Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Üniversitesi işbirliği ile hayata geçirilen Türkiye'nin ilk Arkeopark'ı için geri sayım başladı.
Akçalar Aktopraklık mevkiinde yaklaşık 7 yıl önce başlanan kazılara son 1,5 yıldır aktif destek veren Büyükşehir Belediyesi, sadece Bursa ve Türkiye için değil tüm insanlık için çok önemli bilgiler barındıran Arkeopark'ı, önümüzdeki yaz ziyarete açmayı planlıyor.
Akçalar'daki kazı alanında her yıl ortalama 2,5 ay süren arkeolojik kazıların bu yılki bölümü tamamlandı. Bölgeyi ziyaret ederek hem bu dönemde elde edilen bulguları inceleyen hem de kazı Başkanı Doç. Dr. Necmi Karul'dan bilgi alan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, “Bursa şehir merkezinin yaklaşık 3 bin 500 yıllık bir tarihi olduğunu biliyorduk. Burada sürdürülen çalışmalar sayesinde öğrendik ki Bursa aslında 8 bin 500 yıllık tarihi birikimi olan bir kent. Üstelik modern yaşama geçiş konusundaki öncü kimliği sadece bizim bildiğimiz dönemlerle sınırlı değil, bundan birlerce yıl önce de Bursa ilk yerleşim merkezlerinin kurulduğu, ilk medeniyetlerin oluştuğu bir yer” dedi.
Önümüzdeki yıllarda bölgeden geçecek İstanbul-İzmir otobanından Arkeopark'a giriş sağlanması için ilgili bakanlıklar nezdinde girişimlerde bulunacaklarını da ifade eden Başkan Altepe, sadece Türkiye'de değil dünyada tek olacak projenin halkla buluşacağı tarihi de açıkladı. Başkan Altepe; “Önümüzdeki yaz açmayı hedefliyoruz. Onun için biz kış mevsiminde de çalışmaya devam edeceğiz. İnsanlarla bu verileri paylaşmak istiyoruz. Başta Doç. Dr. Necmi Karul olmak üzere İstanbul Üniversitesi'ne ve diğer ilgililere teşekkür ediyoruz. Böyle bir çalışmaya Büyükşehir Belediyesi olarak katılmış olmaktan mutluyuz” şeklinde konuştu.
Bursa Olay, 02.10.2010
TARİHİ MEDRESE
KURTARILMAYI BEKLİYOR
Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, Çifte Minareli
Medrese’de yürütülecek olan restorasyon projesi
hakkında bilgiler verdi. Gündoğdu, “Çifte Minareli
Medrese için hazırlanan rapor ve restorasyonu için
alınan karardan sonra devletin burası için harekete
geçmesi elzem hale gelmiştir.” dedi.
Restorasyonu konusunda çeşitli tartışmaların
hedefi haline gelen Çifte Minareli Medrese’de, tek
başına değil, entegre bir proje uygulanacağı
bildirildi. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü ve aynı zamanda Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı olan Prof.Dr.
Hamza Gündoğdu, Çifte Minareli Medrese’de
yürütülecek olan restorasyon çalışmaları hakkında
bilgiler verdi. Çifteler’in restoresi için tek bir
proje uygulanmayacağını, yürütülecek olan
çalışmaların entegre özellik taşıyacağını vurgulayan
Gündoğdu, “Tarihi Çifte Minareli Medrese için
hazırlanan restorasyon projelerinde; zemindeki
titreşimlerden nem durumuna, çinilerden taşların
oksitlenmesine varıncaya kadar birçok teknik ayrıntı
göz önünde bulunduruldu. Restore için hazırlanan ve
büyük bir hassasiyetle incelenen projeler için
Kurul’dan onay çıktı, bu saatten sonra devletin bu
işten geri adım atması mümkün değildir. Medresede
restorasyon yapılması artık kaçınılmazdır,
elzemdir.” ifadelerini kullandı.
Çifte Minareli Medrese’nin restore edilmesi
için aylar önce başlatılan hazırlık süreci hakkında
bilgiler veren Prof.Dr. Hamza Gündoğu, “Tarihi
medresenin bakım ve onarım işine sıradan bir olaymış
gibi bakmak bir kere çok yanlış. Hazırlanan
projelerin incelenmesi ve değerlendirilmesi
sürecinde, her biri alanında uzman bilim insanları,
sanat tarihçileri ve mimari alanda otoriter kabul
edilebilecek kişilerden bir bilim kurulu oluşturduk.
Hazırlanan entegre projeler bir bir incelendi,
değerlendirildi. Daha sonra bu projeler
birleştirilmek suretiyle Kurul onayına sunuldu. Yani
süreç oldukça hassas bir biçimde işletildi.” diye
konuştu.
Çifte Minareli Medrese’de, zemin
titreşimlerinden, taş yüzeylerinin oksitlenmesine,
çinilerin sağlamlaştırılmasından, duvarların
rutubetine kadar kapsamlı bir proje hazırlığının
yapıldığına dikkati çeken Gündoğdu, bu ve bunun gibi
daha bir çok soruna karşı önlem alınmak amacıyla
entegre projeler hazırlandığını ifade etti. Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun onayından
geçen bu projeler sonucunda Çifte Minareli
Medrese’de yapılacak restorasyon çalışmasının
kaçınılmaz bir boyut kazandığını belirten Gündoğdu,
“Burada amaç, Erzurum’un adeta sembolü olan bu
ihtişamlı eseri, aslına uygun biçimde onarmak ve
gelecek nesillere armağan edebilmektir.” dedi.
Çifte Minareli Medrese'nin kitabesi
olmadığından, gerçek adı ile ne zaman yapıldığı
kesin olarak bilinmemektedir. Kuvvetli ihtimal
Medrese’nin 1250'li yıllarda Selçuklu Sultanı
Alaeddin Keykubad'ın kızı Hüdavent Hatun tarafından
yaptırıldığı sanılmaktadır. Bu nedenle medrese
Hatuniye Medresesi diye de adlandırılmaktadır.
Selçuklu mimarisinin en önemli eserleri arasında yer
alan Medresenin, 13'üncü yüzyılın sonlarında
yaptırıldığı sanılıyor. Osmanlı Padişahı 4'üncü
Murat'ın emri ile bir süre 'Tophane', daha sonra da
'Kışla' olan medrese, 1942-67 yılları arasında
Erzurum Müzesi, günümüzde ise sergi salonu olarak
kullanılıyor. 35x 46 metre ebadındaki 2 katlı, 4
eyvanlı ve açık avlulu medresenin zemin katında 19,
1. katında 18 oda bulunuyor. Avlu 26 x 10 metre
ölçülerinde 4 yönden evraklarla çevrili medresenin
sütunların çoğu silindirik, 4 sekizgen gövdeye
sahip. Medresenin bezemesinde kullanılan geometrik
motifler, Selçuklu taş süslemesindeki örnekler
olarak gösteriliyor. Taç kapıdaki panolarda palmiye
(hayat ağacı), iki başlı kartal ve altta iki ejder
figürü yer alıyor. Güney eyvanın dış duvarlarına
bitişik olarak yapılan iki katlı kümbetin gövdesi 12
köşeli. Kümbetin üstü dıştan külah, içten kubbe ile
örtülü olarak bulunuyor. Medrese, 2002'de Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na tahsis edilmişti. 2006'da
medrese yeniden Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
sorumluluğuna verildi.
Erzurum Gazetesi, 02.10.2010
CUMHURİYETİN İLK KAZISI: ALACAHÖYÜK
Mustafa Kemal Atatürk'ün, 1935'te direktifi ve Türkiye'nin ilk kadın tarih profesörlerinden Afet İnan'a verdiği 3 bin lira ile başlayan bir kazı Alacahöyük... Yani Cumhuriyet tarihinin ilk kazısı... Ankara Üniversitesi'nden Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, 1996'dan bu yana kazıya başkanlık yapıyor.
Hitit uygarlığının ve sanatının simgesi "Hitit Güneşi" ile de tanınan Alacahöyük'teki kazıları Aykut Hoca anlatıyor: "Burası 1834 yılında bir İngiliz bilim adamı tarafından keşfediliyor ve tanıtılıyor. Bilim dünyası gözünü buraya dikiyor. Sfenkslerin açıkta olması buranın keşfini kolaylaştırıyor. 1935'te Atatürk, Alacahöyük'teki kazılara yeniden başlama emrini veriyor. Kazılar başladıktan 15 gün sonra Hitit mezarları ortaya çıkıyor. Bunun üzerine Atatürk'ün emri ile köy taşınıyor ve kazılar köyün boşalttığı alanda devam ediyor. 1940'a kadar 13 kral mezarı bulunuyor. 1940'tan sonra Türk Tarih Kurumu, buraya ayrılan bütçeyi azaltıyor. Kazılar duraksıyor. 1983'e kadar ağır aksak ilerliyor kazılar ve o tarihten 1996'ya kadar duruyor." Aykut Çınaroğlu, Ankara Üniversitesi'nin desteği ile yeniden canlandırılan çalışmalarla, çevre duvarlarının ve büyük bir maden atölyesinin açığa çıkartıldığını, 6 büyük fırın ve kıtlık dönemlerinde kullanılmak üzere yapılan 3 tahıl deposu bulunduğunu söylüyor. Bölgenin 10'da birinin ancak kazılabildiğini aktaran Çınaroğlu, "Tarihi 7 bin yıl öncesine dayanan bir yer burası. 14 şehir üst üste yatıyor. 11'inci şehre kadar inildi. Şehir 85 dönümlük bir arazi üzerine kurulu. Hitit dünyası aydınlatıldı ama öncesine ait bilgiler çok az. Bilim aleminin beklentisi, eski Tunç Çağı'nı aydınlatmak" diyor.
Alacahöyük'te 2004 yılında yapılan çalışmalarla yeniden ortaya çıkartılan 3 bin 250 yıllık baraj da, dünyanın büyük ilgisini çekiyor. Aykut Çınaroğlu, 6 yıldır çevre köylerin sulama için faydalandığı bu barajla ilgili şu bilgeleri aktarıyor: "Dünyada 3 bin 250 sene önce çok büyük bir kıtlık oluyor. Barajsız yaşanmayacağı anlaşılıyor ve buraya Hitit Kralı Tuthaliya tarafından 13 baraj yaptırılıyor. Bu barajlardan biri bulunabildi. Hititçe kitabeden, bu barajın Tanrıça Hepat adına yapıldığı anlaşıldı. Baraj bölgesinde Anadolu'nun en eski yakutunu bulduk. Bugünkü baraj teknolojisinin aynısı ile yapılmış."
Sabah, Haber: Bülent Ergün, 02.10.2010
İSTANBUL'DA BİR ANTİK
KENT
Arkeolojik kazı alanları ile ilgili son durağımız,
"İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları (İTA)" projesi
ile ortaya çıkartılan 2 bin 700 yıllık Bathonea
antik kenti. Küçükçekmece Gölü kıyısındaki bu alan,
son yılların en önemli arkeolojik keşiflerinden biri
olarak kabul ediliyor.
Amerikan Arkeoloji Enstitüsü yayını "Archaeology
2009"un, yılın en önemli arkeolojik keşifleri
arasında ilk 15 içinde saydığı, İngiliz Heritage Key
adlı Kültürel Miras Kurumu'nun da 2009 yılında
dünyanın dördüncü büyük keşfi olarak listeye koyduğu
Bathonea kazısı, hem su altında, hem de karada
sürdürülüyor. Bathonea kazılarında bu yıl, birbirine
sarılmış 3 insan iskeleti bulundu. Arkeologlar,
yıkık bir duvarın altında bulunan üç iskeletin,
1034-1041 yılları arasında Bizans İmparatorluğu'nda
büyük yıkıma neden olan 10 büyük depremden birinden
kaldığını tahmin ediyor.
Sabah, Haber: Bülent
Ergün, 02.10.2010
AYASOFYA MEDRESESİ'NE 76
YIL SONRA İADE-İ İTİBAR
Fatih Sultan Mehmed Han
tarafından İstanbul'un fethinden hemen sonra
yaptırılan; İnönü döneminde "Ayasofya'nın yanında
harabe görüntüsü sergiliyor" denilerek dönemin
Müzeler Müdürü'nce yıktırılan Ayasofya Medresesi
yeniden inşa ediliyor. Ayasofya bahçesinde bulunan
medrese 1,5 yıl içinde kapılarını açacak.
İstanbul'un fethinin
hemen ardından Fatih Sultan Mehmed Han'ın
yaptırdığı; ancak 1934 yılında Ayasofya'nın
görünümünü bozduğu gerekçesiyle dönemin Başbakanı
İsmet İnönü'nün emriyle Antikiteler ve Müzeler Umum
Müdürü Aziz Ogan tarafından yıktırılan Ayasofya
Medresesi aslına uygun olarak yeniden inşa ediliyor.
Birçok cami, külliye ve medrese gibi Sultanahmet Cami'nin de ahır olarak kullanıldığı yıllarda 'kimsesizler yurdu' olarak hizmet veren medresenin yıkım kararı, "Ayasofya'nın görünümünü bozuyor, bina harap durumda" denilerek alındı.
Medresenin yeniden
inşası projesi yaklaşık 2 yılda hazırlandı. Yapı
izni, İstanbul 1 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Korumu Kurulu'ndan çıkan medrese, aslına uygun
olarak inşa edildiğinde Ayasofya Müzesi'nin idari
bölümleri de buraya taşınacak. Temelleri hala
Ayasofya bahçesinin kuzey tarafında bulunan
medresenin inşasının ise, 1.5 yıl içinde bitirilmesi
öngörülüyor.
Ayasofya'da ilk medrese
binası ise "papaz odaları" olarak adlandırılan
odalar oldu. Fetihten kısa bir süre sonra Ayasofya
Camii'nin kuzeyinde yeni bir medrese inşa edildi.
Tek katlı binanın ilk müderrisi de Fatih Sultan
Mehmed'in hocası Molla Hüsrev'di. Bu dönemin önde
gelen Ayasofya Medresesi müderrislerinden birisi de
Ali Kuşçu idi.
1863 tarihli Cetvelli
Medaris-i Asistane adlı belgeye göre, medresede 198
talebe barındı ve eğitim gördü. İki katlı, avlu
etrafında, ahşap revaklı bir yapı olan medrese
binası, bu haliyle 1924 yılına kadar ayakta kaldı.
Bu tarihten sonra "kimsesizler yurdu" olarak
kullanılmaya başlanan bina, 1934 yılında "görünümü
bozduğu" gerekçesiyle yıktırıldı.
Yeni Şafak, 01.10.2010
AHTAMAR'IN HAÇI
TAKILIYOR
Van’ın Gevaş İlçesi’nde
bulunan ve adayla aynı adı taşıyan Van Gölü’ndeki
Ahtamar Kilsesi’ne haç takılıyor. Uzun tartışmalara
neden olan 2 metre boyunda, 110 kilo ağırlağındaki
haçın yerine konması için iskele kuruldu. Ahtamar
Kilisesi’nin restorasyonunu da yapan Kartalkaya
firması tarafından kurulan iskele yardımıyla haçın
yerine konacağı ifade edildi. 2 metre boyunda, 110
kilo ağırlığı olan haçla birlikte kilisenin yıldırım
çarpmalarına karşı korunması için de paratoner
takılacağı öğrenildi.
Ahtamar Kilisesi’nin
tartışmalara konu olan haçının yerine konması için
çalışmalar büyük bir titizlikle sürdürülürken, adaya
geçişler de yasaklandı. İskele çalışmalarının rahat
bir ortamda yapılması ve Van Gölü’ndeki hava
koşulları yüzünden bu kararın alındığı belirtildi.
Kilisenin 2005 yılında restorasyon başlamış 2007’de
bitirilmiş ve anıt müze olarak açılmıştı. 19 Eylül
2010’da ise 95 yıl aradan sonra ilk kez ayin
yapılmıştı.
Vatan, 01.10.2010
KRAL MEZARI BULUNDU
İzmir’in Bergama
İlçesi'ndeki Pergamon antik kentinde, Alman
Arkeoloji Enstitüsü'nce sürdürülen kazı
çalışmalarında, MÖ 3. ve 2. yüzyıllar arası dönemden
kaldığı ve kraliyet ailesine ait olduğu tahmin
edilen mezar odası bulundu.
Pergamon Kazı Heyeti
Başkanı Prof.Dr. Felix Pirson, gazetecilere yaptığı
açıklamada, Alman Arkeoloji Enstitüsü olarak, bu yıl
sürdürdükleri çalışmalar sırasında Eylül ayı başında
antik kentin kuzey doğusunda yer alan bir tepede
tümülüs olduğunun tespit edildiğini ve bu tümülüste
yapılan kazılar sonucunda, MÖ 3-2. yüzyıllar
arasındaki Pergamon hanedanı Attalidler dönemine ait
olduğu tahmin edilen bir mezar odasının
keşfedildiğini bildirdi.
Mezar odasının, uzun
zaman önce kaçak kazıcılar tarafından açıldığını ve
o zamandan bu yana mezar odasında tahribatın
sürdüğünü ifade eden Prof.Dr. Pirson, kaçak
kazıların mezar odasının çok kaliteli nitelikteki
mimari yapısına zarar verdiğini belirtti.
Prof.Dr. Pirson, mezar
odasının kaçak kazı sonucu tahribata uğramasına
rağmen, kapağı belki de antik dönemde açılmış lahit
teknesinin ve içerisinde 40′lı yaşlardaki erkek
iskeletinin korunmuş olarak bulunmasının, kendileri
açısından sevindirici olduğunu ifade ederek, “Mezar
odasındaki lahit teknesinin, kaçak kazının moloz
toprağı altında, orijinal yerinde ve pozisyonunda
bulunması sevindirici bir sürpriz olmuştur. Lahit
kapağı belki de antik dönemde kırılmış ve
açılmıştır. Ama buna rağmen lahit içinde 40 yaşın
üstünde bir erkeğe ait iskelet kalıntıları bulundu”
dedi.
Kazıda ayrıca ölünün
yanına konulan mezar hediyelerinden bir toprak kabın
bulunduğunu anlatan Prof.Dr. Pirson, MÖ 3. yüzyılın
ikinci yarısına ait olduğu belirlenen bu kap
sayesinde, tonozlu yapıdaki ve yüksek kalitedeki
mezar odasının da hangi döneme ait olduğunun
saptanabildiğini anlattı.
Prof.Dr. Pirson, bulanan
mezar odasının, yüksek kalitedeki işçiliğiyle
Hellenistlik dönem mimarlık tarihi araştırmaları
açısından önemli bir veri niteliğinde olduğuna
işaret etti.
Bulunan mezar odasında
elde edilen en önemli tarihi eserin ise ölünün
defnedilmesinin ardından odaya kapatılan taş kapıya
ait kanat parçası olduğunu bildiren Prof.Dr. Pirson,
defin işleminin ardından kapatılan taş kapının bir
kanadının kaçak kazıcılar tarafından kırıldığını,
yüksek kalitede bir taş işçiliğiyle yapılmış,
üzerinde metal kilit ve çivi kabartmaları olan
kapının diğer kanadının ise sağlam şekilde
bulunduğunu söyledi.
Prof.Dr. Pirson, konumu
ve elde edilen buluntular ışığında, mezar odasının
Pergamon hanedanına mensup bir bireye ait olduğunu
düşündüklerini belirterek, “Gerek mezar yapısının
yüksek kalitesi, gerekse tümülüsün Pergamon’un kuzey
doğusundaki bir tepe üzerinde, kente ve tüm ovaya
hakim bir yerde bulunmasını göz önünde bulundurarak
mezarda gömülü kişinin kraliyet ailesine mensup biri
olduğu tahmin edilmektedir” diye konuştu.
Kazıdan elde edilen taş
kapının Bergama Müzesi’nde sergileneceğini ifade
eden Prof.Dr. Pirson, “Kazılarda önceden ele
geçirilen eserlerin yanında sergilenecek olan taş
kapı, müzedeki Pergamon Sergisi’nin zenginleşmesine
önemli bir katkıda bulunacaktır” dedi.
Bu arada, mezar odasına
ait taş kapının sağlam kanadı, tahribattan korunmak
amacıyla sandık içine alınarak Çevre ve Orman
Bakanlığı'na bağlı bir helikopterle önce ilçe
merkezindeki Bergama Devlet Hastanesi bahçesine,
oradan da kamyona yüklenerek Bergama Müzesi’ne
nakledildi.
Fotoğraflar: Yeni Asır
Hürriyet, 01.10.2010
EFES KAZILARI SEZONU
SONA ERDİ
Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü ve Efes Kazıları Başkanı Doç. Dr. Sabine
Ladstatter, kazı başkanlığının ilk yılı olan 2010
Ephesos kazı sezonunun sona erdiğini belirterek, ‘Bu
yılki kazılardan son derece önemli buluntular elde
ettik’ dedi.
Ladstatter, kazılarla
ilgili düzenlediği basın toplantısında, 2011 yılı
kazı sezonunun Mayıs ayında başlayacağını açıkladı.
Bu yılki kazılardan son derece önemli buluntular
elde ettiklerini ve birçok önemli kazılarda da
önemli aşamalara geldiklerini kaydeden Ladstatter,
bu yılki kazılarda Artemis Tapınak alanı
bitişiğindeki arazide yer alan ve Tribüne olarak
adlandırılan Roma Dönemi yapısına ağırlık
verdiklerini, bu yapının ilk kez bu yıl arkeolojik
araştırmalarının yapıldığını ifade etti.
Ladstatter, yapılan kazı
çalışmaları kapsamında Selçuk İlçesi'nin önemli
tarihi alanlarından biri olan Artemisyon’nun içinde
yer aldığı alanda dinsel etkinlikler için kullanılan
tiyatronun (Kült Tiyatrosu) gün yüzüne çıktığını, bu
tiyatronun Artemisyon’da çıkmasından dolayı oldukça
önem taşıdığını anlattı. Tiyatro üzerinde detaylı
araştırmaların yapılacağını vurgulayan Landstatter,
yapının (MS 1.yy) Erken Roma İmparatorluk Dönemi’ne
ait olduğunu belirterek, ‘Bu yapının bir Kült
tiyatrosu olduğundan eminiz. Roma döneminde, Artemis
kutsal alanında yer alan ana binadır. MS 3. yüzyılda
alanda büyük bir tahribat olmuş ve yapı zarar
görmüştür. Kült Tiyatrosu olarak kullanıldığını
düşündüğümüz yapının alt yapısının MS 14. yüzyılda
yoğun bir şekilde kullanıldığını öğrendik. Alandan
ele geçen ve Beylikler Dönemi’ne tarihlenen seramik
ve cam buluntular Ayasuluk yerleşiminin uluslararası
ticaretine tanıklık etmektedir. Bu buluntulardan
Ayasuluk ve İspanya arasındaki ticareti
öğrenmekteyiz’ diye konuştu.
Önemle tanıtılması
gereken kazı alanlarından birinin de Artemis tapınak
alanı girişinde bulunan Türbe yapısı olduğu
bilgisini veren Ladstatter, ‘Burada yapılan
çalışmalardan alanın 10. yüzyılda kullanıldığı
öğrenilmiştir. Ancak geç 14. yüzyılda bir çömlekçi
atölyesi ile birlikte Türbe inşa edilmiş, daha geç
dönemde ise bu alanda küçük bir mezarlık
oluşturulmuştur. Türbenin arkeolojik çalışmalarının
büyük bir bölümü tamamlanmıştır ve hazırlanmakta
olan restorasyon projesi gereken izin için ilgili
kurula sunulacaktır’ dedi.
Ladstatter, Selçuk
Devlet Hastanesi bahçesinde bulunan Sığla Bey
Türbesinin kazı ve restorasyon çalışmalarında iki
adet mezar ve mezar taşları bulunduğunu söyledi.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Vakıflar Genel
Müdürlüğü ile Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Efes
Kazıları Başkanlığı’nca imzalanan protokol gereğince
Selçuk Devlet Hastanesi yanında bulunan Sığla Bey
Türbesinde de araştırmalar yapıldığını belirten
Ladstatter, yapının restore edilebilmesi için ve
kullanım fonksiyonunu anlamaya yönelik, yapı
içerisinde ve etrafında kazı ve temizlik çalışmaları
yapıldığını anlattı.
Bir diğer önemli kazı
alanının da Liman Nekropolü olduğunu, burada bu yıl
mezarların kazısının yapılmadığını, ancak pek çok
mekanın altyapı unsurlarının açığa (Mutfak gibi)
çıkarıldığını kaydeden Ladstatter, ‘Liman Kanalı’nın
güneyinde 300′den fazla mezar binasının belgeleme ve
dokümantasyonu yapıldı. Bu çalışma sırasında
günümüzde yapılmış olan kaçak kazıları görmek üzüntü
verici. Mezar evleri farklı mimari özellikler
göstermektedir ve çoğu duvar resimleri ile süslüdür’
dedi.
Ladstatter, Efes antik
tiyatronun bu yılki kazı çalışmalarının çok başarılı
geçtiğini, tiyatronun güney analemma statik sorununa
çözüm getirildiğini ve bir sağlamlaştırma
konstrüksiyonu kurulduğunu sözlerine ekledi.
haberler.com, 01.10.2010
ANA TANRIÇA KENTİNİ 2 BİN YILLIK MOZAİKLER TANITACAK
Trakya
Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Metropolis Antik
Kenti Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, "Ana
Tanrıça Kenti'' olarak bilinen Metropolis'i,
Türkiye'ye ve dünyaya, içinde bulunan 2 bin yıllık
"iyi durumda ve eksiksiz kadın mozaikleriyle''
tanıtmak istediklerini bildirdi. Aybek, 20 yıldır
sürdürülen İzmir'deki kazılarda önemli eserlerin
ortaya çıkarıldığını ancak, bunların gerektiği gibi
tanıtım aracınadönüştürülemediğini
belirtti. Metropolis'te bir evin
salon
tabanında bulunan mozaiklerin yaklaşık 2 bin yıllık
olduğunu anımsatan Aybek, şu bilgiyi verdi: "Metropolis'te,
Zeugma Antik Kenti'nden çıkarılan ve bölgeyi dünyaya
tanıtan 'Çingene Kız Mozaiği'nden daha iyi durumda
kadın mozaikleri var. Kentin tamamı gün yüzüne
çıktığında, Efes Antik Kenti kadar önemli bir merkez
olacağına inanıyorum. ''
Topkapı Sarayı Müzesi
Müdürü Prof.Dr. İlber
Ortaylı, kedilere, papağanlara, sansarlara zarar
veren, ağızlarına aldığı cevizi yere bırakarak
sarayın mermerlerini zedeleyen kargalara çözüm
için
aradıkları “şahini” bulamadıklarını söyledi. Ortaylı
için “Geceleri kaftan, sarık giyip sarayda
dolaşıyor” espirisi yapan Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, birinci avludaki darphane
binasını da kütüphane yapmaya karar verdiklerini
açıkladı. Günay, önceki gün
Ankara’da görev yapan gazetecilere Topkapı
Sarayı’nı gezdirdi. Geziye sonradan katılan Ortaylı,
sayılarını azaltmak için mücadele verdiği kargalarla
ilgili sorunun çözülüp çözülmediği sorusuna
“Maalesef şahin kuşu bulamadık. Kedilere, sansarlara
zarar veriyorlar” yanıtını verdi. Sayıları artarak
300-400 civarını bulan kargalar, çöpleri sarayın
çeşitli noktalarına dağıtıyor, dikilen laleleri
söküyor, sarayın bahçesindeki ceviz ağaçlarından
aldıkları cevizleri yere bırakıp zemine zarar
veriyorlar.
Ortaylı ile ilgili yaptığı esprilerle geziye
damgasını vuran Günay, kaftanların tanıtıldığı
bölümde, Ortaylı’nın geceleri padişahların
kaftanlarını ve sarıklarını giyerek Saray’da
dolaştığını söyledi. Ortaylı ise Günay’ın esprisine
kahkahalarla yanıt vererek, “Bir hayaletten
bahsedildi. Hayalet de aradım” dedi. Günay, sarayın
birinci avlusunda yer alan eski darphane binasını da
kütüphane yapmaya karar verdiklerini açıkladı.
Binaya da Kanuni’nin edebiyat şiirlerinde kullandığı
mahlası olan “Muhibbi” adının verileceğini aktaran
Günay şöyle konuştu: “Kanuni Sultan Süleyman
edebiyat şiirlerinde ‘muhibbi’ mahlasını kullanıyor.
Sevdalı, seven anlamında. Bir edebiyat kütüphanesi
ve bir güzel yazı sergisi alanı yapmayı
planlıyoruz.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 01.10.2010
ANADOLU'NUN TARİHİ BURADA BAŞLADI
Kayseri-Kültepe'deki kazılarda, 2 bin 500 yıllık
kadın iskeleti ile 4 bin yıllık beyin ameliyatının
yanı sıra, Anadolu tarihinin burada başladığına dair
işaretlere ulaşıldı.
Keşfi 139 yıl önceye
dayanan Kayseri Kültepe, Türkiye'deki en önemli kazı
alanlarından biri. İlk yazılı belgelerin bulunduğu
yer olması nedeniyle, Anadolu tarihinin de başladığı
yer olarak biliniyor. 2 bin 500 yıllık Anadolu
kadınına ait iskeletin ve 4 bin yıl önce yapılan bir
beyin ameliyatına ait izlerin bulunduğu Kültepe'nin
tarihi, 5 bin yıl öncesine kadar gidiyor.
Çalışmaların 100 kişilik ekiple, sabah 07.00'de
başlayıp, akşam 17.00'ye kadar sürdüğü Kültepe'de
bugüne değin 23 bin 500 tablet, 2 bin civarında
arkeolojik eser bulunmuş. Kayseri Büyükşehir
Belediyesi'nin de destek verdiği kazılarda Almanya,
ABD, Fransa, Hollanda, Danimarka, Japonya gibi çok
çeşitli ülkelerden arkeolog, antropolog, zooarkeolog,
jeolog ve assuriyolog da (Asur Medeniyeti üzerine
çalışan arkeolog) görev yapmış. Bu yılki kazılarda 3
boyutlu ölçüm yapan GNSS adı verilen cihaz da
kullanılmaya başlanılmış.
Buradaki kazıların başkanlığını, Prof.Dr. Tahsin Özgüç'ün 2005'te vefat etmesinden sonra
Prof.Dr.
Fikri Kulakoğlu üstlenmiş. Kulakoğlu, 3 kilometre
çapında bir alana yayılan, dönemin metropolü ve
uluslararası ticaret merkezi olan Kültepe'de
kazılabilen alanın sadece 50'de bir olduğunu
söylüyor. Anadolu'nun ilk hayvanat bahçesinin de
burada olduğunu ve sembolik bir av bahçesi
bulunduğunu söyleyen Kulakoğlu, "Buradaki hayvanat
bahçesi güç gösterisi amaçlı" diyor. Kültepe'nin her
zaman sürpriz buluntular ve sonuçlar veren bir kazı
alanı olduğu söyleyen Kulakoğlu, bu nedenle her kazı
sezonunu iple çektiklerini vurguluyor. "Buradaki
kazılar ile Anadolu'nun tarihini daha da gerilere
götürme şansı var" diyen Fikri Kulakoğlu,
Kültepe'nin tarihsel önemini de şöyle anlatıyor: "Şu
anda 3'üncü bin yılı kazıyoruz. Bu sene amaç koloni
çağı öncesi bulgulara ulaşmak. Kazılan alanın
altında 3 şehir daha var. Burada, Eski Tunç Çağı,
Orta Tunç Çağı (Asur Ticaret Kolonileri Çağı), Demir
Devri ve Roma dönemlerini içeren kültür katmanları
var. Anadolu'nun bu süreç içinde geçirdiği tarihsel,
ekonomik veya kültürel aşamalar ülkemizdeki diğer
höyüklerden veya yerleşim yerlerinden de takip
edilebilmektedir. Ancak, milattan önce 2 binin ilk
çeyreğine ait bilgiler, başka bir merkezde karşımıza
çıkmıyor. Kültepe çivi yazılı belgeleri, günümüze
kadar, ülkemiz topraklarında ele geçen en eski
tarihli belgeler..."
Kazı evinde karşımıza,
kazının şeref başkanı olan ve 1955'ten bu yana
çalışmalara katılan 78 yaşındaki Kutlu Emre çıkıyor.
Ankara Üniversitesi DTCF
mezunu Emre'nin, öğrencilik, asistanlık, doçentlik,
profesörlük ve son olarak da emeklilik dönemi burada
geçmiş. Yaptıkları işi, "İğne ile kuyu kazmak"
olarak tanımlayan Emre, şunları söylüyor: "Bir dönem
kazılar çok iyi gidiyordu. Türk Tarih Kurumu'nun
katkısı büyük oldu. Şimdilerde sponsor bulup işinizi
yapın diyorlar. Bu hiç hoş değil."
Bilim adamları, kuşun
tüyünün özelliklerinin, fosilin penguen evriminin
oldukça erken dönemlerine ait olduğuna işaret
ettiğini belirtti.
Science (Bilim)
dergisinde yer alan çalışmada, penguenin kahverengi
ve gri
olan tüylerinin, modern zamanın penguenlerinin siyah
"smokin" görüntüsündeki tüylerinden farklı olduğu
belirtildi.
Günümüz penguenlerinin
en büyük türü olan İmparator Penguen'in iki katı
büyüklüğündeki, eosen döneminde yaşayan bu kuşa "Inkayacu
Paracasensis" adı verildi.
Çalışmayı kaleme alan
ABD'nin Teksas Üniversitesinden paleontolog Julia
Clarke, fosilin bulunmasından önce eski çağlardaki
penguenlerin tipi, rengi ve tüyleri konusunda bir
veri bulunmadığını belirterek, "Sorularımız vardı ve
bunları yanıtlamak için bu fosil ilk fırsatımız"
dedi.
Clarke, yaptığı
açıklamada, fosilin, penguenlerin ana fiziksel
görüntüsünün milyonlarca yıl önce evrildiğini ancak
tüylerinin kızıl kahve ve griden siyah ve beyaza çok
yakın zaman önce dönüştüğünü gösterdiğini belirtti.
Radikal, 01.10.2010
SEÇME HAT ÖRNEKLERİ İKİ DİLDE YAYINLANDI
Dünyanın tek hat müzesi Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi’nin zengin koleksiyonundan seçme eserler kitaplaştırıldı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Geleneksel Sanatlar Yönetmenliği çalışmaları kapsamında yayınlanan ‘Miras: Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi Koleksiyonu’ndan Seçmeler’ adlı referans niteliğindeki eser, dün Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi’nde tanıtıldı.
İlk kez 1968 yılında Yavuz Selim Medresesi’nde açılan Yazı Müzesi, Beyazıt Medresesi’nin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmesinden sonra 1984’te Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi adıyla Beyazıt Medresesi içerisinde ziyarete açılmıştı. Müze koleksiyonunda 3 binin üzerinde eser bulunuyor.
15 ay süren çalışmalar sonucunda, müzenin koleksiyonundan seçme 94 eser, konservasyonu da tamamlanarak ‘Miras: Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi Koleksiyonu’ndan Seçmeler’ başlığı altında Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde kitaplaştırıldı.
Star Gazetesi, 01.10.2010
BUGÜN ANİ'DE CUMA KILACAK
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve
yaklaşık 5 bin partilinin Ani Harabeleri’nde bulunan
Fethiye Camisi’nde cuma namazı kılmasına izin verdi.
MHP Kars İl Başkanı Oktay Aktaş, Bakanlıktan
kendilerine dün sabah ulaşan yazıda “İbadet
yapılabilir” denildiğini aktardı. 2011 genel seçim
çalışmalarını da bugün Kars’ta başlatacak olan
Bahçeli, Sultan Alpaslan’ın 1064’te Anadolu’nun
fethedilmesi sırasında Büyük Katedral’deki haçı
indirerek ilk cuma namazını kıldığı Fethiye
Camisi’nde namaz kılacak. Bütün hazırlıkların
tamamlandığını belirten
MHP Kars İl Başkanı Aktaş, konuya ilişkin
şunları söyledi: “Çoğu, Kars’ın ilçelerinden,
köylerinden olmak
üzere yaklaşık 5 bin kişi gelecek. Bu namazla
Kars’ın da güzel bir tanıtımının yapılacağına
inanıyoruz. Tankerlerle su getirdik. Herkese seccade
vereceğiz. Namazı kıldırmak için de emekli bir imam
hazır bulunacak. Namaz, siyasi içerikli olmayacak ve
siyasi bir şova asla dönüştürülmeyecek. Kesinlikle
içeri
MHP bayrağı bile girmeyecek. Türk bayrağı
kullanılacak.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 01.10.2010
BİZANS KENTİ ORTAYA
ÇIKARILDI
Tralleis Antik Kenti’nde
devam eden kazı çalışmaları sırasında MS 3 ila 7
yüzyıllar arasında Sasani istilasından kaçan
Bizanslılar tarafından kurulmuş modern bir yerleşim
alanı ortaya çıkarıldı.
Aydın merkez Kemer
Mahallesi bölgesinde devam eden Tralleis Antik Kenti
kazılarında “Üç Gözler” olarak tabir edilen yapının
batı kısmında Türkiye’de bugüne kadar ortaya
çıkarılmış en modern yerleşim alanlarından birisi
daha ortaya çıkarıldı. MS 3 ila 7 yüzyıllar arasında
İran bölgesinde hüküm süren Sasani İmparatorluğu’nun
gerçekleştirdiği istiladan kurtulan Bizanslılar
kurulmuş bir yerleşim alanı ortaya çıkarıldı.
Bizans’ın zayıflama dönemine isabet eden bir dönemde
kurulan ve dönemin en modern yerleşim alanlarından
birisi olduğu tahmin edilen antik kent; uygulanan
mimari yapısı, yer altındaki modern kanalizasyon
sistemi ve bugünküne yakın çağdaş şehircilik
anlayışı ile bugüne kadar Türkiye’de ortaya
çıkarılmış en gelişmiş antik kentlerden birisi
olarak gösteriliyor.
Tralleis Antik Kenti
kazıları kapsamında ortaya çıkarılan modern yerleşim
alanı hakkında bilgiler veren Kazı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Rafet Dinç, kentin MS 3 ila 7’inci
yüzyılların izlerini taşıdığına işaret ederek, “Bu
yerleşim alanının İran’da hüküm süren Sasani
İmparatorluğu’nun gerçekleştirdiği istiladan kaçan
Bizanslılar tarafından kurulduğunu tahmin ediyoruz.
Bu yerleşim alanı antik çağdaki modern yerleşim
şekilleri açısından güzel bir örnek. Burada bir
cadde üzerinde kurulmuş ve çağdaş izler taşıyan bir
kent var. Erken Hıristiyanlık dönemine ait izler
taşıyan bu kentte çağdaş bir şehircilik anlayışı
ortaya konulmuş. Biz Tralleis’te bu kadar geniş bir
nüfusun yaşadığını bilmiyorduk. Mimarisi ve yerleşim
planına bakıldığında bugünküne benzer bir yapıya
sahip olan bu büyük kent bize o dönemin yaşantısına
ait önemli ipuçları verdi” dedi.
Ortaya çıkarılan yeni
yerleşim alanının Roma ve Bizans İmparatorluğu
dönemlerinde kullanıldığı kaydeden Dinç, “Burada
Doğu ve Batı yönünde uzanan büyük caddeler var.
Burada modern bir kanalizasyon ve alt yapı örneği
sergilenmiş. O dönem inşa edilen kanalizasyon
sistemi korunarak günümüze kadar ulaşmayı başarmış.
Bizans’ın zayıflama dönemlerinde Doğu Eyaletleriyle
baş edilemeyince bölge bu tip yerleşim alanları
oluşturulmuştu. Bu yerleşimleri imparatorluk adına
bir zengin tarafından yönetiyordu. İşte bu alanda o
dönem bölgeyi Bizans adına yöneten Androglioni adlı
kişiye ait villayı da ortaya çıkardık. Bu kişi
modern çarşıda oluşturduğu işyerleriyle dönemin
sanatkarlarını yanında toplayarak hem bilgili
kişilere sahip çıkıyor hem de güçlü yapıyı muhafaza
etmek için mücadele veriyordu” şeklinde konuştu.
Aydın Kent Haber,
30.09.2010
HİTİT YOLU PROJESİ HAYAT GEÇİYOR
Çorum'da yaklaşık üç ay önce Vali Nurullah Çakır tarafından başlatılan 'Hitit Yolu' projesi ile ilgili çalışmalarda sona gelindi. İşaretleme aşaması tamamlanan güzergahların belli noktalarına yön levhaları yerleştiriliyor.
Çorum Valiliği'nden edinilen bilgiye göre, Hitit Uygarlığı'nın önemli merkezleri olan Alacahöyük, Hattuşa, Şapinuva ve İncesu Kanyonu'nu birbirine bağlayan ve eklentilerle birlikte toplam 236 kilometre olan yolun işaretlenmesi tamamlandı.
Aynı zamanda bisiklet yolu olarak da kullanılabilecek parkurlar da belirlenerek güzergahı gösteren haritalar ve yön levhaları hazırlandı. Trekking rotaları uzmanı Ersin Demirel'in rehberliğinde yürütülen çalışmalarda güzergahlar belirlenirken eski göç yolları ve yaşam alanları araştırıldı.
Bölgede görev yapan arkeologların yanı sıra yöre halkı ve yerel yöneticilerle de görüşüldü. Arazi şartlarının zaman zaman zorluklarına rağmen olabilecek en kısa zamanda proje sonuçlandırıldı.
Ocak ayına kadar hazırlanacak olan tanıtım kitapçığında koordinatları gösteren haritalar ve fotoğraflarla bölge hakkında ayrıntılı bilgi verilecek. Hitit Yolu'nu kullanacak olan trekkingçiler bölgedeki doğal güzelliklerin yanı sıra pek çok Hitit yerleşim alanları ve Hellenistik döneme ait yaşam izlerini görme fırsatı bulabilecekler.
Turizm Gazetesi, 30.09.2010
KADININ 8 BİN YIL ÖNCEKİ STATÜSÜNÜ ANLATAN HEYKELCİK
Diyarbakır’ın Bismil
İlçesi'ndeki Hakemi Use’de
yapılan kazılarda, günümüzden 8 bin yıl önce kadının
statüsünün belirlendiğini kanıtlayan mermerden
yapılmış kadın heykelciği gün ışığına çıkarıldı.
Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Doç.Dr. Halil Tekin’in başkanlığındaki ekip
tarafından yürütülen Hakemi Use kazısının bu yılki
bölümü tamamlandı.
Kazı Başkanı Doç. Dr Halil Tekin, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Dicle Nehri üzerinde inşası
süren Ilısu Baraj gölü altında kalacak kültür
varlıklarını kurtarmaya yönelik proje kapsamında
yürütülen Hakemi Use kazısında, geçen yıllarda
olduğu gibi bu yıl da önemli buluntuların
çıkarıldığını söyledi.
Kazılarda, Neolitik döneme ait özellikle de
tarımcı ve köy topluluğunun önemli evresini tespit
ettiklerini, Mezopotamya uygarlığının çok önemli bir
dönemin varlığını Türkiye sınırları içerisinde
ortaya çıkardıklarını belirterek, dönemin, arkeoloji
literatüründe ”Hassuna dönemi” olarak bilindiğini
hatırlattı.
Tekin, Mezopotamya’da ilk boyalı çanak çömlek
yapımının, mülkiyet, mal giriş çıkışı ve ortak
depolama alanlarının bu dönemde ortaya çıktığını
ifade ederek, şöyle konuştu:
”Toplum içerisinde kadının önemli rol aldığı bu
yıl bulduğumuz mermer heykelcikten anlaşılıyor.
Öncelikle henüz kerpiç yapımını bilmiyorlar. Evler,
taş temelsiz doğrudan dökme çamurla inşa ediliyor.
Evlerin tabanları altına çoğunlukla çocukları
gömüyorlar. Toplumun genel yapısına baktığımızda
burada kalabalık bir nüfusun yaşamadığını
düşünüyoruz. 100-150 kişilik bir grup ve eşitlikçi
bir grup olduğunu düşünüyoruz. Aralarında hiyerarşik
bir yapılanma olmadığını düşünüyoruz ve kadının
önemli rol üstlendiğini, yani toplumun içerisinde
kadının haklarının daha fazla olabileceği ya da
kadının önemsendiği anlaşılıyor. Çanak, çömlek
üretiminin çok yoğun olduğu ve kadınlar tarafından
yapıldığını tahmin ediyoruz.
Bu yılki en önemli buluşumuz kuşkusuz şişman
kadın heykelciğidir. Çağdaşı Orta Anadolu’dan
bildiğimiz bir olgu var; o da doğurganlık, bereket
sembolü olarak şişman kadının gösterilmiş olması. Bu
bakımdan heykelcik önemli. Mezopotamya’ya yabancı
olan bir unsur. Bu nedenle Orta Anadolu ile bağlantı
kurulabilir. Bizce ışık tutacak bir buluntu. Çünkü
şu ana kadar Orta Anadolu ve Mezopotamya arasında
bir bağlantı kuramıyorduk. Bunun öyle olmadığını
düşündürecek bir buluntu.”
Körtiktepe, Çayönü ve Göbeklitepe’de hep erkeğin
ön planda olduğunu, kadına ait hiç figür
göremediklerini ifade eden Tekin, ancak artık Hakemi
Use’de kadının ön plana çıkmaya başladığının
belirlendiğini bildirdi.
Tekin, kadının doğurganlığı, bereketi sembolize
eden figürü ile toplum içerisinde kendisine bir
statü sağlamaya başladığının tespit edildiğini
belirterek, şöyle konuştu:
”Bu başlangıç olduğu için önemli. Tabi bütün
bunlar daha sonra yerli yerine oturacak. Hassuna
dönemi hep başlangıç aşaması ve daha sonraki büyük
Mezopotamya uygarlığının hazırlayıcısıdır. Kuzey
Mezopotamya’nın en kuzey kesiminde bulmamızın önemi
de buradan kaynaklanıyor. Günümüzden 8 bin yıl önce
kadının toplumdaki yerinin vurgulanması açısından
buluntumuz çok önemli. Daha önce erkeğin konumu,
avlanma ile ilgiliydi. Orada erkek ön plandaydı. Ama
yerleşik düzene, tarıma geçip köy yaşantısı
başlayınca kadın daha fazla aktif rol almaya
başlıyor. Bu da kadının toplumsal statüsünü
belirliyor. Kadın çocuğuna değil, aynı zamanda
tarımı yapan, ekini biçen, çanak çömlek yapan belli
yerlerde karar verici olarak yer alıyor. Şişman ana
tanrıça heykelciğinin Kuzey Mezopotamya’da da temsil
ediliyor olması, kadının toplum içinde daha önemli
bir konuma geldiğinin de göstergesidir.
Mermerden yapılmış 6 santimetre yüksekliğindeki
tanrıça heykelciği sol bacağı kıvrılarak üstüne
oturmuş biçimde gösterilmiş; bir eli karın
hizasında, diğer eli aşağıya doğru sarkıtılmış.
Beyaz mermerden yapılmış heykelcik ateşe maruz
kaldığından kahverengiye dönüştü. Ateşin yoğun
geldiği baş ve bacak kısımlarında çatlaklar oluştu.
Geçmiş yıllardaki kazılarda kilden yapılmış bazı
tanrıça heykelciklerinin ele geçmiş olmasına karşın
bu yılki örnek gerek malzemesi gerekse görünümüyle
diğerlerinden farklılık gösteriyor. Hakemi Use’nin
çağdaşı diğer Suriye ve Irak yerleşimlerinde de
benzeri bulunmayan bu eserin en yakın benzerleri
Konya yakınlarındaki Çatal Höyük’ten biliniyor.
Mezopotamya kadın heykelcikleri büyük çoğunlukla
kilden yapılmakta. Vücut hatları şematik üslupla
biçimlendirilmekte. Oysa Hakemi Use heykelciği
doğalcı bir üsluba sahiptir. Tıpkı Orta Anadolu
heykelcikleri gibi bolluk ve bereketi sembolize
etmesi açısından şişman gösterilmiştir. Bu yılki
kazımızda ortaya çıkarttığımız tanrıça heykelciği
Mezopotamya tarih öncesi uzmanları arasında heyecan
yaratmıştır.”
Habertürk, 30.09.2010
LONDRA'DA MİMAR SİNAN'I ANMA GECESİ
İngiltere'nin başkenti Londra'da Mimar Sinan'ı anma gecesi düzenlendi. Türkiye'nin Londra Büyükelçiliği Kültür ve Tanıtma Müşavirliği'nin ev sahipliği yaptığı geceye, Büyükelçi Ünal Çeviköz, Başkonsolos Ahmet Demirok, Maslahatgüzarı Kerem Kıratlı ve çok sayıda davetli katıldı.
İngiliz Mimarlar Kraliyet Enstitüsü'ndeki (RIBA) gecede, Mimar Sinan ve eserleriyle ilgili kısa bir film gösterildi. Film gösteriminin ardından konuşan Türkiye'nin Londra Büyükelçisi Ünal Çeviköz, Mimar Sinan'ın dahiliğinin uluslararası düzeyde bilindiğini ve tanındığını söyledi.
Çeviköz, kasım ayının başında Londra'da Mimar Sinan'la ilgili bir fotoğraf sergisinin açılacağını da duyurdu.
Gecede Büyükelçi Çeviköz'ün yanı sıra, Guardian gazetesinde mimarlıkla ilgili yazılar yazan Jonathan Glancey ve Profesör James Dickie, Mimar Sinan ve eserleriyle ilgili konuşmalar yaptı.
Konuşmalardan sonra ud dinletisi yapıldı. Müzik dinletisinin ardından ise, Mimar Sinan'ın eserlerinin fotoğraflarının sergilendiği resepsiyona geçildi.
Türkiye Gazetesi, 30.09.2010
MOLOZLARIN ARASINDAN TARİHİ ESER ÇIKTI
Muğla'nın
Fethiye İlçesi'nde boş bir araziye dökülen molozların
arasından 3 parça tarihi eser çıktı.
Fethiye Müze Müdürlüğü'ne bağlı ekipler, üzerinde
eski Yunanca yazılar bulunan parçaları incelemek
üzere müzeye götürdü.
Taşyaka Mahallesi'nde boş bir araziye dökülen
molozların arasında üzerinde eski Yunanca yazıların
yer aldığı 3 parça tarihi eser bulundu.
Vatandaşlardan gelen ihbar üzerine alanda çalışma
yapan Fethiye Müze Müdürlüğü ekipleri, taşları hemen
koruma altına aldı. Müzede görevli arkeologlar Sevim
Uçar ve Emirhan Süel mimari parçaları inceleyip,
rapor tuttu. Tarihi kalıntılarla ilgili çalışma
yapan ekipler, eserlerin hangi döneme ait olduğunu
bulmaya çalışıyor.
Mimari parça olduğu öğrenilen eserlerin üzerinde
3 satır Yunanca yazı bulunuyor. Bulunan parçaların
temel kazımı veya drenaj çalışması esnasında ortaya
çıktığı düşünülüyor. Müze Müdürlüğü, bu mimari
parçaların nerden ve kim tarafından oraya döküldüğü
konusunda çalışmalarını sürdürüyor. Ağır olan
bloklar vinç yardımı ile kaldırılıp, görünmeyen
bölümlerinde de inceleme yapılacağı bildirildi. 3
adet mimari parçadan tarihi eser özelliği olanlar
Fethiye Arkeoloji Müzesi'ne taşınacak. Yapılan
incelemenin ardından eserlerin hangi döneme ait
olduğunun belirleneceği ifade edildi.
Zaman, Haber: Fatih Yılmaz, 30.09.2010
ARABAN KALESİ'NE EL ATILDI
AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan, Araban Kalesi'ndeki kazının devam etmesi için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Güney ile görüşeceğini söyledi. Erdoğan, bu yıl başlatılan kazı çalışmaları sırasında değişik dönemlere ait yapı kalıntıları gün ışığına çıkan Araban Kalesi'nde incelemelerde bulunda, çalışmalara nezaret eden Hititolog Hülya Kayaöz'den bilgi aldı.
Araban Belediyesi'nin desteğiyle yürütülen kazı çalışmasının sonraki yıllarda da devam etmesi için çaba harcayacağını ifade eden Erdoğan, “‘'Biz tarihi kaledeki İç Kale Camisi içinde ve çevresinde kazı çalışmasına başlandığında Eyyubiler ve daha önceki dönemlerden buluntulara ulaşılabileceğini bilmiyorduk. Bu durumda burada kazı çalışmaları devam ettikçe kale üzerinde daha değişik yapılar ortaya çıkabilir. Buradaki kazı çalışmaları sürdürülmeli. Araban Kalesi'ndeki kazının devam etmesi için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Güney ile görüşeceğim. Ona burada edindiğim bilgileri ileteceğim" dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 30.09.2010
NUSRET GEMİSİ TARİHİ YENİDEN YAŞATACAK
Preveze
Deniz Zaferi’nin 472’nci yıldönümü kapsamında
orijinali esas alınarak inşa edilen Nusret Mayın
Gemisi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref
Uğur Yiğit’in katıldığı törenle denize indirildi.
Gölcük Tersanesi Komutanlığı’nca iki pervaneli, 38
metre boyunda, 6 metre eninde, 175 ton ağırlığında
inşa edilen geminin azami hızı 12 deniz mil/saat.
Deniz Kuvvetleri Oramiral Yiğit, törende şöyle
konuştu: “1910’larda denize indirilen Nusret
Gemisi’nin mavi sularla ilk buluşmasından yaklaşık
bir asır
sonra tarih tekerrür etti. Çanakkale’de destan
yazarak abideleşen Nusret Mayın Gemisi’nin yeniden
doğuşuna hep birlikte tanıklık ediyoruz. Gelecek yıl
18 Mart’ta zaferin gerçekleştirdiği sularda
seyrederek, tarihi yeniden yaşatacak.”
Hürriyet, 30.09.2010
HEDEF 4 BİN YILLIK 'LAWAZANTİYA'
Arkeoloji dünyası,
Adana Ceyhan yakınlarındaki Tatarlı Höyük'de 4
yıl önce başlayan kazıları büyük bir ilgiyle takip
ediyor. Bu ilginin sebebi ise Hititler'le çağdaş
Kizzuwatna ülkesinin önemli merkezlerinden biri olan
Lawazantiya kentinin kalıntılarının burada
olduğunun sanılması.
Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer'in başkanlığında,
hummalı bir şekilde yürütülen çalışmalarda, 70'ten
fazla arkeolog ve işçi çalışıyor. Çukurova'nın
yakıcı sıcağında çalışmalar sabah 06.00'da başlayıp,
14.00'te bitiriliyor.
Kazı çalışmaları bütçenin el verdiği ölçülerde 2
veya 3 ay sürdürülebiliyor. 4 kilometrekarelik bir
alana kurulduğu tahmin edilen şehrin kalıntılarının
ortaya çıkmasının ise 80-100 yıl sürebileceği
vurgulanıyor. Arkeolojik veri tabanı oluşturulan
kazı, data girişleri bittikten sonra internetten de
takip edilebilecek. Böylece Tatarlı Höyük,
Türkiye'de de bir ilke imza atmış olacak. Kazı
başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer, 1998'de
Çukurova Üniversitesi'nde Arkeoloji Bölümü'nü
kurmuş. Bu kazının önemi ile tarihçesini şöyle
anlatıyor: "Kazı yaptığımız bu yer Kizzuwatna
ülkesinin iki önemli merkezinden biri. Kudüs gibi
kutsal bir merkez. Hititler için çok önemli.
Bayramlarını kutladıkları bir alan. Bu kazı Doğu
Akdeniz'in kronolojik problemlerine yeni bir bakış
açısı getirecek. 4 bin yıl öncesinin Avrupası olan
Suriye için de yeni bir bağlantı noktası. Ticaret
kervanlarının geçiş noktası, tekstil ve madencilik
merkezi. Bu bölgedeki yerleşme 8 bin yıl önce,
neolotik çağda başlıyor. Hellenistik döneme kadar
kesintisiz bir iskan var. Hellenistik dönemde ciddi
bir depremle yok olduğu düşünülüyor. İlk kez
1950'lerde Amerikalılar tarafından tespit ediliyor.
2005'te yüzey araştırmaları yapılıyor. Hitit yazılı
belgelerinde Kizzuwatna uygarlığına ait saray
buluntularına rastladık. 3 bin yıllık pitos (küp)
bulduk. Bugüne kadar 230'un üzerinde parça kayıt
altına alındı. Çıkarılan parçaların sergileneceği
arkeopark alanı planlıyoruz." Girginer bir süre
önce, Hitit dönemine ait buldukları 5 bin yıllık bir
de mühür bulduklarının altını çiziyor.
Kazı alanında çalışanlarla birlikte ter dökerken,
bir buluntunun çıkarılmaya çalışıldığı haberi
gelince, hemen oraya gittik. Arkeolog Fatma Şahin'i
ve işçileri, 30 santimetre derinlikte küçük bir
heykel parçacığını çıkartmaya çalışıyordu. Kısa
süren titiz bir çalışmanın ardından, Hellenistik
döneme ait bir Zeus heykelciğinin başı toprak
altından çıkartıldı. Bu döneme ait bir heykelciğin,
bu bölgede ilk kez çıkması orada bulunanları oldukça
heyecanlandırdı.
Sabah, Haber: Bülent Ergün, 30.09.2010
80 BİN TL'LİK HEYKELİ 160 TL'YE SATMIŞLAR
Zübeyde Hanım Kız Teknik Meslek Lisesi önünde bulunan bronz Zübeyde Hanım ve Atatürk büstleri ile Çankaya’daki Turan Güneş Bulvarı üzerinde bulunan bir sanat galerisinin önündeki tanrıça ‘Hemera’ heykelini çalan, Resim ve Heykel Müzesi’nin bahçesindeki heykelleri de çalma girişimde bulunan 4 kişi yakalandı.
Şüphelilerin Akyurt İlçesi'nde oturdukları ve inşaatlarda çalıştıkları belirlendi.
Şüphelilerin Turan Güneş lvarı üzerindeki sanat galerisinin önünden çaldıkları ve 80 bin TL değerinde olduğu belirtilen tanrıça ‘Hemera’ heykelini, hurdacıya 160 liraya sattıkları, hurdacının da heykelleri erittiği kaydedildi.
Milliyet, Haber: Fevzi Kızılkoyun, 30.09.2010
MÜZELERDE KUYRUK
PROBLEMİNE ÇÖZÜM!
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, müze ve ören yerlerindeki hizmet
kalitesinin yükseltilmesi için yeni bir işletme
modeline geçtiklerini belirterek, “Yapılan saydam
değerlendirme sonucu, ihaleyi TÜRSAB Seyahat
Acentaları Hizmetleri ve MTM Bilişim Arge Yazılım ve
Güvenlik Teknolojileri
İş
Ortaklığı'nın kazandığını açıkladı.
Ertuğrul Günay,
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde “Müze ve
Örenyerleri Gişelerinin İşletimi, Giriş Kontrol
Sistemlerinin Modernizasyonu ve Yönetimi İhalesi”nin
sonuçlarına ilişkin düzenlediği basın toplantısında,
Türkiye'de turizmi, tarihle, kültürle, toplumun
bütün değerleriyle buluşturmayı ve dünyada farklı
kılmayı amaçladıklarını söyledi.
Göreve geldiğinden beri bu amaç doğrultusunda
kararlı, içtenlikli ve doğru adımlar attıklarını
belirten Günay, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Önce bir Müzekart uygulaması yaptık.
Kendi
yurttaşımızı fiyat artışlarından koruduk. Müzeye
insanımızın ilgisini yoğunlaştırdık, bir tür tarihe
yolculuk başlattık. Hem gelirimiz arttı hem de
insanların, müze, tarih, geçmiş bilgisi konusundaki
merakları arttı. Bunun çok olumlu yansımalarını
gördük. 2 milyona giden bir rakama ulaştık. Hizmetin
de kalitesinin de dünya ölçeğini yakalaması gerekir
anlayışıyla satış mağazalarımızı dünyada gezdiğimiz
başka ülkelerdeki mağazalarla imrenmeyeceğimiz bir
düzeye, kaliteye yükseltmeye çalıştık. Geçmiş
yıllarda dünyanın farklı ülkelerinde farklı müzeler
ve ören yerleri gördüm. Başka ülkelerde gördüklerimi
kıskanıyordum, başka ülkelerin satış mağazalarını,
hediyelik eşya dükkanlarında gördüklerimi
kıskanıyor, bizim de ülkemizin objelerinin,
hediyelik eşyalarının müze kafe ve satış
mağazalarının bu düzeye ulaşmasının vazgeçilmez bir
ihtiyaç olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Geçen yıl
attığımız adımla bunu başarmaya başladık.”
Bakan Günay, müze ziyaretçi sayısını daha da
artırmayı hedeflediklerini ifade ederek, “Ayağımıza
gelmesinler, biz ayaklarına gidelim, yüksek kaliteli
bir hizmet sunalım ve gelmelerini ve kral ve kraliçe
mutluluğu içinde buralardan ayrılmalarını sağlamak
gibi bir amaç güdüyoruz” diye konuştu.
Hizmetin yükseltilmesi konusunda bugün yeni bir
işletme modeline geçtiklerini anlatan Günay,
konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bir yanlış anlaşılma olmasın. Bu bir klasik
özelleştirme çalışması değildir. Yine müzeler bizim,
müzelerdeki karar hakları bizim, yine basın
mensuplarının ya da belirli yaş gruplarının ücretsiz
girip girmemesi konusundaki nihai kararlar bizim.
Üçüncü kişilerle yapılacak anlaşmalardaki kararlar,
onaylar bizim. Ancak hizmet bu işin heyecanını
hisseden, daha verimli, daha çağdaş teknolojiyi
yakalayan bir bakış açısıyla bir işbirliği yapma
konusunda yeni bir yaklaşım geliştiriyoruz.”
Günay, yapılan saydam değerlendirme sonucu
ihaleyi TÜRSAB Seyahat Acentaları Hizmetleri ve MTM
Bilişim Arge Yazılım ve Güvenlik Teknolojileri İş
Ortaklığı'nın kazandığını bildirdi.
Yeni çalışmayla, 6 yıl boyunca 48 müzede 50
gişenin hizmet kalitesinin yükseltileceğini,
denetimin çoğaltılacağını, daha nitelikli
elemanların çalışmasının sağlanacağını ifade eden
Günay, “Bu teknik altyapı 6 yıl sonra tümüyle bize
dönecek. Bunu içinden bütün bu işleri yapan kuruma
bir komisyon vereceğiz sadece. Bütün gelir önce
devlete gelecek. Devlet o gelir içinden komisyonunu
yükleniciye ödeyecek” dedi.
Günay, Türkiye'nin dünya turizminin önemli
ülkelerinden biri haline geldiğini belirterek,
şunları kaydetti:
“(Ziyaretçi sayısı) 27 milyonu aştık. Bu yıl 28,
29 bir yerlere doğru yükseliyoruz. Ancak başak bir
hayalimiz daha var. Türkiye turizmi, dünyada bir
prestij konusu, Türkiye'yi ziyaret etmek dünyada bir
prestij meselesi olsun. Belirli bir kültür düzeyine
erişmiş olan insanlar, belirli bir gelir düzeyine
erişmiş olan insanlar, yaşamlarında bir veya birkaç
kez Türkiye'yi görmemişlerse eksiklik hissetsinler.
Nasıl Paris'i görmek bir prestij konusu olarak
yıllardır dillendirilmiş, nasıl Floransa'yı,
Toledo'yu görmek bir prestij konusu olarak bu işten
anlayan insanların olduğu bir mekanda bir prestij
konusu olarak değerlendirilmişse,
İstanbul'u, Kapadokya'yı, Sümela'yı, Beyşehir'i,
Eşrefiye Camisi'ni görmek dünyada bir prestij konusu
olarak dillendirilebilsin.”
Böyle bir bakış açısıyla kültürü ve turizmi
kucaklamaya ve kavramaya çalıştıklarını bildiren
Günay, “Topraklarımızda ne varsa, hangi dönemden
gelmiş olursa olsun, hangi uygarlıktan, hangi
çağdan, hangi inançtan kalmış olursa olsun hepsi
bizimdir. Hepsi insanlığın bize emanetidir diye
hepsini, gözümüz, çocuğumuz gibi sahiplenmeye
çalışıyoruz. Cumhuriyetin 100. yılına doğru giderken
Türkiye'nin her gün yeniden yeni bir başarıya
ihtiyacı var” diye konuştu.
Ertuğrul Günay, bir gazetecinin seçilen müzeler
arasında Doğu ve Güneydoğu'da müzeler olup
olmadığını sorması üzerine, şu yanıtı verdi:
“Ziyaretçi sayısı düşük olan müzeler bu pakette
yer almıyor. Biz geçen yıldan beri Türkiye'de
ziyaretçisi az olan müzeleri ücretsiz yaptık.
Müzelere ilgi artıkça müzedeki diğer hizmet
kalitelerini yükseltiriz. Bu, daha çok yoğunlukla
ziyaretçi alan müzelerdeki giriş ünitelerinin
sağlıklı bir biçimde geliştirilmesini hem gelir elde
etme hem de denetimi sağlamak açısından
geliştirilmesini sağlamak amacına yönelik. Biz
Türkiye'de müze kapsamını da geliştirmeye
çalışıyoruz.
Ankara'da bir Anadolu Uygarlıkları Müzesi
projemiz var,
İzmir'de aynı şekilde Ege Uygarlıkları Müzesi
projemiz var, yer tespiti noktasındayız her ikisinin
de. Hatay'da yer tespiti yapılmış bulunan bir müze
projemiz bitti, uygulama aşamasındayız. Urfa'da Haleplibahçe yeni mozaiklerinin çıktığı alanda bir
müze projesini yaptık, uygulama eşiğindeyiz.
Afyon'da böyle bir müze projemiz var. Bunlar proje
ve uygulamaya yeni geçilecek olanlar. Bu arada
mesela Zeugma Müzesi önümüzdeki 6 ay içinde açılışı
yapılacak olan bir müze. Birçok müzemizde de
restorasyon ve iyileştirme, teşhir ve tanzimi
geliştirme çalışmaları yapıyoruz.
Antalya'da Etnoğrafya Müzesi'ni çıkarıp
Kaleiçi'ne
Antalya Arkeoloji Müzesi'ni büyütmeye
çalışıyoruz. Türkiye'nin birçok yerinde önümüzdeki 6
ay içinde bitireceğimiz ve açılışını
gerçekleştireceğimiz, restorasyon, teşhir ve tanzim
çalışmaları veya yeni yapılan müzeler olduğu gibi
önümüzdeki yıl içinde temelini atıp inşaatına
başlayacağımız yeni müze çalışmaları da var.”
Hürriyet, 30.09.2010
DİYARBAKIR TURİZMLE MARKA ŞEHİR OLUYOR
Yüzyıllar
boyunca Hurri Mitanniler, Asurlar, Urartular, Medler,
Romalılar, Sasaniler, Artuklular ve Akkoyunlular
gibi 33 medeniyete ev sahipliği yapmış
Diyarbakır'ın dünyaca tanınan
surların ana kısmını oluşturan bölümde,
2005 yılından bu yana sürdürülen ‘İçkale
Kültür ve Turizm Merkezi Projesi’nin tamamlanması
için yürütülen çalışmalar devam ediyor. 50
bin metrekarelik alanı kapsayan İçkale'nin,
açık hava müzesine dönüştürülmesini
amaçlayan projenin 2012 yılında tamamlanması
öngörülüyor.
Her dönem yönetim merkezi olmuş alanda yer alan MS
2. yüzyıla ait St. George Kilisesi, Artuklu Hanı ile
Cumhuriyet ve Osmanlı döneminin mimari özelliklerini
yansıtan yapılar, projenin tamamlanmasıyla kentin
turizmde marka şehir olmasına önemli bir katkı
sağlayacak.
Projeye
yönelik çalışmaları yakından izleyen ve bölgede
incelemeler yapan Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak,
yaptığı açıklamada, İçkale'nin 8 bin yıl öncesine
dayanan bir tarihi olduğunu vurgulayarak, mekanı
açık hava müzesi haline getirmeyi hedeflediklerini
söyledi.
Kentte bir arkeoloji müzesi olduğunu ancak bina
problemi nedeniyle müzenin şuan kapalı bulunduğunu
belirten Vali Toprak, “İstiyoruz ki bir an önce
buradaki işlemleri bitirelim, kapalı olan arkeoloji
müzemizi de burada açalım” dedi.
Projeyle ilgili gerekli ödeneğin olmasına rağmen,
çeşitli nedenlerle gecikmelerin yaşandığını ancak
çalışmaların aralıksız sürdüğünü anlatan Toprak,
bugüne kadar St. George Kilisesi, Atatürk Müzesi ve
Evi ile daha önce Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün
hizmet verdiği binanın restorasyonlarının
tamamlandığını hatırlatarak, şöyle konuştu:
''Bu binaların onarımları bitti. Açılışa hazır. Ama
mekanın altyapısı tümden bitmeden inşaat alanında
kısmi açılışa uygun olmuyor. Onun için elimizdeki
mevcut ödenekleri hızlı bir şekilde ihaleye konu
ederek onarımları bitirmek istiyoruz. Bölge
Komutanlığı, Adliye A Binası ve Cephane Binası olan
üç yapının ihalesini gerçekleştirdik. 2011 yılı
sonunda bunların restorasyon işlemleri bitmiş olur.
Bu binalar her biri farklı işlevlendirilecek. Burada
sanat galerisi, kafeteryalar ile müzelerimizin
deposu olarak kullanılacak yerler olacak. Yapılarda
eserlerin dönemsel olarak sergilemesi yapılacak.
Adliye B Binası için Karacadağ Kalkınma Ajansı'ndan
para temin ettik. Yaklaşık 1 milyon liralık bir
proje. Önümüzdeki günlerde ihalesine çıkacağız.
Gecikme olmazsa buranın onarımını da bu diğer üç
bina ile birlikte bitirmiş olacağız.''
Projenin 2012
yılında tamamlanmasının öngörüldüğünü kaydeden Vali
Toprak, projenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından
yakından takip edildiğini kaydetti.
Restorasyon çalışmaları sırasında St. George
Kilisesi'nin kuzey kısmındaki alanda yapılan
kazılarda, eski çağlardan kalma askeri mühimmat
bulunduğunu bildiren Toprak, buluntunun türü ve
hangi döneme ait olduğuna dair incelemelerin
sürdüğünü, yapılacak çalışma sonrası müze
envanterine önemli bir katkı sağlayacağını bildirdi.
İçkale'nin Sultanahmet Meydanı ve Topkapı Sarayı
gibi iç içe geçen tarihi binalarla benzeştiğine
ifade eden Toprak, söz konusu alan içinde inşa
edilen Roma ve Artuklu dönemine ait yapılar ile 19.
ve 20. yüzyıla ait eserler bulunduğuna dikkati
çekerek, şunları söyledi:
''Burası ender müzelerden biri olacak. Surları,
binaları, mekanı ve işlemesi ile ben açıkçası
şimdiden heyecanlanıyorum. Aslında bugüne kadar
kalması hakikaten büyük bir eksiklik diye
nitelendiriyorum. Bu sadece Diyarbakır turizmi adına
değil, ülkemiz ve dünya turizmi adına da bir
eksiklik. Buranın bir an önce devreye girmesi
gerekiyor. Diyarbakır surlarına hayat veren 50 bin
metrekarelik İçkale'yi, dünya turizmine kazandırmak
temel hedefimiz. Ben inanıyorum, bu hedefimize
zamanında varabileceğiz''.
İçkale'nin çok önemli bir marka olacağına inandığını
belirten Vali Toprak, kentleri belli bir konuma
getiren, marka olmasını sağlayan en önemli unsurun
altyapı olduğunu kaydederek, öngörülen hedeflerin
bitirilmesi halinde Diyarbakır turizmde marka haline
geleceğine inandığını bildirdi.
Kente gelen yerli ve yabancı turist sayısının 200
bin civarında olduğunu kaydeden Toprak, ''2015
yılında 1 milyon turisti aşacağımıza inanıyorum.
İçkale ve diğer tarihi mekanların onarımı,
altyapının turizme kazandırılması ile ilgili
çalışmalarımızı bitirdiğimizde 2015 yılındaki 1
milyon turist hedefini daha önceden de
yakalayabileceğiz. O zaman hem vatandaşlarımız
kazanacak hem de ülkemiz. Her şeyden öte insanların
Diyarbakır'ı algılarken dışarıdan duymuş oldukları
olumsuz imaj da bu vesile ile ortadan kaldırılmış
olacak. Ve bu konuda önemli çalışmalar yapılacağını
da ifade etmek istiyorum'' dedi.
Vali Toprak,
İçkale'deki çalışmalar için şu ana kadar yaklaşık
5.5 milyon liranın harcandığını, restorasyon için de
bu yılki ödeneklerin hazır olduğunu belirterek, 2011
yılı için de bakanlıktan 10 milyon lira ödenek
talebinde bulunduklarını anlattı.
İçkale'nin yanında Hz. Süleyman Camisinin
bulunduğunu, caminin Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce
onarımına başlandığını da bildiren Vali Toprak,
caminin doğusunda kalan Cevat Paşa Mahallesi olarak
adlandırılan bölgede amfi tiyatro, Roma hamamı ve
antik çağdan kalan birtakım eserler olduğuna dair
görüşlerin olduğunu, bu konudaki çalışmaların da
devam ettiğini anlattı.
TOKİ, Büyükşehir Belediyesi, Sur Belediyesi, İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Valilik başta olmak
üzere daha önce Kentsel Dönüşüm Projesi'ne imza
attıklarını anımsatan Vali Toprak, protokol
kapsamında şu ana kadar 18'e yakın binanın
yıkıldığını söyledi.
Toprak, vatandaşları mağdur etmemek için hemen
paralarının verildiğini, isteyene de TOKİ'den konut
verileceğini anlatarak, ''Önemli ölçüde anlaşma
sağlandığını ifade etmek istiyorum. Çevrenin imar
açısından temizlenmesi hem de alttaki o tarihi
yapının ayağa kaldırılması açısından çalışmalar
önümüzdeki günlerde daha da hızlanacak'' dedi.
Yapı, 29.09.2010
TOPHANE VE ODA PROJESİ DENEYİMİ
Tophane’de
Galeri Apel, Outlet, Elipsis, Non
ve Pi Artworks sanat galerilerinin
açılışlarında yaşanan olaylar üzerine pek çok şey
yazıldı. Rant kavgası, muhafazakar çevrenin isyanı
gibi çeşitli iddialar ile nedenlendirilen olaylar,
yıllarca Galata’yı deneyimlemiş bir
sanat
inisiyatifi olan Oda Projesi tarafından ele
alındı. Oda Projesi, Tophane’de yaşanan olaylara
daha sakin bir bakış
atmayı
önerirken sanatçı ve galericilerin de
sorumluluğu paylaşmasının gerekli olduğuna
inanıyor.
Oda Projesi’nin,
odaprojesi.blogspot.com’da yer alan ‘Tophane ve
Oda Projesi Deneyimi’ başlıklı yazısı şöyle:
“8 yıl boyunca aynı mahallede ‘güncel sanat
projeleri’ gerçekleştirmiş ve yerinden ayrıldıktan
sonra da çalışmalarına devam etmiş bir sanatçı
kolektifi olan Oda Projesi olarak Tophane'de saldırı
boyutunu alan olaylardan biz sanatçıların ve
galericilerin de sorumlu olduğuna inanıyoruz.
Bu coğrafyada yaşayıp çalışan entelektüellerin
genellikle kendinden farklı olan kişilerle ilişkiye
geçmemesi, geçememesi, kendisini hep ‘öğreten’ ve
‘başka’ konumunda görmesi bugünkü olayların birçok
nedeninden biri. Türkiye'de neredeyse
gelenekselleşmiş olan sürekli bir karşılıklı dışlama
potansiyelinin sonuçlarını yaşadığımızı düşünüyoruz.
Tophane’deki sanatçıların ve galeri sahiplerinin
tümünün, mahallesiyle Oda Projesi deneyimi benzeri
bir ilişkiye geçmesi zorunlu ve gerekli değildir
elbette (Bu deneyim yüzyüze, diyalog halinde,
karşılıklılığı ve dinlemeyi ön plana alan, mekan
kullanımlarına dikkat eden, özel ve ortak alanların
hassas dengeler ile nasıl iç içe geçebildiğini gören
ve buna göre kimilerince ‘yumuşak’ olarak
değerlendirilen ilişki kurma ve üretme biçimleri
üzerine düşünen bir deneyim; halihazırdaki gündelik
yaşam pratiklerine saygı duyan zor bir bakış). Ama
özellikle Outlet, Depo ve Galeri Non gibi politik
işlere ev sahipliği yapan duyarlı galerilerin/sanat
mekanlarının, bulundukları çevrenin sosyal dokusunu
gözetmekte o kadar da duyarlı davranmamış olması
şaşırtıcıdır. ‘Tophane Art Walk’ başlığının ve
böylesine şok edici bir olayın ardından kaleme
alınan basın açıklamasının yazılı versiyonunun veya
internette yayılan metninin sadece İngilizce olması
da düşündürücüdür. Başka dünyaları kapsamaya
çalışırken, dışlamış olabileceklerimize dönüp bakmak
gerekiyor, hele ki bu kişilerle aynı mekanı
paylaşıyorsak. Örneğin Tophane galerileri,
sanatçılar ve sanat izleyicileri imzalı basın
açıklamasındaki, tam Türkçeye çeviremediğimiz, bir
kavram olan ‘community projects’ olarak neyin
kastedildiğini ve neler yapıldığını merak ediyoruz.
Yine aynı basın bülteninde ‘şiddetin kabul
edilemezliği’nin İstanbul’un ‘kültür başkenti’
olmasına bağlanması da güncel sanatın ve güncel
politikanın nasıl da birlikte, el ele kol kola
hareket edebildiğini göstermektedir. Sanatçı ve
galericiler neden hemen ‘taraf’larına geçtiler,
neden işlerine yansıyan politik, eleştirel ve
soğukkanlı bakışı bu olaya bakarken ve olayı
açıklarken koruyamadılar? Radikal, Hürriyet ve
Milliyet gazetelerinin neredeyse tüm Tophane halkına
yönelik, kutuplaşmayı destekleyen manşetleri,
mutenalaşma anlamında hassas bir konumda olan
Tophane'de yaşayanlara dair ‘bu insanlar buradan
gitmeli’ anlayışını meşrulaştırmıyor mu? Galeriler
beyanlarında buna dikkat ediyorlar etmesine, ama
medyanın bugünkü söylemi ya şiddeti ya da insanların
yerinden edilmesini meşrulaştırıyor.
Olayın sürekli yadsınmaya çalışılan ve ‘şiddeti
meşrulaştırma’ çalışması olarak nitelendiğinden,
tartışılmasından neredeyse suçluluk duyacağımız
başka bir boyutu ise, Tophane'nin bugün hızla
mutenalaşmakta olan Galata, aşağıdan Karaköy ve
özellikle İstanbul Modern ve Galataport projesi ile
ve yukarıdan Galatasaray-Yeni Çarşı caddesi arasında
sıkışıp kalmış olmasıdır. Tophane’deki galerilerin
gazetelerdeki bazı açıklamalarında mutenaşlamanın
farkında olduklarını ama yine de sadece kendilerini
düşündüklerini görüyoruz: ‘Kiraların ucuz olması’ ve
‘tabii ki dikkatli’ oldukları, ‘çünkü bu sürecin
galerileri de yerinden edeceği’ gibi açıklamalar yer
alıyor. Biliniyor ki, Oda Projesi de benzer bir
süreçten geçti, daha henüz Galata yavaş yavaş
mutenalaşmakta idi. Oda Projesi kapılarını ilk kez
açtığında, konukların ‘burada evler ne kadar?’ diye
sormasıyla birlikte, ince bir ip üstünde hareket
ettiğimizi anlamış ve artık geri dönülmez bir sürece
girivermiştik. Ama Oda Projesi açılmadan önceki
mahalle deneyimimizde de zaten yaşam biçimlerimizin
farklılıklarına olduğu kadar ortaklıklarına da
odaklanmaya çabalıyorduk; eleştirel ve dönüştürücü
bakışımızı korumaya çalışarak. Ama sonuç olarak
Galata mutenalaştı. Dolayısıyla salt mahalleyle
ilişki kurarak mutenalaşmanın engellenemeyeceğini de
ifade etmek gerekir.
Bu noktada sanatın/sanatçının sorumluluk alanını da
yeniden tarif etmek gerekiyor. Mutenalaşma
çalışmalarını yaratan makro politikalara, yukarıdan
bakan planlamacı bakışa karşılık, mahallenin kendine
özgü potansiyellerinin farkına varmak yeterli olmasa
da en azından bu farkındalık için çaba göstermek
gerekir. Mahalleyle ilişki kurmak, mekanın sırf
kullanıcısı ve tüketicisi değil, üreticisi olmak çok
uzun ve sabırlı olmayı gerektiren bir süreç ve yoğun
bir çabadır.
Bu koşullar altında, Oda Projesi olarak hiçbir
tarafta yer alamayacağımızı beyan etmek istiyoruz.
Şiddeti kınıyoruz, galerilerin tutumunu da kaygı
verici buluyoruz. Açılışta yaralananlar
arkadaşlarımızdı, şiddeti anlamak ve kabul etmek
mümkün değil. Ama verilmiş tepki üstüne hep birlikte
düşünmemiz gerekir. Şiddeti yaratan koşullara tekrar
tekrar bakmak gerekir.
Tophane deneyimini, sadece bir ‘vandallık’, ‘terör’,
‘eşkiyalık’ olarak bakılacak bir durum olarak
tanımlayıp bırakmak yerine kültür üreticileri olarak
kendimize, mekanımıza, alışkanlıklarımıza ve
terminolojimize; makro kent politikaları ile olan
ilişkimize yeniden bakmak ve yenilenmek için bunun
bir fırsat olduğunu görmek gerekiyor. Güncel sanat
alanında üretimde bulunurken kamusal alan ve
gündelik hayatın içinde hareket ederek, eleştirel
bakan biz sanat üreticilerinin; mahalleli ve
sanatçılar olarak ‘karşılıklı çikolata yedik ve
barıştık’ demeden, bir an önce bir araya gelerek
fikir alışverişinde bulunması gereklidir”.
Yapı, 29.09.2010
"YABANCILARA KAZILARI YASAKLAYABİLİRİM"
Bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın TÜRSAB ve
MTM ile yapacakları işbirliğini tanıtacakları basın
toplantısından sonra verilen yemekte yanyana
oturduğum Bakan Ertuğrul Günay ilginç açıklamalarda
bulundu.
Türkiye'den kaçırılmış tarihi eserlerin geri
alınması ve mevcut durumla ilgili yaptığımız kısa
bir sohbette Bakan Günay bu konudaki tavrını net
olarak ortaya koydu "Eserlerimizi geri vermeyen
ülkelerin o müzelerini protesto ediyorum ve
gezmiyorum. Elbette düşündüğünüzde bu tavrımın hemen
her yabancı müzeyi kapsaması gerekir çünkü neredeyse
Türkiye'den çalınmış eserleri sergilemeyen müze yok.
Ben geri alma talebinde bulunduğumuz, bu yönde
yapıcı adımlar attığımız ama karşılığında bizimle
uzlaşmaya varmayan, eserleri vermeyi reddeden ülke
ve müzelere karşı tavır takınıyorum." Bakan Günay'ın
bu konudaki hassasiyetini ve kızgınlığını konuşurken
bile hissediyorsunuz.
Konuyla ilgili olarak bu sene radikal adımlar
atılacağını anlatan Ertuğrul Günay planlarını
açıklarken Çorum'daki Boğazköy Müzesi'ni örnek verdi.
"Şu anda bizim Çorum'da çok güzel bir müzemiz var ve
Çorum'daki o müzenin iddiası dolayısıyla, bizden
götürülen eserleri geri talep etme konusunda daha
haklı bir konumdayız. Boğazköy müzesini restore
ediyoruz şimdi, bu çalışma ile dünyaya dönüp 'Biz
eserlerimizi sizin kadar iyi koruyabiliriz' hakkına
sahip olacağız. Mesela ben bu yıl bir Almanya
gezisinde oradaki Boğazköy sfenksini geri istedim.
Almanya, Osmanlı zamanında Boğazköy sfenksini
restore etmek için alıp götürmüş ve bir daha iade
etmemişti. Alman yetkililer restore etmek için
aldıkları sfenks üzerinde hak iddia etmeye kalkıp red eden bir tavır içine girdiklerinde tavrımı net
olarak ortaya koydum ve bu durumda kendileri ile
yapılan Türkiye'deki arkeolojik çalışmaları
durdurabileceğimi belirttim.
Bunda da ciddiyim bu şekilde tavır takınan ve
eserlerimizi geri vermeyen ülkelerin Türkiye'de
yaptığı kazı ve çalışmaları iptal etmeyi
düşünüyorum.
Talepler konusunda hep olumsuz yanıt almıyoruz bu
bakımdan Boğazköy sfenksinden de ümitliyim. Örnek
vermek gerekirse Geçen yıl Rüstem Paşa Çinilerini
geri aldık."
Boğazköy Sfenski Çorum'un Boğazkale İlçesi'nde
1905-1912 arasında yapılan kazılarda Alman Bilim
Kurulu tarafından ortaya çıkarılmış, 1917 yılında
önce onarım ve sonra da sergilemek amacıyla Osmanlı
Devleti'nden izinli olarak Berlin'e gönderilmiş
ancak o tarihten sonra iade edilmemişti.
Aynı konudan muzdarip diğer ülkeler olan Yunanistan,
Mısır, Irak ve Suriye ile bir işbirliğine
gidilebilir mi diye sorduğumda Bakan Günay'ın yanıtı
olumlu oldu "Elbette. Zaten ben kişisel bazda
Yunanistan'la bu adımı attım. Akropol yakınına
kurdukları müzede boş bırakılmış bir duvar vardır.
Yunanistan o boş duvarı kaçırılan rölyefleri geri
istiyor ve onları yuvalarına bekliyoruz mesajı
vermek için yapmış. Ben yunan yetkililerine
çabalarınız sonuç verir de rölyefler evine geri
dönerse o gün burada olup bu başarıyı alkışlamak
istiyorum dedim.
Habertürk, Haber: Selin Kurt, 29.09.2010
TOPHANE'DEKİ DEĞİŞİM
Sabancı Üniversitesi
Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi
Prof.Dr. Ayşe Öncü, İstanbul'un en hızlı değişen
mekanı Tophane'nin, Fransız Sokağı, Kuledibi ve
Şişhane'nin geçirdiği ''mutenalaşma'' sürecinin
başlangıcını yaşadığını belirterek, ''Tophane'de
yeni başlayan mutenalaşma, 3-4 sokakta çok farklı
yaşam tarzına sahip insanları bir araya getiriyor.
Semt gerginliklere gebe'' dedi.
Prof.Dr. Öncü,
Tophane'nin, İstanbul'un yoğun göç alan klasik
çeperlerindeki yerleşimlerinden biri olmadığını,
şehrin merkezinde ve giderek kıymetlenen bir bölgede
bulunduğunu belirtti. Öncü, bu bölgenin, şehrin en
hızlı değişen mekanlarından biri olduğunu söyledi.
Tophane'nin,
sosyologların ''mutenalaşma'' dedikleri
''soylulaştırma'' sürecinin başlangıcını yaşadığını
ifade eden Öncü, bunun, ''köhnemiş şehir içi
yapıların hakim olduğu bir semtteki dünyaların el
değiştirerek kıymetlenmesi, semtin bütün
sakinlerinin değişmesi'' anlamına geldiğini
vurguladı.
Tophane'de çok özel bir
durum olduğunu anlatan Öncü, Tophane'deki yaşam
tarzlarını şöyle özetledi:
''Semtte yaşayanlar çok
sağlıklı yaşam tarzlarına ait insanlar. Birincisi
semtte uzun süredir yaşamakta olan halk var. Fakat
bu kişilerin büyük çoğunluğu da mülk sahibi değil,
köhnemiş binalarda ucuz kirada oturuyor. Bunların
hangi yöreden olduğu tam da bilinmiyor. Bunun için
araştırma gerekli. Buralarda oturanlar İstanbul'a
göçmüş bir nüfus. Bir de İstanbul'un pahalı
yerlerinde yer kiralayamayan ve ucuz kiralar
dolayısıyla Tophane'ye gelmeye başlayan galeriler
var. Aynı zamanda yeni orta sınıf denilen reklam ve
iletişim kesimleri, genç ve bekar insanların yavaş
yavaş Tophane'ye geldiğini görüyoruz. Bu yeni
başlayan mutenalaşma, 3-4 sokak içinde aynı anda çok
farklı yaşam tarzına sahip insanları bir araya
getiriyor.''
Semtte kirada
oturanların bir bölümünün binaların el değiştirmesi
ve yenilenmeye başlamasıyla gitmek mecburiyetinde
kalacaklarını belirten Prof.Dr. Öncü, şunları
kaydetti:
''Bunun da getirdiği
abluka altına alınmışlık hissi var. Halkta giderek
'Çevremiz sarılıyor, biz buradan sürüleceğiz'
korkusu var. Bu hemen ifade edilmiyor tabii, ama
kirada yaşayan yoksul grupların korkuları olduğunu
düşünüyorum. Bu birçok başka Avrupa ülkelerinde de
yaşanmıştır. Burada mülk sahibi olanların bir bölümü
mülklerini yüksek fiyata satıp çıkacak, yeterince
sermayesi olanlar binalarını yenileyecek ve daha
yüksek kiralar isteyecek. Mesele, mülk sahibi
olanların değil de kiracıların kendilerini sıkışmış
hissetmeleri. Dolayısıyla semt gerginliklere gebe.
Şimdi burası geçiş mıntıkası niteliği taşıyor. Henüz
yoksul sakinleri ayrılmamış, buna mukabil farklı
eğitim ve gelir düzeyi taşınmaya başlamış. İkisinin
bileşimi, 3-4 sokakta yaşaması gerginlik
getiriyor.''
Prof.Dr. Öncü, benzer
gerginliklerin Fransız Sokağı ilk oluşmaya başlarken
yaşandığını ifade ederek, şöyle devam etti:
''Orada çok yoksul bir
nüfus yaşıyordu. Binalar el değiştirdi ve Fransız
Sokağı gibi mutena bir mıntıka ortaya çıktı. Şimdi
Fransız Sokağı'nda emlak fiyatları çok yüksektir.
Tophane de aynı sürecin başlangıcını yaşıyor.
Tophane'de sokakta var olan gerginlikler kalabalık
bir ortamda çatışmaya dönüşüyor, güruh psikolojisi
ortaya çıkıyor ve saldırganlık başlıyor. Bu tür
mıntıkalarda yaşanan gerginlikler, şiddete dönüşecek
diye genelleme yapmak mümkün değil. Taşlı, sopalı
saldırı, çok olağanüstü, korkunç bir şey, ama
yaşanan gerilimler devam edecek. Orada mülk sahibi
olmaya niyetlenen iş yerleri veya meslek sahipleri
bundan sonra daha dikkatli davranacak. Tetiklememeye
çalışacak. Olay önceden uzun boylu planlanan bir
mesele değil, zaten var olan birtakım tansiyonların,
şaiyaların, belirsizliğin o anda güruh hareketi.''
Öncü, bunları
İstanbul'un 19. yüzyıl dokusunu barındıran bazı
bölgelerinin değerlenerek yenilenmesinin bir parçası
olarak okumak gerektiğini kaydederek, şu bilgileri
verdi:
''Örneğin, yenileme
çalışmalarının başladığı Tarlabaşı'nda da çok
gerginlik yaşandığı. Tarlabaşı'nda fiilen birtakım
binaların yıkılmaya ve diğerlerinin yenilenmeye
başlaması, semt halkının yenik düştüğünü gösteriyor.
Tophane, henüz yolun başında. Kuledibi'nde kiralar
çok arttı, mutena bir semt haline gelmeye başladı.
Bir diğer örnek Şişhane'dir. Gazinolar mıntıkası
haline geldi. Önceden oraya yerleşen sanatçılar,
seramikçiler, yazarlar, 'Burası çok gürültülü oldu'
diye kaçıyor. Tophane'nin 3-4 sokağı ise çok yeni bu
süreci yaşıyor. İstanbul'un şehir içi mekanları çok
değerlendi.''
Sabah Emlak, 29.09.2010
REDİF BİNASI MÜZE OLDU AMA SERGİLENECEK ESER YOK
Kolordu mevkiindeki tarihi redif binası İl Özel
İdaresi tarafından restore edildi, çalışma büyük
oranda tamamlandı. Redif Binası'nın “Atatürk ve Redif
Müzesi” adıyla müze olarak hizmet vereceği
açıklandı. Redif Binası'nın 29 Ekim Cumhuriyet
Bayramı'na yetiştirileceği duyurulmuştu, ancak bu
tarihin mümkün görülmediği belirtildi. Çünkü ortada
iki önemli sorun bulunuyor.
Redif Binası'nın nasıl değerlendirileceği
konusunda dün İl Özel İdaresinde bir toplantı
yapıldı. İl Kültür ve Turizm Müdürü Adnan Zamburkan,
Müze Müdürü İlksen Özbay, EDOK Garnizonu'ndan P. Alb.
Coşku Zeytunoğlu ve diğer ilgililerin katıldığı
toplantıda, redif binasının son durumu masaya
yatırıldı.
Redif Binası'nda sergilenecek tarihi askeri
objeler gerektiğini, ancak elde hiçbir obje
bulunmadığı belirtildi. Bu konuda Kocaeli Valiliği,
başta Topkapı Sarayı ve Askeri Müzeler olmak üzere
tarihi askeri obje peşine düşecek. Öte yandan redif
binasının mülkiyet sorunu da çözülemedi. Mülkiyet
askeriyeye ait, ancak Redif Binası İl Özel
İdaresi’ne tahsisli.
Özgür Kocaeli, 29.09.2010
KAÇAKÇILARA GEÇİT YOK
Tekirdağ'da iki ayrı işyerine yapılan operasyonlarda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.
Tekirdağ'ın Şarköy İlçesi'ndeki Atatürk Caddesi üzerinde bulunan bir işyerinin sahibi R.Ş. isimli şahsın elinde çok sayıda tarihi eser olduğu ve satmak için müşteri aradığı yönünde bilgiye ulaşan Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri hemen harekete geçti.
Gerekli izinlerin alınmasının ardından işyerine yapılan baskında, 380 adet çeşitli ebatlarda sikkeler, 98 adet metal obje, 29 adet pişmiş toprak seramikler, 15 adet sarı renkli madeni para, 10 adet üzerinde figür ve yazılar bulunan metal sikkeler, 11 adet taştan yapılmış para, 14 adet yüzük, 5 adet yontularak alet şekli verilmiş çeşitli ebatlarda taş, 4 adet küpe, 1 adet bakır taş, 1 adet kabartma şeklinde at ve atın önünde bir bayan figürünün bulunduğu mermer taş, 1 adet kan oluklu kılıç, 1 adet kazma ve 1 adet kürek ele geçirildi. İşyeri sahibi şüpheli R.Ş. ise gözaltına alındı.
Öte yandan Malkara İlçesi'nde M.Ç. isimli şahsın işyerinde yapılan aramada bin 79 adet değişik çapta sikke, 11 adet metal obje, 9 adet yüzük,1 adet heykel, 1 adet çan, 3 adet tabak, 6 adet küpe bulunarak el konuldu. İşyeri sahibi ise gözaltına alındı. Şüpheli, sevk edildiği adli makamlarca serbest bırakıldı.
Tekirdağ Kent Haber, 29.09.2010
BİZANS İMPARATORUNUN EL YAZMASI KİTAPLARI İNTERNETTE
British Library, 9'uncu yüzyıla ait Bizans İmparatoru Nicephorus'un el yazmalarını internete taşıdı. 284 ciltlik el yazmalarının çeyreğinin internete taşındığını belirten kütüphane yetkilileri, web sitelerinden bu eserlere ulaşılabileceğini dile getirdi. British Library'de Yunanlılara ait 100'den fazla el yazması, 3000 adet papirüs ve çok sayıda resim bulunuyor. Kütüphane bu özelliği ile 2000 yıllık Hellen kültürü için yapılan araştırmalarda en büyük kaynak olarak kabul ediliyor. İmparator Nicephorus'un el yazmaları, o dönemde Doğu Akdeniz ve Bizans'taki edebiyat, tarih, bilim, din felsefe ve sanatları anlatması bakımından önem taşıyor.
Türkiye Gazetesi, 29.09.2010
1958 YILINDA KAYBOLAN RESİM ORTAYA ÇIKTI
Meksikalı ressam Diego Rivera'nın 1954 yılında
yaptığı ve 1958 yılındaki Doğu Avrupa ve Çin'de
gösterilirken kaybolan "Glorious Victory" adlı resmi
ortaya çıktı.
Guatemala City'deki Ulusal Saray'da
sergilenmeye başlanılan resim, dönemin ABD Dışişleri
Bakanı John Foster Dulles'i hicvediyor. Foster, 1954
yılında CIA'nın desteklediği hükümette görev yapan
Carlos Castillo Armas adlı Guatemalalı yetkili ile
ABD Dışişleri Bakanı Foster'in tokalaştığı resimde
arka tarafta ülkenin içinde bulunduğu durum
anlatılıyor.
Guatemala'da 1954 yılında Amerikan
istihbaratı CIA tarafından düzenlenen bir darbe
yapılmıştı.
Türkiye Gazetesi, 29.09.2010
FOSSEPTİK KAZISINDAN 3 BİN YILLIK KENT ÇIKTI
Bayburt'taRoma dönemine ait olduğu belirtilen yer altı şehrinin ilginç bir şekilde keşfedildiği ortaya çıktı. Yaklaşık 4 yıl önce yeraltı şehrinin üzerindeki evlerin fosseptik çukurlarının dolması üzerine başlatılan çalışmalar sırasında 1 kilometre uzunluğundaki kent bulundu. Aydıntepe İlçesinde 12 yıl önce imar izni verilen Kale Mahallesi'nde yaklaşık 50 tane ev yapıldı. Fosseptik ve atık sular için yeraltındaki boşluklar çukur zannedilerek buralara bağlandı. Ancak 4 yıl önce evlerin fosseptik çukurları dolunca belediye çalışmalara başladı. Fosseptikler temizlenirken yerin 35 metre altına inildiğinde yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki tarihi bir şehir olduğu ortaya çıktı. İlçenin AKP'li Belediye Başkanı Orhan Erarslan, şehri tamamen ortaya çıkartmak için işçileri görevlendirdi. İşçiler koku nedeniyle maske takarak çalışmaları yürütebildi. Erarslan da bir taraftan yeraltı şehrini temizlerken diğer taraftan üzerindeki 50 haneyi istimlak ederek yıktı. Yaklaşık 3 yıl süren çalışmalarda 200 bin lira harcandı. Geçen yıl gün yüzüne çıkan yeraltı şehrinde yapılan incelemelerde şehrin 3 bin yıllık olduğu belirlendi. Kentin eski isminin Halde olduğu, Hıristiyanlığın henüz yerleşmediği bir dönemde bu bölgenin sığınak amacıyla yapıldığı, Romalılar tarafından kovulan ilk Hıristiyanların buraya gelip kaldıkları öne sürüldü. Şehrin duvarlarında tanrıça figürleri de bulunuyor. Şehirde, yapı malzemesi kullanmadan ana kayaya oyulmuş galeriler, 40'a yakın oda ve bu odaların açıldığı geniş mekanların bulunduğu öğrenildi.
Belediye Başkanı Erarslan ise turist çekememekten şikayetçi: "Yeraltı şehrine ait odalar çukur zannedilerek kanalizasyonlar buralara bağlandı. Meğer altta bir tarih yatıyormuş. Herhalde fosseptikten tarih çıkartan tek yer biziz. Ülkenin en önemli tarihi mekanlarından birine sahibiz fakat turist çekemiyoruz. Eğer bu yer Ege ve Akdeniz Bölgesi'nde olsaydı, çok önemli bir turizm merkezi haline gelirdi."
Sabah, Haber: Murat Alhan, 29.09.2010
AİZANOİ ANTİK KENTİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI
Kütahya’nın Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan Aizanoi antik kentindeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı.
Almanya’nın Freiburg kentinde faaliyet gösteren Albert-Ludwigs Üniversitesi öğretim üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Ralf von den Hoff, 16 Ağustosta başlattıkları kazıların 27 Eylülde sona erdiğini bildirdi. Alman Arkeoloji Enstitüsünün bölgede 1970 yılından beri kazıları yürüttüğünü belirten Hoff, geçen yıla kadar her yıl yaklaşık 6'şar hafta süren kazıların geçen yıl 20 günle sınırlandırıldığını, bu yıl ise 6 hafta çalıştıklarını söyledi.
Hoff, Türk ve Alman arkeologlardan oluşan 23 kişilik ekibin dar sütunlu avlunun arkasındaki ”Odeon”da kazı çalışmalarını tamamladığını, Roma dönemine ait şehir meclisi olarak kullanılan bina ile Zeus Tapınağı çevresindeki tarihi eserleri gün ışığına çıkarmaya çalıştıklarını kaydetti.
Avrupalı gezginlerce 1824 yılında keşfedildiği bilinen ve ”İkinci Efes” diye nitelenen Aizanoi Antik Kenti’nde şimdiye kadar yapılan kazılarda, dünyanın en iyi korunmuş Zeus Tapınağı, 20 bin kişi kapasiteli tiyatro ve ona bitişik 13 bin 500 kişilik stadyum, 2 hamam, dünyanın ilk borsa yapısı, sütunlu cadde, Kocaçay üzerinde 5 köprü, ”Meter Steunene” kutsal alanı, nekropoller, bir bent ve su yolları gün ışığına çıkarıldı.
Zeus Tapınağı’nın çevresinde, MÖ 3000'li yıllara ait yerleşim tabakaları bulundu. Kazılardan elde edilen eserler, Kütahya Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.
Cumhuriyet, 28.09.2010
TARİH YUMUKTEPE'DE GÜN IŞIĞINA ÇIKACAK
Anadolu’nun
en eski yerleşim alanlarından biri olmasının yanında
dünyada tarımın yapıldığı ilk bölge olarak öne çıkan
Mersin’deki Yumuktepe Höyüğü’nde başlatılan kazı
çalışmaları sürdürülüyor.
İtalya’nın Lecce
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. İsabella Caneva
başkanlığında 20 Eylül’de başlatılan kazı
çalışmaları, 11 kişiden oluşan ekiple MÖ 1500
yılını kapsayan Hitit Dönemi, MÖ 4500 yıllarını
kapsayan Kalkolitik Dönem ve MÖ 6500 yıllarını
kapsayan Neolitik Dönem’i kapsayan üç ayrı noktada
devam ediyor. Lecce Üniversitesi ile Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından bu yıl 17.’si
gerçekleştirilen kazılar, Ekim ayı sonuna kadar
sürdürülecek.
Kazılarla ilgili olarak İHA muhabirinin
sorularını yanıtlayan Dr. İsebella Caneva, bu yılki
kazılarda üzerinde durdukları en önemli noktanın En
Erken Neolitik Dönem olacağını vurguladı. Söz konusu
dönemin izlerini taşıyan tabakalarda kazılar
yapılacağını belirten Caneva, “Çünkü bu tabakalar
ilk defa ortaya çıkıyor. Bizden önceki kazılarda bu
tabakalarla ilgili herhangi bir analiz yapılmadı.
Bunu ilk defa biz gerçekleştireceğiz. Bu nedenle
belirtilen tabakalarda her ne çıkarsa çıksın kazı
tarihindeki ilk bulgular olacak. Yani daha önce hiç
bilinmemiş bir şey olacak” dedi.
Geçtiğimiz yıl En Erken Neolitik Dönem’in
izlerini taşıyan alanda iki ayrı mezar bulduklarını
hatırlatan Caneva, bu yılki kazılarda da yine bir
mezar bulduklarının altını çizerek, tüm bu
bulguların bölgede bir mezarlık olduğu yönünde
kendilerine bilgi verdiğini anlattı. Caneva,
Kalkolitik Dönem’e ait alanda geçtiğimiz yıl bir
takım yapılara ulaştıklarını dile getirerek, bu yıl
da daha önce buldukları yapıların devamını
arayacaklarını ifade etti.
Bu yapının kazılar açısından oldukça önemli
olduğunu vurgulayan Caneva, “Çünkü kazılar bize
Kalkolitik Dönem’de ‘devlet’ gibi bir organizasyon
var olduğunu gösteriyor. Demek ki bu yapı, normal
bir ev olmadığı gibi kamusal bir yapı olarak da öne
çıkıyor” diye konuştu. Hitit Dönemi’ne ait
tabakalarda da bu yıl çalışmalarda bulunacakları
bilgisini veren İsabella Caneva, belirtilen alanda
yapılan çalışmalarla birlikte MÖ 1500 yıllarını
kapsayan Erken Hitit Dönemi’nin izlerini taşıyan
şehir surlarının geçtiğimiz yıl gün ışığına
çıkartıldığına dikkat çekti. Bu yıl söz konusu surun
devamını arayacaklarını belirten Caneva, surun iç
bölümünde kalan alanda şehirdeki evleri ortaya
çıkartmaya çalışacaklarının altını çizdi. Caneva,
açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Anlamak istediğimiz şey; burada Erken Hitit
Dönemi’nde bir şehrin olup olmadığı. Daha önceki
kazılarda burada bir sur olduğunu bilmiyorduk. Eğer
burada bir sur varsa, o zaman şehir gibi yerleşim
bölgeleri de vardı. İşte biz bunu bulmak istiyoruz.
Nasıl bir şehir ya da bu dönemde evlerin yapısının
nasıl olduğunu merak ediyoruz.”
Kalkolitik Dönem’e ait tabakalarda da devletin
varlığını gösteren bulgulara ilk defa geçtiğimiz yıl
ulaştıklarını hatırlatan Caneva, bulguların aslında
bir devlet değil de ilk devlet modernizasyonu
yolunda ilerlendiği bilgisini kendilerine verdiğini
söyledi. Caneva, bulmuş oldukları yapının bir
tapınak olabileceği gibi önemli bir ailenin sarayı
da olabileceğini, bu yılki kazılarda bunu anlamaya
çalışacaklarını anlattı. Neolitik tabakalarda
Yumuktepe’nin en erken yerleşiminin nasıl olduğu, ne
tür yapılar yapıldığı ve dönemin ekonomik yapısını
incelemek istediklerini belirten Caneva, bölgede
nasıl bir tarım yapıldığı ve insanların gündelik
hayatını nasıl sürdürdüğünü araştıracaklarını
sözlerine ekledi.
Yumuktepe Höyüğü’ndeki ilk kazı çalışmaları,
1936-1937 yılları arasında İngiliz arkeolog Jhon
Garstang başkanlığında yapıldı. İkinci Dünya Savaşı
ile birlikte ara verilen kazılara, 1946'da yeniden
başlandı ve 1947 yılında sonuçlandırıldı. 1992
yılında hazırlanan ve 1993 yılında başlatılan
‘Yumuktepe Arkeolojik Kazısı’ çalışmaları her yaz
düzenli bir şekilde sürdürülüyor.
Mersin’in atası olan Yumuktepe, 9 bin yıl önce
höyüğün çekirdek tabakasını oluşturan Neolitik
çiftçiler tarafından oluşturuldu. Ardından gelen
yerleşimlerle tepe zaman içerisinde 23 metre
yükseldi. Teraslı evle önceki kalıntıların üzerine
yollar inşa edildi ve böylece tabakalanma daha
karmaşık bir hal aldı. Uygun konumunu doğal
kaynaklara ve ticaret olanaklarına borçlu olan
yerleşim bölgesi, Orta Çağ’a kadar kesintisiz iskan
edildi ve Anadolu platosu, Doğu Akdeniz ve diğer
Akdeniz ülkeleriyle ilişkisini sürdürdü.
Demre’deki Myra-Andriake kazılarında
ortaya çıkarılan tarihi eserlerin restorasyonu
tamamlandı.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, bu yılki
kazılarda ortaya çıkarılan, Myra antik kentindeki
12. yüzyıldan kalma bir Bizans Kilisesi ile Andriake
Liman Kenti’ndeki liman tesisleri ve atölyelerin, bu
ayın başında başlayan restorasyonu tamamlandı.
Bizans Kilisesi’nde mimari sağlamlaştırma çalışması
yapıldı. Çevre koruma duvarı, çatısı, su kanalı
tamamlandı. Kilisenin hem çevre hem de doğal
etkilere karşı korunaklı kalabilmesi için önlemler
alındı. Kilisenin gelecek yıl turizme açılması
bekleniyor.
Andriake Liman Kenti’nde de liman tesislerinin
Rıhtım Caddesi’ne bakan öndeki varaklı grubunda
ayağa kaldırma çalışması tamamlandı. Çalışmada, bazı
eksik ayaklar, yeni taşlardan kesildi. Diğer taş
bloklarda sağlamlaştırma ve onarım çalışması
yapılarak orijinal konumlarına yerleştirildi. Bu
bölümdeki tüm yapılar orijinal hale getirildi. Boya
üretim atölyeleri sağlamlaştırılarak korunaklı hale
getirildi.
Myra-Andriake kazıları başkanı ve Akdeniz
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, restorasyon
çalışmalarının bir ay sürdüğünü belirterek, şu
bilgileri verdi:
‘Bu yıl restorasyonu zorunlu iki yapımız vardı.
Birincisi kilise yapısı. Oradaki restorasyon
çalışmaları neredeyse tamamlandı. Andriake Liman
Tesisleri’nde ortaya çıkardığımız orijinal liman
yapısının ön kısmındaki bölümü restore ediyoruz.
Altı ayak üzerinde duran üçlü düzenlemenin
tamamında, aslına uygun çalışma yaptık. Birkaç gün
sonra da bu sezonu kapatmak üzere, buradaki
restorasyonu tamamlamış ve sağlam bir şekilde
geleceğe aktarma işini de görmüş olacağız.’
haberler.com, 28.09.2010
İLK SELÇUKLU MÜZESİ KURULUYOR
4 asır boyunca 20 den fazla ülkede hüküm süren Selçuklu Devleti bir çok medeniyete yön verdi. Bu eşsiz tarihin sahibi Selçuklular’ın daha iyi anlaşılması için düzenlenen 1’inci Uluslararası Selçuklu Sempozyumu devam ediyor.
Dünya ve Türk tarihi açısından büyük bir eksiklik gideriliyor. İlk Selçuklu müzesi Kayseri’de kuruluyor.
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, "Önümüzdeki yıllarda Kayseride Selçuklu müzesi oluşacak ve vakıflar genel müdürlüğü dahil ellerinde ne kadar eser varsa yazmalar seccadeler el işleri buna benzer ne varsa Kayseri’mizde toplanacak" dedi.
Kurulacak müze Selçuklu tarihini araştırmada önemli rol oynayacak.
Trt/Haber, 28.09.2010
AMYZON ANTİK KENTİ İLGİ BEKLİYOR
Aydın’ın Koçarlı, Karpuzlu ve Söke ilçe
sınırlarının kesiştiği bir noktadaki Gaffarlar
Köyü'nün hemen üstünde yer alan Amyzon antik kenti,
doğal güzelliklerin arasında unutulmaya yüz tuttu.
Amyzon ormanlarının şemsiye görünümlü fıstık
çamları, bölge halkının en önemli geçim kaynağını
oluştururken gölgesi de terk edilmiş yılkı atlarına
yataklık yapıyor.
Strabon’a göre; Alabanda’nın kuzeyinde, düşman saldırısını durdurmak ve savunmasını yapmak amacıyla kurulan Amyzon, 20. yüzyılın başlarında Paton ve Fowler; 1950'li yıllarda Robert; 1970'li yıllarda Lauter tarafından yapılan araştırmaları, 2000'de Özkaya ve San’ın birlikte yaptığı yüzey araştırması izlemiş. Bir kısmı 6 mt. yüksekliğe kadar ayakta kalabilmiş surlar, isodomos tekniğinde kesme taş bloklardan inşa edilmiş. Surlar yaklaşık 137 mt. uzunluğunda ve 1.68 m kalınlığında olup olasılıkla MÖ 300'lere ait olduğu söylenmektedir. Dor düzeninde teras üzerine inşa edilen Artemis Tapınağı’nda, bir arşitrav bloğu üzerinde Idrieus tarafından inşa edildiğini gösteren bir yazıt tespit edilmiş. Amyzon’un batı alanında depo olarak kullanıldıkları düşünülen 15'e yakın tonozlu büyük yeraltı odaları, hala sağlamlığını koruyor. Doğu-batı doğrultusunda birbirine paralel olarak uzanan bu yapıların bazılarının sarnıç olarak da kullanılmış olabileceği düşünülmektedir. Akropolünde tiyatro, agora ve çeşme kalıntıları ile taş işçiliğinin en güzel örneklerinin bulunduğu birçok kalıntı çevreye yayılmış durumda. Ana kayaya oyulan kaya mezarlarının da olduğu Amyzon, 3 ilçenin sınırlarının kesiştiği bir noktada unutulmuş gibi duruyor.
Bölgede inceleme yapan ve yetkilileri Amyzon
Antik Kenti konusunda uyaran Kuşadası Eko Sistemi
Koruma ve Doğa Sevenler Derneği(EKODOSD) Başkanı
Bahattin Sürücü, “Yabancıların ülkemizden
kaçırdıkları eserlerin sergilendiği müzelerin önünde
kuyruklar oluşurken, bizlerin tarihimize verdiği
önem açıkça görülmektedir. Bir yandan Hasankeyf,
Allianoi ve mitolojik öykülerle dolu Çine çayı
üzerindeki tarihi İncekemer köprüsü sular altında
kalırken, bir yandan da defineciler tarafından
oluşturulan tahribat büyük boyutlara ulaşmaktadır”
dedi.
Birçok ören yerinde olduğu gibi Amyzon’un
tarihinin de kaçak kazı yapanlar tarafından
parçalandığına dikkati çeken Bahattin Sürücü, şöyle
konuştu: “Sevindirici olan belki de Antik Dönemde
burada yaşayan insanların yaşamlarına tanıklık eden
menengiç gibi doğal anıtların hala sağlam
kalabilmesidir. Bu doğal anıtların başına bir iş
gelmemesi ve tarihi eserlerimizin korunması için
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
başvuru yapacağız. Binlerce yıllık tarihi
eserlerimizin dikilen bir tabelayla korunamadığı
açıkça görülmektedir. Böylesine önemli tarihi
yerlerimizin koruma kriterleri, dikilen bir
tabelayla sınırlı kalmamalı. Yanı başındaki köyün
iki gencine verilecek bir görevle en azından tahrip
edilmesi önlenebilir. Etrafı fıstık çamlarıyla
çevrili harika coğrafyadaki Amyzon bir an önce
turizme kazandırılarak koruyarak kullanılmadır.”
Mücadele, 28.09.2010
GDO'LU TARİH
Newsweek Türkiye, Cemil İpekçi'nin
Mardin Kasımiye Medresesi'nde yaptığı defile
sonrası, tarihi yapıların amacı dışında kullanılması
konusunu araştırdı. İşte İstanbul'da amacı dışında
kullanılan bazı tarihi yapılardan örnekler.
Tarihi mekanların yapılış amaçları dışında
kullanılması yıllardır alışılagelmiş bir bozukluk
göstergesi olmuştur. Zaman zaman tartışma konusu
olan bu konu ünlü modacı Cemil İpekçi'nin Mardin
Kasımiye Medresesi'nde yaptığı defile ile yeniden
gündeme geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Daire
Başkanı Seyit Ahmet Arslan, "Kasımiye Medresesi'nin
genetiği bozulmamalı" açıklamasını yaptı ve "Bir
binanın yapım amacı neyse kullanım amacı da o
olmalıydı" dedi. ‘Newsweek Türkiye'nin bu haftaki
sayısında araştırdığı, ülke genelinde amacı dışında
kullanılan bu sorun İstanbul genelinde de yoğun
şekilde hissediliyor.
Ayasofya Örneği Kentte, yapılış amacı dışında kullanılan en önemli
yapı Ayasofya. Bizans İmparatoru I. Jüstinyen
tarafından MS 532- 537 yılları arasında katedral
olarak yapılan Ayasofya, İstanbul'un fethiyle
birlikte Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye
dönüştürüldü. 24 Kasım 1934'te ise Atatürk'ün emri
ve Bakanlar Kurulu'nun kararıyla müzeye
dönüştürüldü.
"İstanbul'un Dünü Bugünü" adlı sergide
emeği geçenlerden Yüksek Mimar Ufuk Demirgüç, tarihi
mekanların tekrar kullanımının faydalı olduğunu
söylüyor. Türkiye'nin kültür mirasını devam
ettirmesini sağlayan pek çok "genetiğiyle oynanmış"
(GDO'lu) yapının varlığından söz ederek şu örnekleri
veriyor:
Hamamlar:
Genelde kafe olarak hayata kullanılıyor. Örneğin şu
an kafe olarak hizmet veren Tahtakale Hamamı 80'li
yıllarda soğuk hava deposuymuş.
Sinemalar:
Emek Sineması, hem yenileme hem de yeniden kullanım
açısından değişimin hezimetine uğruyor. Çoğu artık
eski halinin izini bile taşımıyor. Hatta mağaza,
büfe ve eczaneye dönüştürülmüş olanları bile var.
Kiliseler:
İstanbul'un orta yerinde eski bir kilise vakfı
2007'den beri bar olarak işletiliyor. Ermeni Surp
Asdvazazis kilise kompleksine ait olan vakıf binası,
ibadet mekanıyla yana yana. Bina zaman içinde
ayakkabı imalathanesi, matbaa, hatta Yeşilçam
filmlerine stüdyo olarak bile kullanılmış.
Sarnıçlar:
Yerebatan Sarnıcı, yapısı sebebiyle daha çok klip,
fotoğraf çekimi ve sanatsal buluşmalara ev sahipliği
yapıyor. Binbirdirek Sarnıcı'ysa özel toplantılardan
düğünlere, konser ve partilere açıyor kapılarını.
Rumeli Hisarı'nı nasıl bilirsiniz?
Rumeli Hisarı da bir dönem sanatsal çalışmaların
sık sık yapıldığı bir mekan olarak kullanılmıştır.
Yıllarca, tartışma konusu olmasına rağmen içerisinde
konserlerin düzenlendiği Rumeli Hisarı, nihayet bu
yapısal değişimden kurtulmuştur.
Konser, açık hava tiyatrosu, teşhir ve sergi amaçlı
sanatsal çalışma alanı olarak kullanılmış Anadolu
Hisar, yaklaşık 2 senedir sadece müze olarak
kullanılıyor. Kültür Bakanlığı tarafından alınan
karar doğrultusunda Hisar amacı dışında
kullanılmaktan kurtarılmış durumda.
Süreyya Sineması:
Süreyya Sineması, sinema olarak bilinir. Opera
salonu amacıyla açılan Süreyya Operet'i günümüzde
her ne kadar sinema olarak bilinse de 2009'da
tamamlanan bir renovasyonla tekrar opera binası
haline çevrildi. Opera konserleri yeni binada
yeniden yapılıyor.
Çinili Hamamı:
1640 yılında Kösem Sultan tarafından yaptırılan
hamam çevresi, dükkanlar tarafından çevrilerek yok
olmaya yüz tutmuş.
Çok Amaçlı Medreseler:
Başkan Seyit Ahmet Arslan'ın vurguladığı "Kasımiye
Medresesi'nin genetiği bozulmamalı. Bir binanın
yapım amacı neyse kullanım amacı da o olmalıydı"
sözleri derin bir yarayı işaret ediyor. Zamanında
eğitim için inşa edilen medreseler, yenilenerek
kullanılan mekanlar arasında başı çekiyor. İçlerinde
zaman zaman değişim sınırlarını aşmış olanlar da yok
değil. Örneğin Bursa Gökdere Medresesi. Bir medrese
ne olabilirse (hatta daha fazlasını) olmuş. Önce
kadın hapishanesi, sonra marangozhane, ardından
demirci dükkanı ve son olarak depo. Ancak 2005'te
yerel yönetimin olaya el koymasıyla yenilenen
medrese, son üç yıldır kültür merkezi olarak hizmet
veriyor
Arkitera, 28.09.2010
KUBİLAY HAN'IN DÜNYASI
ABD’nin New York kentinde bulunan Metropolitan Sanat Müzesi’nde "The World of Khubilai Khan: Chinese Art in the Yuan Dynasty" (Kubilay Han’ın Dünyası: Yuan Hanedanı’nda Çin Sanatı) başlıklı sergi bugün açılıyor. 2 Ocak 2011’e kadar sürecek sergide yer alan eserlerden biri mürekkep ve boyayla ipek üzerine yapılmış "Khubilai Khan as the First Yuan Emperor, Shizu" adı verilen bir resim. Hun sanatından bugüne kalabilmiş nadir resimlerden bir başkasında ise bir at resmediliyor.
Sergi Kubilay Han’ın doğum yılı olan 1215’ten hanedanlığın çöküş tarihi olarak gösterilen 1368’e kadar olan dönemi kapsıyor. Bu,Moğol İmparatorluğu’nun Kore’den Doğu Avrupa’ya dek yayıldığı bir dönem... Sergide yer alan eserlerin çoğu Çin dışına ilk kez çıkıyor. Sergide sadece Çin’den değil, Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika müzelerinden gelen eserler de yer alıyor. Sergi dört ana bölümden oluşuyor: Günlük hayat, resim ve kaligrafi, dini sanatlar ve dekoratif sanatlar.
Habertürk, 28.09.2010
DÜNDEN BUGÜNE 'DÜLÜK ANTİK KENTİ'
Gaziantep'te inanç turizminin gelişmesine önemli
katkı yapması beklenen Dülük (Doliche) antik
kentindeki bilimsel kazılar sürüyor.
Kazılara lojistik destek veren Şehitkamil İlçe
Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, kaza alanında
incelemelerde bulundu, kazıyı sürdüren Almanya'daki
Münster Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engelbert Winter'den bilgiler aldı, kazılarda
bulunan eserleri inceledi.
Winter, Dülük antik kentinde 1997 yılından bu
yana bilimsel kazılar ve araştırmalar yaptıklarını
belirterek, ''Burada doğan ve Akdeniz ülkelerine
hatta İngiltere'ye kadar ulaşan Jupiter Dolichenus
kültünün merkezi olan tapınak ile antik kentin
yerleşim alanından tapınağa kadar uzanan kutsal yolu
arıyoruz'' dedi.
Geçen yılki çalışmalarında kutsal tapınağın
temelinin başlangıcını bulduklarını, bu yılki
kazılarla tapınağın temelinin yavaş yavaş ortaya
çıkmaya başladığını ifade eden Winter, ''Ayrıca
kutsal yolu tapınağın bulunduğu alana bağlayan
merdivenleri ortaya çıkardık. Yüzlerce küçük
buluntuya ulaştık. Bu buluntulardan bir tanrı figürü
bizim için çok önemli'' diye konuştu.
Winter, tapınağın bulunduğu Dülükbaba Tepesi'nde
2001 yılından bu yana çalıştıklarını anımsatarak,
şöyle devam etti:
''Bu yılki kazı çalışmalarımız ekim ayında
bitecek. Bu yıl oldukça geniş bir kadroyla çalıştık.
Türk, Alman ve İtalyan 24 akademisyen ile işçilerden
oluşan 50 kişi çalıştı.
Dülük antik kenti doğu ve batı kültürlerinin
buluştuğu bir kavşak noktasıdır. Dülük antik kenti
değişik inançlara merkezlik etmiş bir yerleşim
yeridir. Buradaki çalışmalarımıza destek veren Fadıloğlu'na çok teşekkür ediyoruz.'' dedi.
Şehitkamil İlçe Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu
da açıklamasında, Dülükbaba Tepesi'ndeki kazının
''çok uzun soluklu'' bir çalışma olduğunu
vurgulayarak, ''Türkiye'de 70 yıldır devam eden
kazılar var. Bu kazı da uzun yıllar sürsün
anlayışında olmamakla birlikte tez canlı olmamız,
yani acele etmemiz gerekmiyor. Bu çalışma bir ekip
işi, kadro işidir. Dülük antik kentini dünya kültür
mirasına kazandırmak istiyoruz. Dülük antik
kentinin bir an önce turizme kazandırılmasına
çalışıyoruz. Çalışmalara destek oluyoruz'' dedi.
Gaziantep'in 12 kilometre kuzeyinde bulunan Dülük (Doliche)
antik kenti, dünyadaki en eski yerleşim yerlerinden
biri. ''Üzerinde halen insanların yaşadığı'' antik
kentin turizmi kazandırılması için 1997 yılından bu
yana yüzey araştırmaları, kazılar ve çevre düzenleme
çalışmaları gerçekleştirildi. Dülük antik kentinde
yapılan çalışmalarda, Paleolitik (alttaş) devrine
ait buluntular (fosil ve ok uçları) Türkiye'de ilk
kez burada ele geçti. Tarih öncesi dönemde bölgenin
adı Kal-si-ta-nan olup, Anadolu sınırları içerisinde
ilk insan bu yörede yaşadı.
Yörede bulunan ve bugünkü adı Şarklı Mağara olan
mağaranın duvarlarında ilk kez sayı sistemi
kullanıldı. Dülük, MÖ 1525 yılında Hitit Kralı 1. Hattuşili tarafından işgal edilerek, askeri üs
olarak kullanıldı. Antik kentin, Hitit
İmparatorluğu'nun parçalanması sonrasında kurulan Geç
Hitit Krallıklarından biri olan ve Asurlular'ın
ortadan kaldırdığı Gummuhi Krallığı'na bir süre
başkentlik yaptı.
Sonraki yıllarda sırasıyla Asurlular, Persler,
Büyük İskender, Selevkoslar, Romalılar, Ermeniler,
Haçlılar ve Müslüman Türklerin hakimiyetine giren
Dülük, bugünkü Gaziantep'in kurulmasıyla beraber
önemini kaybetti. Antik kentte şimdi ''Dülük''
adıyla anılan köy bulunuyor.
Kommagene bölgesinde filizlenen ve antik dönemde
büyük bir inanç olarak ortaya çıkan Jüpiter
Delichonus Kültü (inancının) bu bölgeden Anadolu'ya
ve zamanla tüm dünyaya yayıldı. Bu nedenle Dülük antik
kentinin ''Jüpiter Delichones Kültünün Kabe'si
olduğu'' ifade ediliyor.
Cumhuriyet, 28.09.2010
KEHRİBAR KOLYELİ ÇOCUĞUN SIRRI
Dünya Kültür Miraslarından biri olan İngiltere'nin ünlü antik kalıntıları Stonehenge'in 1.5 kilometre kadar uzağında bulunan bir mezar bilim insanlarını şaşırttı.
Mezarda, MÖ 1550 yıllarında öldüğü sanılan, 14-15 yaşlarında bir çocuk iskeleti bulunuyordu.
Ancak, çocuğun boynundaki kehribar kolye ve diğer buluntular, çocuğun İngiltere'de değil, Fransa, İspanya, İtalya ya da Yunanistan'da doğup yaşadığı ve Manş Denizi'ni ahşap bir tekneyle aştığını gösteriyor.
Geçtiğimiz yıllarda, Stonehenge yakınlarında bu tür iki mezar daha bulunduğu belirtilirken, bu keşfin, Stonehenge'in binlerce yıl önce de turistlerin ziyaretine uğradığını gösterdiği açıklandı.
Çocuğun iskeletinde yapılan incelemeler, onun MÖ 1550 yıllarına ait olduğunu gösterirken, bilim insanları, Stonehenge'in o tarihte bile 1500 yıldan yaşlı olduğunu söylüyorlar.
Stonehenge'in MÖ 3000 ve 2400 yılları arasında inşa edildi ve yaklaşık bin yıl boyunca kimi ayinler için aktif olarak kullanıldı.
Kehribar kolyeli çocuğun keşfi de, Stonehenge'in milattan önceki dönemde bile sadece İngiltere'de değil, tüm Avrupa'da bilindiği ve "turistik" gezilere o dönemde bile evsahipliği yaptığı iddialarını güçlendirdi.
Milliyet, 28.09.2010
GÖBEKLİTEPE KAZI ALANINDAKİ TARİHİ ESERLERİ ÇALDILAR
Şanlıurfa'nın 13 bin
500 yıllık geçmişe sahip Göbeklitepe kazı alanında
tarihi eserler çalındı. Önceki akşam Göbeklitepe
kazı alanına gelen bir grup, kazıdan yeni çıkarılan
tarihi eserleri ve kazı ekibinin malzemelerini
alarak kayıplara karıştı. Dün sabah kazı alanına
gelen Prof. Klausse Shcmit ve ekibi hırsızlığı fark
edince olayı jandarmaya bildirdi. Olay yerine gelen
jandarma ekipleri kaçan hırsızların yakalanması için
geniş çaplı araştırma başlattı. Öte yandan kazıyı
gerçekleştiren ekip, Göbeklitepe'den çalınan
eserleri tespit etmeye çalışıyor.
Sabah, Haber: Mehmet Yıldırım, 28.09.2010
MOZAİKLER KENTİ ZEUGMA
Bozkırın ortasında daha gün aydınlanmadan
toprakla olan mesaileri başlıyor. Ellerindeki ince
ve ufak aletlerle yüzyıllar öncesine ait, koskocaman
bir tarihi
ortaya çıkarıyorlar. Arkeologlar tam 140 yıldan bu
yana Anadolu'da iğneyle kuyu kazıyor. Kimi zaman bir
çömlek, kimi zaman bir mozaik, kimi zaman da bir
kemik parçası tarihin
ilklerine
götürüyor onları. Yapboz yapar gibi itinayla
birleştiriyorlar her parçayı. Türkiye genelinde
Bakanlar Kurulu izniyle, Edirne'den
Ağrı'ya, Sinop'tan Hatay'a 159 arkeolojik
kazı çalışması devam ediyor. SABAH ekibi olarak
Anadolu'daki kazı alanlarından bazılarını ziyaret
ettik. Arkeologlarla, arkeoloji öğrencileriyle ve
artık her biri neredeyse arkeoloji uzmanı olan
işçilerle görüştük. Bulunan bir duvarın, bir heykel
parçasının onları nasıl mutlu
ettiğine tanıklık ettik. Tozun, toprağın içinde tüm
maddi imkansızlıklara rağmen özveriyle sürdürülen
çalışmalar, Anadolu'nun tarihi
zenginliklerine her gün bir
yenisini ekliyor. İşte, hem Anadolu
topraklarının, hem de dünya
tarihinin izini süren perde arkasındaki
kahramanların ve o
kazıların hikayeleri...
***
Arkeolojik kazı alanları ile ilgili
ilk
durağımız, "Çingene Kız" mozaiği ile tüm dünyanın
yakından tanıdığı Gaziantep Nizip'teki 2 bin 300
yıllık Zeugma antik kenti... Buradaki kazılar tam 23
yıl önce başlamış ve o tarihten
bugüne aralıksız devam ediyor. Buranın
ilk keşfi 1970'li yıllarda bölgeye gelen
Alman arkeologlar tarafından yapılıyor. MÖ 300 yılında Büyük
İskender'in generallerinden Selevkos Nikator
tarafından "Selevkaya" adı ile Fırat Nehri kenarında
kurulan kent, Türkiye'de devam eden en
önemli
kazılardan biri... Bugüne kadar yapılan
çalışmalarda; Fırat Nehri manzaralı teraslarda,
tabanı rengarenk mozaik, duvarları fresk, oda içleri
mobilya ve heykelciklerle
süslü villalar, hamamlar, forum ve arşiv odaları gün
yüzüne çıkartılmış.
Kazılar son 5 yıldır Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih
Coğrafya Fakültesi'nden Doç.Dr. Kutalmış Görkay'ın
başkanlığında sürdürülüyor. Zeugma'daki kazı
çalışmaları, her yıl 3 ay sürüyor. 30 işçi ve 27
akademik personelin görev yaptığı
tarihi kentin sınırları, 700 dönümlük bir
arazi üzerinde. Bir kısmı Birecik Barajı'nın suları
altında kalan tarihi
kentin tarihçesini ve
yapılan çalışmaları bizlerle paylaşan Görkay, mimar
olan babası sayesinde başlayan
tarih merakı ile bugünlere gelmiş.
Yaptığı
işi, "Heyecan
verici, zor, fedakarlık isteyen, tehlikeli ve
riskli" olarak tanımlayan Doç.Dr. Görkay, kış
şartlarında çalışmalarının güç
olduğunu, akademik takvim gereği de yaz sıcaklarında
çalışmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Sabah
saat
07.00'de başlayan çalışmalar, genellikle öğleden
sonra 16.00'ya kadar sürüyor. İki milyon lira
harcanan çatı sistemi ile üstü kapatılan
ilk
kazı alanı, kısa bir süre sonra ziyaretçilere
açılacak. Kutalmış Görkay, "Ziyaretçiler 10 ya da 12
mozaiği yerinde görebilecek. Ziyaretçiler bizim
belirleyeceğimiz güzergahı takip ederek, eserlere
bir zarar vermeden yerleşim yerini gezebilecek"
bilgisini veriyor.
Kazı alanındaki işçilerden 39 yaşındaki İbrahim
Aşar, İtalyan arkeologlarla başladığı kazı da 14
yılı geride bırakmış. Buradaki çalışmalara nasıl
başladığını şöyle anlatıyor: "Kazı çalışmalarında
çalıştırılmak üzere işçi arandığını duydum. Baştan
çok önemsemiyordum. Amacım para
kazanmaktı. Şimdi ise benim
için bir tutku
oldu. Bir kalıntı bulunduğunda nasıl müdahale
edilir, nasıl korunur? Tüm bunları öğrendim. Bu işin
bir okulluları, bir de alaylıları var. Biz
alaylılardan olduk." Kazı çalışmalarına destek veren
Alman arkeolog Prof.Dr. Friederike Fless, 2 yıldır
geldiği ve mozaikler kenti olarak nitelendirdiği
Zeugma'nın kendisini çok
heyecanlandırdığını şu sözlerle dile
getiriyor: "Kentin Hellenistik döneme ait su
duvarlarını araştırıyoruz. Burası çok zengin
tarihi barındırıyor. Yapılacak çok iş,
araştırılacak çok konu var... Potansiyel çok
fazla..."
Kazı alanından sonra soluğu "mutfak" olarak
nitelendirilen, laboratuar ve kazı evinde alıyoruz.
Buradaki işlerde en az kazı alanındaki kadar
meşakkatli. Kazı alanında ortaya çıkartılan
buluntular, temizlendikten sonra kazı
laboratuarında tek tek inceleniyor.
Tarihlendirilmesi
yapılan ve birleştirilmesi mümkün olan parçalar
birleştirildikten sonra fotoğraflanarak, envanter
olarak kaydedilip, müzeye teslim ediliyor. Ankara
Üniversitesi arkeoloji bölümü mezunu Ayça Sarıönder,
çıkartılan malzemeler
üzerine çalışırken, yaptığı işi, "Bunların çizimini
yapıp, birleştirilmesini gerçekleştiriyorum. Her
birinin ayrı bir hikayesi var. Geldikleri yerler
ayrı. Tarihlendirme
ciddi bir iş. Envanterleme yapıyorum. Ayrı bir
heyecanı ve keyfi var" diye anlatıyor.
Kısa süre önce bulunan ve özenle korunan, şarap
tanrısı Dionyos'un Ariadne ile evlilik sahnesinin
canlandırıldığı mozaik, SABAH için özenle
temizlenerek, gün yüzüne çıkartılıyor. Kazı
alanındaki usta işçilerden İbrahim Aşar ve
öğrenciler, mozaiği dikkatli bir şekilde temizlerken
ortaya muhteşem bir görüntü çıkıyor.
Balkanların en yoksul
ülkelerinden Arnavutluk'ta alışveriş merkezi ve
coffee bar yapılmak için yapılan inşaat
çalışmalarında MS 6'ncı yüzyıla ait bir mezar
ortaya çıktı.
Arnavutluk'ta Durres şehrinde belediyenin
alışveriş merkezi ve coffee bar yapmayı planladığı
yerde yaptığı inşaat çalışmalarında MS 6'ncı
yüzyıla ait bir mezar ortaya çıktı.
Başşehir Tiran'ın 33 kilometre batısındaki
Durres'te ortaya çıkarılan mezar, inşaat
çalışmaların durmasına yol açtı. Yetkililer,
geçtiğimiz hafta bulunan ve içinde kemiklerin
bulunduğu mezarı koruma altına aldı.
Balkanların en yoksul ülkelerinden olan
Arnavutluk'ta, izinsiz inşaatlar sebebiyle çok
sayıda tarihi miras yok oluyor. İki yıl önce kurulan
Arnavutluk Arkeoloji Servisi yetkilisi Vangjel, "Durres'teki
inşaat çalışmaları tarihi mirasa çok zarar verdi"
dedi. Yaklaşık 3 bin yıl önce insanların yaşadığı
yerde yapılan incelemenin ardından inşaatın devam
edip etmeyeceğine karar verilecek.
Ntvmsnbc, 28.09.2010
MİDİLLİ VALİSİNE ALLİANOİ ENGELİ
Yunanistan'ın Midilli Adası'ndan gelen ve
Ankara'nın Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık'ın
kendilerine eşlik ettiği aralarında Midilli Valisi
Pavlos Vogiatzis ile EPT televizyon kanalı ekibinin
de bulunduğu 40 kişilik grubun, İzmir'in Bergama
İlçesi yakınlarındaki Yortanlı Barajı'nın suları
altında kalması beklenen Allianoi ören yerini
gezmelerine izin verilmedi.
Vogiatzis ve eşi ile Yunan televizyon kanalı EPT
ekibinin de aralarında yer aldığı 40 kişilik bir
grup, Dikili'de bulunan Tanık eşliğinde, Allianoi
ören yerini görmek istedi.
Bergama'ya otobüsle giden grup, ören yerine
bir kilometre kala, yolun kayalarla kapatılmış
olduğunu gördü. Bunun üzerine ören yerine yaya
olarak ulaşmak isteyen grup, yolda jandarma ekipleri
tarafından durduruldu. Jandarma ekipleri, grubun
ören yerine gitmesine, bu yönde yapılan tüm ricalara
rağmen izin vermedi. Tanık, konuya ilişkin
gazetecilere yaptığı açıklamada, Allianoi'yi sular
altında kalmadan görmek istemelerinin engellenmiş
olmasını kınadığını ifade etti.
Yolu kapatılmasının ve Allianoi'ye ulaşmalarının
engellenmesinin, Yunan gruba yönelik olduğunu
düşünmediğini söyleyen Tanık, şunları kaydetti:
“Buraya, sanıyorum Türk basınının da girmesi mümkün
olamadı. Yunanlıların burayı ziyaret etmelerinin
amacı burayı son bir defa görmekti. konulan
ambargonun gereksiz endişeden kaynaklandığını
düşünüyorum.
Uygulama, yapılan bu işten yönetimin emin
olmadığının bir işareti. Yaptığınız işlemden
eminseniz, herkese gösterebilirsiniz. Oysa bu
gösteriyor ki, burada gizli yapılmasına ihtiyaç
duyulan bir uygulama var.”
Midilli Valisi Pavlos Vogiatzis de Allianoi'yi son
bir kez görmeden dönmekten duyduğu üzüntüyü ifade
ederek, “Komşu bir ülkenin insanları olarak burayı
görmek isterdik. Böyle olmasını beklemiyorduk.
Aslında bu Türk devletinin hatası değil. Bu tüm
dünya tarihinde yapılan bir hatadır. Allianoi'nin
kaybolması, evimizden bir parçanın kaybolması
gibidir.”
Yunan grubun Allianoi'ye geçişine izin
verilmediği sırada bölgede bulunan çevre köylerden
Paşaköy'ün muhtarı Adnan Çelik de yolun kayalarla
kapatılmasına tepki gösterdi.
Yolun kayalarla kapatılmış olmasından şikayetçi olan
Çelik, “Yolu tamamen taşlarla kestiler,
tarlalarımıza gitmek için traktörlerimizle ve
araçlarımızla geçemiyoruz, ürünümüz tarlada kaldı.
Pazartesi günü bu yol için savcılığa suç duyurusunda
bulunacağım” dedi.
Hürriyet, 28.09.2010
TARİHSEL MİRASIMIZ TEHDİT ALTINDA
Türkiye'deki tartışmalı baraj projeleri, Batı
medyasının da büyütecinin altında. Los Angeles Times,
Hasankeyf kaynaklı haberinde "Bir baraj, mirası, bir
Kürt kentinin geçimini suların altına bırakmakla
tehdit ediyor" derken Le Monde gazetesi, "Allianoi
Kaplıcası'nı bir baraj tehdit ediyor" ifadesini
kullandı. Her iki gazete, söz konusu projelerinin
"hukuku ihlal ettiği"ni ifade etti.
ABD'nin büyük gazetelerinden Los Angeles Times, "Bir
Baraj, Mirası, bir Kürt Kentinin Geçimini Suların
Altına Bırakmakla Tehdit Ediyor" başlığını
kullandığı Hasankeyf kaynaklı haberinde "Bir
zamanlar Asya'yı Avrupa'ya bağlayan İpek Yolu'nun
önemli bir durağı olan, Türkiye'nin
güneydoğusundaki, Dicle nehri kıyılarındaki tarihi
Hasankeyf kenti, geçimi turizme bağlı 3 bin kadar
insanı besleyen zengin bir tarihin parçasıdır. Ancak
hükümet, büyük bir hidro santralini tamamlamak için
acele ederken Hasankeyf yakında birçok arkeolojik
zenginlikleriyle birlikte tamamen suların altında
kalacak" diye yazdı.
Hasankeyf halkının şikayet ve yakınmalarını yansıtan
gazete, İrlanda Ulusal Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Başkan Vekili Maggie Ronayne'nin "Hasankeyf, Türk
ulusal miras yasası ve Avrupa hukuku ve
yönetmenliklerinin koruması altında. Bu nedenle, bu
projenin geliştiricisi olarak devlet, kendi
yasasının yanı sıra Avrupa hukuku ve diğer kuralları
ihlal ediyor" iddiasını da aktardı.
Allianoi kaplıcasının çok iyi korunduğunu,
galerisinin çok güzel olduğunu ifade eden Fransız Le
Monde gazetesi ise, "Ekolojist dernekler harekete
geçmesine rağmen hiçbir şeyin, Allianoi'yi tehdit
eden baraj projesini durduramayacağı gibi görünüyor"
yorumunu yaptı. Gazete, "15 yıl önce lanse edilen
Yortanlı baraj projesi, doğa ve tarihi mirasının
korunmasına ilişkin yasayı da ihlal ediyor. İnşaat
işleri aleyhinde bir düzine yargı kararı da var.
Nihayet, projenin rantabilitesi de kuşkulu. Halbuki
Allianoi, yılda yüz binlerce turisti çekebilirdi"
diye yazdı.
Fransız gazetesi, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın, sivil toplumun Allianoi'yi kurtarma
çağrıları "abartılı" bulduğunu, tarihi mirasın
herhangi bir zarar görmeyeceğini söylediğini
belirttiği haberinde Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlu'nun Tarkan için sarf ettiği "Bilmediği konuya
burnunu sokmasın" yönündeki sözlerine de dikkat
çekti.
Arkitera, 28.09.2010
TARİHİ CAMİ İBADETE
AÇILACAK
Tokat'ta yüzlerce yıl
önce bağımsız minare yapılarak camiye çevrilen Hamza
Bey Camii ibadete açılmaya hazır hale geldi.
Meydan Çarşısı Çekenli
İş Merkezi arkasında bulunan Hamza Bey Camii, camiye
yaklaşık 10 metre uzaktaki minaresi ile dikkat
çekiyor. Birkaç yıl öncesine kadar etrafı evlerle
çevrili olan minare yapılan istimlak çalışmaları ile
gün yüzüne çıkarılırken, cami restorasyon edildi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafında yaklaşık 210 bin
TL'ye mal olan restorasyon çalışmaları nedeniyle bir
süre kapalı kalan caminin tekrar ibadete açılması
bekleniyor.
Mülkiyeti Hamza Bey
Vakfı'na ait olan tarihi cami Çelebi Sultan Mehmet
döneminin önemli devlet adamlarından Bicaroğlu Hacı
Nureddin Hamza Bey tarafından 1412 yılında zaviye
olarak yaptırıldı. XV. yüzyıl Osmanlı zaviye
minaresinin tipi bir örneği bu plan tipi ile
Bursa'da ki erken dönem Osmanlı camilerine ilham
kaynağı oldu. Kuzey batı tarafına yapıdan bağımsız
minare yapılarak camiye çevrildi.
Nemrut
Dağı'ndaki tanrı heykellerinden 9'unun
mermerden yapılan aynı boyuttaki örnekleri,
Adıyaman Üniversitesinin girişine
yerleştirildi. Üniversite tarafından, 2009 yılında
başlatılan 2. Work-Shop Atölye Heykel
Çalışmaları'nın bu yılki bölümü kapsamında
tamamlanan 5 heykelle, toplam 9 heykel,
üniversitesinin ana girişini süslemeye başladı.
Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel
Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mustafa Bulat
başkanlığındaki bir ekip tarafından başlatılan
çalışmada, 9 heykel asıllarıyla aynı boyutta,
mermerden yapıldı. Üniversitenin ana girişi olarak
tasarlanan, Cendere Köprüsü simülasyonu giriş
yollarında, dev vinçlerle kaideler üzerine
yerleştirilen Nemrut Dağı'ndaki heykeller, kampüs
alanını adeta açık hava müzesine dönüştürdü.
Adıyaman Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr.
Mustafa Gündüz, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Nemrut Dağı'ndaki heykellerin
üniversitede yeniden hayat bulduğunu, taş
heykellerin Muğla'dan getirtilen mermerlerle birebir
örneklerinin yeniden yapıldığını söyledi. Proje
kapsamında Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Heykel Bölümü heykeltıraşlarının
Adıyaman'a gelerek, çalışmalara katıldığını ve tatil
yapmadan çalışmaya devam ettiklerini dile getiren
Gündüz, şöyle konuştu:
''Adıyaman Üniversitesi'nin girişinin tasarlanması
sürecinde 'Cendere Köprüsü simülasyonu' ana giriş
olarak görüşülürken, Doç Dr. Mustafa Bulat ve eşleri
Serap Bulat Atatürk Üniversitesi'nden benim çok
değerli dostlarımdı. Onlarla bir görüşmemiz
sonrasında Nemrut Heykelleri'nin taştan yapıldığı
doğa koşullarından ve benzeri koşullardan
yıprandıkları, bir süre sonra siluetlerinin
kaybolabileceği tehdidine karşılık, mermerden en az
5 bin yıl dayanabilecek birebir ölçülerinde
heykellerin yaptırılması projesinin çok doğru
olacağı ve üniversitenin sadece bugüne değil
geleceğe bin yıllar ötesine önemli bir hizmet
sunabileceği fikri ile bu projeye başladık.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ortaklaşa bir proje
geliştirdik. Sevgili dostum Mustafa ve eşleri Serap
hanımın öğrencileriyle birlikte bu projeyi üçayakta
devam edecek şekilde ve üç çalıştayda
tamamlayabileceklerini gördük. Bu çalıştayın da
önemli bir bölümü de tamamlanmış durumda.
Üniversitesinin ana girişinden itibaren 9 tane
Nemrut Dağı'nda bilinen ve en öne geçmiş olan
heykellerin mermerden birebir olarak yapılmış
olanlarını selamlayarak girecek insanlar. Böylelikle
Nemrut Dağı'nda belki birkaç yüzyıl sonra
göremeyeceğimiz taştan yapılmış olan o heykellerin
Adıyaman Üniversitesi aracılığı ile binlerce yıllık
birebir kopyaları çıkarılmış olacak.''
Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Heykel Bölümü Başkanı
Doç.Dr.
Mustafa Bulat da, çalışmanın kendisini
heyecanlandırdığını, projede yer almaktan mutlu
olduğunu ifade etti. Önceki yıl Muğla bölgesinden
getirtilen mermerlerle Nemrut Dağı'ndaki doğu
terasta bulunan heykellerden 4 tanesinin yapımını
gerçekleştirdiklerini belirten Bulat, şu bilgileri
verdi:
''Commagene, Herakles, Antiochos ve kartal başlarını
çalıştık. Bu proje ikinci yılında yine Work-Shop
çalıştayı olarak devam etmektedir. Bu dönemde de
tokalaşma sahnesi yüksek rölyef kabartma, Horoskop
Aslan, Apollo ve oturan aslan ile Zeus heykelinden
oluşan 5 heykel daha yaparak bunları Üniversite açık
hava müzesine yetiştirip girişin sağında ve
solundaki yollarda sergilenecek. Seneye de bu
projeyi tamamen sonuçlandıracağız. Bu çalışma 2 bin
yıllık Nemrut Uygarlığı'nın Anadolu yerel halkının ve
sanatçılarının bıraktığı mirası asıllarına uygun
olarak yaşatacak.
Asılları Nemrut Dağı'nda yıpranmış bir durumda. Biz
bunların kopyalarını üniversiteye yaparak gelecek
kuşaklara bırakmak istedik. 2 bin yıl önce
Anadolu'da sanatçıların orada yaptıkları şaheserleri
incelemek ve onları yapmak, büyük bir iş. O
heykellerin aslında müthiş bir ders de alıyoruz. O
heykellere büyük bir anıtsallık kazandırmışlar. Biz
o birikimlerimizi burada paylaştık ve onları yine
aynı duygularla onların yaşadıklarını bizler de
yaşayarak bu heykelleri ortaya koymak heykeltıraşlar
için anlamlı bir çalışma olsa gerek.''
Yapı, Fotoğraf: Fetit Binzet, 27.09.2010
ÇARMELİK KERVANSARAYI KURTULACAK
Şanlıurfa'daki
önemli tarihi mekanlardan olan ve son yıllarda
yıkılma tehlikesi bulunan ''Çarmelik Kervansarayı''nda
restorasyon çalışmalarına hazırlık çerçevesinde kazı
ve temizlik çalışması başlatıldı.
Dünyanın en eski kentlerinden ve Türkiye'de en
çok arkeolojik kazı çalışmasının yapıldığı
kentlerden biri olan Şanlıurfa'da, bir çok tarihi
eser ve mekan elden geçirilmeye çalışılıyor. Bozova
İlçesine bağlı Büyükhan Köyü'nde bulunan, Osmanlı ve
Selçuklu mimarisinden izler taşıyan ve Evliya
Çelebi'nin Seyahatname'sinde de ismi geçen tarihi ''Çarmelik
Kervansarayı''nda da, Şanlıurfa Müze Müdürlüğü'nce
kazı ve temizlik çalışması başlatıldı. Şanlıurfa
Müze Müdürü ve Kazı Başkanı Arkeolog Müslüm Ercan,
yaptığı açıklamada, kervansarayın tarihi ve
yürütülecek çalışmalar hakkında bilgi verdi.
Kervansarayla ilgili bir kitabe bulunmaması
nedeniyle, eserin inşa tarihinin net olarak
bilinmediğini ifade eden Ercan, ''Ama Evliya
Çelebi Seyahatnamesi'nde, Halep'ten Nizip'e,
Nizip'ten Birecik, Rumkale, Suruç ve Çarmelik'e
ulaştığını ifade ediyor. Bu tarihi 1314 olarak
belirttiği için de kervansarayın 1314'ten önce
yapıldığını söyleyebiliriz'' dedi. Osmanlı ve
Selçuklu döneminden izler taşıyan kervansarayın
kuzey kısmında temizlik ve kazı çalışmaları
başladıklarını belirten Müslüm Ercan, ''Yaptığımız
bu çalışmanın temel amacı temizlik
aşamasını gerçekleştirerek kervansarayda
restorasyona zemin hazırlamaktır. Çalışmamızı şu anda
yıkık durumda olan kervansarayın ana hatlarını
ortaya çıkarmak ve restorasyona bir ön hazırlık
oluşturmaktır. Umarım bu çalışma sonunda Çarmelik Kervansarayı'nın
restorasyonu yapılır ve turizme kazandırılmış
olur.''
Zaman, 27.09.2010
SİİRT ULU CAMİİ RESTORASYONDA
Ulu Camii minare kaidesindeki kitabeye göre 1129 yılında zamanın Selçuklu Sultanı Mugiziddün Mahmut tarafından yapıldı.
Tavanın su alması nedeniyle bazı bölümlerde dökülmeler başlaması üzerine, camiyi kurtarmak için yetkililer harekete geçti.
Siirt Valisi Musa Çolak:" Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından da ihalesi de yapılmıştır, yaklaşık 770 bin TL’ye mal olacak restorasyon çalışmalarında kubbe kısımlarında yer alan kurşunlar yenilerek, iç kısım ve abdest bölgesinin tamamen restore edilerek vatandaşlarımızın hizmetine sunulacaktır." dedi.
Gelecek yıl tamamlanması beklenen restorasyon çalışmaları nedeniyle Ulu Cami geçici olarak ibadete kapatıldı.
Trt/Haber, 27.09.2010
EL YAZMASI KİTAP, ÖZEL ORTAM VE BAKIM İSTER
Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir
Şahin, el yazması eserlerin insanlığın ortak
kültürel değeri haline geldiğini belirterek, bu
kitapların özel ortam ve bakım istediğini, naylon
poşetlerin içine konulmaması, havasız ortamlarda
bırakılmaması, uzun süre rafta tutulmaması ve
iklimlendirmeye azami dikkat edilmesi gerektiğini
bildirdi.
Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hava
kirliliğinin insan sağlığına verdiği zarar kadar,
kitaplara da zarar verebildiğini belirtti.
Bu nedenle insanlığın ortak kültürel değeri haline
gelen el yazması eserlerin titizlikle korunması
gerektiğini ifade eden Şahin, "Yazma eserler uzun
süre rafta tutulmamalı. Çünkü uzun süre aynı rafta
tutulan eserlerin minyatür, tezhip veya yazıları
hava almadığı için bozulabiliyor" dedi.
Şahin, el yazması kitapların yıpranmasının
önlenebilmesi için belirli aralıklarla tek tek elden
geçirilerek, tozlarının alınması ve eserlerin
havalandırılması gerektiğini bildirdi.
El yazması eserlerin her rafa, her odaya da
konulamayacağına vurgulayan Şahin, şunları kaydetti:
"El yazması eserlerin bulunduğu yerin ısısının kışın
16 derece, yazın ise 24 derece olması gerekir. Ani
ısı değişimlerinden kaçınılması ve nem oranının
yüzde 50, ışık şiddetinin de 50 lux olmasına dikkat
edilmelidir. Konya bu anlamda bu gibi eserlerin tam
yaşayacağı yerdir. Örneğin, Kurtuluş Savaşı sırası
nda bir takım önemli belgelerin İstanbul'dan
Konya'ya binamızın karşısındaki Anber Reis Camii'ne
getirilerek saklandığını gösteren bir belgeye
rastladık. Yani Konya nem, ısı ve deprem konusunda
oldukça şanslı bir bölgemiz."
Kitapların değerinden insanları haberdar etmenin
önemine de değinen Şahin, "Evlerdeki bazı el yazması
kitaplar, ya bodrum katlarında ya da tavan
aralarında, rutubetli, tozlu, topraklı yerlerde
muhafaza ediliyor. Bunlar ancak eğitimle
önlenebilir" diye konuştu.
Kitapların dostu olduğu kadar düşmanlarının da
olduğunu, hatta düşmanları kadar dostların da
kitaplara zaman zaman zarar verdiğini dile getiren
Şahin, sözlerine şöyle devam etti:
"Bir insan art niyeti olmadan nasıl kitaba zarar
verir? Bunlar bizim batıl inanç diyebileceğimiz
geleneklerdir. Kitabın içindeki muhteva hiç önemli
değildir. Bakıyor kitaba, 'Ha bu Arap harfli demek
ki kutsaldır' diyor. Bizdeki kutsallık kavramı da
çok yanlış yorumlanıyor. Arap harfleriyle yazılmış
kitaplara el değmenin bile zor olduğu düşünülüyor.
'Madem biz okumuyoruz. Okumamak da günah. Bunları
ocakta yakalım. Küllerini de ayak değmedik bir yere
koyalım' gibi yanlış düşüncelere sahip insanlar var.
Bunlara hala rastlıyoruz. Bizde kağıt da kutsaldır,
kalem de kutsaldır. Bunlar ayak altında durmasın,
bunlara ayak basılmasın düşüncesiyle, götürülüp
mezara gömülmüştür. Mesela bundan 3-4 yıl önce Hoca
Cihan Mezarlığı'ndan bize bir ihbar geldi.
Gittiğimizde gördük ki küreği nereye saplasak, sanki
kitap tarlası. Kitaplar oraya gömülmüş. Kim
tarafından gömüldüğü bilinmiyor. Kitaplar çürümüş
vaziyette bulundu. Bizde bununla ilgili yaşanmış
birçok örnek var. Neden? Ayak basılmasın diye.
Mezarlık da kutsal atfediliyor, orada çok
gezilmiyor, mezara ayak basılmıyor. Yine suya kitap
atma batıl bir gelenek."
Türkiye Gazetesi, 27.09.2010
BÜYÜK İSKENDER'İN SU TÜNELİ MÜZE OLACAK
İzmir’de Agora kazı alanına yakın Sakarya Mahallesi’nin 821 sokak, 23 numaralı evinin altında 2 bin 500 yıllık su tüneli bulundu. 2 metre yüksekliğinde 1 metre genişliğindeki tünele merdivenlerle iniliyor. Ayaklar, 20 basamaktan sonra tünelin zemininde bulunan suyla buluşuyor. Aşırı soğuk olan suyun derinliği 50 santimetre. Tünelde kesintisiz 100 metre yürümek mümkün daha sonra yıkılan bir ev nedeniyle tünelde yürümek mümkün olmuyor. Tarihçiler bunun 2 bin 500 yıllık bir su tüneli olduğunu açıkladı.
Roma döneminde yapılan tünelden Kadifekale’deki su Agora’ya aktı. Altında tünel olan evde doğup büyüyen Rami Bitlen (55) çocukken sık sık indikleri tünel yüzdüklerini, saklambaç oynadıklarını, buranın kimi zaman dilek kuyusu olarak kullanıldığını özellikle genç kızların gelip evlilik dilediğini belirterek, 1980’li yıllarda kentte uzun su kesintilerinin olduğu zaman kadınların tünelden kovalarla çektikleri suyu evlerinde kullandığını söyledi.
Bitken’den evi 84 bin liraya satın alıp, tüneli üç ay içinde turizme kazandırmayı amaçlayan Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, şöyle konuştu:
“Makedonya Kralı Büyük İskender’in buradan ava gittiği, rüyasında gördüğü pınarın aktığı tünel burası. Kadifekaleden Agora’ya kadar uzanan bir hat. Tarihte hep ‘tünel’ diye anlatılır. İşte o meşhur tünel burası. İzmir turizm kimliği olmasına rağmen bunu yeterince kullanamayan bir kent. Altınpark kazı çalışmasıyla arkeopark yaratacağız. Bu da onunla bütünleşen bir yapı. Bence İzmir’e çok önemli bir şans yaratacak. Suyu da pırıl pırıl. İnsanlar uzun süre o suyu kullanmışlar. Araştırmacı- gazeteci bir arkadaşımız böyle bir yer olduğunu söyledi ve baktık gerçekten doğru tünel. İçinden çıkan tarihi eserleri sergileyeceğiz. Biz sahip çıkmasaydık yıkılıp yok olacaktı. Satın aldık. Üç ay içinde projemizi aşama aşama hayata geçireceğiz. 100 metresinde bile yürünse bu çok önemli. Büyük İskender’in yüzerek, yürüyerek, koşarak ava gittiği tünel burası. Evin bahçesinden bakıldığında İzmir perspektifi de çok güzel. Burayı kafeterya haline getireceğiz.”
Hürriyet Ege, 27.09.2010
EDİRNE'DE ORTAÇAĞ YERLEŞMESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILMAYI
BEKLİYOR
Edirne'nin Lalapaşa İlçesi'ne bağlı Sinanköy'de hiç el değmemiş halde bulunan ve
günümüze kadar gelen Ortaçağ yerleşmesi gün yüzüne
çıkarılmayı bekliyor.
Trakya
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Engin Beksaç, Lalapaşa İlçesi'ne bağlı Sinanköy'ün, önemli yerleşim alanlarından biri
olduğunu söyledi.
Sinanköy'de
Erken Ortaçağ ve Geç Ortaçağ sürecine kadar
şekillenen uzun bir yaşam periyotunun bulunmasının
mümkün olduğunu ifade eden Beksaç, ''Burada
karşımıza çıkacak olan hem yaşam yapısı, hem askeri
yapısı, hem dini yapısı ve sosyal kimliği ile bir
yerleşmeyi bir bütün olarak ortaya çıkarabileceğiz''
dedi.
Turizm Gazetesi, 27.09.2010
TÜRKİYE'DEN 50 YERİ UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE
SOKACAKLAR
Dünya Mirası Gezginleri Derneği,
Türkiye’de UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine
giren yerlerin önemine dikkat çekmek, bu listeye
daha fazla yerin girmesini sağlamak amacıyla
çalışmalar yapmayı üstlenen bir grup gönüllü
gezginden oluşuyor. Üye sayısı şu anda 164. Toplam
sayısı 911 olan UNESCO Dünya Mirası’ndan 551’ini
gören Başkan Atila Ege, “Amacımız en az 5 bin
kişinin desteğini sağlamak” diyor.
Dünya Mirası Gezginleri Derneği Başkanı Atila
Ege, uzun yıllar yurtiçinde ve yurtdışında eğitim
alanında çalıştı. Her fırsatta eşi Nihal Ege’yle
seyahat etti. 40 senede 140’ın üzerinde ülke
gördüler.
Dünya miraslarına ilgileri ise 8 sene önce,
yurtdışında karşılaştıkları genç bir çiftin Güney
Amerika’da UNESCO Dünya Mirasları’nı gezdiklerini
öğrenmeleriyle oldu. Onlar da listedeki yerleri
gezmeye başladılar. Her gördükleri yerde, Dünya
Mirası amblemine ve sertifikalara çok önem
verildiğini gördüler. Bu yerlerde kartpostallar,
şemsiyeler, hediyelik eşyalarda bile Dünya Mirası
amblemi kullanılıyordu. Türkiye’ye döndüklerinde
“Acaba bizde durum nedir” diye düşünmeye ve
araştırmaya başladılar. Fakat ne bir amblem vardı,
ne de bu konudan haberi olan birileri. Böylece
kolları sıvadılar.
Ege, UNESCO’dan yüzlerce sayfa doküman getirdi.
Bunları titizlikle çevirtti. Eşi Nihal Ege’nin
çektiği fotoğraflarla bir powerpoint sunumu
hazırladı ve çeşitli topluluklarda konferanslar
vermeye başladı. Bu sırada bir yandan eşiyle
listedeki yerleri gezmeye devam ediyordu.
7 senede 100’e yakın konferans verdi. “Elimde çanta,
projeksiyon makinesi ve dizüstü bilgisayar, yanımda
eşim Nihal ile şehir şehir dolaştık. Çağrıldığımız
her yere gittik” diyor. Ege, Kültür ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’nde genel müdür dahil olmak üzere tüm
kadroya, Denizli ve Çanakkale illerinde valilere,
iki kez
Antalya ve Senegal’deki uluslararası UNESCO
toplantılarında birikimlerini paylaştı. Gördüğü ilgi
muazzamdı.
UNESCO’da söz sahibi olmak için yaptığı
araştırmada mutlaka dernekleşmeleri gerektiğini
anladı. Ayrıca eşiyle tek başına bu büyük çalışmanın
altından kalkamayacağını düşünüyordu. Yol
arkadaşlarına ihtiyacı vardı. Gezgin grubu ile
yaptığı gezilerde gördüğü Dünya Mirası amblemleri ve
bu konuya verilen değer kültür meraklısı dostlarını
da etkilemişti. Hepsi bir çatı altında toplanmaya
hazır olduklarını söylediler. Böylece “Kültür
değerlerimiz yok olmasın. Onları UNESCO aracılığı
ile dünyaya tanıtalım” sloganı ile geçen haziran
ayında, Dünya Mirası Gezginleri Derneği’ni kurdular.
Yönetim kurulunda Başkan Atila Ege’nin, arkadaşları
Müjdat Gültekin, Aynur Koç, Serdar Ahıskalı ve Kanat
Başar yer aldı. Dünya Mirası Gezginleri grubunda şu
anda 164 üye var. Ege, “Dernek olarak hedefimiz en
az 5 bin üye. Ne kadar zamanda ulaşırız bilemiyorum
ama eğer ülkemiz için bir şeyler yapacaksak en az 5
bin kişinin desteğini almalıyız. Bu her köşesinden
kültür hazineleri fışkıran ülkemiz için ulaşılamaz
bir hedef değil” diyor.
Dernek üyeleri 1 Eylül’de ilk toplantılarını
yapıp, hedeflerini ortaya koydular. Türkiye’de en az
50 yerin UNESCO’nun dünya kültür mirasları listesine
girmesini, 100’e yakın yerin aday olmasını, her Türk
insanının Dünya Mirası’nın ne demek olduğunu
bilmesini sağlamak ayrıca Türkiye’yi Dünya Mirası
amblemleri ile donatmak, UNESCO ile ilgili her
önemli yıldönümünde o miras yerinde uluslararası
büyük şenlikler düzenlemek belirledikleri hedefler
arasında.
Atila Ege, “Dünya Mirası bilincini yerleştirmek için
ilk etapta lise ve kolejlere giden gençlere öncelik
vermek istiyoruz.
İstanbul Valiliği ve Milli Eğitim Müdürlüğü ile
ilk pilot bölgenin
İstanbul olması konusunda adımlar atıyoruz. Her
okulda UNESCO ve Kültür Miraslarımız Kolu (veya
kulübü) kurulmasını sağlamaya çalışıyoruz. Liseyi
bitiren gençlerimizin bu konuda mutlaka bilgisinin
olması ilk hedeflerimizden. Bunun için UNESCO bir
kitapçık hazırlıyor. Biz de bir poster hazırladık.
Aynı şekilde özellikle turizm ile ilgili
üniversite ve yüksek okullarımızda bu konunun ders
olarak işlenmesini sağlamalıyız. Bunun için de
Milli Eğitim Bakanlığı ve
YÖK ile temas edeceğiz” diyor ve ekliyor: “Daha
çok işimiz var.”
Dünya Mirası Gezginleri Derneği’ne üye olmak için
www.dunyamirasigezginleri.com adresinden form
doldurmak ve 100 lira olan 2010 yılı yıllık aidatını
yatırmak gerekiyor.
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Müjdat
Gültekin
33 seneden beri
İstanbul’da serbest avukatlık yapıyorum. Kapalı
bir grup olarak Atila Bey’in liderliğinde sürekli
Dünya Miraslarını geziyorduk. Bu sene
gerçekleştirdiğimiz Orta Amerika gezimiz sırasında
Atila Bey’le yaptığımız sohbette kurumsal bir
nitelik kazanmamız halinde bir sivil toplum örgütü
olarak, Türkiye’deki Dünya Mirası ilan edilen
yerlerin artırılmasına yönelik UNESCO nezdinde
temaslarda bulunabileceğimize karar verdik. Gezi
dönüşünde gerekli hazırlıkları yaparak derneğimizi 4
Haziran tarihinde kurduk. Derneğimizi tüm kamu
kurumları ve sivil toplum örgütlerinde temsil etmeye
çalışıyorum. Şu sıralarda sürekli olarak
derneğimizin tanıtımını yaparak üye kaydetmeye
yoğunlaşmış vaziyetteyim. Ne kadar çok gezgin üyemiz
olursa o kadar güçleniriz hem de UNESCO nezdindeki
itibarımız artar. Türkiye’deki Dünya Miraslarını
korumaya ve arttırmaya gönül vermiş veya kendisini
gezgin kabul eden herkesi derneğimize üye olmaya
bize güç vermeye davet ediyorum.
Genel sekreter Aynur Koç
Senelerdir
İstanbul’u ve Türkiye’yi köşe bucak gezen,
dünyadaki kültür miraslarını görmek için kültür
turlarına katılan biri olarak bu derneğin kuruluşuna
ön ayak olanlardanım. Seyahat bloglarına ve
gazetelerin seyahat sayfalarına yazdığım seyahat
yazılarımda hep diğer ülkelerdeki UNESCO Dünya
Mirası Listesi’ne giren yerleri anlatırken Türkiye
ile kıyaslama yaptım. Listede senelerdir 9 olan yer
adedimizi artıramazken, elimizdekileri de
koruyamadığımıza hep dikkat çektim.
UNESCO Dünya Mirası bir ortak dünya mirası. UNESCO
Listesine girmek ülkeye hem prestij hem de turist
kazandırıyor. Bu mirası sahiplenmek, sonraki
nesillere doğru ve eksiksiz olarak aktarabilmek, en
önemlisi toplumsal bilinci uyandırmak çok önemli.
Çalışmalarımızı bu duyarlılık üzerine kuruyoruz. Son
günlerde yaşanan Allianoi’nin Yortanlı, Hasankeyf’in
Ilısu Barajı’nın suları altına bırakılmak istenmesi
karşısında toplumsal bir duyarlılık yaratılamadı,
buralara sahip çıkamıyoruz.
Dünyada, UNESCO Dünya Mirası kriterlerinden 9’unu
taşıyan Hasankeyf’in hala listede olmaması, bana
göre hepimizin suçu. Herkesin kendi çapında
yapabilecekleri olmalı.
Hürriyet Seyahat, Haber: Esra Erdoğan,
27.09.2010
DERİNCE GAR BİNASI PROJESİ ONAYLANDI
Derince
Belediyesi, Deniz Mahallesi’nde bulunan tarihi
Derince Gar Binası'n restorasyonuna büyük önem
veriyor. Bu amaçla hazırlanan restorasyon projesi,
Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylandı. Derince
Belediyesi yakında ihaleye çıkacak. Tarihi Gar
binası, sanat galerisi, müze, kafeterya haline
getirilecek.
Özgür Kocaeli, 26.09.2010
25 PADİŞAH FERMANI İLK KEZ BİRLİKTE SERGİLENİYOR
İş adamı Remzi Gür'ün
yaklaşık 12 yıldır biriktirdiği padişah fermanları
koleksiyonu Küçükçekmece Cennet Kültür Merkezi'nde
sergilenmeye başlandı. Serginin
açılışına
Gür'ün yanı sıra Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz
Yeniay, Osmanlı şehzadelerinden Osman Selahattin
Osmanoğlu ile çok sayıda davetli
katıldı.
Osmanlı Padişahlarına
ait 64 ferman ve berat, hat ve tuğranın yer aldığı Hükm-ü Şerif sergisi,
katılanların beğenisini
kazandı. Sergide 1500'lü
yıllardan 1920'ye varan eserler yer alıyor. 12
yıldır ferman ve beratları topladığını belirten
işadamı Remzi Gür, "İlk olarak İngiltere'de bir
müzayedede Osmanlı fermanının satıldığını gördüm.
Yabancılara gideceğine ben alayım diye düşündüm.
Fermanları bir müzede değerlendireceğim" dedi. Osman
Selahattin Osmanoğlu da, "Bende tek ferman var. İlk
kez 25 padişaha ait ferman ve beratı bir arada
gördüm. Çok duygulandım" diye konuştu. Küçükçekmece
Belediye Başkanı Aziz Yeniay, Osmanoğlu ve Gür'e
plaket verdi.
Sabah, Haber: Deniz Derin, 26.09.2010
KİKLAD TEKNELERİ 5 BİN YIL SONRA YİNE SEFERDE
İki medeniyetin buluşmasını sağlayan Ege Denizi’nin ilk deniz aracı Kiklad tekneleri, 5 bin yıl sonra birebir kopya edilerek yeniden yapıldı.
Erken Tunç Çağı’nda Ege Denizi’nin güneyinde 28 adadan oluşan Kiklad Adaları ile Batı Anadolu kıyıları arasında ticaretin başlamasını ve iki kültürün buluşmasını sağlayan Kiklad kayıkları, yeniden canlandırıldı. Hiçbir maden kullanılmadan, dikişli ve ahşabın birbirine geçmesi şeklinde yapılan kayıkların birebir kopyaları, İzmir Urla’da denize indirildi. Döneminin tek deniz ulaşım araçları olan kayıklar, Kiklad Adaları’nda ve Urla Limantepe’deki seramik ve kaya kabartmalarındaki tasvirlerden esinlenilerek, Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi’nce yapıldı. Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığındaki arkeolog ve sanat tarihçileri önce Ege’nin doğal bitki örtüsü çam ve meşe ağacından omurgayı hazırladı. Omurgaya dikey tahtalarla tekne yapılırken, halatlar dikişlerle birbirine geçirilerek gövdeye monte edildi. Çalışmalar sonunda 3 adet Kiklad teknesinden biri tamamen bitirildi, diğer ikisinin de gövdesi tamamlandı. Prof. Erkanal, “1 tane 14 metrelik ve 2 tane de 19 metrelik Kiklad teknemiz olacak. 5 bin yıl önce Ege’de filo halinde dolaşan Kiklad filosunu kurduk” dedi.
Milliyet, 26.09.2010
BRUEGEL'İN TABLOSU BULUNDU
16'ıncı yüzyılın usta ressamlarından Pieter Bruegel the Elder tarafından yapılan ve önceden Bruegel'e ait olduğu bilinmeyen bir tablonun resim restoratörleri tarafından ünlü ressama ait olduğu ortaya çıkarıldı.
The Wine of St. Martin's Day adını taşıyan tablo, mevsimin ilk şarabını kutlayan 100 kadar insanı tasvir ediyor. Tablonun Bruegel'e ait olduğu ortaya çıkarılmadan evvel İspanyol ressamın 40 tane imzalı tablosu bulunuyordu. Madrid'te bulunan Prado Müzesi'nin, tabloyu 7 milyon avro gibi bir rakama satın almak için sahibiyle görüşmeler yaptığını yazan El Pais gazetesi, tablonun müzayedeyle satılması halinde 25 milyon avro getirebileceğini iddia etti. İspanya Kültür Bakanı Angeles Gonzalez Sinde, "Bruegel'in bir tablosunun ortaya çıkarılması istisnai ve tekrar edecek bir durum değil" derken, İspanya'nın tabloya ne kadar ödeyebileceği konusunda bir açıklama yapmadı ancak tabloyu ülkede tutacaklarının güvencesini verdi. Bruegel, tabloyu 1565 ve 1568 yılları arasında yaptı. Tablo, hepsini; köylü kadınları, çocukları, dilencileri, hırsızları ve sarhoşları mevsimin ilk varilinden şarap almaya çalışırken tasvir ediyor. Keten üzerine sulu boya ile yapılan resim, Bruegel'in ölçü olarak en büyük eserlerinden biri olma özelliğini de taşıyor. Eserin sahipleri, tabloyu geçen yıl satmaya çalışana dek tablonun Bruegel'e ait olduğunu bilmiyordu. Prado Müzesi, eseri inceledi ve bu ayın başında X-ray ile yaptıkları çalışma sonucunda, tablonun alt kısmında Bruegel the Elders'ın imzasının olduğunu ortaya çıkardı.
Taraf, 25.09.2010
TOPHANE'DE YARA SARMA ZAMANI
Tophane, sanat galerilerine yapılan saldırıdan
sonraki üçüncü günü sakin geçirdi. Konu hala sokak
başlarında konuşulmaya devam etse de, kırılan
camlarını onaran galerilerin de kapılarını yeniden
açmasıyla semt eski havasına büründü. Saldırının
ardından galeriler özellikle akşam iş çıkışı
saatlerinde ‘meraklı’ların akınına uğruyor.
Mahalleliler de kimi zaman galeri sahibini yolda
gördüğünde kimi zaman ise geçerken uğrayıp kapıdan
şöyle bir başını uzatarak geçmiş olsun dileklerini
iletiyor.
Galeri Elipsis’ten Sinem Yörük, “Bakkalımız,
eczanecimiz, otoparkçımız yani esnaf bize geçmiş
olsun dileklerini iletti. Bakkala giderken söylendi.
Sabah bizi görenler yine bu dileklerini iletti. Mal
sahibimiz ve alt komşumuzla binada karşılaştık,
samimi biçimde iyi dileklerini ilettiler” dedi.
Outlet çalışanları da sanatseverlerin ve
Tophanelilerin saldırının olduğu günden beri destek
için geldiğini ve ziyaretçi sayılarının arttığını
söyledi.
Galeri Non’dan Azra Tüzünoğlu’na göre ise ziyaretçi
profili de değişti: “Sanat dünyasından
arkadaşlarımız geliyor. Tanımadığımız pek çok insan
da destek olmaya geliyor. Normalde de ziyaretçimiz
sezon açıldığı için çoktur. Ancak şu an izleyici
kitlesi değişti. Sanatseverlerden ziyade merak
edenler ziyaret ediyor. Tabii bir de olaylardan
haberdar olmayan turistler var. Mahalleli galeriyi
gezmiyor ancak yolda gördüklerinde geçmiş olsun
dileklerini ilettiler. Polis de geliyor sık sık ve
durumu kontrol ediyor. Sonuçta her şey süt liman
diyemesek de her şeyin diyalog üzerine
projelendirilmiş haline dönüşmesini bekleyebiliriz.”
Pi Art galeri asistanı Eda Deralal özellikle akşam
saatlerinde ziyaretçi sayılarının arttığını
söylüyor: “Mahalleli çoğu kez kapıdan ‘geçmiş olsun’
diyor. Ama yeni taşınan bir komşu vardı. Gelip
geçmiş olsun deyip, üst kattaki sergiyi de
gezdiler.”
İstanbul’un Beyoğlu İlçesi Tophane semtindeki dört
galeri, 21 Eylül akşamı, beş sergi için ortak açılış
yaparken saldırıya uğradı. Beş kişi yaralandı.
Gözaltına alınan yedi kişi salıverildi.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Tophane’deki toplu sergi
açılışı sırasında yaşanan saldırıda ‘polisin 45
dakika geç kaldığı’ iddialarına karşı yazılı
açıklama yaptı ve şöyle dedi: “Üzücü olaylar polisin
olay yerine geç intikal etmesi kaynaklı değildir.
Haber merkezimize saat 20.24’te yapılan kavga anonsu
üzerine olay yerine sevk edilen ilk ekip anonstan
sadece iki dakika sonra saat 20.26’da, ikinci ekip
ise saat 20.28’de olay yerine intikal etmiştir. Bu
ekiplere gönderilen takviyelerle toplam yedi ekip
tarafından olay tam olarak kontrol altına
alınmıştır.” Olaydan sonra basına konuşan bazı görgü
tanıkları ise polisin olay yerine 25-45 dakika sonra
geldiğini söylemiş; bazı görgü tanıkları ise ilk
ulaşan üç kişilik ekibin saldırıyı önlemekte
yetersiz kaldığını vurgulamıştı.
Tophane saldırısına tepkiler devam ediyor.
Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız:
“İşin özü; kendi yaşam anlayışlarını paylaşmayan her
kim olursa olsun onları, köylerinden, semtlerinden
kovma, sonrasında ise kendilerine şeriat kurallarına
göre yaşayabilecekleri kurtarılmış bölgeler,
gettolar yaratma çabasıdır. Biz bunları tanıyoruz.
Bir hayli yol aldılar. Artık kendilerine mahsus,
mahalleleri, marketleri, şirketleri, okulları,
yurtları, üniversiteleri, tesettürlü otelleri,
plajları, kasapları, pastaneleri bile var.”
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı Tophane saldırısını
“İnsanların bazı şeylere tepki verme hakkı var, ama
bunu güçle, kaba kuvvetle elde etmeye çalışmak kabul
edilebilir şey değil” diye değerlendirdi.
Radikal, Haber: Neslihan Tanış, 25.09.2010
İKONALARI RESMEDEN HATIRLANIR, KIRAN DEĞİL
Tophane’deki olanları görünce canlı canlı
toplara konulup gökyüzüne yollanan zavallıları
düşündüm. Ama sonra ikonaları kıranları kimsenin
hatırlamadığını düşünüp rahatladım.
Sanata hakaretle ardındaki hayat tarzına tepki
koymak çok eskiye dayanır.
Hayır, “Tükürürüm heykelinize” diyen başkan beyden
söz etmiyorum.
Daha eskilere gidelim, İstanbul’un sadece yedi
tepesinin olduğu yıllara.
Bizans’ta ikona sanatı kutsalı binalara taşıdı.
Meryem Ana’nın, Oğul İsa’nın tekli çiftli
portreleri kiliseleri süsledi, popüler ibadet
noktaları oluşturdu.
Ama kiliseyi yönetenler bir gün fark ettiler ki...
Okuma yazması kıt dindarlar, kutsal kitaplarında
yazana değil, resme tapınıyor. Yani putlar geri
dönüyor...
Kentin dört bir yanında ikonoklastlar, yani ikona
kırıcılar türedi.
İkonalar tek tek kırıldı.
Böylece dinin şekil şartı yerine getirildi mi?
Tamam getirildi, ama dindarlar okuma yazma
öğrenebildi mi, kaynak kitapları okuyabildi mi?
Hayır... Ayrıca matbaa olmadığı için zaten nasıl
okuyacaklardı, o da ayrı mesele...
Tophane’deki galeri baskınını duyunca aklıma önce
ikonalar geldi.
Cehaleti, batıl inancı bir yana bırakıp hırsını
resimlerden çıkarmaya çalışanları hatırlamam tabii
ki boşuna değil. Sanatın insanı ve insanlığı nasıl
dönüştürdüğünü iyi biliyorum. Ve Tophane
protestocuları ne kadar yırtınırlarsa yırtınsınlar,
sanat onların da hayatını değiştirecek.
Unutmayın ki insanlık isimsiz ikonaklastları değil
onları resmedenleri hatırlar.
Yaratıcı imha yolları,
Yaratıcı protesto
Londra gibi medeni şehirlerde galerilere saldırı az
olur. Sanat dünyasına kızanlar çokça yaratıcı
protesto yöntemlerini benimser. Misal size, temmuzda
galeriler ve müzeler bir grup eylemcinin
hedefindeydi. Çünkü sanatın en baba sponsoru, bu yıl
dünyaya en büyük çevre felaketlerinden biri olan
petrol sızıntısını yaşatan BP. Tate Modern’da BP’nin
20 yıllık sponsorluğunun kutlandığı etkinlik
öncesinde, VIP konuklar gelmek üzere iken
protestocular girişe petrol döküp, kuştüyleri
serptiler. Galeride helyumla dolu, ucuna ölü balık
tutturulmuş siyah balonlar uçurdular, British
Museum’daki Easter Island sergisinde ise petrol dolu
yumurtalar fırlattılar.
Burkalı kadın resimleri kızdırdı
2008’de Londra’daki Salon’da düzenlenen Sarah
Maple’ın sergisi nedeniyle galeriye bir dizi tehdit
telefonu ve e-mail’i geldi. Bir grup vandal
galerinin camlarını ve kapılarını kırdı. Sergide
burka temalı resimler yer alıyordu. Resimlerdeki
burkalı kadınlardan biri elinde domuz taşıyor, bir
diğerinin rozetinde “Orgazmları seviyorum”
yazıyordu.
“Sağlıklı kültür” bekçisi neo Naziler İsveç’in kuzeyindeki Lund’da bulunan Kulturen
Galerisi, 2007’de vandalların hedefiydi. Andres
Serrano’nun “Cinselliğin Tarihi” sergisine maskeli
dört neo Nazi gelip duvarlardaki fotoğrafları
parçaladı. Artlarında “Daha sağlıklı bir kültür için
çöküşe karşıyız” yazılı kağıtlar bıraktılar.
Rus neo faşistler galeriyi yerle bir etti 2006’da Moskova’daki Marat Guelman Galerisi’nin
sahibi saldırıya uğradı. “Rusya’dan Kötü Haberler”
adlı sergi Rusya’nın gerçeklerine -Çeçenistan’daki
savaş, otoriterliği artan Putin rejimi, yaşam
standartlarının düşüşü ve neo faşistler-
odaklanıyordu. Siyah üniformalı 10 adam galeriye
daldı, Guelman’ı sandalyelerle dövdü.
Nü tanrıçalar
saldırı nedeni Ahmedabad’daki Hussain-Doshi Galerisi, 2006’da, Hint
Tanrı ve tanrıçalarının nü resimlerini sergilediği
için Swabhiman Seva Kuruluşu’ndan eylemcilerin
saldırısına uğradı.
Hint ressamların eserlerini parçaladılar Surat’taki Garden Sanat Galerisi, 2004’te Bajrang
Dal ve VHP çeteleri tarafından saldırıya uğradı.
“Hint panteonunun dine küfreden sanattan korunması
gerektiği”ni düşünen saldırganlar çağdaş Hint
ressamlarının sekiz eserini parçaladı.
Galerisini mahalleden dışarı taşıdı San Francisco’daki Capobianco Galerisi’nin sahibi
Lori Haigh, 2004’te Ebu Greyb’deki Iraklıların
gördüğü işkenceyi konu eden sergi nedeniyle aşırı
sağcılardan ölüm tehditleri aldı. Yüzüne tüküren,
yumruklayan oldu. “Canın yanmadan galerini bu
mahalleden çıkar” mesajları üzerine iki çocuğunu
yalnız büyüttüğü için risk almayıp kepenk indirdi.
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 26.09.2010
YOLDAN TARİH ÇIKTI
Budapeşte Tarih Müzesi
yetkilileri, keşfin, Budin bölgesinde yürütülen
otoyol inşaatı sırasında yapıldığını, arkeolojik
kazılara başlandığını bildirdi.
Arkeolog Jozsef Beszedes, 7 bin yıllık yerleşimin
yanı sıra milattan önce 5200-800 yılları arasındaki
döneme ait, 8x20 metre boyutunda evlerin de
bulunduğunu söyledi.
Beszedes, çok iyi korunmuş çömlek, fırın,
fosseptik ve çöp çukurlarının da bulunduğu alandaki
kazı çalışmalarının aralıksız sürdüğünü belirtti.
Radikal, 25.09.2010
ASIRLIK HAMAM HARABEYE DÖNDÜ
Çorum'un ve bölgenin
en eski kaplıcalarından olan Beke Kaplıcaları
içerisinde yer alan 13 asırlık tarihi hamam
ilgisizlik nedeniyle yıkılmaya yüz tuttu.
Çorum'un Mecitözü İlçesi sınırları içerisinde yer
alan Beke Kaplıcaları'nın tarihi 13 asır öncesine
dayanıyor. Romalılar tarafından bölgenin sıcak su
kaynaklarını değerlendirilmek için yapılan hamam
içinden halen sıcak su akıyor. Tarihi hamam Beke
Kaplıcaları bitişiğinde yer alıyor.
Yüz yıllardır Anadolu'da hüküm süren diğer
uygarlıklar tarafından da kullanılan tarihi hamam
şimdilerde kaderiyle baş başa bırakılmış durumda.
Atıl vaziyette restore edilmeyi bekleyen Roma
Hamamı, gün geçtikçe daha fazla yıpranıyor. Beke
Kaplıcaları'nı işleten Beke Köyü Muhtarı Muhlis
Aslan, kaplıcaların tarihinin çok eskilere
dayandığını söyledi. Roma Hamamı'nın mevcut
tesislerin yanında yer aldığını dile getiren Aslan,
"Bu tarihi hamamın restore edilerek turizme
kazandırılması için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
nezdinde girişimlerde bulunduk ancak bir sonuç
çıkmadı. Biz bu tarihi hamamın restore edilerek
turizme kazandırılmasını istiyoruz." ifadelerini
kullandı.
Zaman, Haber: Burçin Dokgöz, 25.09.2010
MİLYON DOLARLIK ESKİZİ 250 DOLARA SATTI
Vincent van Gogh tarafından yapıldığı sanılan bir çizimin çalınmasıyla bağlantılı olan Edward Laird adlı bir kişi Birleşik Devletler’de yakalandı.
Yetkililer, Teksaslı Edward Laird’in Van Gogh’un The Night Cafe adlı eserinin 1 milyon dolar değerindeki eskizini satmakla suçlanıyor. Eser, 2009 yılında bir evden çalındıktan sonra New Mexico bölgesinde bir antikacıda bulunmuştu. Polis, Laird’in eskizi antika dükkanına 250 dolar karşılığında sattığından şüpheleniyor.
Laird’in yakalanma kararı mahkemeye çıkmamasının ardından alındı. Masalarda birkaç kişinin oturduğu boş bir cafeyi tasvir eden The Night Cafe adlı tablo, şu anda, Yale Üniversitesi’nin sanat galerisinde sergileniyor.
Taraf, 25.09.2010
SU PERİSİNİN ÇIĞLIĞINA SES VERİN!
Tarihi kent Allianoi yerle bir
edilmeye devam edilirken, Allianoi Grişim Grubu
hukuk mücadelesi başlattı. Konuyla ilgili
görüştüğümüz Girişim Sözcüsü İffet Diler, herkese bu
mücadeleye katılma çağrısı yaptı.
Davaya müdahil olma çağrısının yapılış amacı nedir? Kamuoyunda çoklu katılım her zaman dikkat çekiyor.
Ayrıca Allianoi herkese her düşünceye ait olmalıdır
diye düşündük hep. Bilgi yaşayanların hakkıdır. Su
gibi... İzmir Bergama’da Yortanlı barajı sularına
gömülmek istenen Allianoi antik kentinde hukuki
süreç devam ediyor. Uluslararası anlaşmalara imza
atmış olan ülkemiz yasaları; insanını, tarihini,
kültürünü yok saymaya devam etmekte. Çok sayıda
demokratik kitle örgütü, farklı meslek gruplarından
insanlar, akademisyenler uzun yıllardır mücadelenin
içindedirler. Maliyeti yüksek gelen ve göz ucuyla
dahi incelenmeyen çalışmalar bugün Allianoi’nin
kaderini belirleyecektir. Her ne kadar barajda son
aşamaya geldiklerini iddia etseler de gün ışığına
kavuşmuş Allianoi’yi tekrar karanlığa mahkum etmek
için bir gerekçe olamaz.
Müdahil olmamızın ne gibi faydası olacaktır? Güçlerimizin birleştiğini görecekler. Bu başlangıç.
Henüz zorluklar tam olarak sahneye çıkmadı. Şimdi
bir arada olmak ve doğru karar vermek önemli. Her
adımda akılla heyecanla değil.
Allianoi’nin sular altında bırakılması için yeni
kararlar alan Kültür ve Turizm Bakanlığının ve
Koruma Kurulunun son kararına da dava açıldı. Buna
rağmen, Allianoi antik kent alanına kumlar taşınmaya
başladı. İzmir İdare Mahkemesinde, Kültür ve Turizm
Bakanlığının ve Koruma Kurulunun Allianoi’ye dair son
kararına karşı Tarih Vakfı, Ege Çevre ve Kültür
Platformu Derneği (EGEÇEP), TMMOB Mimarlar Odası,
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, TMMOB Peyzaj
Mimarları Odası, Ekoloji Kolektifi Derneği,
Mülkiyeliler Birliği, Sinop Çevre Dostları Derneği,
Doğa Derneği, Ege Doğal Yaşamı Koruma Derneği,
Çağdaş Hukukçular Derneği ve 102 yurttaş adına dava
açıldı.
Nöbetlerin etkisi nedir? Allianoi için paylaşımı çoğaltır düşüncesindeyiz.
Ancak alanda olan biteni izlemek de önemli tabii.
Fotoğraflayarak belgelemek gibi, ancak sıkıntımız
yolun kapatılmış olması.Yöredeki köylerde yanlış
yönlendirmelerle bize karşı öfke var. Çiftçiyle bizi
karşı karşıya bırakmak istiyorlar. Yereldeki
insanlar uzun sohbetlerin sonunda Allianoi’yi
sevdiklerini yok olmasını istemediklerini dile
getirdiler hep. Çözümse kimsenin dikkatini çekmiyor,
şiddete ve ani kararlarla saldırıya yönelmek hep
kolay olmuştur...
Nöbetlere katılımın artması niye gereklidir? Kazının yakınında olamasak bile oradayız. Aslında
herkesin “son” diye baktığı o fotoğraf halen
mücadelenin sürmesi gerektiğini de söylüyor. Herkes
aynı düşünmeyebilir ancak kimsenin teslim olduğu
yok. Sanıyorum anlama ve anlayış şekillerimiz
farklı, karşı duruşumuz da…Bir yandan yasal süreç
devam ederken, diğer yandan Allianoi’de nöbet devam
etmekte. Bugüne kadar işittiklerimiz kimi zaman
canımızı çok acıttı. Bugüne kadar çalmadığımız,
açmadığımız kapı kalmadı. Eğer bu dünya 12 kapılı
bir han ise, biri Hasankeyf, Munzur, Karadeniz ve
Allianoi ise, hadi çıkınlarınızı toplayıverin de
gelin. Şimdi siyah, beyaz, kırmızı, mor, karanfil,
zeytin ve baştan aşağı isyan koklamanın sırası.
Gelin de üşüyelim! Gelin bir kez daha konuşalım!
Gelin getirin. Eğer bir arada olmazsak olamazsak
daha çok gözyaşı bekliyor hepimizi. Su, barış,
kültür! Allianoi’a gidiyor iki taş çocuk. Esra ve
İffet olmuş adları ne değişir? Gelin Allianoi’de
100’e yakın işçi çalışıyor. Horasan harcına biz de
karışalım. Hadi evcek gelin. Olcek bu iş.
Evrensel, 25.09.2010
BONCUKLU HÖYÜK, DÜNYANIN İLGİ ODAĞI OLACAK
Dünyanın ilk yerleşim yeri olarak kabul edilen
Karatay İlçesi'nin Hayıroğlu Belediyesi’nde bulunan
Çatalhöyük yerleşim yerine 9 kilometre uzaklıkta
bulunan Boncuklu Höyük’te arkeolojik kazı
çalışmaları devam ediyor.
Arkeologlar tarafından Boncuklu Höyük olarak
adlandırılan yerleşim yerinin Çatalhöyük’ten en az
bin yıl daha önce kurulduğu, tarihin milattan önce
7500 ile 8500 arasına kadar uzandığı belirtildi.
Liverpool Üniversitesi
projesi olan kazı çalışması arkeolog Doç.Dr.
Douglas Baird başkanlığında ve yardımcısı arkeolog
Dr. Adnan Baysal tarafından yürütülüyor. 25 arkeolog
eşliğinde süren kazı çalışması 2006 yılında
başlatılan proje ile orta Anadolu’da tarım ve
hayvancılığın nasıl başladığını ve ilk köy
yerleşmelerinin ortaya çıkışı araştırılıyor.
Boncuklu Höyük yerleşim yerinin dünyada ilk
yerleşim yeri olarak bilinen Çatalhöyük’ün en az bin
yıl öncesinde kurulduğunu belirten arkeolog Doç.Dr.
Douglas Baird şöyle konuştu: “Çatalhöyük’ten en az
bin yıl kadar önce kurulan bu yerleşim yerindeki
insanların Çatalhöyük’te yaşayanların ataları
olduğunu düşünüyoruz.
Araştırmalarımız sonucunda
Anadolu’da ilk tarım ve hayvancılığın burada
başlamış olduğunu bulduk. Yerleşim yerindeki toprağı
incelediğimizde eskiden yaşayan insanların arpa,
buğday ve arpa gibi besinler yediğini gördük. İlk
tarımın başlangıcı burası diyebiliriz” dedi. Doç Dr. Baird, tarım ve hayvancılığın buradan Avrupa’ya
taşındığının altını çizerek, “Burada yaşan
insanların eşyalarına baktığımızda başka insanlardan
etkilendiğini görüyoruz ve ticaretle uğraştıklarını
anlıyoruz. Çatalhöyük’ün ilk halkası olan Boncuklu
Höyük’te insanlar tarım ve hayvancılık ile
uğraşmışlar ve tarımın Avrupa’ya buradan yayıldığını
düşünüyoruz” diye konuştu.
Doç.Dr. Baird, burada ortaya çıkan evlerin
Çatalhöyük’teki evlerin benzerleri olduğunu
belirterek, “Tabana kazılmış olan yuvarlak yapılı
kerpiç evlerin içinde ocak ve evin altında ölen aile
yakınlarının mezarları bulunuyor. Bu yapı ve şekil
itibarı ile Çatalhöyük’teki ev planları ile aynı.
Ancak bu yerleşim yeri Çatalhöyük’ten en az bin yıl
önce kurulmuş ve Çatalhöyük’te yaşayanların
atalarıdır. Kazılar sonucu bulduğumuz bayanların süs
eşyası olarak kullandıkları boncukların bir hayli
fazla olması nedeni ile bu yerleşim yerine Boncuklu
Höyük ismini verdik. Ayrıca kazı sonucunda av
aletleri yapmak için kullanılan ok düzeltici ve
balta kalıntıları bulduk” diye konuştu. Ayrıca ilk
aile yaşamının burada yaşandığını belirten Doç.Dr.
Baird, iskeletlerdeki incelemeler sonucunda kadın ve
erkek arasında iş paylaşımı konusunda bir fark
olmadığını anladıklarını söyledi. Hayıroğlu Belediye
Başkanı Mustafa Geçgil, ülke açısından böylesine
önemli bir kazı çalışmasına ev sahipliği
yaptıklarından duyduğu mutluluğu dile getirerek,
arkeologlara ellerinden geldiği kadar yardımcı
olmaya çalıştıklarını söyledi.
Merhaba Gazetesi, 25.09.2010
BAĞLARARASI'NDA BRONZ MIZRAK UCU VE SABİT ÇÖMLEKLER
BULUNDU
İzmir’in Çeşme İlçesi Bağlararası
mevkiinde Bronz Çağı’na ait yerleşim merkezinde
yürütülen çalışmalarda mızrak ucu, sabit çömlekler
ve Anadolu’nun en eski şaraphanesi ortaya çıkarıldı.
Bağlararası’nı, Çeşme’den Ege ve Anadolu’ya açılan
kapı olarak nitelendiren Kazı Başkanı Doç.Dr. Vasıf
Şahoğlu, yeni keşiflerle Çeşme’de en erken iskanın
MÖ 2 bin 600 yıllarına kadar gittiğinin
anlaşıldığını söyledi.
Bağlararası’nda 2009 yılından itibaren Ankara
Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama
Merkezi (ANKÜSAM) faaliyetleri çerçevesinde Doç.Dr.
Vasıf Şahoğlu’nun kazı başkanlığında sürdürülen
çalışmalar bu yıl 19 Temmuz- 17 Eylül 2010 tarihleri
arasında gerçekleştirildi.
Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, kazı döneminde öncelikle
MÖ 3 bin ortalarına tarihlenen kısımda
çalışıldığını ve daha önceki yıllarda açığa
çıkarılan Erken Tunç Çağı yerleşmesinin daha erken
evrelerinin incelendiğini belirtti. Doç.Dr. Şahoğlu,
bu çalışmalar sonucunda Çeşme’deki en erken iskanın
en azından MÖ 2 bin 600 yıllarına kadar geriye
gittiğinin anlaşıldığını, 2011 yılında aynı alanda
daha erken dönemlerin araştırılacağını söyledi. Bir
diğer çalışmanın MÖ 2 bin ortalarına tarihlenen
bölümde yapıldığına değinen Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu,
şunları söyledi:
“Bu alanda MÖ 1700 yıllarında büyük bir
depremle yıkılan yerleşmeye ait bir yapı ile üç depo
odası yanında bir de sokak belirledik. Bu yapıların
tahribatına neden olan çukurların iki farklı dönemde
açılmış olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunlardan
ilki yaklaşık MÖ 1650 yıllarına tarihlenen ve
Girit- Minos kültürü ile bağlantılı seramik malzeme
veren döneme ait. Bu dönemde Çeşme’nin özellikle
Girit adası ile bağlantılı deniz ticaretinde önemli
bir rol oynadığı anlaşılıyor. Yerleşmede tahribata
neden olan ikinci dönem ise MÖ 13- 14'üncü
yüzyıllara tarihleyebileceğimiz Myken dönemi ki, bu
döneme ait bir çukur içerisinden de yine Ege
adalarına has boyalı seramik örnekleri yanında
özellikle çok iyi korunmuş bir de bronz mızrak ucu
bulduk. Genellikle mezarlarda ölü eşyaları arasında
ele geçen bu tür bir malzemenin yerleşmede ele
geçmesi de Çeşme – Bağlararası’nın önemini yansıtan
çok önemli bir bulgu.”
Bu yılki kazılarda, evler arasında kalan bölümde
iki tane çömlek bulduklarını kaydeden Doç.Dr. Vasıf
Şahoğlu, “Bu alanda bir yıkıntı olmuş, ancak o
kısmın altında kalan çömlekler tahrip olmamış, güzel
bir şekilde, yerleştirildikleri yerde bulabildik.
Sahipleri o çömlekleri taşımada kullanmamışlar,
bulundukları yere sabitlemişler. O açıdan da
ilginçler, belki birer depolama kabı olabilirler.
İçlerinde tahıl olabilir, henüz bilemiyoruz. Bu iki
değerli objenin yanı sıra başka çömlekler, çanaklar,
tabaklar, kapaklar, ev içersinde kullanılan her
türlü alet ve malzeme de çıkıyor” dedi.
Bulunan bir yapı ve üç depo odası hakkında da
bilgi veren Doç.Dr. Şahoğlu, “Bu alanda MÖ 1700
yıllarında meydana gelen büyük deprem sırasında tüm
yerleşme yerle bir olmuş ve o an kullanılan binalar
tamamen yıkılarak hayat kesintiye uğramış. Bu deprem
sırasında yıkılarak kullanımdan çıkan önemli bir
yapı da bir şaraphane binasıdır. Anadolu’nun bilinen
en eski şaraphanelerinden biri olan bu örnek, şarap
üretiminin gerçekleştirildiği ve elde edilen ürünün
dinlendirilerek depolandığı bir düzenlemeye sahip”
diye konuştu. Çeşitli ezme taşları ve üzerlerinde
insan yüzü şeklinde kabartmalar bulunan büyük
depolama çömlekleri bulunduğunu anlatan Doç.Dr.
Vasıf Şahoğlu, şunları kaydetti:
“Bu mekanın arkasında, taban seviyesinin altında
yer alan üç küçük dikdörtgen mekan daha var.
Kapıları olmayan bu mekanların girişi üstten. Büyük
ihtimalle bir çeşit mahzen olarak kullanılmış. Çok
miktarda balık kılçığı ile bazı karbonlaşmış buğday
ve üzüm çekirdekleri bulduk. Aynı mekanda
karbonlaşmış badem de ele geçti. Ortadaki mekan,
tabanı ve yan duvarlarının sıvalı olmasıyla
diğerlerinden ayrılıyor. Olasılıkla üzüm suyunun
dinlendirilerek şaraba dönüştürüldüğü bir çeşit
sarnıç olarak görev yapmış. En kuzeyde yer alan
üçüncü mekanın tabanı levha taşlarla döşeli. Bu
mekan içerisinde çok sayıda yonca ve yuvarlak ağızlı
testi ile yarımküresel formlu çanaklar bulundu.”
Milliyet, 22.09.2010
Maden Dağı (G. Bell)
...1907
19 -25 Eylül 2010
CAMUŞLU TARİHİN
ŞİFRESİNİ SAKLIYOR
Kars'ın Kağızman İlçesi'ne bağlı Camuşlu
Köyü'nde bulunan 10 bin yıllık geçmişe ışık tutan
yazılı kaya resimleri görenleri büyülüyor. Kars
merkeze 80 kilometre uzaklıkta olan Camuşlu Köyü
kaya yazıtları dünyada doğal alana asılı eşsiz
portre 10 bin yıllık geçmişin izlerini günümüze
taşıyor.
10 bin yıl önce Kağızman'da yaşamış insanların
günlük yaşantılarının kaya üzerine figürler şekilde
çizildiğine dikkat çeken Kars Kültür ve Turizm
Müdürü Hakan Doğanay, dünyanın en güzel doğal
portresinin Yazılıkaya da olduğunu söyledi.
Hakan Doğanay, "Doğal portre, yani insanların
o zaman yaşayan insanların yaşam tarzlarını, yaşam
figürlerini, hayata bakışlarını, dağa, kayaya birer
birer motive etmeleriyle alakalı, o zaman yaşayan
insanların nasıl yaşadığını, nasıl avlandıklarını,
hayatlarını nasıl sürdürdüklerini işte bu
resimlerden görüyoruz. İşte bu resimlerin bu doğal
portrelerin değerini bilecek turistleri Kars ve
Kağızman'a bekliyoruz" dedi.
Kağızman Kaymakamı Şuayib Gürsoy ile birlikte
Camuşlu Köyü'nde bulunan Yazılıkaya'ya gelen Kültür
ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, dünyada eşi
benzerine çok az rastlanan Yazılıkaya'nın turizme
kazandırılması gerektiğinin üzerinde durdu.
Kaymakam Şuayib Gürsoy, kaya yazıtlarının 10
bin yıl önceki yaşantıya ışık tuttuğunu belirtti.
Kaymakam Gürsoy, "Bu kaya yazıtları 10 bin yıllık
bir geçmişe sahip. Dile kolay 10 bin yıl, bunlar o
zamandan bu zamana kadar korunmuşlardır. Dünya'da
bir doğal alana asılı eşsiz portrelerden bir
tanesidir bu kaya yazıtları. 10 bin yıl önceki
yaşantıya ışık tutan o zamanki insanların
yaşantılarına, kültürlerine ışık tutan, eşiz
değerlerdendir. 14 metreye 7 metre ebatlarında bu
resimlerde o zamanki avcı insanların yaşantılarını
anlatan figürler bulunmaktadır" diye konuştu.
Kağızman İlçesi'nin kuzeybatısında 3 bin 134
metre rakımda Aladağ'ın yamaçları üzerinde yer alan
mağara ve kaya resimlerinin Anadolu'da üst
Paleolitik döneme (Yontma Taş Çağı) ait olduğunu
vurgulayan, Kaymakam Gürsoy, "Dünyada en nadide
doğal portrelerden biridir Camuşlu kaya yazıtları.
Yani büyük bir ressamın bir portresini düşünün,
müzede ne kadar ilgi çektiğini düşünün, bu da doğal
bir portre. Dünyada sayılı portrelerden bir tanesi
ve 10 bin sene önceki tarihe ışık tutan bir eser.
Dolayısıyla ne kadar
büyük bir eser, ne kadar çok önem arz ettiğini
takdir edersiniz. Ben ümit ediyorum ki, yapmış
olduğumuz bu çalışmalarla birlikte gereken değeri
bulacaktır. Gereken yerini bulacaktır. Buralar
turistlerle dolup taşacaktır. Gerek bilim turizmi
çerçevesinde gerek kültür turizmi çerçevesinde biz
bütün vatandaşlarımızı bütün bilim adamlarımızı
Kağızman'a bekliyoruz" şeklinde konuştu.
Kaymakam Şuayib Gürsoy, daha sonra özetle
şunları söyledi: "İnsanoğlu bir taraftan hayatını
idame ettirirken, bir taraftan da yaşadıklarını bir
bakımdan tarihe not düşme açısından farklı yollar
aramışlardır. Tabii tarih öncesi çağlarda bu
yöntemlerin başlarında bu insanlar yaşantılarını
resim olarak kayalara, buldukları farklı alanlara
resmederek başarmışlardır. Burada gelecek nesillere
bir şeyler aktarabilme, bir şeyler bırakabilme
kaygısı ile bunlara girişmişler. Biz nasıl şimdi
bunu yazı ile başarabiliyorsak o dönemki insanlar
resimlerle figürlerle bunları hayata geçirmişler.
Camuşlu kaya yazıtları bu şekilde insanların
yaşantılarını geleceğe bırakma noktasında yaptıkları
çalışmalardan dünyadaki ilk örneklerdendir."
Kağızman'ın Camuşlu Köyü'nde bulunan
Yazılıkaya resimleri 10 bin yıllık tarihi gözler
önüne seriyor. Kars Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve
Kağızman Kaymakamlığı'nca koruma altına alınan kaya
resimleri, bölgede yapılacak çalışmalarla turizme
kazandırılacak. Bir doğa harikası olan Yazılıkaya
resimleri Kars'taki tarihi zenginlikleri günümüze
kadar taşıyor.
Erzurum Gazetesi, 25.09.2010
BATAN LEHMAN BROTHERS'IN MALLARI SATIŞA ÇIKIYOR
2008'in eylül ayında iflas eden ABD'li yatırım bankası Lehman Brothers şirketinin sahip olduğu sanat eserleri, İngiltere'deki dünyanın en saygın müzayede merkezlerinden Christie's'de açık artırmayla satışa sunuluyor.
Lehman Brothers'ın Avrupa ve İngiltere'de bulunan ofislerini süsleyen yaklaşık 300 eserin yer aldığı müzayede, 29 Eylül Çarşamba günü gerçekleşecek. Eserler arasında göze ilk çarpan parçalardan, Gary Hume tarafından resmedilen Madonna tablosunun 70 - 100 bin Sterlin'e alıcı bulması bekleniyor. Gayrimenkul eksperi Barry Gilbertson, İHA'ya yaptığı açıklamada "Koleksiyon şirketin kuruluşundan başlayarak, uzun yıllar sonucu oluşturuldu. Şirket büyüdükçe İngiltere, Avrupa kolları için değerli eserler alınmaya başlandı. Yaklaşık 300 parça, Çarşamba günü müzayedede sergilenecek" diye konuştu. Gilbertson, eserlerden Andreas Gursky'e ait "New York Mercantile Exchange" (New York Ticaret Borsası) ve İngiltere eski Başbakanı Gordon Brown'ın açtığı Canary Wharf binasındaki ofisin plakasının ilk göze çarpanlar olduğunu söyledi.
Gilbertson, "Christie's'in seçilmesinin nedeni, Christie's'in çok büyük bir ağa sahip olması ve bu değerli eserleri internet üzerinden de sanat severlere ulaştırabilmek" şeklinde konuştu. İngiltere
Christie's'de gerçekleşen müzayedenin ardından, New York Sotheby'da da Lehman Brothers'a ait eserler Cumartesi günü açık arttırmaya çıkacak. Merkezi ABD'nin New York kentinde bulunan yatırım bankası Lehman Bothers, 2008'in Eylül ayında 613 milyar dolar borcu ile iflasını açıklamıştı. Lehman Brothers'ın bu çöküşü Amerikan tarihindeki en büyük iflaslardan biri olarak adlandırılmıştı.
Türkiye Gazetesi, 24.09.2010
140 KİLOLUK HEYKEL GALERİ ÖNÜNDEN ÇALINDI
Ankara'da, bir sanat galerisi önünde bulunan 140 kilo ağırlığındaki "Hemera" adlı heykel çalındı.
Alınan bilgiye göre, Turan Güneş Bulvarı'ndaki Grup Sanat Galerisi'nin bahçesinde duran, elinde altın varaklı güneş bulunan 140 kilo ağırlığındaki bronz heykeli yerinde göremeyen galerinin Sanat Direktörü Çiğdem Buçak Telli, durumu polise bildirdi.
Telli, heykeltıraş Cem Sağbil'e ait "Hemera" isimli bronz kadın heykelinin kamera kayıtlarına göre üç kişi tarafından çalındığını söyledi.
Galeri önünde mermer kaide üzerinde duran 65 bin lira değerinde, 2 metre 20 santim boyunda ve 140 kilo ağırlığındaki heykeli, kendilerinin çizik dahi olmaması için özenli bir şekilde vinçle indirip monte ettiklerini, ancak 3 zanlının "Hemera"yı sallayıp vida yerlerinden kırarak götürdüğünü anlatan Telli, kamera kayıtlarına göre olayın 05.08-05.18 sıralarında olduğunu ve hırsızların heykeli yaklaşık 10 dakika içinde yerinden söküp, bir aracın bagajına koyarak kaçtıklarını ifade etti.
Çok üzgün olduğu gözlenen Telli, olayın sanata karşı işlenmiş bir suç olduğunu söyledi.
Bu arada, polis ekiplerinin güvenlik kamerası kayıtlarını incelediği ve zanlıların yakalanması için çalışma başlattığı bildirildi.
Rize'nin
Çamlıhemşin İlçesi'nde
bulunan tarihi Zil
Kale'deki
restorasyon çalışması tamamlandı.
Kaymakam Nebi Çanga:
''restorasyon çalışması ile tarihi kaleyi yıkılıp
yok olmaktan kurtardık ve gelecek nesillere
aktardık'' dedi.
Kaymakam Nebi Çanga, yaptığı açıklamada, 13.
yüzyılda bölgede yaşayan Komenler tarafından
yapıldığı tahmin edilen, Cenevizliler başta olmak
üzere Rumlar ve Osmanlı tarafından 1800'lü yılların
sonuna kadar kullanılan Zil Kale'de 2 yıldır
restorasyon çalışması yapıldığını söyledi.
Bulunduğu vadide dereden 750 metre yükseklikte olan
Zil Kale'nin 7 kat ve 8 burçtan oluştuğunu anlatan
Çanga, ''Kültür varlıklarını korumak için çaba
gösteriyoruz. UNESCO, bu tür yapıları bütün
insanların ortak mirası kabul ediyor. Bu tür tarihi
eserleri korumak ve onarmak bizim için önemli. Bu
nedenle biz de 600 yıllık tarihi olan ve Rize'nin en
önemli tarihi yapılarından birisi olan bu eserimize
önem veriyoruz'' dedi.
Yapılan restorasyon çalışması ile kalenin aslına
uygun olarak onarıldığını ifade eden Çanga, ''Tarihi
İpek Yolu üzerinde yer alan Zil Kale, Pazar Kalesi
ve Kale-i Bala ile birlikte önemli haberleşme ve
konaklama mekanlarından birisi idi. Son yıllarda
Rize'de ziyaret edilen önemli turizm merkezlerinin
başında gelen Zil Kale, Çamlıhemşin ilçesinde
Ayder'den sonra en çok ziyaret edilen ikinci yer
konumunda bulunuyor. Restorasyon çalışmaları
kapsamında kalenin önce iç kısmında çalışma yapıldı.
Bu çalışmanın bitmesinden sonra dış kısmında yapılan
çalışmanın ardından korkuluklar takılarak
restorasyon çalışmaları tamamlandı'' diye konuştu.
Çanga, Zil Kale'nin Rize'nin önemli tarihi
mekanlarından birisi olduğunu vurgulayarak,
''Restorasyon çalışması ile tarihi kaleyi yıkılıp
yok olmaktan kurtardık ve gelecek nesillere
aktardık. Çalışmanın tamamlanması ile Zil Kale'nin
ve Rize'nin daha fazla turist çekeceğine
inanıyoruz'' ifadesini kullandı.
Yapı, Fotoğraf: Bülent
İsmailoğlu, 24.09.2010
AYDIN KAZILARINA 125 BİN
LİRA ÖDENEK
Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından Aydın’da devam eden yerli
kazılara 2010 yılı için aktarılan 602 bin TL’lik
ödeneğe ek olarak 125 bin TL’lik daha ödenek
gönderildi.
Konuyla
ilgili olarak Aydın Valiliği’nden yapılan
açıklamada, “Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
İlimizde devam eden arkeolojik kazılara ödenek
aktarımları, kazı sezonunun sonuna yaklaşılmasına
rağmen devam etmektedir. Türk Bilim Heyetleri
tarafından ilimizde sürdürülen 5 adet arkeolojik
kazı çalışmasında kullanılmak üzere Çine-Tepecik
Höyük Kazı Başkanlığına 111 bin TL, Sultanhisar-Nysa
Kazı Başkanlığına 111 bin TL, Tralleis Kazı
Başkanlığı’na 111 bin TL, Kadıkalesi Kazı
Başkanlığı’na 111 bin TL ve Magnesia Kazı
Başkanlığı’na 158 bin TL olmak üzere toplam 602 bin
TL gönderilmiş durumda iken bu ödeneklere ek olarak
Bakanlığımız Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’nce Kadıkalesi, Magnesia, Nysa, Tepecik
Höyük ve Tralleis Kazı Başkanlıklarına toplam 125
bin TL daha ek ödenek gönderilmiştir. Böylece
İlimizde devam eden 5 ayrı arkeolojik kazı çalışması
için gönderilen ödenek miktarı 727 bin TL’ye
ulaşmıştır” denildi.
Anayurt Gazetesi,
24.09.2010
TARİHİ MİRAS ORTAYA ÇIKIYOR
Dünya'nın en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Dülük antik kentindeki kazılar Şehitkamil Belediyesi’nin sponsorluğunda devam ediyor. Kazılarda gelinen son noktayla ilgili, bilgi vermek için Kazı Başkanı Prof.Dr. Engelbert Winter, Başkan Fadıloğlu’nu ziyaret etti.
Bu seneki kazılarda çok önemli bulgular tespit ettiklerini belirten Profesör Winter, Kutsal Alan olarak bilinen bölgenin giriş kısmının ortaya çıkarıldığını. Bu yapının yaklaşık on basamaklı bir bölümden oluştuğunu. Kazıların sonucunda ise tapınağın kurulum yerinin tam olarak bulunacağını söyledi.
Profesör Winter, “Ayrıca tarihleme açısından çok büyük öneme sahip bulgulara da ulaştık. Bölgenin tarihine ışık tutacak “Pişmiş toprak malzeme” MÖ 2000’in sonlarına kadar uzanan kültten örnekler taşıyor. Daha önceki araştırmamız bölgenin, MÖ 5 ile 7. y.y. tarihleri arasındaki yerleşime işaret ediyordu. Bu yılki kazılar bölge tarihinin daha da eski dönemlere ait olabileceğini gösteriyor” dedi.
Dülük antik kenti için kültürlerin buluşma noktası dediklerini söyleyen Prof.Dr. Engelbert Winter; “Çok önemli bazı eserlere ulaştık örneğin, Yunanistan’dan gelmiş malzemelerin kullanıldığı kiremitler bize buradaki kültürün çok eski tarihlere ve çeşitliliğe sahip olduğunu gösteriyor” diye konuştu.
Gaziantep 27 Gazetesi, 24.09.2010
EL YAZMALARI ÜCRETSİZ
RESTORE EDİLİR!
Anadolu'nun hafızası
konumundaki Konya Bölge Yazma Eserler
Kütüphanesi'nde, el yazması eserler, fotoğraflar,
hat levhaları, her türlü belge, tapu, berat, ferman
ve gravür olmak üzere çok sayıda belgenin
restorasyonu yapılıyor.
Kütüphane Müdürü Bekir
Şahin, kurtarılamayacak bir eser olmadığını
belirterek, hastalığı ne olursa olsun her kitabı
kurtarabileceklerini söyledi. Müdürlük bünyesinde
yapılan birtakım işlerin, Türkiye'nin başka bir
yerinde yapılamadığını anlatan Şahin, şunları
kaydetti: "Mesela makineyle restorasyon sadece
Konya'da var. Osmanlı Arşivleri'nde belge tamiratı
yapılıyor. Ankara'da Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğü'nde de bu çalışmalar başladı.
Düzenlediğimiz kurslara sadece yabancı ülkelerden de
katılanlar oluyor." Bir eser kendilerine
getirildiğinde kitabın sahibine içeriğinin ne
olduğunu sorduklarını, daha sonra da hasar durumunu
tespit ettiklerini ifade eden Şahin, 'kaldırım taşı'
adı verilen tamamen taşlaşmış eserlerin dahi
kurtarıldığını söyledi. Konya Bölge Yazma Eserler
Kütüphanesi'nde dışarıdan gelen bir esere uygulanan
işlemler için ücret talep edilmiyor. Sadece eserin
bir dijital kopyası alınıyor.
Zaman, 24.09.2010
TARİHİ EVLER GÜN YÜZÜNE
ÇIKIYOR
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın Türkiye genelinde başlatmış olduğu
tarihi evlerin restoresine yönelik hibe desteği,
Isparta merkez ve ilçelerinde bulunan tescilli evler
için de uygulanacak.
‘Karşılıksız para
yardımlarından’ faydalanmak isteyen Ispartalılara,
bu proje kapsamında, 'Turizm Derneği, İl Kültür
Turizm Müdürlüğü ve Mimarlar Odası' güç birliği
yaparak ücretsiz danışmanlık hizmeti verecek.
Konu ile ilgili olarak
Isparta Oteli’nde düzenlenen basın toplantısına İl
Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Kılıç, Turizm
Derneği Başkan Yardımcısı Fevzi Özdemir ve Mimarlar
Odası Başkanı Merve Kuyu katıldı. Turizm Derneği
Başkan Yardımcısı Fevzi Özdemir yaptı. Özdemir
konuşmasında; “Isparta İl Kültür Turizm Müdürlüğü,
Isparta Mimarlar Odası ve Isparta Turizm Derneği
işbirliği ile beraber başlatmış olduğumuz, Kültür ve
Turizm Bakanlığının 2005 yılından bu yana başlatmış
olduğu eski evlerle hibe desteği yapılacaktır.
Isparta yaklaşık 2007 yılından bu yana 2010 yılı
dahil 14 kişi bu konu ile ilgili müracaat etmiştir.
Buna rağmen 2 arkadaşın proje desteği aldığını
görüyoruz. İnsanlarımızın bu konuda çok iyi
bilgilenmediğini görüyoruz. Bundan dolayı bu üçlü
koordinasyonu kurduk. Vatandaşlarımız artık sıkıntı
çekmeden kafasında proje aşamasında sorun çekmeden
hiçbir ücret almadan destek sağlanacaktır. Bu
başvurular için ise başvuru evraklarını
sadeleştirdik ve bu konuda sadece üç evrak
istiyoruz. Bunlar da; Tescil karan, Tapu örneği ve
Nüfus Cüzdan fotokopisi. Tapusu hisseli olanlar
için, hissedarlardan sadece birinin başvurusu
yeterlidir” dedi.
Kültür ve Turizm İl
Müdürü Abdullah Kılıç da bakanlığın Türkiye
genelinde sunmuş olduğu hibe desteğinden yararlanmak
isteyen Ispartalılara ücretsiz danışmanlık hizmeti
verileceğini söyledi. Kılıç, bakanlığın yapmış
olduğu karşılıksız para yardımlarında Rölöve,
Restitüsyon ve Restorasyon Projesi hazırlatılması
için 50 bin TL, inşaat (restorasyon) aşamasındaki
işlemler için 200 bin TL ye kadar karşılıksız para
yardımının hedeflendiğini bildirdi.
Kılıç, destekten
faydalanmak isteyenler için bakanlığa son başvuru
tarihinin 30 Eylül 2010 olduğunu da sözlerine
ekledi.
Isparta Mimarlar Odası
Başkanı Merve Kuyu ise toplantıda yaptığı konuşmada,
“Bakanlığın proje noktasındaki desteği, projeyle
alakalı, mal sahibinden ücret almadan mimarların
söylediği miktarla yapacak. Tarihi yapıların
yaşatılması, tadilata alınması noktasında
problemlerden bir tanesi şudur; vatandaş bilgiye
ulaşamıyordu, proje desteği alamıyordu. Şimdi bundan
sonra kurumsal olarak elimizden geleni yapacağız. Bu
konuyla ilgili Yalvaç güzel örneklemeler yapıyor.
Biz oda olarak proje kısmında elimizden gelen
desteği vereceğiz. İnşallah tarihe saygı kapsamında
elimizden geldiğince sosyal sorumluluk projesini
yürütmeye çalışacağız” ifadelerini kullandı.
Öte yandan Kaymakkapı
Meydanı’nda Isparta’da tarihi evlere sahip olan
vatandaşların, proje hakkında bilgi edinmelerini
sağlayacak stand açıldı.
Isparta’da tarihi ev
niteliğinde 230 yapı bulunuyor.
Isparta Kent Haber,
23.09.2010
YIKINTILAR ARASINDAN
BİLİNMEYEN DİL ÇIKTI
Peru'da 17. yüzyıldan
kalma kilisenin yıkıntıları arasında bulunan
mektuptaki karalamanın, daha önce bilinmeyen bir
dile ait olduğu saptandı.
Peru'da, kuzeydeki halklar tarafından kullanılan,
ancak daha önce bilinmeyen bir dil ortaya çıkarıldı.
Uluslararası arkeologlar ekibi, Lima'nın kuzeyindeki
Trujillo'da, 17. yüzyıldan kalma çökmüş bir kerpiç
kilisenin yıkıntılarından çıkarılan bir mektubun
arkasındaki karalamanın, daha önce bilinmeyen bir
dile ait olduğunu saptadı.
Mektubun El Brujo
arkeolojik alanında 2008 yılında bulunduğu, ancak
arkeologlar mektubun arkasındaki karalamanın kayıp
bir dile ait olduğunu kanıtlayana kadar gizli
tutulduğu belirtildi.
Harvard Peabody
Arkeoloji ve Etnoloji Müzesi'nden Jeffrey Quilter,
"Araştırmamızda, bu kağıt parçasının yüzyıllar önce
kaybolmuş bir dildeki sayı sistemini gösterdiğini
saptadık" dedi.
Quilter, "16. veya 17.
yüzyıldan beri hiç kimsenin bilmediği, duymadığı bir
dili keşfettik" diye konuştu.
Quilter, bunun, sömürge
dönemi İspanyollarının tarih yazılarında, Peru'nun
kuzey sahilindeki balıkçıların diline atfen 'Pescadora'
olarak söz ettikleri dilin yazılı hali olabileceğini
söyledi.
Bugüne kadar Pescadora
diliyle ilgili bir kayıt bulunmamıştı.
Ntvmsnbc, 23.09.2010
NEMRUT İÇİN SONUNDA
MUTABAKATA VARILDI
Malatya Valisi Ulvi
Saran, Adıyaman Valisi Ramazan Sodan'a Nemrut
Dağı'nın Adıyaman ve Malatya arasında kalmaktan
kurtulması konusunda bir mektup yazmıştı, mektubun
ardından iki ilin valisi mutabakata vardı. Zaman
gazetesinde yayınlanan habere göre; Nemrut Dağı iki
ilin ortak kültür mirası olacak.
Vali Saran, Nemrut Dağı'na Malatya ve Adıyaman'dan
giden iki kara yolunu birleştirmek istediğini ve bu
konuda Adıyaman Valisi Sodan'a bir mektup yazdığını
anımsattı.
Saran, şöyle konuştu: "Yerli ya da yabancı bir
turist Nemrut Dağı'na gitmek istiyorsa, başka tarihi
ya da turistik yerleri de gezmek ister. Malatya'dan
Nemrut'a giden bir turist yine aynı yoldan geri
dönüp Malatya'ya geliyor. Çıkmaz sokak mantığı.
Adıyaman'dan yine aynı şekilde Nemrut'a giden bir
turist aynı yoldan Adıyaman'a dönüyor.
Bu turizm hareketini baltalayan, daraltan bir durum.
Bu duruma engel olmak için Adıyaman'dan Nemrut'a
giden ve Malatya'dan Nemrut'a giden kara yolunu
birleştirmek istedik. Bunun için Adıyaman Valisi
Sodan'a bir mektup yazmıştım. Mektubun ardından
Adıyaman Valiliği de iki kara yolunun
birleştirilmesi konusunda bizimle aynı görüşte
olduğunu bildirdi. Bu konuda iki ilin valileri
olarak mutabakata vardık. Bir protokol yapacağız.
Bunun için gün belirleyeceğiz."
Protokol kapsamında su takası da yapılacağını
anlatan Saran, "Malatya'dan çıkan bir su kaynağı
var, Karasu. Bu suyu Kahta İlçesinin içme suyu
olarak kullanma talebi var. Buna karşılık
Adıyaman'da Aksu var. Bu kaynağın da bizim tarafa
verilmesini istiyoruz" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da yolların
birleştirilmesini ve bölgenin turizm havzasına
dönüşmesini istediğini ifade eden Saran, şunları
dile getirdi: "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
elbette ki bir kamu kurumu olarak iki il arasında
polemik konusu olan bir konuda taraf tutması mümkün
değil.
Bakanlık uyguladığı politikalarla Nemrut Dağı'na iki
ilden de ulaşımı desteklemeye çalışıyor. Kültür ve
Turizm Bakanlığının planlamasında orası bir turizm
yolu olarak belirlenmiş durumda. Bu yıl hem Malatya
hem de Adıyaman tarafına birer karşılama merkezi
için ihale açıldı. Ödenek ayrıldı. İki tarafa da
karşılama merkezi yapılıyor.
Nemrut iki taraftan da erişilen bir nokta. Bunlardan
birini köreltmek bir kamu kuruluşunun yapılacağı bir
iş olamaz. Bu çekişme yersiz bir çekişme. İki ilin
halkı arasında belki biraz da geleneksel faktörlerle
espri tabirinden yapılan bir şey. Nemrut Dağı'na
Malatya'dan gidenler Adıyaman'ı da gezebilsin
istiyoruz. İki ilin arasında duvar yok ki, bir
bariyer, bir sınır yok. Aynı ülkenin iki ili."
Adıyaman Valisi Ramazan Sodan da, Adıyaman'dan ve
Malatya'dan Nemrut'a giden iki kara yolunu
birleştirmeyi istediklerine değindi.
Sodan, "Adıyaman'dan ve Malatya'dan Nemrut Dağı'na
giden iki yolu yolu birleştirip Nemrut'u çıkmaz
sokak olmaktan kurtarmak istiyoruz. Bir protokol
imzalayacağız. Bunun için gün belirleyeceğiz" dedi.
Sodan, Adıyaman'dan doğan bir su kaynağını
Malatya'ya vereceklerini, Malatya'dan doğan bir su
kaynağının da Adıyaman'a verileceğini sözlerine
ekledi.
Güneydoğu Torosların ortasında yer alan Nemrut dağı,
Kommagene Krallığı'nın bir antik kentini barındıran
milli park ve ören yeri durumunda. Nemrut dağına
Pütürge İlçesi üzerinde 94 kilometrelik kara yolunu
da aştıktan sonra varılıyor.
Nemrut'a Malatya'dan giden turistler Pütürge İlçesi
ve Tepehan beldesini geçerek farklı doğal
güzelliklere sahip dinlenme noktalarından
yararlanabiliyorlar. Adıyaman'dan ise, Kahta İlçesi
üzerinden Nemrut Dağı ve milli parka ulaşılabiliyor.
Kahta'ya 15 kilometre olan Adıyaman havaalanı da
kolay ulaşım sağlıyor. Nemrut, Adıyaman'a 43,
Malatya'ya 94 kilometre uzaklıkta bulunuyor.
Nemrut Dağı'na Adıyaman ve Malatya üzerinden ulaşım
kolaylıkla sağlanabiliyor.
Çorum'un Mecitözü
İlçesi'ndeki Elvançelebi Camisi'nde 1800'lü yıllarda
yazılan Kur'an-ı Kerim, kimliği belirsiz kişi ya da
kişiler tarafından çalındı.
Mecitözü'ne bağlı Elvançelebi beldesinde bulunan
Elvançelebi Camisi'nin giriş bölümündeki imam
odasındaki kilitli bölmede bulunan tarihi Kur'an-ı
Kerim kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından
çalındı. İmamın odasına girip özel bölmenin kilidini
kıran kişiler Kuran'ı çalıp kaçtı.
Olayın ardından Mecitözü Jandarma ekipleri geniş
çaplı soruşturmasını sürdürürken, cami imamının
ifadesine başvurulduğu öğrenildi.
Habertürk, Haber:
Fatihan Atik, 23.09.2010
DUVARI RESİMLERLE SÜSLÜ MEZAR BULUNDU
Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin Doğu Garajı Projesi inşaat kazısı sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan Attaleia Antik Kenti'nde tespit edilen 825 mezardan 800'ü açıldı. Son açılan mezarlardan birinin duvarlarının resimlerle süslenmiş olduğu görüldü. İki yıldan bu yana çalışmaları devam Antik Attaleia Kenti'nde sona doğru yaklaşılıyor. Alanda tespit edilen 825 mezardan 800'ünde kazılar sona ererken açılan bir mezarda ilk defa duvarları sıvalanmış ve üzeri resimlerle süslenmiş mezar tipi bulundu. Kazı alanı sorumlusu Arkeolog Aynur Tosun, şu ana kadar ilk defa böyle bir bulguyla karşılaştıklarını söyledi.
Mezarın önce Hellenistik dönemde kullanıldığını ifade eden Tosun, aynı mezarın şekillendirilerek Roma döneminde tekrar kullanıldığını söyledi. Mezarı açtıklarında Hellenistik döneme ait olan bir takım iskelet ve buluntuların boşaltılarak Roma döneminde ikinci kez kullanılmaya yönelik düzenlendiğini keşfettiklerini anlatan Tosun, şöyle konuştu: "Öte yandan burada mezarlardan birinin ilk defa duvarlarının sıvanmış olduğunu gördük. Bunun yanında üzerinde renkli duvar resimleri gördük. Bu da bu nekropol için yine ilk olma özelliğini taşıyor."
Attelia Antik Kenti hakkında fazla bir arkeolojik bilgi bulunmadığını dile getiren Aynur Tosun, bu buluntuyla belirli bir sanat kalitesinin de bu mezarlarda kullanıldığının tespit edildiğini söyledi. Bugüne kadar kazdıkları mezarlarda basitçe kayaya oyulmuş mezarlar olduğunu anlatan Arkeolog Tosun, sözlerine şöyle devam etti: "Bu mezarların içinde estetik amaçlı bir düzenleme söz konusu değildi. Bu son açtığımız mezar birçok yönüyle ilk olma özelliği taşıyor. Görseller şu an çok net değil. Çünkü uzun süre suya maruz kaldıkları için kalker tabakası oluşmuş. Duvar resimleri beyaz, krem rengi bir sıva üzerine yapılmış kırmızı, yeşil yapraklı lalelere benziyor. Aynı duvarda şeritlerle bağlanmış çelenk demeti görülebiliyor. Restorasyon çalışmalarından sonra resimleri daha net görebileceğiz."
Türkiye Gazetesi, 23.09.2010
TÜRKİYE'NİN İLK MÜBADELE
MÜZESİ RESTORE EDİLDİ
Samsun İl Özel İdaresi
Genel Sekreteri Aslan Karanfil, ilin ve ilçelerin
turizm değerlerine katkı sağlamak amacıyla Alaçam
Mübadele Müzesi'nin restorasyonunun tamamlandığını
söyledi.
Karanfil yaptığı
açıklamada, mübadele kültürünün yoğun olarak
yaşandığı Alaçam İlçesinde mülkiyeti İl Özel
İdaresi'ne ait tarihi yapının 'Mübadele Müzesi'
olarak değerlendirilip restore edildiğini
belirterek, "Bu düşünce doğrultusunda Alaçam İl Özel
İdaresi'ne bağlı olarak özel müze statüsünde
açılması hususunda gerekli işlemler yapıldı.
Hedefimiz, her ilçenin tarihi ve kültürel
değerlerine uygun olarak değerlerinin sergileneceği
tematik müzelerin oluşturulması." dedi.
Ülkenin tarihi ve
kültürel dokusunda önemli yeri olan bu olayın canlı
tutulmasının, aynı zamanda gelecek kuşaklara vatan
ve özgürlük kavramlarının öneminin hatırlatılması
için bir vesile olacağının düşünüldüğünü ifade eden
Karanfil, "Diğer yandan, mübadele öncesi ve
sonrasıyla mübadele sürecini yansıtacak olan
müzenin, doğal güzellikleriyle öne çıkan Alaçam
İlçesinin turizmine önemli katkılar sağlayacağı gibi
bölgenin de bundan istifade edeceği
düşünülmektedir." diye ifade etti.
Samsun'daki taşınmaz
kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili işlemleri ve
uygulamaları yürütmek, denetimlerini yapmak üzere İl
Özel İdaresi bünyesinde kurulan Koruma Uygula ve
Denetim Bürosu'nca (KUDEB) yapılan çalışmaları
tamamlanmış olan müzede, Lozan Anlaşması sonrası
yaşanan mübadele olayının izleri, tarihe şahitlik
eden belge, bilgi ve materyaller canlı tanıklarıyla
sergilenecek.
Restorasyonu 330 bin 554
TL'ye mal olan Alaçam Mübadele Müzesi'nin açılışı
için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gerekli yazıların
yazıldığı ve cevap beklendiği ifade edildi.
Zaman, 23.09.2010
KAYIP KITA LARAMİDİA'DAN HABER VAR
Bilim insanları, ABD'nin güneyindeki Utah eyaletinin bulunduğu bölgede, daha önce bilinmeyen türde boynuzlu, ot obur, dev iki dinozor fosili keşfetti.
Plos ONE dergisinde yayımlanan bulgulara göre, ortaya çıkarılan bu yeni tür iki dinozor, yaklaşık 68-99 milyon yıl önce Tebeşir Döneminde, "kayıp kıta" Laramidia’da yaşadı.
Utah eyaletinin güneyinin iç kesimlerinde ortaya çıkarılan ve "Kosmoceratopsorta" adı verilen dinozorların kafalarında, daha önce bilinen bütün dinozor türlerinden çok daha fazla boynuz bulunuyor ve özellikle de burunlarının üzerinde büyük bir boynuz yer alıyor. Başında toplam 15 boynuz olan dinozorlardan biri, bugüne kadar keşfedilen en gösterişli başa sahip dinozor olarak niteleniyor. Bu dinozorun sadece burnunun üzerinde değil, iki gözünün ve elmacık kemiklerinin üstünde de boynuzlar bulunuyor.
Tropikal iklime yakın ve bataklıklı bir çevrede yaşayan bu dinozorların, boynuzlu dinozorlar ailesinin en bilinen türü olan "Triceratops"lara yakın akraba olduğu düşünülüyor.
Radikal, 23.09.2010
MAĞARADAN UZMAN
EBEVEYNLER ÇIKTI
Mağara insanlarının
çocuk yetiştirme açısından, günümüzün "modern"
ebeveynlerinden daha iyi oldukları belirtildi.
Psikologlar, bebeklerin
ağlamasına izin vermek, uzun zaman bebek arabasında
bırakmak ve dışarıda oynamalarına izin vermemenin,
sağlıklı iletişim kuramayan
bir kuşağın
ortaya çıkmasına yol açtığını bildiriyorlar.
Prof. Darcia Narvaez’e göre, avcı-toplayıcı
toplumlar, çocuk yetiştirme konusunda 21. yüzyılın
ailelerinden daha iyi fikirlere sahipti. O dönemin
çocuklarının ağlamasına asla izin verilmiyordu,
çocuklar sürekli kucakta taşınıyordu, sokakta
çok zaman
geçiriyordu ve aylar değil yıllarca meme emiyordu.
Daily Mail’deki habere göre Prof. Narvaez, 3
yaşındaki çocukların ebeveynlerinin tutumları ve
bunların avcı-toplayıcı toplumlardaki çocuk
yetiştirme biçimleriyle karşılaştırıldığı bir
araştırma yaptı.
Eski toplumlarda çocukların geniş ailelerde
büyüdüğünü, evde anne ve baba dışındaki bir sürü
insanın daha çocuğa sevgi gösterdiği bir ortamın
bulunduğunu belirten Prof. Narvaez, bu ailelerde
çocukların ağlamaları ve yaygaralarına daha çabuk
müdahale edilebildiğini söyledi.
Narvaez, "Çok eski atalarımız ayrıca, annelerinin
kucağında daha
fazla zaman
geçiriyorlar ve böylece yakın bağ kuruluyordu.
Çocuklar dövülmüyordu" dedi.
Çocukların ayrıca dışarıda özgürce oynamasına ve
çevreyi keşfetmesine izin verildiğini belirten Prof.
Narvaez, bu tür bir çocuk bakımının, kişiliğinin
şekillendiği ilk yıllarda çocuğun maneviyatının
oluşumunda önemli olduğunu kaydetti.
Günümüzde ise uzmanlar ebeveynlere, çocukların
"kontrollü ağlamasına izin vermelerini" ve
yaramazlık yapan çocukların odalarına kapatılarak
cezalandırmalarını tavsiye ediyor.
Yapılan araştırmalar, yeteri kadar oynamasına izin
verilmeyen çocuklarda hiperaktivite ve ruh sağlığı
sorunları ihtimalinin daha fazla olduğunu
gösteriyor.
Prof. Narvaez, son 50 yılda Amerikalı çocukların
mutluluk ve huzurunda azalma olduğunu gösteren
araştırmaları da hatırlattı. İngiltere’de yapılan
bir araştırma da, çocuklarda ruh sağlığı
sorunlarında artış olduğunu gösteriyor. Narvaez’in
araştırması, gelecek ay ABD’deki bir konferansta
bilim çevrelerine sunulacak.
Radikal, 23.09.2010
SERİNHİSAR'DA
TRAVERTENLİ MAĞARA
Denizli'nin Serinhisar
İlçesi yakınlarında, içinde Pamukkale'deki
travertenlere benzeyen travertenlerin olduğu bir
mağara bulundu.
Pamukkale'deki
travertenler ile Keloğlan Mağarası'ndaki sarkıtların
benzerlerinin bulunduğu mağara koruma altına alındı.
İlçe merkezine yaklaşık iki kilometre mesafedeki
mağara ile ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
ilgili müdürlüklere bilgi verileceğini belirten
Serinhisar Belediye Başkanı Hüseyin Gemi, "Bir duyum
üzerine yapılan araştırma sonunda ilçe merkezine çok
yakın bir yerde bulunan ve adı henüz konulmayan bu
mağara bulundu. Giriş yerinden 45- 50 metre
aşağıdaki bu doğa harikası mağara bizi şaşırttı.
Birilerinin ilgisini çeken ve araştırma yapıldığı
izlenimi alınan mağarayı koruma altına aldık. Biz bu
mağarayı turizme açmak istiyoruz" dedi.
Denizli Kent Haber,
23.09.2010
İSTANBUL'UN ÇILGIN
PROJESİ NE OLACAK?
Başbakan Erdoğan’ın
Hıncal Uluç’a açıkladığı “İstanbul’la ilgili çılgın
proje”nin ne olabileceğini mimarlara sorduk. Mimar
Sinan Genim, “Tepebaşı’ndaki konser ve opera binası
olabilir” dedi. Afife Batur ise “Hiç kimse İstanbul
için düşünülen projeleri tartışmaya açmadan,
uzmanına danışmadan hayata geçirmemeli” diye
konuştu.
Başbakan Erdoğan’ın
Sabah gazetesi
yazarı
Hıncal Uluç’a
açıkladığı
İstanbul’la ilgili
“çılgın proje”nin ne olabileceğini mimarlara sorduk.
İşte mimarların ‘çılgın proje’ hakkındaki
görüşleri... Mimar Sinan Genim:
“Çılgın proje olsa olsa, Tepebaşı’na
yapılması düşünülen 1800 kişilik opera ve konser
binası olabilir. Başkan Topbaş’ın desteklediği bu
projenin yapımını İnanç Kıraç Vakfı üstlenmişti.
Olsa olsa müthiş proje bu olabilir.”
Mimar Behruz Çinici:
“İstanbul’a büyük projeler yapabilmek için
derin bir kültüre sahip olmak gerekir. Tabii delice
projeler de yapılabilir. Menderes’ten sonra
İstanbul’a en son en büyük darbe, 1980’li yıllarda
Belediye Başkanı
Bedrettin Dalan
zamanında vurulmuştur.
Türkiye geçen bunca
zaman içinde gerçek şehirciliği ne yazık ki
öğrenememiştir.”
Mimar Mete Göktuğ:
“Benim aklıma tarihi yarımadaya
ulaşım ağı projesi
geliyor. Çünkü yapılan tüm işler gerek
tüp geçit, gerek
metro hattı, tren hatları ve gerekse
feribot iskeleleri
insanın aklına böyle bir proje getiriyor. Üstelik
lastikli tüp geçit projesi de yolda.”
Mimar Prof.Dr.
Ahmet Vefik Alp:
“Başbakan’ın insanları yerinden zıplatacak
projesi ne olabilir doğrusu tahmin edemiyorum.
İstanbul için en önemli proje, birincisi kenti
depreme hazırlamaktır, ikincisi de ulaşımı
çözmektir. Başbakan bu konularda proje teklif
etmelidir.”
Mimar Eyüp Muhcu
(İstanbul Mimarlar Odası Başkanı): “Taksim
Meydanı düzenlenmesi adı altında trafiği yerin
altına almak,
AKM’yi yıkmak ve
yerine rant kulesi yapmak istiyorlar. Özetle AKM’yi
yıkıp kongre merkezi adı altında işyerleri,
alışveriş merkezleri vs. öngörüyorlar. Ancak AKM 1.
grup tescilli kültür varlığıdır. Taksim meydanı
tabii ki düzenlenmeli ama bunun yöntemi öncelikle
bir yarışma açmaktır. Ve bu düzenleme AKM’yi yıkma
gerekçesi olamaz.”
Mimar Oktay Ekinci:
“Taksim’degündeme getirilen AKM’yi yıkıp onun
yerine alışveriş merkezi ile otel içeren bir bina
tasarlıyorlardı. Çılgın bir proje olarak lanse
edilmişti. Benim aklıma bu proje geliyor, başkası
gelmiyor. Eğer bu projeyse AKM’nin aynen yapılması
lazım.”
DİĞER ÇILGIN PROJELER İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Başkanı
Kadir Topbaş’ın
dikkat çeken projelerinden bir tanesi de
Haliç’e cansuyu
vermekti. Bu projeye göre,
Sarıyer Ayazağa’dan
Kağıthane Deresi’ne
tünel açarak
Haliç’e taze deniz suyunun girişi sağlanacaktı.
Böylece Haliç’teki su sirkülasyonu sağlanacaktı. Ve
Haliç daha da temizlenecekti.
Bunun dışında 2005
yılında Hayırsız Ada’ya 110 metrelik semazen heykeli
projesi gündeme gelmişti. İçinde restoranı olan,
aynı zamanda kilise, cami, sinagogu bulunan proje
çok tepki gördü. Sonra bu fikirden vazgeçildi.
Mimar Prof.Dr. Afife
Batur: “Başbakan dahi olsa hiç kimse
uzmanlara danışmadan, tartışmaya açmadan İstanbul
konusunda projeler üretip hayata geçiremez. Büyük
projeler uzmanlara, mimarlara, kent
planlamacılarına, sosyologlara danışarak
hazırlanmalıdır. Menderes de böyle çılgınlıklar
yapmıştı. Yol açma tutkusu yüzünden İstanbul büyük
darbeler aldı. Birçok
tarihi eser yok
edildi.”
Uluç ne yazmıştı? “...İstanbul için AKM’den de öte müthiş
projelerimiz var, sizinle özel bir konuşmamızda
anlatmak isterim” dedi ve iki cümle ile projenin
adını söyledi.
Telefon elimde dondum kaldım.. Bu İstanbul konusunda
bugüne dek duyduğum en çılgın proje.. Biri bana “Bin
proje say” dese, bin gün izin verse aklıma gelmez.
Öyle çılgın.
Başbakan “Yazma” demedi.. Ama benim izanım,
anlayışım ve ilkelerim yazmamı engelliyor.
... Bu projeyi, bir TV canlı yayınında Türk ve
Dünya (Dünya.. Bu sözcüğe dikkat edin. Şifre o.)
kamuoyuna açıklamak Başbakanın hakkı.. Benimki
tiyatro dili ile “Sahne çalmak” olur. Hakkım yok.”
Milliyet, 23.09.2010
******
TAKSİM MEYDAN DEVRİMİ
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın belediye başkanlığı döneminde projelerini
hazırlattığı ancak hayata geçiremediği Taksim
Meydanı'nı 'yayalaştırma' projesinin detaylarını
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş
AKŞAM'a anlattı. Buna göre, meydandaki trafik yer
altına çekilecek, İETT otobüs peronları kaldırılacak
ve Taksim'e ulaşım metroyla sağlanacak.
Projenin, 15 gün öne
Başbakan ile görüştüklerinde tekrar gündeme
geldiğini belirten Topbaş, 'Kendilerine,
dönemindekiler ile bizim projelerimizi takdim etmek
istediğimizi söyledik. En kısa sürede kendisine tüm
projeleri arz edeceğiz' dedi. 'Taksim Meydanı'nda
yayalar rahatsız. Araçtan ziyade insana saygı
gösteren anlayışı oluşturmak istiyoruz' diyen
Topbaş, hedeflerini şöyle sıraladı:
Arzumuz Gümüşsuyu'ndan gelen trafiği yer altına
alarak, AKM'ye kesintisiz girilebilmesi,
Meydanda otobüslerin tamamının kalkması,
Taksim'e ulaşımın metro ile sağlanması.
'Gezi Parkı'yla bütünleşmesi ya da bütünleşmemesi
gibi birkaç alternatif var. Değerlendirme yapacağız'
diyen Topbaş, meydan düzenlemesi için kurul kararı
gerekiyor mu? sorusuna, 'Tabii kurul kararı gerekir.
Çünkü burası sit bölgesi' yanıtını verdi. Hemen
başlamak istedikleri projeyi, bu dönem bitirmeyi
planladıklarını belirten Topbaş, şunları söyledi:
'Bölgede herhangi bir bina yıkımı söz konusu
olmayacak. Trafiği yer altına alırken, bazı
noktaları düşünmek gerek. Mesela İkyardım
Hastanesi'ne giden aks var. Onun ne kadarını yer
altına alacaksınız. Onunla ilgili çalışma var, bu
karar çok önemli. İki hastane var. Burası aynı
zamanda Cihangir'in giriş çıkışını sağlayan bir
nokta. Topbaş, AKM ile ilgili görüşlerini ise şöyle
paylaştı:
AKM'nin yenilenmesi söz
konusuydu. Yargı süreci nedeniyle 2.5 yıldır
maalesef öyle duruyor. Burasıyla ilgili kararı,
Kültür Bakanlığı'na bağlı olduğu için yetkili
kurumlar verecek. Şahsi görüşüm, buranın yıkılıp,
yeni inşaat teknolojisiyle farklı mekanları içinde
bulunduran gerçek anlamda bir kültür merkezi olarak
yeniden yapılması.
Topbaş, Başbakan
Erdoğan'ın İstanbul için 'çılgın projem' dediği plan
için, 'Dünyada örneği yok' değerlendirmesini yaptı.
Bir gazetecinin, 'İpucu verir misiniz?' sorusu
üzerine ise Topbaş, 'Kendisi verdi zaten, gelecekte
açıklayacağım dedi' karşılığını verdi.
AKP İstanbul İl Başkanı
Aziz Babuşçu da 'Sayın Başbakan'ın şaşırtan
projelerinin olması sürpriz değil. Dünyayı şaşırtan
projeleri olan bir liderin, İstanbul sevdalısı bir
liderin, İstanbul'a özgü şaşırtıcı projelerinin
olması da çok doğal. Yapılacak şey, Sayın
Başbakan'ın çılgın projesini beklemek olacak' diye
konuştu.
Akşam, Haber: Nebahat
Koç, 25.09.2010
"AMERİKA'YI ÖNCE
SİBİRYALILAR BULDU"
Rus akademisyenler
Amerika'yı Cenovalı
kaşif Kristof Kolomb'un değil, Sibiryalıların
keşfettiğini öne sürdü. Rusya Bilimler Akademisi'ne
bağlı Sibirya Bölümü Arkeoloji ve Etnografi
Enstitüsü Başkanı Anatoliy Derevyanko, "Sahalin
adasının güneyindeki Dolin bölgesindeki kazılara
göre
Amerika'ya insanlar ilk
olarak Sibirya'dan gitmiş"
iddiasında bulundu. Göçün 13-14 bin yıl ya da 20-25
bin yıl önce olduğu savunuldu.
Sabah, 23.09.2010
AYVALIK'TA TARİHİ ESER
OPERASYONU
Balıkesir'in Ayvalık
İlçesi'nde polisin düzenlediği operasyonda, çok
sayıda tarihi eser ele geçirildi, bunları kaçırdığı
öne sürülen 1 kişi gözaltına alındı.
İhbarı değerlendiren
Balıkesir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, 82
yaşındaki A.Y.O.’nun Ayvalık 150 Evler ve Ali
Çetinkaya mahallerindeki evlerine operasyon
düzenledi. Evlerde yapılan aramalarda, Roma dönemine
ait bir kulplu toprak testi, bir kulplu toprak
matara ve iki topraktan yapılmış kadın başı ve
kulplu testi, üzerinde Arapça harfler bulunan 29
sikke, Bizans dönemine ait 13 sikke, İslami döneme
ait 7 sikke, Hellenistik döneme ait 32 sikke, Bizans
dönemine ait metal haç, Roma dönemine ait pipo,
Osmanlı dönemine ait 5 pipo, Bizans dönemine ait
üzerinde resim ve hac sembolleri olan metal levha
ele geçirildi.
Gözaltına alınan A.Y.O.'nun Trakya Üniversitesi'nden
emekli öğretim üyesi olduğu, ifadesinde tarihi
eserlerin aile yadigarı olduğunu söylediği
öğrenildi. Polis, olayla ilgili soruşturmaya devam
edildiğini bildirdi.
Hürriyet, 22.09.2010
ANKARA'NIN VE
GÖLBAŞI'NIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Gölbaşı Konya yolu 25.
km Karaoğlan Mahallesinde bulunan Höyüğün, 1930
yıllarda Atatürk’ün talimatıyla kazı çalışmalarıyla
gün yüzüne çıkarıldı. Ama o zamanki imkansızlıklar
yüzünden sadece 2 yıl sürdü. Arkeolog Remzi Oğuz
Arık yapılan kazılarda höyüğün MÖ 3000 veya 3200
yıllarından daha eski olabileceğini kazı
raporlarında belirtmiş.1930 yıllarında yapılan
kazılarda Höyüğün üst kısmında klasik dönem,Hitit,
İlk Tunç Çağı, Kalkolitik dönemlerine ait eserler
Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi'nde sergileniyor.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı ve Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü'nün ortaklaşa başlattığı ve Gölbaşı
Belediyesi'nin destekleriyle 'Gölbaşı ve
Çevresindeki Tarihi Eserleri Araştırma Projesi'
kapsamında yer alan Gölbaşı Karaoğlan Höyüğü tekrar
gün yüzüne çıkartılıyor.
Höyük hakkında araştırma
ve inceleme yapan Kırşehir Ahi Evren Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Yrd. Doç.Dr. Gülçin İlgezdi Bertram
ve Ankara ODTÜ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Yrd.Doç.Dr.
Jan-K. Bertram, Höyüğün tekrar kazı çalışmalarının
yapılarak turizme kazandırılması için gerekli
çalışmaların başlatılacağını belirttiler.Höyüğün
yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda 2 yıl
içersinde kazı çalışmaların başlayacağını
belirttiler.
Gölbaşı Karaoğlan
Höyüğü'nün yapılan kazılar ve araştırmalar sonucunda
beklide Ankara ve çevresinin en eski yerleşim alanın
ortaya çıkabileceği düşünülüyor. Karaoğlan
Höyüğü'nde kazı çalışmaları 20 yıldan daha fazla
sürmesi bekleniyor.
1930 yıllarda yapılan
kazılarda görevli olarak çalışan Karaoğlan Mahallesi
halkından hala hayatta olan 84 yaşında İbrahim Balta
ve 85 yaşındaki Niyazi Atak o yıldaki kazı
çalışmalarını anlattılar.
"1930-1932 yılları
arasında yapılan kazılarda biz höyükten el arabası
ile kum taşıyorduk.Sonra el arabası ile kum
taşınması zor olduğundan raylı vagon sistemi
kuruldu. Höyüğün o yıllarındaki kazısında 50 – 60
kadar işçi çalışıyordu. Höyükte çalışanlara günlük
yevmiye olarak devlet tarafında 50 kuruş
veriliyordu.Biz höyükte 2 yıl kadar çalıştık. Daha
sonra höyükte çalışmalar durdu. 1930 yıllarından bu
yana kazı yapılması için bekleniyordu." dediler.
“Gölbaşı Karaoğlan
mahallesinde başlatılan kazılar dünya tarihine ışık
tutacaktır” diyen belediye başkanı Yakup Odabaşı
“Gölbaşı ,tarihi ve turizmi ile önemini koruyan bir
ilçedir. Karaoğlan mahallesindeki kazı çalışmaları
İlçemizin tarihini gün ışığına çıkaracaktır.Bu tür
çalışmaların Gölbaşı turizmine büyük katkı
sağlayacağını düşünüyorum. Belediye olarak bu
çalışmalara imkanlar çerçevesinde katkı
sağlayacağız” dedi.
haberler.com, 22.09.2010
VAN KALESİ KUZEYİNDEKİ
HÖYÜKTE KAZI ÇALIŞMALARI
Van Kalesi’nin kuzeyinde
bulunan höyükte İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Erkan Konyar başkanlığında sürdürülen kazı
çalışmalarının bu yıl son aşamasına yaklaşıldı.
Urartuların başkentliğini yapan Van’da, İstanbul ve Marmara üniversiteleri öğretim üyeleri tarafından yaklaşık 2 aydır arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülüyor. Kazı Başkanı İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, Ağustos ayında başladıkları Van Kalesi kazılarının bu yılkı arazi çalışmalarının sona erdiğini, şuanda belgeleme ve fotoğraflama çalışmalarının devam ettiğini söyledi. Konyar, Van Kalesi’ndeki kazılarının yaklaşık 2 ay sürdüğünü ifade ederek, “Bu kazı sürecinde özellikle başkentin aşağı şehrinin niteliği konusunda burada yaşayan halkın yaşam biçimi, kullandıkları konutlar ve yaşadıkları mekanlar konusunda önemli veriler elde ettik. Hemen arkamızda bir Urartu yapısı bir mahalle ortaya çıkardık. Yaklaşık bir 15 odadan oluşun bir bey konağı ortaya çıkardık. Yaptığımız kazılarla ortaya çıkardığımız eserleri tekrar korumak amacıyla kerpiçlerle kapatarak koruma altına alıyoruz. Bu yılkı kazımın son aşamasında fotoğraflama, belgeleme ve çizim çalışmaları devam ediyor. Van Kalesi höyüğünde bundan sonra bütün arazide açılan alanlar jeotekstil malzemesi ile kapatılacak. Doğa koşullarına ve insan etkilerine karşı önlem olarak tamamen örtülecek. Gelecek yıl tekrar açılmak üzere kapatılacak” dedi.
Buradaki kazı
çalışmalarının ilk yılında lojistik olarak ilk
günlerde sıkıntı yaşadıklarını ifade eden Konyar,
“Daha sonra Van Valiliği, Van Gölü Elektrik Dağıtım
A.Ş. (VEDAŞ) ve Karayolları 11. Bölge Müdürlüğü
ekipleri tarafından lojistik destek açısında ciddi
yardımları oldu. İlk başta tahta merdivenler ile
çektiğimiz fotoğrafları şimdi ise VEDAŞ”ın sepetli
vinçleri üzerinde çekiyoruz. Bu açıdan başta Van
Valiliği olmak üzere emeği geçen bütün kurumlara
teşekkür ediyoruz. Fotoğraflama ve çizim
çalışmalarımız yaklaşık 1 hafta daha sürecek. Bir
kazıyı kapatmak ta bir hayli zordur. Bu anlamda
arkeolojinin ne kadar zor olduğunu korumanın ne
kadar zor olduğun da apaçık ortaya çıkıyor” şeklinde
konuştu.
Bu yıl Urartu mimarisi,
Urartu yazısal malzemesi açısından bir çok belge
elde ettiklerini ifade eden Konyar, “O açıdan ilk
kazılarımız beklediğimiz den daha fazla verimli
geçti. Urartu Kralı İkinci Rusa dönemine ait bir
çivi yazılı stel bulduk. Sustel Rusa’nın yapmış
olduğu seferleri anlatıyor. Güney Doğu Anadolu
Bölgesi’nde, Elazığ ve Malatya bölgesine yapmış
olduğu seferleri anlatıyordu. Yaklaşık 100 yıl önce
kaybolmuş bir stel parçasını bulup Van Müzesi’ndeki
diğer parçasıyla bir araya getirdik. Bu da bizim
için büyük bir mutluluk kaynağı idi. O eseri de
müzeye kazandırdık” şeklinde sözlerini tamamladı.
Haber Kapısı, 22.09.2010
NEDİR GİZEMİ BU
ESERLERİN?
600’den fazla antika,
Başbakan Nuri El Maliki’nin ofisinde bulunduktan
sonra, Irak Ulusal Müzesi’ne geri verildi. Kimi
binlerce yıl öncesinden kalan tarihi eserler,
muhtelif zamanlarda Irak’tan kaçırılmış ve Birleşik
Devletler’e getirilmişti. Bu eserler, 2009 yılında
tekrar Irak’a getirilmiş ve bu tarihten sonra
ortadan kaybolmuştu. Turizm ve Antika Bakanı Kahtan
El Cuburi, eserlerin ortadan kaybolmasıyla ilgili
suçu ‘uygunsuz teslim prosedürüne’ atmıştı.
Eserlerin Irak’a getirildikten sonra nasıl ortadan
kaybolduğu hala gizemini korurken, 638 parça tarihî
eser, pazar günü, Başbakan Maliki’nin ofisinde
mutfak ekipmanlarının bulunduğu depoda, karton
kutuların içine paketlenmiş halde bulundu. Eserler
arasında, mücevherler, kil tabletler ve bronz
heykelcikler bulunuyor. Koleksiyonun önemine vurgu
yapan Irak Ulusal Müzesi Direktörü Amira Eidan,
“Eserlerin bir kısmı İslam döneminin başlangıcından,
bazısı Sümer döneminden, kimisi ise Babil,
Hellenistik ve başkaca zamanlar ve şehirlerden
kalma” dedi.
Taraf, 22.09.2010
AYİOS HARALAMBOS KİLİSESİ RESTORE EDİLİYOR
Çeşme Belediyesi Fen İşleri Müdürü Fatih Taylan, tarihi Ayios Haralambos Kilisesi'nin restorasyonu çalışmalarına başlandığını bildirdi. Taylan, kilisenin restorasyonu için tüm sürecin tamamlanmasının ardından 1 milyon 627 bin 218 lira bedel ile ihale edildiğini söyledi.
Restorasyon çalışmalarının maliyetinin yüzde 95'inin İzmir Valiliği Özel İdare Müdürlüğü bütçesinden, yüzde 5'inin de Çeşme Belediyesi tarafından karşılanacağını belirten Taylan, ''Sözleşmeye göre yüklenici firma 300 günde yani Temmuz 2011'de restorasyon işini bitirecek. Böylelikle tarihi Ayios Haralambos Kilisesi, tavan ve duvarlardaki boyadan kurtarılarak, gün yüzüne çıkarılacak motifleri ve güven altına alınmış binasıyla gelecek sezonda Çeşme turizmine hizmet vermeye başlayacak'' dedi. Taylan, bu yıl mayıs ayında Çeşme'yi ziyaret eden Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos'un kiliseyle yakından ilgilendiğini hatırlatarak, kilisenin restore edilmesiyle birlikte Çeşme'de inanç turizminin yaygınlaşmasını beklediklerini sözlerine ekledi.
Çeşme merkezde bulunan ve 1832 yılında yapılmış olan kilise, Hıristiyan Ortodoks inancı bakımından önemli dini yapılar arasında yer alıyor.
Yapı, 22.09.2010
EFSANEVİ BÜTÇEYE DEĞDİ
Mİ?
İstanbul, 2010 Avrupa
Kültür Başkenti tacını üç ay sonra devrediyor. Önce
çok eleştirildi, sonra itirazlar azaldı. Peki AKB
Ajansı son çeyreğe girerken alnının akıyla bu işten
çıkabilecek mi? Yoksa paralar, iddia edildiği gibi
sokağa mı atıldı?
İstanbul'un 2010'da
Kültür Başkenti olacağı belirlendiğinden beri çıtayı
hep yüksek tuttuk. Sanki bu unvanı almak Olimpiyat
şehri olmakla eşanlamlıymış gibi, tüm sorunlarımızın
bir yılda çözüleceğini sandık. Öyle ya, para çoktu!
Kimbilir kimler parayı hasır altı edecek, bizi
soyacaktı... Şehrimize öyle yekten paranın gelmesine
alışık olmadığımız gibi bu parayı yönetecek kişilere
de güvenmedik.
Eleştiriler haksız da
değildi; 2010 Kültür Başkenti Ajansı'nda medyaya da
yansıyan depremler oldu. Kültür sanat alanında bazı
önemli isimler dayanamayıp ayrıldı, bazıları kalmayı
tercih etti. Yönetimdeki uyumsuzluk ve acemilikler,
iletişim problemleriyle birleşince eleştiri dozu
arttı.
Tüm bunlar son aylarda
neredeyse sıfırlandı. Kültür Başkenti olayına
tepkiyle yaklaşanlar bile sessizleşti, hatta övgüler
dizilmeye başlandı. İtiraf edeyim, ben de bir yamuk
var mı bu işlerde diye düşünüyordum. Ama katıldığım
bütün 2010 etkinliklerinden hem memnun kaldım, hem
de baş döndürücü bir hızla ilerleyen "proje"lere
yetişemez oldum. Reklam ajansının "İstanbul'u
yeniden keşfet" ve yurtdışındaki "İstanbul-The Most
Inspiring City In The World" (İstanbul-Dünyanın en
ilham verici şehri) ilanlarını çok beğendim. Yapılan
harcamaların web sitesinden kalem kalem
yayınlandığını gördükçe de yüreğime su serpildi.
200 milyon TL
harcadık
2010'un Nisan ayında
Şekib Avdagiç'in Ajans Başkanlığı'na getirilmesi,
başta "plastikçi kültürden ne anlar?" diye
eleştirildi. Ancak zaman, meselenin tek başına
kültür sanattan ibaret olmadığını, yönetim ve
pazarlamanın önemini gösterdi.
Geçen hafta Ajansın Genel Sekreteri Yılmaz Kurt ve
kurmaylarıyla biraraya geldik. Ben sordukça onlar
dosyaları çıkardı. Kurt, açıkça "Ben de bilmiyordum
kültürü sanatı" diye sözlerine başladı. Başında
"Kültür Başkenti" kavramına büyük manalar
yüklendiğini ve sanki sihirli bir değnek bütün
altyapı sorunları çözülecekmiş gibi bir algı
oluştuğunu anlattı: "Çatılardaki antenleri nasıl
düzelteceksiniz diye soranlar oldu. Oysa bu unvan,
çağdaş sanat ve yerel kültürün pazarlanması için
kullanılıyor. 800 milyon TL gibi efsanevi
bütçelerden bahsedildiği için beklenti büyüktü.
Herkes kendi projesini yegane sanıyordu."
Peki İstanbul'daki
projeler için ne kadar harcandı? Ajansın
açıklamasına göre 200 milyon TL. Bunun büyük bölümü
de kültürel yapıların restore edilmesine ayrıldı.
Kurt, "Pecs ve Essen'le kıyaslama yapıldığında
üzülüyoruz. O şehirlerle İstanbul'un konumu çok
farklı. Kentsel dönüşümün yüzde 60 ile 70'ine Ajans
kaynak aktardı. Şehirde tescillenmiş tarihi 30 bin
yapı var. Bir o kadar da tescillenmemiş...
Önceliğimiz, bu binaların kalıcı restorasyonu oldu."
AKM ne olacak?
Bana göre 2010 sürecinde
en büyük sıkıntı, İstanbul'un büyük bir sahneye
kavuşamaması oldu. Lütfi Kırdar yenilendi ama
büyüklüğü bazı eserlerin sahnelenmesine yetmiyor. La
Scala İstanbul'a gelecekti, sırf bu nedenle
gelemedi... AKM'nin yıkılacağı iddiaları da çok
tepki aldı.
Kurt, AKM'nin
restorasyonunun bütçe ve kaynağı kullanma yetkisinin
de Ajans'ta olduğunu, yıkılmasının söz konusu
olmadığını ve ihaleyi alan Tabanlıoğlu'nun babasının
hatırasına sadık kalarak proje geliştirdiğini
söylüyor: "Ses sistemi, ışıklandırma, altyapı
çalışmaları yapılacaktı. 64 milyon TL ayırdık.
Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatroları
Müdürleriyle toplantı yaptık. Fakat itiraz, projede
restoran olmasınaydı. Oysa bugün Louvre'da da
British Museum'da da var! Mete Tapan Hoca
onaylayacaktı fakat dava açılınca yapamadı. Bence
tarihi fırsat kaçtı. Herhalde bu dönemde yapılmasını
istemediler..."
Ümidimiz, Kültür
Bakanlığı'nın devreye girmesi ve iyi bir restorasyon
projesiyle AKM'nin yeniden hayat bulması. Çürümeye
terk edilmesi değil!
İstanbul, AB üyesi
olmadan Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen ilk ve
son şehir. "İnspiring city" yani ilham veren şehir
reklamı ise RPM Radar& Ultra'nın fikri. Hasan Kurt,
filmi ilk izlediğinde "Çok iddialı olmuyor mu?" diye
sormuş. RPM'nin sahibi Paul Mc Millan'ın cevabı ise
"Hadi iddialı olalım. Parislileri kızdıralım!
İstanbul'un tarihi yarımada silüetiyle tanıtalım. Bu
görüntü, Paris'in Eyfel'i kadar akıllara kazınmalı"
olmuş. Neticede bu reklam Venedik'te San Marco
Meydanında kocaman billboard'lara bile çıkmış. Bana
sorarsanız lokumlu, dansözlü oryantal Türkiye
tasvirlerinden çok daha etkili.
Kültür Başkenti'nin
ajandasında buraya sığdıramayacağım kadar çok
etkinlik var. Öncelikle kaçırılmaması gerekenlerden
başlayalım:
- Beyhan Murphy'nin
yönetmenliğindeki Dans Platformu için son tarih
bugün.
- SSM'deki
"İstanbul-Efsane Kent" sergisi bu Pazar sona eriyor.
Ayrıca yazacağım, kaçırılmaması gerek.
- 15 Eylül'de
santralistanbul'da açılan "İstanbul 1910-2010 Kent,
Yapılı Çevre ve Mimarlık Kültürü Sergisi" 20 Kasım'a
kadar açık. Kaçmaz!
- 28 Ekim'e kadar
Beşiktaş Barbaros Meydanı'nda Yaratıcı Sokaklar
Festivali.
- Kadınİst/WomanIst
Uluslar arası Kadın Buluşmaları Kasım'da.
- Londra Filarmoni ve
Mahpeyker galası.
- Thedosius Limanı ve
İstanbul'un Tarihöncesi ve Yakın Çevresi Sergileri,
Ermeni ve Rum mimarların eserlerini anlatan
sergiler.
Bilim insanları, bilgisayar ortamında yapılan simülasyonlarla, Tevrat’ta anlatılan ve Yahudilerin Hz. Musa önderliğinde firavunun ordusundan kaçmasını sağlayan mucizenin gerçek hayatta yaşanabileceğini belirtti.
ABD Ulusal Atmosferik Araştırma Merkezi (NCAR) ve Colorado Üniversitesi araştırmacıları, hazırladıkları simülasyonlarla Kızıldeniz'in ikiye ayrılmasının mümkün olduğunu savundu.
Bilim insanları, Tevrat’ta anlatılan mucizenin yaşandığı bölgenin haritaları, arkeolojik kayıtları ve bölgenin uydudan çekilen fotoğraflarını inceleyerek mucizenin yaşanmasına olanak verecek topografik özellikler aradı. Araştırmacılar, elde ettikleri bilgilerin ışığında Akdeniz’in güneyinde, yaklaşık üç bin yıl önce Nil Nehri’nden akan suların oluşturduğu Tanis Gölü’nün olduğu bölgede deneylere başladı.
Bilgisayar modelleri, saatte 100 kilometre hızla doğudan esen rüzgara maruz kalan bölgede yaklaşık 1.8 metre derinliğindeki suyu 12 saat boyunca inceledi. Simülasyonda, rüzgar suyu hem göl oluşturduğu havzaya, hem de Nil Nehri’nden aktığı kola itti. Bu şekilde, saatler boyunca 4.5-5 kilometre uzunluğunda ve 1.8 kilometre genişliğinde düz, çamur bir alan ortaya çıktı. Rüzgarın sona ermesiyle, sular çamur alanı hemen kapattı.
NCAR yetkilisi Carl Dewis, simülasyonun Tevrat’ta anlatılana çok yakın bir sonuç verdiğini söyledi. Dewis, Plos ONE dergisinde yayımlanan çalışma hakkında, “Sıvı dinamiklerine bakarak, suyun birbirinden ayrılmasını anlayabiliriz. Rüzgar, suyu fizik kuralları içinde bir yöne itiyor. Su iki ayrı tarafa itilerek güvenli bir geçit oluşuyor. Ardından rüzgarın geçmesiyle geçit kapanıyor” dedi.
Hürriyet, 22.09.2010
ALİ PAŞA CAMİİ RESTORE
EDİLİYOR
Erzurum’un tarihi camilerinden Ali Paşa Cami
restorasyona alındı. Erzurum vakıflar Bölge
Müdürlüğü’nce restoresi yaptırılan tarihi cami 2011
yaz döneminde yeniden ibadete açılacak.
Sıva kazma işleminin tamamlandığı tarihi
camide minarede sökülerek yeniden yapılıyor.
Numaralandırılan taşlar restore çalışmalarının
tamamlanması ile birlikte yeniden yerlerine
konulacak. Önümüzdeki yıl Ağustos ayı sonuna kadar
bitirilmesi planlanan caminin önünde bulunan tarihi
çeşmelerde restorasyon çalışmaları kapsamında
yeniden yapılacak.
Erzurum Ali Paşa Mahallesi’nde, Kongre Caddesi
üzerinde bulunan camiyi Erzurum Valisi Ali Paşa 1569
yılında yaptırmıştır. Sonraki yıllarda harap olan
camiyi Hasan Efendi isimli birisi 1694 yılında
onardı.
Caminin önündeki son cemaat yeri 6 ağaç
sütunun taşıdığı bir çatı ile örtülmüştür. Giriş
kapısı üzerinde caminin 1694 yılında onarıldığını
belirten mermerden dört satırlı kitabesi
bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı caminin üzeri
toprak bir damla örtülmüştür. İbadet mekanında
mimari ve bezeme yönünden bir özellik
bulunmamaktadır. Caminin sağ tarafında tuğladan tek
şerefeli bir minaresi vardır. Bahçesinde de 1865
yılında bir çeşme yapılmıştır.
Erzurum Gazetesi,
22.09.2010
BOĞAZ'IN 135 METRE
ALTINDA MÜCEVHER ÇIKIYOR
Yıkılan
Berlin Duvarı'ndan etrafa saçılan taş
parçaları hem Almanların hem de
Berlin
Duvarı'nı görmeye gelen turistlerin ilgisini çekmiş,
insanlar yıkılan duvardan dağılan taş parçalarını
anı olarak yanlarına almıştı. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi de bu örnekten esinlenmiş olacak ki
yeni bir projeyi hayata
geçirmeye hazırlanıyor. İstanbul'un su ihtiyacının
hızlı artışı sebebi ile Devlet Su İşleri
(DSİ) tarafından başlanıp yapımı devam eden Melen
Projesi'nin Asya ve Avrupa
bağlantısındaki "0" noktasından çıkan kaya
parçalarını toplayıp muhafaza eden belediye, taşları
takı haline getirip
İstanbul'un tanıtımına katkı sağlamaya hazırlanıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
çalışmalar sırasında 135 metre derinlikte,
Asya ile Avrupa'nın denizde birleştiği yerden yani
sıfır noktasından çıkan kaya ve taşlardan
dünyaca ünlü tasarımcıların desteğiyle
bileklik, yüzük, kolye gibi orijinal takı ürünleri
üretilmesi ve
satışı için
çalışmalar
yaptıklarını söyledi. Parçalarını takı
tasarımcılarına emanet edip, bu parçaları İstanbul
anısı olarak pazarlayacaklarını söyledi. Kaya
parçalarının belediyede
saklandığını ve bunların tasarımcılara verilip takı
üretilmesini sağlayacaklarını dile getiren Topbaş
şunları söyledi: "Bu kayalıklar İstanbul Boğazı'nda
Asya ve Avrupa arasında inşa edilen su tüneli
çalışmaları esnasında elde edildi. 2 ton
civarında çıkarılan bu taşlar tutanakla kayıt altına
alınarak Kültür AŞ.'ye teslim edildi.
Yenikapı
Metro İstasyonu'nda çıkarılan Theodisus Limanı
kalıntılarından çıkan 8500 yıl öncesinde ait olduğu
bilim adamları ve arkeologlar tarafından belgelenen
dere taşları da tutanakla yine Kültür A.Ş.
tarafından alındı. Bu taşlar da değişik
tasarımlarla, bileklik, kolye, yüzük broş gibi takı
ürünlerinde değerlendirilecek." Topbaş,
Yenikapı'da kurulacak İstasyon- Müze'de bu
takıların sergilenmesi ve
satışının planlandığını söyledi.
Sabah, Haber: Pınar
Çelik, 22.09.2010
ABD'DE 1.4 MİLYON YILLIK
FOSİLLER BULUNDU
ABD’de tarihin en
büyük arkeolojik keşiflerinden biri yapıldı. Bir
inşaat alanında yapılan kazı çalışmasında 1.4 milyon
yıl öncesine ait binlerce fosil bulundu.
Los Angeles kentinin 135
kilometre güneydoğusundaki San Timoteo kanyonunda
trafo inşaatı yapan bir şirket, California
eyaletinin milyonlarca yıl öncesine ışık tutacak çok
büyük bir arkeolojik keşfe
imza attı. Bilim
insanları, çorak bir kanyonun bulunduğu California
eyaletinin güneyinde kalan bölgede, bin 450 parçadan
fazla fosil bulunduğunu belirtti.
Çok iyi halde oldukları
belirlenen fosillerin arasında dev boz ayılara,
kılıç gibi dişlere sahip dev kedilere, iki çeşit
deveye ve çeşitli küçük hayvanlara ait
bin 220 kemik
parçası bulundu. Bölgede çalışma başlatan uzmanlar,
geyik, at ve lama olduklarını düşündükleri başka bir
hayvanın kemiklerine de rastladı.
İnşaat çalışmalarını bırakarak
arkeolojik kalıntıların çıkarılmasına yardımcı olan
işçiler, kemiklerin yanı sıra bölgede zamanında yer
kapladığı düşünülen huş, çınar, çam ve meşe
ağaçları; kamışlarla örtülü bataklıklara ait
kalıntılar buldu.
Bilim insanları, inşaat
alanında yapılan çalışmalarda hayvan ve bitki
türlerine ait birbirinden farklı 35 türü temsil eden
fosil elde edildiğini belirtti. Fosiller, önümüzdeki
yıl Hemet şehrindeki Batı Bilim Merkezi’nde
sunulacak.
Mikrobiyolog Rick Greenwood,
bulunan fosillerin Los Angeles’ın ünlü La Brea
hendeklerinde ortaya çıkarılan tarihi bulgulardan
bir milyon yıl daha eski olduğunu söylerken, “En son
ulaştığımız kalıntıların bugüne dek bilimsel açıdan
elde edilen en değerli bulgular olduğuna inanıyoruz”
dedi.
Greenwood, “Bundan bir milyon
yıl önce bu bölgede lama, at ve geyik gibi
hayvanların yaşamış olabileceğini birçok kişi
aklının ucundan bile geçiremezdi” ifadesini
kullandı. San Diego Doğal Tarih Müzesi’nde görevli
arkeolog Tom Demere ise fosillerin farklı
bölgelerden gelen farklı türe ait hayvanlara işaret
ettiğine dikkat çekti ve bu kadar çeşitli fosili bir
arada bulmanın çok büyük bir keşif olduğunı
belirtti.
Arkeolog Philip Lapin, bugün
kurak verimsiz olan bölgenin bir milyon yıl önce çok
farklı bir doğal yapıya sahip olduğunu söyledi.
Lapin, “Kemirgenlerin yaşam süreleri çok kısa olduğu
için değişimlere daha hızlı adapte oluyor ve evrim
geçiriyorlardı. Bu hayvanların dişlerini inceleyerek
bilim insanları iklim değişikliklerine göre
beslenmelerinin nasıl etkilendiğini anlayabilir”
dedi.
Lapin, çok sayıda ve önceden
eşine rastlanmamış fosil bulunduğunu, bu yüzden
fosiller üzerinde yapılacak çalışmanın çok kolay
olmayacağını belirtti.
Hürriyet, 22.09.2010
SANATA MAHALLE BASKISI
Birbiri ardına açılan
sanat galerileri, bienal mekanları ve butikleriyle
yerli ve yabancıların ilgi odağı haline gelen
BeyoğluTophane Firuzağa
Mahallesi Boğazkesen Caddesi’ndeki sanat galerisi ve
resim sergisinin açılışına katılan sanatseverler,
yaklaşık 30 kişinin sopalı, bıçaklı ve taşlı
saldırısına uğradı. Galerilerin camlarını yere
indiren saldırganlar, davetlileri de
darp ettiler.
Saldırı sırasında aralarında ressam
Nazım Hikmet
Richard Dikbaş ve öğretim üyesi Nazım Dikbaş’ın da
bulunduğu onlarca kişi çeşitli yerlerinden
yaralandı. Saldırıyla ilgili soruşturma başlatıldı.
Boğazkesen Caddesi Hasanefendi İşmerkezi’nin 3.
katındaki resim galerisi ile buraya 30 metre
mesafede bulunan Kadirler Caddesi Numara 69’daki 4
katlı binanın giriş katındaki resim ve fotoğraf
sergisinin, dün saat 19.00 sıralarında açılışı
yapıldı. “Galerinon ve Galeriouetlet” adlı
galerideki açılışa yurtiçi ve yurtdışından yüzlerce
davetli katıldı. Açılıştan kısa bir süre sonra,
iddialara göre, daha önce de burada yapılan
açılışlarda sokakta içki içilmesinden rahatsız olan
mahalle sakinlerinden yaklaşık 30’u ellerinde
sopalarla iki galeriyi de 15 dakika arayla bastı.
Bağırarak saldırıya geçenler, sergideki davetlileri
sopalarla darp ettiler. Saldırganlar, “Burası aile
mahallesi içki içmeyin” diye bağırarak kendilerine
karşı koyanların gözlerine de
biber gazı sıkarak
uzaklaştılar. Taşlı ve sopalı saldırı sırasında iki
galerinin de camları kırıldı. Onlarca kişi darp ve
cam parçalarının isabet etmesi sonucu çeşitli
yerlerinden yaralandı. Yaralananlardan 5’i
Taksim Eğitim ve
Araştırma Hastanesi ile
Alman Hastanesi’ne
kaldırılarak tedavi edildi. Ressam Nazım Hikmet
Richard Dikbaş, öğretim üyesi Nazım Dikbaş ile
Şevket Kaan’ın yarılan kafalarına dikiş atıldı.
İhbar üzerine olay yerine gelen polis, polis
merkezine götürdüğü sergiyi düzenleyen üç kişi ile
davetlilerin ifadesine başvurdu, iki galeri de
kapatıldı. Saldırıyla ilgili soruşturma başlatıldığı
öğrenildi. Saldırganların yakalanması için araştırma
başlatıldı.
Serin bir eylül akşamı... Dört galeride aynı anda
açılacak dört farklı sergiyi görmek üzere Tophane’ye
doğru ilerliyorum takside. Galeri Non, Pi
Art Work, Elipsis
ve Outlet İhraç Fazlası Sanat’ın bulunduğu
Boğazkesen’e yaklaştığımda çalıyor telefonum.
Telefondaki telaşlı ses, sanat çevrelerinde
Extramücadele müstear adını kullanan sanatçının
Galeri Non’daki açılışına saldırı olduğunu söylüyor.
Sıra dışı kimliğiyle tanınan, birbirinden çarpıcı,
ezber bozan cesur işlere imza atan Extramücadele’nin
yeni bir performansından mı söz ediyor acaba? Hayır
diye ısrar ediyor. “Gerçekten saldırı oldu, biber
gazıylaÖ Mahalleli kapıları yumrukluyor,
yaralananlar var. Hatta bir kişi hastaneye
kaldırıldı.” Saldırganların 20-30 kişi olduğu ve
sanatçının yaralılardan Nazım Dikbaş’ı hastaneye
götürdüğü konuşuluyor.
Telefonu kapayıp mekana ulaşmam beş dakika sürüyor.
Ortalık ana baba günü. Polisler düzeni sağlamaya,
Tophane sakinlerinin bir kısmı da öfkeli
saldırganları olay mahallinden uzaklaştırmaya
çalışıyor. Polisin “dağılın” uyarıları yükseliyor
sokaktan. Panik içinde herkes. Galeri Non’da görevli
bir arkadaşımı görüyorum, beti benzi atmış,
konuşamıyor bile. Tuhaf bir duygu. İnsan sarılıp
teselli etme ihtiyacı duyuyor. Üzerine sinen biber
gazı gözlerimi yakıyor. Gerçek gibi değil, sanki
sürreal bir oyunun içindeyiz. Saldırı nedeniyle
açılamayan Galeri Non’daki serginin adı durumu
özetliyor aslında: “Bunu Ben Yapmadım Siz Yaptınız”.
Diğer galerilerin önünden geçiyorum hızla.
Elipsis’in kapısı kırılmış, Outlet ve Pi Art Work de
kepenklerini indirmiş. Geçtiğimiz hafta aynı hat
üzerindeki Galeri Rodeo’da düzenlenen serginin
açılışında da mahallelinin sözlü sataşmalarda
bulunduğu ama olayın büyümeden sona erdiği
söyleniyor. Basına yansımayan o günkü
tepkilerle bugünkünün gerekçesi aynı: “Mahallemize
gelip düzenimizi bozdunuz.”
Galeri Non’daki açılış sırasında yaşanan saldırıya
tanık olanlar bu olayın bir önceki ile bağlantılı
organize bir eylem olduğu konusunda hem fikirler.
Şerif
Mardin’in ‘mahalle
baskısı’ kavramı bu kez sanat üzerinden
kendini gösteriyor. Mahallelinin tepkisi açılışta
içki içilmesi gibi görünse de ‘muhafazakar
yaşamlarına giren sanatı, kendileri için sosyal bir
tehdit gibi görmeleri’ . Bu noktada atlanmaması
gereken önemli bir nokta daha var. Sözünü ettiğim
beş galerinin beşinin de sahibi kadın. Sanata olduğu
kadar kadına da saldırı diye düşünmeden edemiyorum.
Korkulu ve şaşkın insanların arasında dolaşan birkaç
kişi mahcubiyetlerini dile getirmeden edemiyor.
Onlar her gün yüzyüze baksalar da saldırıyı
düzenleyen komşularına tepkili. Nedenini kendileri
de açıklayamıyorlar ama iddia edilen o ki mahallede
sanat galerisi istenmiyor. Niye? Kime ne zararı var
diye soruyorum. “İşte bilirsiniz, burası muhafazakar
bir çevre, sanat edinince çıplak kadınlar, içki içen
insanlar akıllarına geliyor...”
Milliyet, Haber: Yasemin
Bay, 22.09.2010
******
'KÜLTÜR BAŞKENTİ'NDE
SOPALI DÜZEN!
Avrupa Kültür Başkenti
İstanbul, önceki gün büyük tedirginlik uyandıran bir
saldırıya sahne oldu. İstanbul’un Beyoğlu İlçesinde,
ilçenin en eski mahallerinden Tophane’de toplu sergi
açılışı yapan dört galeri saldırıya uğradı.
Mağdurların anlatımına göre sopalı, coplu, biber
gazlı saldırganlar linç ortamı yarattı. Olayla
ilgili yedi kişi gözaltına alındı.
Beş kişinin kentin göbeğinde hastanelik olduğu,
galerilerin camlarının indirildiği saldırı
İstanbul’un ‘Avrupa Kültür Başkenti’, ‘farklı
kültürlerin içiçe yaşadığı hoşgörü beşiği’ ve ‘emlak
piyasasının yükselen yıldızı’ olmasına gölge
düşürdü. Ama Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
dün konuyla ilgili suspustu. Bakanlıktan veya
bakandan bu konuda hiçbir açıklama gelmezken,
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, sabah ilk
yaptığı ilk açıklamada iki noktaya vurgu yaptı:
Hiçbir işyerine yönelik bu tür saldırılara izin
vermeyiz. Saldırının amacını araştırıyoruz. Bilgiler
kesinleşmeden basına bilgi vermem yanıltıcı olur.
Vali Mutlu öğleden sonra zanlıların ilk ifadelerin
ardından beklenen açıklamasını yaptı. Saldırının
‘spontane geliştiğini’ vurguladı:
“Tophane, Beyoğlu ramazan ayı da dahil olmak üzere
lokantalarımızın içkili içkisiz yasal çerçevede
faaliyetlerini icra ettikleri ve hiçbir olumsuzluğun
yaşanmadığı bir alan. Dolayısıyla o bölgenin böyle
bir hassasiyeti zaten yok. Toplu sanat açılışı
etkinliği kapsamında konukların haklı olarak
dışarıya doğru biraz taşmış olması, yolda yaya
trafiğini biraz aksatıyor. Trafiğin aksamasıyla
beraber, zaten dar bir mahalle, gelen geçenler
arasında bir tartışma oluşuyor. Tartışma biraz da
büyüyerek galerilerin camlarının kırılmasına varana
kadar bir ortam oluşuyor.”
Vali böylece saldırının ardında ‘mahalle baskısı,
sanata saldırı, rant veya örgütlü bir iş’ olması
ihtimallerini dışladı. Vali “Gözaltındaki yedi
kişinin ‘evet, ben de olaya karıştım’ şeklinde
ifadesi yok. Bizzat kavgaya iştirak etmiş kişiler
değil. Öyle 30 kişilik bir grubun hadisesi değil.
İfadelerden şu anda gördüğümüz, birkaç kişi
tartışmaya girmiş ve bu tartışmada taraf olmuş”
dedi.
Tophane muhafazakar kesimle bohem hayatın iç içe
geçebildiği ender bölgelerden
Tophane’de bir çay bahçesi... Yüzlerde bir gerilim
var. Konu malum. Önceki gece galeri açılışına
gelenlere yönelik saldırı... Televizyonda da bu
naber var. Çay bahçesinden sesler yükseliyor:
“Tahammülsüzüz işte kardeşim...” “Onlar da sokağın
ortasında içmesinler...”
Adını vermek istemeyen ikinci el eşya satan bir
esnaf olayı “Bizim çocuklar dalmışlar” diye
yorumluyor. Ve ‘bizim çocuklar’ mahalledeki hemen
herkes tarafından sahipleniliyor. Görünürde kınansa
da adeta bir elinize sağlık havası hakim.
Mahalle gençlerinden Ercan Babacan’a göre de neden
aynı: “Bizim sanat galerilerine veya içki içilmesine
bir tepkimiz yok. Defalarca uyardık kaldırımları
kapattıkları için. Dün bir hanım kardeşimiz
geçerken, ‘Yolu açında geçeyim’ deyince ‘Başka
yerden geç’ karşılığını vermişler. Bunu duyan
gençler de tepki gösterdiler.”
Celal Kıyağan 44 yıldır Kumbaracı Yokuşu’nda
çalıştığını, Boğazkesen’de oturduğunu söylüyor: “Son
zamanlarda buralarda olanlardan rahatsızız.
Kumbaracı’da apart oteller açtılar. Kadın erkek
çıplak banyo yapıyor gözümüzün önünde. Her sabah
kapımızın önünde sızmış birini buluyoruz. Burada
bize zulüm var.”
Olayın meydana geldiği caddenin bir arka sokağında
‘bıçkın’ gençler toplanmış konuşuyor. Gazetecilere
tepkili de olsalar, birkaç soru sonrasında
yumuşuyorlar. İçlerinden Aziz şunları anlatıyor:
“Burada herkes içkisini de içer, başka şeyini de.
Ama hiç kimse gidip sokak ortasında ‘bir elinde
sigara, bir elinde kadehle’ içmesin. Ben de içerim
ama gider en tenha yerde. Bazen burada aileler
sokaktan geçemiyor.” Sakallı ve şalvarlı başka bir
genç ise galerilerin mahallelerine gelmelerini
istemediklerin net biçimde ifade ediyor:
“Gelmesinler. Burayı da Beyoğlu’na çevirdiler.”
İsmini vermek istemeyen ve Roman olduğunu söyleyen
bir kadın ise şunları söylüyor: “Cumhuriyetçiyiz.
Burası modernleştikçe bunlar azıyor. Yobazlar işte.”
İnşaat mühendisi Vahdettin Hüdür ise olaya başka bir
açıdan yaklaşıyor: “Galericilere saldıranları da
figüranlardan olarak görüyorum. Buranın adını
kötüleyecekler, sonra fiyatlar düşecek, yerler ucuza
kapatılacak, sonra yine pahalanacak.”
Tahsin Çatuk Bitlis Derneği Başkan Yardımcısı: “Daha
önceki uyarılar sonuç vermedi. Sonuçta bu oldu.
Cihangir gibi Kılıçali Paşa gibi daha modern
semtlerin altında Tophane yapısının örtüşeceğini
sandılar. Fakat muhafazakar yapısı gereği bu içkili
toplantıların hoş karşılananmadığını bilinen bir
gerçekti. Olmasa daha iyi olurdu. Biz sanata karşı
değiliz. Ama içkili ortamlar kimseye huzur getirmez.
Böyle devam ederlerse bu tür olaylar yine olur
kanaatindeyim.”
Saldırı sinyali internette günler önce verildi
Tophane’de önceki gece yaşananların sinyalinin 1.5
ay önce sanal ortama yansıdığı ortaya çıktı. www.tophanehaber.com’
16 Ağustos’taki haber şöyle: “Özellikle son yıllarda
bazı medya kuruluşlarının bilinçli olarak gündeme
getirdikleri ‘mahalle baskısı’ kavramının arkasına
sığınarak, bundan cesaret alan birileri semtte
yaşayan ailelerin sosyal yapısını, kültürünü,
saygınlığını, gelenek ve göreneklerini resmen taciz
ediyorlar... ” Ve yorumlar:
“Herkes kendi mahallesinde apartmanında gayri ahlaki
şeyleri gördüğünde arkasını dönmiyecek. Yapacak çok
şey var” (28 Ağustos)
“bence önce belediye başkanına sonrada hostel ve
içkili mekan sahiplerine tophaneyi ve tophanelileri
öğretmemiz gerek Osmanlı ne güzel demiş: nuh ile
uslanmıyanı etmeli tektir tektir ile uslanmıyanın
hakkı kötektir” (19 Ağustos)
“Perde acık adam karşımda ic camaşırı ile duruyor ve
ben kendisini ikaz ediyorum perdeni kapat diye ama
nafile cünkü adam türkce bilmiyor.” (18 Ağustos)
“Geçmişte uyuşturucu belasıyla sorun yaşayan
mahalleli mücadele etti ve kendinden olamayanı attı
bugunde bunun moderen olanına dur demek için
mücadele etmeli...” (17 Ağustos)
Basın toplantısında ‘Alkollü müydünüz’ sorusu! Galeri açılışında saldırıya uğrayanlar dün
Beyoğlu Galatasaray’daki Cezayir Restoran’da bir
basın toplantısı düzenledi. Toplantı bile gergindi.
Saldırıda mağdurlara gazetecilerin arasından ‘Alkol
alıyor musun’ diye ‘laf atılması’ tartışma yarattı.
Sanatçı ve Bilgi Üniversitesi Üyesi Nazım Hikmet
Richard Dikbaş’a göre saldırı örgütlü bir saldırıydı
ancak tüm Tophane halkına mal edilemezdi: “ 40-50
kişi sopa ve biber gazlarıyla birden bizi saldırdı.
Galeriler tahrip edildi. Saldırıda gaz spreyi,
bıçak, kırık şişeler, demir sopalar ve coplar
kullanıldı. Polonya, Hollanda, Alman, İngiliz
uyruklu sanat severler de hastanelere kaldırıldı.
Benim de kafama sopayla vurdular. Dört dikiş
atıldı.”
Dikbaş saldırganların internette örgütlendiğini
düşünüyor: “Bu eylemlerin internet üzerinden ve
mahalledeki mekanları kullanarak örgütlenen bir grup
tarafından gerçekleştirildiğini biliyoruz” dedi.
Galeri sahibi Azra Tüzünoğlu da son iki senedir
tehdit aldıklarını vurguladı: “Bu saldırının sebebi
sokakta bir araya gelmiş ve sohbet eden insanlar
olamaz. İki yıldır tehdit alıyorduk. ’Burası sizin
yeriniz değil, geldiğiniz yere gidin’ diyorlardı.
Ama biz bunları hoşgörüyle halledileceğine
inanıyoruz.“
Edebiyatçı, müzisyen Kaan Şimşekay’sa Tophane’de
yaşadığını ve saldırıdan kendisini semt sakinlerinin
kurtardığını anlatıyordu ki, üst üste yığılıp not
almaya çalışan gazetecilerden biri “Alkol alıyor
musun” diye bağırdı. Soru salonda gerilim
yaratmıştı. Salonda bazı kişiler soruyu yönelten
gazeteciyi yuhalarken, yabancı gazetecilerse
şaşkınlık içinde kafalarını sallıyordu.
‘Gaz yedik, sopa yedik’
Sera Kalkavan olayı bluğ’unda anlattı:
“Tophane Galeri Non’da Extramücadele’nin yeni
sergisinin açılışındaydım bu gece. Yüzlerce kişinin
katıldığı geceye Tophane esnafı - sakini olduğunu
tahmin ettiğimiz 20 civarında kişi tam anlamıyla bir
baskın gerçekleştirdi. (...) Önce biber gazıyla
saldıran grup ardından serginin ziyaretçilerinin
üzerine yürüdü, kadın-erkek ayrımı yapılmadan bira
şişeleri sırtlarında ve kafalarında kırıldı, masum
kalabalık tekme tokat oradan uzaklaştırdı. Birbirini
korumaya çalışan insanlar çok kısa sürede kaçtı veya
yakındaki iş yerlerine sığındılar. İçeride ise
farklı bir senaryo yaşanıyordu, biber gazına maruz
kalanlar, dışarıya çıkıp dayak yememek için
galerinin üst katlarına koşarak yan binaya
sığındılar. Sanki bir sanatçının sergisinde değil de
Nazi işgali altında bir kentteymiş gibi. Bir sergiye
gidiyorsunuz ve biber gazı yiyor, dayak yiyor,
yaralanıyorsunuz...”
Gözaltındakiler bırakıldı Mağdurların şikayeti üzerine gece olaylara
karıştığı öne sürülen bir kişi gözaltına alınmıştı.
Bu kişinin verdiği bilgiler üzerine dün sabah
saatlerinde gözaltı sayısı yediye yükseldi. Beyoğlu
Emniyet Müdürlüğü Taksim Polis Merkezi’ne götürülüp,
haklarında ‘darp ve mala zarar vermek’ suçlarından
işlem yapılan zanlılar benzer ifadeler verdi.
Zanlıların “Etkinliğe katılanlar içeride sigara
yasağı olduğu için içkilerle galerilerin önüne
çıktı. Galerilerin kapı önlerinde yüksek sesle
konuşup alkol aldılar. Çevre sakinleri rahatsız
oldu. Uyardık. Alkolün de etkisiyle gürültü arttı.
10-15 kişi yanlarına gittik. Olayda sopa ve bıçak
kullanmadık. Bize kadeh fırlatıldığı için biz de taş
attık. Örgüt bağlantımız yok” dediği öğrenildi.
Savcılığa sevk edilen yedi zanlı ifade verdikten
sonra serbest bırakıldı.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik:
Mesele faili meçhul bir mesele değildir. Hem şu anda
o olayın faili konumunda olan yedi kişi
gözaltındadır. İfadeleri alınmıştır, mahkemeye sevk
edileceklerdir. Kim hangi yanlışı yaparsa yapsın o
yaptığı yanlışın kendi yanına kar kalmaması
gerekiyor. Ama mesele gerçekten anlatıldığı gibi
midir, değil midir? ‘30 kişi’ deniyor gazetelerde
fakat fail konumunda emniyette sorgusu devam eden
yedi kişidir. Bir kez daha altını çizmek istiyorum
hukuk devletinde kim neden hoşlanmazsa hoşlanmasın,
kendini mahkeme, polis, adliye yerine koyarak
kendine hukuk icat edemez. İnfaz yapamaz, kendini
polis yerine, asker yerine, jandarma yerine, hakim
ve savcı yerine koyamaz. Hukuk devletinde de böyle
şeylere müsamaha edilemez. Gereği neyse polise
intikal etmiş bir meseledir, bunun gereği
yapılacaktır.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin:
“Basketbol maçında kendisini yuhalayanları faşizan
yöntemlerle bulup ortaya çıkaran, sorgulayan, göz
korkutan AKP iktidarı, İstanbul’un göbeğindeki bu
çirkin saldırıya tepki vermiyor. Tek bir AKP’li bile
bu alçak saldırıyı kınamıyor. ‘İleri Demokrasi
geliyor’ yalanının çokça söylendiği şu günlerde,
yukarıdan aşağıya örgütlenen faşizm, toplumun nefes
alabileceği damarların tümünü tıkıyor” dedi.
CHP İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek:
Yazılı önergede İçişleri Bakanı Atalay’a
“Beyoğlu’nun ‘mahalle baskısı’na maruz kaldığını
düşünüyor musunuz?” diye sordu.
Hüsamettin Koçan: Kutuplaştırmanın getirdiği
taşkınlık. Anayasa oylamasında toplum aşırı derecede
kutuplaştırıldı.
Gülsün Karamustafa: Niye böyle alevlendiği
konusunda da meraklanıyorum, çünkü bu galeriler uzun
zamandır faaliyet gösteriyor.
Fikret Otyam: Allah, Anıtkabir’i ve TBMM’yi
korusun. Yani bu 58 yolundan sonra her şey olabilir.
Fethullah Gülen’in
Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülüklerden biri de bu
oldu.
Yahşi Baraz: Türkiye’de büyük bir siyasi
bölünme oldu. Tabi bu tırmanabilir yıllar
içerisinde.
Levent Çalıkoğlu: Bu insanlar iç içe yaşıyor
ve buna devam da edecekler analiz etmek lazım.
Saldırıya uğrayan dört galeriden Galeri Non’da
Extramücadele’nin ‘Extramücadele 2010/Bunu ben
yapmadım, siz yaptınız’ başlıklı sergisi, Galeri
Elipsis’te Michel Comte’nin ‘Women - Obsession’
başlıklı sergisi, Pi Artworks’un iki galerisinde
Mehmet Ali Uysal’ın ‘Askıda’ ve ‘Tebdilibeden’ adlı
sergileri, Outlet İstanbul’da ise Jakup Feri’nin
‘Çekirdek Instead of Leblebi’i sergileniyordu.
Al sana kozmopolit... Tophane, İstanbul’un en eski ve artık yükselen
semtlerinden biri. Dar sokakları, eski binaları son
bir iki yıldır sanat galerileri ve ardarda açılan
hostellerle canlandı. Bölge, İstanbul’un en
hareketli yerlerinden İstiklal Caddesi’ne yürüyerek
beş dakika mesafede. Milyar dolarlık Galatoport
Projesi burnunun dibinde.
Çoğu en az 20-30 yıldır aynı kırık dökük evlerde
oturan mahalle sakinleriyse bu görünüme tezat.
Ağırlığını Siirt, Bitlis ve Erzincanlıların
oluşturduğu semt, bir yandan muhafazakar yapısını
korumaya uğraşırken bir yandan hızlı bir değişime
tanık oluyor. Mahallede emlak fiyatları fırlarken
haciz minibüsleri eksik olmuyor.
Bölgenin hareketli yapısı, binalara da yansıyor.
Boğazkesen Caddesi’nde bir sanat galerisi, yanında
‘bitirim’ kahvesi, karşısında naylon leğenci, hostel,
onun karşısında tarihi simit fırını, hostellere
dürüm satarak büyüyen büfe gibi işyerleri tam
anlamıyla yumak gibi birbirine geçmiş durumda.
Hostellerin 50 metre ötesinde Kadiri Tekkesi ve çoğu
sakallı, cüppeli, çarşaflı mahalle sakinleri
yaşıyor. Ancak çarşaflılarla, şortlu, atletli
mahalle sakinleri arasında herhangi bir gerilim,
bugüne kadar bilinmiyor. Firuzağa Mahallesi’nden
Tophane’ye inen sokaklar dokuyu aynen yansıtıyor:
PKK veya Hamas yanlısı sloganlar, homofobiyi ve mülk
edinmeyi kınayan duvar yazılarıyla iç içe üst üste
geçmiş durumda. Tophane esnafı ise ‘öfke’siyle
meşhur. Bu öfke son olarak IMF toplantısını protesto
ederken dükkanlara saldıran protestocuların
öldüresiye dövülmesiyle TV ekranlarına konu olmuştu.
Radikal, Yazı ve
Fotoğraflar: Enis Tayman, Serkan Ocak, Neslihan
Taniş, Özlem Karahan, 23.09.2010
******
RANT KAVGASI MI,
AHLAK KAYGISI MI?
İstanbul Tophane’deki Boğazkesen Caddesi’nde önceki
gece 5 sanat galerisine yapılan saldırıya
karışanlardan 7 kişi yakalanarak gözaltına alındı.
Sonra savcılıkça serbest bırakıldı. Galeri sahipleri
grubun ‘örgütlü’ olduğunu, buradan gitmeleri için
daha önce de tehdit aldıklarını söylerken saldırıyı
gerçekleştirenler ise dışarıda içki içilmesini ve
gürültü yapılmasını gerekçe olarak gösterdi.
Tophane’de galerisi
bulunan Derya Demir, Sinem Yörük, Nazım Hikmet
Richard Dikbaş, Yeşim Turanlı, Nuran Terzioğlu,
Sylvia Kouvali ve Azra Tüzünoğlu dün bir basın
toplantısı düzenledi. Aynı zamanda Bilgi
Üniversitesi Öğretim Üyesi olan Nazım Hikmet Richard
Dikbaş’ın okuduğu bildiride, Tophane’de
gerçekleştirilen galeri açılışlarında 40-50 kişilik
bir grubun ‘örgütlü’ bir saldırı yaptığı, sergi
açılışlarına katılanların tartaklandığı ifade
ediliyordu. “Saldırıda biber gazı, bıçak, kırık
şişeler, demir sopalar ve coplar kullanıldı.
Polonya, Hollanda, Almanya, İngiltere uyruklu
sanatseverler hastanelere kaldırıldı” dendi.
Nazım Hikmet Richard
Dikbaş daha sonra, gazetecilerden gelen soruları
yanıtladı. Birçok kişinin olaylardan bahsederken
içkiyi ön plana çıkarması hatırlatıldığında “İçki
içildiği bilgisini biz ön plana çıkarmadık. Herkes
bilir ki, dünyanın her yerinde sergi ve galeri
açılışlarında içki içilir. Oradaki sanatsever
kalabalık içki içse de bu taşkınlık yaratacak bir
eylem değildir. Zaten konunun içki ile ilgili
olduğunu sanmıyoruz çünkü attıkları sloganlarda
‘Geldiğiniz yere girin, içeri girin’ diyorlardı.
Doğrudan saldırdılar, bir tartışma yaşanmadı” dedi.
Saldırının yaşandığı Galeri Outlet’in sahibi Azra
Tüzünoğlu ise “Tophane’de kiraların artmasını, bizim
semte girişimizle ilişkilendiriyorlar. Buradaki
durumu Sulukule’de yaşanan kentsel dönüşüme
benzettikleri için rahatsız olduklarını düşünüyoruz.
Fakat bilmedikleri bir şey var ki, biz de kiracıyız
ve Galataport’un bir parçası değiliz. Bu olaylar
mahalle baskısının aşıldığını gösteriyor” diye
konuştu.
Tüm konuşmacılar,
saldırının sigara yasağı yüzünden sokağa taşma ile
ilgili olmadığının altını çizdi. Cezayir Restoran ve
Tütün Deposu Galerisi’nin sahibi Osman Kavala, daha
önce de tehdit aldıklarını, emniyete şikayette
bulunduklarını, fakat ek koruma istemediklerini
belirtti. Kavala ve Dikbaş, galerilerin tekrar
açılacağını söylerken sanatın böyle durumları
eleştirmek ve irdelemek için var olduğunu ifade
etti.
Gözaltına alınan 7 kişi
polisteki işlemlerinin ardından Beyoğlu Adliyesi’ne
sevk edildi. Ramazan Çiftçi, Osman Kaya, Ferhat
İnci, Mehmet Cemil Erokyar, Adnan Karabaş, Edip
Sağlık ve Eyüp Güzel, savcılık sorgunun ardından
serbest bırakıldı.
Tartışma yol darlığından
saldırı spontane
İstanbul Valisi
Hüseyin Avni Mutlu, saldırının spontane geliştiğini
belirterek, “Etkinliğe katılan grup mekanın darlığı
yüzünden haklı olarak sokağa taşmış ve yaya yolu
trafiğini aksatmış. Bu yaya trafiğinin aksamasıyla
birlikte, gelen geçenler arasında bir tartışma
oluşuyor. Şu anda 7 kişi gözaltında ama bunların da
hepsi bizzat olaya karışmış değil. Sayı öyle 30
kişilik bir grubun hadisesi değil. Birkaç kişi taraf
olmuş.”
Tophane’de sancılı
değişim
Tophanelilere “Burada
böyle şeyler olmazdı” dedirten biber gazlı, sopalı
saldırının temelinde, değişim yatıyor. Göçün
etkilemediği Boğazkesen Caddesi’nin nüfusu eski ana
caddenin Tophane tarafında dükkanlar müthiş bir
değişim yaşıyor. Geleneksel mahalle bakkalları,
berberleri kapanıp yerlerine sanat galerileri, beyaz
eşya, ev eşyası satan modern mağazalar açılıyor.
Emlak fiyatları kiralar yüzde 200’lere varan oranda
artıyor. Esnafın profilinin hızlı değişimi sancılı
geçiyor. Caddedeki insan bu değişimi “Tophane
yabancılaştı” diye özetliyor. Bu kozmopolit yapıyı,
referandumda verilen oylar da gösteriyor.
İçki satılmıyor
Boğazkesen Caddesi 3
mahallenin sınırları içinde. Tophane’den Taksim’e
çıkarken yolun sağı Firuzağa Mahallesi’nden “Hayır”
çıkmış. Sağdaki Hacı Mimi Mahallesi’nden yüzde 60
“Evet”, üst kısımdaki Tomtom Mahallesi’nden ise
ezici çoğunlukla “Evet” çıkmış. Hacı Mimi
Mahallesi’nde, camları kırılan dükkanlara 100 metre
uzaktaki sokakta, duvara yazılan “HAMAS’a selam
direnişe devam” yazısı dikkat çekiyor. Cadde
üzerindeki iki markette de içki satılmıyor.
Gerekçesi; “İçmiyoruz da satmıyoruz da…”
Mahalleli tepkili
Boğazkesen’in
eskilerinden 52 yaşındaki Selahattin Kanat, “Eskiden
burada esrar içenler, kahvede içerlerdi. Şimdi,
alkol, dört duvarın dışına çıktı” diye tepkisini
gösteriyor. O da tüm semt esnafı gibi, olayları
kimin çıkarttığını bilmiyor ama “Keşke ben de orada
olsaydım” diyor. Caddede olayı değerlendirenler
arasında “Bir iki yıldır burada sanat galerileri,
hostel, apart oteller tarzında yerler açılmaya
başlandı. Bunlar da bizim anlayışımıza, ahlakımıza,
kültürümüze ters” diyenler de var. Çevre
sakinlerinin çoğu olayların çıkmasında galeriye
gelenlerin uyarılara rağmen dışarıda içki
içmelerinden kaynaklandığını belirtiyor.
Hürriyet, haber:
Eyüp Serbest - Barış Akpolat - Çetin Aydın -
Mustafa Özdabak - Taner Yener -Hasan Örnekoğlu -
Uğur Can, 23.09.2010
******
İNTERNET ÜZERİNDEN
ÖRGÜTLENDİLER
Salı gecesi
Tophane'de yaşanan iki sanat galerisinin basılması
ve ziyaretçilere saldırı olayının tartışmaları
sürerken sanatçılardan ve İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti ajansı Kültür A.Ş.'den basın
açıklaması geldi Kültür A.Ş. basın açıklamasında
saldırının talihsiz bir olay olduğunu bu olayın
Avrupa Kültür Başkentliliği sürecinde olumsuz
etkilerin giderilmesi için büyük bir fırsat olduğunu
ve tüm İstanbulluları bu fırsatın bir parçası olmaya
davet ettiğini söyledi.
Olayı protesto eden
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri
Baykam ile Sanat Galericileri Derneği Başkanı Doğan
Paksoy'un bugün Taksim Sıraselviler Caddesi'ndeki
Çiçek Bar'da basın toplantısı düzenledi.
Toplantıya sanat derneği üyeleri, tiyatrocular
ve yazarlar da katıldı. Basın açıklamasında saldırı
gerçekleştirenlerin hüküm giymemeleri halinde
sanatçıların üzerindeki baskıların artacağı
belirtildi.
Toplantıda ayrıca son
günlerde sanata ve sanatçıya yönelik artan
saldırıların önünün alınması istendi ve toplumun
ikiye ayrılmaması gerektiği belirtildi.
Bedri Baykam tarafından
okunan ortak basın açıklaması şöyle:
“Büyük bir arbedenin
yaşandığı Boğazkesen Caddesi’nde Outlet Sanat
Galerisi ve Galeri Non’a gelen, neye hizmet
ettikleri henüz bilinmeyen 40-50 kişilik öfkeli bir
kalabalık, 17 yıl önce Sivas olaylarını hatırlatır
bir şekilde önce galerilerin camlarını kırdı, sonra
da sergiye gelenleri içki içtikleri gerekçesi ile
15-20 dakika boyunca biber gazı sıkarak, taş attı.
Sanatseverleri yumruklayarak yaraladı. Sanat
galerileri hasar gördü. Polis olaydan sonra pek çok
kişiyi gözaltına aldı.
Bu grubun internet
üzerinden mahalledeki mekanları kullanarak çeşitli
olumsuz mesajlarla örgütlendiğini gördük.
Galericilerin kapılarının önünde içki içilmesini
istemedikleri bahanesiyle galerilere saldırarak
camlarını kırıp sanatseverlere saldırıp
yaralamaları, yalnız sanata değil Türkiye’nin barış
ve huzuruna gölge düşürmüştür. Faillerin derhal
bulunması ve ciddi şekilde cezalandırılması gerekir.
Sanatçılara yönelik bu akıl dışı terör olayının
deşifre edilmesi ilçe emniyet müdüründen Türkiye’nin
Cumhurbaşkanı’na kadar tüm yetkilileri kurumları
ilgilendiren bir sorumluluktur. 7 kişinin yakalanıp
daha sonra serbest bırakılması ve birisinin
ifadesinde 'Biz onları dışarıda içki içmeyin diye
uyardık dinlemediler' şeklindeki sözleri de daha
vahim ve düşündürücüdür.
Bu suçlular yaptıkları
saldırıdan dolayı hüküm giymezlerse bu olayın
tekrarlanmaması için hiçbir şüphe kalmamıştır.
Sanatçılar korku içerisindedir. Buna benzer bir
girişim daha vahim bir sonuç doğurabilir. Eğer ağır
sonuçlar meydana gelmesi engellenmezse yapılan bu
şikayetlerin ve isteklerin hiçbir önemi kalmaz.
Türkiye’deki sanat camiaları büyük sıkıntı içerisine
girer. Tophane'de bulunan galerilerin mahalle halkı
ile tekrar yapıcı diyaloglara girmesi, her iki
kesimde yararlı ve huzurlu bir ilişkinin
başlayabilmesi için çalışmalar yapılmadır. Eğer
muhafazakar bir insana karşı böyle bir saldırı
düzenlenseydi, bizler sanatçılar olarak bu olayı
kınar ve tepkimizi gösterirdik.”
Toplantıya katılanlardan
Heykeltıraş Nimet Koçak da “Madem saldırıya
uğruyoruz ve bundan sonra da bir tehlike mevcutsa
polis de ilgilenmiyorsa kafamızın ve gözümüzün
tekrar kırılmasını istemiyorsak, biz de sanat polis
timi kuralım. Böyle olaylarla sanatçıların
gözlerinin kafalarının kırılmaması için sanat polis
timi, özel bir güvenlik timi kurulsun. Çünkü polis
bu olaylara duyarsız kalıp yakaladığı saldırganları
tekrar serbest bırakıyor. Eğer çarşaflı ve başörtülü
birilerine bu tarz bir saldırı yapılsaydı polisler
tarafından, bu saldırganların kırılmadık kemiği
kalmazdı. Bu yüzden sanatçıya sahip çıkılması,
ülkenin modern gelişimi için çok önemlidir” dedi.
Hürriyet, 23.09.2010
******
"GALERİLERE
SALDIRININ HAKLI SEBEBİ OLAMAZ"
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, salı gecesi sanat
galerilerinin basılıp olayların çıktığı İstanbul
Beyoğlu Tophane semtini ziyaret etti. Günay,
hiçbir gerekçeyle kimsenin kimseye karşı şiddet
kullanma hakkının olmadığını, şiddet kullanmanın
hiçbir haklı mazereti olamayacağını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Tophane’de saldırıya uğrayan galerileri dün ziyaret
etti. Mahalle sakinleriyle de konuşan Günay
İstanbul’un bu yıl
Avrupa Kültür Başkenti sıfatını taşıdığını, bu tür
yakışıksız olaylarla,
İstanbul’un ve
Türkiye’nin “Kültür Başkenti” imajını gölgelemeye
kimsenin hakkı olmadığını söyledi. Günay basına
yaptığı açıklamalarda şunları söyledi:
Türkiye’nin her yanından terörü silmeye çalışırken,
İstanbul’da böyle
bir görüntünün sergilenmesine izin vermeyeceğiz. Bu
olayların faillerini dikkatle yakından takip
edeceğiz. Yargıda en ağır cezalarını almalarını
talep edeceğiz.
Anadolu’dan getirdiğiniz yaşam tarzlarınızı buradaki
insanlara dayatamazsınız. İnsanların örf ve
adetlerine de saygı duymalısınız. Farklı
kültürlerden gelebiliriz, farklı inançlara mensup
olabiliriz. Ancak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları
olarak herkes birbirine saygı göstermek zorundadır.
Birbirimize karşı olan itirazımızı, şiddete
başvurmadan, sözle, fikirle, uygar tartışmayla,
belli mercilere yapacağımız başvurularla sürdürmek
zorundayız.
Burada yaşadığım, gördüğüm manzaranın hiçbir haklı
sebebi olamaz. ‘O akşam şöyle olmuştu da bunlar
oldu’ diye bir mazereti kimseye tavsiye etmem. Bu
tür olaylara müsamahalı bakmayacağımızın herkes
tarafından bilinmesini isterim.
Burada yeni işyerleri açanların çevrede yaşayan
yurttaşların yaşamlarına, geleneklerine, aile
kurallarına, çevrede yaşayanların da bu bölgede
yaşayanların var olma ve iş yapma haklarına saygı
göstermesi gerekir.
Bu işyerleri bu mahalleye emanettir. Burada
çalışanlar, ekmek parası kazanmaya çalışmaktadırlar.
Elbette başkalarının yaşam tarzlarına saygı
gösterecekler. Ama bu mahallenin esnafı da onlarla
birlikte, kardeşçe, onları koruyacak ve barış içinde
yaşam tarzını beraberce üreteceğiz.
İstanbul’a ve
Türkiye’ye yakışan budur.
Hürriyet, Haber: Taner
Yener - Uğur Can, 24.09.2010
******
KILIÇDAROĞLU: SANATÇIYA
SALDIRIYI HERKES KINAMALI
Kılıçdaroğlu,
Türkiye Bilişim
Derneği (TBD) - Halıcı 17. Bilgisayarla Beste
Yarışması’nın final gecesine katılarak birinciliği
kazanan Yavuz Durak’a ödülünü verdi.
DSP kurucu Genel
Başkanı
Rahşan Ecevit ile
CHP Sözcüsü, Genel
Başkan Yardımcısı
Hakkı Suha Okay’ın
da katıldığı gecede kısa bir konuşma yapan
Kılıçdaroğlu, “Sanat bir yandan çok güzel, bir
yandan da belli çevreler, kişiler
için de tehlikeli
olabiliyor” dedi.
Geçtiğimiz günlerde
Tophane’de galeri
açılışına saldırıda bulunulduğunu anımsatan
Kılıçdaroğlu, “Niçin sanata karşı saldırıya geçeriz?
Sanatı yüceltmemiz, büyütmemiz, yaygınlaştırmamız,
içselleştirmemiz gerekir. Beğenmediğimiz türkü,
şarkı, resim olabilir. Ama onu yapan, besteleyen,
yazan sanatçıya hep saygı duymamız gerekir. Sonuçta
onlar kendi dünyalarındaki bir şeyi veriyorlar”
dedi.
Milliyet, 24.09.2010
******
"İSTANBUL'UN ÇİRKİN
YÜZÜ"
İstanbul’da yaşayan ABD’li
gazeteci Jennifer Hattam,
Tophane’de sanat galerisi
açılışında düzenlenen saldırıyı
internetteki blog sitesinde bu
başlıkla aktardı.
Tophane’deki
olayları bizzat yaşayan Jennifer
Hattam, başından geçenleri hem
blog’unda
yazdı, hem Milliyet’e anlattı:
“Bazen haklı çıkmak
istemezsiniz. Galeri açılışı
için Tophane’ye giderken
ellerinde içkileriyle sokakta
gezinen insanları görünce
Türkiye’de
böyle bir manzarayla
karşılaştığım için biraz
şaşırdım. Yanımdaki Alman
arkadaşıma ‘Umarım sorun çıkmaz’
dedim. Geçen günlerde içki
içilen bir sokak partisini basan
polisin yine aynı şeyi
yapabileceğini düşündüm.
Galeriye girdiğimizde Atatürk’ün
düşmüş bir melek olarak tasvir
edildiği bir heykelle
karşılaştık. Şakayla karışık
olarak “Böyle şeylere izin
veriliyor mu?” diye sordum. Ne
de olsa,
Türkiye
Cumhuriyeti’nin
kurucusuyla alay etmek suç
sayılıyor.
NON’dan çıkıp Galeri Elipsis’e
girdik ve sonra yeni
istikametimize doğru yol almaya
başladık. Bu sırada NON’un
önünde bir şeylerin olduğu
belliydi. Kalabalık bize doğru
gelmeye başladı. Şişeler sokağa
fırlatılıyordu. İnsanlar
çığlıklar atıyordu. Bir sokağa
sığındığımızda önümüzden 20-30
kadar adam koşarak geçti.
Topuklu ayakkabıları nedeniyle
kaçmakta zorlanan bir Türk genç
kıza yardımcı olduk. Takım
elbiseli bir bey ‘Birazdan geri
gelebilirler, buradan gidin’
diye kibarca uyardı. Bakkaldan
çıkanlar ise su verip
ilgilendiler. Ben Türkiye’ye ilk
geldiğimde bu mahallede yaşadım.
Bu olayları yapanların
mahalleliler olabileceğini
düşünmüyorum. Saldırganları
tahrik edenin alkol mü,
tartışmalı sanat eserleri mi
yoksa ikisinin karışımı mı
olduğunu tartıştık. Bunun
kararını yerel basına ve polise
bırakıyorum. Tek bildiğim böyle
bir konuda bir daha haklı çıkmak
istemiyorum.”
Hattam’ın
yazdıklarına yapılan yorumlar
arasında, şu anda
Viyana’da
yaşayan fakat 2009’a kadar
Tophane’de yaşamış ve orada bir
sanat galerisi açmış olan
“exiledsurfer” (sürülmüş sörfçü)
kullanıcı adlı kişinin dedikleri
dikkat çekiciydi: “Şu anda
Tophane’de yaşanan bu değişim
bir kentsel dönüşüm. Orada
yaşayan halk da bu dönüşümden
şikayetçi değil, hatta tam
tersine memnun. Bu nedenle ben
bunun dışarıdan, ‘planlı’ olarak
düzenlenmiş bir saldırı olduğunu
düşünüyorum. Planlı diyorum
çünkü kullanılan dondurulmuş
portakallar, önceden yapılmış
bir hazırlık olduğunu
gösteriyor. Bence esas tepki
çeken de galeri açılışlarının bu
sefer toplu halde olmasıydı ve
bu saldırı maalesef son olacağa
benzemiyor. Çünkü yerli
muhafazakar kültür, laik ve
batılı sanat kültürün etkisiyle
değişiyor.”
Milliyet, 24.09.2010
******
"MAHALLE BASKISI YOK"
Tophane’de bir sanat galerisine
yapılan saldırının abartıldığını
söyleyen Erdoğan “Sekiz yıldır
kimsenin hayat tarzına müdahale
etmedik. Hala kaygı varsa
gidermek boynumun borcu” dedi.
Başbakan
Recep
Tayyip Erdoğan dün
partisinin 60. Genişletilmiş İl
Başkanları toplantısında yaptığı
konuşmada,
Tophane’de
bir sanat galerisine yapılan
saldırıyla ilgili haberleri ve
bu konudaki yorumları eleştirdi.
Olayın abartılmaması gerektiğini
söyleyen ve halk oylamasının
ardından,
AkP’nin
yaşam tarzlarına müdahale
edeceği korkusunun yayılmak
istendiğini ileri süren Başbakan
Erdoğan, “Aynı bayat oyun
tezgahlanmaya çalışılıyor” dedi.
Erdoğan, Tophane’deki saldırıyı,
İnegöl
ve
Dörtyol’daki
“kışkırtma” olarak
nitelendirdiği olaylara
benzetirken, “Denize giren bir
mütesettir öğretmene,
çocuklarının yanında saldırıp,
boğmaya çalışmak tahammülsüzlük
değil midir?” örneğini verdi.
Sekiz yıllık iktidarlarındaki
uygulamalara rağmen kaygı
duyanlar varsa bu kaygıları
gidermenin de boyunlarının borcu
olduğunu belirten Erdoğan özetle
şunları söyledi:
AYNI OYUN: Halk
oylamasının ardından AKP'nin
yaşam tarzlarına müdahale
edeceği korkusu yayılmak
isteniyor, bundan artık bıktık.
Aynı bayat oyun tezgahlanmaya
çalışılıyor. 8 sene öncesinin
arşivlerini çıkarın, hangi
başlıklar varsa bugün de tıpa
tıp aynı başlıklar var. Zihniyet
aynı, değişen bir şey yok.
Tekamül etmiyorlar, patinaj
yapıyorlar. Milletin korkularını
kaşımak, içini karartmak bir
siyaset tarzı olabilir mi? Bu
tür propagandalar milletin
tercihi ile dalga geçmek değil
midir? DİKTATÖRLÜK SİVİL İŞİ
DEĞİL: Sivil
diktatörlük, Allah aşkına böyle
bir kavram olur mu? Diktatörlük
sivilin işi değildir. Sivil ve
diktatörlük ifadesini yan yana
koymak kadar büyük bir cehalet
olmaz, bunlar cahillerin ta
kendisidir.
Mahalle
baskısı, gizli
ajanda, gizli gündem gibi, sivil
vesayet gibi Ak Parti ile asla
asla yan yana gelmeyecek
kavramlar, bugünlerde bir kez
daha ısıtılıp gündeme sürülüyor.
Lokal bazı olaylar, gerçek
nedenler gizlenerek bir korku ve
baskı aracı olarak kullanılıyor. BUNLAR BASİRETSİZ:
İnegöl’de ve Dörtyol’da
sergilenen kışkırtmalar, ki çok
daha net belgeler, bilgiler
açıklanacak, bunları
duyacaksınız. Şimdi halk
oylamasının ardından
İstanbul’da
Tophane’de sergilenmek
isteniyor. Kendini bilmez
çıkıyor, “evet’in sonucudur”
diyor. Bunlar bu kadar basit,
basiretsiz. Derdi fatura kesmek.
Bir defa, olayları
değerlendirirken samimi ve
dürüst olalım. Lokal olayları
manşet,
sürmanşet
atmak suretiyle sanki
Türkiye’yi
böyleymiş gibi göstermek, doğru
şeyler değil. TOPHANE’Yİ İYİ BİLİRİM:
Dünyanın her yerinde
buna benzer olaylar olur. Aşırı
bir şekilde bunları abartmanın
anlamı yok. Ben oranın
çocuğuyum, tanırım, bilirim
oraları, Tophane’yi sokak sokak
bilirim. Bazıları yazıyor,
“Başbakan artık konuşmalı” neyi
konuşacağım? Vereceğiniz
mesajlarla konuşmanın bir anlamı
yok, konuşulacak şey bu. Bakanım
da gitti, tarafları ziyaret
etti, gerekli açıklamaları
yaptı, olay emniyete yargıya
intikal etti. Söylenecek tek şey
herkesi mutedil hareket etmeye
davettir. Nedir bu çılgınlık
böyle, bu abartılı şekilde bunu
vermek. BASKISI YOK: 8
yıl boyunca kimsenin hayat
tarzına müdahale etmedik. Açık
söylüyorum, 8 yıl boyunca olduğu
gibi bundan sonra da 73 milyon
vatandaşın her bir ferdinin
yaşam
tarzı bizim
teminatımız altındadır.
Affedersiniz sanat galerisi,
eğlence yerleri sadece Tophane
Boğazkesen’de mi var? Birçok
yerde sanat galerisi, eğlence
yeri var. Hangisinde böyle bir
olay duydunuz. İşi bu kadar
abartmanın anlamı yok. Biz
hiçbir hukuksuzluğa izin
vermeyeceğimiz gibi, hiçbir
provokasyona da göz yummayız.
Türkiye’de mahalle baskısı
yoktur. Halkı kışkırtmayı,
tahrik etmeyi adet haline
getiren kirli oyunlardan medet
uman kesimler vardır. Farklı
yaşam tarzları, farklı dünya
görüşleri bu topraklarda hep
vardır bundan sonra da
olacaktır. Herkes, herkesi
sevmek, bağrına basmak zorunda
değil ama saygı duymak ve
tahammül etmek zorundadır. YUHALAMAYA GÖNDERME:
Yüzde 58 iradesine
saygı duymayı beceremeyenlerin,
çıkan sonucu tebrik
edemeyenlerin yaptığı
tahammülsüzlük değil midir?
Uluslararası bir organizasyonda
tüm dünyanın gözü önünde kendi
ülkesinin devlet başkanını,
başbakanını, meclis başkanını
yuhalayanların yaptığı
tahammülsüzlük değil midir?
Birkaç köşe yazarı dışında, bu
konu mesala hiç ele alınmadı.
Denize giren bir mütesettir
öğretmene, çocuklarının yanında
saldırıp boğmaya çalışmak
tahammülsüzlük değil midir?
Cumhurbaşkanı ve başbakanın
görüşme çağrılarına nezaketen
bile olsa karşılık vermemek
tahammülsüzlük değil midir?
İstediği sonuç çıkmıyor diye
millete bidon kafalı, göbeğini
kaşıyan adam demek
tahammülsüzlük değil midir?
İşadamlarını yeşil sermaye,
kırmızı sermaye diye ayırmak
tahammülsüzlük değil midir?
Medyayı yandaş
medya
diye suçlamak, İslamcı diye
tanımlamak tahammülsüzlük değil
midir? AYNAYA BAKSINLAR:
Tahammül ve hoşgörü
konusunu kaşıyanlar, milleti
sınıflara ayıranlar önce dönüp
aynaya baksın. 8 yılın ardından
AKP'nin, gizli ajandası olduğuna
inananlar varsa, bizi değil
kendini sorgulasınlar. Bugün
hala samimiyetimizi test etmek
gereği duyanlar varsa 8 yıl
öncesinin ve bugünün
Türkiye’sine baksınlar kararı
ondan sonra versinler. KAYGILARI GİDERECEĞİZ:
Bütün bunlara rağmen
hala kaygısı olan
vatandaşlarımızın kaygısını
gidermek, benim de teşkilatımın
da boynunun borcudur. Kendimizi
daha iyi anlatmak için tüm
kaygıları, korkuları, endişeleri
gidermek için istismar
zeminlerini kaldırmak için daha
fazla çalışacağımızı daha fazla
ter dökeceğimizi belirtmek
istiyorum.
Milliyet, 24.09.2010
TECRÜBELİ KAZICI DİYE BUNA DERLER
Kayseri’nin İncesu İlçesi’nde 6 ay önce define bulmak için evini kazarken komşularının ihbarı üzerine yakalanan 30 yaşındaki Bülent Yalman, Kültür Bakanlığı’nın aynı yerde kaçak kazıda ortaya çıkartılan Roma dönemine ait mozaikler için başlattığı araştırma kazısında işçi olarak çalışmaya başladı.
Yalman, kaçak kazı yaptığı dönemde işsiz olduğunu belirterek, kendini, “Maddi durumum iyi değildi. İşyerime icra gelmişti. Boşta kalan adam ne yapar? Define kazar” diyerek savundu. Kazıda bulduğu mozaik parçasının tarihi bir yerleşim olduğunu ortaya çıkarttığını belirten Yalman, “Şimdi yasal olarak kazıyorum. Burası müze gibi olursa köyümüzün gelişmesine katkıda bulunabilir” dedi.
Kayseri Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Hasan Elmaağaç ise şu bilgileri verdi: “Evin dışında, zeminden 1 metre aşağıda 3 metre eninde 5 metre boyunda bozulmamış bir mozaik parçası bulduk. Bu parça muhtemelen Roma döneminde yapılan bir villanın zeminine ait. Kayseri’de Roma dönemine ait çok sayıda eser var ama ilk kez bir mozaik bulduk. Mozaik parçası burada sergilenebilir” diye konuştu.
Hürriyet, 22.09.2010
CUNDA'DAKİ YEL DEĞİRMENİ
RESTORE EDİLİYOR
Balıkesir'in
Ayvalık
İlçesi'ne bağlı
Alibey (Cunda) Adası'nda, harabe durumdaki
belediyeye ait tarihi yel değirmeni,
OZG Enerji
tarafından bedelsiz olarak restore edilecek.
Cunda Adası'nda 1'i iş adamı
Rahmi Koç
tarafından restore edilen toplam 4 ve Ayvalık
merkezde harabe haline gelen 14 tane yel
değirmeninin bulunduğu bildirildi. Ayvalık Belediye
Başkanı Hasan Bülent
Türközen, restorasyonun başlaması nedeniyle
düzenlene törende yaptığı konuşmada, daha güzel bir
Ayvalık yaratmayı amaçladıklarını söyledi. Türközen,
bölgedeki tarihi yapıları kurtarmayı ve halkın
kullanımına sunmayı hedeflediklerini ifade ederek,
şu bilgiyi verdi:
''Cunda Adası'nda Rahmi Koç'un restore ettiği
değirmen dışında bize tahsisli bu değirmen ile 2
tane özel mülkiyetli değirmen var. Yapılacak bu
restorasyonla 2 değirmen yenilenmiş olacak. Diğer
değirmeni de belki takas yoluyla belediye olarak
alabiliriz. Araştırmalarımıza göre, Ayvalık merkezde
14 tane daha değirmen var. Bunları onarıp,
kurtarabilirsek güzel olur. Ortak kültür mirasını
ortaya çıkarmış oluruz. Bu tarihi mekanları restore
edip bulundukları bölgenin kültürel mekanları haline
dönüştürmek istiyoruz. Firmanın örnek bir çalışma
ile Ayvalık'a verdiği katkı güzel. Umarım örnek
olur.''
OZG Enerji İnşaat Sanayi ve Ticaret AŞ temsilcisi
Gürel Özyiğit
de şirket olarak uzun yıllardır enerji sektöründe
faaliyet gösterdiklerini hatırlatarak, son 10 yılda
yenilenebilir enerji kaynaklarına, özellikle de
rüzgar enerjisi yatırımlarına yöneldiklerini
belirtti. Özyiğit, yel değirmenini de enerji
sektörüne uygunluğu nedeniyle restore etmek
istediklerini dile getirerek, ''Ayvalık ve
çevresinde yaptığımız araştırmalar sırasında Ayvalık
Belediyesinin yaklaşımı ve ilgisinden dolayı restore
işini Ayvalık'ta yapıyoruz. İlçede ticari bir
faaliyetimiz yok'' dedi.
Restorasyon projesinin sorumlusu arkeolog
Suzan Özyiğit de restorasyonun 6 ay içinde
tamamlanacağını bildirdi.
Yapı, Fotoğraf: Ömür
Bir/AA, 21.09.2010
DASKYLEION'DA İKİ
TÜMÜLÜS
”Daskyleion antik
kentinin yakınında, biri tarihi eser kaçakçıları
tarafından tahrip edilmiş iki tümülüs bulundu.
Dünyada en erken tarihli
Zerdüşt tapınma merkezinin yer aldığı Balıkesir’in
Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü yakınlarındaki
”Daskyleion Antik Kenti”nin yakınında, biri tarihi
eser kaçakçıları tarafından tahrip edilmiş iki
tümülüs bulundu.
Kazı ekibi başkanı Muğla
Üniversitesi öğretim üyesi Doç.Dr. Kaan İren,
gazetecilere yaptığı açıklamada, Eşen Köyü
yakınlarında tarihi eser kaçakçıları tarafından
tahrip edilen tümülüsün ardından yeni bir tümülüs
daha bulduklarını söyledi. Bu tümülüsün, bugüne
kadar tarihi eser kaçakçıları tarafından
keşfedilmediğini belirlediklerini dile getiren İren,
şöyle konuştu:
”Antik dönemde soyulma
girişiminin başarılı olamadığını düşündüğümüz bu
tümülüsün Daskyleion’a bakan yüzünde, giriş kapısını
bulduk. Kapıdan sonra ön oda, sonra bir başka kapı
ve onun arkasında ise iki iskeletin yer aldığı mezar
odasına ulaştık. Mezar odasındaki iki ölü sedirinin
üzerindeki mermere bulaşan erguvan rengi nedeniyle,
bu mezarların Pers kraliyet ailesi veya onun
yakınlarından soylu kişilere ait olduğunu
düşünüyoruz.”
İren, tümülüste ayrıca,
22 yıllık Daskyleion kazı tarihinde görülmeyen bir
buluntu örneği olarak ahşap sehpa ayakları parçaları
bulduklarını dile getirerek, ”Üzerine deri gerilmiş
olan bu ahşap parçalarını, incelenmek üzere
Bodrum’daki Su Altı Arkeoloji Enstitüsüne
göndereceğiz. Tümülüste ayrıca Filistin’den
getirilmiş cam bilezik, gümüş küpe, koku şişesi ve
altın taç parçalarının yanı sıra 30′un üzerinde
elektron (altın ve gümüş karışımı) sikkeye ulaştık”
diye konuştu.
Tümülüsün kapısında,
bölgede bir ziyafet yapıldığını gösteren izlere
rastladıklarına değinen İren, ”Bir ziyafet ateşi
yakılmış. Ateş içine atılmış içki kapları da bulduk.
Daha sonra ateşin üzeri, kireçli bir tabakayla
örtülmüş” dedi. İren, iki iskeletin kökenlerinin
belirlenmesi doğrultusunda DNA analizlerinin
yapılacağını ve iskeletlerin kafatasları üzerindeki
etlendirme çalışmaları sonucunda da yüz hatlarının
ortaya çıkacağını kaydetti.
Doç.Dr. Kaan İren,
tümülüse, tarihi eser kaçakçılarından önce
ulaşmalarının önemine işaret ederek, ”Bulduğumuz
mezar, geçtiğimiz aylarda Milas’ta ortaya çıkan
mezar kadar önemli bir arkeolojik buluntudur” dedi.
19 günlük bir çalışma sonucu 25 bin liralık ödenekle
gün ışığına çıkarılan tümülüsün geçici restorasyonu
için 25 bin lira daha harcanacağı bildirildi.
Tümülüs, kral ve kral
ailesi için inşa edilen mezar odası üstüne yığılan
toprak veya taşlardan oluşturulan yapay tepe tipi
anıtlara deniliyor. Frigler döneminde Anadolu’da
görülmeye başlayan tümülüslere, ölen kişi ile
birlikte, kullandığı ve kendisine hediye edilen eşya
da konuluyor. Tümülüsün boyu ve mimarisi, ölen
kişinin zenginliğini de simgeliyor.
Gerçek Gündem,
21.09.2010
'MOZAİK GALERİ' GÜN
IŞIĞINA ÇIKARILDI
Metropolis antik
kentinde yapılan kazılarda Batı Anadolu’daki en
büyük mozaik grubu bulundu.
Kültür ve Turizm
Bakanlığının izni, Sabancı Vakfı, Trakya
Üniversitesi ve Torbalı Belediyesinin desteğiyle 20
yıldır kazılan Metropolis antik kentinde bu yıl
yürütülen kazı çalışmalarında, Roma Hamamı’nın
çevresindeki ”geometrik bezemeli mozaik galeri” gün
ışığına çıkarıldı.
Trakya Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Metropolis Antik
Kenti Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, antik
kentte düzenlediği basın toplantısında, Sabancı
Vakfının 2003 yılından bu yana Metropolis Sevenler
Derneği'ne (MESEDER) katkıda bulunarak destek
verdiği Metropolis antik kentinde, bu yıl kendi
başkanlığında 35 işçi, 25 öğrenci ve arkeologdan
oluşan kazı ekibinin çalışma yürüttüğünü bildirdi.
”Ana Tanrıça Kenti”
olarak nitelendirilen Metropolis’te, ilk kazı
çalışmasını yürüten ekipte yer alan onursal Kazı
Başkanı Prof.Dr. Recep Meriç’in katkılarıyla bugüne
kadar yapılan çalışmalarda, Antik Tiyatro, Stoa
(Sütunlu Galeriler), Bouleuterion (Meclis Yapısı),
Roma Hamamı, Devlet Agorası, Akropolis Surları’nın
yanı sıra 10 bine yakın eserin antik kalıntıların
bulunduğunu belirten Aybek, geçen yıl ve bu yıl
ağırlıklı olarak Roma Hamamı’nı tamamlayan
Palaestra’da (Güreş Alanı’nda) kazı
gerçekleştirildiğini anımsattı.
Aybek, kazılarda kent
yaşamı hakkında bilgilerin ortaya çıkarılacağı evler
ve caddeler üzerinde de durduklarını, farklı
noktalarda sondaj çalışmaları yürütüldüğünü söyledi.
Serdar Aybek, şu bilgiyi verdi: ”Geçtiğimiz yıl
yapılan çalışmalarda, kadınların süslenme merakının
yüzyıllar öncesine dayandığına ilişkin bulgular elde
edilmiş, kazı tarihinde ilk kez 2 bin 500 yıl
öncesine tarihlenen bozulmamış bir mezara
ulaşılmıştı.
Palaestra’daki
çalışmalarımızda bu yıl yaklaşık 40 metre uzunlukta
ve 40 metre genişlikteki kare planlı yapının
çevresinde 6 metre genişliğinde geometrik bezemeli
mozaikli galeriler tespit ettik. Bozulmamış bu
mozaikler, Batı Anadolu’da bir alanda bulunan en
büyük mozaik grubunu oluşturuyor. Henüz yapının
sadece güney kısmı açığa çıkmasına karşın
mozaiklerin iyi korunmuş bir şekilde günümüze
ulaşmış olması sevindiricidir. Önümüzdeki yıllarda
yapılacak çalışmalarla Batı Anadolu’nun küçük
kentlerinden biri olarak tanınan Metropolis’in adeta
ölçeğini değiştiren anıtsal bir yapıyı kazandırmış
olmayı ümit ediyoruz. Kazılardan sonra başlatmayı
istediğimiz restorasyon projesiyse büyük bir Roma
Hamamı ve onun hemen önünde içi mermer plakalarla
kaplı bir meydan ve dış tarafını sütunlu galerilerin
örttüğü geniş mozaikli yollarla, Metropolis’in ses
getirecek bir anıta kavuşmasını sağlayacaktır.”
1990 yılından bu yana
sürdürülen kazılarla gün ışığına çıkarılmaya
çalışılan Metropolis antik kenti kazıları, İzmir’in
Torbalı İlçesine bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri
arasında kalan 250 dönümlük bir arazi üzerinde
yapılıyor. Hellenistik kentin, yaklaşık 2 bin 500
yıl önce kurulduğu tahmin ediliyor.
Ancak ilk yerleşim
izleri Neolitik Çağ’a kadar uzanıyor. Bu ilk
izlerden Klasik Çağlara, Roma ve Bizans’a hatta
Beylikler ve Osmanlı dönemine kadar kesintisiz bir
tarih ve kalıntılar bulunuyor.
Adını Ana Tanrıça’dan
alan kent, İzmir ve Efes arasındaki çok önemli bir
yol istasyonu. Kervanlar bu kentten geçmeden bir
yere gidemiyor. Halkı aristokratlardan oluşuyor.
Metropolis kentinde yaşayanlar için Yunanlılarının
savaş tanrısı Ares’in büyük önemi var. Hellenistik
dönemin sonlarına ait yazılı sütunlarda adı geçen
Ares Tapınağı, Akropolis üzerinde yer alıyor ve bu
çağdan itibaren Metropolis’in koruyucu tanrısı
olarak saygı görüyor.
Kent aynı zamanda çok
meşhur bir şarap kenti. Antik yazarlar, bu kentin
zengin bağlarından ve şaraplarının güzelliğinden
sıkça bahsediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı adına
yürütülen ve Sabancı Vakfının da sponsor olduğu
kazılarda, şimdiye kadar tiyatro, meclis binası, iki
büyük Roma Hamamı, mozaikli galeriler, salonlar,
spor alanları (Palaestra), Stoa, mermer avlulu
evler, caddeler, basamaklı sokaklar ortaya
çıkarıldı. Kazının ilk yıllarından itibaren
kaydedilen küçük eser sayısı 10 binin üzerinde.
Kazılarda elde edilen yazıtlar, heykeller, sikkeler,
cam ve seramik objeler bugün İzmir Arkeoloji, İzmir
Tarih ve Sanat ve Selçuk Efes müzelerinde
sergileniyor.
Ntvmsnbc, 21.09.2010
NEFERTİTİ ESTETİKLİYMİŞ!
Firavun Akhenaton’un eşi olan ve güzelliği ile ünlenen Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin Almanya’nın başkenti Berlin’de Neues Müzesi’nde sergilenen büstüne uygulanan bilgisayarlı tomografi sonucunda büste "estetik müdahale yapıldığı" ortaya çıktı. 3 bin yıl önce, Nefertiti’nin heykeltıraşının, heykelin burnundaki küçük kemeri aldığı, göz kenarları, ağız köşesi ve yanaklarındaki çizgileri kaybettirdiği, elmacık kemiklerini dolgunlaştırdığı ortaya çıktı. Tarihçi Bettany Hughes, aslında büstün eski halinin de güzel olduğunu söyledi.
MÖ 1330 yılında ölen Nefertiti'nin büstü, oğlu Tutankamon'unkinden sonra Antik Mısır'dan günümüze kalan en bilindik nesne. 1912 yılında Nefertiti'nin eşi Akhenaton'un döneminde Mısır'ın başkenti olan Tell el Amarna'da bulunan büst, Berlin'deki Neues Müzesi'nde sergileniyor.
Habertürk, 21.09.2010
BU GEMİ "SANAT" VE
"BİLİM" TAŞIYOR
Heykel sanatçısı İlhan
Koman’ın vefatına kadar ev ve atölye olarak
kullandığı ’’M/S Hulda’’ isimli tarihi gemi,
Stockholm’den başlayan ve 18 ay süren sanat ve bilim
yolculuğuna İstanbul’da son verdi.
İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı ve Avrupa Komisyonu 7.
Çerçeve Programı’nın yanı sıra Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile İsveç Konsolosluğunun destekleriyle
Stockholm’den İstanbul’a gelen 105 yıllık yelkenli
gemide, Hulda Festivali İstanbul etkinlikleri
kapsamında iki ay boyunca çeşitli sergi ve atölye
çalışmaları gerçekleştirilecek.
Gemi, İlhan Koman’ın
1946 yılında mezun olduğu ve öğretim üyeliğini
yaptığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin
önüne yanaşırken, üniversitenin Osman Hamdi Bey
Salonu’nda, İlhan Koman’ın eserlerinin de yer aldığı
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin 2010
akademik yıl sergisi açıldı.
Açılışta konuşan İlhan
Koman Vakfı Başkanı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet Koman, ’’Hulda’’
gemisinin Kuzey Buz Denizi’nden başlayarak Akdeniz’e
kadar 12 bin kilometrelik uzun bir yolculuk
geçirdiğini söyledi.
Geminin geçen yıl yola
çıktığını ifade eden Koman, Amsterdam, Anvers,
Bordeaux, Lizbon, Barcelona, Napoli, Malta ve
Selanik’te bulunduğunu kaydetti.
Ahmet Koman, babası
İlhan Koman’ın hayattayken gemiyi hem atölye hem de
ev olarak kullandığını belirterek, ’’Hulda’’
gemisinin bir kültür varlığı olduğunu anlattı.
Trt/Haber, 21.09.2010
MESUDİYE KİLİSESİ
ONARILIYOR
Ordu'nun Mesudiye
İlçesi'nde 1912 yılında yaptırılan tarihi Mesudiye
Kilisesi'nin restorasyon çalışmaları sürüyor.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından çıkarılan ödenekle 289 bin lira
bedelle ihale edilen Mesudiye Kilisesi'nde
çalışmaların hızla devam ettiğini belirten Kaymakam
Rıza Gençoğlu, çalışmanın Kasım ayında
bitirileceğini söyledi. Gençoğlu, "Kültür merkezi
olarak kullanılması planlanan bu yapı aslına uygun
olarak restore edilecek. Kültür merkezinde her türlü
güvenlik sistemi bulunacak" dedi.
Ordu Kent Haber,
21.09.2010
TARİHİ BÖYLE ÇÖPE
ATTILAR
Mersin'in Erdemli
İlçesi'ne bağlı Ayaş beldesinde genellikle tarım
arazilerinde rastlanan kaya mezarları turizme
kazandırılmayı bekliyor.
Oyulmaya ve işlenmeye
uygun kayalardan statüsü yüksek kişiler için yapılan
alan kaya mezarları, Anadolu'da MÖ 3 binli yıllarda
başlayan ölüyü eve benzer mimari yapılara gömme
adetinin bir örneği olarak dikkati çekiyor.
Türkiye'nin farklı bölgelerinde de rastlanan bu
yapıların önemli bir kısmı, bulundukları kentlerde
koruma altına alınarak turizme kazandırılırken,
Mersin'deki tarla içlerinde kalan benzerleri sahip
çıkılmayı bekliyor.
Erdemli İlçesi'ne bağlı
Ayaş beldesinde bulunan kaya mezarları yaklaşık 2
metre uzunluğa, yarım metre genişliğe sahip. Bazı
kaya mezarlarının kapaklarının kaybolduğu,
çevresinde yakılan ateşler nedeniyle zarar gördüğü,
bazılarının da iç kısmının çöplerle dolu olduğu
gözleniyor.
Bir başka kaya mezarının
üzerinde ise adres levhası göze çarpıyor. Çoğu
çevrede yaşayan vatandaşların bahçe ve tarlalarının
içinde kalan kaya mezarlarından birisi de köy
halkının evinin çatısına ulaşmak için kullandığı
merdivenin bir basamağı haline gelmiş.
Genellikle narenciye
bahçelerinin bulunduğu beldede vatandaşlar, tarihi
eserlerin bahçedeki işlerini zorlaştırdığını, bu
nedenle ilgililerin konuyla ilgili çalışma yapmasını
istedi. Eserlerin korunarak turizme
kazandırılmasıyla beldeye daha fazla turist
gelebileceğini belirten vatandaşlar, “Bizim
isteğimiz, beldemizde belirlenecek bir yerde
mezarların zarar verilmeden toplanması ve turizme
kazandırılması. Böylelikle hem bizler
bahçelerimizdeki işlerimizi kolaylaştırabiliriz, hem
de gelecek turistler sayesinde yörede ek gelir
kaynağı yaratılır” diye konuştu.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Mehmet Çalışkan ise, beldedeki antik
yapıların MÖ II. yüzyıla ait olduğu yönünde
bilgilere ulaşıldığını belirtti.
Kaya mezarlarının
bulunduğu bölgenin geçmişte “Elaiussa” ve “Sebasta”
kentlerinin birleşmesi ile meydana geldiğine dair
bulguların gün ışığına çıkarıldığını ifade eden
Çalışkan, söz konusu bölgenin farklı noktalarında
1994 yılından bu yana arkeolojik kazılar yapıldığını
vurgulayarak, “Romanya'dan gelen bir ekip bazı
noktalarda kazı çalışması yapıyor. Kazılar sürerken
kaya mezarlarının bulunduğu yerde restorasyon
çalışmaları yapamıyoruz. O nedenle kazıların
bitmesini beklemekten başka çaremiz yok.”
Söz konusu tarihi
eserlerin çevre halkı ve yabancılar tarafından
tahrip edildiğini öne süren Çalışkan, “Eserlerin
daha sağlıklı bir şekilde gelecek nesillere
aktarılması için öncelikle, çevre halkının konuya
dikkatinin çekilmesi ve bilinçlendirilmesi gerekir.
Bu konuda kentimizdeki üniversitelerin desteğine
ihtiyacımız var” diye konuştu.
Hürriyet, Haber:
Kerem Kocalar, 21.09.2010
TARİHİ DERGAHTA 365 GÜN
SEMA GÖSTERİSİ YAPIYORLAR
1500'lü yıllarda
Yakup Çelebi tarafından yaptırılan ve uzun süredir
atıl duran Karabaş-i Veli Dergahı restorasyonunun
ardından yılın 365 günü sema gösterisinin sunulduğu
bir kültür merkezi haline geldi. Dergahta Bursa
Mevlana Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği
üyelerinin, gönüllü olarak gerçekleştirdiği
gösteriler dünyanın dört bir tarafından gelen
yabancı turistlerin de ilgisini çekiyor.
Yakup Çelebi tarafından kurulan ve bu kişinin kaleme
aldığı, 'Tecvid-i Karabaş' adlı kitaptan dolayı,
'Karabaş' adını alan tarihi dergah, 867 bin TL'lik
yatırımla Osmangazi Belediyesi tarafından restore
ettirildi. Restorasyonu tamamlanan Karabaş-i Tekkesi
temsil ettiği kültür ile özdeşleşen Mevlevi
Kültürü'nün doyasıya yaşandığı bir mekan olarak
hizmet veriyor. Yoğun talep üzerine her akşam
ücretsiz olarak yapılan gösteride, içeride yer
bulamayanlar, projektörle bahçede kurulan perdeye
yansıtılan görüntüleri izliyor. Bursa Mevlana
Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği Başkanı Cafer
Altay, tarihi ve kültürel açıdan kentin en zengin
yapılarından biri olan Karabaş-i Veli Dergahı'ndaki
sema gösterilerinin özellikle yabancı turistleri
etkilediğini söyledi. Mevlana kültürünü Türkiye'ye
ve dünyaya tanıtmayı arzuladıklarını ifade eden
Altay, "Senenin 365 gününde sema gösterisi
yapıyoruz. Gösterimiz ücretsiz hem de gelenlere
ücretsiz çay ikram ediyoruz. Semazenlerimizin
tamamının bir mesleği var. İşi olmayanı gönüllü
olarak aramıza almıyoruz. Sema yapmak isteyenlerin
öncelikle toplumda bir mesleği, işi olması
gerekiyor. Sonra gönüllü olanları eğitime tabi
tutuyoruz. Yaklaşık 40 tane semazenimiz var.
Dönüşümlü olarak her akşam sahne alıyoruz." dedi.
Semayı aslına uygun olarak halka sunmak için çaba
harcadıklarını belirten Altay, sema yapan, ilahi
söyleyen ve saz ekibinde bulunan dernek üyelerinin
tamamının bir meslek sahibi olduğunu kaydetti.
Semazenlerin hiçbirinin gösterilerden para
kazanmadığının altını çizen Altay, "Semazenlerimiz,
işçi, memur ya da ticaretle uğraşıyor. Simitçi,
aşçı, tornacı, kuyumcu, memur, işçi hatta ilköğretim
öğrencisi semazenlerimiz var." diye konuştu. Altay,
her ay Çanakkale Gelibolu Mevlevihanesi'nde gösteri
yaptıklarını dile getirdi.
Yeni Şafak, 21.09.2010
MALATYA'DA 3 BİN YILLIK
RÖLYEF BULUNDU
Malatya'da Aslantepe Höyüğü'nde İtalyan
arkeologlarca yapılan kazılarda, Geç Hitit dönemine
ait 3 bin yıllık iki rölyef bulundu. Bulunan
rölyeflerin birinde "savaş sonrası birbirlerine
barış çubukları veren kartal başlı iki kral" tasvir
ediliyor.
Malatya Valisi Ulvi Saran, iki adet rölyefin
bulunduğu Aslantepe Höyüğü'ne gelerek incelemeler
yaptı, İtalyan Arkeolog Prof.Dr. Marcella
Frangipane'den bilgi aldı.
Üzerinde "savaş sonrası birbirlerine barış çubukları
veren iki kartal başlı kralın" tasvir edildiği
rölyefin arkeoloji dünyasında heyecan yaratacağını
söyleyen Vali Saran, türüne az rastlanılan rölyefin
aynı zamanda Aslantepe Höyüğü'nün ne kadar önemli
bir merkez olduğunu gösterdiğini ifade etti.
Vali Saran, rölyefin başında gazetecilere şu
açıklamayı yaptı: "Heyecan verici bir buluşla karşı
karşıyayız. Uzun yıllar boyu Malatya'mızın nadide
bir beldesi olan Orduzu'daki Aslantepe Höyüğü'nde
yapılan kazı çalışmaları oldukça nadide eserler
ortaya çıkardı. Burada elde edilen eserler, Anadolu
Medeniyetler Müzesinde ve Malatya müzesinde muhtelif
yerlerde sergileniyorlar. Bugün de, İtalyan heyetin
çalışmaları sonucunda son derece önemli bir
buluntuyla karşı karşıyayız. Bulunan oldukça güzel
rölyef, kaya üzerine işlenmiş Geç Hitit döneminin
Milattan Önce binli yıllara dayanan bir eseri.
Burada kartal başlı iki kralın birbirlerine savaş
sonrası barış çubuklarını sunması tarzında
değerlendirebileceğimiz bir anlam var. Elde edilen
bu eserin arkeolojik eserler itibarıyla arkeoloji
dünyasında da ilgi ve heyecan uyandırmasını
bekliyoruz."
Bulunan rölyefte kullanılan kartal başlarının çok
rastlanan bir tür olmadığına dikkati çeken İtalyan
Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangipane de 3 bin
yıllık rölyefin Ankara Aslanlı Kapı'daki rölyefe
göre çok eski ve orijinal olduğunu bildirdi. Prof.Dr.
Frangipane, "Geçmişte güzel bir rölyef bulmuşlardı.
Şimdi Ankara müzesinde, ama şimdi biliyoruz ki, bu
rölyef daha eski. Demek ki, Ankara'daki Aslanlı
Kapı'da bulunan rölyef ikinci defa kullanılmış.
Buradan yola çıkarak bunun orijinal ve daha eski
olduğunu söyleyebiliriz" diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 21.09.2010
SERADAN TARİH ÇIKTI
Zonguldak’ın Çaycuma
İlçesi’ne bağlı Kadıoğlu Köyü’nde oturan 65
yaşındaki Nizamettin Oral, 2008’in Ocak ayında
evinin bahçesindeki serayı güçlendirmek için kazı
yaparken, tarihi bir mozaik buldu.
Yapılan çalışmalarda,
üzüm salkımları arasında oturan kadını elindeki
hançerle öldürmek isteyen bir erkek figürünü tasvir
eden mozaiğin bulunduğu alan genişletildi. Ereğli
Müze Müdürlüğü tarafından sürdürülen kazı
çalışmalarında, Roma dönemine ait bir yerleşim
yerinin odalarına rastlandı. Zemini değişik desen ve
figürlerle işlemeli odaların bir villaya ait olduğu
tahmin ediliyor. Bu yıl yapılan çalışmalarda yeni
bir oda daha ortaya çıkarıldı. Buluntular, kazı
sezonunun sona ermesi üzerine kumla kaplanarak
koruma altına alındı.
Hürriyet, Haber: Durmuş
Sevindik, 21.09.2010
"DİVRİĞİ İLE KIRK SENE
UĞRAŞTIM, ARTIK BIRAKIYORUM"
Prof.Dr. Doğan Kuban,
yıllardır üzerinde çalıştığı Divriği Külliyesi'nin
görkemini 'Cennetin Kapıları' adıyla kitaplaştırdı.
Kuban, külliye için "Daha fazla yapabileceğim bir
şey yok. Bundan sonrası kamuoyunun ilgisine kalmış."
diyor.
Yıllardır UNESCO Dünya
Mirası Listesi'ndeki Divriği Külliyesi üzerinde
çalışan dünyaca ünlü mimarlık tarihçisi Prof. Doğan
Kuban, külliyenin tanıtılması için bir adım daha
attı. Anadolu'da Selçuklu döneminden kalan en
görkemli yapı kabul edilen Divriği Külliyesi
hakkında daha önce iki kitap yazan Doğan Kuban, bu
kez, Divriği Ulucamii ve Şifahanesi'nin görkemini
'Cennetin Kapıları' adıyla kitaplaştırdı. YEM
Yayınları'ndan çıkan büyük boy ve özel basım kitap,
Türkçe-İngilizce olarak hazırlandı.
Kitabın tanıtımı için
dün İKSV'de yapılan toplantıda konuşan Kuban, 40
yılı aşkın bir zamandır bu külliye üzerinde
çalıştığını, iki kitap ve sayısız makale yazdığını
dile getirdi. Ancak ünlü mimar ve tarihçi, artık bu
olağanüstü yapı üzerinde çalışmayacak. Kuban'a göre
Divriği Külliyesi, Türkiye'de Anadolu Türk
kültürünün oluşturduğu en görkemli yapı. Yıllardır
bunun farkında olan ve dünyanın da farkına varması
için çabalayan Kuban, "Örneğine dünyanın hiçbir
yerinde rastlayamayacağınız, ancak dahi bir
sanatçının eseri olabilecek bu yapıtın dünya kültür
kavramının içerisine girmesi için çok çalıştım. Daha
fazla yapabileceğim bir şey yok. Bundan sonrası
kamuoyunun ilgisine ve desteğine kalmış." diyor.
Fakat Kuban, bir yandan da neredeyse ömrünü adadığı
ve her gün biraz daha yok olmaya yüz tutan bu
külliyenin bir an önce korunması için önayak olmaya
devam edecek gibi görünüyor. Divriği Külliyesi'ni
dünya kültür sanat tarihine mal etmeye çalışan Kuban,
toplumun ilgisizliğinden de şikayetçi. "Bu yapının
niteliği konusunda henüz toplumun uyandığını
sanmıyorum." diyor ve ekliyor: "Bir kişinin
çabasıyla mimariyi kültüre dönüştüren bu eserin
tanıtılması mümkün değil."
Divriği Ulucamii ve
Şifahanesi 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya
Mirası Listesi'ne alınmıştı. Doğan Kuban, onca yıl
üzerinde çalıştığı bu yapıtın İslam dünyası için de
ayrı bir öneminin olması gerektiğini söylüyor. Çünkü
Divriği Külliyesi figüratif olmayan bir sanatın
İslam dünyasındaki en güzel örneklerinden biri.
Geçen yıl mayıs ayında
İTÜ Taşkışla Kampüsü'nde açılan "Cennetin Kapıları"
adlı fotoğraf sergisi esas alınarak hazırlanan
"Divriği Ulucamii ve Şifahanesi'nde Hürremşah'ın
Yontu Sanatı/ Cennetin Kapıları" adlı kitap, daha
önce sergilenmeyen fotoğraflardan ve Kuban'ın bu
kitap için kaleme aldığı metinlerden oluşuyor.
"Cennetin Kapıları" başlıklı fotoğraf sergisinin şu
sıralar UNESCO'nun Paris'teki merkezinde açık
olduğunu da hatırlatalım.
Zaman, Haber: Saliha
Cüvelek, 21.09.2010
HİERAPOLİS'TE HEYKEL
BAŞI ORTAYA ÇIKTI
Hierapolis Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Francesco D'Andria, Roma'nın Asya eyaleti
olarak adlandırılan Anadolu'daki bir eyalet
yöneticisine ait olduğu tahmin edilen bir heykel
başını ortaya çıkardıklarını söyledi.
D'Andria kazı sezonunda bulunan en değerli
parçalardan birisinin mermerden yapılmış MS 3.
yüzyıl Roma Dönemi'ne ait bir heykel kafası olduğunu
belirtti.
Ressam ve eğitmen
Prof.Dr. Hüsamettin Koçan’ın doğduğu yer olan
Bayburt’un Bayraktar Köyü’ne (eski adı Baksı) açtığı
Baksı Müzesi, iki aydır ziyaretçilerini ağırlıyor ve
üretime hazırlanıyor. Müzeyi günümüz ve geleneksel
sanatların buluştuğu bir merkeze dönüştürmeyi
hedefleyen Koçan, sanat ile zanaatı birleştirerek
hemşerilerini de üretime yöneltmeyi hedefliyor.
Açtığı bir müze ile
Bayburt’ta 45 kilometre uzaklıktaki bir köyü gündeme
taşıyan ressam ve eğitmen Prof.Dr. Hüsamettin Koçan,
hemşehrileri ile birlikte ‘üretim’ planlıyor. Eski
adı Kırgız Türkçesi’nde Baksı olan Bayraktar
Köyü’nde 10 yıllık bir emek ve çabanın sonunda Baksı
Müzesi’ni iki ay önce açan Koçan, bununla da
yetinmiyor,
sanat ile zanaatı
birleştirmek için çalışıyor.
Çoruh Vadisi’ne bakan
bir tepenin üzerinde, toplam 30 bin metrekarelik bir
alanda, günümüz ve geleneksel sanat koleksiyonunun
yan yana sergilendiği bir merkez olarak Temmuz
ayında faaliyete geçen Baksı Müzesi, sadece
sanatçıların değil köylülerin de üreticiliğini
gözler önüne serecek. Geçmişte yaygın olan el
sanatları ve zanaatların nerdeyse kaybolduğu köyde,
tarım ve hayvancılıkla uğraşan hemşehrilerinin doğa
koşulları gereği yılın 7 ayı, boş oturmak zorunda
kaldığını anlatan Koçan’ın planı, boşa geçen zamanı
değerlendirmek.
Müzeye sadece bir sergi alanı açmakla yetinmeyerek,
dokuma ve sergi atölyeleri de ekleyen Koçan, yakında
yöre halkının geleneksel ehramını giysi olarak
büyük
şehirlere tanıtacak. İlk örneğini tasarımcı Özlem
Süer’in bir koleksiyon olarak hazırladığı ehramlar,
bundan sonra Baksı Müzesi’ndeki atölyelerde
dokunacak. Sadece Baksı’dan değil çevre köylerden de
çok sayıda kadın ve erkeğin hem dokumacılığı
öğrenmek hem de bu işi yapmak için başvurduğunu
anlatan Koçan, üretimin bu atölyelerle sınırlı
kalmamasını, burada öğrenilen dokumacılığın evlere
yerleştirilecek tezgahlarla yaygınlaştırılmasını
istiyor.
Bu arada her yıl 20 kadar sanatçıyı Bayraktar
Köyü’nde, Baksı Müzesi’nde ağırlayacak olan (bunun
için 30 kişilik konuk evi yapılmış) Koçan, günümüz
sanatçılarının eserlerini sergilerken,
toplayabildiği geleneksel sanat eserlerine de burada
yer veriyor. Koçan, sergilenen eserin yanına bağışçı
isimlerinin yazıldığını gören köylülerin hediyeler
yolladığını da belirtiyor.
Göç ve gurbetin
damgasını vurduğu tipik bir Anadolu köyü olan
Bayraktar’a bir şeyler yapabilmek için yola çıkan
Hüsamettin Koçan, o zamanlar için “uçuk”
bulunan hayali için ilk desteği muhtar, imam ve
öğretmenden istemiş. Gelip giden öğretmenlerden
olmasa bile imam ve özellikle de muhtar Nabi
Akçelik’ten tam destek alan Koçan’ın hayallerinin
gerçeğe dönüşmesi için ise tam 10 yıl gerekmiş.
Projesini kardeşi Metin Koçan ile birlikte
tasarlayan uygulamayı Mimar Sinan Genim ile
gerçekleştiren Koçan, bu işi 4 milyon liraya mal
etmiş. “Bugün yapılmaya kalksa en az 10 milyon
dolar
lazım” dediği müzeyi, imece usulüyle tamamlayan
Koçan’a, iş dünyasından pek çok dostu da yardım
etmiş. Anel Elektrik, Çanakkale Seramik gibi pek çok
kuruluş, Ali Akkanat, Hasan Aydın gibi birçok
işadamı destek vermiş. Bugün artık müze, yolu
Bayburt’tan geçen hemen herkesin uğrak yeri olmuş ve
bazı günler 100 kadar ziyaretçi çekiyor.
Kendisinin bile “akıllı
adam işi değil” dediği müze için eşi Oya Koçan’ı da
yanına alan Hüsamettin Koçan, 10 yıldan sonra
hayallerini gerçeğe dönüştürmenin mutluluğunu
yaşıyor. Ancak bu aşamaya gelmesi pek de kolay
olmamış. Bugün köyün çocuklarının hocam hocam diye
etrafında dolaştığı Koçan hakkında, define aramaktan
İsrail’den para alıp Ruslar’ı izlemek için bir
gözlemevi yaptığına kadar pek çok rivayet türemiş.
Şimdi ise sadece Baksılılar değil, iki günlük
ziyaretimiz boyunca görüştüğümü tüm Bayburtlular
Hüsamettin Hoca’larının “iyi bir iş” yaptığını
düşünüyor.
Başta Bayburt Valisi
Kerem Al, Belediye Başkanı Hacı Ali Polat, Ticaret
ve Sanayi Odası Başkanı İbrahim Yumak’la birlikte
Bayburt’un göç veren değil, göç alan bir il olması
için çalışan Koçan, müzenin misyonu şöyle
özetliyor: “Baksı Müzesi her şeyin merkeze
sürüklenmesine karşı durarak merkezin çevreden
algılanması.”
Hürriyet, Haber:
Nilgün Karataş, 21.09.2010
TARİHİ BİNAYA İLAN
İtalya’nın tarihi kanalları ile ünlü Venedik kentinde restorasyon masraflarını karşılayamayan yerel yöneticiler binalara dev reklamlar almaya başladı.
En son, turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerden biri olan tarihi San Marco Meydanı’nın da reklamlarla dolması Venediklilerin tepkisini çekti.
“Fondo Ambiente Italiano” vakfından Maria Camilla Bianchini “Bu kadarı da çok fazla. Sessiz kalamayız. Reklamlardan binaları göremiyoruz” diyerek reklam afişlerine karşı kampanya başlatacaklarını söyledi. Şehir yetkilileri ise reklamların restorasyon masraflarını karşılamak için tek şansları olduğunu belirtti. Yetkililer bu sene restorasyon için 3.9 milyon dolara ihtiyaçlarının olduğunu ancak hükümetten yalnızca 200 bin dolar alabildiklerini belirterek bu açığı kapamak için ellerinden başka bir şey gelmediğini söyledi.
Milliyet, 20.09.2010
ORDU'DA 2500 YILLIK
KALINTILAR BULUNDU
Anadolu tarihini gün
yüzüne çıkartmayı amaçlayan kazı çalışmalarından
biri de Ordu’da sürdürülüyor.
Arkeologlar, pek çok
medeniyete ev sahipliği yapmış bu köklü coğrafyadaki
medeniyetleri geleceğe taşımak için aralıksız olarak
çalışmalarını sürdürüyor.
Bu çalışmalar sonucunda
Antik Kurul Kale Yerleşkesi’nde yapılan kazılarda 2
bin 500 yıllık kalıntılar bulundu.
Kazıyı yürüten Gazi
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doçent Yücel Şenyurt,
kalıntıların, 6’ncı Midridat dönemine ait
olabileceğini belirtti.
Kazı çalışmalarının yıl
sonuna kadar devam edeceği bildirildi.
Trt/Haber, 20.09.2010
BORU KAZISINDA TARİHİ
ESER BULUNDU
Afyon Jeotermal A.Ş.’nin
kent merkezinde yaptığı jeotermal ısı boru döşeme
çalışmaları sırasında Frigler döneminden kalma
olduğu tahmin edilen ve üzerinde o döneme ait
figürler olan mezartaşı bulundu.
Yaklaşık 2 bin yıllık
olduğu tahmin edilen mezar taşı, hafriyat şirketinin
kamyonuyla Afyonkarahisar Emniyet Müdürlüğü’ne
götürüldü. Taşı incelemek için Emniyet Müdürlüğü
bahçesine gelen Afyonkarahisar Müze Müdürü Mevlüt
Üyümez, mezar taşının yaklaşık 2 bin yıllık olduğunu
kaydetti.
Üyümez, bu tür taşlara
Frig Vadisi’nde sıkça rastlandığını belirterek, bu
mezar taşını koruma altına alacaklarını söyledi.
Üyümez, mezar taşının deforme olduğunu, ancak maddi
değerinden çok kültürel değeri üzerinde durulması
gerektiğini vurguladı.
Memleket Haber,
20.09.2010
ÇOBANDEDE KÖPRÜSÜ
DEFİNEZEDE OLDU
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Üyesi, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, 712 yıllık Çobandede Köprüsünü define avcılarının delik deşik ettiğini ve yıkılmasını sağladıklarını bildirdi.
Prof.Dr. Gündoğdu, Karayolları'nın yaptığı köprü onarımının planlandığı gibi ve doğru olduğunu belirterek, "Savaşa girilmesi halinde Rus'ların baskın yapması ihtimali karşısında bölgenin en önemli geçiş noktası olan Çobandede Köprüsü dinamitle dolduruldu.
Eğer Rus'ların zırhlı birlikleri bu bölgeden geçecek olsaydı, köprü havaya uçurulacaktı" dedi.
Erzurum Gazetesi, 20.09.2010
İZMİR'İN EN ESKİ MÜHRÜ
Yeşilova Höyüğü’nde
yürütülen kazılar,
İzmir’in bilinmeyen
en eski tarihine ışık tutuyor. Kazılar sayesinde
İzmir’de yerleşik hayatın 8500 yıllık geçmişinin
olduğunun kanıtlanmasından sonra önemli bir
tarihi eser daha
ortaya çıkarıldı.
Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı Yard.Doç. Dr
Zafer Derin, bulunan mührün son derece önemli
olduğunu vurguluyarak şöyle konuştu, “Mühür yaklaşık
MÖ 6200 yıllarına ait. O tarihte bu bölgede
yöneticilik yapmış önemli birinin mührü olduğu
anlaşılıyor. Boğa şeklindeki bu mühür aynı zamanda
Anadolu’da bulunan en eski birkaç mühür arasında yer
alıyor. Bu yönüyle de çok kıymetli bir tarihi eser.
İlk kazı döneminden bugüne kadar birçok önemli
bulguları açığa çıkardık. ‘İzmir’in ilk
yerleşimcileri kimlerdir’ sorusunun cevabı burada
her gün değişiyor. Tarımda, hayvancılıkta ileri bir
uygarlığa sahip olduklarını öğreniyoruz. Bu
sene cilalı taş devrine indik” diye konuştu.
Milliyet Ege, 20.09.2010
HORASAN HARCI DEĞİL,
ÇİMENTO DÖKÜLDÜ
Allianoi’deki çalışmaları izlemek için bölgeye kamp
kuran Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, “Eserler
söylendiği gibi Horasan harcıyla örtülmüyor. Bunun
yerine bildiğimiz çimento, bildiğimiz kiremit tozu
kullanılıyor” dedi.
Baraj altında
kalacak
Allianoi antik
kentindeki kumla kapama çalışmaları için çarpıcı
bir iddia ortaya
atıldı. Bölgede kamp kurarak çalışmaları izleyen
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, kapama
çalışmalarında eserleri 50 - 60 yıl su altında
koruyacağı belirtilen “Horasan harcı” yerine kiremit
tozu katkılı çimento kullanıldığını söyledi. Güven
Eken, kaplama çalışmaları yapılırken bilim
adamlarının bölgeye gelmediğini de öne sürdü.
Allianoi’de sular altında kalacak eserlerin “Horasan
harcı” ve “antik
Roma kireci” ile
kaplanarak 50-60
yıl
korunacağını belirtilmişti. Kum dökmeden önce
eserlerin harçla kapandığını söyleyen yetkililere
Doğa Derneği’nden yalanlama geldi. Hem tarihi
varlığı korumak hem de kumla kapama çalışmalarını
yakından izlemek için bölgede kamp kuran grubun
lideri Eken, Milliyet’e yaptığı açıklamada,
eserlerin söylendiği gibi yumurta akı, peynir,
reçine, pişmiş toprak katkılı Horasan harcı ile
örtülmediğini söyledi. Eken, “Bunun yerine
bildiğimiz çimento, bildiğimiz kiremit tozu
kullanılıyor” dedi. Eken, bu uygulamayla koruma
kurulu kararına ters düşüldüğünü, karardaki
ifadelerin değiştirildiğini öne sürerek, “Hukukun
etrafından dolaşılıyor. Bu, hukuk ve dünya kültür
dünyasının korunması açısından bir skandal” diye
konuştu.
Eken, “Kalıntıların örtülmesi
için
dağlarda tepelerde kum aranıyor. Bu aramaların da
ruhsatı yok. Büyük miktardaki kum buralardan
çekiliyor” dedi. Kumla kapama çalışmalarında kazı
heyetinden ya da başka branşlardan bilim adamı
olmadığını öne süren Eken, “Burada sadece bildiğimiz
amele çalışıyor” diye konuştu.
Güven Eken, bugüne kadar
Kültür ve Turizm BakanıErtuğrul Günay’ın
kendileriyle herhangi bir şekilde temas kurmadığını
belirterek, “Bakanın buraya gelmesi lazım. Herkes
çözüm bekliyor. Buraya gelmezse biz
Ankara’ya gidip
randevu isteyeceğiz” diye konuştu. Eken daha önce de
Allianoi’de yapılan çalışmalara tepki göstererek
kentin girişindeki tel çitlere kendini
zincirlemişti.
Millliyet, Haber: Mithat
Yurdakul, 20.09.2010
******
VİNCE ZİNCİRLİ
DİRENİŞ
Allianoi antik
kentinin üzerinin kumla kapatılması çalışmalarını
protesto etmek amacıyla kendilerini antik kentte
vince zincirleyen Doğa Derneği üyesi 6 kişi,
jandarma tarafından gözaltına alındı.
Aralarında Doğa Derneği
Başkanı Güven Eken'in de bulunduğu çevre örgütü
üyesi yaklaşık 30 eylemci sabah erken saatlerde
İzmir Bergama
İlçesi'nde yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı'nın
suları altında kalacak olan Allianoi Antik Kenti'ne
geldi. Antik kente geçen hafta kurulan iki vinçten
yola yakın olanının üzerine çıkan altı eylemci
kendilerini sarmaşıklarla ve zincirlerle vince
zincirledi.
Vincin üzerinde açıklama
yapan Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, Allianoi'nin
hukuk dışı bir şekilde yok edildiğini dile
getirerek, ''Daha önce yaptığımız eylem sonucu
durdurduğumuz çalışmalar kısa bir süre sonra daha
hızlı bir şekilde başladı. Burada hem mahkeme
kararlarına hem de
İzmir 2 No.lu
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun
kararlarına aykırı bir şekilde inşaat yapılıyor.
Horasan harcı ve çeşitli çamurlar kullanılacağına
çimento kullanılıyor. Bilim adamları gözetiminde
yapılması gereken çalışmalar sadece müteahhitler ve
inşaat işçileri tarafından yapılıyor'' dedi.
Mahkemelerin verdiği kararlar uygulanana kadar
alandan ayrılmayacaklarını sözlerine ekleyen Eken,
Bergama Cumhuriyet Savcılığı'na konu ile ilgili
olarak suç duyurusunda bulunduklarını, savcılığın
çalışmayı mühürlemesi gerektiğini sözlerine ekledi.
Çevre gönüllülerinin
eylemleri sürerken alanda çalışan işçiler işbaşı
yaptı, kısa bir süre çalışan işçiler daha sonra işi
bıraktı. Bu sırada Bergama İlçe Jandarma
Komutanlığı'na bağlı ekipler antik kent dışında
önlem aldı. Olası bir olay karşısında köylerden
Allianoi antik kentine gelen yollar kesildi.
Eylem başladıktan
yaklaşık bir saat sonra Bergama Ziraat Odası Başkanı
Nuri Taşkıranoğulları yanında iki kişi ile birlikte
antik kent önüne geldi. Yanındakilerle birlikte
alana giren Taşkıranoğulları yanındakilerle birlikte
eylem yapan gruba yöneldi. Eylemcilerin ellerindeki
döviz ve
pankartları alarak hakaret eden grup jandarma
tarafından alan dışına çıkartıldı.
Bergama Ziraat Odası
Başkanı Taşkıranoğulları'nın müdahalesinin ardından
yaklaşık yarım saat sonra İlçe Jandarma Konutanlığı
yetkilileri, Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'i
Bergama Cumhuriyet Savcılığı'nın emri ile eylemi
bitirmeleri, aksi halde müdahale edecekleri
konusunda uyardı. Eylemcilerden olumsuz yanıt alan
jandarma ekipleri demir makası ile zincirleri
keserek eylemcileri vinçten uzaklaştırdı. Aralarında
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'in de bulunduğu
aktivistlerden Su Perisi Nimphe kostümü giyen Seray
Yalçın, Tayfun Mützenmacher, Elif Mützenmacher, Ebru
Tamer, Serhat Demirkol gözaltına alındı.
Hürriyet, 20.09.2010
******
ÇİMENTO PROTESTOSU
Allianoi antik termal
merkezinde doğaseverlerin sabah saatlerinde
başlattığı ikinci zincirli eylem, jandarmanın
müdahalesi ile sona erdi.
Aralarında Doğa Derneği Başkanı Güven Eken’in de
bulunduğu çevre örgütü üyesi yaklaşık 30 eylemci,
sabah erken saatlerde
İzmir’in Bergama
İlçesi’nde yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı’nın
suları altında kalacak olan antik Allianoi’ye geldi.
Vincin üzerine çıkan 6 eylemci, kendilerini
sarmaşıklarla ve zincirlerle vince zincirledi. Eken,
“Burada hem mahkeme kararlarına, hem de
İzmir 2 No’lu
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun
kararlarına aykırı şekilde inşaat yapılıyor. Horasan
harcı ve çeşitli çamurlar kullanılacağına, çimento
kullanılıyor. Bilim adamları gözetiminde yapılması
gereken çalışmalar sadece müteahhitler ve inşaat
işçilerince yapılıyor” dedi. Bu sırada antik merkez
önüne gelen Bergama Ziraat Odası Başkanı Nuri
Taşkıranoğulları, eylemcilerin ellerindeki
pankartları alıp hakaret etti. Taşkıranoğulları
jandarma tarafından alan dışına çıkartıldı. Bunun
ardından İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri, Doğa
Derneği Başkanı Eken’i eylemi bitirmeleri, aksi
halde müdahale edecekleri konusunda uyardı.
Eylemcilerden olumsuz yanıt alan jandarma, demir
makası ile zincirleri keserek eylemcileri vinçten
uzaklaştırdı. Eken’in de aralarında bulunduğu 5
aktivist gözaltına alındı. Eylemciler daha sonra
serbest bırakıldı.
Hürriyet, Haber: Turan
Gültekin, 21.09.2010
******
GÜNAY: ALLİANOİ
DUYARLILIĞI ABARTILDI
Günay, yazlık evinin
bulunduğu
Antalya’nın Demre
İlçesi'nde, yöredeki antik kentleri geziyor ve
arkeolojik kazı
alanlarında incelemeler yapıyor. Günay, antik
Andriake Liman Kenti’ni gezisi sırasında
gazetecilerin sorularını yanıtladı. Günay, bilimsel
kurulların çok uzun süreden beri
Allianoi’yle ilgili
incelemeler yaptıklarını anımsattı. Uygulamalarda bu
raporlar doğrultusunda hareket edildiğini kaydeden
Günay, “Allianoi konusunda abartılı bir kamuoyu
duyarlılığı geliştirildi. Atılan her adıma çevreden,
yargıdan müdahale isteniyor. Allianoi konusundaki
duyarlılığı paylaşıyorum. Nihayet defalarca ifade
ettiğim
gibi orada 15 yıl
önce ihale edilmiş, yıllar önce yapısı gövdesi
tamamlanmış bir
baraj var. Çevre
halkı o barajdan yararlanmak istiyor. Biz de kurul
kararları doğrultusunda orada önlemler almaya
çalışıyoruz” dedi. Günay şöyle devam etti: “Basında
haberler gördüm ‘üzerleri çimentoyla kapatıldı’
diye. Arkadaşlarımı yerinde incelemeler yapmaları
konusunda talimatlandırdım. Bildiğim kadarıyla
Horasan harcı kullanılıyor. Yapılara zarar
vermeyecek maddeler kullanılması konusunda dikkatli
davranıyorlar.”
Milliyet, 21.09.2010
******
BAKANIN GÖREVİ,
İKTİDARI DEĞİL, ALLİANOİ'Yİ KORUMAK
Çevre Mühendisleri Odası
(ÇMO), Allianoi’da 12 yıldır yapılan kazılara bile
saygı duyulmadan koca bir tarihin gömüldüğünü
belirterek, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a
“tarihi korumak yerine, iktidarı korumayı tercih
etme” eleştirisi yapıldı.
ÇMO Allianoi ile ilgili içinde bulunduğu çaresizliği
insanların anlamasını isteyen Bakan Günay’a yazılı
bir açıklamayla cevap verdi. Açıklamada, AKP
iktidarının binlerce yıllık tarihi yere gömdüğü ve
Günay’ın da “yapma” diyememenin çaresizliğini
yaşadığı belirtildi.
Bakan Günay’a AKP hükümetince “görme ve konuşma”
denildiğinin ifade edildiği açıklamada, “Sayın
Bakan, sizin göreviniz o tarihi eserleri korumakken,
siz iktidarınızı korudunuz” denildi.
Bakan’ın tüm dünyanın
kültürel mirasına ve insanlığın geçmişine saygı
duymuyorsa bile kendi geçmişine saygı duyması
gerektiği dile getirilen açıklamada, Ertuğrul Günay
istifaya çağırıldı.
Evrensel, 22.09.2010
******
ALLİANOİ "EVET"LE
TARİHE GÖMÜLDÜ
Kamuoyunda uzun zamandır
tartışma yaratan antik termal kenti Allianoi'nin
üzerine kum dökülmeye başlandı. Allianoi, kum
altında kalmaktan kurtulamıyor. Çünkü, yeni
anayasaya göre mahkemelerin yerindelik denetimi
yapması engellendi. Ve yürütme durdurulamıyor.
Bu arada İzmir'in Bergama İlçesi'nde yapımı
tamamlanan Yortanlı Barajı'nın suları altında
kalacak olan antik Allianoi'yi kurtarmak için
mücadelelerini sürdüren çevreciler de gözaltına
alındı.
Aralarında Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'in de
bulunduğu çevre örgütü üyesi yaklaşık 30 eylemci,
dün sabah erken saatlerde Allianoi'ye geldi. Antik
merkezde geçen hafta kurulan vinçlerden birinin
üzerine çıkan 6 eylemci, kendilerini sarmaşıklarla
ve zincirlerle vince bağladılar. Vincin üzerinde
açıklama yapan Doğa Derneği Başkanı Güven Eken,
Allianoi'nin hukuk dışı bir şekilde yok edildiğini
kaydetti.
Jandarma Komutanlığı yetkilileri, eylemin bitmemesi
halinde müdahale edeceklerini söyledi. Eylemcilerden
olumsuz yanıt alan jandarma demir makasıyla
zincirleri keserek eylemcileri vinçten uzaklaştırdı.
Aralarında Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'in de
bulunduğu toplam 6 kişi gözaltına alındı.
Allianoi'daki kazıları
yürüten Doç.Dr. Ahmet Yaraş, antik kalıntıların
üzerine kum boca etmeye başlandığını söyledi. Yaraş,
kalıntıların üzerinin içine kiremit tozu katılarak
horasan harcı süsü verilmiş betonla kaplandığını
ardından aralarına kum boca edildiğini kaydetti.
Doç.Dr. Yaraş, kumla kaplama çalışmasına ilişkin şu
bilgileri verdi:
"21. yüzyılın tarih ve insanlık katliamı. Tüm
aydınlara, sanatçılara selam olsun. Herkesin gözü
önünde tarih katliamı yaşanıyor. Demokrasi havarisi
geçinen insanlara selam olsun. Göz göre göre bir
dram, katliam yaşanıyor insanlar da üç maymunu
oynuyor. Alanda 120 işçi çalışıyor. İşçilerle bizi
karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Alana
giremiyoruz. Adamları işinden edecekmişiz gibi
algılanmasını istiyorlar. İşçinin tarih kıyımından
haberi yok, korunacağını söylüyorlar. Bu şekilde
korunması mümkün değil. Anlatamıyoruz ve bize düşman
gibi, vatan haini gibi bakıyorlar."
Birgün, 22.09.2010
******
ALLİANOİ AĞITI
Tarihi
kapatıyorlar. Üstüne beton döktüler, sonra da suyu
salıverecekler. Betonun ve suyun altında kalan
tarih, dayanabildiği kadar dayanacak, sonra terk
edecek zamanı. Onu görmek, gezmek, ondan öğrenmek,
hiç değilse yıllar sonra yeniden bulup çıkarmak
imkanı yok artık.
Çok yakın zamanlara kadar, insan elinde büyük,
yıkıcı, öldürücü teknolojiler birikmediği, insanın
mahareti bu kadar artmadığı için kendi kendine
eskirdi tarih. Katmanlar halinde uygarlıklar üst
üste yığılırdı ve biz de usulca kazarak,
fırçalarımızla okşayarak, geçmişimizi merak eder,
geçmişten kalan izleri gün ışığına çıkartırdık.
Geçmişi öğrendikçe gelecek karanlıktan kurtulurdu.
Çünkü tarih, biliyoruz ki, helezonlar çizerek, zaman
ve uzam içinde yayılan, kendini tekrarın
imkansızlığı içinde inkar ederek sürekli yenileyen
bir harekettir.
***
Biz de işte şimdi, “ne var ki bu taş yığınında”
diyen, yalnızca yaşadıkları zamanı zaman sayanlarla
hesaplaşmanın imkansızlığını ve güdüklüğünü yaşayıp
gidiyoruz.
Zaman hırsızlarıdır onlar, tarih yıkıcıları.
Kendilerini, yaşadıkları anın boşluğu kadar var
edebiliyorlar. Yaşadıkları anın çıkarlarından başka
söz edebilecekleri bir tek kelimeleri bile yoktur
onların. Yoksul bir dil, birkaç yüz banknot, limiti
yüksek bir kredi kartıdır onlar için hayat. Ölüp
gidecekler de ne anı, ne zamanı, ne geçmişi, ne
geleceği bilecekler.
Geçmişi, uydurulmuş kahramanlık hikayeleri
sanıyorlar. Geleceği, Hollywood’da planlanan bir
bilim kurgu olarak öğrendiler. Bu nedenle de tarihin
gerçek hikayelerini, insanın büyük masalını,
efsanelerin gizlendiği surları, sütunları,
insanoğlunun kendini hep bir üst boyutta büyüterek
yücelterek tekrar eden aşkını anlamaları imkansız.
***
Zamanın ta kendisi olan hareketin yasalarını
yenebilirler mi? Yenemezler, ama şimdi o hareketin
en etkin varlığı insanı iğdiş etmenin, eylemsiz
kılmanın yollarını öğrendiler. Tekerlerine taş
koyanlara ise öyle kızıyorlar ki, hayatı zamanı
birlikte yok edebilecek nükleer silahlara,
santrallara karşı çıkanlara öyle diş biliyorlar ki,
ellerinden gelse bir kaşık suda boğarlar onları.
Tarihe karşı kızgınlıklarının nedeni de budur. Tarih
iyice ortaya çıkartılırsa, onu yapanın insanlar
olduğu bilinirse; taşların, surların, sütunların
içinde kıvrılarak kendini yeniden var eden inkarın
hikayesi öğrenilirse, yaşadıkları zamanın dar
çıkarlarına mahkûm kötülük ortaya çıkar diye
telaşlanıyorlar.
Bunun için hesap sormayı yasaklayan yasalar
çıkartıyorlar. Bunun için denetlenemez olmak
istiyorlar.
Biz zamanın içinde geriye doğru gittikçe nice
tiranın, şahın, padişahın, kralın, kraliçenin,
papanın, Hitler’in ve sonrakilerin geçip
gittiklerini görürüz diye çabuk çabuk beton
döküyorlar tarihin üstüne.
Tarihi küçümsemelerinin nedeni budur.
***
Yine de zaman onların zamanı. Bu kez de yitirdik
savaşı. Allianoi’yi kurtaramadık. Başka kurtarılacak
yerler, zamanın değirmeninde ayakta kalmayı
başarmış, narin küreklerimiz, zarif fırçalarımızla
gün yüzüne çıkartılmayı bekleyen gelecekler vardır.
Belki beton dökülmeden önce gördüklerimizi anlatan
hikayelerle, şiirlerle zorbalara direnmenin, az çok
bir şeyler kurtarmanın yolunu bulabiliriz.
Belki de tarih hep zorbalarla savaşan, yenildikçe
kendini büyüten, olgunlaşan, “hayır” demeyi bilen,
yenildikçe güçlenen insanın hikayesidir. Güzeldir o
hikaye. Sizler hikayenin kendini yok eden
zalimlerisiniz. Biz de işte o hikayenin mazlum
kahramanları.
Cumhuriyet, Yazı: Güray
Öz, 22.09.2010
******
TARİHİ KENTİN ÜSTÜNÜ
KAÇAK KUMLA ÖRTMÜŞLER!
İlya Çayı'nda kum çıkarılan yer
Bergama’da yapımı
tamamlanan Yortanlı Barajı'nın suları altında
kalacağı için geçen hafta kumla kaplanmaya başlanan
Allianoi antik kentinde kullanılan kumların kaçak
alındığı, önceki gün aktivistlerin yaptığı eylemden
sonra gözaltına alınmalarıyla ortaya çıktı.
Bergama İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri
tarafından zincirleri kesilerek gözaltına alınan
aktivistlerin, alanda çalışan müteahhitlerin
kullandıkları kumu kaçak olarak elde ettiklerini
ihbar etmeleri ve şikayette bulunmaları üzerine
jandarma, Ayaskent Belediye Başkanı Hasan Gürsel
Altuğ ile birlikte Allianoi antik kentine can veren
İlya Çayı'nın belde sınırları içerisinde kalan
bölümüne giderek dere içerisinden alınan kum ile
ilgili tutanak tuttu. Yapılan inceleme sonucu
aralarında Allianoi'nin üzerinin kapatılmasında
kullanılan kumun da bulunduğu, Yortanlı Barajı'nın
alt tarafından bulunan ve yüzde 50’si tamamlanmış
durumda olan Çaltıkoru Barajı'nda kullanılan
kumların kaçak olarak alındığı ortaya çıktı.
Jandarma işlem yapılması için İzmir İl Özel
İdaresi’ne yazdı. İzmir İl Özel İdaresi yetkilileri
DSİ'nin Zağanoz Köyü'nde kum almak için bir yerinin
olduğunu, ancak bu alan dışından malzeme alındığının
jandarma tarafından tespit edildiğini ifade etti.
Ayaskent’in DP'li Belediye Başkanı Hasan Gürsoy
Altuğ, bölgedeki barajların yapımı nedeniyle ortaya
çıkan kum ihtiyacının Bakırçay Ovası’nın birinci
kalite tarım toprağından karşılandığını anlattı.
Yortanlı Barajı'nın sularından en fazla yararlanacak
belde olan Ayaskent Belediye Başkanı Hasan Gürsoy
Altuğ, ovada, Ayaskent mücavir alanı içinde 25 ayrı
yer kazıldığını belirtti. Toprak taşıyan kamyonların
alandan eksik olmadığını dile getiren Altuğ, şöyle
dedi:
“Çaltıkoru Barajı, Yortanlı Barajı ve Allianoi’de
kum ihtiyacını bizim mücavir alanımızdan
karşılıyorlar. İmar sınırımıza girdikleri de oldu,
onlara müdahale edebildik. Ancak mücavir alan için
ilçe özel idaresi sorumluluğunda, ruhsat alma durumu
yok. Köylüye parayı veriyorlar sonra da 1 gece
içinde zeytin ağacı, mahsul ne varsa koparılıyor ve
tarlaların yerinde devasa çukurlar oluşuyor. Bu
çukurların bazılarının derinliği 15-20 metreyi
geçiyor. Nereden kum aldıklarına bakmıyorlar. 1'inci
derece sit alanı olan yerden bile kum aldılar. En
verimli topraklar sulama yapacak barajların
inşaatında kullanılıyor. Çaltıkoru Barajı’nın zemin
etüdleri iyi yapılmadığı için gövdesinin beton dolgu
olmasına karar verilmiş. Daha inşaatın yüzde 50'si
tamamlanmadı, böyle giderse barajlar bittiğinde sulu
tarım yapılacak alan zaten kalmayacak. Şu an toprak
almak için kazdıkları 25 alan var, daha 30 alanı
kazacaklar. Köylüye parasını da verdiler, ürünlerin
kalkmasını bekliyorlar. Birilerinin buna dur demesi
gerekiyor. Eğer böyle giderse büyük felaketler ile
karşı karşıya kalacağız.”
Çevre ve Orman
Bakanlığı’na bağlı Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından
üstü kumla kapatılan Allianoi için bir kurtarma
planı olduğu ortaya çıktı. Plana göre Allianoi’nin
etrafının duvarlarla çevrirerek hem barajın su
tutmasını sağlıyor hem de Allianoi’nin su altında
kalmasını engellenecek. Ancak bu plan 2003 yılında
DSİ tarafından “pahalı” olduğu gerekçesiyle
reddedilmiş.
Son günlerde Türkiye’nin
gündemine taşınan Allianoi için halen uygulanma
şansı olan kurtarma planı devreye sokulduğunda baraj
gölünün ortasında kalan 2000 yıllık Allianoi yok
olmaktan kurtulacak ve turizme kazandırılabilecek.
Bu kurtarma projesi sayesinde Allianoi kurtulduğu
gibi köylünün sulama ihtiyacı da hiçbir kayba
uğramadan sağlanabilecek. 2000 yılında ciddi bir
çalışma yapılarak hazırlanan projenin maliyeti 20
milyon doları geçse de bu maliyetin ayni katkılarla
çok aşağılara çekilmesi mümkün.
Allianoi gibi evrensel değere sahip bir alanın göz
göre göre yok edilemeyeceğine dikkat çeken Doğa
Derneği Başkanı Güven Eken, “Allianoi’i korumak için
barajdan tümüyle vazgeçmek gerekmiyor. Allianoi’yi
kurtarmak için gerekli tek şey bu paha biçilmez
yerin kurtulması için gerekli maddi desteği
oluşturmak. Bu gerçekleşmezse, Türkiye hiçbir
uluslar arası platformda yüksek evrensel değere
sahip Allianoi’nin yok edilişini açıklayamaz. Madem
baraj bölge için bu kadar önemli ve milyonlarca
doları bu inşaatlara harcıyoruz, dünya için de aynı
derecede öneme sahip Allianoi’den de bu desteği
esirgememiz lazım. Zaten düşününce paranın bundan
daha iyi yapabileceği ne olabilir ki?” diye konuştu.
Allianoi’nin kurtuluş
planının hayata geçirilmesi için henüz geç
kalınmadığının altını çizen Eken, “Her şeyden önce
acilen karar verilmeli. Allianoi’yi yok mu edeceğiz,
yoksa yaşatacak mıyız? Her aklıselim insanın kararı
hiç şüphesiz ki bu eşsiz dünya mirasını korumaktan
yana olacaktır. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın bölgede DSİ tarafından gerçekleştirilen kum
dökümünü tümüyle durdurarak Allianoi için gerçek bir
kurtarma projesini devreye sokmasını umut ediyoruz.
Böyle bir kurtarma projesine her türlü desteği
vermeye hazırız” dedi.
Turizm Gazetesi,
23.09.2010
******
ALLİANOİ GÖNÜLLÜLERİ
KURUL ÖNÜNE KUM DÖKTÜ
Allianoi Gönüllüleri,
İzmir 2 No’lu
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nu
İzmir’in Bergama
İlçesi’ndeki antik şifa yurdu kalıntıları kumla
kapatmaya karar verdikleri için protesto etti. Kurul
binasının önüne bir torba kum döken gönüllüler adına
açıklama yapan Tuncay Karaçorlu, “Kurul, dünyada
eşine rastlanmayan bir karar aldı. Eğer böyle bir
koruma anlayışı varsa; biz de aynı anlayışla sadece
Koruma Kurulu’nu korumak için Kurul’a kum döküyoruz”
dedi.
Hürriyet, Haber: Utku
Bolulu, 25.9.2010
KAŞ'TA TUNÇ ÇAĞI LİMANI
YAPILACAK
3 bin 300 yıl önce Mısır
Kraliçesi Nefertiti’nin eşyalarının da bulunduğu 20
bin parça ile Kaş’ta batan ve bulunduğu 1982’de
“dünyanın en eski batığı” unvanını kazanan Uluburun
gemisi, genç arkeologlar tarafından farklı
projelerle anlatılıyor.
Ve bu genç arkeologlar
Kaş’ta sualtı gönüllüleriyle birlikte bir
arkeoloji parkı ve
antik liman oluşturmayı planlıyor. Tunç Çağı’nın
canlandırılacağı limana, 3 bin 300
yıl önceki
görüntü verilecek. 360 Derece Araştırma Grubu, Kaş
Deniz Tarihi Araştırmaları Derneği ve Sualtı
Araştırmaları Derneği, Tunç Çağı’nda Uluburun gibi
gemilerin geldiği limanı anlatan bir kesit yapmak
için Kaş’ın Çeşme Bağlar mevkiinde çalışıyor. Tunç
Çağı’ndaki bina yapım bilgilerini araştıran bilim
insanları, dönemin ticari malzemelerinin bulunduğu
küçük bir liman kurmayı planlıyor. İki ya da üç
binadan oluşan yapı grubunun önünde 3 bin 300 yıl
önceki ticaretin nasıl yapıldığı anlatılacak.
Milliyet, Haber: Gökhan
Karakaş, 20.09.2001
700 YILLIK
CUMALIKIZIK'IN ÇEHRESİ DEĞİŞİYOR
700 yıllık Osmanlı köyü
Cumalıkızık'ı geleceğe aktaracak olan '3. bin yılda
yaşayan Osmanlı köyü Cumalıkızık' projesinde sona
yaklaşılırken, Vali Şahabettin Harput “Cumalıkızık'ı
layık olduğu noktaya getireceğiz' dedi.
Cumalızık'ı '3. bin yıla
taşımak' amacıyla Valilik koordinatörlüğünde,
Yıldırım Belediyesi, İl Özel İdaresi ve Mimarlar
Odası Bursa Şubesi arasında yapılan protokolle
başlanan restorasyon çalışmalarında sona gelindi.
Bursa'nın önemli tarihi değerlerinin başında gelen
Cumalıkızık'ta 2006 yılında başlatılan çalışmalar
kapsamında alt yapı çalışmaları tamamlandı. Ferdağ
Sokağı'nda binaların cephe sağlıklaştırılması
yapıldı. Çalışmaların son durumunu görmek ve proje
tarafları ile değerlendirme yapmak üzere
Cumalıkızık'ta incelemelerde bulunan Vali Şahabettin
Harput, gelinen son noktayı ele aldı. İl Özel
İdaresi Genel Sekreteri Kemal Demirel, Büyükşehir
Belediyesi Başkan Yardımcısı Abdullah Karadağ,
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve diğer
kurum müdürleri ile köyde
bir araya gelen
Vali Harput, projede gelinen son nokta ve yaşanan
aksaklıkları değerlendirdi.
Harput, 'Osmanlı'yı kuran şehir Bursa'nın tarihi
Cumalıkızık Köyünün
Türkiye ve
dünyada benzeri yok. Yaşayan kültürün bütün
özelliklerini barındırıyor. Cumalızık'ın aynı
zamanda Kültür Bakanlığı tarafından UNESCO'nun
korunacak kültür mirası listesinde yer alması ve
önümüzdeki dönemde buranın asıl listeye girmesi
büyük önem taşıyor. Bize emanet olan köyümüzün
tarihi dokusunun safiyeti ve asaleti ile devam
etmesi amacıyla bir proje başlattık. Valilik
koordinatörlüğünde güzel bir proje yürütülüyor.
Projenin tasarım ve alt yapı çalışmaları tamamlanmış
olup, üst yapı ile buranın yaşayan bir yerleşim yeri
olmasına çalışıyoruz. Köyün dokusunu bozmadan
yapılması gereken çalışmalar devam ediyor.
Cumalıkızık'ı layık olduğu noktaya getireceğiz'
dedi.
Bursa Olay, 20.09.2010
TARİHİ MEDRESE RESMEN
DÖKÜLÜYOR
Erzurum'daki tarihi yapılar içerisinde yer alan
Çifte Minareli Medrese'nin 15'er metrelik
minarelerinin farklı noktalarında çatlaklar oluşmaya
başladı. Her gün onlarca yerli ve yabancı turistin
gezdiği tarihi mekandaki minarelerde bulunan
işlemeler yer yer dökülürken, çatlakların daha da
büyümesinden korkuluyor.
Kitabesi olmadığı için yapılış tarihi tam
olarak bilinmemesine karşın Selçuklu Sultanı
Alaaddin Keykubad'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı
hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış
olabileceği tahmin edilen Çifte Minareli Medrese'nin
iki minaresi adeta erimeye başladı. Yaklaşık 800
yıllık süreçte eğitim merkezi, tophane ve kışla
olarak kullanıldıktan sonra günümüzde resim sergi
salonu ve müze olarak hizmet veren medresenin
minareleri zaman zaman yapılan restorasyonlara
karşın bir türlü bakımsızlıktan kurtulamadı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün girişimiyle
geçtiğimiz yıllarda her iki minareye kurulan
iskelelerle yapılan ölçümler sonucu gerekli
restorasyonun yapılacağı yetkililerce açıklanmasına
karşın, bugüne kadar herhangi bir çalışma da
yapılmadı.
Yıllardır aslına uygun olarak restore edilmeyi
bekleyen minarelerdeki işlemeler tek tek dökülürken,
mekandaki tarihi doku da yavaş yavaş kaybolmaya
başladı. Her gün onlarca yerli ve yabancı turistin
ziyaret ettiği tarihi mekandaki 15'er metrelik
minarelerin farklı noktalarında oluşmaya başlayan
çatlaklar, ziyaretçileri hem üzüyor hem de
korkutuyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerinin
çalışmalara 2011 yılının ilkbaharında başlanacağını
duyurmasına karşın, vatandaşlar kentin en önemli
tarihi mekanları arasında yer alan Çifte Minareli
Medrese'ye karşı takınılan umursamaz tavra tepki
gösteriyor. Yüzlerce yıldır ayakta duran medrese ve
minarelerinin ilgisizlik kurbanı olduğunu belirten
vatandaşlar, "Başka şehirlerden Erzurum'a gelenlerin
ilk uğrak yerleri arasında olan medrese, maalesef
hak ettiği bakımı göremiyor. Çiniler dökülen
minarelerde artıkçatlamalar belki zamanla kırıklar oluşacak.
Önemli bir tarihi esere karşı takınılan bu
vurdumduymazlığı anlamak mümkün değil" dedi.
Medrese yaklaşık 35x46 metre boyutlarında, iki
katlı, dört eyvanlı ve açık avlulu medreseler
grubundandır. Zemin katta on dokuz, birinci katta
ise on sekiz oda bulunmaktadır. Dört yandan
revaklarla çevrili 26x10 metre ölçülerindeki avlunun
batı yönündeki kare alanın döneminde mescid olarak
kullanılmıştır. Zemin katın revakları kalın sütunlar
üzerine oturmaktadır. Sütunların çoğu silindirik,
dördü sekizgen gövdeye sahiptir. Odalar beşik
tonozla örtülüdür. Medrese'nin bezemesinde
kullanılan geometrikmotifler, Selçuklu taş süslemesindeki
örneklerdir. Bezemenin asli unsuru bitkisel
öğelerdir. Palmet ve rumi motiflerin en çok
kullanılanıdır ve her ikisi de birbiri ile uyum
içindedir. Taç kapının her yüzünde süslemelerle
kuşatılmış dört adet pano var. Panoda hayat ağacı,
iki başlı kartal ve altta iki ejder figürü yer
alıyor. Oyma taşlı kapısı ve görkemli çifte minaresi
ile büyüleyici etkiye sahip olan Çifte Minareli
Medrese, Anadolu'nun en büyük medresesidir.
Erzurum Gazetesi,
20.09.2010
TAPINAĞIN KEHANET MAĞARASI BULUNDU
Çanakkale’nin Gülpınar beldesinde 30 yıldır süren Apollon Smintheus Tapınağı kazılarında, 2 bin 200 yıl önce rahiplerin tanrı adına konuştuğu iki mağara tespit edildi.
Kazı ekibinden Dr. Davut Kaplan, “Bulduğumuz mağaranın kehanet amaçlı kullanıldığını düşünüyoruz. Apollon rahibinin, iç içe iki mağaradan birisinde durarak gelen kişilere tanrı adına cevap verdiğini sanıyoruz. Rahip, tanrı adına önündeki kutsal sudan önce kendi içiyor, ardından içirerek gelecekleri konusunda kehanette bulunuyordu. Yani, Apollon’a inanan kişilere fal bakıyordu” dedi.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında sürdürülen Apollon Smintheus Tapınağı kazılarında bu yıl arkeologlar madenci gibi çalıştı. Daha önce Roma dönemine ait hamam, su depoları, kutsal yol ve su yollarını ortaya çıkartan arkeologlar, bu yaz geçmişi daha eskilere dayanan kehanet mağaralarına ulaştı. Kazı ekibinden Dr. Davut Kaplan, mağaralara açılan kanallara ulaşmak için bölge halkından ve belediye işçilerinden yardım aldı. Mağaranın kanallarında ve su yollarında temizlik ve bakım yapan belediye işçileriyle işbirliği yapan arkeologlar, yüzeyden yaklaşık 8 metre aşağıda, suyla dolu olan Hellenistik ve Roma dönemlerine ait su kanallarına ulaştı. Su kanallarını takip eden arkeologlar, kehanet mağaralarının Gülpınar’ın eteğindeki son evin altında olduğunu belirledi.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 20.09.2010
SELİMİYE'NİN GÖBEĞİNDE
DEFİNE ARAMIŞLAR
Edirne’deki tarihi Selimiye Camisi avlusunda define
arandığı ihbarı üzerine olay yerine giden polis
ekipleri, caminin avlusuna ana giriş kapısının 3
metre önündeki mermer bloğun kaldırılarak, toprak
kısımda kazı yapıldığını belirledi.
Kazıyı yapanları
bulamayan emniyet güçleri, avlunun iç kısımlarını
gösteren güvenlik kameralarının olmadığından
camideki diğer güvenlik kameralarının görüntülerini
inceliyor. Camiye gelerek polis ekiplerinden bilgi
alan Edirne Müftüsü Ömer Taşçıoğlu konuyla ilgili
yorum yapmadı. Olayın gerçekleştiği yere 50 metre
uzakta, Selimiye Camisi’nin dış bahçesinde 24 saat
nöbet tutan polis noktası da bulunuyor.
Hürriyet, 20.09.2010
"KASIMİYE'DE CAMİ VAR"
TARTIŞMASI
Ünlü modacı Cemil İpekçi’nin
Mardin Valiliği ile birlikte projelendirilen ‘Mardin
Defilesi’ 25 Eylül’de tarihi Kasımiye Medresesi’nde
yapılacak. Ancak Mardin’de, “Kasımiye Medresesi’nde
cami var. Aynı binada 10 metre ötede defile uygun
olur mu?” tartışması çıktı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Daire Başkanı Seyit Ahmet Arslan,
“Kasımiye Medresesi’nin genetiği bozulmamalı, konuyu
Ankara’da en üst makama kadar götüreceğim” dedi.
Türkiye’nin ‘inanç turizmi’
açısından en ilginç ve uygun kentlerinden biri olan
Mardin, bir taraftan turizm açısından markalaşmak
istiyor, bir taraftan da ‘inançlara saygı’
tartışmalarına konu oluyor. Ünlü modacı Cemil
İpekçi’nin Mardin Valiliği ile birlikte
projelendirilen ve 25 Eylül’de tarihi Kasımiye
Medresesi’nde yapılacak ‘Mardin Defilesi’ de böyle
bir tartışmaya yol açtı. Müstakil Sanayici ve
İşadamları Derneği’nin (MÜSİAD) Mardin’de
düzenlediği “İnanç Turizmi” konulu toplantı öncesi
Kasımiye Medresesi’ni ziyaret eden işadamları,
medresede akşam festival için kokteyl düzenleneceği,
yakın zamanda da Cemil İpekçi defilesinin burada
yapılacağını öğrenince tepki gösterdi.
Medrese’nin restorasyondan sonra tarihi amacına
uygun olarak kullanılması gerektiğini savunan
işadamları, aynı bina içinde bir cami bulunduğunu
belirterek, bu tür etkinliklerin uygun olmadığını
öne sürdü. Defile ve diğer etkinliklerin yapıldığı
bölüm ile mescit arasında sadece 10 metre olması,
ayrıca etkinlik alanının bir köşesinde Hanefiler
için ‘kapalı bir mescit’ bulunduğunun belirtilmesi
üzerine tartışma büyüdü. İnanç turizmi konulu
toplantı sırasında da bu konu gündeme getirildi ve
bu tür etkinliklerin amacına uygun başka binalar da
yapılması önerildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Tanıtım Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Seyit Ali
Aslan, tepkiler üzerine, “Kasımiye Medresesi’nin
aslına uygun restore edilmesinin çok önemli bir
hizmet olduğunu ancak kullanırken genetiğine uygun
kullanmak gerektiğini söyledi. Aslan, “Ankara’ya
döner dönmez, en üst düzeyde konuyu gündeme
getireceğiz. Bu tür uygulamalar bazen atılacak
adımları da çok olumsuz etkileyebilir” dedi.
MÜSİAD Mardin Şubesi Hizmet
Sektörü Kurulu Başkanı Şeyhmuz Dinçer de, “Mardin
içindeki etnik ve dini farklılıklar bu kentin
zenginliğidir. İnanç turizmi ve kapitalizmin
baskısıyla yanlış işler yapılmamalı. Kutsal mekanlar
özüne aykırı kullanılıyor. Bu hem Mardinlileri hem
de bu kutsallara duyarlı insanları rahatsız eder”
dedi.
Akkoyunlu Hükümdarı Cihangir oğlu
Kasım Padişah, Mardin’e atandığı zaman şehri onarmak
için hummalı bir faaliyete başlar. Bu çalışmaları
sırasında en güzel eser olarak, günümüze kadar
ayakta durabilen bu çok amaçlı medreseyi 1469’da
yaptırır. Tuğlu tonozlu revaklar ve yanlara doğru
derin tonozlarla genişletilmiş kubbeli Camisi ve iki
teras üzerine iki katlı medresesi ve türbesiyle
külliye şeklindeki yapı Mardin’in en seçkin tarihi
binalarından biri olarak özellikle inanç turizmi
açısından büyük ilgi görüyor. Ancak son dönemde,
konserlere, defilelere ve kokteyllere açılması
Mardin’de derin bir tartışmaya da neden oluyor.
MÜSİAD üyesi bazı işadamları
modacı Cemil İpekçi’nin inanç özgürlüğü konusundaki
liberal görüşlerini bildiklerini, bu nedenle de
ayrıntılı bilgisi olsa Mardin’de bir camiyle aynı
çatı altındaki bir mekanda defile yapmayacağına
inandıklarını söyledi. İpekçi, Mardin Valiliği ile
birlikte organize edilen ve birçok ünlü mankenin
görev alacağı defilesini 25 Eylül Cumartesi saat
21.00’de yapacak. Geliri üniversitede okuyan
Mardinli kız öğrencilere eğitim bursu olarak
verilecek defilenin biletleri 100 liradan satılıyor.
Hürriyet, Haber: Sadi
Özdemir, 20.09.2010
GÜNAY'DAN "MÜZE OLSUN"
TALİMATI
Kızıl Ordu’nun kurucusu
ve Marksist teorisyen Leon Troçki’nin 1929– 1933
yılları arasında sürgün hayatı yaşadığı İstanbul
Büyükada’daki evinin satışa çıkarılması Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nı harekete geçirdi. Kültür ve
TurizmBakanı Ertuğrul Günay, evin müzeye
dönüştürülmesi için çalışma yapılması talimatını
verdi. HABERTÜRK’e konuşan Bakan Günay, "İnceleme
yapmalarını, evin mülkiyet durumunu, yasanın
özelliklerini çıkarmalarını ve imkan varsa müze
yapılmasının değerlendirilmesi gerektiği konusunda
arkadaşlarıma talimat verdim" dedi.
Troçki’nin evinin müzeye
dönüştürülmesinin Türkiye’ye ciddi katkılar
yapacağına ilişkin önerilere katıldığını belirten
Bakan Günay, "Troçki’nin kaldığı evin müze olmasının
elbette bize faydası olur. Biz, 'benim benimsediğim
bir siyasi çizgi olmazsa, bize faydası olmaz'
yaklaşımı içerisinde değiliz. Troçki, dünyanın
tanıdığı bir isim. Onun, gelip birkaç yıl yaşadığı
bir evin, İstanbul’un kültür hazinesi içerisine
girmesi elbette bize fayda sağlar” diye konuştu.
"Yıllarca solda politika
yapmış bir insan olarak Troçki’nin fikirlerine
yaklaşımınız nedir?" sorusuna ise Bakan Günay, şu
yanıtı verdi: "Ben her zaman demokrasiye inandım.
Troçkist veya Leninist olmadım hiçbir zaman. Yaşamım
boyunca, 20 yaşında öğrenciyken bile 'demokratik
sosyalizm' çizgisi dışındaki, demokrasi dışındaki
hiçbir yola, yönteme, çizgiye itibar ve intibak
etmedim. Çünkü hep halka inandım" dedi.
Troçki’nin evinin müzeye dönüştürülmesine destek
verenlerin başında ünlü tarihçi Prof.Dr. İlber
Ortaylı geliyor. Ortaylı, Troçki’nin Büyükada’da
yaşadığı evin müze yapılması halinde, hem
Bolşevizm’i daha iyi tanımamızın sağlanacağını, hem
de ciddi turizm geliri getireceğini söylemişti.
Troçki’nin 12 Şubat 1929 – 17 Temmuz 1933 tarihleri
arasında 4.5 yıl yaşadığı Büyükada’daki Arap İzzet
Paşa Köşkü olarak da anılan ev, 2002 yılında 2.5
milyon dolara el değiştirmişti. Yeni sahipleri de
aradan geçen 8 yılın ardından evi satışa çıkardı.
Eve, 5 milyon Euro, yani yaklaşık 10 milyon TL bedel
biçiliyor.
Habertürk, Haber: Düzgün
Karadaş, 19.09.2010
KAZIKLI KERVANSARAY
PROJESİ 2010 MİMARLIK ÖDÜLÜNÜ ALDI
Mimarlar Odası Genel
Merkezi’nin iki yılda bir düzenlediği bu yıl 12.si
gerçekleşen Ulusal Mimarlık Ödülleri yarışmasının
sonuçlara açıklandı. Bu yıl yarışmaya 160 eser, 211
pano katıldı.
Yarışmanın Yapı dalı/Koruma-Yaşatma Başarı Ödülü’ne
Gölcük’teki Kazıklı Kervansaray binasının
restorasyon projesi layık görüldü. Kazıklı
Kervansaray Restorasyon Projesini hazırlayan KOÜ
Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr.
T.Gül Köksal ile Öğretim Görevlisi M.Burak Altınışık,
mimarlık alanındaki bu çok prestijli ödülü 16 Nisan
akşamı Ankara Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde
düzenlenecek törende alacaklar.
Özgür Kocaeli,
19.09.2010
HÜSREV PAŞA KÜLLİYESİ RESTORE EDİLİYOR
1565 yılında Hüsrev Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan ve dönemin sosyal aktivite merkezi olan Hüsrev Paşa Külliyesi, restore ediliyor.
Van'ın ilk ve tek çifte hamamı ile 174 dükkan ve imarethanelerin bulunduğu Hüsrev Paşa Külliyesi'nin çehresi, yeni yapılan restorasyonla daha güzel bir görünüm kazanıyor. Restorasyon projesi yürütücüsü Yüzüncü Yıl Üniversitesi Mühendislik, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Şahabettin Öztürk, külliyenin Mimar Sinan'ın doğudaki bölge mimarlarına yaptırdığı önemli eserlerden biri olduğunu, içinde caminin yanı sıra şadırvan, medrese, imaret, han ve hamamların yer aldığını söyledi.
Külliyede önceki yıllarda kazı çalışmasının yapıldığını ifade eden Yrd. Doç.Dr. Öztürk, şöyle devam etti:
"Bu çalışmaların ardından rölöve, restorasyon ve regülasyon uygulama projeleri hazırladık. İlgili kurullardan onay aldıktan sonra 2007-2008 yılları arasında caminin iç ve dış restorasyonu başarılı bir şekilde gerçekleştirildi."
Bu yıl Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından külliyenin medrese, imarethane ve diğer bölümlerinin restorasyon ihalesinin yapıldığını belirten Öztürk, şöyle konuştu:
"Çok ciddi bir restorasyon çalışması gerçekleştirilmektedir. Yıl sonunda tamamen külliyenin ayağı kaldırılması planlanmaktadır. Bu çalışmaları n tamamlanması ile bölge turizmine büyük bir katkı sağlanacak. Hüsrev Paşa Külliyesinin tekrar ayağı kaldırılması, Eski Van şehrinin canlandırılmasında önemli bir rol oynayacaktır."
Restorasyon çalışmalarını üstlenen firmanın şantiye şefi Adnan Vural ise 1 ay önce temel güçlendirme çalışmalarına başlandığı anlatarak, şunları söyledi:
"Her zamanki gibi buradaki taş, toprak ve harç analizlerimizi yaptık. Hangi maddelerin kullanıldığını tespit ettik ve ona göre bölgeden getirdiğimiz malzemelerle çalışmalara başlandı. Restorasyonda uzman kişilerin dışında 35 kişilik bir ekiple çalışıyoruz. Orijinal taşlar ve harçlarla başladığımız çalışmalarda beden duvarları için Çorum'dan getirdiğimiz el dökümü pişmiş tuğlaları kullanacağız. Çalışmalarımız 2012 yılına kadar devam edecek."
Türkiye Gazetesi, 19.09.2010
SANKİ HİCRET
Bugün Akdamar
Adası’ndaki kilisede yapılacak ayin için Van’a gelen
Türkiye Ermenileri Patrikliği Patrik Genel Vekili
Başepiskopos Aram Ateşyan, “Bu bizim için bir geri
dönüş.
Sanki sürgüne gitmiştik
ve oradan geri dönüyoruz. Sanki bir hicretin
tamamlanışı gibi” dedi. Ateşyan, devletin kiliseye
haç için verdiği sözü tutmasını da istedi, aksi
takdirde diasporaya karşı yalancı duruma düşeceğini
söyledi.
Türkiye Ermenileri Patrikliği Patrik Genel Vekili
Başepiskopos Aram Ateşyan, Hz. İsa’nın egemenliğini
sembolize eden “mor” renkli, hakim yakalı bir gömlek
ve siyah takım giyiyor. Ermeniler için Ahtamar
olarak adlandırılan, ancak adı Akdamar olarak
değiştirilen Van Gölü’ndeki adada bulunan Surp Haç
Kilisesi’nde 95 yıl sonra yapılacak ilk ayini
yöneltmek üzere, yaklaşık 50 kişiyle
İstanbul’dan Van’a
giderken, gözlerinde heyecan ve bir o kadar da
yorgunluk var. Kilise haçının ayinden önce kubbeye
yerleştirilmemiş olması nedeniyle Erivan ve Kudüs
patriklerinin “ayine katılmama” kararına ve
diasporadan gelen tepkilere rağmen Ateşyan, “Bu
bizim için bir geri dönüş. Sanki sürgüne gitmiştik
ve oradan geri dönüyoruz. Sanki bir hicretin
tamamlanışı gibi” yorumunu yapıyor.
THY’nin
İstanbul-Van seferinde sorularımızı yanıtlayan
Ateşyan, Başbakan
Tayyip Erdoğan’ın
kendilerine verdiği sözleri de ilk kez açıklayarak,
şunları söylüyor:
“Derler ya ‘Rüyamda görsem inanmazdım.’ Bundan 10
yıl önce ne soykırımı ne de insan haklarını bu kadar
özgürce konuşabilirdiniz. Ne Kürtçeye ne de başka
bir dile özgürlük vardı. Ancak Türkiye büyük bir
değişikliğe uğradı, büyük bir ilerleme var. 10 yıl
önce ‘Ahtamar’da ayin yapacaksınız’ deseler, ‘Dalga
geçiyorsunuz’ derdim. Aynı şey Rumlar, yani Sümela
için de geçerli.
Bir dışlanmışlık duygusu yaşamıyorum. Ayine
katılmayanlara da hak veriyorum, çünkü bana verilen
‘Ayin günü haçı göreceksiniz’ sözüydü. Şimdi
devletimin verdiği sözü tutacağına inanmak
istiyorum. Aksi halde diasporaya karşı kötü duruma
düşerim. Bir nevi ben yalancı olurum.
Türk kamuoyu bilmeli ki Ermeniler diğer azınlıklarla
birlikte bu topraklarda binlerce yıldır yaşıyor. Biz
göçmen değiliz, dışarıdan gelmedik. Asırlarca kardeş
gibi
yaşayan bu toplumlar yeniden birbirlerini
kucaklasın. Hala Anadolu’da gavur sözcüğü
kullanılıyor. Hala Anadolu’da birçok Ermeni, Ermeni
olduğunu söylemeye cesaret edemiyor. Ya komşusundan
çekiniyor ya da çalışacağı yerden kovulacağından
korkuyor. Anadolu halklarının bu insanları
kucaklaması lazım.
Müslüman olarak yaşamak zorunda kalan Ermeni kökenli
vatandaşlarımızın yeniden dinlerine, kendi etnik
kimliklerine dönmeleri yönünde Anadolu insanından
hoşgörü bekliyoruz. Bir Müslüman gururla, ‘Ben
Müslümanım’ diyebiliyorsa, o imkanı komşusuna da
tanımalı, ‘Ben Ermeniyim’ diyebilmeli. Herkes kendi
inancını yaşama konusunda hür olsun. Neden içinde
Hıristiyan, dışında Müslüman olarak yaşayacak. Neden
‘Ben Türküm’ diyecek, ama içinden ‘Ben Ermeniyim’
diyecek. Eğer
İstanbul,
Ankara,
İzmir gibi diğer
kentlerde de anlayış hakim olursa, inanıyorum ki
binlerce kişi dönecektir dinine.”
m Sayın Başbakanla da konuştum bunları. ‘Ben
Ermeniyim” diyen 70 bin kişi olduğunu, ancak bundan
hariç son nesli düşündüğümüzde ‘Ermeniyim’ demeye
korkan neredeyse 100 bin kişi var’ dedim. Sayın
Başbakan, ‘Ülke yavaş yavaş değişiyor. Eski
günlerdeki gibi değil. Herkes artık kendi dinini
özgürce yaşayabilecek. Eşitlik getiriyo-ruz ülkeye.
Biz Türk vatandaşlığını nasıl yaşıyorsak,
gayrimüslimler de aynı şekilde haklarına sahip
çıkarak yaşayacaklardır. Biz bunun için çalışıyoruz’
dedi.”
Akdamar Kilisesi’nde yapılacak ayin nedeniyle Van’a
gelen Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Aram
Ateşyan ile iki rahip, İl Müftüsü Nimetullah Arvas’ı
makamında ziyaret etti. Ateşyan’ı, makamında kırmızı
gül ile karşılayan Müftü Arvas, Van iline özgü
semaver hediye etti. Ateşyan ise Müftü Arvas’a,
“Osmanlı Sağlık Hizmetlerinde Ermeniler” adlı kitap
verdi.
Akdamar Adası, Türkiye’nin Van ve Bitlis illeri
arasında bulunan Van Gölü’nün içinde yer alan en
büyük ada. Van’ın Gevaş İlçesi sınırları içinde yer
alan adada Ermeniler’den kalma kilise bulunuyor.
Yüzölçümü 70.000 metrekare olan adanın toplam kıyı
uzunluğu 3 kilometre. En yüksek noktası deniz
seviyesinden 1912 metre yüksekte bulunan adanın batı
uçlarında yüksekliği 80 metreye ulaşan dik
kayalıklar var. Akdamar Adası’nda tarihi ayin için
tüm hazırlıklar tamamlanırken, yetkililer
hazırlıkları son bir kez gözden geçirdiler. Adada,
gelecek ziyaretçilerin sağlık sorunlarını
çözümleyebilmek için 112 Acil Servis tarafından iki
de sağlık çadırı kuruldu. Ayin bitene dek burada
sağlık görevlileri hazır bekleyecekler.
Hürriyet, 19.09.2010
******
5 BİN KİŞİ GELDİ,
İÇERİ 50 KİŞİ GİRDİ
Akdamar Kutsal Haç
Kilisesi’nde, 95 yıl aradan sonra ilk kez yapılan
ayindeyiz. 95 yıldır bekledikleri bir an bu ve haçın
yerine konmasına takılmadan, bugünün keyfine varmak
istiyor bazıları. Akdamar’a gelen 5 bin kişiden
sadece 50’si kilisenin içindeki ayine tanıklık
edebiliyor.
Dün, sabahın 8.30’u...
Van merkezinde her
otelin önünde birkaç minibüs duruyor. Heyecanlı
sesler yükseliyor her minibüsten. Kimi Türkçe, kimi
Ermenice, kimi
İngilizce... Akdamar Kutsal Haç Kilisesi’nde 95 yıl
aradan sonra ilk kez yapılacak ayin günü gelip çattı
çünkü.
Van hummalı bir çalışmayla hazırlandı bugüne. Şehrin
3 bin 600 yatak kapasitesinin dolduğu, 500 ailenin
de evlerini
Ermeni konuklarına
açtığı söyleniyor. Aslında daha fazla konuk
bekleniyordu; ancak kilisenin tepesine haçın
yerleştirilmesi yetişmeyince Dünya Ermenileri
Patrikhanesi Eçmiadzin katılmaktan vazgeçti.
Bu ayin;
Hz. İsa’nın
gerildiği haçın, kaçıranların elinden alınıp
özgürleşmesini kutlamak amacıyla yapılıyor. Aslında
bütün dünyada her yıl düzenlendiği tarih eylülün
ikinci pazarı. Ancak referandumun yapıldığı
12 Eylül’e denk
gelmesi nedeniyle bir hafta ertelendi.
Ermeni dünyasında yaşanan haç krizine rağmen
minibüsler dolu; güle oynaya çıkılıyor yola.
Ermenistan’dan iki,
İran’dan iki Ermeni
konuk var bizim minibüste. Onların rehberi ise
İstanbul’da doğup
20 yıl önce
Erivan’a yerleşen
Tiran Lokmagozyan. İstanbul Konservatuarı’nın opera
bölümünü bitirdikten sonra master için Erivan’a
gitmiş, gidiş o gidiş... Şimdi rehberlik yapıyor,
Hrant Dink’in
öldürülmesine kadar da Agos gazetesinin Ermenistan
temsilcisiymiş.
Yol boyunca gündemimiz, Ermenistan’daki Eçmiadzin
Patrikliği’nin haç sorunu nedeniyle ayine gelmeyi
reddetmesi. Lokmagozyan hak veriyor, bunun Türk
hükümeti için bir samimiyet sınavı olduğunu
düşünüyor.
Akdamar Adası, Van
merkeze 50 km uzaklıkta,
Gevaş İlçesine
bağlı. Yaklaşık 45-50 dakikada varıyoruz Akdamar
iskelesine. Burada tekneler hazır. Pırıl pırıl bir
havada,
Van Gölü’nün
masmavi sularını köpürte köpürte ilerliyoruz.
Diğer günlerde tekne için 5 TL, adaya giriş için 3
TL olan ücretler bugün alınmıyor. Adanın kıyıdan
uzaklığı 3.5 kilometre, yaklaşık 20 dakika sonra
Akdamar’a varıyoruz; ada ayine hazır. 112 Sağlık
çadırları, 112 helikopteri, bugün için yerleştirilen
tuvaletler, kafe, basın çadırı, kilisenin dışına
kurulan dev ekranlar dört dörtlük.
Tente altına yerleştirilen sandalyelerin çoğunluğu
dolmuş bile. Herkesin yüzünden okunan ortak bir
duygu varsa o da heyecan. İstanbul’dan ayine gelen
Jülyet Hanım, “Tüylerim diken diken” diyor: “Bugünün
anlamı bizim için anlatılamayacak kadar büyük.”
Tabii hemen konu, kilisenin tepesine yerleştirilmesi
yetişmeyen, bu nedenle de girişe konan haça geliyor.
Jülyet Hanım bu konuda
Türkiye yönetimine
kızgın değil: “Haç zamanla kilisenin tepesine
konacaktır, sorun etmeye lüzum yok. Eçmiadzin’in
tavrını doğru bulmuyorum, onların da gelmesini
isterdik.”
İstanbullu Linda Sağıkoğlu ise “İsterdik ki haçımız
orada olsun” diyor. Bir başka Linda, Bitlisli ailesi
1915 olaylarından sonra
ABD’ye yerleşen
Linda
Atkins ise çok daha
sert yaklaşıyor meseleye ve Türk hükümetini reklam
yapmakla suçluyor.
Gürcistan’daki
köyünden altı arkadaşıyla birlikte kalkıp ayine
gelen Seroj’a göre de haçın yerinde olmaması bir
sorun: “Bugün aziz bir gündür ama haç olmadığı için
yarım bir gündür. Haç oldu mu tamam olur” diye
anlatıyor duygularını.
Ayin saati beklenirken kimileri kilisenin duvarına
gelip dua ediyor, kimileri ise mum yakıp dilekler
diliyor. Bir rahibin dağıttığı, civar bağlarından
gelen üzümleri yerken şöyle bir cümle geliyor
kulağıma: “Üzümü bile güzel”.
Sesin sahibi Marin Arpacı, Yozgatlı bir Ermeni.
Sevinci yüzünden okunuyor, “Bugüne ulaşacağımızı
tahmin bile etmiyorduk” diyor, “Bayram gibi bir gün
bu...”
Diyarbakırlı Bercihi Küpçü’nün sözleri ise boğazımı
düğümlüyor: “Biz azla yetinmeyi bilen bir toplum
olduğumuz için her şeyden çabuk mutlu oluyoruz.”
95 yıldır bekledikleri bir an bu ve haçın yerine
konmamasına takılmadan, bugünün keyfine varmak
istiyor bazıları. Sime Hanım ise hemen itiraz
ediyor: “Nasıl minaresiz cami olmazsa, haçsız da
kilise olmaz.”
Marin Arpacı “Hadi” diyor, “Bizi lafa tutma da gidip
mumumuzu yakalım.” Ne dileyeceksiniz diye soruyorum,
cevabı net: “Barış içinde, işte bugünkü gibi
yaşayalım. Çocuklarımız bunu görsün. Bir de Hrant’a
dua edeceğiz. Keşke o da bugünü görseydi. Onun
sayesinde buradayız şimdi. O kendini feda etti bizim
için.”
Biraz önceki neşeli yüzlerden hüzün geçiyor, ben
söyleyecek söz bulamıyorum, sessizce mum yakmaya
gidiyorlar.
Saat tam 11.00’de çan sesleriyle başlıyor
Patrik Genel Vekili
Başpiskopos Aram Ateşyan’ın yönettiği ayin. Çanın
ardından ilahilerle birlikte 18 rahip kiliseye
giriyor. Kilisenin içi ancak 50 kişi alıyor;
protokol dışındaki herkes dışarıdaki dev ekranlardan
seyrediyor ayini.
Hava gittikçe ısınıyor, tentenin altında bir tek yer
yok. Güneşe rağmen ekranın önüne kadar gidip ayine
katılıyor
cemaat üyeleri.
1915’ten beri bekledikleri bu anı sıcak yüzünden
kaçıracak değiller.
700 metrekarelik Akdamar Adası’nda bulunanlar
arasında kiliseyi herkesten fazla tanıyan biri var;
restorasyonun mimarı Zakariya Mildanoğlu. Ne
diyeceksiniz bugün için diye sorduğumda gayet
konjonktürel bir cevap veriyor: “Yetmez ama evet.”
“Yapılan yeterli değil” diyor, “Bu tip şeyler çocuk
oyuncağı değil, politik malzeme haline getirmek
kimseye bir şey kazandırmaz. Bu haç tartışması yeni
değil. Üç senedir bu haçın tepeye yerleştirilip
yerleştirilmemesi konuşuluyor. Van Kalesi’nde daha
yeni bir cami restore edildi, minaresinin üzerinde
bakın alem var mı yok mu... Dini açıdan
yaklaşmıyorum, mesleki açıdan bu restorasyon yarım
kalmıştır.”
Peki restorasyonu yaparken kilisenin bir gün ayine
açılacağını düşünüyor muydu? Cevabı sert ve kesin:
“Bırakın düşünmeyi, talebim buydu zaten. Burası
Ermenilere ait bir kilise, kimse kendisini burayı
Ermenilere bahşetmiş gibi görmesin.”
11.00’de başlayan ayinin sona ermesi 13.30’u
buluyor. Maral Müzik ve Dans Topluluğu davul-zurna
eşliğinde halaya başlıyor. Cemaat de katılıyor bu
halaya, büyüyor büyüyor, halka içinde halka oluyor
halay çekenler.
Yetkililere göre yaklaşık 5 bin kişi var adada.
Hepsi Ermeni değil. 63’ü yabancı toplam 211 basın
mensubu çalışıyor öncelikle.
Pek fazla olmasa da
Müslüman Türkler de
var; çoğu kadın türbanlı. Meraklarından geldiklerini
söylüyorlar.
Sonuç: Adadaki Ermenilerin hemen hepsi mutlu
ayrılıyor. Her birinin mutluluğunun içinde başka
başka duygu kırıntıları var. Kimi “Ah şu haç yerinde
olsaydı” hayıflanmasında, kimi “Ne olursa olsun
bugünü de gördük ya” rahatlığında. Kimi inançlı ve
kendini görevini tamamlamış hissediyor; kimi de
milliyetçi “Ah bu Türkler” diye için için
söyleniyor.
Son tekneye binerken Marin Arpacı’nın sözlerini
başka birinin ağlamaklı sesinden duyuyorum yine:
“Keşke Hrant da burada olsaydı!”
******
KİMLER KATILDI? Türkiye Ermenileri Patrikliği Ruhani Meclisi
Patrik Genel Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan’ın
yönettiği ayine Almanya’nın
Ankara Büyükelçisi
Eckart Cuntz, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürü Osman Murat Süslü, Van Belediye Başkanı
Bekir Kaya, Gevaş
Kaymakamı Yusuf Güni, Gevaş Belediye Başkanı Nazmi
Sezer, Ermeni cemaati üyeleri ile Almanya,
Fransa ve
Avrupa’nın çeşitli
ülkeleri ile ABD’den gelen devlet temsilcileri
katıldı.
Van’da Türkçe,
İngilizce, Kürtçe ve Farsça yayımlanan Van Times
gazetesi, Akdamar Kutsal Haç Kilisesi’nde yapılan bu
ayin için Ermenice yayına başladı. Yüz yıl aradan
sonra Van’da çıkan ilk Ermenice gazete olan Van
Times, bundan sonra haftada birkaç gün Ermenice
yazılara yer verecek.
Gazetenin Ermenice ilk sayısında, Yaşar Kemal’in
Akdamar izlenimlerine yer verdi. Kilise için 1951’de
hükümet tarafından alınan yıkım kararını, o dönemde
genç bir gazeteci olan Yaşar Kemal yazdığı yazılarla
durdurmuştu.
Gazetenin dünkü sayısında bir başka “95 yıl sonra”
haberi daha vardı. 1550 yılında Kanuni Sultan
Süleyman tarafından Van Kalesi’nin zirvesine inşa
ettirilen Süleyman Han Camii de, yapılan
restorasyonun ardından 1915’ten sonra ilk kez 17
Eylül Cuma günü ibadete açıldı.
Akdamar Adası’ndaki
kilise restorasyonun ardından 29 Mart 2007 günü
Akdamar Kilisesi Anıt Müzesi olarak törenle açıldı.
Ayini yöneten Patrik
Genel Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan, 1954
Silvan doğumlu. Van’a ise askerliğini Van’ın Erciş
İlçesi'nde yapması nedeniyle aşina. Ateşyan,
duaların ardından verdiği vaaza kilisenin tarihini
anlatarak başlıyor.
Kral Gagik tarafından Mimar Manuel’e yaptırılan
yapının tamamlanma tarihi 921, yani 1100 yıllık bir
tarihin önündeyiz. Ateşyan, 2007 yılında
restorasyonu tamamlanan kilisenin insanlığın ortak
malı olduğunu ve kendileri için önemli olanın,
kilisenin gelecek nesillere aktarılması olduğunu
söylüyor. Vekalet ettiği Patrik II. Mesrob’un
kilisenin açılışında burada ayin yapılması arzusunu
dile getirdiğini hatırlatıyor ve Patrik’e şifa
diliyor.
Haç tartışmalarına ise şu sözlerle cevap veriyor:
“Türkiye Ermenileri Patrikliği tarafından düzenlenen
bu ayinde yalnız kaldığımızı ileri sürenler oldu.
Biz dualarımızda yalnız değiliz.” Ateşyan
vaazının sonunda bu ayinin gerçekleşmesini mümkün
kılan devlet erkanına,
Kültür ve Turizm Bakanı’na,
Van Vali ve Belediye Başkanı’na, Gevaş Kaymakamı ve
Belediye Başkanı’na teşekkür etti.
Akdamar Kilisesi’nde 95
yıl sonra yapılacak ilk ayini protesto için
Ermenistan’ın başkenti Erivan’da bulunan sözde ‘Soykırım
Anıtı’nda “Van’daki ayine karşı seremoni”
düzenlendi. ‘Karşı seremoni’, Devrimci Ermeni
Federasyonu Taşnaksutyun Partisi tarafından
desteklendi.
Milliyet, Haber: Engin
Akgürbüz, 20.09.2010
******
ERMENİ MEDYASI: "İYİ
NİYET DEĞİL, MECBURİYET"
Panorama: “Uluslararası
medya ayine bir iyi
niyet göstergesi olarak yer verdi. Ancak asıl konu,
Türkiye’nin uluslararası zorunlulukları
uygulamaması. Lozan Antlaşması’na göre
Hıristiyan
toplumunun kültürel mirası hükümet tarafından
korunmak zorunda ancak Türkiye bunu yapmıyor.”
PanArmenian: “Türkiye, Akdamar’ın yeniden bir Ermeni
kilisesi olarak kullanılmasını önlemek için hileler
icat ediyor. Kutsanmamış ve kubbesinde haç olmayan
bir kilisede ayin yapmak
Hıristiyanlık’ta
günah olarak görülür.”
Milliyet, 20.09.2010
4 BİN YILLIK TÖREN
ALANLARI
El Comercio
gazetesindeki haberde, Bracamoro kültürüne ait olan
tören alanlarının, ülkenin kuzeyinde tropikal
Cajamarca bölgesindeki ormanlık arazide bulunduğu
belirtildi.
Araştırmacı Quirino Olivera, buluntuların Peru’nun
ilk medeniyetlerine ait olduğunu belirttiği
açıklamasında, tören alanlarındaki duvarların renkli
toprak uygulamalarıyla süslenmiş olduğunu kaydetti.
Tören alanlarında 14 mezar bulunduğu, mezarlardaki
kemikler arasında yeni doğmuş bebeklerle, çocuk
kemiklerine rastlandığı ifade edildi.
Bracamoro halkı, Cajamarca ve Amazonlar bölgesi ile
Ekvador’dami Zamora Chinchipe bölgesinde yaşıyordu.
Radikal, 19.09.2010
"ORADA İBADET OLMAZ"
"Bu eser ne bugünkü
Türklere, ne de bugünkü Yunanlara aittir. İster
Türk, ister Yunan, ister Afgan, ister Çinli olsun
Ayasofya’ya gelen aynı duyguları yaşar. İstanbul’u
geri almak isteyen Yunanlar var. Belki tekrar
Viyana’ya gitmek isteyen Türkler de var. Ama bunlar
ülkelerimizin ortalama insanını temsil etmiyorlar."
Yunanistan Başbakan
Yardımcısı Teodoros Pangalos, Ayasofya’nın tüm
insanlığa ait bir kültür mirası olduğunu
vurgulayarak “Bu eser, ne bugünkü Türklere, ne de
bugünkü Yunanlara aittir. İster Türk, ister Yunan,
ister Afgan, ister Çinli olsun Ayasofya’ya gelen
aynı duyguları yaşar”” dedi. 6. Türk-Yunan Medya
Konferansı için
İzmir’e gelen
Pangalos, “Dünya Ayasofya Cemaati” adlı örgütün,
Türkiye’nin kararlı tavrı karşısında son anda
vazgeçtiği Ayasofya’da dini ayin teşebbüsü ile
ilgili bir soruyu cevaplandırırken “İstanbul’u geri
almak isteyen Yunanlar var. Ayasofya’ya tekrar
girmek isteyen Yunanlar da var. Belki tekrar
Viyana’ya gitmek isteyen Türkler de var. Ama bunlar
ülkelerimizin ortalama insanını temsil etmiyorlar”
diye konuştu.
Pangalos, iki ülke insanının, Ayasofya’yı
sahiplenmek çabası yerine bu eserin gelecek
nesillere de miras bırakılması için nasıl
korunacağını düşünmeleri gerektiğini vurguladı.
Hürriyet, Haber: Yorgo
Kirbaki, 19.09.2010
SURUÇ'TA TARİHİ EVLER YOK OLUYOR
Şanlıurfa'nın Suruç İlçesi'nde 150 hanelik köy olan Tepeli Mızar Köyü'nde yaşanan susuzluk nedeniyle köylülerin de göç vermesinden sonra tarihi kümbet evler bakımsızlıktan birer birer yok olmayla karşı karşıya kaldı.
Köyde kalan bazı köy sakinlerinden Bilal Çelikten, bundan 20 yıl öncesine kadar bu köyde 500 hane olduğunu söyledi. Köyün etrafının ağaçlarla çevrili olduğunu belirten köylüler, şimdi ilçede yaşanan su sorunu nedeniyle köy halkının başka illere göç etmek zorunda kaldığını belirtti.
Tabanı kare olacak şekilde, yukarıya doğru çıkıldıkça daralan, üst üste bindirme tekniğiyle yapılmış kendine özgü kubbesinin bulunduğunu belirten köylüler, "Yapının inşasında çok önemli bir ayrıntı ise, saman karıştırılmış balçıkla tüm yüzeyin sıvanmış olmasıdır. Ancak bu şekilde çetin kış şartlarına dayanıyor. Tepede ise baca ve aydınlatma görevi gören bir açıklık bırakılıyor. Bu açıklık, hem aydınlatma-havalandırma görevi hem de kış aylarında ısınma için yakılan ateşin dumanın çıkmasını sağlıyor. Tarihi evlerin yerden yüksekliği 5-6 metre civarındadır. Yapının sağlamlığı sıvaya bağlı ve bu evler yazın inşa edilir. Kesilen kerpiçlerin kuruması, o ölçüde yapıyı sağlam yapmakta. İç mekanın genişliğine gelince, neredeyse standart olacak şekilde, boyu 3 metre, eni 4 metredir . Son 50 yıldır, halkın gelir seviyesinin artmasıyla beton yapılara yönelen ova halkı, elde kalan kümbet evleri ya ahıra çevirmiş yada çoğu bakımsızlıktan yıkılıp kullanılmaz bir hale gelmiş. Ovanın tarım alanı olmasından, topraktan yapılan bu evler artık tarihi eser niteliğinde korunmaya alınması gerekirken, bu konu hakkında bu güne kadar bir çalışma yapılmış değil. Günümüzde 150 yıllık evlerin varlığından bile bahsediliyor. Kerpiç evlerin, insan yaşamına kattığı bazı değerler şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu mekanlarda epey yaşamış olan yaşlıların görüşlerine göre, topraktan yapılmış kümbet evlerin çok sağlıklı olduğu, ayrıca hayvanların bile rahat ettiği, sıcak olmasından tavukların bile çok yumurta verdiğini söylemeden edemiyorlar. Susuzluk yüzünden bu evler şimdi birer birer yok oluyor. Suruç ovasında bu yüzyılın başında yapılan bir çalışmada, düz damlı evlerin yanında, kubbeli evlerin tespiti yapılmış, her ne kadar turizm açısından, Harran kümbet evleri, tüm dünyaya lanse edilmişse de, bu evlerin Suruç ovasına ait olduğu gerçeği çok geç ortaya çıkmıştır" dedi.
Şanlıurfa Kent Haber, 19.09.2010
HASANKEYF'TE KAZILAR
TEKRAR BAŞLADI
Hasankeyf İlçesi'nin
Kale bölgesinde
yaşanan kaya düşmesi olayının ardından, yavaşlatılan
ve Ramazan Bayramı öncesi durdurulan kazılar tekrar
başladı. Kale kısmında bulunan
Küçük Saray'da
devam eden kazılar kapsamında toprak altında kalan
yapılar gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor. Güvenlik
çemberine alınan ve giriş çıkışların yasaklandığı
Kale bölgesine, sadece kazıda görevli kişiler
alınıyor.
Bölgede yapılan incelemeler nedeniyle bir süre
çalışmaların durduğunu kaydeden Batman Üniversitesi
Rektörü ve Hasankeyf Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, ''Küçük Saray
bölümünde kazı ve güçlendirme çalışmaları
yürütüyoruz. Önemli bir aşama kaydettik'' dedi. Kazı
çalışmalarında uzman ve işçilerden oluşan 60 kişilik
ekip görev yapıyor.
Yapı, Fotoğraf:
Selahattin Kahraman, 18.09.2010
ROMA HAMAMINDA ALTTAN
ISITMALI KÜVET
Hatay’da bulunan İssos
antik kentinde, yaklaşık 5 dönümlük hazine
arazisinde üç sezondur yapılan kazı çalışmalarında
Roma dönemine ait hamam kompleksinin gün ışığına
çıkarılmaya çalışıldığı bildirildi.
Hatay Arkeoloji Müzesi
Arkeoloğu Ömer Çelik, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
İl Özel İdare ve Erzin Belediyesi’nin katkısıyla bu
yıl bölgede kazı çalışmalarına yeniden
başladıklarını söyledi.
Yaklaşık 80 bin lira
ödenek ve 45 işçi ile bu yıl ağustos ayında başlayan
kurtarma kazısının sona erdiğini ifade eden Çelik,
şöyle devam etti:
”MS 3 ve MS 5 yüzyıllara
ait olduğu sanılan Hamam kompleksinin 2006 yılında
bir bölümü açıldı. Bu kazıda, suyu ısıtmak için
kullanılan ateş yakılan yer olan külhan ile orta
derecede ısıtılmış soğukluk yeri ve Bereket
Tanrıçası olarak bilinen Artemis mozaiğinin bir
bölümü ortaya çıkarıldı. 2008 yılında yapılan ikinci
sezon kurtarma kazısında da hamam kompleksinin ılık,
sıcak ve soğuk su sistemiyle çalıştığını tespit
ettik. Ayrıca bu dönemdeki kazıda bir havuz ile çok
sayıda çömlek ve heykel bulduk.”
Kazının bu yılki
bölümünde ise tarihe ışık tutacak önemli bilgiler
elde ettiklerini vurgulayan Çelik, 5 dönümlük
arazinin şu ana kadar yaklaşık 1,5 dönümünde kazı
çalışmalarının sürdüğünü söyledi.
Kazı çalışmalarında
tabanı pişmiş toprakla kaplı bir havuza daha
ulaştıklarının altını çizen Çelik, ”Bu yıl kazılarda
küvet ve birbirine bağlantılı üç oda tespit ettik.
Bu odaların büyük olasılıkla banyo yapılan yerler
olduğunu tahmin ediyoruz. Ayrıca, alttan ısıtma
sistemli bir küvet ile bir adet ufak duş düzeneği
bulduk” diye konuştu.
Çalışmalarda hamam
kompleksinde mimari farklılıkların olduğunu tespit
ettiklerini ifade eden Çelik, ayrıca çok sayıda su
kanalı bulduklarını belirtti. Çelik, daha önceki
sezon kazılarında ortaya çıkarılan Bereket Tanrıçası
olarak da bilinen ve kadınların hayatına son
verdiğine inanılan elinde gümüş mızrak, ok bulunan
Artemis mozaiğinin doğusundaki alanda, üç farklı
mekana rastladıklarını kaydetti. Bulunan yeni yerin
mimari yapısıyla hamam kompleksinden ayrıldığına
dikkati çeken Çelik, burada kapı girişlerinin
bulunduğunu söyledi.
Mynet Haber, 18.09.2010
Kargamış (National Geographic - Ağustos)
...1928
5 - 18 Eylül 2010
KÜLTÜR MİRASINA MAVİ BOYA
Adını taç kapısı üzerinde yükselen tuğla örgülü minarelerindeki firuze renkli çinilerden alan Gökmedrese’nin restorasyonu 4 yıldır tamamlanamadı. Buna gerekçe olarak ihaleyi alan firmanın maddi sıkıntıya girmesi gösterildi. Asıl skandal, daha sonra ortaya çıktı. Firmanın restorasyon sırasında dökülmüş çinilerin yerlerini mavi boya ile kapatmaya çalıştığı anlaşıldı. Aynı dönem eseri olan Çifte Minareli Medrese’de de benzer bir kültür ve tarih kıyımı yaşandı. Yalnızca minareleri ile giriş kısmı günümüze ulaşan Çifte Minareli Medrese’nin minarelerindeki çinilerin yerleri, yine restorasyon ihalesini alan firma tarafından boyandı.
Eserin bütününün kurtarılmış olmasının boyadan daha önemli olduğunu ifade eden sanat tarihi uzmanları, restorasyon çalışmalarında temel amacın yıkılmaya ve kaybolmaya yüz tutmuş eserlerin gelecek nesillere daha sağlam aktarılması olması gerektiğini de belirtti.
Habertürk, 18.09.2010
SAHTE TARİHİ ALTIN İLE
DOLANDIRIYORDU
İzmir Polisi, bazı
kişilerin, özellikle kent dışından tanıştıkları
vatandaşlarla samimiyet kurduğu, tarihi altın satmak
vaadiyle paralarını dolandırdığı bilgilerini aldı.
Araştırmada
dolandırıcının N.İ. (53) olduğu saptandı. Takip
sonucu N.İ.,
Manisa’nın
Turgutlu İlçesi’nde
yakalanıp
İzmir’e getirildi.
Zanlı N.İ.’nin bugüne kadar, A.S.’nin 6 bin,
A.Ü.’nün 9 bin 950, F.K.’nin 9 bin 250, F.S.’nin 12
bin 500, Y.G.’nin de 100 bin olmak üzere toplam 137
bin 700 lirasını dolandırdığı saptandı. Tüm
mağdurlar tarafından teşhis edilen N.İ.,
işlemlerinin tamamlanmasıyla adliyeye sevkedildi.
Milliyet Ege, 18.09.2010
CENNET-CEHENNEM ARASINDA
DÖRT GEÇİŞ MAĞARASI
Mersin Valisi Hasan
Basri Güzeloğlu, Silifke İlçesi’ne bağlı Narlıkuyu
Beldesi’ndeki ünlü Cennet- Cehennem mağarası
arasında geçiş yolu bulunduğunu söyledi.
Vali Hasan Basri
Güzeloğlu ve yanındaki heyet, Cennet- Cehennem
mağarasında incelemelerde bulundu. Burada
bir açıklama yapan Güzeloğlu, Macar
jeolog ve doğa
bilimcilerince 1990’da Cehennem Obruğu’ndan Cennet
Çöküğü’ne gidilebileceği belirlenen 4 mağaranın
saptandığını ancak bugüne kadar üzerlerinde hiçbir
çalışma yapılmadığını hatırlattı.
Milliyet, 18.09.2010
HİTİTLERİN DİNİ MERKEZİ
SAMSUN'DA BULUNDU
Samsun’un Vezirköprü
İlçesi Oymaağaç Köyü’nde bulunan Oymaağaç Höyüğü’nde
5 yıldır yapılan kazı çalışmalarında Hititler’in
dini merkezi olan Nerik bulundu.
Kazı Başkanı Doç. Dr.
Rainer Czichan 5 yılda toplam 11 tablet, Hitit
dönemine ait mezarlar, dini törenlerde kullanılan
küçük kaplar, çeşitli kalıntılar bulduklarını
kaydetti. Doç. Dr. Czichan, “Tabletlerde Tanrı,
Nerik ve Hitit kelimeleri yazıyor. Nerik Hititlerin
dini merkezidir. Kazıda bulduklarımız bize buranın
Nerik olduğunu gösteriyor” dedi. Bulunan
kalıntıların günümüzden 3 bin 400 yıl öncesine ait
olduğunu belirten Doç. Dr. Czichan 20 kişilik bir
ekiple yürütülen çalışmalarda, bir sur, sur kapısı
ile bir mabede ait olduğu tahmin edilen temel
duvarlar ve merdiven ortaya çıkardıklarını da
söyledi.
Hürriyet, 18.09.2010
TARİHİ EV SAHİPLERİNE
DESTEK
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın sağladığı hibe yardımlarından
Büyükşehir Belediyesi sayesinde 11 tarihi ev gün
yüzüne çıktı.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Türkiye genelinde
tescilli evlere yapılan karşılıksız para
yardımlarından faydalanmak isteyen Kocaelililere
ücretsiz danışmanlık hizmeti vermeye devam ediyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sağladığı hibe
yardımlarından Büyükşehir Belediyesi sayesinde 11
tarihi ev gün yüzüne çıktı.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın her yıl Türkiye genelinde tescilli
evlere Rölöve, Restitüsyon Projesi ve Restorasyon
uygulamalarına yapmış olduğu hibe yardımlarından pay
almalarını sağlamak için ücretsiz danışmanlık
hizmeti veren Büyükşehir şimdiye kadar 11
Kocaeliliyi bu yardımlardan yararlandırdı.
2009 yılında
Bakanlığa başvurmuş vatandaşların Büyükşehir'in
verdiği ücretsiz danışmanlık hizmeti ile hızlı bir
şekilde evlerinin projeleri çizilip
restorasyonlarına başlanması sağlandı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın her yıl Türkiye genelinde
tescilli evlere yapmış olduğu karşılıksız para
yardımlarında Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon
Projesi hazırlatılması için 50 bin TL, inşaat
(restorasyon) aşamasında 200 bin liraya kadar
karşılıksız para yardımı yapılıyor.
Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı
Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğünce
verilen danışmanlık hizmeti kentin belirli
noktalarında vatandaşların bilgilendirilmesi için
toplantı düzenleniyor.
Saraylı Köyü Muhtarı
Rıfat Büyükbudak köylerinde birçok tarihi bina
olduğunu belirterek, "Yapılan hizmetten dolayı çok
memnunuz. Köyümüzün çehresi değişti. Şimdiye kadar
yöremizde 4 tarihi yapının restorasyonu
gerçekleşti." diye konuştu. 2010 yılı yardımlarından
yararlanmak isteyenler için son başvuru tarihi 30
Eylül 2010 olduğu Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
proje yardımlarından yararlanmak isteyen tescilli
yapı sahiplerinin, Büyükşehir Belediyesine
başvurmaları yetiyor.
Habertürk, 17.09.2010
TRALLEİS ANTİK
KENTİNE 25 BİN LİRA EK ÖDENEK
Tralleis Antik Kenti
Kazı Başkanı Doç.Dr. Rafet Dinç, antik kent içinde
bulunan ve güvenlik eksikliği nedeniyle önceki
yıllarda definecilerin tahribatına maruz kalan
Arsenal yapısının restorasyonu için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın 25 bin lira ek ödenek gönderdiğini
bildirdi. Dinç, gazetecilere yaptığı açıklamada,
Tralleis Antik Kenti’nde bulunan ve zamanında askeri
depo olarak kullanılan Arsenal yapısının
korunabilmesi için bazı eksiklerinin olduğunu
belirterek, yapının sadece demir kapılarla korunmaya
çalışıldığına işaret etti.
Önceki senelerde
definecilerin kapıları kırarak, Arsenal’i
yağmaladığını hatırlatan Dinç, şunları kaydetti: ”En
önemli tarihi varlıklarımız bu şekilde zarar
görüyor. Tarihi gün yüzüne çıkarmak kadar korumak da
önemli. Bir çok medeniyete beşiklik etmiş Tralleis
Antik Kenti’nde en büyük sorun güvenlik sorunudur.
Kazı heyeti olarak bir hem yeni eserleri ortaya
çıkarmak, hem de mevcut olanları muhafaza edebilmek
için büyük bir çaba harcıyoruz. Bu nedenle
çalışmalarımızın bir bölümünü bakım ve onarım
işlerine ayırıyoruz.
Talebimiz üzerine
Arsenal’deki defineci tahribatı ve çökmelerin
restorasyon ve bakımı için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan 25 bin lira ek ödenek gönderildi. Bu
nedenle 15 Temmuz’da başlayan Tralleis Antik Kenti
kazılarının ikinci bölümünde, 1 Eylül’den bu yana
Arsenal’de mesai harcıyoruz. Kazı ekibimiz bu ödenek
ile Arsenal’deki tahribat ve çöküntü izlerini
giderebilmek için büyük bir gayret gösteriyor.”
Dinç, Arsenal’in, Tralleis Antik Kenti içerisindeki
en önemli yapılardan biri olduğunu belirterek,
yapının uzunluğunun henüz tam olarak tespit
edilemediğini sözlerine ekledi.
Antik dönemde askeri
amaçlı olarak kullanılan yapılara Arsenal adı
verilmektedir. Aydın il merkezine yaklaşık 1
kilometre mesafede bulunan Tralleis Antik
Kenti’ndeki Arsenal yapı, Gymnasium’un 300 metre
kuzeyinde Antik Tralleis-Efes yoluna açılan bir
vadinin kuzey yamacında yer almaktadır. Kurulduğu
günden bu yana bir askeri garnizon kenti olan
Tralleis’in en önemli yapıları arasında gösterilen
Arsenal yapı, tünellerle şehrin önemli merkezlerine,
akropole ve diğer askeri yapılara bağlanmış durumda.
Tünel yüksekliklerinin
bazı yerlerde ihtiyaca göre 4, hata 9 metreye kadar
ulaşabildiği yapıda, bir labirenti andıran
tünellerinde belirli aralıklarla kapılar ve savunma
setleri de mevcut. Halen Arsenal olarak tanımlanan
yapıya bağlı tünellerden yaklaşık bin metrelik bir
bölüm açılmış, geri kalan bölümleriyse kapalı olarak
duruyor. Tünellerin şimdiki Aydın merkezinin altına
kadar ilerlediği tahmin ediliyor.
Yeni Asır, 17.09.2010
İSTANBUL'UN ŞAHESER
HAYALETLERİ
İstanbul'un 'Hayal-et'
yapıları, yeniden canlanıyor. Şimdilerde tarih olan,
İstanbul’un farklı dönemlerine ait ve farklı
nedenlerle yıkılıp günümüze ulaşamamış olan tarihi
mekanlar, 'İstanbul’da Tarih ve Yıkım/Hayal-et
Yapılar' sergisi ile İstanbullularla buluşuyor.
İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı, İTÜ Mimarlık
Fakültesi ve Pattu ortak çalışması, kimi bir yol
çalışmasına kurban giden, kimi yıktırılıp yerine
bina dikilen, kimi de bir yangın ile yok olan
mekanları bir kent kültürü sergisi ile açığa
çıkarıyor.
Günümüzde var olmayan Antiochos Sarayı, Polyeuktos
Kilisesi, Galata Surları, Çandarlı Hamamı, İncili
Köşk, Direklerarası, Sadabad Sarayı, Taksim Kışlası,
Eski Çırağan Sarayı, Darülfünun binası, Ayastefanos
Anıtı ve Levent İlaç Fabrikası’ndan oluşan 12 seçki,
Çırağan Sarayı Heykel Galerisi’nde açıldı. 'Hayal-et
Yapılar’ sergisi, "Bu yıkımlar olmasaydı, kent nasıl
gelişirdi?" sorusuna çeşitli senaryolar üreterek
cevap arıyor. Projenin sahibi Cem Kozar "Amacımız
kentlilerde yıkıma karşı bir hassasiyet
oluşturmaktır. Esas düşünce, kentin yenilenmesi için
yıkım gerekebilir; fakat kentin tarihi bu yıkımlarla
birlikte yok olmamalıdır fikrini ortaya koymak"
dedi.
Çırağan Sarayı Heykel
Galerisi'ndeki sergi, 18 Ekim’e kadar görülebilir.
Habertürk, 17.09.2010
GÖBEKLİTEPE
KAZILARININ İKİNCİ ETABI BAŞLADI
Dünyanın en eski tapınak
merkezi olarak kabul edilen Göbeklitepe arkeolojik
kazılarının bu yılki ikinci etap kazı çalışmaları
başladı.
Göbeklitepe Kazıları
Başkanı, Alman Arkeoloji Enstitüsünden Prof. Dr.
Klaus Schmidt, çalışmalarla ilgili yaptığı
açıklamada, son dönemlerde bahar ve sonbahar
aylarında olmak üzere 2 etap halinde kazı
çalışmalarını sürdürdüklerini belirtti.
Bu yılın ilk etabını
nisan-mayıs aylarında yürütt üklerini hatırlatan
Prof. Dr. Klaus Schmidt, “Bu çalışmada ilginç bazı
buluntulara rastladık. Mesela ilk defa sırtlan
kabartması bulundu bir kireç taşı plakanın üzerinde.
Bunun yanında bir insan heykeline ait baş kısmı
bulundu” dedi.
Ayrıca bir dikili taşta
çöl varanına benzer hayvan kabartması bulduklarını
aktaran Schmidt, ikinci etap çalışmasının da bir iki
günlük hazırlığın ardından dün başladığını bildirdi.
Bu yılki çalışmalarda
kazı alanının batı kısmında çalışma yürüteceklerini
ifade eden Prof. Dr. Schmidt, burada daha önce
jeomanyetik ölçümler yaptıklarını ve 3 yeni tapınak
binası tespit ettiklerini kaydetti. Prof. Dr. Klaus
Schmidt, bu dönemde toplam bin 200 metrekarelik
alanda kazı çalışması yapacaklarını anlattı. Bu
arada 31 Ekime kadar devam edecek kazı
çalışmalarında, 20 arkeolog ve köylülerden oluşan 50
civarında işçinin görev aldığı belirtildi.
Neolitik döneme ait
yerleşim yeri Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın 18
kilometre kuzeydoğusundaki Örencik köyü yakınlarında
bulunuyor. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago
üniversitelerinden görevlilerin yüzey araştırmaları
sırasında fark edilen Göbeklitepe’deki kazı çal
ışmalarını, 1995 yılından bu yana Şanlıurfa Müzesi
ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü ortaklaşa
yürütüyor.
Kazı çalışmalarında
şimdiye kadar neolitik döneme ait yabani hayvan
figürlü “T” biçimli dikili taşlar, 8-30 metre
çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en
eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan
figürü, insan heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12
bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre
uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler
bulunmuştu.
Timetürk, 17.09.2010
MEHTER HAKKINDAKİ EFSANE
YANLIŞ ÇIKTI!
İlk Türk Devleti Hunlar
zamanındaki adı "Tuğ" olan ve vurmalı ve nefesli
sazlardan oluşan askeri mızıka okulunun ismi Osmanlı
Devleti Padişahı Fatih Sultan Mehmet döneminden
sonra Mehter Takımı olarak değiştirildi.
Türk savaş tekniğinin vazgeçilmez unsuru olan askeri
müziğin amacı, çok uzaklardan duyulan ve gitgide
yaklaşan gök gürültüsüne benzer yabancı bir müzmin
sesiyle düşmanın moralini bozup savaşacak güç
bırakmamak, düşmanı teslim almak suretiyle harbi en
kısa zamanda bitirmek ve böylece bir bakıma insan
kıyımını önlemektir.
Yüzlerce yıllık mehter geleneği Anadolu’nun birçok
bölgesinde olduğu gibi Çorum Belediyesi Mehter
Takımıyla yaşatılarak geleceğe aktarılıyor.
Uzun yıllardır Mehterbaşı olarak görev yapan Çorum
Belediyesi Zabıta Müdürlüğü Komiser Yardımcısı
Mehterbaşı Selahattin Delice, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 30 kişinin yer aldığı mehter takımına
seçilen kişilerin nota ve makam bilgisi olmasına
özen gösterdiklerini belirtti.
Delice, mehter takımının uzun yılların birikimini
taşıdığını, bu nedenle çok önemli olduğunu dile
getirdi.
Mehter takımı olarak kendilerini en çok rahatsız
eden konulardan birinin "Mehter adımı"nın yanlış
anlaşılması olduğunu ifade eden Delice, mehter
geleneğinde "iki ileri, bir geri" diye bir adımın
olmadığını ileri sürdü.
Delice, Mehter takımı yürüyüşü ise "Yürüyüşlere
daima ’besmele’ ve sağ ayakla başlanır. Yürüyüş
yapılırken her üç adımda sağa ve sola dönülüp selam
verilir. Bu mehter takımının sağa ve sola
’Rahimallah ve Kerimallah’ manasına gelen selamlama
yürüyüşüdür. Yürüyüşlerde geri adım atılmaz, daima
ileri gidilir" şeklinde tanımladı.
Mehter takımında tab (davul), kös, nakkare, zil,
trompet ve zurnanın yer aldığını anlatan Delice,
mehter takımı enstrümanlarının "kaç katlı"
olduklarına göre değiştiğini söyledi.
Belediyenin mehter takımının üç katlı olduğunu ifade
eden Delice, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik
Etüt Başkanlığı Mehteran Bölüğü’nün ise dokuz katlı
olduğunu ve Türkiye’nin en büyük mehteran bölüğü
unvanına sahip olduğunu kaydetti.
Delice, repertuvarlarında 20’nin üzerinde eserin yer
aldığını ve bunların arasında Türk halk ve sanat
müziği eserlerinin de olduğunu sözlerine ekledi.
Radikal, 16.09.2009
GÖBEKLİTEPE KAZILARI
BAŞLADI
Dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul edilen
Göbeklitepe
arkeolojik kazılarının bu yılki ikinci etap kazı
çalışmaları başladı. Göbeklitepe Kazıları Başkanı,
Alman Arkeoloji Enstitüsünden
Prof. Dr. Klaus
Schmidt, çalışmalarla ilgili AA muhabirine
yaptığı açıklamada, son dönemlerde bahar ve sonbahar
aylarında olmak üzere 2 etap halinde kazı
çalışmalarını sürdürdüklerini belirtti.
Bu yılın ilk etabını nisan-mayıs aylarında
yürüttüklerini hatırlatan Prof. Dr. Klaus Schmidt,
''Bu çalışmada ilginç bazı buluntulara rastladık.
Mesela ilk defa sırtlan kabartması bulundu bir kireç
taşı plakanın üzerinde. Bunun yanında bir insan
heykeline ait baş kısmı bulundu'' dedi. Ayrıca bir
dikili taşta çöl varanına benzer hayvan kabartması
bulduklarını aktaran Schmidt, ikinci etap
çalışmasının da bir iki günlük hazırlığın ardından
dün başladığını bildirdi.
Bu yılki çalışmalarda kazı alanının batı kısmında
çalışma yürüteceklerini ifade eden Prof. Dr. Schmidt,
burada daha önce jeomanyetik ölçümler yaptıklarını
ve 3 yeni tapınak binası tespit ettiklerini
kaydetti. Prof. Dr. Klaus Schmidt, bu dönemde toplam
bin 200 metrekarelik alanda kazı çalışması
yapacaklarını anlattı.
Bu arada 31 Ekime kadar devam edecek kazı
çalışmalarında, 20 arkeolog ve köylülerden oluşan 50
civarında işçinin görev aldığı belirtildi.
Göbeklitepe
Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe,
Şanlıurfa'nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik
köyü yakınlarında bulunuyor. İlk kez 1963 yılında
İstanbul ve Chicago üniversitelerinden görevlilerin
yüzey araştırmaları sırasında fark edilen
Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarını, 1995 yılından
bu yana Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji
Enstitüsü ortaklaşa yürütüyor. Kazı çalışmalarında
şimdiye kadar neolitik döneme ait yabani hayvan
figürlü ''T'' biçimli dikili taşlar, 8-30 metre
çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en
eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan
figürü, insan heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12
bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre
uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler
bulunmuştu.
Yapı, 16.09.2010
BİSİKLETLE
GEZERKEN ROMA DÖNEMİ YAHUDİLERİNE AİT TARİHİ ESER
BULDU
Antalya’nın
Manavgat ilçesi Side beldesinde turizmcilik yapan
Mehmet Çelikten, bisikletle gezerken bulduğu 7 kollu
şamdan tasvirli bir levha şeklini andıran tarihi
eseri Side Müze Müdürlüğüne teslim etti. Side Müze
Müdürü Güner Kozdere, tarihi eseri teslimi sırasında
yaptığı açıklamada, turizmci Mehmet Çelikten’e
duyarlılığından dolayı teşekkür etti. Vatandaşların
tarihi eser bulmaları halinde müzeye teslim etmesini
isteyen Kozdere, ‘Vatandaşlarımızın kültür
varlıklarını bulduklarında en yakın müze müdürlüğüne
haber vermeleri gerekmektedir. Bunlar eğer taşınır
nitelikte kültür varlıkları olursa bir değer takdiri
yapıp, bu değer takdirini vatandaşlara ikramiye
olarak ödemekteyiz. Bu tür eserlerin yurt dışına
kaçırılmasını istemiyoruz’ dedi.
Bulunan eserin
Roma dönemine ait olduğunu belirten Kozdere,
‘Yahudilerin Roma döneminden daha öncesi de var, ama
bu gördüğünüz levha Roma dönemi Yahudilerle alakalı
bir eser’ dedi.
Arkeolog Arif
Müfit Mansel’in Side’de 1947-1967 yılları arasında
yaptığı kazı çalışmaları sonucunda yazdığı
raporlarda Roma döneminde Yahudilerin bulunduğunu,
bunlara ait iki sinagog olduğunu belirttiğini
hatırlatan Kozdere, gerekçe olarak da daha önceden
bunun benzeri 7 kollu şamdan tasvirli bir levhanın
bulunmasını gösterdiğini kaydetti. Bulunan 7 kollu
şamdan tasvirli levhanın aynı türde ikinci levha
olabileceğini belirten Kozdere, ‘Bu sinagoglar
nerededir, şu anda o bilgiye sahip değiliz’ dedi.
Side’de yaz aylarında Anadolu Üniversitesinin
kazılar yaptığını hatırlatan Kozdere, Anadolu
Üniversitesinin yaptığı araştırmalar sonucunda bu
sinagogların yerlerinin ileriki tarihlerde belli
olabileceğini söyledi. Mehmet Çelikten de
bisikletiyle gezerken bir çanta bulduğunu ve çantaya
yöneldiğini belirterek, ‘Yöneldiğimde bu 7 kollu
şamdanın tarihi parça olduğunu gördüm. Daha sonra
çevirerek yüzeyinde bir çalışmanın olduğunu gördüm.
Eseri su ile yıkayınca 7 kollu şamdan olduğu ortaya
çıktı. Tarihi eser olduğunu anlayınca eseri müzeye
teslim ettim’ diye konuştu.
haberler.com,
16.09.2010
EFES KAZILARINA DESTEK
BİTTİ
Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü tarafından yürütülen Efes Kazıları
kapsamında Efes Antik Tiyatrosu’nun restorasyonuna
2006 yılından itibaren 5 milyon lira kaynak aktaran
ve çalışmalara iş gücü, makine ve tesisat desteği
sağlayan Selçuk Belediyesi, bu desteğini,
”çalışmaların istenilen disiplin ve planlamada
yürütülmediği” gerekçesiyle geri çektiğini açıkladı.
Selçuk Belediye Başkanı
Vefa Ülgür, yaptığı açıklamada, 24 bin kişi
kapasiteli Efes Antik Tiyatrosu’nda 2006 Temmuz
ayında başlatılan restorasyon çalışmalarına belediye
olarak artık katkı vermeyeceklerini bildirdi.
Çalışmalara olan
desteklerini çekmelerinin en önemli nedenin,
istenilen plan ve disiplinde çalışma yürütülmemesi
olduğunu belirten Ülgür, ”Maalesef 4-5 yıldır
sürdürülen buradaki çalışmalar, bizim istediğimiz
planlama ve disiplin içerisinde yürütülememiştir ve
bizim istediğimiz noktaya getirilememiştir. Biz
bütün kurallara, kullanma kararlarına varıncaya
kadar planlama istedik, ama Avusturya Kazı Evi bunu
sağlayamadı” dedi.
Bu konuda Kültür ve
Turizm Bakanlığına da sitimde bulunan Ülgür,
bakanlığın, Selçuk Belediyesini Efes Antik Kenti
içerisinde görmek istemediğini ileri sürdü. Kazı
evinin tutumunu değiştirmesi ve istenilen disiplinde
çalışma yürütmesi için çalışmaları durduklarında
bakanlığın hemen devreye sponsor bir firmayı
soktuğunu iddia eden Ülgür, şöyle devam etti:
”Bu sebeple biz buradaki
çalışmaları durdurunca Borusan Holding devreye girdi
ve Borusan Holding şimdi Selçuk Belediyesinin Efes
Antik Tiyatrosu kazılarında yapmış olduğu görevi
devraldı. Sonuç olarak bizim bıraktığımız yerden,
yine bizim hedeflerimize varmak için Borusan
Holding’in aktardığı kaynaklarla çalışmalar
yürütülüyor. Ancak Avusturya Kazı Evi, bizim
istediğimiz disipline sokulmazsa, bizim 2013 ve 2018
yılları arasında koyduğumuz hedeflere
varılamayacaktır. Çünkü, kazı evinin böyle bir
hedefi yok. Kazı evi burada zaman kazanmaya
çalışıyor. Burada herkesi oyalamaya çalışıyor. Tabi
ki bakanlığı da oyalıyor. Sonuç olarak biz bu işin
her ne kadar dışındaysak da takipçisi olacağız.”
Ülgür, belediye olarak
Selçuk Kalesi’nin restorasyon çalışmalarına
desteklerinin ise süreceğini bildirdi. Bu yıl 400
bin liraya yakın bir bütçeyle Selçuk Kalesi’nde
kurtarma kazısı ve restorasyonlarının yapımının
devam ettiğini belirten Ülgür, Selçuk Kalesi’nin
restorasyonu, onarımı, çevre düzenlemesi ve
aydınlanması konusunda ekim ayı içerisinde 600 bin
lira keşif bedelli proje ihalesine çıkacaklarını ve
bu projeyi 2011 yılına kadar tamamlamayı
planladıklarını kaydetti.
Öte yandan, Efes
kazılarını yürüten Avusturya Arkeoloji Enstitüsü ve
Efes Kazıları Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladsteatter,
Efes Antik Tiyatrosu’nun restorasyonu projesinin
oldukça büyük ve maliyetli bir çalışma olduğunu, bu
nedenle her yerden ve her türlü desteğe ihtiyaçları
bulunduğunu söyledi.
Son derece komplike ve
büyük bir proje olan bu çalışmada, bir çok kurum ve
kuruluşun birbirini engellemeden, aynı amaca yönelik
hizmet etmeleri gerektiğini ifade eden Ladsteatter,
”Biz Efes Vakfı ile birlikte özel sponsorlar bulduk
ve bu bizim için büyük bir şanstır. Ancak yerel
yönetimlerin, valilik ya da belediye başkanlığı
olmadan bu projenin yürütülmesi zor olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve Efes
Müzesi’nin acil yardım ve desteğine ihtiyacımız var”
dedi.
Doç.Dr. Ladsteatter,
ekimde tiyatro restorasyon projesini görüşmek üzere
Selçuk’ta büyük bir konferans düzenleyeceklerini, bu
konferansa tüm ilgili kişi ve kurumların davet
edileceğini belirterek, şunları kaydetti:
”Ben davetlilerin
tamamının bu konferansa katılacağını, bu toplantı
ile yaşanmış olan yanlış anlaşılma ve olumsuzlukları
düzeltebileceğimize inanıyorum. Ayrıca Tiyatro
projesinin geleceği ile ilgili önemli kararları
alabileceğimizi umuyorum. Ben hepimizin ortak
amacının Efes için en iyi, en doğru olanın yapılması
olduğundan yola çıkarak bir çözüm bulabileceğimiz
konusunda oldukça iyimserim.”
Habertürk, 16.09.2010
SADDAM'IN ÇALINTI
TABLOLARI GEBZE'DE YAKALANDI
Kocaeli'nin Gebze
İlçesi'nde jandarma ekipleri tarafından düzenlenen
operasyonda, Irak'ın başkenti Bağdat'ta Saddam
Hüseyin'in saraylarından çalınan iki tablo ele
geçirildi.
Gebze İlçe Jandarma
Komutanlığı'na bağlı Eskihisar jandarma ekipleri,
yaptıkları istihbarat çalışmalarının ardından Gebze
Eskihisar feribot iskelesinde plakası gizli tutulan
bir araca baskın yaptı.
Aracın bagajında bulunan
iki adet tarihi tabloya el konulurken, ekipler
araçta bulunan F.G. ile G.T adlı kişileri gözaltına
aldı. Zanlılar karakola götürülürken, el konulan
tabloların Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'in
Bağdat'taki bir sarayından çalındığı ortaya çıktı.
İstanbul Resim ve Heykel
Müze Müdürlüğü'ne gönderilen tabloların piyasa
değerinin yaklaşık 3 milyon dolar olduğu öğrenildi.
Adliyeye sevk edilen zanlılar, ifadelerinin ardından
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Bursa Büyükşehir
Belediyesi, kentin yaşayan canlı bir tarih şehri
olması için bugüne kadar yapılan en kapsamlı
çalışmayı hayata geçiriyor. Büyükşehir Belediyesi,
tarihi çarşı ve hanlar bölgesinin ayağa kaldırılması
konusunda Şehir Plancıları Odası ve Mimarlar Odası
Bursa Şubesi Başkanlığı ile birlikte bir protokole
imza attı. Bursa'nın tarihi hanlar bölgesi ve Reyhan
Mahallesi özgün haliyle önümüzdeki yüzyıllara
taşınacak.
Bursa Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, tarihi kent
merkezinin çekirdeğini oluşturan hanlar bölgesi ve
Reyhan Mahallesi'nin özgün haliyle yaşatılmasını
hedefleyen protokolü, Şehir Plancıları Odası Bursa
Şube Başkanı Füsun Uyanık ve Mimarlar Odası Bursa
Şube Başkanı Nizamettin Kaya ile birlikte imzaladı.
BURULAŞ işletme merkezinde gerçekleştirilen imza
törenine, Büyükşehir Belediyesi Başkanı Erdem Saker,
Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Recep Demirhan
ile Büyükşehir Belediyesi bürokratları katıldı.
Kentin köklü tarihini yaşatacak olan çalışmalarına,
meslek odalarını da dahil ettiklerini anlatan
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Bursa'nın
gelişmesi için kentte yaşayan herkesi çalışmalarına
destek olmaya çağırdı. Bursa'nın eski çağlara kadar
uzanan kimliğine can veren özelliklerini ortaya
çıkaracak projelerde dünyaca ünlü uzmanlardan
yararlandıklarını da hatırlatan Başkan Altepe, şöyle
konuştu: "Kentin tarihi mekanlarından olan hanlar
bölgesi, şehrin kalbi. Hanlar, hamamlar,
medreselerin bulunduğu, tarihteki ilk mesleki
örgütlerin kurulduğu, geleneksel sanatların
yaşatıldığı bu alan, özelliklerine rağmen yeterince
değerlendirilemedi. Bölgenin, UNESCO dünya tarihi
kültür mirası kriterlerine uygun olmasına
çalışıyoruz. Bursa hepimizin, bu değerler
hepimizin."
Bursa'da ana aksların
Büyükşehir Belediyesi'nin çalışmalarıyla
düzenlendiğini hatırlatan Başkan Altepe, kent
ziynetlerinin tahsis, yap işlet devret modeli,
kiralama veya kat karşılığı olarak
değerlendirildiğini ifade etti. Bursa'da somut
çalışmaların yanı sıra soyut değerlerin de
yaşatıldığına dikkat çeken Başkan Altepe şöyle devam
etti: "Türkiye'de örnek olacak çalışmalarımıza devam
ediyoruz. UNESCO'nun örnek saydığı çalışmalarımızı
diğer kentler bizden çok sonra uygulamaya
başladılar."
Reyhan bölgesinin en
geri kalmış yerlerden olduğunu kaydeden Başkan
Altepe, "Bursa'da yaptığımız çalışmalarla
vatandaşlar kentin her sokağında gezerken zevk
duyacak. Bu bölge de örnek, gece gündüz yaşayan bir
mekan olacak. Bu faaliyetlerimiz için dünyaca ünlü
mimar Maksimiliano Fuksas ile çalışıyoruz. Bursa
için önemli ve güzel bir adım olacak." ifadesini
kullandı. Başkan Altepe, Cumhuriyet Caddesi'nde
gerekli noktaların yenileneceğini, caddenin baştan
başa nitelikli bir yapıya kavuşturulacağını, eldeki
planlar doğrultusunda bölgedeki yapıların orijinal
hale getirilerek, 200-300 yıllık tarihin bugün de
yaşatılacağını ve yapıların özüne uygun olarak
korunacağını sözlerine ekledi. Mimarlar Odası Bursa
Şube Başkanı Nizamettin Kaya da hanlar bölgesinin
dünya için çok önemli olduğunu belirterek, "Çok
önemli, geleceğe ışık tutacak bir alan. Bugünkü
çalışmalarımızla bölgeye işlevsellik kazandırmaya
yönelik önemli bir adım atmış olacağız." dedi.
Şehir Plancıları Odası
Bursa Şube Başkanı Füsun Uyanık ise, "Tarihi hanlar
bölgesi, Bursa'nın kalbi niteliğindeki bir ticaret
merkezidir. Bugüne kadar bu bölgeyle ilgili yapılan
çalışmalar yetersiz kalmış. Bugün daha yerinde
yapılacak planlarla ve bölgede bütünlük gerektiren
bir disiplinle çalışacağız." diye konuştu.
Uyanık ve Kaya, bu
önemli çalışmaya meslek odalarını da dahil eden
Başkan Altepe'ye teşekkür ederek, protokolü
imzaladılar. Protokole göre, meslek odaları çalışma
grubu içinde uzman kişiler görevlendirecek,
çalışmalarla ilgili sergi, konferans ve sunumlar
yaparak, danışmanlık yapmak, bölgenin sosyal,
ekonomik, fiziksel, altyapı, üstyapı ve ulaşım gibi
konularda detaylı analiz ve fizibilite
çalışmalarının değerlendirilmesiyle oluşacak
stratejik planın hazırlanması noktasında çalışmalar
yapacak.
Zaman, 16.09.2010
BİNLERCE YILLIK İSKELETLERİN BULUNDUĞU KAZI ALANI
ARKEOPARK OLUYOR
Bursa’nın Nilüfer İlçesi Akçalar Aktopraklık Höğüyü’nde 2004 yılında yapılan kazı
çalışmalarında elleri arkadan bağlanmış 3′ü çocuk 5
kişinin iskeletine ulaşılan bölgede kurulması
planlanan arkeoparktaki çalışmaların bu sene
içerisinde bitirilmesi hedefleniyor.
İstanbul Üniversitesi tarafından 2004 yılından bu
yana Akçalar Aktopraklık Mevkii’nde ‘Güney Marmara
Arkeoloji Projesi’ kapsamında yürütülen kazıların
yapıldığı bölge açık hava müzesine dönüştürülecek.
Kazı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Necmi Kurul, Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe ile bir araya gelerek,
çalışmaları değerlendirdi.
Doç.Dr. Kurul, Aktopraklık Mevkii’nde 6 yılı
aşkındır arkeolojik kazı, değerlendirme ve çevre
araştırmalarının yapıldığı bölgenin arkeoloji parkı
haline dönüştürülmesiyle ilgili heyecanlı
olduklarını söyledi. Bölgede her yıl ortalama 2,5 ay
süren arkeolojik kazı çalışmalarında bulunduklarını
belirten Doç.Dr. Kurul, “Bölgede 8 bin 500 yıllık
bir tarih yatıyor. Çalışmalarımız Bursa’nın
geçmişini aydınlatmasının yanı sıra tüm insanlığa
sunulacak bilgileri kapsıyor. Daha önce hendekle
çevrilmiş yerleşim alanlarını bulduğumuz bölgede
elleri arkadan bağlı 2 yetişkin ve 3 çocuğun
iskeletini bulduk. İsketeler bir yetişkin kadın ve
bir erkek ile bunların bacaklarının arasında yaşları
3-5 arasında olduğu tahmin edilen 2 çocuğun
iskeletini de bulduk. Bu iskeletlerin biraz
ilerisinde bir çocuğun iskeletine daha ulaştık.
Tahminlerimize göre çocuklardan birisi ‘domuz bağı’
ile bağlanarak infaz edilmiş” dedi.
Arkeopark’ın bu sene içinde tamamlanacağını
belirten Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe ise tarih başkenti Bursa’nın her konuda diğer
kentlere ve ülkelere örnek olması gerektiğinin
altını çizdi. Avrupa ülkelerinin 80-100 yıllık
tarihi miraslarıyla dünya vitrinine çıktıklarına
işaret eden Altepe, “Bursa ise tarihin her döneminin
izlerine sahip olan bir şehir. Arkeopark projesi
Bursa’nın yanı sıra Anadolu’nun tarihine de ışık
tutacak. Projenin Bursa’nın kültürel birikimine ve
turizmine önemli ölçüde katkı sağlayacağını
düşünüyorum. Arkeopark tamamlandığında şehrimiz
turizmine ayrı bir hareketlilik gelecektir.” diye
konuştu.
Zaman, 16.09.2010
******
8 BİN 500 YILLIK
DOMUZ BAĞI
Yaklaşık 8 bin 500
yıl öncesine ait Aktopraklık Höyüğü’ndeki kazılarda
elleri ve ayakları ‘domuzbağı’ yöntemiyle arkadan
bağlı 2 yetişkin ile 3 çocuğun iskeletleri bulundu.
Bursa’da 8500 yıllık
tarihe sahip Akçalar Mevkisi’ndeki Aktopraklık
Höyüğü’nde yapılan kazılarda elleri arkadan
bağlanmış 2 yetişkin ile 3 çocuğun iskeletleri
bulundu. Kazı ekibinin başkanlığını yapan,
İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim
Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Karul, şu bilgileri
verdi:
“Bir kadın ve bir erkek ile bunların bacaklarının
arasında yaşları 3-5 arasında olduğunu tahmin
ettiğimiz 2 çocuğun iskeleti. Bunlardan bağımsız,
ancak hemen yanlarında bir çocuğun iskeleti daha.
Çocuklardan birisi ‘domuz bağı’yla bağlanmış.
Gözlemlerimize göre iskeletler bir aileye ait.
Bunların ellerinin bağlanması, öldürüldüklerini ya
da kurban edildiklerini gösteriyor. Kaç yıllık
olduğu, aileye ait olup olmadığı gibi birçok bilgiye
uzun sürecek analizlerin ardından ulaşabileceğiz.
Net bir şey söylemek çok zor, ancak bir
cezalandırmadan söz edilebilir.”
Hürriyet, 17.09.2010
NEMRUT DAĞI'NDAKİ HEYKELLERİN ONARIM ÇALIŞMALARI
DEVAM EDİYOR
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
(ODTÜ) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında 2007
yılında imzalanan 'Kommagene -Nemrut Koruma ve
Geliştirme Programı' kapsamında, Nemrut Dağı'nda
başlatılan bilimsel çalışmalar bu yılsonunda rapora
bağlanacak.
Nemrut
Dağı'ndaki heykellerin onarım çalışmaları devam
ediyor. Daha önce yabancı bilim adamları tarafından
onarılmaya çalışılan heykeller, yaşanan
başarısızlığın ardından 3 yıldır Türk bilim adamları
tarafından onarılıyor.
Bu ay
içerisinde Türk bilim adamlarından oluşan yaklaşık
30 kişilik bir ekip, son aşamasına gelinen
çalışmalarına devam etmek için Adıyaman'a gelecek.
UNESCO tarafından dünyanın 8. harikası olarak
gösterilen
2206 metre
yüksekliğindeki Nemrut Dağının zirvesinde bulunan
heykelleri koruma altına alabilmek için bakterili
koruma yöntemi dahil çeşitli yöntemler deneyen bilim
adamları, bu yılın sonunda yapılan çalışmaları bir
rapor şekline getirecek.
3 yıldır
yapılan çalışmaların iyi sonuç verdiğini dile
getiren Kültür ve Turizm İl Müdürü Mustafa Ekinci,
sonucun az mı yoksa çok mu iyi olduğuna çalışmalara
katılan bilim adamlarının karar vereceğini söyledi.
Nemrut
Dağı'ndaki heykellerin 2000 yıldır doğal haline
bırakıldığını belirten Ekinci, doğru yöntem
seçildiği takdirde heykeller 2000 yıl daha doğal
haline bırakılabilir dedi. Onarım çalışmalarında
eserleri heder etmek istemedikleri için hassas
çalıştıklarını ifade eden Kültür ve Turizm Müdürü
Mustafa Ekinci: "Nemrut Dağının zirvesinde bulunan
heykellerin onarımı bugüne kadar yapılmamış bir
yöntem ile yapılmaya çalışılıyor. Diğer tarihi
eserlere uygulanan onarım ve koruma yöntemleri bu
heykellere uymuyor. Bu heykeller için bilim
adamlarımız farklı bir yöntem geliştirdi. Bu ay
içerisinde bilim adamlarımız Adıyaman'a gelecek ve
çalışmalarına devam edecekler" dedi.
Öte yandan Nemrut Dağı eteklerinde yapılması
planlanan hizmet evi ve kent merkezinde bulunan
tarihi tuz hanındaki çalışmalar hakkında bilgiler de
veren Ekinci, ödeneklerin çıktığını belirtirken,
şunları söyledi: "Hizmet evinin ihalesi yapıldı.
İhaleyi kazanan firma da belli oldu fakat başka bir
firma ihaleye itiraz etti. Sonuç olarak Kamu İhale
Kurumundan gelecek sonucu bekliyoruz. Sonucunda bir
aya yakın bir tarihte bize bildirileceğini
düşünüyorum. Tuz Hanı'yla ilgili de kamulaştırma
yapılır yapılmaz kazmayı vuracağız. Ödenek hazır, İl
Özel İdare'den kamulaştırma bekliyoruz."
Turizm Gazetesi, 16.09.2010
MÜZELERDE 'SIR' İHALE
Aralarında
"İstanbul Ayasofya Müzesi, Topkapı ve Harem Bölümü,
Efes Örenyeri, Göreme Açık Hava Müzesi"nin de
bulunduğu, Türkiye'nin en önde gelen 48 müze ve
örenyerinin gişe kontrol sistemlerinin
özelleştirilmesi ihalesi başladı.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, ihaleye kaç firmanın
katıldığı ve bunların isimleri dahil ana bilgilerini
açıklamazken, Cumhuriyet’e bilgi veren bir bakanlık
yetkilisi, “Bakanlık bundan önce yapılan müze ve
örenyerlerinin satış mağazaları ihalesinde olduğu
gibi bu ihaleyi de basından ve kamuoyundan
kaçırıyor” diye konuştu.
Şartnameye göre ihaleyi alan yüklenici, aynı zamanda
işi denetleyecek. Yüklenici teklifiyle bilet
fiyatları artabilecek, şartnamede belirtilmeyen
“yeni ürün ve alanlar” da pazarlanabilecek. Bakanlık
yetkilileri, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın 28 Haziran’da duyurduğu ihaleye
Cumhuriyet’in ısrarlı sorularına karşın, şimdiye dek
kaç firmanın katıldığı ve katılan firmaların
bilgilerini vermedi.
Yetkililer, “İhalede şimdiye kadar kaç firma teklif
verdi, bu firmalar kimler, ihale süreci nasıl
işleyecek” sorularını, “Bu bilgilerin tümü sonuç
aşamasında açıklanacak.
Bu süreçten önce bilgi vermemiz kesinlikle yasak.
İhale süreci başladı, bir hafta devam edecek”
şeklinde yanıtladı. İhalenin basına kapalı yapılması
ve Anadolu Ajansı tarafından da izlenmemesi dikkat
çekti.
Bakanlığın ihale şartnamesine göre zorunlu belgeleri
uygun bulunan istekliler, dünden itibaren birer
saatlik sunumlarla “Faaliyet Projesi Teklifleri”ni
sunacak. Şartnameye göre her işgünü en fazla dört
sunum yapılacak. Bakanlık yetkililerinin ihalenin
bir hafta kadar süreceğini belirtmelerinden, ihaleye
15-20 firmanın katıldığı sonucu çıkıyor.
İhale şartnamesinin bazı hükümleri ise şöyle:
Kültürel miraslar ‘işyeri’ oldu:
Şartnamede müze ve örenyerleri “işyeri” olarak
tanımlandı.
Yüklenici aynı zamanda denetleyici:
Şartnameye göre “mal ve hizmetler anlamında
yüklenici faaliyetlerini denetleyecek” Proje
Denetleme Grubu (PDG) üyeleri arasına, yüklenicinin
atayacağı Proje Geliştirme Grubu (PGG) başkanı da
katılıyor. Böylece projeyi denetleyecek grup içinde
yüklenicinin elemanı da bulunacak.
Giriş fiyatları artabilecek:
Şartnamede “fiyat belirlemeleri Bakanlık tarafından
yapılacak, yüklenici belirtilen konularda teklif
getirebilecektir” denilerek müze ve örenyerlerine
girişlerdeki fiyatların artırılmasının önü açıldı.
İhale kapsamı genişletildi:
Şartnameye “başta İstanbul olmak üzere, İzmir,
Antalya, Muğla, Nevşehir illerindeki ziyaret
alanlarına veya kültür turizmine hizmet edecek
başkaca alanlara” ifadesi eklenerek, 48 müze ve
örenyeri dışındaki yerler de ihale kapsamına alındı.
Gelirde sınır yok: Şartnamede
sayılan gelirlerin yanı sıra “başkaca gelir elde
edilmesi”nin de “mümkün olup teklif edilebileceği”
ifade edildi.
Cumhuriyet, Haber: Sela Güneysu - Murat Kışlalı,
16.09.2010
KYME KAZILARI HIZLA
DEVAM EDİYOR
28 yıldır sürdürülmekte
olan Kyme kazılarına bu yılda önemli bir ivme
kazandırılarak hızla devam edildi.
1982 Yılında Catania
Üniversitesince ve Od. Prof. Sebastiana Lagona
başkanlığında başlatılan kazı çalışmalarına 2008
Yılından bu yana Calabria Üniveritesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Antonio La Marca başkanlığında,
sürdürülmektedir.
La Marca, Ören yerinin
giderek teşhir edilebilir düzeye geldiğini ve Aliağa
turizmine önemli bir katkı sağlayacağını belirterek,
sponsor katkılarının önemine değindi.
Kazının
hızlandırılmasında sponsorlardan alınan maddi
desteğin önemli bir yeri olduğunu belirten La Marca,
maddi destek veren başta Aliağa Belediyesi olmak
üzere, Eldor di, Pasova Laporte gibi İtalyan
firmalarının yanı sıra, Nemrut’ta iskelesi olan, Ege
Gübre, İDÇ, Şimşekler ve Batıçim gibi Türk
firmalarına teşekkür etti. Diğer firmaların da aynı
hassasiyeti göstermeleri halinde Kyme’nin kısa
sürede gün yüzüne çıkarılacağını söyledi.
Kyme’nin bilindiği gibi
MÖ 8. yy. ile MS 12. ve 13. yy. dönemi arasında Geç
Hellenistik Çağ, Geç Roma ve Bizans Dönemi yapıları
barındıran17 asırlık bir geçmişe sahip, Aiolis’in en
büyük bir ticaret merkezi ve limanı olduğunu
belirtti.
Kyme kazı başkanı Prof.
La Marca geçmiş yıllarda bir kısmı gün yüzüne
çıkarılan Agorada genç Roma dönemine ait Nekropol(mezarlık),
Tiyatro alanında; Orkestra ( Sahne) ve bir Stoanın (
Barınma alanı, dinlenme yeri) bir bölümü ile, güney
tepede bulunan Hellenistik- Roma dönemine ait
villanın bir bölümünün çıkarıldığını, 2010 yılı
kazılarında da aynı alanlarda kazılara devam
edilerek, önemli ve yeni buluntular elde edildiğini
söyledi.
Roma Dönemi Agoranın (
Pazar yerinin) büyük bir bölümünün daha kazılarak,
mezarların ortaya çıkarıldığının da altını çizen
Marca, “. Mezarlığın kazısı büyük oranda tamamlandı.
Agora, geçmiş dönemlerde, kentin merkezinde bulunan,
ticari, siyasi ve sanatsal aktivitelerin yürütüldüğü
alanlar olarak kullanıldığını vurgulayan La Marca,
agoranın yanı sıra, yine İ.S. 5-7. yy a ait olduğu
düşünülen Nekropolis (Mezar) çıkartıldı.
Yine Agora alanında,
liman alanındaki Orta Çağ kalesi ile çağdaş 250-300
m2 büyüklüğünde bir yapı ortaya çıktı. Aynı alanda
Erken Bizans dönemine ait 3 farklı Şapele ( Küçük
Kilise) ait temeller bulundu” dedi.
La Marca, yapılan
kazılarda, Agora alanının MÖ 8. Y.Y. dan MS 12. y.y
a kadar kullanıldığı, bu 2000 yıllık süreçte, 14-15
farklı evrenin yaşandığı tespitinde bulundu. Agora
alanındaki bu bulguların yanı sıra, Stoa (üstü
kapalı, sütunlu dinlenme ve barınma yeri) alanında
da kazıların sürdürüldüğünü, çok önemli bulgulara
ulaşıldığını belirten La Marca;”Önceki kazılarda
stoanın çok az bir bölümünü, bu yılki kazılarda ise,
14m. eninde ve 125 m. uzunluğunda bir yapı olduğu
ortaya çıktı. Bu haliyle Kyme stoasının dünyadaki en
büyük stoası olduğu anlaşılmıştır.” Diyerek
sözlerini şöyle sürdürdü.”Hellenistik Roma
villasında sürdürülen kazılarda, bu villanın
yaklaşık 300 m2 ‘lik bölümü ortaya çıkarıldı. Kuzey
Tepe olarak adlandırılan alanda yapılan kazılarda
ise; çok sayıda pişmiş toprak heykelcikle,
Hellenistik döneme ait sur duvarının devamı ortaya
çıkarıldı. Böylece Hellenistik dönemde Kyme’nin bır
sur ile çevrili olduğu anlaşıldı” diyerek ”Uzun bir
aradan sonra, bu yıl Kyme Limanı'nda su altı
araştırmalar yapıldığını, bu çalışmalar sonucunda
limanın deniz altında 300 m. Devam ettiği,
anlaşılmıştır. Ayrıca, deniz kıyısına paralel olarak
uzanan 90 m. uzunluğunda stoa benzeri bir yapı
tespit edilmiştir.” dedi.
Antonio La Marca,
kazıların hızlandırıldığını, öte yandan da, geçmiş
yıllarda gün yüzüne çıkarılan, kalenin
restorasyonuna devam edildiğini belirterek, bu
yapılan restorasyonla, insanların kale üzerine
çıkıp, hem kaleyi, ve hem de Kyme’yi daha yüksekten
izleme olanağına kavuşturulduğunu belirterek,
“sponsorlardan önemli bir destek alındığını böylece
hem kazı evinde hem de kazı alanında restorasyon
işlerine hız verildiğini bu sayede de, çıkarılan
eserler hem orijinine uygun hale getiriliyor, hem de
gün yüzüne çıkarılmış eserlerin doğa ve başka dış
etkilerden korunmasını sağlamasının eserin daha iyi
algılanmasına da katkı sağlamış oluyor.” dedi.
Aliağa’nın 15 Km.
kuzeyinde bulunan antik Aigai ören yeri kazılarını
yürüten Prof.Dr. Ersin Doğer, Kyme kazılarına bir
nezaket ziyaretinde bulundu. La Marca ile birlikte
yapılan kazıları gezen Prof. Ersin Doğer; geçmişte
kendisinin de arkeolog olarak katıldığı, Kyme’ye bir
nezaket ziyaretinde bulundu.
Gezi sırasında temelleri
bu yıl ortaya çıkartılan, ama sütunları bulunamayan
stoa ve diğer yapılarda sütuna rastlanmadığınla
ilgili olarak şu görüşleri dile getirdi. “Kyme’nin
taşları İstanbul camilerinde ” dedi. Ersin Doğer ”
Osmanlı, İstanbul’u fethinden itibaren İstanbul’daki
bir çok camiyi Ege’deki ören yerlerinden getirttiği
taşlarla inşa etmiştir. Fatih’in amirallerinden
Yusuf Paşa 1457′lerde, Ege kıyılarındaki ören
yerlerini yıkarak, mermer sütunlarını ve değerli
taşları İstanbul’a taşınmış, cami ve kemer
inşaatlarında kullanılmıştır. Kyme ve Foça, Efes,
Halikarnasos ( Bodrum) Kentlerin mermer ve düzeni
taş bloklarının İstanbul’a taşınarak Oradaki Osmanlı
inşaatlarında kullanılmıştır” diyerek sözlerini
sürdürdü. “Onun için dikkat edilirse, Kıyıda kurulu
ören yerlerinde sütun ve benzeri yapılara rastlama
pek mümkün olmamaktadır.” dedi.
Aliağa Ekspres,
16.09.2010
SAMAN, KÜL VE TUZLA RESTORASYON
Tarihi
Van Kalesi'nin zirvesinde bulunan
Süleyman Han Camisi, 476 yıl aradan sonra
saman, tuz ve küllerin kullanıldığı özel bir çamur
karışımıyla restore edildi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Mühendislik Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi
Yrd.Doç.Dr. Şahabettin Öztürk, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Süleyman Han
Camisi'nin yapım tarihinin kesin olarak
bilinmediğini söyledi. Resmi kayıtlara göre caminin,
1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından ciddi
bir onarıma tutulduğunu ifade eden Öztürk, şöyle
devam etti:
''Hatta bu onarımda Mimar Sinan'ın da yer aldığı
bilinmektedir. Eski Van kentinden 100 metre
yükseklikteki kalenin hakim tepesinde kurulan
Süleyman Han Camisi, kullanılan malzeme ve gerekse
yapım tekniği ile Anadolu'nun birçok yerinde yapılan
camilerden farklı bir görünüme sahiptir. Bu
farklılığın nedeni ise kullanılan malzemedir.
Geleneksel Van sivil mimarisinde bolca ahşap ve
kerpiç kullanılmıştır.''
Süleyman Han Camisi ile ilgili kazı çalışmalarının,
1983-1984 yıllarında yapıldığını anlatan Öztürk,
şöyle konuştu:
''Kazılar sonucu bazı veriler ortaya çıkarılmış olsa
da çok ciddi bir çalışma yapılmadığını görüyoruz.
Van Valiliği tarafından 2008-2009 yılları arasında
hazırlanan proje kapsamında, bu yıl restorasyon
çalışmaları yapıldı.''
Restorasyonu üstlenen firmanın şantiye şefi
Adnan Vural ise çalışmalarda, 50 kişilik
ekibin görev aldığını ifade ederek, şöyle devam
etti:
''50 kişilik bir ekiple dönüşümlü olarak gece ve
gündüz çalıştık. Camide sivil mimari örneklerinde
kerpiç ahşap karışımı malzemeler var. Ağırlıklı
olarak kerpiç malzeme bulunmakta. Biz de
restorasyonda 20 bin kalıp kerpiç kullandık. İçine
saman, odun külü ve tuz katarak oluşturduğumuz çamur
karışımını restorasyonda kullandık. Tavana ise ahşap
döşedik. Kalenin zirvesine malzeme gönderebilmek
için asansör kullandık.''
Yapı, 16.09.2010
İTALYAN AKADEMİSYENLER AYASOFYA'NIN İZLERİNİN
PEŞİNDE
İtalya'nın iki üniversitesinden ikisi profesör üç
bilim insanı, Kırklareli'nin Vize
İlçesi'nde cami olarak kullanılan
Ayasofya
Kilisesi'nden çıkarılan mimari eserler
üzerinde bilimsel çalışma yapmaya başladı.
Kırklareli Kültür ve Turizm Müdürü
Mustafa
Akkaya, müzede basın mensuplarına yaptığı
açıklamada, 8 yıldır İstanbul Ayasofya Müzesi'ndeki
eserler üzerinde araştırmalar yapan İtalya'nın
çeşitli üniversitelerinin öğretim üyelerinden oluşan
bir grubun, bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığından
alınan izinle Kırklareli'nin Vize İlçesindeki
Ayasofya Kilisesi'nin kurtarma kazılarında çıkarılan
Bizans, Roma ve Osmanlı dönemine ait mimari eserler
üzerinde bilimsel çalışma yaptıklarını söyledi.
Kırklareli Müzesi'ndeki mimari eserler ve envanter
kayıtları üzerindeki çalışmanın, Roma Tor Vergata
Üniversitesi'nden öğretim üyesi
Prof.Dr. Claudia Barsanti ve aynı üniversiteden
öğretim üyesi Doç.Dr. Silvia Pedone
ile Roma Sapienza Üniversitesinden öğretim üyesi
Prof.Dr. Alessandra Guiglia
tarafından sürdürüldüğünü ifade eden Akkaya, üç
öğretim üyesinin yaptığı çalışmaların bilimsel
kongrelerde bildiri olarak sunulacağını belirtti.
Müze Müdürlüğü'nün işbirliğiyle yürütülen
çalışmalarda grubun, Vize İlçesi'ndeki Ayasofya
Kilisesi'nde de incelemelerde bulunacağını anlatan Akkaya, ''Elde edilen veriler, Kültür ve Turizm
Bakanlığının yayın organlarında yer alacak.
Kırklareli, bu yönüyle Roma Üniversitelerinde de en
iyi şekilde tanıtılacak. Bir hafta sürecek
çalışmalar, gelecek yıl daha uzun bir süreye
yayılacak. Bu çalışmayla Kırklareli ve Vize'nin
Bizans, Roma ve Osmanlı dönemlerinin bilinmeyen
yönleri ortaya çıkarılacak. Vize Ayasofya'sının MS
6. yüzyılda yapılmış ve aynı tarihe ait
İstanbul'daki dünyanın 8. harikası durumundaki
Ayasofya ile ortak özellikleri dile getirilecek''
dedi.
Araştırma ekibi, müzedeki Bizans, Roma ve Osmanlı
dönemine ait mimari kalıntıların çizimini ve
fotoğraflarını çekerek, tarihlendirmeye çalışıyor.
Vize Ayasofyası'nın tarihçesi
Gazi Süleyman Paşa Camisi ismi ile tanınan yapı, MS
5-6. yüzyıllarda antik bir yapının kalıntıları
üzerine bazilika planında yapılmış bir Bizans
kilisesi. Bu yapı aynı zamanda Küçük Ayasofya olarak
da tanınıyor. Ahşap çatılı taş ve tuğladan yapılmış,
üç apsidli bu yapının içerisi ilk yapımında üçer
sütunlu iki dizi ile üç nefe ayrılmış, sonraki
yıllarda bu sütunların yerini payeler almıştır.
Üzerini örten ahşap çatı ise bir süre sonra yıkılmış
7-8. yüzyıllar da buraya yüksek kasnaklı bir kubbe
yapılmış. Bu kubbenin dışında kalan yerler de tonoz
örtülü. Değişik dönemlerde yapılan onarımlar
sonucunda bu camide farklı bir plan düzeni ortaya
çıkmış. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde yapılan
onarımlar yapının orijinalliğinden büyük ölçüde
uzaklaşmasına neden olmuş. Mimari yönden
bakıldığında yapının altı bazilika, üzeri de kapalı
Yunan haçı planında.
Hadım Süleyman Paşa, Vize Ayasofya'sını 16. yüzyılda
camiye çevirmiş ve içerisine apsise göre biraz daha
güneyine mihrap, minber ve narteksin güney duvarına
da bir minare eklemiş. Minber günümüze gelememiş.
Mihrabın üzeri geometrik kalem işleri ile bezenmiş.
Caminin ahşap mahfillerinde ve üst kata çıkan
merdivenlerinin yalnızca izleri görülüyor.
15-20. yüzyıllarda içerisi kalem işleri ile bezenen
yapının 1952-1953 yıllarında onarılması
kararlaştırılmışsa da bu işlem uzun süre
geciktirilmiş ve 1980'li yıllarda restore edildi.
Yapı, 16.09.2010
PARION ANTİK
KENTİNDEKİ BRONZ AMFORA GÖRÜCÜYE ÇIKTI
Çanakkale’nin Biga
İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'ndeki Parion antik
kentindeki kazılarda bulunan MÖ 4. yüzyıla ait
tarihi bronz amfora, görücüye çıktı.
Çanakkale Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürü ve Arkeolog
Tevhid Kekeç, Çanakkale Arkeoloji Müzesinde
sergilenen bronz amforanın tanıtım toplantısında
yaptığı konuşmada, bronz amforanın 2005 yılı Parion
antik kenti kazıları sırasında kentin güney
nekropolünde bulunduğunu belirtti.
Otuz dört santimetre
yüksekliğindeki amforanın dışa döndürülmüş ağız
bölümünde yumurta ve ok dizisi, onun altında ise
bezemesiz boyun bölümü bulunduğunu anlatan Kekeç,
”Omuz bölümü dil motifiyle süslenmiş amforanın
gövdesindeki ana sahnede tanrı Dionysos’un dinsel
seremonisi içinde kendinden geçmiş şekilde dans eden
Satyr ve Menad figürleri işlenmiştir” dedi.
Kekeç, saçları dağılmış
şekilde işlenen figürlerin ellerinde Thyrsos ve
meşaleler, sırtlarında arkaya doğru savrulmuş panter
postu bulunduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:
”Aplik olarak yerleştirilmiş iki kulpta, 2 adet uzun
dil motifi, altında bir sıra nokta dizisi ve İonik
Kyma ve onun altında da çok iyi bir işçiliğe sahip
Eros figürleri görülmektedir. Eros figürlerinin
ikisi de başlarını sola çevirmiş ve sol ayakları öne
atılmıştır. İkisinin de göğüslerinde çapraz bantlar
vardır. Bu çapraz bantlar yanında figürlerin
bileklikleri ve halhalları da gümüşten yapılmıştır.
Genel görünüş bakımından birbirine çok benzeyen
Eroslardan daha fazla tahrip olanının sol elinde koç
başlı Ryton ve sağ elinde Oinochoe bulunurken, diğer
Eros figürünün sol elinde deniz kabuğu ve sağ elinde
çelenk bulunmaktadır. Çok özel bir işçiliğe sahip
kabın kaidesi de İonik Kyma ile süslenmiş ve üçgen
ayrıntılar içinde yine gümüş kullanılmıştır. Tüm
ayrıntılarıyla dikkat çeken bronz amfora MÖ 4.
yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmektedir.”
Bilim, Sanat ve Kültür
Etkinlikleri Derneği (ÇABİSAK) Başkanı Saim Yavuz,
15-29 Eylül tarihleri arasında sekizincisi
düzenlenen ”Çanakkale Troas Arkeoloji Buluşması”
etkinlikleri çerçevesinde önemli bir sergilemeyi
gerçekleştirdiklerini bildirerek, ”Çanakkale
Arkeoloji Müzesinde Parion antik kenti kazılarında
elde edilen özel bir eser sergilenecek. Bu eser özel
olarak arşivlerden çıkartıldı. 29 Eylüle kadar
sergilenecek” dedi.
2005 yılında başlayan
Parion antik kent kazıları, halen Atatürk
Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr.
Cevat Başaran başkanlığındaki bir ekip tarafından
sürdürülüyor.
Cumhuriyet, 16.09.2010
OSMANLI ARKEOLOJİSİNİN BİLİNMEZLERİ
Osmanlı medeniyetinin küresel tarihin mantıklı bir
uzantısı olduğuna inanan tarihçiler, tarihimizi yeni
baştan yazıyorlar. Artık bu çabaya arkeoloji de
dahil oldu...
1980'lerin sonlarına kadar arkeologlar yalnızca uzak
geçmişle ilgilendiler. Bundan en çok Ortaçağ
medeniyetlerinin bir numarası olan Osmanlı
İmparatorluğu zarar gördü. Bu yüzden günümüzde
mesela Hititler'i, Frigler'i gündelik hayatlarına
varıncaya kadar biliriz de Osman Gazi'nin Söğüt'e ne
zaman, nereden geldiği hala meçhulümüzdür. Çünkü
Osmanlı yadigarı, Cumhuriyet'ten sonra beslenilecek
bir kaynak yerine rejim için bir tehdit olarak
algılandı. Yaklaşık bir asırdan beri yakamızdan
düşmeyen bu kompleks yüzünden koskoca Osmanlı,
üniversal araştırmalara kapandı, Vakıflar Kurumu'nun
şefkatine, Anıtlar Kurulu'nun merhametine terk
edildi.
Son yıllarda yerli - yabancı bazı tarihçiler,
ancak yurtdışında ve bilhassa Amerikan
üniversitelerinde Osmanlı İmparatorluğu'nun
geçmişine dair yeni açılımlar ortaya koymaya
başladılar. Chicago Üniversitesi'nde Halil İnalcık,
Harvard Üniversitesi'nde Cemal Kafadar, Princeton
Üniversitesi'nde Heat W. Lowry ve öğrencileri,
yaptıkları çalışmalarla Osmanlı'nın kuruluşuna dair
pek çok bilinmezi aydınlattılar. Hatta bazı "doğru
bildiğimiz yanlışlar"ı da düzelttiler. Bunlardan
bazıları popüler basında birinci sayfa haberi olacak
kadar ilgi gördü. Mesela doğru bildiğimiz
yanlışlardan biri Osmanlı Devleti'nin 1299 yılında
Söğüt'te kurulduğuydu. Oysa gerçek kuruluş tarihinin
27 Temmuz 1303 olduğu, kurulduğu yerin de bugün
Yalova'nın bir köyü olan Koyunhisar olduğu meydana
çıktı. Hatta bu yüzden, her yıl kuruluş şenlikleri
düzenleyen Söğüt Belediyesi ile bundan böyle
şenliğin kendileri tarafından düzenleneceğini ilan
eden Koyunhisar muhtarı arasında basında ağız dalaşı
bile yaşandı.
Bugün Osmanlı medeniyetinin, küresel tarihin
mantıklı bir uzantısı olduğuna inanan tarihçiler,
Bizans, Ermeni, Fars, Arap, Rus kaynaklarından
yaptıkları karşılaştırmalarla tarihimizi yenibaştan
yazıyorlar. Artık bu çabaya arkeoloji de dahil oldu.
Günhan Danışman'ın "Osmanlı Arkeolojisi" adlı
kitabından öğrendiğimize göre, Osmanlı mirasının
Misak-ı Milli sınırları dışında kalan topraklarında
"yabancılar" bizim için arkeoloji çalışmaları
yapıyorlar: "Brumfield'in Girit'teki yüzey
araştırması, köy evleri, tahıl ve zeytin
değirmenleri, üzüm ezimevleri ve ekmek fırınları
yoluyla yerel halkın Osmanlı yönetimiyle olan
ilişkilerini ortaya koydu.
Ziadeh-Seely'nin Filistin'deki Ti'innik
Köyündeki
kazıları, bir yandan Osmanlı dönemi katmanlarının
mimari zenginliğini belirlerken, diğer yandan yerel
halkın gündelik yaşamının ayrıntılarının ortaya
çıkardı. Kuniholm'un Anadolu ve Balkanlar'daki
Osmanlı dönemi ahşap yapıları üzerinde yürüttüğü (dendrokronoloji)
yöntemiyle çok daha önceki dönemlerde Anadolu'da
Türk yerleşmeleri olduğunu ispatladı. Baram'ın
İsrail kazılarında bulduğu seramiklerle Carroll'un
Anadolu'da bulduğu seramiklerin aynı olduğu
anlaşıldı. Kızıldeniz'deki Sardana Adası batığından
çıkarılan Çin porselenleri üzerindeki ‘Osmanlı
mührü', uzun mesafelerle yapılan yaygın ticareti
gösteriyor."
"Elalem" bizim tarihimize bu kadar meraklıyken,
acaba Türk arkeologlar Osmanlı devrinin bilinmezleri
için neler yapıyorlar? Galiba bu konuda halen
sürmekte olan iki yüzey araştırması var; biri
Eskişehir - Karacahisar'da, öbürüyse Kırklareli -
Demirköy'deki Fatih Dökümhanesi'nde. Karacahisar'da
bu güne kadar ortaya ne çıkarıldı bilmiyoruz ama
Fatih Dökümhanesi hakkında bir şeyler
söyleyebiliriz. Güya İstanbul'un fethi sırasında
surları döven topların gülleler burada dökülmüş. Bu
henüz kanıtlanamadı. Bir başka kanıtlanamayan
rivayet ise, Karagöz'ün İstanbul'a gelmeden önce
burada demirci olarak çalıştı. Bu söylentiler kazı
alanını ilgi merkezi haline getirdi.
Dökümhanenin bir devlet işletmesi olduğunu
gösteren en eski belge 1696 tarihli. Bölgede
çalışmalar 2001'den beri sürüyor. Vaktiyle binlerce
kişinin çalıştığı anlaşılan dökümhanenin Traklar'dan,
Bizans'a oradan da bize geçtiği tahmin ediliyor.
Buraya işçiler için bir mescid yapılmış. Bu restore
kapsamında. Dökümhanede kılıç, kalkan, mızrak, havan
topu, zincir, gülle, mermi, nal, pulluk gibi tarım
aletleri üretilmiş. Kazı başkanı Prof.Dr. Günhan
Danışman'ın zamansız ölümü nedeniyle 2009'da ara
verilen çalışmalara bu yıl Mimar Sinan
Üniversitesi'nden Doç.Dr. Nurcan Yazıcı başkanlık
etti. Türk Bilim Tarihi Kurumu idarecisi Ekmeleddin
İhsanoğlu ve Kırklareli Müzesi'nin de desteğini alan
ekipte Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Hadi Özbal,
İTÜ'den Prof. Gülsün Tanyeli, Erdoğan Canbaz,
Mustafa Kaçar da yer alıyor.
Yerli - yabancı tüm bu çalışmalar, erken dönem
Osmanlı arkeolojisinin çok zengin olasılıklarına
işaret ediyor. İmparatorluğun her köşesinde yaşanan
değişimin tarihsel ve toplumsal süreçlerinin tam
olarak bir parçası olduğunu ortaya koyuyor ve tabii
arkeologlarımıza bu konuda daha çok iş düşüyor.
Ntvmsnbc, 16.09.2010
İSTANBUL'DA DÜNYA KÜLTÜR MİRASI ZİRVESİ
Kongrede,
kültürel mirası koruma ve Doğu Akdeniz konuları ele
alınacak.
23. Uluslararası Tarih ve Sanat Eserlerini Koruma
Enstitüsü (IIC - International Institute for
Conservation of Historic and Artistic Works)
Kongresi, ilk kez İstanbul'da düzenlenecek. Sabancı
Üniversitesinden yapılan yazılı açıklamada, IIC'nin,
iki yılda bir düzenlediği kongrenin Sabancı
Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nin iş birliğiyle
20-24 Eylül tarihleri arasında İstanbul'da
gerçekleştirileceği belirtildi.
Sabancı Center'da yapılacak 23. IIC Kongresi'nde
''Kültürel Mirası Koruma ve Doğu Akdeniz'' konusunun
ele alınacağı ve dünyanın en eski ve köklü
uygarlıklarının doğum yeri olan Doğu Akdeniz'e ait
kültür mirasının korunmasının tartışılacağı ifade
edildi. Kongrede bildiri sunacak uluslararası
uzmanların, Doğu Akdeniz topraklarını kültür mirası
açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biri
yapan eserlerin, arkeolojik alanların, sıra dışı
mimari örneklerin bakımı ve korunmasıyla ilgili
fikir alışverişi yapacağına işaret edilen
açıklamada, şunlar kaydedildi:
''40'ın üzerinde konuşmacının katılacağı
kongrede, 'sit alanı ve kent konservasyonu
yönetimi', 'dokumalar, heykel, deri ve el
yazmalarının korunması ve araştırılması' konuları
ele alınacak. Toplantıda ayrıca, 'iç mekan
resimleri, dekoratif yüzeyler, mozaik, duvar ve
mezar resimleri konservasyonu', 'konservasyon tarihi
ve tekniklerinin incelenmesi' konuları da
anlatılacak. Uygulamaları ve bu alandaki ileri
teknolojiyi karşılaştıracak konuşmacılar,
gelişmeleri paylaşarak, Doğu Akdeniz'in eşsiz
kültürel mirasının korunmasına dikkati çekecek.''
Açıklamada görüşlerine yer verilen Sakıp Sabancı
Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer, ''Tarihsel
değerlerin, geleceğin yaratılmasındaki büyük önemi
tartışılamaz. Bu birikimin, gelecek nesillere
aktarılabilmesi ise ancak kültürel mirasın
korunmasıyla gerçekleştirilebilir. Özellikle
hükümetlere ve yerel yönetimlere bu konuda çok iş
düşüyor. Zira günümüzde artık gelişen teknoloji, her
alanda olduğu gibi, kültürel mirasın korunmasında da
yeni yöntem ve uygulamaların hayata geçmesine olanak
tanıyor. Bu kongrenin, alanında dünya çapındaki
uzmanları bir araya getirerek, kültürel mirasın
önemine ve tüm yönleriyle korunmasına dikkati
çekeceğine inanıyorum'' dedi.
1950 yılında kurulan ve tüm dünyadaki tarihi
eserlerin ve sanat eserlerinin korunması için
gerekli yöntem ve çalışma standartlarının
uygulanmasını teşvik eden, uluslararası bağımsız bir
kuruluş olan IIC'nin, iki yılda bir, belirli konular
üzerine yoğunlaşan uluslararası kongreler
düzenlediği ifade edilerek, bugüne kadar, aralarında
Roma, Londra, New York, Washington, Paris ve
Kyoto'nun da bulunduğu büyük şehirlerde kongreler
gerçekleştirdiği kaydedildi.
Habertürk, 16.09.2010
KAŞ'A ETNOGRAFYA GALERİSİ
ÇEKÜL Vakfı ile Kaş Belediyesi'nin işbirliğiyle kurulan Kaş Kültür Evi'nde oluşturulan Kent Arşivi ve Etnografya Galerisi 24 Eylül'de açılıyor. Köy muhtarlarının desteğiyle bir araya gelen 10 kişilik halk komisyonunun topladığı tarihi objeler Kaş'ın yakın geçmişine de ayna tutacak.
Bölgenin zamana yenik düşerek kaybolan tarihi ve kültürel değerlerinin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla oluşturulan Kent Arşivi ve Etnografya Galerisi'nin yakın gelecekte müzeye dönüştürülmesi planlanıyor. Kaş Kültür Evi'nde 6 ayda oluşturulan galerinin açılışının ise 24 Eylül'de gerçekleştirileceği bildirildi.
Kaş Kültür Evi'nden yapılan açıklamada galeride yer alan objelerin tamamen bağışa dayandırılarak resmi kayıt altına alındığı ve bağışçıların Etnografik Galeri'de sergilenmek üzere ailelerine ait eski eser, kitap, fotoğraf, belge, doküman, alet, edevat, el işleri, giysi, eski dokuma, mutfak ve ev eşyaları gibi objeleri, sandıkta ya da dolap çekmecelerinde kalması yerine Kültür Evi'ne bağışlayarak, onların gün ışığına çıkarak herkes tarafından görünebilmesini sağlamış oldukları ifade edildi.
Açıklamada, "Bu doğrultuda verilen her bir obje, eşya, mutlaka kimden alındığı, kime ait olduğu veya kim tarafından kullanıldığı yanında yazılı olarak sergilenecektir. Ayrıca verilen eşya ve belgeye ilişkin tüm bilgiler ile veren kişinin imzalı dokümanı Kent Arşivi'nde tutulmaktadır. Böylelikle atalara ait emanetler en iyi şekilde korunarak emin ellerde hak ettiği biçimde değer kazanacaktır" denildi.
Antalya Kent Haber, 16.09.2010
YAŞAMIN İÇİNDE TARİHİ
'DRAMA'
Bornova Belediyesi,
ilçenin merkezinde tarihi yeniden canlandıracak.
Hükümet Konağı’nın hemen arkasındaki, 18’inci
yüzyıldan kalma Dramalılar Köşkü, restore edildikten
sonra turizme açılacak. Belediye Başkanı Kamil Okyay
Sındır, 2 bin 500 metrekare arsa içindeki konağın,
yapıldığı dönemi yansıtacak eserlerle
donatılacağını, Osmanlı ve
Rum yaşam tarzını
yansıtacak ‘yaşayan müze’ye dönüştürüleceğini
söyledi, şu bilgileri verdi: 1900’lerin havası
burada solunacak
“Ziyarete gelenler, kendilerini 18. Yüzyıl’ın
Drama’sında hissedecek. Avluda, döneme uygun kafeler
olacak. Köşk mutfağı, Osmanlı ve Rum lezzetlerini
sunacak. Ahıra atlar yerleştireceğiz. Görevli
seyisler eşliğinde mini gezintiler yapılabilecek.
1920’li yılların Dramalı
Ailesi’nin fotoğrafları, konağın dört bir yanını
süsleyecek. Balmumu heykeller de bulunacak. Osmanlı
ve Levanten kültürünü en güzel şekilde sunacağız.”
Milliyet Ege, 16.09.2010
YAZLIK ILICASI, ANITLAR'DAN ONAY BEKLİYOR
Gölcük Belediye Başkanı Mehmet Ellibeş, Yazlık Ilıcası’nda proje aşamasının tamamlandığını, Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylanması sonrası uygulama çalışmalarının başlatılacağını açıkladı. Gölcük Belediye Başkanı Ellibeş, çalışmalarının olumlu sonuçlanması ve aksamaması halinde 2012 yılında bölgenin en sağlıklı termal kaplıca oluşumunun gerçekleştirileceğini vurguladı.
Gölcük yolu üzerinden 15 km güneyde Yeniköy sınırları içerisinde bulunan Yazlık Ilıcası’nın Bizans dönemine ait Ayazma’nın içinden çıkan su kükürtlü ve kalevi oligometalik sular grubuna girdiğini kaydeden Başkan Ellibeş, Cilt hastalıklarına iyi gelen Ilıcanın restorasyon ve çevre düzenlemesine ilişkin proje ihalesinin tamamlandığını açıkladı. Projenin Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylanması sonrası uygulama projesinin ihalesinin yapılacağını söyledi.
Yazlık Ilıcası’nda halen kullanımına devam edilen suyun tahlili yaptırıldı, sedatif analijezik endokrin fonksiyonları düzenleyici olduğu ve birçok hastalığa iyi geldiği, su sıcaklığının 22 Cº ile 37 Cº arasında değişmiş olduğu tespit edildi. Termal Turizm Bölgesi ilan edilen Yazlık’ta ilk olarak, İl Özel İdaresi adına MTA tarafından jeotermal sahada 600 + 50 m derinliğinde sıcak su sondajı yapılmış ve olumlu sonuçlar alındı. Sonuçları değerlendiren yetkililer buradan çıkan suyun, cilt hastalıkları (sedef), mide hastalıkları, astım ve bunun gibi birçok hastalığa tedavi edebilecek durumda olduğu tespit ettiler.
Özgür Kocaeli, 16.09.2001
ÇOBANDEDE TARİHİ GÖRKEMİNE KAVUŞUYOR
Erzurum- Ağrı karayolunda Aras Nehri üzerinde bulunan 712 yıllık geçmişe sahip Çobandede Köprüsü’nde restorasyon çalışması başlatıldı. Define avcıları tarafından yağmalanarak taşları yerinden sökülen köprüde Karayolları 12'inci Bölge Müdürlüğü’nce başlatılan çalışmanın birkaç ay süreceği bildirildi.
İlhanlı hükümdarı Gazan Han zamanında yörede yapılan imar çalışmaları sırasında Vezir Salduzlu Emir Çoban Noyin tarafından 1297 - 1298 yıllarında yaptırılan Çobandede Köprüsü, 712 yıldır zamana direnmeye çalışıyor. Pasinler'in15 kilometre doğusundaki Aras Nehri üzerine inşa edilen 128 metre uzunluğunda, 8,5 metre genişliğinde, en büyük kemer açıklığı 13, en yüksek noktası 30 metre olan köprü en son 1946 - 1948 yılları arasında onarımdan geçirilmişti. Yıkılma tehlikesi bulunduğu için trafiğe kapatılan tarihi köprüde Karayolları 12'inci Bölge Müdürlüğü yıllar sonra restorasyon çalışması başlattı. Define avcıları tarafından yağmalanan ve taşları yerinden sökülen tarihi köprüdeki restorasyonu, dağılan Yugoslavya’da Sırplar tarafından bombalanan tarihi Mostar Köprüsü’ne yeniden yapan firma yürütüyor.
Yedi yuvarlak kemerli gözden meydana gelen köprünün ilk gözü son yıllarda yapılan onarım sırasında kapatıldı. Köprünün kemerleri siyah, kırmızı ve gri renkli kesme taşlardan oluşuyor. Taşların işlenişinde son derece ahenkli ve iyi bir işçilik gözleniyor. Ayrıca köprü ayaklarının altına yatay olarak ardıç ağaçları da yer alıyor. Böylece köprünün batmaması sağlanıyor. Köprü ağırlığını hafifletmek için de tampon duvarları arasında boşluklar bırakıldığı görülüyor. Köprünün ayakları üzerinde son derece güzel işlemeleri olan köşkler de yer alıyor.
Erzurum Gazetesi, 16.09.2010
KAZILARIN İLK AYAĞI TAMAMLANDI
Sinop'ta Bizans dönemine ait harabelerde bulunan Hıristiyan din adamlarına ait iskelet ve kalıntılar, özel antrepologlar tarafından incelenecek.
Balatlar mevkisinde başlatılan ve çok sayıda insan iskeletinin bulunduğu kazı çalışmalarının ilk bölümü tamamlandı. 20 yılı kapsayacak olan kazılar, binlerce yıl öncesine ışık tutacak. Hıristiyan din adamlarının mezarlarının da bulunduğu alanda kazıların başlatılmasıyla birlikte, Bakanlar Kurulu tarafından alan 'Balatlar Yapı Kompleksi ve Ören Yeri' ilan edildi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gülgün Köroğlu'nun başkanlığında gerçekleştirilen kazılar sırasında Hıristiyan din adamlarına ait olduğu belirlenen 3 önemli mezar ile çok sayıda insan iskeletine rastlandı.
Kazıların Haziran ayında tekrar başlayacağını belirten Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, kazılar sırasında bulunan ve kıyafetleriyle gömülen 3 din adamına ait iskeletlerin özel olarak yaptırılan ve hava almayan tabutlara konularak Sinop Arkeoloji Müzesi'ne kaldırıldığını söyledi. İskelet ve ceset kalıntılarının özel antrepologlar tarafından inceleneceğini belirten Hikmet Tosun, "Şu ana kadar 100-150 yıllık süreci kapsayan 1 ila 1.5 metrelik yüzeyde kazı çalışmaları yapıldı. Yapılan yüzey ve sondaj kazısıydı. Çalışma sırasında kemik parçaları dışında, alanda hamam kalıntısı ve büyük sütunlara rastlanıldı. Esas büyük bulgulara bundan sonra ulaşılacağını düşünüyoruz. Asıl dokuya bundan sonraki kazılarda inilecek" diye konuştu.
Sinop Kent Haber, 16.09.2001
DAVETSİZ MİSAFİR
Türk-Yunan ilişkilerinin belki de
en parlak dönemi, yarın
Atina’dan yola çıkan davetsiz
bir
misafir nedeniyle sarsıntıya uğrayabilir.
Washington’da ‘Uluslararası
Ayasofya Koalisyonu’ isimli bir sivil toplum
örgütünün kurucusu Chris Spirou, ‘Ayasofya’da ayin’
talebiyle yarın 40 kişilik bir grupla Dedeağaç’dan
kalkan otobüslerle
Türkiye’ye giriş yaparak Ayasofya’ya gidecek.
Dün
Ankara-Washington-Atina hattında yürütülen
diplomatik temaslar sonucunda, Spirou’nun ‘çok
ciddiye alınacak bir şahıs olmadığı’ ancak bu
provokatif eylemin
Türkiye’deki
Rumlara karşı milliyetçi bir tepkiye neden
olabileceği yorumları öne çıktı.
İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları dün ayrıca ayine
karşı çıkan Fener
Rum Patrikhanesi’yle de temas halindeydi. Ankara
açısından ‘Ayasofya’da ayin’, hem Türkiye’nin imajı,
hem de milliyetçi grupların yıllardır dile getirdiği
‘Ayasofya cami olsun’ kampanyasını tetikleyebileceği
için
siyaseten hassas.
Bizans döneminde (MS 360) Ayasofya, 1453’de
İstanbul’un fethiyle Osmanlı dönemi boyunca
camii olarak kullanıldı. Halen Kültür Bakanlığı’na
bağlı müze statüsünde.
Bir zamanlar
Sırp lider Miloseviç’e danışmanlık yapmış olan
Spirou, hem
ABD hem de
Yunanistan’da tartışmalı bir isim. Geçmişte
Erdoğan’a mektup yazan Spirou geçen hafta da
Ayasofya’da ayin yapacağını bir mektupla Atina’daki
Türk büyükelçiliğine bildirdi. Spirou tarafından
Washington’da kurulan sivil toplum kuruluşu
Uluslararası Ayasofya Koalisyonu, ABD’de bulunan Rum
örgütleri arasında marjinal sayılabilecek bir
durumda. Ancak derneğin kurucu ve avukatları
arasında
Bill Clinton’un avukatlığını yapan Lanny
Davis’in bulunması, siyasi çevrelerde bu girişimin
profilini biraz daha yükseltiyor. Başbakan Erdoğan’a
mektup da Lanny Davis’in hukuk firması tarafından
iletilmişti.
Ankara’nın bir başka sorunu, emniyet tarafından
Ayasofya’da ayini engellemek amacıyla yapılan
müdahalelerin dünyaya vereceği negatif fotoğraf
karesi. Sümela Manastırı ve Akdamar Kilisesi’ni
ibadete açarak özellikle
Avrupa Birliği’nden övgü alan hükümet, bunu
yanlış bir fotoğraf karesiyle bozmak istemiyor.
Belki de Cumhuriyet kurulalı beri Ankara’yla
ilişkilerinde en parlak dönemi yaşayan Patrikhane de
Spirou’ya karşı cephe aldı. Patrikhane’ye yakın bir
isim, bu eylemin Türkiye ve Yunanistan’da yaşayan
İstanbullu Rumların rahatsız olduğunu belirterek
‘Patrikhane’ye yönelik bir saldırıya neden
olacağından korkuyorlar. Ayini hangi papazlarla
yapacak bilemiyoruz. Ama bizden değiller. Zaten
İstanbul’da
Ortodoks ayini izni sadece Fener Rum
Patrikhanesi tarafından verilebilir’ dedi. Ortodoks
ayini, din adamlarının önderliğinde
düzenlenebiliyor. Spirou’nun grubunda yer alan din
adamlarının ise ABD’deki kiliselerle ilişkisi
olabileceği belirtiliyor.
Yarın Dedeağaç’dan giriş yapacak grubun sınırdan
çevrilmesi beklenmiyor. Ancak cuma günü öğlen saat 1
için planlanan eylemde Ayasofya’ya girmeleri
engellenebilir.
Milliyet, Haber: Aslı Aydıntaşbaş, 16.09.2010
******
AYİNE İZİN YOK
Yunan-Amerikan Kültür
Derneği Başkanı Chris Spyrou öncülüğündeki 200
kişilik bir Ortodoks grubun izinsiz olarak
Ayasofya’da bugün ayin yapma istemine Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay izin vermeyeceklerini
söyledi.
Günay, “Orada toplu
gösteriye izin verirsek, başka imkan verirsek, başka
dinlerin, başka toplulukların da benzer taleplerini
aynı şekilde karşılamamız gerekir” dedi.
İstanbul Emniyet
Müdürlüğü de alarma geçti. Emniyetin planına göre,
Ayasofya Müzesi ve çevresinde çoğunluğu Çevik
Kuvvet’ten 500 polis görev yapacak. Fener Rum
Patrikhanesi de ayin girişimiyle ilgilerinin
olmadığını açıkladı.
Merkezi
ABD’de bulunan
“Dünya Ayasofya Cemaati” adlı örgüt, Ayasofya’da
ayini ertelediklerini açıkladı. Örgütün başkanı
Yunan asıllı Amerikalı Chris Spyrou ’nun danışmanı
Athanasios Bakolas, Hürriyet’e açıklamasında,
Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Hasan Göğüş’ten
aldıkları mektup üzerine, Dedeağaç’ta olağanüstü bir
toplantı yaptıklarını ve Ayasofya’da ayinin
ertelenmesine karar verdiklerini söyledi.
Mektubun içeriği hakkında ise “Türk Büyükelçisi,
eylemimizin tahrik edici olduğunu ve Türk yasalarına
aykırı olduğunu belirtti ve buna izin
verilmeyeceğini vurguladı” dedi. “Türkiye’nin
tepkisi sert oldu” demekle yetinen Bakolas, erteleme
ve ziyaretin ne zaman gerçekleşeceği konusunda
ayrıntılı açıklama yapacaklarını ekledi.
Hürriyet, Haber: Yorgo
Kirbaki, 17.09.2010
******
ORTAYLI'DAN SPİKERE
FIRÇA
TRT Türk’te canlı
yayınlanan "Gümüş Hilal" programına katılan Tarih
Profesörü İlber Ortaylı, sunucu Buket Aydın’ı sert
bir şekilde azarladıktan sonra telefonu kapattı..
Spiker Buket Aydın
Ayasofya krizini
değerlendirmesi için İlber Ortaylı’la telefon
bağlantısı yaptı..
Bağlantının kurulmasının ardından Aydın ile Ortaylı
arasında ortam bir anda gerildi..
Ortaylı : (spikerin sözünü keserek) "Sümela
Manastırı ile Ahdamar Kilisesi Ayasofya’yı birbirine
karıştırmayın.. O ayrıca başka bir program
olabilir.. Ayasofya’nın bambaşka bir durumu vardır..
Böyle bir soru sorulmaz.. "
Aydın (gülümsemeye çalışarak) : "Eeee ben de bunu
sizden öğrenmek istiyorum.. Ayasofya’nın farkını
bizlere aktarabilir misiniz?
Ortaylı : İnkılap tarihi dersinde 1934 24 kasımında
Ayasofya’nın bir müze haline getirildiği öğretilir..
En azından benim zamanımda öğretiliyordu..
Aydın : Efendim tabii ki ben biliyorum, siz bu farkı
anlatın diye sordum.. Vatandaşlarımızı
bilgilendirmeniz açısından sordum..
Ortaylı : Valla çocuklarımızı bilgilendirmek
zorundayız.. Böyle bir soru sorulabilir mi böyle
memlekette? Boş iş.. Yani şimdi Ahdamar, Sümela
Manastırı ve Ayasofya’yı aynı kefeye koyarak? Böyle
bir soru nasıl sorulabilir ki?
Aydın: Efendim ben size böyle bir soru sormadım ki
siz sorumun bitmesini beklemediniz!
Ortaylı : Siz soru sormuyorsunuz şimdi bu moda böyle
oldu.. Onun için söylüyorum...
Milliyet, 17.09.2010
******
MEĞER KÜÇÜK
AYASOFYA'YMIŞ
Ayasofya'da ayin
krizinde yeni gelişme ortaya çıktı. Grubun
İstanbul'daki değil, her yıl ziyaret ettiği
Edirne'deki 'Küçük
Ayasofya' için izin istediği öğrenildi.
Tartışma ve tepkiler üzerine grup ziyaretini iptal
etti.
Yunan asıllı bir grup Amerikan vatandaşının
İstanbul'daki Ayasofya'da değil, her yıl ziyaret
ettiği
Edirne Enez'deki
Küçük Ayasofya'da
dini ayin için izin istediği ortaya çıktı. Ayin
krizinin yarattığı tartışma tepkiler üzerine
Amerikalı grup Türkiye ziyaretini dün gece iptal
etti. 200 kadar Amerikan vatandaşının bugün
İstanbul'a gelerek Ayasofya müzesi içinde bir dini
ayin yapacakları açıklanmıştı. Dünya "Sophialar"
günü ilan edilen 18 Eylül'de Ayasofya'da ayin
düzenlemek istediklerini açıklayan grubun lideri
Kris Spyrou,
"Amacımız Ayasofya gibi bir zamanlar dünyanın en
büyük, en görkemli kilisesinde dua etmek" demişti.
Bu açıklama sonrası Patrikhane'nin yanısıra Türk ve
Yunan dışişleri bakanlıkları da alarma geçmişti.
İstanbul
Fener Rum Patrikhanesi
de Ayasofya'da böyle bir etkinliğin yapılmasına
şiddetle karşı çıktı. Ancak Kris Spyrou'nun
başkanlığını yaptığı Uluslararası Ayasofya
Koalisyonu'nun, kardeş dernek ilan ettikleri
Dedeağaç ve Enez Sevenler Derneği aracılığıyla
Edirne Enez Kale mevkiindeki Küçük Ayasofya
Kilisesi'nde ayin düzenlemek için resmi başvuru
yaptığı ortaya çıktı. İstanbul Ayasofya için ise
resmi bir ayin talebi olmadığı açıklandı. Tartışma
ve tepkilerin sürmesi üzerine grup dün akşam aldığı
bir kararla Türkiye'ye gelmeyeceğini açıkladı.
Büyük Birlik Partisi (BBP) üyesi yaklaşık 30 kişi,
dün cuma namazı öncesi Ayasofya Müzesi önünde bir
gösteri yaptı.
“Yunan asıllı Amerikalı bir grubun
Ayasofya’da ayin
düzenleme planına” tepki gösteren grup adına konuşan
BBPİstanbul İl Başkanı
Bayram Karacan, kendilerinin Ayasofya’nın yeniden
ibadete açılması için çalışmalarını
yoğunlaştıracaklarını ifade etti. Kara-can,
Amerikalı grubun “ayin kararından vazgeçmesinin”
sevindirici olduğunu da belirtti. Polis,
Ayasofya Müzesi
içerisinde ve çevresinde geniş güvenlik önlemi aldı.
Milliyet, 18.09.2010
******
AYASOFYA
Ahali “Ulubatlı Hasan”
havasına girmişken limon sıkmak istemem ama,
adamların gelip ayin yapmak istediği Ayasofya, o
Ayasofya değil birader...
Edirne’deki Ayasofya!
Takip etmişsinizdir
mutlaka...
“Yunanlılar Ayasofya’ya ayine geliyor” diye bi haber
patladı, memleket ayağa kalktı. Kültür Bakanımız
ayine gelenlerin provokatör olduğunu söyledi. Eline
odunu alan Sultanahmet’e koştu, ki, sıkıyosa
gelsinler... Canlı yayın araçları kuruldu, yüzlerce
saat yayın yapıldı. Dışişleri Bakanımızın ABD ve
Yunan dışişleri bakanlarına fırça kaydığı anlatıldı.
Fener Patriği’ne röportaj talebinde bulun, altı ay
sonra anca cevap gelir, sanki Fener Patriği
gazetelere faks geçmiş gibi, çok rahatsız olduğu,
söz konusu ayine kesinlikle karşı çıktığı iddia
edildi.
Lafı kıçından anlama
uzmanı olan 25 kadar profesör ekrana çıkıp,
konuştu... (İlber Ortaylı’yı ve öbür saygın
profesörleri tenzih ediyorum, bu 25 kadar profesör
her konuda uzmandır zaten... “Zankiko truşko
meselesi hakkında ne diyorsunuz?” diye sor, “nedir
o?” demezler, “efendim, zankiko truşko meselesine
gelmeden önce” diye başlayıp, en az iki saat
anlatırlar!)
Velhasılıkelam...
Aslında, İstanbul’daki
değil, Edirne’deki Ayasofya’ya izin istemiş ve
almışlardı.
Sümela ve Akdamar’da
ayine izin verildiği için, “şansımızı deneyelim”
diye düşünüp, Başbakan’a mektup yazdılar, bi izin de
İstanbul Ayasofya için istediler. “Olmaz” dense, iş
bitecek, kapanacaktı. Ancak, cevap verilmeyip,
basına sızdırılınca, basın da lafı kıçından
anlayınca, mevzu çarşafa dolandı, ahali ayağa
kalktı. Hadise dallanıp budaklanınca, rezalet ortaya
çıkmasın diye, Edirne’de verilen izin de iptal
edildi.
İptal, aslında, o iptal.
(Buna benzer komedi,
Kayseri’de yaşanmıştı. Kadere bak, önceki sene, tam
bugün, 17 Eylül’de... Anadolu uygarlıkları belgeseli
çeken Türk ekibi, o dönemi canlandırabilmek için,
film icabı, Kayseri Kalesi’ne Bizans bayrağı
asmıştı. O da ne? Ahali ayaklandı. “Biz Türk’üz,
Müslüman’ız” diye yalvaran belgesel ekibi dövülmeye
kalkıldı; temsili Bizanslı kıyafeti giyen figüranlar
yumruklandı. Belgeselciler, polis tarafından
kurtarıldı, polis tarafından gözaltına alınarak,
sorgulandı. Ki, belgesel çekme iznini Vali’nin
verdiği ortaya çıktı. Polis’in Vali’den, Vali’nin
Polis’ten haberi yoktu. Neticede, belgesel
çekilemedi ama, iş tatlıya bağlandı, taksi
durağından temin edilen Türk bayrağı, kalenin
surlarına dikildi, İstiklal Marşı okundu!)
(Lafın sırası gelmişken,
bundan sonraki krizlere vesile olmaması için
belirtelim, Ayasofya sadece İstanbul’da yok; Edirne
Enez’de var, Bursa İznik’te var, Trabzon’da var,
Kırklareli Vize’de var. Edirne’de yapılması
planlanan ayin ilk değildi. Zırt pırt yapılır. Hatta
en son, gene Yunan heyeti, altı ay önce ayin yaptı
orada... Üstelik, Edirne’deki Ayasofya da cami
yapılmıştı, bakımsızlıktan çöktü, harabeye döndü,
müze ayaklarına yatıldı, müzede ayin olmaz deniyor
ama, hükümetimiz izin verdiği için, adamlar gelip
şakır şakır ayin yapıyor her sene.)
Ne diyelim.
Allah razı olsun Yunan heyetinden...
Sayelerinde, Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret
olmadığını, başka Ayasofyalarımız da olduğunu
öğrenmiş oldu Türkiye!
Hürriyet, Yazı: Yılmaz
Özdil, 18.9.2010
TÜRBELER BAKIMA ALINDI
Bayburt Uzungazi Mahallesi'nde bulunan Uzun Gazi’nin kabri Belediye ekipleri tarafından temizlendi. Temizlik çalışmasını yerinde takip eden Belediye Başkanı H. Ali Polat, kabrin bulunduğu alanda düzenleme yapılacağını ve Uzun Gazi hakkında bilgilerin araştırılacağını söyledi.
Bayburt’ta bulunan diğer mümtaz şahsiyetlerin de türbe ve kabirlerinde düzenleme çalışması yapacaklarını belirten Belediye Başkanı Polat, açıklamasını şu şekilde sürdürdü:
“Bu bizim tarihi ve kültürel değerlerimizden ve bu mahalleye ismini veren birisidir. Hep diyoruz Bayburt’un yer altındakileri yer üstündekilerden daha kıymetlidir. Onları sahiplenmeye çalışıyoruz. Onların kabirleri ile ilgilenmeye çalışıyoruz. Burada bir bakım ihtiyacı olması gerektiği bizden istendi. Biz de ekiplerimizle birlikte burada temizlik yapıyoruz. Buradaki taşlara bakıldığında 3 tane mezar var, yazıları kaybolmaya yüz tutmuş. Burayla ilgili bulabildiğimiz kadar doküman bulup da bu zat hakkında bilgileri bir levha halinde buraya asmayı düşünüyoruz. Artık tarihimizi bilen insanların sayısı her geçen gün azalıyor. En azından burayla alakalı bilgileri yazıya döküp kayıt altına almak gerekiyor. Aynı zamanda burada bir çevre düzenlemesi yapacağız. Bu konuda da Kültür ve Tabiat Varlılarını Koruma Müdürlüğü’nden ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden izin almak gerekiyor. Onlardan da elde edeceğimiz bilgiler mutlaka vardır, onları da derlememiz gerekiyor. Buraya ziyaret için gelen vatandaşlarımız var. Onun için bu değerlere sahip çıkma şuurundan hareketle burayla ilgili ufak tefek tamiratlar yapacağız. Her mahallemizde bunun gibi kabirler var, onlar için de gereken çalışmaları yapmaya gayret edeceğiz. Geçmişi olmayanın geleceği olmaz diye düşünüyoruz. Geçmişimizde Bayburt’u Bayburt yapan değerleri teker teker elden geçirmeye gayret ediyoruz. Bu konuda da teklifler, tavsiyeler, bilgiler bize aktarılırsa elimizden geleni yaparız.”
Bayburt Kent Haber, 16.09.2010
HAMAMLAR KADERİNE TERK EDİLDİ
Bir zamanlar Karslıların akın ettiği ve doldurduğu tarihi hamamlar yavaş yavaş yıkılıyor. Bu güne kadar hiç kimsenin sahip çıkmadığı hamamlar, kimliği belirsiz kişilerin içki mekanı haline geldi.
Kars Kalesi’nin altında Kaleiçi Mahallesi’nde bulunan tarihi İlbeyioğlu Hamamı ile Mazlumağa Hamamı her geçen gün biraz daha yıkılıyor. Buram buram tarih kokan hamamların yıkılması mahalle sakinlerini de rahatsız ediyor.
Gözlerinin önünde yıkılıp giden tarihi hamamlara yetkililerin duyarsız kalmasına bir anlam vermediklerini belirten mahalle sakinleri, yetkililerin bu konuya el atmasını istediler.
Kaleiçi Mahallesi sakinlerinden İsmet Aydın; “Yıllarca Karslılara hizmet vermiş, Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini taşıyan hamamlar her geçen gün biraz daha yıkılıyor. Herkesin gözleri önünde yıkılmaya yüz tutmuş bu hamamları her gün yüzlerce yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor. Harabeyi haline gelmiş bu hamamlara biran evvel yetkililer müdahale etmelidir. Yoksa bunlarda birçok tarihi eser gibi yıkılıp tarihin karanlıklarına gömülecektir” dedi.
Kars Kalesi’nin eteğinde bulunan ve 1774 tarihinde inşa edilen İlbeyioğlu Hamamı ile hemen karşısında bulunan ve 17. yüzyılda yapılan Mazlumağa Hamamı günümüzde kimliği belirsiz kişilerin içki mekanı haline gelmiş vaziyette bulunuyor.
Kaleiçi Mahallesi’nde bulunan tarihi hamamlar zamanın valisi Nevzat Turhan tarafından 50 milyona satın alınarak Özel İdare’ye devredilmişti. Yine Kars Valiliği’nin girişimleriyle Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından proje proje çalışmalarına başlanmış ve çalışmalarda yarım bırakılmıştı.
Yıkılmaya mahkum bir şekilde sıvaları dökülmüş, içerisi tahrip edilmiş akşamcıların ve balicilerin mekanı haline gelen tarihi hamamlar Kars Belediye Başkanlığı ve Kars Valiliği’nden ilgi bekliyor.
Kars Kent Haber, 15.09.2010
GEÇMİŞİN MODERN MİMARLIĞI-10: ANKARA-3
Ankara'nın,
1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olarak
ilanı ve sonrasındaki gelişmeler, köklü bir siyasal
ve sosyal değişimin fiziki çevresini yaratma gayreti
ile dolu. Amaç, çağdaşlaşmak ve modern bir toplum
kimliğinin genç Cumhuriyet'in vatandaşlarına
kazandırılmasıydı. Buna uygun tasarlanmış yaşam
çevreleri ve mekanlar, yeni başkentin
tasarlanmasında öne çıkıyordu. Ankara yeni kurulan
Cumhuriyet'in simge bir kenti olarak düşünülmüştü.
Kızılay Meydanı
Kızılay Parkı, 30'lu yıllar
Cumhuriyetin ilk yıllarında Bulvar ve Kızılay,
çağdaş toplum beklentilerine ve kentsel yaşam
standartlarına uygun olarak tasarlanmış olan temsil
mekanlarıdır. Cumhuriyet'in önemli törenleri, yerel
yönetimlerin etkinlikleri Bulvar ve Kızılay'ı
1940'lı yıllardan sonra Ankara'da toplumsallaşmanın
mekanı haline getirmiştir. Cumhuriyetin yeni kurulan
başkentinde kendini en coşkulu şekliyle gösterdiği
özgün düzenlemelerden biri Atatürk Bulvarı olup,
bunun en önemli odağı da Kızılay'dır.
Önceleri Kızılay yaşayan bir kent merkezi değil, bir
simge mekandır. Özenle düzenlenmiş Güven Park ve
Bulvar, bu simgeselliği en güzel şekilde ifade
etmektedir. Ancak 1950'lerden başlayarak bu simge
mekan dönüşmeye, bir kent merkezi kimliği kazanmaya
başlar. Kızılay'ın 80 yıllık dönüşüm süreci,
tarihsel bir perspektiften bakıldığında çok farklı
sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel değişimleri
yansıtmaktadır.
Osmanlı Bankası AŞ Ankara Şubesi
Osmanlı Bankası
Tasarımı Giulio Mongeri tarafından, ilk ulusal
mimarlık üslubunda yapılmış olan Ulus'taki bu yapı
Atatürk Bulvarı'yla İstanbul Caddesi'nin kesiştiği
köşede 1926 yılında inşa edilmiştir.
Bodrum üzerine üç katlı olan yapıda, basamaklarla
çıkılan zemin katın ortasında banka holü ile
çevresinde çalışma alanları vardır. Dar bir
dikdörtgen olan banka holünün üstü karelere
bölünerek camla kapatılmış, süslü kornişlerle
çerçevelenen uzun bir altıgen ışıklıkla örtülüdür.
Bursa kemerlerinin bağladığı ayaklarla yanlardaki
mekanlardan ayrılan hol ayrıca pencerelerden de ışık
almaktadır. Yan mekanların yalın kirişleriyle
strüktürü açıkça izlenmektedir. Birinci kat iki
lojman olarak planlanmıştır. En üstte tüm katı
kaplayan yarı açık bir teras vardır. Ana giriş İş
Bankası'nda olduğu gibi yuvarlatılmış köşeden
beklenecekken, yapının Atatürk Bulvarı'na bakan
cephesi üzerindedir.
Binanın yalnız giriş cephesi, eğimle kısmen
bozulmasına rağmen, simetriktir. Tüm öğeler simetri
aksının iki yanında yinelenmiştir. Özellikle
cumbamsı cephe çıkmaları bu simetriyi
güçlendirmektedir. Diğer cepheler fonksiyonlarının
gerektirdiği biçimde düzenlenmişlerdir. Taraklanmış
taşla kaplı olan yapıda Osmanlı mimarlığından alıntı
pencere düzenleri ve cephe bezemeleri görülür. Ancak
cepheler, mimarın aynı bölgedeki diğer iki banka
binasındakilere kıyasla daha yalındır ve süsleme
ölçülüdür. İnce taş çerçeveler içine alınan birinci
kat pencereleri kemerlidir. Kemerlerin içleri bal
peteği desenli demirle kapatılmıştır. Kemer
alınlıklarında birer işli rozet vardır. Üst kat
pencerelerinin kemer içleri ve alınlıkları girift
bitki motifleriyle kabartma olarak bezenmişlerdir.
Bu pencerelerin üstlerini Selçuklu geometrik
desenlerinin kapladığı kalın bir şerit
birleştirmiştir. Yapısal sistemi betonarme iskelet
olan binanın üstü kiremitle örtülü eğimli ahşap
çatıdır.
İnhisarlar Umum Müdürlüğü ve Başbakanlık Binası
Bugün başbakanlık olarak kullanılan yapı, 1934
yılında açılan uluslararası yarışmada birincilik
kazanmıştır. 1937'de orijinal tasarımı değişikliğe
uğrayarak kısmen inşa edilmiştir.
İnhisarlar Umum Müdürlüğü binası, Sedad Hakkı
Eldem'in erken döneminde Modernizm çizgisine uygun
en büyük kamusal yapısıdır. Mimar yarışmanın
ardından projelendirdiği yapıyı Türkiye'deki ilk
modern tasarım olarak nitelendirmiştir.
Proje, dört tarafı yapı ile çevrili büyük bir
dikdörtgen avludan oluşur. İki karşılıklı kanat beş
katlı ofis bloklarıdır. Diğer iki kanat giriş holü,
oditoryum, toplantı odaları ve ön cephede garaj,
servisler ve kafeterya gibi büyük mekanları içerir.
Yapının çift sürme pencereleri mimar Ginter (DGSA)
tarafından tasarlanmıştır. Binanın betonarme
iskeletinin dolgu malzemesi taş ve tuğladır, dış
cephe 4 cm kalınlığında pembemsi yapay taş ile
kaplıdır.
Hariciye Köşkü
Hariciye Köşkü görünüş ve giriş detayı
Çankaya'da eskiden mevcut olan Hariciye Köşkü'nün
yerine yapılan yeni köşk Mimar Seyfi Arkan
tarafından Ankara civarında yeşil bir tepe üzerinde
inşa edilmiştir. Eski Ankara evleri gibi geniş
saçaklı olan yapının alanı istenilen büyük programa
göre biraz küçük olmakla beraber, resmi ziyafetler
için geniş yemek salonları bulunur.
Zemin katta iki girişi olan yapının ilk girişi resmi
misafirler içindir. Bu katta ayrıca Dış İşleri
Bakanı'nın ofisi, kabul salonları ve kış bahçesi yer
alır. Zemin katta küçük bir alan kaplayan ikinci
giriş ikamet kısmına aittir. Dış İşleri Bakanı'nın
ailesi ile birlikte oturmasına izin veren bu köşkte
misafir kabul ile ikamet alanları böylece ayrılmış
ve aynı zamanda birbirine bağlanmıştır.
Birinci katta bakanın özel çalışma odası ve terasta
geniş camlıklı bir kış bahçesi hariç, diğer odalar
yatak odası olarak yapılmıştır. Proje ileride
genişletilmek üzere düşünülmüştür.
Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi
1937 - 1939 yılları arasında mimar Bruno Taut
tarafından yapılan binanın ana kütlesi bulvar
boyunca, kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır.
Yapı, bodrum üzerine yüksek bir zemin ve dörder
katlı kütlelerin birleşmesinden oluşmuştur. Bunlar,
birbirine kaydırılarak eklenen iki yatay kütle ve
uçlarda, büyük mekanlar içeren iki dikey bloktur.
Yuvarlatılmış bir duvarı ve tek bir köşe sütunu olan
asimetrik giriş portiği yapıya modern bir görünüm
kazandırmaktadır.
Ön cephede bodrum ve zemin kat rustik taş, orta kat
düzgün kesme taş, yan kanatlar ise taş-tuğla
karışımı bir örgü şekli ile kaplanmıştır. Arka ve
yan cepheler sıvalıdır.
Bruno Taut bu yapısında erken Osmanlı döneminin
taş-tuğla almaşık duvar örgüsü ve taşıyıcılarda
turkuaz çini kullanımıyla Türk sanatına bazı
göndermelerde bulunmaktadır. Konkav kornişler,
girişte tek kolonun taşıdığı koruyucu çatının
kavisle bitirilişi gibi detaylar ilginçtir. Korkuluk
vb. demir aksamın tasarımı da yapının öteki
ayrıntıları gibi Taut'a aittir.
Bazı yazarlara göre yapı, Orta Avrupa geleneği ile
Türk etkilerinin bir sentezi olarak
değerlendirilmektedir.
Şevket Pek Sağlık Yurdu ve Kira Evi
1937 yılında Mimar Seyfi Arkan tarafından tasarımı gerçekleştirilen, İstasyon Caddesi üzerinde numune hastanesi karşısında geniş bir arsa üzerinde 4 katlı olarak düşünülen bu binanın zemin ve birinci katı 10 yataklık özel bir hastane ihtiyacına göre düzenlenmiştir.
Zemin katı kapıcı odası, mermer döşemeli geniş bir
hol, hasta kabul ve muayene odaları ve ayrıca hasta
kabul kısımları tamamen ayrı, hastane ihtiyacını
karşılayan, hasta mutfağı ve çamaşırlığı, kalorifer
dairesini, ayrıca da otopsi odalarını ve ön cephede
de iki küçük mağazayı içermektedir.
Birinci kat hasta yatak odalarını, gerektiğinde
güneş banyosunu temin için geniş teraslı özel hasta
kısımlarını, ameliyat odası ve teçhizatını içeren
modern bir hastane olarak tasarlanmıştır. İkinci ve
üçüncü kat ikişer daireli dörder ve üçer odalık
kiralık ikametgahlara tesis edilmiştir.
Dairelerin kuzeye bakan taraflarına servis kısımları
ve güneye de yatak odaları yerleştirilerek ön odalar
geniş teraslarla manzaradan ve güneşten
faydalanılmıştır. Binanın asansör ihtiyacı ve hasta
asansörü için gereken büyüklükte uygun ve merkezi
bir yer bırakılmış ve bilahare yapılması için
tesisatı da düşünülmüştür. Binanın iskeleti
betonarme, duvarlar tuğla, çatı ahşap, ön, arka
cephesi sıvadır.
Çocuk Esirgeme Kurumu Apartman, Sinema,
Havuz, Gazino ve Garaj Binası
Çocuk Esirgeme Kurumu Merkez binası yakınında
Çocuk Sarayı ve Bahriye Caddeleri arasında çok
eğimli bir arsa üzerine, kuruma gelir sağlamak üzere
inşa edilen bina grubunun mimari Abidin Mortaş'tır.
1936 yılında açılan proje yarışmasında birincilik
elde edilmesi sonucu, 1937 yılında inşasına
başlanmıştır.
Bina grubu şehir planında en, boy ve yükseklikleri
tamamıyla tahdit edilmiş olan bir alana, oldukça
yüklü bir programın uygulaması ile meydana
gelmiştir. Ana caddeye bakan kısımda zemin katı
dükkanlara tahsis edilen, 3 katlı ve her katta 4
dairesi bulunan bir apartman yapılmıştır. Bu kısmın
çatı katında hizmetçi odaları ve çamaşırlık ile
kurutma terasları vardır. Bahriye Caddesi üzerindeki
alçak kısım ise zemin katta bir tamir atölyesi ile
aynı yüksekliğin içine sıkıştırılmış iki garaj
katını, bunların üstünde de bir bekar apartmanı
katını ihtiva etmektedir. Garajın her iki katında 20
araçlık yer bulunmaktadır.
İnşaat esnasında binanın bu kısmına projede
bulunmayan yeni bir kat eklenmiştir. Programda
caddeler üzerindeki bu bina parçalarından başka,
arsanın orta kısmını kaplayacak şekilde bir kapalı
yüzme havuzu ve müştemilatı ile bir sinema ve gazino
yapılması istenmiştir. Yüzme havuzu, soyunma ve
terapi odaları eğimli araziye gömülerek yapılmıştır.
Sinema katında yerin darlığına rağmen fazla seyirci
yeri temin edebilmek için giriş holü ön caddedeki
dükkanların arka tarafına sığdırılmıştır. Balkon da
yapılarak, sinema salonuna 600 kişi sığdırılması
sağlanmıştır.
Belediyeler Bankası
Belediyeler Bankası, belediyelerin planlı imar
işlevlerini finanse etmek ve lazım olan paranın borç
alınarak bu işlere kefalet edilmesi amacı ile
kurulmuştur.
Mimar Seyfi Arkan tarafından tasarlanan ve Sergi Evi
karşısında düz bir arsaya 4 katlı olarak inşa edilen
bu binanın bodrum, zemin ve birinci katları bankaya
tahsis edilmiş, 2. kat İmar Fen Heyeti'ne, son kat
da dört daireli bir ikamet katına tahsis edilmiştir.
Binanın iskeleti betonarme, duvarları tuğla, ön ve
yan cepheleri Ankara taşı kaplamadır. Banka arsası
dolma ve çürük olduğundan bina betonarme kazıklar
üstüne inşa edilmiştir.
Cihan Oteli
Ankara'ya gelip giden yolcuların artması sonucu
otel ihtiyacının doğması ile 1940 yılında Yüksek
Mimar Samih Saim Akkaynak tarafından tasarlanmıştır.
Birkaçı hariç, Ankara'nın bütün otelleri hanlardan
ve apartmanlardan bozularak yapılmış ve hiçbiri otel
olmaya uygun durumda değildi. Cihan Oteli Ankara'nın
bir mimar tarafından yapılan ilk otelidir.
Yapı bir bodrum ve beş kattan ibarettir. Zemin katta
geniş bir lokanta ve gazino salonu bulunur. Binanın
her iki tarafında iki antresi vardır, bunlardan biri
lokantaya biri otele aittir.
Adliye Vekaleti Binası
Ankara'da, Vekaletler Mahallesi'nin Kızılay bahçesi
yakınındaki kısmına 1941'de inşa edilen Adliye
Vekaleti binasının projesi imar ve yapı işleri
başkanlığı proje bürosu tarafından düzenlenmiştir.
İnşaatını Yüksek Mimar Müteahhit Bedri Tümay taahhüt
etmiştir.
Jansen planına göre Yüksek Mimar Holzmeister
tarafından düzenlenen Vekaletler Mahallesi'nin genel
planında bu binanın işgal edeceği saha önceden
belirlenmiştir. Büro, Adliye Vekaleti tarafından
verilen ihtiyaç programına göre projeyi hazırlarken,
mimar Holzmeister tarafından zamanında çok küçük
olan tahsis edilen bu alan içinde, yersizlik
yüzünden binayı İnhisarlar Vekaleti'ne çok yakın
koymak durumunda kalmıştır.
Bina bir bodrum ve üç kattan ibarettir. Binanın dış
cephe mimarisi mecburen etrafındaki diğer vekalet
binalarına uydurulmuş ve o mimari sistemden farklı
bir karakter verilmek istenmiştir. Bu sebeple
binanın kitleleri ve diğer dış cephe mimari
motifleri, diğer vekalet binalarınınkine çok benzer.
Anıtkabir
Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve inkılaplarının önderi
ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk
cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara
Anıttepe'de (eski adıyla Rasattepe) yapılmasına
karar verilen anıt mezarı için 1941 yılında bir
proje yarışması açılması uygun görüldü. Önce bu
yarışmaya sadece Avrupalı mimarların girmesi şartı
koyuldu, fakat kamuoyundaki tepkiler nedeniyle
yarışma Türk mimarlara da açılarak uluslararası
duruma getirildi. Yarışmaya 27 yabancı ve 20 Türk
mimar katıldı ve sonuçta 3 eser ödül verilmeye değer
bulundu. Bunlardan biri Tannenberg Anıtı'nı yapan
Prof. Johannes Kruger'in, biri Prof. Arnoldo
Foschini'nin, biri de İTÜ Mimarlık Fakültesi
hocalarından Prof.Dr. Emin Onat ile Doç.Dr. Orhan
Arda'nın eserleriydi. Jüri, bu üç proje hakkında oy
birliği ile karar vermişti. Ancak bu eserlerden
hiçbirisini, ötekilere üstün görmemişti. Ayrıca,
jüri bu üç eseri ayrı ayrı eleştirmiş, her üçünde de
bazı değişiklikler yapılmasını öğütlemişti.
Durum oldukça hassas, üç projeden en uygun olanını
seçebilmek zordu. Jüri bu üç projeyi niçin ödüle
değer gördüğünü bildiren bir rapor vermişti. Hükümet
bu konuda, görüşlerini aldığı birçok yetkili kişiye
de dayanarak, Prof.Dr. Emin Onat ile Doç.Dr. Orhan
Arda'nın eserini uygulamaya karar verdi. Bu kararın
dayanakları arasında, şu düşünceler yer alıyordu:
"Yarışmayı kazanan üç proje birçok yönlerden aynı
değerdedir. Fakat bunlar içinde, iki Türk'ün yaptığı
eser bu milli konuyu daha başarılı olarak ifade
etmiştir. Bundan başka, jüri raporunda belirtildiği
gibi, bu projenin araziye uygunluğu öteki
projelerden çok üstündür."
Anıtkabir'in inşası 9 yıllık bir sürede 4 aşamalı
olarak 1953 yılında tamamlandı. Yapımında, beton
üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay
işlenebilen gözenekli, çeşitli renklerde traverten,
mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır.
Anıtkabir'i oluşturan pek çok mimari eleman
Türkiye'nin dört bir yanındaki illerden (traverten
ve mermerler Kayseri, Çanakkale, Hatay, Bilecik,
Afyon ve Adana'dan, 40 ton ağırlığındaki yekpare
lahit taşı Osmaniye'den) getirilmiştir.
Anıtkabir'in genel mimarisi Türk mimarlığında
1940-1950 yılları arasındaki "II. Ulusal Mimarlık
Dönemi" olarak adlandırılan dönemin özelliklerini
yansıtır. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır
basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin
kullanıldığı binalar yapılmıştır, Anıtkabir de bu
özelliklere uymaktadır. İlk projede mozole iki katlı
olarak tasarlanmış, ancak ekonomik nedenlerle ikinci
katın yapımından vazgeçilmiştir.
Bu dönem özellikleri ile birlikte Anıtkabir'de
Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme
öğelerine sıkça rastlanır. Örneğin dış cephelerde,
duvarların çatı ile birleştiği yerde kuleleri dört
yandan saran Selçuklu taş işçiliğinde testere dişi
olarak adlandırılan bordür bulunmaktadır. Ayrıca
Anıtkabir'in bazı yerlerinde (Mehmetçik Kulesi, Müze
Müdürlüğü) kullanılan çarkıfelek ve rozet denilen
taş süslemeler Selçuklu ve Osmanlı sanatında da göze
çarpmaktadır.
Pek çok özelliğiyle yapıldığı dönemin en iyi mimari
örneklerinden biri olan Anıtkabir yaklaşık 750.000
m²'lik bir alanı kaplamakta olup, Barış Parkı ve
Anıt Bloku olarak iki kısma ayrılır.
Anıtkabir yarışmasına katılan diğer projelerden
bazıları:
Holzmeister'ın projesi
Necmi
Ateş'in projesi
Paolo
Vietti - Violi'nin projesi
Sedad
Hakkı Eldem'in projesi
Büyük Sinema
Yenişehir Atatürk Bulvarı üzerinde Zafer Meydanı
köşesindeki büyük arsaya sinema, iş hanı, pavyon ve
otel kısımlarını içerecek olan yapılar arasında yer
alır. Binanın projesi 1940 senesinden beri pek çok
Türk ve yabancı mimar tarafından gerek sipariş,
gerek de yarışma ile hazırlandığı halde arsanın
koşulları sebebiyle tam olarak istenen bina
tasarlanamamış, sonuç olarak komşu arsalar da
alınarak daha geniş ve uygun imkanlar elde
edilmiştir.
İlk aşamada sadece sinema kısmı uygulanan son proje
Yüksek Mimar Abidin Mortaş tarafından
hazırlanmıştır. Mimar, binanın bütün detaylarını ve
dekorasyonunu hiçbir tesir altında kalmamaya
çalışarak ve mümkün olduğunca orijinal ve özel
motifler ve renkler seçerek hazırlamıştır.
Büyük sinema 1,550 seyirciye hizmet verecek şekilde
tasarlanmıştır. Betonarme iskeletle inşa edilen
yapıda sadece sinema salonu tavanı demir
konstrüksiyonludur.
Hindistan Sefareti
Sedad H. Eldem ve Orhan Çakmakçıoğlu'nun tasarladığı yapının kontrol mimarı Nejat Ersin'dir. Nispeten mütevazi bir programa göre planlandırılmış olan bu betonarme karkas yapının alt katı elçinin kamusal görevlerine tahsis edilmiştir; üst kat konut olarak kullanılmaktadır. Arazi, Ankara'nın en güzel manzaralı yerlerinden birinde ve İngiliz Sefareti'nin karşısındadır.
Çok eğimli bir arazide bulunduğundan, binanın sokak
cephesi iki, bahçe cephesi ise üç katlıdır. Binanın
mimarisinde doğudan ilham alındığı belli olmakla
beraber, bunun belirli motiflerle değil genel bir
havayla elde edildiği görülmektedir. Ancak
cephelerin üstündeki koruma saçağının çatı
parapetinin önündeki durumu, Hint mimarisindeki
klasik saçak şeklini hatırlatmaktadır.
Cephe düzeni seramik levhaların panolar oluşturacak
biçimde düzenlenmesiyle gerçekleştirilmiştir.
Ekonomik kısıntılardan ötürü, tasarımında öngörülen
yapım özelliklerinin ancak bir kesimini
içermektedir.
Eldem on yıl aradan sonra elçilik konutunun yanına
bu kez de elçilik yapısını ekler. Söz konusu yapı
tipik modüler cephe ve plan düzenine sahip brüt
beton bir kütledir. Betonarme çerçeveye karşılık
gelen modüler ızgara sistem, cephelerde, iç mekan
kaplamalarında ve ankastre mobilyalarda ifade bulur.
Geniş saçaklara ve dışa çıkmalı geniş pencere
bölüntülerine yer verir.
Bir Cami
1967 yılında, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu
sahasında, Mimar Cengiz Bektaş tarafından projesi
yapılan bu cami, gerek plan, gerekse form bakımından
bu alanda yenilik getiren bir uygulamadır. Planı tek
bir mekan teşkil eden cami tamamen yeni bir anlayışa
göre düzenlenmiş, iç hacmin aydınlatılması, planı
çevreleyen duvarlarda bırakılan dikey pencereler ve
binanın örtüsünü teşkil eden kasetli planşe ile
duvarlar arasındaki düzey, dar pencereler ile
sağlanmıştır.
Cengiz Bektaş'ın askerlik görevini yaptığı sırada,
tümendeki tecrübesiz elemanlarla ve çok dar
imkanlarla uygulayıp gerçekleştirdiği bu küçük cami,
klasik plandan ve klasik mimari elemanlar
kullanılmadan başarılı eserler verilebileceğini
ispatlamıştır.
Kaynaklar: İnci Aslanoğlu; "Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı
1923- 1938", ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları,
Ankara 2001
Metin Sözen; "Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi",
Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1996 Sibel
Bozdoğan; "Modernizm ve Ulusun İnşası", Metis
Yayınları, İstanbul, 2002
Çankaya Belediyesi
Mimarlık Müzesi
Mimarlar Odası Ankara şubesi
Arkiv
Wikipedia
www.anitkabir.info
Arkitera, Derleyen: Pınar Koyuncu, 15.09.2010
KURUL KAYALIKLARI'NDAKİ KAZIDAN KALE ÇIKTI
Gazi Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt,
"Kurul Kayalıklarında ortaya çıkardığımız arkeolojik
bulgular buranın bir kale olduğunu gösteriyor dedi.
Şenyurt, 15 kişilik ekiple yürütülen çalışmaların
yaklaşık bir aydır sürdürüldüğünü, çalışmalarda elde
edilen bulguların titizlikle değerlendirildiğini
belirterek, elde edilen bulguların kayanın doğal
yapısının da buraya yerleşenlerin burayı kale amaçlı
kullandığının bir göstergesi olduğunu söyledi.
Gazi Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt, "Kurul Kayalıklarında ortaya
çıkardığımız arkeolojik bulgular buranın bir
kale olduğunu gösteriyor dedi.
Şenyurt, 15 kişilik ekiple yürütülen
çalışmaların yaklaşık bir aydır sürdürüldüğünü,
çalışmalarda elde edilen bulguların titizlikle
değerlendirildiğini belirterek, elde edilen
bulguların kayanın doğal yapısının da buraya
yerleşenlerin burayı kale amaçlı kullandığının
bir göstergesi olduğunu söyledi.
Kurul Kayalıklarının literatüre "Kurul Kalesi"
olarak geçmesini istediklerini de ifade eden
Şenyurt, şunları kaydetti:
"Kurul Kayalıklarındaki arkeolojik kazı
çalışmalarına başlayalı yaklaşık bir ay oldu. 15
kişilik ekipte ben ve bir öğretim üyesi
arkadaşımızın yanı sıra Gazi Üniversitesi'nde
doktora ve mastır yapan arkeologlar bulunuyor.
Arkeolojik bulgular buranın bir kale olduğunu
gösteriyor. Çalışmaların ilk günü bir duvarın
üst kısmını açtığımızda duvarın kalınlığının
yaklaşık 2 metre olduğunu gördük. Bu da buranın
normal konuttan ziyade bir kale olduğunu bize
gösterdi. Daha sonra yapılan çalışmalarda açığa
çıkarılan çanak çömlek buluntuları ve sikkeler
buraya son olarak MÖ yüz yılında
yerleşildiğini gösterdi. Bu dönem Anadolu Pontus
Krallığı'nın zirvede olduğu bir dönemdir. VI.
Mitridates dönemidir. Anadolu Pontus Krallığı
döneminde Amasya ve Sinop başkent olarak
kullanılmış. Ortaya çıkarılan sikkeler ve diğer
küçük buluntular MÖ 1. yüzyıla ait.
İsa'nın doğumunu sıfır olarak kabul ettiğimizde
İsa'nın doğumundan 50 yıl önceye ait. Yani
Hıristiyanlıktan da önce."
Arkeoloji literatüründe bu dönemin MÖ 330-30'a
tekabül ettiğini, bu dönemde de Roma
İmparatorluğu'nu Anadolu'yu ele geçirme
teşebbüslerinin olduğunu belirten Şenyurt,
"Pontus Kralı'da özellikle Roma'nın Anadolu'yu
istilasına karşı mücadele vermiş. Bu amaçla Roma
ordularıyla iki defa savaşmış ç ok önemli bir
kral. Kendisi bir dönem Yunanistan'ın kuzeyinden
Anadolu ve kırıma kadar olan bölgeyi hakimiyeti
altına alan çok güçlü, büyük ve karizmatik bir
kraldır" dedi.
Çalışmalar kapsamında Kurul Kayalıklarında su ve
kaçış tünelinin 225 metre uzunluğa sahip
olduğunun da belirlendiğini vurgulayan Şenyurt,
şöyle devam etti:
"Tünelin işlenerek bir kısmı kazınmış. Bundan
sonraki kayalar arasında boşluklar var. Doğal
boşluklar açılmış. Bu arada su kaynağı var
zaten. Kayaların arasındaki boşlukları dışarıdan
temizlediğimiz zamanda da gizli bir kapı geçidi
buradan sağlanmış oluyor. Tünelin sonunda elle
düzeltilmiş kısmında da kapı var. Şu anda
kazmakta olduğumuz yer daha çok "Akropolis"
dediğimiz kentin en üst kesimi, başka bir
ifadeyle iç kale dediğimiz kesim. Muhtemelen hem
idare anlamında toplantıların yapıldığı hem de
dağın en yüksek seviyesi olduğu için dinsel
olarak önemsenmiş bir alan. 25 metre
genişliğinde 90 metre uzunluğunda bir kaya
zirvesi. Daha önceden burada su sarnıcı ve tünel
olduğu için insanlar buranın kale olduğunu çok
algılayamıyor. Kurul Kayası adıyla
isimlendirilmiş."
Söz konusu kazı alanında yapılan
değerlendirmelerde buranın bir idare merkezi ve
bir dinsel merkez olduğunun değerlendirildiğini
belirten Şenyurt, "Dolayısıyla burada işi olanın
yaşadığı bir yer. Kralın, komutanın, rahiplerin
yaşadığı alan. Daha çok maden yataklarında
çalışan topluluklara hitap edilen bir kale
burası. Mitridates'in bu bölgedeki halkı
güvenlik ve kontrol altında tuttuğu, vergilerini
aldığı idare ve yönetim merkezi. Eyalet merkezi
diyebiliriz. Ordu Kurul Kalesi bu eyaletin
yönetim merkezi diyebiliriz. Buranın asıl adı "Secaiye
Köyü" sonra Kurul adı verilmiş" dedi.
Kale duvarlarının iri taşlarla yapılmış
olmasının buranın güçlü bir krallık olduğunu
gösterdiğini de belirten Şenyurt, sezon
çalışmalarını 25 Eylülde tamamlayacaklarını da
hatırlatarak şu bilgileri verdi:
"Bu çalışma Doğu Karadeniz'de tarihi araştırmaya
yönelik olarak arkeolojinin bilimsel metodunun
kullanıldığı ilk ciddi kazı çalışması. Bölgede
her yıl iki ay çalışmak suretiyle en az beş yıl
çalışmaların devam etmesi planlanıyor. Ama
kazdığımız bölgenin aşağısındaki kaleyi de
düşündüğümüz zaman çalışma takvimi 20 yıla kadar
da uzayabilir. Ciddi anlamda hem bilimsel hem de
turizme yönelik restorasyon çalışmalarını
hesaplarsak 20 yılı gözden çıkarmak lazım. Ama 3
yıl sonra burası kısmen turizme açılacak.
Karadeniz'de turistin uğramadan geçmeyeceği bir
yer haline gelecek."
Türkiye Gazetesi, 15.09.2010
TÜNEL MEĞER ŞEHİR EFSANESİ DEĞİLMİŞ
Yıllardır İzmir'in gündeminde olan "Agora'dan Kadifekale'ye tünel var" iddiasının gerçek olduğu ortaya çıktı. Yar. Doç.Dr. Akın Ersoy yönetimindeki bir ekip tarafından Agora ile Kadifekale semtleri arasında yapılan çalışma sonucunda tarihi bir tünel bulundu. Roma Dönemi'nde inşa edilen 2 bin 500 yıllık tünelden, hala Agora'ya su akmaya devam ettiği belirtildi. Konak Belediyesi de, tünelin Kadifekale tarafında bulunan üç katlı evi kamulaştırdı. Anıt eser, kültür varlığı niteliğindeki ev ve altında bulunan tünel, restore edilerek turizme kazandırılacak.
Efsane tünelin bulunmasının ardından harekete geçerek kısa sürede tünelin ağzında yer alan evi kamulaştırdıklarını belirten Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, "Restore edilen ev, turizmin hizmetine sunulacak. Sakarya Mahallesi, 821 Sokak'ta yer alan ve Agora Tüneli'nin Kadifekale eteklerinde yer alan girişini kamulaştırdık. Kısa süre sonra başlayacak yenileme çalışmaları ile binada düzenlemeler yapacağız. 2 metre yüksekliğinde ve 1 metre genişliğindeki tünel hala ayakta duruyor. Gerekli restorasyon ve güçlendirmeler yapılırsa, tünel ziyarete açılabilir. İskender'in Kadifekale efsanesi ve tünelin ortaya çıkarılması turizme büyük katkı sağlar" dedi. Efsane, Makedonya kralı Büyük İskender'in Bayraklı'daki ilk Smyrna kentini ve çevresindeki küçük yerleşimleri ele geçirdiği sırada gördüğü bir rüyaya dayanıyor. İskender, avlanmak üzere geldiği Kadifekale eteklerinde Nemesis Tapınağı önündeki bir pınarın başında yer alan çınar ağacının altında uykuya dalar. İskender'in uyuduğu pınardan akan suyun yolu tünel olarak anılmıştır. Roma dönemi su kanalları aslında tünel büyüklüğündedir. Bu su da tam 2 bin 500 yıldır bu kanallardan kesintisiz Agora'ya akmaktadır.
Yeni Asır, 15.09.2010
BİLİM YUVASI CANLANIYOR
Hindistan'ın doğusundaki Bihar
eyaletinde, 800 yıl önce yok edilen ünlü Nalanda
Üniversitesi'nin yeniden inşasına yeşil ışık
yakıldığı bildirildi.
Yüzyıllardan beri Hintli aydınların umut ettiği
kararı onaylayan Hint hükümeti, yeni Nalanda
kampüsünün modern
Hindistan’ın sembol haline gelmesini istiyor.
Nalanda Üniversitesi, bütün Asya ülkelerinden
gelen toplam 10 bin öğrenci ve öğretim üyesini
barındırıyordu. Tarihçilere göre üniversite,
döneminin fen, felsefe, edebiyat ve matematik
dallarında en iyi eğitim veren üniversitelerinden
biriydi.
Ünü geniş
bir
coğrafyaya yayılmış olan üniversite, 1193 yılında
İngiltere’de Oxford Üniversitesi ortaya çıktığı
sırada, Orta-Asya’dan gelen istilacılar tarafından
talan edilmiş ve kütüphanesi yakılmış. Bihar eyaletinin başkenti Patna’ya 90 kilometre
uzaklıkta bulunan üniversite binasından geriye,
sadece birkaç kırmızı
tuğladan yapılmış sütun ve işlenmiş mermer kalmış.
1998 yılı ekonomi ödüllü, ekonomi ve felsefe
profesörü Hintli Amartya Kumar Sen, Nalanda’nın
insanlık tarihinde en önemli araştırma ve düşünce
merkezi olduğunu belirtti.
Nalanda’yı yeniden inşa etme projesinin
önderlerinden olan Sen, "Nalanda’yı yeniden
yaşatmaya kararlıyız" diye konuştu.
Sen’e göre, Nalanda’da yaklaşık 2 bin öğretim
görevlisi, Budist geleneğine uygun olarak birçok
bilim dalında ders veriyordu.
Hindistan parlamentosu, Nalanda’yı yeniden
yaşatma projesi için üniversitenin harabelerinin
yanında bulunan 200 hektarlık araziyi proje için
tahsis etti. Projenin çok para gerektirdiğini belirten Sen,
eski Nalanda’nın gelirinin çiftlik kiralarından ve
dönemin hükümdarlarının hibe ettiği zenginliklerden
oluştuğunu ifade etti.
Sen, "Bugün parayı hükümetlerden, dini
cemaatlerden veya özel kişi ve kuruluşlardan temin
etmemiz gerekecek" dedi. Nalanda projesinin önderleri, projenin bir
amcacının da proje bitince,
Hindistan’daki zengin ailelerin çocuklarını
okumaları için yurtdışına değil, Nalanda’ya
yollamalarını sağlamak, hatta Nalanda’ya
yurtdışından yabancı öğrenci çekebilmek olduğunu
bildirdi.
Nalanda’yı yeniden diriltmemin "dahiyane bir
fikir" olduğunu söyleyen Delhi Üniversitesinde
görevli Phagun Pathak AFP’ye yaptığı açıklamada, "Nalanda’nın
özünü iyi kavramak gerekiyor, o da evrenselliktir"
dedi.
Projeyi yürütenlere göre, Nalanda’nın yeniden
inşası 500 milyon dolar (390 milyon avro) ve
altyapısı da aynı miktarda para gerektiriyor. Bihar
eyaleti ise
Hindistan’ın en fakir eyaletlerinden biri olarak
biliniyor.
Hürriyet, 15.09.2010
AGORA'DA TARİH YAZILIYOR
İzmir'de Agora kazılarında
Roma dönemine ait ‘kent meclisi’yle 35X30
metrekare genişliğinde sergi alanıyla hamamın bir
bölümü ortaya çıkarıldı. Her gün burayı gezmeye
gelen çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçi,
çıkarılan eserleri büyük heyecanla izliyor.
29 Ekim’de, halen ziyarete kapalı olan, duvarlarında
birbirinden ilginç grafitilerin bulunduğu bölümlerin
de ziyarete açılması hedefleniyor.
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 15.09.2010
MÜZEYE DEV BAĞIŞ
Latin
Amerikaülkesi Kosta Rika'daki lüks
bir
otel, 20 yıldır sahip
olduğu 250 arkeolojik hazineyi Ulusal Müze'ye teslim
etti.
Hotel Bougainvillea'da vitrinlerde sergilenen
ve MÖ 300 yıl önceye ait olan tarihi eser
koleksiyonunun kanun uyarınca müze
yetkililerine teslim
edildiği belirtildi. Otelin tarihi eserleri, suç
olduğunu bilmeden topladığı kaydedildi.
Sabah, 15.09.2010
BİR KÜLTÜR MİRASI DAHA KURTULUYOR
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Osman Hamdi Bey
tarafından yaptırılan Böcekhane binasındaki
restorasyon çalışmaları devam ediyor. Yapım tarihi,
kullanım alanı gibi konularda kesin bir bilginin
olmadığı yapı aslına uygun olarak restore edilip
vatandaşların kullanıma sunulacak.
Büyükşehir Belediyesi kentin yok olmaya yüz tutmuş
tarihi değerlerini bir bir kentin hizmetine sunmaya
devam ediyor. Gebze Eskihisar’da bulunan Böcekhane
olarak adlandırılan yapıya da el atan Büyükşehir
harabe haldeki binayı restore ediyor. Depremde büyük
hasar gören binadaki yapılan çalışma ile tarihi bir
miras daha Türkiye’ye ve Kocaeli’ye kazandırılmış
olacak.
Kamulaştırılması 2009 yılında yapılarak Büyükşehir
Belediyesi tarafından projelendirilen 160
metrekarelik tarihi yapının merdivenleri çelik
konstrüksiyon üzerine ahşap kaplama olarak restore
edilecek. Islak mekanları seramik, zemin ve tavan
döşemeleri ise ahşap kaplama olarak tepeden tırnağa
yenilenecek tarihi yapıda idari ofis, hol ve tuvalet
lavabo gibi kısımların da bulunacak ve yapının
birinci katı ve çatı katı çelik kirişlerle
desteklenecek.
1991 yılında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu tarafından tescillenen Böcekhane için kesin
tarihi bilgiler bulunmuyor. Yapım tarihinin 1900’lü
yılların başı olduğu tahmin edilen Böcekhane
binasıyla ilgili çeşitli rivayetler bulunuyor.
Tarihsel süreç içerisinde farklı amaçlarla
kullanılan yapıda Osman Hamdi Bey’in İpek
Böcekçiliği ile ilgilendiği yolundaki rivayet ise
bunlardan bir tanesi.
Osmanlı döneminde gayrimüslim ve Müslüman tebaanın
iç içe, saygı ve hoşgörü içerisinde yaşamış olduğu Eskihisar’da bulunan bu yapı, kimileri tarafından
değirmen, kimileri tarafından, yağhane, kimileri
tarafından depo, kimileri tarafından da böcekhane
olarak biliniyor.
İpekböcekçiliği’nin en önemli
merkezlerinden olan Kocaeli’de bulunan yapının adı
için sık olarak kullanılan Böcekhane ismi ise Osman
Hamdi Bey’in 26 yıl yazlarını geçirdiği
sayfiyesindeki ipek böcekçiliği yapmasından geliyor.
Özgür Kocaeli, 15.09.2010
MUĞLA MÜZESİ ÖZKAYNAK'TA
Muğla Müze Müdürlüğü’ne
atanan Arkeolog Fütühat Özkaynak görevine başladı.
Yeni projeler hazırlayarak müzeye ziyaretçi sayısını
arttırmayı hedeflediğini belirten Müdür Özkaynak,
kültür turizmini geliştirmek için ekip olarak
çalışacaklarını ifade etti. Ege Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümünden mezun
olan Özkaynak, 2000- 2002 yılları arasında Muğla
Müze Müdürlüğü’nde uzman olarak görev yaptı. Bölgeyi
bilen ve daha önceki yıllarda Muğla’yla ilgili
yaptığı çalışmalarda dikkat çeken Müdür Özkaynak
hedeflerini yüksek tuttuğunu belirtti. Müzeye yeni
salonlar kazandırmak için çalışacağını ifade eden
Müdür Özkaynak “Müzenin acilen bakım ve onarımdan
geçirilmesi gerekiyor. Bunun için Kültür ve Turizm
Bakanlığıyla yazışmalar yapıyoruz” dedi.
Hürriyet, Haber: Ahmet Bayrak, 15.09.2010
MÜZELERE AKIN ETTİK
Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan üç müze Ramazan Bayramında ziyaretçi akınına uğradı. Dış İlişkiler Daire Başkanı Muhtar Akyol yaptığı açıklamada, “Dünyanın en eski yerleşim yerlerinin başında gelen ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Gaziantep son dönemde tarihi, kültürel zenginlikleri ile de ön plana çıkmaktadır” dedi.
Müzelerin büyük beğeni topladığını söyleyen Muhtar Akyol, “Açıldıkları 2009 yılının Mayıs ayından bu yana Bayazhan Gaziantep Kent Müzesi 69.143, Emine Göğüş Gaziantep Mutfak Müzesi 87.462, Gaziantep Savunması Panoraması Müzesi 159 bin 268 olmak üzere 315 Bin 873 ziyaretçiyi ağırladı. Ramazan Bayramında gerek hemşerilerimiz gerekse dışarıdan gelen konuklarımız müzelerimizi gezdiler. 3 günlük tatilde Bayazhan Gaziantep Kent Müzesini 542, Emine Göğüş Gaziantep Mutfak Müzesini 777, Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması Müzesini 2514, Ömer Ersoy Kültür Merkezini 357 kişi olmak üzere toplam 4 Bin 290 kişi ziyaret etti” dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 15.09.2010
700 BİN LİRALIK MASKE
İngiltere'de amatör bir
hazine avcısının metal dedektörüyle bulduğu
Roma dönemine ait bronz maske, meraklılarının büyük ilgisini çekiyor.
Cumbria kentinde mayıs ayında bulunan ve Roma döneminde üst düzey
bir şövalyeye ait
olduğunu düşünülen maskenin açık artırma ile 300 bin
sterline (Yaklaşık 700 bin
TL) satılması bekleniyor.
Sabah, 15.09.2010
17 YILLIK ZARİFİ KÖŞKÜ DAVASI AİHM'DE ÇÖZÜLDÜ
Maliye Bakanlığı ile Günaydın Turizm A.Ş arasında
17 yıldır hukuk mücadelesine neden olan Trabya’daki
tarihi Zarifi Köşkü’nün mülkiyet sorununu Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) çözdü. AİHM’nin
“Uzlaşın” teklifi üzerine Hazine, gayrimenkulü
“dostane” çözümle iade etti. Şirketin avukatı
Ramazan Arıtürk, “Bu kez yanlış hesap Strazburg’dan
döndü, Keşke
Ankara’dan dönseydi” dedi.
Köşkün ilk sahibi Yani Zarifi, 1821’de Osmanlı’ya
karşı Mora ayaklanmasını finanse etmekle suçlanınca
Odesa’ya kaçtı,
İstanbul’daki mal varlığına el kondu. 1839’da
Yunanistan’a yerleşen Zarifi’nin malları
arasında Zarifi Köşkü’nün yanı sıra Adalar’da birçok
konak bulunuyordu. 1832’de
İstanbul’a dönen Yani Zarifi’nin büyük oğlu
Yorgo Zarifi, bir banka kurdu, Sultan Abdülhamit’in
mali danışmanı oldu. Yorgo Zarifi, 1884’te öldü.
Ailesi 1900’lü yılların başında Atina’ya yerleşti.
1954’de köşkün 14 bin 777 metrekarelik sınırları
belirlendi, tapuya tescil edildi. Köşk, 26 Kasım
1964’de satış yoluyla Ali Albayrak’a, 1 Ağustos
1969’da miras yoluyla Zeyra Meryem Albayrak, Süheda
Merih Akın ve Ahmet Uğur Balkaner’e, 20 Şubat
1989’da da satış yoluyla Günaydın Turizm İnşaat ve
Ticaret A.Ş.’ye geçti. Hazine, köşk maliklerinin
Yorgi Zarifi’nin mirasçıları olmadıkları, taşınmazın
Hazine adına tescil edilmesi gerektiği iddiasıyla
1995’te Günaydın Turizm A.Ş. aleyhine Sarıyer 1.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nde tapu iptal davası açtı.
15 Nisan 1997 tarihli mahkeme kararıyla köşk tapuda
Hazine’ye kaydedildi, köşkün kullanıldığı dönem için
535 bin Euro ecrimisil tahakkuk ettirildi. Açtığı
davaları kaybeden Günaydın Turizm, 2002’de köşkten
çıktı.
İç hukuk yollarını tüketen şirket, AİHM’e yaptığı
başvuruda, köşkün tazminat ödenmeksizin Hazine’ye
devredilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne
göre güvence altına alınan mülkiyet hakkının
ihlaline yol açtığını ileri sürdü. Köşkün iadesini
ve kira geliri kaybına karşılık 5.5 milyon Euro ve
16 bin 587 bin Euro tazminat talep etti. AİHM, 2
Eylül 2009’da, tazminat talebini saklı tutarak,
uzlaşma için 6 ay süre tanıdı.
Maliye Bakanlığı, tazminat talebinde
bulunulmaması şartıyla taşınmazın iadesini uygun
gördü. Köşke, emlak piyasasında 30 milyon Euro değer
biçiliyor.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 15.09.2010
KONYA'DA 161 TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Konya'da İl Jandarma Komutanlığı tarafından, Çeltik
İlçesi'nde bir evde yapılan aramada 161 tarihi eser
ele geçirildi. Olayla ilgili 1 kişi gözaltına
alındı.
İhbar üzerine harekete geçen jandarma ekipleri,
Yunak Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan alınan arama izni
ile A.Ö. ve annesi E.Ö.’nün birlikte oturduğu evde
arama yaptı. Aramada Roma dönemine ait 151 bronz
sikke, Roma dönemine ait 2 gümüş sikke, Bizans
dönemine ait 3 bakır sikke, Selçuklu dönemine ait 1
gümüş sikke, 2 kartal figürü, 1 mermer erkek
heykeli, 1 kadın heykel başı olmak üzere toplam 161
tarihi eser ele geçirildi.
Olayla ilgili gözaltına alınan A.Ö., çıkarıldığı
nöbetçi mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldı. Tarihi eserler de Konya
Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi.
Hürriyet, Haber: Aycan Aydın, 15.09.2010
DÜNYA ARKEOLOJİ MÜZESİ'NE İZİN
İzmir Özel Türk Koleji Yönetim Kurulu Üyesi
Yavuz Tatış’ın, Alsancak’ta kuracağı “Dünya Arkeloji
Müzesi”ne 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu’ndan izin çıktı.
Arkeolojiye merakı ile tanınan Yavuz Tatış 6 bin 500
parçadan oluşan tamamı kayıtlı tarihi eseri
sergilemek için kurmak istediği özel müze için,
zamanında Fransız mühendislerin kaldığı, yıkılma ve
çökme tehlikesi içinde bulunan dört tarihi bina
satın alarak ilk hamleyi yaptı. 1300 metre alana
kurulacak müze için iki yıldır kuruldan izin
çıkmasını bekleyen Yavuz Tatış, bu arada 5 milyon
lira harcayarak binaları restore ettirdi. Tatış,
“Elimde bulunan eserleri, ‘Anadolu Medeniyetlerinden
Kültür Yansımaları’ kitabıyla ölümsüzleştirdim. Bu
kitabın İngilizcesi de yakında çıkacak. Bu müze
dünyanın sayılı müzelerinden olacak. Eserlerin hepsi
envanterde kayıtlı” dedi.
Hürriyet Ege, Haber: Bahri Karataş, 15.09.2010
ILISU BARAJ GÖLÜ ALTINDA KALACAK ESERLERİN
KURTARILMASI
Diyarbakır’ın Bismil
İlçesi'nde Ilısu
Baraj Gölü altında kalacak eserlerin kurtarılması
için 11 yerde yapılan kazıların bu yılki bölümü
tamamlandı.
Diyarbakır Müzesi Müdürü Nevin Soyukaya, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Ilısu Baraj Gölü
altında kalacak eserlerin kurtarılması için 2000
yılından bu yana devam eden kazı çalışmalarının bu
yılki bölümünün sona erdiğini bildirdi.
Diyarbakır Müze Müdürlüğü Başkanlığı'ndaki Ilısu
Barajı Kurtarma Kazıları kapsamında Ziyarettepe,
Hırbe Merdontepe, Salat Camisi Yanı, Kavuşan Höyük,
Salattepe, Müslümantepe, Aluç Yerleşimi, Körtiktepe,
Gre Abdurrahman, Hakemi Use ve Karavelyan Yerleşimi
olmak üzere 11 arkeolojik yerleşimde kazı ve depo
çalışması yapıldığını belirten Soyukaya, kazıların
gelecek yıl da devam edeceğini kaydetti.
Soyukaya, kazılardan her yıl önemli yüzlerce
eserin müzeye ulaştırıldığını belirterek, ‘Çıkarılan
tarihi eserler Yeni Asur yoğunlukta olmak üzere
Neolotik, Halaf, Tunç çağı gibi dönemlere ait. Her
yıl müzemiz yüzlerce eser kazanıyor. Bu sayede de
müzemiz oldukça önemli koleksiyona sahip oluyor. Bu
yılki kazılardan toplam bin 340 eser müzemize
kazandırıldı’ dedi.
haberler.com, 15.09.2010
TARİHİ KÖPRÜDE YIKILMA TEHLİKESİ
Antalya'nın Serik İlçesi'ne bağlı Belkıs beldesinde, Köprüçay Irmağı üzerinde kurulu tarihi Belkıs Köprüsü yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Milattan Sonra 4. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen 'Eski Köprü', 'Köprü Pazar', 'Sultan Alaaddin', 'Belkıs' gibi çeşitli isimlerle anılıyor.
Belkıs Belediye Başkanı Remzi Yıldız, tarihi köprüde kalıcı hasar oluştuğunu ifade ederek yetkilileri göreve davet etti. Geçen yıl şiddetli yağış sonucunda meydana gelen sel felaketinde tarihi köprünün ayaklarından birinin oyulduğuna işaret eden Yıldız, şöyle konuştu: "Buradan dev bir parça düşmüştü. Bunun için Anıtlar Yüksek Kurulu tadilat için yaptığı proje bir müteahhit tarafından yarım halde bırakıldığını gördük. Tarihi eski köprü bu haliyle kaderine terk edilmiş durumda bölgemizde yağışların zamanı yaklaşıyor. İlk yağışların ardından köprü altında bir çalışma yapmak imkansız hale gelecek. Yetkilileri buradan uyarıyorum. Tarihi köprü yıkılmak üzere."
Tarihi köprünün durumuyla ilgili başta Antalya Valiliği olmak üzere çeşitli kurumlara yazı yazdığını anlatan Başkan Yıldız, halen bu konuda herhangi bir cevap alamadığını sözlerine ekledi.
Antalya Kent Haber, 14.09.2010
İZMİR'İN TARİHİ YANGINLARLA DOLU
İzmir’in bilinen
5 bin yıllık tarihini 8 Bin 500 yıla çıkaran
Yeşilova Höyüğü’nde yapılan kazılarda, 8 bin yıl
önce kentte büyük yangınların çıktığı, daha sonraki
yıllarda da sık sık yangınların meydana geldiği
belirlendi.
Yeşilova Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı, Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyelerinden Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 2005 yılından beri
devam eden kazılarda bu yıl önemli bulgular elde
ettiklerini, İzmir ile ilgili birçok ilklerin,
kazılar sonucu yavaş yavaş ortaya çıktığını söyledi.
Birinci İzmir olarak bilinen bölgede, 8 bin yıl önce
büyük yangınların çıktığını belirlediklerini ifade
eden Derin, ‘İzmir’in adı sık sık yangınla anılır,
İzmir’deki ilk yangın günümüzden 8 bin yıl önce
çıkmış’ dedi.
İzmir’in ilk yangın yerine ulaşıldığını, yapılan
kazılarda kentte çok sayıda yangının meydana
geldiğinin ortaya çıktığını belirten Derin, şunları
söyledi:
‘Çalışmaları sırasında İzmir’in ilk yaşantısına
ait önemli çanak, çömlek ve aletler bulduk. Elde
edilen ilk bulgulara göre, çok gelişmiş ve Rönesans
Dönemi olarak adlandırılacak bir kültür yaşanmış.
Çanak, çömlekler üzerindeki kabartmalardan, bir ana
tanrıçaya tapınıldığını anlıyoruz. Kazılarla
İzmir’in 8500 yıl öncesine doğru bir yolculuk
yapıyoruz. Yeşilova Höyüğü İzmir’in ilk yerleşim
yeri, birçok bulguda İzmir’in ilklerini
barındırıyor. Her sene yaptığımız çalışmalarla, hiç
bilmediğimiz noktalar aydınlığa kavuşturuyor.
Kentteki yangınlar da bunlardan biri. Yeşilova’da
8000 yıl önce başlayan yangın zincirleriyle halk
burayı terk etmek zorunda kalmış. Depremle gelen
yangınlar da olabilir. Yapıları, içinden hiçbir şey
alamadan, terk etmek zorunda kalmışlar. Bu İzmir’in
kaderinde var olan yangın silsilesinin ilk, en erken
dönemi. İzmir’in kaderi yangınla başlamış, yangınla
devam etmiş. Kentin geleceği inşallah daha güzel
olur, ama antik dönemde çilesi fazla olmuş,
özellikle yangınlar çok sayıda yaşanmış. İzmir’in
ilk yangın yeri burası, İzmir’in ilk yangın yerinde
kazılar yapıyoruz.’
Yeşilova Höyüğü’nde yapılan kazılarda elde edilen
bulgulara göre, günümüzden 8 bin 500 yıl önce,
kentte o günlere göre gelişmiş bir medeniyet
olduğunu, özellikle adalarla ticaretin yapıldığını,
buğday ve mısırın işlenerek un haline getirildiğini,
her evde işliklerin bulunduğunu belirten Derin,
geniş alanda kazı çalışması yaptıklarını, kentin MÖ
5700-5800 yıllarında yangınlarla, ardından da
sellerle boğuştuğuna yönelik bulgulara ulaştıklarını
söyledi.
Derin, Yeşilova Höyüğünün, yaklaşık 2 metrelik
büyük ve kalın bir toprak yorganın altında
kaldığını, bu yorganın, kentin gizemli geçmişini
kapattığını belirtti. Bu örtüyü tamamen kaldırarak,
kentin geçmişini gün ışığına çıkarmak istediklerini
kaydeden Derin, ‘İzmir’in ilk yerleşenleri
günümüzden 8 bin yıl önce bölgeyi terk etmişler, bu
kaçışa neyin neden olduğunu ortaya çıkarmak için
çalışıyoruz. İklimsel bir felaket olabilir,
buzulların erimesi, ani kuraklık, ardından gelen
yağışlı hava olabilir. Ama her ne olduysa, insan
yaşadıkları bölgeyi terk etmiş. Zengin kültür
gitmiş, 500 yıl sonra Anadolu’dan daha ilkel bir
toplum bölgeye yerleşmiş’ diye konuştu.
haberler.com, 14.09.2010
CAMİ TUĞRASINI ÇALMAK İSTEYEN POLİSLERE SUÇÜSTÜ
Kocaeli'nin Gebze İlçesi'ndeki tarihi Çoban Mustafapaşa Külliyesi'nin girişindeki 2. Abdülhamid'e ait tuğra ve onarım kitabesini çalmaya çalışan 2'si polis 5 kişi suçüstü yakalandı.
Alınan bilgiye göre Gebze'de 1523 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılan Çoban Mustafapaşa Külliyesi'nin Gölcüönü Meydanı'na bakan girişinde gece birkaç kişinin toplandığını gören vatandaşlar polise haber verdi.
Olay yerine sevk edilen polis ekiplerince yapılan kontrolde, külliyenin girişinde bulunan 2. Abdülhamid'e ait tuğra ve onarım kitabesini yerinden sökmeye çalıştıkları belirlenen 2'si polis 5 kişi gözaltına aldı.
Zanlıların emniyetteki işlemlerin ardından adliyeye sevk edileceği öğrenildi.
Türkiye Gazetesi, 14.09.2010
OSMANLI HAMAMI MÜZEYE DÖNÜŞÜYOR
Osmanlı padişahlarından Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa tarafından 14. yüzyılda yaptırılan Süleyman Paşa Hamamı Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek müzeye dönüştürülüyor.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Fen işleri Daire Başkanlığı denetiminde sürdürülen çalışmalarda halen harabe görüntüsündeki hamam, içerisinde standların, yaklaşık 100 metrekarelik bir kafeteryanın ve lavabonun yer aldığı müze-hamam olarak hizmet verecek. Ayrıca tarihi hamam, çalışmaların tamamlanmasının ardından son derece modern aydınlatma sistemiyle de ışıklandırılacak. 600 yıllık mazisi ile ilimizdeki en eski Osmanlı dönemi hamamı olan tarihi yapıda güçlendirme çalışmaları yoğun şekilde devam edecek.
Süleyman Paşa Hamamı, Süleyman Paşa tarafından 14. yüzyılda İzmit Merkez'e bağlı Akçakoca Mahallesi'nde inşa edildi. Çifte hamam (bay-bayan) özelliğine sahip olan hamam 3 bölümden oluşuyor ve bu 3 bölümde 3 tane de kubbe bulunuyor. Hamam günümüzün hamamlarında da bulunan soğukluk (giriş kısmı) ılıklık ve sıcaklık kısımlarından oluşuyor. Ön kısımlarda üzeri çifte yüksek kubbe ile örtülü bir soğukluk
Özgür Kocaeli, 14.09.2010
ERZURUM'DA ASR'I SAADET MÜHRÜ
İlk İslam mabedi olarak Erzurum’da inşa
edilen Kabe Mescidi, tarihi süreç içerisinde
kaybolup giderken, bir diğer Kabe Mescidi ise,
Kuloğlu Mahallesi’nde tarihe mirasçılık ediyor.
Özel Güneş İlköğretim Okulu’nun
hemen arkasında bulunan mescidin, Erzurum’un meşhur
iki “Kabe Mescidi”nden birisi olduğu öğrenildi.
Erzurum'da İslami yapılaşmanın Hz. Osman zamanında
şehrin el değiştirmesiyle başladığının belirtildiği
tarih kaynaklarında, bu yapılaşmaya verilen
örneklerin başında ibadethaneler geliyor. Basra, Şam
ve Kufe'den gelen yeni muhacirler, Emevi ile Abbasi
askerleri ve ailelerinin, dini inançlarını
sürdürebilmesi için Erzurum’da öncelikle Cami ve
Mescitleri çoğalttıkları öğrenilirken, buna ilişkin
olarak günümüze ulaşan çok çeşitli bilgiler
bulunuyor. İlhanlı hükümdarı Ebu Said zamanında
yaşayan ve eserleri ile tanınan Kazvini, Erzurum'a
ait bazı yazılarında, Büyük Kilise yakınında, Kabe
Mescidi'nin de inşa edilmiş olduğunu belirtirken,
mescidin fiziki özelliklerine ilişkin olarak çeşitli
bilgiler de aktarıyor. Kazvini, Kabe Mescidi’nin
dört köşe olması nedeniyle için Mekke'deki gibi Kabe
adını aldığını anlatırken, buna benzer bir başka
tarihi bilgi ise, Erzurum’a görevle gelen Trabzonlu
Aşık Çelebi tarafından aktarılıyor. Trabzonlu Aşık
Çelebi ise, hatıratında; “Bu kilisenin karşısında,
eniyle boyu bir, Kabe şeklinde Müslümanlar için bir
mescit yaptırıldı. Bu mescide Kabe örneği adı
verildi.” diyor.
Erzurum’da Hz. Osman döneminde
inşa edilen Kabe Mescidi’nin, tarihi süreç
içerisinde yıkıldığı kaydedilirken, söz konusu
mescidin bir benzerinin ise, Kanuni Sultan Süleyman
döneminde inşa edildiği tahmin ediliyor. Osmanlılar
döneminde Kanuni vasıtasıyla bazı İslami yapılar ve
medreselerin işlerlik kazandığının kaydedildiği
tarihi kaynaklar, Kabe Mescidi'nin sonraki
kaynaklarda ikileştiğinin görüldüğüne yer veriyor.
Edinilen bilgilere göre, Lala Paşa Camii’nin
güneyinde, eski beylerbeyi sarayının yakınında
bulunan Kabe Mescidi, İsmet Paşa Mektebi’nin
yakınında ve Çeteci Abdullah Paşa Çeşmesi'nin de
karşısında bulunuyor. Eski Erzurumlu büyüklerin
ifadelerine göre de, mektebin bulunduğu yerde
Mermer Hamam bulunuyor. Cami, Mescit ve hamam
geleneğinin, Kabe Mescidi için de uygulandığının
anlaşılmasına neden olan tarihi kaynaklar, Lala Paşa
Camii ve Kabe Mescidi Mahallesi’ndeki her iki
binanın birbirinden ayrı olduğunu gösteriyor. Eski
belgelerde de bu husus açık olarak aktarılırken, İsmet Paşa Mektebi’nin karşısında bulunan Kabe
Mescidi’nin kesin yapım tarihi ise, bilinmiyor.
Erzurum Gazetesi, 14.09.2010
YUNANİSTAN O HAZİNEYİ ARIYOR!
Kuzey
Yunanistan’daki Trikala kentinde Ali Paşa’ya
ait olduğu zannedilen bir hazinenin arandığı
bildirildi.
Yunan internet sitelerinde yeralan haberlere
göre, kentin Agi Theodori-Theopetra bölgeleri
arasında, özel kameralarla donatılmış iki
sondaj makinasıyla, hazinenin bulunması için
kazı yapılacak.
Yunan kökenli bir
Avusturya vatandaşına araştırma için tüm
gerekli izinlerin çıkartıldığı kaydedildi.
Sondaj makinalarının yaklaşık 15 metre derinliğe
kadar inecekleri açıklandı.
Onsekizinci yüzyılda
yaşamış olan ve "Yanya Sultanı Tepedelenli Ali
Paşa" olarak da bilinen Ali Paşa,
Yunanistan’daki Yanya kentini merkez alan
yönetimini Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsız
hale getirme çabası üzerine Sultan II. Mahmut
tarafından görevinden alınmıştı. Bu kararı
dinlemeyerek isyan başlatan Ali Paşa, Osmanlı
ordusuna karşı yenildi ve öldürülmemesi
koşuluyla 1822’de teslim oldu. Tekrar isyan
çıkarma riski bulunduğu için hakkında
idam kararı alınınca silahına davrandı ve
vurularak öldürüldü. Daha sonra başı kesilerek
İstanbul’a gönderildi.
Ali Paşa’nın, Yanya’nın idaresini elinde
bulundurduğu dönemde büyük bir servetin sahibi
olduğu belirtiliyor.
Milliyet, 13.09.2010
******
ALİ PAŞA'NIN HAZİNESİ
YUNANİSTAN'I KURTARACAK
Yunanistan’ın Vassiliki
Köyü'nde Osmanlı’nın Yanya Valisi Tepedenli Ali
Paşa’nın hazinesini bulmak için kazı başlatılıyor.
Devlet desteğiyle
gerçekleştirilen kazıda hazine bulunabilirse yarısı
Yunan devletinin olacak. Köy muhtarı Vaios Ziakas,
Ali Paşa’nın hazinesinin uzun süredir krizle boğuşan
Yunanistan’ın borçlarını ödeyebilecek kadar büyük
olduğunun düşünüldüğünü belirterek, “Bu inanılmaz
bir hikaye, doğru olduğunu umuyoruz. Hazinenin yüzde
50’si Yunan devletinin olacak, belediye de pay
alacak” dedi. Gelecek hafta başlatılacak çalışmalar
için
Atina’dan iki
sondaj aleti
getirildi. 20 metre derinliğe uzatılacak kameralarla
hazine bulunmaya çalışılacak. Yanya Valisi Tepedenli
Ali Paşa 1822’de devlete karşı isyan ettiği için
öldürülmüş ancak hazinesi bulunamamıştı. Tepedenli
ile bağının bulunduğu söylenen Vassiliki’ye Paşa’nın
Yunan asıllı karısının adı verilmiş.
Milliyet, 18.09.2010
ANLAŞMAZLIK BİTTİ: SİLİNDİR İRAN'DA
Dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan British Museum ile İran arasında anlaşmazlığa sebep olan Kiros Silindiri 4 ay boyunca İran'da sergilenecek.
Dünyanın ilk insan hakları bildirisi olarak kabul edilen ve Pers Kralı Kiros tarafından yazdırılan silindir bu açıdan ayrı bir önem taşıyor. 2 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip olan silindir 1879 yılında Irak'ta bulundu.
British Museum yöneticisi Neil MacGregor konu ile ilgili olarak "Kiros Silindiri için Orta Doğu'nun bir objeye sığdırılmış tarihi diyebiliriz." şeklinde açıklama yaptı. MacGregor ayrıca; "bu geçmişten bugüne hepimizin paylaştığı bir hat ve bu obje bugün yaşadığımız dünyayı şekillendirmiş anahtar bir anı gösteriyor." dedi.
Babil'in fethedilmesinin ardından çivi yazısıyla yazdırılan tablet, yazdırıldığı topraklar olan İran'da en son 40 yıl önce sergilenmişti.
Hürriyet, 13.09.2010
KERVANSARAY HAZIR
Battalgazi İlçesi'nde,
3'üncüsü bu yıl yapılacak olan ve "uluslar arası"
olacağı belirtilen KERVANSARAY BULUŞMASI MELİTA’ DAN
BATTALGAZİ’YE TARİH -ARKEOLOJİ- KÜLTÜR -SANAT
GÜNLERİ, 17- 27 Eylül günleri arasında
gerçekleştirilecek. Bu organizasyona mekan oluşturan
tarihi Silahtar Mustafapaşa Kervansarayı da,
restorasyon ve onarım çalışmalarının büyük ölçüde
tamamlanmasıyla, etkinliklere hazır hale getirildi.
İşlerin tamamıyla bitirilmemesi nedeniyle kabulü
yapılmayan kervansarayın, orijinal planına sadık
kalınarak meydana çıkarılan yeni çehresiyle
açılışının da 17 Eylül günü yapılacağı öğrenildi.
Malatya Haber, 13.09.2010
ANTİK KİLİSE KIŞA HAZIRLANIYOR
Demre'de yapılan
Myra Andriake kazılarında ortaya
çıkarılan Antik Bizans Kilisesi'nin,
kış gelmeden korumaya alınacağı bildirildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
yetkililerinden edinilen bilgiye göre, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın Akdeniz Üniversitesi ile ortak
yürüttüğü kazılarda, toprağın 7 metre altında önemli
bölümü sağlam bulunan Bizans Kilisesi'nin
restorasyonu için Bakanlıktan gönderilen ödeneğe ek
olarak Antalya İl Özel İdaresi'nden de 130 bin TL
ödenek temin edildi.
Bu ödenek, 800 yıllık kiliseyi yağmur ve sel
sularından kurtaracak çalışma için kullanılacak.
Çalışma çerçevesinde, etrafı duvarlarla çevrilmeye
başlanan kilisenin üstü çatı ile kaplanacak.
Kilisenin batısına 4 metre eninde, 2 metre
yüksekliğinde, 70 metre uzunluğunda menfez
yapılacak.
Restorasyonu Myra Andriake Kazı Başkanlığı'nca
yürütülen kilisede, tüm çalışmaların kış gelmeden
bitirileceğini belirten Demre Kaymakamı
Murat Sefa Demiryürek, şunları söyledi:
''İlçemizde ortaya çıkan bu tarih hazinesinin
korunması ve gelecek kuşaklara taşınması için, tüm
önlemler alınıyor. Yerin 7 metre altında olması
nedeniyle, yağmur ve sel suyundan korumak için
gereken her şey yapılıyor.''
Yapı, 13.09.2010
ÇİFTE MİNARELER TARİHİ BEKLİYOR
Tarih boyunca bir çok
medeniyete beşiklik etmiş olan Erzurum’un, en gözde
tarihi eserlerinden olan Çifte Minareli Medrese,
ifade edilmesiyle bile akıllara hemen Erzurum’u
getiriyor.
Tarihi Medrese, asırlara göğüs gererek günümüze
ulaştı. Şehrin merkezinde bulunması nedeniyle,
civarı da çekirdek Erzurum diye adlandırılıyor.
Erzurum Ulu Camii’nin doğusunda, "Tebriz Kapısı
Çarşısında" bulunan bu Mamurenin en çok yaygın ve bu
gün yaşayan ismi “Çifte Minareler” veya “Çifte
Minareli Medrese”dir Mamure kesme taştan ve müstakil
planla inşa edilmiştir. Cephede minare kaideleri öne
doğru çıkıntılıdır. İki minare arasında nebati
geometrik tezin atlı istalaktitli Taç Kapısı vardır.
Minare kaidelerinin alt ön kısmında müstakil bir
komi üzerinde iki "Selçuk Arması" vardır. Batıdaki
armada, altta ağzını açmış iki yılan, ortada dilimli
bir yaprak, bunun üstünde çift başlı bir kartal
vardır. Doğuda bulunan simetriğine yaprak ve kartal
işlenmemiştir.
Dam hizasında çift kat korniş içerisinde
çinililerle süslü ortasında Allah-Muhammet ve dört
çariyari güzinin ismi yazılıdır. Yarı üstünvari
sütunların meydana getirdiği minarelerin üzerleri
çini tezyinatlı şerefe altları istalaktitlidir.
Şerefelerin üst kısmı bir rivayete göre hiç
yapılmamış, bir rivayete göre de yıkılmıştır. Eser
bütünüyle 35 x 48 m²’lik bir alanı kaplar. Taç
kapıdan geniş bir avluya geçilir. Avlunun etrafı
sütunlarla çevrilidir. Öğrenci odaları avlunun
etrafında yer alır. Bu gün yıkık olan güneydeki
eyvana bitişik kümbet vardır. Kümbet kübik bir kaide
üzerine poligonal bir gövde ve konik külahtan
oluşmaktadır. Eser heyeti umumiyesiyle Selçuk
stilinde XIII. asrın sonlarına doğru yapılan, önemli
bir hadise ile tezyinatı yarım kalan ve "Fakülte
Karşılığı" tedrisat yapan Çifte Minareli Medrese
mimari yapısı taş oyma ve kabartma tezyinatı, çini
süslemeleri ile muhteşem bir şaheserdir. Kitabesi
yok edildiği için Türk sanatı bilginleri medresenin
1285-1290 yılları arasında ilhanlılar zamanında
yaptırılmış olması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Evliya Çelebi, bu eşsiz eserin değerini şu
sözlerle anlatmaktadır: “Bu cam termin edilse küre-i
arzda, misali bulunmaz bir eser olur. Allah tamirini
müyesser eylese”
Burayı I. Alaeddin Keykubad kızı için
yaptırmaya başlamış.Kendisi harbe gidip şehit olunca
paralarını alamayan ustalar yarım bırakarak
gitmişler. Bir de şöyle bir rivayet vardır ki bu en
fazla tutulanı ve bilinenidir: Bu muazzam
yapıyı yapan bir usta ve bir çırağı varmış.Bina
yükseldikçe çırak bu işte ustasından daha zanaatkar
olduğunu göstermeye başlamış.Bu durumu ne kadar
kıskansa da usta bir şeyler diyememiş.Bir gün yine
çalışırlarken çırak ustasına seslenerek su istemiş
ve bunu duyan usta: "Usta idim oldum şegirt,al
destiyi suya seğirt" diyerek kendini minareden
aşağıya atmış.Bunu görüp hatasını anlayan çırak çok
pişman olmuş ve ustasının arkasından kendini aşağıya
atmış.Ve çalışan işçiler bu vahim olaya çok
üzülmüşler ve işi yarım bırakarak gitmişlerdir.Bu
efsane en çok bilinen ve anlatılanıdır,zira
doğruluğunu destekleyen işçilik farklarını yapı
üzerinde rahatça görmek mümkündür.Yakutiye'nin sağ
yarısını çırak sol yarısını ise usta yapmıştır.Ve
dolayısıyla sağyarısındaki sütunlar,duvar kenarları ve diğer
detaylar daha işlemeli ve güzel iken sağ yarısı daha
sade bir yapıdadır. Burada örnek olması açısından
size Yakutiye'nin giriş kapısının iki yanındaki
süslemelerin usta ve çırak tarafından yapılanlarını
veriyorum. Sizde bu farkı rahatça görebileceksiniz.
Burada bariz bir şekilde farkını görebileceğiniz
gibi arada işleme farkları var. Burada solda ustanın
yaptığı işleme ve sağda ise çırağın yaptığı işleme
görülmektedir. Sağdaki işlemenin ortasında kartal
işlemesi ve altında yaprak şeklindeki motifler
varken,solda daha sade olan bu yapraklar ortasında
ise bir kartal işlemesi bulunmamaktadır.
Erzurum Gazetesi, 13.09.2010
KALE KAZILARINDA BÜYÜK
SARNIÇ BULUNDU
Ayasuluk Kalesi’nde ve
St. Jean Kilisesi’nde 2010 yılı Kazı ve Restorasyon
çalışmaları ikinci ayını tamamladı. Bu süre içinde
Kale içindeki kazılar tamamlandı ve St. Jean
Kilisesi güneyinde büyük bir sarnıç (Su Deposu)
bulundu.
Ayasuluk Tepesi ve St.
Jean Kilisesi’nde Yrd. Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı
Başkanlığında Pamukkale Üniversitesi ekibi
tarafından 2007 yılından bu yana sürdürülen kazı ve
onarım çalışmaları 2010 yılında 1 Temmuz’da başladı
ve Ağustos sonunda ikinci ayını tamamladı.
Çalışmaların 30 Ekim
tarihine kadar devam edeceğini hatırlatan
Büyükkolancı; 2010 yılının St. Jean kazıları için
önemli bir tarih olduğunu ve 1960 yılında Kültür
Bakanlığı adına Efes Müzesi arkeologlarının St. Jean
ve Ayasuluk Kalesi’nde kazılara başladığını ve 2010
yılında bu çalışmaların 50. yılının kutlandığını
ifade etti. 2010 yılı çalışmalarının ilk iki ayında
İç Kale’deki kazıların neredeyse tamamlandığını ve
batı sur duvarlarındaki onarımlara ağırlık
verildiğini söyleyen Kazı Başkanı Mustafa
Büyükkolancı, özellikle daha önce söz verdikleri
gibi kaleyi 2012 yılında geziye açmayı
hedeflediklerinin altını çizdi. Bu hedefe uygun
olarak öncelikle restorasyon projesi İzmir 2
Numaralı Bölge Koruma Kurulu tarafından onaylanan İç
Kale Batı Sur duvarlarındaki onarımlara Selçuk
Belediyesi ile birlikte başlandığını, Belediye
Başkanı H. Vefa Ülgür ve Belediye Meclisi üyelerinin
yakın desteğine bir kez daha teşekkür ettiğini
belirten Büyükkolancı; “Yaklaşık olarak 400 bin TL’
lik işçi, usta ve restorasyon malzemesi desteği
çevredeki kazılar ve belediyeler için iyi bir örnek
olacaktır” dedi.
Yrd. Doç.Dr. Mustafa
Büyükkolancı, 2010 yılındaki kazı hedeflerinden en
önemlisinin St. Jean Kilisesi güneyindeki
Piskoposluk Sarayı olduğunu, 2010 yılından itibaren
artık St. Jean Kilisesi Güney doğusundaki yeni kazı
alanında çalışmaya başladıklarını belirtti. Kazılara
başlamadan önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
sunulan 10 yıllık kazı programı içinde bu kısmın yer
aldığını ve burada 1960-61 yılında kısa süreli
kazılar yapıldığını, ancak bu geniş alanın tümüyle
kazılması gerektiğini söyledi. Büyükkolancı; Burada
Efes’ten MS 7. Yüzyıl’da Ayasuluk Tepesi’ne ve St.
Jean Kilisesi yakınına taşınan Piskoposluk
Sarayı’nın varlığını tahmin ettiklerini ve bu saray
kompleksinin ortaya çıkarılmasının Selçuk ve St.
Jean ören yeri için yeni ve önemli bir kazanım
olacağını kaydetti. Geçtiğimiz iki ay içinde bu
alanın güney yarısında yapılan kazılarda 21.00x22.50
m. ölçülerinde büyük bir sarnıcın üst örtüsüyle
ilgili kalıntılar bulunduğunu hatırlatan
Büyükkolancı; bu büyük sarnıcın 9 kubbe ile örtülü
olduğu ve derinliğinin en az 3.00-4.00 m. olduğunun
anlaşıldığını ifade etti.
Sarnıcın en önemli
özelliğinin Selçuk içinde doğu-batı yönünde uzanan
su kemerlerinin son durağı olması, İçme suyunun
kapalı sistemle bu yüksek noktadaki büyük sarnıca
ulaşarak Haç merkezi konumundaki St. Jean Kilisesi
ve Piskoposluk Sarayının su gereksinimini
karşıladığının anlaşıldığını belirten Mustafa
Büyükkolancı, sonuç olarak Selçuk Halkına daha önce
söz verildiği gibi Kaledeki kazı çalışmalarının sona
erdiğini ve 2012 yılında kalenin ziyarete
açılabilmesi için Restorasyonu gereken kısımlardan
en önemlisi ve ziyaretçiler için tehlike oluşturan,
hiç onarım yapılmamış Batı Sur Duvarlarının onarım
projesinin uygulamasına Selçuk Belediyesi’nin
sağladığı işçi, usta ve malzeme katkıları ile
ortaklaşa büyük bir hızla başlandığını belirtti.
Önce iskeleler kurulmuş ve sonraki aşamada sağlam
kalabilen duvar ve kule duvarlarının derzlerinin
yapıldığını hatırlatan Büyükkolancı, iki haftadan bu
yana Batı Kule 1 ile 3 arasındaki duvarların
yaklaşık olarak 1-2 m. yükseklik kazanıldığını
söyledi.
2012 yılında
ziyaretçilerin kale doğu kapısından girip Arnavut
kaldırımlı yollardan geçerek tüm kale içindeki
yapıları gezmeleri ve restorasyon tamamlandıktan
sonra kale duvarları üzerinde dolaşarak Selçuk ve
Pamucak Ovası’nın güzel manzarasını seyredeceklerini
ifade eden Büyükkolancı; “Bu çalışmaları başta
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü olmak üzere, ağırlıkla
Selçuk Belediyesi, Efes Müzesi, Ticaret Odası, Grand
Circle Vakfı ve kazı heyetimize katkıda bulunan özel
kuruluşlar, dostlarımız ve tüm Selçuk Halkı ile
birlikte gerçekleştiriyoruz. Tüm bu kurum ve
kuruluşlara katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz”
dedi.
Selçuk Bölge Haberleri,
12.09.2010
KRAL MEZARI GERÇEK, İSKELETLER GERÇEK DEĞİL
Samsun’un Baruthane mevkiinde arkeolojik kazı
sırasında ortaya çıkan iki tümülüs, yerli ve yabancı
turistlerin akınına uğruyor. MÖ 3’ncü yüzyıla ait
olduğu sanılan mezarların kaçak kazılar sırasında
tahrip edildiğini belirten Müze Müdürü Muhsin Endoğru, “Her iki mezar da antik döneme ait.
Orijinalliğini koruyarak ziyarete açtık. Buradaki
iskeletler, aynı döneme ait fakat kime ait olduğu
belli olmayan mezarlardan alınarak kral mezarlarına
konuldu” dedi.
Samsun’un Baruthane mevkiinde 2004-2005 yılları
arasında yapılan arkeolojik kazılar sırasında ortaya
çıkan iki mezar, tarihe ışık tutuyor. Yapılan
çalışmalarda ortaya çıkan iki tümülüsün Pontus kralı
Mithridates sülalesinin hüküm sürdüğü Hellenistik
dönemde yapıldığı sanılıyor. Samsun Müze Müdürü
Muhsin Endoğru, tümülüslerin bakım ve kontrollerinin
Samsun Büyükşehir Belediyesine verildiğini
belirterek, “Tümülüs altındaki mezar, Karadeniz
kıyılarında bugüne kadar bulunmuş boyalı ve sıvalı
tek örnektir. Biri 3 odalı, diğeri 2 odalıdır” dedi.
Mezarların orijinalliğinin korunduğunu ve her yıl
binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini
dile getiren Endoğru, bölgenin Büyükşehir Belediyesi
tarafından yapılan çevre düzenlemesi ve restorasyonu
ile kentin önemli tarihi mekanlarından biri haline
geldiğini de vurguladı. Endoğru, “Mezarların içine
iki iskelet koyduk. Buradaki iskeletler, aynı döneme
ait fakat kime ait olduğu belli olmayan mezarlardan
alınarak kral mezarlarına konuldu” diye konuştu.
Milliyet, 11.09.2010
TARİH SESLENİYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, ziyaretçi hizmetlerinin iyileştirilmesi yönündeki çalışmaları kapsamında,müze ve ören yerlerinde sesli rehberlik sistemini yaygınlaştırıyor. Bakanlığın Döner Sermaye İşletmesi (DÖSİM) Merkez Müdürü Tolga Tuyluoğlu, sesli rehberlik sisteminin halen Topkapı Sarayı Müzesi ve Efes’te hizmette olduğunu hatırlatarak, "Bu hizmeti diğer müze ve ören yerlerine de götüreceğiz. Bu amaçla Türkçe, İngilizce, Almanca, Arapça, İspanyolca, Japonca ve Farsça dillerinde sesli rehberlik sistemi ile grup turları için radyo frekansıyla çalışan seyyar mikrofon ve kulaklık düzeneğine ilişkin cihazların ihalesi yapıldı" dedi.
Dört firmanın katıldığı ihaleyi Tura Turizmve Dış Ticaret Ltd. Şti’nin ihaleyi kazandığını belirten Tuyluoğlu, bu ay itibariyle Ayasofya, Ankara Anadolu Medeniyetleri, Göreme Açıkhava, Konya Mevlana müzelerinde sistemin faaliyete geçeceğini kaydetti.
Önümüzdeki günlerde Ayasofya Müzesi’ni ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler mekan hakkındaki tüm bilgileri istedikleri dilden öğrenebilecek. Dünyadaki birçok ülkedeki müzelerde uygulanan sistemde, ziyaretçi bilgi almak istediği objenin önündeki sistemin düğmesine basarak istediği dili seçiyor. Daha sonra kulaklığı kullanarak eserle ilgili bilgileri sesli olarak öğrenebiliyor.
Habertürk, 11.09.2010
KÜTAHYA'DA TARİHİ KONAKLAR MÜZE OLDU
Kütahya'da
yaklaşık 100 yıl önce inşa edilen iki tarihi konak,
belediye tarafından restore ettirilerek Kent Tarihi
Müzesi kimliğiyle hizmet vermeye başladı.
Kütahya Belediye Başkanı Mustafa İça, kentin
tarihi evleriyle ünlü Germiyan Sokak'ta bulunan
Şapçızade ve Karaca konaklarını restore ettirerek bu
yapılara yeni işlev kazandırdıklarını bildirdi. Kent
Tarihi Müzesi olarak hizmete giren konakların 1912
yılında yapıldığını ifade eden İça, "Sosyal
dayanışma ve kardeşlik duygusunu artırmak, acıyı,
sevinci paylaşmak kentlilik kimliğimizi
güçlendirmekten geçer. Kütahyalı olma, Kütahya'nın
hemşehrisi olma bilincini güçlendireceğimiz, gelecek
nesillere aktaracağımız bu mekanı Kent Tarihi Müzesi
diye isimlendirdik. Müzeyi oluşturduğumuz Şapçızade
ve Karaca konakları, yaklaşık 100 yıl önce inşa
edilmiş. Bu yapıları, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan aldığımız özel müze izniyle Kent
Tarihi Müzesi olarak hazırladık. Müzede idari
bürolar, bilgi, dokümantasyon ve arşiv bölümü ile
müze atölyesi bölümleri yer alıyor. Bahçesinde
dünyada çini sanatının merkezi olan Kütahya'nın
geleneksel ata sanatının üretim aşamaları tasvir
ediliyor." dedi. İça, müzenin zemin katında tarih
öncesi dönemden başlayarak Hitit, Frig, Roma,
Bizans, Selçuklu, Germiyan, Osmanlı ve Türkiye
Cumhuriyeti'ne ait bilgi ve belgeler, fotoğraflar
bulunduğunu belirtti.
Birinci katta Kütahya'da kaybolmaya yüz tutan
mesleklerden demirci, bakırcı, kalaycı, keçeci,
sepetçi, dülger, bıçakçı, semerci, nalbant, saraç,
kunduracı gibi meslek gruplarının bölümler halinde
heykel ve fotoğraflarla canlandırıldığına işaret
eden İça, "Birinci katta unutulmaya yüz tutmuş
mesleklere ait araç ve gereçlerin orijinallerine ait
dükkanlar, ikinci katta Kütahya'daki ev yaşamı ve
konaktaki odaların iç mekanları, günlük hayat
canlandırıldı. İkinci katta, gelin, düğün, kına,
selamlık, giysiler, yatak odası, mutfak ve halı
dokumacılığı gibi öğeler tasvir edildi. Müze binası
yanında bulunan konakta ise Kütahya kentine ait
belgeler ve bilgiler arşivlenecek ve isteyen
araştırmacıların hizmetine sunulacak." dedi.
Zaman, 11.09.2010
ADALAR MÜZESİ'NE KAVUŞTU
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı projeleri kapsamında Adalar Belediyesi, Adalar Vakfı ve Adalar Kaymakamlığı'nın ortak çalışmasıyla hayata geçirilen Adalar Müzesi açıldı.
Müzenin açılışı dolayısıyla Büyükada Aya Nikola mevkisi Hangar Müze Binası'nda düzenlenen törende konuşan eski bakanlardan Önay Alpago, birçok açılışa katıldığını, ancak daha önce çöplükten sanat eseri yaratıldığını hiç görmediğini söyledi. Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu da adalarda tarihi bir olayı yaşadıklarını belirterek, “İstanbul'da bir ilk olan, belki Türkiye'de benzeri olmayan Adalar Müzesi, adalar için değil İstanbul için de milat olacaktır” diye konuştu.
Açılışa katılan Atina Büyükadalılar Derneği Başkanı Yerasimos Kulga da, bu etkinlikle iki ülke arasındaki dostluğun sadece sözle değil somut eserlerle de güçlendirildiğini gördüklerini bildirdi.
Hürriyet, 11.09.2010
CONAN'IN ANAVATANINDA SUR BULUNDU
Efsanelere konu
olan Kimmeryalı Conan'ın vatanı olan Ege'nin
kuzeyindeki Antandros Antik Kenti'nde bu sezon
yürütülen kazılarda 3.26 metre genişliğinde sur
bulundu. 30 kişilik ekiple kazı çalışmalarını
yürüten
Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat, "Antandros'un önemi
giderek artıyor. Şimdi kentin giriş kapısına yönelik
çalışma yürütüyoruz" dedi.
Çizgi romanlara konu olan savaşçılığıyla tanınan
Conan'ın kavimi Kimmerlere ev sahipliği yapan
Antandros'ta bu sezon 30 kişilik kazı ekibi
çalışmalarını gece gündüz sürdürüyor. Arkeolog,
mimar, restoratör, antropolog ve öğrencilerden
oluşan ekip, geçmiş yıllarda MÖ 7. yüzyıldan
başlayıp Hellenistik döneme uzanan 53 mezar ortaya
çıkarmış, 'Yamaç Ev' olarak isimlendirilen Roma
evindeki kazı çalışmalarında ise, 33 metrelik bir
koridor bulmuştu. Roma evinin ana kanalizasyon
hattına ulaşılırken, ortaya çıkan veriler bir
zenginler mahallesinin bu alandaki varlığını ortaya
koymuştu. Bu yıl ise 3 metre genişliğinde ve
şimdilik 2 metre yüksekliğinde sur bulundu. Surun
köşe bölümünde de 3 metre yüksekliğinde 7.5 metre
genişliğindeki kulenin ilk bölümleri günışığına
çıkarıldı.
Bulunan sur ile bölgenin arkeolojik öneminin daha da
arttığını söyleyen Kazı Başkanı Doç.Dr. Gürcan
Polat, bölgeye gelen ziyaretçi sayısında da artış
kaydedildiğini belirtti. Polat, antik kentten MÖ
1242 yıllarında hareket eden ve Roma
İmparatorluğu'nun kurulmasına neden olan "Fırtına
Gemisi" (The Tempest) yeniden yapılarak, mitolojik
yolculuğun tekrarlanması için başlatılan
çalışmaların da sürdüğünü belirti. Polat, projenin
AB desteğiyle gerçekleşmesi için başvuruların
yapıldığını söyledi.
Polat, proje ortağı olan İtalya'nın Castro şehrinde
de çalışmaların sürdüğünü bu kapsamda Altınoluk ve
Castro'nun kardeş kent olmasına yönelik protokolün
İçişleri Bakanlığı'nda olduğunu ve önümüzdeki
günlerde onay çıkarak imzalanmasını beklediklerini
söyledi.
Yeni Asır, Haber: Şafak İnce, 10.09.2010
KÖYLERDE ARTIK TEK TİP BİNALAR OLACAK
Selçuk'un
Şirince Köyü'ne yaptığı kaçak yapılarla gündeme
gelen, kendisine ait 16 binayla ilgili yıkım kararı
alan encümen üyelerine vandal (yıkımdan zevk alan)
yakıştırması yapan Yazar Sevan Nişanyan, İzmir
Valiliği'ni harekete geçirdi. Valilik, Nişanyan'ın
kaçak yapılarından sonra aynı olayın yaşanmaması
için İzmir'e bağlı tüm köylerdeki kaçak yapılaşmanın
önüne geçecek bir çalışma başlattı. Öte yandan da
Valilik tarafından Nişanyan'a yazı gönderildi ve
yıkım kararı mahkemece kesinleşen kaçak yapılarını
yıkması istendi. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri
İrfan İçöz, "Nişanyan, turizm sezonu bitimine kadar
kaçak yapılarını yıkmazsa, hukukun gereğini yapıp
yıkımı biz gerçekleştireceğiz. Bayramdan sonra İzmir
Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) ile protokol
imzalayacağız. Protokol doğrultusunda köylerin
mimari durumuna göre tip projeler hazırlayacağız.
Yapılaşmalar da bu doğrultuda gerçekleşecek" dedi.
İl Özel İdaresi, Vali Kıraç'ın talimatı üzerine
öncelikle Şirince Köyündeki kaçak yapılarla ilgili
çalışma yaptı. İçöz, yapılaşma için Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu'ndan izin alınma
zorunluluğu bulunan ve 1. derece arkeolojik sit
alanında yer alan köyde, 10'u Nişanyan'a ait
yaklaşık 35 kaçak yapıyla ilgili yıkım kararı
bulunduğunu söyledi. Sahiplerinden, bu yapıları
yıkmalarını istediklerini belirten İçöz, "Şirince
çok önemli bir turizm noktası. Burada yapacağımız
bir yıkım, turizme darbe vurur. Bu nedenle idare
olarak turizm sezonunun bitmesini bekliyoruz. Sezon
bittikten sonra da bu yapılar sahipleri tarafından
yıkılmazsa, yıkımı biz gerçekleştireceğiz. Hukukun
gereğini yerine getireceğiz" diye konuştu.
Şirince'deki kaçak yapıların cumba, bina ve
sundurmalardan oluştuğunu belirten İçöz,
"Ekiplerimizin tutanak tuttuğu yapıların tamamı
bağımsız binalar değil. Binalara eklemeler de
yapılmış. Yıkım kararı kesinleşen tüm yapıların
yıkımının gerçekleşmesini istedik. Kötü söz sahibine
aittir. Biz vandal ve kimsenin evini yıkmaktan zevk
alan insanlar değiliz. Sadece kanunları uygulamak
için varız" diye konuştu.
İYTE ile imzalanacak protokolle, köylerin mimari
durumuna göre 18 ayrı proje hazırlanarak
kaymakamlıklara dağıtılacak. Köylüler, evlerini
kaymakamlıklardan ücretsiz temin edeceği projelere
göre yapacak.
Bayındırlık Bakanlığı, 2007'de köylerdeki kaçak
yapılaşmayı önlemek için tip proje yapılması
uygulamasını başlatmıştı. Ancak projelerin maliyeti
köylülere yüksek gelmişti. Bu nedenle proje
gerçekleşememişti. Valilik, İYTE ile köylerin mimari
yapısına uygun, düşük maliyetli projeler hazırlatmak
üzere protokol imzalayacak. Projelerin İYTE
tarafından hazırlanması yaklaşık 6 ay sürecek. Bu
projelere bağlı kalınmaması durumunda kaçak duruma
düşecek yapılarla ilgili gerekli işlem de yapacağız.
İl Özel İdaresi tarafından gönderilen "Kendin yık"
yazısını aldığını, söyleyen Sevan Nişanyan, "Ancak
yıkımı gerçekleştirmeyeceğim. Beyefendinin (İrfan
İçöz), hukuktan haberi yok sanırım. Tebliğ edilen
karara karşı İdare Mahkemesi'ne dava açtık. Yüce
Türk Hukuku'nun doğru kararı vereceğinden eminim.
Bence sonunda İçöz, mahçup olacaktır" dedi.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 10.09.2010
HÖYÜKTE BİNLERCE YIL ÖNCESİNE YOLCULUK
Anadolu ve Ön Asya'daki en büyük höyükler arasında
bulunan Kilis Oylum Höyüğü'nde bu yılki kazı
çalışmaları tamamlandı.
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Atilla Engin'in yönetiminde 22 Temmuz'da başlayan
kazı çalışmalarında 22 teknik eleman ve 43 işçinin
görev aldı. Kazı Başkanı Atilla Engin, höyükte bu
yıl gerçekleştirdikleri çalışmalarda binlerce yıl
öncesine dair buluntulara ulaştıklarını
vurgulayarak, ''Höyükte başlattığımız umutlu
yolculukta günümüzden 4 bin yıl öncesine kadar
vardık'' dedi.
Anadolu yükseltisinin bitip Suriye düzlüklerinin
başladığı çok stratejik bir bölgede bulunan Oylum
Höyüğü'nün birden fazla kent krallığının merkezi
olduğuna inandıklarını belirten Engin, ''Bu yılki
çalışmalarımızda, höyüğün krallık merkezi olduğu
öngörümüzün doğruluğunu güçlendiren önemli bulgulara
ulaştık'' diye konuşarak, sözlerine şöyle devam
etti: ''Bu yılki çalışmalarımızda elde ettiğimiz
bulguların en önemlisi Hitit dönemine ait 2 tane
hiyeroglifli damga mühür oldu. Bu mühürlerden biri
kraliyet mührü. Ayrıca höyükte ilk kez çivi yazılı
silindir mühür bulduk. Bu höyükte bulunan ilk yazılı
vesika ve günümüzden 3 bin 700 yıl öncesine ait. Bu
bulgular höyüğün, henüz adını bilmediğimiz ve yavaş
yavaş yaklaştığımız bir krallığın merkezi olduğunu
müjdeliyor. Höyükte bu yıl yaptığımız çalışmalar
sırasında işlenmiş cam ürünler bulduk. Öyle ki, bu
bulgular Anadolu insanının cam endüstrisiyle ilk kez
bu yerleşim yerinde tanıştığını ortaya koyuyor. Bu
da çok önemli. Ayrıca, yaptığımız çalışmalar
sayesinde, günümüzden 3 bin yıl öncesine kadarki ölü
gömme adetlerine ilişkin de bilgi sahibiyiz.''
Yrd. Doç.Dr. Engin, Oylum Höyüğü'ndeki bilimsel
kazıların 22 yıldır sürdüğünü ve çalışmaların daha
uzun yıllar alacağını vurguladı. Bugüne kadarki
kazılarla günümüzden 4 bin yıl öncesine ait bulgular
veren katmanlara ulaştıklarını kaydeden Engin,
gelecek yıl bu katmanların yanı sıra günümüzden 4-5
bin yıl öncesine ait bulgular bekledikleri
katmanlarda çalışmalar yapacaklarını bildirdi.
Kilis'in 10 kilometre doğusunda, aynı adla anılan
köyün bitişiğinde bulunan, 22-37 metre yüksekliğe ve
170 dekar yüzey alanına sahip olan Oylum Höyüğü'nün
bölge arkeolojisine ışık tutacak önemli bilgi ve
bulgular vermesi bekleniyor.
Cumhuriyet, 10.09.2010
TOPKAPI SARAYI EN ÇOK GELİR GETİREN MÜZE OLDU
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı 300'ü aşkın müze
ve örenyerini ziyaret edenlerin sayısı, 2010 yılının
7 ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde
21 artış göstererek 15 milyona yaklaştı.
Müze ve örenyerlerinden elde edilen gelirde de
yüzde 22 artış sağlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürü Tolga
Tuyluoğlu, 2010 yılında müze ve örenyeri ziyaretçi
sayısının, Türkiye'ye yönelik turizm hareketindeki
büyümenin çok daha üzerinde bir artış olduğunu
söyledi. Tuyluoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bakanlığa bağlı 300'den fazla müze ve örenyerini
2010 yılının ilk 7 ayında ziyaret edenlerin sayısı
bir önceki döneme göre yüzde 21 artış göstererek 14
milyon 367 bin 532 oldu. Aynı dönemde söz konusu
ziyaretlerden elde edilen gelir de yüzde 22 artış
göstererek 95 milyon 372 bin 555 TL'ye ulaştı. Müze
ve örenyerlerindeki gişelerin bir kısmının
yenilendiğini, turnikeli sistemlerin faaliyete
geçtiğini söyleyen Tuyluoğlu, bu ay içinde yapılacak
ihale sonrasında 48 müzenin giriş kontrol
sistemlerinin yenileneceğini ve gişelerdeki
hizmetlerin geliştirileceğini bildirdi. 2008 yılı
Haziran ayında başlatılan proje sayesinde bugüne
kadar 1 milyon 705 bin 464 kişi Müzekart sahibi
oldu.
2010 yılının 7 ayında Türkiye'de en çok
ziyaretçi alan ilk 3 müze ve örenyerleri şunlar:
Topkapı Sarayı Müzesi 1.708.167 (Ziyaretçi),
23.211.965 (Gelir), Ayasofya Müzesi 1.509.686
(Ziyaretçi), 21.258.085 (Gelir), Efes Örenyeri
955.012 (Ziyaretçi), 11.018.955 (Gelir).
Zaman, 10.09.2010
ANITA TURİST İLGİSİ
Bartın’ın Amasra İlçesi'nde, Roma Dönemi’nde
yapılan Anadolu’nun tek yol anıtı olduğu bildirilen Kuşkayası Yol Anıtı’nı yılda 150 bin turist ziyaret
ediyor.
MS 41-54 yıllarında Roma İmparatoru Tiberus Germanious Claudius döneminde, Doğu
Eyaletleri İnşa Ordusu Komutanlığı yaptıktan sonra
yaşam boyu Pontus Valiliğine atanan Gaius Julius
Aguilla tarafından yaptırılan ve Anadolu’da benzeri
bulunmayan anıt, turistlerin ilgisini çekiyor.
Amasra Kaymakamı Mehmet Yıldız, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, yaklaşık 2 yıl önce Köylere
Hizmet Götürme Birliğince yapılan düzenlemenin
ardından anıtı görmeye gelenlerin sayısında artış
olduğunu söyledi.
Anıtın çürüyen merdivenlerinin yenilenmesinin
yanında, tarihi yapının bulunduğu tepeye konulan
oturma gruplarında ziyaretçilerin dinlenmesinin yanı
sıra deniz ve doğa manzarasını da sağlandığını
anlatan Yıldız, şöyle dedi:
”Anıt çevresinde ışıklandırma ile turistlerin
araç parkı için de yol kenarına düzenleme yapıldı.
Anıta çıkan merdivenlerin basamaklarının, tarihi ve
doğal ortama uygun biçimde yenilenmesinin ardından
ziyaretçi sayısında artış olduğunu gördük. Yılda
yaklaşık 150 bin kişinin ziyaret ettiği anıt,
Ramazan Bayramı’nda da yerli ve yabancı turistlerin
ilgi odağı oluyor. Bayram öncesinde de anıtın
ışıklandırmalarını gözden geçirdik, bölgede çevre
temizliği yaptık ve yoğun ziyaret için hazır hale
getirdik.”
Roma dönemine ait ve kemerli bir niş içine oyma
tekniğiyle yapılan anıtta, toga giyimli bir insan
figürü ve nişin sağındaki sütunun üzerinde kartal
motifi yer alıyor. İki kitabesi bulunan ve kayaların oyulmasıyla
oluşturulan anıttaki kartal, Roma askerlerinin
sınırsız gücünü temsil ediyor. Birbirini tamamlayan kitabelerde, ”Devletler
arası barışın ve dostluğun anısına, İmparator
Germanious’un yüceliği için Gaius Julius Aguilla
dağı yardı ve bu dinlenme yerini kendi özel ödeneği
ile yaptırdı” ifadeleri yer alıyor.
Habertürk, 10.09.2010
LAODİKYA TARİHİ 3 BİN 500 YIL GERİYE GİTTİ
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Denizli bölgesinde en eski yerleşimi tespit ettiklerini söyledi. Şimşek, 2010 yılı kazı çalışmaları kapsamında Laodikya antik kenti çalışmalarının en önemlilerinden birinin, kent geçmişinin günümüzden 7 bin 500 yıl öncesine kadar indirilmesi olduğunu kaydetti.
Gümüşçay'ın batısındaki alanda 2009 yılında yapılan yüzey araştırmasında İlk Tunç Çağı'na kadar inen çanak çömlek parçaları bulduklarını hatırlatan Şimşek, bu sene ilk kez bu alanda bir sondaj çalışması yaptıklarını, burada nekropol denilen mezarlık alanı ortaya çıkardıklarını ifade etti.
"Pitos" diye adlandırılan küplere gömüldüğü anlaşılan iskeletleri ortaya çıkardıklarını belirten Şimşek, şu bilgileri verdi: "Bu iskeletlerle birlikte o dönemin sanat anlayışını ve ince estetiğini gösteren kap kacak parçaları ortaya çıkardık. Bunlardan en önemlisi, Bakır Çağı'na ait kap kacak parçalarının ortaya çıkarılmasıdır. Böylece artık Denizli bölgesinde en erken yerleşimi tespit etmiş bulunuyoruz."
Ortaya çıkarılan eserlerin, MÖ 4 bin yıllarında yaşamış kavimlere ait olduğunu vurgulayan Şimşek, "Sadece Denizli bölgesinde bile 3 bin 500 yıl daha erkene giden yerleşimleri tespit etmiş bulunuyoruz. En önemli sonuçlardan birisi de artık tarihi iki bin yıl daha geriye çekmemizdir. Özellikle antik kaynakların bildirdiği Roas ve Diospolis kentleri kutsal yerleşim yerleri böylece tamamen netleşmiş bulunuyor. Laodikyalılar Anadolu'nun öz yerleşimcileridir" diye konuştu.
Yeni Asır, 10.09.2010
ZEUGMA KAFESE GİRDİ
Gaziantep’in sahip olduğu kültürel miras
içerisinde önemli yer tutan Zeugma antik kentinde,
kuşların villa kalıntılarının üzerini örten
“korugana” girerek eser ve ziyaretçilere zarar
vermelerini önlemek amacıyla havalandırma boşlukları
elekli tellerle kapatıldı.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Kutalmış Görkay, antik kentteki Dionysos ve Danae
villalarını, her türlü dış etkiden zarar görmemeleri
için koruganla (çatı sistemi) koruma altına
aldıklarını anımsattı.
Yapımı çok yüksek oranda tamamlanan koruganın
çatı bölümünde havalandırma boşlukları bırakıldığına
işaret eden Görkay, yapım çalışmaları sürerken
kuşların koruganı kendilerine barınak seçtiklerine
tanık olduklarını ve bunu dikkate alarak projede
küçük çaplı değişiklik yaptıklarını söyledi.
Görkay, koruganın çatısına yuva yapan kuşların,
çatının altındaki kalıntıları kirlettiklerini
vurgulayarak, “Zeugma antik kentine zarar verecek
tüm koşulları ortadan kaldırmayı amaç edindiğimizden
kuşlar için de önlem aldık. Koruganın çatı
kısmındaki havalandırma boşluklarına elekli teller
monte ettik. Kuşlar koruganın içine giremeyecek,
dolayısıyla da eserlere ve ziyaretçilere zarar
veremeyecek” dedi.
Koruganın çatısındaki havalandırma boşluklara
elekli tel monte edilmesinin eserler ve ziyaretçiler
için bir olumsuzluk yaratmayacağını ifade eden
Görkay, Zeugma antik kenti için en iyisini yapma
çabası içinde olduklarını bildirdi.
Görkay, Gaziantep’in Nizip
İlçesi'nde, Birecik
Barajı kıyısında bulunan Zeugma antik kentinde bu
yıl gerçekleştirmeyi planladıkları çalışmaların
tamamlandığını da bildirdi.
Bu yılki ana çalışma konularının yerleşim
alanındaki Dionysos ve Danae villalarının üzerini
örten koruganın (çatı sistemi) inşası olduğunu ifade
eden Görkay, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Korugan yapımının yanı sıra farklı yerden küçük
çaplı kazılar gerçekleştirdik. Kazılarda gün ışığına
çıkardığımız eserler üzerinde restorasyon ve
konservasyon çalışmaları yaptık.
Antik kentte bu yıl yapmayı planladığımız
çalışmaları tamamladık, çalışmalarımıza gelecek yıl
kaldığımız yerden devam edeceğiz. Gelecek yıl
Dionysos ve Danae villalarının yakınında bulunan
Muzolar Evi’ni ve eklentilerini tüm detaylarıyla gün
ışığına çıkarmak için başlattığımız kazıyı
sürdüreceğiz. Yerleşim yerinin farklı yerlerindeki
kazıları sürdüreceğiz. En önemlisi, üzeri koruganla
örtülen Dionysos ve Danae villalarında temizlik
çalışmaları yapacağız. Biz bu çalışmaları yürütürken
ziyaretçiler de koruganlı haliyle Zeugma’yı eskiye
oranla çok daha iyi koşullarda ziyaret
edebilecekler.”
Kutalmış Görkay, Gaziantep ve bölgede turizmin
gelişmesine önemli katkı yapması beklenen Zeugma
antik kentinde, tur otobüslerinin kullanabileceği
geniş bir parka ve çalışmaların daha sağlıklı
yürütülebilmesi için bir kazı evine ihtiyaç olduğunu
sözlerine ekledi.
Radikal, 10.09.2010
İSTANBUL'UN TARİHİ MİRASINA 83 MİLYON TL
7 yılda
başta Topkapı Sarayı olmak üzere toplam 49 adet
restorasyon gerçekleşti.
Tarihi mirasıyla dünyanın önde gelen şehirlerinden
biri olan İstanbul'daki tarihi eserler, İstanbul İl
Özel İdaresi'nin projeleriyle yeniden hayat buluyor.
2003'ten bu yana başta Topkapı Sarayı olmak üzere
Ayasofya Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Yıldız Sarayı ve
çeşitli türbelerdeki çalışmalar olmak üzere toplam
49 adet restorasyon gerçekleşti. Bu yıl da yaklaşık
50 restorasyonun tamamlanması bekleniyor.
İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya,
yapılan çalışmalar hakkında HABERTÜRK'e konuştu.
İstanbul'un tarihi dokusunu canlandırmayı, eksikleri
gidermeyi hedeflediklerini bu nedenle restorasyon
projelerine ağırlık verdiklerini belirten Sabri Kaya
"İl Özel İdaresi'nin bütçesi bu yıl devirlerle
birlikte 700 milyon TL oluyor. İstanbul'un genelinde
en az 300 şantiyemiz var. Onarımlar, restorasyonlar,
yeni yapımlar sürekli devam ediyor. Biri bitmeden
diğeri başlıyor. İl Özel İdaresi olarak en fazla
restorasyon yapan kurumuz" dedi. "Kültürel ve
tarihsel mirası korumaya yönelik 2003-2010 yılları
arasında toplam 83 milyon 760 bin 968 TL bütçe
ayırdık" diyen Kaya sözlerini şöyle sürdürdü: "Gelen
turistler hep Tarihi Yarımada'yı geziyor. Amacımız
Yıldız Sarayı'na da canlılık kazandırmak ve cazibe
merkezlerinden biri yapmak. Yıldız Sarayı'nda Büyük
Mabeyn Köşkü'nün restorasyonu bitti. İç dekorasyonu
tamamlandığında, hem Cumhurbaşkanı ve Başbakan
kabullerini burada yapacak hem de halkın ziyaretine
açık olacak."
Son 7 yılda Topkapı Sarayı'nın çatı onarımı, kurşun
kaplama işleri yapıldı, acil tesisat kumaş deposuna
yangın söndürme sistemi kuruldu, Adalet Kulesi, Kara
Mustafa Paşa Köşkü, Kubbe Altı, Has Odalar
salonları, Bab-ı Hümayun kapısı, Alay Köşkü, Bağdat
Köşkü, Ağalar Camii ve Eski Komiserlik binaları
onarıldı. Hırka-i Saadet Dairesi teşhir ve tanzim
düzenlemesi yapıldı. Arkeoloji Müzesi'nde ise Çinili
Köşk'ün onarımı gerçekleştirilirken, Ayasofya
Müzesi'nde türbelerin onarım ve restorasyonundan,
kurşun örtüsünün yenilenmesine kadar meşakkatli bir
proje gerçekleştirildi. İl Özel İdaresi'nin
sağladığı bütçe ile restorasyon yapılan yapılar
arasında türbeler de yer aldı. Fatih Sultan Mehmet
Türbesi onarımı ve çevre düzenlemesinin yanı sıra
Gülbahar Hatun, Mimar Sinan, 3. Selim, 3. Mustafa,
1. Abdülhamit, Nuruosmaniye, Eyüp Sultan, 5. Mehmet
Reşat türbelerinin de çevre, onarım ve bahçe
düzenlemeleri yapıldı.
Tarihi Yarımada'daki kamu kurum ve kuruluşlarının
artık bu bölgeden çıkması gerektiğini kaydeden Kaya,
bölgede turizm amaçlı bir yoğunluk olması
gerektiğini düşünüyor. "İl Özel İdaresi'ni buradan
taşıdık. Boşalttığımız binayı turistik amaçla
kullanılması için kiraya vereceğiz. Ayrıca Devlet
Arşivleri de Kağıthane'deki binaya taşınacak. İl
Özel İdaresi'ne bağlı olan ve Yerebatan Sarnıcı'nın
üzerindeki diğer bina tamamen yıkılacak ve yeşil
alan ve parka dönüştürülecek" dedi.
Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 09.09.2010
BAŞBAKAN ZİYARET ETTİ, DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NİN
RESTORASYON SORUNU ÇÖZÜLDÜ
UNESCO Dünya Kültür
Mirası listesinde bulunan Divriği Ulucamii ve
Darüşşifası'nın restorasyon projesi ihalesi için
önemli bir adım atıldı.
Daha önce yeterli firma bulunamadığı için sürekli
iptal edilen ve adeta yılan hikayesine dönen proje
ihalesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz
günlerde gerçekleşen ziyareti sonrası hemen ele
alındı. Restorasyon için açılan ihaleyi alan SGM
isimli firmanın 180 gün içinde projeleri hazırlaması
gerekiyor. Hazırlanan projeler daha sonra Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na
sunulacak. Projelerin kuruldan geçmesi halinde ise
Kültür ve Turizm Bakanlığı bu defa tarihi eserle
ilgili rölöve, restorasyon, restitüsyon (yenileme)
ve çevre düzenlemesi ihalelerine çıkacak.
Taş işçiliğinin dünya üzerindeki en güzel
örneklerinin bulunduğu cami ve darüşşifasının
kurtarılması için bugüne kadar çok sayıda çalışma
yapıldı. Bu kapsamda eserin doğu cephesinde yapıya
ağırlık veren toprak kütlesi arkeolojik bir kazı
yapılarak kaldırıldı. Bu çalışmayla eserin yükü
hafifletildi ve duvar açığa çıkarılarak nemlenmenin
önüne geçilmiş oldu. Yine tarihi eserin çevre
düzenlemesi kapsamında civarda bulunan evler
kamulaştırılarak birçoğu yıkıldı. Bu çalışmayla da
tarihi Divriği Kalesi ile Kale Camii'nin Dünya
Kültür Mirası listesindeki Ulucami ve Darüşşifası
ile bütünleştirilmesi amaçlanıyor.
Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 09.09.2010
ŞİŞEDEKİ 120 YILLIK GÖZYAŞLARI
120 yıl önce Japonya’da Kuşimato açıklarında
batan Ertuğrul Firkateyni’nden çıkarılan 6 bine
yakın buluntu Mersin’de sergilenmeye başlandı. 2007
yılında başlatılan dalışlarla çıkarılan ve
sergilenen buluntular arasında geminin parçaları,
mürettebatın yemek kazanı, bir parfüm şişesi ve
askerlerin düğmelerine kadar irili ufaklı pek çok
malzeme var. Sergi 2011 yılından itibaren Ankara ve
İstanbul gibi Türkiye’nin çeşitli illerini
dolaşacak, ardından Japonya’da açılacak.
Buluntular arasında Japonya’da en çok dikkati çeken
ise bir parfüm şişesi. Bu konuyla ilgili olarak bir
kanıt olmamakla birlikte parfüm şişesinin
firkateynde hayatını yitiren Ali Kaptan’ın eşi Ayşe
Hanım’a ait olduğu ve içinde Ayşe Hanım’ın hasret
gözyaşlarının olduğuna inanılıyor. Ayşe Hanım’ın Ali
Kaptan’a yazdığı mektup, bazı edebi metinlere de
konu olmuş.
Bodrum ve Karya Bölgesi Kültür Sanat ve Tanıtma
Vakfı Başkanı Tufan Turan, 2007 yılından beri
batıktaki dalışlara katılıyor. Bazı edebi metinler
incelendiğinde Ayşe Hanım’ın fırkateyndeki eşi Ali
Kaptan’a bir mektup yazdığına dair bilgilerin yer
aldığını anlatan Turan, mektuptaki ‘bilgi’leri
şöyle aktardı:
“Vuslata 5 Kala Gidip de Dönmeyenler: Ertuğrul
isimli romanda yer alan mektupta ‘İkincisi sana bir
şişe bıraktım. Bu şişenin içinde benim gözyaşlarım
var. Senden ayrı kaldığım zamanlar çok ağladım.
Gözyaşlarımı bu şişenin içinde topladım. Şimdi bu
şişeyi veriyorum sana, bu benden sana en büyük
hatıradır Ali. Bundan sonra bu şişeyi ömrün boyunca
sakla. Bu sana olan bağlılığımın, sana olan
muhabbetimin, sana olan sevdamın bir nişanıdır’
diye ifadeler yer alıyordu. Elbette bu bir romandı.
Ama yazar, tüm Ertuğrul Firkateyni’nin tarihini,
günümüze ulaşan belgeleri hassasiyetle incelemiş,
değerlendirmiş ve elinden geldiğince gerçeklere
sadık kalmış. Bir süre önce dalışlar sırasında küçük
bir şişe bulduğumuzda hepimizin aklına bu satırlar
geldi. Şişe, Japon basınında büyük ilgi gördü.”
Ertuğrul Firkateyni, Japon İmparatoru’nun yeğeninin
İstanbul’u ziyaretinin ardından Padişah 2.
Abdülhamid ’in emriyle, ‘iade-i ziyaret’ için 1889
yılında Japonya’ya doğru yola çıkmıştı.
11 ay sonra Japonya’ya ulaşan firkateyn
beraberindeki hediyeleri sunduktan sonra geri dönüş
yolunda tayfuna tutularak battı. Kazadan sadece 69
denizci kurtulabildi, Amiral Osman Bey de dahil
diğer tüm mürettebat şehit oldu. Kesin bir rakam
olmamakla birlikte, kazada 550’den fazla Türk
mürettebatın öldüğü sanılıyor.
Radikal, 09.09.2010
3700 YIL SONRA NOTALARA MERHABA
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın 18
Eylülde Çorum’da vereceği konserde, Hititler
döneminde kullanılan ve günümüze uyarlanan 11
çalgısı notalarla buluşacak. Hitit çalgıları ve
konser hakkında bilgi veren müzik arkeoloğu Oğuz
Erbaş, AB tarafından desteklenen “Kaleidoscop
Europe” projesinin devam ettiğini söyledi. Proje
kapsamında Hititlere ait arkeolojik buluntu,
kabartma ve yazıtlardan yola çıkarak 3700 yıl
öncesine ait çalgılarını günümüz aletleriyle
sentezleyerek tasarladıklarını dile getiren
Erbaş, geçen yıl çalgıların ölçümlerinin ODTÜ’de
yapıldığını, üretimini ise İstanbul Teknik
Üniversitesi’nden hocaların üstlendiğini ifade
etti.
Vatan, 09.09.2010
İNSUYU ARTIK DAHA GÜVENLİ
Türkiye’nin turizme açılan ilk mağarası olan İnsuyu, teknolojik yatırımlar sayesinde artık daha güvenle gezilebilecek.
Burdur merkeze 13 kilometre uzaklıkta bulunan İnsuyu Mağarası teknoloji ile donatıldı. Daha önce güvenlik kameraları olmadığı için bazı kişiler tarafından duvarlarına yazılar yazılan, sarkıtları koparılıp götürülen mağara, artık güvenlik kameralarıyla korunuyor. 8 güvenlik kamerası yerleştirilen mağaranın içindeki ışıklar da doğal yapıya zarar vermeyecek ampullerle değiştirildi. Ayrıca mağara içine yerleştirilen iki telefon cihazı ile acil durumlarda mağara dışındaki görevlilerden yardım istenilebilecek.
İl Özel İdare Müdürü ve Burdur Valiliği İnsuyu Çendik Turistik Tesisler Birliği Müdür Vekili Bahattin Üzgaş, mağaranın artık daha güvenle gezilebileceğini söyledi. Üzgaş, hem mağarayı gezenlerin güvenliği hem de mağaranın doğal yapısının korunması için kurdukları 8 güvenlik kamerasının yaklaşık 8 bin 400 TL’ye mal olduğunu belirterek, kameraların büyük faydasını göreceklerine inandıklarını söyledi.
Üzgaş, mağarayı gezerken herhangi bir rahatsızlanma durumunda dışarıya çok daha hızla ulaşılabilmesi, sağlık ekiplerinin çağrılabilmesi için acil çağrı telefonları yerleştirdiklerini de vurguladı. Bu telefonlar sayesinde artık ziyaretçilerin mağarayı daha güvenli gezebileceğini kaydeden Üzgaş, mağara içindeki ampullerin ve ses sisteminin de yenilendiğini açıkladı.
Bahattin Üzgaş, Türkiye’nin turizme açılan ilk mağarasını ziyaret eden kişilerden daha duyarlı hareket etmelerini ve mağaraya zarar vermeden ziyaretlerini tamamlamalarını istedi.
Trt/Haber, 09.09.2010
2500 YILLIK ALTIN ROZET
Muğla’nın Yatağan
İlçesi'ndeki Lagina antik kentinde bu yıl yapılan
kazılarda 60’a yakın tarihi eser gün ışığına çıktı.
Değerli madenlerden yapılmış buluntular arasında
2 bin 500 yıllık bir altın rozet de var.
Lagina Antik Kenti, döneminde önemli bir inanç
merkeziydi. Geçmişi MÖ üçüncü yüzyıla dayanan
kenti, her yıl 10 bini aşkın turist ziyaret ediyor.
Batı Anadolu’daki ilk kazı alanlarından biri olan
Lagina’da yürütülen çalışmalar, her geçen gün tarihe
biraz daha ışık tutuyor. Kazı Başkanı, Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Ahmet Tırpan, bu yapılan kazılarda birçok
mimari parça ortaya çıkarıldığını söyledi.
Tırpan, bulunan 60’a yakın eser arasında en
önemlilerinden birinin, Hekate’ye hediye edilen
elbisenin süsleri arasında bulunan 2500 yıllık altın
rozet oluğunu belirtti.
Bulunan eserler, kazı evinde koruma altına
alındı.
Trt/Haber, 09.09.2010
AMASRA'DA KAZI ÇALIŞMALARI
Bartın’ın Amasra İlçesi'nde yapılan kazılarda Roma
dönemine ait hamam, toplantı salonu ve özel taban
mozaikli evler bulundu.
Amasra’da Kum Mahallesi’ndeki sit alanı içinde
yer alan bölgede, Amasra Müze Müdürlüğü
başkanlığında yapılan kazı çalışmalarında hamam
kalıntısı ortaya çıkarıldı.Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'nun izni doğrultusunda Amasra Müze Müdür
Vekili Sultan Tutar’ın başkanlığındaki arkeologlar
Yeşim Ozan ve Veysel Öztürk ile sanat tarihçisi Arzu
Cicibaş ve 6 işçinin katılımıyla gerçekleştirilen
kazıda, Roma Dönemine ait hamamın ılıklık, sıcaklık
ve soğukluk bölümleri tespit edildi.
Taş temel üzerine tuğla ile örülerek yapılmış
hamamın Bizans Dönemi’nde de kullanıldığı, mekanlar
eklendiği ve hamamın doğu tarafına mezarların
yapıldığı da belirlendi. Amasra Müze Müdür Vekili Sultan Tutar, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, mezarlarda çoklu
gömülerin bulunduğunu, hamamın büyük bölümünün
korunmuş olduğunun belirlendiğini söyledi.
Hamamda suyun tahliye edilebilmesi için künklerin
(pişmiş toprak veya betondan yapılmış kalın su
borusu) de yer aldığını anlatan Tutar, ”Kazıda
hamama ait kalıntıların bu alanla sınırlı olmayıp
dört tarafındaki parsellerde de devam ettiği tespit
edildi. Yaklaşık 1 ay süren kazının tüm
masraflarını, kazının sponsorluğunu üstlenen mülk
sahibi Yakup Tuş karşıladı” dedi.
Tutar, Karaevler mevkisinde de Rıza ve Hasan
Sakız’a ait boş arazideki kazılarda Roma Dönemi’ne
ait toplantı salonu ve özel evler ile bunlara ait
olabileceği düşünülen taban mozaikli mekanlar ortaya
çıktığını bildirdi.
Yaklaşık 6 dönümlük alana sahip parselin küçük
bölümünde gerçekleştirilen kazı çalışmalarında Roma
Dönemi’ne ait yerleşimin söz konusu olduğunu tespit
ettiklerini anlatan Tutar, ”Kazı esnasında çıkan
mimari kalıntıları Hellenistik ve Roma devrine ait
buluntular da destekliyor. Buluntular arasında bronz
sikkeler, pişmiş topraktan yapılmış kandiller ve
çanak çömlek, küp parçaları yer almakta. Yapılarda
ilk defa taban mozaiğinin çıkmış olması Amasra’nın
tarihi için çok büyük önem taşımakta. Bu alanda kazı
çalışmalarına devam edilmesi düşünülmektedir” diye
konuştu.
Cumhuriyet, 09.09.2010
ANADOLU'NUN İLK SAKİNLERİ OVAL EVLERDE YAŞIYOR
Orta Anadolu’nun bilinen ilk köyü olan Aşıklı
Höyük’te insanların oval planlı evlerde yaşadığını
ortaya koydu.
Aşıklı Höyük Alan Yöneticisi Güneş Duru, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Aşıklı Höyük’ün Orta
Anadolu ve Kapadokya’nın bilinen ilk köyü olduğunu
söyledi. Aşıklı Höyük’te kazı çalışmasının 1989 yılında
başladığını belirten Duru, ”21 yıldır devam eden
kazı çalışmaları sonucunda Aşıklı Höyük’ün
Anadolu’nun ilklerine ev sahipliği yaptığı ortaya
çıkarılmıştır. İlk
yerleşme, ilk tarım, ilk beyin ameliyatı ve otopsi
gibi bir dizi ilkler Aşıklı Höyük’e aittir” dedi.
Bu yılki kazı çalışmalarında oval planlı bir
yapıyı ortaya çıkardıklarını belirten Duru, şunları
ifade etti:
”Aşıklı Höyük Anadolu’nun konut mimarisinin en
eski örneğine de sahip. Aşıklı Höyük 2010 yılı yeni
dönem kazılarında höyüğün en alt tabakasında açığa
çıkarılan yapılar oval planlı ve toprağa yarı
gömülmüş durumda. Oval planlı binanın yüksekliği
1.60 metre, binanın çapı da 4 metredir. Bu binalar,
kerpiç yapı tekniğinin en erken örneklerinden
biridir. Kerpiçler elle biçimlendirilmiş ve çok
muntazam biçimde iç duvarlar ve tabanda sıva var.
Bundan sonraki dönemde oval mimariden dikdörtgene
geçiş yapılmıştır ve bu mimarlık tarihi için çok
önemlidir. Bu geçişte köşe kavramı etkili olmuştur
ki, kapı, pencere, dam örtüsü bu geçişe sebep
olmuştur. Yapının tabanının 25-30 santimetre üstünde
kalın bir saz tabakası çıkardık. Bunun da dam
çöküntüsü olduğunu düşünüyoruz.”
Aşıklı Höyük’te hem oval hem de dikdörtgen
mimarinin bulunmasının mimarlık tarihi açısından
önemli olduğunu vurgulayan Duru, ”Anadolu’nun ilk
sakinleri oval planlı evlerde yaşıyordu. Bu oval
yapılardan dikdörtgen yapılara geçiş Kuzey Suriye ve
Güneydoğu Anadolu’da daha önceden biliniyordu.
Aşıklı Höyük’te de bu geçişin bulunması Anadolu
konut mimari geleneği açısından önemlidir” diye
konuştu.
Memleket Haber, 09.09.2010
4 BİN YILLIK İNSAN KALINTISI
Suriye resmi haber ajansı
SANA'nın haberine göre, kazı heyeti MÖ 2 binli
yıllara ait bir mezar
ile bu mezardaki insan kalıntılarını
gün ışığına çıkardı.
Aynı bölgede, Orta Çağ döneminden kalma kiremit ile
yapılmış bir kuyu, MÖ
3 ve2 bin yıllarına ait dönemden kalma taş çömlek,
kaplar, kilden yapılmış hayvan heykelleri,
bronz iğneler ve çeşitli
günlük kullanım eşyası da bulundu.
Sabah, 08.09.2010
GÖKÇEÖREN'DE DEFİNE OPERASYONU
Kocaeli İl Jandarma
Komutanlığı, İzmit’e bağlı Gökçeören Köyü'nde
defineci operasyonu yaptı.
Jandarma timleri İzmit’e bağlı Gökçeören
Köyü Üçgaziler Mahallesinde kaçak kazı yapan
şahıslara da
baskın düzenledi. 34 EZJ…, 34 JS…, ve 34 GE… plakalı
araçlarda yapılan aramada 1 adet kazma, 1 adet
kürek, 1 adet çapa, 1 adet yer altı görüntüleme
cihazı, 1 adet tarama cihazı, 1 adet bulundurma
ruhsatlı tabanca ele geçirilirken, olayla ilgili
olarak T.K., N.U., E.U., M.B., S.S., İ.K., M.T.,
D.Y., Z.A., H.A., M.K., U.A., L.A. ve Y.G. adlı
şahıslar yakalanarak gözaltına alındı. Şahıslar
Cumhuriyet Savcısı'nın talimatıyla ifadeleri
alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldılar.
Özgür Kocaeli, 08.09.2010
'ANADOLU KADINI'NA GÜMRÜK İŞKENCESİ
Kayseri'deki Kültepe
kazıları sırasında iskeleti
bulunan 2 bin 500 yıllık "Anadolu Kadını", gümrük
engeline takıldı. İskeletin
tomografisinden yola çıkılarak, Yeni Zelanda'da
özel bir teknikle oluşturulan
"yüz mumyası", vergiye tabi olduğu gerekçesiyle
İstanbul Atatürk Havalimanı Gümrüğü'nde
alıkonuldu. Yüzü kurtarabilmek için Kültür Bakanlığı
ve Ankara Üniversitesi
çaba sarfediyor. Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu
başkanlığındaki
Kültepe kazısı, 2008'de, büyük bir keşfe sahne oldu.
Arkeologlar, kazı sırasında, tam 2 bin 500 yıl önce
yaşayan bir kadın çiftçinin
iskeletini
buldu. Yeni Zelanda Otago Üniversitesi Yapısal
Biyoloji ve Anatomi Bölümü araştırma görevlisi Dr.
George Dias, Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nin
davetiyle bölgeye gelerek, kemikler üzerinde
araştırma yaptı. 2009 yılının nisan ayında, 35-50
yaşları arasında olduğu tahmin edilen kadına ait
kafa iskeletinin
tomografisi çekildi. Filmler, bilgisayar ortamında
Dias'a gönderildi.
Ardından da, ince yumuşak noktalarındaki girinti ve
çıkıntılar hesaplanarak, yüzün matematiksel modeli
çıkarıldı. Analiz edilen verilerle yüz
yapılandırmasının son aşamasına geçildi. Bu aşamada
da önceki tekniklerden farklı olarak plaster yerine
silikon deri kullanıldı.
Model, gerçek saç ve üzerinde damarların bulunduğu
gerçek gözlerle desteklendi.
Yaklaşık 15 ay süren
çalışmaların ardından etlendirilen ve bilim
dünyasında büyük yankı
uyandıran yüz, geçen 29 Temmuz'da
Türkiye'ye gönderildi.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde de, vücut
iskeleti mumya tekniği ile "etlendirilecek"
ve "Anadolu Kadını" İstanbul'da
sergilenecekti. Fakat yüz mumyası, gümrükten
çıkartılamadı. Özel bir
kargo şirketiyle Türkiye'ye
getirilen yüz, vergiye tabi olduğu gerekçesiyle
İstanbul Atatürk Havalimanı Gümrüğü'nde
görevliler tarafından alıkonuldu. Kültür Bakanlığı
ve kazı başkanı Prof.Dr.
Fikri Kulakoğlu başta olmak üzere,
Ankara ve Anadolu Üniversitesi
yetkililerinin tüm
çabasına rağmen, "Anadolu Kadını"nın yüzü gümrükten
çıkartılmadı.
Kültepe-Kaniş Kazıları Başkanı
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu'nun, yabancı bilim
adamları tarafından hiçbir ücret alınmadan
etlendirilen yüzün, sergileme ve eğitim amaçlı
olduğu, hiçbir ticari değer taşımadığı
şeklindeki yazısı da, sorunun çözülmesini
sağlayamadı.
Sabah, Haber: Bülent Ergün, 08.09.2010
KAZILAR SONA ERDİ
Troia kazı çalışmalarının sona erdiğini açıklayan ÇOMÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç.Dr. Rüstem Arslan, bu yıl istedikleri verilerin ortaya çıkarılamadığını belirterek, umutların gelecek yıl yapılacak kazılara kaldığını söyledi.
Çanakkale Troia bölgesinde 2010 kazı çalışmaları tamamlandı. 8 ayrı ülkeden uzmanlardan oluşturulan kazı ekiplerinin gerçekleştirdiği kazılar ile ilgili Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç.Dr. Rüstem Arslan, bu yıl istedikleri verileri elde edemediklerini söyledi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden Doç.Dr. Rüstem Arslan, 2010 yılında Troia’da gerçekleştirilen kazı çalışmalarını düzenlediği bir basın toplantısında değerlendirdi. Arslan, 2010 yılında sekiz farklı ülkeden oluşturulan kazı ekibinin çalışmalarını tamamladığını, bir çok detay üzerinde durulmasına rağmen istedikleri verileri aldıklarını söyleyemeyeceklerini vurguladı. Bu yıl 2 ay süren kazı çalışmalarında, geçen yıl Homeros Troia dönemi ile ilgili saldırılar için kurulduğu belirlenen savunma hendeğinde bulunan iki adet iskeletin tarihlendirilmesi ve olası bir nekropole ait olup olmadığı sorusuna cevap arandığını belirten Doç.Dr. Rüstem Arslan, savunma hendeğinin yanında bir kapı tespit ettiklerini, ancak tüm bu çalışmalar sonucunda istedikleri verileri elde edemediklerini, önümüzdeki yıl aynı doğrultuda kazı çalışmalarının sürdürüleceğini vurguladı.
Çanakkale Olay, 08.09.2010
LİMYRA KAZILARI DEVAM EDİYOR
Kültür ve Turizm
Bakanlığı ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü
tarafından yürütülmekte olan Limyra antik kentinde
kazı çalışmaları devam ediyor.
Finike’nin 9 kilometre kuzey doğusunda bulunan
antik Likya şehirlerinden biri olan Limyra,
Turunçova ve Kumluca arasındaki Torunlar’da yer
alırken, bin 216 metre yükseklikteki bir tepenin
eteğinde kurulan antik kentte 2010 kazı çalışmaları
devam ediyor.
Kazı Başkanlığını yapan Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü’nden Dr. Mertin Seyar, 2010 yılı kazı
çalışmaları kapsamında hamam bölümünde temizlik
yapıldığını ifade ederek, “Limyra antik kenti gün
ışığına çıktığında Finike önemli bir turizm merkezi
haline gelecek” dedi.
Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından 1969 yılında
başlatılan, sonraki yıllarda ise Avusturya
Üniversitesi ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü
tarafından 10 kilometrelik alanda devam ettirilen
çalışmalarda, tarihi MÖ 7. yüzyıla kadar uzanan
Limyra kentinin, Likya Birliği’ne başkentlik yapmış
önemli bir ticari merkez olduğu belirlenmişti.
Antalya Kent Haber, 08.09.2010
VAN KALESİ'NDE 3 BİN YILLIK STEL BULUNDU
Urartulara başkentlik yapmış olan Van’ın tarihi
kalesinde İstanbul Üniversitesi tarafından yürütülen
kazılarda 3 bin yıl öncesine ait üzeri çivi yazısı
ile yazılmış bir stel (taş blok) bulundu. Urartu
Kralı Rusa dönemine ait ve 500 kilogram
ağırlığındaki stel, iş makinelerinin yardımıyla
toprak altından çıkarılabildi. Askeri, siyasi ve
imar faaliyetlerinin yazılı olduğu stel,
battaniyelerle sarılıp Van Müzesine teslim edildi.
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından
Eski Van şehri olarak adlandırılan Van Kalesi’nin
güney kesiminde yapılan arkeolojik kazılarda yeni
bir tarihi esere daha ulaşıldı. Daha önce 2 bin 700 yıllık bir mühür bulan
arkeologlar bu kez 3 bin yıl öncesine ait bir stel
buldu. Surp Pagos kilisesinin yanındaki bir çukurda
bulunan ve üzerinde çivi yazıları olan stel
arkeologlarda büyük bir heyecan yarattı. Stelin
çıkarılması için yapılan titiz çalışmanın ardından
kazı alanına iş makinesi çağrıldı. 500 kilogram
ağırlığındaki stel uzun uğraşların ardından yüzeye
çıkarılarak batteniyelere sarıldı. Van Müzesi’ne
teslim edilen stel, yapılacak incelemelerin ardından
sergilenecek.
Kazı başkanlığını yürüten İstanbul Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, ilk tespitlerinde
Urartu Kralı İkinci Rusa dönemine ait stelde askeri,
siyasi ve imar faaliyetlerinin yazılı olduğunu
söyledi. Van Kalesi’ndeki kazıların bir aydır
sürdüğünü belirten Yrd. Doç.Dr. Konyar şöyle dedi:
“Bu süreçte ilginç bir buluntu ile karşılaştık. Eski
Van kentindeki gözlemlerimiz sırasında bir çukur
içersinde çivi yazılı bir blok kitabe tespit ettik.
Kitabe, Surp Pagos kilisesinin yakıntı alanında
bulundu. Bu parçayı arkeoloji dünyasına kazandırdık.
Urartu Kralı İkinci Rusa dönemine ait çivi yazılı
bir kitabe. Bu stelin üzerindeki yazıların detaylı
deşifresi yapıldıktan sonra ikinci Rusa’nın burada
yaptığı imar, askeri ve siyasi faaliyetlerle ilgili
çok önemli bilgilere ulaşacağız. Diğer taraftan eski
Van kentinin, erken dönemde Urartuların önemli
yerleşim alanı olduğu anlaşılıyor. Bu projemizi yeni
aşamalara getiriyor.”
Milliyet, 07.09.2010
BAHÇEDEKİ TARİH
Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Kadıoğlu Köyü'nde, bir evin bahçesinde sürdürülen kazı çalışmalarında Roma dönemine ait mozaik bulundu.
Kadıoğlu Köyü'nde yaşayan Nizamettin Oral’ın (63) iki yıl önce evinin bahçesindeki serasını güçlendirmek için yaptığı kazı sırasında üzüm salkımlarının arasında oturan kadın ile elinde hançerle onu öldürmek isteyen erkek figürünün yer aldığı tarihi mozaik bulması üzerine başlayan kazı çalışmaları sürüyor.
Ereğli Müze Müdürlüğü başkanlığında devam ettirilen kazı çalışmalarında, MS 250-256 yılları Roma Dönemi’ne ait mitolojik figürlerin yer aldığı mozaik taban bulundu. Kazı sorumlusu arkeolog Ünver Göçen, bu yılki çalışmalarda iyi korunmuş taş temel üzerinde Roma Dönemi’ne ait taban mozaiklerine rastlandığını söyledi.
Göçen, mozaiklerin tam ortaya çıkarılmasına yönelik kazı çalışmalarının sürdürüldüğünü, eserlerin kendilerini çok şaşırttığını kaydetti.
Trt/Haber, 07.09.2010
AMAÇ ATIK SU BORUSU DÖŞEMEKTİ AMA...
Fethiye Datça’da başlatılan atık su borusu kazısı sırasında ortaya çıkan manzara herkesi şaşırttı.
Datça’da başlatılan atık su borusu kazısı bölgede yer alan Gökova Burgaz Ören Yeri’ndeki antik kalıntıların ortaya çıkmasını sağladı. Kazılar sonucunda bölgedeki antik kentin MÖ 400 yıllarında kurulan eski Knidos’a ait olduğu tespit edildi.
Datça’da, bir sitenin atık su borusu için yapılan kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkan Gökova Burgaz Ören Yeri’ndeki eski Knidos olduğu iddia edilen antik kentte, kazı çalışmaları sürüyor.
Bölgenin en eski yerleşim yeri olan Burgaz Ören Yeri’nde Datça Yarımadası’nda ilk ticaretin başladığı yer olduğu belirlendi. Yerleşim yeri ve liman kenti olarak kurulan Knidos’lular kaptan kılavuzlukla ve denizcilikle biliniyor. Knidos, aynı zamanda Akdeniz’deki şarap piyasasının da büyük bir kısmına sahip olduğu yönünde bulgular var.
Kazı başkanı Numan Tuna, amaçlarının bölgedeki antik kentin Knidos olduğunu kanıtlamak olduğunu ve amaçlarına ulaştıklarını söyledi.
Internet Haber, 06.09.2010
TÜRKİYE'NİN İLK
MÜBADELE MÜZESİ ÇATALCA'DA AÇILIYOR
1923 yılında Lozan Antlaşması'na
ek protokol uyarınca Türkiye ve Yunanistan, kendi
ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu
göçe tabi tuttu. Mübadele ile, 1.250 bin Ortodoks
Hıristiyan Anadolu'dan Yunanistan'a, 500 bin
Müslüman Türk de Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek
zorunda kaldı.
Şimdi mübadeleden 80 küsur yıl
sonra Lozan Mübadiller Vakfı ve Çatalca Belediyesi
işbirliği ile Türkiye'nin ilk mübadele müzesi
Çatalca'da kuruluyor.
Mübadeleye tabi tutulan Yunan ve
Türk vatandaşları ile onların yakınları ve sonraki
kuşaklar için tarihi ve kültürel öneme sahip olacak
müzede mübadillerin eşyalarından yazılı belgelere,
fotoğraflardan anılara kadar birçok şey yer alacak.
Müzede ayrıca Lozan Mübadilleri Vakfı'nın
arşivindeki 1. kuşak mübadillerle yapılmış
görüşmeler de bulunacak.
Çatalca'da Kaleiçi Mahallesi'nde
yer alacak müze dışında Çatalca'nın birçok alanı da
müzeyle paralel olarak düzenlenecek; bir mübadele
meydanı yapılacak ve mübadele anıtı dikilecek.
Müzeyi Lozan Mübadilleri Vakfı
Başkanı Atilla Karaelmas ve bina bağışcısı Ertuğrul
Ölçer anlattı:
Atilla Karaelmas: İstanbul, mübadelede kapsam
dışı bırakılmıştı. Ama, Çatalca, o günkü İstanbul'un
sınırları içerisinde değildi ve mübadeleye dahil
edildi. Yani Çatalca İstanbul'a en yakın mübadeleyi
yaşamış bir yer, özellikle bu Kaleiçi Mahallesi.
Kaleiçi Mahallesi'nde mübadele
döneminden kalma çok sayıda eser var. Zaten bu müze
projesi tüm Kaleiçi projesinin bir başlangıcı veya
bir parçası. Bütün bu sebeplerden dolayı bu müze
için, Çatalca'yı seçtik. Tabii Çatalca'da çok fazla
mübadil var.
Hemen hemen her sene
Yunanistan’dan Türkiye’ye çok sayıda insan geliyor,
bunların çoğu da İstanbul’a geliyor. Çünkü
Patrikhane İstanbul’da. Projenin temel amacı, bu
insanların Çatalca’ya gelmesini sağlamak ve
Kaleiçi’ni kültür ve tarih merkezi yapmak.
Burada insanlar hala kendi
aralarında Rumca konuşuyor. Burada yemek isimleri
farklıdır, müzikler farklıdır. Ama hep içe kapalı
şekilde yaşandı. Ama daha sonra böyle önemli bir
konuda örgütlenmeye ve bu konuda çalışmalar yapmaya
karar verdik. Daha sonra çalışmalar çığ gibi büyüdü.
Yunanistan’da mübadeleyle ilgili
müzeler 50 yıldır var. Burada ise çalışmalar 2000'li
yıllarda başladı. Arada 50 yıllık bir fark var.
Ertuğrul Ölçer: 1984 yılından beri böyle bir
projeyi Çatalca’da uygulamaya çalışıyoruz. Kaleiçi
burada terk edilmiş bir yer halini aldı. Bu yerlerin
birçoğu iskan için verilmiş binalar. Anıtlar Yüksek
Kurulu tarafından da bu mahallenin birçok yeri
koruma altına alınmış. Hiç kimse bir çivi bile
çakamamış, çakamıyor, tamir ettiremiyor. Çoğu çökmek
ve yok olmakla yüz yüze. Burayı nasıl kurtarırız?
diye koyulduk yola.
Öncelikle restore edilecek. Gelen
turistlerden imkan sağlanacak, ücret alınacak ve
dolayısıyla Kaleiçi Mahallesi 'kurtarılma'ya
başlanacak. Sadece bir binanın müze olması, restore
edilmesi Çatalca’ya ve Kaleiçi Mahallesi’ne bir şey
kazandırmaz. Amacımız, buradaki tarihi dokuyu
koruyacak şekilde diğer binaları da restore etmek,
Safranbolu gibi kurtarmak.
Bu projeyle tüm Kaleiçi
Mahallesi’nde oturan insanların gelir kaynakları da
artmış olacak. Ben mübadil değilim, Çatalca’nın
yerlisiyim. Bu mahallede büyüdüm, bu mahallede
çocukluğumu yaşadım. Ama böyle viran hale gelmesi
içimi acıtıyor. Umarız esas tarih değerini bulur.
MÜZEDE NELER OLACAK?
Atilla Karaelmas: Mübadele ile ilgili birçok
şey müzede yer alacak. 'Nasıl taşındılar, ne
zorluklar yaşadılar' ziyaret edenler bu duyguyu
yaşamalılar. Mübadeleyi yaşamış olanların eşyaları,
mektupları, anıları, fotoğrafları, dönemin
belgeleri, yazılı anlaşmalar, videolar, Lozan
Mübadilleri Vakfı'nda yer alan arşiv belgeleri,
hepsi müzede olacak.
Lozan Antlaşması’nda kullanılan
masayı da müzeye koyacaktık ama masanın boyutlarına
müze küçük geldi. 40 kişinin aynı anda oturduğu bir
masayı düşünün. Ankara da o masayı koyacak yer
bulamadı. Cumhurbaşkanlığı'nın bir deposuna
kaldırdılar.
GÖRÜNTÜ NASIL OLACAK?
Buraya gelen her grup o dönemden
bir şeyler bulacak. Eski Rum yemeklerinden, el işi
çalışmalarına kadar birçok şey. Meydan tamamen
yaşayan bir Rum mahallesi görüntüsüne kavuşacak.
Müze binası soyuldu, özel
karolar, doğramalar yapılıyor, eski doğramalar
çürümüş. Bahçe kapısı açılıyor; öbür tarafa geçiş
için. Asma kat yapılacak. Tarih belli değil ama
kasım ayına yetiştirilecek. Eylül sonunda tarihi
netleştirmek daha kolay.
Duvarlara resimler, vitrinler
yapılacak. Asma kat sergi alanı olacak. Bütün
yönetim ve depolama birimleri, güvenlik birimleri
kültür evinde olacak. Bir bütünlük içerisinde olacak
her şey. Dolayısıyla bu meydan ve iki sokak da
buranın bir parçası olacak. Sokaklarda ışıklı
panolar yer alacak. Müzenin yanındaki boş alana daha
sonra bir anıt yapılacak. Müze açıldıktan sonra da,
çeşitli sponsorların çalışmalarıyla restorasyon
çalışmaları devam edecek.
Birleşmiş Milletler’den 2 milyon
Euro'luk bir talebimiz oldu. BM’nin böyle bir birimi
var ve bu birimin başında da şansımıza Kemal Derviş
var. Bunu da değerlendirmek istiyoruz. Bildiğiniz
gibi, Kemal Derviş de bir mübadil. Onun dışında
sponsor çalışmalarımız da sürüyor.
YUNANİSTAN’DAKİ MÜBADELE MÜZELERİ
Yunanistan'da mübadele
müzelerinde iki tema işleniyor. Birincisi,
Türkiye’de yaşadıkları evin aynısını yapmışlar müze
olarak. Girseniz yemek bile pişirebilirsiniz.
İkincisi, bu mübadeleye tabi tutulmuş olan
insanların konuşmaları, görsel çalışmalar, türküler,
şarkılar... Mübadeleyle ilgili bir takım belgeler
(nasıl taşındılar, ne zorluklar yaşadılar). Sadece
basit bir odada, bir evde ya da 4-5 katlı bir bina
içerisinde sergiliyorlar.
Atina’nın mübadeleyle hiç ilgisi
olmamasına rağmen Atina’da bile var. Selanik’te var.
50 yıl içerisinde anıtlar yapmışlar. İlk başlarda
Türk düşmanlığı içerikli çalışmalar vardı ama son 10
yılda bunların hepsini imha ettiler, hepsini
kaldırdılar. Onlar kaldırdı.
Annemle babamın doğduğu köye
gittiğim zaman, orada bir mübadele müzesi olduğunu
öğrendim. Küçük bir köyde... Sadece oradan giden
Türklerin bıraktıkları eşyaları sergiliyorlar. Araba
tekeri, kağnı arabası, hamam tası, mutfak eşyası,
kilim vs... Kim gider oraya, kaç tane turist gider?
Ama onlar kendilerine göre yapmışlar; başkaları için
yapmamışlar. Daha biz o şeylere gelemedik. 50 yılda
yaşanmış bir şey var orada.
Ntvmsnbc, Haber: Hasan
Cömert - Ebru Tepeler, 06.09.2010
MODERN SANATLA CANLANAN ANTİK ŞEHİR: MARDİN
Haziran
başlarında sıcak bir yaz günü,
Mardin'de
yerel halktan ve turistlerden oluşan bir grup
14'üncü yüzyıldan kalma Zinciriye Medresesi'nin
içinde dolanıyordu. Grup Türkçe, İngilizce ve
Fransızca gazetelerin dar odanın tavanına asılmış
ilk sayfalarına bakıyordu. Her gazetenin bir manşeti
eksikti ve ziyaretçiler yerdeki yığından kendi
beğendikleri manşetleri gazetelere uydurmaya
çalışıyordu.
Genç bir çocuk, İsrail'in Gazze filosu baskınından
sonra ABD'yle Türkiye arasında yaşanan sürtüşmeye
atıfla "Obama Sana İhtiyacımız Yok" yazdı. Bir tıp
konferansı için Mardin'e gelen şık giyimli bir
doktor da "Antalyalı Doktorlar Mardin'de" manşetini
attı.
Türk sanatçı ve grafik tasarımcısı Hakan Irmak'ın
çalışması olan "Manşetin" bu yaz
Mardin
Bienali kapsamında
Zinciriye
Medresesi'nde sergilenen işlerden bir
tanesi. 63 Türk ve yabancı sanatçının videoları,
enstalasyonları, resimleri ve fotoğrafları Mardin'in
çeşitli yerlerinde sergilendi. Bienalin başlığı “Abbara
Kadabara”, hem Mardin'deki küçük taş
sokaklar “abbara”lara hem de bu
şehirde sanatın büyüsüne işaret ediyordu.
Irmak, "10 yıl önce İstanbul'dan Mardin'e
geldiğinizde böyle büyük bir modern sanat sergisinin
burada yapılabileceğini tahmin eder miydiniz?"
sorusuna, gülerek "Size buradaki ilerlemeyi anlatmam
gerek" diye cevap verdi.
"Ben geldiğimde burada grafik tasarımın ne olduğunu
bilen yoktu. Grafik tasarımcısıyım dediğimde
insanlar trafik planlamacısı olduğumu zannetti."
Bienal Mardin'i Güneydoğu Anadolu'nun kültür-sanat
başkenti yapmak için atılan bir dizi adımın
sonuncusu. Mardin'de yapılan kazılarda MÖ
4500 yılına ait parçalar bulunduğu düşünüldüğünde bu
normal. Tarih boyunca din ve etnik köken açısından
karmaşık gruplara ev sahipliği yapan ve derin bir
kültür birikimine sahip olan şehre şimdi Irmak ve
diğer sanatçılar bambaşka bir hava katıyor.
Suriye sınırının hemen kuzeyinde kalan Mardin
büyüleyici bir açık hava müzesi. Bir zamanlar İpek
Yolu'nun en kritik noktalarından biri olan şehrin
çok kültürlü mirası sokaklarda konuşulan farklı
dillerde yaşıyor. Yiyecek-içecekler de aynı şekilde:
Süryani şarabıyla Arap mırrası yan yana.
Ancak Mardin, bölgenin dini ve sosyal açıdan
muhafazakar olduğu imajı ve PKK terörü yüzünden
önemli sorunlar yaşamış. Bienalin küratörü Döne
Otyam, "Mardin savaş ve şiddetle ilişkilendirildiği
için dar bir çerçeveye sıkışmıştı. Biz bunu
değiştirmek istedik. İnsanlara Mardin'i sanat
üzerinden tanıtmak istedik" dedi.
Sürecin başında 2008'de Mardin'e vali olarak atanan
Hasan Duruer var. Cumhuriyetin 100'üncü yılında
Mardin'i modern bir sanat şehri haline getirmek
isteyen Duruer, sosyal bilimler ve sanat
bölümlerinde eğitim verecek Artuklu Üniversitesi'nin
kurulmasında büyük rol oynadı. Geçen yaz işbirliği
için Ankara Cer Modern Müzesi'nin küratörlerinden
Otyam'a başvurdu. İlk olarak Kasım ayında 15
çalışmalık MardinGüncel sergisiyle ortam test
edildi. Serginin başarıya ulaşmasıyla Mardin'in
bienale hazır olduğu da anlaşılmış oldu.
Ancak şehrin projeleri bununla sınırlı değil.
Eylül'de Kasımiye Medresesi'nde Cemil İpekçi'nin
yönetiminde bir moda festivali başlayacak, daha
sonra
medrese bir sanat müzesine dönüştürülecek. Ekimde
ise Alman sanatçı ve film yapımcısı Clemes von
Wedemeyer'in işleri Mardinlilerle buluşacak.
Bütün bu gelişmelerin arasında Mardin günlük
hayatına devam ediyor. Gün batımıyla şehir altın
rengine dönüyor. Mardinliler de değişimden paylarını
alıyor. Pazarda kayısı ve ayakkabı satan 61
yaşındaki Yusuf Elkatmış Kasımiye Medresesi'ne
gitti. Camide dua edip şadırvandan su içtikten sonra
avludaki çalışmalara da bir göz atan Elkatmış,
Hüseyin Çağlayan'ın İngiliz aktris Tilda Swinton'ın
fotoğraflarıyla hazırladığı bir işe hayran kaldı.
Otyam da bu durumdan çok memnundu. "Bizim için
eleştirmenlerin bienal hakkındaki görüşleri önemli
değil. Bizim başarı ölçümüz halkın hayatına modern
sanatı sokabilmekte" dedi.
Hürriyet, 06.09.2010
ŞADIRVANA SAAT TAKILIYOR
Yozgat Çapanoğlu Büyük
Cami Şadırvanına tarihi dokuya uygun saat takılıyor.
Yozgat'ta Osmanlı
döneminden kalan tarihe eserler arasında yer alan ve
2. Abdülhamid Han tarafından yapılan cami şadırvanı
yıllar sonra saatine kavuşuyor.
2. Abdulhamit Han'ın
tahta çıkışının 25. yılını kutlama faaliyetleri
arasında O'nun hatırasına bir nişane olarak 19
Ağustos 1900 yılında yapılan ve daha sonra
üzerindeki orijinal saati kaybolan çeşmeye,
mimarisine uygun saat takılıyor.
Bursa Büyükşehir
Belediye Başkanlığı Destek Hizmetleri Dairesi
Başkanlığı, Mudanya Tahirağa Hamamı
çevresi (eski zeytin hali) kentsel tasarım
restorasyon uygulama inşaatı işi için ihale açtı.
İnşaat işi genel olarak yaklaşık 820 metrekarelik
taban alanlı mevcut tüm dükkanların yıkılarak 660
metrekarelik taban alandan oluşan 27 adet dükkan ve
bin 350 metrekarelik meydan düzenlemesinin aslına
uygun bir şekilde restore edilerek kullanılır hale
getirilmesini kapsayacak.
Yer tesliminden itibaren 240 günlük süreyi
kapsayacak olan işin ihalesine sadece yerli firmalar
katılabilecek. İhale, Bursa Büyükşehir Belediyesi'nde
20 Eylül 2010 tarihinde saat 15.00'te yapılacak.
Ekonomik açıdan en avantajlı teklif sadece fiyat
esasına göre belirlenecek. Firmalar şartnameyi bedel
ödeyerek Bursa Büyükşehir Belediyesinden satın
alabilecekler.
Şartnameye göre hazırlanacak olan teklif mektupları,
ihale günü ihale saatine kadar Bursa Büyükşehir
Belediyesine verilecek. İşin tamamı için teklif
verilecek olan ihalede katılımcılar teklif ettikleri
bedelin yüzde 3'ünden az olmamak üzere kendi
belirleyecekleri tutarda geçici teminat verecekler.
Yapı, 06.09.2010
2500 YILLIK DALGIÇ AĞIRLIĞI BULUNDU
Antalya’da, su altı robotuyla araştırma yapan
dalgıç arkeologlar, tarihin ilk dalgıçlarına ait 2
bin 500 yıllık dalgıç ağırlığı buldu.
Türkiye’de turizmin başkenti olarak gösterilen
Antalya, doğal güzellikleri kadar tarihi eser
yoğunluğuyla da dikkat çekiyor. Çok sayıda antik kentin bulunduğu Antalya, su
altındaki antik eserleriyle de göz kamaştırıyor.
Bugüne kadar sadece
Amerikalı bilim adamlarının su altında arkeolojik
çalışmalar yaptığı Antalya’da ilk defa tamamı Türk
bilim adamlarından oluşan profesyonel bir ekip 25
gündür çalışma yapıyor.
GATAB’ın desteğiyle Doğu Akdeniz Üniversitesi
Görüntüleme ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı
Hakan Öniz önderliğinde aralarında Selçuk, Ege,
Kocaeli üniversitelerinden arkeolog ve arkeoloji
öğrencilerinin bulunduğu ekip Antalya’da 25 gündür
su altı robotuyla su altı arkeolojisi çalışmaları
yapıyor.
İnsanların tatil yapıp eğlendiği mavi koylarda
sabahın ilk ışıklarıyla birlikte mesaiye başlayan
Öniz önderliğindeki arkeologlar, teknolojinin
nimetlerini de kullanarak su altındaki saklı tarihi
gün yüzüne çıkarıyor
Öniz’in ‘Cesur yürek’ diye tanımladığı ekip ile
yapılan çalışmalar kapsamında son 25 günde kent
tarihinde şu ana kadar su altında bulunan eserlerden
daha fazla eser çıkarıldı. Su altı robotuyla 25
gündür yapılan dalışlarda Roma ve Bizans döneminden
kalma amfora yüklü 4 batık, kiremit yüklü 2 batık,
tabak yüklü 2 batık, Roma ve Bizans döneminden kalma
çok sayıda demir çapa ile bronz çağı ve öncesinden
kalma 7 adet taş çapa bulundu.
Bulunan taş çapalar sayesinde bronz çağında ilk
denizcilerin Antalya’ya demirlediği belirlenirken
tarihin ilk balıkçılarının da ağlarını Antalya
kıyılarına attığı tespit edildi.
Su altı robotu gibi teknolojinin son nimetlerini
kullanan dalgıçlardan oluşan ekip, 2 bin 700 yıl
önce boyunlarına taş bağlayarak dalgıçlık yapmaya
çalışan tarihin ilk dalgıçlarına ait izler buldu.
İlk dalgıçların kullandığı yaklaşık 3 kilo
ağırlığında bir dalgıç ağırlığı bulduklarını ve şu
ana kadar kendisini en fazla heyecanlandıran buluş
olduğunu söyleyen Öniz, şöyle konuştu: “Özel
formuyla dalgıçların ön kısmına kafalarından
geçirerek kullanıyorlardı. Bu ağırlıklar iki
delikli. Ağırlığın bir deliği ipe bağlı bir deliği boyuna bağlanıyor. Ona ağır
bir şey lazım ki kolaylıkla aşağı insin. Taşında
vücut dengesini bozmamak için özel bir forma sahip
olması gerekiyor. Türkiye’de bilinen bir örneği yok.
Ben bugüne kadar bu kadar eski dalgıç ağırlığını bir
kitapta görmüştüm.”
İlk dalgıçların yiyecek bulmak için daldıklarını
söyleyen Öniz, “Dalgıçlar çeşitli amaçlar ile suyun
dibine dalıyorlardı. Salyangoz yemek sünger
çıkartmak için dalgıçlık yapılıyordu. İlk dalgıçlar
kumaşta kullanılan lila renginin elde edildiği
mureks isimli kabukluyu çıkartmak için de
dalıyorlardı. Mureks’ten elde edilen boyayı sadece
krallar kullanabiliyordu. Bu nedenle dalgıçlar o
dönemin en önemli insanları arasında yer alıyordu.
Ayrıca, askeri amaçlı kullanılan dalgıçlarda var”
dedi.
Internet Haber, 06.09.2010
ANTEP EVLERİ TURİZME KAZANDIRILIYOR
Gaziantep'te, beyaz taştan
yapılan eski Antep evleri yenileme çalışmalarıyla
turizme kazandırılmaya devam ediyor. Yerli ve
yabancı turistlerin ilgi odağı olan Antep evleri,
gelen ziyaretçileri in iyi biçimde ağırlamayı
sürdürüyor. Yetkililer, yazın serin, kışın sıcak
tutan beyaz taştan yapılan Antep evlerinin son
yıllarda büyük ilgi gördüğünü söylüyor. Eski
yapılar, turizm girişimcileri tarafından satın
alınarak butik otellere çevriliyor. Antep evlerinin
bulunduğu mahalleler, tarihi dokusu nedeniyle
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından turizm
bölgesi ilan edilirken, kentin turistik bölgelerinde
Antep Kalesi, Bakırcılar Çarşısı ve Turistik
Çarşı'ya yakınlığıyla dikkat çekiyor. Mahallede
yaklaşık 600 tane Antep evi bulunuyor. Restore
edilen evler, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini
bekliyor.
Gaziantep 27 Gazetesi,
06.09.2010
3. YÜZYILDAN KALMA ÇÖMLEKLER BULUNDU
Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de 3. yüzyıldan kalma çömlekler bulundu.
Macar yetkililer, başkentte süren arkeolojik kazılarda MS 3. yüzyıla ait eserlerin bulunduğunu, çok sayıda seramik çömleğin iyi korunduğunu belirtti.
Çömleklerin bugünkü Tunus bölgesinde yapıldığını ifade eden uzmanlar, başkentte daha önce benzer eserlerin gün ışığına çıkarıldığını, yeni eserlerin Budapeşte'deki Aquincumi Müzesi'nde sergileneceğini bildirdi.
Cumhuriyet, 06.09.2010
OSMANLININ ALTIN PARALARI HAMMADDE OLDU
Türk Nümismatik Derneği Genel Başkanı Cem Mahruki,
Osmanlı İmparatorluğu'nun son 6 padişahı öncesine
ait paraların koleksiyonu ve satışının yasayla izne
bağlı olduğunu belirterek, bu döneme ait binlerce
gümüş ve altın paranın hurda olarak eritilerek,
hediyelik eşya sektöründe ham madde olarak
kullanıldığını öne sürdü.
Cem Mahruki, Türk Nümismatik Derneği olarak 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'nun son 6 padişah öncesi paraların serbestçe
alımını ve satımını yasakladığını ancak
koleksiyoncu ve tescil belgesiyle çok zor şartlarda
koleksiyonuna müsaade edildiğini kaydetti.
Söz konusu kanunun çelişkilerle dolu olduğunu
savunan Mahruki, "Örneğin kayıtlı koleksiyonculara
temin ettiği paraların menşei sorulmamaktadır.
Koleksiyon ruhsatı olanlar, bu paraları kaçakçıdan
temin edebilmektedirler. Çağdaş ülkelerin çoğunda ve
bilhassa Avrupa Birliği ülkelerinde eski paralar
serbestçe alınıp satılabilmektedir. İnternet
sitelerinde her gün yüzlerce eski para, serbestçe
alınıp satılmaktadır. Ülkemizde ise örneğin Sultan
II. Mahmud'a ait 1 lira dahi etmeyen bakır para ile
yakalanan vatandaşlar kaçakçı muamelesi görmekte,
tutuklanmakta ve yıllarca hapse atılmaktadır" dedi.
Bu durumun öncelikle mülkiyet hakkına aykırı
olduğunu ve pek çok evde aile büyüklerinden miras
kalan eski paralar bulunduğunu hatırlatan Muhruki,
"Daha da önemlisi Anadolu'daki milyonlarca kadında
ailelerinden intikal etmiş olan Osmanlı dönemine ait
altın paralar vardır ve bu paraları yasak olduğunu
bilmeden takı olarak kullanmaktadırlar. Kanuna göre
bu kadınlarımızın hepsi suçlu ve kaçakçı
durumundadır ve cezalandırılmaları gerekmektedir.
Durumun saçmalığı ve vahameti ortadadır" diye
konuştu.
Dernek Genel Başkanı Cem Mahruki, tutuklanma korkusu
nedeniyle koleksiyonerler ve antikacıların da bu
paraları alıp satmadığını vurgulayarak, eritilerek
tamamen yok olduğunu kaydetti.
Sikkelerin tarihi eser olmadığını iddia ederek,
kalıpla yapılmış seri üretim maddeler olduğunu
savunan Cem Mahruki, "Sikkeler günlük kullanıma
yönelik etnografik eşya olarak kabul edilmeli ve
serbeste alınıp satılmalıdır" görüşünü dile getirdi.
Kıymetli metallerden mamul eski paraların (altın ve
gümüş Osmanlı paraları) her gün sarraflara ve
eskicilere geldiğine değinen Mahruki, kanun
korkusuyla bu paraların hemen eritilerek külçe
haline getirildiğini belirtti. Mahruki, "Böylelikle
yüzlerce kilogram tarihi kıymet ifade eden Osmanlı
parası yok olup gitmektedir. Çünkü bu paraları
elinde bulunduranlar tarihi eser kaçakçısı muamelesi
görüyor" diye konuştu.
İlgili kanunun kaçakçılığı önleyemediğini, aksine
teşvik ettiğini öne süren Mahruki, ülke içerisinde
alıcı bulamayan eski paraların, kaçakçılar tarafında
ucuza temin edilerek yurt dışına götürüldüğünü iddia
etti.
Türkiye'de koleksiyoncu potansiyelinin yüksek
olduğunu vurgulayan Mahruki, sözlerine şöyle devam
etti:
"Yasa değiştirilirse, koleksiyoncunun rahatça alıp
biriktirebileceği paralar yurt içinde kalacak, hatta
yurt dışından ülkeye getirilecektir. Bunun örneğini
serbestçe toplanabilen kağıt paralarda ve son 6
Osmanlı padişahı dönemine ait paralarda görüyoruz.
Türk koleksiyoncuları Avrupa müzayedelerinde,
Türkiye'den bir şekilde yurt dışına götürülmüş eski
paraları yüksek bedellerle satın alarak ülkeye
getirmektedirler. Eski paralar yurt içinde serbestçe
alınıp satılabilmelidir. Amaç yurt dışına
kaçırılmayı önlemek ise bu paraları n yurt dışına
kaçırılmasına daha ağır cezalar ve tedbirler
getirilmelidir. Osmanlı ve Türk paralarının
tamamının alınıp satılması ve bulundurulması serbest
olmalıdır."
Nümismat (para bilimci) Necati Doğan da 2863 Sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile
yasaklanan Osmanlı dönemine ait akçe, zolta, mangır
gibi altın ve gümüş paraların yıllardır eritilerek
yok edildiğini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığının da bu duruma seyirci
kaldığını öne süren Doğan, "Bir daha basılma şansı
olmayan bu değerler, bazen kuyumcu potalarında
eritilerek, bazen de daha değişik alanlarda,
özellikle takılarda kullanılarak, adeta el
birliğiyle yok edilme gayretine girilmiştir" dedi.
Türkiye'de yaşayan bir kişinin Fatih Sultan Mehmet
dönemine ait herhangi bir paranın koleksiyonunu
yapamadığını ancak Avrupa'da yada ABD'de yaşan bir
koleksiyonerin rahatlıkla bu paraları toplayıp,
koleksiyonuna katabildiğini aktaran Doğan,
"Türkiye'de benim kültürüm olan bir materyali, bu
topraklarla alakası bile olmayan ve binlerce
kilometre ötedeki nümismatlar toplayıp dünya
mirasına kazandırıyorlarsa, söyleyecek bir kelime
bulamıyorum" diye konuştu.
Devletin koleksiyonerlerden vergi alabileceğine de
dikkati çeken Doğan, "Amacımız tüm Osmanlı
padişahlarına ait paraların yasak kapsamından
çıkarılıp, koleksiyonerlere ve bu alana ilgi duyan
araştırmacılara açılması. Gelecek nesillere bu
kültürümüzün aktarılması için yasaklarla değil,
onların bilinçli koleksiyonerler elinde serbestçe
alınıp satılarak, koleksiyon ortamında saklanarak,
kültürün geleceğe aktarılmasıdır" diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 06.09.2010
SHAKESPEARE'İN GERÇEK YÜZÜ ORTAYA ÇIKTI
Dünyaca ünlü İngiliz oyun yazarı William
Shakespeare’in yüzü, üç boyutlu bilgisayar
teknolojisi marifetiyle ‘canlandırıldı’. Çalışmayı
yapan ekip, görüntünün yazarın şimdiye kadar elde
edilmiş, gerçeğe en yakın görüntüsü olduğunu öne
sürüyor. Fotoğrafta, Shakespeare’in yüzündeki
çizgiler bile var. Öte yandan fotoğraf, yazarın
bilinen görüntüsünden farklı. Görüntü, 13 Eylül’de
History Channel’da yayımlanacak belgesel ‘Death
Masks’ (Ölüm Maskeleri) için hazırlandı.
Yönetmen Stuart Clarke, adli tıp çalışmalarının
sonuçlarının şaşırtıcı olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Hem adli tıp çalışmaları hem de tarihi bilgiler üç
boyutlu modelin Shakespeare’in görünümü
olabileceğini gösteriyor. Bilgisayarlı
görüntülemedeki gelişmelerle, Shakespeare’i tarih
kitaplarına yeni baştan yazmamız gerekebilir.”
Clarke’ın ekibi Napolyon, Julius Sezar, George
Washington ve Abraham Lincoln gibi isimlerin de üç
boyutlu görüntülerini ortaya çıkarmış. İşlem, bu
kişilerin ölüm maskelerinde yapılan taramalarla
gerçekleşiyor. Kimi zaman kişi hayattayken alınmış
kalıplar kullanılıyor.
Yapımcılar görüntülerin, izleyicilerin tarihteki
figürlerin neye benzedikleri hakkındaki görüşlerini
değiştireceği kanısında. Ancak içlerinde en
tartışmalı olan görüntü yine de Macbeth, Romeo ve
Juliet, Othello, Kral Lear gibi ölümsüz oyunlara
imza atmış olan Shakespeare’inki. Yazara ait olduğu
öne sürülen ölüm maskesi 1840’larda Almanya’daki
Darmstadt’ta bulunmuş ve Alman bilim insanları
testlerden sonra bunun Shakespeare’e ait olduğuna
kanaat getirmişlerdi.
Antropolog Dr Caroline Wilkinson, üç boyutlu
görüntüler ve yazarın portresi arasında ortaklık
olduğu konusunda ısrarcı ancak ‘Shakespeare
Birthplace Trust’ adlı vakfın başkanı Stanley Welles
ortaya çıkan yeni imajın ve ölüm maskesinin
geçerliliğini reddediyor: “Shakespeare o zamanlar,
şimdiki gibi ulusal bir figür değildi. Dolayısıyla
ölüm maskesinin çıkarılmış olma ihtimali de yok.”
Radikal, 06.09.2010
BİN 200 YILLIK KÜRESEL TİCARET
Arkeologların
Almanya'nın Baltık Denizi kıyısındaki Anklam
bölgesinde bir tarlada bulduğu bin 200 yıllık Arap
sikkeleri, MS 800 yıllarında küresel ticaretin ne
kadar gelişmiş olduğunu gözler önüne seriyor.
Greifswald Üniversitesi'nden araştırmacıların
gönüllülerle gerçekleştirdiği kazılarda bulunan 82
sikke ve sikke parçaları MS 610 ile 820 yılları
arasında Irak, İran, Kuzey Afrika
ve Afganistan'da basılmış. Uzmanlar sikkelerin Hazar
Denizi, Dinyeper Nehri , Karadeniz ve Volga yoluyla
Kuzey Avrupa'ya ulaştığını
düşünüyor.
Sabah, 06.09.2010
"HAÇ DİKMEDİNİZ, GELMİYORUZ"
Ermeni Patrikhanesi ‘Eçmiyazin’ yazılı
bir açıklama yaparak, Akdamar Adası’ndaki Surb Haç
Ermeni kilisesine haç dikilmediği için 19 Eylül’deki
ayine katılmayacağını duyurdu. Patrikhane, haç
dikilmesi isteklerinin kabul edildiğini ancak son
anda verilen sözden dönüldüğünü iddia etti.
Ermenistan Kilisesi, Van Gölü’ndeki Akdamar
Adası’nda bulunan Surb Haç Ermeni kilisesinde uzun
bir aradan sonra 19 Eylül’de düzenlenecek ilk dini
ayine haç dikme vaadi yerine getirilmediği
gerekçesiyle katılmayacağını açıkladı. Ermeni
Patrikhanesi dini merkezi ‘Eçmiyazin’ tarafından
yapılan yazılı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Türk
siyasi yönetimi kiliseyi yeniden ibadete açma
sürecine bizim de katılmamızı istemişti. Fener Rum
Patrikhanesi aracı olduğu için belirli koşulların
yerine getirilmesi halinde katılacağımızı
söylemiştik. Ermeni Patrikhanesi’nin en önemli
talebi ise Surb Haç kilisesi ana binasına eskiden
olduğu gibi haç dikilmesiydi. Türk yönetimi ilk
temaslarda haç dikilmesini kabul ederken, son anda
verdiği sözden caydığını öğrendik. Yeni gelişmeler
ışığında haç bulunmayan kilisede 19 Eylül ayinine
katılmamız imkansız hale gelmiştir.”
Ermeni basını ise konuyla ilgili, “Türkiye’nin
postunu değiştirip huyunu değiştirmediği
bir daha
kanıtlanmıştır. Batı’ya karşı farklı kültürlere
toleranslı baktığını göstermek için kiliseleri
açmaya başlayan Türkiye, bunu sadece soykırım
meselesi gündeme gelmesin düşüncesiyle yapıyor.
Ermeni kültürü ve kilisesine saygısından değil”
yorumları çıktı.
Hürriyet, Haber: Nerdun Hacıoğlu, 06.09.2010
******
ŞİMDİLİK ORAYA
Van’ın Gevaş İlçesi’nde 19 Eylül 2010’da
Akdamar Kilisesi’nde yapılacak ayinin hazırlıkları
sürerken, günlerden bu yana tartışma konusu olan
Akdamar Kilisesi’ndeki haç sorunu çözüldü.
Van Müzesi’nde bulunan 100 kilo ağırlığında, 2.5
metre uzunluğunda, 130 santimetre genişliğindeki
dökme demirden yapılmış olan haç, Van Vali
Yardımcısı Atay Uslu ile Gevaş Kaymakamı Yusuf Guni
tarafından adaya götürüldü. Guni, “Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan aldığımız izinle haçı alıp, Akdamar
Adası’na getirdik. Şimdilik geçici olarak burada
duruyor. Teknik olarak haçı kubbeye yerleştirmemiz
imkansız. Bütün tedbirleri aldık. Ayin günü yaklaşık
3 bin kişi bekliyoruz. Ayrıca ayinin saat 12.00’de
başlayıp, 14.00’te bitmesini bekliyoruz” dedi. Çan
kulesinin yan tarafında bulunan ahşaptan yapılmış
bir
kaidenin üzerine yerleştirilen haçın ayin günü
nereye bırakılacağına patrikhaneden gelecek din
adamları karar verecek.
Akdamar Surp Haç Kilisesi’nde ayin yapılacağı
açıklandığında, Ermenistan’ın dini lideri ve Dünya
Ermenileri Katalikosu II. Karekin boykot çağrılarına
karşı çıkmış ve siyasi çevrelerin tepkisine rağmen
Van’a
iki
temsilci göndereceğini açıklamıştı. Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay ise Mesrob II tarafından
yaptırılan haçın yerine konulacağını söylemişti. Ne
var ki, iskele kurulma mecburiyeti, özel bir tören
gerektiren haç takılma işleminin ayin sonrasına
ertelenmesine yol açtı.
Bunun üzerine, Türkiye Ermenileri Eşpatriği Aram
Ateşyan, ayin sırasında haçın Akdamar’da
sergilenmesini istedi ve bu teklif kabul edildi. Bir
başka ifadeyle ara çözüm bulunmuş oldu.
Hürriyet, 15.09.2010
LAHİT KURTARMA OPERASYONU
Muğla Milas’ta tarihi eser kaçakçıları tarafından
bulunarak talan edilen Karia Kralı Mausolos’un
babası Hekatomnos’un mezarı için kurtarma
çalışmaları başlatıldı. İlk etapta Muğla Müze
Müdürlüğü başkanlığında dört uzmandan oluşan bir
Bilimsel Danışma Kurulu oluşturuldu. Muğla
Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Abuzer Kızıl’ın
koordinasyonunda çalışmalarına başlayan kurulda
Akdeniz Üniversitesi Klasik Arkeoloji ABD Başkanı
Prof.Dr. Fahri Işık, Başkent Üniversitesi Kültür ve
Sanat Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof.Dr. Cengiz
Işık ve Prof.Dr. Adnan Güler yer aldı.
Bilimsel Danışma Kurulu’nun kararları
doğrultusunda altı gün önce başlanan çalışmalarda
öncelikle mezardaki nem oranının düşürülmesi
hedefleniyor. Yüksek nemin nedeni ise definecilerin
bir metre kalınlığındaki mermer tavanı delmek için
su kullanmış olmaları. Su nedeniyle oluşan
buharlaşma lahit için en büyük tehlike. 2 bin 400
yıllık eser yüksek nem karşısında hızla tahrip
olabilir ve mermerlerdeki resimler bozulabilir.
İki katlı lahit mezar, üst oda – mezar odası ve
‘dromos’ adı verilen yoldan oluşuyor. Bütün bu
alanların kazılan toprakla dolu olduğunu belirten
Dr. Abuzer Kızıl “Görüştüğümüz uzmanlar birikmiş
olan toprağın kururken dışarıya nem verdiğine dikkat
çektiler. Toprağı dışarı atmak için üç işçi zor
koşullarda çalışarak toprağı kovalarla taşıyor.
Dromos’ta 2-3 römork toprak var. Toprak önce ana
mezar odasına, açılan delikten üst odaya, oradan da
dışarıya çıkarılacak. Mezarı temizleyip nem oranının
sabit hale gelmesi beş ila sekiz ayı bulabilir”
dedi.
2 metre 75 santim uzunluğunda, 2 metre 15 santim
genişliğinde, 1 metre 85 santim yüksekliğindeki
lahit, birinci sınıf mermer işçiliğiyle dört yüzü
birden kabartmalarla işlenmiş bir mezar odası içinde
bulunuyor. Mermerlerdeki kabartmalar da nem
karşısında tehlike altında. Kabartmaları olduğu
haliyle korumaya gayret ettiklerini ifade eden Dr.
Kızıl “Odanın girişinde ve girişin karşısındaki
cephede lahit seviyesinden itibaren komple
kabartmalar var. Bunlarla ilgili belgeleme çalışması
yaptık. Savaş sahnesinin canlandırıldığı bu
kabartmalar tek tek fotoğrafları çekildi. Bilgisayar
ortamında bu kabartmalar birleştiriliyor ve çizim
haline getiriliyor. Rutubetli ortam ortadan
kalktıktan sonra konservatörler işleme
başlayacaklar” diye konuştu.
Mezardaki toprağın atılmasının ardından lahit
merkezde olmak üzere geniş alanda kazı çalışması
başlatılacak. Çevredeki kalıntılar ve tek başına
duran onur sütunu, mezardan aşağı yukarı 350 yıl
sonrasına ait. Bu tür sütunların çoğunlukla kent
merkezine konulması nedeniyle eski şehir merkezinin
burada kurulu olduğu düşünülüyor.
Habertürk, 05.09.2010
AL SANA ALLİANOİ!
Okurlar sipariş veriyor:
“İzmirli... Yazsana şunu, nedir bu Allianoi
meselesi?”
2 bin 200 senelik mevzu olduğu için, uzundur,
sabırla okumanızı rica ediyorum.
Çanakkale Troas'ı Münster Üniversitesi'nden Profesör
Hans Wiegartz çıkarıyor. Aydın Aphrodisias'ı New
York Üniversitesi'nden Profesör Roland Smith
çıkarıyor. Muğla Letoon'u Fransız Anadolu
Enstitüsü'nden Profesör Didier Laroche çıkarıyor.
Afyon Amorium'u İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'nden
Doktor Christopher Lightfoot çıkarıyor. Malatya
Aslantepe'yi Roma Üniversitesi'nden Profesör
Marcella Frangipane çıkarıyor. Çorum Hattuşa'yı
Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Doktor Jürgen Seeher
çıkarıyor. Kırşehir Kaman'ı Japonya Kültür
Merkezi'nden Doktor Sachihiro Omura çıkarıyor. İzmir
Ephesos'u Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nden
Ordinaryüs Fritz Krinzinger çıkarıyor. Muğla
Labraunda'yı İsveç Uppsala Üniversitesi'nden Doçent
Lars Karlsson çıkarıyor. Hatay Tayinat'ı Kanada
Toronto Üniversitesi'nden Doçent Timothy Harrison
çıkarıyor. Bursa Barçınhöyük'ü Hollanda Arkeoloji
Enstitüsü'nden Doçent Fokke Gerritsen çıkarıyor.
Denizli Hierapolis'i Lecce Üniversitesi'nden Doktor
Francesco D'andia çıkarıyor. Ankara Gordion'u
Berkeley Üniversitesi'nden Profesör Kenneth Sams
çıkarıyor. İzmir Pergamon'u Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nden Profesör Felix Pirson çıkarıyor.
Eskişehir Pessinus'u Belçika Gent Üniversitesi'nden
Profesör John Devreker çıkarıyor. Niğde
Porsukhöyük'ü Fransız Anadolu Enstitüsü'nden
Profesör Dominique Beyer çıkarıyor. Konya
Çatalhöyük'ü Stanford Üniversitesi'nden Profesör Ian
Hodder çıkarıyor. Yozgat Çadırhöyük'ü Chicago
Üniversitesi'nden Doktor Ronald Gorny çıkarıyor.
Kahramanmaraş Domuztepe'yi California
Üniversitesi'nden Profesör Elizabeth Carter
çıkarıyor.
Soluklanın. Devam.
Aydın Didyma'yı Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden
Profesör Andreas Furtwangler çıkarıyor. Mersin
Elaussa'yı Roma Üniversitesi'nden Profesör Eugenia
Schneider çıkarıyor. Yozgat Kerkenezdağ'ı İngiliz
Arkeoloji Enstitüsü'nden Doktor Geoffrey Summers
çıkarıyor. Şanlıurfa Göbeklitepe'yi Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nden Profesör Klaus Schmidt çıkarıyor.
İzmir Kızılburun'u Amerikan Sualtı Arkeoloji
Enstitüsü'nden Profesör Donny Hamilton çıkarıyor.
Antalya Limyra'yı Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nden
Doçent Thomas Steiner çıkarıyor. Aydın Milet'i Alman
Arkeoloji Enstitüsü'nden Profesör Volkmar von Graeve
çıkarıyor. Burdur Sagalassos'u Belçika Leuven
Üniversitesi'nden Profesör Marc Waelkens çıkarıyor.
Manisa Sardis'i California Üniversitesi'nden
Profesör Crawford Greenwalt çıkarıyordu, şimdi,
Harvard Üniversitesi'nden Profesör Nicholas Cahill
çıkarıyor. Gaziantep Tilmen'i Napoli
Üniversitesi'nden Doçent Nicola Marchetti çıkarıyor.
Çorum Boğazköy'ü Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden
Doçent Andreas Schachner çıkarıyor. Niğde Tyana'yı
Padova Üniversitesi'nden Profesör Gudio Rosada
çıkarıyor. Adana Sirkelihöyük'ü Tübingen
Üniversitesi'nden Doçent Miroslav Novak çıkarıyor.
Antalya Xanthos'u Bordeaux Üniversitesi'nden
Profesör Jacques des Courtils çıkarıyor. Mersin
Yumuktepe'yi Lecce Üniversitesi'nden Profesör
Isabella Caneva çıkarıyor. Kütahya Aizanoi'yi Alman
Arkeoloji Enstitüsü'nden Profesör Ralf von Hodder
çıkarıyor. Gaziantep Zincirlihöyük'ü Chicago
Üniversitesi'nden Doçent David Scholen çıkarıyor.
Ağrı Ziyarettepe'yi Fransız Anadolu Enstitüsü'nden
Doktor Catherine Marro çıkarıyor. Antalya Cragum'u
Nebraska Üniversitesi'nden Doçent Michael Hoff
çıkarıyor. Aydın Priene'yi Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nden Profesör Wulf Raeck çıkarıyor. İzmir
Kyme'yi Calabria Üniversitesi'nden Profesör Antonio
la Marca çıkarıyor. Gaziantep Doliche'yi Münster
Üniversitesi'nden Profesör Engelbert Winter
çıkarıyor. Sivas Başören'i Marburg Üniversitesi'nden
Profesör Andreas Karpe çıkarıyor. Muğla Iasos'u
İtalya Arkeoloji Müzesi'nden Doktor Fede Berti
çıkarıyor. Samsun Oymaağaç'ı Berlin
Üniversitesi'nden Doçent Rainer Czichon çıkarıyor.
Alliaoni'yi Trakya Üniversitesi'nden Doçent Ahmet
Yaraş çıkarmaya çalışıyor... “Hadi len ordan, biz
baktırdık, Allianoi diye bi yer yok” diyorlar!
Yakalamışlar çünkü, böyle lokum gibi ahaliyi...
E muck muck tabii.
Hürriyet, Yazı: Yılmaz Özdil, 05.09.2010
******
ORADA BİR KENT VAR UZAKTA
“Allianoi diye bir yer yok, orası Paşa Ilıcası”
diyen Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na
arkeologlar ve uzmanlardan ‘Allianoi dersleri’
sürüyor.
Kültür tarihçileri ve arkeologlar, son dönemde
Eroğlu’nun, “Allianoi sular altında kalmasın” diyen
Tarkan’a “Kendi işine baksın” çıkışıyla gündeme
gelen antik şifa yurdu için, “Orası yüzde 100 olmasa
da yüzde 99 Allianoi” diyor. Uzmanlar Allianoi isminin nereden geldiğini
de şöyle anlatıyor:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ
Bilimleri ve Kültürleri Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Vedat Çelgin:
O alanda bulunmuş, oranın Allianoi
olduğunu gösteren bir epigrafik belge (eski yazıt)
yok. Ancak Bergama’ya şifa bulmak için MS 2.
yüzyılda gelmiş Helen yazar Ailius Aristides’in
kitabı var. Allianoi’ye geldiğinden ve şifa
bulduğundan bahsediyor. Ünlü Bergamalı hekim
Galenos’tan biliyoruz. Roma İmparatoru Marcus
Aurelius’un da doktoru olan Galenos’un eserinde de
Allianoi’den bahsediliyor. Yüzde 100 konuşamayız.
Ancak oranın Allianoi olduğu yüzde 99. Ayrıca ismi
çok önemli değil. Orası Allianoi olsa ne olur olmasa
ne olur? Bizim için önemli olan kültür tarihindeki,
tıp tarihindeki yeridir. Dünyada eşi benzeri olmayan
bir yer. Tarkan’a “Kendi işine bak” diyorlarsa onlar
da kendi işlerine baksın. Arkeolojiyi bilmeden
konuşuyorlar.
Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü’nun kurucusu, Patara kazısının da
eski başkanı Prof.Dr. Erendiz Özbayoğlu: Antik
yazılara bakıldığında oranın Allianoi olduğu
anlaşılıyor. Bugüne kadar da arkeoloji dünyasında
herhangi bir itiraz duymadım. Akademik camiada bu
konuda bir kuşku yok. Allianoi’nin değeri gerçekten
ölçülemez. Allianoi tartışmalarını Patara’da da
yaşamıştık. Oteller, tatil köyleri yapılacaktı. Ama
kazanan insanlık oldu.
Trakya Üniversitesi öğretim görevlisi Allianoi
Kazı Başkanı Doç.Dr. Ahmet Yaraş: Aristides,
‘Hieroi Logoi’ (Kutsal Sözler) adlı eserinde
Allianoi’den iki kez bahsediyor. Dünyadaki ilk
biyografi yazarıdır. Allianoi’ye geldiğini,
boğazının ağrıdığını, tarçından oluşan bir
malzemeyle sardığını ve iyileştiğini yazıyor.
Buranın Allianoi olduğunu söylüyor. Alman ve Fransız
Arkeoloji Enstitüsü’nde var. Kazıya ilk
başladığımızda biz de bilmiyorduk. Kazılarda çalışan
Alman bilim adamı Prof.Dr. Helmut Müller, 2000’de
Münih’te araştırmalar yaptı. Bize kitabı getirdiler
ve Allianoi ismi bu şekilde ortaya çıktı. Bunu biz
uydurmuş değiliz.
Radikal, 06.09.2010
******
ALLİANOİ BEŞ KURUL ESKİTTİ
Antik dönemin
sağlık merkezi Allianoi’yi,
Yortanlı Barajı suları altında bırakmak
isteyen AKP hükümeti, işlemine dayanak oluşturacak
bilim komisyonu raporlarını hazırlatırken çevreciler
de, yeni dava süreçlerini başlatıyor. Bugüne değin
oluşturulan beş ayrı bilim kurulu raporları
birbirleriyle çelişiyor. Antik kenti sulara gömme
konusunda ısrarcı olan AKP hükümetinin, Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlu da,
Allianoi’yi koruduklarını savunuyor.
Antik kentin olduğu gibi korunarak gelecek kuşaklara
aktarılması yönünde evvelce verilen bilim komisyonu
raporlarını yok sayan ve istemleri doğrultusunda
rapor peşine düşen hükümet, aradığı bilim
insanlarını bulmak için uzun yıllara varan bir
süreci göze aldı. Konuyla ilgili ilk komisyon 2005
yılında oluşturulurken buradan, “Allianoi’yi korumak
evrensel bir görevdir” yönünde karar çıktı. AKP
hükümetinin bu bilimsel raporu aşma uğraşı 5 yıl
sürdü. Bu sürede beş ayrı rapor hazırlandı ve Kültür
Bakanlığı’na sunuldu. Bakanlık, beğenmediği
raporların ardından yeni bilim kurulları oluşturdu.
AKP hükümetinin görüşleriyle örtüşen raporlar,
çevreciler tarafından yargıya taşındı. Mahkemeler,
çevrecileri haklı bularak, söz konusu bilimsel
raporlar doğrultusunda verilen idari işlemleri iptal
etti. AKP hükümeti, yargı kararlarını
aşma konusundaki ısrarını sürdürdü ve son olarak aynı
içerikteki iki ayrı bilim komisyonu raporunu
referans alarak, 17 Ağustos 2010 tarihinde yeni bir
idari işlem başlattı. Bu idari işlem de yargıya
taşındı. Çevreciler bu kez, dava sonuçlanıncaya
kadar Devlet Denetleme Kurulu’nun devreye girmesini
istiyor. Devlet Denetleme Kurulu’nun, Allianoi’de
yapılan hukuksuzluğu tespit etmesini isteyen
kesimler, konuyla ilgili Cumhurbaşkanı’na başvuru
yaptılar.
İşte 5 kurul 5 rapor İlk rapor: 16 Temmuz 2005 tarihinde
hazırlanan bilim komisyonu raporunda, Allianoi’yi
korumanın evrensel bir sorumluluk olduğu bildirildi.
İkinci kurul: Hükümet, Allianoi’nin
bütüncül ve kalıcı olarak korunması gerekliliğini
bildiren bilim insanlarının raporunu aşmak için yeni
bir bilim komisyonu oluşturdu. Yeni komisyon, 26
Haziran 2006 tarihli raporunda herhangi bir
bayındırlık projesi öncesi mutlaka alanın arkeolojik
taramasının yapılmasının şart olduğuna dikkat çekti.
Raporun sonunda, Allianoi’nin korunması ya da baraj
suları altında kalması seçeneklerinden birisini ön
plana çıkarma yetkisinde olmadıklarını bildirdi.
Üçüncü kurul: Bu komisyonun raporu,
AKP hükümetinin istediği yönde çıktı. 14 Eylül 2007
tarihli bu raporda, Allianoi’nin, mille
kaplanmasının uygun seçenek olacağı vurgulandı.
Rapor, İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu’na sunuldu. Burası, bilim
komisyonu görüşünün benimsendiğini açıkladı ve
Allianoi’yi mille kaplama çalışmaları başladı. Bu
süreçte çevrecilerin, İzmir İdare Mahkemesi’nde,
açtıkları davadan yürütmeyi durdurma kararı çıktı.
Dördüncü rapor: Üçüncü komisyonun
üyelerine yeni bir görev daha verildi. Bu üyeler, 21
Mayıs 2010 tarihinde sundukları raporda,
Allianoi’nin mil yerine kumla kaplanarak, baraj
suları altında bırakılmasının, korumacı bir anlayış
sergileyeceğini bildirdiler.
Beşinci kurul: Hükümetin,
Allianoi’yi sular altında bırakacak uygulamasına
zemin oluşturacak bu rapora ek olarak, 4 Ağustos
2010 tarihli bir bilim komisyonu raporu daha
eklendi. Antik kentin kumla kaplanmasının uygun
olduğu belirtildi. 17 Ağustos 2010 tarihinde izin
verildi. Bergama Müze Müdürlüğü’ne talimat gitti ve
antik kenti, kumla kaplama hazırlıkları başlatıldı.
Cumhuriyet, Haber: Ozan Yayman, 07.09.2010
******
BİR DAVA DAHA
İzmir'in Bergama İlçesi'nde Yortanlı Barajı'nın
suları altında kalacak olan 2 bin yıllık sağlık
merkezi Allianoi'de geçen hafta başlayan ve antik
kentin önce kumla kaplanarak, baraj sularının
altında bırakmayı öngören çalışmayı önlemek amacıyla
4 yürütmeyi durdurma, 2 iptal kararının ardından bir
dava daha açıldı. İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesi'ne
verilen ve 11'i çeşitli dernek, oda ve vakıftan
oluşan 102 davacı, İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 17 Ağustos 2010
tarihli kararının iptalini istedi.
Yortanlı Barajı kapakları kapatıldığında,
Pompei benzeri antik yerleşim
tamamen su altında kalacaktır. Yaklaşık 40-60 yıl
arasında ömrü olduğu düşünülen Yortanlı Barajı’nın
gölet alanında birikecek alüvyonun ise bu benzersiz
arkeolojik mirası yaklaşık 12- 15 m.’lik dolgu
altında bırakacağı öngörülmektedir.
Yazılı kaynaklar çerçevesinde ilk olarak 1904’de,
Bergama kaymakamı Kemal Bey, Paşa
Ilıcası’nın bulunduğu alanda kazı yaparak, antik
ılıcanın bir bölümünü ortaya çıkardı. Bilimsel
açıdan ilk çalışma, 1906 yılında, Pergamon kazı
ekibinden C. Schuchhardt tarafından
yapıldı, sonuçları resim ve planlarıyla 1912’de
Altertümer von Pergamon’un ilk
cildinde “Paşa Ilıcası” bölümünde yayınlandı.1
Daha sonra Batı Anadolu'da araştırmalarda bulunan
A. Phillippson, yaptığı yayında da
Paşa Ilıcası’na da yer verdi. Ilıca ve çevresinin
Tarihöncesi arkeolojisi 1956 yılında
J.
Driehaus tarafından yayınlandı.2
1970’li yıllarda projelendirilen,
Bakırçay
Sol Sahil Sulama Projesi kapsamında
Yortanlı Barajı’nın yapımına 1994 yılında başlandı
aynı sürece paralel Bergama Müze Müdürlüğü
tarafından, baraj gövdesinin bulunduğu alanda
kurtarma kazılarına başlandı. Barajın gövdesinin
antik Partenion kentinin etekleri üzerinde olduğu
anlaşıldı. Burada yapılan 1994-1997 yılları
arasındaki kazı çalışmalarında antik kentin Bizans
dönemine ait yerleşim alanı ve nekropolü ortaya
çıkarıldı.
Bu arada ayni süreçte Paşa Ilıcası’nın bir bölümü
İzmir Valiliği İl Özel İdaresi tarafından
restore edildi, ihaleye verilerek kullanıma açıldı.
Ayrıca Ilıca’nın yanındaki
Roma Köprüsü
de Karayolları Bölge Müdürlüğü tarafından restore
edildi. Bu restorasyonlar sırasında her iki antik
yapı da ciddi zarar gördü.
Paşa Ilıcasında yer alan antik yerleşim sahasında
1998’den sonra Yard.
Doç.Dr. Ahmet Yaraş’ın
başkanlığında idealist bir ekip, dokuz yıl, mümkün
olduğu kadar çok bilgi ve bulguyu kurtarmak için de
yoğun bir çalışma sürdürdü. Bu kazılarda,
tarihöncesinden Osmanlı dönemine kadar pek çok eser
Roma İmparatorluk dönemine ait şaşırtıcı derecede
anıtsal yapılar ve sanat eserleri bulundu. Kazı
ekibi bu benzersiz antik yerleşimi kurtarmak için
her türlü çabayı gösterdi.3
Allianoi girişim grubu
Bu çabalar sonucu “tarihsel değerleri, kültür
varlıklarını geleceğine aktarmakla kendilerini
sorumlu hisseden” değişik meslek gruplarından
duyarlı insanlar, Allianoi Girişim Grubu’nu
kurdular. Grup, Allianoi ile ilgili olarak alınan
kararların takipçisi oldu ve sürekli kamuoyunu
bilgilendirdi.4 Bu süreçte, ören yerinin koruma
altına alınması için başvurulan
II. no.lu
İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu,
29 Mart 2001 tarihinde 9226 sayılı karar ile
“…alanın 1. derece Arkeolojik Sit olarak tesciline,
antik yerleşimin göl alanı dışına çıkarılmasına ve
İlya Çayı’nın su baskınından korunması için, DSİ
tarafından gerekli bilimsel ve teknik çalışmaların
yapılmasına…” hükmetti. Baraj inşaatının
durdurularak, Allianoi’u sulara gömmeyecek şekilde
projenin değiştirilmesi gerekirken, ne yazık ki
koruma kurulu kararı yok sayılarak, baraj yapımına
devam edildi.
Allianoi Girişim Grubu’nun 2001 tarihli koruma
kararının neden uygulanmadığını sorgulamasıyla,
Allianoi yeniden İzmir II Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun gündemine
alınarak, 20.04.2005 tarihli, 742 sayılı karar ile
“Allianoi Antik Kenti ile ilgili İzmir I Nolu
KTVKK’ınca alınan 29.03.2001 gün ve 9229 sayılı
kararın geçerli olduğuna”… karar verdi. Koruma
Kurulu’nun bu kararına rağmen hukuk hiçe sayılarak
baraj inşaatına devam edildi.
Mahkemenin “1. derece arkeolojik sit kararı”na
uyulmaması üzerine Allianoi Girişimi Grubu üyeleri
sayısı 3 bine ulaşan imzalı dilekçelerle, Mart/2005
ayında, DSİ Genel Müdürlüğü’ne başvurarak, “Allianoi
ören yerinin Yortanlı Barajı suları altında
kalmasının önlenmesini, bu kapsamda söz konusu baraj
projesinde değişiklik yapılması ya da aks yerinin
değiştirilmesi yolunda işlem tesis edilmesini”
istediler.
DSİ, hayır diyor
Bu isteme karşı, “Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı’nın 12 Mayıs 2005
tarihli yazı” ile verilen yanıtta; “… baraj aksının
yukarıya çekilerek kazı alanının göl alanı dışında
bırakılması alternatifinin baraj göl hacmini ortadan
kaldırarak, barajı işlevsiz bırakacağından bu
çözümün teknik olarak mümkün olmadığı…” belirtildi,
ayrıca bu belgede “Allianoi’deki kalıntıların,
arkeolojik ve sağlık yurdu yönlerinden, önemsiz
olduğu” şeklinde (!) değerlendirmelerin de yer
aldığı görüldü.
Koruma Kurulu’nun kararının ardından, kültür
varlıklarını korumakla yükümlü ve sorumlu olan
bakanlığımız sorunun çözümü için; “bugüne kadar
ortaya çıkan kalıntıların üzerinin mil tabakası ile
kaplanması” önerisinde bulundu, Devlet Su İşleri
(DSİ) de öneriyi kabul etti.
İzmir II Numaralı Koruma Kurulu’nun 20.04.2005
tarihli “Allianoi’un 1. Derece Arkeolojik Sit
olduğuna ilişkin 29.03.2001 tarihli kararın geçerli
olduğuna” ilişkin kararının ardından, mille kaplama
önerisi Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve Kültür
ve Turizm Bakanlığı – Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü tarafından koruma kurulunun
gündemine yeniden getirildi.
Kurul ve bilimsel
heyet direniyor
Koruma Kurulu “…Allianoi’un korumasına yönelik
farklı önerilerin ve yöntemlerin bu konuda
uzmanlaşmış kurum ve/veya kuruluşlara bilimsel
olarak incelettirilerek Kurula iletilmesine, konunun
bundan sonra değerlendirilmesine…” karar verdi.
Bu karar doğrultusunda oluşturulan beş kişilik
bilimsel heyet;
“…Allianoi olarak adlandırılan tescilli arkeolojik
sit alanının, kültür tarihimize katkıları nedeniyle
korunması tartışmasızdır, ancak bu amaçla sunulmuş
olan koruma önerilerini alanın korunması konusunda
gerçekçi bir çözüm getirmemektedir, (…) binlerce
yıllık süreçten geçerek bize ulaşan bir kültür
varlığını yok etme hakkına sahip olmadığımız gibi,
bunları gelecek nesillere aktarma yükümlülüğümüzün
olduğu da kesinlikle unutulmamalıdır. Bu nedenle
anlık çözümler aramak yerine, alanın bütüncül ve
kalıcı olarak korunması ve sergilenmesi için daha
fazla zaman kaybetmeden harekete geçilmelidir,
ulusal ve uluslararası sorumluluğumuzun gereği
budur…” sonucuna varan bir rapor verdi. Bunun yanı
sıra Koruma Bölge Kurulu üyeleri tarafından 13 Ekim
2005 tarihinde Allianoi’da inceleme yapıldi ve antik
sağlık yurdunun üzerinin “mille kaplanması”
tartışmalarını bir anlamda sonuca bağlayan
13.10.2005 tarih ve 1453 sayılı kararda;
“…İzmir İli, Bergama İlçesi, Paşa Ilıcası mevkiinde
bulunan Allianoi (?) antik termal kalıntılarının
kültürel değer taşıdığı, dünya mirası literatürüne
girebilecek nitelikte korunması gerekli Kültür
Varlığı olduğu,… Kurulun 01.06.2005 gün ve 968
sayılı kararı ile Genel Müdürlükten temini istenen
teknik raporun korumaya ilişkin gerekli ve yeterli
öneri ve çözümleri içermediği de dikkate alınarak
konunun ve korumaya yönelik önlemlerin Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nca çözümlenmesine, çözüm üretilene
kadar barajda su tutulmamasına, karar verildi…”
şeklinde hüküm verildi.
Siyasetin bilim dışılığı başlıyor
DSİ bu kararın iptali için bu sefer Kültür ve Turizm
Bakanlığı aleyhinde dava açtı. Davada, karardaki
Allianoi sözcüğünden sonraki (?) işaretinden yola
çıkılarak burasının Allianoi olup olmadığı (!...)
tartışıldı. Sanki bu denli önemli arkeolojik
değerlere sahip ören yerinin adı Allianoi olmasa
korunmaması gerekirmiş gibi abesle iştigal edilen
bir tutum sergilendi. (Bu tutum Çevre ve Orman
Bakanı’nın Tarkan’la girdiği polemikte de Allianoi
ile ilgili açıklamasında de tekrarlanmıştır.) İlgili
Mahkeme, DSİ’nin yürütmeyi durdurma istemini
reddetti. Bu gelişmeler sonucunda dava Allianoi’un
korunması doğrultusunda sürdü.
Koruma Kurulu’nun kararı gereğince Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından oluşturulan bir Bilim Kurulu,
25 Şubat 2006 günü ören yerinde inceleme yaparak
altı alternatif öneri getirdi ve yazdıkları
raporlarında böyle bir ören yerinin sular altında
kalma gibi kararı kendilerinin veremeyeceğini açıkça
belirtti.
Gizli komisyondan onay
Kamuoyuna duyurulmayan bu raporu hazırlayanlar sanki
akademik yetkililer değilmişçesine, bu sefer 3.
Akademik Bilim Komisyonu’nun kurulmasına karar
verildi. Gene raporu kamuoyundan gizlenen bu
komisyondan Allianoi’un sular altında kalması
yönünde karar çıktı. Bu kararın, komisyonda yer alan
arkeoloji bilim dalını temsil eden akademik bir
üyenin, Allianoi’un sualtında kalabileceği yönde
verdiği görüşe dayandırıldığına dair duyumlar,
ulusal ve uluslararası bilim çevrelerini derinden
üzdü.
Ülkemizde bilim ve koruma etiğini derinden sarsan bu
kararın yanı sıra, Allianoi kurtarma kazılarında
fazla alan açtığı ve doğayı tahrip ettiği
gerekçesiyle bakanlık danışmanı iki profesörün, kazı
başkanı hakkında soruşturma açılmasının istemesi
ise, arkeolojik mirasın tahribinden daha vahim bir
olguyu gündeme taşıdı.
Bu karakuşi görüş doğrultusunda, Pompei benzeri çatı
seviyesine kadar sağlam yapılar bulunmuşken,
buradaki kazılar durduruldu ve kazı başkanının ören
yerine girmesi yasaklandı ve kazısı elinden alındı.
Böylece Bergama yakınındaki Allianoi (Paşa Ilıcası)’daki
benzersiz arkeolojik miras göz göre göre çamura
gömülme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldı.
Allianoi’un kaderiyle doğrudan ilgili tüm
kurumlarımız ve yetkililerimiz, gerek ulusal hukuk
gerekse uluslararası taraf olduğumuz anlaşmalar
açısından öncelikle onu korumak ve gelecek kuşaklara
aktarmakla yükümlüdürler. Örneğin 5. 8. 1999’da
T.B.M.M.’nde kabul edilen, 4434 no.lu, Arkeolojik
Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi
arkeolojik mirası koruma sorumluluğun yalnızca
doğrudan ilgili devlete ait olmayıp, sorumluluğun
Avrupa ülkelerinin tümüne ait olduğunun da altını
çizmektedir.5
Bilim
neden susuyor?
Bu sorumluluğu hisseden, ülkemizin sağduyulu pek çok
kesimi bugün tepkilerini her boyutuyla ortaya
koymaktadır.6 En son Tarkan’ın bu eşsiz arkeolojik
mirasın yerinde korunması yönündeki açıklamaları
Orman ve Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun her cümlesi
ayrı bir gaf taşıyan hiddetli bir tepki çıkışına
neden oldu.
Oysa Allianoi’un korunması ve gelecek kuşaklara
aktarılması konusunda görüşlerini açıklamak çevreye
duyarlı her vatandaşın ifade özgürlüğünün bir
parçasıdır. Öte yandan aydınların, bilim adamlarının
ve sanatçıların da tarihsel bir sorumluluğudur.
Allianoi’un kaderi konusunda, ülkemizin sanatçıları
ve aydınları kadar, asıl ona sahip çıkması ve
koruması gereken ilgili bilim çevrelerinin sessiz
kalmaması gerekmektedir. Onların üç maymunu oynamak
yerine, bu süreçte görüşlerini çok daha etkin ortaya
koymasını diliyoruz.
Söz konusu “Allianoi “ olmadığı iddia edilen
arkeolojik sit, Çevre Bakanı’nın açıklamalarındaki
“kırık bir iki sütun” un olduğu bir yer olmayıp
resimlerden de görüleceği gibi, zeminleri eksiksiz
mozaiklerle bezenmiş duvarları çatı seviyesine kadar
korunmuş sütunları yerinde sapasağlam duran
mekanlarla doludur.
Bu nitelikleriyle de antik bir sağlık merkezi
olaraktan gerçekten eşsizdir…İlya çayının iki
yakasını birleştiren biri yıkık iki antik köprüsü,
antik sağlık merkezlerine has tünelleri, bulunan
antik tıp aletleri, heykeller ve diğer eserlerle
dünya kültür mirası listesine aday bir kültür
mirasıdır.
Gerek DSİ’nin gerekse Kültür ve Turizm
Bakanlığı’mızın özellikle Ertuğrul Günay döneminde
pek çok projeyi de başarıyla tamamladığını da
düşünürsek, hele Keban ve Aşağı Fırat Kurtarma
kazılarının bugün Dünya kamuoyunda UNESCO’nun Assuan
projesinden sonra en başarılı kurtarma projesi
sayılıp örnek gösterildiğini göz önüne alırsak,
Allianoi konusunda çok daha dikkatli ve özenli
davranmamız gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Kurumlarımız devlet yapımızın ve cumhuriyetimizin
gözbebeği varlık taşlarıdır. Onların uyum içinde
çalışması ve başarılı sonuçlar alması hepimizin
geleceği için önemlidir. Yetkililerimizin kurumları
yıpratmadan akılcı çözümler bulma konusunda daha
özverili ve temkinli davranmasını bekliyoruz.
Bulgaristan örneği Allianoi için de çok önce gündeme
getirilmişti. Ama onu hayata geçirecek irade ortaya
konamadığı için ne yazık ki öneri olarak kaldı.
Ortak aklımızı biraraya getirmemiz gereken bir
süreçteyiz. Allinoi için hala umut var. Bu son
şansın da yitirilmemesini diliyoruz.
1- C. Schuchhardt, Altertümer von Pergamon, (ed.) A.
Conze, cilt 1, text 1, Berlin 1912, A. Philippson,
(1910): Reisen und Forshungen im Westlichen
Kleinaisen, I, (Einleitung-DasWestliche Mysien und
die Pergamenische Landschaft), Gotha.
2- J. Driehaus, 1956: “Prähistorische Siedlungsfunde
in der unteren Kaikosebene und am Golf von Çandarlı”,
Istanbuler Mitteilungen 7, s. 75-101.
3. Bu konuda bkz: Ahmet Yaraş, “Barajlardaki
Kurtarma Kazıları ve Allianoi İkilemi”, Arkeoloji ve
Sanat dergisi, 119 Ocak-Haziran 2005, s. 134-137 ve
diğer yazıları için
www.allianoi.org. Bu koruma girişiminin hukuki
süreci için bkz: N. Başgelen, Türkiye’de Arkeolojik
Mirasın Korun(ama)ması ve Allianoi, İstanbul 2007.
4. Bu yazının oluşturulmasında Allianoi Girişim
Grubu’nun internette oluşturduğu iletişim ağındaki
bilgilerden ve grubun eski sözcüsü Sayın Av. Arif
Ali Çangı’dan aldığımız, hukuki süreç ile ilgili
bilgilerden yararlanıldı. Girişim, bugüne kadar
geniş bir katılımı örgütleyerek, büyük bir özveri ve
başarıyla etkin bir sivil toplum platformunu ülke
gündeminde önemli ve saygın bir konuma getirdi.
Allianoi özelinde koruma açısından etkin bir
yapılanmanın yurdumuzda başarılı bir öncüsü oldu.
5. Bu konuda bkz. N. Başgelen; Türkiye’de
Koleksiyonculuk ve Arkeolojik Mirasın Korunması
(Ulusal ve Uluslararası Yasal Mevzuat Ekleriyle)
Ek:3 s.15, İstanbul 2007.
6. Akademik çevreden bu konuda etkin bir
değerlendirme olarak kitap halinde yayınlanan
çalışma için bkz. A. Vedat Çelgin, İhanetin
Darağacındaki Allianoi. İlgili Çevrelere ve
Kamuoyuna Açık Mektup, Arkeoloji ve Sanat Yayınları
İstanbul 2008.
Cumhuriyet Bilim Teknik, 10.09.2010
******
ALLİANOİ'Yİ KURTARACAK PROJE VAR AMA...
Çok yakında tarihe gömülecek olan Allianoi antik
kentini kurtaracak proje aslında hazır ama bu
projeyi gören maalesef yok! Ödüllü proje, baraj
yapımına da engel değil...
Uzmanlara göre 'Seuthopolis' projesiyle Allianoi
kurtarılabilir.
Seuthopolis Seuthopolis Antik Kenti'nin kalıntıları, 1948
yılında yapımına başlanan Koprinka Barajı için
gerçekleştirilen kazılarda ortaya çıktı. Ama baraj
yapımına ara verilmediği için Seuthopolis sular
altında kaldı. Şimdi Bulgar mimar Jeco Tilev'in
projesiyle antik kentin kurtarılması planlanıyor.
Allianoi Allianoi, İzmir'in Bergama İlçesi sınırları içinde,
Bergama-İvrindi karayolunun 18. km'sinde,
Bergama'nın kuzeydoğusunda, Yortanlı Barajı gölet
alanının tam ortasında, Paşa Ilıcası Mevkii'nde yer
almakta. Allianoi'nin küçük bir termal merkezi
olduğu sanılmaktadır. Sıcak sudan bu dönemden
itibaren yararlanılıyordu. Hellenistik Çağ'a ait
sadece birkaç arkeolojik ve nümizmatik eser ele
geçmiş olmasına rağmen Allianoi merkez yerleşiminde
Hellenistik mimariye rastlanılmamıştır. Roma
İmparatorluk Dönemi'nde (İ.S. II. yüzyıl) kült
merkezinde, Anadolu'nun pek çok merkezinde ve
Pergamon'daki Asklepieionda olduğu gibi büyük bir
bayındırlık faaliyeti yaşanmıştır. Kült merkezinde
mevcut binaların büyük bir kısmı bu döneme aittir.
Ilıcanın yanı sıra, köprüler, caddeler, sokaklar,
insulalar, geçiş yapısı, propylon, ve nympheum bu
dönemde planlanır.
YORTANLI BARAJI Projede değişiklik yapılmadan baraj yapıldığı
takdirde, 67.3 hm 3 tarıma elverişli alan su altında
kalacaktır. Allianoi ise baraj gölet alanının tam
ortasında kalmaktadır. Su toplanmaya başladığı an,
Allianoi'un su altında kalması kaçınılmazdır.
Yortanlı Barajı'nda birikecek su hedeflenen
miktarına ulaşıldığında, Allianoi 17 m su altında
kalacaktır. 40-50 yıl sonra antik yerleşim üzerinde
yaklaşık 12 m alüvyon birikecektir.
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu'nun 'öyle bir yok' dediği
Allianoi, dünyanın en önemli antik kentleri arasında
gösteriliyor ama Yortanlı Barajı'nın suları altında
kaldıktan sonra sadece tarihe gömülen bir kent
olacak.
İzmir'in Bergama İlçesi'nde bulunan Allianoi
antik yerleşiminin baraj suları altında kalması,
İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu kararıyla da onaylanmıştı. Karara göre antik
yerleşim ‘kumla' doldurulduktan sonra baraj sularına
teslim edilecek. Bu antik yerleşimin arkeolojik
kazılarla toprak üstüne çıkarılmış kısımları, baraj
gölünde zamanla yığılacak ağır alüvyondan korunmak
üzere harç ve kumla örtülüyor. Yani şu anda kaplama
ve sağlamlaştırma yöntemiyle korunmaya çalışılıyor
ama bu yöntem otoritelere göre hem çağdışı hem de
Allianoi'yi yok olmaktan kurtaramaz.
Son günlerde Allianoi'nin nasıl kurtarılacağı
tartışılıyor ama çözüm aslında hemen yanı başımızda
duruyor. Hem de, üç senedir görmezden gelinen ödüllü
bir proje...
2006 yılında ödül kazanan Bulgar mimar Jeco
Tilev'in 'Seuthopolis' projesi, Allianoi ve onun
gibi tehdit altında olan bütün kültürel mirasları
yaşatacak bir proje olarak görülüyor. Hem baraj
yapımını da engellemiyor.
Bu önemli projeyi, mimar-kentbilimci Ahmet Vefik
Alp ve arkeolog-yazar Nezih Başgelen ile konuştuk:
Dr. Ahmet Vefik Alp (Mimar, Kentbilimci):
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu'nun bu sözleri
istemeyerek söylediğini düşünmek istiyoruz. Sanatçı
olması da gerekmez, her vatandaşımız bu gibi
konularda söz sahibi olmalıdır ve tepkisini dile
getirmelidir. Tahmin ediyorum Sayın Bakan da gerekli
mesajları daha sonraki beyanatlardan almıştır.
Şu anda koruma amaçlı uygulanan kaplama ve
sağlamlaştırma işlemlerinin doğru yöntem olmadığını
düşünüyorum. Ben arkeolog değilim ama, yapılacak
farklı yöntemler de var.
Ayrıca sadece Allianoi için konuşmak istemiyorum.
Öncelikle Allianoi, Zeugma, Hasankeyf gibi tarihi
yerlerin önemini algılamamız lazım. Geçmişiyle
bağlarını koparan milletler yok olmaya mahkumdur.
Hafızasını kaybetmiş bir insan nasıl aciz duruma
geliyorsa... Hangi kültür, hangi medeniyet olursa
olsun, sınırlarımız içerisinde olan bu eski
varlıkları en doğru yöntemlerle onları korumamız
gerekiyor.
Proje, bir nevi baraj içinde baraj...
Her 3 yılda bir düzenlenen Dünya Mimarlık
Triennali'nde 2006 yılında büyük ödülü yüzlerce
proje arasından Jeco Tilev'in 'Seuthopolis' projesi
kazandı. Antik varlıkların korunmasını sağlayan bu
proje Bulgaristan'da Filibe'nin kuzeyinde yapılan
Korpinka Barajı sonrası oluşan gölün altında kalan
antik Odrissia devletinin başkenti Seuthes'in
kurtarılmasıyla ilgili.
Esasında projenin fikri çok akıllıca; Bir nevi
baraj içinde baraj yapılıyor. Gölün ortalarında
antik kent sular altında kalıyor. Bu olay 1950
yılında oldu. Ancak şimdi bu proje hazırlandı.
Burada amaç; suyun altında kalan antik kentin
etrafına bir yeni dairesel baraj yapmak ve içindeki
suyu boşaltarak, antik kenti kurutmak. Projeye göre
gerekli restorasyon çalışmalarına da devam edilecek.
Bir yandan da burada bir turizm merkezi
oluşturulacak. Akşam olduğunda da çok güzel bir
görüntü oluşacak. Bir taşla üç kuş vurmak buna
denir. Birincisi baraj gölü yapılıyor, ikincisi
antik kent kurtarılıyor, üçüncüsü ise bir turizm
merkezi yaratılıyor.
Bulgaristan bu proje için fon arıyor. Bizim
hesaplamalarımıza göre 80 milyon Euro'luk bir proje.
bu proje için kesinlikle değer. Dünya üzerinde
çeşitli vakıfların, bankaların, kuruluşların bu gibi
projelere karşılıksız verilmek üzere biriktirdiği
bir para var. Bu paranın miktarı büyük. 300-400
milyar dolar arasında olduğunu tahmin ediyoruz.
Onlar böyle projeler arıyor ama bulamıyorlar.
Türkiye, bu gibi doğru projelerle Allianoi, Zeugma,
Hasankeyf için giderse bu fonlardan olumlu cevap
alır. Bulgaristan da böyle bir fonun peşinde.
'Seuthopolis' projesi ile antik kente turistik
bir işlev de kazandırılacak.
Biz Allianoi'de çok daha avantajlıyız. Baraj henüz
yapılmadığı antik kent sular altında değil. Başında,
baraj gölü dolmadan kuruyken bu projeyi yapmak çok
daha kolay ve daha az maliyetli. suyun içinde
çalışmak daha zor ve pahalı. Belki biz
Bulgaristan'ın önüne bile geçebiliriz.
Gerek Allianoi'de gerekse baraj gölü tehdidi
altında olan diğer antik kentlerimizde bu projeyi
uygulamak mümkün. Fikir her biri için geçerlidir. O
bakımdan Sayın Bakan ile Tarkan'ın tartışmasına
gerek yok. Akılcı projeler her zaman bulunabilir.
Benim tahminim 1 yıl içinde tamamlanabilir bir
proje. Bildiğim kadarıyla baraj gölü tehdidi altında
olup da eski antik yerleşimlerin kurtarılması için
bundan daha akılcı bir proje yok. Bir tane Mısır'da
gördüm. Ramses Tapınağı'nın olduğu tarihi kenti, tek
tek işaretleyip başka bir yerde tekrar inşa etme
yöntemi kullanarak kurtarmışlar. Ama bu her yer için
uygulanabilir bir yöntem değil. Yere gömülmüş bir
yerde bu çok zor. Bir kent olduğu yerde değerlidir.
Yani taşıma tekniğinin, Allianoi, Hasankeyf, Zeugma
için doğru yöntem olduğunu düşünmüyorum. Eğer
Allianoi sular altında kalırsa bu antik kenti
unutmak zorunda kalacağız.
Nezih Başgelen (Arkeolog, yazar):
Allianoi'de gelinen süreci anlamak gerçekten zor.
Eğer akılcı bir çözüm bulunamazsa bu benzersiz miras
kaybedilecek, su altında kalacak.
Şu anda yapılan - koruma amaçlı uygulanan kaplama
ve sağlamlaştırma işlemleri - tamamen çağdışı bir
yöntem. Örneğin, Bulgaristan'ın kullanacağı 'Seuthopolis'
projesi akıllı çözümlerden biri. Bulgaristan'dan
imkanlar açısından daha iyi durumda olduğumuza göre
bunu hayata geçirebiliriz. Bu iradeyi bugüne kadar
gösteremedik. Bu önemli proje bakanlığa önerildi.
Ama bir ses çıkmadı. Türkiye'de hiçbir öneriye cevap
gelmiyor ki zaten.
70'lerdeki karar aynen devam ediyor. Orada bir
ihale açılmış, baraj sonuçlandırılsın diye
bekleniyor. Türkiye bütün tarafları bir araya
toplayıp bir irade gösterebilir. Allianoi'deki
kazılara devam edip buradaki antik kentin tamamını
ortaya çıkarabilir. Baraj gölünden vazgeçebilir. Ama
bu çok ütopik tabii ki.
Bu dünya mirasını suların altında bırakacak bir
lüksümüz yok. Böyle bir şey yaparsak, Türkiye'nin
geleceğini ipotek altına alırız.
Yaklaşık 10 yıldır Barajları İzleme Komitesi var.
Amaç barajları engellemek değil, bunların ortak
akılla hayata geçirilmesine vesile olmak. Projelerin
doğru şekillendirilmesine yardımcı olmak. Arkeoloji,
yatırımların önündeki kurumsal bir yapı değil.
Züccaciye dükkanına girmiş fil gibi davranmayalım.
Bir sorun da, bir alan söz konusu olduğu zaman
devletin birçok birimi arasında yetki karmaşası
ortaya çıkıyor.
Bir kere Allianoi'deki kurtarama kazıları
bitmeden bir şey yapılmamalı. Yani ortada bir yaralı
var. Bu yaralıyı kurtarmak önemli. Biz daha
Alllianoi'nin 5'de 1'inin bile bilmiyoruz. Muhteşem
şeyler ortaya çıkıyor. 'Seuthopolis' projesi hayata
geçirilirse bir yandan kazılar da devam edebilir.
Bunun iyice incelenmesi gerekiyor. Henüz, bakanlık
tarafından toprağın altında neyin olduğu çalışması
yapılmadı. Arkeolojiyi bu kadar destekleyen Kültür
Bakanlığı'na Allianoi'deki tutumu yakışmıyor.
Türkiye'nin bu dar sarmaldan çıkması gerekiyor.
Yoksa bu önemli tarihi mirası kaybediyoruz, 600
baraj ise sırada bekliyor.
Ntvmsnbc, 09.09.2010
******
ALLİANOİ SU ALTINDA HARÇLA KORUNACAK
Baraj nedeniyle su altında
kalacak olan antik kentteki eserler Horasan harcı ve
Antik Roma kireciyle (hidrolik kireç) korunacak.
Hükümet,
Bergama yakınlarındaki
Roma İmparatorluğu döneminden kalma
Allianoi için karar aşamasına geldi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onay vermesi
halinde,
Çevre ve Orman BakanlığıveDSİ, Yortanlı Barajı altında kalacak eserleri
ortalama 60 yıl koruyacak planı yürürlüye koyacak.
Çevre ve Orman Bakanlığı ile DSİ yetkililerinin
Kültür Bakanlığı’na ilettiği bilgiye göre; tarihi
eserlerin su altında zarar görmemesi için üstü suya
dayanıklı Antik Roma Kireci ve Horasan Harcı
kullanılacak. Sürekli özel dalışlar yapılarak
eserlerin su altındaki konumları gözetim altında
tutulacak.
Kültür ve Turizm BakanıErtuğrul Günay, “Allianoi ile ilgili kılı kırk
yararcasına
bir yol
bulmaya çalışıyoruz. Koruma kullanma dengesi
hassasiyeti var. Önümüzdeki günlerde herkesi tatmin
edecek bir yöntem belirlenecek” dedi. ‘Allianoi
planı’nın ana hatları şöyle:
Özel bir formül Koruma Kurulları’nın onayı alınması halinde
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yortanlı Barajı’nda su
tutulmasına karar verecek. Ancak 50 yıl boyunca
eserlerin su altında korunmasını sağlayacak özel bir
formül devreye sokulacak.
HARÇLA: Çevre ve Orman Bakanlığı ile DSİ, tarihi
mirasla ilgili bilim adamlarıyla birlikte su altında
koruma formülünü hayata geçirecek. Roma Ilıcası ve
tarihi kalıntılar, suya karşı dayanıklı ‘Horasan
Harcı’ ile örtülecek. Türkler tarafından bulunan
Horasan Harcı yapı mukavemetini arttırmak için
kullanılıyor. Yumurta akı, peynir, reçine, pişmiş
toprak gibi katkı maddelerden oluşuyor. Çok kuvvetli
ve suya dayanıklı bir bileşim özelliği bulunuyor.
KİREÇLE: Horasan Harcı’yla birlikte su altında
kalacak eserler Antik Roma Kireci (Hidrolik kireç)
ile kaplanacak. Kireç, mermer kalkerinin dikey
fırınlarda ağır ağır uzun sürede bin yüz santigrat
derecede fırınlanarak elde ediliyor. 20 yıllık
bekleme süresinden sonra kullanılıyor.
İzmir'in Bergama İlçesi yakınlarındaki ve
Yortanlı Barajı Havzası içerisinde kalan Allianoi
ören yerinin, İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Bölge Kurulu kararı gereği baraj
su tutmaya başlamadan önce kumla kaplanması için
Devlet Su İşleri (DSİ) 2. Bölge Müdürlüğünün işçi
aramaya başladığı öğrenildi. Bergama'ya bağlı
Göçbeyli belde Belediye Başkanı Esat Karacan,
yaptığı açıklamada, DSİ yetkililerinin, Yortanlı
Barajı Havzası'nda kalan Allianoi'nin İzmir 2
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu'nun kararı doğrultusunda üzerinin kumla
kaplanarak korunması için çalışma başlattıklarını
söyledi.
Gerekli koruma şartını yerine getirerek barajın bir
an önce su tutmaya başlaması için DSİ
yetkililerinin, yörede bu işte çalışacak işçi
arayışına başladıklarını belirten Karacan, ''Ben de
kendilerine yardımcı oldum Göçbeyli'den 21 işçi
buldum'' dedi. İlçeye bağlı Ayaskent belde Belediye
Başkanı Gürsel Altuğ da DSİ yetkililerinin
Allianoi'nin üzerinin kumla kaplanması işinde
çalışacak işçi bulma konusunda kendisinden yardım
istediklerini ancak yaptığı çağrılara rağmen beldede
bu işte çalışacak kişi bulunamadığını ifade etti.
Yeni Asır, 11.09.2010
******
YOK EDİLMEK İSTENEN
SENİN GELECEĞİN!
4 iptal, 2 yürütmeyi
durdurma kararına rağmen, Allianoi antik kent
alanına kumlar taşınmaya başladı. Allianoi Girişim
Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, “Kamyonlar,
vinçler, kepçeler çalışıyor. Hukukla yarış
edercesine. Tarih, kültür, bizim olan yok edilmek
isteniyor” dedi.
Allianoi’nin sular altında bırakılması için yeni
kararlar alan Kültür ve Turizm Bakanlığının ve
Koruma Kurulu'nun son kararına da dava açıldı. Buna
rağmen, Allianoi antik kent alanına kumlar taşınmaya
başladı.
İzmir İdare Mahkemesinde, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın ve Koruma Kurulu'nun Allianoi’ye dair
son kararına karşı Tarih Vakfı, Ege Çevre ve Kültür
Platformu Derneği (EGEÇEP), TMMOB Mimarlar Odası,
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, TMMOB Peyzaj
Mimarları Odası, Ekoloji Kolektifi Derneği,
Mülkiyeliler Birliği, Sinop Çevre Dostları Derneği,
Doğa Derneği, Ege Doğal Yaşamı Koruma Derneği,
Çağdaş Hukukçular Derneği ve 102 yurttaş adına dava
açıldı.
Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler,
kaçak olarak kuma gömme işleminin başlatıldığına
dikkat çekerek, “Bergama’nın ikiz kardeşi Allianoi
son haftalarda artan bir şiddetle yok edilmeye
çalışılmaktadır. Önce gizli kapaklı yapılan bir
ihaleyle gözlerden uzak Koçoğlu firmasının eline
verilmiştir. 2000 yıllık antik sağlık yurdu hakkında
bugün el çabukluğuyla kuma, çamura gömme işlemi
başlatılmıştır. Bir zamanlar üzerini örtecek
tabakayı elleriyle dökeceklerini ifade edenler;
bugün kazı alanının ortasına getirdikleri araçlarla
yığınlar halinde kum dökmeye başlamışlardır” dedi.
Bin bir emekle ortaya çıkartılan Allianoi ören
yerinin bilimsel değeri tüm kaynaklarda kabul
edilmiş bir okul olduğunu ifade eden Diller, şunları
söyledi: “Allianoi gömülmesin diye verilmiş bunca
iptal, bunca yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen,
küçük bir kelime oyunu ile Kültür Bakanlığı İzmir 2
No.lu Bölge Koruma Kurulu 17.8.2010 tarihinde
yeniden bir gömme kararı aldı. Yeni karar için de
yürütmeyi durdurma istemli olarak 7.9.2010 tarihinde
dava açtık. Hukuk ülkesinde tarih cinayeti
işleniyor. Duyan gören haber versin. Yollara çıksın.
Allianoi’de yok edilmek istenen gelecektir.”
Diler, Bakanlığın beklemeden verdiği 20.8.2010
tarihli emri ile şu anda alana kum boşaltıldığına
dikkat çekerek, “Kamyonlar, vinçler, kepçeler
çalışıyor. Hukukla yarış edercesine. Tarih, kültür,
bizim olan yok edilmek isteniyor. Bir kez daha hukuk
kazanacak, Allianoi kazanacak” dedi.
Evrensel, Haber: Hacı
Güneş, 15.09.2010
******
ALLİANOİ KUMLA
KAPLANMAYA BAŞLADI
İzmir’in Bergama İlçesi’nde yapımı
tamamlanan Yortanlı Barajı’nın suları altında
kalacak olan antik Allianoi termal merkezinde
kalıntıların kumla kapatılması çalışmalarına
başlandı.
İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu’nun geçen ay aldığı kararın ardından
kumla kaplanması için çalışmalar başlatılan antik
şifa yurdu Allianoi’ye çalışmalar kapsamında iki
büyük vinç kuruldu. Antik kentte yapılan kazılar
sonucunda ortaya çıkartılan duvarların üzerinin
koruma amacıyla kireç, kum ve tuğla tozundan oluşan
Horasan harcı harç ile kaplanırken, alanın
güneydoğusunda bulunan, Antik İç Mysia Bölgesi’nin
şimdiye kadar gün ışığına çıkartılmış en büyük
kilisesi olan ve MS 5- 11'inci yüzyıllar arasında
kullanıldığı tahmin edilen kilise tamamen kumla
kaplandı.
Allianoi Antik Kenti’ne vinçler kurulması üzerine
alan yakınlarında nöbet tutmaya başlayan Allianoi
Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, vinçlerin
ortaya çıkartılan sütunların yerlerinden sökülmesi
ya da hamam yapılarına toprak doldurulması amacıyla
kullanılacağını tahmin ettiklerini dile getirdi.
Alanda, Doğa Derneği ve Allianoi Girişim Grubu
tarafından 1 Eylül 2010 tarihinde yapılan eylemden
sonra büyük hareketlilik yaşandığını belirten Diler,
“Edindiğimiz bilgiye göre alanda 120 kişi çalışıyor.
Taşların üzeri tamamen Horasan harcı ile kaplanmış
durumda. Bundan
sonraki
aşama kumla kaplama aşaması. İki büyük vinç geldi ve
kuruldu” dedi.
Çalışmaların büyük
bir hızla
sürdüğünü sözlerine ekleyen Diler, “Yürütmeyi
durdurma istemiyle dava açtık ancak henüz davayla
ilgili bir gelişme olmadı. Davayla ilgili bir
gelişme olmadan alandaki çalışmayı bitirmeyi
amaçladıkları kanaatindeyiz” dedi.
Allianoi Kazı Heyeti Başkanı Trakya Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ahmet
Yaraş ise 2001 yılından bu yana uygulanmak istenilen
ancak yargı kararlarıyla engellenen kumla gömme
işlemine başlandığını söyledi. Yaraş, “Katliam için
planlarını uygulamaya başladılar. Dün alana iki vinç
kurulmuş. Yürütmeyi durdurma istemiyle dava açtık
ancak Türkiye’de bu karar çabuk çıkmıyor” diye
konuştu.
Alanda yapılan çalışmaları izleyen Paşaköy
sakinlerinden Dürdane Acar (56) ise sıcak suya sahip
çıkılması gerektiğini belirterek, “Buraya valisi,
kaymakamı herkes geldi. Bir tek şu sıcak suya sahip
çıkamadılar. Hiç kimsenin aklına bu sıcak su nereden
geliyor diye araştırmak gelmiyor. Tutturmuşlar bir
baraj, diktiler oraya havuz gibi bir işe de
yaramıyor. Ben bildim bileli buraya insanlar
Türkiye’nin her yerinden şifa bulmaya gelirdi.
Hamamları da göçerttiler artık burada bir şey
kalmadı. Yazıklar olsun” dedi.
Hürriyet, Haber: Turan Gültekin,
16.09.2010
******
ALLİANOİ'DE KUM
İSYANI
Su altında kalacak olan
Allianoi’nin kumla kapatılmaya başlanması bilim
adamlarını ayağa kaldırdı: Kontrol yok. Oldu bittiye
getirilmek isteniyor. Devlet bildiğini okuyor.
İzmir’in
Bergama İlçesi'nde
yapılan Yortanlı Barajı’nın sular altında kalacak
antik
Allianoi termal
merkezinin üzerini kumla kapatma çalışmalarına
başlanması, kazı heyetini ve bilimadamlarını ayağa
kaldırdı. Allianoi Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç. Dr.
Ahmet Yaraş, “Oldu bittiye getirmek istiyorlar.
Hiçbir kontrol mekanizması olmadan çalışıyorlar.
Devlet bildiğini okuyor” dedi.
İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’nun geçen ay aldığı kararın ardından kumla
kaplanması için çalışmalar başlatılan antik şifa
yurdu Allianoi’ye vinçler kuruldu, kazılarda
çıkartılan duvarlar kireç, kum ve tuğla tozundan
oluşan Horasan harcı ile kaplandı. Şimdiye kadar gün
ışığına çıkartılmış en büyük kilise olan ve MS 5-
11. yüzyıllar arasında kullanıldığı tahmin edilen
kilise tamamen kumla kaplandı.
Tepkilere neden olan
baraj projesinin
kime ait olduğu ise devlet kurumlarının farklı
görüşleri nedeniyle soru işaretlerine yol açtı.
DSİ yetkilileri
“Proje, Bergama Müze Müdürlüğü’nün, biz
uygulayıcıyız” derken, Müze yetkilileri açıklama
yapmadı.
Roma Ilıcası ve
tarihi kalıntıların örtüleceği Horasan harcı, yapı
mukavemetini arttırmak için kullanılıyor. Karışım,
yumurta akı, peynir, reçine, pişmiş toprak gibi
katkı maddelerden oluşuyor. Çok kuvvetli ve suya
dayanıklı bir bileşim özelliği bulunuyor.
Allianoi Kazı Heyeti Başkanı,
Trakya Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Yaraş, şöyle
konuştu: “Baraj kapakları kapatıldıktan sonra,
barajın suyu olmasa bile, yağacak ilk yağmurda
Allianoi tarih olacak. Devlet Su İşleri arazinin
kille kapatılması konusunda ısrarcı. Ancak Koruma
Kurulu defalarca bu teklifleri redetti. Koruma
Kurulu, kil ile bir koruma olmayacağı yönünde
kararlar almıştı. Fakat baskılarla kurul üyeleri
değiştirildi ve kabul ettirdiler. Biz bunu da
mahkeme kararıyla iptal ettirdik. Bu kez kil yerine
kelimeyi değiştirip kum ile kapatılması yönünde
karar alındı.”
Cuma günü çalışmaların başlaması nedeniyle,
önlerinde iki günlük adli tatil engeli olduğunu
anlatan Yaraş, şöyle devam etti:
“Şimdi tam adli tatil öncesinde bir kelime oyunuyla
karar uygulamaya koyuldu. Bu işlem bittikten sonra
baraj kapakları kapatılacak ve kültür mirasının
üzerine 30 metre su birikecek. Bugün yağmur yağsa
Allianoi ortadan kalkar. Oysa, mahkeme bu uygulamayı
iptal edebilir. Oldu bittiye getirmek istiyorlar.”
Allianoi Antik Kenti’nde nöbet tutan Allianoi
Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler ise, “Geri
dönülemez bir noktada değiliz. Hukuki süreci
başlattık, kararı bekliyoruz.” dedi.
Selçuk ÜniversitesiArkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof. Ahmet Tırpan da, “Tüm dünyanın
gözü önünde bir kültürel değeri yok ediyorlar.
Bunlar bir daha geri gelmeyecek eserler. Keban
Barajı altında kalan eserleri açığa çıkarabildik
mi?” dedi.
Milliyet, Haber: Şükran
Pakkan, 18.09.2010
******
ALLİANOİ ARTIK YOK
İzmir Bergama’daki
Yortanlı Barajı’nın su toplama havzasında yer alan
Allianoi’de, geçmişi prehistorik döneme kadar
gittiği sanılan alanların üstü, kumla doldurulmaya
başlandı.
Allianoi Kazısı Bilimsel
Heyet Başkanı Ahmet Yanaş, uygulamanın bilim dışı
olduğunu savunurken, “Böyle bir işlemde vasıflı işçi
ve bilimsel ekip şart” dedi. Yanaş şunları söyledi:
“100 civarında vasıfsız işçinin Allianoi’ye
girdiğini gördük. Ne olduğunu bilmediğimiz bir kumla
alan doldurulmaya başlandı. Üstelik hala mahkememiz
sürüyor, karar çıkmadı. Bu işin koordinatörü
AKP Bergama İlçe
Başkanı Hasan Şahin’dir. Referandum sonucunu mu
beklediler? Yangından mal kaçırır gibi olur mu bu
iş?”
AkP Bergama İlçe
Başkanı Hasan Şahin ise eserlere zarar
vermediklerini iddia ederek, şunları söyledi: “Bu
tarihi eserlerden dolayı baraj su tutmadı. Bu
bölgede ciddi bir sulama problemimiz var. Bilim
adamları da bu bölgeye dökme-kapama işleminin
yapılmasını doğru buluyor. İşçilerin vasıflı işçi
olmasına ne gerek var. Basit bir dolgu işlemi bu.
Eserlerin zarar göreceğini zannetmiyorum.”
Hürriyet, Haber: Mehmet
Özdoğan, 18.09.2010
YALNIZ TAŞLAR
AĞLAMIYOR ALLİANOİ'DE
2000 yıllık antik kentin
içindeki devasa inşaat vinci, 1998 yılından beri bin
bir emekle ortaya çıkarılan Allianoi’yi kuma
gömüyor. Yard. Doç. Dr Ahmet Yaraş’ın önderliğinde
bir grup özverili arkeolog, yöre köylüleri ve
gönüllüler tarafından yeniden gün yüzü gören antik
kent vinçler, kamyonlar, kazmalar ve küreklerle yok
oluşa sürükleniyor. Yapıların üzeri “Horasan çamuru”
ile sıvanıp içlerine kum dolduruluyor.
Binlerce yıldır 47 derecelik sıcaklığını koruyarak
akan ılıcanın hala kullanılabilir durumda olan antik
hamama giden suyu aylar öncesinden kepçelerle kentin
içinden geçen İlya Çayı’na boşaltılmıştı. Şimdi
duvarları çamura bulanıyor ve yapıların içi kumla
dolduruluyor. Her fırsatta Allianoi’yla bağını
“çocuğumuz gibi” sözleriyle tanımlayan Kazı Heyeti
Başkanı Ahmet Yaraş’ın, kazıda çalışan
arkeologların, Allianoi Girişim Grubu üyelerinin ve
ülkenin dört bir yanındaki Allianoi gönüllülerinin
çığlıkları da boğuluyor sulara. Yalnız taşlar
ağlamıyor Allianoi’de.
Hala devam eden yargı sürecine rağmen, adeta hukukla
yarış edercesine Allianoi’yi kuma gömme
çalışmalarının başını AKP Bergama İlçe Başkanı
çekiyor. Çevre ve Orman bakanı Veysel Eroğlu’nun
“Allianoi diye bir yer yok. Bu baraj mutlaka
dolacak. Allianoi yok edilmesin diyen Şarkıcı Tarkan
kendi işine baksın” gibi sözlerle antik kentin yok
edilmesi konusunda kararlığını ortayla koymasının
ardından, AKP ilçe örgütleri de işin başına geçti.
DSİ kökenli Çevre Bakanı (AKP’den politikaya
atılmadan DSİ Genel müdürüydü), 1 derece arkeolojik
SİT ilan edilen bir yeri yok edeceğini bile bile
baraj yapımını devam ettiren ve aslında 2000 yıllık
bir dünya mirasının katledilmesine zemin
hazırlayarak işlediği suçun bir an önce gündemden
çıkmasını istiyor.
Allianoi, İzmir 2 No’lu
Bölge Koruma Kurulunun 17 Ağustos tarihli kararının
ardından yok oluşa doğru hızla sürükleniyor. Bu
tarihten hemen sonra Koçoğlu adlı firmaya ihale
edilen Antik kentin kumla doldurulması 16 Eylülde
başladı. Şimdi kamyonlarca kum, kil taşınarak antik
kentin ortaya çıkarılan açmaları yeniden
dolduruluyor.
Yapılan işlemi bir katliam olarak niteleyen ve hemen
Allianoi’ye giden Kazı Heyeti Başkanı Ahmet Yaraş
yine içeri alınmadı. Zaten antik kenti gün yüzüne
çıkaran Yaraş, geçenlerde basının yoğun ilgisinin
olduğu eylem hariç 3 yıldır kendisinin ortaya
çıkardığı antik kentten içeri sokulmuyor! Kumla
doldurma işlemi ile ilgili “Bu topraklarda egemen
olan yok etmenin en dramatik olanına Allianoi’da
şahit olun. Hem de güpegündüz ve ‘Koruyoruz’
yalanının arkasına sığınarak” diye konuşuyor. Yaraş,
bir grupla birlikte antik kentin önüne giderek
burada çadır kurmaya ve yapılanı protesto için nöbet
beklemeye gidiyor. Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü
İffet Diler kumla kapatma işlemi başladığından bu
yana antik kentin önünde bekliyor. Allianoi ve onu
yaşatmak isteyenler direniyor. Kamyonlar kum
taşıyor, vinçler Roma hamamını betonla dolduruyor.
Duvarlar çamurla sıvanan antik kent sanki bir ölüyü
gömer gibi ama hızlı hızlı gömülüyor karanlığa. “Ve
yalnız taşlar ağlamıyor burada...”*
* N. A. Neksarov’un şiiri. Sayfa. 35, Evrensel Basım
Yayın, Ekim 2008)
Evrensel, Haber: Özer
Akdemir, 18.09.2010
"İADE ETSİNLER DİYE 500 BİN TL DEDİK"
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, bir komisyon
toplayarak 2006’da çalınıp sahtesiyle
değiştirilmesinden bu yana, dünyanın dört bir
yanında aradığı, Karun Hazineleri’nin bir parçası
olan Kanatlı Denizatı broşu için 500 bin TL değer
tespit etmesi, Türkiye’de tarihi eserlerin değeri
konusunda tartışma yarattı. Eski Uşak Müzesi Müdürü
Kazım Akbıyıkoğlu’nun maaşından 160 yılda tahsil
edilecek olan 500 bin TL’lik rakamı bazı uzmanlar az
bulurken bazıları ise tarihi eserlerin mal gibi
değerlendirilip üzerine fiyat etiketi
konulamayacağını savundu.
Turizm ve Kültür Bakanlığı’nın Değer Tespit
Komisyonu’nun ismini açıklamayan bir üyesi ise
HABERTÜRK’e ilginç açıklamalarda bulundu. Uzman,
denizatı broşunu çalanların müze müdürünü cezadan
kurtarmak amacıyla eseri geri getirebileceğini
düşünerek değerin bu kadar yüksek tutulduğunu
belirtti. Uzman şöyle konuştu: "Eğer denizatı
çalınmamış olsaydı ve müzelerden birine satılmak
üzere götürülseydi taş çatlasın 20-30 bin TL bile
verilmezdi. Çünkü bir değeri yok. Meslektaşlar "az
vermişsiniz" diyorlar. Çok bile verdik. Böyle bir
eser geldiğinde yirmide birini bile vermeyeceklerini
biliyorum".
Komisyon üyesi ilginç görüşlerini şöyle sürdürdü:
"Mahkeme, Bakanlığa yazıyor. Bakanlık da komisyon
kuruyor. Bir malın kaybolmasında kimin zimmetindeyse
o kişiye onun ödettirilmesi için yapılan bir işlem.
Bu adli bir durumdur. Kimi az, kimi çok bulur. Biz
500 bin TL değer biçtik. Çünkü yurtdışına
çıkarılmadıysa belki etkisi olur diye düşündük.
Çünkü onun bedeli kaybedenden tazminat olarak
alınıyor. Değerinin çok olduğu görülürse o kişiye
acınır da, belki teslim edilir diye değerini yüksek
belirledik".
Türkiye’nin tarihsel ve kültürel mirasının korunması
ve kaçırılan eserlerin geri getirilmesi konusunda
yıllarca süren araştırma ve çalışmalar yapan
gazeteci - yazar Özgen Acar müzeden çalınan Kanatlı
Denizatı broşuna 500 bin TL verilmesine tepkili.
"Denizatı dünyada benzeri olmayan eşsiz bir eser.
Değer biçmek imkansız" diye konuşan Acar’a göre
broşa ancak uluslararası müzayedede değer
biçilebilir. Buna da Türkiye’deki yasalar izin
vermiyor.
Acar, komisyonun belirlediği 500 bin TL’nin eser
kaçakçılarının ekmeğine yağ sürebileceği uyarısında
bulundu ve "Eğer bu eser satılmadıysa ve diyelim ki
broş için 50 bin TL öngörmüşlerse şimdi komisyonun
açıkladığı 500 bin TL rakamı ile piyasayı
kızıştırmış ve fiyatı 500’e çekmiş oluyorlar" dedi.
Acar, müzedeki eserlerin müdüre zimmetlenmesinin de
Batı’da görülmeyen, yanlış bir uygulama olduğunu
vurguladı.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Necmi
Karul bir tarihi esere değer biçmeyi çağdışılık
olarak tanımladı ve şunları söyledi; "Değer
biçiyorsanız tarihi eserin alınır satılır olduğunu
öngörüyorsunuz. Dolayısıyla herkese ait olması
gereken bir şey herhangi birinin malı olabilir
görüşünü kabul etmiş oluyorsunuz. Bakanlık bir para
cezası verdi. Eserin değeri ile ilişkilendiriliyor
bu ceza. Büyük bir hata. Kültür Bakanlığı’nın bir
esere maddi değer biçmesini çok yanlış buluyorum. Bu
defineciliği teşvik eden bir davranış olur. Bir
uzman çıkar da değeri şudur derse onun da
uzmanlığından şüphe ederim.
Habertürk, 31.08.2010
TARİHİ TÜRBE BAKIMA MUHTAÇ
Erzurum’un Yakutiye İlçesi'ne bağlı Habipefendi
Mahallesi’nde bulunan Mahmut Paşa Türbesi,
bakımsızlıktan adeta viraneye döndü. 1992 yılında
Çevre Koruma Vakfı tarafından onarımı yapılan türbe,
sigara izmaritleri ve çöplerle dolduruldu. 1711
yılında vefat eden Doğubeyazıt Emiri Abdulfettah Bey
ve 1767 yılında vefat eden oğlu Beyazıt Mutasarrıfı
Mahmut Paşa’ya ait mezarların bulunduğu türbenin
bakımsızlığı, çevre sakinlerinin tepkisine neden
oluyor. İslam dininde türbelerin ve yatırların büyük
bir önem taşıdığını kaydeden vatandaşlar, Erzurum’un
şehir merkezine en yakın mahallelerinden Habibefendi
Mahallesi’ndeki türbenin böyle bakımsız bir halde
bekletilmesine bir anlam veremediklerini dile
getirdiler. Türbe içerisindeki çeşitli peyzaj
düzenlemelerinin bile tahrip edildiğini anlatan
vatandaşlar, “Dini yaşayıştan uzak ve ölülere dahi
saygısı olmayanlar yüzünden türbe adeta viraneye
döndü. Yol üzerinde bulunduğu için insanlarından
araçlardan inerek dualar ettiği türbenin görüntüsü
bizleri üzüyor.” diye konuştular.
Türbenin bakım ve onarımından hangi kurumun
sorumlu olduğuna dair bir bilgilerinin bulunmadığını
ifade eden mahalle sakinleri, “1992 yılında Çevre
Koruma Vakfı tarafından bu türbe onarılmış ama bugün
böyle bir vakfın bulunup bulunmadığını bile
bilmiyoruz. Bu türbeden sorumlu olan kurum ya da
kuruluş hangisi ise, içerisinde ve dışarısında
gerekli bakım ve onarımın yapılmasını istiyoruz.”
dediler.
Mahalle Muhtarı Yavuz Hiçkanmaz ise, Mahmut
Paşa Türbesi’nin, 23 Temmuz İlköğretim Okulu’nun
hemen yanı başında bulunduğuna dikkati çekerek,
“Bizim çocuklarımıza geçmişte yaşamış olan devlet
büyüklerimize, alimlerimize ve evliyalarımıza saygı
göstermemiz gerektiğini öğretmemiz gerekiyor. Bunu
yapabilmek için öncelikle pratikte bizim örnek
olmamız gerekiyor. Bu nedenle Mahmut Paşa
Türbesi’nde bakım ve onarım çalışmalarının yapılması
gerekiyor. İlgili kurumların bu konuda hassasiyet
göstermelerini arzu ediyoruz.” ifadelerini kullandı