Mayıs '11 Arşivi |
29 Mayıs - 4 Haziran 2011 |
|
SEVSEREK HAN, GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Kazı yaptıkları hanın
Selçuklu döneminin kervansaray tipolojisinde bir
yapı olduğunu anlatan Aytaç, Yaygın'daki bu yapıdan
sonra Nemrut Dağı'na kadar 8 adet kervansaray tespit
ettiklerini belirtti. Aytaç, Sevserek Han'da 2
ayı aşkın süredir devam ettikleri kazının bitmek
üzere olduğuna işaret ederek, ''Yapı bin 450
metrekarelik bir alana yayılmış. Bazı alanlarda 2
metre, bazı alanlarda 3,5 metreyi bulan bir toprak
dolgu vardı. Üzerine da kavak ağaçları dikilmişti.
Önce içindeki bu ağaçlar söküldü, temizlendi. Daha
sonra yapının içindeki malzeme katman katman
dışarıya çıkarıldı. Şu anda hanın büyük bir kısmında
zemine ulaşmış durumdayız. Diğer kısımda da zemin
araştırmalarımız sürüyor'' diye konuştu.
İsmail Aytaç, ''Yapının
içinde çok fazla maden kalıntıları çıktı. Buraya
yakın mesafede maden ocaklarının olduğunu biliyoruz.
Hem maden kalıntılarının, hem de at nalı ve inşaat
çivisinin bulunması burasının Osmanlı döneminde
maden eritme ocağı olarak kullanıldığını da
gösteriyor. Sevserek Han'ın son 150 yıldır
kullanılmadığını tahmin ediyoruz. Bugün de yeniden
kullanıma açmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz''
diye konuştu. Osmanlı İmparatorluğu'nun
son ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bu binanın
taşlarının inşaat yapmak isteyen vatandaşlar
tarafından alındığını kaydeden Aytaç, Malatyalı bir
gazetecinin 1969 yılında çektiği fotoğraflarda
Sevserek Han'ın üst örtüsünün ve tonozlarının da
bulunduğunu gördüğünü, ancak bunların daha sonraki
yıllarda çöktüğünü anlattı. Aytaç, şu bilgileri verdi:
Sevserek Han'ın doğusunda
bir su şebekesi bulduklarını anlatan Aytaç, Selçuklu
döneminde yapılmış olduğu anlaşılan bu şebekenin
içinde hala su bulunduğunu belirtti. Tarihi kervansarayın
tarihi İpekyolu'na bağlanan bir güzergah üzerinde
bulunduğunu kaydeden Aytaç, Malatya Pütürge
karayolunun tam üzerindeki tarihi yapıdan güneye
doğru gidildiğinde Adıyaman, Diyarbakır ve
Şanlıurfa'ya ulaşılacağını, bu güzergahın Selçuklu
döneminde işlek olan bir güzergah olduğunu anlattı.
Bu güzergahın bir turizm güzergahına da çevrilebileceğini anlatan Aytaç, ''Adıyaman'dan Nemrut Dağı'na gelen turistler, oradan Malatya'ya geçebilir. Malatya'dan da Nemrut Dağı'na giden turistler Adıyaman'a geçebilir. Bu şekilde bu güzergah yeniden işlerlik kazanır. Böylece sadece Malatya ve Adıyaman'a değil bölgeye bir hareketlilik kazandırılmış olur. Çünkü bu güzergah yayla turizmi için de uygun coğrafyaya sahip. Ormanlık alanlar, bir çok kervansaray, köprü var. Amacımız bu güzergahı canlandırmak'' dedi. Malatya Haber, 03.06.2011 |
|
HAREM'DEKİ TAHTI LOJMANINA TAŞITTI
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, 3. Selim’in
Harem’deki ünlü tahtının Müze Müdürü Yusuf
Benli’nin lojmanına taşıtıldığı iddiası
üzerine soruşturma başlattı. Fotoğraflarla
belgelenen iddia üzerine dehşete kapılan
Bakan Günay, ‘‘Kimsenin gözünün yaşına
bakmam. Topkapı Sarayı benim en çok önem
verdiğim mekanlardan biri. İnceletiyorum.
İddialar doğruysa gereğini yaparım’’ dedi.
İddiaya göre, Topkapı Sarayı Müze Müdürü Yusuf Benli, Harem Hünkar Sofrası bölümünde bulunan 3. Selim tahtını müze içinde oturduğu lojmana taşıttı. Yağmurlu havada gelişigüzel taşınan eşsiz eser, lojmanın giriş kapısında sonradan ekleme yapılan bölmelerden geçmeyeceği anlaşılınca bir süre kapıda bekletildi. Bu sırada yağmurdan korunmak için de tahtın üzerine beyaz branda örtüldü.
Müze Müdürü Benli’ye tahtın geçmediği söylendi. Benli, sonradan ekleme bölüm için ‘‘Yıkın yine de içeriye sokun’’ talimatı verdi. Görevliler ekleme bölümü yıkmaya hazırlanırken, lojmanın iç kısmındaki orijinal kapının da dar olduğunun farkına varıldı. Sonradan ekleme kısım yıkılsa bile tahtın geçmeyeceği müze müdürüne bildirildi. Böylelikle taht lojmana girmekten kurtulup depoya götürüldü.
Müze Müdürü Benli ile
ilgili iddialar bununla da sınırlı değil. Müdürün
özel misafirleriyle Mecidiye Köşkü’nde tarihi
eserler üzerinde oturup kahvaltı ettiği de ileri
sürülüyor. Bu nedenle köşkün ‘İç Oda’ olarak
adlandırılan kısmında bulunan üzeri resimlerle süslü
mermerden 14. Louis masasında lekeler oluştuğu ve
lekelerin çıkmadığı belirtiliyor. Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.06.2011 |
|
TARİHİ ESER OPERASYONU
Çorum'da düzenlenen operasyonda 8 parça tarihi eser ele geçirildi.
Edinilen bilgilere göre, İl Jandarma Alay Komutanlığı'na bağlı ekipler, il merkezine bağlı Çakır Köyünde A.E. Ş.Ş. H.Ş. H.C. ve H.Y. isimli şahısların elinde bulundurduğu tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı bilgisine ulaştı.
Bunun üzerine bir operasyon düzenleyen jandarma ekipleri, şahısların evlerinde yaptığı aramada 2 adet altın küpe, 1 adet 8 taşlı altın kolye, 3 adet yüzük, 1 adet kolye taşı ve 1 adet bronz sikke ele geçirdi. Zanlılar A.E., Ş.Ş., H.Ş., H.C. ve H.Y. gözaltına alındı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor. Çorum Haber, 03.06.2011 |
|
FALCI DEFİNE VAR DEDİ, İŞYERİNİ KAZDI
Bursa’da ailevi sorunlarına çözüm bulmak için görüştüğü falcının, “iş yerinin altında define olduğunu” söylediği muhasebeci Kurtuluş Savut (62), minare alemi ustası Ayhan Savut (61) ve Mustafa Dağınık (58) şehrin göbeğinde 2 metre genişliğinde ve 21 metre derinliğinde tünel kazdı.Osmangazi İlçesi Kayhan Mahallesi Simavlı
Sokak’ta muhasebecilik yapan Savut,
İzmir’de oturan bir falcıyla telefonda görüştü.
Falcı, Savut’un kuzeni Ayhan Savut’un (61) iş
yerinin bulunduğu binanın hemen yanındaki Bedrettin
Camii’nin altında altın ve gümüş dolu bir hazine
olduğunu söyledi. Milliyet, Haber: Selahattin Budakoğlu, 03.06.2011 |
|
İSMD'NİN 'MİMARLIĞIN KÖKENLERİ' DİZİSİ GÖBEKLİTEPE İLE BAŞLADI Başlangıçta
kenti insanlar için daha yaşanabilir bir yer haline
getirmenin yollarını ararken, başkan olduktan sonra
Şanlıurfa’nın aslında ne olduğunu görmeye
başladığını söyleyen Fakıbaba, bunun için Tarihi
Kentler Birliği’ne ve Çekül Vakfı’na da teşekkür
etti. National Geographic’in ‘Dinin Doğuşu’
başlığıyla kapağına taşıdığı Haziran sayısını
izleyicilere gösteren Fakıbaba, Göbeklitepe’nin
sadece Şanlıurfa ya da Türkiye’ye değil, dünyaya ait
bir miras olduğunu vurguladı. Henüz yüzde 5’i
tamamlanabilen kazıların ilerde önemli çıkarımları
olacağını ifade eden Fakıbaba, “Şanlıurfa, tarihi
yeniden yazıyor” dedi. Yapı, 02.06.2011 |
|
'YABANCI GELİN' EVRİMİN BİR PARÇASI
Araştırmaya göre, ilkel kabilelerdeki erkekler
doğdukları yeri terk etmezken, kadınlar eş bulmak ya
da buldukları eşin evine yerleşmek
için başka kabilelere gidiyordu.
Radikal, 02.06.2011 |
|
KLEOPATRA VE GALENOS'UN İZLERİ HALA BERGAMA'DA Yeni Asır, 02.06.2011 |
|
TOPKAPI SARAYI'NDAKİ ASKERİ DEPOLAR MÜZELERE DÖNÜŞTÜRÜLECEK
Topkapı Müzesi’ndeki askeri depolar, sergi alanı, Tarihi Türk Müziği ile Mehter Takımı’nın konser vereceği mekanlar haline getiriliyor. Konuyla ilgili Topkapı Sarayı’ndaki Karakol Lokantası’nda bir basın toplantısı düzenleyen Bakan Günay, İstanbul, İzmir ve Güneydoğu’daki projelerle ilgili de bilgi verdi.
Konuyla ilgili olarak Topkapı Sarayı’ndaki Karakol Lokantası’nda bir basın toplantısı düzenleyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, depoların Milli Savunma Bakanlığı’ndan teslim alındığını hatırlatarak, “Bu yapılardan birisi Tarihi Türk Müziği Topluluğuna verilecek. Saray içine özellikle de Mehter’i getirerek, haftanın her gününde Topkapı Sarayı avlusunda bir biçimde görünmesini arzu ediyoruz. Belki kapı girişlerine de Osmanlı yeniçeri askeri kılığında düzenlemeler yapacağız” dedi.
Saray porselenleri,
kaftanlar ve silahlar sergilenecek
“Sarayda etkinlik, toplantılar ve periyodik sergi yapacağımız mekanlar son derece sınırlı. Böylece sarayın içinde herhangi bir sergi olmadan sarayı tamamen anıt müze haline getirmeye, sergileri de bu yeni mekanlarda yapmaya çalışacağız. Matbaa Lisesini mekana uygun bir biçimde yeniden toparladık. Restorasyon ve Rölöve Müdürlüklerinin çıktıkları yere de il müdürlüğümüz gelecek ve orada belki saray yönetimiyle ilgili de bir idari birim olacak. Bahçesindeki mekanı da yine halka açık olarak çeşitli etkinlikler için kullanılacak bir mekana dönüştürmeye çalışıyoruz. Hayalimiz, inşallah bu yılın sonunda o noktaya gelmiş olacağız. Topkapı Sarayı'nı, Kanuni Sultan Süleyman zamanındaki gibi bu coğrafyanın en gösterişli mekanlarından biri yapmak istiyoruz.”
Güneydoğu ve İzmir
projeleri
İzmir’e de ‘Çılgın’ proje
Yassıada müze oluyor
Saray bahçesindeki eserler
gün yüzüne çıkarılacak Turizm Gazetesi, Haber: Kerem Köfteoğlu, 02.06.2011
Ege Serbest Bölgesi’nde Kapadokya Tekstil’de düzenlenen kahvaltıda iş adamlarıyla bir araya gelen Günay, Başbakan Erdoğan’ın İzmir için açıkladığı projelerle ilgili sorularını yanıtladı.
Milliyet Ege, 02.06.2011 |
|
ŞEHİR PLANCILARI ODASI, AVRASYA TÜNELİ PROJESİ DEĞERLENDİRME RAPORU'NU HAZIRLADI
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi'nin
Avrasya Tüneli Projesi'ne yönelik hazırlamış
oldukları rapor hakkındaki basın açıklamaları şu
şekilde:
Projenin temel atma törenine dek izlenen sürecin bilgi paylaşımı ve katılım yönünden kapalı yapısı, yapılan tüm eleştiri ve karşıt fikirlerin yeterince dikkate alınmayışı, projeye dair görüşme taleplerinin yanıtsız bırakılması proje hakkındaki soru işaretlerini arttırırken, yaratacağı etkileri nedeniyle İstanbul`un üst ölçekli planlarında ve Tarihi Yarımada özelindeki planlama çalışmalarında öngörülmeyen bu proje, ulaşım uzmanları, ilgili meslek odaları, STK`lar, tarih ve arkeoloji çevreleri ile UNESCO çatısı altında da endişeyle izlendi ve çok sayıda eleştiriye konu oldu.
Arka planında bu denli haklı gerekçeleri barındıran rapor çalışmamız, 2023 vizyonlu politik programlara planlardan ve bilimsel öngörülerden bağımsız projelerle varılmaya çalışılan bu günlerde, İstanbul`un geleceği ile ilgili duyduğumuz mesleki kaygılarımızın da somut bir ifadesidir. Eleştiri, öneri ve yeni katkılara açık bir nitelikle sunduğumuz bu rapor çalışması, başta TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi`nin mesleki bilgi birikimi ile kaynakları kullanılarak ve Odamız bünyesinde kurulan Ulaşım Komisyonu`nun katkıları ile hazırlanmıştır. Yapıldığı taktirde, İstanbul`un korumak üzere Dünya`ya söz verdiğimiz tarihi mirasını ve geleceğini derinden etkileyecek bu projeye dair, mesleki ve bu kentte yaşayan bir birey olarak kentli görüşünüzün, sürdürülebilir ve daha sağlıklı bir yaşamı savunur nitelikte olması dileğiyle hazırlanan raporumuzu, sizlerin değerlendirmelerinize sunarız." Arkitera, 01.06.2011 |
|
TARİHİ MEKANLARDA KİOSK ATAĞI
Turizm potansiyeli açısından İstanbul'dan sonra en önemli merkezlerden biri olan Bursa'da 'kiosk' atağına geçildi. Bursa Valiliği Kültür ve Turizm Tanıtma Birliği, kentin tarihi ve turistik mekanlarına kiosk (dokunmatik cihaz) yerleştirdi. Böylece turistler, gezmek üzere oldukları mekan hakkındaki bilgileri teknoloji yardımıyla öğrenmiş olacak. Bursa Valisi Şahabettin Harput, kentin turizm pastasından yeterli payı alabilmesi için başlattığı çalışmalara devam ediyor. Valilik öncülüğünde alınan karar gereği, kentin en önemli tarihi yerlerine konulan 8 adet kioskla tanıtım başlarken, otogar ve Güzelyalı'ya konulacak büyük ebatlı kiosklarla kentin tanıtımı yapılacak. Şu ana kadar Osmangazi ve Orhangazi türbelerinin bulunduğu Tophane başta olmak üzere, Muradiye Külliyesi, Süleyman Çelebi Türbesi, Hüdavendigar Camii ve Türbesi, Yıldırım Külliyesi, Yeşil Türbe ve Kapalıçarşı ve hanlar bölgesine kiosk yerleştirildi. Yapılacak tasarımlara ait ana menü ve alt menü başlıkları valilik tarafından belirlenecek. Bu menülere ait tüm görsel ve yazılı metinlerin temini ve siteye veri girişi yine valilik tarafından gerçekleştirilecek. Tasarımın içeriğine ve özelliğine göre, flash ve html uygulamalar da kullanılabilecek. Tasarımın anadili Türkçe olmakla birlikte, Arapça ve İngilizce de ek dil olarak tasarlanacak.
Turizm Tanıtma Birliği Müdürü Zeki Beyhan, tarihi mekanların daha iyi tanıtılması amacıyla 3 dilde hizmet vermek üzere 8 adet kiosk makinesi alındığını belirtti. Bu makinelerin 7'sinin kurulduğunu, birinin ise kurulma aşamasında olduğunu bildiren Beyhan, "Geçen sene itibarı ile toplam 11 binin üzerinde turist bu cihazları kullandı. Turistler en çok Tophane ve hanlar bölgesindeki cihazları kullanıyor. Bunları Yeşil ve Hüdavendigar Camii takip ediyor. Buradaki amaç, Bursa'ya gelen yerli ve yabancı turistlerin en iyi şekilde bilgi alabilmelerini sağlamak." dedi. Cihazların şu anda yazılı olarak doküman verdiğini anlatan Beyhan, ilerleyen günlerde bu cihazları, sesli hizmet verecek şekilde de ayarlayacaklarını söyledi. Zeki Beyhan, iki adet daha kiosk makinesi alınacağını belirterek, "Bunların bir tanesi Bursa terminaline, biri de Güzelyalı'ya konulacak. Bunlar daha büyük, dokunmatik ve içeriği daha zengin olacak." şeklinde konuştu. Cihazların 3G sistemi ile çalıştığını anlatan turizm yetkilisi, "Daha önce iç mekanlar için kiosk kullanan şehirler var, ancak dış mekan tanıtımı ilk defa Bursa'da kullanılıyor."dedi. Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 01.06.2011 |
|
|
JANDARMADAN KAÇIŞ YOK
Bolu İl Jandarma Komutanlığınca yürütülen ve (8) ay süren çalışmalar neticesinde, Mayıs 2010-Mayıs 2011 tarihleri arasında Türkiye genelinde birçok vatandaştan, toplam 2.400.000 TL’yi çeşitli senaryolarla dolandıran bir suç örgütü tespit edildi.
Suç örgütüne yönelik olarak Bolu İl Jandarma Komutanlığınca; 31 Mayıs 2011 tarihinde, “Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak ve Dolandırıcılık” suçlarından şüpheli şahısların yakalanması maksadıyla, 10 ilde (İzmir, Çanakkale, İstanbul, Denizli, Afyonkarahisar, Mersin, Gaziantep, Diyarbakır, Batman ve Nevşehir) eş zamanlı olarak yapılan operasyon neticesinde suç örgütüne üye (33) şüpheli yakalandı ve 26’sı şüpheli olarak gözaltına alındı. Şüpheliler ile birlikte (9) adet küp ve (60) adet sahte heykel ele geçirildi. Bolu Olay, 01.06.2011 |
TROYA MÜZESİ'Nİ O YAPACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğinden yapılan yazılı açıklamaya göre, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü, Troya Kazı Başkanı Prof.Dr. Ernst Pernicka, arkeolog Doç.Dr. Rüstem Aslan, şehir plancısı Prof.Dr. Baykan Günay, Asli Seçici Kurul Üyesi olarak Yüksek Mühendis Mimar Cengiz Bektaş, Yüksek Mühendis Mimar Cafer Bozkurt, mimar Han Tümertekin, mimar Emine Fatma Öğün, mimar Doç.Dr. Aysen Savaş, mimar Murat Tabanlıoğlu, inşaat mühendisi Prof.Dr. Ali İhsan Ünay, Yedek Seçici Kurul Üyesi olarak mimar Prof.Dr. Afife Batur, inşaat mühendisi Doç.Dr. Mehmet Halis Günel, mimar Erdal Civelek ve mimar Yrd. Doç.Dr. Hasan Fırat Diker’in yer aldığı Seçici Kurul, 27-28 Mayıs 2011′de toplandı.
Yapılan değerlendirme sonucu verilen ödüller ve sahipleri şöyle: ”Birinci Ödül: Ömer Selçuk Baz (mimar-ekip başı), Okan Bal (şehir plancısı), Cenk Kurtel (inşaat mühendisi), Mehmet Yılmaz (makine mühendisi), Berrin Yavuz (elektrik mühendisi). İkinci ödül: Ercan Ağırbaş (yüksek mimar, şehir plancısı). Üçüncü Ödül: Kutlu İnanç Bal (mimar-ekip başı), Hakan Evkaya (mimar), Cengiz Gündemir (mimar)”
Yarışmanın sergisi, 6 Haziran’da Ankara Atatürk Kültür Merkezi’nde görülebilecek. Kültür ve Turizm Bakanlığınca, UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan ve yaklaşık 5 bin yıllık geçmişi olan Troya Ören Yeri’nden çıkarılan arkeolojik eserlerin sergilenmesine yönelik Çanakkale’nin Tevfikiye Köyü'nde yapılacak Troya Müzesi için düzenlenen ”Troya Mimari Proje Yarışması” sonuçlandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğinden yapılan yazılı açıklamaya göre, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü, Troya Kazı Başkanı Prof.Dr. Ernst Pernicka, arkeolog Doç.Dr. Rüstem Aslan, şehir plancısı Prof.Dr. Baykan Günay, Asli Seçici Kurul Üyesi olarak Yüksek Mühendis Mimar Cengiz Bektaş, Yüksek Mühendis Mimar Cafer Bozkurt, mimar Han Tümertekin, mimar Emine Fatma Öğün, mimar Doç.Dr. Aysen Savaş, mimar Murat Tabanlıoğlu, inşaat mühendisi Prof.Dr. Ali İhsan Ünay, Yedek Seçici Kurul Üyesi olarak mimar Prof.Dr. Afife Batur, inşaat mühendisi Doç.Dr. Mehmet Halis Günel, mimar Erdal Civelek ve mimar Yrd. Doç.Dr. Hasan Fırat Diker’in yer aldığı Seçici Kurul, 27-28 Mayıs 2011′de toplandı.
Yapılan değerlendirme sonucu verilen ödüller ve sahipleri şöyle: ”Birinci Ödül: Ömer Selçuk Baz (mimar-ekip başı), Okan Bal (şehir plancısı), Cenk Kurtel (inşaat mühendisi), Mehmet Yılmaz (makine mühendisi), Berrin Yavuz (elektrik mühendisi). İkinci ödül: Ercan Ağırbaş (yüksek mimar, şehir plancısı). Üçüncü Ödül: Kutlu İnanç Bal (mimar-ekip başı), Hakan Evkaya (mimar), Cengiz Gündemir (mimar)”
Yarışmanın sergisi, 6 Haziran’da Ankara Atatürk Kültür Merkezi’nde görülebilecek. Gerçek Gündem, 01.06.2011 |
|
KRAL III. AMENTOHEP'İN HEYKELİ BULUNDU
Mısır’ın Luksor kentinde Mısırlı ve Avrupalı arkeologların yaptığı kazıda, MÖ 1390-1352 döneminde hüküm süren Kral III. Amenhotep’e ait bir heykel bulundu.
Yetkililerin açıklamalarına göre, tapınak mezarında yapılan kazıda 18’inci hanedan firavunu III. Amenhotep’e ait heykelin bozulmamış haldeki beyaz mermerden yapılmış 2.5 metrelik baş kısmı bulundu. Bakan Zahi Hawass, heykelin yüzünü, “kralın şaheser portresi” olarak niteledi. Habertürk, 01.06.2011 |
|
DOLMABAHÇE'YE GÜNLÜK 3 BİN ZİYARETÇİ SINIRI
Bu karar doğrultusunda; rezervasyon yaptırmayan hiçbir ziyaretçi Dolmabahçe'yi gezemeyecek. Günlük 3 binin üzerine çıkıldığında rezervasyonlar durdurulacak.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Saraylar Daire Başkanlığı'ndan alınan bilgiye göre, Milli Saraylar Bilim ve Değerlendirme Kurulu, ziyaretçi sayıları ile ilgili yeni bir karar aldı. Karar, günlük ziyaretçi sayısının 3 bin ile sınırlandırılmasını ve ziyaretlerin rezervasyon dışında yapılmamasını içeriyor. Kararda, "Dolmabahçe Sarayı'nın, ahşap mimari yapısının ve tarihi eserlerinin zarar görmesini engellemek" gerekçe olarak sunuluyor. Milli Saraylar'ın Dolmabahçe'yi koruma amaçlı kararı, seyahat acentelerine, tur rehberlerine de bildirildi.
Dolmabahçe Sarayı'nın günlük ziyaretçi sayısının 5-6 bini bulduğunu aktaran yetkililer, 2009 yılında alınan kararla, ziyaretçilerin 40'ar kişilik gruplar halinde, 15'er dakikada bir içeri alındıklarını belirtiyor. 6 bine yaklaşan ziyaretçi sayısı açıkta teşhir edilen tarihi eşyalara ve mimari dokuya zarar veriyor. Ayrıca sarayın içindeki fazla ziyaretçiden kaynaklanan trafik de gruplara yeterince zaman ayrılamamasına, dolayısıyla ziyaretçilerin yeterince bilgilendirilememesine sebep oluyor. Günlük 3 bin ve zorunlu rezervasyonla bu sorunların aşılması amaçlanıyor. Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 01.06.2011 |
|
AKM ÜÇ YILDIR ÇÜRÜYOR Cumhuriyet Portal, Haber: Egemen Berköz, 01.06.2011 |
|
ÜRGÜP'TE TARİHİ KORUMA ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Mübadele öncesi Rum ve Yunanlıların yoğunlukta yaşadığı ve Sinasos adını verdikleri Mustafapaşa beldesinde 36 kilise, 6 yeraltı şehri, 390 civarında da tarihi konak bulunuyor.
Turizm Gazetesi, 01.06.2011 |
|
ALTIN GÖRÜNÜMLÜ HEYKELLERLE 2 MİLYON 400 BİN LİRALIK VURGUN
Bolu İl Jandarma Komutanlığı, küplerin içerisine koydukları altın ve tarihi eser görünümü verilmiş heykelleri arazilerine gömdükleri vatandaşlarla birlikte çıkartarak para isteyen suç örgütünü 10 ilde düzenlediği operasyonla çökertti. Bir yıl içerisinde 2 milyon 400 bin liralık dolandırıcılık gerçekleştiren 26 kişi gözaltına alınırken, sahte eserlere ise el konuldu.
Geçen yıl Ekim ayında Bolu’ya gelen kişiler, adları açıklanmayan 2 köylüye arazilerinde tarihi eser bulunduğunu belirterek, eserleri birlikte çıkarma teklifinde bulundu. Daha önce araziye gömülen içerisinde altın görünümü verilmiş heykellerin bulunduğu küpleri köylüler dolandırıcılarla birlikte çıkarttı. Küpleri kırdıklarında içerisinden çıkan altın görünümü verilmiş heykelleri gören köylüler, dolandırıcıların tuzağına düştü. Tarihi eserleri birlikte pazarlama bahanesiyle birçok defa kendilerinden para isteyen dolandırıcılara para veren 2 kişi, dolandırıldıklarını anlayarak jandarmaya şikayette bulundu.
Bolu İl Jandarma Komutanlığı’nın 8 aydır yürüttüğü soruşturma kapsamında dün ’Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve dolandırıcılık’ suçlamalarıyla İzmir, Çanakkale, İstanbul, Denizli, Afyonkarahisar, Mersin, Gaziantep, Diyarbakır, Batman ve Nevşehir’de eş zamanlı operasyon düzenlendi. 26 kişi gözaltına alınırken, dolandırıcılıkta kullanılan 9 küp, 60 altın görünümü verilmiş heykele el konuldu. Dolandırıcıların, bir yıl içerisinde birçok şehirde aynı yöntemlerle 2 milyon 400 bin liralık dolandırıcılık gerçekleştirdiği belirlendi.
Gözaltına alınan kişiler ifadelerinin ardından adliyeye sevk edilecek. Milliyet, 01.06.2011 |
|
BİNLERCE YILDIR BULUNAMAYANI O BULDU
Mısır'daki kayıp piramitleri bulan arkeolog Sarah Parcak, 17 kayıp piramiti ve binlerce mezarı bulurken bilgisayarının karşısından bile ayrılmadı. Mısır-bilimci Parcak ve ekibi NASA'ya ve başka kuruluşlara ait uydu görüntülerini kullandılar.
Uydulardaki kızıl-ötesi görüntüler sayesinde Parcak ve ekibi yer yüzeyinin altındaki değişik maddelerin farkına varabildi. Muhtemel alanlar uydu fotoğrafları sayesinde işaretlendikten sonra saha çalışmasına başlayan Fransız kazı ekibi bin mezarı, kayıp piramitleri ve 3,100 adet antik yerleşim birimini yerinde buldu.
Parcak BBC belgeseline şu açıklamalarda bulundu; "Mısır'da bu kadar çok yeri ortaya çıkarttığımıza inanamıyorum. Bir piramit kazısına katılmak her arkeologun hayalidir. Kendi neslim ve gelecek nesiller için çok heyecanlıyım. 50 nesile yetecek kadar çok kazı var." Hürriyet, 01.06.2011 |
|
TARİH KOKAN KROM VADİSİ TURİST BEKLİYOR
Gümüşhane'de hazırlanan "Medeniyetler Yolu
Üzerinde Gümüşhane" projesiyle, kentin en önemli
tarihi ve kültürel miraslarından Krom Vadisi
tanıtılacak. Türkiye Gazetesi, Haber: İbrahm Özdemir, 01.06.2011 |
|
MÜZELERİN TEKNOLOJİ REKABETİ
"Yeni medya uygulamaları eğitici olduğu kadar da eğlenceli. Aslına bakarsanız eziyetli bir teknoloji. Eserleri tek tek modellemek gerekli." diye söze başlayan ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü öğretim görevlisi Refik Toksöz'e göre yakında müzelerde teknoloji savaşları başlayacak. Neden? Cevap yine Toksöz'den: "Çünkü mesela bir müzeye bir uygulama yapıyoruz. Çok iyi oluyor. Tembihliyor müze: Aman bundan başka yerde olmasın, tek bizde olsun." Geçmiş olsun. Pek çok müzemizde pek çok değişik teknolojik uygulama var artık. Arkeoloji müzesi diye giriyorsunuz; değişik, ilgi çekici, interaktif ve eğlenceli bir sürü yeni medya işiyle oynayıp çıkıyorsunuz.
Yeni medya uygulamalarından bol bol nasiplenenlerin başında Eskişehir Eti Arkeoloji Müzesi'nin yanı sıra Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi, Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, Beypazarı Kent Müzesi, Galata Mevlevihanesi Müzesi ve Topkapı Sarayı Silahlar Bölümü var.
Geçtiğimiz günlerde adından epey söz ettiren Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi'nin en dikkat çeken uygulaması şu: 'Dyonsos'un Düğünü' mozaiğinin çalınan bölümünün fotoğrafı, eksik olan kısmı belli aralıklarla lazer yöntemiyle yansıtılıyor; definecilere ve eski eser kaçakçılarına ders verircesine... Müzede ayrıca 3 boyutlu film gösterileri, tabanlara yerleştirilmiş ışık oyunları ve interaktif mozaik panolar bulunuyor.
Bir başka yeni medya uygulayıcısı da geçtiğimiz yıl açılan Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi. Ziyaretçiler; Hitit, Demir çağı ve Osmanlı döneminde yerleşim bölgesi olan Kalehöyük'ü 3 boyutlu ve gerçek zamanlı dolaşabiliyor. Ayrıca bölgede bulunan önemli mühürleri büyütülmüş halleriyle inceleyebiliyor. Bu çok önemli çünkü son derece küçük olan mühürlerin hem altındaki desenin hem de ince bir işçiliğin ürünü olan sap kısmının ziyaretçiler tarafından görülebilmesinin başka bir mümkünü yok. Tekniğin adı etkivizyon.
Beypazarı Kent Tarihi Müzesi'ndeki uygulama ise insanı 1900'lü yılların başındaki Beypazarı sokaklarına götürüyor. Tarihi İpek Yolu üzerindeki binlerce yıllık geçmişe sahip Beypazarı'nın en meşhur konaklarını, sokaklarını ve yaşam alanlarını gerçek zamanlı ve 3 boyutlu gezebiliyor ziyaretçi.
2007'den beri kapalı olan ama önümüzdeki günlerde Başbakan'ın da katılacağı bir törenle açılması beklenen Galata Mevlevihanesi Müzesi'nde; eskiden dervişlerin hücresi olarak kullanılan bölümlerde Mevlevilik anlatılıyor. Enine boyuna... Balmumu heykeller, canlandırmalar ve panolar bir yana; odalardan birinde sürekli dönen bir semazen bulunuyor.
Önümüzdeki günlerde yine Başbakan tarafından açılacak Topkapı Sarayı Silahlar bölümü ise tam anlamıyla teknolojiye teslim. Muhtelif yansımalar, mehteran takımı canlandırması, 3 boyutlu askerler; daha neler neler... Söylenecek tek şey: Bugüne dek geleceği yakalamak için kullandığımız teknoloji, şimdi geçmişi anlamak için hizmetimizde! Zaman, Haber: Jülide Karahan, 01.06.2011 |
|
KANUNİ'NİN YAPTIDIĞI CAMİ RESTORE EDİLECEK Kanuni Sultan Süleyman'ın 1521 yılındaki Rodos seferi sonrası askerlerinin ibadet etmesi için Muğla'nın Yatağan İlçesine bağlı Bozüyük beldesine yaptırdığı caminin restore edilerek kullanıma açılması için çalışma başlatıldı. Bozüyük'e 1 kilometre mesafede şahsa ait tarla kalan 500 yıllık tarihi caminin hazine avcıları tarafından talan edildiği haberinin Yeni Asır'da yer almasından sonra yetkililer harekete geçti. Belediye, tarihi caminin restorasyonu için kamulaştırma işlemini tamamladı. Restorasyon projelerinin 5 hafta süreceğini belirten Bozüyük Belediye Başkanı Yaşar Gencel, "1 ay içinde çalışmaya başlıyoruz. Ödenek sıkıntımız var. Konuyu Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ileteceğim" dedi.
Yağmaya el koyan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, konuyla yakından ilgilenmişti. 1521'de yaptırılan ve 100 yıl kullanıldıktan sonra kaderine terk edilen caminin kurtarılması için Günay, Muğla Kültür ve Turizm İl Müdürü Kamil Özer'i arayarak talimat vermişti. Özer, Bozüyük'e giderek Bozüyük Belediye Başkanı Yaşar Gencel ile birlikte tarihi caminin olduğu bölgede incelemelerde bulunmuştu.
İzmir 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Kurulu tarafından 1996'da han, köprü ve değirmenle birlikte tescil edilen caminin korunması için belediye 2009'da harekete geçti. Belediyenin talebiyle Muğla Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Kurulu tarafından bölge üçüncü derece doğal SİT'e çevrildi. Tarihi cami, köprü, han ve değirmenin tamamen yıkılmadan kurtarılması ve restore edilebilmesi için çalışma başlatan Bozüyük Belediyesi, şahıs arazilerini takas yoluyla belediye bünyesine katmak üzere konuyu belediye meclisi gündemine aldı. Toplantıda tarihi caminin bulunduğu arazinin takas yoluyla belediyeye devredilmesi kararı alındı. Şahıs arazileri içindeki tarihi yerlerin takas işlemi tamamlandıktan sonra restorasyon çalışmalarına belediye tarafından başlanacağı bildirildi.
Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos seferi sonrası askerlerinin ibadet etmesi için yaptırdığı cami talan edilmişti. Hazine avcıları, caminin zeminini ve duvarlarını, hazine bulma umuduyla kazıp delik deşik etti, bölgedeki bazı hayvan sahipleri de 500 yıllık yapıyı ahıra çevirdi. Caminin iç dekorasyonu kazılıp tahrip edildi Nadide işlemeler yok oldu, kubbesinde ve duvarlarında büyük oyuklar oluştu. Öte yandan tarihi camiden 1970'li yıllarda bir küp altının Rum bir kişi tarafından kazılıp, götürüldüğü belirtiliyor. Yeni Asır, Haber: Mustafa Suiçmez, 01.06.2011 |
|
EVLİYA ÇELEBİ'NİN İMZASINI SİLDİLER
Araştırmacı Tarihçi Cezmi Yurtsever, yaptığı açıklamada, Hasan Ağa Camisi'ne araştırmalar yapmak üzere gittiğinde ünlü gezgin Evliya Çelebi'nin Adana'yı ziyareti esnasında namaz kıldığı ve giriş kapısına da imzasını attığı tarihi yazıları görmek istediğini ancak Evliya Çelebi'nin imza yazısının silinmiş olduğunu gördüğünü söyledi.
Cami tarihini bilenlerden aldığı bilgilere göre, 1998 Adana depremi sonrasında ibadete kapatılan ve onarımdan geçen tarihi Hasan Ağa Camisi'nin giriş kapısı mermeri üzerinde bulunan Evliya Çelebi'nin imzasının silinerek yok edildiğini vurgulayan Yurtsever, "Adana'daki tarihi Hasan Ağa Camisi'nde Evliya Çelebi'nin imzasının bulunduğu yazıların yok edilmesi denetimden geçmeyen bir restorasyon rezaletidir" dedi.
UNESCO'nun, ünlü gezgin Evliya Çelebi'nin 400'üncü doğum yılına rastlayan 2011'i, Evliya Çelebi'yi anma yılı olarak kabul ettiğini hatırlatan Yurtsever, şöyle konuştu: "Caminin restorasyonunu gerçekleştirenler Hasan Ağa'nın mezarını da tahrip etmişler. İlginç olan bir durum daha var ki onarım esnasında caminin tuvaletini de yok etmişler. Adana'da ve Türkiye'de tuvaleti olmayan tek cami Hasan Ağa Camisi olsa gerek. Evliya Çelebi'nin sözlerinin yazılı olduğu Osmanlı-Türkçesi yazının orijinalinden kopyası ve günümüz Türkçesine çeviri levhası Hasan Ağa Camisi'nin giriş kapısına yerleştirilmelidir."
EVLİYA ÇELEBİ'NİN SÖZLERİ Evliya Çelebi'nin Adana'daki Hasan Ağa Camisinin giriş kapısı mermer duvarı üzerine yazdığı yazının önemli tarihi mesajlar verdiğini belirten Yurtsever şunları anlattı:
"Evliya Çelebi'nin el yazısı ile yazdığı sözler, 'Melek Ahmet Paşa Seyyahı alem Evliya ruhiçun Allah rızasına Fatiha sene 1082 (M 1671).' Evliya Çelebi, 1671 yılı içinde Adana'ya geldiğinde Hasan Ağa Camisi başta olmak üzere şehir merkezinde bulunan camileri, çarşıyı ve Taşköprü'yü gezmiş, gördüklerini defterine yazmıştı. Evliya Çelebi Adana'ya geldiğinde kendisine yardımcı olan gezilerine destek veren aynı zamanda Sadrazamlık yapan Melek Ahmet Paşa'nın ölümünden dolayı üzüntülerini ve saygısını Hasan Ağa Camisine yazarak açıklamış. Evliya Çelebi, Taşköprü'nün uzunluğunu 550 germe adım olarak hesaplamıştı. Günümüzde ise Taşköprü'nün uzunluğu 350 adım geliyor. Adana'nın kent tarihi hakkında önemli bilgiler veren Evliya Çelebi'nin hatırası olan Hasan Ağa Camisi'ndeki el yazısı esas alınarak o dönem Adana tarihi ile ilgili Osmanlı Arşivindeki belgeler de Adana'da üniversitesi veya müzede sergilenmelidir." Adana Kent Haber, 31.05.2011 |
|
İSTANBUL, KÜLTÜR BAŞKENTİ OLUNCA SANATA İLGİMİZ ARTMIŞ
İstanbul, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak yüzlerce kültür ve sanat programına ev sahipliği yaptı. Peki bu programlara halk ilgi gösterdi mi?
Bu sorunun cevabı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın yapılan etkinliklerle ilgili hazırlattığı raporda gizli. Kültür Başkenti anketi, 2010 yılında vatandaşın kültür sanat programlarına katılımının yüzde 63 oranında arttığını gösteriyor. Halkın yüzde 62'si ise kültür-sanat etkinliklerine daha sık katılacağını söylüyor. Halkın yüzde 42'si, İstanbul 2010 ile ilgilerini çeken yeni kültürel alanlar keşfettiklerini, yüzde 35'i yabancı katılımcılar sayesinde farklı kültürler hakkında bilgi sahibi olduğunu, yüzde 29'u program sayesinde farklı uluslardan insanlarla tanıştıklarını belirtiyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın tüzel kişiliği 30 Haziran 2011'de sona eriyor. Koordinasyon Kurulu Başkanı Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, dün düzenlediği basın toplantısı ile Ajans'ın faaliyetlerine ait değerlendirme raporunu açıkladı. Bakan Yazıcı, Ajans faaliyetlerini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın çıraklık-kalfalık-ustalık üçlemesine gönderme yaparak, "Ajans, çıraklık ve kalfalık dönemlerini tamamladı. Tam ustalık döneminde tasfiye oluyor. Ajansın çalışmalarının etkisini ileriki yıllarda daha iyi göreceğiz." dedi. Hazırlanan raporda İstanbul'a kültür-sanat alanında ilk defa bu boyutta bir yatırım yapıldığına dikkat çekilerek, "288,7 milyon Euro ile en yüksek bütçeli Avrupa Kültür Başkenti (AKB) programıdır. İstanbul'un 2010 AKB olduğunu bilenlerin yüzde 73'ü, program kapsamında, İstanbul'a önemli derecede yatırım yapıldığını düşünmektedir." denildi. Halkın kültürel faaliyetlere daha kolay erişiminin sağlandığına dikkat çekilen raporda kültür-sanat izleyicisi olmayanlara da kültürel faaliyetlerin ulaştırıldığı kaydedildi. Raporda, "Yabancı ziyaretçilerin geceleme sayısı 2009 yılına oranla yüzde 12,6'lik bir artış ile tarihinin en yüksek seviyesine ulaşmıştır." denildi. Zaman, Haber: Erkan Acar, 31.05.2011 |
|
1600 YILLIK ROMA LAHDİNİ ÇALDILAR
Kastamonu'nda boş bir arazide bulunan "Geç Roma" dönemine ait 1600 yıllık tarihi lahit, Ankara Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün aldığı "Koruma altına alınsın" kararından 3 gün önce çalındı.
Kastamonu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Merkez Saraçlar Mahallesi'nde boş bir arazide bulunan "Geç Roma" dönemine ait 1600 yıllık tarihi lahdin müzeye alınması için Ankara Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne başvurdu.
Koruma Bölge Müdürlüğü de tarihi eserin koruma altına alınması için 11 Şubat 2011 günü yazı gönderdi. Ancak tarihi lahdin, yazıdan 3 gün önce yani 8 Şubat günü hırsızlar tarafından çalındığı ortaya çıktı. Paha biçilemeyen bazalt lahdin yaklaşık 1 ton ağırlığında olduğu öğrenildi. Polis, 1600 yıllık lahiti çalan hırsızları arıyor. Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 31.05.2011 |
|
ZEUS VE AFRODİT'İ POLİS KURTARDI
Denizli'den İstanbul'a gönderilen Roma dönemine ait bronzdan yapılmış Zeus ve aşk tanrıçası Afrodit'in heykeli, müşterisi tarafından beğenilmeyerek geri gönderilince polis tarafından ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre, Denizli'nin Honaz
İlçesinde
R.M. ve H.A. isimli iki çoban tarafından izinsiz
kazıda bulunan Roma dönemine ait bronzdan yapılmış
Zeus ve aşk tanrıçası Afrodit heykelleriyle
heykelden kopma el, A.A. ve S.D'ye satıldı. A.A. ve
S.D. de aldığı heykelleri N.Y. ve S.Y. isimli
şahıslara sattı.
Radikal, 31.05.2011 |
|
TARİHİ HAMAM'DA ARKEOLOJİK KAZILAR 1970’li yılları ve öncesini hatırlayanların ’Biz bu hamamda yıkanıyorduk’ anımsamaları ile meraklı bakışların eksik olmadığı ve Bursa Müzesi tarafından yürütülen basit arkeolojik kazılar, ilçe belediyesinin isteği ile hamamın temelleri ve kapsadığı alanın belirlenmesi amacını güdüyor. Orhangazi Belediyesi’nin yıkılan eski hükümet konağının bulunduğu alana, üstü yeşil alan ve park ile altı otopark ve yanıbaşındaki Cumhuriyet Alanı’nı daha da genişleterek yeni bir meydan düzenlemesi düşüncesi, 14. asırdan kalma tarihi hamam kalıntısının Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun koruma alanı içinde kalması nedeniyle yaşama geçirilemiyor. Tarihi hamamın park ve meydan düzenlemesini hangi ölçülerde etkileyeceği konusunun gündeme gelmesi sonrasında belediyenin inceleme isteğiyle, Bursa Müze Müdürlüğü’nce 25 Mayıs’ta kazılar başlatıldı. Bu arada kazıların bu hafta sonuna kadar
sürebileceği öğrenilirken, kazılarda yeni
bulgulara rastlandı. Kalıntının arka kısmında,
hamamı alttan ısıtan fırın ile ısıtma kanalları
görüldü. Bu duruma göre, büyük bir olasılıkla
tarihi hamamın kalıntısı yine bu şekliyle
saklanacak, ancak belediyece düşünülen geniş
meydan düzenlemesi ise Orhan Bey tarafından
yaptırılan caminin temellerinin düşünülen
düzenleme alanının altında bulunması nedeniyle
belki de sonuçsuz kalacak. Bursa Olay, Haber: Nevzat Okumuş, 31.05.2011 |
|
"SİT KURULLARININ KOMPOZİSYONUNU DA DEĞİŞTİRMEK LAZIM"
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, genel seçim çalışmaları çerçevesinde Antalya'nın Kemer İlçesi'ne bağlı Tekirova beldesinin Ulupınar Köyünde vatandaşlarla bir araya geldi.
Ziyaret sırasında Ulupınarlıların sit konusunda sıkıntı yaşadıklarını, evlerini tamir bile ettiremediklerinden yakınması üzerine Gönül, sit uygulamasının 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde başlatıldığını söyledi. Suiistimallere karşı tarihi binaların korunması gerektiğini belirten Gönül, ancak doğal ve tarihi sit konusunda zaman zaman vatandaşların sıkıntı yaşadıklarını, evlerini tamir ettiremediklerini belirtti.
Hükümetin bazı yatırımları sırasında da sit nedeniyle aksamalar yaşandığına değinen Bakan Gönül, şöyle konuştu: ''Burada belki sit kurullarının kompozisyonunu da değiştirmek lazım. Çünkü bu kurul üyelerinin çoğunluğu üniversiteden geliyor. Üniversiteden gelenler ilim irfan bakımından mükemmel insanlar fakat hayatın içinden gelmiyorlar. 'İnsan ve tabiat beraber yaşasın' diyorsunuz, onlar da 'İlim ne diyorsa onu yapalım' diyorlar. Çok yerde sıkıntı var. Boğaz'ın altından geçen tünel var, bu tünel asırlar boyu bizim ecdadımızın da hayali olmuş, bu tünel tamamlanınca Londra'dan çıkan vagon aynı demiryolundan Pekin'e kadar gidebilecek. Muhteşem bir şey. Tünelin yarısına gelince üç-beş tane taş çıktı. Birkaç ay tüneli durdurdular. Sonunda anlaşıldı ki, o taşların mutlaka orada olması gerekmiyor. Yuvarlanarak gelmiş, yahut deniz getirmiş. Sonra tüneli yapmak mümkün oldu.'' Cumhuriyet, 30.05.2011
Eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Foça’da seçmenlerle buluştu. Foça’ya ilk gelişinde balıkçıların büyük sorunları ve istekleri olduğunu ifade eden Yıldırım, “Arkadaşlarımız bana burada ayrıca sit problemi olduğunu söylediler. Değerli Foçalılar bazılarısit dendiği zaman bunu ‘otur’ anlamış, ‘hiçbir şey yapma’ anlamış. Artık bu anlayışı değiştiriyoruz. İhtiyaçlarınızı da yapacağız, tarihimizi de koruyacağız. Balıkçı barınağını da yaparken aynı sorunla karşılaştık. sit dediler, dur dediler, yılmadık, mücadele ettik” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İzmir’in
sit alanlarının yeniden gözden geçirileceğini
söyledi. |
|
KAZILARA 2010'DA 30 MİLYON KAYNAK
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, arkeolojik kazı yapan kurumlara kaynak bulmaya hazır olduklarını belirterek, “Arkeolojik kazılara 2010 yılında 30 milyon lira kaynak aktardık’’ dedi. Bakan Günay, Sığacık Yat Limanı’nda, Başbakanlık Tanıtma Fonu tarafından finanse edilen, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Seferihisar Belediyesi’nin katkı sağladığı “Seferihisar Alternatif Deniz Turizminin ve Sualtı Sporlarının Geliştirilmesi Projesi’’ni başlattı.
Günay şunları söyledi: “Burada Teos kazımız var, bizim zamanımızda başladı. İzmir’in tarihi zengin. 21 yerde kazı çalışmaları yapılıyor. Ören yerlerini daha fazla sahipleneceğiz. Geçen yıldan daha fazla çalışacağız. ‘Bana kaynak gerekiyor’ diyorsa kazı heyetleri, onu da sağlayacağız. Hangi bölge gayret gösterirse onun elinden tutmaya çalışacağız. Göreve geldiğimde arkeolojik kazılara 14 milyon lira kaynak aktarılıyordu. Arkeolojik kazılara 2010 yılında 30 milyon lira kaynak aktardık. Bu bölgede yapacak çok şey var, dünyanın özel bir coğrafyası burası. Tarıma, kültüre, turizme bakacağız.’’ Habertürk, 30.05.2011 |
|
KAÇAK DEFİNECİLER TARİHİ YOK EDİYOR
Şanlıurfa'nın Ceylanpınar İlçesi'nde, Kepez tepesi üzerinde bulunan tarihi alan, kaçak definecilerin uğrak yeri haline geldi.
Türkiye Gazetesi, 30.05.2011 |
|
KONU MİMARLIĞA GELİNCE MÜZELER GEÇMİŞİ TERK EDİYOR
Whitney Müzesi'nin 1966 yılında Marcel Breuer tarafından tasarlanmış olan binasının Metropolitan Sanat Müzesi'ne kiralanması ve Manhattan'ın batısına (tabii ki Piano tarafından tasarlanmış olan) yeni bir bina yapılması konusunda son zamanlarda yapılmış bir anlaşma var.
Modern Sanat Müzesi'nin (MoMA), Amerikan Halk Sanatı Müzesi'ni almak gibi ilginç bir kararı var. Burası, mimar Tod Williams ve mimar Billie Tsien tarafından tasarlanmış olan ve 53. Cadde'nin bir uzantısını MoMA ile paylaşan bir müze.
New York dışında, Barnes Foundation tarafından gerçekleştirilen, Merion varoşlarından Philadelphia'nın merkezine uzanan ihtiyatsız bir hareket söz konusu. Fort Worth'ta ise Kimbell Sanat Müzesi'nin, orijinal Louis Kahn eserini bir Piano eki ile ikileme kararı var. Ayrıca Diller, Scofidio + Renfro tarafından West Coast'ta yapılacak olan yenilikleri de atlamamak lazım; Eli Broad için bir müze ve Berkeley Sanat Müzesi ve Pacific Film Arşivi için yeni bir bina tasarlayacaklar.
Önerinin üzerinde çalışılmaya devam ediliyor (Snøhetta'dan Craig Dykers, Perşembe günü gerçekleşecek olan kokteyli "ön gösterimin ön gösterimi" olarak nitelendirdi). Tam bir şematik tasarım sonbahara kadar yapılmayacak, dolayısıyla galerilerin ve diğer iç mekanların nasıl çalışacağı üzerine henüz çok az detay gördük. Ama halkla ilişkiler kampanyası yolunda gidiyor. SFMOMA ve müdürü Neal Benezre yeni ek binayı sessiz ve içine kapanık bir mimari yapı olarak görüyor, Botta binasına ve etraftaki kentsel dokuya çok saygılı olduğunu düşünüyor. Yenilikçi mimari üretme konusunda hiçbir zaman kolay bir kent olmayan San Fransisko'da, basın ise yeni fikirlere oldukça açık görünüyor. Geçtiğimiz günlerde basında şöyle bir başlık yer aldı: "SFMOMA, yeni ek binası ile usulca genişliyor."
Snøhetta'nın tasarımı pek çok şey söylüyor olsa da, "usulca genişleme" bunlardan biri değil. Ek bina yontulmuş dev bir yaratık ve kütlesini saklamak, gölgelemek ve maskelemek için elinden geleni yapıyor olsa da, sonuç nedense aynı anda hem samimiyetsiz, hem etkileyici, hem de gülünç. Herkesi aslında bir buz küpü olduğuna inandırmaya çalışan bir buzdağı gibi...
Mimarların yaklaşık 5,5 metre genişliğinde bir yaya yolu açmayı önerdiği Howard Caddesi boyunca, yeni ek bina aniden geniş açıklık ve kibar bir duyarlılık gösterme sözü veriyor. Tasarım, üst katlarında bir çift oldukça büyük teras yaratmak için dilimlenmiş bir açıklığa ihtiyaç duyuyor. Dahası, üst kısmı Timothy Pflueger'in 1925 Pacific Telefon Kulesi'nin manzarasını korumak için hafifçe eğilmiş. Biçimsel dili de oldukça anlaşılır: Zaha Hadid, Frank Gehry veya Daniel Liebeskind tasarımları müzeler gibi dalgalı, kıvrımlı veya keskin açılar cümbüşü içinde değil. Ama bu, yapının çok iri veya heybetli olmadığı anlamına gelmiyor. Tasarım, kütlesini olabildiğince genişletiyor: Howard Caddesi girişi üzerinde ek bina hiç geri çekilmeden yükseliyor ve dimdik, uçurum gibi bir cephe yaratıyor.
2009'da ölmeden önce, San Francisko Presidio'da Richard Gluckman tasarımı ve bir gurur kaynağı olan kendi müzesini planlayan Donald Fisher'in büyük bir koleksiyonunu elinde tutan SFMOMA, kesinlikle daha büyük bir alan kullanabilirdi. Ayrıca, Snøhetta'nın tasarımı, Minneapolis'teki Breuer'in Whitney ve Edward Larrabee Barnes'in Walker Sanat Merkezleri gibi daha kuvvetli ve zekice bir varlık gösterebilirdi.
SFMOMA'nın planları Amerikan müze dünyasındaki geniş trendlerin, sabırsız ve hırslı bir şekilde büyüyen bir alanın sembolü. Her müze, sahip olamadığı bir tür bina, bir çeşit iç mekan istiyor. Önemli mimari eserlerden vazgeçen veya onları yüzüstü bırakan müzelerin ayısı daha önce hiç olmadığı kadar artıyor.
Whitney, New York'taki savaş sonrası mimarinin tartışmasız en önemli dört veya beş yapısından biri olan bir binadan vazgeçiyor. Berkeley Sanat Müzesi hakettiği değeri görememiş olan, 1971'den kalma Mario Ciampi evini terk ediyor. Para konusunda çaresiz olan Halk Sanatı Müzesi Williams ve Tsien'ini satıyor. O binayı alan MoMA ise, işe kendi planları ile girişerek ve Jean Nouvel tarafından tasarlanan karma kullanımlı bir gökdelen önererek, yapının adeta rüzgarda oradan oraya savrulmasına izin veriyor.
Tuhaf bir kültürel zamanda yaşıyoruz: Yetenekli mimarlarla çalışmak ve onlara cömert bütçelerden büyük komisyonlar vermek için bu kadar hevesli müzelere hiç sahip olmamıştık. Ayrıca müzeler hiçbir zaman mimarlığın kentsel veya tarihi değeri konusunda bu kadar ilgisiz olmamıştı. Arkitera, Kaynak: Los Angeles Times, Çev: Pınar Koyuncu, 30.05.2011 |
|
İZMİT'İN 'TARİH KORİDORU' AÇILDI
İzmit Belediyesi’nce Osmanlı’nın son dönemine tanıklık eden, Cumhuriyet döneminin önemli tarihi ve turistik sembollerini barındıran “Tarih Koridoru’’ projesinin birinci etabı olan, saat kulesi, Atatürk heykeli ve yakın çevresinin düzenlenmesi ile yapay şelale inşa edilmesini kapsayan “Kültür Tepesi’’ törenle hizmete açıldı.
Kemalpaşa Mahallesi’nde Atatürk anıtının bulunduğu bölgede düzenlenen törende konuşan Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, “Orduevi Sineması ve eski Kolordu binası yıkılıp Kültür Tepesi projesine dahil olacak. Av Köşkü’nün restorasyonu tamamlandı, redif binası onarıldı, tarihi mahkeme binası, savcılık binasının restorasyonu tamamlanmak üzere. Saat kulemiz son derece güzel, Atatürk heykelimiz var... Valimiz de Vali Konağı’nı oradan kaldırma düşüncesinde, ‘Gerekirse ben de buradan çıkarım, başka yerde otururum’ diyor. Orayı da Kültür Tepesi’ne dahil ederiz” dedi. Habertürk, 30.05.2011 |
|
BİR KÜLTÜR MOZAİĞİ: SAKIP SABANCI MÜZESİ Uzun yıllar Sabancı ailesi tarafından sürekli konut olarak kullanılan Atlı Köşk, aynı zamanda Sakıp Sabancı'nın zengin hat ve resim koleksiyonunu da içinde barındırmış.1998 yılında da içindeki koleksiyon ve eşyalarla müzeye dönüştürülmek üzere Sabancı Üniversitesi'ne tahsis edilen köşk, modern bir galerinin eklenmesiyle 2002 yılında ziyarete açıldı. Müzenin sergileme alanları 2005 yılındaki düzenlemeyle genişletilerek, uluslararası standartlara uygun hale gelmiş. Açıldığı günden bu yana sergilediği Picasso İstanbul'da, Cengiz Han ve Mirasçıları, Salvador Dali gibi koleksiyonların yanı sıra Osmanlı hat sanatının 500 yıllık örneklerine, başta nadir el yazması Kuran-ı Kerim'ler olmak üzere kıtalar, murakkaalar, ferman, berat ve menşurlarla doğu ve batıyı yansıtıyor. Erken dönem Türk resminin seçkin örnekleriyle Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde İstanbul'da çalışmış yabancı sanatçıların eserleriyle ise geçmişi ve günümüzü bütün ayrıntılarıyla ziyaretçilerle buluşturuyor. Müze şimdilerde ise MÖ 3 binde Kiklad Adaları ve Batı Anadolu'nun birbirleriyle ilişkilerini yansıtan 'Karşıdan Karşıya' sergisinin heyecanını yaşıyor. Boğaziçi'nin eşsiz manzarasına da sahip olan müze, her yıl ortalama 250-300 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor.
Zengin koleksiyonu kabul ettiği kapsamlı uluslararası geçici sergileri, örnek eğitim programları, yapılan çeşitli konser konferans ve seminerleriyle çok yönlü bir müzecilik anlayışını yaşatan Sakıp Sabancı Müzesi, bahçesinde ise Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden günümüze ulaşmış eserler sergileniyor. Aynı zaman da Atlı Köşk adıyla da anılan müze bu lakabı ise bahçesinde bulunan iki ayrı at heykelinden alıyor. Yeni Şafak, Haber: Yazgı Polat, 30.05.2011 |
|
MİLET MÜZESİ 1 YIL SONRA ZİYARETE AÇILDI
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Eskişehir Eti Arkeoloji Müzesi'nin açılışında Türkiye'deki özel müze sayısını 93'ten 141'e çıkardıklarını söyledi.
|
|
SOLİ ANTİK KENTİ AYAĞA KALKACAK
Mersin’in merkez Mezitli İlçesi’nde geçmişi MÖ 700 yılına kadar uzanan antik liman kenti Soli Pompeipolis’te sütunlu caddenin güney ucundaki 14 sütunun ayağa kaldırılması için çalışma başlatıldı.
Bu yıl kazılar için 800 bin lira ödenek ayrıldığını belirten, kazı ekibinin başkanı Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Remzi Yağcı, bugüne kadar liman, sütunlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent duvarları, nekropol su kemeri gibi yapıların ortaya çıkarıldığı Soli Pompeipolis’te bu yıl 8 ay boyunca yürütecekleri çalışmalarda 14 sütunu ayağa kaldıracaklarını söyledi. 12 yıldır süren kazılarda, sütunların eski halini almasıyla antik kentin daha görkemli bir hale bürüneceğini belirten Prof.Dr. Yağcı, yerli ve yabancı turistlerin de daha çok ilgisini çekeceğini kaydetti. Kazılarda sağlık tanrısı Asklepios, tanrıların kralı Zeus, adalet tanrıçası Nemesis, bereket tanrıçası Demeter, sağlık tanrıçası Hygeiea, şarap tanrısı Dionysos gün ışığına çıkarıldığı vurgulayan Prof.Dr. Remzi Yağcı, “Neolitik, Hellenistik, Roma dönemleri gibi birçok dönemi bünyesinde barındıran ve büyüleyici yapısıyla hayranlık uyandırtan Soli, Mersin tarihinin ne kadar zengin olduğunu, ne kadar geriye gittiğini gösteriyor. Kazıların amacı tarih bilincini oluşturmak ve bu kalıntıları gelecek kuşaklara aktarmaktır” dedi.
Mezitli Belediye Başkanı CHP’li Uğur Yıldırım ise görüşmelerin ardından kazıların devamı için Mersin Valiliği İl Özel İdaresi’nin bu yıl 800 bin lira ödenek ayırdığını, ihalenin gerçekleştirildiğini belirtip, tarihe tanıklık eden sütunların yeniden ayağa kalkmasının turizm açısından önemli olduğunu söyledi. Yıldırım, “2011 yılı sonu itibarı ile antik kentimizin güney ucundaki 14 sütun ayağa kalkmış olacak. Tarihe tanıklık eden bu sütunlar ‘artık biz sessiz değiliz, yerde yatmıyoruz ayağa kalktık’ diyecekler. Biz o zaman insanlığın ortak mirası olarak kabul ettiğimiz bu alanın tamamının ayağa kalkmasını, bu tarihi değerlerimizin gün ışığına çıkarılmasını sağladığımızda dünyanın her yerinden akın akın insanlar buraya gelip bu tarihi alanı izlemek isteyeceklerdir” diye konuştu. haberler.com, 30.05.2011 |
|
TARSUS GÖZLÜKULE HÖYÜĞÜ'NDE BU YIL KAZI ÇALIŞMASI YAPILMAYACAK
Tarsus Gözlükule Höyüğü’nde bu yıl kazı çalışması yapılmayacağı bildirildi.
Kazı ekibi Başkanı Boğaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Aslı Özyar, Kaymakam Orhan Şefik Güldibi’ni ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, “Geçtiğimiz 3 yıl boyunca yaptığımız kazı çalışmalarında elde ettiğimiz etütlük malzemeler üzerinde bilimsel incelemeler yapacağız. Bir ay sürecek olan bu inceleme çalışmalarımız aralarında Boğaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü öğretim görevlileri Elif Ünlü ve Furyaliki Tasopaulau’nun da aralarında bulunduğu 12 kişilik öğretim görevlisi, uzman ve öğrencilerden oluşan bir ekip tarafından gerçekleştirilecek” dedi.
Özyar, Kaymakam Güldibi’ni bilgilendirdiği görüşmede, Gözlükule Höyüğü’nün Anadolu arkeolojisinde çok önemli bir yeri bulunduğunu belirterek, 2007 yılında başladıkları bilimsel kazı çalışmaları sırasında, yaklaşık 200 metre kare alanda 5 ayrı açma noktasında Neolitik çağdan itibaren Abbasi dönemi ağırlıklı olmak üzere Roma ve Geç Tunç Çağlarına ait bulgulara rastlanıldığını söyledi.
2007 yılında ilk kazı çalışmaları sırasında Abbasi dönemine rastlayan katmanlara rastladıklarını ve bu katmanları açığa çıkarmaya başladıklarını kaydeden Özyar, bunların arasında gündelik hayata ilişkin adetler, yaşam, camdan yapılmış deney tüpleri, tunçtan imal edilmiş tıp aletleri yer aldığını ve hijyen gibi konularda geniş bilgi ve bulgulara ulaştıklarını kaydetti.
Kaymakam Güldibi ise, Tarsus’un dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olması nedeniyle turizm açısından da son derece önemli bir konuma sahip olduğunu belirterek, “Elde edilen malzemelerin incelenme çalışmalarında her türlü desteği veririz” dedi.
Güldibi ayrıca, Saint Paul Müzesi (Kilise) yanında bulunan hangarlarda Kültür Bakanlığı’nın restorasyon çalışmasının önümüzdeki günlerde başlayacağını belirterek, “Restore edilecek olan bu hangarlar, bilimsel çalışmalarda laboratuvar olarak kullanılacak” dedi. haberler.com, 30.05.2011 |
|
SIKICILIĞI ALAŞAĞI EDEN MÜZE
Aslında epey eski bir müze bu. Şöyle: Eskişehir il ve ilçelerinden toplanan taşınır kültür varlıkları 1945 yılından itibaren Eskişehir Alaeddin Camii'nde toplanmış, orası bir depo müze olmuş. Eser sayısı artınca 1966'da Odunpazarı semtindeki Kurşunlu Camii Külliyesi'nde Eskişehir Müze Müdürlüğü kurulmuş ve teşhir başlamış. 1974 yılında Akarbaşı Mahallesi Atatürk Bulvarı'ndaki bir binada çalışmalar devam etmiş, ama bir türlü istenilen sonuç alınamamış. 2001'de müze binası yenilenmek ve çağdaşlaşmak gerekçesiyle ziyarete ve bilimsel çalışmalara kapatılmış. Yeni bir müze binası için kollar sıvanmış.
Sonrasını Eti Onursal Başkanı Firuz Kanatlı anlatıyor: "Bir gün yönetim kurulu toplantısındayız. Bir telefon: 'Bakan geliyor!' Atilla Koç. 'Ne zaman?' 'Yarım saat sonra.' 'İyi peki.' Toplantı dağıldı. Bakan Bey geldi, anlatmaya başladı: 'Böyle böyle bir müze var; elimizde patladı. Şuna bir el atın.' Biz devraldığımızda bitmemişti müze, sadece temelleri atılmıştı daha. Eskişehirliyiz biz, önemsedik bu olayı. Bakan Bey, 2 milyon 600 TL'ye patlar demişti, yıl 2007'ydi. 2008'de inşaat başladı. Valla bugün baktığımızda 9,5 milyon TL gitti. Ama değdi. İyi bir şey olsun istedik, çağdaş olsun dedik. Oldu. Eskişehir'e yakışan bir müze yaptık. Anahtar teslimi... Artık iş bakanlıkta, Eskişehirlide, ziyaretçide..."
Yeni medyalı arkeolojik müze Eskişehir Eti Arkeoloji Müzesi, bir arkeoloji müzesinden beklenmeyecek şekilde eğlenceli. Bunda ODTÜ'den Refik Toksöz'ün TÜBİTAK desteğiyle geliştirdiği ve bazıları dünyanın hiçbir müzesinde bulunmayan dijital sergileme tekniklerinin büyük payı var. Bu teknikler -yeni medya uygulamaları- eğitici olduğu kadar da ilgi çekici. Topu topu 3-5 uygulama ama vitrinler dolusu arkeolojik eser arasında durdurup durdurup içine alıyor ziyaretçiyi.
Bir koridordan geçerken ayaklarınızın altında sikkeler kaçışıyor mesela. Az ötede kocaman bir dijital kitap var. Üzerinde bilgiler, açıklamalar, fotoğraflar, videolar... Sayfalarını dokunmadan, elinizin rüzgarıyla çeviriyorsunuz. İçine sonsuz bilgi eklemek mümkün. Çift katmanlı bir hologram var sonra; bir örneği Disneyland'taymış. İçinde heykeller, yüzükler, takılar, çömlekler... Dokunmatik ekran; sağa sola, aşağı yukarı çevirip çevirip inceliyorsunuz eseri. Gerçek zamanlı bir atla arkeolojik bir köy gezisi var ki epey eğlenceli. Benzer şekilde bir kümülüs gezisi ayrıca... Müzedeki eserlere gelince; çoğu Eskişehir'de bulunan ören yerlerinde yapılan kazı ve yüzey araştırmaları sonucunda açığa çıkarılan parçalar... Aralarında serçe parmağının yarısı boyunda bir lületaşı mühür var; Çavlum Mezarlığı'nda bulunmuş. İlk kez sergileniyor. Diğer eserler Eskişehir'in en eski yerleşim yerlerinden Keçiçayırı, mimarisi ile Anadolu yerleşim planının öncülerinden Küllüoba Höyüğü ve önemli yolların kavşak noktasında yer alan Şarhöyük'ten. Çorum Alacahöyük'te yapılan kazılarda bulunan bir Hitit Güneşi Kursu da unutulmamış elbette.
Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Tunç, Hitit, Frig, Hellenistik, Roma, Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserlerin bulunduğu müzeye rakamlar aracılığıyla baktığımızda; 7 bin 989 sikke, 3 bin 804 etnografik ve 7 bin 225 arkeolojik eserle karşılaşıyoruz. Eser sayısı, Seyitgazi ve Afyonkarahisar müzelerinden devredilen 3 bin 525 parçayla 22 bin 543'e ulaşıyor. Tabii ki bunların sadece 2 bin adedi sergilenebiliyor; vitrinlerde ve bahçede... Zaman, Haber: Jülide Karahan, 30.05.2011 |
|
MÜZELERİMİZİN HAL-İ PÜR MELALİ
Kültür ve Tabiat Varlıklarını korumakla yükümlü olan devlet müzeleri ile ilgili haberler önceki dönemlerde olduğu gibi basında yer almıyor. Sanırım her türlü olanaktan yoksun müzeciler de artık kendi kabuklarına çekilmiş, rutin işlerle uğraşıyor olmalılar. Türkiye’nin pek çok yerinde olduğu gibi çarpık yapılanmalara, sit alanlarına, doğa tahribine sessiz kalıyorlar… Böyle olunca da başları müfettiş tahkikatları ile ağrımıyor, yer değiştirme gibi yaşamlarını altüst eden atamalar da gelmiyor…
Kısacası sallabaşını al maaşını… Başka bir deyişle ne şiş yansın ne kebap!...
Bunun nedenlerini hiç düşündünüz mü?
Cumhuriyetin kuruşundan 2000 yıllarına kadar geçen süre içerisinde özveriyle çalışan, varını yoğunu ortaya koyan müzeciler artık kalmadı. Eski müzeciler kurtarma kazılarıyla, müzelere kazandırdıkları eserler ve yayınlarla ön plandaydılar. Bugün onların çoğu, görevlerinden ayrıldılar veya özel müzelere, üniversitelere geçtiler. Üniversitelerin arkeoloji ve sanat tarihi bölümlerini bitiren birçok yetenekli öğrenci de müzelerde atama sistemindeki çarpıklıktan ötürü ilgi alanları dışındaki işlerde çalışıyorlar…
Geçtiğimiz Mayıs ayında UNESCO’nun öngördüğü, Türkiye’de de 1982’den bu yana değişik ülkelerde olduğu gibi kutlanan Müzeler Haftası ile ilgili, basında çıkan haberleri gören de olmadı. Oysa önceki yıllarda her müze kendi çapında sergiler, gösteriler düzenler yeni bulunan eserleri teşhir ederlerdi. 2002’den sonra bunların hiç birisi yapılmadı. Bu da gösteriyor ki, müzeciler keyifsiz (!) veya isteksiz (!), artık suya sabuna dokunmak istemiyorlar…
Müzeler Haftasında müzelerin ziyarete açık olduğu, ücretsiz olmasından ötürü yaşanan izdihamdan basında söz edildi…
Hepsi o kadar?
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yönetimindeki müzelerle ilgili ne gibi çalışmalar var diye düşünenler olabilir?
Kültür ve Turizm Bakanı ucube heykel konusunda açmaza düştükten sonra katıldığı televizyon programlarında kendi döneminde açılan tiyatroların çokluğundan söz etti. Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi'nin temelleri Bakanlığından önce atılmış, ileri düzeydeki teknoloji ile donatılmış müzeyi basındaki arkadaşlarımızla birlikte gezerek tanıtımını yapmış… Güzel bir çalışma ama müzelerimizin çoğu, uzman ve personel yetersizliğinden hemen hemen kapanma noktasında…
Zeugma Mozaik Müzesi açılınca peşinden de övgüler gelmekte gecikmedi… Nereden nereye; bir zamanlar SHP’li Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın danışmanı olan Mehmet Altan bakın köşesinde ne yazmış; “Bakanı canı gönülden kutluyorum. Türkiye adına kendisine teşekkür ediyorum ve kendisinin siyasal sıfatını kendimce değiştirerek onu en azından kendi gönlümde İnsanlık Kültür Bakanı yapıyorum!..”
İyi ki o yazının çıktığı gün bizim semtteki bir markete gitmiş; her gün ücretsiz dağıtılan Star Gazetesi'ni almış, bu güzel doyurucu yazıyı (!) okuyabilmiştim.
Zeugma Mozaik Müzesi’nin açılması güzel, bir de müze rehberlerinin bir yığın şikayetleri olmasa... Onlardan da biraz söz edilse nasıl olur diye düşünüyorum.
Bunların başında Topkapı Sarayı Müzesi’nde 49 yıldır hizmet veren, geçmişi 105 yıl öncesine inen Konyalı Lokantasının turizm ruhsatı iptal edilmiş. Bakanlığın iptal yasasında sağlık kurallarına uyulmamasından ötürü turizm imajımız zedeleniyor denilmiş. Böyle olunca da turizm ruhsatı kaldırılmış. Fatih Belediyesi’nin verdiği ruhsatla hizmet devam ediyor. Ancak turizm ruhsatı olmadığından içki servisi yapılmıyormuş…
İçki servisi yapılmaması için çevrilen dolaba bakın…
Topkapı Sarayı’nda Kraliçe Elizabeth’den ABD Başkanlarından sayısız devlet adamının ağırlandığı lokantada hijyene uyulmuyormuş!..
Gülerler insana!...
Topkapı Sarayı Müze Başkanı Prof.Dr İlber Ortaylı bu konuda neden sessiz merak ediyorum doğrusu… Sürekli çıktığı Habertürk ekranlarında veya yazdığı Milliyet Gazetesi’nde neden bunu gündeme taşımaz diye!..
Rehberlerden, tanıdığım bir dostumun gönderdiği mail de içler acısı bir başka noktaya değiniyor. “Müzeler Haftası dolayısıyla, müzelerin bedava olması şanssızlığına uğradım. O gün İstanbul’da dört büyük gemi vardı ve bütün öğrenci grupları Topkapı Sarayını işgal etmişlerdi. Hazine dairesinde 1 saat 45 dakikada, 2 kişilik grubumu ancak içeriye sokabildim.”
Bir başka rehber de şöyle yakınıyordu; “Turist grubumla 1 saat 25 dakikada Topkapı Sarayı turnikelerinden geçebildim, kalabalık ürkütücüydü. Öğleden sonra Ankara'ya gideceğimden yalnızca harem ve hazineyi gurubuma gezdirebildim... Buna tanık olmayan ruh halimizi anlayamaz… Layıkıyla tur yapılamıyor artık…”
Rehberlerin şikayetleri bitip tükenmiyor; “Dün Çanakkale'de büyük umutlarla beklediğimiz yolcu gemilerinden bir tanesi geldi. Ama gereken her zalimliği liman yönetiminin başındakiler turistlere yaptı. Otobüsleri liman içerisine almadılar, giriş kapısıyla gemi arasındaki yaklaşık 600 m.lik alanı yürütmek istediler. Sonra akıllarınca bir çözüm buldular ve bir belediye otobüsüyle 8 otobüslük yolcuyu gemiden giriş kapısına kadar transfer etmeye başladılar ve bu da yetmedi turistleri X-ray den geçirerek çıkışlarına izin verdiler. İstanbul’u ziyaret başından olumsuz bir havada başladı. Yürüyemeyen yaşlılar ve onlara yapılan bu eziyet… Geçtiğimiz yıl 11 gemiyi bu mantıkla Midilli'ye kaçırmıştık. Bakalım bundan sonrakiler ne olacak?”
“Bugün bilinçli veya
bilinçsiz olarak turizm baltalanmak isteniyor… Böyle
bir şey olamaz….
“Bu görevlileri' kim buralara yerleştirir? Müze yöneticileri bize bağlı değiller deyip onların yaptıkları saygısızlıklardan sorumlu olmadıklarını söylüyorlar… Adamların turiste çemkirmeleri yetmeyecek yakında copla saldıracaklar!.. Rehberleri ile gezen gruplara özellikle mi müdahale etmeleri emredildi diye merak etmiyor değilim. Ayasofya’nın hatta bütün müzelerimizin içinde kontrolsüz bırakılan, koşuşan çocuklarımız onları nedense hiç rahatsız etmiyor?
Müze girişleri özelleştirildikten sonra, demek ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı görevlileri bu kez özel sektörün çıkarlarını korumak adına hareket ediyorlar…
Bakanlık bazı müzelerde rehberlere, gruplara kulaklıkla anlatma zorunluluğu getirmiştir. Bir bakıma rehberlerin anlattıklarının birbirine karışmaması yönünden yerinde bir uygulamadır. Ancak müze görevlileri müze içerisi ile müze bahçesini birbirlerine karıştırmaktadır. Bununla da ilgili şikayetler rehberlerden gelmektedir;
“Bir yönden çok koşuşturma olan turlarda rehberlerin 10 dakikasının bile çok anlam kazandığı anlarda kulaklık alma sırasında vakit kaybettirmektedir. Yeni başlayan ama hala oturamayan bir uygulamadan dolayı Ayasofya Müzesi içerisinde kulaklık kullanım zorunluluğunun getirildiğini ama bunun zaman kaybından öteye gidememektedir. Müze görevlilerine Ayasofya’nın tarihi ile beraber içeride neler göreceklerini bahçede sakin bir şekilde anlatacağımı, sonra da içeriye girerek anlattıklarımı görmelerini grubuma söyledim, Gruptaki herkes bunu olumlu buldu… Ardından Ayasofya girişinde müşterilerime biletlerini dağıtarak turnikelerden sonra buluşacağımı söyledim. Turnikeleri geçtikten sonra yılların verdiği bir alışkanlıkla boş bir alana rahat bir anlatım yapmak için yöneldim. O sırada takım elbiseli kravatlı boynunda Turizm Bakanlığı kartı. ( TGB, Turizm Bakanlığı Görevlisi ) olan bir bey yaklaştı.
— Merhabalar…
O sırada konuşmamıza kulak misafiri olan bir meslektaşım olaya müdahil oldu ve eğer burası gerçekten müzenin içerisi olarak kabul ediliyorsa nasıl olup da bu kadar kafeterya ve hediyelik eşya reyonlarının müzenin alanının işgal ettiğini, bu konuda haksız olduğunu belirtti. Bundan sonra görevlinin davranışları değişti.
— Beyefendi o zaman siz
burada anlatacak sanız hakkınızda tutanak tutacağım.
Kokart numarası gösterildikten sonra turistlerin hayret dolu bakışları altında konuşma sürer…
— Siz bu tutanağı tutun,
rehber bahçede kulaksız anlatma konusunda ısrar etti
diye yazın bende imzalayayım…
Konuşma böyle bittikten sonra bulunduğum yerde yaklaşık 40 dakika her şeyi anlatıp insanlara içeriyi görmeleri için boş zaman verdim…
Bilmiyorum, hatalı olan ben miyim? Sizlerin ve yönetimin takdirine bırakıyorum…”
İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür şehri fiyaskosundan sonra müzelerimizin hali pür melali…
Günümüzde gerçek müzecilerin olmadığı yönetimlerde bakalım daha ne falsolarla karşılaşacağız… Kenthaber, Yazı: Erdem Yücel, 30.05.2011 |
|
KOMET TABLOSU 260 BİN TL'YE SATILDI
Beyaz Müzayede tarafından dün Conrad Otel’de gerçekleştirilen müzayedede Komet’in 1992 yılına ait ‘Figürlü Kompozisyon’ isimli tablosu 260 bin TL’den alıcı buldu. Radikal, 30.05.2011 |
|
İSTANBUL'DAN NEMRUT DAĞI'NA TÜRKİYE'DEKİ DÜNYA MİRASI
İSTANBUL’UN TARİHİ ALANLARI Listeden çıkarılma riskiyle karşı karşıya Türkiye’de Dünya Mirası Listesi’ne alınan ilk yerlerden biri İstanbul’da Theodosios Surları’yla çevrili tarihi bölge olduğunu tahmin etmek için elbette kahin olmak gerekmiyor. Suriçi ya da Tarihi Yarımada olarak geçen bu bölge dünyanın önemli üç imparatorluğuna başkentlik eden, eski adıyla Bizans ve Konstantinopolis olarak geçen bölüm. Tüm dikkatler Sultanahmet’teki muhteşem anıtların (Ayasofya, Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı) üzerinde toplanmış ama aslında bu bölge muhteşem Süleymaniye Camii’ni ve hatta Vefa gibi semtlerin arka sokaklarında bulunan ahşap evleri de kapsıyor. Ne yazık ki eski İstanbul bugün nüfus baskısı, endüstriyel kirlilik ve kontrolsüz şehirleşmeden kaynaklanan büyük bir tehlikenin altında yaşıyor. Özellikle antik surların bazı yerlerinde yapılan restorasyon çalışmaları ise ciddi eleştirilere maruz kalıyor. Marmaray’ın tarihi bölgeden geçmesi ve belediyenin üzerine düşenleri yapmaması geçen yıl İstanbul’un listeden çıkarılması riskini getirmişti. İstanbul şimdilik listedeki yerini muhafaza ediyor. Gelecekte ne olacağını birlikte göreceğiz.
TROYA ARKEOLOJİK ALANI Akhaların Truva atı 2800 yıl sonra bilgisayar virüsüne ismini verdi Troya’yı duymayan var mıdır acaba? Hani İzmirli kör şair Homeros’un ünlü destanı “İlyada”da anlatılan, surlarını aşamayan Akhaların tahta ata sakladıkları askerlerle ele geçirdiği muhteşem şehir. Alman asıllı Heinrich Schliemann tarafından 1870’de gün ışığına çıkarıldığında uzmanlar onun en az Atlantis kadar heyecan verici olduğunu söylemişti. Eğer Efes ya da Afrodisyas’ı gördüyseniz bu antik şehri gezerken lütfen kıyaslama yapmayın. Aksi takdirde hayal kırıklığına uğramanız kaçınılmaz. Oysa ki Troya’nın Dünya Mirası Listesi’nde yer almasının nedeni sadece İlyada’nın sanatsal değeri ile açıklanamaz. Şehir, aynı zamanda Akdeniz ve Avrupa dünyasının Anadolu ile olan en eski ilişkilerinden birini ispat etmesi bakımından da çok önemli. Tek şehir değil Troya, üst üste yığılmış dokuz ayrı medeniyetten oluşuyor. 1996’da Milli Park ilan edildi, 1998’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girdi. Şehrin tarihi MÖ 3000’e kadar uzanıyor ama girişte gördüğünüz çirkin tahta atın doğum tarihi 1970’li yıllar. Troya döneminin en güçlü ticari konumlarından birine sahip; Mezopotamya, Mısır ve Anadolu’yu birbirine bağlayan kavşakta yer alıyor. Bu nedenle de kendini savunmak zorunda kalan şehir güçlü surlarla çevrilmiş. Troyalılar, kalelerini inşa ederken diğer coğrafyalarda bilinmeyen demiri kullanmış. Bilinen ve beklenenden daha büyük bir alana yayıldığı saptanan şehirde MÖ 1600’lü yıllarda beyin ameliyatı yapıldığı da ele geçen bulgularla ispatlanmış.
Tarihi şehirdeki kazıları yöneten Schliemann’ın zekası tartışılmaz. Alman işadamı, amatör arkeolog Schliemann, genç yaşta Kaliforniya’da altın işine girip çok zengin oldu, savaşlardan gelir elde etti, satılabilen her türlü ürünün ticaretini yapıp para kazandı. Çocukluğundan beri ilgi duyduğu İlyada Destanı’nda sözü edilen hazinelerin Çanakkale yakınlarındaki Hisarlık Tepesi’nde olabileceği ihtimali üzerine harekete geçip, Osmanlı’ya kazı izni için başvurdu. Bulacağı kıymetli eserlerin yarısını devletle paylaşmak üzere anlaşma imzaladı. Hazine bulma umuduyla tarihi kenti talan etti, tarihi duvarlar, evler, sanat eserleri tahrip oldu. Hazineyi bulduğunda ise, hepsini yurtdışına kaçırdı. Osmanlı Devleti derhal yasal işlem başlattı. Fakat her nasılsa birkaç bin altın karşılığında uzlaşma kabul edildi. Schliemann “İlyada hakkında hiçbir bilgileri yok. Müzelerindeki tarihi eserler dünya için bir kayıptır” dediği Osmanlı’dan Troya hazinelerini kurtardığını ve bilim adına bundan da gurur duyduğunu söyledi her yerde. Bulduğu mücevherlerin çoğunu karısı Sophia’ya hediye etti, eşinin mücevherli fotoğraflarını basına dağıttı. Hazineler 1945’e kadar Berlin’de saklandı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Sovyetler Birliği, Hitler’in ülkelerine verdiği zararın tazminatı olarak hazineye el koydu. Uzun yıllar nerede gizlendiği bilinmedi. Bu şahane eserler 1996’dan beri Moskova’da sergileniyor. Gördüğümde ülkemizden kaçırılan onca eser aklıma gelmişti ve içim acımıştı. Çocukluk rüyasını gerçekleştirip dünyanın en değerli hazinelerinden birini ele geçirmiş Schliemann ama arkasında şehrin harap olmuş katmanları ile telafisi mümkün olmayan zararlar bırakmış.
HİERAPOLİS/PAMUKKALE 2200 yıllık SPA merkezi Batı Anadolu bölgesinde kalsiyum zengini suların akarken bembeyaz travertenler meydana getirdiği, sıcak suların yine kalsiyumun oluşturduğu havuzlarda toplandığı, Denizli yakınlarındaki Pamukkale ilginç bir yerdir. Burası tarihin ilk dönemlerinden itibaren pek çok kavim için çekim merkezi olmuş ve MÖ 190 yılında Bergama Kralı 2’nci Eumenes bir kaplıca merkezi inşa ettirmiş. Bu kaplıca yıllar içinde Yunanlılar ve Romalılar tarafından defalarca elden geçirilmiş. Tepenin kenarına kurulan Hierapolis şehrinin içine doğru genişletilmiş. Günümüzde ziyaretçiler çoğu zaman travertenleri görmenin telaşı içinde Roma döneminden kalma orijinal yolları ve büyük bir mezarlığın da olduğu bu muhteşem şehir kalıntılarını gözardı edebiliyor. İsa’nın havarilerinden Aziz Philippos burada öldürüldüğü için Hıristiyanlar kente dini bir önem atfetmiş. Adı “Kutsal Şehir” anlamına gelen Hierapolis’un tiyatrosunda sahne ile seyircilerin oturduğu bölüm arasındaki yükseklik farkı yapının gladyatör dövüşleri için yapıldığını gösteriyor.
XANTHOS-LETOON Heredot tarihinin en kanlı sayfası Xantos’ta yaşanmıştı Likyalıların bu iki şehri Fethiye ve Patara sahilleri arasında kurulmuş. Kınık’ın arkasındaki bir tepede bulunan Xanthos, en eski ve en büyük Likya yazıtı, tiyatrosu ve mezarlarıyla dikkat çekiyor. Xanthos, Likya’nın en büyük şehriydi. Ticaretle zenginleşen, yine bu sayede diğer kültürlerle tanışıp sanat, mimari anlayışlarını geliştiren Likyalılar şehirlerini birbirinden güzel anıtlar yaptılar. Heredot Tarihi’nden öğrendiğimize göre, gurur duydukları şehir MÖ 540’ta Persler tarafından kuşatıldı. Yenileceklerini anlayan Likyalılar teslim olmak yerine akropolisi yıktı, eşlerini, çocuklarını, kölelerini öldürdü. Sonra Perslerin üzerine intihar saldırısı düzenledi. 1838’de şehir bir başka felaketi yaşadı. Charles Fellows kalıntıların büyük kısmını Londra’daki British Museum’a götürdü. Eğer Londra’ya giderseniz müzedeki Likya Eserleri Bölümü’nü ziyaret etmeyi unutmayın, burada ülkemizden çıkarılan pek çok eseri görmeniz mümkün. Bu alanda bulunan “ epigrafik yazıtlar, Likya uygarlığını ve onların Hint-Avrupa dillerini anlamak açısından çok büyük önem arz ediyor. Her iki şehir de Likya gelenekleri ile Helen kültürü karışımından oluşmuş. Bu karışımın etkilerini özellikle mezar ve gömü sanatı üzerinde görmek mümkün. Antik dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Halikarnas Mozolesi de Xanthos’taki Nereid Anıtı ile aynı aileden geliyor. Nereid Anıtı da ne yazık ki British Museum’da sergilenenler arasında. Kentte ele geçen en eski bulgular tarih sevenleri MÖ 8’inci yüzyıla kadar taşıyor. Letoon ise denize daha yakın bir yere kurulmuş ve başlangıçta Zeus’un sevgilisi Leto ile oğlu Apollo ve kızı Artemis için inşa edilen bir tapınakmış. Sık sık su altında kalan bu yer Xanthos gibi yaz kalabalıklarından kaçmak isteyen, sakinlik ve huzur arayanları bekliyor.
NEMRUT DAĞI Dev heykellerin zirveye taşındığı bir muamma Nemrut Dağı’nın “Dünyanın Sekizinci Harikası” olduğunu söylemek bir alışkanlık haline gelmiş. Dağa, Güneydoğu Bölgesi’nde, Malatya ve Adıyaman arasında. Zirvesindeki Antiochus’un (MÖ 69 - 34) muhteşem gömü alanını, höyüğün etrafını çeviren dev boyutlardaki kartal başları, arslan ve insan heykellerini görüp de hayran kalmamak elde değil. Burası tarihe dokunmak isteyen herkese tavsiye edilecek bir yer. Gezinizi daha keyifli hale getirmek için bir de ipucu verelim; şafakta ya da gün batımında akın eden kalabalıklardan kaçınmak, kendinizi bu antik harikaların sahibi gibi hissetmek istiyorsanız gün ortası saatleri tercih edin. Eğer dünyaki en güzel şafak ve günbatımlarından birine tanık olmak istiyorsanız, kalabalığa katlanmanız gerekiyor. Seçim sizin. Bir de uyarı; Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’ne giren yerler arasında en zor ulaşılanı Nemrut. Antiochus mozolesi 2 bin 150 metre irtifada, Fırat Nehri’ne ve obalara hakim bir tepede yapılmış. Hellenistik dönemin en büyük ve azametli yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Dağ yürüyüşüne uygun ayakkabılarınızı yanınıza almayı unutmayın. Burası bir yerleşim alanı değil, sadece Kommegene Kralı Antiochus Teos tarafından kendisi için yaptırdığı bir mezar ve Yunan ile Pers tanrılarının devasa heykellerinin olduğu bir kutsal alan. Heykellerin boyu 10 metre kadar. Buradaki eserlere bakıldığında iki büyük medeniyetin, Yunanlılarla Perslerin kaynaştığı ve bu krallığın kültürünü oluşturduğu görülüyor. Bu büyüleyici mekanda, 2002’de Akbank Oda Orkestrası, ertesi yıl zirveye taşıdığı piyanosuyla Tuluyhan Uğurlu birer konser vermişti.
USTA RESSAM, ÖNCÜ MÜZECİ OSMAN HAMDİ BEY 1842 - 1910 yılları arasında yaşayan Osman Hamdi Bey, Osmanlı sadrazamı İbrahim Ethem Paşa’nın oğlu. Paris’te eğitim gördü, sanatla tanıştı, gönül verdi. Paris’teki öğrencilik yıllarından arkadaşları Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid’le beraber Türk resim sanatının başlamasına öncülük etti; o zamana kadar kullanılmayan insan figürlü kompozisyonları resimlerinde kullanan ilk Türk ressamı oldu. En tanınmış eseri Kaplumbağa Terbiyecisi. 1882’de Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin (günümüz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi) kuruluşunda önemli rol oynayan Osman Hamdi Bey, çağdaş Türk müzeciliğinin de öncüsü. Kurduğu ve uzun yıllar müdürlüğünü yaptığı İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni dünyanın en prestijli kurumları arasına sokmayı başardı. Bir devrimci aynı zamanda. Osmanlı topraklarından çıkarılan eserlerin, yine bu topraklarda kalmasını savundu. Karl Humann’ın sultanın izniyle Bergama’dan Zeus Sunağı’nı yurt dışına götürmesi, Schliemann’ın da Troya’dan hazineleri kaçırması en çok onu üzdü. Dönemin güçlü ve zengin ülkelerinden büyük tepki alacağını bilmesine rağmen hazırladığı “Asar-ı Atika Nizamnamesi”nin 1884’de padişah tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesini sağladı. Bu kanunla birlikte Osmanlı topraklarında bulunan bütün tarihi eserlerin devlete teslim edilmesi, yabancıların yürüttükleri kazı çalışmalarına bir müze görevlisinin refakat etmesi ve bulunanların her gün kazı defterine işlenmesi zorunluluk haline geldi. Dünya ayağa kalktı; Londra, Paris ve Berlin müzeleri bu uygulamayı protesto etti. Artık hiçbir Batılı bilimadamının Osmanlı topraklarında kazı yapmak istemeyeceğini, bunun da Osmanlı’da tarihi çalışmaların sonunu getireceği yönünde açıklamalar yaptı. Lübnan’da Sayda Kral Mezarlığı kazılarında bulduğu dünyaca meşhur İskender Lahidi’ni Kayzer 2’nci Wilhelm’e hediye etmek isteyen 2’nci Abdülhamid’in bile karşısına dikilme cesaretini gösteren Osman Hamdi Bey’in çıkarttığı kanun 1960’a kadar yürürlükte kaldı.
GÖREME MİLLİ PARKI VE KAPADOKYA Peri bacalarına gizli 2300 yıllık sırlar Göreme Milli Parkı, 1985’te UNESCO’nun ilk kez Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’ne aldığı iki yerden biri. Tek özelliği bu değil elbette. En önemli özelliklerinden biri rüzgarın ve yağmurun zaman içinde yumuşak volkanik taşlar üzerine etki ederek oluşturduğu doğal güzelliklere bir örnek teşkil etmesi. Diğeri de kayalara oyularak inşa edilmiş kiliseler, şapeller ve yeraltı şehirlerine tarih sahnesinde atfedilen büyük önem. Geniş bir alana yayılmış Göreme Açık Hava Müzesi, Dünya Mirası Amblemini taşıma onuruna sahip. Bunun en önemli nedenlerinden biriyse Açık Hava Müzesi’nde göreceğiniz kiliselerde bulunan ve ikonakırıcı dönem sonrası Bizans sanatındaki gelişmeleri gözler önüne seren önemli kanıtlar.
HATTUŞA Tarihin ilk antlaşmasını bu şehrin halkı imzalamıştı Ankara’nın kuzey doğusunda, Çorum
sınırlarındaki gözlerden ırak muhteşem bir
yerleşim birimi Hattuşa. Son zamanlarda
başlatılan yeniden yapılandırma çalışmaları
uzman olmayanların gördüklerini daha kolay
yorumlamasını sağlamış. Ancak diğer taraftan da
sadelik yanlısı mükemmelliyetçileri rahatsız
edip yapılanları eleştirmelerine neden olmuş. Bu
bölgenin tarihi Hititlerin Orta Anadolu’da geniş
bir alana hükmettikleri döneme, yani MÖ 2’inci
binyıla kadar uzanıyor. İbadet ettikleri
tanrıların kabartmaları ise şehrin çok
yakınlarındaki Yazılıkaya’da görebilirsiniz.
Hitit İmparatorluğunun MÖ 13. ve 17. yüzyıllar
arasındaki başkenti.
DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI Evliya Çelebi, onun güzelliğini övmek için sözcük bulamamıştı Divriği’de Ahmet Şah için 1228 - 1229 seneleri arasında inşa edilen muhteşem külliye, Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen yerler arasında en az bilineni ve Nemrut’tan sonra ziyaret etmesi en meşakkatli olanı. Sivas’ın doğusuna doğru yapacağınız yaklaşık üç saatlik bir yolculuk sonrasında kalabileceğiniz doğru dürüst bir otel bulabilmeniz bile ne yazık ki zor. Sivas şehri Selçuklu mimarisine ait birbirinden güzel örnekler barındırıyor. Bu eserlerin ortak özelliği ise tüm süslemelerin giriş bölümünde yoğunlaşmış olması. Oysa ki oymacılık sanatının farklı türlerine ve her seviyeden örneğine rastlayabileceğiniz Divriği’de süsleme tutkusu yapıların dışına da taşmış durumda. Bu özelliği onu mimari meraklıları arasında vazgeçilmez kılmış. Evliya Çelebi kapı ve duvarlardaki süsleme sanatının güzelliğini “methinde diller kısır, kalemler kırıktır” diye ifade etmiş. Hamam, şifahane ve camiden oluşan Anadolu’nun bu en eski külliyesi kabartma sülus yazıları, yıldız ve geometrik motifleriyle eşi benzeri olmayan bir yapı. Süslemeler hiç bir motife bağlı kalınmadan yapılmış ve motifler asla tekrar edilmemiş. Caminin kapısına güneş ışığı vurduğunda ortaya Kuran okuyan insan silüeti çıkıyor. Türkiye’den Dünya Mirası Listesine alınan ilk mimari yapı olma özelliğine sahip.
SAFRANBOLU Her köşkü bir sanat
eseri
LİSTE SÜRPRİZLERLE DOLU Dünya Mirası Listesi hazırlama fikrinin geçmişi yarım asır öncesine uzanıyor. 1959’da uluslararası toplum bir araya gelmiş ve Mısır’daki Abu Simbel ile Philae tapınaklarının bakımı ve bu tapınakların Aswan Barajı’nın arkasında yapılan yeni gölün olası taşkınlarından korunması amacıyla daha yüksek bir yere taşınması için gereken parayı toplamayı başarmıştı. Bu çalışmaları kısa süre içinde yeni başvurular takip etti ama İtalya’daki Venedik, Pakistan’daki Mohenjo-daro ve Endonezya’daki Borobudur tapınakları için verilmesi gereken destekle birlikte önemli bir eksiklik de fark edildi. Kaybolmaları halinde dünyanın eskisi gibi olmayacağı konusunda fikir birliğine varılan eserleri kapsayan bir listeye ihtiyaç vardı. Dünya Mirası Listesi böyle hazırlandı. Günümüzde tam 187 ülke sözleşmeyi imzalamış durumda, hali hazırdaki son liste ise önemi tartışılmaz 911 bölgeyi kapsıyor. 151 ülkede bulunan bu yerlerin 704’ü kültürel, 180’i doğal ve 27’si de hem kültürel hem de doğal yerlerden oluşuyor. Bu son gruptakiler sayıca az oldukları için daha da önemli, onlardan biri de Pamukkale. Listenin tamamını internette, bulabilirsiniz. (www.whc.unesco.org/en/list)
TÜRKİYE’DEN DİĞER ADAYLAR * Alahan Manastırı (25/02/2000) * Alanya (25/02/2000) * Antik Likya Uygarlığı Kentleri (06/02/2009) * Afrodisyas Antik Kenti (06/02/2009) * Perge Antik Kenti (06/02/2009) * Sagalassos Antik Kenti (06/02/2009) * *Bursa ve Cumalıkızık Osmanlı ilk dönemi kırsal ve kentsel yerleşimleri (25/02/2000) * Edirne Selimiye Camii (25/02/2000) * Efes (01/02/1994) * Güllük Dağı Termessos Milli Parkı (25/02/2000) * Harran ve Şanlıurfa (25/02/2000) * İshak Paşa Sarayı (25/02/2000) * Karain Mağarası (01/02/1994) * Kekova (25/02/2000) * Konya Selçuk Medeniyetinin Başkenti (25/02/2000) * Mardin Kültürel Alanı (Eski Kenti) (25/02/2000) * Çatalhöyük Neolitik Kenti (06/02/2009) * Denizli Doğubeyazıt güzergahında Selçuklu Kervansarayları (25/02/2000) * St. Nikolas Kilisesi (25/02/2000) * St. Paul Kuyusu ve çevresindeki tarihi bölge (25/02/2000) * Sümela Manastırı (25/02/2000) * Diyarbakır Kalesi ve Surları (25/02/2000) * Ahlat Urart Mezartaşları ve Osmanlı Kalesi (25/02/2000)
UNESCO DÜNYA MİRASI GEZGİNLERİ DERNEĞİ GENEL SEKRETERİ AYNUR KOÇ Dünyada 10 kriterden 9’una sahip tek yer Hasankeyf, fakat listede yok Televizyondaki bilgi yarışmalarında “UNESCO Dünya Mirası nedir? Ülkemizde kaç adet UNESCO Dünya Mirası vardır” sorusu yöneltilse, yarışmacılar bir yana ekran başındakilerin arasından doğru yanıt veren çok az kişi çıkar. Coğrafi konumu nedeniyle özellikle Anadolu’dan onlarca medeniyet geçmiş, her birinden bugüne kadar gelen eşsiz eserler kalmış. Böylesi zenginliğe sahip ülkemizden UNESCO Listesi’ne sadece 9 yer girebilmiş. Bunlardan İstanbul’daki Tarihi Yarımada, geçen yıl listeden düşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bizler, dünyayı gezen, diğer ülkelerdeki Dünya Mirası yerlerinin çoğunu gören gezginler, 2010 Mayısı’nda bir araya gelerek Başkanımız Atila Ege liderliğinde Dünya Mirası Gezginleri Derneği’ni kurduk. 911 adetlik listede, Atila Ege, sanıyorum 600’e yakın yerle Türkiye’de en fazla Dünya Mirası gören kişi.
Hürriyet, Haber: Saffet Emre Tonguç, 30.05.2011 |
|
AHISKA AHMEDİYE CAMİSİ RESTORE EDİLECEK |
|
İMAMA KAÇAKÇILIKLA MÜCADELE ÖDÜLÜ
İlk kez bir din
adamına, ‘’Kaçakçılıkla mücadelede başarı ödülü’’
verildi. Eski eser hırsızlıkları ve kaçakçılığına
karşı mücadelede katkı sağlayan, çalınan bir eserin
de bulunmasında rolü olan İstanbul Beşiktaş Küçük
Mecidiye Camii imamı Cavit Coşkun Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nce ödüllendirildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde, çalınan tarihi
eserleri izleyen ‘’Kaçakçılıkla Mücadele Bürosu’’
buluyor. Türkiye genelindeki binlerce vakıf eseri ve
camiye dadadan hırsızlar, antika halı ve kilimlerden
hat levhalarına, çinilerden şamdan ve kazanlara
kadar pek çok değerli eşyayı çalıyor. Hırsızlığın en
çok yaşandığı illerin başında ise en fazla tarihi
eserin olduğu İstanbul geliyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü, çalışmalara katkı sağlayan
ve “Boğaz'ın sanatkar imamları” arasında yer alan
Beşiktaş Küçük Mecidiye İmamı Cavit Coşkun’u da
ödüle layık gördü. Kaçakçılık ve hırsızlıkla
mücadeleye destek veren Coşkun, yaklaşık 16 yıldır
Küçük Mecidiye Camii’nde görev yapıyor. Hat sanatı ile uğraşan Coşkun, ünlü hattat Aydın
Ergün’den de eğitim aldı. İmam Coşkun, Beşiktaş
semtindeki camilerde bulunan hat eserlerinin
dokümanlarını da çıkardı. Fotoğraflarıyla birlikte,
bütün eserlerin eni, boyu, yazı çeşidi, hattatın kim
olduğu da anlatan Coşkun, kayıtları sayesinde Sinan
Paşa Camii'nden çalınan bir eserin bulunmasını da
sağladı. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Coşkun’un yanı sıra, Kaçakçılıkla Mücadele Birim Sorumlusu Zübeyde Cihan Özsayıner, Birim Şube Müdürü Serpil Özçelik, vakıf uzmanı Mahir Polat, ve arkeolog-komiser İsmail Şahin’e de katkılarından dolayı ödül verdi. gazeteport.com, 29.05.2011 |
|
BİN 882 TARİHİ ESERİ GERİ ALDIK
İnönü Üniversitesi'nde gerçekleştirilen 33. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'na katılan Ayaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın şu anda en önemli faaliyetlerinden birisinin yasa dışı yollarla yurt dışına çıkarılmış eserlerin iadesi olduğunu ifade etti.
Bu konuda son 4 yıl içerisinde çok ciddi mesafeler kat edildiğini belirten Ayaz, “Bakanlığımızın çalışmaları kapsamında 2011 yılında yurt dışına çıkarılan bin 882 eser Türkiye'ye kazandırıldı. Bunların hepsi yasa dışı yollarla yurt dışına çıkarılan eserlerimizdi” dedi.
Uluslararası yasalar ve mevzuatlar açısından yurt dışına çıkarılmış eserlerin iadeleri konusunda sıkıntılar yaşadıklarını ifade eden Ayaz, şunları kaydetti: “Herhangi bir eserin yasa dışı yollarla bulunduğu ülkeye, iadesi konusunda girişimde bulunduğumuz takdirde, 1970 yılında bizim de taraf olduğumuz UNESCO Sözleşmesi karşımıza çıkıyor. Burada bağlayıcı olan iki hüküm var. Birisi, söz konusu olan eserin bir envanter kaydının olması. Eserlerin envanter kaydını ispatlayabiliyorsanız iadesi mümkün. Diğeri ise, eserlerle ilgili çalındığı andan itibaren bir hukuk davasının olması. Bunun dışında bir şekilde yurt dışına çıkarılmış eserlerin iadesi mümkün olmuyor.”
Eserlerin iadesi konusunda ikili kültürel anlaşmalara önem verdiklerini dile getiren Ayaz, Türkiye gibi bu konuda mağdur olan ülkelerle işbirliği yaptıklarını, haksız yere eserlerini iade etmeyen ülkelerle kültürel ilişkilerini sınırlandırdıklarını söyledi.
Türkiye'den yurt dışına çıkmış olan eserlerin yüzde 90'ının kaçak kazılar yoluyla gittiğini belirten Ayaz, şöyle devam etti: “Türkiye'de çok fazla kaçak kazı yapılıyor. Uluslararası alanda bu işin piyasası, pazarlanması var. Perde arkasında bilmediğimiz bir çok güç var. Ülkemiz çok fazla arkeoloji zengini. Kaçak kazıları önlememiz bu anlamda çok zor. Burada önemli olan toplumsal kültür bilincinin arttırılması. Kültür varlığı, uluslararası literatürde insanlık mirası olarak değerlendirilir. Bizim mevzuatımıza göre de devlet malı olarak nitelendiriliyor. Böyle olunca kamunun ortak malı sayılıyor. Bir bireyin bunu kullanması yasal ve insani hatta ahlaki değil. Bu bilincin oluşturulması lazım” diye konuştu.
Ayaz, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bir diğer önemli çalışmasının da ülkedeki müzelerin teknik imkanlarının artırılması olduğunu belirtti.
Bölge bazında yapılan tip müzeler yerine, yörenin ikLim şartlarına uygun olarak yeni bir yapılanma içerisine girdiklerini anlatan Ayaz, “Eserlerin tarihi niteliklerine göre teşhir ve tanzim edilerek, yeniden dizayn edilmesi konusunda Bakanlığımızın ciddi çalışmaları var. İnşallah önümüzdeki sezon içinde müzelerimiz, çağdaş müzecilik nitelikleri neleri gerektiriyorsa, o çerçevede bir konuma oturtulacak” dedi.
Türkiye'de 100'e yakın devlet müzesi, 100'e yakın da sivil toplum kuruluşlarının müzeleri olduğunu aktaran Ayaz, açıklamasını şöyle tamamladı: “Şu anda Türkiye'deki tarihi zenginliği dikkate aldığımız da, mevcut müzelerin yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. İleride bölge müzeleri niteliğinde daha büyük çaplı ve donanımlı müzelerin oluşturulmasını hedefliyoruz. Bu manada konumları itibariyle bazen arkeolojik kazıların bulunduğu mekanlarda müzeler açılarak, normal müzelerin dışında bu konunun güçlenmesi için ciddi gayret gösteriyoruz. Bir çok eserimiz şu anda teşhir ve tanzim alanları yeterli olmadığı için depolarda tutulmaktadır. Tabi bunları sağlıklı bir şekilde sergilemek amacıyla bu çalışmalarımız yoğun bir şekilde devam ediyor.” Hürriyet, 29.05.2011 |
|
KESTEL KALESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Kestel’e adını veren ve bölgenini en eski kalesi olan tarihi Kestel Kalesi’nin bölge turizmine kazandırılması için çalışmalar başladı.
Kestel Belediyesi tarafından yürütülen çevre düzenleme ve restorasyon çalışmaları hakkında bilgi veren Belediye Başkanı Yener Acar, ilçenin en önemli sembollerinden olan kalenin, tarihi dokusunu yeniden ortaya çıkaracaklarını söyledi. Başkan Acar, ’Geçmişte oluşan çarpık yapılaşma yüzünden kaybolan tarihi kalenin yeniden ilçeye kazandırılması amacıyla, kamulaştırma çalışmaları kapsamında kamulaştırılan 3 adet binanın daha yıkımını gerçekleştiriyoruz. Binaların yıkılması sonrasında Büyükşehir Belediyesi ile birlikte çevre düzenleme çalışmalarına başlanacak’ dedi. Beşken Acar, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün onayladığı proje ile de aynı zamanda restorasyon çalışmalarını sürdüreceklerini sözlerine ekledi. Bursa Olay, Haber: Osman Güneş, 29.05.2011 |
|
MAGNESİA ANTİK KENTİNE TURLAR BAŞLADI
Aydın’ın Germencik İlçesi Ortaklar Beldesi’ne bağlı Tekinköy sınırları içinde bulunan Magnesia antk kentine turlar başladı.
Antik kentteki kazıları yürüten Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Orhan Bingöl, 1984 yılından bu yana Magnesia’da çok önemli eserleri ortaya çıkarttıklarını ve buranın turizme açılmasının zamanının geldiğini söyledi. Tura Turizm’in de bu fırsatı değerlendirdiğini kaydeden Bingöl, günde 4- 5 otobüs turist geldiğini belirtti.
Magnesia’nın önce Perslerin, ardından Hellenistik krallıklarından Seleukos ve Bergama’nın (MÖ 189) hakimiyeti altına girdiğini kaydeden Bingöl şu değerlendirmede bulundu: “Bu yıllar kentin en görkemli dönemleriydi. Kent Priene- Ephesos- Tralleis üçgeni arasında ticari ve stratejik açıdan önemli bir konumdaydı. Magnesia’nın bu görkemi MS 262′de Ephesos ve Priene gibi, Gotlar tarafından yakılıp yıkılmasıyla sona ermiş gibi görünüyor. Kent, MS 620-630 yıllarında Pers kralı II. Hüsrev’in ordularının akınlarına karşı koymak üzere Artemis kutsal alanı çevreleyen surun içine çekilmişti. Magnesia 12′ci yüzyılda bir Bizans kenti ve piskoposluk merkezi olarak geçmektedir. Kentin 1300′lerden sonra Aydınoğulları Beyliği’nin hakimiyeti altına girdiği, daha sonra karşılaştığı nehir taşkınlarının getirdiği hastalıklar sonunda da terk edilmesiyle, ortadan tamamen kalktığı anlaşılmaktadır.” haberler.com, 29.05.2011 |
|
OĞUZ ATAY İÇİN NE YAPMALI?
'Tutunamayanlar'ın yazıldığı binadan bir süredir balyoz sesleri geliyordu. Oğuz Atay severler haberle huzursuzlanıp ayaklanmışken bina sahibi ortaya çıktı. Tolga Sobacı, bilmeden yaptığı 'edebi' yatırımı anlatırken ikinci katın akıbetini 'sevgili okuyucuya' soruyor.
‘‘Köyde oturduğum sırada bir gün ‘ilginizi umarak’ diye imzalanmış bir kitap gelmişti bana: ‘Tutunamayanlar’. Çok beğendiğim halde bunu Oğuz Atay’a bildirmek gereği duymamıştım. Böylesine güzel
bir roman yazan birinin başkalarını da yazacağını,
benim yargıma gereksinmeyeceğimi düşünmüştüm. Yıllar
sonra bir tanıdığına benim için ‘Romanımla
ilgilenmedi’ demiş. Bunu duyduğuma üzüldüm. Ölmemiş
olsaydı ne yapar eder, onu bulur konuşurdum.”
Radikal, Yazı: Pınar Öğünç, 29.05.2011 |
|
RUS KÜTÜPHANESİNDEK TÜRK EL YAZMASI ESERLER, YUVAYA DÖNÜYOR
Kültür mirasımızın önemli ürünleri arasında yer alan Türkçe elyazmaları, yabancı ülkelerle aramızda köprü kuracak nitelikte.
Çünkü Rusya Bilimler Akademisi Doğu Elyazmaları Enstitüsü ile Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi arasında yapılan anlaşma çerçevesinde elyazması eserlerin dijital kopyası iki ülke arasında değiş tokuş edilecek. 65 dilde eserin mevcut olduğu St. Petersburg Kütüphanesi'ndeki Türkçe 3 bin, Arapça 10 bin, diğer dillerde yazılmış 87 bin eserin dijital kopyası Türkiye'ye getirilecek. Bu eserlerin önemli bir bölümünü, Sovyet Rusya döneminde elçilerin bulundukları ülkelerden satın alarak Rusya'ya götürdüğü eserler oluşturuyor. Zaman, Haber: Ünal Livaneli, 29.05.2011 |
|
İZMİR'İN TÜRK MÜHRÜNE VAKIFLAR EL ATTI
İzmir'in Türk hakimiyetine girmesinde önemli rol oynayan Emir Sultan'a ait türbe, Büyükşehir Belediyesi ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nü karşı karşıya getirdi.
Restorasyon çalışmalarını 2006 yılında bir protokolle üstlenen belediye, vaadini beş yıl boyunca yerine getirmeyince Vakıflar Bölge Müdürlüğü, harekete geçti. Bunun üzerine belediye, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne 'kesin teminat' adı altında 50 bin 483,19 lira yatırarak, restorasyonu iki yılda tamamlama sözü verdi. Sivil toplum örgütü temsilcileri, "Ya restorasyona bir an önce başlayın ya da protokolü iptal edin, Vakıflar Müdürlüğü yapsın." diyerek belediyenin restorasyona başlamamasına tepki göstermişti. Zaman, Haber: Ömer Oruç, 29.05.2011 |
|
3 DİN İÇİN ÖRNEK SAYGI DURUŞU
Kumkapı'nın bilinen kalabalığından ve
keşmekeşinden kurtulup arka sokağa geçince Ermeni
Patrikhane’sinin ve karşısındaki 3 kilise ile
birlikte Bezciyan Okulu’nun bulunduğu genişçe bir
meydan karşılar sizi. O 3 kiliseden birisi olan
Vortvots Vorodman Kilisesi yıllardır tam bir harabe
halindeydi. İsmi Ermenice’de, ‘Gökgürültüsünün
Çocukları’ anlamına gelen mabet, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin restore edilen ilk kilisesi olarak hayat
kazanıyor. ‘Mesrob Mutafyan Kültür Merkezi’ adı
altında hizmete girecek olan Vortvots Vorodman
Kilisesi, muhtemelen bir süre sonra Kumkapı’nın
çehresini de değiştirecek. (Ahtamar da restore
edildi ama bilindiği gibi o kilise olarak değil,
müze olarak kayıt altında.) Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 29.05.2011 |
|
KAÇIRILAN TARİHİ ESERLER KOLEKSİYONERLE GERİ GELİYOR
Sempozyumla ilgili bir açıklama yapan Adell
Armatür Abı Hayat Koleksiyonu Kurucusu Dr. Ercan
Topçu "Avrupa ve Amerika`daki Sotheby ve Christy`s
gibi ünlü müzayede kuruluşlarının müşterilerinin
çoğunu Türkler oluşturmaktadır. Özellikle Türk ve
İslam, Osmanlı eser müzayedelerinde salondaki
müşterilerin çoğu Türklerdir. Bu ülkemiz adına
sevindiricidir. Bir şekilde yıllar önce Türkiye`den
yasal veya kaçak çıkmış, kaçırılmış eserler
Türkiye`ye geri getirilmektedir" şeklinde konuştu.
İstanbul Ajans, Haber: Selma Aktaş, 28.05.2011 |
|
'FUTBOL MAÇI' TABLOSU SATILDI
1976 yılında 88 yaşında hayata gözlerini yuman İngiliz ressam LS Lowry'nin "Futbol Maçı" (The Football Match) isimli tablosu, İngiltere'nin başkenti Londra'da, Christie's Müzayede Evi'nde yapılan bir açık artırmada 5.6 milyon sterline (14.8 milyon Türk Lirası) satıldı.
Habertürk, 28.05.2011 |
|
TARİHİ İMARET 600 YIL SONRA ASLINA DÖNDÜ
Bursa Büyükşehir
Belediyesi,
Çelebi Sultan
Mehmet tarafından 1400'lü yılların başında
yaptırılan ve zaman zaman amacı dışında
haberler.com, 28.05.2011 |
|
ÜÇ DİNİN ÜÇ ESERİ YENİDEN CANLANIYOR
Geçmişi 8500 yıl öncesine uzanan ve pek çok medeniyete ev sahipliği yapan İzmir’de, duvarlar arasında kalan, dar sokaklara sıkışan köklü tarihi gün yüzüne çıkarabilmek için çabalar sürüyor. Büyükşehir Belediyesi, projeleri 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan onaylanan Emir Sultan Türbesi ve Zaviyesi ile Doğanlar Kilisesi ve Beit Hillel Sinagogu’nda restorasyon yapılacak.
İzmir’in tarihin farklı evrelerinde her kültüre, her inanca, her dile kapısını açan bir kent olduğunu söyleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, “İzmir, farklılığını zenginlik olarak algılayıp, bu yönde hoşgörü içinde yaşayan insanların kenti. Biz de kentimizin bu özelliğini pekiştirecek söz konusu üç projeyi bir an önce hayata geçirmek istiyoruz. Önümüzdeki aylarda yapılacak olan ihale süreçlerinin ardından başlayacak olan çalışmalarla bu 3 yapımız orijinal halleri korunarak kent kültürü açısından tekrar ayağa kaldırılacak” dedi. Milliyet Ege, 28.05.2011 |
|
KARGOYLA
Kargo ile hayvan
uyuşturucu kaçırma haberlerini duymuştuk. Cnn Türk, 28.05.2011 |
|
OLİMPOS'TAKİ GİŞE ÜCRETİ TARTIŞMA YARATTI
Antalya’nın Olimpos tatil beldesinde yapılan özelleştirme sonrasında köylüler ve turistlerden 3 TL gişe parası alınması tepkilere neden oldu. Köylüler ve turizm işletmesi sahipleri, bu durumun düzeltilmesi için yetkililerden yardım beklediklerini söyledi.
Özelleştirme kararı ardından 7 ay
önce gerçekleştirilen ihale ile sahile inen
gişelerin işletim hakkını, TURSAB kazandı. 3 ay önce
gişelerin devri yapılan firma, ücretsiz geçiş ve
haftalık bilet uygulamasını kaldırarak, her geçişten
3 TL almaya başladı.
Tarihi mekanlar ve plajın temizliğiyle bakımını kendilerinin yaptığını, bu yerleri ziyaret etmek veya serinlemek amacıyla denize girmek için ayrıca para ödemelerine bir anlam veremediklerini belirten köylüler, "Bizim suçumuz ne?" diye sordu.
"Olimpos’ta kalan turist, günlük kişi başı yaklaşık 9 TL plaja giriş ücreti vermek istemiyor. Şimdiden plaja gelen bazı gruplar, girmeden dönmeye başladı. Tursab’a başvurduk, sorunun çözüleceğini söylediler. Kumluca Kaymakamlığı kanalıyla, durumu Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine de ilettik. Ama bugüne değin çözüm üretilmedi. Köy halkı turizm sezonunun başladığı şu günlerde yaşanan olaylardan dolayı çok rahatsız ve tepkili."
Çözümün, bakanlığın eskiden olduğu gibi işletme sahiplerine haftalık bilet vermesi ya da Olimpos antk kentine giriş kapısı yapılması olduğunu dile getiren Karataş, "Yoksa Olimpos’a turist gelmeyecek" dedi.
Dünyaca ünlü Kadir’s Ağaç Evleri’nin sahibi Kadir Kaya ise başta Almanya olmak üzere İngiltere, Amerika, Kanada ve Avustralya’da katıldıkları fuarlarla Olimpos’u dünyaya tanıtmaya çalıştıklarını söyledi. Beldenin alternatif turizmde geldiği seviyenin yadsınamaz olduğunu anlatan Kaya, özelleştirme sonucu bölgede faaliyet gösteren işletmelerde kalan müşterilerin ek masraf katacağı için Olimpos’u tercih etmeyeceğini aktardı. Bu nedenle müşteri kayıpları olacağını ve bunun da ülke turizmine olumsuz yansıyacağını belirten Kaya, belde halkının tanıtım için yaptığı bu kadar çabayı bakanlığın görmezden gelmeyeceğini umut ettiğini kaydetti.
Kumluca Kaymakamı Salih Işık, Olimpos’ta sorunun çözümü için Yazır Köyü Muhtarlığı kanalıyla Turizm İl Müdürlüğü nezdinde girişimlerde bulunduklarını söyledi. Turizm Gazetesi, 27.05.2011 |
|
GÜNAY: SON 3,5 YILDA ÜÇBİNDEN FAZLA TARİHİ ESERİ GERİ GETİRDİK
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yurtdışına götürülen tarihi eserleri tek tek geri getirmeye başladıklarını söyledi. Son 3,5 yılda 3 binden fazla eseri geri aldıklarını, bunların başında da İzmir'in Bergama İlçesindeki Hattuşaş sfenksinin geldiğini kaydetti.
Berlin'deki temasların netice verdiğini ve Alman yetkililerin kendilerini haklı bulduğunu aktaran Günay, Almanların yaptığı Hattuşaş kazılarının 94. yılında götürülen eserin bu yıl geri alınacağını belirtti. Türkiye'nin üzerinde oturduğu tarihi zenginliğin kültürlerin gelişmesiyle açığa çıktığını vurgulayan Bakan Günay, "Ondan önceki beş altı yılda ise 2 bin küsur eser götürülmüş ama biz ısrarlı bir takiple son üç yıl içinde, bir kısmı sikke olan arkelolojik eserlerin birçoğunu geri aldık. Biz petrol değil ama inanılmaz bir tarihi zenginliğin üzerinde oturuyoruz. Dünyada ulaşım imkanları arttıkça, dünya daha bilgili hale geldikçe bizim bu zenginliğimizin kıymeti de gün artacak" dedi.
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB)'nin İzmir Hilton Oteli'nde düzenlediği etkinlikte konuşan Kültür ve Turizm Bakanı, ülkenin kabuğunu kırdığını ve turizmde önde bir konuma yükseldiğini söyledi. Hedef olarak yedincilik yerine ilk beşi planladıklarını aktaran Bakan Ertuğrul Günay, "Türkiye'ye gelen turistlerin sayısını 15 milyon arttırdık; 1983'ten 2003 yılına kadar ise sayı 13 milyondu. Bu da Türkiye'nin altyapısının, imajının ve iç barışının gelişmesi sayesinde oldu." şeklinde konuştu.
TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy ise 2016 yılında müzelere 50 milyon ziyaret ve 1 milyar 157 milyon dolar gelir hedeflediklerini kaydetti. Müze Kart sayesinde 50 milyon kişinin müzeleri gezdiğini, 7 milyon 800 bin kaçağın da önlendiğini aktaran Ulusoy, İzmirlilerin Bakan Günay'ın kıymetini bilmesi gerektiğini ifade etti. Toplantıya, eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım da katıldı. Turizm Gazetesi, 26.05.2011 |
|
"MİTOLOJİK AMAZONLAR YERİNE YAŞANMIŞ KÜLTÜRLER CANLANDIRILMALI"
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi ve Genel Türk Tarihi Uzmanı Doç.Dr. İbrahim Tellioğlu, mitolojik kadın savaşçısı Amazonlar’ın Karadeniz’de yaşadıklarına dair tek bir tarihi delil bulunmadığını söyledi.
Doç.Dr. Tellioğlu, Amazon efsanesinin arkeolojik kazılar gibi kaynaklarla doğrulandıktan sonra kullanabileceğini kaydetti.
Samsun’daki Batı Park dolgu alanına trilyonlar saçan Büyükşehir Belediyesi, Amazon heykelinin ardından Amazon Parkı ve köyünün yapımını sürdürüyor. Amazon kültürünün tanıtılacağı köyün yapımı için çalışmalar sürerken, olmayan bir kültürün canlandırılmak ve yaşatılmak istenmesine anlam verilemiyor. Sivil toplum örgütleri, efsaneler yerine kent tarihinde yaşamış kültürlere sahip çıkılmasını isterken, yetkililer ise tepkilere kulak asmıyor.
Konuyla ilgili Zaman’a konuşan Doç.Dr. İbrahim Tellioğlu, inşa edilmeye çalışılan yapının tarihi gerçeklikle alakası olmadığını belirtti. Bunun kent tarihi içinde düşünülmemesi gerektiğini ifade eden Doç.Dr. Tellioğlu, “Amazonlar hakkındaki bilgilerin çoğu Yunanlı tarihçilerin yazdıklarından esinlenir ve bu yazılanlarda Yunan mitolojisinin izleri görülür. Tarihi bakımdan efsanelerde anlatılan bilgileri ince eleyip sık dokumak gerekir, çünkü bunların büyük kısmının gerçek olma ihtimali yoktur. Mitolojik bilgiler ancak arkeolojik kazılar gibi kaynaklarla doğrulayarak tarihi delil olarak kullanabilir.” dedi.
Amazon efsanesinin ortaya çıkışına değinen Doç.Dr. Tellioğlu, “Yunanlı tarihçiler, İskitlerin Amazon adında bir kadınlar topluluğu olduğunu yazmışlardır. Bu savaşçı kadınlar topluluğunun başkenti de Themiskyra isimli bir bölgeymiş. Onlardan alıntı yapan pek çok araştırmacı da bu topluluk hakkında bir şeyler kaleme alarak efsaneyi günümüze kadar taşımışlardır. Ancak Terme ya da çevresinde onların var olduğunu ispat edecek iğne ucu büyüklüğünde dahi olsa tek bir tarihi delil yoktur. Yani mitolojideki çok başlı ejderhalar, insan yiyen canavarlar, kanatlı atlar vs. ne kadar gerçekse Amazonlar da o kadar gerçektir. Amazon Köyü ve heykeli turistik bir varlık olarak düşünülmelidir.” bilgisini verdi.
Samsun’un yaşatılacak çok önemli varlıkları olduğuna değinen Doç.Dr. Tellioğlu, “Mübadiller ve Kafkaslardan göç edenlerle birlikte 30′a yakın etnik grup kader birliği yapıp Samsun’un nüfusunu zenginleştirmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşuna da beraber tanıklık etmişler. O yüzden bu insanlar arasındaki kaynaşmayı artıracak simgeler seçilmelidir. Samsun, Milli Mücadele’nin simge şehridir. Hiçbir simge, bunun önüne geçmemelidir. Tütün İskelesi’nin benzeri ve Bandırma Vapuru simgelerdir. Seydi Kutbiddin, İsa Baba, Kılıçdede önemli dini motiflerdir. Çarşamba’nın bin yıllık çivisiz camisi, Vezirköprü’nün Köprülü ailesi, Havza’nın Atatürk tarihi gibi birçok değer hak ettiği ilgiyi görememektedir.” görüşünü savundu. Zaman, 26.05.2011 |
22 - 28 Mayıs 2011 |
|
MÜZELERDE GİŞE SOYGUNU İstanbul’daki müze gişelerinde yaşanan yolsuzluklar şeytana pabucunu ters giydirecek türde. Ayasofya Müzesi ve Topkapı Sarayı’nda çalışan gişe memurlarının bu akıl almaz planları, sonunda bakanlığı pes ettirdi. Çareyi gişeleri özelleştirmede gören bakanlık şimdi özel sektörü nasıl kontrol altına alacağını düşünüyor. Sadece bu iki müzenin görünen yıllık geliri 60 milyon lira. Çalışanların bazılarıın mal varlığında ciddi artış belirlendi. Yurtdışına seks partilerine gittikleri, Kıbrıs’ta kumar oynadıkları, bir yıl içinde ev, otomobil aldıkları tespit edildi. Devam eden davalarda bakanlık hakkını arıyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, gişelerin kasım ayında özel sektöre devrinden sonra gelirlerin yüzde 40 arttığını söyledi. Günay “Bu fark daha önce birilerinin cebine gidiyordu’’ dedi. (Kasımdan itibaren bugüne kadar olan dönem ile geçen yıl aynı dönem karşılaştırıldığında yüzde 40’lık artış oldu. Yıl geneline yayıldığında 24 milyon liralık artış oluyor.) Gişe ve turnikede duran memurların özelleştirmeden önce çok farklı yöntemlerle yolsuzluklar yaptığı tespit edildi. Bir yöntemde müze kartlar kullanılıyordu. Müze Kart’la içeriye giren ziyaretçi aynı kartla 3 saat sonra yeniden giriş yapabilme hakkına sahip. Yabancı turistlerin kullanması yasak olmasına rağmen, bilet sattıkları yabancı ziyaretçileri Müze Kart ile gezdirdiler. İddiaya göre 2010 yılında Topkapı Sarayı’nda gişe memurunun sattığı biletle turnikenin başına gelen turist, turnikedeki görevli tarafından bilet barkodu hiç okutulmadan içeriye sokuluyordu. Çünkü turnikede görevli memurun pantolonunun altında, bacaklarına yapıştırılmış 10’a yakın Müze Kart vardı. Turnike kartı uzaktan algıladığı için görevlinin sadece diz hareketiyle turnike açılıyor, şüphe çekmeden turist içeriye alınıyordu. Toplanan biletler tekrar gişeye götürülüp satılıyordu. Topkapı Sarayı Müzesi’nde görevli polis memuru bu olayı suçüstü yaparak tutanak altına aldı. İki görevli İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor. Düzenek kurdular! Ayasofya Müzesi’nde yaşanan olay bardağı taşıran son damla oldu. Gişe görevlileri ile turnikede görevli memurlar organize olarak yeni bir yöntem icat ettiler. Biletler kâğıt olarak gişeye geliyor, ziyaretçinin istediği bilet bilgisayarla gişede barkodlanıyordu. Öğrenci, ücretsiz ya da tam biletler görevlice bilgisayarda işaretlenerek basılıyordu. Bu sistemde barkodun yazdığı yeri selobantla kapatarak tam biletlere öğrenci ya da ücretsiz barkodu yazılıyor. Böylelikle ziyaretçinin elindeki bilette tam yazmasına rağmen, kayda öğrenci olarak geçiyor. Aradaki fark şebekenin cebine gidiyor. Gişedeki kamera görüntülerinde de her şey normal görünüyordu. Kendi aralarındaki paylaşımda anlaşmazlığa düşünce yolsuzluk ortaya çıktı. 5 kişi işten atıldı, 8 kişinin görev yerleri değiştirildi. Savcılık soruşturması devam ediyor. Döner Sermaye İşletmeleri Merkezi yetkilileri bir başka yöntemin de çalışanların serbest geçiş kartları üzerinden yapıldığını anlattı. Serbest geçiş kartlarıyla da ziyaretçilerin içeriye sokulduğu tespit edildi. Çalışanların serbest kartları bir kişi tarafından toplanıyor, her defasında farklı kişinin kartı kullanılıyordu. Kartını kullandıran görevliye de günde 50 lira veriliyordu. Sadece Topkapı Sarayı Müzesi’nde serbest geçiş izni olan 100’den fazla çalışan var. En büyük vurgun ise turlardan yapılıyor. 50-60 kişilik turist kafilesi getiren bazı turizm şirketleriyle anlaşılarak Müze Kartlarla geçiş yapılıyor. Böylece devlet zarara uğratılıyor. Yolsuzlukları önlemek için sistemlerini sürekli yenilemek durumunda kalan Kültür ve Turizm Bakanlığı ise `kötü niyetli’ çalışanlarının hızına yetişmeye çalışıyor. Şirketi kim denetleyecek? Bakanlık kasımda müze gelirlerini özelleştirdi. TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği)–MTM Bilişim Teknolojileri ortaklığı ihaleyi kazandı. Müze gelirlerinin yüzde 11’ini bu şirket alacak. Gişe ve turnikede artık bakanlık personeli durmuyor. Şirketin kontrolündeki gişelerde yolsuzluğun nasıl önleneceği ise belirsiz. Müzelerde gişe yolsuzlukları aslında yeni değil. 2002 yılında Ayasofya Müzesi’nde turnikelere yapılan özel bir düğme ile turnikelerin boşa dönmesi sağlanıyor, böylelikle aynı biletle ziyaretçiler defalarca müzeye sokularak haksız kazanç elde ediliyordu. Bu durum tespit edilip müze müdürü dahil 10 müze çalışanı görevden alındı. Bakanlık 2005’ten sonra gişelerde bilgisayar sistemine geçti. Ancak yolsuzluğun önüne geçemedi. Bu kez Türk ve yabancı ziyaretçilere ayrı bilet fiyat uygulamasından yararlanan gişe çalışanları, 3 lira olan Türk ziyaretçi biletlerini verdikleri turistlere 10 lira değerinde yabancı bilet ücreti alarak aradaki farkı cebe indiriyorlardı. Bu nedenle bakanlık yerli ve yabancı fiyat ayarlamasından vazgeçti. Gişelere kamera yerleştirdi. Ama bu da yolsuzluğu bitirmedi. Kadıköy Gündem, 29.5.2011 |
|
SANAT AYAĞA KALK!
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethinden on yıl sonra Atik Sinan isimli Rum mimara, kubbesi Ayasofya'dan daha büyük bir cami yapmasını emreder. Atik Sinan malzemeler arasında bulunan yüksek mermer sütunları kendi hesabına göre ölçüp biçip "üç arşın" kestirir. Ancak yaptığı cami, Fatih'in istediği ölçüde heybetli olmaz. Fatih de buna sinirlenerek mimarın elini kestirir. Mimar, padişah aleyhine dava açar. Şikâyeti Üsküdar Kadısı Hızır Bey kabul eder ve süreç başlar.
Yargılama sonunda padişah suçlu bulunur. Ceza olarak elinin kesilmesine karar verilir. Rum mimar, mahkemenin verdiği bu karar karşısında şaşkına döner ve davasından feragat eder. Fatih, tazminata mahkûm olur. Evliya Çelebi'nin aktardığına göre karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek; "Eğer sen Allah'ın hükmünü uygulamayıp elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla başını paramparça ederdim." der. Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir: "Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin ben de bununla seni delik deşik ederdim."
Osmanlı adaletini gösteren ve tüm dünyaya örnek olabilecek bu olay, Üsküdar'da Hakimiyet-i Milliye Caddesi'nde bulunan ve bugün Fatih Mahkemesi olarak bilinen mekânda yaşanır. Uzun yıllar kullanılmayan tarihi bina, Üsküdar Belediyesi öncülüğünde Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından restore edildi.
Bir zamanlar adaletin dağıtıldığı bu mekân, bugünlerde kültürel ve sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Buradaki tüm etkinlikler ise İstanbul Kültür Sanat Meclisi (İKSM) tarafından yürütülüyor. Yavuz Bülent Bakiler, Prof. Dr. Ümit Meriç, Hasan Çelebi, Hikmet Barutçugil ve Mehmet Nuri Yardım gibi isimlerin kurucuları arasında yer aldığı İKSM, farklı sanat etkinliklerine imza atıyor. İKSM Sanat Merkezi'nde her pazar saat 14.00'te yazar ve akademisyenlerin konuşmacı olarak katıldığı kültür buluşmaları gerçekleşiyor. Sanat merkezi, her ay önemli bir sergiye de ev sahipliği yapıyor. Mekanda ayrıca ebru, hat, grafik tasarım, tezhip, Osmanlıca kursları da veriliyor. Zaman Cumaertesi (kısaltarak), Haber: Ali Pektaş, 28.05.2011 |
|
|
'İNSANLIK'IN SON GÜNLERİ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 8 Ocak günü yaptığı Kars ziyaretinde ‘Ucube’ diyerek kaldırılmasını istediği İnsanlık Anıtı’nın yıkımında sona yaklaşılıyor.
Yaklaşık 1 aylık çalışma döneminde birbirine yüzleri dönük 2 insan heykelinden 13 parça koparıldı. Geriye kalan 5 parçanın da en geç 2 hafta içinde kesilmesi planlanıyor. İnsanlık Anıtı’nın altındaki Timur Paşa Tabyası ise hala ahır olarak kullanılıyor. Hürriyet, Haber: Dinçer Aktemur, 28.05.2011 |
TROYA HAZİNELERİNİN 150 YILLIK YOLCULUĞU
HOMEROS'UN
PEŞİNDE
DÜNYA
GÖZÜYLE GÖRMEYE DEĞER
SEBZE
KÜFELERİYLE KAÇIRDILAR
SAVAŞ
GANİMETLERİ Akşam Cumartesi, Haber: Nedim Atilla, 28.05.2011 |
|
ARTIK BETON KUSACAĞIZ
Uluslararası kamuoyu
Patara'daki gelişmelerden rahatsız ve harekete
geçmeye hazırlanıyor. Eminim birçoğunuzun haberi
bile yok. Bizim alışık olduğumuz bir mesele.
Olmayacak yere villa dikiyorlar.
Atla gezilebilecek alanlar oluşacak, küçük bungalovlar, prefabrik ahşap yapılar inşa edilebilecekti. Bu, betona izin vermeyen bir yönetim planıydı. Çalışma kurumlar tarafından onaylansa da bir türlü hayata geçirilemedi.
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 28.05.2011
Patara’dan para kazanmak
istiyorsanız oraya beton villalar dikmek yerine,
burayı müze kent mantığıyla kurgulayın. Ama amaç,
Antalya’nın doğusunda yer kalmadığı için buraları
betona açarak rant kapısı yapmaksa başka... Dünden devam
edelim...
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 28.05.2011 |
|
UNESCO LİSTESİ'NDE İLK CAMİ
Ucube tartışması Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın peşini bırakmıyor. Dünyanın en büyük mozaik müzesini tanıtmak için gittiği Gaziantep'teki gezinin bile öne çıkan konularından biri Kars'taki heykel ve Başbakan'ın yaptığı açıklamalar oldu.
Söz mozaik, Çanakkale'ye dev Hektor heykeli derken yine geldi ucube konusunda kilitlendi. Başlangıçta tartışmanın iki tarafını bir araya getirecek bir ara yol bulmaya çalışan Bakan Günay'ın artık konuya pek tahammülü kalmadığı rahatlıkla gözlenebiliyor.
Gazetecilerin kendisine
yönelttiği soruların dönüp dolaşıp aynı konuya
gelmesinden sıkılsa da yine de cevaplıyor: "Ucube
meselesi büyük bir talihsizlik. Ancak tartışmaların
odağında sadece estetik yok. Farklı tepkiler var."
KÜLTÜREL MİRAS
MÜJDESİ
Heyecanını
paylaştığımızı görünce merakımızı daha da
tırmandırmak için sözü uzatıyor. En sonunda
açıklıyor: Selimiye Camii...
Türkiye'nin tarihi ve kültürel mirası eşsiz bir eser daha kazandı. Hem de dünyada bir benzeri daha yok. Ya da daha doğru bir ifade ile en yakın rakibinden bile büyük: Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi...
Şu an ziyarete açık dünyanın en büyük mozaik müzesi Tunus'ta. Ancak dün Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın basına gezdirdiği müze 9 Haziran'da Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından açıldığında Tunus'taki Bardo Ulusal Müzesi, tahtını Gaziantep'e bırakacak.
Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi, daha fazla sayıda antik eser ve metrekare hesabıyla Tunus'taki rakibinden daha büyük boyutta mozaiklere sahip.
Bakan Günay, ülkenin
kültür mirasına ve turizm potansiyeline katkıda
bulunmak için açtıkları kültür merkezlerinden
bahsederken söz ülkenin en tartışmalı kültür
merkezine geldi.
Kültür ve Turizm Bakanı, Atatürk Kültür Merkezi için dünya çapında bir proje önerdikleri sırada yaşanılan polemiği hatırlattı.
Projenin parçaları olan Boğaz manzaralı bir teras için "Kültür Merkezi zenginlere peşkeş çekilecek" eleştirilerini dile getiren Bakan Günay, "Altta gençlerin buluşabileceği bir merkez yapmak istedik, bunu da eleştirdiler ve dava açanlar aleyhimize kullandı" serzenişinde bulundu.
AKM'nin yenilenmesi sürecinde yaşanılanlar Bakan'a göre "Türkiye'nin unutulmaz bir gericilik öyküsü."
Günay gericilik öyküsüne ise şu sözlerle açıklık getirdi: "Hayalet gibi ortalıkta dolaşan bir gericilik var. Bu yeniye, iyiye hatta daha iyiye karşı bir kampanya. Kötücül bir kampanya. Türkiye gelişme sürecinde ve çok güzel işler yapılıyor. Ancak bu zihniyet her işi baltalamaya çalışıyor. Atatürk Kültür Merkezi için önerilen 90 milyon TL'lik muhteşem bir proje kurban oldu."
AKM'de çalışan sanatçıların sadece kendilerine ait bir binaya dair istekleri hatırlatıldığında ise Günay sinirlendi: "Türkiye'yi mahveden yaklaşım bu işte. Bazıları imtiyazlarını ve protokol alanlarını sürdürmek istiyorlar."
Bakan imtiyaz isteyenleri somutlaştırmaktan da geri kalmadı: "Bu imtiyaz arayışı bazen yargıç, bazen Türk Silahlı Kuvvetleri, bazen de sanatçı olarak karşımıza çıkıyor."
İmtiyaz isteyen kesimler konusunda adres veren Bakan Günay, bunun toplumsal bir hastalık olduğunun da altını çizdi: "İmtiyaz, ayrıcalık, öncelik arayışı en küçük memurdan başlıyor. En tepeye kadar devam ediyor."
Bakanlığı sırasında bu anlayışla sık sık karşılaştığını dile getiren Günay, önüne gelen projelerle ilgili anılarını da paylaştı: "Bir bina inşa ediyoruz. Bana hemen buraya bir protokol salonu yapalım teklifi geliyor. Reddediyorum çünkü benim veya başkalarının böyle bir ayrıcalığa ihtiyacı yok. Halkla paylaşabileceğimiz yerlere ihtiyacımız var..."
DÜNYANIN EN BÜYÜK
MOZAİK MÜZESİ
2005’te ise eserlerin
Gaziantep Müze Müdürlüğü’nün yanındaki binanın
müzeye dönüştürülerek sergilenmesi projesi ortaya
çıktı. 2010’da tamamlanan müzede şu an bin 450
metrekare mozaik, 140 metrekare duvar resmi, 4 Roma
Dönemi çeşmesi, 20 sütun, 4 kireç taşından yapılmış
heykel, bronz Mars Heykeli, mezar stelleri, lahitler
ve mimari parçalar sergileniyor. Ntvmsbc, 27.05.2011 |
|
ZEUGMA, TUNUS'U GEÇTİ Mozaikler müzeye
yerleştirilirken kronolojik sıraya ve coğrafi
konumlarına göre düzenleme yapıldı. Fırat Nehri'ne
en yakın olan mozaikler bodrum katta sergileniyor.
Giriş katta ise Fırat Nehri kenarında bulunan
Poseidon ve Euphrates villaları mozaikleri
bulunuyor. Müzenin birinci katında ise 2000 yılında
gerçekleştirilen kurtarma kazılarında bulunan
mozaikler yer alıyor. Müzenin 2. katında ise
Gaziantep çevresinde bulunarak Gaziantep Müze
Müdürlüğü'ne getirilen ''Doğu Roma Dönemi''ne ait
mozaikler yer alıyor. Ani gelişen Sasani
saldırısından korumak amacıyla villanın içerisinde
gizlendiği düşünülen Mars heykeli, gerçekte bir
meydan heykeli. Müzede bu düşünülerek eserin bir
meydan heykeli ve aynı zamanda Zeugma'nın koruyucusu
olarak sergilenmesi tasarlanmış. Bu nedenle Mars
heykeli bir sütun üzerinde ve müzenin her yerinden
görülebilecek şekilde tasarlanmış. Habertürk, 27.05.2011
|
|
ATATÜRK'ÜN EVİ ANIT KAPSAMINA ALINDI
Atina Haber Ajansı (ANA), kurulun, oy birliği ile evi anıt olarak ilan ettiğini duyurdu. Yunan basını, Çağdaş Anıtlar Kurulu'nun Mustafa Kemal Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin, koruma altına alınması gereken tarihi bir ev olup olmadığı sorusunu geçtiğimiz günlerde ele aldığını kaydetti.
Haberlerde, Türk devletine ait olan binada yapılması gereken bazı onarım çalışmaları nedeniyle Türkiye'nin Selanik Başkonsolosluğu'nun konuya ilişkin izin almak üzere Bayındırlık Dairesi'ne başvurduğu, binanın yaşının 100'ün üzerinde olması nedeniyle, arkeoloji yasasına uyarınca, “koruma altına alınan binalar” kapsamında olduğu gerekçesiyle, başvurunun Kültür Bakanlığı'na yönlendirildiği belirtildi.
Başkonsolosluğun Bakanlıktan binanın “anıt” ilan edilmesini talep ettiği bildirildi.
Türkiye'nin Selanik Başkonsolosluğu bahçesinde, “Apostolu Pavlos” ile “Agiu Dimitriu” caddeleri üzerinde bulunan ev, on yıllardan bu yana müze olarak hizmet veriyor. Üç katlı, avlu içindeki evin 1870'te inşa edilmiş olduğu düşünülüyor.
Selanik belediye meclisi tarafından Türk devletine verilen ev, Mustafa Kemal Atatürk'e atfen müzeye dönüştürüldü.
Müzede Atatürk'ün hayatının farklı dönemlerine ilişkin resimler, kişisel eşyalar, okul yıllarına ait belgeler bulunuyor.
Müzeyi her yıl 25 bin Türk ziyaret ediyor. Hürriyet, 27.05.2011 |
|
HATAY ARKEOLOJİ MÜZESİ'NİN TEMELİ ATILDI
Hatay Valisi Mehmet
Celalettin Lekesiz, Reyhanlı yolu Maşuklu
beldesinde yapılacak
Arkeoloji Müzesi'nin temel atma töreninde
yaptığı konuşmada, kentin sadece bölgenin değil,
ülkenin yükselen yıldızları arasında bulunduğunu
söyledi. |
|
1500 YILLIK LAHİTLER TABELA OLDU
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 27.05.2011 |
|
DÜNYANIN İLK KILIÇLARI ASLANTEPE AÇIK HAVA MÜZESİ'NDE
Dünyanın ilk devletinin kurulduğu, ilk kılıcının bulunduğu ve ilk saray kalıntılarının yer aldığı ve İtalyan Türk işbirliği ile 50 yıldır kazıların yapıldığı Merkez Orduzu Beldesi’ndeki Aslantepe Höyüğü Açık Hava Müzesi açılışına katılan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Müzeler Daire Başkanı Melik Ayaz, Aslantepe Höyüğü Kazı Başkanı İtalya Spainza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Marcella Frangıpane’nin höyüğü tanıtımı sırasında, buradaki kazılarda dünyanın ilk kılıçlarının bulunduğunu dile getirince, bunun çok önemli olduğunu söyledi.
Bir bölümü Malatya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen dünyanın ilk kılıçlarının bire bir kopyasının da yurt dışında bulunduğu öğrenildi.
Tunç, erken ve geç Hitit ile Roma ve Bizans dönemlerine ilişkin verileri bünyesinde bulunduran Aslantepe Açık Hava Müzesi’nde ayrıca Hitit Evi benzeri de inşa edildi. 5 bin yıl önce Fırat kenarında kurulan ilk devlet olarak bilinen Aslantepe Höyüğü’nde çıkarılan eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Malatya Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Dünyanın ilk devletinin kurulduğu, ilk kılıcının bulunduğu ve ilk saray kalıntılarının yer aldığı ve İtalyan Türk işbirliği ile 50 yıldır kazıların yapıldığı Merkez Orduzu Beldesi’ndeki Aslantepe Höyüğü Açık Hava Müzesi’nin ücretli olarak gezileceği kaydedildi. Star Haber, 26.05.2011 |
|
400 YILLIK SULTANAHMET'İN SIRRI
Bu çalışmada Sultanahmet Camii’nin hem şadırvan hem de yağmur sularının gittiği atık su kanallarına ulaşılamadı. Yardım istenen İSKİ de bu kanalları bulamadı. Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem, HABERTÜRK’e şunları söyledi: “Drenaj kanallarının nasıl yapıldığı, ne kadarlık alanı kapsadığı ilk kez tespit edilecek. Sonuçlara göre; çalışma yönlendirilecek, rutubet önlenecek.” Ünlü çiniler de ilk kez tek tek sayıldı, 20 bin olarak bilinen sayının 23 bin olduğu saptandı.
Projeyi hazırlayan İM Mimarlık’tan Feyhan İnkaya, ilk etapta neler yapacaklarını anlattı: “Komplekste daha önce, yapılmadan önce yıkılmış sultan veya vezir sarayları var. Röntgenle kalıntıları, toprak altına gönderilen ışınlarla çekeceğiz. Bazı alanlarda çökme olmuş. Şu an üzerinde büyük binalar olan bazı yerler aslında külliye binalarından arsaya dönüştürülmüş. Fırın, mutfak ve imareti şu anda Marmara Üniversitesi’nin rektörlük binasının altında kalmış. Böyle bir külliyenin pis su ve tuvalet giderleri vardır. Şu anda orijinal tuvaletler yok ve yerini arıyoruz.”
Osmanlı ile Bizans mimarisinin 200 yıllık sentezinin zirvesini oluşturan Sultanahmet Camii, 1609’da I. Ahmed tarafından, Mimar Sinan’ın öğrencisi Sedefkar Mehmet Ağa’ya yaptırıldı. Mavi çinileri nedeniyle “Mavi Cami (Blue Mosque)” olarak da biliniyor. Külliyesiyle, İstanbul’daki en büyük yapılardan.
İbadethane 64 x 72 metreye 43 metre yüksekliğinde. Merkezi kubbenin çapı 23.5 metre. Sultanahmet Camii’nin harcında örümcek ve haşerelerin kokusunu sevmediği deve kuşu yumurtası kullanıldığı biliniyor. Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 26.05.2011 |
|
|
FRIDA'NIN MİMYATÜR PORTRESİNE 1 MİLYON DOLAR
Meksikalı dünyaca ünlü ressam Frida Kahlo’nın yaptığı en küçük eser olarak bilinen, 5 cm x 4.2 cm boylarındaki portresi, dün Sotheby’s Müzayedeevi’nin New York’ta düzenlediği açık artırmada 1.2 milyon dolara satıldı.
“Autorrerrato en miniatura” (Minyatür Portre) ismini verdiği eseri Kahlo’nun, sevgililerinden Katalan sanatçı Jose Bartoli için yaptığı biliniyor. Jose Bartoli ile Frida 1940’lı yılların ortalarında birlikte olmaya başladı ve Kahlo ölene dek ilişkileri devam etti. Milliyet, 26.05.2011 |
DEFİNE AVCILARI KİLİSE KALINTISINA ULAŞAMADAN YAKALANDI
Bursa'nın Mudanya İlçesi'nde, geçen yıl bir kilise kalıntısına ulaşmak için yakındaki evden tünel kazarken suçüstü yakalanan 6 kişinin açtığı tünelde, bu kez 4 kişi yakalandı.
Alınan bilgiye göre, ihbar üzerine Kumyaka Köyü'ne giden jandarma ekipleri, eski tüneli 7-8 metre daha kazdıkları tespit edilen Yusuf K. (56), Birol A. (39), Aydın Ç. (33) ve Eren E'yi (52) gözaltına aldı.
Jandarma tarafından ifadelerinin alınmasının ardından adliyeye sevk edilen zanlılardan, Yusuf K'nin, aynı suçtan sabıkalı olduğu öğrenildi.
9 Aralık 2010'da, kış aylarında Ankara'da oturduğu öğrenilen Doğan A'ya ait Mudanya'daki evin zemininde kazı çalışması yapıldığı ihbarını alan jandarma ekipleri, söz konusu adrese baskın düzenlemiş, yapılan baskında evin zemin katında kazı yapan Doğan A'nın oğlu Murat A. (44), Mehmet G. (53), Hüseyin K. (45), Uğur Ş. (38), Rahim Ç. (56) ve Adem S. (34) suçüstü yakalanmıştı.
Zanlıların, evden yaklaşık 50 metre uzaklıkta bulunan ve Panayiya Kilisesi olarak bilinen kalıntı halindeki tarihi yapıya ulaşmak için 10 metre derinlikte, 2 metre çapında ve yaklaşık 30 metre uzunluğunda tünel kazdıkları, asansör teşkilatı, elektrik, havalandırma sistemi kurup tüneli tahtalarla kuvvetlendirdikleri, zemindeki suyu motorla dışarıya boşalttıkları, çıkan toprakları ise gece geç saatlerde çeşitli yerlere tahliye ettikleri tespit edilmişti.
Murat A, Hüseyin K. ve Uğur Ş. mahkemece tutuklanmış, diğer zanlılar Mehmet G, Rahim Ç. ve Adem S. ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Zaman, 26.05.2011 |
|
YERİN ALTINDA SAVAŞA HAZIR 8 BİN ASKER
UNESCO
Kültür Mirasları listesinde bulunan Terra Kotta
askerleri, 1970'li yıllarda ilk kez bölgede süren
kuraklık sırasında kuyu açmak üzere çalışan 4 işçi
tarafından bulundu ve önceden hakkında kesin bilgi
olmayan yer altı ordusunu ortaya çıkarmak için
arkeolojik çalışmalar başlatıldı.
TOPRAK ASKERLERİN
GİZEMİ
Bunun başlıca nedeni ise heykellerin bir hafta içinde orijinal hallerini kaybederek toprak rengine dönüyor olmaları. Uzmanlar, bu dönüşümün nedenini belirlemeye çalışıyor.
Dev yer altı ordusundan bugüne kadar iki bin civarında askerin gün yüzüne çıkarıldığı, ancak boya ve renk hususunun hala gizemini koruması nedeniyle 6 bin civarındaki askerin yerleri tespit edildiği halde gün yüzüne çıkarılmadığı belirtiliyor.
Radikal, 26.05.2011 |
|
KAYIP PİRAMİTLER BULUNDU
Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi'nin (NASA)
desteğindeki projede, yeraltındaki yapıları
keşfetmek için yerden 700 km yüksekteki uydunun
kızılötesi görüntülerini inceleyen Amerikalı
bilimadamları, ayrıca 3 bin eski yerleşimi tespit
etti.
Habertürk, 25.05.2011 |
|
2500 YILLIK VADİNİN KOLLARINDAKİ DAR'ÜL HACER
Türkiye Gazetesi, 25.05.2011 |
|
OĞUZ ATAY'IN EVİ DE TUTUNAMADI
Aslında bunun edebiyatla hiç ilgisi yok. Ama
vesilesini bulduğunuzda sevdiğiniz bir yazarın
kişisel eşyalarını görmenin edebi bir yanı vardır.
Çünkü tanıdığınız, en azından tanıdığınızı
sandığınız insana dair hikayeler kurmanızı sağlar.
Kabı nasıl defterler tercih ettiği, hangi tür
kalemle, nasıl bir daktiloyla yazdığı, ‘giriş'i
içinizde duran bir öyküye şahsi ‘gelişme'ler
eklemenizi sağlar. Hakikatle ilgisi var mıdır bunun?
Edebiyat kadar işte... Radikal, Yazı: Pınar Öğünç, 25.05.2011 |
|
YENİ KRALLIK MEZARLIĞI KAPILARINI YENİDEN AÇTI
Horemheb, Yeni Krallık, 18’inci Hanedanlık Dönemi’nde hüküm süren Firavun Tutankhamon’un ordularının komutanlığını yaptı.
Antik Mısır'da, çok sayıda piramidin inşa edildiği Eski Krallık Beşinci Hanedanlık döneminde, mezarların duvarlarınki hiyeroglifler, öteki dünyaya güvenli yolculuğun nasıl yapılacağına odaklanıyor.
Tüm mezarlar, farklı dönemlerde yaşamış ve farklı görevler yapmış Mısırlılara ait olduğu için, birbirinden çok farklı mimari ve süslemelere sahip olabiliyor.
Mezarı, MÖ 1290 ve 1270 yılları arasında yapıldı.
Orta Krallık ve Yeni Krallık dönemlerinde,
mezarlıktaki dekorasyonlar ölülerin hayatlarından
kareler ve dini ağırlık içeren hiyeroglifler
taşırdı.
Hürriyet, 25.05.2011 |
|
KİTABENİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ
Hanönü İlçesi'nde yıllarca merak edilen ve bir çiftçi tarafından tarlada çift sürerken bulunan üzerinde eski yazılar bulunan kitabenin sırrı çözüldü.
Araştırmacı ve Tarihçi Yrd. Doç.Dr. Cevdet Yakupoğlu AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hanın kitabesi Arapça`dır. Kitabede hanın yerinin nerde olduğu yazılmamıştır. Ancak kitabe o yörede bulunduğuna göre ve civarda başka bir han olmadığına göre ilçe merkezindeki hana ait olduğunu yüzde 99 söyleyebiliriz dedi. Yakupoğlu, Kitabe`de "Bu han, gelen-geçen yolcuların kalması için hayır amaçlı olarak, Candaroğlu beylerinden İsfendiyar Bey (ölümü Şubat 1440)`in hükümdarlığı zamanında, onun eşi Tatlu Hatun tarafından miladi 1437 yılında yaptırılmıştır.”
Kastamonu Postası, 24.05.2011 |
|
MYNDOS BİR KÜLTÜR MERKEZİ
Muğla Üniversitesi Öğretim Görevlisi/Kültür Bakanlığı Eski Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü ve Bodrum Müzesi Eski Müdürü 2009 ve 2010 yıllarında verilen kazı izinleriyle yapılan arkeolojik bilimsel çalışmalar Myndos’a büyük bir hareketlilik yaşatıyor.
Daha önce ara verilen bilimsel arkeolojik kazılara 2011 yılında da Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin başkanlığındaki bilimsel heyetle Temmuz ayından itibaren devam edilecek.
Gümüşlük Köyü Myndos antik kentindeki çalışmalar, rant peşinde koşan, antik kentin ortasına tatil köyleri, yıldızlı oteller yapmak isteyen ve dolayısıyla Anadolu’nun kültür hazinelerini yok etmek isteyenler tarafından engellenmiş ve çalışmalara iki yıl ara verilmişti. 2009 ve 2010 yıllarında Asar Tepe ya da diğer adıyla Tavşan Adası'nda yapılan kazılarda çok önemli buluntulara ulaşıldı, erken hıristiyanlık çağına ait bir kilise ile kiliseyle ilişkili bir mezarlık ortaya çıkarıldı. Ayrıca MÖ 5 yy'a tarihlenebilecek önemli bir yapıya ait mermer mimari elemanlar da saptanmış bu elemanlardan hareketle yapılan çalışmalarda gene aynı döneme tarihlenebilecek bir sunağa ait kaide ortaya çıkarılmıştır. Kazıda ayrıca Bizans çağına tarihlenen küçük bir mahalle bulunmuş ve ilerde yapılacak kazılarla bu yerleşmenin çalışmaları tamamlanarak onarılması planlanmıştır.
Antik kentin bulunduğu alanların I. Derece korunması gerekli arkeolojik sit alanı olması konusunda gerekli çalışmalar bitirilmiş ve Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Muğla Koruma Kuruluna sunulmuş bulunmaktadır. Alınacak olumlu bir kararla Bodrum yarımadasının bu el değmemiş önemli antik kenti rant hesaplarının dışında kalacaktır.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu hükümleri uyarınca Bakanlar Kurulu Kararıyla Prof.Dr. Mustafa Şahin’e tüm Myndos antik kentinde kazı yapma izni verilmiş olmasına karşın Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce salt Asar Adası'nda kazı yapma izni verilmesi Kamuoyunca çelişkili olarak mütalaa edilmektedir. Yasa hükümlerine göre sahiplerince izin verilen alanlarda arkeolojik kazı yapılması mümkündür. Ayrıca devlete ait birçok arazi de bulunmaktadır.
Bu antik kente ilişkin en eski kalıntılar Karya bölgesinin yerli halkı Leleglere aittir. Daha sonra Pers Satrapı Karyalı Maussolos buraya bir kent kurmuş ve çevredeki halkı zorla buraya yerleştirmiştir. Hatta şehrin çevresini bir surla çevirmiş, şehrin kapılarını kapattırarak halkın kaçmasını önlemiştir.
MÖ 44 yılında Caesar’ın katledilmesinden sonra katiller Brutus ve Casius Myndos’ta saklanmışlardır. Böyle önemli bir kentte bilimsel arkeolojik kazıların sürdürülmesi ve çıkan kalıntıların onarılarak sergilemeye açılması için gerek yerel kuruluşların gerekse Resmi kuruluşların birlikte hareket ederek yerinde kararlar vermesi gerekmektedir. Gümüşlük halkı da şehrin bir kültür merkezi haline gelmesini umutla beklemektedir. Uluslararası Klasik Müzik Festivalinin ve Uludağ Üniversitesi'nin Prof.Dr. Mustafa Şahin başkanlığında yürüttüğü Myndos arkeolojik Kazılarının Gümüşlük, Bodrum ve Türkiye Cumhuriyeti'ne uluslararası arenada kazandırdıkları ve kazandıracakları düşünülerek bu etkinliklerin maddi ve manevi olarak desteklenmesi bir vatandaşlık görevidir. Bodrum Haber, 24.05.2011 |
|
ÇİFTE HAMAM, KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK
Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü, atalarımızdan kalan Vakıf eserlerini tekrar geri kazandırmak için başlattığı restorasyon çalışmalarına aralıksız devam ediyor. Kastamonu`da daha önce bulunan birçok tarihi eseri yeniden gün ışığına çıkaran Vakıflar Bölge Müdürlüğü, bunlardan göze çarpan Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi ve Yakupağa Camii`nden sonra şimdide Çifte Hamamı restore ederek toplum merkezi olarak kullanımını sağlayacak.
Çınar İnşaat Restorasyon Sanayi Ticaret Ltd. Şti.`nin yüklenici olduğu tadilat çalışmaları Eylül 2011 `de tamamlanması planlanıvor.
Kastamonu`da 5 farklı hamam daha bulunmasından dolayı ve bu hamamların da yeteri kadar getirişi olmaması Çifte Hamamın, hamam olarak değil İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) tarafından önceden projesi çizilmiş toplum merkezi olarak kullanılması hedefleniyor. Geçtiğimiz yıl ihalesi yapılarak 420 bin TL`ye Çınar İnşaata verilen Çifte Hamam'ın, ayrıca bazı bölgeleri kafeterya şeklinde düşünülüyor.
Çifte Hamam'ın restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra faaliyete geçmesinin ardından bu seferde kot farkı yüzünden sorun yaşayacak. Zamanla yol veya başka sebeplerden dolayı toprak seviyesinin yaklaşık olarak 2 metre yükselmesi Çifte Hamam'ın, kullanımı için sorun olacak. En azından giriş bölgesinin toprak seviyesi düşürülerek biraz olsun kot farkının giderilmesi gerekiyor.
ÇİFTE HAMAMIN TARİHÇESİ Kastamonu`da 5 tane daha hamam olması ve bu hamamların şuanda maddi zorluklar içerisinde bulunması nedeniyle toplum merkezi olarak düşünülüyor. Ayrıca bazı bölgeler ise kafeterya olarak hizmet vermesi hedefleniyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü`nün restorasyon çalışmasının devam ettiği Çifte Hamam`ın karşısında İstiklal Marşı Yazarı Mehmet Akif Ersoy`un kaldığı Sadık Hafız Konağı da bulunuyor. Mahkemealtı`nda tarihe tanıklık eden yapılardan Sadık Hafız Konağı`nın bu günkü sahipleri, konağın restorasyonunu yapmak için kredi başvurusunda bulunduklarını ancak kredi taleplerine henüz daha bir cevap gelmediğini söylediler. Çifte Hamam`ın hizmete açılmasıyla bu yerlerin hareketleneceğini söyleyen konak sahipleri, yetkililerden kredi konusunda destek beklediklerini söylediler. Kastamonu Postası, 24.05.2011 |
|
PERRE ANTİK KENTTEKİ KAMUYA AİT ARAZİLERİN DEVRİ GERÇEKLEŞTİ
Kommagene Uygarlığı'nın 5 büyük kentinden birisi olan Perre antik kentinin yerleşkesinde çeşitli kamu kuruluşlarına ait arazilerin devri Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edildi.
Yüzde 90′ı özel mülkiyet olan Perre antik kentinin yerleşkesinde Belediye, İl Özel İdare, Çevre ve Orman Bakanlığı ve Maliyeye ait yaklaşık 300 dönüm arazinin Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsisi gerçekleşti.
Bölgesel rekabet Edilebilirlik Operasyonel Program çerçevesinde 2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanan Perre Antik Kenti Çevre Düzenlemesi ve Uygulama Projesi’nin hayata geçirilebilmesi için bu devirlerin yapılması gerekiyordu. Kültür ve Turizm Müdürlüğü 5 milyon 852 bin Avro değerindeki projenin hazırlanarak hayata geçirilmesi için başlattığı arazi tahsis işlemleri son buldu. Şahıs arazilerinin ise başka kaynaklardan kamulaştırılması gerekiyor.
Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekici, projenin hazırlanarak onaylanmasının tahmini 4 ay süreceğini ve 36 ay içersinde projenin tamamen bitirilmesinin hedeflendiğini söyledi.
Projenin hayata geçirilmesinin ardından Perre antik kentinin sadece turistlerin gelip gezdikleri yer olmayacağını kaydeden Ekici, “Adıyaman insanının gidip dinlenebileceği, rahat nefes alacağı bir mekan haline gelecek” dedi. GAP Olay, 24.05.2011 |
|
TARİHİ KULE KENT MÜZESİ'NE DÖNÜŞTÜRÜLECEK
Şanlıurfa Belediyesince, kent surlarının ayakta kalabilmiş tek yapısı olarak kabul edilen Mahmutoğlu Kulesi, yapılacak restorasyon çalışmalarının ardından kent müzesine dönüştürülecek. |
|
SIRBİSTAN'DA ŞEYH MUSTAFA TÜRBESİ RESTORE EDİLECEK
Türkiye Gazetesi, 24.05.2011 |
|
BAKAN GÜNAY, METROPOLİS'İN ÖREN YERİ OLACAĞINI AÇIKLADI
Gençlik Haftası nedeniyle Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na bağlı koro, topluluk ve
orkestralar Metropolis antik kenti amfi tiyatroda
ücretsiz konser verdi. Yeni Asır (kısaltarak), 24.05.2011 |
|
İZNİK MÜZESİ'NDE YİNE SKANDAL
Müzeden 10 gün önce çalınan ve MS 2. yüzyıla ait olduğu belirtilen 500 kilogram ağırlığındaki Herkül figürlü tarihi eserle birlikte, bir başka lahit parçasının daha çalındığı tespit edildi. 10 güvenlik kamerası bulunan, özel güvenlik görevlilerinin koruduğu çevresi demir parmaklıklarla çevrili İznik Müzesi yetkilileri, lahitin çalınmasından sonra başlattıkları envanter çalışması sorasında, hırsızlığın boyutunun daha büyüyebileceğine dikkat çektiler. Daha önceki tarihlerde müzedeki güvenlik eksiklikleri nedeniyle sık sık basında yer alan İznik Müzesi, 10 adet kamera ile korunmasına rağmen, bahçesindeki tarihi eserleri koruyamıyor. Yarım ton ağırlığındaki lahitin çalınmasından sonra müzede sayım yapan görevliler, lahitin çalındığı gece ayrıca 100 kiloluk Roma devrine ait tarihi eserin de çalındığını anlayınca şaşkınlığını gizleyemediler. Müzede sergilenen lahit parçasının, kimliği henüz belirlenemeyen kişi ya da kişilerce çalındığının ortaya çıkmasının ardından müze görevlileri, polise haber verdi. Görevlilerin polise verdikleri ifadelerde, zaman zaman kamera sistemlerinin fişinin çekildiğini iddia ettikleri öğrenildi. Müze idari binasının hemen önünde bulunan, MS 2. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen Herkül ve Zeus kabartmalarının bulunduğu tarihi eserin 11 gün önce çalınması ilçede şok etkisi yaratmıştı. Güvenlik kameralarında hırsızlık olayının görünmemesinin nedeni ise kameraların gece görüş sisteminin olmayışı olarak yetkililerce açıklanmıştı. Olay hakkında emniyet birimlerince soruşturma hala devam ediyor. İznik Müzesi’nin bundan önceki müdürü Yusuf Demirci (55), geçen yıl ağustos ayında, görevi kötüye kullandığı gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Demirci’nin yerine 8 ay önce ise Mehmet Yıldız müdür olarak atandı. Ancak Yıldız’ın sürekli izin kullandığı ve İznik dışında kaldığı iddia edildi. Bursa Olay, Haber: Hayri Şen, 24.05.2011 |
|
TARİHİ ESERLER 'AİT OLDUKLARI YERE' DÖNÜYOR
Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı’nın “2010 Yılında Gerçekleşen Mali Suçlara” yönelik raporundan derlenen bilgilere göre, tarihi eserler, çalınarak yurt içi ve yurt dışında astronomik fiyatlarla satılmasının yanı sıra imitasyonları da yapılıyor. Bunun için gelişen teknolojiyi kullanan kaçakçılar, gerçeği ile ayırt etmenin çok güç olduğu paha biçilmez tarihi eserlerin taklitleriyle dolandırıcılık yapıyorlar.
Dolandırıcılığın önüne geçmek amacıyla çeşitli kanallarca KOM Daire Başkanlığına intikal ettirilen tarihi eser görüntülerinin ve bilgilerinin tümü, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan “Eski Eser Takip ve Değerlendirme Programına” girilerek veri tabanı oluşturuluyor.
Kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığı ile mü cadele kapsamında, Türkiye genelinde geçen yıl polis ve jandarmanın operasyonlarında 68 bin 12 tarihi eser ele geçirildiği, 4 bin 998 kaçakçının da yakalandığı bildirildi.
MÜZELERİN KÜLTÜR ENVANTERİ GELİŞİYOR Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre ise, polis ve jandarmanın tarihi eser operasyonlarında ele geçirilen eserler, olayın gerçekleştiği en yakın müze müdürlüğü uzmanlarınca incelendikten sonra 2863 sayılı Kültü r ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında açılan adli soruşturma tamamlanıncaya kadar emanete alınıyor. Bu eserler, daha sonra müzedeki olması gereken yerlerine iade ediliyor.
Raporda, operasyonlarda ele geçirilen eserlerin müzelere kazandırılarak kültür varlıkların uygun ortamda korunmasının sağlandığı ve müzelerin kültür envanterini zenginleştiği kaydedildi.
Tarihi eser kaçakçılığının yöntem ve tekniklerinin profesyonelce ve uluslararası düzeyde yürütüldüğünün belirtildiği raporda, yurt dışına kaçırılan kültür varlıklarının Türkiye’ye iadesi için yasal yollardan her türlü hukuki girişimde bulunulduğu ve bunun için de çok yüksek meblağlarda ödeme yapıldığı belirtildi.
Raporda, sadece Uşak-Karun Hazineleri ve Antalya-Elmalı Sikkeleri için ABD’ye yaklaşık 17 milyon dolar ödeme yapıldığı, tüm bu çalışmalara ra ğmen Anadolu kökenli eserlerin çoğunun halen yurt dışında bulunduğu kaydedildi.
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer, eski eser kaçakçılığı ve arkeolojik alan tahribatlarının Türkiye’de tam anlamıyla engellenilemeyen konuların başında geldiğini söyledi.
Girginer, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve güvenlik güçlerinin bu konuda elinden gelen mücadeleyi layıkıyla yaptıklarını ancak, çok sayıda tarihi eserin halen yurt dışında olduğunun tahmin edildiğini kaydetti.
Tarihi eserlerin nesilden nesile geçecek miraslar olduğunu, bu nedenle sadece polisiye tedbirlerle sorunun çözümünü beklemek yerine her bireyin bu sorumluluğu taşıması gerektiğini ifade eden Girginer, şunları söyledi: “Sorunun temelinde insanımızın ülkemizin dünyanın çoğu ülkesinde olmayan tarihsel ve arkeolojik değerlerimizin önemini bilmemesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla İlköğretim programlarından başlayarak ülkemizin bu olağanüstü Arkeolojik değerlerinin anlatılması, ders programlarına ders olarak konulması, hatta Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’ndan bahsedilmesi gerekiyor. Yani küçük yaşta öğrenci eski eserin ne olduğu, nasıl korunacağı, tesadü fen rastladığında kanuna uygun bir şekilde ne yapacağı öğrenmesi gerekiyor. Ancak bu şekildeki bir bilinçlendirme ve eğitimle eski eser kaçakçılığı ve tahribatın ı önleyebiliriz.”. Türkiye Gazetesi, 24.05.2011 |
|
2 BİN 600 YILLIK LAHİDE BÜYÜK İLGİ
Çanakkale’nin Biga İlçesi'ne bağlı Gümüşçay beldesi yakınlarında gerçekleştirilen kurtarma kazıları sırasında bulunarak Çanakkale Arkeoloji Müzesi’ne getirilen 2 bin 600 yıllık tarihi lahit, ziyaretçilerden yoğun ilgi görüyor.
Çanakkale Müze Müdürlüğü yetkilileri, Biga İlçesine bağlı Gümüşçay beldesi yakınlarında 17 yıl önce gerçekleştirilen kurtarma kazıları sırasında bulunan 2 bin 600 yıllık tarihi lahitin müzenin en fazla ilgili çeken eserleri arasında yer aldığını belirterek, “Bu lahit Arkeoloji Müzesi tarafından 1994 yılında gerçekleştirilen kurtarma kazıları sırasında Kızöldün Tümülüsü’nde bulundu. Anadolu’da bugüne kadar bulunan figürsel anlatımlı lahitlerin en erken örneği olan bu lahitin üzerinin toprak yığılmadan önce çatı kiremitleri ile kaplandığı tespit edildi. Dört tarafı mitolojik konuların anlatıldığı kabartmalarla betimli lahitin ön uzun yüzeyi ile dar yan yüzlerinde cenaze töreni ve yas tutma konuları betimlenmiş. Arka yüzünde ise Neuptolemos’un babası Akhilleus’un mezarı önünde Troia Kralı Priamos’un kızı Holyksena’yı kurban edişi betimlenmiş. Geç Arkaik üslubunda yapılmış olan Polyxena lahidinin MÖ 6. yüzyılın son 20 yılı içindeki bir dönemde yapıldığını tahmin ediyoruz” dedi.
Öte yandan müzeyi gezmeye gelenler de tarihi eserler arasında devasa yapısı ve ince işçiliği ile sergilenen 2 bin 600 yıllık Polyksena Lahiti’nin kendilerini çok etkilediğini belirtti. Çanakkale İçinde, 24.05.2011 |
|
BİR TEKNE İKİ MEDENİYETİ TAŞIRSA
Usta yazar Bilge Karasu "İstediğim denizi yazmak. Zümrütlerin, gökyakutların sabrını; ağaçların tarihsizliğini..." derken, en çok da denizlerin taşıdığı o engin hikayelerden haberdardı kuşkusuz. Denizin çağırdığı, kıyımıza bıraktığı bir öykü var yine. Tarihi çok eski. Beş bin yıl öncesine uzanan. Sabancı Müzesi'nin (SSM) taşıyıp getirdiği 'Karşıdan Karşıya' adlı sergi, Ege'nin iki yakasına ait uzunca bir hikayeyi önümüze seriyor.
MÖ üçüncü binde Kiklad adaları ve Batı Anadolu altbaşlıklı sergi, Türkiye müzelerinin yanı sıra Atina Milli Arkeoloji Müzesi, N. P. Goulandris Vakfı Kiklad Sanatı Müzesi'nden gelen toplam 340 eserden oluşuyor. Picasso, Brancusi, Matisse, Moore ve Giacometti gibi modern sanatçılara ilham kaynağı olan bu figürinler (heykelcikler), kap kacaklar, çömlekler, çanaklar, kaseler, fincanlar, çaydanlıklar, küpler, testiler, baltalar, hançerler, kolyeler, bilezikler Ege'nin ortasında yer alan Kiklad adalarının tarihi serüvenini günümüze taşıyor. Kiklad takımadaları ve karşı kıyısındaki Anadolu arasındaki ilişkiler inceleniyor, iki kültürün benzer yönleri ortaya konuyor. Sergi aynı zamanda iki ülke müzeleri arasındaki ilk işbirliği. Atina Milli Arkeoloji Müzesi, N. P. Goulandris Vakfı Kiklad Sanatı Müzesi gibi dev koleksiyonlara sahip müzelerden ödünç alınan eserler, Anadolu'daki buluntular ve Türkiye'deki 15 müzeden seçilen koleksiyonlarla birlikte ilk kez sergileniyor. Serginin küratörlüğünü Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer ile N.P. Goulandris Vakfı Müzesi Müdürü Prof.Dr. Nicholas Stampolidis üstlenmiş.
Bugün açılacak sergi, Sabancı Müze- si'nde dün gerçekleştirilen toplantıda tanıtıldı. Sergiyle ilgili bilgi veren SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer, "Kiklad sanatıyla ilgili bir sergi düzenleme ve karşılığında Sabancı Osmanlı hat koleksiyonunu Atina'da sergileme düşüncesi iki yıldan bu yana Atina'daki N.P. Goulandris Vakfı Kiklad Sanatı Müzesi ile müzemiz arasında görüşülmekteydi. Ancak müzemizde ağırlayacağımız ve sadece Kiklad adaları buluntularından oluşacak bir serginin bu uzak geçmişle ilgili anlatılacakların sadece bir tarafını oluşturacağı, öykümüzün yarısının da karşı kıyıda, komşu Batı Anadolu'daki aynı dönem buluntularında aranması gerekliliği de düşüncelerimizi sürekli işgal etti. Bu uzak zaman diliminde var olan karşılıklı ilişkilerin günümüzde izlerini aramak arzusunu Atina Kiklad Sanatı Müzesi Müdürü Prof.Dr. Stampolidis'in de paylaşması sonucunda sergimizin konsepti de belirlenmiş oldu." dedi.
N. P. Goulandris Vakfı Kiklad Sanatı Müzesi Müdürü Nicholas Stampolidis ise "Sergi, ziyaretçileri zaman ve boşlukta bir yolculuğa çıkarıyor. Sergiyle, son 100 yılın bilimsel arkeolojik araştırmalarından elde edilen en iyi ve en etkileyici bulgular ilk kez bir arada sergilenecek. Eserler, Asyalı çağdaşlarının ürettiği ve iki uygarlık arasındaki benzerlik ve farklılıkları ortaya koyan kilden maşrapa, çanak çömlek, silahlar, günlük araç-gereçler ve hatta mücevherlerle birlikte ilk kez SSM'de sergilenecek." dedi.
14 metrelik Kiklad teknesi sergide Müzenin en dikkat çeken parçası, aslına uygun inşa edilen 14 metrelik bir Kiklad teknesi modeli. Bu uzunca teknenin müzeye girmesi için epeyce zahmet çekilmiş. Yakaşık 11 saatlik bir çalışmanın sonunda içeriye giren tekne, ışıklarla bir suyun içerisinde duruyormuş hissi veriyor. Tekneler, uzun yıllar Ege Denizi'nin iki yakasını buluşturan tek ulaşım aracı olarak kullanılmış. Üretiminde hiçbir yapıştırıcı ve çivi kullanılmayan tekneler, halatlarla birbirine bağlanan tahtaların suya girince şişerek kenetlenmesi mantığından hareketle yüzüyor.
Sergide, Ege'nin iki yakasındaki 5 bin yıllık ticari ve kültürel ilişkinin boyutlarını da okumak mümkün. Camekanlara yerleştirilmiş heykelcikler, seramikler ve bronz aletler ve daha pek çok arkeolojik eser Kiklad sanatını günümüze taşırken, kültürler arası diyaloğa katkıda bulunmayı hedefliyor. Sergi 28 Ağustos'a kadar ziyaret edilebilir. Zaman, Haber: Musa İğrek, 24.05.2011 |
|
TARİHİ KULE YILLARA MEYDAN OKUYOR Göynük’te bulunan tarihi Zafer Kulesi ziyaretçi akınına uğruyor. İlçede Pazar günü gerçekleştirilen Akşemseddin Hazretleri'ni anma etkinlikleri için gelen vatandaşlar, Zafer Kulesi'ni de ziyaret etmeyi ihmal etmedi. Vatandaşlar, kuleye çıkarak ilçenin manzarasını izledi, hatıra fotoğrafları çektirdi. Bolu Olay, 23.05.2011 |
|
"BİZİM PETROLÜMÜZ, ARKEOLOJİK ZENGİNLİĞİMİZ"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'nin
arkeoloji açısından heyecan verici bir ülke olduğunu
belirterek, ''Bizim petrolümüz arkeolojik
zenginliğimiz'' dedi. Bakan Günay, İzmir Arkeoloji
Müzesi'nde, kazı çalışmalarına ilişkin yapılan
toplantıya katıldı. Burada yaptığı konuşmada,
arkeolojiye, yer altı ve yer üstü zenginliklere
sahip çıkmak için uğraştıklarını dile getiren Günay,
İzmir'de Agora'nın yanındaki katlı otoparka
değinerek, ''Agora'da, 1. derece arkeolojik alana
kamu, kendisi devasa bir yapı yapmış, yani kamu
tahribat vermiş. Agora'nın yanı başındaki otoparkı
kaldırmaya umarım bir gün gücüm yeter... Türkiye
arkeolojik açıdan heyecan verici bir ülke. Bizim
topraklarımızda dünyanın en büyük petrolü bulunmadı,
bizim petrolümüz arkeolojik zenginliğimiz'' diye
konuştu. Türkiye'de 189 müze bulunduğunu, 131 ören
yerinin düzenlenmiş durumda olduğunu, bu sayıyı
artırmaya çalıştıklarını anlatan Günay, şöyle dedi:
''4-5 yıl içinde 11 yeni müze açtık. Gaziantep'te
yeni bir müze açtık. 'Bu oldu' dediğimiz dünya
çapındaki bir mozaik müzesi oldu. Ondan çok heyecan
duyuyorum. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin acil
ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorum, ama müze bize
artık yetmiyor. Müzeyi darphane binalarına doğru
genişleteceğiz. Sergi alanı iki katı büyümüş olacak.
Topkapı Sarayı'nın da asıl ünitelerini sergi alanı
olarak kullanmak doğru gelmiyor bana. Yer olarak
başka mekanlar üretmemiz gerekiyordu. Sarayın denize
bakan cephesinde 4 tane büyük depo vardı, askeri
depo. Geçen hafta o 4 binayı fiilen aldık. Binaların
birinde tamamen porselenleri sergileyeceğiz. Birinde
silahlar sergilenecek. Birini mehtere verelim diye,
dördüncüsünü de günlük etkinlikler için ayrılsın
diye düşünüyoruz.'' Yeni Asır, 23.05.2011 |
|
ABBARALARDA HİÇ KAYBOLDUNUZ MU?
Hatta bir kısmınızın da "Ben senin gözlerini kamaştıran o toprakların insanıyım zaten" dediğini duyar gibiyim. Yine de kararlıyım; halen bu topraklarda yaşayanlara yaşadıkları güzellikleri, daha önce ziyaret etmiş olanlara bu toprakların zenginliklerini, bugüne kadar fırsat bulup da gidemeyenlere ise neler kaçırdıklarını yerim yettiğince anlatmaya çalışacağım. Bu engin coğrafyanın önemli bir parçası olan Mardin, Dara, Midyat ve Hasankeyf'ten söz edeceğim biraz... Uçağın penceresinden görüyorum Mezopotamya ovasını. "Uçsuz bucaksızın karşılığı bu olsa gerek" diye geçiriyorum aklımın bir köşesinden. Yerleşim bölgeleri çarpıyor gözüme irili ufaklı. "Hangisi Mardin?" diye kestirmeye çalışıyorum... Uçak alçaldıkça Mardin yükseliyor... Bir dağın doruğuna kurulmuş Mardin...
"Ne demek Mardin? Bu ismin bir anlamı var mı?" diye düşünüyorum. Daha sonra bana ve dostlarıma rehberlik yapan Ali'den ve tabii ki bazı kaynaklardan öğreniyorum Mardin'in anlamına yönelik rivayetleri. Neler mi bu rivayetler? Buyrun; Dilden dile dolaşan bir öykü şöyle; Bu bölgeye yerleşen Marde kavim vardır. Zamanın birinde bir kralın oğlu amansız bir hastalığa yakalanır. Kral, Mardin adındaki oğlunu iyileştirmek üzere havası suyu temiz "Batı Kalesi"ne gönderir. Bir süre sonra oğul sağlığına kavuşunca buraya bir kent kurdur ve o kente de oğlunun isimi olan Mardin adını verir. Bazı kaynaklar ise Mardin'in adının Süryanice mukaddes "mara" kelimesinden geldiğini ifade ediyor. Sasani komutanlarından Mardius, bu kenti imar ettiği için kente bu komutanın adının verildiği de söylentilerden bir diğeri. Selçuklu Türklerinin egemenliğiyle birlikte de Bizanslıların "Mardie", Arapların "Maridin" dediği kentin adının "Mardin" olarak ifade edildiği de çeşitli kaynaklarda karşıma çıkan bir diğer bilgi. Eminim daha pek çok öykü vardır Mardin'e ilişkin. Ben bu kadarıyla yetinmeye karar verdim. Sizler diğerlerini araştırabilirsiniz tabii...
Havaalanından kente doğru yol alıyoruz. Mardin'le aramızdaki mesafe kapandıkça, dağın tepesine kurulmuş kentin toprakla bütünleşen taş evleri belirmeye başlıyor yavaş yavaş. Önce yenişehirden geçiyoruz. Yeni olmasına yeni ama bildiğiniz, ruhu olmayan her yerde karşınıza çıkan beton yığınlarının arasından, tek tek işlenmiş taşlarla oluşturulan binlerce yıllık tarihi gövdesinde taşıyan eski Mardin'e ulaşıyoruz kısa bir süre sonra. Gün ışığı, yıllar içinde tarihin nasıl örselendiğini de gözler önüne seriyor. Görkemli taş evlerin, konakların arasına yerleşmiş kötü kopyalar ve eğreti binalar çıkıyor karşıma. Tarihin bereketli ve varlıklı kentinin günümüzde yoksulunu saklayamaz hale geldiğini görüyorum. Kenti dolaşıyorum. Ana caddenin iki yanına sıralanmış kuruyemişçi, ekmekçi, sabuncu kuyumcu dükkanlarının arasında yürüyerek, oteller, resmi kuruluşlar, vali konağının kurulduğu tarihsel abidelerle yüzleşiyorum. "Yehrin abbara" denilen üstü kapalı ve daracık merdivenli, yarı karanlık sokaklarından geçip sütunlu kemerli çarşılarında dolaşırken, gökyüzüne uzanan minare ve kiliseler dikkatimi çekiyor.
Güneş Tapınağı Deyrulzafaran
Güneş iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladı. Geniş merdivenlerinden manastıra doğru ağır ağır ilerliyoruz.. Pagan dinlerden kalma "Güneş Tapınağı" üzerine inşa edilmiş olan Deyrulzafaran'da bilgiyi manastırda görevli bir rehberden alıyoruz diğer konuklarla birlikte. Taraf, Haber: Eylem Düzyol, 23.05.2011 |
|
TARİHİ FORBES KÖŞKÜ TURİZME KAZANDIRILACAK
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bir dönem Levanten ailelerin sıklıkla yaşadığı Buca'da Forbes Ailesine ait döneminin gösterişli yapılarından biri olan, ancak çürümeye terk edilen Forbes Köşkü'ne sahip çıkarak turizme kazandırmak istediklerini söyledi. Buca SSK Hastanesi bahçesinde bulunan köşkü İzmir İl Kültür Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz ile birlikte gezen Bakan Günay, köşk alanında incelemelerde bulundu. Günay, binanın resimleriyle birlikte tarihi ve teknik özelliklerinin yer aldığı bir dosya hazırlanmasını istedi. Görkemli köşkün çürümeye terk edilmesinin kendisini derinden üzdüğünü belirten Bakan Günay, buranın turizme kazandırılması gerektiğini söyledi. Köşkün, Sağlık Bakanlığı'ndan Kültür Bakanlığı'na devri ile ilgili çalışmaların hemen başlatılmasını isteyen Günay, yapı karşısında hayranlığını dile getirdi. 1908 yılında yaptırılan Forbes Köşkü bir yıl sonra yandı ve 1910 yılında tekrar tadilat gördükten sonra bugünkü halini aldı. Köşk 1950'de SSK'nın mülkiyeti altına girdi, 2006 yılında da Sağlık Bakanlığı'na devredildi. Uzun yıllar boyunca poliklinik olarak kullanılan Forbes Köşkü, daha sonra aynı bahçeye yeni ve daha büyük hastane binası yapılınca boşaltıldı ve zaman içinde harabeye dönüştü. Yeni Şafak, 23.05.2011 |
|
MARDİN, TAŞIYLA YENİDEN İNŞA EDİLECEK
Mardin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün bu çerçevede başlattığı
dönüşüm projesi için gerekli kaynak 100 milyon
lirayı buluyor. Ancak bu bütçeyi hükümet desteği
olmadan yaratamayacaklarını belirten Kültür ve
Turizm Müdürü Davut Beliktay, "Kentimizin tarihi
dokusunu bozan 1.440 yapı tespit ettik, bunları
yıkmamız gerekiyor" diyor. Proje kapsamında
yıkımların yanında sokaklar da özüne uygun şekilde
yenilenecek. Hatta görüntü kirliliğine neden olan
antenlerin sökülmesi, yeni bir teknolojiyle internet
üzerinden TV yayınına geçilmesi bile konuşuluyor.
Projenin bir diğer ayağında ise, Mardin Kalesi'nin
turizme açılması var.
Mardin'e yabancı turist ilgisi de büyük. Toplam
ziyaretlerin yüzde 10'u yabancı. En çok Fransa ve
İspanya başta olmak üzere Avrupa ve ABD'den ilgi
varken, geçen yıl itibariyle Mardin'i Uzakdoğulu
turistler de keşfetmeye başlamış. Radikal, Haber: Nuriye Doğu, 23.05.2011 |
|
LAHİT KAPAĞI MUSALLA TAŞI OLDU
Biga tarihi ile ilgili çalışmalar yürüten emekli öğretmen Engin Gürsu, 2000'li yıllarda yaptığı araştırmalarda köyl üler tarafından Dereköy yakınlarında bulunan lahdin köye getirildiğini söyledi.
Lahdin bir dönem köy camisinin avlusunda çeşme olarak kullanıldığını, şimdi ise gövdesinin köy meydanındaki bir parkta yer aldığını anlatan Gürsu, "Lahit o dönemde oldukça iyi bir işçilikle yapılmış. Zengin süslemelere sahip" dedi.
Lahdin kapağının ise Dereköy yakınlarındaki Dikmen Köyü'ndeki mezarlıkta musalla taşı olarak kullanıldığını söyledi. Türkiye Gazetesi, 23.05.2011
Tarihi eserlerin bu şekilde kullanılmasına tepkili olan Gürsu, Biga'da bir arkeoloji müzesi kurulması gerektiğini söylüyor. Sabah (kısaltarak), 23.05.2011 |
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ KORUMASIZ!
Anadolu beyliklerinden Mengücekoğulları döneminde yaptırılmış eserlerin hırsızlardan korunması için bulunan geçici çözüm ise güvenliğin polise devredilmesi. Divriği Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekipler yarım saatte bir yapıların etrafında devriye gezerek hırsızlardan korunmayı sağlamaya çalışıyor. Eşsiz bezemeleri ve mermer işçiliğiyle Avrupalı mimarlarca "Anadolu'nun Elhamra'sı" benzetmesi yapılan,sanat tarihçileri, mimar ve mühendisleri büyüleyen Divriği Ulu Cami ve yanındaki Darüşşifa için Evliya Çelebi "Öyle emek sarf edilmiş, kapı ve duvarlar öyle nakş eylenmiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır" demiştir. Mengücek Beyi Ahmet Şah annesiyle birlikte Ulu camiyi yaptırırken hastaların müzikle tedavi edildiği Darüşşifa bölümü ise Ahmet Şah'ın eşi Melike Turan'ın talimatıyla inşa edilmiştir.
2001'de Divriği Ulu Cami'nin abanoz panoları çalınarak ABD'ye kaçırılmıştı. Bir yıl sonra da bu kez caminin minber kapısı kanatları ile üzerindeki kitabe panoları hırsızlar tarafından alınmıştı. Ancak minber kapı ve kitabe panoları İstanbul'a getirdikleri belirlenen hırsızlara ait depolara düzenlenen iki operasyonla tarihi eserler yeniden camiye konulmuştu. Sabah, 23.05.2011 |
|
2400 YILLIK BRONZ AMFORA ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE
Tarihi amforanın 2005 yılında Kemer Köyü yakınlarında Parion antik kentindeki nekropol alanında bulunduğunu belirten Çanakkale Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Ömer Özden, “MÖ 4. yüzyıla, günümüzden yaklaşık 2 bin 400 yıl öncesine ait 34 santimetre yüksekliğindeki bu amforanın dışa döndürülmüş ağız bölü münde yumurta ve ok dizini, onun altındaki bezemesiz boyun bölümü bulunuyor. Omuz bölümü dil motifiyle süslenmiş amforanın gövdesindeki ana sahnede Tanrı Dionysos’un dinsel seremonisi içinde kendinden geçmiş şekilde dans eden Satyr ve Menad figürleri işlenmiş. Saçları dağılmış şekilde işlenen figürlerin elinde Tryrsos ve meşaleler, sırtlarında ise arkaya doğru savrulmuş panter postu bulunmaktadır. Aplik olarak yerleştirilmiş her iki kulpta 2 adet uzun dil motifi, altında bir sıra nokta dizisi ve İonik Kyma ve onun altında da çok iyi bir işçiliğe sahip Eros figürleri görülmektedir. Eros figürlerinin ikisi de başlarını sola çevirmiş ve sol ayakları öne atılmıştır. İkisinin de göğüslerinde çaprak bantlar vardır. Bu çaprak bantların yanında, figürlerin bileklikleri ve halhalları da gümüşten yapılmıştır. Genel görünüş bakımından birbirlerine çok benzeyen daha fazla tahrip olanın sol elinde koç başlı Rython ve sağ elinde Oinochoe bulunurken, diğer Eros figür ünün sol elinde deniz kabuğu ve sağ elinde çelenk yer almaktadır. Çok güzel bir işçiliğe sahip olan kabın kaidesi de İonik Kyma ile süslenmiş ve üçgen ayrıntılar içinde yine gümüş kullanılmıştır. Tüm ayrıntılarıyla çok dikkat çeken bu kap, MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmektedir ve konservasyonu 2010 yılında yapılarak müzemizde sergilenmeye başlanmıştır” dedi. Türkiye Gazetesi, 22.05.2011 |
|
MÜZE VE ÖRENYERLERİNE İLGİ ARTIYOR
Türkiye Gazetesi, 22.05.2011 |
|
ROMA DÖNEMİNE AİT
İngiltere'de inşaat alanında yapılan çalışmalar sırasında Roma dönemine ait 1200 adet para bulundu. Türkye Gazetesi, 22.05.2011 |
|
MANİSA ETNOGRAFYA MÜZESİ AÇILDI
Restorasyonu tamamlanan Manisa Müzesi’nin Etnoğrafya Bölümü törene ziyarete açıldı.
Törene Manisa Valisi Celalettin Güvenç, Belediye Başkanı Cengiz Ergün, AKP Genel Başkan Yardımcısı, Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi, Kültür ve Turizm İl Müdürü Erdinç Karaköse, Milli Eğitim Müdür Vekili Aziz Ersoy, Ticaret Borsası Başkanı Sadık Özkasap ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Hürriyet Ehge,n arayışlarımızı sürdürüyoruz. Şimdiki mevcut binamızı da yenileyerek sınırlı da olsa yeni teşhir alanlarıyla hizmete açıyoruz” dedi.
Güvenç, Tarzan Meydanı’ndaki Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü Binası’nın Vestel’in sponsorluğunda Dijital Kent Müzesi yapılacağını söyledi. Hürriyet Ege, Haber: İlker KIlıçaslan, 22.05.2011 |
|
YASA VAR, UYGULAMA YOK
Tarihi eser kaçakçılığından muzdarip
ülkelerin arasında başı çektiğimiz
söyleniyor, doğru mu?
Türkiye’nin peşine düştüğü tarihi
eserlere örnek verir misiniz?
Kaçırılan en büyük eserler
hangileri?
Bunların iadesi mümkün mü?
Bunun için ne yapmak, ne gibi
adımlar atmak gerekiyor?
Tarihi eser kaçakçılığının
önlenmesi için yeterli tedbir alınıyor mu?
Kaçırılan bir tarihi eserin ardından “Bizde nasılsa onlardan daha çok var” diye düşünenler oluyor.
Sizce ülkemizde
tarihi esere gösterilen önem neden bu kadar
az? Radikal, Haber: İpek İzci, 22.05.2011 |
|
ROMA'DAKİ HEYKEL İÇİN REFERANDUM YAPILACAK
İtalya’nın gündeminde Papa 2’nci Jean Paul’ün hafta ortasında Roma’ya dikilen çirkin heykelinin kaderi var. Vatikan’ın “İğrenç, çirkin ve kaba” bularak derhal kaldırılmasını istediği, inançlıların ve turistlerin önünde protesto gösterisinde bulunduğu, Polonya hükümetinin itiraz ettiği heykelin neden olduğu krizi, Romalılar arasında yapılacak referandumla çözülecek.
Roma Belediye Başkanı Gianni Alemanno, ünlü heykeltıraş Oliviero Rainaldi tarafından yapılan heykelin Papa 2’nci Jean Paul’e benzemediğini itiraf ederek “Eskizini bizzat Vatikan onaylamıştı. Buna rağmen heykeli kaldırmayıp Romalılara soracağız” dedi. Hürriyet, 22.05.2011 |
|
SİDE TÜKE TAPINAĞI'NDA ÇALIŞMALAR BAŞLADI
Roma döneminin en önemli kentleri arasında yer alan Side’de antik kent kalıntıları arasında yer alan Tüke Tapınağı’nda çalışmalar başladı.
Yapılan çalışmaların tapınağın restorasyonu için büyük önem arz ettiğini ifade eden Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Side Antik Kent Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı, şunları söyledi:
“Aslında şu anda yaptıklarımız restorasyon öz hazırlık çalışması. Daha önce kazılarda elde edilen parçalar birleştiriliyor” dedi. Parçaların birleştirilmesinin ardından Tüke Tapınağı’nın restorasyonu için proje oluşturacaklarını belirten Doç.Dr. Alanyalı, “Restorasyona başladıktan sonra muhtemelen 2 yıl içinde Tapınak tamamlanmış olur. Böylece Side Apollon’dan sonra ikinci bir tapınağa daha sahip olacak. ”
Doç.Dr. Alanyalı bu sürenin hava şartlarına ve teknik detaylara göre de uzayabileceğini kaydetti. haberler.com, 21.05.2011 |
|
KARS ANİ HARABELERİNDE KAZI ÇALIŞMALARI
Pirkiç Kilisesi'nin tabanındaki sağlamlaştırma çalışması tamamlanmasıyla birlikte Müze Müdürlüğü başkanlığında bir ekip oluşturulacağını kaydeden Alp, “Bu ekip tarafından kilisenin taban kazısı ve çevre düzenleme çalışmaları dahil olmak üzere mevcut yıkıntı içerisindeki rölyefli taşlar bir kenara ayrılıp, temel kazısı tamamlanacaktır. Ardından da restorasyon çalışmalarına geçilecektir.” diye konuştu.
Define Arama Yönetmeliğine de değinen Alp şunları söyledi: “2863 sayılı yasanın 50. maddesi kapsamında çıkarılan Define Arama Yönetmeliği içeriğinde bulunan vatandaşlarımız şunları bilmeli; Şüphelendikleri ve ya define kazısı yapmak istedikleri yere ilişkin olarak önce mülki idare amirliğine, köylerde ise kaymakamlıklara, il merkezinde ise Valilik makamına bir dilekçe ile başvuruda bulunurlar. Dilekçeler bize ulaştıktan sonra arkeologlarımız yer incelemesi yaparlar. Mevcut yerlerin tescilli taşınmaz kültür varlıkları kapsamında olmadığı tespit edilmesi halinde gerekli belgeler istenir. Bu belgeler tamamlandıktan sonra define kazısı yapılır. Yapılan define kazısı Müze Müdürlüğü başkanlığında kurulan bir komisyon, İçişleri Bakanlığı ve temsilcilerden oluşan bir komisyon huzurunda yapılır. Tekrar kapatılır. Kaçak kazıları önlemek için hem Emniyet Müdürlüğü ile hem İl Jandarma Komutanlığımızla gerekli sıkı koordinasyonu devam ettiriyoruz.” Kars Manşet, 21.05.2011 |
|
AKHILLEUS SAMSUN'A GELMİŞ
Amisos Mozaiği Işığı Altında Akhilleus-Thetis İkonoğrafisi adlı yüksek lisans tez konusunda, halen Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi’nin tabanında bulunan mozaikleri ele alan Dr. Şahin, bu çalışmasında “Akhilleus kültünün varlığı Karadeniz’in kuzey sahillerinde, batı Anadolu’da, Ege adalarında, kıta Yunanistan’da ve aşağı İtalya’da bilinmekteydi. Ancak, Amisos mozaiği üzerinde yeralan kompozisyon ile Akhilleus kültünün Anadolu’nun kuzeyinde, diğer bir ifade ile Karadeniz’in güney sahillerinde de olduğu ortaya çıkmış olmaktadır” ifadelerini kullandı.
Bursa- Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü öğretim görevlisi Dr. Derya Şahin, tez konusunu doğrulayarak “Akhilleus’la ilgili Karadeniz’de çok fazla buluntu var. Hatda müzede yer alan Amisos hazinelerinde de ‘Nereibler’ bulunmaktadır. Nereibler, Akhilleus’un annesi Thetis’in kızkardeşleridir. Ve Akhilleus’un öldükten sonra Karadeniz’de bir adaya gömüldüğüne inanılmaktadır” dedi.
Karadeniz’in bu konuda araştırılmamış bir bölge olduğunu açıklayan Şahin, Samsun Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi’nin tabanında ki mozaiklerde yer alan Akhilleus(Aşil) ve annesi Thetis resimlerinde de, silah teslimi konularının işlendiğini belirtti. Derya Şahin, Truva savaşında ayak topuğundan okla vurularak ölen Akhilleus’un bu nedenle çok geniş bir coğrafyada saygı gördüğünü söyledi.
Bursa- Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü öğretim görevlisi Dr. Şahin, yaptığı açıklamada şunları dile getirdi. “Karadenizde Akhilleus ile(Aşil) ilgili çok fazla buluntu var. Akhilleus’un öldükten sonra Karadeniz de bir adaya gömüldüğüne inanılıyor. Samsunda ki müzede bulunan mozaiklerde de Akhilleus’un annesi Thetis’e silah teslimini anlatan tasvirler var. Bunun yanı sıra Amisos Hazinesi olarak sergilenen eserlerin bazılarının üzerinde de ‘Nereibler’ bulunuyor. Nereibler, Akhilleus’un annesi Thetis’in kızkardeşleridir.”
Öte yandan mitolojik anlatımlarda Akhilleus’un(Aşil) Amazon kadınları ile de savaştığı yer alıyor. Amazonların Terme İlçesine bağlı Gölyazı beldesinde yaşadıklarına inanılırken, efsanevi savaşçı Akhilleus’un (Aşil) Amazonlar’la olan savaşı mitolojide şu ifadelerle anlatılıyor. “Theseus ve Akhilleus adlı savaşçılar, adeta kahramanlıklarını tescil ettirmek istercesine, kendileri ile denk savaşlar çıkartan Amazonların ülkesine giderek, büyük harpler yaptıktan sonra onları mağlup etmektedirler. Yunan mitolojisinde Amazonların Truva Savaşı’na da katıldığı söylenmektedir. Anlatılanlara göre Amazon kadınları Truva’nın yanında Yunanlılar’a karşı savaşmışlardır. Amazon kraliçesi Penthesileia savaş sırasında Aşil tarafından öldürülmüştür. Bu savaş hikayesi Aşil’in Penthesileia’nın ölmeden önce maskesini kaldırması ile bir aşk hikayesine dönüşmüştür.” Samsun Kent Haber, 09.05.2011 |
15 - 21 Mayıs 2011 |
|
KAYIP HAZİNELERİN İZİNDE BİR ÜLKE Şubat ayında, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Hattuşa’dan 1917’de restorasyon bahanesiyle götürülen sfenksi iade etmeyen Almanya’ya kazıları iptal etme tehdidinde bulunmuştu. Berlin Müzesi 2 ay sonra ‘iade’ kararı aldı. Ülkemizde, bakanlar kurulu kararı ile 11 ayrı ülkenin 40 kazı çalışması sürdürülüyor. Bu ülkelerde çok sayıda tarihi eserimiz var. Bakanlık şimdi bu ülkelerle de aynı pazarlığa girmek için kolları sıvadı. İşte iadesi için uğraştığımız eserler: ABD: Kumluca Eserleri, Herakles Heykeli, Getty Museum ve Lydia Eserleri, ALMANYA: Bergama Zeus Sunağı, Aphrodisias İhtiyar Balıkçı Heykeli, Konya Beyhekim Camii Mihrabı, Hacı İbrahim Veli Türbesi Sandukası, Troya Eserleri, bir Türk vatandaşında ele geçen Diadem... DANİMARKA: Diyarbakır Müzesi Sfenks Figürini, Akşehir Seydi Mahmut Hayrani Türbesi’ne ait sanduka, Cizre Ulu Cami Kapı Tokmağı, Nuruosmaniye Kütüphanesi’ne ait Kur’an sayfaları... İTALYA: Interpol’ün ele geçirdiği yazıtlar... RUSYA FEDERASYONU: Troya Eserleri... FRANSA: II. Selim Türbesi çini pano... İNGİLTERE: Çalıntı Kur’an sayfaları, Victoria&Albert Müzesi’nde bulunan Eros Başı, Samsat Steli, Halikarnas Mozolesi parçaları, Knidos Aslan heykeli... SIRBİSTAN: 2004’te Batrovci Sınır Kapısı’nda ele geçirilen eserlerin çoğunun Anadolu kökenli olduğunun belirlenmesi üzerine, iki ülke uzmanlarının bir araya gelerek, yapacakları araştırmayla konunun çözüme ulaştırılması istendi. BULGARİSTAN: Malko-Tırnova sınır kapısında 2005’te ele geçirilen eserlerin Türkiye kökenli oldukları belirlenince iade çalışmalarına başlandı. Türkiye’den Almanya’ya kaçırılmaya çalışılırken Kaptan Andereevo gümrük kapısında ele geçirilen eserlerle ilgili haberler üzerine de Kültür Bakanlığı konu ile ilgili bir inceleme başlattı. UKRAYNA: 2002’de Türkiye’den Ukrayna’ya gelen bir geminin kaptan kabininde gerçekleştirilen gümrük denetiminde, gümrüğe beyan edilmemiş amforalar ele geçirildi. Kırım Arkeoloji Enstitüsü tarafından M.S. I. ve IV. yüzyıla tarihlenen 4 amfora ile 7 amfora parçası kabinde bulunmuştu. Ukrayna’da el konulan bu eserlerin Türkiye’ye iadesi için yapılan çalışmalar devam ediyor. Knidos Aslan Heykeli nasıl kaçırıldı? İngiliz Arkeolog Charles Newton ve arkadaşları, kürekli bir filikayla, Knidos Aslanı’nın binlerce yıldır kıpırdamadan yüzükoyun yattığı Datça koyuna geliyor. Büyük ihtimalle o tarihe kadar kimseler bu eşsiz koya uğramamıştı. Newton, aslanı taşıyabilmek için koya bir vinç bile getirtir. 11 ton ağırlığındaki Knidos Aslanı heykeli, vinçlerle koya yanaşan tekneye, sonra da bir İngiliz savaş gemisine yüklenerek götürülür. Newton bu anı fotoğraflamayı da ihmal etez. Newton tarihi eserler konusundaki bu ‘başarılarından’ dolayı daha sonra ‘sir’ unvanı ile ödüllendirilecektir. Hem Knidos hem de Bodrum’dan çok kıymetli eserleri gemilerle İngiltere’ye taşımış, dönemin yöneticilerinden Mehmet Ali Ağa’dan da insan gücü ve malzeme yardımı almıştır. Çaldığı eserler bugün British Museum’da sergileniyor. Rüyaya giren define yağmalandı 1961’de Kumluca’da, yaşlı bir kadın, rüyasında bir define görür. Sabah çocuklarını, rüyasında gördüğü büyük ağacın altını kazmaya gönderir. Yaşlı kadının gösterdiği yeri kazan çocukları, tam sayısı bugün dahi bilinmeyen, çoğu gümüşten yapılma Bizans kilise eşyalarından oluşan bir define bulur. Defineyi haber alan İstanbullu eski eser kaçakçıları hemen Kumluca’ya üşüşür. Birkaç gün sonra bu kez jandarma baskın yaparak bazı parçaları ele geçirir. Dönemin Antalya Müzesi Müdürü İsmet Ebcioğlu, Antalya’dan Kumluca’ya gidecek bir araçları olmadığı için harekete geçememiş, bölgeye ulaşana kadar Kumluca Definesi’nin büyük kısmı İstanbul yolunu tutmuştur. Müze müdürüne ise, jandarma tarafından ele geçirilen ve savcılıkta koruma altına alınan 20 civarında eser kalır. Antik adı Corydalla olan Kumluca’da bulunan ve üzerlerindeki yazıtlardan Myra kuzeyindeki Sion Kilisesi’ne ait oldukları anlaşılan bu eserlerinin neredeyse tümü M.S. 6. yüzyıla tarihlenmektedir. Parçaların çoğu tek bir atölyede, değişik teknikler kullanılarak yapılmıştır. Bu eserlerin büyük kısmı 1963 ve 1965 yıllarında, iki parti halinde, İsviçre üzerinden ABD’ye gider. Kalan az sayıda eser ise Avrupa’daki bazı koleksiyonlara dağılır. Londra’da Hewitt koleksiyonunda 4, Digby koleksiyonunda ise 1 parça vardır. Hewitt koleksiyonu satıldığı için, bugün bu 4 parçanın nerede olduğu bilinmiyor. İsviçre’deki bazı başka koleksiyonlarda da Kumluca Definesi’nden eserler olduğu sanılıyor. Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.05.2011 |
|
BEKAR EVİ OLARAK KİRAYA VERİLEN ANIT MEZAR
2010 Avrupa Kültür Başkenti dediler her yeri yıktılar, çaktılar, kazdılar diye söyleniyordum. Kim bilir diyordum, kimler ne paralar kazanıyordur bu bitmek bilmez ‘tamirat’ işlerinden...
BU
NASIL BİR EZİYET
Hürriyet, Yazı İpek Durkal, 21.05.2011 |
|
VATİKAN 'UCUBE' PAPA'YA AYAKLANDI
Kars’taki barış heykelinin ‘ucube’ diye kesilerek kaldırılmaya başlanmasının yarattığı tartışmanın bir benzeri bu günlerde Roma’da yaşanıyor.
Mayıs’ta törenle “Ermiş” ilan edilen Papa 2’nci Jean Paul’un dünyaca tanınmış İtalyan heykeltıraş Oliviero Rainaldi tarafından yapılan heykeli Vatikan’ı kızdırdı. Vatikan’ın yayın organı “L’Osservatore Romano”, “Nöbetçi asker kulübesine benzettiği” heykel için “İğrenç, çirkin ve kaba. Bu heykel ermişlik payesi alan bir Papa’ya hakarettir” diye yazdı.
Hürriyet, Haber: Reha Erus, 21.05.2011 |
|
ALTINTEPE MOZAİKLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Erzincan'ın Üzümlü İlçesi'nde, 2 bin 750 yıllık tarihe sahip Urartu dönemine ait Altıntepe'de bulunan mozaikler, restore edilerek turizme kazandırılacak. Erzincan Valisi Abdülkadir Demir, Belediye Başkanı Yüksel Çakır ve Kültür ve Turizm Müdürü Metin Çankaya ile birlikte Altıntepe'de yapılan kazı çalışmalarını yerinde inceledi. Kazı çalışmalarında bulunan mozaiklerin onarım çalışmaları hakkında bilgi alan Vali Demir, tarihin gün yüzüne yavaş yavaş çıkarıldığını vurgulayarak, çalışmaların hızlı bir şekilde devam ettiğini açıkladı. Erzincan da kazı çalışması yapılan tek alanın burası olduğunun altını çizen Vali Demir, "Altıntepe'de orijinal kalenin bulunduğu alan Urartu dönemine ait. Yaklaşık 7-8 senedir Erzurum Atatürk Üniversitesi'nden bir ekip burada çalışma yapıyor." dedi.
Türkiye Gazetesi, 21.05.2011 |
|
İNSAN BEYNİNİN SIRRI BU FOSİLDE YATIYOR Yapılan araştırmalar, beynin “koku duyusunu geliştirmeye ihtiyaç duyduğu için” evrim geçirdiğini ve büyüdüğünü ortaya çıkardı. Fosil bilimi uzmanı Tim Rowe, memeli hayvanların koku alma duyuları geliştikçe beynin de büyüme gösterdiğini belirtti.
Rowe ve meslektaşları, Çin’de bulunan 200 milyon yıl öncesine ait sürüngen fosilleri üzerinde yaptıkları incelemelerde bu sonuca ulaştı. Boyu parmak kadar olan Hadrocodium wui adlı sürüngenin, evrim geçirerek memelilere dönüşen ilk hayvan olduğuna inanılıyor.
KÜÇÜK SÜRÜNGENE KOCA BEYİN Rowe, kafatası sadece 12 mm olan sürüngen fosilini ilk olarak 20 yıl önce incelemek istedi. Ancak mevcut teknoloji, sadece mikroskop altında dış iskelet yapısının incelenmesine el veriyordu. Sahibinin, fosilin kafatasının kırılmasına izin vermemesi, Rowe’un CT scan analizi yapmak için onlarca yıl beklemesine neden oldu.
Dahası, beynin diğer duyuları değerlendiren kısımlarının da büyüdüğü anlaşıldı. Özellikle çalılıklarda gezinen ve ağaçlara inip çıkan memelilerin tüyleri aracılığıyla hissettikleri, denge ve yön bulmada önemli bilgiler sağladı.
Böylece, milyonlarca yıl önce yaşayan canlılardan, daha iyi koku alan ve hareket eden hayvanlar hayatta kalma şansını önemli ölçüde artırdı.
Rowe, “Dinozorlar, tüm gün av peşinde koşuyordu. Gece vakti, gündüz saklanan hayvanlar dışarı çıkıyor ve burunlarıyla böcek ve solucan gibi küçük canlılar arıyordu… Gece vakti, koku ve hisler hayatta kalmak için daha önemli bir rol oynuyordu” dedi.
California Üniversitesi nörobiyoloji uzmanı Glenn Northcutt, sürüngenlerde tespit edilen evrimin sıcak kanlı hayvanlara özgü olabileceğine dikkat çekti. Çünkü sıcakkanlı hayvanların hayatta kalması için Güneş’e ihtiyacı yok.
Bu sayede, sıcakkanlı olan insanlar geceleri ava çıkabiliyordu. Northcutt, “geçmişe ait cevaplanması zor olan birçok soru olduğunu” belirtti ve “Nereden geldiğimiz ve nereye gittiğimiz her zaman merak ettiğimiz bir şey” dedi.
Hürriyet, 20.05.2011 |
|
İNSANLIK ANITI'NDAN 10'UNCU PARÇA DA KESİLDİ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 8 Ocak’taki Kars mitinginde ‘Ucube’ diye niteledikten sonra, 18 parça halinde kesilmesi planlanan İnsanlık Anıtı’nın 10’uncu parçası da kesildi.
Erdoğan’ın bugün Kars’ta
yapacağı mitinge kadar kaldırılacağı belirtilen
İnsanlık Anıtı’ndaki çalışmalar, hava şartları ve
çeşitli teknik aksaklıklar nedeniyle bitirilemedi.
25 Nisan’da başlayan kesim işleminde anıtın
gövdesinden 42 tonluk bir parça daha kesildi.
Kesilen ve anıtın yanında tutulan parçaya B-5 kodu
verilirken, 11’inci parçasının kesimine başlandı.
Üçler Tepesi mevkiinde heykeltıraş Mehmet Aksoy’a
yaptırılan 24.5 metre yüksekliğindeki İnsanlık
Anıtı’nın kaldırılmasıyla ilgili çalışmaların
haziran ayı ortalarına kadar tamamlanması
hedefleniyor. Hürriyet, Haber: Dinçer Aktemur 20.05.2011 |
|
7 BİN YILLIK ANTİK ESERLER MÜZEDE GÖRÜCÜYE ÇIKTI
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında, 1980 yılından bu yana devam eden kazıların 2010 yılı çalışmalarında ortaya çıkan eserlerin Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmeye başlandığını belirten Müze Müdür Vekili Ömer Özden, “Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar beldesinde bulunan antik Apollon Smintheus Tapınağı’nda yürütülen kazı çalışmalarında günümüzden 7 bin yıl öncesine ait bulgular çıkmaya başladı. Buluntular arasında tahıl öğütmede kullanılan ezgi taşı olarak bilinen havanlar, taş baltalar, yün ve iplik eğirmede kullanılan ağırşaklar, pişmiş topraktan tanrıça heykelcikleri ve elde yapılmış çanak çömlekler bulundu. Güney batı Troas bölgesindeki Smintheus buluntuları Troia Antik kentinin güney batısında yer alan Beşige koyundaki kazılarla onun hemen yanındaki Kumtepe kazılarında ele geçen Kalkolotik dönem eserleri ile paralellik gösterdi. Böylece Çanakkale’nin tarihinin milattan önce 3. binlere değil 5. binlere kadar uzandığı belgelenmiş oldu” dedi.
Öte yandan Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar beldesinde bulunan antik Apollon Smintheus Tapınağı’nda yürütülen kazı çalışmalarında görevli Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Turan Takoğlu ise Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında 1980 yılından bu yana devam eden kazılarda önemli bulgulara ulaşıldığını belirterek, “Son 10 yılda bu tapınağın etrafındaki kazı çalışmalarımızı genişlettik. Bunu yapmamızdaki amaç antik Troas bölgesinin en eski yerleşmeleri konusunda bilgi sahibi edinmekti. Troia bu bölgenin en eski yerleşimlerinden birisi olarak biliniyordu. Bu da günümüzden 5 bin yıl öncesine aitti. Bizlerde Gülpınar’da yaptığımız bu kazılarda Çanakkale kültür tarihini Troia’dan 2 bin yıl önceye daha gittiğini belgeledik. Yani Çanakkale’nin tarihi günümüzden 7 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Bu kazı çalışmaları sırasında çok sayıda eser de bulduk. Günümüzden 7 bin yıl öncesine ait eserler burada sergileniyor. Örneğin dokumacılıkla ilgili eserler, tahıl öğütmede kullanılan havanlar gibi birtakım örnekleri temsili olarak burada sergiliyoruz” dedi. Türkiye Gazetesi, 19.05.2011 |
|
RİZE'DE DİNOZOR İSKELETİ BULUNDU
Rize'nin Pazar İlçesi'ne bağlı Aktaş Köyü'nde, yaklaşık 350 yıllık bir evin altında yapılan kazıda bulunan iskelet, görenleri şaşırtıyor. İskeletin bir dinazora ait olabileceği öne sürüldü.
Türkiye Gazetesi, Haber: Ömer Faruk Zenginal, 19.05.2011 |
|
3 BİN YILLIK TEDAVİ MERKEZİ
Birçok doğal zenginliğe ve tarihi güzelliğe sahip Türkiye, bu eserleri ve güzellikleri tanıtmakta zorlanırken, Sarıkaya Belediyesi ise kabuğunu kırarak tarihte bilinen en eski Roma hamamı (Basilika Therma) ile sağlık ve termal turizm ile ön plana çıkmayı hedefliyor. Ankara’da başlayan ‘Yozgat Günleri’ ile bunun ilk adımını atan Sarıkaya Belediyesi 3 bin yıllık tarihi ve en eski termal hamam olma özelliği taşıyan Roma hamamını görücüye çıkardı. Sarıkaya Belediye Başkanı Sadettin Öztürk, ilçelerinde Roma hamamı (Basilika Therma) bulunduğunu belirterek, “Böyle bir tarihi esere sahip olmamıza rağmen çoğu toprak altında kalan bu değeri toplumumuza, turizmimize, tarihi ve kültürel değerlerimize kazandırmak amacıyla çalışmalarımız devam ediyor. Sarıkaya Türkiye’nin tam ortasında. Roma hamamı ve kaplıcalarıyla ünlü termal turizm merkeziyiz. Roma hamamı kalıntıları bunun en canlı örneğidir. Erken Roma dönemi eserlerinden olan Basilika Therma üzerinde bulunan yılan figürleri ile tek olma özelliğini sahip. Bilindiği üzere yılan figürü sağlık ve tıbbı temsil etmektedir. Dolayısıyla bu figürler 3000 yıllık bir termal tedavi merkezi olduğunun göstergesidir.” dedi.
Roma askerlerinin İstanbul’dan doğuya seferleri sırasında Basilika Therma’yı dinlenme ve konaklama yeri olarak kullandığını dile getiren Öztürk, “Roma askerleri Basilika Therma’da yol yorgunluklarını atarak güç topluyorlarmış. Şu ana kadar büyük bir tanıtım eksikliğimiz var. Bunu aşmak için mücadele ediyoruz. Şifalı suların yanı sıra 1. etap Roma hamamı arkeolojik kaba kazı çalışmaları ile ortaya çıkan kalıntılar yerli ve yabancı turistlerin ilgisini şimdiden çekmeye başladı.” şeklinde konuştu.
MÖ birinci asırda şehri ele geçiren Romalılar tarafından inşa edilen Romalı elitlerin ve yöneticilerin evlerinin bulunduğu Basilica Therma’da günümüze iki katılı toplam 20 kemerden oluşan işlemeleri dış duvarlar, havuz ve su gözleri kalmış. Sarıkaya ayrıca günümüz kaplıcalarıyla da şifa dağıtıyor. Romatizma ağrıları ve cilt hastalıkları başta olmak üzere, eklem kireçlenmeleri, bel fıtığı ve buna bağlı siyatik ağrılar, ağrılı kadın hastalıkları, spastik ağrıları, karaciğer ve safra kesesi taşları, nevrit- sinir ucu iltihabı hastalıklarına da iyi geldiği tespit edilen kaplıcalar ile Sarıkaya hem sağlık ve hem de tarihi dokusuyla turizmde ön plana çıkmak istiyor. Sabah, 19.05.2011 |
|
3500 YILLIK MUMYALARIN SAKLADIĞI SIR
Hürriyet, 19.05.2011 |
|
BİR 'UCUBE' VAKASI DAHA
Başbakan Erdoğan tarafından Kars'taki eseri “Ucube” olarak nitelenen heykeltıraş Mehmet Aksoy’un, 15 yıldır Resim Heykel Müzesi'nde bulunan heykeli de kapı dışarı edildi. Heykel binanın içindeki galeriden alınıp, bahçeye konuldu. Vatan 19.05.2011 |
|
|
POLİS, HEYKEL HIRSIZLARININ PEŞİNDE
İznik’te, müze bahçesinde sergilenen Herkül heykelinin güpegündüz çalınmasının ardından müze çevresindeki evleri dolaşan polis, zanlılarla ilgili bilgi topluyor.
İznik Nilüfer Hatun Müzesi’nin bahçesinde teşhir edilen, Roma döneminden kalma 500 kilo ağırlığındaki lahde ait Herkül figürü geçtiğimiz günlerde çalınmıştı. Güvenlik kameralarında, yarım tonluk mermer kütlenin gündüz çalındığı görülmüştü. Polis, eski ve yeni işe başlayan 10 özel güvenlik görevlisinin ifadesini alırken, müzenin çevresinde yaşayan vatandaşların da bilgisine başvuruyor. Çevredeki evleri tek tek dolaşarak zanlıları gören olup olmadığını araştıran polis, hırsızları yakalamak için her türlü ip ucunu değerlendiriyor. Bursa Olay, 19.05.2011 |
TARİHİ KÜMBETLER
Erzurum'un önemli tarihi eserleri arasında gösterilen üç kümbetler depo gibi kullanıldığı ortaya çıktı. Saltuklu Devleti'nin kurucusu Emir Saltuk'a ait olduğu bilinen kümbetin içerisine pet şişeleri, poşetler, tahta parçaları yer alıyor. Türkiye Gazetesi, 19.05.2011 |
|
İSTANBULLU RUM RESSAMLAR TOPKAPI'DA
İstanbul
bir dönem Bizans sanatının önemli bir ürünü olan
ikona resimlerinin üretim merkezi olmuş olsa da,
İstanbullu Rum ressamları biz pek tanımayız. İşte bu
sergi, tanımak için bir fırsat. Önümüzdeki pazartesi birbirinden değerli tablo ve ikonalar Topkapı Sarayı Has Ahırlar Sergi Salonu’nda meraklılarıyla buluşacak. Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü ve Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğu işbirliğinde hazırlanan “İstanbullu Rum Ressamlar Topkapı Sarayı’nda” adlı sergi için Topkapı Sarayı, Rum Ortodoks Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu koleksiyonlarının yanı sıra İstanbul’daki Rum kiliseleri ve özel koleksiyonlarda yer alan eserler titizlikle seçilerek bir araya getirildi.
Padişah portreciliği ondan soruldu Kapıdağlı Konstantin, Kapıdağ yarımadasının güneyindeki Kyzikos kentinde doğdu. III. Selim döneminde Saray Ressamı olan sanatçının erken döneme ait resimlerinde minyatür geleneğini devam ettirdiği, daha geç dönemde yaptığı resimlerinde ise Batı tarzı tuval resmini benimsediği görülür.
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 19.05.2011 |
|
33. ULUSLARARASI KAZI SEMPOZYUMU MALATYA'DA BAŞLAYACAK
Kültür Bakanlığı
Malatya Güncel, 19.05.2011 |
|
AYASOFYA ÇİNİLERİ DE TÜRKİYE'YE DÖNÜYOR
Çiniler müzede “Ayasofya Müzesi’nin haziresinde bulunan Sultan II. Selim Türbesi’nin çinileri” ibaresiyle tanıtılıyor. Louvre Müze Müdürü Henry Loyrette 2008’de Ayasofya’yı ziyaret ettiğinde ‘‘Kesinlikle kaçırma, çalma ve saklama söz konusu değil. Eserlerin restorasyonda çalındığına dair söylentiler var. Ancak bunlar ispatlanamaz, belgelenemez. Ayrıca bizi ilgilendiren, bizim kanuni yollarla satın almış olmamız” demişti. Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.05.2011 |
|
TARİHİMİZ SATILMIŞ!
KTO Karatay Üniversitesi’nin 1. Kültür Sanat Günleri kapsamında Rusya'daki Türkçe Yazma Eserler konulu konferansı önceki akşam KTO Konferans Salonu’nda düzenlendi.
Rusya'dan Rusya Bilimler Akademisi Doğu Yazmaları Enstitüsü'nden Prof.Dr. Irina Fedorovna Popova "Rusya Doğu el Yazmaları Enstitüsü'nde Türkçe El Yazmaları ve Türkoloji" konusunda ve Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi Emekli Müdürü Dr. Nevzat Kaya "Yazma Kitap ve Kütüphanelerinin Oluşumu" konusunda konferans verdi. Konferansa KTO Karatay Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mehmet Babaoğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, İl Müftüsü Şükrü Özbuğday ve çok sayıda davetli katıldı.
Programda ilk konuşmayı yapan Rusya Bilimler Akademisi Doğu Yazmaları Enstitüsü’nden Prof.Dr. Irina Fedorovna Popova, Rusya’daki Türkçe el yazmaları, el yazmalarının nasıl toplandığı ve bu el yazmalarının bir araya getirilmesiyle açılan kütüphaneler ve müzeler hakkında bilgi verdi. Rusya’nın hem Asya’da hem de Avrupa’da yer aldığını söyleyen Prof.Dr. Irina Fadarovna, “Rusya’da çok sayıda Türk yaşıyor. Bu nedenle Türkiye ve Türk halkı bizim için önemli. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahip” dedi.
İlk Türkolog Rus’un 18. yüzyılda yaşadığını söyleyen Popova, “İlk Rus Türkolog, 22 sene boyunca İstanbul’da yaşadı ve Türkoloji konusunda tecrübe kazandı. İlk kitabını 1816 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu ve Çöküşü adıyla çıkardı. 1828 yılında ise St. Petersburg’da el yazısı eserleri toplama ve araştırma amacıyla Asya Müzesi kuruldu. Bu akademi Türk toplumlarının tarihiyle, bölgedeki halkların yaşamıyla ilgilendi. Bu dönemde Arapça kaynakların önemi anlaşıldı. Elçilikler aracılığı ile Orta Asya’daki el yazması eserler satın alınarak bu müzeye getirildi. Bu sayede Avrupa’nın 100 yılda oluşturamayacağı müzeler, bizde 20 yılda tamamlandı” ifadelerini kullandı.
Rusya’nın yazılı eserlerin önemini erken kavradığını dile getiren Prof.Dr. Irina Fedorovna Popova, “Türk topraklarındaki stratejik alanlarda daha etkili olabilmek için elçilikler vasıtasıyla önemli çalışmalara imza atıldı. Türk topraklarındaki elçilere sadece kitap satın almaları için maddi destek sağlandı. 1. Dünya Savaşı’na kadar bu süreç devam etti. Çalışmalar sadece kitapların satın alınmasıyla sınırlı değildi. 1860 yılına gelindiğinde Avrupa’da modern Türkoloji kuruldu. 11. yüzyıla ait Kutat Gu Bilig titizlikle incelendi. Orta Asya incelendi. Şu an müzemizde 1 milyonu aşkın yazma eser bulunmaktadır. Naimi, Fuzuli, İbrahim Hakkı, Ali Şir Nevai gibi isimlerin eserleri bu müzeye kazandırıldı” diye konuştu. Sovyet Rusya döneminde dinin yasak olduğunu ve bu nedenle dini içerikli kitapların korunmasının da zorlaştığını bildiren Prof.Dr. Popova, “Bu dini belgelerin ve kitapların korunabilmesi için dini eserler müzelere hediye ediliyordu. Bunun yanında Türk yöneticilerin ziyaretleri sırasında getirdikleri önemli eserler de titizlikle saklandı. Bunun yanında soy ağacı belgeleri bulunuyor” dedi.
Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi Emekli Müdürü Dr. Nevzat Kaya "Yazma Kitap ve Kütüphanelerinin Oluşumu" konusunda sunum yaptı. Uygurlar veya Çinliler tarafından icat edilen kağıdın 6 asır boyunca Orta Asya’dan çıkmadığını söyleyen Dr. Nevzat Kaya, “Ne zaman ki kağıdı Müslümanlar kullanmaya başladı, ondan sonra kağıt kıymete bindi. Paçavradan yapılan kağıt, 6. asırdan sonra pamuktan üretilmeye başlandı. 7 ve 8. asırda Bağdat’a geldi. Bundan sonra Müslümanlar kağıdı kullanmaya başladı” dedi. Dr. Nevzat Kaya, Türk halkının kağıdı kullanış sürecini ve kağıdı kullanmaya başladıktan sonra yaptıkları önemli bilimsel çalışmaları anlattı. Merhaba Gazetesi, Haber: Rasim Atalay, 19.05.2011 |
|
MÜZELER HAFTASI'NDA AYNI YAKINMALAR
18-24 Mays tarihleri arasında Müzeler Haftası kutlanır. Kutlanır dediğim de bilhassa ülkemiz için lafın gelişi...
Bizdeki tablo genellikle şöyle çizilir;
genellikle bir kurumun dertlerini, sorunlarını o
kurumu ilgilendiren haftada konuşur sonra o
dosyayı rafa kaldırırız.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 19.05.2011 |
|
LAODİKYA KAZILARI ALMAN BASININDA
Denizli merkeze bağlı Eskihisar Mahallesi yakınlarındaki Laodikya antik kentinde yapılan kazı çalışmaları, Alman Der Tagesspiegel Gazetesi’nce okurlarına ”Türkiye’de keşfedilen antik kilise” başlığıyla duyuruldu.
Prof.Dr. Celal Şimşek başkanlığında 2003 yılında başlayan, Denizli Belediyesi’nin de maddi destek sağladığı Laodikya kazı çalışmaları, Alman basınında yer aldı.
Berlin’de yayımlanan Der Tagesspiegel gazetesinde Van Susanne Güsten imzasıyla yer alan haberde, Laodikya antik kentinde arkeologların dünyanın en eski kiliselerinden birisini buldukları, buranın resmi açılışına Hristiyan dünyasının ruhani lideri Papa 16. Benedict’in de davet edileceği belirtildi.
Haberde, Laodikya’nın, traverten terasları ile popüler turizm mekanlarından biri konumundaki Pamukkale’ye giden karayolunun yakınında bulunduğu bilgisine yer verildi. Laodikya’nın dönemin en zengin ve Anadolu’daki en büyük antik kentlerden biri olduğu, ancak bir depremle yıkılan kentin, terk edilerek yedinci yüzyıldan sonra unutulduğu anlatıldı.
Anadolu’nun en büyük stadyumunun Laodikya’da bulunduğu, hamam ve iki tiyatronun yanı sıra birçok yapının ortaya çıkarıldığı ifade edilen haberde, Laodikya’nın hala bir sır olduğu, kazılara önem veren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın düzenli olarak buraya seyahat ettiği kaydedildi.
Haberde, kilisenin zeminindeki mozaiklerin bozulmadan bugüne ulaştığına dikkat çekilerek, ”Giriş bölümü etkileyici olan kilisedeki kazı ve restorasyonun tamamlanmasının ardından, buraya dünyanın dört bir yanından ziyaretçiler bekleniyor” ifadesine yer verildi. Star, 19.05.2011 |
|
DUPNİSA MAĞARASI'NIN TURİZM SEZONU AÇILDI
Kırklareli'nin Demirköy İlçesi'ne bağlı Sarpdere Köyü yakınlarındaki Dupnisa Mağarası, Demirköy Kaymakamı Kaya Çelik, Demirköy Belediye Başkanı Muhlis Yavuz’un da katılımıyla ziyarete açıldı.
2003’de ziyarete açılan, Türkiye mağara literatüründe en bilinen mağaralar arasında yer alan Dupnisa mağaralarının içinde, sürekli akışa sahip yer altı nehri ve bu nehrin oluşturduğu, derinliği yer yer 2 metreye ulaşan göletler bulunuyor. Kuru ve sulu mağaralarda süt beyazdan kırmızı ve kahverenginin her tonunda renge sahip dev sarkıtlar, dikit ve sütunlar ile perde bayrak taşları ve damla taş havuzları yer alıyor.
Sabah, 18.05.2011 |
|
KAPADOKYA'DAKİ TARTIŞMALI BİNA YIKILDI
Kapadokya'da sit alanı içinde, peribacaları arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaptırılan tartışmalı betonarme bina yıktırıldı. Yapı, 18.05.2011 |
|
ÇALLI TABLOSU İCRADA
Üsküdar 6. İcra Müdürlüğü, İbrahim Çallı'nın bir eserini satışa çıkardı.
İcralık.com'dan alınan bilgiye göre, bir borçtan dolayı hacizli, toplam 1 milyon 760 bin lira muhammen bedel belirlenen 13 adet tablonun açık artırması, 3 Haziran Cuma günü yapılacak.
İbrahim Çallı imzalı, han içinde anne ve çocuk kompozisyonu, tuval üzerine yağlıboya ve 196/126 santimetre ölçülerindeki tablo, 1 milyon 100 bin lira ile en yüksek muhammen bedele sahip olma özelliği taşıyor. Sağ köşesinde Çallı'nın Osmanlıca imzası bulunan tabloda, 1913/1914 tarihi okunuyor.
Hürriyet, 18.05.2011 |
|
BAKANIN TEHDİDİ SFENKSİ GETİRDİ Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.05.2011 |
|
BADANAYI KAZIDILAR, SANAT IŞIĞA KAVUŞTU
Osmanlı dönemi Lale Devri eserlerinden olan 1720 yılında Beyazıt'ta inşa edilen Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesi'nin restorasyonu sırasında örneğine rastlanmayan bir sanat ortaya çıktı.
Akşam, Haber: Bülent Şanlıkan, 17.05.2011 |
|
SARAYDA BİR FİNCAN KAHVE
Saray Koleksiyonları Müzesi Sanat Galerisi’nde açılan Osmanlı Sarayı’nda kahve kültürü ve sunumuna dair ayrıntıların tanıtıldığı ‘Tüm Zamanların Hatırına Sarayda Bir Fincan Kahve’ sergisi, Mayıs ve Haziran ayları boyunca Pazartesi-Perşembe günleri hariç 09.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.
Sergi, kahvenin dostluğun simgesi, kız isteme merasimlerinin, fal kapatmaya kadar birçok alışkanlığımızın öğesi olan toplumsal yerini de hatırlatıyor. Osmanlı Sarayı’nda kahve sunumuna verilen önem de sergideki fincanların gösterişinden anlaşılıyor. Milli Saraylar Daire Başkanlığı koleksiyonundan bu Osmanlı geleneklerini de anlatan sergi Topkapı Sarayı ve İBB Şehir Müzesi koleksiyonlarıyla da zenginleştirilmiş. Radikal, 17.05.2011 |
|
KANUNİ'NİN FERMANI KAYIP Radikal, Haber: Abdullah Kılıç, 17.05.2011 |
|
VAHDETTİN'İN KÖŞKÜ DÜNYAYA AÇILIYOR
Soğan başlı köşkte kalan Vahdettin ile hayatının son yıllarını Beylerbeyi Sarayı'nda gözaltında geçiren Abdülhamit'in birbiriyle beyaz mendille selamlaştıkları rivayet ediliyor. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde birçok devlet adamının kaldığı, yabancıların ağırlandığı köşkler, Orhan Veli'nin sık sık şehri izlediği mekanlar. Köşkler, Orhan Veli'nin 'İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı' adlı şiirini yazdığı 60 dönümlük koru içinde yer alıyor. Köşk, Özal zamanında 'Başbakanlık Dinlenme Evi' yapılmak istenmiş, tartışılmış ancak Özal'ın ölümüyle proje rafa kalkmıştı. Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 17.05.2011 |
|
KÜTAHYA'DA İKİ BİN YILLIK MEZAR BULUNDU
Türkiye Gazetesi, 17.05.2011 |
|
YAZILIKAYA ANITI'NA YAKIN KÖYLERDE TARİHİ ESER EĞİTİMİ VERİLDİ
Anadolu Üniversitesi (AÜ) Turizm Araştırma ve Uygulama Birimi tarafından Frig dönemine ait Yazılıkaya Anıtı’na yakın köylerde turizm ve söz konusu tarihi eserle ilgili eğitim verildi.
AÜ’den yapılan yazılı açıklamaya göre, Seyitgazi İlçesi'ne bağlı Şükranlı Köyü muhtarı Mümin Çakır ile Çukurca Köyü muhtarı Lütfi Aslangiray’ın isteği üzerine Frig uygarlığının önemli dini merkezlerinden olan Yazılıkaya Anıtı’na yakın köylerde eğitim uygulandı.
Etkinlikte, Frig tarihi, Frig yapıları, sit alanları, kültürel miras, tarihi eserliklerin korunmasında dikkat edilecek konular ele alındı.
Eğitim, AÜ Turizm Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Doç.Dr. Nazmi Kozak’ın başkanlığında 8 kişilik ekip tarafından gerçekleştirildi. Etkinlikte, AÜ Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu Öğretim Görevlisi Aysel Yılmaz ve Araştırma Görevlisi Barış Seyhan, Arkeoloji Bölümü öğrencileri Havva Bulut, Esra Özcan ve Buket Erdem konuşma yaptı. Haber 3, 16.05.2011 |
|
|
YELDEĞİRMENLERİ TURİZME KAZANDIRILACAK
Göynük Belediye Başkanı Kemal Kazan, Çubuk Gölü
çevresinde bulunan 7 adet yel değirmenini turizme
kazandırmak için çalışmaların devam ettiğini
söyledi. Göynük'e 10 kilometre uzaklıkta bulunan Çubuk Gölü çevresine 2005 yılında film ve dizi çekimlerinde kullanılmak üzere özel bir şirket tarafından 7 adet yel değirmeni yapıldı. Değirmenler ilgi görmeyince şirket değirmenleri atıl durumda bıraktı. Tatilciler atıl durumda bulunan değirmenlerin önünde şimdi hatıra fotoğrafı çektiriyor. Göynük Belediye Başkanı Kemal Kazan, tarihi ve kültürel açıdan Göynük'ün son yıllarda isminden sıkça bahsettirdiğini ifade ederek, ''Göynük'ün turizm cenneti olması için çalışmalarımız devam ediyor. Bu kapsamda atıl durumda bulunan 7 adet yel değirmenini turizme kazandırma için çalışmalarımız devam ediyor. Çalışmalarımız sonucunda değirmenlerle Göynük turizmine bir başka canlılık getirmeyi hedefliyoruz'' dedi. Bolu Olay, 16.05.2011 |
ŞEHİTLER ABİDESİ'NDE ONARIM BAŞLADI
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’nda, Morto Koyu’nun gerisinde yükselen Hisarlık Tepe’de tüm şehitler anısına yaptırılarak 21 Ağustos 1960’ta ziyarete açılan 41.7 metre yüksekliğindeki Şehitler Abidesi’nin eksikleri, Uzun Devreli Gelişme Planı kapsamında 2004’te tamamlandı. Ancak, Şehitler Abidesi’nin tavanının iç kısmına cam mozaik kaplamadan yapılan Türk bayrağı, 2005 yılındaki 18 Mart törenlerine yetiştirilmek istenince, uygun olmayan kış koşulları seçildi. Sonrasında da 2007 yılından itibaren cam mozaik kaplamalar, 41.7 metre yüksekliğindeki abidenin tavanından düşerek ziyaretçiler açısından tehdit oluşturmaya başladı. Abidenin çevresine can güvenliği tehlikesi olduğunu belirten tabelalar kondu. Hatta bir ara etrafı iple çevrilerek ziyaretçilerin yaklaşması yasaklandı. Milliyet, Haber: Burak Gezen, 16.05.2011 |
|
PİRAMİTLERDEN DAHA ESKİ TAPINAK Evet, yeryüzü cenneti vardı ve onu kaybettik. Onu doğayla aramızdaki anlaşmayı bitirmeye karar verdiğimiz zaman kaybettik. Ünlü Berlin Arkeoloji Enstitüsünden Klaus Schmidt’in kaleme aldığı ve bugünden itibaren kitapçılarda bulunabilecek olan “Costruirono i Primi Templi” (İlk Tapınakları İnşa Ettiler- Oltre Yayınları, 286 sayfa) adlı kitapta betimlenen, son yılların en yankı bulan arkeolojik buluşlarından birinin ortaya koydukları böyle görünüyor. İtalya’da çıkan baskısı, kitabın Almanya’da basımından dört yıl sonra gelen ilk çevirisi. Diğer ülkelerde eylül ayında çıkacak ancak İngilizce yayımlanması öngörülmüyor; şu ana dek kabul gören insanlık tarihinin rekonstrüksiyonunu tamamen yeniden gözden geçirme fikrini pek hazmedemeyen Anglosakson arkeoloji elitlerinin husumeti buna neden gibi görünüyor.
Güney Afrikalı arkeolog David Lewis-Williams’ın tabiriyle, “Dünyanın en önemli arkeolojik sitesi”nin adı Göbekli Tepe ve Suriye sınırına yakın Urfa kentinin kuzeyinde bulunan oldukça mütevazı bir tepe. Bu bölge, “verimli yarım ay” denilen ve Filistin’i, Türkiye’nin güneydoğusunu ve Irak’ı kapsayan alanın en kuzeyde kalan kesimi. Yaklaşık 11 bin yıl önce burada, avcılık yapan kabileler yabani tahıl toplamaya ve daha sonra ekmeye başladı ve böylece tarımı icat ettiler ve bir dizi yeniliğe (yazı, şehir, anıtlar, devletler) hayat verdiler.
1994 senesinde Klaus Schmidt, verimli yarım ayın kuzeyinde bulunan neolitik sitelerde inceleme yaparken otuz yıl öncesinde Amerikalı bir grubun ziyaret ettiği ve “ortaçağ mezarlığı” olarak ortaya attığı Göbekli Tepe’ye bir göz atmaya gitti ve mezar taşı olduğu sanılanların, aslında neolitik T şeklinde sütunlar olduğunu anladı. Daha sonraki kazı dönemlerinde Schmidt ve Türk meslektaşları dört büyük megalitik çemberi ortaya çıkardı: T şeklindeki 43 sütundan oluşan, 10 ila 30 metre çapında çemberlerdi ve sütunların üzeri, yılanlar, tilkiler, yaban domuzları, aslanlar, eşekler, boğalar, böcekler ve örümceklerle süslenmişti. Schmidt, “Yani bir taş çağı hayvanat bahçesi ama bazı figürler, hayvan kılığına bürünmüş şamanları da temsil ediyor olabilir.” diyor.
Esas şoke edici gelişme, muhtelif arkeolojik katmanlarda bulunan hayvan kemiklerinin tarihlendirme sonuçları sırasında yaşandı: Göbekli Tepe’nin 11 bin yıl önce inşa edilmeye başlandığı ve 1500 yıl boyunca devam ettiği anlaşıldı. Başka bir deyişle, Firavunlar Giza Piramitlerini; Keltler Stonehenge’i kurarken Göbekli Tepe’nin megalitik daireleri 6-7 bin yıllıktı. Schmidt şöyle anlatıyor: “Kimilerinin her biri 50 ton ağırlığında olan sütun blokları, henüz tekerleği, seramiği veya metalleri keşfetmemiş ve hatta tarımı yahut hayvan yetiştirmeyi henüz bilmeyen binlerce insan tarafından inşa edildi. Nitekim kazı alanında sadece vahşi hayvan kemiklerine rastladık.” Ancak sürprizler burada bitmiyor. Sütunların üzerinde kazılmış başlıca figürlerin altında, hayvan ve yarım ay, çember veya bir nevi “h” kombinasyonlarından oluşan semboller göze çarpıyor. Schmidt’e göre “Görüntü itibarıyla Mısır hiyerogliflerini çok andırıyor. Muhtemelen resim yazısı söz konusu, bu figürler aracılığıyla insanlar bilgiye ulaşıyordu. Yani yazının temel fikri, binlerce yıl öncesine kayıyor.”
Bu anıtsal kompleks ne işe yarıyordu? “Göbekli Tepe halkının sembolik ve manevi dünyasını yeniden oluşturmak imkansız ama burada her şey kutsallıktan bahsediyor.” Kısacası, bir nevi neolitik katedral, insanlığın her türlü ibadet mekanlarının ilk örneği.
Bu devasa girişimin muazzam boyutları, Schmidt’e göre müthiş bir “yan etki” ortaya çıkarmış olmalı: “Bu anıtı inşa eden binlerce insanın geçimini sağlamak için bir noktadan sonra av yeterli olmamış olsa gerek. Göbekli Tepe’den birkaç kilometre mesafede Karaca Dağ adlı mevki bulunuyor ve burada ekilerek yetiştirilen buğdayın yabani ilk örnekleri bulundu. Bu doğal tahıl tarlalarından, bol ve muhafazası kolay besin elde etmek için tohum toplamaya başlamış olsalar gerek. Daha sonra da ekme işlemine geçilmiş.” Dolayısıyla Schmidt’e göre insanların tarıma yöneldiğini anlatan insan anıtlarından ilkiydi. Dünyada buzullaşmadan daha iki bin yıl önce çıkmış su, çayır, ormanlarıyla Göbekli Tepe, avcı-toplayıcıların cenneti olmuş olsa gerek.
Ancak tarımın icat edilmesi, o cennet için son anlamına geldi. Bölgeye gelen yeni çiftçi toplum, antik tapınağı, metrelerce toprağın altında ortadan kaldırmaya karar vermiş olmalı. Kısacası Göbekli Tepe, insanın “yeryüzü cennetini” terk edip “ve sen toprağı alnının teriyle süreceksin” çağına girdiği yer olabilir. Pek çok yönden avantajlı bir değişim, ama herkes için değil.. Timetürk, 16.05.2011 |
|
ODA TV YAZDI, DÜNYA PATARA İÇİN ALARMA GEÇTİ
Antalya'nın Kaş İlçesi'ne bağlı Patara antik kentinde, Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK) içerisinde yapımına başlanan villa inşaatları dünyanın önde gelen çevre örgütlerini alarma geçirdi. Merkezi Londra'da bulunan Akdeniz Deniz Kaplumbağalarını Koruma Birliği (MEDASSET) Başkanı Lily Venizelos, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'na bir mektup yazarak gelişmeler hakkında bilgi istedi. Patara'daki inşaatların Türkiye'nin de imza koyduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu belirten Venizelos, Bakan Eroğlu'na ilettiği mektubunda, "Patara turizm ve kalkınmaya kurban edilmeden önce konuyu düşünün" dedi.
BAKAN EROĞLU'NA VİLLA SORUSU Patara'daki villa inşaatlarıyla ilgili gelişmeleri, başta Odatv olmak üzere Türk basınında yer alan haberlerden takip ettiklerini belirten Venizelos, antik kent yakınında, caretta caretta türü deniz kaplumbağaların yuvalama alanı olan kumsalın yakınlarında inşasına başlanan villalar hakkında endişe duyduklarını belirterek Bakan Eroğlu'ndan konuyla ilgili bilgi istedi. Patara'yla ilgili haberlerde, 2008 yılında onanan koruma imar planında 400 ila 750 arasında villa ve yazlık konut yapımına izin verildiği yönünde bilgilerin yeraldığını belirten Venizelos, Bakan Eroğlu'ndan "bu plan gerçekten onaylandıysa bölgeye kaç villa inşa edilecektir? Bu konuda Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmış mıdır? Şu anda yapım aşamasında olduğunu anladığımız ve devamında yapılacak olan villalar, bu imar planının bir parşası mıdır ve bu yapıların yasal izinleri var mıdır?" sorularını yanıtlamasını istedi.
'İKİNCİ KONUTA NEDEN İZİN VERİLDİ?' 1999 yılında UTTA Planlama ve Danışmanlık şirketi tarafından uluslararası kredi desteğiyle hazırlanan ve 2006 yılında Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan Patara Yönetim Planı'na da değinen Venizelos, Patara için ekoturizmi öngören ve ahşap prefabrik konutların yapımına izin veren önceki plana aykırı olarak 2008'de hazırlanan yeni planda yapılaşmaya ve ikinci konuta neden izin verildiğini sordu.
YENİ İMAR PLANI ÖÇK YÖNETİM PLANINA AYKIRI 2008'de onanan ve ikinci konut yapımına izin veren imar planının Patara Özel Çevre Koruma Bölgesi için hazırlanan bilimsel yönetim planına aykırı olduğunu ifade eden Venizelos, bölgedeki gelişmelerden endişe duyduklarını belirttiği mektubunda şu görüşlere yer verdi: "Türkiye'nin Akdeniz kıyılarında benzersiz bir ekosisteme sahip olan Patara, bataklıklar, küçük tatlı su sistemleri, kumullar ve çok sayıda habitatı barındırıyor. Birinci derecede nesli tükenme tehlikesi altında bulunan caretta caretta türü deniz kaplumbağalarının en önemli yumurtlama alanlarından birisi olan Patara, Türkiye'nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de koruma altına alınan bir bölgedir."
PATARA İÇİN ULUSLARARASI KAMPANYA Patara'nın, tüm Akdeniz'de az sayıda kaldığı belirtilen yumuşak kabuklu Nil kaplumbağaları (Trionyx triunguis) için de önemli bir yaşam alanı olduğunu belirten Venizelos, başkanlığını yürüttüğü MEDASSET'in, 1980 yılından bu yana bölgenin bçok değerli biyolojik çeşitliliğinin korunması için uluslararası kampanyalar yürüttüğünü belirttiği mektubunda şunları kaydetti: "uluslararası basını ve koruma örgütlerini uyararak, yabancı ve Türk uzmanlarla birlikte yürütülen 'Patara'yı Koru' kampanyası çerçevesinde bölgedeki gelişmeler Bern Sözleşmesi'nin yıllık daimi komite toplantılarında düzenli olarak gündeme taşınmıştır. Bern Sözleşmesi'nin daimi komisyonunda 1996 Aralık ayında, Patara'daki koruma önlemlerinin etkilerini denetlemek için açılan dava dosyası, bazı sorunları kalmasına rağmen 2001 yılında kapatıldı. Ancak MEDASSET düzenli olarak bölgedeki denetlemeyi sürdürerek raporlarını sunarak, 2009 yılına kadar Patara'daki koruma önlemleriyle ilgili önerilerini bildirmeye devam etti."
DÜNYA MİRASI LİSTESİNE GİRME TALEBİYLE ÇELİŞİYOR Patara gibi benzersiz ve çok özel olarak korunan bir alanda başlatılan villa ve yazlık konutların inşaatından MEDASSET olarak ciddi endişe duyduklarını ifade eden Venizelos, bu gelişmenin, Türkiye'nin Patara'yı 'Dünya Mirası' listesine alınmasına yönelik isteğiyle çeliştiğini vurguladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, 6 Şubat 2009 tarihinde UNESCO'ya bu yönde bir belge sunduğunu anımsatan Venizelos, bölgenin yapılaşması projesinin ayrıca Bern Sözleşmesi çerçevesinde, 1988, 1991, 1996 ve 1998 yıllarında alınan Patara ile ilgili tavsiye kararlarını ihlal ettiğinin altını çizdi.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'ndan, Patara gibi benzersiz bir bölgenin telafisi imkansız biçimde turizm ve kalkınmaya kurban edilmeden önce konuyu düşünmesini rica eden Venizelos, mektubunda konuyla ilgili en kısa sürede kendilerine yanıt verilmesini beklediklerini ifade etti.
MEKTUP, ŞAHİN VE GÜNAY'A DA ULAŞTI Bakan Eroğlu'na yazdığı Patara mektubunu, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın yanısıra Antalya Valisi Ahmet Altıparmak ve ilgili tüm bürokratlara ileten Venizelos, bölgedeki gelişmeler hakkında uluslararası boyutta girişimlerini sürdüreceklerini de sözlerine ekledi. Patara'nın tarihi ve arkeolojik mirasına da vurgu yapan Venizelos'un mektubunun, UNESCO Dünya Mirası Direktörü Kishore Rao, UNESCO Türkiye Daimi Temsilcisi H. Gürcan Türkoğlu ile Türk ve uluslararası koruma örgütü ve sivil toplum örgütlerinin yöneticilerine de ulaştığı öğrenildi.
NÜFUS BASKISI YAŞAM ALANINI DARALTACAK Patara'daki gelişmeleri yakından izleyen Arkeolog-yazar Nermin Bayçin da, bölgedeki ikinci konutların yaratacağı nüfus baskısının, biyolojik çeşitliliğin yanısıra yöre insanının yaşam alanını da daraltacağını belirterek, insanların da diğer canlılar gibi bu ekosistemin önemli bir parçası olduğunu söyledi. Bayçin, "bugünkü planın yapılaşmaya açtığı bölgeler eski planda '1. Derece Arkeolojik sit' ve 'milli park' olarak ayrılmıştı. Yeni plan Gelemiş Köyünün dışında bir uydu kent yaratıyor" dedi.
İşte dünyanın önde gelen çevre örgütü MEDASSET'ın Patara ile ile ilgili mektubu: Oda Tv, Haber: Yusuf Yavuz, 16.05.2011 |
|
RESTORASYONLAR DEVAM EDİYOR
İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın
projeleri kapsamındaki Tarihi yarımadadaki
restorasyon çalışmaları devam ediyor. Önceki gün
2010 Ajansı’nın düzenlediği, arkeolog, yazar,
yayıncı Nezih Başgelen
rehberliğindeki tanıtım gezisinde,
Kamondo
Anıt Mezar, Vortvots Vorodman
Kilisesi, Galata Mevlevihanesi
ve Sultanahmet Meydanı yerinde
ziyaret edilerek bilgi verildi. Cumhuriyet, 16.05.2011 |
|
HAYDARPAŞA GARI'NIN ÇATISI 'DENİZ SUYUNA' KARIŞTI
Tarihi Haydarpaşa Garı'nda geçtiğimiz kasım ayında çıkan yangın sonrası tüm bina ve yakın çevresine yönelik Rölöve-Restitüsyon-Restorasyon (RRR) çalışmaları İTÜ Teknokent Akademik firması TechnoBee denetiminde devam ediyor.
Yangın sonrası hazırlanan ön hasar tespit raporu ise üzücü bir gerçeği ortaya koyuyor. Yangın söndürme çalışmaları sırasında kullanılan deniz suyu tuz içeriği nedeniyle, yapısal elemanlarda önemli hasarlar, bozulmalar meydana getirmiş. Haydarpaşa Garı ile ilgili ön rapor, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri inşaat yüksek mühendisi Prof.Dr. Oğuz Cem Çelik ve yüksek mimar-restoratör Doç.Dr. Yegan Kahya tarafından tamamlandı. 140 sayfalık ön hasar tespit raporuyla ilgili bilgi veren Prof.Dr. Cem Çelik, garda, özellikle üst katlarda yaşanan hasarın önemli bir bölümünün söndürme çalışmaları sırasında meydana geldiğini söylüyor. Çelik, "Yangının ardından yoğun yağmurlu günlerin yaşanması, geçici çatı yapılıncaya kadar kısa bir süre de olsa zorunlu olarak açık kalması ve yangın söndürme sırasında binanın çok su almış olması yapı için olumsuz bir durum oluşturuyor. Binanın özellikle üst katlarında ve cephelerde, taşıyıcı elemanların bünyesine su tamamen işlemiş durumda." diyor.
Yapının yangın gören katlarındaki çelik kirişli volta döşeme sisteminde kapsamlı bir yükleme deneyi yaptıklarını belirten Çelik, "Yükleme deneyleri başarıyla sonuçlandı. Amacımız, yangından dolayı çeliğin mekanik özelliklerindeki olası değişiklikleri belirlemek ve gerekiyorsa restorasyon aşamasında iyileştirmeler yapmaktır." diye konuşuyor. Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 16.05.2011 |
|
'İSTEDİĞİN' KİRAYA VAKIF MALLARI Radkal, Haber: Ömer Erbil, 16.05.2011 |
|
MÜTHİŞ SIR ÇÖZÜLÜYOR
Milliyet, 16.05.2011
Sabah, 21.05.2011 |
|
GÖKTEN DOLARLAR YAĞSA OLMAZ
Dün sabah bir grup gazeteci, tarihçi, arkeolog ve mimar "Bakalım şehrimizin neresini keşfedeceğiz bu defa?" diyerek çıktı yola. İlk durak bundan sonra kimi akşamlarımızı konser, tiyatro ve kim bilir daha ne sanatsal bahanelerle geçireceğimiz Vortvods Vorodman Kilisesi.
Meryem Ana Kilisesi Vakfı Başkanı Hrant Maskafyan baştan uyarıyor: "Daha çok iş var burada, hayatta yetişmez yaza! Demeyin sakın. Üç beş ay evvel bir devlet büyüğümüz bizi onurlandırdığı sırada bitişi sordu. Haziran ortaları dedik. Mümkün değil, dedi. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Başkanı Şekip Avdagiç, buranın ilk halini görseydiniz biteceğine ikna olurdunuz, diye yanıtladı onu."
Bilenler, kilisenin birkaç yıl önceki halini şöyle anlatıyor: "Çatı yemyeşildi bir kere. Kilisenin üstü başı tamamen doğaya teslim olmuş, ot ve yosunlarla kaplanmıştı. İçerisi zaten moloz yığını. 100 yıldır da ibadete kapalıydı..."
Aslında restorasyon 20 yıl önce de gündeme gelmiş ama kolay mı? "Değil." diyor ve ekliyor ajansın genel sekreteri Yılmaz Kurt: "Gökten dolarlar yağsa restore edilmez. Sorun para değil, yetkili kurullardan onaylanmış proje lazım. Projesi olanları restore etmeye çalıştık, olmayanları ise projelendirmeye... Biz büyük bir göle ufak bir taş attık sadece. 184 tek yapıda tek tek restorasyon... Bazıları tamamlandı, bazıları devam ediyor. İstanbul'da bunun gibi onlarca yapı var." İşin en güzel tarafını ise şöyle anlatıyor Kurt: "Küçük büyük, bir şeyler yaptık biz. Güzel olan şu! İstanbullu şehrin zenginliğini fark etmeye başladı. 'Bizim mahallede böyle bir çeşme var, köşede şöyle bir türbe var, bir el atsanız...' diye telefonlar geliyor."
Adını Hz. Yahya ve kardeşi Hz. Yakup'un hitabet yeteneklerinden alan Vortvods Vorodman (Gök gürültüsünün Çocukları) Kilisesi'nin hikayesi, İstanbul'un fethiyle başlıyor. Fatih'in Anadolu'dan İstanbul'a göçleri teşvik etmesiyle Türklerle beraber Ermeni, Yahudi ve diğer ahali de geliyor şehre. Rum Patrikliğini yeniden kurduran Fatih; Bursa'dan Piskopos Hovagim'i getiriyor, ilk Ermeni patriği olarak...
Şehrin başlıca altı mevkiinde altı kilise etrafına toplu halde yerleşen Ermenilerin dini vecibelerini yerine getirebilmeleri için ibadethanelere ihtiyacı oluyor haliyle. Bu iş için metruk halde bulunan Bizans Kiliseleri Ermeni cemaatinin kullanımına tahsis ediliyor. Vortvods Vorodman da onlardan biri. 1641'den itibaren Ermeni cemaatine hizmet veren kilise, pek çok yangın ve tamirat geçiriyor ve sonunda İstanbul'a çok sayıda görkemli eser armağan eden Mimar Kirkor Balyan tarafından inşa ediliyor. 14 Ekim 1828'de de kutsanarak ibadete açılıyor.
Sonrası tam bir muamma: 1940'lı yılların başında restorasyon ilkelerine aykırı bir onarımdan geçerek sosyal faaliyetlerin yapıldığı bir salon haline geliyor. 1960'ta avlusunun bir köşesine bir poliklinik açılıyor. 1966 ve 1975 yıllarında Varto ve Lice'de meydana gelen depremlerden sonra, depremzedelere barınak oluyor.
Nihayet, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı kapsamında restorasyonu gerçekleştiriliyor da çilesi bitiyor. Haziran itibarıyla hem yeniden ibadete açılacak hem de tıpkı Aya İrini gibi seçkin etkinliklere ev sahipliği yapacak mekan. Zaman, Haber: Jülide Karahan, 15.05.2011 |
|
EN BÜYÜK MOZAİĞE ÖZEL KORUMA
Türkiye Gazetesi, 15.05.2011 |
|
MESCİD-İ AKSA'NIN KANDİLLERİ HÜRREM SULTAN'DANMIŞ
Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez, özel bir televizyon kanalında yayınlanan 'Muhteşem Yüzyıl' adlı dizide Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi Hürrem Sultan'ın farklı şekilde gösterildiğini söyledi.
'Vakıfların Fıkhi Sorunları Sempozyumu'nun açılış konuşmasını yapan Görmez, bugün çeşitli vesilelerle gündeme gelen Hürrem Sultan'ın Kudüs'te bir vakıf kurduğunu ifade etti. Vakfın ilk şartının Mescid-i Aksa'daki kandillerde yakılacak olan zeytinyağının temin edilmesi olduğunu hatırlatan Görmez, "Mescid-i Aksa'nın lambalarına yakıt olarak zeytinyağı gönderen Hürrem Sultan, bugünlerde Türk gençliğine farklı şekilde gösteriliyor." dedi. Zaman, 15.05.2011 |
|
BİR ASIR SONRA ÖZÜNE DÖNDÜ |
|
TEMELİNDEN YIKIMINA İNSANLIK ANITI'NI GÖRÜNTÜLEDİ
Ailesinden ve işlerinden fırsat bulup Türkiye'nin öbür ucuna gidip gelmek kolay değildir ama aynı zamanda heyecan verici görünür. Heykelin önemi ve büyüklüğü nedeniyle bu işi ayrı bir proje biçiminde çalışabileceğini düşünüp, aradan fazla zaman geçmeden uçak biletini ayırtır.
Hürü Kaya, heykeltıraş Mehmet Aksoy'un 2006'da yapmaya başladığı İnsanlık Anıtı heykeliyle iki yıl sonra böylece tanışmış. Aslına bakarsanız Kaya'nın aradaki iki yılda fazla şey kaçırdığı söylenemez. Zira maddi kaynak ve organizasyon eksikliğinden dolayı çalışmalar fazlasıyla yavaş yürürken, heykeli görmeye gittiğinde henüz ancak bacaklarının yerleştirilebildiğini görmüş. O günden bugüne dört farklı zamanda Aksoy'u ve heykelini çekmeye giden Kaya'nın fotoğrafları, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın heykeli 'ucube' biçiminde tanımasıyla daha fazla önem kazanmış durumda. Mutlaka duymuşsunuzdur; Başbakan'ın 'ucube' çıkışının ardından 35 metre boyunda ve 350 ton ağırlığındaki devasa heykel şu günlerde yıkılıyor.
Heykelin yapım aşamasındaki aksaklıklar, zorluklar Kaya'nın programı üzerinde de karşılığını bulmuş. İstisnasız biçimde önceden aldığı uçak biletlerini, ya hava koşullarından ya da heykelin yapımında bir ilerleme olmadığı için hep bir sonraki tarihe ertelemek zorunda kalmış. Bu zahmetli çalışmanın kendisini fotoğraf projesine, heykele ve Aksoy'a daha fazla yakınlaştırmasından olsa gerek, yıkılma kararını duyduğunda hayal kırıklığına uğradığını söylüyor. Başlangıçta fotoğrafları anıtın altında yapılacak müzede sergilemeyi ve bir kitabını çıkarmayı düşünüyormuş. Şimdiyse söz konusu fotoğrafları ne yapacağı hakkında fazla konuşmak istemiyor.
Buna karşılık Aksoy'la mesai yapmış biri olarak, heykeltıraşın İnsanlık Anıtı'nı farklı okumalara açık biçimde tasarladığını fark etmiş Kaya. Bu okumalardan biri savaşın yıkıcılığı ve ölümcül yanıyla ilgili; Kars'ta bulunmasına karşın ve Ermenistan topraklarından da görünen devasa heykel, uzaktan bakıldığında Osmanlı mezar taşlarını anımsatır biçimde tasarlanmış.
Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 15.05.2011 |
|
EN PAHALI ATATÜRK TABLOSU SATIŞTA Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 15.05.2011 |
|
SEMAZENLER GALATA'YA DÖNÜYOR Aslında 520 yıllık bu özel tarihin, sahip olduğu atmosferi bugüne taşımasının pek kolay olduğu söylenemez. Yangınlarda harabeye dönüşerek, tekrar tekrar yapılarak, kapatıldığı zamanlarda okul ve depo olarak kullanılarak bugünlere ulaşmış. Mevlevihane'nin bu zengin kültürel değeri taşımasının yanında başka bir önemi daha var. İnsanların yolunun pek düşmediği Gezi Parkı'yla birlikte, bina yoğunluğundan geçilmeyen Beyoğlu'nda, insanların nefes alabilecekleri tek yeşil alana sahip olması... Her gün Karaköy ile Tünel arasındaki Galip Dede Caddesi'ni turlayan binlerce kişinin, kapısının önünden fark etmeden geçtiği Mevlevihane'nin yaklaşık 7 bin metrekareye yayılmış yeşil alanı bulunuyor.
Zamana direnerek günümüze ulaştı
AkşamPazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 15.05.2011 |
|
PARK OTEL KABUSU NİHAYET BİTİYOR Bir hayalet binanın yıllara yayılan anatomisi Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 15.05.2011 Sabah, Haber: Nazif Karaman, 18.05.2011 |
|
BOĞAZ'IN İNCİSİ KANCABAŞLAR SULARA DÖNECEK
İstanbul'un simgelerinden olan kancabaşları canlandırmak için 2006 yılında İzmir'de de bir çalışma yapılmıştı. İzmir merkezli 360 Derece Araştırma Grubu, İzmir Kayığı'nın ardından kancabaşları tasarlayıp üretmek üzere harekete geçti. Kancabaşları denizlere yeniden kazandırmak, İstanbul kent kimliğinin bir parçası haline getirmek, sivil denizcilik okullarının, İstanbul halkının katılım ve desteğini sağlamak amacıyla harekete geçen grup İstanbul'a bir jest yapmayı da istiyordu. İzmir ve İstanbul arasındaki tarihi bağları yeniden gündeme getirmeyi de hedefleyen 360 Derece Araştırma Grubu'nun bir diğer amacı da bu kayıkları İzmir ve İstanbul Deniz Müzesi'nde sergilemekti. Hatta her yıl yurtdışında, özellikle İngiltere Portsmouth'ta ve Amsterdam'da yapılan deniz festivallerine katılmak da hedefleniyordu.
Osmanlı ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında İstanbul Boğazı'nda kancabaşların yanı sıra farklı özelliklere sahip, farklı amaçlar için kullanılan çok sayıda kayık türü vardı. Bu kayıklardan en ihtişamlı ve görkemlisi kuşkusuz 'saltanat kayıklarıydı'. Osmanlı'nın haşmetini yansıtan bu kayıklar, kullanılan süslemeler ve kabartmalı baş figürleriyle farklılaşıyordu. Örneğin daha ince ve uzun olan kemanebaşı Abdülmecid, helezonik kıvrımlı kancabaşı Abdülaziz, hilal figürü kayığı da Mehmet Reşat kullanıyordu.
Boyları 7,5 metreyle 13 metre arasında değişen kancabaşlar genel olarak İstanbul Boğazı'nda, Marmara'nın yakın kıyılarında ulaşım amaçlı kullanılıyordu. Kayıklar adını burnundaki kanca formundan aldı. Hafif yük taşımacılığında da kullanılan bu kayıkların daha büyük boyları, Tersane-i Amire kaynaklarına göre Osmanlı Donanması'nda da asker sevkıyatı ve hafif yük taşımacılığında kullanılmıştır.
Akşam Pazar, Haber: Esin Gedik, 15.05.2011 |
|
BU TABLODA KATİL KİM? Kitaplara göre Aziz Matta şöyle şehit edildi:
(*) Jacques Attali: ‘Phares: 24 destins’, Fayard, 2010, s.212 Hürriyet, Yazı Ertuğrul Özkök, 15.05.2011 |
|
ANKARA'YI O KURMUŞTU
Gelin o halde dünyaca ünlü mimar Holzmeister'in
hayatına bir uzanalım. Asıl adı Clemens
Holzmeister'di. 1886 yılında Avusturya'nın Fulmpes
Köyü'nde dünyaya geldi. Babası Johann Holzmeister
kahve ticaretiyle uğraşıyordu. Ailenin bir önceki
kuşağı Avusturya'daki kötü ekonomik koşullardan
dolayı Brezilya'ya yerleşmişti. Kahve işi
Brezilya'dan onlara kalan bir işkoluydu.
Peki Hozlmeister Türkiye ile nasıl tanıştı?
ATATÜRK'TEN ÇOK ETKİLENDİ
ÇAĞ DÖNÜMÜNDE BİR MİMAR
Evet Holzmeister'in hikayesi böyle...Amma bir de zehirli sorularımız var tabiİ... Biliyorum, 'Yoksa Holzmeister Yahudi miydi?' sorusunun yanıtını bekliyorsunuz. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de bu ünlü mimarın Yahudi olduğunu düşünüyordum. Çünkü birkaç yerde Yahudi mimar diye söz ediliyordu. Ayrıca Hitler rejiminden kaçması da bir başka dayanaktı. Ama açık söylemek gerekirse bütün kaynakları didikledim ancak Yahudi olduğuna ilişkin gerçekçi bir işarete rastlayamadım. Ayrıca 1983 yılında hayatını kaybeden Holzmeister, Salzburg'da bir Katolik mezarlığında yatıyor. Gazeteci Mustafa Yılmaz'ın iddiası ise bambaşka bir yere dikkat çekiyor. (Dul Kadının Oğulları) Meclis'e gizli masonik semboller yerleştirilmiş olabilir mi sorusunu soruyor? Dan Brown'un 'Da Vinci Şifresi'ndeki 'kutsal kase', 'kadeh' ve 'beş kenarlı üçgen' figürler, (fotoğrafları incelediğinizde) binanın tam ortasında yer alıyor. Holzmeister bunları gerçekten bir sembolü gizleyerek mi yaptı, yoksa tesadüfen mi oraya kondu, çözmek zor. Ama şunu net olarak belirtelim. Hozlmesiter bir Masondu ve batıni konulara bir hayli meraklıydı. 8 din için düşsel bir proje olarak sunduğu Kosmogral bir dünya mabediydi. Şekline bakınca tam da kutsal kaseyi andırıyordu. Ayrıca Yahudilerin 8 kollu şamdanının da izleri vardır.
Akşam, Haber: Gürkan Hacır, 15.05.2011 |
|
AKARETLER ARTIK SANAT EVLER
Yani bir zamanlar Osmanlı döneminin ünlü saray ressamı Fausto Zonaro’nun da yaşadığı Akaretler, yıllar sonra özüne dönmüş oldu. Sıraevler’in yeni sakinleri; Artlimits, Art On, Autoban, C.A.M., Derin Design, Galerist ve Rampa gibi Türkiye’nin önde gelen sanat ve tasarım galerileri. Bugün saat 17.00 22.00 arasında düzenlenecek “Akaretler Art&Design Day” nedeniyle ise semt çok hareketli...
GALERIST
DERİN DESIGN
C.A.M.
AUTOBAN
ART LIMITS
RAMPA Habertürk Cumartesi, Haber: Nevra Gömdeniz, 14.05.2011 |
|
DEFİNECİLERE SUÇÜSTÜ
Rize’de define bulmak amacı ile izinsiz kazı yapan 4 kişi jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakalanarak gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, aldığı bir ihbarı değerlendiren Rize Jandarma Komutanlığı ekipleri, doğal sit alanı olan ve Rize merkezde bulunan Ayene Tepesi’nde izinsiz kazı yapan R.M., A.İ., B.F. ve Ş.A. isimli 4 kişiyi define bulmak için kaçak kazı yaparken suçüstü yakaladı.
Şahıslarla birlikte kazı için kullanılan bol miktarda malzeme ele geçirildi. Şahısların üzerinde yapılan aramada ise R.M.’nin üzerinde bir adet 9 mm çapında ruhsatsız tabanca, Ş.A.’nın üzerinde ise bir adet pompalı av tüfeği ele geçirildi. Silah ve malzemelere el konulurken, dört kişi hakkında yasal işlem başlatıldı. Rize Kent Haber, 14.05.2011 |
|
KADIOĞLU KAZISI AY SONUNDA BAŞLIYOR
Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen, Kadıoğlu Köyü'nde bulunan zengin tarihi mirasın ortaya çıkartılması için 75 bin lira ödenek ayrıldığını ve Kültür Bakanlığı tarafından kazılara ay sonunda başlanılacağını söyledi.
Kültür Bakanlığı yetkilileri tarafından kendisine bilgi aktarıldığını anlatan Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen, Roma dönemine ait zengin tarihi mirasın gün yüzüne çıkartılmasıyla, Filyos antik kenti ile birlikte bölge turizmine katkı sağlayacağını söyledi.
Malatya İli'nde yapılacak olan uluslararası tarihi eserler ve kültür kongresinde Bakanlık yetkililerince, Kadıoğlu Köyü'ndeki Zeugma’nın dışarıdan gelen misafirlere sunulacak olan üç projeden birisi olduğunu vurgulayan Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen, “Belediye olarak Kadıoğlu Zeugma’ya destek veriyoruz. Dünya Kültür Mirası olarak tescillendiğinde, yabancı turistlerin ilgisini çekeceği ve bölge turizmine büyük katkı sağlayacağını umut etmekteyiz” dedi. Pusula, 13.05.2011 |
8 - 14 Mayıs 2011 |
|
İTFAİYE ERİNİN ÖLÜMÜ
Geçtiğimiz hafta İzmir’in Karabağlar İlçesi'nde bir kapı imalathanesinde gaz sıkışmasından kaynaklanan patlamada biri itfaiye eri olmak üzere 5 kişi hayatını kaybetti. Tüm ölenlere rahmet, acılı ailelerine sabır dileyerek patlamada aramızdan ayrılan itfaiye eri Ozan Avşar’ı anlatmak istiyorum. Gerçek Gündem, Yazı Neşe Doster, 22.04.2011 |
|
HIRİSTİYANLIĞIN İLK KONSÜLÜNE EV SAHİPLİĞİ YAPAN İZNİK'TE 500 KİLOLUK LAHİT ÇALINDI
Hıristiyanlığın ilk konsülüne ev sahipliği yapan tarihi eserleriyle ünlü Bursa'nın İznik İlçesi'nde, Ulusal İznik Nilüfer Hatun Müzesi'nde bulunan lahit, önceki gece kimliği belirsiz kişi veya kişilerce çalındı. Roma dönemine ait 2'nci yüzyıldan kalma Zeus ile Miken Kralı'nın kızı Alkmene'nin oğlu olan Herakles'in, Nemean Arslanı'nı mızrak ve kılıçla öldürdüğü anın işlendiği lahitin gece çalındığı tahmin ediliyor. Çevresi demir parmaklıklarla çevrili olan 10 güvenlik kamerası bulunan ve güvenlik elemanları tarafından korunan müzedeki hırsızlık olayının, gece saatlerinde gerçekleştiği sanılıyor. İznik Cumhuriyet Savcılığı, gece görüşü olmadığı için kameraların devre dışı kaldığı 500 kilo ağırlığındaki lahit hırsızlığı ile ilgili olarak soruşturma başlattı. Polis, birden fazla kişi tarafından araç ile çalınan lahiti arıyor, hırsızların kimliğini araştırıyor. Vatan, 15.5.2011 |
|
HATTUŞAŞ SFENKSİ İADE EDİLİYOR
Almanya, Türkiye'nin
istediği Hattuşaş Sfenksi'ni iade edecek. Alman ve
Türk yetkililerden oluşan bir uzmanlar grubunun
Berlin'de yaptığı Sabah, 14.05.2011 |
|
BELEŞBAHÇE
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.05.2011 |
|
|
TARİHİ AHŞAP BİNA KÜL OLDU
Kariye Mahallesi Kalfa Efendi Sokak üzerinde bulunan binada, henüz belirlenemeyen bir sebeple yangın çıktı. Tarihi yapının yandığını gören mahalleli sokağa döküldü. Vatandaşlar durumu hemen itfaiyeye bildirdi.
Olaya Fatih ve Balat müfrezelerinden itfaiye ekipleri müdahale etti. Merdiven aracıyla yükselen alevleri kontrol etmeye çalışan ekipler, yaklaşık 30 dakikada alevleri kontrol altına almayı başardı. Binanın kimliği belirsiz kişiler tarafından defalarca yakılmaya çalışıldığını söyleyen çevre sakinleri, bazı kişiler tarafından kasıtlı olarak yeniden yangın çıkartıldığını dile getirdi.
Tarihi yapıya bazı kişilerin sürekli girip gizlice çalışma yaptığını belirten Muhammed Duman adlı vatandaş, yapının içinde define arandığını öne sürdü. Polis ekipleri olayla ilgili soruşturma başlattı. Sabah, 14.05.2011 |
BİR İNSANLIK ANITI KADAVRA YAPILINCA
KARS
Doğu cephesinde aynı yükseklikteki hemen karşı tepede ise bütün ihtişamıyla milattan sonra 12’nci yüzyılda Selçuklular zamanında yapılmış ünlü Kars Kalesi duruyor.
Hürriyet, Yazı: Sedat Ergin, 14.05.2011 |
|
'ENGEL OLUN' MEKTUBU YAZDILAR
Malatya Haber, 13.05.2011 |
|
Kemer Gözcü, 13.05.2011 |
|
'YASAK ŞEHİR'DE SOYGUN
Çin’de başkent Pekin’in merkezindeki eski sarayın (Yasak Şehir) içindeki Saray Müzesi’nden yedi sanat eseri çalınmasının yankıları sürüyor. 1987’den sonraki ilk soygunda, çalınanlar arasında bir kadın cüzdanı ve bir makyaj çantası da bulunuyor. Değeri 1.5 milyon doları (2.1 milyon TL) bulan eserler müzeye ödünç verilmişti ve sigortası yoktu. Polis dün müzeden kaçmayı başaran 27 yaşındaki hırsızı bir internet kafede yakaladı. Hırsızın binaya duvarı delerek girdiği, güvenlik görevlilerine yakalanmadan çıkmayı başardığı düşünülüyor. Dün açıklama yapan müze sözcüsü, kabul edilemez bir hata yaptıklarını, güvenlik önlemlerinin artırılacağını söyledi. Ülkede, hırsızın rahatça kaçabilmesinin müze yetkilileri için bir utanç kaynağı olduğu konuşuluyor. Radikal, 13.05.2011 |
|
HANÖNÜ'NDE TARİHİ HAN RESTORASYONU SÜRÜYOR
Hanönü İlçesi'nde ilçenin adını aldığı Tarihi Han`ın restorasyon çalışmalarına tekrar başlandı. Hanönü Belediyesi tarafından, Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü`ne devredilen Tarihi Han`ın restorasyon çalışmaları kış nedeniyle verilen aradan sonra tekrar başlatıldı.
Çalışmalarda Tarihi Han`ın kalıntıları ortaya çıkarıldı, içi ve çevresi temizlenerek, yıkılmaya yüz tutan duvarları örüldü. Belediye Başkanı Şükrü Özün, Tarihi Han`ın restore çalışmalarının bu yıl içersinde tamamlanacağını belirtti.
Özün, restore çalışmalarının tamamlandığında Tarihi Han`ın ilk yapıldığı şekline dönüşeceğini ve turizm amaçlı kullanılacağını ifade etti. Kastamonu Postsı, 13.05.2011 |
|
PATARA'DA HIRİSTİYAN MEZARLIĞI BULUNDU
Antalya’nın Kaş İlçesi yakınlarındaki Likya Uygarlığı’nın başkenti Patara antik kentinde devam eden kazılarda bir Hıristiyan Mezarlığı ortaya çıkarıldı.
Patara Kazı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva Işık, mezarlarla ilgili yaptığı açıklamada, Patara antik kentinde, Patara’nın geç Roma Çağı’na ait kent suru dışında bulunan Hıristiyan mezarlarının açıldığını belirtti.
Prof.Dr. Işık, ”Mezarlar MS 4. yüzyıldan, 7. yüzyıla kadar tarihlendi. Mezarlarda camlar, pişmiş küçük testiler, sikkeler ve iskeletler bulundu. Bu buluntular ve mezarlar, Patara’da Hristiyanlığın oldukça erken dönemde yayıldığını kanıtlıyor. Bilindiği gibi Noel Baba olarak bilinen Saint Nicolaus, MS 4. yüzyılda Patara’da doğmuş, Demre’de azizlik yapmıştı. Bu mezarlar bu tarihsel gerçeğin doğruluğunu kanıtlıyor. Mezarlarda bulunan kişilerle ilgili bazı bilgiler, antrapologların iskeletler üzerindeki incelemelerinden sonra ortaya çıkacak” dedi.
Prof.Dr. Işık, Hıristiyan Mezarlığı'nın Patara Ana Caddesi'ni Likya Meclis Binası'na bağlayan yolda yapılan kazılarda bulunduğunu, kent surunun kıyısında sıralanmış halde ortaya çıkarıldığını anlattı. Işık, bugüne kadar 35 mezar açıldığını kaydetti.
Prof.Dr. Işık, Patara antik kentindeki genel kazıların da 20 Haziran’da başlayacağını sözlerine ekledi. Star, 12.05.2011 |
|
TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK MOZAİĞİ BULUNDU
Hatay Kültür ve Turizm Müdürü Aysun Çelenk, bir otel inşaatı sırasında ortaya çıkan tarihi kalıntılar üzerine arkeolojik kazı yapılan alanda 850 metrekarelik mozaik bulunduğunu açıkladı. Çelenk, 2 bin parça tarihi eserin de bulunduğu alanda ortaya çıkartılan mozaiğin Türkiye’deki en büyük tek parça mozaik olduğunu söyledi.
Müze Müdürü Nalan Yastı ile İl Kültür ve Turizm Müdürü Aysun Çelenk bir basın toplantısı düzenleyerek Reyhanlı yolu üzerindeki Haraparası Mahallesi’ndeki arazideki kazı çalışmaları hakkında bilgi verdi. Aysun Çelenk, işadamı Necmi Asfuroğlu’na ait arazide otel inşaatı yapılırken bulunan tarihi eser üzerine bölgede Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden gerekli izinler alınarak Hatay Arkeoloji Müzesi arkeologları, İstanbul ve Mustafa Kemal Üniversitelerinden akademisyenlerin yer aldığı uzmanlar eşliğinde geçen yıl kaza çalışması başlatıldığını söyledi. Çelenk, 40 kişilik bilimsel ekip ve 120 işçiyle birlikte yürütülen çalışmada, 2 binden fazla sikke ve bronzla 850 metrekare ebadında Türkiye’nin en büyük mozaiğinin ortaya çıkarıldığını kaydetti.
Aysun Çelenk, kazıda ayrıca Hellenistik döneme ait olduğu belirlenen 12 metre derinliğinde sur duvarlarının gün ışığına çıkarıldığını belirtti. Çelenk, “Yaklaşık 100’er metrekarelik 30 açmada yapılan kazıda tarihe ışık tutacak çok sayıda taşınmaz ve taşınabilir kültür varlığı ortaya çıkarıldı. Bölgede ortaya çıkarılan taşınmaz kültür varlıklarının bilimsel yöntemlerle genel belgeleme çalışmaları yapıldı. Taşınır kültür varlıkları ise envantere geçirilerek uzmanlar tarafından değerlendirilmeye başlandı. Kazı sırasında ortaya çıkan mozaikle ilgili geçici koruma önlemleri alındı. Kazıda ortaya çıkanlar, geç antik dünyanın dört önemli şehirlerinden biri olan Antiokheia’nın geç antik çağı ve sonrasına ait kalıntılar. Fransız işgalinden sonra Antakya’da Türk ekibiyle yapılan ilk kazıda bu kadar önemli kalıntıların çıkması kentimiz adına çok sevindirici” dedi. Yastı, bölgede müze- otel konseptinde bir çalışma yapılacağını, bu şekli ile eserlerin en güzel şekilde korunarak özel sistemle sergileneceğini vurguladı. Turizm Habercisi, 12.05.2011 |
|
HEYKELLER BUNDAN KORKSUN! TRAFİK, MÜSTEHCENLİK, ANKARA'DAN GELENLER
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 13 Haziran 2009'da yaptığı Kars ziyaretinden bir gün önce, kadın heykelleri kaidelerinden çıkarılarak Fen İşleri Müdürlüğü'ne ait depoya konulmuştu. Hulusi Aytekin Caddesi üzerindeki çıplak kadın heykelleri de 'müstehcen' bulunarak depoya kaldırılmıştı. Belediye Başkanı Bozkuş, 26 Ağustos 2009'da kentin girişinde bulunan kaz heykelini İl Trafik Komisyonu’nun aldığı karar doğrultusunda kaldırmıştı. Radikal, 12.05.2011 |
|
MONA LISA'NIN KEMİKLERİ Mİ BULUNDU?
İtalyan sanat tarihçilerinin, yüzyıllardır tartışma konusu olan, Leonardo da Vinci’ye ait “Mona Lisa” tablosu için modellik yapan kadının kimliğine açıklık getirmek amacıyla yaptıkları çalışmalar devam ediyor.
Manastır dün basın mensuplarına gezdirildi. En yaygın sav olan “O kadın Floransalı bir tüccarın karısı olan Lisa Gherardini’dir” iddiasının doğru olup olmadığını araştıran ekip Floransa’da harap olmuş St. Ursula Manastırı’nda radarlı arama yaptıktan sonra bazı kalıntılara ulaştı. İşçiler kalıntıları arkeologlara iletti.
Bulunan kemikler, Gherardini’nin yakınlarının DNA’sı ile karşılaştırılacak. Ayrıca, kafatasına ait kalıntılar bulunduğu takdirde yüz görüntüsü çizilip tablodaki kadınla örtüşüp örtüşmeyeceği belirlenecek. Manastırda asılı olan afişte İtalyanca “Mona Lisa arayışı” yazıyor. Habertürk, 12.05.2011 |
|
MARMARA DENİZİ'NE BİR KANAL PROJESİ DAHA
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kanal projesini açıklamasıyla birlikte Kanal İstanbul, ülke gündemine oturmayı başardı. Türkiye, İstanbul'a yapılacak olan bu dev kanalı konuşurken benzer bir proje de Bursa'dan geldi.
Başbakan Erdoğan'ın kanal projesi Marmara denizi ile Karadeniz'i birbirine bağlarken Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Recep Altepe'nin projesi ise yine Marmara denizini Uluabat gölüne bağlayacak. Proje ile Uluabat gölünden Marmara Denizi'ne dökülen var olan bir su yolunun yeniden düzenlenerek, o bölgedeki turizmin canlandırılıması ve gölün doğal bir marina olarak kullanıma açılması hedefleniyor. Bölgede yapılan arkeolojik kazılar ile birçok eser gün yüzüne çıkarılarak proje ile ziyarete açılacak.
Uluabat gölünden Marmara denizine var olan ve yörede şu anda "Kocadere" olarak bilinen akarsuyun daha önceden Marmara denizine çıkmak için kullanıldığını hatırlatan Altepe, "Çok uzun zamandır kullanılmadığı için kanal sığlaşmış ve bazı bölgeleri daralmış. En son 1958 yılında büyük bir geminin kanaldan geçtiği kaydına ulaştık. Yeniden kullanabilmek için temizlenmesi, derinleştirilmesi ve bazı noktaların da genişletilmesi gerekiyor" dedi.
Bölgede hanlardan hamamlara, kiliselere kadar onlarca tarihi eserlerin mevcut olduğunun altını çizen Altepe, "İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümünün yaptığı kazılarda 8 bin 500 yıllık insan fosiline rastlandı. Ayrıca Avrupa'ya göç eden ilk çiftçilerin bu bölgeden göç etmişler. Bu nedenle çok eski yerleşim yerleri bulunuyor. Biz civardaki tarihi yapıların bir kısmını İstanbul Üniversitesi ile ilimize kazandırdık. Çalışmaları artırıp var olan kanalı da öncelikle yatların ve küçük gemilerin geçmesine elverişli hale getirdikten sonra bu bölgeleri ziyaret edilebilecek hale getirmeyi istiyoruz" şeklinde konuştu. Hürriyet, Haber: Hüseyin Koyuncuoğlu, 12.05.2011 |
|
|
SERVET DEĞERİNDE TABLO
ABD'li ünlü ressam, film
yapımcısı ve yayıncı
Andy Warhol'un bir tablosu, New York'ta yapılan
müzayedede 38 milyon 444 bin dolara satıldı.
Habertürk 12.05.2011 |
MOMA, AMERICAN FOLK ART MUSEUM'U SATIN ALDI
New York Times'ın haberine göre Modern Sanatlar Müzesi, para sıkıntısı içinde olan komşusu American Folk Art Museum'ı satın alıyor. Arkitera, Kaynak: The Real Deal, Çev.: Bahar Bayhan, 12.05.2011 |
|
HATAY'DA FRANSIZLARDAN SONRA İLK KAZI
Antakya merkezde 3. derece sit alanı içerisinde yapılan sondaj çalışmasında ortaya çıkan tarihi eserler Kültür ve Turizm Bakanlığını, Antakya Arkeoloji Müzesini ve Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunu harekete geçirdi.
Belirlenen parselde İstanbul Üniversitesinden Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, MKÜ Yard. Doç.Dr. Hatice Pamir, Muğla Üniversitesinden Doç.Dr. Abuzer Kızıl’ın bilimsel danışmanlığında ve mimari restorasyon ve belgeleme koordinatörü Doç Dr. Gülsün Tanyeli, Mersin Müzesi Müdürlüğünde görevli Arkeolog Mustafa Ergün ve Antakya Arkeoloji Müzesi Arkeologu Demet Kara’dan oluşan bilimsel heyet 1 Temmuz 2010 tarihinde başlattıkları kazı çalışmasını 17 Aralık 2010 tarihinde sona erdirdi.
Kazı çalışmaları sonucunda 17 dönümlük parselde Genç Antik dünyanın en önemli şehirlerinden biri olarak kabul edilen Antiocheia’ya ait taşınmaz ve taşınabilir kültür varlıkları ortaya çıkarıldı. Antakya Arkeoloji Müzesi Müdürü M. Nalan Yastı, yaklaşık 12 bin metrekarelik alana yayılan kazı alanında antik kentten günümüze kalanların kapsamlı bir şekilde araştırıldığını söyledi. Yastı, kazı çalışması sonunda günümüz Antakya’sının kent kimliği açısından kentin tarihi kaynaklarda sözü edilen Genç Antik Dönem ve sonrası kalıntıların ortaya çıktığını belirtti.
Antakya Arkeoloji Müzesi Arkeologu Demet Kara, çalışmaların halen devam ettiği alanda 20 bini aşkın taşınabilir tarihi eser kalıntısının bulunduğunu ayrıca taşınmaz kültür varlığı olarak nitelendirilen ve kesintisiz devam eden 850 metrekarelik alana yayılmış halede kale kalıntıları ile Hellenistik Döneme ait 12 metre kotunda sur duvarı bulunduğunu söyledi.
Halen parselde döküm çalışmalarının devam ettiğini aktaran Hatay İl Kültür ve Turizm Müdürü Aysun Çelenk ise Adana Koruma Kurulunun kararı ile bu parsel üzerinde Müze-Otel konsepti içinde otel yapımına izin verildiğini açıkladı.
Antiocheia döneminden kalan eserlerin bulunduğu parsel Hıristiyan Vatandaşların hac merkezi olan ve Vatikan’dan sonra Hıristiyanların 2. Hac merkezi olan St. Pierre Kilisesinin hemen karşısında bulunuyor.
Alınan karar doğrultusunda Antiocheia’ya ait kalıntıların üzerinde inşa edilecek otelin yüksekliği St. Pierre Kilisesinin dış cephesini kapatacak şekilde inşa edilemeyecek. ntvmsnbc, 12.05.2011 |
|
ŞEHİR KÜLTÜRÜNDEN PARTİLERE KIRIK NOT 12 Haziran genel seçimlerine bir ay kala, siyasi partilerin 'meydan muharebeleri' hız kesmeden devam ediyor. Liderler meydanlarda seçmenlerin karşısına çıkadursun, parti temsilcileri geçtiğimiz pazartesi günü İstanbul'da 'sessiz sedasız' bir panele imza attı. Avrupa Kültürel Miras Kurumu Europa Nostra'nın Türkiye temsilcisi Bizim Avrupa Derneği, 9 Mayıs Avrupa Günü'nü fırsat bilerek Meclis'te grubu bulunan üç siyasi parti temsilcisini bir panelde buluşturdu. Bizim Avrupa Derneği'nin kültür politikalarında partiler arasında ortak yaklaşımlar ve projeler üretilmesi amacıyla düzenlediği 'Kültür Mirası ve Kentsel Gelişme' başlıklı panel, meydanlardaki seçim atmosferinin Pera Müzesi'nin konferans salonuna yansıması şeklinde geçti.
Vecdi Sayar'ın yönettiği panele Adalet ve Kalkınma Partisi, yerel yönetimlerdeki başarılı uygulamalarıyla bilinen İdris Güllüce ve Avrupa Birliği (AB) eski genel sekreteri büyükelçi Volkan Bozkır ile katıldı. Cumhuriyet Halk Partisi adına Binnaz Toprak, Milliyetçi Hareket Partisi adına da Ahmet Turgut paneldeydi. Volkan Bozkır, müktesebatı gereği, olaya 'dışarıdan' bir bakışla AB ile müzakerelerde kültür faslına değindi. İdris Güllüce ise kültürel miras ve kentsel gelişme konusuna 'genel' bir açıdan yaklaştı. Kültür mirasına çok geç uyandığımızı ifade eden Güllüce, bunun tarihsel gelişim sürecindeki sebeplerini de kendi kültürüne yabancılaşan 'seçkinler'in tutumunda aramak gerektiğini söyledi.
Bu ifadenin salondaki 'seçkin' dinleyici topluluğunu nasıl rahatsız ettiği ise söz Binnaz Toprak'a geçince ortaya çıktı. Toprak, 'bu konulardan pek anlamadığını', hatır için geldiğini söylese de iktidar partisinin bazı icraatlarına yüklenerek, aslında nereden 'vuracağını' iyi bildiğini göstermiş oldu. Güllüce'nin 'seçkinler' ifadesinden girip 'çanak çömlek, Allianoi, Hasankeyf, Sümela'nın restorasyonu, Tarlabaşı ve Sulukule dönüşüm çalışmaları' gibi güncel konularla iktidar partisine yüklendi. Ahmet Turgut, panelin en 'hazırlıklı' konuşmacısıydı. Sinevizyondan sunumlarla iktidarı eleştiren Turgut, kendi ifadesiyle bir 'teknik eleman' olarak şehir planlaması konusunda 'top çevirdi.'
İki saat boyunca parti temsilcilerini dinleyen Prof.Dr. Doğan Kuban ve Prof.Dr. Zekai Görgülü, partili ayırt etmeksizin üç temsilciye de kırık not verdi. Görgülü, "Partilerin seçim beyannameleri tehlikeli bir popülizmin etkisi altında." derken "Şehirlerimizin en öncelikli sorunu herkesin istediği yere istediği binayı yapabilmesidir." tespitinde bulundu. Doğan Kuban ise, "Partiler burada kendi meselelerini konuştu. Biz kültürel mirası ve korumayı konuşamadık." diyerek paneli özetlemiş oldu. Türkiye'de 1951'den bu yana İstanbul için planlar yapıldığını, ancak hiçbir parti döneminde uygulanmadığını söyleyerek noktayı koydu: "Politikacıların a partisi b partisi fark etmez, hepsi aynıdır. Müteahhitleri değil 'varsa' uzmanları bulacaksınız." Zaman, Haber: Ali Koca, 12.05.2011 |
|
ANTİK KENTLER İÇİN KORUMA PLANI
Büyükşehir Belediye
Meclisi; Avcılar, Küçükçekmece ve Silivri'deki üç
antik kent ile Yarımburgaz Mağarası ve Selimpaşa
Höyüğü'nü Sabah, 12.05.2011 |
|
5 BİN YILLIK KURBAĞA FİGÜRÜNÜN SIRRI
Radikal, 12.05.2011 |
|
2 bin metrekare mozaiğin sergileneceği mozaik
müzesinde sergilenecek olan mozaiklerle Tunus'ta
Bardo Müzesi'ni geride bırakacağını ve Dünya'da
birinci sıraya yerleşeceğini
anlatan Güzelbey, Bir rakı fabrikasından dünya
devi çıkardık dedi. Gaziantep 27 Gazetesi, Haber: Leyla Özekşi, 12.05.2011 |
|
DEFİNE İÇİN TÜRBE MEZARI KAZDILAR
Değişim Medya, 11.05.2011 |
|
İSLAM BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ MÜZESİ UNUTULDU
Güneş yüzünü göstermeye başladığından olsa gerek Gülhane Parkı cıvıl cıvıl, kalabalık. Parkın içindeki İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi'nin kapısını çalansa neredeyse yok. O kapıyı işaret eden bir levha da ayrıca... Müze; günü 30, bilemediniz 40 kişiyle kapatıyor. "Yalnız okul gezilerinin olduğu günler 300-500 çocuk hep birlikte geliyor." diyor görevliler.
2008 Mayıs'ında Başbakan ve Prof.Dr. Fuat Sezgin'in uzun konuşmalarıyla açılan müze; ileriye değil, geriye gitmiş. İlk günlerde her bölümünde ilgili zamanı anlatan ve dahası o zamanın örnekleri taranarak oluşturulan minyatür perdeler vardı. Onların neredeyse hepsi kalkmış ki sayıları 110'du. Kalan birkaç tanesi de ters çevrilip öteyi beriyi kapatmak üzere değerlendirilmiş.
Konferans salonu kapı duvar. Müze açıldığı günden beri konuşulan ve pek kıymetli eserlerin yer alacağı kütüphaneden hala ses yok. Ne zaman açılacağı hakkında pek bir kimsenin fikri de... Aletlerin çoğu çalışmıyor. "İlk geldiklerinde aralarında çalışır vaziyette olanlar vardı. Düzenekleri çok basit. Hemen bozuluyor." diyor görevliler.
Tüm bunları, Müze Müdürü Ömer Severoğlu'na soruyoruz. Çok iyi niyetli o: "Kütüphane için Prof.Dr. Fuat Sezgin Vakfı'nın kurulması bekleniyordu, geçen yıl kuruldu, vaat edilen kitapların gelmesini bekliyoruz. Çalışmayan aletler içinse girişimlerde bulunduk, Almanya'dan bir görevli gelip problemleri çözecek. Kaldırılan müzik aletlerine gelince; onlar Topkapı Sarayı'na geri gitti. İleride açılacak Müzik Müzesi'nde değerlendirilecekler."
2010 yılını 120 bin ziyaretçiyle kapatmış müze. "Çok yetersiz." diyor ve ekliyor Severoğlu: "Bu sayı milyonları bulmalı. Öyle değerli eserler var ki içeride... Galiba biz kendimizi yeterince tanıtamadık. Bundan sonra görselliği öne çıkaran çalışmalara ağırlık vereceğiz."
Geçtiğimiz yıl Marmaray kazıları sebebiyle müzenin kimi bölümleri kapanmıştı. Ama gerekli çalışmalar yapıldı ve problem olmadığı tespit edildi. Şimdi bütün bölümler açık. Müze için hiçbir tehlike kalmadı. Tek tehlike, unutulması...
9. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar İlk etapta 140 eserin yer aldığı müzede eser sayısının 800'ü bulması bekleniyordu. Şimdilik; astronomi, coğrafya, gemicilik, zaman ölçümü, geometri, optik, tıp, kimya, mineraloji, fizik, teknik, mimari ve harp tekniği sahalarında sergilenen 500 kadar eser var içeride. 9. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar olan dönemin bilimsel ve teknik gelişmelerini yansıtan bu eserlerin her biri Müslüman bilim adamlarının icatları. Aralarında; Sufi'nin gök küresi, İstanbul Rasathanesi'nin kurucusu Takiyüddin Efendi'nin su pompası ve saatleri, 1029 yılında Toledo'da yapılmış usturlab, 1048'de yapılmış mekanik güneş ve ay takvimi, Biruni'nin icat ettiği terazi ve onun tarifiyle yapılan pusula, Arap coğrafyacısı İbni Hauqal'ın gemisi ve 14. yüzyılda yapılmış dünyanın ilk tankı var.
Halife Me'mun'un ünlü haritası Gülhane Has Ahırlar Binaları'ndaki müzenin hemen girişinde İslam bilim tarihinin en anlamlı çalışmalarından birine dayanarak yapılmış bir yerküre duruyor.
9. yüzyılın başlarında Abbasi Halifesi Me'mun'un 70 coğrafyacı ve astronoma dağıtarak 30 senede hazırlattığı dünya haritası... O zamanki dünya coğrafyasını şaşırtıcı bir doğrulukla gösteren haritanın yapıldığı biliniyormuş fakat kendisi bulunamıyormuş. Haritanın ortaya çıkarılması, üzerinde yapılan bilimsel çalışma ve kürenin müzede sergilenmesi -ziyaretçileri bekleyen diğer eserler gibi- Prof.Dr. Fuat Sezgin'in çalışmaları sonucunda gerçekleşmiş. Zaman, Haber: Jülide Karahan, 11.05.2011 |
|
HALİÇ'TE METRO GEÇİŞİNE ONAY Zaman, Haber: Muzaffer Salcıoğlu, 11.05.2011 |
|
ROMANYA TARİHİ ESERLERE
Romanya hükümeti, MÖ 200 ve MS 100 yılına kadar ülkelerinde yaşayan Dalmaçyalılara ait olduğu iddia edilen tarihi eserleri para vererek satın aldı. Türkiye Gazetesi, 11.05.2011 |
|
BATTALGAZİ'NİN EVİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Malatya’da 8’inci yüzyılda yaşadığı bilinen halk kahramanı Battal Gazi’nin doğduğu evin gün yüzüne çıkarılması için başlatılan kazı çalışmaları sürüyor.
Battal Gazi İlçesi’ndeki çalışmaları Kaymakam Abdulmuttalip Aksoy ve Belediye Başkanı Selahattin Gürkan yerinde inceledi. Başkan Gürkan, Battal Gazi Evi olarak tescil edilen evin rölöve ve restorasyon çalışmalarına esas teşkil edecek olan proje etüt çalışmasının sürdüğünü belirterek, “Battal Gazi’nin ilçemizde doğmuş olması nedeniyle kendi yurdunda mekanının yeniden ayağa kaldırılması, bugüne kadar gerçekleştirilmemiş, gecikmiş bir çalışmadır” dedi. Hürriyet, 11.05.2011 |
|
LEONARDO DA VINCI'YE HAZIR OLUN
Londra’daki National Gallery (Ulusal Galeri) ekim ayında açacağı Leonardo da Vinci sergisi için bilet sayısını sınırlayacağını açıkladı. Radikal, 11.05.2011 |
|
İKİ ŞEHİR'E İLK TEPKİLER!
Tüm Türkiye'nin merakla
beklediği ve ekranlara odaklandığı 27 Nisan'da
Çılgın Proje
Kanalİstanbul'u tanıtan Başbakan Erdoğan bugün
yine bir çılgınlık yaparak
İki Şehir projesini kamuoyu ile paylaştı. Her
iki projenin de büyük yankı uyandırdığı aşikar.
Aynen ilk proje açıklamasında olduğu gibi bugünküde
de yine farklı değerlendirmeler yapıldı. Öyle
görülüyor ki bundan sonra da iki yeni şehir
projesini destekleyen de bu projeye karşı çıkan da
olacak. Ve artık "İki
Şehir
Kanalİstanbul" projesinin seçim sonrasında
başlaması halinde İstanbul tam bir şantiyeye
dönüşecek gibi... Habertürk, 11.05.2011
Başbakan, İstanbul'a iki İstanbul daha ekleme projesini de açıkladı. Bu, İstanbul'da yaşayanlara sorulmamış bir proje.
İki kentin daha İstanbul'un iki ucuna eklenmesinin, birinci sonucunun yeni "rant" alanları yaratılması olacağı bellidir. Şehrin iki yanına doğru araziler, binalar değer kazanacaktır. Bu projenin sahipleri herhalde İstanbul'un diğer yörelerinde, merkezlerde yaşayanların bu yeni uydu kentlere taşınmasını öngörmüyordur.
Böyle bir ihtimal olmadığına göre, bu uydu kentlere yeni bir nüfus gelecektir.
Üçüncü köprü projesinin de, İstanbul'da yeni yerleşim alanları yaratmasının kaçınılmaz olduğu düşünülürse, bu projelerin tümünün gerçekleştirilmesi, İstanbul'un neredeyse iki kat daha büyümesi sonucunu getirecektir.
İstanbul'da su ve çöp sorunu kalmadı. Şu anda yok. Ama nüfusu fiilen 15 milyona dayanmış, dünyanın en önemli metropollerinden birinde trafik sorunu en ağır şekilde devam ediyor. İstanbul yerel yönetiminin yaptığı bütün tünellere, yeni yollara rağmen trafik sorunu çözülecek gibi de görünmüyor.
Bir İstanbul daha eklendiğinde su sorunu tekrar ortaya çıkabileceği gibi, trafiği kımıldamayan bir İstanbul'la karşı karşıya kalınması da çok kuvvetle muhtemeldir.
Bütün bunların ötesinde ve hepsinden daha önemli olan mesele depremdir. İstanbul'un beklenen kuvvetli depreme hazır olduğu çok kuşkuludur. Uzmanların muhtemel gördükleri kuvvette bir depreme İstanbul'daki binaların yarısı direnebilecek güçte değildir. Daha birkaç gün önce, Ali Sami Yen Stadı'nın yıkım çalışmaları sırasında, bu yapının güçsüzlüğü ortaya çıktı.
İstanbul'a birkaç İstanbul daha eklemenin, yeni yerleşim alanlarını teşvik etmenin "rant yaratmak" ve "para üretmek" gibi görece faydaları da o deprem gelip çattığında birer sıfırdan başka bir şey olmayacaktır.
İstanbul'a yapılacak bütün yatırımların deprem eksenli olması gerektiğini uzmanlar sürekli olarak belirtirken, hala yüz binlerce kişi potansiyel deprem kurbanı olarak yaşarken İstanbul'u büyütme projelerini savunmak mümkün değildir. Vatan, Yazı: Okay Gönensin, 12.05.2011 |
|
BARLAR SOKAĞI'NDA VİKİNGLERİN EVLERİ BULUNDU
Türkiye Gazetesi, 10.05.2011 |
|
TARİHİ ÇEŞMEYİ DEFİNE UĞRUNA YIKTILAR
Giresun'un Görele İlçesi Çeşmebaşı Mahallesi Manastır mevkisinde bulunan tarihi Hurikaşı Çeşmesi, kimliği belirsiz kişi veya kişilerce define aramak için yıkıldı.
Çeşmenin bulunduğu mahallenin muhtarı Can Şahin, "Bu tarihi çeşmeyi yıkanların yakalanarak adalet önünde hesap vermesini bekliyoruz. Bu çeşme insanlar tarafından kullanılıyordu." dedi. Görele'de 40 yıl öncesine kadar yaklaşık 50 adet çeşme bulunduğunu hatırlatan Şahin, "Çeşmeler beldesi olarak anılan Görele bu özelliğini kaybetti. Bugün 50 çeşmeden geriye sadece birkaç tane kaldı. Bunlardan biri olan Hurikaşı Çeşmesi definecilerin saldırısına uğradı." dedi. Zaman, 10.05.2011 |
|
SÜLEYMANİYE MAHALLESİ YENİDEN HAYAT BULACAK
Türkiye Gazetesi, 10.05.2011 |
|
|
MAORİ KAFATASI 136 YI SONRA EVİNE DÖNDÜ
Yeni Zelanda ile Fransa arasında tartışmaya konu olan "kafatası" sorunu çözüldü. Kimliği meçhul bir Maori savaşçısının 1875'ten beri Paris'teki Rouen Müzesi'nde bulunan dövmeli kafatası, 136 yıl sonra törenle Yeni Zelandalı yetkililere iade edildi. Maori geleneklerine göre dövme yaptırılan kafatasları, ölünün akrabaları tarafından saklanıyor. Ancak kafatasları 18'inci yüzyıldan bu yana yabancılar tarafından ilginç bulunup denizaşırı yerlere götürüldüğü için Maori halkı bu geleneği giderek bıraktı. Fransa Senatosu, kafatasının iadesine geçen yıl izin vermişti. Ancak Mısır'a ait mumyaların iadesinin önünü açabileceği gerekçesiyle, bu karar ertelenmişti. Sabah, 10.05.2011 |
TARİHİ SARAY RESTORE EDİLECEK
|
|
BULAK KALESİ 1. DERECE ARKEOLOJİK SİT ALANI OLDU
Merzifon'a
bağlı Bulak Köyü yakınlarında bulunan Bulak
Kalesi 1. Derece arkeolojik sit alanı ilan
edildi. haberler.com, 10.05.2011 |
|
OSMANLI'NIN ÇILGIN PROJELERİ Dipnot, Haber: Kenan Taş, 09.05.2011 |
|
MAHKEMELİK TABLO, MAHMUT CUDA'NIN DEĞİLMİŞ
Türkiye Halk Bankası'nın 2006'da düzenlediği "1800'lerden Günümüze Zamanın Belleği" sergisinde Mahmut Cuda imzasıyla yer alan natürmort tablonun ünlü ressama ait olmadığı mahkeme kararıyla kanıtlandı.
Babasının böyle bir tablosu olmadığını savunan Nadiya Düren, tablonun sergiden ve katalogdan çıkartılmasını istemişti. Tablo çıkartılmayınca Düren, bankaya 5 bin TL'lik sembolik tazminat davası açmıştı. İncelemeler sonucunda tablonun Cuda'ya ait olmadığına karar verilince mahkeme, tazminata hükmetmişti. Banka itiraz edince dosya, Yargıtay'ın gündemine taşındı. 11. Hukuk Dairesi de kararı yerinde buldu. Zaman, 09.05.2011 |
|
SELİMİYE, UNESCO DÜNYA MİRASI KALICI LİSTSİ'NE GİREBİLİR
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, UNESCO dünya mirası kalıcı listesine Türkiye'den 27 aday gösterildiğini söyledi.
Günay, UNESCO dünya mirası kalıcı listesine Selimiye Camii'nin girmesi konusunda bir haber aldığını belirterek sözlerine şöyle devam etti: "Selimiye 19 Haziran'dan sonra bu listeye girecek. Bu benim için seçim sonuçları kadar önemli. 19 Haziran'dan sonra Selimiye UNESCO dünya mirası kalıcı listesinde yer alacak." Turizm Gazetesi, 09.05.2011 |
|
"O BOŞLUK HEP BAKİ KALACAK"
Ressam Mehmet Güleryüz, "İnsanlık Anıtı'nın ortadan kaldırılmasının yarattığı boşluk baki kalacak. Yıkılmak istenen heykel değil, iradedir" dedi.
İnsanlık Anıtı’nın parçalanmasını
izlediniz mi? Radikal, Yazı: Ezgi Başaran, 09.05.2011 |
|
EVLİYA ÇELEBİ'NİN CAMİSİ KURTARILIYOR
Seyyah-ı alem Evliya Çelebi'nin Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 08.05.2011 |
|
HASANKEYF TURİZME AÇILDI
Batman'ın Hasankeyf İlçesi'nde 10 ay önce kopan kaya parçasının, bir kişinin ölümüne sebep olması nedeniyle ziyarete kapatılan ören yeri, yapılan çalışmaların ardından yeniden açıldı.
Sabah, 08.05.2011 |
|
PAMUKKALE DEĞİŞİYOR
UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'nde bulunan beyaz cennet Pamukkale'nin çehresi, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla değişecek. 5 yıl önce dönemin Denizli Valisi Hasan Canpolat tarafından kamuoyuna duyurulan ancak bugüne kadar hiçbir ilerleme kaydedilmeyen uzay çatılar ve yolların genişletilmesi projesi, Başbakan'ın talimatıyla yerine gelecek.
Yeni Asır, 08.05.2011 |
|
RESİM, AŞK GİBİ ETKİ YAPIYOR
İngiltere’de College London Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre sanat eserlerine bakmak insanı aşık olmak kadar mutlu ediyor.
Araştırmaya katılanların eserlere bakınca beyinlerindeki zevk ve istekle bağlanlı bölümdeki kan akışının, tıpkı aşık olunduğunda yaşandığı gibi yüzde 10 arttığı ortaya çıktı. John Constable, Jean Auguste Dominique Ingres ve Guido Reni’nin eserleri en çok haz uyandıran resimler oldu. Milliyet, 08.05.2011 |
|
ÇİN SEDDİ'NİN YENİ PARÇALARI
Çinli arkeologlar ülkenin kuzeydoğusundaki Lioning eyaletinde Çin Seddi’nin 20 kilometrelik yeni kalıntılarına ulaştı. Çoğunlukla tuğla ve taşlardan oluşan kalıntılar Suicong kasabasının dağlık kesiminde bulundu. Duvarın yeni bulunan kalıntılarının Ming Hanedanlığı (1368-1644) dönemine ait ve büyük oranda aşınmış olduğu belirtildi. Yetkililer, gün yüzüne çıkan kalıntıların uzun yıllardır bölgede yaşayan çiftçiler tarafından farkında olmadan ev ve kulübe yapımında kullanıldığını aktardı. Dünyanın en büyük duvarı olan Çin Seddi, ilk olarak Savaşan Beylikler döneminde (MÖ 475-MS 206) Çin’in kuzey kesiminden saldırıları engellemek için inşa edilmiş, duvar son hanedanlıklar döneminde tamamlanmıştı. Radikal Hayat, 08.05.2011 |
|
"İZMİR'İN TARİHİ DAHA DA ESKİLERE GİDEBİLİR"
İzmir’de yerleşik hayatın 8500 yıllık olduğunu kanıtlayan buluntuların çıkarıldığı Yeşilova Höyüğü ile ilgili çalışmalar Bornova Belediyesi’nin desteği ile sürüyor. Kazıları yürüten ekibin başında bulunan Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyelerinden Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin bir sunum ile çalışmaları anlattı.
Derin, Bornova Belediyesi Uğur Mumcu Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantıda, Yeşilova Höyüğü’ndeki çalışmalar sonucunda İzmir tarihinin daha eskilere gidebileceğini açıkladı.
Yeşilova Höyüğü yakınında bulunan Yassıtepe Höyüğü’nde de kazı çalışmaların başladığını dile getiren Zafer Derin bu Höyükte de Yeşilova Höyüğü kadar eski bir yerleşime rastlayacaklarını öngördüklerini söyledi.
Yeşilova Höyüğü’nde 2005 yılında Ege Üniversitesi arkeoloji öğrencileriyle çalışmaya başladıklarını hatırlatan Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, “Bakanlık o dönem 5 projeyi kabul etti. Bu projelerden biri de Yeşilova Höyüğü’ydü. 2005 yılından bu yana çalışmalarımızla İzmir’in tarihininin 8500 yıla kadar uzandığını kanıtlayan buluntular çıkardık. 2011 yılında çalışmalarımız artan desteklerle devam ediyor. Bornova Belediyesi’nin kazı çalışmalarımız üzerinde çok büyük desteği var. Hayallerimizdeki projeleri gerçekleştiriyor. Biz o alanda gerçekleştirdiğimiz kazılarla o dönemde yaşayan insanların hangi tür besinleri tükettiklerini, hangi hayvanların yaşadığını öğreniyoruz. Yeşilova Höyüğü’nü Bornova Belediyemizin gerçekleştireceği Ziyaretçi Merkezi projesiyle bu değerleri herkesin görebileceği yer haline getireceğiz. Biz Yeşilova Höyüğü kazı alanıyla Bornova’nın adını tüm dünyaya duyurmayı hedefliyoruz. Ziyaretçi Merkezi projesiyle birlikte Yeşilova’nın çehresi çok değişecek. Şimdiden bölgenin değeri artmaya başladı bile” dedi.
Yeşilova Höyüğü ile ilgili proje yarışmasına çıktıklarını ve bu yarışmada birinci gelen projeyi hayata geçireceklerini belirten Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, “8500 yıl önceki dönemi ziyaretçilere yaşatmak için özel bir çaba harcıyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihine baktığımızda ancak 300-400 yıl geriye gidebilir. Bizim Bornovamız’da 8500 yıllık bir tarih var. Zafer Derin hocamızın gayretleriyle belki bu tarih daha da geriye gidecek. Bornova Belediyesi olarak biz Tarihi Kentler Birliği’ne ilk girdiği yıl ödül alan bir belediyeyiz. Turizm adına bir dizi etkinlik çabasına girdik. ‘Bornova’nın Belleğine Yolculuk’ toplantısıyla bu ilçede belediye başkanlığı yapmış herkesi bir arada buluşturduk. Şimdi adım adım daha da derinlere gitmek istiyoruz. Bornova çok zengin belleğe sahip bir kent… Bornova’da emeği geçmiş herkesi ilçede yaşayanlarla buluşturacağız” diye konuştu. Ege Postası, 08.05.2011 |
|
DÜNYANIN MİRASI ANADOLU'DA UNESCO'ya bağlı “Dünya Mirasları Komitesi” tarafından belirlenen ve dünya için önemli değerler taşıdığı kabul edilerek, bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilen doğal ve kültürel varlıkların yer aldığı “Dünya Mirası Geçici Listesi”nde yer alan St. Pierre Kilisesi'ne sahip olan Hatay, farklı dine inananların bir arada barış ve kardeşlik içerisinde yaşadığı “Hoşgörü Kenti” olarak biliniyor.
Doğal güzelliklerinin yanı sıra, tarihi zenginliğiyle de ön plana çıkan Hatay'ın bu değerleri arasında Anadolu'nun ilk camisi olan Habib-i Neccar, mozaik koleksiyonu zenginliği bakımından dünyada ikinci olan Arkeoloji Müzesi ve ilk mağara kilisesi St. Pierre de yer alıyor.
Papa 6. Paul tarafından 1983 yılında Hristiyanlar için hac yeri olarak ilan edilen kilise, her yıl 29 Haziran'da hac görevini yerine getirmek isteyen Hristiyanlara ev sahipliği de yapıyor. Bu arada, Kültürel varlıkların “Dünya
Mirası Listesi”ne alınması, 19-29 Haziran
2011 tarihleri arasında yapılacak “Dünya
Mirası Komitesi 35. Toplantısı”nda
belirlenecek. Hataylılar, bu tarihi
heyecanla bekliyor.
Lekesiz, ilk mağara kilisesi olan St. Pierre'nin, Hristiyanlık adının ilk çıktığı ve yayılmaya başladığı yer olması nedeniyle bu dine mensup kişilerce özel bir öneme sahip olduğunu, buraya her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistin geldiğini belirtti.
Bunun üzerine kilisenin restoresinin yanı sıra, otobüsler için park yeri, ziyarete gelenlerin dinlenip güzel vakit geçirebilecekleri güzel bir kafe ile hediyelik eşya satışının yapılabildiği bir alanın oluşturulmasını da kapsayan bir başka proje hazırladıklarını anlatan Lekesiz, “Projenin önümüzdeki ay Anıtlar Kurulu'nda geçmesini bekliyoruz” dedi.
Hürriyet, Haber: İsmihan Özgüven, 08.05.2011 |
|
URLA LİMANTEPE SUALTI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI
Urla Limantepe su altı arkeolojik kazı çalışmalarını, turizme açmak için hazırlanan projenin tamamlandığı bildirildi.
Urla Limantepe su altı arkeolojik kazı çalışmalarını, İzmir Kalkınma Ajansı’nın (İZKA) Turizm ve çevre Mali Destek Programından yararlanarak turizme açmak için hazırlanan projenin tamamlandığı bildirildi.
Kazı Heyeti Başkanı Profesör Hayat Erkanal, tanıtım toplantısında, Urla’da İskele ve Çeşmealtı bölgesinin, hem kara hem de deniz bölümlerinin arkeolojik SİT alanı olması nedeniyle serbest dalışa kapalı olduğunu belirterek, proje sayesinde kazı ekibi rehberliğinde bölgede dalışlar yapılabileceğini söyledi.
Projenin, Urla’nın su altı tarihsel zenginliğinin sergilenmesi açısından önemine işaret eden Erkanal, “Bölgenin 8 bin yıllık geçmişine ulaştık. Bölgede bir adet olarak bilinen antik limanların sayısı, 5′e çıktı. Proje tamamlanmadan turistler gelmeye başladı” dedi.
Proje çerçevesinde, dernek bünyesinde dalış donanım, ekipman ve malzemeleri ile 13 metre uzunluğunda polikarbon malzemeden yapılan dalış teknesi temin edildi. habrler.com, 08.05.2011 |
|
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ İMPARATORLARI AĞIRLIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, 11 Mayıs -1 Ağustos tarihleri arasında ziyarete açılacak olan sergi, Hitit İmparatorluğu, Pers İmparatorluğu, Makedonialı İskender’in İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere birbirini izleyen beş bölümden oluşuyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 14 ve Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı 2 eserin de yer alacağı sergide toplam 16 müzeden 210 eser yer alıyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri ek binasındaki Assos Salonu’nda hazırlanan serginin birinci bölümü, MÖ 2000 yılında Anadolu’nun büyük bölümünde ve zaman zaman da Kuzey Suriye’ye kadar uzanan bölgede hüküm süren Hitit İmparatorluğu’nun iz bırakan imparatorlarını ziyaretçilerle buluşturuyor.
İkinci bölümde, Doğu’dan gelerek MÖ 6-4. yüzyıllar arasında Anadolu’yu egemenliği altına alan ve Yunanistan’a uzanan Pers İmparatorluğu ile, batıdan gelerek, MÖ 4-1. yüzyıllar arasında Anadolu’dan itibaren Hindistan’a kadar uzanan Makedonialı İskender’in İmparatorluğu yer alıyor. Bu bölümde Anadolu’nun çeşitli müzelerinden seçilmiş olan Büyük Kral betimli mühür, Tyran başı, Büyük İskender heykeli ve başı, I. Seleukos başı gibi eserler bunları bütünleyen bilgi panolarıyla anlatılıyor.
Üçüncü bölümde MÖ 27 yılında Roma Cumhuriyeti’ni sarsan savaşlara son vererek “Augustus” unvanıyla onurlandırılan Oktavianus ile başlayan Roma İmparatorluğu yer alırken; İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı diğer müzelerden seçilen eserler bilgi panolarıyla sunuluyor. Bu bölümde, İmparatorluğun kurucusu Augustus ile Anadolu’da en büyük imar faaliyetlerini gerçekleştiren Roma İmparatoru Hadrianus vurgulanıyor. Son yılların en önemli arkeolojik buluntularından olan Burdur’a bağlı Sagalassos antik kentinde ortaya çıkarılan Hadrianus ve Marcus Aurelius heykellerine ait baş, bacak ve ayak parçaları serginin en çarpıcı eserleri olarak ön plana çıkıyor. Bunların dışında İmparatoriçe Livia başı, Afrodisyas Müzesi’nden İmparator Claudius ve Agrippina kabartması, İmparator Nero’nun heykeli de sergilenen eserler arasında yer alıyor.
Serginin dördüncü bölümü, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’yla devam ediyor. Bu dönemden günümüze kalan imparator heykeli sayısı az olduğundan, sergilenen eserler mozaik, sikke ve minyatür baskılarıyla destekleniyor. İstanbul’u Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapan Constantinus’un başı, ayrıca Constantinus’a ait olduğu düşünülen porfir lahit parçası, Arcadius’un büstü ve III. Tutmosis dikilitaşının kaidesinde yer alan imparator ve maiyeti kabartmasının 1/1 ölçülerindeki mulajı, bu bölümü zenginleştiren eserler arasında bulunuyor. Ayrıca, diğer bölümlerde olduğu gibi, bu bölümde de dönemin imparatorlarına ait sikkeler kronolojik olarak sergileniyor.
Sergide beşinci ve son bölümü ise Osmanlı İmparatorluğu’nu günümüze taşıyor. Osmanlı kültürü ve sanatını ifade eden ve imparatorluk kavramı bağlamında simgesel anlam taşıyan, padişahların özel ve resmi yaşantısını çevreleyen eşyalarla, devletin çeşitli alanlardaki zenginliğini yansıtan yapıtlardan seçmeler, bu bölümün eserlerini oluşturuyor. Padişah portreleri, silahlar, mühürler, sorguçlar, murassa eşya, ferman ve kaftanlar sergide meraklılarını bekliyor. haberler.com, 06.05.2011 Sabah, 12.05.2011 |
|
MYRA antik kenti'NDE RÖLÖVE ÇALIŞMASI BAŞLADI
Antalya’nın Demre İlçesi'nde bulunan Myra antik kentinde rölöve çalışması başladı.
Myra antik kentinin rölöve ve restitüsyon projesinin Kültür ve Turizm Bakanlığınca ihale edilmesinin ardından ihaleyi alan Nuran Demirtaş Mühendislik Şirketi, rölöve çalışmalarına başladı.
Çalışmaları yürüten şirkette görevli arkeolog Çağrı Yanar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilk aşamada, antik kentin girişinde bulunan sahne binasına ait 1800 blok taşın lazerskayner cihazıyla taranarak, hangi bloğun nereye ait olduğunun belirlendiğini ve blokların vinçlerle yerlerinden alındığını kaydetti. Bu alandaki çalışmalar tamamlandıktan sonra yıkık durumdaki Antik Myra tiyatrosu’nn sahne bölümündeki taşların taranacağını vurgulayan Yanar, sahne bölümünün kazılarak boşaltılacağını kaydetti.
Rölöve ve restitüsyon çalışmasının bu yılın sonuna kadar tamamlanmış olacağına işaret eden Yanar, bu çalışmaların ardından restorasyon projesinin geleceğini, yapılacak restorasyonla, antik tiyatronun sahne bölümünün eski orijinal haline getirileceğini bildirdi. Star, 06.05.2011 |
|
BEŞ BİN YILLIK KİKLAD TEKNELERİ
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM), 24 Mayıs’ta ÇİMSA ana sponsorluğunda açılacak yeni sergisi Karşıdan Karşıya, aslına uygun inşa edilmiş14 metrelik bir Kiklad teknesi modeline ev sahipliği yapacak.
Sergiye dahil edilen modelle, uzun yıllar Ege Denizi’nin iki yakasını buluşturan tek ulaşım aracı olan teknelerin, iki kültürün etkileşimi üzerindeki etkisi ve önemi vurgulanacak. Müzede ayrıca, Yunan Kiklad adaları ve Batı Anadolu’dan 5000 yıllık arkeolojik buluntular da sergilenecek.
“Kiklad Tekneleri Canlandırma Projesi”, Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKÜSAM) tarafından yürütülüyor. Bu kapsamda Kiklad tekneleri, hiçbir yapıştırıcı ve çivi kullanılmadan, halatlarla birbirine bağlanan tahtaların suya girince şişerek kenetlenmesi mantığından hareketle, aslına uygun olarak inşa ediliyor. Anadolu ve Yunanistan’daki medeniyetlerin ticari ve kültürel ilişkilerini gözler önüne serecek sergi, iki ülke müzeleri arasındaki ilk işbirliği olması nedeniyle, Ege’nin iki yakasında da heyecanla bekleniyor. Cnn Türk, 03.05.2011 |
|
ZORLA PARA ALMA 'KÜLTÜR'Ü
2010 yılında birçok
belediye Emlak Vergisi oranlarını yüzde 100’ün
üzerinde artırdı. Bunu
ZATEN VERGİ ÖDÜYORUZ Bu konunun diğer bir unsuruna bakalım bir de
isterseniz. Yine yönetmeliğe göre bu paydan
yararlanmak için belediyenin, koruma amaçlı imar
planları veya projelerin uygulanmasında ihtiyaç
duyulan kamulaştırmaları, sokak sağlıklaştırma
projelerini, çevre
düzenleme projelerini, rölöve, yeniden tasarımlama
ve yenileme projelerini yaptırması ve bunların
uygulanması gerektiği yazılı. Oysa, başta İstanbul
olmak üzere, büyük şehirlerde inşaat firmalarının
projelerinden konut alanlar zaten bu tip altyapı
bedellerini daha satın
alırken ödüyor. Örneğin, sitenin bağlantı yolu ve
benzeri gibi maliyetler zaten konutların satış
tutarlarına ekleniyor. Bunu da hatırlatmak isterim.
Peki vergi mükellefleri ÖTV’yi, KDV’yi, Gelir
Vergisi’ni, Özel Tüketim Vergisi’ni neden veriyor?
Ve tabii ki Emlak Vergisini... Bütün bunların
yapılması için vermiyor mu? Doğrudan ve dolaylı
vergiler nedeniyle özellikle ücretle çalışanların
üzerinde yüzde 60’a varan oranlarda vergi yükü var
Türkiye’de. Bir de bunun üzerine bu tip kesintiler
eklenince tarif edilemez bir yük biniyor
mükelleflerin üzerine. Üstelik adının vergi değil,
‘pay’ olması da akıllarda soru işareti doğuruyor. Habertürk Emlak, Yazı: Rahim Ak, 30.04.2011 |
1 - 7 Mayıs 2011 |
|
BEYLERBEYİ'NDE BOĞAZ MANZARALI AT AHIRI
Boğaziçi Köprüsü'nün ayaklarının hemen dibinde bir köşk... Beylerbeyi Sarayı'nın bahçesinde, Boğaz'a nazır, yaklaşık 200 metrekarelik bir alan üzerine kurulu. Sultan Abdülaziz tarafından 1865 yılında dönemin ünlü mimarı Serkis Balyan'a inşa ettirilmiş. Tavan süslemeleri için Polonya'dan Chlebowsky isimli bir ressam getirilmiş. Resimlerin eskizleri ise Padişahın bizzat kendi kaleminden. Anlayacağınız burası, Osmanlı saray mimarlığının günümüze kalan en önemli eserlerinden. Ama ne sultan ne de saray erkanı yaşamış içinde. Her biri ziynet eşyası kabul edilen atların ahırıymış bu köşk zamanında. Evet, yanlış duymadınız, Boğaz'ın en güzel yerlerinden birine, dönemin en iyi sanatkarlarına inşa ettirilmiş "Ahır Köşk". Günümüzde içi epey yıpransa da hala ihtişamını koruyor. Şu günlerde de restore ediliyor.
Hun, Gök-Türk, Selçuklu Devleti'nin at üzerinde yaşanarak ve savaşarak kurulduğunu hepimiz biliriz. Tarih kitaplarımızda Türklerin at sevgisi, atlarla olan iç içe hayatı üzerinde önemle durulur. Birçok Roma ve Batı kaynağında da daha yeni yürümeye başlayan Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir atın bulunduğu yazar. Velhasıl eski çağlardan beri Türklerin hayatında önemli bir yere sahip olan atlar, Osmanlı Devleti'nde birer mücevher kabul edilirmiş. Padişahlar için çok değerli atlara sahip olmak da o dönemde statü göstergesi. Bu yüzden sultanlar için en iyi cins Arap atları Bağdat ve Necd'den getirilirmiş. Hatta padişaha at temini, Bağdat valisinin en önemli görevlerinden biri. Şimdi böyle görkemli bir köşkün Boğaz'a nazır ve atlar için inşa edilmesi kulağa garip gelse de tüm bunlar düşünüldüğünde taşlar yerine oturuyor.
Beylerbeyi Sarayı inşa edildiği dönemde karşısında, yaklaşık bin 200 ziralık (48 santimetrelik bir ölçü birimi) İstabl-ı Amire (Has ahır) binası varmış. Burada 672 zira kuşluk, 50 zira tavukluk, 243 zira inek ahırı ve 240 zira at ahırı bir aradaymış. Günümüze kadar ulaşabilen at ahırının içinde, sağlı sollu, demir parmaklıklı 20 bölme var. Dişi atlar soğuğa karşı daha hassas oldukları için onların bulunduğu bölmelerin alt kısmına ahşap döşenmiş. Her bölmede kaya tuzlarının konulduğu tuzluklar, yemlikler ve suluklar var. Köşkün dışarıya çıkan kısmında ise geniş camlı bir kapı ve pencereler bulunuyor. Tavanı üzengi, kolan ve gemden oluşan renkli armalarla, yırtıcı hayvanların diğer hayvanlara saldırışını tasvir eden resimler süslüyor. Üst kısmı nal şeklini andıran uzun ve geniş kapıları, köşkü daha ihtişamlı gösteriyor. İstabl-ı Amire'nin 2 muhafaza kapısı o dönemde tanesi 5 bin kuruşa imal edilmiş. Ki bu para o zamanki memur maaşının yaklaşık 8 katı.
Saltanat atlarının muhafaza edildiği en güzel köşk Beylerbeyi'nde olsa da, Yıldız Sarayı'nın İstabl-ı Amire'si daha büyük. Bu has ahırdaki Ferhan Binası'nın ismi de, Sultan II. Abdülhamid'in en sevdiği atlardan biri olan Ferhan'dan geliyor. Zamanında İnönü Stadı'nın bulunduğu yerde ise Dolmabahçe Sarayı'nın İstabl-ı Amire'si varmış. Bu İstabl-ı Amire'lerin bir de raht hazineleri bulunuyor. Burada kıymetli eğer takımları, kıymetli mücevheratla süslü koşun takımları (gem, üzengi, yular, kamçı vs.) muhafaza ediliyor. Sultan Abdülaziz döneminde bu koşun takımları levantenler aracılığıyla Fransa'dan getiriliyormuş. Sultan Abdülaziz'i donanma sevdasıyla bilsek de at sevdası da ondan aşağı değilmiş neredeyse. Beylerbeyi Ahır Köşkü'nü yaptırmasının yanı sıra Dolmabahçe tiyatrosu yanınca, orayı da hemen İstabl-ı Amire'ye çevirmiş. Yani Osmanlı saraylarında atlar padişahın, valide sultanın ve tüm saray erkanının ulaşım ihtiyacını karşıladıkları gibi, saltanatın ihtişamının da bir göstergesi, sultanların gözbebeğiymiş aynı zamanda. Zaman Cumartesi, 07.05.2011 |
|
ANİ HARABELERİNE DÜNYA FONU DESTEĞİ
Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan tarihi eserleri koruma altına alan Dünya Anıtlar Fonu (WMF), bu kez Kars'taki Ani Harabeleri için harekete geçti.
Harabelerin uluslararası alanda uzun zamandır endişe uyandırdığını söyleyen WMF Başkanı Bonnie Burnham, "Bu sıra dışı tarihî eserlerin muhafaza edilmesinde Türkiye Kültür Bakanlığı ve WMF önemli metotlar geliştirerek örnek olacak. Umudumuz, bu çalışmanın önemli tarihî eserlerin korunması noktasında yeni bir dönem açmasıdır.'' dedi. Harabelerin onarım ve korunmasının amaçlandığı projeye önümüzdeki günlerde başlanacak. Çalışmalar üç yıl içerisinde tamamlanacak. Zaman, 07.05.2011 |
|
|
SOKAKLARIN SESİNİ MÜZEYE TIKAMAYIN
Sokak sanatı müzeye taşındı. ABD, Los Angeles’taki Çağdaş Sanatlar Müzesi (MOCA) dünyanın her yerinden sokak sanatçılarının işlerini müzenin içine taşıdı. İlk 10 günde 200 binden fazla sanatseverin ziyaret ettiği sergide Japon sokak sanatçıları Futura, Smear ve Chaz Bojorquez, Fransız sokak sanatının ünlü ismi ‘Space Invader’, grafiti ustası Brian Kito ve adını tüm dünyada duyuran sokak sanatının en ünlü ve gizli ismi Banksy’nin işleri var.
Sokak sanatını müzeye sokma fikrini eleştirenler de olmuş, bu işlerin doğası gereği sokakta kalması gerektiği söylenmişti. Ayrıca işlerin yüksek rakamlara satılıyor olması da bir diğer eleştiri konusu. Bu arada Space Invader adlı grafitici, kendi mozaiklerinden yapılan anahtarlıkların 7 dolara satıldığı MOCA’nın dışına mozaik yaptığı için polis tarafından tutuklanmış, olay ‘serginin başlattığı’ bir soruşturmanın ilk tutuklaması olmuştu. Radikal, 07.05.2011 |
SAHTE ORDİNARYÜSE YAKALAMA KARARI
İstanbul Aydın Üniversitesi’nde, sahte ordinaryüs profesör diploması ile 1 yıl öğrencilere sanat tarihi dersi verdikten sonra, profesörlük kadrosu için İstanbul Üniversitesi’ne yaptığı başvuruda sahtekarlığı ortaya çıkan Ayça Engin Akmeşe hakkında yakalama kararı çıkarıldı. İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün görülen duruşmaya tutuksuz sanık Ayça Engin Akmeşe katılmazken, şikayetçi İstanbul Aydın Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nin avukatları hazır bulundu. Habertürk 07.05.2011 |
|
ARTIK 'O' DA KORUNACAK Yrd. Doç.Dr. Kürkçüoğlu, yaptığı açıklamada, Şanlıurfa'nın Güneydoğusu'ndaki Örencik köyü yakınlarında yer alan Göbeklitepe'de, her yıl Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsünden bir ekip tarafından arkeolojik kazı çalışmalarının yürütüldüğünü belirtti.
Hürriyet, Haer: Mehmet Güldaş, 06.05.2011 |
|
HIRSIZLAR ELLERİNİ DAHA ÇABUK TUTTU
Sakarya'nın Geyve İlçesi'nde, Orman İşletme Müdürlüğü'nün Doğantepe Köyü'nde odun deposu olarak kullandığı bölgede çalışan yapan işçiler, bir ay önce içinde kemik kalıntıları bulunan bir mezara rastladı.
Sakarya Müze Müdürlüğü uzmanları, geç Roma döneminden kalma mezarda yapılan ön incelemede içinde 3 kişiye ait iskelet buldu. Burada kurtarma kazısı yapılmasına karar verildi. Sakarya Müze Müdür Vekili Mürşit Yazıcı, Sanat Tarihçisi Süleyman Acar, Arkeolog Yeliz Kocayaz depoya gelerek kurtarma kazısına başladı. Ancak kazı sırasında mezarın daha önce kimliği meçhul kişiler tarafından açıldığı belirlendi.
Murşit Yazıcı, "Mezar daha önceden açılmış. Aynı mezardan 3 ayrı kişiye ait kafatası parçaları çıktı. Buna benzer bir başka mezarı da Pamukova'da bulmuştuk. Ancak onun mimari yapısı biraz daha farklıydı. Bu bölgede Geç Roma Dönemi'ne ait ikinci mezar bu. Türkiye genelinde ise, bu tür mezarlar bulunuyor. Ancak sayıları pek fazla değil" dedi. Milliyet, 06.05.2011 |
|
|
MİLLİ SARAYLAR PARA BASTI
TBMM’nin 23’ncü dönem faaliyetlerine ilişkin kitapçıkta, Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın faaliyetleri de yer aldı. Milliyet, 06.05.2011 |
ANTİK KENTİ DİNAMİTLE PATLATIYORLAR
AA muhabirinin edindiği
bilgiye göre, Antik kente adını veren Tapureli
Köyü'nün adı, arazi yapısından geliyor. Köy, taşlık
ve kayalık bir alanda kurulu olduğundan, eskiden bu
yerlere “tapır” denildiği için günümüzde,
taşlık-kayalık yer anlamında kullanılan “Tapureli”
adını aldı. Erdemli'ye 32 kilometre mesafede,
denizden 1050 metre yükseklikte ve ilçenin en büyük
köylerinden biri olan Tapureli, antik kent nedeniyle
adeta gizli bir tarih hazinesini andırıyor. Çevre
düzenlemesi ve çevresinde turistlerin ihtiyaçlarını
giderecekleri sosyal tesisler olmamasına rağmen
antik kent, her yıl yüzlerce turisti konuk ediyor. Radikal, Fotoğraflar: Türkiye Gazetesi, 06.05.2011 |
|
6 İLDE TARİHİ ESER OPERASYONU, 11 GÖZALTI
Muğla İl Jandarma Alay Komutanlığı, Muğla, İzmir, Antalya, Manisa, Bursa ve Ankara'da düzenlediği eş zamanlı operasyonla örgütlü olarak tarihi eser kaçakçılığı yaptığı tespit edilen 11 kişiyi gözaltına aldı.
Jandarma aynı operasyon kapsamında bir kişiyi de arıyor. İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri, daha öncede tespit edilen adreslere saat 07.30'da eş zamanlı operasyon düzenledi. Şahısların ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda 1 adet kuru sıkı tabanca, sikke, tersti, göz merceği, kaşe, sahte sürücü belgesi, içeriğinde tarihi eser görüntüleri olduğu belirlenen 244 cd, 12 adet dvd, 1 adet video kaset ele geçirildi. Ayrıca soruşturma kapsamında geçmiş dönemlerde yapılan ara operasyonlarda 42 adet tarihi eser, 55 adet arkeolojik eser, 1 adet hilti makinesi, 11 cep telefonu, 11 sim kart ve 90 adet çeşitli kazı malzemesi ele geçirilerek, müze müdürlüklerine teslim edildi. Olayla ilgili Milas Cumhuriyet Savcılığı'nca soruşturma devam ediyor. Zaman, 05.05.2011 |
|
150 YILLIK EV ÇÖKTÜ
Akçakoca’da Kapkirli mahallesinde bulunan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Tarihi koruma kararı kapsamında korunması gereken 3 katlı 150 yıllık tarihi ev çöktü.
Akçakoca Kapkirli Mahallesi'nde Yılmaz Üstüner'e ait yaklaşık 4 yıldır boş bulunan ve Kültür Turizm Bakanlığı Tarihi Koruma Kurulu kararı kapsamında "korunması gereken tarihi varlık" olarak tescil edilen 3 katlı çivi kullanılmadan birbirine geçme ağaçlarla inşa edilen bina çöktü.
Düzce Damla Gazetesi, Haber: İbrahim Tuzcu, 05.05.2011 |
|
YEDİ ASIRDIR DİRENİYOR
Camideki ağaç bölümlerinin nasıl olup da çürümeden bugüne kadar geldiği hala bilinmiyor. Cami, taş, tuğla, çini ve renkli boyama gibi birçok süsleme sanatının bir arada ve yoğun olarak kullanıldığı tek ahşap cami olması nedeniyle Türk mimarlık tarihinde özel bir yer işgal ediyor.
Edinilen bilgiye göre, Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1297-1299 yılları arasında yaptırılan Eşrefoğlu Camii, ahşap direkler üzerine oturtulan düz tavanlı camilerin en büyüğü olarak biliniyor. Halen ibadete açık olan tarihi yapı, üstün ağaç ve çini işçiliği yönünden bir ''Türk ağaç cami müzesi'' sayılıyor.
Anadolu'nun olduğu kadar İslam cami mimarisinin de eşsiz bir örneğini oluşturan Eşrefoğlu Camii, zengin taş, tuğla ve çini süslemelerinin yanında, özellikle ahşap destek ve tavan sistemindeki işleme ve nakışlarıyla dikkati çekiyor.
Beyşehir Kültür ve Turizm Derneği Başkanı Mustafa Büyükkafalı yaptığı açıklamada, bundan sonraki süreçte tarihi mekanın ziyaretçi sayısının artacağını umduklarını söyledi. Eşrefoğlu Cami'nin bugüne kadar aldığı ziyaretçi sayısını yeterli görmediklerini dile getiren Büyükkafalı, mekanın listeye dahil edilmesi halinde bunun Beyşehir yöresi açısından da çok faydalı olacağını vurguladı.
''Haklı tarihiyle ve dünyadaki ilkleri barındıran yapısı ve fiziksel özellikleriyle Eşrefoğlu Cami, bu kapsamda mutlaka değerlendirileceğini düşünüyor ve bekliyoruz'' ifadelerini kullanan Büyükkafalı, yine tarihiyle ve özellikleriyle bu kapsamda Kubadabad Sarayı, Eflatun Pınar ve Fasıllar Anıtlarının değerlendirilmesi gerektiğini, girişimlerin gündeme gelmesini arzuladıklarını dile getirdi. Başvurunun bile Beyşehir'in tanıtımına katkısının büyük olacağını, yerli ve yabancı ziyaretçi sayısının artacağını anlatan Büyükkafalı, ''Bizler bu konuda emek, fikir ve proje sahiplerine sonsuz teşekkürler ediyoruz'' dedi.
Eşrefoğlu Cami İmam Hatibi İsmail Efe de yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın geçen yıl Beyşehir programı kapsamında tarihi mekanı ziyaret ettiğini anımsattı.
UNESCO'ya aday olup olmadığı ile ilgili kendilerine soru yönelttiğini hatırlatan Efe, ''Olmadığını söyleyince çalışmalar başlatıldı. Bu kapsamda bizlere de Vakıflar Bölge Müdürlüğü aracılığıyla bir yazı geldi. Cami hakkında yazılı ve görsel materyeller istendi. Kültür ve Turizm Bakanlığımız da yaptığı incelemeler sonucunda Eşrefoğlu Cami'nde geçici bu listenin içerisine dahil etti. Beyşehirli'ler olarak çok memnun olduk. Başta bakanımız olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz'' dedi.
Efe, Eşrefoğlu Cami'nin tarihçesi hakkında ise şu bilgileri verdi: ''Bu cami 1296-1299 tarihleri arasında Eşrefoğlu Beyliği tarafından yaptırılmıştır. Beyliğin kurucusu Seyfettin Süleyman Bey ve babası Eşref Bey, Selçuklular döneminde, aynı şekilde uç beyi olarak bölgede görev yapıyorlar, Selçuklular'a son verildikten sonraki dönemde bağımsız beylik kuruyorlar. Ancak beyliğin kuruluş aşamasında Eşref Bey vefat ediyor. Dolayısıyla beyliğin zeminini kendisi hazırlıyor. Vefat ettikten sonra yerine geçen oğlu Seyfettin Süleyman Bey hem beyliği kurduğu için, hem camiyi yaptırdığı için beylik ve cami baba oğul ismi ile anılıyor. Camimizin üç tane kapısı var, 35 pencere, toplam 48 tane sütun var. Bu sütun ve kirişlerin tamamı sedir ağacıdır. Camimiz birçok özelliğin bir arada bulunduğu tek eserdir. Bunda özellile ahşap, taş, çinicilik, kalem süslemeleri, kubbesindeki çiniler ve mihrabındaki çiniler, kündekari tekniği ile yapılmış olan mimberi ve tamamı ceviz ağacından yapılmıştır. Üzerindeki küfi yazısıyla, kalem süslemeleri ile itikaf mahalleri ve çile odası ile beşinci bir cephe oluşuyla bu kadar özelliğin bir arada bulunduğu tek eserdir. Sultan mahfilinde istişare sohbetleri yapılıyor ve sultan önemli kararları orada alıyor, namazını orada kılıyordu. Sadece camimizde yaşıt olmayan sonradan 1571 yılında eklenen tek yer müezzin mahfilidir. Bahsetmiş olduğum özelliklerin hepsini birarada toplayan tek eserdir Eşrefoğlu Cami.'' Aşam, 05.05.2011 |
|
5 BİN YILLIK KURBAĞA FİGÜRÜNÜN SIRRI ÇÖZÜLDÜ
İnegöl karayolunda her yıl ilkbaharda yüzlerce kurbağanın birbirlerinin sırtına binmiş şekilde yollara dökülmesi, höyük kazısında bulunan ve 5 bin yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen kurbağa figürlü içki kabının sırrının çözülmesini sağladı.
Kütahya merkeze 25 kilometre uzaklıktaki Seyitömer Höyüğü kazısını yürüten Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığındaki ekip, geçen yıl topraktan yapılmış içki kabı buldu.
Kabın, iki küçük kurbağanın, bir büyük kurbağanın sırtına binmiş şekilde figürle oluşturulmasına başlangıçta bir anlam veremeyen Prof.Dr. Bilgen, bir yerel gazetede yer verilen ve Domaniç-İnegöl karayolunda yollara dökülen kurbağaların fotoğraflarını inceleyince ilginç bir sonuca ulaştı.
Prof.Dr. Bilgen, 5 bin yıl öncesine ait figürün, kurbağaların ilkbahar aylarındaki çiftleşme döneminde gruplar halinde araziye dağılmalarıyla ilgili olduğunu fark etti. Kurbağaların eski devirlerde bölgede yaşayan insanlar tarafından kutsal varlıklar olduğu bilgisine ulaşan Prof.Dr. Bilgen, içki kaplarının da bu düşünceden hareketle yapıldığını belirledi.
Prof.Dr. Bilgen, geçen yıl buldukları kurbağa figürlü içki kabının, Kütahya Arkeoloji Müzesinde sergilendiğini söyledi. Fotoğraflarını gördüğü birbirini sırtında taşıyan kurbağaların bilimsel bir bulguya ışık tuttuğunu ifade eden Prof.Dr. Bilgen, şöyle konuştu: “Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğüne bağlı Seyitömer Linyit İşletmesi (SLİ) Müessesesi havzasındaki Seyitömer Höyüğü’nde kazıları yaklaşık 5 yıldır sürdürüyoruz. Burada geçen yıl Erken Tunç Çağına ait tapınakta bir içki kabı bulduk. Bu kap, bir büyük kurbağanın sırtına binmiş iki küçük kurbağadan oluşuyordu. Bilim dünyasına ışık tutmak amacıyla bunun nedenini araştırmaya başladık ve çok ilginç bilgilere ulaştık. Dünyada çeşitli hayvan figürlerinden sunu kapları vardı ancak ilk kez Seyitömer’de rastlanan kurbağa formundaki kaplarının esin kaynağına ulaşmamız bizi heyecanlandırdı.
Ryton denilen bu kaplar, eski çağlarda tanrılara içki sunulan özel kaplardır. Buluntu, Domaniç-İnegöl karayolunda görülen ve bu bölgede halen yaşadıkları anlaşılan aynı tür kurbağalarla anlam kazandı. Tesadüfen gördüğüm fotoğrafla önemli bir konu aydınlandı. Hala bölgede yaşadığı anlaşılan kurbağalar, bize o dönemlerde de yaşayan bu kurbağaların esin kaynağı olduğunu gösterdi. Buna benzer dünyada başka bir buluntu yok. Anlaşılan o ki, bölgede yaşayan bu tür, Erken Tunç Çağı insanını 5 bin yıl önce etkilemiş. Bu, tabiatın görkeminin, tabiatı gözlemenin inanca yansımasının bir örneği olarak karşımıza çıktı. ”
Bahar aylarında geceleri yollara dökülen kurbağalara, Türkiye’de olduğu gibi dünyanın çeşitli ülkelerinde de sıkça rastlanıyor. Hatta bazı ülkelerde çiftleşmek amacıyla birbirlerini sırtlarında taşıyarak dereye ulaşmaya çalışan kurbağaların yoğun olduğu karayolları bir süreliğine ulaşıma kapatılıyor.
Çiftleşme dönemine rastlayan nisan ve mayıs aylarında araziye dağılarak bir bölümü karayollarında görülen kurbağalar, bilim insanlarını olduğu gibi sürücüleri de şaşırtıyor. İkişerli ya da üçerli gruplar halinde birbirlerini sırtında yolun karşısına taşıyan kurbağalar, Domaniç-İnegöl karayolunun yolunun Kocayayla mevkisinde bahar aylarında geceleri görülüyor. Yoldan karşıya geçmeye çalışan yüzlerce kurbağa ilginç görüntüler sergiliyor.
Dünyanın diğer ülkelerinde yollarda görülen kurbağaların birbirlerinden ayrı olarak bulunduğu, birbirlerinin sırtlarına binmiş şekilde yollarda bulunmalarının sadece Domaniç ve İnegöl’e özgü olduğu iddia edildi. haberler.com, 05.05.2011 |
|
100 YIL SONRA YENİDEN AÇILIYOR
Sultanahmet’te yer
alan ve İstanbul’un en görkemli hamamlarından biri
olarak tanınan Ayasofya Hürrem Sultan Hamamı, aslına
sadık kalınarak sürdürülen restorasyon
çalışmalarının ardından kapılarını açıyor. 1910
yılına kadar aktif olarak kullanılan hamam, bu ay
yeniden hizmette olacak. Özgün yapısını 450 yıldır
koruyan Ayasofya Hürrem Sultan Hamamı,
Türk hamam mimarisinde bir çığır
açarak kadınlar ve erkekler kısmının aynı eksen
üzerinde yer aldığı ilk yapı olma özelliğini
taşıyor. Radikal, 05.05.2011 |
|
KUŞ BÜYÜKLÜĞÜNDE KARINCA FOSİLİ
ABD'de bilim insanları dev bir karıncanın fosilleşmiş kalıntılarını buldu.
Yaklaşık 5 santimetre uzunluğundaki karınca şişkin kuyruk kısmıyla dikkat çekiyor. Bundan yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış olduğu düşünülen karınca, bugüne değin rastlanılan en büyük karınca türlerinden biri. Fosil, Wyoming eyaletinde eskiden göl olan bir yüzeyin altında keşfedildi.
Araştırmacılar, dev karıncanın dünyada iklimin özellikle sıcak olduğu bir dönemde yaşadığını ve kıtalar arasında o devirde var olan kara bağlantılarını kullanarak Avrupa ile Kuzey Amerika arasında hareket edebildiğini söylüyor.
Bundan önce Almanya'da ve İngiltere'nin güneyinde de büyük boy karıncaların fosillerine rastlanmıştı. Dev karıncaların ne yiyerek beslendiği ve nasıl yaşadığı konusunda halen birçok bilinmez var. Araştırmacılar, fosilde kanatların olduğunun görüldüğünü söyledi.
Dev karıncanın kalıntısı, bilim dünyasının 50 milyon yıl öncesine ilişkin iklim tahminlerini destekliyor. Bu devirde ortalama sıcaklığın kayda değer bir artış gösterdiğini düşünen araştırmacılar, kıtalar arasında karadan karaya geçişin mümkün olduğunu ve bu sıcak ortama uygun yaşayan çok sayıda yaratığın Avrupa ile Kuzey Amerika arasında göç ettiğini düşünüyor.
Geçmişte ve günümüzde 3 santimetrenin üzerinde büyüyen karınca türlerinin hangi iklim koşullarında yaşadığının bir haritasını çıkartan bilim insanları, hepsinin tropik ortamlarda görüldüğünü söylüyor. Fakat karıncaların neden tropik hava koşullarında irileştiği sorusuna henüz kesin yanıt bulunabilmiş değil. Hürriyet, 05.05.2011 |
|
GAUGUIN'İN TAHİTİLİ KIZI 17 MİLYON TL'YE SATILDI
Fransız ressam ve heykeltraş Paul Gauguin'in yaptığı ahşap Tahitili Kız heykeli, açık artırmada 11,3 milyon dolara (yaklaşık 17 milyon TL) alıcı buldu.
New York Sotheby's müzayede salonunda yapılan artırmada, son olarak 1961'de görülen, büyük küpeleri ve sanatçının kendi topladığı mercan ve deniz kabuğundan kolyesi bulunan 24 santimetrelik eseri alan kişinin adı açıklanmadı. Gauguin'in ilk olarak 1894'te bir arkadaşının kızına hediye ettiği heykelin el değiştirerek müzayede salonuna geçtiği belirtildi. Akşam, 05.05.2011 |
|
CUMALIKIZIK MURADINA ERDİ
Yaklaşık 22 yıl önce mahalle yapılarak Yıldırım Belediyesi’ne bağlanan tarihi Cumalıkızık Köyü, 22 yıl aradan sonra muradına erdi. Uzun bir süredir köy olmak için mücadele veren köylülerin talebi üzerine, İl Genel Meclisi konuyu gündemine aldı. Yaklaşık 4 ay önce konuyla ilgili referandum yapan köylülerin büyük bir çoğunlukla yeniden köy olma isteğini değerlendiren Meclis, Özel İdare komisyonu tarafından hazırlanan raporu oyladı. Cumalıkızık Köyü Muhtarı Ahmet Kuş ve azaların katıldığı toplantıda, Cumalıkızık’ın köy olması yönünde karar içeren rapor oybirliğiyle kabul edildi. Oylama öncesi konuşan tüm partilere mensup üyeler, köy olma talebini desteklediklerini vurguladı. Oylama öncesi heyecanı yüzüne yansıyan köy muhtarı Ahmet Kuş, 22 yıllık hasreti sona erdiren Meclis üyelerine teşekkür etti. Konuyla yakından ilgilenen Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç’a da teşekkür eden Kuş, “700 yıllık geçmişe sahip Cumalıkızık’a inşallah daha iyi hizmet götüreceğiz” dedi. Meclis kararının önce Valilik ardından İçişleri Bakanlığı’na gideceğini belirten İl Genel Meclis Başkanı Nedim Akdemir de, Cumalıkızık’a her türlü yardımı yapacaklarını söyledi. Bursa Olay, 04.05.2011 |
|
|
MAĞARADA 25 BİN YILLIK RESİMLER
İspanyol
yetkililer, antik yerleşimlerle ilgili işaretler
arayan arkeologlar tarafından tesadüfen bulunan
mağara resimlerinin, tarih öncesi insanlar
tarafından çizildiğini söylediler. Radikal, 04.05.2011 |
YANIK MEDENİYETİN KIZIL SARAYI: ELHAMRA
Kütüphanelerinde en az bir milyon kitabın yakılarak yok edildiği Endülüs için ''yanık medeniyet'' demek mümkün. Yakılan sadece Endülüs değil, aslında tüm dünyanın ilerlemesini sağlayacak bir birikimdi. Fransız fizikçi P. Curie, bu gerçeği şöyle ifade eder: ''Endülüs'ten bize otuz kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kalmış olsaydı, çoktan uzayda galaksiler arasında geziyorduk.''
Endülüs'ün kuşkusuz en önemli eseri ''kızıl saray''
anlamına gelen Elhamra Sarayı'dır. Sarayın temeli
1232 yılında bugünkü adıyla Granada olan Gırnata
Emirliğini kuran 1. Muhammed tarafından atıldı.
Elhamra Sarayı, daha sonraki hükümdarlar tarafından
yaptırılan eklemelerle genişletildi.
Elhamra Sarayı'nın en önemli sırrı birçok yerine yazılmış olan ''La Galibe İllallah'', yani ''Allah'tan başka galip yoktur'' sözcüğüdür. Sarayın sütun, kemer, kubbe, tavan ve duvarlarında bu sözcüğe sıkça rastlanır.
Dışarıdan görünümü ağır bir kaleyi andıran
sarayın içi, dış görünümünün aksine ince işlemeler,
estetik ve etkileyici dizaynı ile keyifli bir
yolculuğa götürür ziyaretçilerini. Suyun ve yeşilin
göz alıcı bir ahenkle buluştuğu zarif bir saraydır
Elhamra. Sarayın havuzları, fıskiyeleri
ziyaretçilerin gözlerini okşarken, çeşit çeşit
ağaçların havaya saldığı hoş kokular da ruha tazelik
verir. Cennetül Arifin (Bilgelerin Cenneti) adı
verilen bahçeden geçerken insan, cennete olan
özleminin bu dünyada oluşturulduğu hissine kapılır.
Yüreği sızlayan bir emirin hıçkıra hıçkıra ağlayarak vedasına ve bir annenin tarihe mal olmuş sözlerine de şahitlik eden Elhamra Sarayı, Granada'yı terk eden bu son emirin gözyaşı döktüğü son kaledir aynı zamanda.
Elhamra Kararnamesi'ni kabul ederek, şehrin anahtarlarını Aragon Kralı Ferdinand'a teslim eden Endülüs'ün son hükümdarı Ebu Abdullah Muhammed Bin Ali, yakın akrabaları ile şehri terk ettikten sonra Gözyaşı Tepesi'nden son kez dönüp bakar Granada'ya ve Elhamra Sarayı'na. 2 Ocak 1492'de kulelerden birine büyükçe bir haç dikildiğini görünce içi sızlar, hıçkırarak ağlamaya başlar ve ''Elveda Elhamra, Elveda Endülüs'' sözcükleri dökülür ağzından. Oğlunun bu halini gören annesi, Mehmet Akif Ersoy'un Süleymaniye Kürsüsü'nden şiirinde mısralara döktüğü şu tarihi sözleri söyler: ''Çarpışmadın erkek gibi düşmanlarla, şimdi hiç yoksa kadınlar gibi olsun ağla.'' Ntvmsnbc, 04.05.2011 |
|
ODUN DEPOSUNDAN ROMA MEZARI ÇIKTI
Sakarya’nın Geyve İlçesi'nde, odun deposunda yapılan zemin düzeltme çalışmaları sırasında bulunan ve Geç Roma Dönemi’nden kalma mezarda yapılan kurtarma kazısında, bin 500 yıl öncesine ait insan kemikleri bulundu.
Sakarya Müze Müdürlüğü, Geyve Orman İşletme Müdürlüğü’nün Doğantepe Köyünde odun deposu olarak kullandığı bölgede zemin düzeltme çalışması sırasında rastlanan tarihi mezarda kazı yapmak için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurdu.
Bakanlığın kazı için gerekli izni vermesi üzerine, sanat tarihçisi ve arkeologlar tarihi mezarda kurtarma çalışması yaptı. Kazıda, bin 500 yıl öncesine ait olduğu düşünülen kafatasları ve kemik parçaları bulundu.
Kazıya katılan Sakarya Müze Müdür Vekili Mürşit Yazıcı, yaptığı açıklamada, mezarın Geç Roma Dönemi’ne ait olduğunu düşündüklerini söyledi.
Yazıcı, bölgede buna benzer bir mezar daha bulunduğunu anlatarak, ”Mezarın mimari yapısı Geç Roma Dönemi’ni işaret ediyor. Şimdilik mezarın günümüzden yaklaşık bin 500 yıl öncesine ait olduğu söylenebilir. Mimarisine baktığımızda, mezar orta sınıf kişilere ait gibi görünüyor” dedi.
Türkiye genelinde çok fazla olmamakla birlikte bu tür mezarlar bulunduğunu belirten Yazıcı, ”Kaybolma ihtimali olan bu tür kalıntılarda kurtarma kazısı yapıyoruz. Bu çalışma mezar mimarisi ve ölü gömme geleneğinin tespitine yönelik bir çalışmadır” diye konuştu.
Kazı çalışmasının tamamlanmasının ardından, arşivleme ve belgeleme çalışmalarının yapılacağı kaydedildi. Star, 04.05.2011 |
|
|
ORTAKÖY CAMİİ'NE KUVEYT TÜRK DESTEĞİ
Tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkma çalışmaları kapsamında 2005 yılından bu yana tarihi eserlerin restorasyon çalışmalarına destek veren Kuveyt Türk, Ortaköy Camiisi'nin restorasyon çalışmalarını üstleniyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon kapsamına alınan ve halk arasında Ortaköy Cami olarak tanınan Büyük Mecidiye Camisi'nin restorasyonunun 3 milyon TL'ye mal olması öngörülüyor. Çalışmaların mayıs ayında başlaması ve 1.5 yıl sürmesi planlanıyor. Kuveyt Türk Genel Müdürü Ufuk Uyan, 'Ortaköy camisi'nin aslına uygun olarak restore ettirmenin yanı sıra bu tip projeleri bir sponsorluk olarak görmeyip çalışanlarımız ve müşterilerimizle birlikte yaşayarak içselleştiriyoruz' dedi. Akşam, 04.05.2011 |
KÖYÜN KADERİNİ ALMAN ARKEOLOG DEĞİŞTİRDİ
Latmos olarak da bilinen Beşparmak Dağları, insanoğlunun göçebelikten yerleşik düzene geçtiği yerlerden biri olarak biliniyor. 1990′lı yıllardan bu yana, Latmos Dağı’nın vahşi coğrafyasında köylülerden, çobanlardan ve avcılardan almış olduğu bilgilerle araştırma yapan Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü üyesi ve aynı zamanda Kuşadası Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) onursal üyesi olan arkeolog Dr. Anneliese Peschlow’un keşfettiği kaya resimleri tarih açıdan birçok bulguları ortaya koydu. Latmos kaya resimlerinde çok sayıda insan figürünün çiftler ve gruplar halinde betimlenmesi, bereketlilik, ilkbahar törenleri, geçiş ritüelleri ve düğünler olarak yorumlandı. Latmos’ta Batı Anadolu’nun erken dönemlerine ait bu resimler, tüm dünyadaki diğer örnekler arasında benzersiz olarak kabul edildi. Anadolu’nun tarih öncesi arkeolojisine dair en önemli keşiflerinden biri olma özelliğini kazanan kaya resimleriyle ilgili çalışmalarını sürdüren Dr. Anneliese Pecshlow Türkiye- Almanya arasında gidip geliyor. Alman arkeoloğun Karakaya, Köprüalan, Söğütözü, İsliler’de keşfedip gün ışığına çıkardığı kaya resimlerinin önemine dikkat çekmek için Karakaya Köyü’nde festivaller düzenlenirken, özellikle hafta sonları bölgeye yerli ve yabancı turistler geliyor.
Karakaya Köyü Muhtarı Remzi İnce, yörelerindeki kaya resimlerinin önemini geç fark ettiklerini belirtti. Peschlow’un araştırmalarına her zaman destek verdiklerini ve yardımcı olduklarını kaydeden İnce, Alman arkeoloğun çalışmalarının önemi çok geç kavradıklarını söyledi. İnce, “Eğer 8 bin yıl öncesine ait yaşam izleri bir başka ülkede ortaya çıksaydı daha çok ses getirirdi. Biz yeterli tanıtımı bu güne kadar yapamadık. Ancak kapsamlı olarak geçen ay yaptığız 3. Kaya Resimleri Festivali ile tanıtım konusunda bir canlılık yaşandı. En büyük arzumuz bu festivalin Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği ile uluslararası platformlara taşınması. Bu nedenle Dr. Peschlow’un çalışmalarını artık daha çok önemsiyoruz. Kendisine teşekkür ve şükran borcumuz var” dedi.
EKODOSD Derneği Başkanı Bahattin Sürücü de Beşparmak Dağları’nda bulunan tarih öncesi kaya resimlerinin korunması ve tanıtılması konusunda çalışmaları sürdüreceklerini söyledi.
Berlin’deki Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde görevli olan Dr. Peschlow, 20 yılı aşkın süredir Latmos projesini yürütüyor. Bu projenin amacı Türkiye’nin batı kıyısında bulunan dağlık bölgenin (Beşparmak dağları), en erken dönemden Osmanlı’ya kadar olan yerleşim geçmişinin incelenmesidir. İlk kaya resimleri 1994 yılında bulundu ve sayıları sürekli artmaktadır. Bu benzersiz eserlerin araştırılması, 1998 yılından beri Gerda Henkel Vakfı tarafından desteklenen bağımsız bir proje ile yürütülmektedir. Dr. Anneliese Peschlow, Latmos’taki yüzey araştırmalarının dışında Türkiye’de Kilikia ve Bithynia’da ayrıca İtalya’da çalışmıştır. Dr. Anneliese Peschlow, aynı zamanda EKODOSD onursal üyesidir. haberler.com, 03.05.2011 |
|
AMASYA'DAKİ MUMYALAR TAŞINDI
Müze Müdürü Celal Özdemir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müze bahçesindeki Sultan I. Mesut Türbesi'nde 6 sanduka içinde sergilenen 8 adet Selçuklu-İlhanlı dönemine ait mumyayı daha iyi şartlarda korunması için müzenin ikinci katında iklimlendirme cihazları yerleştirilen ve kameralarla donatılan özel bölüme yerleştirdiklerini söyledi.
Hürriyet, 03.05.2011 |
|
HATAY'DA 150 YILLIK PAPAZ EVİ YIKILDI
Hatay'da Murat Reis Mahallesi 179. Sokak’ta bulunan 150 yıllık taş ev Kültür ve Turizm Bakanlığı İzmir 1 Nolu Koruma Kurulu tarafından tescillenmediği için, satın alanlar tarafından yıkıldı. Ortodoks Rum kilisesi olarak yapılan, papaz konutu olarak kulanılan taş evin yıkılması tepkilere neden oldu. Bu mahallede oturan Konak Belediye Meclis Üyesi CHP’li Ahmet Nejat Akıncı, tehlike arz eden eski yapıların yıkılmasına izin vermeyen kurulun, 150 yıllık ancak sapasağlam evi tescil etmemesini eleştirdi. Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 03.05.2011 |
|
YOK EDİLMEYE ÇALIŞILAN TARİH: İMROZ VE TENEDOS
Lozan Antlaşması’yla 22 Eylül 1923 tarihinde Türkiye bağlanan iki Rum adası olan İmroz (Gökçeada) ve Tenedos (Bozcaada) adaları, Türkiye tarihinde egemen kimliğin dışında kalan tüm farklı kimliklere karşı yürütülen asimilasyon ve baskı politikalarından en fazla nasibini alarak, kaybolan kültürün ve tarihin simgesi haline gelen yerleşim yerlerinden. Lozan Antlaşması’nın 13. ve 14. maddeleri gereğince ilk olarak özerklik statüsü tanınan 9 binden fazla Rum’un yaşadığı 2 adada, hayat 1960 yılında yapılan Londra Anlaşması sonrası Kıbrıs’ta Türk ve Rum yönetimleri arasında çıkan anlaşmazlıkla gelişen olaylarla değişmeye başladı. 1960 yılında Kıbrıs’ta yaşanan olayların hemen sonrasında bir anda adaların “özerklik statüsü” resmi olarak değiştirilmese de fiili olarak iptal edildi. Rumca eğitim yapan okullar kapatıldı, Rumların adadaki arazileri ise ya talan edildi ya da el konuldu. Topraklarından zorunlu olarak göç etmek zorunda kalan Rumların adada bıraktıkları gayrimenkulleri ile ilgili Türkiye hakkında açtıkları çok sayıda dava halen AİHM’de sürüyor. 1971 yılında askeri bölge ilan edilen adalardan baskı politikaları sonucu göç etmek zorunda kalan Rumlar, daha sonra yapılan yasal düzenleme sonrası tekrar doğdukları yerleri ziyaret etmek istediklerinde ise bu kez de pasaportla giriş yapmak zorunda kaldı.
HER ŞEY LONDRA ANLAŞMASI’YLA BAŞLADI İmroz Adası’na giderek 5 yıl boyunca İmroz’un asimilasyon politikaları sonucu kaybolan tarihi ve insanları üzerine araştırma yapan ve araştırmalarını ve fotoğraflarını kitaplaştıran Fotoğrafçı-Yazar Murat Yarkın, köy isimlerinin dahi Türkçeleştirildiği İmroz’ da yaşayan ve yaş ortalaması 70’in üzerinde olan 200 Rumla görüşerek, asimilasyon, baskıya maruz kalan Rumların hikayesini görsel ve yazımsal olarak günümüze aktardı.
O dönemde 2 adada yaşanan asimilasyon ve baskıya şahitlik eden insanların döneme ilişkin konuşurken kelimelerini özenle seçtiklerini dile getiren Yarkın, baskının ve zulmün psikolojisinin adada yaşayan Rumların konuşmalarından anlaşılabileceğine işaret etti. Gökçeada ve Bozcaada da yaşayan Rumların 1960’yıllara kadar ada yönetiminde özel otonom bir yapı içinde olduklarını, sadece dış işlerinde Türkiye’ye bağlı olduğunu hatırlatan Yarkın, Rumların bu dönem içerisinde ana dillerinde eğitim yapma hakkına, kendi mahalli polis güçlerini oluşturmaya ve Rumlardan oluşmuş bir idari yapıyı kurma haklarına sahip olduklarını söyledi. Kendi içinde barajı olan, kendi elektriğini kendi üretebilen Gökçeada’da tarihin ise 1960 yılında yapılan Londra Anlaşması sonrası Kıbrıs’ta Türk ve Rum yönetimleri arasında çıkan analaşmazlıkla gelişen olayların ardından değiştiğini ve sistemin Rumlara bilinçli bir asimilasyon ve baskı politikası ile yönelmeye başladığını kaydetti. O süreçle beraber Rumlara karşı baskının ve zulmün başlatıldığını söyleyen Yarkın, “Bunun sonucu Rumların tarım arazilerine el konuluyor. Bölgenin en büyük geçim kaynaklarından birisi hayvancılıktır; ama adadan bir kilo etin bile satış amacıyla dışarı çıkartılması yasaklanıyor. Adada bulunan 7 köyün ismi Türkçeleştiriliyor. Yarım gün Rumca eğitim yapılırken Rumca yasaklanıyor” dedi.
1960 yılında patlak veren Kıbrıs olayları sonrasında adalarda yaşayan Rumları yıldırmak ve göç ettirmek için başlatılan bir diğer önemli operasyon ise Gökçeada’ya kurulan, özel mahkumların yerleştirildiği cezaevi oldu. Yarkın, Sinadü Köyünde kurulan cezaevinin ardından yaşamın adada Rumlar açısından değiştiğini belirtiyor. Yarkın, sivil bir yerleşim bölgesi olan bir adada manidar bir şekilde yapılan cezaevinin, o tarihten itibaren Rumlar için baskı, tecavüz, hırsızlık, talan ve birçok baskı anlamına geldiğini belirtiyor. 1991 yılına kadar pasaport uygulamasının yürürlükte kaldığını belirten Yarkın, yaşanan zorunlu göçler sonucu adada yaşayan Rum sayısının ciddi bir şekilde azalmaya başladığını ifade ediyor.
‘BURADA YALNIZCA ÖLÜM VAR’ Yarkın, yürüttüğü çalışma sırasında konuştuğu bir Rum kadının da kullandığı “Burada yalnız ölüm var” sözünün ise, ada da yaşanan olayları anlatmaya yettiğini ve adada baskı sonucu yeniye dair bir şey bırakılmadığını söyledi.
Gökçeada'da çalışmalar yapan Çanakkale İHD Şube Başkanı Kenan Döner ise, yıllardır adada Rumlara yönelik uygulanan baskının günümüzde de devam ettiğini belirterek, “Rumlara karşı tahammülsüzlük o kadar hat safhalara ulaştı ki; oradaki Rumların mezar taşlarına bile tahammül edemez duruma geldiler. Bir gece Rumların bütün mezar taşlarını kırdılar. Oraya gidip kaymakama ve kolluk kuvvetlerine ‘Bunu kim yapmıştır’ diye sorduğumuzda ise sadece ‘Buradan birileri yapmamıştır’ cevabını aldık” dedi. Evrensel, Haber: Çağdaş Kaplan - Sadık Topaloğlu , 03.05.2011 |
|
KÖPRÜNÜN SÜTUNLARI 'SÜS' OLMUŞ
Kars Çayı üzerinde bulunan ve 1855'te yaptırılan taş köprünün üzerindeki 4 sütundan ikisi, 10 yıl önce ortadan kayboldu. İzine bir türlü rastlanamayan sütunların akıbetini,
Yetkililer inceleme başlatınca Arpaçay'ın Belediye Başkanı Enver Akkaya, sütunları aldıklarını itiraf etti. Akkaya, "Atatürk büstünü yaptırdığımız zaman etrafını süsleyecek sütun bulamadık. Köprüden geçerken bu sütunları fark ettim. Birisi zaten suya düşmüştü, diğerini de kepçeyle yerinden biz kaldırdık. Sütunları, Atatürk büstüne yakışacağını Sabah, Haber: Murat Taşdemirci, 03.05.2011 |
|
HABERLERİ BİLE YOK
Malatya Haber, 02.05.2011 |
|
BÜYÜK ÜSTATLARDAN TABLOLAR
Portakal Sanat ve Kültür Evi sahibi Raffi Portakal yönetiminde Beşiktaş Conrad Otel’de düzenlenen ve 46 eserin satışa sunulduğu müzayedenin ilk bölümünde, Türk resim tarihinin üstatlarından Hüseyin Zekai Paşa, Şeker Ahmed Paşa, son Halife Şehzade Abdülmecid, Halil Paşa, Nazmi Ziya, Namık Hikmet Onat, İbrahim Çallı, Fikret Mualla ve Mübin Orhon’nun eserleri satışa sunuldu. Radikal, 02.05.2011 |
|
|
ULU CAMİ'DE YANGIN PANİĞİ
Diyarbakır'da bulunan ve islam alemi için 5. Harem-i Şerifi olarak görülen Ulu Cami'de restorasyon çalışmaları sırasında yangın çıktı.
Edinilen bilgiye göre, islam alemi için 5. i Harem-i Şerif olarak bilinen Ortadoğu'nun en eski camisi Ulu Cami'de yangı çıktı. Uzun süredir başlayan tadilat çalışmaları nedeniyle Ulu Cami'nin etrafı tamamen kapatılırken bugün saat 14.00 sıralarında tadilatta kullanılan bazı malzemeler henüz sebebi belirlenemeyen bir nedenden dolayı alev aldı. Alevlerin bir anda büyümesi üzerine olay yerine gelen itfaye ekipleri, yangını kısa bir sürede söndürürken, yangının büyümeden söndürülmesi bir tarihi yok olmadan kurtardı. Konuyla ilgili soruşturma başlatılırken, yangının caminin bahçe kısmında bulunan kimyasal maddelerden çıktığı iddia edildi. Diyarbakır Kent Haber, 02.05.2011 |
ŞEKER AHMET PAŞA'YA 350 BİN TL
İstanbul, antika tutkunlarını heyecanlandıran bir müzayedeye sahne oldu. Atika Müzayede ve Antika Sanat Galerisi'nin Nişantaşı’ndaki The Sofa Otel’de düzenlediği açık artırmada, Osmanlı saray eserleri ve klasik tablolar satışa sunuldu.
Sanatseverlerin ilgi gösterdiği müzayedede, birçok önemli müze ve koleksiyonda resimleri yer alan, 19. yüzyılda natürmort resimler yapan ilk ve önemli ustalardan olan Şeker Ahmet Paşa’nın eseri de satışa çıkarıldı. Paşa’nın 1900 tarihli “Gölde Kuğular ve Sazlık” konulu tuval üzeri yağlı boya eseri, 350 bin liraya alıcı buldu. Müzayedede, Hasan Rıza’nın at figürlü tuval üzeri yağlı boya eseri 190 bin liraya, 20. yüzyıla ait Fransız beyaz altın 8.20 karat tek taş pırlanta yüzük 180 bin liraya, tuğralı gümüş sefer tası 140 bin liraya satıldı.
Sultan II. Abdülhamit tuğralı aplike çiçek buketli üzeri kalem işi dekorlu gümüşlük ise 115 bin liraya, Osmanlı dönemine ait 18 ayar altın kase üzeri pembe minelerle süslü murassa sultani zarf, altın murassa enfiye kutusu ile altın mineli kutu 110 bin liraya, el yapımı saat 90 bin liraya, Jefferys yapımı 1760 tarihli 18 ayar altın mineli cep saat de 70 bin liraya alıcı buldu. Habertürk 02.05.2011 |
|
KANALIN ÜSTESİNDEN 7 PADİŞAH GELEMEDİ Bugünlerde "Kanal İstanbul" ya da "Çılgın Proje" ismiyle gündeme gelen İstanbul'a kanal açma söylemleri esasen, Osmanlı'ya ait 5 asırlık bir proje. Marmara Denizi ve Karadeniz'i birleştirme projesi ilk defa Kanuni Sultan Süleyman devrinde tasarlanmış ve bu proje için de Mimar Sinan görevlendirilmişti. Her ne kadar şimdi İstanbul'un Avrupa Yakası'nda bir kanal düşünülüyorsa da, Kanuni döneminde başlayıp Sultan Abdülaziz dönemine kadar devam eden kanal projeleri, İstanbul'un Asya Yakası'nda tasarlanmıştı. Bu kanal, Karadeniz'den doğan Sakarya Nehri'ni, Sapanca Gölü'ne bağlayacak, oradan da İzmit Körfezi vasıtasıyla Marmara Denizi'ne akıtılacaktı. Böylece Karadeniz, Marmara Denizi'ne bağlanacak İstanbul'un inşaat ve yakıt ihtiyacı olan odun ve kereste nakli kolaylaşacaktı. Zira Osmanlı Devleti'nde kullanılan kerestelerin iki kaynağı vardı. Donanmadaki gemi direklerinin keresteleri Eflak ve Boğdan'dan (Romanya ve Moldova), tekne ve güverte keresteleri de Eskişehir, Bolu ve İzmit'ten getirilirdi. Şehrin yakıt ve inşaat ihtiyacı için lazım olan kereste ve odun ise İzmit'ten geliyordu. Bu kerestelerin naklindeki büyük masraflar ve çekilen zahmetler haliyle fiyatlara yansıyor, kereste fiyatları yüksek oluyordu.
Günümüzden 5 asır önce planlanan Karadeniz-Marmara kanal projesinde Kanuni'den başlayarak 7 padişah teşebbüste bulunmuş lakin her defasında sorun çıkmış ve proje hayata geçirilememişti. İşte bu 7 Padişah ve kanal için atılan adımlar:
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN Marmara ve Karadeniz'i birleştiren kanal projesi, Osmanlı tarihinde ilk defa Kanuni Sultan Süleyman tarafından tasarlanmıştı. Hatta proje için Mimar Sinan görevlendirilmiş lakin çıkan savaşlar sebebiyle proje yarım kalmıştı.
SULTAN 3. MURAT Kanal için ikinci adım 3. Murat'tan gelmiş, 1591 yılında yeniden keşifler yapılmış, 30 bin işçinin çalışacağı kanal için hafriyat takip vazifesi de Sokolluzade Hasan Paşa'ya verilmişti. Kanal eminliğine Budin'in (Macaristan) eski hazinedarı Ahmet Efendi, katipliğe de Mustafa Efendi tayin edilmişti. Hatta bir takım istimlakler dahi yapılmış ve bazı çiftlikler münasip yerlere nakledilmişti. Fakat proje yine gerçekleşemedi. Buna en büyük sebep de; makam-mevki kavgası yapan o dönemki bazı devlet erkanının birbirleri aleyhinde çevirdikleri entrikalar olmuştu.
SULTAN 4. MURAT 63 sene sonra 1654 senesinde Sultan 4. Mehmet tarafından İstanbul'dan gönderilen Hindioğlu isimli mühendis keşifler yapmış, kanalın çevreye vereceği büyük zararlardan da bahsedince, proje 3. defa ertelenmişti.
SULTAN 3. MUSTAFA Sultan 3. Mustafa kanal projesi için 2 defa teşebbüste bulunmuştu. 1. teşebbüste (1759) maddi sıkıntılar sebebiyle, sadece Sapanca Gölü ile İzmit Körfezi'nin birleştirilmesi kararlaştırılmıştı. Başarılı olunursa Sapanca Gölü civarından İstanbul'a deniz yoluyla kolayca mal ve kereste getirilebilecekti. Uygulanamayan bu teşebbüsten 2 yıl sonra iki plan yapılmış, 1. planda Sapanca Gölü ile İzmit Körfezi birleştirilecek, 2. planda ise (şayet birinci plan başarısız olursa) Sakarya Nehri Sapanca Gölü ile birleştirilecekti. Keşif için Sadrazam Kethudası Suphizade Abdullah Efendi'nin başkanlığında, Reisülküttap Abdullah Apti Efendi, Cebecibaşı Mustafa Ağa ve Müderris aynı zamanda mühendis Giritli Ahmet Efendi'den oluşan 4 kişilik bir heyet ve yardımcıları gönderildi bölgeye.
Bölgede hafriyat çalışmaları dahi başlamıştı lakin şiddetli kışın bastırmasıyla çalışmalar yeniden ertelendi.
SULTAN 2. MAHMUT 1813 senesinde Kocaeli ve Bursa sancakları mutasarrıfı Vezir Hacı Ahmet Aziz Paşa'nın Sultan 2. Mahmut Han'a takdim ettiği arzuhalde, padişahtan bölgenin tetkiki için mühendisler ve mimarlar istemesi, kanal projesini tekrar gündeme getirmişti. Sultan Mahmut, Çavuşbaşı Abdullah İffet Bey, Mühendishane Muallim muavini 3. Halife Ahmet Efendi, 4. Halife Mehmet Efendi ve mimar yardımcısı Seyit Mustafa'yı gönderdi. Sonradan eklenen 7 kişilik bilirkişi heyetiyle birlikte bölgeye gönderilen bu eşhasın raporlarıyla Sultan Mahmut, kanal açma vazifesini, Hacı Ahmet Aziz Paşa'ya vermişti. 20 gün sonra Aziz Paşa'nın vefatıyla kazı çalışmaları başlamamış, akabinde ard arda gelen meseleler sebebiyle proje tekrar ertelenmek zorunda kaldı.
SULTAN ABDÜLMECİT Tıpkı Sultan 3. Mustafa gibi, Sultan Abdülmecid döneminde de Karadeniz-Marmara kanal projesi 1845 ve 1857 yılarında olmak üzere 2 defa hayata geçirilmeye çalışmış lakin bu dönemde de birçok engel sebebiyle neticeye ulaşılamamıştı.
SULTAN ABDÜLAZİZ 1863 senesinde Sultan Abdülaziz mühendis Riter ve Hayri Bey'i kanal çalışmaları için görevlendirmişti. Bu, Osmanlının Karadeniz-Marmara Kanal Projesi'ni gerçekleştirmek için son teşebbüsüydü. Şimdilerde gündemde olan Kanal İstanbul projesiyle, 5 asır boyunca 7 padişah tarafından defalarca atılan adım sonuca ulaşacak mı acaba, zaman gösterecek..
SULTAN ABDÜLMECİT'İN BOĞAZA TÜP GEÇİT (Tünel-i Bahri) PROJESİ İstanbul Boğaz'ında ilk tüp geçit projesi olan Sarayburnu-Üsküdar arasına yapılacak olan Tünel-i Bahri (Tüp Geçit) de Sultan Abdülmecid'e aitti. Yani şimdilerde halen inşası süren tüp geçit, Sultan Abdülmecid'in projesiydi. Sultan Abdülaziz, Karaköy-Pera (Beyoğlu) arasına bir tünel yaptırdı. Tünelin mühendisi Eugene Henri Gavand, 1 sene sonra (1876 yılında) devrin padişahı Sultan 2. Abdülhamit'e, Sarayburnu ile Üsküdar arasında bir de tüp geçit projesi sundu. Aynı yerde yapılacak bir tüp geçit projesi de 1891 yılında Fransız mühendis Jaqques Preault tarafından sunulmuştu Sultan Hamit'e. Daha önceden 1860 yılında Sultan Abdülmecid'e sunulan fakat gerçekleştirilemeyen proje, bu defa Sultan 2. Abdülhamid'in huzuruna getiriliyordu. Geçitten sadece tren yolu geçecekti. Padişaha 1902 yılında sunulan 3. bir tüp geçit projesinde ise çelikten yapılacak tüp geçit, denizin dibine çakılmış 16 sütun üzerinde duracaktı ve içinden 2 si yolcu biri yük taşıyan 3 vagonlu bir tren geçecekti. Bu tren Üsküdar'da demiryoluyla Haydarpaşa'ya bağlanacaktı. Lakin 31 Mart vakasıyla padişah tahttan indirilince, projeler gerçekleştirilemedi. 1500 den fazla eseri olan Sultan 2. Abdülhamit'in gerçekleştirmeye fırsat bulamadığı bir yığın projesi vardı. Beyşehir Gölü'nden, kanallar vasıtasıyla Konya Ovası'na su getirme projesi de aynı padişaha aitti. Tamamlanamayan bu projenin kanalları ve köprüleri halen kullanılıyor. Güneydoğu Anadolu Projesi (G.A.P) de Sultan Abdülhamit Han'ın dehasının eseriydi. Yeni Şafak, Haber: Mahmut Sami Şimşek, 02.05.2011 |
|
ANKARA KALESİ TURİZME KAZANDIRILACAK
Kale ve çevresinin yeniden düzenlenerek Ankara turizmine bir cazibe merkezi olarak kazandırılması amacıyla eylem planından hareketle ele alınan konular şekillenmeye başlıyor. Sorumlu ve işbirliği yapılacak kuruluşlarla, faaliyetlere yönelik gerçekleştirilen toplantılarda, öneriler, düşünceler ve çözüm yolları tartışılıyor. Ankara İl Kültür ve Turizm Müdürü Doğan Acar, Ankara Kalesi'nin turizme kazandırılmasına yönelik soruları yanıtlarken, Ankara Valisi Alaaddin Yüksel'in göreve gelmesiyle Başkentte turizm çalışmalarının hız kazandığını söyledi.
Valilik tarafından 2010 yılında gerçekleştirilen 3 toplantıda Ankara turizminin masaya yatırıldığını, sektör temsilcilerinin de katılımıyla tartışıldığını dile getiren Acar, daha sonra 15 Şubat 2011'de ''Ankara Kalesi'nin Sorunları ve Çözüm Önerileri Toplantısı'' yapıldığını bildirdi. Vali Alaaddin Yüksel başkanlığındaki toplantının ardından konuşulan konuların sonuç raporunun açıklandığını belirten Acar, ''Kararlar bir eylem planı haline dönüştürülerek ilgili kamu kurum kuruluşlarına, belediyeler ve sivil toplum kuruluşlarına iletildi, plana uygun hareket edilmesi istendi'' dedi.
Acar, toplantıya turizm sektör temsilcileri, Ankara'nın kanaat önderleri ile sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve Kale esnafının katıldığını belirtti. Raporda, öncelikle Kale'nin turizm planı hazırlanmasının yer aldığını bildiren Acar, Kale'nin Hıdırlık Tepesi, Hacı Bayram-ı Veli Camisi ve Hamamönü semtiyle birlikte düşünüldüğünü kaydetti. Eylem Planı kapsamında 27 Nisan'da Ankara Vali Yardımcısı Yıldırım Uçar başkanlığında toplandıklarını ifade eden Acar, ''Bu toplantıda da o günden bu yana yapılan iş ve işlemler gözden geçirildi'' diye konuştu.
Toplantıdaki en önemli konulardan birinin elektrik ve telefon hatlarının yer altına alınması olduğunu anlatan Acar, ''Bu konuda Büyükşehir Belediyesi yetkili kılınmıştı. Onlar da 15 Mayıs'a kadar ASKİ tarafından zemin etüdü yaptırma, içme suyu, pis su, yağmur suyu, elektrik ve doğalgaz hatlarının düzenlenmesi ve galeri sisteminde yapılması için kazı gerektiğini belirtti. Kazı işi kolay bir iş değil, kuruldan karar gerekiyor'' dedi.
Tarihi, kültürel ve doğal birçok mirası bünyesinde barındıran Ankara Kalesi'nin kentin önemli simgelerinden biri olduğuna dikkati çeken Acar, şunları kaydetti: ''Ankara Kalesi tarihin ve kültürün binlerce yıllık birikimini taşıyan ve bu birikimi pazarlama şansına sahip muhteşem bir yapıdır. Başkent turizmine kazandırılmalıdır. Kale, tarihin ve kültürün binlerce yıllık birikimini taşıyan ve bu birikimi pazarlama şansına sahip eşsiz, muhteşem bir yapıdır. Kale gibi yerlerin manevi değerleri de vardır. Projelerin tümü gerçekleştiğinde Ankara için milyonlarla ifade edilen turist sayıları da yakalanacaktır. Ankara tarihini yansıtması bakımından Başkent turizminde bir cazibe merkezi olacak Kale, kentin önemli simgelerindendir. Kaledeki çalışmaların en kısa zamanda tamamlanarak turizme sunulması için çalışıyoruz. Belediyeler, sivil toplum kuruluşları, turizm sektör temsilcileri tüm iyi niyetlerini ortaya koymuş durumda.'' Cumhuriyet, 02.05.2011 |
|
NAZİLERİN ORTADAN KALDIRDIĞI HEYKEL
1930'ların Almanyası'ndaki Nazi rejimi 'sakıncalı' saydığı kitapları, resimleri, heykelleri ortadan kaldırmayı sistematik hale getirmişti. Önce kitaplara karşı mücadele açıldı, sonra filmlere, resimlere, heykellere... Eserleri o rejim tarafından 'yozlaşmış' sayılarak yasaklanan heykeller arasında en ünlüsü, Ernst Barlach'ın Magdeburg'daki 'Birinci Dünya Savaşı'yla ilgili anıt heykeliydi. O da yerinden uzaklaştırıldı. Ama arkadaşlarının bir 'hile'si sayesinde imha edilmekten kurtuldu. Şimdi eski yerinde, sanatseverler ve barışseverler tarafından ziyaret ediliyor, Barlach'ın anısına mumlar yakılıyor.
Dün Almanya’da Magdeburg’daki bir anıt-heykelin karşısındaydım. Geçmişinde onun da bir ‘ortadan kaldırılma’ operasyonu var.
Başına gelmesi muhtemel akıbet, diğer bazı heykellere yapıldığı gibi yok edilmekti. Fakat şöyle bir gelişme oldu: Barlach’ın yakın dostları, o heykeli bir Amerikalının döviz vererek satın almak istediği yolundaki ‘talebi’ni ilgili makamlara ilettiler. O sırada savaş hazırlıkları içinde olan ve yabancı parayla satın alma taleplerine ilgisiz kalmayan Alman makamları, buna razı oldular. Amerika, zaten o sırada Almanya’nın muhtemel düşmanları arasında değildi. Bunda bir sakınca görmediler. Ve Barlach’ın arkadaşları o ‘Amerikalı’ adına hatırı sayılır bir miktarda döviz ödeyerek o heykeli teslim aldılar.
Radikal, Yazı: Altan Öymen, 02.05.2011 |
|
PISA ZİYARETE AÇILDI
İtalya’nın Toskana
Bölgesi’ndeki eğri kule olarak tanımlanan ünlü Pisa
Kulesi iki yıllık onarım sonrası tekrar ziyarete
açıldı. Çelik halat desteğine alınan kulenin gelecek
300 yılda daha da eğilmesi durduruldu, 3.99 metre
eğrilikte sabit tutuldu. Mermerleri de elden
geçirilen ve cilalanan kule yılda 30 milyon turist
çekiyor. 56 metre yükseklikteki kulenin inşaatı
12’inci yüzyılın sonlarında başlayıp 14’üncü
yüzyılın başlarında bitirilmiş ancak temeldeki
toprağın kayması yüzünden dönem dönem eğilmişti.
Pisa Kulesi’nin yeniden açılış resmi töreni,
İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano’nun
kurdeleyi kesmesiyle 17 Haziran’da, düzenlenecek. |
|
UYUYAN GÜZEL UYANIR MI?
Geçtiğimiz hafta
Türkiye’de bir heykel yıkıldı. Sanatın özerkliği,
sanatçı onuru, demokrasinin özgürlük vaadi, kamusal
alan enkaz altında. Daha önce pek çok defa sanat
kurumu hiçe sayılarak kamusal alanda heykellerin
yapılması, yıkılması ya da kaldırılması söz konusu
olmuştu. Ama bu defa farklı. Daha önce siyasi irade
hiç bu kadar doğrudan, pervasız ve hukuksuz biçimde
saldırıya geçmemiş, hiçbir saldırı bu biçimde,
iktidarın güç gösterisine dönüşmemişti. Bu olay
Türkiye’de sanat alanının kırılganlığını ve
savunmasızlığını bir kez daha gösterdi. Tam da bu
yüzden Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’nın yıkılması
fetvası etrafında gelişen heykel tartışmasını
öncelikle politik düzleme taşımayı ve daha sonra
sanat alanını öz eleştiriyle beslemeyi öneriyorum.
|
|
HEYKELE VEDA
Mehmet Aksoy, duygularını HT Pazar için kaleme alarak eseriyle vedalaştı:
"Son zamanlarda sık sık Hallac-ı Mansur’u düşünüyorum. Ne demişti Hallac? 'Enel Hak.' Peki, ne demişti Yunus Emre? 'Bir ben vardır bende, benden içeri.' Bir bağlantı var mı? Evet, var. Etten kemikten, ana rahminden dünyaya doğan çocuğun ikinci doğumu için nasibine düşen, onu var edecek olan içindeki tanrısal cevherden, yaratı gücünden söz ediyor. Yaratılan eserlerle insana ışık olmaktan söz ediyor. Dünya rahminde yeniden ebediyete doğmaktan söz ediyor. Mal mülk, para pulu önemli kılanların protein torbası olarak ölmeyip, geberip gideceklerini söylüyor. Ben gerçeği gösterme yolunda içimdeki yaratı cevherini sanatımla dışa vurarak, eser yaratarak var olmaya, gerçeği göstermede insanlara ışık olmaya çalışıyorum. Geçmişteki ustalardan el alıp günümüze getirmeye; bana uzanan insanlık elini dini, mezhebi, milliyeti ne olursa olsun tutmaya çalışıyorum. Heykelin yıkılmasıyla, bize uzanan bu el kesildi. İnsanlık yolunda ilerleme umutlarımız, barış umutlarımız, demokrasi umutlarımız kesilmek istendi. İnsan olmak için gerekli iki hayati ana damar; özgür düşünce ve muhalif olma damarı tıkanmaya çalışılıyor. Hallac-ı Mansur’u doğrayan zihniyetle bu zihniyetin hiçbir farkı yok. Ama o, ikinci doğumu gerçekleştirdi. Ebediyen aramızda, özgür ruhumuzda. Artık onun kolunu, bacağını kesemezsiniz, çarmıha geremezsiniz. Heykeli yıksanız da içimizdeki bizden içeri olan “ben”i karartamazsınız. Hallac-ı Mansur’u çoğaltırsınız, o kadar...
ŞAHMERAN HİKAYESİ Habertürk Pazar, 01.05.2011
Anıttan daha önce kesilerek çıkarılan 20’şer tonluk 2 baş ve 27 ton ağırlığındaki omuz belediyeye ait depoya taşınırken, işçiler dün de 30 ton ağırlığındaki diğer omuzu kesti. B2 kodu verilen ikinci omuz depoya götürüldü. 9 gün içinde baş ve omuzları kesilen İnsanlık Anıtı’nın, Erdoğan’ın 20 Mayıs’ta Kars’ta yapacağı miting gününe kadar kaldırılması planlanıyor. Hürriyet, 04.05.2011
Yıkım şirketinin sahibi
Ertuğrul Yaman, “Bize sadece beton dendi.
Heykelin içerisinde dev çelik borular olduğu
söylenmedi. Böyle bir şeyi beklemiyorduk. Ne zaman
biteceği konusunda tarih veremeyiz. Bu işte zarar
edeceğimizi biliyoruz. Yıkım sayesinde bütün dünya
bizim aile şirketimizi tanıyacak” dedi. Heykeltıraş
Mehmet Aksoy ise mahkeme sona ermemesine rağmen
heykelin Başbakan Erdoğan’ın 20 Mayıs’ta Kars’a
gelişi öncesinde kaldırılmaya çalışılmasını
eleştirdi. Aksoy, “Başbakan ‘Bir daha geldiğimde
anıtı yerinde görmeyeceğim’ demişti. Yani
Başbakan’ın ağzından çıkan her söz bir emir olarak
telakki ediliyor hukuk, demokrasi, kanun gibi hiçbir
şey tanınmıyor. Gelip gördüğünde herhalde içi
rahatlayacak. Bunu ben yıktım diyecek ve övünecek.
‘Bunu ben yıktım’ın onuru var mıdır? Sayın
Başbakanımız boşuna onurlanmasın. Yıkıcılar çok
zorlanacak ve Başbakan Erdoğan Kars’a gelinceye
kadar yetişmeyecek” dedi. 1999 yılından itibaren İstanbul’da bina ve köprü
yıkımında çalıştığını belirten yıkım ustası
Osman Yaman anlatıyor:
Habertürk, Haber:
Düzgün Karadaş - Tacettin Durmuş, 04.05.2011
İşte Aksoy'un
açıklamaları: "O zamanlar Naif
Alibeyoğlu AKP'den belediye başkanıydı. Iğdır'da,
Erivan'da, Yunansitan'da bir 'soykırım' anıtı var.
Böyle soykırım anıtlarına karşı bir anıt yapalım.
Soykırım anıtlarının barışa ziyan vermesi gibi
şeylerden çıktı. Ondan böyle bir teklif geldi. Hem
çabuk yapalım, hem elli metre yapalım gibi... Öyle
bir anda yapılmaz dedim. Ben bir eskiz yapayım,
ondan sonra siz bana tarif etmeyin dedim. Genelde
ısmarlayanlar tarif ediyor. Yeri ben seçtim. Bu da
sanatın bir parçasıdır. Heykel mekana bir enerji
katar. Bir cazibe alanı yaratır. Orada bir kale var.
Kale bir savaş unsuru. Şehir savaşlar görmüş. Dağlar
taşlar savaşa şahit olmuş. Burdan çıkınca içerik
belli oluyor. Heykel üzerine birçok
spekülasyon yapıldığını, hepsine birden yanıt
vermekte zorlandığını kaydeden Aksoy, izin verilmesi
durumunda beş ayda heykeli bitirebileceğini söyledi.
"Bizde ne oluyor da
heykel yıkılıyor. Acı bir durum var, resmen bir
heykel düşmanlığı var" diyen Aksoy, Eskişehir'deki
tepki çeken sergi için de şunları söyledi: Habertürk, 05.05.2011
|
|
MONA LISA'YI RADARLA ARIYORLAR
İtalyan araştırmacılar, meşhur heykeltraş, ressam Leonardo Da Vinci'ye, unutulmaz eseri Mona Lisa'yı resmederken modellik ettiği düşünülen kadının mezarını arıyor. Araştırma heyeti, Floransa kentindeki manastırdaki arama çalışmalarında özel bir radar aygıtı kullanıyor. Duncan Kennedy, tablonun İtalya'da hep La Gioconda diye bilindiğine dikkat çekiyor. Habertürk, 01.05.2011 |
|
OTOMOBİL DOLUSU TARİHİ ESER
Afyonkarahisar’da polis ihbar üzerine bir otomobili durdurdu.
Aramada dini figürlerin olduğu bronz levha, 13 cm’lik bir heykel, cam görünümlü aslan heykelciği, kuş heykelciği, kartal ve boğa resimleri olan delikli taş mühür, 603 sikke, bronz ördek heykeli, metal yüzük, 2 taş heykel ele geçirildi. 5 kişi gözaltına alındı. Hürriyet, 01.05.2011 |
|
UNESCO'YA 27 ESER ÖNERİLDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, Türkiye'nin kültürel zenginliklerinden 9 merkezin yer aldığı ''UNESCO Dünya Mirası Listesi''nde yer alan kültürel varlıkların sayısı artıyor.
Esas listeye alınacak varlıkların bildirildiği ''Geçici Liste''de, 2009 yılında Türkiye'den 23 kültürel varlık yer alırken, bu rakam 2011 yılında 27'ye ulaştı. Bakanlık listede yer alan kültürel mirasların sayısını artırmak üzere 4 doğal ve kültürel varlığı daha ''Dünya Miras Merkezi''ne iletti. Yeni adaylık dosyaları ile İzmir-Bergama, Hatay-St. Pierre, Konya-Beyşehir-Eşrefoğlu Cami ve Şanlıurfa-Göbeklitepe arkeolojik alanı da ''Dünya Mirası Merkezi''ne iletildi.
UNESCO'ya bağlı ''Dünya Mirasları Komitesi'' tarafından belirlenen ve dünya için önemli değerler taşıdığı kabul edilerek, bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilen doğal ve kültürel varlıkların yer aldığı ''Dünya Mirası Listesi''nde, Türkiye'ye ait 9 kültürel çekim noktası yer alıyor. 2008 yılı sonu itibariyle, dünya genelinde toplam 878 kültürel ya da doğal varlığın kayıtlı olduğu listede 679 kültürel/arkeolojik sit, 174 doğal sit ve 25 de karma sit alanı bulunuyor.
Açıklamaya göre, Afrodisyas Arkeolojik Ören Yeri, Likya Uygarlığı Antik Kentleri, Sagalassos Arkeolojik Ören Yeri, Çatalhöyük Neolotik Ören Yeri ile Perge Arkeolojik Ören Yeri, ''Dünya Mirası Listesi''ne girmesi için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da özel önem verdiği çekim merkezleri arasında yer alıyor.
2009 yılında aday listeye alınan bu 5 merkezin haricinde Anadolu coğrafyasında yer alan, Efes, Karain Mağarası, Sümela Meryem Ana Manastırı, Alahan Manastırı, Aya Nikola Kilisesi, Harran ve Şanlıurfa, Ahlat Mezar Taşları ile Van Urartu ve Osmanlı Kaleleri, Diyarbakır Kalesi ve Surları, Denizli'den Doğubeyazıt'a Selçuklu Kervansarayları, Konya-Selçuklu Uygarlığı Başkenti, Alanya Kalesi ve Tersanesi, Mardin Kültürel Peyzaj, Bursa ve Cumalıkızık ile Erken Osmanlı Kentsel ve Kırsal Yerleşim Yerleri, Edirne Selimiye Camisi, Aziz Pavlos (St. Paul) Kilisesi ile Kuyusu ve Çevrelerindeki Tarihi Mahalleler, İshak Paşa Sarayı, Kekova-Kaş, Güllük Dağı-Termessos Milli Parkı ise listedeki adaylığını koruyor.
Türkiye'nin bildirdiği son 4 merkezle birlikte ''Geçici Liste''de sayısı 27'ye ulaşan kültürel varlıkların ''Dünya Mirası Listesi''ne alınması durumu, Komitenin 19-29 Haziran 2011 tarihleri arasında yapacağı ''Dünya Mirası Komitesi 35. Toplantısı'' ile belirlenecek. Habertürk 01.05.2011 |
|
"EV KADINININ İŞİ HİÇ BİTER Mİ? TOPKAPI SARAYI'NIN İŞİ DE BİTMEZ"
Haziran'da kendisini feshedecek İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı'nın yöneticileri, hafta içinde Topkapı Sarayı'nda düzenlenen bir kahvaltıda gazetecileri ağırladı. Aslında kahvaltının doğal ev sahibi, önemli tarihçilerimizden, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof.Dr. İlber Ortaylı'ydı.
Rakamlar sıralanırken herkesin merak ettiği Ortaylı'nın görüşleriydi. İstanbul'un gereksiz yere kapıldığı Avrupa Kültür Başkenti havasından bir an önce sıyrılması gerektiğini söyledi Ortaylı. Zira ona göre bu unvan, şehrin tarihi ve kültürel zenginliğinden gelen değerine ciddi bir katkı sağlamış değil. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, İstanbul'un zaten epeyce bir süredir Doğu Avrupa'nın ve Ortadoğu'nun başkenti olduğunu söylüyor Ortaylı. 'Gelen turistlere bakın' diyor, 'Avrupalılar değil Ortadoğulular ve Doğu Avrupalılar çok daha fazladır.' Ona göre Türkiye buralara gözünü daha çok çevirmeli.
Ortaylı'nın verdiği rakamlara göre Topkapı Sarayı'nın depolarında 120 bin parça eser bulunuyor. Bunların 12 bin tanesi, içerik bakımından dünyanın en zengin çini koleksiyonu. Benzer biçimde dünyanın en zengin üçüncü saat koleksiyonu da müzenin depolarında... Yalnızca Türkiye için değil, Avrupa tarihi için de çok önemli 200 bini aşkın belge ve kitap arşivlerde kilitli. Buna karşılık saraya ait binaların pek çoğu atıl durumda. Kendisine gelip sarayın bir bölümünü modern sanat müzesine dönüştürmek isteyenler oluyormuş. Ortaylı'nın talebiyse, bu yapıların depolardaki eserlerin sergilenmesi için yenilenmesi.
Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 01.05.2011 |
.. | TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B 34345 Kuruçeşme İstanbul Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298 e.posta: info@tayproject.org |
Copyright©1998 TAY Projesi |