Haberler logo Kasım '12 Arşivi

25 Kasım - 1 Aralık 2012

'MÜZE İÇİN' İSTENİNCE UÇTU!

 

  



Malatya merkezde yakın tarihi simgeleyen Belediye Binası, Sümerbank ve Tekel fabrikaları gibi cumhuriyetin ilk dönem eserlerinin yıkılarak yok edilmesini amaçlayan süreç ilçe ve beldelere sıçradı. Hasançelebi Beldesinde bulunan ve kaderine terk edilen 77 yıllık tarihi istasyon binası bir gecede yıkılarak yok edildi. 

 

Hekimhan Hasançelebi beldesinde 76 yıllık geçmişi bulunan ve müze yapılmak istenen istasyon binası bir gecede yıkıldı. Belde Belediyesinin, tarihi istasyon binasını müze olarak değerlendirilmesi için tahsis talebinden sonra yapılan bu yıkım eleştirilere neden oldu. TCDD 5. Bölge yetkilileri iki farklı açıklamalarda bulunarak kafaları karıştırdı. Bazı yetkililer “Yıkım sadece ek olarak yapılan ve lojman olarak değerlendirilen binaları kapsıyor. İstasyon binası yıkım kapsamında değil.” derken bazı yetkililer “O binanın tarihi bir özelliği yoktu. Üstelik bina, belde merkezine uzak bir yerde ve kullanılmıyordu.” diyerek yıkımın kendileri tarafından yapıldığını ima ettiler.





Tarihi binanın yıkılması kasaba sakinleri tarafından “İstasyon binası, bizler ve beldemiz için çok önemli bir yapı idi. Anılarımızı, geçmişimizi barındıran yapı bir gecede yok edildi. Üstelik müze yapılması için girişimlerin başladığı bir dönemde gerçekleştirilen bu yıkım akıllara değişik 'acabalar' getiriyor.”  sözleriyle tepki görürken,  Malatya Kültür Yaşam Derneği Başkanı Mimar Abdurrahman Yavuz, “Bu tür yapılar, beldelerin simgesi olan ve geçmişe tanıklık eden bu tür yapıların yıkımı hangi gerekçe olursa olsun onaylanamaz” diyerek yıkımı eleştirdi. 

 

1936 yılında ülke genelinde tek tip olarak tasarlanan ve Alman mühendisler tarafından inşa edilen gar ve tarihi istasyon binası yıkımının, Hasançelebi Belediyesinin Müze olarak değerlendirilmesi talebini seslendirmesinden sonra gerçekleşmesi ve yıkıma onay veren yetkililer tarafından farklı açıklamalar yapılması da değişik yorumlara neden oldu.

Malatya Haber, 30.11.2012

'USTA'YI MİMAR SİNAN'DAN ALDI

 

İngiliz Reuters haber ajansı, Çamlıca Camisi tartışmalarıyla ilgili bir haber yayınladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü dönemini Osmanlı’nın ünlü mimarı Mimar Sinan’dan ödünç aldığı “usta” sıfatıyla tanımladığını yazan ajans, “Bu kibirli bir kinaye” ifadesini kullandı.

 

Haberde Mimar Sinan’ın Süleymaniye Camisi’yle16. yüzyılı Osmanlı İmparatorluğu’nun en yüksek noktasını gösterdiği hatırlatılırken “Erdoğan da Türkiye’nin en büyük camisiyle şehrin görünüme kendi izini bırakmak istiyor... Modern cumhuriyetin kuruluş ilkelerinden laikliği yavaş yavaş yok eden ve ülkesinin Ortadoğu’da güç olarak ortaya çıkmasına öncülük eden Erdoğan’ın iktidarında Türkiye’nin doğuya yönelimi sembolik bir anlam taşıyor” ifadeleri yer aldı. Haberde Hürriyet Dış Haberler Şefi Emre Kızılkaya’nın blogunda yazdığı “Avrupa tarafında Sultan Süleyman, Süleymaniye Camisi’yle şehre izini koydu. Şimdi birçok kişi Erdoğan’ın şehrin Asya tarafına kendi izini koymak istediğini düşünüyor” sözleri yer aldı. Haberde bazı muhafazakar isimlerin de Çamlıca’daki cami projesini “ucuz replika” olarak eleştirdiği hatırlatılıyor. Yazıda Erdoğan’ın geçen pazar günü Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ilgili sözleri de hatırlatılarak hükümetin Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtaya yayıldığı zamanki İstanbul’un emperyal geçmişini kucakladığı yorumu yapıldı.

Hürriyet, 30.11.2012

HOPPER TABLOSUNA 9.6 MİLYON DOLAR

 

Amerikalı ressam Edward Hopper’ın yaşadığı New York yakınlarındaki Cape Cod’da yaptığı resimlerden biri, Christie’s Müzayedeevi’nde önceki gün yapılan açık artırmada 9.6 milyon dolara alıcı buldu.

 

‘Cape Cod’da Sonbahar’ adlı resmi alan kişinin kimliği açıklanmadı. Böylece 1967’de ölen Hopper’ın özel koleksiyonlarda kalan son resmi de el değiştirmiş oldu. Hopper’ın ‘Hotel Window (Otel Penceresi)’ eseri 2006’da Sotheby’s’in düzenlediği müzayedede 26.8 milyon dolara alıcı bulmuştu. 

Hürriyet, 30.11.2012

RESTORASYON YAPILACAK

 

 

AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan, Araban İlçesi'ne bağlı Hasanoğlu Köyü'ndeki Roma döneminden kalma tarihi anıt mezarın kurtarılması için, gerekli çalışmaların başlatıldığını söyledi.

 

Milletvekili Erdoğan yaptığı açıklamada, Araban'a bağlı Hasanoğlu Köyü'ndeki anıt mezarın ve diğer anıt mezarlar ile bölgedeki tüm tarihi eserlerin de yerinde görülerek koruma altına alınıp restorasyon çalışmasının yapılması için çalışma başlatıldığını belirterek, "Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi desteğiyle ilk olarak Elif beldesindeki anıt mezarda restorasyon çalışması başlatıldı. Elif beldesi anıt mezarında başlatılan restorasyon çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Elif beldesi anıt mezardaki çalışmalar tamamlandığında ikinci olarak Hasanoğlu Köyü'ndeki anıt mezarda restorasyon çalışması başlatılacak. Hasanoğlu Köyü'ndeki Roma döneminden kalan tarihi anıt mezarda restorasyon çalışmalarının başlatılması için Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'ndeki gerekli çalışmaları tamamladık. 1 Kasım tarihinde Elif beldesindeki anıt mezarda başlatılan ve 6 ay sürecek olan restorasyon çalışması tamamlandığında, ikinci olarak Hasanoğlu Köyü'ndeki anıt mezarda restorasyon çalışmaları başlatılacak. En kısa zamanda da Araban'ı ziyaret edip Elif beldesindeki restorasyon çalışması süren anıt mezar ve Hasanoğlu ile Hisar köylerindeki anıt mezarlar ve Sıtmapınar Çayı üzerindeki tarihi Septimus Severus Köprüsü'nü de yerinde göreceğim" ifadelerini kaydetti.

Olay Medya, 29.11.2012

DALLAS'TAN 'ORPHEUS MOZAİĞİ' GELİYOR

 

 

Hürriyet, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yeni yıldan önce açıklayacağı sürprizin izini sürdü. Arkeoloji dünyası iade edilecek tarihi eserin Orpheus Mozaiği olduğunu konuşuyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yılbaşı sürprizi olarak açıklamak üzere sır gibi sakladığı ve yurt- dışından iade edilecek tarihi eserle ilgili bakanlık yetkilileri hiçbir açıklama yapmazken, arkeoloji dünyasında eserin Dallas Sanat Müzesi’ndeki ‘Orpheus Mozaiği’ olduğu konuşulmaya başladı. Şanlıurfa’dan 1950’li yıllarda kaçırılan eser, tarihi kesin en erken Edessa Mozaiği (MS 194) olarak biliniyor.

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü’nün önderliğinde bir bakanlık heyeti dün mozaiği teslim almak üzere Chicago’ya gitti. Devir işlemlerinin ardından Orpheus Mozaiği teslim alınacak. Bakan Günay ve Genel Müdür Süslü’nün yoğun temasları sonrasında ikna edilen müze yönetimine, mozaiğin Anadolu topraklarına ait olduğuna dair belgeler ve kanıtlar sunuldu.

 

Mozaiğin 5 Aralık’ta New York’tan, Türk Hava Yolları aracılığıyla diplomatik kargoyla Türkiye’ye getirilmesi planlanıyor. Eserin ne zaman iade edileceğini sorduğumuz Dallas Sanat Müzesi İletişim Direktörü Jill Bernstein ise, gelecek ay açıklama yapacaklarını belirtti.

 

Edessa, Şanlıurfa’nın Hellenistik dönemde aldığı bir isim. Mozaik sanatının ön plana çıkmasıyla biliniyor. Mozaikler 1950’li yıllarda arkeolog J.B. Segal tarafından ortaya çıkarıldı. Segal’in mozaikleri çözerek yayımlamasından sonra, Şanlıurfa’nın mezarları tarihi eser kaçakçılarının akınına uğradı.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 29.11.2012

MEDENİYETLER BEŞİĞİ BOLU

 

 

Akpınar Mahallesi’nde kilise kalıntısı olduğu tahmin edilen kalıntılar bulundu. 

Akpınar Mahallesi’nde eskiden beri Sarınalbantlar’a ait olan ve geçtiğimiz aylarda Müteahhit Şaban Şenol’a satılan arazide yapılan kazı çalışmaları sırasında, taş mezarlar ve kilise olduğu tahmin edilen yapı kalıntıları çıktı. Şehit Muhtar Caddesi’ndeki eski atölyelerin bulunduğu mevkide yaklaşık 6 dönümlük arazide Müze Müdürlüğü’nün yürüttüğü sondaj kazıları sonrası, kurtarma kazılarına başlandığı belirtiliyor. Bulunan kalıntıların taş mezarlar ve kilise kalıntısı olduğu tahmin ediliyor.

Bolu Olay, 29.11.2012

 

******


BİZANS DÖNEMİNDEN KALMA BİR KİLİSE OLMA İHTİMALİ VAR

 

  

 

Akpınar Mahallesi’nde eskiden beri Sarınalbantlar’a ait olan ve geçtiğimiz aylarda Müteahhit Şaban Şenol’a satılan arazide yapılan kazı çalışmaları sırasında, taş mezarlar ve kilise olduğu tahmin edilen yapı kalıntıları çıktığını dün sabah ilk kez BolununSesi Gazetesi olarak biz duyurmuştuk. "Sarınalbantlar'ın arazisinden kilise kalıntıları çıktı" başlığıyla verdiğimiz haberden sonra Müze Müdürü'nden konuyla ilgili beklenen açıklama yapıldı.   
    

Bolu Müze Müdürü Arkeolog Mustafa Güneş, sondaj kazılarından sonra ortaya çıkan kalıntılarla ilgili yaptığı ilk değerlendirmede Bizans döneminden kalma bir kilisenin olma ihtimalinin bulunduğunu ve sonuçların önümüzdeki günlerde belli olacağını söyledi.
 

Yapılan çalışmalarda 3. Derece sit alanı olan alanda 15 adet mezar ve iskeletler ortaya çıkarıldı. Şu ana kadar ortaya çıkan kalıntılar hakkında bilgi veren Müze Müdürü Arkeolog Mustafa Güneş; “Bahse konu saha Koruma Bölge Kurulunca üçüncü derece arkeolojik sit alanı olarak koruma altına alınmış durumda. 3. derece SİT alanlarında yapılaşma izni var. Ancak bu alanlarda yapılaşma olması için Müze Müdürlükleri’nce sondaj kazısı yapılmakta, sondaj kazılarında buluntuya rastlanması halinde, Koruma Bölge Kurulunca inşaat izni verilmekte. Bu kapsamda parsel sahibi 2012 yılında müdürlüğümüze başvurdu. Sahanın sit alanı olması sebebiyle 2012 Haziran ayında sondaj kazısı yaptık. Parselin güney bölümünde 19 adet sondaj çukuru açtık. Söz konusu sondajlarda bazı duvar kalıplarına rastladık.

Konuyu, Koruma Kurulu’na ilettik. Bakanlığımızdan kurtarma kazısı ruhsatı alarak 12 gün önce çalışmalara başladık. Şu anda arkeologlarımız tarafından parselin güney batısında çalışmalar sürdürülmekte. Çalışmalarda günümüzde yapılmış beton izleri söz konusu, bu alanda 1970'li yıllarda yapılan bir kereste atölyesi mevcut. Bu betonların altında ise Bizans ve Roma dönemine tarihlediğimiz bazı duvar kalıntıları var.  Yine kalıpların alt bölümlerinde yine Bizans dönemine tarihlediğimiz mezar kalıntıları var” dedi.


   



Güneş, 6 dönümlük arsa üzerinde yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkan kalıntıların bir kiliseye ait olma ihtimali olması nedeniyle titiz bir şekilde çalışma yaptıklarını belirterek; “Şu anda arkeologlarımız vasıtasıyla kazılar devam etmekte. Kalıntının fonksiyonu konusunda kesin ve net bir bilgiye sahip değiliz. Kazı ilerledikçe bu konuda net bilgiye ulaşmayı hedefliyoruz. İlk intibamız, buranın Bizans dönemine ait bir kilise olduğu, daha sonrada yıkıldığı ve bu alanın mezarlık şekline dönüşmüş olabileceğini değerlendiriyoruz.     
   
Toplam 15 mezar bulduk. 4 arkeolog kazıda görev yapıyor. Müze olarak bizim görevimiz kurtarma kısmını bitirip koruma kuruluna sunmak. Bu konuda karar alma yetkisi Ankara 1 numaralı kültür varlıklarını koruma bölge kuruluna ait. Bazı define avcıları bizim burada bulduğumuz kalıntıları duyunca, gizlice bölgeye girip arama yapmaya kalkıyor. Bunun önlenmesi için Emniyet Müdürlüğü ve Belediye yetkililerine bilgilendirme yaptık. Çevre özellikle geceleri görevli polislerimiz tarafından denetlenmekte. Önümüzdeki günlerde çalışmalarımızın neticesini alacağımızdan eminim” diye konuştu.

Bolunun Sesi, 30.11.2012

SELÇUKLU HAMAMI TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Aksaray'da Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan döneminden kalma tarihi hamam, restorasyonu yapılarak turizme kazandırılacak.

 

Belediye Başkanı Nevzat Palta ile Müze Müdürü Yusuf Altın, tarihi Selçuklu Hamamı'nı gün yüzüne çıkartacak çalışma için protokol imzaladı.

 

İmzalanan protokol sonrası konuşan Palta, 2. Kılıçarslan döneminden kalma tarihi hamamı yeniden Aksaray'a kazandıracaklarını belirtti.

 

Sofular Mahallesi'nde yıllardır atıl vaziyette bulunan tarihi hamamın orijinal dokusu korunarak, restore edileceğini ifade eden Palta, şunları kaydetti.

"Aksaray Belediyesi olarak son yıllarda tarihi eserlerimizle ilgili ciddi çalışmalar yaptık. Bu çerçevede Selçuklu Hamamı'nı da ayağa kaldırmanın gayreti içindeyiz. Kültür ve Turizm Bakanlığımızla ve Müze Müdürlüğümüzle bir çalışma başlattık. En sonunda bu noktaya geldik. Bakanlıktan gerekli izinleri aldık. Müze Müdürlüğümüzün koordinesi içinde bir protokol yaptık ve imzasını attık. İnşallah kazı çalışmasına fiili olarak başlayacağız. Arkasından da kazı çalışmalarında elde edilen sonuçlara göre inşallah projelendirilmesi yapılacak. Ondan sonrada hamamı restore edeceğiz."

 

Aksaray Müze Müdürü Yusuf Altın ise tarihi hamamda yapacakları kurtarma kazısının çok önemli olduğunu söyledi.

 

Üniversitelerden öğretim üyeleri ile çalışacaklarını aktaran Altın, şöyle devam etti:

"Doç.Dr. Osman Nuri Dülgerler, Prof.Dr. Haşim Karpuz, Prof Dr. Osman Eravşar da bilimsel kazı danışmanlığı yapacak. Bu konuda biz Müze Müdürlüğü ve teknik ekip olarak her türlü desteği sağlayacağız. Tabii bu işin yüklenici, maddesel boyutta da Belediye Başkanımız bütün hizmetleri inşallah tamamlayacak ve bu şekilde faaliyetlerimizi yürüteceğiz. 2. Kılıçarslan döneminden kalma bu önemli Selçuklu yapısını Aksaray'a hep birlikte kazandırmış olacağız."

 

Aksaray Belediyesi'nin tarihi eserlerle ilgili danışmanlığını yapan Doç.Dr. Osman Nuri Dülgerler, yaptıkları araştırmalarda hamamın 1964 yılına kadar faaliyette olduğunu belirlediklerini dile getirerek, "Kazı ve temizleme çalışması sonucunda hamamın orijinal planlarını tespit edeceğiz. Bir proje geliştirip inşallah Aksaray'ın bir kültür varlığını daha Aksaraylıların hizmetine sunmuş olacağız" dedi.

haberler.com, Haber: Adem Koçak - Ersin Altınsoy, 29.11.2012

BORSA KRALINDAN HEDİYE YALI

 

 

İstanbul Boğazı'ndaki yalılar 'hediyelik' oldu. Geçtiğimiz günlerde, Boğaz'da toplam 50 milyon dolarlık iki büyük yalı el değiştirdi. Bunlar arasında en dikkat çekeni ise Feyyaz Tokar yalısının satışıydı. Feyyaz Tokar ve ablası Mualla Ateş'e ait olan, daha sonra Berna, Serra ve Esra Tokar'a miras kalan yalıyı ABD finans piyasasında 'Young Turk' (Genç Türk) olarak tanınan, ünlü borsacı Ahmet Okumuş aldı. Okumus Capital'ın sahibi Ahmet Okumuş, 25 milyon dolara satın aldığı yalıyı eşi Melis Okumuş'a hediye etti. Fon yöneticiliğine 1992'de 15 bin dolarlık sermaye ile başlayan Okumuş, fonun portföyünü 1 milyar dolar seviyesine çıkardı. İngiltere'de yayınlanan "Hedge Funds Review" adlı dergide Okumuş'un şirketinin dünyadaki hedge fonlar arasında 1'inci sırada yer aldığı belirtildi. Anadoluhisarı'nda bulunan, Rumelihisarı ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü manzaralı yalı, 970 metrekare arsa içinde 750 metrekare kullanım alanına sahip.

ÇOLAKOĞLU ALDI
Boğaz'daki diğer operasyon ise Anadoluhisarı'nda bulunan Zarif Mustafa Paşa Yalısı-Haremlik Bölümü'nün satışı oldu. Burası Müflis İşadamı Orhan Aslıtürk'e aitken, İstanbul 3. İflas Müdürlüğü kanalı ile satışa çıkarılmıştı. O dönemde yalı arsasını Deha Menkul Değerler almıştı. Şirket birkaç ay sonra yalı arsasını TEB'in ortaklarından Çolakoğlu ailesine sattı.

SABANCI'YA KOMŞU
25 milyon dolara satışı gerçekleşen Zarif Mustafa Paşa Yalısı'nın Haremlik Bölümü iki parselden oluşuyor. Yalının Selamlık Bölümü ise 2000 yılında 3.5 milyon dolara satın alan Demsa Yönetim Kurulu Başkanı Demet Sabancı Çetindoğan'a ait. Yalı ayrıca 65 ada, 18 parselde bin 21 metrekare arsa üzerinde, 38 metre rıhtım uzunluğuna sahip. Proje halindeki binanın tahmini 800 metrekare kullanım alanı var.

HER EMLAK DİĞERİNİ KIYMETLENDİRİR
Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz Bosforce Yönetici Ortağı Ulvi Özcan, "Satılan her iki yalı da çok güzel konuma sahip olmalarının yanı sıra, bence Boğaz'da en özel birkaç yalıdan biridir. 'Lüks emlak piyasasında her satılan emlak kalan emlağı kıymetlendirir' prensibinden hareketle bu alım-satımların piyasada emsal fiyatları yukarı doğru taşıyacağını düşünüyorum" dedi.

YALININ İLK SAHİBİ BİLİNMİYOR
Zarif Mustafa Paşa Yalısı haremlik, selamlık ve mehtabiye köşkü olmak üzere üç ayrı bölümden meydana geliyor. Haremin bir kısmı 1918-1919 yıllarında yıkılmış, kalan bölümüne de 1971 yılında bir gemi çarpmış ve böylece harem bölümü günümüze gelememiş. Yalnızca selamlık kısmı gelmiş. Restore edilen bu bölüm iyi durumda. Konu ile ilgili kayıtlarda Zarif Mustafa Paşa'nın yalıyı 1848 yılında satın aldığı, ilk sahibinin kim olduğunun bilinmediği belirtiliyor. Zarif Mustafa Paşa Yalısı'nın Haremlik Bölümü Ferruh Bey Yalısı olarak da bilinmekte olup, 1972 yılında gemi çarpması sonucu bugün arsa boş durumda ve 'Korunması Gereken Eski Eser' niteliğinde.

Sabah, Haber: Seda Tabak, 29.11.2012

"TAKSİM CAMİİ ESKİYİ YANSITMAMALI"

 

 

Çamlıca Tepesi ve Göztepe Parkı’ndan sonra Taksim’e cami yapılması da yeniden gündemde. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , İspanya ziyareti sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada “Çamlıca’ya yapılacak cami projesi içime sindi” derken Taksim’e de cami yapılacağını açıkladı ve “Taksim’e yapılacak cami Maksem’in arkasındaki mescidin yerinde olacak” diye konuştu.


Caminin nasıl ve kime yaptırılacağı henüz bilinmiyor. Ancak halen meydan düzenlemesi nedeniyle inşaat alanına dönen ve Gezi Parkı’nın üzerine yapılmak istenen Topçu Kışlası ile konuşulan Taksim’de cami hayali, yarım asırdır süren bir tartışmanın konusu.
 

Başkanlığını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Taksim Cami Kültür ve Sanat Vakfı, daha önce Taksim’e yapılacak cami konusunda küçük bir yarışma açmıştı. Vakıf, Mimar Ahmet Vefik Alp’in projesini seçti.


Ahmet Vefik Alp’in Dünya Mimarlar Birliği yarışmasında da 1’inci seçilen Taksim Cumhuriyet Camii ve Dinler Müzesi projesinin en önemli özelliği, ‘çağdaş’ olması. Ataşehir’e yapılan dev Mimar Sinan Camii, Edirne Selimiye’nin; Başbakan’ın “İçime sindiği” dediği Çamlıca camii ise Sultanahmet’in kopyası olmakla eleştirilmişti.


Alp, 1.5 yılda hazırladıkları Taksim Cumhuriyet Camii ve Dinler Müzesi projesiyle ilgili şunları söyledi:
“Küçük bir yarışma şeklinde hazırlandı. 1.5 yıl çalıştık. Tüm İslam ülkelerindeki camileri araştırdık. Dünya Mimarlar Birliği ödülünü kazandı. Projeye çağdaş bir yorum yaptık. Atatürk ’ün heykelinin karşısında, Taksim Cumhuriyet Meydanı’nda, çağdaş Türkiye ’nin mimarisini yansıttık. Ancak caminin gelenekselleşmiş öğelerini de yok etmedik. Hassas bir sentez yaptık. Çok büyük bir destek gördü. Uluslararası bir mimarlık dergisi kapağına bastı. Başbakan’a proje takdim edildi. Ancak henüz bir cevap gelmedi.”


‘Mimari eğer günü yansıtıyorsa güzeldir’ 
Taksim’de cami yapılacak yerle ilgili genişletme çalışması yapıldığını ancak arsaya kendi projelerinin mi yoksa başka bir projenin mi yapılacağını bilmediğini söyleyen Alp ise şunları anlattı:
“Projeyi yerin 7 kat altına düşündük. Dinler tarihi müzesi olacak. Düşey bir külliye ortaya çıkardık. 159 proje arasından birinci seçildi. Çamlıca için düşünülen projenin yanlış olduğunu düşünüyoruz. Karşıda Sultanahmet’in orijinali varken, aynısının yapılmasının yanlış olduğunu ve Türk mimarisi açısından da üzüntü kaynağı olacağını düşünüyoruz. Ataşehir’de normal bir cami yapıldı. Bir replikaydı. Bugün Suudi Arabistan’da bile çağdaş camiler yapıldı. Suudi Arabistan cami mimarisinde bu eşiği atlamışken, bizim hala eskileri taklit etmemiz yanlış. Mimari gününü yansıtıyorsa değerli. 500 yıl önceki şartlarda yapılmış bir mimariyi bugün taklit etmek kültürel kodlamada büyük bir yanlışlıktır. Başbakan Erdoğan’ın Çamlıca ve Taksim için çağdaş projelere dönmesini tavsiye ediyoruz.”

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 29.11.2012

 

******


TAKSİM'E CAMİ ALANI VAKIFLAR VE HAZİNE'NİN

 

 

Başbakan’ın sözleriyle gözlerin bir kez daha çevrildiği Taksim camii için, tarihi su maksemin arkasındaki 2 bin 600 metrekarelik alan dini tesis alanı olarak ayrıldı. Alan, Vakıflar ile Hazine’ye ait....

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Çamlıca’daki cami için proje içime sindi. Taksim’e cami için de birkaç parsel kamulaştırılıyor” açıklamasının ardından gözler tekrar Taksim’e çevrildi. Sözkonusu cami, tarihi su maksemin arkasında, bugün otopark olarak kullanılan alana yapılacak. Dini tesis alanı olarak yaklaşık 2 bin 600 metrekarelik alan ayrıldı. Caminin yapılacağı alan, Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait. Maksemin arkasındaki 22 parseldeki, 180 metrekarelik mescit de bu alan içinde yer alıyor.

13 Ocak 2011 tarihinde askıya çıkan planların tümüne, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi itiraz ederek, mahkemeye başvurdu. İstanbul 1.İdare Mahkemesi, Şehir Plancıları Odası’nın plan iptal istemini redderek, bölgede caminin ihtiyaç olduğuna karar verdi. Taksim Cami Kültür ve Sanat Vakfı’nın da müdahil olduğu mahkeme, karar gerekçesinde, “Bölgenin nüfus yapısı son 100 yılda ciddi şekilde değişti. “ ifadelerine yer verdi. Taksim Camisi Kültür ve Sanat Vakfı’nın Avukatı Reşat Sezgin, dini tesis alanının etrafındaki diğer küçük parsellerin de kamuya ait olduğunu belirterek, “Bu parseller de maliye, vakıflar ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait. 116 metrekarelik 8 parsel ile 222 metrekarelik 10 parsel İBB’ye ait. Kamulaştırmadan bilgimiz yok” dedi. Mescitin hemen yanındaki işyerleri çalışanları da, kamulaştırma için herhangi bir girişimin olmadığını belirtti. Taksim Camisi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından sözkonusu alana cami projesi hazırlayan Mimar Ahmet Vefik Alp, ‘Dolaylı yoldan gelen bilgilere göre Başbakan arsayı büyüterek bu alanda yine klasik cami tercih ediyormuş” dedi. Alp, ‘projeniz uygulanır mı’ sorusuna, “ümit ediyorum” yanıtını verdi.

Vatan, Haber: Nebahat Koç, 29.11.2012

 

******


TAKSİM'E CAMİ YAPILSIN, BÜFELER KALDIRILSIN

 

İşi gücü bıraktık, cami tartışıyoruz. Bir Çamlıca'ya, bir de Taksim'e. İkisine de karşı değilim. Baştan söyledim. Tek derdim "güzel, yakışıklı" camiler olsun.


O nedenle Çamlıca'ya yapılacak camiyi yazıp duruyorum.
"Lütfen ikinci geleni yapmayalım. Bir birinci bulalım" diye.


Türkiye'nin en iyi mimarlarını ağırladım Teke Tek'te.
Her seferinde adını yazdığım Han Tümertekin de vardı aralarında.
Han, Mekke'ye yapılacak cami için Suudi Krallığı tarafından çağrılan tek Türk mimar.
Dünyadan 12 büyük mimarı çağırmış Suudiler.
Aralarında Han Tümertekin de var. Sonra 6'sını elemişler. 6'sıyla projeler üzerinde çalışmaya devam ediyorlar.
Han Tümertekin, Mekke'ye yapılacak dev cami ve külliyesi için sona kalan 6 mimardan biri.
Belki de onun projesi yapılacak.
Mekke'ye cami projelendiren mimar, İstanbul'a yapılacak cami için çağrılmıyor.


Garip değil mi? Taksim Camii'ne gelince.
Hatırlar mısınız bilmem.
Habertürk yayın hayatına başladığı sırada, İstanbul ilavemizde bir kampanya yapmıştık.
Taksim'deki Ortodoks Kilisesi'nin çevresindeki büfeler kaldırılsın, kilise tüm ihtişamıyla ortaya çıksın, tam karşısındaki boş otopark arazisine de şık bir cami yapılsın diye.
O gün "Yapılsın" dediğimiz cami, şimdi yapılıyor.
Niye itiraz edelim?
"Ama o büfeler de oradan kaldırılsın" diyorum hala.
Ancak Taksim'e de Sinan'ın camilerinden birinin kopyası yapılacaksa ona itirazım var.
"Mimari sanatımız 500 senede bir gıdım ilerlemedi" dedirtmem kimseye!

Habertürk, Yazı: Fatih Altaylı, 29.11.2012

2500 YILLIK HAZİNE KEPÇEYE TAKILDI

 

 

Karadeniz'de Antik Çağ'ın önemli merkezlerinden olan, ünlü filozof Diyojen'in de yaşadığı Sinop, geçen hafta tarihi bir sürprize sahne oldu. Sinop'un merkezindeki Gelincik Mahallesi'nde çarşamba günü altyapı çalışması yapan TEDAŞ ekipleri, sert bir kayayla karşılaştı. Kayanın tarihi bir eser olabileceğini düşünen işçiler hemen Sinop Arkeoloji Müzesi uzmanlarına haber verdi. Kazı yerine gelen uzmanlar, kayanın bir lahit olduğunu tespit etti.

İşmakinesi yardımıyla bulunduğu yerden çıkartılan lahit, incelenmek üzere müzeye götürüldü. Kireç taşından yapılan lahdin içinden pişmiş toprak kaplar ve takılardan oluşan 21 parça tarihi eser çıktı. Bir kadına ait olduğu anlaşılan mezarın, MÖ 5-4'üncü yüzyıllara ait olduğu tahmin ediliyor. Lahdin içinde evlilik törenlerinde kullanılan 2 kap, yağ ve parfüm konulan 7 kap, pişmiş topraktan bir heykelcik, bronz ayna, 2 bronz yüzük, yüzük kaşı, bronz küpe, 68 boncuklu altın bir kolye, bronz göz kalemi ve kemik kutusu, 3 bronz sikke bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özarslan, "Lahitte şu ana kadar Karadeniz'de hiç emsali olmayan buluntular çıktı. Bu tür taş eserler bölgemizde nadir çıkıyor" dedi. Özarslan, eserlerin Sinop Arkeoloji Müzesi'nde sergileneceğini kaydetti. AB'den alınan 9.2 milyon euroluk hibeyle Sinop'ta altyapı ve restorasyon uygulamalarının yapılacağını belirten Özarslan, bu kapsamda Sinop Tarihi Cezaevi ile ilgili alan yönetimi planı ve işlevlendirme projesinin hazırlanacağını belirtti.

Antik Çağ'da insanlar ölülerini lahit denilen sandık şeklinde mezara gömüyordu. Lahitlere ölü ile birlikte, ölümden sonraki hayatta kullanacağı çeşitli eşyalar ve değerli metallerden yapılmış objeler de konurdu. Daha çok dönemin zenginleri için lahit kullanılırdı.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 29.11.2012

TOPÇU KIŞLASI PROJESİ

 

 

Çok tartışılan Topçu Kışlası Projesi’nin mimarı Halil Onur, projenin tüm detaylarını anlattı: “Gezi Parkı kapanmayacak. Park kışla ile çevrelenecek. Ağaçların kesilmesi söz konusu değil. Buz pisti, avlunun 10’da birinden daha küçük alanı kaplayacak”.

 

Taksim Yayalaştırma Projesi’nin belki de en çok tartışılan kısmı Gezi Parkı’na yapılması planlanan Topçu Kışlası projesi... Proje çerçevesinde, Gezi Parkı’ndaki ağaçların tamamının kesileceği, kışlanın alışverişmerkezi olacağı, tamortasına devasa bir buz pisti yapılacağı iddiaları var. Çevre Kurulu’ndan onay bekleyen projeninmimarı Halil Onur, işte tümbu iddialara yanıt verdi, projeyi anlattı. İBB’nin geçtiğimiz yıl açtığı “TaksimTopçu Kışlası ihyası”nı ihale usulü ile kazanan projenin sahibimimar Halil Onur, Habertürk’ün sorularını yanıtladı...

CAMİ VEYA AVM YOK:
“Topçu Kışlası normal bir apartman dairesiyle karşılaştırıldığında yüksekliği 5 katlı, kulelerin yüksekliği ise 10 katlı bir apartmana denk geliyor. Kışlada, cami veya AVM olmayacak. Giriş katta kapısı avluya da açılan kafeler, pastaneler, kitapçılar olacak. AKMtarafında ise sergi salonları ve galeriler olacak. Projeye ‘AVMKışlası’ veya ‘Turistik Kışla’ diyenler var. Kültür Kışlası demek daha doğru. İnşa edilirse Taksim’in cazibemerkezi olacak.”

GEZİ PARKI NE OLACAK?:
“Kışlanın oturacağı alan 22 bin metrekare, zemin kat 7 bin metrekare. Yani 15 bin metrekare bir alan açık alan. Gezi Parkı’nın sadece 5’te 1’i yapılaşacak. Yani gezi alanı kalacak. Gezi Parkı’nı kapatmayacağız. Park sadece kışla ile çevrelenecek. Parka giriş çıkışlar ise kışlanın avlusuna açılan çok sayıda kapı ile olacak. Gezi Parkı’ndaki 500’e yakın ağacın sadece dörtte biri yapılaşma alanında. Bu ağaçları kesmek söz konusu değil. Taşınabilirler veya koruma kurullarının tavsiyesi ile çare bulunur.”

BUZ PİSTİ OLACAK MI?:
“Buz pisti bu avluda düşünülen fonksiyonlardan sadece birisi. Üstelik avlunun 10’da birinden daha küçük bir alanı kaplayacak, yılın 2 ayı için kurulur ve kaldırılır bir sistem olabilir diye önerdik. Ama basına yansıyan çizimde hata var. O çizimde buz pisti 15 bin metrekarede, avlunun tam ortasında görünüyor. Oysa dünyanın hiçbir yerinde bu büyüklükte bir buz pisti yok.”

NEDEN ELEŞTİRİLİYOR?:
“Şu eksiğimiz oldu. Taksim’e bir bilgimerkezi kurabilirdik. Şimdi bunu yapacağız. Herkes görüşünü söylesin. Dedikoduyla değil gerçek bilgi ile tartışılsın. Keşke tartışmalar daha önce yapılsaydı.”

MESLEK ODAM GÖRÜŞMEDİ:
Konuyu her kesimle paylaşmak istedik. Şubat 2012’deMimarlar Odası’yla görüşmek, projemi anlatmak istedim. Randevu istedim. Ama geçen ay görüştük. Oysameslek odamla daha erken görüşmek istemiştim. Vicdanen çok rahatım.”

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yapılması planlanan Topçu Kışlası’yla ilgili, “O kışlayı yaptığımız zaman meydanın yarısını işgal edeceğiz” eleştirisinde bulunmuştu. Halil Onur, bu eleştiriye şöyle yanıt verdi: “Sayın Bakanın açıklamalarında bilgi eksikliği var. Dünyada bu tip projeler yarışma ile seçiliyor. Yarışma yapılmasını teklif ettim ama İBB ihale usulünü tercih etti. Onlar önerdi, ben ihaleye girdim ve projem kazandı. Benim için önemli olan tek şey işimi iyi yapmak. Ve ben işimi çok iyi yaptım.”

Habertürk, Haber: Ezgi Evcil, 28.11.2012

NEW YORK'TA TARİHİ MÜZAYEDE

 

 

ABD'nin New York eyaletinde aralarında Vincent van Gogh ve John Lennon'un mektuplarının da bulunduğu 300 tarihi belgenin açık artırmayla satılacağı bildirildi.

 

Mektup ve belgeleri satılacak isimler arasında eski ABD Başkanı George Washington, beyzbolun efsane ismi Lou Gehrig, Louis Pasteur, Sigmund Freud, Charles Darwin, Marie Curie, Giuseppe Verdi, Peter Tchaikovsky, Cole Porter, Kral 2. Henry ve Napoleon Bonaparte'in bulunduğu belirtildi.

Müzayedenin en önemli parçasının 1890'da Van Gogh tarafından Fransa'nın Arles kentindeki Cafe de la Gare'in sahipleri Joseph ve Marie Ginoux'a yazdığı bir mektup olduğu ifade edildi. Mektubun 200 ila 300 bin dolara alıcı bulması bekleniyor.

John Lennon'ın ünlü İngiliz gitarist Eric Clapton'a olan samimi hayranlığını kaleme aldığı mektubun da 20-30 bin dolara satılacağı tahmin ediliyor.

Profiles in History müzayede evi tarafından hazırlanan koleksiyonun Madison Bulvarı'ndaki Douglas Elliman's sanat galerisinde 3-9 Aralık tarihlerinde sergileneceği, 18 Aralık'ta da internet üzerinden ve telefonla satışların yapılacağı kaydedildi.
Sabah, 28.11.2012

'AY IŞIĞINDA GALATA KULESİ'NE 2.4 MİLYON LİRA

 

 

Dünyaca ünlü Rus ressam Ivan Aivazovsky'nin "Ay Işığında Galata Kulesi " tablosu, Londra'da 825 bin 250 sterline (yaklaşık 2 milyon 400 bin TL) satıldı.

İngiltere 'nin başkenti Londra'daki Sotheby's müzayede evinde yapılan "Rus Sanatı" açık artırmasında, 28 eser satışa sunuldu.

Aivazovsky'nin, 1845 yılında ay ışığında Galata Kulesi ve Boğaz'ı resmettiği yağlı boya tablonun, 500 bin ila 800 bin sterlin arasında alıcı bulması bekleniyordu. Eser açık artırmada 825 bin 250 sterline satıldı.

Ivan Aivazovsky'nin İstanbul Boğazı'nı resmettiği 1900 tarihli bir diğer yağlıboya tablo ise, 97 bin 250 sterline (yaklaşık 280 bin TL) alıcı buldu. Ressamın Haliç 'i resmettiği "Ayışığında Haliç" eseri ise satılmadı. 1886 tarihli yağlıboya tablonun 700 bin ila 900 bin sterlin arasında alıcı bulması bekleniyordu.

Aivazovsky, İstanbul'a ilk kez Osmanlı Sultanı Abdülmecid'in daveti üzerine 1845 yılında geldi. 1845-1900 yılları arasında birkaç kez İstanbul'u ziyaret etti ve şehri resmetti.

"Rus Sanatı" açık artırmasında en yüksek fiyata satılan eser ise, ressam Valentin Alexandroviç Serov'un portresi oldu. Yağlıboya portre, 1 milyon 217 bin 250 sterline (yaklaşık 3 milyon 700 bin TL) alıcı buldu.

Radikal, 27.11.2012

KARAKÖY MESCİDİ TEKRAR YAPILACAK

 

 

Raimondo d'Aronco'nun tasarımı, 1958 senesindeki imar faaliyetleri sırasında yıkılan Karaköy Mescidi ayağa kaldırılıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sitesinde projeyle ilgili aşağıdaki bilgiler yer alıyor:

 

 

"Günümüzde yerinde bulunmayan Karaköy Mescidi'nin bulunduğu yerde, Fatih döneminde (1451-1481) yapılmış bir tekkenin var olduğu bilinmektedir. Tekke, önce camiye çevrilmiş ve harap olduğu için daha sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından fevkani bir cami olarak 17.yüzyılda yeniden yaptırılmıştır. Merzifonlu Vakfı'na bağlı olan bu cami ve altındaki yine vakfa ait dükkanların zamanla harap olmaları sonucunda onarımları gerektiğinden, yapının yıkılıp yeniden yapılmasına karar verilmiş ve yeni cami İtalyan mimar Raimondo D'Aronco tarafından 20.yüzyılın başında tasarlanıp uygulanmıştır. Söz konusu cami, Karaköy meydanının doğusunda Halil Ağa ve Kemankeş sokaklarının arasında kalan yapı adasının meydana bakan kesiminde bulunan fevkani küçük bir yapıydı. Üçüncü katında yaklaşık 10x13 m. boyutunda bir alana oturan cami mekanının üstü, sekizgen planlı ve küçük bir kubbeyle örtülü idi. Karaköy Camii, istimlak edilerek, 1958'de yıktırılmıştır. Kınalıada'da yeniden kurulmak üzere bütün taşları numaralanarak sökülmüş ancak iki parçası dışında yapı tümüyle kaybolmuştur. Bugün bulunduğu alan Karaköy'de, 100 Ada, 5-9-11-13-17-18-19-20 parseller üzerinde yer almakta olup, 1/5000 Ölçekli Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı'nda, yapının yeri "Cami Alanı" olarak belirtilmiştir. İstanbul II Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 17.06.2010 tarih ve 3571 sayılı kararı ile; " Kemankeş Mahallesi, 100 ada, 5-9-11-13-17-18-19-20 parsel Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Cami'nin 2863 sayılı yasanın 6.maddesinde belirtilen niteliklere haiz olduğu anlaşıldığından korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmesine; yapının restitüsyon ve rekonstrüksiyon projelerinin Kurula iletilmesine" karar verilmiştir. Anılan Kurul kararı gereği hazırlanacak proje ile Karaköy Mescidi'nin (Yapı alanı:474 m2) özgün yeri olan alanda rekonstrüksiyonu amacıyla restitüsyon ve rekonstrüksiyon projelerinin elde edilmesi amaçlanmaktadır."

Arkitera, Ekleyen: Betül Atasoy, 27.11.2012

TARİH KEPÇEYE TAKILDI

 

 

Çorum’un Osmancık İlçesi'nde belediye ekiplerince yapılan altyapı çalışması sırasında tarihi bir tünel bulundu.

 

Osmancık Belediye Başkanı Bekir Yazıcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin en büyük sorunlarından biri olan kanalizasyon ve altyapı problemini gidermek amacıyla bir proje hazırladıklarını, toplamda 21 milyon lira tutarındaki çalışma için ilk kazmanın birkaç gün önce vurulduğunu söyledi.

Çalışmalar kapsamında ilçenin çeşitli bölgelerinde iş makineleri ile kazı yaptıklarını belirten Yazıcı, ”Tarihi Koyunbaba Köprüsü ile Kandiber Kalesi arasında bulunan Adnan Menderes Caddesi’ndeki kazı çalışmalarında arkadaşlarımız, dehliz olarak da bilinen bir tünel ağzına rastlamışlar. 10 metre derinlikte açığa çıkan dehlizin Kandiber Kalesi’nden Kızılırmak’a inen bir tünel olduğunu tahmin ediyoruz” dedi.

Dehlizin açığa çıkmasının ardından Çorum Müze Müdürlüğü’ne bilgi verdiklerini, ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı’na da yazılı müracaatta bulunduklarını dile getiren Yazıcı, şöyle devam etti: ”Daha önceden yer altından kaleye çıkışın sağlandığı bir tünel olduğu söylentileri vardı. Ancak bu tüneli hiçbir zaman açığa çıkaramamıştık. Tünelin bulunmasının ardından bakanlığımıza ve müze müdürlüğümüze bilgi verip, çalışmamızı durdurduk. Müzeden gelen bir arkeolog inceleme yaptı. Yapılan incelemede dehlizin, 1974 yılında yapılan bir altyapı çalışmasında tahrip olduğu anlaşıldı. Müze ile işbirliğinde çalışmalarımıza devam edeceğiz.” ”Böyle tarihi bir değeri yeniden turizme kazandırma fırsatını en iyi şekilde değerlendireceğiz” diyen Yazıcı, ”Bu hem ilçemiz hem de ülkemiz için bir kazançtır. Bölgede arkeolojik kazıların yapılması ve kaleye ulaşım sağlayan bu tünelin yeniden kullanılması için gerekli girişimlerde bulunduk ve çalışmaları sonuna kadar destekleyeceğiz. İnşallah bu tarihi yeniden gün yüzüne çıkaracağız” diye konuştu.

Çorum Müzeler Müdürü Arkeolog Önder İpek de konuyla ilgili gerekli çalışmalara başladıklarını ifade ederek, incelemenin ardından hazırladıkları raporu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’na sunduklarını bildirdi.

Kurulun vereceği kararın ardından gerekli çalışmaları başlatacaklarını anlatan İpek, ”Tünelin, Osmanlı döneminden kalma bir dehliz olduğunu tahmin ediyoruz. Kaleden Kızılırmak Nehri’ne inilerek su almak için yapılmış olabilir. Kurulun vereceği kararın ardından koruma altına alınacaktır. Daha sonra da yeni bir proje hazırlanabilir” ifadelerini kullandı.

Milliyet, 27.11.2012

PEKİ, ECDADIN İSTANBUL'U BU MUYDU?

 

Muhteşem Yüzyıl’daki Süleyman bizim bildiğimiz ‘ecdadımız’ Kanuni değilse, köprülerle, gökdelenlerle silueti bozulan bu İstanbul bize ‘ecdad’ın bıraktığı İstanbul mu?

 

Hatta bu siluet 1994’te Tayyip Erdoğan’ın devraldığı İstanbul’un mu silueti? İslam ile coğrafyanın bu denli iç içe geçtiği, birbirini gergef gibi işlediği bir başka mekan bilmiyorum. İslam ve İslam’ın cami mimarisi bir şehre bu kadar mı yakışır, o şehre bu kadar mı kimlik verir? Ben İslam’ın bir şehre bu kadar ‘oturduğuna’ başka bir yerde tanık olmadım. Tepelerindeki camileriyle oluşan İstanbul silueti ‘ecdadımız’ın en değerli miraslarından. Şimdi bu miras hovardaca harcanıyor, hem de muhafazakar bir partinin iktidarında, hem de bu partinin yirmi yıldır yönettiği bir şehirde. Kim, nasıl İstanbul’un siluetiyle oynamaya cüret edebilir, buna izin verebilir? Sanırım İstanbul’u ve Türkiye’yi yönetenlerin ‘muhafazakar kimliği’ İstanbul’a müdahaleyi kolaylaştırıyor. Bir tür ‘sahiplik’ duygusu; ‘İstanbul Osmanlı’nın mirası, biz de onun meşru mirasçılarıyız, dolayısıyla bu mirası harcama beratımız var,’ havasındalar. Fatih’in, Kanuni’nin mirasçıları olarak kendilerinde İstanbul üzerinde tasarrufta bulunma hakkını görüyorlar sanki... Öyleyse çok yanılıyorlar demektir. Zeytinburnu’na yapılan üç gökdelenin Sultanahmet ve Süleymaniye üzerine bir hayalet gibi çöküşüne tanık olduk. Kimse engellemedi gökdelenler İstanbul’un tarihi mirasını ifsad edene kadar. Sanki İstanbul’u yönetenlerin izniyle ve onların gözlerinin önünde o gökdelenler yükselmemiş gibi geçen yıl bir gazete haberiyle duydular bu gökdelenlerin varlığını... Şimdi de Haliç’te yapılan metro köprüsü. Uzun süredir gazetelerde yakınmaları, itirazları okuyordum. Geçenlerde gözlerimle görünce olayın vahametini daha iyi kavradım. Bir köprüyle Haliç’in, Süleymaniye’nin, Eyüp’ün tarihi görüntüsü, silueti imha ediliyor. Kimsenin de sesi çıkmıyor, çıksa da ‘muhafazakar parti’nin hükümeti ve belediyesi aldırmıyor.

 

Başbakan’ın İstanbul’a büyük değer verdiği biliniyor. ‘Ecdadı’na gerçekten sahip çıkacaksa ecdadın bıraktığı İstanbul’un siluetini bozan gökdelenleri ve köprüleri durdurmalı. 1994 yılından beri, yani 20 yıldır İstanbul’a büyük hizmetler yapıldı. Ama İstanbul’un tarihi siluetinin bozulması yapılan bütün hizmetleri ‘tarih’ ve ‘muhafazakarlık’ adına geçersiz kılar. Muhafazakarlığın tarihe, geleneğe ve mirasa bakışları Taksim’de içi alışveriş merkezi ve buz pateni alanı olarak tasarlanan Topçu Kışlası’nı yeniden inşa etmek düzeyinde olamaz. Bu düzeyde tarih, bizzatihi tarih olduğu için değil, bize verdiği kimlik için önemli. Biz kimliğimizi edinmiş isek gerisi dert değil. Birisinin önünü kapatır, ötekinin arkasına bir hayalet diker, sonra da kimliğimizin köklerini teşhir etmek için başka bir yere taklidini yaparız!

 

Bir yandan İstanbul’un tarihi siluetini boz, öte yandan da kabahatini örtmek için Çamlıca’ya daha büyüğünü dik! Olmaz... Geçenlerde Taraf’tan Andrew Finkel çok çarpıcı bir gözlemde bulunuyordu; ‘Gerçek bir Sinan camisinin manzarasını imha edip sonra da karşısına onun taklidini diken bir şehir,’ daha doğrusu bu şehri yöneten ‘muhafazakarlık’ nasıl bir şeydir? UNESCO çırpınıyor. Belki de İstanbul’u ‘dünya miras listesi’nden çıkaracak. Temel kaygısı da tarihi siluetin korunması. ‘Elin UNESCO’sunun’ İstanbul için gösterdiği hassasiyeti bu şehri yirmi yıldır yöneten ‘muhafazakarlar’ göstermiyorsa, göstermemiş ve silueti bozmuşlarsa söylenecek söz yoktur. ‘Muhafazakarlar’ değilse kim ‘muhafaza’ edecekti İstanbul’un siluetini? Ya muhafazakarlık kavramında bir sorun var veya İstanbul’da çok ‘rant var’. İstanbul’un bozulan siluetinin kefareti Çamlıca’da ‘çakma’ bir tarih inşa etmek olamaz.

Zaman, Yazı: İhsan Dağı, 27.11.2012

KÖPEK MEZARININ SIRRI

 

 

Yalvaç’taki Pisidia Antiocheia antik kentinde gün yüzüne çıkarılan köpek mezarlarının halkın, Hristiyan inancına rağmen kentin o dönemde yaşadığı felaketlerden korunmak için pagan inancına başvurduğunun kanıtı olarak gösterilebileceği bildirildi.

Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Antiocheia Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 4 yıldan bu yana sürdürülen antik kentteki kazı çalışmalarının bu yıl 11 Haziran’dan beri devam ettiğini, hava koşullarının iyi gitmesi durumda çalışmaların 10 Aralık’a kadar devam edeceğini söyledi.

Bu yılki kazı çalışmalarının antik kentin kuzey-güney yönündeki caddelerinde yoğunlaştırıldığını bildiren Özhanlı, 5 ay süren caddedeki çalışmaların sona erdiğini kaydetti.

Kazılarda caddede ilginç verilere ulaşıldığına dikkati çeken Özhanlı, ”Özellikle Antiocheia antik kentinde 8,9 ve 10. yüzyıllara ait çok sayıda eser karşımıza çıktı. Ancak bir veri var ki gerçekten geç antik dönemin sosyal yaşantısını, inancını bize gösterdi. Bu, 2009 yılında bulunmasına rağmen tam anlaşılamayan köpek mezarıdır. Kentin en işlek caddesinde bir köpek mezarının bulunması ilginç bir veri olarak sunulabilir” dedi.

Bu yıl elde edilen en önemli verilerden biri olan köpek mezarının Hristiyanlık dönemi sosyal yaşantısı ve inancına yönelik bazı ipucları verdiğini dile getiren Özhanlı, Hristiyanlık inancında köpeğin sevilmeyen bir hayvan olduğunun bilindiğini kaydetti.

Antik dönemde büyücülerin tanrısı olarak görülen ve köpeği kutsal hayvan kabul eden Hekabe adında bir tanrıça olduğunu bildiren Özhanlı, ”Bu tanrıça adına felaketler karşısında köpek kurban edilmekteydi. Hristiyanlık döneminde ise köpeği kurban eden bu inanç tamamen kaybolmuştu. Çünkü Hristiyanlıkta köpek, sevilmeyen hayvandı. Geç döneme ilişkin elde edilen bu veriler özellikle Pisidia Antiocheia antik kentinin 8. yüzyılda uğradığı felaketlerden dolayı, eski inancın tekrar uygulanmaya çalışıldığını göstermektedir” diye konuştu.

Özhanlı, Emevi döneminde Halife Velid’in oğlu Abbas tarafından kentin büyük bir Arap akına uğradığını ifade ederek, şunları söyledi: ”Burada yağmalama olması sonucu halk fakirleşmiş ve hastalıklar ortaya çıkmaya başlamış. Bunun üzerine kent, eski geleneği tekrar ortaya çıkarmış. 2010 yılında antik kentin ana çeşmesinin bulunduğu noktada çıkarılan başka bir köpek mezarı, bu geleneğin devam ettiğini göstermektedir. Kaburgalarının arasından geçirilmiş mızrak köpeğin kendiliğinden ölmediğini, kurban edilerek gömülmüş olduğunu bize göstermektedir. Köpek, çok itinalı bir şekilde gömülmüştü. Köpeğin patilerinin altına taşların konulması ve yine yönünün kuzey-güney doğrultusunda olması Hristiyanlık geleneğine uymadığını, farklı bir şekilde gömüldüğünü göstermektedir. Mezarlarda köpeklerin yanı sıra metal bilezik, seramik gibi eşyaların bulunması ayrı bir öneme sahip.” Pisidia Antiocheia antik kentinin bu dönemde çok küçüldüğünü, Roma dönemindeki ihtişamını kaybettiğini, ardından kentin bugünkü Yalvaç İlçesi'nin olduğu yere taşındığını anlatan Özhanlı, ”Kazılarla elde edilen veriler 8 ve 9. yüzyıllarda Pisidia Antiocheia antik kentinde sosyal yaşantının ve dinsel inanışın nasıl olduğunu kanıtlar niteliktedir” dedi.

Vatan, 27.11.2012

TABYALARA ORTAK AKIL YAKLAŞIMI

 

 

Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA) Koordinasyonundaki Tarih ve Kültür Mirası Turizmini Geliştirme Komitesi ile Orman ve Su İşleri 13. Bölge Müdürlüğü İşbirliğinde düzenlenecek olan “Nene Hatun Tarihi Milli Parkı Tabyalarının İşlevselleştirilmesi Ortak Akıl Çalıştayı” 28 Kasım Çarşamba günü Erzurum’da yapılacak.

Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA) tarafından 2011 yılı içerisinde hazırlanarak 2012 yılı içerisinde yerel komiteler eliyle uygulamaya konulan İnovasyona Dayalı Bölgesel Turizm Stratejisi ve Eylem Planı kapsamında, Tarih ve Kültür Mirası Turizmini Geliştirme Komitesinin faaliyetlerinden biri de “Nene Hatun Milli Parkı’nda bulunan Tabyaların işlevselleştirilerek turizme kazandırılmasına katkı sağlanması hedefleniyor.

KUDAKA Basın ve halkla İlişkiler Birimi tarafından yapılan yazılı açıklamada, “Milli Park ilan edilerek koruma altına alınan tarihimizin en önemli değerlerinden Aziziye ve Mecidiye Tabyalarının turizme kazandırılması amacına hizmet edecek yeni bir çalışma ise 28 Kasım 2012 tarihinde Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA) koordinasyonundaki Tarih ve Kültür Mirası Turizminin Geliştirilmesi Komitesi ile Orman ve Su İşleri 13. Bölge Müdürlüğü arasındaki iş biriliği ile yapılacak “Nene Hatun Tarihi Milli Parkı Tabyalarının İşlevselleştirilmesi Ortak Akıl Çalıştayı”dır.

Erzurum Palan Otel’de 09:30’da başlayıp bir gün sürecek olan çalıştay kapsamında Tabyalara yüklenebilecek fonksiyonların neler olabileceği ve alanın turizm açısından sürdürülebilir kullanımının nasıl sağlanabileceği ile ilgili ortak bir akıl oluşturulması hedeflenmektedir. Konusunda uzman akademisyenlerin, yöneticilerin, STK temsilcilerinin ve profesyonel turizmcilerin katılacağı çalıştayda belirlenecek fonksiyonların ve alınan kararların uygulama çalışmaları açısından yönlendirici özellikte olması beklenmektedir.” denildi.

Erzurum Gazetesi, 27.11.2012

MADEN OCAĞINDA ROMA DÖNEMİNE AİT MIZRAK UCU BULUNDU

 

 

Kayseri'nin Develi İlçesi'nde Havadan Bölgesi'ndeki bir maden ocağında, Roma Dönemi'nde maden ocağında çalıştırılan köle sorumlularının kullandığı belirtilen bronz mızrak ucu bulundu.

Havadan Bölgesi'nde bir maden ocağında çavuş olarak çalışan Nazım Büyüköztürk, Roma döneminde madenlerde kölelerin sorumluluğunu üstlenen güvenlikçilerin kullandıkları öne sürülen mızrakların ucunu buldu. Nazım Büyüköztürk, eski maden ocaklarında yaptıkları aramalarda zaman zaman Roma döneminde kullanılan kesici maden aletleri ve kölelere karşı kullanılan mızrakların uçlarının bulunduğunu anlattı. Büyüköztürk, Romalılar'ın maden ocaklarında aranılan maden çeşidini bulup taban seviyesine kadar indiklerini ve alt zeminden başlayıp maden cürufunu yine dağın içerisinde bırakarak sadece işlenilecek madeni yüzeye çıkarttıklarını söyledi.

Maden Mühendisi Abdullah Malkoçoğlu da altın, çinko ve kurşun başta olmak üzere Zamantı ırmağının doğu ve batı cephesindeki maden rezervlerinin Romalılar Dönemi'nde de işletildiğini, bu bölgede birçok madenci aletine rastladıklarını söyledi. Malkoçoğlu, bölgede zengin maden rezervlerinin olması nedeniyle köylerden göçün azaldığını, keşfedilmeyi bekleyen madenlerin de bulunduğunu kaydetti.

Bugün, Haber: Nezir Ötegen, 26.11.2012

KARUN HAZİNELERİ ÖZEL BAKIMA ALINDI

 

 

Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Karun Hazineleri’nin 170 parçası, uğradıkları korozyon etkisinden arındırılmaları amacıyla müzede kurulan laboratuvarda bakıma alındı. Uşak Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk bakım çalışmalarının yaklaşık 1 ay süreceğini söyledi. Arıtürk, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından oluşturulan ve içerisinde bir bakanlık müfettişinin de bulunduğu 7 kişilik ekibin, Uşak Arkeoloji Müzesi’nde korozyona uğrayan eserlere bakım yapmak için geldiğini söyledi. Arıtürk, Uşak Tren Garı’nda yapılan yeni müzenin, yaklaşık 1 yıl sonra hizmete girmesinin planlandığını dile getirerek, ‘Yeni müze hizmete girdiğinde Karun Hazineleri ve diğer eserler layık oldukları şekilde sergilenecek’ dedi. Uşak Arkeoloji Müzesi’nde, depolardaki  eserlerle birlikte kayıtlı 41 bin 800 parça tarihi eser var.    

Star, 26.11.2012

MARDİN 100 YIL ÖNCEKİ HALİNE DÖNECEK

 

Mardin'de 3 yıl önce başlayan tarihi dönüşüm projesi kapsamında devam eden çalışmalarda şu ana kadar 140 beton bina yıkıldığı belirtildi. Konu ile ilgili bilgi veren Mardin Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu, tarihi kentte başlayan dönüşüm projesi kapsamında şu ana kadar tespit edilen 570 binadan 140 binanın yıkıldığını kaydetti. Projenin Mardin'i 100 yıl önceki haline getirme amacı taşıdığını ifade etti.

 

7 bin yıllık tarihi geçmişi bulunan ve 30 medeniyete beşiklik eden Mardin'i bir dünya kenti yapma adına imkanlar ölçüsünde hizmet ettiklerini belirten Mardin Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu, 50 yıl boyunca yerel yönetimlerin yapmış oldukları hataları şimdi kendilerinin çektiğini ifade etti.

Başkan Ayanoğlu, "Bugün Mardin'de tespit edilen beton ev sayısı 2 bini geçiyor. Acil olarak yıkılması gereken ilk etapta 570 bina var. Bunları 2014 yılına kadar yıkmamız gerekir. Şu ana kadar 140 bina yıkıldı. Mardin'in hem alt yapısı hem de üst yapısını yeniden şekillendiriyoruz. Şu ana kadar şehrin sokaklarına 550 bin metre parke taşı ile döşedik. 200 kilometre su ve kanalizasyon döşemesi yaptık. 1952 yılında yapılan Mardin'in alt yapısı, 60 yıl sonra tamamı yeniden kazılarak döşendi. Suyu, elektriği, kanalizasyonu, telefonu atık su tahliyesi bunlar tamamen yenilendi. Şehri güzelleştirecek 11 tane park yaptık. Mardin'i adeta şantiyeye dönüştürdük. Bütün bunlar için şu ana kadar 80 milyon lira harcama yaptık." dedi

 

"İNANÇ AYRIMI YAPMADAN CAMİYİ DE KİLİSEYİ DE ONARIYORUZ"

İnanç ve kültür turizmine yönelik yapılan diğer çalışmalar kapsamında hiçbir ayrım yapmadan çalıştıklarını vurgulayan Başkan Ayanoğlu, şunları söyledi: "Son üç yılda cami, medrese, hamam, kilise tarihi evler ve çarşılar restore edildi. Mardin Valiliği ile ortak yapılan çalışmalar kapsamında tarihi dokunun korunması adına önemli projelere imza atıldı. Turizm de günden güne yıldızı paralayan Mardin'i geleceği hazırlamak için önemli projeler hazırlandı. Tarihi kenti dünya turizm merkezi yapmak için kolları sıvadık. Mardin'in simgesi olan tarihi surları yeniden restore ettik. Mardin'i UNESCO'ya hazırlıyoruz. 2014 yılında başvurumuzu yapacağız." şeklinde konuştu

 

"MARDİN DÜNYA TURİZM MERKEZİ OLACAK"

Turizm'de son yıllarda önemli bir başarı yakalayan Mardin yatırımcıların da iştahını kabarttığına dikkat çeken Başkan Ayanoğlu, son 5 yılda Mardin'de 10 otel 30'a yakın butik otel açıldığını hatırlattı. Ayanoğlu, "2003 yıllarında Mardin'e gelen turist sayısı 30 binken bugün ise bir milyonu aşmaktadır. Bölgeye gelen huzur ve güven sayesinde yerli yabancı yatırımcılar tarihi kentte yatırım yapmak için sıraya girmiş durumdadır. Bizim hedefimiz büyük. 2023 vizyon hedefimizde ise Mardin'e 5 milyon turist 50 bin yatak ve 50 butik otel hedefliyoruz. Herkesin Mardin için elini taşın altına koyma vakti geldi. İşadamından bürokratına, basınından esnafına kadar herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekir. Bunun için Mardin'de turizm alanında yatırım yapmak isteyen herkese kapımız açıktır. Mardin sadece ülkemizin değil bir dünya kenti olacaktır. Kudüs'ten Venedik'ten Toledo'dan daha eski daha zengin bir kültüre sahip olan Mardin'in kaderi de değişecektir. İşsizlik sona erecek. İnsanlar birbirleri ile değil işleri ile, aşları ile uğraşacak. Artık Mardin kabuğunu kırdı." diye konuştu

haberler.com, 26.11.2012

"TARİHE TAKINTIYLA BAĞLANMAYALIM"

 

 

Tarih Vakfı'nın düzenlediği Perşembe Konuşmaları'nın beşincisinin konuşmacısı Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nden Ahmet Ersoy'du.
 

Ersoy öncelikle Topçu Kışlası'nın fotoğrafını dinleyicilerle paylaşıp "Bu fotoğrafı gösterip 'güncel' diyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi" diyerek son dönemdeki ihya projesi öncesinde yapının sadece akademik bir bilgi parçası olduğunu, günümüzde ise hayatımızın bir parçası olmaya hazırlandığını dile getirdi. Bu projenin 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri sırasında Hayal-Et Yapılar projesiyle gündeme geldiğini, serginin varolmayan yapıların güncel kentsel senaryolarla yarı mizahi bir dille kentsel ve mimari mirasın temsilini ele aldığını ifade eden konuşmacı, "Bu mizah kara mizah oldu. Sanat hayatı değil, hayat sanatı taklit etmeye başladı. Bu kitap çok tehlikeli bir döküman olarak önümüzde duruyor, devamı gelebilir," sözlerine yer verdi.

 

Yerelliğin Çağdaş Kalıplar İçerisinde Pazarlanması

Taksim projesini otantiklik, geleneksellik ve yerel kimlik kurgularının küresel tüketim tarafından yönlendirilmenin bir parçası olduğunu belirten Ersoy, bu yapının döneminde ne ifade ettiğini tartıştı.

 

Ersoy "1860'larda Osmanlı'nın yapmaya çalıştığıyla bugün yapılmaya çalışılan arasında pek de fark yok. İkisi de yerelliği, gelenekselliği, yeni çağdaş kalıplar içerisinde pazarlamaya çalışıyor." derken, dönemin elitinin "Osmanlı Rönesansı" olarak adlandırdığı akım öncesinde hangi üslupta yapıların gerçekleştirildiğini ifade etti. Buna göre, yoğun bir şekilde Avrupa mimari elemanlarını barındıran, Batılı göndermeleri olan mimari bir dilin varlığına dikkat çeken konuşmacı, bunun aslında yerel devamlılığı olan bir tarz olduğunu belirtti. Mimarinin kurumsal çerçevesinin, mimari kurgunun bu dönemde devamlılığını sürdürdüğünü dile getirdi.

 

"Yerel unsurlarla bezeli olduğu söylenen üslup çok modern, öncülü yok. Batılı dediğimiz mimari dil ise bir geleneğin devamı. Abdülaziz dönemiyle birlikte Tanzimat'ın mimari dili yeterince otantik bulunmuyor. Osmanlı'nın özüne dönmesi gerektiği tartışması ortaya çıkıyor. Mimari geleneğin kökenleri ve sınırlarıyla ilgili tarihselci bir perspektif ortaya çıkıyor. Bu değişim ise tamamen kozmetik bir dil olarak algılanıyor. Böylece bu otantiklik oryantalizm üzerinden işleniyor. Harbiye Nezareti Binası, Pertevniyal Valide Sultan Camisi, Hamidiye Camisi ve Çırağan Sarayı bu anlayışla yapılan binalar..."

 

Bir İştah Nesnesi Olarak Tarih

19. yüzyıl ile beraber tarihin bir iştah nesnesine dönüştüğünü, müzeler, restorasyon pratikleri, tarihsel romanlar gibi öncülü olmayan farklı temsil yollarıyla tarihin tekrar kurgulandığını dile getiren Ersoy, Osmanlı'da da Elbise-i Osmaniyye ve Yeniçeri Kıyafethanesi gibi dönemdeki farklı temsilleri betimledi.

 

"19. yüzyılda Osmanlı toplum hayatında yaşanan kırılmalarla tekinsiz bir modernlik hali oluşuyor. Geçmişin içeriği değişiyor, herşey kopuş hissi üzerinden şekilleniyor. İnsanlar geçmişin uzaklığını, organik bağların kesilmiş olduğu hali deneyimliyor. İlk defa tarihe dışarıdan baktıklarını hissediyorlar. Geçmişten koptuğumuz için de geçmişle suni olarak köprüler kurmaya çalışıyoruz. Osmanlı özelinde de siyasal bağımsızlığın kültürel ve ahlaki geleneğe bağlı olduğu kaygısı beliriyor. Bu aynı zamanda görsel alanda, mimariyle daha önce varolmayan bir ilişki biçimine dönüşüyor. Modern olan bir temsil tekniğiyle kendi geleneğimizi tanımlamaya çalışıyoruz. Böylece Topçu Kışlası Osmanlıların kendi otantikliklerini kanıtlamaya çalıştıkları bir yapı olarak önümüze çıkıyor"

 

"'Osmanlı nostaljisi' bir intikam olarak geri döndü diyebiliriz" diyen Ersoy, 90'lardan itibaren Osmanlı tarihi ve kültürüne bir iştahın belirdiğini, 2000'li yıllarda ise neredeyse 19. yüzyıla özgü bir temsil çeşitliliğinin (mimariden, el sanatlarına) görülmeye başlandığını ifade etti. Geçmişi hala kaybetmiş olduğumuzu düşündüğümüzü dile getiren konuşmacı, 90'larla ortaya çıkan globalleşme tehdidinin de bunda etkili olduğunu, çevremizdeki yerellik simgelerinin de bir panzehir görevi gördüğünü belirtti.

 

Yeni Osmanlı Düzeninde Çevre Nasıl Temsil Ediliyor?

"Kaybettiğimiz altın çağa duygusal olarak bağlanabiliyoruz. Bu da süreklilik hissini ortaya koyuyor. Kırılmayı bu şekilde tamir ediyoruz. Örneğin Ataşehir Mimar Sinan Camisi, Mimar Sinan ile bağların kopuşunun 2012'de tamir edilme biçimi olarak önümüze çıkıyor. Türkiye'nin yeni özlemlerini, 'İslam dünyasının liderliği' ifadesini pekiştiriyor bu oryantalist yaklaşım" diyen Ersoy yeni osmanlı düzeninde çevrenin nasıl temsil edildiğinin potansiyel sorun olarak görülmesi gerektiğini, kültür ve kimliğin çok masum kategoriler olmadığını dile getirip, Nietzsche'nin 1870'te belirttiği üzere "Tarihe takıntıyla bağlanmayalım" diyerek sözlerini noktaladı.

Arkitera, Ekleyen: Betül Atasoy, 26.11.212

İŞTE ZEMZEM KUYUSUNA KARIŞAN BALÇIKLI KANAL

 

 

 

Rivayet o ki, Osmanlı Padişahı I. Mahmud, bir gece rüyasında Halid Bin Zeyd Ebu Eyyub-el Ensari Hazretleri'ni (radıyallahu anh) görür. “Ben burada su içindeyim, sen rahat yatağında uyuyorsun” der. Padişah ertesi gün hemen talimat verir, araştırılır. Gerçekten türbenin zemini su içindedir. Kabrin ayak ucundaki kuyunun taştığı anlaşılınca hemen türbe etrafına taş oluklardan drenaj kanalı yapılır. Artık kuyudan gelecek fazla su ve avluda biriken sular buradan tahliye edilecektir. Öyle de olur. Aradan asırlar geçer. Zamanla ihtiyaçlar artar, yeni yeni kanallar eklenir bölgeye. Ne var ki, 1970'li yılların sonunda döşenen bir boru, tarihi taş kanalın önünü tıkar. Türbe ve avludan gelen suyun artık gideceği bir yer kalmamıştır. Uzun yıllar da kimse burada biriken suyun ne olduğunu merak etmez. Ta ki geçtiğimiz sene avludaki bir mermer kırılana dek...

Onarım için mermeri kaldıran ekip, altındaki drenaj kanalının balçıkla dolduğunu görür. Tesadüfen manzaraya şahit olan bir iş adamı hemen bir işçi tutar, kanal temizlenir. Sonra Büyükşehir ve Eyüp Belediyesi'nin gönderdiği ekipler kanalın bakımını yapar, durumu görmek için içeri bir de robot kamera salarlar. Kasıtlı mıdır, bilinçsizlikten midir bilinmez, 35 yıl kadar önce döşenen borunun kanalın önünü kestiği ortaya çıkar. Dahası kuyuda yapılan analizlerde, bu balçığın “zemzem” diye bilinen kuyuya da karıştığı anlaşılır. Durum Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a aktarılır. Başkan'ın verdiği talimatla sadece türbenin ve Eyüp Camii'nin değil, bütün Eyüp'ün korunmasını içeren proje hazırlanır, Anıtlar Kurulu'na sunulur. Haliç'teki su seviyesinin altında kalan Eyüp Meydanı'nı kurtaracak proje için şimdi gözler kurulda... Onay alındığında hemen çalışmalara başlanacak ve Eyüp'teki tarihi yapılar, daha uzun yıllar koruma altına alınmış olacak.

Türkiye Gazetesi, Haber: Yücel Koç, 26.11.2012

SADRAZAM BAYRAM PAŞA KÜLLİYESİ VE TÜRBESİ ZİYARETE AÇILDI

 

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılan Sadrazam Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi ziyarete açıldı. Açılışa katılan AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu, külliyelerin Türk İslam toplumunda önemli bir yere sahip olduğunu vurguladı.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı (HEKVA), Kızılay Bayrampaşa Şube Başkanlığı ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin girişimleri sonucunda Fatih'te bulunan Sadrazam Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi'ni restore etti. Restorasyonun tamamlanmasının ardından Sadrazam Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi törenle ziyarete açıldı. Törene AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu, Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı (HEKVA) Başkanı Piyale Özdoğan Çitil, Bayrampaşa Kaymakamı Hasan Gören, Kızılay Bayrampaşa Şube Başkanı Ali Murat Duman, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun eşi Gül Mutlu, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in eşi Songül Demir'in eşi ve davetliler katıldı.

Burada bir konuşma yapan Abdülkadir Aksu, külliyelerin Türk İslam toplumunda çok önemli bir yere sahip olduğunu vurguladı. Tarihi değerlerin yeniden ihya edilmesi gerektiğini ifade eden Aksu, Sadrazam Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi'nin restorasyonunda emeği geçen herkese teşekkür etti.

 

HEKVA Başkanı Piyale Özdoğan Çitil de Sadrazam Bayrampaşa Türbesi'ndeki çinilerin Bursa Ulu Cami'dekilerle aynı olduğu bilgisini verdi. Çinilerin 1990'lı yılların başında çalındığını aktaran Çitil, çinilerin yurtdışına çıkartılmaya çalışılırken bulunduğunu belirtti.

 

Sadrazam Bayrampaşa Külliyesi ve Türbesi Abdülkadir Aksu, Gül Mutlu, Songül Demir ve Piyale Özdoğan Çitil'in kurdeleyi kesmesiyle ziyarete açıldı. Bayrampaşa Türbesi içerisinde Kur'an-ı Kerim ve dualar okundu. Külliyeyi Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı kullanmaya devam edecek.

haberler.com, 26.11.2012

YAŞLI İSTANBUL'U GENÇLER BİLİYOR

 

 

İTÜ ’de Sanat Tarihi yüksek lisans öğrencisi Hasan Binay, yıllardır Yenikapı kazılarında çalışıyor. Binay, İstanbul ’un tarihini 8 bin 500 yıl geriye çeken kazı için “Bir zamanlar Marmaray’ın tamamlanmasına engel olarak görüldü ama artık kentin belleğini tamamıyla değiştirdiği herkes tarafından kabul edilmekte” diyor. Yenikapı, öğrencilerin çalıştığı kazılardan yalnızca bir tanesi: Küçükçekmece’de yavaş yavaş ortaya çıkan kayıp Bizans kenti Bathonea, İstanbul’un ayakta kalan tek ortaçağ kalesi olan Yoros ve Anadolu ’da devam eden 150 civarındaki kazıda da öğrencilerin emeği var. İşte bu öğrenciler şimdi birikim ve izlenimlerini bir sempozyumla aktarmak istiyor.

29 Kasım-1 Aralık arasında ilki düzenlenecek ‘Arkeoloji ve Sanat Tarihi Öğrenci Sempozyumu’nu organize eden öğrenciler, “Arkeolojik çalışmaları ilk defa ‘kazı başkanları’ değil öğrenciler anlatacak, kendi deneyimlerini paylaşacak” diyor. İstanbul Üniversitesi , İTÜ, Marmara Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden 35 öğrenci aylardır bu sempozyuma hazırlanıyor. Sempozyumun amacı, arkeolojinin sadece akademisyenler arasında sıkışıp kalmasını engellemek ve insanlığın köklerine ışık tutan bu bilim dalını toplumsallaştırmak. Öğrenciler, arkeolojiye merak uyandırarak yasalarla korunması mümkün olmayan tarihi eserlere herkesin ‘bekçilik’ edebileceği günlerin hayalini kuruyor: “Her tarihi kalıntının başında bir güvenlik görevlisi duramaz, hele de Suriçi’nde” diyorlar.

İstanbul Üniversitesi Prehistorya öğrencisi Melek Soytürk, “Kimse aslında ne iş yaptığımızı bilmiyor, altın aradığımızı zanneden çok. Biz defineci değiliz, eser değil bilgi arıyoruz. Küçük bir kiremit parçası bize yepyeni bir şey anlatabilir” diyor. Ortak kanıları, bu iletişim kopukluğuna akademinin içine kapanıklığının sebep olduğu.

Öğrenciler sempozyumda bir yandan da kendi sorunlarını masaya yatıracak. Başı çeken konular arasında yabancı dil eğitimi ve temel eserlerin Türkçe’ye çevrilmesi geliyor: “Hiçbir kaynağımız Türkçe değil, hocalarımız makalelerini Almanca yazıyor, biz de kendi çabamızla çevirmeye çalışıyoruz. Eğer yazdıklarımızı anne-babamız okuyamayacaksa bunun ne anlamı var?”

Yenikapı’da neler olup bittiğini merak eden herkesi Cumartesi günü saat 13.00’da yapılacak Yenikapı gezisine davet ediyorlar. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nin desteğiyle hazırlanan sempozyumun programına www.arkeologlardernegist.org adresinden ulaşılabilir.

Yoros Kalesi kazısı
Tarihi geçmişi Orta Bizans devrine dayanan Anadolu Kavağı’ndaki Yoros Kalesi İstanbul’un ayakta kalan tek ortaçağ kalesi. Roma , Bizans ve Osmanlı dönemlerinde Karadeniz ile Ege arasındaki ticari ve askeri deniz trafiğinin kontrolü kaleden yapılıyordu. 2010’da başlatılan kazıda bugüne kadar Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait yapı ve günlük eşya kalıntılarına ulaşıldı. Sunumu İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi öğrencisi Ali Çağlar Erdoğan yapacak.

Küçükçekmece Göl Havzası Bathonea kazısı
Avcılar Firuzköy mevkiindeki kazılar, hızla yayılan modern kentin altında kalacak tarih öncesi verilerin kaybolacağı kaygısıyla uluslararası bilim insanlarından oluşan bir ekiple İTA (İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları) tarafından başlatıldı. MÖ 7. yüzyıldan, M.S. 11. yüzyıla kadar yoğun bir deniz ticaretinin yaşandığı anlaşılan bölgenin manastır/saray kompleksi, devasa açık sarnıçı, antik limanı, mermer yolları ve anıtsal yapıları ve üç yıldır kazılıyor. Buradaki ilk yerleşimin Neolitik döneme kadar uzandığı sanılıyor. Sunumu Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji bölümünden Kenan Şengül yapacak.

Yenikapı kazıları
2004 Yılında başlayan Metro-Marmaray İnşaatı ile beraber başlayan kazılarda şu ana kadar 36 adet batık gemi, 80 binden fazla envanterli eser ortaya çıkarıldı. Bunların yanında en önemli bulgu limanın altında çıkan neolitik döneme ait köy oldu. Bu köy, arkeologlar tarafından günümüzden 8500 yıl öncesine tarihlendi. Tarihi yarımada içinde bilinen en eski yerleşim olması açısından İstanbul’un tarihini değiştirdi. Bu kazıları Arkeoloji Müzesi’nde görevli arkeolog Mehmet Ali Polat anlatacak.

Radikal, Haber: Elif İnce, 26.11.2012

GÜNAY: LOUVRE'DAN İYİ NİYETLİ VE İKNA EDİCİ YANIT ALAMADIK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'den yasadışı yollarla çıkarılan eserlerin iadesi konusunda ünlü Louvre müzesinden bekledikleri cevabı alamadıklarını söyledi.

 

Fransa ziyareti sırasında Cihan Haber Ajansı'na konuşan Günay, çalıntı eserlerin iadesi için dünyadaki saygıdeğer kurumlarla işbirliği yapmak konusunda kararlı olduklarını belirtti. "Biz Louvre ile ne kadar işbirliği ihtiyacı içerisindeysek, sanırım onlar da Türkiye ile aynı işbirliği ihtiyacı içerisindeler." diyen Günay, nezaket ve iyi niyetle sorunları çözmeye çalışdıklarını belirtti fakat şimdiye kadarki girişimlerden somut, ikna edici ve iyi niyetli çok fazla yanıt almadıklarını vurguladı.

 

"Dünyanın çeşitli yerlerinde eserlerimiz var." diye konuşan Günay, bunların bir kısmının padişahlık döneminde fermanla gittiğini ve onları istemeye henüz uluslararası hukukun izin vermediğini söyledi. 1970'lerde yapılmış bir sözleşme olduğunu belirten Kültür ve Turizm Bakanı, 70'den sonra çalıntı eserlerin iadesinin daha kolay olduğunu belirtti. Müzelerin bu eserleri iade etmekte direnmesine hak vermediğini fakat bunu tavrı anlayabildiğini kadyeden Günay, "O yüzden sabırlı ve nazik davranmalıyız. Zamanla, sabırla ve nezaketle olumlu sonuçlar alacağız." dedi.

 

Türkiye'ye İznik çinilerinin dönüşünün bir sevinç yarattığını, Troya hazinelerinin bir kısmının da geldiğini belirten Günay, Almanya ile de kanatlı deniz atının alınması konusunda mutabakat sağlandığını hatırlattı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay "Bunlar güzel haberler umuyorum ki bir gün Fransa'dan da güzel bir haber alacağız." dedi.

haberler.com, 26.11.2012

PROFESÖRÜ KAHRINDAN ÖLDÜREN KAYIP KOLEKSİYONU İŞÇİLER BULDU

 

   



Mimar Sinan Üniversitesi’nin İstanbul Fındıklı’daki kampüsünde deprem güçlendirme çalışması yapan işçiler sürprizle karşılaştı. Temeldeki kazı sırasında molozları kaldıran işçiler, bir kutuda Arapça yazılı eserler buldu. Uzmanlarca incelenen 96 parça eserin, 14 yıl önce kaybolan Osmanlı’nın son hat üstatlarına ait koleksiyon olduğu belirlendi. Prof.Dr. Kerim Silivrili’ye zimmetlenen koleksiyon, üniversitedeki odasında kilitli çelik dolapta dururken, emekliliğinin ardından  temizlik esnasında kaybolur. Kendisini mesul gören Silivrili’nin sol yanına felç iner ve 2007’de vefat eder.


Osmanlı’nın son hat üstatları; Necmettin Okyay, Beşiktaşlı Hacı Nuri Korman, Macit Ayral ve İsmail Hakkı Altunbezer’e ait ümit kesilen eserlerin serüveni, 1938 yılına uzanıyor. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, emekliliği gelen Osmanlı’nın son hat üstatlarına yönelik özel bir uygulama başlatır. Buna göre devlet, her ay hattatlardan birer hat eseri satın alır ve karşılığında emekli maaşı verir. 1960’a kadar devam eden uygulama ile 4 hat üstadına ait eserler, muhafaza edilmesi için MSGSÜ’ye verilir. Prof.Dr. Kerim Silivrili’nin odasında kilitli eserler onun emekli oluşundan sonra yapılan bir temizlik esnasında dolapla birlikte ortadan kaybolur. Eserlerin kaybolmasından kendisini mesul gören Prof. Silivrili’nin sol yanına felç iner. Silivrili, bu olaydan sonra toparlanamaz ve 2007 yılında vefat eder.

 
Rektör Prof.Dr. Yalçın Karayağız ve hat uzmanı Prof.Dr. Uğur Derman, geçtiğimiz hafta eserlerle ilgili bir envanter çalışması yaptı. 40’ı Necmettin Okyay’a, 33’ü Macit Ayral’a, 21’i Hacı Nuri Korman’a, 1’i İsmail Hakkı Altunbezer’e ve biri de müellifi tespit edilemeyen toplam 96 eser temizlenip korumaya alındı. ‘Eserler çalındı mı?’ zannını ortadan kaldıran olaya en çok sevinenlerden Kerim Silivrili’nin kızı Nesteren Silivrili de babasının bu olayla anılmasına çok üzüldüğünü anlatıyor.

 

Prof.Dr. Derman, eserlerle ilgili, “Hepsini inceledim. Bir zarara uğramadan tertemiz kalmışlar. Sadece birkaçı biraz buruşmuş o kadar. Onlar da biraz tamirle eski haline döner.” bilgisini veriyor. Son devrin büyük üstatlarının yazılarının hem maddi hem de manevi değerinin büyük olduğunu dile getiren Derman, eserlerin; sülüs ve talik tarzda yazılmış ayetler, hadisler, Türkçe mısra veya beyitler olduğunu söylüyor. Hocası Hezarfen Necmettin Okyay’ın yanında eserlerin bazılarının yapılışına bizzat tanıklık eden talebesi Prof. Derman, “Bir eli uzun üniversiteden kaçırdı herhalde diye düşünüyorduk. Çok sevindim.” diyor. Olayın, Kerim Hoca’nın üniversite dışındayken yaşandığını anlatan Derman, “Ancak o kendisini sorumlu hissediyordu. Hatta o zaman üniversite yönetiminden kendisiyle ilgili soruşturma açılmasını istedi. Ama açılmadı. Sürekli ‘Ben ahirette Necmettin hocanın huzuruna nasıl çıkacağım?’ der içlenirdi.” diye konuşuyor.

Zaman, Haber: Burak Kılıç, 26.11.2012

İNGİLİZLER ÖVE ÖVE BİTİREMEDİ

 

İngiliz Guardian gazetesinin haberinde, 2005 yılında Uşak Arkeoloji Müzesi’nden çalınan eserin Almanya’da bulunmasının öyküsün anlatıldı.

 

Haberde, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın tarihi eserin Türkiye’ye iadesi konusunda Alman makamlarının onay verdiğine dair açıklamasına yer verildi.

Gazeteye görüş bildiren Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilisi Şerif Arıtürk, eserin Uşak’taki Arkeoloji Müzesi'ne dönmesinden sonra turistler, tarih ve sanat meraklılarının ilgisinin bu kente çevrileceği belirtildi.

 

İngiliz Guardian gazetesinin haberinde, Türkiye’nin son dönemde yurtdışına kaçırılmış tarihi eserlerin ülkeye geri dönmesi konusunda önemli adımlar attığı vurgulandı. Türk Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sadece 2011 yılında Kanatlı Denizaltı Broşu benzeri 885 tarihi eseri ülkesine geri kazandırdığına dikkat çekildi.

Milliyet, 26.11.2012

"KÜLTÜR MİRASLARIMIZ TAŞ OCAĞINDA KAYBOLMASIN"

 

 

Aydın'ın Söke ve Muğla'nın Milas ilçe sınırlarına hakim tepelere sahip mitolojik öykü zenginlikleri ile bilinen Beşparmak Dağları'nda (Latmos) 1994 yılında Alman arkeolog Aneliese Peschlow tarafından gün ışığına çıkarılan 8 bin yıllık kaya resimlerinin kurtarılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı harekete geçti. EKODOST Derneği Başkanı Bahattin Sürücü, Arkeolog Anneliesse Peschlow ve Aydın İl Kültür Müdürü Nuri Aktakka, bölgedeki kaya resimlerinin başta taş (feldispat) ocakları ve ziyaretçilerin yol açtığı tahribat nedeniyle tehdit altıda olduğunu söyledi.

8 bölgenin SİT alanı ilan edildiğinin müjdesini veren Aktakka, "Tespit edilen 170 kaya resmi olumsuz doğa koşulları ve ziyaretçiler tarafından tahrip oluyor. MÖ 6 bin - MÖ 5 binin ilk yarısına tarihlenen resimler Yakındoğu arkeolojisinin son dönemdeki en büyük keşiflerinden biri olarak nitelendiriliyor. Ancak Türkiye'nin bu eşsiz kültür hazinesi taş ocakları nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu engellenemezse ülke turizminin ve kültürünün eşsiz bir yöresi yok olacak. 'Dünyanın en önemli kültür mirası, taşocaklarında mıcır oluyor' diye sitem eden Peschlow'a göre resimlerin konusu ve dili, kaya resim sanatı için dünyada bir ilk olarak dikkat çekiyor" dedi.

Yeni Asır, Haber: Necati Maldar, 25.11.2012

 

LATMOS'A KAYA RESİMLERİ SEFERİ

 

Aydın ve Muğla sınırları içinde kalan Latmos Dağları’ndaki (Beşparmak Dağları) 8 bin yıllık kaya resimlerini yok edecek taşocaklarının faaliyetlerini sürdürmelerini protesto etmek isteyen arkeologlar, akademisyenler ve doğaseverlerden oluşan grup, Aktüel Arkeoloji Dergisi’nin girişimiyle oluşturulan ’ Anadolu’ya Saygı Otobüsü’yle İstanbul ’dan bölgeye gitti. 1400 metre yüksekliğe sahip Latmos Dağları’na tırmanan gruba, 25 yıldan bu yana bölgede çalışmalar yapan Berlin Arkeoloji Enstitüsü arkeoloğu Dr. Anneliese Peschlow da eşlik etti.

Radikal, 26.11.2012

'TARİHİ ESER'İN ÜZERİNE EV YAPINCA

 

 

Bursa'da dört medeniyetin izlerini taşıyan ve Hıristiyanlar için önemli olan 2'nci Konsülün toplandığı İznik İlçesi'nde başlattığı inşaat çalışması sırasında tarihi esere rastlanınca, gerekli izinleri alarak eserin üzerine ev yapan 75 yaşındaki Tekin Temel, pişman olduğunu söyledi. Tekin Temel, "Tarihi eseri görmek için olur olmaz zamanda akademisyenler ve üniversite öğrencileri geliyor. Huzurum kalmadı. Bu kadar rahatsız edileceğimi bilsem, binayı kaçak yapar, cezamı öder bu işkenceden kurtulurdum" dedi.

 

İznik İlçesi'nde altı depo olan evinin bodrum katında tarihi eser bulunan Tekin Temel, bu eseri görmek için zamansız gelenlerden dertli. 6 yıl önce yaptığı evinin daha önceden iş atölyesi olduğunu belirten Tekin, "Burnumdan getirdiler" dediği binanın inşaat sürecini şöyle anlattı:

 

"Ev yapmak üzere atölyeyi satın aldım. İznik ;Belediyesi'nden gerekli izinler tarafıma verildi. Kısa bir süre sonra bana, 'Bursa Müze Müdürlüğü'ne gelmeniz gerekiyor' diye tebligat yapıldı. Gittiğim Bursa Müze Müdürlüğü'ndeki yetkililer bana evin temelinde inceleme yapacaklarını söyledi. İnceleme ardından, bana, 'Bu binayı yıkıp, zemini kazmadan bizi çağıracaksın' dediler. Biz de atölye olan binayı bir haftada yıktık ve Müze Müdürlüğü'ne haber verdik. Yetkililer gelip tekrar incelemede bulundu. Sonra da bana, '6 işçi bul ve işaretlediğimiz yerleri kazın' dediler. Yapılan kazı sonrası ortaya Hellenistik Döneme ait tarihi eserin bir bölümü ortaya çıktı. Bunun üzerine devreye giren Anıtlar Kurulu, 'Bu kalıntının tamamı ortaya çıkacak' dedi. Yine işçi tuttum. Tam 3 gün boyunca alanı ellerimizle kazınca kalıntının tamamını bulduk."

 

Evin kendisine 150 bin liraya mal olduğunu, ;Hellenistik Döneme ait MÖ 316 yılında yapıldığı sanılan mermer sütun altı ve mermer blokların ortaya çıkarılması için 50 bin lira daha para harcadığını ifade eden Tekin, binayı yaptıktan sonra rahatsızlığının sürdüğünü söyledi. Tekin Temel, şöyle yakındı:

"Evimin altında bu kalıntının bulunması artık beni ciddi ölçüde rahatsız ediyor. Nedeni ise tarihi eseri görmek için gelen üniversite öğrencileri ve akadenmisyenler. Olur olmaz zamanda zili çalıp, 'Kapıyı açın biz tarihi eseri görmeye ve incelemeye geldik' diyorlar. Kimi fotoğraf çekiyor, kimisi ölçüp biçiyor. Devamlı olarak beni rahatsız ediyorlar. Altı yıldır burnumdan getirdiler. Bana dünyanın masrafını da yaptırdılar. Şimdiki aklım olsa; bunun böyle olacağını bilsem, hiç kimseye haber vermeden kaçak olarak başlardım binayı yapmaya. Gelip mühürlerlerdi. Mühürleseler de ben devam ederdim. Ayrıca, tarihi eser için 50 bin liralık ek masraf yapmazdım. En fazla kaçak yaptığım için 10 bin lira ceza verirdim. Bu kadar çile çekmezdim."

 

Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin ise bu yılın başından itibaren İznik İlçesi'nde yüzey araştırması yaptıklarını, belli bir antik kentin planını ortaya çıkarmaya çalıştıklarını söyledi. İznik'te hem antik hem de modern kentin iç içe olduğuna değinen Prof.Dr. Şahin, şunları söyledi:

"Amacımız antik kentin planını ortaya çıkarmak. Bu araştırmalar sırasında Müze Müdürlüğü tarafından yapılan bir takım sondaj kazıları sonucunda Bursa Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'nun vermiş olduğu bir kararla yapılan bir takım binaların zemin katlarında da incelemelerde bulunuldu. Burada hayretle gözlemlediğimiz konu, yerinde hiç doknulmamış bazı tarihi kalıntıların üzerine binanın yapılması için izin verilmiş olması. Bunu anlayabilmek mümkün değil. Eve giriyorsunuz, bodrum katında bir yapı kalıntısı var. 'Biz burayı koruma altına aldık, üzerine de kendi yapımızı yaptık' diyorlar. Bu tür bir uygulamanın çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Buna mutlaka bir 'dur' demek lazım. Anıtsal yapıların üzerinde inşaat izni vermek, pek mantığa uymuyor ve Nasreddin Hoca fıkralarına dönüyor."

Mynet Haber, 25.11.2012

UNESCO İÇİN HAZIRLANAN RAPORDAN: HALİÇ'E YAPILAN METRO KÖPRÜSÜ YIKILSIN!

 

 

ICOMOS’un UNESCO için hazırladığı rapor İstanbul’un dünya miras listesinden çıkarılmasına neden olabilecek tespitlere yer veriyor. Raporda “Siluette yaratacağı olumsuz etkiyi görmemek mümkün değil” denen Haliç Metro Köprüsü için çözümün, yeniden yapılması olduğuna işaret ediliyor.

 

Geçen hafta Türkiye’de incelemeler yapan UNESCO heyetine ICOMOS (International Council on Monuments and Sites) Türkiye Milli Komitesi de tarihi alanlarla ilgili bir rapor sundu. UNESCO’nun vereceği kararlarda son derece etkili olan bu rapora göre İstanbul için tehlike çanları çalıyor.

 

Serkan Ayazoğlu'nun Taraf'taki haberine göre; uluslararası ve hükümetler dışı bir organizasyon olan ICOMOS’un raporunda, Haliç Metro Köprüsü’nün zararlarının hiçbir çözüm yöntemiyle ortadan kaldırılamayacağı, köprünün yıkılıp yeniden yapılması gerektiği anlamına gelebilecek ifadeler yer alıyor. Yenikapı’daki dolgu alanı ve yarımadanın güneyine yapılması planlanan otobanın da silueti bozacağı belirtiliyor. Ayrıca projelerde halkın ve sivil toplum kuruluşlarının katılımının sağlanmaması da eleştiriliyor.


Köprü için yeni süreç
Raporda Haliç Metro Köprüsü’yle ilgili şu ifadeler yer alıyor:

“Köprünün inşa edilen ayaklarının yarattığı durumun vahameti ortadadır. Bu ayakların üstüne gelecek olan istasyon binası ve köprünün asma germe sisteminin pilon ve tellerinin siluette yaratacağı olumsuz etkiyi şimdiden görmemek mümkün değildir. ICOMOS Türkiye, köprünün hiçbir şekilde ıslah edilemeyeceği kanısındadır. Komite’nin daha önceki kararlarında ve bu son kararında da belirttiği, köprünün siluetteki etkisini iyileştirmek için renk ve aydınlatma önerileri geliştirilmesi konusu, ICOMOS Türkiye tarafından bir çözüm olarak değerlendirilmemektedir. Kaynakları israf etmeyi göze alarak metro geçişi için yeni bir süreç başlatılmalıdır. Zararın neresinden dönülürse kardır. Aksi takdirde Üstün Evrensel Değer büyük kayba uğrayacaktır.”


Fener-Balat’ta soylulaştırma süreci
Raporda Balat ve Ayvansaray’daki soylulaştırma süreciyle ilgili de uyarılarda bulunularak “Yenileme projeleri kapsamında Sulukule’de devlet eliyle soylulaştırma süreci gerçekleşmiş, eski mülk sahiplerinin artık bu bölgede tutunamayacakları ortaya çıkmıştır. Geçen ay içinde Fener-Balat’ta alınan acele kamulaştırma kararı ve Ayvansaray’daki yıkımlar, benzer sürecin bu bölgelerde de yineleneceğine yönelik ilk adımlardır” dendi.

 

Kamuoyunda Topçu Kışlası’yla ilişkili olarak tartışılan rekonstrüksiyon projeleri ise raporda şu ifadelerle yer aldı:

“İlgili idareler koruma uygulamalarını rekonstrüksiyon üzerinden sürdürmektedirler. Bu bağlamda yeterince bilgi ve belgesi olmayan yapıların yeniden yapımına verilen ağırlık endişe verici şekilde yaygınlaşmaktadır.”


Güney kıyı peyzajı bozulacak
Raporda, Tarihi Yarımada’yı güneyden çembere alacak otoban inşaatından da endişe duyulduğu belirtildikten sonra “Bu yıl içinde onaylanan bir diğer önemli karar ise Yenikapı’da kıyı bölgesinde çok büyük bir dolgu alanı yapılmasıdır. Otobanın kenarında yapılacak olan bu dolgu, Tarihi Yarımada’nın güney kıyı peyzajını tümüyle değiştirecektir” denildi. Son olarak ise İstanbul’un Dünya Miras Listesi’ndeki yeriyle ilgili şu kritik ifadeler yer aldı:

“Bu nedenlerle ICOMOS Türkiye’nin İstanbul’un Üstün Evrensel Değer’inin kaybedilme riskinin artmakta olduğuna yönelik kanısını güçlendirmektedir.”


Süreç katılımcı değil
Özellikle Zeytinburnu’ndaki gökdelen inşaatıyla ilişkili olarak tartışılan siluet konusu da raporda yer aldı:

“Tarihi Yarımada Yönetim Planı, revizyonla birlikte Aralık 2011’de İstanbul Büyükşehir Meclisi tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Geçen 11 aylık sürede kısa vadeli projelerden hiçbiri yürürlüğe girmemiştir. Yönetim Planı onaylanmış ise de yürürlüğe girmemiş, bu konuda kurumsal yapılanma gerçekleştirilmemiş, katılımcı süreçler çalıştırılmamıştır. Siluet master planı yapılmasına rağmen, daha önce ruhsat almış olan yapılar, Tarihi Yarımada siluetini olumsuz etkilemektedir. Bunlar arasında 16/9 olarak bilinen Tarihi Yarımada komşuluğunda siluete giren yapının inşaatı hızla bitirilerek geri dönülmesi zor bir aşamaya gelinmiştir.”

T24 Bağımsız İnternet Gazetesi, 25.11.2012

 

******


HALİÇ'İN YENİ KÖPRÜSÜNE UNESCO'DAN DENETİM

 

 

İstanbul’a gelen UNESCO heyeti Haliç Metro Köprüsü’nü yerinde inceledi. Anıtlar ve Sitler Uluslararası Konseyi’nin (ICOMOS) yanı sıra projenin mimarı Hakan Kıran’ın da katıldığı toplantılarda zaman zaman sert tartışmalar yaşandı.

 

UNESCO’dan bir heyet, İstanbul’un Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılmasına neden olacağı iddia edilen Haliç Metro Köprüsü’nü inceledi. UNESCO Dünya Miras Komitesi St. Petersburg’da Haziran’da düzenlediği oturumda, izleme listesinde olan İstanbul’da araştırma yapma kararı almıştı.


UNESCO ve ICOMOS (Anıtlar ve Sitler Uluslararası Konseyi) heyetleri 19 Kasım’da İstanbul’a geldi. Haliç Metro Geçiş Köprüsü, Ahşap Evlerin Korunumu, Kentsel Yenileme Kanunu ve Avrasya Karayolu Geçişi, bakanlıklar, belediyeler ve sivil toplum kuruluşlarının katıldığı toplantılarda ele alındı. Toplantılar zaman zaman sert tartışmalara sahne oldu.

 

Sempozyumda ele alınsın

UNESCO Dünya Miras Merkezi Temsilcisi Junaid Sorosh Wali, projeyle ilgili değerlendirmeyi bağımsız uzmanların raporlarına dayanarak 2011’de açıkladıklarını belirterek, konuyu uluslararası bir sempozyumda ele alınmasını tavsiye etti. ICOMOS Temsilcisi Paul Drury ise, ”Önce planlar yapılır sonra ona uygun projeler geliştirilir. Ama siz projeleri öyle kapsamlı hazırlıyorsunuz ki planları bunlara göre geliştiriyorsunuz” diyerek eleştiride bulundu. ICOMOS Türkiye temsilcileri, projeyle ilgili yeterli bilgiye sahip olamadıkları, projenin gizlendiğini söyledi.

 

Hakan Kıran bu eleştirilere, “Köprü güzergahının onaylandığı 1990’dan 2005’e  kadar geçen 15 yıllık sürede, kendisine bilimsel payeler veren bu grupların köprü projesi ile ilgili olarak miras sözleşmesinin uygulama rehberine uygun bir bilimsel fikir üretmemiş, çalışma yapmamış olması da başta bilgi eksikliğinden ve konulara politik yaklaşımından kaynaklanıyor“ diye yanıt verdi.

 

UNESCO İzleme Heyeti Temsilcilerinden Ürdünlü Prof.Dr. Moawiyah İbrahim, “Projenin tarihi alana etkisini yalnızca görsel etki olarak değerlendirmek doğru değil. Projenin çevresiyle uyumu ve kurduğu ilişkiler ile de değerlendirilmesi yapıldı. Heyetimizin tetkikleri neticesinde, tasarımcının 2005 yılında Yerel Koruma Kurulu’nda da onaylanan projesinin temel felsefesinin, bu alana yapılabilecek diğer alternatif köprüler ile kıyaslandığında çevreyle en uygun ilişkileri kuran ve silüete en az etkiyi yapacak proje felsefesi olduğu konusunda hemfikir olduk” dedi.

 

1990’dan bu yana Dünya Miras alanı

UNESCO Dünya Miras Sözleşmesi, Türkiye tarafından 1984 yılında imzalandı. 1985 yılında ise “İstanbul’un Tarihi Alanları” olarak belirlenen Arkeolojik Park, Süleymaniye Camii ve Çevresi, Zeyrek Bölgesi ve Tarihi Surlar” Dünya Miras Alanı’na, Türkiye’nin başvurusu ile kaydedildi. Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ne içeren güzergah ise 1990 yılında onaylandı, 1997’den 2004 yılına kadar devam eden köprü alternatif çalışmaları ise Koruma Kurullarınca uygun bulunmadı. 2005 yılında onaylanan eğik askılı köprü projesi, 2006 yılından bu yana UNESCO’nun da gündeminde. En son 2010 yılında UNESCO kararında projeyi Uluslararası Bağımsız Uzmanların incelemesini istemişti. İnşaat çalışmaları, İBB Başkanı Kadir Topbaş tarafından durdurularak, bağımsız uzmanların da en uygun çözümün eğik askılı köprü olduğu yönündeki raporu üzerine, tasarım her yönüyle tasarımcısı ve uzmanlarla irdelendi.

 

Yeni köprü deniz üzerinde 480, kara üstünde ise 500 metre uzunluğunda. Her iki yakada yer alan istasyon yapıları ile köprüye giriş sağlanıyor. Giriş yapılarında engelli ve yaşlılar için asansörler, yürüyen merdivenler mevcut. 8 vagon dizisine tekabül eden 180 metre uzunluğundaki Haliç istasyonu her iki yakadaki  tarihi yapıları korumak amacıyla Koruma Kurulu kararı ile deniz ortasında projelendiriliyor.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 29.11.2012

ÇAMLICA'DAKİ HAYAL'ET'!

 

Önce, Başbakan’ın “hayal”ini işittik... “Çamlıca’da görkemli bir cami istiyorum” diyor ve ekliyordu: “Bütün İstanbul’dan görülmeli.”

 

Derken hayalin “karar”a dönüştüğü açıklandı; ancak demokratik ülkelerdeki gibi belediye meclis kararına değil, monarşilerdeki gibi hükümet kararına! Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın “çaresiz şehirciler”i de Bakan’ın talimatıyla “Camili Çamlıca Planı”nı yaptılar.

 

Belediyenin yılda binlerce plan tadilatı yapabilen meclisi ise olanı biteni seyrederken, mimar Başkan şunu söylemekle yetindi: “Çamlıca Camisi için imar yetkisi Bakanlıkta.”

 

Kimse demedi ki: “İstanbul’un simgesi bir tepede belediye nasıl söz sahibi olamaz?”

 

Sözde yarışma

Soru hala yanıt bekleyedursun; Başbakan’ın hayalindeki 15 bin m2’lik cami için açılan sözde “Mimari Proje Yarışması” da alelacele sonuçlandırıldı.

 

Yarışmayı düzenleyen ise bu kez ne Bakanlık, ne de belediyeydi; bu işi görev olarak üstendiği anlaşılan “İstanbul Cami ve Eğitim Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği”ydi...

 

Yani, İstanbul’un türkülerinde, şarkılarında, şiirlerinde, öykülerinde, romanlarında, gönüllerinde taht kuran eşsiz Çamlıca’sının “kader”i; üstelik Başbakan’ın hayaliyle birlikte artık bir cami derneğinin elindeydi.

 

Şartnameye göre jüri, “gerektiğinde görevden alınma”yı(!) sineye çekebilenlerden oluştu. Yani jüri üyeleri -eğer kararları beğenilmezse- üyelikten uzaklaştırılmayı; yarışmacılar da projeleri hakkında “ilan edilmemiş kişiler”in karar vermesini, baştan kabul ettiler!

 

Ancak çoğunluğu TOKİ mimarlarından oluşturulan seçici kurul “bile”mesleki sorumluluğu önemsemiş olmalı ki “birinciliğe değer” proje bulamadı. Demek ki tasarımların hiçbiri, ne Çamlıca’ya ne de Başbakan’ın hayaline yakışıyordu...

 

İşte bunun üzerine görevi ille de “Çamlıca’ya cami dikmek” olduğu anlaşılan dernek, ikinciliği kazanan “Sultanahmet Camisi’nin taklidi” projeye karar verdiklerini kamuoyuna açıkladı.

 

“Asırlardır mesire” niteliğindeki Çamlıca Tepesi’ne 30 bin kişilik taklit camiyi, 105 metrelik 6 ezan ve 1 saat minaresiyle oturtan bayan mimarlar dediler ki: “Türk ve İslam mimarisinin anıtsal eserinden ilham aldık.”

 

Karar Başbakan’ın

Sonucu kıyasıya eleştiren sayısız isim arasında ikisi “anlam”lı… Örneğin “Bu proje ciddi bir mimari çalışma değil; İstanbul, aceleye gelmiş taklit projeye teslim edilemez” diyen mimar Sinan Genim, aynı zamanda AKP’nin geçen yerel seçimlerdeki Kadıköy Belediye Başkan Adayı’ydı.

 

Benzer şekilde “Projeyi hiç beğenmedim, eskiyi taklit edemezsiniz” diyen de Haliç Metro Köprüsü’nün tasarımcısı mimar Hakan Kıran. (Vatan-17 Kasım 2012)

 

Peki, Çamlıca bu pespayeliğe kurban mı edilecek?

 

Yanıtı bence yine Başbakan verecek. O masum “hayal”inin adeta korkunç bir “hayalet”e dönüşmesini onaylayacak mı? İstanbulluların kuşaktan kuşağa “Çamlıca’daki Hayalet”le yaşamalarına gönlü razı olacak mı?

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 25.11.2012



******


ÇAMLICA CAMİİ VE İNCE BAĞLANTILAR

 

Atalarımıza yaptığımız en büyük haksızlık, estetik alanda taklidi sürdürmek; klasik cami güzelliğini bir abartıyla tekrarlayan cami projelerinde yaşandığı üzere...

 

1980'lerde kemalist akraba ve arkadaşlarla mahalleye yeni bir okul değil de yeni bir cami yapılıyor olmasının mantığı üzerine tartışırdık. Cami o zamanlar kamusal alanda nüfustan sayılmayan mütedeyyin insanlar için bir sığınma alanı gibiydi. Cami Yaptırma Derneği hem göç edilen şehri aşina mekanlarla kendine ait kılma, hem de o şehri bu mekanların sunduğu bağlantılarla yeniden tasarlama faaliyetinin de organizasyonuydu. Kim, nasıl itiraz edebilir? İnsanlar lokmalarından kısarak yaptıkları bağışlarla mahalle camisinin inşasına katkıda bulunuyorlardı nihayet.

 

Şimdi ise o yurt tutma haletiruhiyesi iktidar zaviyesinde yeni ifadeler kazanırken, bazen abartılı yorumlara açılıyor. Çamlıca Camii tartışmalarında yaşandığı gibi, cami tasarımı siyasal bir bağlama çekilirken, ciddi mimarlık ve şehircilik sorunlarını konuşmayı ertelemenin gerekçesine dönüşüyor.

 

Üstelik, tartışmacılar nasılsa camiye asıl ihtiyaç duyan tepenin Çamlıca değil de Taksim olduğu gerçeğini paranteze alıyor.

 

Doğrusu ya İstanbul büyük ölçüde camiye doymuş bir şehir. Ve aslında cami üzerine düşünmeye mecbur olan bir şehir de... Şu nedenlerle: Zemin ve malzeme ayrımını gözetmedikçe bir formun amacını gerçekleştirmesi beklenemez. Klasik cami formunun en güzelleriyle süslü şehri, bu formun özensiz tekrarlarıyla doldurmayı daha ne zamana kadar sürdüreceğiz? Hangi amaçla yapılmış olursa olsun bir yapı, ruhu canı yoksa sadece herhangi bir yapıdan ibarettir ve ruhun, canın kopyalama yoluyla gerçekleştirilmesi beklenmemeli. Taş açısından tasarlanmış olanı betonarmeyle kopyalamak, bir ruhsuzlaşma pahasına gerçekleşebilir nihayet.

 

Gökdelen kuşatmasının önü alınamıyor bir yandan ve bunu ödünleyebilirmiş gibi minare boyları da bir yarış halinde uzuyor.

 

Her tereddütlü cami projesi geriye dönüp Kuba Mescidi ilkeleriyle tartılmalı bana kalırsa. Sade, mütevazı, aydınlık, çevreye uyumlu ve elbette takvayla kurulmuş Kuba... Dolayısıyla amacını ihtişama bağladığı söylenemez.

 

Görkemli bir sadeliğe ulaşmak ise öyle bir çırpıda gerçekleşmiyor. Sinan yorumlarının niye "çıraklık dönemi işi" olduğu için özellikle, Şehzadebaşı Camii'ni hesaba katmadığı, ustalık işlerine yöneldiği sorusu ayrıca dikkate değer.

 

Zarafet kavramını irdelerken, "sadeleştirme, basitleştirme ve yoğunlaşmadır" diyor, Camilla Paglia (Epos, 2004) Sinan'ın nice senelerin emeğiyle süzülmüş birikimini dikkate almayan, zarafet ve letafeti projeye sindirme becerisini gösteremeyen yorumlara nereye kadar dayanabilir İstanbul...

 

Bu köşede "Issız cami kimin projesi" başlıklı yazıda dile getirmiştim bu sorunu: Çevreyle uyum konusunda kubbeyi abartarak bir etki sağlamayı uman projenin ince bağlantıları, geçiş alanlarını, dahası cemaatin mizacını ihmali, süreç içinde caminin yalnızlaşması (ve giderek ıssızlaşması) gibi bir sonuç veriyor.

 

Tartışmaya yol açan Çamlıca Cami projesi tipi örneğinde yaşanan tıkanmanın sebebini İhsan Bilgin, "sakil" duruşlu Ataşehir Camii projesinden hareketle şu şekilde dile getirmişti Taraf'taki yazısında: "...her şeyden önce, mimari cami tipolojilerinin İslam coğrafyalarında sahip olduğu çeşitliliğin farkında olmayıp, Osmanlı'nın doruk noktasına taşıdığı merkezi kubbeli cami tipolojisiyle sınırlı bir tahayyülün esiri olmak..." ("Cami ve Gelenek", 01.08.2012)

 

Atalarımızdan bir güzelliği teslim aldık cami mimarisi alanında, İstanbul siluetine yansıyan içsel dengelerle desteklenen bir güzellik bu. İşte o "iç"in ihtiyaç duyduğu dengeyi gerçekleştiremediğimiz için, siluetin göz alıcı noktalarını taklit yoluyla bozulmakta olan iç dengeyi düzene sokabileceğimizi sanıyoruz. Sözünü ettiğim aynı zamanda apar topar sürdürülen kentsel dönüşüm. Hayat tarafından denenmiş, süzülmüş olan, yenilik adına yok edilirken, gücünü ihtişamından alan uyarlama yapının ustalık işi yapılar gibi dikildiği yerde yüzlerce yıl kalacağına inanılıyor sanki.

 

Oysa, dikey anlamda kalkınmaya zorlanırken dengesini korumakta zorlanan şehrin ruhu, Turgut Cansever'in her zaman altını çizdiği gibi, küçük ölçekli ve işlevsel mescitlerle dinlenebilir, yeni bir dinginlik kazanabilir.

 

Dönemsel, ileriyi ve geriyi kuşatan bağlantılarla güçlü, kalıcı, Mimar Sinan'ın camileri. Bu bağlantılar ve başka pek çok incelik gözetilmediğinde ortaya çıkacak problemleri öngörebilmek için, sadece mimarlar değil siyasetçiler de Cansever'in Mimar Sinan kitabını döne döne okumalı. (Klasik, Ekim 2010)

Taraf, Yazı: Cihan Aktaş, 26.11.2012

 

******


İSTANBUL'UN YENİ CAMİLERE İHTİYACI YOK

 

 

Taksim Meydanı ve Çamlıca'da cami yapılmasına karar verildikten sonra bir cami mimarisi tartışmasıdır başladı. Türkiye'nin dört bir yanında ucube camiler birbiri ardına yükselirken Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Cumhuriyet'in ilanından sonra cami mimarisine sırt çeviren mimarları sorumlu tutmuştu. Görmez'e göre, mimarlar Cumhuriyet dönemine uygun bir cami mimarisi "ihdas" edememişlerdi. Mimari çevreler siyasi renklerine göre Diyanet İşleri Başkanı'na çeşitli cevaplar verdiler; kimileri İslami düşünceyi baskı altına alan laik Cumhuriyet'i suçladı kimileri de camilerle ilgili her türlü yeniliğe karşı çıkan taşralı dindar bürokratları.

 

Türkiye'de dindarlar zenginleştikçe, İstanbul çevresinde ve Anadolu'da yapılan müteahhit işi ucube camilerin yanında "modern cami" adı altında garip yapılar da ortaya çıkmaya başladı.

 

İstanbul cami sıkıntısı çekilen bir şehir olmadığı için yeni yerleşim olan ilçelerdeki müteahhit camilerinin dışında "modern cami" heveskarlığı İstanbul'a uğramamıştı. Ancak Sancaklı, Taksim, Çamlıca derken yeni ve modern cami tartışması bütün İstanbul'u sardı. İstanbul'un ilk "modern" camisi olan Üsküdar'daki Şakirin Camii ise hem açılışının üzerinden dört yıl geçtiği hem de klasik camilerden çok da radikal çizgilerle ayrılmadığı için İstanbul'un eski camilerinin arasına çoktan karıştı bile.

 

İstanbul'daki toplam cami sayısı üç bin 28. Eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın yaptığı ve iç göçün zirveye çıktığı 80'li yılların sonunu kapsayan bir araştırmaya göre, il ve ilçe merkezlerinde nüfus artışı yüzde 111 iken cami oranındaki artış yüzde 92. Bu oran belde ve köylerde ise yüzde 10'luk nüfus artışına karşı yüzde 38'lik cami artışı şeklinde. Mimari tarihçisi ve İslam mimarisi uzmanı Doğan Kuban'a göre ise 50 yılda yapılan cami sayısı 100 bin civarında.

 

Rakamlar, İstanbul'da yeni yerleşime açılan toplu konut bölgeleri dışında camiye ihtiyaç olmadığını ortaya koyuyor. Yeni, büyük ve "modern" cami projeleri içinde bulunduğumuz siyasi atmosferin bir ürünü. Taksim için Bülent Ersoy'un oturma odasına benzeyen bir cami tasarlayan Ahmet Vefik Alp de, uzay gemisi Atılgan'ın mescidi gibi görünen Sancaklı Camii de bu kapsamda değerlendirilebilir.

 

Çamlıca'da yarışmayı kazanan azametli cami projesi ise, hükümetin ustalık dönemi vizyonunun bir gereği. Mimar Sinan'ın hayran olduğumuz camileri de emperyal bir güç gösterisinin ürünleriydi. İran Şahı'nın Süleymaniye Camii'nin yapımına katkıda bulunmak için İstanbul'a yolladığı mücevherlerin Sultan Süleyman'ın emriyle Mimar Sinan tarafından camide kullanılan harcın içine karıştırılması gibi menkıbeler, İstanbul'daki pek çok selatin cami için anlatılır. Dücane Cündioğlu'nun son derece etkileyici yazısı dindarlar üzerinde etkili olmazsa Başbakan Erdoğan Çamlıca'daki camiyi tamamlayacak, açılışına da İslam dünyasındaki bütün rakiplerini ve dostlarını çağıracak. İhtiyaçlar, estetik, çevreye uygunluk gibi kriterlerin bu açıdan bir önemi yok.

 

İstanbul'da yapımı süren yeni bir "modern" camiden mimar Korhan Gümüş sayesinde haberdar oldum. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Fındıklı'da inşa edilen Süheyl Bey Camii. 1591'de Mimar Sinan tarafından yapılan ancak yıllar içinde yıkılan caminin rekonstrüksyonu olarak yapılıyormuş. Korhan Gümüş, camiyi yapan mimar Adil Lokmacı'nın artık ortada olmayan bir caminin benzerini yapmak yerine camdan ve çelikten özgün bir proje ortaya koymasını övgüyle anlatıyor. Mimari ve estetik ahlak açısından Adil Lokmacı'nın kamuoyunu yanıltan bir imitasyon yerine özgün bir proje ortaya koyması takdirle karşılanabilir belki ama Lokmacı'nın camdan camisi de başta bahsettiğim siyasi atmosferin ürünü camilerden biri olacak. Yani yaratıcılık sergilemek isteyen mimarlarla, yeni sermaye ve güç merkezlerinin işbirliğinin bir ürünü. Peki, Fındıklı'da yeni ve gördüğümüz kadarıyla küçük bu camiye ihtiyaç var mı? Molla Çelebi, Kılıç Ali Paşa, Nusretiye, biraz yukarıda Cihangir gibi eşsiz camilerin olduğu bir muhitte tabii ki hayır. Peki, camdan Süheyl Bey Camii neden yapılıyor? Bu işi yaptıran bürokratların eğilimi böyle. Bunlar cami yaptırır, başkaları gelir başka bir şey yaptırır.

 

Peki, İstanbul'da bu kadar çok camiye ihtiyaç var mı? Ramazan ayı ve cuma günleri dışındaki vakit namazlarında İstanbul'daki camileri dolaşmanızı tavsiye ediyorum.

Taraf, Yazı: Ertan Altan, 26.11.2012

 

******


MİMARİNİN ÇIKMAZ SOKAĞI

 

Şu günlerde herkes haklı olarak Çamlıca tepesine yapılacak olan camiyi konuşuyor. Caminin yapımı için açılan yarışmanın jürisi dahil olmak üzere hemen herkesin çeşitli şiddetlerde bir "içine sindirememe" durumu yaşadığı anlaşılıyor. Başka türlü bir netice ortaya çıkması bekleniyordu demek ki! Eğer öyleyse, bu haksız bir beklenti... Cami mimarisi, şehir mimarisi ya da uzatmayalım isterseniz, doğrudan mimari konusunda, yüz yılı aşkın bir zamandır birkaç istisna şahsiyet dışında neredeyse hiç kafa yormamış bir toplumun, bir gün sırf ucuna iyi bir ödül kondu diye yeni bir Selimiye tasarlayabileceğini mi düşünüyorduk yani? İtiraf edelim; bütün bir Cumhuriyet tarihimiz boyunca, "Camilerimizi nasıl yapalım?" sorusu, mesela "Eurovision'a kimi gönderelim?" sorusu kadar olsun yer bulabildi mi bizim toplumsal hayatımızda?

 

Ne yaptık o yüzyılı aşkın zaman içinde?

 

Güzelim şehirlerimizi berbat şehirler haline getirdik.

 

Asırlar boyunca en güzel örneklerini sergilediğimiz çok boyutlu, çok katmanlı, çok kültürlü bir mimari geleneği adeta buharlaştırdık.

 

Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin prestijini kurtarsınlar diye yabancı mimarlar getirdik, şehirlerimize tamamı Batı mimarisinin ikinci sınıf taklitleri olan kamu binaları yaptırdık. Bu kimlik parçalanmasının bir neticesi olarak hiçbir yere ait olamayan sivillerimiz de kendine göre bir kafa karışıklığı mimarisi üretti ve bu çirkinliği her yere yaydı. Kötü evler, berbat apartmanlar, beton şehirler... Kara gri ürkütücü devlet yapıları, zevksiz zengin konakları, iç karartıcı toplu konutlar, iğreti kondular... İlave olarak asık suratlı hastane binaları, köhne okullar, zevksiz yollar, köprüler, geçitler... Hangi şehirde oturduğunuz önemli değil, bakın etrafınıza göreceksiniz... Cumhuriyet tarihimiz bir mimari iflas olarak okunabiliyor bizim şehirlerimizden.

 

Camilerimiz bu iflastan elbette payını aldı. Her gün yeni camiler yapıyoruz ve daha havalısını yapmaya çalıştıkça işi daha da berbat ediyoruz. Camiler, yaptırma derneklerinin mahalleler arası üste çıkma malzemesi oldu maalesef... Biri yüksek yaparsa, diğeri daha büyük yapıyor. Biri daha büyük yaparsa, daha büyük... Fotoğraf ortada: Ekseriyeti zevksiz, abartılı, taşıdığı değerlerle, çevresiyle ve kendisiyle uyumsuz binlerce cami. Beş metrekare camiye iki üç şerefeli acayip minareler... Apartman gibi kat kat çıkıp üstüne kubbe kondurulan müteahhit cinayetleri...

Üstlerinde baz istasyonları, altlarında marketler... İyisini, güzelini, zevklisini yapamıyoruz bari ecdadınkileri rahat bıraksak... Asırlık camilerin paha biçilmez duvarlarına elektrik tesisatları, tespih çivileri, kalorifar petekleri, klima oyukları... Yetmedi, hayır olsun diye asırlık taş duvarları boydan boya kapatan, örten, çirkinleştiren alakasız elektronik yazı, namaz saati, vs. panoları... Her yerde, her yörede, hemen her camide... Sonra bir gün bir yarışma açacağız ve içimizden bir Sinan çıkacak! Çok bekleriz biz onu.

 

Bendeniz acizane meselenin özüne bakmaktan yanayım. Bir projeyi ortaya alıp pataklamaktan ziyade, koskoca bir milletin bir cami tasavvur etmek konusundaki dramatik acziyetine bakmalıyız yakından.

 

Bir insanın hayata, evine barkına, köyüne, kasabasına, şehrine, etrafına, dünyaya bakışında bir arıza olmasa, böyle bir çirkinlik mimarisi alıp götürebilir miydi her yeri?

 

Peki kendimize şöyle içe sinecek bir ibadethane tasavvur etmekteki bu gizlenemez acziyetimiz neyin işaretidir, onu da varın siz düşünün!

Yeni Şafak, Yazı: Gökhan Özcan, 26.11.2012

 

******


YİNE ÇAMLICA CAMİSİ ÜZERİNE

 

Çamlıca için düşünülen altı minareli, ilaveten bir saat kuleli kocaman betonarme cami binasının projesini çok beğenen saygın bir mimar çıktı mı, bilmiyorum.

Zaten birinciliğe layık eser bulunamadı.

Saygın mimarlarımızdan Doğan Tekeli’nin şu sözlerini dün bir gazete okuduğumda bayağı sarsıldım:

“Mesleğine saygısı olan hiçbir mimar, 36 gün içinde böyle büyük bir proje yapmaya kalkmaz!”

Sosyolog Nazife Şişman’ın ‘Cami Tasavvurunda Cem Olmak, Nitelik mi, Nicelik mi?’ başlıklı yazısında okudum Tekeli’nin bu sözünü. (Star, Açık Görüş 25 Kasım)

Tekeli’nin sözü bütün problemi özetliyor.

 

Daha büyük!

Böyle bir proje için üç ay mehil verirseniz, 36 gün içinde proje yaparsanız, “Yaptım, oldu” olur ve ortaya sadece “taklit” ve “kibir” karışımı bir betonarme projesi çıkar!

‘Selatin’ (sultanlar) tarafından Sinan Ağa, Mehmet Ağa, Davut Ağa, Simeon Ağa gibi mimarlık tarihinin büyük isimlerine yaptırılmış camileri “taklit” etmek ve bir de saat kulesi ekleyerek daha büyüğünü yapmak “kibrini” içime sindiremiyorum.

Tarihi miras ve manevi değerler konusunda daha hassas olması gereken muhafazakar iktidar ve muhafazakar belediyeler bunu nasıl yapar?! Güzelim İstanbul’a ve artık benzeri kalmamış yeşil Çamlıca’ya nasıl olur da “ikinci” derecedeki bir projeyi layık görürler?!

Çamlıca’da yapılacak olan bina yol, köprü, baraj değil, İstanbul siluetinde selatin camilerinin yanına sokulacak bir cami inşaatı! “Selatin camileri”yle yarışmak nasıl duygudur böyle? 

Niye bu acele? Niye uluslararası bir yarışma değil? Niye ikinciliğe razı oluş?

 

Sinan nasıl yapmıştı?

Mimar Sinan, Süleymaniye’nin tasarımını ne kadar zamanda yapmıştı? Kanuni’nin bu konuda emir vermesiyle ilk kazma vurulması arasında ne kadar zaman geçmişti? Elimdeki kaynaklarda bir bilgi bulamadım. Değerli tarihçi Prof. Feridun Emecen’e sordum, bu konuda tarihi bir kayıt bulunmadığını belirti, şunu söyledi:

- Kanuni, İran seferinden Aralık 1549’da dönmüştü. Süleymaniye’yi bu sırada Sinan’a söylediğini düşünürsek, caminin temel atma töreni 13 Haziran 1550’de yapıldığına göre altı ay gibi bir zaman var.

Sinan, Süleymaniye projesi üzerinde çalışırken, birçok camiyi ve Şehzade Camisi gibi bir harikayı yapmış, bu birikime sahip bir mimardı. Prof. Emecen de söyledi, Kanuni belki sefere çıkmadan önce camiyi Sinan’a söylemişti.

Tabii bugün bilgisayar var, ama sorun tasarımdır, birikimdir. Değerli sanat tarihçimiz Doğan Kuban, Sinan’ın uzun yıllar içinde tecrübelerle projeler geliştirdiğini belirtir, Sinan’ın birikimi için “Bir deneyler serisi olarak dünya mimarlığında başka örneği yoktur” diye yazar.

Sultanahmet’in mimarı Sedefkar Mehmet Ağa da çok uzun yılların birikimiyle yapmıştı projesini.

 

Niye kocaman?

Doğan Kuban, selatin camilerine göre hayli mütevazi olan ve yine Sinan tarafından yapılan Kadırga Sokullu Mehmet Paşa Camisi için şu nitelemeyi yapıyor:

“Küçük ve olağanüstü tasarımıyla Sokullu Mehmet Paşa külliyesi, Sinan’ın tasarımındaki en başarılı noktalarından birini oluştur
.” (Halil İnalcık ve Günsel Renda, Osmanlı Uygarlığı, cilt II, sf. 327)

Çamlıca gibi İstanbul’un tek yeşil tepesine niye böyle zarif, ruhaniyetli, “küçük ve olağanüstü bir tasarım” değil de İstanbul siluetinde selatin camileriyle yarışan kocaman, betonarme ve taklit bir tasarım?!

Bunun estetik bir cevabı yok!

Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 26.11.2012

 

******


CAMİ PROJESİNİ SAVUNDU!

 

 

Çamlıca camisinin jüri başkanı, “İstanbul’un simge camileri klasik Osmanlı tarzı olduğu için taklit bir proje değil. Büyüklük ve zarafet bir arada olabilir” sözleriyle cami projesini savundu.

Çamlıca’nın kentsel planlaması ile cami projesinin jüri başkanlığını yapan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali Kahraman, cami projesiyle ilgili ilk kez konuştu;

ELEŞTİRİLER SAÇMA HALE DÖNDÜ

Mimari proje, sanat eseri olarak herkese göre değişebilir. Eleştiri de, beğenen de beğenmeyen de olur. Özgün de geleneksel de yapılabilir. Herkes ifadesinde özgürdür. Ama bazı eleştiriler saçma bir hale döndüğü için artık çok önemsemiyor, dikkate almıyorum. Camiyi yaptıracak olan dernek yarışma yapmadan, doğrudan kendisi yapabilirdi. O yöne gitmedi. Biraz daha kamuoyuna mal olsun, daha nitelikle eserler gelir düşüncesiyle hareket etti. Amacına da ulaştı. 62 proje başvurusu oldu.

300 BİN LİRANIN VERİLMEMESİ İÇİN DEĞİL

Jüri olarak biz bir sıralama yaptık. Uygulanacak projeyi dernek seçti. Öne çok çıkan, birini kat kat geçen başka bir proje olmadığı için birinci çıkmadı. 300 bin liranın verilmemesiyle alakası yok. İkinci olan iki eser de, oy birliğiyle seçildi. Modern projelere ödül vererek, onları teşvik etmeye çalıştık. Jürinin içinden belli gruplar modern çalışmaları destekleme niyetindeydi. Benim de beğendiğim oldu. Fakat, yarışmayı düzenleyenler, ‘geleneksel istiyoruz’ diyor. Birinci olanla, uygulamaya değer görülen farklı olabilir. Birisi araziye daha uygun, uygulanması daha kolaydır. Bunda mahsur yok.

BÜTÜN BAKMAK GEREKİR

Cami alanı, planlama alanının yüzde 6’sı. Alanın büyük kısmı rekreasyon, yeşil alan ile turizm alanı. Burada, kentsel tasarımla farklı yeni bir cazibe merkezi oluşacak ve iyi bir yapılaşma sağlanacak. İşin iç yüzünü görmeden, genel resme bakmadan sadece camiye takılarak konuşanlar var.

MODERN PROJELER BAŞKA YERDE DE YAPILABİLİR

Caminin klasik tarzda olmasında mahsur yok. Klasik cami de, çok güzel bir etki oluşturabilir. İstanbul’un silüetini oluşturan bu tip geleneksel, Osmanlı camileridir. O yüzden, şartnamedeki ‘klasik’ isteğinin mahsuru yok. Yarışmanın modern projeleri başka bir yerde de yapılabilir.

TAKLİT DEĞİL

Pojeyi beğendim, taklit olarak görmüyorum. Kaldı ki, taklit edilen de kötü bir eser değil. Dünyanın en iyi eserleri. Taklitse de dünyanın en iyi eserleri taklit edilmiş oluyor. O, önemli değil.

BÜYÜKLÜK VE ZARAFET BİR ARADA OLABİLİR

Cami alanı, 15 bin metrekare civarında. Büyüklüğün çok ciddi sıkıntı oluştaracağını sanmıyorum. Büyüklük ve zarafet bir arada olabilir.

BU SÜREDE YAPILABİLİR

Yarışma süresi biraz daha belki uzun olabilirdi. Ama çok şey değişecek miydi, bilemiyorum. İstenen şey öyle detaylı bir uygulama çizimleri olan birşey değildi. İstenenler, bu sürede yapılabilecek şeylerdi.

Vatan, Haber: Nebahat Koç, 26.11.2012

 

******


ÇAMLICA CAMİİ'NE KARŞI ÇIKARAK SOLA YARANAMAZSINIZ

 

Malum, son günlerde Çamlıca’ya cami projesine karşı çıkmak, camiyle, namazla uzaktan yakından alakası olmayan kesimler nezdinde hayli prim yapıyor.

Bu yüzden de, ilgili ilgisiz hemen bütün kesimlerden aydınlar, eli kalem tutan yazarlar, bütün estetik bilgilerini de kullanarak adeta bir mimar edasıyla Çamlıca camii projesine karşı yoğun bir kampanya yürütüyorlar.

Doğrudan söyleyemeseler de, özü itibariyle camiye karşı olan kesimler, estetik anlamda nasıl bir cami olması gerektiği konusunda hiçbir bilimsel nosyona sahip olmamalarına rağmen, hazırlanan projelerin estetik olmadığına hükmedip açıkça Çamlıca’ya cami yapılmasına karşı çıkıyorlar.

 

Bunları anlıyoruz, estetikten bahsederken bile kaba ve çirkin bir üslupla özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’a karşı karalama kampanyası yürütüyorlar. Kaldı ki bu kesimler, zaten Başbakanın bütün olumlu adımlarına karşı çıkmayı bir maharet olarak görüyorlar.

***

 

Ancak, muhafazakar ve İslamcı aydınların yürüttüğü bir kampanya var ki, işte bunu anlamak mümkün değil. Çünkü onlar da, hangi medeniyet kriterlerine göre bir cami estetiği olması gerektiği konusunda bir bilgi ve kültürel arka planı dikkate almadan, malum koroya katılmakta bir beis görmüyorlar.

 

Evet, derin duygusal analizler yapıyorlar, estetik bir iklim panaroması çiziyorlar. Ama, estetik bir caminin nasıl olması gerektiği konusunda somut örnekler vermiyorlar.

 

Eğer, İslamcı ve muhafazakar aydınlar için amaç, laikçi-sol kesimler nezdinde itibar kazanmaksa buna bir şey diyemem. En azından şimdilik, alkışlanacakları kesin. Ama, nihai olarak onlara yaranmak gibi bir niyetleri varsa, boşuna gayret derim.

 

Şu ana kadar, sağda ya da solda bu proje ile ilgili yazılanların tamamına baktığımızda, aslında kimsenin ‘cami mimarisi’ ile ilgili dişe dokunur bir şey söylemediğini görüyoruz. Sanki herkes, kampanya içinde bir rol kapma yarışında gibi...

 

Peki, mimarlar ne diyor?

 

Biraz tuhaf gelecek ama, aslında onların da yaşanan döneme dair ‘cami mimarisi’ ile ilgili ciddi bir önerisi yok.

 

Pazar günü STAR’ın Açık Görüş ekinde Nazife Şişman’ın, “Cami tasavvuru: Nitelik mi? Nicelik mi?” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Nazife Şişman, Esenler Belediyesi Şehir Düşünce Merkezi’nin ‘Çamlıca Projesi” ile ilgili düzenlediği panelde konuşan mimarlardan çıkarak bir analiz yapıyor.

 

Bu konuşmalardan anlıyoruz ki, aslında mimarlarımızın da dünyaya söyleyecek pek fazla bir sözü yok.

 

Mesela, Prof. SadettinÖkten’in söyledikleri son derece anlamlı: “Grek üslubunun sembol yapıları olan akropollerin arkasında tragedyalar, Ortaçağ’ın sembol yapıları olan katedrallerin arkasında koca bir Hıristiyan dünya görüşü ve tecrübesi vardı; Süleymaniye ve Selimiye camilerinin arkasında da Selçuklu’yu da içine alan bir Osmanlı medeniyet tecrübesi.”

 

Bir medeniyet tasavvuru içinde oluşmayan mimari üslupların, yüzyılları kuşatacak şaheserler olması mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla, bugün “çağdaş değerleri yansıtan estetik camiler yapılsın” tarzındaki yaklaşımların da çok fazla bir kıymeti harbiyesi yok.

 

Yani, modern toplumun sembol yapıları olan gökdelenlerin bir benzeri olacak olan modern camiler inşa etmek, estetik camiler yapmak anlamına gelmiyor. Mesela, bazı mimarların ‘çağdaş cami projesi’ olarak gösterdikleri New York Camii bir estetik harikası filan değildir.

Kısacası, uhrevi alemin simgesi olması gereken camileri, seküler düşünceye bağlı bir yapı tasarımı ile inşa etmek mümkün değildir. Nitekim bugün, Batı’da pozitif düşünce kalıplarıyla inşa edilen yeni kiliselere de benzer eleştiriler yapılmaktadır.

 

Sonuç olarak söylemek gerekirse, Çamlıca’ya yapılacak caminin, günümüzün devasa gökdelenlerinin bir kopyası olmaktansa, selatin camilerine benzemesi daha iyidir.

Star Gündem, Yazı: Mehmet Ocaktan, 27.11.2012

 

******


"ÇAMLICA'YA SEMBOL OLACAK ÇAĞDAŞ BİR CAMİ YAPILMALI"


Şafak Çak, bir mekan tasarımcısı. “Zengin muhafazakarların ev tasarımcısı” olarak şöhreti yakalamış olsa da, kendisinin bu nitelemeye itirazı var. “Müşterilerimin büyük bölümümodern insanlar” diyor. Ama dindar zenginlerin ve yeni kuşak muhafazakarların beğenilerini yakından takip ediyor. Onlara içmimari ve dekorasyon hizmeti veriyor. Son dönemin en önemli tartışma konularından biri, Çamlıca’ya yapılacak cami projesi. Tasarımcı Şafak Çak’la buluşup hembu cami projesini sorduk hemde ibadet alanlarının muhafazakar kesimlerin yaşama alanlarına nasıl yansıdığını konuştuk.

Sizin müşterileriniz arasında olan İslami burjuvanın önemli isimleri Çamlıca’ya yakın Üsküdar ve Kısıklı’da oturuyor. Sizce onlar, böyle bir alanda nasıl bir cami görmek isterdi?
Şimdi iki tip muhafazakar ve zengin insan tipi var. Bunlardan bazıları gerçekten, “Arap yağı bol bulmuş ve sıvamış” şeklinde yaşayanlar. Diğerleriyse sade ancak kaliteli yaşamsürenler. Benimmüşterilerimin yüzde 30’u bu iki yapıdaki insanlardan oluşuyor. Bunların birincisi cahil olanlar, ikincisiyse çok kültürlü ve yüksek eğitimalmış olanlar. Bu kesimden birincimodel kesinlikle altınla kaplı bir cami görmek isterken, ikinci model çağdaş İslam motiflerinin olduğu bir cami tasarımını beğenirdi.


Cami projesini, zengin muhafazakarlarla konuşma fırsatınız oldu mu?
Konuştum. Açıkçası kimsenin içine sinmiş değil. İki çeşitmuhafazakarmodeli var demiştim. İkisi de birbirine tamzıt. O yüzden biri altın cami görmek istiyor, diğeriyse sanat eseri. Ancak İslam’ı parayla yaşayan kesimin tercihi bence 545 milyon dolaramal olan Abu Dabi’deki Şeyh Zayed bin Sultan el Nayan Camii olurdu.

 

Siz de Yeni Şafak yazarı Dücane Cündioğlu gibi, Çamlıca’ya yapılacak camiyi, “İstanbul’un silüetine çökecek bir kabus” olarak mı görüyorsunuz?
Bu söylemle, Eminönü’ndeki Yeni Cami veya Sultanahmet Camii de İstanbul’un silüetini bozuyor. Seçilen cami projesini Çamlıca’da görmek isteyenlerin tek amacı olabilir. Avrupa yakasından Asya yakasına bakıldığında bu tip bir cami görmeniz oldukça zor. Ancak Asya tarafından Avrupa tarafına baktığımızda birçok cami görebiliyoruz. Sanırım projeyi onaylayanlar Asya tarafında da geleneksel bir cami görmek istediler.

 

Siz de Yeni Şafak yazarı
Dücane Cündioğlu gibi,
Çamlıca’ya yapılacak camiyi,
“İstanbul’un silüetine çökecek
bir kabus” olarak mı
görüyorsunuz?
Bu söylemle,
Eminönü’ndeki Yeni Cami
veya Sultanahmet Camii de
İstanbul’un silüetini
bozuyor. Seçilen cami
projesini Çamlıca’da görmek
isteyenlerin tek amacı olabilir.
Avrupa yakasından Asya
yakasına bakıldığında bu tip
bir cami görmeniz oldukça
zor. Ancak Asya tarafından
Avrupa tarafına baktığımızda
birçok cami görebiliyoruz.
Sanırımprojeyi onaylayanlar
Asya tarafında da geleneksel
bir cami görmek istediler

Fatih Altaylı gibi, böyle bir projenin 3-5 haftada oldu bittiye getirilemeyeceğini savunan yazarlar da var.
Altaylı’nın bu konudaki görüşlerine tereddütsüz imzamı atarım. Bu tip bir yarışma yapılacaksa buna sadecemimarlar davet edilmez. Bu tip yarışmalara tüm dünyadan heykeltıraşlar, ressamlar ve en önemlisi tasarımcılarla berabermimarlar davet edilir. Bu iş daha baştan yanlış organize edilmiş. Önce tasarımcıya danışılır. Onun çıkaracağı avam projeden sonra mimarlardan yardım istenir. Sonra da İslam tarihçilerine onaylatılarak yarışmaya sunulur.
 

Bu proje nasıl hazırlanmalı, kimler davet edilmeliydi?
Altaylı, yarışmaya davet edilmesi gereken isimleri sıralamış. Ben bu isimlere, mimarlar Turgut Toydemir, Sinan Kafadar ve Eren Yorulmazer’i de eklemeliyim. Bir tasarımcı olarak, “Bana da davet gelmeliydi” hadsizliği yapamam.

Kafanızda bir proje var mıydı?

Olağanüstü bir proje hazırladım. Hatta bu projeyi geçen cumartesi günü, “Metropol İstanbul”un Jennifer Lopez davetinde, Varyap’ın sahibi Süleyman Varlıbaş’a gösterdim. O kadar heyecanlandı ki ayaküstü yarımsaat konuşmak zorunda kaldık.

Çamlıca’ya kötü bir kopya cami yapılsa bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Biz Türk insanının en büyük özelliği, beğendiklerimizi asla dile getirmeyip beğenmediklerimizi bire on katarak dillendirmektir. Size şöyle dürüst konuşayımki; burada yöntemtamamen yanlış. Ancak Sultanahmet kopyası bir eserin de oraya konulması beni rahatsız etmez. Avrupa yakasından bakıldığında bir rahatsızlık yaşatmaz. Gönül isterdi ki; modern sanatmüzesi olmayan İstanbul’da tıpkı New York’taki Özgürlük Heykeli gibi sembol olabilecek, çağdaş bir eser orada olsun. Olmuyormu? O zaman Çamlıca kadar her yerden görülebilen başka bir yerde olsun. 1970’lerde yapılan ve gayrimüslimlerin yaşadığı Kınalıada’daki camiden başka benmodern bir cami bilmiyorum. 

Hayalinizdeki Çamlıca Camii nasıl?
Çamlıca Camii’nin olması gereken çizgisi bence hilal ve yıldızdı. Cami projem cebimde gününü bekliyor. Mutlaka Türkiye’de bir yere yapacağım.
Habertürk (Kısaltarak) , Haber: Kutlu Esendemir, 26.11.2012

 

******


'İSLAM ESTETİĞİ' VE 'TÜRK ORYANTALİZMİ'

 

Çamlıca’ya yapılması tasarlanan camiin, ‘cami mi, estetik mi?’ gibi bir çelişki imiş gibi sorunsallaştırılmasının, bana düpedüz anlamsız göründüğünü söylemeliyim.

 

Bu, sanki ‘cami olursa estetiği olmaz, ya da estetiği varsa o cami değildir!’ türünden, gerçekten anlamsız, hatta absürd bir çelişkiyi, sanki meşru ve mantıklı bir argümanmış gibi dolaşıma sokmaktan başka bir şey değildir…

 

Bana lütfen söyler misiniz, bir cami, aynı zamanda estetik bir değer taşıyamaz mı?  Çamlıca’da yapılacak olan cami, ‘cami mi, estetik mi?’  tartışması yerine, Sultanahmed Camiinin bir taklidi olarak ele alınmalı değil midir? ‘Taklid’, yaratımın karşıtıdır: İngilizcede bir deyiş vardır: ‘If you can’t create, imitate!’ [‘şayet yaratamıyorsan, taklid et!’]. Taklid, yaratıcılığın tükendiği yerde başlar.

 

Öyle anlaşılıyor ki, yıllardan beri İslam’ın estetik bir medeniyet inşa ettiğini ve bu medeniyetin modernite bağlamında yeniden üretilmesi gerektiği konusunu, ısrarla ve inatla gündeme taşımış olmam, nihayet bir işe yaramış görünüyor;- özellikle İslam burjuvazisinin, İslam medeniyetinin estetik değerlerine sahip çıkması gerektiğine ilişkin olarak yaptığım ısrarlı vurguların da, en sonunda farkına varılmış olması da!  ‘Milliyet’ Gazetesinde Kadri Gürsel, geçtiğimiz Pazar günü ( 25 Kasım 2012) kelimesi kelimesine şunları yazdı: ‘Üzülüyorum, çünkü İslamcı/muhafazakar elit, kendi sınıfının özgün estetik ve çağdaş sanatını vücuda getirmeyi deneyemiyor bile!’ Yıllardan beri, bu sütunlarda savunduğumuz düşünceler! Şimdi, Çamlıca Camii söz konusu olduğunda gündeme geliyor…

 

Kadri Gürsel, bir tesbitte daha bulunuyor: -şöyle: ‘Keşke İslamcılar, maruz kaldıkları Batılılaşma ve Cumhuriyet travmasının etkileriyle sağlıklı bir biçimde baş edebilmiş olsalardı!’. Doğru söze ne denir? Ancak Gürsel, meselenin özünün farkında görünmüyor: Meselenin özü, Cumhuriyet entelijensiyasının, Batıyı taklid etmeyi Batılılaşma zannetmesi ne idiyse, İslamcıların da, tıpkı Kemalistler gibi, Osmanlı’yı taklid ederek Osmanlıcılık yaptıklarını zannediyor olmalarıdır. Kemalistler de İslamcılar da, birinin Batı Hıristiyan, diğerinin de İslam Medeniyetini taklidde birbirlerinden zerrece farklı davranmadıkları ortada! İslamcılar, taklid’i referans olarak almayı, Kemalizmin, medeniyetin temellük ediliş biçiminin taklidden başka bir şey olmadığı konusundaki hegemonik eğitiminden geçerken öğrendiler herhalde!

 

Pekiyi de, Batı’yı taklid etmeyi, çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkma olarak okuyanlar, İslam medeniyetine nasıl bakmışlardır? M. Şükrü Hanioğlu, Sabah gazetesinde (25 Kasım 2012), bu bakışın, ‘miskin, cahil, ilkel, estetik yoksunu Doğu algısı’ olduğunu bildiriyor ve, dikkat edilsin, bu algı ‘üzerinden kendine, medenileştirme misyonu yükleyen Türk Oryantalizmi’nden söz ediyor!

 

Türk Oryantalizmi ise, M. Şükrü Hanioğ-lu’na göre, ‘Kemalist toplum projesi’dir. Hanioğlu, aynen alıntılıyorum, tastamam şöyle diyor: ‘Türk Oryantalizmi olarak adlandırabileceğimiz Kemalist toplum projesi…’

 

Bunlar, benim yıllardan beri, hatta neredeyse 20 yıldır, söyleye söyleye dilimde, yaza yaza kalemimde tüy bittiği sözler değil midir? Türk modernleşmesinin, bir Oryantalizm olduğunu öne süren yazılarımı, okurlarım elbette hatırlayacaklardır…

 

Tıpkı Kadri Gürsel’in İslam estetiğine sahip çıkmanın muhafazakar elite düşen bir görev olduğunu önesürüşü gibi M. Şükrü Hanioğlu da, ‘Kemalist toplum projesi’nden ‘Türk Oryantalizmi’ olarak söz ediyor!..  Ne güzel değil mi, bazı fikirlerin yıllar sonra, iki çok değerli düşünür tarafından da idrak edilmesi?

Zaman, Yazı: Hilmi Yavuz, 28.11.2012

ANAVARZA'DAKİ KAZILARA BÜTÇE ENGELİ

 

 

Adana’nın Kozan İlçesi bulunan ve sütunlu caddeleri, mozaikleri, kapıları, kiliseleri, hamamları, Roma Olimpiyatlarının yapıldığı stadyumu ve antik tiyatro alanları gibi birçok tarihi mekanın bulunduğu Anavarza Antik Kentinde başlatılan kazı çalışmalarına bütçe yetersizliği nedeniyle ara verildi.

Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden Doç.Dr. Murat Durukan'ın danışmanlığında Eylül ayında başlanan Anavarza kazılarına bu yıl itibari ile bütçe sıkıntısı yüzünden ara verildi. Yaklaşık 2,5 aydır Anavarza Antik kentinde çalışma yürüttüklerini açıklayan Doç.Dr. Durukan, bölgedeki mozaiklerin dünya çapında 2.’inci bir Zeugma etkisi yapacak potansiyelde olduğuna dikkat çekti.

Adana Müze Müdürü Kazım Tosun da kazı alanında Mersin Üniversitesi'nden 2 arkeologun yanı sıra 13 işçi ile bakanlıktan sağlanan ödenekle çalışmalara başlandığını belirterek, "Ödenek sorunu nedeni ile çalışmamız kısa sürdü. Ama önümüzdeki sene ödenek boyutunda çalışmalarımız daha uzun sürecek" dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığının tahsis etmiş olduğu bütçe ile kazılara başlanmıştı ancak 2012 yılı çalışmaları programlanandan kısa sürdü.

cukurovapress.com, 25.11.2012

YOL ÇÖKÜNCE TARİHİ AV KÖŞKÜNÜN DUVARI ORTAYA ÇIKTI

 

 

Alanya İlçesi'nde karayolunun çökmesi sonucu Selçuklu dönemine ait bir av köşkünün duvarına rastlandı.

 

Alanya Müze Müdürü Seher Türkmen, gazetecilere yaptığı açıklamada, Alanya Kalesi'nin kuzeyinde bulunan Hasbahçe Mahallesi'ndeki karayolunda yaklaşık 1 ay önce çökme meydana geldiğini, ardından burada tarihi bir duvara rastlandığını söyledi.

 

Bölgenin 1993 yılında Selçuklu dönemine ait av köşkleri bulunması nedeniyle tescillendiğini anlatan Türkmen, "Yapılan incelemede duvarın Selçuklu dönemine ait av köşküne ait olduğu tespit edildi. Bölgede arkeoloji kazı çalışması için gerekli izinleri aldık. Şu anda keşif çalışması yapıyoruz. Daha sonra bölgeye ilişkin bir plan hazırlanacak" dedi.

 

Keşif sonrası önce alandaki asfaltın kaldırılacağını, sonra yolun altında neler bulunduğunu tam olarak tespit edeceklerini bildiren Türkmen, çalışmayı Alanya Belediyesi ile yürüteceklerini kaydetti.

 

Bölgenin planlama dahilinde ele alınması gerektiğini vurgulayan Türkmen,

"Bölge imar planı ve çevre düzenlemesi açısından ele alınmalı. Amacımız alt tarafta bulunan evlerin üzerine bir çökme tehlikesi olmadan yolun bir çözüme kavuşmasını sağlamak" diye konuştu.

 

Türkmen, bölgenin Selçuklu av köşkleri açısından zengin olduğunu dile getirerek, "İlçede Sedre Köşkü, Gülefşen Köşkü, Hasbahçe Köşkü, Hacıbaba Köşkü, Sugözü Köşkü gibi köşkler bulunuyor. Bu köşklerin Alaaddin Keykubad dönemine ait olduğu düşünülüyor. Av köşkleri sadece Alanya sınırları içinde yok. Gazipaşa'da sonradan av köşküne çevrilmiş Roma dönemi yapısı da var" diye konuştu.

haberler.com, Haber:Mustafa Kurt - Hüseyin Kanber, 25.11.2012

ERTUĞRUL GÜNAY: TAKSİM'E CAMİ ŞART

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Taksim'in yayalaştırılması projesini desteklediğini ve Taksim'e yeni bir cami yapılması gerektiğini söyledi.

 

Bakan Günay "İnsanların hava alacağı, yeşil alanı gezebileceği, trafikten, egzoz dumanından arınmış alanı oluşturmak temel hedef olmalı. Güzergahlar oluşturmak kaydıyla Taksim'in yayalaştırılması bence İstanbul'un ihtiyacıdır. Taksim'e cami yapalım çünkü şart" dedi.

 

Mimarlar ve Mühendisler Grubunun düzenlediği toplantıya katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Taksim Meydanı'nın yayalaştırılmasının sağlanmasını, ağaç ve bitki dokusunun çoğaltılması gerektiğini söyledi. Taksim'in yayalaştırılması projesini desteklediğini belirten Bakan Günay projeyle ilgili olarak şunları söyledi: "Taksim'in yayalaştırılması projesini destekliyorum. Bizim büyük bir meydana bütün şehirlerimizde ihtiyacımız var. İstanbul tarihi bir şehir ancak meydan fakiri, çiçek dikiyoruz ama orman olarak, park olarak çok fazla çoğaltabildiğimiz söylenemez. Olması gereken ölçüye vardırdığımız söylenemez. O yüzden insanların hava alacağı yeşil alanı gezebileceği alanı trafikten egzoz dumanından arınmış alanı oluşturmak temel hedef. Güzergahlar oluşturmak kaydıyla Taksim'in yayalaştırılması bence İstanbul'un ihtiyacıdır. Güzel projelerden bir tanesidir."

 

Taksim Gezi Parkı'nın bulunduğu alana Kışla yapılması tartışmalarına da değinen Bakan Günay, Gezi Parkı'ndaki ağaçların yok edilmemesi gerektiğini ifade etti. Günay, "Taksim, bugün ki Taksim Meydanı ve gezi parkından oluşuyor. Gezi Parkı 70 yıllık yeşil bir alan. Ağaçlar bir hayli büyümüş. Gezi parkıyla ilgili bir proje var. Bir proje avam proje, aslında bir proje önerisi demek daha doğru, orada bir topçu kışlası varmış. 1800'lerin ortasında yapılmış. 1939-40'da yıkılmış. 100 yılı zor dolduran İstanbul'un geleneksel mimarisiyle çok özdeşleşmiş olan değil, bir dönem Taksim'de yapılmış bir kışla var. Bugün basına yapılan fotoğraf servisleri doğru değil. Üzerinde oynanmış fotoğraflar. Kışlanın özgün mimarisi Rus ve Hint mimarisi karmasıdır. 1800'lerin ortasında Krikor Balyan tarafından yapılmış ve bir rus hint mimarisi denemesi yapılmış. Ben diyorum ki gezi parkında 70 yıldır ağaçlar var. O ağaçları yok etmeyelim. Kışlayı yaptığımız zaman meydanın yarısın işgal edeceğiz. Bizim büyük meydana ihtiyacımız yok mu? Üstelik İstanbul'un tarihiyle uyumlu olmayan mimarisiyle de uyumlu olmayan bir deneme Krikor Balyan tarafından Soğan Kuleli bir rus hint yapısıdır. Onu yeniden yapmayalım. İstanbul'da ihya edeceksek nice yapı var. Gidip kışla mı ihya edeceğiz? Bence Taksim'in yayalaştırılmasını sağlayalım. Ağaç dokusunu bitki örtüsünü park yapısını çiçek yapısını çoğaltalım ama orada geleneksel alışveriş merkezleriyle rekabet edecek yeni bir alışveriş merkezi yapmayalım" dedi.

 

Konuşmasında Taksim'in demografik yapısının değiştiğini mevcut camilerin yeterli olmadığını ve Taksim'e camii yapılmasının şart olduğunu kaydeden Ertuğrul Günay konuşmasını şu şekilde sürdürdü: "Taksim'in, Pera'nın oluştuğu zamandaki demografik yapı değişti. Nüfus yapısı değişti. Şimdi orada Ağa Camii yetmiyor, Firuzağa Camii yetmiyor. Bize Tarlabaşı'ndan inen yolun yanında Maksim'in arkasında boş alan var. Otopark olarak kullanılıyor. Orada mücevher gibi ebatlarıyla değil edebiyle bir cami , büyüklüğüyle değil zarafetiyle bir camii yapalım. Mimar Sinan Süleymaniye'yi yaparken büyük yapı yapmak bir marifetti. Beton yoktu, taş taş üstüne koyarak herşey yapılıyordu. Ayasofya'da öyleydi. Bugün inanılmaz çirkinlikteki kuleleri, istediğiniz tarihi mekana dikebiliyorsunuz. Bugün büyük yapı yapmak değil marifet. Bugün güzel, zarif edepli insana saygılı yapmaktır marifet. Taksim'e camii elbette yapılmalı, Taksim'in yayalaştırılması elbette ama insanların ezileceği yeni yapıları yapmayalım.

 

Öte yandan Bakan Günay toplantıda Mimarlar ve Mühendisler Grubu üyelerinin sorularını yanıtladı. Bakan Günay 'Çamlıca'da yapılacak bir cami ile ilgili görüşleriniz nedir, buraya yapılacak bir cami ulaşımı nasıl etkiler? şeklindeki soruya, yanıtı "Derin nefes al, derin nefes ver" şeklinde espirili bir şekilde başlayarak oldu.

 

'ÇAMLICA'YA YAPILACAK CAMİ MÜCEVHER GİBİ OLMALI'

İstanbul'un anıtsal, mücevher gibi camileri olduğunu vurgulayan Ertuğrul Günay, Üsküdar'ın tepesine yeni bir caminin olabileceğini İslam mimarisinin geleneğinin korunarak yapılması gerektiğini söyledi. İstanbul'a yeni camilere ihtiyacı olduğunu kaydeden Günay sözlerini şöyle sürdürdü: "İstanbul'da yeni camilere ihtiyaç yok mu? Var. İstanbul'un Süleymaniye'ye Sultanahmet, Fatih Camii, Mihrimah Sultan Camii, Vadide Sultan Camii, Kılıçali Paşa Camii, Ortaköy Camii yapıldığı zaman İstanbul'un nüfusu bugünkünün onda biri kadardı. 'Tıka basa her camii her zaman dolmuyor', hayır doluyor. Bayram namazlarında doluyor cumalarda doluyor. İstanbul'da 20 sene önce bir Ümraniye yoktu. Bir Ataşehir yoktu. İstanbul devasa yeni bir İstanbul oldu. Bu yeni İstanbul'un yeni kültür merkezlerine ihtiyacı var, yeni nikah salonlarına var da yeni camilere ihtiyacı yok mu? Bence yeni camilere de ihtiyacı var. yeni parklara da ihtiyacı var. Her ikisine de aynı ölçüde ihtiyacı var. Bunları yaparken, İstanbul'un gözünü çıkarmadan yapmak lazım. İstanbul doğal tarihsel yapılarını özgünlüğünü bozmadan yapmaya çalışmak lazım. Bir yeşil alanı tüketerek değil, yeşil alanı çoğaltarak bir yerin özgün mimari dokusun baskı altına alarak değil, ona katkı yaparak yapmak lazım. Üsküdar'ın tepesine yeni bir cami olur. Benim hayal ettiğim bu çağda eğer mimari teknikler bu kadar ilerlemişken mimari yapı malzemesi bu kadar değişmiş ve gelişmişken böyle oturup var olanlardan birinin taklidi gibi bir şey yapmak yerine 2000'li yılların hem islam mimarisinin geleneğini koruyarak bir cami yapmak gerekir. Mimar Sinan bunu yapmış. Bugünki beton tekniğiyle Mimar Sinan'ın yaptığı caminin daha büyüğünü yaparsınız. İnanılmaz çirkinlikte binaları İstanbul'un sağına soluna yapıyorlar. Marifet büyük yapı da değil. Boğazdaki camiler boğaza birer mücevher gibi dizilmiş. Boğazın kıyısanda gerdanlık gibi bu camiler. Hiçbirisi boğaza basmıyor. Hiçbiri boğazın görkemiyle yarışmaya kalkmıyor. Tepeye yaptığımız camide yeşilin içinde mücevherin içinde yakut gibi olmalı. Cesametiyle değil zerafetiyle öne çıkmalı. Böyle birşey olduğu zaman hepimiz ayağa kalkar alkışlarız. "

 

'ADI AKMESCİT OLSUN'

Çamlıca'ya yapılacak camiyle ilgili bir önerisi olduğunu söyleyen Ertuğrul Günay, "Kırım'da bir Akmescit Camii var. Küçük bir camidir ama adı Akmescit'tir. Kazan'da UNESCO listesine girmiş yeni bir Akmescit yapıyorlar. Çok büyük değil ama çok güzel, mermer parlak değil mat ama pırıl pırıl. Akmescit gibi birşey yapalım.Böyle mücevher gibi birşey yapalım. Hatta adı da Akmescit olsun. Madem biz bu coğrafyayı tarihiyle bağlamaya çalışıyoruz, adı da Akmescit olsun. Bugün ki projeyi bize sormadılar. Caminin yapılacağı alan SİT alanı olduğu için bize sorulmuyor. Şehircilik bakanlığına soruluyor. Ancak ben İstanbul'un silüetiyle ilgili her türlü meseleye üstüme düşsede düşmese de karışıyorum çünkü İstanbul'un herşeyi Kültür Bakanı'nı ilgilendirilir. İstanbul'da atılacak her adım, dikilecek her taş Kültür bakanını ilgilendirir. O yüzden bana sorsalarda sormasalarda fikrimi söylüyorum. İstanbul'a büyük birşey değil, zarif birşey yapalım" dedi.

haberedikkat.com, 25.11.2012

AYASOFYA'YA EN BÜYÜK RESTORASYON

 

 

Ayasofya Müzesi'nde, yaklaşık 17 yıl süren yenileme çalışmalarının bir süre önce tamamlanmasının ardından Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ve maliyetli restorasyonu yapılacak.

 

Ayasofya Müzesi Müdür Vekili Hayrullah Cengiz, müzenin 1500 yaşında tarihi eser olduğunu söyledi. Müzenin dünyanın en muhteşem eserlerinden biri olduğunu belirten Cengiz, "Bu kadar yaşı büyük olan bir eserin zaman zaman, belki de sıklıkla restorasyona tabi tutulmasını doğal karşılamak gerekir" dedi. Cengiz, bu doğrultuda gerek Osmanlı döneminde eklenen bazı birimlerin gerekse Ayasofya'nın ilk yapıldığı dönemlerden beri var olan yapıların restorasyona tabi tutulacağını anlatarak, öncelikle 1740'lı yıllarda inşa edilen, 1. Mahmud şadırvanını restorasyona aldıklarını, 8 aydan beri devam eden çalışmaları 1-1,5 ay içerisinde tamamlamayı düşündüklerini söyledi. Müzenin içerisindeki 1. Mahmud kütüphanesinin restorasyonuna da başlandığını aktaran Cengiz, buradaki çalışmaların 400 günde tamamlanmasının planlandığını kaydetti. Hayrullah Cengiz, müzenin batı cephesinin de restore edileceğini belirterek, "Buranın da yaklaşık 550 günde biteceğini tahmin ediyoruz. Ayasofya'nın ana kubbesinin hemen altından başlayan yapıdan galeri katına kadar olan kısmı sıvayacağız" dedi. Cengiz, çalışmalar kapsamında müzenin içindeki bezemeler ve mermerlerin temizleneceğini ve onarılacağını söyledi. Cengiz, çalışmaları 600 gün içerisinde bitirmeyi amaçladıklarını belirtirken projenin toplam maliyetinin 12 milyon lirayı bulacağını söyledi.

Ayasofya Müzesi'ni 2003-2011 yılları arasında 7 milyon 196 bin 512 kişi ziyaret etti, bu ziyaretlerden 201 milyon TL gelir elde edildi. CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın yazılı soru önergesini yanıtlayan Günay, Ayasofya Müzesi'nin 2011 yılında 3 milyonu aşkın ziyaretçi ile Türkiye'nin en fazla ziyaret edilen müzesi olduğunu bildirdi.

Sabah, 25.11.2012

CAHİT SITKI TARANCI'NIN EVİ YENİLENİYOR

 

“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher...” dizeleriyle ölümsüzleşen, Diyarbakır’ın yetiştirdiği ünlü kişiliklerden şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın (1910 1956) doğup büyüdüğü ve müze olarak kullanılan ev, çağdaş müzecilik anlayışıyla yeniden yorumlanıyor.

Tarancı ve ailesinin yaşadığı, 1733 yılında yapılmış ev Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örnekleri arasında gösteriliyor. 1973 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca müzeye dönüştürülen yapı, Diyarbakır Müzesi’nce başlatılan restorasyon çalışmaları kapsamında şimdi yeniden hayat buluyor.

Habertürk, 25.11.2012

TARİHİ ALANDAKİ KAZIDA ÇOCUK İSKELETİ BULUNDU

 

Milas'ta daha önce bulunan ve Geç Roma dönemine ait olduğu sanılan mozaiklerin bulunduğu alanda çocuk iskeleti bulundu.

 

Hocabedrettin Mahallesi Çiçek Sokak'taki bir iş merkezinin inşaatı için başlatılan sondaj çalışması sırasında tarihi kalıntılara rastlanmış, bunun üzerine Milas Arkeoloji Müzesi yetkililerince inşaat alanında kurtarma kazısı başlatılmıştı.

 

Mozaik olduğu ve Geç Roma dönemine ait olabileceği belirtilen tarihi kalıntılar arasında 6-7 yaşlarında olduğu tahmin edilen çocuk iskeleti bulundu.

 

Milas Arkeoloji Müzesi Müdürü Ali Sinan Özbey, gazetecilere yaptığı açıklamada, taban mozaiği olarak belirlenen alanda çocuk iskeleti bulduklarını söyledi.

 

Alanın daha sonraki dönemlerde nekropol (mezarlık) olarak kullanılmış olabileceğini dile getiren Özbey, "Yaklaşık 10 gün önce alanın sahibinin talebi üzerine 3. derece arkeolojik sit alanı olan yerde sondaj kazısı başlatıldı. Sondaj kazısının ardından mozaikli alan ortaya çıktı. Ardından çocuk iskeleti bulduk. Alanın yüzeye çok yakın bir yerde olması bizi şaşırttı" dedi.

 

Alanın Geç Roma döneminde tahribata uğradığının belirlendiğini anlatan Özbey, şunları söyledi:

"Alan İslami dönemde çok tahrip olmamış, ancak kendi döneminde tahribatın izleri ortaya çıktı. Başlattığımız sondaj kazılarını, genel müdürlüğümüzden izin alarak kurtarma kazısına dönüştürdük. Alanın anlaşılmasına dönük çalışmalar devam ediyor. Kazıların sonlanmasından sonra bu yapıyı anlamaya çalışacağız. Kendi döneminden sonra bu yerin nekropol olarak kullanılmış olabileceğini düşünüyoruz. Arkeolog arkadaşlarımız çalışmalarını sürdürüyor."

Mynet Haber, Haber: Mutlu Hazer, 23.11.2012

ANTİK KENTİN SPOR OKULU 3D İLE ORTAYA ÇIKACAK

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki dünyanın en büyük mermer kenti Stratonikeia antik kentinde bulunan 2 bin 200 yıllık gymnasion (spor okulu), 3D ile ayağa kaldırılacak.

 

Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı ve Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Stratonikeia antik kenti ve çevresinde binlerce yıllık tarihi geçmişin izlerini bulmanın mümkün olduğunu söyledi.

 

Antik kentte devam eden kazı çalışmalarının aralık sonuna kadar devam edeceğini belirten Söğüt, antik kentte bulunan 2 bin 200 yıllık gymnasionun her geçen gün biraz daha gün ışığına çıktığını, 105 metre genişliğe, 165 metre uzunluğundaki gymnasionda geçmişte hem spor yapılıp hem de tarih ve felsefe gibi derslerin verildiğini anlattı.

 

Söğüt, spor okulunun 105 metrelik kuzey kenarının tamamen kazıldığını, güney kısmını açığa çıkarmak için de çalışmalara başladıklarını belirtti.

 

Doç.Dr. Bilal Söğüt, 3D yöntemi ile tüm mimari elemanları görüp antik dönemde yapının hangi şekilde olduğunu belirlediklerine işaret ederek, "3D'nin farkı, yapıyı 3 boyutlu olarak her tarafa çevirerek görme şansımız var. Sonrasında mimari elemanları tek tek kontrol ederek yerlerine yerleştirip restorasyon altyapısını oluşturuyoruz. Yapının güneye doğru olan kısmının tamamı kazılmış olmamakla, 265 metre devam ettiğini biliyoruz. Bu, antik dönem için müthiş bir rakam" dedi.

 

Antik dönemde birçok spor ve eğitim aktivitesinin gerçekleştirildiği gymnasionun tamamını 3D ile ayağa kaldıracaklarını vurgulayan Söğüt, "Kazı tamamlandığında gymnasiona ait tüm eserleri, antik dönemde bırakıldığı şekliyle bulabileceğiz. Stratonikeia antik kentinde ilk çalışmaların başladığı yer gymnasiondu. Uzun süre çalışılmış, ama kazıldığı gibi bırakılmıştı. 35 yıl aradan sonra 3D ile yapıyı ayağa kaldırıp kazı çalışması yürüteceğiz" diye konuştu.

 

Ziyaretçilerin kentteki yapıları rahat görebilmelerini sağlamak için bölgede temizlik çalışmaları yürüttüklerine de değinen Söğüt, antik dönemde öğrencilerin tarih ve felsefe derslerinin yanı sıra eğitim yaptıkları alanın tamamını ayağa kaldıracaklarını, bu sayede restorasyon için de altyapı hazırlıkları oluşturmuş olacaklarını ifade etti.

 

Söğüt, spor okulunun mimari anlamda çok ihtişamlı bir yapı olduğunu dile getirerek, şunları söyledi: "Çünkü antik dönemde benzerlerini Mısır'da gördüğümüz, Anadolu'daki ilk örnekleri burada görülen, yaprakların içerisinden akan su sadece burada var. Hellenistik döneme ait. Bu yapı, ihtişamı nedeniyle o dönemden 200 yıl sonra duvar resimlerini etkileyen bir mimari unsur haline gelmiş."

haberler.com, Haber: Durmuş Genç, 23.11.2012

MUHTEŞEM SÜLEYMAN BURADA ARANACAK

 

 

Macaristan seferi sırasında Zigetvar şehrinde 1566'da vefat eden Kanuni Sultan Süleyman'ın burada defnedilen iç organlarının bulunduğu türbe, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Zigetvar Belediyesi işbirliğiyle tespit edilerek gün yüzüne çıkarılacak. TİKA ve Zigetvar Belediyesi ayrıca, Osmanlı eserleri konusunda kapsamlı bir işbirliği başlatıyor.

Ankara'da TİKA Başkanı Serdar Çam ile Macaristan'daki Osmanlı eserleri konusundaki işbirliği olanaklarını değerlendiren Zigetvar Belediye Başkanı Janos Kolovics, ortak çalışmaları AA muhabirine anlattı.

Kolovics, "TİKA ile birlikte Kanuni'nin vücudunun bozulmaması için çıkarılan ve Zigetvar'da defnedilen organlarının bulunduğu gerçek yeri arayacağız. İzleri ve kalıntıları araştıracağız. Türbe şu an toprağın altında. Onu gün yüzüne çıkarmak için elimizden geleni yapacağız. Yazılı kaynaklar ve arkeolojik çalışmalarla türbeyi bulabiliriz. Bu projenin arşiv çalışmalarını Türk uzmanlar ile birlikte yapacağız. Jeofizik çalışmaları da olacak" bilgisini verdi.

Kanuni Camisi ve Türk Evi restore edilecek
Zigetvar'da Osmanlı dönemine ait yapılarda yürütülecek çalışmalara değinen Kolovics, şunları kaydetti: "Bunlardan biri Kanuni Sultan Süleyman diğeri de Ali Paşa Camisi. Kanuni Sultan Süleyman Camisi'ni TİKA'yla beraber restore edeceğiz. Bunun dışında şehrimizde Kanuni için yapılmış bir Türk Evi bulunuyor ve bu yapının restorasyonunu TİKA'yla yapacağız. O zamanki Türk kültürünü insanlara göstermek istiyoruz. Evde sergilemek üzere o dönemde yaşayan Türklerin kıyafetleri, araç gereçlerini eve yerleştirmek istiyoruz.

Şehirde ayrıca tuğladan yapılmış sağlam bir kale var. Biz de belediye olarak Türk-Macar Dostluk Parkı inşa ettik. Bu parkta Sultan Süleyman'ın büstü de bulunuyor. Zigetvar'ın Türkler için büyük bir sembolik önemi var. Şehrimizde Osmanlı döneminden kalan birçok yapı olduğu için ortak olarak yalnızca TİKA'yı yani Türkiye'yi seçtik. Türkler ve Macarlar yüzyıllardır dost. İki halkın birbirine çok yakın olduğunu düşünüyorum."

Kolovics, projelerin Kanuni Sultan Süleyman'ın vefatının 450. yıl dönümü olan 2016'da bitirilmesinin hedeflendiğini ifade etti.

"Macarların bu tarihe saygısı sevindirici"
TİKA Başkanı Serdar Çam da, Zigetvar Belediyesi ile işbirliğine ilişkin, "Ortak tarihi unsurlarımızı birlikte ortaya çıkarıp , sonsuza kadar yaşatma konusunda mutabakata vardık. Bizleri sevindiren başka bir nokta ise, Macaristan halkının da bizim kadar bu tarihe saygı ve sevgi duyması" diye konuştu.

Çam, Macaristan'da restorasyon konusunda ilk kez böyle bir çalışma başlatacaklarını ifade ederek, Kanuni Sultan Süleyman anısına güzel çalışmalar yapmak istediklerini, bu çerçevede iki ülke tarihçilerinin de desteğiyle, Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının defnedildiği gerçek yerin tespit edilmesine çalışacaklarını bildirdi.

Sabah, 23.11.2012

İZMİR'DE TARİHİ EVLERE 900 BİN LİRALIK DESTEK

 

 

Eski Osmanlı evleri ve konakların da aralarında bulunduğu çok sayıda tarihi yapıyı barındıran İzmir'de eserlerin bakım ve onarımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından önemli destek sağlanıyor. 2006-2012 yılları arasında proje için başvuran 343 kişiden 25'ine 158 bin lira, proje uygulama için başvuran 100 kişiden 32'sine ise 741 bin lira olmak üzere yaklaşık 900 bin lira tutarında destek sağlandı.

 

İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, ilgili yönetmelik gereği gerçek ve tüzel kişilere, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlığı olan tescilli tarihi evlerin bakımı ve onarımı için ayni, nakdi ve teknik yardım desteği sağlandığını belirterek, "İlk defa proje ve proje yardım talebinde bulunacakların, belirtilen tarihten önce İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne başvurmaları gerekiyor.

Proje yardımından faydalanmak için, eğer yapının mülkiyeti hisseli ise hissedarlardan birinin başvurusu yeterli oluyor. Proje hazırlanması için başvuruda gerekecek evraklar, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü web sayfasındaki 'Bakanlık Yardımları, Destekleri ve Teşvikleri' bölümünden öğrenilebilir" dedi.

Mynet Haber, 23.11.2012

KARAYOLLARI TARİH KÖPRÜLERİ RESTORE ETTİ

 

Karayolları 12. Bölge Müdürü Selami Altıok, tarihi Çobandede ve Nebihanları köprülerinin restorasyon çalışmalarının tamamlandığını açıkladı. Altıok, Erzurum il genelinde 4 tarihi köprünün restorasyon çalışmasının tamamlandığını, 3 köprünün ise restorasyon çalışmasının devam ettiğini söyledi.

 

Karayolları Bölge Müdürlüğü, tarihi köprüleri restore ederek ecdat yadigarlarının yok olmamasına çalışıyor. Karayolları Bölge Müdürü Şenol Altıok, tarihi köprülerin korunup, gelecek nesillere aktarılmasına önem verdiklerini ifade etti. Şenol Altıok, 2005 yılında ihalesi yaptırılan Çobandede Köprüsü'nün restore çalışmalarının tamamlandığın belirtti. Bölge Müdürü, Çobandede Köprüsü projesinin Genel Müdürlük Köprüler Daire Başkanlığı ile Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu elemanlarınca denetiminin gerçekleştirildiğini kaydetti.

 

Aslına uygun olarak söz konusu tarihi köprünün restorasyonun gerçekleştirildiğine vurgu yapan Altıok, "Çobandede Köprüsü'nde özel kimyasal yapıştırıcılar kullanılıp, enjeksiyonla duvarlarda güçlendirme yapıldı. Orijinali 7 kemerli olan köprünün 6 ayağı günümüzde duruyor. Karayolu durumu göz önüne alınarak ilerleyen yıllarda yedinci kemeri de ortaya çıkarmayı hedefliyoruz. Çobandede Köprüsü'nü 5 milyon liraya restore ettirdik." şeklinde konuştu.

 

Karayolları Bölge Müdürü Altıok, Çobandede Köprüsü'nden ayrı olarak eski Erzurum- Tekman yolu güzergahındaki Nebihanları Köprüsü ile Ağveren Köyü ve Pulur Köyü köprülerinin de restorasyonun tamamlanarak tarihe kazandırıldığını vurguladı. Altıok, hedeflerinin sorumluluk bölgesindeki illerde her yıl tarihi 3 köprüyü restore ettirip, ulaşım amaçlı olarak kullanıma kazandırmak olduğunu da dile getirdi.

 

ÇOBANDEDE KÖPRÜSÜ

Yağan beldesi sınırları içerisinde yer alan Çobandede Köprüsü, Erzurum - Horasan Güzergahı 58. kilometre yer almakta olup; İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın veziri Emir Çoban Salduz tarafından yaptırıldı. Tarihi köprü, tarihinde 4 kez restore edildi. Mimari bakımdan Anadolu Selçuklu taş köprüleri özelliği taşıyan Çobandede Köprüsü, Aras Nehri üzerine, 220 metre uzunluğunda 7 adet kemer gözlü olarak inşa edilmiş. Tarihi köprüden, günümüze 6 kemer gözüyle 130 metre ulaşabilmiştir. Eğri bir plana sahiptir. Köprü, koruma altına alındığından kullanılmıyor.

haberler.com, 21.11.2012



18 - 24 Kasım 2012

BOĞAZİÇİ UNESCO'NUN LİSTESİNE GİRMEK İSTİYOR

 

UNESCO Dünya Kültürel Miras Komitesi’nden bir heyet birkaç günden beri İstanbul’da.
 

Ne yapıyor günlerden beri derseniz...

Süleymaniye Camii’nin siluetini bozduğu için en başından beri eleştirilen Haliç Metro Köprüsü’nü, Bizans döneminden gemilerin çıktığı Yenikapı’ya denizi doldurarak inşa edilecek meydanı, Sulukule, Fener-Balat kentsel dönüşüm projelerini yerinde inceliyor.

Mimarlar Odası, Europa Nostra, İstanbul SOS gibi STK’ların görüşlerini alıyor.

UNESCO, Dünya Kültürel Miras listesinde yer alan İstanbul’un tarihi yarımadasıyla ilgili.

Yukarıda saydığım projelerin çoğu tarihi yarımada için önemli riskler taşıyor. Köprü, meydan gibi önemli inşaat projelerinin tarihi yarımadaya yapacağı tahribatlar uzmanları kaygılandırıyor.

İki yıl önce Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü’nü Cumhurbaşkanı Gül’ün elinden alan Harvard Üniversitesi’nden saygın tarihçi Cemal Kafadar, Süleymaniye’nin siluetine zarar gelmesin diye sesini duyurmaya ne kadar çok çalıştı.

Nafile bir çaba.

İBB Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul’un 2013 yılı bütçesini açıkladığı konuşmasında UNESCO heyetinin ziyaretine de değinmiş.

“UNESCO heyetiyle köprünün aydınlatılmasını konuştuk, boyutunu değil. UNESCO ile sorun yok ama bazıları bizi dışarıya şikayet etmeyi alışkanlık haline getirdi” diye konuşmuş.

“Dışarıya şikayet etmek” sözleri aklıma takıldı.

UNESCO’YA 5 MİLYON DOLAR BAĞIŞ
Türkiye 1948 yılından beri UNESCO üyesi, Paris’teki merkezinde büyükelçimiz var.

Üstelik Türkiye, ABD’nin bu kuruma katkı payını askıya almasından sonra UNESCO’ya 5 milyon dolar bağışlamış durumda.

Bununla ilgili Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun UNESCO Başkanı İrina Bokova’ya göndermiş olduğu mektup var.

Demek ki, UNESCO bizim için “dışarısı” olmamalı.

Kaldı ki, İstanbul artık tüm insanlığa mal olmuş tarihi bir şehir ve küreselleşmenin olumlu yanı da şu: Herkes her şeyle ilgili ve sesini çıkartabiliyor.

Süleymaniye’nin silüeti kadar beni Talibanların yerle bir ettiği heykeller, yağmalanan Bağdat Müzesi de ilgilendiriyor.

UNESCO’nun ziyaretine dönersek, heyet İstanbul tarihi yarımadasıyla ilgili raporunu önümüzdeki şubat ayında yayımlanacak.

Peki raporda, tarihi yarımadanın karşı karşıya kaldığı riskler nedeniyle daha önce konuşulduğu gibi İstanbul “Dünya Miras Listesi”nden çıkartılması gündeme gelir mi?

UNESCO heyetiyle toplantılar yapan STK’ların temsilcilerine bakarsanız, UNESCO “yelkenleri suya indirmiş” vaziyette.

Kulislerde Türkiye’nin bağışladığı 5 milyon doların bu tavır değişikliğinde payı olabileceği konuşuluyor.

BOĞAZİÇİ’NDEN SOS
UNESCO tartışmalarının alevlendiği bugünlerde Boğaziçi’nden bir SOS çığlığı düştü posta kutuma.

Boğaziçi Dernekleri Platformu olarak bir araya gelen, her iki yakadan Boğaziçi sakinleri UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’ne girmek istiyorlar.

Platformun, Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç’e gönderdiği mektupta, İstanbul Boğaziçi’nin, doğal ve kültür varlıkları daha fazla tahribata uğramadan gelecek nesillere aktarılması için Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girme talebi yer alıyor.

Mektupta belirtildiği gibi, Boğaziçi’nin bostanları, çayırları, mor salkımları ve erguvanları, Arnavutköy çileği artık tarihe karıştı.

Doğal dokunun yanı sıra tarihi doku inşaat, trafik nedeniyle can çekişiyor.

Tek çare UNESCO ise vay halimize...

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 23.11.2012

"LOUVRE MÜŞAVİRLİKTEKİ ÇİNİLERİ ALABİLİR!"

 

Yurtdışındaki eserleri Türkiye’ye getirmek için sabırla çalıştıklarını kaydeden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Onların direnmesini anlıyorum. Çünkü Türkiye’nin eserlerini iade ederlerse, Suriye, Irak ve Yunanistan’dan yasadışı yollarla çıkmış eserlerin iadesinin de yolu açılacak. Sancılı bir dönem başlatabilir. Bu durum koleksiyonda eksilme yaratacak. Bunu anlıyorum ama tabii ki hak vermiyorum” dedi.

 

Günay, Paris’te Louvre Müzesi’nin İslam sanatları salonunda sergilenmeye başlanan II. Selim Türbesi’nin İznik çini tablolarının Türkiye’ye iadesi için Louvre Müzesi’ne yazı yazdıklarını ancak tatmin edici bir yanıt alamadıklarını söyledi.

Günay, gelen yanıtın “nazik ama ikna edici olmadığını” vurgulayarak, “Ben de nazik bir dille ikna olmadığımızı yazdım. Türbe kapısından bir pano, yasal şekilde götürülmüş olamaz. Bir cami ya da külliyenin ayrılmaz parçası olan eseri kimse satmaz. Bu tablo değil” dedi. Louvre’un saygıdeğer bir müze olduğunu belirten Günay, şöyle konuştu:

 

“Louvre’daki eserler için çalıntı demek çok nezaketsiz olabilir. Bu eserler oraya mutlaka kendilerince meşru yolla gelmiş olabilir. Bir armağandır ya da satın almışlardır. Ama bizden çıkışı yasadışı. Tarihe saygı gereği bu eserlerin yasadışı olarak çıktığı ülkeye iadesi gerekir.” Günay, Kültür ve Turizm Bakanlığı Paris Müşavirliği binası bahçesindeki çinilerin önünde fotoğraf çektirirken ise, “İsterlerse buradaki çinileri onlara seve seve veririz” dedi.

Milliyet, 23.11.2012

GÖBEKLİTEPE'DE MERDİVEN İZLERİ

 

 

Dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul edilen ve bu yönüyle ''Tarihin sıfır noktası'' şeklinde nitelendirilen Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarında merdiven izlerine rastlandı.

 

Göbeklitepe Kazıları Başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt, bu yılki 2. dönem kazıları sonucu gün yüzüne çıkarılan eserler hakkında açıklamalarda bulundu.
 

Mayıs ayında başladıkları yılın ilk kazılarında ağırlıklı olarak tarihi eserlerin bulunduğu yerde ''koruma çatısı yapımı''na yönelik çalışmalarda bulunduklarını belirten Prof.Dr. Schmidt, sonbahardaki çalışmalarda da temel koruma olarak yapılacak çatının ön çalışmalarını gerçekleştirdiklerini belirtti.
 

O nedenle sondaj çalışmaları yapıldığını ve ana kayaya ulaşılmaya çalışıldığını aktaran Prof.Dr. Schmidt, gelecek sezonda yine çalışmaları bu konuda yoğunlaştıracaklarını ifade etti. İlk önce geçici bir çatı yapmayı düşündüklerini anlatan Prof.Dr. Schmidt, ''Bunun için çalışmalar devam edecek. Koruma çatısı yapıldıktan sonra bunun altında tabi arkeolojik kazılara da devam edebileceğiz. Özellikle A, B, C, ve D. yapılarında şu anda yağmur yüzünden bazı çalışmaları yapamamaktayız. Çatıyla beraber bu tip çalışmaları da gerçekleştirme imkanı bulacağız, önümüzdeki sene içinde planımız bu'' dedi.
    
Koruma çatısının ayağının yerleştirilmesi için yapılan sondaj çalışmalarında yeni dikili taş ve bazı heykel parçaları bulduklarını bildiren Prof.Dr. Klaus Schmidt, şunları kaydetti:
 

''Çalışmalar sırasında heykel parçacıklarına ulaştık. Bunlar bizim daha önce kazıda bulduğumuz benzer heykellerdi. Esas bize sürpriz olan çalışmalarımız sırasında A ve B yapılarında yeni dikili taşlarının ortaya çıkmasıydı. A yapısında bir, B yapısında 2 yeni dikili taş bulduk. Yeni sondajlarla birlikte bizi heyecanlandıran başka bir unsur da çıkan yeni buluntularla ilgili. Bunlar öncekilerden biraz farklılık gösteriyor. Hiç beklemediğimiz şekilde bir mimari kalıntıya rastladık, merdiven açıkça bizi kapı deliği taşına götürüyor, fakat merdivenin genel olarak kompleksini tam olarak bulmuş ve anlayabilmiş değiliz.''
 

Prof.Dr. Klaus Schmidt, yeni dönemde bu alanda daha fazla çalışacaklarını belirtti.
 

Kazı alanının güvenliğinin kameralar ve bekçiler tarafından sağlandığını hatırlatan Prof.Dr. Schmidt, bunun yanı sırada 6 kilometrelik alanın büyük bir çitle çevrileceğini ve alanın kamerayla donatılacağını anlattı.  

   

Göbeklitepe     
Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe, Şanlıurfa'nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik Köyü yakınlarında bulunuyor.
 

İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago üniversitelerinden görevlilerinin yüzey araştırmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarını, 1995 yılından bu yana Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü ortaklaşa yürütüyor.
 

Kazı çalışmalarında şimdiye kadar Neolitik döneme ait yabani hayvan figürlü ''T'' biçimli dikili taşlar, 8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan figürü, insan heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler bulunmuştu.
 

Dünyanın en eski ''tapınak merkezi'' olduğu belirtilen Göbeklitepe, bir süre önce UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınmıştı. 

Gap Gündemi, 22.11.2012

TARİHİ HAMAMDA TADİLAT ÇALIŞMALARI

 

 

Akçakoca’da tarihi Kapkirli hamamının onarım çalışmalarının sürdüğü bildirildi. Konuyla ilgili Akçakoca Belediye Başkanlığı tarafından  yapılan açıklamada tadilat için onarım projesinin hazırlatıldığı belirtildi.

 

Hamamla ilgili sürdürülen çalışmalar şöyle aktarıldı: İlçemiz Kapkirli ( Orhangazi ) mahallesinde bulunan 204 ada 18 nolu parselde kayıtlı tarihi hamamımız ( 77 ) envanter no ile tescillidir. Mülkiyeti ise Akçakoca belediyemize aittir. Bu hamamın şu anki bakımsız ve çirkin görüntüsünden kurtarmak için belediyemizce bu tarihi hamama bir tadilat yapılacaktır. Bunun için bir mimara bu hamamın  “ Basit Onarım “ kapsamında onarılmasıyla ilgili projeler hazırlatılmaktadır. Bu projeler, hazırlandıktan sonra Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna projeler sunulacaktır. Projeler kuruldan geçtikten sonra, tarihi hamamın onarımına başlanacaktır. Bu süre zarfında ise tarihi hamamın temizliği  belediyemiz tarafından yaptırılacaktır.

Düzce Damla, 22.11.2012

FATİH CAMİİ OTOPARKI

 

İstanbul'un en gözde tarihi eserlerinden biri olan tarihi Fatih Camii'nin avlusu çevredeki işyeri ve İl Müftülüğü araçlarının otoparkı olarak kullanılıyor.

Mesai saatleri içerisinde cami çevresine gelen kişilerin araçlarını otoparklar yerine cami avlusuna bırakması çirkin görüntüye neden oluyor.

Her gün çok sayıda kişinin ziyaret ettiği caminin avlusundaki durum nedeniyle vatandaşlardan da şikayetler geliyor.

İçeriye araç alınması yasak olmasına rağmen, tedbir alınmaması nedeniyle araçlar içeriye girebiliyor.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 22.11.2012

TARSUS'TA MEDRESE RESTORASYONUNDA ROMA DÖNEMİNE AİT KİTABE BULUNDU

 

 

Mersin'in Tarsus İlçesi'nde Kubat Paşa Medresesi restorasyon çalışmaları sırasından yapının giriş kapısını oluşturan taşların taban kısmında Grekçe ifadelerin bulunduğu Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen bir kitabe bulundu.

'Tarsus Kubat Paşa Medresesi' projesi belediye tarafından hazırlanan ve Çukurova Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle restore ediliyor. Kubat Paşa Medresesi Restorasyon çalışmaları sırasından yapının giriş kapısını oluşturan taşların taban kısmında Grekçe (Roma) yazı karakteri ile yazılan ve Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen bir kitabe bulundu.

Çalışmayı yürüten ekip, konu ile ilgili olarak Müze Müdürlüğü yetkililerine bildirimde bulunurken yapılan ilk incelemede kitabenin üzerindeki yazıların Grekçe olduğu ve Roma dönemine ait olduğunun tahmin edildiğini kaydettiler.

Korumaya alınan kitabeyle ilgili inceleme yapılacağı kaydeden yetkililer, köşe taşının üzerindeki Grekçe yazının epigraflar tarafından günümüz Türkçesine çevrileceğini söylediler.

Bugün, 22.11.2012

MAUSOLLEUM'UN İADESİ İÇİN İMZA KAMPANYASI

 

British Museum'daki dünyanın yedi harikasından biri olan Mausolleum'un Türkiye'ye iade edilmesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) açılacak davadan önce başlatılan imza kampanyası internete taşındı. Ferhan Şensoy, Ali Poyrazoğlu, Merve İldeniz, Fedon ve Suavi başta olmak üzere birçok sanatçı, Türkiye'den götürülen hazinenin iadesi için imza verdi. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ercan Karakaş ile eski bakan İmren Aykut'un da katıldığı uluslararası kampanyada toplanan imzalar, Av. Remzi Kazmaz'ın 30 avukat arkadaşıyla açacağı davanın dosyasına koyulacak. Dava dosyasında konuyla ilgili bir de belgesel film yer alacak.

Sabah, 22.11.2012

HERKESİN ÇAĞDAŞLIĞI KENDİNE GÖRE

 

Sakıp Sabancı Müzesi’nde harika bir sergi var: “Monet’nin Bahçesi”. 6 Ocak’a kadar açık; tavsiye ederim, gidip görünüz.

 

Monet, modern resimde ilk yıkıcı hareket olan ve resim tarihinde bir dönüm noktası sayılan empresyonizmin en büyük ismi ve isim babasıdır. “İzlenim: Gündoğumu” (Impression, soleil levant) tablosu, bildiğiniz gibi, bu resim anlayışının bir eleştirmen tarafından “empresyonizm” diye isimlendirilmesine yol açmıştı.

 

On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğine damgasını basan empresyonizm, zamanla hakim resim tarzı haline gelince akademikleşmişti. Türk resim tarihinde “1914 Kuşağı” veya “Çallı Kuşağı” dile anılan ressamlar eğitim amacıyla Paris’e gönderildiklerinde ihtilalci karakterini çoktan kaybetmiş empresyonizmle tanıştılar. Güzel Sanatlar Akademisi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kendilerini devrimci, kendilerinden öncekileri neredeyse yok sayan bu ressamların hakimiyetindeydi. Geçen haftaki yazımda bir vesileyle değindiğim D Grubu ressamları, empresyonizme ve Akademi zihniyetine savaş açmışlardı. Tabii onlardan bazıları da daha sonra Akademi’de görev aldılar.

 

Ortada tuhaf bir durum vardı: D Grubu ressamları, kurucusunun, yani Picasso’nun çoktan terk ettiği kübizmi kendi içinde bütünlük taşıyan bir sanat görüşü ve yaygın bir ekol haline getiren, yani bir bakıma akademikleştiren ressamların atölyelerinde eğitim görmüşlerdi. Bu ressamların biyografilerine bakarsanız iki isim dikkatinizi çekecektir: Fernand Leger ve Andre Lhote... Fransa’da bugün adlarını çok az kimsenin bildiği iki kübist ve konstrüktivist ressam...

 

D Grubu’nun Leger ve Lhote atölyelerinden geçmemiş iki üyesinden biri olan Elif Naci bir konuşmasında şöyle diyordu:

“Efendim, kimseyi kötülemek için değil, ama biraz evvel diyordum ki, benim hatıralarımda bir Andre Lhote yok. Yalnız, çağımdaki dostlarım, onu sık sık söylerler. Ben, yani onlardan duydum ilk defa adını bile. Ki, o zamanlar, onlar yalnız Andre Lhote’u konuşmuyorlardı, resimleri de biraz onu andırıyordu ve onun için ben onlara daima ‘Vatandaş Türkçe konuş!’ diye haykırmışımdır.”

 

Malik Aksel de Sanat Hayatı-Resim Sergisinde Otuz Gün (1943) adlı nefis kitabındaki yazılarından birinde, bir ressamı şöyle konuşturur: “Ben Andre Lot’u Aspirin Bayer’e benzetirim. Aspirin Bayer, Alman mamulatıdır, fakat Almanya’nın hiçbir yerinde rastlanmaz. Bayer fabrikaları bunu şark memleketlerine gönderir. Andre Lot’u da Fransa’da pek az kimse tanır. Fakat Türkiye’de resimle alakalı olup da onu bilmeyen yoktur. Şeyh uçmaz, müridi uçurur.”

 

Ne demek mi istiyorum? Paris’e gidip ihtilalci karakterini çoktan kaybetmiş empresyonizmi benimseyerek ülkelerine dönen ressamlar, aynı şekilde kübizmi benimseyerek dönenler tarafından yaylım ateşine tutulmuşlardı.

 

Kübizmi ve konstrüktivizmi Leger’lerden, Lhote’lardan alarak Türkiye’ye getiren D Grubu ressamları, Paul Klee ve Matisse gibi ressamlardan da etkilendiler; fakat Picasso hakkında kafaları karışıktı. Grubun teorisyeni olarak kabul edilen Nurullah Berk, 1939 yılında yazdığı bir makalede, “Kübizmi icat eden Pablo Picasso’nun bir sanat dahisi mi, yoksa akıllara hayret veren bir cambaz mı olduğu henüz anlaşılmadı” diyordu.

 

Ülkü dergisinde inkılabın sanat nazariyesini yapmaya çalışan Ali Sami (Boyar) ise D Grubu’na ateş püskürüyor, onların beğendiği Van Gogh, Cezanne, Gauguin, Picasso gibi ressamları birer şarlatan olarak görüyor, milletin parasıyla Avrupa’da tahsil görmeleri sağlanan ressam ve heykeltıraşlardan adam gibi resimler yaparak inkılabı anlatmalarını istiyordu. Diyordu ki: “... inkılabı yapan muhterem ve kahraman liderlerimizin heykelleriyle portreleri gibi mühim milli mevzular sanatkarlarımızdan ciddi hizmetler, daha doğrusu vazifeler bekliyor.”

 

D Grubu ressamlarından bazılarının Picasso, Matisse, Paul Klee, Kandinsky gibi bazı ressamlardan yola çıkarak Cumhuriyet’in ilk yıllarında tu kaka edilen hat sanatı, nakkaşlık gibi sanatlarımızdan söz etmeleri ise bazılarını çileden çıkarmıştı.

 

Kısacası, herkesin çağdaşlığı başkaydı.

 

Hala öyle değil mi?

Zaman, Yazı: Beşir Ayvazoğlu, 22.11.2012

TARİHİ KONAK MÜZE OLUYOR

 

Mudanya’nın en eski tarihi yapılarından biri olan Tahir Paşa Konağı restore ediliyor.

 

Tarihi konağın Mudanya Belediyesi tarafından bakım ve onarımına başlandı.

 

Osmanlı tarihinin ihtişamlı yapılarından biri olan Tahirpaşa Konağı en son kütüphane olarak kullanılmaktaydı.

 

Mudanya Belediyesi’ne devrinin ardından kent müzesi olarak kullanılmak üzere hayırsever iş adamı Agah Bursalı ve Memduh Gökçen’in sponsorluğunda 650 bin lira keşif bedeliyle bakım ve onarıma alındı.

 

Belediye Başkanı Hasan Aktürk, "İlçemizin önem arz eden tarihi binası olan Tahir Paşa Konağı 18. yüzyılın ve Lale devrinin en güzel örneklerinden biri olup, günümüze kadar gelebilmeyi başarmıştır. Binanın restorasyonuna çatısından başlandı, yağmurların binaya zarar vermesi önlenecek. Anıtlar Kuruluna yapılan müracaatların ardından geçtiğimiz günlerde çalışmalar başladı” dedi.

 

En kısa sürede tamamlanarak ilçe turizminin hizmetine sunulması beklenen konak, kent müzesi olarak hizmet verecek.

Bursa Olay, 22.11.2012

MEVLANA'NIN TARİHİ DOKUSU AÇIĞA ÇIKTI

 

 

Her yıl 1,5 milyondan fazla kişinin gezdiği, Ayasofya ve Topkapı Sarayı'nın ardından Türkiye'de en çok ziyaret edilen 3. müze olan Mevlana Müzesi'nin çevresi, Konya Büyükşehir Belediyesi'nin başlattığı Mevlana Kültür Vadisi Projesi kapsamında, daha sade ve tarihi dokunun ön plana çıktığı bir kimliğe kavuşuyor.


Konya'daki şehzadeliği döneminde 2. Selim'in yapımına başlayıp padişahlığı döneminde bitirdiği Sultan Selim Camisi ve yanındaki Mevlana Müzesi'ni gizleyecek şekilde büyüyen yüksek ağaçların bulunduğu parkta kapsamlı bir düzenlemeye gidiliyor.

Yine aynı proje kapsamında, yakınlardaki İl Halk Kütüphanesi ve çevresindeki görüntü kirliliği oluşturan bazı binalar yıkılıp, yanından geçen yol müze kompleksinden uzaklaştırıldı. Bölge, bir kent meydanı hüviyetine büründü.


İnşaat çalışmalarının son aşamaya geldiği projede, geceli gündüzlü devam eden çalışmalarla eskiden büyük bölümü park olan alan granitle kaplanıyor. Çalışmaların ay sonuna kadar tamamlanarak Mevlana'yı Anma Vuslat Yıl Dönümü Törenleri'ne yetiştirilmesi hedefleniyor. Aralık ayında Konya'ya gelecek Mevlana dostlarının, müzenin üstündeki çinileriyle ünlü Kubbe-i Hadra'yı, tarihi Alaaddin Tepesi yönünden ve diğer açılardan tüm ihtişamıyla görebilmeleri amaçlanıyor.


Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, kente çok güzel ve tarihi özellikler taşıyan bir meydan kazandırdıklarını, 25-30 bin kişinin ibadet edebileceği, bir araya gelebileceği meydanın kısa sürede tamamlanacağını ifade etti.

Çalışmayla bölgedeki görüntünün değiştiğini, Sultan Selim Camisi ve Mevlana Müzesi önünde şehre değer kazandıracak bir alan oluştuğunu vurgulayan Akyürek, şunları kaydetti:
''Aynı anda Sultan Selim Camisi'nin restorasyonu ve güçlendirilmesi çalışması da caminin içinde devam ediyor. Bu meydan, şehrimize ve ülkemize hayırlı olsun. Konya'nın gerçek manevi merkezinin bulunduğu alanı daha güzel hale getireceğiz. Bölgeye ayrıca, içinde çok sayıda müzenin bulanacağı bir Konya Müzesi Projesi hazırlıyoruz. Aynı zamanda yaşayan bir Mevlevihane de projelendiriliyor. Mesnevi'de anlatılan öğüt verici hikayelerden derlenecek oyunların sergilenebileceği, gösterilerin yapılacağı yeni bir Şehir Tiyatrosu projesi de başlatıldı. Çok yönlü bir şekilde Mevlana Türbesi ve çevresini Konyamıza kazandırmaya gayret ediyoruz.''


Mevlana Müzesi'nin önünden geçen vatandaşlar ve burada iş yeri bunan esnaf da bu çalışmayı olumlu bulduklarını belirterek, ortaya çıkan güzel görüntünün yerli ve yabancı turistlerce de beğenileceğini ifade etti.

Konya Hakimiyet, 22.11.2012

UÇHİSAR'DA TEPKİ ÇEKEN OTEL İNŞAATI DURDURULDU

 

 

Nevşehir Valisi Abdurrahman Savaş, Kapadokya bölgesinin önemli turizm merkezlerinden biri olan Nevşehir merkeze bağlı Uçhisar beldesinde yapımı devam eden otel inşaatı ile ilgili olarak, ''Bugün itibariyle inşaatın yapımına uzman ekip araştırmasını tamamlayıp raporunu sununcaya kadar ara verilecek'' dedi.
     
UNESCO tarafından 1985 yılında hem doğal, hem de kültürel miras listesine alınan Kapadokya'da, en büyük peribacası olarak kabul edilen Uçhisar Kalesi'nin çevresine, yöreye özgü kayalar oyularak ve betonarme yapılar kullanılarak yapılan bir butik otelin inşaatıyla ilgili gazetecilerin sorularını yanıtlayan Vali Abdurrahman Savaş, bahsedilen projenin Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan onaylı ve Uçhisar Belediye Başkanlığı'ndan yapım izni almış bir proje olduğunu ifade etti.
     
Savaş, projenin uygulamaya başladığından bu yana gerek sivil toplum örgütlerinde gerekse duyarlı vatandaşlarda çevre ile ilgili bir takım kaygılar gözlendiğini söyledi. Bu kaygılara yönelik bir yazılı müracaatın da bu güne kadar yapılmadığını belirten Savaş, ''Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yöneticileriyle görüşmelerimizde bu konuda kamuoyunda bir kaygı olduğunu ifade etmiştim. Bu kaygılar, medyada da son dönemde yer almaya başladı. Bakanlığımız bu kaygıları duyduğu andan itibaren bir ön araştırma yapmıştı fakat, 19 Kasım tarihli Kültür Bakanlığı Müsteşarımızın bir yazısıyla Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden uzman bir ekibin buraya gelip konuyu yerinde inceleyeceğini ve bu inceleme sonuçlanıncaya kadar inşaatın yapılmasına ara verilmesi yönünde bir talimat aldık. Bugün itibariyle inşaatın yapımına uzman ekip araştırmasını tamamlayıp raporunu sununcaya kadar ara verilecek'' diye konuştu.
     
Vali Abdurrahman Savaş, önümüzdeki günlerde kente gelecek uzman ekibin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onaylamış olduğu ve yapım izni almış kaçak olmayan bir proje uygulamasını başka bir bakış açısıyla değerlendireceğini, ekibin raporunu kendisinin de merakla beklediğini sözlerine ekledi.

Yapı, 21.11.2012

GAZİANTEP'TEKİ MAĞARALAR 'TARİH MÜZESİ' OLACAK

 

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, kentteki 10 bin metrekarelik mağara alanına, "Türkiye'nin ilk Tarih Müzesi"ni yapacaklarını bildirdi.

 

Güzelbey, gazetecilere yaptığı açıklamada, göreve geldikleri günden itibaren 10'un üzerinde müze yaptıklarını ve 4 ayrı müze daha yapmayı planladıklarını belirtti. "Bölge ve Türkiye için sürpriz olacak bir olayı ilk defa benden duyacaksınız" diyen Güzelbey, basın mensuplarına "Türkiye'nin en büyük tarih müzesi çok yakında Gaziantep'te" adlı projenin lansmanını gösterdi.

 

Çıksorut bölgesinde daha önce hayvan ahırları olarak kullanılan mağaraların bulunduğunu anımsatan Güzelbey, şunları kaydetti:

"Yaptığımız incelemede bu mağaraların bir birleriyle ilişkili geniş bir alanda ve 2 katlı olduğunu tespit ettik. Bu bölgeyle ilgili aylardır bazı kurum temsilcileri ve arkadaşlarımızla görüşüyoruz. Sonuçta 10 bin metrekarelik mağara alanına Türkiye'nin ilk 'Tarih Müzesi'ni yapmaya karar verdik. Bu çalışmayla şehrimizi tanıtmayı amaçlıyoruz."

 

Hazırlanan projeyle ilgili bazı bilgiler veren Güzelbey, "Mağara içerisinde tarih öncesi ve sonrasından görseller bulunacak. Ortada bir göletin olacağı alanda ziyaretçileri trenle gezdirmeyi planlıyoruz. İnsanlar Türkiye'de olmayan bir müzeyi, Gaziantep'te görme imkanı bulacak. Gaziantep, bu müzenin yapılmasıyla kabuğunu kıracak. İnsanlar sadece bu müzeyi görmek için bile şehrimize gelecekler" diye konuştu.

 

Güzelbey, söz konusu müzenin Türkiye'de çok ses getireceğine inandığını ve çalışmayı 2014 yılının mart ayından önce açmayı planladıklarını vurguladı. Müze olarak değerlendirilecek alanın satılması halinde belediyeye 50 milyon liralık gelir elde edilebileceğine dikkati çeken Güzelbey, kendilerinin ise bu müze için 20-25 milyon lira daha para harcayacağını ifade etti.

 

Güzelbey, "Oyuncak Müzesi", "Atatürk Anı Evi" ve "Hamam Müzesi" yapımı için de çalışmalarının devam ettiğini sözlerine ekledi.

Mynet Haber, Haber: Orhan Çiçek / Ahmet Caner Baysal, 21.11.2012

"BAŞBAKAN HEYKEL DÜŞMANI DEĞİL"

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kars’taki İnsanlık Anıtı için “ucube” diyen Başbakan Erdoğan’a yönelik “heykel düşmanı” lafının artık gündemden düşürülmesini istedi.


Günay “Eleştirdiğiniz Başbakan, tarihin önemli heykellerinden (Herkül heykeli) birini, ABD’den uçakla dönerken uçağındaki bazı kişileri indirerek Türkiye’ye getirmiştir. Bunu bugüne kadar kimse yapmamıştı. Sanat değeri yüksek olan bir heykeli aldı, getirdi ve Antalya müzemize koyduk. ‘Heykel, sanat düşmanı’ diye bir genelleme yapmayalım” diye konuştu.

Günay, bakanlığının bütçe görüşmeleri sırasında CHP’li Haluk Ahmet Gümüş’ün, Fazıl Say’ın sosyal paylaşım sitesinde düşüncesini paylaştığı için yargılanmasını eleştiren sözlerini yanıtladı. Bu konuya girmek istemediğini belirten Günay, bazen söylemediği, iyi niyetle söylediği konularda bile “inanılmaz, terbiye dışı cevaplar aldığını” ifade etti. Fazıl Say, Bakan Günay’ın konuyla ilgili açıklamasının ardından Twitter hesabından “Kültür Bakanı: Kes zırvalamayı” diye mesaj atmıştı.

Perge antik kentinde 1980 yılında kaçak kazılar sonucu bulunup ABD’ye götürülen 1900 yıllık “Yorgun Herkül” heykeli Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimleriyle sergilendiği Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nden 25 Eylül’de Başbakan Erdoğan’ın uçağı ile ABD’den Ankara’ya getirilmişti. Yorgun Herkül’e yer açmak için Başbakanlığa ait 4 konteynerin son anda uçaktan indirildiği belirtilmişti. Günay’ın açıklamalarından sonra Başbakan’ın uçağından sadece kargonun değil, yolcuların da indirildiği ortaya çıkmış oldu.

Habertürk, Haber: Ahmet Kıvanç, 21.11.2012

CONTEMPORARY'DE 20 MİLYON $'LIK ESER!

 

 

Türkiye'nin en kapsamlı uluslararası çağdaş sanat fuarı Contemporary İstanbul, dünyanın dört bir yanından uluslararası galeri, koleksiyoner ve sanatseveri İstanbul'da 7'nci kez biraraya getiriyor. Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile İstanbul Kongre Merkezi'nde toplam 16 bin metrekarelik alanda gerçekleşecek olan fuar, 22-25 Kasım tarihleri arasında açık kalacak. Fuarda sergilenecek eserlerin toplam değeri 120 milyon dolara ulaşıyor.

 

Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, Genel Koordinatör Prof.Dr. Hasan Bülent Kahraman ve Akbank Private Banking Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Saltık Galatalı düzenledikleri basın toplantısıyla sanatseverleri bu yıl bekleyen yenilikleri sıraladı.

 

Contemporary Istanbul'un giderek, büyüdüğünü ve dünyadaki ağırlığının artığını dile getiren Ali Güreli, sergilenen sanat eserlerinin de niteliğinin yükseldiğini belirterek, "Mesele, başından itibaren hedeflediğimiz uluslararası boyutu yakalamak, Contemporary Istanbul'u azami ölçüde uluslararası arenaya çıkarmaktı. Çağdaş sanatın yaygınlaşmasını, benimsenmesini ve çevre ülkelere de ev sahipliği yaparak, İstanbul'u merkez haline getirmeyi amaçladık. Hem yurt içinden hem de yurt dışından her yıl giderek artan ilgi gösteriyor ki; hedeflediğimiz noktaya emin adımlarla ilerlemekteyiz. Bundan sonra dünya sanat piyasasına yön veren birinci halkadaki 5 bin kişiyi İstanbul'a çekmek en önemli hedefimiz" diye konuştu.

Prof. Kahraman ise son 10 yılda Türkiye'de ve özellikle İstanbul'da çağdaş sanatın önemli bir gelişim gösterdiğini, takip edilemeyecek kadar çok sayıda çağdaş sanat galerisi açıldığını vurgulayarak, "Contemporary Istanbul, bu konuda rol oynayan çok önemli bir faktördür. Mali portre, katılımcı sayısı ve gelen galerilere bakıldığında kendi içinde de ciddi bir ivme kazanmıştır. 7 yıl önce 1,5 milyon dolar civarındaki mali portre, bugün 3 küsür milyon dolara tırmanmıştır. Fuarda 57 yabancı 45 yerli galeri yer alacak. Bu galerilerin önemli bir bölümü de dünyanın en önemli galerileri arasında. Hem batılı galerilerin katkısı, hem de doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinden gelen galeriler, Hollanda galerileri yeni bir açılımın eşiğinde bulunduğumuzu bize açıkça duyurmaktadır. Kendi kendimizle yarışmaktan memnunuz" dedi.

Fuarda ticari kaygıların ön planda olduğu ve yerli sanatçılara daha fazla yer vermesi gerektiği yönündeki eleştirilerin hatırlatılması üzerine Güreli, şunları söyledi:
"Biz 2006 yılında yola 60 galeriyle çıkmıştık. Bunlardan 11 tanesi yurtdışı , 50'ye yakını yerli galeriydi. Geçen 7 yıllık dönemde, İstanbul'da ve Türkiye'de çok kıymetli galeriler açıldı. Contemporary Istanbul'u dünyada öne çıkmış uluslararası sanatçıların da yer aldığı ama bölgenin sanatını da kucaklayan bir fuar olarak tarifliyoruz. İstanbul'u uluslararası bir platforma taşımak, uluslararası dünyanın buluştuğu ama aynı zamanda Türk çağdaş sanatının da ağırlıklı yer aldığı bir fuar alanı olarak konumlandırmak üzere yola çıktık. Bu dağılımı sağlık lı bir şekilde gerçekleştiremezseniz, zaman içinde fuarın gerilemesi ve uluslararası piyasadan kopmasına yol açarsınız. Katılımda tam bir doğru orantıyı tutturmak için yüzde 30'u yurt içinden, yüzde 70'i yurtdışından olan bir dağılım öngörüyoruz."

Güreli, Türkiye'den fuara katılmak için 100'ün üzerinde sanat galerisinden başvuru yapıldığını belirterek, "Seçici kurulumuz bu taleplerden ancak 45'ini kabul etti. Bu talep artacak ve bu sayı büyüyecektir. Contemporary Istanbul'a katılmak artık çok önemli birşey oldu. Devletimizin en üst makamındaki kişilerden, bakanlarımızdan bile 'Bu galeriyi alın' diye talepler geliyor. Tabi seçici kurulumuz galerilerin deneyimleri, çağdaş sanat dünyası içinde aldıkları konum, hangi çağdaş sanatçıları kucakladıkları ve dünyaya taşıdıkları gibi belli kıstaslar çerçevesinde bu kararı alıyor" dedi.

Büyümek için metrekarelerinin bulunduğunu ancak kaliteyi ve niteliği kaybetmemek adına hızlı büyümemeyi tercih ettiklerini ifade eden Güreli, fuarla birlikte hayata geçirilecek olan Art İstanbul Çağdaş Sanat Haftası etkinliklerinin fuara katılamayan genç sanatçıları da gözönüne çıkarmayı hedeflediğini belirtti.

DÜNYACA ÜNLÜ GALERİLER VE SANATÇILAR GELİYOR
Ana sponsorluğunu Akbank Private Banking, ortak sponsorluğunu Zorlu Center ve Yıldız Holding'in üstlendiği Contemporary Istanbul'a bu yıl 57'si yurtdışı, 45'i yurt içinden olmak üzere 102 çağdaş sanat galerisi ve 600 sanatçı katılıyor. Galeriler arasında Marlborough, Andipa, Opera, Haunch of Venison, MaM-Mario Mauroner Contemporary Art, Galerie Michael Schultz gibi dünyanın en önemli galerileri arasında sayılan galeriler yer alıyor.


Dünyanın en önemli fotoğraf sanatçılarından Andreas Gursky; Time dergisinin 2012'nin en önemli 25 keşfi arasında 1 numarada gösterdiği Berndraut Smilde; geçtiğimiz senelerde de fuarda yer alan Jan Fabre, Tony Cragg; Marlborough Gallery tarafından temsil edilen Magdelana Abakanowicz, Fernando Botero; Opera Gallery sanatçılarından Anish Kapoor, Keith Haring; Andipa sanatçılarından Damien Hirst, Roy Lichtenstein, Andy Warhol, Banksy fuarda bu sene yer alacak sanatçılar arasında.

120 MİLYON DOLAR SERGİLENECEK
Toplamda 3 bin eserin sergileneceği fuarda, yurtdışından bin 610 eserin nakliyesi yapıldı. Bu sene 70 bin kişinin ziyaret etmesi beklenen fuarda sergilenen eserlerin toplam değeri 120 milyon doları buluyor. Çoğunlukla İngiltere, Hollanda ve İspanya'dan olmak üzere CI VIP kart sahibi 900 yabancı, bin 600 de yerli koleksiyoner bulunuyor. Fuarı, Contemporary Istanbul tarafından davet edilen toplam 180 yabancı basın mensubu takip edecek. Fuar, 37'si CI yönetim, 146'sı kurulum, 183'ü lojistik, 191'i yardımcı ekip olmak üzere toplam 557 kişinin çalışmasıyla hayata geçirildi. Fuar toplam alanı 16 bin metrekareye ulaşıyor.

Son 2 yıldır Ermeni sanatçıların yer aldığı "Ermenistan'dan Sanat" bölümünde bu yıl Armen Gevorgian, Ruben Grigorian, Arthur Hovannissian, David Kareyan, Emil Kazaz ve Daron Mouradian'ın eserlerine yer veriliyor.

Uzakdoğu'nun en önemli merkezlerinden Kore'den çağdaş sanat eserlerinin sanatseverlerle buluşacağı "Kore'den Çağdaş Sanat" fuarın bu seneki yenilikleri arasında yer alıyor.

"New Horizons - Yeni Ufuklar" bölümünde Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden galerilere, sanatçılara, küratörlere, sanat eleştirmenlerine ve koleksiyonerlere yer veriliyor.

"Hollanda'dan Çağdaş Sanat" bölümünde Hollanda - Türkiye diplomatik ilişkilerinin 400. Yılı kutlamaları kapsamında, Mondriaan Fund ve Hollanda Konsolosluğu'nun desteğiyle Hollandalı galeriler yer alacak.

CI Dialogues Konferans Serisi'nde Türkiye'den ve uluslararası çevreden koleksiyonerler, sanatçılar, sanat kurumu yöneticileri ve sanat eleştirmenleri panel ve konuşmalara katılacaklar.

Contemporary Istanbul'daki tüm yenilikler iPhone ve iPad uygulamasından takip edilebiliyor; galeri listesi, sanatçı bilgileri, eser görselleri, CI Dialogues konferans programına ulaşılabiliyor.

Contemporary Istanbul'a eş zamanlı olarak düzenlenecek "Art Istanbul" sanat haftası 19- 25 Kasım 2012 tarihlerinde sanatseverlere zengin bir etkinlik ve sergi seçkisi sunacak.

Fuarın ana sponsoru Akbank Private Banking fuarda galerilere bağlayacakları POS cihazlarıyla sanatseverlere kredi kartları ile taksitle sanat eseri alma fırsatı sunacak. Müşterilerinin fuardaki leasing ve ihtiyaç kredisi taleplerine de cevap verecek olan banka sanat eseri sigortasıyla da alınan sanat eserlerinin gerçek değerinden sigortalanmasını sağlayacak.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 21.11.2012

"TÜRKİYE UYGARLIK MÜZESİ, AKM YIKILMADAN YAPILMALI"

 

TSMD, Kültür Bakanlığı'na hitaben yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye Uygarlıklar Müzesi binası için açılan ihaleden vazgeçilerek, projenin, alandaki mevcut AKM binası korunarak, yarışma ile elde edilmesi gerektiğini savundu.

 

 

Türk Serbest Mimarlar Derneği (TSMD) Yönetim Kurulu tarafından yapılan, 21 Kasım 2012 tarihli basın duyurusunda şu ifadelere yer verildi:

"Kültür Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Türkiye Uygarlıklar Müzesi'nin projelerini elde etmek amacı ile, 2012/160322 kayıt numarası ile, proje ihalesine çıkmıştır. Müze binası, Hipodrom alanı içerisinde, Atatürk Kültür Merkezi'nin bulunduğu 1 numaralı bölge içinde yapılacaktır. İhale dokümanı arasında yer alan Teknik Şartname'de alan içerisinde korunması istenen yapılar, aşağıdaki ifadeler ile açıklamaktadır:

“AKM Birinci Bölge’de yer alan önemli yapılar; Tören Pisti, Şeref Tribünü, Eski Jokey Kulübü Binası, Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü Binası, Eski Tavla Binası’dır. Tören geçit alanı, Türk tarihi açısından önemli olup korunacaktır. Eski Jokey Kulübü Binası, Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü Binası, Eski Tavla Binası yapıları alanda yer alan korunarak değerlendirilecek yapılardır.”

Bu ifadeden anlaşılacağı üzere, alan içerisinde yer alan “Atatürk Kültür Merkezi”nin yıkılması hedeflenmektedir.

Atatürk Kültür Merkezi, 1981 yılında açılan yarışmayı kazanan Filiz Erkal - Coşkun Erkal ekibinin projesinin uygulanması ile oluşmuştur. Yapı, yarışma şartnamesinde belirtildiği gibi, çeşitli kültürel işlevlerden oluşacak Kültür Kompleksi'nin ilk ve çekirdek yapısıdır. Bu yapı 1988 yılında tamamlanmış ve hizmete açılmıştır. Atatürk Kültür Merkezi temel olarak iki işlevden oluşmaktadır: Cumhuriyet Devrimleri Müzesi ve Güzel Sanatlar Galerisi. Yapının merkezinde Cumhuriyet Devrimleri Müzesi yer almaktadır. Güzel Sanatlar Galerisi ise bu bloğu sarmaktadır.

1990 yılında Mimarlar Odası tarafından verilen “Ulusal Mimarlık Ödülleri” kapsamında , “Yapı Dalı Başarı Ödülü”nü kazanan bu yapı, mimarlık kamuoyu tarafından kabul gören ve değer verilen bir yapıdır.

Yapı, açıldığı tarihten itibaren asli işlevi amacıyla hiç kullanılmamıştır. İlk yıllarda bu amaçlı çabalar olduysa da son yıllarda, fuar ve panayır işlevine büründürülmüş, Kültür Bakanlığı tarafından, adeta kasıtlı olarak, bakımsız bırakılmıştır.

Yapı, strüktürel olarak sağlamdır. Herhangi bir deprem riski taşımamaktadır. Yıkılmasını gerektirecek inşai problemi bulunmamaktadır.

Bu alanda daha sonra, Kültür Bakanlığı tarafından 1995 yılında "Ankara Kongre ve Kültür Merkezi Yarışması" açılmıştır. Bu yarışmayı kazanan Azize Ecevit - Özür Ecevit ikilisi uygulama projelerini de tamamlamıştır. Ancak bu proje de uygulanmamıştır.

 

 

Türkiye Uygarlıklar Müzesi birkaç yıl önce tekrar gündeme gelmiş ve projelerin “mimari proje yarışması” ile elde edilmesi kabul görmüştü. Bu çerçevede Kültür Bakanı'nın da olurları alınarak yarışma kararı alınmış ve jüri çalışmaları başlamıştı. Jüri üyeleri, toplantılara katılan Kültür Bakanı'nın yapının yıkılmasını jüriye empoze etmek istediğini ve aralarında görüş ayrılığı çıktığını belirtmişlerdir.

Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay ile TSMD Yönetim Kurulu üyeleri olarak, çeşitli ortamlarda bir araya geldik. Kendisi bu yapıyı sevmediğini ve yıkmak istediğini bizlere de söyledi. Anlaşılan bu ihale, Sayın Bakan'ın isteğini uygulamak amacı ile çıkarılmıştır. Yarışmadan da, ayak bağı olan jüriden kurtulmak amacı ile vazgeçilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentinde yapılacak “Türkiye Uygarlıklar Müzesi” konulu bir yapının, herhangi bir yapı gibi ele alınarak, en ucuz teklifin değerlendirme yöntemi olduğu, ihale usulü ile projelendirilmesini son derece yanlış buluyoruz. Toplumu ve mimarlık camiasını ilgilendiren, bu kadar önemli bir yapının “yarışma” ile elde edilmesi en doğru yöntemdir. Yarışma çeşitli önerilerin sunulduğu, farklı tasarım yaklaşımlarının ortaya çıktığı, niteliğin değerlendirme kriterini oluşturduğu tek yöntemdir. Bu yöntemin “Türkiye Uygarlıklar Müzesi” gibi iddialı ve ülke çapında öneme sahip bir yapının projesinin elde edilmesi için kullanılmasını doğru yöntem olarak görüyoruz.

Yapılar zamanla işlev değiştirebilir. Bu yapı da bu çerçevede işlev değişikliklerine uyum sağlayabilecek niteliktedir. Yapılması düşünülen “Türkiye Uygarlıklar Müzesi”nin bir parçası olarak korunabilir. Gelişmiş ülkelerde sanayi yapılarının, cezaevlerinin bile kültürel işlevli yapılara dönüştürüldüğünü Kültür Bakanlığı yetkilileri biliyor olmalarına karşın, yapılacak diğer binalarla entegre olma potansiyeli olan Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılmak istenmesinin gerekçelerini anlayamıyoruz. Yapının “Atatürk”ün adını taşıdığı için yıkılmak istendiğini düşünmek bile istemiyoruz.

Kamu kaynakları kullanılarak yapılan bir yapının, kişisel beğenilere yaslı olarak yıkılmaya kalkılması kabul edilemez.

Sonuç olarak;
Müze binası için açılan ihaleden vazgeçilmeli ve konu, alandaki mevcut AKM binası korunarak, yarışma ile elde edilmelidir."

Yapı, 21.11.2012

KANATLI DENİZ ATI BROŞU ALMANYA'DA BULUNDU

 

 

Bakan Günay, 2005 yılında Uşak Arkeoloji Müzesi'nden çalınan Kanatlı Denizatı Broşu'nun Almanya'da bulunduğunu açıkladı.

 

TÜYAP’taki Kitap Fuarı’nda konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 2005 yılında Uşak Arkeoloji Müzesi’nden çalınan Karun Hazinesi’nin en önemli parçası olan Kanatlı Denizatı broşunun Almanya’da bulunduğunu söyledi. Günay, "Bir özel haberim daha var. 2005 yılında Uşak Müzesi’nde çok önemli bir hırsızlık olayı gerçekleşmişti. O soyguna sebebiyet veren, sahtesiyle önemli eseri değiştiren müze müdürü 10 yılın üzerinde ceza aldı. Karun Hazinesi’ne ait som altın olan milyonlarca lira değerindeki mücevher Kanatlı Denizatı, Almanya’da bulundu. Türk makamları ve Alman makamları arasında mutabakat gerçekleşti. Şimdi yasal süreci takip ediyoruz. Sanıyorum çok kısa bir süre içerisinde Kanatlı Denizatı’na Türkiye müzeleri yeniden kavuşmuş olacak" diye konuştu.


Tevrat ve İncil’de ‘Karah’, Anadolu'da ‘Karun’ diye anılan Lidya Kralı Krezüs, (Kroisos), MÖ 560 yılında tahta geçerek, MÖ 546 yılına kadar dönemin en zengin krallığını yönetti. Uşak’ın Güre beldesi yakınlarındaki Tekin Köyü'nden 1965- 1968 yılları arasında çıkarılan ve yasadışı yolla yurtdışına kaçırılan hazinelerin bu döneme ait olduğu biliniyor.

Mezarlardan çıkarılarak çeşitli yıllarda New York Metropolitan Müzesi’ne satılan bu paha biçilmez eserler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ısrarlı hukuk mücadelesi sonucu 1993 yılında Türkiye’ye iade edilmişti. 363 parçadan oluşan Karun Hazineleri, Uşak Müzesi’nde sergileniyor.
Hürriyet, 21.12.2012



******


KANATLI DENİZATI EVE DÖNÜYOR

 

Uşak Arkeoloji Müzesi’nden çalınan Karun Hazinesi’ne ait Kanatlı Denizatı Broşu Almanya ’da ortaya çıktı. Eseri Almanya’ya kaçıranlar Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nın sıkı takip ettiğini, eseri satamayacaklarını anlayınca Alman savcılığına teslim ettiler. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Almanya’ya gönderdiği 3 kişilik uzman ekip X-RF denilen bir cihazla inceleyip broşun orijinal olduğuna karar verdi. Broşun orijinal olduğu anlaşılınca operasyon için düğmeye basıldı. Almanya’da içinde çok sayıda Türk’ün de olduğu belirtilen operasyon Alman Interpol’ünce sürdürülüyor. Soruşturma Türkiye ’ye de sirayet edeceğinden isimler şimdilik gizli tutuluyor.


Kültür ve Turizm Bakanlığı son dönemde eski eserlerin ülkeye iadesi noktasında Avrupa müzeleri ile koleksiyonerler üzerinde büyük baskı kurdu. Bakanlık iade için gereken hukuki yollara başvurmasının yanı sıra çalıntı eser alanların tüm dünyaya ilan edeceğini açıkladı. Avrupalı koleksiyonerler üzerinde inanılmaz bir tedirginlik oluşurken Anadolu ’dan yasadışı yollarla çıktığı belirgin olan eserlere soğuk bakılmaya başlandı.


Bu çerçevede Bakanlık Interpol’e Kanatlı Denizatı Broşu’nun tüm fotoğraflarını gönderdi. 2006 yılından bu yana da eserin peşi bırakılmadı. Eserin Almanya’da olduğuna dair daha önce de defalarca ihbar yapıldı ancak yapılan baskınlardan bir sonuç alınamadı. Ancak eseri elinde bulunduranlar da satamayacaklarını anlayınca 10 gün önce eseri bir Alman avukat aracılığıyla Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindeki Hagen Savcılığı’na bıraktı. Alman Interpol’ü eserin Türkiye tarafından arandığını söyleyince Türk Interpol’ü devreye girdi. 

Nasıl anlaşıldı? 
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bir dizi temaslarda bulunmak üzere Moskova ’daydı. İlgili genel müdür arayıp; ‘‘Sayın Bakan, Uşak Müzesi’nden çalınan Kanatlı Denizatı Broşu Alman Interpol’ü tarafından yakalandı, eserin orijinal olup olmadığını bilmiyoruz, emirlerinizi bekliyoruz’’ dedi.


Bakan Günay, derhal yetkili bir ekibin Almanya’ya gönderilmesini ve bu durumun gizli tutulması talimatını verdi. Ekip aynı gün Almanya’ya uçtu. Uzman ekip yanlarında X-RF isimli bir çeşit lazer tespit cihazı da götürdü. Türkiye’ye Atom Enerjisi Kurumu tarafından getirilen cihazdan 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı da aldı. Bu cihaz altın broşun içindeki tüm elementleri ayrıştırabiliyor. Bu ayrıştırma da eğer günümüz teknolojisi ile eser yapıldıysa o tür elementleri tespit edebiliyor. X-RF ile yapılan inceleme sonucunda eserin orijinal olduğu net olarak belirlendi.
Alman Interpol’üne eserin orijinal olduğu bilgisi verilince Almanya’da düğmeye basıldı. Alman Interpol’ü eseri teslim eden avukat üzerinden soruşturma ve tutuklamalara başladı. Almanya’da soruşturma devam ediyor.

Filmlere taş çıkartan senaryoyla çalınmıştı
Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 450 parça eser içinde en nadide parçalardan biri Toztepe tümülüsünden çıkan ‘Kanatlı Denizatı’ (hippokampos) idi. Ancak yapılan bir ihbar sonucu, altın broşun yerine sahtesi konulmak suretiyle çalındığı ortaya çıktı. Bakanlık müfetişlerinin yaptığı soruşturma sonucunda Uşak Arkeoloji Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu’nun eserin çalınmasına yardım ettiği belirlendi.


Akbıyıkoğlu olayın ortaya çıkmasından bir süre önce gece hayatı yüzünden sorunlar yaşıyor, kumar borcu nedeniyle birtakım mafyatik bağlantılı kişilerce tehdit ediliyordu.


Esere İstanbul Kapalıçarşı’da 1.5 milyon dolara alıcı arandığı ancak bu fiyata satamayınca Uşak Müzesi’ne eseri geri getirdikleri polis sorgulamasına ve iddianameye yansıdı. 15 gün sonra eser tekrar İstanbul’a getirildi. Eseri almak isteyenlere otelde randevu verildi. Alıcı kişiler “Eserin gerçek olup olmadığını göstereceğiz, bekleyin’’ deyip ortadan kayboldu. Eser o tarihten itibaren de bir daha hiç ortaya çıkmadı. Müdür Akbıyıkoğlu 18 yıl hapis cezası aldı.

Karun Hazineleri
“Çok zengin kişileri” tanımlarken kullanılan “Karun gibi” kelimesinin türemesine neden olan Lidyalıların son kralı Kroisos, namı diğer Karun, MÖ 6. yüzyılda yaşadı. Müzede sergilenen eserler bu döneme ait olduğundan Lidya Hazinesi veya Karun Hazineleri olarak biliniyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.11.2012



******


KARUN HAZİNELERİNİ BULAN DEFİNECİ O GÜNÜ ANLATTI

 

Karun Hazineleri Uşak’ın önemli değerlerinden birisi olması ile birlikte, sahtesiyle değiştirilen “Kanatlı Deniz Atı Broşu” olayı ülke gündemini uzun süre meşgul etmişti. Karun hazineleri ile ilgili bugüne kadar bir çok şey yazılıp çizilirken hazineyi bulan 5 kişiden birisi olan Kemal Çakar, hazineyi çıkardıktan sonra 1968 yılında bir antikacıya 78 bin TL’ye sattıklarını söyledi.

 

Uşak Arkeoloji Müzesi’nden 2005 yılında sahtesiyle değiştirilen Karun Hazinelerinin en değerli parçalarından biri olan kanatlı denizatı görünümlü altın broşun Almanya’da bulunması Uşak’ta sevinçle karşılandı.

 

Hazineleri bulan 5 kişiden biri olan Kemal Çakar, hazineyi nasıl bulduklarını, neler yaşandığını ve kaç paraya sattıklarını anlattı. Aktepe tümülüsünde yaptıkları kaçak kazı ile hazineleri bir günde çıkardıklarını belirten Kemal Çakar,”Antika değeri taşıdığını bilmiyorduk. O dönemde 78 bin TL’ye öldüm parasına sattık. Değerini öğrendiğimizde iş işten geçmişti” dedi.

 

Karun Hazineleri Uşak’a bağlı Güre beldesi yakınlarındaki üç ayrı tümülüsten 1966-1969 yılları arasında kaçak kazı ile çıkartılmış, sonra da yurt dışına kaçırılmıştı. Türkiye uzun uğraşlar sonucu hazineleri Amerika’dan teslim alarak önce Ankara’da sonra da Uşak’taki Arkeoloji Müzesi’nde sergilemeye başlamıştı.

 

Hazinenin en değerli parçalarından biri olan broş 2005 yılında Uşak Arkeoloji Müzesi'nden çalınarak sahtesiyle değiştirildi. Olayla ilgili olarak açılan davada eski Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ile birlikte 10 kişi ceza aldı. Yaklaşık 7 yıl süren dava sonuçlandıktan sonra çalınan broşun Almanya’da bulunduğu haberi kentte sevinçle karşılandı. İl Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk, broşun resmi işlemler bittikten sonra bunduğu topraklarda sergilenmeye devam edeceğini ifade etti.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın açıklamalarından sonra büyük bir sevinç yaşadıklarını belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk, “Çok sevinçliyiz. 2005 yılında çalınan broş bulundu. Yasal süreç bitince ilimize geri gelecek. Broşu ve hazineleri yeni müzede sergileyeceğiz. Çünkü modern bir müze inşa ediyoruz. Şuanda sergilenen broş sahte. Bunun sahte olduğu çıplak gözle bile anlaşılabiliyor. Orijinal broş 13,5 gram som altından yapılmıştır. Ama şuan müzedeki sahte broş, 22,5 gramdır. Zaten eski Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu’nun ceza almasının nedenlerinden bir tanesi budur. Bilindiği gibi 11 yıl ceza aldı” dedi.

 

1968 yılında Güneli Köyü yakınlarındaki Aktepe tümülüsünde yaptıkları kazı ile hazineleri bulduklarını belirten Kemal Çakar ise “O dönem herkes kaçak kazı yapıyordu. Bazı Tümülüslerde 80 kişilik kazılar yapılıyordu. Ahmet Bülbül adlı arkadaş Aktepe tümülüsünde hazine olduğunu söyledi Kazmaya karar verdik ve Karun Hazineleri’ni bulduk” dedi.

 

Hazineleri bulduktan sonra jandarmanın baskın yaptığını ve 28 gün hapis yattıklarını da belirten Kemal Çakar, “ 5 arkadaş gittik, öğleden sonra kazıya başladık ve gece 03.30 sıralarında antikalara ulaştık. Mezarın içerisinde maket gibi bir yer vardı. Cesedin etrafına koymuşlar hazineleri. Yaklaşık 200 parça vardı. Bulduklarımız arasında Deniz Atı görünümlü altın broş, pelitli kolye, belizikler vardı. Bir adet çıplak vazo da vardı. Biz hazineleri daha sonra Dinarlı bir antikacıya sattık.

 

Hazineleri Ahmet Bülbül, Nurullah Bülbül, İsmail Bülbül ve Yakup Karaköse ile birlikte bulmuştuk. Ahmet Bülbül Dinarlı bir antikacı ile irtibat kurdu. Biz antikacıdan hazineler için o günün parasıyla 100 bin TL istedik. Adam derin bir oh çekti ve 50 bin TL fiyat verdi. Yapılan pazarlıklar sonucu hazineyi 78 bin TL’ye sattık. Parayı 5 kişi paylaştık. Biz bu işin yasak olduğunu bilmediğimiz gibi bulduğumuz mücevherlerin antik değer taşıdığını da bilmiyorduk. Hazineleri bulduktan sonra jandarma baskın yaptı ve 28 gün hapis yattık.

 

Hazinelerin çok değerli olduğunu Uşak vilayetini en az iki kez satın alacak durumda olduğunu öğrendiğimizde iş işten çoktan geçmişti. Hazineler daha sonra yurt dışına kaçırıldı. Uzun uğraşlar sonucu hazineler geri getirildi. Kazım Akbıyıkoğlu Müze Müdürü iken hazineleri ziyaret etmiştim” dedi.

 

1968 yılında buldukları hazinelerin çoğunun ABD’den geri getirildiğini ancak bazı önemli parçaların getirilemediğini de iddia eden Kemal Çakar, “ Biz hazineleri bulduğumuzda 3 adet krem kutusuna benzer eserler vardı. Bu eserler altındı ve sallayınca sallanıyordu. O üç nadide parçayı bizim Uşak Müzesi’nde göremedim. Sorduğumuzda onların ABD’den gelmediğini söylediler. Broşun 2005 yılında çalındığını duymuştum şimdi de bulunduğunu öğrendik ve çok sevindim. Hazineleri bulan 5 kişiden hayatta kalan sadece ben varım. Diğer arkadaşların hepsi vefat etti. Broş Uşak’a tekrar getirilirse ziyaret edip yeni müzede görmek isterim” dedi.

Milliyet, 22.11.2012

KAYSERİ MÜZELER KENTİ OLUYOR

 

 

Turizm sektöründe atağa hazırlanan Kayseri, 2014 yılı sonuna kadar kentteki müze sayısını 3'ten 7'ye, kültür evi ve konak sayısını ise 3'ten 12'ye çıkarıyor.

 

Kente daha önce Ahi Evran-ı Veli ve Kent Müzeleri ile Atatürk Evi, Beştepeler Kayseri Evi ve Güpgüpoğlu Konağı gibi kültürel mekanları kazandıran Kayseri Büyükşehir Belediyesi, şimdi de tarihi Kayseri Kalesi içinde kentin ikinci arkeoloji müzesini, dünyanın ilk tıp mektebi olarak bilinen Şifaiye-Gıyasiye medreselerinde Selçuklu ve Türk Tıp Tarihi müzelerini, Kayseri Lisesi bünyesinde Milli Mücadele Müzesi açmaya hazırlanıyor. Yine restore edilerek, elden geçirilen 'Eski Kayseri Mahallesi'ndeki 15 taş konaktan 9'u da yeni görüntüleriyle turizmin hizmetine sunuluyor.

 

Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, kentin turizm alanında da hizmet sektörünün önünü açacak güçlü bir yapılanmaya ihtiyacı olduğunu belirterek, "Turizm amaçlı sportif yatırımlarda hayli mesafe aldık. Örneğin, UEFA standartlarındaki Kadir Has Stadı, Kadir Has Kongre ve Spor Merkezi ile Şehir Spor Kompleksi içinde yer alan diğer spor tesisleri kent ekonomisine önemli ölçüde katkı sağladı. 3.5 milyar metreküp su toplayan 65 kilometre uzunluğundaki Yamula Barajı yelken ve kayak türü su sporlarına açıldı. Şehrin doğu kesiminde 10 bin seyirci kapasiteli yeni bir stadın daha temelini atmaya  hazırlanıyoruz.

 

Anadolu Harikalar Diyarı'nı 2013 sonunda, Erciyes Kış Sporları Merkezi'ni ise bitmiş haliyle en geç 2015 yılı başında devreye almış olacağız" diye konuştu. Şimdi de sırada, kültür turizminin ufkunu açacak projeler olduğunu kaydeden Özhaseki, "Şehirde 3 müze ile eski kültürlerin buluştuğu 3 konak var. Bunlar Kayseri Arkeoloji, Kayseri Kent ve Ahi Evran-ı Veli müzeler ile Atatürk Evi, Kayseri Evi ve Güpgüpoğlu Konağı. Bu mekanlar hemen her gün yoğun ziyaretçi akınına uğruyor. Özellikle Kayseri Arkeoloji Müzesi gerek konum alanı gerekse yapı olarak çok yetersiz. Yarışma açarak proje hazırlattık. Tarihi Kayseri kalesi içinde düzenleme çalışmaları yapıyoruz. Burada yeni bir arkeoloji müzesi kuracak ve bunu Kaleiçi Kültür Merkezi Projesi kapsamında ziyaretlere açacağız" şeklinde konuştu.

 

Kültür turizmine yönelik projelerin dünyanın ilk tıp mektebi olarak bilinen Gıyasiye - Şifaiye  medreselerindeki düzenleme çalışmaları ile devam edeceğini vurgulayan Özhaseki, "Türk Tıp Tarihi ve Selçuklu müzeleri ile tarihi Kayseri Lisesi'ndeki Milli Mücadele Müzesi Lisesi izleyecek. Keza, eski kültürlerin yaşanacağı Kayseri Mahallesi'nde 15 tarihi evden 9'unun restoresi bitti. Bu konaklar gelecek yıl ziyaretlere açılıyor. Konaklar 100 yıl öncesinin kent yaşantısını, kendine özgü tarihsel dokusu ve otantik kültürel değerleri ile günümüze taşıyacak" dedi.

 

Yeni müze ve tarihi mekanlar

> Kaleiçi Kayseri Arkeoloji Müzesi: Türkiye'nin ayakta kalabilen tek stedal kalesi olarak bilinen tarihi Kayseri Kalesi, içinde arkeoloji müzesinin de yer alacağı kültür ve sanat merkezine dönüşüyor. Projesi geniş katılımlı bir yarışma ile hazırlanan Kayseri 2. Arkeoloji Müzesi, dikdörtgen yamuk tekniğine göre inşa edilmiş kalenin zemininde yer alacak. Müzede, başta Kültepe kazılarında elde edilen Asur ticaret kolonilerine ait çivi yazılı tabletler olmak üzere, Kaniş - Karum'dan Romalılara kadar yörede bulunan birçok uygarlığa ait arkeolojik eserler sergilenecek.

 

> Kayseri Milli Mücadele Müzesi: Kayseri Lisesi 118 yıllık bir geçmişe sahip. Tarihi yapı dış kale surlarının uzandığı şehrin Kiçikapı semtinde yer alıyor. Lisede restorasyon ve müze düzenleme çalışmaları bu yıl başladı. 2 katlı taş yapının bir bölümü, son sınıf öğrencileri Sakarya Savaşları'nda yaşamını yitirdiği için 1920 -1921 döneminde mezun veremeyen lisenin şehit öğrencilerine ayrılacak. Buradan mezun olan merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal ve halen cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül adına da bölümler oluşturulacak.

 

> Tıp Tarihi ve Selçuklu Müzeleri: Dünyanın ilk tıp mektebi olarak bilinen 806 yıllık geçmişe sahip Şifaiye- Gıyasiye iki ayrı müzeye dönüşüyor. Çifte Medreseler olarak da bilinen tarihi yapının Şifaiye bölümü "Türk Tıp Tarihi Müzesi", ikizi Giyasiye ise "Selçuklu Müzesi" olarak kapılarını açacak. Tıp tarihi müzesinde hasta kabul odalarından, sertabip ve tabip odalarına, hasta koğuşlarından geçmiş dönemlere ait tıbbi araç ve gereçlerin sergileneceği tıp tarihine ışık tutan eserler yer alacak. Gıyasiye bölümünde açılacak Selçuklu Müzesi'nde ise Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine özgü tarihi eserler sergilenip saklanacak.

 

> Kayseri Mahallesi (Setenönü): Şehrin eski semtlerinden Setenönü'nde 5 milyon lira harcanarak tarihi 15 evden 9'nun restorasyonu bitirildi. Diğer 5 konakta ise çalışmalar devam ediyor. Proje tamamlandığında Setenönü'nde 100 yıl öncesinin evleri, sokakları yeniden şekillenecek. Konaklar, geçmişteki yaşantılara özgü eşyalarla dayanıp döşenecek. Mahallede eski hayatların yeniden yaşanacağı hamam, bakkal, fırın, berber, sokak çeşmesi, yöresel yemek mekanları ile el sanatları ürünlerinin satılacağı mekanlar yer alacak.

Dünya, 20.11.2012

ATATÜRK'ÜN 'BABA EVİ' MÜZE OLUYOR

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatı doğrultusunda, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından başlatılan, Atatürk'ün babası Ali Rıza Bey ve akrabalarına ait Makedonya'nın Kocacık Köyü'ndeki iki evin aslına uygun olarak yeniden yapım çalışmasında son aşamaya gelindi.

Yıl sonuna kadar bitirilmesi planlanan iki evin de Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatına ait vesikaların sergileneceği, yöreye ait tarihi misyonu yansıtan müze olarak kullanılması planlanıyor.

Türkiye ve yöre halkı için büyük önem taşıyan, hayata geçirilmesi konusunda yıllarca uğraş verilen projede ilk adım, Başbakan Erdoğan'ın talimatı doğrultusunda TİKA'nın harekete geçmesiyle atıldı. Atatürk'ün aile evini koruma ve yenileme projesi, Makedonya Kültür Bakanlığı, TİKA ve Merkez Jupa Belediyesi arasında 23 Mart 2012'de ortak işbirliği protokolü imzalanmasıyla resmen başladı. Temelleri geçen Haziran ayında atılan iki evin yeniden yapımında kısa süre içerisinde büyük mesafe katedildi.

Çalışmaları yerinde inceleyen TİKA Üsküp Koordinatörü Mahmut Çevik ve Merkez Jupa Belediye Başkanı Mazlum Hasan, şimdiye kadar yapılan çalışmalar hakkında AA muhabirine bilgi verdi.

Mustafa Kemal'in babası Ali Rıza Bey'in doğduğu ve akrabalarının yaşadığı evlerin tarihi misyonuna uygun olarak yeniden inşa edildiğini belirten TİKA Üsküp Koordinatörü Çevik, Başbakan Erdoğan'ın talimatı doğrultusunda TİKA olarak projeye öncülük ettiklerini, Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Makedonya Kültür Bakanlığını bir araya getirerek projenin hayata geçirilmesi için köprü olduklarını söyledi.

Atatürk'ün ailesine ait evlerin kalıntılarına uzmanların çalışmaları sonucunda ulaşıldığını ifade eden Çevik, "Mimarlar ve arkeoloji uzmanları, 1930'lardan kalan fotoğraflardan bölgede çalışmalar yaptı, çevredeki bütün tarihi evleri incelediler ve evin temel kalıntılarını buldular. Orijinal yerin ilk belirtilen yerden 10 metre ileride olduğu tespit edildi ve inşaat burada başladı" diye konuştu.

İnşaata Mayıs ayında karar verildiğini, daha sonra ihalenin yapıldığını ve Haziran ayında başlandığını belirten Çevik, "İnşaat şu anda tamamlanmak üzere. Bugün itibariyle tüm kaba inşaatı tamamlanmış durumda" dedi.

ATATÜRK ODASI
İki ülke Kültür Bakanlığı uzmanlarının önümüzdeki günlerde bir araya gelerek komisyon oluşturacaklarını belirten Çevik, hem Ali Rıza Efendi'nin evi hem de babası Kazlı Ahmet Efendi'ye ait olan evin, Atatürk'ün geçmişine ait vesikaların yer alacağı, bölgedeki tarihi misyonu üstlenen etnografik bir müze olarak kullanılacağını söyledi.

Mahmut Çevik, "Şimdi o komisyonlar bir araya gelip her iki müzede de hangi tarihi vesikaların konulacağı, Atatürk'ün şahsiyetini, Ali Rıza Efendi'nin şahsiyetini ifade edecek, onların yaşam mücadelelerindeki kareleri ifade edecek, bizim toplumumuza, buradaki topluma anlatacak vesikaların neler olacağına bu komisyonlar karar verecek. Burası tarihi bir müze olarak bölge halkına hediye edilecek" diye konuştu.

TİKA olarak sadece ekonomik ve sosyal projeler değil, kültürel projelere de ağırlık verdiklerini vurgulayan Çevik, "Biz TİKA olarak bu işe öncülük ettik. Bu proje iki ülke arasındaki kültür kaynaşmasına vesile olacak. Burada tarihimizi daha iyi anlatıyoruz. Sayın Başbakanımız hızlandırılması talimatını verdi. Kaba inşaat tamamlandı, şimdi çevre düzenlemesini yapılıyor. Bir ay içerisinde çevre düzenlemesi de tamamlanacak" dedi.

Başbakan Erdoğan'ın, Atatürk'ün eğitim gördüğü Manastır Askeri İdadisi'nde "anı odası" yapılması talimatı da verdiğini hatırlatan Çevik, şunları kaydetti:

"İnşallah bu işin başlatılması için de bugün protokol imzalayacağız. Manastır Askeri İdadisi'ndeki anı odasıyla buradaki tarihi müze birbiriyle bütünlük arz edecek. Çünkü burada doğan Ali Rıza Efendi, evlenmek için Selanik'e gittiğinde Zübeyde Hanım'la evlenip çocuğu da doğduktan sonra, kendi doğduğu yerdeki kültürünün dağılmaması, ailesinin de kendi kültürüne sahip çıkması için Atatürk'ü Manastır Askeri İdadisi'ne getirmiş. Her iki projeyi de birleştirelim, bir bütünlük arz etsin istedik. Bugünden itibaren de idadideki çalışmalara başlayacağız. İkisinin de önümüzdeki iki ay içerisinde açılışını yapacağız."

Makedonya yetkililerinin her iki proje için de olumlu yaklaşım içerisinde olduğunu, konuya hassasiyet gösteren Başbakan Erdoğan'ın da projeyi yakından takip ettiğini belirten Çevik, "Buradaki işi yürüten Merkez Jupa Belediye Başkanı Mazlum Hasan beye de bu kültürü topluma kazandırmada gösterdiği gayretler dolayısıyla teşekkür ediyorum. Belediye Başkanı, burada çalışan işçilerin başında duruyor, bir an evvel bitsin, tamamlansın diye. Bu hepimizin ortak kültürü" diye konuştu.

KOCACIK KÖYÜ
Projenin gerçekleşmesinde büyük rol oynayan Merkez Jupa Belediye Başkanı Mazlum Hasan da uzun zamandır gündemde olan projenin kendi döneminde gerçekleşmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Proje için birçok görüşme yaptıklarını, en sonunda Başbakan Erdoğan sayesinde projeyi gerçekleştirme fırsatı bulduklarını ifade eden Hasan, şunları söyledi:
"Bugün gördüğünüz gibi inşaat tamamlandı, çevre düzenlemeleri yapılıyor. Kısa zamanda çevre düzenlemeleri de bitecek. Bu projeyi özellikle bölgemiz, Makedonya ve belediyemiz için büyük bir proje olarak görüyoruz. İleride Türkiye'den Makedonya'ya gelen bütün ziyaretçiler sadece Manastır'ı değil buraları da ziyaret edecek. Bölgemiz ve belediyemize turizm açısından büyük katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Bu projeye katkı sağlayanlara, başta Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün Türk halkına teşekkürlerimi sunuyorum. Sayın Başbakanımızı projenin açılışına bekliyoruz, burayı kendisiyle birlikte açmak istiyoruz.

Kocacık Köyü zaten Osmanlı dönemi izlerini taşıyan bir köy. Burada bulunan ve 'Kale' dediğimiz yerde 30 bin şehidimiz var. Burayı da ileride inşallah canlandıracağız ve ziyaretçilerimize göstereceğiz."

Mazlum Hasan, anı evlerin tamamlanmasıyla Merkez Jupa'nın kültürel miras haritasında hak ettiği yeri alacağını sözlerine ekledi.

Makedonya'daki iki Türk belediyesinden biri olan Merkez Jupa Belediyesi'nde, Makedonca'nın yanı sıra Türkçe de resmi dil olarak kullanılıyor. Türk bayrağının da dalgalandığı bölgede, okullarda Türkçe eğitim veriliyor.

Daha önce bölgede yaşanan su sorununu çözen TİKA, şimdi de bölgedeki sosyal hayatı canlandıracak, ekonomik ve kültürel gelişimi sağlayacak ikinci büyük projeyi de tamamlayarak Merkez Jupa Belediyesi'ne hediye etmiş oldu.

Habertürk, 20.11.2012

GALATA RUM OKULU NASIL İŞLEV DEĞİŞTİRECEK?

 

     

 

Galata Rum Okulu Vakfı ve Netherlands Architecture Institute tarafından düzenlenen Galata Rum Okulu Çalıştayı'nda yapının yeniden işlevlendirilmesinin farklı boyutları tartışıldı.
 

Görgün Taner, Laki Vingas, Meri Komorosano ve Chris Luth'un açılış konuşması ile başlayan etkinlikte ilk olarak Galata Rum Okulu'nun tarihsel süreçte ve Rum cemaatinin kimliğindeki bağlamı tartışıldı.

 

Eğitimde, Kimlikte Galata Rum Okulu Bağlamı

İlk konuşmacı Edhem Eldem Galata bölgesinin tarihsel sürecine değinirken, 19. yüzyıl ile birlikte bölgenin çok dilli ve dinli, kozmopolit bir gelişime sahne olduğunu belirtti. Jön Türkler ve Cumhuriyet ile bölgede önemli bir değişimin gerçekleştiğini vurgulayan Eldem, 80'lerden itibaren küresel sermayenin yönlendirmesiyle bölgede kurgulanmış, rahatsızlık verici bir kozmopolitizmin geliştiğini kaydetti. Galata'daki soylulaştırma tehdidinden yola çıkarak tarhsel realizmin yapıda yer almasından söz eden konuşmacı, tarihe dekoratif ve kozmetik bir araç olarak bakılmamasını gerektiğini vurguladı. Yeniden işlevlendirirken de bu çatışmalı ve problemli tarihin yansıtılması gerekliliği üzerinde durdu.

 

Elçin Macar ise Rum okullarının gelişimine dikkat çekerek, öncelikle eğitimin Patrikhane'nin elinde olduğunu ancak 1830'larda ulusallaşma sürecinin başlamasıyla beraber eğitimin sivil hale gelmesi ve modernleşmesi üzerinde durdu. Ari Çokona ise Rum cemaatinin iktisadi, siyasi ve kültürel olarak daha etkin olduğu 20.yüzyıl başından günümüze demografik açıdan sayısal analizini yaptı. Hasan Kuruyazıcı öncelikle yeniden işlevlendirme sürecinde katılımcı bir sürecin ele alınması gerektiğinin altını çizerken, dönemin Batılılaşma ile gelişen yeni tipolojileri olan okul yapılarını üslupsal özelliklerini, bu dönemdeki önemli eğitim yapılarını aktardı.





Nasıl Bir Kültür Yönetimi ve Programlama?

İkinci oturumda moderatörlerden Ayça İnce, İstanbul'daki kültür kurumlarının eski ve yeni işlevlerini Feshane, Darphane-i Amire, Ayazağa Kültür Merkezi, Koç Müzesi, Kadir Has Üniversitesi, Santralistanbul, Sütlüce Kültür Merkezi, Hasanpaşa Gazhanesi, İstanbul Modern, Depo, Tophane-i Amire ve Galata Rum Okulu örnekleri üzerinden değerlendirdi. Görgün Taner ise okulun "Mutlaka bir kültür-sanat mekanı mı olmalı?" sorusu üzerinden değerlendirerek, ön kabullerle yeniden işlevlendirmenin gerçekleştirilmemesini, nihayetinde yapının bir entelektüel faaliyetin ifadesini yansıtacağını belirtti. Bunun dışında yerel yönetimlerin bu tip tartışmalara uzak kaldığını, bu sebepten sonuçların başarısız olduğunu belirten konuşmacı, yerel yönetimlerin karar verme mekanizmalarında yer alması gerektiğini dile getirdi. Taner ayrıca bu tarz işlevlendirmelerde mutlaka karışık ve dengeli bir fonlamaya gidilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

 

Pieter Kuster ise kendi çalıştığı eski bir okul olan sanat enstitüsünden söz ederken, öğretme ve öğrenmenin binayı dönüştürürken ilginç konular olabileceğini, ayrıca yapının hala bir mahalle içerisinde olduğunun göz önüne alınması gerektiğini ifade etti. Osman Kavala ise Depo'nun tütün deposu binasının dönüşüm sürecini, bu süreç zarfında gelişen kurguyu ve nasıl uygulandığını izleyenlerle paylaştı. Agathoniki Tsilipakou ise Selanik'te, önemli bir kentsel simge olan White Tower'da yer alan Museum of Byzantine Culture örneğini anlattı. Kyriakos Koutsomallis ise önemli olanın farklılıklarıtyla kişilerin ve grupların birbirini anlaması olduğuna dikkat çekerken, yapıda evrensel bir dil olan sanatın bir araç olarak kullanılması gerektiğini belirtti. Konuşmacı ayrıca dinamik bir merkez oluşturabilmek amacıyla doğrudan devlet finansmanının kullanılmaması gerektiğinin altını çizdi. Eva de Klerk ise bu tip yeniden işlevlendirmelerde kullanıcının rolü üzerinde durarak kendilerinin gerçekleştirdiği NDSM örneğine değindi. Asu Aksoy öncelikle okulun vakfa iadesinin önemli bir başarı olduğuna değindi ve yapıda çok işlevliliğin önemini vurguladı. Aksoy ayrıca yapının kamusal kültürün bir parçası haline gelmesi gerektiğinin ve sürdürülebilir bir yönetim yapısının olması gerektiğinin altını çizdi.

 




Yeniden İşlevlendirmede Mimarın Rolü ve Mimarlık

Oturumun moderatörlüğünü gerçekleştiren Aykut Köksal, yeniden işlevlendirmeye tarihsel perspektiften bakıldığında geleneksel dünyada böyle bir problematiğin olmadığını, yıkıp yapma yerine, yeniden işlevlendirmenin kendiliğinden gelişen bir durum olduğunu, antik dönemden ortaçağa geçişte ve ortaçağda bu anlamda bir sürekliliğinin olduğunu ifade etti. Yeniden işlevlendirmeyi ancak modern zaman için ele alabileceğimizi belirten Köksal, konuyu dört başlık altında değerlendirdi: Koruma odaklı tekrar işlevlendirme, koruma değeri taşımasa da ekonomik ömrünü yitirmemesi sonucu yapının yeniden işlevlendirilmesi, yeni imar sorunlarından kaçınmak için, antrepolar örneğinde olduğu üzere, yapıyı koruma ve tekrar işlevlendirme ve erken Cumhuriyet döneminde Dolmabahçe Camisi'nin Deniz Müzesi olarak kullanılması örneğinde görüldüğü gibi siyasal ve ideolojik nedenlerle yeniden işlevlendirme.

 

Köksal bunun yanı sıra, "Koruma nesnesi olan bir yapı işlev değiştirerek tekrar bir koruma nesnesi olabilir mi?" sorusunun cevabını, Vallaury'nin tasarımı Sanayi Nefise Mektebi'nin, Nezih Eldem'in müdahalesiyle Eski Şark Eserleri Müzesi olarak işlevinin değişimi, bir başka örnek olarak Çiftesaraylar'ın Sedad Hakkı Eldem tarafından bir üniversite binası olarak yeniden işlevlendirilmesi örnekleri üzerinden açıkladı. Sonrasında söz alan Han Tümertekin ise kendisinin görev aldığı Sümerbank binasının bir otel olarak yeniden işlevlendirilmesi ve Osmanlı Bankası binasının SALT olarak tekrar açılması projeleri üzerinden bir mimarın müdahale sırasında deneyimlediklerine değindi. Buna göre kendisinin en önem verdiği konunun mümkün olduğunca az müdahale ile yeni bir dolaşım sistemi senaryosu oluşturmak olduğunu dile getirdi. Tümertekin ayrıca müdahalelerin, mimarın egosu ve binanın değerleri arasındaki çok hassas dengeden geçtiğini dile getirdi.

 

Nevzat Sayın ise yapıda en az müdahale çözümünün çok daha derin bir bakış açısı gerektirdiğini, günümüzde korunması gereken ürünlerle, insanlar arasında genetik bir bağ olmadığını, insanlar ancak hayatlarının bir parçasıysa ürünleri koruduklarını ifade etti. Santralistanbul'daki koruma problemi üzerinden kendi müdahalelerini değerlendiren Sayın, üçüncü bir dil oluşturmamayı başardıklarını dile getirdi. Korhan Gümüş ise yeniden işlevlendirmede mimarlık ve program oluşturmanın tam bir birliktelik içerisinde olmasa da karşılıklı bir ilişkisi olduğu üzerinde durarak, profesyonel bir komiteye ihtiyaç duyulduğunun altını çizdi.

 

Bunların dışında mimarın korunacak nesne ile olan ilişkisi, korumacı mimar kimliği, yeniden işlevlendirmede restorasyon değl mimarlığın söz edilmeye başlamasının gerekliliği ve yapının programının mimariyle ve mimarla ilişkisi konuları tartışıldı.

Arkitera, 20.11.2012

AVM DEĞİL, TURİSTİK KIŞLA!

 

 

Taksim’e yapılacak Topçu Kışlası’nın detayları netleşti. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın ‘AVM olmasını istemiyorum’ dediği projenin mimarı Halil Onur, “AVM başkasının kafasında olabilir ama bizim projemizde söz konusu değil” dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gündeme getirdiği Taksim’e Topçu Kışlası Projesi’nin detayları belli olmaya başladı. Devam eden hukuki itirazlar nedeniyle ‘askıda olan’ proje için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “AVM olmasını istemiyorum“ dedi. Günay’ın eleştirilerine projeyi yeniden aslına uygun olarak çizen Mimar Halil Onur’dan yanıt geldi. Kültür Bakanı’nın projeyle ilgili eksik değerlendirmelerde bulunduğunu belirten Onur, “Tam bir bilgiyle değerlendirme yapılması gerekiyor. Çünkü hala avm yapılacak gibi bir başlıkla konu ele alınıyorsa burada eksik bir bilgi var demektir” dedi. “AVM başkasının kafasında olabilir ama bizim projemizde sözkonusu değil” diyen Onur, Bakan Günay’ın istemesi halinde herkese sundukları gibi projeyi memnuniyetle kendilerine de anlatabileceklerini söyledi. Onur, Topçu Kışlası’nın eski kartpostal görüntüleri ile tarihi belge ve bilgiler ışığında projeyi aslına uygun çizdiklerini söyleyerek, “Süsler dahil, her şey aslına uygun çizildi” dedi.

Mimar Mücella Yapıcı ise, Topçu Kışlası yapımının garip bir tartışmaya dönüştüğünü vurgulayarak, şunları söyledi: “İster AVM ister başkanlık sarayı, ister kışla, dinin tesis, isterse mimarlar odası olarak yapılsın, bu bina mesleki ve bilimsel olarak yapılamaz. Üç kere yıkılmış, yerinde olmayan bu bina 2011 yılında tarihi eser diye tescil edildi. Sorun burada başlıyor. Beyoğlu planlarında da ihya kararı yok. Eserin ihya edilebilmesi için hele de tescilliyse, fonksiyonunu değişteremezsiniz. Kışlaysa kışladır. Ayrıca, ihya için yerinin boş olması lazım.”

Mimar Burak Boysan da, kışlanın yapımına kesinlikle karşı olduğunu, Gezi Parkı’nın küçük ama bu şehir için büyük park olduğunu savunarak, “Mimari açıdan Hint-Rus mimarisi bir binadan bahsediyoruz. Avrupa imgeleri yerleştirilerek yok şehir müzesi olsun, yok buz pateni, yok kültür merkezi yapalım deniyor. İşletme planı olmayan bir şeyden bahsediyoruz. Nasıl kullanılacağı konusunda belirsizlikler var. Ancak gidişatın maalesef kışla plaza ve avm’ye doğru olduğunu görüyorum” dedi.

Vatan, Haber: Nebahat Koç, 20.11.2012

TARİHTE FOTOŞOP

 

 

Tarih araştırmacısı-yayıncı Atilla Oral, Edirne’nin işgalinin simgesi haline gelen ‘Türk komutan Şükrü Paşa’nın kılıcını Bulgar Kralı Ferdinand’a teslim ettiği an’ diye bilinen fotoğrafın gerçeği yansıtmadığını iddia etti.

 

Türk kumandan Şükrü Paşa, Edirne’yi 5 ay 5 gün savunduktan sonra teslim olmak zorunda kalan Bulgar Kralı Ferdinand'a kılıcını teslim ediyor. Fotoğraf, Edirne’nin işgalinin simgesi haline gelmiş, Genelkurmay yayınları başta, bütün tarih kitaplarında “kılıç teslim etme” sahnesinin görsel belgesi diye yıllardır yayınlanıyor. Bulgarlar bu kareyi böbürlenmek için kartpostal olarak bastırmış. Sahteciliği 100 yıl sonra fotoğrafın aslına ulaşan tarih araştırmacısı-yayıncı Atilla Oral ortaya çıkardı. Şükrü Paşa, Bulgar generalin fotoğrafına monte edilmiş, yer de Edirne değil Kavala Kalesi.

 

Balkan savaşlarıyla ilgili araştırmalarını bir dizi kitap halinde yayımlamaya başlayan Oral, uzun süredir kuşkulandığı Şükrü Paşa-Kral Ferdinand kılıç teslim karesinin asıl karesine birkaç ay önce ulaştığını ve fotomontajı belgelediğini söyledi. Oral anlatıyor:

“Bulgarların 100 yıl önce yaptığı bu fotomontaj hilekarlığını kimse bilmiyor. Şükrü Paşa ve arkadaşları böyle görüntülere malzeme olmamak için kılıçlarını kırdı ve öyle teslim oldu. Gerçekte asla böyle bir görüntü yok. Oysa Bulgaristan’da ve Türkiye’de basılan birçok kitapta bu fotoğraf gerçekmiş gibi yayınlanıyor.

 

FOTOMONTAJ NASIL YAPILDI?

Kral Ferdinand, Kavala Kalesi’ni ziyareti sırasında, kalede bulunan kapılardan biri önünde fotoğraf çektirdi. Ferdinand’ın yanındaki Bulgar Generali Stiliyan Georgiev fotomontajla Şükrü Paşa’ya dönüştürüldü. Ferdinand’ın fotoğrafına da çeşitli rötuşlar yapıldı. Kılıç teslim etme sahnesi böylece yaratılmış oldu. Fotoğrafın sağına Bulgar, soluna da Türk subaylar yine fotomontaj yöntemiyle yerleştirildi. Fotomontajı yapan kişi bazı ayrıntıları yok etmeyi unuttu. Örneğin Ferdinand ile Şükrü Paşa arasından gözüken Bulgar subayı (üniforması rötuşla pardösüye çevrilmesine rağmen) her iki fotoğrafta da aynı yerde ve aynı yüz ifadesiyle duruyor. Belli olmasın diye fotoğrafa çok sayıda fırça rötuşları yapılmış. Ancak yine de birçok tıpatıp benzerlik var. Örneğin kale kapısındaki, taş duvardaki detaylar bugün bile aynı halde, değişmeden duruyor. Fotoğrafın sağında, yerde duran yuvarlak taş ve arkasındaki kapı kanadı birebir aynı. Fotoğraftaki kişilerin yere düşen gölgeleri, yapılan fotomontaj hilekarlığını çok açık bir şekilde ele veriyor.

 

EDİRNE DEĞİL KAVALA KALESİ

Fotomontaj yapılan fotoğraf aslında Edirne Kalesi düşmeden ve Şükrü Paşa teslim olmadan tam 4 ay önce, 30 Kasım 1912 tarihinde çekildi. Edirne 27 Mart 1913’te düştü. Ayrıca fotoğraf Edirne Kalesi’nde değil, Yunanistan’daki Kavala Kalesi’nde çekildi. Böbürlenmek için yapılan bu sahte görüntünün Bulgarca alt yazılı kartpostalları bastırıldı.”

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 20.11.2012

ÇİN HAZİNELERİ SERGİSİ İSTANBUL'DA

 

Dünyanın 8. harikası olarak değerlendirilen yeraltı ordusundan örnekler ve antik dönem  Çin hazinelerinide içeren 'Çin hazineleri Sergisi' Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın katılımı ile açıldı.

 

Topkapı Sarayı Müzesi Has Ahırlar bölümünde ziyaretçilerle buluşacak sergi Yasak Şehir Müzesi, Şanghai Müzesi ve Gin Shihuang Müzesi'nden 101 eseri biraraya getiren serginin açılışında konuşan Günay; "Bu çapta bir sergi dünyada ilk kez Türkiye 'ye nasip oldu. Çin hazinelerine İstanbul'da büyük bir ilgi var" dedi.

 

Sergiye gelenleri saray kapısı girişinde Mehteran Takımı karşıladı. Sergi 20 Şubat 2013 tarihine kadar açık kalacak.

Radikal, 20.11.2012

UNESCO'DAN HALİÇ TEFTİŞİ

 

 

Süleymaniye başta Tarihi Yarımada'nın siluetini bozacağı gerekçesiyle eleştirilen Haliç Metro Geçiş Köprüsü'ne UNESCO ve ICOMOS heyeti 'ani' bir inceleme ziyareti düzenledi.

 

UNESCO Dünya Miras Merkezi ve ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) ortak heyeti inşaatı devam eden Haliç Metro Geçişi Köprü Projesi’ni incelemek için 3 yıl aradan sonra İstanbul ’a geldi. Heyet Kültür ve Turizm Bakanlığı , İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Fatih, Eyüp, Zeytinburnu, Bayrampaşa belediyelerinin yetkilileri ile bir araya geldi. İnşaatı hızla devam eden köprünün, başta Süleymaniye Camii olmak üzere UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde kayıtlı olan Tarihi Yarımada’nın görüntüsünü bozduğu daha önceki komite raporlarında belirtilmişti.
Acil durumlarda gerçekleştirilen ‘tepkisel inceleme ziyareti’ sırasında UNESCO Kültür Mirası Komitesi’nin uzmanı Cüneyt Sorosh-Wali ile ICOMOS’tan Paul Drury önce Galata Köprüsü’nden yürüyerek, sonra şantiyeye girerek köprünün siluete etkisini bizzat gözlemledi. UNESCO, İstanbul’u Dünya Miras Listesi’ne alış gerekçesinde Süleymaniye Camii’ni “İnsan dehasının emsalsiz bir başyapıtı ve Osmanlı yapılarının en üst rütbesi” olarak nitelemişti.


İBB’nin kurduğu ‘İstanbul Miras Komitesi’ heyete yaptıkları sunumda daha önce istenen değişikliklere uyularak köprünün pilonlarının ve kablolarının yüksekliğinin azaltıldığını ve ayakların boyutlarının indirildiğini belirtti. İBB, siluetin bozulduğu endişelerine cevaben “Ulaşım sorununu çözmemiz için köprü gerekliydi, artık renk ve ışıklandırma dışında bir değişiklik yapılamaz’’ dedi.
ICOMOS Türkiye heyetinden akademisyenlerse “Köprü üstün evrensel bir değeri ortadan kaldıracak kadar kötü tasarlandı. Sorun ışık ve renkle çözülemeyecek kadar vahim. Bunu anlamak için teknik bilgiye gerek yok’’ diyerek görüşlerini bildirdi.

Tarih sırtından bıçaklandı
Eski ICOMOS Başkanı Dr. Cevat Erder de “ Kadir Topbaş UNESCO’yu ikna ettiklerini söylemişti. Herhalde Kadir Topbaş’ın kendine ait bir UNESCO’su var. Gördüğüm kadarıyla gidişattan hiç mutlu değiller. Bu köprü en başından beri Belediye Başkanı ve ofisinin yarattığı bir ürün. Ne uzmanlara soruldu ne de ihaleye açıldı. Benim görüşüm bu Tarihi Yarımada’nın sırtına bir bıçak saplamaktır, darbe vurmaktır. Tarih bunu böyle yazacak’’ diye konuştu.

Radikal, Haber: Elif İnce, 20.11.2012

 

******


UNESCO'YA KABARIK DOSYA

 

Haliç'in siluetini bozan Metro Geçiş Köprüsü, Sulukule ve Tarlabaşı'ndaki kentsel dönüşüm gibi eleştirilen projeler, STK'lar tarafından UNESCO'ya şikayet edilecek.
 

Sivil toplum kuruluşları, bugün İstanbul'da toplanacak UNESCO heyetine İstanbul'da devam eden kentsel projelerin olumsuz etkilerini anlatacak. Toplantıda, İstanbul'da uygulanan projelerde sivil toplumun katılımının engellenmesi ve projelerin rekabete kapalı bir şekilde oluşturulması gibi sorunlar gündeme getirilecek.

 

Kalyon Otel'de yapılacak toplantıda, Haliç Metro Geçiş Köprüsü, Tarlabaşı'ndaki kentsel dönüşüm, Sulukule'deki inşaatlar ve Taksim Yayalaştırma Projesi öncelikli gündemler arasında olacak. Toplantıya Europanostra, İCOMOS, İnsan Yerleşimleri Derneği, Ulusal Ahşap Birliği, İstanbul SOS ve Taç Vakfı katılacak.

 

Toplantıda İCOMOS Türkiye Milli Komitesi'nin hazırladığı geniş perspektifli tarihi miras alanları ile ilgili raporun UNESCO'ya sunulması bekleniyor. Raporda, kentin genelini ilgilendiren projeler hakkında sivil toplum ve meslek odalarının görüşlerine kapalı olmakla eleştirilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın tutumu, Haliç'in silüetini bozacağı belirtilen Haliç Metro Geçiş Köprüsü ve diğer tarihi miras alanlarının durumları yer alıyor. İstanbul İçin Bağımsız Mimarlar Girişimi de tarihi miras alanları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilgili tesbitlerini UNESCO ile paylaşacak.

 

Mimarlar Girişimi'nden Korhan Gümüş, Taraf 'a yaptığı açıklamada, Büyükşehir Belediyesi yönetiminin kültürel mirasla ilgili evrensel normları dış müdahale olarak algıladığını belirterek, "Araştırma projelendirme faaliyetlerinde tekelci bir mekanizma var. Bu da milliyetçilikten besleniyor. Yönetim kültürel mirası tarih inşası olarak algılıyor. Taklit cami inşası, restorasyon işlerinin müteahhitlere verilerek belli bir kesimin zenginleştirilmesi gibi konuları gündeme getireceğiz" dedi.

 

Belediye UNESCO'yu yanılttı

Daha önce Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili imza kampanyası başlatan İstanbul SOS da, bu kadar büyük ölçekli kamusal bir projenin, uluslararası bir yarışma yerine Kadir Topbaş ve nasıl seçildiği bilinmeyen bir mimar tarafından tasarlandığını belirtti. SOS yetkilisi Barış Altan, belediye tarafından, 'UNESCO projemizi onayladı', 'UNESCO projemizi beğendi' gibi gerçek dışı haberlerle kamuoyuna yalan bilgi verildi. Biz de bu konuları aktaracağız" dedi.

Taraf, 20.11.2012



******


İSTANBULLULAR ANLATTI, UNESCO DİNLEDİ

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) Dünya Miras Merkezi ve ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) ortak heyeti, saha gezilerinden önce dün İstanbul ’da sivil toplum kuruluşlarını dinlendi. UNESCO Kültür Mirası Komitesi’nin uzmanı Cüneyt Sorosh-Wali, bugün yapacakları saha incelemelerinden önce STK’ları dinlemek istediklerini belirterek, “Burada olma sebebimiz Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile çeşitli yenileme ve dönüşüm projeleri” dedi. Heyetin bugün ‘teftiş’ edeceği dünya mirası ve yenileme alanları arasında Sulukule, Süleymaniye, Yenikapı dolgu alanı, Avrasya Tünel güzergahı, Karasurları ve Zeyrek bulunuyor. Toplantıya Mimarlar ve Şehir Plancıları Odası ile İstanbul SOS, Sulukule Platformu ve Europa Nostra gibi bir çok STK katılırken ortak görüş, projelerde sivil toplumun ve şehrin kullanıcılarının planlama süreçlerine dahil edilmediği, bilgilendirilmediği ve tepeden inme projelere maruz bırakıldığı oldu. ICOMOS Türkiye Milli Komitesi Başkanı Doç.Dr. Yegan Kahya ise, “Yenikapı dolgu projesinin silüete getireceği zarara değinerek, “Üstün bir evrensel değer olan Tarihi Yarımada kaybediliyor” dedi. Doç. Kahya, Sulukule’deki yenileme projesini de eleştirdi.

Radikal, Haber: Elif İnce, 21.11.2012

 

******


UNESCO VAKASI BİR FIRSAT OLABİLİR Mİ?

 

Korhan Gümüş: UNESCO Dünya Miras Komitesi ile 2004'te başlayan işbirliği, aktif olarak bu süreçte yer alabilecek STK'ların tasfiyesi ile sonuçlandı. Politika geliştirme, yenileme kanalları kapatıldı. Tartışmalar sonuçlar üzerine odaklandı, sorunların nedenleri göz ardı edildi.

 

 

"UNESCO Dünya Miras Komitesi ile 2004'te başlayan işbirliği, aktif olarak bu süreçte yer alabilecek STK'ların tasfiyesi ile sonuçlandı. Politika geliştirme, yenileme kanalları kapatıldı. Tartışmalar sonuçlar üzerine odaklandı, sorunların nedenleri göz ardı edildi" diyen Korhan Gümüş, bianet'te yer alan yazısında "UNESCO Vakası Bir Fırsat Olabilir mi?" sorusunun cevabını arıyor.

***

Uluslararası sözleşmelerin siyasal dinamiklerle ilişkisi insan bilimleri açısından  anlaşılması son derece zor, zor olduğu kadar da ilginç vakalarla dolu. Gelişmeleri analiz edebilmek için siyaset bilimciler, antropologlar, sosyologlar, psikologlar ve tarihçilerin çoğu zaman vakaların ötesine geçmeleri, yapısal nedenleri araştırmaları gerekiyor.

Çoğu zaman insanbilimciler için değerlendirilmesi en zor vakaların "şimdiki zaman"a ait olduğu söylenir. Çünkü yaşanan anın bilgisi, olaylarda taraf olunması vakayla ilgili kavrayışı etkiler. Örneğin geçen yüzyılda, modernleşme sürecinde temsillerin hiyerarşize edilmesi. Soylulaştırıcı bir şiddet içeren bu yerine geçme ilişkisi felsefi düzeyde sorgulanmış olsa bile siyasal alanda sanki geçmişin bir devamı gibi algılandı ve kapitalizmin ve milliyetçiliğin gelişmesinde etkili oldu. Böylece sınıfsal asimetriyi gizleyen otoriter rejimler güçlendi ve bunun bedeli de çok ağır oldu. Savaşlar sonrası Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) gibi uluslar arası örgütlenmeler yoluyla milli inşa problematiğinin ötesine geçecek uluslar arası platformlar ve sözleşmeler oluşturulmaya çalışıldı.

Türkiye'de de iktidar soylulaştırıcı bir mücadele alanı olarak gelişti. Buradaki mücadele bu milli siyasal semantiğin sınırları içinde gerçekleştiği için uluslararası normlar bu eliti hep rahatsız etti.

İnsan hakları, çevre, kültür mirasının korunması gibi konulardaki uluslar arası sözleşmeler, anlaşmalar çoğu zaman bir "dış müdahale" gibi algılandı. Bu yüzden iktidarlar bir taraftan bu platformlarda yer alma ihtiyacı duyarken, diğer taraftan da kabul etmek zorunda kaldıkları normları milli siyasetin içinde dönüştürme gayreti içinde oldular. Bunun için de mümkün olduğu kadar bu sınırlar içindeki aktörleri, araştırmacıları, bilgi üretimini kendi kontrolleri altına alıp kamuoyunun kendi yöntemleri ile oluşmasını amaçladılar. Bunun için sığındıkları temel argüman, 19. yüzyıl kapitalizminin en güçlü siyasal ideololjisi, temsil iddiası, milliyetçilikti. Bu yüzden sınıfsal asimetriyi gizleyen muhafazakarlık kapitalizmin yarattığı yıkımı, sefaleti sorgulama değil, yeniden üreten bir ideoloji halini aldı. Soylulaştırıcı şiddeti gizledi. Uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin iç piyasaya sürülürken "çakma" normlarla değiştirilmesine hiç şüphesiz sayısız örmek var. Ama bunlardan en ilginçlerinden birini de kültürel mirasın korunması ile ilgili UNESCO sözleşmeleri oluşturuyor.

 

UNESCO Dünya Mirası Sözleşmesi ve yönetim sorunu
Türkiye 1982'de BM Dünya Mirası Sözleşmesini imzaladı. Bu sözleşmeye göre Dünya Mirası Listesi'ne alınan yerler ve anıtlar insanlığın ortak mirası olarak kabul görüyor. 1985'te Türkiye'nin başvurusu ile İstanbul Tarihi Yarımada'da dört bölge (Sultanahmet Arkeolojik Alanı, Süleymaniye, Zeyrek, Karasurları) listeye alındı. UNESCO Dünya Miras Komitesi (DMK) ile 2004'ten beri sözleşme koşullarına göre izleme süreci devam ediyor. Ancak bu izleme sürecinin kültürel miras politikalarının evrensel normlara göre geliştirilmesinde yeterli olmadığını, iyi yönetilmediğini ve tıkandığı söylenebilir. Yöneticiler Komite kararlarını ve sözleşmeden doğan yükümlülükleri genellikle bir "dış müdahale" olarak algılıyor. İstanbul için yaratacağı çok aktörlü katılım mekanizmaları ile ve kültür mirası politikalarının geliştirilmesi açısından bir fırsat olabilecek bu ilişki değerlendirilemedi.

 

2004'te UNESCO'dan ilk uyarı
2004'te DMK'den ilk uyarı geldi. Komite Direktör Vekili Minja Yang, İstanbul'un listede yer alan bölgelerinde sorunlar bulunduğunu, Karasurları'nın restorasyon uygulamaları ile ve Süleymaniye ve Zeyrek'teki sivil mimarlık eserlerinin yok edildiğini, bu durumda listede yer almasının tehlikeye girebileceğini açıkladı. 2006'da Vilnius'ta toplanan Dünya Mirası Komitesi, İstanbul ile ilgili bir eylem planı kararı aldı. O tarihten bugüne kadar belli aralıklarla misyon ziyaretleri gerçekleşti ve İstanbul'un durumu incelemeye alındı. Bugüne kadar UNESCO misyonu ile gerçekleşen görüşmelerde genellikle sorunlu konular gündeme geliyordu. Kimi uzmanlar sorunlu konularda açıklamalar yapıyordu, Bu hiç şüphesiz yerel otoritelerle ilişkide asla olmayan bir kamusal alan demekti. UNESCO görüşmeleri dışında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile STK'lar arasında başka bir ilişki neredeyse kalmamıştı.

Ancak bu katılım da UNESCO'ya "şikayet" platformu biçiminde gerçekleşiyordu. Buna karşılık kamu tarafı da ilişkileri kendi belirleyebileceği bir sahaya, kendi patronajı içindeki bürokratik mekanizmalar çekiyordu. Bu "çakma" normlar üretme işi ise iktidarlar tarafından bu bağımlı sistemin içinde yer alan ayrıcalıklı piyasa aktörlerinin en "mümtaz" temsilcilerine havale ediliyordu. DMK 'nin görevlendirdiği misyon ile gerçekleşen görüşmeler ve geçici olarak oluşan kamusal alan, bunun medyaya yansımaları ise bu ikisi arasındaki sürtünmenin en bariz ortaya çıktığı bir alan olma özelliği kazandı.

 

Kültürel mirasın korunması için yükümlülükler demokratikleşme için fırsat mı?
20 Kasım'da düzenlenen STK'lar ile misyonun özel toplantısı ise ilk defa yeni tartışmalara sahne oldu. Bu tartışmalarda sonuçlar üzerinden yapılan değerlendirmelerin siyaseti yenileyebilecek maddi temeller üzerinden, yani nedenleri üzerinden ele alınması için öneriler getirildi. Bunlardan birincisi kamusal kararlara katılım meselesinin daha sistematik bir biçimde gündeme gelmesi, araştırma ve proje hizmetlerinin yapılandırılmasındaki sorunlarla ilişkili olarak ele alınmasıydı. Toplantıda beklendiği gibi Haliç Metro Köprüsü ön plandaydı. Ancak bu örnekten de hareketle, STK'lar tarafından dile getirilen görüşlerde tartışmaların neden inşaat aşamasında başladığı sorusu gündeme geldi. Kamu tarafının araştırma, projelendirme, tasarım gibi faaliyetleri müteahhitlik hizmetleri altında yapılandırması, kendi patronajı altında gerçekleştirmesinin karar süreçlerinin kapalı olmasına yol açtığı dile getirildi.

Katılım meselesinin kararlar alındıktan sonra bir bilgilendirmeden ibaret olmadığı, özellikle uzmanlık faaliyetlerinin geliştirilmesi için gerekli olduğuna dikkat çekildi. BM ve AB organlarının uyguladıkları prosedürler açısından karar süreçlerinin arayüzünü bağımsız kuruluşların oluşturmasının zorunlu olduğunun altı çizildi.

İkinci konu, katılım sorunu ile de ilişkili olarak, iletişim sorunun gündeme alınmasıydı. DMK'nin aldığı kararların kamuoyuna doğru aktarılmadığı, kasıtlı olarak basına birçok yanlış bilginin servis edildiği söylendi. Örneğin Metro Köprüsü'ndeki Komite kararlarının kamuoyuna farklı bir biçimde yansıtıldığının gözlemlendiği ortaya kondu. İlginç olan Miras Komitesi'nin bu konuda da bilgisinin olmamasıydı. Görüşmelerin medyaya kapalı olması, bağımsız bir izleme ağının bulunmaması iletişim kanallarının tıkanmasına ve dezenformasyona yol açtığı dile getirildi.

Kültür mirası normlarının maddi temelleri: Sorunlar, ihtiyaçlar ve öneriler

DMK ile 2004'ten beri izleme süreci devam ediyor. Ancak bu izleme sürecinin kültürel miras politikalarının evrensel normlara göre geliştirilmesinde yeterli olmadığını, iyi yönetilmediğini ve tıkandığı söylenebilir. Yöneticiler Komite kararlarını ve sözleşmeden doğan yükümlülükleri genellikle bir "dış müdahale" olarak algılıyor. İstanbul için yaratacağı çok aktörlü katılım mekanizmaları ile ve kültür mirası politikalarının geliştirilmesi açısından bir fırsat olabilecek bu ilişki değerlendirilemedi. Bu işbirliği, aktif olarak bu süreçte yer alabilecek STK'ların tasfiyesi ile sonuçlandı. Politika geliştirme, yenileme kanalları kapatıldı. Tartışmalar sonuçlar üzerine odaklandı, sorunların nedenleri göz ardı edildi.

Haliç Metro Köprüsü projesinde yönetim itiraz eden çevrelerin köprünün yapılmasını uzun bir süre engellediklerini, bu hattın 1 milyon kişiye hizmet vereceğini, zaman kaybının halka zarar verdiğini ifade ediyordu. Bir proje geliştirme sürecinin olumlama veya olumsuzlama sembolizmi içinde tartışılması sözkonusuydu.  Tasarım sürecinin kapalı bir çevrede cereyan eden tartışmalara indirgenmesi, uygulama aşamasında tartışılması, uzmanlık hizmetlerinin yapılandırılmasındaki sorun, sürecin fikir üretimine ve katılıma açılmaması önemli sorunlar ortaya çıktı. Süleymaniye, Sulukule, Ayvansaray, Balat gibi semtlerdeki kentsel dönüşüm projeleri tartışıldı ama İstanbul'daki BM Habitat Zirvesi sonrası UNESCO ve Avrupa Komisyonu desteği ile gerçekleştirilen Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi bir pilot uygulama olarak değerlendirilemedi. AKB programında yer almasına rağmen bir gelişme sağlanamadı.

Yenikapı'daki Marmaray transfer merkezinin programlama ve projelendirme sürecinin AKB 2010 desteği ile Tarihi Yarımada Yönetim Planı'nın bir mikrobölgeleme örneği olarak, bir uygulama alanı olarak değerlendirilmesi mümkünken, bu fırsat kullanılamadı. Bu alanla ilgili dolgu alanı projesi kapsam dışı değerlendirildi. Dünya Miras Listesi'nde yer alan Karasurları'nda da benzer bir mikrobölgeleme çalışması AKB programında yer alırken bu fırsat kullanılamadı. Yıllarca ihale ile araştırma, danışmanlık, proje hizmetleri alındı. Surlardaki uygulamalar büyük tahribatlar gerçekleştikten sonra durduruldu, buna karşılık bu geçen süreçte yeni bir deneyim üretilemedi. Dünya Miras Komitesi ile kurulan ilişkide kültür mirasının korunması konusunda kalıcı gelişmeler sağlanamadı.

İstanbul'da kamu tarafı STK'ları sürece aktif olarak katmamakta. Sözü edilen uygulamalarda araştırma ve proje işleri ihale sistemi ve müteahhitlik hizmetleri içinde geliştirilmekte. Bilim çevrelerinin yalnızca danışmanlık yapmaları, piyasa aktörleri ve müteahhitlik hizmetleri altında görev yapmaları AB normları ile açık bir çelişki içeriyor. Kamu yönetimleri uluslararası normları dayatma olarak algılamakta. Bu normların bir elitin ayrıcalık elde etme talebi olarak algılanması, bilim çevrelerinin de kendi kamu yararını temsil eden bir çıkar grubu olarak konumlandırılması ve katılıma kapatılması kültür mirasını koruma politikalarının oluşumunu engelliyor. Bu meselenin yalnızca yönetimin bir sorunu olarak değerlendirilmesi yerine, süreçte yer alan aktörlerin katılım biçimi ile ilgili yöntemsel sorunlara işaret ettiği söylenebilir. BM formatı içinde STK'ların bağımsız bir iletişim ağı oluşturması, bağımsız olarak muhatap alınmaları olağan. Bu nedenle önümüzdeki sürecin bir politika yenileme fırsatı olarak yeniden değerlendirilme potansiyeli taşıdığı söylenebilir.

Yapı, 22.11.2012

TAM BİN 800 YILLIK!

 

 

Mersin’in Tarsus İlçesi’nde semt pazarı temel kazısı sırasında rastlanan Roma dönemine ait 1800 yıllık tarihi kalıntılar arasında insan figürlü taban mozaiği bulundu.





Eski Ömerli Mahallesi’nde yürütülen kurtarma kazılarında antik çeşmeye ait 6 boru ile 2 havuzcuk ve kemerli su tünelleri, çok sayıda pişmiş toprak kap, tıbbi aletler, heykel figürleri, kandiller bulunmuştu. Son olarak tarihi alanda yapılan kazılarda 5 insan figürlü taban mozaiğine ulaşıldı. Arkeologların ön incelemesinde mozaiğin Roma dönemine ait olduğu saptandı.





Çalışmaların sürdürüldüğünü söyleyen Tarsus Müze Müdürü Mehmet Çavuş, 2 panodan oluşan toplam 5 insanın yer aldığı mozaiğinin 2’inci yüzyıla ait olduğunun tahmin edildiğini ifade ederek, "Roma dönemine ait sarnıç yapısının ortaya çıkmasıyla birlikte müdürlüğümüz burada çalışma başlattı. Kurtarma çalışmaları kapsamında Sarnıç yapısının doğu cephesinde Roma dönemine ait saray hamam veya bir villaya ait olduğunu tahmin ettiğimiz zemin mozaiği ile karşılaştık. Üzerinde güneş saati figürüne de rastladık" dedi.

Vatan, Haber: Tolunay Duman, 20.11.2012

KÖYLÜ DİRENİYOR, ANTİK KENT ORTAYA ÇIKMIYOR

 

 

Antik Attuda Kenti üzerine kurulu olan Denizli Hisar Köyü’nün, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile mücadelesi sürüyor.

 

Köyün üzerine kurulu olduğu alan bakanlık tarafından 1982′de SİT ilan edildi. Köyün SİT alanı ilan edilmesiyle, bir tek çivi bile çakılamazken, buradaki eski taş evler ve antik kent koruma altına alındı. Bu nedenle köylüler, evlerine tadilat yapamadı, yollar yenilenemedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2005′te köyün 2 kilometre ilerisindeki Çamlar Mevkii’ne taşınmasına karar verdi. Bu nedenle Çamlar’daki köylülere ait tüm tarlalar istimlak edildi. Kamulaştırma sırasında köylünün yaklaşık 40 dönümlük arazisine dönümü 500 liradan ücret ödendi.

Hazırlanan örnek projeyle bu bölgeye tek tip evlerin yapılması istendi. Üzerine ev kurulacak olan arsaları ise dönümü 5 bin liradan köylülere geri satıldı. Ayrıca köylülere ev yapımı için iki yılı ödemesiz 8 yıl vadeli 33 bin lira kredi verildi. Ancak köylülere, terk edecekleri evlere hiçbir ücret ödenmedi.

 

Çamlar Mevkii’nde tek katlı tamamlanan 10, yapımı süren ise 42 yeni konut bulunuyor. 80 hanelik köyden sadece 8 hane bu yeni yerleşim alanına taşındı. Köylülerin büyük çoğunluğu ise antik kent üzerine kurulu köyde yaşamayı sürdürüyor. Hisar Köyü Muhtarı Metin Yaylalı, köylülerin taşınmama konusunda direneceklerini belirterek, ‘Biz haksızlığa uğradık. Kendi arazilerimizi on katından geri almak zorunda bırakıldık’ dedi.

Akşam, 19.1.2012

UYUYAN GÜZEL DUVARDAN ÇIKTI

 

 

Metropolis antik kentinde 22 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarında, sur duvarına gömülmüş başsız, giyimli bir kadın heykeli ortaya çıkarıldı.

 

Günümüzden yaklaşık 1000 yıl önce inşa edilen kale duvarlarında yapı taşı olarak kullanılan mantolu kadın heykeli, 2 metrelik boyu ile Metropolis’in Geç Hellenistik dönemdeki zenginliğini ve görkemini gözler önüne seriyor. Metropolis antik kentindeki yazıtlar, kadın heykelinin, Metropolis’te yöneticilik yapmış kadınlardan birine ya da antik kent meclislerinin koruyucu figürü Hestia’a ait olabileceğini gösteriyor. 1990’dan bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Trakya Üniversitesi işbirliği, Sabancı Vakfı, MESEDER (Metropolis Sevenler Derneği) ve Torbalı Belediyesi desteğiyle sürdürülen kazılarla gün ışığına çıkarılmaya çalışılan Metropolis antik kenti, Torbalı İlçesi'ne bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri arasındaki bir tepede bulunuyor. Tarihi neolitik çağdan Osmanlı tarihine kadar uzanan Metropolis’te bugüne dek yapılan kazılarda antik tiyatro, peristyl evler, sütunlu galeri, meclis binası, iki Roma hamamı, spor salonu, devlet agorası, dükkanlar, genel tuvalet, sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan yapılar ve mekanlar bulundu. Elde edilen eserlerse, İzmir Tarih ve Sanat, İzmir Arkeoloji ve Selçuk Efes müzelerinde sergileniyor.

Hürriyet, 19.11.2012

 

******


2 BİN 500 YIL ÖNCESİNİN KADIN YÖNETİCİSİ

 

 

Antik Metropolis'in uyuyan güzeli gün ışığını gördü. Başsız kadın heykelini bin yıllık kale duvarları saklıyormuş. 2 metrelik görkemli kadın heykeli bin yıl önce inşa edilen kale duvarlarında "taş" olarak kullanılmış.

 

Geç hellenistik döneme ait kadın heykelinin, metropolis’te yöneticilik yapmış kadınlardan birine ya da antik kent meclislerinin koruyucu figürü hestia’a ait olabileceği düşünülüyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Trakya Üniversitesi işbirliği, Sabancı Vakfı, MESEDER (Metropolis Sevenler Derneği) ve Torbalı Belediyesi desteğiyle 22 yıldır sürdürülen Metropolis Antik Kenti kazı çalışmalarında yeni eserler gün ışığına çıkarılmaya devam ediyor.

2012 kazı çalışmalarında, sur duvarına gömülmüş başsız, giyimli bir kadın heykeli ortaya çıkarıldı. Günümüzden yaklaşık 1000 yıl önce inşa edilen kale duvarlarında yapı taşı olarak kullanılan mantolu kadın heykeli, 2 metrelik boyu ile Metropolis’in Geç Hellenistik dönemdeki zenginliğini ve görkemini gözler önüne seriyor.

Metropolis antik kentindeki yazıtlar, kadın heykelinin, Metropolis’te yöneticilik yapmış kadınlardan birine ya da Antik Kent Meclislerinin koruyucu figürü Hestia’a ait olabileceğini gösteriyor.

Kadın heykeli, Geç Hellenistik Çağın en iyi korunmuş nadir örneklerinden birisi olan Meclis Binasının ortasından geçen sur duvarının içinde yüzyıllardır gün ışığına çıkarılmayı bekliyordu. Surun iki tarafından da görülebilen heykel, bir taraftan mermer bir taş parçasını, diğer taraftan ise bir heykelin boyun kısmını andırmakta ve birbirinden ayrı iki parçaymış izlenimini uyandırmaktaydı. Günışığına çıkarılan kadın heykeli, arkeoloji meraklılarıyla buluşmak üzere İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergilenecek.

Kazı Başkanı Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Serdar Aybek, konuyla ilgili yaptığı açıklamada "Kale duvarlarında bulduğumuz, Metropolis Meclis Yapısına ait olan bu heykel ile birlikte, yapının sunakları, mimari bloklar ve yazıtlar yapı taşı olarak kullanılmıştır. Arkeolojik kazılar sırasında sur çevresinde bulmuş olduğumuz çok sayıda heykeli İzmir Müzesi’ne taşıdık." dedi.

Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan, kazı çalışmalarında bulunan kadın heykelinin Metropolis antik kentinde yöneticilik yapmış bir kadına ait olma ihtimalinin heyecan verici olduğuna dikkat çekerek "Binlerce yıl önce kadınların toplumda önemli görev ve roller edinmelerinin, kent yönetiminde söz sahibi olmalarının çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bu heykelin bir kadın yöneticiye ait olma ihtimali oldukça heyecan verici… Sabancı Vakfı olarak toplumsal cinsiyet konusunda ülkemizde önemli çalışmalar üstleniyoruz. Destek verdiğimiz Metropolis kazılarında ortaya çıkan bu kadın yönetici heykelini de, Vakfımızın çalışmalarıyla örtüşmesi açısından ayrıca anlamlı buluyoruz" diye konuştu.

METROPOLİS HAKKINDA
1990’dan bu yana sürdürülen kazılarla gün ışığına çıkarılmaya çalışılan Metropolis Antik Kenti, Torbalı İlçesi'ne bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri arasındaki bir tepede bulunuyor. Metropolis’in tarihi, kentin yakınlarındaki Neolitik Çağ’daki ilk yerleşim izlerinden Klasik Çağ’a, Hellenistik Çağ’dan Roma ve Bizans dönemlerine, Beylikler ve Osmanlı tarihine kadar uzanıyor.

Bugüne kadar yapılan kazılar sonunda Antik Tiyatro, Peristyl Evler, Stoa (Sütunlu Galeri), Bouleuterion (Meclis Binası), biri büyük diğeri küçük iki Roma Hamamı, Gymnasion (Spor Salonu), Devlet Agorası, Dükkanlar, Genel Tuvalet, Sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan yapılar ve mekanlar bulundu.

Ayrıca bu mekanların kazı çalışmaları sırasında seramik, sikke, cam, mimari parçalar, figürler, heykeller, kemik ve fildişi eserler, pithos (depolama küpü) ve birçok Hellenistik Dönem seramikleri ile maden eserlerden oluşan 10 binin üzerinde tarihi eser gün yüzüne çıkartıldı. Kazılarda elde edilen eserler, bugün İzmir Tarih ve Sanat, İzmir Arkeoloji ve Selçuk Efes müzelerinde sergileniyor.

Posta, Haber: Mustafa Erdoğan, 19.11.2012

BAŞBAKAN ERDOĞAN EĞRİ MİNAREYİ DÜZELTEBİLİR Mİ?

 

Bir projeyi daha doğarken öldürmek ve itibarsızlaştırmak böyle birşey olmalı... Son günlerde yaşanan bir tartışma bana, Mimar Sinan'ın karşılaştığı bir sorunu hatırlattı.

 

Çamlıca'ya yapılması düşünülen camiden söz ediyorum...

 

Bana göre jüri, etkisi gelecek kuşaklara kadar uzanacak tarihi bir hata yaptı.

Uygulanacak projeyi daha baştan yıprattı.

 

Yarışmaya katılan projelerden hiçbirine 1.'lik vermemek suretiyle, sadece şimdiki değil, gelecek kuşaklar tarafından kendilerine yapılacak eleştiriyi de daha baştan savuşturma derdine düştü.

 

Gelecekte kendilerine yapılacak eleştiriler karşısında; “Biz zaten birinciliğe layık eser bulamamıştık. Görevimiz bize ulaşan projeleri değerlendirmek ve aralarında bir değerlendirme yapmaktı. İkinciliğe uygun görülen eserin Çamlıca tepesine uygulanması da bizim fikrimiz değildi” deme fırsatı buldu.

 

Ben çok uzun yıllardır Çamlıca tepesinde oturuyorum.

 

Bu nedenle objektif kalma adına, Çamlıca tepesine uygulanması düşünülen cami projesi konusunda lehte veya aleyhte bir yazı yazmama kararındayım.

 

Bu yazı, uygulanması düşünülen proje hakkında olumlu yada olumsuz bir değerlendirme yapmaktan öte, üniversitede “algı yönetimi” dersi veren bir hoca olarak, eski parayla 100 trilyon lirayı geçmesi öngörülen proje konusunda daha baştan nasıl bir algılama hatası yapıldığına dikkat çekmektir.

 

Jürinin 1.'liğe layık görmediği bir projeyi, “Cumhuriyet Tarihinin en önemli projesi” diye kamuoyuna ve gelecek kuşaklara lansmanını yapmak ne kadar şık düşer?

 

Hazırlanan proje bu kadar değerli ise, jüri neden birinciliğe layık görmez, eğer proje birinci olacak şekilde mükemmel değildiyse, neden apar topar uygulanması düşünülür?

 

Başbakan Erdoğan'ın “İstanbul'un her yerinden görülecek” diyerek tanımladığı caminin yapımı için İstanbul Cami ve Eğitim Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği'nce bir proje yarışması düzenlendi. 62 çizim derneğe teslim edildi.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali Kahraman'ın başkanlığını yaptığı ve çoğunluğu TOKİ mimarlarından oluşan 7 kişilik jürinin birinciliğe değer bir proje bulamadığı açıklandı.

 

Birincilik ödülü olan 300 bin lira sahipsiz kalırken, ikinciliğe layık görülen iki proje sahibi toplam 225 bin lira ödül kazandı.

 

Dernek Başkanı Ergin Külünk, Başbakan Erdoğan'ın projeyle ilgili değerlendirmede bulunup bulunmadığına ilişkin soruya, “Sayın Başbakanımız çok yoğun. Büyük ihtimalle herkes gibi medyadan öğrenecek ve beğenmiş olacaktır” cevabını vermiş.

 

Başbakan Erdoğan iddialı bir insan.

Jürinin birinci olacak kadar değerli bulmadığı eserin Çamlıca tepesine uygulanmasının içine sinip sinmeyeceğini, bu projenin arkasında nasıl duracağını merak ediyoruz.

 

Eğer ikinci gelen proje Çamlıca tepesine uygulanacaksa, keşke daha sonuçlar ilan edilmeden bu proje 1. olarak belirlenseydi ve kamuoyu öyle bilseydi.

 

Caminin inşaatı tamamlandığında ülkenin ve dünyanın dört bir yanından gelen insanlar tarafından ziyaret edilirken, “birinciliğe layık eserin görülmediği yarışmada bu proje ikinci olmuştu” denmesi tarihe nasıl bir not düşmek olur.

 

Jürinin bizzat kendisi açıkladığı sonuçlarla ikinci gelen projeyi daha baştan değersizleştirmiş, bir algı olarak, Çamlıca tepesine daha baştan ikinci sınıf eserin uygulanacağını bir bakıma ilan etmiştir.

 

Jüri tarafından birinci olacak şekilde dört dörtlük algılanmayan proje uygulanma aşamasına geçilirse, Başbakan Erdoğan'ın projeye sahiplenmesi eserin değerini 1. olmuş kategorisine yükseltir mi, zihinlerde oluşan birinciliğe layık görülmeyen eser algısını değiştirir mi?

 

Bu durum bana, Mimar Sinan'ın karşılaştığı ve hemen herkesin bildiğini düşündüğüm olayı hatırlattı.

 

Selimiye Camii'nin yapımı sürerken, Mimar Sinan cami yakınında oynayan çocuklardan birinin arkadaşına, “şu soldaki minare eğri yapılmış...” dediğini  duyar.

 

Mimar Sinan hemen çocuğun yanına giderek, “Göster bakalım hangi minare eğri olmuş” der.

Hemen ustalara dönerek, “çabuk bana bir halat getirin...” der ve çocuklar “tamam düzeldi” deyinceye kadar çektirir.

 

Sinan ardından ustalara döner ve “Biz minarenin eğriliğini çocukların gözünde düzeltmeseydik, yaptığımız bu muhteşem esere gölge düşer ve bu güzel caminin adı eğri minareli cami olup çıkardı...” der..

 

İşin özeti şu:

Eğer ülke içinde veya dünya çapında yeni bir yarışma açılıp birinci seçildiği ilan edilen bir proje Çamlıca tepesine uygulanmazsa, ya da ikinci olduğu iddia edilen projeden vazgeçilip başka bir proje hayata geçirilmezse (daha şimdiden adını koymuş olalım), “Birinciliğe layık görülmeyen eser Çamlıca Tepesi'nde cami olarak inşa edildi” şeklinde bir algı oluşacak ve orayı gezen herkes, “acaba birinci seçilen bir eser uygulansaydı kimbilir nasıl olurdu?” demekten kendini alamayacaktır.

 

Yaklaşık 8 önce (6 Şubat 2005 tarihinde) Tercüman gazetesinde, “İstanbul'a sembol arama cahilliği...” başlıklı yazı kaleme almıştım.

 

Yazıda, “Kendinden önce inşa edilen eserleri geçemeyen, onların kötü bir takliti olmaktan öte bir anlamı olmayan herhangi bir proje nasıl olur da ‘İstanbul'un sembolü' şeklinde yansıtılma iddiasında bulunur, anlamak güç...” tespitinde bulunmuştum.

 

İlginç bir tecrübe (!)

Yazı biraz uzadı ama, kaldı ki bu satırların yazarı, birincisi ilan edilmeyen yarışmada ikinci olmuş hoş bir tecrübeye de sahiptir.

 

Beni tanıyanlar bilir. Herhangi bir konuda ekstra bir paraya ihtiyacım olursa, çeşitli konularda açılmış bilimsel yarışmalarına katılma adetim vardır. Allah'ın izniyle girer ve alırım.

 

1999 yılı başında uzun süreliğine ABD'ye giderken, okullar tatile girdiğinde gelmeleri için son anda eşimi ve çocuklarımı da götürmeye karar vermiştim. Bu nedenle ekstra kaynağa ihtiyaç duymuştum. Apar topar, her yıl verilen Milliyet Ödülleri yarışmasına katıldım. Araştırma konusu “Türkiye'nin Sorunları” olan dalda “Türkiye'de Siyasi İstikrar Nasıl Sağlanabilir?” başlıklı bir çalışma hazırladım.

 

Fazla vaktim yoktu. Zaten yarışmada ikinciye verilecek ödül ihtiyacımızı karşılamaya yetiyordu. İkinci olabilecek ölçüde bir çalışma hazırladım ve yarışmanın son başvuru tarihinden 2 ay önce teslim ettim. Ardından ABD'ye gittim.

 

Daha sonraki günlerde ABD'ye gelen Muhterem Fethullah Gülen'le Pensilvanya'da bir ara sohbet ederken, Milliyet'in yarışmasına katıldığımı ve ikincilik beklediğimi, kazanmam halinde okullar kapanınca çocuklarımı da getireceğimi söylediğimde tebessüm etti ve “inşaallah kazanırsın” dedi. O sırada yanımda bulunan arkadaşım Mustafa Yılmaz, “sıralamaya varıncaya kadar söyledin, ya olmazsa...” dedi. “Olacak inşaallah” dedim.

 

Yarışma sonucu Nisan ayı başında açıklandığında, birinciliğe layık eser bulunamayan yarışmada ikinci oldum. Kazandığım ödülle de aile fertlerimi 1999 yılı Mayıs sonunda Boston'a getirdim.

 

Şunu anlatmak istiyorum:

Eğer Milliyet yarışmasında o yıl birinci olsaydım, Milliyet yarışmalarına olan güvenimi kaybederdim. Gözümde yarışmanın ciddiyeti tüm itibarını yitirirdi. Çalışmam ancak ikinci olabilecek düzeydeydi ve öyle de oldu. Birinciliğe layık eser yok değerlendirmesi ile birinciliğin boş bırakılıp benim çalışmamın ikinci ilan edilmesi benim açımdan hoş bir hatıra oldu.

 

İkinci olmanın ihtiyacımı karşılayacağı ve ancak o kalitede hazırladığım bir çalışma ile ikinci olmak nasıl ki Milliyet Ödülleri'ne olan saygımı pekiştirmişse, eğer bir iddia ile hazırlandığı halde birinci seçilemeyen proje Çamlıca tepesine uygulanırsa, inşa edilecek camiye yönelik kamuoyu algıları da o ölçüde hasar görecek ve sürüp giden tartışmalar yapılması düşünülen eseri de yıpratacaktır. Başbakan Erdoğan'ın ikinci seçilen eseri sahiplenmesi bu algıyı pek kolaylık değiştirmeyecektir.

 

Dilerim farklı bir proje uygulanır da, birinci olamayan eser inşa edildi denilmez.

Bizden söylemesi...

Haber 7, Yazı: Prof.Dr. Osman Özsoy, 19.11.2012

 

******


GEÇMİŞİN KÜLTÜR DEĞER VE MİRASLARIYLA YARIŞILMAZ

 

Kim, Fransa'da Notre Dame'dan daha büyük bir katedral yapılmasını hayal edebilir? Ya da, Milano'daki Duomo'dan daha haşmetlisini aklından geçiren, bu konuda ülke yönetiminden talimat alan bir mimar var mıdır? Veya hangi İngiliz siyasetçi Katolik Westminster Katedrali'ni de aşabilecek bir anıtsal yapıyla kafasını meşgul eder? Kölner Dom'u gölgede bırakabilecek bir katedral yapılması örneğin Merkel'e önerilse hanımefendi acaba ne düşünürdü? Cambridge ve Oxford'daki üniversiteleri oluşturan bölümlerle mimari olarak didişmek ne kadar anlamlı olurdu? Ya da Taj Mahal'i benzerinin daha irisini yaparak aşmaya çalışmak…

İstanbul'un her yerinden görünebilecek devasa bir Cami projesi tartışmasında 'en büyük ve en gösterişli' olanın arayışı içindeyiz. Projeleriyle 'Bu işte biz de varız!' diyen mimarlar da, sanki Osmanlı ve Selçuklu'nun yüzakı olan dev mimari eserlerle yarışmak zorundaymış gibi, kendilerine ölçü olarak asla ve kat'a aşamayacakları örnekler üzerinden yola çıkmışlar ve mesele de açıkçası pek tuhaf bir yere gelip dayanmış. Ortada birinciliğe layık bir proje yok. 'Sıradaki' diğer projeyle başbaşa kalmış durumdayız.

 

Dücane Cündioğlu, Cuma gecesi A Haber'de Haşmet Babaoğlu ve Selahattin Yusuf'un konuğu olduğu 'Kaçış Planı' adlı programda çok net olarak ifade etti:

'Ehven-i şerr, şerrin en kötüsüdür. Çünkü şerrin gerçeklik kazananıdır. Kötünün gerçekliğe dönüşebilenidir'.

 

Sonra da tuttu ve 'Simyacı' adlı romanda konu edilen o güzel meseli anlattı. Kralın eline tutuşturduğu içi yağ dolu kaşıkla sarayını gezmesini istediği çobanın hikayesini... Sarayı görmek isteyince kaşıktaki yağı döken, dökmemeye çalıştığında da sarayı temaşa edemeyen çobanı. Dücane Cündioğlu Çamlıca'ya yapılacak camiinin 'cesametinden' çok, 'zarafetine' özen gösterilmesinin altını çizerek, siyasi iradeden güzelin değerine sahip çıkarken kaşıktaki yağı dökmemelerini istirham etti.

 

Benim derdim de ne cesametle ne de zarafetle. Benim meselem, mirası aşıp üste çıkma güdüsüyle nereye varılmak istendiğini anlayabilmekle... Bir eserin klasikleşmesi sadece mimari bir olay değildir. Bir dünya görüşü ve duruşu meselesidir. O halde ille tarihe geçecek bir mimari eser bırakmak istiyorsanız, dünyaya hangi mesajı hangi dünya görüşü ve duruşu üzerinden vereceğiniz hakkında sağlam bir zemine basıyor olmanız gerekir. Yoksa Vatan ve Millet caddelerini hizalamış DP yöneticileri gibi fonksiyonel, bu yüzden de kalıcı olmayan görselliklerle anılmak sizin için mukadder olur.

 

Öte yandan'Projenin günümüzden geleceğe mesaj veriyor olması lazım. İstanbul gibi binlerce yıllık bir şehirde, böyle bir anıt 50-60 günde projelendirilecek bir yapı değildir. Dünyanın her tarafından uzmanların katılacağı, uluslararası bir yarışma açılabilir' diyen Mimar Sinan Genim'in açıklamalarına da kulak vermemiz lazım.

 

Çamlıca'ya yapılacak cami için Sultanahmet Camii'nin bir benzerini projelendiren iki mimar hanımefendinin, Bahar Mızrak ve Gül Totu'nun Dücane Cündioğlu'nun ve mimar Sinan Genim'in kaygılarını anlayacaklarını ve hatta projelerini geri çekmeyi düşünebileceklerini umuyorum.

 

Sultanahmet Camii'nin replikası, ancak Miniatürk'te olur; Çamlıca'da değil. 'Orijinali mi yoksa taklidi mi?'... Bu bahse girildi mi içinden çıkması zordur? Bu ikilem üzerine söylenen ne kadar vecize varsa taklidi yerin dibine batırmaz mı?

 

Geleceğe maziyle yarışarak ya da kopyalayarak değil, ilham alınarak ve üzerine günümüzden katma değer getirilerek yürünür.

 

Sultanahmet Camii'nin mimarı Sedefkar Mehmet Ağa'yı mezarında rahat bırakalım.

Yeni Şafak, Yazı: Ali Saydam, 20.11.2012



******


DAĞ FARE DOĞURDU

 

Yazık… Çok yazık…

 

Yarına, çağdaş Türkiye’nin dini mimarisinden hiçbir eser kalmayacak. 100 sene sonraki mimarlık tarihçileri, bu dönemden yoz bir dönem olarak söz edecek.

 

Efendim, Çamlıca tepesine yapılacak ve İstanbul siluetine yeni bir katkı sunacak cami projesinden bahsediyorum.

 

İki mimar hanım kız, bilgisayarlarının başına geçmişler, Sultanahmed Camiinin büyütülmüş bir kopyasını çizmişler. O kadar ki, tam ve yarım kubbeler düzeninden tutun da ana kitlenin dört köşesine üçer şerefeli dört minare ve avlunun iki köşesine ikişer şerefeli iki minareyi kondurana kadar, bu XVII. asır şaheserini kopyalamışlar. Evet kopyalamışlar. Bunu sadece ben söylemiyorum. Mimar Doğan Tekeli de ‘’Anafikri itibariyle Sultanahmed Camii’nin yüzde 90 kopyası’’ diyor.

 

Üstelik cami projesine birtakım temalar monte etmişler. Minare boyları, ne alakası varsa 1071 Malazgirt zaferinden mülhem 107,1 metre olacakmış. (Kubbe ile minare arasındaki ilişki oranlarını boş verin gitsin). Ana kubbenin çapı İstanbul’un trafik plakasından mülhem 34 metre olacakmış. (Demek ki İzmir’de yapılsa çap 35 metre olacak da Ankara’daki kubbe 6 metre çapı ile pek küçük kalacak). Kubbenin zeminden yüksekliği, İstanbul’da 72 buçuk millet yaşadığından 72 buçuk metre olacakmış. (İstanbul’da 72 tam millet yaşıyormuş da, buçuk millet kimlermiş acaba? Her halde bu çirkinliğin, yaptıkları ırkçılığın farkında değiller).

 

 

Şaka bir yana, demek ki kitlenin mimarisine mimari oranlar değil, böylesine gayri mimari fantezi ölçüler hükmedecek.

 

Ne demişti Sakallı Celal? ‘’Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür’’. Tabii ki bu bozuk oranlarla orijinal caminin sadece kopyası değil, kötü bir kopyası yapılmış oluyor. Eyyy Sedefkar Mehmed Ağa! Bunları görebilseydin eğer, her halde hırsından mezarında ters dönerdin.

 

İyi niyetlerinden şüphe etmediğim mimarlara bu kadar yüklenmek yeter. Çünkü bu yarışmanın sorumlusu sadece mimarlar değil. Sorumluluk jüride ve jüriden de evvel, kanun nizam dinlemeyen organizasyondadır.

 

Bir kere mimari proje yarışması Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve Mimarlar Odası yönetmelikleri kaale alınmadan yapılmıştır. Esasen, şartnamenin gösterdiği hedeften rahatsız olan bazı jüri üyeleri istifa etmişlerdi. Projeleri inceleyen jüri üyelerinin ise seçim için iki arada bir derede kaldıkları anlaşılıyor. Bir kere nedendir bilinmez, birinci gelen bir proje seçmiyorlar. Birincisi olmayan yarışma iptal edilir. Bu bir.

 

İkinci ve üçüncü projelerde, biri geleneksel, diğeri çağdaş olmak üzere ikişer proje seçiyorlar. Demek ki ya aralarında anlaşamadılar, ya da ne şiş yansın ne kebap misali işin içinden sıyrılmaya baktılar. Uzun lafın kısası, kararı yöneticiye bıraktılar. Bu da iki.

 

Sonunda koskoca İstanbul metropolünün önemli yapısını seçme işini Üsküdar Belediye Başkanının boynuna yükleyiverdiler. Böyle jüri üyeliği olmaz.

 

Olay, baştan aşağı fiyaskodur.

Sayın yöneticiler! Ne olur, bu kendi fikrine güvenmeyen, kararsız jüriyi yok sayın ve yol yakınken vazgeçin bu projeden. Çünkü inanın ki yapılan bu proje çalışmaları, sadece Türk mimarlığına değil, beraberinde Türk kültürüne de vurulmuş bir darbedir. Tekrar ediyorum, bu proje, yarınımıza kalacak bir proje değildir.

 

Peki, ne yapalım?

Ülkemizde Doğan Kuban ve Doğan Tekeli gibi çok şükür ki hayatta olan iki değerli mimar var. Birisi Osmanlı mimarisini en iyi bilen ve yorumlayan, diğeri çağdaş Türk mimarisini en iyi bilen ve yorumlayan iki değer. Bu iki mimar, tahkim heyetlerinde olduğu gibi kendileri ile çalışacak bir üçüncü mimarı seçsinler. Bu üç mimar, projeleri yeniden gözden geçirsin ve tek bir projeyi birinci seçsinler.

 

Seçtikleri projeyi, proje müellifi ile beraber geliştirsinler. Yapım döneminde de ilgilerini devam ettirsinler.

 

Aklıma başka bir çıkar yol gelmiyor.

Kent Haber, Yazı: Yılmaz Ergüvenç, 20.11.2012

 

******


"BİR DOLU ÇAMLICA CAMİSİ VAR İSTANBUL'DA..."

 

Çamlıca Camisi yarışmasında dernek tarafından yapılması için tercih edilen proje geniş yankı bularak tartışılıyor… Korhan Gümüş, Ersen Gürsel, Doğan Hasol, Doğan Kuban, Bülent Özer ve Doğan Tekeli'den aldığımız görüşler yalnızca camiye ilişkin değil Çamlıca’da cami yapılması fikri ve bunun yaşama geçirilmesi sürecindeki sorunlara işaret ediyor.

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “İstanbul’un her yerinden görülecek” tanımlaması ile ilk kez ortaya atılan Çamlıca Tepesi’ne dev bir cami yapma projesi ilk günden başlayarak yoğun tartışmalara konu oldu. Proje Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından “böyle bir proje yok” açıklaması ile yalanlanmıştı. Daha sonra Çamlıca Tepesi’ne yapılacak caminin projesini hazırlamak üzere Kahramanmaraş Belediyesi İmar Müdürü Hacı Mehmet Güner’in Başbakan tarafından görevlendirildiğine ilişkin haberler yer almıştı. Son olarak caminin yapımı için İstanbul Cami ve Eğitim Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nce bir proje yarışması düzenlenmişti. Osmanlı Türk mimarisi üslubunu yansıtacak 30.000 kişilik cami için 62 çizim derneğe teslim edildi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali Kahraman’ın başkanlığını yaptığı ve çoğunluğu TOKİ mimarlarından oluşan 7 kişilik jürinin birinciliğe değer bir proje bulamadığı açıklandı. İki proje ikinciliğe layık görülürken proje sahipleri toplam 225 bin lira para ödülü kazandı. Birincilik ödülü olan 300 bin lira para ödülü sahipsiz kalırken iki projeye de üçüncülük ödülü verildi. Sonuçların kamuoyuna açıklanmasının ardından da dernek yönetimi dereceye giren projeler arasından Hayriye Gül Totu ve Bahar Mızrak’ın çizimini yaptığı proje uygulanmak üzere seçti.

 

Çamlıca Camisi yarışmasında dernek tarafından yapılması için tercih edilen proje hem basında hem de mimarlık camiasında geniş yankı bularak tartışılıyor… Biz de mimarlara (Korhan Gümüş, Doğan Hasol, Doğan Tekeli, Doğan Kuban, Ersen Gürsel, Bülent Özer), bu projeyle ilgili görüşlerini sorduk. Yalnızca camiye ilişkin değil Çamlıca’da cami yapılması fikri ve bu fikrin yaşama geçirilmesi sürecine ilişkin sorunlara işaret eden yorumlarında şunlara değindiler:

 

Korhan Gümüş:Bu tip ürünler ancak sıradan, anonim süreçlerle ortaya çıkar. Böyle yarışmacı bir ortamda bu projenin fotokopi çekmekten bir farkı yok. Zaten illüstrasyonda da gözüküyor, çevre düzeniyle vs. aslından daha ilkel temsil edilmiş. Keşke fotokopisini çekselerdi, bugün çok gelişmiş fotokopi teknikleri var. O tekniklerle yapsalar belki daha mükemmel olabilir. Bunu bir de proje diye sunmaları bence anlamsız. Aynısını fotokopi çeksinler, ondan sonra da biz bunu yapıyoruz desinler, aynısını da yapsınlar. O zaman şapkamızı çıkaralım. Çünkü taklit etmek dünyanın en zor işidir. Taklit yapmak imkansız bir şeydir aslında. Çünkü içinde bulunduğu özgün üretim koşullarını yaratamayacakları için, taklit her zaman, “ben bir yalandan ibaretim” diye söyler. Bu yarışma Türkiye’nin geleceğiyle ilgili çok önemli bir göstergedir. Belki de Ayasofya’dan daha fazla konuşulacak çünkü bir modernleşme problemi ile karşı karşıya Türkiye. Modernleşmenin bütün normlarını, üst sınıfın dayattığı ayrıcalıklar olarak kavradı bugünkü yönetim. Siyasi tarihini bunun üstüne inşa etti. Yani modernler; zenginlerdir, üst sınıflardır. Batılılardır. Batılılaşma dediler bir kere bu olaya. Yani modernitenin kendi problemini bir stil problemine indirgediler. Batılı yaşam tarzı… Camiye benzemeyen camiler yapmak isteyen birtakım uçuk insanlar… “Bunlar zaten Avrupalı, kiliseye benzetiyorlar camileri” diye baktılar. Onun için burada zaten sınıfsal bir çelişki var.

 

İkinci ödüle değer görülen öteki proje modern olarak sunuluyor… Bu da çevir kazı yanmasın usulü… Modernlik böyle bir ikilem değildir, bir stil değildir. Bir tane geleneksel olan var. Bir de modern olan var, onun hakkını da yemeyelim, ona da yaşama hakkı tanıyoruz. Böyle bir şey olamaz. Modernlik tam da bu meseleyi sorgulamak demektir. Yani mimarlar bir sabah uyanıp yeni bir mimarlık yaratmaya karar vermiş değiller. “geleneksel form budur” diye bize dayatan bir yaklaşım var. Bu bir yolsuzluktur her şeyden önce. Ancak bu meselenin bu şekilde gündeme gelmesi, modernleşme sürecinin kendi içindeki bir yalanı, kendi içindeki bir sorunu ortaya koyduğu için anlamlı. Çünkü modernliği de Türkiye’de bir elit, farklı bir yaşama biçimi olarak sunuyor topluma.

 

Zaten Tarihi Yarımada’da koruma diye yapılan şeylerin çoğu aslında Çamlıca Camisi’dir. Süleymaniye’de yapılan, Nevşehirli İbrahim Paşa kompleksindeki,  İBB’nin karşısındaki bina,  Çamlıca Camisi’dir. Şu anda ihya diye yapılan bir dolu Çamlıca Camisi var İstanbul’da. Dolayısıyla Çamlıca Camisi de iktidar alanının temsilidir, en görünür hale getirilmesi, en tepe noktası…

 

 

Ersen Gürsel: “Bu kentin her mekanı aynı değerde değildir. Çamlıca, İstanbul’un doğal ve kültürel mirasıdır; Çamlıca’ya cami yapılıp yapılamayacağı sosyal bir konudur ve planlama ile ilişkilidir. Çamlıca tepesine nasıl bir cami yapılabilir sorusu, kamuoyunu yanıltmak ve yönlendirmek için açılmış bir tartışmadır. İster herkesin katılımına açık bir yarışma, ister tercihli mimar olsun, bu projelerin hiçbirine bu kentte yaşayan bir mimar olarak katılmam mümkün değil.

 

Aklıma, bu kentin bir belediye başkanı var mı ve bu belediye başkanı kime karşı sorumlu sorusu geliyor. Bu kente karşı mı, yoksa başka üst organlara karşı mı sorumlu, esasında bu, kentin geleceğini belirleyecek en önemli konulardan biri.

 

Seçilen projeye gelirsek; mimarlık eğitimi almakla mimar olunmaz. Sinan’ın eserlerini taklit etme becerisini dahi gösteremeyen mimarların projesine ne söylenebilir ki? Bugüne kadar, kentin kültürel ve tarihi mirasına karşı bu derece bir tahribat yapılmamıştır. Jüri çok önemlidir. Jüri müessesesi yalnızca proje seçmekle değil, şartnamenin hazırlanmasından binanın inşaatına kadar sorumluluk taşıyan, özel yetkilerle donatılmış bir yapıdır. Eğer işveren baskısı varsa, jüri olmaktan çıkar. Terk etme becerisini ve ahlakını da göstermeleri gerekir. Burada etik bir davranış sözkonusudur. Jüri diyor ki; “seçemedik” bu olabilir. Ama, “Değerlendirmeyi işverene bıraktık” denemez. 50 yıl önce mimarlık okullarında cami projesi tasarımları vardı; öğrenci projesi olarak verilirdi. 50 yıl önce çok daha modern camiler tasarlanırdı, unutuldu. Sinan’ın taklitlerini yapıyoruz. Çok da büyük günah işliyoruz; bir miras nasıl böylesine tüketilebilir? Sanki mimari mirasımıza karşı bir yarış içindeymişiz gibi geliyor bana”.

Yapı, 21.11.2012



******


ÇAKMA SİNANCIKLAR!


Çamlıca'ya yapılacak cami meselesinde ilk gün nerede duruyorsam, bugün aynı yerdeyim.

Cami yapılmasına hiç ama hiç karşı değilim.
Bence Taksim'e de yapılmalı, küçük ama şık bir cami.
Kilisenin tam çaprazına. Hatta bir de sinagog yapılsa daha iyi olur.
İstanbul gibi bir kentin göbeğinde, üç din yan yana.
Çamlıca'ya da yapılabilir, başka bir tepeye de. Ama ilk gün dediğim gibi, "güzel bir cami"...
Ama çağdaş İslam'ı anlatacak, mimarisiyle hem Türkiye'nin, hem İslamiyet'in 21. yüzyıldan geleceğe bakışını gösterecek bir cami.


En başından beri yazdığım gibi böyle projeler öyle üç beş haftada yapılamaz.
İstanbul'u tanıyacak, İslamiyet'i tanıyacak, Türk kültürünü, gelmişini geçmişini bilecek, bu kentin doğasını anlayacak, ruhunu özümseyecek...
Sonra oturup çizecek.


Dün için değil, bugün için değil, gelecek için çizecek.
"Dünyanın en önemli mimarları bu işe seferber edilmeli" dedim hep.
En başta Zaha Hadid.
Belki Norman Foster.
Hala çizebiliyorsa Frank Gehry.
Ya da Santiago Calatrava. Ve tabii bizimkiler. Emre Arolat, Murat Tabanlıoğlu, Han Tümertekin...
Bunlar çizmeli Çamlıca camiini. Ama öyle sok çıkar boyacı küpü usulü değil. Uzun uğraşlarla, uzun çalışmalarla.


"Gerçek bir İstanbul camii" çizilmesine imkan sağlayacak zamanı, bunu yapabilecek büyük mimarlara vererek.
Türkler İslamiyet'i seçtikten ve özellikle de Anadolu'ya geldikten sonra İslami mimari anlayışına, içine girdikleri kültürleri, kendi kültürleriyle harmanlayarak yepyeni bir cami anlayışı ve mimarisi sundular.


Sinan o gün için "avangard" bir mimardı.
Kendinden öncekileri taklit etmedi.
O dönemin büyük Türk padişahları da o avangard üslubu anlayabilecek ve takdir edebilecek kadar iyi eğitimli, bilgili, kültürlü oldukları için bugün İstanbul'un siluetini o eserler süslüyor.
Türk Müslümanları bugün de aynı "ilerici" anlayışla hareket etmek, en iyisi, en moderni, en farklısı ne ise onu bulup yaptırmak zorundadır.


İstanbul'a bir damga vurulacaksa böyle vurulmalı.
500 yıl sonra yapılan taklitlerle değil.
Bu taklitleri yapacaksanız Anadolu'da Sinan eserleri olmayan kentlere yapın.
Ama yarım bin yıl sonra Sinan'ın karşısına taklitlerini dikerek değil.

Habertürk, Yazı: Fatih Altaylı, 21.11.2012

 

******


ÇAMLICA CAMİİ'NE MUHAFAZAKAR TEPKİ

 

Çamlıca'da inşa edilecek cami için yapılan yarışmada ikinci olan projenin Sultanahmet Camii'ne benzemesi tartışma yaratırken dindar yazarlar gösteriş için camiye ihtiyaç olmadığı görüşünde.

 

Yazar Dücane Cündioğlu, Yeni Şafak 'ta yayımlanan "Çamlıca için yakarış" başlıklı yazısında, kazanan projedeki gibi bir caminin Çamlıca'ya yapılmaması çağrısında bulundu.

Daha önce Zaman yazarı Ahmet Turan Alkan da benzer bir çağrıda bulunurken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise daha küçük bir cami yapılmasından yana olduğunu açıklamıştı.

 

Dindar yazar ve aydınlar ise konuyu şöyle değerlendiriyor:

 

"Meydan okumaya gerek yok"

Mehmet Bekaroğlu:

1500 seneye yakın zamandır Müslümanlar yaşadıkları yerlerde cami yapıyorlar. Çamlıca'ya neden cami yapıyorsunuz diyenleri de anlamıyorum. Ama hükümetin böyle bir büyüklenme, "Biz iz bırakacağız" diyerek büyüklüklerini camiler üzerinden ifade etmelerini de doğru bulmuyorum. Başka doğru bulmadığım bir şey daha var. Türkiye'de Çamlıca'ya bir cami yapılmaya karar verildiyse, bunu çok güzel çizebilecek, büyüklüğü ile estetiği ile kimseyi rahatsız etmeyecek mimarlar var. Büyüklük taslamayacak, meydan okumayacak çevreye İstanbul'a uygun bir cami çizebilir bizim mimarlarımız. Böyle tarihe öykünmek, 500 sene önceki yapıların kötü taklitlerini yapmak da kabul edilebilir bir şey değil. Hükümette böyle bir hava da var. Gövde gösterisi için cami yapmak kabul edilebilir değil.

 

"Destekliyorum"

Ali Bulaç:

Cami projesini destekliyorum. Estetik açıdan iyi olmasını da umut ediyorum. Fakat bugün Türkiye'de Mimar Sinan formasyonunda o sanat düzeyinde cami yapabilecek mimar yok. Çünkü o tasavvura sahip mimar yok. Mimarlıkta da bu düşünce bu sanat öğretilmiyor. Mümkün mertebe estetik standartlara riayet edilerek, İstanbul'un her tarafından görülebilecek bir cami önemli. Nihayetinde İstanbul hem küreselleşmenin hem de İslamiyet'in merkezlerinden bir tanesi olma yolunda. İstanbul'un her tarafında gökdelenler yükselirken geleneksel camilerimiz perdeleniyor. İstanbul'un simgesi Sultanahmet ve Ayasofya'dır. Hiçbir şey bunu gölgeleyemez. İstanbul'un her tarafından görülebilecek bir cami de bunu gölgeleyemez.

 

"Tartışılacak daha ciddi konular var"

Ömer Faruk Gergerlioğlu:

Çok ciddi tartışma konuları varken buna odaklanmak çok mantıklı değil. Bölgede ihtiyaç varsa cami yapılabilir. İstanbul camileriyle tanınan bir kent, estetik olarak güzel yapılırsa o bölgede bir simge olarak cami de yapılabilir.

Taraf, Haber: Serkan Ayvazoğlu, 23.11.2012

VAN GOGHALIVE SANATSEVERLERİN AKININA UĞRADI

 

 

Türk ilaç sektörünün lideri Abdi İbrahim’in 100’üncü kuruluş yıldönümü kapsamında sanatseverle buluşturduğu, dünyanın en büyük ressamlarından biri olarak kabul edilen Van Gogh’un eserlerini bugüne kadar hiç deneyimlenmemiş yepyeni bir formatta sunan etkileyici sergiye Ankaralılar’ın gösterdiği ilgi çoğalarak artıyor.

16 Ekim tarihinde Ankara Cern Modern’de açıldığı günden itibaren sanatseverlerin yoğun ilgisiyle karşılaşan Van Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi, öğrencilerin, öğretmenlerin ve basının da bir parçasını oluşturduğu her yaştan geniş bir ziyaretçi kitlesini ağırladı.

Sanat, bilim ve teknolojiyi yenilikçi bir şekilde harmanlayan ve bu özelliğiyle Abdi İbrahim’in 100 yıllık bakış açısını yansıtan sergi, izleyiciyi alışılageldik müze kavramının ötesine geçirerek, Van Gogh’un en ünlü eserlerini bugüne kadar hiç deneyimlenmemiş yepyeni bir formatta, resmin hikayesinin içinde bir yolculuğa çıkarıyor.    

Tek bir hikayeye odaklanan çarpıcı bir sanat ve teknoloji füzyonu olan Van GoghAlive, geleneksel sanat, multimedya görüntü teknolojisi ve sinematografik yönetmenliğin eşsiz bir birleşimiyle; cezbeden, eğiten ve eğlendiren alternatifsiz bir deneyim sunuyor.

Türk sanatseverlerden tam not alan Van Gogh Alive’ın İstanbul ayağının ardından yapılan etki araştırması serginin başarısını kamuoyu nezdinde de onayladı. Araştırma sonuçlarına göre; ziyaretçilerin %93’ü sergiyi beğendiğini ifade ederken %94’ü de sergiyi başkalarına tavsiye etmiş, ziyaretçilerin %99’unun ise Abdi İbrahim’in bu tarz sergilere devam etmesi yönünde görüşlerini bildirdiği ifade edildi.

Ekim ayından itibaren Ankara’nın sosyal hayatına renk getiren Van Gogh Alive,  sosyal medyada da renkli yarışma ve uygulamalara ev sahipliği yapıyor.  Ayrıca Abdi İbrahim facebook ve twitter (hashtag #VanGoghAnkarada) hesaplarından sergi ile ilgili güncel bilgiler takip edilebiiyor.

Dahi ressam Van Gogh’un en ünlü eserlerini, 3.000’in üzerinde dijital imajla çerçevenin içinden çıkaran ve izleyicilerine klasik müze gezisinin çok ötesinde bir deneyim yaşatan sergi 3 Ocak 2013 tarihine kadar Ankaralı sanatseverlere resim, müzik ve edebiyatı harmanlayarak sunacak.

Pazartesi günleri kapalı olan sergi, diğer günler 10.00 – 18.00 saatleri arasında ziyaretçilerini ağırlıyor.

Çerçeve yok, içindesin!
Grande Exhibitions Avustralya tarafından tasarlanan ve Abdi İbrahim’in katkılarıyla önce İstanbul ardından da Ankara’da sanatseverlerle buluşan Van GoghAlive, ziyaretçilerin ‘unutulmaz bir deneyim’ diye tanımladıkları canlı bir ışık, renk ve ses senfonisi yaşatıyor.

Çerçevesi olmayan sergide, dahi ressamın 1880-1890 yılları arasındaki çalışmaları ve hayat deneyimlerinden oluşan coşkulu ve canlı detaylara sahip yapıtları; dev ekranlara, duvarlara, kolonlara, zemine, tavana yansıtılıyor.

3,000’in üzerinde dijital imaj ile Van Gogh’un en ünlü eserleri, projektörlerden aynı anda akıp zengin surround ses sistemi ile güçlü bir klasik müzik eşliğinde senkronize olarak, ziyaretçinin etrafını saran bir gösteri ziyafeti sunuyor.

Van GoghAlive Digital Sanat Sergisi’nde, SENSORY4 teknolojisiyle donatılmış yüksek çözünürlüklü 40 projektör aracılığıyla, çok kanallı animasyonlar ve sinema kalitesindeki surround ses sistemi birleştirilerek; dünyada en çok ilgi çeken  eşsiz bir görüntü kullanılıyor.

Dokunmak isteyeceğiniz kadar gerçek, dev boyutlardaki kristal netliğindeki görüntüler, Ankara Cer Modern için özel olarak tasarlanan çok çeşitli ekranları ve yüzeyleri aydınlatıyor.

Vincent Willem Van Gogh kimdir?
30 Mart 1853-29 Temmuz 1890 tarihleri arasında yaşamış Hollandalı ard izlenimci bir ressamdır.

Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en pahalı eserleri arasında yer almaktadır.

Resim kariyerine 1880’den sonra başlayan Van Gogh, başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışmış; Paris’te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiştir. Güney Fransa’da geçirdiği süre zarfında da bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını gelişmiştir.

Van Gogh, ömrünün son 10 yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resim ve 1.100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise son iki yılında yapmıştır.

1888’de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmiştir.

20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkilemiş olan Van Gogh, fovistlerin ilham kaynaklarından biridir ve Ekspresyonizmin öncülerinden kabul edilmektedir.

Cnn Türk, 19.11.2012

'KUŞATMA'NIN SONUNCUSU 1 MİLYON 300 BİN TL

 

Antik A.Ş’nin Swissotel’de düzenlediği Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi başyapıt eserleri koleksiyoncularla buluşturdu.

 

Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Ferruh Başağa, Mübin Orhon, Orhan Peker, Adnan Çoker, Nuri İyem, Avni Arbaş, Neşe Erdok gibi ünlü ressamların eserleri müzayede de büyük ilgi gördü. Ressam Erol Akyavaş’ın Kuşatma serisinin sonuncusu “Fallen City” adlı tablosu 1 milyon 300 bin liraya satıldı. Kuşatmanın ardından fethedilen şehrin semboller olarak tuval üzerine resmedildiği görkemli tablo en yüksek rakama satılan eser oldu. Müzayedeyi, Antik A.Ş’nin sahibi Turgay Artam’ın oğlu Olgaç Artam yönetti.

Hürriyet, 19.11.2012

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'Nİ KARIŞTIRAN BÜYÜK KAVGA

 

 

İstanbul Üniversitesi, bünyesindeki üç vakfın hesaplarında usulsüzlük yapıldığı iddiaları ile çalkalanıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından incelenen iddiaların önemli bir bölümü, Atatürk’ün de doktoru olan Ziya Gün’ün kurduğu Dr. Ziya Gün İstanbul Üniversitesi’ne Yardım Vakfı ile ilgili. İstanbul Üniversitesi’nden yapılan açıklamada ise iddiaların gerçek dışı olduğu belirtiliyor.

 

İstanbul Üniversitesi, bünyesindeki üç vakfın hesaplarında usulsüzlük yapıldığı iddiaları ile çalkalanıyor. İddiaların önemli bir bölümü, Atatürk’ün de doktoru olan Ziya Gün’ün kurduğu ‘Dr. Ziya Gün İstanbul Üniversitesi’ne Yardım Vakfı’ ile ilgili. İddiaları gündeme taşıyan isim ise Dr. Ziya Gün Vakfı eski müdürü Yard.Doç.Dr. İbrahim Sırma. Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişleri konuyu incelemeye alırken, mercek altına alınan iddialar arasında ‘rüşvet, usulsüz harcama, vakıf mülklerinin yönetici yakınlarına kullandırılması’ suçlamaları yer alıyor. Konu ile ilgili müfettiş incelemesinin sona yaklaştığı, raporun yazım aşamasına gelindiği öğrenildi.

 

ÜÇ VAKIF VAR

İstanbul Üniversitesi bünyesinde 3 vakıf bulunuyor. Bunlar, ‘İ.Ü. Araştırma ve Yardım Vakfı’, ‘Dr.Ziya Gün İstanbul Üniversitesi’ne Yardım Vakfı’ ve ‘Evrendilekler Vakfı.’ Söz konusu vakıflardan ikisinin yıllık düzenli gelirleri var ve bu gelirlerin önemli bir bölümünü kira gelirleri oluşturuyor. Sahip olunan mülklerin değeri ise milyon liralarla ifade ediliyor. Her üç vakfın da doğal başkanı İ.Ü. Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet. Üç vakfın müdürü olarak Ekim 2010-Haziran 2012 arası dönemde görev yapan Yard. Doç.Dr. İbrahim Sırma, vakıf mallarına ilişkin yapılan usulsüz harcamaları, iddia olunan rüşveti, vakıf mallarının bazı yöneticilerin yakın arkadaşlarına kullandırılmasını, hem görevde olduğu süreçte, hem de görevinden ayrıldıktan sonra ilgili birimlere dilekçe ile bildirdi.

 

Yard. Doç.Dr.Sırma, konuya ilişkin dilekçelerinden birini ise 27 Ağustos 2012’de Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu’na gönderdi. Yapılan yazışmalar, sunulan dilekçeler, fatura örnekleri ve yapılan sözleşmelerde Yard. Doç.Dr. Sırma’nın vakıf mallarına ilişkin iddia ettiği usulsüzlükler özetle şöyle:

* Dr. Ziya Gün Vakfı mülklerinden olan Eminönü’ndeki Fındıklıyan Han, Vakıf Yönetim Kurulu Üyesi Prof.Dr. A. Y.’nin hac arkadaşı M.N’nin şirketine kiraya verildi. Söz konusu sözleşme 6 Şubat 2012’de imzalandı. Otel olarak işletilmesi planlanan han için başlangıçta 10 bin TL, belediye ruhsatının çıkması ile birlikte aylık 20 bin TL ödenmesi kararlaştırıldı. Oysa 6 ay önce üç ayrı firmadan alınan tekliflerde aylık kira teklifi 40-51 bin TL arasındaydı.

* Fındıklıyan Han’ın kiraya verilme sürecinde Prof.Dr.A.Y. 250 bin lira almak konusunda şirketle anlaştı, bunun 125 bin TL’sini peşin aldı. Hatta A. Y., benim için (İbrahim Sırma) müteahhitten bir otomobil talep ettiğini ifade etti. Aynı konuyu müteahhit de bana söyledi ve talebimin ne olduğunu sordu. Ben de bunun rüşvet olduğunu söyleyerek ‘aç kalırım ama buna tenezzül etmem’ dedim.

* Vakfa ait Zeytinburnu’ndaki bir arsanın imara açılmasının sağlanmasını ve yapılacak olan binaların müteahhitliğini bir yayın firmasının sahip olduğu inşaat şirketine verilmesi teklif edildi. A. Y. bunun karşılığında 5 milyon TL talep etti. Yine Prof.Dr. A.Y., yayın firması ile ile görüştü. 25 yıllık kira kontratı ve tadilat için 1 milyon TL talep etti. Yayıncı firma tarafı ise bu parayı borç olarak verebileceklerini bildirdi.

 

İbrahim Sırma, iddiaları şöyle sıralıyor:

* Doç.Dr.G.K. ve yakını E.S.K için alınan uçak biletleri ve konaklama giderlerini kapsayan 10 bin 150 TL’lik fatura vakfa kesildi. Söz konusu faturalar ile ilgili detay istendiğinde Doç.Dr.G.K. karşı çıktı.

* Üniversite’nin Mayıs 2011’deki yurtdışı bir organizasyonu için çeşitli hediyelerin alınması istendi. Gelen faturanın tutarı 27 bin 643 TL’ydi. Ancak hediyelik ürünlere bakıldığında ve farklı yerlerden teklifler alındığında kesilen faturanın yüksek olduğu görüldü. Üstelik ipek diye satılan kravatlar sentetik çıktı. Bu şekildeki bir faturaya ödeme yapılmayınca Doç.Dr.E.Y.’den faturanın ödenmesi yönünde baskı geldi. Dr.Ziya Gün Vakfı’nın 2009-10 yılı hesap incelemelerinde tek bir firmaya 450 bin TL’lik tadilat işi yaptırıldığı belirlendi. Bu durumu M. Ç.’a sordum; yüzü kızardı. Bir adet özel tasarım kalem için 2 bin TL fatura kesildi.

 

Konuya ilişkin, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet adına yapılan açıklamada iddiaların gerçek dışı olduğu, eski müdür Yard. Doç.Dr. Sırma hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulacağı vurgulandı. Rektörlük açıklamasında özetle şu görüşlere yer verildi:

“Hanın kiralanması sürecinde para alınması söz konusu değildir. Bu bir iftiradır. Araba istenmesi de mümkün değildir. Yapılan ödemelerin kararlarını Yönetim Kurulu Başkanı olarak ben vermem. Vakıf Müdürleri ödeme yapar. Şayet kötüye kullanılmış bir yetki varsa bunun hesabını da kendileri öder. Bahis ettiğiniz faturadan dolayı bir bilgim yoktur. Bir suiistimal olursa da bunu yapan şahısların tazmin edeceği her türlü izahtan vareste bir husustur.”  Suçlanan isimler arasında adı geçen Prof.Dr. A.Y. ise iddialara ilişkin “Bütün bunları iftira, yalan ve hakaret. Bunun için hem şahsım hem de rektörlük dava açmaya hazırlanıyoruz. Bütün bu iddiaların altında yatan sebep ise yaklaşan rektörlük seçimleri” şeklinde konuştu.

 

Atatürk’ün göz doktoruydu

1879’da Bulgaristan’da dünyaya gelen Ziya Gün, 93 Rus savaşı nedeni ile ailesi ile birlikte Bulgaristan’dan İstanbul’a göç etti. İstanbul’da Askeri Tıbbiye’yi bitiren Ziya Gün, göz doktoru oldu. Eğitimini Almanya’da tamamlayan daha sonra İstanbul Üniversitesi’nde doçent olarak görev yaptı. Üniversitedeki görevinden sonra bir süre serbest olarak göz doktoru olarak çalışan Gün, Atatürk’ün göz muayenesi için çağrılan üç kişilik doktor grubunun başında yer aldı. Dr. Ziya Gün vefatı öncesi tüm mal varlığını kurduğu Dr. Ziya Gün İstanbul Üniversitesine Yardım Vakfına bağışladı.

Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 19.11.2012

KAZIDAN 600 YILLIK KURAN ÇIKTI

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş ile ekibi Erzincan’ın Kemah İlçesi'nde yaptıkları kazıda, kapakları olmayan bölümler halinde 600 yıllık Kuran-ı Kerimler buldu.

 

Kemah Kalesi’ndeki Saraylı Hamam içinde kazı yapan Prof.Dr. Haldun Özkan, bir bohça içinde 2 metre derinlikte 15 ve 16’ncı yüzyıla ait el yazması Kuran-ı Kerim’ler buldu. Prof.Dr. Özkan, “1916 tarihli bir bahriyelinin yazdığı mektubu da bohçanın içinde bulduk. Yani bu eserlerin o yıldan sonra alana gömüldüğünü kabul edebiliriz” dedi. 

 

Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Yurttaş ise “Son derece önemli olan buluntular. Büyük bir ihtimalle 20’nci yüzyılda oraya gömülmüş.”

Milliyet, 19.11.2012

KİMYA HATUN İZNİKLİ ÇIKTI

 

 

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerinin üvey kızı olan Kimya Hatun’un İznik’in İnikli Köyü'nde dünyaya geldiği ortaya çıktı.

 

İslamiyetin Anadolu’da yayılmasında ve kökleşmesinde önemli bir misyon üstlenen Hazreti Mevlana’nın kız evlatlığının İznikli olduğu öğrenildi. Sinan Yağmur’un "Aşkın Gözyaşları" adlı kitabının 3. baskısında hayatını anlattığı Kimya Hatun’un aslen İznikli olduğu ve İnikli Köyü'nde doğduğu bildiriliyor. Yağmur, Mevlana Celaleddin Rumi’nin evlatlığı olan ve Şems-i Tebrizi ile evlendirmeyi arzu ettiği Kimya Hatun’un 1 Kasım 1229 yılında İznik’in İnikli Köyü'nde dünyaya geldiğini, babasının İranlı halı tüccarı, annesinin ise Hristiyan olduğunu ileri sürüyor.


O dönem İznik’e bağlı Rum kasabası olan Elbeyli’de yaşayan Hristiyanlar, Kimya Hatun’un Müslüman olan İran asıllı babasına dininden dolayı kin duymaya başladılar. Müslüman baba hamile eşini daha emniyetle saydığı babasının köyü İnikli’ye gönderdi. Kimya Hatun bu köyde dünyaya geldi.


İznik’ten Konstantiniyye’ye (İstanbul) göç aden Kimya Hatun ve ailesi İznikli akrabalarını geride bırakarak bir daha hiç görüşmedi. Buradaki zulüm yüzünden İstanbul’u da terk eden ailenin yolu bu kez Konya’ya düştü. Kimya Hatun’un babası burada halı ticareti yapmaya başladı. Bir müddet sonra hastalanarak vefat etti. Kimya Hatun ile annesi Kerra Hatun yapayalnız kalınca, Konya Müftüsü Sadreddin-i Konevi Hazretleri ve Kezban Hatun kendisine dünür olarak geleceklerini haber etti. Kerra Hatun’un talibi Mevlana Celaladdin Rumi’ydi. Mevlana ile Kerra Hatun evlendiler. Böylelikle İznikli olan Kimya Hatun da Mevlana Celaleddin Rumi’nin kızı olmuş oldu.


Mevlana’nın çok sevdiği üvey kızı Kimya Hatun’u Şems-i Tebrizi Hazretleri ile evlendirmek istediği rivayet ediliyor.

Bursa Olay, 19.11.2012

KOLEZYUM'DA SANDVİÇ YEMEK YASAK

 

Roma Belediyesi, şehirdeki tarihi, kültürel ve mimari eserlerin yakınlarında yemeiçmeyi yasakladı. Belediye meclisinden geçen yasağa göre; yasayı ihlal edenlere 500 euroya kadar para cezası verilecek. Kolezyum, İspanyol merdivenleri ve Pantheon'un aralarında bulunduğu tarihi eserleri kapsayan yasağın, Belediye Başkanı Gianni Alemanno'nun bir kaç ay önce eserlerin yakınındaki insanların davranışlarını beğenmemesi yüzünden çıktığı belirtildi. Bazı itirazlar yükselse de gelen turistlerin eserlere yeterince saygı göstermediğini düşünen Romalılarca yasağın desteklendiği bildirildi. Son yıllarda benzer yasalar çıkaran Venedik'te de San Marko Meydanı'nda yemek yemek, Floransa da ise şehir katedralinin yakınlarındaki merdivenlerde oturmak yasak.

Sabah, 19.11.2012

HAMAMTEPE GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Tokat'taki Komana antik kentinde Roma ve Helenistik döneme ait izlerin bulunması amacıyla yürütülen kazı çalışmalarında açığa çıkarılan tüm yapı birimleri bir arada değerlendirildiğinde, Hamamtepe'nin özellikle Ortaçağ Anadolu'sunda sıklıkla görülen bir kırsal yerleşim kalesi olabileceği bildirildi.

 

Komana antik kentinde ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yerleşik Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Burcu Erciyas başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı. Erciyas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Komana antik kentinde bu yıl Hamamtepe bölgesinde çalıştıklarını söyledi.

 

Bu yılki kazı çalışmalarında, Hamamtepe'nin tepe noktasındaki büyük yapı kompleksinin geniş alana dağılımını anlamaya çalıştıklarını ifade eden Erciyas, "Bu doğrultuda yaklaşık 280 metrekarelik alan, kazılar neticesinde açığa çıkarıldı. Bu alanda evsel mekanların, üretim alanları olabilecek yapı kalıntılarının devam ettiği görüldü. Bu evsel mekanların kullanımlarına yönelik daha ayrıntılı bilgi elde etmek amacıyla açığa çıkarılan mekanlardan sistematik olarak toprak örneklemesi yapıldı. Mikroarkeoloji verisi elde etmek amacıyla yapılan bu örneklem çalışmasının sonuçları için laboratuvar değerlendirmesi ODTÜ'de devam etmektedir" diye konuştu.

 

Kazılar neticesinde pişmiş topraktan yapılmış çok sayıda ocağın açığa çıkarıldığını belirten Erciyas, şunları kaydetti:

"Bu ocaklar hem üretime hem de evsel yapı kalıntılarına işaret etmektedir. Elde edilen seramik fonksiyon ve teknik açıdan oldukça çeşitlidir. Birçok tüme yakın kap bulunmuştur. Ayrıca kilise malzemesi olarak değerlendirilebilecek avize parçaları, haç parçaları, rölikerler, buluntular arasındadır. Bunlar haricinde dokuma faaliyetlerinde kullanılmış çeşitli kemik alet parçaları, iğneler, ağırşaklar da kazılar neticesinde elde edildi. Metal ve seramik buluntularımız zamansal olarak eş değerlik göstermekte ve mekanların kullanım zamanları kabaca 9-11. yüzyıl arasına tarihlemektedir. Tepe üzerindeki bir diğer çalışma alanımızsa tepeyi çevreleyen sur duvarıdır. Bundan önceki çalışma sezonlarında sur duvarının yapısal özellikleri ve kullanım evreleriyle ilgili ayrıntılı bilgi edinilmişti."

 

Bu sezonki çalışmalarında, sur duvarın içinde kalan kısımda doğuya doğru evsel üretim alanlarının devam ettiğinin görüldüğünü aktaran Burcu Erciyas, "Çalışma alanının sura yakın olan kısmında ise çok sayıda mezarla karşılaşılmıştır. Gömü yönleri ve mezar buluntuları neticesinde bu mezarların Bizans dönemine, yani tepenin bir önceki evresine ait olduğu var sayılmıştır. Bu varsayımdaki en önemli etken mezarların yapı kalıntılarının hemen altında bulunmasıdır. Tepeyi çepeçevre çevreleyen sur duvarı ve şu ana kadar açığa çıkarılan tüm yapı birimleri bir arada değerlendirildiğinde, Hamamtepe'nin özellikle Ortaçağ Anadolu'sunda sıklıkla görülen bir kırsal yerleşim kalesi olabileceği düşünülmekte" ifadelerini kullandı.

 

Doç.Dr. Erciyas, kazı çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi:

"Bu sene diğer çalışma alanımız Roma dönemi havuz veya çeşme yapısında da çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Önceki yıllarda yaptığımız çalışmalar neticesinde bu yapıya su sağlayan künk (pişmiş toprak veya betondan yapılan dairesel kesitli su borusu) sıralarından bir kısmını ortaya çıkarmıştık ve suyun geliş yönü tahliyesi hakkında bilgi sahibi olunmuştu. Bu sene söz konusu yapının gelecek yıl yapılması planlanan restorasyon çalışmasına hazırlık amacıyla yapı taşlarının vaziyet durumları belgelenmiştir. Önümüzdeki çalışma sezonunda yapının ayağa kaldırılması yönünde çalışmalara başlanacaktır."

 

-Komana Antik Kenti-

Mitridat Krallığı'nın yönetiminde önemli bir kültür merkezi olan ve Roma İmparatorluğu döneminde de özerkliğini koruyan Komana antik kentinin, tarihte, "Anadolu tanrısı Ma"ya adanmış kutsal alan olduğu belirtiliyor.

 

Aynı zamanda çevre bölgeler için ticaret merkezi görevi gördüğü ifade edilen kentin, o dönemde kutsal alanda düzenlenen festivaller, zengin pazar yeri ve çevresindeki verimli arazisiyle Anadolu'nun her tarafından ziyaretçi aldığı kaydediliyor.

 

ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen "Komana Pontika Arkeolojik Araştırma Projesi", Orta Karadeniz Bölgesi'nin klasik çağ kenti Komana'nın konumunu belirlemek ve kentsel dokusunu anlamak amacıyla 2004 yılında başlatılmıştı. Gümenek Hamamtepe bölgesinde yüzey araştırmalarının ardından antik kentin gün yüzüne çıkartılması için kazılara başlanmıştı.

Mynet Haber, 18.11.2012

MÜZEYE BAĞIŞ YARIŞI

 

 

Tarsus ve Biga'dan sonra Anadolu'da elektriğin kullanıldığı ilk yerlerden olan Uşak'ta 1909 yılında kurulan santralın müze olacağını duyan vatandaşlar sessiz bir seferberlik başlattı. Uşaklılar ellerindeki kentin tarihi, kültürel ve sosyal hayatını anlatan eşyaları bağışlama yarışına girişti. Uşak Belediye Başkanı Ali Erdoğan, "Uşak Kent Tarihi Müzesi hizmete girmeden hemşerilerimiz hiçbir karşılık beklemeden bağış yarışına girdi. Bu çok sevindirici bir olay" diyerek mutluluğunu dile getirdi. Müzenin hizmete girmesiyle gelecek nesle geçmişin daha iyi anlatılacağını vurgulayan Başkan Erdoğan, "Bu çalışma bizim sosyal sorumluluklarımız arasında yer alıyordu ve başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bağış kabul etmeye devam edeceğiz" dedi.


Erdoğan, tarihi ve kültürel değer taşıyan eşya ve araçların müzeye bağışlanması için resmi kurumlar ile de görüşmeleri sürdürdüklerini belirterek, yakın zamanda köylerden de orijinal malzeme toplayacaklarını anlattı.

Yeni Asır, Haber: Salih Kılınç, 18.11.2012

5 YILDA 31 BİN TARİHİ ESER GÜN YÜZÜNE ÇIKARTILDI

 

 

Türkiye'de son 5 yılda gerçekleştirilen kazı çalışmaları sonucunda yaklaşık 31 bin adet tarihi eser gün yüzüne çıkartıldı. Yasadışı yollarla yurtdışına çıkarılmış tarihi eserleri ülkeye kazandırma çalışmaları çerçevesinde de son 14 yılda 4 bin 583 tarihi eserin iadesi sağlandı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, hem yer altındaki eserleri büyük bir hızla gün yüzüne çıkarmak için büyük gayret veriyor, hem de geçmiş yıllarda haksız biçimde ülke dışına çıkan eserleri geri getirmeye çalışıyor. Bakanlık, özellikle kazı ve araştırma çalışmalarına ciddi ödenek sağlıyor. Sadece geçen yıl kazı ve araştırmaları için 48 milyon liranın üzerinde ödenek sağlandı. Destekler sayesinde son 5 yılda gerçekleştirilen kazı çalışmaları sonucunda yaklaşık 31 bin adet tarihi eser gün yüzüne çıkartıldı.

Son yapılan kazı çalışmalarında Çanakkale Savaşları sırasında boğaz savunmasında kullanılan 9 top, Adana'nın Yüreğir İlçesi'nde Misis Antik Şehri'ni Kurtarma Projesi'nde Roma dönemine ait tapınak ile Yatahan'da Stratonikeia antik kentindeki kazı çalışmalarında 2 bin 300 yıllık olduğu tahmin edilen 15 mask gün yüzüne çıkarıldı. Çeşitli yerlerde bakanlık izinleri ile 116'sı Türk, 39'u yabancı bilim heyetlerince yapılan 155 kazı çalışması da halen devam ediyor.

Yurtdışına kaçırılan tarihi eserlerin iadesi için de çalışmalar da devam ediyor. Bakanlığın girişimleriyle Türkiye'ye pek çok önemli tarihi eserin iadesi sağlandı. 1998-2012 yılları arasında 4 bin 583 tarihi eser ülkeye geri döndürüldü. Geçen yıl bin 885 adet, bu yıl içinde de 64 eser ülkeye geri kazandırıldı. Son olarak Bursa Yenişehir'deki Sinanpaşa Camii'nin kapı üstü süslemesi olan 16. yüzyıldan kalma bir çini pano, bakanlığın çalışmasıyla İngiltere'den Türkiye'ye getirildi.

Kültür Bakanlığı, halen bazı tarihi eserlerin iadesiyle ilgili Almanya, Amerika, Danimarka, İngiltere, Bulgaristan, Fransa, İrlanda, Portekiz, İtalya, İskoçya, Rusya ve Ukrayna ile çalışmalarını sürdürüyor. Çalışmalar sadece yurt dışına kaçırılan eserleri kapsamıyor. Tarihi eser kaçakçılığının önlenmesi için ciddi faaliyetler yürütülüyor. Bu sayede çalınan çok sayıda eser yurt dışına çıkartılmadan bulundu.

İadesi sağlanan bazı eserler ve getirildiği ülkeler şunlar;
Kurşun Mühür (ABD-1998)
Atatürk'ün Gümüş Sigara Tabakası (ABD-1998)
Herakles Lahdine ait Henkel Koleksiyonunda bulunan eserler (Almanya-1998)
Divriği Ulu Camii'ne ait ahşap pano (ABD-İngiltere-1999)
Manş Denizi Batığı'ndaki eserler (İngiltere-1999)
Topkapı Sarayı Müzesi'nden çalınan Kur'an-ı Kerim (Kıbrıs-2001)
Bronz Dionysos Heykeli (İngiltere-2002)
II. Abdülhamit'e ait eşyalar (Fransa-2005)
Roma Yüzüğü (İngiltere-2007)
Laodikya Antik Kentinden çalınan bronz el (İsviçre-2007)
Agora Örenyerinden çalınan heykel başı (Almanya-2007)
Kocaeli Müzesi'nden çalınan heykel başı (Almanya-2008)
Afyonkarahisar Tatarlı Tümülüsünün mezar odasına ait ahşap parçalar (Almanya-2010)
Boğazköy Sfenksi (Almanya-2011)
Boston Güzel Sanatlar Müzesi'nden iade edilen Herakles Heykeli'nin üst yarısı (ABD-2011)
Bursa Sinan Paşa Camii'ne ait çini pano (İngiltere-2012)"

Star, 18.11.2012

SÜMELA MANSTIRI'NA TELEFERİK!

 

 

Türkiye'nin inanç turizmi açısından önemli merkezlerinden biri olan ve Karadağ'ın eteklerinde yer alan Sümela Manastırı'na yaklaşık 800 metrelik teleferik kurulacak.

Trabzon'un Maçka İlçesi'ndeki Altındere Vadisi'nde bulunan Karadağ'ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerinde yer alan ve 88 yıl aradan sonra ilk kez 15 Ağustos 2010 tarihinde ayin yapılmasına izin verilen Sümela Manastırı'na ulaşımın kolaylaştırılması amacıyla çalışmalar yürütülüyor.

Birleşik Arap Emirlikleri'nde faaliyet gösteren bir şirketin yönetim kurulu başkanı olan Dr. Necdet Kerem ve Trabzonlu iş adamı Şükrü Fettahoğlu tarafından 15 Ekim'de kurulan Uzungöl Teleferik İnşaat Turizm ve Enerji Sanayi Ticaret Limited Şirketi, Sümela Manastırı'na teleferik kurma projesini hayata geçirmek için çalışmalara başladı.

Şirketin ortağı Şükrü Fettahoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, şirketin Trabzon'un Çaykara İlçesi'ne bağlı Uzungöl beldesinde 2 bin 403 metre mesafede teleferik projesini hayata geçirmek amacıyla kurulduğunu, ancak Trabzon Valisi Recep Kızılcık'ın isteğiyle Sümela Manastırı'nda da teleferik kurma çalışmaları yürüttüğünü söyledi.

Sümela Manastırı'nı görmek isteyenlerin ulaşım noktasında sıkıntı çektiğini ifade eden Fettahoğlu, ''Ben bile oraya çıkmakta sıkıntı yaşıyorum. Manastıra çıkmak bir hayli zor oluyor. Sümela Manastırı ziyaret potansiyeli bakımından çok zengin bir yer. Hristiyanlar için kutsal bir mekan'' dedi.

Fettahoğlu, ziyaretçi potansiyelini dikkate alarak 700, hatta tahsis edilecek alana bağlı olarak 800 metrelik teleferik kurmayı planladıklarını anlatarak, ''Teleferikle taşıma yapılacak. Projede sosyal tesis yer almıyor. Çünkü orada mevcut sosyal tesisler var. Oradan vatandaşlar ihtiyaçlarını giderebiliyorlar'' diye konuştu.

Teleferiğin ana kapıdan, mescidin altındaki düzlüğe kadar olan mesafede kurulacağını anlatan Fettahoğlu, şunları kaydetti:
"Sümela Manastırı'na yapacağımız teleferik projesinin maliyeti 7 milyon lira. Çalışmalara hemen başlayacağız. Teleferiği bu kış mevsiminde tamamlamayı ve yaz sezonuna yetiştirmeyi planlıyoruz. Uzungöl'e her gelen mutlaka Sümela'ya gider, Ayder'e gelen mutlaka Sümela'ya gider. Bu açıdan bakıldığında Sümela Manastırı bölgemiz için önemli bir turizm alanı. Biz de bu doğrultuda projemizi yürüteceğiz. İnanıyorum ki ulaşım noktasında sıkıntı ortadan kalkınca Sümela Manastırı'nı ziyaret edenlerin sayısı artacaktır."

Habertürk, 18.11.2012

20 SORUDA TAKSİM MESELESİ

 

 

Tartışma bitmiyor. Üstelik herkesin söylediği havada uçuşuyor. Taksim’e gittim, önüme gelene sordum, “Burada ne oluyor, haberiniz var mı?” Cevaplar çeşitli… “Kazılıyor, yol yapacaklarmış” diyen de var, Gezi Parkı’na cami yapılacağını düşünen de… “Parkı askeriyeye vermişler, kışla olacakmış” diye ezberleyen de var, yine bir müteahhidin zengin olacağı kanısına varmış olan da… Taksim’de ne oluyor, niye kazılıyor, 240 günün sonunda nasıl bir tabloyla karşılaşacağız ve sivil toplum neden muhalefet ediyor? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yetkililerine, projenin mimarı Dr. Halil Onur’a ve Taksim Platformu adına mimar Korhan Gümüş’e sorduk. İşte 20 soruda Taksim meselesi.

 

 

1-Taksim’in yeniden düzenlenmesine ihtiyaç var mıydı?

İBB: Meydan düzenleme çalışmaları ulaşım entegrasyon projesinin önemli bir ayağı. Zira, Taksim’in yanı sıra Beşiktaş, Beyazıt, Aksaray başta olmak üzere şehirdeki tüm önemli meydanlarda yaya ve araç trafiğinin daha sağlıklı işleyebileceği sistemler öngörülüyor. Meydanda şu anda 54 bin metrekarelik parçalı-kesintili yaya alanı var. Proje hayata geçince 100 bin metrekare olacak. Yayaların yoğun araç trafiğinin baskısı altında koşuşturdukları ve gelip-geçme mekanı olmaktan çıkarılması hedefleniyor. Proje alandaki kot farkından kaynaklanan zorluklar da ortadan kalkacak yani yaya aksı İstiklal Caddesi’nden Maçka Parkı’na kadar kesintisiz devam edecek. KORHAN GÜMÜŞ: Elbette var. Metronun çıkışları hatalı, insanları yüzlerce metre yerin altında yürütüyorlar. İstiklal Caddesi’ne 10 metre daha uzanmayı unutmuşlar. Yayalar çıkışta, kaldırımın kenarında birikiyor. Duraklarda sorun var. Meydan otobüs garajına döndü. Meydandaki Taksim Maksemi (Tarihi Su Deposu) bugünkü Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi berbat bir durumda. Gezi Parkı’nın en güzel köşesi jiletli dikenli tellerle kapatıldı. İstiklal Caddesi’ne gelen milyonlarca insanın onda biri Gezi’yi kullanamıyor. Bu alan Cumhuriyet tarihinde gerçekleşen en kapsamlı şehircilik projesinin bir parçası. Gezi bir kültür vadisine açılan giriş niteliğinde tasarlanmış. Ama bu bölgede yapılan otellerle bağlantı kopmuş. Kentin en önemli çok amaçlı salonu Lütfi Kırdar, Açıkhava Tiyatrosu, Şehir Tiyatrosu, Stadyum, Askeri Müze, nihayet Opera binası (AKM), bunların hepsi için yeni bir katılım deneyimiyle yönetim planı hazırlamak gerekli.


2 - Taksim projesi birdenbire mi ortaya çıktı? İBB: Dalan döneminde yapılan Taksim Proje Yarışması’nda birinci olan projede gökdelen bile vardı. Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde hazırlattığı projeler de biliniyor. Taksim düzenlemesi yeni bir fikir değil. KORHAN GÜMÜŞ: Bu proje çok eskilere uzanıyor. Erdoğan bu projeyi sahiplendi. Üzerine bir cami yapmak istedi. 28 Şubat sürecinde bu cami meselesi en çok tartışılan konu oldu. İktidara gelince de bu eski proje tekrar gündeme geldi.

 

 
3- Vapurun rengini bile İstanbul’a soran yönetim Taksim Meydanı için kimseye danıştı mı?

İBB: İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde muhalefet partilerinin de temsilcileri bulunuyor. Taksim’de araç trafiğinin yeraltına alınmasıyla ilgili çalışma onların desteğiyle kabul gördü. KORHAN GÜMÜŞ: Yönetimin yapması gereken iş bir yönetim planı hazırlamak, sonra bu plana göre değişik tasarım alternatiflerinin ortaya konabileceği bir proje geliştirme süreci içine girmek olmalıydı. Avrupa’da küçücük bir yayalaştırma projesi için bile halka ilanlar aracılığıyla toplantı çağrıları yapılıyor.


4- Topçu Kışlası’nın tarihteki yeri nedir? HALİL ONUR: Taksim bölgesindeki yerleşimi özendirmek amacıyla 19. yüzyıl başlarında inşa edilen bölgenin ilk askeri eğitim binasıdır. 1860’larda yeniden yapılmış, dönemin zevkine uygun Oryantalist-Eklektik üslupta tasarlanmıştır. 31 Mart Vakası sürecinde farklı olaylara sahne olmuştur. Ülkedeki ilk balon, ilk itfaiye denemeleri, ilk futbol karşılaşmaları bu alanda gerçekleşmiştir. 1939’da Henri Prost planları doğrultusunda dönemin belediye başkanı Lütfi Kırdar zamanında yıkılmıştır.

 

 
5- Topçu ‘Kışlası’na neden gerek görüldü?

İBB: Biz İstanbul’da birçok kışlanın restorasyonunu yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. Bunlardan biri de Beykoz Kışlası. Şu an bitmek üzere. Diğer taraftan Rami Kışlası, bilim-teknoloji müzesi olarak aktif alan haline gelecek. Taksim Kışlası’nın da bir aktivite merkezi olarak ihtiyaca cevap vereceğini düşünüyoruz.


6-Topçu Kışlası yeniden yapılırsa içinde neler olacak? İBB: Taksim Kışlası’nda müze ve sanat galerileri, atölyeler, kütüphane, kitap, satış üniteleri, özel sergi ve araştırma merkezleriyle bu fonksiyonlara ek olarak kafeterya, otopark, depo ve servis alanları öngörülüyor. HALİL ONUR: Yer üstünde 22 bin metrekare olacak binanın içinde 11 bin metrekare müze, 4 bin metrekare sanat galerileri ve sergi salonları, 7 bin metrekare küçük satış birimleri, kafeler ve kitabevleri olacak. Büyük oranda kültürel amaçlı tasarlanan binanın bodrum katlarındaysa müze depoları, servis alanları ve bina ihtiyacı kadar otopark yer alacak. KORHAN GÜMÜŞ: Sütlüce’de projesiz yapılan binanın Avrupa’nın en büyük kültür merkezi olacağı söylendi, sonra dünyanın en kullanışsız kongre merkezi oldu. Paris’teki Centre Pompidou’nun iki misli para harcandı. Maksem’i bile yönetemeyen Belediye bu dev yapıyı nasıl yönetecek?

 

 
7-Buz pisti tartışmaları nedir?

HALİL ONUR: Buz pisti Kışla avlusundaki dört mevsim sayısız kamusal kullanımdan sadece biri. Kış aylarında birkaç ay yapılabilecek bu seyyar buz pisti 16 bin 800 metrekarelik avlu alanının 10 da 1’ini bile kaplamayacak boyutlarda olacak.


8-Kışlanın yüksekliği ne olacak? HALİL ONUR: AKM binası ve Mete Caddesi apartmanlarının üst kotu yaklaşık 23 metre olduğu düşünüldüğünde Kışla’nın köşe yüksek kulelerinin bile AKM den yaklaşık 9 metre aşağıda kaldığı görülecektir.

 

 
9- Kaç dalış tüneli yapılacak? KORHAN GÜMÜŞ: Projede Gümüşsuyu Caddesi, Sıraselviler Caddesi, Mete Caddesi, Cumhuriyet Caddesi, Tarlabaşı Bulvarı dalış tünelleri ile meydanın altına bağlanıyordu. Koruma kurulu bu projeyi onaylamadı. Yalnızca Cumhuriyet Caddesi ile Tarlabaşı Bulvarı arasındaki tünelin sakıncasının olmadığına karar verdi.


10 -Koruma kurulu kararlarından sonra belediye ne yapabilir? KORHAN GÜMÜŞ: Plan tadilatının yapılarak kurulun onayına sunulması lazım. Ama kurulun kararı, projenin yeniden ele alınmasını gerektiriyor. Bir an önce Taksim için doğru dürüst bir proje yapılmalı.

 

 
11-Hafriyat sırasında kültür varlığına rastlanması durumunda ne yapılacak?

KORHAN GÜMÜŞ: İstanbul 2. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından kazının müze denetiminde yapılması kararı vardı. Ancak bu karar esnetildi. Kültür Bakanı, müze yetkililerini arayarak belediyenin çalışmalarına engel oluyormuş algısı yaratılmamasını istedi. Arkeologların iş makinalarının başında durması ve hafriyatı takip etmesi talimatı verildi.


12-Taksim’den kültür varlığı çıkar mı? KORHAN GÜMÜŞ: Bir tek altına üç kat otopark yapılırsa Topçu Kışlası’ndan çıkabilir. O da kışlanın temelleri. Ama kışlanın temellerinden daha önemli bir kültür varlığı Gezi’dir. HALİL ONUR: Önceden kesin bir şey söylenemez. Bölge arkeolojik alan değildir.

 


13-Gezi Parkı’nda kaç ağaç var, onlar ne olacak? Yeni projede yeşil alan oranı nasıl tasarlandı? HALİL ONUR: 1940’lardan sonra dikilmiş gövde kalınlığı 5-50 santim arasında değişen 500 kadar ağaç var. Bu ağaçlardan beşte biri etkilenecek. İBB: Yeşil doku eskisinden daha fazla olacak. Ağaçlar Orman Fakültesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün görüşü doğrultusunda başka alanlara taşınarak yaşatılacak. KORHAN GÜMÜŞ: Taksim’in nefes alınacak tek yeri yok olacak. O bina oraya dikilirse yeşil alan küçülecek.


14 -Taksim’in yeni halinde gösteri ya da anma yapılması mümkün mü? HALİL ONUR: Dün nasıl kullanıldıysa yarın da aynı şekilde kullanılabilecektir. KORHAN GÜMÜŞ: Milyonlarca insanın Taksim’le bağlantısı kesilecek. Meydanın her bir ucunda uçurumlarla karşılaşacaklar. Bir gösteri yapacak dahi olsalar, panik anında kaçacakları yer bile yok.

 

 
15 -Taksim’e camii yapılacak mı?

İBB:. Taksim’de daha önce koruma amaçlı imar planlarına işlenmiş olan Maksem’in arkasındaki otopark olarak kullanılan yerde bir cami alanı var ve bu plan Kurul’dan onaylı. Proje hazırlayan ilgili derneğin girişimi dışında Büyükşehir Belediyesi’nin şu an devam etmekte olan çalışmasının içinde cami projesi yok.


16 -Taksim yayalaştırma projesi kapsamında hangi dükkanlar kapandı? KORHAN GÜMÜŞ: Gezi Parkı’nın altındaki restoranlar kapalı ve zararlarının milyon liraları bulacak gibi. Kapatılan restoranlar arasında 26 yıl önce Türkiye’de açılan ilk McDonald’s da bulunuyor. İBB: Taksim Meydanı’nda kiracımız durumunda 19 işyeri var. Bu işyerlerinin durumu 2011 yılında belliydi. Çünkü, bu 19 işyerine ihtarnameler gönderdik ve kira sözleşmelerinin yenilenmeyeceğini bildirdik. Kiracılardan da işyerlerini boşaltacaklarına dair taahhütnameler alındı.

 

 
17 -Esnaf nasıl etkileniyor?

HAMBURGERCİLER: Müşterimizin yüzde 50’si kaçtı. ÇİÇEKÇİLER: Sabah saatlerinde açıldığımızda siftah yapıyorduk ancak şimdi öğlene kadar siftahımız olmuyor. Dalış tünellerinde hava kirliliği

 

18-Trafiği yerin altına almak, sorunu çözecek mi? İBB: Projeye başlamadan önce etki alanı ve çevresinde trafik hacmini tespit etmek için kapsamlı bir çalışma yürüttük. Buna göre, dokuz ayrı noktada taşıt sayımı yapıldı. Hazırlanan simülasyonlarla çalışma bittikten sonra sistemin nasıl bir rahatlama sağlayacağı sorusuna da yanıt arandı. Sonuç trafiğin yeraltına alınmasıyla trafik akım hızının yaklaşık olarak yarı yarıya artacağı yönünde. Yani Taksim Meydanı projesi sadece yayaları rahatlatmakla kalmayacak, trafik akımını hızlandırarak, gecikmeleri azaltacak ve seyahat sürelerini de kısaltmış olacak. HALİL ONUR: Tek dalış tünelinin taksim trafiğinin sorununun çözümüne katkıda bulunacağı kanatindeyiz. KORHAN GÜMÜŞ: Dünyada tercih edilmeyen eski bir model bu. Güvenlik sorunları, görsel kirlilik, kentsel estetik ve yaşam kalitesine olumsuz etkisi olan demode bir yaklaşım. Meydandaki trafiği aşağı almak çözüm değil.

 

 
19-Trafik yerin altına alındığında insanlar egzoz gazından zehirlenir mi?

İBB: Tüneller, altgeçitler ve metro istasyonlarının var olduğu bir şehirde yaşıyoruz. Bu alanlarda bu güne kadar zehirlenen olmuş mu? KORHAN GÜMÜŞ: İnsanlar o kapalı, basık alanda zehir soluyacaklar. Herkes yaşam konforunu kaybedecek. Araçlara binmek için yaşlılar, çocuklar, engelliler dört kat merdiven çıkacaklar, ya da kuyrukta bekleyecekler.

 

20-Dünyanın meşhur meydanlarında dalış tüneline yer var mı? HALİL ONUR: Dünyanın birçok şehrinde dalış tüneli trafik sorununun çözümüne katkıda bulunmaktadır. Ancak her şehir, her meydan kendi özgün sorunlarıyla değerlendirilmeli. KORHAN GÜMÜŞ: Dalış tünelleriyle kapatılan bir meydandaki görüntü otoyol görüntüsüdür.Burada meydan ruhu yakalanamaz. Çevreden kopuk, tünellerin çevresindeki daracık alanlarda tek sıra halinde yürümek zorunda kalan insanları göreceksiniz. Eminönü’nde dalış tünelleri yapıldı. Kentin en önemli meydanının bütün özellikleri kayboldu, kullanılamaz hale geldi. Trafalgar Meydanı ya da Champs-Élysées’ye bakın.

 
Hürriyet, 18.11.2012

EFSANE ŞEHİR: TROYA

 

 

Yiğit Hektor'un şansızlığı ölümsüz Aşil ile karşılaşmasıydı. Ölümüne düşmanları dahil herkesin ağladığı Hektor'un ülkesini mutlaka ziyaret edin, siz de bu ilk Çanakkale Savaşı'na yerinde tanıklık edin...

 

Artık üzerinde bir yaşamın bulunmadığı Troya, Türkiye ’nin dünyada en fazla tanınan şehirlerinden. Maceraperest bir Alman’ın, tarihe geçme merakı olmasa, belki varlığından bile haberdar olmayacaktık.


Hollywood ’a konu olacak kadar renkli bu şehirde dev anıtlar, görkemli çeşmeler, büyük tiyatrolar bulamazsınız, ama mitolojinin ete kemiğe büründüğü yerdir Troya. Her gittiğimde bir dönem Hektor’un, Paris’in, Aşil’in yaşadığı bu topraklar beni çok etkiler.


Troya’yı ölümsüz kılan, İzmirli ozan Homeros’un ölümsüz eseri İliada ve Odysseia Destanı… Homeros, 10 yıllık Troya Savaşı’nın sadece son günleri üzerinde yoğunlaşır. Geriye ve ileriye dönük anlatımlarla Troya kentinin önündeki olaylar, Paris’in kararından, Helena’nın kaçırılışı ve kentin tahta at hilesiyle alınışına kadar gerçekleşenleri anlatır.


Homeros’a göre bu savaşın sebebi aşk… Hera, Athena ve Afrodit arasındaki güzellik yarışmasında, tanrılar tarafından hakem seçilen Troya kralının oğlu Paris’in, Afrodit’i seçmesi Hera ve Athena’yı çok kızdırır. Paris, bu tercihine karşılık olarak dünyanın en güzel kadını, Zeus’un kızı ve Sparta kralı Menelaos’un karısı Helena’yı Afrodit’in yardımıyla Troya’ya kaçırır. Bu kaçırma sadece Menelaos için değil, aynı zamanda evlenme töreninde bu evliliğin korunması için yemin eden bütün Grek beylikleri yani Akhalar için de savaş nedeni kabul edilir. Kanlı savaşların, tutkulu aşkların, kıskançlıkların anlatıldığı destan, benim en sevdiğim tarihi kişiliklerden biri olan Hektor’un cenaze töreniyle biter.


Troya Savaşı, Batı’nın Doğu’ya, Avrupa’nın Asya’ya karşı verdiği bir savaş olarak yorumlanır. Bu sebeple tarihte bir çok hükümdar Troya’yı ziyaret etmiş. Büyük İskender, Aşil’in mezarına kurban sunarak, kendi yaptıklarını anlatacak bir Homeros olmadığından yakınır. Şehrin bir diğer ilginç hikayesi ise Roma İmparatorluğu’nun, Troya’yı kökeni olarak kabul etmesi... Troyalıların hayatta kalmış büyük kahramanı Aeneas’ın annesi ve onun Latyom’a, İtalya ’ya kaçıp orada Romalıların atası olarak yerleşmesi yüzünden, Romalılar Troya’yı ana yurtları olarak kabul etmiş. Bu sebeple birçok zengin Romalı tarafından ziyaret edilmiş ve belki de tarihin ilk turistik şehri olmuştu. 

En son ‘Fatih’ geldi 
Yazılı kaynaklara göre Troya’ya gelen son önemli kişi ise Fatih Sultan Mehmet. Kendini Roma İmparatoru olarak da tanıtan Fatih’in İmbrozlu ( Gökçeada ) tarihçisi Kritovulus şöyle yazar: ‘ Çanakkale ’ye bağlı eski Troya kıtasının merkezi olan İlion şehrine geldiğinde, kalan yıkıntıları, eski eserleri ve yöreyi seyir ve temaşa eyledi; denizden ve karadan haiz olduğu önemi taktir etti, ozan Homeros’u övüp göklere çıkardığı kimseleri ve onların yaptığı saygı değer hizmetleri hatırlayıp anarak, duygularını dile getirdi ve ‘Tanrı beni bu şehrin ve halkının müttefiki olarak bu ana kadar koruyup esirgedi. Şehrin düşmanlarını yendik ve biz Asyalılara karşı birçok kez yapılan kötülüklerin öcünü aradan yıllar ve çağlar geçmesine karşın aldık’ dedi.


Aslında MÖ 1180 yılında yapıldığı kabul edilen Troya Savaşı’ndan, 1915’teki Çanakkale Savaşı’na kadar amaç hep aynıydı: Çanakkale Boğazı’nı kontrol ederek Doğu ve Batı’ya hükmetmek… Bu amaçla yapılan ilk savaş Troya Savaşı’dır.


Ancak binyıllar içinde harabeye dönüşen kentin tam olarak nerede olduğu unutulmuş. Özellikle Ortaçağ’dan sonra İlyada Destanı’nın tüm Avrupa’da yeniden okunması nedeniyle, pek çok araştırmacı Troya kentini bulmak için yüzyıllar boyu Çanakkale yöresini araştırmışlar. Homeros hayranı, zengin işadamı Heinrich Schliemann, servetinin büyük bir kısmını harcayarak, sonunda 1868’de şehri bulur. 

Hazine avcısı Schliemann 
Schliemann, İlyada’yı inceledikten sonra, Homeros’un betimlediği Troya kentinin, Çanakkale Boğazı’nın güneyinde bulunan ve yapay bir tepe olan Hisarlık’ta aranması gerektiği sonucuna varmış. Bölgede oturan İngiliz konsolos Frank Calvert, Hisarlık tepesinin yapay bir tepe, yani höyük olduğunu anlamış ve burada Troya’yı aramak için, 1865’ten başlayarak kazı yapmış.

Kazıları devam ettiren Schliemann’ın amacı arkeoloji tarihine geçmek değil ‘hazine avcılığı’ydı. Bu yüzden Troya höyüğünü büyük ölçüde tahrip etti. ‘Pariamos Hazinesi’ne sahip olmak için yaptığı ölçüsüz kazılar, arkeoloji literatürüne ‘Schliemann Yarması’ olarak geçti. Ancak zamanla bulduğu hazineden daha değerli hazinenin Troya’nın kendisi olduğunu anlayan Schliemann, kısa sürede tabakaları ayırmayı öğrendi, bunun için, belli özelliklere sahip çok sayıda çanak çömlekten yararlandı.


Troya kazıları, dünya kamuoyunda arkeolojik çalışmalara karşı geniş ilgi uyandırdı, Schliemann’ın kazılarından elde edilen deneyim, arkeoloji bilimi için yol gösterici oldu.


Troya buluntuları Atina, Berlin ve İstanbul müzelerine girmiş, Berlin’deki 10 bini aşkın buluntunun kopyaları 37 üniversite ve müze koleksiyonuna verilmişti. II.Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin’deki parçaların en değerlileri kayboldu, bir bölümü de yangınlarda hasara uğradı. Daha sonra arkeolji literatürüne ‘Priamos Hazinesi’ olarak geçen MÖ 2500 yıllarına tarihlenen hazine, 2. Dünya Savaşı sonrası savaş ganimeti olarak Moskova ’daki Puşkin Müzesi deposuna kondu. Bir kısmı 1995’ten beri Moskova’da sergileniyor. 

Anadolu çocuğu Hektor! 
50 yıl sonra, 1988’den başlayarak Troya, Tübingen Üniversitesi’nden Prof.Dr. Manfred Osman Korfmann başkanlığındaki bir ekip tarafından, Korfmann’nın 2005’teki ölümüne dek yeniden kazıldı. Özellikle Homeros Troyası olarak da anlatılan Son Tunç Çağı dönemi (MÖ 1600-1200’ler) aşağı kentinin savunma duvarı ile hendeklerinin ortaya çıkartılmasıyla, Troya’nın sanılandan çok daha büyük olduğu ispatlandı. Ayrıca Troya’da ilk kez bulunan, Hititçenin Batı Anadolu’daki bir lehçesi olan Luwice yazılı Tunç mühür, Troya ve Hitit İmparatorluğu arasındaki ilişkileri açıkça ortaya koydu ve Troya’nın bir Anadolu kenti olduğunu ispatlandı.


İşte 1863’ten beri araştırılan Troya’da arkeologlar 10 farklı kent tespit ettiler. Üst üste kurulu bu 10 kent yüzünden 15 metreden yüksek olan yapay bir tepe meydana gelmiş.


Dünya tarihin en bilinen savaşlarına, en tutkulu aşklarına ve en yiğit savaşçıların çarpışmalarına sahne olan Troya’yı her ziyaretimde, gözümü kaparım ve Hektor olduğumu hayal ederim. Anadolu’nun has çocuğu, yiğit Hektor’un kahramanlıklarını düşünürüm. Hektor’un şansızlığı ölümsüz Aşil ile karşılaşmasıydı. Ölümüne düşmanları dahil herkesin ağladığı Hektor’un ülkesini mutlaka ziyaret edin, siz de bu ilk Çanakkale Savaşı’na yerinde tanıklık edin…

 

Müze 2015’ten önce açılıyor
Yıllardır Troya kazısı eşbaşkanlığını yapan Doç.Dr. Rüstem Aslan, Troya’nın en büyük eksiği olan “Troya Müzesi’’ projesinin sonunda hayata geçtiği müjdesini verdi. Aslan, ‘’ Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nın uzun süren hazırlık çalışmasından sonra 2015 yılından önce açmayı planladığı müze, Troya’dan 19. yüzyıldan itibaren dünyanın 44 farklı müze ve kolleksiyonuna dağılan eserlerin geri dönüş süreci için elimizde çok önemli bir argüman olacak. Hazinelerin küçük bir parçası döndü, ancak diğerlerinin de dönmesi için hukuki sürecin dışında etik bir baskı da oluşturabilecek. Böylelikle Troia eserlerin çıktıkları yerde sergilenmesi ilkesi için önümüzde hiçbir engel olmayacak. Bunlar müzenin arkeoloji dünyasına olan etkisi olacak. Ancak müze aynı zamanda doğrudan Çanakkale kentini etkileyecektir. 500 bin olan ziyaretçi sayısı ikiye üçe katlanacak. Çanakkale turistlerin Troia’yı görmek için gelip geçtiği yer olmaktan çıkıp konakladığı bir destinasyona dönüşecek. Ziyaretçiler Troia Müzesi ve ören yerinde bir tam günlerini geçirebilecekler. Çanakkale kentindeki konaklama sayısı kalıcı bir şekilde büyük oranda artacak” dedi.

Radikal, Yazı: Vedat Atasoy, 18.11.2012

TAVANARASINDAN SERVET ÇIKTI

 

İngiltere’de tavan arasında temizlik yapılırken tesadüfen bulunan Çin vazosu 3 milyon sterline (8.57 milyon TL) satıldı.

 

300 yıllık, 40 santim uzunluğundaki şişe şeklindeki mavi beyaz vazo, Kuzey Yorkshire’deki Tennants Koleksiyoncusu’nda önceki gün yapılan açık artırmada beklenildiğinden 123 kat daha pahalıya satıldı.

İsmini açıklamak istemeyen eski sahibi, antik vazonun gerçek değerinden haberdar olmadığını, rutin bir ev temizliği sırasında bulunduğunu anlatarak “45 yıldır evde. Evdeki kedilere, köpeklere, odada futbol oynayan çocuklara rağmen hiç zarar görmemesi mucize, evde zarar görmeyen tek eşyaydı” dedi. Vazoya 3 milyon sterlin veren yeni sahibin ismi açıklanmadı sadece telefonla Hong Kong’dan katıldığı belirtildi.

Hürriyet, 18.11.2012

TARİHİ YARIMADA İÇİN BİLİMSEL YÖNETİM

 

 

Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın Topkapı Sarayı Müze Başkanlığı’ndan ayrılmasından sonra hem başkan hem müdür yetkileriyle müzeye getirilen Prof.Dr. Haluk Dursun ilk kez Radikal ’e konuştu.

Yarımada’nın müzeler mekanı olduğunu ve bir üst yönetim tarafından yönetilmesi gerektiğini söyleyen Dursun, Saray’a atların çektiği saltanat arabalarıyla insanların gezebileceği mekanlar tasarladığını, Harem’de kapalı olan mekanların açılacağını anlattı. 


Müze başkanı olarak Ayasofya’daydınız. Şimdi başkan mı müdür olarak mı görevdesiniz? 
İki buçuk yıl kadar Ayasofya Müzesi’nin başkanı unvanıyla aynı zamanda müdürlüğünü de yaptım. Müdürlük idari yazışmaların başında olduğu bir işletmecilik görevi. Müze başkanlığı müzenin vizyonunu, misyonunu geliştirmek, müzeyi imaj olarak temsil etmek için düşünüldü. Müzenin çekip çevrilmesi işi müze müdürlüğüne ait bir görevdir. Burada da şu anda fiilen müzenin yönetiminden sorumluyum. 


İlber hocanın döneminde akide şekeri mi, lokum mu tartışması yaşadık. Şu an böyle bir sorun var mı?
Yok. Bu sorun Ayasofya’da da yoktu. Bir şekilde orada su doğal akışını bulmuştu. O tecrübelerle yola çıkarak İlber hocamızın buradan ayrılmasından sonra fiilen müze başkanlığı ile müze müdürlüğü birleşti. 

Ayasofya mı Topkapı mı? 
Yani gönlümle hala Ayasofya’ dayım. Benim için çok ayrı bir mekan ama aklımla Topkapı’dayım. 


İkisinde de başkanlık etmek ister miydiniz?
Zaman ayırmak bakımından zor. Benim ayrı bir görüşüm var. İstanbul ’un birinci tepesinin bir ‘müzeler bölgesi’ olarak ilan edilmesi gerek. Ayasofya, Topkapı, Aya İrini, İslam Eserleri Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Mozaik Müzesi üst bir yönetimle idare edilmeli. Bunlar birbirinden ayrı yapılar olarak düşünülmemeli. Şehir yönetiminde İstanbul’un birinci tepesi ve en önemli mekanı. Böyle bir yer dünyanın hiçbir yerinde yok. 


Saray sadece turistlerin ziyaret ettiği ve ziyaretten gelir edilen bir mekan mıdır? 
Teşhir, tanzim, ziyaretten önce bu tarihi mekanın doğru ve zamanında restorasyonlarla korunması birinci esas. Tarihi mekanın tarihi objelerin, eşyaların, kutsal emanetler, hazinelere kadar bunların iyi korunulması, sergilenmesinden bahsediyorum. Tabii burası ticari bir işletme, gelir getirecek kuruma dönüşmesi lazım. Ama tamamiyle vahşi kapitalizmin bir tüketim alanı olmamalı. 


Depoların ciddi bir sorun içersinde olduğunu biliyoruz. Depoları başka bir yere taşımak gibi bir önlem var mı? 
Göreve geldiğimden beri öğleden önceki dönemi makam odamda geçirmiyorum. Bahçelerde, dış alanlarda ve depolarda geçiriyorum. Gözlem yapıyorum. Sayın Bakan’ın (Ertuğrul Günay) büyük gayreti var. Depo olabilecek büyük askeri yapılar var. Artık yerimiz dar değil. Eserler depolanmak için değil sergilemek için vardır. O alanın beni heyecanlandıran tarafı ne biliyor musun; esas ‘has bahçe’ orası, Gülhane orası. Esas Gülhane Mustafa Reşit Paşa’nın Divan-ı Hümayu’nu okuduğu Gülhane... Saray’ın Marmara tarafı. Tarihi Gülhane’nin aslına uygun ve ismiyle müsamma olan bir bahçesinin kurulması, beni çok heyecanlandırıyor. 


Sarayı yaşatmak gibi projeler diyebilir miyiz? 
Diyebiliriz. Projelerimden biri sarayın at arabalarını sergilemek. 42 civarında at arabamız var. Yaldızlı at arabaları. İsteyenleri 1300 metrelik yolu ‘has bahçenin’ içinden at arabasıyla gezdirmek. Bu tür projelerle burayı yaşanılan alanlar olarak görüyorum. 


Haremde her yeri görememe sebebimiz nedir; personel yetersizliği mi? 
Hünkar sofrasından başlamak üzere ‘baltacılar ocağı’na kadar giden, şimşirliğe inen bir restorasyon var. Bu restorasyonlar çok daha önceki dönemlerde yapılarak gelselerdi bu alanlar açık olacaktı. Bunlar yapılamamış. Çünkü büyük bütçeler istiyor. Harem sadece yemek odalarından ibaret bir mekan değil.

İlber Hoca ziyaretçi sayısından rahatsız olduğunu söylüyordu. Siz ne düşünüyorsunuz?
Gelen konuklarınıza iyi bir ortam sağlanması için gezi kalitesinin yükseltilmesi gerekiyor. Buraya çok sayıda insan gelirse iki şey yapacaksınız. Ya gelenlere kota koyup rezervelerle tutacaksınız, ya da mekanınızı büyüteceksiniz. Bu alanların çoğaltılması projem var. Müze olarak en yoğun bölgesi üçüncü avlu yani Enderun avlusu. Kutsal emanetler, hazine orada. İnsan kalabalığı buraya yönlendirilmiş. Alay meydanı dediğimiz divan meydanında, zülüflü baltacılarda restorasyon bitmek üzere. Has mutfaklardaki restorasyon da bitiyor. Personel ve diğer misafirler oraya götürülecek. Dördüncü avlu dediğimiz alanın hemen altı garaj olarak otopark olarak kullanılıyordu. Şimdi araç girmiyor. İnsanların girebildiği bir alan sağlamış olduk. Ayrıca o alanda Mustafa Paşa Köşkü gibi ve Bağdat Köşk’ü gibi seyir köşkleri görülebilecek.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.11.2012

TARİHİ CAMİ KÜL OLDU

 

Afyonkarahisar'ın Sandıklı İlçesi Koza Köyünün tek camisi çıkan yangında tamamen yandı.

 

Edinilen bilgiye göre, gece saat 03.15 sıralarında Sandıklı'nın Kozan Köyü'nde bulunan köy camisinde yangın çıktı. Yangına ilk müdahaleyi köylüler yaparken jandarma ve Sandıklı Belediyesi itfaiye ekiplerinden de yardım istendi. Köye gelen itfaiye ekipleri yangını yaklaşık iki saatte kontrol altına alabildi. Ahşap olarak 1936 yılında yapılan köyün tek camisi çıkan yangında tamamen kullanılmaz hale geldi. Kozan köy muhtarı Mustafa Ergenç, yangının nasıl çıktığını bilmedikleri belirterek, 'Cami 1936 yılında yapılmış. Tarihi ve ahşap olan camiden başka bir cami köyümüzde yok' dedi.

 

Yangında cami tamamen kül olurken, jandarma yangınla ilgili soruşturma başlattı. 

Afyonkarahisar Kent Haber, 18.11.2012

101 NO.LU ODADA ATATÜRK KAVGASI

 

 

Atatürk’ün koruması Rıdvan Gür Arı’nın Pera Palas Oteli’ne hibe ettiği ‘Ata yadigarı’ 42 parça eşya otelin eski ve yeni sahiplerini karşı karşıya getirdi.

 

Kemal Süzer, oteli sattığı işadamından eşyaları geri isteyince Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Onlar milli değer, korumaya alınsın” dedi. Süzer ise, “Parasını verin” diyerek rest çekti.

Atatürk’ün 10 yıl boyunca yakın korumalığını yapan Rıdvan Gür Arı, “Ata”dan kendisine kalan 42 parça eşyayı, 1982 yılında, yaklaşık 7 yıl önce ölen Pera Palas Oteli Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Süzer’e hibe etti. Söz konusu eşyalar, Atatürk’ün zaman zaman kaldığı otelin 101 numaralı odasında, “Ata Müzesi” tabelası altında sergilendi. Baba Süzer’in ölümünden sonra oğlu Kemal Süzer, aile yadigarı oteli borçları yüzünden, İhsan ve Yavuz Kalkavan’a ait Beşiktaş Deniz Yatırımları Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye devretti. Kemal Süzer, 2009 yılında mahkemeye başvurarak, Kalkavanlar’ın şirketinin, “Ata Müzesi”ndeki eşyaları iade etmesini istedi.

Yaklaşık 3 yıldır süren ilginç davaya, geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı da dahil oldu. İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne Avukat Nursel Martı aracılığıyla mahkemeye sunulan müdahale dilekçesinde, “Davacı tarafından iadesi talep edilen söz konusu emtia ile ilgili olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca, 1982 yılından beri demirbaş olarak bulundukları Pera Palas Oteli’nin ‘Atatürk Müzesi’ olarak tescilli bulunan 101 numaralı odasında birebir milli emanet ve tescile tabi terihi eser statüsünde kabul edildiklerinden, 1982 yılında Türk-İslam Eserleri Müzesi Müdürlüğü bünyesinde bir tespit ve tescil çalışması yapılmış, söz konusu bu emtia, korunması gerekli tarihi eser olarak tescillenmiş bulunmaktadır. Bu sebeple, korunması gerekli tarihi eser olarak belirlenmiş bulunan Atatürk’e ait söz konusu eşyaların özel mülkiyete konu edilmesi hukuken mümkün değildir” denildi.

Davacı Kemal Süzer ise bakanlığın taleplerinin reddini istedi. Açtığı davanın “mülkiyet hakkına” dayalı olduğunu öne süren Süzer, “Dava konusu eşyaların, ‘korunması gerekli taşınır kültür varlıkları’ olduğu kabul edilse bile, benden değeri ödenerek satın alınması gerekir” iddiasında bulundu. Mahkeme, geçtiğimiz günlerde görülen duruşmada, bakanlığın “asli müdahale” talebinin önümüzdeki celse karara bağlanmasına hükmetti. Duruşma ertelendi.

Atatürk’e ait eşyalar şunlar: “Kastamonu’da ilk giydiği penema şapka. 1 kasket. 2 kravat. 1 çift siyah ayakkabı. 1 çift terlik. 2 fincan (Biri çay diğeri kahve için). 2 markalı ipekli gömlek. 1 keten deniz şapkası. 1 çift mahmuz. 1 manevra gözlüğü. 1 yakın gözlüğü. 1 diş fırçası. 1 saç fırçası. 1 sedef işlemeli sigara tabakası. 1 gecelik entarisi. Banyo ve sabun kesesi. Son kullan-dığı talk pudrası (kutusu ile birlikte). 1 kaşık. 1 ropdöşambr. Yarım kalmış bloknot. 3 kartvizit. 1 yemek mönüsü. 1 kutu çam tozu. 1 kırık güneş gözlüğü. Biri imzalı 9 tren tarifesi. Diş tozu kutusu. 1 iç çama-şırı takımı. 1 markalı çay kaşığı.”

Vatan, Haber: Cahit Yüce, 17.11.2012

5 BİN 500 YILLIK MUMYANIN SIRRI

 

 

Londra’daki British Museum’da sergilenen 5 bin 500 yıllık antik Mısır mumyasının sırtından bıçaklanarak öldürüldüğü ortaya çıktı.

 

1896’da Mısır’da bulunan, yüz yılı aşkın bir süredir İngiltere’nin başkenti Londra’daki British Museum’da sergilenen genç bir erkeğe ait 5 bin 500 yıllık mumyayla ilgili sır çözüldü.

 

Bilimadamları, 3 boyutlu yüksek teknoloji X-ray cihazlarını kullanarak, Ginger (Zencefil) ismi verilen mumyayı yeniden inceledi. Mumyanın sol kürek kemiğinin hemen altında yara izine rastlandı.

 

Bu yara izine göre Mısırlı, katili tarafından sırtından bıçaklanmış. Daniel Antoine isimli müze yetkilisi “Ginger, bir mücadele sırasında değil, beklemediği bir anda öldürülmüş” dedi. Mumyanın X-ray görüntüleri sergide kurulan ekranda görülebiliyor. 

Hürriyet, 17.11.2012

EN BAYAT YUMURTA 600 YILLIK!

 

Rusya'nın Azov bölgesinde bina yapımı için gerçekleştirilen temel kazısı sırasında bazı tarihi eserler bulundu. Bunun üzerine bölgeye gelen arkeologlar, bina temelinde kazıya başladı. Kazı sırasında tarih eser özelliği bulunan birçok tarım aleti ve toprak küp ortaya çıkarıldı. Ancak kazı sırasında ilginç bir olay yaşandı. 14. yüzyıla ait olduğu belirlenen ve üzerinde herhangi bir darbe izi bulunmayan bir tavuk yumurtası ortaya çıkarıldı. Konuyla ilgili olarak açıklama yapan, Azov Müzesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Andrey Maslovky, daha önce birçok yumurta kabuğu ortaya çıkarıldığını ve bu kadar eski ve sağlam bir yumurtayla ilk kez karşılaşıldığını ifade etti.

Sabah, 17.11.2012

İSTANBUL'UN İLK RESİMLERİ REKOR FİYATLA MÜZAYEDEDE

 

 

İstanbul’dan çok etkilenen ve kendisine ilham veren şehri farklı açılarla betimleyen Rus ressam İvan Ayvazovsky’nin tabloları satışa sunuluyor.

 

Ünlü müzayede kuruluşu Sotheby’s 26 Kasım akşamı gerçekleşecek etkinlikte, Ayvazovsky’nin “Ay Işığında Galata Kulesi” 500 bin ile 700 bin; “Haliç’te Ay Doğuşu” 700 bin ile 900 bin ve “Boğaziçi’nde Gemiler, Konstantinopolis” adlı tablosu ise 80 bin ile 120 bin sterlin taban fiyatla koleksiyonerlerin beğenisine sunulacak.

 

Sanatçının hayatı boyunca birçok kez ziyaret ettiği Osmanlı başkentini resimlerine sık sık konu ettiği biliniyor. Bugün dünyaca ünlü eserlere sahip olmasının arkasında ise Sultan Abdülaziz var. Abdülaziz’in, Ayvazovsky’den 1874 senesinde Dolmabahçe Sarayı’nı süslemesi için İstanbul’un farklı manzaralarını resmetmesini istemesiyle bu eserlerin ortaya çıktığı kayıtlarda yer alıyor.

Sotheby’s, sanatçının tablolarını geçen nisan ayında tanıtmış ve 1856 tarihini taşıyan, ‘Konstantinopolis ve Boğaziçi Manzarası’nı 3 milyon 233 bin 250 sterline satarak sanatçının Türkiye manzaraları arasında bir rekor elde etmişti. Ayrıca, 1845 tarihini taşıyan, “Ay Işığında Galata Kulesi” eseri de Ayvazovsky’nin son on sene içinde müzayedeye çıkan en eski tarihli İstanbul manzarası olarak biliniyor. Resim, sanatçının 1845 senesinde Rus İmparatorluk Donanması’nın Anadolu gezisine eşlik etmek amacıyla İstanbul’a ilk defa gelişi sonrasında yapıldı. Ortaçağ’dan kalma Galata Kulesi’ni betimleyen resim İmparator I. Nicholas’a hediye olarak sunulmuştu.

Zaman, 17.11.2012

CİLALI TAŞ DEVRİ İZLERİ

 

 

Malatya'nın Akçadağ İlçesi'nde 65 milyon yıl öncesine dayanan kaya formasyonlarından oluşan Levent Vadisi'nde yapılan envanter çalışmasında, Cilalı Taş Devri olarak da bilinen ''Neolitik Çağ''a ait yaşam kalıntılarına rastlandı. 

 

Malatya Valiliği Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) Başkanı Levent İskenderoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 28 kilometre uzunluğundaki Levent Vadisi'nin jeolojik formasyonların varlığı açısından son derece güzel bir yer olduğunu söyledi. 

 

Vadide insan eliyle oyulduğu tespit edilen irili ufaklı binlerce mağara olduğunu anlatan İskenderoğlu, ''Bu mağaralarda yaşam izlerini çıplak gözle de gözlemleyebiliyorsunuz'' dedi. 

 

KUDEB olarak vadide envanter çalışması yaptıklarını hatırlatan İskenderoğlu, çalışmanın tamamlandığını belirterek, şunları kaydetti: 

''Bilim adamları, KUDEB'in teknik personeli, yani sanat tarihçisi ve arkeologlarla yaptığımız çalışmayla vadide Paleolitik döneme (Yontma Taş Devri/Eski Taş Çağı) kadar yaşamın olduğu ortaya çıktı. Vadideki mağara yerleşkelerinde Neolitik döneme (Cilalı Taş Devri/Yeni Taş Çağı) ait yaşam kalıntılarına rastladık. Hitit, Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinin izleri de var.

Günümüzde de hali hazırda köylerde yaşam devam etmekte. Mevcut yaşamı da göz önünde bulundurursak, bir tabiat harikası olan Levent Vadisi'nde 10 bin yıldır yaşamın sürdüğü, insanların burayı her dönemde yaşamak için seçtiği ortaya çıktı.'' 

 

Çalışma kapsamında, vadide 26 jeosit alan (jeolojik anlamda önem taşıyan yerler) olduğunu belirlediklerini anlatan İskenderoğlu, vadide aralarında Levent, Kozalak, Bağ ve Sarıhacı'nın da bulunduğu 20'ye yakın köyün yer aldığını bildirdi. 

 

İskenderoğlu, çalışmanın sonuçlarının bastıracakları kitapta yer alacağını söyledi. 

 

Kozalak köyü muhtarı Hüseyin Ünal ise eski adının Hartut olduğunu belirledikleri köylerinin Levent Vadisi'nin içinde yerleşik bulunduğunu söyledi. Levent Vadisi'nde yaşamanın çok güzel bir duygu olduğunu anlatan Ünal, ''Havası temiz, suyu güzel, toprağı mümbit (verimli) bu vadi, içinde yaşayan insana mutluluk verir'' dedi. 

 

Ünal, yörede geçimin fasulye, şeker pancarı, kayısı, nohut üretimiyle sağlandığını belirterek, 52 yaşında olduğunu ve 4 dönemdir köyde muhtarlık yaptığını, buraya dedesinin babasından daha eski kuşakların yerleştiğini söyledi. 

 

Eski uygarlıkların yaşadığı ifade edilen vadinin batı tarafındaki köylerin daha önce nahiye olduğu bilinen Levent Köyüne bağlı olduğunu ifade eden Ünal, vadinin adını bu köyden aldığını, buranın daha sonra göç vererek bucak olmaktan çıkıp köy olduğunu belirtti. 

 

Vadideki Bağ ve Sakalı Uzun köylerinin arazisinin birleştiği noktada bulunan Çerkeztepe Tümülüsü'nün Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından sit alanı ilan edildiğine değinen Ünal, Yalınkaya ve Kozalak köyleri sınırında yine 5 bin yıllık tarihi yapılar olduğunu kaydetti. 

 

Bağ Köyü sakinlerinden Ali Özdemir de atalarının yüzyıllardır yurt edindiği vadide yaşamaktan mutluluk duyduğunu belirtti. 

Malatya Haber, 17.11.2012

MANASTIR ELLERİNDEN GİTTİ, SÜRYANİLER İSYAN ETTİ

 

 

Yargıtay Midyat’ta 276 dönüm arazinin Mor Gabriel Manastırı’nca işgal edildiğine karar verdi ve Hazine’ye tescilledi. Süryani cemaati, Anayasa Mahkemesi’nde karar bozulmazsa AİHM’e gidecek.

 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Mardin Midyat’taki 1615 yıllık Süryani Manastırı Mor Gabriel’in ‘arazilerinin kilisenin malı olduğu’ yönündeki Midyat Kadastro Mahkemesi’nin kararını bozmasının ardından yapılan karar düzeltme istemini de reddetti. Böylece manastırın 276 dönüm araziyi işgal ettiğini belirterek Hazine’ye tescil edildi. Gerekçeli kararda, davalı vakıf tarafından 1935 yılında bildirilen beyannamede, taşınmazların miktarı, mevkii ve sırlarının yazılı olmaması nedeniyle bu taşınmazların bahsi geçen beyanname kapsamındaki taşınmazlardan olduğu için davalı vakıf tarafından kanıtlanmadığına dikkat çekilerek, ayrıca dava konusu taşınmazların vakfa bağış yolu ile geçtiğine ilişkin iddianın duruşmada dinlenilen yerel bilirkişi ve tanıklar tarafından doğru olmadığının bildirildiği belirtildi. Gerekçeli kararda, dairenin bozma kararına uyulması gerektiği kaydedildi. Vakıf karar düzeltme talebinde bulununca Kurul, dosyayı yeniden gündemine aldı. Kurul, vakfın karar düzeltme istemini reddetti. Mor Gabriel Manastırı Başkanı Kuryakos Ergün Yargıtay’ın kararıyla ilgili şunları söyledi: “Bu konunun böyle olacağı belliydi. 1974 yılında Yargıtay bir karar almıştı. O kararda ‘Bizler için Türkiye’de yabancı gayrimüslümler’ ifadesini kullanmıştı. Kanunlarda ne kadar iyileştirme yapılırsa yapılsın, bu zihniyet düzelmiyor. Yasal bir karar almadan sadece yorumla bozuyorlar kararı. Önümüzde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkımız var. Sonuç çıkmazsa AİHM’e gideceğiz. Mor Gabriel Manastırı ve arazileri 397 yılından kalma. Yüzyıllardır bu topraklardan sayısız medeniyet geçmiş, Osmanlı hüküm sürmüş bu manastırın kurulduğu alanın devlete ait olduğu farkedilmemiş mi? Türkiye Cumhuriyeti yargısı için vahim bir karardır. Her şeyi siliyorlar bizlere ait olan. Konuyu Cumhurbaşkanı’ndan ve Başbakan’dan randevu alıp bir kez daha görüşmek istiyoruz.”

Vatan, 16.11.2012

TARİHİ DEĞİŞTİRECEK GERÇEK

 

 

Bilinenin aksine insanoğlunun tespit edilen tarihten tam 200 yıl önce avlanmaya başladığı belirlendi.


Bilimadamları Güney Afrika'da buldukları taş silahlarla ilk insanların tarihten 500 bin yıl önce avlanmaya başladıklarını tespit ettiler. Homo Heidelbergensis adlı türün 500 bin yıl önce taştan mızrak oyup, tahtaya bağlayarak avlandığı belirlendi.


Homo Sapiens ve Neandertaller’in taştan mızrak ucu yaptığı tarihin binlerce yıl öncesine rastlıyor bu bulunan mızrakların yapılış tarihi.


Toronto Üniversitesi'nden Jayne Wilkins, “Bu bulgular gösteriyor ki, modern insanın anatomik gelişmişliğe ulaştığı tarihten 200 bin yıl önceki tarihlerde de başka türler bu teknolojiyi yaratmışlardı. Neandertaller ve insanlar teknolojiyi bağımsız olarak geliştirmediler. Ancak eski atalarından onlara miras kaldı” dedi.

Habertürk, 16.11.2012

BARAJ İNŞAATINDAN TARİH ÇIKTI

 

 

Muğla'nın Milas İlçesi Selimiye beldesi Derince Köyü çevresinde inşası devam eden Derince Barajı'nın yol yapım çalışmaları sırasında tarihi eser kalıntılarına rastlandı.

 

Milas Müze Müdürü Ali Sinan Özbey'in verdiği bilgiye göre, Günlük Köyü yakınlarında eski yolun baraj suları altında kalacak olması sebebi ile köye alternatif yol yapım çalışmalarına başlandı.

Gece de devam eden çalışmalar sırasında tarihi kalıntılar fark edilince çalışmalar durdurularak Milas Müze Müdürlüğü tarafından Koruma Kuruluna sunulan raporla alanda kurtarma çalışmalarına başlandı.

 

Sponsor aracılığı ile temin edilen işçilerle Milas Müze Müdürlüğü ekiplerinin yürüttüğü kurtarma çalışmaları sırasında Bizans dönemine ait olduğu sanılan bir kilisenin kalıntıları bulundu.

 

Çalışmalar 10-15 gün içinde tamamlanarak net sonuca ulaşılmaya çalışılacağı bildirilirken, alanda yapı kalıntısı bulunduğu takdirde önümüzdeki yıl projesi sunularak kazı çalışmalarına başlanacak.

Konuyla ilgili açıklama yapan Milas Müze Müdürü Ali Sinan Özbey, "Gecen hafta jandarma yetkililerinin müdürlüğümüze haber vermesi üzerine gerekli inceleme ve çalışmalarda bulunduk. Çalışma kapsamında arkadaşlarımız da gerekli incelemelerde bulundu. Müze uzmanlarımızın incelemesinden sonra buradaki baraj alanının tahliyesi ile ilgili açılan yol çalışması sırasında büyük ihtimalle bir Geç Roma ve Bizans Dönemlerine ait mimari parçalara ulaşıldığı bilgisi geldi. Arkasından yerel imkanlarla baraj yetkililerinin de desteği ile burada kurtarma kazısına başladık. 10-15 günlük süre içersinde buradaki çalışmaları tamamlayarak buradaki yapının ne olduğunu anlamaya çalışacağız. Arkasından raporlarımızı koruma kuruluna ve genel müdürlüğümüze ileteceğiz. Arkasından da herhangi bir yapının temellerine ulaşmamız durumunda önümüzdeki yıl kazı projesini hazırlayarak genel müdürlüğümüze sunup Muğla Üniversitesi ile işbirliği içinde buradaki kazılara devam etmeyi düşünüyoruz. Üzerinde haç motiflerinin olduğu geç dönemlere ait bir kilise kalıntısıyla karşılaşacağımızı umuyoruz" dedi.

haberler.com, 16.11.2012

HİTİTLER DE ÇALIYORDU

 

 

Alacahöyük'teki kazı çalışmalarını yürüten Prof.Dr. Çınaroğlu, bölgede yer alan bir duvar taşında gitara çok benzeyen telli bir çalgı çalan kişi figürü bulunduğunu söyledi.

 

Prof.Dr. Çınaroğlu, bazı müzikogların çalgıyı gitara, bazılarının ise Orta Asya’da kullanılan başka bir telli çalgıya benzettiklerini söyledi.

 

Çorum’um Alaca İlçesi’nde bulunan Alacahöyük Beldesi’nde yapılan kazı çalışmalarında Hitit dönemine ait eserler arasında yer alan bir duvar taşında telli bir çalgı çalan kişi figürü bilim adamlarını ikiye böldü. Bölgede 1997 yılından bu yana kazı çalışması yapan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden emekli Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, bazı müzikologların figürdeki çalgıyı gitara benzettiğini bazılarının ise Orta Asya’da kullanılan başka bir telli çalgı olduğunu iddia ettiğini söyledi. Duvar taşı üzerinde bulunan ve Hititler’e ait bahar bayramında gerçekleştirilen şenliği tasvir eden kabartmanın yıllardan bu yana bilindiğini dile getiren Prof.Dr. Çınaroğlu, telli çalgıyı çalan insan figürüyle ilgili yıllardan bu yana çeşitli yorum ve değerlendirmeler yapıldığını dile getirdi. Hititler’in bu tür telli çalgıları kullandığını söyleyen Prof.Dr. Çınaroğlu, şöyle konuştu:

"Bu yıllardır bilinen bir konu. Bu figür yıllar önce ortaya çıktı. Yeni bir durum söz konusu değil. Müzikogların bu figürle ilgili farklı düşünceleri var. Ancak, figürde gitarda da olduğu gibi perdelerin bulunduğu görülüyor. Eğer bu bir gitarsa şunu diyebiliriz ki gitarı İspanyollardan önce Hititler çalıyordu. Gerçekten de bu telli çalgı günümüzdeki gitara çok benziyor. Ancak kesin olarak bu gitardır diyemiyoruz."

 

Bölgedeki kazı çalışmalarına bu yıl da devam ettiklerini dile getiren Prof.Dr. Çınaroğlu, yapılan kazılarda Hitit uygarlığına ait eserler bulmaya devam ettiklerini ifade etti.

Hürriyet, Haber: Yusuf Çınar, 13.11.2012



11 - 17 Kasım 2012

TARİHE SAHİP ÇIKIN

 

 

Konya'nın birçok yerinde bulunan Selçuklu ve Osmanlı eserleri belediyelerin yaptığı yanlış belediyecelik anlayışı nedeniyle yok oluyor.

 

Selçuklu Devleti'nin başkenti olan Konya'nın her yerinden tarih fışkırıyor. O dönemden kalma yapıların büyük çoğunluğu bilinçsiz yapılan kazılar sonucu yeni yapılan binaların ve inşaatların altında kaldı. Zindankale Katlı Otopark'ı yapıldı oranın altından Konya'nın Ehmedek'i meydana çıktı. Buraya sanat galerisi yaptılar. Şimdi de Tarihi Kent Meydanı Projesi kapsamında eski adliye alanının bulunduğu yerde kazı çalışmaları sürüyor. Bu kazı çalışmaları Müze Müdürlüğü tarafından görevli arkeologlar tarafından kontrol edilerek kazılıyor. Buradan da Konya'nın tarihi suru veya Selçuklu Devleti'ne ait kalıntılar çıkması bekleniyor. Büyükşehir Belediyesi ise buradaki yatan tarihin üstünü örterek Selçuklu Müzesi yapmayı planlıyor. Buranın yanında Yeni Numune Hastanesi projesi de devam ediyor. Tarihi kalıntı çıkabilecek olan bu alanda ise iş makineleri çalışmaya devam ederken, kazının başında arkeologlar beklemiyor ve onlar kendi çalışmalarını yapmıyor. Her yerinden tarih fışkıran Konya'nın eski kalıntıları üzerine yeni binalar yaparken dikkat edilmesi gerekiyor. Tarihin üzerini kapatarak tarihin yaşatılmak istenilmesi ise duyanları şaşırtıyor.  Eski adliye alanı çevresinde yapılan kazı çalışmasındaki yetkililer, kesinlik kazanmamakla beraber, Selçuklu'nun surlarına rastlanılmasının büyük olasılık olduğunu söylüyor.

Yetkililer burada yaptıkları çalışmalarda büyük biz titizlik gösteriyor. Vatandaşlar Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun verdiği kararın internet sitesinde yayınlanmasını, bu kararlar ile Konya'nın neresinde tarihi eser olduğu ve bu eserin korunması gerektiğini öğrenmek istiyor.


KONYA'NIN TARİHİNİ MUHAFAZA EDEMİYORUZ
Büyük Selçuklu Mimarı Projesi Koordinatörü İbrahim Dıvarcı, Konya'da Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin korunamadığını söyledi. Dıvarcı, “Biz Selçuklu ve Osmanlı eserlerini koruyarak tarihimizi muhafaza mı edeceğiz buna karar vermemiz lazım, bizim temel sorunumuz bu. Konya'nın bugünkü belediyecilik anlayışında bir defa şehir denmiyor, kent deniyor. Dünyanın en kayda değer şehirlerinden bir tanesi Konya. Bu kadar önemli bir şehir olan Konya'da idareciler bunu anlamıyorlar. Onların anlayışı nerede bir tarihi eser varsa bunun yıkılması, Selçuklu ve Osmanlı değerlerini yok etmek. Konya'nın geçmişinde de bir sürü kötü örnek var. Tarihi eserlerin yıkıldığı ve yakıldığı ile ilgili. Bunları biz ne o zamanlar nede şimdi tasvir ediyor ve destekliyoruz” dedi. Konya'da bulunan tarihi eserlerin üzerinin belediyeler tarafından örtüldüğünü dile getiren Dıvarcı, “Konya'nın geçmişinde bir çok cami dinamitlenerek yıkıldı. Bunu şu anda hiç kimse sevip, hoşgörü ile karşılamaz. Bu günkü idarecilerin bunu göz önüne alması gerekir. Ama nedense bunları göz önüne alarak tarihe sahip çıkmak yerine, Selçuklu ve Osmanlı'dan kalma tarihi eserleri yok etmeye gayret ediyorlar. Buna birçok örnek var. Bu örneklerin ilk başında da tarihi eserlerin üzerine ve etrafına katlı otapark yapmaları geliyor. Konya Ehmedek'inin üzerine katlı otopark yaptık. Konya Ovası'nda başka hiçbir yer yok muydu da buraya Ehmedek'in üzerine katlı otopark yapıldı. Bu tarihe saygısızlığın bir benzerini de Karatay Belediyesi gerçekleştirdi. Hatuniye Camii'si arkasına katlı otopark yaparak aynı hatayı tekrar etti” diye konuştu.


ŞEHRİN TARİHİNİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARMIYORLAR
Konya'yı idare eden belediyelerin şehrin tarihini ortaya çıkarmak gibi bir kaygısının olmadığını söyleyen Dıvarcı, “Belediyelerimiz Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin etrafını boşaltalım, onları gün yüzüne çıkaralım diye bir kaygı taşımıyor. Onların tek kaygısı 'Sayın Başbakanımız bu caddeden geçecek, bu caddeyi genişletelim ve daha güzel görünsün' şeklinde düşünüyorlar. Bu tarihi şehir olan Konya için büyük bir ayıptır” ifadelerini kullandı. Dıvarcı, kendisinin Türkiye'nin birçok yerindeki Selçuklu eserlerini gördüğünü oralarda, tarihi eserlerin etrafının boşaltılarak gün yüzüne çıkarıldığını ancak Konya'nın bir tarih şehri olmasına rağmen böyle bir şeyin olmadığını söyledi. Belediyelerin kamuoyunun tepkisi sonucu tarihe sahip çıktığını söyleyen Dıvarcı, “Bir şehri farklılaştıran o şehrin tarihine sadakatidir. Ancak Konya'da bu yok. Şu anda Kent Meydanı olarak adlandırılan çalışmayı ben samimi bulmuyorum. Eğer niyetleri gerçekten böyle ise şu anda o projenin yürütüldüğü yerin Şifahane olduğu biliniyor. Şifahane'nin yeniden restore edilmesi gerekir. Bu işi gösteri için yapmasınlar” dedi.

Merhaba Gazetesi, Haber: Mustafa Özçelik, 16.11.2012

'KUTSAL EMANETLERİ' TİKA RESTORE EDECEK

 

 

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı Pakistan'daki kutsal emanetleri restore edecek.

 

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, TİKA, Pencap eyaletinin Lahor kentindeki Padişah Camisi’nde muhafaza edilen Hz. Muhammed, ailesi ve arkadaşlarına ait eşyaların bulunduğu bölümü, restore etmeye hazırlanıyor.

İlgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle bozulmaya yüz tutmuş eşyaların durumu yerli ve yabancı ziyaretçilerin tepkisine neden oluyordu.

Restorasyon ve taşınmasıyla ilgili olarak Pencap hükümeti Diyanet İşleri Başkanlığında görevli dört kişilik bir ekibin Türkiye’ye gittiği belirtildi. Müzecilik ve koruma teknikleri hakkında bilgi alacak Pakistanlı uzman ekip, Topkapı Sarayı’ndaki kutsal emanetler dairesinde de incelemelerde bulunacak.

Merhaba Gazetesi, 16.11.2012

MİMAR SİNAN'IN ESERİ ÇÜRÜYOR

 

 

Mimar Sinan’ın Balat’ta inşa ettiği Ayakapı Hamamı, bakımsızlıktan harabeye dönmüş durumda.

Kubbesinde incir ağaçlarının büyüdüğü hamam, bugünlerde kereste deposu olarak kullanılıyor.

Tek parti döneminde özel mülkiyete dönüşen hamamın sahibi Hasan Yıldırım da bu durumdan muzdarip. Hamamı restore ettirmek için yeterli maddi güce sahip olmadığını anlatan Yıldırım, müracaatlarının karşılıksız kaldığını söylüyor.

II. Selim'in eşi Nurbanu Valide Sultan'ın Mimar Sinan'a 1582 yılında yaptırdığı Ayakapı Hamamı bakımsızlıktan çökmek üzere. Fatih Abdülezel Paşa Caddesi üzerinde bulunan ve tek parti döneminde bir komutana hediye edilen hamam, kereste deposu olarak kullanılıyor. Uzun süredir restore edilmeyen hamamın kubbesinde incir ağaçları ve çeşitli otlar yeşermiş durumda. Hamama sonradan ilave edilen eklentiler de bu tarihi eseri tanınmaz hale getirmiş.

Hamamın bugünkü sahibi Hasan Yıldırım, Mimar Sinan’ın tarihi eserinin yıkılmak üzere olduğunu söylüyor. Restore ettirmek için maddi imkana sahip olmadığını belirten Yıldırım, hamamın tarihi sürecini şöyle anlatıyor: “Tek parti döneminde bu hamam bir askere hediye olarak verilmiş. Asker de hamamı Kayserili bir tüccara satmış. Büyük amcam da Kayserili tüccardan 1972 yılında satın almış. Amcam vefat edince, hamam benle mükellef olduğum büyükanneme kaldı.”

Hamamın her geçen gün biraz daha yıprandığını söyleyen Yıldırım, “Hamamız ecdadımızın bize bıraktığı gibi durmuyor, elimize de bu şekilde geçmedi zaten. Ne yazık ki şu anda bakımsız halde duruyor. ‘Bu zamana kadar ne yaptınız?’ derseniz; resmi olmasa da gayri resmi olarak birçok kapı çaldık. Çabalarımız ne yazık ki karşılıksız kaldı. Hamamın bu şekilde harabeye dönüşmesi bizi çok rahatsız ediyor. Bu halini görünce üzülüyorum. Hamamı tek başıma onaracak ekonomik gücüm yok. Biz mütevazı bir keresteciyiz. Bize ağır gelir. Hepimizin isteği bu tarihi yapının günümüze kazandırılmasıdır.” dedi.

‘HAMAMI SATIYORUZ’
Eseri korumak istemelerine rağmen yatırım yapamadıklarını ifade eden Yıldırım, bu nedenle yatırımcılar aradıklarını belirtti. “Hamamı satmaya çalışıyoruz.” diyen Yıldırım, İyi bir ortaklık teklifi gelmesi halinde yap-işlet-devret modelini de düşünebileceklerini söyledi.

Yıldırım, “Bize birçok ortaklık geldi. Manevi inancımızdan dolayı o ortaklıklara sıcak bakamadık. Biz burayı kutsal emanetler olarak görüyoruz. Sol tarafımızda Eyüp Sultan Hazretleri, yukarıda Fatih Sultan Mehmet Hazretleri, Yavuz Sultan Selim Hazretleri… Bunlar bizim büyüklerimiz, atalarımız. Bunlara saygı duyduğumuz gibi diğer taraftan Fener Rum Patrikhanesi var. Oraya da saygı duyuyoruz. Bana göre buralar kutsal emanetlerdir. Buraya öyle bir yer yapılmalı ki onları rahatsız etmemeli. Buraya bir katma değer sağlamalı. Bu mahallenin çehresini değiştirmeli. Üç yıl önce burayı 3 milyon dolara satılığa çıkartmıştık. Bu fiyatı belgelere dayanarak çıkarttık. Rakam üç yıl öncesine aittir. Biz bu rakamı şu an telaffuz bile edemiyoruz. Hamamı satılığa çıkarttığımız için eleştirildik. Keşke bağışlayabilecek gücüm olsa da bağışlasam ama yok. Sonuçta bu tapu, satın alınarak elimize geçti. Tapuyu bir yerlerden almadık. Tapuya bakılabilir incelenebilir.” şeklinde konuştu.

AYAKAPI HAMAMI HAKKINDA
Nurbanu Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan eser, 1930’lara kadar hamam olarak kullanılmış. Yapıya verilen değişik isimler nedeniyle, uzun süre Mimar Sinan’ın eseri olarak anlaşılmamış. Hamam tarih boyunca ‘Çıfıt Hamamı’, ‘Valide Sultan Hamamı’, ‘Havuzlu Hamam’, ‘Yenikapı Hamamı’ gibi isimlerle anılmış. 1997 yılında, bir yüksek mimarın araştırmaları sonucu Mimar Sinan’a ait olduğu anlaşılmış ve bu şekilde tescillenmiş.

Sadece erkeklerin kullanabileceği şekilde tasarlanan Ayakapı Hamamı, Yahudi inancındaki durgun suda banyo yapma geleneğinden hareketle içinde ‘çıfıt batağı’ denilen özel bir havuza da sahip. Dış duvarları kesme taş ve tuğladan yapılan hamamın soyunmalık kısmının üzeri ise kubbe ile örtülmüş. Kubbe üstünde şu anda bulunmayan bir aydınlık fenerinin de olduğu söyleniyor. Eser İstanbul'daki bir kaç havuzlu hamamdan biri olmasıyla da dikkat çekiyor.

Bugün, 16.11.2012

KONYA'DA TARİHİ MÜZE ONARILIYOR

 

Akşehir Batı Cephesi Karargah Müzesi'nin tamir ve bakım çalışmaları başladı.

 

Bakım ve onarım çalışmaları kapsamında, Kurtuluş Savaşı'nda karargah olarak kullanılan tarihi binanın özellikle dış cepheleri elden geçirileceği ve yapılan çalışmalar nedeniyle Batı Cephesi Karargah Müzesi 25 Aralık 2012 tarihine kadar ziyaretçi kabul etmeyeceği bildirildi.


Batı Cephesi Karargahı Müzesi, 1965 yılına kadar Akşehir'de Belediye Dairesi olarak kullanılan iki katlı tarihi binada 1966 yılında ziyarete açılmıştı. Karargah Müzesi binası 1905 yılında konak olarak yaptırılmış Kurtuluş Savaşı'ndan önce belediye ve kaymakamlık olarak kullanılmıştı.

Batı Cephesi Karargahı 18 Kasım 1921 tarihinde Akşehir'e taşınmış 24 Ağustos 192 gününe kadar 9 ay 10 gün süre ile bu bina karargah olarak kullanılmıştı.

Konya Hakimiyet, 16.11.2012

İSTANBUL CADDELERİNE MENDERES TAARRUZU

 

NTV Yayınları’ndan çıkan ‘İstanbul Ansiklopedisi’nin ‘Caddeler’ başlığında, Burak Boysan yapımdan çok yıkımla dikkat çeken Menderes operasyonlarını anlatıyor. 1950’li yıllardan itibaren şehrin dokusunun yırtıldığını söyleyen Boysan’ın yazısından bir bölüm derledik.

 

23 Eylül 1956’da yaptığı basın toplantısında Adnan Menderes, İstanbul’da imar seferberliğiyle ilgili niyetlerini ve açılması düşünülen yolları anlatır. Şubat 1957’de de “İstanbul’un imar mevzu adeta bir zafer alayının hikayesidir. İstanbul’u bir kere daha fethedeceğiz” der. ‘Fethetmek’ kelimesinin anlamını, ‘bir yerin niteliğini değiştirmek’ olarak düşünürsek, sahiden de öyle olur. 1950’lerde modernleşmenin tahrip gücüyle, İstanbul bir şantiyeye dönüşür. Özellikle Suriçi ‘fethedilircesine’ imar edilir. İstanbul’un tarihi dokusundaki değişimde, gene 1950’lerde, başta Vatan ve Millet Caddeleri ile Londra Asfaltı olmak üzere, Atatürk Bulvarı’nın batısında açılan yollar etkili olur. Şehrin denizle ilişkisini değiştirense, Sirkeci-Florya Sahil Yolu, bugünkü adıyla Kennedy Sahil Yolu’dur.


Tarihi binalar yerle bir edildi 
O dönemde ‘silinip süpürülen’ camilerin, medreselerin, çeşmelerin, hamamların sayısı 29’du. Bu sayıya gayrimüslimlere ait tarihi binalar veya konaklar gibi mimari eserler dahil değil... Tarihi Yarımada’da yıkılan veya yeri değiştirilen tarihi binaların sayısı çok daha fazlaydı. Buldozerle bir duvarından girilip öbür duvarından çıkılan tarihi binaların haddi hesabı yoktu.

 

İnsanlar evsiz kaldı
Açılan bulvarlar sadece Tarihi Yarımada’yı değiştirmedi. İmar operasyonunda evleri yıkılanların çoğunun gidebileceği yer yoktu. İstimlaklara, popülist politikalar eşlik etti. Mesela Zeytinburnu, tapusuz gecekondu alanlarına bir örnek oluşturuyordu. Bu nedenle 1953’te çıkarılan ve bir ölçüde gecekondulara tapu verilmesine olanak sağlayan 6188 sayılı yasa, Zeytinburnu için önemliydi. Özetin özeti belki de şudur: 1950’li yıllarda şehrin dokusu yırtıldı.

 

NELER YAPILDI? NELER UNUTULDU?

Londra Asfaltı: Menderes’in imar operasyonlarında önemli yer tutan Londra Asfaltı, Edirne-İstanbul yolunun Küçükçekmece hizasından Topkapı’ya kadar olan 50 metre genişliğindeki kısmıdır. Florya ve Yeşilköy Havalimanı geniş yollarla bu ana yola bağlanır. Asıl amaç Menderes’in söylediği gibi, “Yeşilköy Havalimanı’ndan şehre gelenlerin birinci sınıf bir yoldan girmesini sağlamak, turistlerin Ortaçağ’ın geri bir kasabası manzarası veren bir mahalden İstanbul’a girmesini önlemekti.

 

Millet Caddesi: Londra Asfaltı’nın surlar içindeki devamı olan Millet Caddesi, Topkapı’dan Aksaray’a kadar 50 metre genişliğindedir. Zaten imara Millet Caddesi’yle surların Topkapı’da kesiştikleri yerden; efsaneye göre, Fatih’in İstanbul’a girdiği yerden başlanmıştı. Yapılan yeni yollara en hızlı uyum sağlayanlar, yap-sat apartmanlar ve iş alanları oldu.

 

Vatan Caddesi: 60 metre genişliğindeki Vatan Caddesi, Aksaray’ı, İstanbul’da yapılacak 100 bin kişilik stadyuma bağlayacaktı. Plana göre, o stadyumun çevresine ‘spor siteleri’ de yapılacak ve İstanbul’da olimpiyat düzenlenecekti. O yıllarda imarda çalışanlar ‘stadyumun çabuk boşalması için yolun geniş tutulduğunu’ söylerler.

 

Aksaray Meydanı: 1950’lere kadar ‘muteber’ bir semt olan Aksaray, Menderes operasyonlarından sonra zor günler yaşamaya başladı. Aksaray Çarşısı’yla birlikte Yenikapı’da bulunan, dar sokakları ve 19’uncu yüzyıldan kalma evleriyle dikkat çeken Rum Mahallesi de yıkıldı.

 

Kennedy Sahil Yolu: O zamanlar belki de İstanbul’un simgesi, çevresindeki su alanlarının çeşitliliğiydi. 1950’lerde açılan Kennedy Sahil Yolu’yla beraber şehrin suyla olan ilişkisi bozuldu. Sahil yolları sonraki yıllarda İstanbul’un başka yerlerinde de tekrarlanacak ve şehrin suyla ilişkisi bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Sirkeci’den Florya’ya uzanan 22 kilometre uzunluğunda ve 30-50 metre genişliğindeki sahil yolunun önemli bir bölümü, denizden doldurma suretiyle yapılmıştı. Bütün operasyonlar arasında o yıllarda en çok övülen bu yol oldu. Sarayburnu’ndan itibaren sahil boyunca bütün yarımadayı kat edip Yeşilköy’e kadar uzanan Kennedy Sahil Yolu, Avrupa şehirlerinde rastlanan eski şehri kuşatan ve modern bölgelerden tecrit eden ‘teğet çevre yolu’ formunu tekrar eder. Ancak bizdeki en belirgin fark, eski şehri yeni gelişme alanlarından değil, denizden tecrit etmesidir.

 

1930’lu yılların sonunda hazırlanan ‘Prost’ adlı plana göre, Vatan Caddesi’nin olduğu yere, ‘1 Numaralı Park’ adında bir park yapılacaktı. Dolmabahçe vadisinde yer alacak ‘2 Numaralı Park’, ‘Demokrasi Parkı’ adıyla hayata geçirilirken, ‘1 Numaralı Park’ unutuldu. Eğer yapılsaydı, şimdiki Vatan Caddesi’nde, sağında zoolojik, solunda botanik parkı uzanan upuzun bir park yolu olacaktı.

Milliyet Cadde, Haber: Neşe Mesutoğlu, 16.11.2012

AVRUPALI KOLEKSİYONERLER ENDİŞELİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı 19-21 Kasım’da Gaziantep Zeugma Müzesi’nde ‘Güney - Doğu Avrupa Kültür Varlıklarının Yasadışı İthalat, İhracat ve Mülkiyet Transferinin Yasaklanması’ adıyla büyük bir sempozyum düzenliyor. Sempozyumun hedefi yasadışı yollarla yurtdışına kaçırılan tarihi eserlerin korunması için ortak mücadele geliştirmek. UNESCO Genel Direktörü Irina Bokova’nın önerisiyle hayata geçirilen toplantıya UNESCO, Interpol, ICOM (Uluslararası Müze Konseyi) gibi kuruluşların üst düzey yöneticileri ile pek çok ülkeden kaçakçılıkla mücadele uzmanları geliyor.

 

Anadolu kökenli eserler
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ’ın kaçırılan eserleri geri getirmekte kararlı adımları ve Almanya ’dan Boğazköy Sfenksi’nin getirilmesiyle birlikte başlayan süreçte, ABD Metropolitan Müzesi’nden Herakles heykelinin üst yarısı, daha sonra ABD Penn Müzesi’ndeki Truva Hazineleri’ne ait 25 parça eser geri alınmıştı. Türkiye ’nin ünlü Avrupa müzelerinin vitrinlerini süsleyen Anadolu kökenli eserlerin peşini bırakmaması, Avrupalı koleksiyonerleri telaşlandırdı.

Almanya Berlin, Fransa Louvre, İngiltere British Museum, Danimarka David’s Samling, Portekiz Clouste Gulbenkian koleksiyonunda yer alan Anadolu kökenli eserleri iade etmeye başladığında, bu müzelerin envanterlerinde ciddi düşüş yaşanacak. Daha da kötüsü Mısır , Suriye , Irak, İran gibi ülkelerin de Türkiye modelini takip etmesi koleksiyonerlere büyük darbe vuracak.


Türkiye uzun yıllardır yapmadığını son iki yılda başardı ve Avrupalı koleksiyonerler artık Anadolu’dan gelen eserleri envanterlerine dahil etmekten çekinmeye başladı.


Gaziantep’te düzenlenen toplantı, mevzuat geliştirme, uluslararası işbirliği ve uzmanlaşmış ulusal hizmetlere odaklanan küresel işbirliği stratejileri için önemli bir fırsat. INTERPOL, İtalyan polis teşkilatı Carabinieri, İsviçre Federal Kültür Ofisi gibi kurumlar bir araya gelecek. Türkiye’nin bu yöndeki politikasını öğrenmek isteyen koleksiyonerlerin gözü bu toplantıya çevrildi.


Yeni açılan Zeugma Müzesi salonlarında Gaziantep Valiliği, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve UNESCO ile ortaklaşa düzenlenen toplantı üç gün sürecek. Toplantıya Arnavutluk , Bosna Hersek , Bulgaristan , Hırvatistan , Karadağ, Romanya, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya ülke olarak katılıyor. Ayrıca Fransa, İtalya, İsviçre’den uzman isimler geliyor.


Yurtdışına kaçırılmış Anadolu kökenli eserlerden başlıcaları:
LOUVRE MÜZESİ: 2. Selim Türbesi İznik Çini Pano, Piyale Paşa Çinileri, 3. Murat Türbesi ve 1. Mahmud Kütüphanesi Çinileri
BERLİN MÜZESİ: Beyhekim Cami Mihrabı, Aphrodisias İhtiyar Balıkçı Heykeli, Bergama Zeus Sunağı, Truva Hazineleri’nin bir kısmı
BRITISH MUSEUM: Sidemara Lahti, Eros Başı, Knidos Aslan Heykeli, Bodrum Mozolesi, Ksantos Nereidler Anıtı
DAVID’S SAMLING MÜZESİ (DANİMARKA): Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi sandukası, Nuruosmaniye Kütüphanesi Kuran sayfaları, Cizre Ulu Cami kapı tokmağı

Radikal, Haber: Ömer Erbil 16.1.2012

MOR GABRİEL KİLİSESİ'NİN SON UMUDU İREYSE BAŞVURU

 

Mardin'in Midyat İlçesi'nde 2008'de kadastro çalışmaları yapılırken Yayvantepe, Eğlence ve Çandarlı köylerindeki arazilerin 276 dönümü Mor Gabriel Kilisesi Vakfı'nın arazisi olarak tescil edildi. Hazine bu işlemin iptali için dava açtı. Midyat Kadastro Mahkemesi, Hazine'nin talebini reddetti. Ancak Yargıtay 20'nci Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını bozdu. Mahkeme kararında direnince dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na geldi. Genel Kurul geçtiğimiz ay mahkemenin kararını bozarak arazilerin devlete ait olduğuna karar vermişti. Genel Kurul önceki gün davayla ilgili son sözünü söyledi ve kilisenin işgalci olduğuna karar verdi. Mor Gabriel Kilisesi şimdi "mülkiyet hakkının ihlal edildiği" gerekçesiyle, bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi'ne başvuracak.

Sabah, Haber: Ersan Atar, 16.11.2012

ÇİN'İN GİZEMLİ ORDUSU TÜRKİYE'YE GELİYOR

 

 

İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda 20 Kasım'da açılacak Çin'in Hazineleri Sergisi'nde, 5 Terra Cotta askerinin yanı sıra 100'ü aşkın eserin sergileneceği belirtildi.

Çin, normal uygulamada birden fazla Terra Cotta askerini karma sergilere göndermiyor ancak edinilen bilgiye göre, Türkiye için özel bir düzenleme yapılmış.

Sergide, dünyada eşi olmayan Terra Cotta askerlerinin yanı sıra Pekin'deki Yasak Şehir ve Şanghay Müzesinin de eserleri kamuoyuna açılacak. Terra Cotta askerleri sergisinde ayrıca, genelde Çin dışına çıkarılmayan Terra Cotta atı da sergilenecek.

Eserler için büyük miktarda sigorta bedeli ödendiği, eserlerin muhafazası için özel önlemler alındığı bildirildi.

Bu tür sergilerin hazırlık aşamasının normalde 2-3 yıl aldığı belirtilirken, Türk ve Çin makamlarının bu sergiyi 1 yıl içinde hazırladığı belirtiliyor.
Çin Sanat Sergiler Kurumu Müdür Yardımcısı An Yao, düzenlenen basın toplantısında, İstanbul'da 3 ay sergilenecek eserlerin iki ülke halklarının birbirini daha yakından tanıma fırsatı vereceğini söyledi.

An, Topkapı Sarayı Müzesi'nin günde 10 bin kişiyi ağırladığını ifade ederek, Topkapı Sarayı Müzesi'nin Türk müzeciliğinde önemli bir mekan olduğunu anlattı.

Çin'in Hazineleri Sergisiyle eş zamanlı olarak İstanbul Tophane'de, Çin'in Gansu eyaletinin "Dunhuang Mağaraları" sergisi de düzenlenecek.

TERRA COTTA ASKERLERİ

Çin'de 11 hanedanlığın başkentliğini yapmış ülkenin orta kesimindeki Şian'da bulunan Terra Cotta askerleri, dünyanın en büyük kral mezarlarından biri olarak kabul edilen "Çin Şı Huang'ın mezarını koruyor".

56 kilometrekarelik dev mezarın etrafında Çinli bir köylü tarafından rastlantı üzerine bulunan binlerce toprak asker, normal insan ebatlarında ve her biri dönemin askeri nizamına göre dizilmiş şekilde duruyor.

Savaş öncesi hazır konumda bekleyen binlerce asker, dönemin at arabaları ve atlar, orijinaline uygun şekilde boyanarak dönemin imparatoruyla birlikte gömülmüş.

Toprağın altından ilk çıkartıldığında renklerini koruyan Terra Cotta'ların havayla temasının ardından boyaları birkaç gün içinde siliniyor. Bu nedenle bölgede daha fazla olduğu bilinen askerler gün yüzüne çıkartılmıyor ve renginin korunması için teknolojiler geliştirilmeye çalışılıyor.

Sabah, 16.11.2012

MİLAS'TA ROMA DÖNEMİNE AİT SARNIÇ ORTAYA ÇIKARILDI

 

Arkeoloji tarihi açısından son 100 yılda bulunan en önemli tarihi eserler arasında gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin bulunduğu Uzunyuva'da yürütülen kazı çalışmalarında, Bizans dönemine ait Sarnıç gün yüzüne çıkarıldı.

 

Milas Kaymakamı Bahattin Atçı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazı çalışmalarının Kral Hekatamnos mezarının üzerini kapatan büyük podyum çevresinde devam ettiğini söyledi.

Çalışmalar sürerken kazı alanında çok değerli tarihi eserler ve mozaiklerin ortaya çıkarıldığını belirten Atçı, "Kazı çalışmalarımız halen devam ediyor. Bu kapsamda devam eden çalışmalarda İstanbul'daki Yerebatan sarnıcına benzer su ihtiyacını temin eden bir Sarnıç ortaya çıkarıldı.

Gerçekten büyük bir yapı. Kazı ekibi bu alanda kazı çalışmalarını büyük bir titizlikle sürdürüyor" dedi.

 

Alanın tamamının ortaya çıkarılması için yapılması gereken çalışmalar olduğunu, ama bu haliyle bile sütunlar üzerine oturmuş, korunmuş iyi bir yapı göründüğünü dile getiren Atçı, burada iki Bölümlü bir yapı olduğunu anlattı.

 

Atçı, Milas'a paha biçilmez bir mekan kazandırıldığını, bilim adamlarının Uzunyuva kazı alanındaki her ayrıntıyı değerlendirerek merakla üzerine gittiğini ve titiz bir çalışma yürüttüklerini kaydetti. Sarnıçların bulunduğu alanın diğer tarihi mekanlarla bütünlük içinde olduğuna dikkati çeken Atçı, bundan sonraki çalışmalarda da ortaya yeni eserler çıkarılacağını ifade etti.

 

Çalışmaların önemine göre alanda yeni kamulaştırmaların yapılabileceğine işaret eden Atçı, "Yapılan kamulaştırma çalışmalarında 10 dönümlük bir alanımız vardı, bunun 15-20 dönüme çıkarılması söz konusu. Bu, yürütülen çalışmalarda ortaya çıkarılacak. Şunu söyleyebiliriz ki Milas'ta 5 kilometrelik alan içinde çeşitli tarihi dönemlere ait çok değerli eserler var. Bunların tümünü beraber düşündüğümüzde Milas ülkemizin, hatta dünyada bölgenin önemli tarihi mekanlarından biri haline geliyor" diye konuştu.

 

Milas Arkeoloji Müze Müdürü Ali Sinan Özbey ise yaklaşık bir ay önce Uzunyuva'da yürütülen kurtarma kazı çalışmalarında Roma dönemine ait, tabanında mozaikler görülen bir mimari yapı ile karşılaştıklarını anımsattı.

 

Alanda devam eden çalışmalar kapsamında aynı alanın doğusunda küçük bir boşluk görünce kapsamlı bir çalışma yürüttüklerini belirten Özbey, şunları söyledi:

"Çalışmalarımızı genişletince Bizans dönemine ait geniş bir sarnıcın varlığı ortaya çıktı. 2011 yılında kurul kararı ile yürüttüğümüz yıkım işlemlerinden sonra böyle bir dokuya ulaşmak bizi şaşırttı. Dolgu olacağını düşündüğümüz alanda Sarnıç yapısıyla karşılaştık. Bu Sarnıç doğu-batı yönünde uzanıyor ve 4 sütun üzerinde yer alıyor. Sütunların yüksekliği 1 metre 20 santimetre. Daha erken dönemlere ait malzemeler, burada kendi dönemlerinin dışında devşirme olarak kullanılmış. Şu anda yapının içinde müthiş bir dolgu var."

 

Çalışmaların kapsamlı şekilde devam ettiğini vurgulayan Özbey, "İçerideki dolgu temizlendikten sonra Yerebatan sarnıcının minyatür bir örneğiyle karşılaşacağımızı düşünüyoruz. Yapılacak kazı çalışmalarıyla alanın ziyaret edilebilecek farklı özellikler taşıyabileceğini düşünüyoruz" dedi.

 

Özbey, sarnıcın içindeki molozları yıl sonuna kadar boşaltmayı planladıklarını bildirerek, restorasyon işleminin ardından Heketamnos anıt mezarı ile daha bu dönemlerin mimari özelliklerinin gelecek kuşaklara tanıtılmasına katkı sunacağını dile getirdi.

 

Özbey, yağmur sularının çalışmaların yapıldığı alana zarar vermemesi için de çalışma yapıldığını, yaklaşık 10 metre genişliğindeki alana yağmur suyunun girmemesi için geçici koruma çatısı yaptıklarını kaydetti.

Haberler.com, Haber:Durmuş Genç, 15.11.2012

ATATÜRK'ÜN MİLLET ÇİFTLİĞİ KRALA SATILDI

 

 

Atatürk'ün 1929 yılında kendi parasıyla satın alarak tarımın gelişmesi için halka bağışladığı Millet Çiftliği'nin bir bölümü turizm tesisi yapılması için Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz'e satıldı.

 

Atatürk’ün kendi parasıyla satın aldığı, tarımın gelişmesi için çalışmalar yapılan çiftlik 1937’de vasiyeti üzerine millete bağışlanmış, daha sonra Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) tarafından kullanılmıştı.

3 bin dönümlük TİGEM arazisinden 80 dönümlük alan 1994 yılında Belediye Canlı Ağaç Müzesi (arboretum) yapılması şartıyla Tarım Bakanlığı tarafından Yalova Belediyesi’ne tahsis edilmişti. 17 Ağustos 1999 Büyük Marmara depreminde çadır kent alanı olarak kullanılan canlı ağaç müzesi kullanılamaz duruma gelmişti.

Yalova Belediyesi daha sonraki yıllarda 80 dönümlük araziyi Belediye Meclis kararıyla önce konut alanı, daha sonra da turizm alanı olarak imara açtı ve ihaleye çıktı. CHP Yalova İl Başkanı Özcan Özel, Yalova Valiliği’ne başvurarak ihalenin iptalini istedi. Ancak 12 Kasım’da Yalova Belediyesi’nde yapılan ihaleyle 5 ayrı parselden satışa çıkarılan arazinin büyük bir bölümünü Suudi Arabistan firması Merosa satın aldı.

Yalova Belediye Başkanı Yakup Koçal, şirketin Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdüllaziz’in olduğunu söylediğini belirtip firmanın Yalova’ya 250 milyon liralık yatırım yapmayı planladığını belirtti. Yalova Belediye Başkanı Koçal, “Merosa şu anda Sapanca’da villalar yapıyor. Arboretumun tamamını Merosa alacak. Yaklaşık 250 milyon TL’lik bir yatırım yapmayı öngörüyorlar. Ortadoğu’nun ve bu bölgenin en büyük turizm yatırımını buraya yapmayı planlıyorlar. Bu Yalova için çok iyi bir şey. Bu yatırım zengin Ortadoğuluların Yalova’ya gelmesi anlamına geliyor. Hem yatırımın büyüklüğü hem de oluşturacağı turizm potansiyeli itibarı ile Yalova’ya önemli katkılar sağlayacak. Olurlarını verdik, satış muamelesi de bitti” dedi.

Cumhuriyet, Haber: Faruk Kırtay, 15.11.2012

HAYDARPAŞA PORT'A ONAY

 

 

İstanbul’un tartışmalı projelerinden olan “Haydarpaşa Port” onaylandı.


İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Kasım ayı toplantılarının üçüncü bileşiminde, “1/5000 ölçekli Harem Bölgesi ile Haydarpaşa Liman ve Geri Sahası Nazım İmar Planı’na ilişkin değişiklik teklifi”nin yer aldığı komisyon raporu oylamaya sunuldu. CHP üyelerinin “red” oyu verdiği rapor, AKP üyelerinin oylarıyla kabul edildi.


Projenin hayata geçmesiyle Haydarpaşa Limanı ve gerisindeki alanın imar planında değişiklik olacak. Kabul edilen komisyon raporunda, “İstanbul Boğazı Karayolu Geçiş Tüneli Projesi”nin bir bölümünün Haydarpaşa Liman Sahası’nın içinde bulunduğu ifade edilerek, bölgedeki yapılaşmanın tünel kenarlarından 20 metre uzaklıkta olması gerektiği söylendi.


Raporda, kıyı bölgesindeki yeşil alanın korunacağı da öne sürüldü.


“1/5000 ölçekli Harem Bölgesi ile Haydarpaşa Liman ve Geri Sahası Nazım İmar Planı”, 19 Haziran 2012’de onaylanmıştı. Mimarlar Odası ve demokratik kitle örgütleri, tarihi değerleri ve doğayı tahrip edeceği için  projeye karşı çıkıyor.


NELER OLACAK?

Haydarpaşa ile Harem bölgesini turizme ve ticarete açacak olan Haydarpaşa Port projesi, TCDD mülkiyetinde bulunan ve Üsküdar’a dek uzanan yeşil alanı büyük oranda kamuya kapatacak. Haydarpaşa Port projesi kapsamında, kruvaziyer yat limanına ek olarak oteller, yat kulüpleri, kongre salonları, iş merkezleri, rezidanslar ve AVM’ler inşa edilerek kıyı şeridi sermayenin hizmetine verilecek. Alandaki TCDD lojmanları dahil olmak üzere mevcut TCDD yapıları, TMO binaları, silolar ve TCDD manevra alanı ise proje kapsamında yıkılacak.

Evrensel, 15.11.2012

HAYDARPAŞA PORT TÜPE TAKILDI

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın “Tüp geçit var. Bina yapılamaz” itirazı üzerine, Haydarpaşa Garı ve Liman Dönüşüm Projesi için TCDD arsalarına verdiği ticaret imar iznini iptal etti. Arsalar imar planına yeşil alan olarak işlendi.

 

Haydarpaşa Port Projesi’yle ilgili imar planları oluşturulurken, Haydarpaşa Garı’nın çevresi turistik ve ticari merkez, arka taraftaki TCDD arsaları ise kamu hizmet alanı olarak belirlenmişti. TCDD arsaların ekonomik değerinin düşeceğini ve kurumun zarara uğrayacağını belirterek planların yeniden düzenlenmesini istedi. TCDD’nin talebi 13 Nisan 2012’de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin gündeme geldi. TCDD arsalarına 2 katla sınırlı olmak kaydıyla ticari imar izni çıktı. Böylece Haydarpaşa Port Projesi daha da büyümüş oldu.

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, İstanbul Boğazı’nın altından geçecek Karayolu Tüp Geçişi Projesi’nin imar planlarına işlenmediğini belirledi. Bakanlık İBB’ye gönderdiği yazıda, tüp geçişinin güzergahı üzerinde yapı yaklaşma sınırları olduğunu, bu durumun gözardı edilmesi halinde ileride sakıncalar doğurabileceğini belirtti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi uyarı üzerine bölgede yeni bir imar planı hazırladı. Tüp geçitin tehlike sınırında kaldığı gerekçesiyle TCDD arsalarına verilen ticaret imar izninin kaldırılması kararlaştırıldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin dün yapılan oturumunda gündeme gelen plan teklifi kabul edildi. TCDD arsaları yeni imar planına yeşil alan olarak işlendi.

TCDD yeni imar planları hazırlanırken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bir yazı göndererek, kaybettiği haklarının projenin başka bir kısmında yeniden verilmesini istedi. Düzeltme taleplerini inceleyen Büyükşehir Belediye Meclisi, TCDD arsalarındaki imarın geri alınmasından kaynaklanan hak kaybının projenin başka bir kısmında telafi edilmesini de karara bağladı.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 14.11.2012

BODRUM DÜNYANIN YEDİNCİ HARİKASINI GERİ İSTİYOR

 

 

British Museum'da sergilenen ve dünyanın yedi harikasından biri olan Mausolleum (Mozole)'un Türkiye'ye iade edilmesi için 2013 Ocak ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'nde 30 avukatla dava açmaya hazırlanan Av. Remzi Kazmaz'ın çalışmaları sürüyor. Aynı zamanda film yapımcısı ve yazar olan Kazmaz, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'dan sonra söz konusu tarihi eserin ait olduğu, Muğla'nın Bodrum İlçesi Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'u da ziyaret ederek destek istedi.

Bodrum Belediyesi'nde düzenlediği basın toplantısında, Mausolleum'un Osmanlı döneminde İngiltere'ye götürüldüğünü anlatan Av. Kazmaz, geri getirilmesi için çalışmalarının devam ettiğini söyledi. Toplantıya katılan Başkan Kocadon'dan destek isteyen Kazmaz, ''Sivil toplum örgütleri olarak bir çalışma başlattık. Bakanlık, bu konuyla ilgili bize söz verdi. Bodrum Belediye Başkanı olarak sizden de gerekli desteği istiyoruz.'' dedi.


Kocadon da mozolenin geri alınması için başlatılan kampanyada ilk imzayı atanlardan birisinin kendisi olduğunu söyledi. Dünyanın yedi harikasından birisinin Bodrum'un olmasından dolayı şanslı olduklarını belirten Mehmet Kocadon, ''Biz mozoleyi yeterince ne tanıtabildik ne de bundan faydalanabiliyoruz, çünkü anıt mezar olarak düşünüyoruz ama öyle değildir. Mozole, bu topraklarda yaşayan aşkın, gücün ve sadakatin bir simgesidir.'' diye konuştu. Başkanı Kocadon, Remzi Kazmaz'a yurtiçi ve yurtdışında destek sözü verdi.<


Toplantının sonunda Av. Kazmaz, Kral Mausolos'un eşi Artemisia'ya duyduğu aşkı ölümsüzleştirmek amacıyla yapılan mozole hakkında yazdığı "Aşkın Mabedi" isimli romanını Başkan Kocadon'a hediye etti.

Habertürk, 15.11.2012

BEYOĞLU HAKKINDA HERŞEY


Habertürk TV'de ekranlara gelen 'Açık ve Net' programının konuğu Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan oldu. Zafer Arapkirli'nin sorularını yanıtlayan Demirca bir dizi konuda açıklama yaptı. Demircan'ın konuşmasından ana başlıklar şöyle:

İstiklal Caddesi'nin altında tarihi bir tonoz var. O caddede zemin hiçbir zaman güzel olmadı. Granit taşlarının kaplanmasıyla o dönem için herhalde bir problem olmaz diye düşünüldü ama neticesi böyle olmadı. Bu kez Büyükşehir Belediye başkanımız alttaki tonozu güçlendirmeden bir şey yapmayalım dedi ve daha sonra betonu kuvvetlendirme yapıldı. Netice o güçlendirme bittikten sonra tamamlanmış olacak.

ALTYAPI GÜÇLENDİRİLİNCE CADDE DÜZELECEK
Beyoğlu son 10 yıldır sürekli çalışma içerisinde. Caddeyi  güzelleştiriyoruz. Hızlı büyümenin, bina bazında yenilenmenin yollara getirdiği birtakım yükler oluyor. Hepsi üstüste gelince İstiklal Caddesi'nde böyle bir sıkıntıyı yaşadık maalesef. Büyükşehirimiz caddenin altyapısını tamamlamasının ardından taşlarda oynama olmayacak. Esnafımız haklı olarak caddenin biran önce yapılmasını istiyor. Ancak aceleye getirilince iyi sonuç vermiyor....

EMEK SİNEMASININ SALONU KORUMA ALTINDA
Bugün AVM'lerin hepsi Beyoğlu'ndaki sinemaların rakibi oldu. Konforlu mekanlar arttıkça, AVM'ler ortaya çıktıkça buradaki sinemalar müşteri bulamaz hale geldi. Vatandaş hem eskiyi yaşamak hem de konforu yaşamak istiyor. Emek sineması tartışılırken bu hep gözardı edildi. Emek sineması bu haliyle zaten kullanılmıyor. Şu anda Emek sinemasındaki salon birebir korunuyor. Bu projeyle birlikte 10'dan fazla küçük salon ve büyük salon korunarak komplekse dönüştürülecek.

GÜNÜMÜZÜN İHTİYAÇLARINI DİKKATE ALIYORUZ
Sivil mimari örnekleri yapılırken bunların restorasyonlarında günümüzün ihtiyaçlarını dikkate alan ama geçmişi koruyan, yenilikçi bakış açısıyla binaları restore eden anlayışa ihtiyacımız var. Tarlabaşı'ndaki binaların bazıları yıkıldı bazıları korunarak yenilendi. Tarihi binalardan bazıları birebir korunarak restore edilir. Bazı binalarda cepheleri tutulup içleri değiştirilir. Bazı binalarda röleveleri aynen kopya edilir, projelendirilir, yıkılır ve aynı şekilde yapılarak korunur. Bunlara Anıtlar Kurulu'ndaki ilgili hocalar karar verir, belediyeler karar vermez. Belediye bir şehrin lideridir. Gidip dükkanda ticaret yapmaz.

BEYOĞLU'NDA BİNLERCE BİNAYI RELOVE ETTİK
Ben 9 yıldır burada belediye başkanıyım. Beyoğlu'nda binlerce bina relove edilmiştir. Eskiden 100 sene evvel yapılmış binalar, fonksiyonlarıyla zaman içerisinde kullanım değişikliklerine muhatap oluyor. Müşterinin beklentisi değişiyor. Eğer bu beklentilere göre hareket edilmez ise bu binalar kullanılmaz hale gelir diyorum. Dünyadaki örmekleri böyle. Tarlabaşı'ndan geçerken 'kendi kendine bırakılırsa buraları yok olacak' diye içinizden geçmedi mi? Biz liderlik yaparken bu işin yapılmasının, önünün açılmasını istiyoruz.

TARLABAŞI BİNA STOĞU GÖRÜNTÜSÜ VERİYORDU
Tarlabaşı'nda çoğu bina terkedilmiş, bir yapı stoğu görünümü veriyor. Vatandaş da bu tablodan mutsuzdu. Biz Tarlabaşı'nda bu binaların tamamıyla değil ama 278'i ile dönüşüm yapalım dedik. Burada mülkiyetler var, farklı malikler var. İnsanlar bu binaları tek başına röleve etmek istemiyor. Çünkü tek başına restore etmek ciddi pahalı. Burada tıpkı Sütlüce Kongre Merkezi'nde olduğu gibi, dıştan baktığınızda eskiyi görüyorsunuz ama içine girince bugünün modern ihtiyaçlarını karşılayabilecek yapılar görüyorsunuz.

ÇOĞUNLUĞUN KARARINA AZINLIK HÜKMETMESİN
Bu dönüşümü yapabilmek için yasal düzenlemelere ihtiyaç oldu. Sayın Başbakanımız bu konuda çok destekleyici bir tavrı oldu. Oradaki mantık şuydu çoğunluğun istediği bir şeye küçük bir azınlık tahakküm etmesin. İstiklal Caddesi'nde restorasyonu yaparken bugünün ihtiyaçlarını görerek geleceğe tasarlıyoruz. İnsanlar kapalı mekan AVM istiyor diyemeyiz. İnsanlar havası açık, güvenilir alanlar arıyorlar. Tarlabaşı'nda restorasyon bittiğinde oranın amiral gemisi oluşacaktır. Bunu görüyor ve hissediyoruz.

BEYOĞLU ESKİ KÜLTÜRÜNE YENİDEN KAVUŞUYOR
Bütün dünyada Paris'te, Londra'da kentim master kullanımı vardır. Mümkün olduğunda restaurantların sokağa masa koymalarına izin veriyoruz. Ancak ara sokaklarda buna izin vermiyoruz. Ara sokaklardaki apartmanların üst katlarında da yaşam devam ediyor. Neticede şehrin gelişmesi adına bu tür yerlere müdahale ettik. Bu yasağa uymayanlara tavrımızı net koyduk. Beyoğlu yeme-içme kültürüne yeniden kavuşuyor.

İŞLETMELER KALDIRIM TAŞI GİBİ GÜZEL OLMALI
Restaurantlarımızın sayısı çoğalıyor. Biz kalite peşindeyiz. Beyoğlu şehrin yüzük taşı. Buradaki işletmeler, binalar, buranın kaldırım taşı kadar özenli olmalıdır. Burası bizim kültür mirasımız ise buraları hakedecek işletmeler olmalı. O dönemde bir şey tartışılırdı. Bu tartışma esnasında bazıları zarar görmüş de olabilir.

İNSANLAR GÜZEL BİR YAŞAMA GÜLÜMSEYECEKLER
Okmeydanı'nda binlik ve 5 binlik planlar yaptık. Buralarda planlamayı yaptık ki, evi yeşil alanda olan insanlar mağdur olmasınlar diye. Şimdi tapularını vereceğiz. 30 tane bölgede insanlar ciddi ve güzel bir bölgede yaşama gülümseyecekler. Kentsel dönüşümde insanlar 'belediye gelecek evimizden çıkaracak' gibi yersiz endişelere kapılmasın. Böyle bir şey yok. Geçmişte müteahhitlere tek tek apartımanlar yapıldı. Bu esnada temel atmada ve malzemede ciddi sıkıntılar yaşandı. Ancak toplu dönüşümlerde bu tür sıkıntılardan bahsedilemez.

Habertürk, 15.11.2012

KAYA RESİMLERİ İÇİN ARKEOLOGLAR AYAKLANDI

 

 

Radikal ’in gündeme getirdiği Latmos Dağları olarak bilinen antik ismiyle ‘Herakleia’daki kaya resimlerini tehdit eden taş ocakları arkeologları ayaklandırdı. Aktüel Arkeoloji dergisi tarafından organize edilen 17 Kasım’da başlayacak olan ‘Anadoluya Saygı’ gezisine katılacak olan aktivistler Latmos’a gidecek. Türkiye ’nin çişitli illerinden çok sayıda otobüsle hareket edeceklerini belirten aktivistler şunları söylüyor: Dünya kültür mirası olan 8 bin yıllık kaya resimlerini tehdit eden taş ocaklarına karşı Anadolu’nun hafızasını korumak gerek. ‘Sadece Anadolu tarihi için değil, dünya tarihi adına çok önemli bu eserler tehdit altında. Eğer bu ocakların faaliyetleri engellenemezse 8 bin yıllık hafızamız, Anadolu’nun belleği silinecek. Dünya tarihine, Anadolu’nun kültürel mirasına saygı duyan herkesi Anadolu’ya Saygı gezisine bekliyoruz.” Bu arada Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nın da kaya resimleriyle ilgili belgeleme çalışması başlatacağı belirtildi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.11.2012

İSTANBUL'UN GEÇMİŞİ HEYECAN YARATIYOR

 

İstanbul’un en az bilinen geçmişi yazısız dönemleri kapsar. Yarımburgaz Mağarası, Fikirtepe ve Pendik yerleşimlerinin yanında son yıllarda Marmaray kazılarıyla ortaya çıkan Yenikapı verileri, tarih öncesi dönemler olarak, uygarlık tarihi açısından İstanbul’un kent belleğine katkı sağlıyor.

İstanbul’un Paleolitik çağları dışında, Neolitik ve Kalkolitik yerleşmeleri hakkında az çok bilgi sahibi olunmasına karşın, Tunç Çağları ile ilgili çok az, MÖ 2. bin kültürleri hakkında ise hiçbir veriye ulaşılamamıştır. Oysa MÖ 3. ve 2. binde Anadolu ve çevresinde yoğun bir yerleşme görülür. Bunun yanında MÖ 2 bin ortalarından itibaren güçlenen Hitit, Arzawa, Miken gibi Anadolu ve Ege’de büyük devletlerin ve imparatorlukların ortaya çıkıp, çıkar bölgelerini genişletmeye çalıştığı bir dönemde, ne İstanbul ne de yakın çevresinde herhangi bir yaşam izine rastlanılması büyük bir tarihsel boşluk yaratmaktadır.

İstanbul’un Grek Kolonileri öncesi MÖ 1. bin yılların başına ait yerleşme sorunu da devam etmektedir.

Özellikle Erken Demir Çağ olarak tanımlanan MÖ 1200-850 dönemine ait arkeolojik veriler neredeyse yok gibidir. Oysa, antik kaynaklarda Balkanlar’dan Anadolu içlerine doğru ilerleyen Trak/Frig halklarının Boğazlardan göç hareketleri anlatılır. Trak/Frig halklarının Çanakkale Boğazı’ndan geçtiği kanıtlanmış ancak İstanbul Boğazı geçişleri kanıtlanamamıştır. Son yıllarda başlattığımız araştırmalar bu sorunların çözümlenmesine yöneliktir. Nitekim İstanbul Arkeoloji Müzeleri ek binası yapılırken çıkan çanak çömlek parçaları ve Yenikapı kazılarından birkaç kap parçası dışında, İstanbul’un Demirçağı’na ait arkeolojik kanıtlar, Küçükçekmece Göl Havzası Avcılar Firüzköy’de, Silivri ve Çatalca sınırlarında gerek seramik parçaları, gerek kült anıtları ve sunu merkezleri olarak karşımıza çıkmaya başlamıştır. Bu sorunlara açıklık getirmek, kronolojik boşluğu doldurabilmek en önemlisi de hızla yayılan modern kentin altında kalacak tarih öncesi verilerin dönüşü olmayacak biçimde kaybolacağı kaygısıyla uluslararası bilim insanlarından oluşan ekiple İTA (İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları) Projesi başlatılmıştır.

KÜÇÜKÇEKMECE GÖL HAVZASI
İTA projesinin bir diğer ayağı ise Küçükçekmece Göl Havzası’nın Avcılar Firüzköy mevkisindeki kazılardır.


MÖ 7. yüzyıldan, MS 11. yüzyıla kadar yoğun bir deniz ticaretinin yaşandığı anlaşılan bölgenin iki ya da daha fazla antik limanı, antik feneri, mermer yolları, anıtsal yapıları devasa açık sarnıcı ve manastır/saray kompleksi üç yıldır kazılmaktadır. Ancak, buradaki ilk yerleşimin Neolitik döneme kadar uzandığı sanılmaktadır.
Yrd. Doç.Dr.
Şengül AYDINGÜN
Kocaeli Üniversitesi

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 14.11.2012

ATATÜRK'ÜN DEDE EVİ

 

Atatürk’ün baba tarafından dedesi Hacı Ahmet Efendi’nin Makedonya’da Jupa belediyesine bağlı Kocacık Köyü sınırları içindeki iki evinin yeri tespit edildi. Asli yapısına uygun olarak yeniden inşa edilecek. Bu önemli bir gelişmedir.

Evvela bunun nasıl tespit edildiğine bakalım.

TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam’dan aldığım bilgilere göre, öncelikle Makedonya Cumhurbaşkanı Gjorge İvanov’a teşekkür etmemiz gerekir. Sayın İvanov tarihçidir, Osmanlı tarihi uzmanıdır. Konuyu iyi bilmektedir. Kocacık Köyü'ndee Atatürk’ün dedesinin evinin bulunduğunu, uzun süre burada yaşadığını, oğlu Ali Rıza’nın da gençliğini burada geçirdiğini bütün köy halkı öteden beri bilmektedir. Bu “sözlü tarih” bilgilerini, 1930’larda çekilmiş bir fotoğraf da doğruluyor. Fotoğrafta, Hacı Ahmet Efendi’ye ait iki ev, yıkılmadan önceki haliyle görülüyor.

Yer ve evlerin eski fotoğrafı bulununca, kazı yapıldı ve temeller ortaya çıkarıldı. Aşağıdaki fotoğrafta bu görülüyor:

 

 

Ortaya çıkan temeller, “sözlü tarih”te anlatılan ve 1930’ların fotoğrafında görülen yapıya aynen uyuyordu. Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Efendi’nin doğup gençliğini geçirdiği, dedesi Hacı Ahmet Efendi’ye ait olan iki ev, “arkeolojik bulgu” ile de kanıtlanmış oldu.

‘Anı evi’ halinde yeniden inşa (rekonstrüksiyon) tamamlanınca meydana çıkacak olan yapıların resmini Başbakan gösterdi, TV’lerde, gazetelerde izlediniz, buraya almıyorum.

Bu evlerin Hacı Ahmet Efendi’ye ait olduğu kesinleşince Makedonyalı ressamlar resme ve çevre mimarisine bakarak iki evin çizimini yaptılar. Çizim aynen şöyle:

 

 

Çizim ortaya çıkınca bu iki evin yeniden yapılması fikri doğdu. Projenin çizimini, otantik mimariyi ve malzemeyi iyi bilen iki Makedonyalı mimar üstlendi: Türk kökenli Prof. Yasemina Hacıyeva Aleksiyeva ve Prof. Mihail Tokarev...

Başbakan Erdoğan’ın Üsküp gezisinde Cumhurbaşkanı Gjorge İvanov bu konuyu anlattı. Başbakan orada projenin gerçekleştirilmesi için TİKA’ya talimat verdi.

Niye önemli?

Her tarihi bulgu önemlidir, bu bir. İkincisi Türk tarihindeki yeri belli olan Atatürk’le ilgili her tarihi bulgu daha bir önemlidir, bu iki.

Muhafazakar başbakanın bu konuda duyarlılık göstermesi önemlidir, bu üç.

Dördüncüsü, Türk-Makedon dostluğunun güçlenmesi için çok iyi bir vesiledir bu. Kendi içinde istikrarlı ve barışık, sınırları sağlam, bölgesinde güçlü bir Makedonya, Balkan istikrarı için kilit öneme sahiptir, bu da beş...

Şu bakımdan da önemli: Mustafa Kemal’in ailesi hakkındaki bir takım çirkin uydurmalar, bu bulgu ile bir kere daha çöp sepetine atılmıştır.

Bu tarihi bulguya sevinmek için ‘Atatürkçü’ olmak gerekmez. “Tarih” ve “kültür” bilincine sahip herkesin sevineceği bir gelişmedir bu... Suriye’deki Süleyman Şah, Kosova’daki Sultan Murat türbeleri gibi değerli “tarihi miras” unsurlarından biridir.

Seviniyorum, Yunan, Bulgar ve Sırp tarihçiliğinde de Osmanlı’ya daha objektif bir bakış gelişiyor. Biz de Bizans’a daha objektif bakmıyor muyuz?

Teşekkürler kardeş Makedonya.

Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 14.11.2012

CAMİDEKİ YUNAN BAYRAĞI GÜNAY'I ŞAŞIRTTI

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından 4,8 milyon TL’ye restore edilecek olan Muradiye Külliyesi’ndeki çalışmalar, Bakan Günay’ın da katıldığı törenle başladı. Tören öncesinde tarihi yapıda incelemelerde bulunan Bakan Günay, Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı ve Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Doğan Yavaş’tan bilgi aldı.

 

Restorasyon sırasında Yunan ordusu tarafından depo olarak kullanılan camide duvarların altından çıkan Yunan bayraklarını gören Bakan Günay, şaşkınlığını gizleyemedi. Detaylı bir şekilde duvarı inceleyen Günay, haçlı bayrak damgasının kaldırıp kaldırılmayacağı konusunda açıklama yapmadı. Sıvanın altından çıkan Yunan bayrağının kendisini şaşırttığını söyleyen Günay, son durum hakkında bilgi aldı.


Bakan Günay, türbe örtüsü değiştirilen Çekirge’deki Murat Hüdavendigar Türbesi’ni de ziyaret ederek dua etti.

Milliyet (Kısaltarak), 14.11.2012

HASANKEYF MEVZUU HAKKINDA NE BİLİYORUZ?

 


 

Yaklaşık on yıldan beri bir Hasankeyf mevzuu var.

Medyadan izliyoruz zaman zaman.

Ama hakkında ne kadarımız, ne biliyor?

Evet, şu kadarını biliyoruz:

Güneydoğu Anadolu'da dehşet bir uygarlık var ve bu uygarlık, Ilısu Barajı yapılırsa sular altında kalacak. Sadece uygarlık değil; bu baraj yapılırsa çok büyük bir bölgenin doğası, bitki örtüsü, hayvan zenginliği, börtü böceği de (ki, bunların içinde endemik olanlar da var) yok olacak.

Peki, bu kadarını nereden biliyoruz?

Tarkan'dan ve Doğa Derneği'nin eylemlerinden biliyoruz. Tarkan, Hasankeyf'e gitti yıllar önce, "Hasankeyf yok olmasın!" dedi. Batılı gazeteciler de oradaydı, Tarkan'ın mesajları Batı medyasında yer aldı, bunu hepimiz duyduk.

2008 yılında Başbakan Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Ilısu Barajı'nın yapımına karşı çıkanları terörist olarak nitelendirdi; bunu da duyduk elbet.

Bunun üzerine Batman Hasankeyf Girişim Sekretarya Sözcüsü Ali Sarıpınar da: "Eğer Hasankeyf'e sahip çıkmak terörist olmaksa ben en büyük teröristim. Her şeye rağmen Hasankeyf'in sular altında kalmasına izin vermeyeceğiz," şeklinde konuştu. Bunu bazılarımız duydu, bazılarımız duymadı.

Hasankeyf'in yok olmaması gerektiğini biliyoruz artık, ama önemine ne kadar haiziz?

Doç.Dr. Adnan Çevik, Hasankeyf Medeniyetlerin Buluştuğu Başkent adlı aydınlatıcı, bilgilendirici, içinde fotoğrafların, krokilerin olduğu değerli bir kitap yazmış.

Birçok şey öğrendim bu kitaptan.

Bilindiği gibi Anadolu uygarlıkları içinde pek çok ilk'ler yer alıyor.

Bu ilklerin içinde, Batı uygarlığının da gelişmesinde asal bir rol sahibi olan Sibernetik de var.

Bu buluş, ilk defa Hasankeyf'de ortaya çıkmış.

Sibernetik (robotik) ilminin kurucusu Ebu'l-'İz el-Cezeri (1136-1233), Hasankeyf uygarlığının eşsiz bir bilim insanıymış.

Sibernetiğin kurucusu olan bu zatın uygarlığı, yani Hasankeyf, kısa bir zaman sonra sular altında kalacak!

Projeleri arasında; abdest almak için düzenlenmiş otomat, akarsuyu yukarı çıkarma aracı, eşit saatlerin geçişini bildiren fil su saati gibi sayısız ve olağanüstü ünik eserler bulunan Ebu'l-'İz el-Cezeri'nin yetiştiği Hasankeyf, bugün onun projeleri ve robotik eserlerinin üçboyutlu tasvirleriyle (heykelleri) donatılmalıydı; Ebu'l-'İz el-Cezeri, bu şekilde onore edilip yüceltilirken, Hasankeyf de, bir dünya markası olma şansına sahip olabilirdi. Ki, Hasankeyf, Ebu'l-'İz el-Cezeri'nin yanı sıra pek çok bilim, ilim, kültür eserleri de vermiş, tarihi MÖ 10 bin yıla kadar uzanan onurlu geçmişiyle Medeniyetlerin Buluştuğu Başkent olma vasfına sahiptir.

Hasankeyf, aynı zamanda bir su uygarlığının, Dicle'nin de ürünüdür...

Doç.Dr. Adnan Çevik'e göre: "Yukarı Mezopotamya, Yakındoğu kültürleri ile Anadolu kültürlerinin birleştiği, birbirine karıştığı bir kavşak konumundadır. 'Bereketli Hilal' olarak da adlandırılan bu bölgenin, uygarlık tarihindeki önemi, hemen her yerinde görülen, binlerce yılın izlerini taşıyan höyükler, ören yerleri, anıtlar gibi çok zengin bir tarihi geçmişi günümüze ulaştıran kültür varlıklarından anlaşılmaktadır."

Hasankeyf aynı zamanda bir kaya/dağ uygarlığıdır. Ve bu kayalar içinde oyulmuş bir büyük yerleşim vardır. Hasankeyf'i yerinden söküp taşıyacağız iddiasında olan hükümet ve devlet, bu kaya uygarlığını hangi teknikle ve nasıl yerinden söküp, başka bir yere nakledecek bilmiyoruz, o da ayrı.

Hasankeyf Medeniyetlerin Buluştuğu Başkent adlı kitaptan öğrendiğimize göre, burada neolitik (Cilalı Taş Devri, MÖ 8000-550) dönemden bu yana Asur, Roma, Pers, Bizans, Sasani, Artuklu, Eyyubi gibi önemli uygarlıklara ve kültürlere ev sahipliği yapmıştır.

"(...) Hasankeyf, Ilısu Baraj Projesi'yle yok olma tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu projeyle sular altında kalacak olan yalnız Hasankeyf değil, Büyük Selçuklulardan Artuklulara, oradan Eyyubi, Akkoyunlu ve Osmanlılara uzanan, mimari ve kültürel geleneğimizin bizatihi kendisi, başka bir deyişle tarihimiz, kimliğimiz olacaktır. Üstelik bu süreçte ne Hasankeyf'i ne de onu medeniyetin doğum yeri yapan eserlerin büyük çoğunluğunu taşımak mümkündür. (...) Tarih, sadece geçmiş değil, aynı zamanda geleceğin tasarımıdır" diyor Adnan Çevik.

Bir Doğa Derneği yayını olan, Atlas Dergisi'nin de desteklediği Hasankeyf Medeniyetlerin Buluştuğu Başkent adlı kitabı, bu konuda bilinçlenmek isteyen herkese öneririm.

Taraf, 14.11.2012

ATATÜRK'ÜN KARARGAHI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

 








 

Mardin Valiliği ve Mardin Belediyesi tarafından başlatılan Tarihi Dönüşüm Projesi kapsamında, tarihi taş yapıların ortaya çıkarılması için beton binaların yıkımına devam ediliyor. Bu kapsamda Mustafa Kemal Atatürk'ün, karargah olarak kullandığı İskender Atamyan Konağı, önüne yapılan 3 katlı beton binanın yıkılmasıyla gün yüzüne çıktı.

Mardin Valiliği Koruma Denetleme Bürosu'nda görevli sanat tarihçisi ve Sabancı Mardin Kent Müzesi Müdürü Gani Tarkan, yaptığı açıklamada, tarihi Mardin'de gizli kalmış, bilinmeyen çok yapı olduğunu, Tarihi Dönüşüm Projesi'nin bu yapıların ortaya çıkarılmasında önemli rol oynadığını belirtti.

Atatürk'ün bir dönem karargah olarak kullandığı ve yıllardan beri metruk halde kalan konağın beton yığınlarından kurtarıldığını ifade eden Tarkan, şunları söyledi:
''Karargah olarak kullanılan konak, Mardin konaklarına benzer bir yapıya sahip. 19. yüzyıla ait. Konağa ait elimize ulaşmış çok sayıda fotoğraf var. O fotoğraflardan yola çıkarak tarihlemesini yapabiliyoruz. Konağı önemli kılan unsurlar, 1. Dünya Savaşı sırasında 1917'de Almanlar tarafından karargah olarak kullanılmış olması ve Mustafa Kemal Paşa tarafından da garnizon, konut, karargah olarak kullanılmış bir yapı olmasıdır. Elimizde bununla ilgili o döneme ait, belge niteliği taşıyan çok sayıda siyah beyaz fotoğraflar var. Ancak Mardinliler ve maalesef Türkiye'deki bir çok kimse, araştırmacılar dışında bunun varlığını bilmiyordu. Taki yaklaşık 15 gün önce bir yıkım yapıldı. Yıkım çalışmalarından sonra konak yüzde 60-70 oranında tekrar ortaya çıktı, kendini gösterdi. Bu bence Mardin ve Türkiye için çok önemli bir olay. Hem Atatürk Evi olması açısından hem 1. Dünya savaşı gibi önemli bir olayda karargah konutu olarak kullanılmış olması bence çok önemli bir olay.''

''ÖNEMLİ KARARLARIN ALINDIĞI YER''
Tarkan, konağın özel mülkiyet olduğunu, ortak bir çalışmayla restorasyonunun yapılmasının planlandığını belirtti.

Konağın yıllarca kullanılmadığını, önüne yapılan beton bina yüzünden girilemediğini ve metruk halde kaldığını vurgulayan Tarkan, ''Konağın güney batısında bir cumba vardı. Mardin'de biliyorsunuz 4 ya da 5 cumbalı ev var. Bu evler klasik Osmanlı mimarisinde kullanılan mimari unsurdu. Cumba yıkılmış, cumba dışındaki şeyler duruyor. Yani biraz cephe tahribatı var. Cephe tahribatı dışında günümüze kadar ulaşabilmiş'' dedi.

Bu yapının kurtarılmasında eski Mardin Valisi Hasan Duruer'in büyük emeği olduğunu dile getiren Tarkan, şöyle konuştu:

''Bu yapının varlığını bildiğimiz için, eski vali Hasan Duruer o yapıyı ortaya çıkartmak için uğraşıyordu. Onun önündeki beton evin yıkılmasını program kapsamına aldı. Binanın 1 katı yıkılacakken, 3 katını yıktırma kararı aldı ve o yapı güzel konak ortaya çıkarıldı. 1. Dünya Savaşı'nda zaten Doğu Cephesi'nin önemi biliniyor. Almanlar bizzat 1917 yılında Mardin'de bulunmuş. Mardin, Doğu Cephesi'nin önemli bir garnizon kentidir, karargahıdır. O önemli kararların alındığı evde burasıdır. Bu döneme ait fotoğraflar da var. Bütün kararlar o konakta alınmış aslında. 1. Dünya Savaşı ne kadar önemliyse, Doğu Cephesi de o kadar önemli Mardin için. O konakta 1. Dünya Savaşı açısından çok önemli bir ev.''
Tarkan, Tarihi Dönüşüm Projesi ile birlikte tarihi şaşırtacak çok önemli bilgilere ve yapılara ulaşılacağını vurguladı.

''MUHTEŞEM CUMBALI VEÇHESİ YERİNE APARTMAN DİKİLMİŞ''
Mardin Valiliği Koruma Denetleme Bürosu Sorumlusu Nezir Aslan da gelen ödenek kapsamında betonarme binaların yıkımına devam edildiğini belirtti.

Konağın önünde 3 kat 6 daireden oluşan bir betonarme yapıyı yıktıklarını kaydeden Aslan, ''Tarihi binayı ortaya çıkarmış olduk. Sahibiyle de iletişim kurduk. Kendisi de buna çok yakınlık gösterdi. Kendi imkanlarıyla restorasyonunu yapacak. Eski konağın şeklini ortaya çıkaracak şekilde restorasyon çalışmasının başlayacağın söyledi. Mülk sahibi projesini hazırlayıp, kurula sunacak. Yapının ilk haline uygun şekilde restorasyonu yapılması için mülk sahibi gerekli bilgileri veriyoruz'' diye konuştu.

Araştırmacı-Yazar Doğan Bekin de Mardin'in önde gelen tüccarlarından İskender Atamyan tarafından yaptırılan bu muhteşem konağın, özellikle 1. Dünya Savaşı sırasında önemli şahsiyetleri ağırladığını dile getirdi.

Osmanlı-Alman İttifakı çerçevesinde Mardin'de konuşlandırılan Alman birlikleri tarafından garnizon olarak kullanıldığını aktaran Bekin, şunları belirtti:

''Bu dönemde Osmanlı Devleti'nin önde gelen isimleri bu konakta ağırlanmışlardır. Kutul Amara savaşında Osmanlı Ordusu'nun komutanı olan Colmar von der Goltz Paşa, Irak'a geçerken bu konakta misafir edilmiş, keza bu konak birçok Alman generalinin uğrak yeri olmuştur. Osmanlı Dönemi'nde ağırladığı misafirlerle dikkat çeken bu cumbalı tarihi konak, Cumhuriyet döneminden sonra bir müddet trahom merkezi olarak işlev görmüştür. Konak, Mardin'in betonlaşma sürecinde çarpık yapılaşmadan nasibini almış ve o muhteşem cumbalı veçhesi yerle bir edilerek yerine apartman dikilmiştir. Eski Mardin Valisi Hasan Duruer, bu binanın eski halini gösteren fotoğrafları ve tarihte oynadığı rolü öğrenince bu binanın eski haline getirileceğini ifade etmişti.''

Sabah, 14.11.2012

ROTHKO'YA 75 MİLYON DOLAR

 

 

Soyut ekspresyonizm akımının önemli temsilcilerinden Rus asıllı Amerikalı ressam Mark Rothko'nun "No 1 (Royal Red and Blue)" adlı eseri, New York'ta yapılan açık artırmada 75 milyon dolara satıldı.

 

Sotheby's Müzayede Evi'nde yapılan açık artırmada, Rothko'nun başyapıtlarından biri kabul edilen eser, adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu tarafından satın alındı. Eserin, 35-50 milyon dolara alıcı bulması bekleniyordu.

Eser, Rothko'nun 1954 yılında Chicago'daki Sanat Enstitüsü'nde düzenlediği solo gösterisinde sergilenmesi için seçtiği 8 çalışmasından biriydi.

Rothko'nun "Orange, Red, Yellow" adlı eseri, Mayıs 2011'de Christie's müzayede evinde 86,9 milyon dolara satılarak şimdiye kadarki en pahalı çağdaş sanat eseri olmuştu.

Sotheby's Müzayede Evi'ndeki açık artırmada Amerikalı ressam Jackson Pollock'un "Number 4" adlı tablosu 40,4 milyon dolara, İngiliz sanatçı Francis Bacon'ın "Screaming Pope" tablosu 30 milyon dolara ve Willem de Kooning'e ait bir çalışma da 20 milyon dolara alıcı buldu.

Andy Warhol'un "Suicide" adlı eseri 16,3 milyon dolara, "Green Disaster" tablosu 15,2 milyon dolara ve "The Kiss" eseri de 9,3 milyon dolara satıldı.

Açık artırmada toplam satış, 375 milyona ulaştı.

Habertürk, 14.11.2012



******


TARİHİ REKOR!

 


Andy Warhol (1928-1987) Statue of Liberty $43,762,500



Christie's Müzayede Evi, "Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanat Eserleri" açık artırmasında 412 milyon dolara ulaşan toplam satış ile rekor kırdı.

 

Christie's, müzayedede elde edilen 412 milyon dolarlık toplam satış rakamının şimdiye kadarki en başarılı çağdaş sanat eserleri satışı olduğunu açıkladı.

Rakip müzayede evi Sotheby's, dünkü savaş sonrası ve çağdaş sanat eserleri müzayedesinde 375 milyon dolarlık toplam satış yapmıştı.

 

11 sanatçının eserlerinin açık artırmaya çıkarıldığı müzayedede, soyut ekspresyonizm akımının önemli temsilcilerinden Franz Kline'in eseri, 40,4 milyon dolara alıcı bulurken, Andy Warhol'un "Statue of Liberty (Özgürlük Heykeli)" adlı tablosu ise 43,7 milyon dolara satıldı.




Franz Kline (1910-1962) Untitled $40,402,500 (Sanatçı için dünya rekoru)

 

Amerikalı sanatçı Jeff Koons'un "Tulips (Laleler)" adlı heykeli 33,7 milyona satıldı. Heykel, Koons'un şimdiye kadar en yüksek fiyata satılan eseri oldu.

Koons'un 1995-2004 yılları arasında tamamladığı 5 metrelik rengarenk 7 laleden oluşan heykel, şimdiye kadar yaşayan bir sanatçıya ait en yüksek fiyata satılan ikinci eser oldu. Alman ressam Gerhard Richter'in 13 Ekim'de satılan "Abstraktes Bild" adlı eseri, 34,2 milyon dolarla listenin ilk sırasında bulunuyor.

Fransız sanatçı Jean-Michel Basquiat'ın "Untitled (İsimsiz)" adlı çalışması da 26,4 milyon dolarla sanatçının şimdiye kadar en yüksek fiyata satılan eseri oldu. 1988 yılında aşırı dozdan hayatını kaybeden Basquiat'ın bir başka isimsiz tablosu Haziran ayında 20,1 milyon dolara satılmıştı.

Dün Sotheby's Müzayede Evi'ndeki açık artırmada "No 1 (Royal Red and Blue)" adlı eseri 75 milyon dolara alıcı bulan Rus asıllı Amerikalı sanatçı Mark Rothko'nun "Red Strip" adlı çalışması ise 23,4 milyon dolara satıldı.

 


Jeff Koons (b. 1955) Tulips $33,682,500

 


Roy Lichtenstein (1923-1997) Nude with Red Shirt $28,082,500

 


Jean-Michel Basquiat (1960-1988) Untitled $26,402,500 (Sanatçı için dünya rekoru)

 


Andy Warhol (1928-1987) Marlon $23,714,500

 


Mark Rothko (1903-1970) Black Stripe (Orange, Gold and Black) $21,362,500

 


Gerhard Richter (b. 1932) Abstraktes Bild (779-2) Price Realized: $15,314,500

 


Richard Diebenkorn (1922-1993) Ocean Park # 48 $13,522,500 (Sanatçı için dünya rekoru)

 


Franz Kline (1910-1962) De Medici $11,058,500


Habertürk, 15.11.2012

WARHOL'A
17 MİLYON $

 

ABD'li ünlü ressam, film yapımcısı ve yayıncı Andy Warhol'un 350'den fazla eseri, New York'ta yapılan açık artırmada toplam 17 milyon dolara satıldı.

 

Christie's Müzayede Evi, internet sitesinde yaptığı açıklamada, en yüksek fiyata satılan eserin 1,2 milyon dolara alıcı bulan "Endangered Species: San Francisco Silverspot (Nesli Tükenmekte Olan Canlılar: San Francisco Gümüş Benekli Kelebeği)" adlı tablo olduğunu açıkladı.

Habertürk, 14.11.2012

600 YILLIK KUR'AN BULUNDU

 

 

Erzurumlu arkeologlar, ünlü seyyah Evliya Çelebi'nin 'Seyahatnamesi'nden yola çıkarak Erzincan'da yaptıkları kazı çalışmaları sırasında tam 600 yıllık 198 parça el yazması Kur'an-ı kerim sayfasına ulaştılar. Arkeologlar geçen yıl da seyahatname'de zikredilen Bey Cami'sini 350 yıl sonra gün yüzüne çıkarmışlardı.

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, Erzincan'ın Kemah İlçesi'nde arkeoloji kazısı yapmak için 2010 yılında Erzincan Valiliği aracılığıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı'na müracaat etti.

Aynı yıl Bakanlar Kurulu kararıyla kazı izni çıkarken, Prof.Dr. Yurttaş başkanlığında toplanan ve Prof.Dr. Haldun Özkan, Yrd. Doç.Dr. Zerrin Köşklü ile Araştırma Görevlisi Muhammet Lütfü Kındığılı'dan oluşan ekip kazı çalışmalarına geçen yıl Haziran ayında başladı.

Kemah İlçesi yakınlarındaki Kemah kalesi kalıntılarında başlayan kazıda ilk olarak kale kapıları bulundu. Bunun ardından kazı bölgesinde iki de odaya rastlandı. Bu çalışmalar sırasında kazı alanında daha önce bulunan yaklaşık üç metre uzunluğundaki taş yığını incelenirken, Prof.Dr. Yurttaş, ünlü seyyah Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'ni okudu.

Kazı ekibi elde ettikleri bilgiler doğrultusunda kale girişinin hemen yanında yer alan ve Seyahatname'de de zikredilen Bey Cami'sinin kalıntılarını gün yüzüne çıkardı.

Evliya Çelebi'nin Seyahatname'de Kemah'ı anlatırken Kemah kalesinin içinde üçü taştan inşa edilmiş olan 11 minare bulunduğunu bildirdiğini anlatan Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, minare çevresinde yaptıkları kazılarda caminin temel seviyesindeki duvarlarına ve mihrabına ulaştıklarını bildirdi.

Yaklaşık 250 dönümlük alanda yapılan kazı çalışmalarının cami bölümünü tamamladıklarını belirten Prof.Dr. Yurttaş, elde ettikleri veriler ışığında caminin inşasının Mengüceklere dayandığını belirlediklerini kaydetti.

Bu yıl içinde de kale bünyesinde saraya ait olduğunu düşündükleri hamam bölümünde kazı çalışması yaptıklarını ifade eden Prof.Dr. Yurttaş, 37 varaklık Kur'an-ı Kerim sayfaları bulduklarını dile getirdi.

Prof.Dr. Yurttaş, Cami kısmındaki kazı çalışmaları sona erdi. 250 - 300 metrekarelik alana kurulmuş cami kısmında çok fazla bir şey bulamadık ancak elde ettiğimiz verilen caminin inşasının Mengüceklere dayandığını gösteriyor. Yine bu yılda kale içinde saraya ait olduğunu düşündüğümüz hamam bölümünde kazı çalışmalarına başladık. Hamamın soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümleri ortaya çıkarıldı. Diğer bölümlerinde çalışmalar devam ediyor. Hamam alanında bir bohçaya sarılı olarak Kur'an-ı Kerimler ve Arapça kitaplar bulduk. Temizlik aşaması tamamlandıktan sonra Erzincan Müzesi'ne teslim edilecek.

İçlerinde Ahmet Karahisari ekolüne mensup olduğunu düşündüğümüz 37 varaklık Kur'an-ı Kerim parçası da var. Bunda iki farklı yazı türü kullanılmış Reyhani ve Muhakkak türleri kullanılmış. Aralarında koltuk dediğimiz bölgelerde de süsleme gerçekleştirilecekmiş ama tamamlanmadan bohçaya konulmuş" diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 14.11.2012

TARİHİ HAN KÜLTÜR MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

 

 

Bitlis'teki tarihi El-Aman Hanı, Bitlis Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilip kültür merkezine dönüştürülerek Bitlis Eren Üniversitesi'ne devredildi.

 

Tarihi han bundan sonra akademik, sosyal amaçlı toplantılar ile bilimsel kongrelere ev sahipliği yapacak.

Bitlis-Tatvan karayolu üzerinde bulunan ve 16'ncı yüzyılda Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından yaptırıldığı belirtilen tarihi El-Aman Hanı kültür merkezi olarak hizmete girdi. İçinde 2 cep sinema salonu, değişik amaçlı toplantılar için düzenlenmiş konferans salonu, toplantı salonları, kütüphane ve yemek salonları bulunan tarihi El-Aman Hanı Eren Üniversitesi bünyesinde hizmet verecek.

Kültür merkezine dönüştürülen El-Aman Hanı'nın her türlü bilimsel kongrenin yapılabileceğine dikkat çeken Eren Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mahmut Doğru, "Bütün üniversitelere açık davet gönderiyorum. Gelip tarihi mekanda kongrelerini yapsınlar. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilen hanın iç restorasyonunu biz tamamladık. Hanın dışına yapılan çimlendirme ve ışıklandırmalarla birlikte bahar aylarında vatandaşlarımız aileleri ile birlikte gelerek zamanlarını burada değerlendirebilecek. Ayrıca Bitlis'te sinema yok. Bu ihtiyacı da 2 cep sinemasıyla burada karşılıyoruz" dedi.

Kültür merkezine dönüştürülen handa her türlü şeyin düşünüldüğünü anlatan Rektör Prof.Dr. Doğru, kongre yapacak bilim insanlarının ihtiyaçlarının da karşılanacağını söyledi. Özellikle 450-500 kişilik restaurantın hizmet verdiğini belirten Rektör Doğru, barınma sorununu da olmadığını ifade etti.
Cnn Türk,14.11.2012

BERGAMA AKROPOLÜ ZİYARETLERİNDE DÜŞÜŞ!

 

 

Kültür turizminde, Ion Uygarlığı’ndan Osmanlı İmparatorluğu dönemine uzanan zengin tarihsel birikimiyle İzmir’e gelen turistler için önemli bir uğrak noktası olan Bergama, bu yılın 10 ayında müze ve ören yerlerini ziyaret eden turist sayısı açısından yüzde 7,8 geriledi.

 

AA muhabirinin İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerinden derlediği bilgiye göre, dünya uygarlık tarihinin en köklü yerleşimlerinden biri olarak öne çıkan Bergama, müzesi, Akropolü, Asklepionu, Bazilikası ile bu yılın 10 ayında 433 bin 491 yerli ve yabancı turisti çekti.

 

Turist sayısında geçen yıla oranla yüzde 7,8 oranında gerileme yaşayan Bergama, müze ve ören yerleriyle geçen yıl aynı dönemde 470 bin 570 yerli ve yabancı turisti ağırlamıştı.

 

En büyük düşüş Akropol’de

Bergama Akropolü, 10 aylık dönemde 241 bin 481 kişi ile ilçede en çok ziyaret edilen ören yeri olma özelliğini korurken, ziyaretçi sayısında ise geçen yıla oranla yüzde 10,6 düzeyinde düşüş yaşandı.

 

Akropol, 37 bin 670 kişiyle en çok ziyaretçiyi ekim ayında çekti. İklim koşulları nedeniyle daha çok ilkbahar ve sonbahar aylarında ziyaret edilen Akropol, nisan ayında 37 bin 206, mayıs ayında 28 bin 599, eylül ayında 26 bin 944, mart ayında da 25 bin 804 turisti çekti.

 

Bergama’daki diğer müze ve ören yerlerini ise bu yılın ilk 10 ayında, 192 bin 10 yerli ve yabancı turist gezdi.

 

Akropol’ün ardından ilçede en çok ziyaretçi çeken Asklepion, bu dönemde 136 bin 517 kişi tarafından ziyaret edilirken, Bazilika 33 bin 914 bin, Bergama Müzesi de 21 bin 579 turisti ağırladı.

 

Yılın 10 aylık döneminde ziyaretçi sayısındaki düşüşten Bergama Müzesi, Asklepion ve Bazilika’nın da etkilendiği ilçede, ocak-ekim ayında turist sayısı artan tek yer Bazilika oldu. Geçen yıl bu dönemde 32 bin 695 turist çeken Bazilika’yı, bu yıl yüzde 3,7′lik artışla 33 bin 914 kişi gezdi.

 

“Ören yerleri daha rahat gezilebilecek”

İzmir Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bergama’daki ören yerlerinin daha rahat gezilebilmesi, dolayısıyla daha fazla turist çekmesi için projelerin hayata geçme aşamasında olduğunu belirtti.

 

Bergama Akropolü’nün, Efes antik kentinden sonra İzmir’deki en çok ziyaret edilen ören yeri olduğuna işaret eden Ediz, ilçedeki ören yerlerinin daha rahat gezilebilmesi için İzmir İl Özel İdaresi’nce ihalesi yapılan Bergama Ören Yerleri Çevre Düzenlemesi Projesi uygulamasının devam ettiğini söyledi.

 

Ediz, bu kapsamda Akropol Ören Yeri’nde, yürüyüş yollarının iyileştirilmesi, engelliler için ahşap rampa, seyir terası oluşturulmasını da içeren çevre düzenlemesi ve aydınlatma çalışması yapıldığını dile getirerek, Asklepion Ören Yeri’nde de benzer şekilde çevre düzenlemesi yapılarak, aydınlatma sistemi kurulacağını sözlerine ekledi.

Turizm Habercisi, 13.11.2012

HASANKEYF'İ DELİK DEŞİK ETTİLER

 

Küçüksaray’a yakın yerde açılan çukurda hazine arandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilisi F.B, Hasankeyf polisine başvurarak Kale içinde Küçüksaray olarak bilinen mevkiye yakın bir yerde kazı yapıldığını ve yasalara göre suç olan bu eylemi yapanların yakalanmasını istedi.


270x150 santim ebadında ve 270 santim derinliğinde açılan çukurun bir günde kazılmasının mümkün olmadığını belirten uzmanlar “burası gizli şekilde kazılacak bir yer değil. Hazine avcıları muhtemelen başkalarının yardımını alarak kazı yaptılar. Hasankeyf’teki ilgililerin bu konuya dikkat etmeleri gerekir” dediler.


Açılan çukurda tarihi eser bulunup bulunmadığı yönünde bilgiye sahip olmadıklarını belirten görevli F.B. bu uygulamanın tarihe zarar verdiğini belirterek önlem alınmasını istedi.

Batman Gazetesi, 13.11.2012

TARİHİ ROMA LAHDİ AYDINLANDI

 

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Gölcük`ün Ulaşlı-Konca mevkiinde bulunan MS 2. yüzyıl Roma Dönemi`nde yapılmış Konca Lahdi`ne düzenleme yaptı. Çevre düzenlemesi yapılan ve bilgilendirme tabelası konulan tarihi yapıya, aydınlatma sistemi konularak gece de ziyarete açık hale getirildi.

 

Büyükşehir Belediyesi, Kocaeli`deki tarihi mirasları günümüze taşımak ve korumak amacıyla çalışmalarını sürdürüyor. Gölcük`ün Ulaşlı mevkiinde yol kenarında bulunan Konca Lahdi`ne de bir dizi düzenleme yapıldı. MS 2. yüzyıl Roma Dönemi`nde yapılmış bir mezar yapısı olan lahit`in ilk olarak Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu`nun onayıyla çevre düzenlemesi gerçekleştirildi.


Tarihi yapının gece de ziyaret edilmesi için çalışma başlatan Büyükşehir Belediyesi, Konca Lahdi`ne aydınlatma sistemi kurdu. Böylece yol kenarında bulunan Konca Lahdi`nin tarihi eser olarak algılanması sağlanarak, farkındalığı artırıldı. Lahdin kitabesinde ise şu ifadeler yer alıyor: “Artemata ve Artemidoros`un oğulları Poidonei ve Apollonios kızı Tatia yaşarken bu lahdi kendilerine hazırlattılar. Yoldan geçenlere ve denizden geçenlere selam olsun.”

Bizim Kocaeli, 13.11.2012

ÇALINAN TABLOLARDA 'GİZLİ TANIK' UMUDU

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ni arayan bir kişi kayıp tablolar hakkında çarpıcı açıklamalar yaptı. Tanık, 170 eserin 2005-2008 arasında çalındığını belirtirken, İstanbul polisi alarma geçti...

 

Milliyet’in, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde biribirinden ünlü sanatçıların yüzlerce eserinin kayıp, sahte ya da orijinalliğinin ağır kuşkulu olduğunu kamuoyuna duyurduğu skandalda yeni bir gelişme yaşandı. İstanbul’da antikacılık işiyle uğraşan bir kişi müzeyi telefonla arayarak, “Çalınan eserlerin 170’inin yerlerini biliyorum. Can güvenliğimi garanti ederseniz ve tanık koruma programından yararlanmamı sağlarsanız, bunların yerlerini gösteririm” dedi.


Milliyet’in aldığı bilgilere göre, İstanbul’da antikacılık ve müzayedecilik işleriyle uğraştığını söyleyen bir kişi 1 Kasım’da Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ni telefonla aradı. Bu kişi yetkililere kayıp tablolardan 170’inin yerini bildiğini ve işbirliği yapılması halinde bu tabloların yerlerini göstereceğini söyledi.


Söz konusu kişi, müze yetkililerine, “Çalınan eserlerin 170’inin yerlerini biliyorum. Can güvenliğimi garanti ederseniz ve tanık koruma programından yararlanmamı sağlarsanız, bunların yerlerini gösteririm” dedi. Yetkililer, vakit kaybetmeden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a bilgi verdi. Günay, müzeyi arayan kişiyle uzun bir telefonda görüşmesi gerçekleştirdi.

Günay, daha sonra bakanlık üst düzey bürokratlarından oluşan bir ekibin İstanbul’a giderek telefon eden kişiyle görüşmesi talimatını verdi.


Günay, eşzamanlı olarak da istanbul Emniyet Müdürü Çapkın’ı bizzat arayarak konu hakkında bilgi verdi. Bakanlık yetkilileri ve Çapkın’ın başında bulunduğu emniyet ekibi, söz konusu kişinin detaylı bilgisine başvurdu.


Söz konusu şahsında yetkililere, tabloların organize bir suç örgütü tarafından 2005 ile 2008 arasında müzeden çalındığını anlattığı kaydedildi. Bu kişinin yetkililere bazı eski müze çalışanlarının suç örgütüyle bağlantılı olduğu yönünde bilgiler verdiği de öne sürüldü.

Söz konusu şahsın bu kapsamda, 2009’da müzeden 3 adet tablonun çalınması olayı nedeniyle gözaltına alınan, daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan güvenlik görevlisi V.T. ile müzeden geçtiğimiz yıllarda emekli olan bir müdür yardımcısının isimlerini verdiği de iddia edildi.


V.T., serbest kaldıktan sonra bakanlık tarafından meslekten ihraç edilmişti. V.T., sorgusunda, biri Osman Hamdi Bey’e ait 3 resmi rulo yaparak içine koyduğu çöp poşetleri ile müzeden dışarı çıkarttığını, satabilmek amacıyla İstanbul’a götürdüğünü anlatmıştı. Ancak V.T., daha sonra tabloları satamayarak müze bahçesine geri bırakmıştı.


Söz konusu kişinin müzeden çalınan ve paha biçilemeyen tabloların suç örgütünce müzayedeler aracılığıyla ya da el altından satıldığını söylediği kaydedildi. Bu kişinin, tabloları satın alan isimler arasında bazı önemli işadamları ve müzayedecilerin de bulunduğunu belirttiği öğrenildi.

Bu kişinin verdiği ifadelerden yola çıkan İstanbul Emniyeti, konuyla ilgili ayrıntılı çalışma başlattı. Çapkın’ın konuyu bizzat takip ettiği kaydedilirken, söz konusu şahsın verdiği isimlerin mercek altına alındığı öğrenildi.

 
Uzun yıllar ziyarete kapalı olan Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Altındağ Belediyesi işbirliğiyle 2007-2008 arasında yapılan tadilatın ardından hizmete açılmıştı. 2007’de tadilat sürdüğü sırada müze bahçesine bir kamyonla giren hırsızlar, gündüz vakti işçilerin gözü önünde bahçedeki iki bronz heykeli çalmıştı. 2009’da ise müzede çalışan güvenlik görevlisi V.T., İbrahim Çallı’nın bir, Şevket Dağ’ın iki tablosunu çalmış, ancak eserleri satamayınca 3 gün sonra tekrar müze bahçesine bırakmıştı. Müzeden ayrıca 1997’de ise 31 eser çalınmıştı. Çalınan bu eserler hala bulunamadı.


Müze, son olarak 2009’da Hoca Ali Rıza’ya ait eserlerin sahteleriyle değiştirildiğinin anlaşılmasıyla gündeme gelmişti. Bu olayın ardından Günay’ın talimatıyla oluşturulan sayım komisyonu, hazırladığı raporda, birbirinden ünlü ressamlara ait paha biçilemeyen 202 eserin kayıp, 46 eserin sahteleriyle değiştirilmiş, 27 eserin de orijinal-liğinin şüpheli olduğunu tespit etmişti. Rapora Milliyet ulaşmış ve kamuoyuna duyurmuştu. 

Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 13.11.2012

YARIŞMA YERİNE İHALE MODELİ YİNE ŞAŞIRTMADI

 

 

Ankara Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Türkiye Uygarlıklar Müzesi proje Yapımı danışmanlık hizmeti için yeterli tecrübeye sahip adayları, teklif vermek üzere ön yeterlilik başvurusuna davet ediyor.

 

2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın açıklamasıyla Ankara'ya, Türkiye Uygarlıklar Müzesi yapılacağı ilan edilmişti hem de yarışmayla! Ankara Atatürk Kültür Merkezi yerine yapılması planlanan proje ile ilgili Bakan Günay; "Buraya Türkiye'nin en büyük müzesini yapmak istiyoruz. Konsepti hazırladık. 40 bin metrekare alan bir haftada ancak gezilebilecek. Eylül ayında bu müze için proje yarışması başlatacağız." şeklinde bir açıklama yapmıştı.

 

Bu açıklamanın üzerinden üç sene geçti ve yakın bir zamanda Türkiye Uygarlıklar Müzesi ihaleye çıkarıldı.Üç sene önce yarışmayla yapılması planlanan proje, ne oldu da bugün ihale ile yapılma kararı alındı? Türkiye'nin en büyük müzesi olmaya aday proje şeffaf bir süreç yerine en düşük teklifi veren firmanın sürpriz tasarımıyla şekil alacak.

 

Doğumunun 100. yılında Atatürk'ün anısına armağan olmak üzere, ulusal bir yarışma projesiyle elde edilen Ankara Atatürk Kültür Merkezi, bugün yıkılıp yerine 80 bin metrekarelik kapalı alanı olan bir Türkiye Uygarlıklar Müzesi kurulması kararıyla başbaşa. Bakan Günay'ın üç sene önce AKM ile ilgili yaptığı açıklama ise şöyle: "Benim düşüncem, o çirkin, estetik yoksunu ve malzeme açısından çok sıkıntılı olan ve Türkiye'nin mimari tarihiyle de bağdaşmayan o yapının yıkılması, yerine 40 bin metrekare kapalı olan yeni ve büyük bir Türkiye Uygarlıklar Müzesi kurulması.."

 

Müzenin ihale ile elde edilecek olmasının dışında başka bir sorun ise; döneminin simgesel değerini taşıyan Atatürk Kültür Merkezi'nin öznel yorumlar sonucunda yıkılacak olması. Kentsel bellek ve mimarlık kültürüne sahip olmayan bir kesimin, kolayca aldığı kararlar doğrultusunda dönemi için önem taşıyan pek çok mimari eser, son zamanlarda yıkılıp ''yeni'' olana yer vermek durumunda kalmakta.

Yapı (Kısaltarak), 12.11.2012

741 YILLIK MİNARE TEHDİT ALTINDA

 

 

Sivas'a 1271 yılında yaptırılan ve kentin simgesi haline gelen Çifte Minareli Medrese, üzerinde bulunan paratonerlerin toprağa bağlı olmaması nedeniyle tehlike altında bulunuyor.

 

İlhanlılar'ın büyük veziri Sahip Şemseddin Cüveyni tarafından 1271 yılında Sivas'a yaptırılan ve bugün Selçuklu parkı içinde bulunan çifte minareli medrese 2008 yılında onarıma alındıktan sonra restorasyonu yaklaşık bir yıl önce tamamlandı. Ancak medresenin onarımı tamamlandıktan sonra minareler üzerinde bulunan paratonerlerin uç kısımları aradan geçen 1 yıllık sürede toprağa gömülmedi. Anadolu'nun en ünlü tarihi yapıları arasında yer alan 741 yıllık tarihi eserin, kent merkezine düşmesi muhtemel bir yıldırımı çekme ihtimali bulunuyor. Yıldırımsavar olarakta bilinen paratonerlerin tarihi yapıt üzerinde kalması ise tehlikeyi artırıyor. Olası bir yıldırım ihtimalinde 7 asırlık eserin zarar görebileceği belirtiliyor.

 

Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü, çifte minareli medresenin minarelerinde bulunan ancak toprağa gömülmeyen paratonerlerle ilgili proje hazırlandığını ve bunun anıtlar kuruluna sunulduğunu açıkladı. Anıtlar kurulundan gelecek onayla birlikte paratoner ile ilgili çalışmaların tamamlanacağı kaydedildi. Proje olmadan eserin bulunduğu alanda paratoner için çukur açılamayacağı öğrenildi.

Timetürk, 12.11.2012

MURADİYE TARİHİYLE AYDINLANACAK

 

 

Sultan külliyelerinin bakım, onarım, güvenlik gibi bütün sorumluluklarını üzerine alan Büyükşehir Belediyesi’nin Muradiye türbelerinde yapacağı restorasyon ve çevre düzenleme çalışmalarına ilk harç Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından atılacak.

 

Osmanlı başkenti Bursa’nın açık hava müzesine dönüşerek turizmden alınan payın artırılması için bu dönem tarihi ve kültürel miras çalışmalarına büyük önem veren Bursa Büyükşehir Belediyesi, sultan külliyeleri için de düğmeye bastı. Önce sultan külliyelerinin tüm sorumluluklarını Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan devralan Büyükşehir Belediyesi, Sultan II. Murad tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılan ve bulunduğu semte adını veren “Muradiye külliyesi” ile ilgili projenin startını 14 Kasım Çarşamba günü veriyor. Fatih Sultan Mehmed’den itibaren 100 yılı aşkın bir dönem içinde peyderpey yaptırılan ve Fatih Sultan Mehmed’in annesi Hüma Hatun (Hatuniye) Türbesi, II. Murad’ın oğlu şehzade Alaaddin Türbesi, şehzade Ahmet Türbesi, Fatih’in oğlu şehzade Mustafa (Cem Sultan) Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu şehzade Mustafa Türbesi, Sultan II. Bayezid’in eşi Şirin Hatun Türbesi, II. Bayezid’in diğer eşi Gülruh Hatun Türbesi, Fatih Sultan’ın ebesi Ebe Hatun (Gülbahar Hatun) Türbesi, II. Bayezid’in oğlu şehzade Mahmud Türbesi, II. Bayezid’in gelini Mükrime Hatun Türbesi, Fatih Sultan’ın eşlerinden Gülşah Hatun Türbesi ile Saraya mensup kimselerin (Cariyelerin) gömülü olduğu Cariyeler/Saraylılar Türbesi olmak üzere toplam 12 türbenin bulunduğu bölgedeki restorasyon çalışmalarının başlangıç törenine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da katılacak.

 

Muradiye türbeleri restorasyon ve çevre düzenleme uygulama inşaatı kapsamında aynı zamanda türbelerin bulunduğu alanın ışıklandırması da yapılacak. Ulucami, Emir sultan Camii, Yeşil Türbe ve saat kulesi gibi tarihi mekanları ışıklandırma sistemleri ile gece de farklı bir görüntüyle kent siluetine kazandıran Büyükşehir Belediyesi, benzer uygulamayı Muradiye türbelerinde de hayata geçirecek. Yerli ve yabancı turistlerin en fazla ziyaret ettiği mekanlar arasında yer alan Muradiye Külliyesi, çalışmaların ardından hem gündüz hem de gece bölgeye ayrı bir değer katacak.


Bu arada, restorasyon ilmi heyeti ilik toplantısını külliyede yaptı. Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Doğan Yavaş, Dr. Mimar İbrahim Yılmaz ve proje müellifi Mimar Fatih Aydın’dan oluşan ilmi heyet, restorasyonun nasıl yürütüleceği konusunda prensip kararları aldı. Büyükşehir Belediyesi, Vakıflar ve İl Özel İdaresi koordinasyonunda yürütülen proje, erken Osmanlı döneminin Bursa’daki en güzide türbelerini kapsıyor.

Bursa Olay, 12.11.2012

SEBASTOPOLİS ANTİK KENTİ TEMİZLENDİ

 

Sulusaray İlçesi'nde bulunan Sebastapolis antik kentinde temizlik çalışması yapıldı.

Tokat Müze Müdürlüğü görevlilerince yapılan temizlik çalışmaları, 10 gün sürdü. Görevliler, önceki yıllarda kazı çalışmalarının yürütüldüğü alandaki otları topladı. Tokat Valisi Mustafa Taşkesen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sebastapolis antik kentinde 31 Ekim'de başlatılan temizlik çalışmalarının 9 Kasım'da tamamlandığını belirtti.

Sebastapolis'in tarihinin, Geç Roma ve Erken Bizans dönemine kadar dayandığını anlatan Taşkesen, "Uzmanların, Sebastapolis antik kentinin Efes ayarında zengin bir kent olduğu yönünde görüşleri var" dedi.

Antik kentte ilk kazı çalışmasının 1987-1990 yılları arasında yapıldığını hatırlatan Taşkesen, şunları söyledi:
"Çalışmalarda önemli buluntulara rastlanmış. Özellikle mozaik anlamında bulgulara rastlanınca, bunlar gün yüzüne çıkarılmış ve koruma altına alınmış. Günümüzde de temizlik ve sondaj çalışmaları devam ediyor. Sebastapolis antik kenti ile ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı'mıza proje sunacağız. Sunacağımız kazı projesinin kabul edilmesinden itibaren Sebastapolis antik kenti, diğer zenginlikleriyle gün yüzüne çıkarılacaktır diye düşünüyorum. Sebastapolis antik kentinin gün yüzüne çıkmasıyla Sulusaray önemli bir turizm kenti olacak."

Tokat'ın bir kültür kenti olduğunu vurgulayan Taşkesen, "Tokat'ın eskiden gelen kültür kenti özelliği günümüzde de sürüyor. İlimizde Selçuklular, İlhanlılar, Osmanlılara ait eski eserlerin restorasyonu Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Tokat, Sebastapolis antik kentinin bütün unsurlarıyla gün yüzüne çıkarılmasıyla, 5 bin yıllık tarihin dar alanda gezilebileceği ender illerden biri olacak.

Sebastapolis antik kentinde kamulaştırma çalışmaları sürüyor. Bu imkan meselesi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'mızın kamulaştırma çalışmalarında önemli destekleri var. İl Özel İdaremizden kamulaştırma için belli bir bütçe ayırıyoruz. Tokat, Türkiye'de en fazla tarihi eve sahip ilimiz. Sadece Zile'de 3 bin 600 tarihi evimiz var" diye konuştu.

-Sebastapolis Antik Kenti-
Kuruluşu kesin olarak bilinmeyen Sebastapolis antik kentinin, bazı kaynaklarda milattan önce birinci yüzyılda kurulduğu belirtiliyor. Roma İmparatoru Trajan zamanında, milattan sonra 98-117 yıllarında, Pontus Galatius ve Polemoniacus eyaletlerinden ayrılarak Cappadocia (Kapadokya) eyaletine dahil edildiği bildirilen antik kentin, o dönem geçiş yolları üzerinde bulunması ve bugün de kullanılan termal kaynaklar sayesinde 2 bin yıl kadar önce Karadeniz'in en büyük 5 şehrinden biri olduğu anlatılıyor.

Roma İmparatorluğu döneminde çok az şehrin sahip olduğu zenginliğin bir göstergesi olarak para basma yetkisine sahip olduğu ifade edilen Sebastapolis'in, büyük savaşlar, yıkımlar, afetler ve geçiş yollarının değişmesi sonucu eski önemini kaybettiği, zamanla unutulduğu kaydediliyor.

Mynet Haber, 12.11.2012

MERKEZ KALEHÖYÜK'TEKİ KAZI ÇALIŞMALARINDA SONA GELİNDİ

 

 

Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yard. Doç. Dr Işık Adak Adıbelli, Merkez Kalehöyükteki kazı çalışmalarının 30 Kasım'da sona ereceğini söyledi.

 

Kırşehir merkezinde bulunan Kalehöyük'te Kırşehir Müze Müdürlüğü Başkanlığında yürütülen ve Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından sürdürülen kazı çalışmalarında sona yaklaşılıyor. Bu yıl içerisinde başlatılan kazı çalışmalarında koordineli olarak 3 bölgede açma gerçekleştirildi. Yaklaşık 5 ay süren kazı çalışmalarında Osmanlı, Bizans ve Hellenistik dönemlere ait bulgular elde edildi. Tarihsel dönemlere ait kalıntıların iç içe bulunduğu Kalehöyük'te gelecek dönemde yapılacak kazıların daha kesin sonuçlar verebileceği tahmin ediliyor.

 

Kazı çalışmaları ile ilgili açıklamalarda bulunan Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr Işık Adak Adıbelli, "Kazı çalışmalarımızda başlangıçtaki iki açmamızda çalışmalarımızı artık durdurduk. Bu açmaların koruma çalışmalarını yaptık. Ortaya çıkardığımız kerpiç ve moloz duvarların üzerlerini çamur harcıyla kaplamak suretiyle korumaya aldık. Şu anda Höyüğün Güneyinde bulunan Uluç isimli açmamızda çalışmalarımıza devam ediyoruz.” dedi.

 

Adıbelli, “Bu açmamızda da yaklaşık 6 metre kadar derine indik. Burada yavaş yavaş Hellenistik tabakanın sonlandığını Frig dönemine ait çanak çömlek parçalarını gelmeye başladığını gördük. Bu da bizi hem sevindiriyor, hem de umutlandırıyor. Bu nedenle bu açmamızda hava şartları el verdiği sürece çalışmayı düşünüyoruz." şeklinde konuştu.

 

Resmi kazı izninin 30 Kasım'da sona erdiğini belirten Yrd. Doç.Dr. Işık Adak Adıbelli; "bizim kazı izinlerimiz her yıl Kültür Bakanlığından o yıl içerisinde çalışma yapmak üzere çıktığı için önümüzdeki yıl içerisinde Bakanlıktan yeni bir kazı çalışması talebinde bulunacağız. Şayet bu izin çıkarsa seneye Höyüğün doğu tarafında yeni bir açma çalışması başlatacağız." ifadelerini kullandı.

Haber 3, 12.11.2012

ÖDEMİŞ'İN 1500 YILLIK KİLİSESİ IŞIĞA KAVUŞTU

 

 

İzmir'in Ödemiş İlçesi'ne bağlı Yolüstü Köyü'ndee yaklaşık bin 500 yıl öncesine ait bir kilisenin taban mozaikleri ortaya çıkarıldı. Büyük bölümü tahrip olmuş olan kilise kalıntıları, ev inşa eden köylülerin toprak almak için açtığı çukurda bulundu. Duvarları tamamen tahrip olan kilisenin, zeminindeki rengarenk mozaiklerin hala canlılığını koruması dikkat çekti.

Ödemiş Müze Müdürlüğü kontrolünde yapılan kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Müze Müdürü Sevda Çetin, 2002 yılında ev yapmak isteyen köylülerin yaptıkları kazı ile fark edilen kalıntıların, ödenek sıkıntısı nedeniyle ancak bugün ortaya çıkarılabildiğini söyledi. Kazı çalışmalarına ödeneğin gelmesinden sonra hemen başladıklarını aktaran Çetin, kilise kalıntıları ile ilgili çalışmaların bu yıl tamamlanmasını beklediklerini belirterek, "Kazı çalışmaları ile ilgili sonuçları Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunacağız. Bundan sonraki çalışmalar kurulun bilgisi dahilinde gelişecek" dedi.


Arkeolog Prof.Dr. Veli Sevin de Osmanlı döneminde adı Bezdegüme olan bugünkü Yolüstü Köyü'ndeeki kilisenin "Geç Roma" dönemine ait olduğunu belirterek kilise kalıntısının bulunmasının bölge açısından çok önemli bir gelişme olduğunu söyledi. Prof.Dr. Sevin, "Ödemiş ile Kiraz ve Beydağ ilçeleri arasında kalan, Ödemiş'e 5 kilometre uzaklıktaki Yolüstü, batısında yer alan antik Hypaipa (Günlüce) ile doğusunda yer alan Neikeia (Türkönü), Palaiapolis (Beydağ) ve Koloe'ye (Kiraz) giden yol üzerindeki eski konaklama merkezlerinden biri. İlçe merkezinin 5 kilometre doğusundaki köyde, 2002 yılında bir rastlantı sonucu toprak almak amacıyla açılan bir çukurda mozaik parçalarına rastlandı ve aynı alanda Ödemiş Müze Müdürlüğü tarafından kurtarma kazıları başlatıldı. Çalışmalar sonucunda 'Geç Roma-Erken Bizans Dönemi' kilise kalıntısı ortaya çıkarıldı ve üstü kapatılarak koruma altına alındı. Kilise, bu yıl Ödemiş Müze Müdürlüğü tarafından yapılan kazı sonucunda tümüyle açılarak temizlendi" dedi.

Sevin, ortaya çıkarılan kilisedeki kalıntılar konusunda şunları söyledi: "Geç Roma-Erken Bizans dönemine ait olduğunu sandığımız bu tarihi kilise, içten 23x8 metre boyutlarında. 0.65 metre kalınlığındaki taş duvarları tümüyle sökülmüş. Kazı sırasında duvarların fresko tekniğinde renkli resimlerle süslendiğini gözlemledik. Doğu uçtaki apsis bölümü bir köy evinin altında kalmış. Tabanı tamamen siyah, beyaz, kırmızı, sarı ve mavi renkli mozaik resimlerle kaplı. 180 metrekarelik bir alanı kaplayan mozaiklerde, Süleymandüğümü, saç örgüsü ve çeşitli geometrik motiflere yer verilmiş. Başkent Constantinapolis üslubundaki mozaikler MS 4-6. yüzyıllara ait. Üzerinde daha geç Hıristiyan mezarları var. Kazıda, kırmızı astarlı ve terra sigillata türü çanak çömlek parçaları da elde edildi. Yapı, Ödemiş bölgesindeki ilk erken kilise örneği."

Yeni Asır, 12.11.2012

2 BİN YILLIK İSKELET

 

 

 

Tokat'taki müzede lahit içerisinde yer alan 2 bin yıllık insan iskeleti görenlerin dikkatini çekiyor. İskeletin gerçek olduğunu öğrenenler 'Toprağa gömün' teklifinde bulunuyor.

 

Daha önce tarihi Gökmedrese'de hizmet veren Tokat Müzesi, geçtiğimiz aylarda Sulu Sokak Çarşısı'ndaki tarihi Arastalı Bedesten'e taşınarak yeni yerinde ziyaretçilere açıldı. Açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yapılan müzede, Maşat Höyük, Hanözü kazısı eserleri, Hıristiyanlık eserleriyle etnografya temelli eserlerin yanı sıra çok önemli tarihe sahip olan sikkeler ve süs eşyaları yer alıyor.

Müzeye gelenlerin dikkatini en çok Roma dönemine ait olduğu öğrenilen lahit içindeki 2 bin yıllık insan iskeleti çekiyor. 1927 yılında Tokat'ın Artova İlçesi'nde bir vatandaş tarafından kazı yapılırken bulunan iskelete meraklılar ilgi gösteriyor.





Müze Müdürü Halis Şahin, lahdin Artova'dan getirildiğini belirterek, "Bu lahitler MÖ 330'dan Geç Roma dönemine kadar görülebiliyor. Özellikle Tokat, Amasya ve Çorum illerinde bu tür ölü gömme adetlerinden bu lahitler yapılmış. Buradaki lahdimiz pişmiş topraktan yapılmış. Yan tarafları panellere bölündükten sonra ortasına artı işareti konulmuş. Büyük delikten ceset konulduktan sonra küçük delikten kol ve bacakları düzeltmek için böyle bir uygulama yapılmış. Haliyle baş kısmı kalın ayak tarafı ince bir görünüme sahip." dedi.

Lahdin müzenin en çok dikkat çeken eserlerin başında yer aldığını söyleyen Şahin, "Ziyaretçiler lahiti içindeki iskeleti ile birlikte ilgiyle inceliyorlar. İçindeki gerçek bir iskelet. Müzemizin taşınması sırasında bir arkadaşımız iskeleti düzenledi. Görenlerinde gerçekten dikkatini çekiyor" dedi. Bu arada müzeye gelen bazı ziyaretçilerin lahit içindeki iskeleti gördükten sonra görevlilere, "Bu insanı toprağa gömün de rahat rahat uyusun" uyarısında bulundukları belirtildi.

Habertürk, 12.11.2012

İÇERİDE NELER OLUYOR BELLİ DEĞİL

 

 

AKM’deki restorasyon projesinin mimarı Tabanlıoğlu ile birlikte Mimarlar Odası yönetiminin de binaya girmesine izin verilmiyor.
 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, yenileme çalışmaları yılan hikayesine dönen Atatürk Kültür Merkezi'ndeki (AKM) uygulamaları gözlemlemek isteyen kişi ve kurumlara izin vermiyor. 2010 yılının aralık ayında onaylanan projenin müellifi, tarafları, müdahilleri dahi binaya giremiyor.

 

Geçen ay restorasyon çalışmaları sırasında yangın çıkan AKM'de mevcut projenin nasıl uygulandığına dair hiçbir bilgi alınamıyor. Restorasyon projesinin onaylandığı 2010 yılında, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile imzalanan protokolde taraf olan Mimarlar Odası da uzun süredir gözlem yapmak için talepte bulunmasına rağmen binaya alınmıyor. AKM'nin yenileme projesinin sahibi Murat Tabanlıoğlu da bir süre önce binaya alınmadığını dile getirmişti.

 

Konuyla ilgili olarak Taraf 'a değerlendirmelerde bulunan Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, karanlık bir süreç yaşandığını ve bu süreci kaygıyla izlediklerini belirterek "Uygulamaların yerinde görülmesi ile ilgili girişimlerimiz oluyor. Maalesef Kültür Bakanlığı kapıları kapatmış, kimsenin ziyaretine, gözlemci olmasına, çalışmaları gözlemlemesine izin vermiyor. Halbuki aralık 2010 tarihinde Kültür Bakanlığı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'yle birlikte yaptığımız bir protokole bağlı olarak yenileme süreci tanımlanmış ve proje onaylanmıştı. Biz Mimarlar Odası olarak işin tarafı olmamıza rağmen hiçbir bilgi verilmiyor. Gözlem yapılmasına izin verilmiyor. Kapalı bir süreç yaşanıyor. İçeride nasıl bir çalışma yapıldığı meçhul. Proje müellifi dahi sürecin dışına itilmiş durumda" diye konuştu.

 

Murat Tabanlıoğlu dahil bütün tarafların projenin dışında tutulduğu, karanlık bir süreç işletildiğini ifade eden Muhcu, "Bütün bunların anayasal ve yasal sorumlusu Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dır. Çalışmalar sırasında yangın çıktı. Buna rağmen saydam bir süreç izlenmiyor" dedi.

 

Mimar Korhan Gümüş ise projeyi yapan mimarın kendi projesini denetleme hakkı olduğunu belirterek, şöyle dedi: "Heykeltıraşsınız, heykel yapıyorsunuz gidiyor uygulamacı başka bir şey yapıyor. Proje müellifi projesini kendisi denetlemelidir. Mobilyalar olsun, aydınlatma elemanları, seramikler olsun bunların hepsi bir dönemin mimari anlayışını temsil ediyor. Bu binanın korunması demek, bütün bu kültür varlıklarının korunması demektir. Bürokrasi kendi başına işi yürüteceğini zannediyor."

Taraf, 12.11.2012

YILDIZ SARAYI'NDA YÖNETİM BİLMECESİ

 

 

TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Milli Saraylar’ın Bakanlık yönetimine devredilmesi ile ilgili açıklamasına, “Milli Saraylar’ın devredilmesi hususunda yapılan bir çalışma yok. Yıldız Sarayı’nın yönetimi çok dağınık bir yapıda. Bakan Bey ile Meclis Başkanı bu dağınıklığın giderilmesi konusunda bir görüşme gerçekleşti. Belki Sayın Bakan bu konuyu değerlendirmek istemiştir” açıklamasını yaptı.

 

Günay’ın Milli Saraylar’ın yönetiminin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmesiyle ilgili Hürriyet’e yaptığı açıklamanın ardından ilginç gelişmeler yaşandı. Genel Sekreterlik, Günay’ın “TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile iyi niyet mutabakatımız var” sözleri üzerine dün bir açıklama yaptı.

Açıklamada “TBMM Başkanlığı olarak Milli Saraylar’ın Kültür Bakanlığı’na ya da başka bir kuruma devredilmesi hususunda yapılan her hangi bir çalışma söz konusu değildir” denildi.

 

Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Yıldız, Bakan Günay ile Meclis Başkanı arasında Yıldız Sarayı’nın bir bütünlüğe kavuşturulması yönünde bir görüşme yapıldığını söyledi.

Hürriyet, 12.12.2012

HAZİNE BULUNDU

 

Efsanevi Makedon kral Büyük İskender ve babası 2. Phillip'e ait olduğu düşünülen hazine bulundu.

 

Bulgaristan'ın Sofya şehrinin yaklaşık 400 km kuzeydoğusunda bulunan hazinede 1 altın taç, 44 altın küçük kadın figürü ve 100 civarında altın düğme var.

 

Bir mezar zincirinin içinde keşfedilen hazinedeki taç özellikle dikkat çekici. Üzerinde aslan ve çiçek figürleri olan tacın Büyük İskender'in hazinesine ait olduğu düşünülüyor. MÖ 332 yılına ait olduğu belirlenen düğmelerde de kadın figürleri kullanılmış.

Kazıların yapıldığı bölge, dönemin 'Getae' yerleşim alanı...

Habertürk, 12.10.2012

BURSA'DA 450 YILLIK MUALLİMZADE HAMAMI YENİDEN AYAĞA KALDIRILIYOR

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen tarihi Muallimzade Hamamı´nda çalışmalar aralıksız sürüyor. 450 yıl önce Muallimzade Ahmet Bey tarafından yaptırılan, Cumhuriyet döneminde dökümhane olarak kullanılan hamam, 2013 baharı ile birlikte Yıldırım İlçesinin en önemli merkezlerinden biri haline gelecek.

Yıllarca Anadolu-Rumeli Kazaskerliği yapan Bursa Kadısı Muallimzade Ahmet Efendi tarafından Aksu Köyü'ndeki cami, zaviye ve mektep ile Zeyniler Köyü'ndeeki medreseye gelir sağlaması amacıyla 1572 yılında yaptırılan tarihi hamam, yeniden kent silüeti içindeki yerini alıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, 1854 depreminde büyük zarar gören ve Cumhuriyet döneminde yıllarca dökümhane olarak kullanılması nedeniyle dökümcüler hamamı olarak da anılan hamamı ilk günkü ihtişamına kavuşturacak olan restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi.

Başkan Altepe, Büyükşehir Belediyesi Tarihi ve Kültürel Miras Projeler Koordinatörü Aziz Elbas ile Yıldırım Kent Konseyi Başkanı Arif Çelenk'in de katıldığı inceleme gezisinde Fen İşleri Daire Başkanı Fehmi Ökten ve yüklenici firmanın yöneticilerinden çalışmalar hakkında bilgi aldı. Bursa´nın Osmanlı´nın ilk başkenti olduğunu ve imparatorluğa damgasını vuran 6 padişaha ev sahipliği yaptığını hatırlatan Başkan Altepe, anıtsal yapılar başta olmak üzere şehirdeki tarihi eserleri bir bir ayağa kaldırdıklarını ifade etti.

Bursa´da Osmanlı mimarisini simgeleyen yüzlerce tarihi eserin bulunduğunu, Muallimzade Hamamı´nın da bunlardan biri olduğunu kaydeden Başkan Altepe, "Muallimzade Ahmet Bey tarafından yaptırılan ve halk arasında Davutkadı Hamamı olarak bilinen bu yapıyı, inşallah önümüzdeki bahar aylarında hizmete alacağız. Yılın başlarında başlattığımız çalışmalar tüm hızıyla sürüyor. Hamam; işe başladığımızda harabe halde, tüm kubbeleri çökmüş ve üzerlerine işyerleri yapılmış vaziyetteydi. Restorasyon çalışmaları sonrasında yapı ayağa kalktı. En ideal şekliyle onarım gerçekleştiriliyor. Restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra burası, bölgeye hareket ve dinamizm kazandıran güzel bir merkez olacak." diye konuştu.

Büyükşehir Belediyesi olarak Bursa´nın tüm ilçelerinde tarihi ve kültürel mirasla ilgili çalışmalar başlattıklarını, sadece Yıldırım İlçesi´nde 45 adet tarihi eserin onarımını gerçekleştirdiklerini ifade eden Başkan Altepe, Muallimzade Hamamı´nın da bu projelerin en önemlilerinden biri olduğunu kaydetti. Çalışmalar tamamlandığında özgün haline dönecek olan tarihi hamamın sosyal ve kültürel aktivitelerin yapılabileceği, herkesin buluşabileceği ender mekanlardan biri olacağını söyleyen Başkan Altepe, "Yıldırım´a yakışacak bir eseri daha ayağa kalırmış olacağız." dedi.

Yıldırım´da tarihi mekanların yok denecek kadar az olduğunu, semtin Davutkadı Hamamı gibi mekanlara ihtiyacı olduğunu vurgulayan Başkan Altepe, Büyükşehir Belediyesi olarak halkın talebi doğrultusunda bu eksikliği her geçen gün gidermeye gayret etiklerini de sözlerine ekledi.

Star Gündem, 12.11.2012

'GAZİANTEP GELECEĞİN İNSANLIĞI İÇİN RÖNESANS ŞEHRİ OLACAK'

 

Dünya Vatandaşlar Örgütü (WCO) ve İpek Yolu Küresel Birliği Başkanı Dr. Young Hoon Kwaak, "Gaziantep geleceğin insanlığı açısından bir Rönesans şehri olacak. Dünya vatandaşlığı olgusunu Gaziantep oluşturacak." dedi.

 

Gaziantep'te yapılan 7'nci Dünya İpekyolu Başkanları Forumu için şehre gelen 30 ülkeden yaklaşık 250 yabancı konuk, tarihi ve doğal dokuya hayran kaldı. Forumun ardından, Gaziantep'in doğal ve tarihi dokusunu gören yabancı konuklar, tarihi şehre hayran kaldı. İpekyolu Başkanları Forumu üyesi illerin temsilcileri, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından forum anısına yapılan anıtın açılışını da yaptı.

 

Burada konuşan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, "Dünya İpek Yolu Forumu'nun kalıcı olması için buraya 'İpekyolu Şehirleri Anıtı' yaptık. Foruma katılan yaklaşık 30 ülkenin isimlerini buraya yazdık. Buradaki hedef, dünya barışına katkı sağlamak." şeklinde konuştu.

 

Gaziantep'e övgüler yağdıran WCO ve İpek Yolu Küresel Birliği Başkanı Dr. Young Hoon Kwaak, "Gerçekten çok mutluyum. İpek yolu geleneği son derece pozitif, barışçıl bir medeniyetler arası alışveriş haline geldi ve gelecek nesiller için de bir sembol olacak. Genç jenerasyonların barış içinde birlikte yaşaması olgusu, artık küresel bir köy haline gelen bu dünyada daha da güzel yaşanacaktır. Gerçekten ümit ederim ki Gaziantep, geleceğin insanlığı açısından bir Rönesans şehri olacak. Dünya vatandaşlığı olgusunu Gaziantep oluşturacak." diye konuştu.

Mynet Haber, 11.11.2012

ZOR YILLAR

 

 

Taksim için ‘zor bir yıl’ demiştim geçen hafta. Zorluk sandığımdan da çetin başladı. Meydan içinden geçilmez vaziyette. İşin daha fenası ‘zor yıl’ ‘zor yıllar’a uzayabilir; Ömer Erbil’in bugünkü haberini mutlaka okuyun derim. Taksim’den de tarihi eser çıkması ve yol inşaatının arkeolojik kazıya dönüşmesi çok mümkün.

 

Önceki gün de Elif İnce’nin haberinde yeni Taksim Kışlası’nın detaylarını gördük. İçi buz pateni, konser alanı, çevresi kafeler filan cıvıl cıvıl canlandırmalar var belediyenin hazırladığı projede. Belki ilk bakışta Kadir Topbaş gibi burayı ‘sevecen’ bulabilirsiniz. Ama bu ‘sevecen’ yapıya ne kadar ihtiyaç var diye de sormak lazım. Taksim’in bir cephesini tamamen kapatacak bu devasa binanın içinin nasıl doldurulacağı hala belli değil. Belediye, kültür çevreleriyle bir ‘kent müzesi’ için toplantılar yapıyor, içinde ‘sanat aktivite alanları’ olacağından söz ediliyor. Hepimiz bal gibi biliyoruz ki Taksim Topçu Kışlası bunlardan ibaret olmayacak. O büyüklükte bir yapıyı AVM ya da otel yapmadan değerlendirmek mümkün değil.

 

Mesele şu ki Beyoğlu’nda yeni bir AVM’ye, otele, hatta restoran ve kafelerle dolu eğlence alanına ihtiyacımız yok. Beyoğlu’nda ve bütün kentte en çok ihtiyacımız olan şey ‘yeşil alan’. Herkesin elini kolunu sallaya sallaya girip içinde vakit geçirebileceği bir parkı ortadan kaldırmanın ne alemi var, anlamak mümkün değil. Elif İnce’nin haberindeki görüşleri okuduysanız fark etmişsinizdir; ister muhafazakar mimar olsun, ister AKP’li bakan, kültür sanatla mimariyle biraz alakası olan herkes Topçu Kışlası’na karşı… Taksim Meydanı’nı yeniden düzenleyenlerin Gezi Parkı’nı daha da güzelleştirip önündeki otobüs duraklarını, Çevik Kuvvet karakolunu, merdivenleri vs. kaldırmaları yeter; yeni bir Demirören AVM istemiyoruz...

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 10.11.2012



******


TAKSİM 'ELLE' KAZILACAK

 

 

Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında ilk etap olarak Cumhuriyet Caddesi ile Tarlabaşı Caddesi arasındaki dalış tünelleri için İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu kararında uygulamanın müze denetiminde yapılması istendi. İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri, ihaleyi kazanan Kalyon İnşaat yetkililerini çağırarak inşaat çalışmalarına başlayabilmeleri için müze arkeologlarının sondaj kazıları yapacağını bildirdi.


İnşaat yetkilileri kurul kararının ne anlama geldiğini bilmediğinden şaşkına döndü. Çünkü sondaj kazıları ‘elle yapılacak’. Sondajda kültür varlığına rastlanılması halinde ise kazılar genişletilecek. 8 ayda bitirilmesi planlanan tünel inşaatlarının elle kazı halinde bu sürede bitirilmesi mümkün görünmüyor. 

Paravanlar konuldu ama...
Türkiye aylardır Taksim yayalaştırma projesini konuşuyor. Projeler çizildi, Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na sunuldu. Koruma Kurulu Gümüşsuyu Caddesi - Mete Caddesi - Sıraselviler Caddesi için önerilen dalış tünellerini iptal etti.


Cumhuriyet-Tarlabaşı Caddesi tüneliyse onaylandı. Kurul onayından sonra bölge trafiğe kapatılıp etrafı tahta paravanla çevrilerek elektrik, su, doğalgaz gibi hatların yerleri değiştirilmeye başlandı. Ancak 2 Numaralı Koruma Kurulu kararındaki bir detay planları altüst etti. 

8 ayda bitmez! 
Kurulun 10.10.2012 tarihli kararı doğrultusunda ihaleyi kazanan Kalyon İnşaat yetkilileri İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne davet edildi. İnşaat yetkililerine projeye başlayabilmeleri için müze arkeologlarının alanda el yordamıyla sondaj kazıları yapması gerektiği, kazılar sonucunda kültür varlığına rastlanıldığı takdirde kazı alanının genişletileceği ve iş makinesinin girmesine kazı bitene kadar izin verilmeyeceği aktarıldı. Kalyon İnşaat yetkilileri duydukları karşısında neye uğradıklarını şaşırdı. Onlar müze denetimindeki kazı kararıyla, çalışan iş makinelerinin başında bir müze yetkilisi bulunacağını düşündüklerini, arkeologların elle kazması halinde 8 ayda projenin bitmesinin mümkün olmadığını ilettiler. Müze yetkilileri de kurul kararını uygulamak zorunda olduklarını ifade ettiler.


Büyükşehir Belediyesi ve Kalyon İnşaat yetkililerine sorularımızı yönelttik. Haber hazırlandığı sırada henüz bir cevap verilmemişti. 

Şimdi ne olacak?
Kalyon İnşaat arkeologlara projeye başlayacakları alanı gösterecek. Bu alanda iş makinelerinden önce İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin belirlediği arkeologların nezaretinde işçiler sondaj kazısı yapacak.


Arkeolojik amaçla açılan sondaj çukurları, 5x5 metre genişliğinde oluyor. Alanın durumuna göre 3x3 metre de kazılabiliyor. Derinlik ise kültür varlığına rastlanılmadığı takdirde ana kaya bulununcaya kadar devam ediyor. İlk sondaj çukurundan kültür varlığı bulunmazsa 20 metre ilerisinde yine kazma kürek yarımıyla yeni bir sondaj çukuru açılıyor. Burada da bir kültür varlığı çıkmadığı takdirde yine 20 metre ilerisine devam ediliyor. Proje sahası bu yöntemle taranıyor. Kültür varlığı çıkmayan alanlara kontrollü şekilde iş makineleri sokuluyor. Sondajlarda kültür varlığına rastlanılırsa bu sefer çıkan eserin durumuna göre arkeolojik alan genişletiliyor. Bu durum tüm alanın elle kazılmasına neden olabiliyor. 

Ceneviz mezarı çıkabilir 
Müze arşivine göre Cumhuriyet Caddesi ve yakınında kültür varlığına rastlanıldı. Su mahzeninin arkasında bulunan ve Kasımpaşaspor tarafından işletilen otopark alanında 2000 - 2001 yıllarında yapılan kazılarda Ceneviz mezarlarına rastlanıldı. Mezarlığın otopark ve proje alanını da kapsayarak Talimhane’ye doğru devam ettiği düşünülüyor. AKM yapılırken 5’inci yüzyıla ait lahitler bulunmuştu.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 10.11.2012

 

******


GERÇEK ORTAYA ÇIKTI

 



Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi için ilk kazma 30 Ekim tarihinde vuruldu. Ancak Cumhuriyet Caddesi ile Tarlabaşı Caddesi arasındaki dalış tünelleri için arkeolojik kazı yapılması gerektiği ortaya çıktı.

 

İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, önce “TAKSİMMeydanı Yayalaştırma Projesi’yle ulaşımakışını düzenlemeyi hedefleyen Gümüşsuyu Caddesi-Mete Caddesi-Sıraselviler Caddesi’ndeki dalış tünellerinin iptal edilerek trafik akışını zemin düzleminde sağlayan imar planlarının revize edilmesine” karar verdi. Kurul, trafik akışını zemin altına alan bu projenin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na uygun olduğuna da hükmetti. Kurul ayrıca, ‘uygulamanın İstanbul ArkeolojiMüzesiMüdürlüğü’nce yapılması gerektiğini belirtti. Kurul, uygulama kapsamında etkilenen yetişkin ağaçlar için de Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Komisyonu’ndan görüş alınmasını istedi.

Kurul kararı gereği, yayalaştırma projesini kazanan Kalyon İnşaat yetkilileri İstanbul ArkeolojiMüzesi’ne davet edildi. İddiaya göremüze arkelogları, şirket yetkililerine projeye başlayabilmeleri için alanda el yordamıyla sondaj kazıları yapılması gerektiğini bildirdi. Kazılar sonucunda kültür varlığına rastlanıldığı takdirde kazı alanının genişletileceği ve işmakinesinin girmesine, kazı bitene kadar izin verilmeyeceği bilgileri de şirket yetkililerine aktarıldı. İddiaya göre firma yetkilileriyse kararı, ‘Müze yetkilisi arkeologların, iş makinelerinin başında denetim yapacakları’ biçimde algıladı. Şirket yetkililerinin, ‘Elle kazı yapılması’ halinde projenin planlandığı gibi 8 ayda bitmesininmümkün olmayacağını söylediği öne sürüldü. Ancak Kurul’un kazının Arkeoloji Müdürlüğü denetiminde yapılması kararına rağmen kazı çalışmaları 30 Ekim’de başlatıldı.

Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, söz konusu karar gereği tarihi kalıntıların tespiti amacıyla İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü denetiminde arkeologların ‘elle kazı’ yapması gerektiği, ancak yasa ve yönetmeliklerin çiğnenerek 5 Kasım itibarıyle Taksim’in trafiğe kapatılıp iş makineleriyle projenin hayata geçirilmeye çalışıldığını söyledi. Muhçu, suç duyurusunda bulunacaklarını da ifade etti.

İşmakineleri girmeden arkeologların Taksim’de çalışma yapması gerektiğini söyleyenMuhçu, “Kazı kurallarına aykırı davranılması, arkeolojimüzemüdürlüğünden uzman gözlemci alınmadan işmakineleriyle çalışmaların başlatılması projenin durdurulma sebebidir. Bölgenin arkeolojik özellikleri göz ardı edilerek çalışma sürdürülüyor. Dünyanın hiçbir yerinde tarihselmiras böylesine göz ardı edilmez. Tarihsel mirasa yönelik umarsız bir yaklaşım somut bir şekilde ortaya konulmuştur” diye konuştu. Geçmişte tarihi yarımadada yapılan çalışmalardaMimarlar Odası ve UNESCO’nun uyarılarda bulunduğuna değinenMuhçu, “Bu uyarlar sonucunda dozer ve ağır iş makinelerinin tarihi yarımadada kazı yapması bir nevi durdurulmuştu. Şimdi sanki bu süreç hiç yaşanmamış, yasal sorumlulukları yokmuş gibi işmakineleriyle herhangi bir hafriyat çalışması yapılıyormuşçasına tarihi Taksim’e tüneller açılıyor. Gezi Parkı’na şantiye kurarak zarar verdiler. Bunun için de ayrıca suç duyurusunda bulunacağız” dedi.

Arkeoloji Müzesi arşivine göre Cumhuriyet Caddesi ve yakınında kültür varlığına rastlandı. Su deposunun arkasında 2000-2001 yıllarında yapılan kazılarda Ceneviz mezarları gün yüzüne çıkarıldı. AKM yapılırken 5’inci yüzyıla ait lahitler bulunmuştu.

Habertürk, Haber: Şükran Özçakmak, 11.11.2012

 

******


ELLE KAZIYA GÜNAY İTİRAZI

 

Radikal ’in ‘Tarihi fren-Taksim elle kazılacak’ haberine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ’dan itiraz geldi. Günay, projede dalış tünellerinin bulunduğu Tarlabaşı ile Cumhuriyet caddelerinin kentsel sit kapsamında kaldığını belirterek, “Önce arkeologların nezaretinde iş makinesi girecek, kültür varlığına rastlanırsa o zaman arkeologlar elle kazacak” dedi.


Radikal önceki gün Taksim’de trafiğin yeraltına alınması projesiyle ilgili haberinde İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararına atfen ‘Projenin İstanbul Arkeoloji Müzesi denetiminde yapılacağını, iş makinelerindan önce el yordamıyla arkeologların sondaj kazısı yapacağını’ hatırlatmıştı. Kamuoyunda tartışma yaratan bu haber üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Radikal’i arayarak “Taksim projesine bakanlık engel oluyormuş şeklinde bir algının oluşmasından rahatsız olduğunu” belirtti. Belediye ile karşı karşıya gelmek gibi bir durumun olmadığını ifade eden Bakan Günay, İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileriyle görüştüğünü, müzenin uygulamasının yanlış anlaşıldığını kaydetti. Bakan Günay şunları söyledi:


“Burada müze sondaj kazısı yaparak projeye engel olacak, proje durdu diye bir şey söz konusu değil. Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu kararını müze uygulayacak. Müze çalışmalara arkeolog gönderecek ve her daim hafriyat çalışmalarının başında olacak. Ayrıca projeyi uygulayan firmayı müzeye çağırıp uygulamayı anlattık ve ‘Siz de arkeolog bulundurun, hafriyatın başında onlar da dursun’ dedik. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bizden arkeolog talep etti. Projeyi durdurmak ya da yavaşlatmak şeklinde bir durum söz konusu değil. Burası kentsel sit alanı. İş makineleri alana girerek hafriyata başlayacak. Arkeologlarımız gece gündüz hafriyatın başında duracak.”


Günay hafriyat sırasında kültür varlığına rastlanırsa müze uzmanlarının o zaman müdahale edeceğini belirterek, “O zaman gerek görülürse sondaj kazısı yapılacak. Projeyi uygulayan şirkete ‘İşi durdurun, önce biz elle kazacağız’ gibi bir tavır sergilemedik. Kültür varlığına rastlanılmazsa inşaat süresinde biter” dedi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 12.12.2012

 

******


TAKSİM ELLE DEĞİL, MAKİNEYLE KAZILIYOR

 

 

Arkeologları beklemeden başlayan kazıda iş makineleri yolun altına doğru iniyor. Etrafta da müzeden görevli hiç kimse görünmüyor.


Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında ilk etap olarak Cumhuriyet Caddesi ile Tarlabaşı Caddesi arasındaki dalış tünelleri için İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu kararında uygulamanın müze denetiminde yapılması istenmişti. İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri, ihaleyi kazanan Kalyon İnşaat yetkililerini çağırarak inşaat çalışmalarına başlayabilmeleri için müze arkeologlarının sondaj kazıları yapacağını bildirmişti. İnşaat yetkililerine projeye başlayabilmeleri için müze arkeologlarının alanda el yordamıyla sondaj kazıları yapması gerektiği, kazılar sonucunda kültür varlığına rastlanıldığı takdirde kazı alanının genişletileceği ve iş makinesinin girmesine kazı bitene kadar izin verilmeyeceği aktarılmıştı. Kalyon İnşaat yetkilileri müze denetimindeki kazı kararıyla, çalışan iş makinelerinin başında bir müze yetkilisi bulunacağını düşündüklerini, arkeologların elle kazması halinde 8 ayda projenin bitmesinin mümkün olmadığını iletmişlerdi.

Radikal, 12.11.2012

 

******


"TOPÇU KIŞLASI, ERDOĞAN STADYUMU'NUN YERİNE YAPILSIN"

 

 

Nurettin Sözen döneminde İBB İmar Daire Başkanlığı yapan CHP Grup Sözcüsü Mehmet Yıldız, “Kışlayı yapmak Taksim’in göbeğinde arsa üretme ve Gezi Parkı’na inşaat yapma operasyonudur. İktidar Taksim’e tamamen duygusal yaklaşıyor... Kışlayı Kasımpaşa’ya yapalım” dedi.

Konuşması sırasında zaman zaman AKPli sıraları ayaklandıran Mehmet Yıldız şunları söyledi:
Taksim’e ideolojik pencereden bakmayı bırakmalısınız. O pencereden parklar, yeşil alanlar ve 80 yıllık ağaçlar görünmüyor. Kışlanın 1939’da yıkılması ne kadar yanlışsa, şimdi taklidinin yapılması da o kadar yanlış. Yapılacak yapı gerçeği ile ilgisi olmayan, taklit bir kopyadır. Çakmadır. Böyle bir yapının, kovboy filmlerindeki sinema dekorundan farkı olmaz. Kışla Antalya ’daki Topkapı ve Kremlin Sarayı taklidi otelden farklı değildir.

Gelin İstanbul halkına soralım. Taksim Topçu Kışlası’nın çakması Gezi Parkı’na yapılsın mı, yapılmasın mı? “Halka hesap verme” sözünü ağzınızdan düşürmüyorsunuz. Sözünüzün gereğini yapın. 

 

Kasımpaşa Spor Kulübü’ne yeni tesisler Kemerburgaz’da yapılıyor. Stadyum nasıl olsa oraya taşınacak. Mevcut yer boşalacak. Topçu Kışlasının kültür merkezi olarak yapılacağı en uygun yer Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu’nun olduğu yerdir. Eğer niyetiniz bağcı dövmek değilse, bu öneriyi ciddiye alırsınız. Gelin, ‘Emir büyük yerden’ demeyin. Doğru olanı yapın.”

Radikal, Haber: Fatma Aksu, 12.11.2012

 

******


TAKSİM'İN TARİHİNE BURGU

 

 

Taksim’de trafiği yeraltına almak için Cumhuriyet Caddesi’nde başlatılan tünel inşaatında önce arkeologlar mı çalışacak yoksa iş makineleri mi tartışması sürerken inşaatı üstlenen Kalyon İnşaat, iş makinelerini sahaya soktu bile. Daha önce Cenevizlilerden kalma mezarlara rastlanan Taksim hızla kazılıyor. Burgu makineyle toprak un ufak edilirken, dozerler de kepçeleriyle alanı kazıyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi dün iki arkeoloğu iş makinelerinin başında durması için görevlendirdi. Ancak uzmanlar Taksim’e önce iş makinelerinin sokulmasına tepkili. Taksim’de tünele karşı olmadığını ancak yöntemin doğru yapılması gerektiğini belirten ve dört ay öncesine kadar da 2 Numaralı Koruma Kurulu’nun başkanlığını yapan Prof. Mete Tapan, Taksim’e iş makinelerinin girmesini şöyle değerlendirdi:
“Koruma Kurulu, ‘Kazı müze denetiminde yapılacak’ diye karar alıyorsa proje başlamadan önce arkeologlar burada elle sondaj kazısı yapacak anlamı taşır. İş makinesiyle arkeolojik kazı yapamazsınız. Arkeolojik kazılar tamamlanır, iş makinesi girer. Kurul bu kararı alırken arkeolog üyesine yöntemini sorarak karar verir. Şehir plancı ya da mimar bunu bilemez. İş makinesinin girmesine müze izin vermez. Kurul ‘Sondaj yapacaksın, sonra arkeolog girecek, sonra iş makinası girecek’ gibi yol yöntem belirlemez. ‘Müze denetiminde’ der ve müze de ne yapacağını bilir.”


Arkeolog Prof.Dr. Mehmet Özdoğan da Taksim’deki tartışmanın yersiz olduğunu düşünüyor. Çünkü burada arkeolojik katmanlar, tarihi mezarlar olduğundan, İstanbul’u az çok bilen herkesin haberdar olduğu görüşünde:
“Dünya standartlarına, Venedik Sözleşmesi dahil Türkiye ’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı bir yöntem uygulanıyor. İş makinesinden sonra arkeolog girmez. Proje aşamasında arkeologlara danışılır. Sondajlar açılır, arkeolojik açıdan bir sıkıntı yoksa proje hayata geçirilir. İş makinesi girince hiçbir arkeolojik buluntuya rastlayamazsınız. Arkeologların yatırımcıyla birlikte projede çalışmaları gerekirdi. Yenikapı’da kimin aklındaydı batık çıkacağı, ilk İstanbul’luların orada yaşadıkları? Arkeologların görevi işi aksatmak değil, işi makul sürede tamamlayıp bilimsel verileri elde etmek. Bu bölgenin mezarlık olduğunu kaynaklar bize gösteriyor. İş makineleri girince buradan arkeolojik veri beklemek hayal olur.”

Daha önce Sulukule’de iş makinelerini önlerine atlayarak engellemeye çalışan emekli müze uzmanı Dr. Şeniz Atik de “Taksim’de yapılanın aynısını Sulukule’de yaşadık” diyor: “Sulukule’de de iş makineleri arkeolojik alanı darmadağın etti. Dozer operatörünün başında arkeolog durmaz. O operatör arkeoloğu dinlemez zaten. İş makinesinin önüne atladım da durdu. Arkeolojik tabakaları iş makineleri ile kaldırdığınızda bilimsel olarak göreceğiniz bir şey kalmaz. Bunun adı defineci kazısı olur. Biz altın aramıyoruz ki! Arkeologlar boşuna mı alanları günlerce kazmayla, küçük aletlerle kazıyorlar?”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.11.2012

 

******


'TAKSİM YALANI'

 

“Joseph Goebbels -1933-1945 Almanya Propaganda Bakanı-, 1941’de yayınlanan, ‘Zeit ohne Beispiel’ adlı 1939-41 yılları arasındaki yazılarının toplandığı kitaptaki ‘Aus Churchills Lügenfabrik’ başlıklı yazısında şöyle diyor:
 

“Büyük bir yalan söylenirse ve yeterli sıklıkta tekrar edilirse, insanlar sonunda buna inanır. Bu nedenle, devletin bütün gücünü karşı görüşleri bastırmak için kullanması, devlet için hayati önem taşır. Gerçek, yalanın en büyük düşmanıdır ve bu nedenle gerçek, devletin en büyük düşmanıdır.”
Türkiye’deki siyasete de ne kadar uygun değil mi?


Taksim Platformu, işte bunu yakalamış, açıklamasında deniliyor ki:
“Bir helikopter dolaşıyor Taksim Meydanı’nın üstünde. Film çekiliyor. Gezi Parkı’nın ağaçları dijital teknoloji kullanılarak siliniyor, sefil ve kuru bir meydan görüntüsü verildikten sonra huzur dolu bir müzik eşliğinde canlandırma tekniğinin incelikleri kullanılarak Taksim Meydanı’ndan ‘Taksim Yalanı’ yaratılıyor. Gözümüz boyanıyor. Şehrin mesulü olması gereken belediye başkanı Taksim’in artık yaşanmayan bir yer olduğunu iddia ediyor.


Kulaklarımıza yalan dolduruluyor. Yalanı görmek için hala meydana bakmak, meydanı dinlemek yeterli. Meydanda henüz yaşam var, yeşil var.


Birlikte yaşamak istedik, yaşayamıyoruz. Demokrasi sadece seçilmek değil, ötekini dinlemektir, katılımdır, tartışmadır dedik, anlatamıyoruz!


Bu ülkenin tanklardan kurtulmasını istedik, şimdi de üzerimize buldozerle geliyorlar. Köylerimizde yaşam kurutuldu, şehirlerimizde de kurutuluyor.


İnsanlarımız, köylerimiz, mahallelerimiz, ormanlarımız, geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimiz tehdit altındayken, her birimiz bir köyde, bir mahallede, bir ormanda haklarımızı korumaya çalışırken, ortak sorunumuzu kaybetmeyelim. Taksim’de yaratılan yalan bütün çıplaklığıyla sorunlarımızı yansıtmaktadır. Arkasına gizlenecek ‘birlik-beraberlik’, ‘güvenlik’, ‘halk istiyor’ bahaneleri yoktur.


Taksim’de gerçek, halkın, halka açık yemyeşil bir park istediğidir, 80 yıllık ağaçlar kurban edilerek tünel veya kışla yapılması değil!”


Taksim artık bizim değil, iktidarın!

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 13.11.2012

 

******


TAKSİM'DE TARİHİ DUVAR HEYECANI

 

 

Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında yapılan çalışmalarda ortaya çıkan duvarlar merak uyandırdı.

 

Proje kapsamında Cumhuriyet Caddesi ve Tarlabaşı Bulvarı’nın kesişiminde iş makineleri ile yapılan kazılarda, toprağın yaklaşık 2 metre altında ortaya çıkan duvarlar dikkat çekti.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, kalıntı ile ilgili yorum yapmak istemediğini belirterek, “İşler Arkeoloji Müzesi denetiminde ilerliyor. Herhangi bir kalıntıya rastlandığında anında iş makineleri durdurulup arkeolojik kazı yapılıyor” dedi.

Kalıntının İstanbul’un ilk stadı “Taksim Stadı”na ait olabileceği iddiasına karşılık Sanat Tarihi ve Arkeoloji Uzmanı Prof.Dr. Semavi Eyice, “Stadın duvarı falan yoktur. Bu kalıntının stada ait olması mantık dışı. Kışlayla bu yer alakasız alanlar. Bu bölgede davaları uzun zaman süren Ermeni Mezarlığı ve Hristiyan Mezarlığı yer alıyordu. Kazıda çıksa çıksa kemik çıkar, tarih eser kalıntı çıkacağını hiç zannetmiyorum” dedi.

 

Mimarlık Tarihçisi Prof.Dr. Uğur Tanyeli ise kışlanın avlusunun bir dönem stat olarak kullanıldığını, bulunan duvarında tarih eserin kalıntı kategorisine alınmaması gerektiğini belirtti.

Milliyet, 14.11.2012

 

******


"TAKSİM'E ARKEOLOJİK HASSASİYET GEREKMEZ"

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Taksim projesinde çıkabilecek tarihi eserlerin iş makineleriyle tahrip edileceği tartışmalarına, “Taksim arkeolojik sit alanı olmadığı için arkeolojik hassasiyet gerekmiyor” yanıtını verdi.

 

Topbaş, “Bakanla görüştüm. Belediyemizin bir iki arkeoloji uzmanı bulunmasını kafi buluyor” dedi. Topbaş şunları söyledi: “Kışlanın temelini bulmak için kazı yapacağız. Gümüşsuyu ve Sıraselviler’deki ilk proje, Koruma Kurulu’nun kabul etmemesi üzerine iptal edildi. Alternatif olarak Firuzağa’dan açılması düşünülen tünel de uygun bulunmadı. Orayı yeraltına almayabiliriz.”

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 14.11.2012

 

******


BAŞBAKAN ERDOĞAN'DAN ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR

 

........

 

CHP'YE ELEŞTİRİ
Biz tarihimize sahip çıkarız, hatalarla yüzleşiriz. 50-60 yıl öncesi konuşmayı patolojik vaka olarak görürken biz 1071 ruhunu 2071'e taşıma gayreti içindeyiz. Bizim şehir medeniyetimiz adeta katledildi. CHP'nin tek parti döneminde yüzlerce cami yıkıldı, tarihi eserler tahrip edildi, harabeye çevrildi. Şehrin en köklü yapıları yok edildi. Belediye başkanı olduğum dönemdeki iki belediyenin ağır faturaları vardı.

“HİÇ ACIMADAN YIKACAĞIZ”
Biz 3 emsal dedik ve öyle ilerledik. Ben bakanıma da söylüyorum. Ajan gezdirir gibi ekibini Türkiye’yi gezdireceksin. Bakacaksın nerelerde ne var. Yıkılması gereken neresi varsa hiç acımadan yıkacağız. Acırsak acınacak hale geliriz. Yol açmak bahanesiyle birçok şehirde tarih yok edildi. Şehirlerin ruhuna dokunmanın vebali çok fazladır. Taksim’de yıkılan tarihi yeniden canlandırmaya çalışıyoruz. Karşımıza ilk çıkan CHP oldu. köşe yazarları yazmaya başladı. Ne yazarsanız yazın Taksim’i tekrar ruhuyla buluşturuyoruz

TAKSİM DÜZENLEMESİ
Taksim Meydanı'nda trafiğin alta alınması bile beyefendileri rahatsız ediyor. Biz gençliğimizde Beyazıt'ta Sultanahmet'teydik. Artık yok. Oralarda mitinglerimizi toplardık. Siz şimdi yapabilir misiniz yapamazsınız, oralar turistik alanlar oldu.

 

........

 

Hürriyet (Kısaltarak), 14.11.2012

 

******


TAKSİM TARİHİNDEN DOZERLE GEÇİYORLAR

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, trafiği yer altına almak için Cumhuriyet Caddesi’nde başlatılan tünel inşaatına ilişkin açıklamasında, bölgenin arkeolojik sit alanı olmadığı için, arkeolojik kazı hassasiyeti gerekmeyeceğini ifade etti. Topbaş, “Burada kentsel sit mantığıyla çalışacağız. Makineli kazı yapacağız. Koruma Kurulu’nun ifadesi burada arkeoloji müdürlüğünden bir yetkilinin bulunması. Sayın Bakanla da görüştüm. Burada belediyemizin kendi şantiyesinde iki arkeolog bulunmasının yeterli olduğunu söylediler. Bu elle kazı anlamına gelmiyor” diyerek, projenin 8 aydan daha kısa süre içinde bitirileceğini duyurdu.

 

Ancak uzmanlar tarihi çok eskilere dayanan Taksim’e makinelerden önce, arkeologların girmesi gerektiğini söylüyor. Gazetemize konuşan İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümü öğretim görevlisi Prof.Dr.Engin Akyürek, İstanbul’un neresinde olursa olsun herhangi bir kazı yapılırken mutlaka Arkeoloji ve Sanat Tarihi biliminden uzmanların denetiminde olması gerektiğini söyledi. Uzmanların  denetiminde yapılmayan projelerin tahribat anlamına geldiğini söyleyen Akyürek, Taksim’de kapsamlı arkeolojik kazılar yapılmadığından ne tür yapı ve eserler çıkabileceğini söylemenin bugünden zor olduğunu ifade ediyor.  Marmaray projesini buna örnek veren Akyürek, “Yenikapı’daki Bizans Limanı önce kaynaklardan biliniyordu. Ancak kazılar sonrası çıkan buluntularla, İstanbul tarihi günümüzden 8 bin yıl öncesine kadar tarihlenebildi” dedi.

 

Taksim’de önemli bir diğer konunun da Gezi Parkı olduğunu dile getiren Akyürek, “Topçu Kışlası’nın yeniden ayağa kaldırılmasından bahsediliyor. Bunun için belli uluslararası kurallar vardır.  Tamamen gitmiş bir yapıyı ayağa kaldıramazsınız, tarihi bir anlamı, değeri olmaz. Topçu Kışlası’nın sadece ön cephesini ayağa kaldırıp arkasında ağaç katliamlarıyla Gezi Parkı bir AVM’ye dönüştürülmek isteniyor. Buna da sessiz kalmamak lazım. Gezi Parkı Taksim ve çevresinde nefes alınabilen tek yer” diye konuştu.

 

KARUL: SÜRE HESAPLANIRKEN ARKEOLOGLAR DİKKATE ALINMAMIŞ

Doç.Dr. Necmi Karul (Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı): İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından Taksim meydan düzenleme çalışmalarının  İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetiminde yapılabileceği karara bağlanmıştır. Çalışmaların yapıldığı bölgede Cenevizlilere ait mezarlara  daha önce rastlandığı biliniyor. Müze görevlilerinin bu tür kalıntılar ile karşılaşması durumunda uygulanacak yöntem bellidir. Başka bir deyiş ile arkeolojik kazı yöntemleri uygulanır; bu yöntemlerden ödün verilmesi, arkeolojik dolgunun tespit edildiği bir yerde makinelerle kazı yapılması doğru olmadığı gibi yasalara da aykırıdır. Bir alanın kentsel ya da arkeolojik sit olması, bir ilçe ya da büyükşehir olması ne arkeolojik kalıntının niteliğini ne de uygulanacak yöntemleri değiştirir. Bu tür projelerde tarih verilmesi kamuoyu için önemli olsa da arkeolojik kalıntılar ile karşılaşılacak yerlerde dikkatli davranmak gerekir. Bu durum projeler hazırlanırken arkeolog, kent tarihçisi gibi uzmanların sürece dahil  edilmediği anlamına gelir. Bu tür hatalar yapılmışsa, görevi ve sorumluluğu bir hekimin hastasını yaklaşımı gibi, geçmişe ait kalıntıları açığa çıkarmak ve bilgiye dönüştürmek olan arkeologlara fatura edilememesi gerekir.

Evrensel, Haber: Sinem Uğurlu, 14.11.2012

 

******


CHP 'KIŞLA'YA İTİRAZ ETTİ

 

 

Tasim’de Gezi Parkı’nın asırlık ağaçları kesilerek yapılacak ‘Topçu Kışlası Projesi’ne CHP itiraz etti. Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki CHP grubu projesinin yapımına karar verecek İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyeleriyle görüşüp itiraz dilekçesi verdi. CHP grup sözcüleri Mehmet Yıldız ve Özgen Nama’nın sunduğu dilekçede, “ Taksim Gezi Parkı ’na sahte, ‘Topçu Kışlası’ yapmak yasalara aykırıdır. Yeni kışla, eski kışlanın tarihi değerini asla taşımayacak, Bu kopyanın sinema dekorundan farkı olmayacaktır. O çevrede aynı miktarda yeşil alan ayrılıp, plana işlenmeden, Gezi Parkı’nın inşaata açılması yasalara göre imkansız” denildi. CHP’li Yıldız, “Yayalaştırmaya karşı çıkmıyoruz. Meclis’e gelen planlarda Topçu Kışlası yoktu. Sonradan çıkardılar. Kurula götürdüler. Biz de itirazlarımızı oraya ilettik” dedi.

Radikal, Haber: Ercan Sarıkaya, 15.11.2012

 

******


VAR MISINIZ TOPÇU KIŞLASINI 'NATIONAL MUSEUM' YAPMAYA?

 

Madem hükümet Taksim’in göbeğine tarihi Topçu Kışlası’nı yapmaya kararlı, madem meydandaki tek yeşil alan Gezi Parkı yok edilecek, yapılacak binayı herkesin yüreğine su serpecek bir şekilde kullanmaya var mısınız?
 

O zaman belki Gezi Parkı’nın yok edilmesine içimiz sızlayarak evet diyebiliriz...
O zaman belki yüreğimize bir parça su serpilebilir...
O zaman belki Taksim’in yayalaştırılması projesine tepkiler azalabilir...


Yapılacak Topçu Kışlası’nın nasıl bir işlevle kullanılacağı netlik kazanmış değil...
Bir kısmında rezidansların bulunacağı, diğer kısmının iş merkezleri ve AVM olacağı söyleniyor.
Yok ortasında eskisi gibi buz pateni olacak, yok içine cami yapılacak... Dedikodunun bini bir para...


Bu kadar tepki olmasa dikecekler AVM’yi ama belli ki belediyenin de kafası karışık...


Başbakan Erdoğan’a, Kültür Bakanı Günay’a ve Belediye Başkanı Topbaş’a bir önerim var;
Gelin Topçu Kış-lası’nın tamamını İstanbul’a yakışan dev bir ulusal müze olarak inşa edin...
Londra’nın British Museum’u, Natural History Museum’u, Tate Gallery’si var...
Paris’in Louvre’u, Musee d’Orsay’ı...
New York’un MET’i (Metropolitan Museum of Art), MOMA’sı (Museum of Modern Art), Guggenheim müzesi var...
Peki ya İstanbul’un?


Özel sektörün yaptığı modern sanat müzeleri de olmasa İstanbul müze fakiri olacak.
İstanbul bir daha böyle fırsatı yakalayamaz...
Hem şehrin göbeğinde hem de bu büyüklükte bir binayı bir daha kolay kolay müze yapma şansını ele geçiremez...
Her yer AVM, her yer rezidans, her yer iş yeri...
Taksim’in göbeğinde bir yenisine ihtiyaç yok.
Ama oraya bir ‘national museum’, içinde kafeleri, sergileri, etkinlikleriyle bir ‘modern sanatlar müzesi’ kurarsanız...
İnanın kuşaklar boyu minnetle anılırsınız sayın Başbakan, sayın Topbaş...

Hürriyet, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 16.11.2012

 

******


'ÇAKMA' KIŞLA PERA'YA YAPILSIN

 

CHP İBB Grubu, Nazım İmar Planı’nda ‘yeşil alan’ olarak ayrılan Taksim Gezi Parkı’nın ve Topçu Kışlası’nın inşaata açılmaması için Koruma Kurulu’na başvurdu.
 

Beyoğlu Belediye Meclisi üyelerinin de aralarında bulunduğu itiraz yazısında şöyle deniliyor: “Görevinizi yapın. Çakma kışlaya izin vermeyin. Taksim Gezi Parkı’na Sahte Topçu Kışlası yapmak yasalara aykırıdır. Görevinizin gereğini yapın.”

Yapılacak kışlanın “Eski eser ve koruma ile ilgili yasalara aykırı” olduğu savunularak “Taksim Kışlası’nın tarihi değerini asla taşımayacak, taklit bir kopyası, ‘çakması’ Gezi Parkı’na yapılamaz. Bu girişim ‘planlama’ ve ‘koruma’ ile ilgili bütün yasalara aykırıdır” deniliyor.

Başvuruda: Gezi Parkı’nın yürürlükteki Nazım Planı’nda yeşil alan olduğu, o çevrede aynı miktarda yeşil alan ayrılıp plana işlenmeden, Gezi Parkı’nın inşaata açılmasının yasalara göre imkansız da olduğu belirtiliyor.

İktidarın amacının Taksim’in ortasında 98 bin metrekare arsa üretip inşaat yapmak olduğu belirtilen yazıda; “2863 Sayılı Kanun gereği bu alanda yetki kurulundur. Bu yasadışı girişime karşı, yasal sorumluluğunuzu yerine getirin” deniliyor.

Bizim önerimiz şudur: “Topçu Kışlası’nın benzeri, mutlaka yapılmak isteniyorsa, Beyoğlu sınırları içinde uygun bir yere yapılabilir. En uygun yer, yenisi Kemerburgaz’a yapıldığı için boşaltılacak olan Kasımpaşa’daki Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu’nun yeridir.”

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 16.11.2012

TARİHİ KİLİSE RESTORE ETTİRİLECEK

 

Niğde'nin Konaklı Beldesi'nde, 1844 yılında Aziz Vasilius tarafından yaptırılan kilisenin restorasyon proje ihalesini kazanan firma, çalışmalara başladı.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, tarihi kilise Türkiye ile Yunanistan'ın nüfus değişimini öngören ve 1924 yılında imzalanan Lozan Antlaşması'na kadar ibadete açık tutuldu.

Mübadelenin ardından ibadete kapatılan kilise, 2000'li yılların başlarına kadar patates deposu olarak kullanıldı. Dönemin Niğde Valisi Refik Arslan Öztürk'ün çabalarıyla depo olmaktan kurtarılan kilisede, 2008 yılında Fener Rum Patriği Bartholomeos'un yönetiminde ayin gerçekleştirildi.

Kilisenin restorasyonu için başlatılan çalışmalar kapsamında proje ihalesi tamamlandı. İhaleyi kazanan firma, çalışmalarına başladı.

Konaklı Belediye Başkanı Feridun Bilge, yaptığı açıklamada, 1993 yılından beri beldelerindeki turizm değerlerini tanıtmak için çaba gösterdiğini belirterek, şunları söyledi:
"Hazine arazisi üzerinde bulunan kilise, belediyemize tahsisli. Zaman zaman çevre düzenlemesi ve temizliğini yaptığımız kilisenin onarıma ihtiyacı vardı. İl yöneticilerimizle birlikte bakanlığın da desteğiyle bu yapıyı ayakta tutmak için çalışma başlattık. Kayseri'deki bir mimarlık şirketi, hazırladığı restorasyon projesi ile girdiği ihaleyi kazandı. Önümüzdeki yıl çalışmalara başlanması planlanıyor. Belediye olarak imkanlarımız dahilinde projeye destek vereceğiz. Beldemiz için tarihi önem taşıyan bu yapının turizme kazandırılması, Niğde ve Konaklı'nın tanıtımına büyük fayda sağlayacak. Bu sayece beldemiz turizmden pay alacak."

Restorasyonu yapacak Çağ Restorasyon Mimarlık firmasının yetkilisi mimar Oktay Çağlıbulanık da, Niğde Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün düzenlediği proje ihalesini kazandıklarını, proje çalışmaları tamamlandıktan sonra, uygulama ihalesini alacak firmanın gelecek yıl kilisenin restorasyonuna başlayacağını kaydetti.

Yapıldığı dönemde bölgesinde önemli bir merkez konumundaki kilise, özellikle mübadil torunları Rumların ziyaret ettiği mekanların başında geliyor.

Yılın belirli dönemlerinde atalarının yaşadığı toprakları ziyaret eden turistler, kiliseyi de geziyor.

Cnn Türk, 09.11.2012

YENİ BİR DİNOZOR TÜRÜ BULUNDU

 




Paleontologlar, Fas'ta şimdiye kadar bilinmeyen bir dinozor türü keşfetti.

 

"Cretaceous Research" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, büyüklük açısından Tyrannosaurus'a (T-Rex) benzeyen etçil dinozorun yaklaşık 95 milyon yıl önce Afrika 'da yaşadığı sanılıyor.

 

Diğer tüm dinozorlara oranla çok büyük bir göz çukuruna sahip dinozora, J.R.R. Tolkien'in ünlü "Yüzüklerin Efendisi" adlı eserinde kendini kocaman kızıl göz olarak gösteren “Kara Lord Sauron”un adı verildi.

 

12 metre yüksekliğindeki Sauroniops'ın son derece geniş ve kalın bir kafatasıyla çok sayıda keskin dişe sahip olduğu, kafasının üzerinde de kocaman bir yumru bulunduğu belirlendi.

 

Avını kafasındaki yumruyla vurarak yakaladığı sanılan Sauroniops, “Jura Devri”nin sonları (150 milyon yıl önce) ile Geç Kalkolitik Dönem sonu (65 milyon yıl önce) arasında yaşayan T-Rex gibi güçlü arka ayakları üzerinde yürüyordu.

 

İtalya 'daki Giovanni Capellini Jeoloji Müzesi'nden paleontolog Andrea Cau, “Dinozorun devasa göz çukurunu görür görmez, aklımıza Yüzüklerin Efendisi'nin Sauron'u geldi. Bu nedenle ona 'Sauroniops' adını verdik” dedi.

 

Tolkien'in eserinde, “Güç Yüzükleri”yle onlara hükmeden, “Tek Yüzük”ü yapan Sauron, Orta Dünya'daki Mordor ülkesinde Karanlık Kule olarak da bilinen Barad-Dur'un tepesinde devasa bir göz olarak ortaya çıkıyordu.

Radikal, 09.11.2012

PICASSO'NUN TABLOSUNA REKOR FİYAT

 

 

İspanyol sanatçı Pablo Picasso'nun "Nature Morte aux Tulipes (Laleli Natürmort)" tablosu, New York'ta yapılan açık artırmada 41,5 milyon dolara alıcı buldu.

 

Sotheby's müzayede evinde yapılan açık artırmaya telefonla katılan ve adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu, Picasso'nun tablosu için küçük bir servet ödedi.

Picasso, 1932'de tamamladığı eserinde sevgilisi ve esin kaynağı Marie-Therese Walter'ı elinde bir sepet lale ile resmetmişti.

Açık artırmada sanatçının "Femme à la fenêtre (Penceredeki Kadın)" adlı eseri ise 17,2 milyon dolara satıldı.

Fransız Empresyonizm'inin kurucularından Claude Monet'nin 1881 tarihli "Champ de Ble (Buğday Tarlası)" adlı eseri 12 milyon dolara, "Iris" tablosu ise 6,1 milyon dolara alıcı buldu.
Cnn Türk, 09.11.2012

DEFİNECİLER BELDEYİ KÖSTEBEK YUVASINA ÇEVİRDİ

 

 

Muğla'nın Fethiye İlçesi'ne bağlı Seki Beldesi'nde tarihi kalıntıların bulunduğu alanlar, define arayanların kazıları sonucu köstebek yuvasını andırıyor. Tehdidin boyutu gün geçtikçe artarken beldenin geçmişine ışık tutan MÖ 2'nci yüzyıla ait kaya üzerine oyulmuş savaşçı kadın figürü de mermer arama bahanesiyle kesilerek çalındı.

 

Tarihi mirası daha yeni yeni gün yüzüne çıkan Fethiye'ye 70 kilometre mesafedeki Seki Beldesi'nde geçmişe ışık tutan tüm tarihi kalıntılar definecilerin tehdidi altında. Yaz aylarında nüfusu 5 bine ulaşan, ancak karla kaplandığı için kış aylarında nüfusu azalan beldenin her yanı defineciler tarafından kazılıyor.

 

İzinsiz kazılar özellikle kayalara oyulmuş 2 bin yıllık geçmişe sahip tarihi figürlerin çevresinde yoğunlaşıyor. Bu tarihi kalıntıların, çevrede bulunan bir mezarı işaret ettiğine inan defineciler, bölgedeki eski mezarlarla birlikte tarihi eserleri de tahrip ediyor. Muğla'nın Antalya sınırındaki beldede konuşlu güvenlik güçleri, son derece gelişmiş teknolojiler kullanan definecilerle mücadele etmekte zorlanıyor.

 

Mermer arama bahanesi

Beldenin Eceler Mevkii'ndeki tepenin güney yamacından çalınan kaya bloğu üzerine oyulmuş 1.5 metre boyunda ve 2 metre genişliğindeki 'savaşçı kadın' figürü, beldenin bu yağma sırasında kaybettiklerini gözler önüne seriyor. İddiaya göre mermer arama bahanesi ile bölgeye gelen kimliği belirsiz kişiler, 2 bin yıllık oymanın bulunduğu 50 tonluk kayayı mermer kesme makinesiyle keserek parçalara ayırdı. Sadece kadın figürünün hedef alındığı talan sırasında, figürü tamamlayan halka şeklindeki oyma da ortasından kesildi. Kaya bloğu parçalar halinde tepeden koparıldıktan sonra mermer aramasına son verildi. Kesilerek kaya bloğundan ayrılan kadın figürü ortadan kaybolurken, tarihi kalıntının kimler tarafından götürüldüğü tespit edilemedi.

 

'Kış mevsiminde kesilmiş olmalı'

Kadın figürünün çalındığı bölgede incelemede bulunan Seki Belde Belediye Başkanı CHP'li Veli Yıldız, tarihi kalıntıların defineciler tarafından yağmalandığını söyledi. Tarihin her gün biraz daha tahrip edildiğini savunan Yıldız, "Eceler Mevkii'ndeki bu kayanın üzerinde, büyük bir kadın heykeli vardı. Ancak bu heykel kesilerek buradan götürülmüş. Ne amaçla yapıldığı hakkında net bir bilgimiz yok. Ancak mermer arama bahanesi ile bunun yapıldığını düşünüyoruz" dedi.

 

'Antik dönemin en büyük yazıtı Seki'de'

Beldenin zengin bir tarihi mirasa sahip olduğunu anlatan Başkan Yıldız, şöyle dedi: "Amerika, İtalya, Finlandiya ve Danimarka'dan profesörler her yıl beldeye gelerek araştırmalar yapıyor. Beldemizde bulunan 1000 yıl önce terk edilmiş 'Oinoanda antik kentinde, dünyada antik dönemine ait en büyük yazıtı olma niteliğine sahip 'Diogenes Yazıtı' bulunuyor. Bu yazıtta, binlerce yıl önce toplum yaşamının nasıl düzenlenmesi gerektiği anlatılıyor. Günümüzde inşa ettiğimiz sosyal yaşam şeklinin temelini oluşturuyor. Sınırlarımız içinde bulunan binlerce metre çapındaki 2 ayrı höyük için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan kazı izni bekleniyor. Böyle bir tarihi altyapı olunca, defineciler beldede yoğun faaliyet yürütüyor. Bir an önce bölgedeki tarihi alanlar belirlenmeli ve koruma altına alınmalıdır."

 

'Tarihi kalıntılar yok oluyor'

Beldede hobi olarak tarihi yapıları incelediğini belirten Veteriner Hekim Yusuf Dur ise "Beldede bozulmamış bir tarihimiz vardı. Bakanlığın bu beldeye eğilmesini istiyoruz. Tarihi kalıntılar gün ışığını çıkarılmadığı sürece yavaşça yok olmaya mahkum oluyor. Her yerde definecilerin kazı yaptığını görüyoruz. Buna bir son verilmeli. Yoksa kısa süre sonra beldede tarihi bir kalıntıdan söz etmek imkansız hale gelecektir" dedi.

Cnn Türk, 09.11.2012

ROMA DÖNEİNE AİT TARİHİ ANIT MEZARIN RESTORASYONUNA BAŞLANDI

 

 

Gaziantep’in Araban İlçesi'ne bağlı Elif beldesindeki Roma dönemine ait tarihi anıt mezarın restorasyon çalışmalarına başlandı. Restorasyon için İl Özel İdaresi tarafından 926 bin lira ödenek tahsis edildi.

 

Restorasyonla ilgili 5 yıllık çalışmaları sonuç veren AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan, “Binlerce yıllık kültür abidesi olan ve bölge turizmi için önem taşıyan anıt mezarlarımızdan Elif Anıt Mezarı’nın restorasyonunun tamamlanmasının ardından, en çok tahribat gören Hasanoğlu Köyü ve Hisar Köyü anıt mezarlarının da restorasyonları gerçekleştirilerek tarih turizmine kazandırılacak.’’ dedi.

 

Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat da restorasyonun yaklaşık 6 aylık bir süre içerisinde tamamlanmasının beklendiğini dile getirdi. Anıt mezarın mimarisinin ortaya çıkarılması için öncelikle çevresinde yer alan mimari oluşumların kaldırılması gerektiğini kaydeden Aykanat, “Okul bahçe duvarı, voleybol sahası ve eski bir su deposunun kaldırılmasıyla işe başlandı. Daha sonraki günlerde ise mezarın toprak altında kalmış mimari bölümlerinin tespiti için mezar çevresinin 200 metrekarelik kısmı 2 metre derinliğinde açıldı. Yapılan kazı çalışması sonucu anıtsal merdiven görünümlü kaidenin devamına rastlandı. Kaidelerden üç tanesi açığa çıkarıldı. Ortaya çıkarılan ve anıt mezara ait olduğu düşünülen mimari parçalar ise tasnifi yapılmak üzere ayırtıldı. Mezar odasından çıkabilecek buluntular doğrultusunda anıtın kimin adına yapıldığı veya bölge hakkında bizi aydınlatacak bilgileri heyecanla beklemekteyiz. Yapının tamamının açığa çıkarılması için kazı çalışmalarına devam ediliyor.” diye konuştu.

Mynet Haber, 06.11.2012



4 - 10 Kasım 2012

İNCİRLİ HAMAMI'NDA SONA GELİNDİ

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırılarak restorasyon çalışmaları başlatılan İncirli Hamamı´nda sona gelindi. 550 yıl önce Molla Fenari Hazretleri´nin oğlu tarafından yapılan hamamda incelemelerde bulunan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, “Önümüzdeki ay hizmete almayı planladığımız İncirli Hamamı, Yıldırım başta olmak üzere Bursa´nın kültür ve sanat hayatına değer katacak” dedi.

 

Başkan Altepe, bu dönem hayata geçirilen 150’nin üzerinde tarihi ve kültürel miras projesi arasında yer alan İncirli Caddesi’ndeki İncirli Hamamı´nda incelemelerde bulundu. Tarihi hamamın bitmek üzere olan restorasyon çalışmalarını yerinde gören Başkan Altepe, Bursa´da kültür ve medeniyetlerin izlerini ortaya çıkartmaya devam ettiklerini söyledi. Bursa´nın Osmanlı´nın ilk başkenti olduğunu ve imparatorluğa damgasını vuran 6 padişaha ev sahipliği yaptığını hatırlatan Başkan Altepe, şehirde anıtsal yapılar başta olmak üzere tarihi eserleri bir bir ayağa kaldırdıklarını ifade etti. Bursa´da Osmanlı mimarisi izleri bulunan yüzlerce eserin bulunduğunu, İncirli Hamamı´nın da bunlardan biri olduğunu kaydeden Başkan Altepe, “Molla Fenari Hazretleri´nin oğlu tarafından yaptırılan İncirli Hamamı, yıllar boyunca bölge halkına ve Bursa´ya hizmet etti. 550 yıl sonra bina, belediyemiz tarafından satın alınarak kamulaştırıldı. Biz de satış gerçekleşir gerçekleşmez restorasyon çalışmalarını başlattık. Hedefimiz, tarihi hamamı önümüzdeki ayın başlarında hizmete almak” diye konuştu.

 

Yıldırım´ın en gözde merkezi olan İncirli Caddesi üzerinde bulunan hamamın hizmete alındıktan sonra sosyal ve sanatsal faaliyetlere ev sahipliği yapacağını, caddeye canlılık ve aktivite getiren önemli bir merkez olacağını ifade eden Başkan Altepe, “Yüzlerce yıllık eserler, bu şekilde eski işlevselliklerini farklı alanda da olsa yeniden kazanıyor. İncirli Hamamı da; bahçedeki müştemilat binası, avluları ve bahçeleriyle birlikte bölgenin nabzının attığı güzel bir doku olarak hizmete alınmış olacak. Burada, mesleki eğitimler başta olmak üzere sosyal ve kültürel aktiviteler, sergiler düzenlenecek. Hem Yıldırım´a hem de Bursa´ya büyük bir değer katmış olacak” şeklinde konuştu.

Yeni Bursa, 09.11.2012

TARİHİ 1 YILDIR OYUYORLAR KİMSE GÖRMÜYOR

 

 

Türkiye' nin turizmde göz bebeği UNESCO tarafından 'dünyada korunması gerekli kültür varlığı' olarak kabul edilen Kapadokya, butik otellere feda ediliyor. Son dönemde yerli ve yabancı turist sayısındaki artış ve butik otelde kalma arzuları, yatırımcının iştahını kabarttı. 

Müşterilerine güzel manzara sunmak amacıyla Peribacaları'nın ortasına ya da üstüne otel yapanlar, vatandaşların tepkileri ile karşılaşıyor. Yatırımcıların, "Turistik tesis" veya "Restorasyon" ruhsatıyla aldıkları izne sadık kalmadıkları belirtiliyor.

Vatandaşlar, bu tip bir otel inşaatı için şikayette bulundu. Ancak inceleme yapan T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü "Uygulamaların onaylı projeye uygun olarak yürütülmekte olduğunun anlaşılması nedeniyle yapılacak herhangi bir işlem bulunmamaktadır" cevabını verdi. İzinli yapıldığı iddia edilen inşatların her aşamasını fotoğraflayan vatandaşlar, bölgenin doğal görüntünün tamamen bozulduğunu iddia ediyor. Halk, "Kapadokya'yı kurtarmak için girişimlerini sürdürüyor.

Bölge halkının internette kurdukları gruplarda yaptıkları yorumlardan bazıları:
Kapadokya hakkında konuşurken mangalda kül bırakmayan, övüp göklere çıkaranlar ve evrende eşi yok diyenler; iş yatırım ve paraya gelince sanki beş tane Kapadokya varmış gibi bu bölgeye hoyrat davranıyorlar... 

Yazık valla doğal ve tarihi dengeleri hassas olan bu bölgeye para merkezli yaklaşmak ayıptır.
Durumun vahim olduğunu yıllardır söylüyoruz. Fakat vicdan sahibi duyarlılık gösteren hiç kimse yok; böyle giderse yakında Kapadokya diye bir yerde kalmayacak. 

Bu duruma dur denmezse gelecek nesiller Kapadokya'yı tarih kitaplarındaki fotoğraflardan görecek.


Ellerinde hilti ve kompresörlerle geleceğimizi kesiyor. Doğamızın ve tarihimizin katlediyorlar.
Bölgemizin merkezinde yapılan bu yapı Kapadokya doğal dokusuna saplanan bir hançer gibi yükseliyor. 

Göreme'de bir vadiyi 1 yıldır oyuyorlar... Bölge turistik yürüyüş alanı, en yakın yerleşim 10 km uzakta. Şikatlerimis sonuçsuz kaldı...

Ankara Haber, 09.11.2012

TARİHİ YAPILAR AYAĞA KALKIYOR

 

 

Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki tarihi başkent Bergama’da gerçekleştirdiği belgeleme ve envanter çalışmaları kapsamında  üniversitelerin mimarlık fakülteleri ile işbirliği  yürütüyor.

 

Yakın zaman önce Bergama Belediye Meclisi’nce de onaylanan  I. II. ve III. Derece Arkeolojik Sit Alanları ile Kentsel  +III. Derece Arkeolojik Sit Alanları’nı kapsayan Koruma Amaçlı İmar Planı’yla belirlenen alan sınırları içerisinde tarihi dokuya uygun yapılaşmanın önü açılmıştı. Ancak, kentin tarihi dokusunda yer alan tescilli taşınmaz kültür varlıklarının çokluğu karşısında uygulamaya dönük proje sayısı oldukça yetersiz.

 

Bu kapsamda, Bergama Belediyesi’nin tespit ettiği tarihi yapıların restorasyon uygulamalarının yapılması ve proje ihtiyacının karşılanması amacıyla işbirliği protokolü imzalanan üniversitelerden akademisyen ve yüksek lisans öğrencileri kentte çalışmalara başladı. Dokuz Eylül Üniversitesi,Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi’nden toplamda yaklaşık 50 öğrenci gruplar halinde kente gelerek tespit edilen yapılarda çalışmalar sürdürüyor. Öğrenciler, tarihi yapılarda uygulamaya dönük kullanım amacıyla rölöve, restitisyon ve restorasyon projeleri yürütüyor.

 

Çalışmanın Bergama için oldukça önemli olduğunu söyleyen Belediye Başkanı Mehmet Gönenç: “ Bergama tarihi açıdan çok zengin bir kent. Bu zenginliği kentin birçok noktasında görmek mümkün. Sit alan sınırları içerisinde pek çok tescilli yapı var. Fakat tescilli yapıların restorasyon projelerinin hazırlanması oldukça zahmetli ve masraflı. Bu durum vatandaşları sıkıntıya düşürüyor” dedi. Gönenç; “ Ancak gerçekleştirdiğimiz çalışmayla, tarihi yapıların restorasyon projeleri  yüksek lisans öğrencileri tarafından yürütülecek, projeler kurul onayı alındıktan sonra  yapı sahipleri tarafından uygulanabilecek ”diye konuştu. Başkan, çalışmanın Bergama turizmi açısından da olumlu bir gelişme olduğunu belirtti, projenin  kent dokusunun iyileşmesi, koruma altına alınması adına önemli olduğunu ifade etti. Başkan Gönenç, “Şu an Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Can Binan, Doç.Dr. Aynur Çiftçi, Yrd. Doç.Dr. Ayten Erdem, Yrd. Doç.Dr. Uzay Yargün, Arş. Gör. Nur Umar koordinatörlüğünde öğrenciler projeler üzerinde çalışma yapıyorlar. Çalışmamız öğrenciler için de oldukça önemli” diyerek konuşmasını noktaladı. 

 

Hazırlanacak projelerin telif hakları Bergama Belediyesi’nde kalacak, projeler Koruma Kurulu’nca onaylanmasının ardından yapı sahiplerince uygulanabilecek.Hazırlanacak projeler, hazırlayan ekiplerin de katılımıyla sergilenecek ve emeği geçenlere sertifika verilecek.

Bergama Kuzey Ege, 09.11.2012

SN. TOPBAŞ, İSTANBUL'UN SESİNE KULAK VERİN

 

Bu kadar yazdık çizdik olmadı İstanbul’un kalbi Taksim elden gidiyor.

Dün sabah televizyonlardaki görüntüleri hepiniz görmüş olmalısınız.
Gezi Parkı’na kurulmuş dev şantiyenin çevresine dikilen tahta perdeleri atlayarak geçmeye çalışanlar, açılan bir delikten geçmeye çabalayanlar.
Tarihinde 3 imparatorluğa başkentlik yapmış bir şehrin içler acısı hali.
Yayalar isyan halinde, Gezi Parkı’ndaki esnaf da öyle.
Tahliye davaları süren esnaf tahta perdeler nedeniyle tecrit edilmiş durumda.
Böylesine hoyratça bir uygulama dünyanın hangi şehrinde görülmüş?
Taksim’deki otelciler kimsenin kendilerine inşaat ile ilgili bilgi vermemesinden, bölgede turizmin büyük kayıplar yaşayacağından yakınıyor.
Yine dün başından beri Taksim’deki gelişmeleri hassasiyetle izleyen Radikal bombayı patlatıyor ve  İBB’nin aylardır gizlediği projeyi ortaya çıkarıyor.
Buna göre, Gezi Parkı’ndaki asırlık ağaçlar kesiliyor, Topçu Kışlası basbayağı bir AVM oluyor, hem de içinde bir buz pateniyle.
Projenin mimarı Halil Onur bile “Taksim için keşke yarışma açılsaydı” diyor.
1986 yılında bile Taksim düzenlenmek istenirken yarışma açılmış.
Yeniden inşa edilecek Topçu Kışlası’nın kulelerinin15 katlı bir apartman boyunda olacağı söyleniyor.
Kamusal bir alan için proje alelacele ihaleye çıkartılmış, süreç şeffaf değil, İstanbullulara, kent plancılarına, işin uzmanlarına danışmak bir yana projeyi paylaşmak yok.
Sn. Topbaş İstanbul’un sesine lütfen kulak verin artık.

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 09.11.2012

MİLLİ SARAYLAR KÜLTÜR BAKANLIĞI'NA DEVREDİLİYOR

 

 

Aralarında Beylerbeyi Sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve Aynalıkavak Kasrı’nın da bulunduğu tarihi yapılar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden alınarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devrediliyor.

 

TBMM, Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayı gibi elindeki saray, köşk ve müzeleri Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devrediyor. TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile mutabakata vardıklarını aktaran Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Suru Sultani olarak adlandırılan Topkapı Sarayı’nı çevreleyen surları da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden almak için talepte bulunduklarını açıkladı.

Günay surlar için, “Ne yazık ki durum vahim. Belediyenin surlarla ilgili görevini yerine getirmediği konusunda çok kaygı verici tespitlerimiz var” dedi. Günay, TBMM Milli Saraylar’ın devri ile ilgili ise şunları söyledi:

 

“Osmanlı’nın bazı son dönem yapıları, Beylerbeyi Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Aynalıkavak Kasrı gibi yapılar TBMM’nin yönetiminde. TBMM Başkanımızla bunların müzecilik hizmetlerini bir çatı altında toplanması çerçevesinde bizim Bakanlığımızda olmasını karşılıklı görüştük. TBMM’ye bağlı olduğu için müze kartı uygulaması, Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında geçmiyor. Saraylar, Meclis için de külfet oluyor.Meclisin diğer bütün müze yapılarını da Bakanlığımıza devretmesi doğru bir fikir gibi geliyor bana.”
 

Günay, Topkapı Sarayı’nın çevresindeki surlar için de şöyle konuştu:

“İstanbul’da buna benzer başka taleplerimiz de var. Mesela Topkapı Sarayı’nın hemen çevresindeki surların yönetim sorumluluğu da belediyeye ait. Biz içeriyi oldukça toparladık ama surların durumu vahim. İstanbul’un bütün surlarına da sıra gelecek sanıyorum. Suru Sultani konusunda çok yoğun ve haklı bir talebimiz var. Belediyeden alıp Topkapı Sarayı çerçevesini bütünüyle içi ve dışıyla bizim yönetmemiz için çalışıyoruz. Belediyenin surlarla ilgili görevini yerine getirmediği konusunda çok kaygı verici tespitlerimiz var.”

 

Meclis yönetiminde Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayı’nın yanı sıra Aynalıkavak Kasrı, Beykoz Kasrı, Küçüksu Kasrı, Ihlamur Kasrı, Maslak Kasırları, Florya Atatürk Deniz Köşkü, Yalova Atatürk Köşkleri, ‘Yıldız Sarayı-Şale’, Aynalıkavak Musiki Müzesi, Dolmabahçe Saat Müzesi ve Saray Koleksiyonları Müzesi de bulunuyor.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 09.11.2012

SERAYA DÖNEN TARİHİ SARNIÇ ORTAYA ÇIKARILDI

 

 

Sivas’ta kent meydanındaki Selçuklu Parkı’nda camekan içerisinde korumaya alınan tarihi kuyu kalıntısı, üzerinde yetişen yabani otlar nedeniyle sera görünümü almış ve merak konusu olmuştu.

 

Tarihi alanı gezmeye gelenler camekanlar içinde özel bir bitki yetiştirildiği düşüncesine kapılıyordu. Konunun gündeme gelmesinin ardından camekan içerisinde yetişen yabani otlar için harekete geçildi. Sivas Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ekipleri tarafından yabani otlar temizlenerek tarihi su kuyusu açığa çıkarıldı. Tarihi kalıntının otlar temizlenmeden önceki ve sonraki hali arasındaki fark ise dikkat çekti.

Milliyet, 09.11.2012

TARİHE RADİKAL ŞAHİT!

 

 

Artvin ’in Çoruh Vadisi’ndeki Deriner HES ’in suları altında kalacak tarihi Yukarı Zeytinlik Kümbeti’nin ‘çimentolu restorasyonu’ bitti. Restorasyona karşı çıkan aktivisitler, Saltuklular döneminden kalma kümbetin bahçesine Çoruh Vadisi’ndeki tarihi eserlerin nasıl yok edildiğine dair belgelerin yer aldığı bir sandık gömdü. Sandığın içine skandalı ilk kez gündeme getiren Radikal gazetesi de konuldu.


Restorasyon DSİ tarafından ihale usulü ile özel bir firmaya verildi. Dış duvarları çimento ile sıvanan kümbetin içine de demirden iskele döşendi. Sami Özçelik’e göre tarihi kümbetin çimento ile kapatılması bir utanç : “Çoruh Vadisi’nde Saltuklu, Selçuklu ve Osmanlı’ya ait 7 eser bulunuyordu. Saltuklulara ait Yukarı Zeytinlik Kümbeti hariç bütün eserler sular altında kaldı.

Yukarı Zeytinlik Kümbeti’nin etrafını çimentoyla sıvadılar. Güya kümbet bu şekilde yüzyıllar boyunca suyun altında yıkılmadan duracak. Baraj ömrünü tamamladıktan sonra da eserler gün yüzüne çıkartılacakmış. Oysaki tarihi kümbeti çimento ile gecekonduya çevirdiler.”
Radikal’in 4 Kasım 2012 tarihli sayısını sandığa yerleştiren Zeki Kurt ise “Tarihi eserlerin başka yere taşınması için, yürütmeyi durdurma kararı için tam 1yıl önce yine bugün Rize İdare Mahkemesi’ne başvurduk. Hala karar çıkmadı. Bizzat 3 kere yüz yüze Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ’a illettim. Ama hiçbir netice almadık” dedi.


Kurt, “Elimizden gelen her türlü mücadeleyi verdik. Ama maalesef eserlerin suyun altında kalmasını önleyemedik. İşte bu yüzden burada verdiğimiz mücadeleyi anlatan belgeleri sandığa koyup kümbetin içine gömdük. Tarihi eserlerin başına gelenleri en iyi anlatan Radikal haberini de sandığa gömdük. İleride Radikal gazetesinin haberini okuyacak olan insanlar burada neler olduğunu öğrenebilecek’’ diye konuştu.

Radikal, Haber: İdris Emen, 09.11.2012

EFES PLANINA MECLİS'TEN ONAY

 

 

Efes antik kentinin UNESCO Dünya Mirası listesine girmesi için bir adım daha atıldı.

 

Belediye tarafından hazırlanan 1/5000 ölçekli “Efes-Selçuk Arkeolojik Sit Alanları Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nın İzmir 2 Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca onaylanmasının ardından, belediye meclisi şimdi de Efes 1. Derece arkeolojik SİT alanlarını içeren 1/1000 ölçekli Efes Koruma Amaçlı İmar Planı’nı Kurul’a gönderilmek üzere onayladı. Sadece Efes antik kentini değil, Meryem Ana, Ayasuluk Kalesi, Saint Jean Kilisesi gibi birçok tarihi alanı kapsayan plan, Koruma Kurulu tarafından kabul edildiğinde kent içerisinde yer alan tarımsal alanlar faaliyetlerini sürdürebilecek, yeni yol güzergahları ile etaplar halinde Efes antik kentine yeni giriş kapıları yapılacak, yeni satış mağazalarının ve otoparkın yerleri belirlenerek alternatif tur güzergahları oluşturulacak ve kent sınırları kesinleştirilerek koruma altına alınacak. CHP’li Belediye Başkanı Vefa Ülgür, koruma kullanma dengesi sağlanarak ulaşım, ticaret, sergileme ve diğer fonksiyonların çağdaş standartlarda karşılanarak SİT alanları içerisinde plansız yapılaşmanın önüne geçileceğini dile getirdi.

Hürriyet, Haber: Veysel Erol, 08.11.2012

İLK İNSANLAR SANILANDAN DAHA ZEKİYMİŞ

 

 

Güney Afrika'daki bir mağarada bulunan taş bıçaklar, ilk insanların yaklaşık 71 bin yıl önce karmaşık bir teknoloji geliştirdiğini ortaya çıkardı.

 

"Nature" dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, Güney Afrika'nın güneyindeki Pinnacle bölgesinde devam eden kazılar sırasında kum ve toprak katmanları arasından ortalama 3 santimetre uzunluğunda 27 minik taş bıçak gün ışığına çıkarıldı.

Arizona Eyalet Üniversitesi'nden Curtis Marean, ileri taş işçiliği kullanılarak üretilen bıçakların mızrak ve ok ucu olarak ya da diğer silahları daha da ölümcül yapabilmek için kullanıldığını söyledi. 

Marean, sanıldığından çok daha zeki olan ilk insanların taş bıçakları tahta ya da kemiklere açtıkları yuvalara doğal yapıştırıcılarla yapıştırarak silah yaptıklarını ve geliştirdikleri bu teknolojiyi sonraki nesillere de aktardığına dikkati çekti.

Marean, ilk insanların bu süreci tamamlayıp, sonraki nesillere aktarabilmek için konuşmayı da öğrenmiş olmaları gerektiğini vurguladı.  

100 bin yıl öncesine ait ilk taş bıçakların fırlatılamayacak kadar ağır ve kaba olduğunu anımsatan Marean, Güney Afrika'da bulunan örneklerin ise hafif ve ince işçilik ürünü olduğunu ifade etti.

İlk insanların, yaklaşık 200 bin yıl önce Afrika'da ortaya çıktıkları sanılıyor. Bilim adamları, karmaşık düşünme yapısı ile modern insan davranışlarının ise ilk insanların uğradığı genetik mutasyonlar sonucu yaklaşık 40 bin yıl önce geliştiğini ileri sürüyor.

Anadolu Ajansı, 08.11.2012

BURSA'DA OSMANLI'NIN İLK SARAYI ORDUEVİ ENGELİ NEDENİYLE ORTAYA ÇIKARILAMIYOR

 

 

Bursa'da Osmanlı hanedanı tarafından yaptırıldığı bilinen ilk saray olan 'Bey Sarayı', tarihi kalıntılar üzerine kurulan Orduevi engeli nedeniyle bir türlü turizme açılamıyor. Orhangazi tarafından yaptırıldığı bilinen saray, İstanbul fethedilene kadar önemli bir çok kabul ve kararın alındığı yer olarak biliniyor. Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı, Bursa'nın en gözde yerindeki Orduevi'nin başka bir yere taşınmasına 'onay' vermediği için 6 padişahın kullandığı Osmanlı Bey Sarayı bir türlü gün yüzüne çıkarılamıyor. Kapısı Moskova'daki bir müzede bulunduğu bilinen Bey Sarayı'na ait günümüze kadar ulaşmış bir çok tarihi belge bulunuyor.

 

Bursa Kent Konseyi Başkanı Semih Pala, 130 yıl boyunca Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış, 6 padişahın kullandığı Osmanlı'nın ilk sarayı Bursa Bey Sarayı’nın artık açığa çıkarılması gerektiğini belirtti. Turistlerin Osmanlı hanedanının kaldığı yeri sorduklarını fakat cevap vermekte zorlandıklarını söyleyen Kent Konseyi Başkanı Pala, "Bursa Kent Konseyi Tarihi Kültürel Miras Çalışma Grubu, ülkemiz ve şehrimizle ilgili önemli çalışmalar yapıyor. Bursa’nın sahip olduğu binlerce yıllık geçmişiyle bir dünya şehri. Bu tarihi geçmişin dünyaya tanıtılması lazım. Bunun içinde Bursa’daki tarihi ve kültürel mirasın açığa çıkarılması adına tüm kurum ve kuruluşların üstüne düşeni yapmalı. Bursa Osmanlı'ya 130 yıl başkentlik yapmış, ilk 6 padişahın türbesinin bulunduğu bir şehir. Böyle bir şehirde, bu 6 padişahının devleti Bursa’da nereden yönettiğini bilmiyoruz. Artık bu konu açığa çıkarılmalıdır. Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbelerinin bulunduğu Tophane bölgesinde binlerce yıllık geçmişi olan bir Bitinya Sarayı var. Ayrıca Bursa Surları ve Bey Sarayı var. Bu şehir müthiş bir dünya mirasını barındırıyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi surları ve kapılarını canlandırıyor. Tarihi bölge yavaş yavaş açığa çıkıyor ama Bey Sarayı, şuan açığa çıkmış değil.” dedi.

 

BEY SARAYI'NIN GÜNYÜZÜNE ÇIKMASINI İSTİYORUZ

Tophane bölgesinin önce Bizanslılar ardından da Osmanlılar tarafından yerleşim yeri olarak kullanıldığını anlatan Konsey Başkanı Pala, “Bursa tarihi için önemli olan Bey Sarayı’nın açığa çıkarılmasını Bursalılar olarak istiyoruz. Bey Sarayı’nın olduğu alanda günümüzde Orduevi bulunuyor. Bursa Kent Konseyi ve Tarihi Kültürel Miras Çalışma Grubu olarak Bey Sarayı üzerindeki betonarme binaların kaldırılmasını, Orduevi’nin başka bir yere naklini istiyoruz. Bu bizim doğal talebimiz. Genelkurmay Başkanlığı’nın ve Mlli Savunma Bakanlığı’nın orduevinin yerini değiştirecek kararları almasını bekliyoruz. Tarihi bölge tamamen boşaltılmalır. Hem Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin gayret ve çalışmaları neticeye ulaştırılmalı, hem de bölgenin tarihi değeri ortaya çıkarılmalı. Bu konuyu gündemimizde tutup konunun takipçisi olacağız. ” diye konuştu.

 

TURİSTLER, SARAYI SORUYOR
Bursa Kent Konseyi Tarihi Kültürel Miras Çalışma Grubu Temsilcisi Ayşe Yandayan ise Bursa’nın 1855 yılında büyük bir deprem geçirdiğini, depremde birçok anıt eserin kaybedilme noktasına geldiğini hatırlattı. Birkaç medeniyeti barındıran Hisar Bölgesi'nden 130 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin yönetildiğini söyleyen Yandayan, “Konuştuğum turistler bana ‘Tamam 130 yıl şehriniz başkentlik yapmış ancak nereden yönetildi?’ diye soru soruyor. Orada Bey Sarayı’ndan kalma bir tek duvar var. Surların yanında Bey Sarayı’nın da ortaya çıkması bir bütünlük sağlayacak. Genelkurmay Başkanlığı’nın ve Milli Savunma Bakanlığı’nın izin vereceklerine inanıyorum.” dedi.

 

Tarihçi ve Yazar Erhan Yıldızalp da, Tekfur veya Bey Sarayı adıyla anılan yere Orduevi ve bölgeye hiç uygun olmayan 5 katlı lojmanların yapıldığını belirtti. Şehrin ortasında böyle bir değerin çıkarılmasında büyük fayda olduğunu ifade eden Yıldızalp, “Bursalılar olarak buranın hem tarihe, hem de turizme kazandırılmasını istiyoruz. Askeri yetkililer ikna edilmelidir. Bunun yanında Bitinya Sarayı’na da el atılmalıdır. Bitinya Sarayı’nın kalıntıları Devlet Hastanesi’nin karşındadır.” diye konuştu.

Mynet Haber, Fotoğraf: Bursa Hakimiyet, 08.11.2012

TARSUS'TA ERKEN ROMA DÖNEMİNE AİT MOZAİK BULUNDU

 

 

Mersin'in Tarsus İlçesi'nde yapılan kazı çalışmasında, Erken Roma dönemine ait üzerinde insan figürü olan taban mozaiği bulundu.

 

Eski Ömerli Mahallesi'nde devam eden semt pazarı temel kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkan tarihi alanda yapılan kurtarma kazısı çalışmaları sırasında taban mozaiğine ulaşıldı. Mozaik parçasının bulunması üzerine Tarsus Müze Müdürlüğü'nden yardım istendi.

Müzeden gelen uzmanlar, yaptıkları ön inceleme sonucunda bulunan insan figürü olan mozaiğin Erken Roma dönemine ait olabileceğini belirtti. Daha önce de aynı bölgede yapılan kazı çalışmalarında Roma dönemi antik çeşmeye ait 6 adet boru ile 2 adet havuzcuk ve kemerli su tünelleri ile çok sayıda tarihi eser bulunmuştu.

Ayrıca, çalışmalar sırasında 52 metre uzunluğunda 4 metre yüksekliğinde ve 7 metre genişliğinde bir su depolama ve antik çeşme ortaya çıkartılmıştı.

Tarsus Kaymakamı Orhan Şefik Güldibi'nin ortaya çıkarılan taban mozaiğinin önemli bir eser olduğunu düşündüklerini, mozaiğin koruma altına alınarak deforme olmadan muhafaza edileceğini bildirdi.

Cnn Türk, 08.11.2012

BODRUM'DA 'RESTORE EDİLECEK' DENİLEN KİLİSE İÇİN YIKIM ŞOKU

 

 

Bodrum’da 40 yıldır Halk Eğitim Merkezi olarak kullanılan 232 yıllık Ortodoks Kilisesi’nin restore edilerek müze olarak turizme kazandırılması beklenirken, yıkım kararı alındı. Karar Bodrum’da şok etkisi yarattı. Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon kendisinin tutuklu olarak cezaevinde bulunduğu ve görev başında olmadığı dönemde alınan bu kararı yeniden inceleteceğini söyledi.


232 yıllık Aya Nikola Kilisesi, bir süre depo, sinema, elektrik idaresi, tiyatro, kayıkhane olarak kullanıldıktan sonra 1965’te halk eğitim merkezi haline getirildi. Bodrum Belediyesi, Barlar Sokağı’ndaki yapının restore edildikten sonra Bodrum Denizcilik ve Süngercilik Müzesi yapılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı ’na başvurdu. Restorasyon izni beklenirken, Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’un tutuklanma sürecinde belediye başkanvekili olarak görev yapan CHP ’li Dursun Göktepe, kilisenin yıkılacağını açıkladı.


Göktepe, “Pamukkale Üniversitesi’nin incelemesi ve binaya ‘çürük, yıkılması gerekir’ raporu verilmesinin ardından Valilik, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Halk Eğitim Müdürlüğü ve belediye olarak görüşmeler yapıldı ve ön mutabakat sağlandı. Bina tamamen yıkılıp meydan haline getirilecek. Ben alınan bu kararı açıkladım. Halk Eğitim Binası’nı ise Kumbahçe Mahallesi’ndeki başka bir araziye taşıyacağız” dedi.


Kocadon: Duvarları yıkık da olsa ortaya çıkarılmalı 
Belediye Başkanı Kocadon binanın ‘tescili bir bina’ olduğunu hatırlattı. Kocadon, “Benim olmadığım bir dönemde alınan bu kararı yeniden inceleteceğim. Çürük olan halk eğitim binası kaldırılabilir. Ancak kilisenin, duvarları yıkık olarak olsa da ortaya çıkarılıp korunmasından ve kültür turizmine kazandırılmasından yanayım” dedi.


Yıllardır imza toplayıp, kilisenin kültür turizmine kazandırılmasını bekleyen çarşı esnafı ve STK’lar karara tepkili. Bodrum Çarşı Esnafı Derneği Genel Sekreteri Duran Öztürk 4 bin kişilik ankette katılımcıların yüzde 99’unun kilisenin eski haline dönüştürülmesini istediğini söyledi. Mavi Yol Girişimi Sözcüsü Filiz Dizdar da, “Bina çürükse, altındaki tarih ile mi yok edilmeli. Üstündeki binayı yıkar altından çıkan tarihi korursun. Halk eğitim binasının betonlarının kaldırılması ancak, kilisenin bir taşına dahi dokunulmaması için ne gerekiyorsa yapacağız” dedi.

Radikal, Haber: Yaşar Anter, 08.11.2012

ÇAREYİ TARİHİ SATMAKTA BULDU

 

 

İşsizliğin yüzde 25'i aştığı ve toplumsal huzurun giderek bozulduğu İspanya'da hükümet, kemer sıkma politikaları kapsamında, elindeki değerli ve tarihi gayrimenkullerin bazılarını çıkarmayı planlıyor. Bloomberg'in konuya yakın kaynaklara dayandırdığı habere göre 100 civarı yapı 2016 yılına kadar elden çıkarılacak.

 

Bunların arasında Castellana 19(fotoğrafta gördüğünüz) en öne çıkan tarihi yapılardan biri. 1903'te yapımı tamamlanan saray başkent Madrid'in iş merkezlerinin ortasında bulunuyor. 2010 yılına kadar  İspanya'nın borsa denetim kuruluna da evsahipliği yapan bu binaya o tarihte 37 milyon dolar değer biçilmişti.

 

Castellana 19 ünlü mimar Miguel de Olabarria'nın da aralarında bulunduğu bir mimar konsorsuyumu tarafından tasarlandı.  Miguel de Olabarria'nın şehrin sembol yapılarından Almudena Katedrali'nde de katkısı bulunuyor.

Habertürk, 08.11.2012

KÜLTÜR BAKANI GÜNAY DA TOPÇU KIŞLASI'NA KARŞI

 

Son dönemde, illegal yollarla yurtdışına çıkarılmış tarihi eserlerin Türkiye ’ye geri getirilmesi konusunda yoğun bir çalışma yürütülüyor. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve beraberindeki heyet, önceki gün de Bulgar makamlarınca sınırda yakalanmış 20 eseri geri almak üzere Sofya’daydı.

Toplamda 400 eser iade edilecek, görüşmeler tamamlanınca Türkiye’ye gelecek eserlerin toplamı ise 962. Günay, Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’a verdiği söz üzerine, Sofya’ya bizzat gelerek M.S. 2. yüzyıla tarihlenen, 98 santimetre yüksekliğindeki başsız bir kadın heykeli ve sikkelerden oluşan 20 arkeolojik eseri teslim aldı.


Sofya’daki Boyana Milli Müzesi’nden eserleri teslim aldıktan sonra, Günay ile kültür sanat gündemine dair bir sohbete oturduk...


Tarihi eserlerin iadesi: Türkiye’den çok sayıda eser başka ülkelere dağılmış. Bir kısmı sözde bazı belgelere dayanıyor; padişah fermanları gibi. Ama bu eserlerin önemli bir kısmı belgeye dayanmadan çıkarılmış yurtdışına. 10 yıl içinde Türkiye’ye getirilen eser sayısı 1000 civarındaydı.

2007’den bu yana 4 binlere ulaştı. Kendi tarihimize bir saygının gereğini yerine getiriyoruz. Bizden çalınan eserleri koleksiyonunda barındıran bir müzeyle işbirliği yapmamız, evinizden eşya çalan komşunuzla kahve içmenize benzer.


Louvre Müzesi’ndeki İznik çinileri: Louvre’un ‘Bu çiniler çalıntı değil’ iddiasının dayandığı kanıtları görmek istiyoruz. İkinci Selim Türbesi’nin kapısından restore edilmek üzere bir uzman tarafından Avrupa’ya çıkarılan bir eser o. Aslının kendilerinde, kopyalarının bizde olmasının hiçbir hukuki gerekçesi olamaz.


Önümüzdeki günlerde Türkiye’ye iade edilecek önemli eserler: Şu anda açıklamak istemiyorum. Ama büyük sürprizlerimiz olacak.


‘Keşke Türkiye’ye getirebilseydim’ dediği eser: Elimden gelse Bergama sunağını geri getiririm ama şu anda dünya mevzuatına göre bu imkansız. Louvre’daki İznik çinisi panosuna takılmış durumdayım. Vicdanımı çok rahatsız ediyor.


AKM ile ilgili çalışmalar: Her şey yolunda, çalışıyoruz. Müteahhit daha hızlı çalışsın, gelecek yılın yaz sonunda AKM bitsin diye uğraşıyoruz. O yapı çok köhnemişti, dışarıda göründüğünden çok daha zordu içerisi...


Taksim’in Yayalaştırılması Projesi: Destekliyorum. Türkiye’nin büyük bir meydana ihtiyacı var. Bizim kadar meydan fakiri, yeşil alan fakiri başka ülke yok. Kara delikler halinde gözükmeyen alt geçitler, estetik gözetilerek yapılırsa bu proje doğrudur.


Taksim’in mitinglere kapatılacak olması: Mitingler için Taksim’in kapatılması doğru bence. 1 Mayıs ’la ilgili simgesel törenler yapılabilir ama yüz binlerin toplandığı siyasal gösteri meydanı bence Taksim olmamalı. Önemli turizm alanı orası. Esnaf da rahatsız. Tamam sanatçılar yürüyebilir, kaldırımlarda insanlar çalar, oynar ama her gösterinin yapılacağı yer Taksim değildir.

 
Topçu Kışlası’nın yeniden inşası: Topçu Kışlası konusunda tereddüt içindeyim. O yapı tarihi İstanbul ’un bir yapısı değil; eklektik bir yapı. Osmanlı mimarisiyle ilgisi olmayan Rus, Hint mimarisi denemesi. İstanbul’un hiçbir yerindeki binalara uymuyor. Öte yandan şimdi o alanda 70 yıllık ağaçlar var. İstanbul’da aradığımız şey bizim yeşil alan. Üstelik bu demokratikleşme ve sivilleşme döneminde İstanbul’da inşa edeceğimiz yeni bir bina kışla mı olmalıdır? İhya etmemiz gereken başka tarihi binalar var. Üstelik meydanı küçülteceğiz, yeşili yok etmek pahasına o yapıdan kültür merkezi çıkmaz. O binadan dükkanlar, büfeler, derslikler, atölyeler çıkabilir; bir ticari yoğunlaşma olacak, kültürel yoğunlaşmadan daha fazla. Yapılmasa daha iyi olur diye düşünüyorum.

Radikal (Kısaltarak), Haber: Bahar Çuhadar, 08.11.2012

MONET'NİN TABLOSU 43 MİLYON DOLARA SATILDI

 

 

Fransız empresyonist ressam Claude Monet'nin ünlü "Nympheas (Nilüferler)" tablosu, New York'ta yapılan açık artırmada 43 milyon dolara alıcı buldu.

BBC'nin haberine göre, Christie's müzayede evinde yapılan açık artırmada, adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu Monet'nin tablosu için 43 milyon dolar ödedi.

Monet'nin 1905'te tamamladığı yağlıboya eserin 30-50 milyon dolar aralığında alıcı bulması bekleniyordu.

Fransız Empresyonizm'inin kurucularından Monet'nin 1919 tarihli "Le Bassin Aux Nympheas (Nilüfer Havuzu)" adlı eseri ise 2008 yılında Londra'daki Christie's müzayede evinde yapılan açık artırmada 80,4 milyon dolara satılmıştı.

Aynı açık artırmada Rus ressam Wassily Kandinsky'nin "Studie fur Improvisation 8 (Doğaçlama Çalışması 8)" adlı eseri 23 milyon dolara, İsviçreli helkeltraş Alberto Giacometti'nin bronz "La Jambe (Bacak)" heykeli 11,3 milyon dolara, İspanyol ressam Joan Miro'nun "Femme, Journal, Chien (Kadın, Gazete, Köpek)" adlı tablosu 13,7 milyon dolara, İspanyol sanatçı Pablo Picasso'nun "Buste de femme (Kadın Büstü)" ise 13 milyon dolara satıldı.

Habertürk, 08.11.2012

GEZİ PARKI BUZ KESTİ!

 

 

Aylardır tartışılan ve sır gibi saklanan Taksim Topçu Kışlası projesini Radikal ele geçirdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına projeyi hazırlayan mimar Halil Onur tarihi kışlanın eski fotoğraflarıyla birlikte yeni halini İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sundu. Normal bir apartman dairesiyle karşılaştırıldığında yeni yapılacak kışlanın yüksekliği 5 katlı, kulelerin yüksekliği ise 10 katlı bir apartmana denk geliyor. Projede kışlanın ortasında bir de buz pisti görülüyor. Çevrecilerin aylardır ağaçların kesilmemesi yönünde eylem yaptığı Gezi Parkı, bu plana göre tamamen ortadan kalkıyor. Projeyi desteklemediğini söyleyen Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ise “Yeşil alan korunmalı” diyor. Yaklaşık 3 haftadır devam eden hararetli tartışmalara rağmen Koruma Kurulu üyeleri henüz bu projeyi kabul etmedi.


Projeye göre binanın bazı bölümlerinde 3, bazı bölümlerinde ise 2 bodrum var: 3 bodrum kat olan yerde bir kat otopark olarak tasarlanmış. Zemin artı bir kat olarak da tasarlanan ana binaların çatı yüksekliği 15 metre 40 cm. Dört köşedeki kulelerin yüksekliği ise 27 metre 95 cm.
Kışla, Gezi Parkı’nı çepeçevre kaplayacak. Zemin katta 10’dan fazla dükkan ‘kafeterya’, beş dükkan ‘kitap satış’ bir dükkan da ‘sanat galerisi’ olarak belirlenmiş. Üst kat ise ‘Müze/sergi’ alanı görünüyor. Herkesin ortak fikri İstanbul’un en önemli kamusal alanının açık bir yarışma ile şeffafça tartışılması. Projenin mimarı Halil Onur da aynı fikirde!


Mücella Yapıcı (Mimarlar Odası): Eğer kışla yerinde olsaydı korunması için biz de mücadele ederdik. Halil Onur da iyi bilir ki, bir yapının ihya edilmesi için o alanın boş olması gerek. Ama orası boş bir alan değil. Gezi, Cumhuriyet dönemi şehircilik mirasıdır. İlk açık alan uygulaması, toplumsal belleği, kentsel mirasıdır. Özellikle deprem riski olduğu düşünüldüğünde burası vazgeçilmez bir açık alan. Beyoğlu ’ndaki yeşil alan standardı zaten olağanüstü düşüktür. Var olan bütün yeşil alanların altı otopark yapılarak betonlaştırılmıştır. Bir de üstüne, Gezi Parkı’nda var olan yeşilliği yok etmek, ağaçları kesmek, Taksim’in nefesini kesmektir. Şöyle bir çelişki var: Bir yandan siz var olan bütün tarihi binaları, Tarlabaşı’nda, Sulukule’de, Süleymaniye’de yıkıp, Emek Sineması ’nı da yıkıp, ondan sonra burada olmayan birtakım şeyleri inşa etmeye kalkarsanız buna yalancı bir tarih inşa etmek denir. Eğer şimdi bir şeyleri ihya edeceksek önce Gökkafes’i yıkıp Dolmabahçe Parkı’nı ihya edelim. The Marmara Oteli’ni yıkıp altındaki eski Osmanlı Bankası’nı ihya edelim gibi birtakım fikirlere de varırız.


Tayfun Kahraman (Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı): Topçu Kışlası’nın yıkılması ne kadar hatalıysa, bugün yeniden yapılması bir o kadar hatalı. Çünkü 19. yüzyıldan kalma bir yapı taklit edilerek betonarme bir replikası yapılacak, bu bir ihya değil taklit projesi olabilir ancak. İstanbul’un en önemli kamusal mekanı, kültür merkezi adı altında işgal ediliyor. Taksim Kışlası’nın inşasıyla birlikte alan çok boğucu bir meydan haline gelecek.


Prof. Mete Tapan (Eski 2 No’lu Koruma Kurulu Başkanı): Taksim kadar önemli başka bir meydanımız yok. Çünkü hem İstanbul’un kentsel kimliğinin vazgeçilmez bir parçası hem de Cumhuriyet tarihinin simgesel bir mekanı. Gezi Parkı’nın ise yeşil alan vasfını koruduğu çok açık. 3194 sayılı yasaya göre eğer bu ağaçlar yok olacaksa bölge içinde aynı büyüklükte başka bir yeşil alan oluşturulması lazım. Fakat buradaki ağaçlar en azından 70 yıllık... Bunun yanında bir binanın koruma yasası açısından restitüe edilmesinin temel sebebi asıl fonksiyonuyla yaşatılmasıdır. Burada ise kışlaya bambaşka bir fonksiyon getiriliyor. Burası için bir yarışma açılmasından, topluca konuşmaktan yanayım. Katılımcı demokrasi budur.


Hakan Kıran ( Haliç Metro Köprüsü mimarı): Tek başına Topçu Kışlası’nı yapmanız onu geri getirmez. Ceylan Otel, The Marmara, Hilton, Gökkafes, Swissotel’i yıkabiliyorsak, ‘‘Eski geleneksel dokuyu tamamlayacağız’’ deriz. Kışlanın olduğu dönemde, The Marmara’nın yeri boştu, AKM ’nin yerinde bir köşk vardı. Kışla o organizmanın bir parçasıydı. Bunu yapamayacaksak, Topçu Kışlası’nı yapıp içine ruh bile koysanız, onu zavallılaştırırsınız. Ağlayan bina yapacaksınız. Halil Onur restorasyonu bilir, kendi içinde doğru bir iş yapmıştır. Fakat restorasyon ne kadar başarılı olursa olsun çevresiyle uyumsuzluk içinde olursa ruhu eksik kalır.
 

Hasan Çalışlar (Erginoğlu&Çalışlar Mimarlık): Bina yapabilmek amacıyla bir restitüsyon projesi uydurulmuş. Kışlanın ortasına buz pisti koymuşlar, altına da basmışlar dükkanları! McDonald’s, lahmacuncu olmayacak belki ama yerine başkaları gelecek. Üst katını da ‘kültür aktivitesi yapacağız’ diyebilmek için kent müzesi olarak planlamışlar. Başlı başına bir kepazelik. Yarın öbür gün ne kadar eski bina varsa taklidini yapmaya kalkarsak nasıl bir şenlik olacağını siz düşünün. O zaman Osmanlı camilerinin altındaki Bizans sarnıçlarını da yapalım. Her şeyi beceriyoruz ama yeşil alan yaratmayı beceremiyoruz.

‘Gezi Parkı bir kent ormanı değil ki’ Mimar Halil Onur Projem mükemmel demiyorum. Her projenin eksileri, artıları vardır. Tüm ağaçları koruyabilmeyi tercih ederdik ama burası bir kent ormanı değil. Binanın oturduğu alandaki ağaçlar kesilecek, taşınabilenler taşınacak. Elbette Gezi Parkı da değerli, biz ikisini de yaşatmaya çalışıyoruz. Bu kışlanın simgesel değeri çok önemli, oryantalist üslubun belki de en düzgün örneğiydi.


Kışlada otel ya da cami olmayacak. İçinde kafeler, pastaneler, kitapçılar olacak. AKM tarafında da sergi salonları, galeriler olacak. Gezi’nin kamuya kapatılması gibi bir önerimiz yok. Ama tabii ki bir düzen getirilmek zorunda. Her elini kolunu sallayan kafeye, restorana girsin demek doğru değil. Herkes her yere girebilir mi? Meydan bir yarışmayla tasarlansaydı deniyor, keşke! Yüzde yüz hemfikirim. Bu bir fikir projesidir, nihai değil. Eleştiriye her zaman açığım ama dergilerde yazılar yazan meslektaşlarımın yüzde 90’ının projeye dair hiçbir bilgisi yok. Hiçbiri projeyi tartışmadı benimle. En yakın zamanda meydanda bir sergi açarak maketi, projeyi, tüm belgeleri paylaşacağız.

Radikal, Haber: Elif İnce, 08.11.2012

 

******


TOPBAŞ DOĞRULADI: GEZİ PARKI BUZ KESECEK

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş , “Arzu ettiğimiz Taksim'in yaşanılır hale gelmesidir. İnsanlarımızın gerçekten buluştuğu bir araya geldiği ve vakit geçirdiği kültürel ve sanatsal aktivitelere katıldığı bir merkez haline gelmesini istiyoruz” dedi.

Topbaş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi 'nin Saraçhane'deki yerleşkesinde Yemen'in Aden Valisi Vahid Ali Reşid ile görüşmesinin ardından gazetecilerin Taksim'in yayalaştırılması ve Topçu Kışlası projelerine ilişkin sorularını yanıtladı.

Taksim'in yayalaştırılması projesinin başlatıldığını belirten Topbaş, “Birinci etap olarak denilen Tarlabaşı Cumhuriyet Caddesi çalışmaları yürümektedir. Çok fazla sıkıntı vermemek üzere çalışmaları hızlandırdık. İstanbullular'dan ricam, bize destek ve yardımcı olsunlar. Gelecekte gerçekten memnuniyet verici bir sonuç çıkacağını ifade etmek istiyorum” diye konuştu.

Topçu Kışlası ile ilgili proje hakkında da bilgi veren Kadir Topbaş, “Topçu Kışlasıyla ilgili değişik görüşler vardı. Alışveriş merkezi olması konusu gibi görüşler mevcut” dedi.

Projeyle ilgili bugün Radikal’in manşetten duyurduğu habere de değinen Topbaş, şöyle devam etti:
“Haberde, meydanın bir buz pistini barındıran kültür merkezi, sanat aktivite alanı, kafelerin içinde bulunduğu daha doğrusu bir yaşam merkezi olarak buluşma noktası gibi fonksiyonları içerecek projeden bahsedilmektedir. Bu ve benzeri çalışmalar sürdürülmektedir. Ancak henüz netleşmiş değil. Arzu ettiğimiz Taksim'in yaşanılır hale gelmesidir. İnsanlarımızın gerçekten buluştuğu bir araya geldiği ve vakit geçirdiği kültürel ve sanatsal aktivitelere katıldığı bir merkez haline gelmesini istiyoruz. Orada sadece binayı koyarak kente sert bir görüntü vermek yerine bölgenin daha sevecen, sıcak ve hizmet verici merkez haline gelmesini istiyoruz. Bu tip alan ve merkezler insanların bir araya getirmek suretiyle toplumsal mutabakatı sağlayan ve kent içinde birlikte dayanışma ve birlikteliği hissettiren önemli mekanlardır. Bunların sayısı önemlidir. İstanbul'un önemli merkezi, inanıyorum ki İstanbul'a güzel bir hizmet verecektir.”

Bir gazetecinin, 'Taksim Yayalaştırma Projesi'nin yayaları olumsuz etkilediğine” ilişkin sorusu üzerine Topbaş, “Bütün bu hizmetler yayalar ve İstanbullular için. İstanbullular bize yardımcı ve destek olmazsa, bunu başarmamız mümkün değil. Arzu ettiğimiz Taksim'in yaşanılır hale gelmesidir. İnsanlarımızın gerçekten buluştuğu bir araya geldiği ve vakit geçirdiği kültürel ve sanatsal aktivitelere katıldığı bir merkez haline gelmesini istiyoruz” diye konuştu.

Taksim'in yayalaştırılması için proje yarışmasının yapılmadığına ilişkin soru üzerine Topbaş, şunları kaydetti:
“Geçmişte Sayın Bedrettin Dalan döneminin yaptığı yarışmalar var. O yarışmalardan ve Başbakanımızın yaptığı projelerden ilham alarak bir değerlendirme yapılıp birleştirilerek sonuca gidilen bir çalışmadır bu.”

Radikal, 08.11.2012

TAKSİM'DE 'AVM KIŞLASI'!

 

Taksim Meydanı’nda inşaata başlandı. İstanbullular 240 gün sıkıntı çekseler de Taksim artık “gerçek!” bir “meydan” olacakmış...

 

Hemen belirtelim ki İstanbul’un ve ülkenin en “anlamlı” meydanlarından biri için projenin elde ediliş tarzı affedilemez. Onca akademik ve sivil uzman kuruluşun uyarılarına aldırmayan baş sorumlunun “mimar” olması ise talihsizlik...

 

Ya, aynı yerel yöneticinin “5 proje hazırladık; Başbakan’ın seçtiğini uyguluyoruz” açıklamasına ne demeli? Mimarlıkta, şehircilikte, mühendislikte yüzümüzü ağartan uluslararası başarılara imzalar atılırken tüm birikimlerimizi hiçe saymak hüzün verici değil midir?

 

En gelişmemiş ülkelerde bile ulusal teknik güç böylesine dışlanamaz. En cahil halk bile en önemli meydanlarının düzenlenmesinde böylesi bir “dikta” tavrına sessiz kalamaz.

 

Peki, “proje nasıl üretilmeli”ydi derseniz; her yönüyle “Cumhuriyet Meydanı”mız için en uygunu elbette “yarışma”ydı. Ya da iktidardaki siyasetçilerin şu her fırsatta övünerek dillendirdikleri “ortak akıl”, üniversiteler ve meslek kuruluşlarıyla el ele ortaya konabilecek en iyi çalışma yöntemi değil miydi?

 

Bunun yerine Taksim’in “tek akıl”a bırakılmasına acaba aynı siyasetçiler “vicdanen” ne diyorlar, çok merak ediyorum...

 

Park yerine AVM?

Projeye gelince... Basına dağıtılan resimlere göre meydan “tünel” bağlantılarıyla araçlardan arındırılıyor; yayalaşıyor. Bu elbette ki olumlu; 80’lerde Bedrettin Dalan’ın düzenlediği yarışmanın ödüllü projelerinde de temel hedef zaten buydu.

 

Başbakan’ın seçtiği projedeki yeraltı ve yerüstü yol bağlantılarının “akılcı” ve “ulaşım planlaması ilkelerine uygun” olup olmadığını ise ulaşım uzmanlarımıza bırakıyorum; ancak “Taksim Kışlası”nda ciddi endişelerimiz var.

 

Kentin en önemli yeşil alanlarından biri olan, Atatürk’ün şehircisi Prost’un tarihi planında “Taksim-Dolmabahçe yeşil kuşağı”nı başlatan “Gezi”yi yok edecek “Taksim Kışlası restitüsyonu” (yeniden yapımı) acaba hangi “ihtiyaç”ın ürünü?

 

Kadir Topbaş’ın “kültür ve sanat mekanları olacak” sözü yeterli değil. Yeşilin yerini alacak on binlerce metrekare kapalı alanın ne kadarı sergi galerisi, konferans salonu, sinema, tiyatro kafe vb. olacak? Herhalde tümü değil...

 

Belli ki yapının önemli bölümü şu pek sevdikleri AVM’ye dönüşecek... İşte bunun “oran”ı projenin püf noktasını oluşturuyor. Eğer baskın işlev “ticaret” ise buna özellikle tüm Beyoğlu esnafının en kararlı şekilde tepki göstermesi gerekir.

 

Cumhuriyetin İstanbul’a armağanı yeşil alana “tüketim hangarları”nın yerleştirilmesine, üstelik bu hedef için “tarihi canlandırma”nın bahane edilmesine, adaba uygun hiçbir şey söylenemez...

 

Taksim’de yanıt bekleyen acil soru şudur: 70 yıl önce yıkılmış kışla olmadan da meydan düzenlenemez miydi?

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 07.11.2012

"TARİHİ ESERLERİN ORTAYA ÇIKARILMASI İÇİN İĞNEYLE KUYU KAZIYORUZ"

 

Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, tarihi eserlerin ortaya çıkarılmasında iğneyle kuyu kazıldığını söyledi.

 

Tepebağ Tarihi Dokusunun Korunması ile ilgili toplantının açılışında konuşan Vali Hüseyin Avni Coş, kültürel ve tarihi mirasın korunmasının uzun soluklu bir iş olduğunu kaydetti. Bu noktada restorasyon projelerinin yapılmasının dahi zor olabildiğinin altını çizen Vali Coş, “Bu noktada epeyce tarihi binanın büyük bir bölümü kayıp da olmuş olabiliyor. Bunların rölövelerinin, sonra restorasyon projelerinin yapılması, kuruldan geçirilmesi, projelerin onaylanması, onaylandıktan sonra da icra edilebilmesi, bu arada en başta da yapının sahiplerinin bu işe rıza göstermesi, mülkiyet sahibinin bu konuda istekli olması da gerekiyor. Ya da burası bir kamu kurumu tarafından satın alınacaksa, kamulaştırılacaksa bu konudaki işlemlerin pürüzsüz yürümesi gerekiyor. Sonuçta bütün bunlar aylar süren, hatta yılları bulan her eser bazında bir zaman alıyor. Tabiri yerindeyse iğneyle kuyu kazmak gibi bir şey. Ama bütün bunlara rağmen çalışmalarımıza devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı. 

 

Şehirde tarihi eserler noktasında çalışmaların devam ettiğini vurgulayan Vali Coş, “Restorasyon çalışması devam edenler var, başlanacaklar var, Sokak Sağlıklaştırma Projesi kapsamında olanlar var. Şuanda onarılması gerekip de başta mülkiyet olmak üzere çeşitli nedenlerle problemleri giderilemeyip henüz el atılamayanlar var. Bu problemlerin bir an önce nasıl çözülebileceği konusunda da görüş alışverişinde bulunacağız. Yapılması gerekenleri belirleyip, bu çalışmaların hızlı bir şekilde icrası için gayret sarf edeceğiz. ” diye konuştu.

 

Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz ise Seyhan Belediyesi ile birlikte gerek Tepebağ Höyüğü, gerek Tepebağ Mahallesi gerekse Ali Münif Yeğenağa Sokak sağlıklaştırması ve Seyhan Caddesi’ndeki çalışmaların sürdüğünü belirtti. Ali Münif Yeğenağa Sokak sağlıklaştırmasında ihale aşamasında olduklarını dile getiren Aldırmaz, “Oradaki bütün tarihi yapılar aslına uygun şekilde restore edilecek. Seyhan Caddesi’ndeki eski vilayet önündeki meydanı kaldıracağız, bütün caddedeki orta refüjü kaldıracağız. Çünkü orası gölle bütünleşen binalar şeklindeydi. Eski valilik binasıyla yandaki tarihi doku tek bir parsel halini alacak. Bu proje Seyhan Caddesi, yalı evleri olarak bütünleşmiş olacak.” dedi.

 

Tepebağ'da gereken her yerde restorasyon çalışması yapılacağına vurgu yapan Aldırmaz, "Tarihi Taşköprü'nün kaybolan 2 kemerini de ortaya çıkartarak, altından araçlar geçen, üstünden de yayaların yürüyebileceği bir köprü haline getirmeyi planlıyoruz." şeklinde konuştu. Tepebağ Höyüğü'nde de araştırma ve sondaj çalışmaları yapılacağını dile getiren Aldırmaz, sözlerini şöyle tamamladı: "Bu konuyla bağlantılı olarak, ilgili bakanlıklarla yazışmalar yapıldı. Şu an son noktaya gelindi. Müzemiz ve Valiliğimiz başkanlığında orada kazılar yapacağız, bunun finansmanını da biz sağlayacağız. Tepebağ içinde kamulaştırıp çalışma yaptığımız yerler var. Sinema Müzesi'nin yanındaki binayı ve Şakir Paşa Konağı'nı satın aldık, buradaki projeler bitmek üzere."

 

Seyhan Belediye Başkanı Azim Öztürk’ün de verdiği bilgiler sonrası toplantı basına kapalı devam etti.

Timetürk, 07.11.2012

EDİRNE'NİN İLK MÜZESİ YENİ YÜZÜYLE HİZMETE AÇILDI

 

Atatürk'ün emriyle 1925 yılında Edirne'de kurulan ve onarıma alınan Türk-İslam Eserleri Müzesi Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından hizmete açıldı.

 

Mimar Sinan tarafından Selimiye Camii bahçesinde yapılan ve bir dönem hadis ilimlerinin okutulduğu medrese olarak kullanılan tarihi yapı, zaman içerisinde Türk-İslam Eserleri Müzesi’ne dönüştürüldü. Her yıl binlerce insanın ziyaret ettiği müze yılların yorgunluğuna dayanamadı.

 

Zaman içerisinde yıpranan Osmanlı döneminin en önemli mimari yapısı olan Selimiye bahçesinde müzenin eski ihtişamlı günlerine dönmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon çalışması başlatıldı. 2010 tarihinde başlatılan onarım çalışması tamamlandı. 2 milyon TL’ye mal olan çalışmalar tamamlandıktan sonra müze ziyarete açıldı.

 

Müzenin 15 sergi odasında birbirinden çok değeri eserler sergileniyor. Müzede, cam eşyalar, çini seramik, ölçü aletleri, silah, Sarayiçi odası, işleme ve levhalar, tekke odası, mutfak eşyaları, Kırkpınar odası, ağaç işleri, çorap gibi çeşitli eserler teşhir ediliyor.

 

Edirne’nin ilk müzesinin açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yapıldı.
Açılış töreninde konuşan Günay, Edirne Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nin bir ihtiyaç olduğunu söyledi.


Edirne'nin çok daha başka ihtiyaçları da bulunduğunu anlatan Günay, “Selimiye müstesna bir eser. Selimiye dünya kültür mirası listesine girmiş olan eserler arasında dünyada ve Türkiye’de çok müstesna eserlerinden bir tanesi. Dünyanın büyük mimarlarından bir büyük dahi olan Mimar Sinan’ın emsali daha sonraki dönemde gerçekleştirilmemiş olan müstesna bir eseri. Bu eseri dünya kültür mirası listesine almak kuşkusuz çok önemli. Ancak bunun çevresinde yapılacak çok şeyin olduğunu bize işaret ediyor.” dedi.

 

Bu müzenin de bunlardan bir tanesi olduğunu ifade eden Bakan Günay, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1925 yılındaki bir kararıyla kurulduğunu hatırlattı. Burada bir İslam Eserleri Müzesi gerçekleştirdiklerini anlatan Günay, “Daha doğrusu biz var olan bir müzeyi son 2 yıl içerisinde ihya ettik. Sonra da Edirne’ye, Türkiye’ye ve dünyaya tanıtmaya çalışıyoruz.” açıklamasını yaptı.

 

Vali Hasan Duruer, Edirne’nin birçok medeniyete ev sahipliğini yaptığını belirterek bu medeniyete ait eserleri ayırım yapmaksızın korumaya çalıştıklarını söyledi. Şehirde 328 tane anıtsal eserin bulunduğunu belirten Duruer, bu eserlerin restorasyonu için desteği ihtiyaç duyduklarını ifade etti.

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü ise Edirne Türk-İslam Eserleri Müzesi’nin çağdaş müzecilik anlayışına uygun bir şekilde onarım, teşhir ve çevre düzenlemesinin yapıldığını kaydetti. Müzede toplam 10 bin 647 adet eserlerin sergilendiğini anlatan Süslü, “Bu eserlerden 8 bin 500 adedi 546 depoda korunmakta 874 adedi ise açık ve kapalı alanlarda teşhire sunulmaktadır. Bin 244 metrekarelik medresenin orta avlusunda İslam dönemine ait mezar taşları 15 odadan oluşan teşhir salonları ise pehlivan eşyaları, tekke, ölçüm, silahlar, Osmanlı çini ve seramikleri, saraydan kalan mutfak eşyaları, ahşap eşyalar ve işlemeli levhalar sergilenmektedir. Kırkpınar ve Mimar Sinan konulu interaktif canlandırmalar yapmaya çalıştık. Mimar Sinan ve Selimiye konulu üç boyutlu bir belgesele yer verdik.” bilgisini verdi.

 

Açılış konuşmasından sonra Bakan Günay ve kızı Pınar Günay, Edirne Valisi Hasan Duruer, CHP Edirne Milletvekili Kemal Değirmendereli, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü, Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi ve çok sayıda davetli müzeyi gezdi.

 

Bakan ve yanındakiler daha sonra Mimar Sinan’ın çıraklık, kalfalık ve ustalık döneminde yaptığı eserlerin 3 boyutlu sunumunu izledi.

Mynet Haber, 07.11.2012

SEKİZ YILLIK KAZIDA SONA GELİNDİ

 

 

Marmaray Metro Projesi kapsamında Yenikapı'da açığa çıkan arkeolojik bulgular üzerine, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 8 yıldır süren kazılarda, son aşamaya gelindi.

 

İstanbul'un tarihini günümüzden 8 bin 500 öncesine taşıyan kazılarda, gün güzüne çıkarılan kayıklar, günlük eşyalar, denizcilik malzemeleri, ayak izleri ve inançla ilgili bulgular restore edildikten sonra, Yenikapı'da inşa edilecek müzede ziyaretçilerin beğenisine sunulacak.

İstanbul Arkeoloji Müze Müdürü ve Yenikapı kazı alanı başkanı Zeynep Kızıltan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul'un ulaşım sorunlarını çözmek üzere Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen projeler nedeniyle arkeolojik kazı çalışmalarına başladıklarını hatırlattı.

Kazıların, 2004 yılında deniz seviyesinin 3 metre üstünde başladığını, şu anda ise eksi 10 metrede sürdüğünü belirten Kızıltan, ''Hem Marmaray hem de metro alanındaki çalışmalarımızın yüzde 90'ını bitirmiş durumdayız. Sadece metro alanında yüzde 10'luk bir kazı aşamamız var. Ancak atölye çalışmalarımız devam ediyor. Bu 8 yıllık süreç içinde günümüzden itibaren Cumhuriyet, Osmanlı, Bizans ve tarih öncesi döneme ait neolitik yerleşim alanları açığa çıkarıldı'' dedi.

Anadolu Ajansı, Haber: Çiğdem Pala, 07.11.2012

KAMPÜSTEKİ GEÇ ROMA DÖNEMİNE AİT TARİHİ ALAN GÜN IŞIĞINA ÇIKARILACAK

 

 

Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi'nde geç Roma dönemine ait bir tarihi alanın tespit edilmesiyle burada yapılacak arkeolojik kazılar için ilk kazma bugün törenle vuruldu. Yaklaşık 3 yıl sürmesi planlanan kazı Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ile Mustafa Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü işbirliğinde yapılacak. Kampüs alanında yapılan Türkiye'deki ilk 3 arkeolojik kazıdan biri olma özelliğini taşıyan kazı, ayrıca Mustafa Kemal Üniversitesi'nin de arkeoloji alanında yaptığı ilk çalışma olma özelliğini taşıyor.

 

Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Hüsnü Salih Güder, üniversite kampüs alanında yapılacak çalışmaların kurdelesini kestikten sonra kazı alanına ilk kazmayı vurarak çalışmaları başlattı. Prof.Dr. Güder, amaçlarının arkeoloji alanında çok geniş bir alt yapıya sahip olan Hatay'a yeni tarihi eserler kazandırmak olduğunu söyledi.

 

Bu çalışmanın üniversite arkeoloji bölümü öğrencileri açısından da bir staj çalışması anlamına geldiğini belirten Rektör Güder, üniversite olarak arkeoloji alanında yapılan çalışmalara talip olduklarını ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Küçükdalyan beldesinde bulunan hipodrom alanındaki çalışmaların da üniversiteye devredildiğini söyledi.

 

Güder, "Biz üniversite olarak çalışmalarımıza hız kesmeden devam ediyoruz. Arkeolojik kazı alanında tarihi Ben-Hur'un at koşturduğu hipodromun yer aldığı Küçükdalyan beldesindeki kazı çalışmalarını biz üstlenmiştik. Orası bizim bu alandaki ilk çalışma alanımız. Ancak mülkiyeti de üniversite sınırları içerisinde yer alan bu yeni kazı alanı bizim için çok daha önemli. Bu alanda sürecek olan kazı çalışmaları umuyoruz çok uzun sürecek. Çünkü baktığınızda toprağın üzerinde bile tarihi eserlerin parçalarına rastlamak mümkün." diye konuştu.

 

Konuyla ilgili açıklama yapan ve ilk kazma vurma işlemine de katılan Antakya Arkeoloji Müzesi Müdürü Özcan Şimşek, bu çalışmanın sonunda ortaya çıkabilecek eserlerin yerinde sergileyerek bir arkeopark oluşturmak amacında olduklarını dile getirdi.

 

Çalışmanın üniversite ve kampüs içerisinde yapılan kazılar anlamında Türkiye'de ilk örneklerden birisi olduğuna işaret eden Şimşek, "Bu alanda mozaik bulma ihtimalimiz çok yüksek. Çünkü burası geç Roma dönemi ve Bizans dönemine ait eserlerin bulunduğu bir yer tahminimizce. Buradan çıkan eserler yerinde korunacak. Çıkan eserlerin niteliği ve çokluğuna göre burada küçük bir müze kurma ihtimali de seçenekler arasında bulunuyor. Bu çalışmanın en önemli sonucu bana göre üniversite arkeoloji bölümünde bulunan öğrencilerin staj yapma alanı olarak burayı kullanması." dedi.

 

Arkeolojik kazının başlatılması için düzenlenen törene, Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Hüsnü Salih Güder, Antakya Arkeoloji Müzesi Müdürü Özcan Şimşek, Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Aynur Özfırat, Rektör yardımcıları, arkeologlar ve çok sayıda öğrenci katıldı.

haberler.com, 07.11.2012

İZNİK ÇİNİLERİNİ BAŞBAKAN ERDOĞAN BİZZAT İSTEMİŞ

 

 

Türkiye’nin, Louvre Müzesi’nden ülkeye ait olan eserlerin alınması için en üst düzeyde diplomatik temasta bulunduğu açıklandı.

 

Başbakan Tayyip Erdoğan, eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye talebi iletirken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da eski Fransa Kültür Bakanı Frederic Mitterand’a mektup yazmış.

 

Paris'teki Louvre Müzesi’nin Türkiye’den çinilerin istendiğine yönelik bir talep olmadığı yönündeki açıklamasına Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yanıt geldi. Bakanlık, 2010’da Dışişleri Bakanlığı’na Louvre’dan Türkiye’ye ait olan eserlerin iade edilmesi ile ilgili bir yazı yazıldığını açıkladı. Bakanlık yazıya Osmanlı arşivlerinden tarihi yapıların Türkiye’ye ait olduğuna yönelik belgeleri eklerken, görüşme talebini de iletti. Talebe yanıt gelmeyince, Türkiye Fransa ile en üst düzeyde temasta bulundu. Başbakan Tayyip Erdoğan, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye 2011’de Türkiye ziyareti sırasında özel olarak eserlerin iade edilmesine yönelik talebi iletti. Fransa’dan olumlu dönüş olmaması üzerine devreye Kültür ve Turizm Bakanı Günay girdi. Günay, geçen ocak ayında eski Fransız meslektaşı Mitterand’a bir mektup yazdı. Mektupta eserlerin Türkiye kökenli olduğu, 1’inci Mahmut Kütüphanesi ve 3’üncü Murat Türbesi’ne ait olduğu, restorasyon sonucunda sağlam olanların sahteleri ile değiştirildiği kaydedildi. Mitterrand eserlerin yasal yollarla Fransa’ya geldiğini ifade eden bir yanıt verdi. Bu yanıt üzerine Türk Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Fransa’ya 2011’den itibaren defalarca iade başvuruları yapıldı. Dışişleri kaynakları, Fransa ile temaslar hakkında şu bilgiyi verdi:

“Resmi Fransız makamları, Louvre Müzesi’nde bulunan 2’nci Selim Türbesi’ne ait çini pano ile Süsleme Sanatları Müzesi ve Sevr Müzesi’nde bulunan 1’inci Mahmut Kütüphanesi ve 3’üncü Murat Türbesi’ne ait çinilerin ülkemize iadesi konusunu görüşme isteğimizi bugüne kadar yanıtlamamıştır. Paris Büyükelçiliğimiz yazılı girişimlerde bulundu. Louvre Müzesi’nin cevabı mektubunda, koleksiyonlarının 8 bölüm ve depoda yüzbinlerce eserden oluştuğu, araştırmanın hesaplanamayacak kadar uzun zaman alacağı, araştırmayı yürütecek uzmanlarımıza refakat edecek kadroları bulunmadığı iletildi.”

“Sevr Müzesi’nin yanıtında ise ‘Türkiye kökenli eserler’ ifadesiyle neyin kastedildiğine açıklık getirilmesi istenmiş ve iki ülke arasında ortak çalışma yürütülmesinden memnuniyet duyulacağı, ülkemizin de bulunduğu coğrafyaya ait eserlerin envanter çalışmasının henüz yapılmadığı, envanter çalışmasının 2013’de başlatılmasının öngörüldüğü bildirilmiştir” denildi.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 07.11.2012

 

 

LOUVRE MÜZESİ: HUKUK AÇISINDAN DAYANAĞI YOK

 

Kültür Bakanlığı’nın panoların iadesi talebine karşılık Louvre Müzesi, Osmanlı çini panolarının çalıntı olmadığı tezinden vazgeçmiyor. Hürriyet’in yazılı olarak ilettiği soruları dün yanıtlayan Louvre yönetimi, “Bu panolar, bağış, satın alma ve miras yoluyla, tamamıyla resmi yollardan, dönemin yasalarına uygun olarak müzeye girmiştir. İade süreci girişiminin uluslararası ve ulusal hukuk açısından yasal dayanağı yoktur. Bu gibi konularda, her iki tarafın da hassasiyeti düşünülerek ve geleceğe yapıcı bakılarak adım atılmalı” yanıtını gönderdi.

Hürriyet, Haber: Arzu Çakır Morin, 07.11.2012

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

 

Yakutiye Belediyesi tarafından yürütülen Üç Kümbetler Cazibe Merkezi Projesi çerçevesinde yıkımlar sürüyor. Yıkılan her binanı ardından tarihi eserler gün yüzüne çıkıyor. Son bir hafta içerisinde yapılan yıkımların ardından Saray Hamamı Külliyesi ile Gürcü Mehmet Camii görünür konuma geldi. Başkan Vekili Ferhat Mergan, projenin nihai hedefinin tarihin insanla kucaklaşması olduğunu belirtti.

Yakutiye Belediyesi’nin Üç Kümbetler Cazibe Merkezi Projesi ilerledikçe, alan içerisinde saklı tarihi hazineler birer birer gün yüzüne çıkıyor. Her yıkımın ardından yeni bir tarihi şekillenme yaşayan Üç Kümbetler çevresinde son bir haftadır süren yıkımların ardından Saray Hamamı Külliyesi ile Gürcü Mehmet Camii de görünür konuma ulaşıyor. Yıkımları izleyen Yakutiye Belediye Başkan Vekili Ferhat Mergan, Belediye Başkanı Ali Korkut’un en önemli hedefinin tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması olduğunu ifade ederek “Üç Kümbetler Cazibe Merkezi Projesi Yakutiye Belediyesi ve Başkanımız Ali Korkut’un ufuk çizgisini ortaya koyan bir projedir. Her yıkımın ardından tarihi konakları, tarihi izleri görünür noktaya getiriyoruz. Her kepçe tarihin gün yüzüne çıkmasına bir adım oluyor. Erzurum, Üç Kümbetler Cazibe Merkezi ile büyüklüğü şimdiden ölçülemeyecek ekonomik dönüşüme de kapılarını açmış olacak” dedi.

Ferhat Mergan, Yakutiye Belediyesi’nin geldiği nokta itibariyle Erzurum’a artılar, çağdaş dönüşümler yapabilen yerde olduğunu vurgulayarak “Ali Korkut dönemiyle Yakutiye İlçe Belediyesi Erzurum’un önünü açmış, modernize ile tarihi kucaklaştırabilmiş bir zihniyet dönüşümüne sahne olmuştur. Kentsel Dönüşümde ise öncü rolü üstlenmiş bir belediyenin mensubu olmak gurur verici. Bu dönüşümler ve ortaya çıkarılan hizmetler bütünü Ali Korkut ile başlayan hepimizin birlikte aynı hedefe yürümemizin eseridir. Erzurum, birkaç yıl sonra yeniden tanımlanacak, yeni baştan doğacak dinamikleri içerisinde barındırmaktadır. Bu dinamikleri bir yaşama geçireceğiz” şeklinde konuştu.

Erzurum Gazetesi, 07.11.2012

YASSIADA MÜZE OLUYOR

 
Türk demokrasisine ilk askeri müdahalenin sembolü olan Yassıada’nın karanlık tarihi görüntüsünden kurtularak, demokrasi adası yapılması için bakanlık harekete geçti.

 

 

 

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla çalışma yürüten Kültür ve Turizm Bakanlığı, tarihi bir adım atıyor. Yassıada ‘tarihi sit alanı’ndan çıkarılıyor. 2001 yılında alınan bu kararla adaya çivi dahi çakılamazken, izbe, yıkılmaya yüz tutmuş ve terk edilmiş görüntüsü, ziyaret edenlere tarihin o karanlık görüntüsünü yeniden yaşatıyordu. Bu sıkıntılardan dolayı alınan tarihi kararla, Yassıada hem yapılacak müze ile hem de yeni turizm tesisleri ve ziyaretçi alanlarıyla vatandaşlar için önemli bir çekim merkezi haline gelecek. Yetkililerden edinilen bilgiye göre, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı İstanbul’daki ilgili Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu yetkilileri önümüzdeki hafta Yassıada’da incelemelerde bulunacak. İncelemelerin ardından verilecek raporla, son adım da atılmış olacak.

Çok sayıda kitap ve şiire konu olmuş olan tarihi çok eskilere dayanan Yassıada, günümüzde hep 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan mahkeme ile anıldı. Mahkemede, Demokrat Partililer yargılanmış ve merhum Başbakan Adnan Menderes, dönemin Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idama mahkum edilmişti. Birçok Demokrat Partili vekil ile devlet görevlisi Yassıada zindanlarına atılarak çürümeye mahkum edilmişti.

Ada, tarihe kara bir leke olarak geçen yargılamaların ardından yeniden teslim edilen Deniz Kuvvetleri buradaki eğitim faaliyetlerini 1978’e kadar sürdürdü. Deniz Kuvvetleri de burayı boşalttıktan sonra ada yeniden ıssızlığa gömülür. 1993’te İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi için uygun bir çalışma yeri olarak görüldüğünden, enstitü buraya taşınır. Günde iki kez şehir hatları vapurları, hoca ve öğrencileri getirip götürürdü. Fakat uzaklık, gerekli ihtiyaçların karşılanmasını zorlaştırdığı için su ürünleri fakültesi de 1995’te adayı terk etmişti. Yassıada, 2001 yılından beri ‘tarihi sit alanı’ ilan edilmiş durumda.
TOKİ Haber, 06.11.2012

SÖKÜLEN HER TAŞIN ALTINDAN UTANÇ ÇIKTI

 

 

Eyüp Sultan Türkiye'nin gözbebeğidir, mutlaka iyi bakılmıştır, diye düşünebilirsiniz. Biz de o fikirdeydik. Sadece içeride neler yapıldığını, Mayıs 2011'de başlatılan ve 6 ay olarak öngörülen restorasyonun neden hala devam ettiğini merak etmiştik. Gerekli izinlerimizi tamamlayıp, soluğu türbenin önünde aldık. Girişte, türbeyi aslına uygun olarak yenileyen firmanın genç mimarı refakat etti bize... Çekim yapmamamız ricasıyla buyur ettiler içeriye... Haftalar süren izin alma mücadelemizin sonunda o mübarek kapıdan içeri giriyor olmak, hiç değilse kendi gözlerimizle gördüklerimizi okuyucularımıza aktarmak için bir fırsattı... Mihmandarımız daha içeri adım atar atmaz kısık bir sesle bilgi aktarmaya başladı. Belli ki onlar da şaşkınlık içindeydi...

 

Anlattıkça hak verdik. Bu kadar göz önünde, herkesin üzerine titrediği bir türbenin aslında ne halde olduğunu gördükçe dehşete kapıldık. Restorasyonun neden bir türlü bitmediğini daha iyi anladık. Zira türbede 400 yılın en ciddi onarımı yapılıyor. Cumhuriyet döneminde 50 yıla yakın kapalı kalan türbe, sadece Adnan Menderes'in Başbakanlığı süresinde restorasyon görmüş ama o da yüzeysel... Temizlik yapılmış diyebiliriz hatta. Ne o zaman, ne de sonrasında duvarlara hiç dokunulmamış. Yapılanların da aslına uygun olup olmadığına bakılmamış. Mesela ahşap Bağdadi çıta sisteminin üzerine 10 santimlik beton atılmış. Hem çatıya, hem duvarlara fazladan yük oluşturulmuş. Duvarlardaki eşsiz İznik çinilerinin halini anlatmaya dilimiz varmaz. Ecdadın Horasan harcı ile yapıştırdığı, her biri paha biçilemeyen çinilerden bazıları zamanla düşmüş. Her çini düştüğü yere konulacağına, rastgele yapıştırılmış, kompozisyona uyup uymadığına bakılmamış. Türbe duvarlarındaki 7 bin 678 adet çiniden yüzde 84'ünün arkası boş. Yani onları tutan dolgu yok. Birileri, düşmesinler diye bazılarının arkasına beton şırınga etmiş veya gazete parçaları sıkıştırmış. Bu da yetmezmiş gibi, sonradan yapılan bazı ahşap dolaplar, bu çinilerin üzerine kimyasal köpük sıkılarak tutturulmuş.


Türbeyi gezerken girişinde kenara istiflenen orijinal ahşap karkaslar ilişti gözümüze. Çatıyı bunlar ayakta tutuyormuş. Kurtlanıp, delik deşik olan keresteler, elimize sürdüğümüzde bile dağılır hale gelmiş. Sözün özü, ziyaretçileri Allah korumuş...

 

 
TÜRBEYİ TAŞIYAN AHŞAP YAPI ÇÜRÜMÜŞ
İşte türbenin çatısını taşıyan karkasların içler acısı durumu. Kurtlanıp, delik deşik olan keresteler, elimize sürdüğümüzde bile dağılır hale gelmiş. Sözün özü, ziyaretçileri Allah korumuş...

 

 
ÇATI VE DUVARLARA FAZLA YÜK BİNMİŞ
Restorasyonu devam eden türbede neredeyse 400 yılın ihmali telafi edilmeye çalışılıyor. Cumhuriyet döneminde 50 yıla yakın kapalı kalan türbe, sadece Adnan Menderes'in Başbakanlığı süresinde elden geçmiş. Onda da aslına uygun olup olmadığına bakılmamış. Mesela ahşap Bağdadi çıta sisteminin üzerine 10 santimlik beton atılmış. Hem çatıya, hem duvarlara fazladan yük bindirilmiş...

 

 
TÜRBE ASLINA DÖNÜYOR
Çürümedik yeri kalmayan türbede hummalı bir çalışma yürütülüyor. Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-el Ensari Hazretleri'nin (Radıyallahü anh) türbesi, yeniden eski ihtişamına kavuşacak.

 

 
NASIL KIYDINIZ?
Birileri bu bölüme altın varak yapmayı uygun görmüş. Hem de sahte! Oysa altında klasik Osmanlı motifi Rumiler, hatailer varmış. Sonra birileri üzerine dolap yaptırıp, çinilere de köpük sıkmış.

 

 
İŞTE UTANÇ FOTOĞRAFI
Eyüp Sultan türbesindeki paha biçilemeyen İznik çinileri işte bu haldeydi. Kimi alçıyla sıvanmış, kimine ise düşmemesi için beton şırınga edilmiş!
ONARMAK İSTEYENLER FAYDADAN ÇOK ZARAR VERMİŞ! Ecdadın, neme karşı yaptığı havalandırma kanalları betonla kapatılmış. Yükseltilen zemini küf kaplamış.





Karşılaştığımız vahamet, bu kadar değildi elbet... Zemindeki orijinal altıgen tuğlaların üzerine 5 santimetrelik beton şap dökülmüş zamanında... Bunun üzerine sonradan ahşap döşeme yapılarak zemin 25 santimetre yükseltilmiş, üzeri de halı ile kaplanmış. Sonrasını, restorasyonu yapanlar anlattı: “İlk girdiğimizde yerler nemden ıslanmış, pamukçuk şeklinde tuzlanma ve inanılmaz ağır bir koku vardı. O ahşap döşeme söküldüğünde altından anlatamayacağımız şeyler çıktı. Zemin sırılsıklamdı, çünkü türbede ciddi bir nem problemi vardı. Mesela türbeye çıkan basamakları mermer ile kaplamışlar. O mermerleri kaldırdığımızda çıkan kokuyu size anlatamam. Günlerce maske ile çalışabildik.”


Oysa ecdadımız, ta türbe inşa edilirken bu nemin tedbirini düşünmüş. O da hala devam eden restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkarılmış. Dışarıda drenaj kazısı yapılırken betondan yapılan yağmur olukları kaldırılmış. Biraz daha kazıldığında temele inen oluklar bulunmuş. Merak edip kanalların içine metre uzatıldığında, ucunun bir diğer delikten çıktığı görülmüş. Anlaşılmış ki bunlar havalandırma oluğu. Oraları açtıktan sonra iki günde türbenin içi kurumuş. Peki şimdi içerinin kokusu nasıl mı? Söyleyelim... Misk-i amber desek mübala olmaz herhalde... Mübareğin kokusu sarmış türbenin dört yanını...


Dedik ya!.. Her gün binlerce insanın ziyaret ettiği türbe için için çökmüş de kimse farkına varmamış. İyi niyetle onarmak isteyenler ise faydadan çok zarar vermiş. Türbenin hemen sağındaki Adile Sultan odasının yanındaki ahşap dolaplar kaldırılınca, sonradan örüldüğü çok bariz belli olan tuğla duvar tespit edilmiş. Duvar yıkıldığında, ortaya, Adile Sultan'ın itikaf odası (çilehane) olduğu anlaşılan ve bugüne kadar hiç bilinmeyen bölüm çıkmış.

 

TESADÜF ESERİ BULUNDU!
Fatih Sultan Mehmed Han'ın yaptırdığı türbenin temeline, nemi önlemesi için havalandırma delikleri konulmuş. Sonra birileri bu deliklerin üzerini betonla kapatınca türbe nefes alamaz hale gelmiş, rutubet her tarafı çürütmüş. Projeyi yürüten ekip, tesadüfen bulunan hava kanalları açılınca türbenin iki gün içinde kuruduğunu söylüyor. Türkiye Gazetesi, Özel Haber: Yücel Koç, Fotoğraflar: İrfan Özfatura - Ali Kemertaş, 06.11.2012

GERİYE SADECE FOTOĞRAF KALDI

 

 

İnşaatı başlayan Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında yapılacak çalışmalardan biri de uzun yıllar önce yıkılan Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilecek olması.

 

1780’de III. Selim döneminde inşa edilen ve Kirikor Balyan’ın mimarı olduğu Halil Paşa Topçu Kışlası, Hint ve Rus mimarilerinden izler taşıyan bir binaydı. Bugüne sadece fotoğraflarda kalan bina, 1938’de İstanbul valiliğine ve belediye başkanlığına atanan Lütfi Kırdar’ın isteği ve Avrupalı şehir planlamacılarından Henri Prost’un tavsiyesi üzerine 1940’ta yıkıldı; yerine Taksim Gezi Parkı inşa edildi. Taksim Kışlası adıyla da bilinen binanın yeniden ayağa kaldırılma sürecini uzmanlar şöyle anlattı:


* Tayfun Kahraman (TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı): Topçu Kışlası’nın yıkılması ne kadar hatalıysa, bugün yeniden yapılması bir o kadar hatalı. Çünkü orada 19. yy. mimarisini tamamen yeniden taklit edilip bir replika yapılacak. İstanbullulara rağmen İstanbul’un en kamusal mekanı, kültür merkezi adı altında işgal ediliyor. Taksim Kışlası’nın inşasıyla birlikte alan çok boğucu bir meydan haline gelecek.

 

* Korhan Gümüş (Mimar): Bu alanda Topçu Kışlası’ndan çok daha değerli bir şey, bir kentsel tasarım var, İstanbul’da yapılmış tek kültür vadisinin girişidir burası. Dolayısıyla mevcut olan bir kültür mirasını yok edip, onun yerine bir taklit bina yapmanın, koruma standartlarıyla uzaktan yakından alakası yok. Bu bir ucube olur çünkü yaratıcı bir süreçte tartışılmamıştır. Bu projeyi bugüne kadar saklanma nedenini görünce anladık. Mimarlık birinci sınıf öğrencisi bile böyle bir proje yapmaz.


* Eyüp Muhçu (Mimarlar Odası Başkanı): Taksim, cumhuriyetin, demokrasinin, emeğin meydanı olarak son derece özgün bir yere sahiptir. Bu proje şehircilik ilkelerinden, mimarlık anlayışından uzak, tamamen meydanın kimliğini ortadan kaldıran, rant ve ideolojik amaçlı bir projedir. Gezi Parkı yok edilecek, halkın dinlenme, eğlenme amaçlı kullanımı ortadan kaldırılacak ayrıca deprem gibi bir afette toplanma alanı olarak kullanılan bu alan yok edilmiş olacak.


* Afife Batur (Mimar): Varlığı ve yeri bilinen bir tarihi yapının rekonstrüksiyonu yapılabilir; fakat elde yeterli belge olması koşuluyla. Topçu Kışlası’nın birçok fotoğrafı var ama planlarının, cephesinin, malzeme bilgisinin vs. var olduğunu ben bilmiyorum. Oradaki nikah dairesini kaldırıp kent parkı haline getirmek varken İstanbul’da yapılmış Osmanlı kışlalarının en göze batanlarından birini oraya dikmek kentleşme açısından bana ters geliyor. Topçu Kışlası, son derece oryantalist bir kışladır ve çok büyüktür. Devasa bir ağırlık verecek oraya.   Rant kokan projeler bunlar.

Milliyet, 06.11.2012

PICASSO'NUN ESERLERİ DEPODAN ÇIKTI

 

 

20’nci yüzyılın en önemli sanatçılarından Pablo Picasso’nun 1940’larda yaptığı, bir arkadaşının daha sonra SSCB’ye bağışladığı seramik eserler, Özbekistan’ın başkenti Taşkent’teki bir müzenin deposunda bulundu.

 

40 yıl önce Fransız Komünist Partisi adına İspanyol sanatçı Picasso’nun yakın arkadaşı Nadia Lager’ın bağışladığı, üzerinde kadın ve güvercin figürlerinin olduğu 12 seramik eser, Taşkent müzesinde sergilenmeye başladı. Sanat uzmanı Gulchehra Akhunova, eserlerin tesadüf eseri bulunduğunu söyleyerek “Müzenin Rus avangard bölümünü doldurmak için depoda Rus porselenlerine bakarken, Picasso’nun seramik çalışmalarını bulduk” dedi. Geçen haziran ayında Christie müzayede evinde sanatçının seramik ve diğer eserlerden oluşan bir koleksiyonu 12.6 milyon dolardan satılmıştı. 

Hürriyet, 06.11.2012

"HİÇBİR YERE GİTMİYORUZ"

 

 

Süryanilerin “ikinci Kudüs”ü sayılan, 1615 yıllık Mor Gabriel Manastırı’nda hayal kırıklığı hakim... Yargıtay’ın “işgalci” dediği manastırın rahibi Timotheus Aktaş “Yapılan hukuki değil. Hiçbir yere gitmiyoruz” diyor.


Mor Gabriel Manastırı, Mardin’in Midyat İlçesine 23 km uzaklıktaki bir tepenin üzerinde, olağanüstü tarihi ve kültürel değeri olan bir yapı... 1615 yıl önce Süryanilerin anayurdu olarak bilinen Turabdin bölgesinde kurulan kilise, “ikinci Kudüs” olarak biliniyor.


Artık sadece birkaç bin Süryani’nin yaşadığı bölgede Mor Gabriel,  dünyanın dört bir yanından inananların ve turistlerin akınına uğruyor. Ancak manstırdaki huzur, son birkaç yıldır köylülerin açtığı davalar ve devletin tutumu nedeniyle bozuldu.  Haziran ayında Yargıtay, Mor Gabriel’in arazisinin Hazine’ye ait olduğuna karar verdi. Protesto için internette “morgabrieledokunma.com” adresinde imza kampanyası sürüyor. 


Turabdin metropoliti Mor (Rahip) Timotheus Samuel Aktaş ve Vakfın Başkanı Kuryakos Ergün’le görüşüp, son durum hakkında bilgi aldık.

* Davalar nasıl ve neden açıldı?
Ergün: Biz de bilmiyoruz. O duvar 20 yıl önce yapıldı. 20 sene önce de bu köylüler buradaydı. O duvar yapılınca bölgenin mülki amirleri olsun, askeri yetkilileri olsun, herkesin haberi vardı. Köylülerin haberi vardı. 15 sene sonra aradan geçince mi görüyorlar, bunu bilmiyoruz. Bunların hepsi bahanedir, başka bir şey değildir.

* Sorun, yaptığınız duvar mı?
Ergün: Manastırın elinde 1.600 yıllık belgeleri ve şu anda devletin arşivlerinde 1937’den kalma belge kartlarımız var. 1938’deki krokimiz duruyor. Devlet bir taraftan arazilerin vergisini alacak, ondan sonra zamanı gelince diyecek ki ‘Bu arazi senin değil, sen oraları işgal etmişsin.’ Duvar, eski duvarın kalıntıları üzerine yapılan duvardır. Bu duvar eğer dedikleri gibi devletin malı içinde yapılmışsa peki yetkililer niye gelip demediler?

* Manastıra saldırılar oluyor muydu?
Metropolit (penceredeki parmaklıkları ve sürgülü kepengi göstererek): Görüyorsun değil mi? Gündüzleri korkumuzdan bunu kapatıyorduk. Bu duvarı korkumuzdan yaptık, yoksa burada duramayız. Önceleri tacizler oluyordu. Birisi gelir pencereden bir şeyler atabilir. Devlet isterse çözer, fakat çözmek istemiyor. Çözmesin ya da ne yaparsa yapsın.

* Hukuki süreç nasıl işledi?
Ergün: Midyat’ta kadastro yenilemesi yapılıyor. Maliye Bakanlığı ‘Bunlar devletin malı, sizin adınıza tapu yapılamıyor’ diyor. Sonra davalar açıldı. Kazandığımız davalar, sudan bahanelerle Yargıtay’da bozuluyor. 1974’teki yabancı isimlere ilişkin kararlar alındı... 38 sene geçti, hukuk alanında o kadar iyileştirmeler yapıldı, kanunlar, yönetmelikler değişti. Hiç kimse birşey demedi. Bari bu ülkenin yasalarına saygı gösterin. Bu yargının başında olan birisi bunu yapmıyorsa vay halimize!

* İşgalcilikle suçlanıyorsunuz, sizin için çok üzücü olmuştur...
Ergün: İşgalci bizim için hakarettir. Daha Hazreti Muhammet doğmadan 172-174 sene önce bu manastır vardı. Bizim tarihimiz, bölgede 6-7 bin yıla dayanır. Artık kim işgalcidir, bilmiyoruz! Ona rağmen bu manastıra 1615 yıla kadar kimse işgalci demedi; ama sonra o da denmeye başladı. Ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre kadastro çalışmalarında birisi zilliyetini ispat ettiği takdirde ona tapusu veriliyor. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti yasaları bize uygulanmıyor.
Bu ülkeyi seviyoruz

* The Economist’te çıkan habere göre bu davalar, yurtdışında yaşayan Süryanilerin 1915 olayları ile ilgili yaptığı lobiye karşı TC’nin hamlesi olarak değerlendirilmiş... 
Ergün: O konu resmi olmasa dahi Avrupa’da yaşayan Süryanilerin bazı makamlarda dile getirdiğini öğrendik... Avrupa’da o imkanlar veriliyor. Düşünce özgürlüğü konusunda isteyen düşüncelerini söyler. Çıkın bölgeye 1915 olayları ile ilgili, Müslüman kardeşlerimize sorun. Sayın Dışişleri Bakanı iki yıl önce Mardin’e geldiğinde ‘Biz Süryanileri üzdük’ dedi. Gerektiğinde dile getiriyorlar.


Metropolitimiz 2007 yılında Avrupa’ya geziye gittiğinde Süryanilere ‘Geri dönün memleketinize, yatırım yapın, köyünüze sahip çıkın’ dedi. Bu olaylar yaşanınca ‘Bizi ateşe mi atmak istiyorsunuz’ dediler.

* İnsan Hakları Mahkemesı’ne gidecek misiniz?
Hevesli değiliz ama o yol bize dayatılırsa gideceğiz. Neticede bir davamız var AİHM’de. Geri kalan bir davamız var. Bu sene Anayasa Mahkemesine başvuru yapılması  yönünde kanun çıktı. Oradan netice alamadığımız takdirde AİHM’ye gideriz.
Metropolit: Biz bu ülkede yaşıyoruz. Bu ülkeyi seviyoruz. İstiyoruz ki burada çözülsün.

 

* Başka cemaatlerden bir destek gelmedi mi?
Metropolit: Bir sürü yazar, gerçeği ortaya döküp yazmıştır. Gizli bir şeyimiz yok. Fakat bir efendi, Mardinli bir imam, Milli Gazete’de yazı yazmış. ‘Domuzdan post, gavurdan dost olmaz’ diye. Onun hakkında bir dava açılmadı. Sen kimsin?


Ergün: Türkiye’yi bölmek isteyenler bunlardır... Toplumun buraya sahip çıkmasını istiyoruz.   Bu eser, bu ülkenin eseridir! Hangi ülkede 615 yıllık bir eser vardır? Paha biçilmez bir değerdir.


Metropolit: Yolu gelirken gördünüz, yapılmıyor... Yılda 100 bin kişi bölgeye geliyorsa bunun yüzde 80’i burası için geliyor. Madem öyle, buraya zarar veriyor, ziyarete kapatalım!


Ergün: 60’lı yılarda burada 150-200 bin civarında Süryani nüfus vardı. Türkiye nüfusu üç katı arttı. Burada kalan beş bin kişi. İstanbul’da 10-15 bin kişi kaldı.


Metropolit: Huzur olmayınca kimse kalmadı, huzur olunca dönecekler. Biz Süryani’dir diye bakmayız, herkes bizim için vatandaştır, insandır. Biz de insani hizmet veriyoruz. 

Milliyet, Haber: Mehveş Evin - Namık Durukan, 06.11.2012

5 BİN YILI BETONLA ÖRTTÜLER

 

 

Konya’da birinci derece sit alanı olan 5 bin yıllık Aşkar Höyüğü, Karatay Belediyesi tarafından hazırlanan sosyal donatı projesi kapsamında betonla kaplandı. Üzerine kepçeyle açılan patika yollara beton dökülerek arnavut kaldırımı döşenen ve kameriyeler yapılarak park haline getirilen höyük, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu tarafından Meclis gündemine taşındı.


CHP’li Tanrıkulu, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yazılı olarak yanıtlanması istemiyle TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde şöyle dedi:
“Konya’da Karatay Belediyesi tarafından hazırlanan sosyal donatı projesi kapsamında, 5 bin yıllık Aşkar Höyüğü üzerinde kepçe kullanılarak patika yollar açılmış, açılan yolların üzerine beton dökülerek arnavutz kaldırımı döşenmiş, höyüğün etrafında bulunan bölümlere de kafeterya ve büfe yapılması için temel atılmıştır. Işıklandırma için yaklaşık 5 metre boyunda demir bir direk dikilmiştir. 22 Ekim 2012 tarihinde açılışı gerçekleştirilen ve ’Aşkar Höyüğü Sosyal Donatı ve Park Alanı’ olarak hizmete açılan höyük için Karatay Belediye Başkanı tarafından, Aşkar Höyüğü alanının Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu onayı ile oluşturulduğu beyan edilmiştir.”
 
Tanrıkulu, Bakan Ertuğrul Günay’ın cevaplaması için de şu soruları yönlendirdi: 
Aşkar Höyüğü’nün 5 bin yıllık tarihi karşısında park olarak kullanılması konusunda bakanlığınızın onayı bulunmakta mıdır?


Karatay Belediye Başkanı’nın beyan ettiği gibi sit alanında değişiklik yapılması yönünde bir onay var ise hukuki dayanakları nelerdir?


Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının gerekliliği karşısında, 5 bin yıllık bir höyüğün park haline getirilmesinin doğru bir işlem olduğunu kabul ediyor musunuz?”

Radikal, Haber: Mehmet Kayhan Yıldız,06.11.23012

ESKİ VAN ŞEHRİNDEKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

 

Van Valisi Münir Karaloğlu, tarihi Van Kalesi ile Van şehri içerisinde yer alan ve restorasyon çalışmaları devam eden yapılarda incelemelerde bulundu.

İlk olarak 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerindeki depremlerde hasar gören Kayaçelebi ve Hüsrevpaşa Camilerini gezen Vali Karaloğlu, yıkılan minare, kubbe ve son cemaat kısımlarında yapılan çalışmaları takip etti.

Karaloğlu, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün hasar gören kısımlarla ilgili açtığı ihaleyle başlayan restorasyon ve onarım çalışmaları ile ilgili yüklenici firma yetkililerinden bilgi aldı. Firma yetkilisinden, iki caminin önümüzdeki yıl Ramazan ayına yetiştirilmesini isteyen Vali Karaloğlu, daha sonra eski Van şehrinin batı kısmında bulunan ve restorasyon çalışmaları devam eden Horhor Camisi'nde incelemelerde bulundu.

Karaloğlu, burada kendisine bilgi veren YYÜ Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Şehir Planlama Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Şahabettin Öztürk'ten Horhor Camisi'nin de Kayaçelebi ve Hüsrevpaşa Camileriyle birlikte Ramazan ayına yetiştirilmesini istedi.

İncelemeleri ile ilgili açıklama yapan Vali Karaloğlu, eski Van şehrindeki mevcut eserlerin tamamını ayağa kaldırarak kenti, Türkiye'nin önemli inanç merkezlerinden biri haline getirmek istediklerini belirterek, ''Horhor Cami ve Medresesi, önemli bir merkez. Burayı ayağa kaldırıp kalenin zirvesinde Süleyman Han Cami, eteğinde ise Horhor Cami ile insanlarımızın ziyaret edeceği mekanlar haline getireceğiz. Buraların restore edilerek turizme kazandırılması,inanç turizmi açısından çok önemli. Van zaten başlı başına Türkiye'nin inanç turizmi açısından en önemli merkezlerinden biridir. Ama bunu destekleyecek yapıları ortaya çıkarmamız lazım'' dedi.

Kızıl Cami, Ulu Cami, Abbasağa Cami, Hüsrevpaşa Çifte Hamamı ile Hüsrevpaşa Hanı projelerinin de hazır olduğunu belirten Karaloğlu, 2013 yılında ihalelerin yapılacağını vurguladı.

Karaloğlu, ''Bu eserlerin röleve ve restorasyon, restitüsyon projeleri, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan daha önce geçmişti. Bu yapıların ihale çalışmaları devam etmektedir. Uygulama çalışmalarına 2013 yılında başlanacaktır. İnşallah eski Van şehrindeki bu eserleri restore ederek yeni bir dinamiği ayağa kaldırmış olacağız'' dedi.

2013 yılında restorasyon çalışmaları başlıyor

Eski Van Şehri'nde birbirinden değerli yüzlerce tarihi eserin yer aldığını anımsatan Karaloğlu, Miri Ambarı'ndan sarnıcına, kilisesinden camisine, medresesinden hamamına kadar çok sayıda eser olduğunu anımsattı.

Kızıl Cami minaresindeki süslemeler ve çinilerin 13. yüzyıldan kalma Selçuklu eserleri olduğunu hatırlatan Karaloğlu, ''Bu önemli eserleri mutlaka ayağa kaldırmamız lazım. Bunun için de Van Kalesi etrafında, eski Van şehrinde daha çok çalışma yapmamız lazım. Mevcut eserlerin tamamını ayağa kaldırıp buraları 24 saat yaşanabilir mekanlar haline getirmemiz lazım. Yoksa oraları korumamız mümkün değil. Süleyman Han Camisi'ni ibadete açık. Kalenin çıkış yolu ve sur restorasyonlarının 3. etap ihalesi geçtiğimiz hafta yapıldı. Bunların uygulamasına da 2013 yılında başlanacak. İnşallah kale ve çevresi, 3-5 yıl sonra Türkiye ve dünyanın dört bir tarafından insanların 'Gidip orayı görelim' diyecekleri mekanlar haline gelecek'' diye konuştu.

Karaloğlu'nun eski Van şehrindeki incelemelerinde Vali Yardımcısı Atay Uslu, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İzzettin Polat, Van Röleve Anıtlar Bölge Müdürü Cemil Karabayram ile İl Kültür ve Turizm Müdürü Muzaffer Aktuğ hazır bulundu.

Yapı, 05.11.2012

İKİ BAKANLIK EL ELE TARİHİ VE DOĞAYI 'CENTİLMENCE' YOK EDECEKLER


 

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Ertuğrul Bayraktar arasında imzalanan "centilmenlik protokolü" ile doğa ve kültür varlıklarını yok etmenin önü biraz daha açıldı.

 

Tabiat varlıkları ile kültür varlıklarının çakıştığı sit alanlarında hangi koruma kurulunun karar vereceği konusunda Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar “centilmenlik protokolü” imzaladı.

 

Bu protokole göre kültür ve tabiat varlıklarının çakıştığı alanlarda kültür varlığı açısından bölge koruma kurullarının görüşü alındıktan sonra, son söz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda kaldı.

 

Tarihi Likör Fabrikası yok edildi
Yurt gazetesinden Ali Cemal Karabudak'ın haberine göre, anlaşmanın nedeni Şişli Likör Fabrikası’nın yıkımı sırasında iki bakanlığa bağlı iki farklı kurul arasında çıkan anlaşmazlık. Tarihi değere sahip olan ve bahçesinde asırlık çınar ağaçları bulunan Likör Fabrikası’nın yıkımına Kültür Bakanlığı’na Bağlı 2 No’lu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu izin vermedi, bunun üzerine devreye giren Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı “İstanbul Tabiat Varlıkları Komisyonu”, bağlı olduğu bakanlığın genelgesini gerekçe göstererek fabrikanın yıkılmasına ve ağaçların kesilmesine izin veren kararı bir ay içerisinde çıkardı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hazırladığı genelgede hem doğal hem de tarihi sit alanlarının çakıştığı yerlerde kararı “Tabiat Varlıkları Komisyonu”nun vereceği söyleniyordu.

 

Böylece tarihi Likör Fabrikası yıkılmış oldu yıkılan alana İsviçreli Viatrans ve Meydanbey şirketlerinin ortaklığıyla inşa edilecek rezidansların temeli atıldı. Ve ortada ne tarihi eser kaldı, ne de asırlık çınar ağaçları.

 

Tarih ve doğa "centilmence" yağmalanacak!
Yaşanan bu olayın ardından Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar “centilmenlik protokolü” imzaladı. Protokole göre kültür varlığının restorasyon , restitüsyon, rölövesi ile ilgili son sözü söyleme hakkı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na kaldı.

Böylece AKP’de bir kural olan yağmacılık kazanırken, Ertuğrul Günay yine yaptığı işin arkasında duramadı.

 

İki bakanlık tarafından imzalanan protokolde şu ifadeler yer aldı:

-Çakışan alanlara ilişkin başvurular öncelikle kültürel değerler yönünden ilgili koruma bölge kurulunca değerlendirilir. Kültürel açıdan alınan karar ile birlikte doğal değerler açısından da değerlendirme yapılarak koruma bölge komisyonunca nihai karar alınır.

-Doğal sit alanında veya tabiat varlığı parselinde bulunan tescilli kültür varlığının rölöve, restitüsyon, restorasyon, rekonstrüksiyon projeleri, onarımı, tescil, tescil kaydının irdelenmesi vb. gibi doğal değerleri etkilemeyecek şekilde yapının kültür varlığı niteliğinden kaynaklanan müdahalelere yönelik işlemler için nihai karar ilgili koruma bölge kurulunca alınır.

-Çakışan alanlarda kazı, sondaj ve temizlik çalışmalarına yönelik ilgili koruma kurulunca alınacak karar, Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nca verilecek izin doğrultusunda gerçekleştirilir.

-Ören yerleri hariç çakışan alanlarda 2863 sayılı kanunun 13. ve 14. maddeleri kapsamında satış, kiralama, tahsis, devir, intifa hakkı gibi konularda görüş; kültürel değerler açısından Kültür ve Turizm, doğal değerler açısından Çevre Bakanlığı’nca mülkiyet sahibi kuruma iletilir.

Sol Haber, 05.11.2012

TÜRK SANATÇIDAN LONDRA'DA BİR İLK

 

 

İngiltere'nin başkenti Londra'nın önemli modern sanat müzesi Saatchi Galeri'de kişisel sergi açan ilk Türk sanatçı Seçkin Pirim, "Sergi o kadar çok gezildi ki hiç sanatla ilgisi olmayan insanlardan bile e-posta aldım" dedi.

Pirim, 29 Ekim'de açılan "Disiplin Fabrikası" sergisiyle ilgili yaptığı açıklamada, Türkiye'de sanat ivmesinin hızlandığını ve çok iyi sanatçılar olduğunu kaydederek, "Dünya piyasasında bu sanatçıların çok iyi yerlere geleceğine inanıyorum" dedi.

Pirim, Türkiye'deki tek sorunun yapılan sanatın dünya piyasasına çok kolay taşınamaması olduğunu ifade ederek, bu çerçevede Londra'da sergi açmaya karar verdiklerini kaydetti.

Seçkin Pirim, müzenin sahibi olan ünlü reklamcı ve koleksiyoncu Charles Saatchi ile yapılan yazışmalar sonucu Saatchi Galeri'ye bir dosya sunulduğunu, dosyanın değerlendirilmesi sonucu ise serginin açılmasına onay verildiğini anlattı.

 

 

Müzeyi günde 1000-1500 kişinin gezdiğini vurgulayan Pirim, şunları kaydetti:
"Sergiyle ilgili şu ana kadarki geri dönüşler çok iyiydi. Sergiyi çok sayıda koleksiyoncu, küratör ve basın mensubu gezdi. Birçoğundan çok güzel geri dönüşler aldık. Hatta sonrası için Londra'da özel bir galeride sergi açmak için bağlantılarımız oldu. Sergi o kadar çok gezildi ki hiç sanatla ilgisi olmayan insanlardan bile e-posta aldım. Burada yaşayan çok sayıda Türk de sergiyi gezdi ve gururlandıklarını söyledi. Bu da çok hoştu" diye konuştu.

Pirim, dünya piyasasına girmek için Türk sanatçıların ve galericilerin birbirine destek olması gerektiğini vurguladı.

Seçkin Pirim, Ankara'da yaptığı askerliğin ardından ortaya çıkan "Disiplin Fabrikası" konulu serginin üçüncü serisi olan Londra Saatchi Galeri'deki sergisinde 12 eserini sergiledi. "İçinde olduğumuz sosyolojik, toplumsal ve kişisel yapıların, kontrol altına alınma çabasına karşı gösterilmiş tepkinin" anlatıldığı heykeller ve eserlerde, kağıt ve akrilik gibi malzemeler kullanılmış.

1977 yılında Ankara'da doğan Pirim, 1995 yılında Güzel Sanatlar Lisesi resim bölümünü bitirdikten sonra, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü'nden 2000 yılında mezun oldu.

Heykel ve tasarım alanında birçok ödüle sahip olan Pirim'in yapıtları yurt içi ve yurt dışında birçok özel koleksiyonda ve müzelerde yer aldı.

Saatchi Galeri, Damien Hirst ve Tracey Emin gibi sanatçıların uluslararası arenada ve modern sanatta tanınmalarını sağlamasıyla da biliniyor.

Habertürk, 05.11.2012

BAKAN GÜNAY 19 ANTİK ESERİ BULGARİSTAN'DAN TÜRKİYE'YE GETİRECEK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 6 Kasım'da 19 parça antik eseri Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov'dan teslim almak üzere Bulgaristan'a bir ziyaret gerçekleştirecek.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 6 Kasım'da 19 parça antik eseri Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov'un elinden teslim almak üzere Bulgaristan'a ziyarette bulunacak. Bakan Günay’ın iki gün sürecek ziyareti sırasında antik eserlerin iadesinin yanı sıra Türkiye ile Bulgaristan arasında karşılıklı kültür merkezi kurulmasına ilişkin bir anlaşma da imzalanacak.

Mynet Haber, 05.11.2012

 

******


20 TARİHİ ESER DAHA YUVAYA DÖNDÜ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve beraberindeki heyetin, Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov tarafından Filibe'de karşılanmasının ardından, Sofya'da bulunan Boyana Milli Müzesi'nde eser iadesi gerçekleştirildi.

 

İlk etapta teslim edilen 20 eserin arasında, M.S. 2. yüzyıla tarihlenen ve Akdeniz mermerinden yapılma başsız bir kadın heykeli ve Geç Roma dönemine ait, aralarında sikkelerin de olduğu 19 arkeolojik eser var. 98 santimetre yüksekliğindeki başsız kadın heykeli Lesovo Sınır Kapısı'nda yapılan bir aramada Türk plakalı bir kamyonda ele geçirilmiş ve Bulgar makamlarınca Bulgaristan'da bulunan Burgaz Tarih Müzesi'ne bağışlanmıştı.

 

İki ülke arasında tarihi eserlerin iadesi yönünde yapılan anlaşma uyarınca, toplamda 400 eser Türkiye 'ye geri verilecek. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın verdiği bilgiye göre, iade edilmesi yönünde çalışmaları süren tarihi eserlerin toplam sayısı 962.

Radikal, 06.11.2012

OTOPARKTAKİ KRAL İNGİLTERE'Yİ KARIŞTIRDI

 

İngiltere'de kral III. Richard'ın mezarının bulunması, Leicester ve Bosworth kentlerinin arasını açtı. İngiltere'yi 1483'ten 1485'e kadar yöneten kralın iskeleti,

İngiltere'nin Leicester kentindeki bir otoparkta bulundu.

Savaşta ölen ve mezarının nerede olduğu 12 Eylül'e kadar tam olarak bilinmeyen III. Richard'ın iskeleti, iki kent arasında paylaşılamaz hale geldi.

Yetkililer, kralın nereye gömüleceğine karar veremediklerini kaydetti.

Sabah, 05.11.2012

GALERİLER YARALARINI SARMAYA ÇALIŞIYOR

 

 

Amerika'da meydana gelen Sandy Kasırgası sanat eserlerini de harabeye çevirdi. Alınan tüm önlemlere rağmen bir çok önemli eser zarar gördü.

Reuters'ın haberine göre, New York ve bazı diğer eyaletlerde hasara uğrayan sanat galerileri, kasırga sonrası eserlerin bozukluklarını gidermeye çalışıyor. Atölye ve sergilerinin de restore edilmesi için çabalayan sanat severler birbirlerine destek amacıyla toplanıp neler yapılabileceği hakkında görüşmelerde bulundular.

Kasırga ülkenin genelini her alanda etkilediği gibi, sanatçılar ve eserlerini de maddi ve manevi zarara uğrattı. Önceden alınan tüm tedbirlere rağmen, kasırganın şiddeti özellikle zemin kat atölye ve galerileri tahrip etti.

Tahribata uğrayan eserlerini nasıl kurtaracağını düşünen sanatçılar, yaşadıkları karşısında oldukça şaşırmış durumdalar.

Habertürk, 05.11.2012

97 YIL SONRA GELEN İLK ÇAN SESİ VE İLK GELİN

 

 

“Nasıl ağlamayayım? 45 sene önce buradan çıkıp gittik. Annemin mezarı kaldı, 7 yaşında ölen oğlumun mezarı burada kaldı. Herkese yapıldı ama en çok Ermenilere yapıldı. Çok kötü şeyler oldu. Eskiden çocuklarımızı taşlarlardı burada, elleriyle hac yapıp üzerine tükürürlerdi. Neden yaptılar ki? İlk defa geldim o zamandan beri. Değişmiş Diyarbakır artık” deyip susuyor, sonra “Ama buna da şükür, 100 yıl sonra çan sesini duyduk” diye ekliyor.


Ortadoğu ’nun en büyük kilisesi Diyarbakır Surp Giregos Kilisesi’nin tüm kompleksinin ve özellikle 100 yıl önce top atışlarıyla yıktırılan çan kulesinin açılışında tanıştığımız İstanbul Ermenisi kadın adını vermek istemiyor. Tıpkı açılışa Hollanda ’dan gelen başka bir Ermeni kadın gibi: “Yerde miyim gökte miyim bilmiyorum. Ne hissettiğimi de. 44 yıl sonra doğduğum yere geldim. Açılış için. Üç yaşındaydım Diyarbakır’dan gittiğimizde. Aklımda Dört Ayaklı Minare kalmış, bugün onun da altından geçtim. Çok değişik duygularım.”


İki Ermeni kadının söylediklerinin yurtdışından ve yurtiçinden açılışa gelen 500’e yakın Ermeninin ortak duygularını yansıttığını söylemek hiç de yersiz olmaz.

 

‘Şimdi tamam oldu’
Tarihi 1376’ya kadar giden Diyarbakır Surp Giregos Ermeni Kilisesi’nin açılışı bütün kilise tamamlanmasa da aslında geçen yıl yapılmıştı. Ama cumartesi günü yapılan ‘büyük açılış’ın anlamı farklı. Çünkü 1915’ten sonra Almanların karargahı, daha sonra Sümerbank’ın pamuk deposu olarak kullanılan ve 80’lerden sonra harabe haline dönen ve üç senedir restorasyonu için çalışılan ve yaklaşık olarak 4.5 milyon lira harcanan kilisenin bu sefer okulu, şapeli, papaz evi, toplantı odası ve en önemlisi ‘çan kulesi’ açıldı ve 1915’ten sonra ilk defa Surp Giregos’tan çan sesi yükseldi.


Kilise Vakfı Başkanı Vartkes Ergun Ayık, “Çan kulesinin açılmasının bizim için manevi bir değeri var. Eski çan kulesi, minarelerden yüksek olduğu için 1915’te valilik emriyle top atışıyla yıkılmıştı. Dün o çan çaldığında herhalde ölülerimizin, ki onların fedakarlıkları sayesinde buradayız, ruhları da duymuştur. Onların ruhları mutlu olduysa biz de mutlu olduk” diyor.

 

Ateşyan burada vaftiz oldu
Pazar günkü büyük açılış ayinini yöneten Türkiye Ermenileri Patrikliği Patrik Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan, “Bu çan kulesi, Ermeni olup da kendini saklayanlara bir çağrıdır. Gelin ibadethanemize, kiliseyle tanışma zamanıdır” dedi. Ateşyan kendi hikayesini anlatırken, ellerini duaya açmış herkes biraz da kendi hikayesini dinliyor.


“Ne kadar mutluyuz bugün! Bu kilisede vaftiz olmuş bir Diyarbakırlı olarak burada olmaktan. Ben Silvanlıyım. Bir akşamüstü karanlığında babam kamyonu getirdi ve ‘Çocuklar gidiyoruz’ dedi. Ben 4 yaşındayım. Gözyaşlarıyla Diyarbakır’a gittik. Diyarbakır da bize kısmet olmadı. Ayrıldık, buradan, ama biz Silvan’ı terk ederken ablamı orda bıraktık. Bir dal yeşerdi ve 30 kişiye yükseldi. Yani Silvan’ı da terk etmedik, Diyarbakır’ı da terk etmedik, Türkiye’yi de terk etmeyeceğiz” diyor ve sonra haberi veriyor: “Ablamın oğlunu birazdan burada evlendireceğim.”


Dualar, tütsüler, ilahilerin hep bir ağızdan yükseldiği pazar ayini bitince Erivanlı gelin Narine ve Silvanlı damat Rafi kilisede dayıları tarafından kutsanarak evlendiriliyor ve sanki yüzyıllık hüznü yüzlerinde taşıyan kadınların gözlerine bir pırıltı ve umut yerleşiyor. Duasını bitiren yaşlı bir kadın, şöyle diyor:
“Allah hem onlara hem bize hep iyilik versin.”

Müze değil kilise
Ortadoğu’nun en büyük kilisesi Diyarbakır Surp Giregos’un 29 metrelik çan kulesi aslına uygun olarak bazalt taşından yapıldı. Soğanbaşlı 100 kiloluk bronz çansa Türkiye’de çan ustası olmadığı için Moskova ’da yaptırılıp getirtildi. Kilisenin başka bir özelliği daha var: Surp Giregos, tapusu Ermenilere ait olup 1915’ten bu yana restore edilen tek kilise. Bu yüzden kilise Ahtamar gibi müze kilise değil ve Ermeniler kimseden izin almadan ibadetlerini istedikleri zaman yapabiliyorlar. Tabii cemaat bulurlarsa. Şimdi özel günlerde ayinler yapılıyor, 1 yıl sonra Kudüs’e eğitime gönderilen papaz gelince her pazar ayin olacak.

Radikal, Haber: Nazan Özcan, 05.11.2012

KURUL'DAN KRİTİK ANTREPO KARARI

 

 

İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu, Galataport planı ile ilgili aldığı son kararında Karaköy'de bulunan Antrepo yapılarının kentsel mekanın özgün tarihi karakterini zedelediğine ve tarihi Tophane Meydanı'nın denizle bağlantısını kopardığına karar verdi. Kurul, günümüzde kentsel işlevini tamamen yitirmiş olan depo binalarının yeniden tasarlanması gerektiğini bildirdi.

Kurul, kararında "Antrepoların bulunduğu yapılar, ünlü mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından tasarlanmış olmasına rağmen zaman içinde 'İstanbul Boğaziçi ve Galata' tarihsel kimliğini ve siluetini dikkate almayan, kitle ölçüleri ve biçimleri ile mevcut değerlere zarar veren, kaldırılması ve yenilenmesi gereken yapılar olarak algılanmış ve değerlendirilmiştir" şeklinde görüş bildirdi. Koruma Kurulu'nun dikkat çektiği 7 antrepodan 4 no'lu antrepoda İstanbul Modern, 5 no'lu olanda ise Resim ve Heykel Müzesi bulunuyor. Kurul, Galataport projesi ile ilgili 19 Eylül'de aldığı son kararda İstanbul Modern ile Resim ve Heykel Müzesi'nin bulunduğu binaların kültürel tesis alanı olarak kalmaları gerektiğine ve koruma kurulu gözetiminde yıkılıp yeniden yapılabileceklerine karar verdi.

18. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Saray ve yönetim merkezinin kentin gelişmesine paralel olarak Tarihi Yarımada'dan Boğaziçi sahillerine yayılması ile Tophane Meydanı'nın devletin resmi protokol alanı olarak düzenlendiği kaydedilen kararda, "Yabancı devlet büyükleri törenlerle burada karşılanmış, burası ülkenin ve başkentin prestijli giriş kapısı olarak kullanılmıştır" denildi.

Sabah, Haber: Nazif Karaman, 05.11.2012

LOUVRE: ÇİNİLER ÇALINTI DEĞİL

 

Fransa’nın en ünlü müzesi Louvre’un İslam Sanatları Bölümü’nde sergilenen çinilerin çalıntı olduğu iddiaları müze yetkilileri tarafından reddedildi.

 

İstanbul’da Piyale Paşa Camii’nden çalındığı öne sürülen çinilerin yasal yollarla Fransa’ya getirildiği açıklandı. Çinilerin 19. yüzyıl sonunda satın alındığı veya bağışlandığı belirtildi.

Seramiklerin de Fransız sanat tarihçisi Germain Bapst tarafından 1889’da satın alındığı açıklandı. Yetkililer Türkiye’den iade talebi gelmediğini ancak gelmesiyle iadenin söz konusu olamayacağını dile getirdi.

Milliyet, 04.11.2012

HADRİANOPOLİS ANTİK KENTİNİN TURİZME KAZANDIRILMASI

 

Karabük Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Şahin, Eskipazar İlçesindeki Hadrianaupolis antik kentindeki kazı çalışmalarına ilişkin, "Antik kentteki çalışmalar tamamlandığında inanç turizmi önemli bir yer kazanacak" dedi.

 

Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte 2003 yılında başlayan kazı çalışmalarının son 3 yıldır hız kazandığını ve birçok önemli eserin gün yüzüne çıkartılarak koruma altına alındığını söyledi.

 

MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığının tahmin edildiğini ifade eden Şahin, Hadrianaupolis'in çalışmalar kapsamında, Anadolu'da örneklerine hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerine rastlandığını ve bu nedenle Karadeniz Bölgesi'nin "Zeugma"sı olarak adlandırıldığını belirtti.

 

Kazı çalışmalarında ortaya çıkartılan mozaiklerin sergilenmesi için bir yapı inşa edileceğini ve bir de kazı evinin yapılacağını anlatan Şahin, "Antik ketteki kazı çalışmaları dönemler halinde Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Vedat Keleş başkanlığında ve yaklaşık 50 kişilik bir uzman ekiple devam ediyor. Son yapılan kazılarda Erken Bizans dönemine ait Kilise A ve B'nin tabanındaki mozaiklerinde oluşan tahribat giderildi. Önümüzdeki yıl çok önemli kazı çalışmaları devam edecek. Antik kentteki çalışmalar tamamlandığında inanç turizmi önemli bir yer kazanacak" diye konuştu.

Mynet Haber, Haber: Ahmet Özler, 04.11.2012

LİKYA'NIN MİRASLARI: KSANTOS-LETOON

 

 

Anadolu ’nun has evlatları olan Likya uygarlığına her zaman büyük saygı duymuşumdur. Zira antik dönemin en ilginç devletlerinden biri Likya. Bugün Antalya ve Muğla arasında kalan bölgede hüküm süren birçok küçük şehir devletin oluşturduğu bir birlik aslında. Her şehir kendi iç işlerinde serbestçe hareket edebilirken, dış politikada ve birliği ilgilendiren kararlarda ortak biçimde hareket eden farklı bir oluşumdu. ‘Antik çağın en demokrat birliği’ demek çok da yanlış olmaz sanırım. Patara’da bulunan Likya Meclisi, dünyanın bilinen en eski meclislerinden biri. Ve hatta bu meclisin kadın başkanı bile vardı. Bu, eski dünyada neredeyse başka örneğine rastlanmayan bir durum.


Öyle ki ABD kurulurken dahi örnek alınan birlik, Likya Birliği’ydi. Likyalıların kurmuş olduğu federasyon sistemi, ABD Anayasası’na da ilham kaynağı olmuş. Alexander Hamilton, James Madison ve John Jay tarafından kaleme alınan anayasa çalışmalarında, ABD için en uygun yönetim sisteminin, Likya Federasyonu’nda olduğu gibi, federatif şehir birliği (eyaletler) olduğu açıkça belirtilmiştir.


Meclisi Patara’da olmasına rağmen, birliğin başkenti Ksantos’tu. Dini merkezi ise Letoon.
Kahinler ve tapınaklar şehri Letoon’un birkaç kilometre uzağındaki Ksantos, Likya tarihinin altın döneminin en önemli şehri.


Deniz ticaretiyle ünlü Likya’nın bir diğer zenginliği ise verimli toprakları. Sırtlarını Toros Dağları’na dayamış olan Likyalılar, antik dönemin en önemli ürünlerinden biri olan ‘sedir ağacı’na da sahipmiş. Toroslar’da oldukça büyük bir alana yayılmış olan sedir ormanları, Likya’nın zenginliğine zenginlik katıyormuş.


Bu yüzden de zengin Likya, kendisini ele geçirmek isteyenlerin devamlı saldırılarına maruz kalıyormuş. İşte bu saldırılardan birinde dünya tarihinin en acıklı öyküsü yaşanmış. 

En acıklı özgürlük kararı 
Güçlü Pers ordusu, MÖ 545 yılında Ksantos’a saldırmış. Ksantoslular büyük bir yiğitlik örneği göstererek, o dönemde bütün düşmanlarını dize getiren Pers ordusuna direnmişler. Ancak kuşatma uzadıkça anlamışlar ki bu savaşı kazanmaları imkansız. Ve tarihin en acıklı özgürlük kararını almışlar: Tek bir Ksantoslu bile teslim olmayacak ve Perslerin tutsağı olmayacak! Kadınlarını, çocuklarını, kölelerini ve tüm mal varlıklarını kalenin içinde toplayıp ateşe vermişler. Ardından tüm Ksantoslu savaşçılar, Pers ordusuna ölümüne saldırmışlar. Ve sonuç olarak, o savaşta hiçbir Ksantoslu esir düşmemiş. Bağımsızlıkları uğruna savaşmış, özgür insanlar olarak ölmüşler. Ancak bu savaştan önce yaklaşık 80 aile yaylalara gittikleri için Ksantoslular tarih perdesinden tamamen silinmemiş. Şehre geri gelen bu aileler, Ksantos’u tekrar kurmuş. Yıllar sonra MÖ 42 yılında bu kez ünlü Roma İmaparatoru Brütüs saldırmış Ksantos’a. Yiğit Likyalılar, Romalılara karşı büyük kayıplar vermiş. Ancak yine güçleri yetmemiş ve tarih tekerrür etmiş. Çünkü Ksantoslular teslim olmazmış! Tıpkı atalarının yaptığı gibi, her şeylerini yakmış ve birbirlerini öldürmeye başlamışlar. Brütüs bile gördüğü bu hüzünlü sahneden çok etkilenmiş ve Ksantoslulara acımış. Kurtarılan her Ksantoslu için ödül koymuş, fakat çok az Ksantoslu hayatta kalabilmiş. Bu tarihten sonra Roma hakimiyetine giren şehir, bir daha eski görkemli günlerine dönememiş. Arap akınlarının sonucunda da tarih sahnesinden yavaşça silinmiş.


Bu hüzünlü şehri asırlar süren uykusundan İngiliz tüccar Charles Fellows uyandırdı. Şehri adeta yağmalayan Fellows, birçok değerli eseri İngiltere ’ye kaçırdı. British Museum’da segilenmekte. Özellikle Nereidler Anıtı, antik dönemin en görkemli yapılarından biriydi. Hatta dünyanın yedi harikasından biri olan Halikarnas Mozolesi’nin de esin kaynağıydı. 

Likyalılar kurbağa oldu 
Ksantos’un yanıbaşında bulunan ve Likya Uygarlığı’nın dini merkezi olan Letoon ise özellikle kahinleriyle ünlüydü. Bu küçük ama etkili şehirde bol bol kurbağa ve kaplumbağa bulunuyor. Bunun sebebini de mitoloji bize şöyle sunuyor: Tanrı Zeus’un çocuklarına hamile kalan ve Tanrıça Hera’nın gazabından korkan Leto, Delos adasını terk ettikten sonra çocuklarını doğuracak yer ararken Likya’ya da uğrar. Burada susuzluğunu gidermek için bir çeşmeye gelir, ancak Hera’nın gazabından korkan yerli çobanlar tarafından kovulur. Leto bu olayı hiç unutmaz. Çocuklarını doğurduktan sonra kovulduğu yere yine gelir ve ‘Tanrılar Anası’ sıfatıyla kendisini şehirden kovanları cezalandırır; onları kurbağa ve kaplumbağalara dönüştürür. Yani Letoon’da hala Likyalılar yaşıyor ama insan olarak değil! Letoon ve Ksantos, görkemli anıtsal yapılarından ziyade, tarihe geçen öyküleriyle önemini koruyan şehirler. Kalkan ve Kaş’a yakın mesafede bulunan ve UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen Likyalıların bu efsanevi antik şehirleri, gerçekten de görülmeye değer.


Son sözü Ksantoslulara bırakıyorum. Ve ölüm kuşatmasının ardından yazdıkları şiiri hatırlatarak, bu özgür insanları saygıyla anıyorum...


Evlerimizi mezar yaptık, mezarlarımızı ev.
Yıkıldı evlerimiz, yağmalandı mezarlarımız.
Dağların doruğuna çıktık, toprağın altına girdik.
Suların altında kaldık, gelip buldular bizi.
Bozdular birliğimizi, alt üst ettiler bizi.
Yakıp yıktılar, yağmaladılar bizi.
Biz ki; analarımızın, kadınlarımızın ve ölülerimizin uğruna.
Biz ki; onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna.
Toplu ölümleri yeğleyen bu toprağın insanları.
Bir ateş bıraktık.
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan...

 

Dünya mirası listesinde
Ksantos ve Letoon 1988’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne seçildi. Dünya Mirası olarak kabul edilme nedenleri ise şöyle:
Yatara ve Pınara alanlarında da görülebileceği üzere Ksantos, antik dönem boyunca Likya’yı direkt olarak etkilemiştir. Bununla birlikte komşu kentleri de önemli derecede etkilemiştir.

Dünyanın yedi harikasından biri olan Halikarnas Mozolesi, Ksantos Nereidler Anıtı’nın devamı niteliğindedir.


Ksantos ve Letoon, bu iki kentte bulunan yazıtlar ve görkemli mezar anıtlarıyla Likya uygarlığına tanıklık etmektedir.

Radikal, Haber: Vedat Aksoy, 04.11.2012

O TABLOYU KİM ALACAK?

 

 

İbrahim Çallı'nın terk edilmiş bir evde uzun yıllar rulo halinde tutulan en büyük ve mitolojik tablosu ''Kayalıklarda Yıkanan Çıplaklar'' eseri, bugün satışa sunuluyor.

Dedesi İbrahim Çallı'nın eserini satışa sunulmadan önce görmek için Ankara'dan İstanbul'daki Internetional Art Center'a (IAC) gelen Ressam Yaşar Çallı (70), soruları yanıtladı.

İki hafta öncesine kadar eserden bilgisi olmadığını belirten Çallı,''Esere ilk baktığımda dedem İbrahim Çallı'nın fırça dehasını görüyorsunuz. O kıvrak zekasının görüyorsunuz. Rönesans dönemi sanatçılarını düşündüm, bir an... Bu eseri daha özgür buldum Zamanımızın çağdaş üslubu'' dedi.

Günümüz şartlarında bu tür bir eserin yapılması için ''cesur olunması gerektiğini'' ifade eden Çallı, konuşmasına şöyle devam etti:
''Bu cesur çıkışı da beklemiyordum. Medyada yer alan haberi gören arkadaşlarım bana durumu bildirdi. Mustafa Kemal Atatürk'ün dedem İbrahim Çallı'ya Kaşık Adası'nda çalışma yeri vermesi çok güzel. Bu bizi onurlandırıyor. Halen 'Kaşık Adası Sizin mi' diye soruyorlar. Çok komik buluyorum.''

Eserin ticari bir eylem haline getirilmemesi gerektiğini bildiren Çallı, tarihi bir zamana şahit olduklarını anlattı. Yaşar Çallı, ''Çok güzel rastlantı oldu. 80 yıllık tabloyu önce rulo şeklinde kaldırmışlar. Ruloyu normal şartlarda açamazsın. Çıtır çıtır çatlar. Anladım ki tablo teknik bir çalışma sonucu açılabilmiş'' ifadelerini kullandı.

Çallı, eserin ''bütün dünyaya meydan okuyabilecek'' tarzda olduğunu kaydederek Cumhuriyet'in ilk yıllarında yapılan bu eserin kıymetinin bilinmesi gerektiğini vurguladı.

''Bana sorarsanız. Hemen de elden çıkarılmaması lazım'' diyen Çallı, bunun dünyada sergilenebilecek bir eser olduğunu ifade etti.

Dedesi İbrahim Çallı'nın ''Manolya'' adını verdiği tablosunun da kendisinde olduğunu anlatan Yaşar Çallı, bu eserin gerçek olmadığıyla ilgili bazı haberlerin yapıldığını söyledi. Çallı, ''İbrahim Çallı'nın torunu ressam Yaşar Çallı olarak ben buradayım. Eser gerçektir. Övünerek söylüyorum boşuna Çallı Kuşağı denilmemiş. Onlar konuyu sulandırmak istiyorlar'' diye konuştu.

''Karşı Müzayede''de tarafından bugün satışa sunulacak olan İbrahim Çallı'nın''Kayalıklarda Yıkanan Çıplaklar'' adlı 80 yıllık eserinin hikayesi ise şöyle:

''Resim, aileden müzayedeye geldi. 1930'lu yıllarda Mustafa Kemal Atatürk, İbrahim Çallı'ya Kaşık Adası'nda çalışması için bir yer tahsis eder. O yıllarda Burgazada'da İbrahim Çallı'nın doktoru Mehmet Medeni Akman yaşamaktadır. Çallı ve Akman'ın dostluğu, uzun yıllar devam eder. Çallı, 'Kayalıklarda Yıkanan Çıplaklar' adlı eserini Dr. Mehmet Medeni Bey için yapar. O zaman bu kadar büyük tuval olmadığı için 2 tuvali birleştirerek yaptığı 2.98 X 2.18 boyutlarında bir eser. Tablo, Medeni Bey'in Burgazada'daki yalısında uzun yıllar asılı kalır. Mehmet Medeni Bey'in ölümünden sonra boyutundan dolayı uzun süre bakımsız kalan tablo, Bayram Karşıt'ın gözetimine geçerek restore edilir ve İbrahim Çallı'ya ait olduğu belgelenir. Ayrıca Bayram Karşıt tarafından sertifikası da verilir. Ancak eser rulo şeklinde saklandığı için Çallı'nın imzası dökülmüştür. Son olarak restorasyon işleri, Prof.Dr. Süleyman Saim Tekcan tarafından denetlenir ve korumaya alınır. Eserin, takriben 1930'lu yıllarda yapıldığı tahmin ediliyor.''

Eser, müzayedede 400 bin liradan satışa sunulacak.

Habertürk, 04.11.2012

İSLAM MİRASI YOK MU EDİLİYOR?

 

 

İslam dininin kutsal şehirleri Mekke ve Medine’yi ziyaret eden kişi sayısı yılda 12 milyona çıkarken Suudi Arabistan yönetiminin artan talebi karşılamak için yaptığı inşaatlar ve projeler, İslam mirası açısından endişe yaratıyor.

 

İngiltere’de basılan Daily Telegraph gazetesine göre, son olarak Mekke’de Hz. Muhammed’in eşlerinden birinin evi umumi tuvalet inşa etmek için yıkıldı. Washington merkezli Gulf Institute’a göre son 20 yılda Mekke ve Medine’de 1000 yıllık binaların yüzde 95’i yıkıldı. Independent gazetesinden Jerome Taylor’ın haberine göre de bu ay Medine’de başlatılacak olan genişletme projesi 7. yüzyıldan kalan üç caminin yıkılmasına neden olacak. Taylor’a göre, Hz. Muhammed’in kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebevi batıya doğru genişletilecek. Bu nedenle Mescid-i Nebevi’nin hemen batısındaki Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in kabirlerini barındıran iki cami taşınmak zorunda kalacak.


Taylor, Suudi Arabistan yönetiminin henüz camileri taşıyıp taşımama konusunda açıklama yapmadığını belirtti. İslami Mirası Araştırma Vakfı’ndan Dr. İrfan el-Alavi Independent’a yaptığı açıklamada “Mekke’nin genişlemeye ihtiyacı olduğunu kimse inkar etmiyor, ancak yetkililerin seçtiği yol endişe veriyor.


Genişletmeyi tarihi İslami alanları koruyarak yapmanın yolları var ama bunun yerine hepsini yıkmak istiyorlar” dedi. Telegraph gazetesi yazarı Damian Thompson da “Suudiler İslam mirasını yıkıyor, Müslüman dünyası neden susuyor” diye sordu. 


Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın geçen yıl onayladığı Kabe’yi genişletme projesiyle de tartışma başlamıştı. Üç yıl sürecek projeyle aynı anda 770 bin kişinin tavaf edebildiği 356 bin metrekarelik Kabe’nin kapasitesi 1.2 milyar kişinin aynı anda tavaf edebileceği 456 bin metrekarelik bir alana çıkartılacak. Ancak proje nedeniyle Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a hazırlatılan ve 1590 yılında Mimar Mehmet Ağa tarafından inşa edilen Osmanlı revakları ve kubbeleri de alanın 20 metre genişlemesi dolayısıyla yıkılmak zorunda kalacak. Kral Abdullah’ın Mekke’ye gökdelen inşa etme planı olduğu da konuşuluyor.

Milliyet, 04.11.2012

İSTANBUL MODERN GOOGLE ART'DA

 

 

Dünyanın önemli müzelerini ve sanat kurumlarını internet ortamında gezme olanağı sunan ‘Google Art Project’e İstanbul Modern de katıldı.

 

İstanbul Modern Sanat Müzesi, 40’tan fazla ülkeden 180 önemli sanat kurumunun yer aldığı Google Art Project’e katıldı. İstanbul Modern, Pera Müzesi ve Sakıp Sabancı Müzesi’nin ardından Türkiye’den katılan üçüncü kurum oldu. Google Art Project’te, ziyaretçiler 35.000’den fazla sanat yapıtını yüksek çözünürlükte izleme olanağı buluyor.  İstanbul Modern’in koleksiyonundaki 24 sanatçının 30 çalışması Google Art Project’te sergileniyor.


Ziyaretçiler, müze koleksiyonundan Azade Köker, Bedri Baykam, Bengü Karaduman, Ekrem Yalçındağ, İpek Duben, İrfan Önürmen, Mustafa Horasan, Tayfun Erdoğmuş, Temür Köran, Turan Aksoy, Gül Ilgaz, Ahmet Oran, Murat Akagündüz, Mustafa Pancar, Ergin İnan, Balkan Naci İslimyeli, Mehmet Güleryüz, Rahmi Aksungur, Aslı Torcu, Hakan Onur, Burcu Perçin, Hüsamettin Koçan, Haluk Akakçe ve Canan Dağdelen’in resim, enstalasyon, fotoğraf ve heykelden oluşan yapıtlarını görebiliyorlar. Pera Müzesi, projede 37 sanatçıdan 140 eserle, Sakıp Sabancı Müzesi ise 37 sanatçından 50 eserle projede yer alıyor.


Google tarafından yapılan açıklamaya göre, projeye İstanbul Modern’in de olduğu 29 yeni sanat kurumu eklendi.  Google Art Project’e eklenen yeni özellikler arasında “Compare” (Karşılaştır) butonu bulunuyor. Bu özellikle kullanıcılar aynı sanatçının iki farklı yapıtını kıyaslama imkanı buluyor. 

Milliyet, 04.11.2012

MICHELANGELO'NUN SANATI NAZARA MI GELİYOR?

 

 

Bugünlerde sanat dünyası, Vatikan’daki Sistine Şapeli’nin ziyaretçi sayısını kısıtlamayı tartışıyor. Söylenen o ki Katolik Kilisesi’nin başlıca simgelerinden şapeli yılda 5 milyon turist ziyaret ediyor. 10 milyon gözün varlığı da fresklerin solmasına, bozulmasına yol açıyor...

 

Rönesans’ın simge isimlerinden ressam, heykeltıraş, mimar ve şair Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni’nin ya da kısaca Michelangelo’nun Vatikan’daki Sistine Şapeli’nin tavanlarına yaptığı freskler, sanat dünyasının en önemli hazinelerinden. 500’üncü yaşı kutlanan bu fresklerde Michelangelo, İncil’deki en önemli bölümleri, mesela “Yaradılış”ı ve “Adem’le Havva’nın Cennet’ten Kovuluşu”nu neredeyse yüksek bütçeli bir Hollywood filmi tadında zengin ayrıntılarla görselleştirmiş.

En muhteşem olanıysa Tanrı’nın Adem’e hayat verişini gösteren o ünlü fresk. Fakat anlaşılan bu kadar şöhret fresklere iyi gelmemiş. Söylenen o ki Sistine Şapeli’ni günde 20 bin, yılda 5 milyon turist ziyaret ediyor. 10 milyon gözün varlığı da fresklerin solmasına, bozulmasına yol açıyor. Bu durumda da insanın “Hay Allah, meğer nazar diye bir şey varmış hakikaten” diyesi geliyor. 10 milyon gözün etkisi biraz eksik bir ifade oldu tabii. Milyonlarca kişinin nefesi, vücut ısısı, teri, gürültüsü, devinimi demek daha doğru olur. En iyisi İtalyan eleştirmen Pietro Citati’ye kulak vermek...

‘SERVET UĞRUNA FELAKET!’
Pietro Citati geçenlerde Vatikan yetkililerine seslenen sert bir yazı yazarak Şapel’e bu kadar çok ziyaretçi almanın, sanat dünyasını “hayal bile edilemeyecek bir felaketle” karşı karşıya bıraktığını dile getirdi. Vatikan yetkililerini de servet uğruna dünyanın en mükemmel yapıtlarından birini yok etmeyi göze almakla suçladı. Citati’ye göre, hareket halinde bir duvar oluşturan sayısız insanın aynı anda soluk alıp vermesi, dahası sıkışıklığın ve havasızlığın da etkisiyle sürekli terlemeleri içerideki havanın ısınmasına yol açıyor. Abarttığını düşünebilirsiniz. Fakat Vatikan Müzeleri Genel Müdürü Antonio Paolucci de ciddi bir problemle karşı karşıya olduklarına ve Citati’nin söylediklerinde haklı olduğuna inanıyor.

‘İNCİL’İN GÖRSEL SUNUMU’
Antonio Paolucci’ye göre, Sistine Şapeli her zaman gürültülü, içerideki insanlarsa bu muazzam güzellik karşısında şaşkın. Bu hareketlilik de sonuçta fresklerin korunmasını imkansız hale getiriyor. Bu yüzden yakında ısı ve nem oranını düşürecek özel bir havalandırma sistemi kurulacak. Alınacak tedbirlerden biri de günlük ziyaretçi sayısına belirli bir kısıtlama getirmek. “Tabii esas istediğimiz bu değil” diyor Paolucci. “Şapel İncil’in adeta görsel bir sunumunu yapıyor.” Eleştirmen Pietro Citati’ye göreyse bunlar aslında timsah gözyaşları, Vatikan’ın derdi Hıristiyanları mutlu etmek değil, para kaynağını yitirmemek.

 

Şapeli gezmek için kişi başı ödenen tutar. 10 kişilik rehberli VIP gruplar içinse 220 Euro alınıyor.

 

Michelangelo çalışmalarına, Papa II. Julius’un isteğiyle Temmuz 1508’de gönülsüzce başladı. Zira kendini ressam değil heykeltraş olarak kabul ediyor ve yeterince iyi olmadığı bir konuda ürün vermeyi reddediyordu. Sonuçta elbette Papa’nın emirlerine karşı koyamadı ve geceli gündüzlü bir çalışmayla freskleri 1 Kasım 1512’de tamamladı.

Sistine Şapeli’nin tavanında bugün Tanrı’nın altı tasvirinin yanı sıra toplam dokuz fresk bulunuyor. Üçü yaradılışı, üçü Adem ile Havva’nın düşüşünü yani Cennetten kovuluşunu, üçü de Nuh’un hikayesini anlatıyor. Arada pagan tanrılar ve yarı tanrılar da var. Bir sahnede kendisini de görüyoruz. Ama insandan ziyade bitmiş, tükenmiş, içi boşalmış bir mahluka benziyor.

Zaten sonradan bu çalışmasıyla ilgili olarak şunları yazmış: “İşkence gibi geçen dört uzun yıldan ve 400 devasa figürü sabırla ve inatla resmettikten sonra kendimi tıpkı reformcu peygamber Yeremya gibi yaşlı ve yorgun hissettim. Halbuki sadece 37 yaşındaydım, ama en yakın dostlarım bile karşılarında duran ruhu tükenmiş güçsüz ihtiyarı tanıyamıyorlardı.”

 

Birkaç ay önce ölen eleştirmen Robert Hughes şöyle yazmıştı: “Kitle turizmi, Goethe’nin çağdaşları için eşsiz haz olan bir şeyi aşağılık bir rugby maçının verdiği sıradan keyfe indirgiyor.

Resim, izleyicilerinden sessizlik talep eder. Oysa bugün Sistine Şapeli’nin duvarlarında hayret nidaları ve gürültülü tartışmalar yankılanıyor. İçeride bu hızlı ölüme tanık olurken, sükunetle ruhunuzla baş başa kalmaya çalışıyorsunuz. Mümkün değil!” Hughes’a göre Şapel’deki çağdaş atmosfer, yüksek kültürün kitlelerin elinde ölüşünü simgeliyordu.

 

MİCHELANGO ŞİFRESİ
Dan Brown’un Da Vinci’nin yapıtlarından birtakım şifreler çıkarmasından sonra, sanat tarihçileri eski yapıtları başka şifreler bulmak için yeniden gözden geçirmeye başladı. En çarpıcı sonuç da Michelangelo’nun fresklerinde bulundu!

İddialara göre Michelangelo, Katolik Kilisesi için yaratılmış anıtların en büyüğüne gizlice Yahudi mistisizminin, yani Kabala öğretisinin önemli simgelerini dahil etmişti. Mesela Tanrı ile Adem’in ilk karşılaşmasında Tanrı’nın bedenini aynı zamanda dev bir insan beyni olarak gösteriyordu. Kabala öğretisinde Tanrı’nın dev bir beyin olarak yorumlandığı düşünülürse, bu gayet manidar.

Ayrıca Sistine Şapeli’nin tavanındaki dev fresklerdeki tasvir edilen insanlar, aslında tek tek Kabala alfabesinin harflerini oluşturuyordu. Bu harflerin de şifreli birtakım anlamları olduğu söyleniyor. Bunda büyük ihtimalle Michelangelo’nun uzun yıllar himayesinde yaşadığı Romalı banker Lorenzo de Medici’nin gizli bir Kabalist olmasının da payı vardı.

Habertürk, 04.11.2012

BEŞPARMAK DAĞLARI İÇİN SEVİNDİRİCİ GELİŞME

 

 

Latmos olarak da bilinen Aydın’ın Söke İlçesi sınırları içerisindeki Beşparmak Dağları’nda doğal ve kültürel değerlere olan baskı ve tehditlerin önlenmesi için Kuşadası Eko Sistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği(EKODOSD) tarafından yapılan başvuru ve hazırlanan rapora Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden cevap geldi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden konuyla yapılan açıklamada, başvurunun mevzuat kapsamında Aydın ve Muğla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri ve ilgili Müze Müdürlüklerince koordineli olarak incelenerek gerekli işlemlerin yapılacağı kaydedildi.

 

Bakanlığın yapılan inceleme başvurusunu kabul etmesi doğa severler tarafından memnuniyetle karşılandı. Kuşadası EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “Henüz daha turizme tam açılmamış, kültürü ve tabiatı yönüyle tek olma özelliği yaşayan ve bir nevi prehistorya açık hava müzesi niteliğinde olan bu yörenin, büyük bir hızla yaygın bir şekilde açılan maden ocaklarının tehdidi altında olduğunu bildirmiştik. Dünyada benzeri olmayan doğaya sahip Beşparmak Dağları‘ndaki prehistorik kaya resimlerinin bulunduğu çekirdek bölgenin, maden ocakları nedeniyle tahrip olabileceği konusunda uyarılar yapmıştık. Uzun yıllardır tarih öncesi kaya resimleri üzerinde araştırmalar yürüten EKODOSD Onursal üyesi Dr. Anneliese Peschlow işbirliğiyle, Beşparmak Dağları’nın UNESCO Dünya kültürel ve Doğal Miras Aday listesine alınması için talepte bulunmuştuk. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden konuyla ilgili yanıt geldi. Bakanlık tarafından konunun mevzuat kapsamında Aydın ve Muğla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri ve ilgili Müze Müdürlüklerince koordineli olarak incelenerek gerekli işlemlerin yapılacağı bilgisi derneğimize ulaşmıştır“ dedi.

 

8 bin yıllık tarihin korunmasını istediklerini kaydeden Kuşadası EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “Dr. Anneliese Peschlow’la birlikte, işbirliği yaptığımız Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu büyük bir duyarlılık örneği göstererek Karakaya Köyü bölgesi kapsamında bulunan kaya resmi ve kutsal alanlarına ilişkin olarak 18 Ekim2012 tarih ve 1029 Sayılı Kararı ile toplam 9 adet kaya resmi ve kutsal alandan oluşan korunması gerekli kültür varlığını, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında tescil ederek, çevreleri 5 ayrı alansal bölgeye ayrılarak I. Derece Arkeolojik Sit ilan etmiştir. Söke İlçesine bağlı Karakaya Köyü bölgesinde; Göktepe Kutsal Alanı ve Kaya Resmi, Karadere Kutsal Alanı ve Prehistorik kaya resimleri, Kavalan, Kovanalan ve Bozalan prehistorik kaya resimleri tescil edilerek, 1. Derece Arkeolojik Sit ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Dağdaki diğer resimlerin ve bulunacak yeni resimlerin tescillenmesi için gerekli çalışmalar sürdürülecektir. Benzersiz doğal ve kültürel değerlere sahip Beşparmak Dağları’nda büyük yaralar açan ve geri dönülmez bir biçimde tahrip eden maden ocaklarının yaygınlaşmaması için, dağdaki tüm kültürel değerlerin tescillenmesi ve arkeolojik sit kapsamına alınmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz. 8 bin yıllık insanlık izlerini günümüze kadar taşıyan Kutsal Dağın doğasının, tarihinin, kültürünün korunması için her kurumun ve herkesin katkı yapmasını ve duyarlılık göstermesini diliyoruz. Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün, Beşparmak Dağları’ndaki başta Prehistorik Kaya Resimleri olmak üzere arkeolojik bulgu ve kalıntıların tescillerine devam edecek olup, Dr. Anneliese Peschlow ve EKODOSD olarak biz de bu çalışmalara katkı yapmaya devam edeceğiz“ diye konuştu.

 

- BEŞPARMAK (LATMOS) DAĞLARI

Aydın ve Muğla İli sınırları içinde bulunan Bafa Gölü’nün doğu kıyısındaki Latmos (Beşparmak) Dağları, Türkiye’nin batı kıyılarının doğal güzellikler açısından en etkileyici ve arkeolojik bulgular açısından en zengin yerlerinden birisi. Latmos’taki arkeolojik bulgu ve kalıntılar Neolitik Dönem’den Osmanlı Dönemi’ne dek uzanıyor. Latmos’taki buluntulardan en önemlisi MÖ 6. Bin - MÖ 5. Bin ilk yarısına tarihlenen kaya resimleri olup, bunlar Anadolu Prehistorya arkeolojisinde son on yılların en büyük keşifleri arasında yer alıyor. Kaya resimleri insanlık tarihinde önemli bir adımı belgeliyor. Latmos’taki kaya resimlerinden, insanların o zamandan bu yana doğru ne türden aşamalardan geçtiği anlaşılıyor. Yerleşik düzene geçişle aile ve aile içinde de yaşamın sağlayıcısı olarak kadın önemli bir yer tutuyor. Bu da kaya resimlerinde insan topluluğu, aile, erkek-kadın ilişkisi, anne ve çocuk konuları ele alınıyor. Bu resimlerde gerek insana, gerekse hayvanlara karşı bir şiddet sahnesi bulunuyor.

Haber 3, 03.11.2012

4500 YILLIK MEZAR!

 

 

Çek arkeologlar, Kahire yakınlarında eski Mısır uygarlığından kalma Ebusir nekropolünde bir prensese ait mezarlığın kalıntılarını gün yüzüne çıkardı.

 

Mısır’ın başkenti Kahire yakınlarında Eski Krallık döneminden kalma Ebusir nekropolünde (antik mezarlık) bir prensesin mezarına ait kalıntılar bulundu. Kayalara kazılı hiyerogliflerde, beşinci hanedanlık döneminden (MÖ 2500-2350 yılları) prensesin, “Kral’ın kendi kanından, kudretli Tanrı’ya saygılı, sevgili kızı” yazılı.

 

Mısır Arkeoloji İdaresi, nekropolde ayrıca çok sayıda küçük heykelcik, bir koridor, bir yapma kapı ve dört adet desenli payanda bulunduğunu bildirdi.

 

Beşinci Hanedan döneminden firavunların büyük hasar görmüş piramitlerinin yanında Ebusir nekropolünde üst düzey memurlara ait mezarlar ortaya çıkarılmıştı. Ebusir nekropolü, Gize piramitlerinin güneyinde çöl kenarında yer alıyor.

Turizm Habercisi, Kaynak: Deutsche Welle Türkçe, 03.11.2012

KEMALPAŞA'DAKİ HİTİT ANITI İÇİN RESTORASYON VE ÇEVRE DÜZENLEME PROJESİ HAZIRLANDI

 

 

İzmir Kemalpaşa’da bulunan, İzmir'in tek Hitit Anıtı'nı doğal etkilerden ve bilinçsiz kişilerin verdiği zararlardan koruma amacıyla "Hitit Anıtı Relöve, Restorasyon ve çevre düzenlemesi projesi" hazırlandı.

 

Çizimleri tamamlanan projenin Anıtlar Yüksek Kurulu'na sunulduğu bildirildi. Projenin uygun bulunmasının ardından çalışmalara başlanacağı belirtildi.

 

Batı'daki en son Hitit kalıntısı olarak kabul edilen Karabel Hitit Kaya Anıtı, İzmir'in Kemalpaşa İlçesi sınırları içindeki "Karabel Geçidi" mevkiinde, çalılıklarla örtülü bir kayalık üzerine kazılarak işlenmiş halde bulunuyor. Anıt, Kemalpaşa-Torbalı karayolu üzerinde ve Kemalpaşa'ya 8 kilometre mesafede yer alıyor.

Mynet Haber, 02.11.2012

PARİON ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR

 

Biga İlçesi Kemer Köyü sınırları içinde yer alan Parion antik kentinde önceki yıllarda bulunan ve gün yüzüne çıkarılan Odeion'da bu yılki kazılarda büyük gelişme kaydedildiği bildirildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen kazının başkanlığını yapan Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl Odeion'un (antik mimaride > içinde müzik dinlenmesi için yapılmış özel yapılar) sahnesinin ortaya çıkarıldığını söyledi.

 

Odeion'un Parion'un en önemli ikinci yapısı olduğuna işaret eden Başaran, "Yapının milattan önce 2. yüzyılda inşa edildiğini tahmin ediyoruz. Bu yıl içinde Artemis heykeli bulmuştuk. Odeion, küçük çaplı tiyatro ve daha çok konser salonu olarak nitelendirilen bir yapı türü" dedi.

 

Başaran, bu yıl Odeion'da sadece kazı yapmadıklarını, içinde ortaya çıkardıkları malzemelerin onarımını da gerçekleştirdiklerine işaret ederek, "Antik çağ kazılarının önemli bir özelliği de çıkan malzemenin anında korunmasının gerekliliğidir. Çünkü yüzyıllarca toprak altında bulunmuş bir malzemeyi gün ışığıyla tanıştırdığınızda ister istemez etkilenmeler oluyor. Onların korunması gerekiyor. Bu nedenle biz de 'orkestra' adını verdiğimiz zeminin onarım, restorasyon ve konservasyon çalışmalarını yaptık" diye konuştu.

 

Antik çağda önemli yapılar arasında tiyatro ve Odeion'ların yer aldığını dile getiren Başaran, şöyle konuştu:

"Halkın topluca eğlendiği, oyunların sergilendiği yapılar bunlar. Bir kentte hem tiyatro hem de Odeion'un olması o kentin zenginliğini gösteriyor. Buralarda halkın büyük çoğunluğu toplanıyor, sergilenen oyunları, küçük çaplı eğlenceleri izliyor. Buralarda zaman zaman seçimler de yapılıyor. Buraya her kesimden insan gelebiliyor. O nedenle soylulara ayrılan herhangi bir bölüm inşa edilmemiş. Odeion, 3-4 bin kişilik kapasiteye sahip. Romalılar saatler önce buraya geliyor. Odeion'un yapısı da bize onu göstermekte. Akşama doğru güneş battıktan sonra burada etkinlikler düzenlenmiş olmalı. O zaman ancak gösteriyi yapan kişiyi güneş ışıkları rahatsız etmiyor. Aynı zamanda seyirci de serin bir ortamda gösteriyi izlemiş oluyor."

 

Prof.Dr. Cevat Başaran, Antik Roma'da zenginliklerle birlikte lüksün de var olduğunu gördüklerini ifade ederek, "Lüks yaşantısı içinde Romalı insan genelde çalışmıyor. Köleler var, tüm işleri onlar görüyor. Öğleye doğru kalkıyor, hafif bir kahvaltı yapıyor, daha sonra da yaşamını sosyal yapılarda geçiriyor. Bu sosyal yapılar içinde tiyatrolar, hamamlar, gymnasiumlar (spor yapılan yer), Odeion'lar bulunuyor. Etkinliklerin gün boyu sürdüğünü düşünmekteyiz. İsteğe göre etkinlikler sık sık tekrar edilebiliyor" diye konuştu.

Mynet Haber, Haber: Mehmet Bayer, 02.1.2012

EMİRSULTAN'DA RESTORASYON VAR

 

 İzmir Büyükşehir Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yaptığı protokol kapsamında kentin önemli tarihi eserlerinden Emir Sultan Türbesi ve çevre yapılarında restorasyon çalışmalarına devam ediyor. Çalışmalar sırasında elde edilen yeni bulgular, projelere işlenerek tekrar Koruma Kurulu'na sunuluyor. Yetkililer, bu şekilde alandaki "en ufak" detayın bile korunarak değerlendirildiğini belirtti. Büyükşehir yetkilileri, Emir Sultan gibi tarihi yapıların yenileme çalışmaları sırasında attıkları her adımın yasalar gereği kurul tarafından onaylanması ve yeni bulguların da mutlaka projelere işlenerek onaylatılması gerektiğini vurgulayarak, "Restorasyon, sabır isteyen titiz bir çalışma" dedi. Emir Sultan Türbesi'nin bulunduğu alanda, harabe halindeki aşhane, hamam ve dergah olarak kullanılmış 3 farklı yapı kalıntısı bulunuyor. Restorasyon sonrasında dergah, sosyal amaçlı olarak hizmet verecek. Hamam yapısı aslına sadık kalınarak restore edilecek. Alanda bir de güvenlik binası olacak.
Yeni Asır, 02.11.2012

VALİDEN KALE TALİMATI

 

Batman Valisi Arslan yetkililere teknik çalışma başlatmaları talimatını verdi. Hasankeyf’i ziyaret eden Vali Yılmaz Arslan, oluşan çatlaklar nedeni ile ziyarete kapatılan tarihi Kale’nin durumunun yeniden ele alınmasını isterken, yetkililere teknik çalışma başlatmaları talimatını verdi.
Kaleyi ve Büyük Saray’ı gezen Vali Arslan, böyle etkileyici bir yapının ziyarete kapatılmasından üzüntü duyduğunu dile getirdi.   Kalenin ziyarete açılıp açılmayacağına, yapılacak bilimsel ve teknik çalışmalardan sonra karar verilebileceğini söyleyen Vali Arslan “Bazı çatlaklar ve hayati riskler gerekçesiyle burası ziyarete kapatılmıştı. Hem kazı işlerini yürüten Rektör Bey ve arkadaşlarımızla, hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri ile görüşüp nasıl bir formül bulunabileceğinin üzerinde duracağız. Resmi kayıtlara göre yılda 100 binin üzerinde insan, burayı ziyaret ediyor. Bu kadar ziyaretçiyi bu güzel ve tarihi eserden mahrum bırakmak, akıllıca bir durum olmaz diye düşünüyoruz. Ancak hem buraya geleceklerin can ve mal güvenliğini koruma anlamında, hem de bu tarihi değerin insanlara gösterilmesi anlamında idari olarak ne yapmamız gerekiyorsa bunu değerlendireceğiz. İnanıyorum ki, birtakım tedbirler almak suretiyle eğer buranın tekrar ziyarete açılması söz konusu olacaksa bunun için biz Valilik olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız” şeklinde konuştu.

Batman Haber, 02.11.2012

KALEHÖYÜK ÇALIŞMASI 30 KASIM'DA BİTİYOR

 

 

Kırşehir’de tarihi kale olarak bilinen ‘Kalehöyük’te yapılan yaklaşık 5 aylık çalışma tamamlandı.

Kırşehir Kalehöyük’de Müze Müdürlüğü başkanlığında yürütülen çalışmalarda sona gelindi. Kazı Alanı Bilimsel Danışmanı Işık Adak Adıbelli tarafından yapılan açıklamada, höyük alanında yapılan çalışmalarda beklenen verimin elde edildiği, Kırşehir tarihini değiştirecek bilgilere ulaşıldığı belirtildi.

 

Adıbelli, “5 aylık süre içerisinde 3 açma çalışması bölgede koordineli olarak gerçekleştirildi. Yaklaşık 5 metre derinliğe inilerek çalışmalar yapıldı. En üst tabakada Osmanlı dönemi daha güçlü ve yoğun şekilde olmak üzere Selçuklu, Bizans, Roma, Hellenistik tabakaları oraya çıkarıldı. Selçuklu dönemi ve Hellenistik dönem tabakaları güçlü olmakla birlikte diğer tabakaların büyük oranda tahrip edilmiş olduğu görüldü. Höyüğün, güneydoğusunda yapılan çalışmalar esnasında şimdilik dış duvarları ortaya çıkan bir Selçuklu yapısı da barındırmakta olduğu görülmektedir. Çalışmalarda, mimari yapı dışında çok sayıda seramik, kandil, sikke, küp gibi dönemlerine ait eserlere de rastlanmıştır” dedi.

 

Höyük alanında yapılan çalışmalardan beklenen verimin alındığını kaydeden Adıbelli, “Kırşehir’de tarihi değiştirebilecek bilgilere ulaşmak mümkün fakat yapılan çalışmalar yeterli değil. Çalışmaların zamana yayılarak ileriki dönemlerde de devam ettirilmesi gerekebilir. Kırşehir’in yaklaşık 7 bin yıllık tarihine sahip olan Kalehöyük sayesinde hem şehrin hem de Kapadokya’nın tarihi farklı bir açıdan değerlendirmeye alınacaktır” şeklinde konuştu.

 

Kazı Alanı Bilimsel Danışmanı Işık Adak Adıbelli, höyük alanında çalışmaların 30 Kasım’da sonlanacağını, Kültür Bakanlığının onayı olduğu takdirde Mart 2013’te çalışmaların yeniden başlatılmasını istediklerini ifade etti.

Mynet Haber, 31.10.2012

TARİHİ BİNA VALİLİK OLUYOR

 

 

Kilis Adliyesi'nin yeni binasına taşınmasından sonra, Valilik binasının restorasyon sonrası tarihi binaya taşınacağı bildirildi.

 

Kilis'te, Cumhuriyet'in ilan edilmesinden sonra 68 yıl Hükümet Konağı olarak faaliyet gösteren tarihi bina, yeniden Valilik binası olarak kullanılacak. Kilis Valisi Süleyman Tapsız ile Belediye Başkanı Mehmet Abdi Bulut, Cumhuriyet Meydanı'nın altının çok katlı otopark yapılması nedeniyle yeniden düzenlenen meydanda incelemelerde bulundu. Vali Tapsız, adliyenin yeni binasına taşındığını belirterek, "Kilis'te, Eski Hükümet Konağı olarak bilinen tarihi binayı restore ederek Kilis Valiliği olarak kullanacağız. Meydan düzenlemesi yapılırken, tarihi binanın karşısındaki Cumhuriyet alanına konulacak olan Atatürk büstünün yeri ile ilgili belediye başkanımızla görüş alışverişinde bulunuyoruz. Tahminim 1 yıl içerisinde restorasyonu tamamlayarak Hükümet Konağı olarak tabir edilen yere taşınacağız" diye konuştu.

 

Eski Hükümet Konağı, 68 yıl Kaymakamlık olarak hizmet verdikten sonra 1989 yılında şimdiki Valilik binasına taşınmıştı. 

Kilis Kent Haber, 31.10.2012

İNCESU MAĞARASI TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

 

Karaman'da yıllardır atıl durumda bekleyen bin 356 metrelik İncesu Mağarası, önümüzdeki yılın başlarında turizme açılacak.

 

Taşkale Beldesi Belediye Başkanı Muhittin Sunaoğlu, yaptığı açıklamada, beldeye 9 kilometre mesafede bulunan İncesu Mağarası'nın sarkıt, dikit ve traverten havuzları ile bir yer altı cenneti olduğunu söyledi.

 

Böyle bir değerin yıllardır atıl durumda bulunduğunu, turizme kazandırılmayı beklediğini ifade eden Sunaoğlu, ''Ne yazık ki özellikleri bakımından İncesu Mağarası'nın yarısı kadar bile olamayacak mağaralar bugün herkes tarafından biliniyor, ziyaret ediliyor. Bizim mağaramızı ise sadece bizler biliyoruz. Böyle bir hazine yerinde duruyor ve kimseye faydası yok. Sadece bu mağarayı bilen sayılı kişi geziyor. İçinde düzenleme yapılmadığı için onlar da mağaranın ancak yarısını görebiliyor'' diye konuştu.

 

Mağaranın turizme kazandırılması için bu yılın başında Mevlana Kalkınma Ajansı (MEVKA), Karaman İl Özel İdaresi ve Taşkale Belediyesi olarak bir proje hazırladıklarını anlatan Sunaoğlu, şunları kaydetti:

''Bu eşsiz mağaranın turizme kazandırılması için hazırladığımız proje kabul edildi. İlk önce yolun alt yapısı tamamlandı. Bir aksilik olmazsa bahar aylarında asfalt dökülecek. Eylül başlarında ise ihaleyi alan firma aydınlatma ve yürüyüş yolu çalışmalarını başlattı. Mağaranın içinde bin 356 metrelik yürüyüş yolu tamamlandı.''

Karaman Kent Haber, 29.10.2012




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi