Haberler logo Mart '11 Arşivi

27 Mart - 2 Nisan 2011

LAODİKYA TANRISININ BAŞI BULUNDU

 

 

Denizli’nin antik Laodikya kentinde yürütülen kazı çalışmalarında kentin kurucu tanrısı Zeus Laodikeus’un heykelinin baş kısmı bulundu.

 

Yaklaşık 130 santimetrelik bir heykele ait olduğu sanılan 25 santimlik heykel başının MS 140’lı yıllarda yapıldığı belirlendi.

Denizli Belediyesi’ne 2008 yılında devredilmesinin ardından kazı ve restorasyon çalışmalarının kesintisiz sürdürüldüğü Laodikya aantik kentinde Tapınak A yakınlarında Kuzey Tiyatrosu’na giden yolda yapılan kazılarda kentin kurucu tanrısı olarak kabul edilen Zeus Laodikeus’un heykelinin baş kısmı ortaya çıkarıldı. Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından yürütülen kazı çalışmalarında bulunan Zeus Laodikeus’un heykel başının, dönemine ait ender rastlanan bir işçiliğe sahip olduğu belirtildi.

Kazı Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Laodikya’nın Efes’ten sonra bölgenin en büyük antik kenti olduğunu ve yaklaşık 100 bin kişinin yaşadığını belirtti. Prof.Dr. Şimşek, "Bu yıl Laodikya kazılarında inanç turizmi için büyük önem taşıyan ve İncil’de adı geçen yedi kutsal kiliseden biri olan Kutsal Haç Kilisesi’ni ortaya çıkardık. Bu kilise Hristiyanlıkla ilgili ulaşılabilen en eski mabet olma özelliğini taşıyor. Kuzey Tiyatrosu’na giden yolda Tapınak A yakınlarında kentin kurucu tanrısı Zeus Laodikeus’un heykel başını bulduk. 130 santimetrelik bir heykele ait olduğunu belirlediğimiz heykel başı tapınağın imparatorlar ve tanrılar için yapıldığını bize gösteriyor. Geç Hadrian, Erken Antoniler dönemine ait olan bu heykel başının MS 140’lı yıllarda yapıldığını tespit ettik. İnce gözenekli, beyaz mermer olarak yapılan heykel başı Laodikya’da antik dönemde heykeltıraşlığın ne kadar ileri aşamada olduğunu gösteren nadir örneklerden biri" dedi.

Prof.Dr. Celal Şimşek, bu yıl çalışmalarını Kutsal Haç Kilisesi, Septimus Severius Çeşmesi, merkezi kilise, Efes Portikosu ve A Evi’nde sürdürüceklerini, kazı çalışmalarından mayıs ayından itibaren 300 kişinin görev yapacağını belirtti.

Hürriyet, 01.04.2011

HAFRİYAT KAZISINDAN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

Manisa’nın Alaşehir İlçesi’nde, hafriyat çalışması sırasında bulunan ve Roma Dönemi’ne ait olduğu sanılan mermer heykel Manisa Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi.

 

Alaşehir’de faaliyet gösteren 50 yaşındaki Zekeriya Tuzlak’a ait Zincir İnşaat Şirketi’ne ait kepçeyle, Çataltepe Mevkii’nde, bugün saat 14.00 sıralarında yapılan hafriyat çalışmasında, yerin 10 metre altında, bir mermer heykel bulundu. 50 yaşındaki kepçe operatörü Ali Can, durumu hemen patronu Zekeriya Tuzlak aracılığıyla Kaymakamlık’a bildirdi.

 

Kaymakam Musa Uslan, Alaşehir İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleriyle, hafriyat alına gidip, roma Dönemi’ne ait olduğu sanılan, 1 metre boyundaki boynunda koç taşıyan insan figürlü mermer heykeli teslim aldı. Heykel, Manisa Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi.

 

Kaymakam Uslan, örnek davranışı nedeniyle Tuzlak’a teşekkür edip, “Heykel hakkında şu an için tam bir bilgimiz yok. Roma Dönemi’ne ait olduğu tahmin ediliyor. Müze Müdürlüğü yetkililerin incelemesinin ardından detaylı bilgiye sahip olacağız” dedi.

Hürriyet, 01.04.2011

2. TÜP TÜNEL HATTINDA 'TARİHİ MİRAS' ÖNLEMİ

 

 

Boğaz Karayolu Geçiş Projesi güzergahı, tarihi kalıntı ihtimaline karşı jeo radarlarla tarandı. 50 metre derinliğe ulaşan radyo dalgaları Yenikapı’da duvar kalıntısı tespit etti.

 

Cankurtaran sahili ile Haydarpaşa arasında yapılacak ve Kazlıçeşme- Göztepe arasındaki yolculuğu 15 dakikaya indirecek olan İstanbul Boğazı Karayolu Geçiş Projesi’ni yapan ATAŞ firması, arkeolojik etüt çalışması yaptı. Şirket, arkeolojik kazılar nedeniyle 3.5 yıl geciken Marmaray Projesi ile aynı kaderi paylaşmamak için uzmanlara hattın arkeolojik ve tarihi analizini çıkarttırdı. Bizans mimarisi alanında uzman olan Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Yard. Doç.Dr. Haluk Çetinkaya güzergah boyunca yaklaşık altı ay çalıştı. Çalışmasını raporlaştıran Çetinkaya şu bilgileri verdi: “Riskli bölgelerden biri Yenikapı. Sahil yolunda batçık uygulaması yapılacak. Orada sınırlarını bilmediğimiz bir liman var. Arkeolojide kullanılan jeo radar ile çalışma yaptık. Yerin 40-50 metre altına radyo dalgaları gönderildi. Bu çalışmayla orada bir duvar kalıntısı olduğunu tespit ettik.”

 

ATAŞ Endüstriyel İlişkiler Koordinatörü Kemal Özbelli, Kazlıçeşme-Cankurtaran sahilindeki yaklaşım yolu güzergahının 1950′lere kadar deniz olduğunu belirtti. Özbelli, “Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet’in ilk dönemine kadar deniz olan bu alanda, arkeolojik bulguya veya kültürel mirasa ait bir toprak altı kalıntısına rastlama ihtimali var. Buluntuya rastlandığında, kazı çalışmaları yetkili arkeolog kontrolünde yapılacak. Proje güzergahında arkeojeofizik araştırmalar yapılarak yer altındaki arkeolojik ve tarihi eserler belirlendi. İnşaat bu raporları ve tarama sonuçlarını dikkate alarak ilerleyecek” dedi.

Sabah, 01.04.2011

TARİHİ ANTEP EVLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Gaziantep'te Bey Mahallesi ve Eyüboğlu-Eblehan Sokak Sağlıklaştırma projelerinin devamı olan Hıdır Sokak Sağlıklaştırma Projesi tamamlandı.

 

Gaziantep'in tarihi ve kültürel değerlerinin günümüze kazandırılması çalışmaları kapsamında çok büyük mesafe kaydettiklerini söyleyen Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkan Asım Güzelbey, "Kaybolmaya yüz tutan kültürel zenginliklerin yeniden ortaya çıkarılması, eski kent dokusunun korunması ve yaşatılması amacı ile birçok yapıyı restore ederek ve cephe düzenlemeleri ile bölge halkının hizmetine sunduk." dedi. Güzelbey, 'Kentsel sit alanı içerisinde bulunan ve 2008 yılı Tarihi Kentler Birliği Süreklilik Ödülü'ne layık görülen Bey Mahallesi'nin de devamı niteliğinde olan Hıdır Sokak'taki, yapılaşmanın 350 yıl öncesine dayandığını' hatırlattı.

Zaman, 31.03.2011

SİDE'DEN DERS ÇIKARTABİLMEK

 

 

Ülkemizdeki kent, kasaba ve köylerin çoğu binyılların yerleşimleri… Bu nedenle “antik kent”le bugünküler genellikle “üst üste”ler... Bu durum toprak altındaki tarihi de gözeten, hatta çağdaş yaşamla buluşmasını da sağlayacak bir kent planlamasına özel sorumluluklar yüklüyor… Peki, bu “zor”lu planlamada, hem antik dokuyu gün ışığına çıkartarak koruma; hem tarihsel dönemlere ait mimari ve kentsel mirası yaşatma; hem de güncel gereksinimleri karşılayacak yapılaşmanın gerçekleşmesi, “birini diğerlerine feda etmeden” nasıl sağlanabilir?

Kimi antik kentlerimizin üzerindeki -özellikle- “köy”lerin “arkeolojik alan dışına taşınması”, örneğin Afrodisias’ta olduğu gibi “çözüm” sayılsa bile, bir “Milas’ı Mylasa’nın”, bir “Bodrum’u Halikarnas’ın”, bir “Foça’yı Fokai’nin”, hatta bir “Bursa-Kaleiçi’ni Prusias’ın” üzerinden uzaklaştırmak akla bile gelmeyeceği gibi, “geçmişi yok etmeyen bir imar düzeni”nin mümkün olabileceği de yıllarca düşünülmedi!.. Bu nedenlerle onca kültür katliamından sonra, artık kalanları kurtaran bir “arkeolojik ve kentsel sit planlaması” için temel yaklaşımların neler olabileceğini saptamak, koruma gündemimizde giderek öne çıkıyor.

Nitekim Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu konularda izlenecek kuralları belirlemekle yükümlü organı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” (KTVKK) da hem arkeolojik, hem de kentsel sit olan tarihi dokularımızdaki planlama ve yapılaşmaya ait belki de en “çekingen” ve en “kararsız” ilke kararlarıyla yetinmek zorunda kalıyor… O kadar ki koruma kurulları kimi kentlerimizde “arkeolojiyi apartmanların bodrumlarında koruma(ma)ya” kalkışacak kadar sözde çözümlerle, temel kazılarında açığa çıkan antik geçmişi yeniden görünmez kılmayı sürdürebiliyor…

Manavgat Bildirgesi
Kentlerimizin bir bakıma varlık nedeni de olan arkeolojik dokularına karşı bu gibi umarsızlıkların artık sona ermesi için 18-19 Mart’ta çok anlamlı bir etkinlik yapıldı. Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin desteğiyle Manavgat Temsilciliği’nce gerçekleşen “Üzerinde Kentsel, Kırsal Yerleşme Bulunan Antik Kentlerde Planlama” konulu etkinliğe anlam kazandıran sadece teması değil, değerlendirmelerin “Side” örneği ışığında yapılmasıydı… Çünkü Side, bir yandan zengin arkeolojisini kentin gurur kaynağı olarak geleceğe aktarmak, bir yandan da aynı mirasla uyumlu geleneksel kent dokusunu turizmle buluşturmanın “sancılı” deneyimini yaşıyor. Bu sancı özellikle yakın geçmişte tarihe duyarsız kalan yönetimlerin yarattığı tahribatı onarma zorluklarından da kaynaklanıyor. Ev sahibi Manavgat ve Side belediyelerinin de katıldığı etkinlikte dile getirilen görüşlerin yer aldığı “sonuç bildirgesi”nde özetle şunlar vurgulanıyor:

Sahip olduğumuz zengin kültürel mirasın önemli bir bölümü arkeolojik değerlerimiz ve “bu değerlerin bir araya gelerek oluşturdukları antik alanlar”dır. Tarih içinde birçok kültür, aynı yerleşmeyi farklı zamanlarda kullanmış ve “çok katmanlı, çok kültürlü kentlerimiz”i yaratmışlardır. Bunun geleceğe aktarılması için antik kalıntılar, yeni yerleşmelerle uyum içinde ve barışık olarak yaşamlarını sürdürmelidirler.

Arkeolojik alanların korunması ve kullanılmasına yönelik tanımlar mevcut mevzuat ve ilke kararında açık ve anlaşılır biçimde yer almalı; sit sınırlarının saptanmasında, bu alanlarda yapılacak koruma planlarını yönlendirecek yeterli ölçütler geliştirilmelidir. Üzerinde yerleşme bulunan arkeolojik alanlar için “koruma/kullanma koşullarını içeren yeni tanım ve ilkeler” geliştirilmeli; bu, Side ve aynı özelliklere sahip diğer kentlerimizde izlenecek “yaşatarak koruma” hedefine yol göstermelidir. Korumanın “amaç”, turizmin ise bunun “sonucu”nda gelişecek yararlı bir “araç” olabileceği unutulmadan “tarih ve kültür turizmi gelirlerinden korumaya pay aktarılmalı”dır.

Ören yerlerimiz birçok tehlikeyle karşı karşıyadır. Sadece bu gibi arkeolojik değerleri barındıran yerleri değil, kırsal kesimde sıkça rastlanan, kent duvarları, tarım terasları vb “geçmiş çağların yaşamışlıklarının izlerinin belgeleri”ni de korumak, turistik yararın ötesinde öğretici de olabilirler.

19’uncu yy sonlarında tamamen kırsal nitelikli bir alan olan, önemli turizm merkezlerimizden Side’nin 1940’lı yıllarda İstanbul Üniversitesi tarafından başlatılan ilk bilimsel kazıları 60’lı yıllardaki planlama çalışmalarıyla desteklenmiş; Apollon tapınağının onarımı ile başlayan ilk koruma çalışmaları, ticari yaşamı yönlendiren yeni kurallar oluşturulmuş, bu kuralların mekana yansımasının olumlu örnekleri görülmeye başlanmıştır.

Katılımcılar, tüm bu değişim ve gelişimlerin artarak devam etmesini, bu mirasın korunması ve geliştirilmesinde üstün kamu yararı olduğunun bilinmesini, Side’nin sosyal ve kültürel dokusu da gözetilerek tarihi turizminin geliştirilmesini ve bunun diğer benzer kentlere de örnek olmasını dilemişlerdir.

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 31.03.2011

SÜLEYMANİYE 'YAZMA ESER' MERKEZİ OLACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Anadolu'ya dağılmış olan bütün yazma eserler ve özgün basma eserlerin Süleymaniye merkez olmak üzere 20 kütüphanede toplanacağını söyledi. Fatih Üniversitesi Kütüphanesi'nin yeni binasının açılışını yapan Günay, önceki yıllarda yazma eserlerin kaderine terk edildiğine dikkat çekti. Günay şu bilgileri verdi: "İstanbul, Ankara ve Konya'da iyileştirme ve rehabilitasyon merkezleri kuruyoruz. Bu merkezleri sıradan kütüphanelerin üzerine çıkarmaya, bu tarih hazinesinin yok olmaması için devrim niteliğinde bir adım atmaya çalışıyoruz."

Sabah, Haber: Hasan Ay, 31.03.2011

AGORA'NIN ÖNÜNDE TEK ENGEL KALDI

 

 

Kentin geçmişine ışık tutan kazıların devam ettiği ve yeni keşiflere sahne olan tarihi Agora’nın önünde bir gölge gibi duran binaların tamamı yıkıldı. Çevresi açılan eski kent merkezindeki tek engel ise Batı Stoa’nın önünü kapatan, Mezarlıkbaşı’ndaki çok katlı otopark kaldı. Arkeologlar, turzimciler, hatta Agora’yı görmeye gelen ziyaretçiler bile bir an önce bu otoparkın ortadan kaldırılmasını istiyor.

Kazı Başkanı Yrd. Doç. Akın Ersoy,  tarihi mekanın önünün büyük bölümünün açıldığını belirterek, “Kazı artık Agora’nın dışına taşmaya başladı. Bu bölgede kazdıkça süpriz eserlerle karşılaşabiliriz” dedi. Ersoy, geçen yıl Kadifekale ile Agora arasında ortaya çıkartılan tünellerin büyük bir heyecan yarattığını belirterek, “Kazı ekibindeki arkeologlar, tünelin içinde ancak 70 metre gidebildi” dedi.

Kazı Başkanı Ersoy, Kadifekale’ye uzanan başka tüneller de olduğunu, ancak bunların üzerinde yapılar ve yollar bulunduğunu, ziyarete açmanın risk taşıdığını söyledi; “Kamulaştırmalar yapılın ışıklandırılırsa turizme büyük katkı sağlar” dedi.

Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 31.03.2011

ARKEOLOJİK ESERLER VATANINA DÖNÜYOR

Anadolu'dan yasa dışı yollarla Sırbistan'a götürülen 1865 ve İngiltere'ye götürülen 17 eserin Türkiye'ye iadesi dolayısıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığı Opera binasında tören düzenlendi. Bakan Ertuğrul Günay, burada yaptığı konuşmada, Türkiye'de kültür ve sanat yaşamının bütününe ve özellikle arkeoloji alanına önem verdiklerini söyledi.

 

Bir yandan kazı sayılarının arttığını, bir yandan kazıların niteliklerinin yükseldiğini ifade eden Günay, ''Önceki yıllarla kıyaslanamayacak şekilde, çok sayıda kaynak ayırıyoruz. Çok güzel sonuçlar elde ediyoruz. Ülkemizde çok özgün alanlar ortaya çıkıyor. Bir yandan da geçmiş yıllardan bu yana ülkemizden haksız biçimde dışarıya götürülmüş eserlerin Türkiye'nin arkeolojik zenginliğine geri dönüşünü sağlamak için arkadaşlarımızla birlikte yoğun çaba sarf ediyoruz'' dedi.

 

Bu alanda geçmiş yıllardan beri süren bazı tartışmalar olduğunu dile getiren Günay, ''Bunları önemli aşamalara getirdik. Bu çerçevede, Avrupa ülkelerinin birçoğuyla yakından takip ettiğimiz konular var. 1917 yılında Türkiye'den götürülmüş ve 1940'lardan bu yana da geri dönüş tartışmaları süren Boğazköy sfenksi de -18 Nisan'da Ankara'da Alman yetkililerle birlikte bir toplantı yapacağız ve zannediyorum ki nisan, mayıs aylarında bu neredeyse yüz yıldır süren hasret sona erecek- yaklaşık yüz yıl sonra doğduğu topraklara yeniden dönecek'' diye konuştu.

 

13 YILDA 4 BİN 516 ESER
Uzun yıllardır Türkiye'den çıkarılan eserlerin geri dönüşü konusunda Bakanlıklarının, Dışişleri Bakanlığı ve öteki kamu birimleriyle yaptığı takipler olduğunu belirten Günay, ''Bu çerçevede 1998 ile 2001 yılları arasında ülkemize 491 eser, 2002-2006 yılları arasında 416 eser geri gelmiş. 2007-2011 döneminde, yani Bakanlığın sorumluluğunu taşıdığımız dönemde de 3 bin 609 eser geri gelmiş. 1998-2011 yılları arasında toplam 4 bin 516 eserin ülkemize iadesi sağlanmış'' dedi.

 

Geçen ay Sırbistan'ı ziyaret ettiğini hatırlatan Bakan Günay, ''Bu ziyaret sırasında Sırbistan'ın daha önce elde ettiği, bize ait olduğunu talep ettiğimiz ancak başka komşu ülkelerin de kendilerine ait olduğunu talep ettiği 1485'i sikke ve 380'i arkeolojik olmak üzere 1865 eser ülkemize iade edildi. Bir başka güzel gelişme de ülkemizde yıllar önce bir misyonda görev yapmış bulunan birisi, bundan 50 yıl kadar önce yurt dışına Türkiye'den bazı objeler götürmüş, ailesi İngiltere'den bunları iade etti'' diye konuştu. Bakan Günay, 2007-2011 yılları arasında Avusturya'dan 320, İngiltere'den 20, Birleşik Arap Emirlikleri'nden 23, Almanya'dan 1230, İsviçre'den 1, Hırvatistan'dan 133, ABD'den 11, Sırbistan'dan 1865 eserin teslim alındığını kaydetti.

 

BÜTÜN ESERLER, VAR OLDUKLARI TOPRAKLARA DÖNECEK
Bir gün bütün bu eserlerin var oldukları topraklara döneceklerine inandığını ifade eden Bakan Günay, şunları kaydetti:

''Çünkü biz arkeoloji alanında, tarih alanında, müzecilik alanında yolun çok başındayız. Müzecilik bizim ülkemizde 200 yılını doldurmadı, dünyada da 500 yılını doldurmadı. İnsanlık tarihine göre müzecilik daha yolun başında. Arkeolojiye sahip çıkmak, arkeoloji bilinci daha yolun başında. Biz bu alanda insanlığın gelişimine koşut olarak yeni adımlar attığımızda bir gün her ülke kendi topraklarında bunları en iyi şekilde koruyacak, ören yeri düzenlemeleri ve müzeler yapacak ve her ülkenin topraklarında tarihen var olmuş eserler yerine dönecek.''

 

Bakan Günay, ''Eserlerin geri döndürülmesi aşamasında yaşanan sorunlarla'' ilgili soru üzerine ''Bilimsel bir objenin size ait olduğunu ileri sürdüğünüzde bilimsel dayanaklarının olması, bulunduğunu iddia ettiğiniz yerle bazı bilimsel ortaklıklarının olması, ayrıca dikkatli bir hukuk takibi gerekiyor'' dedi.

 

SIRBİSTAN VE İNGİLTERE'DEN İADE EDİLEN ESERLER
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınan bilgiye göre, 2004 yılında Sırbistan-Hırvatistan arasındaki Batrovçi Sınır Kapısı'nda ele geçirilen toplam 1865 eserin, Bakanlığın girişimleri ve yapılan müzakereler neticesinde 25 Şubat 2011'de Türkiye'ye iadesi sağlandı.

Habertürk 31.03.2011




TÜRKİYE'Yİ 'GÜLEN MERYEM' TANITACAK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Niğde’deki Gümüşler Manastırı’nda gördüğü gülen Meryem Ana ve İsa freskinin önümüzdeki yıldan itibaren Türkiye’nin tanıtımında kullanılacağını söyledi.

 

Niğde Gümüşler’de tarihi Gümüşler Manastırı’nı gezerken rastladığı gülen Meryem Ana ve İsa freskine hayran kalan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Dünyada bir benzeri yok. Gülen Meryem Ana ve İsa’ya rastlanılmadı” dedi. Günay, freski, Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı yapacağını belirterek, “Gelecek yıl tanıtım çalışmamızın ana figürü olacak. Bütün tanıtım materyallerinde kullanmayı planlıyorum. Türkiye olarak turistleri gülen Meryem Ana ve İsa figürü ile karşılayacağız.

 

Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Koç fresk ve manastırla ilgili şu bilgileri verdi: “Gümüşler Manastırı, Kapadokya bölgesinde iyi bir şekilde korunarak günümüze ulaşmış manastırlardan biri. Bizans sanatının Anadolu’daki en güzel ve en iyi korunmuş eserlerinden biri. Oldukça büyük ve geniş bir kaya kütlesi içine kazılmış. Manastırın en önemli yapısı, kompleksin kuzeyinde yer alan kilise. Kaya oyuğu şeklinde dört sütunu bulunan kilisenin duvarlarını freskler kaplıyor. Resimler, Hazreti İsa’nın hayatını anlatıyor. Manastırın sol apsisinde (ucunda) yer alan Meryem, halk arasında da ‘Gülen Meryem’ olarak biliniyor ve Gümüşler Manastırı’nı ziyaret edenleri çok etkiliyor.”

 

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 31.03.2011

MADDİYATÇI SANATIN MADDİ İMKANSIZLIĞI

 

 

Sanat eserlerinin parayla alınır satılır olması yeni değil, kaç yüzyıllık mesele. Bununla beraber gelen problemler de öyle, telif, geçim, bağımsızlık, keşfedilmeyen yetenekler, çoğunluğun sanata ulaşamaması... Gogol’ün tarif ettiği şu manzara ta 18. yüzyıla ait mesela:

 

“Uzun salon akbabaların leşe üşüşmeleri gibi koşup gelmiş renkli bir ziyaretçi kalabalığıyla doluydu. (...) Yüz ifadeleri daha bir katı, rahattı burada ve Rus tüccarların dükkanlarında müşterilerine gösterdikleri o yapmacıklı cana yakın, alçakgönüllü tavırları yoktu. Salonda, başka yerde olsa önlerinde yerlere kadar eğilecekleri çok sayıda aristokrat olmasını umursadıkları yoktu. Hiç sıkılmadan, rahat tavırlarla kitaplara, tablolara ne durumda olduklarını, ne kadar edeceklerini anlamak istiyor gibi dokunuyor, bilirkişilerin belirledikleri fiyatların çok üzerinde fiyatlar veriyorlardı.” (Petersburg Öyküleri, N.Gogol, Çeviren: Ergin Altay, İletişim 2011, s.125)

 

Don Thompson’ın anlattığı ise 21. yüzyıla ait: “Ortalık kah samimi kah yapmacık selamlaşmalardan, havadan yollanan öpücüklerden, içinden ‘Bir de adını hatırlasam’ diye geçiren ünlülerden geçilmez. Tanıdıklar gülümseyerek birbirlerine uzanır ve alçak sesle ‘Sen hangi eser için gelmiştin?’ diye sorarlar. (...) Sonra karşı tarafın omzunun üstünden, eski bir arkadaşı arar gibi ileri doğru bakılır. Bu, diğerine de aynısını yapması ve ilerlemesi için verilen bir işarettir.” (Sanat Mezat, s. 34)

 

Sanatın piyasadaki yolculuğunun bayraktarlığını devralan çağdaş sanat ve onun ekonomik macerası Don Thompson’ın Sanat Mezat kitabının konusu. Yazar üniversitede ekonomi hocası, pazarlama ve ekonomi kitapları var. Bilkent Üniversitesinde de ders vermiş. Sanat Mezat, adının açılımıyla Çağdaş Sanatın ve Müzayede Evlerinin Tuhaf Ekonomisi. Kitaba özgün adını veren 12 Milyon Dolarlık Köpekbalığı, ilk bölümde anlatılıp bizi ‘tuhaf’ sıfatının ilk görüntüsüyle tanıştırıyor. Meşhur çağdaş sanatçılardan, işlerini pahalıya satmayı beceren Damian Hirst’ün bir eseri bu. “Yaşayan Birinin Zihninde Ölümün Maddi İmkansızlığı” gibi şişkin bir isme sahip, kendi gibi. Eser, Hirst’ün onu yakalayan balıkçılardan satın aldığı koca bir köpekbalığını akvaryuma koymasından ibaret. Hikayenin devamı da var, 1991’de yapılıp 12 milyon dolara satılan köpekbalığı sanata müdahaleler birbirini kovalıyor. Hayvanın derisini yüzüp ütülüyorlar, kar etmiyor. Sonunda değiştiriyorlar. Sonuç; maddiyatçı sanatın maddi imkansızlığı!

 

YATIRIM ARACINA DÖNEN SANAT ESERİ

Thompson’ın kitabında çok büyük paraların döndüğü çağdaş sanat ortamı bütün ayrıntılarıyla anlatılıyor. Hirst’ün yanı sıra Andy Warhol gibi, Tracey Emin gibi yıldız çağdaş sanatçıları ve müzayedeler, sergiler, müzeler, tacirler, kataloglar, “konsinye”ler gibi süreci de okur yakından tanımış oluyor. Andy Warhol’un konserveleri ile başlayan, Rusya ve Çin’e statü pazarlamaya kadar gelen bu sanatsal ve ticari faaliyet için bir rehber Sanat Mezat.

 

Tezgahta çağdaş sanat alıp satıyorlar diye günah, çağdaş sanatın değil ama. Gogol’ün de benzerini anlattığı durum mesela resim için de geçerli. Çağdaş sanatla ilgili sorun şu; sınırlarını çizmek, neyin sanat olup neyin olmadığını belirlemek çok göreceli bir iş artık. Adam “sanat eseri” bozulunca onu yenisiyle değiştiriyor (köpekbalığı, s.9), şekerleme yığını işi Çin’de sergileneceği zaman orijinal eser taşınmayıp yeni şekerlemeler alınıyor (s.284), boya serpme tablolarının hangilerinin gerçekten sanatçıya ait olduğu bilinemiyor, çünkü kimin boya serptiğini bilmek de zor, üstelik kendi yaptıklarını da zaten asistanlarının yaptığı biliniyor... Paralar desteyle, çıkardığı gürültü o biçim ama orijinalliği bile tartışmalı yani. Sanat eserinden yatırım aracı çıkarınca alıcıyı ikna etmek çok elzem hale geliyor ve bu ikna edici gösterişe çok uygun bir alan çağdaş sanat. Kurukafayı pırlanta ile süsleyip, 12 milyon sterline mal edip 50 milyona satacak adamlar orayı mesken tutuyor.

 

Thompson kitabının başlarında meşhur sanatçıları ve ilginç işlerini anlatırken devamında giderek müzayede evleri ve tacirler konu ediliyor. Başta sanat üzerine okurken, birden elinizde bir ekonomi kitabı tuttuğunuzu düşünmeniz pek mümkün. Değer teorisi bağlamında bir çağdaş sanat eserinin belli bir dönem için, belli bir miktar para eden bir yatırım aracına neden dönüştüğü sorusuna yanıt vermiyor belki, daha çok bu sürecin nasıl işlediğini ayrıntılarıyla ve tüm aktörleriyle gözler önüne seriyor.

 

Sonuç, sanat adına komik ve acıklı: “Parlak renkler soluk renklerden daha iyi iş yapar. Yatay tuvaller dikey olanlardan daha iyi iş yapar. Çıplaklık edepten daha fazla, kadın çıplaklar erkek çıplaklardan çok daha fazla satar. (...) Figüratif eserler manzara resimlerinden daha iyi iş yapar. Çiçekli bir natürmort meyveli olanından, güller kasımpatılardan daha çok para eder.” (s.369) Meram anlaşılmıştır, daha fazla uzatıp sanatla ilişkimizi zedelemeyelim.

 

Bütün satış macerasını anlatarak kitabın vardığı noktaya dönersek; hani Tobias Meyer demiş ki “En iyi sanat en pahalı sanattır, çünkü piyasa çok akıllıdır.” Eleştirmen Jerry Saltz’ın verdiği karşılık şu: “Bu kesinlikle yanlıştır. Piyasa ‘akıllı’ değildir, kamera gibidir -o kadar akılsızdır ki- önüne koyduğunuz her şeye inanır... herkes piyasanın ‘kaliteyle ilgili’ olduğunu söyler, oysa piyasa sadece değer tahsisi yapar, arzuyu fetişleştirir, başarıların grafiğini çıkarır ve ambiyans yaratır.” (s.341)
Evrensel, Der.: Çağdaş Günerbüyük, 30.03.2011

İNSANLIK TARİHİNİ DEĞİŞTİRECEK KEŞİF

 



 

Ürdün'de bir mağaranın içerisinde keşfedilen 70 metal kitap insanlık tarihini değiştirebilir.


Uzmanlar, kitapların en az 1947 yılında keşfedilen Ölü Deniz Yazmaları kadar büyük öneme sahip olduğunu söylüyorlar.


Beş yıl önce Ürdün'de bir mağarada keşfedilen kitapların, MS 70 yılında Kudüs'ün düşüşünün ardından kaçan Hristiyan mültecilerin izlediği yol üzerinde bulunması da bu konudaki şüpheleri artırıyor.


Yapılan testler, kitapların MS ilk yüzyılda yazılmış olabileceğini gösteriyor. Kitapların bir kredi kartından büyük olmayan sayfalarında Hz. İsa'yı, çarmıha gerilmesini ve yeniden dirilişini anlatan resim, sembol ve yazılar bulunuyor. Kitapların büyük bir kısmının mühürlenmiş olması da, akademisyenleri bunların İncil'de bahsedilen kayıp nüshalar olabileceğini düşünmeye itti.
Uzmanlar kitapların yazıldığı tarih kesinleşirse, bunların Hristiyanlık dininin en eski belgeleri olabileceğini söylüyorlar.

Milliyet, 30.03.2011

KAYA MEZARLARINA 'NANO TEKNOLOJİ' KORUMASI



 

Muğla- Kaunos antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, kaya mezarlarının koruma altına alınmasının, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın geçen yıl Dalyan'ı ziyareti sırasında gündeme geldiğini ve bu amaçla TÜBİTAK Kamu Kurumları Araştırma ve Geliştirme Projelerini Destekleme Programı'nın (1007 Programı Projesi) hayata geçirildiğini söyledi.

Dalyan beldesindeki 2 bin 400 yıllık geçmişe sahip kaya mezarlarının koruma altına alınması amacıyla hazırlanan projenin TÜBİTAK'a sunulacağını ifade eden Prof.Dr. Işık, şu bilgileri verdi:
''Proje, nano teknoloji ile hayata geçirilecek. Nano teknolojinin böyle bir projede kullanımı, kültür varlıkları üzerinde ilk olacak. Kaunos'un kaya mezarlarındaki bu uygulama diğer kültür varlıkları için de önemli bir gelişme olacak.''

Projenin hayata geçmesiyle birlikte kaya mezarlarının üzerine nano teknoloji ile santimetrekarelik uygulamalar yapılacağını aktaran Prof.Dr. Işık, bu sayede kaya parçalarının restore edilerek, korunacağını aktardı. Dalyan'daki kaya mezarlarına ziyaretin yasaklanması yönündeki kararının da kendi girişimleri sonucu önceki yıllarda alındığını hatırlatan Işık, ''Alınan ziyaretçi yasağı sürüyor. Mezarların bulunduğu yerin eğimi yaklaşık 80 derece, buralarda irili ufaklı kaya ve taşlar mevcut. Ziyaretçilerin her an düşme tehlikesi var. Burada önlemler alınana kadar bölgenin ziyarete yasaklanması doğru bir karar'' diye konuştu.
 
Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer, Erken Roma dönemine ait Fethiye'deki 5 bin kişilik Telmessos Antik Tiyatrosu'nun da koruma altına alınması için çalışma başlatıldığını söyledi. 1994 yılında kazı çalışmaları tamamlanan Telmessos Antik Tiyatrosu'nun rölöve, restorasyon ve restitüsyon projelerinin Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandığını ifade eden Özer, ''Telmessos Antik Tiyatrosu, kentin merkezinde ve deniz kenarında olması nedeniyle Fethiye'yi ziyaret eden turistlerden yoğun ilgi görüyor. Bu antik kentin restorasyonu için gerekli bütçe 2011 yılına konuldu'' dedi.

Muğla'daki 22 ören yeri, 12 kazı ve 5 arkeoloji müzesinin kentin tanıtımına büyük katkı sağladığını anlatan Özer, ''2011 yılında ören yerlerinin ziyaretçi sayısının artacağını ümit ediyoruz. Muğla genelinde 12 olan kazı sayımız ise yıl içinde 13'e ulaşacak. Hazırlanan restorasyon projelerinin ören yerlerine hayat verdiğine inanıyoruz'' diye konuştu. Bu arada Fethiye ilçe merkezinde bulunan ve turistlerden yoğun ilgi gören Amnytas ve ''İon tarzı'' kaya mezarının da koruma altına alındığı öğrenildi.

Cumhuriyet Portal, 30.03.2011

KADIKÖY'ÜN YELDEĞİRMENİ CANLANIYOR

 

 

İstanbul'un ilk apartman semti olan Kadıköy'deki Yeldeğirmeni Mahallesi'nin günümüze kadar gelen tarihi dokusu, kendine özgü mahalle kimliğinin korunması ve yaşatılması amacıyla Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) ve Kadıköy Belediyesi tarafından "Canlandırma Projesi" yürütüyor.

 

Sosyal, ekonomik ve fiziki anlamda daha sağlıklı ve yaşanabilir bir kent parçasının yaratılmasının amaçlandığı projeyle, mahallede sürdürülebilir bir canlanma hedefleniyor.


200 kadar tescilli eserin bulunduğu Yeldeğirmeni'nin altyapısının yenilenmesi, tarihi eserlerin korunması ve işlevlendirilmesi, kamusal alanlar yaratılması, cephe düzenlemelerinin yapılması gibi fiziki projelerin yanı sıra, mahalle örgütlenmesinin kurulması, esnaf birliğinin oluşturulması, etkinlik ve atölye çalışmaları yapılması gibi sosyal projeler de hayata geçiriliyor.


Canlandırma projesiyle, önemi önümüzdeki yıllarda artacak Yeldeğirmeni'nin, mahalle kimliğini koruyabilmesi sağlanacak. Bütüncül bir yaklaşımla ele alınacak mahallede ortaya çıkabilecek yanlışların böylece önüne geçilmiş olacak.

 

"Mahalle kimliğinin korunması", "entegre canlandırma stratejileri geliştirilmesi", "mahalli örgütlenmenin desteklenmesi" ve "mahallenin kent ile bütünleştirilmesi" ana başlıklarında toplanan hedef ve eylemler kapsamında, kent merkezinde sosyal ve ekonomik olarak sürdürülebilir bir dokunun yaratılması için mahalle yaşantısına dayalı dinamiklerin oluşturulması büyük önem taşıyor. Proje kapsamında ilk çalışmalar, Yeldeğirmeni'nin kentsel omurgasını oluşturan Karakolhane Caddesi'nde başlatıldı.

 

Bunun yanı sıra mahallenin karakteristik binalarından büyük kısmının bulunduğu "İskele Sokak" üzerinde "bir kültür aksı" oluşturulması, ilk etapta hayata geçirilecek projelerin başında geliyor.
Bu kapsamda kamulaştırılan anıtsal tarihi yapılar restore edilerek, mahalle halkının kullanımına yönelik işlevlendirilecek. İskele Sokak üzerinde park, açık alan ve yaya kullanıma yönelik düzenlemeler yapılarak bu koridor kamusal bir alan olarak mahalle hayatının kalbini oluşturacak.
Devam eden restorasyon çalışmaları, projenin sadece fiziki bölümünü oluşturuyor. Projede mal sahiplerine teknik ve finansal destek verilerek, halkın inisiyatifine bağlı aşağıdan yukarı bir restorasyon programı uygulanıyor.


Bu süreç içinde, mahalledeki gönüllüler, sivil inisiyatifler, sivil toplum örgütleri ve mahalle esnafı ile birlikte hayata geçirilecek 2. el pazarları, halk katılımına açık sanatsal faaliyetler, yazlık sinema gibi etkinlikler ile kaybolmakta olan mahalle hayatının ve ilişkilerinin onarılması, projenin sosyal olarak sürdürülebilmesi için planlanan çalışmalar arasında yer alıyor.

 

Yeldeğirmeni'nde yaşayan, mahalleye gönül vermiş herkesin deneyim, görüş ve fikirleri, "Canlandırma Projesi"nin temelini oluşturuyor. Bu nedenle, gönüllü katılımcıların buluşması için "Mahalle Evi ve Gönüllü Merkezi" açıldı. Burada düzenlenen toplantılarla yürütülen proje hakkında katılımcılara bilgi veriliyor, etkinlikler organize ediliyor.

 

YELDEĞİRMENİ MAHALLESİ
Osmanlı'nın İstanbul'a gelmesinden itibaren, süvari birliklerinin Haydarpaşa Çayırı'nı talim alanı olarak kullanmaya başlamasının ardından, Talimhane'de de piyade birlikleri talim yapmaya başladı.

 

Kadıköy'ün eski sakinlerinin Talimhane adıyla bildikleri yazılı kaynaklarda 15. ve 16. yüzyıllarda bahçeli köşklerin var olduğu belirtilen Yeldeğirmeni Mahallesi'nde, 1774-1789 yılları arasında, Padişah I. Abdülhamit tarafından 4 yel değirmeni yaptırıldı.


Bu yel değirmenleri, ordunun, sarayın ve halkın un ihtiyacını karşılamak için kullanılıyordu. Yel değirmenleri bugün İbrahimağa, Rasimpaşa Camisi, Karakol ve Osmangazi İlkokulu'nun bulunduğu yerlerde faaliyet gösteriyordu. Semte adını veren 4 yel değirmeninden bugün hiçbirinin izine rastlanmıyor.


Yeldeğirmeni Mahallesi'nde sokaklar, 1789-1807 yılları arasında Padişah III. Selim zamanında oluşmaya başladı. 1845 yılında artık düzgün sokakların oluştuğu bu semtte Kadıköy'ün ilk postanesi hizmet veriyordu.


Yeldeğirmeni'nde 1800'lü yılların ikinci yarısında yerleşim hızlandı, özellikle 1872 yılında Kuzguncuk Dağhamamı'ndaki yangından sonra buradaki Yahudilerin Yeldeğirmeni'ne gelmesiyle semtte apartmanlaşma başladı.


Çoğunlukla Yahudilerin inşa ettirdiği gösterişli apartmanların görüldüğü bu semtte diğer gayrimüslimlerin ve Müslümanların apartmanları yok denecek kadar az. Apartmanların çoğunun günümüze kadar ayakta kaldığı ancak ahşap evlerin neredeyse hepsinin yıkıldığı, yerlerine betonarme apartmanların yapıldığı gözlenebiliyor.

 

YELDEĞİRMENİ ÇEVRESİNDEKİ PROJELER
Yeldeğirmeni Mahallesi'ni de içine alan bölgede ulaşım alanında önemli projeler hayata geçiriliyor. Bu kapsamda yürütülen projelerden Marmaray ve Anadoluray hatlarının aktarma istasyonu olan Yeldeğirmeni Mahallesi'ndeki Ayrılık Çeşmesi, projenin tamamlanmasının ardından önemli bir transit aktarma noktasına dönüşecek.

 

Gündemdeki bir diğer önemli proje, Haydarpaşa Garı ve çevresindeki servis alanlarının dönüştürülmesi, kentsel gelişime açılması. Yine aynı planın bir parçası da Kadıköy sahilinin yeniden düzenlenerek, rekreasyon alanına dönüştürülmüş Haydarpaşa Limanı ile bağlanmasını öngörüyor. Bu projenin gerçekleşmesi durumunda Kadıköy-Üsküdar arasındaki kent dokusunda bir devamlılık sağlanacak ve Yeldeğirmeni bu aksın ortasında kalacak. Bugün ana kent sirkülasyonlarının kenarında kaldığı için tıkalı olan Yeldeğirmeni Mahallesi, projelerin hayata geçirilmesinin ardından Kadıköy, Üsküdar ve Ayrılık Çeşmesi İstasyonu arasında bir köprü olacak.

Hürriyet, 30.03.2011

SEKİZ MİLYON KÖPEK MUMYASI BULUNDU

 

Mısır çöllerinde keşfedilen mezarın altındaki gizli geçit labirentlerini araştıran uzmanlar, milyonlarca köpeğin mumyalanmış kalıntılarına ulaştılar.


Yeraltı mezarlarının sekiz milyon köpeğin kalıntılarını barındırdığı düşünülürken, çoğu hayvanın daha sadece birkaç saatlikken kurban edildiği keşfedildi.


Kimi köpeklere de, çakal başlı tanrı Anubis'in yeryüzündeki temsilcileri gözüyle bakıldığı ve yakındaki tapınakta yaşayıp, ölümlerinin ardından mumyalanıp, mezarlara konulduğu tahmin ediliyor.

Milliyet, 30.03.2011

 

HASANKEYF'E YENİ GÜZERGAH

 

 

Ilısu Barajı'nın yapılmasıyla sular altında kalacak olan Hasankeyf'te, 13 Temmuz 2010 günü bir kişinin ölümüyle sonuçlanan kaya parçasının düşmesi nedeniyle girişine yasak getirilen Hasankeyf Kalesi'nin tekrar gezilebilmesini sağlamak amacıyla çalışma başlatıldı.

Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdülselam Uluçam, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hasankeyf'te yaklaşık 8 yıldır kazı başkanlığı görevini yürüttüğünü, Ilısu Barajı'nın yapılmasıyla sular altında kalacak olan Hasankeyf'teki kazı çalışmalarına bu yıl da devam edileceğini bildirdi.

''Bu yıl gezi güzergahı yol ıslah çalışması, kazı ve restorasyon çalışmaları bir arada yapılıyor'' diyen Uluçam, çalışmalar sonucunda geçen yıl bir kişinin ölümüne neden olan kaya parçasının düşmesi sonucu girişi yasaklanan Hasankeyf Kalesi'nin tekrar gezilebilineceğini söyledi.

Gezi güzergahı yol ıslah çalışmasına 15 Mart'ta başladıklarını, 73 kişilik ekiple çalıştıklarını ve ekibin başında 3 restorasyon uzmanı, 3 de arkeoloğun bulunduğunu anlatan Uluçam, gezi güzergahı yol çalışmasının İç Kale'de yapıldığını belirtti.

Hasankeyf Kalesi'ne uygun bir gezi güzergahı projesinin oluşturulduğunu anlatan Uluçam, bu sayede Hasankeyf'e gelecek olan ziyaretçilerin çok rahat dolaşabilecekleri bir ortam sağlanacağını vurguladı.

Çalışma kapsamında 280 mağaranın temizleneceğini ifade eden Uluçam, ''Peyderpey diğer mağaralar da temizlenecek. Gezi güzergahı yol çalışmasını 15 Nisana kadar, yani Turizm Haftası'na kadar tamamlamak istiyoruz. 15 Nisanda gezi güzergahı açılacak diye tahmin ediyorum'' dedi.

Kazı çalışmasının Haziran ayında başlayacağını da anlatan Uluçam, şöyle konuştu:
''Bu yılki kazılar 15 Aralık tarihine kadar sürecek. Kazı çalışmasında yer alan işçi sayısı 260'a kadar çıkacak. 1 milyon 200 bin lira ödenek var. Ama bu rakam restorasyon çalışmalarına göre artırılabilecek. Büyük Saray, Dicle'nin karşı tarafındaki Ortaçağ yerleşim alanı ile Hasankeyf höyükte 3 alanda kazı çalışması yapılacak.''

Japonlarla ortak çalışma yürüterek, Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesinde 10-15 bin yıllık olduğu tahmin edilen höyükte kazı yapılacağını dile getiren Uluçam, höyükte 14 kişilik Japonya'dan gelecek ekibin de yer alacağını anlattı.

Hasankeyf'te kamuya ait alanda kazılacak yer kalmadığını da ifade eden Uluçam, ''Hasankeyf merkezinde kamuya ait alanda kazılacak yer kalmadı. Kalan yerler ise şahısların tapulu mallarıdır. Bu nedenle Hasankeyf girişindeki türbenin yakınında bulunan, Hristiyanlara ait şehir kalıntısında çalışma başlatmak istiyoruz. Haziran veya Temmuz ayında Japonlarla yapacağımız ortak çalışmada 10-15 bin yıllık olduğunu sandığımız şehri ortaya çıkartmaya çalışacağız'' diye konuştu.

Habertürk, 30.03.2011

EFSANENİN HEYKELİ NEW YORK'TA SATIŞTA

 

 

Paul Gauguin’in (1848-1903) ahşap heykeli 3 Mayısta New York’ta satışa sunulacak.

Sotheby’s müzayede evinden yapılan açıklamaya göre, Gauguin’in 1891 ile 1893 yılları arasında Tahiti’ye seyahati sırasında yaptığı ve bir genç kızı tasvir eden "Tahitili Genç Kız" (Jeune Tahitienne) heykelinin 15 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor.

Koleksiyoncuların yegane çalışma olarak tasvir ettiği 24 santimetre boyundaki heykel 1961’den bu yana ortaya çıkmamıştı. Post-Emperyonist ressamın deniz kabukları ve kırmızı mercandan elleriyle yaptığı bir kolyesi de bulunan heykel, Fransız sanat eleştirmeni ve koleksiyoncusu Jean Dolent’in o dönem 10 yaşında olan kızı Jeanne Fournier’e hediye edilmişti. Fournier daha sonra bu heykeli bir Dominik rahibe, rahip de Sotheby’s’e bu eseri satan şimdiki sahibine vermişti.

Gauguin’in mezarı, tablolarını yaptığı Fransız Polinezyası’nda, Tahiti’ye yakın Markiz adalarından Hiva Oa’da onunla aynı yerde gömülmek isteyen Fransız besteci, şair, yönetmen Jacques Brel’in (1929-1978) mezarından birkaç metre uzakta bulunuyor.

Radikal, 30.03.2011

BOSNA'DAKİ 600 YILLIK BLAGAY TEKKESİ, ASLINA KAVUŞUYOR

 

 

Bosna-Hersek'in Mostar kenti yakınlarında Osmanlı'nın bölgeyi fethinden yaklaşık 100 yıl önce kurulduğu düşünülen Blagay Alperenler Tekkesi, restore edilecek.

 

33 yıllığına Türklere ait Fidan Turizm'e devredilen tekkenin 100 yıl önce yıkılan imarethanesi ile misafirhanesinin ise eski mimarisine uygun olarak yeniden inşa edilmesi planlanıyor.

Hazırladıkları projenin kabul görmesi üzerine tekkeyi aslına uygun olarak restorasyon çalışması başlattıklarını söyleyen Fidan Turizm Genel Müdürü Ali Dokumacı, "Türk milleti olarak atalarımızın mirasına yeniden sahip çıktık, burası 33 yıl boyunca güzel ellerde hizmetine devam edecek." dedi. Tekkenin Türkiye ve Türk halkı için büyük önem taşıdığını ifade eden Dokumacı, Osmanlı'dan önce bu bölgeye gelerek yerleşen dervişlerin, İslamiyet'in güzelliğini yerel halka anlatarak, Bosna-Hersek'te Müslümanlığın halk arasında kabul görmesine sebep olduklarını kaydetti. Dokumacı, tekkenin, mevcut halinin hiç de iç açıcı olmadığını ve her an yıkılma tehlikesi yaşadığını belirterek, ayrıca gelen ziyaretçilere istenilen hizmetin verilemediğini ve dervişlik geleneğinin ne olduğunun anlatılamadığını söyledi. Mostar Müftüsü Seyid Smaykiç de Blagay Tekkesi'nin İslam mimarisinin, kültürünün ve ruhunun bir anıtı olduğunu belirterek, "Bu tekke, 600 yıldır burada yaşayan insanların karşılaştığı çeşitli sıkıntılarla baş edebilmeleri için güç kaynağı ve manevi bir sığınak olmuştu." dedi. Smaykiç, bu tekkenin Boşnak halkının manevi olarak hayatta kalmasının bir sembolü olduğunu vurguladı. Mostar İslam Birliği Meclis Başkanı Ramiz Yelovac ise tekkede kapsamlı bir restorasyon çalışması yapılacak olmasından dolayı çok mutlu olduklarını belirtti. Yelovac, "Bizim için çok önemli bir değer taşıyan bu tekkenin, yeniden eski sahiplerinde hayat bulacağına inanıyorum. Bu tekkeyi 600 yıl önce Türkler inşa etmişti, 600 yıl sonra yine Türkler restore ediyor. Bu bizim dostluğumuzun ve birbirimize kenetlenmemizin en güzel örneğidir." dedi. Her yıl 200 bin kişi tarafından ziyaret edilen tekke, ülkede görülmesi gereken en önemli yerlerden biri olarak gösteriliyor.

Zaman, 30.03.2011

MARDİN'İN TURİZMDE HEDEFİ BÜYÜK

 

Tarihi ve kültürel zenginliği ile son yılların gözde turizm kentleri arasında gösterilen Mardin, gelecekte dünyada konuşulan bir kent olmak istiyor. Son yıllarda artan turist sayısıyla turizmcinin yüzünü güldüren Mardin, 2011 yılında 1.5 milyon turist ağırlamayı hedefliyor.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Davut Beliktay, Mardin'e geçen yıl 800 bini aşkın turistin geldiğini, günübirlik ve inanç turizmiyle bu sayının 1 milyon 300 bini bulduğunu söyledi.

Mardin'in artık bir dünya kenti olduğunu, 2011 yılında inanç ve kültür turizmiyle 1.5 milyonun üstünde turist beklediklerini belirten Beliktay, şunları söyledi:
''Artan turizm potansiyeli karşısında iş adamları da kente otel açmak için adeta sıraya girdi. Bunun yanında pansiyonculuk da gelişmeye başlıyor. Pansiyonculuk tarihi kentlerin göz bebeğidir. Çünkü özellikle yabancı turistler tarihi yapılarda konaklamayı tercih ediyor. O havayı solumak istiyor. Ev pansiyonculuğunun gelişmesi ile teras keyfi yaşamak isteyecek turistler gezinin tadını çıkarma imkanı bulacak. Tarihi evi olanlar da turizmden bu vesile ile en iyi şekilde yararlanmış olacak. Yerli, yabancı ve günübirlik gelen konuklarla beraber 2011 yılında 1,5 milyonun üzerinde turist bekliyoruz. Turizm işletme belgeli yatak kapasitesi bin 300, kamu kurumları ve misafirhanelerle beraber belediye belgeli toplam 2 bin 500 yatak kapasitemiz var. Bu yıl yatak kapasitemiz de artıyor. Yatırım belgeli işletmelerle beraber bu yıl bu rakam 3 bini geçecek. Turizm sadece otellere değil, 32 tane sektöre can veriyor. İnşaatından tutun gıdaya, giyime çimentoya, taşa, sabuna, badem şekerine hepsine hayat veriyor.''

Beliktay, 'Mezopotamya'nın Efes'i olarak tanımlanan Dara antik kentinin gelecek yıl turizme açılmasıyla Mardin'in turizm potansiyelinin daha da artacağını belirterek, merkeze bağlı Dara Köyünde yapılan kazılarda her gün yeni antik eser ve kalıntılara rastlandığını bildirdi.

Dara'nın kamulaştırma sorununun olmaması nedeniyle gelecek yıl turizme kazandırmayı planladıklarını anlatan Beliktay, ''Nekropol alanı ve 2 tane sarnıcımız 2012 yılında turizme açık hale gelecek. Dara'daki kazı çalışmalarında geçen sene 200'ün üzerinde taşınabilir kültür varlığı bulundu. Bu ciddi bir turizm potansiyeli demek'' dedi.

Beliktay, komşu ülkelerle vizelerin kaldırılmasının da turizmi çok olumlu etkilediğini, turist sayısında geçen yıla göre yüzde 20 artış yaşandığını belirtti.

Yapı, 30.03.2011

NAPOLYON MÜZESİ, 3 SENE SONRA AÇILDI




 

Küba'nın başşehri Havan'daki Fransız ordusunun ünlü komutanı Napolyon'un adına açılan müze yenilendi. Napolyon döneminden kalma 800'e yakın sanat eserinin bulunduğu müze ziyaretçilerine tarihsel şölen sunuyor. Tarihi eserlerin birçoğu, Küba'yı terk eden ve Fransız Devriminden sonra dönen Julio Lobo adlı şeker baronu tarafından bir araya getirildi. Üç yıldan fazla bir süredir bakıma alınan müze, yeniden ziyaretçilere açıldı.

Türkiye Gazetesi, 30.03.2011

METROPOL PAROSOL, YENİ BİLBAO MU?

 

 

Metropol Parasol, Seville kenti için henüz bir kültürel simge değil fakat Bilbao Guggenheim ile yakından ilişkili olduğu kesin.





Jürgen Mayer H.'nin Metropol Parasol'ü resmi olarak 27 Mart 2011'de açıldı. Otoparktan kültürel bir simge haline gelmiş Plaza de la Encarnacíon'un gelişimine işaret eden Metropol Parasol, Seville halkı için yeni bir kentsel merkez olacak. Bu, büyük ölçekte parametrik tasarımın çarpıcı bir örneğini yansıtıyor. (Projenin finansmanının yarısı Seville kenti tarafından, diğer yarısı ise Avrupa'nın ahşap yapı üzerine en büyük inşaat firması olan FinnForest-Merk (FFM) tarafından sağlandı).

 


 

Metropol Parasol planı "muhteşem ahşap yapısı ile" güneşliğin altında ve içinde bir arkeolojik müze, market, yüksek plaza, birçok bar ve restoran bulunduruyor. Aynı zamanda çatıda panoramik bir teras bulunuyor.

 



Arkitera, Kaynak: Architizer, Çev.: Bahar Bayhan, 29.03.2011

"BOZKÖY, EN AZ TROYA KADAR ZENGİN"

 

Çanakkale’de bu yıl 2.si gerçekleşen arkeoloji araştırmaları ÇOMÜ’de düzenlenen 3 ayrı oturumda değerlendirildi. Onsekiz Mart Üniversitesi Troya Kültür Merkezi’nde gerçekleşen toplantıda; Doç.Dr. Rüstem Aslan’ın, Bozköy civarında bulunan höyük hakkındaki ‘’ Schlieman iyi ki burayı bulamamış’’ sözü dikkat çekti.

 

ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından 2. Arkeoloji Araştırmaları toplantısı, 18 Mart Üniversitesi Troya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Prof.Dr. Sevim Bulunç’un anıldığı, üç oturumda gerçekleşen toplantıda, 2010 yılında yapılan çalışmalar paylaşıldı . Prof.Dr. Mete Tunçoku’nun "ÇOMÜ Arkeolojik Bölümü Kuruluş Öyküsü"nü anlattığı sabahki oturumda Prof.Dr. Nurten Arslan, Ayvacık Behramkale Assos kazıları hakkında geçen yıl yapılan çalışmaların sunumunu yaptı. Maydos Kilise tepe kazıları, Lapseki ve Yenice, Gönen yüzey araştırmaları, Çatalhöyük, Sumaki Höyük kazıları, İzmir Efes, Tire ve Ödemiş arkeolojik kazılarının genel değerlendirmelerinin yapıldığı toplantıya ÇOMÜ Arkeoloji bölümü öğrencileri de katıldı. Troas’ta bir Tunç Çağı Merkezi Bozköy Yüzey Araştırması’nı paylaşan Doç.Dr. Rüstem Aslan’ın, Bozköy civarında bulunan bir höyük hakkındaki ‘’ Schlieman iyi ki burayı bulamamış’’ sözü dikkat çekti. Heinrich Schliemann, 1873′te Truva hazinelerini yurtdışına kaçırmasına vurgu yapan Doç.Dr. Rüstem Arslan, Tunç Çağı'nın merkezine oluşturan Bozköy’de gün yüzüne çıkarılan eserlerin en az Troya kadar büyük önem taşıdığına dikkati çekti. Günün 3. oturumunda arkeolojik kazılarda yer alan ÇOMÜ Arkeoloji bölümü öğrencilerinin kazılarla ilgili değerlendirmeleri de yeraldı.

Çanakale OLay, 29.03.2011

EFES 148 YILDIR KAZ KAZ BİTMİYOR

 

 

Dünyanın en eski yerleşimleri arasında yer alan Efes antik kenti, 148 yıldan bu yana yerli-yabancı arkeologlar tarafından kazılıyor, ancak kentin henüz yüzde 20'si ortaya çıkarılabilmiş durumda.

 

İngiliz mimar Wood'un 1863 yılında ilk kazmayı vurduğu Efes'teki kazılar, günümüzde Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Sabine Ladstatter idaresinde hala devam ediyor. Türkiye'nin en uzun süre devam eden arkeolojik kazı alanı olarak kayıtlara geçen Efes'te bugüne kadar çok önemli yapılar gün ışığına çıkarıldı. Aslına uygun olarak ayağa kaldırılan yapılar arasında yer alan Antik Tiyatro, Agora, Celsus Kütüphanesi, Meryemana Kilisesi, Kuretler Caddesi, Yedi Uyurlar, Domotian Tapınağı, Yamaç Evler ve Artemis'i yılda 2 milyona yakın turist ziyaret ediyor.

 

Her yıl 2 milyona yakın yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen Efes antik kenti'nin ortaya çıkmasını mümkün kılan ilk kazıların tarihi 1863 yılına denk geliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınan bilgilere göre, İzmir-Aydın demiryolunun inşası için yöreye gelen İngiliz mimar-mühendis J.T.Wood'un British Museum adına yürüttüğü kazılar 1874'e kadar sürdü. Antik dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı'nın peşine düşen Wood, 1869'da tapınağın bazı kalıntılarına ulaştı. 1904 ve 1905'te İngilizlerin kazıları arkeolog D.G.Hogarth'la devam etti.

1895'te Viyana Üniversitesi arkeologlarından Otto Benndorf ile birlikte uzun soluklu kazılar başladı. Zaman zaman kesintiye uğrayan kazılar, 2. Dünya Savaşı'nın ardından aralıksız sürdü ve günümüzde, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstatter idaresinde devam ediyor. Kazılarda bugüne kadar çok önemli yapılar gün ışığına çıkarılırken, yapılar restorasyon çalışmalarıyla aslına uygun olarak ayağa kaldırıldı. Bu yapılar arasında antik tiyatro, agora, Celsus Kütüphanesi, Meryemana Kilisesi, Kuretler Caddesi, Serapis Tapınağı, Vedius Gimnasiumu, Yedi Uyurlar, Domotian Tapınağı, Pritaneium, Hadrian Tapınağı, Devlet Agorası, Yamaç Evler ve Artemis yer alıyor.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 29.03.2011

AYASOFYA'DA KULAKLIKLA TANITIM DÖNEMİ

 

Türkiye'nin en çok ziyaret edilen müzelerinden Ayasofya'da gürültü kirliliğini önlemek amacıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığınca 1 Mayıs'tan itibaren 16 kişiyi (15 ziyaretçi 1 rehber) aşan gruplara, Headset (Seyyar Mikrofon ve Kulaklık Düzeneği) kullanımı zorunlu hale getiriliyor.

Uygulama kapsamında seyahat acenteleri ve belirtilen sayıyı aşan gruplar sistemi kendileri temin edebilecek ya da kişi başı 2.5 TL karşılığında kiralayabilecek.

Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) Müdürü Murat Usta, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ayasofya'da ses ve konuşmanın birbirine karıştığı dönemin sona ereceğini söyledi.

Bakanlığın Ayasofya Müzesi'ndeki gürültü kirliliğinin önüne geçmek için 16 kişi (15 ziyaretçi ve rehber) aşan gruplar için Headset (seyyar mikrofon ve kulaklık) düzeneği kullanımını zorunlu hale getireceğini anlatan Usta, uygulamanın 1 Mayısta başlayacağını kaydetti.

Uygulama kapsamında tur rehberinin sesini beraberindekilere bağırmadan, elektronik kulaklık yardımıyla ulaştıracağını belirten Usta, şu bilgileri verdi:

''Özellikle kruvaziyer gruplarında bu sorunla karşılaşıyoruz. Orta yaşın üzerindeki kişilere rehberler seslerini duyurmakta zorlanıyor. Gruptakilerden bazıları kaybolabiliyor. Bu sistem bütün sorunları ortadan kaldıracak. Rehber konuşacak gruptakiler kulaklıktan duyacak. Aynı zamanda bir yardım tuşu var cihazlarda, kulaklık sahibi bastığında o frekanstan rehber kişinin nerede olduğunu bulabilecek.

Temel hedefimiz gürültü kirliliğini önlemek. İlk uygulamayı Ayasofya'da yapıyoruz ve yaygınlaştırmayı düşünüyoruz. Çok fazla ziyaretçi geliyor Ayasofya'ya ve fiziksel koşulları itibariyle ses akustuği var. 1 Mayıs itibariyle uygulama zorunlu hale gelecek.''

Cihazların müzeden 2.5 TL karşılığında kiralanabileceğini ya da seyahat acenteleri tarafından temin edilebileceğini belirten Usta, ''Cihazların teknik özelliklerini belirledik. Bir frekans aralığını anlaşmalı olduğumuz firmaya tahsis ettik. Diğer kullanıcıların bu frekans aralığında olmaması lazım. Seyahat acentelerinin cihazları belirlediğimiz özelliklere uygunsa sorun yok, değilse oradan kiralanabilir'' diye konuştu.

Müzede yeterli sayıda cihaz bulunacağını anlatan Usta, şunları kaydetti:
''Binlerce cihaz bulunduracağız. Cihazlar 40 kanallı olacak. Headset sisteminin geniş bir frekans aralığı var. Grupların frekansı çakışması yaşanmaması için kendilerine verilen frekans dışına çıkmamaları gerekiyor.

Anlaşmalı olduğumuz firma cihazların bakımı ve kullanımdan sonra kulaklık süngerlerinin değiştirilmesinden sorumlu olacak. Kulaklıkların süngerleri bir kez kullanıldıktan sonra değiştirilecek. Bu uygulama dünyadaki birçok müzede var. Amacımız müzeyi korumak ve ziyaret kalitesini yükseltmek.''

Habertürk, 28.02.2011

KAYA MEZARLARI, DEFİNECİLERİN HEDEFİNDE

 

 

Ordu’nun Kabadüz İlçesi'nde Hellenistik döneme ait olduğu tahmin edilen kaya mezarlarının tescillenmemesi nedeniyle define avcılarınca tahrip edildiği bildirildi.

 

İlçenin Gümüşdere Köyü’nde ormanlık ve kayalık bir alanda bulunan yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen kaya mezarlıklarının Ordu Müze Müdürlüğü’nce bilinmediği için tescillenmediği belirtildi. Gümüşdere Köyü sakinlerinden Serdar Şimşek yaptığı açıklamada, mezarların bulunduğu kayalar üzerindeki sembollerin define avcılarınca kırıldığını söyledi.

 

Mezarların çevresinde define avcıları tarafından kaçak kazılar yapıldığını öne süren Şimşek, “Sarp ve dik kayalıklarda bulunan mezarlara ulaşıldığında mezarların bulunduğu alan 2 metreyi aşkın yükseklikte ve etrafı taşlarla çevrili. Mezarlara ulaşmak için dar bir kapıdan geçiliyor. Kayalar üzerinde 2 adet bulunan mezarlıkların üçüncüsünün de var olduğu söylentisi tahribatlara neden oluyor. Mezarların çevresinde define avcıları çok sayıda kaçak kazı yapmış. Kazılarda bulunan küpleri parçalamışlar” diye konuştu.

 

Kabadüz Kaymakamı Engin Avcı ise Derinçay ırmağının doğu yakasında kalan mezarların Hellenistik dönemine ait olduğunun tahmin edildiğini kaydetti. Gümüşdere Köyü’nde bulunan kaya mezarlarının gün ışığına çıkartılmasının turizm açısından önemli olduğuna dikkat çeken Avcı, “Çok az kişi tarafından bilinen kaya mezarları oldukça eski döneme ait eserler. Bu eserler insanlara duyurulabilirse bölgedeki yayla turizmi çeşitlilik kazanır. Bölgenin doğal zenginliğine kültürel ve tarihi zenginliği de eklenirse bölge turizmi için mükemmel olur” dedi. Ordu Paşaoğlu Konağı ve Etnografya Müzesi yetkilileri de, mezarların bulunduğu alanda kadastro çalışmalarının yapılmadığını, bu nedenle mezarların tescillenmediğini bildirdi.

Denge Gazetesi, 28.03.2011

ÜSKÜDAR'DA 140 YILLIK AHŞAP EVLER RESTORE EDİLİYOR

 

 

İstanbul'dan asırlar önce fethedilen Üsküdar'ın tarihi dokusu yeniden canlandırılıyor. Semtin silüetini oluşturan asırlık ahşap yapılar aslına uygun olarak restore ediliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü ile Üsküdar Belediyesi'nin birlikte yürüttüğü çalışmayla Cemil Meriç Sokak'taki 12 ahşap ev onarılıyor.

İstanbul Üsküdar'daki ahşap binalar aslına uygun olarak onarılıyor. İcadiye Mahallesi Cemil Meriç Sokak'taki 12 ahşap ev onarılarak sokak tarihi geçmişini yeniden yansıtacak. Türk düşünce dünyasının önemli isimlerinden Cemil Meriç'in adını taşıyan sokaktaki örneğine nadir rastlanan 19. yüzyıla ait binalar eski günlerindeki ihtişamını yeniden kazanacak. Üsküdar Belediyesi ve KUDEB işbirliği ile yapılan çalışmayla ahşap binalar eski günlerine dönecek. Proje kapsamında ilk etapta 6 yapının restore edileceğini belirten mimar Birsen Urtaç şu bilgileri verdi: "Haziran ayında ilk etap tamamlanacak. Ahşap yapılar depreme dayanıklı yapılar. Onarımları esnasında çürümüş, yıpranmış taşıyıcı ahşap parçalar da yenisi ile değiştiriliyor. Böylece daha güvenilir bir bina yapılıyor."

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB) ile Üsküdar Belediyesi'nin birlikte yürüttüğü çalışma ile Cemil Meriç Sokak'taki 12 ahşap ev onarılıyor. Üsküdar'da KUDEB işbirliği ile kurulan Geleneksel Ahşap Eğitim Atölyesi çalışmalarına başladı. Cemil Meriç Sokak'taki tarihi açıdan olduğu kadar mimari özellikleriyle de önemli olan ahşap binalar onarılmaya başlandı. Binalardaki görsel kirlilikler, çanak antenler, tabelalar kaldırıldı. Aslına uygun olmayan detaylar değiştirildi. Yazar ve düşünür Cemil Meriç'in isminin verildiği sokaktaki çalışmalarda şimdiye kadar 2 ahşap yapının onarımı tamamlandı.

Proje ile İstanbul'un ahşap Türk mimarisinde zamana karşı ayakta kalabilmiş tarihi eserlerinin onarılarak gelecek kuşaklara aktarımı sağlanıyor. Ahşap işçiliğinin sürekliliği ve kalifiye insan gücü oluşturulacak.Projenin en önemli amaçlarından biri ise vatandaşlara sahibi oldukları 'taşınmaz kültür varlıkları'nı onarmak istediklerinde teknik ve mali konularda danışmanlık yapmak. Ayrıca maddi durumu olmayan mülk sahiplerine onarımın her aşamasında malzeme ve teknik uygulama desteği de sağlanıyor.

Cemil Meriç Sokak'taki yapıların mimarlık tarihi açısından önemli olduğunu ifade eden KUDEB Müdürü Şimşek Deniz ise proje tamamlandığında sokağın açık hava mimarlık müzesi olacağını söylüyor. Aynı sokak içinde nadir bulunan ahşap bina örnekleri olduğuna dikkat çeken Deniz, "İstanbul'da 5 bin civarında ahşap bina var ama bu sokakta her ev farklı bir üslupla yapılmış. Bu yapılar 130-140 yıllık yapılar. Tarz olarak da çok klasik tarza sahipler. Klasik cumbalı, barok, rokoko yani eklektik birleşimden meydana gelen mimari üsluplara sahip. Bu yüzden de önemli bir çalışma." diye konuşuyor.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 28.03.2011

ODUN DEPOSUNDA ROMA MEZARI

 

Sakarya'nın Geyve İlçesi'nde, Orman İşletme Müdürlüğü'nün odun deposunda yapılan zemin düzeltme çalışmaları sırasında geç Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen mezar bulundu. Sakarya Müzesi Müdürü Mürşit Yazıcı, gelecek hafta kurtarma kazısının yapılacağını bildirdi.

 Akşam, 28.03.2011

'KOMŞU'YU KARIŞTIRAN BELGESEL

 

 

Siyasetçiler, tarihçiler ve özellikle kilise, Sky TV’de 8 bölümde yayımlanan ve Yunan ihtilalindeki bir sürü ‘mito’yu çürüten belgesel dizi ‘1821’e ateş püskürdü. Yunanlı, İngiliz, Hollandalı ve Türk (Prof. Fikret Adanır) tarihçilerin yer aldığı ‘1821’de, Yunanlıların 4 asır boyunca Osmanlı egemenliği dönemindeki yaşamı ile ilgili ‘resmi tarih’e taban tabana zıt bir tablo çizildi. Okullarda da okutulan ‘resmi tarih’ Yunanlıların ‘esaret altında büyük baskılara ve Osmanlı’nın barbarlıklarına maruz kalarak yaşadıklarından’ bahsederken, dizide şunlar belirtildi:

Özellikle 15 ve 16. yüzyılda Yunanlılar çok zenginleşti.

Dinlerine, okullarına kimse dokunmadı. Yunanlı çocukların mağaralardaki ‘krifo sholio’da (gizli okul) eğitildikleri yalandır.
Fatih Sultan Mehmet, Bizans hayranıydı.
Osmanlı’yı tek ilgilendiren şey vergilerin toplanmasıydı.
Türk ile Yunanlılar birlikte yaşıyor, evlilikler yapıyordu.
Türklerin olumlu hiçbir şey yapmayan barbar bir halk olduğu iddiası gerçek dışıdır.
Yunanlılar geleneklerini değiştirmişlerdi. Yemeklerini iskemlede değil, yerde yiyorlardı. Kadınlar örtülüydü. Batılı giyinenler, Batılı davrananlar hiç sevilmiyordu.
Osmanlı sayesinde, Yunanlı çiftçiler Hıristiyan çiftlik ağalarının sömürüsünden kurtuldu.

İhtilal nasıl başladı?
‘Resmi tarihte’ ihtilalin başlatılması ‘haklı bir davanın ilk kıvılcımı’ olarak gösterilirken, ihtilale katılanlar ‘dağlara çıkan ve özgürlük ateşi ile tutuşan kahramanlar’ diye tanıtılıyor. Belgeselde bu iddialar çürütüldü:

Peloponez’de (Mora Yarımadası) ilk tepkiler Osmanlı’nın vergileri arttırmasıyla başladı. Yunanlılar fakirleşti. Vergi ödememek için ovaları terk ederek Osmanlı devletinin zor ulaşabileceği dağlık bölgelere yerleşti.
Dağlık kesimde yaşam zordu. Çünkü ‘kleftes’ler (Yunanlı çapulcular) insanlara rahat nefes aldırmıyordu.
Korku içindeki Yunanlıların imdadına Osmanlı yetişti. Osmanlılar ve Yunanlılar birlikte ‘kleftes’leri yakalayıp öldürdü.
İlk isyanı kışkırtan, 1770’te Mani şehrine gelen Rus çariçesinin adamları Orlof kardeşlerdi. Yunanlıların büyük bölümü Orloflara kulak asmadı. Bu isyan teşebbüsünde binlerce Yunanlı öldü, 20 bini de esir alınıp köle olarak satıldı.

‘Ayıptır be!’
Reyting rekoru kıran ‘1821’ , Yunan parlamentosuna konu oldu. Aşırı milliyetçi Laos partisi milletvekilleri, belgeselin yalanlarla dolu olduğunu iddia ederek, Yunan devlet TV’sinin (ERT) derhal yeni belgesel çekmesini istedi. Selanik metropoliti Anthimos ise “Utandım, ayıptır be” dedi. Dizinin sponsorluğunu ise başkanını hükümetin atadığı National Bank Of Greece’in (NBG) üstlenmesi de tepkilere yol açtı.

‘Patrikhane ihtilali lanetlemişti’
Yunan resmi tarihi Osmanlı’nın Yunanistan’da önemli bir kültür mirası bırakmadığı şeklindedir. Dizide bu iddia da çürütülerek, 1832’de kurulan Yunan devletinin Osmanlı’yı hatırlatan hemen her şeyi yok ettiği vurgulandı.

Fener Patrikhanesi’nin Yunan ihtilalindeki rolü hakkında ise dizide “Patrik 5. Grigorios ihtilali lanetledi ve İpsilantis’i aforoz etti. Grigorios aynı zamanda ‘Padişahın iktidarı Tanrı’nın emridir. Buna karşı çıkan dinimize karşı çıkar’ dedi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Patrikhane adeta ‘Hıristiyanların bakanlığı’ gibi hareket ediyordu. Büyük imtiyazları vardı” denildi.

‘Yunanistan’da Türkleştirme yaşanmadı’
‘Resmi’ Yunan tarihinde Osmanlı döneminde Yunanlıların ölüm tehdidi ile İslamlaştırıldıkları iddia edilirken, belgesel dizide aksi görüş savunuldu; “İsteyen din değiştiriyordu. Bunun başlıca nedeni de ekonomik idi. Bazı Hıristiyanlar, Müslümanların sahip oldukları ekonomik imtiyazlara sahip olabilmek için din değiştirdi” denildi.

Mora’da büyük katliamlar oldu
Dizide Yunan ihtilalinin, 1789 Fransız ihtilalinden etkilendiği ve eski Yunan medeniyeti hayranı Batılılarca desteklenerek başlatıldığı anlatıldı.
Peloponez’de (Mora) isyan için bölgedeki Osmanlı askerlerinin Ali Paşa isyanını bastırmak için Yanya’ya gitmelerinden yararlanıldı.
Papazlar “İnançsız Müslümanları yok edin” vaazı verdi.
Asırlarca iç içe yaşayan Yunanlılar, silahsız Türklere saldırdı. Birkaç günde 20 bin Türk öldürüldü.
Tripoliça’da büyük katliamlar işlendi. Kuşatmada Türkler yiyecekleri bitince, köpekleri ve hatta birbirlerini yemek zorunda kaldı. Kale zapt edilince 2 bin kadın ve çocuk kayalıklardan atıldı.
Peloponez’de nüfusun yüzde 10’u Türk idi. Onca asır burada Türkler birbirleri ile Türkçe değil Yunanca konuşuyordu. Geriye canlı tek bir Türk bile kalmadı.
Tripoliça’ya saldırı, ihtilalin sivil lideri Rus çarının koruması Aleksandros İpsilantis’in kardeşi Dimitris ile askeri lider Theodoros Kolokotronis’in ganimet paylaşımı için anlaşınca gerçekleşti. İhtilalde çıkar her zaman büyük rol oynadı. Asker parayla toplatıldı. 1 aylık askerliğe 1 dönüm toprak veriliyordu.

Radikal, Haber: Yorgo Kirbaki, 28.03.2011

İSTANBUL'UN İLK EFENDİLERİ


 

Yenikapı’daki Marmaray arkeolojik kazılarında İstanbul’un tarihini değiştirecek yeni iki iskelet çıktı. Uzmanlar ilk kez 8 bin 500 yıl öncesine ait, çok iyi korunmuş ve değişik mimarisi olan iki mezar bulmanın heyecanı içinde. Yenikapı’da iki yıl önce de aynı döneme ait mezarlar bulunmuştu. Ancak yeni mezarların yapısı ve çok korunaklı olmasından hareketle iskeletlerin varlıklı kişilere ait olduğu sanılıyor.    

Yer, Yenikapı. 2004’te başlayan kazılarda bugüne kadar batık gemiler, amforalar ve mezarlar dahil 40 bine yakın eser bulundu. Yaklaşık 200 işçi ve onlarca arkeolog, antropolog hızlı ve dikkatli bir çalışmanın içinde. 60 bin metrekarelik alan santim santim kazılıyor. Yüzeyden 16 metre ve deniz seviyesinden 9 metre derinlikte insanlık tarihinin kökleri araştırılıyor. Kazı ekibi 40 gün önce iki önemli buluntuyu gün ışığına çıkarmanın mutluluğu içinde. 

 

Kazı alanında üzeri beyaz çadırlarla örtülmüş 2 yerde ise çok daha önemli ve titiz bir çalışma yürütülüyor. Arkeologlar, buldukları tarih ile onu koruyan ‘kil’i kulak temizleme pamuklarıyla birbirinden ayırıyor. Biyolojik antropoloji ve prehistorya (tarihöncesi) uzmanı Dr. Yasemin Yılmaz ve üç uzman arkadaşı 40 gün önce bulunan mezarlardan birinin başucunda. Yasemin Yılmaz elindeki kulak temizleme pamuğuyla büyük bir ağaç ahşap kütüğün altındaki iskeletin dişlerindeki killi çamuru temizliyor. Diğer arkeologlarsa normalde 15-20 yılda yok olması gereken ancak bulunduğu ortamda doğal bir koruyucu olan kil sayesinde M Ö 6500’lü yıllardan günümüze gelen mezardaki ahşabın üzerinde dikkatle çalışıyor. 

Mimari açıdan bir ilk 
İstanbul Arkeoloji Müzeler Müdürlüğü’nde görevli ve 2004’ten bugüne Marmaray kazılarından sorumlu Sırrı Çömlekçi ile birlikte çadıra girdiğimde, Dr. Yasemin Yılmaz, büyük bir heyecanla daha birkaç saat önce mezarın altında yeni bir ahşap dikmenin bulunduğunu müjdeliyordu. Mimari açıdan ilk kez böyle bir mezarla karşılaştığını belirten Yasemin Yılmaz heyecanla anlattı:
“Ahşap kullanımı çok farklı. Büyük bir yekpare ahşap blok mezarın üzerine örtülmüş. Üç tarafında 70 santimetreye inen ahşap dikmeler var. Ve bu ahşaplar günümüze kadar korunarak gelmiş. Bu, mezarın çok derin açıldığını gösteriyor. Altında yeni buluntular da olabilir. Kazılarda böyle bir mezar daha önce bulunmadı. Bunlar Anadolu’nun en eski mezarları.” 

‘Tarihöncesi yaşam’ 
Marmaray kazılarının alan sorumlusu olan arkeolog Sırrı Çömlekçi de “Bulunan yalnızca mezar değil, tarihöncesi yaşamın bir bölümü” diyor:
“İstanbul son dönemde hızla şehirleşirken Yenikapı’nın şansı, Osmanlı’dan bu yana tarım arazisi olarak kullanılması. Temeli derin olmayan birkaç katlı binalar yapılmış. Bu nedenle İstanbul’un en steril arkeolojik alanlarından biri olarak kalmış. Mezarlar MÖ 6500 yılına ait. Suriçi’nde ilk kez böyle büyük ve önemli bir buluntu elde ettik. Belki de dünyada bir mezar ilk kez tamamen, bütünüyle ahşabıyla birlikte bulundu. Normal şartlarda ahşap 15-20 yılda çürür. Buradaki ahşaplar çok iyi bir koruyucu olan siyah kil sayesinde 8 bin 500 yıl öncesinden günümüze geldi. Mezarların yanındaki eserlerin MÖ 6500 dönemine ait olduğunu net olarak söyleyebiliyoruz. Bu mezarlar da aynı döneme ait. Bunu biliyoruz. Karbon 14 testiyle de net tarih ortaya çıkacak. DNA testi yapılınca da bu insanların Anadolu’ya nereden geldiğine dair kökenleriyle ilgili bilgiler edineceğiz.” 

 

Marmaray kazılarının sorumlusu Sırrı Çömlekçi, kazıların İstanbul’un tarihini değiştiren nitelikteki önemini “İstanbul’un 2500 yıllık bir tarihinden bahsediliyordu. Marmaray kazılarında eski İstanbul’un 8 bin yıllık tarihi olduğunu ortaya çıkardık. Dünyanın en büyük açık hava kazısı. Böyle başka bir çalışma yok” diye özetledi. Çömlekçi Türkiye’nin arkeolojiye bakışında son yıllarda önemli gelişmeler olduğu görüşünde: “Kazılar Marmaray projesinin en başında düşünüldü. Yani tesadüfen eserler bulunup sonra kazı başlamadı. İlk kez, yaşayan bir kentin içinde bu kadar büyük bir arkeolojik kazı yapılıyor. Burada çıkarılan ve çıkabilecek eserler İstanbul’un, Anadolu’nun nasıl zengin bir tarihi olduğunun en büyük göstergelerinden biri.”

İstanbul’un 40 bin eserlik ‘hazine’si
Yenikapı’daki arkeolojik kazılarda batık gemilerden taraklara, amforalardan sandaletlere kadar 40 bine yakın eser çıkarıldı.

Yenikapı’daki Marmaray inşaatının yanı başında süren arkeolojik kazı yüzlerce çalışanla gerçekleştirilirken neredeyse her gün yeni bir eser gün ışığına çıkıyor. Batık gemiler, amforalar, mezarlar gibi çıkarılan eser sayısı 40 bine yaklaştı. Kazdıkça İstanbul’un ve Anadolu’nun ne kadar köklü bir tarihe sahip olduğu ortaya çıkıyor. Marmaray kazılarını bugüne kadar dünyanın dört bir yanýndan arkeologlar ziyaret etti. 

Avrupa ve Anadolu yakasını denizin altından birbirine bağlayacak Marmaray’ın 2013’te hizmete girmesi planlanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü Metro ve Ulaştırma Bakanlığı’na ait Marmaray çalışmalarına Yenikapı’daki arkeolojik kazılar eşlik ediyor. Kazılarda çıkan eserlerin en önemlileri arasında 36 batık gemi de var. Son bulunan iki gemi halen alanda duruyor. Diğer 34 gemi ise Prof.Dr. Cemal Pulak ve ekibinin yönetimindeki Bodrum’daki Uluslararası Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü’nün laboratuvarlarında yeniden yapılandırılıyor.


Yenikapı’da son olarak bulunan iki çok iyi korunmuş iskeletten önce çıkarılan bazı eserler şöyle: 

Neolitik döneme ait üç hoker (cenin pozisyonu) mezar ve sekiz de urne (ölünün yakılarak kemiklerin doldurulduğu çömlek) biçiminde mezar bulundu. Ölülere ait kemikler laboratuvarlarda incelenirken son bulunan iki mezara ait çalışmalar halen alanda devam ediyor. Geçmişleri neolitik çağlara dayanan deri sandaletler, ahşap kaplar, taraklar, kaşıklar, çanak çömlekler, amforalar, gemi makaraları, çıpalar, metal aletler, heykeller, mimari kalıntılar, terazi ağırlıkları gibi 40 bine yakın eser.

Gül övgü düzdü Erdoğan yakındı
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kazı alanını gezdikten sonra hatıra defterine şöyle yazmıştı: “Ortaya çıkan tarihi yerleri yerinde görmekten büyük memnuniyet duydum. Kazı alanında bulunan ve İstanbul’un muhteşem tarihini bir kez daha göz önüne çıkartan bu yerlerin insanlığın çeşitli dönemlerine ait çok önemli ipuçları vereceği ve bilim insanlarına ışık tutacağı muhakkaktır. Buradaki çalışmaları yürüten, onlara maddi manevi destek olan herkese teşekkür ediyorum.” Başbakan Tayyip Erdoğan ise 26 Şubat 2011’de Marmaray inşaatını gezerken, projenin hizmete girmesinin gecikmesiyle ilgili “Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular” diye yakınmıştı.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 27.03.2011

LİBYA'NIN PETROLÜN ARDINDA UNUTULAN TARİHİ: KİRENE

 





 

UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) dünya kültür mirasları listesine aldığı antik Yunan kenti Kirene, on yıllardan beri turizm alanında gösterilen ihmalkarlığın sıkıntısını çekiyor.

 

Yeşil vadiler üzerinde Akdeniz’in mükemmel manzarasını içeren, Yunan ve Roma döneminden kalan sütunların yükseldiği antik kentte, bugün keçi ve inekler otluyor.

 

MÖ yüzyılda Yunanlılar tarafından kurulan ve ardından Roma’nın hükümdarlığa giren antik kentin, ne koruyucu bariyerleri, ne hediyelik eşya dükkanları ne de bu tür mekanlarda sıkça bulunan geleneksel restoranları var.

 

Tersine, antik kent harabe halindeki çirkin Şahaat Köyü ile çevrili.

 

Libya’nın doğusunda halk, yaşadıkları bölgelere Kaddafi’nin devrimle iktidara geldiği 1969’dan bu yana yatırım yapılmamasından şikayetçi.

 

Şahaat’ta polis olan Hamdi Hamed, “1969’daki devrimden bu yana burada her şey aynı. Petrolde yatırım yapıldı ancak turizmde hiçbir adım atılmadı” dedi.

 

Bugün, Libya’nın doğusu neredeyse tamamen Kaddafi karşıtı isyancıların kontrolüne girmiş durumda. Hamed, “Umuyorum ki sorunlarımızı aştıktan sonra turizme devam ederiz. Petrol bir gün bitebilir, ama turizm devam edecek” ifadesini kullandı.

 

Dünya petrol üretiminin yüzde ikisini karşılayan Libya’da, ülkenin doğusunda yatırım olarak görülen tek şey petrol üretim tesisleri. Turizm potansiyeli yüksek kıyı şeridinde, turizm tesisleri, oteller ve restoranların sayısı çok az.

 

Hellenistik dönemin en önemli eserlerinden Kirene’nin yakınlarında, turistler için tek bir tesis bile yok. Şahaat’ta yaşayan işsiz Hamdi Bzeivi, “Birilerinin turizme yatırım yapmasını istiyoruz. Bölgedeki birçok tarihi eser hala gömülü halde” dedi.

 

Kirene harabelerinde, Roma İmparatoru Marcus Aurelius’a adanan ikinci yüzyıldan kalma bir kemer çöplerden kirlenmiş durumda. Bir zamanlar Yunan trajedilerinin sergilendiği amfi tiyatro, keçi toynaklarının izini taşıyor.

 

Kirene’de, Yunan felsefesinin yayılmasına hizmet veren bir okulun kurulduğuna inanılır. Ancak bugün, antik kentte düşünüp taşınırmış gibi sesler çıkararak gezinenler geviş getiren inekler.

 

Kaddafi güçleriyle isyancılar arasında yaşanan çatışmalardan kaçan ve Şahaat’a sığınan Ecdebiyeli Fatih El Fakri, “Bu gerçekten utanç verici… Burası sizin tarihiniz ve keçiler tarafından istila edilmiş durumda… Bir hükümetimiz yok. Bu yüzden böyle bir yerin korunmasını nasıl bekleyebilirsiniz?” dedi.

Hürriyet, 27.03.2011

10 MİLYON DOLARLIK PICASSO TÜRKİYE'DE

 

 

Dünyaca ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso'nun 1991 yılında, 1. Körfez Savaşı sırasında Kuveyt Müzesi'nden çalındığı belirtilen nü tablosu Balıkesir'de ele geçirildi.

 

Alınan bilgiye göre, ünlü ressam Picasso'nun Kuveyt Müzesi'nden çalınan bir tablosunun Balıkesir'de satılacağı ihbarını alan İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, çalışma başlattı. Çalıntı tablonun İstanbul'da bulunan Z.G.'de (41) olduğu ve tabloya müşteri aradığını tespit eden jandarma ekipleri, koordineli çalışmayla şüpheliyi takibe aldı.

Zanlının, bir alıcıyla irtibata geçtiği ve tabloyu satmak için İstanbul'dan otobüsle Balıkesir'e geldiğini belirleyen güvenlik güçleri, Balıkesir Şehirlerarası Otobüs Terminali'nde operasyon yaptı. Otobüsten inen şüpheli, Picasso'ya ait çalıntı olduğu belirtilen tabloyla yakalandı.

Ele geçirilen tablonun ilk incelemesinde, ceylan derisi üzerine yağlı boyayla çizilen resmin ön yüzünde "Picasso 1924" arka yüzünde ise Kuveyt Müzesi'ne ait olduğunu belirten mühür ve yazılar bulunuyor. Resimde, oturur vaziyette çıplak bir kadın tasvir ediliyor.

Balıkesir Müze Müdürlüğü yetkilileri, eserin piyasa değerinin yaklaşık 10 milyon dolar olduğunu bildirdi. Jandarmadaki işlemleri tamamlanan zanlı Z.G, sevk edildiği adli makamlarca tutuklandı.

Cnn Türk, 27.03.2011



******


PICASSO'NUN 'NÜ'SÜ SAHTE!

 

Balıkesir'de jandarmanın düzenlediği bir operasyonla ele geçirilen ve dünyaca ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso'ya ait olduğu iddia edilen nü kadın tablosunun sahte olduğu anlaşıldı. Kültür Bakanlığı İzmir Devlet Resim ve Heykel Müzesi Müdürlüğü'nde uzmanlar tarafından incelenen tablonun sahte olduğu, düzenlenen raporla açıklandı.


Önceki gün Z.G. isimli şüpheli şahsın, müşteri bulmak amacıyla İstanbul'dan Balıkesir'e getirdiği Picasso'ya ait olduğu iddia edilen çıplak kadın tablosunun, paha biçilemez değerde olduğu ve Kuveyt Müzesi'nden çalındığı belirtilmişti. Balıkesir Şehirlerarası Otobüs Terminali'nde jandarmanın operasyonuyla yakalanan Z.G. tutuklanarak cezaevine gönderildi. 3 gündür Kepsut F tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan Z.G. bu kez de sahtecilik suçu işlediği gerekçesiyle yargılanacak.

Akşam, Haber: Olcay Özal, 30.03.2011

TARİHİ BİNALAR DÖKÜLÜYOR

 

 

Bursa'nın tarihi mekteplerinden 1891 yılında inşa edilen Hürriyet'teki Ziraat Mektebi, İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından kullanılmadığı için yıkılmaya başladı. 

 

Vakıflar tarafından Sağlık İl Müdürlüğü'ne tahsis edilen ve Kanser Tarama Merkezi olarak hizmet veren Muradiye Medresesi'nin de kurşunları söküldü, çatısında otlar bitti. 

 

Bursa Kent Konseyi Tarihi Kültürel Miras ve Çevre Grubu Başkan Vekili Ali Turan, tarihi mekanların sorumluluk alabilecek kurumlara teslim edilerek, müze gibi geçmişi günümüze taşıyan fonksiyonlarda kullanılması gerektiğini söyledi.

 

Muradiye'deki tarihi medrese binasında asırlar öncesinden günümüze gelen orijinal İznik çinileri bulunduğunu anlatan Ali Turan, şöyle konuştu: "Turist otobüslerinin geldiği Muradiye'de bu binayı Vakıflar Müzesi yaparak, tarihi eşyaları sergilemek lazım. Vakıflar önce medreseyi bir restorasyondan geçirmeli. Aslına uygun olarak yeniden çatısındaki kurşunları yaptırmalı. Kurşunları dökülen ve üzeri toprak ve çimenlerle kaplanan çatının su almasını engelleyecek şekilde yapılması lazım. Medresenin külliye tarafındaki menfezler de kapatılmış. Muradiye Külliyesi'nin restorasyonu çerçevesinde Muradiye Medresesi drenajlarının da açılarak tarihi yapı daha uzun yıllar kullanılabilecek şekilde kurtarılmalıdır. Binayı rutubetten kurtararak güzel bir fonksiyonla kullanılması sağlanabilir. Kanser Tarama Merkezi, şehrin merkezi bir yerindeki yeni bir binada rahatlıkla faaliyetini sürdürebilir."


Ziraat Mektebi'nin ise Osmanlı sultanlarından günümüz Bursa'sına ulaşan nadir yapılardan biri olduğunu anlatan Turan, şunları söyledi: "Bu mektepte önemli ziraatçılar yetişti. Belediye mektebin geçmişini kitap haline getirdi. Ancak, binada kullanılan tarihi traktör ve derslerde kullanılan aletler nerede? Bunlar şeklinde, Milli Eğitim Müdürlüğü'nün öncülüğünde dizayn edilerek sergilenmeli."

 

Bursa Valisi Şehabettin Harput'un tarihi eserler konusundaki hassasiyetini takdirle karşıladıklarını belirten Ali Turan, "Bu binaları kamuoyunun gündemine getiriyoruz. Bu tarihi yapılara sahip çıkılmasını bizzat valimizden bekliyoruz" dedi.

Bursa Olay, 27.03.2011

ADNAN ÇOKER'İN TABLOSUNA 1 MİLYON 200 BİN TL

 

Beyaz Müzayede, 2011’in ilk müzayedesini dün Conrad Hotel’de gerçekleştirdi. 100’ü aşkın sanatçının 292 eserinin satışa sunulduğu müzayedenin satış rekoru kıran eseri Adnan Çoker’e aitti.

 

Çoker’in en büyük ebatlı eserlerinden (180x360 cm) biri olan  “Retrospektif I”i müzayedede 1-1.5 milyon TL fiyat aralığıyla satışa sunuldu. Sanatçının beyaz fona yaptığı tek eseri olan   tablo 1 milyon 200 bin TL’ye satıldı. Müzayedede Burhan Dogançay’’ın “Four Red Ribbons On Black” tablosu 500 bin TL, “Opera” adlı eseri 250 bin TL, Ömer Uluç’un “Denizalti”sı 375 bin TL, Ferruh Basaga’nin “Soyut Kompozisyon”u ise 225 bin TL’ye alıcı buldu. 10 milyon TL’nin üzerinde satışın yapıldığı müzayedeyi Aziz Karadeniz yönetti. 

Milliyet, 27.03.2011

"AKM DEĞİL, AKP YIKILSIN"

 

Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat-Sen) üyesi bir grup, "27 Mart Dünya Tiyatro Günü" dolayısıyla Beyoğlu’nda Muammer Karaca Tiyatrosu önünde toplandı. Grup adına açıklamayı tiyatro oyuncusu Orhan Kurtuldu yaptı. Kurtuldu, Muammer Karaca tiyatrosunun yıkılmak istendiğini belirterek, "Acaba Genco Erkal, orada oynadığı için mi yıkılmak isteniyor? Yoksa rant için mi yıkılmak isteniyor" dedi.

Konuşmanın ardından tiyatro oyuncusu Defne Halman, eyleme katılamayan Genco Erkal’dan gelen bir mesajı okudu. Konuşmaların ardından grup üyeleri Muammer Karaca tiyatrosunun önünden slogan atarak ellerinde "AKM neden kapalı?", "AKM değil, AKP yıkılsın" pankartları taşıyarak Atatürk Kültür Merkezi önüne kadar yürüdü. Yürüyüşe oyuncu Tarık Akan, Ali Poyrazoğlu ve DİSK eski başkanı Süleyman Çelebi de katıldı. Yürüyüş sırasında grup üyeleri çeşitli tiyatro gösterileri de sundu. AKM önüne gelen grup burada olaysız bir şekilde dağıldı.

Hürriyet, Haber: Uğur Can - Uğur Alaattinoğlu, 27.03.2011

KAZISI İPTAL EDİLİNCE BAKANI PROTESTO ETTİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde Avusturya Büyükelçiliği tarafından kendisine verilen Büyük Altın Şerit Şeref Madalyası takdim töreninden ayrılışında protesto gösterisi ile karşılaştı.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde öğretim üyesi olan Vedat İdil, Bakan Günay’ın programın bitiminde yanına yaklaşarak arkeoloji konusunda hazırladığı kitabını verdi. İdil daha sonra kazılarının sona erdirildiğini belirterek, Bakan Günay’a sesini yükseltti ve basın mensuplarının önünde beraber açıklama yapmak istediğini söyledi.

Bunun üzerine Bakan Günay da açıklama yapmak istemediğini belirterek, “Burada değil, sonra. Benimle uğraşma zararlı çıkarsın” şeklinde karşılık verdi. Günay, konuya ilişkin gazetecilerin soruları üzerine şunları söyledi:
“Beni kızdıran bir şey olmadı. İçeride ve dışarıda ister Türk arkeoloji uzmanları olsun ister yabancı arkeologlar olsun herkesin daha verimli, daha uzun süreli, daha yüksek kaynaklarla çalışması gerektiğini söylüyorum. Buna uymayan yabancı arkeoloji enstitülerini uyardım ve kazılarını iptal ettiğim gibi buna uymayan yerli akademisyenleri de uyarıyor ve kazılarını iptal ediyorum. Herkes bu sonuca katlanacak.”

Hürriyet Ankara, 27.03.2011

BİNAYA SAHİP ÇIKILMASI YETMEZ, KÜLTÜR KORUNMALI

 

 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Muhtar Kutlu, tarihi evlerin korunmasının yetmediğini belirterek, “Evde söylenen, türküye, maniye, karagöze, meddaha, kısacası üretilen sözlü kültüre, somut olmayan kültüre bakılmamıştır” dedi.

İlkadım Kız Teknik Öğretim ve Olgunlaşma Enstitüsü’nün düzenlediği “UNESCO Kültürel Mirasın Korunması Çalışmaları ve El Sanatları” konulu konferansa konuşmacı olarak katılan Kutlu, UNESCO tarafından hazırlanan Türkiye’nin de imzaladığı Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) Sözleşmesi ve sözleşmenin içeriği ile ilgili bilgiler verdi.

Somut olmayan kültürel mirası, insanlığın binlerce yıllık yaşam biçiminin bugüne ulaşan kalıntıları, düğün, doğum, ölüm gibi geçiş dönemlerinde üretilen uygulamaları toplumsal ve kültürel ürünler olarak tanımlayan Kutlu, kültürel mirasın korunması konusunda insanların bilinçlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Kültürün korunmasının yalnızca sahiplenmekle, patentini almakla, kültür mirasları listesine girmesini sağlamakla olmadığını ifade eden Kutlu, şunları kaydetti:
“Araştırmacılar yıllarca somut kültür miraslarını korumuşlardır. Mesela Safranbolu Evleri korunmuştur ancak o evlerin içinde geçenlere bakılmamıştır. Evde söylenene, türküye, maniye, karagöze, meddaha, kısacası üretilen sözlü kültüre, somut olmayan kültüre bakılmamıştır. Bu yanlış neyse ki fark ediliş ve somut olmayan kültürün korunması gerektiği anlaşılmıştır. Somut olmayan kültürün korunması içinde UNESCO tarafından SOKÜM Sözleşmesi hazırlanmıştır.”

Hürriyet Ankara, 27.03.2011

19 YÜZYILLIK BAŞI KOPARIP ALDILAR

 

 

Aydın Müzesi Müdürlüğü bahçesinde sergilenen, Antik Yunan'ın en önemli ozanlarından Homeros'un Odysseia destanında dile getirdiği Skylla Macerası'nın anlatıldığı "Skylla Başlığı"nın köşesinde yer alan erkek figürüne ait baş kırılarak çalındı. Polis, bu çok kıymetli eserin yurt dışına çıkışını önlemek için tüm sınır kapılarını uyardı. Hırsızların yakalanması için operasyonlar devam ediyor.

 

Türk arkeologlarının uzun yıllar süren çalışmaları sonucunda Manesia Örenyeri'nde bulunan MS 2. yüzyıla ait "Skylla Başlığı" Aydın Müzesi Müdürlüğü bahçesinde uzun yıllardır sergileniyordu. Söz konusu baş daha önce kazı ekibi tarafından onarılmış ve metal bir aksamla yerine oturtulmuştu. Çalınan baş yaklaşık 20 santimetre boyutunda.

 

"Skylla Başlığı" olarak tanımlanan bloğun ön ve iki yan yüzlerinde acanthus (Antik Yunan mimarisinde sütun başlarını süslemek üzere kullanılan bir bitki) yapraklarından oluşan bir bant ve bu bantın üzerinde figürler yer alıyor. Başlığın yan yüzeyindeki tasvirler özdeştir. Bu yüzlerde ayaklarını başlığın arkasına doğru uzatmış biri sol diğeri sağ koluna dayanmış olarak yatan birer Nereid bulunuyor. Nereidler dizlerinin alt kısmını örten giysiye ait kumaş kıvrımlarını kırılmış olan kollarına dolamışlardır. Başlarının üzerinde birer istiridye bulunmaktadır. Kırık olan kollarını arkalarında duran ve sol yan yüzdeki kırılmış olan yunus balığına uzatmaktadırlar. Başlığın ön yüzünde, ortada, cepheden tasvir edilen bir kadın figürü yer almaktadır. Bu kadın figürünün başı ile yana açtığı kollarından biri de 2001 yılında koparılarak çalınmıştı.

 

Eski Yunan'da, Homeros'un yazdığı varsayılan iki büyük destandan biri olan Odysseia, Yunanlılar'la Truvalılar arasındaki savaş üstüne Yunanlılar'ın anlattığı bir dizi efsane ve öyküden oluşur. Destanın kahramanı Odysseus, Skylla adlı altı kollu bir canavarla sık sık karşı karşıya gelir.

Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 27.03.2011

2 BİN 100 YILLIK BİRLİKTELİK KAZIYA ORTAYA ÇIKTI

 

Muğla’nın Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentindeki kazı çalışmaları sırasında, yaklaşık 2 bin 100 yıllık olduğu tahmin edilen mezarda gömülü karı-koca iskeleti bulundu.

 

Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Stratonikeia antik kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Eskihisar Köyü'ndeki Stratonikeia antik kentinde 2008 yılından beri arkeolojik kazı, araştırma, koruma ve onarım çalışmalarında ciddi anlamda ilerleme kaydedildiğini belirterek, ‘Kazı çalışmaları sırasında yaklaşık 2 bin 100 yıllık olduğu tahmin edilen mezarda gömülü karı-koca iskeleti bulduk. Mezar içerisinde 2 testi, 2 kase, 2 gözyaşı şişesi ve 2 adet gümüş sikke bulundu. Eserler, Muğla Müzesi yetkililerine teslim edildi’ dedi.

 

Kazı Başkanı Söğüt, Mezarın Stratonikeia’nın 600 metre kuzeyinde antik kentin bir mahallesi olan yel değirmeni mevkinde yapılan kurtarma kazılarında bulunduğuna işaret ederek, ‘Bulunan mezar ve mezar içerisinde bulunan eserler bizi heyecanlandırdı. Mezarın orta gelirin üstünde bir aileye ait olduğunu düşünüyoruz. 2011 yılı kazı çalışmalarında da bu alanda çalışmalarımız devam edecek’ diye konuştu.

Haberler.com, 26.03.2011

A.Ü. BÖLGE TARİHİNİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARIYOR

 

Atatürk Üniversitesi’nden sanat tarihçileri, coğrafyacılar ve epigraflardan oluşan bir ekip, Erzincan Kemah Kalesi’ndeki gizli tarihi gün yüzüne çıkaracak. Kazı ekibi başkanlığını ise, Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş yapacak.

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle Erzincan Kemah Kalesi’nde kazı çalışması yapacak. Bu yaz dönemi boyunca yürütülecek olan kazı çalışmalarına, sanat tarihçilerinin yanı sıra, arkeologlar, coğrafyacılar ve epigraflar da katılacak.

Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, Kemal Kalesi’ndeki kazılara çok kısa bir süre sonra başlayacaklarını bildirdi. Bölgenin, geçmişte birçok medeniyete beşiklik ettiğini, tıpkı Erzurum gibi, Erzincan’ın da tarihe dair derin izler taşıdığını anlatan Yurttaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel izniyle Kemah Kalesi’nde arkeolojik kazı yapacaklarını bildirdi. Atatürk Üniversitesi’ndeki akademisyenlerden oluşan bir kazı ekibinin, yaz sezonu boyunca Kemah Kalesi’nde çalışma yapacağını anlatan Yurttaş, ekipte sadece sanat tarihçilerinin bulunmayacağına dikkati çekerek, “Kazı çalışmalarında bizlere coğrafyacı, arkeolog ve yanı sıra epigraflar da eşlik edecek. Uzman bir kadroyla gerçekleştireceğimiz kazı çalışmalarıyla, Kemah Kalesi’nde önemli tarihi bulgulara ulaşmayı hedefliyoruz.” diye konuştu.

Kemah Kalesi’nde yapılacak olan kazı çalışmalarıyla, kalenin tarihi ve yerleşimi hakkında bilgilere ulaşmayı hedeflediklerini dile getiren Yurttaş, bu çalışma ve sonuçları itibariyle de, Atatürk Üniversitesi’nin de bölgeye önemli bir katkı sağlamış olacağını ifade etti.

KEMAH KALESİ
İlçe merkezinin hemen üst kısmında yalçın kayalar üzerine kurulmuş bulunan bu kalenin hangi tarihte ve kimler tarafından inşa edildiği hususu kesin olarak bilinmemektedir.Ulaşılması mümkün omayan bir kaya üzerine inşa edildiği için,eski kavimlerin hepsi bu kaleyi almaya ve bu yolla heybetli ve emniyetli bir üsse sahip olmaya çalışmışlardır.

Eski devrin kralları bu kaleye hep “Gayri kaabil-i teshir (alınamaz)” gözi ile bakmışlar.Kaleye Ani,Brana, Gamahha ve Berberi Zemin kalesi adları verildiği görülür.Kalenin ilk kullanılışı ve bu amaçla tabii durumunun elverişli hale getirilişi İlk Çağlar’a dayanır.Bugünkü sur kalıntılarının büyük bir kesimi ise Orta Çağ’a aittir.Kalenin esas ihtişamı, bizzat kurulduğu tabii kütlenin niteliğinden kaynaklanmaktadır.Öyle ki bilehare yapılan taş örme surlar ve sair yükseltici unsurlar olmasa dahi,tabii haliyle bile üzerindeki kişileri dış tehlikelere karşı emniyette tutulabilmesi mümkün gibidir.Yaklaşık 7-8 bin metrekarelik kale alanı,halen dört yanının binlerce sene evvel tabii aşınmalarla bütün cepheleri keskin uçurumlardan oluşan duvarlara sahiptir. Bu aşındırmada batı yönünden akan Fırat ve doğu yönünden gelerek, kuzeyi çevreleyip Fırat ırmağına kuzey-batı köşesinde karışan Tanasur Çay’ının büyük etkisi olmuştur. Özellikle Tanasur Çay’nın binlerce senelik aşındırma gücü, kale alanını teşkil eden bölümle;bu bölümü batı ve kuzeyden çevreleyen ikinci bir dağ bölümünü,kale’nin ikinci bir tabii suru haline getirmiştir.

Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal, 26.03.2011



20 - 26 Mart 2011

RESTORE EDİLMEYEN EVLER İSTİMLAK EDİLECEK

 

     

 

Antalya'nın Alanya İlçesi'nde bulunan tarihi evlerin restore edilmesi için belediye mülk sahiplerine yazı gönderdi ve evlerin restore edilmemesi halinde kamulaştırılacağını duyurdu.


Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, ilçede tarihi nitelik taşıyan ve restore edilmeyi bekleyen tescilli evlerin aslına uygun restore edilmesi için çalışma başlatıldığını söyledi. İlçede, 130'u tarihi Alanya Kalesi'nde olmak üzere tescilli toplam 210 ev bulunduğunu anlatan Sipahioğlu, bu evlerden 56'sının sahipleri tarafından restore edildiğini, 17'sinin restorasyon projesinin onaylandığını, 4'ünün basit onarım gördügünü, 4'ünün restorasyon projesinin de hazırlanmakta olduğunu bildirdi. Geriye kalan 129 evin de restore edilmesini amaçladıklarını belirten Sipahioğlu, birinci derece sit alanı olan Alanya Kalesi'ndeki evlerin restorasyonuna daha da önem verdiklerini söyledi. Sipahioğlu, UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne aday gösterilen tarihi Alanya Kalesi'ndeki tescilli evlerden 33'ünün restore edildiğini ve 97'sinin restore edilmeyi beklediğini kaydetti.
Taşınmaz Kültür Varlığı olarak tescil edilmiş evlerin restorasyonu konusunda mülk sahiplerine yazı yazdıklarını anlatan Sipahioğlu, restorasyan yapacak ekonomik gücü olmayanların ya da restore etmek istemeyenlerin evlerinin zaman içerisinde kamulaştırılacağını söyledi. İlçe merkezinde acil restore edilmesi gereken 3 ev bulunduğunu, bunların sahiplerine Nisan ayının sonuna kadar süre verildiğini hatırlatan Sipahioğlu, "Nisan sonuna kadar bu evlerin restorasyonuna başlanmadığı takdirde evleri kamulaştıracağız ve biz restore edeceğiz" dedi.
Sipahioğlu, 2005 yılında yapılan düzenlemeye göre, 2868 Sayılı Koruma Kanunu'nun 15. Maddesi'nin, bu evlerin kamulaştırılmasına izin verdiğini hatırlatarak ilçedeki tescilli evlerin zaman içerisinde önem ve aciliyet sırasına göre kamulaştırılacağını bildirdi.






İl Özel İdaresi'ne yatırılan emlak vergilerinin yüzde 10'unun, bu tür kamulaştırma ve restorasyon çalışmaları için ilgili belediyeler tarafından kullanılabildiğini de vurgulayan Sipahioğlu, şu bilgileri verdi:
"Bu kaynak ve yasal zemin sayesinde ilçemizde bulunan tescilli evlerin hepsini tek tek kamulaştırarak restore edeceğiz. Alanya'nın kültürünü, tarihini yansıtan bu evleri önemsiyoruz. Bir çok vatandaşımız maddi imkansızlıktan ya da başka sebeplerden restorasyon çalışması yapmıyor. Bu yüzden belediye olarak olaya el koyduk. Bu evlerin tamamını restore etme veya ettirme konusunda kararlıyız. Nitekim bu çerçevede, Alanya Kalesi eteklerinde bulunan bir evi, geçtiğimiz günlerde sahibinin de rızasını alarak 110 bin liraya kamulaştırdık. Bu evde restorasyon çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlayacağız. Şehir merkezinde bulunan ve oldukça kötü durumda olan ancak muhteşem mimariye sahip 3 evin kamulaştırma işlemine de, sahibi restorasyan çalışmasına başlamadığı takdirde Nisan ayının sonunda başlayacağız. Geri kalan tarihi evleri de ekonomik imkanımız ölçüsünde ve önem sırasına göre önümüzdeki yıllar içerisinde kamulaştırıp restore edeceğiz."






Sipahioğlu, evlerini restore etmek isteyen vatandaşların kendilerinden yardım istemesi halinde, ellerinden geleni yapacaklarını ve her türlü desteği vereceklerini de sözlerine ekledi.

Türkiye Gazetesi, 26.03.2011

İNSANLAR KUZEY AMERİKA'YA DAHA ÖNCE GELMİŞ

 

  

 

Günümüzde radyokarbon tarih testi, Kuzey Amerika'nın Clovis işgalini 13.500 ile 13.350 yıl öncesine olduğunu gösteriyordu. Ancak Texas'ta bir arkeolojik alanda bulunan taştan yapılmış aletler, insanların Kuzey Amerika'ya tahmin edilenden 2.500 yıl önce gelmiş olabileceğini gösteriyor. Texas A&M Üniversitesinden Michael R. Waters'ın başkanlığında, yapılan araştırmada bulunan binlerce insan yapımı aletlerin 13.200 ile 15.500 yıl önce yapıldığı tahmin ediliyor. Science dergide yer alan habere göre, Austin yakınlarındaki Buttermilk Creek kompleksinde yerin 1.5 metre altında bulunan yerleşim yerinden 15.528 alet bulundu. Bunlar arasında bıçak, kazıyıcı, baltalar da bulunuyor.

Türkiye Gazetesi, 26.03.2011

MOLLA FENARİ CAMİİ VE TÜRBESİ RESTORE EDİLECEK

 

Bursa evliyalarının piri ve Osmanlı Devleti'nin ilk şeyhülislamı Molla Fenari Hazretleri'nin camii ve türbesi elden geçiriliyor. Çalışmalar kapsamında Bursa Büyükşehir Belediyesi, caminin altındaki iki ev ile tarihi hazirenin üst kısmındaki 3-4 bina ve büyük bir arsayı kamulaştırdı. Üç Kozlar Camisi ile araç ulaşımı olmayan Molla Fenari Camii'nin üst kısmına bir yol bağlantısı açılarak ziyaretçilerin rahatça ulaşımlarına imkan sağlanacak. Bursa Valiliği de İl Özel İdare marifetiyle caminin, bahçesindeki kabirlerin ve şadırvanın tamiratını gerçekleştirerek ziyaretleri kolaylaştıracak. Vali Şahabettin Harput, Bursa'nın kültür ve medeniyet zenginliği bakımından dünyada kıskanıldığını belirterek, şu bilgileri verdi: "İhalesini yaptık, inşallah birkaç ay içinde bu çalışmaları başlatıyoruz. 2011 yılı içerisinde bitirerek, Molla Fenari Hazretleri'nin adına layık bir düzenleme gerçekleştireceğiz."

Zaman, 25.03.2011

ANTİK VAHŞETİN KURBANLARI MSYONERLER

 

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi’nde, Gümüşlük’ten yürüyerek geçilen dünyaca ünlü Tavşan Adası’ndaki kazılarda kilise kalıntıları arasındaki mezarlarda bulunarak gün ışığına çıkarılan ve Bodrum Sualtı Müzesi’nde koruma altına alınan kafatasları üzerine çakılan çivilerin sırrı anlaşıldı. Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı olan kazı başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, yapılan tespitlere göre, MS 3’üncü yüzyıla etiketlenen mezarlardaki kafataslarının, Hristiyanlığı yaymak için görevlendirilen 40-45 yaş arasındaki misyonerlere ait olduğunu ve beden iskeletlerinin bulunmadığını belirtti.

 

Bodrum’a bağlı Gümüşlük beldesinde Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi Necmi Erol denetiminde devam eden ’Antik Myndos Kentini Kurtarma Kazıları’ kapsamında, sahilden 150 metre yürüyerek geçilen Tavşan Adası’nda geçen yıl ağustos ayında bulunan çivi çakılmış sekiz ayrı kafatası üzerinde Burdur Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde antropologların da katılımıyla yapılan incelemeler sonuçlandı.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Tavşan Adası’nda kilise kalıntıları arasındaki mezarlarda bulunarak gün ışığına çıkarılan ve Bodrum Sualtı Müzesi’nde koruma altına alınan kafatasları üzerinde yapılan araştırmalarda, vahşetin gözler önüne serildiğini söyledi. Yapılan tespitlere göre, MS 3’üncü yüzyıla etiketlenen mezarlardaki kafataslarının 40-45 yaş arasındaki kişilere ait olduğunu ve beden iskeletlerinin bulunmadığını belirten Prof.Dr. Şahin, şunları söyledi:

"Geç Antik Dönem’e ait olan kafataslarında yapılan incelemelerde, esir alınan insanların kafalarına çivi çakılmak suretiyle öldürüldükleri, daha sonra başlarının kesildiği ve ibreti alem olsun diye büyük bir olasılıkla halka gösterildiği ve gömüldüğü ortaya çıktı. Romalılar döneminde Hristiyanlığı yaymaya çalışanlara uygulanan zulüm ve vahşet gözler önüne serildi."

 

Adada yapılan kazı çalışmalarında farklı mezar kalıntılarına da rastlandığını, ancak bunların henüz açılmadığını ifade eden Prof.Dr. Mustafa Şahin, "Bu mezarların ve vahşetin devamı olabilir diye düşünüyoruz. Hristiyanlık tarihini aydınlatacak daha detaylı bilgilere ulaşma fırsatını yakaladık. Bu nedenle kazı alanını koruma altına alarak geçişleri yasakladık. Çalışmalar tamamlanıp Tavşan Adası turizme açıldığında muhtemelen önce Hristiyanların büyük ilgisini çekecek ve yoğun bir şekilde dini ziyaretler başlayacak" dedi.

 

Bu arada, Tavşan Adası’ndaki mezarlardan birinde bulunan kuru fasulye benzeri taneler üzerinde yapılan bilimsel araştırma da tamamlandı. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Murat Özgen, bu tanelerin hayvanların sindirim sistemlerinde meydana gelen bozukluklarda ilaç olarak kullanılan bir bitki olduğunu söyledi. Bitkilerin çok iyi korunmuş durumda olduğunu anlatan Prof.Dr. Özgen, "Tanelerin, döneminde bulunan ve zehirli olarak bilinen, ancak başta atlar olmak üzere, birçok büyükbaş hayvanın sindirim sistemindeki bozukluklarda kullanılan bir bitki olduğunu tespit ettik. Bu tespitlerimizi önümüzdeki aylarda yazacağımız kitapta daha detaylı olarak açıklayacağız. Hayvanlarda ilaç olarak kullanılan tarihin en eski bitkilerinden biri olması nedeniyle önemli bir çalışma olarak değerlendiriyoruz" diye konuştu.

Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 25.03.2011

SEVSEREK HAN'DA KAZI

 

Kültür ve turizm varlıklarının koruma altına alınıp turizme kazandırılması çalışmaları kapsamında merkeze bağlı Yaygın'da bulunan ve 13. yüzyılda inşa edilmiş olan Sevserek Han'da temizleme kazısına başlanacağı açıklandı.

Valilikten bu konuda şu bilgi verildi:
"Valiliğimizce sürdürülen kültür ve turizm varlıklarımızın koruma altına alınarak ilimiz turizmine kazandırılması yönündeki çalışmalar kapsamında, ilimizin önemli tarihi yapılarından olan ve hazırlık çalışmaları tamamlanan Sevserek Han’da ( Çifte Han) temizlik kazısına başlanacaktır.

İlimiz Merkeze bağlı Yaygın beldesi sınırları içerisinde yer alan ve 13. YY’da inşa edilmiş Sevserek Han’ın rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerine esas teşkil edecek “temizlik kazısı” çalışmalarına başlanacaktır. Malatya Koruma, Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) başkanı Levent İskenderoğlu koordinatörlüğünde yürütülecek kazı çalışmaları, Doç.Dr. İsmail AYTAÇ’ın kazı bilimsel başkanlığında, Fırat ve Adıyaman Üniversitelerinden uzmanların katılımıyla gerçekleştirilecektir. Yaklaşık 1.400 m² alanda yapılacak olan temizlik kazısı, Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi Ziya Kılınç’ın gözetiminde ve Malatya Kudeb’de görevli arkeolog ve sanat tarihçilerinden oluşan bir ekibin iştirakiyle sürdürülecektir.

İlimizden Nemrut Milli Parkı'na ulaşım yolu üzerinde bulunan Sevserek Han ve aynı güzergahta bulunan 2. Sevserek Han, Görkhan, Tepehan, Yandere Han, Çat Han, Taşkale Han gibi Selçuklu kervansarayları; bu yolun tarihi kervan yolu niteliğini günümüze taşıyan değerli eserlerdir. Sevserek Han’da başlanacak ve 2 ayda bitirilmesi hedeflenen kazı çalışmalarına paralel olarak, bu kervansaraylarda da çevre temizliği, bilgi tabelaları konulması ve koruma çatılarının yapımı gibi eserlerin “görünür ve korunur” kılınmasına dönük çalışmalar da sürdürülecektir. Bu çalışmaların tamamlanması ile Nemrut Milli Parkı güzergahının “tarihsel kervan yolu” kimliğinin günümüze taşınmasında ilk adım da atılmış olacaktır.

Hazırlık çalışmaları tamamlanarak 26 Mart 2011 Cumartesi günü saat 14:00 yapılacak törenle başlanacak olan Sevserek Han temizlik kazısı, bu güzergahta bulunan tarihi yapıların ilimiz turizmine önemli bir değer olarak kazandırılmasının ilk etabını oluşturmaktadır."

Malatya Haber, 25.03.2011

İŞTE BAKANLIĞIN SAVAŞ AÇTIĞI 'İNÖNÜ PROJESİ'

 

 

Kültür Bakanlığı’yla 3 No’lu Koruma Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Beşiktaş yönetimi arasında İnönü Stadyumu’nun genişletilmesiyle ilgili iki yıldır süren ‘soğuk savaş’, bakanlığın konuyu Anıtlar Yüksek Kurulu’na taşımasıyla iyice gün yüzüne çıktı. Şimdi gözler Anıtlar Yüksek Kurulu’nun eski stadın yıkılarak Beşiktaş Stadı Kompleksi’ni neredeyse iki katına çıkaracak plan değişikliğini onaylayıp onaylamayacağında. Bu arada bakanlık, plan değişikliğinin yasalara aykırı olarak onayladığını iddia ettiği ve kararın gözden geçirilmesi için iki kez ikaz ettiği Koruma Kurulu üyeleri hakkında da soruşturma açtı.

İtiraz genişletilmesine
Kamuoyunda bilinenin aksine bakanlığın statla ilgili temel itiraz noktası, stadın yıkılıp yeniden yapılmasına değil; stat kompleksinin genişletilerek içerisinde 70 yataklı butik otel, alışveriş üniteleri, kafe, restoran, kapalı yüzme havuzu, sauna gibi yeni ünitelerin ilave edilmesine… Çünkü bakanlık bu ünitelerin sportif faaliyetten çok ticari olduğu kanaatinde. Ve sit alanına yapılacak bu tür uygulamaların diğer yapılaşmaların önünü açacağı düşüncesinde. BJK Stadı, şu anda 755 Ada, 1-2 parsellerinde yaklaşık 50 bin metrekarelik bir alanı kapsıyor. Yeni plandaysa bu alana stadın hemen üstündeki, belediyeye ait 768 ada, 13 parsel ilave ediliyor. İşte otel, sauna, alışveriş üniteleri ve otopark da ilave edilecek bu alana yapılması planlanıyor.

Otoparka da itiraz
Yine bakanlık stadın zeminine yapılacak olan katlı otoparka da şiddetle itiraz ediyor. Stadın kontur ve gabarisinin yani stadyumun dış hatlarının ve yüksekliğinin değişecek olması da bakanlık ile BJK yönetimini karşı getiren maddelerden biri. Çünkü stadın dış alanının genişlemesi ve yüksekliğinin artması başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere Saat Kulesi ve Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nin siluetini bozacak.

Saray da tehlikede
Beşiktaş Stadyumu’nun genişlemesine sadece Kültür Bakanlığı değil; Dolmabahçe Sarayı’nın bağlı bulunduğu TBMM de karşı çıkıyor. TBMM’nin konuyla ilgili bakanlığa yolladığı yazıda şöyle deniyor: “Stadyum için hazırlanan veya hazırlanacak projelerde stadyumun büyütülmesinin, taban kotunun düşürülmesinin veya yükseltilmesinin Dolmabahçe Sarayı’nın deniz tarafından görünüşünün olumsuz etkilenmesinden endişe duyulduğu, hazırlanan veya hazırlanacak projenin mevcut stadyumun altından ve yakınından geçen kanallara ait alt yapıyı bozup bozmayacağının irdelenmesi gerektiği, projelerle ilgili koruma bölge kurulu görüşmelerinde bu hususların dikkate alınması.”

35 milyon euro gelir hedefi
Stat başlandıktan sonra 18 ayda tamamlanacak.
İnşaata Mayıs 2011’de başlanması bekleniyor.
Yap-işlet-devret modeli öngörülüyor.
120 milyon euroya mal olması bekleniyor.
Kulüp, stattan yıllık 35 milyon euro gelir hedefliyor.
Beşiktaş’ın bugünkü stat geliri 14 milyon euro. Stadın kapasitesi yaklaşık yüzde 25 oranında arttırılacak. Şu an 30 bin 700 kişilik kapasite 42 bine çıkacak.
İnönü Stadı’nın etrafı tamamen camla kaplanacak.
Stadın üstünde camdan bir kubbe yapılacak, bu panelin iklim şartlarına göre açılıp kapanabileceği söyleniyor.
Şu anda 40 locanın bulunduğu stadın yeni halinde loca sayısı 120’ye çıkarılacak.

İnönü Stadyumu tescilli eser
Beşiktaş İnönü Stadyumu, 78 pafta, 755 ada, 1 ve 2 parsellerde yer alıyor. Stadın, Meclis-i Mebusan Caddesi’ne bakan cephesi özgün mimari ve tarihi durumundan dolayı 2005’te Koruma Kurulu tarafından tescil edilmiş. Aynı zamanda stadyumun bulunduğu bölge, anıtsal, tarihsel ve doğal değerlerin bir araya geldiği koruma alanı içinde.

Tartışmalı kurul kararı
Koruma Bölge Kurulu’nun 26/01/2010 tarihli ve 4139 sayılı kararıyla kabul edilen stadyumunun içinde bulunduğu 1/5.000 ölçekli Beşiktaş-Dolmabahçe-Ortaköy Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı notlarında; “Planda belirlenen Kentsel ve Bölgesel Spor Alanında (İnönü Stadyumu) korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı stat yapısının kontur ve gabarisi değiştirilmeksizin mevcut kullanımına devam edilebileceği gibi, sergi - konser salonu, açık ve kapalı sergileme birimleri, konferans salonu vb. gibi kültürel tesis alanı olarak da kullanılabilecektir” hususuna yer veriliyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 15/10/2010 tarihli 1/5.000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı plan notlarında; “755 ada, 1-2 parsellerin bir kısmı, 768 ada, 13 parselin bir kısmıyla tescil dışı alan, açık ve kapalı spor tesisleri alanı, kültürel tesis alanı ve zeminaltı katlı otopark alanıdır. Spor faaliyetlerine yönelik konaklama tesisi, spor kulübüne hizmet edecek idari bürolar yer alabilir. Ayrıca, kafe, restoran, alışveriş üniteleri, cimnastik salonu, kapalı yüzme havuzu, sauna vs. yapılabilir” ifadesi yer alıyor. Bu karar Kültür Bakanlığı’nın tepkisine yol açtı. Kararın düzeltilmesini isteyen Kültür Bakanlığı koruma kurulu üyeleri hakkında soruşturma başlattı.

Radika, 25.03.2011

OVAÖREN'DE SARAY KALINTILARI ARAŞTIRILACAK

 

 

Gülşehir’e bağlı Ovaören Kasabası'nda, 2 yıl önce başlatılan Yassıhöyük kazısının bu yılki bölümünde antik döneme ait saray kalıntılarının bulunmasına yönelik çalışmaların yapılacağı bildirildi.

 

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt yaptığı açıklamada, Temmuz ayı içerisinde başlatılması planlanan bu yılki kazı çalışmalarının Ağustos ayı sonuna kadar sürdürülmesinin hedeflendiğini söyledi. Şenyurt, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Gazi Üniversitesi desteği ile gerçekleştirilen kazılarda, bu güne kadar höyüğün güney batısında yer alan surlarda sondaj çalışmaları yapıldığını, yaklaşık 6 metre yüksekliğinde ve 4 metre genişliğinde sur duvarlarına rastlandığını bildirdi.

 

Hitit döneminde yapıldığı belirlenen surların, Demir Çağı’nda iki kez onarım gördüğünü ve sur yapılarının da MÖ. 8. yüzyılda hüküm süren Tabal Krallığı’na ait olduğunun belirlendiğini kaydeden Şenyurt, höyükte yapılan kazılar sırasında Demir Çağı’na ait mekanlar ortaya çıkarıldığını ifade etti.

 

Şenyurt, kazılarda demir ok ucu, pişmiş toprak ağırşak, ağırlık, kemikten yapılmış biz ve iğne gibi taşınır kültür varlıklarının bulunduğunu da ifade ederek, kazı çalışmalarında, Demir Çağı’nda da yoğun yerleşime sahne olan surlarla çevrili kentin gerek Hitit İmparatorluk gerekse Geç Hitit Dönemi’nde özellikle, Tabal Krallığı’na bağlı önemli kentlerden biri olduğuna dair bulgulara rastlandığı kaydetti. Şentürk, bu yılki kazı çalışmalarında Antik döneme ait idari merkezi veya saray bölümüne ulaşarak ve burada bir yazılı belge bulma umudu taşıdıklarını belirterek, bunun ortaya çıkması halinde bölgede yaşanılan tarihi süreci daha net bir şekilde öğrenme imkanı bulmayı arzu ettiklerini vurguladı.

Gülşehir Medya, 24.03.2011

BİTLİS'TE TARİHİ ESERLERİN ONARIM ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

 

Vali Nurettin Yılmaz, Bitlis'te turizme yönelik önemli projeler başlatıldığını belirterek, tarihi eserlerin onarımı için çalışmaların devam ettiğini söyledi.

 

Yılmaz, Bitlis'in, tarihi eserleriyle adeta bir yeryüzü cenneti konumunda olduğunu ifade etti.

 

Bitlis Kalkınma Vakfı, Bitlis Valiliği ve Bitlis Eren Üniversitesi işbirliğiyle gerçekleştirilen Bitlis Kültür ve Turizm Formu bilgilendirme toplantısı, rektörlük binasında yapıldı. Programda konuşan Bitlis Valisi Nurettin Yılmaz, ilde turizme yönelik önemli çalışmalar başlatıldığını belirterek, tarihi eserlerin onarıldığını ifade etti. Vali Yılmaz, şöyle dedi: "Hatibiye ve İhlasiye Medresesi, El-Aman Hanı, camiler, Bitlis ve Ahlat Kalesi'nde onarımlar yaptık. Ahlat Selçuklu Mezarlığı ile ilgili çalışmalar yaptık. Bugün önemli bir kısmının bakım ve onarımı yapılmış. Özellikle kale restorasyonlarının acilen bitirilmesi lazım. Bitlis'te Beşminare semboldür. Fakat tarihi Ulu Camiimizin içi fayanslarla döşenmiş. Bunun yakın tarihte ihalesini yapıp, camiyi onarıma alacağız. Şerefiye Camii'nin onarımı devam ediyor. Bunlar ilimiz için çok önemli.''

 

Eren Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. A. Mükremin Apaydın da Bitlis'in turizmine dikkat çekmek, turizmde yer alan kurum ve kuruluşları toplamak, turizmin sadece deniz, kum ve güneşten ibaret olmadığını, bunun yanında, turizmi tarihi kültürel olarak da yansıtmanın amaçlandığını belirtti.

Zaman, Haber: Ahmet Adıgüzel, 24.03.2011

TARİHİ GÜVERCİNADA SURLARI TAMİR EDİLECEK

 

 

Aydın'ın Kuşadası İlçesi Güvercinada'daki tarihi surları restore edilecek. Çalışmanın maliyetinin yüzde 70'i, Aydın İl Özel İdaresi tarafından karşılanacak.

 

Konuyla ilgili olarak Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş başkanlığında yapılan toplantıya İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Halil İbrahim Aktemur, İl Genel Meclisi Başkanı Akan Evren, İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Mehmet Yılmaz katıldı.


Toplantıda, belediyeler tarafından İl Özel İdaresi'ne yapılan başvurulardaki projeler görüşüldü. Koruma Kurulu'nun bu projelere destek oranı yüzde 49'la sınırlıyken Vali Coş, bazıları için özel yetkisini kullanarak yüzde 70’e çıkardı. Ayrıca tarihi Güvercinada surlarının onarımına karar verildi. Osmanlılar tarafından 1834 yılında yaptırılan kaleyi çevreleyen 2,5 metre yüksekliğindeki surların bazı bölümleri yıkılma aşamasında. Mora ayaklanması sırasında adalardan gelebilecek saldırılara karşı ileri karakol niteliğinde yapılan kule ve surlar, bugün Kuşadası’nın simgelerinden biri. Her yıl yerli ve yabancı binlerce turistin ziyaret ettiği surların onarılmasıyla adanın eski görünümüne kavuşması bekleniyor.

Turizm Gazetesi, 24.03.2011

MÜZELERE 'SHOPPING FEST' AYARI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul Valiliği himayesinde 19 Martta başlayan ve 26 Nisana kadar sürecek “İstanbul Shopping Fest” kapsamında, kentteki müzelerde yaz saati uygulaması öne alındı.

Kente gelen yerli ve yabancı turistlerin İstanbul'un zenginliklerini görmelerine imkan sağlayacak uygulamayla müzelerin kapanış saati 19.00 olarak belirlendi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) Müdürü Murat Usta yaptığı açıklamada, “İstanbul Shopping Fest”in alışveriş tarafının çok fazla öne çıkarıldığını belirterek, kültür ve turizm yönünün göz ardı edildiğini söyledi.


Festival kapsamında AVM'lerin geç saatlere kadar açık kalacağını, yerli ve yabancı markaların yanı sıra geleneksel alışveriş noktalarında da indirim olanakları sağlanacağını anlatan Usta, “Festival alışverişle sınırlı değil. Bu çerçevede sokak şenlikleri, konserler, gösteriler, çocuklara özel oyunlar ve oyuncaklar, müzik etkinlikleri, partiler, yarışmalar, moda gösterileri, defileler ve çekilişler yapılacak” dedi.


Konunun bir başka boyutunun da kültür ve turizmle ilgili olduğunu dile getiren Usta, şunları kaydetti:
“Festivalin kamuoyu yansımasında çoğunlukla alışverişten bahsedildi. Elinde poşetler olanlara mikrofonlar tutuldu. Shopping Fest'in tek amacı alışveriş değil. Bu bir proje ve alışveriş bunun parçası. Amaç ziyaretçilere İstanbul'u tanıtmak, kentin kültürel zenginliklerini görmelerini sağlamak.


Belki gelenler için de durum böyledir. İnsanlar bir kente sadece alışveriş yapmak ya da bir mağazayı gezmek için gelmez diye düşünüyorum. Şehrin sokaklarında dahi dolaşsalar bu turistik bir faaliyettir. Medya işin bu yönüne vurgu yapmadı.”


Bu amaçla müzelerdeki yaz saati uygulamasını festivale gelen konukları da düşünerek İstanbul'da öne aldıklarını belirten Usta, “Festival Kültür ve Turizm Bakanlığının ana sporluğunda bir proje. Bakanlığın da amacı İstanbul'u gelen konuklara tanıtmak. Biz de buna destek olmak amacıyla kentteki müzelerimizin kapanış saatlerini 17.30'dan 19.00'a aldık. 29 Martta saatler bir saat ileri alınacak uygulama onunla da örtüşecek” diye konuştu.


Usta, uygulamanın müzelerin ziyaretçi sayılarına olumlu yansıyacağını düşündüklerini ifade ederek, bu tür etkinliklerin her yönüyle değerlendirilmesinin önemine dikkati çekti.
Hürriyet, 24.03.2011

UNESCO RAPORU'NDA YENİ HALİÇ KÖPRÜSÜ'NE 4 M İTİRAZI

 

 

UNESCO'nun 'Dünya Kültür Mirası'nda yer alan İstanbul'un doğal doku ve tarihi görüntüsünün bozulmaması isteniyor. Bu amaçla kente gelerek bir dizi araştırmalarda bulunan UNESCO heyeti, 50 metre yapılması planlanan Haliç Metro Geçiş Köprüsü'nün direklerinin 3-4 metre indirilmesini rapor etti.

 

Toplumların kültürel mirasını korumak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO), temmuz ayında Brezilya'da yapılan dönem toplantısında İstanbul'u tehlike altındaki miras listesine almaması sevindirmişti. Ancak uluslararası örgüt, kent yöneticilerine yapılması gereken bazı ödevler verdi. Bunların en dikkat çekeni, bu yıl bitirilmesi planlanan yeni Haliç köprüsüyle ilgili. Raportörler, 50 metre olan köprü direklerinin 4 metre düşürülmesini istedi. Raportörler, sene başında İstanbul'a gelerek Haliç Köprü Geçişi ile ilgili bir dizi çalışma yaptı. Kent genelinde yaptıkları inceleme ve görüşmelerin ardından İstanbul'un kaderini belirleyecek olan raporu hazırlayarak UNESCO'nun Fransa'nın başkenti Paris'teki merkezine gönderdi. Heyetin sunduğu İstanbul raporu, Paris'te üst düzey UNESCO yetkilileri tarafından incelendikten sonra bu sene Bahreyn'de yapılacak 35. dönem toplantısında komiteye sunulacak. 21 ülke temsilcisinden oluşan Dünya Mirası Komitesi üyeleri raportörlerin görüşleri ve sundukları maddeler doğrultusunda Bahreyn'de İstanbul'un 'Dünya Kültür Mirası' listesindeki durumu masaya yatırılacak. Büyükşehir Belediyesi mühendisleri yaptıkları statik ölçümler sonucunda Haliç Köprü direklerinin uzunluğunu 50 metreye kadar indirdi. Raporda uzmanların köprü direklerinin uzunluğu hakkındaki görüşünün ise mevcut durumdan 3-4 metre indirilmesini istedikleri öğrenildi. İsminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir yetkili, raportörlerin köprünün yapılmasına karşı olmadığını, sadece daha aşağıya indirilmesini istediklerini belirtiyor.

Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 24.03.2011

KISA GÜNÜN KARI BÖYLE OLUR

 

Bolu Emniyet Müdürlüğü'nce yapılan operasyonda, 353 bakır sikke, 12 şamdan parçası ile 2 mermer heykel başı ele geçirildi.

 

Bir ihbarı değerlendiren Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları ileri sürülen T.D. ve F.T'nin ev ile iş yerinde arama yaptı. Arama sonucunda, tarihi değeri bulunduğu öğrenilen 353 bakır sikke, 12 şamdan parçası, 2 mermer heykel başı ile 1 Karadağlı marka toplu tabanca ele geçirildi.  Olayla ilgili T.D. ve F.T. gözaltına alındı. Eserlerin hangi döneme ait olduğunun belirlenmesi konusunda incelemenin sürdüğü bildirildi.

Bolu Olay, 24.03.2011

HİTİT UYGARLIĞI MERKEZİ KURULDU

 

Hitit Üniversitesi bünyesinde, “Hitit Uygarlığı Uygulama ve Araştırma Merkezi” kuruldu.

 

Hitit Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Serdar Kılıçkaplan, üniversite bünyesinde oluşturulan merkezin Anitta Otel’de düzenlenen tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, üniversite olarak Hititlerin evrensel düzeyde temsil edilmesi için 13 Ekim 2010′da Yükseköğretim Yürütme Kurulu kararıyla Çorum’da Hititlerin araştırılacağı bir merkezin kurulmasının ilk adımını attıklarını belirtti.

 

Kılıçkaplan, Hitit araştırmalarının önemli bir yönünü oluşturması beklenen Hititoloji bölümünün açılması için de çalışmalar yürüttüklerini anlattı.

 

Merkezin, Hititlerin uygarlık tarihindeki yerini, tarihini, dilini, sanatını ve arkeolojisini araştıracağını, aynı zamanda danışmanlık hizmeti vereceğini ifade eden Kılıçkaplan, “Hititler denilince ilk akla gelen kent olan Çorum’a Hititler’in araştırılacağı bir merkez kazandırmak göreve ilk geldiğim günden beri hayalimdi” dedi.

 

Hitit Uygarlığı Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet Ünal ise Fen-Edebiyat Fakültesi binasında hizmet verecek merkez için kısa sürede yeni bir bina yapılacağını söyledi.

 

Türkiye’de Hititoloji alanında çalışma yapmak isteyenlerin yararlanabileceği bir arşiv olmadığını kaydeden Ünal, “1936 yılında kurulan Hititoloji bölümü, 75 yıl geçmesine rağmen kendisine bir arşiv oluşturamamıştır. Hititler’i araştırmak için ilk olarak tam teşekküllü bir arşive ihtiyacımız var. En büyük hayalim böyle bir merkezi bir gün Hititler’in başkenti Hattuşa’da kurmak ve dünyanın dört bir yanından öğrencilerin o merkezde çalıştığını görmek. Maalesef Hititler’i yeterince sahiplenemedik. Hala en kıymetli Hitit tabletleri Almanya’da. Türkiye’de çivi yazısını kullanabileceğimiz bir yayınevi yok. Bu merkezle bir boşluğu kapatmak istiyoruz” diye konuştu.

 

Toplantıda, ayrıca Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Erksin Güleç, Ankara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Sedat Erkut, Çorum Müze Müdürü Dr. Önder İpek tarafından “Hititler Yurduna Geri Dönüyor ve Hititler ile Türkiye” konulu bir panel yapıldı.

Hürriyet, 24.03.2011

ÜÇ HEYKEL ELE GEÇİRİLDİ

 

Denizli'de yapılan bir operasyonda, üç adet heykel ele geçirildi. Denizli İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından kültür ve tabiat varlığı kaçakçılığı yaptığı tespit edilen kişilere yönelik operasyon düzenlendi. Aracın içinde bulunan iki şahıs yakalanırken arabada yapılan aramada 3 adet heykel ele geçirildi. İki şahıs daha sonra çıkarıldıkları adli makamlarca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Denizli Kent Haber, 24.03.2011

TARİHE YAZIK OLUYOR

 

ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Muhammet Erat, Dardanos Tepesi'nde bulunan topların bazılarında oksitlenmeler ve çürümelerin meydana geldiğini belirterek, topların etrafının da çöp ve otlarla kaplı olduğunu söyledi.Dardanos Bataryası'nın, Çanakkale Savaları'nda büyük bir öneme sahip olduğunu anımsatan Erat, 18 Mart 1915'te Deniz Zaferi'nin elde edilmesinde burada görevli kahraman subay ve erlerin büyük katkısının olduğunu bildirdi.

Anayurt Gazetesi, 23.03.2011

3 MİLYON EURO'YA SATILAN HEYKEL SAHTE ÇIKTI

 

 

Fransa'nın başkenti Paris'teki Drouot müzayede salonunda, Pazartesi günü yaklaşık 3 milyon Euro'ya satılan bir Maya heykelinin sahte olduğu anlaşıldı.

Meksikalı yetkililer yaptığı açıklamada, Maya uygarlığına ait olduğu öne sürülen ve bir tanrıyı temsil eden 156 santimetrelik heykelin, aslında bu dönemde yapılmış bir heykel olduğunu belirtti.

Meksika Dışişleri Bakanlığı ile Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü'nün (INAH) ortaklaşa yayımladığı yazılı açıklama, INAH uzmanları tarafından incelenen sözkonusu heykelin, Maya uygarlığına ait olmadığı gibi, Meksika'da İspanyolların gelişinden önce yaşamış herhangi bir başka uygarlığa da ait olmadığının belirlendiği ifade edildi.

Açıklamada, Fransız makamlarının, Fransa'daki Meksika büyükelçiliği aracılıyla haberdar edildiği de belirtildi.

Habertürk, 23.03.2011

2500 YILDIR YAŞAYAN KENT: SANA

 

 

2 bin 500 yıllık geçmişiyle dünyanın en eski yaşayan kentlerinden biri olarak kabul edilen Yemen'in başkenti Sana, tarihi, kültürü ve dünyada benzeri olmayan geleneksel mimarisiyle insanları büyülemeye devam ediyor.

 

MÖ 6 yüzyılda Gumdan isimli doğal bir tepeye kurulan Sana, geçiş ve ticaret yolları üzerinde bulunması, tarihi ve kültürel zenginliği, denizden 2 bin 400 metre yüksekliğine rağmen, yaz kış ılıman iklimi ve kendine özgü kent mimarisiyle bölgedeki en önemli cazibe merkezlerinden biri.

 

Nüfusu 24 milyon olan Yemen'in yönetim merkezi Sana, son yıllarda önemli gelişme ve ilerleme kaydetmiş. Geleneksel dokusuyla birlikte modern görünümüyle de ön plana çıkan kentin nüfusu, 1950'lere kadar yüz bini geçmezken bugün 2 milyonu aşmış.

 

Geçmişi yüz yıllar öncesine uzanan, işlenmiş taşlardan yapılış çok katlı evleri, ticarethaneleri, camileri ve dar sokaklarıyla dünyada benzeri olmayan Sana, 1986'da Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Mirası Listesi'ne alınmış, 2004 yılında da Arap Kültür Başkenti ilan edilmiş.

 

Etrafı 12 metrelik surlarla çevrilmiş tarihi kente ünlü Yemen Kapısı'ndan giriliyor. Halk arasında "Eski Sana" denilen kentin surları içinde 6 bin 500 ev, 100 cami, 30'dan fazla hamam ve fırın bulunuyor. Elle işlenmiş taşlar ve kırmızı tuğlalardan inşa edilen kentteki yapıların kapı, pencere ve camlarındaki süslemeler dikkat çekiyor. Bin yaşının üzerinde yüzlerce yapının bulunduğu tarihi kentin eski evlerinde yüzlerce yıldan beri hayat devam ediyor.

 

 

Bugün kentin eski surlarından çıkarak geniş bir alana yayılmış Sana'da, geleneksel mimariyle modern mimari iç içe geçmiş durumda. Son yıllarda hızlı gelişme gösteren şehirde geniş caddeler, alışveriş merkezleri, büyük camiler ve oteller göze çarpıyor. Trafik sorunun bulunmadığı kentte toplu ulaşım, halkın "dabbabs" dediği 10 kişilik minibüslerle sağlanıyor.

 

Kentin modern yüzünü gösteren en önemli yapı ise Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'in kendi adına yaptırdığı cami. İhtişamıyla kentin her noktasından görünebilen cami, Arap mimarisinin özelliklerini taşıyor. İçi altın varaklarla süslenmiş camide 44 bin kişi aynı anda ibadet edebiliyor. 60 milyon dolara mal olan Salih Camisi, 2008 yılında tamamlanarak ibadete açılmış.

 

İslam tarihi açısından da önemli konumu olan Sana, Hz. Muhammed hayattayken Müslümanlaşmaya başlamış. 4. Halife Hz. Ali tarafından fethedilen Sana'da, Hz. Ali tarafından yaptırılan ve hala ibadet edilen Büyük Cami bulunuyor. İslam dininin ilk dört camisinden biri olarak kabul edilen mabet, her gün yerli yabancı binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor.

 

9. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'da hüküm süren Memlüklerin varlığına son vermesiyle Osmanlıların kontrolü altına giren Yemen, 1918'e kadar Osmanlı Devleti tarafından yönetilmiş.

 

 

İslam dininin doğduğu ve Müslümanların haç merkezi Kabe'nin bulunduğu Mekke ile Hz. Muhammed'in mezarının bulunduğu Medine kentlerini deniz yoluyla gelecek saldırılardan korumak için stratejik önemi olan Yemen'de, Osmanlı Devleti asker bulundurmuş. Osmanlı ordusu, 7. Kolordu Komutanlığının karargahını Sana'da konuşlandırmış.

 

Osmanlıların Sana kentinin surlarının dışında inşa ettirdiği ordu karargahı, bugün Yemen Genelkurmay Başkanlığı binası olarak kullanılıyor. Kentin Osmanlı hakimiyetine girmesinden kısa süre sonra Türk mimarisi tazında inşa edilen Bekri Paşa Camisi, kentin tarihi ve turistlik mekanlarından. Ayrıca Osmanlıların belediye binası olarak kullandığı yapı, kentin surları içinde hala ayakta.

 

Türk askerlerinin ekmek ihtiyacını karşılamak amacıyla yaptırılan onlarca fırın ve hamam, hala kullanılmaya devam ediyor. Yemenlilerin bugün severek yedikleri "Kudem" isimli ekmek, Osmanlı askerleri tarafından yerli halka öğretilmiş.


4 asırlık Osmanlı hakimiyeti süresinde Arabistan yarımadasında can veren 300 bin şehidin anısına inşa edilen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ocak ayındaki Yemen ziyareti sırasında açılışının yapılan Şehitler Anıtı da Sana'da bulunuyor.

 

Türkiye'nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün 1910-1913 yılları arasında Osmanlı ordusunda yüzbaşı rütbesinde görev yaptığı sırada kullandığı karargah, bugün Yemen istihbarat servisinin merkezi olarak kullanılıyor.

 

 

Yemen'de halkın yüzde en az 40'ından fazlası tarafından ağızda çiğnenerek tüketilen edilen "gat" bitkisi nedeniyle, öğle saatlerinde hayat durma noktasına geliyor. Yılın her ayı yetiştirilebilen gat bitkisi, kadın-erkek, küçük-büyük bütün halk tarafından çiğneniyor. Diğer Arap ülkelerinde uyuşturucu olarak kabul edilen ve kullanımı yasak olan gat, ülke ekonomisinde petrolden sonra ikinci sırada yer alıyor.

 

Günlük tüketilmesi gereken gat filizi, 300- 400 gramlık poşetler içinde satılıyor. Kalitesine göre bir poşeti 300 riyalden (2 TL) başlıyor, 10 bin riyale kadar (60 TL) çıkıyor. Yemen'de 8 ila 10 milyon kişi tarafından tüketildiği sanılan gat bitkisi için bir günde dönen paranın, 30 milyon dolar (yaklaşık 50 milyon TL) olduğu, 5 milyon kişinin gattan para kazandığı ifade ediliyor.

 

Ekonomik değerinin dünyaca ünlü Yemen kahvesinin önüne geçmesi nedeniyle kahve bahçelerinin yerine son yıllarda gat dikmeye başlanmış. Yetişirken çok fazla miktarda suya ihtiyaç duyan bitki, ülkenin su kaynaklarını da tehdit etmeye başlamış. Bu konuda yayımlanan bilimsel raporlarda, ülkede zaten yetersiz olan yer altı sularının 10 yıl sonra tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor.

 

Sana'da ve ülkenin diğer kentlerinde bizdeki çay ocakları veya kahvehanelerin benzeri gat çiğneme evleri var. Hayatı saat 12.00-16.00 arasında durma noktasına getiren gat için, bu evlerde yüzlerce kişi toplanıyor. Gatın ağzın sağ tarafında çiğnenmesi nedeniyle sağ yanakları şişmiş ve sarkmış insanlar dikkat çekiyor.

 

Yemen'deki gatın yüzde 60'ı, ülkenin en büyük kabilesi Ammar aşireti tarafından üretiliyor. Yemen'de 32 yıldır devlet başkanlığı koltuğunda oturan ve son aylarda görevini bırakması için geniş çaplı protestoların hedefinde olan Salih de Ammar aşireti üyesi. Ülkedeki muhalifler, Salih'in aşiretinin gattan yüksek ekonomik kazanç sağladığını, bu yüzden gatın yasaklanmadığını, hatta teşvik edildiğini ileri sürerek halkın uyuşturulduğunu savunuyor.

Habertürk 23.03.2011

HASANKEYF'TE BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ

 

 

Ilısu Barajı Projesi'nin yapımı ile ilgili imzalanan sözleşmenin iptal edilmesi talebiyle Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi'nde görülen dava kapsamında tarihi Hasankeyf İlçesi'nde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılıyor.

 

Zeynel Bey Türbesi önünde başlayan keşif çalışmasına Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi Başkanı Mustafa Arık ve mahkeme üyeleri, 3 kişiden oluşan bilirkişi heyeti, Başbakanlık Hukuk Müşaviri Feyza Ergün, davacı avukat Murat Cano, Kültür ve Turizm Bakanlığı, DSİ, Nurol Cengiz Firması, Kamulaştırma İdaresi temsilcileri ve davaya müdahil olarak katılan Mimarlar Odası yetkilileri katıldı.




Avukat Murat Cano gazetecilere yaptığı açıklamada, suya dayalı yatırım yapılmasına karşı olmadığını, ancak Türkiye'deki değerlerin korunarak yapılması gerektiğine inandığını belirterek ''38 tescilli eski eser var. Bunların tek tek incelenmesini, taşınıp taşınamayacağının, taşınmaları halinde bu bütünlük içerisinde ifade edecekleri değeri aynı şekilde ifade edip etmeyeceklerinin incelenmesini istiyorum” dedi. Başbakanlık Hukuk Müşaviri Feyza Ergün ise projede kamu yararı ve ulusal çıkarın söz konusu olduğunu belirterek, tarihi eserler için her türlü gerekli önlemin alındığını söyledi. Daha sonra keşif heyeti, tarihi Hasankeyf Kalesi, mağaralar ve diğer tarihi yerlerde incelemede bulundu.

Batman Gazetesi, 23.03.2011

 

******


HASANKEYF'TE BİLİRKİŞİ HEYETİNE ALKIŞ

 

 

Hasankeyf'te bilirkişi heyetine alkış Diyarbakır İdare Mahkemesi, tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakan Ilısu Barajı Projesi'nin yapımı ve imzalanan sözleşmesinin iptal edilmesi talebiyle açılan davada, Hasankeyf'te keşif ve bilirkişi incelemesi yaptı.

 

Diyarbakır İdare Mahkemesi, tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakan Ilısu Barajı Projesi'nin yapımı ve imzalanan sözleşmesinin iptal edilmesi talebiyle açılan davada, Hasankeyf'te keşif ve bilirkişi incelemesi yaptı. Hasankeyf'le ilgili yargı denetimindeki uzman heyet ilk kez uyuşmazlığın teknik yönünü araştıracak.

Taraf, 24.03.2011

TARİHİ YAPILARDAKİ ŞAŞIRTICI DEPREM UYGULAMASI

 

 

Anadolu yapı medeniyetini araştıran arkeologlar, binlerce yıldır ayakta kalan tarihi yapıların temellerinde deprem sönümleme sistemlerinin uygulandığını belirledi.

İlk uygulaması MÖ 1900'lü yıllara dayanan ve uygulandığı yapıların geçmişten bugüne hala ayakta kaldığı deprem izolatör sistemi ''Orthostat'' 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi'nin 11. sayısında tüm yönleriyle ele alındı.

Jeoloji uzmanı Ali Bayraktar tarafından kaleme alınan ''Tarihi Yapı Temellerinde Uygulanan Deprem Sönümleme Sistemleri '' başlıklı yazıda, Kabe, Augustus Tapınağı, Ayasofya ve Süleymaniye Camisi'nin temellerinde de aynı sistemin kullanıldığı belirtiliyor.

Yazıda, Anadolu yapı medeniyetlerini araştıran arkeologların araştırmaları çerçevesinde, ''tarihi yapılarda, taşıyıcı beden duvarlarının altına isabet eden temel duvar kısımların tabaka tabaka, harç kullanılmadan kırık taşlarla örüldüğünü, böylelikle tabandan gelen deprem yüklerinin, yapının üst katmanlarına geçmesine engel olan sisteminin keşfedildiğini'' belirledikleri kaydedildi.

Arkeologların ''Orhostat Taş Döşeği Sistemi'' adını verdikleri bu uygulamanın görüldüğü yapılar arasında Kabe, Agustus Tapınağı, Ayasofya ve Süleymaniye Camisi'nin de yer aldığı ifade edildi.

Sistemin ilkleri ve çalışması
Yazıda, sistemin ilke ve çalışması ile ilgili şu bilgilere yer verildi:
''Temel tabakası sağlam zeminden itibaren kırık taşlarla tabaka tabaka örülen sistem yer üstüne çıkınca, 'düzleme tabakası' ile sonlandırılmış. Temelde kullanılan taşlarla mukayese dahi edilemeyecek büyüklükteki taşlarla yapı beden duvarlarına taban teşkil edilmekte. Bu tabakada kullanılan taşlar 1,50 metre genişliğinde 1,80-2,00 metre yüksekliğinde 3,0 metre ile 5,0 metre boyunda. Bu büyüklükteki taşlar, kırık taşlarla örülen temel tabanının üstüne yerleştirilir. Kırık taş taban 10-20 santimetre büyük taşlardan dışarı taşmakta. Taş döşeğin teşkili için büyük taşlar yerine yerleştirildikten sonra alt boşlukları kırık taşlar ile sıkıca doldurulmakta. Bu tabakanın altında enine, boyuna ve dikine hiçbir bağlantı yapılmamaktadır. Bu tabaka tam bir yatay derz oluşturmaktadır.''

Hazreti İbrahim'in ateşe atılma hikayesinin de ele alındığı yazıda, ateşin ortasına açılan su kuyusundan yükselen buharla ateşin sönmesi ve Hazreti İbrahim'in kurtuluşu bilimsel olarak anlatıldı.

Kendisi için hazırlanan devasa ateşten kurtulan Hazreti İbrahim gördüğü rüya üzerine Mekke'ye yola çıkar. Düşünde bildirilen su kuyusunun üstü açılır ve böylece Kabe'nin ilk yapılan temel taşlarına ulaşılır. Hazreti İbrahim kırık taşlardan oluşturduğu temelle bugün bile kullanılan Allah'ın ilk mabedini yapar.

Hazreti İbrahim'in yapı sanatının Anadolu'da 500 yıl tüm deprem bölgelerinde uygulandıktan sonra unutulduğu ifade edilen yazıda, bu döneme ait hiçbir yapının günümüze kadar ulaşamamış olmasını arkeologların bu asırları Anadolu mimarlık tarihinin kara yılları olarak nitelendirdikleri ifade edildi.

MÖ 900 yılında bu sistemin yeniden bulunduğu ve tüm deprem bölgelerinde tekrar uygulanmasıyla mimarlık tarihinin tekrar yazıldığı kaydedilen yazıda, bu tekniğin en bilinen ve görülen uygulamasının İstanbul Sultan Ahmet Meydanı'ndaki Dikili Taş'ın temeli olduğu, MS 390 yılında dikildiği bilinen tek parça granit taşın, İstanbul'un önemli depremlerinde bile yerinden santim oynamadığı vurgulandı.

Anadolu yapı mühendisliğinin temelini oluşturan ve Osmanlı yapı standartlarına şekil veren bu keşfin Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması ile unutulduğu belirtilen yazıda, modern deprem yapı mühendisliğinin eskinin buluşlarından ve tecrübelerinden yoksun, tarihi geçmişi olmayan bir bilim olarak yürütüldüğü görüşüne yer verildi.

Cumhuriyet, 23.03.2011

PARİS GECE ALEMİNİN ÜNLÜ MEKANI YANDI

 

Fransa'nın başkenti Paris'teki 200 yıllık Elysee Montmartre Konser Salonu, bilinmeyen bir nedenle alev aldı. Ünlü Sacre Coeur kilisesinin yanında bulunan mekandaki yangın kısa sürede kontrol altına alındı. Elysee Montmartre, kankan dansının ilk sahnelendiği mekan olarak biliniyor.

Sabah, 23.03.2011

ANTİK KENTLERDE PLANLAMA: SİDE ÖRNEĞİ

 

Turizm ve kültürel miras giderek birlikte kullanılan ve yakından ilişkilendirilen iki sözcük haline geldiği ve turizmin gereksinmeleri arasında kültürel ve doğal değerlerin önemli bir yer tuttuğu belirtildi. Mimarlar Odası Manavgat Temsilciliği ve Antalya Şubesi tarafından 18-19 Mart 2011 tarihlerinde düzenlenen “Üzerinde Kentsel, Kırsal Yerleşme Bulunan Antik Kentlerde Planlama: Side Örneği” konulu panel ve forumun ardından değerlendirme ve önerilerin yer aldığı yazılı bir açıklama yapıldı. Mimarlar Odası’ndan yapılan açıklamada, Türkiye’nin nitelik ve nicelik olarak çok zengin bir kültürel mirasa sahip olduğu belirtilerek, bunun önemli bölümünü arkeolojik değerler ve onların bir araya geldiği alanların oluşturduğu kaydedildi. Türkiye’nin bir diğer özelliğinin de çok katmanlı, çok kültürlü bir çok kent, ilçe ve beldeye sahip olması olduğu vurgulanan açıklamada, tarih içinde bir çok kültürün, aynı yerleşmeyi değişik zamanlarda kullandıkları ve ürünlerini verdikleri ifade edildi. Bu özelliklerin sürdürülebilmesi ve geliştirilmesi için, üzerinde yeni yerleşme bulunan antik yerleşmeler ve kalıntıların, yeni yerleşmelerle uyum içinde ve barışık olarak yaşamlarını sürdürmesi gerektiğine işaret edilen açıklamada, şöyle denildi.

 

“Mevcut mevzuat ve KTVKYK’nın ilke kararları, bu çok katmanlı dokuları koruyacak ve değerlendirecek hükümleri yeterince içermemektedir. Özellikle arkeolojik alanların korunması ve kullanılmasına yönelik ilke kararında arkeolojik alanların tanımları dahi açık ve anlaşılır biçimde yer almamaktadır. Bu eksiklik, üzerinde yerleşme bulunan arkeolojik alanlar için yeni tanım ve koruma/kullanma koşullarını içeren yeni bir belge oluşturulmasını zorunlu kılmıştır. Yine KTVKYK tarafından benimsenen ve ‘Kentsel Arkeolojik’ alanlara ilişkin ilke kararı, Side’nin korunması ve gelişimi için bir araç olarak kullanılabilir ve ülkemizin aynı özelliklere sahip kentlerine örneklenebilir. Kentsel arkeoloji için halen mevcut tanım ve koruma/kullanma yöntemleri bir önceki ilke kararlarından daha gerçekçi ve yapıcıdır.

 

Turizm ve kültürel miras giderek birlikte kullanılan ve yakından ilişkilendirilen iki sözcük haline gelmiştir. Turizmin gereksinmeleri arasında kültürel ve doğal değerler önemli bir yer tutar. Sağladığı gelirlerin korumaya aktarılması halinde, birçok sorunun çözümleneceği açıktır. Ancak bu noktada koruma/kullanma girişimlerinin dengesi gözetilmeli, korumanın amaç, turizmin de yararlı bir araç olduğu unutulmamalıdır. Ören yerleri bir çok tehlike ile karşı karşıyadır. Örneğin; Bodrum ve çevresinde yapılan kaçak kazılar yeterince önlenememektedir. Ören yerleri sadece arkeolojik değerleri ile önem taşıyan alanlar değildir. Turistik ve öğretici değerleri de önem taşırlar.” Arkeolojik değerlerin her zaman üst düzey nitelikte olmayabileceği belirtilen açıklamada, kırsal kesimde sıkça rastlanan, kent duvarları, tarım teraslarının da bir dönemin belgeleri olduğu ve bu nitelikleriyle de önem taşıdıkları kaydedildi.

 

Sit tanımları kadar sit sınırlarının saptanmasında da yeterli tanım ve ölçütler gelişmediğine işaret edilen açıklamada, yeterli bilimsel ölçüt ve tanımlar getirilmesi istendi. Açıklamada, ayrıca, tanımlar ve sınırların bu alanlarda gerçekleştirilecek planlama çalışmalarını yönlendirecek en önemli girdiler olduğunun unutulmaması gerektiği vurgulandı.Yeterli ve bilimsel bir envanterin, her türlü plan ve projenin hazırlanması için ön koşul olduğu bildirilen açıklamada, yeterli bir koruma belgesinin, gerekli ölçeklerde toplanmış bir veri birikimi üzerine kurgulanabileceği belirtildi. Halen önemli turizm merkezleri arasında yer alan Side’nin 19. yy sonlarında tamamen kırsal nitelikli bir alan olarak bilindiğine dikkat çekilen açıklamada, şöyle denildi:

 

“Alanla ilk olarak yabancı gezginler ilgilenmiş, 1940′lı yıllarda İstanbul üniversitesi tarafından ilk bilimsel kazılar başlatılmıştır. 1960′lı yıllarda Side ilk planlama çalışmalarına konu olmuş, korunması ve gelişmesi için değişik öneriler geliştirilmiştir. İlk kez Apollon tapınağının bir bölümünün onarımı ile başlayan kapsamlı onarım çalışmaları, 1990′lı yılların sonunda giderek artmış, beldenin ticari yaşamını yönlendiren yeni kurallar oluşturulmuş, bu kuralların mekana yansımasının olumlu örnekleri görülmeye başlanmıştır. Yeni bir arkeolojik kazı grubunun oluşturulması da bu olumluluklar arasındadır. Panel/Forumun katılımcıları, tüm bu değişim ve gelişimlerin artarak devam etmesini, koruma/kullanma dengesinin gözetilmesini, bu mirasın korunması ve geliştirilmesinde üstün kamu yararı olduğunun unutulmamasını, Side’de giderek bir alan yönetimi sisteminin kurulmasını, turizm kadar Side sakinlerinin sosyal ve kültürel gelişiminin önem taşıdığını ve bu bağlamda önlem alınmasını dilerler. Side’de başlayan ve panel/formda belirlenen öneriler ve isteklerle sürdürülecek çalışmalarla kimlikli bir kent olarak gelişebilecek Side yine ülkemizde aynı konumdaki kentlere örnek oluşturabilir.”

haberler.com, 22.03.2011

MUĞLA-AKYAKA'DA KAZI KARMAŞASI

 

 

Muğla’nın Ula İlçesi, Akyaka Beldesi’nde, gösterdiği yerde Karya Uygarlığı Dönemi’ne ait 2 bin 400 yıllık tarihi mermer kabartma bulan antikacı Mustafa Çavuş, Nehirler Kralı’na ait mezarın bulunduğu yerin ise tüm ısrarlarına rağmen kazılmadığını iddia etti. Bulunan kabartmaların altyapı çalışmaları sırasında başka yerden taşınan toprakla geldiğini düşündüklerini belirten Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Kaan İren ise burada kral mezarı olduğunu dair kesin bilgiler olmadığını söyledi.

 

Antikacı Mustafa Çavuş, üç yıl önce Nevşehir’den Akyaka Beldesi’ne taşındı. Burada antika eşya ve Nevşehir’in Avanos İlçesi’nden getirttiği seramikleri satan Çavuş, geçen yıl Eylül ayında, Muğla Müze Müdürlüğü’ne başvurup, İnişdibi Caddesi, Mezarlık Mevkisi’nde, caddenin altında tarihi eserler olduğu ihbarında bulundu. Bunun üzerine müze yetkilileri, Çavuş’un gösteridiği yerde yaptıkları kazılarda 40×70 santimetre ebatında Karya Dönemi’ne ait üzerinde çeşitli insan figürleri bulunan üç mermer kabartma bulundu. İhbarcı sıfatıyla Çavuş’tan teslim alınarak müzeye götürülen kabartmaların 2 bin 400 yıllık olduğu ve birinde İdima’nın çocuklarının süt annesinin tasvir edildiği belirlendi. Bulunan kabartmaların incelenmesi sırasında durdurulan kazılar Çavuş’un ısrarı üzerine 3.5 ay sonra tekrar başladı. İkinci kazılarda yine aynı döneme ait bu defa üzerinde yazılarda bulunan insan figürlü bir mermer kabartma daha bulundu. Ancak, kabartmaların yoldaki altyapı çalışmaları sırasında taşınan toprakla oraya getirildiği sanılarak, çalışmalar sonlandırıldı.

 

Kazıların sonlandırılmasına tepki gösteren Çavuş, Nehirler Kralı’na ait mezarın bulunduğunu ileri sürdüğü yerin kazılmadığını iddia etti. Müze yetkililerinin 30 metrelik son kazının ardından “Artık bir şey çıkmıyor” diyerek tutanak imzalatmak istediğini ancak kendisinin bunu kabul etmediğini anlatan Çavuş, “2003 yılındaki altyapı çalışması sırasında boru döşeyen şirketin şantiye sorumlusu Şeref Yapıcı da mezarın bulunduğu yeri müze yetkililerine gösterdi. O dönemde çalışan işçileri de müze yetkilileri ile tanıştırdım. Ancak, dikkate alan olmadı. Tarih karartılmak isteniyor. Kraliyet mezarları olduğu tahmin edilen bu yerde tarihe ışık tutacak çok önemli eserler ile çok büyük hazine olduğu söyleniyor. Yeri de gösteriyoruz ama neden burası yerine başka yerler kazılıyor? Bulunan dördüncü taşın teslim tutanağı neden bana verilmedi? Taşın üzerindeki yazıyı okumak isteyen başka üniversiteden yetkililer de var ancak kimseye gösterilmiyor. Taşın niye sır gibi saklandığını anlamıyorum. Neden kazının bitmesi için benden yazı isteniyor? Tüm bu sorulara yanıt bulamıyorum” dedi.

 

Kabartmaların bulunduğu kazılar sırasında görevli olan Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Kaan İren, çıkan kabartmaların kırık mezar taşları olduğunu belirterek, “Bu taşların gerçek yeri ise burası değil. Altyapı çalışmaları sırasında bu bölge hallaç pamuğu gibi atılmış ve her şey kırılıp yıkılmış. Bu kabartmalar da atık toprak içinde buraya gelmiş olmalı. Taşlar üzerinde ölüm sahnesi var. Ölen kişi oturur vaziyette resmedilmiş. Yunan tarihinden ve 4. yüzyıl dönemine ait. Üzerinde mezarı kimin yaptırdğı yazıyor. Kralın mezar taşı daha büyük olur. Bu arada söylemek zorundayım ama bu kazı filan değil. Çünkü bilimsel kazı böyle olmaz, neresi gösterildiyse kazılmış. Burada öykülerin ortaya çıkmasıyla halk hazine bularak devletten pay alma peşinde. Şehir efsanesinden başka şey değil. Defineciler ne yazık ki burada hayal kırıklığına uğrayacak. Çünkü onların aldığı bilgiler gerçek değil. Bu tür kazılar için çok kesin ve doğru bilgiler gerekir” dedi. Müze yetkilileri ise açıklama yapmaktan kaçındı.

haberler.com, 22.03.2011

SANAT, HAVA ATMAK İÇİN MİDİR?

 

 

Saadiyat Adası’nı ‘lüks yaşantının merkezi’ haline getirmek isteyen Arap Emirlikleri, tabii ki ilk olarak müze açmayı düşündüler. Çok mantıklı, çünkü sanat dört duvar arasında tutulan, yeterince iyi giyimli olmayan kimsenin göremeyeceği, çok pahalı ve bizim hiç anlamadığımız bir ‘şey’. Saadiyat Adası’nda Guggenheim, Louvre müzeleri, Norman Foster’ın eseri olacak Ulusal Müze’nin yanı sıra golf sahaları, lüks tatil köyleri, marinalar ve villalar olacak.


* * *


Peki bütün bunları kim yapacak? Yabancı işçiler... 2009 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün yayımladığı bir raporda, yabancı işçilerin Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki inşaatlarda çalışmak için, kendi ülkelerindeki aracı firmalara borçlandıkları söyleniyordu. Emirlikler’e geldiklerinde işçilerin pasaportlarına el konuyor, maaşları ödenmemesine rağmen istifa etmek isterlerse haklarında dava açılacağı söyleniyor. Çalışma saatlerinin insanlık dışı olduğunu söylemeye bile gerek yok.


Bunlar tabii ne Emirlikler’deki işçiler, ne de bizim için şaşırtıcı haberler. Ama işin içinde Guggenheim’lar, Louvre’lar, Frank Gehry’ler falan olunca, insan salakça bir umuda kapılıyor; “İzin vermezler canım böyle bi şeye” diye düşünüyor. Oysa bölgeyi tanıyan sanatçıların dediğine göre, buralardaki büyük müzeler, Turizm Geliştirme Ajansı’yla işbirliği halinde ve ne kadar “İlgileniyoruz” deseler de, işçilerin çalışma koşulları senelerdir iyileştirilmiyor.


Bu sanat sepet dünyasında, almıyorsanız satmıyorsanız, para kazanamazsınız zaten. “Sanata ilgi şöyle artıyor, Türkiye sanatı şöyle değer kazanıyor” falan diye haberler yazar durursunuz ama sabahlayıp yazdığınız yazı için uygun görülen 50 TL hiçbir zaman ödenmez. İstanbul kültür başkenti olur, o projeden bu projeye, sabah akşam bakanların, yabancı sanatçıların pahalı etkinliklerine koşturup durursunuz, en nihayetinde kendinizi borç içinde bulursunuz. Müze, sergi görevleri hep gönüllü işleridir; kıytırık tablolar buralarda milyon liralara satılırken, bütün işi yapan üniversite öğrencilerine tek kuruş verilmez. Dünyada hiçbir galeri stajyersiz, ayakta duramaz ama yöneticilerin bu insanlarla, onlarla ilişkileri üstünden birilerine hava atmak dışında, işleri olmaz. 
‘Değerli’ sanatın durumu bu; o yüzden çok mersi, almayayım.


Sanat dünyasını kurtarmak için değilse de, Emirlikler’deki işçilerin hayatını kolaylaştırmak için, Şirin Neşat, Akram Zaatari ve Kader Attia gibi Ortadoğu sanatının önemli isimleri de dahil, 130’dan fazla sanatçı Guggenheim’ı protesto ediyor. ‘Ipetitions’ üzerinden bir imza kampanyası başlatan sanatçılar, meslektaşlarını müzeye iş satmayı reddetmeye çağırıyor. ‘gulflabor’ başlığından siz de kampanyaya imza verebilirsiniz.

Radikal, Yazı: Diloy Yalçın, 22.03.2011

SANAT İÇİN 15 BİN METREKARE AYRILDI

 

 

Garanti Bankası; Garanti Galeri, Osmanlı Bankası Müzesi ve Platform Garanti’den oluşan kurumlarını bir çatı altında toplayarak Garanti Kültür A.Ş’yi kurdu. Bu birliktelikten iki mekan çıktı ortaya; Salt Beyoğlu ve Salt Galata. Böylece sanata 15 bin metre kare alan açılmış olacak.
 

Bankalar Caddesi’ndeki 10 bin metrekarelik tarihi Osmanlı Bankası binası ve Beyoğlu’ndaki beş bin metrekarelik yapı, Mimar Han Tümertekin tarafından restore edilerek, birer kültür merkezine dönüştürüldü. Her ikisinin kullanım amaçlarıysa farklı olacak.


Dün, Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, Salt İletişim ve Yönetim Direktörü Sima Benaroya ve Salt Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun tarafından Salt Beyoğlu’nun tanıtımı yapıldı. Verilen bilgiye göre, Beyoğlu’ndaki altı katlı, yeni binanın bin metrekarelik sergi alanında güncel sanata yer verilecek. Ayrıca 160 metrekarelik açık sinema, 100 metrekarelik mağaza ve kafe yine bu binada hizmet verecek. Mekanın resmi açılışı 9 Nisan’da Hüseyin Bahri Alptekin’in ‘Ben Bir Stüdyo Sanatçısı Değilim’ ve Ars Viva ödülünü alan sanatçıların işlerinden oluşan ‘Laboratuvar’ sergileriyle yapılacak.





100 bin kitap
10 dakikalık yürüyüş mesafesinde bulunan Salt Galata ise eski Osmanlı Bankası binasının restore edilmesiyle hazırlandı. Eylül ayında açılması planlanan bina, 100 bin adete ulaşan kitap sayısı, zengin arşivi, konferans ve sergi salonları ve müzesi ile uluslararası alanda da referans gösterilen bir merkez haline getirilecek.





Neden ‘Salt’
Vasıf Kortun ve Sima Benaroya, birleşmeye neden ‘Salt’ ismini verdikleriyle ilgili olarak; “Hedefimiz, yenilikçi ve paylaşımcı düşünceler üretmek... Tek bir konuya bağlı kalmadan ve kendimizi tekrarlamadan, sürekli yenilenmek, yeni konuları birlikte yorumlamak istiyoruz. Bu yüzden salt sergi yapmayacağız, salt arşiv oluşturmayacağız, salt toplantı düzenlemeyeceğiz, salt kitap yayımlamayacağız. Bu yüzden müze, sergi mekanı, kütüphane, sanat merkezi, sinema ya da araştırma merkezi değiliz. Bütün bunları bünyesinde bulunduran kendine özgü bir kurumuz. Salt kendimize benziyoruz” diyorlar.

 

  

Hürriyet, Haber. Deniz İnceoğlu, 22.03.2011

'İNSANLIK ANITI'NDAN YARGI ELEŞTİRİSİ ÇIKTI

 

 

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Ahsen Coşar, Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkımı yönünde Kars Belediyesince verilen kararın yürütmesini durduran Erzurum 1. İdare Mahkemesi Başkanı’nın, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunca (HSYK) görevinden alınarak bir başka göreve atanmasının yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile hakim teminatı ve kanuni hakim güvencesi ilkelerine aykırı olduğunu bildirdi.

Ahsen Coşar, yaptığı yazılı açıklamada, anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdani kanaatine göre karar vermekte özgür olan ve verdiği karar yönünden yargısal denetime tabi olan hakimlerin salt verdiği karardan dolayı görev yaptığı mahkemelerden idari tasarrufla alınarak başka mahkemeye atanmasının yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile hakim teminatı, kanuni hakim güvencesi ilkelerine aykırı olduğunu belirtti.


Bununla ilgili anayasa maddelerini hatırlatan Coşar, şunları kaydetti:
"Bu bağlamda işaret etmek gerekir ki Sayın Başbakan’ın emri sonrasında Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkımı yönünde Kars Belediyesince verilen kararın yürütmesini durduran Erzurum 1. İdare Mahkemesi Başkanı’nın HSYK tarafından görevinden alınarak bir başka göreve, yerine ise yürütmeyi durdurma kararını itiraz üzerine kaldıran Bölge İdare Mahkemesi üyesinin atanması, bu atamayı gerekli ve haklı kılan bir başka neden yoksa, çok açık biçimde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile hakim teminatı ve kanuni hakim güvencesi ilkelerine aykırıdır. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile hakim teminatı ve kanuni hakim ilkeleri yönünden son derece endişe verici bu durumu kamuoyunun dikkatine sunar, kamu vicdanını ve hukuku rahatsız eden bu tasarrufun neden ve gerekçelerini kamuoyuna açıklaması hususunda HSYK’yı göreve davet ederiz."

Radikal, 21.03.2011

RESSAM GALERİSİNDE İNTİHAR ETTİ

 

 

Ressam Musavet Şen (51), Taksim’de tabanca ile kafasına tek kurşun sıkarak intihar etti.

Şen, dün saat 16.30 sıralarında Talimhane’de Topçu Caddesi üzerinde ortak işlettiği sanat galerisinde, tabancayla başına ateş etti. Olay sırasıda yanında bulunan ortağı Hamdi Yormaz, hemen 112 Acil Servis’i aradı.


Galeriye gelen sağlık ekipleri Şen’in öldüğünü belirledi. Polisin edindiği ilk bilgilere göre; piyasaya borcu bulunan Şen, ortağı ile girdiği bir dekorasyon işi yüzünden umduğunu bulamadı. Borçları yüzünden sıkışan Şen, ortağı ve dekorasyon işinde çalışan bir usta ile işleri konuşurken hayatına son verdi.  

1960’ta Ankara’nın Soğukkuyu Köyü’nde doğan Musavet Şen, 1985’te güvenlik görevlisi olarak girdiği Ankara Şeker Fabrikası’ndan 1991’de ayrıldı. Birkaç mimar arkadaşıyla birlikte tasarım ve dekorasyon alanında çalışmalar yapmaya başladı. Resimler, metal heykeller yaptı; mobilyalar tasarladı.


İlk atölyesini 1992’de Ankara’da açtı. 2003’te İstanbul’a yerleşen sanatçı, çeşitli karma sergiler düzenledi. Pek çok kişisel sergide eserlerini izleyiciye sundu.


Sanat yaşamının 15. yılında bir manifesto yayımlayarak, “Ülkemizdeki sanat anlayışına göre sanat eseri bilinçli olarak insan elinden veya bir amaçtan ortaya çıkmalı, önceden planlanmalı. Sanat dünyası diye bize dikte ettirilen bu piyasaya karşıyız” diyen Şen, Art Gallery Taksim açmıştı.

Milliyet, Haber. Mustafa Özdabak, 21.03.2011

TARİHİ KONAKLAR ÜCRETSİZ YENİLENİYOR



 

Üsküdar'ın tarihi konakları ücretsiz olarak yenileniyor. Son olarak Cemil Meriç Sokağı'nda iki tarihi ev restore edilerek sahiplerine teslim edildi.
 

İstanbul'un tarihi semti Üsküdar'ın asırlık konakları koruma altına alındı. Herbirinin ayrı bir tarihi olan evler için harekete geçen Üsküdar Belediyesi ilçede birçok evi ücretsiz restore ederek sahiplerine teslim etti. Belediye, öncelikle kendi bünyesinde Geleneksel Ahşap Eğitim Atölyesi'ni kurdu. 'Tarihi Evler Onarım Programı' kapsamında atölyede evlerin tüm gereksinimleri büyük titizlikle yapılarak gerekli binalara monte edildi. Çalışmalar kapsamında son olarak yazar ve düşünür Cemil Meriç'in adını verdiği sokakta çalışma yapıldı. 3 aydır gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları sonunda 2 tarihi bina yenilendi. Projeyle günümüze kadar ayakta kalabilmiş geleneksel ahşap kültür mirasının korunması bilincinin yerel yönetimler aracılığıyla toplumla paylaşılması amaçlandı.

Uygulama ile Geleneksel Ahşap Eğitim Atölyesi'nde, marangoz ustaları arasında eski eser ahşap ustası olmak isteyen gençler de çalışıyor. Üsküdar Belediyesi'nin hem mesleki olarak gençleri eğitmek hem de eski eserleri geleceğe kazandırmak amacıyla yürüttüğü çalışma ile meslek lisesi öğrencileri geleneksel ahşap yapım sistemleri, ahşap dış cephe kaplamaları, ahşap süsleme sanatlarını uygulmalı olarak öğreniyor.

 

Üsküdar Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetleme Bürosu KUDEB tarafından, sahibi oldukları taşınmaz kültür varlıklarının kendi imkanlarıyla bakım-onarımını yapmak isteyen vatandaşlara danışmanlık hizmeti verilirken, maddi durumu uygun olmayan mülk sahiplerine ise onarımın her aşamasında malzeme ve teknik uygulama desteği sağlanıyor. Restorasyonu yapılan taşınmazlarda yaşayan kişiler, bakım-onarımın her aşamasına tanıklık ederek yaşadığı semti dokusuyla birlikte korumayı da öğreniyor.

Yeni Şafak, Haber: Murat Palavar, 21.03.2011

ARKEOLOJİK KAZILAR 8 YILDA 2 KATINA ÇIKTI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğinden yapılan yazılı açıklamaya göre, Anadolu’daki kültürel mirasın ortaya çıkarılması için gerçekleştirilen arkeolojik kazılara verilen destek her geçen yıl artırıyor.

Buna göre, 2002’de arkeolojik kazı ve araştırmalara yaklaşık 1.9 milyon lira ödenek aktarılırken, 2010 yılında bu rakam 16 kattan fazla arttırılarak yaklaşık 30.5 milyon liraya ulaştı.

Arkeolojik kazı ve araştırmalara ayrılan ödeneklerin yıllara göre artışı şöyle gerçekleşti:
"2002’de 1 milyon 877 bin 915 TL'ye, 2003’te 1 milyon 668 bin 154 TL’ye, 2004’te 3 milyon 20 bin 655 TL’ye, 2005’te 8 milyon 548 bin 410 TL’ye, 2006’da 10 milyon 178 bin 871 TL’ye, 2007’de 14 milyon 563 bin 773 TL’ye, 2008’de 21 milyon 103 bin 473 TL’ye, 2009’da 25 milyon 713 bin 577 TL’ye ve 2010’da 30 milyon 468 bin 165 TL’ye yükseldi.&quot.

Aynı dönemde Türk arkeologların yaptığı kazılarda da ciddi artış oldu. 2002’de tüm Anadolu’da 57 yerli kazı yapılırken, bu sayı 2010’da 111’e yükseldi. Böylece 2002 ile 2010 yılları arasında yerli kazılarda yüzde 94.7 artış sağlandı.

Türkiye’de şu anda yabancı arkeoloji enstitüleri tarafından da 40 kazı yapılıyor.

Milliyet, 21.03.2011

BU BULUŞ HIRİSTİYANLIK TARİHİNİ DEĞİŞTİREBİLİR

 

Parşömen kağıtta yer alan yazıtın İbranice ve bundan yaklaşık 2 bin yıl önce yazılmış olduğunun öğrenilmesi iddiayı güçlendiriyor. Uzmanlar yazıtın Hıristiyanlık dininin ilk  ayetleri olabileceği ihtimali üzerinde duruyor. Ayetlere benzer 70 ayrı kuralı da içeren yazıtta ayrıca İsa Peygamber’den ve onun dirilişinden bahsedilen bölümler de bulunuyor. Bazı din bilginleri ise kalıntıların İsa’nın çarmıha gerildiği dönemi anlattığını düşünüyor. Bulgulardan alınan örnekler, incelenmek üzere Oxford Üniversitesi laboratuvarlarına gönderildi.

Milliyet, 21.03.2011

MEĞER BİN YILLIK DNA KARDEŞİYMİŞİZ

 

 

Türkiye’de ve dünyada yaşayan Ermenilerin DNA’larını inceleyip akrabalıklarını tespit etmek amacıyla kurulan Armenian DNA Project tarafından yapılan analizler, bin yıldır aynı coğrafyayı paylaşan Türkler, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler ve Yahudiler arasındaki soy birliğini ortaya koydu. Projeyi yürüten Peter Hrechdakian, “Dilimiz, ibadet şeklimiz farklı olabilir ama aynı soy havzasından geliyoruz” dedi.

1915’te yaşanan trajedi dolayısıyla dünyanın dört bir tarafına dağılan Ermeniler arasındaki akrabalıkları tespit etmek için oluşturulan ‘Armenian DNA Project,’ yapılan DNA analizlerinin Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin ve Yahudilerin aynı soy havzasından geldiğini ortaya koyduğunu açıkladı. Agos gazetesinin Maral Dink imzasıyla manşetten yayımladığı habere göre, projeyi yürüten Peter Hrechdakian, grup analizlerinin çarpıcı sonuçlar verdiğini belirterek şunları söyledi:

“Türkler, Kürtler, Süryaniler ve Yahudilerle Ermeniler arasında çarpıcı benzerlikler var. Gruplar arasındaki alt-grup dağılımları neredeyse birebir uyuyor. Ayrı dilleri konuşabiliriz, kültürlerimiz farklı olabilir, farklı şekillerde ibadet ediyor olabiliriz. Ama temelde aynı soy havzasından geliyoruz.” Bazı Ermenilerin Türk çıkma endişesiyle DNA testi yaptırmaktan kaçındığını hatırlatan Peter Hrechdakian, “Yapılan DNA testlerinin kişinin etnik kökenlerini belirleme gibi bir özelliği yok” dedi. Hrechdakian, şöyle devam etti:

“Bu test ‘Sen Ermeni’sin ya da Türk’sün’ demiyor. Bunu bilmek imkansız. Türklerin, Lazların, Hemşinlilerin, Kürtlerin, Ermenilerin ve Rumların kodlarına baktık. Hepsinde çok ortak özellikler var. Misal, belki Hemşinlilerin Ermeni olduğunu söyleyebilirsiniz ama bu söylediklerinizin bir geçerliliği olmaz. Zira hepsinin Ermeni olması mümkün değil. Bu da bizi şu sonuca götürüyor: Hepimiz aynı coğrafyanın insanlarıyız. Bizler Ermeni, Türk veya Kürt olmadan önce atalarımız ortaktı.”

Test herkese açık
Baba tarafından Urfalı, anne tarafından ise Antepli olan Peter Hrechdakian, yirmi yıldır ailesiyle Brüksel’de yaşıyor. “Ermeniliğimle ilgili ne yapabilirim” diye düşünerek ‘Armenian DNA Project’i başlatan Hrechdakian, çokan sonuçlara pek de şaşırmamış. Testle ilgili olarak www.familytreedna.com/puplic/armeniaDNAproject adresinde bilgi almak mümkün. Sipariş verenlere, posta aracılığıyla tükürükten örnek alınmasını sağlayan çubuklar gönderiliyor. Test yaptırmak isteyen kişi, tükürük örneğini vererek bu çubukları test merkezine gönderiyor. 50 ile 250 dolar arasında ücreti olan test sonucunda kişilerin DNA haritaları çıkartılıyor. Bu haritalar veri tabanıyla karşılaştırılarak akrabalıklar tespit ediliyor. Bugüne kadar 500 kişiye uygulanan test sonucu akrabalarını bulan pek çok kişi oldu.

Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 21.03.2011

1 MİLYON TL'LİK 'VAV'

 

 

Antik A.Ş. Müzayede Evi tarafından Swissotel’de düzenlenen müzayedede, 187 adet çağdaş sanat eseri satışa sunuldu.

 

Başlangıç bedeli olarak 500 bin liradan açık artırmaya çıkarılan Erol Akyavaş’ın 'Vav’' adlı tuval üzeri akrilik ve karışık teknik tablosu 1 milyon liradan satıldı.

 

Burhan Doğançay’ın 275 bin liradan açık artırmaya çıkarılan “Cone on a Wall’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosunun 425 bin liradan satıldığı müzayedede, Burhan Uygur’un “Göçmen Kuşlara Ağıt Yakan Sabah Martıları’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosu 360 bin liradan, Yüksel Arslan’ın “Kapital’i Güncelleştirme Denemesi’’ adlı kağıt üzeri karışık teknik eseri 240 bin liradan, Oya Zaim Katoğlu’nun “Pazar Ola’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosu 140 bin liradan, Mübin Orhon’un “Kırmızı - Kahverengi’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosu 190 bin liradan, Ferruh Başağa’nın Akdeniz Serisi’nden “Soyut Kompozisyon’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosu 600 bin liradan alıcı buldu.

Habertürk, 21.03.2011

MÜZE NASIL GEZİLİR?

 

Ayasofya Müzesi yetkililerinin tespiti Bakanlığı harekete geçirdi.

 

Öğrencilerine müze gezdiren öğretmenlerin yeterince bilgi sahibi olmadığını söyleyen Ayasofya Müze Müdürlüğü Milli Eğitim Bakanlığı'na bir yazı yazarak 'Öğretmenlere müze eğitimi verelim' teklifinde bulundu. Teklife sıcak yaklaşan bakanlık uygun görürse öğretmenler Ayasofya Müzesi'nde müze gezme eğitimine tabi tutulacak. Ayasofya Müze Müdürü Prof. Dr Haluk Dursun 'Okullardan öğrenciler bir ya da iki öğretmen gözetiminde müzeye geliyorlar. En az 40 kişi. Müzeye giriyorlar öğretmen bildiklerini anlatmaya çalışıyor. Bir düzen yok. Koşan, birbirini iten öğrencileri susturmaya ya da durdurmaya çalışan öğretmenleri görüyoruz' dedi.

Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 21.03.2011

CİLALI TAŞ DEVRİ'NE AİT KALINTILAR BULUNDU

 

Çin'in doğusunda bulunan Cıciang eyaletinde 4 bin yıllık bir antik kentte yapılan kazılarda antik çağlara dayanan su yatağı ve kalıntılar bulunduğu bildirildi.

 

Şinhua ajansının haberine göre, bölgede bulunan su yatağında, antik kültürlerden olan Liangcu kültürüne ait birçok desenli çanak, çömlek parçasının da bulunduğu kaydedildi.

Çin'in bilinen en eski kültürlerinden olan Liangcu kültürünün geçmişi Cilalı Taş Devri'ne kadar dayanıyor. Liangcu kültürünün Yangzı nehrinden Tayhu gölüne kadar uzanan bölgedeki tarih öncesi kilit kültürlerden biri olduğuna inanılıyor.

Cnn Türk, 21.03.2011

ÇİN SEDDİ UZUYOR

 

 

Çin'in kuzeybatısında bulunan Çinghay eyaletinde yapılan araştırmada Çin Seddi'nin yeni kalıntılarına ulaşıldı.

Şinhua ajansının haberine göre, uzmanlar iki yıllık saha çalışmasının ardından setin 480 metrelik yeni bir duvarına ulaştı ve 51 fener kulesi ile 158 geçiş kulesi buldu. Çinghay Arkeoloji Enstitüsünden Rın Şiaoyen, seddin kalıntılarının 2 bin 200 yıl öncesine dayandığını hatırlattı.

Çin Seddi'nin bazı kalıntıların zor bulunmasının nedeni olarak ''Geçmişte tabiat şartlarının bazı bölümlere zarar vermesi'' gösteriliyor.

Ülkede 2009 yılında başlayan Çin Seddi'nin kalıntılarını bulma çalışmalarından bu yana Çinghay eyaletinde Ming Hanedanlığı döneminden kalan 360 kilometrelik duvar bulunmuştu.

Akşam, 21.03.2011

SİKKE DİYE CIVATA SATTILAR

 

Musa Yorulmaz,  müteahhit N.K.'den Sultan Abdülaziz dönemine ait 4 bin adet altın sikkeyi elden çıkartılması için yardım istedi. N.K.'nin kuyumcu F.G. ili görüşme ayarlaması üzerine Yorulmaz ve iki arkadaşı, üç sikke gösterdi. Sikkelerin orijinal olduğunu tespit eden F.G. 50 bini peşin toplam 65 bin liraya Yorulmaz ile anlaştı. Gizli buluşmada 'sikke' poşetiyle 50 bin lira el değiştirdi. Zanlılar olay yerinden uzaklaşırken, F.G. ile N.K. de 400 bin lira değer biçtikleri altın yerine bir poşet demir cıvata görünce soluğu poliste aldı. Polisin bir saat içinde yakaladığı zanlılar adliyeye sevk edildi.

Akşam, Haber: Zana Yavuz, 21.03.2011

FAİLİ MEÇHUL ALIŞVERİŞ MERKEZİ

 

İstiklal Caddesi’deki Demirören Alışveriş Merkezi perşembe günü apar topar açıldı. Aslında açıldı demek yanlış olur. Son iki katı hala inşaat halinde olan binanın içi de neredeyse bir şantiye. Asansör montajları bitmemiş, yürüyen merdivenlerin ayarları yapılmakta, pek çok mağaza ise boş; açık olanlar da inşaat tozlarını temizliyor. Firavun mezarlarını aratan bir koridordan ulaşabildiğiniz tuvaletler de bitmemiş. Aceleden tabelası bile eğri asılan binanın bu acemi açılışını işletme uzmanları daha iyi analiz ederler. Kanaatimce ileride işletme açısından da büyük sıkıntılar çıkabilir çünkü iç mekanlar ve özellikle food court hiç cazip görünmüyor.

Müellifi belirsiz
Hatırlarsanız binanın mimarisi Han Tümertekin’e teslim edilmişti. İnşaat sürecinde mimarın kontrolü dışında tasarıma müdahaleler başlamış, yandaki parseller de satın alınarak projeye eklenmişti. Koruma kurulu üyeleri de işe müdahale edip “tarihi dokuya daha uygun(!)” bir cephe isteyince anlaşılan, ipler koptu ve Tümertekin müelliflikten çekildi. Şimdi komik köşe balkonları, mini kubbeli cumbaları, eski binadan miras işe yaramaz ince balkonu ve ‘modern bir şeyler de olsun’ diye ortaya yerleştirilmiş anlamsız cam cephesi ile açılan bu binanın müellifi belirsiz. Kurul üyeleri mutlu mudur bilemem ama sayelerinde baktıkça mimarisi ile alay edilecek bir bina daha İstanbul’a eklenmiş oldu. Açıkçası bu yapı, tarih soslu her şeyin cazip hale geldiği bir dönemde, toplumsal değişimin mimariye yansımış anıtı olarak da görülebilir.

Şimdi bu trajikomik sonucu doğuran mekanizmaları sorgulamak için bir fırsat doğdu. Çünkü kurullar, komisyonlar, çelişkili yasalar arasındaki çatlaklardan becerikli bir şekilde ilerleyen yatırımcı, sonunda yasal(!) bir yapı inşa edebilmiş görünüyor. Esasen yatırımcı denen kişilerin genetik olarak metrekare oburu olduklarını kabullenmek gerek. Belediye ve kurulların esas görevi ise sokak kotundaki kentliye verdikleri kamusal mekanın kalitesini yönetmektir aslında.

Mimari açıdan bir alay objesine dönüşen Demirören AVM’nin esas sorumlusu topu birbirine atan, çağdaş mimarlıktan habersiz koruma ve yenileme kurulları, belediyeler, uyuyan Mimarlar Odası, aciz Kültür Bakanlığı, rüzgara göre değişen bilirkişiler ve raporları ile noterlik görevinden fazlasını yapmayan üniversitelerdir. Ne zaman ki bu kurumlardaki bireyler ortaya çıkar, o zaman bir şeyler değişir. Yoksa kurum paravanı arkasından ahkam kesen korkak uzmanlar karar mercilerinde oldukça kentlerde bu saçmalıklardan daha çok görürüz.

Radikal, Yazı: Ömer Kanıpak, 20.03.2011

TARİHİ KONAĞI ELEKTRİK KONTAĞI YAKTI


İstanbul 'un tarihi yapılarından birisi daha alev alev yandı. İstinye sahilinde asırlık bir geçmişe sahip olan Şaban Gündeş'in sahip olduğu 3 katlı ahşap konakta akşam üzeri saat 18.30 sıralarında yangın çıktı. Sahil kenarında bulunan konakta çıkan yangına elektrik kontağının neden olduğu belirlendi.

Bir aile ile iki bekar kiracının yaşadığı konağın üçüncü katında başlayan yangın kısa sürede konağı sardı.

 

Yangına Sarıyer , Beşiktaş, Beyoğlu ve Şişli itfaiye ekipleri müdahale etti. Alev alev yanan tarihi konak itfaiye ekiplerinin zamanında olay yerine ulaşması sonrasında yaklaşık bir saat içerisinde kontrol altına alındı. Arka kısmı tamamen yanan tarihi konaktan çıkan vatandaşlar ise görüntü alınmasına tepki gösterdi.

Habertürk, haber: Müslim Sarıyar, 20.03.2011

CADDE-İ KEBİR'İN TAŞLARI SÖKÜLÜYOR, ASFALTLANACAK

 

İstanbul’un meşhur İstiklal Caddesi’ne, Osmanlı döneminde yabancılar “Grand Rue de Pera” (Pera semtinin muhteşem caddesi”, Türkler ise “Cadde-i Kebir” derlermiş. Cumhuriyet döneminde caddenin adı “İstiklal Caddesi” oldu.


Grand Rue de Pera-Cadde-i Kebir iken, bu cadde ve iki yanındaki kaldırımlar granit parke taşları ile döşeli idi.


Yakın tarihlerde cadde trafiğe kapatılınca parke taşları söktük. Sıkıştırılmış beton taşlarla (tuğla benzeri beton taşlarla) döşedik. Derken efendim, granit blok taş modası çıktı.


İstiklal Caddesi’ne 2006’da Çin malı granit plakalar döşendi. Plakalar yerinden oynadı. Belediye, yüklenici firmadan bu defa yerli granit kullanmasını istedi. Çin işi granitler söküldü. Cadde yerli granitlerle döşendi. Medyaya yansıyan haberlere göre Gür Yapı İnşaat firmasına bu iş için 4 milyon 650 bin TL artı KDV ödendi.


Bu granit plakalar da kısa sürede yerinden oynadı. Çoğu kırıldı. Araç trafiğine kapalı olan, gündüz gece binlerle kişinin yürüdüğü caddenin durumu perişan.


Yeni bir gelişme var: Granit plakalardaki bozulmalar nedeniyle Büyükşehir Belediyesi, İstiklal Caddesi’ni İSFALT laboratuvarında geliştirilen özel karışımlı asfaltla yenileyecek. İstiklal Caddesi’nde bundan böyle tramvay yolu pembe, kalan alanlar gri ve yeşil asfalt ile kaplanacak.
(Bu ayıp bize yeter! “Pantolon dikmeyi beceremedik, size gömlek verelim” misali, bizim yöneticiler de “Granit taşı kullanmayı beceremedik, Cadde-i Kebir’i asfaltlayalım” diyorlar. Asfalt dünyanın en adi, en basit yer kaplama malzemesidir!) 

Hiçbir işin ustası kalmadı
Granit en sert yer kaplama malzemesidir. İstanbul’da eskiden sokaklarda kaldırımlarda kullanılan parke taşı diye adlandırılan 10x10x20 cm. ebadında taşlar da yerli granit idi. Ama o taşların kullanıldığı sokaklar yıllar boyu bozulmazdı. Marifet taşın özelliği yanında onu döşeyen ustalarda idi. Günümüzde granit parke taşları zengin ülkelerin sokaklarını ve kaldırımlarını süslemeye devam ediyor. Ama biz İstanbul’un sokaklarındaki kaldırımlarda söktük.

 
Derken plaka halinde granit döşeme malzemesi modası çıkınca 50x50 cm. ebadında 5 cm. kalınlığında granit plakalar kaldırım döşemesinde kullanıldı. Fakat eski kaldırım ustaları olmadığından bunları hayatında eline taş almamış, Doğu Anadolu’dan İstanbul’a iş aramaya gelen gariban gençlere döşettirdik. Döşemeler, üç gün sonra kırılmaya başlayınca da çareyi malzeme değiştirmekte bulduk.

İmrenmekle ömrümüz geçiyor
New York’un geniş kaldırımları, Paris’teki ünlü Şanzelize (Champs Elysees) caddesinin kaldırımları geniş granit taş plakalarla kaplıdır. Yıllarla bu kaldırımlar ne aşınır ne de taşlar yerinden oynar. Şanzelize kaldırımlarını1828’de Paris Belediyesi inşa ettirdi. Hala aynı kaldırımlar... Paris’in yeni gelişen “Defence” bölgesindeki kaldırımlara da bizim İstiklal Caddesi’ne döşenen 50x50x5 cm. granit plakalar döşendi. Ünlü mimarımız Doğan Tekeli bu taşların özel olarak inşa edilen beton kanalların üzerine yerleştirildiğini, yağmur ve temizlik sularının alttaki kanallara aktığını bana anlattı.


Bizde mesleği olmayanlara, hiçbir işe yaramayanlara “Bu adam kaldırım mühendisidir” derler. Ve de çok sayıda kaldırım mühendisimizin olduğu söylenir. Demek o ki bizde kaldırım mühendisinin “gibisi” var da “gerçeği” yok. Bu nedenle kaldırımlarımız 2 veya 3 yılda bir sökülüp yeniden yapılıyor.


Her söküm ve yapım halkın kesesinden harcamayı gerektiriyor. Suç taşlarda değil, o taşları döşeyenlerde diyoruz... Diyoruz da... Bugüne kadar iki veya üç yılda kullanılamaz hale gelen kaldırımları döşeyenlere sorgu-sual eyleyen bir Allah’ın kulu oldu mu? İşini iyi yapmayanlara acaba ceza mı veriliyor, yeni işler mi veriliyor? Bilen, duyan var mı?

Milliyet, Yazı: Güngör Uras, 20.03.2011

ALMANYA, SFENKSİN TÜRKİYE'YE İADESİNİ KARAR BAĞLADI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Berlin’deki Turizm Fuarı sırasında Alman Kültür Bakanıyla yaptığı görüşme sonrası Almanya Hitit dönemine ait Sfenksi verme kararı aldı.

 

Türkiye, yurt dışında sergilenen tarihi ve arkeolojik varlıklarını geri alma konusunda tarihi bir başarıya imza attı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yoğun çabaları sonucu, Almanya, Berlin’de sergilenen Hitit dönemine ait Hattuşaş Sfenksi’ni geri verme kararı aldı.

 

Almanya Kültürden sorumlu Devlet Bakanı Bernd Neumann, Federal Meclis Kültür Komisyonu’na verdiği raporda, Sfenks’in Türkiye’ye iadesi konusunda anlaşma imzalamak istediğini belirtti. Bernd Neumann, Prusya Kültür Varlıkları Vakfı’nın elinde, Bergama Müzesi’nde sergilenen diğer tarihi eserlerin haricinde, Sfenks’in Almanya’ya ait olduğunu gösteren hukuki hiçbir belge bulunmadığını belirtti. Bakan Bernd Neumann, bu nedenle, Prusya Kültür Varlıkları Vakfı Başkanı Prof. Hermann Parzinger ile sfenksin Türkiye’ye iadesi konusunda hemfikir olduğunu ifade etti.

Bakan Neumann, bunun dışında, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile birlikte Türk ve Alman müzeleri arasındaki işbirliğini artırmayı ve Türkiye’de Almanların da katıldığı arkeolojik kazıların daha da geliştirilmesini istediğini ifade etti. Sfenksin iadesinin nasıl gerçekleşeceği ve buna yönelik anlaşmanın nasıl bir model oluşturacağı konusunun ise Ankara’da 18 Nisan’da yapılacak olan görüşmede ele alınacağı belirtildi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Sfenksin iade edilmemesi durumunda, Türkiye’deki Alman arkeologların kazılarının durdurulacağını açıklamıştı.

 

Alman Bakan Bernd Neumann, meclis kültür komisyonuna, sfenkslerin tarihi ve durumu ile ilgili bilgiler de verdi. Neumann, Hattuşaş Sfenkslerinin 1907 yılında yapılan kazılar sırasında bulunduğunu ve parçalanmış halde olduğunu belirtti. Hitit dönemine ait bu iki adet sfenksin 1915 yılında restorasyon ve araştırma amacıyla Almanya’ya getirildiğini kaydeden Neumann, restorasyon sonrası sfenkslerden sadece birisinin Türkiye’ye iade edildiğini ifade etti. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Demokratik Almanya Cumhuriyeti sınırları içinde kalan Bergama Müzesi’nde sergilenmeye başlayan Sfenksleri alabilmek için Türkiye yıllardan beri talepte bulunuyordu.

 

Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) üyesi olan Devlet Bakanı Neumann, Alman Meclis Kültür Komisyonu’na, Hitit Sfenksi’nin iadesinin sadece bir istisna olacağını ve Alman müzelerinde sergilenen diğer arkeolojik eserler için bu iadenin geçerli olmayacağını söyledi. Bernd Neumann, özellikle Mısır’ın da talep ettiği Nefertiti büstü için iadenin sözkonusu olamayacağını ve sfenksin iadesinin buna örnek teşkil etmeyeceğini söyledi.

tourexpi.com, 19.03.2011



13 - 19 Mart 2011

BAŞBAKAN'I TÜRK MİMARLARINA EMANET EDİNİZ

 

Uluslararası arenada Türk mimarları son yıllarda tarih yazıyorlar. Ancak Türk devletine iş yapmaya gelince kapı duvar oluyor.

 

Başbakan’ın çılgın projesini merak ededuralım, ortaya her gün yeni bir iddia atılıyor. Son iddia, İstanbul’un yakınına kurulacak olan ve medeniyetleri buluşturan yeni İstanbul projesi. Dünyadaki her ünlü yapının bire bir imitasyonunun yapılacağı bir şehir sıfırdan kurulacakmış.


Haberi okuyunca ‘Eyvah’ dedim, ‘ikinci bir Antalya Beldibi mimari faciası geliyor’. Bilmem aranızda son yıllarda Beldibi’ndeki 5 yıldızlı otellere uğrayanınız var mı? Titanik’ten Kremlin Sarayı’na kadar her biri birer mimari cinayet sayılabilecek onlarca otel yan yana sıraya dizilmiş. Bir Rus'un neden Moskova’dan kalkıp Antalya’daki Kremlin otelinde tatil yapmaya geldiği psikolojinin ilgi alanına girse de, buradaki yapılaşmanın ve orman katliamının çarpıklığı Türk mimarlık tarihine kara harflerle yazılacaktır. Konumuza dönersek şurası kesin, özel sektör Türk mimarlarına güvense de devletimiz Türk mimarlarının yaratıcılığına ve uluslararası başarılarına güvenmiyor. En azından sırtını çevirmiş durumda. Şu anda İstanbul’da devam eden pek çok uluslararası mimari projenin altında Türk mimarlarının imzası var.


Bir tek Türkiye’de de değil uluslararası arenada Türk mimarları son yıllarda tarih yazıyorlar. Tabanlıoğlu, Emre Arolat, Han Tümertekin, Erginoğlu-Çalışlar, Nevzat Sayın uluslararası projelerde dünyaca ünlü mimarlık yarışmalarında dereceler alıyorlar. Ancak Türk devletine iş yapmaya gelince kapı duvar oluyor. Son olarak Berlin Büyükelçiliği için açılan mimarlık yarışmasında ilk üçte Türk mimarları olsa da iş gidip Alman mimarlara verildi. Oysa devletin Türk mimarlarına iş vermesi çok önemli. Büyük işlerin altında Türk mimarlarının imzasının olması bir tek o mimarları değil Türkiye’nin de adını dünyaya duyuruyor. Mimarların özellikle devletin finansını sağladığı büyük işlerde cesur davranmaları mimarlığın gelişimi için de büyük bir çığır açıyor. Eyfel’in aynısını alıp İstanbul’da taklit etmek, Malezya’daki gökdelenin aynısını İstanbul’a dikmek, kusura bakmayın ama Arap görgüsüzlüğünden başka bir şey değildir. Dubai örneğinde gördüğümüz üzere binaların albenisi olsa da mimari açıdan beş para etmemektedir. Üstelik Bedri Baykam’ın bir eserinden ödünç bir cümle ile açıklamak gerekirse ‘this has been done before’. Bakınız Las Vegas... İstanbul’un yanı başına yeni bir şehir kurulması çılgın ve müthiş bir fikir. Daha da önemlisi, yapılması şart bir proje. İstanbul’da depreme hazırlık sıfır. Pek çok binanın depremde yıkılacağına kesin gözüyle bakılıyor. Fırsat bu fırsat, devlet depreme dayanıksız binaları yıkıp yerine yeni yeşil alanlar açabilir. Binaların hak sahiplerine de İstanbul’un yanı başına kurulacak bu cazip şehirde yeni yerler tahsis edebilir. Lafı uzatmayalım. Sayın Başbakan, kendinizi Türk mimarlarına emanet ediniz. Pişman olmayacaksınız...

Radikal, Yazı: Cüneyt Özdemir, 19.03.2011

BU MÜZE EVLERE DAMDAN GİRİLİYOR

 

Aşıklı Höyük, ilklerin höyüğü olarak biliniyor. Orta Anadolu'daki bilinen ilk köy yerleşmesi, bölgedeki ilk tarım ve madenciliğin başladığı yer olarak kabul ediliyor. Aşıklı Höyük'te 12 kerpiç evde 10 yıllık köyün küçük bir modeli oluşturuldu. Burada evlerin dışarıya açılan kapısı yok, bu yüzden binalara damdan bırakılan bir delikten giriliyor.

 

Müze evlere Neolitik çağda olduğu gibi, ziyaretçiler damdan giriyor. Evlerde ocaklar, sekiler, otlar, öğütme taşları, hasırlar ve sepetler bulunmuş. Şimdi buraya ölü gömme geleneğini yansıtmak amacıyla mekan tabanına açılan çukuru iskelet yerleştirildi.

  

 

Aşıklı Höyük kazı çalışmaları sürerken, höyüğe gelen turistlerin sayısı da gün geçtikçe artıyor. Ziyaretçiler 10 bin yıl önceki yaşamı somut olarak görme, tanıma ve yaşama imkanı bulurken, tarih öncesi evlere çatıdan girerek de ilginç bir deneyim yaşıyorlar. Bu yıl Aşıklı Höyük kazılarının üstüne korunak sistemi yapılması ve kazıların 2012’de bitirilmesi planlanıyor.

Turizm Gazetesi, 18.03.2011

YENİ BİR ANTİK KENT DOĞUYOR

 

 

Gaziantep’in Suriye sınırındaki mayınlı saha içinde bulunan tarihi Karkamış antik kentinde mayınların temizlenmesi çalışmaları tamamlandı.

 

Tarihi MÖ 3 bin yıllarına dayanan Karmamış’ta toplam 663 bin 800 metrekarelik alanda mayınlar elle temizlendi. 1200 mayın çıkarıldı ve imha edildi. Dünya tarihinde ilk yazılı anlaşma olan Kadeş Anlaşması’nın yapıldığı yer olan Karkamış’ta, mayın temizleme sırasında bulunan sikke ve tarihi değeri henüz tespit edilemeyen bazı eserler de Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne teslim edildi.

 

Bir taraftan Japonya diğer taraftan İtalya’nın kazı çalışmalarının kendi ülkelerindeki arkeologlara verilmesi için çaba gösterdiği Karkamış antik kentinde kazılara bu yıl başlanması planlanıyor.

Gaziantep İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Cafer Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu bölgenin askeri ve mayınlı bölge olduğunu ifade ederek, Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Gaziantep Valiliği’nin 2 yıl önce ortak protokol imzalandığını, bu işin İl Özel İdaresi tarafından yürütülmesine karar verildiğini anımsattı.

 

Yılmaz, ihaleyi kazanan Nokta Yatırım Limited Şirketi’nin mayın temizleme işini tamamlandığını bildirdi.

 

Yılmaz, antik kenti turizme kazandırmayı amaçladıklarını ifade ederek, şunları söyledi:

”Büyük bir başarının altına imza attık. Elle temizleme dünyada bir ilk. Aynı zamanda kazasız belasız bitirmek de ayrı bir gurur. 1200 civarında mayın çıkarıldı ve imha edildi. Gerek mayın temizleme ve imha gerekse mayın temizleme sonrası kalite kontrol işi BM standartlarına göre yapıldı. Şu an alana giriş çıkışlara oradaki karakol bakıyor. Özel güvenliği bulundurmaya da devam ediyoruz.

 

Bu hafta geçici kabulünü yaptık. Orası Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devrolacak. Nisan ayında resmi işlemler tamamlanır. Bakanlığın bu yıl kazılara başlamasını bekliyoruz. Biz bunu öngörerek Özel İdare’nin 2011 bütçesine 100 bin lira kazı parası koyduk. Çok büyük bir bütçe değil ama en azından başlangıç için yerel desteğin var olduğunu göstermek istedik. Bu sezon kazı çalışmasını başlatabilecek bir bütçeleme var.”

 

Mayın temizlemesi sırasında sıkı bir denetim kontrol mekanizması kurduklarını, arkeologların çalışmaları sürekli izlediğini belirten Yılmaz, ”Bulunan sikkeler ve tarihi değeri henüz belirlenemeyen bazı eserleri, Müze Müdürlüğü’ne teslim ettik” dedi.

 

Karkamış’ın tarihinin MÖ 3 bin yıllara dayandığına, dünyada ilk yazılı anlaşmanın yapıldığı ve ilk savaş aracının kullanıldığı muhteşem bir yer olduğuna işaret eden Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

”Bir tarafı Fırat Nehri, karşı tarafı Şanlıurfa ve güneyi Suriye çok otantik, çok bakir bir alan. Gaziantep için Türkiye için büyük bir fırsat. Umarım onu elbirliği ile turizme kazandırırız. Karkamış aslında Zeugma’dan eski tarihe sahip. Kentin dört bir tarafı milattan önceki dönemlerde yaşamış değişik kültürlerden değişik kentlerden kalan zengin bir miras. Gaziantep olarak İl Özel İdaresi olarak kültür ve tarih turizminin öneminin farkındayız. Bütçe ve insan kaynağı anlamında var gücümüzle bu potansiyeli ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Gaziantep turizmi 800 binlere geldi, bu bireysel çabalarımız sonuç verirse 1 milyon turisti de geçeriz.”

 

Gaziantep, Kilis, Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Mardin ve Şanlıurfa’nın bir havza olarak turizm pastasından daha çok pay alabileceğini vurgulayan Cafer Yılmaz, bu bölgenin 10 milyondan fazla turist çekebileceğini kaydetti.

 

Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih Efiloğlu da, Karkamış’ta büyük bir medeniyet ve tarihi kalıntı olduğunu, bu kültür mirasını gün yüzüne çıkarıp turizme ve ekonomiye kazandırmak istediklerini söyledi.

 

Kazı için gelen talepleri Kültür ve Turizm Bakanlığının takip ettiğini belirten Efiloğlu, ”Çok talep var. Ağırlıklı olarak Japon ve İtalyan üniversitelerinden talep var. Bakanlığımız, Gaziantep Üniversitesi’nin de mutlaka işin içinde olmasını istiyor. Şu anda çalışmalar devam ediyor” dedi.

Star, Fotoğraf: Radikal, 18.03.2011

KAZIDA ASLAN HEYKELİ ÇIKTI

 

Katranlı Köyü'nde yapılan kanalizasyon çalışmaları esnasında tarihi esere rastlandı. 16.03.2011 tarihinde yapılan kazı sırasında Irzalar’ın evinin önündeki yolun Gocadaş istikametine giden yol üzerinde yapılan kazı esnasında bir aslan heykeline rastlandı.3 metre derinlikte logar yeri açarken çıkan Aslan heykelinin taştan ve 300- 400 kg ağırlığında olduğu bildirildi.

 

Olay yerine Ermenek Kaymakamı Mehmet DEMİR ve resmi yetkililer gelerek incelemelerde bulundular. Konuyla ilgili Karaman’dan gelen özel görevliler bulunan eserle ilgili incelemeler yaptılar. Yapılan incelemeler sonucunda; Bir mezar kapağı olduğu ve Roma dönemine ait bu bölgede yaşamış önde gelen bir zatın (Kral) lahdine konmuş bir kapak olduğu bildirildi. Sol tarafı kırılmış olarak bulunan heykel adeta canlı gibi durmakta. Tırnakları dahi seçilebilen heykelin sağ elinin altında avladığı bir ceylanın da olduğu görülmekte.

 

Heyelan veya büyük bir afetle şu an bulunan yere kadar geldiği tahmin edilmektedir. Daha önceden veya yeni bazı yerlerinde ufak-tefek tahrifat olan eser Müzeler Müdürlüğü'nce koruma altına alındı. Eserin Boyu :92cm- Eni:98cm- Uzunluğu 92cm olarak ölçüldü.

 

Tarihi eserlerin ait olduğu yerlerde değerlendirilmesi konusunda köy muhtarlığımızla görüşülerek muhtarlığımıza teslim edildi. Muhtar İsa Başar heykeli teslim alarak köy odasını önünde özel güvenli bir alana yerleştirdi.

 

Bu eserin köyün tanıtımında da faydalı olabileceği, iki gündür çok sayıda resmi bürokrat halk ve çevreden vatandaşların heykele ilgi göstererek görmeye geldikleri izlendi.

karamandan.org, 18.03.2011

KİTABEYİ ÇALDILAR

 

  

 

Altınoluk’a bağlı Doyran Köyü'nde kayıp kitabeyi Jandarma arıyor. 1.yy ait olduğu sanılan kitabenin Doyran Köyü'nde bir bahçe kenarında bulunduğu ve daha sonra kaybolduğu öğrenildi. İki metre boyunca yaklaşık yarım ton ağırlığındaki kitabenin o dönemin bir meclis kararı olduğu, kitabenin iki parça olduğu ancak daha önceden kaybolan diğer parçanın ise bulunamadığı öğrenildi.

 

Altınoluk’un her iki yakasında bulunan kitabeler antik tarih sayfalarına ışık tutarken, Antandros’u ilk kez 1842’de H.Kiepert fark ederken,  Altınoluk Avcılar Köyü’nün camisinin duvarlarında devşirme olarak kullanılmış bazı kitabelere rastlaması sonucunda yapılan araştırmalarda, “Roma dönemine ait bir yazıt üzerinde Antandros ismini gören H.Kiepert yörede araştırma yaparak kentin yerini saptamıştır. Onun ardından H.Schliemann ile R.Virchow, kentin isminin yazılı olduğu çok sayıda sikke bulmuştur. Fabricius isimli araştırmacı da aynı yerde Antandros yazılı ikinci bir yazıtla karşılaşmıştır.W.Leaf 1911 de Karataş tepesinin batı yamaçlarında önceden açılmış mezarları görerek nekropol alanının yerini saptamıştır.B.F.Cook, bu ön araştırmaların ışığı altında 1959 ve 1968 de iki kez buraya gelmiş ve asıl yerleşimin tepenin batı yamaçlarında olduğunu kesinleştirmiştir.




Doyran Köyü'nde Geçmişten Günümüze Altınoluk kitabının yazarı Hıfzı Aksoy tarafından 1995 yılında hazırlanan kitap için araştırma esnasında bulunan kitabenin fotoğrafları çekilirken, sonradan yapılan incelemelerde kitabe ortadan kayboldu. Ağır ve büyük taş kütlesinin nasıl ve ne şekilde yok edildiği ise Jandarma incelemesi sonrasında ortaya çıkması bekleniyor.

 

Emekli Öğretmen ve araştırmacı yazar Hıfzı Aksoy kaybolan kitabeyle ilgili araştırmasını söyle dile getirdi.  “Doyran Köyünün doğu yamaçlarında, taş ocağının hemen üzerinde de kalıntılar bulunmaktadır. Burada bir köylülün bahçesini sulamak için yaptırdığı bir havuzun duvarına koyduğu yazılı bir taş buldum. Ancak iki parçadan oluşan bu yazıtın diğer parçasını tüm araştırmalarıma rağmen ele geçiremedim. Bu nedenle de yazıtın tam olarak okunmasını sağlayamadık. Ankara Dil Tarih Coğrafya fakültesi Klasik Arkeoloji ana bilim dalı öğretim üyelerinden Ender Varinlioğlu’na okuttuğumuz bölümden bunun bir meclis kararının oylaması ile ilgili olduğunun öğrendik .

 

Sayın  Varinlioğlu’nun okuduğu bölümde şunlar yazılı:

“........ oğlu Agathangelos’un

………… Tarsikos oğlu Luskios’un

Rahip…… Berekianos’un oğlu,

Alexandros’un oğlu………………”

 

Varinlioğlu burada geçen kişi adlarının kendisi, babası ve dedesi olduğu ve bu yazıtın yazı biçimine göre 1. yüzyıla ait olması gerektiğini tarafıma bildirmiştir.

 

Aynı bölgedeki yamaçlarda doğasal yapılar içerisinde üzeri taşlarla kaplı mezarlıklarda bulunmaktadır. Köylüler bu mezardan cam eşya çıktığını söylemektedir” dedi.

Körfezin Sesi, 18.03.2011

57. ALAY ŞEHİTLİĞİ, 25 NİSAN'DA ZİYARETE AÇILACAK

 

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parklar Müdürlüğü ile OPET'in işbirliğinde hazırlanan projeyle yenilenen 57. Alay Şehitliği, 25 Nisan'da ziyarete açılacak.

 

OPET'ten yapılan açıklamaya göre, 2006'da Gelibolu Yarımadası'nı çağdaş görünüme kavuşturmak için başlatılan "Tarihe Saygı Projesi" kapsamında, 57. Alay Şehitliği'nde yürütülen proje, Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca onaylanarak, uygulamaya konuldu.

 

Açıklamada görüşlerine yer verilen OPET Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk, "Tarihe Saygı Projesi" kapsamında, Gelibolu Yarımadası'nda milli park sınırlarındaki tüm köylerde, toplumsal kalkınma ve bilinçlenmeye destek olacak eğitim programları ve çevrenin işlevsel rehabilitasyonu sayılacak mimari planlar uyguladıklarını belirtti.

 

Bu kapsamda ele aldıkları, Çanakkale Savaşları'nda tamamı şehit olana kadar savaşarak, vatanı savunan kahraman 57. Alay'ın şehitliğini de en kısa zamanda, tarihe yakışan bir görünüme kavuşturmak istediklerini bildiren Öztürk, 25 Nisan Anzak Törenleri'nin de yapıldığı bu alanın, ihtiyaca cevap verecek şekilde yenilemenin kendileri adına bir onur olduğunu vurguladı. 57. Alay Şehitliği'nin 2016 yılına kadar her türlü bakım ve onarımını takip edeceklerini ve tüm şehitliklerimize örnek olmasını sağlayacaklarını belirten Öztürk, "OPET olarak şehitlerimize minnetimizin göstergesi olarak 57. Alay Şehitliği'nin yenilenmesine katkı sağlamayı bir görev ve sorumluluk sayıyoruz" değerlendirmesinde bulundu.

 

ŞEHİTLİKTE TAMAMLANAN ÇALIŞMALAR

57. Alay Şehitliği'nde yürütülen proje kapsamında, şehitlik etrafını çevreleyen, eğime paralel taş duvarların kademeli olarak yeniden inşa edilmesi yüzde 60 oranında tamamlandı.Şehitlik boyunca asfalt kenarındaki su derelerinin mevcut toprak durumundan, betonarme üzerine taş kaplama yapılarak sıhhileştirilmesi bitirildi. Otopark zemini granit küp taşlarla kaplandı. Eskiden var olan rölyefler yeni yerlerine konuldu. Şehitlik alanındaki heykelin montajı tamamlandı. Şehitliğin giriş kapısı yenilendi. 57. Alay Anıtı'nın yarıdan fazlası bitirildi.

Burası Çanakkale, 18.03.2011

MODERNLİK, MODERNİSTLİK, KİTCH VE CÜRÜM

 

 

Sözlerime soyut bir soru sorarak başlamamı lütfen mazur görün: Mimarlıkta modernlikten ne anlıyoruz? Gayrımenkul pazarlama şirketlerinin ilanlarında yer aldığı gibi "prestijli, seçkin, size özel..." falan gibi bir sıfatı mı? Modern mimarlık dediğimizde yalnızca biçemle ilgili bir sorunsaldan mı söz ediyoruz? Yoksa mimarlık adı verilen sembolik alanın konu aldığı, faaliyet gösterdiği, farkındalık ürettiği profesyonellikle ilişkili bir sorunsaldan mı söz ediyoruz? Modernlikle ilgili tartışmalarda genellikle bu sorular sıkça yer alır. Benim burada, yazının başında bu soruları sormamın ise özel bir nedeni var.

 

İstiklal Caddesi'nin göbeğinde yer alan Demirören Alışveriş Merkezi bugün açılıyor. Geçtiğimiz günlerde inşaatı örten perde kaldırıldı ve yapı yüzünü gösterdi. Karşımıza yuvarlak cumbaları, caddeye uzanan balkonları, süslü kolonları ile ucube bir yapı çıktı. Oysa işin başında beklentiler ne kadar farklıydı. Projeyi "Ağa Han Mimarlık Ödülü" gibi pek çok uluslararası ödülün sahibi, Türkiye'nin "star" mimarlarından Han Tümertekin'in üstlendiği duyuldu. Daha bir yıl öncesine kadar mimarlık çevrelerinde Tümertekin'in tasarladığı "müthiş" bir projeden söz ediliyordu. Peki o üzerinde bunca rüzgar estirilen bu "müthiş" projeye ne oldu? Gördüğümüz tasarımın Tümertekin'in tasarladığı proje ile bir ilişkisi var mı? Bu soruların cevabını tam olarak bilemiyoruz. Malsahibi binanın yüksekliğini artırmak ve yetkililerin onayını almak için "tarihi çevreye uyumlu olmayan" bu tasarımdan vazgeçmiş olabilir.

Muhtemeldir ki Tümertekin'in o "müthiş" projesi yetkili kurulların onayını almak için ayrı bir zorluk olarak algılanmış ve bu nedenle de yarı yolda terkedilmiştir.

 

Oysa başlangıçta durum ne kadar farklıydı. Gayrimenkulun sahibi olan yatırımcı şirket, her ne kadar "kar amaçlı" da olsa, bir "sosyal sorumluluk" projesine girişmiş ve "Beyoğlu Nereye Gidiyor" başlıklı bir yarışma ve sergi dahi düzenlemişti. Sonrasını ise başta söyledim: Mimarlık çevreleri de Tümertekin'in tasarladığı o "müthiş" projeyi yere göğe sığdıramıyorlardı. O zaman baştaki sorumuza geri dönebiliriz: Bu işte mimarın gerçekleştirdiği faaliyet ne ölçüde içinde yer aldığı sorunsalı, koşulları dönüştürmeyi başardı ki, bugün o hepimizin şaşkınlıkla tanıklık ettiği o "müthiş" bir profesyonel sonuç ortaya çıktı?

 

Yoksa bu "müthiş" proje hiç suya sabuna dokunmadan, işin kamusal boyutunu ihmal ederek, yalnızca yapının daha farklı bir biçemde yapılması anlamına mı geldi? Böylece mimar da tıpkı para kazanmak için "kendi işini yapan bir esnaf" gibi kendisini onay verecek kurumlardaki kişilerin, kar amaçlı bir kuruluşun perspektifi ve patronajı ile mi kendisini sınırlandırdı? "SİT Alanı" ilan edilen tarihsel kent merkezleri margarin kremalı pasta gibi bina tasarlayan mimarlara, kent dışındaki alışveriş merkezleri, üst sınıf seçkinler, zenginler için yapılan "rezidans"lar da yatırımcıların daha çok para kazanması için Türkiye'nin "star" mimarlarına mı ait? Mimari araştırmanın, deneyselliğin kamu tarafından desteklenmesi ve bunun için de mimarların kamusal nitelikli bir işlev yerine getirmesi gerekli değil mi?

 

Bu durumda modernlik de mimarlığın içinde yer aldığı sorunsalı dönüştürmeyi, sorgulamayı, deneyselliğe açmayı hedeflemeyen, içinde yer aldığı koşullar ile ilişkisi olmayan bir biçemden mi ibaret? Bu durumda modernlik de tıpkı -sözde karşıtı gibi duran- tarihselcilik gibi basmakalıp bir klişeye dönüşmüyor mu? Böyle bir ayrışmanın, karşılıklı olarak kent mekanını "korunaklı av sahaları"na dönüştürmenin kente, kentlilere karşı nasıl bir "cürüm" olduğunun farkında mıyız? Eğer öyleyse Tümertekin'in "bugün ortaya çıkan sonuç ile benim bir ilişkim yok, projeyi ben yapmadım" diyebilme lüksünün olacağını zannetmiyorum. Çünkü profesyonel mimarlığın "kamusal boyutu" bağımlı bir perspektifle bir taraftan alışveriş merkezleri, kentsel dönüşüm projeleri yaparken, diğer taraftan sermaye sahibi hayırseverler gibi "sosyal sorumluluk" projeleri yaparak kreş, okul, STK binası falan tasarlamak değildir. Modernlik böyle bir şey olamaz. Modernlik her şeyden önce, bütün bağımlı faaliyetlerin ötesindeki bir profesyonelliği, düşünce geliştirme özgürlüğünü savunmak, göstermek ve hatta oluşturmak, yani kamusal bir duruma yol açmak demektir.

 

Bu nedenle her ne kadar "bu projeyle benim bir ilişkim yok" derse desin, gerçekleşen projenin Han Tümertekin'e ait olduğunu düşünüyorum.

Arkitera, Yazı; Korhan Gümüş, Fotoğraf: Hüseyin Demir, Kaynak: Milliyet, 18.03.2011

SULTANAHMET'TEKİ İSTANBUL ADLİYESİ YA KENT MÜZESİ OLACAK YA DA ARKEOLOJİK PARK

 

Sultanahmet'teki İstanbul Adliyesi, 1955 yılından bu yana hizmet verdiği binadan, Çağlayan'da inşaatı tamamlanan İstanbul Adliye Sarayı'na taşınacak. İstanbul Adliyesi'nin taşınmasının ardından bina ya şehir müzesine dönüştürülecek ya da yıkılarak arkeolojik park oluşturulacak. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, İstanbul Adalet Sarayı'nın tamamlandığını, Sultanahmet'teki adliye binasının da birkaç ay içinde taşınacağını belirtti. Demir, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, boşaltılacak bina için ''Eski adliyeyi kaldıracağız ve altında arkeolojik kazı yapacağız. Tarihi yarımadada yeni bir arkeolojik park ortaya çıkacak'' dediğini, Bakan Günay'ın bu görüşüne saygı duyduklarını kaydetti. Demir, Bakan Günay ile çok sık görüştüklerini, bütün çalışmaları paylaştıklarını kaydederek, ''Bize her konuda çok ciddi destek veriyor. Tarihi yarımadada, özellikle Eminönü, Sultanahmet, Topkapı Sarayı ve çevresiyle yakından ilgileniyor, takip ediyor'' dedi.
    
Tarihi yarımadada da Sultanahmet'in çok önemli bir yere sahip olduğunu ifade eden Demir, ''Bu binayla ilgili İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin de bir görüşü var. Mevcut alanın, binanın korunup şehir müzesi olması konusunda bir çalışmaları var. Tüm bunların gerçekleşebilmesi için, şehir planının ne olduğuna bakmak lazım. Şu anki planda bina için, (kültürel amaçlı kullanılması) diye bir yazı var. Geçerli imar planımız, şimdilik bu. Şehir müzesine uygun bir bina. Bu binanın mülk sahibi Büyükşehir Belediyesi. Bina boşaldıktan sonra hep beraber görüşüp, bir karara varacağız. Hayırlı bir karar alırız inşallah'' diye konuştu. Demir, tarihi binanın mimar Sedad Hakkı Eldem tarafından yapıldığını, Eldem'in Cumhuriyet döneminin en önemli mimarlarından biri olduğunu ve tarihi yarımadada başka eserlerinin de bulunduğunu dile getirdi.
    
İstanbul'un müzeye ihtiyacı olduğunu kaydeden Demir, ''Çok ciddi müzeye ihtiyacımız var. Bence gezip, görmek, yemek içmek eğlenmenin yanı sıra insanların İstanbul'da daha fazla vakit geçirmesi gerekiyor. Gelmişken, İstanbul'un bizim ve bizden önceki Roma ve Bizans'a ait bütün eserlere, bütün medeniyete bıraktıkları eserler vasıtasıyla vakıf olabilecek henüz alt yapımız yok. Yani müzelerimiz yok. Bu konuda çalışmalarımız var. Gerçekten müzeye çok ihtiyaç var'' dedi.
    
İstanbul Adliyesi
Sultanahmet'te, bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan, Kanuni Sultan Süleyman'ın vezirlerinden İbrahim Paşa'nın sarayının yanında inşa edilen İstanbul Adliyesi'nin, 1949 yılında açılan proje yarışmasında, dönemin önde gelen iki Türk mimarı Sedad Hakkı Eldem ve Ord.Prof. Emin Halid Onat'ın imzasını taşıyan proje kazandı. Ancak bu projenin yalnızca birinci bölümü, yani mahkemeler bloğu uygulanarak 1951'de inşaatına başlandı. Binanın bu bölümü 1955'te hizmete girdi. 1958'de bölgede yapılan kazılar sırasında Bizans döneminden kalma önemli arkeolojik buluntular ortaya çıktı. Adliye Sarayı'nın uygulanan ilk bölümünün (A ve B blokları) inşa edilmesinden ve proje mimarlarından Emin Onat'ın 1961'de ölmesinden sonra, Sedad Hakkı Eldem, arkeolojik buluntuları da dikkate alarak, bunların üstünü kısmen örten ve Adliye Sarayı'nın uygulanmayan bölümünü yine de inşa edebilmeyi öngören yeni bir proje geliştirdi. Bu proje de Anıtlar Kurulu'nun olumlu kararına rağmen, hayata geçirilemedi.

Yapı, 18.03.2011

'ÇAĞDAŞ İSTANBUL'DA TARİHİ MİRASIN KONUMU' KONFERANSI PERA MÜZESİ'NDE GERÇEKLEŞTİ

 

"Çağdaş İstanbul'da Tarihi Mirasın Konumu" konferansı 17 Mart 2011 tarihinde Pera Müzesi Oditoryumu'nda gerçekleşti. Prof.Dr. Doğan Kuban tarafından gerçekleştirilen konferansı öğrencilerden profesyonellere kadar birçok kişi izledi. Restorasyondan şehirciliğe pek çok soruna değinen Kuban, bu sorunları geçmişin ve bugünün İstanbulu'ndan örnekler vererek açıkladı. Günümüzde koruma kavramının yok olduğundan dem vuran Kuban'ın konuşması Türkiye ve dünyadaki koruma örnekleri karşılaştırmalarıyla devam etti.

 

Kuban konuşmasına artık koruma kavramının var olmadığını belirterek başladı. Bunun en iyi örneğinin İstanbul'da görüldüğünü söyleyen Kuban, giderek 'tarihi miras' kavramının içinin boşaldığından ve bu konuda gerekli hassasiyetin gösterilmemesinden yakındı. 1970'li yıllara kadar İstanbul'da korunması gereken alanın 5-10 bin hektar kadar olduğunu, bugün ise toprağın binalarıyla birlikte tüketildiğini söyledi.

 

Konuşmasına koruma planlarının düzenlenişini ve uygulanışını aktararak devam eden Kuban, bu konuda da Türkiye'nin eksikliklerinden bahsetti. Bugün koruma planlarının kapsamlı ve profesyonel bir kadro tarafından yürütülmediğini söyleyen Kuban, artık belediyelerin, koruma planlarını düşük fiyat veren herhangi bir firmaya ihale ederek gerçekleştirdiğinden yakındı. Böyle bir durumun dünyanın hiçbir yerinde olmadığını, günümüzde Türkiye'deki koruma algısının profesyonellerce bile yaşatılmadığını dile getirdi ve bu yozlaşmada profesyonellerin de rolü olduğunu belirtti. Daha sonra koruma kurullarının yapısından bahseden Kuban, restoratörlerin bu kurulda yer almadığını, restorasyonun, profesyonel olmayan ve gerekli hassasiyetten yoksun kişilerin eline geçtiğini söyledi.

 

Koruma kavramının yok oluşunun ardında kuramsal ve kavramsal eksikliklerin yattığın belirten Kuban 1950'lerden beri yapılan camilerde eskinin yaşatılmaya çalışıldığını fakat bu durumun, arkasında kavramsal bir çerçeve bulunmadığı için kötü sonuçlara yol açtığını dile getirdi. İnsanlığın eskiden beri değişimden yana olduğunu, yeninin çekiciliğinin toplumu etkilediğini söyleyen Kuban, eğitim altyapısı olmadığı sürece yeninin eskiyi yaşatma konusundaki başarısızlığından dem vurdu. Yurtdışında belli bir kavramsal çerçeveye oturtulan sürecin Türkiye'deki uygulamalar gibi olmadığının da altını çizdi.

 

Tarihi çevrenin yok oluşunun nedenlerinden birinin de ekonomik yapı olduğunu söyleyen Kuban bugün korumanın spekülasyon, yağma üzerine kurulu olduğunu belirtti. Türkiye'de kazancın en yüksek olduğu sektörün inşaat sektörü olduğunu, 1950'lerden başlayan göç sürecinin bu sektörün gelişimini tetiklediğini söyledi. Spekülasyonun giderek toprağı ve binaları tükettiğini söyleyen Kuban tarihi dokunun böylece yok olduğunu belirtti.

 

Kuban, konuşmasına, bundan sonra koruma konusunda yapılması gerekenleri sıralayarak son verdi. Halka, içini doldurduğu kentin tarihinin anlatılması gerektiğini söyleyen Kuban bu konuda bir kentli bilincinin geliştirilmesi gerektiğini belirtti. Doğru tanımlardan, yeniden başlamak gerektiğini vurgulayan Kuban İstanbul gibi güzel bir kentin yaşatılması gerektiğini söyledi. Korumanın bir kentli bilinci gerektirdiğini ve her şeyin farkındalıkla başlayacağını söyledi. Kuban, Goethe'den alıntı yaparak önce var olanı sevmemiz ve bilincinde olmamız gerektiğini vurgulayarak konuşmasını noktaladı.

Arkitera, Yazı: Bahar Bayhan, Ed. Pınar Koyuncu, 18.03.2011

ESKİ ANKARA, ULUS'TA YENİDEN DOĞACAK

 

 

Başkent'in tarih ve inanç merkezi Ulus'un değerini yeniden ortaya çıkaracak çalışmalar ve yıkımlar devam ediyor. Bu kapsamda çalışmalarını hızla sürdüren Büyükşehir Belediyesi, bölgede görüntü kirliliği oluşturan ve tarihi örten yaklaşık 200 binayı ortadan kaldırdı.

Başkent Ankara'nın binlerce yıllık geçmişini örten metruk ve virane haldeki yapıları bir bir yıkan, tarihi değeri bulunan tescilli binaların da restorasyonunu gerçekleştiren Büyükşehir Belediyesi, Ulus'un canlandırılması ve tarihi dokunun ortaya çıkarılması amacıyla "Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı" kapsamındaki çalışmalarını sürdürüyor.

Hacı Bayram Cami'nin restorasyonunu yapan ve tarihi dokusunu yeniden ortaya çıkaran Büyükşehir Belediyesi, ek binasını da yıkarak modern ve orijinal binaya uygun olarak yeniden inşa etmişti. Geçtiğimiz ay açılışı yapılan ve yurdun dört bir yanından ziyaretçi akınına uğrayan Cami'ye ve tarihine uygun bir çevrenin yapım çalışmalarını da sürdüren Büyükşehir Belediyesi, Başkent'in en geniş tarihi alanlarından olan Ulus'un dört bir yanında sürdürdüğü çalışmalarıyla göz dolduruyor.

 

Başkent Ankara'nın tarih boyunca yerleşim ve inanç merkezi olmuş, ancak zaman içerisinde tarihi örterek, bu göz dolduran güzelliği kapatan binaları bir bir yıkan Büyükşehir Belediyesi, tescilli durumdaki tarihi yapıları da restore ediyor.

Tarihi dokusuna uygun yepyeni bir Ulus'un ortaya çıkarılması için çalışmaların süratle sürdüğünü kaydeden ve projelere ilişkin bilgi veren Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, "Ulus'ta tarih yeniden canlanıyor. Bugüne kadar bölgede yaklaşık 200 binanın yıkımını gerçekleştirdik. Bunların arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ait 4 katlı bina, İlksan Öğretmenevi, Anıl Otel ve son olarak yıktığımız 5 katlı betonarme bina başlıcaları. Ayrıca Genelev diye tabir edilen alanda da 30 binadan 19'unun yıkımını gerçekleştirdik. Geri kalanların da hukuki süreçleri sürüyor, inşallah yıl sonuna kadar hepsini yıkmayı planlıyoruz" diye konuştu.

Ulus'un baştan sona tarih kokan yepyeni görüntüsünü ortaya çıkaracak olan çalışmaların ilk güzelliklerinden birinin Hacı Bayram Camii olduğunu kaydeden Başkan Gökçek, şunları söyledi:

"Hacı Bayram Camii'nin açılmasıyla birlikte bu bölgede yaptığımız çalışmalar da kendini göstermeye başladı. Cami'ye yakışır bir çevre için burada çok büyük, titiz ve ayrıntılı bir çalışmaya imza atıyoruz. Çevredeki ve yenileme alanı içerisindeki tescilli ve tarihi binaların restorasyonunu yapıyor, sonradan yapılan, görüntü kirliliği oluşturanları da bir bir sorunsuz ve güvenli bir şekilde yıkıyoruz. Tüm bu çalışmalarımızla birlikte Hıdırlıktepe, İsmet Paşa ve Atıfbey'i yeniden ele alacağız. Hıdırlıktepe'yi, Hacı Bayram ile bütünleştirmeyi düşündüğümüz dev bir müze haline getireceğiz.

Hacı Bayram'ın altındaki kitapçılar da alt kısma alınıp, bu bölge de ondan sonra yıkılacak. Alt kısmındaki geniş alan dev bir rekreasyon alanı olarak düzenlenecek. Dolmuş durağının üstü kısmında da 3 bin kişilik bir konferans salonu inşa etmeyi düşünüyoruz."

 

Son yıkımın ardından Hükümet Caddesi sırasında bulunan tüm binaların yıkımlarına devam edeceklerini kaydeden Başkan Gökçek, tescilli olan alanlara eski Ankara evleri yapılacağını, tescilli olmayan parsellerde de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayladığı projelerin inşa edileceğini söyledi.

Bölgede yaklaşık 60 binanın daha yıkılması gerektiğini, bununla ilgili çalışmaların da sürdüğünü ifade eden Başkan Melih Gökçek, Ulus Projesi'nin "Yahudi Mahallesi ve Altındağ Belediyesi'nin olduğu kısım, Kale ve Civarı ile Hacı Bayram ve Civarı" olmak üzere 3 etaptan oluştuğunu kaydetti. Ankara Kalesi'ne çıkışta bulunan 5 bin kişilik Antik Tiyatro kazı çalışmalarının da sürdüğünü belirten Başkan Gökçek, "Kurul'dan onay aldığımız andan itibaren Nisan-Mayıs aylarında Kale'nin alt yapısının da tamamını yenilemeyi planlıyoruz. Ayrıca elektrik gibi tesisatlar da yer altına alınacak" dedi.

Başkan Gökçek, Hacı Bayram ve civarındaki 6 sokağın alt yapısını da tamamladıklarını söyledi.

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması güç bir çalışmaya imza attıklarını ve bölgede "Eski Ankara'nın yeniden doğduğuna" şahit olduklarını kaydeden Başkan Gökçek, "Bu çok büyük bir çalışma. Şimdiden meyvelerini vermeye başladı. Hacı Bayram Cami, Roma Antik Tiyatrosu, Augustus Tapınağı, tarihi Ankara Evleri ve bunlar gibi sayısız eser yeniden Ulus'a kazandırıldı" dedi.

Hacı Bayram Cami ve çevresinde 40'a yakın binanın restore işlerinin de tamamlandığının altını çizen Başkan Gökçek, "Ayrıca Güvercinlik Sokak tarafında da sokak sağlıklaştırma proje çalışmaları bitti. Orada da 82 tane binanın restorasyonu başladı.
Tüm bu çalışmalar Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi kurumların bilgilendirilmesi ve onaylarının alınmasının ardından yapılıyor" diye konuştu.

Ankara Büyükşehir Belediyesi, 18.03.2011

KAYAKÖY BİNALARI 'ANITSAL YAPI' OLARAK TESCİLLENDİ

 

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından ''Dünya Dostluk ve Barış Köyü'' ilan edilen Fethiye Kayaköy'deki sivil mimari örneği 736 yapı ile manastır ve şapellerinde aralarında bulunduğu binalar ''anıtsal yapı'' olarak tescil edildi. Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer, Fethiye İlçesine 8 kilometre uzaklıkta bulunan, tarihi geçmişi milattan önce 3 bin yıllarına kadar ulaşan ve antik dönemlerde ''Karmylassos'' olarak bilinen Kayaköy Ören Yeri'ndeki sivil mimarlık örneği yapılar ve kültürel varlıkların tescil altına alınmasını amaçlayan çalışmanın tamamlandığını söyledi.

 

 

Mimarlar Odası'nca Kayaköy'deki 2 kilise ile 3 evin rölöve çizimlerinin geçmiş yıllarda yapıldığına işaret eden Özer, ''Tamamlanan çizimler Muğla Koruma Kurulu'nca onaylanmış. Bu 5 yapının restorasyon projeleri İstanbul Mimarlar Odası tarafından yapılacak. Bu konuda, TÜRSAB ile Türkiye Mimarlar Odası geçmişte bir protokol yapmış. Restorasyon projesinin hayata geçirilmesi için TÜRSAB'ın maddi desteği bekleniyor'' diye konuştu. Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 2011 yılında aldığı bir kararla Kayaköy'de 736 adet sicil mimarlık örneği yapı ile 24 adet manastır, şapel (tapınak) sarnıç, değirmen, fırın ve çeşme gibi dini ve kültürel yapıların, ''Birinci Grup Anıtsal Yapı'' olarak tescil edildiğine belirten Özer, ''Bölgede bulunan mağaralarında tabiat varlığı olarak tescili için hali hazır haritalar istendi. Kayaköy'de en kısa süre içinde 'Koruma Amaçlı İmar Planı' hazırlanacak'' diye kaydetti.

 

 

Kayaköy Ören Yeri'ni 2010 yılında yaklaşık 54 bin kişinin ziyaret ettiğini anlatan Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer, şunları söyledi:
    
''2010 yılında Kayaköy'ü ziyaret eden ziyaretçilerden 229 bin 850 TL gelir elde edildi. Kayaköy, kültür tarihi ve Türkiye turizmi açısından çok önemli bir bölge. Bölgedeki tarihi eserlerin tescillenmesi çok önemli bir gelişme. Bu süreçten sonra 'Koruma Amaçlı İmar Planı' nın hayata geçirilmesi de büyük önem taşıyor. Bu plan yapılmadan Kayaköy'le ilgili bir projenin hayata geçirilmesi mümkün değil. Bakanlığımız buranın kültürel ve tarihi özelliklerinin korunmasına çok önem veriyor. Kayaköy'ün Koruma Amaçlı İmar Planı hayata tamamlandıktan sonra turizm amaçlı projeler hayata geçirilecek.''

 

 

Yaklaşık 500 hanenin bulunduğu Kayaköy'de yaşayan vatandaşlar ise yapılan tescil çalışmalarını olumlu karşılıyorlar. Vatandaşlar, Koruma Amaçlı İmar Planı'nın bir önce hazırlanarak ören yerindeki evlerin turizme açılmasını istiyorlar. Kayaköy Köyü Muhtarı Mustafa Karagöz, bölgede yaşayan vatandaşların büyük bir bölümünün geçimini turizmden sağladığını ifade ederek, ''Kayakaköy'de yaşayan yaklaşık 2 bin kişinin bin 500'e yakını geçimini turizmden sağlıyor. Muğla İl Özel İdaresi geçmiş yıllarda köydeki bazı yapıların kaçak olduğunu öne sürerek yıkım kararı aldı. Bu olayla ilgili çok sayıda dava açıldı. Bölgenin turizme açılması bölgede turizm hareketliliğine neden olur'' diye konuştu.

Yapı, Fotoğraflar: Kenan Gürbüz/AA, 17.03.2011

HÜRREM SULTAN'A MUHTEŞEM RESTORASYON

 

 

Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman ile Avrupa'da, Türkiye'de ve batıda birçok resim, müzik ve bale gibi tarihi çalışmalara konu olan Kanuni'nin eşi Hürrem Sultan'ın Süleymaniye Camisi haziresindeki türbeleri, 1940'lı yıllardan sonra en ciddi restorasyona alındı.

Bir süredir restorasyon çalışması nedeniyle ziyarete kapalı olan türbeler, bir yıl sürecek çalışmanın ardından yeniden ziyarete açılacak.

İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul'da en fazla ziyaret edilen türbenin Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan Türbesi olduğunu söyledi.

Ziyaretçilerin büyük bir çoğunluğunun Polonya ve Ukrayna kökenli Ruslar olduğunu ifade eden Cengiz, ''Şu anda türbe açık olsaydı ziyaret eden 5 tane yerli turist varsa, 5 tane de yabancı turisti çok rahatlıkla görebilirdiniz. Yabancılar bu türbeyi çok bilinçli olarak ziyaret ediyorlar. Ziyaretlerinden de memnun olarak dönüyorlar. Çünkü her ne kadar restorasyon durumu olsa da türbelerimizde temizliği hiç bir zaman eksik etmiyoruz. En güzel şekilde ziyaretçilerin beğenisine sunuyoruz'' dedi.

Şu anda restorasyon çalışması dolayısıyla türbenin ziyarete kapalı olduğunu anlatan Cengiz, bu nedenle türbeyi gezmek isteyen vatandaşlardan ufak şikayetler aldıklarını söyledi.

Restorasyonla ilgili yapılacak çalışmaların çok önceden belirlendiğini, projelerin çizildiğini belirten Cengiz, türbelerin daha uzun yıllar hizmet verebilmesi için bu tür restorasyon çalışmalarının mecburi olduğunu kaydetti.

Cengiz, İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü'ne bağlı 117 türbe olduğunu, şu anda 37 türbede restorasyon çalışması yapıldığını kaydetti.

Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman türbelerinin 1940'lı yıllardan sonra en ciddi restorasyon çalışmasını göreceğini aktaran Cengiz, 1999 yılında basit bir restorasyon gören türbenin şimdi bütün eksiklerinin giderileceğini ifade etti.

Yaklaşık 25 gündür restore öncesi eksiklerin tamamlanması yönünde bir çalışma yürütüldüğünü bildiren Cengiz, şöyle konuştu:

''2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izni ile Büyükşehir Belediyesi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında bir protokol yapıldı. İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü'ne bağlı türbelerin restorasyonunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi üstlendi. Bu nedenle restorasyon projesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü'nce çizdirildi. Restorasyon çalışmaları aceleye getirilmeyen ama hızlı yapılması gereken çalışmalardır. Burada sadece Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman Türbesi değil, bunlarla beraber Mimar Sinan Türbesi de restore edilecek. Çalışmalar Süleymaniye Camisi'ni restore eden firmanın sponsorluğunda ücretsiz olarak yapılacak. Biz firmaya bu senenin sonuna kadar bir süre tanıdık. Bir aksilik olmazsa bu senin sonuna kadar hem Hürrem Sultan ile Kanuni Sultan Süleyman, hem de Osmanlı topraklarına bir çok eser kazandıran Mimar Sinan türbesinin restorasyonları tamamlanmış olacak.''

Havanın iyi geçmesi nedeniyle bugünlerde türbelerin üzerindeki kubbelerin açılacağını ve kurşunların değiştirileceğini anlatan Cengiz, ''Restorasyon çalışmaları üstten başlar. Daha sonra aşamalı bir şekilde türbenin içinde bozulan İznik çinileri, ahşap, kalem işleri, pencere kapakları, kapıları, sandıklar, örtüler gibi süslemeler onarılacak. Burası mermer ve taş yapıdan oluşuyor. Yapılacak çalışmayla türbeyi ilk günkü güzelliğine kavuşturmaya çalışacağız'' dedi.

''Bizler ölülerimizi iyilikle yad ederiz'' diyen Cengiz, bu tür kişilerin önce yaptıkları iyi işlerle anılması gerektiğini belirterek, şöyle konuştu:

''Hürrem Sultan denince benim aklıma ilk olarak Haseki'deki Külliyesi geliyor. İlk defa bir padişah eşi bir külliye meydana getirmiştir. Ayasofya Camisi'nin karşısında iki çift kubbeli Hürrem Sultan hamamı vardır. Ülkenin çeşitli yerlerinde köprüsünü, camisini, hayır işlerini görürsünüz. Hürrem Sultan'ın bu yaptığı hayır işleri ve güzellikler ortaya çıkmalıdır. Haseki külliyesinden bugün birçok insan faydalanıyor. Bir semte ismini vermiş. Hastane on binlerce insana şifa dağıtıyor. Bunları da görmek gerek.''

Habertürk, 17.03.2011

İNÖNÜ STADI, MİRASIMIZDIR

 

Cumhuriyetin İstanbul'a armağanı olan stat, korunması gerekli mimarlık eseridir.

 

Beşiktaş Jimnastik Kulübü (BJK), kuruluşu 1903 yılına uzanan en eski spor derneklerimizden.. bu nedenle "tarih bilinci"nin de en güçlü olması gereken kurumlarımız arasında...

 

BJK, bugünlerde "yıkılması ve ticari tesisler eklenerek" büyütülmesini istediği İnönü Stadyumu 1947'de açılıncaya kadar, Taksim'deki Topçu Kışlası'nın avlusu ile şimdiki Çırağan Oteli'nin yerinde bulunan Şeref Stadı'nda top koşturdu. Kışlayla avlusu yıkılınca da kenti modern bir stadyuma kavuşturmak için 1939'da davet edilen İtalya'nın ünlü spor yapıları mimarı Paolo Vietti Violi, Türk mimarlar Fasıl Aysu ve Şinasi Şahingiray'la birlikte proje için kolları sıvadılar...

 

"Bulunulan vadiye yumuşakça konumlanmış" zarif tasarımın temeli 1939'da atıldıysa da 2. Dünya Savaşı'nın yarattığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle inşaata devam edilemedi. 19 Mayıs 1943'te yeniden törenle başlanan inşaat, dönemin parasıyla 5 milyon TL'ye tamamlanabilmişti...

 

Stadın 27 Kasım 1947'deki açılış maçında takımlar, BJK ile İsveç'in AIK Solna'sıydı... Konuk takımın 3-2 kazandığı tarihi maçın ilk golünü atan da BJK'nin büyük emektarı Süleyman Seba...

 

1952'de DP hükümetince "Mithatpaşa" denilen, 1973'te ise yeniden ‘İnönü' adına kavuşan stadyum, yakın geçmişte The Times gazetesince yapılan araştırmada, dünyadaki en iyi 10 stat arasında 4'üncü olmuştur. Bunun nedeni sadece "işleyiş düzeni" ve "tribünlerle saha arasındaki uyumlu oran" değil; stadın çevreye "saygılı eklemlenme"si ve özellikle Dolmabahçe'deki tarihi ve doğal peyzajı "zedelemeyen" bir siluet hassasiyeti içinde gerçekleşmiş olmasıdır.

 

Nitekim hem bu nedenlerle, hem de Cumhuriyet yönetiminin İstanbul'daki çağdaş imar hizmetlerinde önemli yer tutması gözetilen stat "korunması gerekli kültür mirası" olarak tescil edilmiştir.

 

Şimdi, kullanım hakkını alarak aynı zamanda stadın "hami"si olması gereken BJK'nin, kulübün büyük emektarlarından Süleyman Seba'nın ilk golü attığı ve spor dünyamızın unutulmaz anılarıyla yüklü bu mekanın, üstelik "rant uğruna" eklenmesi öngörülen tesislere olanak sağlanarak "yıkılması" ve yerine bambaşka bir "ticari stat" yapılmasını öngören projesi, bu kulübümüzün tarihsel saygınlığı ve görmüş geçirmiş kimliğiyle nasıl bağdaşabilir?

 

Böylesi "çok özel değerleri" olan statta 1998'den sonra 49 yıllığına "kiracı" olan kulübümüzün, kentin Cumhuriyet tarihini belgeleyen yapıyı gelecek kuşaklara "miras" olarak aktarma sorumluluğumuzu da çiğnemeye ne yasal ne de etik açıdan hakkı olmaması gerekir...

 

Ya Koruma Kurulu?
Ne var ki ben asıl şu çok değer verdiğim ve ülkemizin kültür ile doğa zenginliklerinin "güvence"si olarak saygı beslediğim "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu"nun, özetlediğim amaçları içeren bir yıkım projesine tek kelimeyle "hayır" dememiş olmasını çok daha büyük talihsizlik olarak görüyorum.

 

BJK'nin bugünkü yöneticileri, kentsel ve kültürel miras konusunda çağdaş yükümlülüklerin farkında olmayabilirler.. gelecekte bunun bilincinde olabilecek yöneticiler işbaşına gelebilir.. ancak koruma kurulları, -"yeni" üyeleri kim olursa olsun- adı üstünde "koruma"ktan sorumludurlar.

"Özerk" olmalarının nedeni, koruma karşıtı, olası siyasi ya da başka türlü baskılara karşı, bilimin ve çağdaş uygarlığın kültürel gereklerini yerine getirmekten ödün vermemeleri içindir... Bu nedenle şimdiki üyelerin özel yaklaşımlarıyla değil, korumanın genel kuralları ve "Koruma Yüksek Kurulu ilke kararları" ile "kurumsal sürekliliği" de sağlamakla yükümlüdürler.

 

Yılların koruma kurulları emektarı bir mimar olarak, BJK'nin bu "sorumsuzluk projesi"ne, ilgili bölge kurulunun kapı araladığı yönündeki haberlere hala inanasım gelmiyor! O kadar ki doğru olup olmadığını kurul müdüründen sormanın bile kurumun saygınlığına ters düşeceğini düşünerek, elim telefona gidemedi...

 

Bakanın duyarlılığı
Neyse ki Vahap Munyar'ın Hürriyet'teki köşesinde Kültür ve Turizm Bakanı'yla görüşmesini okudum da yüreğime su serpildi (12 Mart 2011).

 

Bakan Günay, konuyla ilgili soruları yanıtlarken özetle demiş ki: "BJK yönetimi, içinde AVM, otel ve altında 2500 araçlık otopark bulunan 42 bin kişilik stadyum öneriyor. Ben ‘Dolmabahçe bölgesini daha da tahrip edenlere göz yuman bir kültür bakanı' olarak tarihe geçmek istemiyorum. Konunun bir de yüksek kurulda görüşülmesi gerekir."

 

O yüksek kurul ki, vaktiyle İnönü Stadı'nın koruması da dahil, ülkede "kültür mirası" fikrini ilk kez "kurumsallaştıran" ve özellikle "kamu"nun bu gibi değerlere saygılı olması bilincinin filizlenmesine tarihsel katkılarda bulunan "Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu"nun geleneklerini de korumakla yükümlü organımız... Ben, bakanın bu tercihiyle, İnönü Stadı'na artık "kurtuldu" gözüyle bakıyorum.

 

"Peki, ne yapmalı?" sorusunun yanıtı içinse; İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Başkanı, yılların saygın mimarlarından Doğan Hasol'un şu görüşüne katılıyorum: "Galatasaray'a yapıldığı gibi Beşiktaş'a da daha uygun alanda büyük bir stat temin edilsin. İnönü Stadı aynen korunarak küçük maçlar, konserler, törenler vs. için kullanılsın."

 

Bu sözü 30 Ocak'ta Milliyet'te aktaran Melih Aşık'ın da dediği gibi: "En iyi çözüm bu. Beşiktaş Kulübü İnönü Stadı'nı artık rahat bırakmalıdır."

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 17.03.2011

SEVABIYLA GÜNAHIYLA OSMAN HAMDİ BEY

 

 

Osman Hamdi Bey kimdir? a) Oryantalist ressam b) İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kurucusu c) Kaplumbağa Terbiyecisi'nin ressamı d) Türkiye'nin ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi'nin müdürü.

 

En iyisi işi kolaylaştırıp cevaplara bir 'e' şıkkı ekleyip 'hepsi' demek. Zira Türk resminin belki de en çok bilinen bu ressamını tanımlayacak o kadar çok sıfat ve efsane var ki...

 

2010 yılı, UNESCO tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın önerisi üzerine, Osman Hamdi Bey'in 100. ölüm yılı dolayısıyla 'Osman Hamdi Bey Yılı' ilan edilmişti. 2010 geçti, gitti. Eserleri dünyanın dört bir yanında dudak uçuklatacak fiyatlarla satılan ve hakkında birçok şey yazılıp çizilen usta ressam için geçen yıl neler yapıldı diye sorduğumuzda elimiz boş döneceğimizi hemen söyleyelim. Lakin, bu tür etkinliklerden sonra sevindirici olan 'şey', kuşkusuz hazırlanan kitaplardır.

 

Prof.Dr. Edhem Eldem bu pek sessiz geçen yıl için evladiyelik bir kitap hazırladı: Osman Hamdi Sözlüğü (Kültür Bakanlığı Yay.). Dolaşıma biraz geç giren ve şimdilerde sahafların en nadide eserlerinin arasında yer alan kitap, Osman Hamdi Bey'e dair bir bilgi güncellenmesi yapıyor. Önümüze günahıyla, sevabıyla a'dan z'ye sayfa sayfa çevrilebilecek çok renkli bir Osman Hamdi Bey portresi koyuyor. Büyük bir emeğin ürünü olan kitabın nasıl hazırlandığını sözlüğün önsözündeki uzunca yazıdan hemen kavrıyorsunuz.

 

Aynı aileden gelen ve Osman Hamdi'nin arşivine 'yakın' olan Edhem Eldem, sözlük için şöyle diyor: "Bu sözlüğün başlıca amaçlarının arasında Osman Hamdi'nin eserlerinin mümkün olduğunca metodik ve sistematik bir şekilde ele alınarak bir bütün olarak algılanmasına ve bu bütünün içinde oluşabilecek önemli ve manidar gruplaşmaları, değişim ve meyilleri, bazen de ayrılıkları ortaya çıkarabilecek şekilde incelenmesine fırsat vermektir."

 

Kitaptaki doyurucu metinlerin yanı sıra, bir hayli zengin yer eden belgeler, fotoğraflar, mektuplar, objeler Osman Hamdi'nin 'sır' gibi algılanan dünyasını açık ediyor. Eldem, dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Osman Hamdi Bey'le ilgili tüm malzemelerin bir bir peşine düşmüş. Kıyıda köşede kalmış belgeleri, fotoğrafları tek tek inceleyip kitaba eklemiş. Bereketli ama karışık bir işin içinden hakkıyla, akademisyen titizliğiyle çıkan Eldem, üzerine ciddi anlamda kafa yorulacak yeni bir Osman Hamdi Bey ortaya koymuş. Sözlük için, Mustafa Cezar'ın "Sanatta Batı'ya Açılış ve Osman Hamdi" kitabından sonra bu konuda yapılmış en derli toplu çalışma denilebilir.

 

Kaplumbağalı Adam

Sözlük alışılagelmiş hiyerarşilerden uzak ilerliyor. Okur istediği maddeden başlayarak sözlüğün içinde yol alabiliyor. Özellikle Osman Hamdi Bey'in değerlendirilişindeki ciddi problemler, tablolarındaki zorlama okumalar bir efsaneden olarak sunulan Osman Hamdi Bey'i daha insani vasıflarıyla önümüze seriyor.

 

Sayfaları çevirdikçe Osman Hamdi'nin birkaç örneğini yaptığı tabloları arasındaki farklılıkları, müdahaleleri esin kaynaklarını görebiliyorsunuz. Özellikle Kaplumbağa Terbiyecisi adlı tablosuyla ülkemizde ve dünyada büyük nam salan Osman Hamdi Bey'in aslında bu eserini yaparken Japon L'Crepon adlı bir illüstratör tarafından çizilip yayımlanan resimden etkilendiğini görmeniz mümkün. (Eldem bu keşfini Nisan 2009'da Sabancı Müzesi'nde açılan sergide ilk kez zikretmişti.) Eldem, bunun yanında eserin Paris'te ilk sergilendiği isminin Kaplumbağalı Adam olduğunu da açıklıyor.

Kitapta Osman Hamdi Bey'in elinin değdiği herşeyi bulmanız mümkün. Özel koleksiyonlardan derlenen tablolar, eskizler, desenler pek orada burada göremeyeceğiniz türden değil. Usta ressamla yolu kesişen yazarlar, çizerler, yolunu düşürdüğü mekanlar, aile bireyleri, sergiler, tarihi kişilikler, kavramlar...

 

Osman Hamdi Bey'in fotoğraflarından, defterlerinden, notlarından onun, sevinçlerini, hüzünlerini, halden hale geçişlerini hemencecik fark ediyorsunuz. Eldem'in sıcak bir üslupla kaleme aldığı maddeler yorumu okura, izleyiciye bırakması önünüze tartışılmaya ve irdelenmeye müsait pek çok alan bırakıyor.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 17.03.2011

GALATA MEVLEVİHANESİ, YENİLENEN YÜZÜYLE BU YIL ZİYARETE AÇILACAK

 

 

Tarihi Galata Mevlevihanesi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın1 milyon 533 bin 812 TL'lik bütçesiyle yenilendi. Çevre düzenlemesiyle de mevlevihanenin bahçesi ziyaretçilere daha iyi hizmet verecek.

 

İstanbul'un en eski Mevlevi tekkesi olan 520 yıllık Galata Mevlevihanesi, restorasyon çalışmalarının ardından yenilenen yüzüyle bu yıl ziyaretçilerini karşılayacak. Mevlevihane, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından yürütülen restorasyon ve yenileme çalışmalarıyla ihya edilen tarihi ve kültürel miras eserleri arasında yer alıyor. Mevlevi kültürünün gün ışığına çıkarılması ve günümüz müzecilik anlayışının sunduğu modern tekniklerle sergilerin yapılmasına yönelik 2009 yılında başlayan bakım, onarım ve koruma çalışmalarının tamamlandığı Mevlevihane, ajansın 1 milyon 533 bin 812 TL'lik bütçe desteğiyle yenilendi. Mevlevihanede ayrıca Osmanlı İmparatorluğu döneminin önemli dervişleri, neyzenleri ve divan şairlerinin kabirlerinin bulunduğu Hamuşan Hazire Alanı'nın restorasyonu da yapıldı. Restore edilen eserler arasında Halet Efendi Kütüphanesi, Halet Efendi Türbesi ve Şeyh Galip Dede Türbesi de bulunuyor. Çevre düzenlemeleriyle de mevlevihane bahçesinin ziyaretçilere daha nitelikli hizmet vermesi sağlandı.

 

Galata Mevlevihanesi'nin yanı sıra Surp Vortvots Vorodman Kilisesi, Arap Camii, Haseki Külliyesi ve Kılıç Ali Paşa Camii de yenileme çalışmalarıyla ihya edilen eserler arasında yer alıyor. Ajansın Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Gürkan, kültürel miras alanında birtakım yeni yöntemlerle bilinçlenmeyi sağlayarak yol almaya çalıştıklarını söyledi. Projeler içinde en büyük ağırlığı kültürel miras ve kentsel projelere verdiklerine işaret eden Gürkan, "Bunun sonucunda da ulaştığımız 188 tane yapının restorasyonu, yeni kültür merkezi, müze yapımı İstanbul'a önemli bir katkıdır." dedi.

Zaman, 17.03.2011

TÜRK SANATI DÜNYA VİTRİNİNDE

 


Ansen Atilla nın anıtsal resmi Guns of War ın fiyat aralığı 22-28 bin paund olarak belirlenmiş.

 

Santralistanbul’da geçen hafta açılan ‘20. Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı’ sergisinin açılışında Ferit Edgü anlatmıştı: “Akademiden hocam olan Bedri Rahmi Eyüboğlu öldüğünde, ailesi onun atölyesini galeri yapmak istemişti. Atölyeyi galeri yaptık. Sene 1976. O zamanlar İstanbul’da bir galeri daha vardı: Maya Galerisi. Şimdi İstanbul’da kaç galeri var, sayısını bilmiyorum.”


Yıl 2011. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye sanatı hiç olmadığı kadar dünyanın da gündeminde ve Sotheby’s gibi dünya devi müzayede şirketleri, Londra’daki merkezlerinde her yıl sadece Türkiyeli sanatçıların eserlerinin satıldığı müzayedeler düzenliyor. Bunlardan sonuncusu Sotheby’s tarafından 7 Nisan’da Londra’da düzenlenecek Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi. Mübin Orhon, Burhan Doğançay, Taner Ceylan, Hale Tenger, Azade Köker, Ansen Atilla gibi sanatçıların müzayedede satışa çıkacak 102 eserinden küçük bir seçki, dün 13.00-18.00 arasında Akbank Private Banking sponsorluğunda The Marmara Esma Sultan’da koleksiyonerlerin beğenisine sunuldu.


“Türkiye’deki hareketli ve heyecan verici sanat ortamı çok etkileyici bir hızda büyürken, biz de Sotheby’s olarak İstanbul’da olmaktan büyük heyecan duyuyoruz” diyen Sotheby’s Çağdaş Türk Sanatı Müzayede Yönetmeni Elif Bayoğlu’na göre Türk sanatı aslında 1950’lerden beri çok iyi durumda, sadece son yıllarda küresel pazarda görünürlülüğü arttı. Bunda da İstanbul Bienali’nin, Vasıf Kortun, Beral Madra gibi çok çalışan küratörlerin hayli etkili olduğunu düşünüyor. 

4 Mübin Orhon’a 680 bin pound
7 Nisan’daki müzayedede satışa sunulan eserlere gelince... Müzayedenin gözdesi kuşkusuz, Paris ekolü soyut resmin ustalarından Mübin Orhon. 1960’lardan beri galerici, koleksiyoner Fransız Daniel Gervis’nin koleksiyonundan çıkan, sanat piyasasında daha önce görülmemiş dört büyük boy Mübin Orhon tablosuna toplam 680 bin pound alt fiyat biçilmiş.


Müzayedenin önemli eserlerinden biri Burhan Doğançay’ın ‘duvar’ serisinden 1985 tarihli ‘Whispering Wall II’ isimli eseri. 120-180 bin fiyat aralığıyla müzayedeye çıkacak tuval üzerine akrilik resim, 1985’ten beri aynı Amerikan koleksiyonunda bulunuyor.


Esma Sultan’da da sergilenen Ansen Atilla’nın anıtsal Civilizations Serisi’nden ikinci eseri ‘Guns of War’, 15. yüzyılın sonlarında Avrupa’daki imparatorlukların arasında artan ticari rekabet sonucu, kaşiflerin yeni koloniler bulmak amacıyla dünyanın farklı köşelerine seyahetleri sırasında bilinmeyen ilk yerli ırklarla karşılaşmalarını resmediyor. Ansen’in dev boyutlu eseri 22-28 bin pound fiyat aralığından satışa çıkıyor.


Hale Tenger’in 30-40 bin pound değer aralığında satışa çıkan ‘Ortasında’ (Amidst) adlı heykelinde ise oyuncak kurşun askerler ve plastik bir figür demir levhadan oluşan bir temelin üzerine yerleştirilmiş. Bu heykelle Tenger, baskıcı devlet politikalarına, günümüzde artan şiddet ve askeri güce eleştiri getiriyor. 

Tanınırlığa değil iyi işe bakılıyor
Sotheby’s’in bu yıl üçüncüsünü düzenleyeceği Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi’nde Nejad Devrim, Selim Turan, Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Canan Tolon, Selma Gürbüz gibi tanınmış sanatçıların yanı sıra Türkiye’de az bilinen ressamların da eserleri yer alıyor. Londra’daki koleksiyonerlerin Türk sanatçıları çok fazla tanımadığını belirten Sotheby’s Avrupa’nın yöneticisi Lord Poltimore, “Tanınırlık onlar için önemli değil. Onlar iyi işlere bakıyorlar” diye konuşuyor.
Müzayede yönetmeni Elif Bayoğlu ise eserleri seçerken teknik kalitesine ve satılabilirliğine baktıklarını söylüyor. Satılabilirliğin doğru fiyatlandırmaktan geçtiğinin altını çizen Bayoğlu, “Önceki iki müzayede çok iyi geçti. Eserlerin yüzde 70’ten fazlası satıldı. İlk müzayedede 1.3 milyon pound, ikincisinde 2.4 milyon poundluk satış yapıldı. Bu müzayededen 2 ile 3 milyon pound arası satış bekliyoruz” diyor.

2009 yılında Türkiye’de bir büro açan Sotheby’s ilk müzayedesini de aynı yıl düzenledi. 4 Mart 2009’da Londra’daki ‘Çağdaş Türk Sanatı’ müzayedesinde Erol Akşavaş, Mübin Orhon, Taner Ceylan, Erinç Seymen gibi sanatçılar vardı. Mübin Orhon 468 bin, Taner Ceylan ise 170 bin lira gibi çok yüksek fiyatlara satıldı. 2009 müzayedesindeki toplam satış rakamı 3.5 milyon lira (1.38 milyon sterlin).


2010 yılında 15 Nisan’da gerçekleşen Londra’daki ikinci Çağdaş Türk Sanatı müzayedesinde ise çok daha yüksek bir rakama ulaşıldı. Toplam 5.5 milyon lira. Aralarında Erol Akyavaş, Abidin Elderoğlu, Nejad Melih Devrim, Mübin Orhon Mehmet Güleryüz, Burhan Doğançay gibi isimlerin de olduğu 68 eserin satıldığı müzayedede en yüksek fiyata (1.5 milyon lira) ulaşan Fahrelnisa Zeid oldu.

Satışa çıkacak en sıradışı eserlerden biri de hiperrealist ressam Taner Ceylan’ın ‘Kayıp Resimler Serisi’den ‘1879’ adlı tablosu. Oryantalist algıyı tersyüz eden eserde Ceylan, Osmanlı sarayından beyaz peçeli bir kadını Courbet’nün ‘Hayatın Kökeni’ adlı ünlü tablosunun önünde betimliyor. 50-70 bin pound fiyat aralığından satışa sunulan ‘1879’, belki tarihte gerçekleşmiş olabilecek bilemeyeceğimiz bir anın fotoğrafı gibi. Zira erotik ‘Hayatın Kökeni’ tablosu Osmanlı diplomatlarından Halil Bey tarafından dönemin ünlü ressamı Gustave Courbet’ye sipariş edilmişti.

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 17.03.2011

 

******


ÇAĞDAŞ TÜRK SANATI LONDRA'DA

 

 

Dünyanın sayılı müzayede evlerinden Sotheby’s, bu yıl yine Çağdaş Türk Sanatı’nı yerli yabancı koleksiyonerlerin beğenisine sunuyor. Üçüncü kez,  7 Nisan 2011’de,  Londra’da.  Bu kez 102 tane eser satılacak, yarısı modern yarısı çağdaş sanat yapıtı. Toplam değerleri 2-3 milyon pound tutarında. Müzayedede satılacak eserlerden 13 tanesini paketleyip getirmişler Türkiye’ye .  Geçen akşam Esma Sultan Yalısı’nda da önce küçük bir gruba kokteyl  yaptı Sotheby’s,  sonra da önizlemeye açtı. Bu müzayedenin sponsoru Akbank Özel Bankacılık.  

Bu yıl gözlerimiz Mayıs 2010’da New York’ta bir gökdelenden atlayarak canına kıyan Sotheby’s’in Başkan Yardımcısı Alican Ertuğ’u aradı. Öldüğünde sadece 37 yaşındaydı.  Geçen yıl onunla Istanbul’a gelen Elif Bayoğlu bu kez müzayede yönetmeni. Elif Bayoğlu genç ve güzel bir kadın. Sıkı  bir eğitim almış. Üsküdar Amerikan Lisesi’nden sonra ABD’nin prestijli üniversitelerinden Northwestern’de İktisat ve Sanat Tarihi ‘nden çift dal yapmış. Sonra da Londra’ya taşınmış ve Sotheby’s in yüksek lisans programıyla Sanat Ticareti okumuş.  Sotheby’s’e de 2008’de girmiş. Sotheby’s yetkililerine sorduğum klasik sorumu Elif Bayoğlu’na da soruyorum;  “Londra’da Türk sanatına para verip alanların kaçta kaçı Türk?”  Bayoğlu; “yüzde 60’ı” diyor. Diğer yüzde 40’ı ise Ortadoğulu, ABD ve Avrupalı’ymış. Fiyatların orada, buradan daha ucuz olduğunu, o yüzden Türklerin akın edip Türk resmini oradan aldıklarını  kabul etmiyor. “Piyasa ekonomisi!” diyor. “Istanbul’da  kaça gidiyorsa Londra’da da aynı fiyata gidiyor. Bizim için önemli olan sanatçının tekniği, satılabilirliği, fiyatlandırılması, kimin koleksiyonundan geldiği  ve genel müzayedenin yapısına uygunluğudur”.

Yurt dışı müzayedelerinin gözbebeği bir süredir 1981’de Paris’te vefat eden  Mübin Orhon. Bu soyut dışavurumcu ressamın müzayedede satılacak 4 tablosu Fransız arkadaşı Daniel Gervis’in koleksiyonundan. 50 yıldır da hiç el değiştirmemiş. Gervis, Mübin Orhon’la sanatının zirvesindeyken tanışmış ve bu sanat düşkünü genç Orhon’dan resim  almış. Daha sonra da kendisi galeri açmış zaten. Yani resimler 1962-63 yllarında doğrudan  sanatçıdan alınmış ve hep aynı koleksiyonda kalmış.  Resimlerin muhammen bedelleri 125 bin ile 500 bin dolar arasında değişiyor. Bakın Müzayede kataloğunda Daniel Gervis, Mübin Orhon’la ilk tanışmalarını nasıl anlatıyor: “1960ların başlarında, başka bir Türk ressam olan Fikret Mualla’ı görmek için Paris’teki 14.cü Bölge’de Impasse du Rouet’e gidiyordum. Birçok Türk ressamın orada stüdyosu vardı vd Mübin’inki de Mualla’nınkinin yakınındaydı. Onunla orada tanıştım. Hemen yakın arkadaş olduk. Mübin çok zekiydi ve büyüleyici bir karakteri vardı. 1962-63’te Mübin’in stüdyosuna yaptığım ilk ziyaretlerde resimlerini çok beğenmiştim. İlk tablolarımı da o zaman satın aldım. Yarım asra yakın onlarla yaşama ayrıcalığına sahip oldu. Mübin’in eserlerine artan ilgiyi gördükten sonra satmaya karar verdim”. Bakalım, kimlere ve kaça gidecek.

Müzayedede ki çağdaş yapıtların çoğu yabancı koleksiyonerlerin elinden, evinden çıkıyor.  Örneğin Burhan Doğançay’ın  “Fısıldayan Duvarlar II” isimli kurdeleleri de 1985 yılında bir Amerikalı koleksiyoner tarafından sanatçının kendisinden alınmış ve o gün bugündür de ondaymış. İlk kez güneş yüzüne çıkıyor.

7 Nisan’da Sotheby’s Londra müzayedesinde Ansen Atilla, Hale Tenger, Ali Teoman Germener, Nejad Devrim, Fahrelnissa Zeid, Yüksel Arslan, Canan Şenol, Canan Tolon, Nazif Topçuoğlu, Erinç Seymen, Abdurrahman Öztoprak, Selim Turan, Sabri Berkel, Abidin Elderoğlu gibi isimler var. Nuri İyem’in soyut döneminden bir tablosu, Mübin Orhon ve Doğançay’ın da başka koleksiyonerlerden yapıtları var. Fotorealist ressam Taner Ceylan’ın 1879 isimli yapıtında fotoğrafçı Pascal Sebah’ın çektiği feraceli bir kadın Fransız ressam Gustave Courbet’in ünlü L’Origine du Monde isimli tablosunun önünde duruyor.  Azade Köker’in Kuzey Orman’ında ışık,  kafatasları  arasından süzülüp geliyor.

Akbank Özel Bankacılık Genel Müdür Yardımcısı Fikret Önder; “Biz Özel Bankacılık olarak çağdaş sanata sponsor oluyoruz. Bu serginin ve Türkiye’deki tanıtım faaliyetlerinin masraflarını karşıladık. 5 yıldır Contemporary Art’a da destek veriyoruz. Bazen koleksiyoner-sanatsever-müşterilerimizi sanat fuarlarına, yurt dışı müzayedelere götürüyoruz” diyor. Ancak, Akbank Özel Bankacılık geçen senelerde  Ankara, İzmir, Bursa ve Adana’ya gidip sanatçılarla koleksiyonerleri buluşturmuş, konuşmacılar davet edip sanat sohbetleri düzenlemişti. Fikret Bey bu yıl da Kayseri ve Gaziantep’i programlarına aldıklarını söylüyor. Yani Akbank’ın ilgi alanı sadece yurt dışına değil, Anadolu’ya da. 

Habertürk, Haber: Serfiraz Ergun, 18.03.2011

TRAŞLANMADAN AÇILIYOR

 

 

Anıtlar Kurulu 2004’te Demirören AVM’nin yanındaki 1. derece tarihi eser olarak tescilli Serkil Doryan binasının yüksekliğini geçemeyeceğine hükmetmişti. Buna karşın Demirören AVM’nin Serkil Doryan’ın neredeyse iki katı yüksekliğe ulaştığı saptanmıştı. Radikal, geçen ekim ayında Demirören AVM’nin yüksekliğini gündeme getirmiş ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bir usulsüzlük yapılıp yapılmadığını tespit için müfettiş görevlendirmişti. İstanbul 2 No.lu Yenileme Kurulu da AVM’nin yasaya aykırı olarak yapıldığını saptamıştı. Kurulun bu kararına karşın binanın fazla olan iki katından sadece biri tıraşlandı. Son haliyle tarihi Serkil Doryan binasından hayli yüksek olan Demirören AVM bugün açılıyor. Kültür Bakanlığı müfettişlerinin ise binada usulsüzlük saptandığı yönünde yeni bir rapor hazırladığı söyleniyor.

Radikal, 17.03.2011




BÜYÜKŞEHİR TARİHE SAHİP ÇIKIYOR

 

  

 

Adana Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Zihni Aldırmaz, Adana’nın en eski yerleşim birimi olan Tepebağ Höyüğü’nün “Arkeolojik Park”a dönüştürülmesi için başlatılan çalışmaların devam ettiğini söyledi. Aldırmaz, “Bu kapsamda depremde ağır hasar gören Tepebağ Höyüğü’ndeki toplam 59 binadan, kamulaştırma işlemleri tamamlanan 33 bina yıkıldı, 26 bina ile ilgili görüşmeler sürüyor” dedi.

 

Seyhan ve Yüreğir’i birbirine bağlayan dünyanın en eski köprüsü olan Taşköprü’nün de içinde yer aldığı Tepebağ’da “Arkeoloji Parkı” kurma ve dünya turizmine kazandırma çalışmaları kapsamında bölgedeki tarihi dokular korunurken, Adana depreminde ağır hasar gören ve yapımı mümkün olmayan evlerin Büyükşehir Belediyesi’nce kamulaştırılarak yıkıldığını vurgulayan Aldırmaz, “Tepebağ Höyüğü’ndeki kültür varlığı tarihi eserlerimizi dünya turizmine kazandırmak en büyük hedefimizdir. Bu yönde Büyükşehir Belediyesi olarak bütün imkanlarımızı seferber ediyoruz. Bu kapsamda kamulaştırılması tamamlanan 33 bina yıkıldı, 26 bina ile ilgili görüşmelerimiz sürüyor” dedi.

 

Yine aynı bölgedeki sıra evlerden 7’incisinin de Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırılarak restore edildiğini anlatan Başkan Vekili Aldırmaz, “Dişçi Ethem Konağı’ndaki restorasyon çalışmalarımız da tamamlandı. Kültür Bakanlığı’nın Türkiye’nin çeşitli yerlerinde açmayı planladığı 7 adet Kültür ve Edebiyat Müzesi’nden ilki, restore ettiğimiz Dişçi Ethem Konağı’nda hizmete girecek” şeklinde konuştu.

Adana Kent Haber, 16.03.2011

İSTANBUL'DA 188 TARİHİ ESER BAKIM YÜZÜ GÖRDÜ

 

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Gürkan, kültürel miras alanında birtakım yeni yöntemlerle bilinçlenmeyi sağlayarak yol almaya çalıştıklarını belirterek, "Bunun sonucunda da ulaştığımız 188 tane yapının restorasyonu, yeni kültür merkezi, müze yapımı İstanbul'a önemli bir katkıdır" dedi.


Gürkan, yaptığı açıklamada, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmalarını "kültürel mirasın korunması-kentsel projeler", "kültür-sanat projeleri" ve "turizm tanıtma" alanı olmak üzere 3 etapta yürüttüklerini söyledi.


"Projeler içinde en büyük ağırlığı kültürel miras ve kentsel projelere verdik. Çünkü hem kalıcıydı, hem de İstanbul'un inanılmaz derecede kültürel miras potansiyeli vardı. Bunun korunması ve ileriye yönelik yaşatılması, kullanım kararlarının alınarak fonksiyonlandırılması açısından bize önemli bir görev düştü" diyen Gürkan, bugüne kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi sorumluluğunda olan, ancak bazı sebeplerden dolayı gerçekleştirilememiş olan onarım çalışmalarının İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesiyle ele alındığını anlattı.


Projeleri değerlendirirken yapıların önemini, tanınırlığını, görülebilirliğini ve ziyaretçi potansiyelini de dikkate aldıklarını belirten Gürkan, "Üç imparatorluğa başkentlik yapmış İstanbul'un, özellikle tarihi yarımada denilen bölgesinde yoğun bir kültürel miras potansiyeli var" dedi.


Mehmet Gürkan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının "kültürel mirasın korunması-kentsel projeler" alanına 160 milyon TL'lik bütçe ayırdığını belirterek, bu bütçenin içinde uygulama işleri, proje çizim işleri ve kültürel mirasın korunması bilincinin geliştirilmesine yönelik eğitim programları, seminerler ve kitap basımları projelerinin yer aldığını anlattı.


Gürkan, bütçenin 125 milyon 684 bin 474 TL'sinin uygulama projeleri, 13 milyon 313 bin 710 TL'sinin proje çizim işleri, 21 milyon 503 bin 728 TL'sinin de diğer projeler için harcandığını belirtti.
 

Gürkan, bu bütçeyle, kabul edilen 158 proje kapsamında 188 yapının onarımını ve restorasyonunu gerçekleştirdiklerini, ayrıca 30 adet yapının restorasyon projesinin hazırlandığını, bazı sokaklarda yayalaştırma, meydan düzenleme çalışması yapıldığını ifade etti.






Bazı sokaklarda aydınlatma işlerinin de yürütüldüğünü belirten Gürkan, "Kente gelen ziyaretçiler güvenliklerini de ön planda tutuyorlar. Gezerken kendi güvenliklerini tehlikeye atabilecek olan karanlık mekanlardan korkuyorlar. Dolayısıyla bu mekanların aydınlatılması gerekiyor. Ayrıca yapıların algılanabilirliğinin de arttırılması gerekiyor. Bu aydınlatmalarla birlikte bu algılanabilirliği de arttırıyorsunuz, ayrıca kente de bir gece silueti kazandırmanız lazım" diye konuştu.

Gürkan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının, bu restorasyon ve onarım projelerinin yapım yöntemlerine de olumlu katkılar sağladığını belirterek, projelerin danışma kurulu aracılığıyla yürütüldüğünü, klasik kontrollük mekanizmasının yanı sıra bilim adamlarını da bu projelere dahil ettiklerini ve sorunların kısa sürede daha sağlıklı ve daha hızlı hayata geçirilmesinin sağlandığını söyledi.


Ayrıca hem teorik, hem de pratik anlamda eğitim çalışmalarının gerçekleştirildiğini anlatan Gürkan, "Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Koruma ve Restorasyon Firmaları Birliği işbirliğiyle ajansımızın da katkılarıyla ara eleman olarak yetişmek isteyen gençleri bir araya getirdik ve eğitim programı düzenledik" dedi.

Mehmet Gürkan, Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı, Galata Mevlevihanesi, Süleymaniye bölgesinde grup çalışmalarının hayata geçirildiğini söyledi.


Gürkan, Topkapı Sarayı'nda birçok yapıda çalışmaların yürütüldüğünü, mutfaklar bölümü, Revan Köşkü, Sofa Köşkü ve Sofa Camisi'nde yürütülen çalışmaların bir ay içinde tamamlanacağını anlattı.


Ayasofya'da uzun yıllardır kangren olmuş iskelesinin sökülmesini bir iş olarak görmediklerini, ana kubbenin onarımının tamamlanması açısından bir iş olarak kabul ettiklerini belirterek, "Ana kubbedeki onarım çalışmalarını tamamladık, iskeleyi söktük. Bunun devamında içerideki 7,5 metrelik 8 hat levhasının, ahşap elemanların, dış cephenin onarımını gerçekleştirdik" şeklinde konuştu.






Gürkan, Ayasofya'da, yapıldığı döneme ait, dünyanın bilinen en büyük boyutlu vaftiz teknesinin de içinde bulunduğu Vaftizhane Atriumu'nun ziyarete açılacak duruma getirildiğini hatırlattı.


Galata Mevlevihanesi'nde ise geçmişte başlayan restorasyon çalışmalarında eksik kalan bölümleri tamamladıklarını anlatan Gürkan, mevlevihanenin ziyaretçilere açılabilmesi için içinin teşhirini yaptıklarını, bahçesinin de çevre düzenlemesini gerçekleştirdiklerini söyledi.


UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alan Süleymaniye bölgesinde ahşap evlerin onarımıyla ilgili çalışmaları geçen yıl başlattıklarını anımsatan Gürkan, "Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) ile birlikte 7 yapının onarımını tamamladık. 3 etap halinde İstanbul Üniversitesinin de kullanımında olan ahşap yapıları da ele alıp, diğer taraftan Mimar Sinan'ın eseri olan Darüşşifa ile birleştirerek, önemli bir çalışma başlattık. Bu çalışmaları önümüzdeki 3 ay içinde tamamlamayı hedefliyoruz" dedi.


İstanbul'daki çalışmaları, kültür mozaiğini dikkate alarak yürüttüklerini dile getiren Gürkan, şunları söyledi:
"İstanbul'da Ermeni, Rum ve Musevi cemaatiyle ortak çalışmalar yürüttük. Bunlardan en ileri seviyeye getirebildiğimiz, çalışmaları neredeyse bitme aşamasına gelen Vortvots Vorodman Kilisesi'ydi. Bu kilisenin kültür merkezine dönüştürülmesiyle ilgili cemaat bir proje getirdi. Çevredeki diğer talepleri de karşılayacak şekilde bir kültürel mekan haline getiriliyor kilise.
Musevi cemaatiyle de Kamondo Anıt Mezarı'nın onarımı için protokol imzaladık. Aynı zamanda Haliç kıyısındaki Mayor Sinagogu'nun da kültür merkezine dönüştürülmesi için projeleri koruma kuruluna teslim ettik.
Rum cemaatiyle de İstanbul'un Rum mimarlarına ilişkin önemli bir çalışma yürüttük. Bir belgelendirme amaçlı katolog basımı ve bu mimarlarla ilgili sergi düzenlendi. Ayrıca Çatalca'da yapımını sağladığımız Mübadele Müzesi açıldı."

Gürkan, Kılıçali Paşa Camii'nin restorasyonunda olduğu gibi bazı sorunların da yaşanabildiğini ifade ederek, şunları söyledi:
"Bizler kurumlardan gelen başvurulara göre yol alıyoruz. Bu çalışmalara finansal destek verirken, işin kalitesinin de yüksek derecede olmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bunlarla ilgili tüm kontrollük işlemleri, o idarelerdeki kontrollük teşkilatı tarafından yürütülüyor. Kılıçali Paşa Camii'ndeki yangının sebebinin kubbedeki eski bir kablonun alev alması sonucu çıktığı saptandı. Bilim kurullarıyla istediğiniz kadar işleri desteklemeye çalışın, istediğiniz kadar kontrollük mekanizmasını güçlendirin bu tür kazalar her zaman olabiliyor. Önemli olan, bu tür olaylarla karşılaşılmaması için tedbirli olunması."

Gürkan, Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Projesi'nin İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının en çok önem verdiği konu olduğunu söyledi.


Bu projeyle ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokol kapsamında 2008 yılında çalışmalara başladıklarını ifade eden Gürkan, AKM ile ilgili süreci şöyle anlattı:
"Çok kısa süre içinde avan projelerini yaptırdık, kuruldan geçirdik. Uygulama projelerini elde etmeden önce sanatçılarla, meslek odalarıyla, derneklerle, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ortak toplantılar yapıldı. Bu toplantılar sırasında tasarım grubuna ve mimara talepler iletildi. Onlar da bu taleplere göre projeleri çizdiler. Projeler tamamlandıktan sonra koruma kuruluna gitti. Kurul da onayladı ama bu süreçte sendikadan ve sanat camiasından Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ajansa çatıda restoran yapılmaması, bilet gişelerinin içeri alınmaması, fuayelerin birleştirilmesi, boyahanenin dışarıya çıkarılması gibi bazı teknik itirazlar geldi.


Bunlar önümüzde sıkıntı olacaktı, bir daha projeyi revize ettik, bir daha kurula götürdük. Koruma kurulu projeyi onayladı, ihalesini yaptık. İhale sonucunda firma belirlendi, onarım çalışmalarına başlanacakken yürütmeyi durdurma kararı geldi. Bu karara baktığımızda sendikanın ilk avan projeye yaptığı itiraz sonucunda alınan bir yürütmeyi durdurma kararı olduğunu gördük. Sendika dediğinden vazgeçmedi. Yine onların istediği şekliyle düzeltmeler yaptık projede. Mimarlar Odası vizesi alındı ve koruma kuruluna götürüldü."


Projenin koruma kurulunda değerlendirilebilmesi için sendikanın davayı geri çekmesi gerektiğini ifade eden Gürkan, "Sendika, davayı geri çekmediği için kurul projeyi değerlendiremedi. Ajansın süresi de dikkate alınarak maalesef iyi bir proje rafa kaldırılmış oldu" dedi.


Gürkan, "Kültürel miras alanında birtakım yeni yöntemler getirerek bilinçlenmeyi sağlayarak yol almaya çalıştık. Bunun sonucunda da ulaştığımız 180 tane yapının restorasyonu, yeni kültür merkezi, müze yapımı İstanbul'a önemli bir katkıdır" diye konuştu.


Mehmet Gürkan, "Ocak ayı turizm istatistiklerine baktığımızda geçen yıla oranla yüzde 30'lara yakın artış görünüyor. Geçen yıl stabil bir durum vardı, bu durumun önümüzdeki yıllarda artacağı bekleniyordu. Öyle de oldu. Faydalarını görmeye başladık. Turist sayısındaki artış da bunun önemli bir göstergesidir" dedi.


Gürkan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının sayısal olarak da büyüklük olarak da çok önemli işler üstlendiğini, bu işlerin Haziran ayına kadar tamamlanacağını söyledi.


Restorasyon sırasında beklenmeyen sorunların yaşanabildiğini, bu nedenle sürenin uzatılması gerektiğini dile getiren Gürkan, "Yasamızda tasfiyeyle ilgili bir hüküm var. Orada belirtilen kurumlarla görüşülerek, kaynağını tekrar bu kurumlara sağlamak üzere onların sorumluluğuna vermemiz yönünde ilerlememiz gerekiyor" dedi.

Türkiye Gazetesi, 16.03.2011

ANKARA KALESİ'NİN SORUNLARI İÇİN RAPOR

 

 

Ankara Valiliği'nce, turizm sektörünün temsilcileri ve kentin kanaat önderlerinin katılımıyla, Ankara Kalesi ve çevresinin yeniden düzenlenerek turizme kazandırabilmek, kalenin sorunlarını tespit etmek ve çözümlerini belirlemek amacıyla, ''Ankara Kalesinin Sorunları ve Çözüm Önerileri'' Toplantısıyla ilgili rapor tamamlandı. Tarihi, kültürel ve doğal birçok mirası bünyesinde barındıran Ankara Kalesinin, kentin önemli simgesi ve kalbi olduğu belirtilen raporda, kaleyle ilgili turizm planının hazırlanması ve kent turizm planlamasının merkezine kalenin oturtulması, zengin bir açık hava müzesi niteliği taşıyan kalenin sanatın, kültürün merkezin haline dönüştürülmesi ve bu amaçla eylem planlarının yapılması gerektiğini bildirildi.
    
Başkentin önemli destinasyonlarından olan Ankara Kalesinin, iç kale bölümünün 57 bin 727, dış kalenin ise 28 bin 768 olmak üzere toplam 86 bin 495 metrekare alan üzerine kurulu olduğu hatırlatılan raporda, kaledeki yapı alanında 380, iç ve dış kale olmak üzere 141 tescilli ve 239 tescilsiz bina bulunduğu anımsatıldı. Raporda, Ankara Kalesinin turizmde tek başına değil, Hıdırlık Tepesi, Hacı Bayram ve Hamamönü semtiyle birlikte düşünülmesi gerektiği, turistik cazibe merkezi olmak isteyen bir kentte özellikle güvenlik, temizlik ve ulaşımın temel unsurlar olduğu aktarıldı.
    
Kalede sokak sağlıklaştırma çalışmaları için de altyapının galeri sistemi olarak düzenlenmesi, altyapı çalışmaları için de doğalgaz dağıtım sisteminin galeri içerisinden geçirilmesi gerektiği belirtilerek, çalışmaların bu şartlarda yapılmasıyla altyapıda herhangi bir sorun kalmayacağı kaydedildi. Ulaşım sorunun çözümü için de çalışmalar başlatılması gerektiği vurgulanan raporda, kalede ulaşım sağlayacak bir akülü tren sisteminin kurulması, ayrıca Hıdırlıktepe ile kale arasında inşa edilecek teleferik sistemiyle, kaledeki ulaşımın kolaylaşacağına, bunun da trafik sorunun çözülmesinde rol oynayacağına işaret edildi.
       
Kentlerin meydanlarıyla, heykelleriyle, tarihi yerleriyle, yaptıkları filmlerle, festivalleriyle tanındıkları belirtilen raporda, kale festivalinin de tanıtım için önemli olduğu, bu nedenle Kale Festivali'nin uluslararası boyuta taşınması, kalenin duvarlarıyla ilgili hazırlanan belgesel filmin 2012'ye kadar tamamlanarak tanıtımda kullanılmasının önemli olacağı bildirildi. Raporda, şunlara yer verildi:
    
''Film firmalarıyla görüşülerek, kalede sinema filmleri, televizyon dizileri çekimlerinin yaptırılması, hem kalenin tanıtımı hem de tanıtımla birlikte yaşanabilir bir merkez olması sağlanacaktır.
    
Cadde ve sokaklar yeteri kadar aydınlatıldığı, trafik düzeni arzu edilen şekilde düzenlendiği takdirde, kale bölgesinde güvenlik algısı olumlu olacaktır. Bunun dışında, şehir içinde uygulanan MOBESE sistemi kalede de uygulanmalıdır. Yeni açılacak mekanlarla kale, seçkin bir yer haline gelecek ve dolayısıyla suç oranı azalacaktır. Oturanların birçoğunun işgalci olması ve yapılan çalışmalara sürekli itiraz etmeleri nedeniyle, yetkili makamlar kaledeki gerçek mülk sahipleriyle görüşmeli, sorunların çözümüne katkı vermeleri sağlanmalıdır. Ankara'nın 'eski şehri' olarak addedilen kale ve civarındaki özgün yapıların restorasyonu tamamlanmalı, sonradan yapılan muhdes bölümler kaldırılmalıdır. Bu çalışmalarla birlikte, kaçak yapılar da yıkılarak Atpazarı, Samanpazarı gezilecek hale getirilmeli, kültür, sanat ve turizm merkezine dönüşümü sağlanmalıdır.''

Restorasyon konusunda mali imkanı olmayan mülk sahiplerine destek verilmesinin gerektiği belirtilen raporda, kaledeki yapıların her ne kadar tapusu ve mülkiyeti kişilere ait olsa da toplumun ortak değerleri olduğu, yapılacak her türlü tadilatın belli bir denetime tabi tutulması gerektiğinin önemine değinilerek, tadilat veya restorasyon çalışmalarından önce, Ulus Alan Yenileme Kurulundan görüş alınmasının, uygulamada zaman ve iş kaybını önleyeceği belirtildi. Raporda, yaptırımların yanında kalede yaşayan halk ve esnafta da turizm bölgesine uygun eğitim ve davranış biçimlerinin oluşturulması için kalede bir an önce eğitim seferberliğine gidilmesi gerektiği bildirildi.
    
Kalede merkezi bölgede ''Turizm Tanışma Bürosu'' açılmasının kalenin tanıtımında, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile bir bütünlük sağlayacağı, kaleye ilgiyi artıracağı belirtilen raporda, büyük bir eksiklik oluğu hissedilen kalenin tarihçesinin yazılı olduğu bilgilendirme levhasının kale girişine en kısa sürede konulması gerektiği kaydedildi.

Yapı, 16.03.2011

EGE UYGARLIKLARI MÜZESİ'NİN YERALTI HARİTASI ÇIKARILACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Kadifekale’de ortaklaşa yapılması planlanan Ege Uygarlıklar Müzesi’nin yeraltı haritasının çıkarılacağı bildirildi.

 

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinde Başkan Aziz Kocaoğlu’na yapılacak çalışmalar için protokol yapma yetkisi verilmesinin ardından, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Deprem Araştırma Uygulama Merkezi (DAUM) ile bağlantıya geçildiği öğrenildi.

 

Kadifekale Arkeoloji ve Tarih Parkı’na bitişik ve Antik Tiyatro’nun doğusunda kalan 3. derece arkeolojik ve kentsel sit alanı olarak belirlenen alanda yapılacak Ege Uygarlıkları Müzesi’nin en kısa sürede bitirilmesi için çalışmaların hızlı bir şekilde yürütüldüğünü belirten belediye yetkilileri, Aa muhabirine şu bilgileri verdiler:

 

“Ege Uygarlıkları Müzesi’nin yapılacağı yerde arkeolojik bir buluntunun var olup olmadığının tespit edilmesi amacıyla araştırma yapılmasına gerek duyulmuştur. Bu kapsamda, arkeolojik alanlarda var olan gömülü kalıntıların yeri, biçimi ve ne derinlikte bulunduğunu üç boyutta veren bir yöntem olan arkeojeofizik uygulamaların yapılması gereklidir. Bu çalışmaların yapılabilmesi için daha önce bölgede jeolojik ve jeoteknik çalışmalar yapan Daum’un yetkilileriyle ön görüşme yapıldı. Daha sonra ortak bir protokol hazırlandı ve bunun imzalanmasından sonra Üniversite ekipleri Kadifekale’de çalışmalara başlayacak.”

 

Belediye yetkilileri, müze alanının önce imar planlarına işleneceğini, alandaki kamulaştırmaların da İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacağını bildirdiler.

 

Ege Uygarlıkları Müzesi’nin yerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kendilerine 25 Mayıs 2010 tarihinde bildirildiğini, çalışmaların bu yazı üzerine sürdürüldüğünü belirten yetkililer, Üniversite hocalarının çalışma sonuçlarını beklediklerini ifade ettiler. Yetkililer, müze yeri olarak Kadefekale’nin seçilmesi durumunda yaklaşık 39 bin 145 metrekare alanda kamulaştırma yapılacağını kaydettiler.

 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, çalışmaları yakından takip ettiğini söyledi. Jeolojik ve jeoteknik çalışmaların sonuçlarını beklediklerini belirten Kocaoğlu, “Belirlenen alanda arkeolojik buluntuya rastlanmazsa müze çalışmaları başlanacak. Uygun değilse Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri ile uygun bir yer için yeniden çalışma yapacağız” dedi.

haberler.com, 16.03.2011

YIKIMIN ÖNÜNDEKİ ENGEL KALKTI

Kars'ta tartışmalara neden olan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kenti ziyaretinde "ucube" demesiyle gündeme gelen "İnsanlık Anıtı"nın yıkılmasıyla ilgili Erzurum 1. İdare Mahkemesi'nin aldığı yürütmeyi durdurma kararına Kars Belediyesi itiraz etmişti.

 

İtirazı görüşen Erzurum Bölge İdare Mahkemesi, itirazın kabulüne, yürütmeyi durdurma kararının kaldırılmasına karar verdi.

Habertürk, 16.03.2011

TARİHİ ÖREN YERİNDEKİ 2 ROMA HAMAMI, SİDE BELEDİYESİ'NE TAHSİS EDİLDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, tarihi ören yeri içindeki Roma döneminde kalma Liman ve Büyük hamamı Side Belediyesi’ne tahsis etti. Belediye 2 hamamı restore ederek kültür ve arkeoloji turizmine kazandıracak.

 

Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar ve belediye meclisi üyeleri Side Antik Kent’te bakanlığın tahsis ettiği 2 hamamda incelemede bulundu. Başkan Uçar, yaptığı açıklamada Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yoğun görüşmeler sonucunda Bakan Ertuğrul Günay’ın 2 hamamın tahsisini belediyelerine verdiğini söyledi. Atıl vaziyette bulunan 2 tarihi eserin kültür turizmine kazandırılması için Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvuruda bulunacaklarını belirten Uçar, böylece bölgede kültür, tarih ve arkeoloji turizmini ön plana çıkaracaklarını kaydetti. Uçar, “Side’yi Side yapan ana unsur tarihi ve kültürel zenginliğidir. Geçen yıl hayata geçirdiğimiz Kentsel Dönüşüm Projesi (KDP) çerçevesinde 120 yıllık 96 cumbalı Osmanlı mimarisine sahip evin restoresi yaptık. Bir şehrin estetik dokusunu tarihi yapıları ve sivil mimari eserleri oluşturur. Tarihi ve sivil mimari eserlerini gün yüzüne çıkartarak Side’de deniz, kum ve güneş turizmi yanı sıra kültür ve arkeoloji turizmini de ön planda tutmak istiyoruz. Gücümüz tarihimizden alıyoruz. Dünyanın bir çok kültür kentinde olmayan tarihi mirasa sahibiz.” diye konuştu.

 

Hayata geçirdikleri KDP’le hedeflerinin Side’yi dünyanın sayılı kültür merkezlerinden biri haline getirmek olduğunun altını çizen Uçar, aynı zamanda tarihi dokuyu en iyi şekilde muhafaza ederek belde halkında koruma bilincini geliştirmek olduğunu kaydetti.

 

Tapınaklar bölgesinin korunması içinde bakanlıktan tahsis edilmesini beklediklerini belirten Uçar, tahsis edilmesiyle birlikte Men, Baküs ve Apollon Tapınağı çevresinin sarhoşların barınma alanı olmaktan çıkarılacağını ifade etti. Side’nin tarihi yapısının korunması ve tarihinin gün yüzüne çıkması için belediye olarak Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’ne her konuda destek verdiğini anlatan Uçar, Side Antik Tiyatro’nun yanında bulunan Tickhe Tapınağı’nın gün yüzüne çıkarılmasına tam destek verdiklerini kaydetti.

Samanyolu Haber, 16.03.2011

KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARI İLE İLGİLİ GÜNCELLEMELER

 

Kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili mal ve hizmet alımlarında parasal limitler güncellendi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulama ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarında Parasal Limitlerin Güncellenmesi Hakkında Tebliğ, 1 Şubat 2011'den geçerli olmak üzere Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı. Buna göre, kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili mal ve hizmet alımlarında parasal limitler, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yayımlanan 2010 yılının Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) oranları esas alınarak güncellendi.

Yapı, 16.03.2011

TARİH İÇİNDE TARİH

 

 

Yapımı MÖ 1105'li yıllara dayanan ve birkaç dönemi içerisinde barındıran Zeyrek Sarnıcı (Pantokrator) ve üzerinde bulunan Osmanlı dönemi kalıntıları gün ışığına çıkarılıyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ile Fatih Belediyesi Zeyrek Sarnıcı'nın restorasyon çalışmasını 2006 yılında başlattı. Tarihi yapının zarar görmemesi ve aslına uygun bir şekilde restore edilmesi için çalışmalar uzun zaman alıyor. İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Bölge Kurulu'nun kararı doğrultusunda sarnıcın üzerindeki park alanında rölövedeki eksiklerin tamamlanabilmesi, yapının kronolojik analizinin yapılabilmesi, restitüsyon ve restorasyon kararlarının doğru oluşturulabilmesi için Osmanlı dönemi kalıntı ve yapılaşmasını araştırmak amacıyla kazı çalışmalarına başlandı. Sarnıcın iç kısmında girilemeyen bölgelerin istenilen rölövelerin alınabilmesi için gerekli temizlemeler yapıldı. Sarnıçta nem, basınç sıcaklık ve iklim değerleri de çıkarıldı. Sütun ve payelerde temizlik ve onarımları, galeri ve ana mekan tonozlarında restorasyon sırasında ahşap gergi kullanıldı.

Sarnıç üst alanında Osmanlı dönemi tarihi kalıntıların ortaya çıkarılması için arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor. Sarnıç içinde ve sarnıç üst alanı çalışmaları sırasında tarihi yapıların zarar görmemesi için üzeri kazı boyunca tamamen ahşap yapıyla kaplı olacak. Zeyrek Sarnıcı'nın üstünde Arkeoloji Müzeler Müdürlüğü denetiminde şu ana kadar yapılan kazıda Piri Mehmet Paşa Mescidi ve Medresesi'nin temel izlerine ulaşıldı. Mescit, Zeyrek Sarnıcı'nın üzerinde bulunuyor. Mülkiyeti Piri Mehmet Paşa Vakfı'na ait olduğu için Fatih Belediyesi restorasyonun yapılması için alanı vakıftan kiralayarak arkeolojik çalışmayı başlattı.

Sabah, Haber: Ali Balcı, 16.03.2011

10 POUND'A SATILMAK İSTENEN VAZOYA 192 BİN POUND

 

İngiltere'de 10 pound'dan açık artırmaya konularak, 25 pounda satılmak istenen vazoya 192 bin dolar ödendi. Yaşları 70 civarında olan İngiliz çifti, Uzak Doğu'ya seyahat ederken büyük amcalarının satın aldığı ve 45 sene önce kendilerine hediye ettiği vazoyu satmaya karar verdi. Derby'deki bir müzayede evine giden çift, yolda konuşurken vazoyu 10 pound'dan satışa çıkararak 25 pound'a satmayı planladı. Açık artırmacı Charles Hanson'ın incelediği vazonun 1821 ile 1850 yılları arasında Çin'de hüküm süren Qing Hanedanına ait olduğu belirlenerek, "Bu 10 pound etmez; ancak 10 bin pound edebilir" dedi. Nadir bulunan vazo önceki gün Mackworth Otel'de açık artırma ile 192 bin pounda satılmasını, yaşlı çift çığlıklar içinde birbirine sarılarak kutladı. Çift, yeni bir araba alacaklarını ve tatile çıkacaklarını söyledi.

Türkiye Gazetesi, 16.03.2011

ASRIN PROJESİ SOSİS OLDU HALKTAN GİZLENİYOR!

 

Aslında sır da değil. Fransız şirketler (Alstom- Marubeni) biliyordur. Fransız şirketlerin alt yüklenici seçtiği Türk şirketi Doğuş’un sahibi medya patronu Ferit Şahenk de biliyordur. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım biliyordur. Binali Yıldırım’ın yerine şimdi “seçim bakanı tayin edilmiş müsteşar Mehmet Habib Soluk” da biliyordur.

 

Bakanlık üst kadrosu biliyordur.

Hepsini bir yana bırak!

Başbakan mutlaka biliyordur.

Bir tek Türk halkı bilmiyor.

Niçin Fransız firma işi bıraktı?

Niçin Türk Doğuş işi terk etti?

 

Fransız Firmalar ile Doğuş, işi bırakmadan önce ne kadar avans çektiler? Bu avanslara karşılık ne kadar iş yaptılar? Bir depoya doldurdukları demiryolu tren rayları ile yenilenecek tren istasyonlarının sinyalizasyon kablolarının karşılığı olarak ne kadar para aldılar? Bu raylar ve kablolar ne olacak, ihale yenilenip, başka şirketler işi üstlenince bu raylar ve kablolar işe yarayacak mı?

 

Fransız firma dava açtı.

Uluslararası tahkime gitti.

Türkiye’den ne tazminat istiyor.

Anlaşmazlık niçin çıktı?

 

Xxx

 

Anlaşmazlık ihale sözleşmesindeki bir maddeden çıktı diyorlar. Sözleşmedeki o madde nedir? Bu madde sözleşmeye nasıl girdi? Türk halkını kim uyuttu, yanılttı, kandırdı?

 

Gecikme kaç yılı bulacak?

Gecikmenin faturası nedir?

1 milyar dolar mıdır?

 

Bu faturayı; dünyanın en pahalı benzinini kullanan, dünyanın en pahalı rakısını içen, dünyanın en pahalı elektriğini, suyunu satın alarak yüksek vergi ödeyen Türk halkı yüklenecek. Başbakanın “doğum günü pasta kesip mum üfleyerek açılışını yaptığı ve artık çanak-çömlek yüzünden projelerin geç kalmasını istemiyorum” dediği İstanbul Boğazı girişindeki o çelik sosis (Boğaz Tüp Tüneli) kaç yıl daha denizin dibinde işlevisiz olarak bekleyecektir?

 

Xxx

 

“Marmaray” adı verilen ve “Asrın Projesi” diye övünülen bu projenin denizden geçişini sağlayacak “Boğaz Tüp Tünel”i (Japon firmalar üstlenmişti) bitirildi.

 

Tüp Tunel, sosis gibi kaldı.

Denizin dibinde duruyor.

Belki 6 yıl öyle duracak.

 

Çünkü Gebze’den başlayıp Üsküdar’a kadar gelecek tren hatlarının yenilenmesi ve hat sayısının da aynı anda bitirilmesi gerekiyordu. Hızlı tren Gebze’den Üsküdar’a gelince buradan o şimdi denizin dibinde “sosis gibi kalan” tüpe girecek ve Avrupa yakasında Yenikapı’ya çıkacak ve Halkalı’ya ulaşacaktı. Yenikapı-Halkalı arası demiryolu ve istasyonları da “hızlı tren geçebilsin” diye yenilenecekti. İşte “Asrın Projesi” o zaman gerçekleşecekti.

 

Xxx

 

Gerçekleşemedi.

Çünkü raylar yapılamadı.

 

2004 yılında ihale anlaşması Fransız Alstom-Marubeni ile Türk Doğuş (kısaca AMD deniliyor) şirketleriyle imzalanmıştı. 1 milyar dolara rayları yenileyecek ve istasyonları yapacak 2010 yılında bitirip, teslim edeceklerdi. 2011 yılında da; Gebze’den kalkan hızlı tren 16 dakikada boğazı geçip Avrupa yakasına insanları ulaştıracaktı. Avansları aldılar. Süre uzatımı istediler, onu da aldılar. Maliyet 1 milyar dolardan 1.5 milyar dolara çıktı dediler, kabul edildi. Fakat tek bir ray dahi döşemeden “Bakanlık bizi zarara uğrattı” diyerek sözleşmeyi fesh ettiler.

 

Şimdi ihale sıfırdan yenilenecek.

Fatura çok yükseldi.

Bakan biliyor.

Başbakan da biliyor.

Şirketlerin patronları biliyor.

Halktan gizleniyor."

Yazı: Necati Doğru, 16.03.2011

OTOBÜSTE 585 PARÇA TARİHİ ESER

 

Manisa'nın Salihli İlçesi'nde yol kontrolü yapan polis ekipleri, önceki gün şüphe üzerine Van'dan gelen bir otobüsü durdurdu. Otobüste arama yapan polisler, bir bavul içine gizlenmiş 514 sikke ve biri hayvan, biri insan figürlü 3 antika vazo ile çok sayıda yüzükten oluşan 585 parça tarihi eser buldu. Tarihi eserlere el konulurken, bavulun sahibi olduğu belirlenen 38 yaşındaki M.C.B. gözaltına alınarak Salihli İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Tarihi eserleri Van'dan Manisa'ya götürdüğü belirlenen M.C.B. emniyette ifadesi alınarak işlemlerinin tamamlanmasının ardından adliyeye çıkarıldı. Burada da nöbetçi Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alınan M.C.B. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. El konulan tarihi eserler ise hangi döneme ait olduğunun tespiti için Manisa Müze Müdürlüğü'ne gönderildi.

Sabah, Haber: Emre Saçlı, 16.03.2011

ERDEMLİ DE UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NE ADAY

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, Kayseri'nin Yeşilhisar İlçesi'ndeki geçmişi 9. yüzyıla dayanan ve ''Bizans Köyü'' olarak bilinen Erdemli Köyünün, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne aday gösterilmesi için çalışma başlattığı öğrenildi. Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü tarafından Erdemli Köyü'ndeki tarihi Bizans yerleşiminde, yaklaşık 8 yıldır sürdürülen araştırmanın sonuçlarının kamuoyuna duyurulmasının ardından bakanlık harekete geçti.
    
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, araştırmayı yürüten ERÜ Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nilay Karakaya, Kayseri ve Nevşehir Müze Müdürlükleri, Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ile Kayseri Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'ne birer yazı göndererek, köyün UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi kapsamında değerlendirileceğini belirterek, ayrıntılı rapor istedi. Karakaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kapadokya'daki birçok yer gibi Yeşilhisar'ın Erdemli Köyü'nün de insan ile çevresi arasındaki yakın ilişkinin istisnai bir temsilcisi olduğunu söyledi. Ülkemizde bir yerleşimin bütün olarak, tüm yapıları ile korunduğu örneklerin oldukça sınırlı olduğunu belirten Karakaya, şunları anlattı:

''Dolayısıyla Erdemli Vadisi'ndeki bu Bizans yerleşimi doğal özelliklerinin yanı sıra kültürel özellikleriyle de dünya mirasları arasına katılmayı haketmiş bir değerdir. Zaten bir alanın Dünya Kültür Mirası Listesine girebilmesi için Dünya Mirası Komitesi'nin belirlediği 6 kültürel ve 4 doğal kriterden en az birini karşılaması gerekmektedir. Erdemli Köyü, bunlardan beşincisi olan 'Geri dönülmez bir değişim karşısında hassaslaşmış olan bir kültürün veya kültürlerin temsilcisi olan geleneksel insan yerleşimi veya arazi kullanımının seçkin bir örneği olması' kriterine uymaktadır.''

Karakaya, bölümleri ile Kayseri'deki diğer kurumlardan istenilen ayrıntılı raporların Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne gönderildiğini belirterek, bundan sonraki süreçte gelişmeleri takip edeceklerini sözlerine ekledi.
    
ERÜ Sanat Tarihi Bölümü tarafından yapılan araştırmada, bir vadi içerisinde kayalar oyularak inşa edilen köyde, toplam 3 manastır, 22 kilise-şapel, 138 konut, 48 şırahane, 9 fırın, 13 ahır, 2 keşiş hücresinden oluşan yapılar ile 2 güvercinlik ve 34 işlevi bilinmeyen yapı tespit edilerek belgelenmiş ve bölgenin topografik haritası da çakırılmıştı.

Yapı, 15.03.2011

HAREMLE İLGİLİ ANLATILANLARIN ÇOĞU UYDURMA

 

Harem yaşamını anlatan bir kitap hazırlayan Nurhan Atasoy'a göre herkesin merak ettiği hareme dair anlatılanların çoğu 16. yüzyıl seyyahlarının hayalgücü. Bir kısmı da herkesin beklentisine cevap verebilmek için abartılmış.

 

Osmanlı tarihi ve sosyal yaşamı konusunda dünyadaki önde gelen uzmanlardan biri kabul edilen Prof.Dr. Nurhan Atasoy geçtiğimiz günlerde ‘Harem’ adlı bir kitap hazırladı. Bilkent Kültür Girişimi’nin katkılarıyla İngilizce ve Türkçe yayımlanan kitapta Atasoy, Topkapı Sarayı’nın kapalı kapılar ardındaki mahrem harem yaşamına ayna tutuyor. 

Son aylarda haremle yatıp kalkıyoruz ama sizin harem merakınız çok eskilere dayanıyor değil mi?
Evet, benim ki en az 50- 60 yıllık bir merak. Ben bir Topkapı Sarayı aşığıyım, neredeyse çocukluğumdan beri Topkapı Sarayı’nda yaşadım diyebilirim. Sultanahmet’te oturuyorduk ve İstanbul Üniversitesi’nde sanat tarihi okurken çalışmalarımın yüzde 90’ını hep sarayla ilgili yapıyordum. Çok da şanslıydım Topkapı Sarayı’nın müdürleri araştırmalarım sırasında beni hep benimsediler, çok kolaylık ve yakınlık gösterdiler. 

Harem dairesine de girer miydiniz?
Evet, Topkapı Sarayı’nın o zamanlardaki müdürü Hayrullah Bey ile gezerdim. Harem öyle bir labirenttir ki, birini bıraksanız yolunu bulup çıkamaz. Ben yıllardır harem ile ilgili ne bulduysam topladım. Yıllarca önce müze dükkanları çok acıklı bir durumdaydı. Kültür Bakanlığı çok iyi bir yol seçti. Daha önce küçük bir harem kitabı yazdığımı bilen Bilkent Girişimi benden bir harem rehberi istedi. İlk kez bir kitabım dipnotsuz. Belli bir güzergahı gezer gibi anlatmaya çalıştım. 

Harem ne zaman ortaya çıkmış?
15.yüzyıldan sonra Topkapı Sarayı haremi oluşuyor. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla dek eklenen eklenen genişleyen harem bölümü mimari bir koleksiyon, mantar gibi genişleyen bir kompleks gibidir. Çünkü her padişah kendine bir has oda yaptırmıştır. Harem kısmı meyilli arazi olduğu için eklemeler teraslarla düzlenmiş ve altında mahzenler oluşmuştur. Eski Türk filmlerindeki zindanlar hep o mahzenlerdir. 

Harem, üzerinde fantezilerin bitmediği bir konu, siz nasıl bir yol izlediniz?
Harem konusunda gerçekle hayal edilenleri ayırmak istedim öncelikle. Harem hakkında bilinenler özellikle yabancıların hayal gücüne dayanarak yaptıkları resimlere ve anlattıklarına dayanırdı. Kitaba bu resimleri de koyarak aradaki farkı göstermeye çalıştım. 

Harem neden bu kadar cazip?
Harem haramdan gelen bir şey. İnsanların özel yaşamı özellikle İslam dünyasında çok kutsaldır. Herhangi bir konağa da gitseniz orada da erkek misafirlerin ayrı bir şekilde ağırlandığını özel hayata ait bölgeye sokulmadıklarını görürsünüz. Bu yüzden de fevkalade merak çekiyor ve uydurmalar oluyor. Bu uydurmalar özellikle 16. yüzyılda gelen yabancıların eseri. Çünkü Avrupa çok korktuğu, yenilmez bir ordusu olan Avrupa’nın ortalarına dek ilerleyen, topraklarını alan Osmanlıyı çok merak ediyor. Düşmanını tanımak istiyor. Saraya çok sayıda elçi gönderiyorlar. Şimdiki zaman elçileri gibi değil bu elçiler. Yanlarında bilimadamlarından ressamlara büyük bir heyet oluyor. Gittikleri yerlerdeki yaşamdan, bitki örtüsüne her şeyi öğrenmek istiyorlar. Dönüşlerinden sonra çizimler o devrin baskı tekniği için gravür haline getiriliyor. Tabii bu arada ressamın ilk yaptığı şekilden sapmalar da oluyor. 

En büyük sapmalar haremde olmuş galiba?
Herkesin merak ettiği haremle ilgili anlatılanların hemen hemen hepsi uydurma. Çünkü harem girilmesi imkansız bir yer. Bu kitaba da koyduğum üç katlı bir harem resmi var. Topkapı Sarayı’na gidin bakın üç katlı ne var ki? Bu resimler bize birçok alanda doküman değerinde olsa da haremle ilgili olanlar herkesin beklentisine cevap verebilmek için abartılmış. Bir de bu seyyahlar her zaman bir önceki seyyahların anlattıklarından kendileri görmüşler gibi alıntılar yapmışlar. 

Bizler de özellikle hareme oryantalistlerin gözüyle baktık diyebilir miyiz?
Hakikaten çok gariptir. Bu konuda Türklerin yazdığı çok kaynak da yoktur ama yabancıların gözüyle anlatılanları tercih etmişiz hep. Çünkü her zaman görülenden çok görmek istenilen daha enteresan oluyor. 

Sizin Türkiye’de ilk elden ulaştığınız kaynaklar olmuş muydu?
Neslişah Sultan bana çok yardım etti, sonra başka kişiler de buldum, onları da ziyaret ettim. Ne yiyip içtiklerini, nasıl yaşadıklarını, neler yaptıklarını sorardım. Ama Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı’na geçildiğinde zaten yaşam değişmiş. Masada oturup yemek yemeğe başlamışlar. 

Ben Topkapı Sarayı’nda ilk kez Harem Bölümü’nü dolaşırken o kasvetli odaları gördüğümde büyük hayal kırıklığına uğramıştım...
Aslında Topkapı Sarayı’nın kendisi büyük bir bina değil. O dönemdeki Avrupa sarayları çok daha etkileyici. Topkapı Sarayı küçük küçük birimlerle bir Otağ-ı Hümayun gibi. 

Harem kadınları ya hamamda ya da hep boş boş otururken tasvir edilir, yaşam nasıl sarayda?
Haremin patronu valide sultan. Bir evde nasıl işbirliği varsa orada da herkesin rütbesine göre bir işbirliği var. Ayrıca yatılı okul gibi. Zaten çoğu okuma yazmayı, Müslümanlığı öğreniyorlar. Kabiliyetleri varsa müzik eğitimi alıyor, işlemeler yapıyorlar. Öyle yetiştiriliyorlar ki, padişahın yanına geldikleri zaman abuk sabuk konuşmasınlar. Çocukları olursa şehzade yetiştirecekler. Saray Adab-ı muaşeretini öğreniyorlar. Selamlamada kendilerine soru sorulmadan ağızlarını açmamaları gerekiyor. Özel izinle dışarı çıkıyorlar, özellikle baharda pikniğe, bahçelere gidiyorlar. Müzik dinliyor, dans ediyorlar. 

Harem dünyası sizce bu kadar entrika üzerine dayalı ve acımasız bir yer midir?
Kısmen böyle olabilir. Bu kadar kapalı yaşayan kadınların kendini beğendirmek isteyebileceği iki kişi, valide sultan ve padişah var. Bu entrikalar da her sarayda olduğu gibi vardır.

Size ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi başlarken danışmaya gelen oldu mu?
Hayır bana başvuran olmadı ama çok iyi danışmanları var. Birçoğunu da tanıyorum. Deniz Esemenli var. Deniz, Topkapı Sarayı’nda uzun yıllar çalışmıştır, haremi de çok iyi bilir. O kıyafetleri o ortamı katiyen Deniz sunmuş olmaz. Danışmanları çağırıyorlar, danışıyorlar ve söylediklerini yapmıyorlar. İyi ki bana da danışmamışlar. 

Genel olarak diziyi izlediğinizde sizi neler rahatsız etti?
Yahu masa kullanıyorlar. Bize 19. yüzyılda masa gelmiştir. Bunları bulmak için sanat tarihçi olmaya da gerek yok. Giyim kuşam da bir alem. Zavallı Süleyman’ı geç dönem Hint mihraceleri gibi giydiriyorlar. Saraydaki kaftan koleksiyonuna baksalar yeterdi. Kadınların elbiselerinin kollarına bakın, 18.yüzyılda elbiseler bele oturur ve takma kol yapılmaya başlanır. 

Dekolteler abartı mı?
Çok değil, aslında 13. yüzyıldan kalma Konya’da yapıldığı muhtemel minyatürlerde bile kadınların boynunda inciler göğüsleri ortadadır. Kadınlar her devirde güzelliklerini gösterirler. Tabii başkalarına değil. 

Hürrem Sultan’ı canlandıran oyuncu fiziksel özellikleriyle eleştiriliyor, size göre nasıl bir kadındı Hürrem?
Kitapta da yer alan o resimler hayalidir, kaynaklardan biliyoruz ki o kadar güzel bir kadın değilmiş. Ama çok cilveli olduğu kesin. Mektuplarından birinde “Bana para yollamışsın, bıyığının tek kılını yollasan dünyaya bedel” diyor. 

Şimdi çalıştığınız yeni bir konu var mı Osmanlı kültürüne ve yaşamına ait?
Evet, bu dizi beni kamçıladı, “Osmanlı’da Kıyafet” adlı yeni bir kitaba başladım.

Padişahlar nikahtan ne zaman vazgeçti?
II. Beyazıt, İran seferinde yenilince karısı esir oluyor ve içki dağıttırılıyor. Ondan sonra da Osmanlı padişahları resmi karıları olmasın diye nikahtan vazgeçiyor. Bu sonra Kanuni’de değişiyor. Nikah yapanlar var ama prensip olarak nikahlarına almıyorlar. Yine de çocukları olursa statü kazanıyorlar. 

Şehzadelerin yaşamı da ilginç değil mi?
Şehzadeler 17.yüzyıla kadar lalalarıyla Manisa, Trabzon, Amasya gibi şehirlerde vali gibi çalışırlar, bir nevi padişahlık provası yaparlar. Daha sonraları bundan vazgeçildi. Topkapı Sarayı’nın içinde bir bölüm oluşturuldu ve yanlarına çocuk yapmamak şartıyla cariyeler verildi. Tabii çocuk yapıp saklayanlar da çok oluyor.

Radikal, Yazı: Müge Akgün, 15.03.2011

KEÇİ KALESİ'NİN RESTORASYONU İÇİN ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR

 

 

Keçi Kalesi'nde yapılması planlanan çevre düzenlemesi, yol yapım ve restorasyon çalışmaları için tahsisi Belevi Belediyesi'ne verilecek. Tahsisisin verilmesinden sonra söz konusu çalışmaların yakın zaman içerisinde başlatılacağı bildirildi.

 

Tahsis verildikten sonra, buradaki yol, çevre düzenlemesi, peyzaj çalışması, restorasyon çalışması, park düzenlemesi, ışıklandırılması ve gelen ziyaretçilerin dinlenebilmeleri için  kafeterya yapımının Belevi Belediyesi tarafından yaptırılacağını ifade eden Belevi Belediye Başkanı Özcan Işık; “Bizim burada bir iddiamız vardı. Keçi Kalesine gelen misafirlerimize güneşin doğuşu ile Belevi yöresine özel ağız tatlarından oluşan kahvaltı, güneşin batışıyla birlikte yine bu yöreye ait özel menülü akşam yemeği vermektir. Biz bu hayalimize önümüzdeki aylarda mutlaka kavuşacağız” dedi.

 

Bu konuda Orman Bölge Müdürlüğü tarafından bölgenin tahsisinsin gerçekleştirileceğini hatırlatan Başkan Işık, konuyla ilgili sürecin tamamlama aşamasında olduğunu kaydetti.

Selçuk Bölge Haberleri, 14.03.2011

SUDA ARARKEN ÇAMURDA ÇIKTI

 

Amerikalı arkeologlar, ‘Kayıp Kıta Atlantis’i İspanya’nın güneyinde bir bataklığın dibinde bulduklarını öne sürüyor. Uzmanlara göre, tsunami kenti haritadan silmiş.

 

Binlerce yıllık gizemi çözmek için İspanya’nın Cadiz Kenti’nin kuzeyini gösteren bir uydu fotoğrafı kullanıldı. Fotoğraftaki işaretten yola çıkarak Dona Ana Parkı’ndaki geniş bataklık alanda inceleme yapan arkeologlar, iç içe geçmiş halkalardan oluşan Atlantis’in burada gömülü olduğunu düşünüyor.


2009 ve 2010’da bölgeyi radarlar, dijital haritalandırma ve su altı teknolojisiyle inceleyen uzmanlar, kentin bataklığın dibinde olduğunu söylüyor.


Arkeoloji ekibinin lideri Hartford Üniversitesi’nden Richard Freund, “Bu tsunamilerin gücü... Tsunaminin karanın 100 kilometre içine kadar bir alanı sildiğini anlayabilmek çok zor. Ancak bahsettiğimiz tam olarak da bu” dedi.


Atlantis’ten 2 bin 600 yıl önce bahseden Yunan filozof Plato, kenti Cebelitarık Boğazı önünde bir ada olarak tarif etmişti.

Milliyet Cadde, 15.03.2011

KRAL YOLU GÖZÜKTÜ

 



Muğla'nın Bodrum İlçesi'ne bağlı Bitez ve Gümüşlük beldelerinde deniz suyunun çekilmesi heyecan yarattı. Muğla Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof.Dr. Ahmet Nuri Tarkan, bölgede son haftalarda görülen şiddetli rüzgarın yanı sıra güneş, ay ve dünyanın aynı hizaya gelmesi ve dolunay nedeniyle bu tür meteorolojik gelgitlerin normal olduğunu belirtti. Gümüşlük'ü Tavşan Adası'na bağlayan ve su altında olan 3 bin 500 yıllık Antik Kral Yolu da denizin çekilmesiyle günışığına çıktı.

Bodrum'a bağlı Bitez beldesinde son 24 saat içerisinde deniz suyunun çekilmesi, koyun ortasında küçük adacıklar oluşması ve balıkçı kayıklarının bulundukları yerde karaya oturması heyecan ve tedirginlik yarattı. Öğle saatlerinde serpme ağ ile koyda oluşan adacıklar üzerinde yürüyen Bitez Balıkçılar Kooperatifi eski Başkanı Mahmut Aşkın (70), "Sular üç gün önce yavaş yavaş çekilmeye başladı. Ayrıca birkaç gündür Bitez koyunda ve civarda tek bir balık bile görmedim, Bitez koyunun ortasında bu tür adacıkların oluşması çok normal bir durum değil. Çocukluğumuzda bu tür çok ani ve metrelerce geri çekilmeyi birkaç kez yaşadık, ama yine de denizin bu kadar geri çekildiğine tanık olmadım, doğa olayları ve hareketleri de bir garip olmaya başladı" dedi.

Gümüşlük'ü Tavşan Adası'na bağlayan ve su altında olan Antik Kral Yolu da denizin çekilmesiyle günışığına çıktı. Çocuklar ve turistler 3 bin 500 yıllık Kral Yolu üzerinden yürüyerek adaya geçti. Deniz seviyesinin 70 santimetre altında bulunan, 150 metre uzunluğunda 2.5 metre genişliğinde antik yol, son olarak 2 Ocak 2007 tarihinde yine benzer bir gelgitten sonra görünmüştü.

Muğla Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof.Dr. Ahmet Nuri Tarkan, Gökova Körfezi'nde de yer yer deniz çekilmeleri görüldüğünü belirterek, "Özellikle bu mevsimde şiddetli rüzgarlar, güneş, ay ve dünyanın aynı hizaya gelmesi ve dolunay nedeniyle normalin üzerinde gelgitler yaşanabilir ve 4-5 gün sürebilir. Denizin çekilmesinin ardından tsunami beklentisi içinde olan vatandaşlarımızın endişe etmesine gerek yok. Çünkü tsunami deniz çekildikten sonra 4-5 dakika içerisinde duvar gibi dalgalarla sahili vurur. Özellikle bu mevsimde Akdeniz'den okyanusa açılan Cebelitarık'tan saatte 84 kilometreküp su kuzeyden güneye akar. Bu nedenle Akdeniz'de kıyıları bulunan ülkelerde olduğu gibi Bodrum'dan Fethiye'ye kadar bu tür su çekilmeleri görülebilir, panik ve endişe gerektirecek bir durum yok" dedi.

Habertürk, Haber: Kadir Tamer, 14.03.2011

AHMED-İ HANİ TÜRBESİ İLK KEZ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Doğubayazıt İlçesinde tarihi İshak Paşa Sarayı'nın üst kısmında bulunan Ahmed-i Hani Türbesi'nin restorasyon çalışmaları için devreye girdi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, "Türbeyi Ahmed-i Hani'ye yakışır bir duruma getireceğiz" dedi.
 

Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesinde tarihi İshak Paşa Sarayı'nın üst kısmında bulunan Ahmed-i Hani Türbesi'nin restorasyon çalışmaları için Kültür ve Turizm Bakanlığı devreye girdi. Yıllardır ihmal edilen ve bugüne kadar hiç restore edilmeyen Ahmed-i Hani Türbesi ile caminin restorasyonu için Ağrı İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'nde ihale yapılarak, çalışmalara Nisan ayının ikinci haftasında başlanacağı bildirildi. Bakanlık tarafından 190 bin TL ödenek çıkartılan türbenin restorasyon çalışmalarının bu yılın sonuna doğru tamamlanacağı belirtildi. Konu ile ilgili açıklamada bulunan İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, İslam alimi, şair, mutasavvıf Ahmed-i Hani'nin, bölgenin inanç turizminin en önemli şahsiyetlerden olduğuna vurgu yaptı. Ahmed-i Hani'nin ilk Kürtçe mevlidi yazdığını belirten Bulut, ayrıca dünyaca ünlü 'Memu Zin'in de Ahmed-i Hani'nin önemli eserlerinden birisi olduğunu dile getirdi.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, şöyle dedi:'Bu önemli bilge ve şahsiyet ile ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığımızın gönderdiği ödenekle Ağrı İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği ve Sayın Valimiz Ali Yerlikaya'nın talimatları doğrultusunda ihaleye çıktık. Yıllardır ihmal edilen Ahmed-i Hani Türbesi'nin döşemeleri, doğramaları, elektrik ve makine işlemeleri yapılacaktır. Türbede yepyeni bir düzenlemeye gidilecektir. Dış görünümü çok daha güzel hale getirilecektir. Ahmed-i Hani'ye yakışır bir duruma getireceğiz. Bunun dışında Ahmed-i Hani Camisi'nin kubbesinin dışında bir takım damlamalar var. Kubbe yıkılıp yeniden onarımı yapılacak. Ve umut ediyoruz ki 2011 yılının sonuna doğru Ahmed-i Hani'ye yakışır bir türbe ve cami orada olacaktır."

 

'AHMED-İ HANİ KİMDİR?

İslam alimi, şair ve mutasavvıf kişiliği ile tanınan Ahmed-i Hani, 1651 yılında Hakkari'nin Han Köyü'nde doğmuş, Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğu'daki en önemli ilim ve kültür merkezlerinden birisi olan Bayezid'e gelip yerleşmiştir. Ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ahmed-i Hani, küçük yaşlarda ilme ve yazmaya başlamış, Bayezid medreselerinde müderrislik görevinin yanı sıra İshak Paşa Sarayı katipliğini de yapmıştır. Keramet ehli olan ve hakkında birçok menkıbe anlatılan Ahmed-i Hani'nin, başta Divan olmak üzere Kürtçe Mevlid, Akideya İmane (İman Akidesi), Akideya İslam (İslam Akidesi), Fi-Beyanı Erkanı İslam (İslam Erkanının Beyanı) gibi dini eserlerinin yanında, Nübihara Bıçükan adlı bir sözlüğü de bulunmaktadır.Şairin, 1695 yılında bitirdiği Mem-ü Zin adlı mesnevisi, kurgu olarak başka kültürlerden etkilenmemiş özgün bir eserdir. Alegorik tarzda yazılan eserde mecazi aşktan ilahi aşka dönüş anlatılmaktadır.

Yeni Şafak, Haber: Yüksel Aslan, 14.03.2011

MEHMET AKİF'İN VEFAT ETTİĞİ DAİRE MÜZE OLUYOR

 

 

İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'un vefat ettiği İstanbul Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nın iki dairesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kamulaştırılıyor.

 

Bakanlık, 'Mehmet Akif Yılı'nda şairin içinde vefat ettiği daire ile yanındaki daireyi kamulaştırarak birleştirecek. Birleştirilen daireler, 'Mehmet Akif Anı Evi' olarak yeniden düzenlenecek. Ömrünün son anlarını burada geçiren Mehmet Akif'in anısına iki daire, şairin eserleri ve özel eşyaları ile donatılacak. Mehmet Akif'i daha yakından tanımak isteyen ziyaretçiler, bu tarihi mekanı gezebilecek.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, Mısır Apartmanı'ndaki dairelerin kamu bedelinin tespitinin önümüzdeki günlerde gerçekleştirileceğini açıkladı. Bedel tespitinin ardından da tefriş ve tanzim için çalışmalar başlatılacak.

 

Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa tarafından 1905 yılında yaptırılan Mısır Apartmanı, İstanbul'un Osmanlı döneminde inşa edilen ilk betonarme binalarından. Bir asrı aşan tarihinde pek çok tanınmış isme ev sahipliği yapan apartman, Mehmet Akif Ersoy'u da ömrünün son günlerinde ağırladı. Akif, 16 Haziran 1936'da 10 yıl kaldığı Mısır'dan İstanbul'a dönüşünde Mısır Apartmanı'nda o dönemde Abbas Halim Paşa'ya ait olan bir daireye yerleştirildi. Mısır'dan hasta olarak memleketine dönen Akif, 27 Aralık 1936 Pazar günü akşamı saat 19.45'te burada dünyaya veda etti.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 14.03.20111

ŞİRİNCE'DEKİ JANDARMA BİNASI KAÇAK DEĞİL

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı Şirince Köyü'ndeki jandarma binasının, 54 yıldır köy tüzel kişiliğine tescilli olduğu bildirildi.

Şirince'de kaçak yapılarla ilgili bazı gazetelerde Jandarma Asayiş Müracaat Noktası olarak kullanılan binanın kaçak statüsünde olduğu iddiası üzerine İzmir Valiliği'nden yazılı açıklama yapıldı.

Açıklamada otantik yapısı ve tarihi evleri ile yerli ve yabancı birçok turist kafilesinin ziyaret ettiği Şirince'de vatandaşların ve turistlerin emniyet ve asayiş hizmetlerinin daha etkin bir şekilde yerine getirilebilmesi maksadıyla 6 yıl önce Jandarma Asayiş Müracaat Noktası kurulduğu belirtildi.

Açıklamada şöyle denildi: "1957 yılında tapu kayıtlarında bina olarak köy tüzel kişiliğine tescili yapılmış olan 53 metrekarelik binada hizmet verilmektedir. Binada, sadece vatandaşların müracaat ve şikayetlerinin alınabileceği iki oda bulunmaktadır."

Yeni Asır, 14.03.2011

KALEHÖYÜK'E 'EN İYİ YEŞİL TASARIM' ÖDÜLÜ

Kırşehir’in Kaman İlçesi’nde Japon Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle kurulan Kalehöyük Arkeoloji Müzesi’ne, Avrupa Center Mimarlık ve Kentsel Tasarım Sanat Çalışmaları ile Chicago Kütüphanesi tarafından 'En İyi Yeşil Tasarım' ödülü verildi.

 

1986 yılında Japon bilim adamlarının da katkısıyla başlayan Kaman Kalehöyük kazı çalışmalarında elde edilen eserlerin sergileneceği müze yapılması için 2005 yılında Türk ve Japon hükümetleri arasında görüşme yapıldı. 25 Nisan 2008’de temeli atılan müze inşaatı, 16 Mart 2009’da tamamlandı. Geçen yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından teşhir tanzim ve çevre düzenlemesi yaptırılan müze, 10 Temmuz 2010 tarihinde, Japon Prens Tomohito Mikasa ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da katıldığı törenle hizmete açıldı.

Habertürk, 14.03.2011

"İNÖNÜ STADI ASLA GENİŞLETİLEMEZ"

 

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile AKM'yi, Marmaray'ı, Yerebatan'ı, ucube krizini ve tabii İnönü Stadı'nı konuştuk. Günay "Anıtlar Kurulu'nu dava ederim de o stadı genişletmem" diyor.

 

İnönü Stadı niçin genişletilemez?
Benimki ne spor ne de stat karşıtlığı. Ama orası büyük bir stada uygun değil. Ancak kültür-sanat etkinlikleri için kullanılacak yahut da butik bir stat yapılacak bir yer. Asıl hayalim Akaretler gibi orayı da eski dokusuna kavuşturmak, bir kültür merkezine dönüştürmek. Fakat proje sahibi arkadaşlar stadı büyütmek, altına da 2 bin 500 araçlık otopark yapmak istiyorlar. Sadece 2 bin 500 araçlık bir otoparkın Boğaz trafiğini ne hale getirebileceğini düşünmek bile beni ürkütüyor. 

Dolmabahçe zaten dolgu bir alan üstüne oturmuyor mu?
Tabii. Swissotel ve Gökkafes zaten Dolmabahçe Sarayı üzerinde ciddi tehlike oluşturuyor. İnönü Stadı’nı küçültmek yerine alanını genişletmek hem tarihe saygısızlık hem de İstanbul’un geleceğine haksızlıktır. 

 

Stadı vakti zamanında bir şeye inat olarak yapmışlar dediniz. Cumhuriyet rejiminin Osmanlı mirasıyla hesaplaşma yöntemini mi ima ediyordunuz?
Tarih duyarsızlığı 1950’lerde bu ülkede yaşanmış. Bu sadece Osmanlı mirasına karşı değil, Roma’ya karşı da böyledir. Lütfi Kırdar, Dolmabahçe Kışlası’nı yıkıp, arkasına top sahası inşa etmiş. Menderes de Vatan Caddesi’ni tüm tarihi dokuyu yarıp geçerek yapmış. Yok birbirinden farkları. Demek istediğim, bu sadece Osmanlı karşıtı Cumhuriyet radikalliği değil. 1940-1950’lerdeki kuru kalkınmacı anlayışın sonucu. 

Anıtlar Kurulu’nun stada onay vermesini neye bağlıyorsunuz?
Çokları bilmez ama Anıtlar Kurulu özerktir ama fatura bana çıkar. Halbuki benim sadece itiraz etme hakkım vardır. Anıtlar Kurulu, “Prensipte onay verdik, otopark gibi altbaşlıklar yoktu” dedi. İtiraz ettim. 

Anıtlar Yüksek Kurulu’nda şimdi top… Onlar da onay verirse?
Mahkemeye giderim. Kendi kuruluyla mahkemeleşmiş bakan olurum. Yeni tahribata izin veremem. 

Bana göre bir sermaye sahibiyle devlet adamı arasındaki restleşme izliyoruz. Yıldırım Demirören de mayısta kazmayı vuruyoruz diyor.
Göreceğiz! Durumu kamuoyuyla paylaşıyor, ciddi destek görüyorum. “Stadın deprem açısında problemi var” deseler karışamam. Ama genişletemezsiniz. Altına otopark, yamacına alışveriş merkezi yapamazsınız. Orayı rant merkezine dönüştüremezsiniz. İzin vermiyorum. 

Gökkafes bir hukuksuzluk örneği olarak orada dururken, her şeyin bir yolu bulunur hissine kapılıyorum…
Gökkafes’in faturasını da bana çıkartmayın lütfen. Bakanlığımın maddi gücü yetse, hepsini kamulaştırır yıkarım. Gökkafes’i… Swissotel’i... 

Beşiktaş camiasını karşınıza almak umurunuzda mı?
Elbette, bütün yurttaşlarımın duyarlılıkları umurumda. Beşiktaş nice okumuş yazmış insandan, seçkin yöneticilerden oluşan bir camia. Önerdiğim projeyi kabul etmeleri onların saygınlığını arttırır. 

Siz tam olarak ne öneriyorsunuz?
Orayı bir kültür vahasına dönüştürelim. İşletmesi yine Beşiktaş klubüne ait olsun ama stat başka bir yere yapılsın. 

Koruma Kurulu raporu, Yerebatan Sarnıcı’nın tramvay trafiğinden ciddi şekilde etkilendiğini söylüyor.
Yakın zamanda bir çözüm bulunacak. Bir iyi adım atıldı: Sarnıç’ın üzerindeki Özel İdare binası kaldırıldı, çünkü o da bir baskı unsuruydu. 

Peki tramvay? Topbaş güzergahın değişmeyeceğini söyledi...
Hemen olması zor. Bir vadede Eminönü bölgesi değişecek, sadece lastik tekerlekli araçların gezebileceği bir yer olacak. Şimdilik tarihi dokuyu koruma ve turizm anlayışını dünyanın gerisinden takip ediyoruz. Bu açık. Ama son 7-8 yılda önemli mesafeler aldık, ama yetersiz. 

Marmaray inşaatı da Topkapı Sarayı’nın Sur-i Sultani denilen dış cephesini çatlatmış. Ne olacak?
Teknik üniversiteden arkadaşlarımlarımla o duvarları inceledik. Sadece bir sarsıntı olduğunu ve tehlike oluşturmadığını söylediler. 

Müzenin can kaybı olmasın diye boşaltılmasını istemediniz mi?
Can kaybı tehlikesi yoktu, çok küçük bir sarsıntı söz konusuydu. 

Topkapı Sarayı yıkılıyor ve siz bize söylemiyor olabilir misiniz?
Allah esirgesin. Öyle bir şey olsa bu röportajı bırakıp, duvarlarından birine dayanmayı ve onunla birlikte yok olup gitmeyi tercih ederim! Şu anda Topkapı Sarayı, Marmaray nedeniyle tehlike altında değil, ama İstanbul’la ilgili deprem beklentisi tüm varlıklarımızı tehdit ediyor. 

Bununla ilgili ne yapıyorsunuz?
Büyükşehir ve ilgili bakanlıklar çalışıyor ama Allah deprem göstermesin. Ne olacağını bilemem. 

Marmaray’dan çıkan buluntular sizin için de ‘arkeolojik şey’ mi?
Bak şimdi! Elbette çok kıymetli o buluntular. Bazılarını Arkeoloji Müzesi’nde sergiliyoruz. Bir de yerinde müze yapma projemiz var. 

AKM’den ümidi keselim mi?
Hayır, niye kesiyorsunuz? 

Biz İstanbullular bıktık, önünden geçmek bile üzüyor artık…
Ben farklı mı hissediyorum sanıyorsunuz, üzülmüyor muyum? Bakanlığım döneminde belki de en büyük ve tek derdimdir. 

İyice kestim ümidi şu anda!
AKM’nin gerçek hikayesini kimse bilmiyor, bence kitap yapılmalı. 2008’in sonunda AKM’yi boşalttık ki bir an önce içine yapımcılar girsin, 2010 Kültür Başkenti’ne yetişsin. Daha önce AKM’nin yapımında görev yapmış Tabanlıoğlu firmasına hemen bir proje yaptırıldı. Yaklaşık maliyet 90 milyon liraydı. İhale edildi 2009’un sonlarında. 69 milyon lira veren bir şirket ihaleyi aldı. Bu arada Kültür Sanat-Sen adlı kuruluş yürütmeyi durdurmak için yargıya başvurdu. Bu sendikadaki arkadaşlarımızın itiraz ettikleri temel noktaları sıralayayım: AKM’nin girişine CD-kitap satış yeri koyarak Taksim’deki gençlerin buluşma yeri yapıyorsunuz dediler. Çatıda kafeterya olarak kullanılan mekan bir lokantaya dönüştürülecekti. ‘İstanbul’un zenginlerine lokanta yapamazsınız’ dediler. 

Ve yargı, yürütmeyi durdurma kararı verdi…
Ve ardından iptal kararı. Biz tam başlayacaktık, 70 trilyonluk bütçe bulunmuştu. Her şey durdu. Bunu yapanlar sanatçı diyorlar kendilerine. Onları teşhir ediyorum. Türkiye’nin bunu bilmesi lazım. Faturayı bana değil, sanatçı geçinen arkadaşlara çıkarsınlar. Avrupa’da haftada iki gün, sadece temsil olduğu gün açık olan sanat merkezleri yok. Hepsi yaşayan mekanlar. Hepsine itiraz ettiler. Ve hayatlarında bir tane bile Avrupai sanat merkezi gördüğünden şüphe ettiğim idare mahkemesi yargıçları da yürütmeyi durdurma ve iptal kararları verdiler. 

Tamirat yapıp hizmete açmak gibi bir seçenek yok muydu?
Tamiratın maliyeti de 50-60 milyon lira tutuyordu. Avrupa Kültür Başkenti Ajansı da bu parayı sadece tamirata vermeyiz dedi. Tıkandık. 

E kaldı yani…
Şimdilik kaldı evet. Seçimden sonra bakacağız. Bunun sorumlusu ben değilim. İbret verici bir tutuculuk örneğidir. Sözüm ona sol giysiler giymiş insanlardan geliyor. 

2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri içinize sindi mi?
İstanbul’da binlerce etkinlik yapıldı ama bu kadar çok etkinlik yapılacağına belki dünya çapında ses getirecek seçilmiş birkaç iş yapılsaydı… Çok şey yapıldı ama akılda kalmayacak bir çokluktu. 

Bütçeyi de şeffaf şekilde kullanmadığı söyleniyor 2010 Ajansı’nın?
Şu anda Kültür Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Başbakanlık’ın müfettişleri inceleme yapıyorlar. Arkadaşların olumsuz bir kasıtla davrandıklarını sanmıyorum. Ama önemli bir bütçe kullanıldı. Böyle durumlarda çok şeyler olur. Ajans’ta benim bakanlığımın sadece bir temsilcisi vardı, onun dışında bağımsızdı. 

Ucube krizini iyi yönettiğinizi düşünüyor musunuz?
Hayır. İyi yönetmiş olsam bu soruyu sormazdın herhalde. Orada bir iletişimsizlik oldu. 

‘Başbakan öyle demek istememişti’ konuşmanızı geri almak ister miydiniz?
Hayır almam. Basın beni yanlış anladı. Söylediklerimin metnini okuyun. Ama bunu yeniden açmak istemiyorum, kapatalım lütfen. 

Andy-AR anketine göre ucube krizinde takındığınız tavır halk nezdinde beğenilmiş. Şaşırdım…
Parti militanlarını bırakın, ortalama vatandaşı dinleyin. Bir sanat eserine kötü söz söylenmesini istemedim. Ben Kültür Bakanıyım, Savunma Bakanı değilim ki. Gayret gösterdim ama olmadı. Bunu CHP ve MHP’deki fanatikler görmemiş olabilir ama halk görüyor. Sanatçının kırılmasını istemedim. İyi niyetli birşey yapmak istedim. 

Mehmet Aksoy’la hala dost musunuz?
Tabii ki. Şimdi mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı aldı. 

Bu krizle ilgili sizin için “Allah kimseyi onun durumuna düşürmesin” diyen Arınç’a kırıldınız mı?
Bana bir laf söyletmeye çalışıyorsun ama söylemem. 

Siyaseti bırakacağınıza dair bir söylenti çıktı. Neden?
Geçmiş yıllarda istifa etmiş adamım birkaç sefer. Ayağına basalım, kafasını kızdırırsak istifa eder diye düşünenler olmuş olabilir. Herkesin bir olgunluk çağı var. Bırakmıyorum.

 

Geriye dönüp baktığınızda iyi ki AKP’ye katılmışım diyor musunuz?

Öğrencilik yıllarımdan itibaren siyasetin içindeydim ama siyaset benim için kürsüde konuşmak dışında birşey ifade etmiyordu. Vaktimin bir bölümü gözaltılarla geçti. Bir kısmı da CHP’deki parti içi çekişmelerle. 2004’ten itibaren CHP’yle hiç bir bağlantım kalmadığı gibi beni destekleyen herkes cezalandırılmıştı. Benim için önümde iki yol vardı; ya başka bir çatıda siyasete devam edecektim ya da köşeme çekilip kitap yazacaktım. Birincisini seçtim.

Niye AKP?

AKP yepyeni bir parti. Japonya’daki depremden sonra herkes gibi ben de 99 depremini düşündüm. O gün ‘Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ demiştim. Gerçekten de olmadı. AKP o yıkıntılardan doğmuş, zamanın ruhunu yakalamış bir siyasi harekettir. Köhne particilik yapmadığı, yeni birşey söylediği için aynı yolda yürüdüm.

Siz AKP’yi benimsemişsiniz, onlar size benimsedi mi? Yoksa hala eski bir CHP’li misiniz?

Benim kitlem siyasi hayatına AKP’de başlamış 30’lu yaşlarındaki kişiler. Çünkü siyasetin o eski yapısından bıktım.

 

Sizin CHP’ye karşı eleştirileriniz daha çok acıtıyor gibi geliyor…
E tabii. Benim CHP’de çok karşılığım vardır, beni dinleyen çok insan çıkar. Derinde bir yerde haklı olduğumu biliyorlar. Benim tezlerimi kabul etselerdi şu anda bu halde olmazlardı zaten. Kendilerini ve tarihlerini inkar ettiler. 12 Mart’ı yaşamış bir CHP’nin tarihi doğru okuyamamasının sonuçlarını tecrübe ediyorlar. 

Sevan Nişanyan’ın evlerinin yıkımını engellediniz. Onu kurtarmayı niye bu kadar beklediniz?
Onun kurtarılacak hali yok, Nişanyan’dan Allah bizi kurtarsın! Şaka tabii. Benim bu latifeme o alınmaz diye yapıyorum. Kendisi son derece sivri dilli bir insan ve bir diyalogsuzluk yaratmış. Yaptığı işlerin çoğu makul ve zarif. Bazı şişmeler olmuş, onları törpüleyeceğine söz verdi. İşi ticarileştirdiği de olmuş, bu da bir gerçek. Bir de bir kule dikmiş ki…

Siz rahatsız oldunuz diye kulenin ismini değiştirmiş şimdi…
Ne yapmış, Ertuğrul Kulesi mi?

Yok Kuşları Gözetleme Kulesi…

İyi bari. Şirince müthiş bir yer. Toskana gibi. Çok önemsiyorum. İlk gördüğümde ben de şurada 100 metrekare yer sahibi olsam da hayatımı burada geçirsem demiştim. Ama sadece Nişanyan’la ilgili olmayan, köyün meydanında, diğer yapılarda da bir savrukluk var.

Radikal, Haber: Ezgi Başaran, 14.03.2011

YALINAYAK HAMAMI İLE KUTU HAN YENİDEN HAYAT BULACAK

 

 

Tire Belediyesi yaptığı hizmetlerin yanı sıra, tarihi bir kent olan ilçede ecdat yadigarı birçok tarihi yapıyı ayağa kaldırmak için var gücü ile mücadele ediyor.
 

Geçtiğimiz ay İbni Melek Türbesi restorasyonu için kolları sıvayan Tire Belediyesi, türbe yenileme çalışmasını tamamlamak üzere. Geçtiğimiz gün taşınmaz kültür varlıklarının korunması kapsamında İzmir Valiliği’nde düzenlenen toplantıda Tire Belediyesi’nin sunduğu iki proje için toplamda 470 bin TL ödenek ayrıldı.

 

Va lilik toplantı salonunda gerçekleştirilen toplantıda Kutu Han ve Yalınayak hamamı restorasyonu kapsamında projelerini heyete sunan Tire Belediyesi, projeleri n kabul edilmesi ile birlikte 287 bin TL Kutu Han için, 168 bin TL Yalınayak Hamamı için İl Özel İdare bütçesinden ödenek ayrıldı. Projenin kabul aşamasından sonra hemen kolları sıvayan Tire Belediyesi projenin çalışmalarına başladı.

 

 Tire Belediye Başkanı Tayfur Çiçek Tire’nin tarih, turizm ve tarım olmak üzere stratejik bir konuma sahip olduğunu ifade ederek, İlçenin bu üç alanda daha da gelişmesi adına bir takım çalışmalarda bulunduklarını belirtti.Bir dönem Aydınoğulları Beyliği’ne başkentlik yapmış bir ilçede yaşıyoruz diyerek sözlerine devem eden Başkan Çiçek ;’ ecdat yadigarı eserlere sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum .Bu bağlamda proje çalışmamızı yapıp valiliğe sunduk.projelerimiz kabul gördü ve en kısa zamanda bu iki eseri ayağa kaldıracağız” dedi.

Selçuk Bölge Haberleri, 13.03.2011

BEŞİKTAŞ'IN STADYUMU BAŞKA YERE TAŞINMALI





Beşiktaş’ın stadyumunun daha iyi bir yere, daha geniş bir şekilde ve bu müstesna kulübe daha çok gelir getirecek bir biçimde yeniden inşası gerekir.


Şahsen Beşiktaş takımını tutarım, 100’üncü yılda kilometrelerce uzunluktaki bayrağı taşıyanlardanım. Kızım da Beşiktaş’ın maçlarına gider. Bu nedenle açıkça söylüyorum; Galatasaray’a tahsis edilen büyüklükteki ve konumdaki bir arazinin Beşiktaş’a da verilmesi gerekir. Belki bugünkü stadın olduğu yerde de düşük profilli, gelir getiren, otopark gibi bir tesis bu takıma tahsis edilebilir. Ama mevcut stadyumun büyütülerek orada tutulması bu şehre, bu tarihe, bu çevreye karşı vahim bir saygısızlık hatta cinayettir.


Şükrü Saracoğlu’nun hükümeti zamanında bu stadın buraya yapılmasında ben bilgisizlik değil her şeyden önce bir “kasıt” görürüm. Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay bu konuda haklıdır. “Boşver adamların sarayını” zihniyeti hakimdir.


Dolmabahçe sarayı bizim 19’uncu yüzyılımızın tarihidir. Büyük Atatürk’ün ikametgahıdır. Avrupa’nın en büyük ve en mutantan sarayı değildir ama dönemin hükümdar evleri içinde Boğaz’ın kenarındaki konumuyla en güzel örneklerden biridir. 1980’lerde üstteki koruya Swissotel’in inşa edilmesi (ki hiç tartışmasız gayet çirkin bir yapıdır) sarayın havalandırma kanallarını tıkamıştı. Daha önce bu stadın oraya yapılması da bütün mühendislerin ifade ettiği gibi, dolma bir zemin üzerinde inşa edilen sarayın denize doğru kaymasına sebep olacaktır. Yetmemiş gibi Ritz-Carlton’u da o bölgeye inşa ettiler. 

Sultanahmet de rastgele bina yapılacak yer değil
Bunların hepsinin tabii tazmin edilerek tarihimizin en önemli anıtlarından biri olan Dolmabahçe Sarayı’nın üstünden kaldırılması lazım. Çünkü acı tatlı hatıraları, üslubundaki güzel ve uyduruk yönleriyle Dolmabahçe Sarayı yakın tarihimizin önemli bir parçası, İstanbul’un vazgeçilmez bir güzelliğidir. Onun etrafını heyulalarla kuşatmak bir toplumun görgü ve zevki için iyi bir intiba bırakmaz. Beşiktaş’ın stadyumunun daha iyi bir yere, daha geniş bir şekilde ve bu müstesna kulübe daha çok gelir getirecek bir biçimde yeniden inşası gerekir. Niçin küçük düşünülüyor ve bu küçük düşünmenin bedelini niçin 19’uncu asır tarihimizin bu temel eseri ödüyor?
İstanbul’un bağrına maalesef bazı çirkinlikler inşa edildi, bunlar son 50 yılın marifetlerdir. Bizzat Sedad Hakkı Eldem’in eseri olmasına rağmen özensiz bir yapı olan ve Sultanahmet Meydanı ve alttaki Roma sarnıcının üstüne lenduha gibi oturan Sultanahmet Adliyesi de bunlardan biridir. Bu bina inşallah yıkılacak, çevresi ona göre tanzim edilecek ve altına gömülen tarih arkeolojik kazılarla tekrar ortaya çıkarılacaktır.


Sultanahmet civarı rastgele eser inşa edilecek bir yer değildir. Buradaki kaçak yapıların da seddi (yani yıkılması) gerekir. Adliye sarayından kent müzesi falan olmaz, o binayı kent müzesi olarak düşünenlerin kentten ve İstanbul’dan bir şey anladığını zannetmiyorum. Başka bina, daha geniş bir alan aranmalıdır. Tarih Vakfı’nın saray avlusundaki Darphane’de şehir müzesi açma teranesinden sonra bu da ikinci doğaçlama... Lütfen İstanbul’a saygı duyalım, zira nefes alacağımız başka şehir yok. 

 

Milliyet Pazar, Yazı. İlber Ortaylı, 13.03.2011

MÜLKİ ERKANA MÜZE VE ÖREN YERİ BEDAVA

 

'Müze ve Ören yerlerine Girişlerde Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönerge' 10 Mart'ta yürürlüğe girdi.

 

Yönergeyle müze ve ören yerlerinin bulunduğu il ve ilçenin hakim ve savcıları, mülki amirleri, büyükşehir, il, ilçe ve belde belediye başkanları ve en fazla 30 kişi olmak üzere refakatindekiler, müze ve ören yerlerine ücretsiz olarak girebilecek.

 

Yeni yönergeyle müze ve ören yerlerine giriş ücretleri de belirlendi. Buna göre en yüksek ücret 20 TL ile Pamukkale, Ayasofya, Topkapı ve Efes için ödenecek.

Akşam, Haber. Volkan Yanardağ, 13.03.2011

KONAKLARDA RESTORASYON BAŞLADI

 

 

İzmit Belediyesi’nin Tarih Koridoru Projesi kapsamında bulunan Hacıhasan Mahallesi’ndeki Sarı (Sirkeciler) ve Yeşil Konak’larda restorasyon çalışması başladı.

 

Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan’ın gayretleri sonucu startı verilen restorasyon çalışması TOKİ tarafından yapılıyor. Başkan Doğan, restorasyon çalışması yapılan Sarı ve Yeşil Konaklar’ da incelemelerde bulundu. İzmit Belediye Başkanı Dr. Doğan, göreve geldikleri ilk günden itibaren tarihi değerleri gün ışığına çıkarma çabası içinde olduklarını belirterek,"Tarih Koridoru Projesi bunun en önemli ayağını oluşturuyor. Proje kapsamında 87 tarihi eseri restore edip halkımızın hizmetine sunmak istiyoruz. Tarih Koridoru Projesi, İzmit’in hatta Türkiye’nin projesidir. Şu anda kentimizde büyük bir restorasyon çalışması vardır. Camiler, hamamlar,evler aslına uygun olarak onarılıp gelecek nesillere aktarılacaktır” dedi. İzmit’teki tarihi yapıların restorasyonu konusunda devletin bütün birimlerini harekete geçirdiklerini de söyleyen Doğan, ”Tarihi değerler hepimizin. Onlara hepimizin sahip çıkması gerekir. Hangi tarihi değer varsa hepsini çivisine kadar koruyup gün ışığına çıkarma çabası içindeyiz. Restore edilen yapıların halkımızın hizmetine sunulmasından yanayız. Amacımız, restore edip yapıların kapılarına kilit vurmak değil onları canlı tutmaktır. Tarih, içinde yaşanılırsa değeri olur. Saatçi Ali Efendi Konağı’nda olduğu gibi restore edilecek bütün yapıları İzmitlilerin hizmetine sunacağız” şeklinde konuştu. Başkan Doğan, Sarı ve Yeşil Konaklar’daki restorasyon çalışmasının yıl sonuna kadar tamamlanacağını da ifade ederek” Aslında bu iki yapıdaki restorasyon işi çok önceden başlayacaktır. Bütün prosedürler tamamlanmış işe başlanacağı zaman Sarı Konak’ta yangın çıkmıştı. Yangın yüzünden restorasyon işi biraz aksadı” şeklinde konuştu. Hacıhasan Mahallesi’ndeki Sarı Konak (Sirkeciler), bin 870 yılında 3 katlı olarak yapılmış, 309 metrekarelik bir alan üzerine sahip yapı İzmit Körfezi’ne hakim bir noktada yer alıyor. Yeşil Konak’ta 372 metrekare bir alan üzerinde 3 katlı olarak 1920 yılında yapılmış ve Osmanlı mimarisinin son örneklerini taşıyor.TOKİ tarafından restore edilen her iki yapının 893 bin liraya malolacağı öğrenildi.

Her iki konağın da mülkiyeti İzmit Belediyesi’ne ait.

Kocaeli Kent Haber, 12.03.2011



6 - 12 Mart 2011

"İNÖNÜ STADYUMUNU BÜYÜTECEK PROJEYE ONAY VEREN ANITLAR KURULU'NU DURDURDUM"

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ITB Berlin Turizm Fuarı’nda TAV standına uğradığında TAV Havalimanları Holding CEO’su Sani Şener, ekibinden Ersagun Yücel, Serkan Kaptan ve Bengi Vargül’le sohbet ediyorduk.

Günay’ın yanında da GTI-Kayı Grubu’nun patronu, TÜRSAB’ın Başkan Yardımcısı Talha Görgülü vardı. Beşiktaş taraftarı gazeteci arkadaşlarım Yavuz Semerci, Ercan İnan ve Celal Toprak’a, Günay’ın geçen gün katıldığı “Beyoğlu Sohbetleri”ndeki sözünü anımsattım:
- Statta tepiniyorlar, Dolmabahçe kayıyor...
Günay, bu sözlerle Beşiktaş’ın Fiyapı İnönü Stadyumu’nun büyütülerek yenilenmesini öngören projeye karşı çıktığını ortaya koymuştu.
Günay, TAV standındaki odaya girince konuyu açtık:
- Statla ilgili son durum nedir?
- Ben Beyoğlu Sohbetleri toplantısında “Statta tepiniyorlar, Dolmabahçe denize kayıyor” cümlesini özellikle kullandım.
- Neden?
- Çünkü, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi İnönü Stadyumu’nu büyüterek yenileyecek projeye kapıyı açtı geçenlerde. Ayrıca Anıtlar Kurulu bile projeye “vize” verdi.
- O zaman Beşiktaş Kulübü yönetiminin planladığı sürede inşaat için kazma vurulacak mı?
- Ben Anıtlar Kurulu kararını durdurdum. Yani, uygulamaya koymadım. Kültür ve Turizm Bakanı olarak kararın bir de Anıtlar Yüksek Kurulu’nda görüşülmesini istiyorum.
- Projedeki itiraz ettiğiniz noktalar neler?
Soruyu yanıtlarken 1939’a döndü:
- Bir kere oraya stadyum yapılmasının yolunu açan 1939-40’larda dönemin İstanbul Valisi Lütfü Kırdar olmuş. Bu kararla, İstanbul’un tarihi ve kültürel dokusuna büyük yanlış yapmış. Ben şimdi onu daha da aşacak bir projeye izin vermem.
Ardından itiraz nedenini anlattı:
- Beşiktaş Kulübü yönetimi, oraya bir alışveriş merkezi, otel ve kompleksin altına da 2 bin 500 araçlık otopark planlıyor. Dolmabahçe, böyle bir büyümeyi kaldıramaz. Ben, tarihe Dolmabahçe bölgesini daha da tahrip edenlere göz yuman bir Kültür ve Turizm Bakanı olarak geçmek istemem.
Stadyumun büyümesini isteyen lobinin çalışma yöntemini de eleştirdi:
- Kime gitseler, “Diğer bakanlar onay verecek, bir tek siz kaldınız” diyorlar. Oysa durum hiç de öyle değil.
- Sizin öneriniz nedir?
- Birincisi küçük, sembolik bir spor merkezine dönüştürülebilir. Beşiktaş’a başka bir noktada stadyum yapılır. İkincisi de sporu tümüyle oradan çıkarıp, bölgeyi kültür vahasına dönüştürebiliriz.
- Hiç el değmeden bu haliyle kalamıyor mu?
- Güçlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar.
Günay, şu noktanın da altını çizdi:
- Aslında itirazlarımı Beşiktaş Kulübü Başkanı Yıldırım Demirören, eski başkanlardan Serdar Bilgili ve adaylardan Hasan Arat’la paylaştım. Bilgili ve Arat, bana hak veriyor.
- Ya Demirören?
- O stadın büyütülmesinden yana...
Kültür ve Turizm Bakanı Günay’ın verdiği mesajlara bakılırsa, Beşiktaş’ın Fiyapı İnönü Stadyumu’nu büyüterek yenilemesi pek kolay olmayacak...
Projenin kaderini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tavrı belirleyecek...

Beşiktaş’la Galatasaray Türk Telekom Arena’yı ortaklaşa kullanır mı
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Beşiktaş’a şehir dışında, yeni bir stadyum yapılması gerektiğini söyleyince Yavuz Semerci ile Celal Toprak atıldı:
- Seyrantepe’deki Türk Telekom Arena’yı Galatasaray’la Beşiktaş ortak kullanmalı...
- Bilemem, belki düşünülebilir...
Günay, şu noktaya vurgu yapma gereği duydu:
- Ben futbol fanatiği değilim... Takım da tutmam. Ancak, spor için iyi altyapı oluşması gerektiğine inanırım. Yalnız, söz konusu alanlar da “rant bölgeleri”ne dönüşmemeli.

Dolmabahçe gerçekten denize kayıyor mu
Ertuğrul Günay’la konuşurken, Dolmabahçe Sarayı’nın gerçekten denize doğru kayıp, kaymadığını de sorduk:
- Swissotel’in yapımı sırasında bu tartışma başladı. Sonra Gökkafes (Süzer Plaza) yapıldı. Bu yapıların Dolmabahçe Sarayı’nı olumsuz etkilediği hep söylenegelir.
- Ya İnönü Stadyumu?
- Stadyum büyütülecek olursa, etkilemesi kaçınılmaz.
- Mevcut haliyle sizin dediğiniz gibi “10 bin seyirci tepindikçe” denize kayma söz konusu mu?
- Bence binlerce seyircinin hep bir ağızdan tezahüratı da etkiliyor olabilir. Şimdi bu konuda kapsamlı bir inceleme yaptıracağım.
Dolmabahçe Sarayı’nın kendi yetki alanında olmadığını vurguladı:
- Dolmabahçe Sarayı, “Milli Saraylar”a bağlı. Ama ben Türkiye’deki tüm tarihi, kültürel varlıkları korumak durumundayım.
- SwissOtel ve Süzer Plaza ne olacak?
- Bu saatten sonra onların yıkılması ekonomik anlamda doğru olmaz. Ancak, stadyumun daha fazla büyümesine izin vermememiz gerekir.
Bekleyelim, Günay’ın yaptıracağı incelemenin sonucunu görelim...
Sanırım Beşiktaş Kulübü yönetiminin de bunu beklemesinde yarar var...

‘Çanak, çömlek’ metroyu tüp geçişi engellemesin, bulunduğu yerde sergilensin
Ertuğrul Günay, “Türkiye’deki tarihi, kültürel varlıkları korumaktan” söz edince sorduk:
- Başbakan Erdoğan, İstanbul’da metro ve tüp geçiş yapımının tarihi eserler çıkması yüzünden geciktiğini anlatırken, “Çanak, çömlek çıktı deyip, önümüze taş koyuyorlar” dedi. Söz konusu “çanak, çömlek”ler sizin koruma alanınıza girmez mi?
- Elbette girer... Yalnız, Sayın Başbakan, yer altından çıkan eserler yüzünden projenin aksamasından söz ediyor. İstanbul’un her tarafından tarih fışkırıyor. Her yeni eser çıkması durumunda metronun, tüp geçiş bağlantılarının güzergahını değiştirmek doğru olmaz.
- Nedir doğru olan?
- Dünyada bunun örnekleri var. O eserler çıkarılır, bulunduğu yerde camekanlı bölümler yapılarak korumaya alınır. Böylece metronun, tüp geçişin güzergahı da değişmez, proje de kesintiye uğramaz.
Hürriyet, Yazı. Vahap Munyar, 12.03.2011

İNGİLİZ TURİST, 121 ESERLE YAKALANDI

 

Hatay'ın Yayladağı İlçesi'nde, tarihî eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen İngiliz uyruklu bir kişi gözaltına alındı.

 

Bir ihbarı değerlendiren Yayladağı Gümrük Kapısı gümrük muhafaza memurları, Suriye'den gelen İngiliz uyruklu C.P.'nin iki valizinde x-ray cihazıyla arama yaptı. Yetkililer, valizlerde 121 parça, Bizans ve Roma dönemine ait sikke, kemer tokası, mızrak ucu, tıp malzemesi olduğunun belirlendiğini, zanlının gözaltına alındığını ve soruşturma başlatıldığını kaydetti.

Zaman, 11.03.2011

ORTAKÖY'DE BİR ÇINAR DAHA DEVRİLDİ

 

İstanbul’un Ortaköy semtindeki Büyük Mecidiye Camii’nin önündeki kuruyan tarihi çınar ağacı, tehlike arz ettiği gerekçesiyle Beşiktaş Belediyesi ekiplerince kesildi.

 

Belediye ekipleri, ‘Ortaköy Camii’ olarak da bilinen caminin önünde sabah saatlerinde önlem aldı. Vatandaşların yaklaşmasına izin vermeyen görevliler önce elektrikli testereyle kuru ağacın kökünü, devrilmesini kolaylaştıracak biçimde bir miktar kesti. 150 yıllık kuru çınar ağacı daha sonra, ekiptekiler ve çevredeki esnafın yardımıyla, bir halat bağlanıp çekilerek devrildi. Bu arada, içi tamamen kof hale gelen ağaç yere devrildiğinde parçalanarak etrafa saçıldı.

Radikal, 11.03.2011

TARİHİ YARIMADA'YA 'YILDIZ' OPERASYONU

 

 , ve gibi yüzlerce tarihi ve kültürel zenginliği bir arada barındıran Tarihi Yarımada'nın geleceği için Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) ve Fatih Belediyesi işbirliği ile İstanbul Tarihi Yarımada Uygulama ve Araştırma Merkezi (İSTYAM) kuruldu. Merkezin kurulmasına öncülük eden YTÜ Mimarlık Bölümü Bina Bilgisi Anabilim Dalı öğretim üyesi , daha önce benzeri olmayan merkezin faaliyet alanlarını SABAH'a anlattı.

Doç.Dr. Akıncı, Tarihi Yarımada ile ilgili yapılan her türlü proje ve faaliyetin bu merkez sayesinde tek çatı altında toplanacağını belirtti. Akıncı, "Bölgede şimdiye kadar birçok çalışma ve proje yürütüldü. Ancak projelerin birbirinden kopuk olması bölge için önemli bir sorun yaratıyor. Geçen yıl Tarihi Yarımada, UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılma tehlikesi bile yaşadı. Bu merkez, bölgedeki tarihsel dokunun en iyi şekilde korunması ve kültürel sürekliliğin sağlanmasına büyük katkı yapacak. Bölgenin mimarisinden endüstri tasarımına, trafik lambasından meydana konulan bir heykele kadar herşey bu merkezin gözetiminde şekillenecek" dedi. Merkezin ileride enstitüye dönüştürülmesini hedeflediklerini söyleyen Akıncı, "İlk olarak bir veri tabanı oluşturacağız. Ayrıca Mekansal Analiz ve İzleme Laboratuarı (GIS) kuracağız. Müze kurmak da önemli hedeflerimizden biri" dedi.

Sabah, Haber: Mesut Altun, 11.03.2011

BATUM'UN 'UCUBE'Sİ

 

 

Sanatçı Mehmet Aksoy tarafından Kars’ta yapılan ve Başbakan tarafından ‘ucube’ olarak nitelenerek tartımalara neden olan ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin bir benzeri Batum’da da mevcut.

Nasıl ‘İnsanlık Anıtı’nın amacı, Türkiye ile Ermenistan arasında dostluk duyguları geliştirmekse, Batum’daki ‘Aşk’ isimli heykelin amacı da Gürcü ve Azeri iki genç arasında yaşanan sevdayı ortaya koymak.

 

‘Aşk’ heykelini, ‘İnsanlık Anıtı’ndan ayıran en önemli özellik ise hareketli olması. Metalden yapılmış kadın ve erkek figürleri birbirine doğru hareket ediyor ve her sekiz-on dakikada bir birleşiyor. Tamara Kvesitadze tarafından yapılan heykel(ler), ilhamını Kurban Said’in ‘Ali ve Nino / Bir Aşk Hikayesi’ isimli romanından almış. Romanda, Azeri delikanlı Ali ile Gürcü bir genç kız olan Nino’nun aşkı anlatılıyor. Kiev doğumlu bir Yahudi olan ve çocukluğu Bakü’de geçen Kurban Said’in (asıl ismi Lev Nussimbaum) bu romanı, Azerbaycan edebiyatının klasikleri arasında kabul ediliyor.


Heykeltıraş Tamara Kvesitadze ise 1968 Tiflis doğumlu bir sanatçı. Dünya çapında pek çok ödülü olan Tamara Kvesitadze, eserlerinde yeni materyaller kullanması ile tanınıyor.

Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 11.03.2011

DATÇALILAR MÜZE İSTİYOR

 

Muğla’nın Datça İlçesi’nde, antik Knidos kenti kazıları sırasında ortaya çıkan ve müze olmadığı için belediye hizmet binası önünde açıkta sergilenen Roma Dönemi’ne ait 2 bin yıllık Güneş Tanrısı Medusa heykelinin çalınarak kırılması, bu konudaki ihtiyacı bir kez daha gündeme getirdi.

Heykeltıraş Elbruz Denge, “Datça, tarihi eserleriyle tanınıyor. Böyle bir yerde müze olmaması kabul edilemez” dedi.

 

Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği Başkanı Ümit Yaşar Işıkhan da, “Maalesef, Anadolu’nun birçok kentinde olduğu gibi Datça’da da Knidos gibi tarihsel bir mirasın varlığına rağmen buradan çıkan tarihi eserlerin korunabileceği, turistlere sergilenebileceği bir alan yok. Bu büyük eksiklik” diye konuştu.

 

Turizmci Doğan Yalçınkaya ise, “Bir an önce kaymakamlığın, belediyenin, siyasilerin bu konuya eğilmeleri gerekiyor. Datçalılar olarak bizler de üzerimize düşen görevi yapmaya hazırız. Datça’mız bir an önce müzesine kavuşmalı” dedi.

Hürriyet Ege, Haber: Mehmet Çil, 10.03.2011

DENİZLİ'DE '2. ARKEOLOJİ ÖĞRENCİLERİ SEMPOZYUMU'

 

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji Kulübü tarafından düzenlenen 2. Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu, Paü Kongre ve Kültür Merkezi’nde törenle başladı. İki gün sürecek ve 80 bildirinin sunulacağı sempozyuma, 24 üniversiteden arkeoloji bölümü öğrencileri katılıyor.

 

Denizli Vali Yardımcısı Halil İbrahim Ertekin, Sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada, Denizli’nin arkeoloji bakımından zengin bir il olduğunu, Hierapolis, Laodikya ve Colossae’nın Yaygın olarak bilindiğini, ancak kazı sayısının toplam 19 olduğunu söyledi.

 

PAÜ Arkeoloji Bölümü’nün yürüttüğü kazı çalışmalarıyla Laodikya antik kentinin kısa bir sürede ortaya çıkarılmasında çok ciddi bir başarı yakalandığını ifade eden Ertekin, “Bu, başta üniversitemiz olmak üzere, öğrencilerimizin eseri. Denizli Belediyesi de destek sağlıyor. Laodikya kazıları, Türkiye’ye model olabilir” dedi.

 

Denizli’de gerçekleştirilen kazılarda çıkarılan eserlerin sergileneceği Kent Müzesi yapımının planlandığını da anlatan Ertekin, “Şu anda proje aşaması bitmiş durumda. Çok büyük bir Kent Müzesi olacak. Son aşamaya gelindi. Denizli’nin en merkezi yerinde, Valilik Binası’nın yanında Kent Müzesi yapılacak. Arkeolojik ve etnografik eserlerin sergileneceği bir yer ve Türkiye’de ilk olacak” diye konuştu.

 

PAÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sebahattin Nas, arkeoloji eğitimi alanların, insanın dünya üzerinde görülmesinden Ortaçağ’a kadar geçen süreçteki her türlü kalıntı ve buluntuyu, doğal çevre ile insan arasındaki ilişkiyi araştıran ve kazılarla inceleyen, değerlendiren kişiler olarak insanlığa önemli hizmetlerde bulunacaklarını ifade etti.

 

PAÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halil Çetişli, bölümler arasındaki ilişkinin önemine değinerek, arkeoloji, sanat tarihi, kültür varlıklarının bakım ve onarımı ile buna benzer branşlara devam eden öğrencilerin birlikteliklerini önemsediklerini, bir tarafın boş bırakılmasının meslek hayatında sıkıntılar yaratabildiğini kaydetti.

 

PAÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek ise, arkeolojinin Türkiye’de ve dünyada Yükselen bir bilim dalı olduğunu belirterek, “Bu bilim dalı üniversitelerin uluslararası alanda adını duyurduğu en önemli kültür penceresidir. Arkeoloji bilimi, geçmiş uygarlıkların somut kalıntılarını incelediğinden, diğer bilim dalları ile yakın ilişki içindedir. Arkeolojinin içinde herkes kendini bulabilir, geçmişini yaşayabilir. Bu yönüyle arkeoloji bilimi her şeyi içinde toplayan büyük bir fanustur” dedi.

haberler.com, 10.03.2011

SANATÇI KADIN, SANAT TARİHİNDE GÖRÜNMEZ OLUYOR

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde  "Mor Baykuş Etkinlikleri" kapsamında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü bağlamında Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu'nda düzenlenen "Sanatın Cinsiyeti" panelinde Prof. Dr. Ayla Ödekan, sanatçı Canan Barış ve yazar Laftife Tekin sanatta kadının varlığını tartıştı.

 

Yard. Doç.Dr. Burcu Pelvanoğlu'nun yönettiği paneli kalabalık bir öğrenci grubu izledi.

*Kadın tarihin her döneminde sanat yaratıcısı oldu ama 20. yüzyılda bile sanat tarihi 'kadınsız' yazılıyor. Feministlerin ortaya çıkmasından sonra buna müdahale edildi."

 

Prof. Dr. Ödekan'ın kadınların her dönem sanatın içinde olduklarını ancak isimlerinin duyulmadığını söylediği konuşmasının satır başları şöyle:

 

*Rönesans'ta yaratılan  'yüksek sanat' alanında kadınlar  "zanaatçi" kabul edildi. Yüksek sanatla uğraşan kadınlar babalarının, erkek kardeşlerinin, kocalarının atölyelerinde çalıştı, hatta bazıları onların adına sanat yapıtları üretti, ama imzalar hep erkeklerin oldu.Bununla beraber güzelliğin nesnesi olarak kadınlar sanat yapıtlarında figür olarak var oldu.

 

*Fransız Sanat Akademisi'nde 450 sanatçının yalnızca 45'i kadındı. Aynı dönemde kadınların çıplak model kullanması ve çıplak erkek resmi ya da heykeli yapması yasaktı, adlarıyla sergi açamıyorlardı. Bu engeller ancak 100 yıl sonra aşılabildi.

 

*Amerika Birleşik Devletleri'nde Siyah Harekette kadınlar da yer aldığı için kendilerinden söz ettirdiler. Türkiye'de ise kadınlar sanatla 1. Meşrutiyet'te tanıştı; plastik sanatlarda ise cumhuriyet sonrası yer alabildiler. Ne var ki Akademi ve kurum yönetimlerinde olamadılar.

 

Öğretim üyesi ve sanatçı Barış gündelik sanatta kadının yerini tartıştı:

 

* "Sanatçı" denince erkek anlaşılıyor, kadın sanatçıdan söz ederken de "kadın sanatçı" deniliyor.

 

* Genelde iki erkek sanatçı sergisine karşı bir kadın sergisi görüyoruz. "Kadın sergisi" denince de konusu "kadın" olan sergiler anlaşılıyor.

 

* Erkek sanatçıların yapıtları daha yüksek fiyata satılıyor.

 

Yazar Tekin de sanatsal yaratı alanındaki "iktidar" sorununa değindi:

 

* Sanatsal yaratıcılıkta cinsiyet belirleyen bir unsur değil, "yaratıcılık damarı"nın varlığı ya da yokluğu, yapıtı ortaya çıkarıyor.

 

* Aslında tüm sanat alanları "erkek"tir, sanatın dili erkektir. Burada bir iktidar sorunu var. Sanat yapıtına bakınca bunun bir erkek tarafından mı kadın tarafından mı yapıldığı anlaşılmıyor.

 

* Tüm sanat alanlarında kadınlar cinsiyetlerinin unsurlarını yeterince ortaya koyamadılar. Eşcinsel sanatçılar da var. Cinsiyetin yalnız kadın, erkek diye sınıflandırılması da "erkek" tutumu.

 

* Cinsiyetten daha fazla belirleyen  bir unsur da "yoksulluk"tur. "Yoksul sanatçı"lar yüksek sanata ne kadar dahil olabiliyorlar diye  düşünmeliyiz.

 

* Sanat alanında erkin karşısında duran sanat "kadın sanatı" olabilir. Kadın yaratıcılık yaptığı alanla bir hesaplaşmaya girmiyorsa "cinsiyet"ten konuşulamaz.

bianet.org, Haber: Mustafa Sütlaş, 10.03.2011

DANIŞTAY 6. DAİRESİ, KASTABALA ÇİMENTO FABRİKASI ÇED İPTAL KARARINI ONAYLADI

 

 

Danıştay 6. Dairesi, 06 Aralık 2010 günü oybirliğiyle aldığı kararla Adana 2. İdare Mahkemesi'nin verdiği ve Çevre ve Orman Bakanlığı'nın temyiz ettiği ÇED Raporu iptal kararını çevreciler lehine onadı. Yazılı bir açıklama yapan Osmaniye-Kastabala Çevre Platformu, "Üç yılı aşan bir sürede çevreciler betonu yenmiştir. Bu çabada emeği geçen, en başta Karatepe-Aslantaş Arkeoloji Müzesi kurucusu Halet Çambel olmak üzere, Kastabala Çevre Platformuna maddi ve manevi destek verenlere Platformumuz adına teşekkürü borç biliriz" dedi.

Platform, Osmaniye Merkez Kesmeburun Köyü ve Kastabala antik kenti bitişiğine yapılması düşünülen çimento fabrikası için Çevre ve Orman Bakanlığı'nın verdiği Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu raporunun iptali için Adana 2. İdare Mahkemesi'ne dava açmıştı. Uzun süren bilirkişi incelemeleri, mahkeme heyetinin yerinde incelemeleri sonucunda Adana 2. İdare mahkemesi, yapılmak istenen çimento fabrikasının çevre, insan, bitki ve hayvan sağlığına, yer altı, yerüstü suları kirliliğine yol açacağı nedeniyle Esas :2008/1186 ve Karar:2009/1530 tarih ve sayılı kararlarıyla ilgili ÇED raporunu iptal etmişti.

Yapı, Fotoğraf: Ali Murtaza Doğan, 10.03.2011

DEFİNE AVCILARI SUÇÜSTÜ YAKALANDI

 

Adıyaman'ın Gölbaşı İlçesi'ne bağlı Karabahşılı Köyü Yazı mevkiinde kaçak kazı yapan 8 kişi suçüstü yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri Kara Bahşılı Köyü Yazı mevkiinde kaçak kazı yapıldığı bilgisine ulaştı. İhbar üzerine belirtilen bölgeye giden ekipler define avcılarını suçüstü yakaladı.

Jandarma ekipleri kaçak kazı yapan M.K, F.K, V.B, B.D, M.İ, T.Ç, H.Y. isimli şahıslar göz altına alındı. İzinsiz kazı yaptıkları tespit edilen şahıslarla birlikte 1 adet kepçe,1 adet dozer, 2 adet otomobil ve 1 adet pikap ile 4 bidon benzin bulundu.

Adliyeye sevk edilen şahıslar alınan ifadelerinin ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.

Adıyaman Haber, 10.03.2011

İZNİK'TE TARİH KADERİNE TERKEDİLİYOR

 

 

Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapmış, uğruna savaşlar yapılmış Bursa'ya bağlı İznik İlçesindeki Antik Roma Tiyatrosu ve Osmanlı dönemi eserlerinden İsmail Bey Hamamı kaderine terk edilmiş durumda.

 

Antik Roma Tiyatrosunun görüntüsü ve yetkililerin ilgisizliği İznik halkını kahrederken, ilçeye gelen turistler büyük bir hayal kırıklığına uğruyor. Tiyatronun arkeolojik kazı çalışmaları çeyrek yüzyıl sürmüş olmasına rağmen bu önemli tarihi eser şu an atıl olarak durmakta. Ait olduğu dönemin önemli sanatsal ve kültürel faaliyetlerine sahne olan tiyatro günümüzde bile bir tiyatro salonuna sahip olmayan İznik'te görevine 2000 yıl sonra yabani ot bahçesi olarak devam ediyor. Gözümüze çarpan "Kazı alanına izinsiz girilmez" uyarı levhasına rağmen çocuklar her an yerinden kopup düşebilecek mermer kalıntılarının çevresinde oyun oynuyor. Gerekli bakım ve temizlik çalışmalarının dahi yapılmadığı tiyatro tam anlamıyla çöp zengini. Yüzyıllardır çiniciliği ile kendinden söz ettiren İznik tarihi eser zenginliği bakımından da oldukça zengin. Buna rağmen turizm konusunda ciddi bir atılım yapamaması bu tür tarihi eserlere gereken önemin verilmemesinden kaynaklandığı söyleniyor.

 

Yine ilçe sınırları içinde bulunan İsmail Bey Hamamı, Osmanlı dönemi mimari özelliklerinin sergilendiği önemli bir eser. Hakkında çok fazla şey bilinmese de 14. ve 17. yy. aralığında değerlendirilen hamam sokak köpeklerine mesken olmuş durumda. Hamama ulaşmak bir dert, gezmek daha büyük bir dert. Epey bir zaman önce hamam ile ilgili bir takım çalışmalar yapılmış, daha sonra kaderine terk edilmiş. Hamamın üzerinde kurulan sac levhalardan oluşan sundurma benzeri yapıya ait çeşitli parçalar her an kopup ciddi bir kazaya yol açabilecek durumda.

 

Konuya duyarlı bir grup İzniklinin yaptığı çalışma sonucu hazırlanan fotoğraf ve belgelerden oluşan bir rapor, belediyeye, Kaymakamlığa, Vakıflar Bölge Müdürlüğüne, Bursa Valiliğine, Turizm ve Kültür Bakanlığına ve Başbakanlığa gönderildi. Gelecek yanıt merakla beklenirken İznikliler daha fazla geç kalınmadan gerekli çalışmaların yapılmasını istiyor.

Evrensel, Haber: Hüseyin Ercan, 10.03.2011

 

******


MEDENİYETLER BAŞKENTİNE YAKIŞMIYOR

 

 

Bursa'nın, hatta Türkiye'nin tanıtımında zaman zaman kartvizit olarak kullanılan ve adeta bir açık hava müzesini andıran İznik'te tarihi surlar ilgi bekliyor. 3 medeniyete başkentlik yapan İznik'te bir zamanlar tarihe şahitlik etmiş sur duvarları ve sit alanlarına kendini bilmez kişilerce çöp dökülmesi tepkiye sebep oluyor. Bakımsızlık yüzünden turistlere ziyaret ettirilmeyen Roma tiyatroları ve İstanbul kapısı surlarının hali içler acısı. Roma tiyatrosunun bakımsızlığından yakınan vatandaşlar, yetkililerin tarihe sahip çıkmasını istiyor.

Bursa Olay, 11.03.2011

EYÜP SULTAN TÜRBESİ'NDE RESTORASYON

 

     

 

Hazreti Muhammed'in, Mekke'den Medine'ye hicret ettiği 622 yılında 7 ay boyunca evinde misafir olarak kaldığı, İstanbul'un manevi koruyucusu olduğuna inanılan Hazreti Halid Ebu Eyyüb El-Ensari'nin, resmi tören ve ziyaretler sebebiyle Osmanlı hanedanının meşruiyetinin ve devamlılığının simgesi haline gelen türbesi, tarihinin en kapsamlı restorasyonunu geçirecek.


İstanbul'un fethi için kuşatılması sırasında, Fatih Sultan Mehmed'in isteği üzerine Hocası Akşemseddin tarafından kabri manevi keşifle bulunan ve fetihten sonra 1458 yılında yaptırılan Eyüp Sultan Türbesi'nde bulunan kıymetli eserlerin güvenli yerde muhafaza edilmesinin ardından restorasyon çalışmalarına başlanacak.


Yüksek manevi değere sahip, bütün insanların ilgi odağı olan türbe, restore edileceği 6 ay boyunca ziyarete kapalı olacak, bu süre içinde yalnızca dua penceresi açık kalacak.

İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, Eyüp Sultan Türbesi'nde yaklaşık 50 yıldır bu kadar kapsamlı bir restorasyon çalışmasının yapılmadığını söyledi. 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında bir protokol imzalandığını anlatan Cengiz, bu protokolle İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğüne ait türbelerin restorasyonunun, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin üstleneceğine ilişkin anlaşma yapıldığını belirtti. Cengiz, bu kapsamda Eyüp Sultan Türbesi'nin projelerinin tamamlandığını, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin de bu projenin ihaleye çıkartıldığını ifade etti.

Hayrullah Cengiz, Eyüp Sultan Türbesi'nin çinileriyle ilgili ciddi bir restorasyon çalışması yapılacağını anlattı. Cengiz, Eyüp Sultan Türbesi'nde İznik, Kütahya, Tekfur Sarayı, Avrupa ve Yıldız Çini Fabrika-i Humayunu'ndan getirilen çinilerin bulunduğunu belirterek, şunları kaydetti:
"Daha önceki restorasyonlarda çok iyi bir restorasyona tabi tutulmadığını, çinilerin içerisinde çimentonun kullanıldığını, bütünlemelerin yapılmadığını görüyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuar Müdürlüğü uzmanlarınca gerekli araştırmalar yapılacak. Bu araştırmalardan sonra çinilerin restorasyonuna başlanacak. Öyle sanıyorum ki buradaki en zor iş, çinilerin restorasyonu olacak."






Çinilerin yanı sıra türbenin kubbelerdeki kurşunların değiştirileceğini, metal, ahşap, taş ve derzlerdeki eksikliklerin tamamlanacağını belirten Cengiz, çalışmaların İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ekiplerince denetleneceğini söyledi.

Cengiz, restorasyon çalışmasını yürütecek firmaya projeyi tamamlaması için 6 ay süre verildiğini belirtti. Hayrullah Cengiz, Eyüp Sultan Türbesi'nin 1960'lı yılların başında kısmi bir restorasyona tabi tutulduğunu, ancak bu çalışmalara ilişkin resmi bir bilgi ve belgenin bulunmadığını, bu nedenle türbenin hangi bölümünün ne kadar restorasyona tabi tutulduğunun bilinmediğini kaydetti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile türbenin içindeki eserlerin güvenli bir yere nakli ve muhafazası üzerinde görüşmeler yaptıklarını ifade eden Cengiz, bu işlem tamamlanınca türbenin restorasyonuna başlanacağını söyledi.

Türbenin içinde çok kıymetli eserlerin bulunduğunu anlatan Cengiz, şunları ifade etti:
"Osmanlı padişahları Eyüp Sultan'a vermiş oldukları kıymetten dolayı bir şeyler bağışlamış. Kiminin el emeği göz nuru var, kimi ise dönemin büyük sanatkarlarına en güzel eserleri yaptırarak türbeye bağışlamış. Türbede 3. Selim Han'ın çok güzel bir gümüş şebekesi vardır, nadirdir, tektir, ünik bir eserdir. 2. Mahmud'un kendisinin de hocası olan hattat Mustafa Rakım Efendi ile beraber yaptığı, sandukanın üzerindeki puşidesi (siyah örtü), 2. Abdülhamid'in kendi elleriyle yaptığı sedef kapı, Sultan 1. Mahmud'un Topkapı Sarayı'ndan getirdiği Peygamber Efendimizin ayak izi bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, birçok hat ve levhalar ile zemzemiye ve kandiller de türbenin diğer önemli parçalarını oluşturuyor. Bu kıymetli eserleri en güvenli yerde muhafaza etmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bunları da bitirir bitirmez, türbenin restorasyon çalışmasına başlanacak."


Eyüp Sultan'ın, Peygamberimiz Hazreti Muhammed açısından ayrı bir önemi bulunduğunu anlatan Cengiz, "Peygamberimiz Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde Hazreti Halid Ebu Eyyüp El-Ensari, kendisini evinde misafir etmiştir. Peygamber Efendimiz'in katıldığı tüm savaşlara katılmıştır. Yine biliyoruz ki Peygamber Efendimiz, Hazreti Halid Eba Eyyüb El Ensari'yi övmüştür, övmesinden dolayı da tüm padişahlarımız onun türbesine hizmet yarışına girmiştir" dedi.

EYÜP SULTAN TÜRBESİ
Duvarlarında Sultan 1. Ahmed Han, Sultan 1. Mahmud ve Sultan 3. Selim Han tarafından yazılmış, bu mekanın kutsallığına işaret eden manzum kitabelerin yer aldığı Eyüp Sultan Türbesi'nin içinde ayrıca padişahların bir çoğunun ve ünlü hattatların kaleminden çıkmış levhalar da yer alıyor.


Kesme küfeki taşından sağır ve kasnaksız olarak inşa edilen sekizgen kenarlı kubbeli türbenin her cephesi, altta sivri boşaltma kemerli dikdörtgen biçimli, üstte ise sivri kemerli pencerelerle aydınlatıldı.


İçi ve dışı 16. ve 17. yüzyılın en güzel çinileriyle süslenen türbenin ziyaret salonunda, Hazreti Muhammed'in ayak izinin bulunduğu bir pano yer alıyor.


1730 Patrona İsyanı'na kadar türbede muhafaza edilen Sancak-ı Şerif, bu olayın ardından asilerin eline geçmemesi için saraya alınarak Hırka-ı Saadet Dairesi'ne konuldu. Türbede Sancak-ı Şerif'in kılıfları muhafaza ediliyor.


Sultan 3. Selim Han dönemine ait gümüş şebekenin çevirdiği sandukanın Sultan 2. Mahmud Han tarafından konulan puşidesinin üzerine simle işlenen yazılar Mustafa Rakım Efendi'nin hattıyla yazıldı.


Sultan Abdülhamid Han ise türbenin kapı ve pencere kanatlarını yeniletti, Sultan 2. Abdülhamid Han da tunç kapı kanatları önüne kendi eliyle yaptığı sedef kakmalı parmaklıklı kanatlar koydurdu.

HAZRETİ HALİD EBU EYYÜB EL-ENSARİ
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'e dedesi Abdülmuttalip Efendi'nin annesi tarafından akraba olan Hazreti Halid Ebu Eyyüb El-Ensari, hicretten iki yıl önce Müslüman oldu.


Hicretten sonra Hazreti Muhammed'i evinde 7 ay misafir ettiği için "Mihmandar-ı Resul" unvanıyla da anılan Ebu Eyyüb El-Ensari, aynı zamanda muhafızlığını da yaptığı için "Alemdar-ı Resul" payesini de kazandı.


668 yılında İstanbul'a yapılan sefere İslam ordusuyla birlikte katılan Ebu Eyyüb El-Ensari, 90 küsur yaşında hasta bedeniyle binlerce kilometre zorlu yolculuktan sonra İstanbul surlarına kadar geldi ama hastalığı ağırlaşınca 669 yılında vefat etti ve surlara yakın bir yere defnedildi.


Emeviler'in 669 yılındaki Konstantiniyye kuşatmasına katılan ve hastalanarak vefat eden Ebu Eyyüb El-Ensari'nin vasiyeti üzerine, İslam ordusunun ulaşabildiği en ileri noktada defnedildiği kabul ediliyor.


Emevi ordusu çekildikten sonra Bizanslıların kabrin korunmasına özen gösterdikleri, üzerine dört sütunla taşınan bir kubbe yaptırdıkları ve geceleri burada kandil yaktıkları rivayet ediliyor.
Başka bir rivayete göre, kıtlık ve darlık zamanlarında medet umulan bir ziyaretgah haline gelen türbede bulunan kuyu ile bağlantılı olduğu sanılan pınarın, hastaları iyileştirdiğine inanılıyor.
Eyüp Sultan Türbesi, İstanbul'un fethinden sonra başlatılan gelenekle, tahta yeni çıkan Osmanlı padişahlarının törenle kılıç kuşandıkları yer olarak da büyük önem taşıyor.

Türkiye Gazetesi, 10.03.2011

KAPADOKYA'NIN EN BÜYÜK PERİ BACASINDA RESTORASYON

 

 

Kapadokya'nın en büyük peri bacası Ortahisar Kalesi'nin turist ziyaretlerine açılması için ilk adım atılarak, restorasyon projesinin ihale sözleşmesi imzalandı. Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Ortahisar beldesinde bulunan ve yaklaşık 8 yıldır turist ziyaretine kapalı olan bölgenin en büyük peri bacası Ortahisar Kalesi'ni yeniden turist ziyaretlerine açmak için Ortahisar Belediye Başkanı İhsan Özendi ile mimar Evren Küçükdoğan ihale sözleşmesini belediyede düzenlenen törenle imzaladı.
    
Özendi, törenin ardından AA muhabirine yaptığı açıklamada, belediye başkanı olarak bütün mesaisini bu proje için harcadığını, bölge ve ülke turizminde Ortahisar Kalesi'ni hak ettiği konuma getireceklerini söyledi. Belediye başkanı seçildiği günden itibaren bölgenin en büyük peri bacası olarak bilinen Ortahisar Kalesi'ni afet alanı dışına çıkarmak için uğraştığını ve sayısız görüşmeler yaptığını belirten Özendi, ''Kalemiz bundan yaklaşık 8 yıl önce turist ziyaretlerine açık gezilebilir bir yerdi. Fakat kalede oluşan doğal çatlakların kaya düşmelerine sebebiyet vermesi ihtimaline karşı, afet alanı ilan edilip ziyarete kapanmıştı. Biz sorunu en kısa zamanda halledip burayı bölge ve ülke turizmine kazandıracağız. Bugün, bunun ilk adımını attık'' dedi. Belediye olarak gerekli yerlerle yazışmaları ve görüşmeleri yapıp izinleri aldıktan sonra ihale aşamasına geçtiklerini anlatan Özendi, bölgeyi yakından tanıması, daha önce buna benzer kaya oyma yerlerin projesini hazırlayıp uygulamasını da başarıyla yaptığı için Ortahisar Kalesi'nin restorasyon projesinin ihalesini mimar Evren Küçükdoğan'a verdiklerini ifade etti. Ortahisar beldesinin Kapadokya'nın zirve noktalarından biri olduğunu kaydeden Özendi, şöyle devam etti:

''Ortahisar, bölgede çok önemli bir konuma sahip. Eşsiz bir coğrafyası var. Ortahisar Kalesi'ne çıkıldığında bütün Kapadokya'yı izleyebilirsiniz. Ortahisar aynı zamanda önemli bir Selçuklu şehridir ve Selçuklulardan kalma önemli eserler vardır ama kalemiz turizme kapalı olduğu için turistler de bu güzelliklerden mahrum kalıyor. Biz kalenin restorasyonu sırasında belediye olarak tabii ki boş durmayacağız. Kalenin etrafını cazibe merkezi haline getirmek için gerekli alt ve üst yapı çalışmalarını yapacağız. Kale etrafındaki tarihi dokuyu da yapacağımız çalışmalarla ön plana çıkaracağız. Tüm bu projeler gerçekleştiğinde Kapadokya bölgesi ve Türk turizmi yeni ve önemli bir turizm merkezi daha kazanmış olacak. Tabii ki belde ekonomisi de canlanacak, burada kurulacak tesisler işsiz belde halkına iş umudu olacak.''


Ortahisar Kalesi restorasyon proje ihalesini alan Küçükdoğan da kaleyi tekrar turizme açacak restorasyon projesini hazırlayıp uygulamasını da kendilerinin yapacaklarını söyledi. Önümüzdeki birkaç hafta içinde çalışmalara başlayacaklarını belirten Küçükdoğan, ilk aşamada kalede çatlak analizi ile kütle alımı ve güçlendirme yapılması gereken bölgeleri tespit edeceklerini kaydetti. Ortadoğu Teknik Üniversitesinden (ODTÜ) gelecek uzmanların kedilerine teknik danışmanlık yapacağını da anlatan Küçükdoğan, ''ODTÜ'den gelen hocalarımızla manyetik cihazlarla çatlakların analizlerini yapacağız. Yapılan analizlerle çatlaklara hangi yöntemlerle müdahale edileceği yönünde yol haritası belirleyeceğiz. Bizim öncelikli hedefimiz kaledeki doğal oluşum çatlakların yapacağımız analizlerle genişlemesini önlemek olacak'' dedi.
    
Kalede yapacakları tespitlerin yaklaşık bir yıl sürebileceğini ifade eden Küçükdoğan, tespitler devam ederken aldıkları verilere göre restorasyon işlemine de başlanabileceğini belirtti. Yapının doğal oluşum bir yer olması nedeniyle yapılan işlemlerde kalenin özünü bozmadan çalışmalar yapacaklarını kaydeden Küçükdoğan, ''Kalede tespit edilen tehlikeli bölümleri küçük küçük parçalar halinde alacağız. Bazı yerlerde çelik gergiler kullanacağız. Yarıkların genişlememesi içinde su sızmalarına karşı izolatif önlemler alacağız. Yine yörenin kendi taşıyla içeriden kemer şeklinde destekler yapacağız'' diye konuştu.

Yapı, 09.03.2011

İŞTE MALATYA'NIN KRALI

 

 

Kazı çalışmaları 50 yıldır sürdürülen ve uygarlıklar tarihini yeniden yazılmasına neden olabilecek buluntuların ortaya çıkarıldığı Orduzu Aslantepe höyüğü ve açık hava müzesi çalışmalarında son aşamaya gelindi. Ören yeri ve Açık Hava Müzesi girişine konulacak olan, aslı Ankara Medeniyetler müzesinde bulunan Melitene uygarlığının son kralı olan ve "Malatya Kralı" olarak da bahsedilen Tarhunza heykelinin tıpkısının yapımı tamamlanarak tanıtımı yapıldı.

Beylerderesi mevkiinde bulunan Özel İdare deposu alanında yapılan ve vali Ulvi Saran’ın yanı sıra İl Kültür ve Turizm Müdürü Bahaettn Kabahasanoğlu ve Koruma Uygulama ve Denetleme Büro (KUDEB) başkanı Levent İskenderoğlu’nun katıldığı tanıtım toplantısında Vali Saran, basın mensuplarının sorularını da yanıtladı.

Vali Saran, Aslantepe Ören yeri ve Açık Hava müzesinin kültürel ve turizm açısından önemini belirterek “Türkiye’nin önemli kazı alanlarından biri olan Aslantepe’de kazı çalışmaları 50 yıldır devam ediyor. Arkeolojik açıdan çok önemli buluntuların ortaya çıkarıldığı kazı çalışmalarının 50. yılı nedeniyle bu yıl içerisinde düzenlenecek olan Arkeoloji Sempozyum’u ilimizde gerçekleştirilecek. Ayrıca arkeolojik kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan eserlerin tıpatıp aynısının rolyeflerini ve heykellerini yapacağız. Bu amaçla başlattığımız çalışmanın birinci ayağı olan ve Ankara Medeniyetler Müzesi’nde bulunan Melitene Uygarlığının son kralı olan Kral Tarhunza’nın heykeli aslına uygun ve yöresel malzemeler kullanılarak bitme aşamasına geldi” bilgisini verdi.

Aslantepe Ören yerinde yapılan çevre düzenleme çalışmaları hakkında da bilgiler veren Vali Saran, “ Bu eserlerimizi korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için yoğun bir gayret gösteriyoruz” dedi.

Bir basın mensubunun “Kazı çevresinde yapılan istinat duvarı ve yol yapımında kullanılan malzeme ile projelerin Koruma Kurulu’nca onaylanmadığı halde yapıldığı iddia ediliyor” ve “Korumanın öneminden bahsediyorsunuz ama, bir nevi koruma bandı görevini gören ve 2. Derece SİT alanında olan kazı çevresinin SİT alanından çıkarıldığı yönünde duyumlarımız var. Bu iddia ve duyumlar doğru mu?” sorularına Vali Saran “Hayır, sizleri yanlış yönlendirmişler. Açık örneği de ilimizde 8 ay önce kurduğumuz KUDEB’tir. Bu büronun görevi, tarihi ve kültürel mekanları korumak, belirlemek ve tescil ettirmektir. Şu ana kadar yüzlerce eser belirlenmiş ve tescil ettirilmiştir” diye yanıtladı. Aynı basın mensubu da “İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü başta olmak üzere Müze, KUDEB gibi ilgili yerlere başvurduk. Doğru bilgileri alamıyoruz. Yapılan çalışmalar hakkında yeterince bilgilendirilmiyoruz ve sorularımıza yanıt alamıyoruz. O nedenle iddia ve duyumların yanlışlığın hakkında bir fikrimiz olmuyor” diye serzenişte bulununca Vali Saran” Doğrusunuz. Sadece resmi kurumların koruması yetmez. Koruma görevi en çok sizlere düşer. O konuda eksiklikler varsa gidermeye çalışalım” diyerek soruna çözüm bulunacağını belirtti.
Malatya Haber, 09.03.2011

EŞSİZ MOZAİKLER GÖRÜCÜYE ÇIKIYOR

 

Zeugma antik kenti’nden çıkartılan mozaiklerin restorasyon ve temizlik çalışmaları devam ediyor.

Zeugma mozaikleri, yapımı tamamlanan ve resmi açılışı yapılma aşamasına gelen Gaziantep Zeugma Müzesi’ne taşındıktan sonra, uzman ekipler, mozaiklerin temizlik ve restorasyon çalışmalarına hız verdi.

 

Daha önce, dar bir mekanda bulunduğu için teşhir imkanı mümkün olmayan mozaikler, yeni binaya taşındıktan sonra çok daha geniş mekanlarda teşhir edilme imkanına da kavuşmuş oldu.

Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih Efiloğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, taşındıkları yeni müze binasında Zeugma mozaiklerini teşhir etmek için başlayan çalışmaların son aşamaya geldiğini söyledi.

 

Zeugma antik kenti’nden çıkartılan mozaiklerin, Gaziantep’in yanı sıra Türk ve dünya turizmi açısından da çok önemli bir yere sahip olduğuna işaret eden Efiloğlu, Zeugma antik kenti’nde kurtarma kazılarının devam ettiğini, bu kazılar sırasında çıkartılarak müzeye kazandırılmış mozaiklerin toplam alanın 2 bin 400 metrekare olduğunu belirtti.

 

Efiloğlu, “Bunların da bin 257 metre karelik bölümünün restorasyonu tamamlandı ve teşhir edilebilecek aşamada. Yeni müze binamıza taşınma işlemini tamamladıktan sonra Zeugma mozaiklerinin restorasyon çalışmalarına hız verdik” diye konuştu.

 

Uzman ekiplerin, halen müzede bulunan tüm mozaiklerin restorasyonunu yaparak, yerli ve yabancı turistler için teşhire hazır hale getirmeye çalıştıklarını ifade eder Efiloğlu, “Zeugma antik kenti’ndeki kurtarma kazılarında şu ana kadar, mozaiklerin sadece yüzde 20′lik bir kısmı çıkartılabildi. Çıkartılacak olan yeni mozaiklerle birlikte sahip olduğumuz mozaik miktarı daha da artmış olacak” dedi.

 

Salih Efiloğlu, Zeugma mozaiklerinin daha geniş bir alanda teşhir edilmesi amacıyla yeni müze binasının yapımına başlandığına dikkat çekerek, şöyle devam etti:

“Yapımına Mayıs 2008 yılında başlanan Zeugma Müze Kompleksi tamamlandı. 3 katlı ve 36 bin metre karelik bir alana sahip olan müzemiz 30 bin metrekarelik kapalı alana sahip. Yeni müze binamızda, başta Zeugma mozaikleri olmak üzere diğer tarihi ve kültürel değerlerimiz için geniş ve modern teşhir alanları var. Işıklandırma ve güvenlik açısından dünya standartlarına uygun bir müze ortamı yaratıldı. Müzemizin korunması için 120 kamera yerleştirildi, çevre düzenlemesi da tamamlandı. Müzemizde, arşiv deposu, kütüphane, hatıra eşya satış reyonları, kongre, seminer ve toplantı salonları yer alıyor. Müze binası için 42 milyon TL’lik bir harcama yapıldı.”

 

Efiloğlu, Gaziantep Mozaik Müzesi’nin resmi açılışa hazır hale geldiğini söyledi. Sanayi ve ticaret merkezi konumunda bulunan Gaziantep’in, yapımı tamamlanan Mozaik Müzesi ile kültürel alanda da önemli bir merkez konumunda olduğunu göstermiş olduğuna dikkati çeken Efiloğlu, şunları kaydetti:

“Gaziantep, tarihi ve kültürel mekanlarını da ön plana çıkartarak, turizm alanında hak ettiği yere gelmeye çalışan önemli bir ilimiz. Yapımı tamamlanan Gaziantep Mozaik Müzesi, Türkiye’nin yanı sıra dünyanın da en büyük mozaik müzesi olacak.

 

Gaziantep’in tarihi ve kültürel değerlerinin tanıtımı açısından son derece önemli olan bu müzemizin 15-22 Nisan tarihleri arasında kutlanan Müzeler Haftası’nda resmi açılışının yapılmasını bekliyoruz. Gaziantep, son yıllarda müzeleri ile de dikkat çeken bir il haline geldi. Resmi müzelerin yanı sıra, özel müzeler ve yerel yönetimlerin açtığı müzeler de yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.”

haberler.com, 09.03.2011

HİTİT RÖLYEFLERİ MALATYA MÜZESİ'NDE

 

Malatya’nın Orduzu beldesindeki Aslantepe Höyüğü’nde gerçekleştirilen kazı çalışmalarında çıkarılan Geç Hitit dönemine ait iki rölyef, Malatya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmeye başladı.

 

Geçen yılki kazı çalışmaları esnasında bulunan rölyeflerin MÖ binli yıllara ait olduğu tahmin edilirken, iki kartal figürünün bulunduğu rölyef, Malatya Arkeoloji Müzesi girişinde sergilendi.

 

İtalyan La Spienza Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Aslantepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Marcella Frangipane başkanlığında her yıl Ağustos ve Ekim ayları arasında Aslantepe Höyüğü’nde gerçekleştirilen kazı çalışmalarında bugüne kadar birçok eser gün ışığına çıkarılmıştı. Çıkarılan eserlerin bir bölümü Malatya Arkeoloji Müzesi’nde, bir bölümü de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor.

Malatya Güncel, 09.03.2011

OLBA'DA TARİHİ ESER PATLAYICI DÜZENEĞİ

 

 

Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Emel Erten başkanlığında 2010 yılından itibaren arkeolojik kazıların başladığı Mersin'in Silifke İlçesi, Uzuncaburç beldesinin 4 km. doğusunda yer alan denizden 1050 m. yükseklikteki Olba antik kenti, definecilerin saldırısı altında!

Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Latince Okutmanı, aynı zamanda Olba Kazısı başkan yardımcısı Murat Özyıldırım, arkeologlar Muzaffer Yılmaz, Ümit Çakmak ve bir grup arkeoloji öğrencisi 5 Mart 2011 Cumartesi günü, arkeolojik gezi kapsamında Olba'ya geldiklerinde korkutucu bir manzarayla karşılaştı. Grup, Olba'da Roma döneminden kalma Su Kemeri'ni geçip yaklaşık 200 m. yürüdüklerinde, Korinth düzenli tapınak kabartmalı mezarda kırmız beyaz kabloların bulunduğunu ve bunun patlayıcı düzeneği olduğunu fark etti. Bu mezar, ana kaya üzerinde Korinth düzenli sütunlarla oluşturulan bir tapınağın karşıdan görünüşünün kabartma olarak betimlendiği ve mezar odası bulunan mezar tipidir. Bu biçimde mezar Olba'da iki tanedir ve diğeri Ion düzenli olduğu için söz konusu eser, tektir.
 

Konuyla ilgili konuşan Murat Özyıldırım; "Yaklaşık 30 m. yüksekte olan mezarın yanına beş öğrenciyle birlikte çıktığımızda, kabloların kabartma sütunların arasından iki ve mezar odasının içinden iki adet olmak üzere toplam dört yerden deliklerle içeri sokulduğunu gördük. Dikkat edince bunların bir ana kablo olarak birleştirildiğini ve ana kaya içinde toprakla kapatılmış bölümlerin olduğunu saptadık. Hemen 156'yı arayarak durumu jandarmaya bildirdik. Konuyla yakından ilgilenen görevli subay "Hocam, telefon tertibatı patlamaya sebep olabilir, size önerim, derhal oradan uzaklaşın!" diye uyardı. Bu uyarıyla hemen mezarın yanından aşağıya indik" dedi.

Silifke'ye bağlı Kırobası Jandarma Karakol Komutanlığı'nın mıntıkasındaki Olba'ya kolluk kuvvetleri -yolun uzaklığı nedeniyle- ancak 45 dakika sonra gelebildiler. 2009'da Kızkalesi - Adamkayalar'da patlayıcı ile yok edilen eserler hatırlandığında bölgedeki arkeolojik yok etmenin ulaştığı boyut anlaşılabilir. Aynı durum Olba'da da olmak üzereyken, Allah'a şükür bu durum görüldü ve iki bin yıla yakındır orada duran tarihi eser, bu durumdan -şimdilik- kurtuldu.

 

Olba'da elini kolunu sallayıp, arkeolojik yok etmeleri bir dönem kazma kürekle kaçak kazı çukurlarıyla yaparken artık patlayıcı düzeneği kuran, korkusuzluklarına ve cahilliklerine "Yuh!" dedirten hainlere hep birlikte "Dur!" demeliyiz.

Olba'da arkeolojik koruma için üç seçenek düşünülebilir; Büyük bir hata ile kapatılan Uzuncaburç İlçe Jandarma Karakolu yeniden açılabilir. Geçtiğimiz yaz definecileri yakalayan ve Olba kazı ekibinin teşekkür belgesi verdiği Kırobası Jandarma Karakolu'nun yolun uzaklığı nedeniyle ancak 45 dakikada gelebildiği bu mıntıkaya ayrıntılı olarak bakması, arazi yapısı ve mesafe nedeniyle mümkün değildir. Uzuncaburç'tan Olba 4 km. oraya karakol yeniden açılırsa bu mıntıka güven içinde olacaktır. Başka bir seçenek Olba'ya mobil karakol kurulmasıdır; Bunun pahalı olduğu öne sürülebilir ancak orada yok edilen eserin tarihi değeri, mobil karakolun maddi değeriyle ölçülemez. Bundan başka TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, Olba'ya daimi bekçi atayabilir.

Olba'da kaçak kazılarla ilgili olarak iyi gelişmeler de var; Silifke Kaymakamı Sn. Fatih Damatlar, İlçe Jandarma Komutanı Sn. Yzb. Hakan Saylan, Kırobası Jandarma Karakol Komutanı Sn. Astsubay Erdal Kaynarpınar'ın ve erlerimizin definecilerin yakalanması için çaba ve ilgileri saygıya değerdir. Olba kazı ekibi, her vesileyle Silifke İlçe Jandarma Komutanlığı'nın tarihi eser düşmanlarına karşı başarılı çalışmalarını dile getiriyor. Silifke Müze Müdiresi Sn. İlhame Öztürk, bu önemli konuyu hemen resmi yazıyla TC Kültür ve Turizm Bakanlığımıza iletti. Kazı Başkanı Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Emel Erten de Olba'daki kaçak kazıları daha evvel resmi makamlara iletmişti.

Konunun çözümlenmesi için Olba kenti ve başta Prof. Dr. Emel Erten olmak üzere bütün kazı ekibi, Jandarma Genel Komutanlığımızın, TC Kültür ve Turizm Bakanlığımızın, elbette Mersin milletvekillerimizin, Sn. Prof. Dr. Zafer Üskül başta olmak üzere, acil ilgi, yardım ve desteklerini bekliyor.

Milliyet, 09.03.2011

ESKİŞEHİR'İN KÜLTÜR VARLIKLARININ ENVANTERİ ÇIKARILIYOR

 

 

Eskişehir'in taşınmaz kültür varlıklarıyla sözlü, yazılı, folklorik varlıkları belgelenerek envantere dönüştürülecek. Eskişehir Kültür Envanteri Genel Koordinatörü ve Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Erol Altınsapan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Eskişehir Valiliğinin başkanlığında Anadolu Üniversitesi ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi işbirliğiyle ilin sözlü, yazılı, folklorik ve taşınmaz kültür varlıklarını tespit etmek ve yayına hazırlamak için bir komisyon kurulduğunu söyledi. Komisyonun Eskişehir üniversitelerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan ve konuyla ilgili bilgisi bulanan kişilerden oluştuğunu ifade eden Prof. Dr. Altınsapan, şöyle konuştu:
    
''Bu komisyon söz konusu varlıkları tespit etmek, insan ve bilgi kaynaklarını alanlara göre sınıflandırmak, belgeleme yöntemlerini ve yayın etaplarını belirlemekle görevlendirildi. Bu yöntem doğrultusunda, taşınmaz kültür varlıklarını belirleyeceğiz. Bu varlıklar içinde arkeolojik bulgular, tescilli yapılar var. Müze Müdürlüğünden aldığımız belgeler, arkeoloji ve sanat tarihi ekiplerince düzenlenecek ve yayına hazırlanacak. Sözlü, yazılı ev folklorik kültür envanteri çalışması için Tarih Komisyonu, Türk Dili ve Edebiyatı Komisyonu, Halk Bilim ve El Sanatları Komisyonu ile İktisadi ve İdari Kurumlar Komisyonu kuruldu.''
    
Hazırlanan ilk yayını denetleyecek ayrı bir komisyon da oluşturulduğunu ifade eden Prof. Dr. Altınsapan, hedeflerinin yıl sonundan kent için çıkartılacak 3 envanteri bitirmek olduğunu belirtti. Taşınmaz kültür varlıkları envanterini mayıs ayında çıkaracaklarını bildiren Altınsapan, ''Eskişehir'in adeta nüfus kütüğünü çıkartacağız. Böyle bir çalışma daha önce ülkenin hiçbir yerinden yapılmadı'' dedi.

Yapı, 09.03.2011

ÇIPLAK BALZAC ÇALINDI

 

 

Ünlü Fransız heykeltraş Auguste Rodin’in bronz “Çıplak Balzac” heykeli, yenileştirme çalışmaları sırasında Kudüs’teki İsrail Müzesi’nden çalındı.

 

Fransız yazar Honore de Balzac’ın anısına yapılan ve 1892-1893 yıllarında kalıba dökülen “kollarını kavuşturmuş çıplak Balzac” heykeli, Amerikalı Yahudi koleksiyoncu Billy Rose tarafından İsrail Müzesi’ne bağışlanmıştı.

 

Haaretz gazetesinin haberine göre müze yöneticileri, yaklaşık 3 ay önce, birkaç yıldır devam eden müzenin yenilenme çalışmalarının tamamlanmasının ardından heykeli bahçedeki yerine koymak istediklerinde kaybolduğunu fark ettiler.

 

Polise başvuran müze yöneticileri, kurum içinde de soruşturma başlattı. 127 santimetre uzunluğunda, 61 santimetre genişliğindeki ağır bronz heykelin, bir vinç ve kamyon yardımı olmadan taşınamayacağı kaydedildi.

 

İsrail Müzesi güvenliğine yakın bir kaynak ise gazeteye, heykelin konulduğu müzenin Billy Rose Bahçesi’nin düzenli olarak her gün kontrol edilmediğini, kamera ve gece ışıklandırmasına sahip olmadığını, hırsızlığın ortaya çıkmasından sonra da bu durumun değişmediğini söyledi.

 

Müze yetkilileriyse güvenlik boşluğuyla ilgili eleştirileri yalanladı, ancak konunun soruşturma altında olduğunu belirterek ayrıntılı vermedi. Emile Zola öncülüğündeki Fransız yazarların 1891 yılında Balzac için bir anıt yapmasını istemeleri üzerine Rodin, proje üzerinde 8 yıl çalışmış ve aralarında “kollarını kavuşturmuş çıplak Balzac” ın da bulunduğu Fransız romancıyı tasvir eden çeşitli heykeller yapmıştı.

 

Bu heykellerin bazıları dünya çapında çeşitli müzelerde yer alıyor. Rodin’in bu deneme çalışmalarının nihai halini aldığı sonuncu heykeli, bugün Paris’te Raspail Bulvarı’nda bulunuyor.

 

“Kollarını Kavuşturmuş Çıplak Balzac” heykelinin değeri tahmin edilemiyor. Ancak “Düşünen Adam” ile bilinen Rodin’in “Öpücük” heykeli 2009 yılında Sotheby’s müzayedesinde 3,44 milyon dolara, “Havva” heykeli de yaklaşık 19 milyon dolara alıcı bulmuştu. “Çıplak Balzac”ın, bunlardan daha düşük bir değere sahip olduğu tahmin ediliyor.

Ntvmsnbc, 09.03.2011

SOYUT RESMİN GÖVDE GÖSTERİSİ

 


Sergide Ömer Uluç un yaklaşık 50 yapıtı yer alıyor.

 

Belli ki tutkulu, bilinçli, atak ve hepsinden önemlisi paylaşmayı seven bir koleksiyoncu Öner Kocabeyoğlu. Dev hazır giyim markası Zara’nın Türkiye tedarikçisi Papko’nun ortağı genç işadamının koleksiyonculuk serüveni çok değil sadece yedi-sekiz yıl öncesine dayanıyor. İlk olarak bir küçük bir Selim Turan guajı satın alıyor. Bu resmi çok seviyor ve ondan sonra da ağırlıklı olarak 1950 sonrası Paris ekolü sanatçıların soyut resimlerini toplamaya başlıyor. Ve bugün koleksiyonundaki yapıt sayısı 900’ü aşmış durumda.


Dedik ya, paylaşmayı seviyor. Önce, dostları görsün diye koleksiyonunu Teşvikiye’deki Papko Sanat Merkezi’nde sergilemeye başlıyor. Şimde ise Ferit Edgü danışmanlığında koleksiyondan derlenen 433 yapıt, ‘XX. Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı’ sergisiyle 11 Mart’tan itibaren Santralistanbul’da kamuya açılıyor.


“Ben de bu işin içinde olduğum için biliyorum, koleksiyoncular genelde paylaşmayı sevmezler. Ama Öner Kocabeyoğlu öyle değil” diyor Ferit Edgü ve ekliyor: “Ben de sizden çok farklı değil, Öner Kocabeyoğlu adını kısa süre önce duydum. Koleksiyonunu görünce heyecanlandım. Çünkü ağırlıklı olarak 1950 sonrası Paris ekolü sanatçılar vardı. Ben de o yıllarda Paris’teydim. Hepsini biliyorum, tanıyorum. Anılarım tazelendi.”


1950’lerin Türk sanat tarihinde bir kırılma noktası olduğuna dikkat çeken Ferit Edgü, “Çünkü o yıllara kadar Paris’e giden Türk ressamlar Batı resmini 30-40 yıl geriden takip ediyordu. 50’lerde ilk kez, dünyayla eşzamanlı bir yaratıcılık sergilemeye başladılar. Bu sergide eserleri bulunan sanatçılar, 20. yüzyıl modernizminin etkisi altında yarattıkları kişisel dil ile çağdaşları olan Batılı sanatçılarla birlikte bir dönemin sanatını ortaklaşa yaratan evrensel sanatçılardır. Sergi, izleyicilerine bu döneme tanıklık etme şansını sunacaktır” diye konuştu. 

Güleryüz’den Kışlalı anısına
Santralistanbul’un üç katına yayılan sergi üç bölüme ayrılmış. Galerinin üçüncü, serginin ise giriş katında ‘İki Kuşak Figüratifler’ konseptinde Fikret Mualla, Abidin Dino, Avni Arbaş, Mehmet Güleryüz, Komet, Alaettin Aksoy, Ergin İnan, Yüksel Arslan ve Ömer Uluç’un toplam 136 eseri yer alıyor. Girişte Fikret Mualla’lar karşılıyor izleyiciyi. Pek görmeye alışkın olmadığımız kübist döneminden eserler de var ‘Parisliler’, ‘Balerinler’ gibi ünlü tabloları da. Mehmet Güleryüz bölümünde ise ‘Ahmet Taner Kışlalı Anısına’, ‘Kardak Kapışması’ ve ‘Kardak Barışı’ gibi bir dönemin gündemine gönderme yapan dev tablolar dikkat çekiyor. Üçüncü katta yaklaşık 50 tablosunun yer aldığı Ömer Uluç bölümü de hayli etkileyici. Zira küçük bir Ömer Uluç retrospektifi niteliğindeki bölümde Uluç’un ünlü yaratıklarının yanı sıra iki peyzajını da görmek mümkün.
Serginin ikinci katına yayılan Fahrelnissa Zeid, Nejad Devrim, Albert Bitran, Hakkı Anlı, Selim Turan ve Mübin Orhon’un toplam 186 yapıtı ‘Paris Okulu Soyut Türk Ressamları’ başlığı altında sergileniyor. Bu katta özellikle Mübin Orhon, Hakkı Anlı, Selim Turan bölümleri de birer küçük retrospektif gibi. Zira her birinin değişik dönemlerinden 50’den fazla tablosu yer alıyor. 

Bir sergi gördüm, hayatım değişti
Serginin son, galerinin ise birinci katı ‘Geometri, Işık, Müzik ve Duvarlar’ başlığı altında Ferruh Başağa, Adnan Çoker ve Burhan Doğançay’ın yapıtlarına ayrılmış. Çoker’in Paris döneminden pek görmediğimiz tarzda resimlerinin yer aldığı bu katta Türk resminin yaşayan en pahalı ustası Doğançay da ünlü ‘kolajlar’ı ve ‘aliminyum’ serileri dahil 50 tabloyla gövde gösterisi yapıyor.
Büyük heykelci İlhan Koman’ın üç, Koray Ariş’in de dokuz eserinin yer aldığı sergideki birçok sanatçının yaşarken Türkiye’de sergi açmadığına dikkat çeken Ferit Edgü, bir serginin başarısının o sergiyi gezenleri durup düşündürtmek olduğunu belirtip ekliyor: “Umarız ki, sergiyi görenlerden birkaçı, ‘Bir sergi gördüm, hayatım değişti’ diyebilir. Çünkü 433 yapıtlık bu sergi, bunu söyletecek bir sergi.”


‘Papko/Öner Kocabeyoğlu Koleksiyonu: XX. Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı 1940-2000’ sergisi 11 Mart-19 Haziran arası Santralistanbul’da.

Sergide yer alan sanatçılar
Fahrelnissa Zeid, Fikret Mualla, Hakkı Anlı, Abidin Dino, Ferruh Başağa, Selim Turan, Avni Arbaş, Nejad Devrim, İlhan Koman, Mübin Orhon, Adnan Çoker, Burhan Doğançay, Ömer Uluç, Albert Bitran, Yüksel Arslan, Mehmet Güleryüz, Komet, Alaettin Aksoy, Ergin İnan ve Koray Ariş.

Birçok kişinin ‘Bunu ben de yaparım’ dediği soyut resimleri neden tercih ettiğini sorduğumuz Öner Kocabeyoğlu’nun yanıtı kısa oldu: “Soyutu seviyorum. Soyut resmin ressamla olan ilişkisini dışarıdan anlamak zor. İlk Selim Turan aldım. Çok sevdim. O yoldan devam ettim. bu kadar.”

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 09.03.2011

YAZAR NİŞANYAN'A KAÇAK İNŞAATTAN 3 YIL 4 AY HAPİS

 

İzmir Şirince’deki köyevi inşaatlarıyla gündeme gelen yazar Sevan Nişanyan, Selçuk Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen iki ayrı kaçak inşaat davasında toplam 3 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Nişanyan’a tebliğ edilen mahkeme kararında, 3 yıl 4 ay hapis cezası, yazarın, İlyastepe Çiftliği arazisinde izinsiz yaptığı 2 odalı evi ile Hodri Meydan Kulesi için verildi. Nişanyan’a ayrıca, 160 lira para cezası, kamu görevinden men, seçme-seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi haklardan mahrumiyet, vakıf, sendika, dernek, şirket, kooperatif ve siyasi parti yöneticiliğinden yasaklanma, bir kamu kurumunun veya meslek kuruluşunun iznine tabi meslek veya sanatlardan birini icra edememe cezası da verildi. Nişanyan, iki hafta önce de Şirince Köyü Kayser Kayası mevkisinde kayadan oyduğu mezar anıtı için 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

Hürriyet, 09.03.2011

HİSAR CAMİİ'Nİ ARINÇ AÇACAK

 

Tarihi Kemeraltı Çarşısı içinde bulunan ve 1597-1508 tarihinde Aydınoğulları'ndan Özdemiroğlu Yakup Bey tarafından inşa ettirilen Hisar Camii'nin, yaklaşık 2 yıl süren restorasyonu tamamlandı. Yaklaşık 1 milyon liralık harcama ile yenilenen cami, önümüzdeki Cuma günü saat 12.00'de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Vakıflar Genel Müdürü Adnan Erten'in katılacağı törenle yeniden ibadete açılacak. Tarihi camide uzun yıllar restorasyona ihtiyacı duyulmayacağını belirten yetkililer, "Caminin iç-dış, iç-dış döşemeleri, su yalıtımı, drenaj sistemi, aydınlatma sistemi ve çatısındaki kurşunlar yenilendi, boyası yapıldı. Eksik olan mermerleri tamamlandı. Tarihi cami yeni bir görüntüye kavuşturuldu" diye konuştu. Arınç'ın açılış sonrasında Hisar Camii'nde Cuma Namazı kılması ve ardından Manisa'ya geçmesi bekleniyor.
Yeni Asır, haber: İlker Çoban, 08.03.2011

2486 YILLIK DUVAR RESİMLERİNİ ÇALDILAR

 

  

 

Antalya Elmalı Müzesi personeli, geçtiğimiz ay Karaburun Tümülüsü’ndeki mezar odasını temizlik amacıyla açtı. Ancak mezarda bulunan 2 bin 486 yıllık paha biçilemeyen 2 adet duvar resminin yerinden sökülerek çalındığı görüldü. Çalınan iki duvar resminin yurtdışına çıkarılmasının önlenmesi için tüm sınır kapıları hemen uyarıldı. Polis, tarihi eser hırsızlarını yakalamak için Türkiye çapında da geniş çaplı bir soruşturma başlattı.

 

Mezar odasından çalınan duvar resimlerinden birinde ziyafet anlatılıyor. Çalınan ikinci duvar resminde cenaze alayı sahnesinin ortasında iki atın çektiği taht arabasına oturmuş bir yönetici yer alıyor.

Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 08.03.2011

BELEDİYENİN ŞAŞKINI!

 

 

Adıyaman Belediye Başkanlığı'ndan Malatya Valiliği'ne gönderilen yazıda Malatya Valiliği'nin Nemrut Dağı fotoğraflarını kullanmaması yönünde uyarıda bulunulduğu bildirildi.

Adıyaman Belediyesi'nin avukatı tarafından imzalandığı bildirilen resmi yazıda Malatya Valiliği'nin resmi internet sitesinde kullanılan Nemrut Dağı fotoğraflarının siteden derhal kaldırılması istendi. Malatya Valiliği'nin resmi internet sitesinde Nemrut Dağı'nın fotoğraflarının kullanılmasına devam edilmesi halinde hukuki yollara başvurulacağı uyarısında bulunuldu.

Konuyla ilgili olarak Vali Ulvi Saran, "Nemrut Dağı, Malatya ile Adıyaman sınırındadır. Malatya tarafında da Adıyaman tarafında da tümülüsler vardır. Nemrut'a, Malatya üzerinden de Adıyaman üzerinden de gidilmektedir. Topraklarının bir bölümü kendi il hudutlarında olan bir ilin Nemrut Dağı ile ilgili çalışma yapması normaldir. Bu konuda polemik yapmak yerine Nemrut Dağı'na daha fazla nasıl turist gelir onun için çalışmalar yapılması daha iyi olur" dedi.

Malatya Haber, 08.03.2011

 

******


NEMRUT DAĞI SENİN-BENİM KAVGASI

 

 

Adıyaman Belediyesi'nden Malatya Valiliği'ne gönderilen uyarı yazısında, Nemrut dağıyla ilgili fotoğrafların, Malatya Valiliği yayınlarında kullanılmaması istendi.


AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, görsellerin kullanılmaya devam edilmesi halinde yasal yollara başvurulacağına vurgu yapılan yazıda, Nemrut'un Adıyaman'a ait olduğu belirtildi.

Yayımlarında Nemrut Dağı'nın çıkarılması istenen Malatya Valisi Ulvi Saran AA muhabirine yaptığı açıklamada, iki il sınırının, tümülüsün ortasından geçtiğini ifade ederek, Malatya olarak Nemrut'un gözetildiğini ve ilgi gösterildiğini söyledi.

Türkiye'nin ortak bir değeri ve zenginliği olan Nemrut üzerinden polemikler yapmanın anlamsız olduğuna vurgu yapan Saran, yayımlarında buranın görsellerini zaman zaman kullandıklarını anlattı.

Saran, şöyle dedi: "Nemrut Dağı üzerindeki tümülüs il sınırını ikiye ayırıyor. Oradaki tarihi kalıntıların bir bölümü Malatya hudutları içinde yer alıyor. Nemrut'a bakıyor, koruyor, gözetiyoruz. Burası ülkemizin ortak bir değeri, ortak bir mirasıdır. Bazı etkinliklerle ilgili simgeleri kullanıyoruz. Son derece anlamsız polemiklere girilmemesi gerekiyor. Şu an için bir yanıt vermedik. Yaptığımız sosyal etkinlikler tüm Türkiye'nin mirasıdır. Oradaki tarihi eserlerin bulunduğu alanla doğrudan ilgimiz ve sorumluluğumuz var. Oradaki görüntüleri kullanmaktan daha normal bir şey olamaz."

Cnn Türk, 08.03.2011

 

******


"POLEMİĞE GİRMEYİZ!"

 

Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır, "Nemrut dağıyla ilgili polemik yerine, buraya daha fazla nasıl turist getirilir onun çalışması yapılmalıdır" dedi.

Adıyaman Belediyesi'nin Malatya Valiliği'ne avukatı kanalıyla gönderdiği yazıda, Malatya Valiliği veb sitesinden Nemrut Dağı fotoğrafının kaldırılmasının istenmesini basın mensuplarının sorusu üzerine değerlendiren Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır,"Nemrut Dağı, bırakın Malatya, Adıyaman ve Türkiye'yi, burası dünya kültür mirasıdır. Bu nedenle, Nemrut Dağı şuranındır, buranındır gibi tartışmaları anlamsız bulmuyorum. Bana göre, Nemrut dağıyla ilgili polemik yerine, buraya daha fazla nasıl turist getirilir onun çalışması yapılmalıdır. Bu konuda her iki il'e büyük sorumluluklar düşmektedir" ifadelerini kullandı.

Bir basın mensubunun, "Adıyaman Belediyesi'nin bu yazısından sonra Malatya Belediyesi olarak bir karşı cevap içine girecek misiniz?"şeklindeki soruya karşılık da Başkan Çakır, "Gönderilen yazının içeriğinde ne olduğunu bilmiyorum. Ancak, polemiklere girmeyiz. Her iki ilin de buranın değerinin daha da arttırılması için, daha fazla turist gelip ülke ekonomisine daha fazla döviz girmesi için çalışma yapmasını öneriyorum" dedi.

Malatya Haber, 10.03.2011

EN PAHALI TABLO SERGİLENİYOR

 

 

Dünyanın en pahalı tablosu, bugün ilk kez İngiltere'deki meşhur Tate Modern Sanat Merkezi'nde sergilenmeye başlanıyor.

 

"Çıplak, Yeşil Yapraklar ve Büst" adlı tablo, 1932 yılında ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso tarafından Normandy'de resmedilmişti.

 

Picasso'nun bu eseri, metresi Marie -Therese Walter'den ilham alarak yaptığı bilinir. Eser, geçen yıl New York'ta düzenlenen bir müzayedede 106,5 milyon dolara, yani yaklaşık 170 milyon Türk lirasına alıcı bulmuş, ancak bu rekor fiyatı ödeyen kişinin kimliği açıklanmamıştı.

 

"Çıplak, Yeşil Yapraklar ve Büst", bir müzayedede bugüne dek satılan en pahalı eser, aynı zamanda Picasso'nun savaş döneminde ürettiği eserler dizisinin de bir parçası.

 

Tate Modern Sanat Merkezi'nin direktörü Nicholas Serota, bunun Picasso'nun en gözalıcı eserlerinden biri olduğunu ve sanatçının savaş dönemindeki en büyük başarıları arasında kabul edildiğini söyledi. Serota, "sahibinin cömertliği sayesinde, bu eseri İngiliz halkının beğenisine sunabildiğimiz için mutluyum" diye konuştu.

 

Sahibinden ödünç alınarak sergilenen eseri hırsızlardan korumak için galeride ne gibi önlemler alındığı ise açıklanmadı. Tate Britain sanat merkezinde de gelecek yıl bir Picasso sergisinin açılması planlanıyor. Pablo Picasso, Fransız model Marie Therese Walter ile ilk kez 1927 yılında tanışmıştı; Walter daha sonra Picasso'nun metresi oldu. Walter, Picasso'dan dört yıl sonra, 1977 yılında öldü.

Hürriyet, 07.03.2011

'RESPEKT VOR UND FÜR DİE KUNST'

 

 

Başbakan Erdoğan’ın “ucube” olarak tanımladığı ve ardından yıkım kararı verilen Kars’taki “İnsanlık Anıtı”na ve anıtın yaratıcısı Heykel Sanatçısı Mehmet Aksoy’a Berlin’den bir destek daha geldi. Berlin’de yakından tanınan Mehmet Aksoy için, Schlesisches Tor’da bulunan heykeller parkında bir etkinlik düzenlendi. İsmi tabii ki Heykeller Parkı değil... Biz öyle tanımlıyoruz. Çünkü Berlin’in her yanı heykellerle kaplı. Etkinlik, Pazar günü saat 14.00’de başladı. Müzik eşliğinde, Almanca (Respekt vor und für die Kunst!) ve Türkçe “Sanata Saygı” adı altında yapılan etkinlikte, Schlesisches Tor’da “Auslander in Berlin” temalı heykeller adasında Mehmet Aksoy “İş Göçüşleri” olarak tanımlanan heykelleri grafitilerden temizlendi. Temizlik sonrası heykeller yeniden kendini gösterirken, Türkiye’ye mesaj gönderildi; “Heykeller ve sanat yapıtları yıkılmak değil, aksine sahip çıkmak ve korumak içindir.”

 

Dağıtılan bildiri ve broşürlerde, Başbakan Erdoğan’ın İnsanlık Anıtı için “ucube” tanımlaması eleştirilirken, heykelin seçim ya da milliyetçi duygulara kurban edilmemesi istendi. Eylem sırasında Ermenice bir halk ezgisi olan ve Türkçeye “Sarı Gelin” olarak çevrilen “Dağlı gelin” de söylendi.

 

GÖÇ YOLUNDA....

Aksoy’un yaptığı heykeller, göçün insanda yarattığı boşluğa gönderme yapıyor. Gerçekten de oldukça etkileyici... Nazım Hikmet’in bir şiirinin de yer aldığı heykeller grubu, dünyanın başka yerlerinden gelen sanatçıların yaptığı heykeller ile bir bütünlük oluşturuyor. “Auslander in Berlin (Berlin’deki yabancılar)” teması çerçevesinde yapılan bu heykellerin verdiği mesaj, göçün ve yabancı olmanın “dayanılmaz ağırlığı”na dair.

 

Farklı ülke ve kimliklere sahip sanatçıların imzasını taşıyan heykeller, bir yolla birbirine bağlanmış. Doğrusu “Göç yolu” demek belki daha yerinde olur. Yol, yerde yatan bir kadın ve erkek arasında başlayıp, bir zamanlar Doğu ile Batı Almanya arasındaki sınır yeri olan Kreuzberg-Fredericschain arasındaki nehrin başında bulunan ve duvar ile boş bir bina izlenimi veren heykeller ile son buluyor. Nehrin öbür tarafında ise hala bir anıt olarak bırakılan Berlin Duvarı yükseliyor.  Göç yolunun uzunluğu yaklaşık 200 metre. Göç yolunu, iki kara yolu bölüyor. Üstten ise tren geçiyor. Yolun sonunda ise bir nehir var. Hepsi bir birini tamamlıyor.

 

Heykellerin arasındaki iki yönlü araç yolu aslında hem göç yolundaki yolları anlatıyor, hem de göçün kesintilerini ve zorluklarını... Üstteki tren yolu ise göç edenleri Almanya’ya ya da Berlin’e ulaştıran yol ve araç olarak hafızada tazeleniyor. Türkiyelilerin Berlin’e ilk ayak bastıkları ve barındıkları yer olan Görtlizger Strase buradan 15 dakika uzaklıkta. Heykellerin, Doğu ve Batı Almanya sınırında yapılması ise göç edenlerin ve mültecilerin ilk ve bugüne kadar ki ikametlerinin ağırlıklı adresinin ifade ediyor. Yolunuz Berlin’e düşerse göçü¸ ifade eden bu heykelleri ve onların yer aldığı bu yolu görmeden gitmeyiniz.

Evrensel, Haber: Hüseyin Deniz, 07.03.2011

 

******


'UCUBE'YE İNSANLIK KORUMASI

 

Kars’ta Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un yaptığı İnsanlık Anıtı’nın yıkımı için ihale yapıldı. Ancak Mehmet Aksoy’un açtığı dava sonucunda, Erzurum 1. İdare Mahkemesi, “Geri dönüşümü olmayan bir zararın doğmaması için”, dava sonuçlanana kadar yıkımla ilgili yürütmeyi durdurdu.

 

Söz konusu anıtın yıkımı için Kars Belediyesi tarafından alınan karar doğrultusunda bir ihale düzenlendiğini belirten Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un Avukatı Aslı Kazan, “Geri dönüşümü olmayan bir zararın doğmaması için Erzurum 1. İdare Mahkemesi, Kars Belediye Meclisinin insanlık anıtının yıkım kararına ilişkin yürütmeyi durdurma kararı verdi. İnsanlık Anıtı, bu karara göre dava sonuçlanıncaya kadar yıkılamayacak” dedi.

 

NE OLMUŞTU?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İnsanlık Anıtı’na ‘ucube’ diyerek tartışmayı başlatmıştı. Erdoğan şunları söylemişti:
“Hasan Harakani’nin türbesinin yanına bir ucube koymuşlar, garip bir şey dikmişler. Oradaki tüm vakıf eserlerinin, o sanatkarane eserlerin olduğu yerde böyle bir şey olması düşünülemez. Konuyla ilgili olarak belediye başkanımız görevini süratle yerine getirecektir. Bunu süratle bekliyoruz. İnşallah ilk gelişimizde bunu da göreceğiz. O bölgeyi de gayet güzel bir park haline belediye getirecektir.”

 

Ardından Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, Belediye Meclisinin kentteki ‘‘tartışmalı heykellerin’’ kaldırılması yönünde karar aldığını belirterek, ‘‘Belediye Meclisimiz, İmar Kanunu doğrultusunda tescilli bir yapı üzerinde yapılan heykellerin kaldırılması ve arkasından tarihi dokuya uygun bir proje geliştirilmesi yönünde karar vermiştir’’ dedi.

 

Kars Belediyesinin heykeli yıkma kararının ardından konuşan Mehmet Aksoy, heykelin yıkılmasıyla ilgili daha önce şöyle konuşmuştu: “Bu fiziki olarak tabii ki yavaş yavaş yıkılabilir. Ama büyük ihtimalle bu çok uzun zaman sürecektir. 1 yılı, 2 yılı bulacaktır. O kadar zaman içerisinde de bütün dünyada ses getirecektir. Bunun yapılmaması gerekir. Türkiye’nin dünyaya böyle bir imaj vermemesi gerekir. Bu çok üzücü bir şeydir. Yetkililerin, kurumların bu sorumlulukta olmaları gerekir. 3 sene içerisinde bir Koruma Kurulu 5 karar değiştirir mi? (Yıkım kararı var) deniyor, ben buna inanmıyorum. Böyle bir karar yoktu. Bir anda nereden çıkartıldı, imzalandı.”

Evrensel, 08.03.2011

PERİBACALARI ARASINDAKİ İNŞAAT YIKILACAK

 

 

Dünyanın en ilginç yer oluşumlarından biri olarak nitelendirilen Kapadokya bölgesinde, yapımı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından planlanan ancak peribacalarının hemen yanı başında olduğu için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da tepkisini çeken betonarme binanın yıkımının, Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nden çıkacak kararının ardından gerçekleştirileceği bildirildi.

 

Alınan bilgilere göre, Kapadokya bölgesinde Göreme Açık Hava Müzesi'nin ardından, en çok yerli ve yabancı turist ziyaretine sahne olan Avanos İlçesi sınırlarındaki Zelve Örenyeri'nin yaklaşık 100 metre uzağında ve peribacalarının bulunduğu alanda, 1996 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından projelendirilen içerisinde bilet gişesi, cafe ve çeşitli işyerlerinden oluşacak binanın yapımı, 2008 yılında Kapadokya Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu'ndan da alınan onayın hemen ardından başladı.

Yapının birinci kat betonarme bölümünün sürdüğü sırada, peribacalarının bu yapıdan ciddi zarar göreceği ve görüntü kirliliğinin ciddi manada ortaya çıkacağını belirten turizmcilerin tepkilerinin ardından, bölgeye gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bina için öngörülen tepkilere hak vermiş ve binanın en kısa süre içerisinde yıkımı için çalışmaların başlatılması yönünde ilgililere talimat vermişti.

Söz konusu binanın yıkımına ilişkin olarak sürdürülen bir dizi girişimlerle önce Kapadokya Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Korumu Kurulu üyeleri bir araya gelerek, söz konusu yapının yıkımını onayladı.Binanın yıkımı için Nevşehir Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nün de vereceği kararın hemen ardından, Zelve'deki çirkin yapının Nevşehir İl Özel İdaresi tarafından önümüzdeki günlerde yıkılacağı belirtildi.

Turizm Gazetesi, 07.03.2011

HASANKEYF KISMİ TURİZME AÇILACAK

 

Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam, Hasankeyf’in 15 Nisan’da kısmi ve kontrollü şekilde turizme açılacağını söyledi.

 

Uluçam, Hasankeyf’te 13 Temmuz 2010’da kaya düşmesi sonucu bir kişinin hayatını kaybettiğini ve antik kentin turizme kapatıldığını hatırlatarak, bölgede gerekli çalışmaların yapıldığını belirtti. Çökme tehlikesi bulunan kale kapısının alt bölümlerinin doldurulacağı ifade edildi.

Milliyet, 07.03.2011

ANADOLU'NUN EN GENİŞ MUMYA AİLESİ

 

 

Dünyanın en iyi mumya koleksiyonlarından birine sahip olan 'daki mumyaların İlhanlılar Dönemi'nde, Moğollar tarafından zehirlenerek ya da boğularak öldürüldükleri tahmin edilen Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyan, Amasya'da hükmetmiş olan İzzettin Mehmet Pervane Bey, eşi ve 2 çocuğuna ait olduğunu belirten Amasya Müzesi Müdürü Arkeolog Celal Özdemir, "14'üncü yüzyılda İlhanlılar Dönemi'nde iç organları ile mumyalanan ve hem Türk, hem de Müslüman kişilere ait olmaları nedeniyle mumyaların dünyada eşi benzeri bulunmuyor" dedi.

 

'nin değişik yörelerinde yaklaşık 40 mumya olduğunu ve bunların çoğunlukla Amasya, İstanbul Arkeoloji, Topkapı Sarayı, Niğde, Aksaray ve Karaman Müzelerinde bulunduğunu anımsatan Özdemir, ayrıca Harput, Kemah ve Kastamonu'daki türbelerde de mumyalara rastlandığını söyledi.

Sabah, 07.03.2011

BAŞBAKAN'IN 'ŞEY'LERİ

 

 

Başbakan’ın 26 Şubat’ta, Marmaray tüp tünelinde söylediği “arkeolojik şeyler” yeni değil. Erdoğan daha önce de basın yoluyla, görevini yapmaya çalışan Kültür ve Turizm Bakanlığı personeline ve ona bağlı koruma kurullarına aba altından sopa göstermişti. Aklımda en çok yer eden örnek “restore edilen” Akaretler Sıraevleri’nin açılışında söyledikleri: “Şimdi gerçekten sahiplerinin elinde olan bir Akaretler var. Fakat engeller anlatılamayacak kadar çok… İçeriden birileri adeta bariyer oluşturuyorlar, ‘Hayır yapamazsın veya yapacaksan benden geçmen lazım’ diyor. ‘Senden nasıl geçeceğim, onun yolunu söyle’ dediğiniz zaman işte orada bakıyorsunuz ahlaki olmayan yollarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Sıkıntımız burada. Bunu aştığımız gün zaten söylüyorum, gümbür gümbür yürürüz.” (ntvmsnbc.com, 20 Mart 2008)


Başbakan, bugünkü gibi açıkça isimlendirmese de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma kurullarının “içeriden bariyer oluşturduğunu” ve “ahlaki olmayan yollara saptığını” söyledi. Peki o kurullar, örneğin Akaretler Sıraevleri’ni otel ve alışveriş merkezine çevirmek isteyenlere neden “benden geçmen lazım” diyor? Sıraevler, Dolmabahçe Sarayı’nın lojmanı olarak 1875’te inşa edildi. İstanbul’un bu anıtsal yapı grubunun bütün evrakı hala sarayda saklanıyor. Kültür Bakanlığı taşınmaz kültür varlığı olarak değerlendirmiş ve tescillemiş. Belediyeden aldığınız “tadilat ruhsatı” ile, 135 yıllık bu esere müteahhit sokamazsınız. Başka bir kurum ya da yapılanma da söz konusu olabilirdi. Ama mevcut yasalar (2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu), eserin aslına uygun korunması için denetim görevini, o bölgeden sorumlu koruma kuruluna veriyor. Girişimci önce, bilimsel ölçütlere göre çalıştığı kabul edilen kurula projesini sunmak ve onay almak durumunda. Başbakan’ın söylediği gibi Koruma Kurulu bizzat içeride, çünkü görevi bu, içeride olmak.


Başbakan, Cumartesi günü yaptığı açıklamada üç yıl önce söylediklerinin sağlamasını yapıyor. “Sürekli ‘yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı’ ile önümüze engeller koydular” diyor Erdoğan. Bu kez açıkça adres göstererek “Yok kuruluydu, yok yargısıydı, bunlara takılıp kaldık. Üç sene bizi engellediler. Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun” diyor.


Üzerinde durmak istediğim şey, en tepedeyken “sen toprağın altında ne bulursan bul, ben durmayacağım” diyen zihniyetin, bilim insanları, daha da daraltırsak –Marmaray’da olduğu gibi- yatırım projelerine ait alanlarda araştırma yapan ve karar veren bilim insanları üzerinde yarattığı tahribat. Yakın tarihimiz bunun örnekleriyle dolu. 

Yürümenin bedeli
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, 2 Mart tarihli “‘Şey’ değil insanlık tarihi” başlıklı bildirisinde, Başbakan’ın Marmaray açıklamasını kibarca eleştiriyor: “Bu söylem, Başbakan’ın yeterince bilgilendirilmediğini gösterir” diyor. Ama biz bu kadar iyimser olamayız. Bir başbakanın, kültür mirasını bilmese de, onu düzenleyen ve devletin kurum ve kuruluşlarına yetki tanıyan kanunları bilmediğini kabul edemeyiz. Keza Türkiye’nin imzaladığı uluslararası anlaşmaları da. Başbakan, kanun ve anlaşmaların bilim insanlarını koyduğu yeri bilerek konuşuyor. İmam böyle konuşunca, bakın cemaat ne yapıyor.


İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin TOKİ inşaatları öncesinde kurtarma kazısı yürüttüğü Sulukule’de, ne müze ne de bölgeden sorumlu Koruma Kurulu herhangi bir açıklama yapmışken Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, “Sulukule’de inşaata engel arkeolojik bir buluntu çıkma ihtimali sıfır” diyebiliyor. (HaberVesaire, 6 Mayıs 2010) Bundan bir ay sonra, yine müzenin ve Koruma Kurulu’nun haberi olmadan arkeolojik kazı alanını müteahhitin dozerleri basıyor. Dozere vücuduyla direnmeye çalışan arkeolog Şeniz Atik, çok geçmeden Kültür Bakanlığı tarafından geçici görevle Kilis’e gönderiliyor. İnşaatlar, kazı bitmediği halde devam ediyor. Koruma Kurulu’ndan hala ses yok.


Başbakan’ın Cumartesi günü temelini attığı, İstanbul’un tarihi bölgelerini etkileyen Avrasya Tüneli’nin de bölge koruma kurulları tarafından onaylanması gerekiyordu. Gelgör ki, müteahhit Türk-Kore Ortak Girişim Grubu ile devlet arasındaki sözleşme 13 Ocak 2009’da imzalanmıştı. Yani projenin İstanbul’u koruyup koruyamadığına karar verilmeden önce! Nitekim IV Numaralı Koruma Kurulu, projeye direndi. Tüp geçidin tarihi yarımadaya çıkmasına onay veremeyeceğini ifade eden İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi, 12 Ağustos 2010’da Ankara’daki Yenileme Kurulu’na atandı. Karar, üniversite temsilcisi üyelerin bulunmadığı bir toplantıda, 11 Ekim 2010’da imzalandı. Toplantılardan birine Kültür Bakanı Günay da katılmıştı.


Başbakan arkeolojik şeylerden konuşunca, siyasiler de o şeyler hakkında, arkeologlardan daha çok konuşuyor. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, koruma kurulları ya susuyor ya da görevini yapamıyor. Gelgör ki üye dağılımı yatırım projelerini kolaylaştıracak şekilde genişletilmesine rağmen bu kurullar, Başbakan’a göre “anlatılamayacak kadar çok engel” çıkarıyor! 

Arkeoloji geciktirmedi
Başbakan, Marmaray konusunda doğruyu da söylemiyor. Çünkü söylenen gecikmeye arkeolojik buluntular neden olmadı. Evet, araştırma sonuçları ve kurul kararları Marmaray’ın belli noktalarda tadil edilmesine neden oldu. Örneğin ilk projede, tüp ve tünellerden gelen trenlerin Yenikapı istasyonunda yeryüzüne çıkması planlanıyordu. Buranın Koruma Kurulu kararıyla arkeolojik park ilan edilmesi üzerine delme tünel uzatıldı ve çıkış Yedikule’ye kaydırıldı. Projenin gecikmemesi için benzer değişiklikler, başka noktalarda da yapıldı.


Başbakan söylemleriyle sadece bilim insanlarına değil, projenin kendisine de zarar veriyor. Çünkü Marmaray, onun ve çoğunun algıladığı gibi Boğaz’daki tüp ve delme tünellerden ibaret değil. Bu ikisinin toplam uzunluğu 13,6 km. Geriye kalan ve yüzeyde yer alan hattın uzunluğu ise 63 km. Bu hattın yeniden inşasını üstlenen ve 21 Haziran 2007’de işe başlayan Fransız Alstom firmasının başını çektiği grup, 19 Temmuz 2010’da “mevcut şartlarda projeye devam edemeyeceği” gerekçesiyle işi bıraktı. Planlanan takvimin çok gerisindeydi. Üç yıl süre nasıl harcandı? Acaba grubun yapamadığı işlerin ve ayrılmasının nedeni de “arkeolojik şeyler” miydi? 

Radikal İki, Yazı: Gökhan Tan - Bilgi Üniversitesi, 06.03.2011

HATTUŞAŞ SFENKSİ KONUSUNDA TÜRKİYE'YE MESAJ

 

Federal Almanya’nın Medya ve Kültürden Sorumlu Devlet Bakanı Bernd Neumann, Alman haber ajansı dpa'ya verdiği demeçte, “Eğer bu heykel Türkiye için bu kadar önemliyse, o zaman bunu oturup sağduyulu bir şekilde konuşabilmemiz ve ortak bir çözüme ulaşabilmemiz gerekiyor” dedi.

Türk Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın ültimatom verir tarzda konuşması için “bu doğru bir yol değil” diyen Neumann, gelecek aylar içerisinde Türk uzmanlarla konuyu ele alacaklarını, Bakanlık, diplomatlar ve müzeyle yapılacak görüşmenin ardından, nihai kararın verilebileceğini söyledi.

Berlin Eyaleti Kültür Bakanlığı Müsteşarı Andre Schmitz,önceki hafta yaptığı açıklamada, sfenksin Türkiye'ye iade edilebileceği mesajını vermişti.

İki Hattuşaş Sfenksi, restorasyon amacıyla 1915 yılında Almanya'ya getirilmiş, sfenkslerden biri 1924 yılında İstanbul'a gönderilmişti. Diğer sfenks ise 1934 yılından itibaren, Berlin'deki Bergama Müzesinde sergileniyor.

Türk Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Alman Tagesspiegel gazetesine verdiği demecinde, Hattuşaş Sfenksi'nin, haziran ayı ortasında yeni kazı sezonu başlayana kadar iade edilmemesi durumunda, Türkiye'de kazı çalışmaları yapan Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün kazı lisansını iptal edeceğini söylemişti.

Alman Arkeoloji Enstitüsünün Hititlerin başkenti Boğazköy'deki (Hattuşaş) kazıları, kurumun 105 yıldır süren en önemli projelerinden birini oluşturuyor.

Radikal, 06.03.2011

ÖDENEK BİTTİ, RESTORASYON BİTMEDİ

 

 

Çanakkale Kordon boyunda İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve sanat galerisi olarak hizmet veren tarihi Necip Paşa Konağı'nın restorasyonu İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar ile Çanakkale Belediye Başkanı CHP'li Ülgür Gökhan'ı karşı karşıya getirdi.


Haznedar, kendisini birilerinin sözcüsü olmakla suçlayan Başkan Ülgür Gökhan'a, "Ben Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Çanakkale'deki sözcüsüyüm. Ergenekon'un sözcüsü, üyesi mi olayım?" diyerek yanıt verdi.

Çanakkale Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar ile Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan arasında bir yıldır yerel konularda yaşanan söz düellosu en son Necip Paşa Konağı'nın restorasyonu konusunda yaşandı.

Kordon boyunda bulunan, mülkiyeti Çanakkale Belediyesi'ne ait eski Necip Paşa Konağı ve bugün alt katı sanat galerisi, üst katı İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından kullanılan tarihi binanın restorasyonu ödenek yetersizliğinden yarım kaldı. Geçen yıl haziran ayında başlatılan restorasyon çalışması için gönderilen 500 bin lira ödenek bitti, ancak restorasyon bir türlü bitmedi. Bu durum, mülkiyet sahibi Çanakkale Belediyesi'nin Başkanı Ülgür Gökhan tarafından eleştirildi. Başkan Gökhan'ın yerel gazetelere de yansıyan suçlayıcı açıklamaları üzerine Kültür ve Turizm Müdürü Haznedar bir basın toplantısı düzenledi.

Başkan Gökhan'ın açıklaması olarak yerel gazetelerde, 'Öğren de gel', 'İnsanda utanma duygusu olur', 'Birilerinin sözcüsü' gibi başlıklarla yayınlanan haberlere yanıt veren Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar şunları söyledi:

"Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Çanakkale'deki sözcüsü benim. Sevseler de sevmeseler de Kültür ve Turizm Müdürü benim. Ben Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Çanakkale'deki sözcüsüyüm. Ergenekon'un sözcüsü, üyesi mi olayım?"

Haznedar, tarihi binanın restorasyonu için yaklaşık 500 bin lira harcandığını, tamamlanması için 500 bin lira daha ek ödeneğe ihtiyaç olduğunu, Bakanlığın bu ödeneği göndereceğini ve restorasyonun tamamlanacağını kaydederek, "Ancak Başkan Gökhan, binayı geri almak istiyorsa buyursun alsın. Belediye olarak burayı yapmak istiyorsa bundan da memnun oluruz" diye konuştu.

Cnn Türk, 06.03.2011

BU KEZ 'HOŞGÖRÜ'LÜ KRİZ

 

 

Kars'taki 'ucube' krizinin külleri daha soğumamışken bu kez İstanbul'da 'Hoşgörü Anıtı' krizi patladı. Yerebatan Sarnıcı'nın üstü, Ayasofya'nın karşısına anıt olur mu olmaz mı? tartışmalarına konu olay şöyle gelişti:

- İsrail'in Mavi Marmara baskınına tepki olarak hoşgörü anıtı yapılması fikri doğdu. CHP'li İl Genel Meclisi üyesi Erhan Boza, 'Osmanlı ve Türk devletinin hoşgörüsünü gösterecek, 1492 yılında Osmanlı'nın İspanya'dan kaçan Yahudilere kucak açmasını simgeleyen bir anıt dikilelim' diye önerge verdi. Önerge AK Parti ve CHP'li 5 üyeden oluşan Kültür Sanat Komisyonu'na gitti. 


- Komisyon 'Tarih boyunca yardımseverliği ve hoşgörüsü ile bilinen Türk devleti ve Kanuni'den bu yana Osmanlı padişahları, gayrimüslimlerin özgürce yaşamaları için her türlü tedbirler almış ve uygulamışlardır. Dünyada baskı gören halklara, 1492 yılında ispanya'dan sürülen Yahudilere kucak açtığı gibi savaş döneminde Alman bilim adamlarına da kapılarını açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dışındaki hakların farklı inanç ve kültürel yapıları özgür olmaları için haklar tanımıştır. Tanımaya da devam ediyor' diyerek devletimizin tarih boyunca tüm halklara gösterdiği özgür yaşam hakkı hoşgörü anıtı ile sembolize edilsin' dedi. İl Genel Meclisi Oy Birliği ile anıtın yapılmasına karar verdi.

- Anıtın nereye dikileceği merak konusu oldu. CHP'li üye Bozan bir önerge daha verdi, anıtın Yerebatan Sarnıcı üzerinde olduğu için yıkılacak olan İl Genel Meclisi binasının yerine yapılmasını önerdi. Öneri, 'Tarihsel mirasa en güzel şekilde sahip çıkma, kültür ve sanata saygının gereği olarak yıkılacak olan İl Genel Meclisi binasının yerine evrensel hoşgörümüzü temsil edecek bir hoşgörü anıtı yapılması uygun olacaktır' kararı oybirliği ile kabul edildi.

- Meclis'in kararı 'Tarihi yarımadada, tarihi Yerebatan Sarnıcı üzerinde  ve Ayasofya'nın tam karşısında anıt olur mu?' tartışması başlattı. Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü 'anıt fikri güzel sanatsal destek veririz' dedi. 


- İstanbul İl Kültür Müdürlüğü ise 'Fikir güzel ama Tarihi Yarımada dışında bir yere yapılmalı' diye görüş bildirdi. Meclis Kültür Sanat Komisyonu ise 'oradan daha güzel bir yer olamaz. Halkın temsilcileri karar aldı' diye kararında direniyor

- Kültür Sanat Komisyonu Başkanı AK Partili Hakkı Cesur Kılıç 'Bu anıt için İstanbul'un parlamentosu karar verdi. Biz kurumlara sadece görüş soruyoruz. Fikir alıyoruz, öneri değil' dedi. Komisyonun kararı Meclis tarafından oybirliği ile kabul edildi. Komisyonun CHP'li üyesi İhsan Alpaslan 'Kararı İstanbul Valiliği uygulamaya koyacak. Turistlerin yoğun olacağı bu bölgede anıt Türkiye'de bir ilk olacak. Yabancı turistlerde geldiğinde hoşgörü anıtı önünde fotoğraf çektirecekler' dedi.

- İstanbul İl Kültür Müdürü Ahmet Emre Bilgili ise 'Sarnıca binen yükten dolayı Meclis binası yıkılıyor. Park olacak. Anıtın yapılma bir yükün yeniden sarnıca binmesi demek. Buna kurul zaten izin vermez' diye konuştu. Şimdi herkes park olarak düzenlenecek Yerebatan Sarnıcı'nın üzerine Hoşgörü anıtının yapılıp yapılamayacağını merak konusu oldu.

Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 06.03.2011

 

Kars'ta 'ucube' tartışmaları sürerken İstanbul İl Genel Meclisi'nin Yerebatan Sarnıcı üzerine 'Hoşgörü Anıtı' kararı uzmanları karşı ikiye böldü. Bazı uzmanlar 'Yapılmasında sakınca yok ancak yapılacak anıtın sarnıca getireceği yük iyi hesaplanmalı ' derken, bazıları ise 'Kars'taki insanlık anıtı tarih yapılar bahane gösterilerek yıkılmak istenirken eşsiz tarihi eserlere sahip tarihi yarımadanın ortasına yapılacak anıtın yeri de, yapılış amacı da yanlış' diye tepkisini dile getirdi.

 

MSÜ Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, 'Çok ağır ve Yerebatan Sarnıcı'na zarar verecek ağırlıkta bir anıtın asla orada olmaması gerekir. Bu tür anıtların toplumsal mutabakatla yapılması gerekir ki bundan sonra gelecek olan siyasi irade bu anıtı kaldırmaya yeltenmesin' dedi.

 

İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mete Tapan 'İl Genel Meclisi binası yıkılması ve park olarak düzenlenmesi ve bir anıt  dikilmesi güzel olabilir. Ancak bunun yükünün ne kadar olacağı da önemli. Yerebatan Sarnıcı'nın üzerine hiç yük binmeyecek diye bir şey yok. SİT alanı olduğu için kuruldan izin alınmalıdır. Kurul izin verirse oraya uygun bir anıt yapılmasında sakınca yok' dedi.

 

Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu 'Kars'taki insanlık anıtı yıkılmaya çalışılırken, tarihi yarımadaya tarihi değerlerin ortasına böylesine yapay bir anıtın yapılması doğru değil. Yeri de, yapılma amacı da, yanlıştır ve samimiyetsizdir. Dünyanın gözbebeğinde hoşgörü anıtının politik nedenlerle gündeme getirilmesi de yaklaşımın samimiyetten uzak olduğuna belgesidir' dedi.

 

Topkapı Sarayı Müze Başkanı Prof Dr İlber Ortaylı 'Meclis binasının kaldırılması önemli bir karar. Ama anıt yapmadan önce sarnıcın haritasının çıkartılması lazım. Anıt çok büyük olursa sarnıca zarar verir ve Ayasofya'nın siluetini etkiler. Harita çıkartılmadan anıt yapılması doğru değildir' dedi.
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi eski Başkanı Erhan Demirdizen 'Tarihi yarımadada ilk anda siyasi sembolleri olan bir şey yapmak yerine kamuoyuna açmak gerekir.Bence bu tür anlam taşıyan heykellerin daha büyük meydanlarda ve halkın çok yoğun olduğu alanlarda olması gerekir' dedi.

Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 07.03.2011

 

******


GÖZEBATAN HOŞGÖRÜ VALİLİĞE TAKILDI

 

Kars'ta 'ucube' tartışmaları sürerken İstanbul İl Genel Meclisi'nin Yerebatan Sarnıcı üzerine 'Hoşgörü Anıtı' kararını AKŞAM 'Gözebatan Hoşgörü' manşetiyle duyurdu. Haberin yayınlanmasının ardından 'Sarnıcın üzerine anıt olur mu' tartışmaları başladı. Bazı uzmanlar 'Yerebatan Sarnıcı'nın üzerine Anıt yapılmasında sakınca yok ancak sarnıca getireceği yük iyi hesaplanmalı' derken, bazıları ise 'Kars'taki İnsanlık Anıtı, tarihi yapılar bahane gösterilerek yıkılmak istenirken eşsiz tarihi eserlere sahip tarihi yarımadanın ortasına yapılacak anıtın yeri de, yapılış amacı da yanlış' diye tepkisini dile getirmişti. Bu tartışmalar sürerken anıtla ilgili İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreter Sabri Kaya AKŞAM'a konuştu. Kaya 'Meclis'in aldığı karar tavsiye niteliğindedir. Meclis, Sultanahmet Meydanı'na anıt dikeceğiz dese onu da mı uygulayacağız? Yıkılacak meclis binasının yeri yeşil alan olarak düzenlenecek. Yıkılacak binayla birlikte Turizm Polis Merkezi, eski sıbyan mektebini de içine alan arazinin projelendirme çalışmaları sürüyor. Koruma Kurulu'na göndereceğimiz projede anıt yok' dedi. Anıt fikrini meclise taşıyan CHP'li Meclis üyesi Erhan Bozan ise ' Meclis tavsiye değil anıtın yapılması yönünde bir karar aldı. Koruma Kurulu'nun onayından sonra tarihi yapıya uygun sarnıca zarar vermeyecek bir anıtın yapılması gerekir' dedi. Öte yandan İl  Genel Meclisi binasının  yıkımının iki ay içinde tamamlanacağı öğrenildi.

Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 08.03.2011

MİNİKLERE 'ARKEOLOJİ'Yİ ANLATTILAR

 

Mersin’in merkez ilçesi Mezitli’deki ilköğretim okulu öğrencilerine arkeoloji anlatıldı.

Gerçekleştirilen eğitim çalışmalarıyla da öğrencilerin arkeolojik kalıntılara sahip çıkarak, arkeolojik tahribatın önlenmesi noktasında da çocuklar aracılığıyla toplumda bir bilinç oluşturulmasının hedeflendiği bildirildi.

 

Arkeo-Sev Proje Girişimi ile Mersin Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu (MART) tarafından ortaklaşa yürütülen çalışmalar kapsamında merkez İlçe Mezitli’de eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdüren Muhittin Develi İlköğretim Okulu’nda ‘Arkeolojik Tahribatı Önleme ve Arkeolojik Mirasımızı Koruma’ adı altında bir eğitim semineri gerçekleştirildiği bildirildi. Mezitli Kaymakamı Kamil Kıcıroğlu, Mezitli Belediye Başkan Yardımcısı Enver Küçükalıç, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü Mustafa Duran, Mersin Üniversitesi (MEÜ) Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Serra Durugönül, Arkeo-Sev Proje Girişimi Sözcüsü Safa Kaçmaz’ın da katıldığı etkinliğe öğrenciler de yoğun ilgi gösterdi.

 

Seminerde; ‘Arkeolojik Mirasımızı Koruma’ adı altında bir sunum yapan MEÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ümit Aydınoğlu, arkeolojinin tanımını yaparak başladığı konuşmasında tarihsel kalıntılar, eski antik kentlerden görünümler ve Mersin’in antik geçmişi hakkında katılımcılar bilgi verdi. Aydınoğlu, minik öğrencilerin kendisine yöneltmiş olduğu sorulara da yanıt vererek, arkeoloji konusunda merak edilenler hakkında açıklamalarda da bulundu. Konuşmaların ardından eğitim seminerine katılan öğrencilere Kaymakam Kıcıroğlu ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Küçükalıç tarafından sertifikaları takdim edildi. Eğitim çalışmasının ardından Muhittin Develi İlköğretim Okulu’nun koridorlarında MEÜ Arkeoloji Bölümü tarafından hazırlanan panolarla birlikte öğrencilere arkeolojiyle ilgili bilgiler aktarılırken, söz konusu bilgilerin de görsel malzemelerle desteklenmesi dikkat çekti.

ÇukurovaTurk, 05.03.2011

DİYARBAKIR'IN TARİHİ SURLARI İÇİN ALAN YÖNETİMİ VE ALAN SINIRLARINI BELİRLEME ÇALIŞMASI BAŞLATILDI

 

Kuruluşu kesin olarak bilinmeyen Diyarbakır surları içerisinde yer alan İçkale, MS 349 yılında Roma İmparatoru II. Constantius zamanında onarılmış ve etrafı surlarla çevrilmiş. Birçok uygarlığın izlerini taşıyan oyma, kabartma motifler ve yazıtlarla bezeli ve sönmüş bir volkan olan Karacadağ'dan çıkan bazalt taşlarla yapıldığı için bozulmadan bugüne gelebilen Diyarbakır surları, yaklaşık 6 kilometre uzunluğunda. Şehri çepeçevre kuşatan ve Çin Seddi'nden sonra en uzun sur olarak kabul ediliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğünce, tarihi Diyarbakır surları UNESCO'nun Dünya Kültürel Miras Ön Listesine alınmıştı.

UNESCO'nun Dünya Kültürel Miras Ön Listeye alınması nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden gelen uzmanlarca alan yönetimi ve alan sınırlarını belirleme çalışması başlatıldı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden Diyarbakır'a gelen uzman Evrim Ulusan, Gökhan Çete ve İpek Özbek'ten oluşan ekip, tarihi Surlarda incelemelerde bulundu.

Daha sonra Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Yıldız koordinasyonunda Belediye Meclis Salonu'nda Alan Yönetimi ve Alan Sınırlarını Belirleme Koordinasyon Toplantısı yapıldı.

Uzman ekip, ''UNESCO Dünya Miras Listesi ve Türkiye'' ve ''Alan Yönetimi ve Yönetim Planı'' ile ilgili sunum yaptı. Ekip, sadece Surların değil, Suriçi İlçesi'nin bütünü, Ongözlü Köprü, Hevsel bahçeleri ve Dicle Vadisi'nin alan sınırı olarak belirlenmesi gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine alan sınırı Ongözlü Köprü, Hevsel Bahçeleri, Dicle Vadisi, Suriçi İlçesi'nin tamamı alan sınırı olması için görüş birliğine varıldı.

Belirlenen alanlarla ilgili kurumlardan görüş alınacağı, sonra alan sınırının belirleneceği bildirildi. Alan sınırının belirlenmesinin ardından oluşturulacak alan yönetiminin tarihi Surlarla ilgili 5 yıl geçerli olacak bir eylem planı hazırlayacağı ve bu plana göre tarihi Surların korunması ve restorasyonunun sağlanacağı belirtildi.

Toplantıya, Büyükşehir Belediyesi, Sur ve Yenişehir ilçe belediye temsilcileri, Müze Müdürü Nevin Soyukaya, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri, meslek odaları temsilcileri, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri katıldı.

Yapı, 05.03.2011

DOĞA YÜRÜYÜŞÜNDE TARİHİ ESER BULDULAR

 

Efes antik kenti’nden başlayarak antik Karya yolu güzergahında yürüyüş gerçekleştiren “Anadolu Coğrafyası Keşif Ekibi”nin, Selçuk İlçesi'ne bağlı Acarlar Köyü yakınında, üzerindeki toprağın aşınmasıyla görünür hale gelen bir adet lahit kapağı benzeri tarihi eser bulduğu bildirildi.

 

Yürüyüşü gerçekleştiren ekibe önderlik yapan Zirve Dağcılık Selçuk Şube Başkanı Özgür Aydoğan, yaptığı yazılı açıklamada, “Anadolu Coğrafyası Keşif Ekibi” olarak antik Karya yolunda gerçekleştirdikleri yürüyüşün Acarlar Köyü yakınlarından geçen bölümünde lahit kapağına benzer bir kalıntı tespit ettiklerini belirtti.

 

Toprağa gömülü vaziyette olan kalıntının, muhtemelen son dönemde Yağan yağışlarla birlikte üzerindeki toprağın aşınmasıyla açığa çıkmış olduğunu tahmin ettiklerini anlatan Aydoğan, ilgili makamlara bilgi verdiklerini kaydetti.

haberler.com, 05.03.2011

TARİHİ SİKKELERİ POLİSE SATMAYA ÇALIŞINCA YAKALANDI

Piyasa değeri yaklaşık 70 bin dolar olan sikkelerin pazarlık safhası ve baskın anı saniye saniye kameralara yansıdı.

Büyükçekmece’de bir ihbarı değerlendiren asayiş büro amirliği ekipleri, 2 kişinin Roma dönemine ait piyasa değeri yaklaşık 70 bin dolar olan 47 adet altın ve bronz sikkeyi satmak istediğini öğrendi. Kaçakçılarla müşteri gibi irtibata geçen polis, buluşma yeri olarak Büyükçekmece Limanı’nı belirledi.

Beyaz bir araçla buluşma yerine gelen 2 kaçakçı, müşteri sandıkları polisle buluştu. Polis, zanlılardan biriyle kıyıya bağlı bulunan bir yatta pazarlık yapmaya başladı. Daha sonra dışarı çıkan zanlı ve polis, ikinci şahısla bir araya geldi.

Bir müddet sahilde yapılan pazarlığın ardından operasyonu yöneten müşteri kılığındaki polis, başını kaşıyarak arkadaşlarına işaret verdi. Operasyonun başlama işaretini alan diğer polisler ise, hızlı bir şekilde üçlünün yanına yaklaştı.

 

Kameralar tarafından saniye saniye kaydedilen operasyonda, zanlıların yanına yaklaşan polis memuru ve müşteri kılığındaki polis, 2 zanlıyı kıskıvrak yakaladı.Yakalanan zanlılar polis tarafından hemen diz üstü çökertilerek kelepçe takılıp gözaltına alındı.

 

Zanlıların polise göstermek için getirdikleri Roma dönemine ait sikkelerin dışında, araçlarında da bir çok sikke bulundu. Asayiş Büro önüne getirilen araçta yapılan aramalarda, siyah bir poşet içerisindeki diğer sikkelere de ulaşıldı.Adliyeye sevk edilen zanlılar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

haber7.com, 05.03.2011

TAPULARI KİMİN ÜZERİNDE?

 

 

Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir, Cumhurbaşkanlığı Köşkü arazisinin, Maliye Hazinesinin de aralarında bulunduğu 34 hissedar adına kayıtlı olduğunu bildirdi.

Demir, BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın önergesine verdiği yanıtta, kıyı alanına ilişkin Bütünleşik Kıyı Alanı Planlarının yapıldığını, İzmit Körfezi ve İskenderun Körfezi'nde planlama çalışmalarının tamamlandığını belirtti. Antalya, Samsun ve Sinop'taki çalışmaların tamamlanma aşamasına geldiğini ifade eden Demir, tüm kıyıların planlanması çalışmalarının 2014 yılı sonuna kadar tamamlanacağını bildirdi.

Kıyıların, devletin hüküm ve tasarrufunda olduğunu, kamu ya da özel, hiçbir şekilde mülkiyete konu olamayacağını vurgulayan Demir, ''Kıyılarda yapılacak yapılar Kıyı Kanunu'nda belirtilmiş olup, bunun dışında yapı yapılması söz konusu değildir. Dolayısıyla kıyı yapılarının 2B alanlarıyla bir ilgisi bulunmamaktadır'' bilgisini verdi.

2011 yılı yatırım programına sunulan proje ile Türkiye Coğrafi Bilgi Sistemi altyapısı kurulması çalışmalarının Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca sürdürülmesinin kararlaştırıldığını anımsatan Demir, çalışmaların devam ettiğini, altyapı portalını bu yıl içinde hizmete sunmayı amaçladıklarını kaydetti.

Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliğine ilişkin soruyu da yanıtlayan Demir, söz konusu yönetmelik kapsamında, yapılacak yeni binaların tamamında Enerji Kimlik Belgesi uygulamasının 1 Ocak 2011 tarihi itibariyle başladığını belirtti.

TOKİ'nin, 1 Ocak 2011 tarihinden sonra yapı ruhsatı alacağı tüm binalar için enerji kimlik belgesi de almak zorunda olacağını ifade eden Demir, mevcut binaların ise 2 Mayıs 2017 tarihine kadar bu belgeyi almaları gerektiğini kaydetti.

Bakan Demir, 444 bin 760 metrekare büyüklüğündeki TBMM yerleşkesinin tapusunun, Maliye Hazinesi adına kayıtlı olduğunu, tahsis işlemlerinin TBMM adına yapıldığını belirtti.

Demir, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün 8 parsel halinde olduğunu, lojmanların bulunduğu parselin Maliye Hazinesine, diğer parsellerin ise Maliye Hazinesinin de bulunduğu 34 hissedar adına kayıtlı olduğunu açıkladı.

Demir ayrıca, Ayasofya'nın tapusunun Fatih Sultan Mehmet Vakfı, Akdamar Adası'nın tapusunun da Maliye Hazinesi adına kayıtlı olduğunu bildirdi.

Habertürk, 05.03.2011

GÜNAY: ESKİ ADLİYENİN ALTINDA ARKEOLOJİK KAZI YAPACAĞIZ"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul’daki tahribatı bir ölçüde toparlamaya çalıştıklarını belirterek, ”Ama ne yazık ki o kadar büyük tahribat olmuş ki, en az 100 yılın yarattığı tahribatı 10 yılda gidermek zor. Belki 25 yılda giderilebilir” dedi.

 

Beyoğlu Belediyesince düzenlenen ”Beyoğlu Sohbetleri” etkinliğine konuşmacı olarak katılan Günay, İstanbul’da bir zamanlar yanlış işlerin yapıldığını, yanlışı düzeltmenin çok kolay olmadığını, yapılacak düzeltmelerin ciddi bir maddi değeri bulunduğunu, İstanbul’un ”gözüne sokulmuş olan çöpleri” temizlemeye çalıştıklarını kaydetti.

 

Günay, İstanbul’un 100 yıldan bu yana ciddi bir çöküntü yaşadığını, birkaç imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul’un çok özel ve önemli bir şehir olduğunu, ancak gereken özenin, duyarlılığın gösterilmediğini aktardı.

 

Üreten bir şehir olan İstanbul’un tüketen bir şehir haline getirildiği için çökmeye başladığını, bu nedenle şehrin kolayca tahrip edildiğini vurgulayan Günay, İstanbul’u doğru şekilde planlayamayanların bunda vebali bulunduğunu söyledi.

 

Günay, şöyle devam etti:

”Biz şimdi İstanbul’daki tahribatı bir ölçüde toparlamaya çalışıyoruz, bir ölçüde gidermeye çalışıyoruz. Ama ne yazık ki o kadar büyük tahribat olmuş ki en az 100 yılın yarattığı tahribatı 10 yılda gidermek zor. Belki 25 yılda giderilebilir. Cumhuriyet’in 100. yılında hayalimiz ve hedefimiz, şehirlerimizin tarihsel dokusunu yeni baştan canlandırabilmek olmalı. Eğer baştan planlama yapılmış olsaydı, İstanbul, hiç olmazsa tarihi yarımada bir eğitim, finans, bilim ve sanat merkezi olarak planlansaydı, Paris’in ya da Roma’nın aldığı turisti alabilirdi. İstanbul’a en az 15-20 milyon turist gelmeli. İyi şeyler yapılıyor. Büyük gayretle çalışmalarımızı yapıyoruz.”

 

Günay, Beyoğlu Pera’da mümkün oldukça yeni bina yapılmaması, tarihsel dokunun korunması gerektiğini belirtti. Tarihi dokunun yanına bir biçimde zaman zaman bir çıkıntı yapmaya çalışanlara izin verilmemesini isteyen Günay, ”Tarihi yarımadada ve Pera’da uzun bir süre temizlik yapılmasına ihtiyaç var. Var olan o eklentileri, beton yapıları, salaş yapıları temizleyerek önce bir ne olduğunu anlamaya ihtiyaç var” diye konuştu.

 

Bu yerlerde çok sayıda temizlenmesi, arındırılması gereken yapılaşma olduğunu anlatan Günay, bunların öncelikle temizlenmesi ve yerel yönetimlerin bu konuda duyarlı davranması gerektiğini kaydetti. Temizlik sürecinden sonra asıl dokuya zarar vermeyecek şeylerin yapılabileceğini savunan Günay, ”Geçmiş dönemlerde İstanbul’un tarihine karşı büyük yanlışlar değil, bence büyük suçlar işlendi. İstanbul’un tarihine karşı işlenen çok büyük suçlar var” dedi.

 

Tarihi dokuları bunlardan arındırmaya çalıştıklarını aktaran Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:

”İstanbul’da gözümüze, göz bebeğimize sokulmuş çiviler var. Bunların çıkarılması çok saygıdeğer davranışlardır. Dolmabahçe Stadyumu konusu var. Bu benim önüme zaman zaman bir dayatma olarak getiriliyor. Dolmabahçe Stadyumu 1940′ta yapılmış galiba. Stadyum yapıldığı zaman birçok yerde top koşturacak alan var, ama bir tarih bilinçsizliğiyle mi, yoksa bir kasıtla mı, (ben kasıtla olduğunu düşünüyorum) Dolmabahçe Sarayı’nın arkasına bir stadyum yapılmış. O vadinin içine stadyum sokulur mu? Adı üzerinde dolgu alanı üstünde. Dolmabahçe orası… Dolgu. Eminönü Yeni Cami kazık üzerine oturtulmuştur, Dolmabahçe de öyledir. Siz bu tarafa on binlerce insanın tepineceği bir alan yaparsanız, zaman içinde Dolmabahçe denize doğru akmaya mahkumdur.”

Bu stadyumla ilgili yeni bir proje hazırlandığını anlatan Günay, ”(Bu yetmez, burayı büyütelim) diyorlar. (Stadyumu genişletelim, araya kongre merkezi koyalım, bir de otopark koyalım) diyorlar. Arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? Bu konuda zorlanıyorum. Stadyumları şehir dışına, trafiğin tıkanmayacağı yerlere alalım” diye konuştu.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Adalet Sarayı’nın tamamlandığını belirterek, ”Eski adliyeyi kaldıracağız ve altında arkeolojik kazı yapacağız. Tarihi yarımadada yeni bir arkeolojik park ortaya çıkacak” dedi.

 

Beyoğlu Belediyesince düzenlenen ”Beyoğlu Sohbetleri” etkinliğinde konuşan Günay, İstanbul’da tarihi dokuya zarar verecek yeni yanlışların yapılmaması için çalıştıklarını belirtti.

 

Günay, yapılacak çok sayıda iş olduğunu, kendisinin de hayal ettiği birçok şeyi yapamadığını, her şeyin bir şekilde maddiyata dayandığını söyledi. Günay, ”yapılsın” dediği bir işin ancak iki yıl sonra fiziki anlamda ilerleme noktasına geldiğini dehşetle gördüğünü, bürokrasinin ağır işleyişinin kendisini de ürküttüğünü anlattı.

 

Bu sürece rağmen insanların niyetinin önemli olduğunu anlatan Günay, ”Koruma ve kullanma bilinci, niyeti önemli. ‘Bir işi yapalım, orayı kapatalım’ kesinlikle demiyorum. Oraya bir insan nefesi değmeli. Ama geçmiş yıllarda bir rant meselesi yaşadık. İstanbul, 1980′li yılların sonunda bunu hunharca yaşadı. Bu yanlışlardan kendimizi arındırmaya çalışalım ve bambaşka bir tarihi doku içinde, yaşam kalitesi yüksek bir İstanbul oluşturmaya çalışalım” ifadesini kullandı.

 

Birçok projeyi hayata geçirdiklerini vurgulayan Günay, şöyle devam etti:

”İstanbul Adalet Sarayı tamamlandı. Benim hayalim, eski adliyeyi kaldıracağız ve altında arkeolojik kazı yapacağız. Belediyeyle de herhalde mutabık kalacağız. Ve tarihi yarımadada yeni bir arkeolojik park ortaya çıkacak. Beyoğlu için de aynı şey geçerli. Buralarda bir süre yeni bina yapmadan yaşayalım. Buranın değeri de artacak, bereketi de artacak, yaşam kalitesi de artacak. Böyle bir şey hayal ediyorum. Bunlara başladık.”

 

Türkiye’yi geçen yıl 28,6 milyon yabancı turistin ziyaret ettiğini, bu rakamın 2002′de 14 milyon olduğunu aktaran Günay, 8 yılda 15 milyonluk bir artış sağladıklarını, turizm gelirlerinin de çok arttığını kaydetti.

 

Türkiye’nin dünya pazarında çok bilinen bir ülke haline geldiğini, 2009′da dünyada çok ciddi gerilemeler yaşandığını anlatan Günay, ”2009′da dünyada İtalya geriye gitmedi, sınırlı bir noktada durdu. Biz geriye gitmedik. Geriye gitmeyen bir üçüncü ülke daha var. Diğer ülkelerin hepsi geriye gitti. Türkiye, istikrarlı bir gelişme çizgisi gösteriyor. Biz de bunun altyapısını oluşturmaya çalışıyoruz” diye konuştu.

 

Mısır’ın çok önemli bir turizm yeri olarak bilindiğini aktaran Günay, şunları söyledi:

”Mısır’a gelenler kadar sadece artık Antalya’ya gelen turist var. Antalya aşağı yukarı tek başına Mısır’ı karşılıyor. Antalya bu sene 9,5 milyonu geçti. Mısır da galiba 12 milyon civarında. Yani bizim Antalya ve Muğla, Yunanistan’ı karşılıyor. Bizim artık rakiplerimiz İspanya, İtalya, Fransa… Bu ülkelerle yarışıyoruz. Biz bundan sonra orada ne varsa, hayat tarzı, yaşam kalitesi, sunum, konfor itibariyle ne varsa bunları yapmak zorundayız. Onun için tarihe, müzelerimize, turizme çok daha fazla kaynak ayırıyoruz. Mesela 2002′de Türkiye’de 52 tane arkeolojik kazı varmış. 2010 yılı sonu itibariyle 111 yeri kazıyoruz, 40 da yabancı kazımız var. Toplam 151 ediyor. İddia ediyorum, bu coğrafyada bu kadar arkeolojik kazı yok.”

Zaman, 04.03.2011

 

******


"STATTA TEPİNİYORLAR, DOLMABAHÇE KAYIYOR"

 

 

"Beyoğlu Sohbetleri"ne konuşmacı olarak katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'un tarihi değerleri ile ilgili çok konuşulacak açıklamalar yaptı.

 

Günay, "Geçmiş dönemlerde İstanbul'un tarihine karşı büyük yanlışlar değil, bence büyük suçlar işlendi. Bunu düzeltmek kolay değil. 100 yılın yarattığı tahribatı 10 yılda gidermek zor. Belki 25 yılda giderilebilir" dedi. Bakan Günay, konu Dolmabahçe'ye geldiğinde birbirinden çarpıcı ifadeler kullandı.

 

"İstanbul'da gözümüze sokulmuş çiviler var. Bunların çıkarılması çok saygıdeğer davranışlardır. Dolmabahçe Stadyumu konusu var. Bu benim önüme zaman zaman bir dayatma olarak getiriliyor. Dolmabahçe Stadyumu 1940'larda yapıldı. Birçok yerde top koşturacak alan var, ama bir tarih bilinçsizliğiyle mi, yoksa bir kasıtla mı, -ben kasıt olduğunu düşünüyorum- Dolmabahçe Sarayı'nın arkasına yapılmış."

 

"O vadinin içine stadyum sokulur mu? Adı üzerinde dolgu alanı.. Dolmabahçe orası... Dolgu... Eminönü Yeni Cami kazık üzerine oturtulmuştur, Dolmabahçe de öyledir. Siz bu tarafa on binlerce insanın tepineceği bir alan yaparsanız, zaman içinde Dolmabahçe denize doğru akmaya mahkumdur."

 

"Stadyumla ilgili yeni bir proje hazırlanmış ‘Bu yetmez, burayı büyütelim' diyorlar. ‘Stadyumu genişletelim, araya kongre merkezi koyalım, bir de otopark koyalım' diyorlar. Arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? Bu konuda zorlanıyorum. Stadyumları şehir dışına, trafiğin tıkanmayacağı yerlere alalım..."

Habertürk, 07.03.2011




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi