki
baraj alanının tahliyesi ile ilgili açılan yol
çalışması sırasında büyük ihtimalle bir Geç Roma ve
Bizans Dönemlerine ait mimari parçalara ulaşıldığı
bilgisi geldi. Arkasından yerel imkanlarla baraj
yetkililerinin de desteği ile burada kurtarma
kazısına başladık. 10-15 günlük süre içersinde
buradaki çalışmaları tamamlayarak buradaki yapının
ne olduğunu anlamaya çalışacağız. Arkasından
raporlarımızı koruma kuruluna ve genel müdürlüğümüze
ileteceğiz. Arkasından da herhangi bir yapının
temellerine ulaşmamız durumunda önümüzdeki yıl kazı
projesini hazırlayarak genel müdürlüğümüze sunup
Muğla Üniversitesi ile işbirliği içinde buradaki
kazılara devam etmeyi düşünüyoruz. Üzerinde haç
motiflerinin olduğu geç dönemlere ait bir kilise
kalıntısıyla karşılaşacağımızı umuyoruz" dedi.
haberler.com, 16.11.2012
|
HİTİTLER DE ÇALIYORDU

Alacahöyük'teki kazı çalışmalarını yürüten
Prof.Dr. Çınaroğlu, bölgede yer alan bir duvar taşında
gitara çok benzeyen telli bir çalgı çalan kişi
figürü bulunduğunu söyledi.
Prof.Dr. Çınaroğlu, bazı müzikogların çalgıyı
gitara, bazılarının ise Orta Asya’da kullanılan
başka bir telli çalgıya benzettiklerini söyledi.
Çorum’um Alaca İlçesi’nde bulunan Alacahöyük
Beldesi’nde yapılan kazı çalışmalarında Hitit
dönemine ait eserler arasında yer alan bir duvar
taşında telli bir çalgı çalan kişi figürü bilim
adamlarını ikiye böldü. Bölgede 1997 yılından bu
yana kazı çalışması yapan
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden emekli Prof.Dr.
Aykut Çınaroğlu, bazı müzikologların figürdeki
çalgıyı gitara benzettiğini bazılarının ise Orta
Asya’da kullanılan başka bir telli çalgı olduğunu
iddia ettiğini söyledi. Duvar taşı üzerinde bulunan
ve Hititler’e ait bahar bayramında gerçekleştirilen
şenliği tasvir eden kabartmanın yıllardan bu yana
bilindiğini dile getiren Prof.Dr. Çınaroğlu, telli
çalgıyı çalan insan figürüyle ilgili yıllardan bu
yana çeşitli yorum ve değerlendirmeler yapıldığını
dile getirdi. Hititler’in bu tür telli çalgıları
kullandığını söyleyen Prof.Dr. Çınaroğlu, şöyle
konuştu:
"Bu yıllardır bilinen bir konu. Bu figür yıllar
önce ortaya çıktı. Yeni bir durum söz konusu değil.
Müzikogların bu figürle ilgili farklı düşünceleri
var. Ancak, figürde gitarda da olduğu gibi
perdelerin bulunduğu görülüyor. Eğer bu bir gitarsa
şunu diyebiliriz ki gitarı İspanyollardan önce
Hititler çalıyordu. Gerçekten de bu telli çalgı
günümüzdeki gitara çok benziyor. Ancak kesin olarak
bu gitardır diyemiyoruz."
Bölgedeki kazı çalışmalarına bu yıl da devam
ettiklerini dile getiren Prof.Dr. Çınaroğlu,
yapılan kazılarda Hitit uygarlığına ait eserler
bulmaya devam ettiklerini ifade etti.
Hürriyet, Haber: Yusuf Çınar, 13.11.2012
|
11 - 17 Kasım 2012
|
TARİHE SAHİP ÇIKIN

Konya'nın birçok yerinde
bulunan Selçuklu ve Osmanlı eserleri belediyelerin
yaptığı yanlış belediyecelik anlayışı nedeniyle yok
oluyor.
Selçuklu
Devleti'nin başkenti olan Konya'nın her yerinden
tarih fışkırıyor. O dönemden kalma yapıların büyük
çoğunluğu bilinçsiz yapılan kazılar sonucu yeni
yapılan binaların ve inşaatların altında kaldı.
Zindankale Katlı Otopark'ı yapıldı oranın altından
Konya'nın Ehmedek'i meydana çıktı. Buraya sanat
galerisi yaptılar. Şimdi de Tarihi Kent Meydanı
Projesi kapsamında eski adliye alanının bulunduğu
yerde kazı çalışmaları sürüyor. Bu kazı çalışmaları
Müze Müdürlüğü tarafından görevli arkeologlar
tarafından kontrol edilerek kazılıyor. Buradan da
Konya'nın tarihi suru veya Selçuklu Devleti'ne ait
kalıntılar çıkması bekleniyor. Büyükşehir Belediyesi
ise buradaki yatan tarihin üstünü örterek Selçuklu
Müzesi yapmayı planlıyor. Buranın yanında Yeni
Numune Hastanesi projesi de devam ediyor. Tarihi
kalıntı çıkabilecek olan bu alanda ise iş makineleri
çalışmaya devam ederken, kazının başında arkeologlar
beklemiyor ve onlar kendi çalışmalarını yapmıyor.
Her yerinden tarih fışkıran Konya'nın eski
kalıntıları üzerine yeni binalar yaparken dikkat
edilmesi gerekiyor. Tarihin üzerini kapatarak
tarihin yaşatılmak istenilmesi ise duyanları
şaşırtıyor. Eski adliye alanı çevresinde yapılan
kazı çalışmasındaki yetkililer, kesinlik
kazanmamakla beraber, Selçuklu'nun surlarına
rastlanılmasının büyük olasılık olduğunu söylüyor.
Yetkililer burada yaptıkları çalışmalarda büyük biz
titizlik gösteriyor. Vatandaşlar Kültür Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu'nun verdiği kararın
internet sitesinde yayınlanmasını, bu kararlar ile
Konya'nın neresinde tarihi eser olduğu ve bu eserin
korunması gerektiğini öğrenmek istiyor.
KONYA'NIN TARİHİNİ MUHAFAZA EDEMİYORUZ
Büyük Selçuklu Mimarı Projesi Koordinatörü İbrahim
Dıvarcı, Konya'da Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin
korunamadığını söyledi. Dıvarcı, “Biz Selçuklu ve
Osmanlı eserlerini koruyarak tarihimizi muhafaza mı
edeceğiz buna karar vermemiz lazım, bizim temel
sorunumuz bu. Konya'nın bugünkü belediyecilik
anlayışında bir defa şehir denmiyor, kent deniyor.
Dünyanın en kayda değer şehirlerinden bir tanesi
Konya. Bu kadar önemli bir şehir olan Konya'da
idareciler bunu anlamıyorlar. Onların anlayışı
nerede bir tarihi eser varsa bunun yıkılması,
Selçuklu ve Osmanlı değerlerini yok etmek. Konya'nın
geçmişinde de bir sürü kötü örnek var. Tarihi
eserlerin yıkıldığı ve yakıldığı ile ilgili. Bunları
biz ne o zamanlar nede şimdi tasvir ediyor ve
destekliyoruz” dedi. Konya'da bulunan tarihi
eserlerin üzerinin belediyeler tarafından
örtüldüğünü dile getiren Dıvarcı, “Konya'nın
geçmişinde bir çok cami dinamitlenerek yıkıldı. Bunu
şu anda hiç kimse sevip, hoşgörü ile karşılamaz. Bu
günkü idarecilerin bunu göz önüne alması gerekir.
Ama nedense bunları göz önüne alarak tarihe sahip
çıkmak yerine, Selçuklu ve Osmanlı'dan kalma tarihi
eserleri yok etmeye gayret ediyorlar. Buna birçok
örnek var. Bu örneklerin ilk başında da tarihi
eserlerin üzerine ve etrafına katlı otapark
yapmaları geliyor. Konya Ehmedek'inin üzerine katlı
otopark yaptık. Konya Ovası'nda başka hiçbir yer yok
muydu da buraya Ehmedek'in üzerine katlı otopark
yapıldı. Bu tarihe saygısızlığın bir benzerini de
Karatay Belediyesi gerçekleştirdi. Hatuniye Camii'si
arkasına katlı otopark yaparak aynı hatayı tekrar
etti” diye konuştu.
ŞEHRİN TARİHİNİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARMIYORLAR
Konya'yı idare eden belediyelerin şehrin tarihini
ortaya çıkarmak gibi bir kaygısının olmadığını
söyleyen Dıvarcı, “Belediyelerimiz Selçuklu ve
Osmanlı eserlerinin etrafını boşaltalım, onları gün
yüzüne çıkaralım diye bir kaygı taşımıyor. Onların
tek kaygısı 'Sayın Başbakanımız bu caddeden geçecek,
bu caddeyi genişletelim ve daha güzel görünsün'
şeklinde düşünüyorlar. Bu tarihi şehir olan Konya
için büyük bir ayıptır” ifadelerini kullandı.
Dıvarcı, kendisinin Türkiye'nin birçok yerindeki
Selçuklu eserlerini gördüğünü oralarda, tarihi
eserlerin etrafının boşaltılarak gün yüzüne
çıkarıldığını ancak Konya'nın bir tarih şehri
olmasına rağmen böyle bir şeyin olmadığını söyledi.
Belediyelerin kamuoyunun tepkisi sonucu tarihe sahip
çıktığını söyleyen Dıvarcı, “Bir şehri
farklılaştıran o şehrin tarihine sadakatidir. Ancak
Konya'da bu yok. Şu anda Kent Meydanı olarak
adlandırılan çalışmayı ben samimi bulmuyorum. Eğer
niyetleri gerçekten böyle ise şu anda o projenin
yürütüldüğü yerin Şifahane olduğu biliniyor.
Şifahane'nin yeniden restore edilmesi gerekir. Bu
işi gösteri için yapmasınlar” dedi.
Merhaba Gazetesi, Haber: Mustafa Özçelik, 16.11.2012
|
'KUTSAL EMANETLERİ' TİKA RESTORE EDECEK
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı Pakistan'daki kutsal emanetleri restore edecek.
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, TİKA, Pencap eyaletinin Lahor kentindeki Padişah Camisi’nde muhafaza edilen Hz. Muhammed, ailesi ve arkadaşlarına ait eşyaların bulunduğu bölümü, restore etmeye hazırlanıyor.
İlgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle bozulmaya yüz tutmuş eşyaların durumu yerli ve yabancı ziyaretçilerin tepkisine neden oluyordu.
Restorasyon ve taşınmasıyla ilgili olarak Pencap hükümeti Diyanet İşleri Başkanlığında görevli dört kişilik bir ekibin Türkiye’ye gittiği belirtildi. Müzecilik ve koruma teknikleri hakkında bilgi alacak Pakistanlı uzman ekip, Topkapı Sarayı’ndaki kutsal emanetler dairesinde de incelemelerde bulunacak.
Merhaba Gazetesi, 16.11.2012
|
 |
MİMAR SİNAN'IN ESERİ
ÇÜRÜYOR

Mimar Sinan’ın
Balat’ta inşa ettiği Ayakapı Hamamı, bakımsızlıktan
harabeye dönmüş durumda.
Kubbesinde incir
ağaçlarının büyüdüğü hamam, bugünlerde kereste
deposu olarak kullanılıyor.
Tek parti döneminde özel
mülkiyete dönüşen hamamın sahibi
Hasan Yıldırım da
bu durumdan muzdarip. Hamamı restore ettirmek için
yeterli maddi güce sahip olmadığını anlatan
Yıldırım, müracaatlarının karşılıksız kaldığını
söylüyor.
II. Selim'in eşi Nurbanu Valide Sultan'ın Mimar
Sinan'a 1582 yılında yaptırdığı
Ayakapı Hamamı
bakımsızlıktan çökmek üzere. Fatih Abdülezel Paşa
Caddesi üzerinde bulunan ve tek parti döneminde bir
komutana hediye edilen hamam, kereste deposu olarak
kullanılıyor. Uzun süredir restore edilmeyen hamamın
kubbesinde incir ağaçları ve çeşitli otlar yeşermiş
durumda. Hamama sonradan ilave edilen eklentiler de
bu tarihi eseri tanınmaz hale getirmiş.
Hamamın bugünkü sahibi
Hasan Yıldırım,
Mimar Sinan’ın tarihi eserinin yıkılmak üzere
olduğunu söylüyor. Restore ettirmek için maddi
imkana sahip olmadığını belirten Yıldırım, hamamın
tarihi sürecini şöyle anlatıyor: “Tek parti
döneminde bu hamam bir askere hediye olarak
verilmiş. Asker de hamamı Kayserili bir tüccara
satmış. Büyük amcam da Kayserili tüccardan 1972
yılında satın almış. Amcam vefat edince, hamam benle
mükellef olduğum büyükanneme kaldı.”
Hamamın her geçen gün biraz daha yıprandığını
söyleyen Yıldırım, “Hamamız ecdadımızın bize
bıraktığı gibi durmuyor, elimize de bu şekilde
geçmedi zaten. Ne yazık ki şu anda bakımsız halde
duruyor. ‘Bu zamana kadar ne yaptınız?’ derseniz;
resmi olmasa da gayri resmi olarak birçok kapı
çaldık. Çabalarımız ne yazık ki karşılıksız kaldı.
Hamamın bu şekilde harabeye dönüşmesi bizi çok
rahatsız ediyor. Bu halini görünce üzülüyorum.
Hamamı tek başıma onaracak ekonomik gücüm yok. Biz
mütevazı bir keresteciyiz. Bize ağır gelir.
Hepimizin isteği bu tarihi yapının günümüze
kazandırılmasıdır.” dedi.
‘HAMAMI SATIYORUZ’
Eseri korumak istemelerine rağmen yatırım
yapamadıklarını ifade eden Yıldırım, bu nedenle
yatırımcılar aradıklarını belirtti. “Hamamı satmaya
çalışıyoruz.” diyen Yıldırım, İyi bir ortaklık
teklifi gelmesi halinde yap-işlet-devret modelini de
düşünebileceklerini söyledi.
Yıldırım, “Bize birçok ortaklık geldi. Manevi
inancımızdan dolayı o ortaklıklara sıcak bakamadık.
Biz burayı kutsal emanetler olarak görüyoruz. Sol
tarafımızda Eyüp Sultan Hazretleri, yukarıda Fatih
Sultan Mehmet Hazretleri, Yavuz Sultan Selim
Hazretleri… Bunlar bizim büyüklerimiz, atalarımız.
Bunlara saygı duyduğumuz gibi diğer taraftan Fener
Rum Patrikhanesi var. Oraya da saygı duyuyoruz. Bana
göre buralar kutsal emanetlerdir. Buraya öyle bir
yer yapılmalı ki onları rahatsız etmemeli. Buraya
bir katma değer sağlamalı. Bu mahallenin çehresini
değiştirmeli. Üç yıl önce burayı 3 milyon dolara
satılığa çıkartmıştık. Bu fiyatı belgelere dayanarak
çıkarttık. Rakam üç yıl öncesine aittir. Biz bu
rakamı şu an telaffuz bile edemiyoruz. Hamamı
satılığa çıkarttığımız için eleştirildik. Keşke
bağışlayabilecek gücüm olsa da bağışlasam ama yok.
Sonuçta bu tapu, satın alınarak elimize geçti.
Tapuyu bir yerlerden almadık. Tapuya bakılabilir
incelenebilir.” şeklinde konuştu.
AYAKAPI HAMAMI HAKKINDA
Nurbanu Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan
eser, 1930’lara kadar hamam olarak kullanılmış.
Yapıya verilen değişik isimler nedeniyle, uzun süre
Mimar Sinan’ın eseri olarak anlaşılmamış. Hamam
tarih boyunca ‘Çıfıt Hamamı’, ‘Valide Sultan
Hamamı’, ‘Havuzlu Hamam’, ‘Yenikapı Hamamı’ gibi
isimlerle anılmış. 1997 yılında, bir yüksek mimarın
araştırmaları sonucu Mimar Sinan’a ait olduğu
anlaşılmış ve bu şekilde tescillenmiş.
Sadece erkeklerin kullanabileceği şekilde tasarlanan
Ayakapı Hamamı,
Yahudi inancındaki durgun suda banyo yapma
geleneğinden hareketle içinde ‘çıfıt batağı’ denilen
özel bir havuza da sahip. Dış duvarları kesme taş ve
tuğladan yapılan hamamın soyunmalık kısmının üzeri
ise kubbe ile örtülmüş. Kubbe üstünde şu anda
bulunmayan bir aydınlık fenerinin de olduğu
söyleniyor. Eser İstanbul'daki bir kaç havuzlu
hamamdan biri olmasıyla da dikkat çekiyor.
Bugün, 16.11.2012
|
|
KONYA'DA TARİHİ MÜZE
ONARILIYOR
Akşehir Batı Cephesi
Karargah Müzesi'nin tamir ve bakım çalışmaları
başladı.
Bakım ve onarım
çalışmaları kapsamında, Kurtuluş Savaşı'nda karargah
olarak kullanılan tarihi binanın özellikle dış
cepheleri elden geçirileceği ve yapılan çalışmalar
nedeniyle Batı Cephesi Karargah Müzesi 25 Aralık
2012 tarihine kadar ziyaretçi kabul etmeyeceği
bildirildi.
Batı Cephesi Karargahı Müzesi, 1965 yılına kadar
Akşehir'de Belediye Dairesi olarak kullanılan iki
katlı tarihi binada 1966 yılında ziyarete açılmıştı.
Karargah Müzesi binası 1905 yılında konak olarak
yaptırılmış Kurtuluş Savaşı'ndan önce belediye ve
kaymakamlık olarak kullanılmıştı.
Batı Cephesi Karargahı 18 Kasım 1921 tarihinde
Akşehir'e taşınmış 24 Ağustos 192 gününe kadar 9 ay
10 gün süre ile bu bina karargah olarak
kullanılmıştı.
Konya Hakimiyet,
16.11.2012
|
İSTANBUL CADDELERİNE
MENDERES TAARRUZU
NTV Yayınları’ndan çıkan
‘İstanbul Ansiklopedisi’nin ‘Caddeler’ başlığında,
Burak Boysan yapımdan çok yıkımla dikkat çeken
Menderes operasyonlarını anlatıyor. 1950’li
yıllardan itibaren şehrin dokusunun yırtıldığını
söyleyen Boysan’ın yazısından bir bölüm derledik.
23 Eylül 1956’da
yaptığı basın toplantısında Adnan Menderes,
İstanbul’da imar seferberliğiyle ilgili
niyetlerini ve açılması düşünülen yolları
anlatır. Şubat 1957’de de “İstanbul’un imar
mevzu adeta bir zafer alayının hikayesidir.
İstanbul’u bir kere daha fethedeceğiz” der.
‘Fethetmek’ kelimesinin anlamını, ‘bir yerin
niteliğini değiştirmek’ olarak düşünürsek,
sahiden de öyle olur. 1950’lerde modernleşmenin
tahrip gücüyle, İstanbul bir şantiyeye dönüşür.
Özellikle Suriçi ‘fethedilircesine’ imar edilir.
İstanbul’un tarihi dokusundaki değişimde, gene
1950’lerde, başta Vatan ve Millet Caddeleri ile
Londra Asfaltı olmak üzere, Atatürk Bulvarı’nın
batısında açılan yollar etkili olur. Şehrin
denizle ilişkisini değiştirense, Sirkeci-Florya
Sahil Yolu, bugünkü adıyla Kennedy Sahil
Yolu’dur.
Tarihi binalar yerle bir edildi
O dönemde ‘silinip süpürülen’ camilerin,
medreselerin, çeşmelerin, hamamların sayısı
29’du. Bu sayıya gayrimüslimlere ait tarihi
binalar veya konaklar gibi mimari eserler dahil
değil... Tarihi Yarımada’da yıkılan veya yeri
değiştirilen tarihi binaların sayısı çok daha
fazlaydı. Buldozerle bir duvarından girilip öbür
duvarından çıkılan tarihi binaların haddi hesabı
yoktu.
İnsanlar evsiz kaldı
Açılan bulvarlar sadece Tarihi Yarımada’yı
değiştirmedi. İmar operasyonunda evleri
yıkılanların çoğunun gidebileceği yer yoktu.
İstimlaklara, popülist politikalar eşlik etti.
Mesela Zeytinburnu, tapusuz gecekondu alanlarına
bir örnek oluşturuyordu. Bu nedenle 1953’te
çıkarılan ve bir ölçüde gecekondulara tapu
verilmesine olanak sağlayan 6188 sayılı yasa,
Zeytinburnu için önemliydi. Özetin özeti belki
de şudur: 1950’li yıllarda şehrin dokusu
yırtıldı.
NELER YAPILDI? NELER
UNUTULDU?
Londra Asfaltı:
Menderes’in imar operasyonlarında önemli yer
tutan Londra Asfaltı, Edirne-İstanbul yolunun
Küçükçekmece hizasından Topkapı’ya kadar olan 50
metre genişliğindeki kısmıdır. Florya ve
Yeşilköy Havalimanı geniş yollarla bu ana yola
bağlanır. Asıl amaç Menderes’in söylediği gibi,
“Yeşilköy Havalimanı’ndan şehre gelenlerin
birinci sınıf bir yoldan girmesini sağlamak,
turistlerin Ortaçağ’ın geri bir kasabası
manzarası veren bir mahalden İstanbul’a
girmesini önlemekti.
Millet Caddesi:
Londra Asfaltı’nın surlar içindeki devamı olan
Millet Caddesi, Topkapı’dan Aksaray’a kadar 50
metre genişliğindedir. Zaten imara Millet
Caddesi’yle surların Topkapı’da kesiştikleri
yerden; efsaneye göre, Fatih’in İstanbul’a
girdiği yerden başlanmıştı. Yapılan yeni yollara
en hızlı uyum sağlayanlar, yap-sat apartmanlar
ve iş alanları oldu.
Vatan Caddesi:
60 metre genişliğindeki Vatan Caddesi,
Aksaray’ı, İstanbul’da yapılacak 100 bin kişilik
stadyuma bağlayacaktı. Plana göre, o stadyumun
çevresine ‘spor siteleri’ de yapılacak ve
İstanbul’da olimpiyat düzenlenecekti. O yıllarda
imarda çalışanlar ‘stadyumun çabuk boşalması
için yolun geniş tutulduğunu’ söylerler.
Aksaray Meydanı:
1950’lere kadar ‘muteber’ bir semt olan
Aksaray, Menderes operasyonlarından sonra zor
günler yaşamaya başladı. Aksaray Çarşısı’yla
birlikte Yenikapı’da bulunan, dar sokakları ve
19’uncu yüzyıldan kalma evleriyle dikkat çeken
Rum Mahallesi de yıkıldı.
Kennedy Sahil
Yolu: O zamanlar belki de İstanbul’un
simgesi, çevresindeki su alanlarının
çeşitliliğiydi. 1950’lerde açılan Kennedy Sahil
Yolu’yla beraber şehrin suyla olan ilişkisi
bozuldu. Sahil yolları sonraki yıllarda
İstanbul’un başka yerlerinde de tekrarlanacak ve
şehrin suyla ilişkisi bir daha eskisi gibi
olmayacaktı. Sirkeci’den Florya’ya uzanan 22
kilometre uzunluğunda ve 30-50 metre
genişliğindeki sahil yolunun önemli bir bölümü,
denizden doldurma suretiyle yapılmıştı. Bütün
operasyonlar arasında o yıllarda en çok övülen
bu yol oldu. Sarayburnu’ndan itibaren sahil
boyunca bütün yarımadayı kat edip Yeşilköy’e
kadar uzanan Kennedy Sahil Yolu, Avrupa
şehirlerinde rastlanan eski şehri kuşatan ve
modern bölgelerden tecrit eden ‘teğet çevre
yolu’ formunu tekrar eder. Ancak bizdeki en
belirgin fark, eski şehri yeni gelişme
alanlarından değil, denizden tecrit etmesidir.
1930’lu yılların sonunda hazırlanan ‘Prost’ adlı
plana göre, Vatan Caddesi’nin olduğu yere, ‘1
Numaralı Park’ adında bir park yapılacaktı.
Dolmabahçe vadisinde yer alacak ‘2 Numaralı
Park’, ‘Demokrasi Parkı’ adıyla hayata
geçirilirken, ‘1 Numaralı Park’ unutuldu. Eğer
yapılsaydı, şimdiki Vatan Caddesi’nde, sağında
zoolojik, solunda botanik parkı uzanan upuzun
bir park yolu olacaktı.
Milliyet Cadde, Haber:
Neşe Mesutoğlu, 16.11.2012
|
AVRUPALI KOLEKSİYONERLER ENDİŞELİ

Kültür ve Turizm Bakanlığı 19-21 Kasım’da
Gaziantep Zeugma Müzesi’nde ‘Güney - Doğu
Avrupa Kültür Varlıklarının Yasadışı İthalat,
İhracat ve Mülkiyet Transferinin Yasaklanması’
adıyla büyük bir sempozyum düzenliyor.
Sempozyumun hedefi yasadışı yollarla yurtdışına
kaçırılan tarihi eserlerin korunması için ortak
mücadele geliştirmek. UNESCO Genel Direktörü
Irina Bokova’nın önerisiyle hayata geçirilen
toplantıya UNESCO, Interpol, ICOM (Uluslararası
Müze Konseyi) gibi kuruluşların üst düzey
yöneticileri ile pek çok ülkeden kaçakçılıkla
mücadele uzmanları geliyor.
Anadolu kökenli eserler
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ’ın kaçırılan eserleri geri
getirmekte kararlı adımları ve
Almanya ’dan Boğazköy Sfenksi’nin
getirilmesiyle birlikte başlayan süreçte,
ABD Metropolitan Müzesi’nden Herakles
heykelinin üst yarısı, daha sonra ABD Penn
Müzesi’ndeki Truva Hazineleri’ne ait 25 parça
eser geri alınmıştı.
Türkiye ’nin ünlü Avrupa müzelerinin
vitrinlerini süsleyen Anadolu kökenli eserlerin
peşini bırakmaması, Avrupalı koleksiyonerleri
telaşlandırdı.
Almanya Berlin,
Fransa Louvre,
İngiltere British Museum, Danimarka David’s
Samling, Portekiz Clouste Gulbenkian
koleksiyonunda yer alan Anadolu kökenli eserleri
iade etmeye başladığında, bu müzelerin
envanterlerinde ciddi düşüş yaşanacak. Daha da
kötüsü
Mısır ,
Suriye , Irak,
İran gibi ülkelerin de Türkiye modelini
takip etmesi koleksiyonerlere büyük darbe
vuracak.
Türkiye uzun yıllardır yapmadığını son iki yılda
başardı ve Avrupalı koleksiyonerler artık
Anadolu’dan gelen eserleri envanterlerine dahil
etmekten çekinmeye başladı.
Gaziantep’te düzenlenen toplantı, mevzuat
geliştirme, uluslararası işbirliği ve
uzmanlaşmış ulusal hizmetlere odaklanan küresel
işbirliği stratejileri için önemli bir fırsat.
INTERPOL, İtalyan polis teşkilatı Carabinieri,
İsviçre Federal Kültür Ofisi gibi kurumlar
bir araya gelecek. Türkiye’nin bu yöndeki
politikasını öğrenmek isteyen koleksiyonerlerin
gözü bu toplantıya çevrildi.
Yeni açılan Zeugma Müzesi salonlarında Gaziantep
Valiliği, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü ve UNESCO ile ortaklaşa
düzenlenen toplantı üç gün sürecek. Toplantıya
Arnavutluk ,
Bosna Hersek ,
Bulgaristan ,
Hırvatistan , Karadağ, Romanya, Sırbistan,
Slovenya ve Makedonya ülke olarak katılıyor.
Ayrıca Fransa, İtalya, İsviçre’den uzman isimler
geliyor.
Yurtdışına kaçırılmış Anadolu kökenli
eserlerden başlıcaları:
LOUVRE MÜZESİ: 2. Selim Türbesi
İznik Çini Pano, Piyale Paşa Çinileri, 3. Murat
Türbesi ve 1. Mahmud Kütüphanesi Çinileri
BERLİN MÜZESİ: Beyhekim Cami
Mihrabı, Aphrodisias İhtiyar Balıkçı Heykeli,
Bergama Zeus Sunağı, Truva Hazineleri’nin bir
kısmı
BRITISH MUSEUM: Sidemara Lahti,
Eros Başı, Knidos Aslan Heykeli, Bodrum
Mozolesi, Ksantos Nereidler Anıtı
DAVID’S SAMLING MÜZESİ (DANİMARKA):
Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi sandukası,
Nuruosmaniye Kütüphanesi Kuran sayfaları, Cizre
Ulu Cami kapı tokmağı
Radikal, Haber: Ömer Erbil 16.1.2012
|
MOR GABRİEL KİLİSESİ'NİN SON UMUDU İREYSE BAŞVURU
Mardin'in Midyat İlçesi'nde 2008'de kadastro
çalışmaları yapılırken Yayvantepe, Eğlence ve
Çandarlı köylerindeki arazilerin 276 dönümü Mor
Gabriel Kilisesi Vakfı'nın arazisi olarak tescil
edildi. Hazine bu işlemin iptali için dava açtı.
Midyat Kadastro Mahkemesi, Hazine'nin talebini
reddetti. Ancak Yargıtay 20'nci Hukuk Dairesi yerel
mahkemenin kararını bozdu. Mahkeme kararında
direnince dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na
geldi. Genel Kurul geçtiğimiz ay mahkemenin kararını
bozarak arazilerin devlete ait olduğuna karar
vermişti. Genel Kurul önceki gün davayla ilgili son
sözünü söyledi ve kilisenin işgalci olduğuna karar
verdi. Mor Gabriel Kilisesi şimdi "mülkiyet hakkının
ihlal edildiği" gerekçesiyle, bireysel başvuru
kapsamında Anayasa Mahkemesi'ne başvuracak.
Sabah, Haber: Ersan
Atar, 16.11.2012
|
ÇİN'İN GİZEMLİ ORDUSU TÜRKİYE'YE GELİYOR

İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda 20 Kasım'da açılacak
Çin'in Hazineleri Sergisi'nde, 5 Terra Cotta
askerinin yanı sıra 100'ü aşkın eserin sergileneceği
belirtildi.
Çin, normal uygulamada birden fazla Terra Cotta
askerini karma sergilere göndermiyor ancak edinilen
bilgiye göre, Türkiye için özel bir düzenleme
yapılmış.
Sergide, dünyada eşi olmayan Terra Cotta
askerlerinin yanı sıra Pekin'deki Yasak Şehir ve
Şanghay Müzesinin de eserleri kamuoyuna açılacak.
Terra Cotta askerleri sergisinde ayrıca, genelde Çin
dışına çıkarılmayan Terra Cotta atı da sergilenecek.
Eserler için büyük miktarda sigorta bedeli ödendiği,
eserlerin muhafazası için özel önlemler alındığı
bildirildi.
Bu tür sergilerin hazırlık aşamasının normalde 2-3
yıl aldığı belirtilirken, Türk ve Çin makamlarının
bu sergiyi 1 yıl içinde hazırladığı belirtiliyor.
Çin Sanat Sergiler Kurumu Müdür Yardımcısı An Yao,
düzenlenen basın toplantısında, İstanbul'da 3 ay
sergilenecek eserlerin iki ülke halklarının
birbirini daha yakından tanıma fırsatı vereceğini
söyledi.
An, Topkapı Sarayı Müzesi'nin günde 10 bin kişiyi
ağırladığını ifade ederek, Topkapı Sarayı Müzesi'nin
Türk müzeciliğinde önemli bir mekan olduğunu
anlattı.
Çin'in Hazineleri Sergisiyle eş zamanlı olarak
İstanbul Tophane'de, Çin'in Gansu eyaletinin
"Dunhuang Mağaraları" sergisi de düzenlenecek.
TERRA COTTA ASKERLERİ
Çin'de 11 hanedanlığın başkentliğini yapmış ülkenin
orta kesimindeki Şian'da bulunan Terra Cotta
askerleri, dünyanın en büyük kral mezarlarından biri
olarak kabul edilen "Çin Şı Huang'ın mezarını
koruyor".
56 kilometrekarelik dev mezarın etrafında Çinli bir
köylü tarafından rastlantı üzerine bulunan binlerce
toprak asker, normal insan ebatlarında ve her biri
dönemin askeri nizamına göre dizilmiş şekilde
duruyor.
Savaş öncesi hazır konumda bekleyen binlerce asker,
dönemin at arabaları ve atlar, orijinaline uygun
şekilde boyanarak dönemin imparatoruyla birlikte
gömülmüş.
Toprağın altından ilk çıkartıldığında renklerini
koruyan Terra Cotta'ların havayla temasının ardından
boyaları birkaç gün içinde siliniyor. Bu nedenle
bölgede daha fazla olduğu bilinen askerler gün
yüzüne çıkartılmıyor ve renginin korunması için
teknolojiler geliştirilmeye çalışılıyor.
Sabah, 16.11.2012
|
MİLAS'TA ROMA DÖNEMİNE
AİT SARNIÇ ORTAYA ÇIKARILDI
Arkeoloji tarihi
açısından son 100 yılda bulunan en önemli tarihi
eserler arasında gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar
odası ve lahdin bulunduğu Uzunyuva'da yürütülen kazı
çalışmalarında, Bizans dönemine ait
Sarnıç gün yüzüne
çıkarıldı.
Milas Kaymakamı
Bahattin Atçı, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, kazı çalışmalarının
Kral Hekatamnos mezarının üzerini kapatan büyük
podyum çevresinde devam ettiğini söyledi.
Çalışmalar sürerken kazı
alanında çok değerli tarihi eserler ve mozaiklerin
ortaya çıkarıldığını belirten Atçı, "Kazı
çalışmalarımız halen devam ediyor. Bu kapsamda devam
eden çalışmalarda İstanbul'daki Yerebatan sarnıcına
benzer su ihtiyacını temin eden bir
Sarnıç ortaya
çıkarıldı.
Gerçekten büyük bir yapı. Kazı ekibi bu
alanda kazı çalışmalarını büyük bir titizlikle
sürdürüyor" dedi.
Alanın tamamının ortaya
çıkarılması için yapılması gereken çalışmalar
olduğunu, ama bu haliyle bile sütunlar üzerine
oturmuş, korunmuş iyi bir yapı göründüğünü dile
getiren Atçı, burada iki
Bölümlü bir yapı
olduğunu anlattı.
Atçı,
Milas'a paha
biçilmez bir mekan kazandırıldığını, bilim
adamlarının Uzunyuva kazı alanındaki her ayrıntıyı
değerlendirerek merakla üzerine gittiğini ve titiz
bir çalışma yürüttüklerini kaydetti. Sarnıçların
bulunduğu alanın diğer tarihi mekanlarla bütünlük
içinde olduğuna dikkati çeken Atçı, bundan sonraki
çalışmalarda da ortaya yeni eserler çıkarılacağını
ifade etti.
Çalışmaların önemine
göre alanda yeni kamulaştırmaların yapılabileceğine
işaret eden Atçı, "Yapılan kamulaştırma
çalışmalarında 10 dönümlük bir alanımız vardı, bunun
15-20 dönüme çıkarılması söz konusu. Bu, yürütülen
çalışmalarda ortaya çıkarılacak. Şunu söyleyebiliriz
ki
Milas'ta 5
kilometrelik alan içinde çeşitli tarihi dönemlere
ait çok değerli eserler var. Bunların tümünü beraber
düşündüğümüzde
Milas ülkemizin,
hatta dünyada bölgenin önemli tarihi mekanlarından
biri haline geliyor" diye konuştu.
Milas Arkeoloji
Müze Müdürü Ali Sinan Özbey ise yaklaşık bir ay önce
Uzunyuva'da yürütülen kurtarma kazı çalışmalarında
Roma dönemine ait, tabanında mozaikler görülen bir
mimari yapı ile karşılaştıklarını anımsattı.
Alanda devam eden
çalışmalar kapsamında aynı alanın doğusunda küçük
bir boşluk görünce kapsamlı bir çalışma
yürüttüklerini belirten Özbey, şunları söyledi:
"Çalışmalarımızı
genişletince Bizans dönemine ait geniş bir sarnıcın
varlığı ortaya çıktı. 2011 yılında kurul kararı ile
yürüttüğümüz yıkım işlemlerinden sonra böyle bir
dokuya ulaşmak bizi şaşırttı. Dolgu olacağını
düşündüğümüz alanda
Sarnıç yapısıyla
karşılaştık. Bu
Sarnıç doğu-batı
yönünde uzanıyor ve 4 sütun üzerinde yer alıyor.
Sütunların yüksekliği 1 metre 20 santimetre. Daha
erken dönemlere ait malzemeler, burada kendi
dönemlerinin dışında devşirme olarak kullanılmış. Şu
anda yapının içinde müthiş bir dolgu var."
Çalışmaların kapsamlı
şekilde devam ettiğini vurgulayan Özbey, "İçerideki
dolgu temizlendikten sonra Yerebatan sarnıcının
minyatür bir örneğiyle karşılaşacağımızı
düşünüyoruz. Yapılacak kazı çalışmalarıyla alanın
ziyaret edilebilecek farklı özellikler
taşıyabileceğini düşünüyoruz" dedi.
Özbey, sarnıcın içindeki
molozları yıl sonuna kadar boşaltmayı
planladıklarını bildirerek, restorasyon işleminin
ardından Heketamnos anıt mezarı ile daha bu
dönemlerin mimari özelliklerinin gelecek kuşaklara
tanıtılmasına katkı sunacağını dile getirdi.
Özbey, yağmur sularının
çalışmaların yapıldığı alana zarar vermemesi için de
çalışma yapıldığını, yaklaşık 10 metre
genişliğindeki alana yağmur suyunun girmemesi için
geçici koruma çatısı yaptıklarını kaydetti.
Haberler.com,
Haber:Durmuş Genç, 15.11.2012
|
ATATÜRK'ÜN MİLLET
ÇİFTLİĞİ KRALA SATILDI

Atatürk'ün 1929 yılında
kendi parasıyla satın alarak tarımın
gelişmesi için halka bağışladığı Millet
Çiftliği'nin bir bölümü turizm
tesisi yapılması için Suudi Arabistan Kralı
Abdullah bin Abdülaziz'e satıldı.
Atatürk’ün kendi
parasıyla satın aldığı, tarımın
gelişmesi için çalışmalar
yapılan çiftlik 1937’de vasiyeti üzerine millete
bağışlanmış, daha sonra Tarım İşletmeleri Genel
Müdürlüğü (TİGEM) tarafından
kullanılmıştı.
3 bin dönümlük TİGEM arazisinden 80 dönümlük
alan
1994 yılında Belediye Canlı Ağaç Müzesi (arboretum)
yapılması şartıyla Tarım Bakanlığı tarafından Yalova
Belediyesi’ne tahsis edilmişti. 17 Ağustos 1999
Büyük Marmara depreminde çadır kent
alanı olarak kullanılan canlı ağaç müzesi
kullanılamaz duruma gelmişti.
Yalova Belediyesi daha sonraki yıllarda 80 dönümlük
araziyi Belediye Meclis kararıyla önce konut alanı,
daha sonra da turizm alanı olarak imara açtı ve
ihaleye çıktı. CHP Yalova İl Başkanı
Özcan Özel,
Yalova Valiliği’ne başvurarak ihalenin iptalini
istedi. Ancak 12 Kasım’da Yalova Belediyesi’nde
yapılan ihaleyle 5 ayrı parselden satışa çıkarılan
arazinin büyük bir bölümünü Suudi Arabistan firması
Merosa satın aldı.
Yalova Belediye Başkanı
Yakup Koçal, şirketin Suudi Arabistan Kralı
Abdullah bin
Abdüllaziz’in olduğunu söylediğini belirtip
firmanın Yalova’ya 250 milyon liralık yatırım
yapmayı planladığını belirtti. Yalova Belediye
Başkanı Koçal,
“Merosa şu anda Sapanca’da villalar yapıyor.
Arboretumun tamamını Merosa alacak. Yaklaşık 250
milyon TL’lik bir yatırım yapmayı öngörüyorlar.
Ortadoğu’nun ve bu bölgenin en büyük turizm
yatırımını buraya yapmayı planlıyorlar. Bu Yalova
için çok iyi bir şey. Bu yatırım zengin
Ortadoğuluların Yalova’ya gelmesi anlamına geliyor.
Hem yatırımın büyüklüğü hem de oluşturacağı turizm
potansiyeli itibarı ile Yalova’ya önemli katkılar
sağlayacak. Olurlarını verdik, satış muamelesi de
bitti” dedi.
Cumhuriyet, Haber: Faruk
Kırtay, 15.11.2012
|
HAYDARPAŞA PORT'A ONAY

İstanbul’un tartışmalı projelerinden olan
“Haydarpaşa Port” onaylandı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Kasım ayı
toplantılarının üçüncü bileşiminde, “1/5000 ölçekli
Harem Bölgesi ile Haydarpaşa Liman ve Geri Sahası
Nazım İmar Planı’na ilişkin değişiklik teklifi”nin
yer aldığı komisyon raporu oylamaya sunuldu. CHP
üyelerinin “red” oyu verdiği rapor, AKP üyelerinin
oylarıyla kabul edildi.
Projenin hayata geçmesiyle Haydarpaşa Limanı ve
gerisindeki alanın imar planında değişiklik olacak.
Kabul edilen komisyon raporunda, “İstanbul Boğazı
Karayolu Geçiş Tüneli Projesi”nin bir bölümünün
Haydarpaşa Liman Sahası’nın içinde bulunduğu ifade
edilerek, bölgedeki yapılaşmanın tünel kenarlarından
20 metre uzaklıkta olması gerektiği söylendi.
Raporda, kıyı bölgesindeki yeşil alanın korunacağı
da öne sürüldü.
“1/5000 ölçekli Harem Bölgesi ile Haydarpaşa Liman
ve Geri Sahası Nazım İmar Planı”, 19 Haziran 2012’de
onaylanmıştı. Mimarlar Odası ve demokratik kitle
örgütleri, tarihi değerleri ve doğayı tahrip edeceği
için projeye karşı çıkıyor.
NELER OLACAK?
Haydarpaşa ile Harem bölgesini turizme ve
ticarete açacak olan Haydarpaşa Port projesi, TCDD
mülkiyetinde bulunan ve Üsküdar’a dek uzanan yeşil
alanı büyük oranda kamuya kapatacak. Haydarpaşa Port
projesi kapsamında, kruvaziyer yat limanına ek
olarak oteller, yat kulüpleri, kongre salonları, iş
merkezleri, rezidanslar ve AVM’ler inşa edilerek
kıyı şeridi sermayenin hizmetine verilecek. Alandaki
TCDD lojmanları dahil olmak üzere mevcut TCDD
yapıları, TMO binaları, silolar ve TCDD manevra
alanı ise proje kapsamında yıkılacak.
Evrensel, 15.11.2012
|
HAYDARPAŞA PORT TÜPE TAKILDI

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın “Tüp geçit var. Bina yapılamaz” itirazı üzerine, Haydarpaşa Garı ve Liman Dönüşüm Projesi için TCDD arsalarına verdiği ticaret imar iznini iptal etti. Arsalar imar planına yeşil alan olarak işlendi.
Haydarpaşa Port Projesi’yle ilgili imar planları oluşturulurken, Haydarpaşa Garı’nın çevresi turistik ve ticari merkez, arka taraftaki TCDD arsaları ise kamu hizmet alanı olarak belirlenmişti. TCDD arsaların ekonomik değerinin düşeceğini ve kurumun zarara uğrayacağını belirterek planların yeniden düzenlenmesini istedi. TCDD’nin talebi 13 Nisan 2012’de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin gündeme geldi. TCDD arsalarına 2 katla sınırlı olmak kaydıyla ticari imar izni çıktı. Böylece Haydarpaşa Port Projesi daha da büyümüş oldu.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, İstanbul Boğazı’nın altından geçecek Karayolu Tüp Geçişi Projesi’nin imar planlarına işlenmediğini belirledi. Bakanlık İBB’ye gönderdiği yazıda, tüp geçişinin güzergahı üzerinde yapı yaklaşma sınırları olduğunu, bu durumun gözardı edilmesi halinde ileride sakıncalar doğurabileceğini belirtti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi uyarı üzerine bölgede yeni bir imar planı hazırladı. Tüp geçitin tehlike sınırında kaldığı gerekçesiyle TCDD arsalarına verilen ticaret imar izninin kaldırılması kararlaştırıldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin dün yapılan oturumunda gündeme gelen plan teklifi kabul edildi. TCDD arsaları yeni imar planına yeşil alan olarak işlendi.
TCDD yeni imar planları hazırlanırken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bir yazı göndererek, kaybettiği haklarının projenin başka bir kısmında yeniden verilmesini istedi. Düzeltme taleplerini inceleyen Büyükşehir Belediye Meclisi, TCDD arsalarındaki imarın geri alınmasından kaynaklanan hak kaybının projenin başka bir kısmında telafi edilmesini de karara bağladı.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 14.11.2012
|
BODRUM DÜNYANIN YEDİNCİ HARİKASINI GERİ İSTİYOR

British Museum'da sergilenen ve dünyanın yedi
harikasından biri olan
Mausolleum (Mozole)'un Türkiye'ye iade edilmesi
için 2013 Ocak ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM)'nde 30 avukatla dava açmaya hazırlanan Av.
Remzi Kazmaz'ın çalışmaları sürüyor. Aynı
zamanda film yapımcısı ve yazar olan Kazmaz, Kültür
ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'dan sonra söz konusu tarihi
eserin ait olduğu, Muğla'nın
Bodrum İlçesi Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'u
da ziyaret ederek destek istedi.
Bodrum Belediyesi'nde düzenlediği basın
toplantısında,
Mausolleum'un Osmanlı döneminde İngiltere'ye
götürüldüğünü anlatan Av. Kazmaz, geri getirilmesi
için çalışmalarının devam ettiğini söyledi.
Toplantıya katılan Başkan Kocadon'dan destek isteyen
Kazmaz, ''Sivil toplum örgütleri olarak bir çalışma
başlattık. Bakanlık, bu konuyla ilgili bize söz
verdi.
Bodrum Belediye Başkanı olarak sizden de gerekli
desteği istiyoruz.'' dedi.
Kocadon da mozolenin geri alınması için başlatılan
kampanyada ilk imzayı atanlardan birisinin kendisi
olduğunu söyledi. Dünyanın yedi harikasından
birisinin
Bodrum'un olmasından dolayı şanslı olduklarını
belirten Mehmet Kocadon, ''Biz mozoleyi yeterince ne
tanıtabildik ne de bundan faydalanabiliyoruz, çünkü
anıt mezar olarak düşünüyoruz ama öyle değildir.
Mozole, bu topraklarda yaşayan aşkın, gücün ve
sadakatin bir simgesidir.'' diye konuştu. Başkanı
Kocadon,
Remzi Kazmaz'a yurtiçi ve yurtdışında destek
sözü verdi.<
Toplantının sonunda Av. Kazmaz, Kral Mausolos'un eşi
Artemisia'ya duyduğu aşkı ölümsüzleştirmek amacıyla
yapılan mozole hakkında yazdığı "Aşkın Mabedi"
isimli romanını Başkan Kocadon'a hediye etti.
Habertürk, 15.11.2012
|
BEYOĞLU HAKKINDA HERŞEY
Habertürk TV'de ekranlara gelen 'Açık
ve Net' programının konuğu
Beyoğlu Belediye Başkanı
Ahmet Misbah Demircan oldu.
Zafer Arapkirli'nin sorularını yanıtlayan
Demirca bir dizi konuda açıklama yaptı. Demircan'ın
konuşmasından ana başlıklar şöyle:
İstiklal Caddesi'nin altında tarihi bir tonoz
var. O caddede zemin hiçbir zaman güzel olmadı.
Granit taşlarının kaplanmasıyla o dönem için
herhalde bir problem olmaz diye düşünüldü ama
neticesi böyle olmadı. Bu kez Büyükşehir Belediye
başkanımız alttaki tonozu güçlendirmeden bir şey
yapmayalım dedi ve daha sonra betonu kuvvetlendirme
yapıldı. Netice o güçlendirme bittikten sonra
tamamlanmış olacak.
ALTYAPI GÜÇLENDİRİLİNCE CADDE DÜZELECEK
Beyoğlu son 10 yıldır sürekli çalışma içerisinde.
Caddeyi güzelleştiriyoruz. Hızlı büyümenin, bina
bazında yenilenmenin yollara getirdiği birtakım
yükler oluyor. Hepsi üstüste gelince
İstiklal Caddesi'nde böyle bir sıkıntıyı yaşadık
maalesef. Büyükşehirimiz caddenin altyapısını
tamamlamasının ardından taşlarda oynama olmayacak.
Esnafımız haklı olarak caddenin biran önce
yapılmasını istiyor. Ancak aceleye getirilince iyi
sonuç vermiyor....
EMEK SİNEMASININ SALONU KORUMA ALTINDA
Bugün AVM'lerin hepsi Beyoğlu'ndaki sinemaların
rakibi oldu. Konforlu mekanlar arttıkça, AVM'ler
ortaya çıktıkça buradaki sinemalar müşteri bulamaz
hale geldi. Vatandaş hem eskiyi yaşamak hem de
konforu yaşamak istiyor.
Emek sineması tartışılırken bu hep gözardı
edildi.
Emek sineması bu haliyle zaten kullanılmıyor. Şu
anda
Emek sinemasındaki salon birebir korunuyor. Bu
projeyle birlikte 10'dan fazla küçük salon ve büyük
salon korunarak komplekse dönüştürülecek.
GÜNÜMÜZÜN İHTİYAÇLARINI DİKKATE ALIYORUZ
Sivil mimari örnekleri yapılırken bunların
restorasyonlarında günümüzün ihtiyaçlarını dikkate
alan ama geçmişi koruyan, yenilikçi bakış açısıyla
binaları restore eden anlayışa ihtiyacımız var.
Tarlabaşı'ndaki binaların bazıları yıkıldı
bazıları korunarak yenilendi. Tarihi binalardan
bazıları birebir korunarak restore edilir. Bazı
binalarda cepheleri tutulup içleri değiştirilir.
Bazı binalarda röleveleri aynen kopya edilir,
projelendirilir, yıkılır ve aynı şekilde yapılarak
korunur. Bunlara Anıtlar Kurulu'ndaki ilgili hocalar
karar verir, belediyeler karar vermez. Belediye bir
şehrin lideridir. Gidip dükkanda ticaret yapmaz.
BEYOĞLU'NDA BİNLERCE BİNAYI RELOVE ETTİK
Ben 9 yıldır burada belediye başkanıyım. Beyoğlu'nda
binlerce bina relove edilmiştir. Eskiden 100 sene
evvel yapılmış binalar, fonksiyonlarıyla zaman
içerisinde kullanım değişikliklerine muhatap oluyor.
Müşterinin beklentisi değişiyor. Eğer bu
beklentilere göre hareket edilmez ise bu binalar
kullanılmaz hale gelir diyorum. Dünyadaki örmekleri
böyle.
Tarlabaşı'ndan geçerken 'kendi kendine
bırakılırsa buraları yok olacak' diye içinizden
geçmedi mi? Biz liderlik yaparken bu işin
yapılmasının, önünün açılmasını istiyoruz.
TARLABAŞI BİNA STOĞU GÖRÜNTÜSÜ VERİYORDU
Tarlabaşı'nda çoğu bina terkedilmiş, bir yapı
stoğu görünümü veriyor. Vatandaş da bu tablodan
mutsuzdu. Biz
Tarlabaşı'nda bu binaların tamamıyla değil ama
278'i ile dönüşüm yapalım dedik. Burada mülkiyetler
var, farklı malikler var. İnsanlar bu binaları tek
başına röleve etmek istemiyor. Çünkü tek başına
restore etmek ciddi pahalı. Burada tıpkı Sütlüce
Kongre Merkezi'nde olduğu gibi, dıştan baktığınızda
eskiyi görüyorsunuz ama içine girince bugünün modern
ihtiyaçlarını karşılayabilecek yapılar görüyorsunuz.
ÇOĞUNLUĞUN KARARINA AZINLIK HÜKMETMESİN
Bu dönüşümü yapabilmek için yasal düzenlemelere
ihtiyaç oldu. Sayın Başbakanımız bu konuda çok
destekleyici bir tavrı oldu. Oradaki mantık şuydu
çoğunluğun istediği bir şeye küçük bir azınlık
tahakküm etmesin.
İstiklal Caddesi'nde restorasyonu yaparken
bugünün ihtiyaçlarını görerek geleceğe tasarlıyoruz.
İnsanlar kapalı mekan AVM istiyor diyemeyiz.
İnsanlar havası açık, güvenilir alanlar arıyorlar.
Tarlabaşı'nda restorasyon bittiğinde oranın
amiral gemisi oluşacaktır. Bunu görüyor ve
hissediyoruz.
BEYOĞLU ESKİ KÜLTÜRÜNE YENİDEN KAVUŞUYOR
Bütün dünyada Paris'te, Londra'da kentim master
kullanımı vardır. Mümkün olduğunda
restaurantların sokağa masa koymalarına izin
veriyoruz. Ancak ara sokaklarda buna izin
vermiyoruz. Ara sokaklardaki apartmanların üst
katlarında da yaşam devam ediyor. Neticede şehrin
gelişmesi adına bu tür yerlere müdahale ettik. Bu
yasağa uymayanlara tavrımızı net koyduk. Beyoğlu
yeme-içme kültürüne yeniden kavuşuyor.
İŞLETMELER KALDIRIM TAŞI GİBİ GÜZEL OLMALI
Restaurantlarımızın sayısı çoğalıyor. Biz kalite
peşindeyiz. Beyoğlu şehrin yüzük taşı. Buradaki
işletmeler, binalar, buranın kaldırım taşı kadar
özenli olmalıdır. Burası bizim kültür mirasımız ise
buraları hakedecek işletmeler olmalı. O dönemde bir
şey tartışılırdı. Bu tartışma esnasında bazıları
zarar görmüş de olabilir.
İNSANLAR GÜZEL BİR YAŞAMA GÜLÜMSEYECEKLER
Okmeydanı'nda binlik ve 5 binlik planlar yaptık.
Buralarda planlamayı yaptık ki, evi yeşil alanda
olan insanlar mağdur olmasınlar diye. Şimdi
tapularını vereceğiz. 30 tane bölgede insanlar ciddi
ve güzel bir bölgede yaşama gülümseyecekler.
Kentsel dönüşümde insanlar 'belediye gelecek
evimizden çıkaracak' gibi yersiz endişelere
kapılmasın. Böyle bir şey yok. Geçmişte
müteahhitlere tek tek apartımanlar yapıldı. Bu
esnada temel atmada ve malzemede ciddi sıkıntılar
yaşandı. Ancak toplu dönüşümlerde bu tür
sıkıntılardan bahsedilemez.
Habertürk, 15.11.2012
|
KAYA RESİMLERİ İÇİN ARKEOLOGLAR AYAKLANDI
Radikal ’in gündeme getirdiği Latmos Dağları olarak bilinen antik ismiyle ‘Herakleia’daki kaya resimlerini tehdit eden taş ocakları arkeologları ayaklandırdı. Aktüel Arkeoloji dergisi tarafından organize edilen 17 Kasım’da başlayacak olan ‘Anadoluya Saygı’ gezisine katılacak olan aktivistler Latmos’a gidecek. Türkiye ’nin çişitli illerinden çok sayıda otobüsle hareket edeceklerini belirten aktivistler şunları söylüyor: Dünya kültür mirası olan 8 bin yıllık kaya resimlerini tehdit eden taş ocaklarına karşı Anadolu’nun hafızasını korumak gerek. ‘Sadece Anadolu tarihi için değil, dünya tarihi adına çok önemli bu eserler tehdit altında. Eğer bu ocakların faaliyetleri engellenemezse 8 bin yıllık hafızamız, Anadolu’nun belleği silinecek. Dünya tarihine, Anadolu’nun kültürel mirasına saygı duyan herkesi Anadolu’ya Saygı gezisine bekliyoruz.” Bu arada Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nın da kaya resimleriyle ilgili belgeleme çalışması başlatacağı belirtildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.11.2012
|
 |
İSTANBUL'UN GEÇMİŞİ HEYECAN YARATIYOR
İstanbul’un
en az bilinen geçmişi yazısız dönemleri kapsar.
Yarımburgaz Mağarası, Fikirtepe ve Pendik
yerleşimlerinin yanında son yıllarda Marmaray
kazılarıyla ortaya çıkan Yenikapı verileri, tarih
öncesi dönemler olarak, uygarlık tarihi açısından
İstanbul’un kent belleğine katkı sağlıyor.
İstanbul’un Paleolitik çağları dışında, Neolitik ve
Kalkolitik yerleşmeleri hakkında az çok bilgi sahibi
olunmasına karşın, Tunç Çağları ile ilgili çok az,
MÖ 2. bin kültürleri hakkında ise hiçbir veriye
ulaşılamamıştır. Oysa MÖ 3. ve 2. binde Anadolu ve
çevresinde yoğun bir yerleşme görülür. Bunun yanında
MÖ 2 bin ortalarından itibaren güçlenen Hitit,
Arzawa, Miken gibi Anadolu ve Ege’de büyük
devletlerin ve imparatorlukların ortaya çıkıp, çıkar
bölgelerini genişletmeye çalıştığı bir dönemde, ne
İstanbul ne de yakın çevresinde herhangi bir yaşam
izine rastlanılması büyük bir tarihsel boşluk
yaratmaktadır.
İstanbul’un Grek Kolonileri öncesi MÖ 1. bin
yılların başına ait yerleşme sorunu da devam
etmektedir.
Özellikle Erken Demir Çağ olarak tanımlanan MÖ
1200-850 dönemine ait arkeolojik veriler neredeyse
yok gibidir. Oysa, antik kaynaklarda Balkanlar’dan
Anadolu içlerine doğru ilerleyen Trak/Frig
halklarının Boğazlardan göç hareketleri anlatılır.
Trak/Frig halklarının Çanakkale Boğazı’ndan geçtiği
kanıtlanmış ancak İstanbul Boğazı geçişleri
kanıtlanamamıştır. Son yıllarda başlattığımız
araştırmalar bu sorunların çözümlenmesine
yöneliktir. Nitekim İstanbul Arkeoloji Müzeleri ek
binası yapılırken çıkan çanak çömlek parçaları ve
Yenikapı kazılarından birkaç kap parçası dışında,
İstanbul’un Demirçağı’na ait arkeolojik kanıtlar,
Küçükçekmece Göl Havzası Avcılar Firüzköy’de,
Silivri ve Çatalca sınırlarında gerek seramik
parçaları, gerek kült anıtları ve sunu merkezleri
olarak karşımıza çıkmaya başlamıştır. Bu sorunlara
açıklık getirmek, kronolojik boşluğu doldurabilmek
en önemlisi de hızla yayılan modern kentin altında
kalacak tarih öncesi verilerin dönüşü olmayacak
biçimde kaybolacağı kaygısıyla uluslararası bilim
insanlarından oluşan ekiple İTA (İstanbul Tarih
Öncesi Araştırmaları) Projesi başlatılmıştır.
KÜÇÜKÇEKMECE GÖL HAVZASI
İTA projesinin bir diğer ayağı ise Küçükçekmece Göl
Havzası’nın Avcılar Firüzköy mevkisindeki
kazılardır.
MÖ 7. yüzyıldan, MS 11. yüzyıla kadar yoğun bir
deniz ticaretinin yaşandığı anlaşılan bölgenin iki
ya da daha fazla antik limanı, antik feneri, mermer
yolları, anıtsal yapıları devasa açık sarnıcı ve
manastır/saray kompleksi üç yıldır kazılmaktadır.
Ancak, buradaki ilk yerleşimin Neolitik döneme kadar
uzandığı sanılmaktadır.
Yrd. Doç.Dr.
Şengül AYDINGÜN
Kocaeli Üniversitesi
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 14.11.2012
|
ATATÜRK'ÜN DEDE EVİ
Atatürk’ün baba tarafından
dedesi Hacı Ahmet Efendi’nin Makedonya’da Jupa
belediyesine bağlı Kocacık Köyü sınırları içindeki
iki evinin yeri tespit edildi. Asli yapısına uygun
olarak yeniden inşa edilecek. Bu önemli bir
gelişmedir.
Evvela bunun nasıl tespit edildiğine bakalım.
TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam’dan aldığım bilgilere
göre, öncelikle Makedonya Cumhurbaşkanı Gjorge
İvanov’a teşekkür etmemiz gerekir. Sayın İvanov
tarihçidir, Osmanlı tarihi uzmanıdır. Konuyu iyi
bilmektedir. Kocacık Köyü'ndee Atatürk’ün dedesinin
evinin bulunduğunu, uzun süre burada yaşadığını,
oğlu Ali Rıza’nın da gençliğini burada geçirdiğini
bütün köy halkı öteden beri bilmektedir. Bu “sözlü
tarih” bilgilerini, 1930’larda çekilmiş bir fotoğraf
da doğruluyor. Fotoğrafta, Hacı Ahmet Efendi’ye ait
iki ev, yıkılmadan önceki haliyle görülüyor.
Yer ve evlerin eski fotoğrafı bulununca, kazı
yapıldı ve temeller ortaya çıkarıldı. Aşağıdaki
fotoğrafta bu görülüyor:

Ortaya çıkan temeller, “sözlü tarih”te anlatılan
ve 1930’ların fotoğrafında görülen yapıya aynen
uyuyordu. Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza
Efendi’nin doğup gençliğini geçirdiği, dedesi Hacı
Ahmet Efendi’ye ait olan iki ev, “arkeolojik bulgu”
ile de kanıtlanmış oldu.
‘Anı evi’ halinde yeniden inşa (rekonstrüksiyon)
tamamlanınca meydana çıkacak olan yapıların resmini
Başbakan gösterdi, TV’lerde, gazetelerde izlediniz,
buraya almıyorum.
Bu evlerin Hacı Ahmet Efendi’ye ait olduğu
kesinleşince Makedonyalı ressamlar resme ve çevre
mimarisine bakarak iki evin çizimini yaptılar. Çizim
aynen şöyle:

Çizim ortaya çıkınca bu iki evin yeniden
yapılması fikri doğdu. Projenin çizimini, otantik
mimariyi ve malzemeyi iyi bilen iki Makedonyalı
mimar üstlendi: Türk kökenli Prof. Yasemina Hacıyeva
Aleksiyeva ve Prof. Mihail Tokarev...
Başbakan Erdoğan’ın Üsküp gezisinde Cumhurbaşkanı
Gjorge İvanov bu konuyu anlattı. Başbakan orada
projenin gerçekleştirilmesi için TİKA’ya talimat
verdi.
Niye önemli?
Her tarihi bulgu önemlidir, bu bir. İkincisi Türk
tarihindeki yeri belli olan Atatürk’le ilgili her
tarihi bulgu daha bir önemlidir, bu iki.
Muhafazakar başbakanın bu konuda duyarlılık
göstermesi önemlidir, bu üç.
Dördüncüsü, Türk-Makedon dostluğunun güçlenmesi için
çok iyi bir vesiledir bu. Kendi içinde istikrarlı ve
barışık, sınırları sağlam, bölgesinde güçlü bir
Makedonya, Balkan istikrarı için kilit öneme
sahiptir, bu da beş...
Şu bakımdan da önemli: Mustafa Kemal’in ailesi
hakkındaki bir takım çirkin uydurmalar, bu bulgu ile
bir kere daha çöp sepetine atılmıştır.
Bu tarihi bulguya sevinmek için ‘Atatürkçü’ olmak
gerekmez. “Tarih” ve “kültür” bilincine sahip
herkesin sevineceği bir gelişmedir bu... Suriye’deki
Süleyman Şah, Kosova’daki Sultan Murat türbeleri
gibi değerli “tarihi miras” unsurlarından biridir.
Seviniyorum, Yunan, Bulgar ve Sırp tarihçiliğinde de
Osmanlı’ya daha objektif bir bakış gelişiyor. Biz de
Bizans’a daha objektif bakmıyor muyuz?
Teşekkürler kardeş Makedonya.
Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 14.11.2012
|
 |
CAMİDEKİ YUNAN BAYRAĞI GÜNAY'I ŞAŞIRTTI
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından 4,8 milyon TL’ye restore edilecek olan Muradiye Külliyesi’ndeki çalışmalar, Bakan Günay’ın da katıldığı törenle başladı. Tören öncesinde tarihi yapıda incelemelerde bulunan Bakan Günay, Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı ve Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Doğan Yavaş’tan bilgi aldı.
Restorasyon sırasında Yunan ordusu tarafından depo olarak kullanılan camide duvarların altından çıkan Yunan bayraklarını gören Bakan Günay, şaşkınlığını gizleyemedi. Detaylı bir şekilde duvarı inceleyen Günay, haçlı bayrak damgasının kaldırıp kaldırılmayacağı konusunda açıklama yapmadı. Sıvanın altından çıkan Yunan bayrağının kendisini şaşırttığını söyleyen Günay, son durum hakkında bilgi aldı.
Bakan Günay, türbe örtüsü değiştirilen Çekirge’deki Murat Hüdavendigar Türbesi’ni de ziyaret ederek dua etti.
Milliyet (Kısaltarak), 14.11.2012
|
HASANKEYF MEVZUU HAKKINDA NE BİLİYORUZ?

Yaklaşık on yıldan beri bir Hasankeyf mevzuu var.
Medyadan izliyoruz zaman zaman.
Ama hakkında ne kadarımız, ne biliyor?
Evet, şu kadarını biliyoruz:
Güneydoğu Anadolu'da dehşet bir uygarlık var ve bu
uygarlık, Ilısu Barajı yapılırsa sular altında
kalacak. Sadece uygarlık değil; bu baraj yapılırsa
çok büyük bir bölgenin doğası, bitki örtüsü, hayvan
zenginliği, börtü böceği de (ki, bunların içinde
endemik olanlar da var) yok olacak.
Peki, bu kadarını nereden biliyoruz?
Tarkan'dan ve Doğa Derneği'nin eylemlerinden
biliyoruz. Tarkan, Hasankeyf'e gitti yıllar önce,
"Hasankeyf yok olmasın!" dedi. Batılı gazeteciler de
oradaydı, Tarkan'ın mesajları Batı medyasında yer
aldı, bunu hepimiz duyduk.
2008 yılında Başbakan Erdoğan, partisinin grup
toplantısında yaptığı konuşmada Ilısu Barajı'nın
yapımına karşı çıkanları terörist olarak
nitelendirdi; bunu da duyduk elbet.
Bunun üzerine Batman Hasankeyf Girişim Sekretarya
Sözcüsü Ali Sarıpınar da: "Eğer Hasankeyf'e sahip
çıkmak terörist olmaksa ben en büyük teröristim. Her
şeye rağmen Hasankeyf'in sular altında kalmasına
izin vermeyeceğiz," şeklinde konuştu. Bunu
bazılarımız duydu, bazılarımız duymadı.
Hasankeyf'in yok olmaması gerektiğini biliyoruz
artık, ama önemine ne kadar haiziz?
Doç.Dr. Adnan Çevik, Hasankeyf Medeniyetlerin
Buluştuğu Başkent adlı aydınlatıcı, bilgilendirici,
içinde fotoğrafların, krokilerin olduğu değerli bir
kitap yazmış.
Birçok şey öğrendim bu kitaptan.
Bilindiği gibi Anadolu uygarlıkları içinde pek çok
ilk'ler yer alıyor.
Bu ilklerin içinde, Batı uygarlığının da
gelişmesinde asal bir rol sahibi olan Sibernetik de
var.
Bu buluş, ilk defa Hasankeyf'de ortaya çıkmış.
Sibernetik (robotik) ilminin kurucusu Ebu'l-'İz
el-Cezeri (1136-1233), Hasankeyf uygarlığının eşsiz
bir bilim insanıymış.
Sibernetiğin kurucusu olan bu zatın uygarlığı, yani
Hasankeyf, kısa bir zaman sonra sular altında
kalacak!
Projeleri arasında; abdest almak için düzenlenmiş
otomat, akarsuyu yukarı çıkarma aracı, eşit
saatlerin geçişini bildiren fil su saati gibi
sayısız ve olağanüstü ünik eserler bulunan Ebu'l-'İz
el-Cezeri'nin yetiştiği Hasankeyf, bugün onun
projeleri ve robotik eserlerinin üçboyutlu
tasvirleriyle (heykelleri) donatılmalıydı; Ebu'l-'İz
el-Cezeri, bu şekilde onore edilip yüceltilirken,
Hasankeyf de, bir dünya markası olma şansına sahip
olabilirdi. Ki, Hasankeyf, Ebu'l-'İz el-Cezeri'nin
yanı sıra pek çok bilim, ilim, kültür eserleri de
vermiş, tarihi MÖ 10 bin yıla kadar uzanan onurlu
geçmişiyle Medeniyetlerin Buluştuğu Başkent olma
vasfına sahiptir.
Hasankeyf, aynı zamanda bir su uygarlığının,
Dicle'nin de ürünüdür...
Doç.Dr. Adnan Çevik'e göre: "Yukarı Mezopotamya,
Yakındoğu kültürleri ile Anadolu kültürlerinin
birleştiği, birbirine karıştığı bir kavşak
konumundadır. 'Bereketli Hilal' olarak da
adlandırılan bu bölgenin, uygarlık tarihindeki
önemi, hemen her yerinde görülen, binlerce yılın
izlerini taşıyan höyükler, ören yerleri, anıtlar
gibi çok zengin bir tarihi geçmişi günümüze
ulaştıran kültür varlıklarından anlaşılmaktadır."
Hasankeyf aynı zamanda bir kaya/dağ uygarlığıdır. Ve
bu kayalar içinde oyulmuş bir büyük yerleşim vardır.
Hasankeyf'i yerinden söküp taşıyacağız iddiasında
olan hükümet ve devlet, bu kaya uygarlığını hangi
teknikle ve nasıl yerinden söküp, başka bir yere
nakledecek bilmiyoruz, o da ayrı.
Hasankeyf Medeniyetlerin Buluştuğu Başkent adlı
kitaptan öğrendiğimize göre, burada neolitik (Cilalı
Taş Devri, MÖ 8000-550) dönemden bu yana Asur, Roma,
Pers, Bizans, Sasani, Artuklu, Eyyubi gibi önemli
uygarlıklara ve kültürlere ev sahipliği yapmıştır.
"(...) Hasankeyf, Ilısu Baraj Projesi'yle yok olma
tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu projeyle sular
altında kalacak olan yalnız Hasankeyf değil, Büyük
Selçuklulardan Artuklulara, oradan Eyyubi, Akkoyunlu
ve Osmanlılara uzanan, mimari ve kültürel
geleneğimizin bizatihi kendisi, başka bir deyişle
tarihimiz, kimliğimiz olacaktır. Üstelik bu süreçte
ne Hasankeyf'i ne de onu medeniyetin doğum yeri
yapan eserlerin büyük çoğunluğunu taşımak mümkündür.
(...) Tarih, sadece geçmiş değil, aynı zamanda
geleceğin tasarımıdır" diyor Adnan Çevik.
Bir Doğa Derneği yayını olan, Atlas Dergisi'nin de
desteklediği Hasankeyf Medeniyetlerin Buluştuğu
Başkent adlı kitabı, bu konuda bilinçlenmek isteyen
herkese öneririm.
Taraf, 14.11.2012
|
ATATÜRK'ÜN KARARGAHI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI


 

Mardin Valiliği ve Mardin Belediyesi tarafından
başlatılan Tarihi Dönüşüm Projesi kapsamında, tarihi
taş yapıların ortaya çıkarılması için beton
binaların yıkımına devam ediliyor. Bu kapsamda
Mustafa Kemal Atatürk'ün, karargah olarak kullandığı
İskender Atamyan Konağı, önüne yapılan 3 katlı beton
binanın yıkılmasıyla gün yüzüne çıktı.
Mardin Valiliği Koruma Denetleme Bürosu'nda görevli
sanat tarihçisi ve Sabancı Mardin Kent Müzesi Müdürü
Gani Tarkan, yaptığı açıklamada, tarihi Mardin'de
gizli kalmış, bilinmeyen çok yapı olduğunu, Tarihi
Dönüşüm Projesi'nin bu yapıların ortaya
çıkarılmasında önemli rol oynadığını belirtti.
Atatürk'ün bir dönem karargah olarak kullandığı ve
yıllardan beri metruk halde kalan konağın beton
yığınlarından kurtarıldığını ifade eden Tarkan,
şunları söyledi:
''Karargah olarak kullanılan konak, Mardin
konaklarına benzer bir yapıya sahip. 19. yüzyıla
ait. Konağa ait elimize ulaşmış çok sayıda fotoğraf
var. O fotoğraflardan yola çıkarak tarihlemesini
yapabiliyoruz. Konağı önemli kılan unsurlar, 1.
Dünya Savaşı sırasında 1917'de Almanlar tarafından
karargah olarak kullanılmış olması ve Mustafa Kemal
Paşa tarafından da garnizon, konut, karargah olarak
kullanılmış bir yapı olmasıdır. Elimizde bununla
ilgili o döneme ait, belge niteliği taşıyan çok
sayıda siyah beyaz fotoğraflar var. Ancak
Mardinliler ve maalesef Türkiye'deki bir çok kimse,
araştırmacılar dışında bunun varlığını bilmiyordu.
Taki yaklaşık 15 gün önce bir yıkım yapıldı. Yıkım
çalışmalarından sonra konak yüzde 60-70 oranında
tekrar ortaya çıktı, kendini gösterdi. Bu bence
Mardin ve Türkiye için çok önemli bir olay. Hem
Atatürk Evi olması açısından hem 1. Dünya savaşı
gibi önemli bir olayda karargah konutu olarak
kullanılmış olması bence çok önemli bir olay.''
''ÖNEMLİ KARARLARIN ALINDIĞI YER''
Tarkan, konağın özel mülkiyet olduğunu, ortak bir
çalışmayla restorasyonunun yapılmasının
planlandığını belirtti.
Konağın yıllarca kullanılmadığını, önüne yapılan
beton bina yüzünden girilemediğini ve metruk halde
kaldığını vurgulayan Tarkan, ''Konağın güney
batısında bir cumba vardı. Mardin'de biliyorsunuz 4
ya da 5 cumbalı ev var. Bu evler klasik Osmanlı
mimarisinde kullanılan mimari unsurdu. Cumba
yıkılmış, cumba dışındaki şeyler duruyor. Yani biraz
cephe tahribatı var. Cephe tahribatı dışında
günümüze kadar ulaşabilmiş'' dedi.
Bu yapının kurtarılmasında eski Mardin Valisi Hasan
Duruer'in büyük emeği olduğunu dile getiren Tarkan,
şöyle konuştu:
''Bu yapının varlığını bildiğimiz için, eski vali
Hasan Duruer o yapıyı ortaya çıkartmak için
uğraşıyordu. Onun önündeki beton evin yıkılmasını
program kapsamına aldı. Binanın 1 katı yıkılacakken,
3 katını yıktırma kararı aldı ve o yapı güzel konak
ortaya çıkarıldı. 1. Dünya Savaşı'nda zaten Doğu
Cephesi'nin önemi biliniyor. Almanlar bizzat 1917
yılında Mardin'de bulunmuş. Mardin, Doğu Cephesi'nin
önemli bir garnizon kentidir, karargahıdır. O önemli
kararların alındığı evde burasıdır. Bu döneme ait
fotoğraflar da var. Bütün kararlar o konakta alınmış
aslında. 1. Dünya Savaşı ne kadar önemliyse, Doğu
Cephesi de o kadar önemli Mardin için. O konakta 1.
Dünya Savaşı açısından çok önemli bir ev.''
Tarkan, Tarihi Dönüşüm Projesi ile birlikte tarihi
şaşırtacak çok önemli bilgilere ve yapılara
ulaşılacağını vurguladı.
''MUHTEŞEM CUMBALI VEÇHESİ YERİNE APARTMAN
DİKİLMİŞ''
Mardin Valiliği Koruma Denetleme Bürosu Sorumlusu
Nezir Aslan da gelen ödenek kapsamında betonarme
binaların yıkımına devam edildiğini belirtti.
Konağın önünde 3 kat 6 daireden oluşan bir betonarme
yapıyı yıktıklarını kaydeden Aslan, ''Tarihi binayı
ortaya çıkarmış olduk. Sahibiyle de iletişim kurduk.
Kendisi de buna çok yakınlık gösterdi. Kendi
imkanlarıyla restorasyonunu yapacak. Eski konağın
şeklini ortaya çıkaracak şekilde restorasyon
çalışmasının başlayacağın söyledi. Mülk sahibi
projesini hazırlayıp, kurula sunacak. Yapının ilk
haline uygun şekilde restorasyonu yapılması için
mülk sahibi gerekli bilgileri veriyoruz'' diye
konuştu.
Araştırmacı-Yazar Doğan Bekin de Mardin'in önde
gelen tüccarlarından İskender Atamyan tarafından
yaptırılan bu muhteşem konağın, özellikle 1. Dünya
Savaşı sırasında önemli şahsiyetleri ağırladığını
dile getirdi.
Osmanlı-Alman İttifakı çerçevesinde Mardin'de
konuşlandırılan Alman birlikleri tarafından garnizon
olarak kullanıldığını aktaran Bekin, şunları
belirtti:
''Bu dönemde Osmanlı Devleti'nin önde gelen isimleri
bu konakta ağırlanmışlardır. Kutul Amara savaşında
Osmanlı Ordusu'nun komutanı olan Colmar von der
Goltz Paşa, Irak'a geçerken bu konakta misafir
edilmiş, keza bu konak birçok Alman generalinin
uğrak yeri olmuştur. Osmanlı Dönemi'nde ağırladığı
misafirlerle dikkat çeken bu cumbalı tarihi konak,
Cumhuriyet döneminden sonra bir müddet trahom
merkezi olarak işlev görmüştür. Konak, Mardin'in
betonlaşma sürecinde çarpık yapılaşmadan nasibini
almış ve o muhteşem cumbalı veçhesi yerle bir
edilerek yerine apartman dikilmiştir. Eski Mardin
Valisi Hasan Duruer, bu binanın eski halini gösteren
fotoğrafları ve tarihte oynadığı rolü öğrenince bu
binanın eski haline getirileceğini ifade etmişti.''
Sabah, 14.11.2012
|
ROTHKO'YA 75 MİLYON DOLAR

Soyut ekspresyonizm akımının önemli
temsilcilerinden Rus asıllı Amerikalı ressam Mark
Rothko'nun "No 1 (Royal Red and Blue)" adlı eseri,
New York'ta yapılan açık artırmada 75 milyon dolara
satıldı.
Sotheby's Müzayede Evi'nde yapılan açık
artırmada, Rothko'nun başyapıtlarından biri kabul
edilen eser, adının açıklanmasını istemeyen bir
koleksiyoncu tarafından satın alındı. Eserin, 35-50
milyon dolara alıcı bulması bekleniyordu.
Eser, Rothko'nun 1954 yılında Chicago'daki Sanat
Enstitüsü'nde düzenlediği solo gösterisinde
sergilenmesi için seçtiği 8 çalışmasından biriydi.
Rothko'nun "Orange, Red, Yellow" adlı eseri, Mayıs
2011'de Christie's müzayede evinde 86,9 milyon
dolara satılarak şimdiye kadarki en pahalı çağdaş
sanat eseri olmuştu.
Sotheby's Müzayede Evi'ndeki açık artırmada
Amerikalı ressam Jackson Pollock'un "Number 4" adlı
tablosu 40,4 milyon dolara, İngiliz sanatçı Francis
Bacon'ın "Screaming Pope" tablosu 30 milyon dolara
ve Willem de Kooning'e ait bir çalışma da 20 milyon
dolara alıcı buldu.
Andy Warhol'un "Suicide" adlı eseri 16,3 milyon
dolara, "Green Disaster" tablosu 15,2 milyon dolara
ve "The Kiss" eseri de 9,3 milyon dolara satıldı.
Açık artırmada toplam satış, 375 milyona ulaştı.
Habertürk, 14.11.2012
******
TARİHİ REKOR!
Andy Warhol (1928-1987) Statue of Liberty $43,762,500
Christie's Müzayede Evi, "Savaş
Sonrası ve Çağdaş Sanat Eserleri" açık
artırmasında 412 milyon dolara ulaşan toplam satış
ile rekor kırdı.
Christie's, müzayedede elde edilen 412 milyon
dolarlık toplam satış rakamının şimdiye kadarki en
başarılı çağdaş sanat eserleri satışı olduğunu
açıkladı.
Rakip müzayede evi Sotheby's, dünkü
savaş sonrası ve çağdaş sanat eserleri
müzayedesinde 375 milyon dolarlık toplam satış
yapmıştı.
11 sanatçının eserlerinin açık artırmaya
çıkarıldığı müzayedede, soyut ekspresyonizm akımının
önemli temsilcilerinden Franz Kline'in eseri, 40,4
milyon dolara alıcı bulurken, Andy Warhol'un "Statue
of Liberty (Özgürlük Heykeli)" adlı tablosu ise 43,7
milyon dolara satıldı.

Franz Kline (1910-1962) Untitled $40,402,500 (Sanatçı için dünya rekoru)
Amerikalı sanatçı Jeff Koons'un "Tulips (Laleler)"
adlı heykeli 33,7 milyona satıldı. Heykel, Koons'un
şimdiye kadar en yüksek fiyata satılan eseri oldu.
Koons'un 1995-2004 yılları arasında tamamladığı 5
metrelik rengarenk 7 laleden oluşan heykel, şimdiye
kadar yaşayan bir sanatçıya ait en yüksek fiyata
satılan ikinci eser oldu. Alman ressam Gerhard
Richter'in 13 Ekim'de satılan "Abstraktes Bild" adlı
eseri, 34,2 milyon dolarla listenin ilk sırasında
bulunuyor.
Fransız sanatçı Jean-Michel Basquiat'ın "Untitled
(İsimsiz)" adlı çalışması da 26,4 milyon dolarla
sanatçının şimdiye kadar en yüksek fiyata satılan
eseri oldu. 1988 yılında aşırı dozdan hayatını
kaybeden Basquiat'ın bir başka isimsiz tablosu
Haziran ayında 20,1 milyon dolara satılmıştı.
Dün Sotheby's Müzayede Evi'ndeki açık artırmada "No
1 (Royal Red and Blue)" adlı eseri 75 milyon dolara
alıcı bulan Rus asıllı Amerikalı sanatçı Mark
Rothko'nun "Red Strip" adlı çalışması ise 23,4
milyon dolara satıldı.
Jeff Koons (b. 1955) Tulips $33,682,500
Roy Lichtenstein (1923-1997) Nude with Red Shirt $28,082,500
Jean-Michel Basquiat (1960-1988) Untitled $26,402,500 (Sanatçı için dünya rekoru)
Andy Warhol (1928-1987) Marlon $23,714,500
Mark Rothko (1903-1970) Black Stripe (Orange, Gold and Black) $21,362,500
Gerhard Richter (b. 1932) Abstraktes Bild (779-2) Price Realized: $15,314,500
Richard Diebenkorn (1922-1993) Ocean Park # 48 $13,522,500 (Sanatçı için dünya rekoru)
Franz Kline (1910-1962) De Medici $11,058,500
Habertürk, 15.11.2012
|
WARHOL'A
17 MİLYON $
ABD'li ünlü ressam, film yapımcısı ve yayıncı Andy Warhol'un 350'den fazla eseri, New York'ta yapılan açık artırmada toplam 17 milyon dolara satıldı.
Christie's Müzayede Evi, internet sitesinde yaptığı açıklamada, en yüksek fiyata satılan eserin 1,2 milyon dolara alıcı bulan "Endangered Species: San Francisco Silverspot (Nesli Tükenmekte Olan Canlılar: San Francisco Gümüş Benekli Kelebeği)" adlı tablo olduğunu açıkladı.
Habertürk, 14.11.2012
|

|
600 YILLIK KUR'AN BULUNDU

Erzurumlu arkeologlar, ünlü seyyah Evliya
Çelebi'nin 'Seyahatnamesi'nden yola çıkarak
Erzincan'da yaptıkları kazı çalışmaları sırasında
tam 600 yıllık 198 parça el yazması Kur'an-ı kerim
sayfasına ulaştılar. Arkeologlar geçen yıl da
seyahatname'de zikredilen Bey Cami'sini 350 yıl
sonra gün yüzüne çıkarmışlardı.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş,
Erzincan'ın Kemah İlçesi'nde arkeoloji kazısı yapmak
için 2010 yılında Erzincan Valiliği aracılığıyla
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na müracaat etti.
Aynı yıl Bakanlar Kurulu kararıyla kazı izni
çıkarken, Prof.Dr. Yurttaş başkanlığında toplanan
ve Prof.Dr. Haldun Özkan, Yrd. Doç.Dr. Zerrin
Köşklü ile Araştırma Görevlisi Muhammet Lütfü
Kındığılı'dan oluşan ekip kazı çalışmalarına geçen
yıl Haziran ayında başladı.
Kemah İlçesi yakınlarındaki Kemah kalesi
kalıntılarında başlayan kazıda ilk olarak kale
kapıları bulundu. Bunun ardından kazı bölgesinde iki
de odaya rastlandı. Bu çalışmalar sırasında kazı
alanında daha önce bulunan yaklaşık üç metre
uzunluğundaki taş yığını incelenirken, Prof.Dr.
Yurttaş, ünlü seyyah Evliya Çelebi'nin
Seyahatnamesi'ni okudu.
Kazı ekibi elde ettikleri bilgiler doğrultusunda
kale girişinin hemen yanında yer alan ve
Seyahatname'de de zikredilen Bey Cami'sinin
kalıntılarını gün yüzüne çıkardı.
Evliya Çelebi'nin Seyahatname'de Kemah'ı anlatırken
Kemah kalesinin içinde üçü taştan inşa edilmiş olan
11 minare bulunduğunu bildirdiğini anlatan Prof.Dr.
Hüseyin Yurttaş, minare çevresinde yaptıkları
kazılarda caminin temel seviyesindeki duvarlarına ve
mihrabına ulaştıklarını bildirdi.
Yaklaşık 250 dönümlük alanda yapılan kazı
çalışmalarının cami bölümünü tamamladıklarını
belirten Prof.Dr. Yurttaş, elde ettikleri veriler
ışığında caminin inşasının Mengüceklere dayandığını
belirlediklerini kaydetti.
Bu yıl içinde de kale bünyesinde saraya ait olduğunu
düşündükleri hamam bölümünde kazı çalışması
yaptıklarını ifade eden Prof.Dr. Yurttaş, 37
varaklık Kur'an-ı Kerim sayfaları bulduklarını dile
getirdi.
Prof.Dr. Yurttaş, Cami kısmındaki kazı çalışmaları
sona erdi. 250 - 300 metrekarelik alana kurulmuş
cami kısmında çok fazla bir şey bulamadık ancak elde
ettiğimiz verilen caminin inşasının Mengüceklere
dayandığını gösteriyor. Yine bu yılda kale içinde
saraya ait olduğunu düşündüğümüz hamam bölümünde
kazı çalışmalarına başladık. Hamamın soyunmalık,
ılıklık ve sıcaklık bölümleri ortaya çıkarıldı.
Diğer bölümlerinde çalışmalar devam ediyor. Hamam
alanında bir bohçaya sarılı olarak Kur'an-ı Kerimler
ve Arapça kitaplar bulduk. Temizlik aşaması
tamamlandıktan sonra Erzincan Müzesi'ne teslim
edilecek.
İçlerinde Ahmet Karahisari ekolüne mensup olduğunu
düşündüğümüz 37 varaklık Kur'an-ı Kerim parçası da
var. Bunda iki farklı yazı türü kullanılmış Reyhani
ve Muhakkak türleri kullanılmış. Aralarında koltuk
dediğimiz bölgelerde de süsleme
gerçekleştirilecekmiş ama tamamlanmadan bohçaya
konulmuş" diye konuştu.
Erzurum Gazetesi, 14.11.2012
|
TARİHİ HAN KÜLTÜR MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

Bitlis'teki tarihi El-Aman Hanı, Bitlis Vakıflar
Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilip kültür
merkezine dönüştürülerek Bitlis Eren Üniversitesi'ne
devredildi.
Tarihi han bundan sonra akademik, sosyal amaçlı
toplantılar ile bilimsel kongrelere ev sahipliği
yapacak.
Bitlis-Tatvan karayolu üzerinde bulunan ve 16'ncı
yüzyılda Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından
yaptırıldığı belirtilen tarihi El-Aman Hanı kültür
merkezi olarak hizmete girdi. İçinde 2 cep sinema
salonu, değişik amaçlı toplantılar için düzenlenmiş
konferans salonu, toplantı salonları, kütüphane ve
yemek salonları bulunan tarihi El-Aman Hanı Eren
Üniversitesi bünyesinde hizmet verecek.
Kültür merkezine dönüştürülen El-Aman Hanı'nın her
türlü bilimsel kongrenin yapılabileceğine dikkat
çeken Eren Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mahmut
Doğru, "Bütün üniversitelere açık davet
gönderiyorum. Gelip tarihi mekanda kongrelerini
yapsınlar. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından
restore edilen hanın iç restorasyonunu biz
tamamladık. Hanın dışına yapılan çimlendirme ve
ışıklandırmalarla birlikte bahar aylarında
vatandaşlarımız aileleri ile birlikte gelerek
zamanlarını burada değerlendirebilecek. Ayrıca
Bitlis'te sinema yok. Bu ihtiyacı da 2 cep
sinemasıyla burada karşılıyoruz" dedi.
Kültür merkezine dönüştürülen handa her türlü şeyin
düşünüldüğünü anlatan Rektör Prof.Dr. Doğru, kongre
yapacak bilim insanlarının ihtiyaçlarının da
karşılanacağını söyledi. Özellikle 450-500 kişilik
restaurantın hizmet verdiğini belirten Rektör Doğru,
barınma sorununu da olmadığını ifade etti.
Cnn Türk,14.11.2012
|
BERGAMA AKROPOLÜ
ZİYARETLERİNDE DÜŞÜŞ!

Kültür turizminde, Ion
Uygarlığı’ndan Osmanlı İmparatorluğu dönemine uzanan
zengin tarihsel birikimiyle İzmir’e gelen turistler
için önemli bir uğrak noktası olan Bergama, bu yılın
10 ayında müze ve ören yerlerini ziyaret eden turist
sayısı açısından yüzde 7,8 geriledi.
AA muhabirinin İzmir İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerinden derlediği
bilgiye göre, dünya uygarlık tarihinin en köklü
yerleşimlerinden biri olarak öne çıkan Bergama,
müzesi, Akropolü, Asklepionu, Bazilikası ile bu
yılın 10 ayında 433 bin 491 yerli ve yabancı turisti
çekti.
Turist sayısında geçen
yıla oranla yüzde 7,8 oranında gerileme yaşayan
Bergama, müze ve ören yerleriyle geçen yıl aynı
dönemde 470 bin 570 yerli ve yabancı turisti
ağırlamıştı.
En büyük düşüş
Akropol’de
Bergama Akropolü, 10
aylık dönemde 241 bin 481 kişi ile ilçede en çok
ziyaret edilen ören yeri olma özelliğini korurken,
ziyaretçi sayısında ise geçen yıla oranla yüzde 10,6
düzeyinde düşüş yaşandı.
Akropol, 37 bin 670
kişiyle en çok ziyaretçiyi ekim ayında çekti. İklim
koşulları nedeniyle daha çok ilkbahar ve sonbahar
aylarında ziyaret edilen Akropol, nisan ayında 37
bin 206, mayıs ayında 28 bin 599, eylül ayında 26
bin 944, mart ayında da 25 bin 804 turisti çekti.
Bergama’daki diğer müze
ve ören yerlerini ise bu yılın ilk 10 ayında, 192
bin 10 yerli ve yabancı turist gezdi.
Akropol’ün ardından
ilçede en çok ziyaretçi çeken Asklepion, bu dönemde
136 bin 517 kişi tarafından ziyaret edilirken,
Bazilika 33 bin 914 bin, Bergama Müzesi de 21 bin
579 turisti ağırladı.
Yılın 10 aylık döneminde
ziyaretçi sayısındaki düşüşten Bergama Müzesi,
Asklepion ve Bazilika’nın da etkilendiği ilçede,
ocak-ekim ayında turist sayısı artan tek yer
Bazilika oldu. Geçen yıl bu dönemde 32 bin 695
turist çeken Bazilika’yı, bu yıl yüzde 3,7′lik
artışla 33 bin 914 kişi gezdi.
“Ören yerleri daha
rahat gezilebilecek”
İzmir Kültür ve Turizm
Müdürü Abdülaziz Ediz, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Bergama’daki ören yerlerinin daha rahat
gezilebilmesi, dolayısıyla daha fazla turist çekmesi
için projelerin hayata geçme aşamasında olduğunu
belirtti.
Bergama Akropolü’nün,
Efes antik kentinden sonra İzmir’deki en çok ziyaret
edilen ören yeri olduğuna işaret eden Ediz, ilçedeki
ören yerlerinin daha rahat gezilebilmesi için İzmir
İl Özel İdaresi’nce ihalesi yapılan Bergama Ören
Yerleri Çevre Düzenlemesi Projesi uygulamasının
devam ettiğini söyledi.
Ediz, bu kapsamda
Akropol Ören Yeri’nde, yürüyüş yollarının
iyileştirilmesi, engelliler için ahşap rampa, seyir
terası oluşturulmasını da içeren çevre düzenlemesi
ve aydınlatma çalışması yapıldığını dile getirerek,
Asklepion Ören Yeri’nde de benzer şekilde çevre
düzenlemesi yapılarak, aydınlatma sistemi
kurulacağını sözlerine ekledi.
Turizm Habercisi,
13.11.2012
|
HASANKEYF'İ DELİK DEŞİK
ETTİLER
Küçüksaray’a yakın yerde
açılan çukurda hazine arandı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı yetkilisi F.B, Hasankeyf polisine
başvurarak Kale içinde Küçüksaray olarak bilinen
mevkiye yakın bir yerde kazı yapıldığını ve yasalara
göre suç olan bu eylemi yapanların yakalanmasını
istedi.
270x150 santim ebadında ve 270 santim derinliğinde
açılan çukurun bir günde kazılmasının mümkün
olmadığını belirten uzmanlar “burası
gizli şekilde kazılacak bir yer değil. Hazine
avcıları muhtemelen başkalarının yardımını alarak
kazı yaptılar. Hasankeyf’teki ilgililerin bu konuya
dikkat etmeleri gerekir” dediler.
Açılan çukurda tarihi eser bulunup bulunmadığı
yönünde bilgiye sahip olmadıklarını belirten görevli
F.B. bu uygulamanın tarihe zarar verdiğini
belirterek önlem alınmasını istedi.
Batman Gazetesi,
13.11.2012
|
TARİHİ ROMA LAHDİ
AYDINLANDI

Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi,
Gölcük`ün
Ulaşlı-Konca mevkiinde bulunan MS 2. yüzyıl Roma
Dönemi`nde yapılmış Konca Lahdi`ne düzenleme
yaptı. Çevre düzenlemesi yapılan ve
bilgilendirme tabelası konulan tarihi yapıya,
aydınlatma sistemi konularak gece de ziyarete
açık hale getirildi.
Büyükşehir
Belediyesi, Kocaeli`deki tarihi mirasları
günümüze taşımak ve korumak amacıyla
çalışmalarını sürdürüyor.
Gölcük`ün
Ulaşlı mevkiinde yol kenarında bulunan Konca
Lahdi`ne de bir dizi düzenleme yapıldı. MS 2.
yüzyıl Roma Dönemi`nde yapılmış bir mezar yapısı
olan lahit`in ilk olarak Kocaeli Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu`nun onayıyla
çevre düzenlemesi gerçekleştirildi.
Tarihi yapının gece
de ziyaret edilmesi için çalışma başlatan
Büyükşehir Belediyesi, Konca Lahdi`ne aydınlatma
sistemi kurdu. Böylece yol kenarında bulunan
Konca Lahdi`nin tarihi eser olarak algılanması
sağlanarak, farkındalığı artırıldı. Lahdin
kitabesinde ise şu ifadeler yer alıyor:
“Artemata ve Artemidoros`un oğulları Poidonei ve
Apollonios kızı Tatia yaşarken bu lahdi
kendilerine hazırlattılar. Yoldan geçenlere ve
denizden geçenlere selam olsun.”
Bizim Kocaeli,
13.11.2012
|
ÇALINAN TABLOLARDA 'GİZLİ TANIK' UMUDU
Ankara
Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ni arayan bir kişi
kayıp tablolar hakkında çarpıcı açıklamalar yaptı.
Tanık, 170 eserin 2005-2008 arasında çalındığını
belirtirken, İstanbul polisi alarma geçti...
Milliyet’in,
Ankara Devlet
Resim ve Heykel Müzesi’nde biribirinden ünlü
sanatçıların yüzlerce eserinin kayıp, sahte ya da
orijinalliğinin ağır kuşkulu olduğunu kamuoyuna
duyurduğu skandalda yeni bir gelişme yaşandı.
İstanbul’da antikacılık işiyle uğraşan bir kişi
müzeyi telefonla arayarak, “Çalınan eserlerin
170’inin yerlerini biliyorum. Can güvenliğimi
garanti ederseniz ve tanık koruma programından
yararlanmamı sağlarsanız, bunların yerlerini
gösteririm” dedi.
Milliyet’in aldığı bilgilere göre, İstanbul’da
antikacılık ve müzayedecilik işleriyle uğraştığını
söyleyen bir kişi 1 Kasım’da Devlet Resim ve Heykel
Müzesi’ni telefonla aradı. Bu kişi yetkililere kayıp
tablolardan 170’inin yerini bildiğini ve işbirliği
yapılması halinde bu tabloların yerlerini
göstereceğini söyledi.
Söz konusu kişi, müze yetkililerine, “Çalınan
eserlerin 170’inin yerlerini biliyorum. Can
güvenliğimi garanti ederseniz ve tanık koruma
programından yararlanmamı sağlarsanız, bunların
yerlerini gösteririm” dedi. Yetkililer, vakit
kaybetmeden
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a bilgi verdi. Günay, müzeyi
arayan kişiyle uzun bir telefonda görüşmesi
gerçekleştirdi.
Günay, daha sonra bakanlık üst düzey
bürokratlarından oluşan bir ekibin İstanbul’a
giderek telefon eden kişiyle görüşmesi talimatını
verdi.
Günay, eşzamanlı olarak da istanbul
Emniyet Müdürü Çapkın’ı bizzat arayarak konu
hakkında bilgi verdi. Bakanlık yetkilileri ve
Çapkın’ın başında bulunduğu emniyet ekibi, söz
konusu kişinin detaylı bilgisine başvurdu.
Söz konusu şahsında yetkililere, tabloların organize
bir suç örgütü tarafından 2005 ile 2008 arasında
müzeden çalındığını anlattığı kaydedildi. Bu kişinin
yetkililere bazı eski müze çalışanlarının suç
örgütüyle bağlantılı olduğu yönünde bilgiler verdiği
de öne sürüldü.
Söz konusu şahsın bu kapsamda, 2009’da müzeden 3
adet tablonun çalınması olayı nedeniyle gözaltına
alınan, daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakılan güvenlik görevlisi V.T. ile
müzeden geçtiğimiz yıllarda emekli olan bir müdür
yardımcısının isimlerini verdiği de iddia edildi.
V.T., serbest kaldıktan sonra bakanlık tarafından
meslekten ihraç edilmişti. V.T., sorgusunda, biri
Osman Hamdi Bey’e ait 3 resmi rulo yaparak içine
koyduğu çöp poşetleri ile müzeden dışarı
çıkarttığını, satabilmek amacıyla İstanbul’a
götürdüğünü anlatmıştı. Ancak V.T., daha sonra
tabloları satamayarak müze bahçesine geri
bırakmıştı.
Söz konusu kişinin müzeden çalınan ve paha
biçilemeyen tabloların suç örgütünce müzayedeler
aracılığıyla ya da el altından satıldığını söylediği
kaydedildi. Bu kişinin, tabloları satın alan isimler
arasında bazı önemli işadamları ve müzayedecilerin
de bulunduğunu belirttiği öğrenildi.
Bu kişinin verdiği ifadelerden yola çıkan
İstanbul Emniyeti, konuyla ilgili ayrıntılı
çalışma başlattı. Çapkın’ın konuyu bizzat takip
ettiği kaydedilirken, söz konusu şahsın verdiği
isimlerin mercek altına alındığı öğrenildi.
Uzun yıllar ziyarete kapalı olan Devlet Resim ve
Heykel Müzesi,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Altındağ Belediyesi işbirliğiyle 2007-2008
arasında yapılan tadilatın ardından hizmete
açılmıştı. 2007’de
tadilat sürdüğü sırada müze bahçesine bir
kamyonla giren hırsızlar, gündüz vakti işçilerin
gözü önünde bahçedeki iki bronz heykeli çalmıştı.
2009’da ise müzede çalışan güvenlik görevlisi V.T.,
İbrahim Çallı’nın bir, Şevket Dağ’ın iki tablosunu
çalmış, ancak eserleri satamayınca 3 gün sonra
tekrar müze bahçesine bırakmıştı. Müzeden ayrıca
1997’de ise 31 eser çalınmıştı. Çalınan bu eserler
hala bulunamadı.
Müze, son olarak 2009’da Hoca Ali Rıza’ya ait
eserlerin sahteleriyle değiştirildiğinin
anlaşılmasıyla gündeme gelmişti. Bu olayın ardından
Günay’ın talimatıyla oluşturulan sayım komisyonu,
hazırladığı raporda, birbirinden ünlü ressamlara ait
paha biçilemeyen 202 eserin kayıp, 46 eserin
sahteleriyle değiştirilmiş, 27 eserin de
orijinal-liğinin şüpheli olduğunu tespit etmişti.
Rapora Milliyet ulaşmış ve kamuoyuna duyurmuştu.
Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 13.11.2012
|
YARIŞMA YERİNE İHALE MODELİ YİNE ŞAŞIRTMADI

Ankara Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Türkiye
Uygarlıklar Müzesi proje Yapımı danışmanlık hizmeti
için yeterli tecrübeye sahip adayları, teklif vermek
üzere ön yeterlilik başvurusuna davet ediyor.
2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın açıklamasıyla Ankara'ya, Türkiye
Uygarlıklar Müzesi yapılacağı ilan edilmişti hem de
yarışmayla! Ankara Atatürk Kültür Merkezi yerine
yapılması planlanan proje ile ilgili Bakan Günay;
"Buraya Türkiye'nin en büyük müzesini yapmak
istiyoruz. Konsepti hazırladık. 40 bin metrekare
alan bir haftada ancak gezilebilecek. Eylül ayında
bu müze için proje yarışması başlatacağız." şeklinde
bir açıklama yapmıştı.
Bu açıklamanın üzerinden üç sene geçti ve yakın
bir zamanda Türkiye Uygarlıklar Müzesi ihaleye
çıkarıldı.Üç sene önce yarışmayla yapılması
planlanan proje, ne oldu da bugün ihale ile yapılma
kararı alındı? Türkiye'nin en büyük müzesi olmaya
aday proje şeffaf bir süreç yerine en düşük teklifi
veren firmanın sürpriz tasarımıyla şekil alacak.
Doğumunun 100. yılında Atatürk'ün anısına armağan
olmak üzere, ulusal bir yarışma projesiyle elde
edilen Ankara Atatürk Kültür Merkezi, bugün yıkılıp
yerine 80 bin metrekarelik kapalı alanı olan bir
Türkiye Uygarlıklar Müzesi kurulması kararıyla
başbaşa. Bakan Günay'ın üç sene önce AKM ile ilgili
yaptığı açıklama ise şöyle: "Benim düşüncem, o
çirkin, estetik yoksunu ve malzeme açısından çok
sıkıntılı olan ve Türkiye'nin mimari tarihiyle de
bağdaşmayan o yapının yıkılması, yerine 40 bin
metrekare kapalı olan yeni ve büyük bir Türkiye
Uygarlıklar Müzesi kurulması.."
Müzenin ihale ile elde edilecek olmasının dışında
başka bir sorun ise; döneminin simgesel değerini
taşıyan Atatürk Kültür Merkezi'nin öznel yorumlar
sonucunda yıkılacak olması. Kentsel bellek ve
mimarlık kültürüne sahip olmayan bir kesimin,
kolayca aldığı kararlar doğrultusunda dönemi için
önem taşıyan pek çok mimari eser, son zamanlarda
yıkılıp ''yeni'' olana yer vermek durumunda
kalmakta.
Yapı (Kısaltarak), 12.11.2012
|
741 YILLIK MİNARE TEHDİT
ALTINDA

Sivas'a 1271 yılında
yaptırılan ve kentin simgesi haline gelen Çifte
Minareli Medrese, üzerinde bulunan
paratonerlerin toprağa bağlı olmaması nedeniyle
tehlike altında bulunuyor.
İlhanlılar'ın büyük veziri Sahip Şemseddin Cüveyni
tarafından 1271 yılında Sivas'a yaptırılan ve bugün
Selçuklu parkı içinde bulunan çifte minareli medrese
2008 yılında onarıma alındıktan sonra restorasyonu
yaklaşık bir yıl önce tamamlandı. Ancak medresenin
onarımı tamamlandıktan sonra minareler üzerinde
bulunan paratonerlerin uç kısımları aradan geçen 1
yıllık sürede toprağa gömülmedi. Anadolu'nun en ünlü
tarihi yapıları arasında yer alan 741 yıllık tarihi
eserin, kent merkezine düşmesi muhtemel bir
yıldırımı çekme ihtimali bulunuyor. Yıldırımsavar
olarakta bilinen paratonerlerin tarihi yapıt
üzerinde kalması ise tehlikeyi artırıyor. Olası bir
yıldırım ihtimalinde 7 asırlık eserin zarar
görebileceği belirtiliyor.
Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü, çifte minareli
medresenin minarelerinde bulunan ancak toprağa
gömülmeyen paratonerlerle ilgili proje
hazırlandığını ve bunun anıtlar kuruluna sunulduğunu
açıkladı. Anıtlar kurulundan gelecek onayla birlikte
paratoner ile ilgili çalışmaların tamamlanacağı
kaydedildi. Proje olmadan eserin bulunduğu alanda
paratoner için çukur açılamayacağı öğrenildi.
Timetürk, 12.11.2012
|
MURADİYE TARİHİYLE AYDINLANACAK

Sultan külliyelerinin bakım, onarım, güvenlik
gibi bütün sorumluluklarını üzerine alan Büyükşehir
Belediyesi’nin Muradiye türbelerinde yapacağı
restorasyon ve çevre düzenleme çalışmalarına ilk
harç Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
tarafından atılacak.
Osmanlı başkenti Bursa’nın açık hava müzesine
dönüşerek turizmden alınan payın artırılması
için bu dönem tarihi ve kültürel miras
çalışmalarına büyük önem veren Bursa Büyükşehir
Belediyesi, sultan külliyeleri için de düğmeye
bastı. Önce sultan külliyelerinin tüm
sorumluluklarını Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
devralan Büyükşehir Belediyesi, Sultan II. Murad
tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılan
ve bulunduğu semte adını veren “Muradiye
külliyesi” ile ilgili projenin startını 14 Kasım
Çarşamba günü veriyor. Fatih Sultan Mehmed’den
itibaren 100 yılı aşkın bir dönem içinde
peyderpey yaptırılan ve Fatih Sultan Mehmed’in
annesi Hüma Hatun (Hatuniye) Türbesi, II.
Murad’ın oğlu şehzade Alaaddin Türbesi, şehzade
Ahmet Türbesi, Fatih’in oğlu şehzade Mustafa
(Cem Sultan) Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın
oğlu şehzade Mustafa Türbesi, Sultan II.
Bayezid’in eşi Şirin Hatun Türbesi, II.
Bayezid’in diğer eşi Gülruh Hatun Türbesi, Fatih
Sultan’ın ebesi Ebe Hatun (Gülbahar Hatun)
Türbesi, II. Bayezid’in oğlu şehzade Mahmud
Türbesi, II. Bayezid’in gelini Mükrime Hatun
Türbesi, Fatih Sultan’ın eşlerinden Gülşah Hatun
Türbesi ile Saraya mensup kimselerin
(Cariyelerin) gömülü olduğu Cariyeler/Saraylılar
Türbesi olmak üzere toplam 12 türbenin bulunduğu
bölgedeki restorasyon çalışmalarının başlangıç
törenine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
da katılacak.
Muradiye türbeleri restorasyon ve çevre
düzenleme uygulama inşaatı kapsamında aynı
zamanda türbelerin bulunduğu alanın
ışıklandırması da yapılacak. Ulucami, Emir
sultan Camii, Yeşil Türbe ve saat kulesi gibi
tarihi mekanları ışıklandırma sistemleri ile
gece de farklı bir görüntüyle kent siluetine
kazandıran Büyükşehir Belediyesi, benzer
uygulamayı Muradiye türbelerinde de hayata
geçirecek. Yerli ve yabancı turistlerin en fazla
ziyaret ettiği mekanlar arasında yer alan
Muradiye Külliyesi, çalışmaların ardından hem
gündüz hem de gece bölgeye ayrı bir değer
katacak.
Bu arada, restorasyon ilmi heyeti ilik
toplantısını külliyede yaptı. Uludağ
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim
üyesi Doç.Dr. Doğan Yavaş, Dr. Mimar İbrahim
Yılmaz ve proje müellifi Mimar Fatih Aydın’dan
oluşan ilmi heyet, restorasyonun nasıl
yürütüleceği konusunda prensip kararları aldı.
Büyükşehir Belediyesi, Vakıflar ve İl Özel
İdaresi koordinasyonunda yürütülen proje, erken
Osmanlı döneminin Bursa’daki en güzide
türbelerini kapsıyor.
Bursa Olay, 12.11.2012
|
SEBASTOPOLİS ANTİK KENTİ TEMİZLENDİ
Sulusaray
İlçesi'nde bulunan Sebastapolis antik kentinde
temizlik çalışması yapıldı.
Tokat Müze Müdürlüğü görevlilerince yapılan temizlik
çalışmaları, 10 gün sürdü. Görevliler, önceki
yıllarda kazı çalışmalarının yürütüldüğü alandaki
otları topladı. Tokat Valisi Mustafa Taşkesen, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Sebastapolis antik
kentinde 31 Ekim'de başlatılan temizlik
çalışmalarının 9 Kasım'da tamamlandığını belirtti.
Sebastapolis'in tarihinin, Geç Roma ve Erken Bizans
dönemine kadar dayandığını anlatan Taşkesen,
"Uzmanların, Sebastapolis antik kentinin Efes
ayarında zengin bir kent olduğu yönünde görüşleri
var" dedi.
Antik kentte ilk kazı çalışmasının 1987-1990 yılları
arasında yapıldığını hatırlatan Taşkesen, şunları
söyledi:
"Çalışmalarda önemli buluntulara rastlanmış.
Özellikle mozaik anlamında bulgulara rastlanınca,
bunlar gün yüzüne çıkarılmış ve koruma altına
alınmış. Günümüzde de temizlik ve sondaj çalışmaları
devam ediyor. Sebastapolis antik kenti ile ilgili
Kültür ve Turizm Bakanlığı'mıza proje sunacağız.
Sunacağımız kazı projesinin kabul edilmesinden
itibaren Sebastapolis antik kenti, diğer
zenginlikleriyle gün yüzüne çıkarılacaktır diye
düşünüyorum. Sebastapolis antik kentinin gün yüzüne
çıkmasıyla Sulusaray önemli bir turizm kenti
olacak."
Tokat'ın bir kültür kenti olduğunu vurgulayan
Taşkesen, "Tokat'ın eskiden gelen kültür kenti
özelliği günümüzde de sürüyor. İlimizde Selçuklular,
İlhanlılar, Osmanlılara ait eski eserlerin
restorasyonu Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Tokat,
Sebastapolis antik kentinin bütün unsurlarıyla gün
yüzüne çıkarılmasıyla, 5 bin yıllık tarihin dar
alanda gezilebileceği ender illerden biri olacak.
Sebastapolis antik
kentinde kamulaştırma
çalışmaları sürüyor. Bu imkan meselesi. Kültür ve
Turizm Bakanlığı'mızın kamulaştırma çalışmalarında
önemli destekleri var. İl Özel İdaremizden
kamulaştırma için belli bir bütçe ayırıyoruz. Tokat,
Türkiye'de en fazla tarihi eve sahip ilimiz. Sadece
Zile'de 3 bin 600 tarihi evimiz var" diye konuştu.
-Sebastapolis Antik Kenti-
Kuruluşu kesin olarak bilinmeyen Sebastapolis antik
kentinin, bazı kaynaklarda milattan önce birinci
yüzyılda kurulduğu belirtiliyor. Roma İmparatoru
Trajan zamanında, milattan sonra 98-117 yıllarında,
Pontus Galatius ve Polemoniacus eyaletlerinden
ayrılarak Cappadocia (Kapadokya) eyaletine dahil
edildiği bildirilen antik kentin, o dönem geçiş
yolları üzerinde bulunması ve bugün de kullanılan
termal kaynaklar sayesinde 2 bin yıl kadar önce
Karadeniz'in en büyük 5 şehrinden biri olduğu
anlatılıyor.
Roma İmparatorluğu döneminde çok az şehrin sahip
olduğu zenginliğin bir göstergesi olarak para basma
yetkisine sahip olduğu ifade edilen Sebastapolis'in,
büyük savaşlar, yıkımlar, afetler ve geçiş
yollarının değişmesi sonucu eski önemini kaybettiği,
zamanla unutulduğu kaydediliyor.
Mynet Haber, 12.11.2012
|
MERKEZ KALEHÖYÜK'TEKİ KAZI ÇALIŞMALARINDA SONA
GELİNDİ

Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Yard. Doç. Dr Işık Adak Adıbelli, Merkez
Kalehöyükteki kazı çalışmalarının 30 Kasım'da sona
ereceğini söyledi.
Kırşehir merkezinde bulunan Kalehöyük'te Kırşehir
Müze Müdürlüğü Başkanlığında yürütülen ve Ahi Evran
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından sürdürülen
kazı çalışmalarında sona yaklaşılıyor. Bu yıl
içerisinde başlatılan kazı çalışmalarında koordineli
olarak 3 bölgede açma gerçekleştirildi. Yaklaşık 5
ay süren kazı çalışmalarında Osmanlı, Bizans ve
Hellenistik dönemlere ait bulgular elde edildi.
Tarihsel dönemlere ait kalıntıların iç içe bulunduğu
Kalehöyük'te gelecek dönemde yapılacak kazıların
daha kesin sonuçlar verebileceği tahmin ediliyor.
Kazı çalışmaları ile ilgili açıklamalarda bulunan
Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd.
Doç. Dr Işık Adak Adıbelli, "Kazı çalışmalarımızda
başlangıçtaki iki açmamızda çalışmalarımızı artık
durdurduk. Bu açmaların koruma çalışmalarını yaptık.
Ortaya çıkardığımız kerpiç ve moloz duvarların
üzerlerini çamur harcıyla kaplamak suretiyle
korumaya aldık. Şu anda Höyüğün Güneyinde bulunan
Uluç isimli açmamızda çalışmalarımıza devam
ediyoruz.” dedi.
Adıbelli, “Bu açmamızda da yaklaşık 6 metre kadar
derine indik. Burada yavaş yavaş Hellenistik
tabakanın sonlandığını Frig dönemine ait çanak
çömlek parçalarını gelmeye başladığını gördük. Bu da
bizi hem sevindiriyor, hem de umutlandırıyor. Bu
nedenle bu açmamızda hava şartları el verdiği sürece
çalışmayı düşünüyoruz." şeklinde konuştu.
Resmi kazı izninin 30 Kasım'da sona erdiğini
belirten Yrd. Doç.Dr. Işık Adak Adıbelli; "bizim
kazı izinlerimiz her yıl Kültür Bakanlığından o yıl
içerisinde çalışma yapmak üzere çıktığı için
önümüzdeki yıl içerisinde Bakanlıktan yeni bir kazı
çalışması talebinde bulunacağız. Şayet bu izin
çıkarsa seneye Höyüğün doğu tarafında yeni bir açma
çalışması başlatacağız." ifadelerini kullandı.
Haber 3, 12.11.2012
|
ÖDEMİŞ'İN 1500 YILLIK KİLİSESİ IŞIĞA KAVUŞTU

İzmir'in Ödemiş
İlçesi'ne bağlı Yolüstü Köyü'ndee
yaklaşık bin 500 yıl öncesine ait bir kilisenin
taban mozaikleri ortaya çıkarıldı. Büyük bölümü
tahrip olmuş olan kilise kalıntıları, ev inşa eden
köylülerin toprak almak için açtığı çukurda bulundu.
Duvarları tamamen tahrip olan kilisenin, zeminindeki
rengarenk mozaiklerin hala canlılığını koruması
dikkat çekti.
Ödemiş Müze Müdürlüğü kontrolünde yapılan kazı
çalışmaları hakkında bilgi veren Müze Müdürü Sevda
Çetin, 2002 yılında ev yapmak isteyen köylülerin
yaptıkları kazı ile fark edilen kalıntıların, ödenek
sıkıntısı nedeniyle ancak bugün ortaya
çıkarılabildiğini söyledi. Kazı çalışmalarına
ödeneğin gelmesinden sonra hemen başladıklarını
aktaran Çetin, kilise kalıntıları ile ilgili
çalışmaların bu yıl tamamlanmasını beklediklerini
belirterek, "Kazı çalışmaları ile ilgili sonuçları
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunacağız.
Bundan sonraki çalışmalar kurulun bilgisi dahilinde
gelişecek" dedi.
Arkeolog Prof.Dr. Veli Sevin de Osmanlı döneminde
adı Bezdegüme olan bugünkü Yolüstü Köyü'ndeeki
kilisenin "Geç Roma" dönemine ait olduğunu
belirterek kilise kalıntısının bulunmasının bölge
açısından çok önemli bir gelişme olduğunu söyledi.
Prof.Dr. Sevin, "Ödemiş ile Kiraz ve Beydağ
ilçeleri arasında kalan, Ödemiş'e 5 kilometre
uzaklıktaki Yolüstü, batısında yer alan antik
Hypaipa (Günlüce) ile doğusunda yer alan Neikeia
(Türkönü), Palaiapolis (Beydağ) ve Koloe'ye (Kiraz)
giden yol üzerindeki eski konaklama merkezlerinden
biri. İlçe merkezinin 5 kilometre doğusundaki köyde,
2002 yılında bir rastlantı sonucu toprak almak
amacıyla açılan bir çukurda mozaik parçalarına
rastlandı ve aynı alanda Ödemiş Müze Müdürlüğü
tarafından kurtarma kazıları başlatıldı. Çalışmalar
sonucunda 'Geç Roma-Erken Bizans Dönemi' kilise
kalıntısı ortaya çıkarıldı ve üstü kapatılarak
koruma altına alındı. Kilise, bu yıl Ödemiş Müze
Müdürlüğü tarafından yapılan kazı sonucunda tümüyle
açılarak temizlendi" dedi.
Sevin, ortaya çıkarılan kilisedeki kalıntılar
konusunda şunları söyledi: "Geç Roma-Erken Bizans
dönemine ait olduğunu sandığımız bu tarihi kilise,
içten 23x8 metre boyutlarında. 0.65 metre
kalınlığındaki taş duvarları tümüyle sökülmüş. Kazı
sırasında duvarların fresko tekniğinde renkli
resimlerle süslendiğini gözlemledik. Doğu uçtaki
apsis bölümü bir köy evinin altında kalmış. Tabanı
tamamen siyah, beyaz, kırmızı, sarı ve mavi renkli
mozaik resimlerle kaplı. 180 metrekarelik bir alanı
kaplayan mozaiklerde, Süleymandüğümü, saç örgüsü ve
çeşitli geometrik motiflere yer verilmiş. Başkent
Constantinapolis üslubundaki mozaikler MS 4-6.
yüzyıllara ait. Üzerinde daha geç Hıristiyan
mezarları var. Kazıda, kırmızı astarlı ve terra
sigillata türü çanak çömlek parçaları da elde
edildi. Yapı, Ödemiş bölgesindeki ilk erken kilise
örneği."
Yeni Asır, 12.11.2012
|
2 BİN YILLIK İSKELET
Tokat'taki müzede
lahit içerisinde yer alan 2 bin yıllık insan
iskeleti görenlerin dikkatini çekiyor.
İskeletin gerçek olduğunu öğrenenler 'Toprağa
gömün' teklifinde bulunuyor.
Daha önce tarihi Gökmedrese'de hizmet veren
Tokat Müzesi,
geçtiğimiz aylarda Sulu Sokak Çarşısı'ndaki tarihi
Arastalı Bedesten'e taşınarak yeni yerinde
ziyaretçilere açıldı. Açılışı Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yapılan müzede,
Maşat Höyük, Hanözü kazısı eserleri, Hıristiyanlık
eserleriyle etnografya temelli eserlerin yanı sıra
çok önemli tarihe sahip olan sikkeler ve süs
eşyaları yer alıyor.
Müzeye gelenlerin dikkatini en çok Roma dönemine ait
olduğu öğrenilen lahit içindeki 2 bin yıllık insan
iskeleti çekiyor. 1927 yılında
Tokat'ın Artova
İlçesi'nde bir vatandaş tarafından kazı yapılırken
bulunan iskelete meraklılar ilgi gösteriyor.

Müze Müdürü Halis Şahin, lahdin Artova'dan
getirildiğini belirterek, "Bu lahitler MÖ
330'dan Geç Roma dönemine kadar görülebiliyor.
Özellikle Tokat,
Amasya ve Çorum illerinde bu tür ölü gömme
adetlerinden bu lahitler yapılmış. Buradaki
lahdimiz pişmiş topraktan yapılmış. Yan tarafları
panellere bölündükten sonra ortasına artı işareti
konulmuş. Büyük delikten ceset konulduktan sonra
küçük delikten kol ve bacakları düzeltmek için böyle
bir uygulama yapılmış. Haliyle baş kısmı kalın ayak
tarafı ince bir görünüme sahip." dedi.
Lahdin müzenin en çok dikkat çeken eserlerin
başında yer aldığını söyleyen Şahin, "Ziyaretçiler
lahiti içindeki iskeleti ile birlikte ilgiyle
inceliyorlar. İçindeki gerçek bir iskelet. Müzemizin
taşınması sırasında bir arkadaşımız iskeleti
düzenledi. Görenlerinde gerçekten dikkatini çekiyor"
dedi. Bu arada müzeye gelen bazı ziyaretçilerin
lahit içindeki iskeleti gördükten sonra görevlilere,
"Bu insanı toprağa gömün de rahat rahat uyusun"
uyarısında bulundukları belirtildi.
Habertürk, 12.11.2012
|
İÇERİDE NELER OLUYOR BELLİ DEĞİL

AKM’deki restorasyon projesinin mimarı
Tabanlıoğlu ile birlikte Mimarlar Odası yönetiminin
de binaya girmesine izin verilmiyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, yenileme çalışmaları yılan hikayesine dönen
Atatürk Kültür Merkezi'ndeki (AKM) uygulamaları
gözlemlemek isteyen kişi ve kurumlara izin vermiyor.
2010 yılının aralık ayında onaylanan projenin
müellifi, tarafları, müdahilleri dahi binaya
giremiyor.
Geçen ay restorasyon çalışmaları sırasında yangın
çıkan AKM'de mevcut projenin nasıl uygulandığına
dair hiçbir bilgi alınamıyor. Restorasyon projesinin
onaylandığı 2010 yılında, Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile imzalanan protokolde taraf olan Mimarlar Odası
da uzun süredir gözlem yapmak için talepte
bulunmasına rağmen binaya alınmıyor. AKM'nin
yenileme projesinin sahibi Murat Tabanlıoğlu da bir
süre önce binaya alınmadığını dile getirmişti.
Konuyla ilgili olarak Taraf 'a değerlendirmelerde
bulunan Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu,
karanlık bir süreç yaşandığını ve bu süreci kaygıyla
izlediklerini belirterek "Uygulamaların yerinde
görülmesi ile ilgili girişimlerimiz oluyor. Maalesef
Kültür Bakanlığı kapıları kapatmış, kimsenin
ziyaretine, gözlemci olmasına, çalışmaları
gözlemlemesine izin vermiyor. Halbuki aralık 2010
tarihinde Kültür Bakanlığı, 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'yle
birlikte yaptığımız bir protokole bağlı olarak
yenileme süreci tanımlanmış ve proje onaylanmıştı.
Biz Mimarlar Odası olarak işin tarafı olmamıza
rağmen hiçbir bilgi verilmiyor. Gözlem yapılmasına
izin verilmiyor. Kapalı bir süreç yaşanıyor. İçeride
nasıl bir çalışma yapıldığı meçhul. Proje müellifi
dahi sürecin dışına itilmiş durumda" diye konuştu.
Murat Tabanlıoğlu dahil bütün tarafların projenin
dışında tutulduğu, karanlık bir süreç işletildiğini
ifade eden Muhcu, "Bütün bunların anayasal ve yasal
sorumlusu Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dır.
Çalışmalar sırasında yangın çıktı. Buna rağmen
saydam bir süreç izlenmiyor" dedi.
Mimar Korhan Gümüş ise projeyi yapan mimarın
kendi projesini denetleme hakkı olduğunu belirterek,
şöyle dedi: "Heykeltıraşsınız, heykel yapıyorsunuz
gidiyor uygulamacı başka bir şey yapıyor. Proje
müellifi projesini kendisi denetlemelidir.
Mobilyalar olsun, aydınlatma elemanları, seramikler
olsun bunların hepsi bir dönemin mimari anlayışını
temsil ediyor. Bu binanın korunması demek, bütün bu
kültür varlıklarının korunması demektir. Bürokrasi
kendi başına işi yürüteceğini zannediyor."
Taraf, 12.11.2012
|
 |
YILDIZ SARAYI'NDA YÖNETİM BİLMECESİ
TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Milli Saraylar’ın Bakanlık yönetimine devredilmesi ile ilgili açıklamasına, “Milli Saraylar’ın devredilmesi hususunda yapılan bir çalışma yok. Yıldız Sarayı’nın yönetimi çok dağınık bir yapıda. Bakan Bey ile Meclis Başkanı bu dağınıklığın giderilmesi konusunda bir görüşme gerçekleşti. Belki Sayın Bakan bu konuyu değerlendirmek istemiştir” açıklamasını yaptı.
Günay’ın Milli Saraylar’ın yönetiminin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmesiyle ilgili Hürriyet’e yaptığı açıklamanın ardından ilginç gelişmeler yaşandı. Genel Sekreterlik, Günay’ın “TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile iyi niyet mutabakatımız var” sözleri üzerine dün bir açıklama yaptı.
Açıklamada “TBMM Başkanlığı olarak Milli Saraylar’ın Kültür Bakanlığı’na ya da başka bir kuruma devredilmesi hususunda yapılan her hangi bir çalışma söz konusu değildir” denildi.
Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız, Bakan Günay ile Meclis Başkanı arasında Yıldız Sarayı’nın bir bütünlüğe kavuşturulması yönünde bir görüşme yapıldığını söyledi.
Hürriyet, 12.12.2012
|
HAZİNE BULUNDU
Efsanevi Makedon kral
Büyük İskender ve babası 2. Phillip'e ait olduğu
düşünülen
hazine bulundu.
Bulgaristan'ın Sofya şehrinin yaklaşık 400 km
kuzeydoğusunda bulunan
hazinede 1 altın taç, 44 altın küçük kadın
figürü ve 100 civarında altın düğme var.
Bir mezar zincirinin içinde keşfedilen
hazinedeki taç özellikle dikkat çekici. Üzerinde
aslan ve çiçek figürleri olan tacın
Büyük İskender'in
hazinesine ait olduğu düşünülüyor.
MÖ 332
yılına ait olduğu belirlenen düğmelerde de kadın
figürleri kullanılmış.
Kazıların yapıldığı bölge, dönemin 'Getae' yerleşim
alanı...
Habertürk, 12.10.2012
|
|
BURSA'DA 450 YILLIK MUALLİMZADE HAMAMI YENİDEN AYAĞA
KALDIRILIYOR
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore
edilen tarihi Muallimzade Hamamı´nda çalışmalar
aralıksız sürüyor. 450 yıl önce Muallimzade Ahmet
Bey tarafından yaptırılan, Cumhuriyet döneminde
dökümhane olarak kullanılan hamam, 2013 baharı ile
birlikte Yıldırım İlçesinin en önemli merkezlerinden
biri haline gelecek.
Yıllarca Anadolu-Rumeli Kazaskerliği yapan
Bursa Kadısı Muallimzade Ahmet Efendi
tarafından Aksu Köyü'ndeki cami, zaviye ve mektep
ile Zeyniler Köyü'ndeeki medreseye gelir sağlaması
amacıyla 1572 yılında yaptırılan tarihi hamam,
yeniden kent silüeti içindeki yerini alıyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, 1854
depreminde büyük zarar gören ve Cumhuriyet döneminde
yıllarca dökümhane olarak kullanılması nedeniyle
dökümcüler hamamı olarak da anılan hamamı ilk günkü
ihtişamına kavuşturacak olan restorasyon
çalışmalarını yerinde inceledi.
Başkan Altepe, Büyükşehir Belediyesi Tarihi ve
Kültürel Miras Projeler Koordinatörü Aziz Elbas ile
Yıldırım Kent Konseyi Başkanı Arif Çelenk'in de
katıldığı inceleme gezisinde Fen İşleri Daire
Başkanı Fehmi Ökten ve yüklenici firmanın
yöneticilerinden çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Bursa´nın Osmanlı´nın ilk başkenti olduğunu ve
imparatorluğa damgasını vuran 6 padişaha ev
sahipliği yaptığını hatırlatan Başkan Altepe,
anıtsal yapılar başta olmak üzere şehirdeki tarihi
eserleri bir bir ayağa kaldırdıklarını ifade etti.
Bursa´da Osmanlı mimarisini simgeleyen yüzlerce
tarihi eserin bulunduğunu, Muallimzade Hamamı´nın da
bunlardan biri olduğunu kaydeden Başkan Altepe,
"Muallimzade Ahmet Bey tarafından yaptırılan ve halk
arasında Davutkadı Hamamı olarak bilinen bu yapıyı,
inşallah önümüzdeki bahar aylarında hizmete
alacağız. Yılın başlarında başlattığımız çalışmalar
tüm hızıyla sürüyor. Hamam; işe başladığımızda
harabe halde, tüm kubbeleri çökmüş ve üzerlerine
işyerleri yapılmış vaziyetteydi. Restorasyon
çalışmaları sonrasında yapı ayağa kalktı. En ideal
şekliyle onarım gerçekleştiriliyor. Restorasyon
çalışmaları tamamlandıktan sonra burası, bölgeye
hareket ve dinamizm kazandıran güzel bir merkez
olacak." diye konuştu.
Büyükşehir Belediyesi olarak Bursa´nın tüm
ilçelerinde tarihi ve kültürel mirasla ilgili
çalışmalar başlattıklarını, sadece Yıldırım
İlçesi´nde 45 adet tarihi eserin onarımını
gerçekleştirdiklerini ifade eden Başkan Altepe,
Muallimzade Hamamı´nın da bu projelerin en
önemlilerinden biri olduğunu kaydetti. Çalışmalar
tamamlandığında özgün haline dönecek olan tarihi
hamamın sosyal ve kültürel aktivitelerin
yapılabileceği, herkesin buluşabileceği ender
mekanlardan biri olacağını söyleyen Başkan Altepe,
"Yıldırım´a yakışacak bir eseri daha ayağa kalırmış
olacağız." dedi.
Yıldırım´da tarihi mekanların yok denecek kadar az
olduğunu, semtin Davutkadı Hamamı gibi mekanlara
ihtiyacı olduğunu vurgulayan Başkan Altepe,
Büyükşehir Belediyesi olarak halkın talebi
doğrultusunda bu eksikliği her geçen gün gidermeye
gayret etiklerini de sözlerine ekledi.
Star Gündem, 12.11.2012
|
'GAZİANTEP GELECEĞİN İNSANLIĞI İÇİN RÖNESANS ŞEHRİ
OLACAK'
Dünya
Vatandaşlar Örgütü (WCO) ve İpek Yolu Küresel
Birliği Başkanı Dr. Young Hoon Kwaak, "Gaziantep
geleceğin insanlığı açısından bir Rönesans şehri
olacak. Dünya vatandaşlığı olgusunu
Gaziantep oluşturacak." dedi.
Gaziantep'te
yapılan 7'nci Dünya
İpekyolu Başkanları Forumu
için şehre gelen 30 ülkeden yaklaşık
250
yabancı
konuk, tarihi ve doğal dokuya hayran kaldı.
Forumun ardından, Gaziantep'in doğal ve tarihi
dokusunu gören yabancı konuklar, tarihi şehre
hayran kaldı. İpekyolu Başkanları Forumu üyesi
illerin temsilcileri, Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi tarafından forum anısına yapılan
anıtın açılışını da yaptı.
Burada konuşan Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanı Asım Güzelbey, "Dünya İpek
Yolu Forumu'nun kalıcı olması
için buraya 'İpekyolu Şehirleri Anıtı'
yaptık. Foruma katılan yaklaşık 30 ülkenin
isimlerini buraya yazdık. Buradaki hedef,
dünya barışına katkı
sağlamak." şeklinde konuştu.
Gaziantep'e övgüler yağdıran WCO ve İpek Yolu
Küresel Birliği Başkanı Dr. Young Hoon Kwaak,
"Gerçekten çok mutluyum. İpek yolu geleneği son
derece pozitif, barışçıl bir medeniyetler arası
alışveriş haline geldi ve gelecek nesiller
için
de bir sembol olacak. Genç jenerasyonların barış
içinde birlikte yaşaması olgusu, artık küresel
bir köy haline gelen bu dünyada daha da
güzel yaşanacaktır. Gerçekten ümit
ederim ki Gaziantep, geleceğin insanlığı
açısından bir Rönesans şehri olacak.
Dünya vatandaşlığı olgusunu Gaziantep
oluşturacak." diye konuştu.
Mynet Haber, 11.11.2012
|
ZOR YILLAR

Taksim için ‘zor bir yıl’ demiştim geçen hafta.
Zorluk sandığımdan da çetin başladı. Meydan içinden
geçilmez vaziyette. İşin daha fenası ‘zor yıl’ ‘zor
yıllar’a uzayabilir; Ömer Erbil’in bugünkü haberini
mutlaka okuyun derim. Taksim’den de tarihi eser
çıkması ve yol inşaatının arkeolojik kazıya
dönüşmesi çok mümkün.
Önceki gün de Elif İnce’nin haberinde yeni Taksim
Kışlası’nın detaylarını gördük. İçi buz pateni,
konser alanı, çevresi kafeler filan cıvıl cıvıl
canlandırmalar var belediyenin hazırladığı projede.
Belki ilk bakışta Kadir Topbaş gibi burayı ‘sevecen’
bulabilirsiniz. Ama bu ‘sevecen’ yapıya ne kadar
ihtiyaç var diye de sormak lazım. Taksim’in bir
cephesini tamamen kapatacak bu devasa binanın içinin
nasıl doldurulacağı hala belli değil. Belediye,
kültür çevreleriyle bir ‘kent müzesi’ için
toplantılar yapıyor, içinde ‘sanat aktivite
alanları’ olacağından söz ediliyor. Hepimiz bal gibi
biliyoruz ki Taksim Topçu Kışlası bunlardan ibaret
olmayacak. O büyüklükte bir yapıyı AVM ya da otel
yapmadan değerlendirmek mümkün değil.
Mesele şu ki Beyoğlu’nda yeni bir AVM’ye, otele,
hatta restoran ve kafelerle dolu eğlence alanına
ihtiyacımız yok. Beyoğlu’nda ve bütün kentte en çok
ihtiyacımız olan şey ‘yeşil alan’. Herkesin elini
kolunu sallaya sallaya girip içinde vakit
geçirebileceği bir parkı ortadan kaldırmanın ne
alemi var, anlamak mümkün değil. Elif İnce’nin
haberindeki görüşleri okuduysanız fark
etmişsinizdir; ister muhafazakar mimar olsun, ister
AKP’li bakan, kültür sanatla mimariyle biraz alakası
olan herkes Topçu Kışlası’na karşı… Taksim
Meydanı’nı yeniden düzenleyenlerin Gezi Parkı’nı
daha da güzelleştirip önündeki otobüs duraklarını,
Çevik Kuvvet karakolunu, merdivenleri vs.
kaldırmaları yeter; yeni bir Demirören AVM
istemiyoruz...
Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 10.11.2012
******
TAKSİM 'ELLE' KAZILACAK

Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında
ilk etap olarak Cumhuriyet Caddesi ile Tarlabaşı
Caddesi arasındaki dalış tünelleri için
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu kararında uygulamanın müze denetiminde
yapılması istendi. İstanbul Arkeoloji Müzesi
yetkilileri, ihaleyi kazanan Kalyon İnşaat
yetkililerini çağırarak inşaat çalışmalarına
başlayabilmeleri için müze arkeologlarının sondaj
kazıları yapacağını bildirdi.
İnşaat yetkilileri kurul kararının ne anlama
geldiğini bilmediğinden şaşkına döndü. Çünkü sondaj
kazıları ‘elle yapılacak’. Sondajda kültür varlığına
rastlanılması halinde ise kazılar genişletilecek. 8
ayda bitirilmesi planlanan tünel inşaatlarının elle
kazı halinde bu sürede bitirilmesi mümkün
görünmüyor.
Paravanlar konuldu ama...
Türkiye aylardır Taksim yayalaştırma projesini
konuşuyor. Projeler çizildi, Kültür Varlıkları
Koruma Kurulu’na sunuldu. Koruma Kurulu Gümüşsuyu
Caddesi - Mete Caddesi - Sıraselviler Caddesi için
önerilen dalış tünellerini iptal etti.
Cumhuriyet-Tarlabaşı Caddesi tüneliyse onaylandı.
Kurul onayından sonra bölge trafiğe kapatılıp etrafı
tahta paravanla çevrilerek elektrik, su, doğalgaz
gibi hatların yerleri değiştirilmeye başlandı. Ancak
2 Numaralı Koruma Kurulu kararındaki bir detay
planları altüst etti.
8 ayda bitmez!
Kurulun 10.10.2012 tarihli kararı doğrultusunda
ihaleyi kazanan Kalyon İnşaat yetkilileri İstanbul
Arkeoloji Müzesi’ne davet edildi. İnşaat
yetkililerine projeye başlayabilmeleri için müze
arkeologlarının alanda el yordamıyla sondaj kazıları
yapması gerektiği, kazılar sonucunda kültür
varlığına rastlanıldığı takdirde kazı alanının
genişletileceği ve iş makinesinin girmesine kazı
bitene kadar izin verilmeyeceği aktarıldı. Kalyon
İnşaat yetkilileri duydukları karşısında neye
uğradıklarını şaşırdı. Onlar müze denetimindeki kazı
kararıyla, çalışan iş makinelerinin başında bir müze
yetkilisi bulunacağını düşündüklerini, arkeologların
elle kazması halinde 8 ayda projenin bitmesinin
mümkün olmadığını ilettiler. Müze yetkilileri de
kurul kararını uygulamak zorunda olduklarını ifade
ettiler.
Büyükşehir Belediyesi ve Kalyon İnşaat yetkililerine
sorularımızı yönelttik. Haber hazırlandığı sırada
henüz bir cevap verilmemişti.
Şimdi ne olacak?
Kalyon İnşaat arkeologlara projeye başlayacakları
alanı gösterecek. Bu alanda iş makinelerinden önce
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin belirlediği
arkeologların nezaretinde işçiler sondaj kazısı
yapacak.
Arkeolojik amaçla açılan sondaj çukurları, 5x5 metre
genişliğinde oluyor. Alanın durumuna göre 3x3 metre
de kazılabiliyor. Derinlik ise kültür varlığına
rastlanılmadığı takdirde ana kaya bulununcaya kadar
devam ediyor. İlk sondaj çukurundan kültür varlığı
bulunmazsa 20 metre ilerisinde yine kazma kürek
yarımıyla yeni bir sondaj çukuru açılıyor. Burada da
bir kültür varlığı çıkmadığı takdirde yine 20 metre
ilerisine devam ediliyor. Proje sahası bu yöntemle
taranıyor. Kültür varlığı çıkmayan alanlara
kontrollü şekilde iş makineleri sokuluyor.
Sondajlarda kültür varlığına rastlanılırsa bu sefer
çıkan eserin durumuna göre arkeolojik alan
genişletiliyor. Bu durum tüm alanın elle kazılmasına
neden olabiliyor.
Ceneviz mezarı çıkabilir
Müze arşivine göre Cumhuriyet Caddesi ve yakınında
kültür varlığına rastlanıldı. Su mahzeninin
arkasında bulunan ve Kasımpaşaspor tarafından
işletilen otopark alanında 2000 - 2001 yıllarında
yapılan kazılarda Ceneviz mezarlarına rastlanıldı.
Mezarlığın otopark ve proje alanını da kapsayarak
Talimhane’ye doğru devam ettiği düşünülüyor.
AKM yapılırken 5’inci yüzyıla ait lahitler
bulunmuştu.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 10.11.2012
******
GERÇEK ORTAYA ÇIKTI
Taksim Meydanı
Yayalaştırma Projesi için ilk kazma 30 Ekim
tarihinde vuruldu. Ancak Cumhuriyet Caddesi ile
Tarlabaşı Caddesi arasındaki dalış tünelleri için
arkeolojik kazı yapılması gerektiği ortaya çıktı.
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, önce “TAKSİMMeydanı
Yayalaştırma Projesi’yle ulaşımakışını
düzenlemeyi hedefleyen Gümüşsuyu Caddesi-Mete
Caddesi-Sıraselviler Caddesi’ndeki dalış
tünellerinin iptal edilerek trafik akışını zemin
düzleminde sağlayan imar planlarının revize
edilmesine” karar verdi. Kurul, trafik akışını zemin
altına alan bu projenin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu’na uygun olduğuna da
hükmetti. Kurul ayrıca, ‘uygulamanın
İstanbul ArkeolojiMüzesiMüdürlüğü’nce yapılması
gerektiğini belirtti. Kurul, uygulama kapsamında
etkilenen yetişkin ağaçlar için de Tabiat Varlıkları
Koruma Bölge Komisyonu’ndan görüş alınmasını istedi.
Kurul kararı gereği,
yayalaştırma projesini kazanan Kalyon İnşaat
yetkilileri
İstanbul ArkeolojiMüzesi’ne davet edildi.
İddiaya göremüze arkelogları, şirket yetkililerine
projeye başlayabilmeleri için alanda el yordamıyla
sondaj kazıları yapılması gerektiğini bildirdi.
Kazılar sonucunda kültür varlığına rastlanıldığı
takdirde kazı alanının genişletileceği ve
işmakinesinin girmesine, kazı bitene kadar izin
verilmeyeceği bilgileri de şirket yetkililerine
aktarıldı. İddiaya göre firma yetkilileriyse kararı,
‘Müze yetkilisi arkeologların, iş makinelerinin
başında denetim yapacakları’ biçimde algıladı.
Şirket yetkililerinin, ‘Elle kazı yapılması’ halinde
projenin planlandığı gibi 8 ayda bitmesininmümkün
olmayacağını söylediği öne sürüldü. Ancak Kurul’un
kazının Arkeoloji Müdürlüğü denetiminde yapılması
kararına rağmen kazı çalışmaları 30 Ekim’de
başlatıldı.
Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, söz konusu
karar gereği tarihi kalıntıların tespiti amacıyla
İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü denetiminde
arkeologların ‘elle kazı’ yapması gerektiği, ancak
yasa ve yönetmeliklerin çiğnenerek 5 Kasım
itibarıyle Taksim’in trafiğe kapatılıp iş
makineleriyle projenin hayata geçirilmeye
çalışıldığını söyledi. Muhçu, suç duyurusunda
bulunacaklarını da ifade etti.
İşmakineleri girmeden arkeologların Taksim’de
çalışma yapması gerektiğini söyleyenMuhçu, “Kazı
kurallarına aykırı davranılması,
arkeolojimüzemüdürlüğünden uzman gözlemci alınmadan
işmakineleriyle çalışmaların başlatılması projenin
durdurulma sebebidir. Bölgenin arkeolojik
özellikleri göz ardı edilerek çalışma sürdürülüyor.
Dünyanın hiçbir yerinde tarihselmiras böylesine göz
ardı edilmez. Tarihsel mirasa yönelik umarsız bir
yaklaşım somut bir şekilde ortaya konulmuştur” diye
konuştu. Geçmişte tarihi yarımadada yapılan
çalışmalardaMimarlar Odası ve UNESCO’nun uyarılarda
bulunduğuna değinenMuhçu, “Bu uyarlar sonucunda
dozer ve ağır iş makinelerinin tarihi yarımadada
kazı yapması bir nevi durdurulmuştu. Şimdi sanki bu
süreç hiç yaşanmamış, yasal sorumlulukları yokmuş
gibi işmakineleriyle herhangi bir hafriyat çalışması
yapılıyormuşçasına tarihi Taksim’e tüneller
açılıyor. Gezi Parkı’na şantiye kurarak zarar
verdiler. Bunun için de ayrıca suç duyurusunda
bulunacağız” dedi.
Arkeoloji Müzesi arşivine göre Cumhuriyet Caddesi
ve yakınında kültür varlığına rastlandı. Su
deposunun arkasında 2000-2001 yıllarında yapılan
kazılarda Ceneviz mezarları gün yüzüne çıkarıldı.
AKM yapılırken 5’inci yüzyıla ait lahitler
bulunmuştu.
Habertürk, Haber: Şükran Özçakmak, 11.11.2012
******
ELLE KAZIYA GÜNAY İTİRAZI
Radikal ’in
‘Tarihi fren-Taksim elle kazılacak’ haberine
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ’dan itiraz geldi. Günay,
projede dalış tünellerinin bulunduğu Tarlabaşı
ile Cumhuriyet caddelerinin
kentsel sit kapsamında kaldığını belirterek,
“Önce arkeologların nezaretinde iş makinesi
girecek, kültür varlığına rastlanırsa o zaman
arkeologlar elle kazacak” dedi.
Radikal önceki gün Taksim’de trafiğin yeraltına
alınması projesiyle ilgili haberinde
İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nun kararına atfen ‘Projenin
İstanbul Arkeoloji Müzesi denetiminde
yapılacağını, iş makinelerindan önce el
yordamıyla arkeologların sondaj kazısı
yapacağını’ hatırlatmıştı. Kamuoyunda tartışma
yaratan bu
haber üzerine Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay Radikal’i arayarak “Taksim
projesine bakanlık engel oluyormuş şeklinde bir
algının oluşmasından rahatsız olduğunu”
belirtti. Belediye ile karşı karşıya gelmek gibi
bir durumun olmadığını ifade eden Bakan Günay,
İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileriyle
görüştüğünü, müzenin uygulamasının yanlış
anlaşıldığını kaydetti. Bakan Günay şunları
söyledi:
“Burada müze sondaj kazısı yaparak projeye engel
olacak, proje durdu diye bir şey söz konusu
değil. Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu
kararını müze uygulayacak. Müze çalışmalara
arkeolog gönderecek ve her daim hafriyat
çalışmalarının başında olacak. Ayrıca projeyi
uygulayan firmayı müzeye çağırıp uygulamayı
anlattık ve ‘Siz de arkeolog bulundurun,
hafriyatın başında onlar da dursun’ dedik.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bizden
arkeolog talep etti. Projeyi durdurmak ya da
yavaşlatmak şeklinde bir durum söz konusu değil.
Burası kentsel sit alanı. İş makineleri alana
girerek hafriyata başlayacak. Arkeologlarımız
gece gündüz hafriyatın başında duracak.”
Günay hafriyat sırasında kültür varlığına
rastlanırsa müze uzmanlarının o zaman müdahale
edeceğini belirterek, “O zaman gerek görülürse
sondaj kazısı yapılacak. Projeyi uygulayan
şirkete ‘İşi durdurun, önce biz elle kazacağız’
gibi bir tavır sergilemedik. Kültür varlığına
rastlanılmazsa inşaat süresinde biter” dedi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 12.12.2012
******
TAKSİM ELLE DEĞİL, MAKİNEYLE KAZILIYOR
Arkeologları beklemeden başlayan kazıda iş
makineleri yolun altına doğru iniyor. Etrafta da
müzeden görevli hiç kimse görünmüyor.
Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında ilk
etap olarak Cumhuriyet Caddesi ile Tarlabaşı Caddesi
arasındaki dalış tünelleri için
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu kararında uygulamanın müze denetiminde
yapılması istenmişti. İstanbul Arkeoloji Müzesi
yetkilileri, ihaleyi kazanan Kalyon İnşaat
yetkililerini çağırarak inşaat çalışmalarına
başlayabilmeleri için müze arkeologlarının sondaj
kazıları yapacağını bildirmişti. İnşaat
yetkililerine projeye başlayabilmeleri için müze
arkeologlarının alanda el yordamıyla sondaj kazıları
yapması gerektiği, kazılar sonucunda kültür
varlığına rastlanıldığı takdirde kazı alanının
genişletileceği ve iş makinesinin girmesine kazı
bitene kadar izin verilmeyeceği aktarılmıştı. Kalyon
İnşaat yetkilileri müze denetimindeki kazı
kararıyla, çalışan iş makinelerinin başında bir müze
yetkilisi bulunacağını düşündüklerini, arkeologların
elle kazması halinde 8 ayda projenin bitmesinin
mümkün olmadığını iletmişlerdi.
Radikal, 12.11.2012
******
"TOPÇU KIŞLASI, ERDOĞAN STADYUMU'NUN YERİNE
YAPILSIN"
Nurettin Sözen döneminde İBB İmar Daire Başkanlığı
yapan
CHP Grup Sözcüsü Mehmet Yıldız, “Kışlayı yapmak
Taksim’in göbeğinde arsa üretme ve Gezi Parkı’na
inşaat yapma operasyonudur. İktidar Taksim’e tamamen
duygusal yaklaşıyor... Kışlayı Kasımpaşa’ya yapalım”
dedi.
Konuşması sırasında zaman zaman AKPli sıraları
ayaklandıran Mehmet Yıldız şunları söyledi:
Taksim’e ideolojik pencereden bakmayı
bırakmalısınız. O pencereden parklar, yeşil alanlar
ve 80 yıllık ağaçlar görünmüyor. Kışlanın 1939’da
yıkılması ne kadar yanlışsa, şimdi taklidinin
yapılması da o kadar yanlış. Yapılacak yapı gerçeği
ile ilgisi olmayan, taklit bir
kopyadır. Çakmadır. Böyle bir yapının, kovboy
filmlerindeki sinema dekorundan farkı olmaz. Kışla
Antalya ’daki Topkapı ve Kremlin Sarayı taklidi
otelden
farklı değildir.
Gelin
İstanbul halkına soralım. Taksim Topçu
Kışlası’nın çakması Gezi Parkı’na yapılsın mı,
yapılmasın mı? “Halka hesap verme” sözünü ağzınızdan
düşürmüyorsunuz. Sözünüzün gereğini yapın.
Kasımpaşa Spor Kulübü’ne yeni tesisler
Kemerburgaz’da yapılıyor. Stadyum nasıl olsa oraya
taşınacak. Mevcut yer boşalacak. Topçu Kışlasının
kültür merkezi olarak yapılacağı en uygun yer Recep
Tayyip Erdoğan Stadyumu’nun olduğu yerdir. Eğer
niyetiniz bağcı dövmek değilse, bu öneriyi ciddiye
alırsınız. Gelin, ‘Emir büyük yerden’ demeyin. Doğru
olanı yapın.”
Radikal, Haber: Fatma Aksu, 12.11.2012
******
TAKSİM'İN TARİHİNE BURGU
Taksim’de trafiği yeraltına almak için Cumhuriyet
Caddesi’nde başlatılan tünel inşaatında önce
arkeologlar mı çalışacak yoksa iş makineleri mi
tartışması sürerken inşaatı üstlenen Kalyon İnşaat,
iş makinelerini sahaya soktu bile. Daha önce
Cenevizlilerden kalma mezarlara rastlanan Taksim
hızla kazılıyor. Burgu makineyle toprak un ufak
edilirken, dozerler de kepçeleriyle alanı kazıyor.
İstanbul Arkeoloji Müzesi dün iki arkeoloğu iş
makinelerinin başında durması için görevlendirdi.
Ancak uzmanlar Taksim’e önce iş makinelerinin
sokulmasına tepkili. Taksim’de tünele karşı
olmadığını ancak yöntemin doğru yapılması
gerektiğini belirten ve dört ay öncesine kadar da 2
Numaralı Koruma Kurulu’nun başkanlığını yapan Prof.
Mete Tapan, Taksim’e iş makinelerinin girmesini
şöyle değerlendirdi:
“Koruma Kurulu, ‘Kazı müze denetiminde yapılacak’
diye karar alıyorsa proje başlamadan önce
arkeologlar burada elle sondaj kazısı yapacak anlamı
taşır. İş makinesiyle arkeolojik kazı yapamazsınız.
Arkeolojik kazılar tamamlanır, iş makinesi girer.
Kurul bu kararı alırken arkeolog üyesine yöntemini
sorarak karar verir. Şehir plancı ya da mimar bunu
bilemez. İş makinesinin girmesine müze izin vermez.
Kurul ‘Sondaj yapacaksın, sonra arkeolog girecek,
sonra iş makinası girecek’ gibi yol yöntem
belirlemez. ‘Müze denetiminde’ der ve müze de ne
yapacağını bilir.”
Arkeolog Prof.Dr. Mehmet Özdoğan da Taksim’deki
tartışmanın yersiz olduğunu düşünüyor. Çünkü burada
arkeolojik katmanlar, tarihi mezarlar olduğundan,
İstanbul’u az çok bilen herkesin haberdar olduğu
görüşünde:
“Dünya standartlarına, Venedik Sözleşmesi dahil
Türkiye ’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelere aykırı bir yöntem uygulanıyor. İş
makinesinden sonra arkeolog girmez. Proje aşamasında
arkeologlara danışılır. Sondajlar açılır, arkeolojik
açıdan bir sıkıntı yoksa proje hayata geçirilir. İş
makinesi girince hiçbir arkeolojik buluntuya
rastlayamazsınız. Arkeologların yatırımcıyla
birlikte projede çalışmaları gerekirdi. Yenikapı’da
kimin aklındaydı batık çıkacağı, ilk
İstanbul’luların orada yaşadıkları? Arkeologların
görevi işi aksatmak değil, işi makul sürede
tamamlayıp bilimsel verileri elde etmek. Bu bölgenin
mezarlık olduğunu kaynaklar bize gösteriyor. İş
makineleri girince buradan arkeolojik veri beklemek
hayal olur.”
Daha önce Sulukule’de iş makinelerini
önlerine atlayarak engellemeye çalışan emekli müze
uzmanı Dr. Şeniz Atik de “Taksim’de yapılanın
aynısını Sulukule’de yaşadık” diyor: “Sulukule’de de
iş makineleri arkeolojik alanı darmadağın etti.
Dozer operatörünün başında arkeolog durmaz. O
operatör arkeoloğu dinlemez zaten. İş makinesinin
önüne atladım da durdu. Arkeolojik tabakaları iş
makineleri ile kaldırdığınızda bilimsel olarak
göreceğiniz bir şey kalmaz. Bunun adı defineci
kazısı olur. Biz altın aramıyoruz ki! Arkeologlar
boşuna mı alanları günlerce kazmayla, küçük
aletlerle kazıyorlar?”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.11.2012
******
'TAKSİM YALANI'
“Joseph Goebbels
-1933-1945 Almanya Propaganda Bakanı-, 1941’de
yayınlanan, ‘Zeit ohne Beispiel’ adlı 1939-41
yılları arasındaki yazılarının toplandığı kitaptaki
‘Aus Churchills Lügenfabrik’ başlıklı yazısında
şöyle diyor:
“Büyük bir yalan söylenirse ve yeterli sıklıkta
tekrar edilirse, insanlar sonunda buna inanır. Bu
nedenle, devletin bütün gücünü karşı görüşleri
bastırmak için kullanması, devlet için hayati önem
taşır. Gerçek, yalanın en büyük düşmanıdır ve bu
nedenle gerçek, devletin en büyük düşmanıdır.”
Türkiye’deki siyasete de ne kadar uygun değil mi?
Taksim Platformu, işte bunu yakalamış, açıklamasında
deniliyor ki:
“Bir helikopter dolaşıyor Taksim Meydanı’nın
üstünde. Film çekiliyor. Gezi Parkı’nın ağaçları
dijital teknoloji kullanılarak siliniyor, sefil ve
kuru bir meydan görüntüsü verildikten sonra huzur
dolu bir müzik eşliğinde canlandırma tekniğinin
incelikleri kullanılarak Taksim Meydanı’ndan ‘Taksim
Yalanı’ yaratılıyor. Gözümüz boyanıyor. Şehrin
mesulü olması gereken belediye başkanı Taksim’in
artık yaşanmayan bir yer olduğunu iddia ediyor.
Kulaklarımıza yalan dolduruluyor. Yalanı görmek için
hala meydana bakmak, meydanı dinlemek yeterli.
Meydanda henüz yaşam var, yeşil var.
Birlikte yaşamak istedik, yaşayamıyoruz. Demokrasi
sadece seçilmek değil, ötekini dinlemektir,
katılımdır, tartışmadır dedik, anlatamıyoruz!
Bu ülkenin tanklardan kurtulmasını istedik, şimdi de
üzerimize buldozerle geliyorlar. Köylerimizde yaşam
kurutuldu, şehirlerimizde de kurutuluyor.
İnsanlarımız, köylerimiz, mahallelerimiz,
ormanlarımız, geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimiz
tehdit altındayken, her birimiz bir köyde, bir
mahallede, bir ormanda haklarımızı korumaya
çalışırken, ortak sorunumuzu kaybetmeyelim.
Taksim’de yaratılan yalan bütün çıplaklığıyla
sorunlarımızı yansıtmaktadır. Arkasına gizlenecek
‘birlik-beraberlik’, ‘güvenlik’, ‘halk istiyor’
bahaneleri yoktur.
Taksim’de gerçek, halkın, halka açık yemyeşil bir
park istediğidir, 80 yıllık ağaçlar kurban edilerek
tünel veya kışla yapılması değil!”
Taksim artık bizim değil, iktidarın!
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 13.11.2012
******
TAKSİM'DE TARİHİ DUVAR HEYECANI
Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında
yapılan çalışmalarda ortaya çıkan duvarlar merak
uyandırdı.
Proje kapsamında Cumhuriyet Caddesi ve
Tarlabaşı Bulvarı’nın kesişiminde iş makineleri ile
yapılan kazılarda, toprağın yaklaşık 2 metre altında
ortaya çıkan duvarlar dikkat çekti.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet
Emre Bilgili, kalıntı ile ilgili yorum yapmak
istemediğini belirterek, “İşler Arkeoloji Müzesi
denetiminde ilerliyor. Herhangi bir kalıntıya
rastlandığında anında iş makineleri durdurulup
arkeolojik kazı yapılıyor” dedi.
Kalıntının İstanbul’un ilk stadı “Taksim Stadı”na
ait olabileceği iddiasına karşılık Sanat Tarihi ve
Arkeoloji Uzmanı Prof.Dr. Semavi Eyice, “Stadın
duvarı falan yoktur. Bu kalıntının stada ait olması
mantık dışı. Kışlayla bu yer alakasız alanlar. Bu
bölgede davaları uzun zaman süren Ermeni Mezarlığı
ve Hristiyan Mezarlığı yer alıyordu. Kazıda çıksa
çıksa kemik çıkar, tarih eser kalıntı çıkacağını hiç
zannetmiyorum” dedi.
Mimarlık Tarihçisi
Prof.Dr.
Uğur Tanyeli ise kışlanın avlusunun bir dönem stat
olarak kullanıldığını, bulunan duvarında tarih
eserin kalıntı kategorisine alınmaması gerektiğini
belirtti.
Milliyet, 14.11.2012
******
"TAKSİM'E ARKEOLOJİK HASSASİYET GEREKMEZ"
İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Taksim
projesinde çıkabilecek tarihi eserlerin iş
makineleriyle tahrip edileceği tartışmalarına,
“Taksim arkeolojik sit alanı olmadığı için
arkeolojik hassasiyet gerekmiyor” yanıtını verdi.
Topbaş, “Bakanla görüştüm. Belediyemizin bir iki
arkeoloji uzmanı bulunmasını kafi buluyor” dedi.
Topbaş şunları söyledi: “Kışlanın temelini bulmak
için kazı yapacağız. Gümüşsuyu ve Sıraselviler’deki
ilk proje, Koruma Kurulu’nun kabul etmemesi üzerine
iptal edildi. Alternatif olarak Firuzağa’dan
açılması düşünülen tünel de uygun bulunmadı. Orayı
yeraltına almayabiliriz.”
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 14.11.2012
******
BAŞBAKAN ERDOĞAN'DAN ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR
........
CHP'YE ELEŞTİRİ
Biz tarihimize sahip çıkarız, hatalarla yüzleşiriz.
50-60 yıl öncesi konuşmayı patolojik vaka olarak
görürken biz 1071 ruhunu 2071'e taşıma gayreti
içindeyiz. Bizim şehir medeniyetimiz adeta
katledildi. CHP'nin tek parti döneminde yüzlerce
cami yıkıldı, tarihi eserler tahrip edildi, harabeye
çevrildi. Şehrin en köklü yapıları yok edildi.
Belediye başkanı olduğum dönemdeki iki belediyenin
ağır faturaları vardı.
“HİÇ ACIMADAN YIKACAĞIZ”
Biz 3 emsal dedik ve öyle ilerledik. Ben bakanıma da
söylüyorum. Ajan gezdirir gibi ekibini Türkiye’yi
gezdireceksin. Bakacaksın nerelerde ne var.
Yıkılması gereken neresi varsa hiç acımadan
yıkacağız. Acırsak acınacak hale geliriz. Yol açmak
bahanesiyle birçok şehirde tarih yok edildi.
Şehirlerin ruhuna dokunmanın vebali çok fazladır.
Taksim’de yıkılan tarihi yeniden canlandırmaya
çalışıyoruz. Karşımıza ilk çıkan CHP oldu. köşe
yazarları yazmaya başladı. Ne yazarsanız yazın
Taksim’i tekrar ruhuyla buluşturuyoruz
TAKSİM DÜZENLEMESİ
Taksim Meydanı'nda trafiğin alta alınması bile
beyefendileri rahatsız ediyor. Biz gençliğimizde
Beyazıt'ta Sultanahmet'teydik. Artık yok. Oralarda
mitinglerimizi toplardık. Siz şimdi yapabilir
misiniz yapamazsınız, oralar turistik alanlar oldu.
........
Hürriyet (Kısaltarak), 14.11.2012
******
TAKSİM TARİHİNDEN
DOZERLE GEÇİYORLAR
İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş, trafiği yer altına
almak için Cumhuriyet Caddesi’nde başlatılan tünel
inşaatına ilişkin açıklamasında, bölgenin arkeolojik
sit alanı olmadığı için, arkeolojik kazı hassasiyeti
gerekmeyeceğini ifade etti. Topbaş, “Burada kentsel
sit mantığıyla çalışacağız. Makineli kazı yapacağız.
Koruma Kurulu’nun ifadesi burada arkeoloji
müdürlüğünden bir yetkilinin bulunması. Sayın
Bakanla da görüştüm. Burada belediyemizin kendi
şantiyesinde iki arkeolog bulunmasının yeterli
olduğunu söylediler. Bu elle kazı anlamına gelmiyor”
diyerek, projenin 8 aydan daha kısa süre içinde
bitirileceğini duyurdu.
Ancak uzmanlar tarihi
çok eskilere dayanan Taksim’e makinelerden önce,
arkeologların girmesi gerektiğini söylüyor.
Gazetemize konuşan İstanbul Üniversitesi Sanat
Tarihi bölümü öğretim görevlisi Prof.Dr.Engin
Akyürek, İstanbul’un neresinde olursa olsun herhangi
bir kazı yapılırken mutlaka Arkeoloji ve Sanat
Tarihi biliminden uzmanların denetiminde olması
gerektiğini söyledi. Uzmanların denetiminde
yapılmayan projelerin tahribat anlamına geldiğini
söyleyen Akyürek, Taksim’de kapsamlı arkeolojik
kazılar yapılmadığından ne tür yapı ve eserler
çıkabileceğini söylemenin bugünden zor olduğunu
ifade ediyor. Marmaray projesini buna örnek veren
Akyürek, “Yenikapı’daki Bizans Limanı önce
kaynaklardan biliniyordu. Ancak kazılar sonrası
çıkan buluntularla, İstanbul tarihi günümüzden 8 bin
yıl öncesine kadar tarihlenebildi” dedi.
Taksim’de önemli bir
diğer konunun da Gezi Parkı olduğunu dile getiren
Akyürek, “Topçu Kışlası’nın yeniden ayağa
kaldırılmasından bahsediliyor. Bunun için belli
uluslararası kurallar vardır. Tamamen gitmiş bir
yapıyı ayağa kaldıramazsınız, tarihi bir anlamı,
değeri olmaz. Topçu Kışlası’nın sadece ön cephesini
ayağa kaldırıp arkasında ağaç katliamlarıyla Gezi
Parkı bir AVM’ye dönüştürülmek isteniyor. Buna da
sessiz kalmamak lazım. Gezi Parkı Taksim ve
çevresinde nefes alınabilen tek yer” diye konuştu.
KARUL: SÜRE
HESAPLANIRKEN ARKEOLOGLAR DİKKATE ALINMAMIŞ
Doç.Dr. Necmi Karul
(Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı):
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından Taksim meydan düzenleme
çalışmalarının İstanbul Arkeoloji Müzeleri
denetiminde yapılabileceği karara bağlanmıştır.
Çalışmaların yapıldığı bölgede Cenevizlilere ait
mezarlara daha önce rastlandığı biliniyor. Müze
görevlilerinin bu tür kalıntılar ile karşılaşması
durumunda uygulanacak yöntem bellidir. Başka bir
deyiş ile arkeolojik kazı yöntemleri uygulanır; bu
yöntemlerden ödün verilmesi, arkeolojik dolgunun
tespit edildiği bir yerde makinelerle kazı yapılması
doğru olmadığı gibi yasalara da aykırıdır. Bir
alanın kentsel ya da arkeolojik sit olması, bir ilçe
ya da büyükşehir olması ne arkeolojik kalıntının
niteliğini ne de uygulanacak yöntemleri değiştirir.
Bu tür projelerde tarih verilmesi kamuoyu için
önemli olsa da arkeolojik kalıntılar ile
karşılaşılacak yerlerde dikkatli davranmak gerekir.
Bu durum projeler hazırlanırken arkeolog, kent
tarihçisi gibi uzmanların sürece dahil edilmediği
anlamına gelir. Bu tür hatalar yapılmışsa, görevi ve
sorumluluğu bir hekimin hastasını yaklaşımı gibi,
geçmişe ait kalıntıları açığa çıkarmak ve bilgiye
dönüştürmek olan arkeologlara fatura edilememesi
gerekir.
Evrensel, Haber: Sinem
Uğurlu, 14.11.2012
******
CHP 'KIŞLA'YA İTİRAZ
ETTİ
Tasim’de Gezi Parkı’nın
asırlık ağaçları kesilerek yapılacak ‘Topçu Kışlası
Projesi’ne
CHP itiraz etti.
Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki CHP grubu
projesinin yapımına karar verecek
İstanbul 2 No’lu
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyeleriyle
görüşüp itiraz dilekçesi verdi. CHP grup sözcüleri
Mehmet Yıldız ve Özgen Nama’nın sunduğu dilekçede, “
Taksim Gezi Parkı
’na sahte, ‘Topçu Kışlası’ yapmak yasalara
aykırıdır. Yeni kışla, eski kışlanın tarihi değerini
asla taşımayacak, Bu kopyanın sinema dekorundan
farkı olmayacaktır. O çevrede aynı miktarda yeşil
alan ayrılıp, plana işlenmeden, Gezi Parkı’nın
inşaata açılması yasalara göre imkansız” denildi.
CHP’li Yıldız, “Yayalaştırmaya karşı çıkmıyoruz.
Meclis’e gelen planlarda Topçu Kışlası yoktu.
Sonradan çıkardılar. Kurula götürdüler. Biz de
itirazlarımızı oraya ilettik” dedi.
Radikal, Haber: Ercan
Sarıkaya, 15.11.2012
******
VAR MISINIZ TOPÇU
KIŞLASINI 'NATIONAL MUSEUM' YAPMAYA?
Madem hükümet Taksim’in
göbeğine tarihi Topçu Kışlası’nı yapmaya kararlı,
madem meydandaki tek yeşil alan Gezi Parkı yok
edilecek, yapılacak binayı herkesin yüreğine su
serpecek bir şekilde kullanmaya var mısınız?
O zaman belki Gezi
Parkı’nın yok edilmesine içimiz sızlayarak evet
diyebiliriz...
O zaman belki yüreğimize bir parça su
serpilebilir...
O zaman belki Taksim’in yayalaştırılması projesine
tepkiler azalabilir...
Yapılacak Topçu Kışlası’nın nasıl bir işlevle
kullanılacağı netlik kazanmış değil...
Bir kısmında rezidansların bulunacağı, diğer
kısmının iş merkezleri ve AVM olacağı söyleniyor.
Yok ortasında eskisi gibi buz pateni olacak, yok
içine cami yapılacak... Dedikodunun bini bir para...
Bu kadar tepki olmasa dikecekler AVM’yi ama belli ki
belediyenin de kafası karışık...
Başbakan Erdoğan’a, Kültür Bakanı Günay’a ve
Belediye Başkanı Topbaş’a bir önerim var;
Gelin Topçu Kış-lası’nın tamamını İstanbul’a yakışan
dev bir ulusal müze olarak inşa edin...
Londra’nın British Museum’u, Natural History
Museum’u, Tate Gallery’si var...
Paris’in Louvre’u, Musee d’Orsay’ı...
New York’un MET’i (Metropolitan Museum of Art),
MOMA’sı (Museum of Modern Art), Guggenheim müzesi
var...
Peki ya İstanbul’un?
Özel sektörün yaptığı modern sanat müzeleri de
olmasa İstanbul müze fakiri olacak.
İstanbul bir daha böyle fırsatı yakalayamaz...
Hem şehrin göbeğinde hem de bu büyüklükte bir binayı
bir daha kolay kolay müze yapma şansını ele
geçiremez...
Her yer AVM, her yer rezidans, her yer iş yeri...
Taksim’in göbeğinde bir yenisine ihtiyaç yok.
Ama oraya bir ‘national museum’, içinde kafeleri,
sergileri, etkinlikleriyle bir ‘modern sanatlar
müzesi’ kurarsanız...
İnanın kuşaklar boyu minnetle anılırsınız sayın
Başbakan, sayın Topbaş...
Hürriyet, Yazı: Cengiz
Semercioğlu, 16.11.2012
******
'ÇAKMA' KIŞLA PERA'YA
YAPILSIN
CHP İBB Grubu, Nazım
İmar Planı’nda ‘yeşil alan’ olarak ayrılan Taksim
Gezi Parkı’nın ve Topçu Kışlası’nın inşaata
açılmaması için Koruma Kurulu’na başvurdu.
Beyoğlu Belediye Meclisi
üyelerinin de aralarında bulunduğu itiraz yazısında
şöyle deniliyor: “Görevinizi yapın. Çakma kışlaya
izin vermeyin. Taksim Gezi Parkı’na Sahte Topçu
Kışlası yapmak yasalara aykırıdır. Görevinizin
gereğini yapın.”
Yapılacak kışlanın “Eski eser ve koruma ile ilgili
yasalara aykırı” olduğu savunularak “Taksim
Kışlası’nın tarihi değerini asla taşımayacak, taklit
bir kopyası, ‘çakması’ Gezi Parkı’na yapılamaz. Bu
girişim ‘planlama’ ve ‘koruma’ ile ilgili bütün
yasalara aykırıdır” deniliyor.
Başvuruda: Gezi Parkı’nın yürürlükteki Nazım
Planı’nda yeşil alan olduğu, o çevrede aynı miktarda
yeşil alan ayrılıp plana işlenmeden, Gezi Parkı’nın
inşaata açılmasının yasalara göre imkansız da olduğu
belirtiliyor.
İktidarın amacının Taksim’in ortasında 98 bin
metrekare arsa üretip inşaat yapmak olduğu
belirtilen yazıda; “2863 Sayılı Kanun gereği bu
alanda yetki kurulundur. Bu yasadışı girişime karşı,
yasal sorumluluğunuzu yerine getirin” deniliyor.
Bizim önerimiz şudur: “Topçu Kışlası’nın benzeri,
mutlaka yapılmak isteniyorsa, Beyoğlu sınırları
içinde uygun bir yere yapılabilir. En uygun yer,
yenisi Kemerburgaz’a yapıldığı için boşaltılacak
olan Kasımpaşa’daki Recep Tayyip Erdoğan
Stadyumu’nun yeridir.”
Hürriyet, Yazı: Yalçın
Bayer, 16.11.2012
|
TARİHİ KİLİSE RESTORE ETTİRİLECEK
Niğde'nin
Konaklı Beldesi'nde, 1844 yılında Aziz Vasilius
tarafından yaptırılan kilisenin restorasyon proje
ihalesini kazanan firma, çalışmalara başladı.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, tarihi kilise
Türkiye ile
Yunanistan'ın nüfus değişimini öngören ve 1924
yılında imzalanan Lozan Antlaşması'na kadar ibadete
açık tutuldu.
Mübadelenin ardından ibadete kapatılan kilise,
2000'li yılların başlarına kadar patates deposu
olarak kullanıldı. Dönemin Niğde Valisi Refik Arslan
Öztürk'ün çabalarıyla depo olmaktan kurtarılan
kilisede, 2008 yılında Fener Rum Patriği
Bartholomeos'un yönetiminde ayin gerçekleştirildi.
Kilisenin restorasyonu için başlatılan çalışmalar
kapsamında proje ihalesi tamamlandı. İhaleyi kazanan
firma, çalışmalarına başladı.
Konaklı Belediye Başkanı Feridun Bilge, yaptığı
açıklamada, 1993 yılından beri beldelerindeki
turizm değerlerini tanıtmak için çaba
gösterdiğini belirterek, şunları söyledi:
"Hazine arazisi üzerinde bulunan kilise,
belediyemize tahsisli. Zaman zaman çevre düzenlemesi
ve temizliğini yaptığımız kilisenin onarıma ihtiyacı
vardı. İl yöneticilerimizle birlikte bakanlığın da
desteğiyle bu yapıyı ayakta tutmak için çalışma
başlattık. Kayseri'deki bir mimarlık şirketi,
hazırladığı restorasyon projesi ile girdiği ihaleyi
kazandı. Önümüzdeki yıl çalışmalara başlanması
planlanıyor. Belediye olarak imkanlarımız dahilinde
projeye destek vereceğiz. Beldemiz için tarihi önem
taşıyan bu yapının turizme kazandırılması, Niğde ve
Konaklı'nın tanıtımına büyük fayda sağlayacak. Bu
sayece beldemiz turizmden pay alacak."
Restorasyonu yapacak Çağ Restorasyon Mimarlık
firmasının yetkilisi mimar Oktay Çağlıbulanık da,
Niğde Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün düzenlediği
proje ihalesini kazandıklarını, proje çalışmaları
tamamlandıktan sonra, uygulama ihalesini alacak
firmanın gelecek yıl kilisenin restorasyonuna
başlayacağını kaydetti.
Yapıldığı dönemde bölgesinde önemli bir merkez
konumundaki kilise, özellikle mübadil torunları
Rumların ziyaret ettiği mekanların başında geliyor.
Yılın belirli dönemlerinde atalarının yaşadığı
toprakları ziyaret eden turistler, kiliseyi de
geziyor.
Cnn Türk, 09.11.2012
|
YENİ BİR DİNOZOR TÜRÜ BULUNDU

Paleontologlar, Fas'ta şimdiye
kadar bilinmeyen bir dinozor türü keşfetti.
"Cretaceous Research" dergisinde yayımlanan
araştırmaya göre, büyüklük açısından Tyrannosaurus'a
(T-Rex) benzeyen etçil dinozorun yaklaşık 95 milyon
yıl önce
Afrika 'da yaşadığı sanılıyor.
Diğer tüm dinozorlara oranla çok büyük bir göz
çukuruna sahip dinozora, J.R.R. Tolkien'in ünlü
"Yüzüklerin Efendisi" adlı eserinde kendini kocaman
kızıl göz olarak gösteren “Kara Lord Sauron”un adı
verildi.
12 metre yüksekliğindeki Sauroniops'ın son derece
geniş ve kalın bir kafatasıyla çok sayıda keskin
dişe sahip olduğu, kafasının üzerinde de kocaman bir
yumru bulunduğu belirlendi.
Avını kafasındaki yumruyla vurarak yakaladığı
sanılan Sauroniops, “Jura Devri”nin sonları (150
milyon yıl önce)
ile Geç Kalkolitik Dönem sonu (65
milyon yıl önce) arasında yaşayan T-Rex gibi güçlü
arka ayakları üzerinde yürüyordu.
İtalya 'daki Giovanni Capellini Jeoloji
Müzesi'nden paleontolog Andrea Cau, “Dinozorun
devasa göz çukurunu görür görmez, aklımıza
Yüzüklerin Efendisi'nin Sauron'u geldi. Bu nedenle
ona 'Sauroniops' adını verdik” dedi.
Tolkien'in eserinde, “Güç Yüzükleri”yle onlara
hükmeden, “Tek Yüzük”ü yapan Sauron, Orta Dünya'daki
Mordor ülkesinde Karanlık Kule olarak da bilinen
Barad-Dur'un tepesinde devasa bir göz olarak ortaya
çıkıyordu.
Radikal, 09.11.2012
|
 |
PICASSO'NUN TABLOSUNA REKOR FİYAT
İspanyol sanatçı Pablo Picasso'nun "Nature Morte aux Tulipes (Laleli Natürmort)" tablosu, New York'ta yapılan açık artırmada 41,5 milyon dolara alıcı buldu.
Sotheby's müzayede evinde yapılan açık artırmaya telefonla katılan ve adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu, Picasso'nun tablosu için küçük bir servet ödedi.
Picasso, 1932'de tamamladığı eserinde sevgilisi ve esin kaynağı Marie-Therese Walter'ı elinde bir sepet lale ile resmetmişti.
Açık artırmada sanatçının "Femme à la fenêtre (Penceredeki Kadın)" adlı eseri ise 17,2 milyon dolara satıldı.
Fransız Empresyonizm'inin kurucularından Claude Monet'nin 1881 tarihli "Champ de Ble (Buğday Tarlası)" adlı eseri 12 milyon dolara, "Iris" tablosu ise 6,1 milyon dolara alıcı buldu.
Cnn Türk, 09.11.2012
|
DEFİNECİLER BELDEYİ
KÖSTEBEK YUVASINA ÇEVİRDİ

Muğla'nın Fethiye İlçesi'ne bağlı Seki
Beldesi'nde tarihi kalıntıların bulunduğu alanlar,
define arayanların kazıları sonucu köstebek yuvasını
andırıyor. Tehdidin boyutu gün geçtikçe artarken
beldenin geçmişine ışık tutan MÖ 2'nci
yüzyıla ait kaya üzerine oyulmuş savaşçı kadın
figürü de mermer arama bahanesiyle kesilerek
çalındı.
Tarihi mirası daha yeni yeni gün yüzüne çıkan
Fethiye'ye 70 kilometre mesafedeki Seki Beldesi'nde
geçmişe ışık tutan tüm tarihi kalıntılar
definecilerin tehdidi altında. Yaz aylarında nüfusu
5 bine ulaşan, ancak karla kaplandığı için kış
aylarında nüfusu azalan beldenin her yanı
defineciler tarafından kazılıyor.
İzinsiz kazılar özellikle kayalara oyulmuş 2 bin
yıllık geçmişe sahip tarihi figürlerin çevresinde
yoğunlaşıyor. Bu tarihi kalıntıların, çevrede
bulunan bir mezarı işaret ettiğine inan defineciler,
bölgedeki eski mezarlarla birlikte tarihi eserleri
de tahrip ediyor. Muğla'nın Antalya sınırındaki
beldede konuşlu güvenlik güçleri, son derece
gelişmiş teknolojiler kullanan definecilerle
mücadele etmekte zorlanıyor.
Mermer arama bahanesi
Beldenin Eceler Mevkii'ndeki tepenin güney
yamacından çalınan kaya bloğu üzerine oyulmuş 1.5
metre boyunda ve 2 metre genişliğindeki 'savaşçı
kadın' figürü, beldenin bu yağma sırasında
kaybettiklerini gözler önüne seriyor. İddiaya göre
mermer arama bahanesi ile bölgeye gelen kimliği
belirsiz kişiler, 2 bin yıllık oymanın bulunduğu 50
tonluk kayayı mermer kesme makinesiyle keserek
parçalara ayırdı. Sadece kadın figürünün hedef
alındığı talan sırasında, figürü tamamlayan halka
şeklindeki oyma da ortasından kesildi. Kaya bloğu
parçalar halinde tepeden koparıldıktan sonra mermer
aramasına son verildi. Kesilerek kaya bloğundan
ayrılan kadın figürü ortadan kaybolurken, tarihi
kalıntının kimler tarafından götürüldüğü tespit
edilemedi.
'Kış mevsiminde kesilmiş olmalı'
Kadın figürünün çalındığı bölgede incelemede
bulunan Seki Belde Belediye Başkanı
CHP'li Veli Yıldız, tarihi kalıntıların
defineciler tarafından yağmalandığını söyledi.
Tarihin her gün biraz daha tahrip edildiğini savunan
Yıldız, "Eceler Mevkii'ndeki bu kayanın üzerinde,
büyük bir kadın heykeli vardı. Ancak bu heykel
kesilerek buradan götürülmüş. Ne amaçla yapıldığı
hakkında net bir bilgimiz yok. Ancak mermer arama
bahanesi ile bunun yapıldığını düşünüyoruz" dedi.
'Antik dönemin en büyük yazıtı Seki'de'
Beldenin zengin bir tarihi mirasa sahip olduğunu
anlatan Başkan Yıldız, şöyle dedi: "Amerika,
İtalya, Finlandiya ve Danimarka'dan profesörler
her yıl beldeye gelerek araştırmalar yapıyor.
Beldemizde bulunan 1000 yıl önce terk edilmiş
'Oinoanda antik kentinde, dünyada antik dönemine
ait en büyük yazıtı olma niteliğine sahip 'Diogenes
Yazıtı' bulunuyor. Bu yazıtta, binlerce yıl önce
toplum yaşamının nasıl düzenlenmesi gerektiği
anlatılıyor. Günümüzde inşa ettiğimiz sosyal yaşam
şeklinin temelini oluşturuyor. Sınırlarımız içinde
bulunan binlerce metre çapındaki 2 ayrı höyük için
Kültür ve
Turizm Bakanlığı'ndan kazı izni bekleniyor.
Böyle bir tarihi altyapı olunca, defineciler beldede
yoğun faaliyet yürütüyor. Bir an önce bölgedeki
tarihi alanlar belirlenmeli ve koruma altına
alınmalıdır."
'Tarihi kalıntılar yok oluyor'
Beldede hobi olarak tarihi yapıları incelediğini
belirten Veteriner Hekim Yusuf Dur ise "Beldede
bozulmamış bir tarihimiz vardı. Bakanlığın bu
beldeye eğilmesini istiyoruz. Tarihi kalıntılar gün
ışığını çıkarılmadığı sürece yavaşça yok olmaya
mahkum oluyor. Her yerde definecilerin kazı
yaptığını görüyoruz. Buna bir son verilmeli. Yoksa
kısa süre sonra beldede tarihi bir kalıntıdan söz
etmek imkansız hale gelecektir" dedi.
Cnn Türk, 09.11.2012
|
ROMA DÖNEİNE AİT TARİHİ ANIT MEZARIN RESTORASYONUNA
BAŞLANDI

Gaziantep’in Araban
İlçesi'ne bağlı Elif
beldesindeki Roma dönemine ait tarihi anıt
mezarın restorasyon çalışmalarına başlandı.
Restorasyon için İl Özel İdaresi tarafından 926
bin lira ödenek tahsis edildi.
Restorasyonla
ilgili 5 yıllık çalışmaları sonuç veren
AKP Gaziantep
Milletvekili Mehmet Erdoğan, “Binlerce
yıllık kültür abidesi olan ve bölge turizmi için
önem taşıyan anıt mezarlarımızdan Elif Anıt
Mezarı’nın restorasyonunun tamamlanmasının
ardından, en çok tahribat gören Hasanoğlu Köyü
ve Hisar Köyü anıt mezarlarının da
restorasyonları gerçekleştirilerek tarih
turizmine kazandırılacak.’’ dedi.
Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili
Mehmet Aykanat da restorasyonun yaklaşık 6 aylık
bir süre içerisinde tamamlanmasının beklendiğini
dile getirdi. Anıt mezarın mimarisinin ortaya
çıkarılması için öncelikle çevresinde yer alan
mimari oluşumların kaldırılması gerektiğini
kaydeden Aykanat, “Okul
bahçe duvarı, voleybol sahası ve eski bir su
deposunun kaldırılmasıyla işe başlandı. Daha
sonraki günlerde ise mezarın toprak altında
kalmış mimari bölümlerinin tespiti için mezar
çevresinin 200 metrekarelik kısmı 2 metre
derinliğinde açıldı. Yapılan kazı çalışması
sonucu anıtsal merdiven görünümlü kaidenin
devamına rastlandı. Kaidelerden üç tanesi açığa
çıkarıldı. Ortaya çıkarılan ve anıt mezara ait
olduğu düşünülen mimari parçalar ise tasnifi
yapılmak üzere ayırtıldı. Mezar odasından
çıkabilecek buluntular doğrultusunda anıtın
kimin adına yapıldığı veya bölge hakkında bizi
aydınlatacak bilgileri heyecanla beklemekteyiz.
Yapının tamamının açığa çıkarılması için kazı
çalışmalarına devam ediliyor.” diye konuştu.
Mynet Haber, 06.11.2012
|
4 - 10 Kasım 2012
|
İNCİRLİ HAMAMI'NDA SONA
GELİNDİ
Bursa Büyükşehir
Belediyesi tarafından kamulaştırılarak restorasyon
çalışmaları başlatılan İncirli Hamamı´nda sona
gelindi. 550 yıl önce Molla Fenari Hazretleri´nin
oğlu tarafından yapılan hamamda incelemelerde
bulunan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
“Önümüzdeki ay hizmete almayı planladığımız İncirli
Hamamı, Yıldırım başta olmak üzere Bursa´nın kültür
ve sanat hayatına değer katacak” dedi.
Başkan Altepe, bu dönem
hayata geçirilen 150’nin üzerinde tarihi ve kültürel
miras projesi arasında yer alan İncirli
Caddesi’ndeki İncirli Hamamı´nda incelemelerde
bulundu. Tarihi hamamın bitmek üzere olan
restorasyon çalışmalarını yerinde gören Başkan
Altepe, Bursa´da kültür ve medeniyetlerin izlerini
ortaya çıkartmaya devam ettiklerini söyledi.
Bursa´nın Osmanlı´nın ilk başkenti olduğunu ve
imparatorluğa damgasını vuran 6 padişaha ev
sahipliği yaptığını hatırlatan Başkan Altepe,
şehirde anıtsal yapılar başta olmak üzere tarihi
eserleri bir bir ayağa kaldırdıklarını ifade etti.
Bursa´da Osmanlı mimarisi izleri bulunan yüzlerce
eserin bulunduğunu, İncirli Hamamı´nın da bunlardan
biri olduğunu kaydeden Başkan Altepe, “Molla Fenari
Hazretleri´nin oğlu tarafından yaptırılan İncirli
Hamamı, yıllar boyunca bölge halkına ve Bursa´ya
hizmet etti. 550 yıl sonra bina, belediyemiz
tarafından satın alınarak kamulaştırıldı. Biz de
satış gerçekleşir gerçekleşmez restorasyon
çalışmalarını başlattık. Hedefimiz, tarihi hamamı
önümüzdeki ayın başlarında hizmete almak” diye
konuştu.
Yıldırım´ın en gözde
merkezi olan İncirli Caddesi üzerinde bulunan
hamamın hizmete alındıktan sonra sosyal ve sanatsal
faaliyetlere ev sahipliği yapacağını, caddeye
canlılık ve aktivite getiren önemli bir merkez
olacağını ifade eden Başkan Altepe, “Yüzlerce yıllık
eserler, bu şekilde eski işlevselliklerini farklı
alanda da olsa yeniden kazanıyor. İncirli Hamamı da;
bahçedeki müştemilat binası, avluları ve
bahçeleriyle birlikte bölgenin nabzının attığı güzel
bir doku olarak hizmete alınmış olacak. Burada,
mesleki eğitimler başta olmak üzere sosyal ve
kültürel aktiviteler, sergiler düzenlenecek. Hem
Yıldırım´a hem de Bursa´ya büyük bir değer katmış
olacak” şeklinde konuştu.
Yeni Bursa, 09.11.2012
|
TARİHİ 1 YILDIR
OYUYORLAR KİMSE GÖRMÜYOR

Türkiye' nin turizmde göz bebeği UNESCO tarafından
'dünyada korunması gerekli kültür varlığı' olarak
kabul edilen Kapadokya, butik otellere feda
ediliyor. Son dönemde yerli ve yabancı turist
sayısındaki artış ve butik otelde kalma arzuları,
yatırımcının iştahını kabarttı.
Müşterilerine güzel manzara sunmak amacıyla
Peribacaları'nın ortasına ya da üstüne otel
yapanlar, vatandaşların tepkileri ile karşılaşıyor.
Yatırımcıların, "Turistik tesis" veya "Restorasyon"
ruhsatıyla aldıkları izne sadık kalmadıkları
belirtiliyor.
Vatandaşlar, bu tip bir otel inşaatı için şikayette
bulundu. Ancak inceleme yapan T.C Kültür ve Turizm
Bakanlığı Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü "Uygulamaların onaylı projeye uygun
olarak yürütülmekte olduğunun anlaşılması nedeniyle
yapılacak herhangi bir işlem bulunmamaktadır"
cevabını verdi. İzinli yapıldığı iddia edilen
inşatların her aşamasını fotoğraflayan vatandaşlar,
bölgenin doğal görüntünün tamamen bozulduğunu iddia
ediyor. Halk, "Kapadokya'yı kurtarmak için
girişimlerini sürdürüyor.
Bölge halkının internette kurdukları gruplarda
yaptıkları yorumlardan bazıları:
Kapadokya hakkında konuşurken mangalda kül
bırakmayan, övüp göklere çıkaranlar ve evrende eşi
yok diyenler; iş yatırım ve paraya gelince sanki beş
tane Kapadokya varmış gibi bu bölgeye hoyrat
davranıyorlar...
Yazık valla doğal ve tarihi dengeleri hassas olan bu
bölgeye para merkezli yaklaşmak ayıptır.
Durumun vahim olduğunu yıllardır söylüyoruz. Fakat
vicdan sahibi duyarlılık gösteren hiç kimse yok;
böyle giderse yakında Kapadokya diye bir yerde
kalmayacak.
Bu duruma dur denmezse gelecek nesiller Kapadokya'yı
tarih kitaplarındaki fotoğraflardan görecek.
Ellerinde hilti ve kompresörlerle geleceğimizi
kesiyor. Doğamızın ve tarihimizin katlediyorlar.
Bölgemizin merkezinde yapılan bu yapı Kapadokya
doğal dokusuna saplanan bir hançer gibi yükseliyor.
Göreme'de bir vadiyi 1 yıldır oyuyorlar... Bölge
turistik yürüyüş alanı, en yakın yerleşim 10 km
uzakta. Şikatlerimis sonuçsuz kaldı...
Ankara Haber, 09.11.2012
|
TARİHİ YAPILAR AYAĞA
KALKIYOR

Bergama Belediyesi
UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki tarihi başkent
Bergama’da gerçekleştirdiği belgeleme ve envanter
çalışmaları kapsamında üniversitelerin mimarlık
fakülteleri ile işbirliği yürütüyor.
Yakın zaman önce Bergama
Belediye Meclisi’nce de onaylanan I. II. ve III.
Derece Arkeolojik Sit Alanları ile Kentsel +III.
Derece Arkeolojik Sit Alanları’nı kapsayan Koruma
Amaçlı İmar Planı’yla belirlenen alan sınırları
içerisinde tarihi dokuya uygun yapılaşmanın önü
açılmıştı. Ancak, kentin tarihi dokusunda yer alan
tescilli taşınmaz kültür varlıklarının çokluğu
karşısında uygulamaya dönük proje sayısı oldukça
yetersiz.
Bu kapsamda, Bergama
Belediyesi’nin tespit ettiği tarihi yapıların
restorasyon uygulamalarının yapılması ve proje
ihtiyacının karşılanması amacıyla işbirliği
protokolü imzalanan üniversitelerden akademisyen ve
yüksek lisans öğrencileri kentte çalışmalara
başladı. Dokuz Eylül Üniversitesi,Yıldız Teknik
Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi’nden toplamda
yaklaşık 50 öğrenci gruplar halinde kente gelerek
tespit edilen yapılarda çalışmalar sürdürüyor.
Öğrenciler, tarihi yapılarda uygulamaya dönük
kullanım amacıyla rölöve, restitisyon ve restorasyon
projeleri yürütüyor.
Çalışmanın Bergama için
oldukça önemli olduğunu söyleyen Belediye Başkanı
Mehmet Gönenç: “ Bergama tarihi açıdan çok zengin
bir kent. Bu zenginliği kentin birçok noktasında
görmek mümkün. Sit alan sınırları içerisinde pek çok
tescilli yapı var. Fakat tescilli yapıların
restorasyon projelerinin hazırlanması oldukça
zahmetli ve masraflı. Bu durum vatandaşları
sıkıntıya düşürüyor” dedi. Gönenç; “ Ancak
gerçekleştirdiğimiz çalışmayla, tarihi yapıların
restorasyon projeleri yüksek lisans öğrencileri
tarafından yürütülecek, projeler kurul onayı
alındıktan sonra yapı sahipleri tarafından
uygulanabilecek ”diye konuştu. Başkan, çalışmanın
Bergama turizmi açısından da olumlu bir gelişme
olduğunu belirtti, projenin kent dokusunun
iyileşmesi, koruma altına alınması adına önemli
olduğunu ifade etti. Başkan Gönenç, “Şu an
Yıldız Teknik
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Restorasyon
Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Can Binan,
Doç.Dr. Aynur Çiftçi, Yrd. Doç.Dr. Ayten Erdem, Yrd.
Doç.Dr. Uzay Yargün, Arş. Gör. Nur Umar
koordinatörlüğünde öğrenciler projeler üzerinde
çalışma yapıyorlar. Çalışmamız öğrenciler için de
oldukça önemli” diyerek konuşmasını noktaladı.
Hazırlanacak projelerin
telif hakları Bergama Belediyesi’nde kalacak,
projeler Koruma Kurulu’nca onaylanmasının ardından
yapı sahiplerince uygulanabilecek.Hazırlanacak
projeler, hazırlayan ekiplerin de katılımıyla
sergilenecek ve emeği geçenlere sertifika verilecek.
Bergama Kuzey Ege,
09.11.2012
|
SN. TOPBAŞ, İSTANBUL'UN
SESİNE KULAK VERİN
Bu kadar yazdık çizdik
olmadı İstanbul’un kalbi Taksim elden gidiyor.
Dün sabah
televizyonlardaki görüntüleri hepiniz görmüş
olmalısınız.
Gezi Parkı’na kurulmuş dev şantiyenin çevresine
dikilen tahta perdeleri atlayarak geçmeye
çalışanlar, açılan bir delikten geçmeye
çabalayanlar.
Tarihinde 3 imparatorluğa başkentlik yapmış bir
şehrin içler acısı hali.
Yayalar isyan halinde, Gezi Parkı’ndaki esnaf da
öyle.
Tahliye davaları süren esnaf tahta perdeler
nedeniyle tecrit edilmiş durumda.
Böylesine hoyratça bir uygulama dünyanın hangi
şehrinde görülmüş?
Taksim’deki otelciler kimsenin kendilerine inşaat
ile ilgili bilgi vermemesinden, bölgede turizmin
büyük kayıplar yaşayacağından yakınıyor.
Yine dün başından beri Taksim’deki gelişmeleri
hassasiyetle izleyen Radikal bombayı patlatıyor ve
İBB’nin aylardır gizlediği projeyi ortaya çıkarıyor.
Buna göre, Gezi Parkı’ndaki asırlık ağaçlar
kesiliyor, Topçu Kışlası basbayağı bir AVM oluyor,
hem de içinde bir buz pateniyle.
Projenin mimarı Halil Onur bile “Taksim için keşke
yarışma açılsaydı” diyor.
1986 yılında bile Taksim düzenlenmek istenirken
yarışma açılmış.
Yeniden inşa edilecek Topçu Kışlası’nın
kulelerinin15 katlı bir apartman boyunda olacağı
söyleniyor.
Kamusal bir alan için proje alelacele ihaleye
çıkartılmış, süreç şeffaf değil, İstanbullulara,
kent plancılarına, işin uzmanlarına danışmak bir
yana projeyi paylaşmak yok.
Sn. Topbaş İstanbul’un sesine lütfen kulak verin
artık.
Hürriyet, Yazı: Gila
Benmayor, 09.11.2012
|
MİLLİ SARAYLAR KÜLTÜR
BAKANLIĞI'NA DEVREDİLİYOR

Aralarında Beylerbeyi
Sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve Aynalıkavak Kasrı’nın
da bulunduğu tarihi yapılar Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nden alınarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
devrediliyor.
TBMM,
Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayı gibi elindeki
saray, köşk ve müzeleri Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na devrediyor. TBMM Başkanı
Cemil Çiçek ile
mutabakata vardıklarını aktaran Kültür ve Turizm
Bakanı
Ertuğrul Günay,
Suru Sultani olarak adlandırılan Topkapı
Sarayı’nı çevreleyen surları da İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nden almak için talepte
bulunduklarını açıkladı.
Günay surlar için,
“Ne yazık ki durum vahim. Belediyenin surlarla
ilgili görevini yerine getirmediği konusunda çok
kaygı verici tespitlerimiz var” dedi. Günay,
TBMM Milli Saraylar’ın devri ile ilgili ise
şunları söyledi:
“Osmanlı’nın bazı
son dönem yapıları, Beylerbeyi Sarayı,
Dolmabahçe Sarayı, Aynalıkavak Kasrı gibi
yapılar TBMM’nin yönetiminde. TBMM Başkanımızla
bunların müzecilik hizmetlerini bir çatı altında
toplanması çerçevesinde bizim Bakanlığımızda
olmasını karşılıklı görüştük. TBMM’ye bağlı
olduğu için müze kartı uygulaması, Dolmabahçe ve
Beylerbeyi saraylarında geçmiyor. Saraylar,
Meclis için de külfet oluyor.Meclisin diğer
bütün müze yapılarını da Bakanlığımıza
devretmesi doğru bir fikir gibi geliyor bana.”
Günay, Topkapı
Sarayı’nın çevresindeki surlar için de şöyle
konuştu:
“İstanbul’da buna
benzer başka taleplerimiz de var. Mesela Topkapı
Sarayı’nın hemen çevresindeki surların yönetim
sorumluluğu da belediyeye ait. Biz içeriyi
oldukça toparladık ama surların durumu vahim.
İstanbul’un bütün surlarına da sıra gelecek
sanıyorum. Suru Sultani konusunda çok yoğun ve
haklı bir talebimiz var. Belediyeden alıp
Topkapı Sarayı çerçevesini bütünüyle içi ve
dışıyla bizim yönetmemiz için çalışıyoruz.
Belediyenin surlarla ilgili görevini yerine
getirmediği konusunda çok kaygı verici
tespitlerimiz var.”
Meclis yönetiminde
Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayı’nın yanı sıra
Aynalıkavak Kasrı, Beykoz Kasrı, Küçüksu Kasrı,
Ihlamur Kasrı, Maslak Kasırları, Florya Atatürk
Deniz Köşkü, Yalova Atatürk Köşkleri, ‘Yıldız
Sarayı-Şale’, Aynalıkavak Musiki Müzesi,
Dolmabahçe Saat Müzesi ve Saray Koleksiyonları
Müzesi de bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Umut
Erdem, 09.11.2012
|
SERAYA DÖNEN TARİHİ SARNIÇ ORTAYA ÇIKARILDI
Sivas’ta kent meydanındaki Selçuklu Parkı’nda camekan içerisinde korumaya alınan tarihi kuyu kalıntısı, üzerinde yetişen yabani otlar nedeniyle sera görünümü almış ve merak konusu olmuştu.
Tarihi alanı gezmeye gelenler camekanlar içinde özel bir bitki yetiştirildiği düşüncesine kapılıyordu. Konunun gündeme gelmesinin ardından camekan içerisinde yetişen yabani otlar için harekete geçildi. Sivas Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ekipleri tarafından yabani otlar temizlenerek tarihi su kuyusu açığa çıkarıldı. Tarihi kalıntının otlar temizlenmeden önceki ve sonraki hali arasındaki fark ise dikkat çekti.
Milliyet, 09.11.2012
|
 |
TARİHE RADİKAL ŞAHİT!

Artvin ’in
Çoruh Vadisi’ndeki Deriner
HES ’in suları
altında kalacak tarihi Yukarı Zeytinlik
Kümbeti’nin ‘çimentolu restorasyonu’ bitti.
Restorasyona karşı çıkan aktivisitler,
Saltuklular döneminden kalma kümbetin bahçesine
Çoruh Vadisi’ndeki tarihi eserlerin nasıl yok
edildiğine dair belgelerin yer aldığı bir sandık
gömdü. Sandığın içine skandalı ilk kez gündeme
getiren
Radikal gazetesi
de konuldu.
Restorasyon DSİ tarafından ihale usulü ile özel
bir firmaya verildi. Dış duvarları çimento ile
sıvanan kümbetin içine de demirden iskele
döşendi. Sami Özçelik’e göre tarihi kümbetin
çimento ile kapatılması bir utanç : “Çoruh
Vadisi’nde Saltuklu, Selçuklu ve Osmanlı’ya ait
7 eser bulunuyordu. Saltuklulara ait Yukarı
Zeytinlik Kümbeti hariç bütün eserler sular
altında kaldı.
Yukarı Zeytinlik
Kümbeti’nin etrafını çimentoyla sıvadılar. Güya
kümbet bu şekilde yüzyıllar boyunca suyun
altında yıkılmadan duracak. Baraj ömrünü
tamamladıktan sonra da eserler gün yüzüne
çıkartılacakmış. Oysaki tarihi kümbeti çimento
ile gecekonduya çevirdiler.”
Radikal’in 4 Kasım 2012 tarihli sayısını sandığa
yerleştiren Zeki Kurt ise “Tarihi eserlerin
başka yere taşınması için, yürütmeyi durdurma
kararı için tam 1yıl önce yine bugün Rize İdare
Mahkemesi’ne başvurduk. Hala karar çıkmadı.
Bizzat 3 kere yüz yüze Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay
’a illettim. Ama hiçbir netice almadık” dedi.
Kurt, “Elimizden gelen her türlü mücadeleyi
verdik. Ama maalesef eserlerin suyun altında
kalmasını önleyemedik. İşte bu yüzden burada
verdiğimiz mücadeleyi anlatan belgeleri sandığa
koyup kümbetin içine gömdük. Tarihi eserlerin
başına gelenleri en iyi anlatan Radikal haberini
de sandığa gömdük. İleride Radikal gazetesinin
haberini okuyacak olan insanlar burada neler
olduğunu öğrenebilecek’’ diye konuştu.
Radikal, Haber: İdris
Emen, 09.11.2012
|
 |
EFES PLANINA MECLİS'TEN ONAY
Efes antik kentinin UNESCO Dünya Mirası listesine girmesi için bir adım daha atıldı.
Belediye tarafından hazırlanan 1/5000 ölçekli “Efes-Selçuk Arkeolojik Sit Alanları Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nın İzmir 2 Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca onaylanmasının ardından, belediye meclisi şimdi de Efes 1. Derece arkeolojik SİT alanlarını içeren 1/1000 ölçekli Efes Koruma Amaçlı İmar Planı’nı Kurul’a gönderilmek üzere onayladı. Sadece Efes antik kentini değil, Meryem Ana, Ayasuluk Kalesi, Saint Jean Kilisesi gibi birçok tarihi alanı kapsayan plan, Koruma Kurulu tarafından kabul edildiğinde kent içerisinde yer alan tarımsal alanlar faaliyetlerini sürdürebilecek, yeni yol güzergahları ile etaplar halinde Efes antik kentine yeni giriş kapıları yapılacak, yeni satış mağazalarının ve otoparkın yerleri belirlenerek alternatif tur güzergahları oluşturulacak ve kent sınırları kesinleştirilerek koruma altına alınacak. CHP’li Belediye Başkanı Vefa Ülgür, koruma kullanma dengesi sağlanarak ulaşım, ticaret, sergileme ve diğer fonksiyonların çağdaş standartlarda karşılanarak SİT alanları içerisinde plansız yapılaşmanın önüne geçileceğini dile getirdi.
Hürriyet, Haber: Veysel Erol, 08.11.2012
|
İLK İNSANLAR SANILANDAN
DAHA ZEKİYMİŞ

Güney Afrika'daki bir
mağarada bulunan taş bıçaklar, ilk insanların
yaklaşık 71 bin yıl önce karmaşık bir teknoloji
geliştirdiğini ortaya çıkardı.
"Nature" dergisinde
yayımlanan bir araştırmaya göre, Güney Afrika'nın
güneyindeki Pinnacle bölgesinde devam eden kazılar
sırasında kum ve toprak katmanları arasından
ortalama 3 santimetre uzunluğunda 27 minik taş bıçak
gün ışığına çıkarıldı.
Arizona Eyalet Üniversitesi'nden Curtis Marean,
ileri taş işçiliği kullanılarak üretilen bıçakların
mızrak ve ok ucu olarak ya da diğer silahları daha
da ölümcül yapabilmek için kullanıldığını söyledi.
Marean, sanıldığından çok daha zeki olan
ilk insanların taş
bıçakları tahta ya da kemiklere açtıkları yuvalara
doğal yapıştırıcılarla yapıştırarak silah
yaptıklarını ve geliştirdikleri bu teknolojiyi
sonraki nesillere de aktardığına dikkati çekti.
Marean,
ilk insanların bu
süreci tamamlayıp, sonraki nesillere aktarabilmek
için konuşmayı da öğrenmiş olmaları gerektiğini
vurguladı.
100 bin yıl öncesine ait ilk taş bıçakların
fırlatılamayacak kadar ağır ve kaba olduğunu
anımsatan Marean, Güney Afrika'da bulunan örneklerin
ise hafif ve ince işçilik ürünü olduğunu ifade etti.
İlk insanların, yaklaşık 200 bin yıl önce Afrika'da
ortaya çıktıkları sanılıyor. Bilim adamları,
karmaşık düşünme yapısı ile modern insan
davranışlarının ise
ilk insanların
uğradığı genetik mutasyonlar sonucu yaklaşık 40 bin
yıl önce geliştiğini ileri sürüyor.
Anadolu Ajansı,
08.11.2012
|
BURSA'DA OSMANLI'NIN İLK
SARAYI ORDUEVİ ENGELİ NEDENİYLE ORTAYA ÇIKARILAMIYOR

Bursa'da
Osmanlı hanedanı tarafından yaptırıldığı bilinen
ilk saray olan 'Bey Sarayı', tarihi kalıntılar
üzerine kurulan Orduevi engeli nedeniyle bir
türlü turizme açılamıyor. Orhangazi
tarafından yaptırıldığı bilinen saray, İstanbul
fethedilene kadar önemli bir çok kabul ve
kararın alındığı yer olarak biliniyor. Milli
Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay
Başkanlığı, Bursa'nın en gözde yerindeki
Orduevi'nin başka bir yere taşınmasına 'onay'
vermediği için 6 padişahın kullandığı Osmanlı
Bey Sarayı bir türlü gün yüzüne çıkarılamıyor.
Kapısı Moskova'daki bir müzede bulunduğu bilinen
Bey Sarayı'na ait günümüze kadar ulaşmış bir çok
tarihi belge bulunuyor.
Bursa Kent Konseyi
Başkanı Semih Pala, 130 yıl boyunca Osmanlı
Devleti’ne başkentlik yapmış, 6 padişahın
kullandığı Osmanlı'nın ilk sarayı Bursa Bey
Sarayı’nın artık açığa çıkarılması gerektiğini
belirtti. Turistlerin Osmanlı hanedanının
kaldığı yeri sorduklarını fakat cevap vermekte
zorlandıklarını söyleyen Kent Konseyi Başkanı
Pala, "Bursa Kent Konseyi Tarihi Kültürel Miras
Çalışma Grubu, ülkemiz ve şehrimizle ilgili
önemli çalışmalar yapıyor. Bursa’nın sahip
olduğu binlerce yıllık geçmişiyle bir dünya
şehri. Bu tarihi geçmişin dünyaya tanıtılması
lazım. Bunun içinde Bursa’daki tarihi ve
kültürel mirasın açığa çıkarılması adına tüm
kurum ve kuruluşların üstüne düşeni yapmalı.
Bursa Osmanlı'ya 130 yıl başkentlik yapmış, ilk
6 padişahın türbesinin bulunduğu bir şehir.
Böyle bir şehirde, bu 6 padişahının devleti
Bursa’da nereden yönettiğini bilmiyoruz. Artık
bu konu açığa çıkarılmalıdır. Osman Gazi ve
Orhan Gazi’nin türbelerinin bulunduğu Tophane
bölgesinde binlerce yıllık geçmişi olan bir
Bitinya Sarayı var. Ayrıca Bursa Surları ve Bey
Sarayı var. Bu şehir müthiş bir dünya mirasını
barındırıyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi
surları ve kapılarını canlandırıyor. Tarihi
bölge yavaş yavaş açığa çıkıyor ama Bey Sarayı,
şuan açığa çıkmış değil.” dedi.
BEY SARAYI'NIN
GÜNYÜZÜNE ÇIKMASINI İSTİYORUZ
Tophane bölgesinin
önce Bizanslılar ardından da Osmanlılar
tarafından yerleşim yeri olarak kullanıldığını
anlatan Konsey Başkanı Pala, “Bursa tarihi için
önemli olan Bey Sarayı’nın açığa çıkarılmasını
Bursalılar olarak istiyoruz. Bey Sarayı’nın
olduğu alanda günümüzde Orduevi bulunuyor. Bursa
Kent Konseyi ve Tarihi Kültürel Miras Çalışma
Grubu olarak Bey Sarayı üzerindeki betonarme
binaların kaldırılmasını, Orduevi’nin başka bir
yere naklini istiyoruz. Bu bizim doğal
talebimiz. Genelkurmay Başkanlığı’nın ve Mlli
Savunma Bakanlığı’nın orduevinin yerini
değiştirecek kararları almasını bekliyoruz.
Tarihi bölge tamamen boşaltılmalır. Hem Bursa
Büyükşehir Belediyesi’nin gayret ve çalışmaları
neticeye ulaştırılmalı, hem de bölgenin tarihi
değeri ortaya çıkarılmalı. Bu konuyu
gündemimizde tutup konunun takipçisi olacağız. ”
diye konuştu.
TURİSTLER, SARAYI
SORUYOR
Bursa Kent Konseyi Tarihi Kültürel Miras
Çalışma Grubu Temsilcisi Ayşe Yandayan ise
Bursa’nın 1855 yılında büyük bir
deprem
geçirdiğini, depremde birçok anıt eserin
kaybedilme noktasına geldiğini hatırlattı.
Birkaç medeniyeti barındıran Hisar Bölgesi'nden
130 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin
yönetildiğini söyleyen Yandayan, “Konuştuğum
turistler bana ‘Tamam 130 yıl şehriniz
başkentlik yapmış ancak nereden yönetildi?’ diye
soru soruyor. Orada Bey Sarayı’ndan kalma bir
tek duvar var. Surların yanında Bey Sarayı’nın
da ortaya çıkması bir bütünlük sağlayacak.
Genelkurmay Başkanlığı’nın ve Milli Savunma
Bakanlığı’nın izin vereceklerine inanıyorum.”
dedi.
Tarihçi ve Yazar
Erhan Yıldızalp da, Tekfur veya Bey Sarayı
adıyla anılan yere Orduevi ve bölgeye hiç uygun
olmayan 5 katlı lojmanların yapıldığını
belirtti. Şehrin ortasında böyle bir değerin
çıkarılmasında büyük fayda olduğunu ifade eden
Yıldızalp, “Bursalılar olarak buranın hem
tarihe, hem de turizme kazandırılmasını
istiyoruz. Askeri yetkililer ikna edilmelidir.
Bunun yanında Bitinya Sarayı’na da el
atılmalıdır. Bitinya Sarayı’nın kalıntıları
Devlet Hastanesi’nin
karşındadır.” diye konuştu.
Mynet Haber, Fotoğraf:
Bursa Hakimiyet, 08.11.2012
|
TARSUS'TA ERKEN ROMA
DÖNEMİNE AİT MOZAİK BULUNDU

Mersin'in Tarsus
İlçesi'nde yapılan kazı çalışmasında, Erken Roma
dönemine ait üzerinde insan figürü olan taban
mozaiği bulundu.
Eski Ömerli
Mahallesi'nde devam eden semt pazarı temel kazı
çalışmaları sırasında ortaya çıkan tarihi alanda
yapılan kurtarma kazısı çalışmaları sırasında taban
mozaiğine ulaşıldı. Mozaik parçasının bulunması
üzerine Tarsus Müze Müdürlüğü'nden yardım istendi.
Müzeden gelen uzmanlar, yaptıkları ön inceleme
sonucunda bulunan insan figürü olan mozaiğin Erken
Roma dönemine ait olabileceğini belirtti. Daha önce
de aynı bölgede yapılan kazı çalışmalarında Roma
dönemi antik çeşmeye ait 6 adet boru ile 2 adet
havuzcuk ve kemerli su tünelleri ile çok sayıda
tarihi eser bulunmuştu.
Ayrıca, çalışmalar sırasında 52 metre uzunluğunda 4
metre yüksekliğinde ve 7 metre genişliğinde bir su
depolama ve antik çeşme ortaya çıkartılmıştı.
Tarsus Kaymakamı Orhan Şefik Güldibi'nin ortaya
çıkarılan taban mozaiğinin önemli bir eser olduğunu
düşündüklerini, mozaiğin koruma altına alınarak
deforme olmadan muhafaza edileceğini bildirdi.
Cnn Türk, 08.11.2012
|
BODRUM'DA 'RESTORE EDİLECEK' DENİLEN KİLİSE İÇİN
YIKIM ŞOKU

Bodrum’da 40 yıldır Halk Eğitim Merkezi olarak
kullanılan 232 yıllık Ortodoks Kilisesi’nin restore
edilerek müze olarak turizme kazandırılması
beklenirken, yıkım kararı alındı. Karar Bodrum’da
şok etkisi yarattı. Bodrum Belediye Başkanı Mehmet
Kocadon kendisinin tutuklu olarak cezaevinde
bulunduğu ve görev başında olmadığı dönemde alınan
bu kararı yeniden inceleteceğini söyledi.
232 yıllık Aya Nikola Kilisesi, bir süre depo,
sinema, elektrik idaresi, tiyatro, kayıkhane olarak
kullanıldıktan sonra 1965’te halk eğitim merkezi
haline getirildi. Bodrum Belediyesi, Barlar
Sokağı’ndaki yapının restore edildikten sonra Bodrum
Denizcilik ve Süngercilik Müzesi yapılması için
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’na başvurdu.
Restorasyon izni beklenirken, Bodrum Belediye
Başkanı Mehmet Kocadon’un tutuklanma sürecinde
belediye başkanvekili olarak görev yapan
CHP ’li Dursun Göktepe, kilisenin yıkılacağını
açıkladı.
Göktepe, “Pamukkale Üniversitesi’nin incelemesi ve
binaya ‘çürük, yıkılması gerekir’ raporu
verilmesinin ardından Valilik, İl Milli Eğitim
Müdürlüğü, Halk Eğitim Müdürlüğü ve belediye olarak
görüşmeler yapıldı ve ön mutabakat sağlandı. Bina
tamamen yıkılıp meydan haline getirilecek. Ben
alınan bu kararı açıkladım. Halk Eğitim Binası’nı
ise Kumbahçe Mahallesi’ndeki başka bir araziye
taşıyacağız” dedi.
Kocadon: Duvarları yıkık da olsa ortaya
çıkarılmalı
Belediye Başkanı Kocadon binanın ‘tescili bir bina’
olduğunu hatırlattı. Kocadon, “Benim olmadığım bir
dönemde alınan bu kararı yeniden inceleteceğim.
Çürük olan halk eğitim binası kaldırılabilir. Ancak
kilisenin, duvarları yıkık olarak olsa da ortaya
çıkarılıp korunmasından ve kültür turizmine
kazandırılmasından yanayım” dedi.
Yıllardır imza toplayıp, kilisenin kültür turizmine
kazandırılmasını bekleyen çarşı esnafı ve STK’lar
karara tepkili. Bodrum Çarşı Esnafı Derneği Genel
Sekreteri Duran Öztürk 4 bin kişilik ankette
katılımcıların yüzde 99’unun kilisenin eski haline
dönüştürülmesini istediğini söyledi. Mavi Yol
Girişimi Sözcüsü Filiz Dizdar da, “Bina çürükse,
altındaki tarih ile mi yok edilmeli. Üstündeki
binayı yıkar altından çıkan tarihi korursun. Halk
eğitim binasının betonlarının kaldırılması ancak,
kilisenin bir taşına dahi dokunulmaması için ne
gerekiyorsa yapacağız” dedi.
Radikal, Haber: Yaşar Anter, 08.11.2012
|
ÇAREYİ TARİHİ SATMAKTA BULDU
İşsizliğin yüzde 25'i aştığı ve toplumsal huzurun giderek bozulduğu İspanya'da hükümet, kemer sıkma politikaları kapsamında, elindeki değerli ve tarihi gayrimenkullerin bazılarını çıkarmayı planlıyor. Bloomberg'in konuya yakın kaynaklara dayandırdığı habere göre 100 civarı yapı 2016 yılına kadar elden çıkarılacak.
Bunların arasında Castellana 19(fotoğrafta gördüğünüz) en öne çıkan tarihi yapılardan biri. 1903'te yapımı tamamlanan saray başkent Madrid'in iş merkezlerinin ortasında bulunuyor. 2010 yılına kadar İspanya'nın borsa denetim kuruluna da evsahipliği yapan bu binaya o tarihte 37 milyon dolar değer biçilmişti.
Castellana 19 ünlü mimar Miguel de Olabarria'nın da aralarında bulunduğu bir mimar konsorsuyumu tarafından tasarlandı. Miguel de Olabarria'nın şehrin sembol yapılarından Almudena Katedrali'nde de katkısı bulunuyor.
Habertürk, 08.11.2012
|
 |
KÜLTÜR BAKANI GÜNAY DA TOPÇU KIŞLASI'NA KARŞI
Son
dönemde, illegal yollarla yurtdışına çıkarılmış
tarihi eserlerin
Türkiye ’ye geri getirilmesi konusunda yoğun bir
çalışma yürütülüyor. Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay ve beraberindeki heyet, önceki
gün de Bulgar makamlarınca sınırda yakalanmış 20
eseri geri almak üzere Sofya’daydı.
Toplamda 400
eser iade edilecek, görüşmeler tamamlanınca
Türkiye’ye gelecek eserlerin toplamı ise 962. Günay,
Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’a
verdiği söz üzerine, Sofya’ya bizzat gelerek M.S. 2.
yüzyıla tarihlenen, 98 santimetre yüksekliğindeki
başsız bir kadın heykeli ve sikkelerden oluşan 20
arkeolojik eseri teslim aldı.
Sofya’daki Boyana Milli Müzesi’nden eserleri teslim
aldıktan sonra, Günay ile kültür
sanat gündemine dair bir sohbete
oturduk...
Tarihi eserlerin
iadesi: Türkiye’den çok sayıda eser başka
ülkelere dağılmış. Bir kısmı sözde bazı belgelere
dayanıyor; padişah fermanları gibi. Ama bu eserlerin
önemli bir kısmı belgeye dayanmadan çıkarılmış
yurtdışına. 10 yıl içinde Türkiye’ye getirilen eser
sayısı 1000 civarındaydı.
2007’den bu yana 4 binlere
ulaştı. Kendi tarihimize bir saygının gereğini
yerine getiriyoruz. Bizden çalınan eserleri
koleksiyonunda barındıran bir müzeyle işbirliği
yapmamız, evinizden eşya çalan komşunuzla kahve
içmenize benzer.
Louvre Müzesi’ndeki
İznik çinileri: Louvre’un ‘Bu çiniler çalıntı
değil’ iddiasının dayandığı kanıtları görmek
istiyoruz. İkinci Selim Türbesi’nin kapısından
restore edilmek üzere bir
uzman tarafından Avrupa’ya
çıkarılan bir eser o. Aslının kendilerinde,
kopyalarının bizde olmasının hiçbir hukuki gerekçesi
olamaz.
Önümüzdeki günlerde Türkiye’ye iade edilecek önemli
eserler: Şu anda açıklamak istemiyorum. Ama büyük
sürprizlerimiz olacak.
‘Keşke Türkiye’ye
getirebilseydim’ dediği eser: Elimden gelse
Bergama sunağını geri getiririm ama şu anda dünya
mevzuatına göre bu imkansız. Louvre’daki İznik
çinisi panosuna takılmış durumdayım. Vicdanımı çok
rahatsız ediyor.
AKM ile ilgili çalışmalar: Her şey
yolunda, çalışıyoruz. Müteahhit daha hızlı çalışsın,
gelecek yılın yaz sonunda AKM bitsin diye
uğraşıyoruz. O yapı çok köhnemişti, dışarıda
göründüğünden çok daha zordu içerisi...
Taksim’in
Yayalaştırılması Projesi: Destekliyorum.
Türkiye’nin büyük bir meydana ihtiyacı var. Bizim
kadar meydan fakiri, yeşil alan fakiri başka ülke
yok. Kara delikler halinde gözükmeyen alt geçitler,
estetik gözetilerek yapılırsa bu proje doğrudur.
Taksim’in mitinglere
kapatılacak olması: Mitingler için Taksim’in
kapatılması doğru bence.
1 Mayıs ’la ilgili simgesel törenler yapılabilir
ama yüz binlerin toplandığı siyasal gösteri meydanı
bence Taksim olmamalı. Önemli turizm alanı orası.
Esnaf da rahatsız. Tamam sanatçılar yürüyebilir,
kaldırımlarda insanlar çalar, oynar ama her
gösterinin yapılacağı yer Taksim değildir.
Topçu Kışlası’nın
yeniden inşası: Topçu Kışlası konusunda
tereddüt içindeyim. O yapı tarihi
İstanbul ’un bir yapısı değil; eklektik bir
yapı. Osmanlı mimarisiyle ilgisi olmayan Rus, Hint
mimarisi denemesi. İstanbul’un hiçbir yerindeki
binalara uymuyor. Öte yandan şimdi o alanda 70
yıllık ağaçlar var. İstanbul’da aradığımız şey bizim
yeşil alan. Üstelik bu demokratikleşme ve sivilleşme
döneminde İstanbul’da inşa edeceğimiz yeni bir bina
kışla mı olmalıdır? İhya etmemiz gereken başka
tarihi binalar var. Üstelik meydanı küçülteceğiz,
yeşili yok etmek pahasına o yapıdan kültür merkezi
çıkmaz. O binadan dükkanlar, büfeler, derslikler,
atölyeler çıkabilir; bir ticari yoğunlaşma olacak,
kültürel yoğunlaşmadan daha fazla. Yapılmasa daha
iyi olur diye düşünüyorum.
Radikal (Kısaltarak), Haber: Bahar Çuhadar,
08.11.2012
|
MONET'NİN TABLOSU 43
MİLYON DOLARA SATILDI

Fransız empresyonist
ressam Claude Monet'nin
ünlü "Nympheas (Nilüferler)" tablosu, New York'ta
yapılan açık artırmada 43 milyon dolara alıcı buldu.
BBC'nin haberine göre, Christie's müzayede evinde
yapılan açık artırmada, adının açıklanmasını
istemeyen bir koleksiyoncu
Monet'nin tablosu için 43 milyon dolar ödedi.
Monet'nin 1905'te
tamamladığı yağlıboya eserin 30-50 milyon dolar
aralığında alıcı bulması bekleniyordu.
Fransız Empresyonizm'inin kurucularından
Monet'nin 1919
tarihli "Le Bassin Aux Nympheas (Nilüfer Havuzu)"
adlı eseri ise 2008 yılında Londra'daki Christie's
müzayede evinde yapılan açık artırmada 80,4 milyon
dolara satılmıştı.
Aynı açık artırmada Rus ressam Wassily Kandinsky'nin
"Studie fur Improvisation 8 (Doğaçlama Çalışması 8)"
adlı eseri 23 milyon dolara, İsviçreli helkeltraş
Alberto Giacometti'nin bronz "La Jambe (Bacak)"
heykeli 11,3 milyon dolara, İspanyol ressam Joan
Miro'nun "Femme, Journal, Chien (Kadın, Gazete,
Köpek)" adlı tablosu 13,7 milyon dolara, İspanyol
sanatçı Pablo Picasso'nun "Buste de femme (Kadın
Büstü)" ise 13 milyon dolara satıldı.
Habertürk, 08.11.2012
|
GEZİ PARKI BUZ KESTİ!

Aylardır tartışılan ve sır gibi saklanan Taksim
Topçu Kışlası projesini
Radikal ele geçirdi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına projeyi
hazırlayan mimar Halil Onur tarihi kışlanın eski
fotoğraflarıyla birlikte yeni halini İstanbul 2
No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
sundu. Normal bir apartman dairesiyle
karşılaştırıldığında yeni yapılacak kışlanın
yüksekliği 5 katlı, kulelerin yüksekliği ise 10
katlı bir apartmana denk geliyor. Projede kışlanın
ortasında bir de buz pisti görülüyor. Çevrecilerin
aylardır ağaçların kesilmemesi yönünde eylem yaptığı
Gezi Parkı, bu plana göre tamamen ortadan kalkıyor.
Projeyi desteklemediğini söyleyen Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay ise “Yeşil alan korunmalı” diyor.
Yaklaşık 3 haftadır devam eden hararetli
tartışmalara rağmen Koruma Kurulu üyeleri henüz bu
projeyi kabul etmedi.
Projeye göre binanın bazı bölümlerinde 3, bazı
bölümlerinde ise 2 bodrum var: 3 bodrum kat olan
yerde bir kat otopark olarak tasarlanmış. Zemin artı
bir kat olarak da tasarlanan ana binaların çatı
yüksekliği 15 metre 40 cm. Dört köşedeki kulelerin
yüksekliği ise 27 metre 95 cm.
Kışla, Gezi Parkı’nı çepeçevre kaplayacak. Zemin
katta 10’dan fazla dükkan ‘kafeterya’, beş dükkan
‘kitap satış’ bir dükkan da ‘sanat galerisi’ olarak
belirlenmiş. Üst kat ise ‘Müze/sergi’ alanı
görünüyor. Herkesin ortak fikri İstanbul’un en
önemli kamusal alanının açık bir yarışma ile
şeffafça tartışılması. Projenin mimarı Halil Onur da
aynı fikirde!
Mücella Yapıcı (Mimarlar Odası): Eğer kışla
yerinde olsaydı korunması için biz de mücadele
ederdik. Halil Onur da iyi bilir ki, bir yapının
ihya edilmesi için o alanın boş olması gerek. Ama
orası boş bir alan değil. Gezi, Cumhuriyet dönemi
şehircilik mirasıdır. İlk açık alan uygulaması,
toplumsal belleği, kentsel mirasıdır. Özellikle
deprem riski olduğu düşünüldüğünde burası
vazgeçilmez bir açık alan.
Beyoğlu ’ndaki yeşil alan standardı zaten
olağanüstü düşüktür. Var olan bütün yeşil alanların
altı otopark yapılarak betonlaştırılmıştır. Bir de
üstüne, Gezi Parkı’nda var olan yeşilliği yok etmek,
ağaçları kesmek, Taksim’in nefesini kesmektir. Şöyle
bir çelişki var: Bir yandan siz var olan bütün
tarihi binaları, Tarlabaşı’nda, Sulukule’de,
Süleymaniye’de yıkıp,
Emek Sineması ’nı da yıkıp, ondan sonra burada
olmayan birtakım şeyleri inşa etmeye kalkarsanız
buna yalancı bir tarih inşa etmek denir. Eğer şimdi
bir şeyleri ihya edeceksek önce Gökkafes’i yıkıp
Dolmabahçe Parkı’nı ihya edelim. The Marmara
Oteli’ni yıkıp altındaki eski Osmanlı Bankası’nı
ihya edelim gibi birtakım fikirlere de varırız.
Tayfun Kahraman (Şehir Plancıları Odası İstanbul
Şube Başkanı): Topçu Kışlası’nın yıkılması ne
kadar hatalıysa, bugün yeniden yapılması bir o kadar
hatalı. Çünkü 19. yüzyıldan kalma bir yapı taklit
edilerek betonarme bir replikası yapılacak, bu bir
ihya değil taklit projesi olabilir ancak.
İstanbul’un en önemli kamusal mekanı, kültür merkezi
adı altında işgal ediliyor. Taksim Kışlası’nın
inşasıyla birlikte alan çok boğucu bir meydan haline
gelecek.
Prof. Mete Tapan (Eski 2 No’lu Koruma Kurulu
Başkanı): Taksim kadar önemli başka bir
meydanımız yok. Çünkü hem İstanbul’un kentsel
kimliğinin vazgeçilmez bir parçası hem de Cumhuriyet
tarihinin simgesel bir mekanı. Gezi Parkı’nın ise
yeşil alan vasfını koruduğu çok açık. 3194 sayılı
yasaya göre eğer bu ağaçlar yok olacaksa bölge
içinde aynı büyüklükte başka bir yeşil alan
oluşturulması lazım. Fakat buradaki ağaçlar en
azından 70 yıllık... Bunun yanında bir binanın
koruma yasası açısından restitüe edilmesinin temel
sebebi asıl fonksiyonuyla yaşatılmasıdır. Burada ise
kışlaya bambaşka bir fonksiyon getiriliyor. Burası
için bir yarışma açılmasından, topluca konuşmaktan
yanayım. Katılımcı demokrasi budur.
Hakan Kıran (
Haliç Metro Köprüsü mimarı): Tek başına
Topçu Kışlası’nı yapmanız onu geri getirmez. Ceylan
Otel, The Marmara, Hilton, Gökkafes, Swissotel’i
yıkabiliyorsak, ‘‘Eski geleneksel dokuyu
tamamlayacağız’’ deriz. Kışlanın olduğu dönemde, The
Marmara’nın yeri boştu,
AKM ’nin yerinde bir köşk vardı. Kışla o
organizmanın bir parçasıydı. Bunu yapamayacaksak,
Topçu Kışlası’nı yapıp içine ruh bile koysanız, onu
zavallılaştırırsınız. Ağlayan bina yapacaksınız.
Halil Onur restorasyonu bilir, kendi içinde doğru
bir iş yapmıştır. Fakat restorasyon ne kadar
başarılı olursa olsun çevresiyle uyumsuzluk içinde
olursa ruhu eksik kalır.
Hasan Çalışlar (Erginoğlu&Çalışlar Mimarlık):
Bina yapabilmek amacıyla bir restitüsyon projesi
uydurulmuş. Kışlanın ortasına buz pisti koymuşlar,
altına da basmışlar dükkanları! McDonald’s,
lahmacuncu olmayacak belki ama yerine başkaları
gelecek. Üst katını da ‘kültür aktivitesi yapacağız’
diyebilmek için kent müzesi olarak planlamışlar.
Başlı başına bir kepazelik. Yarın öbür gün ne kadar
eski bina varsa taklidini yapmaya kalkarsak nasıl
bir şenlik olacağını siz düşünün. O zaman Osmanlı
camilerinin altındaki Bizans sarnıçlarını da
yapalım. Her şeyi beceriyoruz ama yeşil alan
yaratmayı beceremiyoruz.
‘Gezi Parkı bir kent ormanı değil ki’ Mimar Halil
Onur Projem mükemmel demiyorum. Her projenin
eksileri, artıları vardır. Tüm ağaçları
koruyabilmeyi tercih ederdik ama burası bir kent
ormanı değil. Binanın oturduğu alandaki ağaçlar
kesilecek, taşınabilenler taşınacak. Elbette Gezi
Parkı da değerli, biz ikisini de yaşatmaya
çalışıyoruz. Bu kışlanın simgesel değeri çok önemli,
oryantalist üslubun belki de en düzgün örneğiydi.
Kışlada otel ya da
cami olmayacak. İçinde kafeler, pastaneler,
kitapçılar olacak. AKM tarafında da sergi salonları,
galeriler olacak. Gezi’nin kamuya kapatılması gibi
bir önerimiz yok. Ama tabii ki bir düzen getirilmek
zorunda. Her elini kolunu sallayan kafeye, restorana
girsin demek doğru değil. Herkes her yere girebilir
mi? Meydan bir yarışmayla tasarlansaydı
deniyor, keşke! Yüzde yüz hemfikirim. Bu bir fikir
projesidir, nihai değil. Eleştiriye her zaman açığım
ama dergilerde yazılar yazan meslektaşlarımın yüzde
90’ının projeye dair hiçbir bilgisi yok. Hiçbiri
projeyi tartışmadı benimle. En yakın zamanda
meydanda bir sergi açarak maketi, projeyi, tüm
belgeleri paylaşacağız.
Radikal, Haber: Elif İnce, 08.11.2012
******
TOPBAŞ DOĞRULADI:
GEZİ PARKI BUZ KESECEK
İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı
Kadir Topbaş ,
“Arzu ettiğimiz Taksim'in yaşanılır hale gelmesidir.
İnsanlarımızın gerçekten buluştuğu bir araya geldiği
ve vakit geçirdiği kültürel ve sanatsal aktivitelere
katıldığı bir merkez haline gelmesini istiyoruz”
dedi.
Topbaş,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
'nin Saraçhane'deki yerleşkesinde Yemen'in Aden
Valisi Vahid Ali Reşid ile görüşmesinin ardından
gazetecilerin Taksim'in yayalaştırılması ve Topçu
Kışlası projelerine ilişkin sorularını yanıtladı.
Taksim'in yayalaştırılması projesinin başlatıldığını
belirten Topbaş, “Birinci etap olarak denilen
Tarlabaşı Cumhuriyet Caddesi çalışmaları
yürümektedir. Çok fazla sıkıntı vermemek üzere
çalışmaları hızlandırdık. İstanbullular'dan ricam,
bize destek ve yardımcı olsunlar. Gelecekte
gerçekten memnuniyet verici bir sonuç çıkacağını
ifade etmek istiyorum” diye konuştu.
Topçu Kışlası ile ilgili proje hakkında da bilgi
veren Kadir Topbaş, “Topçu Kışlasıyla ilgili değişik
görüşler vardı. Alışveriş merkezi olması konusu gibi
görüşler mevcut” dedi.
Projeyle ilgili bugün Radikal’in manşetten duyurduğu
habere de değinen Topbaş, şöyle devam etti:
“Haberde, meydanın bir buz pistini barındıran kültür
merkezi, sanat aktivite alanı, kafelerin içinde
bulunduğu daha doğrusu bir yaşam merkezi olarak
buluşma noktası gibi fonksiyonları içerecek projeden
bahsedilmektedir. Bu ve benzeri çalışmalar
sürdürülmektedir. Ancak henüz netleşmiş değil. Arzu
ettiğimiz Taksim'in yaşanılır hale gelmesidir.
İnsanlarımızın gerçekten buluştuğu bir araya geldiği
ve vakit geçirdiği kültürel ve sanatsal aktivitelere
katıldığı bir merkez haline gelmesini istiyoruz.
Orada sadece binayı koyarak kente sert bir görüntü
vermek yerine bölgenin daha sevecen, sıcak ve hizmet
verici merkez haline gelmesini istiyoruz. Bu tip
alan ve merkezler insanların bir araya getirmek
suretiyle toplumsal mutabakatı sağlayan ve kent
içinde birlikte dayanışma ve birlikteliği
hissettiren önemli mekanlardır. Bunların sayısı
önemlidir. İstanbul'un önemli merkezi, inanıyorum ki
İstanbul'a güzel bir hizmet verecektir.”
Bir gazetecinin, 'Taksim Yayalaştırma Projesi'nin
yayaları olumsuz etkilediğine” ilişkin sorusu
üzerine Topbaş, “Bütün bu hizmetler yayalar ve
İstanbullular için. İstanbullular bize yardımcı ve
destek olmazsa, bunu başarmamız mümkün değil. Arzu
ettiğimiz Taksim'in yaşanılır hale gelmesidir.
İnsanlarımızın gerçekten buluştuğu bir araya geldiği
ve vakit geçirdiği kültürel ve sanatsal aktivitelere
katıldığı bir merkez haline gelmesini istiyoruz”
diye konuştu.
Taksim'in yayalaştırılması için proje yarışmasının
yapılmadığına ilişkin soru üzerine Topbaş, şunları
kaydetti:
“Geçmişte Sayın Bedrettin Dalan döneminin yaptığı
yarışmalar var. O yarışmalardan ve Başbakanımızın
yaptığı projelerden ilham alarak bir değerlendirme
yapılıp birleştirilerek sonuca gidilen bir
çalışmadır bu.”
Radikal, 08.11.2012
|
TAKSİM'DE 'AVM KIŞLASI'!
Taksim Meydanı’nda
inşaata başlandı. İstanbullular 240 gün sıkıntı
çekseler de Taksim artık “gerçek!” bir “meydan”
olacakmış...
Hemen belirtelim ki
İstanbul’un ve ülkenin en “anlamlı” meydanlarından
biri için projenin elde ediliş tarzı affedilemez.
Onca akademik ve sivil uzman kuruluşun uyarılarına
aldırmayan baş sorumlunun “mimar” olması ise
talihsizlik...
Ya, aynı yerel
yöneticinin “5 proje hazırladık; Başbakan’ın
seçtiğini uyguluyoruz” açıklamasına ne demeli?
Mimarlıkta, şehircilikte, mühendislikte yüzümüzü
ağartan uluslararası başarılara imzalar atılırken
tüm birikimlerimizi hiçe saymak hüzün verici değil
midir?
En gelişmemiş ülkelerde
bile ulusal teknik güç böylesine dışlanamaz. En
cahil halk bile en önemli meydanlarının
düzenlenmesinde böylesi bir “dikta” tavrına sessiz
kalamaz.
Peki, “proje nasıl
üretilmeli”ydi derseniz; her yönüyle “Cumhuriyet
Meydanı”mız için en uygunu elbette “yarışma”ydı. Ya
da iktidardaki siyasetçilerin şu her fırsatta
övünerek dillendirdikleri “ortak akıl”,
üniversiteler ve meslek kuruluşlarıyla el ele ortaya
konabilecek en iyi çalışma yöntemi değil miydi?
Bunun yerine Taksim’in
“tek akıl”a bırakılmasına acaba aynı siyasetçiler
“vicdanen” ne diyorlar, çok merak ediyorum...
Park
yerine AVM?
Projeye gelince...
Basına dağıtılan resimlere göre meydan “tünel”
bağlantılarıyla araçlardan arındırılıyor;
yayalaşıyor. Bu elbette ki olumlu; 80’lerde
Bedrettin Dalan’ın düzenlediği yarışmanın ödüllü
projelerinde de temel hedef zaten buydu.
Başbakan’ın seçtiği
projedeki yeraltı ve yerüstü yol bağlantılarının
“akılcı” ve “ulaşım planlaması ilkelerine uygun”
olup olmadığını ise ulaşım uzmanlarımıza
bırakıyorum; ancak “Taksim Kışlası”nda ciddi
endişelerimiz var.
Kentin en önemli yeşil
alanlarından biri olan, Atatürk’ün şehircisi
Prost’un tarihi planında “Taksim-Dolmabahçe yeşil
kuşağı”nı başlatan “Gezi”yi yok edecek “Taksim
Kışlası restitüsyonu” (yeniden yapımı) acaba hangi
“ihtiyaç”ın ürünü?
Kadir Topbaş’ın “kültür
ve sanat mekanları olacak” sözü yeterli değil.
Yeşilin yerini alacak on binlerce metrekare kapalı
alanın ne kadarı sergi galerisi, konferans salonu,
sinema, tiyatro kafe vb. olacak? Herhalde tümü
değil...
Belli ki yapının önemli
bölümü şu pek sevdikleri AVM’ye dönüşecek... İşte
bunun “oran”ı projenin püf noktasını oluşturuyor.
Eğer baskın işlev “ticaret” ise buna özellikle tüm
Beyoğlu esnafının en kararlı şekilde tepki
göstermesi gerekir.
Cumhuriyetin İstanbul’a
armağanı yeşil alana “tüketim hangarları”nın
yerleştirilmesine, üstelik bu hedef için “tarihi
canlandırma”nın bahane edilmesine, adaba uygun
hiçbir şey söylenemez...
Taksim’de yanıt bekleyen
acil soru şudur: 70 yıl önce yıkılmış kışla olmadan
da meydan düzenlenemez miydi?
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 07.11.2012
|
"TARİHİ ESERLERİN ORTAYA ÇIKARILMASI İÇİN İĞNEYLE
KUYU KAZIYORUZ"
Adana Valisi Hüseyin Avni Coş,
tarihi eserlerin ortaya çıkarılmasında iğneyle kuyu
kazıldığını söyledi.
Tepebağ Tarihi Dokusunun Korunması ile ilgili
toplantının açılışında konuşan Vali Hüseyin Avni
Coş, kültürel ve tarihi mirasın korunmasının
uzun soluklu bir iş olduğunu kaydetti. Bu
noktada restorasyon projelerinin yapılmasının
dahi zor olabildiğinin altını çizen Vali Coş,
“Bu noktada epeyce tarihi binanın büyük bir
bölümü kayıp da olmuş olabiliyor. Bunların
rölövelerinin, sonra restorasyon projelerinin
yapılması, kuruldan geçirilmesi, projelerin
onaylanması, onaylandıktan sonra da icra
edilebilmesi, bu arada en başta da yapının
sahiplerinin bu işe rıza göstermesi, mülkiyet
sahibinin bu konuda istekli olması da gerekiyor.
Ya da burası bir kamu kurumu tarafından satın
alınacaksa, kamulaştırılacaksa bu konudaki
işlemlerin pürüzsüz yürümesi gerekiyor. Sonuçta
bütün bunlar aylar süren, hatta yılları bulan
her eser bazında bir zaman alıyor. Tabiri
yerindeyse iğneyle kuyu kazmak gibi bir şey. Ama
bütün bunlara rağmen çalışmalarımıza devam
edeceğiz.” ifadelerini kullandı.
Şehirde tarihi eserler noktasında çalışmaların
devam ettiğini vurgulayan Vali Coş, “Restorasyon
çalışması devam edenler var, başlanacaklar var,
Sokak Sağlıklaştırma Projesi kapsamında olanlar
var. Şuanda onarılması gerekip de başta mülkiyet
olmak üzere çeşitli nedenlerle problemleri
giderilemeyip henüz el atılamayanlar var. Bu
problemlerin bir an önce nasıl çözülebileceği
konusunda da görüş alışverişinde bulunacağız.
Yapılması gerekenleri belirleyip, bu
çalışmaların hızlı bir şekilde icrası için
gayret sarf edeceğiz. ” diye konuştu.
Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz
ise Seyhan Belediyesi ile birlikte gerek Tepebağ
Höyüğü, gerek Tepebağ Mahallesi gerekse Ali
Münif Yeğenağa Sokak sağlıklaştırması ve Seyhan
Caddesi’ndeki çalışmaların sürdüğünü belirtti.
Ali Münif Yeğenağa Sokak sağlıklaştırmasında
ihale aşamasında olduklarını dile getiren
Aldırmaz, “Oradaki bütün tarihi yapılar aslına
uygun şekilde restore edilecek. Seyhan
Caddesi’ndeki eski vilayet önündeki meydanı
kaldıracağız, bütün caddedeki orta refüjü
kaldıracağız. Çünkü orası gölle bütünleşen
binalar şeklindeydi. Eski valilik binasıyla
yandaki tarihi doku tek bir parsel halini
alacak. Bu proje Seyhan Caddesi, yalı evleri
olarak bütünleşmiş olacak.” dedi.
Tepebağ'da gereken her yerde restorasyon
çalışması yapılacağına vurgu yapan Aldırmaz,
"Tarihi Taşköprü'nün kaybolan 2 kemerini de
ortaya çıkartarak, altından araçlar geçen,
üstünden de yayaların yürüyebileceği bir köprü
haline getirmeyi planlıyoruz." şeklinde konuştu.
Tepebağ Höyüğü'nde de araştırma ve sondaj
çalışmaları yapılacağını dile getiren Aldırmaz,
sözlerini şöyle tamamladı: "Bu konuyla
bağlantılı olarak, ilgili bakanlıklarla
yazışmalar yapıldı. Şu an son noktaya gelindi.
Müzemiz ve Valiliğimiz başkanlığında orada
kazılar yapacağız, bunun finansmanını da biz
sağlayacağız. Tepebağ içinde kamulaştırıp
çalışma yaptığımız yerler var. Sinema Müzesi'nin
yanındaki binayı ve Şakir Paşa Konağı'nı satın
aldık, buradaki projeler bitmek üzere."
Seyhan Belediye Başkanı Azim Öztürk’ün de
verdiği bilgiler sonrası toplantı basına kapalı
devam etti.
Timetürk, 07.11.2012
|
EDİRNE'NİN İLK MÜZESİ YENİ YÜZÜYLE HİZMETE AÇILDI
Atatürk'ün emriyle 1925 yılında
Edirne'de kurulan ve onarıma alınan
Türk-İslam Eserleri Müzesi Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay tarafından hizmete açıldı.
Mimar Sinan tarafından Selimiye Camii bahçesinde
yapılan ve bir dönem
hadis ilimlerinin okutulduğu medrese olarak
kullanılan tarihi yapı, zaman içerisinde
Türk-İslam Eserleri Müzesi’ne dönüştürüldü. Her
yıl binlerce
insanın ziyaret ettiği müze yılların
yorgunluğuna dayanamadı.
Zaman içerisinde yıpranan Osmanlı döneminin
en önemli
mimari yapısı olan Selimiye bahçesinde müzenin
eski ihtişamlı günlerine dönmesi
için
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
restorasyon çalışması başlatıldı. 2010 tarihinde
başlatılan onarım çalışması tamamlandı. 2 milyon
TL’ye mal olan çalışmalar tamamlandıktan sonra
müze ziyarete açıldı.
Müzenin 15 sergi odasında birbirinden çok
değeri eserler sergileniyor. Müzede, cam
eşyalar, çini seramik, ölçü aletleri,
silah, Sarayiçi odası, işleme ve levhalar,
tekke odası,
mutfak eşyaları, Kırkpınar odası,
ağaç işleri,
çorap gibi çeşitli eserler teşhir ediliyor.
Edirne’nin ilk müzesinin açılışı Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yapıldı.
Açılış töreninde konuşan Günay, Edirne
Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nin bir
ihtiyaç
olduğunu söyledi.
Edirne'nin çok daha başka ihtiyaçları da
bulunduğunu anlatan Günay, “Selimiye müstesna
bir eser. Selimiye
dünya kültür mirası listesine girmiş
olan eserler arasında dünyada ve
Türkiye’de çok müstesna eserlerinden bir
tanesi. Dünyanın büyük
mimarlarından bir büyük dahi olan Mimar Sinan’ın
emsali daha sonraki dönemde gerçekleştirilmemiş
olan müstesna bir eseri. Bu eseri dünya kültür
mirası listesine almak
kuşkusuz çok önemli.
Ancak bunun çevresinde yapılacak çok şeyin
olduğunu bize işaret ediyor.” dedi.
Bu müzenin de bunlardan bir tanesi olduğunu
ifade eden Bakan Günay, Mustafa Kemal Atatürk’ün
1925 yılındaki
bir kararıyla kurulduğunu hatırlattı. Burada bir
İslam Eserleri Müzesi gerçekleştirdiklerini
anlatan Günay, “Daha doğrusu biz var olan bir
müzeyi son 2
yıl içerisinde ihya ettik. Sonra da Edirne’ye,
Türkiye’ye ve dünyaya tanıtmaya çalışıyoruz.”
açıklamasını yaptı.
Vali Hasan Duruer, Edirne’nin birçok
medeniyete
ev
sahipliğini yaptığını belirterek bu medeniyete
ait eserleri ayırım yapmaksızın korumaya
çalıştıklarını söyledi. Şehirde 328 tane anıtsal
eserin bulunduğunu belirten Duruer, bu eserlerin
restorasyonu için
desteği ihtiyaç
duyduklarını ifade etti.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü
Osman Murat Süslü ise Edirne Türk-İslam Eserleri
Müzesi’nin çağdaş müzecilik anlayışına
uygun bir şekilde onarım, teşhir ve
çevre düzenlemesinin yapıldığını
kaydetti. Müzede toplam 10 bin 647
adet
eserlerin sergilendiğini anlatan Süslü, “Bu
eserlerden 8 bin 500 adedi 546 depoda korunmakta
874 adedi ise açık ve kapalı alanlarda teşhire
sunulmaktadır. Bin 244 metrekarelik medresenin
orta avlusunda İslam dönemine ait mezar taşları
15 odadan oluşan teşhir salonları ise pehlivan
eşyaları, tekke, ölçüm, silahlar, Osmanlı çini
ve seramikleri, saraydan kalan
mutfak eşyaları, ahşap eşyalar ve
işlemeli levhalar sergilenmektedir. Kırkpınar ve
Mimar Sinan konulu interaktif canlandırmalar
yapmaya çalıştık. Mimar Sinan ve Selimiye konulu
üç boyutlu bir belgesele yer verdik.” bilgisini
verdi.
Açılış konuşmasından sonra Bakan Günay ve
kızı
Pınar Günay, Edirne Valisi Hasan
Duruer,
CHP Edirne
Milletvekili Kemal Değirmendereli, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat
Süslü, Edirne
Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi ve çok sayıda
davetli müzeyi gezdi.
Bakan ve yanındakiler daha sonra Mimar
Sinan’ın çıraklık, kalfalık ve ustalık döneminde
yaptığı eserlerin 3 boyutlu sunumunu izledi.
Mynet Haber, 07.11.2012
|
SEKİZ YILLIK KAZIDA
SONA GELİNDİ

Marmaray Metro Projesi
kapsamında Yenikapı'da açığa çıkan arkeolojik
bulgular üzerine,
İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 8 yıldır süren
kazılarda, son
aşamaya gelindi.
İstanbul'un
tarihini günümüzden 8 bin 500 öncesine taşıyan kazılarda,
gün güzüne çıkarılan kayıklar, günlük eşyalar,
denizcilik malzemeleri, ayak izleri ve inançla
ilgili bulgular restore edildikten sonra,
Yenikapı'da inşa edilecek müzede ziyaretçilerin
beğenisine sunulacak.
İstanbul Arkeoloji
Müze Müdürü ve Yenikapı
kazı alanı başkanı
Zeynep Kızıltan, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
İstanbul'un ulaşım
sorunlarını çözmek üzere Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı ile
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından yürütülen projeler nedeniyle
arkeolojik
kazı çalışmalarına
başladıklarını hatırlattı.
Kazıların, 2004 yılında deniz seviyesinin 3 metre
üstünde başladığını, şu anda ise eksi 10 metrede
sürdüğünü belirten Kızıltan, ''Hem Marmaray hem de
metro alanındaki çalışmalarımızın yüzde 90'ını
bitirmiş durumdayız. Sadece metro alanında yüzde
10'luk bir
kazı aşamamız var.
Ancak atölye çalışmalarımız devam ediyor. Bu 8
yıllık süreç içinde günümüzden itibaren Cumhuriyet,
Osmanlı, Bizans ve tarih öncesi döneme ait neolitik
yerleşim alanları açığa çıkarıldı'' dedi.
Anadolu Ajansı, Haber:
Çiğdem Pala, 07.11.2012
|
KAMPÜSTEKİ GEÇ ROMA DÖNEMİNE AİT TARİHİ ALAN GÜN
IŞIĞINA ÇIKARILACAK

Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi'nde geç Roma dönemine
ait bir tarihi alanın tespit edilmesiyle burada
yapılacak arkeolojik kazılar için ilk kazma bugün
törenle vuruldu. Yaklaşık 3 yıl sürmesi planlanan
kazı
Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ile
Mustafa Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü işbirliğinde yapılacak.
Kampüs alanında yapılan
Türkiye'deki ilk 3 arkeolojik kazıdan biri olma
özelliğini taşıyan kazı, ayrıca
Mustafa Kemal Üniversitesi'nin de arkeoloji
alanında yaptığı ilk çalışma olma özelliğini
taşıyor.
Mustafa Kemal Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr.
Hüsnü Salih Güder, üniversite kampüs alanında
yapılacak çalışmaların kurdelesini kestikten sonra
kazı alanına ilk kazmayı vurarak çalışmaları
başlattı. Prof.Dr. Güder, amaçlarının arkeoloji
alanında çok geniş bir alt yapıya sahip olan
Hatay'a yeni tarihi eserler kazandırmak olduğunu
söyledi.
Bu çalışmanın üniversite
arkeoloji bölümü öğrencileri açısından da bir staj
çalışması anlamına geldiğini belirten Rektör Güder,
üniversite olarak arkeoloji alanında yapılan
çalışmalara talip olduklarını ve
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
Küçükdalyan beldesinde bulunan hipodrom
alanındaki çalışmaların da üniversiteye
devredildiğini söyledi.
Güder, "Biz üniversite
olarak çalışmalarımıza hız kesmeden devam ediyoruz.
Arkeolojik kazı alanında tarihi Ben-Hur'un at
koşturduğu hipodromun yer aldığı
Küçükdalyan beldesindeki kazı çalışmalarını biz
üstlenmiştik. Orası bizim bu alandaki ilk çalışma
alanımız. Ancak mülkiyeti de üniversite sınırları
içerisinde yer alan bu yeni kazı alanı bizim için
çok daha önemli. Bu alanda sürecek olan kazı
çalışmaları umuyoruz çok uzun sürecek. Çünkü
baktığınızda toprağın üzerinde bile tarihi eserlerin
parçalarına rastlamak mümkün." diye konuştu.
Konuyla ilgili açıklama
yapan ve ilk kazma vurma işlemine de katılan Antakya
Arkeoloji Müzesi Müdürü Özcan Şimşek, bu çalışmanın
sonunda ortaya çıkabilecek eserlerin yerinde
sergileyerek bir arkeopark oluşturmak amacında
olduklarını dile getirdi.
Çalışmanın üniversite ve
kampüs içerisinde yapılan kazılar anlamında
Türkiye'de ilk örneklerden birisi olduğuna
işaret eden Şimşek, "Bu alanda mozaik bulma
ihtimalimiz çok yüksek. Çünkü burası geç Roma dönemi
ve Bizans dönemine ait eserlerin bulunduğu bir yer
tahminimizce. Buradan çıkan eserler yerinde
korunacak. Çıkan eserlerin niteliği ve çokluğuna
göre burada küçük bir müze kurma ihtimali de
seçenekler arasında bulunuyor. Bu çalışmanın en
önemli sonucu bana göre üniversite arkeoloji
bölümünde bulunan öğrencilerin staj yapma alanı
olarak burayı kullanması." dedi.
Arkeolojik kazının
başlatılması için düzenlenen törene,
Mustafa Kemal Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr.
Hüsnü Salih Güder, Antakya Arkeoloji Müzesi
Müdürü Özcan Şimşek, Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Aynur Özfırat, Rektör yardımcıları, arkeologlar
ve çok sayıda öğrenci katıldı.
haberler.com, 07.11.2012
|
İZNİK ÇİNİLERİNİ BAŞBAKAN ERDOĞAN BİZZAT İSTEMİŞ

Türkiye’nin, Louvre Müzesi’nden ülkeye ait olan
eserlerin alınması için en üst düzeyde diplomatik
temasta bulunduğu açıklandı.
Başbakan
Tayyip Erdoğan, eski
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye talebi
iletirken, Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay da eski Fransa Kültür Bakanı
Frederic Mitterand’a mektup yazmış.
Paris'teki Louvre Müzesi’nin Türkiye’den
çinilerin istendiğine yönelik bir talep olmadığı
yönündeki açıklamasına Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan yanıt geldi. Bakanlık, 2010’da
Dışişleri Bakanlığı’na Louvre’dan Türkiye’ye ait
olan eserlerin iade edilmesi ile ilgili bir yazı
yazıldığını açıkladı. Bakanlık yazıya Osmanlı
arşivlerinden tarihi yapıların Türkiye’ye ait
olduğuna yönelik belgeleri eklerken, görüşme
talebini de iletti. Talebe yanıt gelmeyince, Türkiye
Fransa ile en üst düzeyde temasta bulundu. Başbakan
Tayyip Erdoğan, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı
Sarkozy’ye 2011’de Türkiye ziyareti sırasında özel
olarak eserlerin iade edilmesine yönelik talebi
iletti. Fransa’dan olumlu dönüş olmaması üzerine
devreye Kültür ve Turizm Bakanı Günay girdi. Günay,
geçen ocak ayında eski Fransız meslektaşı
Mitterand’a bir mektup yazdı. Mektupta eserlerin
Türkiye kökenli olduğu, 1’inci Mahmut Kütüphanesi ve
3’üncü Murat Türbesi’ne ait olduğu, restorasyon
sonucunda sağlam olanların sahteleri ile
değiştirildiği kaydedildi. Mitterrand eserlerin
yasal yollarla Fransa’ya geldiğini ifade eden bir
yanıt verdi. Bu yanıt üzerine Türk Dışişleri
Bakanlığı aracılığıyla Fransa’ya 2011’den itibaren
defalarca iade başvuruları yapıldı. Dışişleri
kaynakları, Fransa ile temaslar hakkında şu bilgiyi
verdi:
“Resmi Fransız makamları, Louvre Müzesi’nde bulunan
2’nci Selim Türbesi’ne ait çini pano ile Süsleme
Sanatları Müzesi ve Sevr Müzesi’nde bulunan 1’inci
Mahmut Kütüphanesi ve 3’üncü Murat Türbesi’ne ait
çinilerin ülkemize iadesi konusunu görüşme
isteğimizi bugüne kadar yanıtlamamıştır. Paris
Büyükelçiliğimiz yazılı girişimlerde bulundu. Louvre
Müzesi’nin cevabı mektubunda, koleksiyonlarının 8
bölüm ve depoda yüzbinlerce eserden oluştuğu,
araştırmanın hesaplanamayacak kadar uzun zaman
alacağı, araştırmayı yürütecek uzmanlarımıza refakat
edecek kadroları bulunmadığı iletildi.”
“Sevr Müzesi’nin yanıtında ise ‘Türkiye kökenli
eserler’ ifadesiyle neyin kastedildiğine açıklık
getirilmesi istenmiş ve iki ülke arasında ortak
çalışma yürütülmesinden memnuniyet duyulacağı,
ülkemizin de bulunduğu coğrafyaya ait eserlerin
envanter çalışmasının henüz yapılmadığı, envanter
çalışmasının 2013’de başlatılmasının öngörüldüğü
bildirilmiştir” denildi.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 07.11.2012
LOUVRE MÜZESİ: HUKUK AÇISINDAN DAYANAĞI YOK
Kültür Bakanlığı’nın panoların iadesi talebine
karşılık Louvre Müzesi, Osmanlı çini panolarının
çalıntı olmadığı tezinden vazgeçmiyor. Hürriyet’in
yazılı olarak ilettiği soruları dün yanıtlayan
Louvre yönetimi, “Bu panolar, bağış, satın alma ve
miras yoluyla, tamamıyla resmi yollardan, dönemin
yasalarına uygun olarak müzeye girmiştir. İade
süreci girişiminin uluslararası ve ulusal hukuk
açısından yasal dayanağı yoktur. Bu gibi konularda,
her iki tarafın da hassasiyeti düşünülerek ve
geleceğe yapıcı bakılarak adım atılmalı” yanıtını
gönderdi.
Hürriyet, Haber: Arzu Çakır Morin, 07.11.2012
|
TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

Yakutiye Belediyesi tarafından yürütülen Üç
Kümbetler Cazibe Merkezi Projesi çerçevesinde
yıkımlar sürüyor. Yıkılan her binanı ardından tarihi
eserler gün yüzüne çıkıyor. Son bir hafta içerisinde
yapılan yıkımların ardından Saray Hamamı Külliyesi
ile Gürcü Mehmet Camii görünür konuma geldi. Başkan
Vekili Ferhat Mergan, projenin nihai hedefinin
tarihin insanla kucaklaşması olduğunu belirtti.
Yakutiye Belediyesi’nin Üç Kümbetler Cazibe Merkezi
Projesi ilerledikçe, alan içerisinde saklı tarihi
hazineler birer birer gün yüzüne çıkıyor. Her
yıkımın ardından yeni bir tarihi şekillenme yaşayan
Üç Kümbetler çevresinde son bir haftadır süren
yıkımların ardından Saray Hamamı Külliyesi ile Gürcü
Mehmet Camii de görünür konuma ulaşıyor. Yıkımları
izleyen Yakutiye Belediye Başkan Vekili Ferhat
Mergan, Belediye Başkanı Ali Korkut’un en önemli
hedefinin tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması
olduğunu ifade ederek “Üç Kümbetler Cazibe Merkezi
Projesi Yakutiye Belediyesi ve Başkanımız Ali
Korkut’un ufuk çizgisini ortaya koyan bir projedir.
Her yıkımın ardından tarihi konakları, tarihi izleri
görünür noktaya getiriyoruz. Her kepçe tarihin gün
yüzüne çıkmasına bir adım oluyor. Erzurum, Üç
Kümbetler Cazibe Merkezi ile büyüklüğü şimdiden
ölçülemeyecek ekonomik dönüşüme de kapılarını açmış
olacak” dedi.
Ferhat Mergan, Yakutiye Belediyesi’nin geldiği nokta
itibariyle Erzurum’a artılar, çağdaş dönüşümler
yapabilen yerde olduğunu vurgulayarak “Ali Korkut
dönemiyle Yakutiye İlçe Belediyesi Erzurum’un önünü
açmış, modernize ile tarihi kucaklaştırabilmiş bir
zihniyet dönüşümüne sahne olmuştur. Kentsel
Dönüşümde ise öncü rolü üstlenmiş bir belediyenin
mensubu olmak gurur verici. Bu dönüşümler ve ortaya
çıkarılan hizmetler bütünü Ali Korkut ile başlayan
hepimizin birlikte aynı hedefe yürümemizin eseridir.
Erzurum, birkaç yıl sonra yeniden tanımlanacak, yeni
baştan doğacak dinamikleri içerisinde
barındırmaktadır. Bu dinamikleri bir yaşama
geçireceğiz” şeklinde konuştu.
Erzurum Gazetesi, 07.11.2012
|
YASSIADA MÜZE OLUYOR
Türk demokrasisine
ilk askeri müdahalenin sembolü olan Yassıada’nın
karanlık tarihi görüntüsünden kurtularak, demokrasi
adası yapılması için bakanlık harekete geçti.
Başbakan Tayyip
Erdoğan’ın talimatıyla çalışma yürüten Kültür ve
Turizm Bakanlığı, tarihi bir adım atıyor. Yassıada
‘tarihi sit alanı’ndan çıkarılıyor. 2001 yılında
alınan bu kararla adaya çivi dahi çakılamazken,
izbe, yıkılmaya yüz tutmuş ve terk edilmiş
görüntüsü, ziyaret edenlere tarihin o karanlık
görüntüsünü yeniden yaşatıyordu. Bu sıkıntılardan
dolayı alınan tarihi kararla, Yassıada hem yapılacak
müze ile hem de yeni turizm tesisleri ve ziyaretçi
alanlarıyla vatandaşlar için önemli bir çekim
merkezi haline gelecek. Yetkililerden edinilen
bilgiye göre, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’ne bağlı İstanbul’daki ilgili Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu yetkilileri önümüzdeki
hafta Yassıada’da incelemelerde bulunacak.
İncelemelerin ardından verilecek raporla, son adım
da atılmış olacak.
Çok sayıda kitap ve şiire konu olmuş olan tarihi çok
eskilere dayanan Yassıada, günümüzde hep 27 Mayıs
darbesinden sonra kurulan mahkeme ile anıldı.
Mahkemede, Demokrat Partililer yargılanmış ve merhum
Başbakan Adnan Menderes, dönemin Maliye Bakanı Hasan
Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idama
mahkum edilmişti. Birçok Demokrat Partili vekil ile
devlet görevlisi Yassıada zindanlarına atılarak
çürümeye mahkum edilmişti.
Ada, tarihe kara bir leke olarak geçen
yargılamaların ardından yeniden teslim edilen Deniz
Kuvvetleri buradaki eğitim faaliyetlerini 1978’e
kadar sürdürdü. Deniz Kuvvetleri de burayı
boşalttıktan sonra ada yeniden ıssızlığa gömülür.
1993’te İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
için uygun bir çalışma yeri olarak görüldüğünden,
enstitü buraya taşınır. Günde iki kez şehir hatları
vapurları, hoca ve öğrencileri getirip götürürdü.
Fakat uzaklık, gerekli ihtiyaçların karşılanmasını
zorlaştırdığı için su ürünleri fakültesi de 1995’te
adayı terk etmişti. Yassıada, 2001 yılından beri
‘tarihi sit alanı’ ilan edilmiş durumda.
TOKİ Haber, 06.11.2012
|
SÖKÜLEN HER TAŞIN ALTINDAN UTANÇ ÇIKTI

Eyüp Sultan Türkiye'nin gözbebeğidir, mutlaka iyi
bakılmıştır, diye düşünebilirsiniz. Biz de o
fikirdeydik. Sadece içeride neler yapıldığını, Mayıs
2011'de başlatılan ve 6 ay olarak öngörülen
restorasyonun neden hala devam ettiğini merak
etmiştik. Gerekli izinlerimizi tamamlayıp, soluğu
türbenin önünde aldık. Girişte, türbeyi aslına uygun
olarak yenileyen firmanın genç mimarı refakat etti
bize... Çekim yapmamamız ricasıyla buyur ettiler
içeriye... Haftalar süren izin alma mücadelemizin
sonunda o mübarek kapıdan içeri giriyor olmak, hiç
değilse kendi gözlerimizle gördüklerimizi
okuyucularımıza aktarmak için bir fırsattı...
Mihmandarımız daha içeri adım atar atmaz kısık bir
sesle bilgi aktarmaya başladı. Belli ki onlar da
şaşkınlık içindeydi...
Anlattıkça hak verdik. Bu kadar göz önünde, herkesin
üzerine titrediği bir türbenin aslında ne halde
olduğunu gördükçe dehşete kapıldık. Restorasyonun
neden bir türlü bitmediğini daha iyi anladık. Zira
türbede 400 yılın en ciddi onarımı yapılıyor.
Cumhuriyet döneminde 50 yıla yakın kapalı kalan
türbe, sadece Adnan Menderes'in Başbakanlığı
süresinde restorasyon görmüş ama o da yüzeysel...
Temizlik yapılmış diyebiliriz hatta. Ne o zaman, ne
de sonrasında duvarlara hiç dokunulmamış.
Yapılanların da aslına uygun olup olmadığına
bakılmamış. Mesela ahşap Bağdadi çıta sisteminin
üzerine 10 santimlik beton atılmış. Hem çatıya, hem
duvarlara fazladan yük oluşturulmuş. Duvarlardaki
eşsiz İznik çinilerinin halini anlatmaya dilimiz
varmaz. Ecdadın Horasan harcı ile yapıştırdığı, her
biri paha biçilemeyen çinilerden bazıları zamanla
düşmüş. Her çini düştüğü yere konulacağına, rastgele
yapıştırılmış, kompozisyona uyup uymadığına
bakılmamış. Türbe duvarlarındaki 7 bin 678 adet
çiniden yüzde 84'ünün arkası boş. Yani onları tutan
dolgu yok. Birileri, düşmesinler diye bazılarının
arkasına beton şırınga etmiş veya gazete parçaları
sıkıştırmış. Bu da yetmezmiş gibi, sonradan yapılan
bazı ahşap dolaplar, bu çinilerin üzerine kimyasal
köpük sıkılarak tutturulmuş.
Türbeyi gezerken girişinde kenara istiflenen
orijinal ahşap karkaslar ilişti gözümüze. Çatıyı
bunlar ayakta tutuyormuş. Kurtlanıp, delik deşik
olan keresteler, elimize sürdüğümüzde bile dağılır
hale gelmiş. Sözün özü, ziyaretçileri Allah
korumuş...

TÜRBEYİ TAŞIYAN AHŞAP YAPI ÇÜRÜMÜŞ
İşte türbenin çatısını taşıyan karkasların içler
acısı durumu. Kurtlanıp, delik deşik olan
keresteler, elimize sürdüğümüzde bile dağılır hale
gelmiş. Sözün özü, ziyaretçileri Allah korumuş...

ÇATI VE DUVARLARA FAZLA YÜK BİNMİŞ
Restorasyonu devam eden türbede neredeyse 400 yılın
ihmali telafi edilmeye çalışılıyor. Cumhuriyet
döneminde 50 yıla yakın kapalı kalan türbe, sadece
Adnan Menderes'in Başbakanlığı süresinde elden
geçmiş. Onda da aslına uygun olup olmadığına
bakılmamış. Mesela ahşap Bağdadi çıta sisteminin
üzerine 10 santimlik beton atılmış. Hem çatıya, hem
duvarlara fazladan yük bindirilmiş...

TÜRBE ASLINA DÖNÜYOR
Çürümedik yeri kalmayan türbede hummalı bir çalışma
yürütülüyor. Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-el Ensari
Hazretleri'nin (Radıyallahü anh) türbesi, yeniden
eski ihtişamına kavuşacak.

NASIL KIYDINIZ?
Birileri bu bölüme altın varak yapmayı uygun görmüş.
Hem de sahte! Oysa altında klasik Osmanlı motifi
Rumiler, hatailer varmış. Sonra birileri üzerine
dolap yaptırıp, çinilere de köpük sıkmış.

İŞTE
UTANÇ FOTOĞRAFI
Eyüp Sultan türbesindeki paha biçilemeyen İznik
çinileri işte bu haldeydi. Kimi alçıyla sıvanmış,
kimine ise düşmemesi için beton şırınga edilmiş!
ONARMAK İSTEYENLER FAYDADAN ÇOK ZARAR
VERMİŞ! Ecdadın, neme karşı yaptığı havalandırma
kanalları betonla kapatılmış. Yükseltilen zemini küf
kaplamış.

Karşılaştığımız vahamet, bu kadar değildi elbet...
Zemindeki orijinal altıgen tuğlaların üzerine 5
santimetrelik beton şap dökülmüş zamanında... Bunun
üzerine sonradan ahşap döşeme yapılarak zemin 25
santimetre yükseltilmiş, üzeri de halı ile
kaplanmış. Sonrasını, restorasyonu yapanlar anlattı:
“İlk girdiğimizde yerler nemden ıslanmış, pamukçuk
şeklinde tuzlanma ve inanılmaz ağır bir koku vardı.
O ahşap döşeme söküldüğünde altından
anlatamayacağımız şeyler çıktı. Zemin sırılsıklamdı,
çünkü türbede ciddi bir nem problemi vardı. Mesela
türbeye çıkan basamakları mermer ile kaplamışlar. O
mermerleri kaldırdığımızda çıkan kokuyu size
anlatamam. Günlerce maske ile çalışabildik.”
Oysa ecdadımız, ta türbe inşa edilirken bu nemin
tedbirini düşünmüş. O da hala devam eden restorasyon
çalışmaları sırasında ortaya çıkarılmış. Dışarıda
drenaj kazısı yapılırken betondan yapılan yağmur
olukları kaldırılmış. Biraz daha kazıldığında temele
inen oluklar bulunmuş. Merak edip kanalların içine
metre uzatıldığında, ucunun bir diğer delikten
çıktığı görülmüş. Anlaşılmış ki bunlar havalandırma
oluğu. Oraları açtıktan sonra iki günde türbenin içi
kurumuş. Peki şimdi içerinin kokusu nasıl mı?
Söyleyelim... Misk-i amber desek mübala olmaz
herhalde... Mübareğin kokusu sarmış türbenin dört
yanını...
Dedik ya!.. Her gün binlerce insanın ziyaret ettiği
türbe için için çökmüş de kimse farkına varmamış.
İyi niyetle onarmak isteyenler ise faydadan çok
zarar vermiş. Türbenin hemen sağındaki Adile Sultan
odasının yanındaki ahşap dolaplar kaldırılınca,
sonradan örüldüğü çok bariz belli olan tuğla duvar
tespit edilmiş. Duvar yıkıldığında, ortaya, Adile
Sultan'ın itikaf odası (çilehane) olduğu anlaşılan
ve bugüne kadar hiç bilinmeyen bölüm çıkmış.
TESADÜF
ESERİ BULUNDU!
Fatih Sultan Mehmed Han'ın yaptırdığı türbenin
temeline, nemi önlemesi için havalandırma delikleri
konulmuş. Sonra birileri bu deliklerin üzerini
betonla kapatınca türbe nefes alamaz hale gelmiş,
rutubet her tarafı çürütmüş. Projeyi yürüten ekip,
tesadüfen bulunan hava kanalları açılınca türbenin
iki gün içinde kuruduğunu söylüyor. Türkiye Gazetesi, Özel Haber: Yücel Koç,
Fotoğraflar: İrfan Özfatura - Ali Kemertaş,
06.11.2012
|
GERİYE SADECE FOTOĞRAF KALDI

İnşaatı başlayan Taksim Meydanı Yayalaştırma
Projesi kapsamında yapılacak çalışmalardan biri de
uzun yıllar önce yıkılan Topçu Kışlası’nın yeniden
inşa edilecek olması.
1780’de III. Selim döneminde inşa edilen ve
Kirikor Balyan’ın mimarı olduğu Halil Paşa Topçu
Kışlası,
Hint ve Rus mimarilerinden izler taşıyan bir
binaydı. Bugüne
sadece fotoğraflarda kalan bina, 1938’de
İstanbul valiliğine ve belediye başkanlığına
atanan Lütfi Kırdar’ın isteği ve Avrupalı şehir
planlamacılarından Henri Prost’un tavsiyesi üzerine
1940’ta yıkıldı; yerine
Taksim Gezi Parkı inşa edildi. Taksim Kışlası
adıyla da bilinen binanın yeniden ayağa kaldırılma
sürecini uzmanlar şöyle anlattı:
* Tayfun Kahraman (TMMOB Şehir Plancıları Odası
İstanbul Şube Başkanı): Topçu Kışlası’nın yıkılması
ne kadar hatalıysa, bugün yeniden yapılması bir o
kadar hatalı. Çünkü orada 19. yy. mimarisini tamamen
yeniden taklit edilip bir replika yapılacak.
İstanbullulara rağmen İstanbul’un en kamusal mekanı,
kültür merkezi adı altında işgal ediliyor. Taksim
Kışlası’nın inşasıyla birlikte alan çok boğucu bir
meydan haline gelecek.
* Korhan Gümüş (Mimar): Bu alanda Topçu
Kışlası’ndan çok daha değerli bir şey, bir kentsel
tasarım var, İstanbul’da yapılmış tek kültür
vadisinin girişidir burası. Dolayısıyla mevcut olan
bir kültür mirasını yok edip, onun yerine bir taklit
bina yapmanın, koruma standartlarıyla uzaktan
yakından alakası yok. Bu bir ucube olur çünkü
yaratıcı bir süreçte tartışılmamıştır. Bu projeyi
bugüne kadar saklanma nedenini
görünce anladık. Mimarlık birinci sınıf
öğrencisi bile böyle bir
proje yapmaz.
* Eyüp Muhçu (Mimarlar Odası Başkanı): Taksim,
cumhuriyetin, demokrasinin, emeğin meydanı olarak
son derece özgün bir yere sahiptir. Bu proje
şehircilik ilkelerinden, mimarlık anlayışından uzak,
tamamen meydanın kimliğini ortadan kaldıran, rant ve
ideolojik amaçlı bir projedir. Gezi Parkı yok
edilecek, halkın dinlenme, eğlenme amaçlı kullanımı
ortadan kaldırılacak ayrıca
deprem gibi bir afette toplanma alanı olarak
kullanılan bu alan yok edilmiş olacak.
* Afife Batur (Mimar): Varlığı ve yeri bilinen bir
tarihi yapının rekonstrüksiyonu yapılabilir; fakat
elde yeterli belge olması koşuluyla. Topçu
Kışlası’nın birçok fotoğrafı var ama planlarının,
cephesinin, malzeme bilgisinin vs. var olduğunu ben
bilmiyorum. Oradaki
nikah dairesini kaldırıp kent parkı haline
getirmek varken İstanbul’da yapılmış Osmanlı
kışlalarının en göze batanlarından birini oraya
dikmek kentleşme açısından bana ters geliyor. Topçu
Kışlası, son derece oryantalist bir kışladır ve çok
büyüktür. Devasa bir ağırlık verecek oraya. Rant
kokan projeler bunlar.
Milliyet, 06.11.2012
|
 |
PICASSO'NUN ESERLERİ DEPODAN ÇIKTI
20’nci yüzyılın en önemli sanatçılarından Pablo Picasso’nun 1940’larda yaptığı, bir arkadaşının daha sonra SSCB’ye bağışladığı seramik eserler, Özbekistan’ın başkenti Taşkent’teki bir müzenin deposunda bulundu.
40 yıl önce Fransız Komünist Partisi adına İspanyol sanatçı Picasso’nun yakın arkadaşı Nadia Lager’ın bağışladığı, üzerinde kadın ve güvercin figürlerinin olduğu 12 seramik eser, Taşkent müzesinde sergilenmeye başladı. Sanat uzmanı Gulchehra Akhunova, eserlerin tesadüf eseri bulunduğunu söyleyerek “Müzenin Rus avangard bölümünü doldurmak için depoda Rus porselenlerine bakarken, Picasso’nun seramik çalışmalarını bulduk” dedi. Geçen haziran ayında Christie müzayede evinde sanatçının seramik ve diğer eserlerden oluşan bir koleksiyonu 12.6 milyon dolardan satılmıştı.
Hürriyet, 06.11.2012
|
"HİÇBİR YERE GİTMİYORUZ"

Süryanilerin “ikinci Kudüs”ü sayılan, 1615
yıllık Mor Gabriel Manastırı’nda hayal kırıklığı
hakim... Yargıtay’ın “işgalci” dediği manastırın
rahibi Timotheus Aktaş “Yapılan hukuki değil. Hiçbir
yere gitmiyoruz” diyor.
Mor Gabriel Manastırı,
Mardin’in
Midyat İlçesine 23 km uzaklıktaki bir tepenin
üzerinde, olağanüstü tarihi ve kültürel değeri olan
bir yapı... 1615 yıl önce Süryanilerin anayurdu
olarak bilinen Turabdin bölgesinde kurulan kilise,
“ikinci
Kudüs” olarak biliniyor.
Artık
sadece birkaç bin
Süryani’nin yaşadığı bölgede Mor Gabriel,
dünyanın dört bir yanından inananların ve
turistlerin akınına uğruyor. Ancak manstırdaki
huzur, son birkaç yıldır köylülerin açtığı davalar
ve devletin tutumu nedeniyle bozuldu.
Haziran ayında
Yargıtay, Mor Gabriel’in arazisinin Hazine’ye
ait olduğuna karar verdi. Protesto için internette
“morgabrieledokunma.com” adresinde
imza kampanyası sürüyor.
Turabdin metropoliti Mor (Rahip) Timotheus Samuel
Aktaş ve Vakfın Başkanı Kuryakos Ergün’le görüşüp,
son durum hakkında bilgi aldık.
* Davalar nasıl ve neden açıldı?
Ergün: Biz de bilmiyoruz. O duvar 20 yıl önce
yapıldı. 20 sene önce de bu köylüler buradaydı. O
duvar yapılınca bölgenin mülki amirleri olsun,
askeri yetkilileri olsun, herkesin haberi vardı.
Köylülerin haberi vardı. 15 sene sonra aradan
geçince mi görüyorlar, bunu bilmiyoruz. Bunların
hepsi bahanedir, başka bir şey değildir.
* Sorun, yaptığınız duvar mı?
Ergün: Manastırın elinde 1.600 yıllık belgeleri ve
şu anda devletin arşivlerinde 1937’den kalma belge
kartlarımız var. 1938’deki krokimiz duruyor. Devlet
bir taraftan arazilerin vergisini alacak, ondan
sonra zamanı gelince diyecek ki ‘Bu arazi senin
değil, sen oraları işgal etmişsin.’ Duvar, eski
duvarın kalıntıları üzerine yapılan duvardır. Bu
duvar eğer dedikleri gibi devletin malı içinde
yapılmışsa peki yetkililer niye gelip demediler?
* Manastıra saldırılar oluyor muydu?
Metropolit (penceredeki parmaklıkları ve sürgülü
kepengi göstererek): Görüyorsun değil mi? Gündüzleri
korkumuzdan bunu kapatıyorduk. Bu duvarı korkumuzdan
yaptık, yoksa burada duramayız. Önceleri tacizler
oluyordu. Birisi gelir pencereden bir şeyler
atabilir. Devlet isterse çözer, fakat çözmek
istemiyor. Çözmesin ya da ne yaparsa yapsın.
* Hukuki süreç nasıl işledi?
Ergün: Midyat’ta kadastro yenilemesi yapılıyor.
Maliye Bakanlığı ‘Bunlar devletin malı, sizin
adınıza
tapu yapılamıyor’ diyor. Sonra davalar açıldı.
Kazandığımız davalar,
sudan bahanelerle Yargıtay’da bozuluyor.
1974’teki yabancı isimlere ilişkin kararlar
alındı... 38 sene geçti, hukuk alanında o kadar
iyileştirmeler yapıldı, kanunlar, yönetmelikler
değişti. Hiç kimse birşey demedi.
Bari bu ülkenin yasalarına saygı gösterin. Bu
yargının başında olan birisi bunu yapmıyorsa vay
halimize!
* İşgalcilikle suçlanıyorsunuz, sizin için
çok üzücü olmuştur...
Ergün: İşgalci bizim için hakarettir. Daha Hazreti
Muhammet doğmadan 172-174 sene önce bu manastır
vardı. Bizim tarihimiz, bölgede 6-7 bin yıla
dayanır. Artık kim işgalcidir, bilmiyoruz! Ona
rağmen bu manastıra 1615 yıla kadar kimse işgalci
demedi; ama sonra o da denmeye başladı. Ondan sonra
Türkiye
Cumhuriyeti yasalarına göre kadastro
çalışmalarında birisi zilliyetini ispat ettiği
takdirde ona tapusu veriliyor. Maalesef Türkiye
Cumhuriyeti yasaları bize uygulanmıyor.
Bu ülkeyi seviyoruz
* The
Economist’te çıkan habere göre bu davalar,
yurtdışında yaşayan Süryanilerin
1915 olayları ile ilgili yaptığı lobiye karşı
TC’nin hamlesi olarak değerlendirilmiş...
Ergün: O konu resmi
olmasa dahi
Avrupa’da yaşayan Süryanilerin bazı makamlarda
dile getirdiğini öğrendik... Avrupa’da o imkanlar
veriliyor. Düşünce özgürlüğü konusunda isteyen
düşüncelerini söyler. Çıkın bölgeye 1915 olayları
ile ilgili,
Müslüman kardeşlerimize sorun. Sayın
Dışişleri Bakanı iki yıl önce Mardin’e
geldiğinde ‘Biz Süryanileri üzdük’ dedi.
Gerektiğinde dile getiriyorlar.
Metropolitimiz 2007 yılında Avrupa’ya geziye
gittiğinde Süryanilere ‘Geri dönün memleketinize,
yatırım yapın, köyünüze sahip çıkın’ dedi. Bu
olaylar yaşanınca ‘Bizi ateşe mi atmak istiyorsunuz’
dediler.
*
İnsan Hakları Mahkemesı’ne gidecek misiniz?
Hevesli değiliz ama o yol bize dayatılırsa
gideceğiz.
Neticede bir davamız var
AİHM’de. Geri kalan bir davamız var. Bu sene
Anayasa Mahkemesine başvuru yapılması yönünde
kanun çıktı. Oradan netice alamadığımız takdirde
AİHM’ye gideriz.
Metropolit: Biz bu ülkede yaşıyoruz. Bu ülkeyi
seviyoruz. İstiyoruz ki burada çözülsün.
* Başka cemaatlerden bir destek gelmedi
mi?
Metropolit: Bir sürü
yazar, gerçeği ortaya döküp yazmıştır. Gizli bir
şeyimiz yok. Fakat bir efendi, Mardinli bir imam,
Milli Gazete’de yazı yazmış. ‘Domuzdan post,
gavurdan dost olmaz’ diye. Onun hakkında bir dava
açılmadı.
Sen kimsin?
Ergün: Türkiye’yi bölmek isteyenler bunlardır...
Toplumun buraya sahip çıkmasını istiyoruz. Bu
eser, bu ülkenin eseridir! Hangi ülkede 615 yıllık
bir eser vardır? Paha biçilmez bir değerdir.
Metropolit: Yolu gelirken gördünüz, yapılmıyor...
Yılda 100 bin kişi bölgeye geliyorsa bunun yüzde
80’i burası için geliyor. Madem öyle, buraya zarar
veriyor, ziyarete kapatalım!
Ergün: 60’lı yılarda burada 150-200 bin civarında
Süryani nüfus vardı. Türkiye nüfusu üç katı arttı.
Burada kalan beş bin kişi.
İstanbul’da 10-15 bin kişi kaldı.
Metropolit: Huzur
olmayınca kimse kalmadı, huzur olunca
dönecekler. Biz Süryani’dir diye bakmayız, herkes
bizim için vatandaştır, insandır. Biz de insani
hizmet veriyoruz.
Milliyet, Haber: Mehveş Evin - Namık Durukan,
06.11.2012
|
5 BİN YILI BETONLA
ÖRTTÜLER

Konya’da birinci derece sit alanı olan 5 bin
yıllık Aşkar Höyüğü, Karatay Belediyesi tarafından
hazırlanan sosyal donatı projesi kapsamında betonla
kaplandı. Üzerine kepçeyle açılan patika yollara
beton dökülerek arnavut kaldırımı döşenen ve
kameriyeler yapılarak park haline getirilen höyük,
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu
tarafından Meclis gündemine taşındı.
CHP’li Tanrıkulu, Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay tarafından yazılı olarak
yanıtlanması istemiyle
TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde
şöyle dedi:
“Konya’da Karatay Belediyesi tarafından hazırlanan
sosyal donatı projesi kapsamında, 5 bin yıllık Aşkar
Höyüğü üzerinde kepçe kullanılarak patika yollar
açılmış, açılan yolların üzerine beton dökülerek
arnavutz kaldırımı döşenmiş, höyüğün etrafında
bulunan bölümlere de kafeterya ve büfe yapılması
için temel atılmıştır. Işıklandırma için yaklaşık 5
metre boyunda demir bir direk dikilmiştir. 22 Ekim
2012 tarihinde açılışı gerçekleştirilen ve ’Aşkar
Höyüğü Sosyal Donatı ve Park Alanı’ olarak hizmete
açılan höyük için Karatay Belediye Başkanı
tarafından, Aşkar Höyüğü alanının Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu onayı
ile oluşturulduğu beyan
edilmiştir.”
Tanrıkulu, Bakan Ertuğrul Günay’ın
cevaplaması için de şu soruları yönlendirdi:
Aşkar Höyüğü’nün 5 bin yıllık tarihi
karşısında park olarak kullanılması konusunda
bakanlığınızın onayı bulunmakta mıdır?
Karatay Belediye Başkanı’nın beyan ettiği gibi sit
alanında değişiklik yapılması yönünde bir onay var
ise hukuki dayanakları nelerdir?
Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının
gerekliliği karşısında, 5 bin yıllık bir höyüğün
park haline getirilmesinin doğru bir işlem olduğunu
kabul ediyor musunuz?”
Radikal, Haber: Mehmet Kayhan Yıldız,06.11.23012
|
ESKİ VAN ŞEHRİNDEKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI

Van Valisi Münir Karaloğlu, tarihi Van Kalesi ile
Van şehri içerisinde yer alan ve restorasyon
çalışmaları devam eden yapılarda incelemelerde
bulundu.
İlk olarak 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerindeki
depremlerde hasar gören Kayaçelebi ve Hüsrevpaşa
Camilerini gezen Vali Karaloğlu, yıkılan minare,
kubbe ve son cemaat kısımlarında yapılan çalışmaları
takip etti.
Karaloğlu, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün hasar gören
kısımlarla ilgili açtığı ihaleyle başlayan
restorasyon ve onarım çalışmaları ile ilgili
yüklenici firma yetkililerinden bilgi aldı. Firma
yetkilisinden, iki caminin önümüzdeki yıl Ramazan
ayına yetiştirilmesini isteyen Vali Karaloğlu, daha
sonra eski Van şehrinin batı kısmında bulunan ve
restorasyon çalışmaları devam eden Horhor Camisi'nde
incelemelerde bulundu.
Karaloğlu, burada kendisine bilgi veren YYÜ Mimarlık
ve Mühendislik Fakültesi Şehir Planlama Bölüm
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Şahabettin Öztürk'ten Horhor
Camisi'nin de Kayaçelebi ve Hüsrevpaşa Camileriyle
birlikte Ramazan ayına yetiştirilmesini istedi.
İncelemeleri ile ilgili açıklama yapan Vali
Karaloğlu, eski Van şehrindeki mevcut eserlerin
tamamını ayağa kaldırarak kenti, Türkiye'nin önemli
inanç merkezlerinden biri haline getirmek
istediklerini belirterek, ''Horhor Cami ve
Medresesi, önemli bir merkez. Burayı ayağa kaldırıp
kalenin zirvesinde Süleyman Han Cami, eteğinde ise
Horhor Cami ile insanlarımızın ziyaret edeceği
mekanlar haline getireceğiz. Buraların restore
edilerek turizme kazandırılması,inanç turizmi
açısından çok önemli. Van zaten başlı başına
Türkiye'nin inanç turizmi açısından en önemli
merkezlerinden biridir. Ama bunu destekleyecek
yapıları ortaya çıkarmamız lazım'' dedi.
Kızıl Cami, Ulu Cami, Abbasağa Cami, Hüsrevpaşa
Çifte Hamamı ile Hüsrevpaşa Hanı projelerinin de
hazır olduğunu belirten Karaloğlu, 2013 yılında
ihalelerin yapılacağını vurguladı.
Karaloğlu, ''Bu eserlerin röleve ve restorasyon,
restitüsyon projeleri, Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu'ndan daha önce geçmişti. Bu yapıların
ihale çalışmaları devam etmektedir. Uygulama
çalışmalarına 2013 yılında başlanacaktır. İnşallah
eski Van şehrindeki bu eserleri restore ederek yeni
bir dinamiği ayağa kaldırmış olacağız'' dedi.
2013 yılında restorasyon çalışmaları
başlıyor
Eski Van Şehri'nde birbirinden değerli yüzlerce
tarihi eserin yer aldığını anımsatan Karaloğlu, Miri
Ambarı'ndan sarnıcına, kilisesinden camisine,
medresesinden hamamına kadar çok sayıda eser
olduğunu anımsattı.
Kızıl Cami minaresindeki süslemeler ve çinilerin 13.
yüzyıldan kalma Selçuklu eserleri olduğunu
hatırlatan Karaloğlu, ''Bu önemli eserleri mutlaka
ayağa kaldırmamız lazım. Bunun için de Van Kalesi
etrafında, eski Van şehrinde daha çok çalışma
yapmamız lazım. Mevcut eserlerin tamamını ayağa
kaldırıp buraları 24 saat yaşanabilir mekanlar
haline getirmemiz lazım. Yoksa oraları korumamız
mümkün değil. Süleyman Han Camisi'ni ibadete açık.
Kalenin çıkış yolu ve sur restorasyonlarının 3. etap
ihalesi geçtiğimiz hafta yapıldı. Bunların
uygulamasına da 2013 yılında başlanacak. İnşallah
kale ve çevresi, 3-5 yıl sonra Türkiye ve dünyanın
dört bir tarafından insanların 'Gidip orayı görelim'
diyecekleri mekanlar haline gelecek'' diye konuştu.
Karaloğlu'nun eski Van şehrindeki incelemelerinde
Vali Yardımcısı Atay Uslu, İl Özel İdaresi Genel
Sekreteri İzzettin Polat, Van Röleve Anıtlar Bölge
Müdürü Cemil Karabayram ile İl Kültür ve Turizm
Müdürü Muzaffer Aktuğ hazır bulundu.
Yapı, 05.11.2012
|
İKİ BAKANLIK EL ELE TARİHİ VE DOĞAYI 'CENTİLMENCE'
YOK EDECEKLER

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay
ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Ertuğrul Bayraktar
arasında imzalanan "centilmenlik protokolü" ile doğa
ve kültür varlıklarını yok etmenin önü biraz daha
açıldı.
Tabiat varlıkları ile kültür varlıklarının
çakıştığı sit alanlarında hangi koruma kurulunun
karar vereceği konusunda Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar “centilmenlik protokolü” imzaladı.
Bu protokole göre kültür ve tabiat varlıklarının
çakıştığı alanlarda kültür varlığı açısından bölge
koruma kurullarının görüşü alındıktan sonra, son söz
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda kaldı.
Tarihi Likör Fabrikası yok edildi
Yurt gazetesinden
Ali Cemal Karabudak'ın
haberine göre, anlaşmanın nedeni Şişli Likör
Fabrikası’nın yıkımı sırasında iki bakanlığa bağlı
iki farklı kurul arasında çıkan anlaşmazlık. Tarihi
değere sahip olan ve bahçesinde asırlık çınar
ağaçları bulunan Likör Fabrikası’nın yıkımına Kültür
Bakanlığı’na Bağlı 2 No’lu Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu izin vermedi, bunun üzerine devreye giren
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı “İstanbul
Tabiat Varlıkları Komisyonu”, bağlı olduğu
bakanlığın genelgesini gerekçe göstererek fabrikanın
yıkılmasına ve ağaçların kesilmesine izin veren
kararı bir ay içerisinde çıkardı. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı hazırladığı genelgede hem doğal
hem de tarihi sit alanlarının çakıştığı yerlerde
kararı “Tabiat Varlıkları Komisyonu”nun vereceği
söyleniyordu.
Böylece tarihi Likör Fabrikası yıkılmış oldu
yıkılan alana İsviçreli Viatrans ve Meydanbey
şirketlerinin ortaklığıyla inşa edilecek
rezidansların temeli atıldı. Ve ortada ne tarihi
eser kaldı, ne de asırlık çınar ağaçları.
Tarih ve doğa "centilmence" yağmalanacak!
Yaşanan bu olayın ardından Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar “centilmenlik protokolü” imzaladı.
Protokole göre kültür varlığının restorasyon ,
restitüsyon, rölövesi ile ilgili son sözü söyleme
hakkı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na kaldı.
Böylece AKP’de bir kural olan yağmacılık kazanırken,
Ertuğrul Günay yine yaptığı işin arkasında duramadı.
İki bakanlık tarafından imzalanan protokolde şu
ifadeler yer aldı:
-Çakışan alanlara ilişkin başvurular
öncelikle kültürel değerler yönünden ilgili
koruma bölge kurulunca değerlendirilir. Kültürel
açıdan alınan karar ile birlikte doğal değerler
açısından da değerlendirme yapılarak koruma
bölge komisyonunca nihai karar alınır.
-Doğal sit alanında veya tabiat varlığı
parselinde bulunan tescilli kültür varlığının
rölöve, restitüsyon, restorasyon,
rekonstrüksiyon projeleri, onarımı, tescil,
tescil kaydının irdelenmesi vb. gibi doğal
değerleri etkilemeyecek şekilde yapının kültür
varlığı niteliğinden kaynaklanan müdahalelere
yönelik işlemler için nihai karar ilgili koruma
bölge kurulunca alınır.
-Çakışan alanlarda kazı, sondaj ve temizlik
çalışmalarına yönelik ilgili koruma kurulunca
alınacak karar, Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nca
verilecek izin doğrultusunda gerçekleştirilir.
-Ören yerleri hariç çakışan alanlarda 2863
sayılı kanunun 13. ve 14. maddeleri kapsamında
satış, kiralama, tahsis, devir, intifa hakkı
gibi konularda görüş; kültürel değerler
açısından Kültür ve Turizm, doğal değerler
açısından Çevre Bakanlığı’nca mülkiyet sahibi
kuruma iletilir.
Sol Haber, 05.11.2012
|
TÜRK SANATÇIDAN LONDRA'DA BİR İLK

İngiltere'nin
başkenti
Londra'nın önemli modern sanat müzesi
Saatchi Galeri'de kişisel
sergi açan ilk Türk sanatçı Seçkin
Pirim, "Sergi
o kadar çok gezildi ki hiç sanatla ilgisi olmayan
insanlardan bile e-posta aldım" dedi.
Pirim, 29 Ekim'de
açılan "Disiplin Fabrikası"
sergisiyle ilgili yaptığı açıklamada, Türkiye'de
sanat ivmesinin hızlandığını ve çok iyi sanatçılar
olduğunu kaydederek, "Dünya piyasasında bu
sanatçıların çok iyi yerlere geleceğine inanıyorum"
dedi.
Pirim, Türkiye'deki
tek sorunun yapılan sanatın dünya piyasasına çok
kolay taşınamaması olduğunu ifade ederek, bu
çerçevede
Londra'da
sergi açmaya karar verdiklerini kaydetti.
Seçkin Pirim,
müzenin sahibi olan ünlü reklamcı ve koleksiyoncu
Charles Saatchi ile yapılan yazışmalar sonucu
Saatchi Galeri'ye bir dosya sunulduğunu,
dosyanın değerlendirilmesi sonucu ise
serginin açılmasına onay verildiğini anlattı.

Müzeyi günde
1000-1500 kişinin gezdiğini vurgulayan
Pirim, şunları
kaydetti:
"Sergiyle
ilgili şu ana kadarki geri dönüşler çok iyiydi.
Sergiyi çok sayıda koleksiyoncu, küratör ve
basın mensubu gezdi. Birçoğundan çok güzel geri
dönüşler aldık. Hatta sonrası için
Londra'da özel bir galeride
sergi açmak için bağlantılarımız oldu.
Sergi o kadar çok gezildi ki hiç sanatla ilgisi
olmayan insanlardan bile e-posta aldım. Burada
yaşayan çok sayıda Türk de
sergiyi gezdi ve gururlandıklarını söyledi. Bu
da çok hoştu" diye konuştu.
Pirim, dünya
piyasasına girmek için Türk sanatçıların ve
galericilerin birbirine destek olması gerektiğini
vurguladı.
Seçkin Pirim,
Ankara'da yaptığı askerliğin ardından ortaya çıkan
"Disiplin Fabrikası" konulu serginin üçüncü serisi
olan
Londra
Saatchi Galeri'deki sergisinde 12 eserini
sergiledi. "İçinde olduğumuz sosyolojik, toplumsal
ve kişisel yapıların, kontrol altına alınma çabasına
karşı gösterilmiş tepkinin" anlatıldığı heykeller ve
eserlerde, kağıt ve akrilik gibi malzemeler
kullanılmış.
1977 yılında Ankara'da doğan
Pirim, 1995 yılında
Güzel Sanatlar Lisesi resim bölümünü bitirdikten
sonra, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Heykel Bölümü'nden 2000 yılında mezun
oldu.
Heykel ve tasarım alanında birçok ödüle sahip olan
Pirim'in yapıtları
yurt içi ve yurt dışında birçok özel koleksiyonda ve
müzelerde yer aldı.
Saatchi Galeri, Damien Hirst ve Tracey Emin gibi
sanatçıların uluslararası arenada ve modern sanatta
tanınmalarını sağlamasıyla da biliniyor.
Habertürk, 05.11.2012
|
BAKAN GÜNAY 19 ANTİK ESERİ BULGARİSTAN'DAN
TÜRKİYE'YE GETİRECEK
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 6
Kasım'da 19 parça antik eseri Bulgaristan Kültür
Bakanı Vejdi Raşidov'dan teslim
almak üzere Bulgaristan'a bir ziyaret
gerçekleştirecek.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, 6 Kasım'da 19 parça antik eseri
Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov'un
elinden teslim almak
üzere Bulgaristan'a ziyarette bulunacak. Bakan
Günay’ın iki gün sürecek ziyareti sırasında
antik eserlerin iadesinin yanı sıra
Türkiye ile Bulgaristan arasında karşılıklı
kültür merkezi kurulmasına ilişkin bir anlaşma
da imzalanacak.
Mynet Haber, 05.11.2012
******
20 TARİHİ ESER
DAHA YUVAYA DÖNDÜ
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ve beraberindeki heyetin,
Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov
tarafından Filibe'de karşılanmasının ardından,
Sofya'da bulunan Boyana Milli Müzesi'nde eser iadesi
gerçekleştirildi.
İlk etapta teslim edilen 20 eserin arasında, M.S.
2. yüzyıla tarihlenen ve
Akdeniz mermerinden yapılma başsız bir kadın
heykeli ve Geç
Roma dönemine ait, aralarında sikkelerin de
olduğu 19 arkeolojik eser var. 98 santimetre
yüksekliğindeki başsız kadın heykeli Lesovo Sınır
Kapısı'nda yapılan bir aramada Türk plakalı bir
kamyonda ele geçirilmiş ve Bulgar makamlarınca
Bulgaristan'da bulunan Burgaz Tarih Müzesi'ne
bağışlanmıştı.
İki ülke arasında tarihi eserlerin iadesi yönünde
yapılan anlaşma uyarınca, toplamda 400 eser
Türkiye 'ye geri verilecek. Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay'ın verdiği bilgiye göre, iade
edilmesi yönünde çalışmaları süren tarihi eserlerin
toplam sayısı 962.
Radikal, 06.11.2012
|
OTOPARKTAKİ KRAL İNGİLTERE'Yİ KARIŞTIRDI
İngiltere'de kral III. Richard'ın mezarının bulunması, Leicester ve Bosworth kentlerinin arasını açtı. İngiltere'yi 1483'ten 1485'e kadar yöneten kralın iskeleti,
İngiltere'nin Leicester kentindeki bir otoparkta bulundu.
Savaşta ölen ve mezarının nerede olduğu 12 Eylül'e kadar tam olarak bilinmeyen III. Richard'ın iskeleti, iki kent arasında paylaşılamaz hale geldi.
Yetkililer, kralın nereye gömüleceğine karar veremediklerini kaydetti.
Sabah, 05.11.2012
|
|
 |
GALERİLER YARALARINI SARMAYA ÇALIŞIYOR
Amerika'da meydana gelen Sandy Kasırgası sanat eserlerini de harabeye çevirdi. Alınan tüm önlemlere rağmen bir çok önemli eser zarar gördü.
Reuters'ın haberine göre, New York ve bazı diğer eyaletlerde hasara uğrayan sanat galerileri, kasırga sonrası eserlerin bozukluklarını gidermeye çalışıyor. Atölye ve sergilerinin de restore edilmesi için çabalayan sanat severler birbirlerine destek amacıyla toplanıp neler yapılabileceği hakkında görüşmelerde bulundular.
Kasırga ülkenin genelini her alanda etkilediği gibi, sanatçılar ve eserlerini de maddi ve manevi zarara uğrattı. Önceden alınan tüm tedbirlere rağmen, kasırganın şiddeti özellikle zemin kat atölye ve galerileri tahrip etti.
Tahribata uğrayan eserlerini nasıl kurtaracağını düşünen sanatçılar, yaşadıkları karşısında oldukça şaşırmış durumdalar.
Habertürk, 05.11.2012
|
97 YIL SONRA GELEN İLK ÇAN SESİ VE İLK GELİN

“Nasıl ağlamayayım? 45 sene önce buradan çıkıp
gittik. Annemin mezarı kaldı, 7 yaşında ölen oğlumun
mezarı burada kaldı. Herkese yapıldı ama en çok
Ermenilere yapıldı. Çok kötü şeyler oldu. Eskiden
çocuklarımızı taşlarlardı burada, elleriyle hac
yapıp üzerine tükürürlerdi. Neden yaptılar ki? İlk
defa geldim o zamandan beri. Değişmiş
Diyarbakır artık” deyip susuyor, sonra “Ama buna
da şükür, 100 yıl sonra çan sesini duyduk” diye
ekliyor.
Ortadoğu ’nun en büyük kilisesi Diyarbakır Surp
Giregos Kilisesi’nin tüm kompleksinin ve özellikle
100 yıl önce top atışlarıyla yıktırılan çan
kulesinin açılışında tanıştığımız
İstanbul Ermenisi kadın adını vermek istemiyor.
Tıpkı açılışa
Hollanda ’dan gelen başka bir Ermeni kadın gibi:
“Yerde miyim gökte miyim bilmiyorum. Ne hissettiğimi
de. 44 yıl sonra doğduğum yere geldim. Açılış için.
Üç yaşındaydım Diyarbakır’dan gittiğimizde. Aklımda
Dört Ayaklı Minare kalmış, bugün onun da altından
geçtim. Çok değişik duygularım.”
İki Ermeni kadının söylediklerinin yurtdışından ve
yurtiçinden açılışa gelen 500’e yakın Ermeninin
ortak duygularını yansıttığını söylemek hiç de
yersiz olmaz.
‘Şimdi tamam oldu’
Tarihi 1376’ya kadar giden Diyarbakır Surp Giregos
Ermeni Kilisesi’nin açılışı bütün kilise
tamamlanmasa da aslında geçen yıl yapılmıştı. Ama
cumartesi günü yapılan ‘büyük açılış’ın anlamı
farklı. Çünkü 1915’ten sonra Almanların karargahı,
daha sonra Sümerbank’ın pamuk deposu olarak
kullanılan ve 80’lerden sonra harabe haline dönen ve
üç senedir restorasyonu için çalışılan ve yaklaşık
olarak 4.5 milyon lira harcanan kilisenin bu sefer
okulu, şapeli, papaz evi, toplantı odası ve en
önemlisi ‘çan kulesi’ açıldı ve 1915’ten sonra ilk
defa Surp Giregos’tan çan sesi yükseldi.
Kilise Vakfı Başkanı Vartkes Ergun Ayık, “Çan
kulesinin açılmasının bizim için manevi bir değeri
var. Eski çan kulesi, minarelerden yüksek olduğu
için 1915’te valilik emriyle top atışıyla
yıkılmıştı. Dün o çan çaldığında herhalde
ölülerimizin, ki onların fedakarlıkları sayesinde
buradayız, ruhları da duymuştur. Onların ruhları
mutlu olduysa biz de mutlu olduk” diyor.
Ateşyan burada vaftiz oldu
Pazar günkü büyük açılış ayinini yöneten
Türkiye Ermenileri Patrikliği Patrik Genel
Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan, “Bu çan kulesi,
Ermeni olup da kendini saklayanlara bir çağrıdır.
Gelin ibadethanemize, kiliseyle tanışma zamanıdır”
dedi. Ateşyan kendi hikayesini anlatırken, ellerini
duaya açmış herkes biraz da kendi hikayesini
dinliyor.
“Ne kadar mutluyuz bugün! Bu kilisede vaftiz olmuş
bir Diyarbakırlı olarak burada olmaktan. Ben
Silvanlıyım. Bir akşamüstü karanlığında babam
kamyonu getirdi ve ‘Çocuklar gidiyoruz’ dedi. Ben 4
yaşındayım. Gözyaşlarıyla Diyarbakır’a gittik.
Diyarbakır da bize kısmet olmadı. Ayrıldık, buradan,
ama biz Silvan’ı terk ederken ablamı orda bıraktık.
Bir dal yeşerdi ve 30 kişiye yükseldi. Yani Silvan’ı
da terk etmedik, Diyarbakır’ı da terk etmedik,
Türkiye’yi de terk etmeyeceğiz” diyor ve sonra
haberi veriyor: “Ablamın oğlunu birazdan burada
evlendireceğim.”
Dualar, tütsüler, ilahilerin hep bir ağızdan
yükseldiği pazar ayini bitince Erivanlı gelin Narine
ve Silvanlı damat Rafi kilisede dayıları tarafından
kutsanarak evlendiriliyor ve sanki yüzyıllık hüznü
yüzlerinde taşıyan kadınların gözlerine bir pırıltı
ve umut yerleşiyor. Duasını bitiren yaşlı bir kadın,
şöyle diyor:
“Allah hem onlara hem bize hep iyilik versin.”
Müze değil kilise
Ortadoğu’nun en büyük kilisesi Diyarbakır Surp
Giregos’un 29 metrelik çan kulesi aslına uygun
olarak bazalt taşından yapıldı. Soğanbaşlı 100
kiloluk bronz çansa Türkiye’de çan ustası olmadığı
için
Moskova ’da yaptırılıp getirtildi. Kilisenin
başka bir özelliği daha var: Surp Giregos, tapusu
Ermenilere ait olup 1915’ten bu yana restore edilen
tek kilise. Bu yüzden kilise Ahtamar gibi müze
kilise değil ve Ermeniler kimseden izin almadan
ibadetlerini istedikleri zaman yapabiliyorlar. Tabii
cemaat bulurlarsa. Şimdi özel günlerde ayinler
yapılıyor, 1 yıl sonra Kudüs’e eğitime gönderilen
papaz gelince her pazar ayin olacak.
Radikal, Haber: Nazan Özcan, 05.11.2012
|
KURUL'DAN KRİTİK ANTREPO KARARI

İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu,
Galataport planı ile ilgili aldığı son kararında
Karaköy'de bulunan Antrepo yapılarının kentsel
mekanın özgün tarihi karakterini zedelediğine ve
tarihi Tophane Meydanı'nın denizle bağlantısını
kopardığına karar verdi. Kurul, günümüzde kentsel
işlevini tamamen yitirmiş olan depo binalarının
yeniden tasarlanması gerektiğini bildirdi.
Kurul, kararında "Antrepoların bulunduğu yapılar,
ünlü mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından tasarlanmış
olmasına rağmen zaman içinde 'İstanbul Boğaziçi ve
Galata' tarihsel kimliğini ve siluetini dikkate
almayan, kitle ölçüleri ve biçimleri ile mevcut
değerlere zarar veren, kaldırılması ve yenilenmesi
gereken yapılar olarak algılanmış ve
değerlendirilmiştir" şeklinde görüş bildirdi. Koruma
Kurulu'nun dikkat çektiği 7 antrepodan 4 no'lu
antrepoda İstanbul Modern, 5 no'lu olanda ise Resim
ve Heykel Müzesi bulunuyor. Kurul, Galataport
projesi ile ilgili 19 Eylül'de aldığı son kararda
İstanbul Modern ile Resim ve Heykel Müzesi'nin
bulunduğu binaların kültürel tesis alanı olarak
kalmaları gerektiğine ve koruma kurulu gözetiminde
yıkılıp yeniden yapılabileceklerine karar verdi.
18. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Saray ve
yönetim merkezinin kentin gelişmesine paralel olarak
Tarihi Yarımada'dan Boğaziçi sahillerine yayılması
ile Tophane Meydanı'nın devletin resmi protokol
alanı olarak düzenlendiği kaydedilen kararda,
"Yabancı devlet büyükleri törenlerle burada
karşılanmış, burası ülkenin ve başkentin prestijli
giriş kapısı olarak kullanılmıştır" denildi.
Sabah, Haber: Nazif
Karaman, 05.11.2012
|
LOUVRE: ÇİNİLER ÇALINTI DEĞİL
Fransa’nın en ünlü
müzesi Louvre’un İslam Sanatları Bölümü’nde
sergilenen çinilerin çalıntı olduğu iddiaları müze
yetkilileri tarafından reddedildi.
İstanbul’da Piyale Paşa Camii’nden çalındığı öne
sürülen çinilerin yasal yollarla
Fransa’ya getirildiği açıklandı. Çinilerin 19.
yüzyıl sonunda satın alındığı veya bağışlandığı
belirtildi.
Seramiklerin de Fransız
sanat tarihçisi Germain Bapst tarafından 1889’da
satın alındığı açıklandı. Yetkililer
Türkiye’den iade talebi gelmediğini ancak
gelmesiyle iadenin söz konusu olamayacağını dile
getirdi.
Milliyet, 04.11.2012
|
HADRİANOPOLİS ANTİK KENTİNİN TURİZME KAZANDIRILMASI
Karabük Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Şahin,
Eskipazar İlçesindeki Hadrianaupolis antik kentindeki kazı çalışmalarına ilişkin, "Antik
kentteki çalışmalar tamamlandığında inanç turizmi
önemli bir yer kazanacak" dedi.
Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik
kentte 2003 yılında başlayan kazı çalışmalarının son
3 yıldır hız kazandığını ve birçok önemli eserin gün
yüzüne çıkartılarak koruma altına alındığını
söyledi.
MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar
yerleşim amacıyla kullanıldığının tahmin edildiğini
ifade eden Şahin, Hadrianaupolis'in çalışmalar
kapsamında, Anadolu'da örneklerine hiç görülmeyen
bazı zemin mozaiklerine rastlandığını ve bu nedenle
Karadeniz Bölgesi'nin "Zeugma"sı olarak
adlandırıldığını belirtti.
Kazı çalışmalarında ortaya çıkartılan mozaiklerin
sergilenmesi için bir yapı inşa edileceğini ve bir
de kazı evinin yapılacağını anlatan Şahin, "Antik
ketteki kazı çalışmaları dönemler halinde Atatürk
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Vedat Keleş başkanlığında ve
yaklaşık 50 kişilik bir uzman ekiple devam ediyor.
Son yapılan kazılarda Erken Bizans dönemine ait
Kilise A ve B'nin tabanındaki mozaiklerinde oluşan
tahribat giderildi. Önümüzdeki yıl çok önemli kazı
çalışmaları devam edecek. Antik kentteki çalışmalar
tamamlandığında inanç turizmi önemli bir yer
kazanacak" diye konuştu.
Mynet Haber, Haber: Ahmet Özler, 04.11.2012
|
LİKYA'NIN MİRASLARI: KSANTOS-LETOON

Anadolu ’nun has evlatları olan Likya
uygarlığına her zaman büyük saygı duymuşumdur. Zira
antik dönemin en ilginç devletlerinden biri Likya.
Bugün
Antalya ve Muğla arasında kalan bölgede hüküm
süren birçok küçük şehir devletin oluşturduğu bir
birlik aslında. Her şehir kendi iç işlerinde
serbestçe hareket edebilirken, dış politikada ve
birliği ilgilendiren kararlarda ortak biçimde
hareket eden farklı bir oluşumdu. ‘Antik çağın en
demokrat birliği’ demek çok da yanlış olmaz sanırım.
Patara’da bulunan Likya Meclisi, dünyanın bilinen en
eski meclislerinden biri. Ve hatta bu meclisin kadın
başkanı bile vardı. Bu, eski dünyada neredeyse başka
örneğine rastlanmayan bir durum.
Öyle ki
ABD kurulurken dahi örnek alınan birlik, Likya
Birliği’ydi. Likyalıların kurmuş olduğu federasyon
sistemi, ABD Anayasası’na da ilham kaynağı olmuş.
Alexander Hamilton, James Madison ve John Jay
tarafından kaleme alınan anayasa çalışmalarında, ABD
için en uygun yönetim sisteminin, Likya
Federasyonu’nda olduğu gibi, federatif şehir birliği
(eyaletler) olduğu açıkça belirtilmiştir.
Meclisi Patara’da olmasına rağmen, birliğin başkenti
Ksantos’tu. Dini merkezi ise Letoon.
Kahinler ve tapınaklar şehri Letoon’un birkaç
kilometre uzağındaki Ksantos, Likya tarihinin
altın döneminin en önemli şehri.
Deniz ticaretiyle ünlü Likya’nın bir diğer
zenginliği ise verimli toprakları. Sırtlarını Toros
Dağları’na dayamış olan Likyalılar, antik dönemin en
önemli ürünlerinden biri olan ‘sedir ağacı’na da
sahipmiş. Toroslar’da oldukça büyük bir alana
yayılmış olan sedir ormanları, Likya’nın
zenginliğine zenginlik katıyormuş.
Bu yüzden de zengin Likya, kendisini ele geçirmek
isteyenlerin devamlı saldırılarına maruz kalıyormuş.
İşte bu saldırılardan birinde dünya tarihinin en
acıklı öyküsü yaşanmış.
En acıklı özgürlük kararı
Güçlü Pers ordusu, MÖ 545 yılında Ksantos’a
saldırmış. Ksantoslular büyük bir yiğitlik örneği
göstererek, o dönemde bütün düşmanlarını dize
getiren Pers ordusuna direnmişler. Ancak kuşatma
uzadıkça anlamışlar ki bu savaşı kazanmaları
imkansız. Ve tarihin en acıklı özgürlük kararını
almışlar: Tek bir Ksantoslu bile teslim olmayacak ve
Perslerin tutsağı olmayacak! Kadınlarını,
çocuklarını, kölelerini ve tüm mal varlıklarını
kalenin içinde toplayıp ateşe vermişler. Ardından
tüm Ksantoslu savaşçılar, Pers ordusuna ölümüne
saldırmışlar. Ve sonuç olarak, o savaşta hiçbir
Ksantoslu esir düşmemiş. Bağımsızlıkları uğruna
savaşmış, özgür insanlar olarak ölmüşler. Ancak bu
savaştan önce yaklaşık 80 aile yaylalara gittikleri
için Ksantoslular tarih perdesinden tamamen
silinmemiş. Şehre geri gelen bu aileler, Ksantos’u
tekrar kurmuş. Yıllar sonra MÖ 42 yılında bu kez
ünlü
Roma İmaparatoru Brütüs saldırmış Ksantos’a.
Yiğit Likyalılar, Romalılara karşı büyük kayıplar
vermiş. Ancak yine güçleri yetmemiş ve tarih
tekerrür etmiş. Çünkü Ksantoslular teslim olmazmış!
Tıpkı atalarının yaptığı gibi, her şeylerini yakmış
ve birbirlerini öldürmeye başlamışlar. Brütüs bile
gördüğü bu hüzünlü sahneden çok etkilenmiş ve
Ksantoslulara acımış. Kurtarılan her Ksantoslu için
ödül koymuş, fakat çok az Ksantoslu hayatta
kalabilmiş. Bu tarihten sonra Roma hakimiyetine
giren şehir, bir daha eski görkemli günlerine
dönememiş. Arap akınlarının sonucunda da tarih
sahnesinden yavaşça silinmiş.
Bu hüzünlü şehri asırlar süren uykusundan İngiliz
tüccar Charles Fellows uyandırdı. Şehri adeta
yağmalayan Fellows, birçok değerli eseri
İngiltere ’ye kaçırdı. British Museum’da
segilenmekte. Özellikle Nereidler Anıtı, antik
dönemin en görkemli yapılarından biriydi. Hatta
dünyanın yedi harikasından biri olan Halikarnas
Mozolesi’nin de esin kaynağıydı.
Likyalılar kurbağa oldu
Ksantos’un yanıbaşında bulunan ve Likya
Uygarlığı’nın dini merkezi olan Letoon ise özellikle
kahinleriyle ünlüydü. Bu küçük ama etkili şehirde
bol bol kurbağa ve kaplumbağa bulunuyor. Bunun
sebebini de mitoloji bize şöyle sunuyor: Tanrı
Zeus’un çocuklarına hamile kalan ve Tanrıça Hera’nın
gazabından korkan Leto, Delos adasını terk ettikten
sonra çocuklarını doğuracak yer ararken Likya’ya da
uğrar. Burada susuzluğunu gidermek için bir çeşmeye
gelir, ancak Hera’nın gazabından korkan yerli
çobanlar tarafından kovulur. Leto bu olayı hiç
unutmaz. Çocuklarını doğurduktan sonra kovulduğu
yere yine gelir ve ‘Tanrılar Anası’ sıfatıyla
kendisini şehirden kovanları cezalandırır; onları
kurbağa ve kaplumbağalara dönüştürür. Yani Letoon’da
hala Likyalılar yaşıyor ama insan olarak değil!
Letoon ve Ksantos, görkemli anıtsal yapılarından
ziyade, tarihe geçen öyküleriyle önemini koruyan
şehirler. Kalkan ve Kaş’a yakın mesafede bulunan ve
UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen
Likyalıların bu efsanevi antik şehirleri, gerçekten
de görülmeye değer.
Son sözü Ksantoslulara bırakıyorum. Ve ölüm
kuşatmasının ardından yazdıkları şiiri hatırlatarak,
bu özgür insanları saygıyla anıyorum...
Evlerimizi mezar yaptık, mezarlarımızı ev.
Yıkıldı evlerimiz, yağmalandı mezarlarımız.
Dağların doruğuna çıktık, toprağın altına girdik.
Suların altında kaldık, gelip buldular bizi.
Bozdular birliğimizi, alt üst ettiler bizi.
Yakıp yıktılar, yağmaladılar bizi.
Biz ki; analarımızın, kadınlarımızın ve ölülerimizin
uğruna.
Biz ki; onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna.
Toplu ölümleri yeğleyen bu toprağın insanları.
Bir ateş bıraktık.
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan...
Dünya mirası listesinde
Ksantos ve Letoon 1988’de UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne seçildi. Dünya Mirası olarak kabul edilme
nedenleri ise şöyle:
Yatara ve Pınara alanlarında da görülebileceği üzere
Ksantos, antik dönem boyunca Likya’yı direkt olarak
etkilemiştir. Bununla birlikte komşu kentleri de
önemli derecede etkilemiştir.
Dünyanın yedi
harikasından biri olan Halikarnas Mozolesi, Ksantos
Nereidler Anıtı’nın devamı niteliğindedir.
Ksantos ve Letoon, bu iki kentte bulunan yazıtlar ve
görkemli mezar anıtlarıyla Likya uygarlığına
tanıklık etmektedir.
Radikal, Haber: Vedat Aksoy, 04.11.2012
|
O TABLOYU KİM ALACAK?

İbrahim Çallı'nın terk edilmiş bir evde uzun
yıllar rulo halinde tutulan en büyük ve mitolojik
tablosu ''Kayalıklarda
Yıkanan Çıplaklar'' eseri, bugün satışa
sunuluyor.
Dedesi
İbrahim Çallı'nın eserini satışa sunulmadan önce
görmek için Ankara'dan İstanbul'daki Internetional
Art Center'a (IAC) gelen Ressam Yaşar Çallı (70),
soruları yanıtladı.
İki hafta öncesine kadar eserden bilgisi olmadığını
belirten Çallı,''Esere ilk baktığımda dedem
İbrahim Çallı'nın fırça dehasını görüyorsunuz. O
kıvrak zekasının görüyorsunuz. Rönesans dönemi
sanatçılarını düşündüm, bir an... Bu eseri daha
özgür buldum Zamanımızın çağdaş üslubu'' dedi.
Günümüz şartlarında bu tür bir eserin yapılması için
''cesur olunması gerektiğini'' ifade eden Çallı,
konuşmasına şöyle devam etti:
''Bu cesur çıkışı da beklemiyordum. Medyada yer alan
haberi gören arkadaşlarım bana durumu bildirdi.
Mustafa Kemal Atatürk'ün dedem
İbrahim Çallı'ya
Kaşık Adası'nda çalışma yeri vermesi çok güzel.
Bu bizi onurlandırıyor. Halen 'Kaşık
Adası Sizin mi' diye soruyorlar. Çok komik
buluyorum.''
Eserin ticari bir eylem haline getirilmemesi
gerektiğini bildiren Çallı, tarihi bir zamana şahit
olduklarını anlattı. Yaşar Çallı, ''Çok güzel
rastlantı oldu. 80 yıllık tabloyu önce rulo şeklinde
kaldırmışlar. Ruloyu normal şartlarda açamazsın.
Çıtır çıtır çatlar. Anladım ki tablo teknik bir
çalışma sonucu açılabilmiş'' ifadelerini kullandı.
Çallı, eserin ''bütün dünyaya meydan okuyabilecek''
tarzda olduğunu kaydederek Cumhuriyet'in ilk
yıllarında yapılan bu eserin kıymetinin bilinmesi
gerektiğini vurguladı.
''Bana sorarsanız. Hemen de elden çıkarılmaması
lazım'' diyen Çallı, bunun dünyada sergilenebilecek
bir eser olduğunu ifade etti.
Dedesi
İbrahim Çallı'nın ''Manolya''
adını verdiği tablosunun da kendisinde olduğunu
anlatan Yaşar Çallı, bu eserin gerçek olmadığıyla
ilgili bazı haberlerin yapıldığını söyledi. Çallı,
''İbrahim
Çallı'nın torunu ressam Yaşar Çallı olarak ben
buradayım. Eser gerçektir. Övünerek söylüyorum
boşuna Çallı Kuşağı denilmemiş. Onlar konuyu
sulandırmak istiyorlar'' diye konuştu.
''Karşı Müzayede''de tarafından bugün satışa
sunulacak olan İbrahim Çallı'nın''Kayalıklarda
Yıkanan Çıplaklar'' adlı 80 yıllık eserinin
hikayesi ise şöyle:
''Resim, aileden müzayedeye geldi. 1930'lu yıllarda
Mustafa Kemal Atatürk, İbrahim Çallı'ya
Kaşık Adası'nda çalışması için bir yer tahsis
eder. O yıllarda Burgazada'da İbrahim Çallı'nın
doktoru Mehmet Medeni Akman yaşamaktadır. Çallı ve
Akman'ın dostluğu, uzun yıllar devam eder. Çallı, 'Kayalıklarda
Yıkanan Çıplaklar' adlı eserini Dr. Mehmet
Medeni Bey için yapar. O zaman bu kadar büyük tuval
olmadığı için 2 tuvali birleştirerek yaptığı 2.98 X
2.18 boyutlarında bir eser. Tablo, Medeni Bey'in
Burgazada'daki yalısında uzun yıllar asılı kalır.
Mehmet Medeni Bey'in ölümünden sonra boyutundan
dolayı uzun süre bakımsız kalan tablo, Bayram
Karşıt'ın gözetimine geçerek restore edilir ve
İbrahim Çallı'ya ait olduğu belgelenir. Ayrıca
Bayram Karşıt tarafından sertifikası da verilir.
Ancak eser rulo şeklinde saklandığı için Çallı'nın
imzası dökülmüştür. Son olarak restorasyon işleri,
Prof.Dr. Süleyman Saim Tekcan tarafından
denetlenir ve korumaya alınır. Eserin, takriben
1930'lu yıllarda yapıldığı tahmin ediliyor.''
Eser, müzayedede 400 bin liradan satışa sunulacak.
Habertürk, 04.11.2012
|
İSLAM MİRASI YOK MU EDİLİYOR?

İslam dininin kutsal şehirleri Mekke ve
Medine’yi ziyaret eden kişi sayısı yılda 12 milyona
çıkarken Suudi Arabistan yönetiminin artan talebi
karşılamak için yaptığı inşaatlar ve projeler, İslam
mirası açısından endişe yaratıyor.
İngiltere’de basılan Daily Telegraph gazetesine
göre, son olarak
Mekke’de
Hz. Muhammed’in eşlerinden birinin evi umumi
tuvalet inşa etmek için yıkıldı.
Washington merkezli Gulf Institute’a göre son 20
yılda Mekke ve Medine’de 1000 yıllık binaların yüzde
95’i yıkıldı. Independent gazetesinden Jerome
Taylor’ın haberine göre de bu ay Medine’de
başlatılacak olan genişletme projesi 7. yüzyıldan
kalan üç caminin yıkılmasına neden olacak. Taylor’a
göre, Hz. Muhammed’in kabrinin bulunduğu Mescid-i
Nebevi batıya doğru genişletilecek. Bu nedenle
Mescid-i Nebevi’nin hemen batısındaki Hz. Ebu Bekir
ve Hz. Ömer’in kabirlerini barındıran iki cami
taşınmak zorunda
kalacak.
Taylor,
Suudi Arabistan yönetiminin henüz camileri
taşıyıp taşımama konusunda açıklama yapmadığını
belirtti. İslami Mirası Araştırma Vakfı’ndan Dr.
İrfan el-Alavi Independent’a yaptığı açıklamada
“Mekke’nin genişlemeye ihtiyacı olduğunu kimse inkar
etmiyor, ancak yetkililerin seçtiği yol endişe
veriyor.
Genişletmeyi tarihi İslami alanları koruyarak
yapmanın yolları var ama bunun yerine hepsini yıkmak
istiyorlar” dedi. Telegraph gazetesi yazarı Damian
Thompson da “Suudiler
İslam mirasını yıkıyor,
Müslüman dünyası neden susuyor” diye sordu.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın geçen yıl
onayladığı
Kabe’yi genişletme projesiyle de tartışma
başlamıştı. Üç yıl sürecek projeyle aynı anda 770
bin kişinin tavaf edebildiği 356 bin metrekarelik
Kabe’nin kapasitesi 1.2 milyar kişinin aynı anda
tavaf edebileceği 456 bin metrekarelik bir alana
çıkartılacak. Ancak
proje nedeniyle Kanuni
Sultan Süleyman tarafından
Mimar Sinan’a hazırlatılan ve 1590 yılında Mimar
Mehmet Ağa tarafından inşa edilen Osmanlı revakları
ve kubbeleri de alanın 20 metre genişlemesi
dolayısıyla yıkılmak zorunda kalacak.
Kral Abdullah’ın Mekke’ye gökdelen inşa etme
planı olduğu da konuşuluyor.
Milliyet, 04.11.2012
|
İSTANBUL MODERN GOOGLE ART'DA

Dünyanın önemli müzelerini ve sanat kurumlarını
internet ortamında gezme olanağı sunan ‘Google Art
Project’e İstanbul Modern de katıldı.
İstanbul Modern
Sanat Müzesi, 40’tan fazla ülkeden 180 önemli
sanat kurumunun yer aldığı
Google
Art Project’e katıldı. İstanbul Modern, Pera
Müzesi ve Sakıp
Sabancı Müzesi’nin ardından
Türkiye’den katılan üçüncü kurum oldu. Google
Art Project’te, ziyaretçiler 35.000’den fazla sanat
yapıtını yüksek çözünürlükte izleme olanağı
buluyor. İstanbul Modern’in koleksiyonundaki 24
sanatçının 30 çalışması Google Art Project’te
sergileniyor.
Ziyaretçiler, müze koleksiyonundan Azade Köker,
Bedri Baykam, Bengü Karaduman, Ekrem Yalçındağ, İpek
Duben, İrfan Önürmen, Mustafa Horasan, Tayfun
Erdoğmuş, Temür Köran, Turan Aksoy, Gül Ilgaz, Ahmet
Oran, Murat Akagündüz, Mustafa Pancar, Ergin İnan,
Balkan Naci İslimyeli, Mehmet Güleryüz, Rahmi
Aksungur, Aslı Torcu, Hakan Onur, Burcu Perçin,
Hüsamettin Koçan, Haluk Akakçe ve Canan Dağdelen’in
resim,
enstalasyon,
fotoğraf ve heykelden oluşan yapıtlarını
görebiliyorlar. Pera Müzesi, projede 37 sanatçıdan
140 eserle, Sakıp Sabancı Müzesi ise 37 sanatçından
50 eserle projede yer alıyor.
Google tarafından yapılan açıklamaya göre, projeye
İstanbul Modern’in de olduğu 29 yeni sanat kurumu
eklendi. Google Art Project’e eklenen yeni
özellikler arasında “Compare” (Karşılaştır) butonu
bulunuyor. Bu özellikle kullanıcılar aynı sanatçının
iki farklı yapıtını kıyaslama imkanı buluyor.
Milliyet, 04.11.2012
|
MICHELANGELO'NUN SANATI NAZARA MI GELİYOR?

Bugünlerde
sanat dünyası, Vatikan’daki Sistine Şapeli’nin
ziyaretçi sayısını kısıtlamayı tartışıyor. Söylenen
o ki Katolik Kilisesi’nin başlıca simgelerinden
şapeli yılda 5 milyon turist ziyaret ediyor. 10
milyon gözün varlığı da fresklerin solmasına,
bozulmasına yol açıyor...
Rönesans’ın simge isimlerinden ressam,
heykeltıraş, mimar ve şair
Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni’nin
ya da kısaca
Michelangelo’nun Vatikan’daki Sistine Şapeli’nin
tavanlarına yaptığı freskler,
sanat dünyasının en önemli hazinelerinden.
500’üncü yaşı kutlanan bu fresklerde
Michelangelo, İncil’deki en önemli bölümleri,
mesela “Yaradılış”ı ve “Adem’le Havva’nın Cennet’ten
Kovuluşu”nu neredeyse yüksek bütçeli bir Hollywood
filmi tadında zengin ayrıntılarla görselleştirmiş.
En muhteşem olanıysa Tanrı’nın Adem’e hayat verişini
gösteren o ünlü fresk. Fakat anlaşılan bu kadar
şöhret fresklere iyi gelmemiş. Söylenen o ki Sistine
Şapeli’ni günde 20 bin, yılda 5 milyon turist
ziyaret ediyor. 10 milyon gözün varlığı da
fresklerin solmasına, bozulmasına yol açıyor. Bu
durumda da insanın “Hay Allah, meğer
nazar diye bir şey varmış hakikaten” diyesi
geliyor. 10 milyon gözün etkisi biraz eksik bir
ifade oldu tabii. Milyonlarca kişinin nefesi, vücut
ısısı, teri, gürültüsü, devinimi demek daha doğru
olur. En iyisi İtalyan eleştirmen Pietro Citati’ye
kulak vermek...
‘SERVET UĞRUNA FELAKET!’
Pietro Citati geçenlerde Vatikan yetkililerine
seslenen sert bir yazı yazarak Şapel’e bu kadar çok
ziyaretçi almanın,
sanat dünyasını “hayal bile edilemeyecek bir
felaketle” karşı karşıya bıraktığını dile getirdi.
Vatikan yetkililerini de servet uğruna dünyanın en
mükemmel yapıtlarından birini yok etmeyi göze
almakla suçladı. Citati’ye göre, hareket halinde bir
duvar oluşturan sayısız insanın aynı anda soluk alıp
vermesi, dahası sıkışıklığın ve havasızlığın da
etkisiyle sürekli terlemeleri içerideki havanın
ısınmasına yol açıyor. Abarttığını düşünebilirsiniz.
Fakat Vatikan Müzeleri Genel Müdürü Antonio Paolucci
de ciddi bir problemle karşı karşıya olduklarına ve
Citati’nin söylediklerinde haklı olduğuna inanıyor.
‘İNCİL’İN GÖRSEL SUNUMU’
Antonio Paolucci’ye göre, Sistine Şapeli her zaman
gürültülü, içerideki insanlarsa bu muazzam güzellik
karşısında şaşkın. Bu hareketlilik de sonuçta
fresklerin korunmasını imkansız hale getiriyor. Bu
yüzden yakında ısı ve nem oranını düşürecek özel bir
havalandırma sistemi kurulacak. Alınacak
tedbirlerden biri de günlük ziyaretçi sayısına
belirli bir kısıtlama getirmek. “Tabii esas
istediğimiz bu değil” diyor Paolucci. “Şapel
İncil’in adeta görsel bir sunumunu yapıyor.”
Eleştirmen Pietro Citati’ye göreyse bunlar aslında
timsah gözyaşları, Vatikan’ın derdi Hıristiyanları
mutlu etmek değil, para kaynağını yitirmemek.
Şapeli gezmek için kişi başı ödenen tutar. 10
kişilik rehberli VIP gruplar içinse 220 Euro
alınıyor.
Michelangelo çalışmalarına, Papa II. Julius’un
isteğiyle Temmuz 1508’de gönülsüzce başladı. Zira
kendini ressam değil heykeltraş olarak kabul ediyor
ve yeterince iyi olmadığı bir konuda ürün vermeyi
reddediyordu. Sonuçta elbette Papa’nın emirlerine
karşı koyamadı ve geceli gündüzlü bir çalışmayla
freskleri 1 Kasım 1512’de tamamladı.
Sistine Şapeli’nin tavanında bugün Tanrı’nın altı
tasvirinin yanı sıra toplam dokuz fresk bulunuyor.
Üçü yaradılışı, üçü Adem ile Havva’nın düşüşünü yani
Cennetten kovuluşunu, üçü de Nuh’un hikayesini
anlatıyor. Arada pagan tanrılar ve yarı tanrılar da
var. Bir sahnede kendisini de görüyoruz. Ama
insandan ziyade bitmiş, tükenmiş, içi boşalmış bir
mahluka benziyor.
Zaten sonradan bu çalışmasıyla ilgili olarak şunları
yazmış: “İşkence gibi geçen dört uzun yıldan ve 400
devasa figürü sabırla ve inatla resmettikten sonra
kendimi tıpkı reformcu peygamber Yeremya gibi yaşlı
ve yorgun hissettim. Halbuki sadece 37 yaşındaydım,
ama en yakın dostlarım bile karşılarında duran ruhu
tükenmiş güçsüz ihtiyarı tanıyamıyorlardı.”
Birkaç ay önce ölen eleştirmen Robert Hughes şöyle
yazmıştı: “Kitle turizmi, Goethe’nin çağdaşları için
eşsiz haz olan bir şeyi aşağılık bir rugby maçının
verdiği sıradan keyfe indirgiyor.
Resim, izleyicilerinden sessizlik talep eder. Oysa
bugün Sistine Şapeli’nin duvarlarında hayret
nidaları ve gürültülü tartışmalar yankılanıyor.
İçeride bu hızlı ölüme tanık olurken, sükunetle
ruhunuzla baş başa kalmaya çalışıyorsunuz. Mümkün
değil!” Hughes’a göre Şapel’deki çağdaş atmosfer,
yüksek kültürün kitlelerin elinde ölüşünü
simgeliyordu.
MİCHELANGO ŞİFRESİ
Dan Brown’un Da Vinci’nin yapıtlarından birtakım
şifreler çıkarmasından sonra, sanat tarihçileri eski
yapıtları başka şifreler bulmak için yeniden gözden
geçirmeye başladı. En çarpıcı sonuç da
Michelangelo’nun fresklerinde bulundu!
İddialara göre Michelangelo, Katolik Kilisesi için
yaratılmış anıtların en büyüğüne gizlice Yahudi
mistisizminin, yani Kabala öğretisinin önemli
simgelerini dahil etmişti. Mesela Tanrı ile Adem’in
ilk karşılaşmasında Tanrı’nın bedenini aynı zamanda
dev bir insan beyni olarak gösteriyordu. Kabala
öğretisinde Tanrı’nın dev bir beyin olarak
yorumlandığı düşünülürse, bu gayet manidar.
Ayrıca Sistine Şapeli’nin tavanındaki dev
fresklerdeki tasvir edilen insanlar, aslında tek tek
Kabala alfabesinin harflerini oluşturuyordu. Bu
harflerin de şifreli birtakım anlamları olduğu
söyleniyor. Bunda büyük ihtimalle Michelangelo’nun
uzun yıllar himayesinde yaşadığı Romalı banker
Lorenzo de Medici’nin gizli bir Kabalist olmasının
da payı vardı.
Habertürk, 04.11.2012
|
BEŞPARMAK DAĞLARI İÇİN SEVİNDİRİCİ GELİŞME

Latmos olarak da bilinen Aydın’ın Söke
İlçesi
sınırları içerisindeki Beşparmak Dağları’nda doğal
ve kültürel değerlere olan baskı ve tehditlerin
önlenmesi için Kuşadası Eko Sistemi Koruma ve Doğa
Sevenler Derneği(EKODOSD) tarafından yapılan başvuru
ve hazırlanan rapora Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden
cevap geldi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü’nden konuyla yapılan
açıklamada, başvurunun mevzuat kapsamında Aydın ve
Muğla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlükleri ve ilgili Müze Müdürlüklerince
koordineli olarak incelenerek gerekli işlemlerin
yapılacağı kaydedildi.
Bakanlığın yapılan inceleme başvurusunu kabul
etmesi doğa severler tarafından memnuniyetle
karşılandı. Kuşadası EKODOSD Başkanı Bahattin
Sürücü, “Henüz daha turizme tam açılmamış, kültürü
ve tabiatı yönüyle tek olma özelliği yaşayan ve bir
nevi prehistorya açık hava müzesi niteliğinde olan
bu yörenin, büyük bir hızla yaygın bir şekilde
açılan maden ocaklarının tehdidi altında olduğunu
bildirmiştik. Dünyada benzeri olmayan doğaya sahip
Beşparmak Dağları‘ndaki prehistorik kaya
resimlerinin bulunduğu çekirdek bölgenin, maden
ocakları nedeniyle tahrip olabileceği konusunda
uyarılar yapmıştık. Uzun yıllardır tarih öncesi kaya
resimleri üzerinde araştırmalar yürüten EKODOSD
Onursal üyesi Dr. Anneliese Peschlow işbirliğiyle,
Beşparmak Dağları’nın UNESCO Dünya kültürel ve Doğal
Miras Aday listesine alınması için talepte
bulunmuştuk. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden konuyla
ilgili yanıt geldi. Bakanlık tarafından konunun
mevzuat kapsamında Aydın ve Muğla Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri ve
ilgili Müze Müdürlüklerince koordineli olarak
incelenerek gerekli işlemlerin yapılacağı bilgisi
derneğimize ulaşmıştır“ dedi.
8 bin yıllık tarihin korunmasını istediklerini
kaydeden Kuşadası EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü,
“Dr. Anneliese Peschlow’la birlikte, işbirliği
yaptığımız Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu büyük bir duyarlılık örneği göstererek
Karakaya Köyü bölgesi kapsamında bulunan kaya resmi
ve kutsal alanlarına ilişkin olarak 18 Ekim2012
tarih ve 1029 Sayılı Kararı ile toplam 9 adet kaya
resmi ve kutsal alandan oluşan korunması gerekli
kültür varlığını, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında tescil ederek,
çevreleri 5 ayrı alansal bölgeye ayrılarak I. Derece
Arkeolojik Sit ilan etmiştir. Söke İlçesine bağlı
Karakaya Köyü bölgesinde; Göktepe Kutsal Alanı ve
Kaya Resmi, Karadere Kutsal Alanı ve Prehistorik
kaya resimleri, Kavalan, Kovanalan ve Bozalan
prehistorik kaya resimleri tescil edilerek, 1.
Derece Arkeolojik Sit ilan edilerek koruma altına
alınmıştır. Dağdaki diğer resimlerin ve bulunacak
yeni resimlerin tescillenmesi için gerekli
çalışmalar sürdürülecektir. Benzersiz doğal ve
kültürel değerlere sahip Beşparmak Dağları’nda büyük
yaralar açan ve geri dönülmez bir biçimde tahrip
eden maden ocaklarının yaygınlaşmaması için, dağdaki
tüm kültürel değerlerin tescillenmesi ve arkeolojik
sit kapsamına alınmasının çok önemli olduğunu
düşünüyoruz. 8 bin yıllık insanlık izlerini günümüze
kadar taşıyan Kutsal Dağın doğasının, tarihinin,
kültürünün korunması için her kurumun ve herkesin
katkı yapmasını ve duyarlılık göstermesini
diliyoruz. Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü’nün, Beşparmak Dağları’ndaki başta
Prehistorik Kaya Resimleri olmak üzere arkeolojik
bulgu ve kalıntıların tescillerine devam edecek
olup, Dr. Anneliese Peschlow ve EKODOSD olarak biz
de bu çalışmalara katkı yapmaya devam edeceğiz“ diye
konuştu.
- BEŞPARMAK (LATMOS) DAĞLARI
Aydın ve Muğla İli sınırları içinde bulunan Bafa
Gölü’nün doğu kıyısındaki Latmos (Beşparmak)
Dağları, Türkiye’nin batı kıyılarının doğal
güzellikler açısından en etkileyici ve arkeolojik
bulgular açısından en zengin yerlerinden birisi.
Latmos’taki arkeolojik bulgu ve kalıntılar Neolitik
Dönem’den Osmanlı Dönemi’ne dek uzanıyor.
Latmos’taki buluntulardan en önemlisi MÖ 6. Bin -
MÖ 5. Bin ilk yarısına tarihlenen kaya resimleri
olup, bunlar Anadolu Prehistorya arkeolojisinde son
on yılların en büyük keşifleri arasında yer alıyor.
Kaya resimleri insanlık tarihinde önemli bir adımı
belgeliyor. Latmos’taki kaya resimlerinden,
insanların o zamandan bu yana doğru ne türden
aşamalardan geçtiği anlaşılıyor. Yerleşik düzene
geçişle aile ve aile içinde de yaşamın sağlayıcısı
olarak kadın önemli bir yer tutuyor. Bu da kaya
resimlerinde insan topluluğu, aile, erkek-kadın
ilişkisi, anne ve çocuk konuları ele alınıyor. Bu
resimlerde gerek insana, gerekse hayvanlara karşı
bir şiddet sahnesi bulunuyor.
|
4500 YILLIK MEZAR!
Çek arkeologlar, Kahire yakınlarında eski Mısır uygarlığından kalma Ebusir nekropolünde bir prensese ait mezarlığın kalıntılarını gün yüzüne çıkardı.
Mısır’ın başkenti Kahire yakınlarında Eski Krallık döneminden kalma Ebusir nekropolünde (antik mezarlık) bir prensesin mezarına ait kalıntılar bulundu. Kayalara kazılı hiyerogliflerde, beşinci hanedanlık döneminden (MÖ 2500-2350 yılları) prensesin, “Kral’ın kendi kanından, kudretli Tanrı’ya saygılı, sevgili kızı” yazılı.
Mısır Arkeoloji İdaresi, nekropolde ayrıca çok sayıda küçük heykelcik, bir koridor, bir yapma kapı ve dört adet desenli payanda bulunduğunu bildirdi.
Beşinci Hanedan döneminden firavunların büyük hasar görmüş piramitlerinin yanında Ebusir nekropolünde üst düzey memurlara ait mezarlar ortaya çıkarılmıştı. Ebusir nekropolü, Gize piramitlerinin güneyinde çöl kenarında yer alıyor.
Turizm Habercisi, Kaynak: Deutsche Welle Türkçe, 03.11.2012
|
 |

|
KEMALPAŞA'DAKİ HİTİT ANITI İÇİN RESTORASYON VE ÇEVRE DÜZENLEME PROJESİ HAZIRLANDI
İzmir Kemalpaşa’da bulunan, İzmir'in tek Hitit Anıtı'nı doğal etkilerden ve bilinçsiz kişilerin verdiği zararlardan koruma amacıyla "Hitit Anıtı Relöve, Restorasyon ve çevre düzenlemesi projesi" hazırlandı.
Çizimleri tamamlanan projenin Anıtlar Yüksek Kurulu'na sunulduğu bildirildi. Projenin uygun bulunmasının ardından çalışmalara başlanacağı belirtildi.
Batı'daki en son Hitit kalıntısı olarak kabul edilen Karabel Hitit Kaya Anıtı, İzmir'in Kemalpaşa İlçesi sınırları içindeki "Karabel Geçidi" mevkiinde, çalılıklarla örtülü bir kayalık üzerine kazılarak işlenmiş halde bulunuyor. Anıt, Kemalpaşa-Torbalı karayolu üzerinde ve Kemalpaşa'ya 8 kilometre mesafede yer alıyor.
Mynet Haber, 02.11.2012
|
PARİON ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR
Biga
İlçesi
Kemer
Köyü sınırları içinde yer
alan Parion antik kentinde önceki yıllarda
bulunan ve gün yüzüne çıkarılan Odeion'da bu yılki
kazılarda
büyük gelişme kaydedildiği bildirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen kazının
başkanlığını yapan Atatürk Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, bu
yıl Odeion'un (antik mimaride >
içinde
müzik
dinlenmesi için yapılmış
özel yapılar) sahnesinin ortaya
çıkarıldığını söyledi.
Odeion'un Parion'un en
önemli ikinci yapısı olduğuna işaret eden
Başaran, "Yapının milattan önce 2. yüzyılda inşa
edildiğini tahmin ediyoruz. Bu
yıl
içinde Artemis heykeli bulmuştuk. Odeion, küçük
çaplı tiyatro ve daha çok konser salonu olarak
nitelendirilen bir yapı türü" dedi.
Başaran, bu yıl
Odeion'da sadece kazı
yapmadıklarını, içinde ortaya çıkardıkları
malzemelerin onarımını da gerçekleştirdiklerine
işaret ederek, "Antik çağ kazılarının
önemli bir özelliği de çıkan malzemenin
anında korunmasının gerekliliğidir. Çünkü
yüzyıllarca toprak altında bulunmuş bir malzemeyi
gün ışığıyla tanıştırdığınızda ister istemez
etkilenmeler oluyor. Onların korunması gerekiyor. Bu
nedenle biz de 'orkestra' adını verdiğimiz zeminin
onarım, restorasyon ve konservasyon çalışmalarını
yaptık" diye konuştu.
Antik çağda önemli
yapılar arasında tiyatro ve Odeion'ların yer
aldığını dile getiren Başaran, şöyle konuştu:
"Halkın topluca eğlendiği, oyunların sergilendiği
yapılar bunlar. Bir kentte hem tiyatro hem de
Odeion'un olması o kentin zenginliğini gösteriyor.
Buralarda halkın büyük
çoğunluğu toplanıyor, sergilenen oyunları, küçük
çaplı eğlenceleri izliyor. Buralarda zaman zaman
seçimler de yapılıyor. Buraya her kesimden insan
gelebiliyor. O nedenle soylulara ayrılan herhangi
bir bölüm inşa edilmemiş. Odeion, 3-4 bin kişilik
kapasiteye sahip. Romalılar saatler önce buraya
geliyor. Odeion'un yapısı da bize onu göstermekte.
Akşama doğru güneş battıktan sonra burada
etkinlikler düzenlenmiş olmalı. O zaman ancak
gösteriyi yapan kişiyi güneş ışıkları rahatsız
etmiyor. Aynı zamanda seyirci de serin bir ortamda
gösteriyi izlemiş oluyor."
Prof.Dr. Cevat Başaran, Antik Roma'da
zenginliklerle birlikte lüksün de var olduğunu
gördüklerini ifade ederek, "Lüks yaşantısı içinde
Romalı insan genelde çalışmıyor. Köleler var, tüm
işleri onlar görüyor. Öğleye doğru kalkıyor, hafif
bir kahvaltı yapıyor, daha sonra da yaşamını
sosyal yapılarda geçiriyor. Bu sosyal
yapılar içinde tiyatrolar, hamamlar, gymnasiumlar
(spor yapılan yer), Odeion'lar bulunuyor.
Etkinliklerin gün boyu sürdüğünü düşünmekteyiz.
İsteğe göre etkinlikler sık sık tekrar edilebiliyor"
diye konuştu.
Mynet Haber, Haber: Mehmet Bayer, 02.1.2012
|
EMİRSULTAN'DA RESTORASYON VAR
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yaptığı protokol kapsamında kentin önemli tarihi eserlerinden Emir Sultan Türbesi ve çevre yapılarında restorasyon çalışmalarına devam ediyor. Çalışmalar sırasında elde edilen yeni bulgular, projelere işlenerek tekrar Koruma Kurulu'na sunuluyor. Yetkililer, bu şekilde alandaki "en ufak" detayın bile korunarak değerlendirildiğini belirtti. Büyükşehir yetkilileri, Emir Sultan gibi tarihi yapıların yenileme çalışmaları sırasında attıkları her adımın yasalar gereği kurul tarafından onaylanması ve yeni bulguların da mutlaka projelere işlenerek onaylatılması gerektiğini vurgulayarak, "Restorasyon, sabır isteyen titiz bir çalışma" dedi. Emir Sultan Türbesi'nin bulunduğu alanda, harabe halindeki aşhane, hamam ve dergah olarak kullanılmış 3 farklı yapı kalıntısı bulunuyor. Restorasyon sonrasında dergah, sosyal amaçlı olarak hizmet verecek. Hamam yapısı aslına sadık kalınarak restore edilecek. Alanda bir de güvenlik binası olacak.
Yeni Asır, 02.11.2012
|
 |
VALİDEN KALE TALİMATI
Batman Valisi Arslan
yetkililere teknik çalışma başlatmaları talimatını
verdi. Hasankeyf’i ziyaret eden Vali Yılmaz Arslan,
oluşan çatlaklar nedeni ile ziyarete kapatılan
tarihi Kale’nin durumunun yeniden ele alınmasını
isterken, yetkililere teknik çalışma başlatmaları
talimatını verdi.
Kaleyi ve Büyük Saray’ı gezen Vali Arslan, böyle
etkileyici bir yapının ziyarete kapatılmasından
üzüntü duyduğunu dile getirdi. Kalenin ziyarete
açılıp açılmayacağına, yapılacak bilimsel ve teknik
çalışmalardan sonra karar verilebileceğini söyleyen
Vali Arslan “Bazı
çatlaklar ve hayati riskler gerekçesiyle burası
ziyarete kapatılmıştı. Hem kazı işlerini yürüten
Rektör Bey ve arkadaşlarımızla, hem de Kültür ve
Turizm Bakanlığı yetkilileri ile görüşüp nasıl bir
formül bulunabileceğinin üzerinde duracağız. Resmi
kayıtlara göre yılda 100 binin üzerinde insan,
burayı ziyaret ediyor. Bu kadar ziyaretçiyi bu güzel
ve tarihi eserden mahrum bırakmak, akıllıca bir
durum olmaz diye düşünüyoruz. Ancak hem buraya
geleceklerin can ve mal güvenliğini koruma
anlamında, hem de bu tarihi değerin insanlara
gösterilmesi anlamında idari olarak ne yapmamız
gerekiyorsa bunu değerlendireceğiz. İnanıyorum ki,
birtakım tedbirler almak suretiyle eğer buranın
tekrar ziyarete açılması söz konusu olacaksa bunun
için biz Valilik olarak üzerimize düşeni yapmaya
hazırız” şeklinde konuştu.
Batman Haber, 02.11.2012
|
KALEHÖYÜK ÇALIŞMASI 30 KASIM'DA BİTİYOR

Kırşehir’de tarihi kale olarak bilinen
‘Kalehöyük’te yapılan yaklaşık 5
aylık çalışma tamamlandı.
Kırşehir
Kalehöyük’de Müze Müdürlüğü başkanlığında
yürütülen çalışmalarda sona gelindi. Kazı Alanı
Bilimsel Danışmanı Işık Adak Adıbelli tarafından
yapılan açıklamada, höyük alanında yapılan
çalışmalarda beklenen verimin elde edildiği,
Kırşehir tarihini değiştirecek bilgilere
ulaşıldığı belirtildi.
Adıbelli, “5 aylık
süre içerisinde 3 açma çalışması bölgede
koordineli olarak gerçekleştirildi. Yaklaşık 5
metre derinliğe inilerek çalışmalar yapıldı. En
üst tabakada Osmanlı dönemi
daha
güçlü
ve yoğun şekilde olmak üzere Selçuklu, Bizans,
Roma, Hellenistik tabakaları oraya çıkarıldı.
Selçuklu dönemi ve Hellenistik dönem tabakaları
güçlü olmakla birlikte diğer tabakaların
büyük
oranda tahrip edilmiş olduğu görüldü. Höyüğün,
güneydoğusunda yapılan çalışmalar esnasında
şimdilik dış duvarları ortaya çıkan bir Selçuklu
yapısı da barındırmakta olduğu görülmektedir.
Çalışmalarda, mimari yapı dışında çok sayıda
seramik, kandil, sikke, küp gibi dönemlerine ait
eserlere de rastlanmıştır” dedi.
Höyük alanında yapılan çalışmalardan beklenen
verimin alındığını kaydeden Adıbelli,
“Kırşehir’de tarihi değiştirebilecek bilgilere
ulaşmak mümkün fakat yapılan çalışmalar yeterli
değil. Çalışmaların zamana yayılarak ileriki
dönemlerde de devam ettirilmesi gerekebilir.
Kırşehir’in yaklaşık 7 bin yıllık tarihine sahip
olan Kalehöyük sayesinde hem şehrin hem de
Kapadokya’nın tarihi
farklı bir açıdan değerlendirmeye
alınacaktır” şeklinde konuştu.
Kazı Alanı Bilimsel Danışmanı Işık Adak
Adıbelli, höyük alanında çalışmaların 30
Kasım’da sonlanacağını, Kültür Bakanlığının
onayı olduğu takdirde Mart 2013’te çalışmaların
yeniden başlatılmasını istediklerini ifade etti.
Mynet Haber, 31.10.2012
|
TARİHİ BİNA VALİLİK
OLUYOR

Kilis Adliyesi'nin yeni
binasına taşınmasından sonra, Valilik binasının
restorasyon sonrası tarihi binaya taşınacağı
bildirildi.
Kilis'te, Cumhuriyet'in
ilan edilmesinden sonra 68 yıl Hükümet Konağı olarak
faaliyet gösteren tarihi bina, yeniden Valilik
binası olarak kullanılacak. Kilis Valisi Süleyman
Tapsız ile Belediye Başkanı Mehmet Abdi Bulut,
Cumhuriyet Meydanı'nın altının çok katlı otopark
yapılması nedeniyle yeniden düzenlenen meydanda
incelemelerde bulundu. Vali Tapsız, adliyenin yeni
binasına taşındığını belirterek, "Kilis'te, Eski
Hükümet Konağı olarak bilinen tarihi binayı restore
ederek Kilis Valiliği olarak kullanacağız. Meydan
düzenlemesi yapılırken, tarihi binanın karşısındaki
Cumhuriyet alanına konulacak olan Atatürk büstünün
yeri ile ilgili belediye başkanımızla görüş
alışverişinde bulunuyoruz. Tahminim 1 yıl içerisinde
restorasyonu tamamlayarak Hükümet Konağı olarak
tabir edilen yere taşınacağız" diye konuştu.
Eski Hükümet Konağı, 68
yıl Kaymakamlık olarak hizmet verdikten sonra 1989
yılında şimdiki Valilik binasına taşınmıştı.
Kilis Kent Haber,
31.10.2012
|
İNCESU MAĞARASI
TURİZME KAZANDIRILIYOR

Karaman'da yıllardır
atıl durumda bekleyen bin 356 metrelik İncesu
Mağarası, önümüzdeki yılın başlarında turizme
açılacak.
Taşkale Beldesi Belediye
Başkanı Muhittin Sunaoğlu, yaptığı açıklamada,
beldeye 9 kilometre mesafede bulunan İncesu
Mağarası'nın sarkıt, dikit ve traverten havuzları
ile bir yer altı cenneti olduğunu söyledi.
Böyle bir değerin
yıllardır atıl durumda bulunduğunu, turizme
kazandırılmayı beklediğini ifade eden Sunaoğlu, ''Ne
yazık ki özellikleri bakımından İncesu Mağarası'nın
yarısı kadar bile olamayacak mağaralar bugün herkes
tarafından biliniyor, ziyaret ediliyor. Bizim
mağaramızı ise sadece bizler biliyoruz. Böyle bir
hazine yerinde duruyor ve kimseye faydası yok.
Sadece bu mağarayı bilen sayılı kişi geziyor. İçinde
düzenleme yapılmadığı için onlar da mağaranın ancak
yarısını görebiliyor'' diye konuştu.
Mağaranın turizme
kazandırılması için bu yılın başında Mevlana
Kalkınma Ajansı (MEVKA), Karaman İl Özel İdaresi ve
Taşkale Belediyesi olarak bir proje hazırladıklarını
anlatan Sunaoğlu, şunları kaydetti:
''Bu eşsiz mağaranın
turizme kazandırılması için hazırladığımız proje
kabul edildi. İlk önce yolun alt yapısı tamamlandı.
Bir aksilik olmazsa bahar aylarında asfalt
dökülecek. Eylül başlarında ise ihaleyi alan firma
aydınlatma ve yürüyüş yolu çalışmalarını başlattı.
Mağaranın içinde bin 356 metrelik yürüyüş yolu
tamamlandı.''
Karaman Kent Haber,
29.10.2012
|