Haberler logo Kasım '11 Arşivi

27 Kasım - 03 Aralık 2011

ILISU BARAJI ÜLKEYE ÖNEMLİ KATKI SAĞLAYACAK!

 

Ilısu Barajı’nın yapımının gündeme gelmesiyle birlikte birçok sivil toplum kuruluşu harekete geçerek Baraj inşaatının durdurulmasını istedi. Bu konuda davalar açıldı.
Hasankeyf gibi tarihi bir şehrin 60-70 yıllık baraja kurban edilmemesi istendi.
Açılan davalarla süreç başlamıştı.
Ancak, inşaat da devam ediyordu.
Mahkeme, bilirkişi tayin etti ve raporunu istedi.
Bilirkişi de uzun uzadıya hazırladığı raporu yazıp Mahkemeye sundu.
Rapor açık ve netti:
Ilısu barajı ülke için faydalıdır. Şu kadar milyon kilovat saat elektrik üretip ülke ekonomisine şu kadar katkı sağlayacak...”
Mahkeme, açılan davayla ilgili kararını muhtemelen bilirkişi raporuna göre verecek.
Görünen o ki; açılan davalar sonuçlanacak ve karar devletin lehine çıkacak.
Sivil Toplum Kuruluşlarımız ise bununla yetinmeyecek.
Bundan sonra Avrupa’nın kapılarını zorlayacak.
Ve ne olacak biliyor musunuz?
Mahkemeler, görüşmeler, bilirkişiler beklenirken bir bakacağız ki, Ilısu barajı tamamlanmış ve hizmete açılmış.
Aksini söylemeye gerek yok.
Durum bunu gösteriyor...

Batman Gazetesi, 01.12.2011

 

******


BİLİRKİŞİ HASANKEYF'TE

 

 

Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı’na karşı açılan davada 11 yıl sonra bilirkişi raporu çıktı. İÜ İnşaat Fakültesi’nden su uzmanı Prof.Dr. Necati Ağıralioğlu, Bizans tarihçisi Doç.Dr. Feridun Özgümüş ve İÜ’den Arkeolog Doç.Dr. Şevket Dönmez tarafından hazırlanan ve Diyarbakır İdare Mahkemesi’ne sunulan raporda bölgede MÖ 200 binlerden Osmanlı devri sonuna uzanan 550 arkeolojik alan ve yerleşme olduğu vurgulandı. Ancak sular altında kalacak eserlerin taşınmasının mümkün olduğu belirtildi.


Ülkenin enerji ihtiyacına vurgu yapılan raporda, barajın ülkeye katkısının yıllık 300 milyon dolar olduğu anlatıldı. Raporda ayrıca barajın çevreye olumsuz etkileri olduğu belirtilerek, iyi planlanması gerektiğinin altı da çiziliyor. Raporda şöyle denildi:
‘’Dünyanın pek çok yerinde yapılan barajlar, bölge halkının gelirini arttıran, istihdamı geliştiren, ticareti ve ulaşımı geliştiren projelerdir. Ilısu Barajı’nın bölgenin ve yöresinin sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınmasında önemli katkıları olması beklenmektedir. Ayrıca hidroelektrik santraller, nükleer ve termik santrallere göre çevreye en az zarar veren tesislerdir.’’ 

Bilirkişi heyeti, Avukat Murat Cano’nun açtığı dava sonucu oluşturulmuştu. Cano 2000 yılında, Ilısu Barajı sözleşmesi’nin iptali için Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Hasankeyf’in geleceğini belirleyecek bilirkişi heyeti ise 11 yıl sonra Mart 2011’de oluşturuldu.


Cano, bilirkişinin taraflı olduğu gerekçesiyle rapora itiraz etti. Cano, mahkemeye sunduğu itiraz dilekçesinde şunları söyledi:
“Prof. Ağıralioğlu halen İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSKİ Yönetim Kurulu üyesidir. Doç.Dr. Özgümüş, bakanlık temsilcisi olarak Ankara’da Koruma Bölge Kurulu’nda görev yapıyor. Doç.Dr. Şevket Dönmez de yine bakanlık temsilcisi olarak İstanbul 4 no’lu Koruma Kurulu’nun üyesi. Ayrıca raporda 550 yerleşim yeri olduğunden söz ediliyor. Yerleşim yeri eserler topluluğudur. Amerika kıtasında bile bu kadar eser yoktur. Kalenin bulunduğu falez su altında kalmayacak. Ancak çökerse arkasındaki 5 bin mağara evi zarar görür. Tüm bu eserlerin nasıl sualtında korunacağına dair bir proje yok. Taşınacak eserlerin nasıl taşınacağı belli değil. Bilimsel düşünce yok. Mahkemeden bu projelerin olup olmadığını sorup istemesini talep ettim.”

Radikal, Haber: Serkan Ocak, Fotoğraf: Erhan Sevenler, 02.12.2011

VAN GOGH MÜZESİ'Nİ 1,5 MİLYON KİŞİ GEZDİ

 

Hollanda’da turistlerin en çok ilgi gösterdiği yerlerin başında gelen Van Gogh Müzesi’ni bu yılın 11 aylık döneminde 1.5 milyon kişinin ziyaret ettiği açıklandı.

 

Müze tarafından yapılan açıklamada, 2010 yılına kıyasla bu senenin 11 ayında ziyaretçi sayısında yüzde 10’luk artış olduğu bildirildi. Başkent Amsterdam’ın merkezi Museumplein’de yer alan Van Gogh Müzesi, restorasyon çalışmaları nedeniyle 2012’de 6 ay kapalı kalacak. Ekim 2012’de başlayacak olan restorasyon çalışmalarının Mart 2013’te tamamlanması bekleniyor. Bu süre zarfında müzedeki önemli eserler yine Amsterdam’da bulunan Hermitage Müzesi’nde sergilenecek.

Hürriyet, 02.12.2011

YORGUN HERAKLES'E YOĞUN İLGİ

 

Antalya Müzesi’nde sergilenen Yorgun Herakles heykelini 45 günde 35 bin kişi ziyaret etti.

Heykelin ekim ayı başında ziyarete açıldığını hatırlatan Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel, “Özellikle heykelin kaçırılış öyküsünü, getirilmesi için süren mücadeleyi öğrenenler, Herakles’e büyük ilgi gösteriyor. Dış basında heykelin hikayesinin yer alması yabancıların ilgisini de artırdı. Özellikle güz döneminde kültür gezilerine katılan yabancıların müzeyi gezerken sergilenen Herakles’e özel ilgi gösterdiklerini fark ettik” diye konuştu.


Hiçbir silahın işlemediği Nemea arslanını boğarak öldüren Herakles’i, asasına dayanmış dinlenirken anlatan ‘Yorgun Herakles’ heykeli, MS 2. yüzyılda Anadolu topraklarında yapıldı. Perge antik kentinden 31 yıl önce çalınan heykelin üst kısmı, onlarca yıllık hasretin ardından eylül ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağıyla ABD’den Türkiye’ye getirildi. Antalya Müzesi’nde alt kısmıyla birleştirilen heykel, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da katıldığı törenle ziyarete açılmıştı.

Hürriyet, 02.12.2011

TÜMÜLÜSTEKİ KAZI ÇALIŞMALARINA ARA VERİLDİ

 

Karabük’ün Safranbolu İlçesi'nde bulunan ve MÖ 4. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen Büyük Göztepe Tümülüsü’nde yaklaşık bir ay önce başlatılan kurtarma kazılarına ara verildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan izinle Karabük Valiliği, Karabük Üniversitesi, Safranbolu Kaymakamlığı, Safranbolu Belediye Başkanlığı ve Karadeniz Ereğli Müze Müdürlüğü’nce, Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şahin Yıldırım başkanlığında başlatılan kazılar havaların soğuması kış şartları doğrultusunda Mayıs ayına kadar ara verildi.

Şahin Yıldırım, 2 bin 500 yıllık ve MÖ 4. yüzyıla ait olduğunu tahmin ettikleri ve açıldığında ilçenin turizmine ve tarihine önemli katkılar sağlayacak tümülüste kazı çalışmalarına ara verdiklerini söyledi. Kazı çalışmalarından Mayıs ayına kadar verilen aranın tamamen hava şartları nedeni ile olduğunu anlatan Yıldırım, “Tümülüste yaklaşık 1 ay önce başlatılan kazılara hava şartları nendei ile ara verdik. Kazıların Mayıs ayında yapılması her anlamda daha uygun olacaktır. Bu tümülüs çok önemli. Safranbolu’nun 16. yüzyıl öncesine ait verileri yok elimizde. Burası elimizde o döneme ait en önemli unsur olacak. Safranbolu’nun Antik Çağ’la ilgili verilerini burada bulmayı umut ediyoruz. Çok büyük bir tümülüs olması nedeniyle uzun soluklu bir kazı olacak” dedi.

Haber 3, 01.12.2011

MOZAİKLER YENİDEN HAYAT BULACAK

 

 

Osmaniye'nin Kadirli İlçesi'ndeki tarihi Alacami'de kapsamlı bir restorasyon çalışması için proje çalışmalarına başlandı.

 

Geçmiş yıllarda tarihi caminin çevresinde ortaya çıkarılan ve ödeneksizlikten dolayı üzeri toprakla örtülen mozaikler şu günlerde yapılan proje çalışması kapsamında tekrardan gün yüzüne çıkartılıyor.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür Bakanlığı temsilcisi gözetiminde tarihi caminin doğu kısmından başlanan kazı çalışmalarıyla üzeri toprakla örtülen mozaikler açığa çıkartılacak ve çeşitli nedenlerle yığılma yapan toprak temizlenerek zemine ulaşılacak.

 

Proje sorumlusu Arkeolog Ufuk Erdoğan, yaptığı açıklamada, daha önceki kazılarda ortaya çıkarılan ve üzeri toprakla örtülen mozaiklerin yeniden hayat bulacağını belirterek, "Caminin bazilika bölümünün güneyi ve doğusunda kazı çalışmaları yapıyoruz ve zemini bulana kadar kazacağız. Kazı yaptığımız bölümlerin zemini tamamıyla mozaiklerle kaplı. Bu mozaikler geçmişte ortaya çıkartılmasına rağmen ödeneksizlikten dolayı, korunmak için üzerleri toprakla örtülmüş. Tarihi cami çevresinde yapılacak olan kapsamlı bir restorasyon için proje çalışmasını şu anda yürütüyoruz. Daha sonra buranın çevre planı hazırlanarak önümüzdeki yıl ihaleye çıkartılacak ve hemen restorasyonuna başlanacak" dedi.

 

İkinci asrın başlarında Romalılar tarafından yapılan daha sonra kilise olarak kullanılan ve Dulkadiroğlu Beyliği zamanında bazilika bölümüne minare eklenerek cami olarak kullanılan tarihi mekan 90 yıl aradan sonra geçtiğimiz yıl alınan kararla tekrardan ibadete açılmıştı.

Osmaniye Kent Haber, 01.12.2011

İKİNCİ EFES 'LAODİKYA'

 

 

Anadolu'nun en eski 7 kilisesinden birine sahip Denizli'deki Laodikya antik kentinde, kazıların 15. yılında ikinci bir Efes'in ortaya çıkarılması hedefleniyor.

 

Denizli'deki Laodikya antik kentinde, kazıların 15. yılında ikinci bir Efes'in ortaya çıkarılması hedefleniyor. Antik kentte 9 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarında sergilenebilecek nitelikte 3 bin 50'nin üzerinde eser ortaya çıkarıldı. Augustus heykeli başı, Daidolses Aphroditesi, Knidos Aphroditesi, Dionysos heykeli başları, Zeus heykeli başları, imparator heykelleri, Hera heykeli, İmparatoriçe heykeli gibi çok sayıda önemli buluntuya ulaşıldı. Laodikya Kazısı Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Laodikya'da kazı çalışmalarının 2003'te kendisinin başkanlığında başladığını anımsattı.

 

Kazıların ilk etapta 4 ay, daha sonra 6 ay sürdüğünü anlatan Şimşek, ''Kazı çalışmaları 2008'den itibaren 12 ay üzerinden devam ediyor. Bunda en önemli etki 18 Ağustos 2008'de Sayın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve eski Denizli Belediye Başkanı şimdi milletvekili olan Sayın Nihat Zeybekci arasında yapılan protokoldür'' dedi.

 

Laodikya'nın kazılarak yeniden ayağa kaldırılmasını, dünya kültür mirasına kazandırarak gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamayı amaçladıklarını belirten Şimşek, ''Buradaki bir diğer amaç, insana önem veren ve bölgenin depremselliğini de kronolojik olarak sergileyen yaşayan bir arkeoloji parkı oluşturmaktır. Antik kent 9 yılda ziyaretçi sayısı yükselen önemli bir ören yeri haline gelmiştir.

Özellikle Erken Bizans Dönemi'nde Hristiyanlık için çok kutsal bir kent olan ören yerinde Laodikeia Kilisesi ziyarete açılınca bu sayı ikiye katlanacaktır. Çünkü kent Anadolu'nun en eski 7 kilisesinden birine sahiptir. Hedef, 2015'te kazıların 15. yılında ikinci bir Efes, yılda 2 milyon kişinin ziyaret edebileceği bir kent ortaya çıkarmaktır'' dedi.

 

Laodikya antik kentinin altyapısı, planlaması, caddeleri, çeşmeleri, tiyatroları, dini yapıları, stadyumu, hamamları, pazaryerleri, anıtsal giriş kapılarıyla mükemmel bir planlamayı yansıttığını ifade eden Şimşek, 9 yıldır devam eden kazılarda sergilenebilecek nitelikte 3 bin 50'nin üzerinde eser ortaya çıkarıldığını söyledi.

 

Bu eserler içinde Augustus heykeli başı, Daidolses Aphroditesi, Knidos Aphroditesi, Dionysos heykeli başları, Zeus heykeli başları, imparator heykelleri, Hera heykeli, İmparatoriçe heykeli ve başlarının yanı sıra çok sayıda heykel ile kabartmaların da yer aldığını anlatan Prof.Dr. Şimşek, ''Bunlar kentte bir heykel atölyesinin varlığını ortaya koymaktadır. Binlerce değişik tiplerde seramikler, sikkeler, cam eserler, bronz ve altın eserler ortaya çıkarılmıştır'' dedi.

Gazete Yenigün, 01.12.2011

HERANUŞ'UN ÇEŞMELERİ YENİDEN AKIYOR

 

 

Minibüsün kapısı açılır açılmaz davulla zurna başlıyor. Gecikmemize rağmen bizi sabırla bekleyen kadınlar ‘hoş geldiniiiiz’lerle etrafımızı sarıyor. Tek tek öpüşüyoruz. Kimiyle iki defa hatta. Anında halay başlıyor; önce küçük bir yarımay, sonra koca bir çember… Elazığ’a bağlı Ekinözü’ndeyiz. Taziye evinin tepesinde yeni ismiyle birlikte ‘Habap’ da yazıyor. Bazen Habab diye yazılan, Ermeni kayıtlarında Havav olarak geçen köy burası.


Türkiye’nin bir Köyü'nde iki tane çeşme yenilenmiş, ne olacak? Hiç öyle değil işte. Habap’ın iki çeşmesinden bugün su akmasını, kadınların taşlarında kilim, yün yıkayabilmesini, meydandan o yana koşturan çocukların nefes nefese su avuçlayabilmesini lalettayin bir restorasyon işiyle açıklamak o kadar zor ki...


Dink ailesinin de avukatı olan Fethiye Çetin, anneannesine dair o büyük hakikati öğrendiğinde 24 yaşındaydı. Seher Hanım artık dayanamamış, dokuz yaşına kadar Habap’ta Heranuş olarak geçen hayatını anlatmıştı. Şarkı söylemeyi, dans etmeyi seven bu hayat dolu küçük kız önce köyün bütün erkeklerinin götürülüşüne, derelerin kan kırmızıya boyanışına, kadın ve çocukların aç ve susuz günlerce yürüyüşüne şahit olmuştu. Annesi İsguhi ve halası Zaruhi hayatının kurtulması için Heranuş’u bir jandarmaya vermeyi konuşurken, kaçırılır gibi bindirildiği at, yeni hayatına götürmüştü onu. Taş çatlasın 100 kilometre ötede Seher olarak bir aile, hayat kurmuş ve 100 kilometre uzaklıktaki çift çeşmeli Köyü'ne bir daha asla gitmemişti. Fethiye Çetin’in 2004’te bu hikayeyi anlattığı ‘Anneannem’ (Metis Yayınları), 100 yıl önce Anadolu Ermenilerine yaşatılanlara dair, okuyanı kayıtsız bırakamayacak güçte bir kitap. İşte ben de Heranuş’un Köyü'ndeyim. 

Caminin önünde halaylar çözülünce çeşmelere doğru toplu yürüyüş başlıyor. Bir gün önce erkeklere ve resmi erkana açılış yapılmış, bugün kadınların günü. Ayaz gölgede gücünü gösterse de güneşte herkes daha şen, daha bir güzel. Bu kadar afili başörtüsü bağlama şekli, bu kadar doğal sürmeli göz görmemişim.


Yürürken genç kızlardan biri koluma girip kulağıma eğiliyor: “Aslında ben de sizden sayılırım biraz. Büyük anneannem Ermeniymiş”. Gazeteci olarak geldiğimi söylerken, kötü vaziyetteki kilisenin yanından geçiyoruz. “Tepede de şato var” diyor. Şato dediği manastır... Başka fısıltılar da geliyor. 17 yaşında yeni gelin gelmiş genç bir kadın, çevre köylere evlatlık verilen Ermeni kayınpederinin evlendikten sonra Habap’a döndüğünü anlatıyor hiçbir şey sormadan. Yarı-gizli, ama paylaşmaya can atılan bilgiler bunlar, övünür gibi dökülüyorlar.


Kitap çıktıktan sonra köylülerle bağ kuran ve çeşmelerden haberdar olan Fethiye Çetin Habap’a ilk geldiğinde bol misafirperverlik gördüyse de, başlarda onları buyur edenlerin “Bunlar niye buraya geliyor, mallarını geri mi alacaklar” diye baskı gördüğünü de biliyor. Ama işte Kültür ve Turizm Bakanlığı, Chrest Vakfı, Açık Toplum Vakfı, Genel Energy ve şahsi bağışçıların katkısıyla bu iki çeşmeyi yenilemeye girişip, yazı da köyde geçirince işler değişmiş.


Çetin, dördüncü kuşağın geçmişe dair hiçbir şey bilmediğini anlatıyor: “Çeşmeler yıkılıyordu, hafıza da silinmek üzereydi. Geceleri konuştuğumuzda çocuklar, gençler masal gibi bizi dinliyorlardı. Başta evet bu köyde Ermeniler yaşamış deniyor, bir adım ötesine geçilemiyordu. Zamanla, evet burada çok acı olaylar yaşanmış denmeye başlandı. Hatta örnekler konuşuldu. Kendilerinden uzak tuttukları bir hadiseyken, gözle görünür bir hatırlama süreci yaşandı, sorgulamalar başladı.”


Gönüllü Ermeni, Türk ve Kürt gençlerinin inşaatta çalışması, aynı esnada çocuklarla atölyeler, çöp kampanyaları yapılması başka bir hava getirmiş köye. Yüzleşme diyoruz ya, onun hası yaşanmış. 

Dönüşte bizi şahane bir sofra bekliyordu: Şillıki, göme, içli göme, patile... Eve misafir gelir gibi hazırlanmış Habap’ın kadınları, çocuklarına yedirir gibi yedirdiler bizi.


Çeşme başında halay çekerken, o sudan içerken, “Fethiye Abla senin sayende...” diye kadınlar boynuna atlarken uzun süredir bu kadar mutlu bir insan görmediğimi düşündüm.


Sonra bundan konuşurken başta hiç öyle olmadığını anlattı Çetin. “Başta oralarda neler yaşanmış olabileceğini düşünerek çok üzüntü duydum. O çeşmenin etrafına öyle baktım, çok acı çektim. Kulaklarımda hep çığlık sesleri vardı. Yukarıdaki çeşmenin suyunu açma işini bana vermişlerdi. Uzun süre kapatıldığı için, açınca su büyük bir coşkuyla aktı. İşte o an ilk defa suyun sesinin kulaklarımdaki çığlıkları bastırdığını fark ettim. Bu benim için de bir iyileşme süreciydi. Sadece benim için değil, oraya gelen, orada yaşayan herkes için böyle bir iyileştirici etkisi oldu. Hep birlikte iyileşiyoruz bence”.

Radikal, Haber: Pınar Öğünç, 01.12.2011

MEZAR TAŞLARININ DİLİ ÇÖZÜLÜYOR

 

 

Osmanlı Devleti'nin ilk başkenti Bur-sa'da, cami, mescit, medrese, tekke gibi yapıların bahçelerinde yer alan hazire alanlarındaki mezar taşları restore edilecek.

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, şehir merkezindeki 93 hazire alanındaki yaklaşık bin 100 mezar taşının özgünlüklerinin korunarak usulüne uygun olarak restore edileceğini açıkladı. Akademisyenlerin kontrolünde gerçekleştirilecek çalışma sonucunda mezar taşları üzerindeki Osmanlıca ifadelerin Türkçesinin de mezarlarda yer alacağını söyleyen Altepe, mezar taşlarının tarih bilinci ve toplumsal hafızanın saklandığı depolar olduğunu dile getirdi.

 

Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'nden Doç.Dr. Doğan Yavaş'ın danışmanlığında yürütülen ve 'Hazire alanları düzenleme, mezar taşları onarım ve restorasyon projesi' adı verilen çalışmaya Yeşil Türbe bahçesindeki mezar taşlarından başlandı. Çalışmaları yerinde inceleyen Başkan Recep Altepe, "Her mezar, bu toprağa basılmış bir mühür ve tarihe düşülmüş not olarak görülmelidir. Çünkü mezar taşları sadece mezarda yatanın kimliğini değil, bir medeniyete de şahitlik eder. Bu yüzden bu belgelerin korunarak yarının Türkiye'sine hakkıyla teslim edilmesi, biz yöneticilerin manevi sorumluluğundadır." şeklinde konuştu.

 

Proje danışmanı Doç.Dr. Doğan Yavaş ise düzenlenecek alanlar arasında birçok kadı, ilim adamı ve bilgin şahsiyetin defnedildiği tarihi vesikalarla zikredilen mezarların aslına uygun restore edileceğini vurguladı. Zeyniler Haziresi ile gündelik hayatta önünden defalarca geçilmesine rağmen insanların dikkatini çekmeyen, harabe görünümündeki cami veya tekke hazirelerinin sokak başlarında yalnızlığa itildiğine dikkat çeken Doç.Dr. Yavaş, kent merkezi ve köylerdeki tarihi mezarların da proje kapsamında onarılacağını belirtti. Proje kapsamında Emir Sultan, Ali Paşa, Altıparmak, Daye Hatun, Bedreddin, Hoca Taşkın, Kayhan, Molla Arap, Selçuk Hatun, Üftade, Yeşil Türbe, Yıldırım, Zeyniler Camii'nin de aralarında bulunduğu 91 cami, mescit ve türbe bahçesindeki hazire alanları elden geçirilecek.

Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 01.12.2011

ARKAİK ÇAĞIN EN BÜYÜK LİMANI URLA'DA KEŞFEDİLDİ

 

 

İzmir’in Urla İlçesi’nde bulunan ve Türkiye’nin ilk su altı arkeolojisi araştırma merkezi olan Ankara Üniversitesi Su Altı Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKÜSAM), havadan ve su altından yaptığı çalışmalar sonucu MÖ 7. ve 6. yüzyılları kapsayan Arkaik Dönem’e ait bugüne kadar keşfedilen en büyük liman tesisini buldu.

 

Prof.Dr. Hayat Erkanal, “Yunanistan’da bazı adalarda o döneme ait basit çapta liman tesisleri var, fakat bu kadar gelişmiş olanı ile ilk kez karşılaşıyoruz” dedi.


Urla Limantepe mevkii ile Urla İskele’deki günümüz mendireğinin hemen açıklarında yer alan liman tesislerinde, sol ve sağdan yarım ay şeklinde ilerleyen mendirekler günümüz mendireğin girişine kadar ulaşıyor. Liman girişinin de günümüzde olduğu gibi aynı yere yapıldığı ortaya çıktı.

Milliyet, 01.12.2011

HATAY'DA MÜZE OTEL YAPILACAK

 

 

Hatay'da, otel yapılacak alanda sondaj çalışması sırasında bulunan Helenistlik döneme ait arkeolojik kalıntılara zarar vermemek için müze otel inşaat çalışmalarının insan gücüyle devam ettiği bildirildi.

 

Arkeoloji Müzesi Proje Sorumlusu Demet Kara, Mimarlar Odası yönetim kuruluyla birlikte müze otel inşaatındaki incelemelerde yaptığı konuşmada, otelin çalışmalar tamamlandığında Türkiye'nin gururu bir proje olacağını söyledi.


Türkiye'de ilk olma özelliğine sahip projede çok önemli bilimsel çalışmalar yapma fırsatı bulduklarını ifade eden Kara, şöyle devam etti:
''Otel inşaatının sondaj çalışması sırasında bulunan arkeolojik kalıntılar üzerine yapılan kazı çalışmasını 20 Temmuz tarihinden bu yana yürütüyoruz. Kazıda, 850 metre büyüklükte bir mozaik gün ışığına çıkarıldı. 850 metre karelik bu mozaik Türkiye'nin en büyük mozaiği. Kazıda ayrıca hamam kompleksi, cam atölyesi ve Helenistlik döneme ait kalıntılara ulaştık. Müze otel inşaatı sırasında kalıntılara zarar vermemek adına titizlikle çalışıyoruz. İnşaatta insan gücüyle çalışmalar sürdürülüyor. Asla tarihi kalıntılara zarar verilecek bir işlem yapılmıyor'' diye konuştu.
Tarihi kalıntıların bulunuğu alanda Müze Otel yapma fikrinin çok isabetli olduğunu vurgulayan Kara, ''Türkiye'nin gurur projesi olacak. Arkeolojik kalıntılar yerinde sergilenerek kentin önemi daha da artacak.''


Hatay Mimarlar Odası Başkanı Yaşar Coşkun da, devletin imkanlarıyla bile zorla yapabileceği bir projenin özel teşebbüsün eliyle hayata geçirilmesinin çok önemli ve anlamlı olduğunu kaydetti. Kentte son yıllarda tarihi ve kültürel değerlerin öneminin daha iyi anlaşılmaya başlandığını belirten Coşkun, ''Tarihi değerlerin bulunması, ortaya çıkarılması, sergilenmesi ve bu yapının otelle birleştirilmesi dünyada eşine az rastlanan bir proje. Yapı ülkeye büyük bir değer katacak. Kentin önemli bir tarihi birikimi var. Umarım buna benzer bir projeyle tarihi değere sahip hipodrom için de bir çalışma başlatılır'' diye konuştu.


Müze Otel'in sahibi Necmi Asfuroğlu ise projenin kendileri için bir prestij meselesine dönüştüğünü, kazıların tamamen bilimsel yöntemlerle devam ettiğini, ortaya çıkan tarihi kalıntıların hiç birine zarar vermeden, inşaatın hassasiyetle sürdürüldüğünü söyledi.


Otel projesinin dünyada ve Türkiye'de alanında bir ilk olma özelliğini taşıdığını belirten Asfuroğlu, ''Ülkemizin başarılı mimarlarından Emre Arolat ile çalışıyoruz, bu projeyle önemli başarılar kazanacağımıza inanıyoruz'' dedi.


Asfuroğlu, projenin tamamen ticari olmaktan çıktığını, Antakya ve Türkiye'ye prestij kazandıracak bir çalışma yaptıklarını ifade etti.


Müze Otel Proje Müdürü Osman Ersoy da projenin tamamen insan eliyle devam ettiğini, açılan 21 metrelik 66 kuyu ile otelin temellerinin çelik kolonlar üzerine oturtulmak suretiyle tarihi dokuya zarar vermeden sürdürüleceğini kaydetti.
Hatay Gündem, 30.11.2011

SULTANAHMET'TE TOPKAPI SARAYI'NA SİLAHLI SALDIRI

 

 

İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda silahlı bir kişi etrafa ateş açtı. Topkapı Sarayı'nın içinde devam eden saldırının başladığı anlarda sarayı ziyaret için gelen ve otobüslerden inen turist grupları büyük tehlike atlattı. Bazı turistler sarayın içinde mahsur kaldı. Saldırganın öldürüldüğü belirtiliyor. Olay yerinde 2 yaralı olduğu açıklandı.

 

İstanbul Sultanahmat’te Topkapı Sarayı’na gelen bir kişinin elindeki pompalı tüfekle sarayın önündeki güvenlik görevlilerine ateş açtığı bildirildi. Ateş sonucunda 1 asker ve 1 otopark görevlisi yaralandı. Sürdürülen operasyon sonucunda saldırganın öldürüldüğü bildirildi.

 

Alınan bilgilere göre pompalı tüfekle gelen adam, bir güvenlik görevlisinin de silahını aldı. Saray içindeki çatışma yaklaşık 1,5 saat sürdü. Çatışma başladıktan 50 dakika sonra sarayın içinde yakalandı haberi geldi. Ancak ardından silah sesleri daha da sık duyulmaya başlandı. Ardından 1 saatlik çatışma sonucunda saldırganın öldürüldüğü açıklandı.

 

Topkapı Sarayı'nın önüne gelen saldırgan yüzünden müze ziyarete kapatıldı. Polis caddeyi ve meydanı boşalttı.

 

Sultanahmet Meydanı’nda, Libyalı saldırganın yaraladığı 23 yaşındaki jandarma er Şerafettin Eray Topçu’nun sağlık durumunun iyi olduğu bildirildi. Sol bacağına isabet eden kurşun İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’nde gerçekleştirilen operasyonla çıkarılan Şerafettin Eray Topçu’nun bacağı alçıya alındı.

Libyalı olduğu belirtilen eylemcinin polisle 1,5 saat çatıştığı bildirildi. İçişleri Bakanı Naim Şahin, "Sultanahmet'teki saldırgan Libya uyruklu, 1975 doğumlu, 27 kasım Türkiye girişli" açıklamasını yaptı.
Turizm Gazetesi, 30.11.2011

 

******


SARAYDA KATLİAMI ASTSUBAY ÖNLEDİ

 

 

Topkapı Sarayı’nda önceki gün az daha Norveç’teki Breivik katliamının bir benzeri yaşanacaktı. Saldırgan Samir Salem Ali Elmadhavri’nin 300’e yakın turistin bulunduğu bölgeye ulaşmasını Topkapı Sarayı’ndaki Jandarma Karakol Komutanı Levent Torğut önledi. Elinde pompalı silahla turist dolu sarayın 1. avlusuna ateş ederek giren saldırgana ilk karşılığı Torğut verdi. Bunun üzerine saldırgan bahçeye girdiği Bab-ı Humayun kapısına geri kaçtı. Torğut, kapıya en yakın ağacı kendine siper ederek yarım saate yakın saldırganla çatıştı. Torğut, mermisi bittiği halde, Özel Harekat Timleri gelinceye kadar saldırganı oyalamayı başardı. Daha sonra Astsubay Torğut’a, Özel Harekat Timleri uzaktan şarjör atarak yardım etti. Torğut saldırganı durdurmasaydı eğer, bahçede bulunan 300’den fazla turist katliama maruz kalabilirdi. 

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın olay sonrasında canı pahasına saldırganı durdurmayı başaran Astsubay Torğut’u tebrik etti.


Gün boyu dünkü olayla ilgili savcılığa ifade veren Torğut, “Görevimizi yaptık. Saldırgan katliama doğru gidiyordu” dedi.


Önceki gün sabah saatlerinde Topkapı Sarayı’nın en dış kapısı Bab-ı Humayun önüne gelen Elmadhavri, burada er Şerafettin Eray Topçu ile kısa süreli boğuşma yaşadı. O sırada özel güvenlik görevlisi Mehmet Ballıcı saldırgana müdahale etmek istedi. Elmadhavri önce er Topçu’yu ardından da Ballıcı’yı vurdu. Yaralı erin MP5 marka silahını da alarak Bab-ı Humayun kapısından 1. avluya ateş ederek girdi. Elmadhavri silahını gelişigüzel turist kafilesine doğru ateşlemeyi sürdürdü. Silah sesleri üzerine Bab-ı Humayun kapısının hemen sol tarafındaki jandarma karakolunun komutanı Astsubay Levent Torğut, Elmadhavri’ye karşılık verdi. Saldırgan bunun üzerine Bab-ı Humayun kapısına geri döndü ve burada siper aldı. Sarayın dışına açılan kapıyı kapatıp arkasından polislerin gelmesini engelleyen saldırgan, Torğut’a ateş emeye başladı. Torğut kapının sol tarafında bulunan ağaçları kendisine siper ederek karşılık verdi. Yaklaşık yarım saat süren çatışmada Torğut’un mermisi bitti. Elmadhavri’nin atış menzilinde olduğu için ne kendisi karakola gidebildi ne de karakoldan yardım geldi. Saldırgan 300’den fazla pompalı tüfek fişeği ile 66 MP5 mermisi sıktı. Torğut silahını gösterek saldırganı oyalamayı başardı. 

Bu sırada Özel Harekat Timleri olay yerine geldi. Saldırgana en yakın mesafedeki Torğut’a uzaktan cephane attılar. Bu sırada saldırgan teslim olması yönünde ikna edilmeye çalışıldı. Ancak bu çabalara ateşle karşılık verince Özel Harekat timlerine bağlı zırhlı bir araçla kapıya yaklaşıldı. Saldırgan kapı aralığından ateş ederken zırhlı araçtan bir keskin nişancı saldırganı vurdu.


Astsubay Torğut saldırganı durdurmasaydı 1. avluda müzeye giriş bileti almak için bekleyen 300’e yakın turist savunmasız yakalanacaktı. Asker ve özel güvenlik birimi yaralandığı için bu büyük faciayı Astsubay Torğut önlemiş oldu.

Bir saldırganın Topkapı Sarayı’nın bahçesine girdiğinin duyulmasından yarım saat sonra İl Kültür Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, Müze Başkanı İlber Ortaylı, Müze Müdürü Ayşe Erdoğdu sarayın arka kapısından içeri girerek durum değerlendirmesi yaptı. Müzenin gişelerinden sonra 2. avluya açılan Bab’us Sade kapısı hemen kapatılarak güvenlik önlemi alındı. İçeride 800’e yakın turiste ön kapıda ‘teknik bir arıza olduğu, isteyenlerin arka kapıdan müzeyi terk edebilecekleri’ duyuruldu. Bazı turistler olay devam ederken müze ziyaretine devam etti, bazıları arka kapıdan çıktı. Silah seslerini duyan turistler ne olduğunu sorunca ‘giriş bahçesinde dizi film çekimi olduğu’ belirtilerek panik yapılması engellendi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 02.12.2011

 

******


TOPKAPI SARAYI BASKININDA HEDEF HAREM MİYDİ?

 

Bunca yıllık gazeteciyim, ben böyle manyak bir baskın görmedim. Acaba silahları kuşanmış, Topkapı Sarayı’na dalan Libyalının aklında ne vardı? Harem’i mi ele geçirecekti yoksa Aya İrini’yi mi işgal edecekti? Kaşıkçı Elması’nı çalmayı düşünmüş olmasın! Dün ortaya atılan bir iddia, bu esrarengiz baskını biraz daha ilginçleştirdi. İddiaya göre Libyalı baskıncı bir gün önce Beyoğlu’nda bir pavyonda soyulmuştu. Bu baskın da onun intikamıydı. İntikam için pavyon yerine saray basmak pek akla uygun gelmese de neden olmasın!


Geçen günlerde İstanbul’un eğlence mekanı Beyoğlu Emniyet Müdürü ile konuşurken ilginç bir olay anlattı. Beyoğlu’nda kapkaçı, hırsızlığı bitirdiklerini ancak iki pavyonun turistleri soymaya devam ettiğini ve bir türlü baş edemediklerini söyledi. Yasalar değişiyor, emniyet müdürleri değişiyor, dünya değişiyor ama Türkiye’de bazı şeyler hiç değişmiyor. Neden değişmediğini anlamak pek de mümkün değil. Türkiye’yi yurtdışında anlatan tanıtım yazılarında yabancı turistler için iki uyarı maddesi var. İlki (muhtemelen Libyalının da düştüğü) pavyon kazıklanmaları, ikincisi ise taksi dolandırıcılığı. Bir zamanlar Prag için korku filmi niyetine taksicilerin turist kazıklama hikayeleri anlatılırdı, onlar çözdü, biz çözmek yerine büyüttük. ‘Nasıl olur?’ demeyin.


Mesela sarayı basmaya giden manyak Libyalı muhtemelen dolandırıcı bir taksiciden intikam almaya da gidiyor olabilir. Zira bir askeri vurduğu kapının hemen dibinde sadece yabancı turistlere hizmet veren bir taksi durağı var. Türk olduğunuzu anlayınca bu durakta çalışan taksiciler gevrek gevrek suratınıza gülüp almıyorlar. Dağ başı değil ya hemen taksi durağının önündeki trafik polisine şikayet ediyorsunuz, onlar da pişkin pişkin yüzünüze bakıp ‘karakola gidip şikayet etmeniz’i söylüyorlar. Gel de işi gücü bırakıp şikayet etmeye git... Yani İstanbul’un orta yerinde polisi, taksicisi bir tezgah kurulmuş, yıllardır tıkır tıkır işliyor. İstanbul’a ne emniyet müdürleri ne belediye başkanları geldi geçti, hiçbiri çözmedi, çözemedi... Bu yaşananlar yeni de değil. O taksi durağı neredeyse 11 yıldır aynı yerde. Peki, neden Türkleri değil de yabancıları alıyorlar diye sormaya gerek var mı? Anlayacağınız, bahtsız Libyalı önce pavyonda dolandırılıp üstüne bir de taksiciler tarafından kazıklandıysa Topkapı Sarayı’nı basacak bir manyaklık seviyesini yakalamış olabilir. Neden olmasın!


Bu arada şehrin ortasında dünyanın en ünlü turizm merkezlerinden biri olan “Topkapı Sarayı’nda vurulan askerin suçu ne” sorusunu da sormadan mevzuu kapatmayalım. Sahi Topkapı Sarayı’nı neden asker koruyor, aramızda bunun mantıklı bir cevabını verebilecek olan var mı?
Dedim ya, dünya değişiyor ama bazı şeyler Türkiye’de hiç değişmiyor, hiç!


Tabutta sevişmek yasaktır
Çatışma sonrası Topkapı Sarayı yeniden hizmete açıldı. Turistlerin ilgisini en çok çatışma yeri ve kurşunlanan askerin kulübesindeki izler çekmiş. Bunu anlatan gazete haberlerine baktığımızda bir turistin ilgiyle ellerini duvardaki saçma deliklere dokundurduğunu görüyoruz. Turizm tam da böyle bir şey işte.


Gerçeğin plastikleştiği, acıların çerçevelendiği bir kartpostal. O kartpostalın içinde hep Eifel resmi olacak değil ya! Pakistan’da Usame bin Ladin’in öldürüldüğü ev de, Saraybosna kuşatmasında kullanılan tünel de bugün turistik bir kartpostalın içine girebilir. Lübnan’da bir zamanlar bombalanmış askeri zırhlı araçlardan oluşan bir heykeli görmeye gittiğimizi hatırlıyorum. Berlin’de doğu ile batı arasındaki duvar belki kalktı ama o duvarın önündeki kontrol noktası hala duruyor. Berlin’de ister burayı ziyaret edebilirsiniz, isterseniz STASI müzesine gidip işkence aletlerine bakabilirsiniz. İşkence demişken Edinburgh’da ortaçağdan kalma bir işkence müzesi var. Peki ya Londra’da Harrods mağazasında hala Lady Di ve sevgilisi için ziyarete açık bir köşe olduğunu biliyor muydunuz? Mum yakıp dilek bile dileyebiliyorsunuz. Paris’te Pere Lachaise mezarlığında günlük turları unutmayalım. Mezarları gezebiliyorsunuz. Çok uzağa gitmeye de gerek yok, Ankara’da Mamak Cezaevi müze yapıldı. Yalnız gezerken dikkat, geçen gün bir turisti içeride unutmuşlar, adamcağız sabaha kadar cezaevinde mumya heykellerin arasında sabahlamak zorunda kalmış.


Kamboçya ve Vietnam’a ziyarete giden bir arkadaşım görülecek yerler listesi istedi. “Savaş müzesi var, Kamboçya’da kullanılan, milyonlarca çocuğu sakat bırakan yer mayınları sergisini gezebilirsiniz” dedim. Dehşetle bana baktı. Bir iki gün sonra telefonuma ondan bir mesaj geldi. “Yer mayınları müzesini gezemedik ama Vietnam Savaşı’ndaki tünellerin gezdirildiği tura katılıyoruz” yazıyor. Daha önce konsept bir butik otelin deli odası şeklinde döşenmiş bir odasında kaldığımı söylemiş miydim? Söylemediysem o zaman diğer arkadaşımın hücre şeklinde döşenmiş bir diğer odasındaki ranzada kaldığını da söylememişimdir. Yahu böyle şey olur mu demeyin, üst kattaki odalarda tabutların içinde uyuma imkanınız vardı. Yalnız bir şartla, odayı tutarken resepsiyondan önemli bir konunun altını çiziyorlardı: 5 yıldızlı otel parası veriyor olsanız bile ‘tabutta sevişmek yasaktı’. Kırılıyormuş!

Radikal, Yazı: Cüneyt Özdemir, 02.12.2011

HAYDARPAŞA PORT HAYATA GEÇİRİLİYOR

 

 

Tarihi Haydarpaşa Garı ve Harem otogarının bulunduğu alan, turizm ve ticaret merkezi oluyor.

TCDD ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında 2007'de imzalanan protokolle ilgili proje planı, Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Koruma Kurulu'nun onayladığı söz konusu düzenleme, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin kasım ayı toplantılarında görüşülerek oyçokluğu ile kabul edildi.

 

Haydarpaşa ve Kadıköy Merkez bölgesi olarak belirlenen kısmın plan düzenlemesini inceleyen 6 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, emsal ve inşaat yüksekliklerinin 4 katla sınırlandırılmasına karar verdi. Daha önceki planlarda 5 kat ve 27 metre olarak belirlenen yapı yüksekliği 4 kat olarak sabitlendi. Kültürel tesis alanı olarak belirtilen kısımlarda kültür tesisi büyüklüğünde ticaret merkezi yapma izni yüzde 20 olarak sınırlandı. Haydarpaşa gar binasının giriş katı gar hizmeti kapsamında kullanılacak. Zemin ve üst katlar ise müze, konser, sergi, kültürel tesis ve konaklama amaçlı kullanılabilecek. Tescilli yapıların emsal dışına çıkarılmasını iptal eden Koruma Kurulu, toplam yapılaşma miktarını da azalttı. Ayrıca plan üzerinde korunan akaryakıt istasyonları da iptal edildi. Proje safhasında belirlenecek ihtiyaca göre akaryakıt istasyonları konulabilecek.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 26.11.2011

 

******


HAYDARPAŞA YANGINI KARANLIĞA GÖMÜLDÜ

 

 

Haydarpaşa Garı yangınının bir yılı bugün geride kaldı.Geçen bir yıl boyunca Haydarpaşa Garı’nın yanan çatısının yeniden onarılması için gerekli kurul raporu oluşturulmadı. Ancak çatının yanan bölümü geçici olarak kapatıldı, kurul raporu olmadan yeni kısmi onarımlar yapıldı. Halen sürmekte olan tadilatta Haydarpaşa Garı’nın denize bakan tarafındaki merdivenlerden bir basamak eksildi. Yangın sonrası savcılığın başlattığı soruşturmadan sonra bilirkişi raporunun oluşturulamamasıyla hala açılmış bir dava ortada yok. Kadıköy savcısı Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası(BTS) ve Mimarlar Odası(MO)’nın talebine rağmen soruşturmanın geldiği aşamayı açıklamıyor.

 

Haydarpaşa Garı yangınıyla ilgili BTS ve MO’nun birlikte yaptıkları suç duyurusunun yanında TÜKODER ve İstanbul Barosu’nun da suç duyurusu var. TCDD müfettişlerinin hazırladığı veTeftiş Kurulu Başkanlığı imzasıyla açıklanan raporda yangının tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu çıktığı, İşin başında kontrolle görevli TCDD personelinin ihmali ve kusuru olduğu belirtildi. Suçlu olarak bulunan müteahhit firma ve çalışanları iş teslim tarihinin sona ermesinden 3 gün sonra Pazar günü Haydarpaşa Garı’na gelerek çalıştıkları için suçlu oldukları belirtildi. BTS 2 No’lu şube başkanı Hasan Bektaş raporda ağır cezalar önerildiğini, sorumluların bu işten el çektirilmeleri gerektiğinin önerildiğini fakat raporun üzerine yatıldığını çünkü sorumluların görevine devam ettiğini söyledi. Bektaş, sorumlular işten el çektirilmiş olsalar ve ağır cezalara çarptırılmış olsalardı bile yangının arkasındaki büyük tablonun aydınlatılması gerektiğini belirtti.


Haydarpaşa Garı’nı da kapsayan ve Haydarpaşa ve Harem arasındaki bölgeyi yeniden düzenleyen planın onaylanmasını Bektaş, bu yangındaki soru işaretlerini arttırdığını ifade ediyor. Koruma Kurulu’nun onayının ardından İBB Meclis onayından çoğunluk kararıyla geçen planın İBB'de askıya çıkmasının ardından   BTS ve Mimarlar Odası “Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Harem otogarının bulunduğu bölgenin kültür, turizm, ticaret alanına dönüştürülmesini” içeren planı yargıya taşıyacak BTS ve Mimarlar Odası Haydarpaşa Garı yangının birinci senesi ve yeni onaylanan planla ilgili bugün basına açıklama gönderilecektir.

Haydarpaşa Garı’nın bir yıl önce 28 kasım saat 03.00 civarında çıkan bir yangınla çatısı yanmıştı. Yangına saatler sonra müdahale edilmesi tarihi Haydarpaşa Garı çatısının büyük hasara uğramasına neden olmuştu.

Birgün, Haber: Seray Mansuroğlu, 28.11.2011

 

******


HAYDARPAŞA ONAYINA MİMARLAR ODASI AÇIKLAMASI

 

 

Haydarpaşa yangınının birinci yılında soruşturma hala sürerken yağmayı koruma planı onayladı.

 

Bugün haberlerde bolca yer tutan Haydarpaşa Garı Yenileme Projesi'ne ilişkin Mimarlar Odası İstanbul Şubesi'nin yaptığı yazılı açıklmanın tam metni şu şekilde:

 

"Kamuoyunca da çok yakından izlendiği ve bilindiği gibi; İstanbul'un en önemli simgesel değeri ve kent içi ulaşımın önemli bir unsuru olan tarihi ve kültürel varlığımız Haydarpaşa garı ve çevresinin uluslar arası emlak tacirlerine pazarlanma süreci 2003 yılından beri sekiz yıldır kesintisiz olarak sürdürülmektedir. Ve bu yağma savaşının uğrunda hiçbir fırsat kaçırılmamış, kamuoyunu yanıltmak amacıyla her türlü hile kullanılmış, anayasaya aykırı yasalar, yönetmelikler, kararnameler çıkartılmış, bütün ülkenin içini yakan ve birinci yılını dolduran 28.Kasım yangını dahi bu rant savaşının bir fırsatı olarak değerlendirilmeye çalışılmıştır.

 

100 yıllı aşkın geçmişinde tarihimizin önemli olaylarına sahne olmuş ve Anadolu'nun batıya açılan kapısı konumuyla toplumsal belleğimizde çok özel bir yer edinmiş olan Haydarpaşa Garı ve yakın çevresi tarihi, kültürel değerleriyle aynen korunması gereken 1. grup kültür varlığı olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmış olmasına rağmen; başta TCDD yönetimi olmak Haydarpaşa Gar Liman ve çevresi ile tüm demiryollarımızı Türkiye'nin en büyük özelleştirme projesi olarak ilan ederek uluslararası pazara çıkaran iktidarların elinde kasıtlı bir özensizliğe ve bakımsızlığa mahkum edilmiştir.

 

Bütün uyarılarımıza,yasadışı yapılan tadilat çalışmaları hakkındaki savcılıklara yapılan suç duyurularımıza ve kamuoyunun süregelen yoğun ilgisine rağmen neredeyse kasıtlı olarak gerçekleştirilen özensizlik ve bakımsızlık sonucunda Haydarpaşa Garı 28.Kasım 2010 günü dünyanın gözü önünde TCDD'nin Teftiş Kurulu Başkanlığının raporlarına dahi yansıyan bir dizi tedbirsizlik, özensizlik sorumsuzluk ve ihmal sonucu yanmış ve çok ciddi bir hasar almıştır.

Yangın sonucunda gerekli yasal soruşturmanın yapılması ve suçluların cezalandırılması beklenirken; toplumsal tepkiler nedeniyle bugüne kadar gerçekleştirilemeyen ancak "bir türlü vazgeçilemeyen rantsal dönüşüm", 28 Kasım 2010 tarihindeki yangın bahane edilerek yeniden gündeme getirilmiş, yangından sonra acilen ve bilimsel tekniklere uygun olarak yapılması gereken onarım sürecinde, "yeniden kullanım" adı altında "gar" işlevinin ve binaya yeni işlevler verilmesi fikri tartışmaya açılmıştır.

 

Bu konuda; Haydarpaşa dayanışması bileşenleri olarak; Haydarpaşa Garı çatısının yanmasından sonra hızla gerçekleştirilmesi gereken restorasyon uygulaması için yapılmakta olan işlemler hakkındaki kaygılarımızı kamuoyu ile paylaşmış; Restorasyon sürecinde garın "çekim merkezi" olması için "yeniden kullanım" adı altında "gar" işlevinin ve binaya yeni işlevler verilmesi fikrinin tartışmaya açılmasını, başka bir meşrulaştırma aracı olarak değerlendirildiğini bildirerek,

 

1-İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 21.08.1997 gün ve 4542 sayılı kararı ile "1. grup korunması gerekli kültür varlığı" olarak tescil edilen Haydarpaşa Garı binasının tarihi ve kültürel değerleri ile fonksiyonları korunarak uluslararası koruma ilkeleri doğrultusunda restore edilmesini;

 

2-Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun önünde bulunan ve kamuoyunun bilgisine sunulan "Koruma Amaçlı Plan" İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 26.04.2010 gün ve 85 sayılı kararı ile "kentsel ve tarihi sit alanı" olarak tescil edilen Haydarpaşa Garı ve Limanı ile yakın çevresinin değerlerini yok eden ve yaklaşık 3.000.000 metrekare inşaat öngören bir yağma planıdır. Anayasa Mahkemesinin 5335 sayılı yasanın 32. maddesinin 1. fıkrasını iptal etmesinin ardından yasal dayanağı da kalmayan Haydarpaşa Koruma Amaçlı Nazım İmar Planının derhal gündemden çekilmesini ve alanın katılımcı bir planlama anlayışı ile değerlerine uygun şekilde planlanmasını,

 

3-Gerek restorasyon ve gerekse planlama sürecinde evrensel planlamanın olmazsa olmazı olan "katılımcılık" ilkesi temelinde Haydarpaşa Dayanışması bileşenlerinin sürece gözlemci statüsünde katılımının mutlaka sağlanmasını talep ettiğimizi bildirmiştik.

 

Bu süreç sonunda aradan bir yıl geçmesine rağmen hala soruşturma sonucu ve sorumluları kamuoyuna açıklanmayan yangın ertesinde TCDD 1. Bölge Müdürlüğü ile İTÜ TechnoBee akademik firması arasında yapılan sözleşmeye göre başlatılan "Rölöve Restitüsyon, Restorasyon" ve "yeniden kullanım/işlevlendirme" projeleri süreci de Haydarpaşa Garı ve çevresindeki ticari dönüşümün gerçekleştirilmesi yolunda istenilen sonucu sağlayamamıştır.

 

Zira; İTÜ TechnoBee akademik firması bünyesinde oluşturulan ve İTÜ tarafından görevlendirilen 9 uzman üyeden oluşan Danışma Kurulu da; hazırlanan projelerde Haydarpaşa Garı ve çevresinin işlevsel tarihsel ve kentsel bütünlüğünün korunacağını, birincil olarak ta Haydarpaşa gar binasının yapılış amacı ve işlevi değiştirilmeksizin projelendirme yapılacağını ilke kararı olarak kayda geçirmiştir.

 

Ve bu ilkelere uygun olarak hazırlanacak projelendirme süreci bitirilmeden teknik, yangın ve doğal afetlere karşı alınacak önlemler dışında Haydarpaşa gar binası ve yakın çevresinde hiçbir onarım ve yenileme çalışmasının yapılmaması konusunda kesin uyarılarda bulunmuştur. Ancak bütün bu uyarılara ve tespitlere rağmen bugün Haydarpaşa gar binasında yine hiçbir kurala uyulmadan yapılan müdahaleler devam ettirilmektedir. Bu konuda da yasal mercilere gereken başvurular yapılacaktır.

 

Bu sorumsuzlukların nedenlerinden birisi ise; bugüne kadar başta yangın olmak üzere gerçekleştirilen yanlış uygulamaların nedenleri ve sorumluları hakkında yapılan suç duyurularının ve soruşturmaların sonuçlandırılmaması olmuştur.

 

Ancak bu duyarsızlık, umursamazlık, cesaret ve cüretin asıl nedeni ise: deprem yangın gibi afetleri dahi kendi girişimleri doğrultusunda fırsat olarak kullanmaktan çekinmeyen iktidarın kurum, kural, bilim teknik, kamu ve toplum yararı tarih ve kültür tanımaz rant girişimlerinin kesintisiz devam ettirilmesi konusundaki ısrarcı tavrıdır.

 

Bu ısrarcı tavır birtakım sorumsuz yetkililere cesaret ve cüret kaynağı olmakla kalmayıp kamu adına görev yapan kurum, kuruluş ve kişileri çeşitli yöntemlerle baskı altına alarak istenilen sonuca ulaşmak için yasa çıkarmak dahil her yolu mubah görmektedir.

 

Bu konuda ki en büyük örnek ise; Tarihi, kültürel değerleriyle aynen korunması gereken 1. grup kültür varlığı olarak tescil edilmiş olan Haydarpaşa Garı ve yakın çevresi olmuştur.

 

En son olarak ta Haydarpaşa Gar çatısının yanışının birinci yılına 3 gün kala Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Harem otogarının bulunduğu bölgenin kültür, turizm, ticaret alanına dönüştürülmesini amaçlayan sözde "1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı", İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nde oy çokluğunca kabul edilmiştir.

 

Daha önce alınmış bulunan kurul kararlarını, ulusal ve uluslararası bilimsel çevrelerin ve kamuoyunun tepkilerini yok sayan bu plan, 2003 yılından bu yana gündeme getirilen kamuoyunun büyük bir tepkisi ile karşılanan ve bugüne değin hayata geçirilemeyen yapılaşma kararlarını esas alan bir niteliktedir.

 

Bu durum ise İBB'nin web sayfasında "Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Harem otogarının bulunduğu bölgenin kültür, turizm, ticaret alanına dönüştürülmesini amaçlayan "1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı", İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nde kabul edildi." şeklinde asıl dönüşüm amacı gizlenmeye dahi çalışılmadan haber olarak yer almıştır.

 

Söz konusu plan ile bütün tarihi ve kültürel özelliklerinin yan ısıra deprem bekleyen kentimizin Anadolu yakasında toplanma ve dağılım merkezi olarak kullanılabilecek nitelikte, deniz ve demiryolu bağlantısıyla bölgenin dünya ile temas kurabileceği tek alan olma özelliğini de taşıyan Haydarpaşa garı ve çevresi uluslararası rant merkezlerinin talebi doğrultusunda bütün ulusal ve evrensel koruma ve kullanma kuralları hiçe sayılarak turizm ve ticaret sektörünün hizmetine sunulmuştur.

 

Özellikle onaylanan "koruma planının" en dikkat çekici hükmü ise yıllarca topluma TCDD'ye Genel Müdürlük ve Bölge Müdürlüğü olarak hizmet vermiş Gar binasının otel yapılmasına vize verilmiş olmasıdır.


Ancak bu acımasız rant projesinde ısrarcı olan kesimler bilmelidirler ki başta Haydarpaşa Dayanışması olmak üzere toplumun tüm duyarlı kesimlerinin Haydarpaşa gar liman ve çevresinin işlevine tarihsel kentsel ve kültürel önemine uygun olarak korunup yaşatılması konusundaki toplumsal duyarlılığı ve ısrarı bu girişimi de diğerleri gibi sonuçsuz bırakacaktır.

 

Gerek hala soruşturma sonucu belli olamayan yangın, gerek garda sürdürülen hatalı uygulamalar ve gerekse son olarak onaylanan sözde koruma planı hakkındaki tüm yasal girişimler ve kamuoyu desteği dün olduğu gibi bugünde sürdürülecek sekiz senedir ranta açılmayan Haydarpaşa Garı daha nice yıllar İstanbul'a ve dünyaya hizmet vermeye devam edecektir.

 

Kamuoyumuzun bilgisine sunar, Haydarpaşa Dayanışması olarak, tarihi ve kültürel değerimizin, toplumsal belleğimizin bir parçası olan Haydarpaşa Garı, Limanı ve yakın çevresinin yağmalanmasına izin vermeyeceğimizi bir kez daha yineleriz."

Arkitera, 28.11.2011

'YAĞMAYI KORUMA PLANI'

 

 

Haydarpaşa Garı'nın çatısında büyük bir hasara neden olan yangının birinci yılı nedeniyle yazılı bir açıklama yapan Toplum Kent ve Çevre İçin Haydarpaşa Dayanışması, soruşturma tamamlanmamış olmasına rağmen geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi tarafından kabul edilen '1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Garı ile Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı''yağmayı koruma planı' olmakla eleştirdi.
 
Dayanışma bileşenleri adına TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve BTS - Birleşik Taşımacılık  Çalışanları Sendikası ortak imzasıyla duyurulan açıklamada, Haydarpaşa Garı'nın 28 Kasım 2010 günü dünyanın gözü önünde TCDD’nin Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın raporlarına dahi yansıyan bir dizi tedbirsizlik, özensizlik, sorumsuzluk ve ihmal sonucu yandığı ve çok ciddi bir hasar aldığı anımsatılıyor.

"Yangın sonucunda gerekli yasal soruşturmanın yapılması ve suçluların cezalandırılması beklenirken, toplumsal tepkiler nedeniyle bugüne kadar gerçekleştirilemeyen ancak 'bir türlü vazgeçilemeyen rantsal dönüşüm'ün, yangın bahane edilerek yeniden gündeme getirilmiş, yangından sonra acilen ve bilimsel tekniklere uygun olarak yapılması gereken onarım sürecinde, 'yeniden kullanım' adı altında binaya yeni işlevler verilmesi fikri tartışmaya açılmıştır" denilen açıklamada, kabul edilen yeni planın daha önce alınmış bulunan kurul kararlarını, ulusal ve uluslararası bilimsel çevrelerin ve kamuoyunun tepkilerini yok saydığı savunuluyor ve 2003 yılından bu yana gündeme getirilen ve bugüne değin hayata geçirilemeyen yapılaşma kararlarını esas alan bir nitelikte olduğu belirtiliyor.

"Onaylanan 'koruma planının' en dikkat çekici hükmünün ise gar binasının otel yapılmasına vize verilmiş olmasıdır" denilen açıklamada, ayrıca deprem riskine de dikkat çekiliyor ve Anadolu yakasında toplanma ve dağılım merkezi olarak kullanılabilecek nitelikteki tek merkezin ulusal ve evrensel koruma ve kullanma kuralları hiçe sayılarak turizm ve ticaret sektörünün hizmetine açıldığı iddia ediliyor.

Yapı, 30.11.2011

400 YILLIK ÇARŞIYA BÖYLE DALDI

 

 

Edirne’de tarihi Selimiye Cami Arastası’nın girişini sokak zanneden bir sürücü, 400 yıllık çarşının kapısını otomobiliyle kırarak içeri daldı. Sabah saatlerinde çarşı girişine gelen dükkan sahipleri, gördükleri manzara karşısında şaşkına döndü. Çarpmanın etkisiyle yerinden çıkan 5 metrelik kapı kanadı, vinç yardımıyla yerinden çıkarılırken, polis tarafından gözaltına alınan sürücü ve yolcu ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Kaza saat 04.00 sıralarında Mimarsinan Caddesi üzerinde meydana geldi. İstanbul’dan kiraladıkları 34 HF 5973 plakalı otomobille Edirne’ye gelen sürücü A.H. ve M.H. Edirne sokaklarında gezintiye çıktı. Mimar Sinan Caddesi üzerindeki Selimiye Camii Arastası’nın girişini sokak zanneden sürücü A.H., 5 metrelik çift kanatlı kapının sol kanadını kırıp içeri girdi.

Kazayı kameradan fark eden güvenlik görevlisi Mehmet Yiğit, araçtan çıkan sürücü ve yolcunun olay yerinden ayrılmasına engel olarak polise ve çarşı yöneticilerine haber verdi.

Sabah saatlerinde çarşı girişine gelen dükkan sahipleri, her gün giriş yaptıkları kapıdan içeri girmiş otomobili görünce şaşkına döndü. Çarşının diğer kapılarından giriş yaparak işyerlerini açan dükkan sahipleri, ilk defa böyle bir durumla karşılaştıklarını dile getirdi. Kapının yenilenmesinin birkaç haftayı bulabileceğini söyleyen Arasta Çarşısı Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Yunus Saç, "Burayı yol zannedip girmişler. Kapıyı vince bağlayıp aracı çıkaracaklar. Kapı yapılana kadar arkadaşlarımız çarşıda nöbet tutacak" dedi.

Kazanın ardından olay yerine gelen Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hayati Binler de Selimiye Arastası’nın Sultan Selim Han tarafından yaptırılan ve 1575 yılında biten Selimiye Cami’ne gelir temin etmek amacıyla ilave edildiğini söyledi. Binler, "Kapının sol kanadı zarar görmüş. Vinç getirtip araca ve insanlara zarar vermeden kapıyı açacağız. Gerekli işlemler yapılacak" diye konuştu.

Olayın ardından gözaltına alınan ve alkollü olmadığı belirlenen sürücü A.H. ve yolcu. M.U. Selimiye Polis Merkezi Amirliği’nde ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Milliyet, 30.11.2011

ARKEO-SEV'İN "SOLİ SÜTUNLARI KORUNSUN" TALEBİ DOĞRU BULUNDU


 

Arkeolojik kültür varlıklarının korunması ve bu alandaki tahribatın engellenmesi için gönüllü çalışmalar yürüten Arkeo Sev Sivil  Platformu tarafından “Soli-Pompeiopolis Antik Kentine Sahip Çıkalım…”  başlıklı bir açıklama yapıldı.

Soli sütunları önünden geçen karayolunun trafiğe kapatılması ile ilgili talep dilekçesi hakkında UKOME tarafından alınan kararlar üzerine, Arkeo-sev’in yaptığı yazılı açıklamada şöyle deniliyor:

“Arkeo-Sev Platformu olarak, 20 Temmuz 2011 tarihinde, Soli sütunlarının korunmasına yönelik olarak, Mersin Valiliği ve Mezitli Belediyesi başta olmak üzere, ilgili kurumlara ilettiğimiz dilekçemizde, karayolunun yıkıcı etkilerine karşı acil önlem alma çağrısı yapılarak, şu taleplerimiz sıralanıyordu:

 

-1) Uzun vadede, “Madımak Sitesi” ile “Jasmin İşletmesi” arasındaki bölümün taşıt trafiğine tümüyle kapatılması

 

- 2) Acil olarak ise, “Madımak Sitesi” ile “Jasmin İşletmesi” arasındaki bölümde hız ve tonaj limitli bir uygulamaya geçilmesi

UKOME Genel Kurulu, Arkeo-Sev’in bu somut taleplerini görüşmüş ve;
 

1) Kısa vadede Mezitli Belediyesi'nce kasis yapılmasına,
 

2) Bu güzergah üzerindeki araçların da hız ve tonaj limiti denetimlerinin İl Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü'nce yapılmasına...

karar vermiştir.

Böylece 3 Şubat 2011’den bu yana Mezitli Belediyesi’ne yazılı olarak sunduğumuz, fakat herhangi bir somut adım atılmayan tedbirler konusunda resmi kararlar alınmıştır.

Bu kararın alınmasını kutluyor; bu kararın çıkmasında olumlu rolü olan tüm kurum ve kişilere teşekkür ediyoruz.
 


Kararlar Derhal Uygulanmalı
UKOME Kararlarının uygulayıcıları olan Mezitli Belediyesi ve İl Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü’nden, Soli sütunları önündeki yolun uygun noktalarına kasislerin; hız ve tonaj limitini bildiren çift yönlü panoların yerleştirilmesini bekliyoruz.

Yaklaşık 1 000 000 Tl. bütçeli bir restorasyon projesinin yürümekte olduğu Soli sütunlarının, antik liman ve höyüğün, Mezitli’de yaşayan ve büyük çoğunluğu göçle gelmiş olan yurttaşlarımıza tanıtılması ve sahiplenilmesinin sağlanması çok önemlidir. Bu kapsamda, yoldaki kasis; hız ve tonaj limiti uygulamasının gerekçelerini, bu alanların arkeolojik sit alanları oluşuna ve onlara sahip çıkıp korumak gerektiğine bağlı olarak açıklayan panoların yerleştirilmesi, UKOME kararlarının benimsetilmesinde olumlu olacaktır.

301 Nolu Sahil yolunun önümüzdeki dönemde taşıt trafiğine tümüyle kapatılacak olması, bu yol üzerinde şimdiden kasislerin ve hız-tonaj tahdit panolarının yerleştirilmesini gereksiz kılmıyor. Tam tersine, halkın bu dönüşüme hazırlanması için bu idari tedbirler en kısa sürede uygulanmalıdır. Resmi kararların uygulanmak üzere alındığını; bunları uygulamamanın suç oluşturduğunu anımsatmak isteriz.

Arkeo-Sev, idari kararların toplumsal bilinç dönüşümüne bağlı olarak uygulanmasından yanadır. Bu bakımdan, daha önce de talep ettiğimiz gibi, Mezitli Belediyesi’nin, vakit geçirmeden, Mezitli İlçesi'ndeki arkeolojik değerlerle ilgili olarak üç önemli tarihi noktayı haritalı ve ışıklı bilgi ve yön tabelaları ile tanıtmasını talep ediyoruz.

Bu noktalar, Soloi-Pompeiopolis antik kentinin, Höyük, Liman, Kral Yolu, Hamam vb. gibi değişik noktaları; Eski Mezitli’deki Çukurağıllık ören yeri ve  Kuyuluk yolu ile  Soli-Akdeniz Mahallesi’ndeki  kaya mezarları alanlarıdır.

Mezitli Belediyesi’nin, sivil toplum oluşumlarını adeta kendisine “rakip”miş gibi görmekten artık vazgeçmesini, onlarla uyumlu ve ortak platformlarda çalışma beceri ve alışkanlığını geliştirmesini bekliyoruz.


UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine Uzanan Bir Süreç…
Sayın Prof.Dr. Remzi YAĞCI başkanlığındaki bir ekip tarafından sürdürülen kazı çalışmalarında elde edilen arkeolojik bulgularla, Soloi – Soli - Pompeiopolis antik kent ve antik limanı, giderek daha çok tanınmaktadır. Arkeo-Sev de özel bir çaba ile bu dünya kültür mirasının tanınmasına katkıda bulunmayı önemsemektedir.

Doğu Akdeniz'deki Soli-Pompeiopolis antik kenti, Mersin'in başka bir çok ören yeri gibi, UNESCO kültürel mirası olabilme ölçütlerine uygun bir arkeolojik-tarihsel miras özelliğindedir. Bu bakımdan antik kente ilişkin kazı, restorasyon ve tüm öteki kültürel etkinliklerin, Soli- Pompeiopolis  antik kentinin, UNESCO Doğal ve Kültürel Miras Listesine aday olabilmesine yönelik olması gerektiğini düşünüyoruz.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Aday Listesinde yer alma hedefi yolundaki bir koruma planına sahip olmak demek, onlarca yıl boyunca sürecek sistemli bir çalışma organizasyonuna girişmek demektir. Bu noktada yapılacak öncelikli iş ise, bu hedef için çalışacak sivil ve resmi kurum temsilcilerinden meydana gelen geniş bir kurul oluşturmaktır.

Antik Liman Artık Daha Ön Planda
Soli Kazı Heyeti sayın başkanın da öngördüğü gibi, Soli Sütunlarının restore edilmeye başlanması ile birlikte 2000 yıllık antik limanın  ayağa kaldırılması konusuna bir adım daha yaklaşılmış olmaktadır. Bu bakımdan Liman çanağının Sütunlu cadde ile birleşme noktası üzerinden geçen şimdiki karayolunun taşıt trafiğine kapatılması zaten kaçınılmaz olacaktır.
 

Tarihi Soli  antik limanı, bir yandan Doğu Akdeniz’deki eski ticari bağlantı değeriyle, öte yandan modern şehircilik ve alternatif ulaşım yollarından birisi olarak mutlaka değerlendirilmeli; şimdiden, kapsamlı projenin bir ayağı olarak ele alınmaya başlanılmalıdır.
 

Arkeo-Sev sivil platformu olarak, bu alanlara ilişkin atılacak tüm olumlu adımları destekleyeceğimizi; hatalı girişimlere kararlılıkla karşı duracağımızı ve kamuoyunu uyarma işlevimizi sürdürmeye devam edeceğimizi bir kez daha açıklıyoruz.

Arkeo-Sev Sivil Platformu

UKOME'nin Arkeo-Sev'in konu ile ilgili dilekçesi üzerine alınan karar metni şöyledir:

---------------------------------------------------------------------

T.C.
MERSİN BÜYÜKŞEHİR
BELEDİYE BAŞKANLIĞI
(İşletme ve İştirakler Daire Başkanlığı)

Sayı : M .33.0. MBB. 0.28/ 4.00 Mersin
Konu : 301. Sokak 17/ 11/ 2011


UKOME ( Ulaşım Koordinasyon Merkezi) Genel Kurulu 19.10.2011 tarihinde yapmış olduğu toplantıda; Mezitli Viranşehir bölgesinde Soli-Pompeipolis 1. dereceden arkeolojik bölümün araç trafiğine kapatılması ve hız ve tonaj limitli bir uygulamaya geçilmesi ile ilgili talebiniz görüşülmüş olup;

kısa vadede Mezitli Belediyesi'nce kasis yapılmasına,

bu güzergah üzerindeki araçların da hız ve tonaj limiti denetimlerinin İl Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü'nce yapılmasına,

uzun vade içerisinde de Mezitli Belediyesi'nce hazırlanan proje kapsamı içerisinde değerlendirilmesinin kabulüne oy birliği ile karar verilmiştir.

Bilgilerinize rica ederim.

Ali Ekber ASKER
UKOME Genel Kurul Başkanı
Genel Sekreter Yrd.
Arkeo-Sev, 30.11.2011

TARİHİ YENİLEMEYE 10 MİLYONLUK YATIRIM

 

Mimar Sinan'ın son eseri Valide-i Atik Külliyesi ve Nakkaşhanesi, Adile Sultan Kasrı gibi eserlerin restorasyonunu tamamlayan Üsküdar Belediyesi, şimdi yaklaşık 10 milyon TL yatırımla harabe durumdaki 10 tarihi eseri daha ayağa kaldırmak için harekete geçti. Çalışmalara başlanan söz konusu eserler şöyle: Fransız Okulu, Şehit Ahmet Paşa Sıbyan Mektebi, İskender Baba Türbesi, Yakup Ağa Sıbyan Mektebi ve Çeşmesi, Abdullah Ağa İptidai Mektebi, Nalçacı Dergahı ve Haziresi, Burhan Felek Bey Köşkü, Çamlıca Mehmet Efendi Tekkesi, Fatma Adeviye Dergahı ve Şeyh Dairesi Müştemilatı.

Sabah, 30.11.2011

MOLLA HÜSREV RESTORE EDİLECEK

 

Mimar Sinan'ın son eseri Valide-i Atik Külliyesi ve Nakkaşhanesi, Adile Sultan Kasrı gibi eserlerin restorasyonunu tamamlayan Üsküdar Belediyesi, şimdi yaklaşık 10 milyon TL yatırımla harabe durumdaki 10 tarihi eseri daha ayağa kaldırmak için harekete geçti. Çalışmalara başlanan söz konusu eserler şöyle: Fransız Okulu, Şehit Ahmet Paşa Sıbyan Mektebi, İskender Baba Türbesi, Yakup Ağa Sıbyan Mektebi ve Çeşmesi, Abdullah Ağa İptidai Mektebi, Nalçacı Dergahı ve Haziresi, Burhan Felek Bey Köşkü, Çamlıca Mehmet Efendi Tekkesi, Fatma Adeviye Dergahı ve Şeyh Dairesi Müştemilatı.

Sabah, 30.11.2011

TARİHİ YOK ETTİLER!

 

 

Urartular döneminde yaptırılan tarihi taş köprü, köylüler tarafından yıkılıp beton köprü yapıldı. 2 bin 750 yıllık köprünün yerine yaptırılan beton köprü, hayvanların da yararlanması için inşa edildi.

Kars’ın Arpaçay İlçesi'ne bağlı Taşköprü Köyü'ne adını da veren tarihi köprü, köylüler tarafından yıkılarak yerine beton köprü yapıldı. Urartular döneminde yaptırılan tarihi taş köprü, işe yaramıyor diye muhtar Bahri Daşdemir tarafından yıktırıldığını söyleyen Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bölüm Başkanı ve sanat tarihçisi Doç.Dr. Ali Murat Aktemur bölgede yaptığı araştırmalar ile Tarihi köprünün üzeri hafriyatla kapatılarak yerine beton köprü yapıldığını iddia etti.

Taşköprü Köyü'nde yaşayan köylüler yeni bir köprü yaptırmak için harekete geçti. Tarihi köprü yok edilip üzerine beton bir köprü yapıldı. Bölgeye görevli olarak giden Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bölüm Başkanı ve sanat tarihçisi Doç.Dr. Ali Murat Aktemur, köprünün ortadan kaldırıldığını gördü. Muhtara köprünün nerde olduğunu soran Aktemur “köprüyü yıktık” cevabı üzerine şok oldu. O dönemde Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna bağlı olan Taşköprü ile ilgili Kars’ta 1 ay önce kurulan Koruma Kurulu tarafından inceleme başlatıldı. Kars Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürü Hüsnü Genç, “Köprünün yapımından haberimiz yok. Tarihi köprü kim tarafından yıkılıp yerine yeni köprü yapılmışsa idari işlemi başlatacağız” dedi.

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim bölüm başkanı sanat tarihçisi Doç.Dr. Ali Murat Aktemur, “2 bin 750 yıllık tarihi olan taş köprünün üzerinin hafriyatla kapatılıp yerine betonarme bir köprünün yapıldığından kültür ve tabiat varlıkları koruma kurulunun haberi var mı? Varsa neden müdahale etmediler? Yoksa eğer, bu müdürlük ne iş yapar? Urartular döneminde yaptırılmış ve günümüze kadar bir şekilde ulaşmış olan bu yapıtı koruyamayan kurul acaba neyi koruyor” diyerek kurula tepki gösterdi.

Erzurum Gazetesi, Haber: Soner İstanbullu, 30.11.2011

OSMANLI REVAKLARI 4 AY DAHA KABE'DEKİ YERİNDE

 

 

Son 80 yılda Kabe'nin etrafındaki 300'e yakın eski eser, alan genişletme çalışmaları kapsamında yıkıldı. Şimdi de Kabe'nin etrafını genişletmek için Osmanlı revaklarının yıkılması planlanıyor. Ancak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, Suudi dışişleri bakanı ile yaptığı görüşme sonucunda yıkım kararını 4 ay süreyle durdurma sözü aldığı öğrenildi.

 

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Kabe'deki düzenlemeyle ilgili kararın, Suudi Arabistan yönetimince 4 ay ertelendiğini açıkladı. Türk hükümetinin Suudi Arabistanlı muhataplarıyla yaptığı görüşmelerin olumlu sonuç verdiğini belirten Bozdağ, "Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, Suudi dışişleri bakanı ile yaptığı görüşmede yıkım kararını 4 ay süreyle durdurma sözü aldı. Bu süre zarfında Kabe'nin yüce maneviyatı ruhaniyesinin korunması için revakları yıkmadan Kabe alanını genişletme konusunda görüşmeler yapacağız.'' dedi.

 

Önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan'dan Türkiye'ye konuyu görüşmek üzere bir heyet geleceğini vurgulayan Bozdağ, "Diyanet İşleri Başkanlığı'mızın misafiri olarak gelecek heyette, Kabe ve civarını iyi bilen mimar ve mühendisler ile Kabe'nin sorumluluğunu yürüten yetkililer olacak.'' diye konuştu.

 

Bu arada Türk makamları, revakların korunarak alanın genişletilmesi için Suudi yönetimine alternatif proje önerecek. İslami Miraslar Araştırma Komisyonu yetkililerinin de yer alacağı heyet, Kabe'nin etrafında yer alan çoğunluğu Osmanlı dönemine ait tarihi yapıların yıkılmaması için Türk hükümeti ile ortak çalışma yürütecek. Mekke'de kentsel planlama alanında çalışmalar yapan Suudi mimar Sami Angawi, "Bu proje gerçekleşirse yakında bölgede gökdelenlerden başka bir şey bulamayacaksınız. Gökdelenler ve otellerle Allah'ın evi ticarileştirilmemeli. Hacda, her zaman herkesin eşit olması gerekiyor. Ulus yok, sınıf yok. Kabe, bu dengeyi bulabildiğimiz tek yer. Kabe'de dünyevi şeyleri arkanızda bırakmanız lazım.'' diyerek projeye karşı çıkıyor.

Zaman, 30.11.2011

55 YILLIK VİCDAN AZABI TARİHİ GERİ GETİRDİ

 

 

Amerikalı turist Eliza B. Chrystie 1956 yılında Ayasofya’dan götürdüğü eşsiz mozaik parçalarını geçen yıl ‘vicdan azabı çektiğini’ belirterek geri getirdi. Müzeye eserleri vermeye cesaret edemeyen Chrystie, Sultanahmet’te alışveriş yaptığı kuyumcuya müzeye verilmek üzere teslim etti. Kuyumcu Adil Birsen üzeri altın varak kaplama 11 mozaik tesserayı tutanakla Ayasofya Müzesi yetkililerine verdi.


Tutanakta ‘‘Amerikalı Chrystie’nin 5 adet taş, 6 adet cam tesseranın kendisine huzursuzluk verdiğini bildirdiği ve Ayasofya’ya iade edilmesini istediği’’ belirtildi. Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, teslim edilen eserlerin görünüşte küçük ama manevi değerinin büyük olduğunu belirterek ‘‘Aynı kadirşinaslığı Louvre Müzesi’nden de bekliyoruz. Müzemize ait çini panoyu iade etsinler’’ dedi.


Eşi asker olan Amerikalı Eliza B. Chrystie 1956 yılında eşinin katıldığı bir toplantı dolayısıyla Ankara’ya geldi. Ülkesine dönmeden önce İstanbul’u ziyaret ettiler.


Ayasofya Müzesi’ni ziyaret için geldiklerinde müzede restorasyon çalışması vardı. Müzeyi gezerken çalışanlar kendilerine eşsiz güzellikteki mozaiklere ait, üzeri altın varak kaplama cam ve renkli taşlardan (tessera) 11’ini verdi. Chrystie bunları çantasına koydu ve ülkesine döndü. İnsanlığın ortak mirası Ayasofya’ya ait 1500 yıllık mozaik parçalarını evinin bir köşesinde yıllarca özenle saklayan Chrystie, evine gelen tüm misafirlerine bu parçaları gösterdi.


Ancak aradan zaman geçtikçe Chrystie kendine ait olmayan bu tesseralardan rahatsızlık duymaya başladı. Kabuslar gördü. Vicdan azabıyla yaşamaya başlayan Chrystie eserleri yeniden olması gereken yere, asıl sahibine iade etmeye karar verdi. Ancak yaşlanmıştı, yeniden Türkiye’ye gitmek onun için çok da kolay değildi. Kız kardeşinden yardım istedi. 55 yıl sonra geçen yıl eylül ayında kız kardeşi ile birlikte yeniden Türkiye’ye geldi. 

Bundan sonrasını Kuyumcu Adil Birsen’den dinleyelim:
“İki yaşlı bayan geldi. Kolye beğendiler. Fiyat fazla geldi deyip gittiler. Ertesi gün yaşlılardan Eliza Chrystie tekrar geldi. Önce fiyatta indirim istedi. Pazarlık yaparken birden ağlamaya başladı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, ‘Sizden farklı bir konuda yardım isteyeceğim’ dedi. Ayasofya’dan 55 yıl önce aldığı mozaik parçalarını çıkardı. ‘Bunlar bana ait değil, yıllardır bunları taşımanın ıstırabını yaşıyorum. Sizden ricam bunları gerçek sahibine iade etmeniz’ dedi. Anlayamamıştım. 55 yıl önce Ayasofya’yı ziyaret ettiğinde orada çalışan işçilerin kendisine bunları verdiğini, ülkesine götürdükten sonra pişman olduğunu, uykularının kaçtığını söyledi.” 

Amerikalı turist, Birsen’den bir konuda yardım istiyordu:
“Benden bunları müzeye vermemi istiyordu. Kendisinin neden vermediğini sorduğumda utandığını ve çekindiğini söyledi. Ben de eserleri alıp müzeye götürdüm. Uzmanlar bunların gerçekten de Ayasofya’ya ait olduklarını söylediler. Tutanakla eserleri müze yetkililerine teslim ettim. Tutanağın bir örneğini de kendisine verdim. ‘Şimdi huzur içinde ömrümü tamamlayabilirim’ dedi.’’


Ayasofya Müze Müdürü Hayrullah Cengiz şöyle konuştu:
‘‘Amerikalı turist bu eserleri alırken nasıl bir hata yapmışsa iade ederken de büyük bir erdemlilik göstermiştir. Müzemizden çalınan diğer eserlere örnek olması açısından da çok önem arz etmektedir. Louvre Müzesi yetkililerinden de aynı kadirşinaslığı bekliyoruz. 1 asır önce müzemizden çalınan 2. Selim türbesine ait eşsiz İznik çini panonun ve bize ait diğer çini karoların iade edilmesini istiyoruz.’’

Louvre’daki çiniler bekleniyor
Tam 100 yıl önce Osmanlı sarayında diş doktorluğu yapan Albert Dorigny Ayasofya’da restorasyon izni almayı başarmıştı. Ancak Dorigny restorasyon yerine Ayasofya bahçesinde yer alan türbelerdeki İznik çinilerini ülkesine kaçırdı. Fransa’da yaptırdığı kopyalarını da eski yerlerine taktı.


2. Selim Türbesi’nin kapısının sol tarafında yer alan çini pano, bugün Louvre Müzesi’nde sergileniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu panonun iadesi için harekete geçti ve Fransa’dan çinileri resmen istedi. Bakan Günay çinilerin iadesinde son aşamaya gelindiğini daha önce açıklamıştı.

Depoda muhafaza altına alındı Ayasofya Müzesi mozaik uzmanı Sabriye Parlak: Ayasofya, mozaikleri ile bilinen dünyaca ünlü bir yapı. Bu yapıya ait mozaik tesseraların iade edilmesi çok önemli. Çok sayıda eksik mozaiklerimiz var. Bunları zaman zaman gerçekleştirdiğimiz restorasyonlarla yerlerine takıyoruz. Amerikalı turistin iade ettiği tesseralar da depoda koruma altına alındı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 30.11.2011

142 YILLIK KONAKTA YANGIN

 

Karabük’ün Safranbolu İlçesi'nde 142 yıllık konakta yangın çıktı.

 

Barış Mahallesi’nde, Abdurrahman Yerlikaya’ya ait, otel olarak kullanılan 3 katlı Kardelen Konağı’nın çatısında henüz belirlenemeyen nedenle yangın başladı.

Ahşap binada kısa sürede büyüyen alevler, Karabük ve Safranbolu belediyesi ile Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları itfaiye ekiplerince söndürüldü. Konağın çatısı ile üst katı kullanılamaz hale geldi.

Safranbolu Kaymakamı Gökhan Azcan ile Belediye Başkanı Necdet Aksoy, konakta incelemelerde bulunarak yetkililerden bilgi aldı.

Konağın sahibi Abdurrahman Yerlikaya, gazetecilere yaptığı açıklamada, 3 yıl önce satın alarak restore ettirmesinin ardından otel olarak işlettiği tarihi yapıda müşteri bulunmadığı sırada yangının çıktığını belirtti.

 

Araştırmacı yazar Aytekin Kuş, konağın 1869’da inşa edildiğini ifade ederek, "Safranbolu’da yaşadığı tahmin edilen 2 bin civarındaki Rum, Lozan Antlaşması gereği Türkiye’deki Rumların Yunanistan’a, Yunanistan’daki Türklerin Türkiye’ye göçünü içeren nüfus mübadelesiyle bölgeden ayrıldı. Bu konak da o dönem Safranbolu’dan ayrılan Rum ailesine aitti. Daha sonra Yunanistan’dan gelen Türk aileye tahsis edilmişti. Konak, yıllardır varlığı koruyan önemli eserler arasındadır" dedi.

Yangının nedeninin belirlenmesine çalışıldığı bildirildi.
Milliyet, 30.11.2011

DÜNYANIN EN BÜYÜK KALELERİ

 

Dünyanın en büyük kalesini tespit etmek o kadar da kolay olmasa gerek.  Bir kalenin yüzölçümünün neye göre belirleneceğini her zaman tartışmalı bir sorun olmuştur. Guinness Rekorlar Kitabı'na göre Prag Kalesi en büyük kale kompleksi, ancak Wikipedia'ya göre içerisinde insanların yaşadığı en büyük kale Windsor Kalesi. İşte Google Maps kullanılarak yüzölçümleri hesaplanan kalelerin listesi:

 

10. Edinburgh Kalesi (35.737 m²)

Sönmüş bir volkanik kayalıklar üzerine kurulmuş olan Edinburgh Kalesi İskoçya'daki şehrin tüm gökyüzüne hakim. Kalede bulunan binalardan çok azı 16. yüzyıl öncesine dayanıyor.

 

 

En kayda değer bina St. Margaret Şapeli. Şapel Edinburgh'ta hayatta kalmayı başarmış en eski yapı ve 12. yüzyılın ilk yıllarından inşa edilmiş.

 

 


9. Aleppo Citadel (39.804 m²)

Aleppo Citadel dünyadaki en eski kalelerden biri. Suriye, Aleppo'nun merkezinde 50 metre yükseklikteki tepeye kurulmuş. Bu tepenin kullanımı MÖ 3000 yılının ortalarına dayanıyor.

 

 

Bizanslılar, yunanlar,Eyyübiler ve Memlükler olmak üzere pek çok medeniyet tarafından işgal edilmiş. Günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilen kısımları genel olarak 13. yüzyılda inşa edilmiştir.

 

 


8. Himeji Kalesi (41.468 m²)

Himeji Kalesi Japonya'nın en güzel kalelerinden biri olma özelliğine sahiptir. Savaş, bombalamalar ve depremlerden sonra sağlam kalabilmiş nadide kalelerden biridir.

 

 

Şu an bulunduğu yerde 14. yüzyılda inşa edilmiş olan kale zaman içerisinde genişlemiştir. Kale kompleksi 1609 yılında tamamlanmıştır.

 

 


7.Buda Kalesi (44.674 m²)

Macaristan'da Budapeşte'de Kale Tepesi'nin güney ucunda yer alan kale, ilk olarak 13. yüzyılda ina edilmiştir. İnşa sebebi Moğol istilasından Buda şehri sakinlerinin korunma ihtiyacıdır.

 

 

Günümüzde kale Gotik'ten Barok'a kadar pek çok mimari tarza ev sahipliği yapar. Sürekli işgal edildiği için o dönemin tarzına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.

 

 


6. Spis kalesi ( 49.485 m²)

Slovakya'nın doğusunda bulunan kale Orta Avrupa'daki en büyük Orta Çağ kalelerinden biridir. Kalenin ilk inşası 13. yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiştir. Alt kısımları ise 15. yüzyılın ortasında eklenmiştir.

 

 

Kırsal bölgede oldukça güzel bir yerde konuşlanmış olan kale genelde film çekimlerinde de kullanılmıştır. Bu filmlerden biri de 2006 yılında çekilen "The Last Legion"(Son Lejyon)'dur.

 

 


5. Hohensalzburg Kalesi (54.523 m²)

Hohensalzburg Kalesi Avusturya'nın Salzburg şehrinde bulunur ve Avrupa'da en iyi korunmuş ve en büyük kalelerden biridir. 

 

 

1077 yılında inşa edilen kale 1495 ve 1519 yıllarında genişletilmiştir.

 

 


4. Windsor Kalesi ( 54.835 m²)

Dünyada içinde insan yaşayan en büyük kale olarak adlandırılır. İngiltere'nin de en büyük kalesidir. Kraliçe 2. Elizabeth'in sık sık uğradığı ve haftasonları geçirdiği bir yerdir.

 

 

Kraliçe kalesi hem kişisel hem de devlet işleri için kullanmaktadır.

 

 


3. Prag Kalesi (66.761 m²)

Prag Kalesi Guinness Rekorlar Kitabı'na göre dünyanın en büyük kalesidir. Kalenin tarihi 9. yüzyıla kadar dayanır ancak 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar pek çok defa genişletilmiştir.

 

 

Kalenin içerisinde St. Vitus Katedrali ve St. George Bazilika'sı bulunur.

 

 


2. Mehrangarh Hisarı ( 81.227 m²)

Resmi kayıtlarda bir hisar olarak geçse de Mehrangarh bir Hint Kalesi'dir. 122 metre yükselikteki bir tepeye inşa edilen kale 36 metre yükseklikte ve 21 metre genişliğindedir.

 

 

Kalenin içine ancak 7 kapıdan geçerek girilebilir. İlk olarak 1459 yılında inşa edilmiştir. Ancak günümüzdeki yapının çoğu kısmının tarihi 17. yüzyıla dayanmaktadır.

 

 


1. Marlbork Kalesi (143.591 m²)

Polonya'da bulunan Malbork Kalesi dünyanın en büyük kalesidir. 1274 yılında Töton Şövalyeleri tarafından inşa edilmiştir. Bu kale şövalyeler tarafından Polonyalı düşmanlarını yenmek ve kendi kuzey Baltık bölgelerini kontrol altında tutmak için yapılmıştır.

 

 

Kale pek çok kez daha fazla şövalye ağırlayabilmek için genişletilmiştir. Bu genişleme şövalyelerin 1466 yılında Königsburg'a geri çekilmesi ile son bulmuştur.

 



Sabah, 29.11.2011

BRITISH MUSEUM'A CÖMERT BAĞIŞ

 

 

İngiltere'nin başkenti Londra'daki ünlü British Museum, Pablo Picasso'ya ait 100 gravürden oluşan setin bir yatırımcı tarafından müzeye bağışlandığını açıkladı.


Picasso, "Vollard Suite" olarak bilinen gravür setini yakın dostu ve döneminin en ünlü sanat tüccarı olan Ambroise Vollard'ın siparişi üzerine yapmıştı.

Ünlü ressam, 1930 ila 1937 yılları arasında yaptığı gravürleri "görsel güncesi" olarak nitelemiş, gravürlerde atölyesini, o zamanlar ilham perisi olarak gördüğü Marie-Therese Walter'ı ve Yunan mitolojisinden sahneleri resmetmişti.

Setin yaklaşık 1,6 milyon dolar değerinde olduğu sanılıyor.

Müze yetkilileri, gravürlerin gelecek yıl sergilenmeye başlanacağını açıkladı.

Suite Vollard dizisinin 100 gravürlük tam takımından dünyada sadece beş adet bulunuyor.

Bunlardan biri olan İspanya'daki Mapfre Vakfı Koleksiyonu'na ait Picasso-Suite Vollard gravür dizisi, 16 Şubat - 18 Nisan 2010 tarihleri arasından İstanbul'daki Pera Müzesi'nde sergilenmişti.

Cnn Türk, 29.11.2011

İSTANBUL RESTORASYON ZENGİNİ

 

İstanbul'un tarihi merkezlerindeki kentsel yenileme ve restorasyon çalışmaları, şehirdeki emlak fiyatlarına tavan yaptırdı. Son altı yılda Beyoğlu çevresinde bulunan binaların fiyatı 20 kat arttı.
 

İstanbul'da kentsel yenileme ve restorasyon çalışmaları özellikle şehrin tarihi merkezlerindeki emlak değerini neredeyse 20 katına çıkardı. Karaköy, Beyoğlu, Süleymaniye gibi tarihi asırlara uzanan semtlerde kaçak binalar yıkılıyor. Tarihi yapılar yenilenerek yeniden hizmete kazandırılıyor. Peki bu çalışmalarla birlikte son yıllarda İstanbul'un değeri ne kadar arttı?

 

Son restorasyon çalışmaları ile Beyoğlu ve çevresinde normalin üzerinde değer artışları yaşandığını söyleyen Beyoğlu Güzelleştirme Derneği Başkanı Nizam Hışım, "Beyoğlu'nda 2004 yılında 2,5 milyon liraya satın alınabilen bir yapı bugün 50 milyon liraya zor alınabiliyor. Artık İstanbul çok talep edilen bir yer oldu. Yurtdışından çok yatırım var" dedi.

 

Kentsel dönüşüm uygulanacak yerlerde yapılaşma ve proje koşullarına uygun yapılaşma sağlandığında yüzde yüzlük bir değer artışının yaşanacağını söyleyen Emlakçılar Odası Başkanı Nizamettin Aşa, "Otel ve turizm yatırımına yönelik gayrimenkul fiyatları çok yükseldi. Özellikle İstiklal Caddesi'nde çok yüksek vadeli alışlar var. Olumlu ilan durumu çıkması halinde fiyatlar İstanbul genelinde yüzde 100- 150 artar. Birkaç yıl öncesine kadar kimse Fikirtepe'nin yüzüne bakmıyordu ama şimdi fiyatlar inanılmaz arttı. Piyasa kendi kendine dönüşüyor. Eskiden gecekondulaşmanın olduğu Esenler, Bağcılar gibi yerler, devletin müdahalesi olmadan, kendi içinde kentsel dönüşüm yaşıyor. İstanbul'da yapılaşma çok iyi değil. Fakat buna rağmen İstanbul'un değerinde artış olacak" dedi.

 

TESEV İyi Yönetişim Programı Sorumlusu ve İstanbul Politikalar Merkezi Danışmanı Fikret Toksöz ise İstanbul'un Türkiye genelindeki konut stokunun yüzde 25'ini oluşturduğunu ve İstanbul'un Türkiye genelinde yüzde 40'lık bir değeri olduğunu söyledi. Toksöz, çöküntü alanlarının varlıklı kesimler tarafından alınarak restore edildiği soylulaştırma projesinin yaşanan değer artışında etkili olduğunu belirtti. Marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance Türkiye Direktörü Muhterem İlgüner ise, İstanbul'un marka değerinin artması için kültürel mirasın çok iyi kullanılması gerektiğini söyledi.

Taraf, Haber: Aysun Yazıcı, 29.11.2011

TARİHİ TUZ HANI RESTORE EDİLİYOR

 

Adana'daki tarihi Tuz Hanı'nda restorasyon çalışmaları başladı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün "Tarihi mekanlar yeniden hayat buluyor" sloganıyla 853.501 TL.'ye ihalesi yapılan işin 450 günde bitirilmesi planlanıyor.

 

Ulu Cami, Ramazanoğlu Konağı, Ramazanoğlu Medresesi, büyüksaat gibi birçok tarihi yapının bulunduğu bölgede yer alan Tuz Hanı, Halil Bey tarafından 903 H. (1497) tarihinde selamlık olarak inşa edilmiş. Ancak son yüzyılda develerle getirilen tuzların burada satılmasından dolayı halk arasında Tuz Pazarı Hanı ismini almış. Bu gün sadece bir avlusu ve batı köşesinde bulunan küçük bir mescit ile bu mescide bitişik hamamı kalmış olan selamlık dairesinin diğer kısımları yıkılarak ortadan kalkmış.

Zaman, Haber: Mehmet Şahin, 29.11.2011

İZİNSİZ KAZIYA JANDARMA BASKINI

 

Sivas'ın Divriği İlçesi'ne bağlı İkizbaşak Köyü'nde izinsiz kazı yapan 4 kişi, jandarma ekiplerinin baskınıyla suçüstü yakalandı.

 

Bir ihbar üzerine bölgeye sevk edilen jandarma ekipleri C.K. (18), Ş.E. (48), B.G. (33) ve İ.C.'yi (32) gözaltına alırken, zanlıların altın bulmak için kullandığı jeneratör, elektronik matkap, elektrot, balta, hitli, kazma ve küreklere de el konuldu.

Suçüstü yakalanan 4 kişi, çıkarıldıkları adliyede tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Habertürk, Haber: Erhan Ceylan, 29.11.2011

ÜSKÜDAR TARİHİ ESERLERİNİ İHYA EDİYOR

 

Üsküdar Belediyesi, yaklaşık 10 milyon TL yatırımla harabe durumdaki 10 tarihi eseri daha ayağa kaldırıyor.

 

Tarihi özellikleriyle öne çıkan Fransız Okulu, Şehit Ahmet Paşa Sıbyan Mektebi, İskender Baba Türbesi (Kaymakçı Tekkesi), Yakup Ağa (Divitçiler) Sıbyan Mektebi ve Çeşmesi, Abdullah Ağa İptidai Mektebi, Nalçacı Dergahı ve haziresi, Burhan Felek Bey Köşkü, Çamlıca Mehmet Efendi Tekkesi, Fatma Adeviye Dergahı ve Şeyh Dairesi müştemilatında restorasyon çalışmalarına başlandı. Geçmişte Mimar Sinan'ın son eseri Valide-i Atik Külliyesi ve Nakkaşhanesi, Hababam Sınıfı'nın çekimlerinin yapıldığı Adile Sultan Kasrı gibi eserlerin restorasyonunu yaptıklarını hatırlatan Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara, "Ecdat yadigarı bu eserleri geleceğe taşımak boynumuzun borcu." dedi.

Zaman, 29.11.2011

TARİHİ MEZARLIK ALANINDA 'KAFE' KRİZİ

 

 

Kadıköy'ün en değerli noktasındaki yeşil alan yıllardır belediye ile Kültür Bakanlığı arasında tartışma konusu. Roma dönemi lahitlerinin bulunduğu Ermeni kilisesiyle bitişik yeşil alan statüsündeki bölgede, kafeler zincirinin oluşturduğu işgal yıllardır devam ediyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu yetkilileri, belediyenin resmi kararları uygulamadığını kaydediyor.

 

İstanbul Kadıköy'de üzerinde kafeler zincirinin bulunduğu tarihi mezarlık alanı Kültür Bakanlığı ile CHP'li Kadıköy Belediyesi arasında krize sebep oldu. Bizans ve Roma dönemine ait lahit mezarların bulunduğu Surp Levon Ermeni Kilisesi'yle bitişik imarsız yaklaşık bin metrekarelik alandaki kafeler arasında içkili mekan da bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin birçok kez verdiği yıkım kararına rağmen ilçe belediyesi tarafından karar uygulanmayarak ihale ile kiraya veriliyor. İBB mülkiyetinde bulunan parsel 2008 yılında Kadıköy Belediyesi'ne bedelsiz tahsis edilmişti.

 

Kadıöy Altı Yol ve Bahariye Cad-desi'deki kafelerin bulunduğu 1000 metrekarelik bölge hem yeşil alan hem de mezarlık alanı hüviyetinde. Bu yüzden herhangi bir yapının yapılması kanunen mümkün değil. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, 1976 yılında mezarlık alanı olması sebebiyle söz konusu parselde herhangi bir inşaat yapılamayacağına karar vermiş. Kurum 1977'de ise ağaçların korunması şartıyla parselin uygun bir köşesine 9 metrekarelik bir çay bahçesi yapılmasına izin vermiş. Projenin bu şartlar altında yapılıp kuruma iletilmesi istenmiş. Ancak parselin üzerine daha sonra birçok izinsiz bina yapılmış. 1987 yılında Kalkhedon Nekropolü Kazısı kapsamında araştırma yapan Arkeoloji Müze Müdürü Şenis Atik, söz konusu parselde lahit mezarların bulunduğunu rapor etmiş. Ancak yıkım kararları ve bu tip raporlara rağmen Kadıköy Belediyesi tarafından herhangi bir işlem yapılmamış. Üstelik ek bina yapımı da devam etmiş. 2001 yılında ise Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu aynı gerekçelerle izinsiz yapılan yapıların belediyece yıkımına karar vermiş. Buna rağmen 2003'te mevcut izinsiz yapıların yanına yeni bir ekleme daha yapılmış. Bu işlemden sonra yasal işlem başlatılınca, Kadıköy Belediyesi yapılan eklemeyi yıkmış. Mezarlık üstünde bulunan izinsiz yapılar ise faaliyetini devam ettirmiş. Süreç bu şekilde devam ederken 2009'da yine kurul kararı ile parseldeki aykırı unsurların yıkılması yeniden istendi. Şu anda içinde içkili mekanın da bulunduğu kafeler zinciri ise hala faaliyetine devam ediyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu yetkilileri ise söz konusu yapıların, aldıkları tüm kararlara rağmen Kadıköy Belediyesi tarafından yıkılmadığını belirtiyor. Kendilerinin yapıları yıkma gibi bir yetkisinin olmadığını dile getiren yetkililer, belediyenin bir an evvel yapıları yıkarak yeşil alanı ve mezarlığı boşaltması gerektiğini kaydediyor.

Zaman, Haber: Hüseyin Keleş, 29.11.2011

ENKAZ KALDIRMA ÇALIŞMASINDA TARİHİ ESER ÇIKTI

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi'nde bir evin enkaz kaldırma çalışmaları sırasında Osmanlı dönemine ait olduğu öğrenilen para ve objeler bulundu.

 

Edinilen bilgiye göre, Neyzen Tevfik Caddesi Tepecik Mahallesi’ndeki yıkık bir evin enkazının kaldırılması sırasında tarihi eser çıktığını gören vatandaşlar durumu polis ekiplerine bildirdi.

 

Bölgeye gelerek inceleme yapan ekipler, ev sakinlerinin ifadelerine başvurdu. Ekiplerin haber vermesi üzerine bölgeye gelen Bodrum Müze Müdürlüğü yetkilileri inceleme yaptı.

 

Bodrum Müze Müdürü Yaşar Yıldız, AA Muhabirine yaptığı açıklamada, bulunan parçaların Genç Osmanlı dönemine ait olduğunu, çalışmaların müze müdürlüğünde görevli arkeologlar tarafından yürütüldüğünü söyledi.

 

Duvarın kalan bölümünde çalışmaların sürdüğünü belirten Yıldız, ”Daha önce o bölgede arkadaşlarımız tarafından sondaj çalışması yapılmıştı. Sondaj çalışması yapılan yerin yanında yıkıntı bir bina var. Şimdi arkadaşlar metruk bir binanın enkazını kaldırırken bir tane mermer sütun parçası, bir kaç tane Osmanlı parası ve objeler bulundu. Bugün duvarın kalan bölümünde çalışmalar yapılıyor” dedi.

Zaman, 29.11.2011

TARİHİ HAMAMA HAYAT VERECEK PROJE

 

 

Yatağan'daki Stratonikeia antik kentindeki 700 yıllık geçmişe sahip Osmanlı hamamının tahrip olmasının önlenmesi amacıyla konservasyon çalışmasına başlandı.

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentindeki Selçuk Hamamı'nın kazısının büyük kısmı tamamlandı. Yaklaşık 700 yıllık geçmişe sahip Osmanlı hamamının tahrip olmasının önlenmesi amacıyla konservasyon çalışmasına başlandı.

 

Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim  Üyesi ve Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, AA  muhabirine yaptığı açıklamada, Selçuk Hamamı olarak bilinen yapının Osmanlı  dönemi köy meydanında bulunan yapılardan biri olduğunu söyledi.
 

Pamukkale Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünden Yrd. Doç.Dr. Saim Cirtil  sorumluluğundaki bir ekibin buradaki çalışmaları takip ettiğini ifade eden Söğüt,  Evliya Çelebi'nin de burayı ziyaret ettiğinde gördüğü yapılardan birisinin de  yaklaşık 600 yıllık tarihi geçmişe sahip olan Selçuk Hamamı olduğunu belirtti.
 

Söğüt, ''Bu yapı Osmanlı Dönemi külliyesine ait yapılardan sadece  birisidir. Çünkü hamamın yanında, diğer Osmanlı dönemi yapıları ile birlikte  Şaban Ağa Camii vardır. 1984'e kadar Şaban Ağa Camii'nin altında çok büyük bir su kaynağı vardı. Köy meydanına gelen insanlar bu kaynaktan hem su içerler hem de burada namaz için abdest alırlardı. Bu kaynak suyu aynı zamanda hamamın su ihtiyacını karşılamaktaydı. Caminin altından akan suyun 'tympanum' ile yukarı seviyeye çıkarıldığını ve havadan kanalla hamama aktarıldığı düşünüyoruz'' diye konuştu.
   
Hamamda bulunan sikke, seramik ve diğer mimari düzenlemelere göre yapının 14. yüzyılda (yaklaşık 700 yıl önce) inşa edilen beylikler hamamı olduğunun  anlaşıldığını bildiren  Doç.Dr. Söğüt, ''Yapı plan olarak tam bilinmektedir.  Böylelikle bu bölgede planı tam bilinen en erken Türk hamamı görünümündedir.  Hamamın giriş-soyunmalık, ılıklık, sıcaklık, tıraşlık ya da temizlik ile birlikte odunluk kısmına kadar her bölümü bulunuyor. Ayrıca ateşin yandığı ve üzerinde suyun ısıtıldığı kazanın yerinin haricinde hem sıcak suyun hem de hamamı ısıtan sıcak havanın dolaştığı bölümler görülebilmektedir. Hamamın duvarlarını ısıtmak için pişmiş toprak boruların içinden sıcak hava dolaştırılarak yaklaşık 700 yıl önce kalorifer sisteminin uygulandığını tespit ettik'' dedi.
 

Söğüt, Stratonikeia antik kentinde bulunan yazıtlar ve kalıntılardan Roma Dönemi'nde 3 hamamın olduğu, bunlardan birisinin sadece kadınlara hizmet verdiğinin bilindiğine işaret ederek, şu bilgileri verdi: "Roma hamamlarından birisi bu Selçuk Hamamı'na yakın bir yerdedir. Hamamda 2008'den  beri çalışmalar yapılıyor. Hamamın kazısının büyük kısmı tamamlandı. Şimdi hamamın daha çok tahrip olmasını önlemek amacıyla konservasyon  çalışmaları yapılıyor. Rölöve çizimlerinin büyük bir kısmı bitirildi. Rölöve çalışmalarından sonra restitüsyon ve restorasyon çalışmaları tamamlanarak Muğla  Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na bütün bir proje sunulacak. Buradan onaylanacak projeye göre hamam restore ettirilecek. Hamamın girişinin üzerine daha sonraki dönemde bir Türk evi yapılmıştır. Bu evi de aynı şekilde korumak istiyoruz. Bu konuda güzel projeler hazırlatıyorum. En güzel projeyi kurula sunup örnek bir restorasyon çalışmasının yapılmasını ve bunun benzeri olmayan bu güzel kente yakışmasını istiyorum.''
 

Tarihi hamamın bir benzeri olmayan bölgenin en önemli ve planı tam bilinen hamam yapısı olduğunu bildiren Söğüt, şöyle konuştu: ''Bu tarihi hamamı restore ettirmeyi ve hatta yakılarak bacasından dumanın yükselmesini ve hamamı orijinal haline dönüştürmeyi düşünüyoruz. Böyle
 bir yapıyı restore ettirecek bir şahıs ya da kurum olursa bunu memnuniyetle karşılarız. Stratonikeia'daki benzer Osmanlı yapılarının tamamını aşama aşama restore ettirmeyi istiyoruz. Stratonikeia'da antik dönemden her eseri aşama aşama  restore ettirmeye çalışıyoruz. Roma hamamı ile Türk hamamını eser anlamında ayrım  gözetmeksizin aynı hassasiyet ve titizlikte koruyoruz. Yapılan çalışmalar da  bunun en güzel örneği. Çünkü burası bütün dünyaya örnek olacak yaşayan bir tarih kenti. Buradaki çalışmaların da örnek olmasını istiyoruz''

Akşam, Haber: Kenan Gürbüz, 29.11.2011

SİDE'NİN TARİHİ DOKUSU İMAR PLANIYLA KORUMA ALTINA ALINDI

 

Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) ve şehir planlamacısı Prof.Dr. Metin Sözen tarafından hazırlanan 'Side Koruma Revizyon İmar Planı', Belediye Meclisi üyeleri tarafından onandı.

 

Side Koruma Revizyon İmar Planı, Side Belediye Meclisi AK Parti ve CHP'li meclis üyeleri İbrahim Sırcan, Salih Delikkulak, İbrahim Celayiroğlu, Fahrettin Tüter, Ali Güneş, Hüseyin Kara ve İbrahim Çizmeci'nin oy birliği ile kabul edildi.

 

Antalya Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, yeni imar planı ile birlikte tarihi antik kent içinde kaçak yapılaşmanın olmayacağını söyledi. Yeni planın, Side'yi kendi özüne döndüreceğini belirten Uçar, dünya turizminin gözbebeği beldelerinde kaçak yapıları yıkacaklarını kaydetti. İmar planının Side'nin tarihi dokusunu korumaya yönelik olduğunun altını çizen Uçar, plan kapsamında 3 kent müzesi, arkeolojik park alanı bisiklet ve engelli yolu yapacaklarını söyledi. 2 yıl önce Kentsel Dönüşüm Projesi (KDP) çerçevesinde 118 yıllık 96 cumbalı Osmanlı evini restore ettiklerini hatırlatan Uçar, Side'nin tarihi dokusunun korunmasına yönelik Roma Hamamı, Tüke, Athena ve Apollon Tapınağı çevresinde çalışmaların devam ettiğini kaydetti.

 

Uçar, "Yeni imar planı ile birlikte Side antik kenti içinde tarihi dokuyu bozan bütün kaçak yapılar yıkılacak. Plan, tamamen tarihi dokuyu korumaya yönelik. Planla, Side Antik Kent tarihi dokusu korunacak ve özüne dönecek. Tarihi doku üzerinde görüntü kirliliği oluşturan bütün unsurlar ortadan kalkacak." diye konuştu.

 

Uçar, Side'de tarihi eserleri ayağa kaldırma çalışmalarını Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nün yaptığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, tapınaklar bölgesinin alkoliklerin mekanı olmaktan kurtarılması için bölgeyi Side Belediyesi'ne tahsis ettiğini kaydetti.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 29.11.2011

DÜNYANIN EN ESKİ SU KANALLARI BELGESELLEŞTİ

 

 

Gazeteci-yazar Dursun Özden, Anadolu'daki dünyanın en eski su kanalları ve tarihi su yapılarını ''Anadolu Su Medeniyeti'' adı altında belgesel haline getirdi.

 

Belgesel hakkında AA muhabirine açıklama yapan Özden, toplam 13 bölüm çekilen belgesel için Türkiye'nin 66 ilinde 6 ay boyunca araştırma yaptıklarını söyledi.
 
Çok zor koşullarda yaptıkları araştırmaların sonunda ortaya çıkan bulgu, bilgi ve belgeleri belgesel ile paylaşmayı amaçladıklarını dile getiren Özden, şunları kaydetti:

''Uzmanlar ve bilim adamları ile yaptığımız röportajlar ışığında, Anadolu coğrafyasında bulunan ve bir uygarlık köprüsü, bir mühendislik harikası olan dünyanın en eski su medeniyetini belgeledik. Mezopotamya ve Orta Anadolu başta olmak üzere, dünyanın en eski su kanalları, sarnıçları ve su yollarının tarihi izlerinin zamanımızdan 13 bin yıl öncesinden kalma olduğunu ortaya çıkardık. Bir uygarlık şaheseri olarak ayakta duran bu eserler ışığında, Sümerler, Hititler, Urartu, Doğu Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi tarihi su yapılarını keşfettik, belgeledik.''

 

Özden, belgesel ile bir kısmı hala kullanılan bu yapıların korunması, yaşatılması, tanıtılması ve su kullanım bilincinin yeniden kazanılması için, ilgililerin dikkatini çekmeyi ve stratejik önemi giderek artan su kaynaklarının ve su yollarının önemini vurgulamayı amaçladıklarını dile getirdi.

 

Anadolu'daki 'karız' gerçeğini ilk defa gündeme kendisinin getirdiğini belirten Özden, ''Atalarımız suyun olmadığı yerlerde çok uzaklardan su getirmişler. Dağlardan yer altına süzülen kar ve yağmur sularını bulmuşlar yerin altında. Binde 6 ile yüzde 1 arasında akar kot eğim hesabı yapmışlar yerin altında. Bu şekilde suları yaşam alanlarına taşımışlar. Bu yeraltı su kanalları sisteminin adına da karız demişler'' diye konuştu.

 

Özden, Türkiye'de bu amaçla 3 yıldır çalışma yaptığını ve karızları tespit ederek fotoğrafladığını ifade ederek, ''Uygur Türklerinde 6 bin yıl önce, İran'da 2 bin 500 yıl önce, Azerbaycan'da ve bunun bir bölgesi olan Nahcivan'da 1800 yıl önce izleri var bu yeraltı su kanalları sisteminin. Biz de araştırma yaparken dünyanın en uzun su yollarını belgeledik. Istranca Ormanları'ndan İstanbul'a uzanan 246 kilometre uzunluğunda su yollarını, bir de Mersin Silifke'de 115 kilometre uzunluğundaki yeraltı su kanalını belgeledik'' şeklinde konuştu.

 

Bu kanalların varlığının bilindiğini ama özelliklerinin bilinmediğini vurgulayan Özden, bu nedenle de inşaat mühendisleri, harita mühendisleri ve topoğraflarla birlikte ölçümler yaprak kanalların uzunluklarının ve derinliklerinin hesaplandığını ve belgelendiğini söyledi.

 

Su kullanımımın önemine de değinen Özden, şunları kaydetti:

''Bizim için önemli olan tarihi su yapılarının keşfedilmesi, korunması, ortaya çıkarılması, tanıtılması ve önemli bir kısmının da kullanıma açılmasını sağlamaktır. Biz araştırmalarımızda ekolojik denge, iklim değişikliği, bilinçsiz su kullanımı gibi nedenlerle suların giderek çekildiğini gördük. Mesela Konya Ovası'nda 1 yıl içerisinde 100 bin tane su kuyusu açıldı. Eskiden 20 metreden su çıkarken şimdi 110 metreden su çıkıyor. DSİ Bölge Müdürlüğünün verdiği bilgiye göre bu kuyuların 77 bin tanesi ruhsatsız ve kaçak kuyular. Bunlardan dolayı obruk denen çukurlar oluştu. Bunlar çok tehlikeli.''

 

Dursun Özden, ''Bir mühendislik ve matematik harikası olarak adlandırılan bu yeraltı su kanalları, su kemerleri, su metre, su saati, su terazisi, taksim, maksim, sarnıç, hamam ve sebil çeşmeler gibi tarihi su yapıları, bir sanat eseri olarak ilgi bekliyor'' dedi.

Akşam, Haber: Filiz Kınık, 29.11.2011

MAVİ KÖŞK KÜL OLDU

 

Kuşadası’nın en büyük ve eski köşklerinden biri olan Mavi Köşk’te henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Tarihi köşk, itfaiye ekiplerinin müdahelesine rağmen tamamen yanarak kül oldu.

 

Hacıfeyzullah Mahallesi’nde büyük bir arazinin içinde yer Cumhuriyet’in ilanından önce yapılan Mavi Köşk’te akşam saat 20.30 sıralarında bilinmeyen nedenle yangın çıktı. İhbar üzerine olay yerine giden itfaiye ekipleri, iki katlı, on odalı köşkteki yangına müdahale edip, alevleri kontrol altına almaya çalıştı. Köşkün büyük bölümünün ahşap olması nedeniyle alevler, bütün binayı kapladı. Yangında köşk tamamen yanarken itfaiye ekipleri, köşkün etrafındaki asırlık çam ağaçlarını kurtarmaya çalıştı. Kül olan ahşap binanın duvarlarının yıkılması zaman zaman tehlike yarattı. Yangını izleyen vatandaşların itfaiye görevlilerine müdahale etmesi zaman zaman tansiyonu yükseltti.

 

Birinci derece koruma altında bulunan Mavi Köşk 1980’li yıllarda bölgenin en ünlü restoranlarından biriydi. 15 yıl öncesine kadar Kuşadası’na gidenlerin uğrak mekanlarından birisi olan Mavi Köşk, daha sonra restore edilemediği için kaderine terk edilmişti. Yangında küle dönen Mavi Köşk’ün son zamanlarda hayvan damı olarak kullanıldığı, aynı zamanda madde bağımlılarının sığındığı yer olduğu belirtildi.

Milliyet, Haber: Latif Sansür, 29.11.2011

BU MÜZE ZİYARETÇİLERİNİ MAZİYE GÖTÜRECEK

 

 

Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet döneminde günlük hayatta kullanılan ve günümüze kadar gelen ata yadigarı 220 tarihi eser, Ünye'de yapımı devam eden 'müze evde' sergilenecek.

 

Ünye Belediyesi ile Ünye Tarih Araştırma Gurubu işbirliğinde yürütülen çalışmada, Hacı Emin Caddesi'nde bulunan tarihi bir yapının müze olarak hizmet vermesi amacıyla gerçekleştirilen restorasyon çalışmasında sona yaklaşıldı.

 

Ünye tarih Araştırma Grubu üyesi Ahmet Kabayel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin tarihi kültürünün yeni kuşaklara aktarılması amacıyla önemli bir çalışma başlatıldığını söyledi.

İlçede müze olarak kullanılması amacıyla belirlenen tarihi bir yapının restorasyon çalışmalarının belediyenin de destekleriyle titizlikle devam ettiğini ifade eden Kabayel, ''Bir taraftan restorasyon çalışmaları devam ederken diğer taraftan da ilçe halkının geçmişe yönelik evinde muhafaza ettiği eşyalar toplandı. Yaklaşık 220 parça eski eşya bir araya getirildi'' dedi.

 

Restorasyon çalışmalarında, 1870'li yıllara ait olduğunu düşünülen evin yapım tarihinin daha eskiye dayandığının belirlendiğini vurgulayan Kabayel, şunları kaydetti: 
''İlçeye müze kazandırmak amacıyla binanın restorasyonuna 2008 yılında başlandı. 1870'li yıllara ait olduğu tahmin edilen binanın yapılan çalışmalar sırasında ocak başında yazılı olan tarihe göre 1759'a kadar gittiğini görmek bizim için de sürpriz oldu. Evin kendisi de müze konumunda. Evimiz Osmanlı mimarisinin bütün güzelliklerini yansıtıyor. Burayı yaşayan bir müze yapmak için gayret gösteriyoruz.''
        
İlçe halkının müzeye bağışladığı çok sayıdaki eşya arasında çok kıymetli parçaların yer aldığını belirten Kabayel, şöyle devam etti:

''Ünye halkının duyarlı davranması sonucu bir çok değerli eşya şuan elimizde. Ünye'de 1852 yılında çıkan yangında yok olan ve günümüzde sadece surları kalan Ünye Süleyman Paşa Sarayı'na ait halı, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Ünyeli komutan Albay Hasan Civanbay'a hediye edilen silah, Hazinedaroğlu ailesine ait 9 parçadan oluşan 130 yıllık el işlemesi yatak örtüsü takımı, Ünye'nin ilk radyosu, Yusuf Bahri Efendi'nin el yazması Kuran-ı Kerimi, el yazması eserler olmak üzere çok değerli eşyalar var. Koruma altındaki eşyalar çalışmaların tamamlanmasıyla müze evde sergilenecek. Her geçen gün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu eşyalar, ziyaretçilerini maziyegötürecek.''

 

Müze ev sayesinde ilçe turizminin de hareketleneceğini belirten Kabayel, ''Ünye'de tarihi değerler her geçen gün yok olma riski taşıyor. 1970'li yıllara bakıldığında günümüzde tarihi yapımızın bozulduğunu görüyoruz. Bunun önüne geçilmesi için tarihi yapılarda restorasyon süreci hızlandırılarak, bölgede tarihi doku korunmalıdır. Ünye Müze Ev'le geçmişin yaşam tarzlarını ortaya koyma amacındayız. Sergilenen malzemeler herkesin beğenisini kazanacaktır. Müze evin her odasından adeta bir tarih fışkıracak. Eserleri görenler çocukluk yıllarını hatırlayacak'' diye konuştu.

 

Ünye Müze Ev'de kütüphane, araştırma yapmak isteyenleri için araştırma odası, toplantı salonu gibi hizmetlerin de verileceğini vurgulayan Kabayel, güvenlik noktasında ise müzenin, belediye tarafından ısıya ve insana duyarlı sensörler ve 15 kamera tarafından saniye saniye takip edileceğini kaydetti.

Akşam, Haber: Hacer Coşkun, 29.11.2011

ÜNLÜ KOLEKSİYONLAR MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

 

Portakal Sanat ve Kültür Evi, 4 Aralık saat 15.00’te Conrad Oteli’nde Özel Koleksiyonlar Müzayedesi düzenleyecek. Kitap, resim ve hat eserlerinin satın alınabileceği müzayedede Fuat Köprülü’nün oğlu Prof. Orhan Köprülü, Şevket Rado, Hamdi ailesi gibi önemli koleksiyonerlerin eserleri yer alıyor. Müzayede kitap, resim ve hat eserleri olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Birinci kısımda uzun yıllardır babasının izinden giderek kitap koleksiyonu yapan Fuat Köprülü’nün oğlu Prof. Orhan Köprülü’nün koleksiyonu satışa çıkartılıyor. Koleksiyon Osmanlı sanatı ve tarihine ağırlık verilmiş eserler, baskı ve elyazması kitaplardan oluşuyor. Aralarında Katip Çelebi’nin 17. yüzyıl coğrafya ve tarih hakkındaki kitabı dikkat çekiyor.

Müzayedenin ikinci bölümünde özel koleksiyonlardan Türk ve oryantalist tablolar yer alıyor. Bir Sami Yetik şaheseri ‘Vazo’da Krizantemler’, Osman Hamdi, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ ve Mahmut Cuda’nın yağlıboyaları bu bölümde dikkat çekiyor. Eserleri Batı müzelerinde de yer alan ünlü Fransız oryantalist ressam Felix Ziem’in ‘Haliç’ tablosu resmettiği İstanbul tabloları içinde bilinen en büyük boyutlusu. Müzayededeki muhammen bedeli 1 milyon 400 bin TL olacak.
Monet tadındaki Nazmi Ziya’nın eseri ‘Göksu’da Güne Başlarken’ 2 milyon 900 bin TL’den satışa çıkarılacak. Aynı koleksiyondan iki Nazmi Ziya eseri daha var. Osman Hamdi’nin Leyla Hanım portresi de satışa çıkarılan eserler arasında.


Müzayedenin üçüncü bölümünde ise Şevket Rado Koleksiyonu’ndan hat şaheserleri yer alıyor. Eserler 4 Aralık’a kadar 10.00-20.00 saatleri arasında Portakal Sanat ve Kültür Evi’nde görülebilir.

Hürriyet, Haber: Deniz İnceoğlu, 29.11.2011

PARANIN İLK BASILDIĞI ANTİK KENT SARDES MÜZE İSTİYOR

 

 

Salihli Belediye Başkanı Okay: ''İlçemizde Lidya Uygarlığı buluntularının sergileneceği bir müze yapılması için bakanlıktan talepte bulunmuştuk, bunun bir an önce hayata geçirilmesini istiyoruz''.

 

Lidya Krallığı'na başkentlik yapan, tarihte ilk paranın basıldığı yer olmasıyla tanınan Manisa'nın Salihli İlçesi'ndeki Sardes antik kenti, kazılarda gün yüzüne çıkarılan eserlerin sergileneceği bir müzeye kavuşacağı günleri bekliyor.

 

İzmir-Ankara karayolunda, Manisa'ya 70 kilometre uzaklıktaki Salihli'nin Sart beldesinde bulunan Sardes antik kenti, konuklarını Hellenistik döneme ait Artemis Tapınağı, Mermer Avlu-Cimnazyum Kompleksi, MS 17 yılındaki depremden sonra yapıldığı sanılan sinagog ve eşsiz doğa manzarasıyla ziyaretçilerini ağırlıyor.

 

Salihli Belediye Başkanı Mustafa Uğur Okay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sardes antik kenti'nin ilçe turizminde önemli bir yeri olduğunu belirtti.

 

İlçede kültür turizminin canlandırılması için Sardes antik kentinde yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan eserlerin sergileneceği bir müzeye ihtiyaç duyduklarını ifade eden Okay, şunları kaydetti:

''Bu müze konusu elbette Kültür ve Turizm Bakanlığının kararıyla gerçekleştirilebilecek bir konu. Bu konuda daha önceki Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç döneminde ricada bulunmuştuk. Çünkü kültür turizmi niyetiyle Salihli'ye gelenler o buluntuları görme imkanı bulamıyorlardı. Halbuki özellikle Johannes İncili'nde adı geçen 7 kiliseden birini barındırdığı için Sardes antik kenti, inanç turizmi bakımından önemli konukları ağırlıyor. Bu kişilerin gelmişken Sart buluntularını görmeleri de bu bakımdan önem arz ediyor.''

 

Okay, böyle bir müzenin varlığının Salihli'ye gelecek turist sayısını artıracağını belirterek, ''Müzenin yapılması hem Salihli hem de Türkiye turizmi için fayda getirecektir. Bir an evvel de hayata geçirilmelidir. Dileriz en kısa zamanda müze gerçekleştirilir'' dedi.

 

Salihli Turizm Derneği Başkanı Mustafa Uçar da Sardes'in tarihte paranın icadı gibi birçok ilke imza atan, zamanın en uygar ve zengin ülkesi Lidya devletinin başkenti olduğunu söyleyen Uçar, bu toprakların Lidyalılardan önce Hitit ve Frigya devletlerine de ev sahipliği yaptığını, Perslerin Lidyalıları yenilgiye uğratmasından sonra üzerinde Pers, Roma ve Bizans dönemine ait birçok tarihin yapılandığını kaydetti.

 

Uçar, Sardes antik kentinin çok büyük bir alana yayıldığını, bu nedenle alandaki tüm değerlerin gün ışığına çıkarılmasının yüzyıllar sürecek bir uğraş gerektirdiğini ifade ederek, ''Sardes antik kenti 75 kilometrekarelik alanıyla dünyanın en büyük kazı alanlarından biri. Öyle ki bizim ölümümüzden sonra bile 500 yıl kazsalar ancak bir şeyler ortaya çıkar. Belki 500 yıldan daha fazla bir süre kazı ve araştırmalar sürecek. Çünkü kazılar sonucu ortaya çıkarılanlar henüz işin başında olduğumuzu gösteriyor. Herkesi bu muhteşem yeri görmeye davet ediyorum'' dedi.

Akşam, Haber: Ayten Aydın, 29.11.2011

ANTİK KENTE "SPREY" DARBESİ

 

 

Adana'nın Tufanbeyli İlçesi'nde bulunan ve "Kilikya Komanası'' diye anılan Şar antik kentindeki bazı tarihi eserlerin üzerine sprey boya ile yazılan yazılar, kimyasal maddeyle silinmesine rağmen çıkmadı.

 

Koruma amaçlı imar planı çalışması başlatılan antik kentteki görkemli eserlerin üzerindeki "hayata küskün'', "kahpe felek'' gibi yazıların ancak kazıma işlemiyle silinebileceği, bunun da eserlere zarar vereceği için uygulanamıyor. Adana İl Kültür ve Turizm Müdürü Osman Arık, antik kentin yıllar önce yanlış iskan uygulamasıyla yerleşime açıldığını ve köyün yaklaşık 150 haneden oluştuğunu anlatıyor. Arık, halkın tarihi yapılarla iç içe yaşamasının birtakım sıkıntıları beraberinde getirdiğini belirtiyor. Şar Köyü sakinleri de, köylerinin tamamının sit alanı olmasından ve köyde bir çivi bile çakamamaktan şikayetçi. Köy muhtarı Halil Yüksekoğlu, "Yeni bina yapamadığımız için ben 6 nüfusumla, kardeşim 3 nüfusuyla ve annem babamla aynı evde birlikte yaşıyoruz. Köyümüzün başka yere taşınması hem buranın korunması, hem de bizim rahat nefes almamızı sağlar.'' diyor.

Zaman, 29.11.2011

DERVİŞ HÜCRELERİNİN AÇILIŞI 17 ARALIK'TA YAPILACAK

 

 

Mevlana Müzesi'nde 2009 yılında başlatılan restorasyon çalışmaları kapsamında derviş hücreleri 16. yüzyıldaki orijinal haline getirildi.

 

Türkiye'nin en fazla ziyaretçi alan müzelerinden Mevlana Müzesi'nde 2009 yılında başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlandı. Restorasyon kapsamında Müze'deki derviş hücreleri 16. yüzyıldaki orijinal hallerine dönüştürülerek ziyaretçilerin beğenisine sunuldu.

 

Konya Müze Müdürü Yusuf Benli, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2009 yılında başlatılan restorasyon projesi ile derviş hücrelerinin 16. yüzyıldaki orijinal görüntüsüne kavuşturulduğunu belirtti.

 

Derviş Han kapısındaki yapım kitabesinin daha önce yerinden sökülerek depoya kaldırıldığını ifade eden Benli, ''Proje ile bu kitabe orijinal yerine getirildi. Bu şekilde mimariyle özdeş olan kitabe de orijinal yerine oturtulmuş oldu. Çünkü bu tip malzemelerin hep orijinal yerinde olması gerekiyor. Biz de onu yaptık'' dedi.

 

Benli, derviş hücrelerinde restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Mevlana Kalkanıma Ajansı işbirliğiyle ''teşhir-tanzim'' projesinin başlatıldığını vurgulayarak, şunları kaydetti: 
''Bu projede de son noktaya gelindi. 1926 yılında Mevlana Müzesi, Asarı Atika Müzesi olma esnasında tespit edilen eserleri biz hücrelerde sergileyeceğiz. Bu eserler daha önce hücrelerde değildi. Bir kısmı Huzur-u Pir'de sergileniyordu, bir kısmı da depolarda bekletiliyordu. Şimdi depoda bekleyen bu eserler gün yüzüne çıkmış olacak. Bununla birlikte 1930'lu yıllarda çizilmiş olan planlarda hangi hücre kime ait olduğu gösterilmiş. Biz bu planları Müze'nin kendi arşivinden tespit ettik. Bu tespitler ışığında her hücre kendi orijinali şeklinde teşhir edilecek.''
                
Mevlana Müzesi'ne ait olan, depolarda bekleyen eserlerin bu hücrelerde sergileneceğini anlatan Benli, Mevlevi kıyafetlerinin de orijinal yerinde sergileneceğini, bunun için çalışmaların sürdüğünü bildirdi.
 

''Gelen ziyaretçi 'bir hücre nasıl birşeydi, içinde hangi malzemeler vardı, ne kullanılıyordu?' bunların hepsi ziyaretçilerin beğenisine sunulacak'' diyen Benli, çalışmaların tüm hızıyla devam ettiğini bildirdi.

 

Benli, teşhir-tanzim çalışmalarının da Şeb-İ Arus törenlerine yetiştirilmesinin planladığını dile getirerek, derviş hücrelerinin 17 Aralık'ta açılışının yapılmasını planladıklarını sözlerine ekledi.

Akşam, 29.11.2011

LAHİT KORUMA ALTINDA

 

 

15. yüzyılda yaşamış ilk kadın divan şairi Mihri Hatun'un mezar lahidi Amasya Müzesi'nin bahçesinde koruma altında bulunuyor.

 

1460 ile 1506 yılları arasında Amasya'da yaşayan ve döneminin en ünlü kadın divan şairi olan Mihri Hatun'un ölümünün ardından ailesinin de bulunduğu Pir İlyas Türbesi'ne defnedildiğini, ancak mezarın yaklaşık 6 yıl önce soygun girişimine mağruz kaldığını ve hece taşının kayıplara karıştığını belirten Amasya Müzesi Müdürü Celal Özdemir, "Tahrip edilen mezar lahidi müzemizin bahçesinde tutuluyor. Döneminin mermer işçiliğini yansıtan ve zengin bir bezemeye sahip olan lahit ziyaretçilerin görüp gezebileceği durumda" dedi.

 

Özdemir, mezarın tahribata uğrayan ayak taşının da müze deposunda bulunduğunu kaydetti.

Amasya Kent Haber, 28.11.2011

TOKİ RESTORASYON YAPARSA

 











 

Eski eser yapıların restorasyon öncesi ve sonrası fotoğrafları...


Son sürat toplu konut üretimine artık herkesin aşina olduğu Toplu Konut İdaresi (TOKİ),restorasyonforum.com'un haberine göre, İstanbul'da ve diğer bazı illerde taşınmaz kültür varlıklarının restorasyon uygulamalarını da yapıyor.

 

Fotoğrafları yorumsuz olarak paylaşıyor ve takdiri sizlere bırakıyoruz...

Arkitera, 28.11.2011

İNSANLIK TARİHİNİN ANAHTARI ONDA

 

 

20 yıl önce Alpler’de bulunan ‘Buz Adam Ötzi’ ete kemiğe büründü. Ötzi üzerindeki yapılan çalışmalarda 38 numara deri ayakkabı giydiği anlaşıldı.

Uygarlık tarihinin yeniden gözden geçirilmesine neden olan ‘Buz Adam’ın sergilendiği müzede Prof. Albert Zink, “Ötzi, şimdiye kadar bulunan, Neolitik dönemin sonu, Bakır Çağı’nın başlangıç dönemine ait ilk insan” dedi. Yaklaşık 5 bin 300 yıl önce yaşadığı değerlendirilen Ötzi’ye ev sahipliği yapan Alto Adige (Güney Tirol) Arkeoloji Müzesi kapılarını açtı. Buz Adam Ötzi, 19 Eylül 1991’de Ötztal Alplerinde yolunu kaybeden iki Alman turist tarafından, tesadüfen bulunmuştu.

Ötzi’nin 1.59 metre boyunda, 50 kiloda ve 46 yaşında olduğu tespit edilen bedeninde ayak numarasının 38 olduğu belirlendi. Ötzi’nin üzerinde bulunan metal baltanın çok iyi bir işçilik, kıyafetlerinin ise iyi bir terzilik ürünü olduğunu dile getiren Zink, şöyle dedi, “Ayakkabıları bir teknik bilgilerini çok iyi yansıtıyor. Kordondan bir ağın içine kuru saman duldurup, üzerini deriyle kaplıyorlardı. Bu da ayaklarının hem soğuktan, hem de nemden çok iyi şekilde izole olmasını sağlıyordu. Ötzi, şimdiye kadar bulunan, Neolitik Dönem’in sonu, Bakır Çağı’nın başlangıç dönemine ait ilk insan. Bakırı, metal olarak kullanan ilk insanlardan. Bizim için büyük sürpriz oldu çünkü 5 bin yıl önce hiçbir metal araç olmadığını düşünüyorduk. Bu o döneme ait görüşlemizi değiştirdi.”

Vücudu 5300 yıl boyunca içinde kaldığı buzul sayesinde çok iyi korunan Ötzi’nin tomografi kayıtlarını 2000 yılında inceleyen Radyoloji Uzmanı Paul Gostner, ‘Buz Adam’ın sol omzuna saplı, arkadan girdiği belli olan bir ok ucu tespit etti. Bu yönde yapılan detaylı araştırma sonucu, okun Ötzi’nin sol omuz arkasından girip, kemiğin içinden geçtiğini ve ana damarı parçaladığını belirlediklerini söyleyen Prof.Zink, “Okla vurulmasını takip eden çok kısa zamanda çok kan kaybetmiş olmalı. Bu nedenle de bulunduğu yerde öldüğünden eminiz. Ötzi’nin keçi eti ve bir çeşit kırmızı buğday yediğini tespit ettik. Keçi eti, hala bu bölgede sıkça görülen Alp keçisi türünde” diye konuştu. Prof. Zink, Buz Adam’ın üzerinde tespit edilen 60 dövmeyle ilgili ise şunları söyledi; “Buz adam üzerinde dövmeleri bulmak çok büyük sürpriz oldu. Çünkü hiç kimse bölgede dövme kullanılmasını beklemiyordu.”

Vatan, 28.11.2011

RİZE EVLERİ KORUMA ALTINDA

 

Rize sivil mimarisi ile dikkat çeken tarihi Rize evleri Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınarak hem turizme kazandırılıyor hem de gelecek kuşaklara taşınıyor.

 

Bir asırdan daha yaşlı olan beş farklı Rize sivil mimarisi ile inşa edilerek ahşap ve taş örnekleri bulunan evler birer birer yok oluyor. 1925 yılında Rize'nin Tophane Mahallesi'nde çekilen bir fotoğrafta onlarca Rize evi görülürken bu gün bu evlerden sadece birkaç tanesi ayakta kalabildi. Tarihi Rize Sivil mimarisi özellikleri taşıyarak ayakta kalmayı başaran evlerin büyük büyümü ise Çamlıhemşin, Hemşin, Fındıklı ve İkizdere ilçelerinde bulunuyor.

 

Konuyla ilgili açıklama yapan Rize İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Hocaoğlu, Rize'de binlerce tarihi binadan sadece 400'ünün ayakta kalabildiğini belirterek, "İlimizde 400 civarında tarihi ev, cami ve kale mevcuttur. Rize evlerinde son yıllarda bakanlığımızın da destekleri ile restorasyon onarımlar yapılmaktadır. Bu evler bakanlığımızın maddi destekleri ile koruma altına alınmaktadır. Kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanununun maddesi uyarınca 2005 yılında resmi gazetede yayınlanan taşınmaz kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanmasına dair yönetmeliğinde ilgili maddesi uyarınca ilimiz ve ilçelerinde gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerektiği taşınmaz kültür varlıklarının bakım ve onarımı için restorasyon, rölöve ve restitüsyon projelerine Kültür ve Turizm Bakanlığınca yardım yapılmaktadır. Tarihi ve tescilli Rize evlerine sahip olanlar bu yardımlardan yararlanmak üzere başvurular yaptıktan sonra, önce proje yardımı ardından uygulama yardımı alabilmektedirler. Bu yönetmeliğin yayınlandığı 2005 yılının sonundan günümüze kadar toplam 30 civarında gerçek ve tüzel kişi bu yardımlardan yararlandı. Her yıl başvurular müdürlüğümüze yapılmaktadır. Başvurular değerlendirildikten sonra destek verilmektedir. Ancak bütün talepler değerlendirilmektedir" dedi.

 

Hocaoğlu, yaptığı açıklamada Rize sivil mimarisini gelecek kuşaklarında tanıması gerektiğine dikkat çekerek "Bu tarihi ve tescilli evlere yapılan yardımlar günümüze kadar gelen bu sivil mimariyi özelliklede bakım ve onarıma acil ihtiyacı olan evlerin korunması için ve onların gelecek nesillere de aktarılması için ciddi bir katkı olarak değerlendirilmelidir. Bu yardımlar sayesinde daha öncede tescil altında olmayan ama bu yardımlarında desteği ile bu evlerin tescil altına alınması için ciddi bir teşvik unsuru olarak görülmektedir. Bu sayede 2005 yılından şuana kadar 113 civarında yeni tescil yapılmıştır" diye konuştu.

Arkitera, 28.11.2011

BATTAL GAZİ'NİN OZAN MESCİD'İ RESTORE EDİLECEK

 

 

Malatya'nın Darende İlçesi'ne bağlı Ozan Köyü'nde harap halde bulunan ve Battal Gazi tarafından mescit haline getirildiği belirtilen Ozan Mescidi, yeniden hayata dönüyor.

 

Darende Kaymakamı Mehmet Aktaş, Ozan Mescidi'nin onarımı ve restorasyonu için hazırlanan projenin Sivas Anıtlar Yüksek Kurulu'nun incelemesine sunulduğunu ifade etti.

 

Aktaş, İstanbul Üniversitesi Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Sayar'ın incelemesine göre, MS 1. yüzyıldan kaldığı ve bir derebeyine ait anıt mezar olduğu tahmin edilen yapının, sonradan mescide dönüştürülerek içerisinde taştan oyma bir mihrap yapıldığını kaydetti. Kaymakam Aktaş, büyük tahribata uğrayan eserin yok olmasını önlemek için başlatılan girişim neticesinde İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Prof.Dr. Kutgün Eyüpgiller başkanlığındaki bir ekibin, restorasyon projesini hazırladığını söyledi. Projenin onaylanmasının ardından restorasyonuna başlanacağını dile getiren Aktaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan onarım için gerekli ödeneğin çıkarılmasını talep edeceklerini kaydetti.

Zaman, 28.11.2011

SADECE ÜÇ AYAĞI KALDI

 

Yaklaşık bin yıl önce kurulan ve üç mezhebi çatısı altında bulunduran Kırşehir'deki Üçayak Kilisesi, yıkılmak üzere.

 

Hıristiyanlık dönemine ait nadir eserlerden olan Üçayak Kilisesi, sağlam bir yapıya sahip olmasına karşılık doğal etkenler sonucu zarar görmüş. Sadece duvarlarının sağlam kaldığı kilise, turizme kazandırılmayı bekliyor. Etrafında ve üzerinde yıkılmasını önleyecek tedbirler alınmazken, onarılması için ise henüz bir çalışma yapılmadı.

Zaman, 28.11.2011

"MÜZE AÇMAK KOLAY, İNSAN YETİŞTİRMEK ZOR"

 

Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer'den, çarpıcı tespit...

 

İnsana yatırım yapılmamasından şikayetçi olan Ölçer, 'Şimdiye kadar aileler, isimleri altında müzeler açtılar, birtakım koleksiyonlar oluşturdular, ama insana yatırım yapmadılar. Müze açan aileler, yurtdışını bilen, yurtdışındaki müzelerle içli dışlı çalışan, deneyim ve aynı zamanda bilgi sahibi, iyi tahsil eden insanlara o yolu açamadılar' dedi. Ölçer, 'Bir resme verdikleri bilmem kaç milyar lira kadar 3-5 kişiye de burs verip, onları yurtdışında en iyi şekilde eğitsinler, onlar da memlekete ve kendi koleksiyonlarına geldikleri zaman dört başı mamur hale gelsin' diye konuştu.

Akşam, 28.11.2011

KALE MÜZELERE TURİST İLGİSİ

 

Türkiye’de sadece Marmaris, Bodrum ve Çeşme’de bulunan “kale müzelere” turistler yoğun ilgi gösteriyor.

 

Ege’nin kıyı kesimlerinde yer alan ve tarihi kalelerin içinde bulunan müzeler, özellikle yabancı turistlerin dikkatini çekiyor. Türkiye’deki kale müzeler arasında en fazla ziyaretçiyi Bodrum Müzesi ağırlıyor. Bodrum Müzesi’ni bu yıl kasım ayına kadar yaklaşık 284 bin kişinin ziyaret ettiği, bu sayının yıl sonuna kadar 300 bini bulacağı belirtildi. Bodrum’un ardından ikinci sırada yer alan Marmaris Müzesi’ni yıl sonuna kadar 65 bin, bir diğer kale müze olan Çeşme Müzesi’ni de 43 bin kişinin ziyaret etmesinin beklendiği kaydedildi. Üç kale müzenin yıl sonuna kadar toplam ziyaretçi sayısının ise 400 bini geçeceği ifade edildi.

 

Marmaris Müze Müdürü Esengül Yıldız Öztekin, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye’de sadece Çeşme, Bodrum ve Marmaris’te kale müze olduğuna dikkati çekti.

 

Tarihi mekanlardaki müzelerin vatandaşların ve turistlerin daha fazla ilgisini çektiğini belirten Öztekin, “Marmaris Müzesi’ni iki yıl önce yaklaşık 40 bin, geçen yıl 50 bin, bu yıl ise kasım ayı itibarıyla 62 bin kişi ziyaret etti. Bu sayının yıl sonuna kadar 65 bini bulmasını bekliyoruz. Ziyaretçi sayımızdaki artış, yaptığımız tanıtım çalışmaları ve müzede gerçekleştirdiğimiz yeni düzenlemelerden kaynaklanıyor” dedi.

 

Muğla’daki Milas ve Fethiye müzelerinde de çok önemli eserler yer aldığını kaydeden Öztekin, bu müzelerin kale gibi tarihi mekanlar içinde yer almadıkları için Bodrum ve Marmaris müzeleri kadar ilgi görmediğini söyledi.

 

Marmaris Müzesi’nin bu yıl 20. yaşını kutladığını belirten Öztekin, “Marmaris Müzesi resmi olarak 1991′de açıldı. Müzemiz 20. yaşını kutladığımız, genç bir müze. Müzedeki eserleri ağırlıklı olarak Datça’daki Knidos Antik Kenti, Burgaz ve Emecik kazılarından bulunan eserler oluşturuyor. Müzede ayrıca Marmaris ve çevresinde bulunan ve vatandaşlardan satın alınan eserler de yer alıyor. 500 etnografik eserden oluşan bir de koleksiyonumuz bulunuyor” diye konuştu.

 

Marmaris Müzesi’nin envanterinde kayıtlı yaklaşık 12 bin eser bulunduğunu belirten Öztekin, şunları kaydetti: “Bu 12 bin eserin yaklaşık 7 binini sikkeler ve 500′ünü ise etnografik eserler oluşturuyor. Geri kalan 4 bin 500 kadarı arkeolojik kazılarda bulunan tarihi eserler. Bu eserlerin sadece 500′ünü sergileyebiliyoruz. Zaten bütün eserleri sergilemek gibi bir şey mümkün değil. Hiçbir müzede bütün eserler aynı anda teşhir edilmez.”

 

Kale müze olmanın avantajını kullanmak istediklerini ifade eden Öztekin, bu avantajı kullanarak müzede daha fazla eser sergileyebilmek için proje hazırlayarak Güney Ege Kalkınma Ajansı’na sunduklarını söyledi.

 

Projelerinin yedek olarak kabul edildiğini kaydeden Öztekin, “Projemiz teşhir salonunun daha modern hale getirilmesi ve daha fazla ürün sergilenmesini amaçlıyor. Projenin hayata geçmesiyle ilgili umudumuzu kaybetmedik. Uygulama projesini de tamamladık. Genel müdürlüğümüz, il kültür müdürümüz ve sayın kaymakamımız projemize destek veriyor. Gerekli kaynağın aktarılması durumunda aynı anda bin 500 tarihi eseri sergileyebileceğiz” dedi.

 

Öztekin, müzedeki büroların yenilendiğini ve depoların düzenlendiğini kaydetti.Bu çalışmalarda müzedeki bütün eserlerin envanterinin yeniden çıkarıldığına dikkati çeken Öztekin, envanterini çıkardıkları bütün eserlerin tek tek fotoğraflarını çektiklerini bildirdi.

haberler.com, 27.11.2011

TARİHİ KÖPRÜLER KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

 

Karaman’da 14. yüzyılda yapıldığı sanılan ve yaklaşık 40 sene öncesine kadar kervanların ve yayaların kullandığı, Göcer, Damlapınar ve Kızılca köyleri sınırlarında bulunan Salavat ve Çırlavık köprüleri, keşfedilmeyi bekliyor.

 

Arkeolog Sabri Aydal, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Karaman’ın kültür haritasını çıkarmak ve Akdeniz Bölgesi’ni İç Anadolu’ya bağlayan tarihi yolları belirlemek için araştırmalar yaptığını dile getirdi.

 

Göksu Nehri’nin üzerine inşa edilen tarihi Salavat ve Çırlavık köprüleri hakkında bölgedeki köylülerden bilgiler topladığını ifade eden Aydal, “Bu bilgiyi aldığımda çalışmalarımı başlattım. İki köprü hakkında da köylülerden başka kimseden detaylı bir bilgi alamadım. Köprüler bilinmiyor. Buraya geldiğimde hayretlerimi gizleyemedim. Çünkü ben bu kadar güzel köprüler beklemiyordum” dedi.

 

Salavat ismiyle anılan köprünün Göksu Nehri üzerine kesme taştan yapıldığını bildiren Aydal, tek kemer olan köprünün ayaklarının nehrin iki tarafında bulunan kayalara oturtulduğunu anlattı.

 

Nehirden 12 metre yükseklikte inşa edilen köprünün tekerlekli araçların geçeceği kadar geniş olmadığını vurgulayan Aydal, köprünün iki tarafında da hayvanların ve insanların yürüyebileceği şekilde taş yol bulunduğunu belirtti.

 

Bölgede Damlapınar Köyü Çırlavık vadisinde bulunan Çırlavık Köprüsü’nün vadinin en dar bölgesine yapıldığını açıklayan Aydal, köprünün yüksekliğinin 35 metre civarında olduğunu, insanların dar köprüden geçerken korktuğunu söyledi.

 

Bölge insanlarıyla yaptıkları görüşmelerde ve araştırmalarda köprülerin 40 yıl öncesine kadar faal olarak kullanıldığını, fakat yolların ve motorlu araçların çoğalması ile birlikte köprülerin kaderine terk edildiğini belirten Aydal, şunları kaydetti:

“Bölgede yaşayan insanlar ve bulunan izler Akdeniz Bölgesi’ni İç Anadolu’ya bağlayan önemli kervan yollarından birinin buradan geçtiğini doğruluyor. Çünkü, Ermenek İlçesi'nden Karaman’a kadar güzergahlarda tarihi hanlar var. Karaman’a bağlı Ermenek, Başyayla İlçelerinden hayvanlarla bu güzergahtan Karaman’a gelen yaşlı insanlar var. Bölgede Göksu Nehri’nin üzerindeki tek köprü Salavat Köprüsü. Her iki köprünün yerinin seçimi bir mühendislik harikası. Çünkü Çırlavık deresi, Salavat Köprüsü’nün hemen 500 metre aşağısında Göksu Nehri’ne karışıyor. Salavat Köprüsü biraz aşağıya yapılsa ikinci bir köprüye gerek kalmayabilir. Fakat nehrin bıraktığı izlerden aşağılara yapılan köprülerin su altında kalabileceği aşikar. Her 2 köprü de bunlar hesaplanarak yapılmış.”

 

Köprülerin, tahminen 14. yüzyılda Karamanoğlu Beyliği zamanında yapıldığını ve ikisinde de kitabe olmadığına değinen Aydal, köprülerin bugün terk edilmiş durumda olduğunu, köprülerde hiç tamirat yapılmadığını gördüğünü aktardı.

haberler.com, 27.11.2011

İZMİR BELEDİYESİ TARİHİ AHMET AĞA BİNASINA EL ATTI

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, metruk durumdaki tarihi Ahmet Ağa (Haremlik-Selamlık) binasını Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden 30 yıllığına kiralayarak restorasyon çalışmalarına başladı.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, yıllardır atıl durumda olan ve yıkılmaya yüz tutmuş Kemeraltı'ndaki Ahmet Ağa (Haremlik-Selamlık) binasını kente kazandırmak için kolları sıvadı. Restorasyon çalışmalarına başlanan tarihi bina için Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile 30 yıllığına 'restorasyon karşılığı kiralama' sözleşmesi imzalandı.

 

Kemeraltı'nda mülkiyeti Salepçi Hacı Ahmet Efendi Vakfı adına Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan 927 metrekarelik bina, Konak İlçesi Hacı Mahmut Mahallesi 848 Sokak'ta bulunuyor. Tarihi bina, restore edildikten sonra Büyükşehir Belediyesi bünyesinde hizmet vermeye başlayacak. Binanın restore edilmek üzere hazırlanan rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri, İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından da onaylanmıştı.


Tarihçesi: 19. yüzyılın ilk yarısında yapılarak kente kazandırılan Haremlik-Selamlık binasında iki ana bölüm var.

Birinci yapı 'Selamlık', ikinci bina ise 'Haremlik' olarak tespit edilirken, Selamlık binası iki kat, Haremlik binası da bodrum kat ve üzerindeki iki kattan oluşuyor. Haremlik binasının arka bölümünde ayrı bir bahçe bulunuyor. Zaman içinde oldukça yıpranmış ve zarar görmüş durumda olan bina, restorasyon projelerine uygun olarak kente kazandırılacak. Mühendislik projelerinin önümüzdeki günlerde tamamlanmasının ardından, bina için onarım ihalesine çıkılacak.

Habertürk 27.11.2011

PADİŞAH FERMANLARI MÜZEYE KAVUŞUYOR

 

Londra'da sadece devlet üst düzey yönetimi değil, işadamları da sergi açılışlarıyla öne çıktı. Ramsey markasıyla öne çıkan Gürmen Tekstil'in Yönetim Kurulu Başkanı Remzi Gür, İstanbul'da Anadolu yakasında bir müze açmak için yoğun çalışmalar yürüttüklerini açıkladı. Londra'da Osmanlı Padişah Fermanları ve Beratları sergisinde gazetecilere açıklama yapan Gür, 1999 yılından bu yana topladığı eserleri müzede sergileyecek olmaktan mutlu olduğunu dile getirdi. Kurucusu olduğu Remzi Gür Eğitim, Kültür, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı aracılığıyla kuracakları müzenin yerini satın aldıklarını belirten Remzi Gür, "Müze için aldığımız yerin neresi olduğunu şu anda açıklayamam, sadece yerinin Anadolu yakasında olduğunu söyleyebilirim. Osmanlı eserlerini sergileyeceğimiz bir müze olacak. Zaman içinde bizim tarihimizi yansıtan Osmanlı padişah fermanlarından oluşan bir koleksiyonum var. Bu koleksiyonu da burada sergileyeceğim. Müzenin adını şimdilik Remzi Gür Kültür Eğitim Vakfı olarak planlıyoruz" diye konuştu.

Gür, sahip olduğu Osmanlı Padişah Fermanları ve Beratları Koleksiyonu ilk yurtdışı sergisini Vodafone ve Türk Hava Yolları (THY) sponsorluğunda Londra'da açtıklarını belirterek şunları anlattı: "Padişah fermanları bizim tarihimizi ve kültürümüzü anlatan, bugüne kadar gelmiş çok önemli eserler, belgeler. Ferman ve beratlarda bizi yansıtan çok önemli bilgiler yer alıyor. 'Bunlara neden biz sahip olmayalım' diye bir merak uyandı içimde ve zamanla bu merak bir koleksiyona dönüştü. Şimdi bunu 20 gün için Londra'da sergileyeceğiz." Padişah fermanları biriktirmeye 1999'da başladığını kaydeden Gür, koleksiyonla ilgili şu bilgileri verdi: "Osmanlı'da 400 yıllık bir Padişah fermanları birikimi var. 36 padişahın bugüne kadar gelen ferman ve beratları dünyanın çeşitli ülkelerinde yer alıyor. Benim şu anda koleksiyonumda 150'ye yakın eser var. "

Londra'daki Yunus Emre Enstitüsü'nde Uluslararası Kültür Sanat Derneği (UKSD) işbirliği ile 10 Aralık'a kadar açık kalacak olan "Mucibince Amel Oluna Remzi Gür Koleksiyonundan Padişah Fermanları ve Beratları" sergisi Londra'dan sonra diğer Avrupa başkentlerinde de sergilenecek. Remzi Gür, "Londra'dan sonra Viyana ve Paris'te sergilenmesini düşünüyor. Koleksiyonumuzu Brezilya'ya kadar götürmek gibi bir planımız var. Bu eserlerin özel bir dili var. Tarihteki çok özel bazı gelişmelere ilişkin ipuçları var. Tarihi kararları anlatıyorlar. Bu mirasımızı tüm dünya ile paylaşmak istiyoruz" diye konuştu. Serginin açılışına Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun yanı sıra Türkiye'de ve İngiltere'de aktif çok sayıda işadamı katıldı.

150 parçalı koleksiyonunda her bir eserin ayrı değeri olduğunu belirten Remzi Gür, "Ancak aralarında birkaç tanesi var ki, hem kullanılan dil hem de içerik açısından son derece önemli. Yazıldıkları dönemin devlet idaresi, devletin dış politikasına ilişkin önemli bilgiler yer alıyor. Örneğin Sultan 3'üncü Selim'in 12 Ağustos 1790 tarihli fermanında önemli bir detay görebiliyorsunuz. Bu fermanda
'Medine Şehrindeki Hazret-i Peygamber'in mescidinin bakım ve temizliği ile ilgili görevli olan Hafız İbrahim'in vafatı ile bu görevin Sahila Hanım'a devredilmesi' emrediliyor. 1562 tarihli fermansa Kanuni Sultan Süleyman'a ait" ifadelerini kullandı.

Sabah, 27.11.2011

"BİZE YILLARCA HUZUR VERDİ, YENİ SAHİBİNE DE VERSİN"

 

 

"Kaplumbağa Terbiyecisi" ve İstanbul Hanımefendisi" gibi tablolarıyla Türk resim tarihinin en önemli ve en pahalı resimlerinin ressamı Osman Hamdi Bey'in "Huzur" isimli eseri, rekor bir fiyatla 9 milyon dolar (17 milyon TL) açılış bedeliyle bugün müzayedeye çıkıyor. Osman Hamdi Bey'in feraceli kadınları resmettiği "Huzur" isimli tablosu 30'uncu yılını kutlayan Antik A.Ş.'nin bugün Swissotel'de gerçekleşecek 270'inci müzayedesinde rekor fiyata satışa sunulacak. Türk resim tarihinin en değerli tablosu olmaya aday olan ve 10 milyon dolara (18 milyon 900 bin TL) sigortalanan "Huzur", Osman Hamdi Bey'in en görkemli 5 tablosundan biri kabul ediliyor.

"Huzur"da sanatçının Eskihisar'daki evinin terasını resmettiğini dile getiren Antik A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam "Osman Hamdi maalesef çok az eser bırakmış bir sanatçı.Bu boyutlarda, bu güzelliğe sahip çok az eseri olduğu için paha biçilmesi zor bir eser" diye konuştu.

Merhum gazeteci-siyasetçi İsmail Cem'in kişisel koleksiyonundaki aile yadigarı tablonun satışa çıkmasının koleksiyoncular ve müzeler için 100 yılda bir yakalanacak bir şans olduğunu dile getiren Artam "Eser 1957'de Resim ve Heykel Müzesi'nde bir kez sergilendikten sonra ilk kez görücüye çıkıyor. Cem ailesinin durumu kötü değil ama kendi sağlıklarında yıllarca seyretmiş oldukları bu eseri satmak istediler" dedi. Artam, İsmail Cem'in eşi Elçin Cem'in önceki gün gelip tabloyu uzun uzun izlediğini anlattı. Elçin Cem'in "Bize yıllarca huzur verdi, yeni alanlara da inşallah huzur verir" dediğini aktaran Artam, "İsmail Cem de iyi bir koleksiyonere gitmesini istemiş. Özellikle de bir müzeye girerse çok memnun olacağını belirtmişti. Eseri onlar gibi sahiplenecek, belki de bir müzede sergileyecek bir koleksiyoncunun eline geçmesi onun da ruhunu rahatlatır diye düşünüyorum" dedi.

Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 27.11.2011



******


'HUZUR'SUZ MÜZAYEDE

 

 

Türk resim tarihinin en değerli tablolarından biri olarak gösterilen Osman Hamdi Bey'in 'Huzur' adlı tablosu müzayedede istenilen rakama ulaşamadı. 1904 tarihli tablo politikacı, gazeteci eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in aile koleksiyonunda yer aldıktan sonra Antik A.Ş.'nin organizasyonuyla dün Swissotel'de düzenlenen müzayede de satışa sunuldu.  Osman Hamdi Bey'in iki feraceli kadını resmettiği 'Huzur' tablosu için kıyasıya yarış bekleniyordu. 10 milyon dolara sigortalanan ve 9 milyon dolar açılış fiyatıyla 100 yıl sonra ilk kez satışa sunulan 'Huzur' tablosuna ilk olarak 9 milyon 100 bin dolar, daha sonra ise 9 milyon 150 bin dolar telefonla teklif verildi.

 

Ancak müzayedeyi gerçekleştiren Antik A.Ş.'nin kurucusu Turgay Artam tarafından da yetersiz görülen bu artışın ardından yine telefonla 10 milyon dolar teklifin sunulduğu açıklandı. Alıcı olmak için 3 kişinin yarıştığı tablo, ödeme kolaylığı istenmesi nedeniyle satılamadı. 10 milyon doları ödeme konusunda anlaşarak vereceği bildiren gizli alıcıdan ötürü Artam satışı durdurdu ve aileyle konuşulması gerektiğini bildirdi. Tanınmış simaların katılığı müzayede de 2.5 milyon liradan satışa sunulan 1906 tarihli Şeker Ahmet Paşa'nın 'Sonbahar'da Orman' isimli eseri müzayedenin en yüksek fiyata satılan eseri oldu. Tablo telefonla katılan bir kişi tarafından aynı fiyattan alıcı buldu. Hoca Ali Rıza'nın ilk kez görücüye çıkan 'Göl Evi' konulu peyzaj çalışması ise açılış fiyatı 800 bin liradan artarak 825 bin liraya alıcı buldu. Fausto Zonaro'nın 'Şehzade Abdurrahim Efendi' aldı eseri ise 575 bin TL'ye alıcı buldu. Ünlü oyuncu Hamdi Alkan ise 15 bin TL'den satışa sunulan Sami Yetil'in Peyzaj tuval üzerine yağlı boya tablosunu 26 bin TL'ye satın aldı. İsmail Cem'in kızı İpek Cem de müzayedeyi izledi. Basın mensuplarına gözükmemek için büyük çaba sarf eden Cem, sorulan bir soru üzerine, 'Satılmadı değil, rezervleri değerlendireceğiz' demekle yetindi. Soruları yanıtsız bırakan İpek Cem'in koşar adımlarla otelden ayrıldığı görüldü.

 

110 x 70 cm ebatları ve dikkat çekici kompozisyonuyla sanatçının bilinen en büyük ebatlı eserlerinin arasında yer alan Huzur,  tuval üzerine yağlıboya ve 1904 tarihli. 100 yıldır ilk defa satışa sunulan tablo en son 1957 yılında Resim Heyken Müzesi'nde düzenlenen Osman Hamdi Bey sergisinde görülmüştü. Osman Hamdi Bey'in 'Kaplumbağa Terbiyecisi'  eseri 2004 yılında 3.9 milyon dolara satılmıştı. Sanatçının 'İstanbul Hanımefendisi' adlı çalışmasıysa 2008'de Londra'da tam 6.9 milyon dolara alıcı buluştu.

Akşam, Haber: Abdullah Malkoç - Cem Türkel, 28.11.2011

TOPKAPI SARAYI'NDA VENEDİK DOKUMALARI

 

Topkapı Sarayı Müzesi, Has Ahırlar bölümünde Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik Cumhuriyeti arasındaki asırlık sanatsal ve kültürel alışverişi yansıtan 'Venedik ve İstanbul: Olağanüstü İlişkiler Dokusu, Dokumada 800 Yıllık Karşılıklı Etkileşimler' sergisi açıldı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile İtalya Dışişleri Bakanı Giulio Maria Terzi di Sant Agata tarafından dün açılan sergi, Topkapı Sarayı Müzesi ile İtalya'nın Ankara Büyükelçiliği ve İstanbul İtalyan Kültür Merkezi'nin işbirliğiyle hazırlandı. İtalyan dokumasının en eski isimlerinden Venedik Bevilacqua Evi'nin arşivinden çok değerli parçaların yer aldığı sergi 8 Ocak 2012 tarihine kadar ziyarete açık olacak.

Sabah, 27.11.2011

1400 YILLIK MANASTIR RESTORE EDİLECEK

 

  

 

Hatay'ın Samandağ İlçesi'ne bağlı Aknehir beldesi yakınlarında yaklaşık 480 rakımlı tepede 6. yüzyılda kurulan, yapılış hikayesi ve mimari özelliğiyle yerli, yabancı turistlerin yoğun ilgi gösterdiği Erken Hristiyanlık Hac merkezi olarak kabul edilen St. Simon Manastırı'nın, restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmasıyla güzel bir görünüme kavuşturulacağı bildirildi.
Samandağ Kaymakamı Süleyman Özçakıcı, çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan, tarihi zenginlikleri bünyesinde bulunduran Hatay'ın Samandağ İlçesinin 14 kilometre uzunluğundaki sahili, dağdan gelen sel sularını önlemek amacıyla Roma İmparatorluğu döneminde bin tutsağa 10 yılda yaptırılan "Titus Tüneli", "Dor Mabedi", Hıdırbey Köyü'nde bulunan, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 30 yıl önce anıt ağaç ilan edilen, "Hazreti Musa ağacı" gibi zenginliğini bünyesinde bulundurduğunu söyledi.


Hatay'a gelen yerli ve yabancı ziyaretçilerin Samandağ İlçesini de görmeden gitmediğini ifade eden Özçakıcı, ancak tarihi ve doğal güzelliklere sahip ilçelerinde, turizmden tam anlamıyla yararlanılamadığını kaydetti.


Samandağı'na daha çok kişinin gelmesini, turistlerin burada biraz daha fazla vakit geçirmesini sağlamak amacıyla hazırlanan "Turizm Strateji Planı" kapsamında valilik öncülüğünde çalışmalar başlattıklarını vurgulayan Özçakıcı, şöyle devam etti:
"Tarihi ve doğal güzelliklere çok sayıda zenginliği bünyesinde bulunduran Samandağ İlçesi, Simon Manastırı'nın bulunduğu Aknehir beldesinden başlayan, Hıdırbey, Yoğunoluk ve Batıayaz köylerini içerisine alan yaklaşık 24 kilometre uzunluğunda bir turizm potansiyeli var. Bu alanlarda bulunan zenginliklerin restorasyonu ve çevre düzenlemeleri konusunda yoğun bir çaba harcıyoruz. Bu kapsamda MS 1. yüzyılda dağdan gelen sel sularını önlemek amacıyla bin tutsağa 10 yılda yaptırılan bin 380 metre uzunluğundaki Titus Tüneli'nde de çevre düzenleme çalışmaları yaptık. Burada oturma banklarının yanı sıra yürüyüş parkurları oluşturduk. Ayrıca Hıdırbey Köyü'nde Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 30 yıl önce anıt ağaç ilan edilen, 'Hazreti Musa Ağacı'nda da şu an çevre düzenleme çalışmaları devam ediyor. Burada köye uygun yürüyüş yollarının yanı sıra ziyaretçilerin dinlenebilecekleri, hoşça vakit geçirebilecekleri güzel mekanlar oluşturulacak. Ayrıca gelenlerin yöresel ürünleri satın alabileceği ve köylüler tarafından işletilecek olan dükkanlar da yer alacak."


Bunların yanı sıra 24 kilometrelik turizm aksının ilk halkası ve başlangıcı olan St. Simon Manastırı'nda da çalışmalar yapacaklarını bildiren Özçakıcı, "6. yüzyılda yapılan ve 13. yüzyıla kadar aktif olarak hizmet veren stilit olarak nitelendirilen St. Simon Manastırı yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Manastırın rölöve çalışmaları Adana Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan onay aldı. Restoresi ve çevre düzenlemesiyle ilgili de proje çalışmaları devam ediyor. Erken Hristiyanlık Hac merkezi olarak kabul edilen manastırı hak ettiği güzel görünüme kavuşturarak turizm pastasından daha fazla pay almayı amaçlıyoruz" diye konuştu.


Efsaneye göre, MS 6. yüzyılda yapılmış olan manastırın Antakyalı St. Simon'un bir sütun üzerinde yaklaşık 40 yıl yaşadığı yer olarak ün yaptığını vurgulayan Özçakıcı, yapılacak restorasyonla Hristiyanlar tarafından kutsal bir yer olarak kabul edilen, kente gelen misafirlerin de yapılış efsanesi nedeniyle görmeden gitmediği yerler arasında bulunan manastırı adından daha fazla söz ettiren bir yer heline getirmeyi amaçladıklarını kaydetti.


Yıllardır düzenli olarak korunmadığı için manastırın kötü bir görünümde olduğunu, duvarlarına bazı kişiler tarafından yazılar yazıldığına dikkati çeken Özçakıcı, İŞKUR ile yürüttükleri istihdam projesi kapsamında bir kişiyi buranın temizliğini ve korumasını yapması için görevlendirdiklerini belirtti.

-St. Simon Manastırı-
MS 6. yüzyılda inşa edilen Manastır Antakyalı St. Simon'un bir sütun üzerinde 40 yıl yaşadığı yer olarak ün yapmasıyla dikkati çekiyor. St. Simon Manastırı ve eklentileri kısmen kayalar üzerine oyulmuş ve kesme taşlardan yapılmış. Manastırın birbirine paralel iki duvarla çevrili üç farklı girişi bulunuyor.


Efsaneye göre, din eğitimini çok küçük yaşlarda almaya başlayan ve o tarihten sonra kendini tamamen Tanrı'ya adayan St. Simon'un bugün "mucizeler dağı" olarak adlandırılan 480 rakımlı tepeye gelip, burada yaşamaya başladığı söyleniyor. Adı günden güne herkes tarafından duyulup ziyaretçi akınına uğramaya başlayan St. Simon'un yaşı küçük olmasına rağmen hastalara şifa veriyor olması nedeniyle şöhreti artınca yaşadığı yerin "Mucizeler Dağı" ismini aldığı rivayet ediliyor.


Efsaneye göre bir sütun üzerinde 40 yıl yaşadığı söylenen St. Simon'un vefatından sonra adını taşıyan manastır yaşadığı yere inşa edilmiş. Kesme taşlarla ve kayaları oyularak yapılan bu manastırın haç planlı yapıldığı da ifade ediliyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: İsmihan Özüven, 27.11.2011

"BABAMI RESSAMLIĞA İKNA ETMEK İÇİN AMELEBAŞILIĞI YAPTIM"

 

Turan Erol, resmin duayenlerinden. Hocası Bedri Rahmi Eyüboğlu da, “Kuru gürültüye pabuç bırakmayan, aklını, yüreğini, çoluğunu, çocuğunu, paletini, fırçasını başına devşiren sayılı aydınlarımızdan biridir, Turan Erol” diye yazmış. İlhan Berk, “Turan Erol beyazı karıyor. Kendi beyazını. Önünde bir göğün” diyor bir şiirinde. Ben de ekleyeyim; sanat dünyamıza sadece resimleriyle değil, yazıları ve kitaplarıyla da katkıda bulunmuş bir ressam o...

 

Aslında edebiyata meraklıydım. İlkokul üçüncü sınıftayken Maarif Vekaleti, bir yarışma açtı. Birinci oldum. Ondan sonra yazıp dergilere göndermeye başladım. Zamanla resme dönmeme rağmen edebiyatla bağımı koparmadım. Ulus gazetesinde ‘Defterimden’ başlığıyla köşe yazılarım çıktı. Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği’ni kurup, orada Sanat adlı dergiyi çıkardık. Sanat üzerine yazılar, sanatçı portreleri yazdım, kitaplar hazırladım. Yayınlanmamış hikaye denemelerim de var. Fakat ağırlığı resme verdim. Yeni çıkan ‘Gözlerinden Öperim’ kitabı, bana gelen mektupların tamamını kapsamıyor. Kitapta, Bilge Karasu, Orhan Peker, Avni Arbaş, İlhan Berk, Hamit Görele, Kuzgun Acar gibi 23 dostumun mektupları var.

 

 

Milas’ta, ilkokul dördüncü sınıfta öğretmenimiz İstanbul’da, Eminönü Halkevi binasında ‘Milas Ortaokulu Öğrencileri Resimleri’ sergisi düzenledi. 1943 yılı. İkinci Dünya Savaşı devam ediyor. Beni ve Nihat Karaca adındaki arkadaşımızı da yanına aldı. Vapurla Küllük’ten (Sonra Güllük oldu) bir haftada İstanbul’a gittik. Bedri Rahmi’ye de davetiye yollamıştık ama gelememişti. Telefon ettim, “Sergimizi görmenizi çok istiyorum” dedim. “Reis” diye konuşurdu, “Valla Reis, işittim serginizi ama hiç vaktim yok, sen gel” dedi. Salıpazarı’ndaki evine gittim. Bedri Bey resim yapıyordu, bir tabureye oturup seyrettim. Böyle tanıştık. Ona, Akademi’ye öğrenci olmak istediğimi söyledim. Kayıt zamanı geçtiği için, “İstersen misafir talebe ol” dedi. İki ay misafir talebe olarak devam ettim akademiye.


Ortaokuldan sonra İzmir Lisesi’ne gittim. Ama gözüm hep Akademi’deydi. Babama haber gönderdim Milas’a. Akademide okuyacağım” diye... Bir hızla kalktı geldi, “Ressam olacaksın da ne olacak? Olmaz öyle şey” dedi. Peki dedim, liseye döndüm. Nihayet bir gün dedi ki, “Anlaşılan okumaya niyetin yok, kalk Milas’a gidiyoruz, sana sermaye vereyim dükkan aç. Yoksa İstanbullarda serseri olacaksın.” Milas’a götürdü beni. Kırcağız Köyü ilkokuluna vekil öğretmen oldum. Üç ay öğretmenlikten sonra sıtmayla mücadelede bataklık kurutma işinde amelebaşı olarak çalıştım. Bu arada vesikalık resim büyütüyordum kareleyerek. Beni, ‘İyi resim yapan bir çocuk’ diye tanıyorlar Milas’ta. Kaymakam da köylerin yol levhalarını yazma işini verdi. Bir buçuk yıl böyle geçti. Para biriktirince babamı da ikna ettim. Kalktım İstanbul’a gittim yeniden. Yetenek sınavını en iyi puanla kazandım. Orhan Peker ile de orada tanıştık. En yüksek puanla Orhan ve ben kabul edildik. Öyle başladım akademiye.

 

Bisiklete binmeyi beceremedim çocukken. Bazen bisikletleri resimlerime koydum. Kompozisyonun getirdiği bir gereklilik olarak yerde duran bisikletler yapmışımdır, psikolojik nedenleri yok. Küçükken çok iyi at binerdim. Arkadaşlarım da hayret ederdi, ‘Bu, bisiklete binemiyor ama çok güzel at biniyor’ diye. ‘Kömür Dağıtım Yerleri’ resimlerimde at figürünü biraz mahzun, hüzünlü olarak kullandım.

 

“İlk kızımın adını Bedri Rahmi koydu: Elif. İkinci kızımın adı Zühra, annemin adı. Üçüncüsü Rengin. Bir de ressamca bir isim olsun dedik. Hacettepe’den emekli olduktan sonra kendime Ankara, İstanbul ve Bodrum’da bir yaşam kurdum. Kışın Ankara’da, yaz aylarında Bodrum’da kalıyoruz. Kuzguncuk’ta pek de sık gidip oturamadığım tarihi ahşap bir evim var”

 

Bedri Rahmi’nin, Güzel Sanatlar mecmuasında birkaç resmi basıldı. O resimlerden biri bir koltuğa yaslanmış bacak bacak üzerine atmış bir kadın figürü resmi. Onu çok sevdim ona benzer bir resim yaptım. “Reis, benden etkilenmişsin, vazgeç, etkilenecek başka usta mı bulamadın” dedi. Ülkü dergisinde Bedri Rahmi’nin Yuku Lele’ye mektuplar diye yazıları çıkardı. Yuku Lele Çinli bir ressam. O yazıları tutkuyla okurdum. Anadolu fikriyatını savunuyordu, hem resminde hem yazılarında. Biz öğrencilerinin Anadolu’yu sevmesi biraz onun etkisiyle. Bedri Bey halkçı, cumhuriyetçi, Atatürkçü bir insandı. Şahsiyeti de yakından tanıdıktan sonra çok sardı beni. Beni diğer öğrencilerinden ayrı tutar, Narmanlı Han’daki yerine beni de çağırırdı. Perşembeleri yakın dostlarını oradaki atölyesinde sohbete, içmeye davet ederdi. Sabahattin Ali, Orhan Veli, Sait Faik gibi isimler gelirdi. Bir gün, Sait Faik yanımda oturuyordu. Yeditepe dergisi sahibi Hüsamettin Bozok ile tartıştılar, Sait Faik’e, “Adadan çıkmamış bir adamsın, ne bilirsin sen” dedi. Kapıştılar yani.

 

Diyarbakır’dayken Paris’e burslu gitmek için bakanlığa müracaat etmiştim. Ankara’ya çağırdıklarında Paris’e gönderilme kararı da çıktı. Sonra Fransızlar da burs verdi, bir buçuk yıl da onların bursuyla kaldım. Toplam iki yıl. Louvre’da, Goya’nın, ‘Marquise de Solana’ adlı resmini çok sevdim. Dilekçe verdim, izin çıktı. Benim istediğim günlerde sehpamı getirip resmin önünde hazır ediyorlardı, haftada iki gün gidip çalışıyordum. O kopyayı getirdim, burada sergiledik. Çok beğenildi. Üstüne yazılar yazıldı. İstanbul Resim Heykel Müzesi’ne aldılar. Paris, beni zenginleştirdi kuşkusuz. Çağımızın en büyük gravür sanatçılarından olan Friedlander’ın atölyesine devam ettim. İlk gravürümü gören Friedlander çok beğendi, benimle ilgilendi. Bir gün bitirdim artık gideceğim dediğimde bir gravürünü çıkarıp, ‘Turan Erol’a...’ yazdı, imzaladı verdi bana. Oradaki diğer sanatçılar hayretler içinde kaldılar.

 

Ankara’ya gelişim 27 Mayıs sonrasında. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün yeniden organizasyonu için birini arıyorlar. Şube Müdürü olarak başladım. Genel müdür yardımcılığı ve sonra da genel müdürlük yaptım. Vilayet Galerileri benim zamanımda açıldı. Bu arada 1963’te ilk şahsi resim sergimi kendi kurduğum Ankara Sanat Galerisi’nde açtım. O sergiden sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü hocaları beni ziyarete geldi; “Seni bize hoca istiyoruz” dediler.

 

Akademiden mezun olunca askere gittim. Sonra Diyarbakır’a Ziya Gökalp Lisesi’ne atandım. Diyarbakır’ı çok sevdim. Orada evlendim. ‘Yudum’ diye bir dergi çıkardım. Edebiyat geceleri düzenledim, Cahit Sıtkı Tarancı’ya gittik öğrencilerle, hasta yatağında ziyaret ettik. Diyarbakır’da dikkate değer yaptığım ilk resim ‘Köyden Çıkış’. Diyarbakır dağ köylüleri, pazaryerine gelirlerdi; yayan yapıldak, eşyaları eşeklere yükleyip. Onları anlatan birkaç resim yaptım, ‘Meyan Kökü Şerbeti İçenler’ gibi. Öyle sıradan değil, hep kalıcı işler yaptım.

 

“Benim resmimde hüzün vardır. Resimlerimin önünde duran biri dinginlik, sessizlik, yalnızlık, hüzün duyarsa amacıma ulaşmış olurum. Bu toprakların yansımasıdır resimlerim. Bir söyleşide, “Kabul edilmiş güzelliklere düşkün biri değilim” demiştim. Kabul edilmiş güzellikler nedir? Güzel bir deniz, bir yamaç, fıstık çamları gibi öyle basmakalıp sevilen manzara tipleri vardır. Gonca güller, zambaklar gibi. Zambak resmini değil de bir enginar çiçeğini, bir tekne kaburgasını tercih ediyorum mesela”

 

Yaşar Kemal ile Akademi günlerimden tanışıyorduk. Kendisine sevgiyle yaklaşan biri olarak beni unutmadı hiçbir zaman. Bir karşılaşmamızda, “Benim için kitap kapağı yapar mısın?” dedi. ‘Yusufçuk Yusuf’ ve ‘Demirciler Çarşısı’ kitaplarının kapaklarını yaptım. Bilhassa ‘Yusufçuk Yusuf’un kapağındaki resmi çok sevmiş olmalı ki, onu imzalayıp gönderdi. Haluk Şahin, ‘Ağrı’ya Dönüş’ kitabının kapağında benim Ağrı resimlerinden birini kullanmak istedi. Ona izin verdim. Ağrı’yı görmeden dostum Ara Güler’in fotoğraflarından etkilenip resimlerini yapmıştım ama sonra gidip gördüm. Benim yaptığım resimlerdeki Ağrı Dağı daha görkemliydi.

Hürriyet Pazar, Haber: Faruk Bildirici, 27.11.2011

İŞTE FIRTINA TANRISI

 

Meğer Gaziantep yakınlarındaki Karkamış antik kenti kazılarında Arabistanlı Lawrence diye bildiğimiz ünlü İngiliz casus da çalışmış. Neredeyse tam 100 yıl önce... Lawrence’ın o dönemde çok aramasına rağmen bir türlü ulaşamadığı Fırtına Tanrısı heykelini geçen ay Türk-İtalyan arkeolog ekibi buldu.

 

Gaziantepli sevgili dostum, yerel Sabah gazetesinin sahibi Aykut Tuzcu, Zeugma’nın önemini ilk fark eden kişilerden biri. 2000’de Birecik Barajı’nın suları altında kalmadan önce ortaya çıkarılan Zeugma antik şehrinin dünyada tanınması için az şey yapmamıştı.


Dönemin The New York Times İstanbul temsilcisini Gaziantep’e davet ederek Zeugma’ya dikkat çekmeyi başarmıştı.


Hewlett-Packard’ın ikinci nesil ortaklarından, arkeoloji meraklısı David Packard, The New York Times’taki Zeugma makalesini okuyunca etkilenmiş ve kazılar için 5 milyon dolar vermişti.

Packard Vakfı için çalışan İtalyan restorasyon uzmanlarını da Gaziantep’e göndermişti.


O günlerde Zeugma’ya gönül vermiş bendeniz ortalıkta görünmeyi pek sevmeyen David Packard’a telefonla ulaşmayı başarmıştım.


10 yıllık bir dönem için Zeugma antik şehrindeki kazılar, mozaiklerin restorasyonu, müze inşaatı ve araştırma merkezi için 100 milyon dolar daha vermeyi önermişti Packard.
Anlamadığım nedenlerden ötürü Gaziantep, Packard’ın bu önerisini geri çevirmişti. Bugün Zeugma Mozaik Müzesi’nde göreceğiniz mozaiklerin pek çoğunda Packard Vakfı restorasyon uzmanlarının da emeği var.


Zeugma parantezini kapatıp Aykut Tuzcu’ya dönelim.


Tuzcu, aynen Zeugma mozaiklerinin gün ışığına çıktığı günlerdeki gibi tatlı bir heyecan içerisinde. İtalyan Bologna Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim görevlilerinden Profesör Nicolo Marchetti’nin sürdürdüğü Karkamış kazılarıyla ilgili belge ve fotoğraflara boğdu beni.
Nicolo Marchetti ile daha önce tanışmıştık. Tilmen Höyük’te yaptığı kazı alanını ziyaret etme fırsatını bulmuştum. Mezopotamya ile Anadolu’nun birbirlerini nasıl etkilediğini en güzel anlatan yerlerden biri Tilmen.


MÖ 5 bin yıla dayanan Karkamış ise bir başka efsane. Geç Hitit döneminde altın çağını yaşamış. Antikçağın ekonomisine damga vurmuş.  Macar ekonomist Karl Polanyi tarih boyunca sanayi toplumlarını araştırdığı kitabı ‘Büyük Dönüşüm’ü 1944’te yayınladıktan sonra projektörü antik çağ ekonomilerine çevirmişti.


Karkamış’ın büyük oranda ‘değiş tokuşa’ dayalı ekonomik yaşamı da ilgi alanındaydı.


Karkamış ile ilgilenen bir başka ünlüyse Arabistanlı Lawrence diye bildiğimiz ünlü İngiliz casus.
İngilizlerin Karkamış’taki ilk kazıları 1878-1881 arasında. Bu kazılardan çıkarılan eserlerin çoğu bugün Londra’daki British Museum’da.


Daha sonra 1911-1914 arası Karkamış’ta çalışan İngiliz arkeolog ekibi arasında tarih okumakla birlikte Ortadoğu’da arkeolog olarak çalışan Arabistanlı Lawrence da var. Kazı ekibi başkanı Leonard Wooley’in yardımcılığını yapan T.E. Lawrence aynı zamanda kazıların fotoğrafçılığını da yapıyor.  Ama bu arada İngiliz ordusunda görevli. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sonra İngilizler Karkamış’taki kazılarını durduruyor ve Lawrence’ın casusluk serüveni başlıyor.
İngilizlerden sonra Karkamış’ta hiçbir çalışma yapılmamış. Zaten yapılması da mümkün değil zira antik şehir mayınlı alanda. Geçen şubat ayında alanın mayınlardan temizlenmesinden sonra Nicolo Marchetti gerekli izinleri alıyor.

 

 

Geçen aysa yine İstanbul Üniversitesi ve Gaziantep Üniversitesi’yle birlikte Karkamış kazılarına başlıyor.


Kazı çalışmalarının başladığı ilk günlerde Karkamış Tapınağı’nın yiyecek bölümünde yani kilerinde dönemin en güçlü tanrısı Fırtına Tanrısı heykeli ortaya çıkıyor.


Nicolo Marchetti’ye göre, bu son dönemlerin en büyük buluşlarından biri zira dünyada bilinen dört tane Fırtına Tanrısı var. Elinde gümüş kılıç bulunan tek Fırtına Tanrısı ise bu.

 



Arabistanlı Lawrence’ın üç yıl boyunca arayıp da bulamadığı Fırtına Tanrısı, Nicolo Marchetti ekibine nasip oldu.

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 27.11.2011

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ DEPREME KARŞI GÜÇLENDİRİLMEYE BAŞLANDI

 

 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde sergilenen tarihi eserlerin muhtemel bir depremde zarar görmemesi için çalışma başlatıldı.

 

İstanbul'da Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi kapsamında, müzenin ana binası ile ek yapılarında da restorasyon ve güçlendirme çalışmalarına başlandığı kaydedildi. Müzeden yapılan açıklamada, sergi salonları ve depolarda gerekli düzenlemeler ve hazırlıklar yapıldığı, insanlık tarihine ait önemli kültür belgelerinin gelecek kuşaklara böylelikle aktarılacağı belirtildi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin bünyesinde, Arkeoloji Müzesi, eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi bulunuyor. Arkeoloji Müzesi'nin yapımına 1881 yılında dönemin müze müdürü arkeolog, müzeci ve ünlü ressam Osman Hamdi Bey tarafından karar verilmişti. Bina, 1891 ile 1907 yılları arasında dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury tarafından inşa edildi.

Zaman, 27.11.2011

İKİZLER 94 YIL SONRA BULUŞTU

 

 

Berlin Müzesi'nden 94 yıl sonra iadesi sağlanan 3 bin yıllık Boğazköy Sfenksi, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki ikiziyle buluştu.


Çorum Boğazköy Müzesi'nde ikiz sfenkslerin doğduğu topraklara geri dönüşü nedeniyle düzenlenen toplantıda konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay 'Türkiye'nin kültürüne ayrımsız sahip çıkıyoruz' mesajı verdi. Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl'ün de katıldığı açılışta Bakan Günay şunları söyledi:
 

Boğazköy Sfenksi'nin 94 yıl sonra dönüşünü sağladık. Bu özlemi, yüz yıla yakın süren hasreti giderdik. Boğazköy Sfenksi'ni İstanbul'daki kardeşiyle birlikte getirdik. Bu anıtların, tarihi eserlerin kendi topraklarına dönmesini çok önemsiyorum. Belki bizim bilmediğimiz bir evrende onların da bir ruhu, canı vardır. Yorgun Herkül'ün üst tarafını ait olduğu Antalya'ya, Boğazköy Sfenksi'ni de ait olduğu topraklara, Çorum'a getirdik.
 

Hangi çağdan kalırsa kalsın, hangi inançtan olursa olsun, 'madem ki bizim ülkemizin topraklarındadır, hepsi bizimdir, insanlığın bize emanetidir' anlayışıyla bu eserleri korumaya ve insanlığın geleceğine kazandırmaya çalışıyoruz. Türkiye'nin kültürüne ayrımsız sahip çıkıyoruz.


Hitit Başkenti Hattuşa'daki ilk sistematik kazılara 1906'da başlandı. 10 bin 400 civarında tablet ve ikiz sfenksler bulundu. Çalışmaları yürüten Alman heyetiyle varılan anlaşma gereği 3 bin 300 yıllık eserler temizlenip onarılmaları ve bilimsel yayın için 'iade koşuluyla' 1917'de Berlin'e götürüldü. Sfenkslerden biri 1924'te döndü, Almanlar ikincisini ise vermedi. Günay'ın çabaları sonucu sfenks temmuz Türkiye'ye getirildi.

Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 27.11.2011

 

******


"AŞK DUYMAYAN KAZI BAŞKANI GİDER"

 
Almanya’dan Türkiye’ye iade edilen Hititler’a ait MÖ 13’üncü yüzyılda yapıldığı tahmin edilen ‘Boğazköy Sfenksi’, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katıldığı bir törenle Boğazkale Müzesi’nde ziyarete açıldı. Bakan Günay bu yıl içinde bin 900 eserin Türkiye’ye geri getirildiğini söyledi.


Bakan Günay, Boğazköy Sfenksi’nin ait olduğu topraklara dönmesinin Çorum ve Türkiye arkeolojisi açısından çok önemli olduğunu belirterek, 1917 yılında Almanya’ya restorasyon için gönderilen iki sfenksin bulunduğunu, bunlardan birinin bir yıl sonra Türkiye’ye döndüğünü, diğerinin dönüşünün ise çeşitli nedenlerle uzadığını ifade etti. Son yıllarda yoğun bir diplomatik ilişki içinde sfenksin ait olduğu topraklara 94 yıl sonra dönüşünü sağladıklarını dile getiren Günay, Türkiye'ye ait diğer eserlerin de geri getirilmesi için diplomatik girişimlerin devam ettiğini anlattı.

 

Bakan Günay, Türkiye’nin değişik yerlerinde Almanlarla birlikte kazı çalışmalarının sürdüğünü, kazılarla ilgili yazılı kurallar koyduklarını, bundan sonra kazı başkanlarından arazide daha fazla kalmalarını, daha çok kazı yapmalarını, koruma önlemlerinin alınmasını ve daha çok restorasyon çalışması yapılmasını istediklerini vurguladı. Günay, şöyle konuştu: “Bu kazılardaki buluntular Almanca, İtalyanca, İngilizce yayımlanırken mutlaka Türkçe de yayımlanacak. Türkçe’nin de bir bilim dili olarak gelişmesini çok istiyoruz. Önümüzdeki yıllarda gerek Türk kazıları gerekse yabancı kazılarda bu performansı mutlaka artıracağız. Türkiye madem ki dünyanın en önemli arkeoloji alanlarından, tarih derinliklerinden ve zenginliklerinden birine sahiptir, o zaman bunun değerini bileceğiz ve gereğini yerine getirmeye çalışacağız. Bunu her vesileyle açık yüreklilikle söylüyorum, bu çerçevede Türk kazısı veya yabancı kazı ayrımı yapmıyoruz.


Yeteri kadar mesai göstermeyen, emek harcamayan, yüreğinde kazdığı toprağa bir aşk duymayan tüm kazı başkanlarına teşekkür ediyorum. Onları emekliliğe veya istirahate sevk ediyorum. Yabancı kazı başkanı arkadaşlarımın da aynı işlemle karşı karşıya kalacağını açık yüreklilikle söylüyorum. Madem ki dünyanın geleceği için önemli bir iş yapıyoruz, o zaman aşkla, büyük bir gayretle, büyük bir sevdayla yapacağız. Toprağımızın üstüne de altına da aynı derinlikte, aynı yürek coşkusuyla sahip çıkacağız.”


Bakan Günay, Almanya’dan getirilen Boğazköy Sfenksi’nin önünde gazetecilere poz vererek “Hangimiz daha yakışıklıyız” diye sordu. MÖ 13’üncü yüzyıla ait olduğu tahmin edilen Boğazköy Sfenksi, Boğazkale Müzesi’nde turistlerin ilgisine sunuldu. *

Milliyet, Haber: Şevket Erzen - Yusuf Çınar, 27.11.2011

TARİHİ YOLGEÇEN HAMAMI

 

 

Yahşi Bey Hamamı İzmir'in Selçuk İlçesi'nde bulunan tarihi hamam. Birinci derece arkeolojik sit bölgesindeki asırık eserin sütunları yol çalışmaları sebebiyle sökülüp başka yere taşınıyor. Hamamın tahrip edilmesine tepki gösteren Garden Kamping Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Sallıoğlu, tarihi yapının yok olmaması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yardım istiyor.

 

İzmir'in Selçuk İlçesi İsabey Mahallesi Kalealtı mevkiindeki tarihi Yahşi Bey Hamamı'nın üzerinden yol geçirilmesi için çalışma yapılıyor. Sütunları sökülüp traktör römorkuyla başka yere nakledilen hamam, ilgisizlikten çökme tehlikesi yaşıyor. Birinci derece arkeolojik sit olan bölgedeki hamamın tahribata uğramasına, yabancı turistler bile tepki gösteriyor. Selçuk'un tek kamp alanındaki tarihi hamamın üzerinden yol geçirilmesine Garden Kamping Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Sallıoğlu, karşı çıkanlardan. Sallıoğlu, Efes antik kentine 2 kilometre, Artemis Tapınağı'na 500, 700 yıllık İsa Bey Camii'ne 100 metre mesafedeki Yahşi Bey Hamamı'nın restore edilmesini arzularken talanla sarsıldığını söylüyor. Sallıoğlu, tepkisini şu sözlerle dile getiriyor:

"Avusturya Efes Kazı Başkanlığı'nın, Yahşi Bey Hamamı'nda restorasyon çalışması yapması için 2004 yılında noterden muvafakatname verdim. Bilimsel çalışma için kendi arsamın 230 metrekarelik bölümünün kullanılmasına da rıza gösterdim. Tarihi hamamın ayağa kaldırılmasını beklerken üzerinden yol geçirilmek istenmesine çok şaşırdım." Yolun tarlalara ulaşmak için yapıldığını belirten Sallıoğlu, "İhtilafa düştüklerimiz gibi diğer komşularımın da tarlalarına giden yolları mevcut. Tarihi hamamın üzerinden yol geçirmelerine gerek yok. Hamamın restorasyonu için mücadele etmemiz gerekirken yol tartışması yapmamız çok yakışıksız." diye konuşuyor. İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararına uyulmadığını savunan Sallıoğlu, "Hamamın zeminindeki tarihi eserler, arkeolog olduğunu beyan eden şahıslarca kaldırıldı. Bu işlem, arkeolog da olsa kurul kararına açıkça aykırıdır. Hamamın zeminine kazık çakıldı, mıcır döküldü, tel örgü çekildi. Bunlar, hiçbir izin olmadan yapıldı. Tarihi mirasın korunmasına, devletin ilgili mercileri maalesef seyirci kaldı." şeklinde konuşuyor. Selçuk Sulh Hukuk Mahkemesi'nin, 30 Aralık 2010 tarihindeki kararıyla tesisin ikiye bölünerek, 3 metre eninde ve 92 metre uzunluğunda yola izin verildiğine dikkat çeken Sallıoğlu, hamamın yok olmaması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın müdahale etmesini istiyor.

Zaman, Haber: Ömer Oruç, 27.11.2011

KOMŞUNUN UMUDU OSMANLI HAZİNELERİ

 

Yunanistan'daki ekonomik krizle birlikte hazine avcıları mantar gibi çoğalıyor. Yunanlılar özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma hazinelere umut bağladı. Devlet, son aylarda 50 kişiye hazine arama ruhsatı verirken, 3 binden fazla metal arama cihazı satıldı.

 

Larisa şehrinin Sikurio İlçesi sakinleri, Osmanlı döneminden kalma  "ikinci çeşme hazinesi"ni kazısının bitmesini bekliyor. İlçenin yaşlılarına bakılırsa "Hazine bulunursa Sikurio yeni bir İsviçre gibi olacak".

 

Yine Larisa'nın Platikambo İlçesi'nde "bir Türk derebeyi 1881'de Thesalya bölgesinden ayrılmadan küpler dolu altını toprağa gömdüğü" inancı var. Aynı yıllardan kalma bir harita ile yapılan kazılarda 60 yaşındaki bir Yunanlı hazinenin bulunması uğruna evinin yıkılmasına razı oldu. Ancak Türk derebeyinin hazinesi hala bulunamadı.

 

Kuzey Yunanistan'daki Halkidiki Yarımadası'nın Varvara Köyü sakinleri de, rivayete göre 1821'de Yunanlıların Osmanlı'ya karşı ayaklanma başladığında  "Türkler alır" korkusuyla bir mağaraya gizledikleri 8 ton altını bulma umuduyla yatıp kalkıyorlar. Varvara sakinleri "Altınları bulursak bütün yunanistan kurtulur" diyorlar.

Milliyet, 27.11.2011

MONET İSTANBUL YOLUNDA

 

 

Sanatseverlere özellikle resim tutkunlarına güzel bir haberim var. Daha önce Türkiye'ye Picasso ve Dali gibi dünyanın en önemli ressamlarının sergilerini getiren Sabancı Müzesi, şu anda Monet için çalışıyor. Haberi birinci elden aldım, müze müdürü Nazan Ölçer'den...

 

Görüşmeler sürüyor...
Gelin size bu hoş olayın hikayesini anlatayım...


Takip edenler, bilecektir. Cumhurbaşkanı Gül'ün Londra seyahatinde Nazan Ölçer, Murat Belge ve ben National Gallery'deki Da Vinci sergisini gezdik. Öncesinde ve sonrasında Nazan Ölçer'le böyle büyük dahilerin eserlerini bir araya getirebilmek üzerine konuştuk. Hatta espriyle 'Hocam, Da Vinci'yi de İstanbul'a getirip, Sabancı'da sergileseniz...' demiştim. O da 'Şimdi çok daha zor o işler' dedikten sonra şu ayrıntıları vermişti:


'Küresel kriz sanat faaliyetlerini de olumsuz etkiledi. Bir kere müzeler milyon eurolar istiyor. Haydi onu buldunuz, sigortası ve taşınması dahil çok büyük paralar gerekiyor. Eskiden aynı bölgede veya yol üzerinde olduğu için İtalya'da veya Yunanistan'da da sergi düzenlenip, maliyetler paylaştırılıyordu. Ama şimdi her iki ülke de iflasın eşiğinde.'


Sohbet ederken bir ara Hoca'nın gözlerinde bir coşku ve heyecan yakaladım. Lafın arasında 'Ama Monet için uğraşıyoruz şu anda' demez mi... Gerçekten mi?


Evet, doğruymuş...

 

Tabii ki temkinliydi ama işin içinde Sabancı varsa bence gerçekleşme ihtimali yüksek. Geçen yıl Paris'te ziyaret ettiğim Monet sergisinden bahsettim. Önce saatlerce bekleyip, girmiştim. Ardından tıpkı Da Vinci'de olduğu gibi basın akreditasyonuyla ikinci kez gitmiştim.


Claude Monet aralarında daha önce hiç sergilenmemiş tablolarının da bulunduğu 200 eser ile tarihi Grand Palais'da sanatseverlerin karşısına çıkmıştı. Sergi; 2010'da 'Avrupa'nın en önemli sanat olayı' diye tanımlanmıştı. Aynı sıfatı bu kez Londra'da, National Gallery'deki Da Vinci sergisi kazandı.


Bahçe tablolarıyla çok sevilen Monet'nin Nilüferler (Water Lilies) eseri zaten dünya çapında haklı bir şöhrete sahip. Monet'nin insan ruhu üzerindeki etkisini konuşurken herkes Marcel Proust'un şu cümlesini hatırlar:


'Monet bize hayallerimizde zaten olan yerleri gösterdi. Sanki keşfedilmeyi beklermiş gibi. O yerler bizim ilgimizi istiyor. Gelip bize birisinin şunu söylemesi gerekiyor. Bunu sevebilirsin. Sev.'
Paris sergisindeki eserler 14 ülkedeki 75 müzeden toplanmıştı. Sabancı Müzesi şimdi hangi kapsamda nasıl bir organizasyon yapar bilmiyorum, ama daha önce Türk sanatseverlerini buluşturdukları dev ressamlara bakınca Monet için de 'neden olmasın' diye umutla iç geçiriyoruz.

 

Londra dönüşünde uçakta, Cumhurbaşkanı Gül, 'Nazan Ölçer ve Murat Belge'nin bizimle olmasından çok memnun kaldım' demişti, kraliyete tanıştırırken de gururlanmış. Haklı. Esasında Gül'ün en baştan beri çok takdir edilesi bir tutumu, aydınlara ve akademisyenlere Çankaya Köşkü'nü açmasıdır. Atatürk mirası Çankaya Sofraları geleneğini ve Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülleri seçimlerini bu açıdan çok önemsemişimdir. Köşk'teki törenlere de mümkün olduğunca hep İlber Ortaylı ve Hilmi Yavuz Hocalarımla beraber gittim. Hayrünnisa Gül'ün kraliçeye Ahmet Yeşil'in 'Tutulmalar' tablosunu hediye etmesi de kayda değer. Sanat, kültür ve özellikle resim hep gündemde olmalı, olabilmeli. Bunda da en büyük sorumluluk devlet adamlarıyla, zengin işadamlarının. Sabancı, Koç, Eczacıbaşı gibi ailelerin çabaları bu nedenle her türlü övgüyü hak ediyor. Yazmıştım, bu kapsamda geçtiğimiz yılın en dikkat çekici etkinliklerinden birisi de Frida'nın eserlerinin Pera Müzesi'nde Türk izleyicileriyle buluşmasıydı. Bugün pazar, onun Diego'ya yazdığı 'Neden vazgeçtim' şiiriyle bitirelim. Biraz kısaltarak...

 

Sevmekten ne zaman vazgeçtim...
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman. 
Bana yalan söylediğini anladığım zaman.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını hissettiğimde.
Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim
Ve tek neden sen olduğunda...
Bunlardan sadece bir tanesi yeterli değildi,
Çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladığımda.
Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.

Akşam, Haber: İsmail Küçükkaya, 27.11.2011

SATRANCIN
900 YILLIK
TAŞLARI

 

ABD’nin New York kentinde bulunan Metropolitan Sanat Müzesi’nde modern satrancın ilk takımlarından olduğu düşünülen Orta Çağ’a ait taşlar sergileniyor.


1831’de İskoçya’nın Lewis Adası’nda bir plajdan çıkarılan 93 fildişi taşın 34’ü ziyaretçilere açıldı.

Sergide aktarılan bilgilere göre, 900 yıl öncesine ait olduğu düşünülen satranç taşlarının kozları, dönemin güç dağılımındaki dengeye göre belirleniyordu.

Koleksiyona ait modern satrançla benzerlik gösteren ilk üç parça şöyle:

Milliyet, 27.11.2011

TARİHİ MEZAR YERİ NEKROPOL, VAKIFLAR VE KARAYOLALRI'NDAN KURTARILACAK

 

İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan, 1. derece sit alanı olan tarihi toplu mezar yeri Gültepe Nekropolü’nü korumak için Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Karayolları hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduklarını söyledi. Gültepe Nekropolü’nde MS. 2. ve 9. yüzyıllara ait mezar kalıntıları, haç şeklinde bir kilise kalıntısı ve o döneme ait arkeolojik eserler yer alıyor. Tarihi eserlerin bulunduğu bölgede Karayolları’na ait bir TIR parkının yer alması, kenti önemli bir tarihsel mirasın yok olması tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.

 

Kocaeli Valisi Ercan Topaca ve İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan, Gültepe Mahallesi otoyol kenarındaki Roma-Bizans döneminden kalma toplu mezar yeri nekropol alanında incelemelerde bulundu. Vali Ercan Topaca, yapılan incelemeler sırasında müze müdürünü arayarak, bölgenin korumaya alınması için hemen bir çalışma başlatılması talimatını verdi. Vali Topaca, “Başkan Doğan’ın bu konudaki kaygılarını haklı buluyorum. İzmit bir tarih kenti olarak bu değerleri korumak durumundadır. Burasını dağılmadan koruyarak ve tarihi unsurları ön plana çıkararak bir ‘ören yeri’ şeklinde düzenlemeliyiz.” dedi.

 

İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan da İzmit’in 3000 yıllık tarihi bir kent olmasına rağmen, şehrin tarihi bir görüntüsünün olmadığına dikkat çekerek, “İzmit Belediyesi olarak, şehrimizin tarihi değerlerini gün yüzüne çıkarmak için önemli bir mücadele veriyoruz. Zaman zaman bunun kolay olmadığını görüyoruz. Özellikle, Roma-Bizans döneminden kalan eserlerin bir kısmı yok olmuş, kalanlar da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Nekropol, İzmit için tarihi değeri olan arkeolojik bulguları, mezar yerleri ve haç şeklindeki kilise kalıntısı ile mutlak koruma altına alınması gereken önemli bir mirastır. Ne yazık ki, biz bu konuda ne kadar hassas davranıyorsak, karşıdan olumlu bir adım göremiyoruz.” şeklinde konuştu. Doğan, şehrin tarihi mirasının göz göre göre yok olmasına seyirci kalmayacaklarını sözlerine ekledi.

 

Başkan Doğan, TIR parkının yanında gün be gün yok olan tarihi bir mirasın kurtarılması için yetkisi ve gücü oranında mücadele edeceklerini söyledi. Doğan, şunları kaydetti: “Birinci derece sit alanı olan bu bölge hakkında Anıtlar Kurulu’nun gerekli raporu var. Ama buna rağmen Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Karayolları, TIR parkının orada çalışmasına göz yumuyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu konuda tam tersi bir tutum içinde olması gerekirken, bizim çağrılarımıza bile kulak vermemesi üzücüdür. Ticari amaç güdülerek bir tarihin yok olmasına göz yumamayız. O nedenle, savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Sayın Valimizi de konuyla ilgili bilgilendirerek bölgeye götürdük. Yasal prosedür çerçevesinde bizim bir belediye olarak tarihimizi korumak adına şu anda yapabileceklerimiz bununla sınırlı. Gelişmeleri yakından takip ediyoruz.”

Haber Aktüel, 25.11.2011

"KAZIEVİNDEN ÇALINAN ESER YOK"

 

Muğla’nın Yatağan İlçesi'ndeki Lagina antik kentinden çıkarılan eserlerin bir bölümünün tutulduğu kazıevinden hırsızlık yapıldığı iddiası üzerine Muğla Müze Müdürlüğünce başlatılan envanter incelemesi sürüyor. Yatağan’ın Turgut beldesinde bulunan Lagina antik kentinden çıkarılan eserlerin bir bölümünün tutulduğu Lagina kazıevi ile oda ve depoların kilitlerinin kimliği henüz belirlenemeyen kişi veya kişilerce 5 gün önce kırılmasının ardından Muğla Müze Müdürlüğünce başlatılan envanter incelemesinin devam ettiği, çalışma kapsamında kazıevindeki eserlerle envanter kayıtlarının tek tek karşılaştırıldığı bildirildi.

 

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer, yaptığı açıklamada, olayın ardından Muğla Müze Müdürlüğünde görevli arkeologlar ve kazı başkanının katılımı ile oluşturulan bir komisyonun 4 gündür hırsızlık iddialarıyla gündeme gelen Lagina kazıevinde çalıştığını söyledi. Kazıevindeki eserlerlerle ilgili envanter çalışmasının yapıldığını belirten Özer, ”İlk tespitlere göre, kazıevinden çalınan eser yok. Kazıevine giren kişi veya kişiler ya özel bir mesaj vermek istemişler ya da bu işi bilen profesyonel kişiler olmalılar ki kazıevinde çok değerli bir eser olmadığını fark ederek hiç bir şey almamışlar” dedi. Kazıevindeki mermer eserlerle ilgili çalışmanın sürdüğüne işaret eden Özer, ”Tahminlerime göre yarın akşam saatlerinde çalışma tamamlanır. Ulaştığımız bulguları Kültür ve Turizm Bakanlığımız ile soruşturmayı yürüten kurumlarla süratle paylaşacağız” diye konuştu. Muğla İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince olay yerinden toplanan delillerin de Jandarma Kriminal Laboratuvarı’na gönderildiği öğrenildi.

Yen Asır, 25.11.2011



20 - 26 Kasım 2011

2750 YILLIK KÖPRÜYÜ YIKTILAR

Kars'taki tarihi köprünün yerine köylülerin isteğiyle yeni bir beton köprü yapılması yetkilileri harekete geçirdi. Sanat tarihçisi Doç.Dr. Ali Murat Aktemur'un girişimi üzerine Kars Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu olay hakkında inceleme başlattı. Kars'ın Arpaçay ilçesine bağlı 200 nüfuslu Taşköprü köyünde bir skandala imza atıldı. Köylülerin MÖ 739'da Urartu Kralı II. Sarduri tarafından yaptırılan tarihi köprünün ihtiyaçlarını karşılamadığı yönündeki şikâyetlerini dikkate alan muhtar Bahri Daşdemir, 2 yıl önce köprüyü yıktırdı. Muhtar Daşdemir, 2009'daki yerel seçimler öncesi Arpaçay Kaymakamlığı'na başvurdu ve kaymakamlık tarafından tarihi taş köprü yerine beton bir köprü yaptırıldı. Kısa süre önce Urartularla ilgili araştırma yapmak üzere köye giden Doç. Dr. Ali Murat Aktemur, köprünün yıkıldığını öğrenince şoke oldu. Kars Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürü Hüsnü Genç, "Köprü kim tarafından yıkılıp yerine yeni köprü yapılmışsa sorumlular hakkında idari işlem başlatacağız" dedi.
Sabah, Haber: Oğuz Ekşi, 26.11.2011

HAYDARPAŞA VE HAREM'İN SİLUETİ KORUMAYA ALINDI

 

 İstanbul’da Tarihi Yarımada’nın siluetinin bozulmasıyla ilgili tartışma sürerken Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Harem kıyı şeridi yeni imar planı ile koruma altına alındı.

 

Bölgedeki kültür, turizm ve ticaret alanlarının belirlendiği imar planı İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde kabul edildi. Buna göre daha önce 5 kat olan yapı yüksekliği 4 kat olacak. Koruma Kurulu’nda düzeltmelerle onaylanan 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı düzenlemesi Üsküdar ve Kadıköy olarak iki parça halinde yapılacak. Kararla 5 kat ve 27 metre olarak belirlenen yapı yüksekliği 4 kat olarak sabitlendi. Kültürel alanlarda ticaret merkezi izni yüzde 20 olarak sınırlandı.

Tescilli yapılar aynen korunmak şartıyla kültür, turizm ve ticaret alanına dönüştürülebilecek. Haydarpaşa Garı etrafına yapılacak ticaret alanlarında turizm ve eğlence yapıları, gar binasından yüksek olamayacak. En önemli değişikliklerden biri kazılarla ilgili oldu. Plan düzenlemesinin genel hükümler maddesine “İlgili müze müdürlüğü kazı çalışması gerçekleştirecek” notu eklendi. Artık gerekli görülen alanda kazı yaptırılacak.

 

Gar binasına müze

Haydarpaşa Gar binasının giriş katı gar hizmeti olarak kullanılacak. Zemin ve üst katlar müze, konser, sergi, kültürel tesis ve konaklama amaçlı kullanılabilecek. Tescilli yapıların emsal dışına çıkarılmasını iptal eden Koruma Kurulu, toplam yapılaşma miktarını da azalttı. Ayrıca plan üzerinde korunan akaryakıt istasyonları da iptal edildi. Proje safhasında belirlenecek ihtiyaca göre akaryakıt istasyonları konulabilecek.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 26.11.2011

TAM 740 YIL SONRA ORTAYA ÇIKTI

 

Sivas'ta Selçuklular döneminde yaptırılan çifte minareli medresenin restore edilen eyvan bölümünddeki hücre duvarlarının küfi yazı ile 'Allah' lafzını oluşturduğu belirlendi. 740 yıl önce inşaa edilen yapıdaki bu ayrıntı dikkat çekti. Selçuklu Devleti'nin önemli eserlerinin bulnduğu Sivas'ta 4 yıl önce restorasyon çalışmalarına başlanan Çifte Minareli Medrese'nin harebe kısmındaki eyvan bölümü de yeniden canlandırıldı. 1271 yılında Vezir Sahip Şemsettin Mehmed Cüveyni tarafından medresenin harabe halindeki eyvan bölümünde aslına uygun çalışma yapıldı. Çay bahçesi olarak kullanılmak üzere gerçekleştirilen çalışmalar sürürken, Vakıflar Bölge Müdürlüğü sanat tarihçisi Sedat Şahin, binanın hücre duvarlarındaki sırrı keşfetti. Yapılan incelemede eyvan bölümündeki hücre duvarlarının küfi yazı ile 'Allah' kelimesini oluşturduğu tespit edildi.

Hürriyet, Haber: Halife Yalçınkaya, 26.11.2011

YENİ TABLET, AYNI KIYAMET

 

 

Meksika Antrepoloji ve Tarih Enstitüsü’nün açıklamasında, ülkenin doğusundaki Tobasco eyaletindeki Comalcalco kenti yakınlarında bulunan Maya harabelerinde yıllar önce keşfedilen tuğla bir tablet üzerinde yapılan çalışmalar sonucu Mayaların kıyamete ilişkin öngörülerinin yinelendiği anlaşıldı. Yaklaşık 1300 yıl önce yazıldığı tahmin edilen yeni tablette daire şeklinde bir takvim bulunuyor. Takvimin üzerindeki aylar ve günler her 52 yılda bir tekrar ediyor. Daha önce bulunan Tortuguero tableti gibi yeni tablet de 13’üncü Baktun’da sona eriyor. Arkeologlara göre Baktun, Maya takviminde 394 yıllık periyodlara verilen ad. Amaya takviminin MÖ 3114’te başladığı göz önüne alındığında, 13’üncü Baktun 21 Aralık 2012’de sona eriyor. Ancak yeni tablette Tortuguero tabletindeki gibi geleceğe dair bir ifade içermiyor. Tortuguero tabletinin sonunda “Ve o gökyüzünden inecek” cümlesi bulunuyor. Ancak arkeologlar her iki tabletin de tarihin sonu veya kıyamet öngörüsü içerdiği iddialarına mesafeli yaklaşıyor ve takvimlerdeki tarihlerin “geçmişin önemli olaylarına referans olabileceği” kaydediyor. 

Hürriyet, 26.11.2011

MOLLA HÜSREV CAMİSİ'NDE ÇATLAKLAR

 

Fatih'teki Molla Hüsrev Camisi'nin duvarlarında oluşan çatlaklar cemaati endişelendiriyor. 2008 yılında restorasyon kapsamına alındığı belirtilen cami hizmet vermeye devam ederken, cemaat bir an önce önlem alınmasını istiyor. Caminin Marmara depreminden etkilendiği ileri sürülürken, dış duvarlardaki sürekli büyüyen derin yarıklar 3-4 santimetreyi buluyor. Sofular'da emlakçılık yapan ve vakit namazlarını Molla Hüsrev Camisi'nde kılan Şeref Kazancı, "Caminin içinde çatlaklar var, tehlike oluşturuyor. Arka taraf daha tehlikelidir" diye konuşuyor.

Sabah, Haber: Ali Şahin, 25.11.2011

İSTANBUL SİLUETİ ÇATIRDIYOR

 

 

Dolmabahçe Sarayı ile Deniz Müzesi arasında kalan tarihi tütün deposundan geriye tek bir taş bile kalmadı. Oysa bina, 3 No’lu Koruma Kurulu’nca 2005 yılında ‘kültür varlığı’ olarak tescil edilmişti. Tarihi yapı, aynı kurulun 14 farklı kararı ile yok edildi. Yerine 14 katlı otel inşa edildi. En yakınındaki tarihi binanın boyu 18 metre iken yeni inşaatın boyu 24 metreyi geçti. Boğaz siluetini değiştiren bu görüntü Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a rağmen oldu.


Günay 12.10.2010 tarihinde kendi el yazısıyla verdiği talimatta “Boğaz’da silueti olumsuz etkileyen ve Dolmabahçe’den daha yüksek bir yapılaşma olmasın’’ demişti. Koruma Kurulu bunu görmezden gelerek inşaatın yükselmesine engel olmadı. Diğer yandan inşaat sırasında Dolmabahçe Sarayı’nın duvarlarında çatlaklar oluştuğu tespit edildi. Milli Saraylar ‘‘Çökme tehlikesi var’’ diye rapor yazdı.


İstanbul aylardır Radikal’in ortaya çıkardığı siluet skandalını konuşuyor. Zeytinburnu’nda yükselen ve Sultanahmet Camii’nin minarelerinin arasından görünen gökdelenler için tıraşlansın diyenlerin sayısı da fazla. Bu tartışma sürerken Boğaz’da siluete direkt etki eden, Dolmabahçe Sarayı ve Başbakanlık Ofisi’nin yanında yaşanan bir başka tarih katliamı akıllara durgunluk veriyor. 

Daha da yükselecek
1929–1930 yıllarında tütün deposu ve fabrikası olarak Mimar Victor Adaman tarafından inşa edilen tarihi binalar 5 yıl içinde betonarme otele döndü. Başta ‘Dolmabahçe Sarayı’nın en kuzeyindeki müze olarak kullanılan 18 metre yüksekliğindeki binanın saçaklarını geçmeyecek şekilde inşa edilmesi önerilen otelin yüksekliği’ 24 metreye ulaştı. Günay, 2010’da “Boğazda silueti olumsuz etkileyen ve Dolmabahçe’den daha yüksek bir yapılaşma olmasın’’ talimatı vermişti. Bu talimat Koruma Kurulu’na da bildirilmişti. Ancak kurul bina yüksekliğini etkileyen plan tadilatını onaylayarak yeni teras ve çatı katı yapılmasına göz yumdu. 

‘Bakan talimat veremez’
Eski 3 No’lu Koruma Kurulu Başkanı Sinan Genim ‘‘2005’te tescil edilen binanın daha sonradan yıkılması doğru değil. Ancak bu binanın tescil edilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum” dedi. Genim, “Ben kurulda göreve başladığımda bina zaten yıkılmıştı. Yıkım kararlarında imzam yok. Bakanın kurula talimat vermesi ise yasal değil. Çünkü kurullar özerktir. Bakan Bey’in böyle bir yetkisi yok’’ diye konuştu.

MÜZE ÇÖKME RİSKİ TAŞIYOR
Tanrıverdi Holding’in Tekfen Holding’den 2005’te satın aldığı tarihi binanın yerindeki inşaat son sürat devam ediyor. Yerin 7 kat altına inen inşaat 14 kat olacak. Yeraltındaki çalışmalar saray koleksiyonları müzesi ve sanat galerisi olarak kullanılan Matbah-ı Amire binalarında çatlaklara neden oldu.


Milli Saraylar Daire Başkanlığı, 150 yıldan bu yana hizmet veren binada çeşitli zamanlarda depremler geçirmesine rağmen bugüne kadar herhangi bir çatlak ve olumsuzluk meydana gelmediğini vurgulayarak, ‘binada bir süredir kılcal çatlaklar oluştuğu, yığma duvar ve beton döşemelerde oluşan çatlakların tamirattan sonra da devam ettiği, komşu parselde yapılan inşaat çalışmaları nedeniyle önlenemeyecek riskler yaşandığı, meydana gelebilecek bir çökmenin can kaybı ve müze koleksiyonu objelerinin yok olmasına sebep olacağını’ kurula ve ilgili belediyeye bildirdi. Ama bu itiraz bile inşaatın yerin 7 kat altına inmesine engel olamadı.

‘SWISSOTEL SARAYIN ENSESİNE BİNMİŞTİ, BU DA OMZUNA BİNMİŞ
Sanat Tarihçi Prof.Dr. Semavi Eyice: Tütün depoları şehrin endüstriyel belleği için önemli tarihi yapılardır. Tescilli binalar tescili kaldırılmadan yıkılamaz. Dolmabahçe’nin dibinde böyle bir inşaata izin verilmemeliydi. Swiss- otel sarayın ensesine binmişti, bu bina da omzuna bindirilmiş. Yazık!


Eski Mimarlar Odası Başkanı Oktay Ekinci: Tescilli bina yıkılamaz, bu yasaya aykırı. Kıyıda yeni yapılaşım yasak. Boğaz İmar Yasası’na aykırı. Ama hepsi çiğnenmiş.’

Koruma kararı üzerine koruma kararı alınarak yok edildi!
1988: Tarihi binanın otel yapılması fikri ilk kez gündeme geldi. Koruma Kurulu 15.04.1988 tarihinde “alanın Dolmabahçe Sarayı sınırları içinde kalması’’ nedeniyle turistik tesis yapılmasının uygun olmadığına karar verdi.

1989: Aynı kurul, “Dolmabahçe ve Feriye saraylarının yüksekliğini geçmemek kaydıyla otel inşa
edilebileceğine ve tütün deposunun yıkılabileceğine” karar verdi. Ancak bu karar tartışmalar nedeniyle hayata geçirilemedi.

1994: Koruma Kurulu önerilecek avan projenin “Dolmabahçe Sarayı’nın yüksekliğini geçemeyecek, Saray ve Devlet Konukevi arasındaki kıyı kuşağında tarihsel siluetin içindeki uyumlu konumunu gösterecek şekilde düzenlenmesini’’ istedi. 15 gün sonra da kurul kararını düzelterek, “Dolmabahçe Sarayı’nın müze olan en kuzeyindeki blokun saçak kotunu geçemeyeceğini’’ karara ekledi.

2005: İstanbul 3 No’lu Koruma Kurulu yepyeni bir karar aldı ve binayı ‘Endüstriyel miras bağlamında korunması gerekli kültür varlığı’ olarak tescil etti.

2006: Koruma Kurulu “Tütün ürünleri müzesi yapılmak, bir sergi alanı oluşturmak, yapının Dolmabahçe Sarayı’na bakan cephesi ile denize bakan cephelerinin askıya alınarak korunması şartıyla” restorasyon projesine onay verdi. İnşaat faaliyetleri başladı.

2007: Koruma Kurulu yeni bir karar aldı. ‘‘Cephe duvarları sökülmeden sağlanacak yararın başka şekillerde de sağlanabileceğinden hareketle, sökülerek inşaatın sürdürülmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır.’’ Cephe duvarlarının da sökülmesiyle tarihi binada, taş üstünde taş kalmadı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, Fotoğraf: Fatih Yağmur, 25.11.2011

 

******


SARAY ÇATLATAN İNŞAATI, NE BAKAN NE DE TEFTİŞ RAPORU DURDURABİLDİ

 

 
Radikal, İstanbul siluetini bozan binaları takip ediyor. Beşiktaş'ta kültür varlığı olarak tescil edilen bina, tek bir taş kalmamacasına yıkıldı, yerine yapılan otel Dolmabahçe Sarayı'nı çatlattı (üstte). Sultanahmet in minareleri arasından çıkan gökdelenlerle ilgili tepkiler ise hala sürüyor.

 

Beşiktaş’ta Dolmabahçe Sarayı’nı ‘çatlatan’ 14 katlı otel inşaatı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı da karıştırdı. Bakan Ertuğrul Günay’ın “Boğaz’da silueti olumsuz etkileyen, Dolmabahçe’den daha yüksek bir yapılaşma olmasın’’ talimatı vermesine rağmen devam eden inşaatla ilgili 24 Mayıs 2011’de 3 No’lu Koruma Kurulu bir karar almıştı. Bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müfettiş görevlendirdiği ortaya çıktı.


Müfettiş değerlendirmesinde özetle, inşaatta ‘pencere ölçülerinin büyütülmesi, teraslar yapılması ve çatıda mahya kotlarının değiştirilmesi gibi yapının orijinal haline ve onaylı restorasyon projesine aykırı birtakım değişikliklerin yapımasının öngörüldüğü’ belirlendi. Buna onay veren Koruma Kurulu kararının yeniden ele alınmasını istedi.
 
Sabah ayrı karar akşam ayrı karar
3 No’lu Koruma Kurulu toplandı. Kurul 12 Temmuz 2011 sabahı Teftiş Kurulu raporu doğrultusunda davrandı ve ‘‘Hukukçu üye Yunus Akyol tarafından dosyanın incelemesinden sonra değerlendirileceğine karar verildi’’ denildi. Ancak aynı gün öğlenden sonra Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden ‘Kararı dağıtın’ faksının gelmesi üzerine sabahki karar iptal edildi. 24 Mayıs 2011 tarihli karar resmen onaylanmış oldu. Böylelikle binanın dış cephesinde ve yüksekliğinde değişiklik içeren karar yürürlüğe girmiş oldu. 3 No’lu Koruma Kurulu üyesi Yrd.Doç.Dr.Semih Halil Emür’ün de 24.Mayıs 2011 tarihli karara karşı oy kullandığı ortaya çıktı.
Emür şerh yazısında, yapılmak istenen değişikliklerin yıkılan tütün deposunun tescilli özellikleriyle uyumsuz olduğunu vurguladı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.11.2011

ESKİŞEHİR / ODUNPAZARI HAKKINDA İDDİALAR

 

İDDİA 1:

RÜŞVETİNİ VERENE ESKİŞEHİR'İN TOPRAK ALTI HAZİNE

Eskişehir'in 5 bin yıllık bir tarihi geçmişi var.

Etiler, Frigler ve Bizanslılardan sonra Osmanlılar hüküm sürmüş.

Osmanlı zamanında, çok sayıda Ermeni vatandaşı buraya göç etmiş...

Yunan istilasında Eskişehir harabeye dönmüş.

5 bin yıllık tarihi geçmişi sonrasında, yukarıda ismi geçen uygarlıklar, toprak altına hazinelerini gömmüş...

Şimdinin uygarlığı da bunları nimet bilip toprak üstüne çıkarmak için savaş veriyor. Ama nasıl?

Rüşvetini bastıran, istediği her yeri rahatlıkla yağmalayabiliyor.

İşte ilk örnek:

Ilgaz mafyası, 1990 senesinden bu yana, tam 20 senedir, Frig Krallığı'na ait bir höyüğü ve Frig Antik Şehri'ni yağmalıyor.

Devletin tüm makamları bu yağmalamayı bildikleri halde, kıllarını kıpırdatmıyor.

Çünkü Ilgaz Mafyası rüşvet vermeyi ve  çıkardığı antikaları savcılarla, polis müdürleriyle bölüşmesini iyi biliyor.

"İş bilenin, kılıç kullananın" oluyor...

"Atı alan Üsküdar'ı geçiyor..."





Yaya olarak ya da tekerlekli bir araçla, fotoğrafta görünen Kütahya yolundan geçerken, SIR höyüğü görmeniz mümkün değildir. Çünkü Cemalettin Sarar'ın binaları, fotoğrafta görüldüğü üzere 2600 senelik Frig höyüğünü adeta sarmalamış ve gizlemiş durumda. Sadece Ilgaz mafyasının yaptığı 70 kaçak villadan bir kaçının çatısını görürsünüz. Yapılan binalar   höyüğü ve Ilgaz villalarını gizlemektedir. Zaten binaların yapılış amacı da gizlemektir. 

Bu binalar, Cemalettin Sarar'ın eline geçmeden önce, Sümerbank Basma Fabrikası adıyla faaliyet gösteren bir KİT kuruluşuydu. Yani devletin fabrikasıydı. Öyle anlaşılıyor ki 2600 senelik Frig höyüğü, devletin ilgili makamlarınca uzun yıllar gizlenmişti. Gizleme emrini veren kimdi? Eskişehir'in Valisi, Eskişehir'in Emniyet Müdürü dahi gizleyebiliyorsa, devletin fabrikasının müdürü neden gizlemesindi?

Cemalettin Sarar, özelleştirme kapsamında bu fabrikayı devletten satın aldı. (Şimdilik öyle diyelim. Aslında alanlar başkaları. Ispat edince bu konuyu ayrıntılarla sunarız.) Fakat Cemalettin Sarar da devletin memurlarına uydu ve bildiği bu höyüğü o da gizlemeye başladı. Burada akıllara başka sorular gelebilir:                 

Cemalettin Sarar, Ilgaz mafyasıyla ortak mı çalışıyor?

Cemalettin Sarar, höyüğü gizleme işi karşılığında para mı alıyor?

Cemalettin Sarar, vatanını ve milletini seven bir yurttaş ise, milletin ortak malı olan bir höyüğü neden ihbar etmedi?

Eskişehir turizmini değil de, her tarafından pislik akan Ilgaz mafyasının çıkarlarını mı düşündü?

Sahi, bu SIR höyükten, Cemalettin Sarar'ın hiç mi haberi olmadı?

Cemalettin Sarar'ın sahibi olduğu binaların sır höyüğü gizlemesi sonrasında başka ne düşünülebilir ki?

Fotoğrafta görüldüğü üzere Frig Höyüğü ile Sarar'ın sahibi olduğu toprak arasında 20 metre bile yok. Binalar tek sıra halinde höyüğü kapatmış...

Oysa fotoğrafta görüldüğü üzere, Frig Höyüğü ile Fahri'nin arazisi arasında tam 400 metre var ve Fahri kendi arazisinde çivi dahi çakamıyor, yasak... Sit alanı yasaları Fahri'ye işliyor...

Cemalettin Sarar'a ve Ilgaz mafyasına özerklik sunulmuş...

Cemalettin Sarar öncesinde ve sonrasında, depo olarak kullanılan bu sıra sıra binaların içinde gizli kazı yapmak mümkün müdür?





Esrehber.tv olarak biz de üzerimize düşen vatandaşlık görevimize sığınarak Cemalettin Sarar'ı ve ortağı olan kardeşlerini ilgili makamlara ihbar ediyoruz.

Hangi konularda?

1). Yukarıdaki fotoğraflar zaten çok şeyleri anlatmaktadır. Özelleştirme kapsamında devletten satın aldığı Sümerbank Basma Fabrikası'nın her metresi, BİRİNCİ DERECEDEN KORUNMASI GEREKEN SİT ALANI içindedir. Cemalettin Sarar ve kardeşleri, sit alanı olan bu toprakları boşaltmalı ve tekstil fabrikalarını derhal şehir dışına taşımalıdır. Konuyla ilgili dilekçeler yazılmış ve ilgili makamlara gönderilmiştir.

2). Yasa gereği şehir içinde bir başka fabrika bırakılmamış, şehir içinde faaliyet gösteren tüm fabrikalar Büyükerşen'in emriyle Organize Sanayi Bölgesine taşınmıştır. Büyükerşen'in, Sarar'a ait fabrika için sesini çıkartmaması, Sarar'a imtiyaz tanıdığı anlamına gelir ve başta Firuz Kanatlı olmak üzere çok sayıda fabrika sahibine hakaret sayılır. İmtiyaz tanımanın karşılığı günümüzde rüşvettir. İşte burada Büyükerşen'e soru yöneltmemiz haktır: "Cemalettin Sarar'dan kaç milyar dDolar rüşvet yedin?"

3). Fotoğrafta görüldüğü üzere, 2600 senelik Frig Höyüğü, Cemalettin Sarar'ın sahibi olduğu sıra sıra binalar tarafından gizlenmektedir. Bu gizleme işi karşılıında Cemalettin Sarar ve kardeşleri, Ilgaz mafyasından kaç milyon dolar para almıştır?  Buna rüşvet diyemiyoruz, çünkü Ilgaz mafyası da Cemalettin Sarar da devletin memuru değildir. Yasadışı ödeme ancak devletin memuruna yapılırsa rüşvettir. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcı Vekili Coşkun Mutluer aynen bunları söylemiştir. Peki ya kendisi mafyadan ne kadar rüşvet yemiştir? İhbar dilekçelerimi, dedesinin hayrına mı yırtmıştır?

4). Hatırlıyorum da, Kütahya Yolu üzerinde sıra sıra dizilmiş ve höyüğü gizleyen bu binalar, Sümerbank Basma Fabrikası devletin elindeyken yoktu. Yani Sarar kardeşler satın aldıktan sonra tek tek inşa edildi. Hatta öyle inanıyorum ve ileri gidiyorum ki, 2600 yıllık Frig höyüğünü gizlemek için Ilgaz çetesi bizzat bu binaları sıraladı ve Cemalettin Sarar'a hediye etti. Bu tespitim doğru ise, Sarar kardeşler de tarihi eser kaçakçısıdır. Sonradan yapılan bu binaların içinde kazı yapmak, höyüğe doğru tüneller açmak ve buradan antika çıkartmak mümkündür. 16/02/2010 tarihli mektubumda bu konuyu kısaca dile getirdim ve aslında ilgili makamlara ihbarda bulundum: Sarar'a ait bu sıra sıra binaların içinin kontrol edilmesini talep ettim. Bu binalar depo olarak mı kullanılıyor, yoksa antika kaçakçılığı için tüneller mi kazılıyor? Hangi bir makam ihbarlarımı suç duyurusu kabul etti de görevini yaptı? Hiç birisi...


******


ESKİŞEHİR VALİSİ YALAN SÖYLÜYOR

Sahte ruhsatlı 70 kaçak villanın bulunduğu bu arazi 1980’de 1. Derece Arkeolojik Sit olarak tescil ediliyor.  

Mafya Babası Şenol Ilgaz bu araziyi çok ucuz fiyata satın alıyor ve 16/12/1994’de sit sınırlarını tespit ettiriyor. Sit sınırlarını tespit eden Konya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu.  

On bir gün sonra da  Şenol Ilgaz  bu arazide kazı ve inşaat yaparken yakalanıyor,  Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılıyor.  

Yargılanması devam ederken  kazı ve inşaat yapmaya devam ediyor.  

Yargılanması devam ederken rüşvetini bastırıyor, Eskişehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan “kazı ve inşaat yapabilir” raporu alıyor.  

Yakalandığı tarihten  iki buçuk ay sonra da “tadilat” kılıfı altında  ilk sahte ruhsatı Odunpazarı Belediye Başkanı Ayhan Boyer’den alıyor.  

Yani Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanması devam ederken, hem Koruma Kurulu’ndan  rapor alıyor, hem de Odunpazarı Belediyesi’nden sahte ruhsat alıyor… 

İnanılır gibi değil...

 

BU KISIMA HİÇ İNANAMIYACAKSINIZ 

Eskişehir Valisi’nin bu yazıda anlattığına göre: Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu,  25/02/1999’da  sit sınırlarını genişletme kararı alıyor, lüks villalar da bu karardan sonra yapılıyor. 

 

Vali ve yardımcıları beni, aynı zamanda yasalara saygılı Eskişehir Halkını aptal yerine koyuyor. 

 

Başbakanlık yoluyla Odunpazarı Belediyesi’nden aldığım Erman Gölet imzalı belgeye bir daha bakınız: 10/03/1995 tarih ve 54 sayılı tadilat ruhsatı…  

 

Vali Yardımcısı Ekrem Ballı, Vali Mehmet Kılıçlar’a neden yalan söyletiyor? 

 

Resmi belgelere göre 1999’dan önce 16 lüks villa yapıldığı ortada. Üstelik bunlar inşaat ruhsatıyla değil, tadilat ruhsatıyla inşa edilmiş, yani sahte ruhsatlarla… 

 

10/03/1995  tarihine geri dönelim:  

Şenol Ilgaz, tadilat ruhsatıyla inşaat yapmaya devam ediyor…  Ağır Ceza Mahkemesi devam ediyor… 

 

Rüşvet yedirecek bir Hakim buluyor ve “takipsizlik kararı” alarak kurtuluyor.  

 

İddanameyi hazırlayan savcı da itiraz etmiyor. Çünkü onun da işkembesi şişiriliyor  ve nicelerinin işkembeleri… 

 

Belgeler yalan söylemez. Fakat Valiler de yardımcıları da görüldüğü üzere söyler. 

 

Bu ve daha bir çok yalanı tezgahlayan ve Vali Mehmet Kılıçlar’a  imzalatan Vali Yardımcısı Ekrem Ballı, kimleri korumak istiyor? 

 

Emrinde çalışan üç adet rüşvetçi memuru mu? Kimler onlar?  Eskişehir İl KültürMüdürü Ali Osman Gül,  Eskişehir Müze Müdürü M. Dursun Çağlar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma(ma) Müdürü Hülya Çopuroğlu… 

 

Mesela Hülya Çopuroğlu’nun Eskişehir 3. Asliye’de yargılandığını ve beraat ettiğini anlatıyor. Fakat hangi suçtan yargılandığını anlatmıyor. Davanın konusu rüşvet karşılığında rapor düzenlemek miydi?  Birinci dereceden korunması gereken sit alanını yağmalatmak mıydı? Yoksa 2600 yıllık Frig Höyüğüne sahip çıkamamak mı? Hangisi? Eğer bu konularla ilgili yargılansaydı, beraat etmesi mümkün değildi. Demek ki uyduruktan bir dava konusu vardı mahkemede… 

 

Yazılarımda ısrarla, yağmalanan 2600 yıllık Frigya Höyüğünden söz etmeme rağmen, fotoğrafını kamuoyuna sürekli sunmama rağmen, Eskişehir Vali Yardımcısı Ekrem Ballı, yağmalanan höyük hakkında  açıklama yapmaktan sürekli kaçıyor. Çünkü bu höyüğün içi tamamen boşaltıldı. Yüzlerce altın heykel çıkarılarak Yunanistan’a kaçırıldı. Büyük bir ihtimalle Vali Yardımcısı Ekrem Ballı da bu kaçakçılık işinden pay aldı. Bu kaçakçılık işinden eğer pay almadıysa, 2600 yıllık Frig Höyüğü’nü neden saklıyor? 

 

Yeni atanan Vali Kadir Koçdemir’in Frig Höyüğü hakkında açıklama yapması zorunludur. Üniversite öğretim görevlilerinden bilirkişi heyeti oluşturup, ihbar ettiğim ve fotoğrafını yayımladığım bu höyüğü inceletmesi zorunludur. Çünkü bu höyük ve lüks villalar altına gömülü olan Frigya Antik Şehri,  Eskişehir’in tarihi zenginliğidir. 

 

Vali Kadir Koçdemir, bu yazılarımı ve yayımladığım fotoğrafı ihbar olarak değerlendirmeli ve ilgili makamları harekete geçirmelidir. Bu iş zaten Vali’nin görevidir. 

 

Vali Kadir Koçdemir'e hatırlatırız:

 

KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNU :

Madde 5 – Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarda varlığı bilinen veya ileride meydana çıkacak olan korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları Devlet malı niteliğindedir.

Madde 10 – Her kimin mülkiyetinde veya idaresinde olursa olsun, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak, Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir.

 

Devletin memurları rüşvet yiyerek bu araziyi koruyamamış, devletin hakimi rüşvet yiyerek takipsizlik kararı vermiş, devletin savcısı da rüşveti yiyerek diyor ki: yeniden takibat yapılmasına yer yoktur. Kısacası devletin memurları devletin cılkını çıkartmışlar. Utanmadan bir de böyle belge hazırlıyorlar.

 

Vali Kadir Koçdemir’i, Eskişehir’in yağmalanan tarihine sahip çıkmaya davet ediyoruz. 

 

******


İDDİA 2:

 



Bahçeli Kahve,  ihale yoluyla satIldI. Cemalettin Sarar, 560 bin TL'yi bastırdı ve Bahçeli Kahve ile birlikte etrafındaki dükkanları satın aldı. Kahvehanenin arkasındaki binayı da 55 bin TL'ye aldı. Şimdi sırada Vakıf malı olan fırın var ve bu binay da almak istiyor.  Söylentiye göre büyük bir alış-veriş merkezi yapacak, üzerine beş yıldızlı otel yapacak. Fakat satın alamadığı bir dükkan daha var ve eğer bu dükkanı alamazsa beş yıldızlı oteli yapamaz. Dükkan sahibi Cemalettin Sarar'dan "Yapacağı yeni binada bir dükkan istiyor." Sarar da bu teklifi kabul etmiyor.

Ancak, burası  SİT ALANI, yasalarımıza göre sadece restore edebilirsin, yıkarsan aynı şekli vererek inşa edersin. Altında alışveriş merkezi ve üstünde beş yıldızlı otel olan Odunpazarı evi henüz görmedik.

Olmayan aklımın almadığı konu şu: Belediye Başkanı Burhan Sakallı, Bahçeli Kahveyi yıkar, Cemalettinimin istediği gibi bina yapar ve hediye eder. Hiç şüphem yok, inşaat ruhsatını da verir. Fakat Büyükerşen'im yeni ruhsatı onaylar mı, işte burası şüpheli.

Minareyi çalacak adam, kılıfını hazırlamıştır elbette. Cemalettin Sarar, plan-projeyi hazırlatmadan bir milyon dolarını çöpe atmaz. Ruhsatları peşin peşin Büyükerşen onaylamış gözüküyor ve Sakallı'nın icraatlarını bekliyor olabilir.

Cemalettin'imin işinde '3. dereceden korunması gereken sit alanı ihlali' olacak.  Üstelik Bahçeli Kahve'nin üç yüz yıllık geçmişini unutuyorlar.

90 senelik evlere 'makyaj' yapan Sakallı, bu binayı yıkabilir mi?

Cemallettin'im buraya 5 yıldızlı Odunpazarı Evi dikebilir mi? Aslında Cemalettin Sarar'ın niyeti beş yıldızlı otel yapmak değil. Birilerinden tüyoyu almıştır, gerekli sondajı yaptırmıştır ve kararını vermiştir.

Cemalettin Sarar'ın toprak üzerine çıkarmayı planladığı Osmanlı hazinesinin bugünkü değeri nedir?

Cevabı yine biz verelim: 3.1 milyar Dolar...

Cemalettin Sarar'la birlikte Eskişehir Müze Müdürü'nün de bilmesi gereken bir konuyu sunalım:

Bu tarihi kahvehanede paha biçilemez değerde ve 150 yıllık geçmişi olan, çerçeveleri çok ince bir işçilikle oyularak yapılmış 7 adet taş ayna vardı. Otuz sene önce çalınarak İstanbul'daki Ermenilere haraç mezat satıldı.  Yerine 4 tane sahte ayna asıldı. Oyma sanatından uzak, kaplama ile yapılmış ve sırları dökülmüş dört adet sahte cam ayna...

7 antika aynadan dört tanesinin Fransa'da, Paris'te olduğunu duyum aldım. 


******


İDDİA 3:

ODUNPAZARI'NIN DEĞER YAĞMACILARI

Odunpazarı deyince akla iki kişi gelir: Büyükerşen ve Sakallı...

Biri: Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı...

 Diğeri Odunpazarı Belediye Başkanı...

Büyükerşen, Odunpazarı Evleri sayesinde milyar dolar boyutunda yasadışı işlere imza atmıştır ve hala bu işlere devam etmektedir.

İşte Büyükerşen'in satın aldığı, fakat kaıtlarda yeğeninin ismi bulunan ev:





Odunpazarı'ndaki eski evlerin hemen hemen tamamı tadilat görmesine rağmen, sahibi Büyükerşen olan bu bina hala beklemededir. Neyi? Uygun bir zamanı...

Bu bina Osmanlı Kadılarından birine aittir ve altında servet yatmaktadır.

Hem de ne kadı!... Rüşvet düşkünü bir kadı... Sanırım dört kazan bekliyor.

İlgili makamlara ihbardır.

Yukarıdaki binanın 50 metre kadar ilerisinde,  Burhan Sakallı'nın satın aldığı iki katlı eski bina vardır ve restore edilmeyi beklemektedir.

Burhan Sakallı'nın sahibi olduğu Odunpazarı Evi'nde de servet olduğu söylenmekte fakat bu binanın altında eski Osmanlı tüfeklerinin kırıkları dışında bir şey yoktur. Sakallı boşuna kazıp servet aramasın...

Eskişehir'de, Osmanlı dönemine ve Frig Krallığı dönemine ait çok sayıda eserler, devlet eliyle yağmalatılmıştır ve hala yağma devam etmektedir.

esrehber.freetzi.com, Haber: Kenan Akkuş, 24.11.2011

BU SİKKELER ÇOK ŞEY ANLATIYOR

 

 

İsrailli arkeologlar, Kudüs'teki Batı Duvarı'nın altında bulunan sikkelerin dünyanın en kutsal yerlerinden biriyle ilgili yaygın inanışları değiştirebileceğini açıkladı.

Yahudiler tarafından 'Tapınak Dağı', Müslümanlar tarafından ise 'Haremüşşerif' olarak bilinen yerleşkenin MÖ 4. yüzyılda ölen Kral Herod tarafından yaklaşık 2 bin yıl önce yaptırıldığına inanılıyordu.

İsrailli arkeologlar, Batı Duvarı'nın devasa temel taşlarının altında bulunan sikkelerin Kral Herod'un ölümünden 20 yıl sonra yaşamış Romalı bir valinin mührünü taşıdığını belirtti.

Roma Valisi Valerius Gratus'un mührü basılmış sikkeler, bir kısmı Yahudilerin 'Ağlama Duvarı' olarak kutsal sayılan Batı Duvarı'nın sanılanın aksine Kral Herod döneminde inşa edilmediğini gösteriyor.

Hz. Muhammed'in miraç gecesi göğe yükseldiğine inanılan Mescid-i Aksa ve altın kubbeli Kubbetüs Sahra'nın yer aldığı Haremüşşerif, hem Yahudiler hem de Müslümanlar tarafından kutsal kabul ediliyor.

Habertürk, 24.11.2011

TARİHİ HAMAM DÖKÜLÜYOR

 Akçakoca’da  bulunan tarihi Kapkirli hamamı ilgi bekliyor.


Akçakoca İlçesi'ndeki tarihi Kapkirli Hamamı Belediye Başkanı Mehmet Lütfü Bey zamanında İstanbul Ayvansaray' da yıkılan bir hamamın enkazı olarak Akçakoca'ya getirilmiş, 1922 yılında inşasına başlanmış, 1924 yılında hamam faaliyete geçmiştir.


Bugün ise faal olmayan tarihi Kapkirli Hamamı'nın durumuna gerek Akçakoca halkı gerekse dışarıdan gelen turistler tepki göstermekte.

2007 yılından bugüne kapalı olan hamam daha öncelerinde ise farklı müteşebbisler tarafından çalıştırılmış fakat yeterli ilgi olmayınca kapatılmıştı.

Yıllar içinde hamam kültürünün gitgide yok olmasının da etkisiyle 2007 senesinden bu yana işletilmeyip atıl duruma düşmüş ve yavaş yavaş yıkılıp dökülmeye başladı.

Vatandaşlar yetkililerin bu güzelim tarihi mirasa sahip çıkması konusunda duyarlılık göstermeleri ve bu mirasın yok olmasını engellemeleri beklenmekte.

Düzce Damla, 24.11.2011

NİF DAĞI KAZI EVİ AÇILDI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İzmir Kalkınma Ajansı'nın maddi desteği ile inşa edilerek tamamlanan Dağkızılca Köyü Nif Dağı Kazı Evi hizmete törenle hizmete girdi. Bodrum, zemin kat ve 1 normal kattan ibaret olan ve 935 metrekarelik bir alanda bulunan Nif Dağı Kazı Evi hizmet binası yaklaşık 700 bin TL'ye mal oldu. İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, "Binamız yerel değerleri ön plana çıkaran ve bunları ülkemizin kültürel ve teknolojik niteliklerinin de bir göstergesi olacak ve temel ihtiyaçlara cevap verecek şekilde tasarlandı ve inşa edildi" diye konuştu.

Binanın büyük bir titizlik içinde yapıldığını söyleyen Abdülaziz Ediz, "Binanın bodrum katında yemekhane, mutfak, kalorifer dairesi, depo ve tuvaletler bulunurken, zemin katta kazı başkanı ve bakanlık temsilcilerinin odaları, kütüphane, çalışma odası, laboratuvar, arşiv ve teras bölümleri bulunuyor. Binanın 1. katında 8 yatak odası ile 1 çamaşır odasının yanı sıra 46 öğrencinin kalmasına imkan tanıyacak çift katlı ranzalar bulunuyor. Çatısı ahşap, bodrum katı ise taş duvardan oluşan binanın 1. katı ise ahşap görünümlü betopan kaplama malzemesi ile kaplandı" dedi.

Yeni Asır, 24.11.2011

ŞEHİTLER ABİDESİ'NDE SON KONTROLLER YAPILIYOR

 

Çanakkale Şehitler Abidesi'nde tamirat bitti, son kontroller yapılıyor. Daha sonra iskeleler indirilerek ziyarete açılacak.

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda bulunan abide, 253 bin şehidin hatırasına 1954 yılında yapıldı ve 1960'ta ziyarete açıldı. Üç yıl önce yıkılma tehlikesi sebebiyle ayaklarında güçlendirme yapılan 41 metre yüksekliğindeki abidenin, özellikle tavan kısmındaki mozaiklerde görülen dökülmeler sebebiyle geniş kapsamlı bakım çalışmalarına geçen temmuzda başlandı. Çanakkale Özel İdaresi tarafından düzenlenen ihaleyi kazanan firma, söz konusu cam mozaiklerin tamiri, korozyon ve yapısal hasara uğramış malzeme tespiti, abidenin alt beton onarımları, düşük vizkoziteli ve yüksek aderanslı primer uygulaması, katodik korumayla korozyona uğramış yüzeylerin onarımları, epoksiyle çinilerin yapıştırılması, abide üst alanının mevcut kaplamalardan arındırılması, tamir harcıyla onarılması ve su izolasyonuyla yeni kaplama işlerini yaptı. Onarım çalışmalarının, özellikle kış şartlarında olumlu sonuç verip vermeyeceği kontrol edilecek. Olumlu sonuç alınmasının ardından iskeleler sökülerek abide tekrar ziyarete açılacak. Çalışmaların, 18 Mart 2012'ye kadar tamamen bitmesi hedefleniyor. Bakım ve tamirat, 1 milyon 739 bin 265 liraya mal oldu.

Zaman, Haber: Mehmet Güler, 24.11.2011

KOCAELİ'NDE İBRİK-ŞAMDAN OPERASYONU: 1 GÖZALTI

 

Kocaeli İl Jandarma Komutanlığı ekipleri düzenlediği operasyonda tarihi eser kaçakçılığı yapan bir şüpheliyi gözaltına alındı. Şüphelinin aracında ve eşyalarında yapılan aramada tarihi eserler ele geçirildi.


İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, istihbari çalışma sonucunda, Gebze İlçesi'nde tarihi eser kaçakçılığı yaptığı tespit edilen bir şahsa yönelik operasyon düzenledi.Operasyonda B.Ö. isimli şüpheli gözaltına alındı. Şüphelinin aracında ve eşyalarında yapılan aramada, 1 adet 23 cm boyunda ibrik, 1 adet 20 cm boyunda ibrik, 1 adet 13 cm boyunda ibrik, 1 adet üç gözlü şamdan, 1 adet mürekkepli kalemlik, 1 adet 30 cm boyunda balta, 1 adet yağlık, 1 adet 12 cm boyunda kancalı ibrik ele geçirildi.

Gözaltına alınan şüpheli, işlemlerinin ardından adliyeye sevk edilecek.

Türkiye Gazetesi, Haber: Cahit KIlıç, 24.11.2011




ERDEK'TE DENİZ ÇEKİLİNCE TARİH ORTAYA ÇIKTI

 

  

 

Balıkesir’in Erdek İlçesi Düzler Mevkii’nde 4 kilometrelik sahil şeridinde denizin 30 ila 50 metre arasında çekilmesiyle dünyanın sekizinci harikası olarak nitelendirilen Hadrianus Tapınağı’nın bulunduğu Kyzikos antik kentinin iskelesi ortaya çıktı.

 

Erdek İlçesi’ne 7 kilometre uzaklıktaki Düzler Mevkii’nde son olarak geçen şubat ayında görülen deniz çekilmesi bu kez 4 kilometrelik sahil şeridi boyunca gerçekleşti. 30 ila 50 metre arasındaki çekilmeyle kıyıda çok sayıda adacıklar oluşurken, iki iskelenin büyük bölümü de karada kaldı. Çekilmeyle Aldırmaz Kampı önündeki sahilde Kyzikos antik kentinin iskele kalıntıları da ortaya çıktı.

 

Yıllardır bu bölgede yaşadığını belirten emekli banka  müdürü Erdoğan Gergin, ilk kez bu kadar geniş alanda denizin çekildiğini söyledi. Bölgede avlanan balıkçılar ise çekilmenin uzun süredir devam eden poyrazdan kaynaklandığını belirterek havanın lodosa dönmesiyle denizin yeniden yükseleceğini kaydetti.

Milliyet, Haber: Erdem Özcan - Ahmet Demir, 24.11.2011

DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NDE REHBERLİĞİ İMAMLAR YAPIYOR

 

 

UNESCO'nun "Dünya Kültür Mirası" listesinde yer alan ve "Görmeden Ölmeyin" sloganıyla tanıtılan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nda görev yapan 3 imam, aynı zamanda eseri gezmeye gelen ziyaretçilere rehberlik hizmeti de veriyor.


Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumunun (UNESCO) "Dünya Kültür Mirası" listesinde yer alan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nda görev yapan imamlar Nail Ayan, Ökkeş Demircan ve Osman Tek, aynı zamanda eseri ziyaretçilere tanıtıyor.


Eseri gezmeye gelen turistlere hiçbir ek ücret almadan rehberlik hizmeti veren imamlar, namaz vakitlerinin dışında boş vakitlerinin olmasına rağmen akşam geç saatlere kadar tarihi yapıda bekliyor.


Caminin imamlarından Nail Ayan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ulu Camii ve Darüşşifası'nda görev yapmanın herkese nasip olacak bir iş olmadığını söyledi.


Özellikle bu yaz sezonunda arkadaşlarıyla beraber canla başla çalıştıklarını, 3 grup halinde ziyaretçilere eseri anlattıklarını ifade eden Ayan, "Ziyaretçilere burayı anlatırken gözlerindeki heyecanı, bakışlarındaki şaşkınlığı görmek bizleri memnun ediyor. Buraya defalarca gelip, burayı defalarca dinleyen insanlar var. Her geldiklerinde aynı heyecanla, aynı şevkle dinliyorlar. Tabii bizler de bu görüntüleri gördükçe heyecanımız artıyor, iş şevkimiz artıyor" dedi.


Ökkeş Demircan ise burada hem vakit namazlarında görev aldıkların ı, hem de ziyaretçilere bilgilerini paylaştıklarını ifade ederek, şöyle konuştu:
"Böyle bir esere sahip olduğumuz için ne mutlu bize. Buraya her türlü mevkiden insanlar geliyor. Dünyanın birçok ucundan insanlar geliyor, kalabalık gruplar, kafileler geliyor. Önceki yıllarda defalarca gelip sadece bakmakla yetinen insanları gördük. Onlara burayı anlattığımızda şok oluyorlar. Çü nkü gözleriyle sadece eserin üzerindeki işlemeleri görebiliyorlar ancak anlattığımızda bu işlemelerin her birinin bir anlamı olduğunu öğrendiklerinde şaşırıyorlar. Birçok kişi bize bahşiş vermeye kalkıyor ama tabii biz kabul etmiyoruz. Burada tamamen severek bu işi yapıyoruz. Çünkü insanları bilgi açısından memnun etmek bizleri de memnun ediyor."


Osman Tek ise burada imamlığın dışında, tanıtım görevlisi, rehber, koruma işini üstlendiklerini, hem de temizlik bakımını yaparak bu müstesna esere karşı insanlık görevini yerine getirdiklerini belirterek, böyle bir eserde görev yapmanın herkese nasip olmayacağını kaydetti.


Daha önce görev yapan imam hatiplerin de hakkının yenmemesi gerektiğini söyleyen Tek, "Yıllardan bu yana turist akını olan bu eserde, imamların hakkının yenmesi mümkün değil. Burada bugüne kadar fedakar bir şekilde, hiçbir ek ücret ve mesai almadan çalışan bizden öncekiler ve bizler, bu görevimizi yapmaya devam edeceğiz. Eseri defalarca anlatmamıza rağmen, her anlatışımızda ayrı bir zevk, ayrı bir heyecan duyuyoruz. Ve bu dünya mirası Ulu Camii ve Darüşşifamızı 'görmeden ölmeyin' diyoruz" dedi.


Bu arada gelecek sezon yoğun bir turist beklentisi olduğu gerekçesiyle Divriği Kaymakamlığı tarafından Diyanet İşleri Başkanlığından ek görevli talep edildiği bildirildi.


Gelecek sezona hazırlık amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığından gelebilecek olumsuz cevap karşısında tedbir alınırken, ilçede bulunan bütün imamlara Halk Eğitim Merkezinde eğitim verildiği, eski Ulu Camii imamlarından uzman-rehber Hasan Gürsoy tarafından verilen eğitimlerle bu açığın kapatılmasını n düşünüldüğü belirtildi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Mücahit KOç, 24.11.2011

PROJEYE 80 BİN TL HİBE

 

 

Giresun Belediyesi Proje Ofisi tarafından hazırlanan “Giresun Adası ve Zamanda Yolculuk Turizmi Projesi” Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı tarafından 80 bin TL hibe desteği aldı.

 

Giresun Adası’nı turizme kazandırmak amacıyla hazırlanan projenin Belediye Meclis Salonu’nda tanıtımı yapıldı. Düzenlenen toplantıda proje hakkında bilgi veren Giresun Belediyesi Proje Ofisi Koordinatörü Hakan Adanır “Şehrimizin önemli turizm alanlarından olan Giresun Adası’nın çok iyi değerlendirilmesi gereken bir değerimiz olduğu şüphesizdir. Bu nedenle adanın koruma kurallarına aykırı olmayacak ‘Zamanda Yolculuk Projesi’ geliştirdik. Proje ile Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı’ndan hibe desteği aldık. Projemizin toplam bütçesi 86 bin 760 TL’dir. Zamanda Yolculuk tüm dünyada giderek yaygınlaşan ve turistlerin yoğun ilgisini çeken bir turizm konseptidir. Giresun Adası da doğal yapısı ile zamanda yolculuk turizminin uygulanabileceği en iyi alanlardan biridir” dedi.

 

Giresun Adası ile ilgili de bilgi veren Adanır “Karadeniz’in tek yaşanabilir adası olan Giresun Adası’nda dünyaca ünlü Herkül’ün altın post serüveni geçmiştir. Projemizde dünyaca ünlü Herkül’ün Altın Post Serüveni’nin Giresun Adası’nda geçtiği güne odaklanmıştır. Binlerce yıldır burada yaşayan halkımızın misafirperverliğinin turistlere aktarılması zaman yolculuğu senaryomuzun önemli hedeflerinden biridir. Turistlere o dönemlerde Giresun Adası’nda yaşayan Türklere ait olan yemek, müzik ve eğlence kültürü da tanıtılacaktır. Zamanda Yolculuk konsepti çerçevesinde dileyen o tarihte Giresun’da yaşamış bir Tük kavminin üyesi dileyen ise Herkül olabilecektir” diye konuştu.

 

Giresun Belediye Başkanı Kerim Aksu ise turizmde bölge potansiyelinin harekete geçirilmesine yönelik mali destek programı kapsamında çalışmalarının süreceğini ifade ederek “Giresun Belediyesi Doğu Karadeniz’de Kalkınma Ajansı’ndan projesine destek alan tek ve ilk belediyedir” şeklinde konuştu

Giresun Kent Haber, 24.11.2011

CANDAROĞULLARI BEYLİĞİ POLEMİĞİ

 

Konya Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Doç.Dr. Nejdet Gök`ün, Candaroğulları Beyliği`ne ilişkin olarak yaptığı açıklamaya Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Doç.Dr. Cevdet Yakupoğlu`ndan yanıt geldi. Yakupoğlu, yapılan yorumun bir zorlama olduğunu kaydetti.

 

Yakupoğlu`nun açıklaması şöyle:

 

Candaroğulları Beyliği`nin sanılandan daha uzun ömürlü olduğu yönünde, Konya Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Doç.Dr. Nejdet Gök’ün ortaya attığı iddianın ulusal ve yerel bazı gazetelerde haber olarak çıkması üzerine, Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm başkanı Doç.Dr. Cevdet Yakupoğlu bir basın açıklaması yaptı.

 

Doç  .Dr. Cevdet Yakupoğlu, “Candaroğulları tarihi ile ilgili tek bir belge üzerinden değerlendirme yapmak yanlışları da beraberinde getirebilir. Bu nedenle Candaroğulları tarihine ve hatta Anadolu Türk tarihine bir bütün olarak yaklaşmak ve başka belgelerle iddiayı desteklemek gerekir.”

dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

 

“Kasım Bey, babasının emri üzerine Osmanlı hükümdarı Çelebi I. Mehmed’in Balkanlarda çıktığı Eflak seferine bir miktar Candaroğlu kuvvetiyle katılmış, savaş sonunda ise Çelebi Mehmed’in desteğini alarak babası İsfendiyar Bey’e isyan etmiştir. Yenilen ve Sinop kalesine çekilen İsfendiyar Bey, Osmanlı hükümdarı ile barış anlaşması yaparak Kalecik, Çankırı ve Tosya’yı Osmanlılara bırakmıştır. Çelebi Mehmed, bu yerlerin idaresini Kasım Bey’e vermiş (1417), dolayısıyla onu Çankırı valisi (sancakbeyi) yapmıştır. Osmanlı sultanlarına her zaman sadık kalan Kasım Bey, 1453’te İstanbul’un fethinde görevlendirilmiş, Bizans imparatoruna elçi olarak gönderilmiş, siyasi anlamda Osmanlıdan bağımsız davranmamıştır. Ancak, Kasım Bey’in, kuzeydeki Candaroğulları beyleri ile işbirliği yapmasını önlemek için yetkileri geniş tutulmuş, Çankırı ve Ankara yöresinde sosyal hizmetlerde bulunmasına imkan tanınmıştır.

 

Fatih, 1460 yılında Amasra’yı ve 1461’de Kastamonu ve Trabzon’u almış, Candaroğlu İsmail Bey’e Bursa yöresinde Yenişehir ve İnegöl’de toprak vermiş, hemen arkasından da onu Bulgaristan’da Filibe valisi yapmıştır. Diğer kardeş Kızıl Ahmed Bey ise Fatih tarafından Yunanistan’daki Mora sancağına gönderilmek istenince isyan etmiş, Karamanoğullarının yanına kaçmıştır. Böylece Osmanlı Devleti, Kuzey Anadolu’da siyasi birliği sağlamıştır.

 

1461’de Kasım Bey zaten Osmanlılara bağlı bir vali idi. Eğer bağımsız davranmış olsaydı, Fatih onun üzerine de ordu gönderirdi. Kaldı ki Fatih, Kastamonu’yu almaya giderken önce Ankara’da konaklamış, sonra Çankırı üzerinden Kastamonu’ya geçmiştir. Kasım Bey’in buna sesi çıkmamıştır, çünkü zaten Osmanlılara bağlıdır.

 

Sonuç  olarak, Kasım Bey’e ait sadece bir mülknameye dayanarak Candaroğullarının sona eriş tarihini uzatma yönünde zorlama bir yorum yapmaktan kaçınılmasında fayda vardır. Tarihi gerçek şudur ki, 1461 sonrasında artık bağımsız bir Candaroğulları beyliği mevcut değildir.”

Kastamonu Postası, 23.11.2011

ANTİK LİMAN SEMPOZYUMU YAPILDI

 

Selçuk Belediyesi'nin, İzmir Kalkınma Ajansı(İZKA) ile ortaklaşa yürüttüğü Efes Antik Limanı Canlandırma projesinin tamamlanması nedeniyle düzenlenen "Kültürel Mirasın Korunmasında ve Kültür Turizminde Arkeopark Projelerinin Yeri ve Önemi Sempozyumu" Efes Sürmeli Otel'de yapıldı.

Sempozyuma, Selçuk Kaymakamı Ayhan Boyacı, Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, İZKA değerlendirme birimi uzmanı Korhan Mangır, Selçuk Belediyesi Meclis Üyeleri, Efes Vakfı temsilcisi Rengin Akbulak, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nden Nadide Azatoğlu, Efes Kültür ve Turizm Vakfı Başkanı Metin Çıtak, Rumeli Göçmenleri Derneği Başkanı Seyhan Dereli, Pamucak Turizm Yatırımcıları Birliği (PATUYAB) Genel Sekreteri Cumhur Yelken, ve diğer sivil toplum örgütü temsilcisi ve akademisyenler katıldı.

Selçuk Belediye Başkanı Ülgür açılışta yaptığı konuşmada, belediye olarak böyle bir çalışma yaparken amaçlarının hem 8 bin 500 yıllık geçmişi olan önemli liman ticaret kenti Efes'i günümüz insanına doğru anlatmak, hem de Selçuk için yeni bir turizm destinasyonu oluşturmak olduğunu söyledi.

Gemilerin sergilenmesi için düşünülen çevre ve peyzaj düzenlemesi ile ilgili güçlükler yaşadıklarını ifade eden Ülgür, "Gemilerimizden birini karada sergilemek zorunda kalıyoruz. Çünkü gemilerimizi sergilemek istediğimiz kanaldaki çamuru temizleyemiyoruz. Hükümetin İzmir için düşündüğü 35 projeden biri Efes'i denizle buluşturmak. Buradaki arkeolojik varlıklara zarar verilmeden gerçekleştirilebilirse biz de memnun oluruz" dedi.

Projenin sürdürülebilirliğinin önemli olduğunu vurgulayan Ülgür, gemilerin sergilendiği Pamucak bölgesinde bir arkeopark oluşturma düşüncelerinin de olduğunu bildirdi. Katılımcılar, daha sonra proje kapsamında inşa edilen ve Efes sahili Pamucak mevkinde sergilenen Antik Roma dönemine ait savaş ve ticaret gemisini ziyaret etti.

sondakika.com, 23.11.2011

1. ULUSLARARASI TRAKYA MEGALİT SEMPOZYUMU

 

Edirne’de, Edirne Rotary Kulübü ve Trakya Üniversitesinin (TÜ) iş birliğiyle 1. Uluslararası Trakya Megalit (anıttaş) Sempozyumu düzenlendi.

 

TÜ Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engin Beksaç, Edirne Ticaret ve Sanayi Odası Konferans Salonu’nda düzenlenen sempozyumda yaptığı konuşmada, arkeoloji mirasını çok iyi tanımadıklarını ve tanıtamadıklarını belirtti.

 

Trakya’nın kültür mirası açısından çok zengin bir bölge olduğunu ifade eden Prof.Dr. Beksaç, şunları söyledi:

“Arkeoloji mirasını çok iyi tanımıyoruz ve tanıtamıyoruz, bunu pek çok kişi söylüyor. Ama biz bu sahada çalışan insanlar bu kültür mirasının ne kadar büyük ve ne kadar zengin olduğunu biliyoruz. Trakya bir bütün, bugün için Trakya, Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye arasında hatta Romanya ve Moldova’nın dahil olduğu topraklar üzerinde yayılıyor. Trakya bir bütün, kültürüyle bir bütün, geçmişiyle bir bütün. Muhtemelen bundan sonraki çalışmalarda da bir bağ olacaktır ve bu noktada da megalitler (ataların ve toplum içinde önemli yeri olan kimselerin adlarına ve anılarına dikilen büyük taş) bir dostluk zinciri sağlayacaktır. Bu nedenle bizim ilk çabamız megalitlerin tanıtılması, çalışmaların daha hızlı oluşabilmesi ve gelişmiş düzeye taşınabilmesi için başlangıcı oluşturmak olmuştur. Böyle bir çalışma yapılmasına imkan sağlayan Rotary Kulübüne teşekkür ederim.

 

TÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Timur Kırgız ise Trakya’nın insanlığın en önemli merkezlerinden olduğunu belirtti.

 

Trakya’daki anıtlara sahip çıkılması gerektiğini ifade eden Kırgız,”Binlerce yıl bir insan geçmişiyle, anıtlarıyla dünya üzerinde farklı bir yeri işgal eder. Bu anıtlarıyla, farklı oluşumlarıyla büyük öneme sahiptir. Trakya’nın geçmişinde önemli bir süreçte Traklar vardır. Trakların yaptığı eserler de farklı oluşlarıyla dikkati çeker. Onların özündeki kültürel değerlerden, yaşam biçimlerinden ve tutkularından bahsedilir. Taş ve kaya Traklar için önemlidir. Doğanın ve doğaüstünün birleştiği kayalar onlar için daima ilham kaynağı olmuştur. Trakya’nın anıtları hepimizindir, onlar insan mirasının ayrılmaz parçalarıdır” dedi.

 

Edirne Rotary Kulübü Dönem Başkanı Dr. Muzaffer Memiş ise Rotary Kulübünün çalışmalarıyla ilgili olarak katılımcılara bilgi verdi.

haberler.com, 23.11.2011

LAODİKYA ANTİK KENTİNE İLGİ ARTIYOR

 

 

Denizli kent merkezine 5 kilometre uzaklıktaki Laodikya antik kentindeki kazı ve restorasyon çalışmaları devam ederken, ziyaretçi sayısı da her geçen yıl artıyor.

 

MÖ 3′üncü yüzyılda kurulan Laodikya antik Kentini 2010′da 78 bin 253 turist ziyaret ederken, bu rakam 2011′in ilk 10 ayında 110 bine ulaştı. Denizli Belediye Başkanı AKP’li Osman Zolan, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Denizli Belediyesi arasından imzalanan protokolle 19 Ağustos 2008′de Denizli Belediyesi’ne devredilen Laodikya antik kentinin medeniyetler tarihinde önemli bir merkez olduğunu söyledi. Zolan, şöyle konuştu:

 

“İncil’de bahsedilen yedi kilisenin biri burada. Anadolu’nun en büyük stadyumu burada. 10 bin dönüm arazi üzerine kurulan kentte 9 yıldır kazı çalışmaları sürüyor. Denizli’nin böyle bir antik kente sahip olması tarihi zenginlik. Bizler, yerel yöneticiler olarak bu tarihi eseri gün yüzüne çıkartıp koruyarak eksiksiz şekilde gelecek nesillere aktarıp ve bölgeyi turizmde cazibe merkezi haline getirmekle sorumluyuz. Üç yıl öncesine kadar antik kente hiç turist gelmezdi. Laodikya turizmde yeni çekim merkezlerinden biri oldu.”

haberler.com, 23.11.2011

İŞTE EVLİYA ÇELEBİ'NİN NİL HARİTASI

 

 

Vatikan Kütüphanesi arşivinde muhafaza edilen, Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan ve yine onun gözetiminde yapıldığı tarihi belgelerle kesinlik kazanan Nil Haritası, ilk kez Türk gazetecilerin görüntü alması için açıldı.

 

Yaklaşık 10 yıldan bu yana Vatikan arşivlerinde araştırmalar yapan Türkiye Piskoposlar Konferansı Sözcüsü, Araştırmacı-Yazar Rinaldo Marmara’nın organizasyonuyla, 3 Türk gazeteci Vatikan Kütüphanesi (Biblioteca Apostolica) arşivine girdi. Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Prof.Dr. Kenan Gürsoy ve Tevere Enstitüsü Başkanı Mustafa Cenap Aydın’ın da katıldığı gezide, DHA muhabiri de vardı. Ancak özel izinlerle girilebilen kütüphanenin Doğu Eserleri Uzmanı Delio Proverbio’nun eşliğinde gerçekleşen gezide, Büyükelçi Gürsoy, 1586 yılında yapılan ve şu an restorasyon gören Yeni Kütüphane’yi (Nuova Biblioteca) gezerken, İznik ve İstanbul Konsilleri’nin de anlatıldığı freskleri inceledi.

 

Proverbio daha sonra Türk konuklarını, bazı Türk eserlerinin bulunduğu arşiv kısmına götürdü. Proverbio, 12 hikayelik asıl nüshası Dresden Kütüphanesi’nde bulunan, 6 hikayelik 2’nci nüshası ise, Vatikan’da muhafaza edilen el yazması Dede Korkut Kitabı’nı gösterdi. Delio Proverbio, Hikayet-i Han Oğlu Boğaç Han, Hikayet-i Bamsı Beyrek, Hikayet-i Salur Kazan’ın Evi Yağmalanduğudur, Hikayet-i Kazan Begün Oğlu Uruz Han Tutsak Olduğudur, Hikayet-i Kazılık Koca Oğlu Yegenek Bey ve Hikayet-i Taş Oğuz İç Oğuz’a Asi Olup Beyrek Vefatı hikayelerini içeren kitabın tarihinin, 15’inci Yüzyıl’a dayandığını aktardı. Türk ziyaretçiler, yine 15’inci Yüzyıl’da Osmanlı Devleti’nde yaşamış Şair ve Yazar Uzun Firdevsi’nin (Firdevs-i Rumi) Satrançname-i Kebir adlı el yazması kitabını da görme fırsatı buldu.

 

Daha sonra 17’nci yüzyılın ünlü gezginlerinden Evliya Çelebi’nin Nil Haritası’nı bulunduğu yerden çıkaran Proverbio, "Vatikan arşivleri tarihinde gazeteciler bu haritayı ilk kez görüntülemiş olacak" dedi. Proverbio, Büyükelçi ve diğer ziyaretçilerin dikkatle incelediği, 6 metre uzunluğundaki haritanın zarar görmemesi için sadece 1.5 metre kadar olan kısmını açtı. Vatikan arşivlerine nasıl girdiği net olarak bilinmeyen harita, Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanıyor ve O’nun gözetiminde hazırlandığı da belgelerle netleştirildi. Nil Haritası, Çelebi’ye ait Seyahatname’den sonra en önemli belge olarak kabul ediliyor.

 

 

Kısa bir arşiv gezisinin ardından gazetecilerle konuşan Büyükelçi Kenan Gürsoy, çok güzel eserler görme fırsatı bulduğunu belirterek, "Bunlar arasında Evliya Çelebi’nin üzerinde çalıştığı, yorumlar yaptığı, şerhler yazdığı Nil haritası da vardı. Galiba biz bunu gören ilk kişilerdeniz" dedi. Bize ait olan eserleri dikkatle korumamız gerektiğini söyleyen Gürsoy, "Bunun bugün Vatikan kütüphanesinde olması bizim hevesimizi kırmamalı. Bizim elimizdekileri iyi saklamamız, onlara ihtimam göstermemiz gerekir. Nil haritasının galiba restore edilmesi gerekiyor. Belki kültüre katkıda bulunabilecek Türkiye’deki hayırsever pek çok sponsor, bu eşi benzeri görülmemiş, tarihi kıymeti fevkalade yüksek olan bu haritayı restore ederek, üstelik UNESCO’nun Evliya Çelebi Yılı olarak ilan ettiği bu yıl bize kazandırabilir" diye çağrıda bulundu. Bunun kolay olmayacağına da inandığını ekleyen Kenan Gürsoy, "Pek çok hayırsever zenginimiz bu işte katkıda bulunabilir. Bu ayrıca Türkiye-Vatikan ilişkileri bakımından, Türkiye Cumhuriyeti’nin Vatikan Kütüphanesi'nde yapacağı çalışmalar bakımından bize yardımcı olacaktır" diye ekledi.

 

Gürsoy ayrıca bir soru üzerine, haritayı Türkiye’ye getirme konusunda Türkiye olarak herhangi bir talepte bulunmadıklarını, böyle bir şeyin gündeme gelmediğini de ekledi.

 

Evliya Çelebi’nin 1672-73’te gerçekleştirdiği Nil yolculuğu sonrası hazırlanan harita, 18’inci yüzyılda Seyahatname’nin İstanbul’a gönderildiği yıllarda Kahire’den Vatikan’a geldiği biliniyor. Kaba bez üzerine çizilmiş olan haritanın uzunluğu 6 metre, eni ise yukarıda 88, aşağıda 45 cm. 200 yıldan fazladır Vatikan’da muhafaza edilen haritanın yukarısında Nil’in kaynağı, aşağısında da Nil deltası bulunuyor. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’nin 10’uncu cildinde geçen tasvirleri, haritada da açıkça yer almış.

Hürriyet, Haber: Esma Çakır, 23.11.2011

DİĞERLERİNİ KİM KURTARACAK?

 

 

Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan taşınmaz kültür varlıklarının yardım sağlanmasına dair yönetmelik kapsamında Erzurum’da ki tarihi evler onarımdan geçirildi. 25 bin ve 35 bin TL arasında sağlanan yardımlar ile tarihi evler zamana direniyor.


Kültür bakanlığının çıkarmış olduğu yönetmelikle başlayan proje tarihi ev sahiplerinin imdadına yetişti. Tarihi ev olması konusunda tescilli bulunan ev sahipleri kültür müdürlüğüne sundukları başvurularının değerlendirilmesi sonucunda Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün yürüttüğü çalışmalar ile tarihi evler zamana meydan okumaya devam edecek.


Erzurum’da tarihi taşınmaz olması konusunda tescilli olan 4 ev bu proje için başvuru gerçekleştirdi ve evlerinde restorasyonu tamamlandı. Başvuru da bulunan 4 evin 3’ü için bakanlık tarafından proje kapsamında toplamda 90 bin TL yardım kültür ve rölöve müdürlüğüne verilerek evler için bakım ve onarım çalışması başlatıldı. Çalışmaların sona ermesi ile birlikte tarihi evler sağlam ve oturulabilir hale getirilerek ev sahiplerine teslim edildi.

Erzurum Kültür ve Rölöve Müdürü Suat Bakır başlatılan bu projenin tarihi tescilli evi bulunan vatandaşlar tarafından ilgi ile karşılandığını dile getirerek tarihi evler için yapılan bu çalışmanın sadece dayanıklılığını arttırmak ve oturulabilir bir hale getirmek amacı ile oluşturulduğunu dile getirdi. Kültür bakanlığı tarafından yürütülen proje ile bölgede bulunan birçok tarihi evin resterasyon çalışmasından geçirileceğini ve bu sayede görünüm ve sağlamlık açısından sağlıklı birer tarihi ev haline dönüştürüleceğini belirten Bakır tarihi tescili bulunan ev sahiplerinin bu projeden kolaylıkla yararlanabileceklerini belirtti. Bakır “yürütülen proje hem Erzurum tarihi için hem de ev sahipleri için bulunmaz bir nimet, ev sahipleri evlerini hiçbir masrafta bulunmadan restorasyon çalışmasından geçirebilecek Erzurum’un tarihi dokusu da bu sayede ortaya çıkmış olacak” diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, Haber: Soner İstanbullu, 23.11.2011

HIRSIZ GİREN MÜZENİN KAMERALARI DEĞİŞİYOR

 

Bursa’nın İznik İlçesi'nde, 5 ay önce peş peşe 2 önemli tarihi eserin çalındığı müzede güvenlik kameraları yenileniyor.

 

Herkül heykelinin çalınmasıyla gündeme gelen İznik Müzesi’nde tadilat çalışmaları başladı. Çevresinde 10 adet güvenlik kamerası bulunan müzenin kameralarının çalışmadığı öğrenildi. İlk iş olarak çalışmayan kameraların hepsi yenilendi. Müzenin etrafı demir çitlerle çevrilirken, bahçeyi aydınlatmak için lambalar takıldı.

İznik Kaymakamı Nurettin Kakillioğlu, müzedeki yenileme çalışmalarının devam edeceğini söyledi.

Bursa Olay, 23.11.2011

CONTEMPORARY İSTANBUL 55 MİLYON DOLARA ULAŞTI, TÜRK ÇAĞDAŞ SANATINA SEUL VE LONDRA GÖRÜNDÜ

 

Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, Contemporary İstanbul’un bugün koleksiyonerlere, yarından itibaren de 27 Kasım’a kadar sanatseverlere kapılarını açacağını anlatırken 6 yıl önceye döndü:

- 4 yıl Galericiler Derneği ile birlikte Art İstanbul’u gerçekleştirmiştik. 6 yıl önce Contemporary İstanbul’u düzenlemeye başladık. O dönemde sergilenen eserlerin toplam değeri 7 milyon dolar düzeyindeydi.
- Bu yıl kaç eser sergilenecek?
- 526 sanatçının 3 bin 100 dolayında eseri sergilenecek. 20 ülkeden 86 galeri katılıyor.
- Sergilenecek eserlerin toplam değeri ne kadar?
- 50-55 milyon doları buluyor. 7 milyon dolardan bugünlere geldik. Önemli bir ilerleme kaydettik.
Güreli, İstanbul Kongre Merkezi ve Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek Contemporary İstanbul’un bugünkü “özel gösterim”ine değindi:
- Özel gösterime sadece koleksiyonerleri davet ettik.
Sonrasında, yani 24-27 Kasım günlerinde yoğun ilgi beklediklerini vurguladı:
- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay açılış veya sonrasında Contemporary İstanbul’u mutlaka geziyor. Geçen yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül’ün gezmesi bizim açımızdan çok önemliydi. İzleyenlerde her yıl artış oluyor.
İlgiye bir örnek de galerilerden verdi:
- Çok sayıda galeri başvurdu. Eleme yaptık, 70 kadar yabancı, 50 kadar da yerli galeriyi reddettik.
Contemporary İstanbul Genel Koordinatörü Hasan Bülent Kahraman araya girdi:
- Klasik resim sanatı açısından bakınca Türkiye, 100 yıl geriden gelir. Oysa çağdaş sanatta dünyada diğer ülkelerle aynı düzeydedir. Hatta dünyada yarışma gücü de var. Öyleyse çağdaş sanata yüklenmek, sahip çıkmak gerekiyor.
Başta Birleşik Arap Emirlikler ve Katar olmak üzere Körfez ülkelerinin de çağdaş sanata ilgisinin arttığını belirtti:
- Körfez’de en küçüğü 500 milyon dolara mal olan 20 kadar müze ve galeriler yapıldı veya yapılıyor. Contemporary İstanbul’a Körfez’den de epey ilgi var.
Ali Güreli, Contemporary İstanbul’da yakalanan başarının arkasında İstanbul Bienali’nin de katkısı olduğunun altını çizdi:
- Bienal, İstanbul’un sanat etkinlikleri açısından sesinin duyulmasında etkili oldu. Contemporary İstanbul da dünyada kendinden söz ettirir hale geldi. Bunu yabancı medyanın gösterdiği ilgiden anlayabiliyoruz.
Ardından Türk çağdaş sanatını yurtdışında vitrine çıkarma planlarından söz etti:
- 2012’de mayıs-haziran dönemine Seul’de, eylül-ekim döneminde de Londra’da Türk çağdaş sanatı eserlerinin sergileneceği birer etkinliğimiz olacak. 2013’te bu iki merkeze bir de Katar eklenecek.
Güreli, yeri gelmişken sanata vergisel desteğin önemine dikkat çekti:
- Şirketlere, işadamlarına sanata yaptıkları yatırımı kurumlar vergisinden düşebilme olanağı verilmesinde yarar var. Böyle bir adım, dolaylı olarak sanata destek anlamına gelir.
Contemporary İstanbul, Akbank ve Zorlu Center’ın ana sponsorluğunda 24-27 Kasım günlerinde açık kalacak... 526 yerli ve yabancı sanatçının 3 bin 100 eserini görmek, izlemek, yatırım kararı vermek için önemli fırsat olacak...

Sanatta da eksen Doğu’ya doğru kayıyor
Contemporary İstanbul Genel Koordinatörü Hasan Bülent Kahraman, dünyada büyümenin ekseninin doğuya kaydığını anımsattı:
- Aynı şeyi sanatta da görmek mümkün. Her ne kadar ABD sanata yatırım açısından önde olsa da, Çin hemen arkasından izliyor. Avrupa, Çin’in epey gerisinde kalıyor.
ABD ve Avrupa ülkelerindeki ünlü galerilerin bu eğilimi yakından izlediğini vurguladı:
- Körfez ülkelerinde, Uzakdoğu’da düzenlenen müzayedelerin sayısı da artıyor.

2023 hedefinde çağdaş sanatın da yeri olmalı
Contemporary İstanbul Genel Koordinatörü Hasan Bülent Kahraman, estetik yatırım bilincinin artmasının önemine değindi:
- Türkiye’nin 2023’te dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girme hedefi var. Bu hedefin yanına estetik yatırımı da, yani çağdaş sanatı da koyması gerekir.
Sakıp Sabancı’dan bir anı aktardı:
- Sanırım 15 yıl önceydi. Rahmetli Sakıp Bey bir sohbetimizde, “Ağam, dünyada işadamları, şirketler bambaşka noktadalar. Görüşmelerimizde ilk yaptıkları iş, ellerindeki eserleri göstermek oluyor” demişti. Nitekim Emirgan’daki evinin müzeye dönüşmesinin ilk adımlarını da kendisi atmıştı.
Sonra şirketlerin sanata yatırıma önem vermelerine kriz penceresinden yaklaştı:
- Şirketler çeşitli yatırım kalemlerine kaynak ayırıyor. Sanat eserlerine de yatırım yapmalarında yarar var. Krizlerde sanat eserlerine yatırım yavaşlasa da fiyatlar pek düşmez.
Ali Güreli, iş dünyasında yeni kuşağa dikkat çekti:
- 3’üncü kuşak işadamlarının sanata daha çok önem vermeye başladığını görüyoruz.
Hasan Bülent Kahraman, Anadolu’daki çabalarının altını çizdi:
- Anadolu’daki işadamlarına sanata yatırım konusunda konferanslar veriyoruz.

Hürriyet, Yazı Vahap Munyar, 23.11.2011

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NIN 2012 BÜTÇESİ KABUL EDİLDİ

 

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, bugün görüşülen Kültür ve Turizm Bakanlığı, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ile Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı 2012 yılı bütçeleri kabul edildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ''Türkiye turizmine tarihimizi, kültürümüzü, müze ve ören yerlerimizi, sivil mimarlık örneklerimizi katarak turizmi yaygınlaştırmaya ve dünyada marka değeri daha yüksek bir standarda kavuşturmaya çalışıyoruz'' dedi.

 

Günay, Plan ve Bütçe Komisyonunda bakanlığı ve ilgili birimlerin 2012 bütçesine ilişkin yaptığı konuşmada, Türkiye'de turizmi tarihin zenginliklerini de değerlendirerek yaygınlaştırma çabasında olduklarını söyledi.

Türkiye'nin bölgedeki ve dünyadaki bazı sıkıntılara rağmen turizm ile kültür alanında önemli gelişmeler yaşadığına dikkati çeken Günay, ''İyi bir yol alıyoruz. Bu, genel bir sinerjinin sonucu. Çeşitli alanlarda yaşanan olumlu gelişmeler bize de yansıyor'' dedi.

 

Gelirler aslında daha fazla 

Dünyanın 2008-2009 ve 2010'da turizmde gezen sayısı ve gelir sayısı bakımından geriye gittiğini vurgulayan Günay, ''Türkiye bu gerilemeye rağmen ilerleyen istisnai ülkelerden biri olmaya başardı. Biz 2010 yılını 28.6 milyonla kapatmıştık. Bu yılı da sanıyorum 30 milyonun üzerinde bir rakamla kapatacağız. Gelirimiz de 20 milyar doların üzerinde.

TÜİK'in yaptığı hesaplamalar sadece turlara verilen rakamlardan elde edilen bir gelir hesaplaması. Türkiye'nin gerçek turizm geliri bu resmi rakamlara yansıyanlardan daha yukarılarda bir yerlerde'' diye konuştu.

Kültür ve turizmin aynı bakanlığın çatısı altında olmasının zaman zaman tartışma konusu olduğunu ifade eden Bakan Günay, ''Eğer turizme kültür katmazsanız, kültürün çeşitliliğini katmazsanız sıradan bir deniz kıyısı turizmi ülkesi haline gelirsiniz. Zaman içerisinde de doğanız ilginç olmaktan çıkar ve tükenmeye doğru gidersiniz'' dedi.


Yerli ve yabancı kazılara yeni standartlar getirdiklerini anlatan Günay, ''Kazı yapan arkadaşlarımız arazide mutlaka uzun süre bulunacaklardır. Yabancı kazılarda mutlaka bir akademik unvan taşıyan bir kazı başkan yardımcısı bulunacak. Yabancı kazı başkanları eğer kazı buluntularını kendi dillerinde yayınlıyorlarsa mutlaka Türkçe de yayınlayacaklar'' şeklinde konuştu.

 

Muhalefet yüklendi 

Bakan Günay’ın konuşmasının ardından söz alan CHP’li vekiller, İzmir Büyükşehir Belediyesine yapılan operasyona tepki gösterirken, “Sayın Bakanı dinlemiyoruz. Bu uygulamaları protesto ediyoruz. Sayın Bakandan dinleyecek bir tek söz bile yoktur” diyerek salonu terk ettiler.

 

Komisyonda, Kültür ve Turizm Bakanı AKP İzmir Milletvekili Ertuğrul Günayı’ın sunuş konuşmasının ardından söz alan CHP İstanbul Milletvekili Mevlüt Aslanoğlu, 9 İzmir Milletvekilinin komisyonu izlemeye geldiğini belirterek, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan operasyonda 42 kişinin gözaltına alınmasına tepki gösterdi. Aslanoğlu, “Belediyemizin suçu varsa hesabını verelim” derken, Bakan Günay’a “İzmire sahip çıkalım” diye seslendi.

 

CHP İzmir Milletvekili Musa Çam da, Bakan Günay’ın genel seçimlerden önce söz konusu operasyona tepki gösterdiğini hatırlatarak, “Siz de seçimlerden önce dediniz. Varsa suçlular hesap versin. Bunu etik bulmuyoruz” dedi. CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli de, Günay’ın Bakan ve İzmir milletvekili olarak duruma müdahale etmek zorunda olduğunu söyledi.

 

Komisyonda tartışma alevlenirken, milletvekilleri de ayağa kalkarak, seslerini yükseltti. CHP İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel, "Demokrasinin olmadığı yerde, kültür de olmasın, sanat da olmasın, bütçede olmasın. Biz komisyonlarda olmak istemiyoruz” dedi.
 

Komisyon Başkanı Lütfü Elvan milletvekillerine uyarıda bulunurken, AKP sıralarından "basın toplantısı yapın, burada olmaz" sesleri yükseldi.

 

CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler de, “Söz söyleme hakkımız yok. Sayın Bakanı da dinlemiyoruz. Bu uygulamaları protesto ediyoruz. Sayın Bakandan dinleyecek bir tek söz bile yoktur” diyerek, diğer CHP milletvekillerini salonun dışına davet etti. Ardından CHP İzmir Milletvekilleri de salonu terk etti.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay milletvekillerine cevap verirken “Arkadaşlarımın hassasiyetini anlıyorum, tepkilerini de anlamaya çalışıyorum. Bütçenin görüşüleceği bir gün basında bir tepki olarak bir açıklama yaptılar. Kendi bütçemin görüleşeceği bir gün böyle bir olayın, milletvekili olduğum İzmir’de yaşanmış olmasından üzgünüm. Bu akla aykırıdır. Seçim döneminde İzmir’de bütün siyasi partileri ziyaret ettik tam onun ertesinde yine bir operasyon başladı ve İzmir siyaseti allak bullak oldu. Bugün de aynı şeyi söylüyorum, ben İzmir’de EXPO’yu çok önemsiyorum. Bu ortamda böyle bir tartışmanın açılmasından ben hoşnut olabilir miyim? Bizim dahilimiz olabilir mi” diye konuştu.

Günay, “‘Müdahale et’ ya da ‘dinleyeceğimizi bir kelime yok, gitsin müdahale etsin’ gibi açıklamalar neresinde karşılık bulabilir? Anayasanın hangi maddesinde sığar” dedi.

Turizm Gazetesi, 23.11.2011

ÜÇ UZMAN OSMANLI REVAKLARI İÇİN KABE'DE

 

Kabe'nin çevresinde bulunan Osmanlı'dan kalma revakların yıkılma ihtimaline karşı Kültür ve Turizm Bakanlığı, Suudi Arabistan'a 3 uzman gönderdi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, uzmanların buradaki revakların durumu ile ilgili tespit çalışmaları yapacağını ve muhtemel bir yıkım durumunda Türkiye tarafının elinde bir rapor bulunacağını açıkladı. Suudi yetkililerin revakların yıkımına ilişkin söylentileri resmi olarak yalanlandığını kaydeden Günay, yine de Türkiye'nin uzman gönderip tespitte bulunduğunu söyledi. Bakanlığın 2012 yılı bütçe görüşmeleri sırasında, Kabe'nin etrafında bulunan ve Kanuni Sultan Süleyman'ın isteği üzerine yapılan revakların son durumu ile ilgili soruları cevaplayan Günay, revakların yıkılmayacağının Türkiye'ye iletildiğini söyledi. Günay, "Ancak bir el çabukluğu ile revaklar yıkılırsa diye 3 uzman gönderdik. Uzmanlar orada revakların durumuna bakacak, tespitte bulunacak." dedi. Bakan Günay, revakların yıkılması durumunda ise Türkiye'ye getirilerek burada korunabileceğini aktardı. Günay, "Hacıbayram'da, İstanbul'da bir mekana konulabilir. Burada korunabilir." açıklamasını yaptı.

Zaman, 23.11.2011

GÖKÇEAĞAÇ KÖYÜ'NDE SAKLANAN TARİHİ HANIN KİTABESİ YETKİLİLERE TESLİM EDİLDİ

 

 

Kastamonu, Hanönü İlçesi'ne bağlı Gökçeağaç Köyü'ndeki tarihi hanın kitabesi bulunarak yetkililere teslim edildi.

 

Alınan bilgiye göre, Gökçeağaç Köyü Camisi'nde, Arapça yazılı ortasından kırılmış kitabe aynı zamanda köy muhtarlığınca camide koruma altında tutulan taş yazı, Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yrd. Doç.Dr. Cevdet Yakupoğlu tarafından okutuldu.

 

"Kitabe Arapça yazılmış. Kitabede hanın yerini nerede olduğunu belirtiyor. Kitabe o yörede bulunduğuna göre, civarda başka bir hanın da olmadığına göre, ilçe merkezindeki hana ait olduğunu yüzde 99 söyleyebiliriz" dedi.

 

Yakupoğlu, Arapça kitabede şu ifadelerin yer aldığını söyledi: 
"Bu han, gelen-geçen yolcuların kalması için hayır amaçlı olarak, Candaroğlu beylerinden İsfendiyar Bey (ölümü Şubat 1440)`in hükümdarlığı zamanında, onun eşi Tatlu Hatun tarafından, miladi 1437 yılında yaptırılmıştır."
    

Yrd. Doç.Dr. Cevdet Yakupoğlu, ``Han, günümüzden yaklaşık 575 yıl önce bir kadın hayır sahibi tarafından yaptırılmıştır. Candaroğulları Beyliği dönemi eseridir. Yani Osmanlıların Kastamonu`yu ele geçirmelerinden 23 yıl önce yapılmıştır`` diye konuştu.
    

Belediye yetkililerince Gökçeağaç Köyü Muhtarı Mustafa Demir`den teslim alınan Kitabe, restoresi tamamlanmak üzere olan Tarihi Han`ın girişine yerleştirilecek ve altına da Türkçe tercümesi yazılarak asılacağı belirtildi.

Kastamonu Postası, 22.11.2011

SMYRNA ANTİK KENT KAZILARI SÜRÜYOR

 

 

İzmir’deki Smyrna antik kenti kazılarında binlerce yıllık iki adet su kanalı ve bir Roma Lahti gün ışığına çıkarıldı.

 

TOTAL’in resmi sponsoru olduğu Smyrna antik kentinde, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy’un başkanlığını yürüttüğü kazılar sırasında yerin 3-4 metre altında bulunan biri 70 metre diğeri 50 metre boyunca uzanan iki adet su kanalı gün yüzüne çıkarıldı. Her iki kanalın da onlarca metre daha İzmir’in altında uzandığı tespit edilmiştir. Ancak çöküntüler nedeniyle daha ileriye bugün için gidilememiştir.

 

Her iki kanaldan da halen içilebilir kalitede su akmaktadır. Kanalların Roma döneminde kent içindeki su kaynaklarından başlayarak mahalle sarnıçlarına ve çeşmelerine su taşınmak üzere inşa edildikleri anlaşıldı. İzmirliler ise kazılar sonucunda ortaya çıkarılan bu kanalları, Romalıların Kadifekale’ye gizlice çıkmak için kullandıkları bir yol olarak görüyor. Tespit edilen iki kanaldan birinin Osmanlı dönemi Ortodoks Hıristiyanlarınca Süt veren Anne adıyla kutsallaştırıldığı, buradan su içen kadınların sütünün bollaştığına ve doğurganlığının arttığına inanılmıştır. İnancın kökeni Meryemana’ya ve Anadolu’nun en eski inanç sistemini temsil eden Ana Tanrıça’ya dayanıyor.

 

Kuruluş efsanesi Makedonya Kralı İskender’in gördüğü bir rüyaya dayandırılan Smyrna’da arkeolojik kazıları sırasında ayrıca MS 2. ait bir de Roma Lahiti bulundu. Bulunan bu Lahit 0.90 metre genişliğinde ve 2.20 metre uzunluğunda olup süslemelerine bakıldığında Marmara Adası’nda yapıldığı ve deniz yoluyla Smyrna’ya getirildiği düşünülüyor.

 

Ülkemiz için olduğu kadar dünya için de önemli bir arkeolojik proje olan Smyrna antik kenti, TOTAL’in yanı sıra, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Valiliği, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Ticaret Odası, İzmir Konak Belediyesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve İzmir Fransız Kültür Merkezi’nin destekleri ile tarihi zenginliklerimiz arasındaki yerini alıyor.

haber7.com, 22.11.211

HELLEN VE ROMA'YI KİLDEN İZLE

 

 

Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi “Kilden Suretler, Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonu’ndan Antik Çağ Terrakotta Figürinleri” sergisine evsahipliği yapıyor. 15 Nisan 2012 tarihine dek izlenebilecek olan ve Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonu’nda yer alan eserlerden oluşan ‘Antik Çağ Terrakotta Figürinleri’ sergisinin konusu, Hellen ve Roma dönemlerine tarihlendirilen terrakotta (pişmiş toprak) figürinler.

 

Sergide, üretimi prehistorik dönemlere dayanan figürin adı verilen küçük boyutlu heykelcikler yer alıyor.

 

Serginin teması olan Hellen ve Roma dönemlerine tarihlendirilen terrakotta figürinler, gerek antik kaynakların aktarımlarından, gerekse arkeolojik kazılardan anlaşıldığı kadarıyla çoğunlukla adak eşyası ve mezar hediyesi olarak kullanım görmüş. Hellen sanatının ilk evrelerinden Roma Dönemi’ne kadar kronolojik olarak örneklerini izleyebildiğimiz yüz seksen iki adet terrakotta figürin, dönemi kil üzerinden izlemek isteyenler için bulunmaz bir fırsat.

Yeni Şafak, 22.11.2011

KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA YÜKSKE KURULU'NUN İLKE KARARI İPTAL EDİLDİ

 

Danıştay’ın kararı ile yürütmesi durdurulan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun İlke Kararı iptal edildi. Önceden izin almış planların durumu da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı KHK’sı çerçevesinde ele alınacak.

 

Resmi Gazete’de yer alan açıklama şöyle:

 

“Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun  “1/5000 veya 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planlarının veya Geçiş Dönemi Koruma Esasları ve Kullanma Şartlarının İdari Yargı Kararlarıyla İptal Edilmesi Halinde Sit Alanlarında Yapılacak Uygulamaların Koruma Bölge Kurullarında Değerlendirilmesi” başlıklı 19/1/2010 tarih ve 761 sayılı İlke Kararının, Danıştay 14 üncü Dairesinin 20/7/2011 tarihli kararı ile yürütmesinin durdurulması nedeniyle, konunun 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28 inci maddesi uyarınca değerlendirilmesi sonucunda:

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun 19/1/2010 tarih ve 761 sayılı İlke Kararının iptaline,

 

Sit alanlarına ilişkin tüm ölçeklerde yapılmış; koruma bölge kurullarının uygun görüşü alınarak yürürlüğe giren planların, yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde, uygulamaların “Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname”nin 42 nci maddesi ile değişik 2863 sayılı Kanunun 17 nci maddesi kapsamında değerlendirilmesine, karar verildi.”

Turizm Gazetesi, 22.11.2011

 

******


SİT ALANLARINA KHK FORMÜLÜ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ilke kararına göre sit alanlarına ilişkin tüm ölçeklerde yapılmış; koruma bölge kurullarının uygun görüşü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde uygulamalar, ilgili koruma bölge kurulunca geçiş dönemi yapılanma şartlarına göre yeniden belirlenecek.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2 Sayılı İlke Kararı Resmi Gazete'de yayımlandı. Karar'da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun "1/5000 veya 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planlarının veya Geçiş Dönemi Koruma Esasları ve Kullanma Şartlarının İdari Yargı Kararlarıyla İptal Edilmesi Halinde Sit Alanlarında Yapılacak Uygulamaların Koruma Bölge Kurullarında Değerlendirilmesi" başlıklı 19 Ocak 2010 tarih ve 761 sayılı ilke kararı iptal edildi. Söz konusu İlke Kararı, Danıştay 14 üncü Dairesi'nin 20 Temmuz 2011 tarihli kararı ile yürütmesi durdurulmuştu. Konunun 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesi uyarınca değerlendirilmesi sonucunda Kararın iptaline, sit alanlarına ilişkin tüm ölçeklerde yapılmış; koruma bölge kurullarının uygun görüşü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde uygulamaların "Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname"nin 42. maddesi ile değişik 2863 sayılı Kanunun 17. maddesi kapsamında değerlendirilmesine karar verildi.

648 sayılı KHK ne getiriyor?
648 Sayılı KHK'nın 42. Maddesinde, sit alanlarına ilişkin tüm ölçeklerde yapılmış; koruma bölge kurullarının uygun görüşü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiş dönemi yapılanma şartları yeniden belirlenmesi öngörülüyor. İlgili idareler, koruma amaçlı imar planını en geç iki ay içinde görüşmesi ve varsa değişmesini istediği hususları koruma bölge kuruluna bildiriyor. Koruma bölge kurulunda bu hususlar değerlendirilecek ve kurul tarafından uygun görülen haliyle planlar ilgili idarelere onaylanmak üzere gönderilecek. Planlar koruma bölge kurulunun uygun gördüğü şekliyle ilgili idarelerce 60 gün içinde onaylanmak zorunda olacak. Bu süre içinde görüşülmeyen ya da onaylanmayan planlar kesinleşerek yürürlüğe giriyor. Koruma amaçlı imar planının yürürlüğe girmesiyle geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları ayrıca karar almaya gerek kalmadan ortadan kalkıyor. Koruma amaçlı imar planları, müellifi şehir plancısı olmak üzere alanın konumu, sit statüsü ve özellikleri gözönünde bulundurularak ilgili meslek gruplarından Bakanlıkça belirlenecek uzmanlar tarafından hazırlanıyor. Koruma amaçlı imar planları ve çevre düzenleme projelerinin hazırlanması, gösterimi, uygulanması, denetimi, koruma amaçlı imar planı değişiklikleri, plan müellifleri ile planlama ekibinin niteliği ve yeterliliği ile görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esaslar, Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirleniyor.

Cumhuriyet, 22.11.2011

HACI BABA TÜRBESİ'NİN BAKIMSIZLIĞI YÜREK BURKUYOR

 

 

Zonguldak'ın Ereğli İlçesi Göztepe mevkiinde bulunan Hacı Baba Türbesi'ndeki mezarlar bakımsızlıktan dolayı yıkılmak üzere.

 

7 zata ait mezarın bulunduğu türbe alanına atılan çöpler de vatandaşların tepkisini çekiyor. Seyyid Yahya-yı Şirvani Hazretleri'nin oğullarından olan Şeyh Seyyid Nasrullah Hazretleri, 1320 yılında Orhan Gazi tarafından Ereğli'ye tebliğci olarak tarım, ağaçlandırma, denizcilik işlerinde buraları örgütlemek için gönderilmiş. Orhan Gazi kaleyi ve çevreyi fethettiğinde de maneviyat hocalığı yapmış. Karadeniz'de denizcilerin ve fenercilerin ilk piri olarak bilinen Şeyh Seyyid Nasrullah Hazretleri ve halifelerinin yatırlarının bulunduğu alanın çevresi zamanında tel örgü ile çevrilmiş ve koruma altına alınmış. Ancak demir kapıdan içeriye girildiğinde çöp ve içki şişelerinin bulunması, türbenin manevi atmosferine saygısızlık olarak değerlendiriliyor. Sit alanı olması sebebiyle herhangi bir çalışmanın yapılamadığı Göztepe mevkiindeki türbenin yolu da bozuk. Vatandaşlar, "Mezarların taşları yıkılmış. Çöpler çevreye atılmış. Mezarların üstleri otlardan görülmüyor. Gerekenin yapılmasını istiyoruz." dediler.

Zaman, Haber: Sinan Kabatepe, 22.11.2011

TARİHİ SANDIK MEZARLAR KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

 

 

Malatya Valiliği'nin başlattığı ''Malatya Ansiklopedisi'' çalışmaları kapsamında Arapgir'de araştırmalar yapan tarihçi Cumali Levent, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin zengin bir tarihi mirası olduğunu, bunun mutlaka arkeologlar tarafından gün yüzüne çıkarılması gerektiğini söyledi.

 

Ansiklopedi çalışmaları kapsamındaki araştırmasında Kuyulu mevkiinde antik nekropol ve tümülüsler tespit ettiklerini ifade eden Levent, Arapgir ile Sivas'ın Divriği İlçesi arasındaki karayolunun 8. kilometresinin sağ ve sol yakalarında nekropolde bulunan yaklaşık 30 adet, bazıları belirgin ve kemikleri hala iç kısımlarında saklı sandık mezarlar bulunduğunu anlattı.

 

Yolun kayalıklara doğru ileri kısımlarında 20'ye yakın başka sandık mezarların bulunduğunu belirten Levent, şöyle konuştu:

''Sandık mezarlar, karstik kalker yapılı arazide yer aldığından taş sıralarının doğal boşluklarına veya hazırlanarak oluşturulan alanlar dikkat çekmektedir. Sal taşı adı verilen işlenmemiş, fakat düzgün dikdörtgen veya ovala benzer plaka taşlar mezarların üst kapak taşı olarak kullanıldığı gibi, bazı mezarların kenarlarında plaka sal taşlarının dikdörtgen şekilli haliyle yer aldığı da görülür. Bazılarının kenarları doğrudan doğal kayalardaki imkanlardan oluşmuş ve mezarın iç kısmını oluşturmuştur. Mezarların çoğu açılarak tahrip edilmiş olmasına rağmen sandık mezarların ismine layık orjinalliğini korudukları, iç kısmının sağlamlığı, üst sal taşı plakaların ve kemik kalıntılarının varlığıyla ilk çağ medeniyetinin Arapgir'deki izini günümüze taşıdığına tanıklık yapmaktadır.''
 
Kuzey-güney doğrultusunda yer alan sandık mezarların dikdörtgen planlı 1 metre derinlik, 2 metre uzunluk ve 1 metre genişlikleriyle dikkat çektiğini vurgulayan Levent, benzerlerinin Demir Çağ'dan Roma Dönemi'ne kadar görüldüğüne işaret etti.

 

Levent, sanduka kısmı ana kayaya açılan mezarlar için Hellenistik ve Roma dönemlerinde ''khamosorion'' terimi kullanıldığını ifade ederek, ''Khamosorion adı verilen bu tip mezarlar arkeologlar tarafından yerinde incelendiğinde net bir sonuca ulaşılacaktır. Arapgir'deki bu mezarların Roma veya devamı olan dönemlere ait olduğu tahmin edilmektedir'' diye konuştu.

 

Cumali Levent, arkeologların Arapgir'deki bu sandık mezarlarda araştırma yapması gerektiğini de sözlerine ekledi.

Akşam, 22.11.211

ESKİ MÜZEYE YENİ SALT GELDİ

 

 

Garanti Bankası'nın kültür kurumu SALT'ın ikinci binası Galata'da açıldı.

 

Burası, sanatseverlerin yakından tanıdığı bir mekan aslında: Osmanlı Bankası Müzesi. Açılış vesilesiyle yapılan basın toplantısında konuşan SALT Yönetim Kurulu Başkanı ve Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere, binayı kan ter içinde bu hale getirdiklerini söyledi ve ekledi: "Daha önce Osmanlı Bankası Müzesi binası olarak faaliyet gösteren 119 yıllık bu etkileyici yapı, bugüne kadar, banka şubesi, bölge müdürlüğü ve müzeyi bünyesinde barındırdı. Bugün artık bu değerli mekanı, tümüyle kültür-sanata ve İstanbullulara armağan ediyoruz." dedi. Onu, mimar Han Tümertekin ve İletişim ve Yönetim Direktörü Sima Benaroya izledi. Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun ise "SALT sabitleşmiş kalıplar yerine, araştırma, paylaşma ve birlikte yeni fikirler üretmeye odaklanıyor. SALT Beyoğlu bir program fabrikası gibi işliyor. Galata ise içine dönük olmasına rağmen araştırma ve paylaşıma önem veriyor." dedi.

 

SALT Galata aynı anda pek çok sergi ağırlıyor, ocak ortalarına kadar... İlki, 'Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu'nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914'. İkincisi, Gülsün Karamustafa'nın SALT Galata'da açılan 'Peçesi Açılan Modernizm/Tarihleri Örgülemek' sergisi. Üçüncüsü ise Açık Arşiv proje dizisinin ilk sergisi 'Foto Galatasaray'. Araştırmacı/sanatçı Tayfun Serttaş'ın hazırladığı sergi, İstanbul'da 1935'ten 1985'e kadar kesintisiz olarak fotoğrafçılık yapan Maryam Şahinyan'ın arşivini gün ışığına çıkarıyor. 22 Ocak 2012'ye kadar devam edecek sergi, Şahinyan'ın fotoğrafları üzerinden yeni bir yakın tarih okumasına imkan tanıyor.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 22.11.2011

LAGİNA KAZI EVİNDE HIRSIZLIK OLDUĞU İDDİA EDİLİYOR

 

Yatağan'daki Lagina antik kentinden çıkartılan eserlerin bir bölümünün tutulduğu kazı evinin kapı kilidini kırıldığı belirlendi.

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde bulunan Lagina antik kentinden çıkartılan eserlerin bir bölümünün tutulduğu kazı evinin kapı kilidi kimliği henüz belirlenemeyen kişi ya da kişilerce kırıldı. Kazı evinden herhangi bir eser çalınıp çalınmadığını belirlemek için envanter kontrolü yapılıyor.

 

Alınan bilgiye göre, Yatağan İlçesine bağlı Turgut beldesinde bulunan Lagina antik kentinden çıkarılan eserlerin bir bölümünün tutulduğu deponun da bulunduğu Lagina kazı evinin kilidi kimliği henüz belirlenemeyen kişi ya da kişilerce kırıldı. Antik kentte çalışan görevlilerin ihbarı sonrasında kazı evine gelen Muğla İl Jandarma olay yeri inceleme ekipleri inceleme başlattı. Kazı evinde bulunan eserlerin ve kırılan kapı kilitlerinin görüntüsünü alan jandarma ekiplerinin incelemesi sürüyor.

 

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer, olay üzerine beraberinde Muğla Müze Müdürü ve iki arkeologla Turgut beldesine geldi. Turgut Belediye Başkanı Salih Özen ve jandarma yetkililerinden olayla ilgili bilgi alan Kamil Özer, gazetecilere, kazı evinin deposunun kapı kilitlerinin kırılmasının fark edilmesinin ardından jandarma ekiplerine kısa sürede bilgi verdiklerini belirterek, ''Olay yeri inceleme ekiplerinin kazı evindeki incelemesi sürüyor. Kazı evinden herhangi bir eserin çalınıp çalınmadığı jandarma ekiplerinin incelemesinin sonunda yapılacak envanter kontrolüyle ortaya çıkacak'' dedi.

 

Salih Özen ise kazı evinde herhangi bir alarm ve güvenlik kamerası olmadığına dikkati çekerek, ''Kazı evinin sağ ve sol tarafında bulunan iki farklı kamu kuruluşunda güvenlik kamerası var. Kazı evinde ise güvenlik kamerası yok. Belediyemize ait güvenlik kamerası görüntüsü ve çevrede bulunan güvenlik kamerası görüntülerini inceleyeceğiz. Beldemizde son birkaç gündür yaşanan elektrik kesintilerine dikkat etmek lazım'' diye konuştu.

 

Konya'da bulunan Lagina antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan ise kazı evinde yaşanan olayı yeni öğrendiğini ve yarın Muğla'ya geleceğini belirterek,şunları söyledi: ''Olayla ilgili fazla bir ayrıntı bilmiyorum. Lagina kazı evindeki depomuzda, bizim 'etütlük eserler' dediğimiz eserler var. Eserlerin sayısı konusunda bir şey söyleyemem. 1993 yılından beri orada tutulan, Roma, Karia ve İlk Tunç Çağı gibi farklı dönemlere ait eserler var. Bu eserlerin dışında seramik parçaları da var. Bu eserler, üzerinde çalışma yapılan eserler. Yarın bu konuyla ilgili ayrıntılı bir çalışma ve açıklama yapacağız.''

Bu arada jandarma ekiplerinin kazı evinde yapacağı çalışmanın 4-5 saat süreceği bildirildi.

Turizm Gazetesi, 22.11.2011

ÇÖLDE 2 MİLYON YILLIK BALİNA İSKELETİ OLUR MU DEMEYİN!

 

 

Bilim adamları, şaşkın. Onları hayretler içerisinde bırakan olay, Güney Amerika ülkesi Şili'nin kuzeyindeki Atacama Çölü civarında 75 balina iskeletinin bulunması.

 

Öyle ya denize neredeyse bir mil uzaklıkta bulunan çölde nasıl olur da balina iskeleti yer alabilirdi. Şilili bilim adamları ve Smithsonian Enstitüsü'nde görev alan araştırmacılar, neredeyse çoğunun otobüs büyüklüğünde olduğu balina iskeletlerinin çölde nasıl bulunduğu üzerinde çalışma yürütüyor. Daha önce de Mısır ve Peru'da balina fosilleri bulunmuştu. Ancak araştırmacılara göre, 2 milyon ila 7 milyon yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen bu balina iskeletleri diğerlerine nazaran daha az çürümüş. İskeletlerin yüzde 20'den fazlasının sağlam olduğuna işaret eden Şilili araştırmacılar, çölde daha da fazla balina iskeletinin bulunabileceğini ifade ediyor.

 

İskeletlerin yol genişletme çalışmaları sırasında bulunduğu belirtiliyor. Araştırmacılardan Nicholas Pyenson, balinaların toplu ölmüş olabileceğine işaret ediyor. Akıllarında bir sürü varsayım olduğunu kaydeden Pyenson, toplu ölüme yol açan sebebi öğrenmeye çalıştıklarını belirtiyor. Avustralya'nın Melbourne şehrindeki Victoria Müzesi'nde görev alan fosil bilimci Erich Fitzgerald, her biri yaklaşık 8 metre uzunluğunda olan balina iskeletlerinin çölde bulunmasının önemli bir olay olduğunu vurguluyor. Fitzgerald'a göre, neredeyse çürümemiş olan bu balina fosilleri, ekoloji ve bu hayvan türü üzerinde önemli çalışmalar elde edilmesine ışık tutabilir. Balinaların çölde bulunmasını 'olağanüstü bir vaka' olarak değerlendiren bir diğer araştırmacı Hans Thewissen ise balinaların muhtemel bir deprem ya da fırtına nedeniyle çöle sürüklenmiş olabileceğini ileri sürüyor.

Zaman, 22.11.2011

181 AZINLIK MALI VERİLDİ

 

 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 2008’de yapılan düzenlemeden sonra cemaat vakıflarının 1410 taşınmaz için başvuru yaptıklarını, bunlardan 181 taşınmaz için olumlu, 347 taşınmaz için olumsuz yanıt verildiğini bildirdi.


Arınç, 893 taşınmaz başvurusunun ise belge ibraz edilmediğinden reddedildiğini söyledi. Arınç, vakıfların üçüncü kişilere aktarılmış mallarını da geri alma haklarını edindikleri Ağustos 2011’deki düzenlemeden sonra ise 15 Kasım 2011 itibariyle sadece İstanbul’da bir cemaat vakfının iade başvurusu yaptığını açıkladı.


TBMMM’deki bir soru önergesine yanıt veren Arınç, 2008’deki düzenleme ile 1936’da azınlıkların verdiği beyannamelerde kayıtlı olan ancak 1974’ten sonra hazine ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçen taşınmazların iadesine karar verildiğini, 2011’deki son düzenleme ile de sonradan edinilen ve üçüncü şahıslara geçen taşınmazlara ilişkin mülkiyet sorunun çözüme kavuşturulmak istendiğini kaydetti.

 

Arınç, Ağustos 2011 tarihli KHK ve Ekim 2011’de çıkarılan yönetmelik sonrasında 15 Kasım 2011 itibariyle sadece 1 cemaat vakfının iade başvurusunda bulunduğunu kaydetti.  Arınç, “Bu kapsamda henüz İstanbul’da 1 adet cemaat vakfı Beyoğlu İlçesi Hacımimi mahallesinde bulunan mülkiyeti Maliye Hazinesi’ne ait altında 4 dükkanı olan okul vasıflı bir taşınmaz için başvuruda bulunmuştur” dedi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, malların iadesinin yanı sıra gayri müslim vatandaşlar tarafından kullanılan ibadethaneleri onarıma aldı. Genel Müdürlük, “Çanakkale Gökçeada Aya Nikola Kilisesi, İstanbul Süryani Katolak Vakfı’na tahsis edilen Hatay İskenderun Süryani Katolik Kilisesi, Antakya Rum Katolik Kilisesi Vakfı’na tahsis edilen Hatay İskenderun Rum Katolik Kilisesi ve Diyarbakır Sur Ermeni Protestan Kilisesi”nın onarımlarını tamamladı.


“Diyarbakır Sur Ermeni Katolik Kilisesi, Edirne Merkez Havra’nın (Büyük Sinagog)” onarım çalışmaları ise devam ediyor.


Ayvalık Cunda Taksiyarhis (Ayanikola) Kilisesi, Gaziantep Nizip Fevkani Kilisesi, Gökçeada Yıldız Köy Manastırı, Gökçeada Ayamarina Rum Ortodoks Kilisesi” ise onarılacak. “Gaziantep Şahinbey Havra, Kilis Merkez Havra, Hatay Yayladağı Rum Ortodoks Kilisesi”nin onarımları ise planlama aşamasında bulunuyor.

Milliyet, Haber: Önder Yılmaz, 22.11.2011

ÖZBEKLER TEKKESİ'Nİ SOYANLAR YAKALANDI

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından koruma altına alınan, 300'den fazla tarihi eserin bulunduğu Üsküdar'daki Özbekler Tekkesi'nde, 8 Ekim'de meydana gelen hırsızlığın ardından Asayiş Şube Müdürlüğü Hırsızlık Büro Amirliği ekipleri olayı gerçekleştirdiği öne sürülen zanlıları yakalamak için çalışma başlattı.

Tekke'den çalındığı tespit edilen 43 adet tarihi eserin elde edilmesi için antikacılar ve sanat atölyelerini takibe alan polis ekipleri, Fatih'te bulunan bir antikacıda Özbekler Tekkesi'ne ait 6 adet hat eseri bulunduğunu belirledi. Antikacıda çalışan Erdem Ersoy gözaltına alınırken, eserleri satın aldığını söylediği Güven Albayrak ise Sabiha Gökçen Havalimanı'nda düzenlenen operasyonla yakalandı.

Asayiş Şube Müdürlüğü'ne getirilen şüpheliler Ersoy ve 2002 yılında Yeni Cami'de meydana gelen çini hırsızlığından sabıkalı polislikten atılma Albayrak'ın ifadeleri doğrultusunda, soruşturmayı derinleştiren ekipler, Kadıköy'de bir adrese operasyon düzenledi. Operasyonda, hırsızlık olayını Albayrak ile gerçekleştirdiği öne sürülen Abuzer Tümen de gözaltına alındı.

Emniyette işlemleri tamamlanan Güven Albayrak ile Abuzer Tümen, Üsküdar Adliyesinde çıkartıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderilirken, Erdem Ersoy tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Habertürk, 21.11.2011

ROMA MOZAİKLERİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

 

Hatay'ın Reyhanlı İlçesi'nde duble yol yapım çalışmaları sırasında bulunan Roma dönemine ait küçük bir sanayi görünümünde olan zeytinyağı işliğinin taban mozaiğinin özenle temizlenerek gün ışığına çıkarıldığı bildirildi.


Antakya Arkeoloji Müzesi Müdürü Melike Nalan Yastı, geçen yılın Aralık ayında Reyhanlı İlçesine bağlı Kavalcık Köyü yakınındaki duble yol çalışması yapan karayolları ekiplerinin, mozaiklerin ortaya çıktığına dair bilgi vermesi üzerine alanda tespit çalışmaları yaptıklarını anımsattı.






Tarihi kalıntılarla ilgili Kültür ve Turizm Müdürlüğüne bilgi verdiklerini ve ardından tarihi eserlerin kurtarılması amacıyla Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürülüğünden bu konuda gerekli izinlerin istediğini belirten Yastı, "Alanda kazı yapılması için verilen izinle bu yılın Temmuz ayından itibaren arkeolog Funda Yüksel ve Ali Çelikel yönetiminde 21 işçi tarafından kazı çalışmaları başlatıldı" dedi.


Yastı, gerçekleştirilen kurtarma kazısı çalışmaları sonucunda, ana zemindeki kayalık alan üzerinde Roma dönemine ait olduğunu düşündükleri küçü k bir sanayi görünümünde olan mozaik tabanlı zeytinyağı işliği ve hemen yan ında aynı döneme ait dörtlü gömüye sahip kaya mezarı ortaya çıkardıkların ı belirtti.






Zeytinyağı işliği ve kaya mezarı kazısının Temmuz'da ba şladığını ve 3 ay sürdüğünü belirten Yastı, şöyle konuştu:
"İçinde iskeletlerin bulunamadığı kaya mezarlardan, 3'ncü ve 4'ncü yüzyıla tarihlendirebileceğimiz çok sayıda sikkeler, kandiller ve koku şişeleri çıkarıldı. Çıkan bu taşınır kültür varlıkları müzemize getirilerek envantere geç irildi. Kayıt altına alınan tarihi eserlerin bir bölümünün bütünlüğü doğal tahribat sonucu bozulmuş durumda. Zeytinyağı işliğinin zeminindeki Roma mozaiği de temizlenerek gün ışığına çıkarılıyor. Daha sonra belirli ölçülerle ve özel teknikle yerinden çıkarılacak bu mozaik, yeni müzede sergilenmek üzere Antakya Arkeoloji Müzesi deposuna taşınacak."


Yastı, Hatay'da Müze Müdürlüğü tarafından Erzin İsos antik kentinde, Reyhanlı Kavalcık Köyü'nde, İskenderun Kurtbağı Köyü'nde ve Antakya'da 3 farklı alanda kurtarma kazılarının sürdüğünü, ayrıca bunların yanı s ıra üniversiteler tarafından Reyhanlı İlçesi'nde Tell Tayinat, Aççana, Dörtyol'da Kinet Höyüğü'nde kazı çalışmaları yapıldığını kaydetti.

Türkiye Gazetesi, Haber: Salim Taş, 21.11.2011

CAM TARİHİ MARMARAY İLE DEĞİŞTİ

 

 

Marmaray metro inşaatı projesi kapsamında Sirkeci'de yapılan arkeolojik kazılarda, Roma, Bizans ve Osmanlı'dan günümüze ulaşan 2 bin yıllık cam sanatının izlerine rastlandı. Devam eden kazılarda elde edilen kalıntılar, Osmanlı döneminde cam sanatının ulaştığı noktayı da ortaya koydu.

 

Doğuş Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölüm Başkanı Prof.Dr. Üzlifat Özgümüş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Marmaray Projesi kapsamında yapılan çalışmaların, dünyanın en büyük ve önemli kazıları olduğunu, 2007 yılından beri Sirkeci'de kazı yaptıklarını belirtti.

 

İstanbul'un, büyük imparatorluklara başkentlik yaptığını, bu yüzden her döneme ait eserlerin bulunduğunu aktaran Özgümüş, ''2 bin yıllık kesintisiz bir buluntu var. Yunanlının son döneminden başlayarak, günümüze kadar geçen sürede üretilen bütün camlara ulaştık. Genç Roma, Erken Bizans, Orta Bizans, Erken Osmanlı camları, Geç Dönem camları var, Klasik Dönem Osmanlı camları var'' diye konuştu.

 

Her dönemin kendine ait özelliğinin bulunduğunu, Yunanlılara ait tek bir cam kalıntısının ortaya çıktığını ifade eden Özgümüş, hala kazıların devam ettiğini, o dönem ait camların çıkabileceğini bildirdi.

 

Roma dönemine ait kalıntıların 2 çeşit olduğunu kaydeden Özgümüş, çok şık ve üzerinde kaliteli işçilik kullanılan camların üst düzey insanlar için, diğer kısmının ise halk tarafından günlük yaşantıda kullanılan camlar olduğunu tahmin ettiklerini aktardı.

 

Roma dönemine ait camların Bizans'tan daha kaliteli olduğunu anlatan Özgümüş, Roma'nın her şeyinin Bizans'tan çok farklı olduğunu, en mükemmel ürünlerin Roma İmparatorluğu'nda görüldüğünü kaydetti.

 

Günlük yaşantıda kullanılan bardak, kase ve tabak çeşitlerinin çok geniş bir hayal gücünü yansıttığını anlatan Özgümüş, bu kalıntıların günümüzde kullanılan bardak, tabak ve kaselerin ön tipleri olduğunu bildirdi.
                
Özgümüş, bugün kullanılan bardak ve tabak tiplerinin binlerce yıl önce bulunan bir dizayn olduğunu aktardı.

 

Kesme camların ön tiplerinin de çok eski döneme dayandığını, bunların en eski tiplerinin Roma'da ve İran'da yapıldığını bildiren Özgümüş, ''Üzerinde insan figürleri var. Kesmeyle yapıyorlar. Bunlar 3. 4. yüzyılın kesme camları. Roma'ya ait yaldızlı cam Türkiye'de ilk defa bulundu. 1. yüzyıla ait en önemli buluşumuz ise, Ennion camı. Bu usta Lübnan'ın Sayda şehrinde olan bir usta. Bu usta çok önemli. Marka bir ustadır. Kalıba üfleyerek kaplar üretiyor ve bu kalıpların içinde kendi adı var. İmzalı olan camlar. Bu dünyada sayılı. Belli müzelerde ve özel koleksiyonlarda var. Türkiye sınırları içinde ilk defa Marmaray kazılarında çıktı'' ifadelerini kullandı.
               
Eski dönemlerde sade renkli camların çok nadir üretildiğini dile getiren Özgümüş, ''Camlar, hafif yeşilimsi, mavimsi, kahverengi. Çünkü camı o dönemlerde çok iyi arıtamıyorlar. Nadir örnekleri arıtabiliyorlar. Cam harmanı zaten kumdan oluşuyor. Kumun içinde eğer mineral varsa, renk değişiyor. Bunu ayrıştırmak çok zor. Onun için, çok önemli özel camların dışında biz sıradan renkler görüyoruz'' dedi.

 

Özgümüş, Bizans döneminin en önemli örneklerinden olan yüzlerce kadehlerin bulunduğunu, günümüzde kullanılan kadehlerin hemen hemen aynı olduğunu bildirdi.

 

Orta Bizans dönemine ait (12. yüzyıla ait) bir şişenin bütün olarak, Osmanlı dönemine ait vazoların da parça halinde bulunduğunu dile getiren Özgümüş, ''Bulunan vazolardan iki tanesi bütünlenebilir. Ancak geri kalanı bütünlenemiyor. Ağızlar var, boyundan parçalar var, diplerden yüzlerce parça var ama onların bir araya getirilmesi yıllar sürer. Yani bir bilmece gibi yayacaksınız parçaları hangisi uyuyorsa onları birleştireceksiniz. Çok kısa sürede bütünlenebilecek 2 tane örnek var. Çünkü diğer parçaların hepsi çok kırık'' diye konuştu.
               
Bizans dönemindeki ve Erken Osmanlı dönemindeki camların renklerinin aynı olduğunu ifade eden Özgümüş, şunları söyledi:

''Belli ki cam işçiliği kesintisiz devam etmiş. Yeni gelen Osmanlı ustalarıyla, Bizans ustaları beraber çalışmışlar. Arada bir geçiş olması lazımdı, olmamış. Hemen oradan aynı renklerin kullanımıyla Osmanlı'da cam üretimi devam etmiş. Arada bir kopukluk yok. Aynı sanat devam ediyor. Daha sonra biz bu kahverengilerin, koyu yeşillerin biraz azalıp daha az sayıda yapıldığını görüyoruz. Renkler Osmanlı'nın sevdiği turkuaza dönüşüyor. Şişeler büyüyor. Zamanla kendine has bir kimlik ediniyor. Bu süreci kazılardan elde ettiğimiz camlarda görebiliyoruz. Artık bunlar Osmanlı'nın ürettiği dediğimiz camlar, Surname-i Hümayun adlı düğün kitabında gördüğümüz resimlerdeki camlarla aynı. 3. Murat dönemine ait bir düğün kitabıdır. Nakkaş Osman tarafından resmedilmiş. Kazıdan çıkan camların biçimi, rengi, dekorasyonu bu resimlerdekilerle aynı. Ustaların hareketleri, kullanılan aletler, fırının biçimi o kadar gerçekçi ki, inanılmaz bir şey. ''
               
Buluntulardan sonra, eski minyatürlerin de belge olarak kullanılabileceğine anladıklarını aktaran Özgümüş, sözlerini şöyle devam etti:

''Tamamen örtüşüyor birbiriyle. Birçok uzman, resimlerdeki gibi Osmanlı'da iyi bir camcılığın olmadığını iddia ediyorlardı, özellikle batılı yazarlar. Böylece bunların yerli ürün olduğunu, gerçekten Osmanlı ustalarınca üretildiğini ispatlamış olduk aslında. Bu buluntular çok iyi oldu. Sirkeci camlarıyla beraber Osmanlı camcılığının karanlık sayfası da açılmış oldu. İlk dönem Bizans camcılığını devam ettirmişler ama daha sonra kendilerine has bir kültür oluşturmuşlar. Hem renk değişiyor, cam eserlerin boyları büyüyor, şişelerin biçimleri değişiyor. Osmanlının biçimi daha kıvrak, süslemesi de daha kıvrak. Kendine özgü bir tarz oluşturuyor. Arada kopukluk yok. Yumuşak bir geçişle o zevkin değişimini biz izliyoruz. Cam tarihini değiştiren, bilgileri değiştiren bir kazı oldu. Cam tarihi açısından, Sirkeci'deki kazılar çok önemli. Bu işçiliğin, bu tekniğin, bu endüstrinin İstanbul'da ne kadarlık bir geçmişinin olduğunu anlıyoruz. O geçmişin içinde de önemli buluşlara sahne olduğunu anlıyoruz.''

 

Bu parçaların bütünleme çalışmalarının yıllar alacağını, mutlaka parçaların sergilenmesi gerektiğini dile getiren Özgümüş, zaman içerisinde bir müze oluşturulması gerektiğini belirtti.
 
Özgümüş, camın ilk geri dönüşümü sağlanan malzeme olduğunu, İstanbul'da bu kadar yoğun camın, ilk defa bulunduğunu kaydederek, ''Müthiş camlar ortaya çıkıyor, binlerce parça var elimizde. Cam sanatına çok önem verilmiş. Cam kıymetli bir malzeme. Cam ne kadar halkın her kesiminde kullanılsa da önemli bir malzeme. O açıdan en geniş kapsamlı cam buluntusu ortaya çıkıyor'' dedi.
                
Günümüzdeki cam üretimi ve sanatını da değerlendiren Özgümüş, şunları ifade etti:

''Günümüzdeki cam sanatı asla geçmişe yetişemez. Mümkün değil. Bir Mezopotamya camcılığı, bir İran camcılığı günümüzde yok. Şimdi daha sade olan camlar da var daha süslü camlar da var. Kesme cam sanatı, çok eskilere dayanıyor. İran'da, Roma'da, Abbasiler'de çok üstün örnekleri var. Hayal güçleri gerçekten çok gelişmiş. Günümüzdeki sanatçıların ürünleri bana göre sanatsal açıdan daha kısır. Yeni buluşlar var, yeni teknikler var ama şimdi cam üretmek çok kolay olmasına rağmen, eski dönemlerin güzelliği, cazibesi ve emeği yok. Düşünsenize iki cam tabakası arasında altın deseni var. Altın yaldızlı süslemeler. Günümüz sanatçıları, bu kadar teknik imkan olmasa rağmen eski dönem sanatçılarından daha geri durumda. Onlarda sonsuz bir desen var. İşçilik anlamında çok yetenekliler. Kısıtlı imkanlarla, tamamen el işçiliğine dayanan camlar üretilmiş. Halk tabakasının kullandığı camlarda bile çok çeşitlilik var. Osmanlı ve diğer imparatorlukların camlarıyla yarışacak bir cam bulamıyorsunuz. O kalitede, o incelikte bir cam üretemiyorlar, üretilmiyor. Günümüzdeki ustalarda el beceresi yok.''

 

Restoratör ve konservatör Serra Kaynak da farklı dönemlere ait, çok sayıda cam elde ettiklerini, maalesef bütünlenebilir cam örneğinin çok az olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

''2-3 santimlik cam parçaları üzerinde bile çalışıyoruz. Onlar bile bize ciddi bilgiler verebiliyor. Onun için çok titiz bir çalışma gerekiyor. Bize bilgi verebilecek olan parçalar üzerinde daha titiz çalışıyoruz. Camın üzerindeki çok hafif iz, çizgi bile, bize dönemi ya da benzeri hakkında bilgi verebiliyor, farklı bir yere götürebiliyor. Onun için öncelikle temizlik çalışması yapıyoruz. Maalesef tamamlama, tümleme çalışmalarını pek fazla yapamadık. Çalıştığımız bölge, zaman içinde çok fazla inşaat yapılan bir bölge olduğu için, farklı dönemlere ait kalıntılar aynı tabakadan çıkabiliyor. Ancak yavaş yavaş tabakalar belli olmaya başladı. Aynı tabakadan, aynı döneme ait camlar gelmeye başladı. Bu sevindirici bir gelişme. Daha net tarihleme şansımız oluyor. Özellikle Osmanlı dönemine ait, o bölgede üretim yapıldığına dair izler veren camlar ortaya çıktı. Osmanlı camlarında üretime dair detaylar var.''

Akşam, 21.11.2011

AĞA CAMİ'YE ONARIM YERİNE RESTORASYON

 

 

Beyoğlu'nun tarihi sembollerinden biri olan Hüseyin Ağa Camisi'nin, Demirören Alışveriş Merkezi inşaatı sırasında gördüğü hasarla ilgili incelemelerin ardından Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Demirören Şirketler Grubu sponsorluğunda restorasyon çalışmaları başlatıldı. Alışveriş merkezinin yapımı sırasında oluşan çatlaklarla ilgili devreye giren Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın öncülüğünde Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Taksim Gayrimenkul Yatırım Geliştirme ve İşletmecilik arasında bir protokol yapıldı. Bu protokolle birlikte sadece camide oluşan çatlaklar değil tarihi yapının tamamının restore edilmesi karara bağlandı.

Hüseyin Ağa Camisi'nin restorasyonu için 26 Mart 2010'da belediye başkanlık binasında taraflar bir araya getirildi. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan öncülüğünde düzenlenen toplantıda AVM'yi yapan ve çatlaklara neden olan firmanın tarihi camiyi onarma yerine, yeniden restore etmesine karar verildi. Bina tescilli olduğu için tüm prosedürleri 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından yerine getirildi. Kurul onayı olmadan hiçbir işlem yapılamayacağı belirtilerek hem vakıflar hem de yüklenici firma iyi niyetle bir protokol imzaladılar. Caminin kubbesinde ve duvarlarında meydana gelen ciddi çatlaklar incelendi. Kısa bir süre önce de çalışmalar başlatıldı.

Çatlakların uzun süre takip edildiğini belirten İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Feridun Çılı'nın, görülen her çatlağın tarihi binaların yıkılmasına neden olacağı düşüncesinin doğru olmadığını söylemişti. Çıllı, ölçü aletleri konularak çatlakların her aşamasının takip edildiğini, restitüsyon, restorasyon ve rölöveleri çıkarılarak koruma kurulunun onayı ile çatlakların onarılması için hemen müdahale edilmemesini, canlı olan çatlakların güçlendirme çalışmasına engel olabileceği her çatlağın da binayı yıkmayacağını belirtmişti. Bahçesinde Mimar Sinan'a ait olan Sinan Paşa Camisi'nden getirilen bir şadırvanın bulunduğu 414 yıllık Hüseyin Ağa Camii'nin restorasyonundan sonra tarihi özelliğinin daha iyi ortaya çıkacağı belirtildi.

Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 21.11.2011

 

******


ÖNCE ÇATLAT, SONRA RESTORE ET

 

 

Üçte biri kaçak inşa edilen Demirören Alışveriş Merkezi’nin (AVM) inşası esnasında hasar gören ‘Hüseyin Ağa Camii’, Demirören Grubu tarafından restore ediliyor.


Beyoğlu’nun tarihi sembollerinden biri olan 415 yıllık Hüseyin Ağa Camii’nin Demirören AVM inşaatı sırasında gördüğü hasarla ilgili incelemeler tamamlandı. Ardından Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Demirören Şirketler Grubu sponsorluğunda restorasyon çalışmaları başlatıldı. 

Demirören Holding, durumu tarihi caminin çevresine asılan ve üzerinde ‘Değerlerimiz için varız...’ sloganı yer alan pankartlarla duyurdu. Pankartta tarihi caminin tahribata uğramadan önceki fotoğraflarının da ‘eski hali’ diye resmedilmesi dikkat çekti.


AVM’nin inşaatı sırasında caminin kubbesinde derin yarıklar ortaya çıkmış, inşaat ise şehir plancıları ve mimarların da tepkisine rağmen devam etmişti. Binadaki kaçak katlar da sorun olmuştu. Demirören AVM’nin yapımına 2006’da başlandı. AVM ile ilgili 2 No’lu Koruma Kurulu, inşaatın yanındaki Serkil Doryan (Circle d’Orient) binasının yüksekliğini geçmeyecek şekilde inşaat izni verdi. Ancak 2007’de AVM’nin yapılacağı inşaat alanı, bu kuruldan alınarak Yenileme Alanı Koruma Kurulu’na verildi ve Demirören grubu da tadilat projesiyle inşaat alanını 19 binden 38 bine yani iki katına çıkardı. Yenileme Kurulu da projeyi onayladı. Demirören AVM yükselirken, kaçak katları nedeniyle Radikal’e defalarca haber oldu. 

Daha önce caminin ibadete kapatıldığı açıklanmıştı fakat kubbesinin yıkılma tehlikesi bulunan cami hala ibadete açık. Cemaati ise kubbedeki bu derin çatlaklara aldırış etmeden ibadete devam ediyor.

Kültür Bakanlığı Teftiş Kurulu raporuna göre Demirören AVM’nin son 2 katı, yeraltına ve arkaya uzanan blokların bir kısmı kaçak. Yeraltında 30 metre derinliğe inen AVM, bunu yaparken çevreye zarar vermiş; raporda Demirören Grubu, inşaat yaparken tescilli bazı binaları yıkmak ya da zarar vermekle de suçlanıyor. Kurul, AVM’nin üçte birinin yıkılmasını ve kaçak kısımlara göz yumanların yargılanmasını isterken AVM inşaatı, Fransız Le Monde gazetesine de konu olmuş ve ‘anarşik yapılaşmaya’ örnek gösterilmişti.

Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 24.11.2011

KARKAMIŞ KRALLIĞI'NIN İLK KRALININ ADI TESPİT EDİLDİ

 

 

Gaziantep’in Karkamış İlçesi'nde mayından temizlenen Karkamış antik kentindeki kazı çalışmaları kapsamında bulunan stel sayesinde Karkamış Krallığı’nın ilk kralının adı tespit edildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bologna Üniversitesi (İtalya) tarafından yürütülen ve bu dönem için tamamlanan kazı çalışmalarında bakanlık temsilcisi olarak görev alan arkeolog Ahmet Beyazlar, alanda yaptıkları incelemede, höyüğün güneybatı yamacında bazalt taşından yapılma, üzerinde üstte güneş, ay ve kartallı güneş kursu amblemi bulunan, altında 8 sıra “Luvi Hiyoroglif” yazılı bir stel (yazıtlı veya figürlü dikili taş) bulduklarını söyledi.

 

Stelin daha önce hiç görülmemiş, bilinmeyen bir stel olduğunu, üzerindeki yazıtın fotoğraflarını İstanbul Üniversitesinden Prof.Dr. Ali Dinçol ve İngiliz Prof.Dr. David Howkins’e gönderdiklerini ifade eden Beyazlar, şöyle konuştu:

 

“Yazıt okundu ve iki profesörün söyledikleri birbirini tutuyordu. Karkamış Krallığı’nın birinci kralının ismi bilinmiyordu. Karkamış Krallığı’nın ilk kralı olan Sapazata’nın adı bu stel sayesinde tespit edildi. Stelde ayrıca Karkamış Krallığı ve başkenti hakkında bilgiler ve diğer krallar olan Tarhunda ve onun oğlu Suhi’nin adı da yer alıyordu. Bu bizi çok sevindirdi. Çünkü bu yazıtta tarihin karanlık bir noktası aydınlatıldı. Stelin MÖ 10. yüzyılın başına ait olduğu ve steli küçük kral Suhi’nin Karkamış büyük kralı Ura Tarhunzas için yaptığı anlaşıldı.”

 

Beyazlar, eserin temizlik çalışması ve çizimlerin yapılması için Gaziantep Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildiğini belirtti.

 

İleride Karkamış antik kentinin açık hava müzesi haline getirilmesi halinde eserlerin yerinde teşhir edilebileceğini söyleyen Beyazlar, “Karkamış antik kentinde kentten çıkan ve çıkacak eserlerin teşhir edileceği bir müze olması gerekiyor” dedi.

 

Beyazlar, Karkamış antik kentinin Gaziantep’in Karkamış ilçe merkezinin güneydoğusunda, Fırat Nehri’nin batı kıyısında bugün hala kullanılmakta olan tarihi Bağdat Demiryolu’nun hemen kuzeyinde yer aldığını belirtti.

 

Antik kentin bir kısmının Suriye’nin Jarablus beldesi yerleşim alanı altında kaldığını ifade eden Beyazlar, şunları kaydetti:

“Karkamış, 18. yüzyılın başından itibaren citadeli (iç kale) surları ve yüzeyindeki heykeltıraşlık eserleriyle gezginlerin dikkatini çekmiştir. 1876′da Asur bilimci George Smith tarafından burasının Asur, Mısır ve İbrani kayıtlarında adı geçen Karkami olduğu tespit edilmiştir.

Karkamış adı Akadca’da Karum Kameş (Tanrı Kameş’in Limanı, ticarethanesi), Mısır hiyeroglif yazıtlarında ise kuş ve kamış resmiyle belirtilmiştir. Karkamış antik kenti sınır ticaretinin yanı sıra doğu kenarı Fırat Nehri’nin getirdiği alüvyonlu topraklarla yoğun kamış ve doğal hayatın oluştuğu bitki örtüsüne sahip göçmen kuşlarının uğrak yeri olma özelliğini devam ettirmektedir.”

 

Beyazlar, geç Hitit denildiğinde akla Karkamış’ın dolayısıyla Gaziantep’in geldiğini ifade etti.

 

Geç Hitit kültürünün yanı sıra henüz kazılamayan MÖ 2. bin tabakalarının neler sakladığını göremediklerini kaydeden Beyazlar, şöyle konuştu:

“Ancak, diğer merkezlerde yapılan kazılarda elde edilen bilgilerden, bu tabakaların, Boğazköy ve Kültepe’de olduğu gibi, saray ve mabetler gibi önemli yapıları ve tarihi belgeleri içerdiğini biliyoruz. Tabakalar kazıldığında Hitit kültürünün bu bölgedeki en önemli merkezlerinden birinin sırlarına erişeceğiz. O zaman Efes, Troya ve Boğazköy gibi Gaziantep’te Karkamış bir marka olacak.”

 

Beyazlar, antik kentteki kazı çalışmalarının bu dönem 1 Ağustos-1 Kasımda planlandığını ancak izinlerin gecikmesi dolayısıyla kazı çalışmalarına geç başlandığını ifade etti.

 

Bologna Üniversitesi'nden Doç.Dr. Nicolo Marhetti başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarını bu ay tamamladıklarını belirten Beyazlar, bölgede antik kentin sur duvarları, meydanlar, tapınaklar ve ana caddelerinin açıkça görülebildiğini, bu alanın yeniden düzenlenerek çok önemli bir turistik merkez olabileceğini bildirildi.

 

Beyazlar, gelecek dönem kazı çalışmalarının ağustos ayında başlayacağını ve 3 ay sürdürüleceğini kaydetti.

 

Ahmet Beyazlar, Karkamış ile ilgili bilgilerin arkeolojik kazılardan çok tarihi kaynaklara dayandığını, arkeolojik bilgilerin British Museum’un çalışmalarından sağlandığını belirtti.

 

Karkamış antik kentindeki mayın temizleme çalışmalarının Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Gaziantep Valiliği'nin 2 yıl önce imzaladığı ortak protokol gereği İl Özel İdaresi tarafından yürütülmesine karar verilmişti. İhaleyi kazanan Nokta Yatırım Limited Şirketi toplam 663 bin 800 metrekarelik alanda mayınları elle temizlemiş, köpeklerin de kullanıldığı mayın temizleme çalışmaları sırasında çıkarılan bin 200 mayın imha edilmişti. Gerek mayın temizleme ve imha gerekse mayın temizleme sonrası kalite kontrol işi BM standartlarına göre yapılmıştı. Mayın temizlemesi sırasında sıkı bir denetim mekanizması kurulmuş, kazı sırasında bulunan sikkeler ve tarihi değeri henüz belirlenemeyen bazı eserler müze müdürlüğüne teslim edilmişti.

Hürriyet, 21.11.2011

HEYECANLANDIRAN KEŞİF

 

 

Moğolistan’ın güneyindeki Gobi Çölü’nde, içinde 15 yavru dinozorun fosilleri bulunan bir yuva bulundu.

Tugrikin bölgesinde ortaya çıkarılan yuvanın, yaklaşık 70 milyon yıl önce yaşamış "Protoceratops andrewsi" adlı dinozor türüne ait olduğu belirlendi.

Kafasının arkasında büyük bir boynuzu bulunan Protoceratops andrewsi, koyun büyüklüğünde bir otoburdu.

Rodos Üniversitesinden paleontolog David Fastovsky, bir kum fırtınası sırasında kumulların altında kaldığı sanılan yuvadaki yavru dinozorların bir yaşından büyük olmadığı ve boylarının 10 ile 15 santimetre arasında değiştiğini açıkladı.


Şimdiye kadar ilk kez bir Protoceratops yuvası bulunduğunu belirten Fastovsky, keşfin dinozorların yaşamı konusunda önemli bilgi sağladığını kaydetti.

Keşif, "Journal of Paleontology" dergisinin Kasım ayında yayımlandı.

Vatan, 21.11.2011

SİLUETİN SORUMLUSU ÇEVRE Mİ KÜLTÜR MÜ?

 

 

İstanbul’un tarihi siluetini bozan Zeytinburnu’ndaki 3 gökdelenle ilgili izin polemiğinde Çevre Bakanı Bayraktar, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı işaret etti ve “Turizm ağırlıklı projelendirilen bölge için 1991-2011 arasında 10 ayrı plan onaylandı” dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Zeytinburnu’nda yükselen biri 155 metrelik 3 ruhsatlı gökdelenle rilgili “Surların tecrit alanının hemen bitişiğinde, bizim turizm alanımızın dışında. İmar yetkisi bizde değil. Ben tarihi yarımadanın görüntüsünü bozacak hiçbir projeye imza atmadım” demişti. Bu tartışma üzerine CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın Başbakan Tayyip Erdoğan için verdiği soru önergesine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yanıt gönderdi. Bakan Erdoğan Bayraktar yanıtında özetle şöyle dedi:

“Zeytinburnu ve Bakırköy sınırlarında, sahil yolunun kuzey-güney komşuluğunda yer alan bölgedeki planlara yönelik incelemede, bölgenin 1991-2011 yılları aralığında onaylanmış 10 nazım ve uygulama imar planlarının bulunduğu, söz konusu bölgenin turizm alanı ağırlıklı olarak planlandığı görülmektedir. Yürürlükte bulunan meri planlara genel bir perspektifte bakıldığında, Bakırköy ve Zeytinburnu sahilinde bölgeye ilişkin çevre yapılanma şartlarının Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1991-2011 yılları arasında onaylanan Turizm Alanlarına Yönelik Planlar neticesinde oluştuğu anlaşılmaktadır.” Bayraktar, ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan inşaatların tespiti, durdurulması ve gerekli yasal işlemlerde ilçe belediyelerinin yetkili olduğunu bildirdi. Bayraktar, ihmal ve kasıtla ilgili hakkında işlem yapılan herhangi bir belediye görevlisi bildirmedi.

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran “Bakan, Zeytinburnu’ndan yükselen ve İstanbul’un o güzelim siluetini bozan üç gökdeleni görmemiş. Çevre ve Şehircilik Bakanı, topu Kültür ve Turizm Bakanlığı’na atarak sorumluluktan kurtulamaz. Başbakan Erdoğan’a sordum ama imar yasasına aykırılık nedeniyle kaç kişi hakkında işlem yapıldığını dahi açıklamadılar” dedi.

Hürriyet, Haber: Bülent Sarıoğlu, 21.11.2011

GERÇEK OLUP OLMADIĞI BİR TÜRLÜ BELİRLENEMEDİ

 

Antalya polisinin 2 ay önce bir römork içerisinde ele geçirdiği "metal içerikli" ve Medusa figürlü çocuk lahidinin gerçek mi, yoksa sahte mi olduğu hala belirlenemedi.

 

Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerinin 2 ay önce kaçırılmak isterken ele geçirdiği çocuk lahdi, "metal " yapısı nedeniyle, incelenmesi için Antalya Müzesi'ne teslim edilmişti. Lahidi inceleyen uzmanlar, sahte olup olmadığına karar veremedi. Antalya Müzesi Müdürü Mustafa Demirel, dış yüzeyi metal formla kaplı lahidin gerçek olup olmadığının ve hangi döneme ait olduğunun, Ankara'dan getirilecek cihazla tespit edilmeye çalışılacağını söyledi.

Lahidin tarihi değeri olduğu belirlenirse dünyadaki metal içerikli tek lahit olacak.

Habertürk, Haber: Soner Özcan, 21.11.2011

DEMET SABANCI, PERA PALAS'I ALDI

 

 

Sabancı ailesinin turizm sektöründe üçüncü grubu olan, başında Demet Sabancı’nın bulunduğu Demsa İstanbul Tepebaşı’ndaki Pera Palas Oteli’ni satın aldı.

 

turizmgazetesi.com´un haberine göre, Para Palas, Demsa’nın turizmdeki 3. tesisi oldu. Demsa’nın kendisi de Sabancı ailesin, turizm alanındaki üçüncü grubu oldu. Sabancı ailesinin turizmde biri aralarında Hilton otelleri de olan, Güler Sabancı’nın başında olduğu Sabancı Holding bünyesindeki Tursa, biri Esas Holding bünyesinde yer alan vebaşında, Ali Sabancı´nın olduğu Pegasus Havayolları, biri de Demet Sabancı’nın başında olduğu Demsa grubu faaliyet gösteriyor.

 

Turizm sektöründeki Sabancı ailesinden Demsa, Pera Palas Oteli’nden başka İstanbul  Maçka’daki Emekli Sandığı’nın eski Maçka Palas ile bir de Tepebaşı´ndaki otele dönüştürülecek olan Tarhan Han’ı bulunuyor. Üç otelden yeni satın alınan Pera Palas işletmede iken Maçka Palas ile Tarhan Han’ı otele dönüştürme çalışmaları devam ediyor.

 

Pera Palas’ın satın alınmasıyla ilgi açıklama yapan Demsa Yönetim Kurulu Başkan Vekili Demet Sabancı Çetindoğan, Pera Palas´ı almak için uzun zamandır İhsan Kalkavan ile yürütülen görüşmelerin olumlu sonuçlandığını belirterek satın alma işleminin tamamlandığını söyledi.

 

Demet Sabancı Maçka Oteli´nin yerine yapacakları 5 yıldızlı otelin inşaatının devam ettiğini, tesisin 100-120 odalı bir butik otel olacağını, otelin altında dünya markalarının mağazalarına yer vereceklerini belirterek “Yatrım 1.5-2 yılda tamamlanır´ dedi.

 

Sabancı, otelin işletmesi için görüştükleri yabancı lüks zincirle epey yol aldıklarını, imza atmaya çok yaklaştıklarını söyledi. Demsa’nın bir diğer oteli olan İstanbul Tepebaşı’ndaki TUSİAD binasının karşısında bulunan Tarhan Han’da da inşaatın devam ettiğini, burayı 4 yıldızlı bir şehir oteli planladıklarını bildirdi.

Milliyet, 21.11.2011

ÇOCUK TOPLU MEZARI BULUNDU

 

Peru'da, sadece çocukların gömülü olduğu 14. yüzyıldan kalma toplu mezar bulundu.

 

Arkeolog Eduardo Arisaca, El Comercio gazetesine yaptığı açıklamada, toplu mezarda, “büyük ihtimalle tanrılara kurban edilmiş 44 çocuğun gömülü olduğunu” belirtti.


Arkeolog, Titicaca Gölü yakınındaki Sillustani kazı alanında bulunan kurbanların yeni doğanlardan üç yaşına kadar olan çocuklardan oluştuğunu kaydetti.

Radikal, 21.11.2011

VAKIFLAR, YURTDIŞINDAKİ TARİHİ ESERLERİ AYAĞA KALDIRACAK

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü yutdışındaki vakıf eserlerini ayağa kaldırmak için harekete geçti.

 

Vakıflar, bu kapsamda ilk olarak Bosna Hersek'te, 1462 yılında inşa edilen İsa Bey Hamamı'nı onaracak. 1980 yılından bu yana Bosna Hersek vakıfları tarafından restore edilmek istenen ancak yeterli ödenek olmadığı için kaderine terk edilen tarihi yapının projesinin çıkarılmasının ardından Türkiye tarafından restorasyonuna başlanacak. İsa Bey Hamamı ile birlikte, Kuzey Kıbrıs'taki Dükkanönü Camii ile Lefkoşa'daki bir tekke de restore edilecek. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, tarihi hamam için Türkiye'de ihaleye çıkılacağını, ihaleye Türk firmaları gibi yeterliliği olan yabancı firmaların da katılabileceğini söylüyor. Ertem, atılan ilk adımların ardından, Balkan ve Ortadoğu ülkelerindeki vakıf eserlerine de ulaşmak istediklerini dile getiriyor.

 

Genel Müdür Adnan Ertem, Vakıflar olarak, 2008 yılında çıkarılan kanundan sonra, yurtdışındaki vakıf eserleri ile ilgili restorasyon yapma imkanına kavuştuklarını anlatıyor. Kuzey Kıbrıs'taki çalışmalarla ilgili de bilgi veren Ertem, burada iki tarihi eser için çalışmaları başlattıklarını ifade ediyor. Ertem, "Dükkanönü Camii tamamen yıkılmış. İlk olarak onu yapacağız. Sonra Lefkoşa'daki tekkeyi de onarıp, halı-kilim müzesi haline dönüştüreceğiz. Daha önce buradaki halı ve kilimleri Ankara'ya getirdik. Onları temizledik, onardık. Tekke bittikten sonra halı ve kilimler orada sergilenecek." diyor. Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya ve Kosova gibi ülkelerde çok sayıda vakıf eseri olduğunu açıklayan Ertem, "Bunları yaşatmak bizim görevimiz." diye konuşuyor. Vakıf eserlerinin bulunduğu ülkelerle, bu eserlerin yaşatılması noktasında iyi ilişkiler içinde olmak istediklerini ifade eden Adnan Ertem, Bosna'dan alınan olumlu cevabın ardından Kosova, Makedonya ile görüşmelerin de olumlu neticelenmesini beklediklerini dile getiriyor. Yurtdışındaki eserlerin envanterinin çıkarılması için de bir yandan çalışmaların sürdüğüne işaret eden Ertem, Yunanistan ile Bulgaristan'da bu noktada sıkıntı yaşandığını söylüyor.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 21.11.2011

SİDE'DE ROMA DÖNEMİNDE OLDUĞU GİBİ ÖNEMLİ KARARLAR ANTİK TİYATRODA ALINIYOR

 

 

Side Belediyesi, turizm beldesinin tarihi dokusunun korunmasına yönelik bilgilendirme toplantılarını Side antik tiyatroda yapıyor.

 

Antalya Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, 2 bin önce Roma döneminde de kültür, sanat ve tarihi şehirli ile ilgili kararları antik tiyatroda bir araya gelinerek alındığını söyledi. Side antik tiyatrosunun 15 bin izleyici kapasitesine sahip olduğunu belirten Uçar, turizm beldesini ile ilgili önemli kararları antik tiyatroda halk toplantısı yaparak karara bağladıklarını kaydetti. Side’yi Side yapan ana unsurun arkeolojik zenginliği olduğunu belirten Uçar, Side antik tiyatrosunu korumaya yönelik çalışmaların Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanlığı tarafından yapıldığını söyledi.

 

Uçar, Side Belediyesi’nin tarihi ören yerlerinin korunması ve tarihi eserlerin korunmasına yönelik Anadolu Üniversitesi’nin yaptığı çalışmalara her zaman destek verdiklerini vermeye de devam edeceklerini kaydetti. Uçar, “2 bin yıl öncede Side’de tarihi kararlar antik tiyatroda toplanarak alınırmış. Side’de yaptığımız ve yapacağımız yatırım kararlarını tiyatroda yaptığımız halk toplantıları ile kararlaştırıyoruz. Side antik tiyatro, uluslararası kültür, sanat ve müzik etkinliği yanı sıra tarihi kenti korumaya yönelik toplantılarda ortak karar alma toplantılarına da ev sahipliği yapıyor. Halk toplantıları ile tarihe yolculuk ediyoruz.” diye konuştu.

Mynet Haber, 20.11.2011

AYASOFYA CAMİİ, HİÇ MÜZE OLMAMIŞ

 

 

Kurban Bayramı'nda açılan tarihi İznik Ayasofya Camii, tartışmaları da beraberinde getirdi: Ayasofya Camii müze miydi? CHP'li milletvekilleri konuyu meclise taşımaya hazırlanırken Kültür Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yazışmaları Ayasofya Camii'nin hiçbir zaman müze olmadığını gösteriyor.





Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, Bursa'nın İznik İlçesi'nde restorasyonunu tamamladığı Ayasofya Camii, Kurban Bayramı'nda ibadete açıldı. 90 yıl sonra camide milletvekilleri cemaatle saf tuttu, dualar etti. Açılıştan birkaç gün sonra yeni bir tartışma başladı: Ayasofya Müzesi nasıl camiye çevrilir? Bazı yazarlar bunu köşesine taşırken CHP milletvekilleri şehre çıkarma yaptı. CHP Bursa Milletvekili Sena Kaleli liderliğindeki grup, konuyu meclise taşıyacaklarını söyledi. Meclisin gündemine ne zaman gireceği bilinmez ama belgeler Ayasofya Camii'nin hiçbir zaman müze olmadığını gösteriyor.



 



Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, 23.01.1995'te Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne Ayasofya Camii'nin müze olması için başvuruda bulunmuş. Müdürlüğün olumsuz cevabı şöyle: "6570 sayılı kanunun 1. maddesinde "Mabedler kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş için de kullanılamaz hükmü yer almaktadır. Söz konusu Ayasofya Camii'nin müze olarak kullanılmak üzere Kültür Bakanlığı'na tahsisi mümkün olamamaktadır." Tartışmaların yersiz olduğunu gösteren bir diğer belge ise tapu senedi. Orhangazi Vakfı'na bağlı ibadethane, kayıtlarda camii olarak geçiyor. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, bu tartışmanın çıkışını üç sebebe bağlıyor: Restorasyondan önce ziyaretçilerden para alınması, caminin girişindeki tabelanın üzerinde Ayasofya Müzesi yazması, turizme yönelik tanıtımlarda müze olarak dillendirilmesi.

Peki, camiyi müze gibi gösteren bu uygulamalara neden izin verildi?



 



Birincisi, ziyaret sırasında para talep eden Vakıflar Genel Müdürlüğü değil, Kaymakamlığa bağlı köylere hizmet götürme birliği. Onlar da müze makbuzu kesmiyor. Restorasyonda kullanılır diye cüzi bir ücret alıp bu süreçte harcanmış. Turizmcilerin müze olarak nitelendirmelerinin sebebi tamamen ilçeye olan ilgiyi arttırmak. Bir mekanın müze olması için Kültür Bakanlığı'nın izni gerekiyor, gerçeği yok sayılmış. Belirttiğimiz gibi bakanlığın talebi daha önce reddedilmiş, Vakıflar müze olması için hiçbir dönem talepte bulunmamış.

 

Hatta bir ayrıntı daha var: Bakanlık geçen yılın sonunda camiyi diğer kiliselerle beraber din turizmi kapsamında gösteriyor. Verilen cevap yine olumsuz: "Burası camiidir, din turizmi için uygun değil. İsterseniz komisyon kuralım, burayı aktif hale getirmek için çalışalım." Müzeler Genel Müdürlüğü, "Müze olmadığı için bir şeyler yapamayız." diyor. Aydınlatılması gereken son ayrıntı ise tabela konusu. Ancak bunun ne zaman, kimin tarafından konulduğu bilinmiyor. Ayasofya Müzesi tabelasının 20 ya da 30 yıldır caminin önünde olduğu söyleniyor.

 

Ertem, 'restorasyon kurul kararı olmadan yapıldı' eleştirisini yersiz buluyor. Bunun için "Kurul kararı olmaksızın çivi bile çakılamaz, deniyor. Ancak bizim yaptığımız ekstra bir müdahale değil. Bir platform koyduk, üzerine halı serdik. Bunun için kurul kararı olmasına gerek yok." diyor. Müze tartışmalarına ise noktayı koyuyor: "Kapalı olan her yer müze değildir. İsteyen Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nü arar. Buradaki envanterlerden hiçbir zaman müze olmadığını öğrenir."




Kültür Bakanlığı'nın 'camiyi müze yapalım' isteği 1995'te bu belgeyle reddedilmiş.

 

Bursa İznik'teki Ayasofya Camii günümüze ulaşan en eski ibadethanelerden biri. Hıristiyanlıkla ilgili önemli kararlar alan 7. konsülün 787 yılında bu kilisede toplandığı biliniyor. Orhan Gazi Bursa'yı fethedince kiliseyi camiye çeviriyor, Mimar Sinan'a minare ve dış kapı mihrabı yaptırıyor. Figürlerin perde ile kapatıldığı ibadethane de Hıristiyanlarla, Müslümanların aynı anda ibadet ettiği biliniyor.

 

Kurtuluş Savaşı'nda hasar gören camii o gün bugündür kapalıydı. 2007'de başlayan restorasyon çalışmasıyla yıkılan minare tamamlandı, çatı yeniden inşa edildi. Caminin ortasına alttan ısıtmalı bir platform yerleştirildi, duvara geçici bir minber kurup ibadete açıldı. Cemaat namaza dururken turistler içeride rehberlerle geziyor şimdi.

 

Caminin tarihsel dokusu ne yazık ki korunamamış. Duvarların sıvaları dökülmüş, yandığı için de kubbe hala kül içinde. Hz. İsa freskleri belli belirsiz görünüyor. Sütunlardaki Allah yazısı görünse de diğer Arapça yazılar bugüne kalmamış. Caminin en büyük sorunu ısınma ve şadırvan. Duvarlara camlar takılmış ama içerisi buz gibi, abdest alınacak yer yok. Ertem bununla ilgili proje hazırlayıp ilerleyen günlerde kurula sunacağını söylüyor. Caminin iki imamı var, ikisi de geçici olarak görevlendirmiş. Biri hafta içi namaz kıldırıyor, diğeri hafta sonu. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın açacağı sınavı geçen, tarihi ibadethanenin kadrolu imamı olacak.

Zaman, Haber: Ayhan Hülagü, 20.11.2011

KAZIDAN ÇIKAN İSKELETİN DNA'SI ARAŞTIRILIYOR

 

 

Edirne’nin Enez İlçesi'nde 40 yıldır sürdürülen arkeolojik kazılarda bulunan mezarlardan çıkarılan 2 bin 500 yıllık 165 iskeletin hangi ırka ait olduğunun belirlenmesi için DNA araştırması yapılıyor.

Kazı başkanı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sait Başaran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl 40’ıncısını yaptıkları Enez kazılarının ödeneğinin bittiği için sona erdiğini söyledi.

Akademiysen, öğrenci ve işçilerden oluşan ekip tarafından sürdürülen kazıların temmuz ayında başladığını ve Su Terazisi Nekropolü’nde sona erdiğini belirten Başaran, "Enez’i İpsala’ya bağlayan yeni karayolu kavşağında yapılan bu seneki kazılarda zengin mezar kalıntıları ortaya çıkarıldı" dedi.

 

1971’de başlayan kazılarda önemli tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarıldığını ifade eden Başaran, kazılardan elde edilen bulgulardan Enez’in Balkanları Ege ve Anadolu’ya bağlayan deniz, nehir ve kara yolların kesiştiği bir yerde kurulan önemli bir kültür ve ticaret kenti olduğunun ortaya çıktığını söyledi.

Enez’in 2 limanı olduğunu bildiren Başaran, iç limanından Karadeniz’e çok rahat gidilebildiğini, aynı zamanda Yunanistan ile Anadolu arasında geçiş noktası olduğunu belirtti.

Enez’deki kazılarda çıkarılan eserlerin laboratuvarda temizlendiğini, konservasyon ve restorasyonunun yapıldığını ifade eden Başaran, kazılarda çok güzel müzelik eserler bulunduğunu bildirdi.

Enez kazılarının Trakya’da yapılan 2-3 önemli kazıdan biri olduğunu belirten Başaran, şöyle konuştu: "Trakya kültürünün ortaya çıkarılması çok önemli. Enez’in konumu Ege, Batı Anadolu ve Yunanistan arasındaki geçiş yolu üzerinde yer aldığından bütün bölgelerin kültürlerini Enez’de bulmak mümkün. Enez antik çağda çok zenginleşmiş bir kent olarak karşımızda duruyor. Kazılarda Enez’in o dönemlerde diğer kentlerle yaptığı ticareti gösteren amfora damgalı çok sayıda kulplar, seramik çömlek parçaları, sikkeler, cam şişeler, gözyaşı şişeleri ve lekitoslar, MÖ 5. yüzyıla tarihlenen ve iç kalıp tekniğiyle yapılmış cam eşyalar, kadınların elbiselerini tutturmak için göğüste veya omuzda camdan yapılmış düğmeler çıktı.

Bu düğmeler, ticaret amacıyla insanların Doğu Akdeniz’den geldiğini ortaya çıkardı. Bu seneki kazılarda zengin mezar kalıntılarına rastladık. Mesela Taşaltı Mezarlığı’nda MÖ 1. yüzyıla ait, Romalı Komutan Lixus Fabricius’a ait mezar bulduk. Bulduğumuz diğer mezarlardan çıkarılan iskeletleri incelenmesi için İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderdik. Adli tıpa gönderilen 2 bin 500 yıllık 165 iskeletin hangi ırka ait olduğunun belirlenmesi için DNA’sı ve hastalıkları araştırılıyor. Araştırma sonunda iskeletlerin ırkları, akrabalık dereceleri belirlenecek. Çıkacak sonuçlar bilimsel çalışmalarda değerlendirilecek." Traklar’ın iskan yeri Enez’in tarihi MÖ 3000’e kadar uzanıyor. Ainos adını taşıyan ve adı Homeros Destanı’nda da geçen Enez, birçok ülkenin hakimiyeti altında yaşamını sürdürdü. Son olarak Cenovalı Gattelusi ve Doria ailelerinin hakim olduğu Enez’i 1456’da Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarından Has Yunus Bey Osmanlı topraklarına kattı.

Milliyet, Fotoğraf: Zaman, 20.11.2011

EL YAZMASI 5 KUR'AN-I KERİM ELE GEÇİRİLDİ

 

Kocaeli'nin Gebze İlçesi'nde, tarihi eser niteliği taşıyan biri elyazması 5 Kur'an-ı Kerim ele geçirildi.

 

Kocaeli İl Jandarma Komutanlığı'nca yapılan çalışmalarda B.Ö.'nün elinde tarihi eser niteliği taşıyan Kur'an-ı Kerim olduğu öğrenildi. Bir süre teknik ve fiziki takibe alınan zanlı B.Ö, Eskihisar Köyü mevkiinde gözaltına alındı. Ele geçirilen elyazması Kur'an-ı Kerim'in 5 asır önce yazıldığı tahmin ediliyor. Şüpheli jandarmadaki işlemlerin ardından adliyeye sevk edildi.

Zaman, 20.11.2011

TÜRK 'MONA LİSA' AÇIK ARTTIRMADA

 

 

Ankara Antikacılık tarafından 27 Kasım'da Swiss Otel'de düzenlenecek açık arttırmada 278 eser satışa sunulacak. Tablolar ile antika değeri taşıyan eserlerin satılacağı müzayedenin en ilgi çekici parçaları arasında ünlü ressam Nuri İyem'in 'Beyaz Yemenili Kız' adlı tablosu yer alıyor.

 

İlk kişisel sergisini 1946 yılında Beyoğlu'da ''Ada'' isimli bir mobilya mağazasında açan ve geçen yıllar içinde Türk resminin en usta fırçaları arasına giren sanatçının tablosu, yüzündeki farklı ifadeyle dikkati çekiyor. Genellikle kırsal kesim kadınının çileli hayatını ve şehre göçenlerin yaşam mücadelesini başarıyla işleyen ressamın ikili, üçlü ve kalabalık kadın kompozisyonlarında farklı yönlere bakan kadın portreleri, tuval yüzeyinde yaratılan derinlik ve zenginliğiyle dikkati çekerken, müzayededeki tablosu da 60 bin lira açılış fiyatıyla alıcısını bekleyecek. Lale Hanım Koleksiyonu'ndan alınan tablo, 85x65.5 ebatlarında.

Hikmet Onat'ın ''Sarıyer'' isimli tuval üzeri yağlıboya tablosu, açık arttırmanın değerli eserlerinden. Sanatçının 1974 tarihli eserinin şasisinde ''Sarıyer Arkası Sokak'' ibaresi bulunuyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün bir davete icabet edeceğini belirtmek üzere eski Türkçe kendi el yazısının bulunduğu kartviziti de açık arttırmada yer alacak. Kartvizitin üzerinde, ''Muhterem hanımefendinin daveti vakıalarına teşekkür ve kemali memnuniyetle müşerref olmaya şitap edeceğiz. Arz ederim. İsmail ve Lütfi Beyler de refikalarını haberdar edeceklerdir. Hürmetlerimin kabulünü rica ederim hanımefendi hazretleri...'' yazılı notu bulunuyor.

Ünlü ressam Salvador Dali'nin Amerikalı bir aileye ait olan ve 1970'li yıllarda Beverly Hills'teki bir galeriden satın alınan portfolyosu, 7 bin 500 lira açılış fiyatıyla müzayedede satışa sunulacak. Baskıları çok iyi durumda olan, kapakta zamana bağlı kirlenme ve aşınmaların olduğu portfolyoda sanatçının ''Tete'', ''L'ange'', ''Le Dragon'', ''Le Cheval'', ''La Fourme'' ve ''Don Quichotte'' konulu baskı ve kurşun kalemle imzaladığı, tek tek numaralandırılmış levhaları yer alıyor.

Usta ressam İbrahim Çallı'nın başka bir asker ressam olan Ali Rıza Toroslu'yu çizdiği ''Ali 'Rıza Bey'' isimli tablo da satışta olacak. Çallı'nın yakın dostu ve meslektaşı olan, mavi gözlü ve uzun boylu olması nedeniyle o dönem Silahlı Kuvvetlerde ''İngiliz Ali Bey'' lakabı takılan Ali Rıza Toroslu'nun portresi, ressamın usta fırçasıyla tuvale aktarıldı.

Müzayedede ayrıca, Şefik Bursalı, Avni Arbaş, İhsan Cemal Karaburçak, Fikret Mualla, Adnan Turani, Mustafa Ayaz, Fikret Otyam gibi usta sanatçıların tabloları alıcı beklerken, çok sayıda antika eser de satışa sunulacak.

Ankara Antikacılık Genel Müdürü Muhsin Önder, yedincisi gerçekleştirilecek olan müzayedeyi yılda iki kez Nisan ve Kasım aylarında düzenlediklerini ve ilgiyle karşılandığını söyledi. Açık arttırmaya katılacak eserlerin yaklaşık yüzde 90'ının evlerden ve sanatseverlerden geldiğini anlatan Önder, ''Genelde koleksiyonlardan eserleri bize getiriyorlar. Anne-baba yadigarı eserler geliyor. Bazen de ellerindeki eserleri değiştirmek istiyorlar, bu amaçla getirdikleri de oluyor'' dedi.

Açık arttırma için getirilen yapıtları titiz bir elemeden geçirdiklerini ve değerlerini tespit ettirdiklerini dile getiren Önder, ''Eskiden açık arttırmaların başkenti Ankara idi. Sonra bayrak İstanbul'a geçmiş gibi göründü. Ancak Ankara'da da açık arttırmalar büyük ilgi görüyor. Bizim açık arttırmamıza da İstanbul'dan, İzmir'den, başka kentlerden gelip katılanlar var'' sözleriyle açık arttırmanın gördüğü ilgiyi özetledi.

Müzayedede bazı eserlerin çeşitli yönleriyle öne çıktığını ifade eden Muhsin Önder, ''Beyaz Yemenili Kız'' adlı tablonun bu açık arttırmanın en ilgi çekici eserlerinden olduğunu söyledi. Tablonun müzayede kataloğunun kapağında da yer aldığını aktaran Önder, ''Bu tablo, Mona Lisa'ya benzetiliyor, Türkiye'nin Mona Lisa'sı... Sanırım ressam da bunu böyle düşünerek yapmış'' diye konuştu.

Önder, Atatürk'ün kartvizitinin de kendilerine bir aile tarafından ulaştırıldığını dile getirerek, 10 bin lira açılış fiyatıyla müzayedede yer alacak kartvizitin açık arttırmanın manevi değerinin büyük olduğunu belirtti. Ressam Vecihi Bereketoğlu'nun da müzayedede üç eserinin yer alacağını, bunların, ressamın Ankara'da devlet memurluğu yaptığı sırada kullandığı Konur Sokak'taki atölyesinden alındığını aktaran Önder, İbrahim Çallı'nın fırçasından çıkan ve Çallı gibi asker bir ressam olan Ali Rıza Toroslu'nun tablosu ile Hikmet Onat'ın ''Sarıyer'' isimli yapıtının da açık arttırmanın ilgi çekici, sanat değeri yüksek yapıtlarından olduğunu kaydetti.

Açık arttırmada yer alan eserler, 27 Kasım'a kadar Ankara Antikacılık'ta sergilenecek.

Habertürk, 19.11.2011

YEŞİL CAMİ YENİDEN İBADETE AÇILIYOR

 

Bursa'da Ulucami'den sonra en ihtişamlı mabetlerden biri olan ve içinde 6 asırlık orijinal İznik çinileri bulunan Yeşil Cami'nin 2 yıldır devam eden restorasyon çalışmalarının yeni yıla yetiştirileceği bildirildi. Osmanlı Sultanı Çelebi Mehmet tarafından 1419 yılında yaptırılan tarihi cami, çalışmalar sebebiyle aylardır turistlerin ziyaretine de kapalı tutuluyordu. Caminin sadece küçük bir köşesi ibadethane olarak kullanılıyordu. 2009 yılında da başlayan çalışmalar sebebiyle Yeşil Cami'yi ziyarete gelen turistler kapıdan dönmek zorunda kalıyordu. Yıllar süren bakımsızlığın ardından hayırsever bir işadamı tarafından restorasyonu üstlenilen tarihi camide çalışmalar son aşamaya geldi. Çevre düzenlemesiyle beraber Yeşil Cami muhteşem bir görünüm kazanıyor. İki yıldır süren çalışmalar kapsamında, yerlerinden oynayan ve bozulan orijinal İznik çinileri de elden geçirilerek yeniden sağlamlaştırıldı. Restorasyon çalışmaları sırasında mermerler silinip, çirkin görüntü veren çini üzerindeki elektrik ve ses tesisatları da ortadan kaldırıldı. Yeşil Cami'de ahşap işleri, çini ve mermer işleri, metal işleri ve kalem işleri olmak üzere çeşitli alanlarda restorasyon çalışması yapıldı.

 

Bursa Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı, 21 Kasım 2009'da başlayan çalışmaların yeni yıl itibarıyla bitirileceğini belirtti. Sarı, iç restorasyon haricinde ikinci etap çalışmaları kapsamında dış mekanda yapılan drenaj, zemin kaplama, yolların düzenlenmesi, bahçe duvarlarının üzerine ferforje korkulukların takıldığını ve şadırvanın yeniden yapıldığını söyledi. Camide metal temizliği, gümüş kaplamaların ortaya çıkarılması, bozulmuş çinilerin tamiratı, bozulan yerlere derz dolgu ve boyama yapıldığını belirten Mürsel Sarı, şu bilgileri verdi: "Bozuk olan yerler enjeksiyon yöntemi ile tamir edilip, çiniler ise yeniden düzenlendi. Şadırvan yoğun olarak çürümüştü. Bundan dolayı şadırvan tamamen yenilendi. Abdest alma yeri yükseltilip, düzenlendi. Yılbaşında caminin yeniden ibadete ve ziyarete açılmasını bekliyoruz."

Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 19.11.2011

"MOZAİKLER TEHLİKEDE, ÇABUK OLUN"

 

2000'de Gaziantep Zeugma Müze Müdürlüğü arıyor: "Mozaikler tehlikede, aman koşun!" 1995'te Trabzon Müze Müdürlüğü arıyor: "Sümela'da duvar resimleri dökülmek üzere. Çabuk olun!" Sular yükseldiğinde, yağmurlar coştuğunda, tarihi eserler tehlike altında kaldığında kağıt imzalamak için vakit kalmıyor ve hızla müdahale edebilecek restoratörlere ihtiyaç duyuluyor.

 

Zeugma Mozaik Müzesi Mozaikleri Restorasyon ve Teşhir Projesi Sorumlusu Celalettin Küçük ve N. Mine Yar; acil müdahale gerektiren öyle durumlarla karşılaşmışlar ki. Biri, 1995-96 kışında yaşanmış. Onların ağzından aynen: "Trabzon Müze Müdürlüğü aradı. 'Kültür Bakanlığı'na yazacağım ama cevabın dönmesi uzun sürer. Rica ediyorum hemen gelin. Sümela Manastırı'nın duvar resimleri kabardı, dökülmek üzere.' dedi. Mevsim kış, kar diz boyu. Normalde mayıs beklenir, ama o zamana kadar resimler kurur, dökülür. Beklemedik, kalktık gittik. Müdahale ettik. Kurtardık resimleri."

 

"Neden beklenir, hemen koşulmaz?" diye soruyoruz. Cevap: "Bu işler için pahalı malzemeler gerekiyor. O yüzden önce rapor yazılıyor, ne lazım diye. Sonra bütçe ve ihale... 3 teklif gelecek, biri kabul edilecek, görevlendirme yapılacak, harcırah çıkarılacak. Vakit geçiyor tabii. Bürokrasi... Aynı şey Gaziantep Zeugma Müzesi Mozaikleri için de geçerli. O zaman da çok hazırlıksız yakalanıldı. 2000 Mayıs'ında sular yükselmeye başladı. Ortada kazısı yapılmış bir alan vardı, 600 metrekare mozaik içinde... Acil yardım gerekti. Bakanlık, üniversiteler, yabancı kurumlar; herkes mozaikleri kurtarmaya kilitlendi."

 

Bütün eserler bu kadar şanslı olmuyor tabii. Kapadokya'da acil müdahale yapılmadığı için dökülen duvar resimleri, müze depolarında bakımı yapılmadığı için yok olan eserler, Kocamustafapaşa'da bundan 15 yıl önce bulunan Bizans Yazlık Sarayı mozaiği... Sonra ören yerleri ve höyüklerde bulunan ama zamanında restore edilmediği için yok olan mozaikler, eserler...

 

10 yıl devlet memuru olarak görev yapan Celalettin Küçük ve N. Mine Yar, 1997'den bu yana serbest çalışıyor. Şu anda Zeyrek Camii restorasyonuyla meşguller. Dediklerine göre Zeyrek'te 4 bin metrekare kalem işi var. Bisturiyle çalışıyorlar. Tek tek... Ama mutlular. Çünkü eskiden, 2000'lere kadar restorasyon sorumluluğu da kazılar gibi yabancılardaymış. Türkler bu işi beceremez, ancak yabancılar yapabilir denirmiş. Bu düşünceye en güzel cevap Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi ile verilmiş.

 

Ama genel olarak düşününce yine de yeterli değil. Türkiye'de restorasyon konusunda 4 yıllık eğitim veren üç üniversite var: İstanbul, Ege ve Konya Selçuk. Kocaeli'nde de açılacakmış galiba. İki yıllık bölümler de var ama yine de... Bu kadar çok tarihi eserin olduğu bir ülkede... Uzmanları bulmuşken boşlukları doldurmalarını istiyoruz: İyi restoratör... "Bir; duyarlı olacak, iki; yetenekli olacak. Sanatçı kimliği de lazım ama bir yandan da çok kontrollü olmalı. Ben diyemez. İmzasını atamaz. Çok emek verse bile adını geçiremez."

 

Zeugma Müzesi Mozaikleri'nin restorasyonu bittiğinde, 2003'te, ciddi tartışmalar yaşanmış. Bir grup, Türkiye'de sergileme imkanı bulunmadığı için onları Amerika'ya sergilenmek üzere gönderme taraftarıymış. Diğer grup buna şiddetle karşı çıkmış. "Bütün mozaiklerin, Mars Heykeli dahil; 6 ay orada, 6 ay burada dünyayı dolaşması demek bir daha geri dönmemeleri demek..." diyen Celalettin Küçük ve N. Mine Yar'a göre öyle bir şey kabul edilseydi bugün bir müzemiz olamazdı. Ayasofya'nın bahçesindeki türbelerin kapısında duran çinilerin de sadece restorasyon için gittiğini ama hala geri dönmediğini hatırlatan ikili; bakanlığın, uyumlu olmayan ülkelere kazılarda izin vermeyeceğini açıklamasından çok memnun. Önce eserlerimiz, sonra kazı izinleri sayesinde pek çok eserin geri döneceğini düşünüyorlar.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 19.11.2011

EN ÇOK LOUVRE'DAKİ İZNİK ÇİNİLERİNİN İADESİNİ İSTİYOR

 

 

14. Akdeniz Arkeoloji Turizmi Fuarı için İtalya’nın Paestum kentinde bulunan Bakan Günay, İtalyan basınıyla bir araya geldi. Fuarın açılışında başka ülkelerde bulunan kültür varlıklarının ait olduğu yerlere dönmeleri konusunda yaptığı çağrıya yönelik, en çok hangi eserin dönmesini istediği sorusuna Günay, “En çok geri dönmesini istediğim eser Louvre Müzesi’ndeki, Ayasofya’daki bir türbeden alınan İznik çinileri” dedi.

 

Bakanın sözünü ettiği çinilerin dönmesine ilişkin sürecin 5 yıldır devam ettiği öğrenildi. Kültür varlıklarının ait olduğu topraklara dönmesi hususunda, Bakan Günay, İtalyan gazetecilere “Gelecekte sizinle de önemli bir tartışma başlayabilir. Aziz Nicola’nın (Noel Baba) kemikleri Demre’den Bari’ye getirilmiş” diyerek, bu konuda girişimlerde bulunacaklarının sinyalini verdi.

Ertuğrul Günay, Noel Baba’nın memleketi olan Demre’ye kendisinin yıl içinde birçok kez gittiğini, pek çok turistin geldiğini belirterek, “Türkçe’mizde ‘kemikleri sızlamak’ diye bir deyiş vardır. Bu konuda henüz resmi bir talepte bulunmadık ancak bu bulunmayacağımız anlamına gelmemelidir” şeklinde konuştu.

Fransa’da Louvre Müzesi’nde bulunan II. Selim Türbesi’ne ait yaklaşık 60 adet çiniden oluşan pano, İznik çini sanatının en nadide eserlerinden biri. Panoyu Fransa’ya Osmanlı döneminde saray dişçiliği yapan ve 1895’te Ayasofya Müzesi’nde restorasyon izni alan Dorigny götürmüştü. Götürdüğü anlaşılmasın diye 2. Selim Türbesi’ndeki panonun bir benzerini Fransa’daki seramik fabrikası Choisleroi Seine’de yaptırıp getirdi.

 

Louvre Müze Müdürü Henry Loyrette 2008’de Ayasofya’yı ziyaret ettiğinde, “Kesinlikle kaçırma, çalma ve saklama söz konusu değil. Eserlerin restorasyonda çalındığına dair söylentiler var. Ancak bunlar ispatlanamaz, belgelenemez. Ayrıca bizi ilgilendiren, bizim kanuni yollarla satın almış olmamız” demişti.

Habertürk, 19.11.2011

ANTİK ÇAĞ KADINI DA SÜSE DÜŞKÜN ÇIKTI

 

 

İzmir’in Torbalı İlçesi'ndeki Metropolis antik kenti kazılarında 2 bin 200 yıl öncesine ait kadın mezarında 50′nin üzerinde koku şişesi, tokalar, aynalar, yüzükler bulundu.

 

Metropolis Kazı Heyeti Başkanı, Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, Torbalı İlçesinin Yeniköy ve Özbey köyleri arasında bir tepenin üzerinde yer alan ve “Ana Tanrıça Kenti” anlamına gelen Metropolis’teki kazı çalışmalarının 20 yıldan bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sabancı Vakfı, Metropolis Sevenler Derneği ve Torbalı Belediyesi’nin desteğiyle sürdüğünü belirtti.

 

Metropolis’teki kazı çalışmalarının o günkü yaşamla ilgili birçok detayı da gün yüzüne çıkardığını anlatan Aybek, 2009′un sonunda tiyatronun alt yamaçlarında sivil konutlarda yaptıkları çalışmada tesadüfen bir mezarlık bulduklarını söyledi.

 

Binaların inşasından önce bir mezarlık alanının bu bölgede yer aldığını ifade eden Aybek, mezardan çıkarılan kadın cesedinin İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda Sadi Çağdır tarafından incelendiğini anlattı.

 

Aybek, şu bilgileri verdi:

"İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan Dr. Sadi Çağdır’ın yaptığı araştırmaya göre 24-25 yaşında bir genç kadının cesedi bu. Mezarlıkta 50′nin üzerinde koku şişesi, saç tokaları, aynalar, küpeler, yüzükler çıktı. 25 ya şlarındaki bu kadın Metropolis’in varlıklı ailelerindendi. Mezardan çıkanlar kadının süslenme merakının yüzyıllar öncesine dayandığını gösteriyor.

 

Mezarı ilginç, çekici kılan bir diğer şey de kirmendi. Antik yaşam içinde kadınların günlük faaliyetleri içinde yer alan yün eğirmeye yarayan kirmen parçası bulduk."

 

Kirmen parçasının genç kadının ölene kadar bu işle ilgilendiğini gösterdiğini belirten Aybek, şöyle devam etti: “İskelet üzerinde yapılan araştırmalarda bu hanımefendinin dişlerinde özellikle sağ tarafın her iki alt ve üst dişlerinde aşırı aşınma tespit edildi. Bu aşınma, gerçekten bu kişinin hayatında yün eğirdiğini ve bu işle uğraştığını bize gösterdi. Kirmen’in kullanılabilmesi için ağzın bir tarafından yünün ısırılması, tutulması gergin olması gerekiyor. Diğer eliyle de yünü eğirme işini gerçekleştiriyor. Bu bize hem kadının süslenme merakını hem de dokumacıl ığın yaygın olduğunu gösteriyor.”

haber7.com, 19.11.2011

"NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ İÇİN İTALYANLARLA KAVGA EDECEĞİZ"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Paestum 14’ncü Akdeniz Arkeoloji Turizmi Fuarı için bulunduğu Paestum’da İtalyan gazetecilerin sorularını yanıtladı. Bakan Günay, Türkiye’den kaçırılan tarihi eserlerle ilgili, ’Bugün neyin geri dönmesini isterdiniz’ sorusunu, "Ayasofya’daki türbelerden birinden kaçırılan İznik çinileri Fransa’da. Derhal hatta bugün geri gelmesini isterim" dedi. Bakanlık yetkilileri, bu konuda 5 yıldır süren bir mücadele olduğunu aktardı.

Bakan Günay ayrıca İtalya ile de bir Likya yazıtıyla ilgili süren yasal bir mücadele olduğunu aktararak, "Bu özel bir koleksiyonda yer alıyor. Yasal süreç sürdüğü için detaylı bilgi vermek istemem" dedi. Özellikle Fransa, Amerika ve İngiltere’de takip ettikleri eserler olduğunu vurgulayan Ertuğrul Günay gülerek, "Yakında siz İtalyanlarla da büyük kavgalar edeceğiz" diyerek, Aziz Nicholas’ın kemiklerinin İtalya’nın Bari kentine kaçırılmasıyla ilgili yasal talepte bulunacakları sinyalini vererek, şunları ekledi: "Patara’da doğan ve Demre’de yaşamış olan Aziz Nicholas’ın (Noel Baba) kemikleri zamanında korsanlar tarafından İtalya’nın Bari kentine kaçırılmış. Bu tarihte de yazar. Şu an Demre’de kilisesi ve evi binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor ama kemikleri Bari’de. Henüz yasal olarak bir girişimde bulunmadık."

"Ben eserlerin ait oldukları yerde sergilenmesini isterim. Çünkü onların da bir canı olduğuna inanırım" diye Bakan Günay’ın, "Biz Türkiye’de kemikleri sızlar’ diye bir deyiş kullanırız. Aziz Nicholas’ın da kemikleri sızlıyor" esprisine tüm İtalyan gazeteciler güldü.

Radikal, Haber: Esma Çakır, 18.11.2011

"KAZIYI YAPAMAYANIN ELİNDEN İŞİ HEMEN ALIRIZ"


Ertuğrul Günay, Türkiye’de 46 yabancı, 120’ye yakın da kazı olduğunu bunların da 9’unda İtalyanların yer aldığını vurgulayarak, "Ben bunları bizzat takip ediyorum. Türk olsun yabancı olsun ayrım yok. Bütçeleri yetiyor mu programları en iyi şekilde yerine getiriyorlar mı ona bakarım. Yeterli görürsem devam ederler, görmezsem hemen işi ellerinden alıyoruz" diye konuştu. Türkiye’de Karkamış’ta bulunan mayınlı bir araziyi temizleyip, arkeolojik kazı alanı haline getirdiklerini söyleyen Günay, burada da İtalyanların çalıştığını vurguladı.

Radikal, Haber: Esma Çakır, 18.11.2011

ANTİK KENTTEKİ MOZAİKLER TEMİZLENDİ

 

Karabük’ün Eskipazar İlçesi'nde, Karadeniz’in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinde 2003’te bulunan mozaikleri oluşturan 1 milyonu aşkın tessera (mozaikte kullanılan cam ve mermer küplerden her biri) özel yöntemlerle tek tek temizlenerek orijinal haline getirildi.

Antik kentte, Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.

Doç.Dr. Vedat Keleş başkanlığında, 3 arkeolog, çok sayıda uzman, öğrenci ile işçilerin yer aldığı 46 kişilik ekiple, daha önce bulunan mozaiklerde oluşan tahribatı gidermeye yönelik yaklaşık 2 ay önce başlatılan çalışmalar sürdürülüyor.

MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis’teki kazılarda, Anadolu’da örneklerine hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerinin turizme kazandırılması hedefleniyor.

 

Kazı ekibinden uzman arkeolog Ersin Çelikbaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Erken Bizans döneminde ati Kilise B’de restorasyon ve konservasyon çalışmalarının bu ay sonunda tamamlanacağını söyledi.

Kilise B’nin 2003 yılında ortaya çıkarılmasına karşın hiçbir koruma önlemi alınmadığını anlatan Çelikbaş, "Kilise B yapısının zemininde yer alan eşsiz mozaiklerin bir an önce korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması gerektiği bilinciyle çalışmalara başladık. Çalışmalar tüm hızıyla devam etmektedir" dedi.

Tarihi yapının tabanında Dicle, Fırat, Geon ve Phison ırmaklarının ikonografik anlamda tasvir edildiği taban mozaikleri bulunduğunu anlatan Çelikbaş, şunları kaydetti: "Korunamadığı için bozulan mozaikler bir milyonu aşkın ’tessera’ diye adlandırdığımız küçük renkli parçalardan oluşmaktadır. Bu parçalar tek tek özel malzemelerle temizlendi. Ayrıca, tamamı mozaik olarak kaplanan kilise zemininde kadın ve erkek insan figürleri ile kuş ve hayvan figürleri de temizlenerek koruma altına alındı. Kilise B’den sonra Kilise A, villa ve hamamlardaki mozaikler de temizlenecek. Yüzyıllarca yerde durması sebebiyle üzerinde oluşan aşınma ile kirli hava, mozaiklerin renklerini büyük ölçüde yitirmesine sebep olmuş. Daha önce bu mozaiklerin açılması ve özenle kapatılmaması da bozulmayı hızlandırmıştır."

 

Mozaiklerin üzerinde aşınmanın yok edilmesi için de özel teknik kullanıldığına işaret eden Çelikbaş, "Su ve dolomitten (Kalsiyum ve magnezyumlu karbonat birleşiminde bir mineral) elde edilen bir karışım, eserlere zarar vermemek için 1 barı aşmayacak bir basınçla, mozaiğin üzerine püskürtüldü.

Böylece, yer yer diğer kimyasal ve mekanik yöntemler de kullanılarak, mozaik yüzeyindeki aşınma giderildi" dedi.

Mozaiklerin en dışta kalan bölümlerinin akışkan bir yapay reçineyle kuvvetlendirildiğini ifade eden Çelikbaş, şöyle devam etti: "Mozaiklerin eksik bölümleri, resimli yüzeyin parçalanmış bir tablo gibi görünmesine sebep oluyordu. Bu bölümlerin özgün hallerine uygun olarak yeniden yapılması tercih edilmedi. Bunun yerine, bölümlerin göze kötü gelmeyecek biçimde doldurulmasına karar verildi. Böylece, mozaiklerin özgün parçaları öne çıkarılmış oldu. Ayrıca ziyaretçilerin, resmi oluşturan farklı tasvirleri ayrı ayrı inceleyebilmesi sağlandı. Çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Bu süreçte eserlerin üstünün örtülmesiyle ilgili ihale de yapıldı. Mozaiklerin üzerlerine, kazı alanında sergilenebilmesi uygun yapı inşa edilecek. Üst yapı sistemiyle Türkiye eşsiz mozaiklere sahip olan Kilise B yapısını turizme kazanmış olacaktır."

Milliyet, 18.11.2011

DEFİNECİLERİ KAZIYA DAVET ETTİ

 

 

Çine’deki Alabanda antik kentinin Kazı Başkanı Doç.Dr. Suat Ateşlier, kentte kaçak kazılar yaparak tarihi dokuyu tahrip eden ve tamiri mümkün olmayan hasarlar oluşturan definecilere seslendi.

 

Ateşlier, “Burada kazmayı vurduğun her yerden altın fışkırmıyor. Defineciler çok yanlış bilgilere sahipler. Doğrusunu görmelerini sağlayacağı için onları kazıya davet ediyorum” dedi.

 

Doğanyurt Köyü’nde bulunan Alabanda antik kentinde define arayanların kimler olduğunu bildiğini söyleyen Ateşlier, “Kimileri bu köyde, kentin içinde oturuyor. İsimlerini tek tek tespit ettim. Bu kazı döneminde ikisinin evine jandarma ile baskın düzenledik. Kenti korumak onlarla mücadele etmek için jandarmayla baskınlar yapmak, bekçiler koymak çözüm değil. Çözüm onların bilinçlenmesi ve yaptıklarının kendilerine bir yarar sağlamadığını bilmelerinin sağlanması olacaktır” diye konuştu.

 

Define arayanların yaşam biçimlerine bakıldığında hiç rahat olmadıklarının gözlendiğini anlatan Ateşlier, “Ben çok iyi araştırdım. Kaç kişiler, gruplarında kimler var, Çine’de hangi kahvede takılıyorlar hepsini biliyorum. Hiç birinin de hayatı çok rahat değil. Sıkıntı ve zorluklar içerisinde yaşıyorlar. Buradan anlaşılıyor ki, definecilikle zengin olunmuyor. Sadece tarihi mirasa zara veriliyor” şeklinde konuştu.

 

Ateşlier, Çine Kaymakamı Celalettin Cantürk’ten bu konuda yardım istedi. Cantürk, elinden gelen desteği vereceğini kaydetti.

 

Definecilerin hayatlarının çok rahat olmadığı konusunda Doç.Dr. Suat Ateşlier’e katıldığını söyleyen Doğanyurt Köyü Muhtarı Hüsamettin Özdemir, “Bu adamlar su paralarını bile ödeyemiyorlar. Define aramaya harcadıkları emek ve zamanı daha doğru işlere harcasalar hepsi şimdiye kadar zengin olurdu” dedi.

Aydın Denge, 17.11.2011



13 - 19 Kasım 2011

CANDAROĞULLARI BİLİNENDEN DAHA UZUN YAŞAMIŞ

 
Bugüne kadar 1460 ya da 1461'e kadar devam ettiği sanılan Candaroğulları (İsfendiyaroğulları) Beyliği'nin sanılandan daha uzun ömürlü olduğu yönünde yeni bilgiler ortaya çıktı.


Konya Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Doç.Dr. Nejdet Gök, 1292-1461 yı lları arasında kurulduğu ve Kuzey Anadolu'da bölgesinde hüküm sürdüğü bilinen Candaroğulları (İsfendiyaroğulları) Beyliği'nin, en uzun ömürlü Anadolu beyliklerden biri olduğunu söyledi.


Esas olarak bir deniz beyliği olan Candaroğulları'nın gemi sanayi, madencilik, bakır işletmeciliği ve top döküm sanayi başta olmak üzere çeşitli alanlarda Osmanlı sanayisi ve devlet teşkilatının güçlenmesinde önemli katkıları olduğunu ifade eden Gök, ansiklopedi ve benzeri birçok tarihi kaynakta bu beyliğin 1460-1461 yıllarında savaş olmadan Osmanlı hakimiyetini kabul ettiği bilgisinin yer aldığını bildirdi.


Doç.Dr. Gök, Candaroğulları Kasım Bey'in bir beratı üzerinde derinlemesine yaptığı inceleme ve tahlillerde Beyliğin 1462 yılı veya daha sonrasında Osmanlı'ya bağlandığını belirlediğini vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Candaroğlu Kasım Bey'in Ankara nahiyesi civarında 3 adet vakıf köyün Yunus Çelebi'ye tekrar verildiğinin tasdikiyle ilgili bu mülkname veya beratı İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın 'Anadolu Beylikleri' adlı kitabında yer almaktadır. Ancak burada beratla ilgili diplomatik bir tahlile girilmemiş ve beyliğin ömrü ile ilgili herhangi bir hususa dikkat çekilmemiştir. 3-8 Ekim 2011 tarihleri arasında Kastamonu-Sinop-Çankırı illerinde yapılan Kuzey Anadolu`da Beylikler Dönemi Sempozyumu'da sunduğum tebliğimde özel bir berat türü olan bu mülknameye ilim aleminin dikkatini çekmeye çalıştım. Bu belgeden hareketle o dönemin kaynaklarına başvurdum. Bu araştırmalarıma göre; Candaroğlu Beyliği'nin, İsfendiyaroğlu Kasım Bey'in idaresinde ölüm tarihi olan 1464 yılına kadar devam etmiş olabileceğini farkettim. Kasım Bey'e ait elimizdeki mülkname ve vakfiyeler de bu düşüncemizi desteklemektedir. Kasım Bey o tarihe kadar halen bey unvanlarını kullanan, berat berat yazdıran ve tuğra çeken bir bey konumundadır. Osmanlı diplomatika kurallarına göre; bağımsız olmayan bir beyin tuğra çekmesi ve berat vermesi söz konusu olamaz. Ayrıca mevcut kaynaklarda, beyliğin kuzey bölümünün merkezi olan Sinop'un Fatih devrinde, 1461 tarihinde fethedildiği de şüpheli bir bilgi olarak kaydedilmektedir."

Candaroğlu Kasım Bey'e ait özel bir berat çeşidi olan "mülkname"nin Candaroğlu Beyliği'nin ömrünün bilinenlerin aksine en az 2 yıl veya daha uzun olduğunu ve Kasım Bey'in özel statüsünü ortaya koyduğunu anlatan Gök, bu sonuçların da tarihçiler ve araştırmacılar için büyük önem taşıdığını bildirdi.


Doç.Dr. Gök, Fatih Sultan Mehmet'in, Candaroğulları'nın denizcilik ve gemi sanayi, madencilik, bakır işletmeciliği ve top döküm ve sanayi gibi alanlarda Osmanlı sanayisinin güçlenmesine, ayrıca divan teşkilatı, ilm-i inşa veya diplomatika alanında Osmanlı bürokrasisine katkıda bulunabilecekleri düşüncesiyle beyliğin en azından özel bir statüde bir müddet daha devam etmesine izin vermiş olabileceği kanaatini taşıdığını dile getirerek, "Bu nedenle Kasım Bey idaresindeki Çankırı-Kalecik-Ankara-Tosya Bölümü 1464 yılına kadar devam etmiş olmalıdır. Kasım Bey bu tarihte vefat edince toprakları Anadolu Eyaletine bağlı bir sancak beyliğine dönüştürülüyor. Bu yüzden Candaroğulları Beyliği'nin tarih sahnesinden çekilişini ve Osmanlı Devleti'ne kesin olarak bağlanma tarihini bilinenin aksine, 1460 veya 1461 değil, 1464 yılı olarak kabül etmek gerekiyor" diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, Haber: Rıfat Yerlikaya, 18.11.2011

DEPREM AKDAMAR'A İLGİYİ DE AZALTTI

 

 

Van'da meydana gelen depremler sebebiyle bölgeden göçler yaşanırken, tarihi Akdamar Kilisesi'ni ziyaretlerde de büyük düşüş yaşandı.


Zamana ve depreme meydan okuyan Akdamar Kilisesi, 915-921 tarihleri arasında Vaspurakan Kralı 1. Gagik tarafından keşiş mimar Manuel'e yaptırıldı . Dört yapraklı yonca şeklinde haç planında yapılan, içten kubbe ve dıştan piramidal külahla örtülmüş olan kilisenin batı ve güneyde olmak üzere iki kapısı bulunuyor.


Daha sonraki dönemlerde kiliseye ek olarak 1. Zacharias Şapeli, jamatun, çan kulesi ve kiliseden bağımsız Aziz Stephanos Şapeli yapıldı. 1131'de manastıra çevrilen kilisenin dış cephesindeki taş kabartmalarda İncil ve Tevrat'tan alınan dini konuların yanı sıra, dünyevi konular, saray hayatı, av sahneleri, insan ve hayvan figürleri tasvir ediliyor. Kilisenin iç duvarlarında ise konularını Kitab-ı Mukaddesten alan çeşitli tasvirlerin işlendiği duvar resimleri bulunuyor.


Akdamar adasına giden AA ekibi, Van'daki depremler sonrasında tarihi kilisenin son durumunu gözlemledi. Adada tam bir sessizlik hakimken, tarihi yapıda önemli bir hasarın olmadığı görülüyor.


Adadaki kafenin işletmeciliğini yapan Ercan Teran, deprem sırasında adada bulunduğunu belirterek, o anda adadaki ziyaretçilerin de paniklediğini söyledi. Sarsıntıyı çok şiddetli hissettiklerini anlatan Teran, bu sırada kilise içinde bulunan güvenlik görevlilerinin yüksek sesli uğultu duyduklarını anlattıkların ı belirtti.

İlkbahar ve yaz aylarında günde ortalama 200-250 kişinin kiliseyi ziyaret ettiğine işaret eden Teran, sonbaharda ise ilk depremin meydana geldiği 23 Ekim'e kadar günde ortalama 15-20 ziyaretçinin geldiğini, ancak depremin sonrasında ziyaretçi gelmediğini söyledi.


Gevaş Akdamar Adası Gül Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifi Baş kanı Recep Avcı da, depremden önce işlerinin yoğun olduğunu, depremden sonra ise aniden kesildiğini belirtti. Avcı, 20 gündür adaya yaptıkları sefer sayısını n 10'un altında olduğunu ve gelenlerin de kilisenin durumunu inceleyen kişiler olduğunu ifade etti.


Deprem sırasında teknede oturduklarını kaydeden Avcı, çok sallandıklarını anlattı.

Van Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil Karabayram ise Akdamar Kilisesi'nin, konumu itibariyle güçlü sütunları ve çehresel duvarları olan bir yapı olduğuna işaret ederek, bu yapının 2005-2006 yıllarında restorasyon geçirdiğini belirtti.


Restorasyon çalışmalarında, yapıda hiçbir problem olmadığını n tespit edildiğini anımsatan Bayramoğlu, "Ancak bilindiği üzere bu yapılar uzun yıllardır kendi yükleri ile kendi yapı kuvvetleri ile kendilerini taşıdığı iç in çok az da olsa küçük düzeyde, kılcal, yüzeysel bir kaç çatlak tespit edilmiştir. Bunların da asla ve asla yapıya zarar vereceği düşünülmemektedir. Şu anda kilisemiz, o eski güzel görünüşünü hala korumaktadır" dedi.


Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü olarak, ayrıca bölgedeki bütün tarihi eserlerin raporlandırmalarının yapılarak ilgili birimler ve bakanlığa iletileceğini kaydeden Karabayram, "Van geçmişi güçlü olduğu gibi tarihsel yapıları da güçlü bir ildir" diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, Haber: Hüseyin Gazi Kaykı, 17.11.2011

2 BİN 100 YILLIK KANALİZASYON SİSTEMİ HALA ÇALIŞIYOR

 

Sahip olduğu tarihi ve turistik mekanlar nedeniyle açık hava müzesini andıran Mersin’in Tarsus İlçesindeki Antik Roma Yolu, halen çalışabilen 2 bin 100 yıllık kanalizasyon sistemiyle ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

 

Belediye ekiplerinin 1993′de yaptığı çalışma sırasında ortaya çıkartılan Antik Roma Yolu’nun turizme kazandırılması için başlatılan çalışmalar sürüyor.

 

Tarsus Belediyesi tesislerinde geçtiğimiz aylarda yapılan “Antik Roma Yolu Çalıştayı”nda çevre düzenlemesi yapılması kararı alınırken, birinci derece arkeolojik sit alanında olması nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığının sorumluluğundaki bölgenin, ancak bir protokolle Tarsus Belediyesine devredileceği bildirildi.

 

Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, gerek tarihi ve turistik evleri, gerek St. Paul Kilisesi ve Kuyusu, gerekse halk arasında “yedi uyurlar” olarak bilinen Eshab-ı Kehf mağarası ve Türkiye’deki tek peygamber kabri olan Danyal Peygamberin mezarının bulunduğu Tarsus’un farklı medeniyetlerin çok önemli bir kesişme noktasında bulunduğunu söyledi.

 

Sahip olduğu değerler ile bir açık hava müzesini andıran Tarsus’un gelecek yıl içinde faaliyete geçecek Tarsus Kazanlı Sahil Bandı Projesi ile önemli bir turizm kenti haline geleceğini ifade eden Kocamaz, kendilerinin de bu kapsamda şimdiden alt yapı çalışmalarına başladıklarını kaydetti.

 

Kente gelecek yerli ve yabancı turistleri en iyi şekilde ağırlamak için ellerinden geleni yaptıklarını ifade eden Kocamaz, bu kapsamda Tarihi Roma Yolu gibi irili ufaklı birçok tarihi mekanı turizme kazandırmak için kolları sıvadıklarını ifade etti.

 

Kocamaz, ayrıca imkanlar elverdiğince tarihi ve turistik mekanlarda görevlendirdikleri kişilerin yerli ve yabancı turistlere bilgi verdiğini sözlerine ekledi.

 

Antik Roma Yolu’nu ziyaret edenlere rehberlik yapan Belediye Turizm Danışma Bürosu görevlisi Nadir Durgun, çok katlı otopark ve alışveriş merkezi yapılmak üzere 18 yıl önce başlatılan temel kazısı çalışmalarında antik kentin ortaya çıkarıldığını söyledi.

 

Yapının yaklaşık 2 bin 100 yıllık olduğuna işaret eden Durgun, şunları kaydetti:

“Yapının üzeri balık sırtı şeklinde yapılmış, yanlarında yağmur kanalları var. Üzerlerindeki kaplama taşları bazalt ve volkanik taşlardan oluşuyor. Ceyhan ve Osmaniye’den getirildiği tahmin ediliyor.

Yolun altındaki kanalizasyon sistemi yaklaşık 1.70 metre yükseklikte ve 70 santimetre genişliğinde. Kanalizasyonun uzunluğunu ise bilemiyoruz. Bir insanın altında rahatlıkla yürüyebileceği şekilde dizayn edilen yapı şu an bile yağmur suyu drenajını yapmakta.

 

Burada sadece Roma Dönemi değil, daha önce Helenistlik dönemden kalıntılar da var. Selçuklu, Bizans ve Osmanlı dönemi bir yerleşim de mevcut. Ülkemizde şu anda bile birçok yerde kanalizasyon sistemi yokken, Romalılar’ın milattan önce 1. yüzyılda yani 2 bin 100 yıl öncesinde bunu düşünüp, kanalizasyon sistemini inşa etmeleri, bugün bile buraya gelen ziyaretçilerin oldukça ilgisini çekiyor.”

 

Durgun, Antik Roma Yolu ile altındaki kanalizasyon sistemini bu yılın 10 aylık döneminde 21 bin yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini sözlerine ekledi.

haberler.com, 17.11.2011

İŞTE EVRİMİN KAYIP HALKASI

 

 

Güney Afrika'da bir mağarada keşfedilen ve "Karabo" (Yanıt) olarak adlandırılan iki milyon yıllık 13 yaşındaki bir çocuğa ait iskelet bilim dünyasını şaşkınlığa uğratmıştı.


2008 yılında keşfedilen "Karabo"nun ellerinin insan eline benzerliği şok etkisi yaratırken, bu canlı insanla maymun arasında evrim sürecindeki kayıp halka olarak kabul ediliyor. Şimdi de John Gurche iki milyon yıl boyunca korunmuş iskeletten yola çıkarak Karabo'nun neye benzediğini ortaya çıkardı. 

Witwatersrand Üniversitesi'nde evrimsel biyoloji profesörü Lee Berger, Karabo'nun elinin daha önce bir benzerinin görülmediğini söylüyor ve ekliyor: 

"Elinizin üzerine koyduğunuzda, bu el kemiklerinin bir şempanzeye ait olmadığı su götürmez. Bu el kesinlikle alet yapabilecek kapasitede. İnsanlarla ortak özellikleri daha önceki tüm keşiflerden fazla yine de çok ilkel ve bu çok heyecan verici." 

Karabo'ya ait ilk kemik parçası Profesör Berger'in dokuz yaşındaki oğlu tarafından, kazı alanına yakın bir noktada keşfedilmişti. İskeletten yola çıkılarak çizilen portre ve iskeletin yanında bulunan 30'lu yaşlarındaki bir kadına, muhtemelen Karabo'nun annesine ait kemik kalıntıları Londra'daki Doğal Tarih Müzesi'nde sergileniyor.

Radikal, 17.11.2011

105 SİKKE ELE GEÇİRİLDİ

 

Denizli'de düzenlenen operasyonda Roma ve Bizans dönemlerine ait 105 adet bronz sikke ele geçirilirken, olayla ilgili 1 kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, Karahayıt beldesinde izinsiz kazı sonucu çıkarılan tarihi eserlerin satılacağı bilgisi üzerine harekete geçen Denizli İl Jandarma Komutanlığı, yaptığı çalışmalar sonucu E.H.V. (40) isimli şahsın tarihi eserleri satmak istediğini tespit etti. Yakalanan şahsın üzerinde yapılan aramada, Roma ve Bizans dönemlerine ait 105 adet bronz sikke ele geçirilirken, olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Denizli Kent Haber, 17.11.2011

RUM KIZ LİSESİ'NE 41 YIL SONRA İADE-İ STATÜ

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün önceki gün gerçekleştirilen Meclis toplantısında tarihi karar alındı. Vakıf olarak hizmet verme hakkı iptal edilen cemaatlere "vakıf tüzel kişilik statüleri"ni geri kazandırmak için çalışma başlatıldı. İlk statü iadesi 41 yıl önce vakıf olma özelliği elinden alınan Beyoğlu Merkez Rum Kız Lisesi için gerçekleştirilirken, sırada Musevi ve Ermeni cemaatlerine ait vakıflar bulunuyor. Kararı SABAH'a değerlendiren Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, azınlık cemaatlerinin tapuya kayıtlı tüzel kişilik olarak tanımlanan mallarının bulunduğunu ve bunların ya dernek ya da vakıf olarak tescillenmesi gerektiğini belirtti. Söz konusu malların Lozan Anlaşması'yla tanınan cemaatlerin adına kayıtlı olduğunu belirten Ertem, "Mal sahiplerinin statülerinin vakıf olması daha uygun. Üstelik 1970 öncesinde vakıf olarak tescil edilmiş. Fakat belli bir müddet sonra 'siz vakıf değilsiniz' denilmiş. Şimdi bu hukuk garabetini ortadan kaldırıyoruz" dedi. Ertem'in verdiği bilgilere göre, Rum cemaatine ait lise, bundan sonra vakıfların sahip olduğu tüm hakları yeniden edinebilecek. Kendi malları üzerinde hak sahibi olabilecek, Rum cemaatine yönelik faaliyetleri yürütebilecek ve hayır işlerinde bulunabilecek. Rum Merkez Kız Lisesi ile aynı şartları taşıyan iki tüzel kişilik olduğunu belirten Ertem, bunların Musevi ve Ermeni cemaatlerine ait olduğunu kaydetti. Ertem, önümüzdeki dönemde söz konusu iki cemaate ait kuruluşlara da vakıf statülerinin kazandırılması için inceleme yapılacağını aktardı.

Rum Kız Lisesi, vakıf olma özelliğini kaybedince 1970 sonrasında da eğitim faaliyetlerini özel okul olarak 1999'a kadar sürdürdü. Ancak bu tarihten sonra öğrencisi kalmadığı için kapandı. Lise, Rum cemaatine mensup öğrencilere hizmet verse de, ne mal üzerinde hak sahibiydi ne de vakıflar kapsamına giren faaliyette bulunabiliyordu. Lise, statüsünü kaybettiğinden bu yana hukuk mücadelesi veriyordu. Lise'nin vakıf statüsünü kazanmasıyla birlikte Türkiye'de bulunan ve Lozan Antlaşması ile kabul edilen 162 azınlık vakfının sayısı 163'e yükseldi.

Sabah, Haber: Burcu Çalık, 17.11.2011

'KARPUZ DİLİMLERİ' 2.2 MİLYON DOLARA GİTTİ

 

Latin Amerikalı sanatçı Rufino Tamayo'nun 'Karpuz Dilimleri' adlı resmi 2.2 milyon dolara satıldı.

 

New York Modern Sanat Müzesi (MOMA) tarafından satılan resmin, sanatçı Tamayo için kişisel bir hikayesi var. Tamayo, küçük bir çocukken, Mexico City'de karpuz satan teyzesine yardım etmiş. 1991 yılında, 91 yaşında ölen Tamayo, 20. yüzyıl Meksika sanatının en önemli sanatçıları arasında görülüyor.

Akşam, 17.11.2011

CANLANDIRMA TEKNİĞİ MÜZEYE İLGİYİ ARTTIRDI

 

Eskişehir’de 10 yıl önce onarım çalışmaları nedeniyle ziyarete ve bilimsel çalışmalara kapatılıp Eti Şirketler Grubu’nun sponsorluğunda yeniden inşa edilerek 28 Mayısta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ziyarete açılan Eti Arkeoloji Müzesi, canlandırma teknikleri sayesinde ilgi görüyor.

 

Müzeyi ziyaret edenler, Frig savaş arabası simülatörüyle at üzerinde Frig Vadisi turu yapabiliyor, dokunmatik ekranlarda sikke, mühür ve yüzük gibi küçük tarihi objelerin 3 boyutlu görüntülerini izleyebiliyor.

 

Müze Müdürü Dursun Çağlar, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Eti Şirketler Grubu tarafından yaptırılan müzenin 28 Mayısta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle hizmete açıldığını hatırlattı.

 

Müze hizmete açıldıktan sonra yoğun ziyaretçi trafiği olduğunu belirten Çağlar, “Müzenin daha önceki ziyaretçi sayılarıyla kıyasladığımızda çok büyük fark var. Açıldıktan itibaren 15 bini aşkın ziyaretçi müzeyi gezdi. Daha önceki haliyle kıyaslarsak eski müzenin birkaç yıllık ziyaretçi sayısını 5,5 ayda yakaladık. Müzenin ziyaretçi sayısı 5,5 ayda önceki yıllara göre 4 kat arttı” dedi.

 

Çağlar, müze proje aşamasındayken yaşayan, hareketli ve canlı bir müze istediklerini belirterek, şöyle konuştu:

“MÖ insanın mağaradan çıkarak yerleşik hayata geçtiği dönemden günümüze bağlantı kurmak istedik. Bu bağlantıyla o çağdan bu Çağa teknolojiyi kullanarak sanal görüntülemelerle eskiyi canlandırmayı amaçladık. O yüzden sanal canlandırmalarla halkı buraya çekmeyi başardık. İlk aşamada hedefimizde başarılı olduk. Ziyaretçiler sanal canlandırmalarımızı çok beğendi. Ziyaretçiler anı defterine müzenin Türkiye’deki alışılagelmiş müzelerden farklı olduğunu hatta Avrupa’daki müzelerin birçoğundan üstün olduğunu yazıyor. Bunlar bizi şımartmıyor. Daha ileri aşamalara gideceğiz. Birkaç sanal canlandırmamız daha var. Onları da kısa zamanda aktif hale getireceğiz.”

 

Eskişehir turistik güzergahta olmamasına rağmen müzeye yoğun ilgi olduğunu ifade eden Çağlar, turistik turlarla Eskişehir’e gelen tüm kafilelerin müzeyi ziyaret ettiğini bildirdi.

 

Bazı müze müdürleri ve arkeologların da müzeye hayran kaldığını ifade eden Çağlar, şunları kaydetti:

“Ziyaretçilerin çoğu, sanal canlandırmaları görmek için geldiklerini belirtiyor. Canlandırma tekniği ilk defa bu kadar yoğun olarak bu müzede kullanıldı. Bazı müzelerde çok az canlandırma var. Buradaki bazı canlandırmaların Türkiye’de örneği yok. Türk halkının teknolojiye sempatisi var. Eserleri ve sanal canlandırmaları görünce müzeye bir kez daha gelmek istiyorlar. Canlandırma tekniği Türk halkının müzeye ilgisini artırdı. Kendi meslektaşlarım da bu müzeyi çok beğeniyor. Genel müdürlüğümüzün birçok müze müdürüne ‘Gidin o müzeyi görün siz de öyle çalışmalar yapın’ demesi bize onur veriyor.”

 

Çağlar, Eti Arkeoloji Müzesi’nde Neolitik, Kalkolitik, Tunç, Hitit, Frig, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait mermer heykel ve heykelcikler, mimari parçalar, steller, pişmiş toprak günlük kullanım kapları, idoller, cam kaplar ve boncuklar, metal kap ve silahlar, takılar ve sikkeler sergilendiğini belirterek, şöyle konuştu:

“Müzede 7 canlandırma tekniğimiz var, ek düzenlemelerle bu sayı 9′a çıkacak. Bilgi vermek için sanal kitabımız var. Sayfalar çevrildiğinde eserlerle ilgili bilgiler hareketli olarak görülebiliyor. Frig savaş arabasıyla Demirçağ Köyü gezilebiliyor. Yakın zamanda bunu Frig Vadisi’ne uyarlayacağız. Tarih meraklıları dokunmatik ekranlarda sikke, mühür ve yüzük gibi küçük tarihi objelerin üç boyutlu görüntüsünü izleme imkanı buluyor. Höyüklerde canlandırmalar yapılarak vitrinlerdeki eserler de o dönemin odalarında görülebiliyor.”

haberler.com, 16.11.2011

"KANUNİ İÇKİ İÇMEZ, PADİŞAH EŞLERİ TAÇ TAKMAZDI"

 

Osmanlı dönemini anlatan dizlilerde Kanuni Sultan Süleyman'ın alkollü içecek kullanırken gösterilmesinin, tarihi şahsiyete hakaret oduğu ve gerçeklerle bağdaşmadığı belirtildi.

 

Araştırmacı-yazar Talha Uğurluel, Kanuni'nin 40 farklı baharattan hazırlanan Demir Hindi şerbeti içtiğini, padişah eşlerinin ise dizilerde gösterildiği gibi taç takmadığını söyledi.

 

Son yıllarda tartışma konusu haline gelen ve birçok kesim tarafından eleştirilen Osmanlı dönemi dizilerinde resmedilen padişahların yaşantısının tarihi gerçeklerden uzak olduğu belirtildi. Akdeniz Üniversitesi Bilinçli Gençler Topluluğu'nun düzenlediği konferansta konuşan araştırmacı-yazar Talha Uğurluel, 'Bilimeyen Yönleriyle Kanuni Sultan Süleyman' adlı bir sunum yaptı. Atatürk Konferans Salonu'ndaki konferansa üniversitede okuyan öğrenciler yoğun ilgi gösterdi.

 

Uğurluel, Kanuni dönemine ait minyatürlerin birebir kopyalarını ve padişahın gittiği yerlerin fotoğraflarını kullanarak yaptığı sunumda, son dönem Osmanlı dizilerini de eleştirdi. Kanuni Sultan Süleyman'ın gut hastası olduğunu ifade eden Uğurluel, tartışma konusu haline gelen olaylarla ilgili şunları söyledi: "Osmanlı padişahları kesinlikle alkollü içki içmezlerdi. Kanuni de bu şekilde içki içmezdi. Padişahın o dönemde içtiği tek içecek Demir Hindi'dir."

 

Osmanlı'daki çok eşliliğin gerekçesinin ise çok sayıda erkek çocuk sahibi olma isteği olduğunu ifade eden Uğurluel, on yıllık çalışması sonucu elde ettiği bilgiler ışığında; dizilerde gösterildiği gibi taç takan padişah eşlerine rastlamadığını anlattı. Uğurluel, padişah eşlerinin hotoz kullandığını dile getirdi.

 

Osmanlı dönemine ait dizi metni yazan senaristleri eleştiren Uğurluel, bu insanların senaryolarını yazarken kafalarını kaldırıp Topkapı Sarayı'na bakmadığını savundu.

Zaman, Haber: Özkan Mayda, 16.11.2011

"MADDİ PROBLEMİMİZ YOK, BABAMIN VASİYETİ"

 

Eski Dışişleri Bakanı merhum İsmail Cem'in koleksiyonundaki Osman Hamdi'nin en önemli 5 eseri arasında gösterilen 'Huzur' adlı tablonun satılacağı yönündeki haberlerinin ardından gözler, aileye çevrildi.

 

AKŞAM'a konuşan İsmail Cem'in oğlu Kerim Cem, 'Allah'a şükür maddiyat problemimiz yok. Bunlar evde tutulacak parçalar değil. Satışa çıkarılma kararı ailenin bu yöndeki düşüncesiyle aldığı bir karar' dedi. Kızı İpek Cem ise bu eserin müzede sergilenmesinin babasının sözlü vasiyeti olduğunu söyledi. Söz konusu tablo, Antik A.Ş.'nin 27 Kasım günü Swissotel'deki müzayedesinde  yeni sahibini bulacak. Eser, 9 milyon dolar muhammen bedelle satışa sunulacak.

Akşam, Haber: Nebahat Koç, 16.11.2011

ZEUGMA'NIN KORUYUCUSU: SAVAŞ VE BARIŞI TEMSİL EDEN MARS

 

Zeugma antik kentinin koruyucusu, savaş ve barışı bir arada temsil eden bronz Mars heykeli, Zeugma Mozaik Müzesi’nin en ilgi çeken eserlerinden biri.

 

Aa muhabirinin derlediği bilgiye göre, Zeugma antik kentinde 2000 yılında yapılan kazı çalışmaları sırasında bulunan Roma dönemine ait yaklaşık 1,50 boyundaki bronz Mars heykeli, bereketi ve gücü simgeliyor.

 

Bir elinde mızrak ve diğer elinde bahar dalı bulunması nedeniyle hem savaşı hem de barışı temsil eden Mars heykeli, 2000 yılında sabaha kadar süren bir çalışma sonucunda ortaya çıkarıldı.

 

Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rifat Ergeç, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Mars heykeli bulunduğunda kazı çalışmalarında koordinatör olarak görev yaptığını söyledi.

 

O dönemde, Zeugma antik kentindeki ikiz villaların yeni yeni ortaya çıkarıldığını ifade eden Ergeç, Mars heykelinin bulunuşunu şöyle anlattı:

“Bir gün akşam üzeri ikiz villaların salonlarının daha dış kısmında bir yer kazılıyor. Toprakta yeşilimsi bir renk belirdi. Toprağın rengi bronz bir şey çıkacağını gösteriyordu. Vakit de akşam üzeri. Arkadaşlara, ‘ya bugün bırakın kazıya yarın devam edin ve üzerini kapatın, ya da devam edecekseniz sonuna kadar devam edin’ dedim. Ekipteki arkadaşların sabaha kadar yaptığı çalışma sonucunda Mars heykeli ortaya çıkarıldı. Heykel yatar durumda sırt üstü ikinci katta duruyor ancak ikinci kat çöktüğü için mutfak bölümüne düşüyor.”

 

Ergeç, Roma’nın bölgeyi işgalinin ardından Mars’ın farklı bir şekilde tasvir edildiğini, Mars heykelinin bir elinde mızrak ve bir elinde bahar dalı tuttuğunu, başında miğferi bulunduğunu, ancak kılıcı ve kalkanının olmadığını ifade etti.

 

Zeugma antik kentindeki kurtarma kazılarında bulunan Mars heykeli, kazı sırasında bulunan en değerli eserlerden biri. Heykel, pitosların arasında sırt üstü yatar pozisyonda bulunmuştu. Üzerine düşen ağır cisimler nedeniyle sol kolu omuzdan ayrılmıştı.

 

Sağ göğsünde yoğun yanık ve ezikler bulunan heykelin eli ise parçalara ayrılmıştı. Basınç nedeniyle sırtının ortasından kalçasına kadar çatlak oluşmuştu. Kazı sonrası Gaziantep Arkeoloji Müzesi’ne getirilen heykelin restorasyonuna, 2001 yılı Mart ayında Packard Humanities Institute finansmanı ile İtalyan Dr. Roberto Nardi başkanlığında Centro di Conservazione Archeologica’nın maden restoratörleri tarafından başlandı. Çalışmalar, 2002 yılı Aralık ayında tamamlandı.

 

Restorasyon sırasında eseri koruyacak yöntemler uygulandı. Sergileme sırasında ayakta durabilmesi içine esere krom çelik taşıyıcı yerleştirildi.

 

Zeugma Müzesi’nde her yerden görülebilecek şekilde yerleştirilen Mars heykelinin, bu şekilde Zeugma antik kentinin koruyucusu olduğu da tasfir edilmeye çalışılıyor.

 

-Mars-

Savaşçı genç bir erkeğin betimleyen Mars heykelinin özellikle bakışları dikkati çekiyor. Miğferli heykelin ortadan ayrılan kıvırcık bukleler halindeki kabarık gür saçları alın ve yüzünü çevreleyerek ensesine yapışıyor. Göz bebeği Gümüş ve altından yapılan Mars heykelinin yüzünde öfke ve kızgınlık hakim.

haberler.com, 16.11.2011

TOPRAKTAN BİR ŞEHİR ÇIKTI

 

İzmir’in Torbalı İlçesi sınırlarındaki 5 bin yıllık Metropolis antik kentinde bu sezon, Roma dönemine ait hamam, Zeus, şans tanrıçası Tyhke’nin heykelleri ve gladyatör betimli kandiller bulundu.

 

Metropolis Kazı Heyeti Başkanı, Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Yeniköy ve Özbek köyleri arasındaki tepede bulunan Metropolis antik kentindeki kazıların Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sabancı Vakfı, Metropolis Sevenler Derneği ve Torbalı Belediyesi’nin desteğiyle 20 yıldır sürdürüldüğünü anlattı.

 

Metropolis’in, kentlerin sınırlarının henüz belirlenmediği geometrik döneme kadar uzanan bir kültür tabakasına sahip olduğunu, Hellenistik süreçte bölgedeki tiyatronun, çeşitli binaların inşa edildiğini, kentin “küçük bir sanat kenti” niteliği taşıdığını belirten Aybek, şöyle devam etti:

 

“Metropolis, günümüzden 5 bin yıl önce İlk Tunç Çağı’nda kurulmuştur. Kentin akropolisinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları sırasında burada İlk Tunç Çağı ve Orta Tunç Çağı’na ait bazı seramik parçaları ile taş baltalar ve Hitit Dönemi ile çağdaş bir mühür bulundu.”

 

Efes antik kentinin çok yakınında olan Metropolis’teki bütün binalarda, yapılarda ayrı bir inceliğe rastladıklarını, mermer ve heykellerin dikkatle ele alınarak işlendiğini kaydeden Aybek, “Metropolisi küçük şirin bir Hellenistik kent olarak görüyoruz” dedi.

 

Kazı çalışmalarında Metropolis’in koruyucusunun Ares olarak sikkelere işlendiğini tespit ettiklerini, Efes antik kentinde koruyucu tanrının ise Artemis olduğunu anlatan Aybek, “Bu durum Batı Anadolu’da görmediğimiz bir şey. Bu durum Metropolis’e gizem katıyor” diye konuştu.

 

Bu sezon 4 ay süren kazı çalışmalarını dolu dolu geçirdiklerini, önceki yıllarda bulunan Roma Hamamı ve palaestra (güreş alanı) alanındaki çalışmaları sürdürdüklerini kaydeden Aybek, bu yılki çalışmaları şöyle anlattı:

“Bu yıl kazılarda Metropolis’in küçük şirin yapısını biraz da tekzip eder şekilde anıtsal bir yapıyla karşılaştık. 100 metreye 100 metreye kurulu alanda bu yapı, arkasında Roma hamamı ve hemen önünde kare planlı spor sahasını içermekteydi. Buranın çevresindeki mozaiklerde çalışmalarımız devam etti. Yaklaşık 40 metre uzunluğunda, 6 metre genişliğindeki bu mozaik galerilerle kare planlı yapıyı çevreliyor.”

 

Çalışmanın son günlerinde Metropolis’in bir hamamını daha tespit ettiklerini anlatan Aybek, şöyle devam etti:

“Bulduğumuz yeni hamam mozaiklerin üzerine inşa edilmiş bir yapı. Yeterli vakit olmadığı için bunu tamamlayamadık. Bu hamam diğer hamama göre daha küçük. Önümüzdeki yıl bu alanı daha fazla gün yüzüne çıkaracağız.

 

Ayrıca hamamın ateşlik mekanları, hamamın zemin altı ısıtma sistemleri, hamam duvarlarında kullanılmış oluklu tuğlalar, mermer kaplı salon, hamam kazılarında baştanrı Zeus, şans tanrıçası Tyhke heykeli ve gladyatör betimli kandiller, pişmiş toprak figürler ve cam yüzük, pişmiş toprak matara bulduk.

 

Hamamın MS 2. yüzyılda Roma İmparatoru Antininus Pius zamanında inşa edilmiş olduğunu tespit ettik.”

Hürriyet, 15.11.2011

HANİ SADECE BOYANMIŞTI

 

 

Mahsun Kırmızıgül’ün dizisi için yakıldığı iddia edilen tarihi ev için yapımcı Murat Tokat, “Yakmadık, boyayıp yanık görüntüsü verdik” demişti. Dizi ekibinin öylece bırakıp gittiği evin boyanmadığı, yakıldığı ortaya çıktı.

Mahsun Kırmızıgül’ün hikayesini yazdığı dizinin geçtiğimiz haftalarda Kapadokya’da yapılan çekimlerinde tarihi bir binada çekilen yangın sahnesinin binaya zarar verdiği iddia edilmişti. Bunun üzerine açıklama yapan dizinin yapımcısı Murat Tokat ise “Yangın, sanat yönetmenlerinin kurgusu ve özel efekt destekleriyle gerçekleştirilmiştir. Özel boyalar ile yangın görüntüsü verilmiştir. Ev hiçbir şekilde yanmamış ve zarar görmemiştir ve evin tarihi dokusuna hiçbir zarar verilmemiştir” diye konuşmuştu. Çekimlerin ardından evin silinerek tekrar eski haline döneceğini belirten yapımcı Tokat “Bu taş ev yine ilk hali gibi mal sahibine en kısa zamanda teslim edilecektir” demişti. Evin önceki gün çekilen fotoğrafında aradan geçen zamana karşın herhangi bir işlem yapılmadığı görüldü. Kapadokya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan bir heyetin de inceleme başlattığı evle ilgili olarak yapım şirketinin ev sahibine zarar karşılığı 5 bin TL verdiği öğrenildi.

Vatan, 15.11.2011

MERSİN'DE TARİHİ BİNA ALEV ALEV YANDI

 

Mersin'de restore edilerek koruma altına alınan tarihi bina, alev alev yandı.

 

Alevler, itfaiye ekipleri tarafından kontrol altına alınarak söndürülürken, bina kullanılamaz hale geldi. Olay, Camiişerif Mahallesi Uray Caddesi üzerinde bulunan ve bir süre önce restore edildikten sonra koruma altına alınan tarihi binada akşam saatlerinde meydana geldi. Kısa sürede büyüyen alevler, kısa sürede binayı sardı. Yangına Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı çok sayıda itfaiye ekibi müdahale etti. Alevler nedeniyle çevrede korku dolu anlar yaşanırken, güvenlik önlemi alan polis ekipleri, yolları araç trafiğine kapattı. Merdivenli itfaiye araçlarının müdahale ettiği alevler kontrol altına alındıktan sonra söndürüldü. Restore edilen tarihi bina yangında kullanılamaz hale gelirken, yangının çıkış nedeni henüz belirlenemedi. Görgü tanıklarının ifadesine göre binada bir süredir madde bağımlılarının bulunduğu iddia edildi.

Radikal, 15.11.2011

AFYON TARİHİNİN SERGİLENECEĞİ MÜZE 2 YILDA TAMAMLANACAK

 

Afyonkarahisar Belediyesi, içerisinde arkeolojik ve etnografik eserlerin sergileneceği müze projesi hazırladı.

 

Kentin tarihine ışık tutacak ve turizme hizmet edecek müze, 24 milyon liraya mal olacak. 'Afyonkarahisar Müze Kompleksi Alt Yapı ve Çevre Düzenlemesi' projesi 2 yıl içinde tamamlanacak. müze ihalesini alan firmanın yetkilisini kabul eden Afyonkarahisar Belediye Başkanı Burhanettin Çoban, hafriyat çalışmalarına gelecek hafta başlanacağını söyledi. Çoban, arkeolojik ve etnografik eserler yönünden oldukça zengin olan Afyonkarahisar Müzesi'nin artık tüm eserlerini teşhir edebileceği bir mekana kavuşacağını belirtti.

 

Kentin turizmine katkı sunmak için özellikle turizm tesislerinin yoğun olduğu bölgede kurulacak olan müzenin projelendirilirken son teknolojiye göre tasarlandığını ifade eden Çoban, bir seçim vaadini daha yerine getirmenin gururunu yaşadığını dile getirdi. Yüklenici firma görevlisi Ahmet Yorulmaz da yer teslimi 22 Ağustos tarihinde gerçekleştirilen projeyi sözleşmede yer alan 550 iş gününden daha kısa sürede bitirmeyi hedeflediklerini dile getirdi. Yorulmaz, "Afyonkarahisar Müze Kompleksi Alt Yapı ve Çevre Düzenlemesi' işi 2 yıldan daha kısa bir sürede tamamlanacak. Önümüzdeki hafta hafriyat çalışmalarına başlamayı planlıyoruz. Hafriyat çalışmalarının ardından gerekli zemin iyileştirmelerini yaparak temel atma törenini gerçekleştireceğiz." dedi.

Zaman, 15.11.2011

ALAÇATI'NIN TARİHİ DEĞİRMENLERİNDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

İzmir'in Çeşme İlçesi'nin Alaçatı beldesi belediye başkanı Muhittin Dalgıç, beldenin simgesi olarak gördükleri yaklaşık 120 yıllık tarihi taş değirmenlerde restorasyon çalışmalarına başladıklarını söyledi.


Dalgıç, gazetecilere yaptığı açıklamada, değirmenlerin en son 1986'da restore edildiğini belirtti.
    
Alaçatı'nın simgesi olan 4 taş değirmenin restorasyon çalışmalarına başladıklarını kaydeden Dalgıç, ''Aslına sadık kalarak bu çalışmalar gerçekleştirilecek. Ayrıca çevre düzenlemesi ile kültür sanat çalışmalarının yapılabileceği bir alan yaratacağız. Burada seramik ve resim çalışmaları yapan insanların faydalanabileceği binalar olacak'' diye konuştu.
    
Çalışmanın finansmanını İzmir İl Özel İdaresi ile Alaçatı Belediyesinin yapacağını belirten Dalgıç, ''4 değirmen ve çevre düzenlemesinin maliyeti 831 bin 171 lira. İhale sonucunda bu çalışmaları Umar Mimar Şirketi yürütecek. Alaçatı'nın kültürel mirası olarak gördüğüm bu yapıları tekrar çalışır durumda görebilmek bizleri mutlu edecektir. Restorasyon çalışmaları yaklaşık 3 ay sonra tamamlanacak. Alaçatı'nın simgesi olarak gördüğümüz tarihi değirmenlerimize sahip çıkmak hepimizin görevi'' dedi.

Yapı, 15.11.2011

ONARILIP KONUK EVİ OLACAK

 

 

Malatya Valiliği tarafından restore edilecek olan Arapgir İlçesindeki 90 yıllık Kaşkaloğlu Konağı, Devlet Konuk Evi olarak kullanılacak. 
 
Malatya Valiliği'nden yapılan açıklamada, "Malatya Valiliği, birçok farklı uygarlığın merkezi ve binlerce yıllık kültürel mirasın sahibi olan ilimizin tarihi ve kültürel dokusunun korunmasına özel önem vermektedir. Bu bağlamda tarihi değer taşıyan mekanların özgün yapısını değiştirmeden yeniden düzenlemek suretiyle mekan-insan münasebetini güçlendirme çalışmalarını sürdürmektedir. Bu dikkate değer çalışmalardan birisi de Arapgir ilçe merkezinde bulunan Kaşkaloğlu Konağı'nın yeniden düzenlenmesi ve tasarımlanmasıdır" denildi. 
 
Arapgir ilçe merkezinde bulunan konağa adını veren konağın sahibi olan Rasim Kaşkaloğlu'nun Arapgir eşrafından olup, ticaretle uğraştığı ve 1946-1949 yılları arasında Arapgir Belediye Başkanlığı yaptığı ve 1975 yılında vefat ettiği aktarılan açıklamada, "Kaşkaloğlu Konağı üç tarafı bahçe ile çevrili 7 dönümlük bir parsel üzerinde bulunmaktadır. Konak bodrum katıyla birlikte üç katlı bir bina olup, 1920'li yıllarda yapıldığı bilinmekte ve 20. yüzyıl taş mimarisini yansıtması bakımından önem taşımaktadır"
bilgisine yer verildi. 
 
Kültürel özellikleri nedeniyle korunması gerektiği bildirilen Kaşkaloğlu Konağı'nın Vali Ulvi Saran'ın girişimleriyle satın alınarak restorasyon için projelendirildiği belirtilen açıklamada şu bilgiler aktarıldı: 
 
"Projenin tamamlanmasıyla birlikte restorasyon çalışmalarına başlanılmıştır. Restorasyon işlemlerinin tamamlanmasından sonra Devlet Konuk Evi olarak hizmet vermesi planlanan konağın hizmete girmesiyle hem Arapgir ilçemize gelen misafirlerin daha nezih, ferah ve tarihi bir mekanda konaklamaları sağlanmış olacak hem de tarihi bir yapı gelecek nesillere aktarılmış olacaktır." 

Malatya Haber, 14.11.2011

 

Bolu Mimarlar Odası Başkanı Hüseyin Özsoy Kent Meydanı Projesi kapsamında yıkılmak istenen Belediye Sanat Merkezinin tarihi bir yapı olduğunu söyledi. Özsoy” Belediye sanat merkezinin binası tescilli bir yapıdır. Bir tarihi yapının yerinde kalması kadar güzel bir şey olamaz. Bolu mimarlar odası başkanı olarak böylesine tarihi bir değeri olan binanın yıkılmasını istemem mümkün olamaz ama binanın yıkılması yönünde proje hazırlayan arkadaşımızın projesinin de artılarının ve eksilerinin değerlendirilmesi gerektiği kanısındayım. Sonuçta yıkımın onayını biz değil, Kültür ve Tabiat varlıklarını koruma yüksek kurulu veriyor” şeklinde konuştu.

 

Bolu mimarlar odası başkanı Hüseyin Özsoy son günlerin en önemli gündem maddelerinden biri olan Belediye sanat merkezi binasının yıkılması konusunda önemli açıklamalar yaptı. Bir tarihi yapının yerinde durması kadar güzel bir şey’in olamayacağını savunan Özsoy; “Yerine benzeri bir yapı da yapılsa orijinali gibisi olamaz. Bolu Mimarlar odası başkanı olarak böylesine tarihi bir yapının yıkılmasını savunmam söz konusu bile edilemez.” Dedi. Kent meydanı projesi kapsamında 3 projenin tanıtımının Bolu kamuoyuna yapıldığını söyleyen Bolu Mimarlar Odası Başkanı Hüseyin Özsoy;”Bizde mimarlar odası olarak konu hakkındaki düşüncelerimizi o günlerde ortaya koymuştuk. Daha sonra Bolu belediyesi, Bolulu mimarlardan kent meydanı ile ilgili projeler istedi.7 arkadaşımızda projesini Bolu belediyesine fikirsel bazda sundu. Biz mimarlar odası olarak projelerin akıbeti noktasında Bolu belediyesinden herhangi bir cevap alamadık. Daha sonra Uğur Tunçok arkadaşımızın projesinin uygulamaya konulacağını öğrendik. Kendisine Bolulu olması ve meslektaşımız olması nedeniyle destek verdik. Kendisinin belediye’ye sunduğu projesinde belediye sanat merkezi binasının yıkılması ve benzeri bir yapının başka bir yere yapılması da yer alıyor. Benim mimarlar odası başkanı olarak tarihi bir yapının yıkılmasını savunmam söz konusu olamaz ama bu projenin Bolu’ya neler getireceğinin ya da götüreceğinin hesabının da iyi yapılması gerekir.” Şeklinde konuştu.

 

Anıtlar Yüksek Kurulu'nun Bolu’ya yaptığı ziyarette kendisinin mimarlar odası başkanı olarak eşlik ettiğini söyleyen Özsoy;” Bolu mimarlar odası başkanı olarak onlara eşlik etmemden daha doğal bir şey olamaz. Ben burada karar mercii değilim. Kararı Ankara veriyor. Ben bir oda başkanı olarak görevimi yerine getirerek 1927 yılında yapılan tarihi bina hakkında kurul üyelerine bilgi verdim. Bolu Mimarlar odası bir fikir yeridir. Uygulama yeri değildir” dedi.

 

20 Kasımda yapılacak olan mimarlar odası seçimlerine de değinen Hüseyin Özsoy; “Ben 4 dönemdir başkanlık yapıyorum. Yani sekiz yıldır Bolu mimarlar odası başkanlığı görevini yürütüyorum. Hüseyin Özsoy olmazsa olmaz bir isim değildir. Önemli olan Bolu’nun kazanması ve kente bir şeylerin verilmesidir. Ben mesleğimde belli bir yere gelmiş biriyim. Oda başkanlığı yüzünden işimde rahat hareket ettiğimi söyleyemem. Şu an için yeniden aday olup olmayacağımla ilgili bir şey söylemek istemiyorum bu işten ekmek yiyen insanlar olarak Bolu’ya ne verebiliriz ona bakmamız gerekir.20 Kasım’daki seçimler özellikle bu açıdan büyük önem taşıyor” şeklinde konuştu.

Bolu Olay, 14.11.2011

DURDURULAN ARABADAN
103 SİKKE ÇIKTI

 

Salihli İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, durumundan şüphelendikleri bir araçta yaptıkları aramada 103 adet sikke ve tarihi eser ele geçirdi.

Salihli'nin Şüheda Caddesi üzerinde durumundan şüphelenilen bir araç durdurularak arama yapıldı.

B.H.Ç.(49)'ye ait araçta 97 adet sikke ve tarihi eser ele geçirildi.

Ayrıca, şahsın evinde arama yapan ekipler 6 adet sikke ve tarihi eser ele geçirdi.

Emniyette sorgusunun ardından adliyeye sevk edilen B.H.Ç. çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı.

Türkiye Gazetesi, Haber: Emre Saçlı, 14.11.2011



TARİHİ YARIMADA'DA BİNALAR HIZLA BUTİK OTELE DÖNÜŞÜYOR

 

 

İstanbul'un en çok turist çeken gözde bölgesi olan Tarihi Yarımada, hızla artan butik otellerle dikkat çekmeye başladı. Mimar Seda Ünal, Tarihi Yarımada'da yer alan eski yapıların, 5 yıl içerisinde büyük ölçüde butik otele çevrileceğini belirterek, ''Sonra sıra, turist için eğlence yerlerine ve denize en yakın nokta olan Karaköy'e gelecek'' dedi. Sayısı hızla artan butik otellere ilişkin açıklamalarda bulunan Ünal, İstanbul'un geçen seneyle birlikte bu yıl da turizmde bir patlama yaşadığını söyledi. İstanbul'un, daha çok kültür turizmine hizmet eden bir şehir olduğunu ifade eden Ünal, kongre, alışveriş ve sağlık turizminin de son yıllarda ön plana çıkmaya başladığını anlattı.
    
Kongre turizmine gelen ziyaretçilerin otel masraflarının kurumlar tarafından karşılandığına değinen Ünal, bu sebeple konaklamaya herhangi bir ücret ödemeyen kongre turizmi ziyaretçilerinin, şehir içinde en çok para harcayan turistler olduğunu söyledi. Alışveriş turizminin birkaç yıldır hem ilgili bakanlıklar hem de yerel yönetimler tarafından desteklendiğini ifade eden Ünal, sağlık turizminin henüz zayıf olduğunu, fakat çevre ülkelere göre çok yüksek olan hizmet kalitesinin talepleri her geçen gün artırdığını kaydetti. Avrupalı turistlerin daha çok nisan-mayıs ve eylül-ekim ayları arasında İstanbul'a geldiğini belirten Ünal, Arap turistlerin de Türkiye'yi daha çok yaz aylarında tercih ettiğini anlattı.
 
Ünal, turist sayısı ve turizmden elde edilen gelirin artışıyla birlikte, Sultanahmet Camisi, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı ve Süleymaniye Camisi gibi tarihi eserlerin yer aldığı Tarihi Yarımada'da otel yapımının giderek arttığını söyledi. Tarihi Yarımada'da boş arazi olmadığı için yeni otel yapımının çok zor olduğunu vurgulayan Ünal, restore edilen eski yapıların küçük olması nedeniyle butik olarak, otele döndürüldüğünü ifade etti.
Ünal, imardan dolayı, parsellerin ve yapı metrekarelerinin küçük olduğu Tarihi Yarımada'da, ilerleyen yıllarda imar düzenlemeleri yapılması halinde parsellerin birleştirilebileceğini ve bu sayede büyük otellerin yapılabileceğini kaydetti.
    
Günümüz koşullarında, bölgede yeni bir otel yapmaktansa, eski yapıları değerlendirmenin daha kolay olduğunu ifade eden Ünal, ''Bu, artık teknolojik olarak da çok kolay. Mimarlarımız ve mekanik firmaları çok tecrübeli. Otel yapımında en çok para harcanan ısıtma ve soğutma sistemleridir. Artık bu da farklı sistemlerle daha ekonomik şekilde çözülebiliyor. Eskisi gibi çok kanallı sistemler kullanılmıyor'' dedi.

Laleli ve Beyazıt civarının hem turizm hem de ticari olarak çok aktif bir bölge olduğuna dikkati çeken Ünal, ''Eski yapılar değerlendiriliyor. Alışveriş merkezleri tarzında çalışan iş hanları otele çevriliyor. Turizm sayısındaki artış, yatırımcıları eski yapıları değerlendirmeye itti. Bence ileriyi gören akıllı yatırımcılar ellerindeki gayrimenkulleri değerlendirmeli'' diye konuştu. Bölgedeki otellerin arka sokaklara kadar taştığını belirten Ünal, ''Bence Tarihi Yarımada'daki tüm eski yapılar 5 yıl içerisinde butik otele çevrilecek. Sonra sıra, turist için eğlence yerlerine ve denize en cazip nokta olan Karaköy'e gelecek. Birçok yatırımcının Karaköy'de eski yapıları aldığını ve otel için projelendirdiğini biliyoruz'' dedi.
    
Karaköy'ün turizm açısından çok önemli bir nokta olduğunu vurgulayan Ünal, ''Karaköy, hem turistik merkezlere, hem Tarihi Yarımada'ya, hem eğlence mekanlarına hem de Boğaz hattına çok yakın. Özellikle Bankalar Caddesi'nde mimari özellik sergileyen çok değerli yapılar var. Zaten otel yapımına ilk oradan başlanır. Büyük otel gruplarının bu yönde girişimi var'' şeklinde konuştu.  
Yapı, 14.11.2011

HIRİSTİYAN DÜNYASI DENİZLİ'YE AKACAK


 

İstanbul Fener Rum Patriği 1. Bartholomeos, Denizli'de bu yıl ortaya çıkarılan St. Philippus'un mezarını ziyaret ederek ayin düzenledi.


Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olan St. Philippus'un mezarının Hıristiyan alemi için çok önemli olduğunu kaydeden Fener Rum Patriği 1. Bartholomeos, "İsa Mesih ve havarilerinin izinden yürüyenlerin bu kutsal mekanı ziyaret etme hususunda içtenlikli bir arzu beslediklerini biliyoruz" dedi.


Hierapolis antik kentindeki mezarın bulunmasının kendilerini sevindirdiğini kaydeden Bartholomeos'un Hıristiyanlara davet niteliğindeki konuşması, Denizli'nin inanç turizminde önemli bir gelişme yaşayacağı yönünde değerlendirildi.

Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olan ve 2 bin yıl önce Romalılar tarafından öldürülen St. Philippus'un mezarındaki ayine Fener Rum Patriği Bartholomeos'un yanı sıra, Yunanistan'ın İzmir Başkonsolosu Thodoris Tsakiris ve Konsolos Dimitnas Marinis ile 45 kişilik bir grup katıldı.
Şehitlik Tepesi'ndeki mezarın yaklaşık 40 metre ilerisinde bulunan St. Philippus Kilisesi'nde düzenlenen ayini Fener Rum Patriği Bartholomeos yönetti. Ayin, St. Philippus'un öldürüldüğüne inanılan gün olan ve Aziz Philippus Bayramı olarak kabul edilen 14 Kasım'da özellikle gerçekleştirildi.


Fener Rum Patriği Bartholomeos'un St. Philippus'un öldürüldüğü bölgede düzenlenen ayine ilk kez katıldığı ifade edilirken, ayin için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan özel izin alındığı kaydedildi.
St. Philippus Kilisesi'nde son olarak 2000 yılında bir ayin düzenlendiği, 11 yıldır bölgede resmi bir ayin yapılmadığı belirtildi.

Bartholomeos, ayin sonrasında St. Philippus'un mezarını ortaya çıkaran İtalyan Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D'Andria tarafından bilgilendirildi.


Fener Rum Patriği Bartholomeos, yılda 2 ay kazı çalışması yapan İtalyan Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D'Andria'ya "Sizi burada daha sık görmek istiyorlar, kazıları sürekli yapmanızı istiyorlar" diyerek, tarihi değerlerin bir an önce gün yüzüne çıkarılması gerektiğinin mesajını verdi.
Bartholomeos, St. Philippus'u dualarla anmak için bir araya geldiklerini belirterek, ayrıca ayinde Van depreminde hayatını kaybedenler ve yakınları için dua ettiklerini, Tanrı'dan böyle acılar göstermemesi için şefaat dilediklerini kaydetti. Aziz Philippus'un Tanrı'nın birliğini anlatmak için yollara düştüğünü ve Denizli'de Allah'ın kelamını vaaz ederken putpereslerce öldürüldüğünü anlatan Bartholomeos, "Mezarının bulunduğu haberi bizleri sevindirmiştir. Onun mezarı başında, kilise takviminde kutlandığı günde ayin yapabilmek bizlerin kalplerine huzur vermiştir. Bu nedenle izinleriyle ayinimizi mümkün kılan Denizli Valisi Abdülkadir Demir'e, hükümetimize ve özellikle Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay'a teşekkürlerimizi sunuyoruz"" dedi.
Bartholomeos, İncil'de adı geçen Laodikya Kilisesi'ni de gezdi.

Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olan St. Philippus'un mezarını ziyaret eden ve burada düzenlenen ayini yönetin Fener Rum Patriği 1. Bartholomeos daha sonra Pamukkale'de travertenlerin bulunduğu alanı gezdi. Pamukkale suyunun ana kaynağındaki antik havuzda incelemeler yapan Bartholomeos, buradaki kutsal sudan içti. Kent halkının çok misafirperver olduğuna işaret eden Fener Rum Patriği, Denizli horozunun ne kadar güzel sesli olduğunu duyduklarını da ifade etti.

Denizli Valisi Abdülkadir Demir, kendisini makamında ziyaret eden İstanbul Rum Patriği 1. Bartholomeos'a el yapımı cam ürünü olan Çeşm-i Bülbül hediye etti. Vali Abdülkadir Demir, Denizli'nin antik çağdan bugüne birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını söyledi.

Pamukkale'nin dünya miras listesinde olduğunu hatırlatan Vali Demir, bölgedeki termal kaynakların önemine dikkat çekerek, inanç turizminin de bölge için çok önemli olduğunu kaydetti. İstanbul Rum Patriği 1. Bartholomeos da 2000 yılından bu yana Türkiye'de inanç turizmine ayrı bir önem verildiğini, bu çerçevede kendilerinin de ellerinden geleni yaptıklarını söyledi. Bugün düzenlenen dini içerikli etkinlikle, dünya barışı ve Van depremzedeleri başta olmak üzere dualarını yaptıklarını söyleyen İstanbul Rum Pa
triği 1. Bartholomeos, Denizli'den iyi hatıralarla ayrılacaklarını ifade etti.
Yeni Asır, Haber: Yalçın Bağbozan - Ufuk Soyhan, 14.11.2011

II. ABDÜLHAMİD'İN DÖRT MİRASÇISINDAN DAVA

 

Davacılar, Osmanlı sultanlarının mirasının millete intikalini düzenleyen kanuna karşı AİHM kararlarını örnek gösterip 'Kısıtlama şerhi olmayan veraset belgesi' talep etti.

 

İstanbul Sulh Hukuk Mahkemesi'ne Nazire Ulya Draz, Ali Harun Cenani, Ali Hamit Ossa ve Hatice Münime Ergene adına Avukat Bülent Görür başvurdu. Görür, dava dilekçesinde, davacıların Sultan Abdülhamit'in torunu Rabia Eyüp'ün halası olan Hatice Münime'nin kızları Emine Mediha ile Fatma Sabiha'nın çocukları oldukları ifade edildi. 1924'te çıkartılan kanuna göre Osmanlı padişahlarının Türkiye sınırlarındaki tapuya kayıtlı gayrimenkullerinin millete intikal ettiği belirtilen dilekçede, "Miras, miras bırakanın ölümü ile açılır. Bu nedenle miras hak ve sorunlarını miras bırakanın ölümü anında yürürlükte bulunan kurallar düzenleyecektir" denildi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 1 No'lu ek protokolün birinci maddesinin mülkiyet hakkına saygı zorunluluğu negatif ve pozitif her iki yükümlülüğü kapsadığı savunulan dilekçede, bu hükmün asıl hedefinin bireyi devlet tarafından kendi mal ve mülküne yapılacak olan haksız müdahaleler karşısında koruması olduğu ifade edildi. Dilekçede ayrıca AİHM'de görülen farklı ülkelerdeki benzer 13 davanın kararı da örnek gösterildi. Daha önce de II. Abdülhamit'in 11 mirasçısı üzerinde herhangi bir kısıtlama şerhi bulunmayan veraset ilamı talebiyle dava açmıştı.

Sabah, Haber: Orhan Yurtsever, 14.11.2011

446 YILLIK CAMİNİN HAZİRESİ ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ

 

 

Şeyh Mahallesi'ndeki Saatli Kule'nin yanında bulunan, 1565 yılında İslm limi Şeyh Bedrettin tarafından yaptırılan caminin avlusunda, Şeyh Bedrettin ile 19. yüzyılın kadı ve müftülerin mezarlarının bulunduğu hazire, bakımsızlıktan adeta yok oluyor.

 

Söz konusu alanda birçok mezar taşının söküldüğü, çöp, enkaz ve ot yığınlarının mezarlar arasına gelişigüzel atıldığı, bazı mezarların ise var olduğunu belirleyen hiçbir ibarenin kalmayışı sebebiyle yok olmaya yüz tuttuğu gözleniyor. Bu duruma tepki gösteren vatandaşlar, "Şehrin tam ortasındaki mezarlığın durumu içler acısı. Bunu hiçbir yetkili görmüyor mu? Bir an önce bu mezarlığın bakımının yapılıp yenilenmesi gerekiyor. Atalarına saygısı olmayanın, kendi ailesine de saygısı olmaz. Burasının, insanlığı utandıracak durumdan kurtarılarak en kısa zamanda ziyarete açılması gerekir." diyor.

 

Muğla Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Namık Açıkgöz, Şeyh Camisi'nin ilin en eski ikinci camisi olduğunu belirterek, "Tarih boyunca sadece ibadethane olarak kullanılmamış, bir irfan kaynağı da olmuştur. Mesela Muğla'nın yetiştirdiği ünlü Mevlevi şeyhi ve edebi şahsiyeti, ilk tahsilini bu camide görmüştür. Tarih boyunca nice insana irfan meclislerinin ışığını ulaştırmış olan Şeyh Camisi'nin etrafındaki mezarlarda da ilin kültürü için önemli insanlar medfundur. Mezar taşlarında, sanat ve edebiyat tarihi için önemli metinler bulunmaktadır. Böyle bir kabristanın, çok iyi bakıma ve korunmaya ihtiyacı vardır." şeklinde konuşuyor.

 

Caminin ön tarafında bulunan mezarların içler acısı durumda olduğunu aktaran Prof.Dr. Açıkgöz, "Mezar taşları yıkılmış, kabristanı otlar kaplamış. Bu yetmemiş gibi özellikle ön taraftaki kabristana içki şişeleri, meşrubat kutuları, pet şişeler atılmış. Muhtelif zamanlarda ilgililere bu konu hatırlatıldığı halde ne yazık ki gerekli ihtimam gösterilmemekte ve mezarlık adeta bir çöplük görünümüne bürünmektedir. Yol tarafındaki duvarı yıkılıp mezar taşları düzenlenirse, hem ortaya bir güzellik çıkacaktır hem de gelip geçenler orada mezarların bulunduğunu görüp çöp atmayacaktır." diyor.

ŞEYH CAMİSİ
Ulemadan Şeyh Bedrettin tarafından 1565 yılında yaptırılan Şeyh Camisi, ilk olarak Menteşe Mütesellimi (Tanzimat öncesi vergi toplayan devlet memuru) Tavaslı Osman Ağa'nın eşi Ümmü Gülsüm Hatun tarafından 1831 yılında tamir ettirildi. Osman Ağa ayrıca camiye geniş vakıflar kurdurdu. İkinci onarım ise Şerif Efendi ile Ragıp Efendi tarafından 1896 yılında yaptırıldı. Bu tarihten sonra uzun yıllar hizmet veren cami, 20 Haziran 2007'de restore edilerek yeni bir görünüm kazandı.

Sabah, 14.11.2011

YAPI KREDİ KORAY'A NARMANLI ŞOKU

 

 

1880'li yılların sonunda Rus Elçilik binası olarak inşa edilen Beyoğlu'ndaki tarihi Narmanlı Han paylaşılamıyor. Yapı Kredi Koray'ın 2001'de Narmanlı ailesinden yüzde 25 hissesini almasının ardından 10 yıldan bu yana restorasyon projesine başlayamaması üzerine mülkün varisleri şirkete dava açtı. Han'ın 27 varisi açtıkları davayı geçtiğimiz hafta kazanarak Yapı Kredi Koray'dan Han'ın hisselerini geri aldılar. Yapı Kredi Koray'ın tarihi Han'ı restore etmek için hazırladığı restorasyon projesi 2002'de Anıtlar Kurulu'ndan onay almasına rağmen sivil toplum kuruluşlarının itirazı üzerine yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle başlayamamıştı. Şirket o tarihten bu yana projeyi gerçekleştiremeyince Narmanlı Han'ın 27 varisi 'gayrimenkul hissesi karşılığında inşaat yapımı ve satış vaadi sözleşmesinin feshi' için açtıkları davayı kazandı. Yapı Kredi Koray'dan Kamu Aydınlatma Platformu'na yapılan açıklamada ise "Avukatlarımız temyiz işlemi için gerekli hukuki işlemlere başlamış olup, konuyla ilgili gelişmeler kamuoyuna duyurulacaktır" denildi.

Sabah, Haber: Dilek Taş, 14.11.2011

2400 YILLIK SFENKS CADDESİ ZİYARETE AÇILDI

 

Dünyanın en büyük açıkhava müzelerinden Mısır’ın Luksor Vadisi’nde beş yıldır sürdürülen restorasyon çalışmaları tamamlanıyor.

 

11 milyon dolarlık proje kapsamında, antik Thebes’in en yeni bulgulardan biri olan Sfenkler Vadisi geçen ay ziyarete açıldı. MÖ 380-362 yılları arasında inşa edilen 2.7 kilometrelik caddenin iki yanında dev sfenksler bulunuyor. Kazılarda ortaya çıkarılan 1350 parçalanmış sfenksten 650’si arkeologlar tarafından bir araya getirilerek yerlerine yerleştirildi. Karnak ile Luksor tapınaklarını birbirine bağlayan Sfenkler Caddesi, Kral Birinci Nectanebo’dan itibaren en önemli dini törenlerde kullanılıyordu. Örneğin Opet Festivali’nin en önemli ritüeli, dev Tanrı Amun heykelinin bu caddeden geçirilip bir tapınaktan diğerine taşınmasıydı. Caddenin inşasından 300 yıl sonra, Kraliçe Kleopatra, Sezar’dan sonraki sevgilisi, çocuklarının babası Mark Anthony ile Nil Nehri’nde geziye çıktığında bu caddede yürümüş, restorasyon talimatı vermişti. Bu çalışmadan sonra Kleopatra’nın adı hiyeroglifle caddeye kazınmıştı.

Hürriyet Seyahat, 14.11.2011

ALAY KÖŞKÜ ARTIK MÜZE KÜTÜPHANE

 

 

Türkiye'nin dördüncü müze kütüphanesi, Topkapı Sarayı surları üzerinde yer alan Alay Köşkü'nde açıldı. Padişahların resm-i geçit alaylarını seyrettikleri köşkü mekan tutan Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi, 7 binden fazla kitaba sahip bir kütüphane olmasının yanı sıra 'Edebiyatçılar Kahvesi' ile edebi sohbetlere de imkan tanıyacak.

 

Padişahların, geçit yapan alayları, mesleklerini sergileyerek geçen esnafı, silaha, zırha gark olmuş bölük bölük askerleri seyrettikleri mekan Alay Köşkü. Gülhane'de Topkapı Sarayı'nın dış suru üzerinden yuvarlak zarif bünyesiyle caddeye uzanıyor. Geçmişte sarayın şehre açılan bir nevi gözü makamındaki köşk, artık edebiyata hizmet edecek. Alay Köşkü, önceki gün düzenlenen bir törenle Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi olarak hizmete açıldı.

 

Ahmet Hamdi Tanpınar Müze Kütüphanesi, Ankara'daki Mehmet Akif Ersoy, Diyarbakır'daki Ahmet Arif ve Adana'daki Karacaoğlan Müze kütüphanelerinden sonra açılan 4. müze kütüphane. Kütüphanede, edebiyatın çeşitli alanlarına ilişkin Türkiye'de yayımlanan belli başlı eserlerin tümü bir arada yer alıyor. 7 binden fazla kitap, 100'den fazla süreli edebiyat ve estetik konulu derginin yer aldığı müze kütüphanede, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, Nedim, Orhan Pamuk ve Nazım Hikmet'in büstleri ile özgeçmişlerini anlatan köşeler bulunuyor.

 

Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi, işleyiş ve çalışma açısından bir uzmanlık kütüphanesi olarak il halk kütüphanesine bağlı çalışacak. Kütüphane, yazar, yayınevi, çevirmen, yayıncı, telif ajansı gibi akla gelebilecek edebiyatla ilgili bütün kurum ve kuruluşların her türlü etkinliğine açık olacak. İki katlı binanın üst katı kütüphane ve müze olarak hizmet verirken, giriş katı "Edebiyatçılar kahvesi'' olarak kullanılacak. Müzede Tanpınar ailesi tarafından getirilen bazı objelerin yanı sıra Atilla İlhan'dan Ayşe Kulin'e kadar birçok yazarın kalemlerinden oluşan koleksiyonlar sergileniyor.

 

Müze kütüphanenin açılışını Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay yaptı. Kütüphanenin aynı anda bir kıraathane olduğunu anlatan Günay, "Burası hem buluşma hem de çalışma noktası olacak. Çünkü burası oturup insanların kitap okuyacağı şekilde dizayn edildi." dedi ve ekledi: "İstanbul'da bir edebiyat müze kütüphanesinin okuryazar çevresine, yayın dünyasına yakın bir alanda ve tarihi doku içinde olmasını arzu etmiştik. Bu müzeyi hayata geçirdik. İstiyoruz ki bu müze kütüphanede, bir araştırmacı İstanbul ile ilgili çeşitli dillerden ne ararsa bulabilsin. Belki müze kütüphanesi sözünün altına, bir de 'kıraathanesi' dememiz gerekiyor. Çünkü İstanbul'daki okur yazarlarımız, şairlerimiz, edebiyatçılarımız için çalışma, buluşma mekanı olsun istiyoruz. Buna dönük de bazı düzenlemelerimiz var."

 

Çelik Gülersoy Kitaplığı'nı da buraya taşıma düşüncesinde olduklarını ifade eden Günay, "İstiyorum ki bu müze, İstanbul ile ilgili edebiyat araştırmalarının merkezi haline gelsin. Gülhane Parkı, insanların seyir için dolaştığı bir mekan değil, aynı zamanda şairini, yazarını rahatlıkla bulabildiği gerçek bir mekan olabilsin." dedi. Ahmet Hamdi Tanpınar Müze Kütüphanesi'nden sonra bakanlığın gündeminde Erzurum'da açılacak müze kütüphane var.

Zaman, Haber: Sümeyra Kırca, 14.11.2011

KAZANÇ TABLOSU KATLANARAK BÜYÜYOR

 

Çağdaş sanatın kalbinin attığı Contemporary İstanbul için geri sayım başladı. Türkiye’de sanat piyasasının hacmi iki yılda ikiye katlandı. Önceki yıl toplam 150 milyon dolarlık sanat eseri el değiştirirken, bu yıl hacim 300 milyon doları buldu.

 

Kasım ayı uzun bir süredir çağdaş sanat fuarı Contemporary İstanbul ile özdeşleşmiş durumda. Fuar bu yıl, 24 - 27 Kasım tarihleri arasında Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ve yanındaki İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek.


6. Contemporary İstanbul’a katılacak olan 90 çağdaş sanat galerisinin 42’si yabancı. Sayı, İstanbul’un sanatsal açıdan çekim merkezi haline geldiğini gösteriyor. Contemporary İstanbul’a, çağdaş Türk sanatının gelişimine katkıda bulunmayı, global koleksiyonerlere tanıtmayı, Türkiye’deki çağdaş sanatçıların ve bu sanatçılarla çalışan galerilerin dünyadaki sanat iletişim ağlarıyla bağlantı kurmalarını sağlamayı hedefliyor.


Fuarı ziyaret edenler, hem Türkiye’de hem de dünyada çağdaş sanat ortamındaki son trendleri takip etme şansını yakalıyor. Contemporary İstanbul’a bu yıl 22 ayrı ülkeden sanat galerileri katılacak. Uluslararası çağdaş sanat camiası tarafından da yakından takip edilen Contemporary İstanbul’da birçok önemli çağdaş sanat eseri ilk defa görülebilecek. Türkiye’den ve dünyadan 526 sanatçıya ait 3 bin çağdaş sanat eserinin görülebileceği fuarı binden fazla uluslararası koleksiyonerin ziyaret etmesi bekleniyor. Contemporary İstanbul’un Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli sorularımı yanıtladı.

* Türkiye’deki sanat piyasasının hacmi nedir?
İki yıl önce 150 milyon dolar seviyesindeydi. Her geçen yıl koleksiyoner sayısı artıyor. Müzayedelere katılan yeni isimler, galeriler geliyor. Bunun içine yurtdışından gelen koleksiyonerleri de katmak lazım. Türk çağdaş sanatının dünyada bilinirliği artıyor. Tahminim sanat piyasasının büyüklüğünün son iki yılda 300 milyon dolara yaklaştığı yönünde.
En önemli oyuncular sanat galerileri ama hem müzayede evlerinin hem de düzenlenen müzayede sayısının artması da piyasayı büyütüyor. Ayrıca yurtdışına çıkan galeri ve sanatçıların da sayısı artıyor. Bunlarında yurtdışına yaptıkları satışlar var. Müzelerin yaptığı alımlar var sonra. İstanbul Modern başta olmak üzere, Türk çağdaş sanatından ciddi alımlar yapıyorlar. British Museum, Murat Morova’nın bir eserini satın aldı mesela. Çok önemli bir olaydır bu. Bütün bunlar rakamı büyütüyor.

* Koleksiyoner sayımız kaçtır acaba?
Siz gelmeden, fuara davet etmek için Türkiye’deki bine yakın sanat koleksiyonerine yazdığım özel mektupları imzalıyordum. Bakıyorum da bazı ailelerde 5-6 kişiye mektup yazmışım. İlk halkada bin kişi var. İkinci ve üçüncü halka da biner kişi. Ki bunlar genç kuşaklar, yeni ilgi duymaya başlayanlar... Bütün bunları koyduğunuzda 3 bin kişiden bahsediyoruz.

* Koleksiyoneri nasıl tanımlarsınız?
Ayda iki-üç, senede 30-40 resim alan insanlara koleksiyoner demek mümkün.

* Birkaç çok değerli özel koleksiyon söyleyebilir misiniz bana?
Türkiye’den de sanatçıların içinde yer aldığı Deutsche Bank koleksiyonunda yer almak çok kıymetli bir olaydır. Amerika’da çok büyük koleksiyonlar var. Bir Paul Getty var mesela. Bizde Turkcell koleksiyonu önemlidir mesela.

* Deutsche Bank’ın koleksiyonunun parasal değeri nedir?
Orda böyle 15 tane Picasso, 20 tane Matisse, paha biçilmez eserler var yani.

* Bunların arasına girmiş Türk sanatçılar var mı?
Var. Deutsche Bank 2006’da ana sponsorumuzdu. Deutsche Bank’ın seçicisi geldi. İnci Eviner satın aldı gitti. Bildiğim kadarıyla birkaç Türk ressam daha koleksiyonlarına girdi. Son zamanlarda çağdaş sanatçılardan Yaşam Şaşmazer’in bazı heykelleri önemli koleksiyonlara girmiştir. Bedri Baykam’ın önemli işleri var dünyada çeşitli koleksiyonlarda. Taner Ceylan, Hüseyin Çağlayan çok önemli koleksiyonlara girdiler. Çok örnek var yani.

* Peki, dünyada özel koleksiyonlar içinde en değerlisi hangisidir acaba?
Ölçmek zor ama sanırım bir numara yine Deutsche Bank’tır. Üç yıl önce yanılmıyorsam 5 milyar euro gibi bir değeri vardı.

* Sanat piyasasında Rusların ciddi bir alıcı kitlesi olarak ortaya çıktıkları söyleniyor. Bir zamanlar lüks markalar alırlardı, markanın da görünmesinden hoşlanırlardı. Sanatta nasıl alıyorlar acaba?
Roman Abramovich’in kurduğu, eşinin yönettiği bir sanat vakfı var. İsmi Garaj. Eski bir Moskova garajını belediye kendisine verdi, onlar da böyle bir merkeze döndürdüler. Garaj’ın direktörüne “Rusya’da koleksiyonerler nasıl alım yaparlar?” diye sordum. Orada bir koleksiyoner ayda ortalama 40 - 50, yılda 500 resim alırmış.

 

Verdiği bilgiye göre alım şekli ilginç! Rus sanat yatırımcısı bir sanatçının atölyesine girip, içeride kaç tane, ne var, ne yoksa... İşte 30 resim var, 8 tanesi bitmemiş. Hepsini alıyormuş, ‘Bitmemişleri de bir an önce tamamlayın’ diyormuş. Yeni Rus zengini böyle alım yapıyor. Bunlar olacak, her ülkede oldu. Ama onların çocukları daha bilinçli alım yapacak.

* Yurtdışı için başka ne tür çalışmalarınız var?
Geçen hafta Güney Kore’deydim. Önümüzdeki yıl orada Türk çağdaş sanatının tanıtılması amaçlı önemli bir sergi yapacağız. Buradan 20 sanatçıyı götürmek istiyoruz. Bunun planlaması için Kore’de çeşitli mekanları gezdim. Çok iyi bir mekan buldum.


Haziran başı gibi bir sergi yapacağız. Güney Kore’deki koleksiyonerlerle ilgili bilgi almaya çalışıyorum. Nasıl alım yapıyorlar? Hangi değerde satın alma yapıyorlar? Nasıl resim seviyorlar? Aldığım bilgilere göre Güney Koreli koleksiyoner artık Kore çağdaş sanatına doymuş, yabancı sanata yönelmek istiyor.


Dünyadaki çağdaş sanata yatırım yapan sermaye daha çok Amerika, Avrupa, Uzak Doğu’da toplanmıştır. Avrupa ekonomisi sıkıntılı, biliyoruz. Amerika sermayesi eh işte. Güney Kore’yi durup dururken seçmedik. Yeni alıcı kitle Güney Kore’den gelecek. 

* Contemporary’nin tüm altyapı çalışmalarını eşiniz Rabia Güreli yürütüyor? Zor mu eşle çalışmak?
Çok zor. Ama zorlaştıran daha çok ikinci halkada yer alan ilişkiler. Sıkıntısı olan bana söylemek yerine eşime söylüyor, bana iletmesi için! Çetrefilli diyaloglar gelişiyor normalde olmayan. Fuarcılık eşimin profesyonel işi biliyorsunuz, İkon Fuarcılık’ın başında Rabia. Rabia çok detaycıdır. Fuarcılık da detay işidir, onun detaycılığı sayesinde bu kadar zor bir organizasyonun üstesinden 6 yıldır sıfır hatayla geliyoruz.

* Bu yıl ön izlemeye her isteyen giremeyecekmiş...Davetiyesiz kimseyi almayacakmışsınız. Davetiyesiz çok mu gelen oluyor da böyle karar aldınız?
Hem de çok!  Hiçbir şekilde ön izlemeye davet etmediğimiz, davetiye göndermediğimiz magazin figürleri geliyor. Gereksiz bir kalabalık oluyor, basın da haliyle onları izliyor. Hedef şaşıyor, ilgilisi eserler hakkında bilgilenemiyor. Galeriler de, biz de rahatsısız bu durumdan. Bunu engellemek istiyoruz. 23 Kasım günü saat 16.00 - 19.00 arasında 3 saat süreyle fuar ön izleme için sadece davetlilere ve koleksiyonlara özel olarak açılacak. Sonrasında zaten bütün kamuoyuna açılıyor. Kokteyl, açılış partisi başlıyor.

* Özel bölümde hangi ülkeler olacak bu yıl?
2009’da Contemporary İstanbul sırasında bölge ülkelerini mercek altına aldığımız ‘Yeni Ufuklar’ adı altında bir bölüm başlattık. Geçtiğimiz yıl İran’dan çağdaş sanata yer verdiğimiz bölümde bu yıl konuğumuz Körfez ülkeleri (Bahreyn, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan, Abu Dabi, Dubai) olarak belirledik. Bu ülkelerden altı sanat galerisi var bu yıl fuarda.

* Türkiye’deki koleksiyonerlerin en sık yaptıkları hata nedir?
Bir yaklaşım sıkıntısı var bazı koleksiyonerlerimizde. 2 bin adet sanat eserim, diğerinin 2 bin 500 sanat eseri var şeklinde konuşmalar duyuyorum. Koleksiyonerliğin adetle bir ilgisi yok. Yani çok adet satın almış olabilirsiniz ama değeri nedir? Gerçekte doğru bir alım mı yapmışsınız? Gerçekten alınması gerekeni mi almışsınız? Çok şüpheli. Bu konuda deneyimli ve bilgili üç kişiyle konuşmadan, danışmanlık hizmeti almadan satın alma yapılmamalı.



Komet, “Burada tam karşımda duruyordu” 2011, tuval üzerine yağlıboya 180x180 cm

 


Ruben Grigorian, “Search”, 2010, tuval üzerine yağlıboya 80x55 cm

 


Murat Morova, “İsimsiz”, 2011, tuval üzerine karışık teknik, 140x110 cm

 


Katayoun Karami, “Resurrected“ 2009,  24X30 cm

Milliyet, Haber: Songül Hatısaru, 14.11.2011

KORUMA KURULU'NA ANTALYA'DAN ARKEOLOG

 

Türkiye genelindeki 32 Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na yeni düzenleme getirildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün imzaladığı kararname, kurul üyeliklerinin tamamına ilgili bakanlıkların atama yapmasını öngörüyor. Geçtiğimiz ağustosta çıkan kararnameyle, sit alanı olan bölgeler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bağlanırken tarihi alanlar Kültür Bakanlığı'nda kalmıştı. Gündem yoğunluğu nedeniyle zaman zaman haftada iki kez toplanan İstanbul'daki kurullara Ankara, Antalya, Edirne gibi illerden üye atanması, hem kurullarda hem de üniversite çevrelerinde eleştirilere neden oldu.

7 kişilik kurula 2 üye veren Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), artık üye veremeyecek. Kurul üyelerinin tamamını ilgili bakanlıklar belirleyecek. İsminin açıklanmasını istemeyen bir kurul üyesi, "Bazen haftada iki kez toplanan kurula başka illerden atamaların yapılması doğru ve mantıklı değil. Antalya, Edirne, Ankara gibi illerden yapılan atamalar neticesinde üyelerin geliş gidiş maliyetleri ile konaklama masrafları da ekstra bir durum. İstanbul'da sanat tarihçi, arkeolog, mimar, şehir plancısı kalmadı mı böyle bir uygulamaya ihtiyaç var" dedi. İstanbul 3. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Başkanı Sinan Genim ise şöyle konuştu: "Kurullara yetkin kişiler bulunamamasıyla ilgili zaman zaman sorunlar yaşanıyordu. Bakanlıkların atayacağı üyeler dengeli belirlenirse sorun olmaz. İstanbul'da alanında etkin onlarca arkadaşımız var. Atamalarda bu hassasiyetlere dikkat edilmesi gerekiyordu."

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 14.11.2011

TARİHİ YAPILARA DEPREMSAVAR ÖNERİSİ

 

Yüksek Mühendis ve Mimar Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp, Atatürk Havalimanı ve Sabiha Gökçen Havalimanı'nda kullanılan "depremsavar" adını verdiği sismik izolatörlerin tarihi yapılarda ve anıtlarda da kullanılması gerektiğini söyledi. Bir çok ülkede bu tip sistemlerin başarıyla uygulandığını kaydeden Alp, "Depremsavarlar güçlendirilmesi mümkün olmayan, yıkılamayan, yıkımı büyük kayba yol açabilecek binalar, köprüler ve özellikle tarihi eserler için çok uygun bir korunma sistemi. Üstelik yeni yapılar inşa edilirken uygulanması da çok kolay" dedi.

Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 13.11.2011

"KABE'DEKİ OSMANLI REVAKLARI YIKILMAMALI"

 

 

Her yıl milyonlarca Müslüman'ın hacı olmak için geldiği Kabe'nin mevcut alanını genişletmek amacıyla Osmanlı mirası revakların yıkımı planlanıyor.

 

Sırbistan'a hareketi öncesinde Esenboğa Havalimanı'nda düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin sorularını cevaplayan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Osmanlı döneminde Kabe'de yapılan revakların hem Türkiye hem de Suudi Arabistan açısından önem taşıdığını kaydederek, bu revakların insanlık mirası olduğunu vurguladı. Bu eserlerin Kabe'de muhafaza edilmesinin sağlanmasının büyük bir önem taşıdığını belirten Davutoğlu, ancak artan hac ihtiyacı ve tavaf sorununun herkesin malumu olduğunu dile getirdi. Kaldırılması gündeme gelen revakların Türkiye'ye getirilmesine yönelik girişim olup olmadığına ilişkin soru üzerine ise Davutoğlu, bu revakların korunması için Suudi Arabistan yönetimiyle temaslarının sürdüğünü söyledi. Bu arada, hac farizasını yerine getirerek Mekke'den Medine'ye gelen hacılar, sevdiklerine götürebilmek için hurma bahçeleri ve dükkanlarını ziyaret ediyor. Türk hacıları genellikle dayanıklı olduğu için mebran denilen hurmayı tercih ederken, Peygamber Efendimiz tarafından dikilen ağaçlardan elde edilen acve hurması da hacıların alacak listesinde yer alıyor.

Zaman, Haber: Zafer Özsoy - Nazif Erişik, 13.11.2011

ANTAKYA EVLERİ ESKİ İHTİŞAMINA KAVUŞUYOR

 

 

Asırlar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Antakya, kent merkezindeki dar sokakları ve geleneksel evleriyle adeta tarihe yolculuk yaptırıyor.

 

Antakya Belediyesi, kimi hala kullanılan kimi ise kaderine terk edilmiş tarihi evleri "Sokak Sağlıklaştırması Projesi'yle eski ihtişamlı günlerine kavuşturmayı hedefliyor. Belediye Başkanı Lütfü Savaş, eski Antakya olarak tabir edilen alanda yer alan evlerin mimari özellikleriyle şehir için önemli bir zenginlik olduğunu söylüyor. Savaş, kaderine terk edilen ve çürümeye yüz tutan evleri kurtarmak için belediye bünyesinde uzman personellerin yer aldığı Koruma Uygulama ve Denetleme Birimi (KUDEP) kurulduğunu kaydeden Savaş, "Yaklaşık bin 150 evle ilgili başlattığımız çalışma hızlı bir şekilde ilerliyor. Restorasyonla evlerin dış cephesini aslına uygun olarak düzenliyoruz. Bu şekilde, harabe görünümünden kurtulan evler tekrar kente kazandırılıyor." diyor.

Zaman, 13.11.2011

ANTİK KENTTEKİ KAZILAR BORÇLU SONA ERDİ

 

 

Aydın’ın Çine İlçesi’ne 7 kilometre mesafedeki Araphisar Köyü’ndeki Alabanda antik kentindeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümü sade bir törenle sona erdi. Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Alabanda Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Suat Ateşlier, kazılar için bakanlığın verdiği ödeneğin yetersiz kaldığını, gıda ve hırdavat alımları nedeniyle esnafa 5 bin TL borçlu kaldıklarını belirtip, destek istedi.

 

Törene, Çine Kaymakamı Celallettin Cantürk, Çine Belediye Başkanı CHP’li Enver Salih Dinçer, Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Alabanda Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Suat Ateşlier, Aydın İl Kültür Müdürü Nurettin Aktakka, ADÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Adnan Erdağ, Çine İl Genel Meclisi Üyeleri ve bazı meslek odaları başkanları katıldı.

 

Doç.Dr. Suat Ateşlier, Alabanda Antik Kenti kazılarının Aydın’da bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan onaylı tek çalışma olduğuna dikkati çekip, çalışmalar hakkında bilgi verdi. Doç.Dr. Ateşlier, “Kazı çalışmalarında bugüne kadar amfitiyatro, Dor ve Apollon Tapınakları ile Etem Hamdi Bey’in yüz yıl önce restore ettiği MÖ 4. yüzyıla ait antik oda mezar ve tapınağının gün yüzüne çıkması için gerekli temizlik çalışmaların yaptık. Amacımız daha hızlı çalışarak şehrin önemli kısımlarını gün yüzüne çıkarmak. Çine Belediyesi çalışmalarımıza destek veriyor. Ancak, bu yeterli değil. Daha fazla lojistik desteğe ihtiyacımız var. Özellikle hırdavat malzemeleri ve gıda konusunda sıkıntılarımız var. Bakanlıkan ayrılan 65 bin TL ödeneğin tamamı işçi ücretlerine ödendi. Gıda ve hırdavat alımı yaptığımız işyerlerine toplam 5 bin TL borçlu kaldık. Sivil toplum kuruluşlarından ve iş adamlarımızdan bu konuda yardım bekliyoruz” dedi.

 

10 yıl sonra Alabanda’nın ciddi oranda turist çekeceğini savunan Kazı Başkanı Doç.Dr. Ateşlier, “İlk etapta, Artemis Tapınağı olarak bilinen ama aslında Dor Tapınağı olduğunu tespit ettiğimiz yapıyı gün yüzüne çıkararak, kısmen restore edeceğiz. Devrilmiş sütunlarını ayağa kaldırdığımızda tapınak Muğla-Aydın karayolundan da görülebilecek. Aynı şekilde tiyatro ve meclis binasını restore ederek çeşitli yürüyüş yolları yapmayı düşünüyoruz. Ancak bu işler için zamana ve daha fazla desteğe ihtiyacımız var” diye konuştu.

 

Çine Belediye Başkanı Salih Dinçer, kazı çalışmalarını yakından takip ettiklerini belirtip, “Kendilerine gereken desteği veriyoruz ve vermeye de devam edeceğiz. Alabanda Antik Kenti, kazı çalışmaları bizim için önemli” dedi.

 

30 Ekim itibari ile sona eren kazı çalışmalarına gelecek yıl Ağustos ayında kaldığı yerden devam edileceği bildirildi. Antik kentte, geçen 5 Eylül’de başlayan kazıların bu yılki bölümünde, 7 öğretim üyesi, 5 arkeolog, 13 işçi, 13 öğrenci ve İspanya, Fransa, Almanya’dan 4 yabancı bilim adamının dönüşümlü olarak görev almıştı.

haberler.com, 12.11.2011

PERİ BACASINA ÇELİK YELEK GİYDİRDİLER

 

 

Türkiye'nin önemli turizm merkezlerinden Kapadokya'da, geçen yıl çöken peri bacasına halatla tırmanan profesyonel dağcılar, onarım sırasında kaya kopmasına karşı peri bacasını çelik tel örgü ile sarark adeta çelik yelek giydirdi. Kapadokya Milli Parkı içinde yer alan, Nevşehir'in merkeze bağlı Göreme beldesi Aydınlı Mahallesi Çakmaklı Sokak'ta, doğal etkenler nedeniyle geçen yıl Aralık ayında büyük bir bölümü çöken 25 metre yükseklikteki peri bacasının onarımına başlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlatılan restorasyon projesi çerçevesinde onarılacak peri bacasına, Kuzey Endüstriyel Dağcılık Şirketi'nden profesyonel dağcılar halatlarla tırmandı ve kopma tehlikesi olan kayaları ıslah etti.

 

Aynı zamanda Arama Kurtarma Derneği (AKUT) üyesi olan İlkay Güven, Hasan Arman, Özcan Bal ve Fatih Tonbaş'tan oluşan profesyonel dağcılar, çöken peri bacasının çevresini çelik tel örgü ile sardı. Onarım ekibine ve çevreye zarar verebilecek kaya kopmalarına karşı 10 günlük bir çalışma ile peri bacasına adeta çelik yelek giydiren dağcılar, yerinden oynayan küçük büyük tüm kaya parçalarını sabitledi.

 

İlkay Güven, peri bacasının etrafını 12 milimetrelik çelik tel örgü ve halatlarla sardıklarını belirterek, onarım sırasında oluşabilecek tehlikelere karşı önlem aldıklarını söyledi. Halatlarla tırmandıkları peri bacasının etrafını çelik tellerle örerken, kayalara zarar vermemek için de gereken özeni gösterdiklerini vurgulayan Güven, yerinden oynamış kayaları bağlantı klemensleri ile birbirine tutturduklarını anlatı.Peri bacasının etrafına sadıkları çelik örgünün, 3 ton ağırlığındaki bir kayayı bile tutacak sağlamlıkta olduğuna dikkat çeken Güven, artık restorasyon ekibinin peri bacasında güvenli bir şekilde çalışabileceğini, sadece onarım ekibi için değil, aynı zamanda çevre için de güvenli bir hale getirdiklerini dile getirdi.

Yeni Şafak, 12.11.2011

TARİHİ KIŞLA BİNASINDA YANGIN ÇIKTI

 

 

Tunceli Merkez Moğultay Mahallesi Kışla Meydanında bulunan tarihi kışla binasının çatısında saat 03.00 sıralarında belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı.

 

Birbiriyle bağlantılı dört bölümden oluşan ve daha çok gelir durumu düşük ailelerin ikamet ettiği tarihi binada çıkan yangın, kısa sürede tüm çatıyı kapladı. Toplam 60 ailenin ikamet ettiği binanın çatısındaki yangına Tunceli Belediyesi itfaiye ekipleri, İl Emniyet Müdürlüğü'ne ait Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı (TOMA) ve bir kuruma ait yangın söndürme aracı müdahale etti.

 

Yangının tüm müdahalelere rağmen kontrol altına alınamaması üzerine, takviye olarak ilçe belediyeleri ile Elazığ'dan itfaiye araçları istendi. Takviye itfaiye ekiplerin de destek vermesiyle yaklaşık 4 saatlik yoğun bir çalışmanın ardından yangın, tarihi binanın diğer bölümlerine sıçramadan kontrol altındı.

 

Yangında dumandan etkilenen 5 kişi, Tunceli Devlet Hastanesinde tedavi altına alındı. Soğutma çalışmalarının ardından yangının çıkış sebebinin araştırılması ve hasar tespiti için çalışma başlatıldı.

Sabah, 12.11.2011

MÜZE DEĞİL, ORTAÇAĞ BAKKALI

 

  

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi’ne bağlı Dereköy’de 5 yıl önce açılan ’Ortaçağ Bakkalı’, yerli ve yabancı turistlerden büyük ilgi görüyor.

 

Anadolu’nun çeşitli yörelerinden toplanan eşyaların satışa sunulduğu Ortaçağ Bakkalı’na gelen turistler önce şaşırsalar da geçmiş yıllarda kullanılan eşyaları inceleyerek alışveriş yapmaya başladı.

 

Dereköy’de 5 yıl önce el sanatları ustası Şakir Özgül tarafından Kamil Gök Zeytinyağı Yağhanesi’nde tadilat yapıldıktan sonra açılan Halikarnassos Ortaçağ Bakkalı, yerli ve yabancı turistlerin akınına uğradı. Tur operatörlerinin de gezi programlarına aldığı bakkal, yöreden ve Anadolu’nun çeşitli köylerinden toplanan 50 ile 300 yıllık eşyaları satışa sundu.





Müzeyi andıran tarihi yağhane taş binası ile de ortaçağ atmosferinin yaratıldığı bakkalda, hamur tekneleri, tahta leğenler, at arabaları, tarım ve çiftçilikte kullanılan materyaller, zeytinyağı küpleri, demir ütüler, çeyiz sandıkları, cam damacanalar, tel dolaplar, kilim ve halılar, tahta kaşıklar, ayran kovanları, köy tabakları, ibrikler, takunyalar, elbiseler, eski fotoğraf ve çerçeveler, avcılıkta ve savaşta kullanılan silahlar, çanlar, plaklar, tepsiler, ot süpürgeler, yağdanlıklar, mumluklar, eski tartılar, süs ve takı eşyalarının yanı sıra zeytinyağı, buğday, kekik, adaçayı gibi yörenin tarım ürünleri satışa sunuluyor. İnsanların dekorasyon ve koleksiyonları için tercih ettiği ve gezdiği bakkalda, ürünler üzerinde hiçbir oynama veya süsleme yapılmadan doğal haliyle satılıyor.

Şakir Özgül, yerli ve yabancı turistlerin ilgisinden memnun olduklarını söyledi. Özgül, "Bu benim de merakımdı. Eski, geçmişte kullanılmış malzemeleri yeniden değerlendirmeyi seviyorum. Bakkalımıza turistler kadar Bodrum’da yaşayan mimarlar ve evine farklı bir dekor yapmak isteyen insanlar gelerek alışveriş yapıyor. Büyük bir şaşkınlık ve hayranlıkla o dönemdeki insanların kullandığı eşyaları ve malzemeleri inceliyorlar" dedi.

Hürriyet, Haber: Nilüfer Kandırmış, 12.11.2011

TARİHİ RESTORASYON

 

Alman mimar August Jasmund tarafından inşa edilen ve 1890 yılında görkemli bir törenle hizmete giren İstanbul’un Batı’ya açılan kapılarından Sirkeci Garı, tarihinin en büyük restorasyonu için hazırlanıyor.

Çatının batı bölümlerinin akması nedeniyle binada çürümeler olması üzerine TCDD harekete geçti, tarihi garın aslına uygun olarak yenilenmesine karar verdi. Restorasyon projeleri çizildikten sonra, koruma kurulunun onayının ardından ihaleye çıkılarak restorasyon başlayacak. Çalışmaların 2-3 yıl sürmesi bekleniyor.

Habertürk, 12.11.2011

SARAYI YENİDEN KEŞFEDİN

 

  

 

10 Kasım’da yeniden gündeme gelen Dolmabahçe Sarayı, sürekli bir yenilenme halinde. Her ziyaret yeni bir keşif yapmanızı sağlıyor.

 

Dolmabahçe Sarayı’na randevu almadan gitmeyin. Giderseniz kapıda beklemekten sıkılırsınız. Sizi kapıda gözlerini bile kırpmadan dimdik duran nöbetçi muhafız askeri bile oyalamakta güçlük çekebilir. Bunun nedeni, Saray’ı ziyaret etmek isteyenlerin yoğun talebi. Günde 5 bin ziyaretçisi var Saray’ın. Bu sayı Atatürk’ün ölüm yıldönümü 10 Kasım’da 15 bini bulabiliyor. Bu nedenle yetkililer, yoğun taleple baş edebilmek için tek çareyi randevu sisteminde bulmuşlar. Randevusuz gelenlerin beklemekten başka çareleri yok.


Saray bir yandan ziyaretçileri ağırlama hizmetini aksatmadan aralıksız sürdürürken, diğer taraftan da sürekli yenileniyor, restore ediliyor. Sarayın Tanıtım ve Tahsisler Müdürü İlhan Kocaman’ın verdiği bilgiye göre, İstanbul’da en çok ziyaret edilen müzelerin başında Topkapı Sarayı geliyor. İkinci Ayasofya Müzesi, Dolmabahçe Sarayı ise üçüncü sırada yer alıyor.


Dolmabahçe Sarayı içinde en çok ilgi gören yerler arasında ise Muayede yani Tören Salonu, Kristal Merdivenler, Pembe Salon ve Mavi Salon başı çekiyor. Türk ziyaretçilerin en çok ilgi gösterdiği bölüm ise, Atatürk’ün vefat ettiği oda (Hususi Daire).


Kocaman, Harem bölümünün de büyük ilgi çektiğini belirtiyor, “Ancak yabancılar bu bölümü ziyaret ettikten sonra büyük hayal kırıklığına uğruyor. Beklediklerini bulamıyorlar. Çünkü onlar Harem’i başka türlü hayal ediyor. Bugüne kadarki yanlış anlatım ve tanıtımlar nedeniyle bu hayal kırıklığını yaşıyorlar. Oysa Harem bir yaşam alanıdır. Padişah’ın ve ailesinin yaşadığı yerdir, bu nedenle oldukça mütevazıdır” diyor.  Dolmabahçe Sarayı’nın neden bu kadar çok ziyaret edildiğini ise şöyle açıklıyor Kocaman: “19. yüzyılda yenilenen Osmanlı’nın ilk eseri olması nedeniyle çok ilgi görüyor. Dışarda da çok fazla tanınıyor. Tabii bu kadar çok ziyaret edilmesinin en önemli nedeni de tanıtımının iyi yapılıyor olması. Türk ziyaretçiler açısından ise Atatürk’ün burada vefat etmiş olması en önemli ziyaret sebebi.”





Altı padişahın eviydi
Dolmabahçe Sarayı hizmete açıldığı 1856 yılından, halifeliğin kaldırıldığı 1924’e kadar aralıklarla altı padişaha ve son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi’ye ev sahipliği yaptı. 1927-1949 yılları arasında saray, Cumhurbaşkanlığı makamı olarak kullanılmış. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında İstanbul’daki çalışmalarında Dolmabahçe Sarayı’nı kullanmış ve burada vefat etmiş. 1926-1984 yılları arasında protokol ve ziyarete kısmen açık olan saray, 1984 yılından itibaren “müze-saray” olarak ziyarete açılmış.

100 bine yakın obje
Saraydaki obje sayısı tam olarak bilinmiyor. Yetkililer bu soruyu yanıtlarken “100 bine yakın diyebiliriz” demekle yetiniyorlar. 60 bin eserin ise depolarda bekletildiğini öğreniyoruz. Ama bunların eskisi gibi atık halde değil, sağlıklı
bir şekilde depolandığını anlatıyor Kocaman. Bu eserlerin de değerlendirilmesine çalıştıklarını, bazılarını diğer müzelerde, kasırlarda sergilediklerini söylüyor.

285 odası, 6 hamamı var
Dolmabahçe Sarayı, Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmış. İnşasına 1843’te başlanmış, 1856’da kullanıma açılmış. Sarayın ana yapısı, Mabeyn-i Hümayun (Selamlık), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümayun adlarını taşıyan üç bölümden oluşmakta. Mabeyn-i Hümayun; devletin yönetim işleri, Harem-i Hümayun; Padişah ve ailesinin özel yaşamı, bu iki bölümün arasında yer alan Muayede Salonu ise padişahın devletin ileri gelenleri ile bayramlaşması ve kimi önemli törenler için ayrılmış.


Ana yapı, denize paralel bölüm boyunca bodrumla birlikte üç katlı. Harem dairelerinin bulunduğu kara tarafına uzanan bölümde ise musandıra (tavan arası) katlarıyla birlikte dört katlı bir yapı özelliği kazanıyor. Beden duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeleri ahşap. Saraya, 1910-1912 yıllarında elektrik ve kalorifer sistemi eklenmiş. 45 bin metrekarelik kullanılır döşeme alanı, 285 oda, 44 salon ve 6 hamam var.

Sarayın en önemli bölümü
Padişah’ın devlet işlerini yürüttüğü Mabeyn, sarayın en önemli bölümü. Medhal Salon, protokol özelliği taşıyan Kristal Merdiven, elçilerin ağırlandığı Süfera Salonu ve Padişah’ın huzuruna çıktıkları Kırmızı Oda görkemli biçimde süslenmiş ve döşenmiş. Üst katta yer alan Zülvecheyn Salonu’ndaki dairede, mermerleri Mısır’dan gelen hamam, çalışma odaları ve Sultan’ın günlük yaşantısını sürdürdüğü odalar yer almakta.

 

Atatürk son nefesini burada verdi
Saray, Atatürk’ün ölüm tarihi olan 10 Kasım anma törenlerini geride bıraktı. Bu törende Atatürk’ün son günlerinde kullandığı ilaçları, hasta koltuğu da ziyaretçilere gösterildi. Sarayın bu bölümünü gezerken Atatürk’ün normalde büyük pembe salonda yattığını, ancak son günlerinde salonun bitişiğindeki küçük odayı kullandığını ve burada vefat ettiğini de öğrendik.

Yabancılara daha pahalı
Saray, Pazartesi ve Perşembe günleri dışında hergün sabah 09.00-16.30 arasında ziyarete açık. Saray’ın Selamlık Bölümü’nün bilet fiyatı 15, Harem Bölümü’nün ise 10 TL. İkisini de görmek isterseniz 20 TL ödemek zorundasınız. Bu fiyatlar yabancı ziyaretçiler için daha pahalı.

Milliyet Cumartesi, Haber: Önay Yılmaz, 12.11.2011

BİNALAR DA OKUNUR MU DEMEYİN

 

 

Pek çok Anadolu şehri, yüzyıllar evvel misafir ettiği medeniyetlerden izler taşır. Antik kentler, tiyatrolar, su kemerleri, kiliseler, sarnıçlar ve çeşit çeşit binalar...

 

Mimarlık bilgisi olmayan pek çokları için bu binaların hepsi aynı dönemin özelliklerini taşırcasına birbirine benzer. Zira mimarlık eğitimi almamış sıradan vatandaşlar olarak, lise yıllarında kazara yolumuzun düştüğü sanat tarihi dersinden kalma 'barok' ve 'gotik' tabirlerinin ötesinde değildir bilgimiz. YEM Yayın'ın Türkçeye kazandırdığı 'Binalar Nasıl Okunur?' adlı kitap, Antik Yunan'dan itibaren farklı çağlara ait binaların ayırt edici özelliklerini inceliyor. Carol Davidson Cragoe tarafından yazılan kitap, gezintiye çıkarken sürekli yanınızda taşıyabileceğiniz türden.

 

Her gün yüzlerce binanın önünden geçerken, bu binaların bazılarının farklı ya da özel olduklarını anlarsınız, fakat hangi açıdan farklıdır? Ne zaman ve ne için inşa edilmiştir? 'Binalar Nasıl Okunur?', tam da bu noktada binaları anlamanıza yardımcı oluyor. Peki, binaları 'okumak' nasıl oluyor diyebilirsiniz. Şüphesiz, bina yapma sanatı olarak mimarlığın da kendine ait bir dili var. Başlamak için temel bileşenleri anlamanız gerekiyor, bir kere dilin yapısını kavradınız mı her şeyi okuyabilirsiz.

 

Kitapta binaları oluşturan malzemeler, kemer, tonoz, kubbe, kule, kapı ve pencere gibi yapı unsurları başlı başına bölümlerde anlatılıyor. Her bir bölümde öncelikle, yapıların kendi içerisinde gösterdiği çeşitliliğe değiniliyor. Sonrasında ise her birinin tarih boyunca geçirdiği dönüşümlerin izi sürülüyor. Romanesk, Rönesans, Klasik, Neoklasik, Gotik, Barok, Rokoko, Erken Hıristiyan, Yunan, Roma veya Modern tarzların hangisinde, kapıların, pencerelerin, asma kemerlerin, çıkma kulelerin sütunların nasıl şekiller ve üslup özellikleri kazandıkları görseller eşliğinde anlatılıyor. Bol görselli kitapta kullanılan gravürler sayesinde, okuyucu anlatılanları örnekleri üzerinden öğrenmiş oluyor.

 

Kitap, 2008 yılından bu yana 15 dile çevrildi ve tüm dünyada 120 binin üzerinde satış rakamına ulaştı. Pelin Derviş'in Türkçeye çevirdiği kitabın editörlüğünü ise Bahar Demirhan yapıyor.

Zaman, Haber: Yavuz Ulutürk, 12.11.2011

ANIT SANDAL AĞACI ODUN DİYE KESİLDİ

 

Akdeniz kıyılarında makiler içerisinde görülen bir ağaççık türü olan sandal ağaçlarının, Ödemiş Koçak Deresi’nde dev boyutlara ulaşanları tespit edildi.

 

Ancak  dev sandal ağacını anıt olarak tescil girişimi, ağacın kesilmesi ile hüsrana döndü. Doğaseverler, kurtulan sandal ağaçlarının korunma altına alınması için seferberlik başlattı.

Milliyet Ege, 12.11.2011

ERKEN ROMA DÖNEMİNE AİT TABAN MOZAİĞİ BULUNDU

 

Hatay’da Arkeoloji Müzesi tarafından yapılan kurtarma kazısında, Erken Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen bir evin tabanında ilk tespitlere göre başında ve boynunda defne yaprakları bulunan bir kişinin yer aldığı ve mevsimlerle ilgili olduğu tahmin edilen taban mozaiği gün ışığına çıkarıldı.

 

Arkeoloji Müzesi Arkeoloğu Ali Çelikay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, merkeze bağlı Maşuklu beldesinde bir kişiye ait 1118 numaralı parselde üç yıl önce yapılan çalışmada mozaik kalıntılarının bulunduğunu söyledi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden alınan izinle 27 Ekim’de kurtarma kazısı yaptıklarını ifade eden Çelikay, arkeolog Ünsal Bolattaş ile birlikte 12 işçinin katıldığı, 20 bin TL ödenekle yapılan kazıda konut olarak kullanıldığını düşündükleri mimari kalıntı bulduklarını kaydetti.

 

Antik Antiocheia kentinin 2 kilometre kuzeybatısında yürütülen kazı çalışmasında toprağın yaklaşık 1,5 metre altında taban mozaiğine rastladıklarını vurgulayan Çelikay, şöyle devam etti: "Yaklaşık 400 metre kare alanlık parselin ilk etapta 100 metre karesinde çalışma yaptık. İki açma üzerinde yaptığımız kazıda, konut olduğunu düşündüğümüz bir mimari kalıntı ortaya çıkarıldı. Mimarinin, doğu bölümünde kesme blok taşlara rastlandı. Buranın kuzey güney doğrultusunda uzayan ana duvarın üzerinde giriş kapısı olduğunu gösteren kapı söveleri tespit edildi. Mimarinin ana duvarına bitişik kanal sistemi olduğunu düşündüğümüz bir yapı da gün yüzüne çıkarıldı.

İlk etapta yaptığımız kazıda girişteki mekanın 34 metrekare ölçülerinde taban mozaiğiyle döşeli olduğunu gördük. Çok fazla tahrip olmamış olarak bulduğumuz mozaiğin merkez panosunda mevsimlerle alakalı olduğunu tahmin ettiğimiz bir figür bulunmakta. Mozaik, beyaz zemin üzerine yer yer rozet içerisine alınmış ve duvarla sonlandırılmış. Merkezinde başında defne yapraklarından bir taçla boynunda da aynı şekilde bir girland bulunan erkek figürü olan bu mozaiğin üzerinde de Latince bir yazı yer alıyor. Mozaiğin tam olarak neyle ilgili olduğuyla ilgili çalışmalarımız devam ediyor." -Aslan başlı yılan kuyruklu aplike - Kazı çalışmasında Erken Roma döneminde konut olarak kullanıldığı tahmin edilen yapıda 5 adet bronz sikkeyle cam bir şişe bulduklarını vurgulayan Çelikay, ayrıca aslan başlı yılan kuyruklu bronz bir aplikeyi de gün ışığına çıkardıklarını belirtti.

Kazı çalışmasının hava şartlarının olumsuz olması ve taban suyunun yükselmesi nedeniyle sonlandırıldığını ifade eden Çelikay, bölgenin koruma altına alındığını, mozaiğin üzerinin jeotekstil ve dere kumuyla örtüldüğünü söyledi.

Çelikay, kurtarma kazısının önümüzdeki sezon devam edeceğini, mozaiğin ortaya çıkacak sonuçlara göre müzeye kaldırılabileceğini sözlerine ekledi.

Milliyet, 11.11.2011

STİLL TABLOSUNA
62 MİLYON DOLAR

 

Amerikalı dışavurumcu ressam Clyfford Still’in ‘1949-A-No.1’ adlı soyut tablosu, New York’taki Sotheby’s müzayedesinde 61.7 milyon dolar rekor fiyata satıldı.

Tablonun 25 ile 35 milyon dolar fiyat aralığında satılması bekleniyordu.

1980 yılında ölen Still’in ‘1947-Y-No.2’ adlı başka tablosu da 31.4 milyon dolara alıcı buldu.

Milliyet, 11.11.2011




6 - 12 Kasım 2011


DOSYA

"İNANÇ TURİZMİ ZARAR GÖRÜR"

 

 

İznik’teki Ayasofya Müzesi’nin cami olarak ibadete açılması tartışmalarına CHP İl Başkanı Gürhan Akdoğan da katıldı. Dün İznik’e giden Akdoğan, konuya ilişkin çeşitli kesimlerden bilgi almaya çalışırken, uygulamanın inanç turizmini baltalayacağını söyledi.

 

Ayasofya konusundaki tartışmalarla Türkiye’nin dikkatini çeken İznik’i ziyaret eden CHP İl Başkanı, dün konuya ilişkin bilgi edinme çalışmalarında hayli sıkıntı yaşadı.  Önce partisinin ilçe binasına giderek Başkan İsmail Güleç’le görüşen Akdoğan,  daha sonra Kaymakam Nurettin Kakillioğlu ile görüşmesine rağmen doyurucu bilgilere ulaşamadı. 

 

İznik Ticaret ve Sanayi Odası  ile  Esnaf Odası’nı da ziyaret ederek konuyla ilgili görüş alışverinde bulunan Gürhan Akdoğan, daha sonnra Ayasofya’yı gezerek yapılan çalışmaları yerinde gördü. Akdoğan’ın  görüşmeler ve müze ziyaretinin ardından yaptığı açıklamalardaki temkinli yaklaşımı dikkat çekiciydi. Ayasofya’daki uygulamanın aceleye getirildiğini ve kimin buna karar verdiğini bile bilinmediğini belirten Akdoğan konuya ilişkin, ‘Ayasofya’nın ne zaman ve kim tarafından açılacağı resmi olarak bilinmeyen böylesi bir kararı çok doğru bulmuyoruz. Bu davranışın inanç turizmini baltalayacak bir tutum olarak görüyoruz’ demekle yetindi. 

Bursa Olay, 05.11.2011



******


AYASOFYA CAMİİ İBADETE AÇILDI

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün Bursa’nın İznik İlçesi'ndeki "Ayasofya Camii"nin ibadete açılması yönündeki kararının ardından tarihi cami, yaklaşık 90 yıl aradan sonra bayram namazının kılınmasıyla ibadete açıldı.  Sabahın erken saatlerinden itibaren bayram namazı için Ayasofya Camii’ne gelen İzniklikler, tarihi camiyi doldurdu. Bayram namazına ilgi fazla olunca, cemaat dışarıya hasırlar sererek, saf tuttu.

İznik Müftüsü Veli Vehbi Bardakçı’nın kıldırdığı bayram namazına, Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Vakıflar Genel Müdürü Ertem, cami çıkışında gazetecilere yaptığı açıklamada, caminin yeniden ibadete açılmasından dolayı mutluluğunu ifade ederek, Ayasofya’nın 680 yıl önce Orhangazi tarafından camiye çevrildiğini ve 1920’li yıllardan beri de ibadete kapalı olduğunu hatırlattı.

Caminin daha önce harabe şeklinde olduğunu ve restorasyonu gerçekleştirdiklerini kaydeden Ertem, "Burada ibaret etmek bugün nasip oldu. Ben gerçekten çok mutluyum. Burada tekbir seslerinin yükselmesinden, Allah nidalarının yükselmesinden oldukça mutluyum. Bir bu yönü var, ikincisi ise vakfedenin iradesini gerçekleştirdiğimiz için bundan dolayı da ayrıca mutluyuz."
Caminin yeniden ibadete açılmasında emeği geçen herkese teşekkürlerini sunduğunu, eleştirilere ise bugün cevap vermek istemediğini ifade eden Ertem, şöyle devam etti:

"Bugün mutlu bir gün, bayram bugün. Bizim geleneklerimizde vardır, barışırız, olumsuz şeyler söylemeyiz. Eleştirenler de bu görüntüyü gördükten sonra bizimle aynı fikirde olacaktır. Burası kurulduğunda ibadethane olarak kuruldu. İbadethane olarak devam etmesini ben istiyorum. Biliyorum ki bütün yürekler ister. Ben daha önce de beyanatımda belirtmiştim, hiçbir zaman burası müze olarak faaliyet göstermedi. O nedenle buranın müze olmasına ve buranın ibadete kapalı olmasına yönelik ifadelerin doğru olmadığını düşünüyorum. Bunu beyan eden kişilerin de bugün bu manzarayı gördükten sonra bizimle aynı fikirde olacağını zannediyorum."

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, bundan sonra Ayasofya’ya yönelik projeleri cami olarak kurula sokacaklarını belirterek, şunları kaydetti: "Bugün burada ibadete başladık. Ama içerisi soğuktu. Öncelikli olarak pencerelerden başlamak üzere içeride ibadet etmeyi kolaylaştıracak mahiyette bir restorasyon düşünüyoruz. Buranın basında yer aldığına göre her iki dine göre ibadete açık olması mümkün değil. Burası camidir. Cami olarak ibadet edilecektir. Burada hem İslami usullere göre ibadet edilip hem de ayin yapılmasının uygun düşeceğini zannetmiyorum. Bizim düşüncemizde böyle bir şey yok."

İbadete açılması yönündeki kararın ardından, Ayasofya’nın içinde zemin döşemesi yapılmış, yere halılar serilmiş ve minber yerine konularak, yıllardır yapının dışında bulunan "Ayasofya Müzesi" yazılı tabela ise bulunduğu yerden kaldırılmıştı. Ayrıca, namaz kılınacak bölümdeki halıların çevresine korumalıklar yerleştirilmiş, tarihi dokuya zarar vermeyecek şekilde yerden ısıtma sistemi döşenmişti. Arife günü de caminin duvarına, T.C. Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı "Ayasofya Camii (Orhan Camii)" yazılı tabela asılmış, tabelaya 1331 tarihi düşülmüştü.

Radikal, 06.11.2011

 

******


VE İBADETE AÇILDI

 

Bursa’nın İznik İlçesi’nde, geçmişte 680 yıl cami olarak hizmet veren, 2007 yılından beri de fiilen müze olarak ziyarete açık olan tarihi Ayasofya Kilisesi, kılınan bayram namazıyla yeniden cami olarak ibadete açıldı.

 

90 yıl sonra kılınan ilk namaza milletvekilleri, bürokratlar ve vatandaşlar büyük ilgi gösterdi. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, "680 yıl cami olarak kullanılan tarihi yapı, 1922’den bu yana harap haldeydi. Mabette tekbir seslerinin yeniden yükselmesi, hepimizi mutlu etti" dedi.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın talebini değerlendiren Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün onayının ardından, Ayasofya’da namaz kılınacak platform yapılarak halı döşendi, mimber ve kürsü monte edilerek, minaresine de hoparlör yerleştirilen camiide geçen hafta ilk ezan okundu. Tarihi binanın önündeki ’Ayasofya Müzesi’ yazılı tabela da kaldırılarak yerine ’Ayasofya (Orhan) Camii’ tabelası konuldu. İznik İlçe Müftülüğü bayram öncesi Ayasofya Camii’ne imam ataması yaptı.

 

İznik Atatürk Caddesi ile Kılıçaslan Caddesi’nin kesiştiği kavşakta yer alan Ayasofya’nın çevresinde bayramın ilk saatlerinden itibaren büyük hareketlilik yaşandı. Camiye erken gelen vatandaşlardan iç bölümde sığmayanlar, yanlarında getirdikleri seccade ve örtüleri bahçeye sererek bayram namazını kıldı. Ayasofya’da 90 yıl sonraki ilk namaza AKP Bursa Milletvekilleri Hüseyin Şahin, İsmail Aydın, Hakan Çavuşoğlu, Mustafa Kemal Şerbetçioğlu, İsmet Su ile Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem ve çok sayıda belediye başkanı, bürokrat ve vatandaş da katıldı. Bayram namazını İznik İlçe Müftüsü Veli Vehbi Bardakçı kıldırdı. Bayram öncesi okunan Hatim-i Şerif, Orhan Gazi’nin ruhuna bağışlandı. Namaz sonrası yapılan duaya vatandaşlar hep bir ağızdan ’amin’ dedi.


Ayasofya’nın, cami olarak Orhan Gazi tarafından vakfedildiğini belirten AKP Bursa Milletvekili İsmail Aydın şöyle dedi:

"Türkiye’de Vakıflar’a ait birçok eser var. Bu eserlerin amacına uygun hale dönüştürülmesine yönelik çalışmalar sürecek. Eleştiriler olabilir. CHP il yöneticileri gelip uygulamaya tepki göstermiş. Kendilerinin bugün burada olup, bu coşkuya ortak olmalarını isterdim. Ama onlar şu anda burada olmak yerine, muhtemelen bayram namazını laikliğe aykırı bulup evinde kılıyorlardır."

Milletvekili Hakan Çavuşoğlu, Hüseyin Şahin ve Kemal Şerbetçioğlu da vakfedilen tarihi eserlerin aslına uygun hizmet vermesi gerektiğini söyledi.

 

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem de, İznik’deki bu Ayasofya’nın 1331’de Orhan Gazi tarafından camiye çevrilerek vakfedildiğini söyledi. 680 yıl cami olarak kullanılan Ayasofya’nın tarihte hiçbir zaman müze olarak kullanılmadığı görüşünü savunan Ertem şunları söyledi:

"1922’de Bursa’nın işgali sonrası harap hale gelen tarihi yapı hiçbir zaman müze olarak kullanılmadı. Yaklaşık 90 yıl aranın ardından yeniden aslına uygun olarak camiye çevrilmesi ve vatandaşların bugün büyük coşkuyla namaz kılması görülmeye değerdi. Mabette tekbir seslerinin yeniden yükselmesi hepimizi mutlu etti."

 

Adnan Ertem, Ayasofya Camii’nin içinin de restore edileceğini belirterek, "Öncelikle pencereleri onaracağız. En kısa sürede caminin eksikliklerini gidereceğiz" diye konuştu.

 

Basın yayın organlarında Ayasofya’nın hem cami olarak, hem de ayinlere açık kalacağı yönündeki haberler yer aldığına işaret eden Ertem, "Böyle bir durum söz konusu değil. Bir yandan namaz kılınacak, diğer yandan ayin yapılacak. Bu uygun bir manzara değil, mümkün değil. Kesinlikle burası cami olarak kullanılacak" diye konuştu.

 

Türkiye’de İstanbul’da 2, olmak üzere Trabzon ve İznik’te toplam 4 Ayasofya olduğunu kaydeden Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, "İstanbul’daki küçük Ayasofya ibadete açılmıştı. Burası da açıldı. İstanbul’daki Ayasofya Müzesi ise 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü. Orasıyla ilgili bir şey diyemeyeceğim" dedi

 

Mülkiyeti Orhan Gazi Vakfı’na ait olan ve günümüzde ’Orhan Cami’ olarak bilinen yapının inşa tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, 1330- 1331 yılında İznik’in Orhan Gazi tarafından fethedilmesinin ardından vakfedilerek camiye dönüştürüldüğü biliniyor. Büyük bir yangın sonrası hasar gören Ayasofya Cami, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından onarıldı. Hıristiyanlar için kutsal sayılan tarihi yapıda, Hıristiyan dünyası için önemli kararların alındığı 7’inci Konsül toplantısı da 787 yılında burada yapıldı. 2007’de restore edilen Ayasofya, aynı yıl müze olarak ziyarete açılmıştı.

Hürriyet, Haber: Hasan Bozbey - Mehmet Buldu, 06.11.2011

 

******


YORUM YAPMADI, UZAKTAN BAKTI

 

 

Fener Rum Patriği, Ayasofya Camisi’ne minübüsten inmeden baktı. Araçta bulunanlar, telefonlarıyla Ayasofya’yı görüntüledi.



 

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, Bursa’nın İznik İlçesi'nde restorasyonunu tamamladığı Ayasofya Camisi, bugün bayram namazıyla ibadete açılıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos, dün beraberindeki heyetle İznik’e gitti. Ziyaretinin Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ilgisi olmadığını belirten Bartholomeos, aylar önce belirlenen turistik bir gezi olduğunu söyledi. Bartholomeos, Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasıyla ilgili soruya ise “Bu konuda yorum yapmayacağım” dedi.

Hürriyet, Haber: Hasan Bozbey - Mehmet Buldu, 06.11.2011

 

******


"AYASOFYA'YA KİLİSE DİYEMEZSİNİZ"





 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ’Bazıları yazı yazıyor; ’Ayasofya Kilisesi’ cami mi olacak? Cehalete dayanıyorsa affederiz, ama cehalete dayanmıyorsa biraz kendinize çeki düzen verin. Burası 1330 yılından beri, 680 senedir camidir. Halk da böyle bilir, kayıtlar da bunu söylüyor. Buraya ’kilise’ diyemezsiniz’ dedi.

 

Arınç, AKP Bursa İl Teşkilatı tarafından Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen bayramlaşma töreninde yaptığı konuşmada, İznik’teki Ayasofya Camii’ni ecdadın vasiyetine sahip çıkarak ibadete açtıkları bayramın 1. gününün Bursa için çok sevinçli bir gün olduğunu söyledi.
 

’Bir ibadethane kayıtlarda da cami olarak bilindiği halde, bugün restorasyonunu takiben yeniden ibadete açılması çok mu önemli bir hadise? Bunu söylemeye gerek var mı?’ diyen naif düşünceli insanların olabileceğini kaydeden Arınç, ’Çok önemli. İnşallah başkaları da varsa başkalarını da ibadete açmamız lazım. Çünkü bu bizim vazifemizdir, görevimizdir’ diye konuştu.

 

Arınç, Bursa’nın, güzel İznik’in çok nadide bir eserinin olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi:

’İster ’Orhan Camii’ diyelim, isterse halk arasında bilindiği gibi ’Ayasofya Camii’ diyelim. Ne diyeceksek diyelim. Bunun tarih içindeki yeri nedir? Çok eski kayıtlardan sadece 780’li yıllara ait, yani milattan sonraki 787’ye, Osmanlı kurulmadan 7 asır önceki tarihte buranın kilise olduğu biliniyor. Evet o zaman Hıristiyanlar var, burası kilise. 1330-1331 tarihinde Orhangazi, yani şu hemen yanı başımızdaki büyük hakan Bursa’yı İznik’i fethediyor. O zamanlar ’fetih hakkı’ diye bir şey var. ’Fetih madalyası veya fetih hakkı’. Bu kiliseyi camiye tahvil ediyor, dönüştürüyor, Orhangazi kendi vakfında bu camiyi Müslümanlar binlerce yıl ibadet etsinler diye vakfediyor. Sene 1330-1331, bugün 2011. Kaç sene geçmiş üstünden. 680-700 sene geçmiş. Demek ki 700 yıldan bu yana hemen babasının yanında yatıveren Orhangazi, İznik’i aldığı zaman burayı camiye dönüştürmüş. O zaman fetihlerde böyle bir hak var, bir tanesi camiye çevriliyor. Kilise de Allah’a ibadet edilen bir yer, cami de. Bizim nice camilerimiz gidin Balkanlara, başka ülkelere maalesef cami olmaktan çıkarılmıştır.’

 

Bütün bunların yaşadığımız, bildiğimiz şeyler olduğunu ifade eden Arınç, şöyle devam etti:

’Ben şunu demek istiyorum; Orhangazi’nin vakfiyesi Vakıflar Genel Müdürlüğünün elindedir. Orhangazi diyor ki; ’burayı cami olarak vakfeyledim’. Buranın cami olmaktan çıkarılması mümkün değil, çıkarırsanız, ’Allah korusun bir beddua var ki tekrar etmek istemiyorum. Çünkü vakıflarda bir dua var bir de beddua var. Yapana dualar edilir, ama asıl maksadından çıkarılırsa bir şey sadece Allah’ın meleklerin bilmem nelerin değil haşa, Allah’ın meleklerin bütün insanların laneti de ona ihanet edenlere olsun’ diye bir beddua var. Bugün Bursa vakıf zengini diye hepsinin vakfiyesinde de bu yazar. Çünkü bütün dünyada Hıristiyan aleminde de vardır, cemaat vakıfları vardır. Orayı ne amaçla vakfettiyseniz, ancak o amaçla orası kullanılabilir.’


Arınç, 1330’dan sonra 1918-1919’lara kadar burada ibadet edildiğini hatırlatarak, şunları kaydetti:

’Hatta 1500’lü yıllarda Kanuni Sultan Süleyman zamanında, burası bir yangın geçirmiş. Ne mutlu ki Mimar Sinan İznik’e kadar gelmiş, camiyi onarmış, bir minare eklemiş ve eklentiler yapmış. Mimar Sinan’ın elinin değdiği bir mabedden bahsediyoruz size. İşgal zamanı işgal edilmiş, 1920-1922’ye kadar, kurtuluşa kadar da kapalı kalmış. 1922’den sonra da maalesef cami olmaktan çıkarılmış, içinde ibadet yapılmamış.


Hamd olsun ki Vakıflar Genel Müdürlüğü, İznik Belediyesi ve Kaymakamlığının da katkılarıyla burayı çok güzel restore ettiler. Restore edildi, ama ne olarak kullanılacağı konusu demek ki bizi bekledi.’


Bu işe sahip çıkmaya karar verdiklerini vurgulayan Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:

’Neden? 1. Hukuken bunu yapmak zorundayız. Hukuken burası bir vakıftır. Vakfın gayesi de buranın cami olarak açık olmasıdır. 2. 6570 Sayılı Gayrimenkul Kiralama Kanunu diye bir kanun var. O kanunun 1. veya 2. maddesinde ibadethaneler ibadet dışında kullanılamaz, kiraya verilemez satılamaz ve saire diye bir hüküm. Bakın bu hüküm o kadar önemli ki 1995 yılında Kültür Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğüne yazı yazarak, burayı müze yapmak için kiralamak istemiş. Vakıflar Genel Müdürlüğü Kültür Bakanlığına, aynı hükümetin iki farklı bakanı ’Senin haberin yok galiba, burası camidir ve 6570 Sayılı Kanun’un şu maddesi gereğince benim bunu kiralamam mümkün değildir’ demiş. Ne güzel demiş. O günden bu yana cami olarak ibadete açık değil.’

 

Kendilerinin resmiyete baktığını anlatan Arınç, şöyle dedi:

’Birisi buraya müze demiş olabilir. Birisi işgüzarlık yapmış oraya bir levha asmış da olabilir. Birisi işgüzarlığın katmerlisini yapmış, 3 TL, 5 TL toplamaya da çalışmış olabilir. Burası müze de değil Bursalılar. Kilise değil, müze de değil. Orhan Camii, Ayasofya Camii 680 yıldır cami olarak açık, cami olarak ibadet edilmiş, cami olarak kayıtlarda var. Çok şükür elimizden geleni yaptık, basit bir işi büyütenler oldu ama, biz doğrusunu yaptık. Çok şükür milletvekillerimiz de koşmuşlar gitmişler, ben de keşke müsait olsaydım. Cemaatle birlikte burası içinde yapılan basit bir düzenekle ibadete açıldı Allah hayırlı uğurlu etsin.’

Arınç, bu meseleyi büyütmemek gerektiğini, yanlışlıkla ’kilise’ veya ’müze’ diyenleri, sadece gördüğünü doğru kabul edenleri mazur görmenin mümkün olabileceğini ifade ederek, şunları dile getirdi:
’Ama bir başkası da var bunun. Cami olduğunu bile bile buranın ibadete açılmasını arzu etmeyenler de oldu. Sayıları az oldu, ama varlıklarını biliyorum. Ben de doğrusu buna çok üzüldüm. Bursa’dan 3-5 de olsa bu düşünceli birilerinin çıkacağını hiç tahmin etmemiştim. Efendim, ’Camidir cami olmasına ama İznik’te 10 tane de 20 tane de cami var, buna ne ihtiyaç vardı?’ Efendim ’Camidir cami olmasına ama böylesi daha orijinaldi. Gelen giden bakıyordu, bir tarafı kilise gibi bir tarafı cami gibi, millete de para toplamak iyi olacaktı filan. Cami olduğunu bile bile buranın ibadete açılmaması için mazeret üretenlere, bayram gününde bir şey söyleyecek değilim. Ağzımızı tatlı açmışken kötü kapatma niyetim yok. Onları hemen hemen yanı başımızda Bursa’nın fatihi olarak duran Orhangazi’ye şikayet ediyorum. Bursa’yı fetheden, vakfiyesini kuran, vakfiyesinde ’Burası ilelebet cami olarak ibadete açık olacaktır’ diyen bir zat hemen yanı başımızda yatıyor. Allah onlardan razı olsun. Onlar bizim iftiharımız, şerefimiz. Biz onlara çok şey borçluyuz. Cihangirhane bir devleti bir aşiretten, beylikten çıkaran o güzel insanların, Osmangazilerin Şeyh Edebalilerin çok şükür biz izinden gidiyoruz. Onlar 600 küsur sene dünyaya hükümran olmuş bir büyük medeniyetin sahipleri, onların yüzüne bakamıyorduk, hamd olsun onların yüzüne bakacak hale geldik.’

Bursa Olay, 07.11.2011

 


KAYSERİ KALESİ KÜLTÜR SANAT MERKEZİ OLACAK

 

Kayseri’de, Romalılar döneminden sonra birçok medeniyete tanıklık eden, Cumhuriyet döneminde ise zaman zaman pazar yeri, son olarak da çarşı olarak kullanılan kalesi kültür sanat merkezi olacak.

 

Büyükşehir Belediyesi’nin “Kale İçi Kültür Sanat Merkezi Projesi”nin uygunluğunu değerlendiren Kayseri Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, incelemelerini tamamlayarak projeye onay verdi. Kayseri Kalesi’nin kültür ve sanat merkezi haline getirilmesi için çalışmalar 2012 baharında başlayacak.

Milliyet, 11.11.2011

61.7 MİLYON DOLARLIK TABLO

 

Soyut ekspresyonist sanatçı Clyfford Still'in bir eseri Sotheby's müzayede evinde rekor fiyatla 61,7 milyon dolara satıldı.

 

1980 yılında ölen Amerikalı sanatçının "1949-A-No.1" isimli eserinin 25 iel 35 milyon dolar arasında alıcı bulacağı tahmin edilmişti.

Aynı ressamın, yaklaşık 20 milyon dolara satılması beklenen "1947-Y-No.2" isimli tablosu da 31,4 milyon dolara el değiştirdi.

Radikal, 10.11.2011

GERMENİCİA, KAHRAMANMARAŞ TURİZMİNİN LOKOMOTİFİ OLACAK

 

Kahramanmaraş’ta kaçak kazı sonrası tesadüfen bulunan Germenicia Antik Kenti’nde kazı ve restorasyon çalışmalarının bu yılki bölümünün tamamlanmasının ardından bölgede kamulaştırma faaliyetine hız verildi.

 

Yöre sakinlerinin, 2007 yılında ev tadilatları ve kaçak kazılar sonrası bulunan, keşfi büyük heyecan yaratan Germenicia Antik Kenti Yamaç Villalarının taban mozaiklerinin dünya literatürüne girmesiyle birlikte kent, turizm açısından büyük bir beklenti içerisine girdi.

Dulkadiroğlu Mahallesi’ndeki tespit edilen ilk alanda kazı çalışmalarının bir bölümü tamamlanarak koruma altına alındı.

 

Yapılan çalışmalarda 4 mahallede farklı 23 noktada belirlenen taban mozaiklerinin gün yüzüne çıkartılması için kamulaştırma çalışmalarına hız verildi. Kültür ve Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, başta Özel İdare ile Kültür ve Turizm Bakanlığı kaynaklarıyla ilk etapta 22 parselin kamulaştırılacağını söyledi.

 

Adana Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 2010 yılında 146 dönüm arazinin 3. derece SİT alanı kapsamına alındığını hatırlatan Küçükdağlı, “Burası çok geniş bir bölge. Dolayısıyla işimizin zor olduğunu biliyoruz. Çünkü taban mozaikleri büyük bir yerleşim alanında bulunuyor. Bu yüzden kamulaştırma çalışmaları büyük önem arz ediyor. Bakanlık olarak ivedi kabul ettiğimiz bölgelerden başlayarak kamulaştırmaya hız vereceğiz” dedi.

 

Germenicia’nın Kahramanmaraş turizminin lokomotifi olacağına inandığını belirten Küçükdağlı, çalışmaların yavaş olmasına rağmen gelecekte bu mozaiklerin dünya insanlığına görücüye çıkacağını ifade etti.

 

Temmuz ayında gerçekleştirilen uluslararası mozaik sempozyumu ile Kahramanmaraş’taki Germenicia antik kentinin dünya litaretürüne girdiğini anımsatan Küçükdağlı, en büyük hedeflerinin de bu alanın arkeopark şeklinde değerlendirerek ziyaretçilere doğrudan yerinde, kendi mimarisiyle göstermek olduğunu kaydetti.

 

-Germenicia Antik Kenti-

Kaliteleri ve ikonografileri açısından Zeugma mozaikleri ile yarışacak nitelikte olduğu belirtilen Germanicia antik kenti, 146 hektarlık geniş bir alana yayılıyor. Kentin kalıntılarının bulunduğu Dulkadiroğlu, Bağlarbaşı, Namık Kemal ve Şeyhadil mahalleleri, bu kapsamda 3. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.

 

MS 4. ve 5. yüzyıla ait bir Roma Kenti olduğu ve sakinlerinin yüksek mevkili aristokratlar olduğu anlaşılan Germenicia, Kahramanmaraş’ı dünyanın en önemli mozaik merkezlerinden biri haline getirecek. Her birinde yaklaşık 15-20 oda bulunan 100 villanın olduğu tahmin edilen antik kentin taban mozaikleri, dönemin sosyal ve kültürel hayatı hakkında önemli ipucları veriyor.

 

İnsan, hayvan ve bitki figürlerinin çok gerçekçi şekilde resmedildiği mozaikler arasında bulunan “horoz” figürünün ise günümüzde bilinen mozaikler arasında karşılaşılmamış, benzersiz bir yapıya sahip olduğu belirtiliyor.

haberler.com, 10.11.2011

DEPO ESERLERİ TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

İnşaat çalışmaları devam eden Hatay Arkeoloji Müzesi’nde, daha önceden yer darlığı nedeniyle depolarda bekletilen mozaikler ile binlerce eser sergilenebilecek.

 

Antakya Arkeoloji Müzesi Müdürü Melike Nalan Yastı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Atatürk, Gündüz ve Cumhuriyet caddelerinin kesiştiği kentin işlek noktasında bulunan ve 23 Temmuz 1948′de Hatay’ın kurtuluş bayramında ziyarete açılan, ”Antakya Arkeoloji Müzesi”nde yer darlığı nedeniyle çok sayıda eserin sergilenemediğini söyledi.

 

Yastı, 2,5 dönüm alan üzerinde kurulu bulunan ve 8 salonu olan müze bünyesinde, Hitit, Helenistik, Bizans ve Roma dönemine ait 600 metrekare mozaik, 18 bin 115 adet arkeolojik ve 987 adet etnografik eser, 14 bin 412 adet sikke, 432 adet tablet, bin 412 adet mühür ve mühür baskısı, 2 adet arşiv vesikası, 73 adet de el yazması kitap olmak üzere toplam 35 bin 433 adet eserin bulunduğunu, ancak bunlardan sadece bin 500′ünün sergilenebildiğini belirtti.

 

Reyhanlı yolu Maşuklu beldesi sınırları içerisinde 26 Mayıs tarihinde temeli atılan 53 bin 500 metrekare alan üzerine kurulacak ve 32 bin metrekare kapalı alana sahip olacak yeni Hatay Arkeoloji Müzesi’nin, kentin tarihi zenginliklerinin sergilenmesi açısından önemli bir boşluğu dolduracağını vurgulayan Yastı, şöyle devam etti:

 

”Mevcut arkeoloji müzesi, Hatay’ın sahip olduğu zengin eserlerin sergilenmesi bakımından çok yetersiz kalıyor. Depolarda bekleyen birçok eser yer sıkıntısı nedeniyle sergilenemiyordu. Bu nedenle çağdaş ve modern yeni bir müze yapılması gereksinimi duyuldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı da bu talebimize sıcak baktı. Mevcut müzede ziyaretçiler 960 metrekare mozaik görülebiliyordu. Yeni müze ile toprak altındakiler ve depolarda bekletilenlerle birlikte yaklaşık 600 metrekare mozaik daha yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılacak. Yeni Hatay Arkeoloji Müzesi 4 bin 500 metrekare sergi alanına sahip olacak. Yapımı devam eden ve 7 Temmuz 2013′te tamamlanması planlanan Müze sadece sergileme alanlarından ibaret değil. Bunun yanında sosyal kültürel ve eğitim amaçlı donatıları da olacak.

 

Paleotik, Prehistorik, Helenistik, Roma, Bizans ve Hatay’ın Ortaçağ dönemleri gibi belli bir kronolojiyi içeren ve 9 ana bölümden oluşacak olan Hatay Arkeoloji Müzesi’nin giriş kısmında, Asi Nehri’ni sembolize eden küçük bir nehir ve su çarkı sistemi yapılacak.”

 

Hatay Arkeoloji Müzesi’nin yapılmasındaki temel amacın, Hatay’ın sahip olduğu zengin koleksiyonun layık olduğu şekilde sunumu, korunması, saklanması, eserlerle ilgili araştırma ve sosyokültürel etkinliklerin yapılabileceği yeterli içerik ve fiziksel donanıma kavuşması olduğunu ifade eden Yastı, şunları kaydetti:

 

”Yeni müze ile ziyaretçiler, ilk çağlardan Ortaçağ’a kadar Hatay’da var olmuş yerleşimlere ve kültürlere tanıklık edecek. Arkeolojik malzemelerin korunduğu, onarıldığı, araştırıldığı ve yorumlandığı, öğrenme ve bireysel gelişim için toplumun her kesiminin dikkatine ve beğenisine sunulduğu yeni müzecilik anlayışının, fiziksel ve içeriksel tüm gerekliliklerini bünyesinde barındıran bir kültür kurumu olacak. İçerdiği ve sunduğu koleksiyonlar itibarıyla yalnızca ülkenin değil, dünyanın sayılı arkeoloji müzelerinden birisi konumunda olacak müzede, daha önceleri depoda beklettiğimiz eserleri de sergileme olanağı bulacağız. Müzemiz içerisinde sergi, toplantı ve konferans salonları, kafeteryalar, halkın bahçesinde yürüyüş ve spor yapabileceği parkurlar, 335 metrekare çocuk müzesi, atölyeler ve 250 metrekare kütüphane de bulunacak. Çevre düzenlemesi ve otoparkıyla 30 milyon liraya mal olacak.”

Sabah, 10.11.2011

ALAY KÖŞKÜ, TANPINAR MÜZE KÜTÜPHANESİ OLUYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığınca yurt genelinde başlatılan ‘Edebiyat Müzeleri’ projesi kapsamında, Topkapı Sarayı surlarına inşa edilen tarihi Alay Köşkü, Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi ve Kütüphanesi olarak düzenlendi.

 

Müze, 12 Kasım’da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından açılacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Prof.Dr. Onur Bilge Kula, kütüphanede 7 binden fazla kitap, yüzden fazla süreli edebiyat ve estetik konulu dergi bulunacağını, iki katlı binanın üst katı kütüphane ve müze olarak hizmet verirken, giriş katın edebiyatçılar kahvesi olacağını söyledi.

Hürriyet, 10.11.2011

ARKEOLOJİ MÜZESİ, DEPREMDE RİSK ALTINDA

 

 

TBMM Bayındırlık ve İskan Komisyonu Başkanı İdris Güllüce, Türkiye'de birçok müze ve tarihi binanın muhtemel bir depremde tehlike altında olduğunu söylüyor.

 

Deprem Komisyonu'nda altı çizilen hususlar arasında, müzeler ve tarihi binaların mevcut durumlarının risk teşkil etmesi ve gerekli önlemlerin alınması zorunluluğu olduğunu hatırlatan Güllüce, ilerleme kaydedilemeyen konulardan birinin de bu olduğunu belirtiyor. Eserlerin her birinin depreme göre dizayn edilmesi gerektiğini aktaran Güllüce, "Bir heykelin düştüğünü düşünün. Risk altında olan müzeler var. İstanbul Arkeoloji Müzesi böyle mesela. Sadece binanın kendisi değil eserler de risk altında. Daha korunaklı bir hale getirilmesi gerekiyor." şeklinde konuşuyor.

 

AKP İstanbul Milletvekili Güllüce, aynı zamanda eski Tuzla Belediye Başkanı. İki dönemdir Meclis'te. Marmara depremini yerel yönetici olarak yaşadı. Konuyla ilgili sorunları en yakından bilen isimlerden. Zaman'a konuşan İdris Güllüce, Van depreminin, Türkiye'nin afetlere acil müdahalede geldiği olumlu noktayı gösterdiğini belirtiyor. Devletin gücünün de net bir şekilde ortaya konduğunu aktarıyor. Buna karşılık, depreme hazırlık ve hasarı önleme çalışmaları konusunda ilerlemenin çok yavaş olduğunu kabul ediyor.

 

İdris Güllüce, Van depreminin, yapı denetim firmalarını yeniden gündeme alma gerekliliğini ortaya koyduğunu aktarıyor. Aynı zamanda geçen yıl Meclis'te kurulan Deprem Araştırma Komisyonu'nun da başkanlığını yapmış olan Güllüce, kalitesiz binaların çokluğuna dikkat çekiyor. Yan yana iki binadan biri dimdik ayakta dururken bir diğerinin yerle bir olmasının normal olmadığını söylüyor. Yapı denetim firmalarının bu binalara nasıl onay verdiğini sorgulamak gerektiğini kaydediyor. Güllüce, "Demek ki bir denetim sorunu var, firma es geçmiş. Yapı denetimini sigaya çeken, denetleyenleri de denetleyen bir mekanizmanın kurulması gerekir. Yapı denetiminin de denetimini sağlamalıyız." diyor.

 

İdris Güllüce, 2010 yılında kurulup raporu Meclis Başkanlığı'na sunulan Deprem Komisyonu'nun önerilerininse hemen hiçbirinde bir ilerleme olmadığını anlatıyor. Sadece canlı fay hatlarının tespiti konusunda Maden Tetkik Arama (MTA)'nın çalışmaları hızlandırdığını, Afet Müdürlüğü'nün de bir veri tabanı oluşturma konusunda çalışmalar yaptığını söylüyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın okullarda güçlendirme çalışmalarının da kayda değer bir şekilde devam ettiğini aktarıyor. Bunun dışında hiç bir mesafe alınamadığı eleştirisini yöneltiyor.

 

Raporda yer alan önerilerden bir diğeri, afet sonrası uyuşmazlıkları için ihtisas mahkemeleri kurulmasıydı. Bu konuda da atılmış hiç bir adım yok. Deprem Komisyonu'nun daimi hale getirilmesi ya da iki yılda bir toplanması ve çalışmaları gözden geçirmesi de öneriler arasındaydı. Ancak bu da mümkün olmayacak. Bunun yerine mevcut Bayındırlık Komisyonu'nun görevleri arasına 'deprem' de dahil edilecek.

Zaman, Haber: Ahmet Dönmez, 10.11.2011

ADI UZUN, EDERİ 76 MİLYON

 

ABD'li ünlü ressam Roy Lichtenstein'ın tablosunu rekor fiyat...

 

Adı açıklanmayan bir alıcı, eserlerinde popüler reklam ve çizgi roman öğeleri kullanarak ün kazanan Lichtenstein'ın 1961'de yaptığı 'I Can See the Whole Room! ... and There's Nobody in it!' adlı tablosuna 43.2 milyon dolar (76 milyon lira) ödedi.

Lichtenstein'ın çizgi roman tarzı eserlerinin ilki olan tablonun açılış fiyatı, 35 milyon dolar (61.6 milyon TL) olarak belirlenmişti.

Akşam, 10.11.2011

ANTALYA MÜZESİ, HERAKLES'DEN SONRA SİON HAZİNESİ'Nİ BEKLİYOR

 

 

30 yıl sonra Boston’dan gelen Herakles Heykeli’nin coşkusunu yaşayan Antalya Müzesi, Kumluca’da 1963 yılında bulunan ve aynı yıl bir bölümü yurtdışına kaçırılarak Washington sergilenen “Sion Hazinesi”ni bekliyor.

 

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgeye gelen işgal güçlerinin yağmasından kurtarılan eserlerin korunması amacıyla kurulan Antalya Müzesi’nde envantere kayıtlı eser sayısı 60 bine ulaştı. Bölgedeki kazılardan ve vatandaşların tesadüfen rastladığı buluntulardan beslenen müzede yer yokluğundan dolayı eserlerin sadece 11 bin 500′ü sergilenebiliyor.

 

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İtalyanların Antalya’yı işgal edip, açıkta gördükleri eski eserleri toplamaya başlamaları üzerine, öğretmen Süleyman Fikri Erten’in harekete geçerek temelini attığı Antalya Müzesi, resmi olarak 1923 yılında Panaya Kilisesi’nde (Alaaddin Camii) kuruldu.

Kurulduğundan bu yana Antalya sınırlarında yer alan üç antik kültür bölgesi Lykia, Pamphylia ve Pisidia’dan çıkarılan eserlere ev sahipliği yapan müze, barındırdığı koleksiyonlarla da dünyanın en önemli müzeleri arasında yer alıyor.

 

Envantere kayıtlı 60 bin eserin bulunduğu müzede, bunların sadece 11 bin 500′ü sergileniyor. 30 yıl sonra Boston’dan getirilen Herakles Heykeli’nin üst yarısının coşkusunu yaşayan müze, şimdi de Kumluca’dan kaçırılarak Washington’daki Dumbarton Oaks Bizans Araştırma Enstitüsü’nde sergilenen Sion Hazinesi’nin devamını bekliyor.

 

Her yıl bölgede süren 10′un üzerindeki kazıdan gelen eserlerle zenginleşmeye devam eden müzeye, yöre halkı da tesadüfen bulduğu taşınabilir tabiat varlıklarıyla destek veriyor.

 

Antalya Müzesi Müdürü Mustafa Demirel, ilk olarak Kaleiçi’nde bulunan Alaaddin Camisi’nde, daha donra Yivli Cami’de yer alan müzenin 1972 yılında bugünkü binasına taşındığını söyledi.

Müzenin 30 bin metrekareyi kaplayan bir alanda 14 sergi salonu ile heykel ve değişik eserlerin sergilendiği açık hava galerileri ve bahçeden oluştuğunu anlatan Demirel, müzede envantere kayıtlı 60 bin eser bulunduğunu bildirdi. Eserlerin 11 bin 500′ünün sergilendiğini ifade eden Demirel, diğerlerinin depreme dayanıklı depolarda muhafaza edildiğini anlattı. Bu eserlerin 35 binini sikkelerin oluşturduğunu ifade eden Demirel, teşhirdeki eserlerin yüzde 70′inin ise Perge Kazısı’ndan elde edildiğini kaydetti.

 

Sion Hazinesi bekleniyor

Demirel, ABD’den Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağıyla getirilen üst yarısı Antalya Müzesi’ndeki alt yarısıyla birleştirilen ‘Yorgun Herakles’ heykelinin yarattığı heyecanın da sürdüğünü belirtti. Heykeli almak için ABD’ye giden heyetin içinde olduğunu ifade eden Demirel, Herakles’in iade sürecinde bu ülkedeki büyük müzeleri de gezme fırsatı bulduklarını kaydetti.

 

ABD, İngiltere ve Fransa’da, Anadolu, Yunanistan ve Mısır eserlerinin çok fazla olduğunu dile getiren Demirel, “Ekip olarak hem Herakles’i tespit etmeye gittik hem de büyük müzelere kaçak yollarla götürülmüş eserlerin ülkemize iade edilmeleri süreciyle ilgili çalıştık” dedi.

 

New York’daki Metropolitan Müzesi, Los Angeles’daki Paul Getty Müzesi ile birlikte Boston ve Washington’da bulunan müzelerde tespit çalışması yaptıklarını anlatan Demirel, “Paul Getty Müzesi’nde Antalya ve Burdur’dan gitme koleksiyonlar var. Ama bizim için önemlisi Washington’daki Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Enstitüsü’nde olan müzemizdeki Sion Hazinesi’nin devamı. Umarım onu da geri getiririz” diye konuştu.

 

Son yılın gözdeleri

Antalya Müzesi’nde bu yıl ABD’den 30 yıl sonra gelerek alt yarısına kavuşan Herakles heykeli büyük ilgi görüyor. Güzel sanatlar bölümü öğrencilerinin çizimleri için tercih ettikleri heykeli geçen ay Altın Portakal Film Festivali dolayısıyla kente gelen sanatçılar da gezdi.

 

Müzede, dönen bir platformda sergilenen Herakles heykelinin yanı sıra diğer Herakles heykelleri ve lahit mezarları da ilgi çekiyor. Lahitlerin üzerinde Herakles’in 12 göreviyle ilgili figürler bulunuyor.

 

Perge kazısından geçen yıl çıkartılan MS 2. yüzyılda yaşamış Roma İmparatoru Lucius Verus’a ait heykel de “İmparatorlar Salonu”nda sergileniyor.

 

Sion hazinesi nedir?

Kumluca yakınındaki Korydalla Antik Kenti’nde 1963 yılında bir köylü tarafından tesadüfen bulunan Sion Hazinesi, kandil, buhardanlık, İncil kapağı, tepsi gibi gümüş kilise eşyaları ve bazı kaplama levhalardan oluşuyor. Bulunduğu yıl bir bölümü yurtdışına kaçırılan ve MS 6. yüzyıla ait Sion Hazinesi’nin bazı parçaları üzerindeki yazıt ve maden kontrol damgalarından antik Myra civarındaki Sion Manastırı’na ait olduğu saptandı.

 

Antalya Müzesi’nde bir bölümü sergilenen hazinenin kalan kısmı Washington’daki Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Enstitüsü’nde sergileniyor.

 

Bu arada Paul Getty Müzesi’nde Burdur Bucak’tan kaçırılan esin peri heykellerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda eser bulunuyor.

Hürriyet, 09.11.2011

BALABOLU HARABELERİ TURİZME KAZANDIRILMAYI BEKLİYOR

 

Mersin’in Mut İlçesi'ndeki ”Balabolu (Adrassus) Harabeleri” turizme kazandırılmayı bekliyor.

 

Mut Kaymakamı Mustafa Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin yaklaşık 40 kilometre batısında bulunan ve adını üzerinde bulunduğu Balabolu (Balapoğlu) Tepesi’nden alan Adrassus Harabeleri’nin, geniş bir kesime yayıldığını söyledi.

 

Yalnızcabağ Köyü'ne 9 kilometre mesafede bulunan harabelerin zaman zaman tarihi eser kaçakçıları tarafından tahrip edildiğini belirten Şahin, ”Ayakta hiçbir sağlam yapı kalmayan harabelerde çok sayıda lahit ve duvar kalıntıları yer alıyor. Yöredeki yapılara yönelik restorasyon çalışması yapılması durumunda turizme kazandırılabilir. Aksi takdirde buraya sahip çıkılıp, koruma altına alınmazsa tarihin karanlıklarına gömülecek” dedi.

 

-Balabolu (Adrassus) Harabeleri-

Uzmanların yaptığı araştırmalara göre, Akropol ve Nekropol alanı bulunan, Roma Dönemi’nde iskan gördüğü anlaşılan, coğrafi ve stratejik önemi nedeniyle önem taşıyan kent, Bizans İmparatorluğu’nun ve zaman zaman Isauria’nın himayesine girmiş. Kentin kilise yapısına ait kalıntısı tepenin zirvesinde yer alıyor. Kilisenin ise sadece apsisinin temel izleri bulunuyor.

 

Tepenin çevresindeki kayalıkların yükseklikleri, girinti ve çıkıntıları düzeltilerek küçüklü büyüklü birçok odanın bulunduğu harabelerde, ana kayanın oyulmasıyla oluşturulan sütunlar da var. Mezar şekilleri çeşitlilik gösteren harabedeki lahitlerin bir çoğunda da haç motifi ve yazıtlar bulunmakta.

Harabenin yüzey buluntuları arasında ise kiremit parçaları, boyalı oval formlu kiremitler, boyalı seramikler, üzeri yivli iri amfora kulpları, amfora tıpası, gözyaşı şişesi kaidesi ve ince cidarlı seramikler göze çarpan örnekler olarak yer alıyor.

Zaman, 09.11.2011

DİNOZORLARDAN BİLE ESKİ KERTENKELE İZİ BULUNDU

 

Fransız paleontologlar, Türkiye’de ilk kez dinozorların ortaya çıkmasından önce yaşamış 280 milyon yaşında bir kertenkelenin izlerini keşfetti.

Fransız bilimadamı Jean-Sebastien Steyer ve Türk kökenli Fransız paleontolog Şevket Şen, yaptıkları açıklamada, Karadeniz kıyısındaki Çakraz’da dinozorlarla ilgili gerçekleştirdikleri bilimsel araştırmalar sırasında tesadüfi şekilde, bir falezde bu kertenkelenin izlerine rastladıklarını belirtti.

Dünyanın bu köşesinde ilk kez söz konusu kertenkelenin izine rastlandığını ifade eden bilimadamları, küçük bir varan ya da büyük bir kertenkele boyutlarındaki bu sürüngenin ilk dinozorların ortaya çıkışından yaklaşık 60 milyon yılönce yaşadığının altını çizdi.

 

Araştırmayı finanse eden Fransız Ulusal Doğal Tarih Müzesi (Mnhn) ve Bilimsel Araştırmalar Merkezi (Cnrs) adına yapılan ortak açıklamada ise bu sürüngenin Anadolu’da da yaşadığının tespitinin, bu türün Triassik dönem öncesi tüm yeryüzü kara kütlesini kapsadığı varsayılan kıtanın bulunduğu Pangea döneminde, (-359 yıl ve -200 milyon arasındaki dönem) tüm karalarda yaygın olduğunu gösterdiği kaydedildi.

Miliyet, 09.11.2011

EFLATUNPINAR HİTİT ANITI'NDA RESTORASYON SÜRÜYOR

 

 

Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün, Beyşehir İlçesi sınırları içerisindeki Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı’ndaki restorasyon çalışmaları sürüyor. Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, çalışmaların bu yıl sonu tamamlanacağını ve tarihi anıtın 2012′de ziyaretçilere açılacağını söyledi.

 

Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı’ndaki restorasyon çalışmalarıın bu yıl sonu itibariyle tamamlanacağını belirtti. Benli, şunları söyledi:

“MÖ 1200 yılları Hitit dönemine ait su kültürünün bulunduğu Eflatunpınar’da ilk olarak 2000′li yıllarda kurtarma çalışması yapılmıştı. O dönemde, bir çok antik malzeme ve antik bölüm ile dağ tanrıları ortaya çıkarıldı. Son olarak anıtın önündeki havuzun eksik taşlarının tamamlanması için proje çalışması yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın finansmanıyla burada bir çalışma başlatıldı. İlk önce temizlik çalışması yapılarak orjinal taşlar yerine yerleştirildi. Daha sonra kesilen yeni taşlar yerlerine monte edildi. Şu an da yeni yerleştirilen taşların eskisine uyum sağlaması için çalışma yapılıyor.”

 

Önümüzdeki günlerde çevre düzenlemesi yapılacağını da belirten Yusuf Benli, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bunun projesi de Çevre Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Kültür ve Turizm Bakanlığımızdan finanse edilerek bayramdan sonra çalışmalara başlanılacak. Anıtın etrafı da tel örgü içerisine alınarak ziyaretçilerin daha rahat gezebilmesi için platform yapılacak. Bu yıl sonu itibariyle çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışması tamamlanacak.”

 

Dünyadaki birçok medeniyet içinde Anadolu’da 2 önemli medeniyet olduğuna dikkat çeken Benli, bunların Hitit ve Selçuklu medeniyeti olduğunu, Türkiye sınırları içerisinde Hitit medeniyetine ait Eflatunpınar gibi bir anıtın olmadığını sözlerine ekledi.

 

Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı, Beyşehir Gölü’ne yaklaşık 10 kilometre mesafede, MÖ 1200 yıllarına tarihlendirilen Geç Hitit kalıntılarının ve orijinal halini muhafaza eden üç anıt ve havuzun bulunduğu bir höyüktür. Tarihi Antik Yunan filozofu Eflatun’dan 1000 yıl öncesine dayanmakla birlikte, halk arasında bu şekilde adlandırımıştır.

haberler.com, 09.11.2011

ERMENİ KİLİSESİ, TARİHİ İNCİL'İ ABD'DEN İSTEDİ

 
Türkiye'nin Herkül Heykeli için ABD'deki Boston Üniversitesi'ne karşı verdiği tarihi mirasın iadesi mücadelesinin bir benzerini bu kez Ermeniler ABD'deki Getty Müzesi'ne karşı başlattı. Davayı açan ünlü Ermeni avukat Vartkes Yeghiayan, "Kutsal yazıtlarımızı alacağız" dedi. Anadolu'dan kaçırılan ve bugün Los Angeles kentindeki Getty Müzesi'nde sergilenen 755 yıllık el yazması İncil'in 7 sayfasının geri alınması için Haziran 2010'da müze aleyhine dava açtıklarını belirten Yeghiayan, en son duruşmanın geçen 31 Ekim'de görüldüğünü hatırlattı. Davayı, merkezi Lübnan'da bulunan Ermeni Kilisesi adına Kaliforniya'da başlatan avukat, Getty Müzesi'ne 1994 yılında satılan 7 sayfanın iadesini istediklerini kaydetti.

Mayısta görülecek dava öncesinde SABAH'a konuşan Yeghiayan, sayfaların sahiplilik hakkını istediklerini belirterek, şöyle konuştu: "Ermeni bir profesöre incelettik ve Ermenistan'daki Zeytin İncili'nin parçaları olduğunu belirledik. Sayfaların bizim olduğunu kabul etmeleri gerekiyor. Kilise isterse sergilenmeye devam eder. Ama anlaşmaya varılmazsa yolculuk sırasında gördüğü zarar için en az 50 milyon dolara yakın tazminat istiyoruz."

Melkon Adamyan, 1910'da Kahramanmaraş'ın Zeytun Köyü'ndeki Ermeni Ortodoks Kilisesi'nde bulunan 755 yıllık İncil'in ilk 7 sayfasını yırtarak aldı. 1916'da Ermeni tehciriyle birlikte ABD'ye yerleşen Adamyan'ın ailesi sayfaları 1994'te 950 bin dolara Getty Müzesi'ne sattı.

Sabah, Haber: Bilge Eser, 09.11.2011

BAŞKENT TURİZMİNE ANTİK ROMA TİYATROSU DESTEĞİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın girişimleriyle 23 yıl aradan sonra kazı çalışmalarının 2009’da yeniden başladığı Ankara’daki Antik Roma Tiyatrosu ziyaretçilerini ağırlayacağı günü bekliyor. Tiyatronun ülkenin kültür ve sanat yaşamına kazandırılması amacıyla hazırlanan röleve, restorasyon projeleri de Ankara Kültür Varlıkları Bölge Korumu Kurulunda değerlendirme aşamasında bulunuyor.

Ankara İl Kültür ve Turizm Müdürü Doğan Acar, Ankara’da turizmi canlandırma çalışmalarının hız kazandığını söyledi.


Acar, “Hisarpark Caddesi’nde yer alan ve Ankara’daki en önemli buluntulardan biri olan Antik Roma Tiyatrosu kazı çalışmaları da Anadolu Medeniyetleri Müzesince sürdürülüyor” dedi.

Tiyatroda bu yılki kazı çalışmalarının sona erdiğini kaydeden Acar, “Tiyatro kazı çalışmaları bittikten sonra turizme kazandırılacak. Aynı zamanda kültürel ve sanatsal faaliyetlere de ev sahipliği yapacak” diye konuştu.

Ankara Roma Tiyatrosu 1982-1988 yıllarında, Anadolu Medeniyetleri Müzesi Başkanlığı’nda Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinin bilimsel danışmanlığında gerçekleştirilen kazılarla kısmen ortaya çıkarıldı.

Tiyatro olarak tanımlanan yapı, Augustus ve Roma Tapınağı’nın güneydoğusunda, Ankara Kalesi’nin Bent Deresi’ne bakan kuzeybatı yamacında yer alıyor.

Tiyatroda, 1986 yılından 2009’a kadar kazı çalışması yapılmazken aralıklarla yüzeysel temizlik gerçekleştirildi.


Ara verilen kazı çalışmalarından sonra çöp döküm merkezi haline gelen ve oldukça büyük boyutlu ağaçların yetiştiği tiyatro alanında kazı çalışmalarına 23 yıl aradan sonra 2009’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi Başkanlığında ve 6 arkeologdan oluşan bir ekiple yeniden başlandı.

Hürriyet Ankara, 09.11.2011

YAZICI: KÜLTÜR BAŞKENTİ VERGİSİ KALDIRILABİLİR

 

Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, İstanbul’un “Kültür Başkenti” olması çerçevesinde düzenlenen organizasyonlara finans sağlamak amacıyla akaryakıta konulan, ancak halen devam eden 1 kuruşluk ek verginin kaldırılabileceğini söyledi.

 

Bakanlığının adı değişmeden önce, Devlet Bakanı olarak bu organizasyonu üstlenen İstanbul Ajansı’ndan da sorumlu olan Yazıcı, projenin süresinin bitmesine karşın konan verginin devamı üzerine yapılan eleştirileri şöyle değerlendirdi: “İstanbul Ajansı yapısını biz oluşturduk. Bir kaynak gerekiyordu; İstanbul’da harcanan akaryakıttan 1 kuruş kesinti olsun dendi. Ama bunun bütçe ve hukuk tekniği açısından sorun oluşturduğu belirtildi. O nedenle genel olarak 1 kuruş kondu. Bütçeden İstanbul Ajansı için gereken miktarda aktarım yapıldı. Maliye Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek verginin kaldırılabileceğini söyledi. Para İstanbul Ajansına gitmiyor, bütçede kalıyor.”

Hürriyet, Haber: Şükrü Küçükşahin, 09.11.2011



******


1 KURUŞ DEYİP GEÇMEYİN, HESABINI VERİN

 

İstanbul’un Kültür Başkenti olması nedeniyle yapılacak harcamaları finanse etmek için akaryakıta konulan litre başına 1 kuruşluk verginin kaldırılabileceği Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı tarafından açıklandı.

Gazetelerdeki haberlere göre Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de buna olumlu bakıyormuş, verginin kaldırılması söz konusu olabilecekmiş.


Benim ulaşabildiğim verilere göre Türkiye geçtiğimiz yıl 20 milyon metreküp akaryakıt tüketti. Yani bir yılda toplanan para 200 milyon lira olmalı. Akaryakıt için toplam olarak ödediğimiz verginin yanında devede kulak kalabilecek bir tutar bu. Ama madem İstanbul’un “kültür başkenti etkinlikleri için” toplandı, artık kaldırılmasında yarar var.


Ama kaldırmak da yetmez, ödediğimiz paraların nereye harcandığını da bilmemiz gerekiyor.
Demokrasi şeffaflık rejimidir ve yönetenlerin, halka hesap verebilmeleri bunun olmazsa olmaz bir yönüdür.


Yani Maliye Bakanı’nın yaptığı türden “Deprem vergilerini bölünmüş yollara harcadık” gibi soyut açıklamalar yetmez.


Bakan Yazıcı’ya düşen, artık harcamalar da tamamlandığına göre bu vergilerin ve bütçeden aktarılan başka kaynakların nerelere harcandığını açıklamasıdır.


Hangi kuruluşlara, hangi işler için kaç lira ödendi, hangi etkinliklere nasıl bir bütçe harcandı ve bu harcamalar kimlerin eliyle yapıldı bunları bilmeliyiz.


Bilmeliyiz ki gerekiyorsa hesap sorabilelim, hesap sormamızı gerektirecek bir durum yoksa da ilgililere teşekkür edip, ödediğimiz vergileri helal edelim.


Bir opera, bale, konser salonu olmayan bir kentte, halkın çoğunluğuna dokunmayan bir kültür başkenti etkinliğinin ne işe yaradığını da daha sonra konuşuruz.

Hürriyet, Yazı: Mehmet Yılmaz,10.11.2011

BANKA KREDİSİYLE TARİHİ KURTARDI, BAKANLIK UYARDI

 


Muhammet Yüksel (en solda) Selçuklu çeşmesini yetkililere teslim ettiğinde mutluydu. Şimdi Bir daha böyle eser görsem sahip çıkmam diyor.

 

Plak ve gramofon koleksiyonculuğu yapan sigortacı Muhammet Yüksel, Ankara’da antika pazarını dolaşırken tanıştığı bir antikacının elinde Selçuklu dönemine ait 800 yıllık kartal başlı çeşmenin olduğunu öğrendi. Antikacı, 12 sütundan oluşan kartal başlı çeşmeye İngiliz ve Almanların da talip olduğunu ancak kendisine 100 bin dolara verebileceğini söyledi. Tarihi zenginliklerin yurtdışına kaçırılmasına gönlü razı olmayan Yüksel, antikacıdan eseri kendisine satmasını istedi.

 
Antikacıyı 25 bin dolara ikna eden Yüksel, daha sonra bankadan kredi alarak tarihi eseri satın aldı. Eserin Yüksel’e satıldığını öğrenen aracılar soluğu Yüksel’in ofisinde aldı.


Ancak Yüksel eseri Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağışlayacağını söyleyerek eski eser satıcılarını ofisinden kovdu. 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne dilekçeyle başvuran Yüksel, tarihi eseri bağışlamak istediğini bildirdi. Bürokrasi ağır işleyince de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a ulaştı. Günay, çeşmenin çok değerli olduğunu ve kartal başlı çeşme takımının müzelerinde hiç bulunmadığını söyleyerek bürokratlarına talimat verdi.


Yüksel bu süreç içerisinde eseri işyerinde muhafaza etti. Ancak bu kez suçlu duruma düştü.
Kültür Bakanlığı, eserin alınması için 6 ay boyunca mücadele eden ve Müzeler Müdürlüğü’ne dilekçe veren Yüksel’e 2863 sayılı yasanın 6. maddesine dayanarak ‘kültür varlıklarını elinde bulunduramayacağı’ belirtilerek uyarı cezası verildi.


Muhammet Yüksel, teşekkür beklerken kınandığını söyledi:
‘‘Tarihi eserlere sahip çıkanlara suçlu muamelesi yapılıyor. Ben bir daha böyle bir eser görsem sahip çıkmam. 6 ay boyunca Kültürve Turizm Bakanlığı’na ve Müzeler Müdürlüğü’ne bir çokkez yazışma yaparak ve evrakımı takip ederek neredeyse zorla teslim ettim ve de suçlandım.’’

Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 09.11.2011

İSPANYOL PRADO MÜZESİ KRİZ NEDENİYLE HER GÜN AÇIK

 

Borç krizi nedeniyle zor günler geçiren İspanya’nın en ünlü sanat müzesi Prado, gelirini artırmak için her gün açık olma kararı aldı. Bütçesinin yüzde 60’ını kendi gelirinden toplayan Prado Müzesi, eskiden kapalı olduğu pazartesi günleri de kapılarını açık tutacak. Yıl içinde sadece 1 Ocak, 1 Mayıs ve 25 Aralık’ta kapanacağı açıklanan müze son olarak Rus Hermitage Müzesi’nden gelen eserleri sergiliyor. 
Milliyet, 09.11.2011

MERKEZ BANKASI'NIN KOLEKSİYONU PERA'DA

 

 

Pera Müzesi’nin iki katında izleyiciye sunulan “Suretin Sireti: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Sanat Koleksiyonu’ndan Bir Seçki” sergisi, bankanın koleksiyonundan bir araya getirilen 36 usta sanatçının 60 yapıtıyla Türk sanatının 1950’lerden 2000’lere uzanan serüvenine ışık tutuyor. Aralarında Fikret Mualla, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Zeki Faik İzer, Tiraje Dikmen, Yüksel Arslan, Komet, Ömer Uluç, Adnan Çoker, Erol Akyavaş, Burhan Doğançay gibi pek çok usta sanatçının eserlerinin yer aldığı sergi, 31 Aralık’a kadar ziyarete açık olacak. Serginin küratörlüğünü sanat tarihçisi Zeynep Yasa Yaman üstleniyor.

 

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın 1931’de oluşturulmaya başladığı sanat koleksiyonu, farklı kuşaklardan sanatçıların 1908’den günümüze kadar ürettikleri resim, heykel, desen / çizim, baskı, yerleştirme gibi modern  / çağdaş sanat yapıtlarından oluşuyor.

Milliyet, 09.11.2011

650 YIL ÖNCE ŞEYTANI RESMETMİŞLER

 

 

İtalyan rönesans resminin büyük ustalarından Giotto'ya ait bir freskoda yüzyıllardır saklı halde duran şeytanın yüz tasviri keşfedildi.

Assisi kentindeki San Francesco Basilikası'nda yerden bir hayli yukarıda duran freskodaki şeytan tasviri, İtalyan sanat tarihçisi Chiara Frugoni tarafından tespit edildi.

Freskodaki bulut kümelerinin arasına gizlenmiş olan çengel burunlu şeytan profili, yerden bakıldığı zaman çok zor seçilebiliyor.

Assisi'li Aziz Francesco'nun ölümünü konu alan fresko, 13'üncü yüzyıldan kalma.

Ressam Giotto di Bondone, erken rönesans döneminin en parlak sanatçılarından biri olarak tanınıyor.

Bugüne değin, bulutların arasına insan portresi gizleme geleneğinin ilk defa ressam Andrea Mantegna tarafından başlatıldığı düşünülüyordu.

Sanat tarihçisi Chiara Frugoni, Mantegna'nın 1460 yılından kalma San Sebastian konulu eserinde, bulutların içinde esrarlı bir şövalye figürünün belirdiğini söylüyor.

Fakat Giotto'da keşfedilen şeytan, İtalyan sanatında bu göz oyununa çok daha erken bir dönemde -hem de büyük bir ustanın fırçasıyla- başlandığına işaret ediyor.

Assisi'deki basilika 1997 yılında meydana gelen depremde ciddi hasar gördüğü için kapsamlı bir restorasyondan geçti.

Şeytanı andıran bu yüzün freskoda ne aradığına dair görüşler muhtelif.

Restorasyon çalışmalarının başkanı Sergio Fusetti, Giotto'nun arasının bozuk olduğu bir kişiden şeytan tasviriyle şaka yollu intikam almış olabileceğini düşünüyor.

Sabah, 08.11.2011

AGORA'DAKİ ECDAT YADİGARI ESERLER AYAKLAR ALTINDA

 

 

İzmir'in tarihi Agora'sında her yıl milyonlarca lira harcanan Roma kalıntılarını açığa çıkarma çalışmaları sırasında bulunan Türk-İslam eserlerine gereken önem verilmiyor.

 

Rastgele sağa sola koyulan ve bir döneme şahitlik yapmış eserler, aynı alanı paylaştığı Batı kültürünü yansıtan tarihi eserlere adeta imrenerek bakıyor. Bu durum, başta tarihçiler olmak üzere şehirde yaşayanları derinden üzüyor. Tarihimizin hak ettiği değere layık bir ilgi görmesini isteyen tarihçi yazar Ozan Semerci, çözüm için Emir Sultan Türbesi'nin yan tarafındaki belediyeye ait boş arsanın, 'Türk-İslam Eserleri Açıkhava Müzesi' yapılabileceğini, bu konuda İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin inisiyatif kullanarak şehrin tarihi dokusuna sahip çıkabileceğini söylüyor.

 

Emir Sultan Türbesi Koruma ve Yaşatma Derneği Başkan Yardımcısı Semerci, Türk-İslam tarihiyle ilgili eserlerin gelişigüzel atılmasına veya kırılmasına gönüllerinin razı olmadığını belirtiyor. Ayavukla Kilisesi'nin kısa sürede tamir edildiğini, Sabetay Sevi'nin evinin de kısa sürede tamamlanacağını vurgulayan Semerci, ancak Türk-İslam kültürüyle ilgili konuların hep üçüncü plana itildiğini kaydediyor. Bunun en güzel örneğinin Emir Sultan Türbesi olduğunu belirten tarihçi yazar Semerci, "Yıllarca restorasyon çalışması için bekledik. 'Hemen bitireceğiz' diyorlar, bir kazma bile vurulmuyor. Yaşayan kültürün eserlerinin süratle yok olmasına adeta göz yumuluyor." şeklinde konuşuyor.

 

Bu tür eserlerin gelişmiş ülkelerde olduğu gibi sergilenmesi gerektiğini belirten mimar Mehmet Cilan ise Agora'nın turistlerin yoğun olarak ziyaret ettiği bir mekan olduğunu ifade ediyor. Ancak buradaki Türk izlerinin korunması gerektiğine dikkat çeken Cilan, "İki medeniyetin birlikte sergilenmesi çok önemlidir. Bu sebeple sergi alanlarının genişletilmesi şart." diye konuşuyor. Bölgede esnaflık yapan Ahmet Çınarcı da İslam'la ilgili tarihi eserlerin kırık dökük bir şekilde sergilenmesinden üzüntü duyduklarını dile getiriyor. Bölgeye öğrencilerle devamlı geziler düzenlediğini ve gördüğü manzaranın yıllar içinde hiç değişmediğini aktaran tarih öğretmeni A.Ş. de, "Kendi kültürümüze ait eserlerin rastgele koyulduğunu görmek, bir tarihçi olarak beni çok üzüyor. Bence de bu eserlerin, Emir Sultan Türbesi'nin yanına taşınması isabet olur." diyerek, belediyeyi göreve çağırıyor.

Zaman, Haber: Ömer Oruç, 08.11.2011

AYA HARALAMBOS UYANIYOR

 

İzmir’in Çeşme İlçesi’nde 1832 yılında bir Rum Ortodoks ibadethanesi olarak inşa edilen Aya Haralambos Kilisesi, restorasyon çalışmalarında sona gelindi.

 

Çalışmaların 31 Aralık 2011’de bitmesi planlanıyor.  Çeşme Belediyesi Fen İşleri Müdürü Fatih Taylan, Aya Haralambos Kilisesi’nin uzun yıllar Çeşme’nin gündeminde olduğunu, esnaf tarafından burasının bir cazibe merkezi haline getirilmesi talebinin her fırsatta dile getirildiğini söyledi.

Taylan, “Daha restorasyon başlamadan sadece düşüncesi bile buraya turist gelmesine neden oldu. Kliseyi Fener Rum Patriği Bartholomeos da takip ediyor, Sürekli ‘Ne safhada?’ diye soruyorlar. bilgisini verdi.

Çeşme İşadamları Derneği (ÇEŞİAD) eski başkanlarından Şakir Karadede, Aya Haralambos Kilisesi’nin belirli günlerde Ortodoks ayinlerine açılmasını isteyerek, bir imamın da Sakız’da Cuma namazlarını kıldırabileceğini söyledi.

Milliyet Ege, 08.11.2011

TÜRK ARKEOLOGLAR REKOR KIRDI

 

 

Kütahya’da, Seyitömer Höyüğü’ndeki kurtarma kazısında bu yıl elde edilen sergilenecek nitelikteki 1377 tarihi eser ile Türkiye’de resmi izinle sistematik olarak yürütülen arkeolojik kazılarda bir sezonda çıkarılan en fazla eser rekorunun kırıldığı bildirildi.

 

Kazı Grubu Başkanı ve Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, AA muhabirine yaptığı açıklamada,TürkiyeKömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü ile DPÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokol doğrultusunda il merkezine 25 kilometre uzaklıktaki Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) Müessesesi sahasında kalan höyüğü 2006 yılından bu yana kazdıklarını söyledi.

 

Her yıl 6′şar aylık dönemlerde yürüttükleri kazının 6′ncı döneminin, bu yıl 6 Haziran’da başlayıp 4 Kasım’da sona erdiğini belirten Prof.Dr. Bilgen, bu sezonda 10 öğretim elemanı, yaklaşık 70 öğrenci ve SLİ Müessesesine bağlı 250 işçinin görev yaptığını anlattı.

 

Bu yıl özellikle Orta Tunç Çağı katmanında çalıştıkları bilgisini veren Prof.Dr. Bilgen, şöyle devam etti:

”Bu yıl Kütahya Arkeoloji Müzesine teslim ettiğimiz 1377 eser, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın resmi izniyle sistemli olarak yapılan bir arkeolojik kazıdan bir sezonda bulunan sergilenecek nitelikli eser sayısı bakımından rekordur. Şu ana kadar elde ettiğimiz toplam eser sayısı ise 17 bin 784 oldu. Bu yılki verimli çalışmamızda önemli etkenler var. 250 işçiyle geniş alanda 5 ay gibi çalışılması, bunun yanında teknik ekibimin de çok büyük başarısı bu sonucu sağladı. Hocalar, öğrenciler ve mezunlardan oluşan teknik ekip, eserlerin bir an önce çizilip fotoğraflanması, restorasyon ve konservasyonunun yapılması için çok özenle ve hızlı çalıştılar. O yüzden inanılmaz bir eser sayısı ortaya çıktı.”

 

Prof.Dr. Bilgen, bu yılki kazılarda gün ışığına çıkarılan eserlerden en önemlisinin, Orta Tunç Çağı’na ait sur yapısı olduğunu ifade etti.

 

3-3,5 metre giriş kapısı ve kuleleri olan, Anadolu’da bilimsel anlamda çok önemli yere sahip olduğuna inandıkları bu surun dibinde beklenmedik bir şekilde Pers kılıcı bulduklarını dile getiren Prof.Dr. Bilgen, şunları kaydetti:

”Özellikle önceki yıllarda bulduğumuz megaron denilen İlk Tunç Çağı tapınağının içinde alt katmanlara indiğimizde çok önemli kült eşyaları, müthiş, hoş, estetiksel ve seramik tekniği açısından çok önemli rython denilen sunuk kapları, arkaik heykel bulduk. Bu bölgede olmayan buluntulardandı. Höyüğü, çeşitli katmanları tamamıyla sıyırarak bir İlk Tunç Çağı höyüğü haline getirmeye çalıştık. Neredeyse etekteki Roma yerleşimi, bu sene oldukça açığa çıkardığımız bir katmandı. Gelecek yıllarda İlk Tunç Çağı katmanına devam edeceğiz. Höyüğün ortasındaki koni kısmında 6 metre daha kültür katmanı görünüyor. Gelecek yıllarda burada çalışmalarımızı sürdürmeyi hedefliyoruz.”

 

Roma katmanında buldukları sikkelerin yapılış tarihlerini anlamaya çalıştıklarını belirten Prof.Dr. Bilgen, surun içinde kalan bölümde dönem insanının Mezopotamya ve Orta Anadolu toplumlarıyla ticari ilişkilerini gösteren buluntulara rastladıklarını vurguladı.

 

Protokolde öngörülen sürenin sonuna gelindiğini hatırlatan Prof.Dr. Bilgen, TKİ Genel Müdürlüğü'ne sundukları plan ve projenin onaylanması halinde 3 yıl sürecek yeni dönem kazılarına gelecek yıl mayıs ayında başlamayı hedeflediklerini, böylece 3 yıl sonra büyük ekonomik getirisi olacak höyüğün altındaki kömürün çıkarılmasına başlanabileceğini sözlerine ekledi.

 

SLİ Müessesesi sınırları içinde yer alan höyükteki kazı çalışmaları, altındaki 12 milyon ton kömürün ekonomiye kazandırılması amacıyla 1989 yılında Eskişehir Müze Müdürlüğünce başlatıldı.

 

Afyonkarahisar Müze Müdürlüğünün 1990-1995 arasında yürüttüğü çalışmalar, 2006′dan itibaren DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünce ele alındı.

 

TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokol gereğince her yıl 6′şar aylık dönemler halinde yürütülen kazının tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının ardından değeri yaklaşık 500 milyon lira olarak tahmin edilen linyit kömürünün çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.

Samanyolu Haber, 07.11.2011

645 YILLIK TARİH KÖPRÜ ASIRLARA MEYDAN OKUYOR

 

Gökırmak Vadisi’nin verimli topraklarında bulunan ve Kastamonu’nun sarımsağıyla dünyaca ünlü ilçesi Taşköprü’ye adını veren 645 yıllık tarihi Taş-Köprü asırlara tanıklık ediyor.

 

Kızılırmak’ın en büyük kolu olan Gökırmak’ın üzerinde kurulu bulunan tarihi köprünün Çobanoğulları zamanında Yağmur Bey’in oğlu Ali Bey tarafından 1366 yılında Celalettin Beyazıt adına yaptırdığı bilinmekte. 68.58 metre uzunluğundaki 7 gözlü sanat şaheseri, estetik görünüşüyle ilçeye gelen yerli ve yabancı turistlerinde ilgisini çekiyor.

 

Tarihi Taş-Köprü’nün bir özelliğini ise 2006 yılında kazı çalışmalarına başlanan ve 2 sevgili misali birbiriyle kucaklaşmayı bekleyen Pompeiopolis Antik Kenti’yle karşı karşıya tarihe ışık tutması oluşturuyor.

 

Konuyla ilgili Aa muhabirine açıklama yapan Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan, 14. yüzyılda yapılan sanat şaheserinin temellerinde ve gövdesinde en ufak bir yıpranma olmadan günümüze kadar geldiğini ve yeni yapılan köprülere taş çıkarttığını söyledi.

 

Geçmişi günümüze taşıyan eserin Paflagonya’ya başkentlik yapmış olan Pompeiopolis Antik Kenti ile de karşı karşıya olduğunu belirten Arslan, tescilli olan tarihi köprünün ilçenin turizmi açısında da büyük önem arz ettiğini ve gelen misafirlerin en fazla uğrak yeri olduğunu ifade etti.

haberler.com, 07.11.2011

SİT DÜZENLEMESİ OLMAZSA KÖY YOK OLACAK

 

 

İzmir'in Çeşme İlçesi'ne bağlı gözde turizm beldesi Alaçatı'ya bağlı birinci derece sit alanı Karaköy'de, 13'e kadar düşen nüfusun yeniden artabilmesi ve tarihi köyün varlığını sürdürebilmesi için sit kararında düzenleme yapılması bekleniyor. Alaçatı'ya bağlı Karaköy, bölgede bulunan yazıtlar ve kalıntılar ışığında 4 bin yıl öncesine dayandığı ve ilk Türk köylerinden biri olduğu kabul ediliyor. Köyde 1980 yılında seçilerek başladığı muhtarlık görevine, son yerel seçimlerin ardından atamayla devam eden Ali Lokmacı, 40 yıl öncesine kadar 70 haneli olan köyde şimdi 6 hanenin bulunduğunu, nüfusun da 13'e düştüğünü anlattı.

 

Karaköy'ün 1996 yılında birinci derece sit alanı ilan edildiğini, bu kararın ardından, depremler ve bakımsızlık nedeniyle yıkılan evlerin kaldırılamadığını, yerine yenilerinin yapılamadığını belirten Lokmacı, şu bilgileri verdi: ''Köyümüzde elektrik ve su da yok. Otoban önümüzde, rüzgar enerjisi arkamızda, biz gaz lambasıyla aydınlanıyoruz. Sit kararından dolayı bir şey yapamıyoruz. 'Işıksız, susuz köy kalmadı'' diyorlar, turizm merkezinin göbeğindeyiz ama ışıksız ve susuzuz. Artık köyümüze el atılmalı. Karaköy'ün bahtı daha fazla kararmasın. Karaköy artık yeniköy olsun.'' Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a ulaşarak, köyün sit sorunu dile getirmeyi istediğini söylenen Lokmacı, ''Sit kararı kalkarsa, bu köyün kaderi değişebilir. Çünkü gidenler bu sorunların çözülmesi durumunda köye dönme konusunda istekliler. Bakandan sit kararının kaldırılmasını talep edeceğim'' dedi. Haftanın bir iki gününü Alaçatı'da geçirse de köyünden ayrılmayı hiç düşünmediğini, çoğu zaman tek başına kaldığı köyünde zeytinliği, hayvanları, arı kovanları ve sebze meyve yetiştirdiği bahçesiyle ilgilendiğini anlatan Lokmacı, ''Atalarım, dedelerim burada yatıyor. Ben ne olursa olsun gitmeyeceğim'' diye konuştu.

 

Evinin yiyeceğini, halen en yenisi 60 yıl önce açılan kuyulardan kovayla ya da su motoruyla çektiği suyla ekip biçtiği tarlalarından elde ettiğini dile getiren Lokmacı, ''Burayı, hayvan yetiştirmeyi seviyorum. Köyümüzün havası güzel, toprak verimli ama sorunlar nedeniyle kimse gelemiyor'' dedi. Köyde verimli tarım arazileri dolayısıyla zeytincilik, arpa, buğday üretimi ve hayvancılığın devam ettiğini, göç edenlerin çoğunun Alaçatı beldesi ve Urla İlçesi'ne yerleştiğini anlatan Lokmacı, kendi dört çocuğunun da yaşamlarını köyün dışında sürdürdüğünü söyledi. Lokmacı, köyde eskiden su kuyularının erkek çocukları doğduğunda ya da bir köylü vefat ettiğinde, hayır amacıyla onların isimleriyle açıldığını, yerleşimin azalmasıyla bu geleneğin yok olduğunu anlattı.

Yeni Asır, 07.11.2011

SFENKS ÇORUM'A GERİ DÖNDÜ

 

 

1917 yılında restorasyon amacıyla Türkiye'den Almanya'ya götürülen Boğazköy Sfenksi, 94 yıl sonra ana yurdu Hitit başkenti Hattuşa'ya döndü.

 

28 Temmuz'da Almanya'dan getirilmesinin ardından İstanbul'da bakım çalışmaları yapılan sfenks, yoğun güvenlik önlemleri ve polis eskortu eşliğinde Çorum'un Boğazkale İlçesi'ndeki Hattuşa'ya ulaştı.

 

Boğazköy Sfenksi ile birlikte Boğazkale'nin Yerkapı bölgesindeki kazılardan çıkarılan sfenkslerden biri olan İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki sfenks de Boğazkale'ye getirildi.İki sfenks de 26 Kasım'da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da katılacağı programla uzun yılların ardından kendi topraklarında sergilenecek.

Yeni Şafak, 07.11.2011

DARPHANE TOPKAPI SARAYI'NDAN TAŞINIYOR

 

 

Topkapı Sarayı'nın yanıbaşındaki tarihi Darphane-i Amire binalarının bir bölümünde değerli kağıtlar basılmaya devam ediyor. Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı İlber Ortaylı, önümüzdeki günlerde Kartal'daki eski Tekel Sigara ve Ambalaj Fabrikası arazisine taşınacak olan Darphane'den boşalacak binanın kendilerine tahsisi halinde depolarındaki pek çok eserin gün yüzüne çıkacağını söylüyor.

 

Topkapı Sarayı'nın avlusundaki tarihi mekanda hizmet veren Darphane, Kartal'daki eski Tekel Ambalaj Fabrikası'na taşınıyor. Darphane'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nun 380 yıl yönetildiği Topkapı'dan taşınması birçok tarihi eserin gün yüzüne çıkmasına imkan tanıyacak. Yılda 3 milyondan fazla ziyaretçiyi ağırlayan bir müzenin içindeki matbaanın taşınması kararının geç alındığını söyleyen Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. İlber Ortaylı, boşaltılacak binanın müzeye verilmesini istiyor.

 

Hazine Müsteşarlığı'na bağlı bir kurum olan Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü, İstanbul'da iki yerleşkede hizmet veriyor. Cumhuriyet altını, madeni ufaklık para ve resmi mühürler Beşiktaş'taki merkez binada basılıyor. Nüfus cüzdanı, trafik, tescil ve sürücü belgeleri, pasaport ve harç pulları gibi değerli kağıt üretimleri ise Türkiye'nin en çok ziyaret edilen müzesi olan Topkapı Sarayı'nın avlusunda bulunan Darphane-i Amire binasında hazırlanıyor. Topkapı Sarayı ve Arkeoloji Müzeleri arasında kalan Darphane binası, müzelerin yer ihtiyacı nedeniyle zaman zaman tartışmalara neden oluyordu. Bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı yetkililerinden Topkapı'daki Darphane binasının kendilerine devredilmesini istedi. Uzun süren fizibilite çalışmalarının ardından binanın taşınma kararı nisan ayında alındı. Kartal'da bulunan eski Tekel Sigara ve Ambalaj Fabrika binalarının bulunduğu arazinin 44 dönümlük kısmı Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun kararıyla Darphane ve Damga Matbaaları Genel Müdürlüğü'ne tahsis edildi.

 

Topkapı Sarayı ve Arkeoloji müzeleri arasında bulunan son Darphane binası da 10 yıl önce boşaltılan diğer Darphane-i Amire binaları gibi Kültür Bakanlığı'na devredilecek. Milli Emlak tarafından Darphane Müzesi yapılmak şartıyla Tarih Vakfı'na 49 yıllığına tahsis edilen diğer Darphane-i Amire binaları, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın müracaatı üzerine gerekli taahhütleri yerine getirmediği için mahkeme tarafından boşaltılmıştı. Darphane Genel Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgilere göre önümüzdeki günlerde başlanacak taşınma işlemlerine yönelik faaliyetler, üretimi aksatmayacak şekilde hazırlanan bir çalışma takvimi ile sürdürülecek. Taşınma işlemlerinin ise 3 ay sürmesi öngörülüyor.

 

Darphane binasının boşaltılmasının gecikmiş bir karar olduğunu vurgulayan Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. İlber Ortaylı, binanın Topkapı Sarayı'na verilmesini istiyor. Binanın tahsisi halinde müzenin deposunda bulunan birçok eseri gün yüzüne çıkarabileceklerini söyleyen Ortaylı, çalışmaların acil olarak bitirilmesi gerektiğini ifade ediyor. Darphane-i Amire binalarının İstanbul Arkeoloji ve Topkapı Sarayı müzelerine ortak olarak tahsis edileceği yönündeki çalışmaları hatırlatan Ortaylı, Arkeoloji Müzesi'ne çok daha büyük bir yerleşke yapılması gerektiğini söylüyor. Ortaylı, "Tüp geçit inşaatı kazıları başta olmak üzere arkeolojik kazılarda günlük 12-13 bin kadar arkeolojik eser bulunuyor. Bu eserlerin birçoğu tarihin seyrini değiştiren eserler. Yeni bir yer kurulması halinde müzenin yeni eserlerle bölgede çekim gücü haline geleceğini düşünüyorum." diyor.

Zaman, Haber: Serkan Sağlam 07.11.2011

KİRA TARTIŞMASI ERMENİLERİ İKİYE BÖLDÜ

 

 

Ermeni cemaatinin İstanbul’da bulunan en büyük vakfı Üç Horan Kilisesi’nin malvarlığı tartışmaları yönetim kurulu seçimlerinin ardından karşılıklı suçlamalarla alevlendi. Gregorian Ermeni kiliselerinin merkezi olan Üç Horan Ermeni Kilisesi Vakfı yönetimi cemaat üyesi 604 kişiye ‘taşıma seçmen getirerek seçimleri etkilemeye çalışmaktan’ dava açtı.

 

Radikal'in haberine göre; Yönetime muhalefet eden Efraim Bağ’sa, vakfın cemaati yanılttığını ve taşınmaz malların kiralama bedeliyle ilgili şeffaf davranılmadığını söylüyor.

 

Bağ, Ermeni cemaatinin İstanbul içinde irili ufaklı birçok taşınmaz malı olduğuna işaret ederek, bu mallara ait vakıfların çoğunun bugün işlevini yitirdiğine işaret ediyor: “Cemaat küçüldükten sonra birçok vakıf malı kimsesiz kaldı, vakıflar birleşti, malların kontrolü az insan tarafından yürütülmeye başlandı.”

Üç Horan Kilisesi Vakfı’nın diğer vakıfların aksine Beyoğlu ve İstiklal Caddesi’nde önemli mülklere sahip olduğunun altını çizen Bağ, vakıf yönetimini bu noktada şeffaf olmamakla suçluyor:

“Bu vakfın yönetiminde olan malların kira bedelleriyle şu anda eğitim veren ve cemaat bağışlarıyla ayakta duran birçok okul desteksiz ayakta durabilecek hale gelir. Bunun en net örneği Tokatlıyan Han. Yıllardır bu hanın kira bedelleri cüzi tutuluyor. Vakıf kendi yapısını değiştirmemek için her türlü çabayı gösteriyor. Bir giyim mağazasının orada dükkan kiralamak için 1 milyon dolar hava parası teklif ettiği iddiaları var. Yönetimden önce şeffaf olmalarını istedik, sonra Apik Hayrabetyan yönetiminde 26 yıldır değişmeyen yönetime talip olduk.”

 

Kendilerinden önce Beyoğlu çevresinden ikametgah istediğini, daha sonra götürdükleri ikametgahların geçersiz sayıldığını anlatan Bağ, yönetimde bulunanların da Beyoğlu’nda ikamet etmediğini vurguluyor: “Çoğu işyerini ikametgah gösterdi, Yeşilköy’de, Bakırköy’de oturanlar var. Buna rağmen yapının bozulmasını istemedikleri için yönetime girdiğimiz halde bizi dışarı itip dava açtılar.”

 

Vakıf yönetimiyse muhalif grubu tehditkar olmakla suçluyor. Kilisenin, Vakıflar Genel Müdürlüğü güncelleme istediği için gittiği seçim davalık oldu. ‘Kiliseye baskın yapıldığını ve şiddet uygulandığını’ savunan yönetim, Seçim Kurulu Başkanı Ara Işıtman aracılığıyla seçim sonrası 15 Nisan’da savcılığa ve polise şikayette bulundu. Işıtman, 604 cemaat üyesinin Beyoğlu sınırları içinde oturmadığının tespit edildiğini ifade etti. 604 kişi hakkında ‘resmi belgede sahtecilik’ suçundan 2’şer yıldan 5’er yıla kadar hapis istemiyle dava açtı.

Akşam, 07.11.2011

KABE'DEKİ OSMANLI MİRASI YIKILIYOR

 

 

Merkezi Mekke'de bulunan Umm Al-Qura Üniversitesi'nin geliştirdiği Kabe'yi genişletme projesi Suudi Arabistan Kral'ı Abdullah tarafından kabul edildi. 3 yıl sürecek ve toplamda 38 milyar TL harcanacak olan projeyle birlikte aynı anda 770 bin kişinin tavaf edebildiği 356 bin metrekarelik Kabe'nin kapasitesi 1,2 milyar kişinin aynı anda tavaf edebileceği 456 bin metrekarelik bir alana çıkartılıyor.

 

Vatan'ın haberine göre; Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a hazırlatılan ve 1590 yılında Mimar Mehmet Ağa tarafından inşa edilen Osmanlı revakları ve kubbeleri de alanın 20 metre genişlemesi dolayısıyla yıkılmak zorunda kalacak.

 

Daha önce de Kabe'nin genişletilme projeleri kapsamında yıkılması gündeme gelen revak ve kubbelerin kaderini dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal devreye girerek kurtarmıştı. Uzmanlar ise tahta kemerleri taş ve tuğlayla çevrilerek üzerine 500 küçük kubbe yapılan Osmanlı revaklarının yıkılacak olması konusunda ikiye bölündüler. 'Osmanlı mirası mı yok ediliyor yoksa proje bir mecburiyet mi konusunda' fikir ayrılığına düşen uzmanlara göre Ecyad Kalesi'nden sonra kalan son Osmanlı izini de silme amacını taşıyor. Kabe'nin hemen yanındaki Kale de birkaç yıl önce yıkılıp yerine otel yapılmıştı.

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Prof.Dr. Hakkı Önkal: "Elbette revaklar birer mimarlık harikası değil ancak tarihi ve sanat değeri son derece yüksek. Dolayısıyla Osmanlı mimarisinin karakteristik özelliklerini Mimar Sinan'ın elinden çıkarak taşıyan bu revakların, kubbeler, kemer formları ve sütunların yıkılması tamamen yıllardır süre gelen Suudi yetkililerin topraklarından Osmanlı anılarını yok etmesi politikasının devamıdır."

 

Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu Başkanı Prof.Dr.Saim Yeprem: "Kabe'deki Osmanlı revaklarının genişletilme çalışmaları dolayısıyla yıkılması kararının dini bir boyutu yok. Burada amacın Osmanlı'nın izlerinin silinmesi değil, Hac'daki yüz binlerce kişinin izdihamını önlemek ve daha rahat ibadet imkanının sağlanması maksadının olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar eskiden Suudi yetkililer Osmanlı miraslarına iyi davranmamış olsalar da bu kararın bir zorunluluktan kaynaklandığını düşünüyorum. Ayrıca bizzat Kanuni Sultan Süleyman'ın bu revakları yaptırması da tamamen o dönemde tavaf yerinin genişletilmesi maksadıyla yapılmıştı."

Akşam, 07.11.2011

 

******


TÜRK'ÜN YAPTIĞINI TÜRK'E YIKTIRACAK

 

 

Suudi Arabistan Kral Abdullah bin Abdulaziz’in onayladığı, Kabe’yi çevreleyen Osmanlı revaklarının yıkımını da kapsayan ‘Tavaf Kapasitesini Genişletme Projesi’, Türk dünyasını şoke eden bir planı ortaya çıkardı. Suudiler, Türkiye’nin tepkisinden çekindikleri için yıkım işini Türklere yaptıracak. Böylelikle Suudi Kralı, “Osmanlı yaptı, siz yıktınız” diyebilecek. 40 milyar liralık yıkım projesi 5 Aralık’ta başlıyor.

 

Suudi Arabistan’ın kurucusu Kral Abdulaziz’den bu yana, Harem’i Şerif’te, birçok gelişme ve genişletme oldu. Ancak, şu anki Kral Abdullah bin Abdulaziz tarafından onaylanan ve hac döneminin hemen ardından başlayacak proje ile Kabe’deki Osmanlı izleri tamamen silinecek. Düğmeye basılacak tarih de çoktan belli. Yıkım, Müslümanların yılbaşı olan Muharrem ayının 1’inci günü, yani 5 Aralık’ta başlıyor.

Umm-Al Qura Üniversitesi tarafından geliştirilen projeyi, Osmanlı’nın Kabe’yi korumak için yaptırdığı Ecyad Kalesi’ni yıkıp, yerine Harem’in hemen yanı başından yükselen Al Baid Kuleleri’ni inşa eden Bin Ladin Grubu hayata geçirecek. Ancak, Suudi yetkililerin sır gibi saklayıp son ana kadar gizli tuttuğu plana göre Ladin Grubu, Osmanlı revaklarını Türklere yıktıracak. Revakları yıkacak Bin Ladin grubuna bağlı şirketin başında ve yönetiminde Türkler olacak, yıkımı gerçekleştirecek olan binlerce işçinin tamamı da Türklerden oluşacak. Şu anda inşaatının büyük bölümü devam eden ve hac nedeniyle bekleyen, Kabe’yi çevreleyen iş makineleri, hac dönemi biter bitmez çalışmaya başlayacak. Kabe dev bir şantiyeye dönüşecek.


Osmanlı’nın izlerini kutsal topraklardan silmeye çalışan Suudi yönetimi olası tepkileri böyle bertaraf edip “Osmanlı yaptı, siz yıktınız” diyerek işin içinden sıyrılacak. Yani, Osmanlı’nın yaptığı eserleri yine Türkler yıkmış olacak.

Kral Abdullah tarafından onaylanan toplam 40 milyar liralık bu dev proje kapsamında, Suudilerin asıl korkusu, Arapların yaptığı ve revakların hemen gerisinde yer alan “Imran Assuudi” adı verilen sütunların da yıkılacak olması. Suudier, Arapların tepkisinden çekiniyor.

Yeni ana giriş kapısı Kral Abdullah’ın adını taşıyacak olan proje sayesinde, saatte tavaf eden kişi sayısı 150 bine çıkarılacak. Ana fikir olarak bu projede Osmanlı revakları hizasından içeriye doğru 20 metre revaklara paralel olarak, bodrum kattan çatıya kadar olmak üzere, yeni tavaf alanları yapılacak.

Mevcut yapıdaki saatte 90 bin hacı kapasitesi, bu proje sayesinde yüzde 70 artacak. En alt kata ise temsili Osmanlı revaklarının benzerinden temsili parçalar yapılacak. Giriş katı, kolonsuz şekilde namaz alanı olarak tahsis edilecek. Bu sayede, hacıların giriş çıkışları daha kolaylaşacak. Sefa-Merve tepeleri arasındaki Say alanına paralel olarak yapılacak olan giriş katın hemen üzerindeki asma kat kadınlara ait namaz alanı olacak ve 2 bin kişinin, Kabe’yi direk görerek namaz kılmasını sağlayacak.

Birinci katta ise tavaf alanı saatte 13 bin kişiyi alabilecek. Birinci katın üzerindeki asma katı ise saatte 9 bin yaşlı ve sakat, el arabası ile kolayca tavaf yapabilecek. Proje kapsamında ayrıca tavaf namazını kılmak için yerler tahsis edilecek. Bu alandan, say alanına bağlantı, karşılıklı gidiş-geliş köprülerle sağlanacak. İkinci kat, üzerindeki asma kat ve çatı katı toplamda saatte 40 bin kişilik yer imkanı sunacak. Yeni çatı dahil, bütün katlardaki tavaf alanlarından ‘say’a geçiş, merdiven ve asansörlerle sağlanacak. Çepeçevre dışarıdan köprülerle çatı kata giriş çıkış da kolaylaşacak. Dolayısıyla, direkt tavafa girmek isteyenler, mescit giriş-çıkışlarını etkilemeyecek.

Revak, kelime anlamıyla üstü örtülü, önü açık yer, sundurma, kubbe demektir. Mimarlıkta ise revak ön yüzü kemerlemeli, arkası körduvarlı, üstü tonoz, kubbe ya da damla örtülü geçit anlamındadır. Eski Yunan ve Roma’dan bu yana büyük ve önemli binaların bir bölümlerinde yahut tamamında revaklar vardır. Kabe de böyledir. Habertürk yazarı, tarihçi Murat Bardakçı, dünkü köşesinde Osmanlı revakları hakkında özetle şu bilgileri verdi: “Mescid-i Haram’ın ortasındaki Kabe’nin yüksekliğini aşmayan revakların planlarını Mimar Sinan hazırlamıştı. Hicretin 17’nci ve 26’ncı yıllarında etraftaki evler yıktırılarak Kabe’nin avlusu genişletildi. Avlunun etrafı da duvarla çevrilip, duvarın iç kısmına da ağaç direklerin üstüne damlı revaklar yapıldı. Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Sinan’ın hazırladığı planlar, 1590’da Mimar Mehmed Ağa tarafından uygulanabildi. Avlusu genişletilmiş revaklardaki sütunlar yenilendi, yenileri eklendi. Tahta kemerler taş ve tuğlaya çevrilerek üzerlerine Türk üslubunda 500 küçük kubbe yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde tavaf alanı çevresine yaptırılan ve Kabe’ye saygıdan alçak tutulan revak adı verilen 500 kadar küçük kubbe ile süslü bu bölüme, ‘Osmanlı revakları’ denir.”
Türk garnizonunun kullandığı Ecyad Kalesi’ni 10 yıl önce yerle bir eden Suudi yönetimi, kutsal topraklardaki son Osmanlı eserleri olan revakları yıkarak Kabe’de böylelikle artık tek bir Türk eseri bırakmamış olacak.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu,10.11.2011

 

******


KRALDAN BİR HEDİYE İSTEYEMEZ MİYİZ?

 

Suudiİ Arabistan, Hicaz’da Osmanlı’dan kalan son eser olan Kabe revaklarını da yıkacak.
Yerine yapmayı düşündükleri mimari açıdan korkunç düzenlemeyi tartışacak değilim.
Ama revakların yıkılması konusunu “Ne yapalım, Suudiler böyle istedi” diye geçiştiremeyiz.
Tarihi eserler insanlığın ortak malıdır ve bu tür barbarlıklara karşı korunması gerekir.
Bu saatten sonra Suudi rejimini bu yıkımdan vazgeçmeye ikna etmenin güçlüğü de ortada.
Ama biliyorsunuz Suudi Kralı, Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın yakın ahbabı sayılır.
Yöneticilerimiz Kral ahbaplarından rica etseler ve o revakların hiç olmazsa bir bölümünü düzgün şekilde söküp numaralayarak İstanbul’a getirip uygun bir yerde yeniden kursalar iyi olur diye düşünüyorum.


Bu hem İstanbul’a yakışır, hem de bir insanlık mirasının barbar kazmalarının altında yok edilmesi önlenmiş olur.


Günümüzün teknik olanaklarıyla bunu gerçekleştirmek hayalcilik değil. Koskoca Bergama tapınağı bile yüz yıl öncenin olanaklarıyla Berlin’e götürülüp yeniden kurulabildikten sonra revaklar da Mekke’den sökülüp, İstanbul’da yeniden kurulabilir.


Devlet yöneticilerine verdiği cömert hediyelerle tanınan Suudi Arabistan Kralı’nın, böyle bir armağanı Cumhurbaşkanı’ndan da, Başbakan’dan da esirgemeyeceğini düşünüyorum!

Hürriyet, Yazı: Mehmet Yılmaz, 10.11.2011

 

******


GÖKÇEK: REVAKLAR ANKARA'YA TAŞINSIN

 

 

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz’in onayının ardından 5 Aralık’ta yıkım işlemine başlanılması beklenen Kabe’yi çevreleyen Osmanlı revakları için kurtulma umudu doğdu.

 

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in kaldırılması durumunda revakları Hacı Bayram Camisi’ne getirmeyi planladığı belirtildi. Suudi Arabistan yönetiminin Kabe’deki tavaf kapasitesini artırmak amacıyla Osmanlı revaklarını yıkma planının uzun süredir gündemde olduğu belirtildi. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek’in bir süre önce bir başka iş için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüşmesinde konunun Kabe’deki revakların yıkılmasına geldiği, Gökçek’in şu teklifte bulunduğu anlaşıldı: “Şayet revaklar kaldırılacaksa, ecdadımızın bu eserlerini biz Ankara’ya getirmeye hazırız. Yeni restore ettiğimiz Hacı Bayram Camisi’nin avlusuna yerleştiririz. Hacı Bayram Camisi’nin çevresi müsaittir.”

Hürriyet, Haber: Uğur Ergan, 11.11.2011

ROMA DÖNEMİNE AİT TOPLU MEZAR BULUNDU

 

 

Amasya’nın Gümüşhacıköy İlçesi'nde, Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen toplu bir mezar bulundu.

 

Amasya Müze Müdürü Celal Özdemir, Çal Köyü yakınlarında Şaban Çınar’ın kendisine ait tarlada çift sürerken, Roma dönemine ait olduğunu tahmin ettikleri toplu bir mezarı ortaya çıkardığını söyledi.

 

Çiftçinin ihbarı sonrası mezarda incelemelerde bulunduklarını belirten Özdemir, ”İki parçadan oluşan taş kapaklı mezarda, 4 kişiye ait kemikler bulduk. Bayram sonunda gerekli izinleri alarak söz konusu mezarda, Amasya Müze Müdürlüğü olarak kurtarma kazısı başlatacağız. Kalıntılar, ilk incelemelerimize göre Roma döneminden kalma bir mezar olarak görülüyor. Ancak çalışmalarımızın ardından mezarın hangi döneme ait olduğuna ilişkin kesin yargıya varacağız. Muhtemelen bir aileye ait. Toplu mezar şuanda koruma altına alındı”diye konuştu.

Sabah, 06.11.2011

SANAT TARİHİNİN EN BÜYÜK SAHTECİLİĞİ

 

 

Yakın dönemin en büyük sahte sanat eseri skandallarından birinin davası nihayet sonuçlandı. Dünya resim piyasasına milyonlarca Euro’luk zarar verdiği tahmin edilen skandalın elebaşı Alman Wolfgang Beltracchi ve üç suç ortağı hapis cezasına çarptırıldı.

 

Almanya’nın Freiburg kentinde yaşayan Wolfgang Beltracchi üniversite yıllarında sanat eğitimi almıştı. Ancak, ressam olarak kendisini şöhrete kavuşturacak bir kabiliyeti olmadığını fark etmesi uzun sürmedi. Bunun üzerine aklını sanat piyasasının zaaflarından faydalanabileceği hinlikleri yormaya başladı. 20. yüzyılın başlarında yaşamış önemli Alman ve Hollandalı ressamların eserlerinin sahtelerini üretmeye başladı.


Picasso ya da bir Van Gogh değil de daha az rağbet gören Heinrich Campendonk, Max Pechstein, Fernard Léger ve Max Ernst gibi ressamların eserlerini taklit etmeyi tercih etmesinin sebebi ise yakalanma riskinin daha düşük olmasıydı. Kendi adı Fischer’i bırakıp soyadını aldığı karısı karısı Helene ile detaylı bir plan yaptılar. Önce dışavurumcu akımdan ressamları seçip stillerini taklit ederek adlarına sahte resimler yaptılar. Sonra da adeta sırlarını korumalarına yarayacak bir senaryo yazdılar. Buna göre Helene ve kız kardeşi Jeanette’in büyükbabası Werner Jagers mevzu bahis ressamların eserlerini 2. Dünya Savaşı öncesi dönemin ünlü sanat simsarı Alfred Flechtheim’dan almıştı. Almakla da kalmamış savaş yıllarında Almanya’daki malikanesinde saklamıştı.


Bu hikayeyi yalanlayabilecek pek bir kaynak da mevcut değildi. 1933’te Nazi işgalinden kaçıp Paris’e yerleşen simsar Fleichteim 1937’de Londra’da öldüğünde koleksiyonunun büyük bir kısmı kaybolmuştu. Fleichteim galerisinin katalogları yeniden incelendiğinde birçok eserin kaydı bulunamamıştı. Ancak, 2. Dünya Savaşı yıllarının karmaşasında bundan daha normal ne olabilirdi ki? Bunun üzerine Wolfgang’a ve Helen ile kız kardeşine kalan da 1970’li yıllarda bu tabloları satıp parasını Andorra’daki bir bankaya transfer etmekti. Yıllar içinde sahte 44 eserin 14’ünü çeşitli müzayedelerde sattılar. Bu trafik özellikle 1990’dan sonra hızlandı ve aile bu satışlardan tahmini 22 milyon Euro gelir elde etti.

 

Bu düzen 15 yılı aşkın süre tıkır tıkır işledi. Ta ki 2006 yılına kadar. O yılın kasım ayında, Jeanette Beltracchi, sahte eserlerin bir kısmının satıldığı Köln’deki müzayede evi Lempertz’e yeni bir resim getirdi. ‘Red Picture with Horses’ (Atlı Kırmızı Resim) isimli bu resmi bir Malta şirketi 2.9 milyon Euro’ya satın aldı. Fakat bu şirket önceki alıcılardan biraz daha şüpheci çıkmıştı. Bu kadar para verdikleri için resmin orijinalliğini kontrol ettirmek üzere Cenevre’den bir galerinin ve sanat tarihçisi Andrea Firmenich’in desteğini aldılar.


Müzayede evi Lempertz, Cenevre’deki galeriye, resmi bir belge bulunmadığını ama Campendonk’un oğlunun bizzat resmin orijinalliğini tasdik ettiğini söyledi. Bu sözler Firmenich’i tamamen ikna etmeye yetmedi. O da resmin bilimsel incelemeye tabi tutulmasını istedi. Firmenich bir yandan da simsar Fleichteim üzerine uzmanlaşmış Ralph Jentsch ile de irtibata geçti.


ışte bundan sonra 15 yıllık sırlar perdesi aralanacaktı. Beltracchiler’in daha önceki satışlarda da kullandığı ‘Orijinal bir Alfred Fleichteim koleksiyonu eseridir’ belgesini gören Jentsch kahkahalar atmaktan kendini alamayacaktı. Jentsch bu belgenin gerçeğiyle uzaktan yakından alakası olmadığını şıp diye anlamıştı. Üstüne üstlük, Werner Jägers adını da hayatında ilk duyuyordu. 2008’de sonuçlanan testlerde de, 1914’te yapıldığı iddia edilen resimde o tarihte henüz icat edilmemiş bir boya kullanıldığını da ortaya çıkarınca sahtekarlık kuşkusu iyice arttı.


Olay Alman Emniyeti’ne bildirilince Wolfgang Beltracchi ve ailesi takibe alındı. Köln Başsavcılığı’nın soruşturmayı açmasından sonra senaryonun kalanı da çorap söküğü gibi çözüldü. 2010 Ağustos ayında Berlin emniyet müdürlüğün Wolfgang’ın işbirlikçisi Otto Schulte-Kellinghaus’un evinde yaptığı aramada Max Ernst’in ‘La Forêt (2)’ eseriyle ilgili 2003’teki bilimsel bir incelemenin sonuç belgesini ele geçirdi. Bu belgeye göre ‘La Forêt (2)’nin 1927’de yapılmış olması imkansızdı. Çünkü tıpkı Campendonk’un eserindeki gibi bu resimde de o tarihte henüz icat edilmemiş bir boyayla kullanılmıştı.


Savcılık kayıtlarına göre, şu anda 60 yaşındaki Wolfgang Beltracchi’nin liderliğindeki sahte eser skandalının sanat piyasasına zararı 22 milyon Euro’yu bulmuştu. Normal şartlarda 40 celsede 168 şahitle yapılması planlanan davanın dört suçlusu ile itirafları doğrultusunda anlaşmaya varıldı. Sonunda suçlarını itiraf eden Beltracchi altı yıl, eşi Helene Beltracchi dört yıl, Helene’in kız kardeşi Jeanette S. 21 ay ve dördüncü isim Otto Schulte-Kellinghaus ise beş yıl cezaya çarptırıldı.


Davada ismi geçen sanat eksperi Ralph Jentsch ise davaya yansıyan 14 eserin buzdağının görünen kısmı olduğunda ve 1980’den önce en az 15 eseri piyasaya sürdüğü tahmin edilen grubun, Beltracchi tarafından yapılmış 150 ila 200 sahte eserin satışını gerçekleştirmiş olabileceğinde ısrarlı.

 

Amerikalı aktör Steve Martin de bu skandalda zarar görenler arasında. 2004’te Campendonk’un 1915 tarihli olduğu iddia edilen ‘Landschaft mit Pferden’ (Atlı Manzara) eserini Paris’teki galeri Cazeau-Béraudière’den 700 bin Euro’ya satın alan Martin, iki yıl sonra bu eseri Christie’s tarafından düzenlenen bir müzayedede 200 bin Euro zararla ısviçreli bir işkadınına satmıştı. Bu eserin de dava sırasında sahte Jägers koleksiyonundan geldiği anlaşıldı. Üstelik 2004’te bir Campendonk uzmanı tarafından orijinalliği tasdiklenmişti!

Hürriyet Pazar, Haber: Neylan Bağcıoğlu, 06.11.2011



ALEVİLERİN 500 YILLIK DERGAHI YENİLENİYOR

 

  

 

İstanbul Göztepe'de bulunan, tarihi yaklaşık 500 yıllık olan Şahkulu Sultan Dergahı restore ediliyor.

 

İstanbul İl Özel İdaresi tarafından yapılacak geniş kapsamlı onarımda dergahın kapıları, pencereleri, demir korkulukları, dış cephe lambrileri ve sıvaları ile yağmur giderleri yenilenecek. Mezarlar da tekrar düzenlenecek. Ayrıca dergahta daha önce başlatılan fırın inşaatının tamamlanması, peyzaj uygulaması, havuz ve şelale tesisatlarının da bitirilmesi hedefleniyor. Tüm bu işlemler 2012 yılı içinde tamamlanacak.

 

Osmanlı döneminde İstan-bul'da kurulu 14 dergahtan biri olan Şahkulu Sultan Dergahı'nda, geleneksel Alevi töresine göre her gün kazan kaynıyor, cem töreni, konferans ve bağlama dinletileri de devam ediyor. Sekiz dönüm arazi üstünde bulunan dergahta cemevi, aşevi, konferans salonu, kütüphane, idari bürolar ve Dedebaba Konağı yer alıyor. Bizans döneminde İmparator Andronikos tarafından av köşkü olarak kullanılan dergah binası, Sultan Orhan Gazi ile yapılan antlaşma gereği tekke olarak kullanılması şartıyla Türk egemenliğine geçti. Sultan Çelebi Mehmet döneminde ise Ahi Baba şeyhlerine binadan Bizans'ı gözetleme görevi verildi. Dergahta Osmanlı döneminde 500'ü aşkın dervişin barındığı biliniyor. Edip Harabi, Neyzen Tevfik ve Mehmet Ali Hilmi Dedebaba gibi pek çok ünlü isim burada yetişti.

Zaman, 06.11.2011

70 YILDIR ARANAN TABLO CHP BİNASINDA ÇIKTI

 

 

Resim Heykel Müzesi'nden 70 yıl önce alınan İsmet İnönü portresinin CHP Eyüp İlçe Başkanlığı’nda olduğu ortaya çıktı. İbrahim Çallı'nın yaptığı tablonun değerinin 6 milyon lira olduğu öğrenildi.

 

İstanbul Resim Heykel Müzesi’ne ait olan ünlü ressam İbrahim Çallı’nın 70 yıldır aranan İsmet İnönü portesinin CHP Eyüp İlçe Binası’nda olduğu belirlendi.

 

Radikal gazetesinin haberine göre; 1940’lı yıllarda müzeden sergi için alınan ancak daha sonra geri dönmeyen ‘İnönü Portresi’, CHP Eyüp İlçe Başkanı Levent Karakoç’un makam odasında asılı.

 

Karakoç, “Ben 45 yaşındayım. Kendimi bildim bileli de CHP’liyim. Bu resim de çok uzun yıllardır burada asılı. Nereden geldiği konusunda hiçbir bilgim yok” dedi.

 

6 milyon liralık tablo için özel bir önlem almadıklarını belirten Karakoç, “Kapılarımız gayet sağlam, güvenlik kameralarımız çalışıyor. Ama resim ile ilgili özel bir önlemimiz yok” diye konuştu.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız, şunları söyledi: “Bayramdan sonra CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile temasa geçip eserimizi geri isteyeceğim. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu tür konulara hassasiyetini biliyorum. Bizi kırmayacağına, zorluk çıkarmayacağına inanıyorum.”

 

Yerinde olmayan 500’e yakın tablo olduğunu ifade eden Karayağız, “Bunların bir kısmının yerini biliyoruz, bir kısmının da nerede olduğu belli değil. Ama yeni yerimize taşındıktan sonra bir ekip kurup eserlerimizi bulacağız. Dedektif gibi çalışacak olan bu ekibimiz müze müze, koleksiyon koleksiyon gezecek” dedi.

 

İBRAHİM ÇALLI KİMDİR?

1882’de doğan İbrahim Çallı, Türk resminin yapı taşlarından biri. 1960 yılında hayatını kaybeden Çallı’nın yüzlerce eseri bugün birçok müzenin koleksiyonunda yer alıyor. Çallı’nın en bilinen eserleri arasında Cami Avlusu, Mevleviler, Dikiş Diken Kadın, Hatay, İstiklal Savaşı’nda Zeybekler, Türk Topçularının Mevzie Girişi, Nü, Balıkçı Kayığı, Çayır ve Keçiler, Manolyalar, Atatürk, İsmet İnönü ve Yahya Kemal Beyatlı portreleri bulunuyor.

 

Çallı, İnönü portresini 1939’da yapmış. Resmin 1940’lı yıllarda bir sergi için müzeden alındığı tahmin ediliyor. Eser, bu tarihten sonra bir daha müzeye dönmemiş. Nasıl geldiği belli olmasa da bugün CHP Eyüp İlçe Başkanı’nın makam odasını süsleyen İnönü poretesi, ilgiye muhtaç gözüküyor. Tablonun bazı yerlerinde ufak da olsa hasarlar oluşmuş. Bazı noktalarda çatlaklar mevcut.

Akşam Pazar, 06.11.2011

 

******


O TABLOYU ÇÖPTEN KURTARDI

 

Radikal’in dün manşetten duyurduğu ‘Aranan tablo CHP binasında’ haberi, 6 milyon liralık tablonun ilginç hikayesini de gün yüzüne çıkardı. 1940’lı yıllarda müzeden bir sergi için alınan ancak daha sonra geri dönmeyen 6 milyon değerindeki İnönü portresi, 12 Eylül 1980 darbesinde kapatılan CHP’nin eski binasında çöpler arasında dururken, CHP’li Mehmet Sevim tarafından ‘İnönü resmi’ olduğu için fark edilmiş ve kurtarılmış. Tablo şimdi Eyüp İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde koruma altına alındı. Eserin müzeye dönüşüneyse CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu karar verecek. 

İstanbul Resim Heykel Müzesi’ne ait ünlü ressam İbrahim Çallı’nın 70 yıldır aranan İsmet İnönü portesinin CHP Eyüp İlçe Binası’nda ortaya çıkması kadar tablonun öyküsü de çarpıcı. Radikal’in haberi üzerine dün sabah bizi arayan CHP İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı, eseri çöpten kurtaran eski CHP Eyüp İlçe Başkanı Mehmet Sevim ve şimdiki Eyüp İlçe Başkanı Levent Karakoç‘la buluştuk. Tablonun bu ilginç hikayesini İl Başkanı Salıcı şu sözlerle anlattı: 

“Tablonun orijinalliğinden sizin haberinizle bilgi sahibi olduk. Bugüne kadar kimse bu değerin farkında değildi. Meğer binamızda hem manevi açıdan hem de maddi açıdan bir servet bulunuyormuş. Bu tablo 12 Eylül 1980 darbesinde kapatılan CHP’nin eski binasında çöpler arasındaymış. Birçok arşivimiz SEKA’ya gönderilip yok edilmesine rağmen, bu eser şans eseri kurtulmuş. Tabloyu sonra da bir arkadaşımız 1983’te çöpten çıkarmış. Her ikisi de büyük bir şans. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu aradı. Kendisinin talimatıyla tabloyu il merkezine götüreceğiz, sonra ne yapacağımızı kararlaştıracağız.” 

Salıcı daha sonra sözü tabloyu çöpten çıkartan eski Eyüp İlçe Başkanı Mehmet Sevim’e verdi. Sevim, tabloyu bulduğu 1983 yılında henüz 20 yaşında bir delikanlıymış. Hikayenin kalan kısmını o dönemde CHP Eyüp Gençlik Kolları Başkanı olan Sevim’den dinleyelim: 1983’te SODEP kurulunca yeni bina arıyorduk. Kapatılan CHP’nin eski binasının bodrumunda bazı eşyalar vardı. İlçe başkanımız oradan gidip işimize yarayanları almamızı istedi. Çöp olarak ayrılmış bir yığının arasında dolaşırken bu resim dikkatimi çekti. İnönü’nün portresi diyerek aldım ve yeni ilçe binamıza getirdim.” 

Sevim’in dikkati Çallı’nın bu tarihi eserini çöpe gitmekten kurtarmış. Sevim tabloyu bulduğundaki halini “Alt tarafı su almış, üzerine kireç dökülmüş çok kötü vaziyetteydi” diye anlatıyor. 

Değişmeyen tek eşya 
1983’ten önce tablonun geçmişi ile ilgili kimse bilgi sahibi değil ama sonrasında tablo beş yer değiştirmiş. Sosyal Demokrat Parti’den (SODEP) sonra SHP kurulmuş ve ünlü tablo SHP’nin ilçe binasını süslemeye başlamış. Ardından CHP yeniden kurulduktan sonra tablo CHP’nin binasına geçmiş. CHP, 1990’dan sonra üç kez bina değiştirmiş ama ilçe başkanlarının değişmeyen tek eşyası Çallı’nın İnönü portresi olmuş. Sevim dahil olmak üzere birçok yöneticisinin tablodaki İbrahim Çallı imzası dikkatini çekmemiş. Gerçi ‘İ.Çallı’ imzasını gören birkaç yönetici “Aaa Çallı tablosu” gibi hayret ifadelerini belirtmiş ancak kimse bunun gerçek bir Çallı eseri olduğuna ihtimal vermemiş. 

Sevim, “1983’ten beri ne yokluklar çektik. Elektrik parasını ödeyemedik eleştiriklerimiz kesildi, su parasını ödeyemedik suyumuz kesildi. Bugün öğreniyoruz ki bir servete sahipmişiz” diyor gülerek… Bu kadar kıymetli olduğunu bilseydiniz tabloyu satar mıydınız” şeklindeki sorumuzu Sevim, “Kesinlikle hayır! Eserin değerini bilseydik daha iyi korurduk” şeklinde cevaplıyor. 

Eser artık ‘emniyet’te 
Eser şu anda korunmaya muhtaç. Tablonun alt tarafı 1983’te su almış, o su tablonun alt tarafını neredeyse çürütmüş. Tablonun genelinde çatlaklar var. Yine bir iki yerinde iri yarıklar oluşmuş. Eserin üst sağ tarafının boyası tamamen kaybolmuş, kaybolan o yerin üzerine başka bir boya çekilmiş. Yani anlayacağınız Çallı’nın bu kıymetli eserinin acilen tedaviye ihtiyacı var. Geçecek her süre tablo için dönülmez zararlara neden olacak gibi. Eserin akıbetiyle ilgili bugün saat 11’de CHP Eyüp İlçe Binası’nda CHP İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı bir basın toplantısı düzenleyecek. Güvenlik nedeniyle tablo, dün akşamı Eyüp İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde geçirdi. Tablo, basın toplantısından sonra CHP İl Merkezi’ne götürülecek. Sonrasına Kılıçdaroğlu karar verecek.

Bayramımıza sevinç kattınız
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız, “Radikal’e çok teşekkür ederiz” dedi ve şunları söyledi: .”Radikal, 70 yıldır bizim açımızdan kayıp olan tabloyu buldu. Bayramda sevincimizi bir kat daha arttırdı. Tabloyu geri almak için gerekli girişimlerde bulunacağım. Bayram sonrası Sayın Kılıçdaroğlu’ndan randevu talep edip, tabloyu isteyeceğim. Bir sorun çıkacağını tahmin etmiyorum, çünkü tablo zaten müzenin envanterinde. Sayın Kılıçdaroğlu da bizim bu talibimize olumlu yanıt verecektir. Ancak tablonun geri alma işlemlerinin çok uzamaması lazım. Anlattığınıza göre tablonun durumu hiç iç açıcı değil, onu hemen bakıma almamız lazım.”

Radikal, Haber: Abdullah Kılıç, 07.11.2011

 

******


3. İNÖNÜ SAVAŞI

 

 

Ünlü İbrahim Çallı’nın yaklaşık 70 yıldır kayıp olan ve yaklaşık 6 milyon lira değer biçilen ‘İnönü tablosunun’ CHP Eyüp İlçe Binası’nda ortaya çıkması, başka duvarları süsleyen başka ‘İnönü portlerini’ de ortaya çıktı. CHP Konya İl Başkanı Cumhur Koyuncu, orjinal tablosunun kendisinde olduğunu söylerken, Mersin’de yaşayan Bitlisli Behçet Taşdelen’in mirasçıları da evlerinin duvarında asılı İnönü tablosunun ‘gerçek’ olduğunu savundu. Çallı’nın torunu ressam Yaşar Çallı’ysa Radikal’deki resimlerden Eyüp’te bulunan tablonun orjinal olabileceğini söylerken, “İbrahim Çallı’nın tablosuysa yapılacak analizle bu kolayca anlaşılabilir” dedi.

 
Radikal gazetesi ‘70 yıldır aranan tablonun CHP’nin Eyüp İlçe Binası’nda asılı olduğunu manşetten duyurmuş, Resim Heykel Müzesi’nden bir sergi için alınan ve bir daha geri dönmeyen tablonun, 1980 darbesinde kapatılan CHP’nin eski binasında çöpler arasında bulunduğunu haberleştirmişti.. CHP İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı dün bir basın toplantısı yaptı ve “Bu önemli tablonun ne yapılacağına genel başkanımız ve yöneticilerimiz karar verecektir. Bizim için asıl önemli olan, tablonun manevi ve tarihsel değeridir” dedi. Salıcı tablo üzerinde inceleme yapılacağını söyledi. 

Orijinal İnönü kimde?
Tabloyla ilgili tek gelişme bu değildi. CHP Konya İl Başkanı Cumhur Koyuncu orjinal tablonun kendisinde olduğunu söyledi. Koyuncu, partiye yakın bazı sanat tarihçilerinin kendilerine böyle bir bilgi verdiğini anlattı. Tablonun orjinali konusunda bir başka iddia da Mersin’den geldi. Uzun yıllar CHP’nin Bitlis İl Başkanlığı’na yapan ve şu an hayatta olmayan Behçet Taşdelen’in oğlu Ferit Taşdelen “1971 muhtırasından sonra Bitlis’e bir çok insan sürgün gelmiş. Bu tablo da babamın sahibi otelde asılıymış. Babam, tablorda analizler yapıldığını anlatırdı. Gerçek İbrahim Çallı tablosu olduğunu söylebiliriz” diye konuştu. Kardeşi Servet Taşdelen ise “Bu tablodan yedi kopya çıkarılmış ve yedi il başkanlığına gönderilmiş. Bizdeki orijinali. Erdal İnönü bizim eve gelip bu tablonun karşısındra kahve içmişti. Bize 150 milyar teklif eden oldu, ama vermedik. Yine de vermeyiz” diye konuştu.

İbrahim Çallı’nın torunu ressam Yaşar Çallı’ysa Radikal’e teşekkür etti ve şunları anlattı: “Bana anlatıldığı kadarıyla kopyaları İtalya’da özel bir kağıda basılmış. Eehil olmayan bir göz tarafından addedilmiş olabilir. Radikal’in haberindeki fotoğrafa bakarak tablonun orijinalinin Eyüp’te olma ihtimali yüksek gibi görünüyor. Ancak İbrahim Çallı’nın tablosuysa yapılacak analizle bu kolayca anlaşılabilir.

Radikal, Haber: Enis Tayman, 08.11.2011

 

******


KILIÇDAROĞLU: TABLO MÜZENİNSE İADE EDERİZ

 

 

Türkiye'nin en önemli ressamlarından İbrahim Çallı'nın İsmet İnönü Portresi dün CHP Genel Merkezi'ne ulaştı. Eyüp İlçe Başkanlığı'ndan Ankara'ya kargoyla gönderilen portre, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun odasına konuldu.

 

Genel başkan yardımcısı Gürsel Tekin ile birlikte tabloyu ambalajından çıkarıp inceleyen Kılıçdaroğlu, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden ve Kültür Bakanlığı’ndan yardım alacaklarını söyledi.Önce tablonun orjinal olup olmadığının araştırılmasını sağlayacaklarını belirten Kılıçdaroğlu, dışı ve arkası camla kaplanan tabloda bozulmalar olduğuna ve resim üzerinde çatlaklar oluştuğuna dikkat çekerken, “Orijinal gibi görünüyor ama uzmanlardan orijinal olduğuna dair görüş alınırsa, Kültür Bakanlığı’na başvuracağız ve onarımını isteyeceğiz” dedi.

Kılıçdaroğlu, “Tablonun İstanbul Resim Heykel Müzesi’ne ait olduğu söyleniyor” sorumuz üzerine “Müzeye ait olduğu kesinse iade ederiz. Ancak bu kanıtlanamazsa onarıp genel merkez binamızda kullanırız” ifadesini kullandı. Tabloya 6 milyon TL değer biçilmesini de abartılı bulan Kılıçdaroğlu, tabloyla ilgili kararlarını maddi değerine göre vermeyeceklerini vurguladı.

Çallı’nın resmi, CHP teşkilatlarında başka önemli eserlerin de olabileceği ihtimalini gündeme getirirken, Gürsel Tekin Konya’daki tablonun Eyüp’teki Çallı resminin kopyası olduğunu söyledi. CHP lideri Kılıçdaroğlu ise başka önemli bir detaya dikkat çekti. 12 Eylül 1980’deki askeri darbeden sonra CHP’nin malvarlığına el konulduğunu anlatan Kılıçdaroğlu, “Kim bilir ne eserler, ne Atatürk ve İnönü portreleri vardı. Tarihi belgeler bile gitti” dedi.

SSK Genel Müdürü’yken kurumda önemli bir ressamın fırçasından çıkmış bir Atatürk portresi bulunduğunu anımsatan Kılıçdaroğlu, bu resmin bugün bakanın odasında bulunduğunu anımsatarak, “O resmin SGK’da kalması gerekirdi” dedi. Resme ilgisiyle bilinen Kılıçdaroğlu, Meclis envanterinde de önemli tablolar olduğunu, ancak bazı tabloların akıbetlerinin bilinmediğini ifade etti.

Radikal, 11.11.2011

TARİHİ KÖŞK BAKIMDA

 

Bornova Atatürk Kitaplığı iki ay sonra hizmete açılıyor. En son 1997 yılında yapılan restorasyon çalışmalarından bu yana Atatürk Kitaplığı olarak kullanılan tarihi köşkün yıpranması nedeniyle belediye tarafından başlatılan yenileme çalışmalarının Ocak 2012'de sona ermesi bekleniyor.

 

Köşk 1880 yılında, İngiliz Mimar Clark tarafından "Aliberti'nin Evi" olarak inşa edilmişti. Eski bir Levanten köşkü olan ve "Belhomme Evi" olarak tanınan binanın iç ve dış cepheleri ile zemin kat döşemeleri yenileniyor. Gösterişli cephesi, görkemli kolonları ve çift taraflı merdivenleri ile göz kamaştıran tarihi yapının ilk röleve ve restorasyon çalışmaları 14 yıl önce UNESCO'da görev yapan Helene Armand tarafından yapıldı. Yaklaşık iki ay sonra hizmete hazır hale gelecek olan yapı Atatürk Kitaplığı olarak aktif şekilde kullanılacak.

Yeni Asır, 05.11.2011

KİTAPTA SANSÜRLÜ, MÜZEDE SERBEST

 

Osmanlı döneminin ünlü cerrahı Sabuncuoğlu Şerefeddin adına Amasya Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından hazırlanıp, valilik tarafından bastırılan kitapta, bazı minyatür resimlerin cinsel içerikli olduğu gerekçesiyle kitaptan çıkarıldığı belirtildi. Sabuncuoğlu Tıp Tarihi ve Cerrahi Müzesi Müdürü Celal Özdemir, "Kitabı çocukların da okuyacağını düşündüğümüz için bu minyatürleri koymayı doğru bulmadık" dedi.

Sabah, Haber: Murat Alhan, 05.11.2011

133 YILLIK KÖK BOYANIN DESENLERİ HALA YEPYENİ

 

  

 

Sarıgöl İlçesi'ne bağlı Sığırtmaçlı Köyü'nün 133 yıllık camisinin içerisindeki kök boya ile yapılan çiçekli desenler hala tazeliğini koruyor. Üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen kök boya ile yapılan desenler görenlerin ilgisini çekiyor. Sığırtmaçlı Köyü eski camisinin 2007 yılında Vakıflar tarafından koruma altına alındığını ifade eden Sarıgöl Müftüsü Oğuz Metin, "Köy içerisindeki kök boya ile yapılan çiçek motifleri tazeliğini korumakta. İlçemizde 1969 yılında meydana gelen 6.8
büyüklüğündeki depremde bile hasar görmeyen camimiz vakıflar tarafından koruma altına alındı. Cami içerisindeki kök boyaları yapan usta ile ilk görev yapan imamın mezarları da cami bahçesine gömülüdür'' dedi.


Sığırtmaçlı Köyü'nün 133 yıllık camisi içerisinde kök boya ile yapılan çiçek resimlerinin, Ege Bölgesi'nde Salihli'nin Soğanlı Köy Camisi ile İzmir'in Ödemiş İlçesi'ndeki bir camide aynı ustanın işlemelerine rastlanıldığı belirtildi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Vehbi Sarıhan, 05.11.2011

ABDÜLAZİZ'İN VAGONU RESTORAN OLACAK

 

R. Koç Müzesi Genel Müdürü Ertuğrul Duru, Sultan Abdullaziz'in Alman İmparator II'nci Wilhelm'in İstanbul'u ziyareti sırasında yemek yediği treni de restore ettirdiklerini belirtti.

Önümüzdeki günlerde restoran olarak müze içinde hizmete açacaklarını kaydeden Duru, restoranın farklı bir ortamda yemek yemek isteyen herkese açık olacağını kaydetti.

Sabah, 05.11.2011

HAYDARPAŞA GARI SATIŞA ÇIKARILDI

 

 

Hükümet imar planı yetkisi alarak, kamuya ait, atıl arsaları ve tarihi binaları ekonomiye kazandırmak için çalışıyor. Proje hayata geçirilirse devletin kasası dolacak.

 

Hükümet imar planı yetkisi alarak, kamuya ait, atıl arsaları ve tarihi binaları ekonomiye kazandırmak için çalışıyor. Proje ile İstanbul’da Boğaz’a nazır birçok kamu binası kiralama ve satış yöntemi ile elden çıkarılacak.

 

Turizmciler ve inşaat firmaları devletin özellikle İstanbul’daki paha biçilemez tarihi binaları satışa çıkarmasını bekliyor. 

 

Türkiye’nin en saygın gayrimenkul değerleme şirketlerinden olan ve 1994 yılından buyana ticari gayrimenkul hizmetleri veren Kuzey Batı Gayrimenkul Değerleme, İstanbul’daki kamu binalarının değer tahminlerini içeren bir çalışmaya imza attı.

 

Boğaz’a nazır kamu binalarının bir bölümü, imar planı değişiklikleriyle otele dönüştürülecek ya da restore edilerek turizm amaçlı kullanılabilecek. Kent merkezlerindeki arsalar ise imar planlarında yapılacak düzenleme ile ticaret merkezi, alışveriş merkezi ya da toplu konut alanı olarak yeniden düzenlenecek.

 

Turgut Özal’ın özelleştirme politikalarını açıkladığı dönemlerde “Satarım”, “Sattırmam” tartışmaları çok popülerdi. Ancak, tüm o tartışmalar çok gerilerde kaldı. Artık, kamuya ait işletmelerin, taşınmazların satışı muhalefetle karşılanmıyor.

 

Son olarak, Maliye Bakanlığı'nın Hazine'nin arazi ve binalarının üzerindeki imar yetkisini alarak, otel, iş merkezi veya toplu konut alanı olarak düzenlemesiyle Boğaz'daki birçok bina satılabilir hale geliyor. Kararla birlikte Hazine'ye ait tüm kamu binalarını alıp satmaya yetkili kılınan Maliye BFakanlığı'nın geniş bir emlak portföyü oluştu. Uygulama başladığında bakanlık hastanelerden okullara, üniversitelerden tersanelere kadar birçok binayı satabilecek. Satışa çıkması muhtemel tarihi binalar arasında Kuleli Askeri Lisesi, Haydarpaşa ve Sirkeci Garı, sirkeci Postanesi gibi paha biçilemeyecek yapılar da var.

 

Boğaz'daki kamu binalarının satışa çıkmasının müteahhitlerin ilgisinin Boğaz’a kayması bekleniyor. Bakanlığın çalışmasının duyulmasının ardından Ağaoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, Boğaz’daki tarihi binalara talip olduğunu açıklarken, müteahhitler, genellikle gelişmeleri sessizce, ama yakından takip etmeyi tercih ediyor.

 

Zaten, bu konudaki düzenleme de gözlerden uzak olsun diye Teşkilat Kanunu’nda değişiklik yapan ve Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı kurulmasına imkan veren kararnameye bir madde ilave edilerek Hazine arazileri üzerindeki imar yetkisi usulca Maliye Bakanlığı’na devredilmişti. Ancak, yapılan düzenleme kısa sure büyük tartışmalara yol açtı.

 

Böylece Maliye Bakanlığı devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazları farklı projeler için değerlendirme yetkisi kazanmış oldu. Üstelik, olası bürokratik engelleri de göz önünde bulunduran kararname ile yapılacak plan değişiklikleri belediyeler 3 ay içinde onaylamazsa planlar Milli Emlak tarafından resmen onaylanacak.

 

Milli Emlak, Maliye Bakanlığı’na bağlı da olsa hükümet imar tadilatları ve satışlar için Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ı adres gösterdi. Bayraktar şu sıralar Milli Emlak’ın hazırlayacağı dosyayı bekliyor.

 

Uzmanlar, Milli Emlak’ın yapacağı çalışmanın kiralama ve satış olmak üzere iki ayrı yöntem izlenebileceğini, söz konusu olan binaların tarih yapılar olması durumunda Çırağan Sarayı’nda izlenen yöntemin gibi 49 yıllığına kiralama yönteminin gündeme gelebileceğini belirtiyor. 

 

Maliye’den üst düzey bir yetkili, yasanın hazırlanma nedenini “Bugün İstanbul’da Boğaz’a nazır birçok kamu bulunuyor. Kamu kuruluşları, bu binalar yerine, yine kent içinde farklı bir bölgede de faaliyetini sürdürebilir. Boğaz’a nazır kamu binalarının bulunduğu alanların bir bölümü, imar planı değişiklikleriyle otel alanına dönüştürülebilir. Bu şekilde satışa çıkarılabilir. Araziler çok daha yüksek bedelle ekonomiye kazandırılabilir.” sözleriyle özetliyor.

 

Yani, Maliye Bakanlığı aldığı yetki çerçevesinde Çengelköy’deki Kuleli Askeri Lisesi’ni, Haydarpaşa Garı’nı, Sirkeci Postanesi’ni başka yere taşıyıp bu binaları satışa çıkarabilir ya da kiraya verebilir.

Emlak Dünyası, 04.11.2011

PARK OTEL'E YARGI BİR KEZ DAHA 'DUR' DEDİ

 

 

Yapımına 22 sene önce başlanan ancak kentin siluetini bozacağı gerekçesi ile bugüne kadar alınan yargı kararları sonucu birçok kez iptal edilen Park Otel; yenilenen planlar ile yeniden gündeme gelmişti. Park Otel İmar Planlarının yürütmesi, en son TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi tarafından açılan dava sonucu bir defa daha durduruldu.

Konuyla ilgili basın açıklaması yapan TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu, "Yapılaşma koşulları ile yakın çevresindeki tarihi-kentsel doku ve İstanbul silueti üzerindeki olumsuz etkileri, yapı ve nüfus yoğunluğu ile birlikte bölgeye getireceği trafik yükü ile şehircilik ilkeleri, kamu yararı ve geçmiş yargı kararlarının göz ardı edildiği Park Otel imar planlarının bir defa daha durdurulduğunu" belirtti.

TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu tarafından yapılan basın açıklamasının devamı ise şöyle:

"Bilindiği gibi, 1984 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile Turizm Merkezi ilan edilmiş söz konusu parselde bu dönemde onanan planlarla E=6.00 yapılanma koşulları belirlenmiş ve şu an mevcutta bulunan ve kamuoyunda Park Otel olarak bilinen binanın inşasına başlanmıştır. Bugüne kadar Kamu adına açılan davalar sonucu iptal edilen planlar, 1993 tarihinde aynı emsal değerleri ile yeniden yürürlüğe girmiş ancak KTVKK’ce Beyoğlu’nun Kentsel Sit ilan edilmesi ve yapının 'Alman Başkonsolosluğu Binası'nın saçak kotunu geçemez' kararının alınması ile inşası devam eden yapının, üst katlarının yıkımı gerçekleştirilmiştir. 2006 yılında ise E=3.00 değeri ile alana ilişkin yeni bir plan değişikliği hazırlanmış, ancak Odamız tarafından açılan dava sonucu 2009 yılında bu imar planları da yargıdan dönmüştür.

Geçmişte alınan tüm mahkeme kararlarına rağmen, söz konusu parsele ilişkin önceki imar planlarının iptal gerekçeleri gözetilmeden hazırlanan İstanbul Park Otel Turizm Merkezi, Beyoğlu İlçesi - Gümüşsuyu Mahallesi 735 Ada 25 Parsel No'lu Parsele Ait yeni 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı ve 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 01.04.2011 tarihinde onanmıştır.

1993 tarihli plan ve kararlar sonrasında, inşaat halinde İstanbul için güvenlik problemleri de yaratan bir yara olarak bırakılan yapıya ait 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planları ile öncesinde iptal edilen imar planları karşılaştırıldığında; ayrıcalıklı yapılaşma koşullarının korunduğu ve yalnızca plan notlarına ilişkin maddelerin yerlerinin değiştirildiği görülmektedir. Bugüne kadar çözülemeyen bir problemin çözümsüzlüğe mahkum olmasına neden olan bu yaklaşımlar, Bakanlıkça ne yazık ki bir kez daha sergilenmiş ve İstanbul için bir utanç anıtı haline gelen yapı için yine, çözüm yerine yapılaşma hakkı artışı getiren imar planları hazırlanmıştır.

Yapılaşma koşulları ile yakın çevresindeki tarihi-kentsel doku ve İstanbul silueti üzerindeki olumsuz etkileri, yapı ve nüfus yoğunluğu ile birlikte bölgeye getireceği trafik yükü ile şehircilik ilkeleri, kamu yararı ve geçmiş yargı kararlarının göz ardı edildiği Park Otel imar planlarına; Odamızca açılan dava sonucu Danıştay tarafından verilen yürütmenin durdurulması kararı ile bir kez daha 'dur' denmiştir".

Yapı, 04.11.2011




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi