Haberler logo Eylül '10 Arşivi

26 Eylül - 2 Ekim 2010

ARKEOPARK GÜN SAYIYOR

 

 

Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Üniversitesi işbirliği ile hayata geçirilen Türkiye'nin ilk Arkeopark'ı için geri sayım başladı.

 

Akçalar Aktopraklık mevkiinde yaklaşık 7 yıl önce başlanan kazılara son 1,5 yıldır aktif destek veren Büyükşehir Belediyesi, sadece Bursa ve Türkiye için değil tüm insanlık için çok önemli bilgiler barındıran Arkeopark'ı, önümüzdeki yaz ziyarete açmayı planlıyor.

Akçalar'daki kazı alanında her yıl ortalama 2,5 ay süren arkeolojik kazıların bu yılki bölümü tamamlandı. Bölgeyi ziyaret ederek hem bu dönemde elde edilen bulguları inceleyen hem de kazı Başkanı Doç. Dr. Necmi Karul'dan bilgi alan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, “Bursa  şehir merkezinin yaklaşık 3 bin 500 yıllık bir tarihi olduğunu biliyorduk. Burada sürdürülen çalışmalar sayesinde öğrendik ki Bursa aslında 8 bin 500 yıllık tarihi birikimi olan bir kent. Üstelik modern yaşama geçiş konusundaki öncü kimliği sadece bizim bildiğimiz dönemlerle sınırlı değil, bundan birlerce yıl önce de Bursa ilk yerleşim merkezlerinin kurulduğu, ilk medeniyetlerin oluştuğu bir yer” dedi.

Önümüzdeki yıllarda bölgeden geçecek İstanbul-İzmir otobanından Arkeopark'a giriş sağlanması için ilgili bakanlıklar nezdinde girişimlerde bulunacaklarını da ifade eden Başkan Altepe, sadece Türkiye'de değil dünyada tek olacak projenin halkla buluşacağı tarihi de açıkladı. Başkan Altepe; “Önümüzdeki yaz açmayı hedefliyoruz. Onun için biz kış mevsiminde de çalışmaya devam edeceğiz. İnsanlarla bu verileri paylaşmak istiyoruz. Başta Doç. Dr. Necmi Karul olmak üzere İstanbul Üniversitesi'ne ve diğer ilgililere teşekkür ediyoruz. Böyle bir çalışmaya Büyükşehir Belediyesi olarak katılmış olmaktan mutluyuz” şeklinde konuştu.

Bursa Olay, 02.10.2010

TARİHİ MEDRESE KURTARILMAYI BEKLİYOR

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, Çifte Minareli Medrese’de yürütülecek olan restorasyon projesi hakkında bilgiler verdi. Gündoğdu, “Çifte Minareli Medrese için hazırlanan rapor ve restorasyonu için alınan karardan sonra devletin burası için harekete geçmesi elzem hale gelmiştir.” dedi.

Restorasyonu konusunda çeşitli tartışmaların hedefi haline gelen Çifte Minareli Medrese’de, tek başına değil, entegre bir proje uygulanacağı bildirildi. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü ve aynı zamanda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı olan Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, Çifte Minareli Medrese’de yürütülecek olan restorasyon çalışmaları hakkında bilgiler verdi. Çifteler’in restoresi için tek bir proje uygulanmayacağını, yürütülecek olan çalışmaların entegre özellik taşıyacağını vurgulayan Gündoğdu, “Tarihi Çifte Minareli Medrese için hazırlanan restorasyon projelerinde; zemindeki titreşimlerden nem durumuna, çinilerden taşların oksitlenmesine varıncaya kadar birçok teknik ayrıntı göz önünde bulunduruldu. Restore için hazırlanan ve büyük bir hassasiyetle incelenen projeler için Kurul’dan onay çıktı, bu saatten sonra devletin bu işten geri adım atması mümkün değildir. Medresede restorasyon yapılması artık kaçınılmazdır, elzemdir.” ifadelerini kullandı.

Çifte Minareli Medrese’nin restore edilmesi için aylar önce başlatılan hazırlık süreci hakkında bilgiler veren Prof.Dr. Hamza Gündoğu, “Tarihi medresenin bakım ve onarım işine sıradan bir olaymış gibi bakmak bir kere çok yanlış. Hazırlanan projelerin incelenmesi ve değerlendirilmesi sürecinde, her biri alanında uzman bilim insanları, sanat tarihçileri ve mimari alanda otoriter kabul edilebilecek kişilerden bir bilim kurulu oluşturduk. Hazırlanan entegre projeler bir bir incelendi, değerlendirildi. Daha sonra bu projeler birleştirilmek suretiyle Kurul onayına sunuldu. Yani süreç oldukça hassas bir biçimde işletildi.” diye konuştu. 

Çifte Minareli Medrese’de, zemin titreşimlerinden, taş yüzeylerinin oksitlenmesine, çinilerin sağlamlaştırılmasından, duvarların rutubetine kadar kapsamlı bir proje hazırlığının yapıldığına dikkati çeken Gündoğdu, bu ve bunun gibi daha bir çok soruna karşı önlem alınmak amacıyla entegre projeler hazırlandığını ifade etti. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun onayından geçen bu projeler sonucunda Çifte Minareli Medrese’de yapılacak restorasyon çalışmasının kaçınılmaz bir boyut kazandığını belirten Gündoğdu, “Burada amaç, Erzurum’un adeta sembolü olan bu ihtişamlı eseri, aslına uygun biçimde onarmak ve gelecek nesillere armağan edebilmektir.” dedi.

Çifte Minareli Medrese'nin kitabesi olmadığından, gerçek adı ile ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Kuvvetli ihtimal Medrese’nin 1250'li yıllarda Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad'ın kızı Hüdavent Hatun tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Bu nedenle medrese Hatuniye Medresesi diye de adlandırılmaktadır. Selçuklu mimarisinin en önemli eserleri arasında yer alan Medresenin, 13'üncü yüzyılın sonlarında yaptırıldığı sanılıyor. Osmanlı Padişahı 4'üncü Murat'ın emri ile bir süre 'Tophane', daha sonra da 'Kışla' olan medrese, 1942-67 yılları arasında Erzurum Müzesi, günümüzde ise sergi salonu olarak kullanılıyor. 35x 46 metre ebadındaki 2 katlı, 4 eyvanlı ve açık avlulu medresenin zemin katında 19, 1. katında 18 oda bulunuyor. Avlu 26 x 10 metre ölçülerinde 4 yönden evraklarla çevrili medresenin sütunların çoğu silindirik, 4 sekizgen gövdeye sahip. Medresenin bezemesinde kullanılan geometrik motifler, Selçuklu taş süslemesindeki örnekler olarak gösteriliyor. Taç kapıdaki panolarda palmiye (hayat ağacı), iki başlı kartal ve altta iki ejder figürü yer alıyor. Güney eyvanın dış duvarlarına bitişik olarak yapılan iki katlı kümbetin gövdesi 12 köşeli. Kümbetin üstü dıştan külah, içten kubbe ile örtülü olarak bulunuyor. Medrese, 2002'de Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsis edilmişti. 2006'da medrese yeniden Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün sorumluluğuna verildi.

Erzurum Gazetesi, 02.10.2010

CUMHURİYETİN İLK KAZISI: ALACAHÖYÜK

 

 

Mustafa Kemal Atatürk'ün, 1935'te direktifi ve Türkiye'nin ilk kadın tarih profesörlerinden Afet İnan'a verdiği 3 bin lira ile başlayan bir kazı Alacahöyük... Yani Cumhuriyet tarihinin ilk kazısı... Ankara Üniversitesi'nden Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, 1996'dan bu yana kazıya başkanlık yapıyor.

 

Hitit uygarlığının ve sanatının simgesi "Hitit Güneşi" ile de tanınan Alacahöyük'teki kazıları Aykut Hoca anlatıyor: "Burası 1834 yılında bir İngiliz bilim adamı tarafından keşfediliyor ve tanıtılıyor. Bilim dünyası gözünü buraya dikiyor. Sfenkslerin açıkta olması buranın keşfini kolaylaştırıyor. 1935'te Atatürk, Alacahöyük'teki kazılara yeniden başlama emrini veriyor. Kazılar başladıktan 15 gün sonra Hitit mezarları ortaya çıkıyor. Bunun üzerine Atatürk'ün emri ile köy taşınıyor ve kazılar köyün boşalttığı alanda devam ediyor. 1940'a kadar 13 kral mezarı bulunuyor. 1940'tan sonra Türk Tarih Kurumu, buraya ayrılan bütçeyi azaltıyor. Kazılar duraksıyor. 1983'e kadar ağır aksak ilerliyor kazılar ve o tarihten 1996'ya kadar duruyor." Aykut Çınaroğlu, Ankara Üniversitesi'nin desteği ile yeniden canlandırılan çalışmalarla, çevre duvarlarının ve büyük bir maden atölyesinin açığa çıkartıldığını, 6 büyük fırın ve kıtlık dönemlerinde kullanılmak üzere yapılan 3 tahıl deposu bulunduğunu söylüyor. Bölgenin 10'da birinin ancak kazılabildiğini aktaran Çınaroğlu, "Tarihi 7 bin yıl öncesine dayanan bir yer burası. 14 şehir üst üste yatıyor. 11'inci şehre kadar inildi. Şehir 85 dönümlük bir arazi üzerine kurulu. Hitit dünyası aydınlatıldı ama öncesine ait bilgiler çok az. Bilim aleminin beklentisi, eski Tunç Çağı'nı aydınlatmak" diyor.

Alacahöyük'te 2004 yılında yapılan çalışmalarla yeniden ortaya çıkartılan 3 bin 250 yıllık baraj da, dünyanın büyük ilgisini çekiyor. Aykut Çınaroğlu, 6 yıldır çevre köylerin sulama için faydalandığı bu barajla ilgili şu bilgeleri aktarıyor: "Dünyada 3 bin 250 sene önce çok büyük bir kıtlık oluyor. Barajsız yaşanmayacağı anlaşılıyor ve buraya Hitit Kralı Tuthaliya tarafından 13 baraj yaptırılıyor. Bu barajlardan biri bulunabildi. Hititçe kitabeden, bu barajın Tanrıça Hepat adına yapıldığı anlaşıldı. Baraj bölgesinde Anadolu'nun en eski yakutunu bulduk. Bugünkü baraj teknolojisinin aynısı ile yapılmış."

Sabah, Haber: Bülent Ergün, 02.10.2010

İSTANBUL'DA BİR ANTİK KENT

 

Arkeolojik kazı alanları ile ilgili son durağımız, "İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları (İTA)" projesi ile ortaya çıkartılan 2 bin 700 yıllık Bathonea antik kenti. Küçükçekmece Gölü kıyısındaki bu alan, son yılların en önemli arkeolojik keşiflerinden biri olarak kabul ediliyor.

 

Amerikan Arkeoloji Enstitüsü yayını "Archaeology 2009"un, yılın en önemli arkeolojik keşifleri arasında ilk 15 içinde saydığı, İngiliz Heritage Key adlı Kültürel Miras Kurumu'nun da 2009 yılında dünyanın dördüncü büyük keşfi olarak listeye koyduğu Bathonea kazısı, hem su altında, hem de karada sürdürülüyor. Bathonea kazılarında bu yıl, birbirine sarılmış 3 insan iskeleti bulundu. Arkeologlar, yıkık bir duvarın altında bulunan üç iskeletin, 1034-1041 yılları arasında Bizans İmparatorluğu'nda büyük yıkıma neden olan 10 büyük depremden birinden kaldığını tahmin ediyor.

Sabah, Haber: Bülent Ergün, 02.10.2010

AYASOFYA MEDRESESİ'NE 76 YIL SONRA İADE-İ İTİBAR

 

 

Fatih Sultan Mehmed Han tarafından İstanbul'un fethinden hemen sonra yaptırılan; İnönü döneminde "Ayasofya'nın yanında harabe görüntüsü sergiliyor" denilerek dönemin Müzeler Müdürü'nce yıktırılan Ayasofya Medresesi yeniden inşa ediliyor. Ayasofya bahçesinde bulunan medrese 1,5 yıl içinde kapılarını açacak.

 

İstanbul'un fethinin hemen ardından Fatih Sultan Mehmed Han'ın yaptırdığı; ancak 1934 yılında Ayasofya'nın görünümünü bozduğu gerekçesiyle dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün emriyle Antikiteler ve Müzeler Umum Müdürü Aziz Ogan tarafından yıktırılan Ayasofya Medresesi aslına uygun olarak yeniden inşa ediliyor.

Birçok cami, külliye ve medrese gibi Sultanahmet Cami'nin de ahır olarak kullanıldığı yıllarda 'kimsesizler yurdu' olarak hizmet veren medresenin yıkım kararı, "Ayasofya'nın görünümünü bozuyor, bina harap durumda" denilerek alındı.

 

Medresenin yeniden inşası projesi yaklaşık 2 yılda hazırlandı. Yapı izni, İstanbul 1 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kurulu'ndan çıkan medrese, aslına uygun olarak inşa edildiğinde Ayasofya Müzesi'nin idari bölümleri de buraya taşınacak. Temelleri hala Ayasofya bahçesinin kuzey tarafında bulunan medresenin inşasının ise, 1.5 yıl içinde bitirilmesi öngörülüyor.

 

Ayasofya'da ilk medrese binası ise "papaz odaları" olarak adlandırılan odalar oldu. Fetihten kısa bir süre sonra Ayasofya Camii'nin kuzeyinde yeni bir medrese inşa edildi. Tek katlı binanın ilk müderrisi de Fatih Sultan Mehmed'in hocası Molla Hüsrev'di. Bu dönemin önde gelen Ayasofya Medresesi müderrislerinden birisi de Ali Kuşçu idi.

 

1863 tarihli Cetvelli Medaris-i Asistane adlı belgeye göre, medresede 198 talebe barındı ve eğitim gördü. İki katlı, avlu etrafında, ahşap revaklı bir yapı olan medrese binası, bu haliyle 1924 yılına kadar ayakta kaldı. Bu tarihten sonra "kimsesizler yurdu" olarak kullanılmaya başlanan bina, 1934 yılında "görünümü bozduğu" gerekçesiyle yıktırıldı.

Yeni Şafak, 01.10.2010

AHTAMAR'IN HAÇI TAKILIYOR

 

Van’ın Gevaş İlçesi’nde bulunan ve adayla aynı adı taşıyan Van Gölü’ndeki Ahtamar Kilsesi’ne haç takılıyor. Uzun tartışmalara neden olan 2 metre boyunda, 110 kilo ağırlağındaki haçın yerine konması için iskele kuruldu. Ahtamar Kilisesi’nin restorasyonunu da yapan Kartalkaya firması tarafından kurulan iskele yardımıyla haçın yerine konacağı ifade edildi. 2 metre boyunda, 110 kilo ağırlığı olan haçla birlikte kilisenin yıldırım çarpmalarına karşı korunması için de paratoner takılacağı öğrenildi.

 

Ahtamar Kilisesi’nin tartışmalara konu olan haçının yerine konması için çalışmalar büyük bir titizlikle sürdürülürken, adaya geçişler de yasaklandı. İskele çalışmalarının rahat bir ortamda yapılması ve Van Gölü’ndeki hava koşulları yüzünden bu kararın alındığı belirtildi. Kilisenin 2005 yılında restorasyon başlamış 2007’de bitirilmiş ve anıt müze olarak açılmıştı. 19 Eylül 2010’da ise 95 yıl aradan sonra ilk kez ayin yapılmıştı.

Vatan, 01.10.2010

KRAL MEZARI BULUNDU

 

 

İzmir’in Bergama İlçesi'ndeki Pergamon antik kentinde, Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce sürdürülen kazı çalışmalarında, MÖ 3. ve 2. yüzyıllar arası dönemden kaldığı ve kraliyet ailesine ait olduğu tahmin edilen mezar odası bulundu.

 

Pergamon Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Felix Pirson, gazetecilere yaptığı açıklamada, Alman Arkeoloji Enstitüsü olarak, bu yıl sürdürdükleri çalışmalar sırasında Eylül ayı başında antik kentin kuzey doğusunda yer alan bir tepede tümülüs olduğunun tespit edildiğini ve bu tümülüste yapılan kazılar sonucunda, MÖ 3-2. yüzyıllar arasındaki Pergamon hanedanı Attalidler dönemine ait olduğu tahmin edilen bir mezar odasının keşfedildiğini bildirdi.

 

Mezar odasının, uzun zaman önce kaçak kazıcılar tarafından açıldığını ve o zamandan bu yana mezar odasında tahribatın sürdüğünü ifade eden Prof.Dr. Pirson, kaçak kazıların mezar odasının çok kaliteli nitelikteki mimari yapısına zarar verdiğini belirtti.





Prof.Dr. Pirson, mezar odasının kaçak kazı sonucu tahribata uğramasına rağmen, kapağı belki de antik dönemde açılmış lahit teknesinin ve içerisinde 40′lı yaşlardaki erkek iskeletinin korunmuş olarak bulunmasının, kendileri açısından sevindirici olduğunu ifade ederek, “Mezar odasındaki lahit teknesinin, kaçak kazının moloz toprağı altında, orijinal yerinde ve pozisyonunda bulunması sevindirici bir sürpriz olmuştur. Lahit kapağı belki de antik dönemde kırılmış ve açılmıştır. Ama buna rağmen lahit içinde 40 yaşın üstünde bir erkeğe ait iskelet kalıntıları bulundu” dedi.

 

Kazıda ayrıca ölünün yanına konulan mezar hediyelerinden bir toprak kabın bulunduğunu anlatan Prof.Dr. Pirson, MÖ 3. yüzyılın ikinci yarısına ait olduğu belirlenen bu kap sayesinde, tonozlu yapıdaki ve yüksek kalitedeki mezar odasının da hangi döneme ait olduğunun saptanabildiğini anlattı.

 

Prof.Dr. Pirson, bulanan mezar odasının, yüksek kalitedeki işçiliğiyle Hellenistlik dönem mimarlık tarihi araştırmaları açısından önemli bir veri niteliğinde olduğuna işaret etti.

 



Bulunan mezar odasında elde edilen en önemli tarihi eserin ise ölünün defnedilmesinin ardından odaya kapatılan taş kapıya ait kanat parçası olduğunu bildiren Prof.Dr. Pirson, defin işleminin ardından kapatılan taş kapının bir kanadının kaçak kazıcılar tarafından kırıldığını, yüksek kalitede bir taş işçiliğiyle yapılmış, üzerinde metal kilit ve çivi kabartmaları olan kapının diğer kanadının ise sağlam şekilde bulunduğunu söyledi.

 

Prof.Dr. Pirson, konumu ve elde edilen buluntular ışığında, mezar odasının Pergamon hanedanına mensup bir bireye ait olduğunu düşündüklerini belirterek, “Gerek mezar yapısının yüksek kalitesi, gerekse tümülüsün Pergamon’un kuzey doğusundaki bir tepe üzerinde, kente ve tüm ovaya hakim bir yerde bulunmasını göz önünde bulundurarak mezarda gömülü kişinin kraliyet ailesine mensup biri olduğu tahmin edilmektedir” diye konuştu.

 

Kazıdan elde edilen taş kapının Bergama Müzesi’nde sergileneceğini ifade eden Prof.Dr. Pirson, “Kazılarda önceden ele geçirilen eserlerin yanında sergilenecek olan taş kapı, müzedeki Pergamon Sergisi’nin zenginleşmesine önemli bir katkıda bulunacaktır” dedi.

 

Bu arada, mezar odasına ait taş kapının sağlam kanadı, tahribattan korunmak amacıyla sandık içine alınarak Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlı bir helikopterle önce ilçe merkezindeki Bergama Devlet Hastanesi bahçesine, oradan da kamyona yüklenerek Bergama Müzesi’ne nakledildi.

 

  

Fotoğraflar: Yeni Asır

Hürriyet, 01.10.2010

EFES KAZILARI SEZONU SONA ERDİ

 

Avusturya Arkeoloji Enstitüsü ve Efes Kazıları Başkanı Doç. Dr. Sabine Ladstatter, kazı başkanlığının ilk yılı olan 2010 Ephesos kazı sezonunun sona erdiğini belirterek, ‘Bu yılki kazılardan son derece önemli buluntular elde ettik’ dedi.

 

Ladstatter, kazılarla ilgili düzenlediği basın toplantısında, 2011 yılı kazı sezonunun Mayıs ayında başlayacağını açıkladı. Bu yılki kazılardan son derece önemli buluntular elde ettiklerini ve birçok önemli kazılarda da önemli aşamalara geldiklerini kaydeden Ladstatter, bu yılki kazılarda Artemis Tapınak alanı bitişiğindeki arazide yer alan ve Tribüne olarak adlandırılan Roma Dönemi yapısına ağırlık verdiklerini, bu yapının ilk kez bu yıl arkeolojik araştırmalarının yapıldığını ifade etti.

 

Ladstatter, yapılan kazı çalışmaları kapsamında Selçuk İlçesi'nin önemli tarihi alanlarından biri olan Artemisyon’nun içinde yer aldığı alanda dinsel etkinlikler için kullanılan tiyatronun (Kült Tiyatrosu) gün yüzüne çıktığını, bu tiyatronun Artemisyon’da çıkmasından dolayı oldukça önem taşıdığını anlattı. Tiyatro üzerinde detaylı araştırmaların yapılacağını vurgulayan Landstatter, yapının (MS 1.yy) Erken Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait olduğunu belirterek, ‘Bu yapının bir Kült tiyatrosu olduğundan eminiz. Roma döneminde, Artemis kutsal alanında yer alan ana binadır. MS 3. yüzyılda alanda büyük bir tahribat olmuş ve yapı zarar görmüştür. Kült Tiyatrosu olarak kullanıldığını düşündüğümüz yapının alt yapısının MS 14. yüzyılda yoğun bir şekilde kullanıldığını öğrendik. Alandan ele geçen ve Beylikler Dönemi’ne tarihlenen seramik ve cam buluntular Ayasuluk yerleşiminin uluslararası ticaretine tanıklık etmektedir. Bu buluntulardan Ayasuluk ve İspanya arasındaki ticareti öğrenmekteyiz’ diye konuştu.

 

Önemle tanıtılması gereken kazı alanlarından birinin de Artemis tapınak alanı girişinde bulunan Türbe yapısı olduğu bilgisini veren Ladstatter, ‘Burada yapılan çalışmalardan alanın 10. yüzyılda kullanıldığı öğrenilmiştir. Ancak geç 14. yüzyılda bir çömlekçi atölyesi ile birlikte Türbe inşa edilmiş, daha geç dönemde ise bu alanda küçük bir mezarlık oluşturulmuştur. Türbenin arkeolojik çalışmalarının büyük bir bölümü tamamlanmıştır ve hazırlanmakta olan restorasyon projesi gereken izin için ilgili kurula sunulacaktır’ dedi.

 

Ladstatter, Selçuk Devlet Hastanesi bahçesinde bulunan Sığla Bey Türbesinin kazı ve restorasyon çalışmalarında iki adet mezar ve mezar taşları bulunduğunu söyledi. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Efes Kazıları Başkanlığı’nca imzalanan protokol gereğince Selçuk Devlet Hastanesi yanında bulunan Sığla Bey Türbesinde de araştırmalar yapıldığını belirten Ladstatter, yapının restore edilebilmesi için ve kullanım fonksiyonunu anlamaya yönelik, yapı içerisinde ve etrafında kazı ve temizlik çalışmaları yapıldığını anlattı.

 

Bir diğer önemli kazı alanının da Liman Nekropolü olduğunu, burada bu yıl mezarların kazısının yapılmadığını, ancak pek çok mekanın altyapı unsurlarının açığa (Mutfak gibi) çıkarıldığını kaydeden Ladstatter, ‘Liman Kanalı’nın güneyinde 300′den fazla mezar binasının belgeleme ve dokümantasyonu yapıldı. Bu çalışma sırasında günümüzde yapılmış olan kaçak kazıları görmek üzüntü verici. Mezar evleri farklı mimari özellikler göstermektedir ve çoğu duvar resimleri ile süslüdür’ dedi.

 

Ladstatter, Efes antik tiyatronun bu yılki kazı çalışmalarının çok başarılı geçtiğini, tiyatronun güney analemma statik sorununa çözüm getirildiğini ve bir sağlamlaştırma konstrüksiyonu kurulduğunu sözlerine ekledi.

haberler.com, 01.10.2010

ANA TANRIÇA KENTİNİ 2 BİN YILLIK MOZAİKLER TANITACAK

 

Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Metropolis Antik Kenti Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, "Ana Tanrıça Kenti'' olarak bilinen Metropolis'i, Türkiye'ye ve dünyaya, içinde bulunan 2 bin yıllık "iyi durumda ve eksiksiz kadın mozaikleriyle'' tanıtmak istediklerini bildirdi. Aybek, 20 yıldır sürdürülen İzmir'deki kazılarda önemli eserlerin ortaya çıkarıldığını ancak, bunların gerektiği gibi tanıtım aracına dönüştürülemediğini belirtti. Metropolis'te bir evin salon tabanında bulunan mozaiklerin yaklaşık 2 bin yıllık olduğunu anımsatan Aybek, şu bilgiyi verdi: "Metropolis'te, Zeugma Antik Kenti'nden çıkarılan ve bölgeyi dünyaya tanıtan 'Çingene Kız Mozaiği'nden daha iyi durumda kadın mozaikleri var. Kentin tamamı gün yüzüne çıktığında, Efes Antik Kenti kadar önemli bir merkez olacağına inanıyorum. ''

Sabah, 01.10.2010

TOPKAPI SARAYI İÇİN KARGA KOVACAK ŞAHİN BULUNAMADI

 

Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof.Dr. İlber Ortaylı, kedilere, papağanlara, sansarlara zarar veren, ağızlarına aldığı cevizi yere bırakarak sarayın mermerlerini zedeleyen kargalara çözüm için aradıkları “şahini” bulamadıklarını söyledi. Ortaylı için “Geceleri kaftan, sarık giyip sarayda dolaşıyor” espirisi yapan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, birinci avludaki darphane binasını da kütüphane yapmaya karar verdiklerini açıkladı. Günay, önceki gün Ankara’da görev yapan gazetecilere Topkapı Sarayı’nı gezdirdi. Geziye sonradan katılan Ortaylı, sayılarını azaltmak için mücadele verdiği kargalarla ilgili sorunun çözülüp çözülmediği sorusuna “Maalesef şahin kuşu bulamadık. Kedilere, sansarlara zarar veriyorlar” yanıtını verdi. Sayıları artarak 300-400 civarını bulan kargalar, çöpleri sarayın çeşitli noktalarına dağıtıyor, dikilen laleleri söküyor, sarayın bahçesindeki ceviz ağaçlarından aldıkları cevizleri yere bırakıp zemine zarar veriyorlar.

Ortaylı ile ilgili yaptığı esprilerle geziye damgasını vuran Günay, kaftanların tanıtıldığı bölümde, Ortaylı’nın geceleri padişahların kaftanlarını ve sarıklarını giyerek Saray’da dolaştığını söyledi. Ortaylı ise Günay’ın esprisine kahkahalarla yanıt vererek, “Bir hayaletten bahsedildi. Hayalet de aradım” dedi.  Günay, sarayın birinci avlusunda yer alan eski darphane binasını da kütüphane yapmaya karar verdiklerini açıkladı. Binaya da Kanuni’nin edebiyat şiirlerinde kullandığı mahlası olan “Muhibbi” adının verileceğini aktaran Günay şöyle konuştu: “Kanuni Sultan Süleyman edebiyat şiirlerinde ‘muhibbi’ mahlasını kullanıyor. Sevdalı, seven anlamında.  Bir edebiyat kütüphanesi ve bir güzel yazı sergisi alanı yapmayı planlıyoruz.”

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 01.10.2010

ANADOLU'NUN TARİHİ BURADA BAŞLADI

 

 

Kayseri-Kültepe'deki kazılarda, 2 bin 500 yıllık kadın iskeleti ile 4 bin yıllık beyin ameliyatının yanı sıra, Anadolu tarihinin burada başladığına dair işaretlere ulaşıldı.

 

Keşfi 139 yıl önceye dayanan Kayseri Kültepe, Türkiye'deki en önemli kazı alanlarından biri. İlk yazılı belgelerin bulunduğu yer olması nedeniyle, Anadolu tarihinin de başladığı yer olarak biliniyor. 2 bin 500 yıllık Anadolu kadınına ait iskeletin ve 4 bin yıl önce yapılan bir beyin ameliyatına ait izlerin bulunduğu Kültepe'nin tarihi, 5 bin yıl öncesine kadar gidiyor. Çalışmaların 100 kişilik ekiple, sabah 07.00'de başlayıp, akşam 17.00'ye kadar sürdüğü Kültepe'de bugüne değin 23 bin 500 tablet, 2 bin civarında arkeolojik eser bulunmuş. Kayseri Büyükşehir Belediyesi'nin de destek verdiği kazılarda Almanya, ABD, Fransa, Hollanda, Danimarka, Japonya gibi çok çeşitli ülkelerden arkeolog, antropolog, zooarkeolog, jeolog ve assuriyolog da (Asur Medeniyeti üzerine çalışan arkeolog) görev yapmış. Bu yılki kazılarda 3 boyutlu ölçüm yapan GNSS adı verilen cihaz da kullanılmaya başlanılmış.

Buradaki kazıların başkanlığını, Prof.Dr. Tahsin Özgüç'ün 2005'te vefat etmesinden sonra Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu üstlenmiş. Kulakoğlu, 3 kilometre çapında bir alana yayılan, dönemin metropolü ve uluslararası ticaret merkezi olan Kültepe'de kazılabilen alanın sadece 50'de bir olduğunu söylüyor. Anadolu'nun ilk hayvanat bahçesinin de burada olduğunu ve sembolik bir av bahçesi bulunduğunu söyleyen Kulakoğlu, "Buradaki hayvanat bahçesi güç gösterisi amaçlı" diyor. Kültepe'nin her zaman sürpriz buluntular ve sonuçlar veren bir kazı alanı olduğu söyleyen Kulakoğlu, bu nedenle her kazı sezonunu iple çektiklerini vurguluyor. "Buradaki kazılar ile Anadolu'nun tarihini daha da gerilere götürme şansı var" diyen Fikri Kulakoğlu, Kültepe'nin tarihsel önemini de şöyle anlatıyor: "Şu anda 3'üncü bin yılı kazıyoruz. Bu sene amaç koloni çağı öncesi bulgulara ulaşmak. Kazılan alanın altında 3 şehir daha var. Burada, Eski Tunç Çağı, Orta Tunç Çağı (Asur Ticaret Kolonileri Çağı), Demir Devri ve Roma dönemlerini içeren kültür katmanları var. Anadolu'nun bu süreç içinde geçirdiği tarihsel, ekonomik veya kültürel aşamalar ülkemizdeki diğer höyüklerden veya yerleşim yerlerinden de takip edilebilmektedir. Ancak, milattan önce 2 binin ilk çeyreğine ait bilgiler, başka bir merkezde karşımıza çıkmıyor. Kültepe çivi yazılı belgeleri, günümüze kadar, ülkemiz topraklarında ele geçen en eski tarihli belgeler..."

 



Kazı evinde karşımıza, kazının şeref başkanı olan ve 1955'ten bu yana çalışmalara katılan 78 yaşındaki Kutlu Emre çıkıyor. Ankara Üniversitesi DTCF mezunu Emre'nin, öğrencilik, asistanlık, doçentlik, profesörlük ve son olarak da emeklilik dönemi burada geçmiş. Yaptıkları işi, "İğne ile kuyu kazmak" olarak tanımlayan Emre, şunları söylüyor: "Bir dönem kazılar çok iyi gidiyordu. Türk Tarih Kurumu'nun katkısı büyük oldu. Şimdilerde sponsor bulup işinizi yapın diyorlar. Bu hiç hoş değil."

Sabah, Haber: Bülent Ergün - Kutup Dalgakıran, 01.10.2010

DEV PENGUEN FOSİLİ SMOKİNSİZ ÇIKTI

 

Bilim adamları, kuşun tüyünün özelliklerinin, fosilin penguen evriminin oldukça erken dönemlerine ait olduğuna işaret ettiğini belirtti.

 

Science (Bilim) dergisinde yer alan çalışmada, penguenin kahverengi ve gri olan tüylerinin, modern zamanın penguenlerinin siyah "smokin" görüntüsündeki tüylerinden farklı olduğu belirtildi.

 

Günümüz penguenlerinin en büyük türü olan İmparator Penguen'in iki katı büyüklüğündeki, eosen döneminde yaşayan bu kuşa "Inkayacu Paracasensis" adı verildi.

 

Çalışmayı kaleme alan ABD'nin Teksas Üniversitesinden paleontolog Julia Clarke, fosilin bulunmasından önce eski çağlardaki penguenlerin tipi, rengi ve tüyleri konusunda bir veri bulunmadığını belirterek, "Sorularımız vardı ve bunları yanıtlamak için bu fosil ilk fırsatımız" dedi.

 

Clarke, yaptığı açıklamada, fosilin, penguenlerin ana fiziksel görüntüsünün milyonlarca yıl önce evrildiğini ancak tüylerinin kızıl kahve ve griden siyah ve beyaza çok yakın zaman önce dönüştüğünü gösterdiğini belirtti.

Radikal, 01.10.2010

SEÇME HAT ÖRNEKLERİ İKİ DİLDE YAYINLANDI

 

 

Dünyanın tek hat müzesi Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi’nin zengin koleksiyonundan seçme eserler kitaplaştırıldı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Geleneksel Sanatlar Yönetmenliği çalışmaları kapsamında yayınlanan ‘Miras: Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi Koleksiyonu’ndan Seçmeler’ adlı referans niteliğindeki eser, dün Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi’nde tanıtıldı.

 

İlk kez 1968 yılında Yavuz Selim Medresesi’nde açılan Yazı Müzesi, Beyazıt Medresesi’nin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmesinden sonra 1984’te Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi adıyla Beyazıt Medresesi içerisinde ziyarete açılmıştı. Müze koleksiyonunda 3 binin üzerinde eser bulunuyor.

 

15 ay süren çalışmalar sonucunda, müzenin koleksiyonundan seçme 94 eser, konservasyonu da tamamlanarak ‘Miras: Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi Koleksiyonu’ndan Seçmeler’ başlığı altında Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde kitaplaştırıldı.

Star Gazetesi, 01.10.2010

BUGÜN ANİ'DE CUMA KILACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve yaklaşık 5 bin partilinin Ani Harabeleri’nde bulunan Fethiye Camisi’nde cuma namazı kılmasına izin verdi.

 

MHP Kars İl Başkanı Oktay Aktaş, Bakanlıktan kendilerine dün sabah ulaşan yazıda “İbadet yapılabilir” denildiğini aktardı. 2011 genel seçim çalışmalarını da bugün Kars’ta başlatacak olan Bahçeli, Sultan Alpaslan’ın 1064’te Anadolu’nun fethedilmesi sırasında Büyük Katedral’deki haçı indirerek ilk cuma namazını kıldığı Fethiye Camisi’nde namaz kılacak. Bütün hazırlıkların tamamlandığını belirten MHP Kars İl Başkanı Aktaş, konuya ilişkin şunları söyledi: “Çoğu, Kars’ın ilçelerinden, köylerinden olmak üzere yaklaşık 5 bin kişi gelecek. Bu namazla Kars’ın da güzel bir tanıtımının yapılacağına inanıyoruz. Tankerlerle su getirdik. Herkese seccade vereceğiz. Namazı kıldırmak için de emekli bir imam hazır bulunacak. Namaz, siyasi içerikli olmayacak ve siyasi bir şova asla dönüştürülmeyecek. Kesinlikle içeri MHP bayrağı bile girmeyecek. Türk bayrağı kullanılacak.”

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 01.10.2010

BİZANS KENTİ ORTAYA ÇIKARILDI

 

  

 

Tralleis Antik Kenti’nde devam eden kazı çalışmaları sırasında MS 3 ila 7 yüzyıllar arasında Sasani istilasından kaçan Bizanslılar tarafından kurulmuş modern bir yerleşim alanı ortaya çıkarıldı.

 

Aydın merkez Kemer Mahallesi bölgesinde devam eden Tralleis Antik Kenti kazılarında “Üç Gözler” olarak tabir edilen yapının batı kısmında Türkiye’de bugüne kadar ortaya çıkarılmış en modern yerleşim alanlarından birisi daha ortaya çıkarıldı. MS 3 ila 7 yüzyıllar arasında İran bölgesinde hüküm süren Sasani İmparatorluğu’nun gerçekleştirdiği istiladan kurtulan Bizanslılar kurulmuş bir yerleşim alanı ortaya çıkarıldı. Bizans’ın zayıflama dönemine isabet eden bir dönemde kurulan ve dönemin en modern yerleşim alanlarından birisi olduğu tahmin edilen antik kent; uygulanan mimari yapısı, yer altındaki modern kanalizasyon sistemi ve bugünküne yakın çağdaş şehircilik anlayışı ile bugüne kadar Türkiye’de ortaya çıkarılmış en gelişmiş antik kentlerden birisi olarak gösteriliyor.





Tralleis Antik Kenti kazıları kapsamında ortaya çıkarılan modern yerleşim alanı hakkında bilgiler veren Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Rafet Dinç, kentin MS 3 ila 7’inci yüzyılların izlerini taşıdığına işaret ederek, “Bu yerleşim alanının İran’da hüküm süren Sasani İmparatorluğu’nun gerçekleştirdiği istiladan kaçan Bizanslılar tarafından kurulduğunu tahmin ediyoruz. Bu yerleşim alanı antik çağdaki modern yerleşim şekilleri açısından güzel bir örnek. Burada bir cadde üzerinde kurulmuş ve çağdaş izler taşıyan bir kent var. Erken Hıristiyanlık dönemine ait izler taşıyan bu kentte çağdaş bir şehircilik anlayışı ortaya konulmuş. Biz Tralleis’te bu kadar geniş bir nüfusun yaşadığını bilmiyorduk. Mimarisi ve yerleşim planına bakıldığında bugünküne benzer bir yapıya sahip olan bu büyük kent bize o dönemin yaşantısına ait önemli ipuçları verdi” dedi.

 

Ortaya çıkarılan yeni yerleşim alanının Roma ve Bizans İmparatorluğu dönemlerinde kullanıldığı kaydeden Dinç, “Burada Doğu ve Batı yönünde uzanan büyük caddeler var. Burada modern bir kanalizasyon ve alt yapı örneği sergilenmiş. O dönem inşa edilen kanalizasyon sistemi korunarak günümüze kadar ulaşmayı başarmış. Bizans’ın zayıflama dönemlerinde Doğu Eyaletleriyle baş edilemeyince bölge bu tip yerleşim alanları oluşturulmuştu. Bu yerleşimleri imparatorluk adına bir zengin tarafından yönetiyordu. İşte bu alanda o dönem bölgeyi Bizans adına yöneten Androglioni adlı kişiye ait villayı da ortaya çıkardık. Bu kişi modern çarşıda oluşturduğu işyerleriyle dönemin sanatkarlarını yanında toplayarak hem bilgili kişilere sahip çıkıyor hem de güçlü yapıyı muhafaza etmek için mücadele veriyordu” şeklinde konuştu.

Aydın Kent Haber, 30.09.2010

HİTİT YOLU PROJESİ HAYAT GEÇİYOR

 

Çorum'da yaklaşık üç ay önce Vali Nurullah Çakır tarafından başlatılan 'Hitit Yolu' projesi ile ilgili çalışmalarda sona gelindi. İşaretleme aşaması tamamlanan güzergahların belli noktalarına yön levhaları yerleştiriliyor.

 

Çorum Valiliği'nden edinilen bilgiye göre, Hitit Uygarlığı'nın önemli merkezleri olan Alacahöyük, Hattuşa, Şapinuva ve İncesu Kanyonu'nu birbirine bağlayan ve eklentilerle birlikte toplam 236 kilometre olan yolun işaretlenmesi tamamlandı.

Aynı zamanda bisiklet yolu olarak da kullanılabilecek parkurlar da belirlenerek güzergahı gösteren haritalar ve yön levhaları hazırlandı. Trekking rotaları uzmanı Ersin Demirel'in rehberliğinde yürütülen çalışmalarda güzergahlar belirlenirken eski göç yolları ve yaşam alanları araştırıldı.

Bölgede görev yapan arkeologların yanı sıra yöre halkı ve yerel yöneticilerle de görüşüldü. Arazi şartlarının zaman zaman zorluklarına rağmen olabilecek en kısa zamanda proje sonuçlandırıldı.

 

Ocak ayına kadar hazırlanacak olan tanıtım kitapçığında koordinatları gösteren haritalar ve fotoğraflarla bölge hakkında ayrıntılı bilgi verilecek. Hitit Yolu'nu kullanacak olan trekkingçiler bölgedeki doğal güzelliklerin yanı sıra pek çok Hitit yerleşim alanları ve Hellenistik döneme ait yaşam izlerini görme fırsatı bulabilecekler.

Turizm Gazetesi, 30.09.2010

KADININ 8 BİN YIL ÖNCEKİ STATÜSÜNÜ ANLATAN HEYKELCİK

 

 

Diyarbakır’ın Bismil İlçesi'ndeki Hakemi Use’de yapılan kazılarda, günümüzden 8 bin yıl önce kadının statüsünün belirlendiğini kanıtlayan mermerden yapılmış kadın heykelciği gün ışığına çıkarıldı.

 

Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Halil Tekin’in başkanlığındaki ekip tarafından yürütülen Hakemi Use kazısının bu yılki bölümü tamamlandı.

 

Kazı Başkanı Doç. Dr Halil Tekin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Dicle Nehri üzerinde inşası süren Ilısu Baraj gölü altında kalacak kültür varlıklarını kurtarmaya yönelik proje kapsamında yürütülen Hakemi Use kazısında, geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da önemli buluntuların çıkarıldığını söyledi.

 

Kazılarda, Neolitik döneme ait özellikle de tarımcı ve köy topluluğunun önemli evresini tespit ettiklerini, Mezopotamya uygarlığının çok önemli bir dönemin varlığını Türkiye sınırları içerisinde ortaya çıkardıklarını belirterek, dönemin, arkeoloji literatüründe ”Hassuna dönemi” olarak bilindiğini hatırlattı.

 

Tekin, Mezopotamya’da ilk boyalı çanak çömlek yapımının, mülkiyet, mal giriş çıkışı ve ortak depolama alanlarının bu dönemde ortaya çıktığını ifade ederek, şöyle konuştu:

”Toplum içerisinde kadının önemli rol aldığı bu yıl bulduğumuz mermer heykelcikten anlaşılıyor. Öncelikle henüz kerpiç yapımını bilmiyorlar. Evler, taş temelsiz doğrudan dökme çamurla inşa ediliyor. Evlerin tabanları altına çoğunlukla çocukları gömüyorlar. Toplumun genel yapısına baktığımızda burada kalabalık bir nüfusun yaşamadığını düşünüyoruz. 100-150 kişilik bir grup ve eşitlikçi bir grup olduğunu düşünüyoruz. Aralarında hiyerarşik bir yapılanma olmadığını düşünüyoruz ve kadının önemli rol üstlendiğini, yani toplumun içerisinde kadının haklarının daha fazla olabileceği ya da kadının önemsendiği anlaşılıyor. Çanak, çömlek üretiminin çok yoğun olduğu ve kadınlar tarafından yapıldığını tahmin ediyoruz.

 

Bu yılki en önemli buluşumuz kuşkusuz şişman kadın heykelciğidir. Çağdaşı Orta Anadolu’dan bildiğimiz bir olgu var; o da doğurganlık, bereket sembolü olarak şişman kadının gösterilmiş olması. Bu bakımdan heykelcik önemli. Mezopotamya’ya yabancı olan bir unsur. Bu nedenle Orta Anadolu ile bağlantı kurulabilir. Bizce ışık tutacak bir buluntu. Çünkü şu ana kadar Orta Anadolu ve Mezopotamya arasında bir bağlantı kuramıyorduk. Bunun öyle olmadığını düşündürecek bir buluntu.”

 

Körtiktepe, Çayönü ve Göbeklitepe’de hep erkeğin ön planda olduğunu, kadına ait hiç figür göremediklerini ifade eden Tekin, ancak artık Hakemi Use’de kadının ön plana çıkmaya başladığının belirlendiğini bildirdi.

 

Tekin, kadının doğurganlığı, bereketi sembolize eden figürü ile toplum içerisinde kendisine bir statü sağlamaya başladığının tespit edildiğini belirterek, şöyle konuştu:

”Bu başlangıç olduğu için önemli. Tabi bütün bunlar daha sonra yerli yerine oturacak. Hassuna dönemi hep başlangıç aşaması ve daha sonraki büyük Mezopotamya uygarlığının hazırlayıcısıdır. Kuzey Mezopotamya’nın en kuzey kesiminde bulmamızın önemi de buradan kaynaklanıyor. Günümüzden 8 bin yıl önce kadının toplumdaki yerinin vurgulanması açısından buluntumuz çok önemli. Daha önce erkeğin konumu, avlanma ile ilgiliydi. Orada erkek ön plandaydı. Ama yerleşik düzene, tarıma geçip köy yaşantısı başlayınca kadın daha fazla aktif rol almaya başlıyor. Bu da kadının toplumsal statüsünü belirliyor. Kadın çocuğuna değil, aynı zamanda tarımı yapan, ekini biçen, çanak çömlek yapan belli yerlerde karar verici olarak yer alıyor. Şişman ana tanrıça heykelciğinin Kuzey Mezopotamya’da da temsil ediliyor olması, kadının toplum içinde daha önemli bir konuma geldiğinin de göstergesidir.

 

Mermerden yapılmış 6 santimetre yüksekliğindeki tanrıça heykelciği sol bacağı kıvrılarak üstüne oturmuş biçimde gösterilmiş; bir eli karın hizasında, diğer eli aşağıya doğru sarkıtılmış. Beyaz mermerden yapılmış heykelcik ateşe maruz kaldığından kahverengiye dönüştü. Ateşin yoğun geldiği baş ve bacak kısımlarında çatlaklar oluştu. Geçmiş yıllardaki kazılarda kilden yapılmış bazı tanrıça heykelciklerinin ele geçmiş olmasına karşın bu yılki örnek gerek malzemesi gerekse görünümüyle diğerlerinden farklılık gösteriyor. Hakemi Use’nin çağdaşı diğer Suriye ve Irak yerleşimlerinde de benzeri bulunmayan bu eserin en yakın benzerleri Konya yakınlarındaki Çatal Höyük’ten biliniyor. Mezopotamya kadın heykelcikleri büyük çoğunlukla kilden yapılmakta. Vücut hatları şematik üslupla biçimlendirilmekte. Oysa Hakemi Use heykelciği doğalcı bir üsluba sahiptir. Tıpkı Orta Anadolu heykelcikleri gibi bolluk ve bereketi sembolize etmesi açısından şişman gösterilmiştir. Bu yılki kazımızda ortaya çıkarttığımız tanrıça heykelciği Mezopotamya tarih öncesi uzmanları arasında heyecan yaratmıştır.”

Habertürk, 30.09.2010

LONDRA'DA MİMAR SİNAN'I ANMA GECESİ

 

 

İngiltere'nin başkenti Londra'da Mimar Sinan'ı anma gecesi düzenlendi. Türkiye'nin Londra Büyükelçiliği Kültür ve Tanıtma Müşavirliği'nin ev sahipliği yaptığı geceye, Büyükelçi Ünal Çeviköz, Başkonsolos Ahmet Demirok, Maslahatgüzarı Kerem Kıratlı ve çok sayıda davetli katıldı.

 
İngiliz Mimarlar Kraliyet Enstitüsü'ndeki (RIBA) gecede, Mimar Sinan ve eserleriyle ilgili kısa bir film gösterildi. Film gösteriminin ardından konuşan Türkiye'nin Londra Büyükelçisi Ünal Çeviköz, Mimar Sinan'ın dahiliğinin uluslararası düzeyde bilindiğini ve tanındığını söyledi.


Çeviköz, kasım ayının başında Londra'da Mimar Sinan'la ilgili bir fotoğraf sergisinin açılacağını da duyurdu.


Gecede Büyükelçi Çeviköz'ün yanı sıra, Guardian gazetesinde mimarlıkla ilgili yazılar yazan Jonathan Glancey ve Profesör James Dickie, Mimar Sinan ve eserleriyle ilgili konuşmalar yaptı.
Konuşmalardan sonra ud dinletisi yapıldı. Müzik dinletisinin ardından ise, Mimar Sinan'ın eserlerinin fotoğraflarının sergilendiği resepsiyona geçildi.

Türkiye Gazetesi, 30.09.2010

MOLOZLARIN ARASINDAN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde boş bir araziye dökülen molozların arasından 3 parça tarihi eser çıktı.

Fethiye Müze Müdürlüğü'ne bağlı ekipler, üzerinde eski Yunanca yazılar bulunan parçaları incelemek üzere müzeye götürdü.

 

Taşyaka Mahallesi'nde boş bir araziye dökülen molozların arasında üzerinde eski Yunanca yazıların yer aldığı 3 parça tarihi eser bulundu. Vatandaşlardan gelen ihbar üzerine alanda çalışma yapan Fethiye Müze Müdürlüğü ekipleri, taşları hemen koruma altına aldı. Müzede görevli arkeologlar Sevim Uçar ve Emirhan Süel mimari parçaları inceleyip, rapor tuttu. Tarihi kalıntılarla ilgili çalışma yapan ekipler, eserlerin hangi döneme ait olduğunu bulmaya çalışıyor.

 

Mimari parça olduğu öğrenilen eserlerin üzerinde 3 satır Yunanca yazı bulunuyor. Bulunan parçaların temel kazımı veya drenaj çalışması esnasında ortaya çıktığı düşünülüyor. Müze Müdürlüğü, bu mimari parçaların nerden ve kim tarafından oraya döküldüğü konusunda çalışmalarını sürdürüyor. Ağır olan bloklar vinç yardımı ile kaldırılıp, görünmeyen bölümlerinde de inceleme yapılacağı bildirildi. 3 adet mimari parçadan tarihi eser özelliği olanlar Fethiye Arkeoloji Müzesi'ne taşınacak. Yapılan incelemenin ardından eserlerin hangi döneme ait olduğunun belirleneceği ifade edildi.

Zaman, Haber: Fatih Yılmaz, 30.09.2010

ARABAN KALESİ'NE EL ATILDI

 

 

AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan, Araban Kalesi'ndeki kazının devam etmesi için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Güney ile görüşeceğini söyledi. Erdoğan, bu yıl başlatılan kazı çalışmaları sırasında değişik dönemlere ait yapı kalıntıları gün ışığına çıkan Araban Kalesi'nde incelemelerde bulunda, çalışmalara nezaret eden Hititolog Hülya Kayaöz'den bilgi aldı.

 

Araban Belediyesi'nin desteğiyle yürütülen kazı çalışmasının sonraki yıllarda da devam etmesi için çaba harcayacağını ifade eden Erdoğan, “‘'Biz tarihi kaledeki İç Kale Camisi içinde ve çevresinde kazı çalışmasına başlandığında Eyyubiler ve daha önceki dönemlerden buluntulara ulaşılabileceğini bilmiyorduk. Bu durumda burada kazı çalışmaları devam ettikçe kale üzerinde daha değişik yapılar ortaya çıkabilir. Buradaki kazı çalışmaları sürdürülmeli. Araban Kalesi'ndeki kazının devam etmesi için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Güney ile görüşeceğim. Ona burada edindiğim bilgileri ileteceğim" dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 30.09.2010

NUSRET GEMİSİ TARİHİ YENİDEN YAŞATACAK

 

Preveze Deniz Zaferi’nin 472’nci yıldönümü kapsamında orijinali esas alınarak inşa edilen Nusret Mayın Gemisi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit’in katıldığı törenle denize indirildi. Gölcük Tersanesi Komutanlığı’nca iki pervaneli, 38 metre boyunda, 6 metre eninde, 175 ton ağırlığında inşa edilen geminin azami hızı 12 deniz mil/saat. Deniz Kuvvetleri Oramiral Yiğit, törende şöyle konuştu: “1910’larda denize indirilen Nusret Gemisi’nin mavi sularla ilk buluşmasından yaklaşık bir asır sonra tarih tekerrür etti. Çanakkale’de destan yazarak abideleşen Nusret Mayın Gemisi’nin yeniden doğuşuna hep birlikte tanıklık ediyoruz. Gelecek yıl 18 Mart’ta zaferin gerçekleştirdiği sularda seyrederek, tarihi yeniden yaşatacak.”

Hürriyet, 30.09.2010

HEDEF 4 BİN YILLIK 'LAWAZANTİYA'

 

 

Arkeoloji dünyası, Ceyhan yakınlarındaki Tatarlı Höyük'de 4 yıl önce başlayan kazıları büyük bir ilgiyle takip ediyor. Bu ilginin sebebi ise Hititler'le çağdaş Kizzuwatna ülkesinin önemli merkezlerinden biri olan kentinin kalıntılarının burada olduğunun sanılması. Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer'in başkanlığında, hummalı bir şekilde yürütülen çalışmalarda, 70'ten fazla arkeolog ve işçi çalışıyor. Çukurova'nın yakıcı sıcağında çalışmalar sabah 06.00'da başlayıp, 14.00'te bitiriliyor.

Kazı çalışmaları bütçenin el verdiği ölçülerde 2 veya 3 ay sürdürülebiliyor. 4 kilometrekarelik bir alana kurulduğu tahmin edilen şehrin kalıntılarının ortaya çıkmasının ise 80-100 yıl sürebileceği vurgulanıyor. Arkeolojik veri tabanı oluşturulan kazı, data girişleri bittikten sonra internetten de takip edilebilecek. Böylece Tatarlı Höyük, Türkiye'de de bir ilke imza atmış olacak. Kazı başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer, 1998'de Çukurova Üniversitesi'nde Arkeoloji Bölümü'nü kurmuş. Bu kazının önemi ile tarihçesini şöyle anlatıyor: "Kazı yaptığımız bu yer Kizzuwatna ülkesinin iki önemli merkezinden biri. Kudüs gibi kutsal bir merkez. Hititler için çok önemli. Bayramlarını kutladıkları bir alan. Bu kazı Doğu Akdeniz'in kronolojik problemlerine yeni bir bakış açısı getirecek. 4 bin yıl öncesinin Avrupası olan Suriye için de yeni bir bağlantı noktası. Ticaret kervanlarının geçiş noktası, tekstil ve madencilik merkezi. Bu bölgedeki yerleşme 8 bin yıl önce, neolotik çağda başlıyor. Hellenistik döneme kadar kesintisiz bir iskan var. Hellenistik dönemde ciddi bir depremle yok olduğu düşünülüyor. İlk kez 1950'lerde Amerikalılar tarafından tespit ediliyor. 2005'te yüzey araştırmaları yapılıyor. Hitit yazılı belgelerinde Kizzuwatna uygarlığına ait saray buluntularına rastladık. 3 bin yıllık pitos (küp) bulduk. Bugüne kadar 230'un üzerinde parça kayıt altına alındı. Çıkarılan parçaların sergileneceği arkeopark alanı planlıyoruz." Girginer bir süre önce, Hitit dönemine ait buldukları 5 bin yıllık bir de mühür bulduklarının altını çiziyor.

Kazı alanında çalışanlarla birlikte ter dökerken, bir buluntunun çıkarılmaya çalışıldığı haberi gelince, hemen oraya gittik. Arkeolog Fatma Şahin'i ve işçileri, 30 santimetre derinlikte küçük bir heykel parçacığını çıkartmaya çalışıyordu. Kısa süren titiz bir çalışmanın ardından, Hellenistik döneme ait bir Zeus heykelciğinin başı toprak altından çıkartıldı. Bu döneme ait bir heykelciğin, bu bölgede ilk kez çıkması orada bulunanları oldukça heyecanlandırdı.

Sabah, Haber: Bülent Ergün, 30.09.2010

80 BİN TL'LİK HEYKELİ 160 TL'YE SATMIŞLAR

 

Zübeyde Hanım Kız Teknik Meslek Lisesi önünde bulunan bronz Zübeyde Hanım ve Atatürk büstleri ile Çankaya’daki Turan Güneş Bulvarı üzerinde bulunan bir sanat galerisinin önündeki tanrıça ‘Hemera’ heykelini çalan, Resim ve Heykel Müzesi’nin bahçesindeki heykelleri de çalma girişimde bulunan 4 kişi yakalandı.

 

Şüphelilerin Akyurt İlçesi'nde oturdukları ve inşaatlarda çalıştıkları belirlendi.

Şüphelilerin Turan Güneş lvarı üzerindeki sanat galerisinin önünden çaldıkları ve 80 bin TL değerinde olduğu belirtilen tanrıça ‘Hemera’ heykelini, hurdacıya 160 liraya sattıkları, hurdacının da heykelleri erittiği kaydedildi.

Milliyet, Haber: Fevzi Kızılkoyun, 30.09.2010

MÜZELERDE KUYRUK PROBLEMİNE ÇÖZÜM!

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, müze ve ören yerlerindeki hizmet kalitesinin yükseltilmesi için yeni bir işletme modeline geçtiklerini belirterek, “Yapılan saydam değerlendirme sonucu, ihaleyi TÜRSAB Seyahat Acentaları Hizmetleri ve MTM Bilişim Arge Yazılım ve Güvenlik Teknolojileri İş Ortaklığı'nın kazandığını açıkladı.

 

Ertuğrul Günay, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde “Müze ve Örenyerleri Gişelerinin İşletimi, Giriş Kontrol Sistemlerinin Modernizasyonu ve Yönetimi İhalesi”nin sonuçlarına ilişkin düzenlediği basın toplantısında, Türkiye'de turizmi, tarihle, kültürle, toplumun bütün değerleriyle buluşturmayı ve dünyada farklı kılmayı amaçladıklarını söyledi.

 

Göreve geldiğinden beri bu amaç doğrultusunda kararlı, içtenlikli ve doğru adımlar attıklarını belirten Günay, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Önce bir Müzekart uygulaması yaptık. Kendi yurttaşımızı fiyat artışlarından koruduk. Müzeye insanımızın ilgisini yoğunlaştırdık, bir tür tarihe yolculuk başlattık. Hem gelirimiz arttı hem de insanların, müze, tarih, geçmiş bilgisi konusundaki merakları arttı. Bunun çok olumlu yansımalarını gördük. 2 milyona giden bir rakama ulaştık. Hizmetin de kalitesinin de dünya ölçeğini yakalaması gerekir anlayışıyla satış mağazalarımızı dünyada gezdiğimiz başka ülkelerdeki mağazalarla imrenmeyeceğimiz bir düzeye, kaliteye yükseltmeye çalıştık. Geçmiş yıllarda dünyanın farklı ülkelerinde farklı müzeler ve ören yerleri gördüm. Başka ülkelerde gördüklerimi kıskanıyordum, başka ülkelerin satış mağazalarını, hediyelik eşya dükkanlarında gördüklerimi kıskanıyor, bizim de ülkemizin objelerinin, hediyelik eşyalarının müze kafe ve satış mağazalarının bu düzeye ulaşmasının vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Geçen yıl attığımız adımla bunu başarmaya başladık.”

 

Bakan Günay, müze ziyaretçi sayısını daha da artırmayı hedeflediklerini ifade ederek, “Ayağımıza gelmesinler, biz ayaklarına gidelim, yüksek kaliteli bir hizmet sunalım ve gelmelerini ve kral ve kraliçe mutluluğu içinde buralardan ayrılmalarını sağlamak gibi bir amaç güdüyoruz” diye konuştu.

 

Hizmetin yükseltilmesi konusunda bugün yeni bir işletme modeline geçtiklerini anlatan Günay, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Bir yanlış anlaşılma olmasın. Bu bir klasik özelleştirme çalışması değildir. Yine müzeler bizim, müzelerdeki karar hakları bizim, yine basın mensuplarının ya da belirli yaş gruplarının ücretsiz girip girmemesi konusundaki nihai kararlar bizim. Üçüncü kişilerle yapılacak anlaşmalardaki kararlar, onaylar bizim. Ancak hizmet bu işin heyecanını hisseden, daha verimli, daha çağdaş teknolojiyi yakalayan bir bakış açısıyla bir işbirliği yapma konusunda yeni bir yaklaşım geliştiriyoruz.”

 

Günay, yapılan saydam değerlendirme sonucu ihaleyi TÜRSAB Seyahat Acentaları Hizmetleri ve MTM Bilişim Arge Yazılım ve Güvenlik Teknolojileri İş Ortaklığı'nın kazandığını bildirdi.

Yeni çalışmayla, 6 yıl boyunca 48 müzede 50 gişenin hizmet kalitesinin yükseltileceğini, denetimin çoğaltılacağını, daha nitelikli elemanların çalışmasının sağlanacağını ifade eden Günay, “Bu teknik altyapı 6 yıl sonra tümüyle bize dönecek. Bunu içinden bütün bu işleri yapan kuruma bir komisyon vereceğiz sadece. Bütün gelir önce devlete gelecek. Devlet o gelir içinden komisyonunu yükleniciye ödeyecek” dedi.

 

Günay, Türkiye'nin dünya turizminin önemli ülkelerinden biri haline geldiğini belirterek, şunları kaydetti:

“(Ziyaretçi sayısı) 27 milyonu aştık. Bu yıl 28, 29 bir yerlere doğru yükseliyoruz. Ancak başak bir hayalimiz daha var. Türkiye turizmi, dünyada bir prestij konusu, Türkiye'yi ziyaret etmek dünyada bir prestij meselesi olsun. Belirli bir kültür düzeyine erişmiş olan insanlar, belirli bir gelir düzeyine erişmiş olan insanlar, yaşamlarında bir veya birkaç kez Türkiye'yi görmemişlerse eksiklik hissetsinler. Nasıl Paris'i görmek bir prestij konusu olarak yıllardır dillendirilmiş, nasıl Floransa'yı, Toledo'yu görmek bir prestij konusu olarak bu işten anlayan insanların olduğu bir mekanda bir prestij konusu olarak değerlendirilmişse, İstanbul'u, Kapadokya'yı, Sümela'yı, Beyşehir'i, Eşrefiye Camisi'ni görmek dünyada bir prestij konusu olarak dillendirilebilsin.”

 

Böyle bir bakış açısıyla kültürü ve turizmi kucaklamaya ve kavramaya çalıştıklarını bildiren Günay, “Topraklarımızda ne varsa, hangi dönemden gelmiş olursa olsun, hangi uygarlıktan, hangi çağdan, hangi inançtan kalmış olursa olsun hepsi bizimdir. Hepsi insanlığın bize emanetidir diye hepsini, gözümüz, çocuğumuz gibi sahiplenmeye çalışıyoruz. Cumhuriyetin 100. yılına doğru giderken Türkiye'nin her gün yeniden yeni bir başarıya ihtiyacı var” diye konuştu.

 

Ertuğrul Günay, bir gazetecinin seçilen müzeler arasında Doğu ve Güneydoğu'da müzeler olup olmadığını sorması üzerine, şu yanıtı verdi:

“Ziyaretçi sayısı düşük olan müzeler bu pakette yer almıyor. Biz geçen yıldan beri Türkiye'de ziyaretçisi az olan müzeleri ücretsiz yaptık. Müzelere ilgi artıkça müzedeki diğer hizmet kalitelerini yükseltiriz. Bu, daha çok yoğunlukla ziyaretçi alan müzelerdeki giriş ünitelerinin sağlıklı bir biçimde geliştirilmesini hem gelir elde etme hem de denetimi sağlamak açısından geliştirilmesini sağlamak amacına yönelik. Biz Türkiye'de müze kapsamını da geliştirmeye çalışıyoruz. Ankara'da bir Anadolu Uygarlıkları Müzesi projemiz var, İzmir'de aynı şekilde Ege Uygarlıkları Müzesi projemiz var, yer tespiti noktasındayız her ikisinin de. Hatay'da yer tespiti yapılmış bulunan bir müze projemiz bitti, uygulama aşamasındayız. Urfa'da Haleplibahçe yeni mozaiklerinin çıktığı alanda bir müze projesini yaptık, uygulama eşiğindeyiz. Afyon'da böyle bir müze projemiz var. Bunlar proje ve uygulamaya yeni geçilecek olanlar. Bu arada mesela Zeugma Müzesi önümüzdeki 6 ay içinde açılışı yapılacak olan bir müze. Birçok müzemizde de restorasyon ve iyileştirme, teşhir ve tanzimi geliştirme çalışmaları yapıyoruz. Antalya'da Etnoğrafya Müzesi'ni çıkarıp Kaleiçi'ne Antalya Arkeoloji Müzesi'ni büyütmeye çalışıyoruz. Türkiye'nin birçok yerinde önümüzdeki 6 ay içinde bitireceğimiz ve açılışını gerçekleştireceğimiz, restorasyon, teşhir ve tanzim çalışmaları veya yeni yapılan müzeler olduğu gibi önümüzdeki yıl içinde temelini atıp inşaatına başlayacağımız yeni müze çalışmaları da var.”

Hürriyet, 30.09.2010

DİYARBAKIR TURİZMLE MARKA ŞEHİR OLUYOR

 

 

Yüzyıllar boyunca Hurri Mitanniler, Asurlar, Urartular, Medler, Romalılar, Sasaniler, Artuklular ve Akkoyunlular gibi 33 medeniyete ev sahipliği yapmış Diyarbakır'ın dünyaca tanınan surların ana kısmını oluşturan bölümde, 2005 yılından bu yana sürdürülen ‘İçkale Kültür ve Turizm Merkezi Projesi’nin tamamlanması için yürütülen çalışmalar devam ediyor. 50 bin metrekarelik alanı kapsayan İçkale'nin, açık hava müzesine dönüştürülmesini amaçlayan projenin 2012 yılında tamamlanması öngörülüyor.

Her dönem yönetim merkezi olmuş alanda yer alan MS 2. yüzyıla ait St. George Kilisesi, Artuklu Hanı ile Cumhuriyet ve Osmanlı döneminin mimari özelliklerini yansıtan yapılar, projenin tamamlanmasıyla kentin turizmde marka şehir olmasına önemli bir katkı sağlayacak.

 

 

Projeye yönelik çalışmaları yakından izleyen ve bölgede incelemeler yapan Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, yaptığı açıklamada, İçkale'nin 8 bin yıl öncesine dayanan bir tarihi olduğunu vurgulayarak, mekanı açık hava müzesi haline getirmeyi hedeflediklerini söyledi.

Kentte bir arkeoloji müzesi olduğunu ancak bina problemi nedeniyle müzenin şuan kapalı bulunduğunu belirten Vali Toprak, “İstiyoruz ki bir an önce buradaki işlemleri bitirelim, kapalı olan arkeoloji müzemizi de burada açalım” dedi.
 
Projeyle ilgili gerekli ödeneğin olmasına rağmen, çeşitli nedenlerle gecikmelerin yaşandığını ancak çalışmaların aralıksız sürdüğünü anlatan Toprak, bugüne kadar St. George Kilisesi, Atatürk Müzesi ve Evi ile daha önce Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün hizmet verdiği binanın restorasyonlarının tamamlandığını hatırlatarak, şöyle konuştu:


''Bu binaların onarımları bitti. Açılışa hazır. Ama mekanın altyapısı tümden bitmeden inşaat alanında kısmi açılışa uygun olmuyor. Onun için elimizdeki mevcut ödenekleri hızlı bir şekilde ihaleye konu ederek onarımları bitirmek istiyoruz. Bölge Komutanlığı, Adliye A Binası ve Cephane Binası olan üç yapının ihalesini gerçekleştirdik. 2011 yılı sonunda bunların restorasyon işlemleri bitmiş olur. Bu binalar her biri farklı işlevlendirilecek. Burada sanat galerisi, kafeteryalar ile müzelerimizin deposu olarak kullanılacak yerler olacak. Yapılarda eserlerin dönemsel olarak sergilemesi yapılacak. Adliye B Binası için Karacadağ Kalkınma Ajansı'ndan para temin ettik. Yaklaşık 1 milyon liralık bir proje. Önümüzdeki günlerde ihalesine çıkacağız. Gecikme olmazsa buranın onarımını da bu diğer üç bina ile birlikte bitirmiş olacağız.''

 

 

Projenin 2012 yılında tamamlanmasının öngörüldüğünü kaydeden Vali Toprak, projenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yakından takip edildiğini kaydetti.

Restorasyon çalışmaları sırasında St. George Kilisesi'nin kuzey kısmındaki alanda yapılan kazılarda, eski çağlardan kalma askeri mühimmat bulunduğunu bildiren Toprak, buluntunun türü ve hangi döneme ait olduğuna dair incelemelerin sürdüğünü, yapılacak çalışma sonrası müze envanterine önemli bir katkı sağlayacağını bildirdi.

İçkale'nin Sultanahmet Meydanı ve Topkapı Sarayı gibi iç içe geçen tarihi binalarla benzeştiğine ifade eden Toprak, söz konusu alan içinde inşa edilen Roma ve Artuklu dönemine ait yapılar ile 19. ve 20. yüzyıla ait eserler bulunduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi:
''Burası ender müzelerden biri olacak. Surları, binaları, mekanı ve işlemesi ile ben açıkçası şimdiden heyecanlanıyorum. Aslında bugüne kadar kalması hakikaten büyük bir eksiklik diye nitelendiriyorum. Bu sadece Diyarbakır turizmi adına değil, ülkemiz ve dünya turizmi adına da bir eksiklik. Buranın bir an önce devreye girmesi gerekiyor. Diyarbakır surlarına hayat veren 50 bin metrekarelik İçkale'yi, dünya turizmine kazandırmak temel hedefimiz. Ben inanıyorum, bu hedefimize zamanında varabileceğiz''.

İçkale'nin çok önemli bir marka olacağına inandığını belirten Vali Toprak, kentleri belli bir konuma getiren, marka olmasını sağlayan en önemli unsurun altyapı olduğunu kaydederek, öngörülen hedeflerin bitirilmesi halinde Diyarbakır turizmde marka haline geleceğine inandığını bildirdi.

Kente gelen yerli ve yabancı turist sayısının 200 bin civarında olduğunu kaydeden Toprak, ''2015 yılında 1 milyon turisti aşacağımıza inanıyorum. İçkale ve diğer tarihi mekanların onarımı, altyapının turizme kazandırılması ile ilgili çalışmalarımızı bitirdiğimizde 2015 yılındaki 1 milyon turist hedefini daha önceden de yakalayabileceğiz. O zaman hem vatandaşlarımız kazanacak hem de ülkemiz. Her şeyden öte insanların Diyarbakır'ı algılarken dışarıdan duymuş oldukları olumsuz imaj da bu vesile ile ortadan kaldırılmış olacak. Ve bu konuda önemli çalışmalar yapılacağını da ifade etmek istiyorum'' dedi.

 

Vali Toprak, İçkale'deki çalışmalar için şu ana kadar yaklaşık 5.5 milyon liranın harcandığını, restorasyon için de bu yılki ödeneklerin hazır olduğunu belirterek, 2011 yılı için de bakanlıktan 10 milyon lira ödenek talebinde bulunduklarını anlattı. 


İçkale'nin yanında Hz. Süleyman Camisinin bulunduğunu, caminin Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce onarımına başlandığını da bildiren Vali Toprak, caminin doğusunda kalan Cevat Paşa Mahallesi olarak adlandırılan bölgede amfi tiyatro, Roma hamamı ve antik çağdan kalan birtakım eserler olduğuna dair görüşlerin olduğunu, bu konudaki çalışmaların da devam ettiğini anlattı.

TOKİ, Büyükşehir Belediyesi, Sur Belediyesi, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Valilik başta olmak üzere daha önce Kentsel Dönüşüm Projesi'ne imza attıklarını anımsatan Vali Toprak, protokol kapsamında şu ana kadar 18'e yakın binanın yıkıldığını söyledi.

Toprak, vatandaşları mağdur etmemek için hemen paralarının verildiğini, isteyene de TOKİ'den konut verileceğini anlatarak, ''Önemli ölçüde anlaşma sağlandığını ifade etmek istiyorum. Çevrenin imar açısından temizlenmesi hem de alttaki o tarihi yapının ayağa kaldırılması açısından çalışmalar önümüzdeki günlerde daha da hızlanacak'' dedi.

Yapı, 29.09.2010

TOPHANE VE ODA PROJESİ DENEYİMİ

 

Tophane’de Galeri Apel, Outlet, Elipsis, Non ve Pi Artworks sanat galerilerinin açılışlarında yaşanan olaylar üzerine pek çok şey yazıldı. Rant kavgası, muhafazakar çevrenin isyanı gibi çeşitli iddialar ile nedenlendirilen olaylar, yıllarca Galata’yı deneyimlemiş bir sanat inisiyatifi olan Oda Projesi tarafından ele alındı. Oda Projesi, Tophane’de yaşanan olaylara daha sakin bir bakış atmayı önerirken sanatçı ve galericilerin de sorumluluğu paylaşmasının gerekli olduğuna inanıyor.

Oda Projesi’nin, odaprojesi.blogspot.com’da yer alan ‘Tophane ve Oda Projesi Deneyimi’ başlıklı yazısı şöyle:

“8 yıl boyunca aynı mahallede ‘güncel sanat projeleri’ gerçekleştirmiş ve yerinden ayrıldıktan sonra da çalışmalarına devam etmiş bir sanatçı kolektifi olan Oda Projesi olarak Tophane'de saldırı boyutunu alan olaylardan biz sanatçıların ve galericilerin de sorumlu olduğuna inanıyoruz.

Bu coğrafyada yaşayıp çalışan entelektüellerin genellikle kendinden farklı olan kişilerle ilişkiye geçmemesi, geçememesi, kendisini hep ‘öğreten’ ve ‘başka’ konumunda görmesi bugünkü olayların birçok nedeninden biri. Türkiye'de neredeyse gelenekselleşmiş olan sürekli bir karşılıklı dışlama potansiyelinin sonuçlarını yaşadığımızı düşünüyoruz.

Tophane’deki sanatçıların ve galeri sahiplerinin tümünün, mahallesiyle Oda Projesi deneyimi benzeri bir ilişkiye geçmesi zorunlu ve gerekli değildir elbette (Bu deneyim yüzyüze, diyalog halinde, karşılıklılığı ve dinlemeyi ön plana alan, mekan kullanımlarına dikkat eden, özel ve ortak alanların hassas dengeler ile nasıl iç içe geçebildiğini gören ve buna göre kimilerince ‘yumuşak’ olarak değerlendirilen ilişki kurma ve üretme biçimleri üzerine düşünen bir deneyim; halihazırdaki gündelik yaşam pratiklerine saygı duyan zor bir bakış). Ama özellikle Outlet, Depo ve Galeri Non gibi politik işlere ev sahipliği yapan duyarlı galerilerin/sanat mekanlarının, bulundukları çevrenin sosyal dokusunu gözetmekte o kadar da duyarlı davranmamış olması şaşırtıcıdır. ‘Tophane Art Walk’ başlığının ve böylesine şok edici bir olayın ardından kaleme alınan basın açıklamasının yazılı versiyonunun veya internette yayılan metninin sadece İngilizce olması da düşündürücüdür. Başka dünyaları kapsamaya çalışırken, dışlamış olabileceklerimize dönüp bakmak gerekiyor, hele ki bu kişilerle aynı mekanı paylaşıyorsak. Örneğin Tophane galerileri, sanatçılar ve sanat izleyicileri imzalı basın açıklamasındaki, tam Türkçeye çeviremediğimiz, bir kavram olan ‘community projects’ olarak neyin kastedildiğini ve neler yapıldığını merak ediyoruz. Yine aynı basın bülteninde ‘şiddetin kabul edilemezliği’nin İstanbul’un ‘kültür başkenti’ olmasına bağlanması da güncel sanatın ve güncel politikanın nasıl da birlikte, el ele kol kola hareket edebildiğini göstermektedir. Sanatçı ve galericiler neden hemen ‘taraf’larına geçtiler, neden işlerine yansıyan politik, eleştirel ve soğukkanlı bakışı bu olaya bakarken ve olayı açıklarken koruyamadılar? Radikal, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin neredeyse tüm Tophane halkına yönelik, kutuplaşmayı destekleyen manşetleri, mutenalaşma anlamında hassas bir konumda olan Tophane'de yaşayanlara dair ‘bu insanlar buradan gitmeli’ anlayışını meşrulaştırmıyor mu? Galeriler beyanlarında buna dikkat ediyorlar etmesine, ama medyanın bugünkü söylemi ya şiddeti ya da insanların yerinden edilmesini meşrulaştırıyor.

Olayın sürekli yadsınmaya çalışılan ve ‘şiddeti meşrulaştırma’ çalışması olarak nitelendiğinden, tartışılmasından neredeyse suçluluk duyacağımız başka bir boyutu ise, Tophane'nin bugün hızla mutenalaşmakta olan Galata, aşağıdan Karaköy ve özellikle İstanbul Modern ve Galataport projesi ile ve yukarıdan Galatasaray-Yeni Çarşı caddesi arasında sıkışıp kalmış olmasıdır. Tophane’deki galerilerin gazetelerdeki bazı açıklamalarında mutenaşlamanın farkında olduklarını ama yine de sadece kendilerini düşündüklerini görüyoruz: ‘Kiraların ucuz olması’ ve ‘tabii ki dikkatli’ oldukları, ‘çünkü bu sürecin galerileri de yerinden edeceği’ gibi açıklamalar yer alıyor. Biliniyor ki, Oda Projesi de benzer bir süreçten geçti, daha henüz Galata yavaş yavaş mutenalaşmakta idi. Oda Projesi kapılarını ilk kez açtığında, konukların ‘burada evler ne kadar?’ diye sormasıyla birlikte, ince bir ip üstünde hareket ettiğimizi anlamış ve artık geri dönülmez bir sürece girivermiştik. Ama Oda Projesi açılmadan önceki mahalle deneyimimizde de zaten yaşam biçimlerimizin farklılıklarına olduğu kadar ortaklıklarına da odaklanmaya çabalıyorduk; eleştirel ve dönüştürücü bakışımızı korumaya çalışarak. Ama sonuç olarak Galata mutenalaştı. Dolayısıyla salt mahalleyle ilişki kurarak mutenalaşmanın engellenemeyeceğini de ifade etmek gerekir.

Bu noktada sanatın/sanatçının sorumluluk alanını da yeniden tarif etmek gerekiyor. Mutenalaşma çalışmalarını yaratan makro politikalara, yukarıdan bakan planlamacı bakışa karşılık, mahallenin kendine özgü potansiyellerinin farkına varmak yeterli olmasa da en azından bu farkındalık için çaba göstermek gerekir. Mahalleyle ilişki kurmak, mekanın sırf kullanıcısı ve tüketicisi değil, üreticisi olmak çok uzun ve sabırlı olmayı gerektiren bir süreç ve yoğun bir çabadır.

Bu koşullar altında, Oda Projesi olarak hiçbir tarafta yer alamayacağımızı beyan etmek istiyoruz. Şiddeti kınıyoruz, galerilerin tutumunu da kaygı verici buluyoruz. Açılışta yaralananlar arkadaşlarımızdı, şiddeti anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Ama verilmiş tepki üstüne hep birlikte düşünmemiz gerekir. Şiddeti yaratan koşullara tekrar tekrar bakmak gerekir.

Tophane deneyimini, sadece bir ‘vandallık’, ‘terör’, ‘eşkiyalık’ olarak bakılacak bir durum olarak tanımlayıp bırakmak yerine kültür üreticileri olarak kendimize, mekanımıza, alışkanlıklarımıza ve terminolojimize; makro kent politikaları ile olan ilişkimize yeniden bakmak ve yenilenmek için bunun bir fırsat olduğunu görmek gerekiyor. Güncel sanat alanında üretimde bulunurken kamusal alan ve gündelik hayatın içinde hareket ederek, eleştirel bakan biz sanat üreticilerinin; mahalleli ve sanatçılar olarak ‘karşılıklı çikolata yedik ve barıştık’ demeden, bir an önce bir araya gelerek fikir alışverişinde bulunması gereklidir”.

Yapı, 29.09.2010

"YABANCILARA KAZILARI YASAKLAYABİLİRİM"

 
Bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın TÜRSAB ve MTM ile yapacakları işbirliğini tanıtacakları basın toplantısından sonra verilen yemekte yanyana oturduğum Bakan Ertuğrul Günay ilginç açıklamalarda bulundu.

 

Türkiye'den kaçırılmış tarihi eserlerin geri alınması ve mevcut durumla ilgili yaptığımız kısa bir sohbette Bakan Günay bu konudaki tavrını net olarak ortaya koydu "Eserlerimizi geri vermeyen ülkelerin o müzelerini protesto ediyorum ve gezmiyorum. Elbette düşündüğünüzde bu tavrımın hemen her yabancı müzeyi kapsaması gerekir çünkü neredeyse Türkiye'den çalınmış eserleri sergilemeyen müze yok. Ben geri alma talebinde bulunduğumuz, bu yönde yapıcı adımlar attığımız ama karşılığında bizimle uzlaşmaya varmayan, eserleri vermeyi reddeden ülke ve müzelere karşı tavır takınıyorum." Bakan Günay'ın bu konudaki hassasiyetini ve kızgınlığını konuşurken bile hissediyorsunuz.

 

Konuyla ilgili olarak bu sene radikal adımlar atılacağını anlatan Ertuğrul Günay planlarını açıklarken Çorum'daki Boğazköy Müzesi'ni örnek verdi. "Şu anda bizim Çorum'da çok güzel bir müzemiz var ve Çorum'daki o müzenin iddiası dolayısıyla, bizden götürülen eserleri geri talep etme konusunda daha haklı bir konumdayız. Boğazköy müzesini restore ediyoruz şimdi, bu çalışma ile dünyaya dönüp  'Biz eserlerimizi sizin kadar iyi koruyabiliriz' hakkına sahip olacağız. Mesela ben bu yıl bir Almanya gezisinde oradaki Boğazköy sfenksini geri istedim. Almanya, Osmanlı zamanında Boğazköy sfenksini restore etmek için alıp götürmüş ve bir daha iade etmemişti. Alman yetkililer restore etmek için aldıkları sfenks üzerinde hak iddia etmeye kalkıp red eden bir tavır içine girdiklerinde tavrımı net olarak ortaya koydum ve bu durumda kendileri ile yapılan Türkiye'deki arkeolojik çalışmaları durdurabileceğimi belirttim.


Bunda da ciddiyim bu şekilde tavır takınan ve eserlerimizi geri vermeyen ülkelerin Türkiye'de yaptığı kazı ve çalışmaları iptal etmeyi düşünüyorum.


Talepler konusunda hep olumsuz yanıt almıyoruz bu bakımdan Boğazköy sfenksinden de ümitliyim. Örnek vermek gerekirse Geçen yıl Rüstem Paşa Çinilerini geri aldık."

 

Boğazköy Sfenski Çorum'un Boğazkale İlçesi'nde 1905-1912 arasında yapılan kazılarda Alman Bilim Kurulu tarafından ortaya çıkarılmış, 1917 yılında önce onarım ve sonra da sergilemek amacıyla Osmanlı Devleti'nden izinli olarak Berlin'e gönderilmiş ancak o tarihten sonra iade edilmemişti.

 

Aynı konudan muzdarip diğer ülkeler olan Yunanistan, Mısır, Irak ve Suriye ile bir işbirliğine gidilebilir mi diye sorduğumda Bakan Günay'ın yanıtı olumlu oldu "Elbette. Zaten ben kişisel bazda Yunanistan'la bu adımı attım. Akropol yakınına kurdukları müzede boş bırakılmış bir duvar vardır. Yunanistan o boş duvarı kaçırılan rölyefleri geri istiyor ve onları yuvalarına bekliyoruz mesajı vermek için yapmış. Ben yunan yetkililerine çabalarınız sonuç verir de rölyefler evine geri dönerse o gün burada olup bu başarıyı alkışlamak istiyorum dedim.

Habertürk, Haber: Selin Kurt, 29.09.2010

TOPHANE'DEKİ DEĞİŞİM

 

 

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ayşe Öncü, İstanbul'un en hızlı değişen mekanı Tophane'nin, Fransız Sokağı, Kuledibi ve Şişhane'nin geçirdiği ''mutenalaşma'' sürecinin başlangıcını yaşadığını belirterek, ''Tophane'de yeni başlayan mutenalaşma, 3-4 sokakta çok farklı yaşam tarzına sahip insanları bir araya getiriyor. Semt gerginliklere gebe'' dedi.

 

Prof.Dr. Öncü, Tophane'nin, İstanbul'un yoğun göç alan klasik çeperlerindeki yerleşimlerinden biri olmadığını, şehrin merkezinde ve giderek kıymetlenen bir bölgede bulunduğunu belirtti. Öncü, bu bölgenin, şehrin en hızlı değişen mekanlarından biri olduğunu söyledi.

 

Tophane'nin, sosyologların ''mutenalaşma'' dedikleri ''soylulaştırma'' sürecinin başlangıcını yaşadığını ifade eden Öncü, bunun, ''köhnemiş şehir içi yapıların hakim olduğu bir semtteki dünyaların el değiştirerek kıymetlenmesi, semtin bütün sakinlerinin değişmesi'' anlamına geldiğini vurguladı.

 

Tophane'de çok özel bir durum olduğunu anlatan Öncü, Tophane'deki yaşam tarzlarını şöyle özetledi:

''Semtte yaşayanlar çok sağlıklı yaşam tarzlarına ait insanlar. Birincisi semtte uzun süredir yaşamakta olan halk var. Fakat bu kişilerin büyük çoğunluğu da mülk sahibi değil, köhnemiş binalarda ucuz kirada oturuyor. Bunların hangi yöreden olduğu tam da bilinmiyor. Bunun için araştırma gerekli. Buralarda oturanlar İstanbul'a göçmüş bir nüfus. Bir de İstanbul'un pahalı yerlerinde yer kiralayamayan ve ucuz kiralar dolayısıyla Tophane'ye gelmeye başlayan galeriler var. Aynı zamanda yeni orta sınıf denilen reklam ve iletişim kesimleri, genç ve bekar insanların yavaş yavaş Tophane'ye geldiğini görüyoruz. Bu yeni başlayan mutenalaşma, 3-4 sokak içinde aynı anda çok farklı yaşam tarzına sahip insanları bir araya getiriyor.''

 

Semtte kirada oturanların bir bölümünün binaların el değiştirmesi ve yenilenmeye başlamasıyla gitmek mecburiyetinde kalacaklarını belirten Prof.Dr. Öncü, şunları kaydetti:

''Bunun da getirdiği abluka altına alınmışlık hissi var. Halkta giderek 'Çevremiz sarılıyor, biz buradan sürüleceğiz' korkusu var. Bu hemen ifade edilmiyor tabii, ama kirada yaşayan yoksul grupların korkuları olduğunu düşünüyorum. Bu birçok başka Avrupa ülkelerinde de yaşanmıştır. Burada mülk sahibi olanların bir bölümü mülklerini yüksek fiyata satıp çıkacak, yeterince sermayesi olanlar binalarını yenileyecek ve daha yüksek kiralar isteyecek. Mesele, mülk sahibi olanların değil de kiracıların kendilerini sıkışmış hissetmeleri. Dolayısıyla semt gerginliklere gebe. Şimdi burası geçiş mıntıkası niteliği taşıyor. Henüz yoksul sakinleri ayrılmamış, buna mukabil farklı eğitim ve gelir düzeyi taşınmaya başlamış. İkisinin bileşimi, 3-4 sokakta yaşaması gerginlik getiriyor.''

 

Prof.Dr. Öncü, benzer gerginliklerin Fransız Sokağı ilk oluşmaya başlarken yaşandığını ifade ederek, şöyle devam etti:

''Orada çok yoksul bir nüfus yaşıyordu. Binalar el değiştirdi ve Fransız Sokağı gibi mutena bir mıntıka ortaya çıktı. Şimdi Fransız Sokağı'nda emlak fiyatları çok yüksektir. Tophane de aynı sürecin başlangıcını yaşıyor.


Tophane'de sokakta var olan gerginlikler kalabalık bir ortamda çatışmaya dönüşüyor, güruh psikolojisi ortaya çıkıyor ve saldırganlık başlıyor. Bu tür mıntıkalarda yaşanan gerginlikler, şiddete dönüşecek diye genelleme yapmak mümkün değil. Taşlı, sopalı saldırı, çok olağanüstü, korkunç bir şey, ama yaşanan gerilimler devam edecek. Orada mülk sahibi olmaya niyetlenen iş yerleri veya meslek sahipleri bundan sonra daha dikkatli davranacak. Tetiklememeye çalışacak. Olay önceden uzun boylu planlanan bir mesele değil, zaten var olan birtakım tansiyonların, şaiyaların, belirsizliğin o anda güruh hareketi.''

 

Öncü, bunları İstanbul'un 19. yüzyıl dokusunu barındıran bazı bölgelerinin değerlenerek yenilenmesinin bir parçası olarak okumak gerektiğini kaydederek, şu bilgileri verdi:

''Örneğin, yenileme çalışmalarının başladığı Tarlabaşı'nda da çok gerginlik yaşandığı. Tarlabaşı'nda fiilen birtakım binaların yıkılmaya ve diğerlerinin yenilenmeye başlaması, semt halkının yenik düştüğünü gösteriyor. Tophane, henüz yolun başında. Kuledibi'nde kiralar çok arttı, mutena bir semt haline gelmeye başladı. Bir diğer örnek Şişhane'dir. Gazinolar mıntıkası haline geldi. Önceden oraya yerleşen sanatçılar, seramikçiler, yazarlar, 'Burası çok gürültülü oldu' diye kaçıyor. Tophane'nin 3-4 sokağı ise çok yeni bu süreci yaşıyor. İstanbul'un şehir içi mekanları çok değerlendi.''

Sabah Emlak, 29.09.2010

REDİF BİNASI MÜZE OLDU AMA SERGİLENECEK ESER YOK

 

Kolordu mevkiindeki tarihi redif binası İl Özel İdaresi tarafından restore edildi, çalışma büyük oranda tamamlandı. Redif Binası'nın “Atatürk ve Redif Müzesi” adıyla müze olarak hizmet vereceği açıklandı. Redif Binası'nın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na yetiştirileceği duyurulmuştu, ancak bu tarihin mümkün görülmediği belirtildi. Çünkü ortada iki önemli sorun bulunuyor.

 

Redif Binası'nın nasıl değerlendirileceği konusunda dün İl Özel İdaresinde bir toplantı yapıldı. İl Kültür ve Turizm Müdürü Adnan Zamburkan, Müze Müdürü İlksen Özbay, EDOK Garnizonu'ndan P. Alb. Coşku Zeytunoğlu ve diğer ilgililerin katıldığı toplantıda, redif binasının son durumu masaya yatırıldı.

 

Redif Binası'nda sergilenecek tarihi askeri objeler gerektiğini, ancak elde hiçbir obje bulunmadığı belirtildi. Bu konuda Kocaeli Valiliği, başta Topkapı Sarayı ve Askeri Müzeler olmak üzere tarihi askeri obje peşine düşecek. Öte yandan redif binasının mülkiyet sorunu da çözülemedi. Mülkiyet askeriyeye ait, ancak Redif Binası İl Özel İdaresi’ne tahsisli.

Özgür Kocaeli, 29.09.2010

KAÇAKÇILARA GEÇİT YOK

 

  

 

Tekirdağ'da iki ayrı işyerine yapılan operasyonlarda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

 

Tekirdağ'ın Şarköy İlçesi'ndeki Atatürk Caddesi üzerinde bulunan bir işyerinin sahibi R.Ş. isimli şahsın elinde çok sayıda tarihi eser olduğu ve satmak için müşteri aradığı yönünde bilgiye ulaşan Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri hemen harekete geçti.

 

Gerekli izinlerin alınmasının ardından işyerine yapılan baskında, 380 adet çeşitli ebatlarda sikkeler, 98 adet metal obje, 29 adet pişmiş toprak seramikler, 15 adet sarı renkli madeni para, 10 adet üzerinde figür ve yazılar bulunan metal sikkeler, 11 adet taştan yapılmış para, 14 adet yüzük, 5 adet yontularak alet şekli verilmiş çeşitli ebatlarda taş, 4 adet küpe, 1 adet bakır taş, 1 adet kabartma şeklinde at ve atın önünde bir bayan figürünün bulunduğu mermer taş, 1 adet kan oluklu kılıç, 1 adet kazma ve 1 adet kürek ele geçirildi. İşyeri sahibi şüpheli R.Ş. ise gözaltına alındı.

 

Öte yandan Malkara İlçesi'nde M.Ç. isimli şahsın işyerinde yapılan aramada bin 79 adet değişik çapta sikke, 11 adet metal obje, 9 adet yüzük,1 adet heykel, 1 adet çan, 3 adet tabak, 6 adet küpe bulunarak el konuldu. İşyeri sahibi ise gözaltına alındı. Şüpheli, sevk edildiği adli makamlarca serbest bırakıldı.

Tekirdağ Kent Haber, 29.09.2010

BİZANS İMPARATORUNUN EL YAZMASI KİTAPLARI İNTERNETTE

 

     

 

  

 

British Library, 9'uncu yüzyıla ait Bizans İmparatoru Nicephorus'un el yazmalarını internete taşıdı. 284 ciltlik el yazmalarının çeyreğinin internete taşındığını belirten kütüphane yetkilileri, web sitelerinden bu eserlere ulaşılabileceğini dile getirdi. British Library'de Yunanlılara ait 100'den fazla el yazması, 3000 adet papirüs ve çok sayıda resim bulunuyor. Kütüphane bu özelliği ile 2000 yıllık Hellen kültürü için yapılan araştırmalarda en büyük kaynak olarak kabul ediliyor. İmparator Nicephorus'un el yazmaları, o dönemde Doğu Akdeniz ve Bizans'taki edebiyat, tarih, bilim, din felsefe ve sanatları anlatması bakımından önem taşıyor.

Türkiye Gazetesi, 29.09.2010

1958 YILINDA KAYBOLAN RESİM ORTAYA ÇIKTI  
  

 Meksikalı ressam Diego Rivera'nın 1954 yılında yaptığı ve 1958 yılındaki Doğu Avrupa ve Çin'de gösterilirken kaybolan "Glorious Victory" adlı resmi ortaya çıktı.

 

Guatemala City'deki Ulusal Saray'da sergilenmeye başlanılan resim, dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'i hicvediyor. Foster, 1954 yılında CIA'nın desteklediği hükümette görev yapan Carlos Castillo Armas adlı Guatemalalı yetkili ile ABD Dışişleri Bakanı Foster'in tokalaştığı resimde arka tarafta ülkenin içinde bulunduğu durum anlatılıyor.

 

Guatemala'da 1954 yılında Amerikan istihbaratı CIA tarafından düzenlenen bir darbe yapılmıştı.

Türkiye Gazetesi, 29.09.2010

FOSSEPTİK KAZISINDAN 3 BİN YILLIK KENT ÇIKTI

 

 

Bayburt'ta Roma dönemine ait olduğu belirtilen yer altı şehrinin ilginç bir şekilde keşfedildiği ortaya çıktı. Yaklaşık 4 yıl önce yeraltı şehrinin üzerindeki evlerin fosseptik çukurlarının dolması üzerine başlatılan çalışmalar sırasında 1 kilometre uzunluğundaki kent bulundu. Aydıntepe İlçesinde 12 yıl önce imar izni verilen Kale Mahallesi'nde yaklaşık 50 tane ev yapıldı. Fosseptik ve atık sular için yeraltındaki boşluklar çukur zannedilerek buralara bağlandı. Ancak 4 yıl önce evlerin fosseptik çukurları dolunca belediye çalışmalara başladı. Fosseptikler temizlenirken yerin 35 metre altına inildiğinde yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki tarihi bir şehir olduğu ortaya çıktı. İlçenin AKP'li Belediye Başkanı Orhan Erarslan, şehri tamamen ortaya çıkartmak için işçileri görevlendirdi. İşçiler koku nedeniyle maske takarak çalışmaları yürütebildi. Erarslan da bir taraftan yeraltı şehrini temizlerken diğer taraftan üzerindeki 50 haneyi istimlak ederek yıktı. Yaklaşık 3 yıl süren çalışmalarda 200 bin lira harcandı. Geçen yıl gün yüzüne çıkan yeraltı şehrinde yapılan incelemelerde şehrin 3 bin yıllık olduğu belirlendi. Kentin eski isminin Halde olduğu, Hıristiyanlığın henüz yerleşmediği bir dönemde bu bölgenin sığınak amacıyla yapıldığı, Romalılar tarafından kovulan ilk Hıristiyanların buraya gelip kaldıkları öne sürüldü. Şehrin duvarlarında tanrıça figürleri de bulunuyor. Şehirde, yapı malzemesi kullanmadan ana kayaya oyulmuş galeriler, 40'a yakın oda ve bu odaların açıldığı geniş mekanların bulunduğu öğrenildi.

Belediye Başkanı Erarslan ise turist çekememekten şikayetçi: "Yeraltı şehrine ait odalar çukur zannedilerek kanalizasyonlar buralara bağlandı. Meğer altta bir tarih yatıyormuş. Herhalde fosseptikten tarih çıkartan tek yer biziz. Ülkenin en önemli tarihi mekanlarından birine sahibiz fakat turist çekemiyoruz. Eğer bu yer Ege ve Akdeniz Bölgesi'nde olsaydı, çok önemli bir turizm merkezi haline gelirdi."

Sabah, Haber: Murat Alhan, 29.09.2010

AİZANOİ ANTİK KENTİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

Kütahya’nın Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan Aizanoi antik kentindeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı.

 

Almanya’nın Freiburg kentinde faaliyet gösteren Albert-Ludwigs Üniversitesi öğretim üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Ralf von den Hoff, 16 Ağustosta başlattıkları kazıların 27 Eylülde sona erdiğini bildirdi. Alman Arkeoloji Enstitüsünün bölgede 1970 yılından beri kazıları yürüttüğünü belirten Hoff, geçen yıla kadar her yıl yaklaşık 6'şar hafta süren kazıların geçen yıl 20 günle sınırlandırıldığını, bu yıl ise 6 hafta çalıştıklarını söyledi.

 

Hoff, Türk ve Alman arkeologlardan oluşan 23 kişilik ekibin dar sütunlu avlunun arkasındaki ”Odeon”da kazı çalışmalarını tamamladığını, Roma dönemine ait şehir meclisi olarak kullanılan bina ile Zeus Tapınağı çevresindeki tarihi eserleri gün ışığına çıkarmaya çalıştıklarını kaydetti.

 

Avrupalı gezginlerce 1824 yılında keşfedildiği bilinen ve ”İkinci Efes” diye nitelenen Aizanoi Antik Kenti’nde şimdiye kadar yapılan kazılarda, dünyanın en iyi korunmuş Zeus Tapınağı, 20 bin kişi kapasiteli tiyatro ve ona bitişik 13 bin 500 kişilik stadyum, 2 hamam, dünyanın ilk borsa yapısı, sütunlu cadde, Kocaçay üzerinde 5 köprü, ”Meter Steunene” kutsal alanı, nekropoller, bir bent ve su yolları gün ışığına çıkarıldı.

 

Zeus Tapınağı’nın çevresinde, MÖ 3000'li yıllara ait yerleşim tabakaları bulundu. Kazılardan elde edilen eserler, Kütahya Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.

Cumhuriyet, 28.09.2010

TARİH YUMUKTEPE'DE GÜN IŞIĞINA ÇIKACAK

 

Anadolu’nun en eski yerleşim alanlarından biri olmasının yanında dünyada tarımın yapıldığı ilk bölge olarak öne çıkan Mersin’deki Yumuktepe Höyüğü’nde başlatılan kazı çalışmaları sürdürülüyor.

 

İtalya’nın Lecce Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. İsabella Caneva başkanlığında 20 Eylül’de başlatılan kazı çalışmaları, 11 kişiden oluşan ekiple MÖ 1500 yılını kapsayan Hitit Dönemi, MÖ 4500 yıllarını kapsayan Kalkolitik Dönem ve MÖ 6500 yıllarını kapsayan Neolitik Dönem’i kapsayan üç ayrı noktada devam ediyor. Lecce Üniversitesi ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından bu yıl 17.’si gerçekleştirilen kazılar, Ekim ayı sonuna kadar sürdürülecek.

 

Kazılarla ilgili olarak İHA muhabirinin sorularını yanıtlayan Dr. İsebella Caneva, bu yılki kazılarda üzerinde durdukları en önemli noktanın En Erken Neolitik Dönem olacağını vurguladı. Söz konusu dönemin izlerini taşıyan tabakalarda kazılar yapılacağını belirten Caneva, “Çünkü bu tabakalar ilk defa ortaya çıkıyor. Bizden önceki kazılarda bu tabakalarla ilgili herhangi bir analiz yapılmadı. Bunu ilk defa biz gerçekleştireceğiz. Bu nedenle belirtilen tabakalarda her ne çıkarsa çıksın kazı tarihindeki ilk bulgular olacak. Yani daha önce hiç bilinmemiş bir şey olacak” dedi.

 

Geçtiğimiz yıl En Erken Neolitik Dönem’in izlerini taşıyan alanda iki ayrı mezar bulduklarını hatırlatan Caneva, bu yılki kazılarda da yine bir mezar bulduklarının altını çizerek, tüm bu bulguların bölgede bir mezarlık olduğu yönünde kendilerine bilgi verdiğini anlattı. Caneva, Kalkolitik Dönem’e ait alanda geçtiğimiz yıl bir takım yapılara ulaştıklarını dile getirerek, bu yıl da daha önce buldukları yapıların devamını arayacaklarını ifade etti.

 

Bu yapının kazılar açısından oldukça önemli olduğunu vurgulayan Caneva, “Çünkü kazılar bize Kalkolitik Dönem’de ‘devlet’ gibi bir organizasyon var olduğunu gösteriyor. Demek ki bu yapı, normal bir ev olmadığı gibi kamusal bir yapı olarak da öne çıkıyor” diye konuştu. Hitit Dönemi’ne ait tabakalarda da bu yıl çalışmalarda bulunacakları bilgisini veren İsabella Caneva, belirtilen alanda yapılan çalışmalarla birlikte MÖ 1500 yıllarını kapsayan Erken Hitit Dönemi’nin izlerini taşıyan şehir surlarının geçtiğimiz yıl gün ışığına çıkartıldığına dikkat çekti. Bu yıl söz konusu surun devamını arayacaklarını belirten Caneva, surun iç bölümünde kalan alanda şehirdeki evleri ortaya çıkartmaya çalışacaklarının altını çizdi. Caneva, açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Anlamak istediğimiz şey; burada Erken Hitit Dönemi’nde bir şehrin olup olmadığı. Daha önceki kazılarda burada bir sur olduğunu bilmiyorduk. Eğer burada bir sur varsa, o zaman şehir gibi yerleşim bölgeleri de vardı. İşte biz bunu bulmak istiyoruz. Nasıl bir şehir ya da bu dönemde evlerin yapısının nasıl olduğunu merak ediyoruz.”

 

Kalkolitik Dönem’e ait tabakalarda da devletin varlığını gösteren bulgulara ilk defa geçtiğimiz yıl ulaştıklarını hatırlatan Caneva, bulguların aslında bir devlet değil de ilk devlet modernizasyonu yolunda ilerlendiği bilgisini kendilerine verdiğini söyledi. Caneva, bulmuş oldukları yapının bir tapınak olabileceği gibi önemli bir ailenin sarayı da olabileceğini, bu yılki kazılarda bunu anlamaya çalışacaklarını anlattı. Neolitik tabakalarda Yumuktepe’nin en erken yerleşiminin nasıl olduğu, ne tür yapılar yapıldığı ve dönemin ekonomik yapısını incelemek istediklerini belirten Caneva, bölgede nasıl bir tarım yapıldığı ve insanların gündelik hayatını nasıl sürdürdüğünü araştıracaklarını sözlerine ekledi.

 

Yumuktepe Höyüğü’ndeki ilk kazı çalışmaları, 1936-1937 yılları arasında İngiliz arkeolog Jhon Garstang başkanlığında yapıldı. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte ara verilen kazılara, 1946'da yeniden başlandı ve 1947 yılında sonuçlandırıldı. 1992 yılında hazırlanan ve 1993 yılında başlatılan ‘Yumuktepe Arkeolojik Kazısı’ çalışmaları her yaz düzenli bir şekilde sürdürülüyor.

 

Mersin’in atası olan Yumuktepe, 9 bin yıl önce höyüğün çekirdek tabakasını oluşturan Neolitik çiftçiler tarafından oluşturuldu. Ardından gelen yerleşimlerle tepe zaman içerisinde 23 metre yükseldi. Teraslı evle önceki kalıntıların üzerine yollar inşa edildi ve böylece tabakalanma daha karmaşık bir hal aldı. Uygun konumunu doğal kaynaklara ve ticaret olanaklarına borçlu olan yerleşim bölgesi, Orta Çağ’a kadar kesintisiz iskan edildi ve Anadolu platosu, Doğu Akdeniz ve diğer Akdeniz ülkeleriyle ilişkisini sürdürdü.

Beyaz Gazete, 28.09.2010

DEMRE'DEKİ TARİHİ ESERLERİN RESTORASYON ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

 

Demre’deki Myra-Andriake kazılarında ortaya çıkarılan tarihi eserlerin restorasyonu tamamlandı.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, bu yılki kazılarda ortaya çıkarılan, Myra antik kentindeki 12. yüzyıldan kalma bir Bizans Kilisesi ile Andriake Liman Kenti’ndeki liman tesisleri ve atölyelerin, bu ayın başında başlayan restorasyonu tamamlandı. Bizans Kilisesi’nde mimari sağlamlaştırma çalışması yapıldı. Çevre koruma duvarı, çatısı, su kanalı tamamlandı. Kilisenin hem çevre hem de doğal etkilere karşı korunaklı kalabilmesi için önlemler alındı. Kilisenin gelecek yıl turizme açılması bekleniyor.

 

Andriake Liman Kenti’nde de liman tesislerinin Rıhtım Caddesi’ne bakan öndeki varaklı grubunda ayağa kaldırma çalışması tamamlandı. Çalışmada, bazı eksik ayaklar, yeni taşlardan kesildi. Diğer taş bloklarda sağlamlaştırma ve onarım çalışması yapılarak orijinal konumlarına yerleştirildi. Bu bölümdeki tüm yapılar orijinal hale getirildi. Boya üretim atölyeleri sağlamlaştırılarak korunaklı hale getirildi.

 

Myra-Andriake kazıları başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, restorasyon çalışmalarının bir ay sürdüğünü belirterek, şu bilgileri verdi:

 

‘Bu yıl restorasyonu zorunlu iki yapımız vardı. Birincisi kilise yapısı. Oradaki restorasyon çalışmaları neredeyse tamamlandı. Andriake Liman Tesisleri’nde ortaya çıkardığımız orijinal liman yapısının ön kısmındaki bölümü restore ediyoruz. Altı ayak üzerinde duran üçlü düzenlemenin tamamında, aslına uygun çalışma yaptık. Birkaç gün sonra da bu sezonu kapatmak üzere, buradaki restorasyonu tamamlamış ve sağlam bir şekilde geleceğe aktarma işini de görmüş olacağız.’

haberler.com, 28.09.2010

İLK SELÇUKLU MÜZESİ KURULUYOR

 

4 asır boyunca 20 den fazla ülkede hüküm süren Selçuklu Devleti bir çok medeniyete yön verdi. Bu eşsiz tarihin sahibi Selçuklular’ın daha iyi anlaşılması için düzenlenen 1’inci Uluslararası Selçuklu Sempozyumu devam ediyor.

 

Dünya ve Türk tarihi açısından büyük bir eksiklik gideriliyor. İlk Selçuklu müzesi Kayseri’de kuruluyor.

 

Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, "Önümüzdeki yıllarda Kayseride Selçuklu müzesi oluşacak ve vakıflar genel müdürlüğü dahil ellerinde ne kadar eser varsa yazmalar seccadeler el işleri buna benzer ne varsa Kayseri’mizde toplanacak" dedi.

 

Kurulacak müze Selçuklu tarihini araştırmada önemli rol oynayacak.

Trt/Haber, 28.09.2010

AMYZON ANTİK KENTİ İLGİ BEKLİYOR

 

 

Aydın’ın Koçarlı, Karpuzlu ve Söke ilçe sınırlarının kesiştiği bir noktadaki Gaffarlar Köyü'nün hemen üstünde yer alan Amyzon antik kenti, doğal güzelliklerin arasında unutulmaya yüz tuttu. Amyzon ormanlarının şemsiye görünümlü fıstık çamları, bölge halkının en önemli geçim kaynağını oluştururken gölgesi de terk edilmiş yılkı atlarına yataklık yapıyor.

 

Strabon’a göre; Alabanda’nın kuzeyinde, düşman saldırısını durdurmak ve savunmasını yapmak amacıyla kurulan Amyzon, 20. yüzyılın başlarında Paton ve Fowler; 1950'li yıllarda Robert; 1970'li yıllarda Lauter tarafından yapılan araştırmaları, 2000'de Özkaya ve San’ın birlikte yaptığı yüzey araştırması izlemiş. Bir kısmı 6 mt. yüksekliğe kadar ayakta kalabilmiş surlar, isodomos tekniğinde kesme taş bloklardan inşa edilmiş. Surlar yaklaşık 137 mt. uzunluğunda ve 1.68 m kalınlığında olup olasılıkla MÖ 300'lere ait olduğu söylenmektedir. Dor düzeninde teras üzerine inşa edilen Artemis Tapınağı’nda, bir arşitrav bloğu üzerinde Idrieus tarafından inşa edildiğini gösteren bir yazıt tespit edilmiş. Amyzon’un batı alanında depo olarak kullanıldıkları düşünülen 15'e yakın tonozlu büyük yeraltı odaları, hala sağlamlığını koruyor. Doğu-batı doğrultusunda birbirine paralel olarak uzanan bu yapıların bazılarının sarnıç olarak da kullanılmış olabileceği düşünülmektedir. Akropolünde tiyatro, agora ve çeşme kalıntıları ile taş işçiliğinin en güzel örneklerinin bulunduğu birçok kalıntı çevreye yayılmış durumda. Ana kayaya oyulan kaya mezarlarının da olduğu Amyzon, 3 ilçenin sınırlarının kesiştiği bir noktada unutulmuş gibi duruyor.

Bölgede inceleme yapan ve yetkilileri Amyzon Antik Kenti konusunda uyaran Kuşadası Eko Sistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği(EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü, “Yabancıların ülkemizden kaçırdıkları eserlerin sergilendiği müzelerin önünde kuyruklar oluşurken, bizlerin tarihimize verdiği önem açıkça görülmektedir. Bir yandan Hasankeyf, Allianoi ve mitolojik öykülerle dolu Çine çayı üzerindeki tarihi İncekemer köprüsü sular altında kalırken, bir yandan da defineciler tarafından oluşturulan tahribat büyük boyutlara ulaşmaktadır” dedi.

 

Birçok ören yerinde olduğu gibi Amyzon’un tarihinin de kaçak kazı yapanlar tarafından parçalandığına dikkati çeken Bahattin Sürücü, şöyle konuştu: “Sevindirici olan belki de Antik Dönemde burada yaşayan insanların yaşamlarına tanıklık eden menengiç gibi doğal anıtların hala sağlam kalabilmesidir. Bu doğal anıtların başına bir iş gelmemesi ve tarihi eserlerimizin korunması için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvuru yapacağız. Binlerce yıllık tarihi eserlerimizin dikilen bir tabelayla korunamadığı açıkça görülmektedir. Böylesine önemli tarihi yerlerimizin koruma kriterleri, dikilen bir tabelayla sınırlı kalmamalı. Yanı başındaki köyün iki gencine verilecek bir görevle en azından tahrip edilmesi önlenebilir. Etrafı fıstık çamlarıyla çevrili harika coğrafyadaki Amyzon bir an önce turizme kazandırılarak koruyarak kullanılmadır.”

Mücadele, 28.09.2010

GDO'LU TARİH

 

Newsweek Türkiye, Cemil İpekçi'nin Mardin Kasımiye Medresesi'nde yaptığı defile sonrası, tarihi yapıların amacı dışında kullanılması konusunu araştırdı. İşte İstanbul'da amacı dışında kullanılan bazı tarihi yapılardan örnekler.

 

Tarihi mekanların yapılış amaçları dışında kullanılması yıllardır alışılagelmiş bir bozukluk göstergesi olmuştur. Zaman zaman tartışma konusu olan bu konu ünlü modacı Cemil İpekçi'nin Mardin Kasımiye Medresesi'nde yaptığı defile ile yeniden gündeme geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Daire Başkanı Seyit Ahmet Arslan, "Kasımiye Medresesi'nin genetiği bozulmamalı" açıklamasını yaptı ve "Bir binanın yapım amacı neyse kullanım amacı da o olmalıydı" dedi. ‘Newsweek Türkiye'nin bu haftaki sayısında araştırdığı, ülke genelinde amacı dışında kullanılan bu sorun İstanbul genelinde de yoğun şekilde hissediliyor.

 

Ayasofya Örneği
Kentte, yapılış amacı dışında kullanılan en önemli yapı Ayasofya. Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından MS 532- 537 yılları arasında katedral olarak yapılan Ayasofya, İstanbul'un fethiyle birlikte Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürüldü. 24 Kasım 1934'te ise Atatürk'ün emri ve Bakanlar Kurulu'nun kararıyla müzeye dönüştürüldü.

"İstanbul'un Dünü Bugünü" adlı sergide emeği geçenlerden Yüksek Mimar Ufuk Demirgüç, tarihi mekanların tekrar kullanımının faydalı olduğunu söylüyor. Türkiye'nin kültür mirasını devam ettirmesini sağlayan pek çok "genetiğiyle oynanmış" (GDO'lu) yapının varlığından söz ederek şu örnekleri veriyor:

 

Hamamlar:
Genelde kafe olarak hayata kullanılıyor. Örneğin şu an kafe olarak hizmet veren Tahtakale Hamamı 80'li yıllarda soğuk hava deposuymuş.

 

Sinemalar:
Emek Sineması, hem yenileme hem de yeniden kullanım açısından değişimin hezimetine uğruyor. Çoğu artık eski halinin izini bile taşımıyor. Hatta mağaza, büfe ve eczaneye dönüştürülmüş olanları bile var.

 

Kiliseler:
İstanbul'un orta yerinde eski bir kilise vakfı 2007'den beri bar olarak işletiliyor. Ermeni Surp Asdvazazis kilise kompleksine ait olan vakıf binası, ibadet mekanıyla yana yana. Bina zaman içinde ayakkabı imalathanesi, matbaa, hatta Yeşilçam filmlerine stüdyo olarak bile kullanılmış.

 

Sarnıçlar:
Yerebatan Sarnıcı, yapısı sebebiyle daha çok klip, fotoğraf çekimi ve sanatsal buluşmalara ev sahipliği yapıyor. Binbirdirek Sarnıcı'ysa özel toplantılardan düğünlere, konser ve partilere açıyor kapılarını.

 

Rumeli Hisarı'nı nasıl bilirsiniz?

Rumeli Hisarı da bir dönem sanatsal çalışmaların sık sık yapıldığı bir mekan olarak kullanılmıştır. Yıllarca, tartışma konusu olmasına rağmen içerisinde konserlerin düzenlendiği Rumeli Hisarı, nihayet bu yapısal değişimden kurtulmuştur.

 

Konser, açık hava tiyatrosu, teşhir ve sergi amaçlı sanatsal çalışma alanı olarak kullanılmış Anadolu Hisar, yaklaşık 2 senedir sadece müze olarak kullanılıyor. Kültür Bakanlığı tarafından alınan karar doğrultusunda Hisar amacı dışında kullanılmaktan kurtarılmış durumda.

 

Süreyya Sineması:
Süreyya Sineması, sinema olarak bilinir. Opera salonu amacıyla açılan Süreyya Operet'i günümüzde her ne kadar sinema olarak bilinse de 2009'da tamamlanan bir renovasyonla tekrar opera binası haline çevrildi. Opera konserleri yeni binada yeniden yapılıyor.

 

Çinili Hamamı:
1640 yılında Kösem Sultan tarafından yaptırılan hamam çevresi, dükkanlar tarafından çevrilerek yok olmaya yüz tutmuş.

 

Çok Amaçlı Medreseler:
Başkan Seyit Ahmet Arslan'ın vurguladığı "Kasımiye Medresesi'nin genetiği bozulmamalı. Bir binanın yapım amacı neyse kullanım amacı da o olmalıydı" sözleri derin bir yarayı işaret ediyor. Zamanında eğitim için inşa edilen medreseler, yenilenerek kullanılan mekanlar arasında başı çekiyor. İçlerinde zaman zaman değişim sınırlarını aşmış olanlar da yok değil. Örneğin Bursa Gökdere Medresesi. Bir medrese ne olabilirse (hatta daha fazlasını) olmuş. Önce kadın hapishanesi, sonra marangozhane, ardından demirci dükkanı ve son olarak depo. Ancak 2005'te yerel yönetimin olaya el koymasıyla yenilenen medrese, son üç yıldır kültür merkezi olarak hizmet veriyor

Arkitera, 28.09.2010

KUBİLAY HAN'IN DÜNYASI

 

 

ABD’nin New York kentinde bulunan Metropolitan Sanat Müzesi’nde "The World of Khubilai Khan: Chinese Art in the Yuan Dynasty" (Kubilay Han’ın Dünyası: Yuan Hanedanı’nda Çin Sanatı) başlıklı sergi bugün açılıyor. 2 Ocak 2011’e kadar sürecek sergide yer alan eserlerden biri mürekkep ve boyayla ipek üzerine yapılmış "Khubilai Khan as the First Yuan Emperor, Shizu" adı verilen bir resim. Hun sanatından bugüne kalabilmiş nadir resimlerden bir başkasında ise bir at resmediliyor.

 

Sergi Kubilay Han’ın doğum yılı olan 1215’ten hanedanlığın çöküş tarihi olarak gösterilen 1368’e kadar olan dönemi kapsıyor. Bu,Moğol İmparatorluğu’nun Kore’den Doğu Avrupa’ya dek yayıldığı bir dönem... Sergide yer alan eserlerin çoğu Çin dışına ilk kez çıkıyor. Sergide sadece Çin’den değil, Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika müzelerinden gelen eserler de yer alıyor. Sergi dört ana bölümden oluşuyor: Günlük hayat, resim ve kaligrafi, dini sanatlar ve dekoratif sanatlar. 

Habertürk, 28.09.2010

DÜNDEN BUGÜNE 'DÜLÜK ANTİK KENTİ'

 

 

Gaziantep'te inanç turizminin gelişmesine önemli katkı yapması beklenen Dülük (Doliche) antik kentindeki bilimsel kazılar sürüyor.

 

Kazılara lojistik destek veren Şehitkamil İlçe Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, kaza alanında incelemelerde bulundu, kazıyı sürdüren Almanya'daki Münster Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engelbert Winter'den bilgiler aldı, kazılarda bulunan eserleri inceledi.

 

Winter, Dülük antik kentinde 1997 yılından bu yana bilimsel kazılar ve araştırmalar yaptıklarını belirterek, ''Burada doğan ve Akdeniz ülkelerine hatta İngiltere'ye kadar ulaşan Jupiter Dolichenus kültünün merkezi olan tapınak ile antik kentin yerleşim alanından tapınağa kadar uzanan kutsal yolu arıyoruz'' dedi.

 

Geçen yılki çalışmalarında kutsal tapınağın temelinin başlangıcını bulduklarını, bu yılki kazılarla tapınağın temelinin yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığını ifade eden Winter, ''Ayrıca kutsal yolu tapınağın bulunduğu alana bağlayan merdivenleri ortaya çıkardık. Yüzlerce küçük buluntuya ulaştık. Bu buluntulardan bir tanrı figürü bizim için çok önemli'' diye konuştu.
Winter, tapınağın bulunduğu Dülükbaba Tepesi'nde 2001 yılından bu yana çalıştıklarını anımsatarak, şöyle devam etti:

 

''Bu yılki kazı çalışmalarımız ekim ayında bitecek. Bu yıl oldukça geniş bir kadroyla çalıştık. Türk, Alman ve İtalyan 24 akademisyen ile işçilerden oluşan 50 kişi çalıştı.
Dülük antik kenti doğu ve batı kültürlerinin buluştuğu bir kavşak noktasıdır. Dülük antik kenti değişik inançlara merkezlik etmiş bir yerleşim yeridir. Buradaki çalışmalarımıza destek veren Fadıloğlu'na çok teşekkür ediyoruz.'' dedi.

 

Şehitkamil İlçe Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu da açıklamasında, Dülükbaba Tepesi'ndeki kazının ''çok uzun soluklu'' bir çalışma olduğunu vurgulayarak, ''Türkiye'de 70 yıldır devam eden kazılar var. Bu kazı da uzun yıllar sürsün anlayışında olmamakla birlikte tez canlı olmamız, yani acele etmemiz gerekmiyor. Bu çalışma bir ekip işi, kadro işidir. Dülük antik kentini dünya kültür mirasına kazandırmak istiyoruz. Dülük antik kentinin bir an önce turizme kazandırılmasına çalışıyoruz. Çalışmalara destek oluyoruz'' dedi.

 

Gaziantep'in 12 kilometre kuzeyinde bulunan Dülük (Doliche) antik kenti, dünyadaki en eski yerleşim yerlerinden biri. ''Üzerinde halen insanların yaşadığı'' antik kentin turizmi kazandırılması için 1997 yılından bu yana yüzey araştırmaları, kazılar ve çevre düzenleme çalışmaları gerçekleştirildi. Dülük antik kentinde yapılan çalışmalarda, Paleolitik (alttaş) devrine ait buluntular (fosil ve ok uçları) Türkiye'de ilk kez burada ele geçti. Tarih öncesi dönemde bölgenin adı Kal-si-ta-nan olup, Anadolu sınırları içerisinde ilk insan bu yörede yaşadı.

 

Yörede bulunan ve bugünkü adı Şarklı Mağara olan mağaranın duvarlarında ilk kez sayı sistemi kullanıldı. Dülük, MÖ 1525 yılında Hitit Kralı 1. Hattuşili tarafından işgal edilerek, askeri üs olarak kullanıldı. Antik kentin, Hitit İmparatorluğu'nun parçalanması sonrasında kurulan Geç Hitit Krallıklarından biri olan ve Asurlular'ın ortadan kaldırdığı Gummuhi Krallığı'na bir süre başkentlik yaptı.

 

Sonraki yıllarda sırasıyla Asurlular, Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Romalılar, Ermeniler, Haçlılar ve Müslüman Türklerin hakimiyetine giren Dülük, bugünkü Gaziantep'in kurulmasıyla beraber önemini kaybetti. Antik kentte şimdi ''Dülük'' adıyla anılan köy bulunuyor.


Kommagene bölgesinde filizlenen ve antik dönemde büyük bir inanç olarak ortaya çıkan Jüpiter Delichonus Kültü (inancının) bu bölgeden Anadolu'ya ve zamanla tüm dünyaya yayıldı. Bu nedenle Dülük antik kentinin ''Jüpiter Delichones Kültünün Kabe'si olduğu'' ifade ediliyor.

Cumhuriyet, 28.09.2010



KEHRİBAR KOLYELİ ÇOCUĞUN SIRRI

 

  

 

Dünya Kültür Miraslarından biri olan İngiltere'nin ünlü antik kalıntıları Stonehenge'in 1.5 kilometre kadar uzağında bulunan bir mezar bilim insanlarını şaşırttı.


Mezarda, MÖ 1550 yıllarında öldüğü sanılan, 14-15 yaşlarında bir çocuk iskeleti bulunuyordu.
Ancak, çocuğun boynundaki kehribar kolye ve diğer buluntular, çocuğun İngiltere'de değil, Fransa, İspanya, İtalya ya da Yunanistan'da doğup yaşadığı ve Manş Denizi'ni ahşap bir tekneyle aştığını gösteriyor.


Geçtiğimiz yıllarda, Stonehenge yakınlarında bu tür iki mezar daha bulunduğu belirtilirken, bu keşfin, Stonehenge'in binlerce yıl önce de turistlerin ziyaretine uğradığını gösterdiği açıklandı.

Çocuğun iskeletinde yapılan incelemeler, onun MÖ 1550 yıllarına ait olduğunu gösterirken, bilim insanları, Stonehenge'in o tarihte bile 1500 yıldan yaşlı olduğunu söylüyorlar.


Stonehenge'in MÖ 3000 ve 2400 yılları arasında inşa edildi ve yaklaşık bin yıl boyunca kimi ayinler için aktif olarak kullanıldı.


Kehribar kolyeli çocuğun keşfi de, Stonehenge'in milattan önceki dönemde bile sadece İngiltere'de değil, tüm Avrupa'da bilindiği ve "turistik" gezilere o dönemde bile evsahipliği yaptığı iddialarını güçlendirdi.

Milliyet, 28.09.2010

GÖBEKLİTEPE KAZI ALANINDAKİ TARİHİ ESERLERİ ÇALDILAR

 

Şanlıurfa'nın 13 bin 500 yıllık geçmişe sahip Göbeklitepe kazı alanında tarihi eserler çalındı. Önceki akşam Göbeklitepe kazı alanına gelen bir grup, kazıdan yeni çıkarılan tarihi eserleri ve kazı ekibinin malzemelerini alarak kayıplara karıştı. Dün sabah kazı alanına gelen Prof. Klausse Shcmit ve ekibi hırsızlığı fark edince olayı jandarmaya bildirdi. Olay yerine gelen jandarma ekipleri kaçan hırsızların yakalanması için geniş çaplı araştırma başlattı. Öte yandan kazıyı gerçekleştiren ekip, Göbeklitepe'den çalınan eserleri tespit etmeye çalışıyor.

Sabah, Haber: Mehmet Yıldırım, 28.09.2010

MOZAİKLER KENTİ ZEUGMA

 

 

Bozkırın ortasında daha gün aydınlanmadan toprakla olan mesaileri başlıyor. Ellerindeki ince ve ufak aletlerle yüzyıllar öncesine ait, koskocaman bir tarihi ortaya çıkarıyorlar. Arkeologlar tam 140 yıldan bu yana Anadolu'da iğneyle kuyu kazıyor. Kimi zaman bir çömlek, kimi zaman bir mozaik, kimi zaman da bir kemik parçası tarihin ilklerine götürüyor onları. Yapboz yapar gibi itinayla birleştiriyorlar her parçayı. Türkiye genelinde Bakanlar Kurulu izniyle, Edirne'den Ağrı'ya, Sinop'tan Hatay'a 159 arkeolojik kazı çalışması devam ediyor. SABAH ekibi olarak Anadolu'daki kazı alanlarından bazılarını ziyaret ettik. Arkeologlarla, arkeoloji öğrencileriyle ve artık her biri neredeyse arkeoloji uzmanı olan işçilerle görüştük. Bulunan bir duvarın, bir heykel parçasının onları nasıl mutlu ettiğine tanıklık ettik. Tozun, toprağın içinde tüm maddi imkansızlıklara rağmen özveriyle sürdürülen çalışmalar, Anadolu'nun tarihi zenginliklerine her gün bir yenisini ekliyor. İşte, hem Anadolu topraklarının, hem de dünya tarihinin izini süren perde arkasındaki kahramanların ve o kazıların hikayeleri...
 

***


Arkeolojik kazı alanları ile ilgili ilk durağımız, "Çingene Kız" mozaiği ile tüm dünyanın yakından tanıdığı Gaziantep Nizip'teki 2 bin 300 yıllık Zeugma antik kenti... Buradaki kazılar tam 23 yıl önce başlamış ve o tarihten bugüne aralıksız devam ediyor. Buranın ilk keşfi 1970'li yıllarda bölgeye gelen Alman arkeologlar tarafından yapılıyor. MÖ 300 yılında Büyük İskender'in generallerinden Selevkos Nikator tarafından "Selevkaya" adı ile Fırat Nehri kenarında kurulan kent, Türkiye'de devam eden en önemli kazılardan biri... Bugüne kadar yapılan çalışmalarda; Fırat Nehri manzaralı teraslarda, tabanı rengarenk mozaik, duvarları fresk, oda içleri mobilya ve heykelciklerle süslü villalar, hamamlar, forum ve arşiv odaları gün yüzüne çıkartılmış.

Kazılar son 5 yıldır Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nden Doç.Dr. Kutalmış Görkay'ın başkanlığında sürdürülüyor. Zeugma'daki kazı çalışmaları, her yıl 3 ay sürüyor. 30 işçi ve 27 akademik personelin görev yaptığı tarihi kentin sınırları, 700 dönümlük bir arazi üzerinde. Bir kısmı Birecik Barajı'nın suları altında kalan tarihi kentin tarihçesini ve yapılan çalışmaları bizlerle paylaşan Görkay, mimar olan babası sayesinde başlayan tarih merakı ile bugünlere gelmiş.

Yaptığı işi, "Heyecan verici, zor, fedakarlık isteyen, tehlikeli ve riskli" olarak tanımlayan Doç.Dr. Görkay, kış şartlarında çalışmalarının güç olduğunu, akademik takvim gereği de yaz sıcaklarında çalışmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Sabah saat 07.00'de başlayan çalışmalar, genellikle öğleden sonra 16.00'ya kadar sürüyor. İki milyon lira harcanan çatı sistemi ile üstü kapatılan ilk kazı alanı, kısa bir süre sonra ziyaretçilere açılacak. Kutalmış Görkay, "Ziyaretçiler 10 ya da 12 mozaiği yerinde görebilecek. Ziyaretçiler bizim belirleyeceğimiz güzergahı takip ederek, eserlere bir zarar vermeden yerleşim yerini gezebilecek" bilgisini veriyor.

Kazı alanındaki işçilerden 39 yaşındaki İbrahim Aşar, İtalyan arkeologlarla başladığı kazı da 14 yılı geride bırakmış. Buradaki çalışmalara nasıl başladığını şöyle anlatıyor: "Kazı çalışmalarında çalıştırılmak üzere işçi arandığını duydum. Baştan çok önemsemiyordum. Amacım para kazanmaktı. Şimdi ise benim için bir tutku oldu. Bir kalıntı bulunduğunda nasıl müdahale edilir, nasıl korunur? Tüm bunları öğrendim. Bu işin bir okulluları, bir de alaylıları var. Biz alaylılardan olduk." Kazı çalışmalarına destek veren Alman arkeolog Prof.Dr. Friederike Fless, 2 yıldır geldiği ve mozaikler kenti olarak nitelendirdiği Zeugma'nın kendisini çok heyecanlandırdığını şu sözlerle dile getiriyor: "Kentin Hellenistik döneme ait su duvarlarını araştırıyoruz. Burası çok zengin tarihi barındırıyor. Yapılacak çok iş, araştırılacak çok konu var... Potansiyel çok fazla..."

Kazı alanından sonra soluğu "mutfak" olarak nitelendirilen, laboratuar ve kazı evinde alıyoruz. Buradaki işlerde en az kazı alanındaki kadar meşakkatli. Kazı alanında ortaya çıkartılan buluntular, temizlendikten sonra kazı laboratuarında tek tek inceleniyor. Tarihlendirilmesi yapılan ve birleştirilmesi mümkün olan parçalar birleştirildikten sonra fotoğraflanarak, envanter olarak kaydedilip, müzeye teslim ediliyor. Ankara Üniversitesi arkeoloji bölümü mezunu Ayça Sarıönder, çıkartılan malzemeler üzerine çalışırken, yaptığı işi, "Bunların çizimini yapıp, birleştirilmesini gerçekleştiriyorum. Her birinin ayrı bir hikayesi var. Geldikleri yerler ayrı. Tarihlendirme ciddi bir iş. Envanterleme yapıyorum. Ayrı bir heyecanı ve keyfi var" diye anlatıyor.

Kısa süre önce bulunan ve özenle korunan, şarap tanrısı Dionyos'un Ariadne ile evlilik sahnesinin canlandırıldığı mozaik, SABAH için özenle temizlenerek, gün yüzüne çıkartılıyor. Kazı alanındaki usta işçilerden İbrahim Aşar ve öğrenciler, mozaiği dikkatli bir şekilde temizlerken ortaya muhteşem bir görüntü çıkıyor.

Sabah, Haber: Bülent Ergün - Kutup Dalgakıran, 28.09.2010

BAR İNŞAATINDAN MEZAR ÇIKTI

 

Balkanların en yoksul ülkelerinden Arnavutluk'ta alışveriş merkezi ve coffee bar yapılmak için yapılan inşaat çalışmalarında MS 6'ncı yüzyıla ait bir mezar ortaya çıktı.
 

Arnavutluk'ta Durres şehrinde belediyenin alışveriş merkezi ve coffee bar yapmayı planladığı yerde yaptığı inşaat çalışmalarında MS 6'ncı yüzyıla ait bir mezar ortaya çıktı.

 

Başşehir Tiran'ın 33 kilometre batısındaki Durres'te ortaya çıkarılan mezar, inşaat çalışmaların durmasına yol açtı. Yetkililer, geçtiğimiz hafta bulunan ve içinde kemiklerin bulunduğu mezarı koruma altına aldı.

 

Balkanların en yoksul ülkelerinden olan Arnavutluk'ta, izinsiz inşaatlar sebebiyle çok sayıda tarihi miras yok oluyor. İki yıl önce kurulan Arnavutluk Arkeoloji Servisi yetkilisi Vangjel, "Durres'teki inşaat çalışmaları tarihi mirasa çok zarar verdi" dedi. Yaklaşık 3 bin yıl önce insanların yaşadığı yerde yapılan incelemenin ardından inşaatın devam edip etmeyeceğine karar verilecek.

Ntvmsnbc, 28.09.2010

MİDİLLİ VALİSİNE ALLİANOİ ENGELİ

 

 

Yunanistan'ın Midilli Adası'ndan gelen ve Ankara'nın Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık'ın kendilerine eşlik ettiği aralarında Midilli Valisi Pavlos Vogiatzis ile EPT televizyon kanalı ekibinin de bulunduğu 40 kişilik grubun, İzmir'in Bergama İlçesi yakınlarındaki Yortanlı Barajı'nın suları altında kalması beklenen Allianoi ören yerini gezmelerine izin verilmedi.


Vogiatzis ve eşi ile Yunan televizyon kanalı EPT ekibinin de aralarında yer aldığı 40 kişilik bir grup, Dikili'de bulunan Tanık eşliğinde, Allianoi ören yerini görmek istedi.
 

Bergama'ya otobüsle giden grup, ören yerine bir kilometre kala, yolun kayalarla kapatılmış olduğunu gördü. Bunun üzerine ören yerine yaya olarak ulaşmak isteyen grup, yolda jandarma ekipleri tarafından durduruldu. Jandarma ekipleri, grubun ören yerine gitmesine, bu yönde yapılan tüm ricalara rağmen izin vermedi. Tanık, konuya ilişkin gazetecilere yaptığı açıklamada, Allianoi'yi sular altında kalmadan görmek istemelerinin engellenmiş olmasını kınadığını ifade etti.
 

Yolu kapatılmasının ve Allianoi'ye ulaşmalarının engellenmesinin, Yunan gruba yönelik olduğunu düşünmediğini söyleyen Tanık, şunları kaydetti:
“Buraya, sanıyorum Türk basınının da girmesi mümkün olamadı. Yunanlıların burayı ziyaret etmelerinin amacı burayı son bir defa görmekti. konulan ambargonun gereksiz endişeden kaynaklandığını düşünüyorum.

Uygulama, yapılan bu işten yönetimin emin olmadığının bir işareti. Yaptığınız işlemden eminseniz, herkese gösterebilirsiniz. Oysa bu gösteriyor ki, burada gizli yapılmasına ihtiyaç duyulan bir uygulama var.”


Midilli Valisi Pavlos Vogiatzis de Allianoi'yi son bir kez görmeden dönmekten duyduğu üzüntüyü ifade ederek, “Komşu bir ülkenin insanları olarak burayı görmek isterdik. Böyle olmasını beklemiyorduk. Aslında bu Türk devletinin hatası değil. Bu tüm dünya tarihinde yapılan bir hatadır. Allianoi'nin kaybolması, evimizden bir parçanın kaybolması gibidir.”

 

Yunan grubun Allianoi'ye geçişine izin verilmediği sırada bölgede bulunan çevre köylerden Paşaköy'ün muhtarı Adnan Çelik de yolun kayalarla kapatılmasına tepki gösterdi.
Yolun kayalarla kapatılmış olmasından şikayetçi olan Çelik, “Yolu tamamen taşlarla kestiler, tarlalarımıza gitmek için traktörlerimizle ve araçlarımızla geçemiyoruz, ürünümüz tarlada kaldı. Pazartesi günü bu yol için savcılığa suç duyurusunda bulunacağım” dedi.

Hürriyet, 28.09.2010

TARİHSEL MİRASIMIZ TEHDİT ALTINDA

 

 

Türkiye'deki tartışmalı baraj projeleri, Batı medyasının da büyütecinin altında. Los Angeles Times, Hasankeyf kaynaklı haberinde "Bir baraj, mirası, bir Kürt kentinin geçimini suların altına bırakmakla tehdit ediyor" derken Le Monde gazetesi, "Allianoi Kaplıcası'nı bir baraj tehdit ediyor" ifadesini kullandı. Her iki gazete, söz konusu projelerinin "hukuku ihlal ettiği"ni ifade etti.

ABD'nin büyük gazetelerinden Los Angeles Times, "Bir Baraj, Mirası, bir Kürt Kentinin Geçimini Suların Altına Bırakmakla Tehdit Ediyor" başlığını kullandığı Hasankeyf kaynaklı haberinde "Bir zamanlar Asya'yı Avrupa'ya bağlayan İpek Yolu'nun önemli bir durağı olan, Türkiye'nin güneydoğusundaki, Dicle nehri kıyılarındaki tarihi Hasankeyf kenti, geçimi turizme bağlı 3 bin kadar insanı besleyen zengin bir tarihin parçasıdır. Ancak hükümet, büyük bir hidro santralini tamamlamak için acele ederken Hasankeyf yakında birçok arkeolojik zenginlikleriyle birlikte tamamen suların altında kalacak" diye yazdı.

Hasankeyf halkının şikayet ve yakınmalarını yansıtan gazete, İrlanda Ulusal Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkan Vekili Maggie Ronayne'nin "Hasankeyf, Türk ulusal miras yasası ve Avrupa hukuku ve yönetmenliklerinin koruması altında. Bu nedenle, bu projenin geliştiricisi olarak devlet, kendi yasasının yanı sıra Avrupa hukuku ve diğer kuralları ihlal ediyor" iddiasını da aktardı.

Allianoi kaplıcasının çok iyi korunduğunu, galerisinin çok güzel olduğunu ifade eden Fransız Le Monde gazetesi ise, "Ekolojist dernekler harekete geçmesine rağmen hiçbir şeyin, Allianoi'yi tehdit eden baraj projesini durduramayacağı gibi görünüyor" yorumunu yaptı. Gazete, "15 yıl önce lanse edilen Yortanlı baraj projesi, doğa ve tarihi mirasının korunmasına ilişkin yasayı da ihlal ediyor. İnşaat işleri aleyhinde bir düzine yargı kararı da var. Nihayet, projenin rantabilitesi de kuşkulu. Halbuki Allianoi, yılda yüz binlerce turisti çekebilirdi" diye yazdı.

Fransız gazetesi, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, sivil toplumun Allianoi'yi kurtarma çağrıları "abartılı" bulduğunu, tarihi mirasın herhangi bir zarar görmeyeceğini söylediğini belirttiği haberinde Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun Tarkan için sarf ettiği "Bilmediği konuya burnunu sokmasın" yönündeki sözlerine de dikkat çekti.

Arkitera, 28.09.2010

TARİHİ CAMİ İBADETE AÇILACAK

 

Tokat'ta yüzlerce yıl önce bağımsız minare yapılarak camiye çevrilen Hamza Bey Camii ibadete açılmaya hazır hale geldi.

 

Meydan Çarşısı Çekenli İş Merkezi arkasında bulunan Hamza Bey Camii, camiye yaklaşık 10 metre uzaktaki minaresi ile dikkat çekiyor. Birkaç yıl öncesine kadar etrafı evlerle çevrili olan minare yapılan istimlak çalışmaları ile gün yüzüne çıkarılırken, cami restorasyon edildi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafında yaklaşık 210 bin TL'ye mal olan restorasyon çalışmaları nedeniyle bir süre kapalı kalan caminin tekrar ibadete açılması bekleniyor.

 

Mülkiyeti Hamza Bey Vakfı'na ait olan tarihi cami Çelebi Sultan Mehmet döneminin önemli devlet adamlarından Bicaroğlu Hacı Nureddin Hamza Bey tarafından 1412 yılında zaviye olarak yaptırıldı. XV. yüzyıl Osmanlı zaviye minaresinin tipi bir örneği bu plan tipi ile Bursa'da ki erken dönem Osmanlı camilerine ilham kaynağı oldu. Kuzey batı tarafına yapıdan bağımsız minare yapılarak camiye çevrildi.

Tokat Kent Haber, 28.09.2010

NEMRUT HEYKELLERİ ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ'NDE YAŞATILIYOR

 

 

Nemrut Dağı'ndaki tanrı heykellerinden 9'unun mermerden yapılan aynı boyuttaki örnekleri, Adıyaman Üniversitesinin girişine yerleştirildi. Üniversite tarafından, 2009 yılında başlatılan 2. Work-Shop Atölye Heykel Çalışmaları'nın bu yılki bölümü kapsamında tamamlanan 5 heykelle, toplam 9 heykel, üniversitesinin ana girişini süslemeye başladı.

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mustafa Bulat başkanlığındaki bir ekip tarafından başlatılan çalışmada, 9 heykel asıllarıyla aynı boyutta, mermerden yapıldı. Üniversitenin ana girişi olarak tasarlanan, Cendere Köprüsü simülasyonu giriş yollarında, dev vinçlerle kaideler üzerine yerleştirilen Nemrut Dağı'ndaki heykeller, kampüs alanını adeta açık hava müzesine dönüştürdü.
      
Adıyaman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mustafa Gündüz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Nemrut Dağı'ndaki heykellerin üniversitede yeniden hayat bulduğunu, taş heykellerin Muğla'dan getirtilen mermerlerle birebir örneklerinin yeniden yapıldığını söyledi. Proje kapsamında Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü heykeltıraşlarının Adıyaman'a gelerek, çalışmalara katıldığını ve tatil yapmadan çalışmaya devam ettiklerini dile getiren Gündüz, şöyle konuştu:

''Adıyaman Üniversitesi'nin girişinin tasarlanması sürecinde 'Cendere Köprüsü simülasyonu' ana giriş olarak görüşülürken, Doç Dr. Mustafa Bulat ve eşleri Serap Bulat Atatürk Üniversitesi'nden benim çok değerli dostlarımdı. Onlarla bir görüşmemiz sonrasında Nemrut Heykelleri'nin taştan yapıldığı doğa koşullarından ve benzeri koşullardan yıprandıkları, bir süre sonra siluetlerinin kaybolabileceği tehdidine karşılık, mermerden en az 5 bin yıl dayanabilecek birebir ölçülerinde heykellerin yaptırılması projesinin çok doğru olacağı ve üniversitenin sadece bugüne değil geleceğe bin yıllar ötesine önemli bir hizmet sunabileceği fikri ile bu projeye başladık.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ortaklaşa bir proje geliştirdik. Sevgili dostum Mustafa ve eşleri Serap hanımın öğrencileriyle birlikte bu projeyi üçayakta devam edecek şekilde ve üç çalıştayda tamamlayabileceklerini gördük. Bu çalıştayın da önemli bir bölümü de tamamlanmış durumda. Üniversitesinin ana girişinden itibaren 9 tane Nemrut Dağı'nda bilinen ve en öne geçmiş olan heykellerin mermerden birebir olarak yapılmış olanlarını selamlayarak girecek insanlar. Böylelikle Nemrut Dağı'nda belki birkaç yüzyıl sonra göremeyeceğimiz taştan yapılmış olan o heykellerin Adıyaman Üniversitesi aracılığı ile binlerce yıllık birebir kopyaları çıkarılmış olacak.''
        
Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mustafa Bulat da, çalışmanın kendisini heyecanlandırdığını, projede yer almaktan mutlu olduğunu ifade etti. Önceki yıl Muğla bölgesinden getirtilen mermerlerle Nemrut Dağı'ndaki doğu terasta bulunan heykellerden 4 tanesinin yapımını gerçekleştirdiklerini belirten Bulat, şu bilgileri verdi:

''Commagene, Herakles, Antiochos ve kartal başlarını çalıştık. Bu proje ikinci yılında yine Work-Shop çalıştayı olarak devam etmektedir. Bu dönemde de tokalaşma sahnesi yüksek rölyef kabartma, Horoskop Aslan, Apollo ve oturan aslan ile Zeus heykelinden oluşan 5 heykel daha yaparak bunları Üniversite açık hava müzesine yetiştirip girişin sağında ve solundaki yollarda sergilenecek. Seneye de bu projeyi tamamen sonuçlandıracağız. Bu çalışma 2 bin yıllık Nemrut Uygarlığı'nın Anadolu yerel halkının ve sanatçılarının bıraktığı mirası asıllarına uygun olarak yaşatacak.

Asılları Nemrut Dağı'nda yıpranmış bir durumda. Biz bunların kopyalarını üniversiteye yaparak gelecek kuşaklara bırakmak istedik. 2 bin yıl önce Anadolu'da sanatçıların orada yaptıkları şaheserleri incelemek ve onları yapmak, büyük bir iş. O heykellerin aslında müthiş bir ders de alıyoruz. O heykellere büyük bir anıtsallık kazandırmışlar. Biz o birikimlerimizi burada paylaştık ve onları yine aynı duygularla onların yaşadıklarını bizler de yaşayarak bu heykelleri ortaya koymak heykeltıraşlar için anlamlı bir çalışma olsa gerek.''

Yapı, Fotoğraf: Fetit Binzet, 27.09.2010

ÇARMELİK KERVANSARAYI KURTULACAK

 

Şanlıurfa'daki önemli tarihi mekanlardan olan ve son yıllarda yıkılma tehlikesi bulunan ''Çarmelik Kervansarayı''nda restorasyon çalışmalarına hazırlık çerçevesinde kazı ve temizlik çalışması başlatıldı.

 

Dünyanın en eski kentlerinden ve Türkiye'de en çok arkeolojik kazı çalışmasının yapıldığı kentlerden biri olan Şanlıurfa'da, bir çok tarihi eser ve mekan elden geçirilmeye çalışılıyor. Bozova İlçesine bağlı Büyükhan Köyü'nde bulunan, Osmanlı ve Selçuklu mimarisinden izler taşıyan ve Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde de ismi geçen tarihi ''Çarmelik Kervansarayı''nda da, Şanlıurfa Müze Müdürlüğü'nce kazı ve temizlik çalışması başlatıldı. Şanlıurfa Müze Müdürü ve Kazı Başkanı Arkeolog Müslüm Ercan, yaptığı açıklamada, kervansarayın tarihi ve yürütülecek çalışmalar hakkında bilgi verdi. Kervansarayla ilgili bir kitabe bulunmaması nedeniyle, eserin inşa tarihinin net olarak bilinmediğini ifade eden Ercan, ''Ama Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde, Halep'ten Nizip'e, Nizip'ten Birecik, Rumkale, Suruç ve Çarmelik'e ulaştığını ifade ediyor. Bu tarihi 1314 olarak belirttiği için de kervansarayın 1314'ten önce yapıldığını söyleyebiliriz'' dedi. Osmanlı ve Selçuklu döneminden izler taşıyan kervansarayın kuzey kısmında temizlik ve kazı çalışmaları başladıklarını belirten Müslüm Ercan, ''Yaptığımız bu çalışmanın temel amacı temizlik aşamasını gerçekleştirerek kervansarayda restorasyona zemin hazırlamaktır. Çalışmamızı şu anda yıkık durumda olan kervansarayın ana hatlarını ortaya çıkarmak ve restorasyona bir ön hazırlık oluşturmaktır. Umarım bu çalışma sonunda Çarmelik Kervansarayı'nın restorasyonu yapılır ve turizme kazandırılmış olur.''

Zaman, 27.09.2010

SİİRT ULU CAMİİ RESTORASYONDA

 

Ulu Camii minare kaidesindeki kitabeye göre 1129 yılında zamanın Selçuklu Sultanı Mugiziddün Mahmut tarafından yapıldı.

 

Tavanın su alması nedeniyle bazı bölümlerde dökülmeler başlaması üzerine, camiyi kurtarmak için yetkililer harekete geçti.

 

Siirt Valisi Musa Çolak:" Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından da ihalesi de yapılmıştır, yaklaşık 770 bin TL’ye mal olacak restorasyon çalışmalarında kubbe kısımlarında yer alan kurşunlar yenilerek, iç kısım ve abdest bölgesinin tamamen restore edilerek vatandaşlarımızın hizmetine sunulacaktır." dedi.

 

Gelecek yıl tamamlanması beklenen restorasyon çalışmaları nedeniyle Ulu Cami geçici olarak ibadete kapatıldı.

Trt/Haber, 27.09.2010

EL YAZMASI KİTAP, ÖZEL ORTAM VE BAKIM İSTER

 

 

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin, el yazması eserlerin insanlığın ortak kültürel değeri haline geldiğini belirterek, bu kitapların özel ortam ve bakım istediğini, naylon poşetlerin içine konulmaması, havasız ortamlarda bırakılmaması, uzun süre rafta tutulmaması ve iklimlendirmeye azami dikkat edilmesi gerektiğini bildirdi.


Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hava kirliliğinin insan sağlığına verdiği zarar kadar, kitaplara da zarar verebildiğini belirtti.


Bu nedenle insanlığın ortak kültürel değeri haline gelen el yazması eserlerin titizlikle korunması gerektiğini ifade eden Şahin, "Yazma eserler uzun süre rafta tutulmamalı. Çünkü uzun süre aynı rafta tutulan eserlerin minyatür, tezhip veya yazıları hava almadığı için bozulabiliyor" dedi.
Şahin, el yazması kitapların yıpranmasının önlenebilmesi için belirli aralıklarla tek tek elden geçirilerek, tozlarının alınması ve eserlerin havalandırılması gerektiğini bildirdi.


El yazması eserlerin her rafa, her odaya da konulamayacağına vurgulayan Şahin, şunları kaydetti:
"El yazması eserlerin bulunduğu yerin ısısının kışın 16 derece, yazın ise 24 derece olması gerekir. Ani ısı değişimlerinden kaçınılması ve nem oranının yüzde 50, ışık şiddetinin de 50 lux olmasına dikkat edilmelidir. Konya bu anlamda bu gibi eserlerin tam yaşayacağı yerdir. Örneğin, Kurtuluş Savaşı sırası nda bir takım önemli belgelerin İstanbul'dan Konya'ya binamızın karşısındaki Anber Reis Camii'ne getirilerek saklandığını gösteren bir belgeye rastladık. Yani Konya nem, ısı ve deprem konusunda oldukça şanslı bir bölgemiz."


Kitapların değerinden insanları haberdar etmenin önemine de değinen Şahin, "Evlerdeki bazı el yazması kitaplar, ya bodrum katlarında ya da tavan aralarında, rutubetli, tozlu, topraklı yerlerde muhafaza ediliyor. Bunlar ancak eğitimle önlenebilir" diye konuştu.

Kitapların dostu olduğu kadar düşmanlarının da olduğunu, hatta düşmanları kadar dostların da kitaplara zaman zaman zarar verdiğini dile getiren Şahin, sözlerine şöyle devam etti:
"Bir insan art niyeti olmadan nasıl kitaba zarar verir? Bunlar bizim batıl inanç diyebileceğimiz geleneklerdir. Kitabın içindeki muhteva hiç önemli değildir. Bakıyor kitaba, 'Ha bu Arap harfli demek ki kutsaldır' diyor. Bizdeki kutsallık kavramı da çok yanlış yorumlanıyor. Arap harfleriyle yazılmış kitaplara el değmenin bile zor olduğu düşünülüyor. 'Madem biz okumuyoruz. Okumamak da günah. Bunları ocakta yakalım. Küllerini de ayak değmedik bir yere koyalım' gibi yanlış düşüncelere sahip insanlar var. Bunlara hala rastlıyoruz. Bizde kağıt da kutsaldır, kalem de kutsaldır. Bunlar ayak altında durmasın, bunlara ayak basılmasın düşüncesiyle, götürülüp mezara gömülmüştür. Mesela bundan 3-4 yıl önce Hoca Cihan Mezarlığı'ndan bize bir ihbar geldi. Gittiğimizde gördük ki küreği nereye saplasak, sanki kitap tarlası. Kitaplar oraya gömülmüş. Kim tarafından gömüldüğü bilinmiyor. Kitaplar çürümüş vaziyette bulundu. Bizde bununla ilgili yaşanmış birçok örnek var. Neden? Ayak basılmasın diye. Mezarlık da kutsal atfediliyor, orada çok gezilmiyor, mezara ayak basılmıyor. Yine suya kitap atma batıl bir gelenek."

Türkiye Gazetesi, 27.09.2010

BÜYÜK İSKENDER'İN SU TÜNELİ MÜZE OLACAK

 

 

İzmir’de Agora kazı alanına yakın Sakarya Mahallesi’nin 821 sokak, 23 numaralı evinin altında 2 bin 500 yıllık su tüneli bulundu. 2 metre yüksekliğinde 1 metre genişliğindeki tünele merdivenlerle iniliyor. Ayaklar, 20 basamaktan sonra tünelin zemininde bulunan suyla buluşuyor. Aşırı soğuk olan suyun derinliği 50 santimetre. Tünelde kesintisiz 100 metre yürümek mümkün daha sonra yıkılan bir ev nedeniyle tünelde yürümek mümkün olmuyor. Tarihçiler bunun 2 bin 500 yıllık bir su tüneli olduğunu açıkladı.
 

Roma döneminde yapılan tünelden Kadifekale’deki su Agora’ya aktı. Altında tünel olan evde doğup büyüyen Rami Bitlen (55) çocukken sık sık indikleri tünel yüzdüklerini, saklambaç oynadıklarını, buranın kimi zaman dilek kuyusu olarak kullanıldığını özellikle genç kızların gelip evlilik dilediğini belirterek, 1980’li yıllarda kentte uzun su kesintilerinin olduğu zaman kadınların tünelden kovalarla çektikleri suyu evlerinde kullandığını söyledi.


Bitken’den evi 84 bin liraya satın alıp, tüneli üç ay içinde turizme kazandırmayı amaçlayan Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, şöyle konuştu:
“Makedonya Kralı Büyük İskender’in buradan ava gittiği, rüyasında gördüğü pınarın aktığı tünel burası. Kadifekaleden Agora’ya kadar uzanan bir hat. Tarihte hep ‘tünel’ diye anlatılır. İşte o meşhur tünel burası. İzmir turizm kimliği olmasına rağmen bunu yeterince kullanamayan bir kent. Altınpark kazı çalışmasıyla arkeopark yaratacağız. Bu da onunla bütünleşen bir yapı. Bence İzmir’e çok önemli bir şans yaratacak. Suyu da pırıl pırıl. İnsanlar uzun süre o suyu kullanmışlar. Araştırmacı- gazeteci bir arkadaşımız böyle bir yer olduğunu söyledi ve baktık gerçekten doğru tünel. İçinden çıkan tarihi eserleri sergileyeceğiz. Biz sahip çıkmasaydık yıkılıp yok olacaktı. Satın aldık. Üç ay içinde projemizi aşama aşama hayata geçireceğiz. 100 metresinde bile yürünse bu çok önemli. Büyük İskender’in yüzerek, yürüyerek, koşarak ava gittiği tünel burası. Evin bahçesinden bakıldığında İzmir perspektifi de çok güzel. Burayı kafeterya haline getireceğiz.”

Hürriyet Ege, 27.09.2010

EDİRNE'DE ORTAÇAĞ YERLEŞMESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILMAYI BEKLİYOR

 

Edirne'nin Lalapaşa İlçesi'ne bağlı Sinanköy'de hiç el değmemiş halde bulunan ve günümüze kadar gelen Ortaçağ yerleşmesi gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.

 

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engin Beksaç, Lalapaşa İlçesi'ne bağlı Sinanköy'ün, önemli yerleşim alanlarından biri olduğunu söyledi.

 

Sinanköy'de Erken Ortaçağ ve Geç Ortaçağ sürecine kadar şekillenen uzun bir yaşam periyotunun bulunmasının mümkün olduğunu ifade eden Beksaç, ''Burada karşımıza çıkacak olan hem yaşam yapısı, hem askeri yapısı, hem dini yapısı ve sosyal kimliği ile bir yerleşmeyi bir bütün olarak ortaya çıkarabileceğiz'' dedi.

Turizm Gazetesi, 27.09.2010

TÜRKİYE'DEN 50 YERİ UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE SOKACAKLAR

 

 

Dünya Mirası Gezginleri Derneği, Türkiye’de UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine giren yerlerin önemine dikkat çekmek, bu listeye daha fazla yerin girmesini sağlamak amacıyla çalışmalar yapmayı üstlenen bir grup gönüllü gezginden oluşuyor. Üye sayısı şu anda 164. Toplam sayısı 911 olan UNESCO Dünya Mirası’ndan 551’ini gören Başkan Atila Ege, “Amacımız en az 5 bin kişinin desteğini sağlamak” diyor.

 

Dünya Mirası Gezginleri Derneği Başkanı Atila Ege, uzun yıllar yurtiçinde ve yurtdışında eğitim alanında çalıştı. Her fırsatta eşi Nihal Ege’yle seyahat etti. 40 senede 140’ın üzerinde ülke gördüler.


Dünya miraslarına ilgileri ise 8 sene önce, yurtdışında karşılaştıkları genç bir çiftin Güney Amerika’da UNESCO Dünya Mirasları’nı gezdiklerini öğrenmeleriyle oldu. Onlar da listedeki yerleri gezmeye başladılar. Her gördükleri yerde, Dünya Mirası amblemine ve sertifikalara çok önem verildiğini gördüler. Bu yerlerde kartpostallar, şemsiyeler, hediyelik eşyalarda bile Dünya Mirası amblemi kullanılıyordu. Türkiye’ye döndüklerinde “Acaba bizde durum nedir” diye düşünmeye ve araştırmaya başladılar. Fakat ne bir amblem vardı, ne de bu konudan haberi olan birileri. Böylece kolları sıvadılar.


Ege, UNESCO’dan yüzlerce sayfa doküman getirdi. Bunları titizlikle çevirtti. Eşi Nihal Ege’nin çektiği fotoğraflarla bir powerpoint sunumu hazırladı ve çeşitli topluluklarda konferanslar vermeye başladı. Bu sırada bir yandan eşiyle listedeki yerleri gezmeye devam ediyordu.


7 senede 100’e yakın konferans verdi. “Elimde çanta, projeksiyon makinesi ve dizüstü bilgisayar, yanımda eşim Nihal ile şehir şehir dolaştık. Çağrıldığımız her yere gittik” diyor. Ege, Kültür ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nde genel müdür dahil olmak üzere tüm kadroya, Denizli ve Çanakkale illerinde valilere, iki kez Antalya ve Senegal’deki uluslararası UNESCO toplantılarında birikimlerini paylaştı. Gördüğü ilgi muazzamdı.

 

UNESCO’da söz sahibi olmak için yaptığı araştırmada mutlaka dernekleşmeleri gerektiğini anladı. Ayrıca eşiyle tek başına bu büyük çalışmanın altından kalkamayacağını düşünüyordu. Yol arkadaşlarına ihtiyacı vardı. Gezgin grubu ile yaptığı gezilerde gördüğü Dünya Mirası amblemleri ve bu konuya verilen değer kültür meraklısı dostlarını da etkilemişti. Hepsi bir çatı altında toplanmaya hazır olduklarını söylediler. Böylece “Kültür değerlerimiz yok olmasın. Onları UNESCO aracılığı ile dünyaya tanıtalım” sloganı ile geçen haziran ayında, Dünya Mirası Gezginleri Derneği’ni kurdular.


Yönetim kurulunda Başkan Atila Ege’nin, arkadaşları Müjdat Gültekin, Aynur Koç, Serdar Ahıskalı ve Kanat Başar yer aldı. Dünya Mirası Gezginleri grubunda şu anda 164 üye var. Ege, “Dernek olarak hedefimiz en az 5 bin üye. Ne kadar zamanda ulaşırız bilemiyorum ama eğer ülkemiz için bir şeyler yapacaksak en az 5 bin kişinin desteğini almalıyız. Bu her köşesinden kültür hazineleri fışkıran ülkemiz için ulaşılamaz bir hedef değil” diyor.

 

Dernek üyeleri 1 Eylül’de ilk toplantılarını yapıp, hedeflerini ortaya koydular. Türkiye’de en az 50 yerin UNESCO’nun dünya kültür mirasları listesine girmesini, 100’e yakın yerin aday olmasını, her Türk insanının Dünya Mirası’nın ne demek olduğunu bilmesini sağlamak ayrıca Türkiye’yi Dünya Mirası amblemleri ile donatmak, UNESCO ile ilgili her önemli yıldönümünde o miras yerinde uluslararası büyük şenlikler düzenlemek belirledikleri hedefler arasında.


Atila Ege, “Dünya Mirası bilincini yerleştirmek için ilk etapta lise ve kolejlere giden gençlere öncelik vermek istiyoruz. İstanbul Valiliği ve Milli Eğitim Müdürlüğü ile ilk pilot bölgenin İstanbul olması konusunda adımlar atıyoruz. Her okulda UNESCO ve Kültür Miraslarımız Kolu (veya kulübü) kurulmasını sağlamaya çalışıyoruz. Liseyi bitiren gençlerimizin bu konuda mutlaka bilgisinin olması ilk hedeflerimizden. Bunun için UNESCO bir kitapçık hazırlıyor. Biz de bir poster hazırladık.

 

Aynı şekilde özellikle turizm ile ilgili üniversite ve yüksek okullarımızda bu konunun ders olarak işlenmesini sağlamalıyız. Bunun için de Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK ile temas edeceğiz” diyor ve ekliyor: “Daha çok işimiz var.”


Dünya Mirası Gezginleri Derneği’ne üye olmak için www.dunyamirasigezginleri.com adresinden form doldurmak ve 100 lira olan 2010 yılı yıllık aidatını yatırmak gerekiyor.

 

Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Müjdat Gültekin

33 seneden beri İstanbul’da serbest avukatlık yapıyorum. Kapalı bir grup olarak Atila Bey’in liderliğinde sürekli Dünya Miraslarını geziyorduk. Bu sene gerçekleştirdiğimiz Orta Amerika gezimiz sırasında Atila Bey’le yaptığımız sohbette kurumsal bir nitelik kazanmamız halinde bir sivil toplum örgütü olarak, Türkiye’deki Dünya Mirası ilan edilen yerlerin artırılmasına yönelik UNESCO nezdinde temaslarda bulunabileceğimize karar verdik. Gezi dönüşünde gerekli hazırlıkları yaparak derneğimizi 4 Haziran tarihinde kurduk. Derneğimizi tüm kamu kurumları ve sivil toplum örgütlerinde temsil etmeye çalışıyorum. Şu sıralarda sürekli olarak derneğimizin tanıtımını yaparak üye kaydetmeye yoğunlaşmış vaziyetteyim. Ne kadar çok gezgin üyemiz olursa o kadar güçleniriz hem de UNESCO nezdindeki itibarımız artar. Türkiye’deki Dünya Miraslarını korumaya ve arttırmaya gönül vermiş veya kendisini gezgin kabul eden herkesi derneğimize üye olmaya bize güç vermeye davet ediyorum.

 

Genel sekreter Aynur Koç

Senelerdir İstanbul’u ve Türkiye’yi köşe bucak gezen, dünyadaki kültür miraslarını görmek için kültür turlarına katılan biri olarak bu derneğin kuruluşuna ön ayak olanlardanım. Seyahat bloglarına ve gazetelerin seyahat sayfalarına yazdığım seyahat yazılarımda hep diğer ülkelerdeki UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren yerleri anlatırken Türkiye ile kıyaslama yaptım. Listede senelerdir 9 olan yer adedimizi artıramazken, elimizdekileri de koruyamadığımıza hep dikkat çektim.


UNESCO Dünya Mirası bir ortak dünya mirası. UNESCO Listesine girmek ülkeye hem prestij hem de turist kazandırıyor. Bu mirası sahiplenmek, sonraki nesillere doğru ve eksiksiz olarak aktarabilmek, en önemlisi toplumsal bilinci uyandırmak çok önemli.


Çalışmalarımızı bu duyarlılık üzerine kuruyoruz. Son günlerde yaşanan Allianoi’nin Yortanlı, Hasankeyf’in Ilısu Barajı’nın suları altına bırakılmak istenmesi karşısında toplumsal bir duyarlılık yaratılamadı, buralara sahip çıkamıyoruz.


Dünyada, UNESCO Dünya Mirası kriterlerinden 9’unu taşıyan Hasankeyf’in hala listede olmaması, bana göre hepimizin suçu. Herkesin kendi çapında yapabilecekleri olmalı.

Hürriyet Seyahat, Haber: Esra Erdoğan, 27.09.2010

DERİNCE GAR BİNASI PROJESİ ONAYLANDI

 

Derince Belediyesi, Deniz Mahallesi’nde bulunan tarihi Derince Gar Binası'n restorasyonuna büyük önem veriyor. Bu amaçla hazırlanan restorasyon projesi, Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylandı. Derince Belediyesi yakında ihaleye çıkacak. Tarihi Gar binası, sanat galerisi, müze, kafeterya haline getirilecek.

Özgür Kocaeli, 26.09.2010

25 PADİŞAH FERMANI İLK KEZ BİRLİKTE SERGİLENİYOR

 

İş adamı Remzi Gür'ün yaklaşık 12 yıldır biriktirdiği padişah fermanları koleksiyonu Küçükçekmece Cennet Kültür Merkezi'nde sergilenmeye başlandı. Serginin açılışına Gür'ün yanı sıra Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, Osmanlı şehzadelerinden Osman Selahattin Osmanoğlu ile çok sayıda davetli katıldı.

 

Osmanlı Padişahlarına ait 64 ferman ve berat, hat ve tuğranın yer aldığı Hükm-ü Şerif sergisi, katılanların beğenisini kazandı. Sergide 1500'lü yıllardan 1920'ye varan eserler yer alıyor. 12 yıldır ferman ve beratları topladığını belirten işadamı Remzi Gür, "İlk olarak İngiltere'de bir müzayedede Osmanlı fermanının satıldığını gördüm. Yabancılara gideceğine ben alayım diye düşündüm. Fermanları bir müzede değerlendireceğim" dedi. Osman Selahattin Osmanoğlu da, "Bende tek ferman var. İlk kez 25 padişaha ait ferman ve beratı bir arada gördüm. Çok duygulandım" diye konuştu. Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, Osmanoğlu ve Gür'e plaket verdi.

Sabah, Haber: Deniz Derin, 26.09.2010

KİKLAD TEKNELERİ 5 BİN YIL SONRA YİNE SEFERDE

 

 

İki medeniyetin buluşmasını sağlayan Ege Denizi’nin ilk deniz aracı Kiklad tekneleri, 5 bin yıl sonra birebir kopya edilerek yeniden yapıldı.

 

Erken Tunç Çağı’nda Ege Denizi’nin güneyinde 28 adadan oluşan Kiklad Adaları ile Batı Anadolu kıyıları arasında ticaretin başlamasını ve iki kültürün buluşmasını sağlayan Kiklad kayıkları, yeniden canlandırıldı. Hiçbir maden kullanılmadan, dikişli ve ahşabın birbirine geçmesi şeklinde yapılan kayıkların birebir kopyaları, İzmir Urla’da denize indirildi. Döneminin tek deniz ulaşım araçları olan kayıklar, Kiklad Adaları’nda ve Urla Limantepe’deki seramik ve kaya kabartmalarındaki tasvirlerden esinlenilerek, Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi’nce yapıldı. Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığındaki arkeolog ve sanat tarihçileri önce Ege’nin doğal bitki örtüsü çam ve meşe ağacından omurgayı hazırladı. Omurgaya dikey tahtalarla tekne yapılırken, halatlar dikişlerle birbirine geçirilerek gövdeye monte edildi. Çalışmalar sonunda 3 adet Kiklad teknesinden biri tamamen bitirildi, diğer ikisinin de gövdesi tamamlandı. Prof. Erkanal, “1 tane 14 metrelik ve 2 tane de 19 metrelik Kiklad teknemiz olacak. 5 bin yıl önce Ege’de filo halinde dolaşan Kiklad filosunu kurduk” dedi.

Milliyet, 26.09.2010

BRUEGEL'İN TABLOSU BULUNDU

 

 

16'ıncı yüzyılın usta ressamlarından Pieter Bruegel the Elder tarafından yapılan ve önceden Bruegel'e ait olduğu bilinmeyen bir tablonun resim restoratörleri tarafından ünlü ressama ait olduğu ortaya çıkarıldı.

 

The Wine of St. Martin's Day adını taşıyan tablo, mevsimin ilk şarabını kutlayan 100 kadar insanı tasvir ediyor. Tablonun Bruegel'e ait olduğu ortaya çıkarılmadan evvel İspanyol ressamın 40 tane imzalı tablosu bulunuyordu. Madrid'te bulunan Prado Müzesi'nin, tabloyu 7 milyon avro gibi bir rakama satın almak için sahibiyle görüşmeler yaptığını yazan El Pais gazetesi, tablonun müzayedeyle satılması halinde 25 milyon avro getirebileceğini iddia etti. İspanya Kültür Bakanı Angeles Gonzalez Sinde, "Bruegel'in bir tablosunun ortaya çıkarılması istisnai ve tekrar edecek bir durum değil" derken, İspanya'nın tabloya ne kadar ödeyebileceği konusunda bir açıklama yapmadı ancak tabloyu ülkede tutacaklarının güvencesini verdi. Bruegel, tabloyu 1565 ve 1568 yılları arasında yaptı. Tablo, hepsini; köylü kadınları, çocukları, dilencileri, hırsızları ve sarhoşları mevsimin ilk varilinden şarap almaya çalışırken tasvir ediyor. Keten üzerine sulu boya ile yapılan resim, Bruegel'in ölçü olarak en büyük eserlerinden biri olma özelliğini de taşıyor. Eserin sahipleri, tabloyu geçen yıl satmaya çalışana dek tablonun Bruegel'e ait olduğunu bilmiyordu. Prado Müzesi, eseri inceledi ve bu ayın başında X-ray ile yaptıkları çalışma sonucunda, tablonun alt kısmında Bruegel the Elders'ın imzasının olduğunu ortaya çıkardı.

Taraf, 25.09.2010

TOPHANE'DE YARA SARMA ZAMANI

 

 

Tophane, sanat galerilerine yapılan saldırıdan sonraki üçüncü günü sakin geçirdi. Konu hala sokak başlarında konuşulmaya devam etse de, kırılan camlarını onaran galerilerin de kapılarını yeniden açmasıyla semt eski havasına büründü. Saldırının ardından galeriler özellikle akşam iş çıkışı saatlerinde ‘meraklı’ların akınına uğruyor. Mahalleliler de kimi zaman galeri sahibini yolda gördüğünde kimi zaman ise geçerken uğrayıp kapıdan şöyle bir başını uzatarak geçmiş olsun dileklerini iletiyor.

Galeri Elipsis’ten Sinem Yörük, “Bakkalımız, eczanecimiz, otoparkçımız yani esnaf bize geçmiş olsun dileklerini iletti. Bakkala giderken söylendi. Sabah bizi görenler yine bu dileklerini iletti. Mal sahibimiz ve alt komşumuzla binada karşılaştık, samimi biçimde iyi dileklerini ilettiler” dedi. Outlet çalışanları da sanatseverlerin ve Tophanelilerin saldırının olduğu günden beri destek için geldiğini ve ziyaretçi sayılarının arttığını söyledi.

Galeri Non’dan Azra Tüzünoğlu’na göre ise ziyaretçi profili de değişti: “Sanat dünyasından arkadaşlarımız geliyor. Tanımadığımız pek çok insan da destek olmaya geliyor. Normalde de ziyaretçimiz sezon açıldığı için çoktur. Ancak şu an izleyici kitlesi değişti. Sanatseverlerden ziyade merak edenler ziyaret ediyor. Tabii bir de olaylardan haberdar olmayan turistler var. Mahalleli galeriyi gezmiyor ancak yolda gördüklerinde geçmiş olsun dileklerini ilettiler. Polis de geliyor sık sık ve durumu kontrol ediyor. Sonuçta her şey süt liman diyemesek de her şeyin diyalog üzerine projelendirilmiş haline dönüşmesini bekleyebiliriz.”


Pi Art galeri asistanı Eda Deralal özellikle akşam saatlerinde ziyaretçi sayılarının arttığını söylüyor: “Mahalleli çoğu kez kapıdan ‘geçmiş olsun’ diyor. Ama yeni taşınan bir komşu vardı. Gelip geçmiş olsun deyip, üst kattaki sergiyi de gezdiler.”


İstanbul’un Beyoğlu İlçesi Tophane semtindeki dört galeri, 21 Eylül akşamı, beş sergi için ortak açılış yaparken saldırıya uğradı. Beş kişi yaralandı. Gözaltına alınan yedi kişi salıverildi.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Tophane’deki toplu sergi açılışı sırasında yaşanan saldırıda ‘polisin 45 dakika geç kaldığı’ iddialarına karşı yazılı açıklama yaptı ve şöyle dedi: “Üzücü olaylar polisin olay yerine geç intikal etmesi kaynaklı değildir. Haber merkezimize saat 20.24’te yapılan kavga anonsu üzerine olay yerine sevk edilen ilk ekip anonstan sadece iki dakika sonra saat 20.26’da, ikinci ekip ise saat 20.28’de olay yerine intikal etmiştir. Bu ekiplere gönderilen takviyelerle toplam yedi ekip tarafından olay tam olarak kontrol altına alınmıştır.” Olaydan sonra basına konuşan bazı görgü tanıkları ise polisin olay yerine 25-45 dakika sonra geldiğini söylemiş; bazı görgü tanıkları ise ilk ulaşan üç kişilik ekibin saldırıyı önlemekte yetersiz kaldığını vurgulamıştı.

Tophane saldırısına tepkiler devam ediyor. Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız: “İşin özü; kendi yaşam anlayışlarını paylaşmayan her kim olursa olsun onları, köylerinden, semtlerinden kovma, sonrasında ise kendilerine şeriat kurallarına göre yaşayabilecekleri kurtarılmış bölgeler, gettolar yaratma çabasıdır. Biz bunları tanıyoruz. Bir hayli yol aldılar. Artık kendilerine mahsus, mahalleleri, marketleri, şirketleri, okulları, yurtları, üniversiteleri, tesettürlü otelleri, plajları, kasapları, pastaneleri bile var.”

Devlet Bakanı Hayati Yazıcı Tophane saldırısını “İnsanların bazı şeylere tepki verme hakkı var, ama bunu güçle, kaba kuvvetle elde etmeye çalışmak kabul edilebilir şey değil” diye değerlendirdi.

Radikal, Haber: Neslihan Tanış, 25.09.2010

 

 

İKONALARI RESMEDEN HATIRLANIR, KIRAN DEĞİL

 

Tophane’deki olanları görünce canlı canlı toplara konulup gökyüzüne yollanan zavallıları düşündüm. Ama sonra ikonaları kıranları kimsenin hatırlamadığını düşünüp rahatladım.

 

Sanata hakaretle ardındaki hayat tarzına tepki koymak çok eskiye dayanır.


Hayır, “Tükürürüm heykelinize” diyen başkan beyden söz etmiyorum.


Daha eskilere gidelim, İstanbul’un sadece yedi tepesinin olduğu yıllara.


Bizans’ta ikona sanatı kutsalı binalara taşıdı. Meryem Ana’nın,  Oğul İsa’nın tekli çiftli portreleri kiliseleri süsledi, popüler ibadet noktaları oluşturdu.


Ama kiliseyi yönetenler bir gün fark ettiler ki... Okuma yazması kıt dindarlar, kutsal kitaplarında yazana değil, resme tapınıyor. Yani putlar geri dönüyor...


Kentin dört bir yanında ikonoklastlar, yani ikona kırıcılar türedi.


İkonalar tek tek kırıldı.


Böylece dinin şekil şartı yerine getirildi mi?


Tamam getirildi, ama dindarlar okuma yazma öğrenebildi mi, kaynak kitapları okuyabildi mi?

Hayır... Ayrıca matbaa olmadığı için zaten nasıl okuyacaklardı, o da ayrı mesele...


Tophane’deki galeri baskınını duyunca aklıma önce ikonalar geldi.


Cehaleti, batıl inancı bir yana bırakıp hırsını resimlerden çıkarmaya çalışanları hatırlamam tabii ki boşuna değil. Sanatın insanı ve insanlığı nasıl dönüştürdüğünü iyi biliyorum. Ve Tophane protestocuları ne kadar yırtınırlarsa yırtınsınlar, sanat onların da hayatını değiştirecek.


Unutmayın ki insanlık isimsiz ikonaklastları değil onları resmedenleri hatırlar.

 

Yaratıcı imha yolları,

Yaratıcı protesto


Londra gibi medeni şehirlerde galerilere saldırı az olur. Sanat dünyasına kızanlar çokça yaratıcı protesto yöntemlerini benimser. Misal size, temmuzda galeriler ve müzeler bir grup eylemcinin hedefindeydi. Çünkü sanatın en baba sponsoru, bu yıl dünyaya en büyük çevre felaketlerinden biri olan petrol sızıntısını yaşatan BP. Tate Modern’da BP’nin 20 yıllık sponsorluğunun kutlandığı etkinlik öncesinde, VIP konuklar gelmek üzere iken protestocular girişe petrol döküp, kuştüyleri serptiler. Galeride helyumla dolu, ucuna ölü balık tutturulmuş siyah balonlar uçurdular, British Museum’daki Easter Island sergisinde ise petrol dolu yumurtalar fırlattılar.


Burkalı kadın resimleri kızdırdı
2008’de Londra’daki Salon’da düzenlenen Sarah Maple’ın sergisi nedeniyle galeriye bir dizi tehdit telefonu ve e-mail’i geldi. Bir grup vandal galerinin camlarını ve kapılarını kırdı. Sergide burka temalı resimler yer alıyordu. Resimlerdeki burkalı kadınlardan biri elinde domuz taşıyor, bir diğerinin rozetinde “Orgazmları seviyorum” yazıyordu.


“Sağlıklı kültür” bekçisi neo Naziler
İsveç’in kuzeyindeki Lund’da bulunan Kulturen Galerisi, 2007’de vandalların hedefiydi. Andres Serrano’nun “Cinselliğin Tarihi” sergisine maskeli dört neo Nazi gelip duvarlardaki fotoğrafları parçaladı. Artlarında “Daha sağlıklı bir kültür için çöküşe karşıyız” yazılı kağıtlar bıraktılar.


Rus neo faşistler galeriyi yerle bir etti
2006’da Moskova’daki Marat Guelman Galerisi’nin sahibi saldırıya uğradı. “Rusya’dan Kötü Haberler” adlı sergi Rusya’nın gerçeklerine -Çeçenistan’daki savaş, otoriterliği artan Putin rejimi, yaşam standartlarının düşüşü ve neo faşistler- odaklanıyordu. Siyah üniformalı 10 adam galeriye daldı, Guelman’ı sandalyelerle dövdü.


Nü tanrıçalar saldırı nedeni
Ahmedabad’daki Hussain-Doshi Galerisi, 2006’da, Hint Tanrı ve tanrıçalarının nü resimlerini sergilediği için Swabhiman Seva Kuruluşu’ndan eylemcilerin saldırısına uğradı.


Hint ressamların eserlerini parçaladılar
Surat’taki Garden Sanat Galerisi, 2004’te Bajrang Dal ve VHP çeteleri tarafından saldırıya uğradı. “Hint panteonunun dine küfreden sanattan korunması gerektiği”ni düşünen saldırganlar çağdaş Hint ressamlarının sekiz eserini parçaladı.


Galerisini mahalleden dışarı taşıdı
San Francisco’daki Capobianco Galerisi’nin sahibi Lori Haigh, 2004’te Ebu Greyb’deki Iraklıların gördüğü işkenceyi konu eden sergi nedeniyle aşırı sağcılardan ölüm tehditleri aldı. Yüzüne tüküren, yumruklayan oldu. “Canın yanmadan galerini bu mahalleden çıkar” mesajları üzerine iki çocuğunu yalnız büyüttüğü için risk almayıp kepenk indirdi.

Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 26.09.2010

YOLDAN TARİH ÇIKTI

 

Budapeşte Tarih Müzesi yetkilileri, keşfin, Budin bölgesinde yürütülen otoyol inşaatı sırasında yapıldığını, arkeolojik kazılara başlandığını bildirdi.

Arkeolog Jozsef Beszedes, 7 bin yıllık yerleşimin yanı sıra milattan önce 5200-800 yılları arasındaki döneme ait, 8x20 metre boyutunda evlerin de bulunduğunu söyledi.

Beszedes, çok iyi korunmuş çömlek, fırın, fosseptik ve çöp çukurlarının da bulunduğu alandaki kazı çalışmalarının aralıksız sürdüğünü belirtti.

Radikal, 25.09.2010

ASIRLIK HAMAM HARABEYE DÖNDÜ

 

Çorum'un ve bölgenin en eski kaplıcalarından olan Beke Kaplıcaları içerisinde yer alan 13 asırlık tarihi hamam ilgisizlik nedeniyle yıkılmaya yüz tuttu.

 

Çorum'un Mecitözü İlçesi sınırları içerisinde yer alan Beke Kaplıcaları'nın tarihi 13 asır öncesine dayanıyor. Romalılar tarafından bölgenin sıcak su kaynaklarını değerlendirilmek için yapılan hamam içinden halen sıcak su akıyor. Tarihi hamam Beke Kaplıcaları bitişiğinde yer alıyor.

 

Yüz yıllardır Anadolu'da hüküm süren diğer uygarlıklar tarafından da kullanılan tarihi hamam şimdilerde kaderiyle baş başa bırakılmış durumda. Atıl vaziyette restore edilmeyi bekleyen Roma Hamamı, gün geçtikçe daha fazla yıpranıyor. Beke Kaplıcaları'nı işleten Beke Köyü Muhtarı Muhlis Aslan, kaplıcaların tarihinin çok eskilere dayandığını söyledi. Roma Hamamı'nın mevcut tesislerin yanında yer aldığını dile getiren Aslan, "Bu tarihi hamamın restore edilerek turizme kazandırılması için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü nezdinde girişimlerde bulunduk ancak bir sonuç çıkmadı. Biz bu tarihi hamamın restore edilerek turizme kazandırılmasını istiyoruz." ifadelerini kullandı.

Zaman, Haber: Burçin Dokgöz, 25.09.2010

MİLYON DOLARLIK ESKİZİ 250 DOLARA SATTI

 

Vincent van Gogh tarafından yapıldığı sanılan bir çizimin çalınmasıyla bağlantılı olan Edward Laird adlı bir kişi Birleşik Devletler’de yakalandı.


Yetkililer, Teksaslı Edward Laird’in Van Gogh’un The Night Cafe adlı eserinin 1 milyon dolar değerindeki eskizini satmakla suçlanıyor. Eser, 2009 yılında bir evden çalındıktan sonra New Mexico bölgesinde bir antikacıda bulunmuştu. Polis, Laird’in eskizi antika dükkanına 250 dolar karşılığında sattığından şüpheleniyor.

Laird’in yakalanma kararı mahkemeye çıkmamasının ardından alındı. Masalarda birkaç kişinin oturduğu boş bir cafeyi tasvir eden The Night Cafe adlı tablo, şu anda, Yale Üniversitesi’nin sanat galerisinde sergileniyor.

Taraf, 25.09.2010

SU PERİSİNİN ÇIĞLIĞINA SES VERİN!

 

Tarihi kent Allianoi yerle bir edilmeye devam edilirken, Allianoi Grişim Grubu hukuk mücadelesi başlattı. Konuyla ilgili görüştüğümüz Girişim Sözcüsü İffet Diler, herkese bu mücadeleye katılma çağrısı yaptı.

Davaya müdahil olma çağrısının yapılış amacı nedir?
Kamuoyunda çoklu katılım her zaman dikkat çekiyor. Ayrıca Allianoi herkese her düşünceye ait olmalıdır diye düşündük hep. Bilgi yaşayanların hakkıdır. Su gibi... İzmir Bergama’da Yortanlı barajı sularına gömülmek istenen Allianoi antik kentinde hukuki süreç devam ediyor. Uluslararası anlaşmalara imza atmış olan ülkemiz yasaları; insanını, tarihini, kültürünü yok saymaya devam etmekte. Çok sayıda demokratik kitle örgütü, farklı meslek gruplarından insanlar, akademisyenler uzun yıllardır mücadelenin içindedirler. Maliyeti yüksek gelen ve göz ucuyla dahi incelenmeyen çalışmalar bugün Allianoi’nin kaderini belirleyecektir. Her ne kadar barajda son aşamaya geldiklerini iddia etseler de gün ışığına kavuşmuş Allianoi’yi tekrar karanlığa mahkum etmek için bir gerekçe olamaz.

Müdahil olmamızın ne gibi faydası olacaktır?
Güçlerimizin birleştiğini görecekler. Bu başlangıç. Henüz zorluklar tam olarak sahneye çıkmadı. Şimdi bir arada olmak ve doğru karar vermek önemli. Her adımda akılla heyecanla değil.
Allianoi’nin sular altında bırakılması için yeni kararlar alan Kültür ve Turizm Bakanlığının ve Koruma Kurulunun son kararına da dava açıldı. Buna rağmen, Allianoi antik kent alanına kumlar taşınmaya başladı. İzmir İdare Mahkemesinde, Kültür ve Turizm Bakanlığının ve Koruma Kurulunun Allianoi’ye dair son kararına karşı Tarih Vakfı, Ege Çevre ve Kültür Platformu Derneği (EGEÇEP), TMMOB Mimarlar Odası, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, Ekoloji Kolektifi Derneği, Mülkiyeliler Birliği, Sinop Çevre Dostları Derneği, Doğa Derneği, Ege Doğal Yaşamı Koruma Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği ve 102 yurttaş adına dava açıldı.

Nöbetlerin etkisi nedir?
Allianoi için paylaşımı çoğaltır düşüncesindeyiz. Ancak alanda olan biteni izlemek de önemli tabii. Fotoğraflayarak belgelemek gibi, ancak sıkıntımız yolun kapatılmış olması.Yöredeki köylerde yanlış yönlendirmelerle bize karşı öfke var. Çiftçiyle bizi karşı karşıya bırakmak istiyorlar. Yereldeki insanlar uzun sohbetlerin sonunda Allianoi’yi sevdiklerini yok olmasını istemediklerini dile getirdiler hep. Çözümse kimsenin dikkatini çekmiyor, şiddete ve ani kararlarla saldırıya yönelmek hep kolay olmuştur...

Nöbetlere katılımın artması niye gereklidir?
Kazının yakınında olamasak bile oradayız. Aslında herkesin “son” diye baktığı o fotoğraf halen mücadelenin sürmesi gerektiğini de söylüyor. Herkes aynı düşünmeyebilir ancak kimsenin teslim olduğu yok. Sanıyorum anlama ve anlayış şekillerimiz farklı, karşı duruşumuz da…Bir yandan yasal süreç devam ederken, diğer yandan Allianoi’de nöbet devam etmekte. Bugüne kadar işittiklerimiz kimi zaman canımızı çok acıttı. Bugüne kadar çalmadığımız, açmadığımız kapı kalmadı. Eğer bu dünya 12 kapılı bir han ise, biri Hasankeyf, Munzur, Karadeniz ve Allianoi ise, hadi çıkınlarınızı toplayıverin de gelin. Şimdi siyah, beyaz, kırmızı, mor, karanfil, zeytin ve baştan aşağı isyan koklamanın sırası. Gelin de üşüyelim! Gelin bir kez daha konuşalım! Gelin getirin. Eğer bir arada olmazsak olamazsak daha çok gözyaşı bekliyor hepimizi. Su, barış, kültür! Allianoi’a gidiyor iki taş çocuk. Esra ve İffet olmuş adları ne değişir? Gelin Allianoi’de 100’e yakın işçi çalışıyor. Horasan harcına biz de karışalım. Hadi evcek gelin. Olcek bu iş.

Evrensel, 25.09.2010

BONCUKLU HÖYÜK, DÜNYANIN İLGİ ODAĞI OLACAK

 

 

Dünyanın ilk yerleşim yeri olarak kabul edilen Karatay İlçesi'nin Hayıroğlu Belediyesi’nde bulunan Çatalhöyük yerleşim yerine 9 kilometre uzaklıkta bulunan Boncuklu Höyük’te arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor.

 

Arkeologlar tarafından Boncuklu Höyük olarak adlandırılan yerleşim yerinin Çatalhöyük’ten en az bin yıl daha önce kurulduğu, tarihin milattan önce 7500 ile 8500 arasına kadar uzandığı belirtildi.

 

Liverpool Üniversitesi projesi olan kazı çalışması arkeolog Doç.Dr. Douglas Baird başkanlığında ve yardımcısı arkeolog Dr. Adnan Baysal tarafından yürütülüyor. 25 arkeolog eşliğinde süren kazı çalışması 2006 yılında başlatılan proje ile orta Anadolu’da tarım ve hayvancılığın nasıl başladığını ve ilk köy yerleşmelerinin ortaya çıkışı araştırılıyor. Boncuklu Höyük yerleşim yerinin dünyada ilk yerleşim yeri olarak bilinen Çatalhöyük’ün en az bin yıl öncesinde kurulduğunu belirten arkeolog Doç.Dr. Douglas Baird şöyle konuştu: “Çatalhöyük’ten en az bin yıl kadar önce kurulan bu yerleşim yerindeki insanların Çatalhöyük’te yaşayanların ataları olduğunu düşünüyoruz.

 

Araştırmalarımız sonucunda Anadolu’da ilk tarım ve hayvancılığın burada başlamış olduğunu bulduk. Yerleşim yerindeki toprağı incelediğimizde eskiden yaşayan insanların arpa, buğday ve arpa gibi besinler yediğini gördük. İlk tarımın başlangıcı burası diyebiliriz” dedi. Doç Dr. Baird, tarım ve hayvancılığın buradan Avrupa’ya taşındığının altını çizerek, “Burada yaşan insanların eşyalarına baktığımızda başka insanlardan etkilendiğini görüyoruz ve ticaretle uğraştıklarını anlıyoruz. Çatalhöyük’ün ilk halkası olan Boncuklu Höyük’te insanlar tarım ve hayvancılık ile uğraşmışlar ve tarımın Avrupa’ya buradan yayıldığını düşünüyoruz” diye konuştu.

 

Doç.Dr. Baird, burada ortaya çıkan evlerin Çatalhöyük’teki evlerin benzerleri olduğunu belirterek, “Tabana kazılmış olan yuvarlak yapılı kerpiç evlerin içinde ocak ve evin altında ölen aile yakınlarının mezarları bulunuyor. Bu yapı ve şekil itibarı ile Çatalhöyük’teki ev planları ile aynı. Ancak bu yerleşim yeri Çatalhöyük’ten en az bin yıl önce kurulmuş ve Çatalhöyük’te yaşayanların atalarıdır. Kazılar sonucu bulduğumuz bayanların süs eşyası olarak kullandıkları boncukların bir hayli fazla olması nedeni ile bu yerleşim yerine Boncuklu Höyük ismini verdik. Ayrıca kazı sonucunda av aletleri yapmak için kullanılan ok düzeltici ve balta kalıntıları bulduk” diye konuştu. Ayrıca ilk aile yaşamının burada yaşandığını belirten Doç.Dr. Baird, iskeletlerdeki incelemeler sonucunda kadın ve erkek arasında iş paylaşımı konusunda bir fark olmadığını anladıklarını söyledi. Hayıroğlu Belediye Başkanı Mustafa Geçgil, ülke açısından böylesine önemli bir kazı çalışmasına ev sahipliği yaptıklarından duyduğu mutluluğu dile getirerek, arkeologlara ellerinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalıştıklarını söyledi.

Merhaba Gazetesi, 25.09.2010

BAĞLARARASI'NDA BRONZ MIZRAK UCU VE SABİT ÇÖMLEKLER BULUNDU

 

İzmir’in Çeşme İlçesi Bağlararası mevkiinde Bronz Çağı’na ait yerleşim merkezinde yürütülen çalışmalarda mızrak ucu, sabit çömlekler ve Anadolu’nun en eski şaraphanesi ortaya çıkarıldı. Bağlararası’nı, Çeşme’den Ege ve Anadolu’ya açılan kapı olarak nitelendiren Kazı Başkanı Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, yeni keşiflerle Çeşme’de en erken iskanın MÖ 2 bin 600 yıllarına kadar gittiğinin anlaşıldığını söyledi.

 

Bağlararası’nda 2009 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKÜSAM) faaliyetleri çerçevesinde Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu’nun kazı başkanlığında sürdürülen çalışmalar bu yıl 19 Temmuz- 17 Eylül 2010 tarihleri arasında gerçekleştirildi.

 

Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, kazı döneminde öncelikle MÖ 3 bin ortalarına tarihlenen kısımda çalışıldığını ve daha önceki yıllarda açığa çıkarılan Erken Tunç Çağı yerleşmesinin daha erken evrelerinin incelendiğini belirtti. Doç.Dr. Şahoğlu, bu çalışmalar sonucunda Çeşme’deki en erken iskanın en azından MÖ 2 bin 600 yıllarına kadar geriye gittiğinin anlaşıldığını, 2011 yılında aynı alanda daha erken dönemlerin araştırılacağını söyledi. Bir diğer çalışmanın MÖ 2 bin ortalarına tarihlenen bölümde yapıldığına değinen Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, şunları söyledi:

 

“Bu alanda MÖ 1700 yıllarında büyük bir depremle yıkılan yerleşmeye ait bir yapı ile üç depo odası yanında bir de sokak belirledik. Bu yapıların tahribatına neden olan çukurların iki farklı dönemde açılmış olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunlardan ilki yaklaşık MÖ 1650 yıllarına tarihlenen ve Girit- Minos kültürü ile bağlantılı seramik malzeme veren döneme ait. Bu dönemde Çeşme’nin özellikle Girit adası ile bağlantılı deniz ticaretinde önemli bir rol oynadığı anlaşılıyor. Yerleşmede tahribata neden olan ikinci dönem ise MÖ 13- 14'üncü yüzyıllara tarihleyebileceğimiz Myken dönemi ki, bu döneme ait bir çukur içerisinden de yine Ege adalarına has boyalı seramik örnekleri yanında özellikle çok iyi korunmuş bir de bronz mızrak ucu bulduk. Genellikle mezarlarda ölü eşyaları arasında ele geçen bu tür bir malzemenin yerleşmede ele geçmesi de Çeşme – Bağlararası’nın önemini yansıtan çok önemli bir bulgu.”

 

Bu yılki kazılarda, evler arasında kalan bölümde iki tane çömlek bulduklarını kaydeden Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, “Bu alanda bir yıkıntı olmuş, ancak o kısmın altında kalan çömlekler tahrip olmamış, güzel bir şekilde, yerleştirildikleri yerde bulabildik. Sahipleri o çömlekleri taşımada kullanmamışlar, bulundukları yere sabitlemişler. O açıdan da ilginçler, belki birer depolama kabı olabilirler. İçlerinde tahıl olabilir, henüz bilemiyoruz. Bu iki değerli objenin yanı sıra başka çömlekler, çanaklar, tabaklar, kapaklar, ev içersinde kullanılan her türlü alet ve malzeme de çıkıyor” dedi.

 

Bulunan bir yapı ve üç depo odası hakkında da bilgi veren Doç.Dr. Şahoğlu, “Bu alanda MÖ 1700 yıllarında meydana gelen büyük deprem sırasında tüm yerleşme yerle bir olmuş ve o an kullanılan binalar tamamen yıkılarak hayat kesintiye uğramış. Bu deprem sırasında yıkılarak kullanımdan çıkan önemli bir yapı da bir şaraphane binasıdır. Anadolu’nun bilinen en eski şaraphanelerinden biri olan bu örnek, şarap üretiminin gerçekleştirildiği ve elde edilen ürünün dinlendirilerek depolandığı bir düzenlemeye sahip” diye konuştu. Çeşitli ezme taşları ve üzerlerinde insan yüzü şeklinde kabartmalar bulunan büyük depolama çömlekleri bulunduğunu anlatan Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, şunları kaydetti:

 

“Bu mekanın arkasında, taban seviyesinin altında yer alan üç küçük dikdörtgen mekan daha var. Kapıları olmayan bu mekanların girişi üstten. Büyük ihtimalle bir çeşit mahzen olarak kullanılmış. Çok miktarda balık kılçığı ile bazı karbonlaşmış buğday ve üzüm çekirdekleri bulduk. Aynı mekanda karbonlaşmış badem de ele geçti. Ortadaki mekan, tabanı ve yan duvarlarının sıvalı olmasıyla diğerlerinden ayrılıyor. Olasılıkla üzüm suyunun dinlendirilerek şaraba dönüştürüldüğü bir çeşit sarnıç olarak görev yapmış. En kuzeyde yer alan üçüncü mekanın tabanı levha taşlarla döşeli. Bu mekan içerisinde çok sayıda yonca ve yuvarlak ağızlı testi ile yarımküresel formlu çanaklar bulundu.”

Milliyet, 22.09.2010

Maden Dağı (G. Bell)
...1907




19 -25 Eylül 2010

CAMUŞLU TARİHİN ŞİFRESİNİ SAKLIYOR


Kars'ın Kağızman İlçesi'ne bağlı Camuşlu Köyü'nde bulunan 10 bin yıllık geçmişe ışık tutan yazılı kaya resimleri görenleri büyülüyor. Kars merkeze 80 kilometre uzaklıkta olan Camuşlu Köyü kaya yazıtları dünyada doğal alana asılı eşsiz portre 10 bin yıllık geçmişin izlerini günümüze taşıyor.
 

10 bin yıl önce Kağızman'da yaşamış insanların günlük yaşantılarının kaya üzerine figürler şekilde çizildiğine dikkat çeken Kars Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, dünyanın en güzel doğal portresinin Yazılıkaya da olduğunu söyledi.

Hakan Doğanay, "Doğal portre, yani insanların o zaman yaşayan insanların yaşam tarzlarını, yaşam figürlerini, hayata bakışlarını, dağa, kayaya birer birer motive etmeleriyle alakalı, o zaman yaşayan insanların nasıl yaşadığını, nasıl avlandıklarını, hayatlarını nasıl sürdürdüklerini işte bu resimlerden görüyoruz. İşte bu resimlerin bu doğal portrelerin değerini bilecek turistleri Kars ve Kağızman'a bekliyoruz" dedi.

Kağızman Kaymakamı Şuayib Gürsoy ile birlikte Camuşlu Köyü'nde bulunan Yazılıkaya'ya gelen Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, dünyada eşi benzerine çok az rastlanan Yazılıkaya'nın turizme kazandırılması gerektiğinin üzerinde durdu.

Kaymakam Şuayib Gürsoy, kaya yazıtlarının 10 bin yıl önceki yaşantıya ışık tuttuğunu belirtti. Kaymakam Gürsoy, "Bu kaya yazıtları 10 bin yıllık bir geçmişe sahip. Dile kolay 10 bin yıl, bunlar o zamandan bu zamana kadar korunmuşlardır. Dünya'da bir doğal alana asılı eşsiz portrelerden bir tanesidir bu kaya yazıtları. 10 bin yıl önceki yaşantıya ışık tutan o zamanki insanların yaşantılarına, kültürlerine ışık tutan, eşiz değerlerdendir. 14 metreye 7 metre ebatlarında bu resimlerde o zamanki avcı insanların yaşantılarını anlatan figürler bulunmaktadır" diye konuştu.

Kağızman İlçesi'nin kuzeybatısında 3 bin 134 metre rakımda Aladağ'ın yamaçları üzerinde yer alan mağara ve kaya resimlerinin Anadolu'da üst Paleolitik döneme (Yontma Taş Çağı) ait olduğunu vurgulayan, Kaymakam Gürsoy, "Dünyada en nadide doğal portrelerden biridir Camuşlu kaya yazıtları. Yani büyük bir ressamın bir portresini düşünün, müzede ne kadar ilgi çektiğini düşünün, bu da doğal bir portre. Dünyada sayılı portrelerden bir tanesi ve 10 bin sene önceki tarihe ışık tutan bir eser. Dolayısıyla ne kadar

büyük bir eser, ne kadar çok önem arz ettiğini takdir edersiniz. Ben ümit ediyorum ki, yapmış olduğumuz bu çalışmalarla birlikte gereken değeri bulacaktır. Gereken yerini bulacaktır. Buralar turistlerle dolup taşacaktır. Gerek bilim turizmi çerçevesinde gerek kültür turizmi çerçevesinde biz bütün vatandaşlarımızı bütün bilim adamlarımızı Kağızman'a bekliyoruz" şeklinde konuştu.

Kaymakam Şuayib Gürsoy, daha sonra özetle şunları söyledi: "İnsanoğlu bir taraftan hayatını idame ettirirken, bir taraftan da yaşadıklarını bir bakımdan tarihe not düşme açısından farklı yollar aramışlardır. Tabii tarih öncesi çağlarda bu yöntemlerin başlarında bu insanlar yaşantılarını resim olarak kayalara, buldukları farklı alanlara resmederek başarmışlardır. Burada gelecek nesillere bir şeyler aktarabilme, bir şeyler bırakabilme kaygısı ile bunlara girişmişler. Biz nasıl şimdi bunu yazı ile başarabiliyorsak o dönemki insanlar resimlerle figürlerle bunları hayata geçirmişler. Camuşlu kaya yazıtları bu şekilde insanların yaşantılarını geleceğe bırakma noktasında yaptıkları çalışmalardan dünyadaki ilk örneklerdendir."

Kağızman'ın Camuşlu Köyü'nde bulunan Yazılıkaya resimleri 10 bin yıllık tarihi gözler önüne seriyor. Kars Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Kağızman Kaymakamlığı'nca koruma altına alınan kaya resimleri, bölgede yapılacak çalışmalarla turizme kazandırılacak. Bir doğa harikası olan Yazılıkaya resimleri Kars'taki tarihi zenginlikleri günümüze kadar taşıyor.

Erzurum Gazetesi, 25.09.2010

BATAN LEHMAN BROTHERS'IN MALLARI SATIŞA ÇIKIYOR

 

 

2008'in eylül ayında iflas eden ABD'li yatırım bankası Lehman Brothers şirketinin sahip olduğu sanat eserleri, İngiltere'deki dünyanın en saygın müzayede merkezlerinden Christie's'de açık artırmayla satışa sunuluyor.


Lehman Brothers'ın Avrupa ve İngiltere'de bulunan ofislerini süsleyen yaklaşık 300 eserin yer aldığı müzayede, 29 Eylül Çarşamba günü gerçekleşecek. Eserler arasında göze ilk çarpan parçalardan, Gary Hume tarafından resmedilen Madonna tablosunun 70 - 100 bin Sterlin'e alıcı bulması bekleniyor. Gayrimenkul eksperi Barry Gilbertson, İHA'ya yaptığı açıklamada "Koleksiyon şirketin kuruluşundan başlayarak, uzun yıllar sonucu oluşturuldu. Şirket büyüdükçe İngiltere, Avrupa kolları için değerli eserler alınmaya başlandı. Yaklaşık 300 parça, Çarşamba günü müzayedede sergilenecek" diye konuştu. Gilbertson, eserlerden Andreas Gursky'e ait "New York Mercantile Exchange" (New York Ticaret Borsası) ve İngiltere eski Başbakanı Gordon Brown'ın açtığı Canary Wharf binasındaki ofisin plakasının ilk göze çarpanlar olduğunu söyledi.

 

Gilbertson, "Christie's'in seçilmesinin nedeni, Christie's'in çok büyük bir ağa sahip olması ve bu değerli eserleri internet üzerinden de sanat severlere ulaştırabilmek" şeklinde konuştu. İngiltere
Christie's'de gerçekleşen müzayedenin ardından, New York Sotheby'da da Lehman Brothers'a ait eserler Cumartesi günü açık arttırmaya çıkacak. Merkezi ABD'nin New York kentinde bulunan yatırım bankası Lehman Bothers, 2008'in Eylül ayında 613 milyar dolar borcu ile iflasını açıklamıştı. Lehman Brothers'ın bu çöküşü Amerikan tarihindeki en büyük iflaslardan biri olarak adlandırılmıştı.

Türkiye Gazetesi, 24.09.2010

140 KİLOLUK HEYKEL GALERİ ÖNÜNDEN ÇALINDI

 

 

Ankara'da, bir sanat galerisi önünde bulunan 140 kilo ağırlığındaki "Hemera" adlı heykel çalındı.
Alınan bilgiye göre, Turan Güneş Bulvarı'ndaki Grup Sanat Galerisi'nin bahçesinde duran, elinde altın varaklı güneş bulunan 140 kilo ağırlığındaki bronz heykeli yerinde göremeyen galerinin Sanat Direktörü Çiğdem Buçak Telli, durumu polise bildirdi.


Telli, heykeltıraş Cem Sağbil'e ait "Hemera" isimli bronz kadın heykelinin kamera kayıtlarına göre üç kişi tarafından çalındığını söyledi.


Galeri önünde mermer kaide üzerinde duran 65 bin lira değerinde, 2 metre 20 santim boyunda ve 140 kilo ağırlığındaki heykeli, kendilerinin çizik dahi olmaması için özenli bir şekilde vinçle indirip monte ettiklerini, ancak 3 zanlının "Hemera"yı sallayıp vida yerlerinden kırarak götürdüğünü anlatan Telli, kamera kayıtlarına göre olayın 05.08-05.18 sıralarında olduğunu ve hırsızların heykeli yaklaşık 10 dakika içinde yerinden söküp, bir aracın bagajına koyarak kaçtıklarını ifade etti.
Çok üzgün olduğu gözlenen Telli, olayın sanata karşı işlenmiş bir suç olduğunu söyledi.


Bu arada, polis ekiplerinin güvenlik kamerası kayıtlarını incelediği ve zanlıların yakalanması için çalışma başlattığı bildirildi.

Türkiye Gazetesi, 24.09.2010

TARİHİ ZİL KALE'DE RESTORASYON ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

 

 

Rize'nin Çamlıhemşin İlçesi'nde bulunan tarihi Zil Kale'deki restorasyon çalışması tamamlandı. Kaymakam Nebi Çanga: ''restorasyon çalışması ile tarihi kaleyi yıkılıp yok olmaktan kurtardık ve gelecek nesillere aktardık'' dedi.

Kaymakam Nebi Çanga, yaptığı açıklamada, 13. yüzyılda bölgede yaşayan Komenler tarafından yapıldığı tahmin edilen, Cenevizliler başta olmak üzere Rumlar ve Osmanlı tarafından 1800'lü yılların sonuna kadar kullanılan Zil Kale'de 2 yıldır restorasyon çalışması yapıldığını söyledi.

Bulunduğu vadide dereden 750 metre yükseklikte olan Zil Kale'nin 7 kat ve 8 burçtan oluştuğunu anlatan Çanga, ''Kültür varlıklarını korumak için çaba gösteriyoruz. UNESCO, bu tür yapıları bütün insanların ortak mirası kabul ediyor. Bu tür tarihi eserleri korumak ve onarmak bizim için önemli. Bu nedenle biz de 600 yıllık tarihi olan ve Rize'nin en önemli tarihi yapılarından birisi olan bu eserimize önem veriyoruz'' dedi.

Yapılan restorasyon çalışması ile kalenin aslına uygun olarak onarıldığını ifade eden Çanga, ''Tarihi İpek Yolu üzerinde yer alan Zil Kale, Pazar Kalesi ve Kale-i Bala ile birlikte önemli haberleşme ve konaklama mekanlarından birisi idi. Son yıllarda Rize'de ziyaret edilen önemli turizm merkezlerinin başında gelen Zil Kale, Çamlıhemşin ilçesinde Ayder'den sonra en çok ziyaret edilen ikinci yer konumunda bulunuyor. Restorasyon çalışmaları kapsamında kalenin önce iç kısmında çalışma yapıldı. Bu çalışmanın bitmesinden sonra dış kısmında yapılan çalışmanın ardından korkuluklar takılarak restorasyon çalışmaları tamamlandı'' diye konuştu.

Çanga, Zil Kale'nin Rize'nin önemli tarihi mekanlarından birisi olduğunu vurgulayarak, ''Restorasyon çalışması ile tarihi kaleyi yıkılıp yok olmaktan kurtardık ve gelecek nesillere aktardık. Çalışmanın tamamlanması ile Zil Kale'nin ve Rize'nin daha fazla turist çekeceğine inanıyoruz'' ifadesini kullandı.

Yapı, Fotoğraf: Bülent İsmailoğlu, 24.09.2010

AYDIN KAZILARINA 125 BİN LİRA ÖDENEK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Aydın’da devam eden yerli kazılara 2010 yılı için aktarılan 602 bin TL’lik ödeneğe ek olarak 125 bin TL’lik daha ödenek gönderildi.

 

Konuyla ilgili olarak Aydın Valiliği’nden yapılan açıklamada, “Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İlimizde devam eden arkeolojik kazılara ödenek aktarımları, kazı sezonunun sonuna yaklaşılmasına rağmen devam etmektedir. Türk Bilim Heyetleri tarafından ilimizde sürdürülen 5 adet arkeolojik kazı çalışmasında kullanılmak üzere Çine-Tepecik Höyük Kazı Başkanlığına 111 bin TL, Sultanhisar-Nysa Kazı Başkanlığına 111 bin TL, Tralleis Kazı Başkanlığı’na 111 bin TL, Kadıkalesi Kazı Başkanlığı’na 111 bin TL ve Magnesia Kazı Başkanlığı’na 158 bin TL olmak üzere toplam 602 bin TL gönderilmiş durumda iken bu ödeneklere ek olarak Bakanlığımız Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce Kadıkalesi, Magnesia, Nysa, Tepecik Höyük ve Tralleis Kazı Başkanlıklarına toplam 125 bin TL daha ek ödenek gönderilmiştir. Böylece İlimizde devam eden 5 ayrı arkeolojik kazı çalışması için gönderilen ödenek miktarı 727 bin TL’ye ulaşmıştır” denildi.

Anayurt Gazetesi, 24.09.2010

TARİHİ MİRAS ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

Dünya'nın en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Dülük antik kentindeki kazılar Şehitkamil Belediyesi’nin sponsorluğunda devam ediyor. Kazılarda gelinen son noktayla ilgili, bilgi vermek için Kazı Başkanı Prof.Dr. Engelbert Winter, Başkan Fadıloğlu’nu ziyaret etti.

Bu seneki kazılarda çok önemli bulgular tespit ettiklerini belirten Profesör Winter, Kutsal Alan olarak bilinen bölgenin giriş kısmının ortaya çıkarıldığını. Bu yapının yaklaşık on basamaklı bir bölümden oluştuğunu. Kazıların sonucunda ise tapınağın kurulum yerinin tam olarak bulunacağını söyledi.

 

Profesör Winter, “Ayrıca tarihleme açısından çok büyük öneme sahip bulgulara da ulaştık. Bölgenin tarihine ışık tutacak “Pişmiş toprak malzeme” MÖ 2000’in sonlarına kadar uzanan kültten örnekler taşıyor. Daha önceki araştırmamız bölgenin, MÖ 5 ile 7. y.y. tarihleri arasındaki yerleşime işaret ediyordu. Bu yılki kazılar bölge tarihinin daha da eski dönemlere ait olabileceğini gösteriyor” dedi.

 

Dülük antik kenti için kültürlerin buluşma noktası dediklerini söyleyen Prof.Dr. Engelbert Winter; “Çok önemli bazı eserlere ulaştık örneğin, Yunanistan’dan gelmiş malzemelerin kullanıldığı kiremitler bize buradaki kültürün çok eski tarihlere ve çeşitliliğe sahip olduğunu gösteriyor” diye konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 24.09.2010

EL YAZMALARI ÜCRETSİZ RESTORE EDİLİR!

 

Anadolu'nun hafızası konumundaki Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'nde, el yazması eserler, fotoğraflar, hat levhaları, her türlü belge, tapu, berat, ferman ve gravür olmak üzere çok sayıda belgenin restorasyonu yapılıyor.

 

Kütüphane Müdürü Bekir Şahin, kurtarılamayacak bir eser olmadığını belirterek, hastalığı ne olursa olsun her kitabı kurtarabileceklerini söyledi. Müdürlük bünyesinde yapılan birtakım işlerin, Türkiye'nin başka bir yerinde yapılamadığını anlatan Şahin, şunları kaydetti: "Mesela makineyle restorasyon sadece Konya'da var. Osmanlı Arşivleri'nde belge tamiratı yapılıyor. Ankara'da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde de bu çalışmalar başladı. Düzenlediğimiz kurslara sadece yabancı ülkelerden de katılanlar oluyor." Bir eser kendilerine getirildiğinde kitabın sahibine içeriğinin ne olduğunu sorduklarını, daha sonra da hasar durumunu tespit ettiklerini ifade eden Şahin, 'kaldırım taşı' adı verilen tamamen taşlaşmış eserlerin dahi kurtarıldığını söyledi. Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'nde dışarıdan gelen bir esere uygulanan işlemler için ücret talep edilmiyor. Sadece eserin bir dijital kopyası alınıyor.

Zaman, 24.09.2010

TARİHİ EVLER GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türkiye genelinde başlatmış olduğu tarihi evlerin restoresine yönelik hibe desteği, Isparta merkez ve ilçelerinde bulunan tescilli evler için de uygulanacak.

 

‘Karşılıksız para yardımlarından’ faydalanmak isteyen Ispartalılara, bu proje kapsamında, 'Turizm Derneği, İl Kültür Turizm Müdürlüğü ve Mimarlar Odası' güç birliği yaparak ücretsiz danışmanlık hizmeti verecek.

 

Konu ile ilgili olarak Isparta Oteli’nde düzenlenen basın toplantısına İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Kılıç, Turizm Derneği Başkan Yardımcısı Fevzi Özdemir ve Mimarlar Odası Başkanı Merve Kuyu katıldı. Turizm Derneği Başkan Yardımcısı Fevzi Özdemir yaptı. Özdemir konuşmasında; “Isparta İl Kültür Turizm Müdürlüğü, Isparta Mimarlar Odası ve Isparta Turizm Derneği işbirliği ile beraber başlatmış olduğumuz, Kültür ve Turizm Bakanlığının 2005 yılından bu yana başlatmış olduğu eski evlerle hibe desteği yapılacaktır. Isparta yaklaşık 2007 yılından bu yana 2010 yılı dahil 14 kişi bu konu ile ilgili müracaat etmiştir. Buna rağmen 2 arkadaşın proje desteği aldığını görüyoruz. İnsanlarımızın bu konuda çok iyi bilgilenmediğini görüyoruz. Bundan dolayı bu üçlü koordinasyonu kurduk. Vatandaşlarımız artık sıkıntı çekmeden kafasında proje aşamasında sorun çekmeden hiçbir ücret almadan destek sağlanacaktır. Bu başvurular için ise başvuru evraklarını sadeleştirdik ve bu konuda sadece üç evrak istiyoruz. Bunlar da; Tescil karan, Tapu örneği ve Nüfus Cüzdan fotokopisi. Tapusu hisseli olanlar için, hissedarlardan sadece birinin başvurusu yeterlidir” dedi.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Kılıç da bakanlığın Türkiye genelinde sunmuş olduğu hibe desteğinden yararlanmak isteyen Ispartalılara ücretsiz danışmanlık hizmeti verileceğini söyledi. Kılıç, bakanlığın yapmış olduğu karşılıksız para yardımlarında Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon Projesi hazırlatılması için 50 bin TL, inşaat (restorasyon) aşamasındaki işlemler için 200 bin TL ye kadar karşılıksız para yardımının hedeflendiğini bildirdi.

Kılıç, destekten faydalanmak isteyenler için bakanlığa son başvuru tarihinin 30 Eylül 2010 olduğunu da sözlerine ekledi.

 

Isparta Mimarlar Odası Başkanı Merve Kuyu ise toplantıda yaptığı konuşmada, “Bakanlığın proje noktasındaki desteği, projeyle alakalı, mal sahibinden ücret almadan mimarların söylediği miktarla yapacak. Tarihi yapıların yaşatılması, tadilata alınması noktasında problemlerden bir tanesi şudur; vatandaş bilgiye ulaşamıyordu, proje desteği alamıyordu. Şimdi bundan sonra kurumsal olarak elimizden geleni yapacağız. Bu konuyla ilgili Yalvaç güzel örneklemeler yapıyor. Biz oda olarak proje kısmında elimizden gelen desteği vereceğiz. İnşallah tarihe saygı kapsamında elimizden geldiğince sosyal sorumluluk projesini yürütmeye çalışacağız” ifadelerini kullandı.

 

Öte yandan Kaymakkapı Meydanı’nda Isparta’da tarihi evlere sahip olan vatandaşların, proje hakkında bilgi edinmelerini sağlayacak stand açıldı.

Isparta’da tarihi ev niteliğinde 230 yapı bulunuyor.

Isparta Kent Haber, 23.09.2010

YIKINTILAR ARASINDAN BİLİNMEYEN DİL ÇIKTI

 

Peru'da 17. yüzyıldan kalma kilisenin yıkıntıları arasında bulunan mektuptaki karalamanın, daha önce bilinmeyen bir dile ait olduğu saptandı.

Peru'da, kuzeydeki halklar tarafından kullanılan, ancak daha önce bilinmeyen bir dil ortaya çıkarıldı. Uluslararası arkeologlar ekibi, Lima'nın kuzeyindeki Trujillo'da, 17. yüzyıldan kalma çökmüş bir kerpiç kilisenin yıkıntılarından çıkarılan bir mektubun arkasındaki karalamanın, daha önce bilinmeyen bir dile ait olduğunu saptadı.

 

Mektubun El Brujo arkeolojik alanında 2008 yılında bulunduğu, ancak arkeologlar mektubun arkasındaki karalamanın kayıp bir dile ait olduğunu kanıtlayana kadar gizli tutulduğu belirtildi.

Harvard Peabody Arkeoloji ve Etnoloji Müzesi'nden Jeffrey Quilter, "Araştırmamızda, bu kağıt parçasının yüzyıllar önce kaybolmuş bir dildeki sayı sistemini gösterdiğini saptadık" dedi.

Quilter, "16. veya 17. yüzyıldan beri hiç kimsenin bilmediği, duymadığı bir dili keşfettik" diye konuştu.

 

Quilter, bunun, sömürge dönemi İspanyollarının tarih yazılarında, Peru'nun kuzey sahilindeki balıkçıların diline atfen 'Pescadora' olarak söz ettikleri dilin yazılı hali olabileceğini söyledi.

Bugüne kadar Pescadora diliyle ilgili bir kayıt bulunmamıştı.

Ntvmsnbc, 23.09.2010

NEMRUT İÇİN SONUNDA MUTABAKATA VARILDI

 

 

Malatya Valisi Ulvi Saran, Adıyaman Valisi Ramazan Sodan'a Nemrut Dağı'nın Adıyaman ve Malatya arasında kalmaktan kurtulması konusunda bir mektup yazmıştı, mektubun ardından iki ilin valisi mutabakata vardı. Zaman gazetesinde yayınlanan habere göre; Nemrut Dağı iki ilin ortak kültür mirası olacak.

Vali Saran, Nemrut Dağı'na Malatya ve Adıyaman'dan giden iki kara yolunu birleştirmek istediğini ve bu konuda Adıyaman Valisi Sodan'a bir mektup yazdığını anımsattı.

Saran, şöyle konuştu: "Yerli ya da yabancı bir turist Nemrut Dağı'na gitmek istiyorsa, başka tarihi ya da turistik yerleri de gezmek ister. Malatya'dan Nemrut'a giden bir turist yine aynı yoldan geri dönüp Malatya'ya geliyor. Çıkmaz sokak mantığı. Adıyaman'dan yine aynı şekilde Nemrut'a giden bir turist aynı yoldan Adıyaman'a dönüyor.

Bu turizm hareketini baltalayan, daraltan bir durum. Bu duruma engel olmak için Adıyaman'dan Nemrut'a giden ve Malatya'dan Nemrut'a giden kara yolunu birleştirmek istedik. Bunun için Adıyaman Valisi Sodan'a bir mektup yazmıştım. Mektubun ardından Adıyaman Valiliği de iki kara yolunun birleştirilmesi konusunda bizimle aynı görüşte olduğunu bildirdi. Bu konuda iki ilin valileri olarak mutabakata vardık. Bir protokol yapacağız. Bunun için gün belirleyeceğiz."

Protokol kapsamında su takası da yapılacağını anlatan Saran, "Malatya'dan çıkan bir su kaynağı var, Karasu. Bu suyu Kahta İlçesinin içme suyu olarak kullanma talebi var. Buna karşılık Adıyaman'da Aksu var. Bu kaynağın da bizim tarafa verilmesini istiyoruz" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da yolların birleştirilmesini ve bölgenin turizm havzasına dönüşmesini istediğini ifade eden Saran, şunları dile getirdi: "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın elbette ki bir kamu kurumu olarak iki il arasında polemik konusu olan bir konuda taraf tutması mümkün değil.

Bakanlık uyguladığı politikalarla Nemrut Dağı'na iki ilden de ulaşımı desteklemeye çalışıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığının planlamasında orası bir turizm yolu olarak belirlenmiş durumda. Bu yıl hem Malatya hem de Adıyaman tarafına birer karşılama merkezi için ihale açıldı. Ödenek ayrıldı. İki tarafa da karşılama merkezi yapılıyor.

Nemrut iki taraftan da erişilen bir nokta. Bunlardan birini köreltmek bir kamu kuruluşunun yapılacağı bir iş olamaz. Bu çekişme yersiz bir çekişme. İki ilin halkı arasında belki biraz da geleneksel faktörlerle espri tabirinden yapılan bir şey. Nemrut Dağı'na Malatya'dan gidenler Adıyaman'ı da gezebilsin istiyoruz. İki ilin arasında duvar yok ki, bir bariyer, bir sınır yok. Aynı ülkenin iki ili."

Adıyaman Valisi Ramazan Sodan da, Adıyaman'dan ve Malatya'dan Nemrut'a giden iki kara yolunu birleştirmeyi istediklerine değindi.

Sodan, "Adıyaman'dan ve Malatya'dan Nemrut Dağı'na giden iki yolu yolu birleştirip Nemrut'u çıkmaz sokak olmaktan kurtarmak istiyoruz. Bir protokol imzalayacağız. Bunun için gün belirleyeceğiz" dedi.

Sodan, Adıyaman'dan doğan bir su kaynağını Malatya'ya vereceklerini, Malatya'dan doğan bir su kaynağının da Adıyaman'a verileceğini sözlerine ekledi.

Güneydoğu Torosların ortasında yer alan Nemrut dağı, Kommagene Krallığı'nın bir antik kentini barındıran milli park ve ören yeri durumunda. Nemrut dağına Pütürge İlçesi üzerinde 94 kilometrelik kara yolunu da aştıktan sonra varılıyor.

Nemrut'a Malatya'dan giden turistler Pütürge İlçesi ve Tepehan beldesini geçerek farklı doğal güzelliklere sahip dinlenme noktalarından yararlanabiliyorlar. Adıyaman'dan ise, Kahta İlçesi üzerinden Nemrut Dağı ve milli parka ulaşılabiliyor. Kahta'ya 15 kilometre olan Adıyaman havaalanı da kolay ulaşım sağlıyor. Nemrut, Adıyaman'a 43, Malatya'ya 94 kilometre uzaklıkta bulunuyor.

Nemrut Dağı'na Adıyaman ve Malatya üzerinden ulaşım kolaylıkla sağlanabiliyor.

turizmdebusabah.com, Fotoğraf: Esra Kurmuş, 23.09.2010

KUR'AN-I KERİM HIRSIZLIĞI

 

Çorum'un Mecitözü İlçesi'ndeki Elvançelebi Camisi'nde 1800'lü yıllarda yazılan Kur'an-ı Kerim, kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından çalındı.

Mecitözü'ne bağlı Elvançelebi beldesinde bulunan Elvançelebi Camisi'nin giriş bölümündeki imam odasındaki kilitli bölmede bulunan tarihi Kur'an-ı Kerim kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından çalındı. İmamın odasına girip özel bölmenin kilidini kıran kişiler Kuran'ı çalıp kaçtı.

Olayın ardından Mecitözü Jandarma ekipleri geniş çaplı soruşturmasını sürdürürken, cami imamının ifadesine başvurulduğu öğrenildi.

Habertürk, Haber: Fatihan Atik, 23.09.2010




DUVARI RESİMLERLE SÜSLÜ MEZAR BULUNDU

 

     

 

Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin Doğu Garajı Projesi inşaat kazısı sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan Attaleia Antik Kenti'nde tespit edilen 825 mezardan 800'ü açıldı. Son açılan mezarlardan birinin duvarlarının resimlerle süslenmiş olduğu görüldü. İki yıldan bu yana çalışmaları devam Antik Attaleia Kenti'nde sona doğru yaklaşılıyor. Alanda tespit edilen 825 mezardan 800'ünde kazılar sona ererken açılan bir mezarda ilk defa duvarları sıvalanmış ve üzeri resimlerle süslenmiş mezar tipi bulundu. Kazı alanı sorumlusu Arkeolog Aynur Tosun, şu ana kadar ilk defa böyle bir bulguyla karşılaştıklarını söyledi.
 

Mezarın önce Hellenistik dönemde kullanıldığını ifade eden Tosun, aynı mezarın şekillendirilerek Roma döneminde tekrar kullanıldığını söyledi. Mezarı açtıklarında Hellenistik döneme ait olan bir takım iskelet ve buluntuların boşaltılarak Roma döneminde ikinci kez kullanılmaya yönelik düzenlendiğini keşfettiklerini anlatan Tosun, şöyle konuştu: "Öte yandan burada mezarlardan birinin ilk defa duvarlarının sıvanmış olduğunu gördük. Bunun yanında üzerinde renkli duvar resimleri gördük. Bu da bu nekropol için yine ilk olma özelliğini taşıyor."

Attelia Antik Kenti hakkında fazla bir arkeolojik bilgi bulunmadığını dile getiren Aynur Tosun, bu buluntuyla belirli bir sanat kalitesinin de bu mezarlarda kullanıldığının tespit edildiğini söyledi. Bugüne kadar kazdıkları mezarlarda basitçe kayaya oyulmuş mezarlar olduğunu anlatan Arkeolog Tosun, sözlerine şöyle devam etti: "Bu mezarların içinde estetik amaçlı bir düzenleme söz konusu değildi. Bu son açtığımız mezar birçok yönüyle ilk olma özelliği taşıyor. Görseller şu an çok net değil. Çünkü uzun süre suya maruz kaldıkları için kalker tabakası oluşmuş. Duvar resimleri beyaz, krem rengi bir sıva üzerine yapılmış kırmızı, yeşil yapraklı lalelere benziyor. Aynı duvarda şeritlerle bağlanmış çelenk demeti görülebiliyor. Restorasyon çalışmalarından sonra resimleri daha net görebileceğiz."

Türkiye Gazetesi, 23.09.2010

TÜRKİYE'NİN İLK MÜBADELE MÜZESİ RESTORE EDİLDİ

 

Samsun İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Aslan Karanfil, ilin ve ilçelerin turizm değerlerine katkı sağlamak amacıyla Alaçam Mübadele Müzesi'nin restorasyonunun tamamlandığını söyledi.

 

Karanfil yaptığı açıklamada, mübadele kültürünün yoğun olarak yaşandığı Alaçam İlçesinde mülkiyeti İl Özel İdaresi'ne ait tarihi yapının 'Mübadele Müzesi' olarak değerlendirilip restore edildiğini belirterek, "Bu düşünce doğrultusunda Alaçam İl Özel İdaresi'ne bağlı olarak özel müze statüsünde açılması hususunda gerekli işlemler yapıldı. Hedefimiz, her ilçenin tarihi ve kültürel değerlerine uygun olarak değerlerinin sergileneceği tematik müzelerin oluşturulması." dedi.

Ülkenin tarihi ve kültürel dokusunda önemli yeri olan bu olayın canlı tutulmasının, aynı zamanda gelecek kuşaklara vatan ve özgürlük kavramlarının öneminin hatırlatılması için bir vesile olacağının düşünüldüğünü ifade eden Karanfil, "Diğer yandan, mübadele öncesi ve sonrasıyla mübadele sürecini yansıtacak olan müzenin, doğal güzellikleriyle öne çıkan Alaçam İlçesinin turizmine önemli katkılar sağlayacağı gibi bölgenin de bundan istifade edeceği düşünülmektedir." diye ifade etti.

 

Samsun'daki taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili işlemleri ve uygulamaları yürütmek, denetimlerini yapmak üzere İl Özel İdaresi bünyesinde kurulan Koruma Uygula ve Denetim Bürosu'nca (KUDEB) yapılan çalışmaları tamamlanmış olan müzede, Lozan Anlaşması sonrası yaşanan mübadele olayının izleri, tarihe şahitlik eden belge, bilgi ve materyaller canlı tanıklarıyla sergilenecek.

 

Restorasyonu 330 bin 554 TL'ye mal olan Alaçam Mübadele Müzesi'nin açılışı için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gerekli yazıların yazıldığı ve cevap beklendiği ifade edildi.

Zaman, 23.09.2010

KAYIP KITA LARAMİDİA'DAN HABER VAR

 

 

Bilim insanları, ABD'nin güneyindeki Utah eyaletinin bulunduğu bölgede, daha önce bilinmeyen türde boynuzlu, ot obur, dev iki dinozor fosili keşfetti.


Plos ONE dergisinde yayımlanan bulgulara göre, ortaya çıkarılan bu yeni tür iki dinozor, yaklaşık 68-99 milyon yıl önce Tebeşir Döneminde, "kayıp kıta" Laramidia’da yaşadı.

Utah eyaletinin güneyinin iç kesimlerinde ortaya çıkarılan ve "Kosmoceratopsorta" adı verilen dinozorların kafalarında, daha önce bilinen bütün dinozor türlerinden çok daha fazla boynuz bulunuyor ve özellikle de burunlarının üzerinde büyük bir boynuz yer alıyor. Başında toplam 15 boynuz olan dinozorlardan biri, bugüne kadar keşfedilen en gösterişli başa sahip dinozor olarak niteleniyor. Bu dinozorun sadece burnunun üzerinde değil, iki gözünün ve elmacık kemiklerinin üstünde de boynuzlar bulunuyor.

Tropikal iklime yakın ve bataklıklı bir çevrede yaşayan bu dinozorların, boynuzlu dinozorlar ailesinin en bilinen türü olan "Triceratops"lara yakın akraba olduğu düşünülüyor.

Radikal, 23.09.2010

MAĞARADAN UZMAN EBEVEYNLER ÇIKTI

 

 

Mağara insanlarının çocuk yetiştirme açısından, günümüzün "modern" ebeveynlerinden daha iyi oldukları belirtildi.

 

Psikologlar, bebeklerin ağlamasına izin vermek, uzun zaman bebek arabasında bırakmak ve dışarıda oynamalarına izin vermemenin, sağlıklı iletişim kuramayan bir kuşağın ortaya çıkmasına yol açtığını bildiriyorlar.


Prof. Darcia Narvaez’e göre, avcı-toplayıcı toplumlar, çocuk yetiştirme konusunda 21. yüzyılın ailelerinden daha iyi fikirlere sahipti. O dönemin çocuklarının ağlamasına asla izin verilmiyordu, çocuklar sürekli kucakta taşınıyordu, sokakta çok zaman geçiriyordu ve aylar değil yıllarca meme emiyordu.


Daily Mail’deki habere göre Prof. Narvaez, 3 yaşındaki çocukların ebeveynlerinin tutumları ve bunların avcı-toplayıcı toplumlardaki çocuk yetiştirme biçimleriyle karşılaştırıldığı bir araştırma yaptı.

Eski toplumlarda çocukların geniş ailelerde büyüdüğünü, evde anne ve baba dışındaki bir sürü insanın daha çocuğa sevgi gösterdiği bir ortamın bulunduğunu belirten Prof. Narvaez, bu ailelerde çocukların ağlamaları ve yaygaralarına daha çabuk müdahale edilebildiğini söyledi.

Narvaez, "Çok eski atalarımız ayrıca, annelerinin kucağında daha fazla zaman geçiriyorlar ve böylece yakın bağ kuruluyordu. Çocuklar dövülmüyordu" dedi.

Çocukların ayrıca dışarıda özgürce oynamasına ve çevreyi keşfetmesine izin verildiğini belirten Prof. Narvaez, bu tür bir çocuk bakımının, kişiliğinin şekillendiği ilk yıllarda çocuğun maneviyatının oluşumunda önemli olduğunu kaydetti.

Günümüzde ise uzmanlar ebeveynlere, çocukların "kontrollü ağlamasına izin vermelerini" ve yaramazlık yapan çocukların odalarına kapatılarak cezalandırmalarını tavsiye ediyor.
Yapılan araştırmalar, yeteri kadar oynamasına izin verilmeyen çocuklarda hiperaktivite ve ruh sağlığı sorunları ihtimalinin daha fazla olduğunu gösteriyor.

Prof. Narvaez, son 50 yılda Amerikalı çocukların mutluluk ve huzurunda azalma olduğunu gösteren araştırmaları da hatırlattı. İngiltere’de yapılan bir araştırma da, çocuklarda ruh sağlığı sorunlarında artış olduğunu gösteriyor. Narvaez’in araştırması, gelecek ay ABD’deki bir konferansta bilim çevrelerine sunulacak.

Radikal, 23.09.2010

SERİNHİSAR'DA TRAVERTENLİ MAĞARA

 

Denizli'nin Serinhisar İlçesi yakınlarında, içinde Pamukkale'deki travertenlere benzeyen travertenlerin olduğu bir mağara bulundu.

 

Serinhisar İlçesi Katran Ocakları mevkii, Sarpdere civarındaki mağara görenleri şaşkına çevirdi.

Pamukkale'deki travertenler ile Keloğlan Mağarası'ndaki sarkıtların benzerlerinin bulunduğu mağara koruma altına alındı. İlçe merkezine yaklaşık iki kilometre mesafedeki mağara ile ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgili müdürlüklere bilgi verileceğini belirten Serinhisar Belediye Başkanı Hüseyin Gemi, "Bir duyum üzerine yapılan araştırma sonunda ilçe merkezine çok yakın bir yerde bulunan ve adı henüz konulmayan bu mağara bulundu. Giriş yerinden 45- 50 metre aşağıdaki bu doğa harikası mağara bizi şaşırttı. Birilerinin ilgisini çeken ve araştırma yapıldığı izlenimi alınan mağarayı koruma altına aldık. Biz bu mağarayı turizme açmak istiyoruz" dedi.

Denizli Kent Haber, 23.09.2010

İSTANBUL'UN ÇILGIN PROJESİ NE OLACAK?

 
Başbakan Erdoğan’ın Hıncal Uluç’a açıkladığı “İstanbul’la ilgili çılgın proje”nin ne olabileceğini mimarlara sorduk. Mimar Sinan Genim, “Tepebaşı’ndaki konser ve opera binası olabilir” dedi. Afife Batur ise “Hiç kimse İstanbul için düşünülen projeleri tartışmaya açmadan, uzmanına danışmadan hayata geçirmemeli” diye konuştu.

 

Başbakan Erdoğan’ın Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç’a açıkladığı İstanbul’la ilgili “çılgın proje”nin ne olabileceğini mimarlara sorduk. İşte mimarların ‘çılgın proje’ hakkındaki görüşleri...
Mimar Sinan Genim: “Çılgın proje olsa olsa, Tepebaşı’na yapılması düşünülen 1800 kişilik opera ve konser binası olabilir. Başkan Topbaş’ın desteklediği bu projenin yapımını İnanç Kıraç Vakfı üstlenmişti. Olsa olsa müthiş proje bu olabilir.”


Mimar Behruz Çinici: “İstanbul’a büyük projeler yapabilmek için derin bir kültüre sahip olmak gerekir. Tabii delice projeler de yapılabilir. Menderes’ten sonra İstanbul’a en son en büyük darbe, 1980’li yıllarda Belediye Başkanı Bedrettin Dalan zamanında vurulmuştur. Türkiye geçen bunca zaman içinde gerçek şehirciliği ne yazık ki öğrenememiştir.”


Mimar Mete Göktuğ: “Benim aklıma tarihi yarımadaya ulaşım ağı projesi geliyor. Çünkü yapılan tüm işler gerek tüp geçit, gerek metro hattı, tren hatları ve gerekse feribot iskeleleri insanın aklına böyle bir proje getiriyor. Üstelik lastikli tüp geçit projesi de yolda.”


Mimar Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp: “Başbakan’ın insanları yerinden zıplatacak projesi ne olabilir doğrusu tahmin edemiyorum. İstanbul için en önemli proje, birincisi kenti depreme hazırlamaktır, ikincisi de ulaşımı çözmektir. Başbakan bu konularda proje teklif etmelidir.”


Mimar Eyüp Muhcu (İstanbul Mimarlar Odası Başkanı): Taksim Meydanı düzenlenmesi adı altında trafiği yerin altına almak, AKM’yi yıkmak ve yerine rant kulesi yapmak istiyorlar. Özetle AKM’yi yıkıp kongre merkezi adı altında işyerleri, alışveriş merkezleri vs. öngörüyorlar. Ancak AKM 1. grup tescilli kültür varlığıdır. Taksim meydanı tabii ki düzenlenmeli ama bunun yöntemi öncelikle bir yarışma açmaktır. Ve bu düzenleme AKM’yi yıkma gerekçesi olamaz.”


Mimar Oktay Ekinci: “Taksim’degündeme getirilen AKM’yi yıkıp onun yerine alışveriş merkezi ile otel içeren bir bina tasarlıyorlardı. Çılgın bir proje olarak lanse edilmişti. Benim aklıma bu proje geliyor, başkası gelmiyor. Eğer bu projeyse AKM’nin aynen yapılması lazım.” 

 

DİĞER ÇILGIN PROJELER
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’ın dikkat çeken projelerinden bir tanesi de Haliç’e cansuyu vermekti. Bu projeye göre, Sarıyer Ayazağa’dan Kağıthane Deresi’ne tünel açarak Haliç’e taze deniz suyunun girişi sağlanacaktı. Böylece Haliç’teki su sirkülasyonu sağlanacaktı. Ve Haliç daha da temizlenecekti.

 

Bunun dışında 2005 yılında Hayırsız Ada’ya 110 metrelik semazen heykeli projesi gündeme gelmişti. İçinde restoranı olan, aynı zamanda kilise, cami, sinagogu bulunan proje çok tepki gördü. Sonra bu fikirden vazgeçildi.

 

Mimar Prof.Dr. Afife Batur:  “Başbakan dahi olsa hiç kimse uzmanlara danışmadan, tartışmaya açmadan İstanbul konusunda projeler üretip hayata geçiremez. Büyük projeler uzmanlara, mimarlara, kent planlamacılarına, sosyologlara danışarak hazırlanmalıdır. Menderes de böyle çılgınlıklar yapmıştı. Yol açma tutkusu yüzünden İstanbul büyük darbeler aldı. Birçok tarihi eser yok edildi.”

 

Uluç ne yazmıştı?
“...İstanbul için AKM’den de öte müthiş projelerimiz var, sizinle özel bir konuşmamızda anlatmak isterim” dedi ve iki cümle ile projenin adını söyledi.
Telefon elimde dondum kaldım.. Bu İstanbul konusunda bugüne dek duyduğum en çılgın proje.. Biri bana “Bin proje say” dese, bin gün izin verse aklıma gelmez. Öyle çılgın.
Başbakan “Yazma” demedi.. Ama benim izanım, anlayışım ve ilkelerim yazmamı engelliyor.
... Bu projeyi,  bir TV canlı yayınında Türk ve Dünya (Dünya.. Bu sözcüğe dikkat edin. Şifre o.) kamuoyuna açıklamak Başbakanın hakkı.. Benimki  tiyatro dili ile “Sahne çalmak” olur.  Hakkım yok.”

Milliyet, 23.09.2010

 

******


TAKSİM MEYDAN DEVRİMİ

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı döneminde projelerini hazırlattığı ancak hayata geçiremediği Taksim Meydanı'nı 'yayalaştırma' projesinin detaylarını İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş AKŞAM'a anlattı. Buna göre, meydandaki trafik yer altına çekilecek, İETT otobüs peronları kaldırılacak ve Taksim'e ulaşım metroyla sağlanacak.

 

Projenin, 15 gün öne Başbakan ile görüştüklerinde tekrar gündeme geldiğini belirten Topbaş, 'Kendilerine, dönemindekiler ile bizim projelerimizi takdim etmek istediğimizi söyledik. En kısa sürede kendisine tüm projeleri arz edeceğiz' dedi. 'Taksim Meydanı'nda yayalar rahatsız. Araçtan ziyade insana saygı gösteren anlayışı oluşturmak istiyoruz' diyen Topbaş, hedeflerini şöyle sıraladı:

Arzumuz Gümüşsuyu'ndan gelen trafiği yer altına alarak, AKM'ye kesintisiz girilebilmesi, 
Meydanda otobüslerin tamamının kalkması,
Taksim'e ulaşımın metro ile sağlanması. 

'Gezi Parkı'yla bütünleşmesi ya da bütünleşmemesi gibi birkaç alternatif var. Değerlendirme yapacağız' diyen Topbaş, meydan düzenlemesi için kurul kararı gerekiyor mu? sorusuna, 'Tabii kurul kararı gerekir. Çünkü burası sit bölgesi' yanıtını verdi. Hemen başlamak istedikleri projeyi, bu dönem bitirmeyi planladıklarını belirten Topbaş, şunları söyledi: 'Bölgede herhangi bir bina yıkımı söz konusu olmayacak. Trafiği yer altına alırken, bazı noktaları düşünmek gerek. Mesela İkyardım Hastanesi'ne giden aks var. Onun ne kadarını yer altına alacaksınız. Onunla ilgili çalışma var, bu karar çok önemli. İki hastane var. Burası aynı zamanda Cihangir'in giriş çıkışını sağlayan bir nokta. Topbaş, AKM ile ilgili görüşlerini ise şöyle paylaştı:

 

AKM'nin yenilenmesi söz konusuydu. Yargı süreci nedeniyle 2.5 yıldır maalesef öyle duruyor. Burasıyla ilgili kararı, Kültür Bakanlığı'na bağlı olduğu için yetkili kurumlar verecek. Şahsi görüşüm, buranın yıkılıp, yeni inşaat teknolojisiyle farklı mekanları içinde bulunduran gerçek anlamda bir kültür merkezi olarak yeniden yapılması.

 

Topbaş, Başbakan Erdoğan'ın İstanbul için 'çılgın projem' dediği plan için, 'Dünyada örneği yok' değerlendirmesini yaptı. Bir gazetecinin, 'İpucu verir misiniz?' sorusu üzerine ise Topbaş, 'Kendisi verdi zaten, gelecekte açıklayacağım dedi' karşılığını verdi.

 

AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu da 'Sayın Başbakan'ın şaşırtan projelerinin olması sürpriz değil. Dünyayı şaşırtan projeleri olan bir liderin, İstanbul sevdalısı bir liderin, İstanbul'a özgü şaşırtıcı projelerinin olması da çok doğal. Yapılacak şey, Sayın Başbakan'ın çılgın projesini beklemek olacak' diye konuştu.

Akşam, Haber: Nebahat Koç, 25.09.2010

"AMERİKA'YI ÖNCE SİBİRYALILAR BULDU"

 

Rus akademisyenler Amerika'yı Cenovalı kaşif Kristof Kolomb'un değil, Sibiryalıların keşfettiğini öne sürdü. Rusya Bilimler Akademisi'ne bağlı Sibirya Bölümü Arkeoloji ve Etnografi Enstitüsü Başkanı Anatoliy Derevyanko, "Sahalin adasının güneyindeki Dolin bölgesindeki kazılara göre Amerika'ya insanlar ilk olarak Sibirya'dan gitmiş" iddiasında bulundu. Göçün 13-14 bin yıl ya da 20-25 bin yıl önce olduğu savunuldu.

Sabah, 23.09.2010

AYVALIK'TA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'nde polisin düzenlediği operasyonda, çok sayıda tarihi eser ele geçirildi, bunları kaçırdığı öne sürülen 1 kişi gözaltına alındı.

 

İhbarı değerlendiren Balıkesir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, 82 yaşındaki A.Y.O.’nun Ayvalık 150 Evler ve Ali Çetinkaya mahallerindeki evlerine operasyon düzenledi. Evlerde yapılan aramalarda, Roma dönemine ait bir kulplu toprak testi, bir kulplu toprak matara ve iki topraktan yapılmış kadın başı ve kulplu testi, üzerinde Arapça harfler bulunan 29 sikke, Bizans dönemine ait 13 sikke, İslami döneme ait 7 sikke, Hellenistik döneme ait 32 sikke, Bizans dönemine ait metal haç, Roma dönemine ait pipo, Osmanlı dönemine ait 5 pipo, Bizans dönemine ait üzerinde resim ve hac sembolleri olan metal levha ele geçirildi.


Gözaltına alınan A.Y.O.'nun Trakya Üniversitesi'nden emekli öğretim üyesi olduğu, ifadesinde tarihi eserlerin aile yadigarı olduğunu söylediği öğrenildi. Polis, olayla ilgili soruşturmaya devam edildiğini bildirdi.

Hürriyet, 22.09.2010

ANKARA'NIN VE GÖLBAŞI'NIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Gölbaşı Konya yolu 25. km Karaoğlan Mahallesinde bulunan Höyüğün, 1930 yıllarda Atatürk’ün talimatıyla kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarıldı. Ama o zamanki imkansızlıklar yüzünden sadece 2 yıl sürdü. Arkeolog Remzi Oğuz Arık yapılan kazılarda höyüğün MÖ 3000 veya 3200 yıllarından daha eski olabileceğini kazı raporlarında belirtmiş.1930 yıllarında yapılan kazılarda Höyüğün üst kısmında klasik dönem,Hitit, İlk Tunç Çağı, Kalkolitik dönemlerine ait eserler Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi'nde sergileniyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nün ortaklaşa başlattığı ve Gölbaşı Belediyesi'nin destekleriyle 'Gölbaşı ve Çevresindeki Tarihi Eserleri Araştırma Projesi' kapsamında yer alan Gölbaşı Karaoğlan Höyüğü tekrar gün yüzüne çıkartılıyor.

 

Höyük hakkında araştırma ve inceleme yapan Kırşehir Ahi Evren Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Yrd. Doç.Dr. Gülçin İlgezdi Bertram ve Ankara ODTÜ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Yrd.Doç.Dr. Jan-K. Bertram, Höyüğün tekrar kazı çalışmalarının yapılarak turizme kazandırılması için gerekli çalışmaların başlatılacağını belirttiler.Höyüğün yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda 2 yıl içersinde kazı çalışmaların başlayacağını belirttiler.

 

Gölbaşı Karaoğlan Höyüğü'nün yapılan kazılar ve araştırmalar sonucunda beklide Ankara ve çevresinin en eski yerleşim alanın ortaya çıkabileceği düşünülüyor. Karaoğlan Höyüğü'nde kazı çalışmaları 20 yıldan daha fazla sürmesi bekleniyor.

 

1930 yıllarda yapılan kazılarda görevli olarak çalışan Karaoğlan Mahallesi halkından hala hayatta olan 84 yaşında İbrahim Balta ve 85 yaşındaki Niyazi Atak o yıldaki kazı çalışmalarını anlattılar.

 

"1930-1932 yılları arasında yapılan kazılarda biz höyükten el arabası ile kum taşıyorduk.Sonra el arabası ile kum taşınması zor olduğundan raylı vagon sistemi kuruldu. Höyüğün o yıllarındaki kazısında 50 – 60 kadar işçi çalışıyordu. Höyükte çalışanlara günlük yevmiye olarak devlet tarafında 50 kuruş veriliyordu.Biz höyükte 2 yıl kadar çalıştık. Daha sonra höyükte çalışmalar durdu. 1930 yıllarından bu yana kazı yapılması için bekleniyordu." dediler.

 

“Gölbaşı Karaoğlan mahallesinde başlatılan kazılar dünya tarihine ışık tutacaktır” diyen belediye başkanı Yakup Odabaşı “Gölbaşı ,tarihi ve turizmi ile önemini koruyan bir ilçedir. Karaoğlan mahallesindeki kazı çalışmaları İlçemizin tarihini gün ışığına çıkaracaktır.Bu tür çalışmaların Gölbaşı turizmine büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum. Belediye olarak bu çalışmalara imkanlar çerçevesinde katkı sağlayacağız” dedi.

haberler.com, 22.09.2010

VAN KALESİ KUZEYİNDEKİ HÖYÜKTE KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

Van Kalesi’nin kuzeyinde bulunan höyükte İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarının bu yıl son aşamasına yaklaşıldı.

 

Urartuların başkentliğini yapan Van’da, İstanbul ve Marmara üniversiteleri öğretim üyeleri tarafından yaklaşık 2 aydır arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülüyor. Kazı Başkanı İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, Ağustos ayında başladıkları Van Kalesi kazılarının bu yılkı arazi çalışmalarının sona erdiğini, şuanda belgeleme ve fotoğraflama çalışmalarının devam ettiğini söyledi. Konyar, Van Kalesi’ndeki kazılarının yaklaşık 2 ay sürdüğünü ifade ederek, “Bu kazı sürecinde özellikle başkentin aşağı şehrinin niteliği konusunda burada yaşayan halkın yaşam biçimi, kullandıkları konutlar ve yaşadıkları mekanlar konusunda önemli veriler elde ettik. Hemen arkamızda bir Urartu yapısı bir mahalle ortaya çıkardık. Yaklaşık bir 15 odadan oluşun bir bey konağı ortaya çıkardık. Yaptığımız kazılarla ortaya çıkardığımız eserleri tekrar korumak amacıyla kerpiçlerle kapatarak koruma altına alıyoruz. Bu yılkı kazımın son aşamasında fotoğraflama, belgeleme ve çizim çalışmaları devam ediyor. Van Kalesi höyüğünde bundan sonra bütün arazide açılan alanlar jeotekstil malzemesi ile kapatılacak. Doğa koşullarına ve insan etkilerine karşı önlem olarak tamamen örtülecek. Gelecek yıl tekrar açılmak üzere kapatılacak” dedi.

 

Buradaki kazı çalışmalarının ilk yılında lojistik olarak ilk günlerde sıkıntı yaşadıklarını ifade eden Konyar, “Daha sonra Van Valiliği, Van Gölü Elektrik Dağıtım A.Ş. (VEDAŞ) ve Karayolları 11. Bölge Müdürlüğü ekipleri tarafından lojistik destek açısında ciddi yardımları oldu. İlk başta tahta merdivenler ile çektiğimiz fotoğrafları şimdi ise VEDAŞ”ın sepetli vinçleri üzerinde çekiyoruz. Bu açıdan başta Van Valiliği olmak üzere emeği geçen bütün kurumlara teşekkür ediyoruz. Fotoğraflama ve çizim çalışmalarımız yaklaşık 1 hafta daha sürecek. Bir kazıyı kapatmak ta bir hayli zordur. Bu anlamda arkeolojinin ne kadar zor olduğunu korumanın ne kadar zor olduğun da apaçık ortaya çıkıyor” şeklinde konuştu.

 

Bu yıl Urartu mimarisi, Urartu yazısal malzemesi açısından bir çok belge elde ettiklerini ifade eden Konyar, “O açıdan ilk kazılarımız beklediğimiz den daha fazla verimli geçti. Urartu Kralı İkinci Rusa dönemine ait bir çivi yazılı stel bulduk. Sustel Rusa’nın yapmış olduğu seferleri anlatıyor. Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde, Elazığ ve Malatya bölgesine yapmış olduğu seferleri anlatıyordu. Yaklaşık 100 yıl önce kaybolmuş bir stel parçasını bulup Van Müzesi’ndeki diğer parçasıyla bir araya getirdik. Bu da bizim için büyük bir mutluluk kaynağı idi. O eseri de müzeye kazandırdık” şeklinde sözlerini tamamladı.

Haber Kapısı, 22.09.2010

NEDİR GİZEMİ BU ESERLERİN?

 

600’den fazla antika, Başbakan Nuri El Maliki’nin ofisinde bulunduktan sonra, Irak Ulusal Müzesi’ne geri verildi. Kimi binlerce yıl öncesinden kalan tarihi eserler, muhtelif zamanlarda Irak’tan kaçırılmış ve Birleşik Devletler’e getirilmişti. Bu eserler, 2009 yılında tekrar Irak’a getirilmiş ve bu tarihten sonra ortadan kaybolmuştu. Turizm ve Antika Bakanı Kahtan El Cuburi, eserlerin ortadan kaybolmasıyla ilgili suçu ‘uygunsuz teslim prosedürüne’ atmıştı. Eserlerin Irak’a getirildikten sonra nasıl ortadan kaybolduğu hala gizemini korurken, 638 parça tarihî eser, pazar günü, Başbakan Maliki’nin ofisinde mutfak ekipmanlarının bulunduğu depoda, karton kutuların içine paketlenmiş halde bulundu. Eserler arasında, mücevherler, kil tabletler ve bronz heykelcikler bulunuyor. Koleksiyonun önemine vurgu yapan Irak Ulusal Müzesi Direktörü Amira Eidan, “Eserlerin bir kısmı İslam döneminin başlangıcından, bazısı Sümer döneminden, kimisi ise Babil, Hellenistik ve başkaca zamanlar ve şehirlerden kalma” dedi.

Taraf, 22.09.2010

AYİOS HARALAMBOS KİLİSESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Çeşme Belediyesi Fen İşleri Müdürü Fatih Taylan, tarihi Ayios Haralambos Kilisesi'nin restorasyonu çalışmalarına başlandığını bildirdi. Taylan, kilisenin restorasyonu için tüm sürecin tamamlanmasının ardından 1 milyon 627 bin 218 lira bedel ile ihale edildiğini söyledi.
    
Restorasyon çalışmalarının maliyetinin yüzde 95'inin İzmir Valiliği Özel İdare Müdürlüğü bütçesinden, yüzde 5'inin de Çeşme Belediyesi tarafından karşılanacağını belirten Taylan, ''Sözleşmeye göre yüklenici firma 300 günde yani Temmuz 2011'de restorasyon işini bitirecek. Böylelikle tarihi Ayios Haralambos Kilisesi, tavan ve duvarlardaki boyadan kurtarılarak, gün yüzüne çıkarılacak motifleri ve güven altına alınmış binasıyla gelecek sezonda Çeşme turizmine hizmet vermeye başlayacak'' dedi. Taylan, bu yıl mayıs ayında Çeşme'yi ziyaret eden Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos'un kiliseyle yakından ilgilendiğini hatırlatarak, kilisenin restore edilmesiyle birlikte Çeşme'de inanç turizminin yaygınlaşmasını beklediklerini sözlerine ekledi.

Çeşme merkezde bulunan ve 1832 yılında yapılmış olan kilise, Hıristiyan Ortodoks inancı bakımından önemli dini yapılar arasında yer alıyor.

Yapı, 22.09.2010

EFSANEVİ BÜTÇEYE DEĞDİ Mİ?

 

İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti tacını üç ay sonra devrediyor. Önce çok eleştirildi, sonra itirazlar azaldı. Peki AKB Ajansı son çeyreğe girerken alnının akıyla bu işten çıkabilecek mi? Yoksa paralar, iddia edildiği gibi sokağa mı atıldı?

 

İstanbul'un 2010'da Kültür Başkenti olacağı belirlendiğinden beri çıtayı hep yüksek tuttuk. Sanki bu unvanı almak Olimpiyat şehri olmakla eşanlamlıymış gibi, tüm sorunlarımızın bir yılda çözüleceğini sandık. Öyle ya, para çoktu! Kimbilir kimler parayı hasır altı edecek, bizi soyacaktı... Şehrimize öyle yekten paranın gelmesine alışık olmadığımız gibi bu parayı yönetecek kişilere de güvenmedik.

 

Eleştiriler haksız da değildi; 2010 Kültür Başkenti Ajansı'nda medyaya da yansıyan depremler oldu. Kültür sanat alanında bazı önemli isimler dayanamayıp ayrıldı, bazıları kalmayı tercih etti. Yönetimdeki uyumsuzluk ve acemilikler, iletişim problemleriyle birleşince eleştiri dozu arttı.

 

Tüm bunlar son aylarda neredeyse sıfırlandı. Kültür Başkenti olayına tepkiyle yaklaşanlar bile sessizleşti, hatta övgüler dizilmeye başlandı. İtiraf edeyim, ben de bir yamuk var mı bu işlerde diye düşünüyordum. Ama katıldığım bütün 2010 etkinliklerinden hem memnun kaldım, hem de baş döndürücü bir hızla ilerleyen "proje"lere yetişemez oldum. Reklam ajansının "İstanbul'u yeniden keşfet" ve yurtdışındaki "İstanbul-The Most Inspiring City In The World" (İstanbul-Dünyanın en ilham verici şehri) ilanlarını çok beğendim. Yapılan harcamaların web sitesinden kalem kalem yayınlandığını gördükçe de yüreğime su serpildi.

 

200 milyon TL harcadık

2010'un Nisan ayında Şekib Avdagiç'in Ajans Başkanlığı'na getirilmesi, başta "plastikçi kültürden ne anlar?" diye eleştirildi. Ancak zaman, meselenin tek başına kültür sanattan ibaret olmadığını, yönetim ve pazarlamanın önemini gösterdi.


Geçen hafta Ajansın Genel Sekreteri Yılmaz Kurt ve kurmaylarıyla biraraya geldik. Ben sordukça onlar dosyaları çıkardı. Kurt, açıkça "Ben de bilmiyordum kültürü sanatı" diye sözlerine başladı. Başında "Kültür Başkenti" kavramına büyük manalar yüklendiğini ve sanki sihirli bir değnek bütün altyapı sorunları çözülecekmiş gibi bir algı oluştuğunu anlattı: "Çatılardaki antenleri nasıl düzelteceksiniz diye soranlar oldu. Oysa bu unvan, çağdaş sanat ve yerel kültürün pazarlanması için kullanılıyor. 800 milyon TL gibi efsanevi bütçelerden bahsedildiği için beklenti büyüktü. Herkes kendi projesini yegane sanıyordu."

 

Peki İstanbul'daki projeler için ne kadar harcandı? Ajansın açıklamasına göre 200 milyon TL. Bunun büyük bölümü de kültürel yapıların restore edilmesine ayrıldı. Kurt, "Pecs ve Essen'le kıyaslama yapıldığında üzülüyoruz. O şehirlerle İstanbul'un konumu çok farklı. Kentsel dönüşümün yüzde 60 ile 70'ine Ajans kaynak aktardı. Şehirde tescillenmiş tarihi 30 bin yapı var. Bir o kadar da tescillenmemiş... Önceliğimiz, bu binaların kalıcı restorasyonu oldu."

 

AKM ne olacak?

Bana göre 2010 sürecinde en büyük sıkıntı, İstanbul'un büyük bir sahneye kavuşamaması oldu. Lütfi Kırdar yenilendi ama büyüklüğü bazı eserlerin sahnelenmesine yetmiyor. La Scala İstanbul'a gelecekti, sırf bu nedenle gelemedi... AKM'nin yıkılacağı iddiaları da çok tepki aldı.

 

Kurt, AKM'nin restorasyonunun bütçe ve kaynağı kullanma yetkisinin de Ajans'ta olduğunu, yıkılmasının söz konusu olmadığını ve ihaleyi alan Tabanlıoğlu'nun babasının hatırasına sadık kalarak proje geliştirdiğini söylüyor: "Ses sistemi, ışıklandırma, altyapı çalışmaları yapılacaktı. 64 milyon TL ayırdık. Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatroları Müdürleriyle toplantı yaptık. Fakat itiraz, projede restoran olmasınaydı. Oysa bugün Louvre'da da British Museum'da da var! Mete Tapan Hoca onaylayacaktı fakat dava açılınca yapamadı. Bence tarihi fırsat kaçtı. Herhalde bu dönemde yapılmasını istemediler..."

 

Ümidimiz, Kültür Bakanlığı'nın devreye girmesi ve iyi bir restorasyon projesiyle AKM'nin yeniden hayat bulması. Çürümeye terk edilmesi değil!

 

İstanbul, AB üyesi olmadan Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen ilk ve son şehir. "İnspiring city" yani ilham veren şehir reklamı ise RPM Radar& Ultra'nın fikri. Hasan Kurt, filmi ilk izlediğinde "Çok iddialı olmuyor mu?" diye sormuş. RPM'nin sahibi Paul Mc Millan'ın cevabı ise "Hadi iddialı olalım. Parislileri kızdıralım! İstanbul'un tarihi yarımada silüetiyle tanıtalım. Bu görüntü, Paris'in Eyfel'i kadar akıllara kazınmalı" olmuş. Neticede bu reklam Venedik'te San Marco Meydanında kocaman billboard'lara bile çıkmış. Bana sorarsanız lokumlu, dansözlü oryantal Türkiye tasvirlerinden çok daha etkili.

 

Kültür Başkenti'nin ajandasında buraya sığdıramayacağım kadar çok etkinlik var. Öncelikle kaçırılmaması gerekenlerden başlayalım:

 

- Beyhan Murphy'nin yönetmenliğindeki Dans Platformu için son tarih bugün.

- SSM'deki "İstanbul-Efsane Kent" sergisi bu Pazar sona eriyor. Ayrıca yazacağım, kaçırılmaması gerek.

- 15 Eylül'de santralistanbul'da açılan "İstanbul 1910-2010 Kent, Yapılı Çevre ve Mimarlık Kültürü Sergisi" 20 Kasım'a kadar açık. Kaçmaz!

- 28 Ekim'e kadar Beşiktaş Barbaros Meydanı'nda Yaratıcı Sokaklar Festivali.

- Kadınİst/WomanIst Uluslar arası Kadın Buluşmaları Kasım'da.

- Londra Filarmoni ve Mahpeyker galası.

- Thedosius Limanı ve İstanbul'un Tarihöncesi ve Yakın Çevresi Sergileri, Ermeni ve Rum mimarların eserlerini anlatan sergiler.

-Galata Mevlevihanesi'nin kapısı Kasım'da açılacak.

Milliyet, Yazı: Mehveş Evin, 22.09.2010

3000 YILLIK PEYGAMBER MUCİZESİ GERÇEK ÇIKTI

 

Bilim insanları, bilgisayar ortamında yapılan simülasyonlarla, Tevrat’ta anlatılan ve Yahudilerin Hz. Musa önderliğinde firavunun ordusundan kaçmasını sağlayan mucizenin gerçek hayatta yaşanabileceğini belirtti.

 

ABD Ulusal Atmosferik Araştırma Merkezi (NCAR) ve Colorado Üniversitesi araştırmacıları, hazırladıkları simülasyonlarla Kızıldeniz'in ikiye ayrılmasının mümkün olduğunu savundu.

 

Bilim insanları, Tevrat’ta anlatılan mucizenin yaşandığı bölgenin haritaları, arkeolojik kayıtları ve bölgenin uydudan çekilen fotoğraflarını inceleyerek mucizenin yaşanmasına olanak verecek topografik özellikler aradı. Araştırmacılar, elde ettikleri bilgilerin ışığında Akdeniz’in güneyinde, yaklaşık üç bin yıl önce Nil Nehri’nden akan suların oluşturduğu Tanis Gölü’nün olduğu bölgede deneylere başladı.

 

Bilgisayar modelleri, saatte 100 kilometre hızla doğudan esen rüzgara maruz kalan bölgede yaklaşık 1.8 metre derinliğindeki suyu 12 saat boyunca inceledi. Simülasyonda, rüzgar suyu hem göl oluşturduğu havzaya, hem de Nil Nehri’nden aktığı kola itti. Bu şekilde, saatler boyunca 4.5-5 kilometre uzunluğunda ve 1.8 kilometre genişliğinde düz, çamur bir alan ortaya çıktı. Rüzgarın sona ermesiyle, sular çamur alanı hemen kapattı.

 

NCAR yetkilisi Carl Dewis, simülasyonun Tevrat’ta anlatılana çok yakın bir sonuç verdiğini söyledi. Dewis, Plos ONE dergisinde yayımlanan çalışma hakkında, “Sıvı dinamiklerine bakarak, suyun birbirinden ayrılmasını anlayabiliriz. Rüzgar, suyu fizik kuralları içinde bir yöne itiyor. Su iki ayrı tarafa itilerek güvenli bir geçit oluşuyor. Ardından rüzgarın geçmesiyle geçit kapanıyor” dedi.

 

Hürriyet, 22.09.2010

ALİ PAŞA CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

Erzurum’un tarihi camilerinden Ali Paşa Cami restorasyona alındı. Erzurum vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce restoresi yaptırılan tarihi cami 2011 yaz döneminde yeniden ibadete açılacak.

Sıva kazma işleminin tamamlandığı tarihi camide minarede sökülerek yeniden yapılıyor. Numaralandırılan taşlar restore çalışmalarının tamamlanması ile birlikte yeniden yerlerine konulacak. Önümüzdeki yıl Ağustos ayı sonuna kadar bitirilmesi planlanan caminin önünde bulunan tarihi çeşmelerde restorasyon çalışmaları kapsamında yeniden yapılacak.

Erzurum Ali Paşa Mahallesi’nde, Kongre Caddesi üzerinde bulunan camiyi Erzurum Valisi Ali Paşa 1569 yılında yaptırmıştır. Sonraki yıllarda harap olan camiyi Hasan Efendi isimli birisi 1694 yılında onardı.

Caminin önündeki son cemaat yeri 6 ağaç sütunun taşıdığı bir çatı ile örtülmüştür. Giriş kapısı üzerinde caminin 1694 yılında onarıldığını belirten mermerden dört satırlı kitabesi bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı caminin üzeri toprak bir damla örtülmüştür. İbadet mekanında mimari ve bezeme yönünden bir özellik bulunmamaktadır. Caminin sağ tarafında tuğladan tek şerefeli bir minaresi vardır. Bahçesinde de 1865 yılında bir çeşme yapılmıştır.

Erzurum Gazetesi, 22.09.2010

BOĞAZ'IN 135 METRE ALTINDA MÜCEVHER ÇIKIYOR

 

 

Yıkılan Berlin Duvarı'ndan etrafa saçılan taş parçaları hem Almanların hem de Berlin Duvarı'nı görmeye gelen turistlerin ilgisini çekmiş, insanlar yıkılan duvardan dağılan taş parçalarını anı olarak yanlarına almıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de bu örnekten esinlenmiş olacak ki yeni bir projeyi hayata geçirmeye hazırlanıyor. İstanbul'un su ihtiyacının hızlı artışı sebebi ile Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından başlanıp yapımı devam eden Melen Projesi'nin Asya ve Avrupa bağlantısındaki "0" noktasından çıkan kaya parçalarını toplayıp muhafaza eden belediye, taşları takı haline getirip İstanbul'un tanıtımına katkı sağlamaya hazırlanıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, çalışmalar sırasında 135 metre derinlikte, Asya ile Avrupa'nın denizde birleştiği yerden yani sıfır noktasından çıkan kaya ve taşlardan dünyaca ünlü tasarımcıların desteğiyle bileklik, yüzük, kolye gibi orijinal takı ürünleri üretilmesi ve satışı için çalışmalar yaptıklarını söyledi. Parçalarını takı tasarımcılarına emanet edip, bu parçaları İstanbul anısı olarak pazarlayacaklarını söyledi. Kaya parçalarının belediyede saklandığını ve bunların tasarımcılara verilip takı üretilmesini sağlayacaklarını dile getiren Topbaş şunları söyledi: "Bu kayalıklar İstanbul Boğazı'nda Asya ve Avrupa arasında inşa edilen su tüneli çalışmaları esnasında elde edildi. 2 ton civarında çıkarılan bu taşlar tutanakla kayıt altına alınarak Kültür AŞ.'ye teslim edildi.

Yenikapı Metro İstasyonu'nda çıkarılan Theodisus Limanı kalıntılarından çıkan 8500 yıl öncesinde ait olduğu bilim adamları ve arkeologlar tarafından belgelenen dere taşları da tutanakla yine Kültür A.Ş. tarafından alındı. Bu taşlar da değişik tasarımlarla, bileklik, kolye, yüzük broş gibi takı ürünlerinde değerlendirilecek." Topbaş, Yenikapı'da kurulacak İstasyon- Müze'de bu takıların sergilenmesi ve satışının planlandığını söyledi.

Sabah, Haber: Pınar Çelik, 22.09.2010

ABD'DE 1.4 MİLYON YILLIK FOSİLLER BULUNDU

 

  

 

ABD’de tarihin en büyük arkeolojik keşiflerinden biri yapıldı. Bir inşaat alanında yapılan kazı çalışmasında 1.4 milyon yıl öncesine ait binlerce fosil bulundu.
 

Los Angeles kentinin 135 kilometre güneydoğusundaki San Timoteo kanyonunda trafo inşaatı yapan bir şirket, California eyaletinin milyonlarca yıl öncesine ışık tutacak çok büyük bir arkeolojik keşfe imza attı. Bilim insanları, çorak bir kanyonun bulunduğu California eyaletinin güneyinde kalan bölgede, bin 450 parçadan fazla fosil bulunduğunu belirtti.

 

Çok iyi halde oldukları belirlenen fosillerin arasında dev boz ayılara, kılıç gibi dişlere sahip dev kedilere, iki çeşit deveye ve çeşitli küçük hayvanlara ait bin 220 kemik parçası bulundu. Bölgede çalışma başlatan uzmanlar, geyik, at ve lama olduklarını düşündükleri başka bir hayvanın kemiklerine de rastladı.

 

İnşaat çalışmalarını bırakarak arkeolojik kalıntıların çıkarılmasına yardımcı olan işçiler, kemiklerin yanı sıra bölgede zamanında yer kapladığı düşünülen huş, çınar, çam ve meşe ağaçları; kamışlarla örtülü bataklıklara ait kalıntılar buldu.

 



Bilim insanları, inşaat alanında yapılan çalışmalarda hayvan ve bitki türlerine ait birbirinden farklı 35 türü temsil eden fosil elde edildiğini belirtti. Fosiller, önümüzdeki yıl Hemet şehrindeki Batı Bilim Merkezi’nde sunulacak.

 

Mikrobiyolog Rick Greenwood, bulunan fosillerin Los Angeles’ın ünlü La Brea hendeklerinde ortaya çıkarılan tarihi bulgulardan bir milyon yıl daha eski olduğunu söylerken, “En son ulaştığımız kalıntıların bugüne dek bilimsel açıdan elde edilen en değerli bulgular olduğuna inanıyoruz” dedi.

 

Greenwood, “Bundan bir milyon yıl önce bu bölgede lama, at ve geyik gibi hayvanların yaşamış olabileceğini birçok kişi aklının ucundan bile geçiremezdi” ifadesini kullandı. San Diego Doğal Tarih Müzesi’nde görevli arkeolog Tom Demere ise fosillerin farklı bölgelerden gelen farklı türe ait hayvanlara işaret ettiğine dikkat çekti ve bu kadar çeşitli fosili bir arada bulmanın çok büyük bir keşif olduğunı belirtti. 

 

Arkeolog Philip Lapin, bugün kurak verimsiz olan bölgenin bir milyon yıl önce çok farklı bir doğal yapıya sahip olduğunu söyledi. Lapin, “Kemirgenlerin yaşam süreleri çok kısa olduğu için değişimlere daha hızlı adapte oluyor ve evrim geçiriyorlardı. Bu hayvanların dişlerini inceleyerek bilim insanları iklim değişikliklerine göre beslenmelerinin nasıl etkilendiğini anlayabilir” dedi. 

 

Lapin, çok sayıda ve önceden eşine rastlanmamış fosil bulunduğunu, bu yüzden fosiller üzerinde yapılacak çalışmanın çok kolay olmayacağını belirtti.

Hürriyet, 22.09.2010

SANATA MAHALLE BASKISI

 

 

Birbiri ardına açılan sanat galerileri, bienal mekanları ve butikleriyle yerli ve yabancıların ilgi odağı haline gelen Beyoğlu Tophane Firuzağa Mahallesi Boğazkesen Caddesi’ndeki sanat galerisi ve resim sergisinin açılışına katılan sanatseverler, yaklaşık 30 kişinin sopalı, bıçaklı ve taşlı saldırısına uğradı. Galerilerin camlarını yere indiren saldırganlar, davetlileri de darp ettiler. Saldırı sırasında aralarında ressam Nazım Hikmet Richard Dikbaş ve öğretim üyesi Nazım Dikbaş’ın da bulunduğu onlarca kişi çeşitli yerlerinden yaralandı. Saldırıyla ilgili soruşturma başlatıldı.

Boğazkesen Caddesi Hasanefendi İşmerkezi’nin 3. katındaki resim galerisi ile buraya 30 metre mesafede bulunan Kadirler Caddesi Numara 69’daki 4 katlı binanın giriş katındaki resim ve fotoğraf sergisinin, dün saat 19.00 sıralarında açılışı yapıldı. “Galerinon ve Galeriouetlet” adlı galerideki açılışa yurtiçi ve yurtdışından yüzlerce davetli katıldı. Açılıştan kısa bir süre sonra, iddialara göre, daha önce de burada yapılan açılışlarda sokakta içki içilmesinden rahatsız olan mahalle sakinlerinden yaklaşık 30’u ellerinde sopalarla iki galeriyi de 15 dakika arayla bastı.
Bağırarak saldırıya geçenler, sergideki davetlileri sopalarla darp ettiler. Saldırganlar, “Burası aile mahallesi içki içmeyin” diye bağırarak kendilerine karşı koyanların gözlerine de biber gazı sıkarak uzaklaştılar. Taşlı ve sopalı saldırı sırasında iki galerinin de camları kırıldı. Onlarca kişi darp ve cam parçalarının isabet etmesi sonucu çeşitli yerlerinden yaralandı. Yaralananlardan 5’i Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Alman Hastanesi’ne kaldırılarak tedavi edildi. Ressam Nazım Hikmet Richard Dikbaş, öğretim üyesi Nazım Dikbaş ile Şevket Kaan’ın yarılan kafalarına dikiş atıldı.  İhbar üzerine olay yerine gelen polis, polis merkezine götürdüğü sergiyi düzenleyen üç kişi ile davetlilerin ifadesine başvurdu, iki galeri de kapatıldı. Saldırıyla ilgili soruşturma başlatıldığı öğrenildi. Saldırganların yakalanması için araştırma başlatıldı.


Serin bir eylül akşamı... Dört galeride aynı anda açılacak dört farklı sergiyi görmek üzere Tophane’ye doğru ilerliyorum takside.  Galeri Non, Pi Art Work, Elipsis ve Outlet İhraç Fazlası Sanat’ın bulunduğu Boğazkesen’e yaklaştığımda çalıyor telefonum. Telefondaki telaşlı ses,  sanat çevrelerinde Extramücadele müstear adını kullanan sanatçının Galeri Non’daki açılışına saldırı olduğunu söylüyor. Sıra dışı kimliğiyle tanınan, birbirinden çarpıcı, ezber bozan cesur işlere imza atan Extramücadele’nin yeni bir performansından mı söz ediyor acaba? Hayır diye ısrar ediyor. “Gerçekten saldırı oldu, biber gazıylaÖ Mahalleli kapıları yumrukluyor, yaralananlar var. Hatta bir kişi hastaneye kaldırıldı.” Saldırganların 20-30 kişi olduğu ve sanatçının yaralılardan Nazım Dikbaş’ı hastaneye götürdüğü konuşuluyor.

Telefonu kapayıp mekana ulaşmam beş dakika sürüyor. Ortalık ana baba günü. Polisler düzeni sağlamaya, Tophane sakinlerinin bir kısmı da öfkeli saldırganları olay mahallinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Polisin “dağılın” uyarıları yükseliyor sokaktan. Panik içinde herkes. Galeri Non’da görevli bir arkadaşımı görüyorum, beti benzi atmış, konuşamıyor bile. Tuhaf bir duygu. İnsan sarılıp teselli etme ihtiyacı duyuyor. Üzerine sinen biber gazı gözlerimi yakıyor. Gerçek gibi değil, sanki sürreal bir oyunun içindeyiz. Saldırı nedeniyle açılamayan Galeri Non’daki serginin adı durumu özetliyor aslında: “Bunu Ben Yapmadım Siz Yaptınız”.


Diğer galerilerin önünden geçiyorum hızla. Elipsis’in kapısı kırılmış, Outlet ve Pi Art Work de kepenklerini indirmiş. Geçtiğimiz hafta aynı hat üzerindeki Galeri Rodeo’da düzenlenen serginin açılışında da mahallelinin sözlü sataşmalarda bulunduğu ama olayın büyümeden sona erdiği söyleniyor.  Basına yansımayan o günkü tepkilerle bugünkünün gerekçesi aynı: “Mahallemize gelip düzenimizi bozdunuz.”


Galeri Non’daki açılış sırasında yaşanan saldırıya tanık olanlar bu olayın bir önceki ile bağlantılı organize bir eylem olduğu konusunda hem fikirler. Şerif Mardin’in ‘mahalle baskısı’ kavramı bu kez sanat üzerinden kendini gösteriyor. Mahallelinin tepkisi açılışta içki içilmesi gibi görünse de ‘muhafazakar yaşamlarına giren sanatı, kendileri için sosyal bir tehdit gibi görmeleri’ . Bu noktada atlanmaması gereken önemli bir nokta daha var. Sözünü ettiğim beş galerinin beşinin de sahibi kadın. Sanata olduğu kadar kadına da saldırı diye düşünmeden edemiyorum.
Korkulu ve şaşkın insanların arasında dolaşan birkaç kişi mahcubiyetlerini dile getirmeden edemiyor. Onlar her gün yüzyüze baksalar da saldırıyı düzenleyen komşularına tepkili. Nedenini kendileri de açıklayamıyorlar ama iddia edilen o ki mahallede sanat galerisi istenmiyor. Niye? Kime ne zararı var diye soruyorum. “İşte bilirsiniz, burası muhafazakar bir çevre, sanat edinince çıplak kadınlar, içki içen insanlar akıllarına geliyor...”

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 22.09.2010

 

******


'KÜLTÜR BAŞKENTİ'NDE SOPALI DÜZEN!

 

 

Avrupa Kültür Başkenti İstanbul, önceki gün büyük tedirginlik uyandıran bir saldırıya sahne oldu. İstanbul’un Beyoğlu İlçesinde, ilçenin en eski mahallerinden Tophane’de toplu sergi açılışı yapan dört galeri saldırıya uğradı. Mağdurların anlatımına göre sopalı, coplu, biber gazlı saldırganlar linç ortamı yarattı. Olayla ilgili yedi kişi gözaltına alındı.


Beş kişinin kentin göbeğinde hastanelik olduğu, galerilerin camlarının indirildiği saldırı İstanbul’un ‘Avrupa Kültür Başkenti’, ‘farklı kültürlerin içiçe yaşadığı hoşgörü beşiği’ ve ‘emlak piyasasının yükselen yıldızı’ olmasına gölge düşürdü. Ama Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay dün konuyla ilgili suspustu. Bakanlıktan veya bakandan bu konuda hiçbir açıklama gelmezken, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, sabah ilk yaptığı ilk açıklamada iki noktaya vurgu yaptı: Hiçbir işyerine yönelik bu tür saldırılara izin vermeyiz. Saldırının amacını araştırıyoruz. Bilgiler kesinleşmeden basına bilgi vermem yanıltıcı olur.


Vali Mutlu öğleden sonra zanlıların ilk ifadelerin ardından beklenen açıklamasını yaptı. Saldırının ‘spontane geliştiğini’ vurguladı:
“Tophane, Beyoğlu ramazan ayı da dahil olmak üzere lokantalarımızın içkili içkisiz yasal çerçevede faaliyetlerini icra ettikleri ve hiçbir olumsuzluğun yaşanmadığı bir alan. Dolayısıyla o bölgenin böyle bir hassasiyeti zaten yok. Toplu sanat açılışı etkinliği kapsamında konukların haklı olarak dışarıya doğru biraz taşmış olması, yolda yaya trafiğini biraz aksatıyor. Trafiğin aksamasıyla beraber, zaten dar bir mahalle, gelen geçenler arasında bir tartışma oluşuyor. Tartışma biraz da büyüyerek galerilerin camlarının kırılmasına varana kadar bir ortam oluşuyor.”
Vali böylece saldırının ardında ‘mahalle baskısı, sanata saldırı, rant veya örgütlü bir iş’ olması ihtimallerini dışladı. Vali “Gözaltındaki yedi kişinin ‘evet, ben de olaya karıştım’ şeklinde ifadesi yok. Bizzat kavgaya iştirak etmiş kişiler değil. Öyle 30 kişilik bir grubun hadisesi değil. İfadelerden şu anda gördüğümüz, birkaç kişi tartışmaya girmiş ve bu tartışmada taraf olmuş” dedi.

Tophane muhafazakar kesimle bohem hayatın iç içe geçebildiği ender bölgelerden
Tophane’de bir çay bahçesi... Yüzlerde bir gerilim var. Konu malum. Önceki gece galeri açılışına gelenlere yönelik saldırı... Televizyonda da bu naber var. Çay bahçesinden sesler yükseliyor: “Tahammülsüzüz işte kardeşim...” “Onlar da sokağın ortasında içmesinler...”


Adını vermek istemeyen ikinci el eşya satan bir esnaf olayı “Bizim çocuklar dalmışlar” diye yorumluyor. Ve ‘bizim çocuklar’ mahalledeki hemen herkes tarafından sahipleniliyor. Görünürde kınansa da adeta bir elinize sağlık havası hakim.


Mahalle gençlerinden Ercan Babacan’a göre de neden aynı: “Bizim sanat galerilerine veya içki içilmesine bir tepkimiz yok. Defalarca uyardık kaldırımları kapattıkları için. Dün bir hanım kardeşimiz geçerken, ‘Yolu açında geçeyim’ deyince ‘Başka yerden geç’ karşılığını vermişler. Bunu duyan gençler de tepki gösterdiler.”


Celal Kıyağan 44 yıldır Kumbaracı Yokuşu’nda çalıştığını, Boğazkesen’de oturduğunu söylüyor: “Son zamanlarda buralarda olanlardan rahatsızız. Kumbaracı’da apart oteller açtılar. Kadın erkek çıplak banyo yapıyor gözümüzün önünde. Her sabah kapımızın önünde sızmış birini buluyoruz. Burada bize zulüm var.”


Olayın meydana geldiği caddenin bir arka sokağında ‘bıçkın’ gençler toplanmış konuşuyor. Gazetecilere tepkili de olsalar, birkaç soru sonrasında yumuşuyorlar. İçlerinden Aziz şunları anlatıyor: “Burada herkes içkisini de içer, başka şeyini de. Ama hiç kimse gidip sokak ortasında ‘bir elinde sigara, bir elinde kadehle’ içmesin. Ben de içerim ama gider en tenha yerde. Bazen burada aileler sokaktan geçemiyor.” Sakallı ve şalvarlı başka bir genç ise galerilerin mahallelerine gelmelerini istemediklerin net biçimde ifade ediyor: “Gelmesinler. Burayı da Beyoğlu’na çevirdiler.”
İsmini vermek istemeyen ve Roman olduğunu söyleyen bir kadın ise şunları söylüyor: “Cumhuriyetçiyiz. Burası modernleştikçe bunlar azıyor. Yobazlar işte.” İnşaat mühendisi Vahdettin Hüdür ise olaya başka bir açıdan yaklaşıyor: “Galericilere saldıranları da figüranlardan olarak görüyorum. Buranın adını kötüleyecekler, sonra fiyatlar düşecek, yerler ucuza kapatılacak, sonra yine pahalanacak.”


Tahsin Çatuk Bitlis Derneği Başkan Yardımcısı: “Daha önceki uyarılar sonuç vermedi. Sonuçta bu oldu. Cihangir gibi Kılıçali Paşa gibi daha modern semtlerin altında Tophane yapısının örtüşeceğini sandılar. Fakat muhafazakar yapısı gereği bu içkili toplantıların hoş karşılananmadığını bilinen bir gerçekti. Olmasa daha iyi olurdu. Biz sanata karşı değiliz. Ama içkili ortamlar kimseye huzur getirmez. Böyle devam ederlerse bu tür olaylar yine olur kanaatindeyim.”

Saldırı sinyali internette günler önce verildi
Tophane’de önceki gece yaşananların sinyalinin 1.5 ay önce sanal ortama yansıdığı ortaya çıktı. www.tophanehaber.com’ 16 Ağustos’taki haber şöyle: “Özellikle son yıllarda bazı medya kuruluşlarının bilinçli olarak gündeme getirdikleri ‘mahalle baskısı’ kavramının arkasına sığınarak, bundan cesaret alan birileri semtte yaşayan ailelerin sosyal yapısını, kültürünü, saygınlığını, gelenek ve göreneklerini resmen taciz ediyorlar... ” Ve yorumlar:


“Herkes kendi mahallesinde apartmanında gayri ahlaki şeyleri gördüğünde arkasını dönmiyecek. Yapacak çok şey var” (28 Ağustos)


“bence önce belediye başkanına sonrada hostel ve içkili mekan sahiplerine tophaneyi ve tophanelileri öğretmemiz gerek Osmanlı ne güzel demiş: nuh ile uslanmıyanı etmeli tektir tektir ile uslanmıyanın hakkı kötektir” (19 Ağustos)


“Perde acık adam karşımda ic camaşırı ile duruyor ve ben kendisini ikaz ediyorum perdeni kapat diye ama nafile cünkü adam türkce bilmiyor.” (18 Ağustos)


“Geçmişte uyuşturucu belasıyla sorun yaşayan mahalleli mücadele etti ve kendinden olamayanı attı bugunde bunun moderen olanına dur demek için mücadele etmeli...” (17 Ağustos)

Basın toplantısında ‘Alkollü müydünüz’ sorusu!
Galeri açılışında saldırıya uğrayanlar dün Beyoğlu Galatasaray’daki Cezayir Restoran’da bir basın toplantısı düzenledi. Toplantı bile gergindi. Saldırıda mağdurlara gazetecilerin arasından ‘Alkol alıyor musun’ diye ‘laf atılması’ tartışma yarattı.


Sanatçı ve Bilgi Üniversitesi Üyesi Nazım Hikmet Richard Dikbaş’a göre saldırı örgütlü bir saldırıydı ancak tüm Tophane halkına mal edilemezdi: “ 40-50 kişi sopa ve biber gazlarıyla birden bizi saldırdı. Galeriler tahrip edildi. Saldırıda gaz spreyi, bıçak, kırık şişeler, demir sopalar ve coplar kullanıldı. Polonya, Hollanda, Alman, İngiliz uyruklu sanat severler de hastanelere kaldırıldı. Benim de kafama sopayla vurdular. Dört dikiş atıldı.”


Dikbaş saldırganların internette örgütlendiğini düşünüyor: “Bu eylemlerin internet üzerinden ve mahalledeki mekanları kullanarak örgütlenen bir grup tarafından gerçekleştirildiğini biliyoruz” dedi.
Galeri sahibi Azra Tüzünoğlu da son iki senedir tehdit aldıklarını vurguladı: “Bu saldırının sebebi sokakta bir araya gelmiş ve sohbet eden insanlar olamaz. İki yıldır tehdit alıyorduk. ’Burası sizin yeriniz değil, geldiğiniz yere gidin’ diyorlardı. Ama biz bunları hoşgörüyle halledileceğine inanıyoruz.“


Edebiyatçı, müzisyen Kaan Şimşekay’sa Tophane’de yaşadığını ve saldırıdan kendisini semt sakinlerinin kurtardığını anlatıyordu ki, üst üste yığılıp not almaya çalışan gazetecilerden biri “Alkol alıyor musun” diye bağırdı. Soru salonda gerilim yaratmıştı. Salonda bazı kişiler soruyu yönelten gazeteciyi yuhalarken, yabancı gazetecilerse şaşkınlık içinde kafalarını sallıyordu.

‘Gaz yedik, sopa yedik’
Sera Kalkavan olayı bluğ’unda anlattı:
“Tophane Galeri Non’da Extramücadele’nin yeni sergisinin açılışındaydım bu gece. Yüzlerce kişinin katıldığı geceye Tophane esnafı - sakini olduğunu tahmin ettiğimiz 20 civarında kişi tam anlamıyla bir baskın gerçekleştirdi. (...) Önce biber gazıyla saldıran grup ardından serginin ziyaretçilerinin üzerine yürüdü, kadın-erkek ayrımı yapılmadan bira şişeleri sırtlarında ve kafalarında kırıldı, masum kalabalık tekme tokat oradan uzaklaştırdı. Birbirini korumaya çalışan insanlar çok kısa sürede kaçtı veya yakındaki iş yerlerine sığındılar. İçeride ise farklı bir senaryo yaşanıyordu, biber gazına maruz kalanlar, dışarıya çıkıp dayak yememek için galerinin üst katlarına koşarak yan binaya sığındılar. Sanki bir sanatçının sergisinde değil de Nazi işgali altında bir kentteymiş gibi. Bir sergiye gidiyorsunuz ve biber gazı yiyor, dayak yiyor, yaralanıyorsunuz...”


Gözaltındakiler bırakıldı
Mağdurların şikayeti üzerine gece olaylara karıştığı öne sürülen bir kişi gözaltına alınmıştı. Bu kişinin verdiği bilgiler üzerine dün sabah saatlerinde gözaltı sayısı yediye yükseldi. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü Taksim Polis Merkezi’ne götürülüp, haklarında ‘darp ve mala zarar vermek’ suçlarından işlem yapılan zanlılar benzer ifadeler verdi. Zanlıların “Etkinliğe katılanlar içeride sigara yasağı olduğu için içkilerle galerilerin önüne çıktı. Galerilerin kapı önlerinde yüksek sesle konuşup alkol aldılar. Çevre sakinleri rahatsız oldu. Uyardık. Alkolün de etkisiyle gürültü arttı. 10-15 kişi yanlarına gittik. Olayda sopa ve bıçak kullanmadık. Bize kadeh fırlatıldığı için biz de taş attık. Örgüt bağlantımız yok” dediği öğrenildi. Savcılığa sevk edilen yedi zanlı ifade verdikten sonra serbest bırakıldı.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik: Mesele faili meçhul bir mesele değildir. Hem şu anda o olayın faili konumunda olan yedi kişi gözaltındadır. İfadeleri alınmıştır, mahkemeye sevk edileceklerdir. Kim hangi yanlışı yaparsa yapsın o yaptığı yanlışın kendi yanına kar kalmaması gerekiyor. Ama mesele gerçekten anlatıldığı gibi midir, değil midir? ‘30 kişi’ deniyor gazetelerde fakat fail konumunda emniyette sorgusu devam eden yedi kişidir. Bir kez daha altını çizmek istiyorum hukuk devletinde kim neden hoşlanmazsa hoşlanmasın, kendini mahkeme, polis, adliye yerine koyarak kendine hukuk icat edemez. İnfaz yapamaz, kendini polis yerine, asker yerine, jandarma yerine, hakim ve savcı yerine koyamaz. Hukuk devletinde de böyle şeylere müsamaha edilemez. Gereği neyse polise intikal etmiş bir meseledir, bunun gereği yapılacaktır.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin: “Basketbol maçında kendisini yuhalayanları faşizan yöntemlerle bulup ortaya çıkaran, sorgulayan, göz korkutan AKP iktidarı, İstanbul’un göbeğindeki bu çirkin saldırıya tepki vermiyor. Tek bir AKP’li bile bu alçak saldırıyı kınamıyor. ‘İleri Demokrasi geliyor’ yalanının çokça söylendiği şu günlerde, yukarıdan aşağıya örgütlenen faşizm, toplumun nefes alabileceği damarların tümünü tıkıyor” dedi.


CHP İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek: Yazılı önergede İçişleri Bakanı Atalay’a “Beyoğlu’nun ‘mahalle baskısı’na maruz kaldığını düşünüyor musunuz?” diye sordu.

Hüsamettin Koçan: Kutuplaştırmanın getirdiği taşkınlık. Anayasa oylamasında toplum aşırı derecede kutuplaştırıldı.


Gülsün Karamustafa: Niye böyle alevlendiği konusunda da meraklanıyorum, çünkü bu galeriler uzun zamandır faaliyet gösteriyor.


Fikret Otyam: Allah, Anıtkabir’i ve TBMM’yi korusun. Yani bu 58 yolundan sonra her şey olabilir.

Fethullah Gülen’in Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülüklerden biri de bu oldu.


Yahşi Baraz: Türkiye’de büyük bir siyasi bölünme oldu. Tabi bu tırmanabilir yıllar içerisinde.


Levent Çalıkoğlu: Bu insanlar iç içe yaşıyor ve buna devam da edecekler analiz etmek lazım.

Saldırıya uğrayan dört galeriden Galeri Non’da Extramücadele’nin ‘Extramücadele 2010/Bunu ben yapmadım, siz yaptınız’ başlıklı sergisi, Galeri Elipsis’te Michel Comte’nin ‘Women - Obsession’ başlıklı sergisi, Pi Artworks’un iki galerisinde Mehmet Ali Uysal’ın ‘Askıda’ ve ‘Tebdilibeden’ adlı sergileri, Outlet İstanbul’da ise Jakup Feri’nin ‘Çekirdek Instead of Leblebi’i sergileniyordu.

Al sana kozmopolit...
Tophane, İstanbul’un en eski ve artık yükselen semtlerinden biri. Dar sokakları, eski binaları son bir iki yıldır sanat galerileri ve ardarda açılan hostellerle canlandı. Bölge, İstanbul’un en hareketli yerlerinden İstiklal Caddesi’ne yürüyerek beş dakika mesafede. Milyar dolarlık Galatoport Projesi burnunun dibinde.


Çoğu en az 20-30 yıldır aynı kırık dökük evlerde oturan mahalle sakinleriyse bu görünüme tezat. Ağırlığını Siirt, Bitlis ve Erzincanlıların oluşturduğu semt, bir yandan muhafazakar yapısını korumaya uğraşırken bir yandan hızlı bir değişime tanık oluyor. Mahallede emlak fiyatları fırlarken haciz minibüsleri eksik olmuyor.


Bölgenin hareketli yapısı, binalara da yansıyor. Boğazkesen Caddesi’nde bir sanat galerisi, yanında ‘bitirim’ kahvesi, karşısında naylon leğenci, hostel, onun karşısında tarihi simit fırını, hostellere dürüm satarak büyüyen büfe gibi işyerleri tam anlamıyla yumak gibi birbirine geçmiş durumda. Hostellerin 50 metre ötesinde Kadiri Tekkesi ve çoğu sakallı, cüppeli, çarşaflı mahalle sakinleri yaşıyor. Ancak çarşaflılarla, şortlu, atletli mahalle sakinleri arasında herhangi bir gerilim, bugüne kadar bilinmiyor. Firuzağa Mahallesi’nden Tophane’ye inen sokaklar dokuyu aynen yansıtıyor: PKK veya Hamas yanlısı sloganlar, homofobiyi ve mülk edinmeyi kınayan duvar yazılarıyla iç içe üst üste geçmiş durumda. Tophane esnafı ise ‘öfke’siyle meşhur. Bu öfke son olarak IMF toplantısını protesto ederken dükkanlara saldıran protestocuların öldüresiye dövülmesiyle TV ekranlarına konu olmuştu.

Radikal, Yazı ve Fotoğraflar: Enis Tayman, Serkan Ocak, Neslihan Taniş, Özlem Karahan, 23.09.2010

 

******


RANT KAVGASI MI, AHLAK KAYGISI MI?

 

İstanbul Tophane’deki Boğazkesen Caddesi’nde önceki gece 5 sanat galerisine yapılan saldırıya karışanlardan 7 kişi yakalanarak gözaltına alındı. Sonra savcılıkça serbest bırakıldı. Galeri sahipleri grubun ‘örgütlü’ olduğunu, buradan gitmeleri için daha önce de tehdit aldıklarını söylerken saldırıyı gerçekleştirenler ise dışarıda içki içilmesini ve gürültü yapılmasını gerekçe olarak gösterdi.

 

Tophane’de galerisi bulunan Derya Demir, Sinem Yörük, Nazım Hikmet Richard Dikbaş, Yeşim Turanlı, Nuran Terzioğlu, Sylvia Kouvali ve Azra Tüzünoğlu dün bir basın toplantısı düzenledi. Aynı zamanda Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi olan Nazım Hikmet Richard Dikbaş’ın okuduğu bildiride, Tophane’de gerçekleştirilen galeri açılışlarında 40-50 kişilik bir grubun ‘örgütlü’ bir saldırı yaptığı, sergi açılışlarına katılanların tartaklandığı ifade ediliyordu. “Saldırıda biber gazı, bıçak, kırık şişeler, demir sopalar ve coplar kullanıldı. Polonya, Hollanda, Almanya, İngiltere uyruklu sanatseverler hastanelere kaldırıldı” dendi.

 

Nazım Hikmet Richard Dikbaş daha sonra, gazetecilerden gelen soruları yanıtladı. Birçok kişinin olaylardan bahsederken içkiyi ön plana çıkarması hatırlatıldığında “İçki içildiği bilgisini biz ön plana çıkarmadık. Herkes bilir ki, dünyanın her yerinde sergi ve galeri açılışlarında içki içilir. Oradaki sanatsever kalabalık içki içse de bu taşkınlık yaratacak bir eylem değildir. Zaten konunun içki ile ilgili olduğunu sanmıyoruz çünkü attıkları sloganlarda ‘Geldiğiniz yere girin, içeri girin’ diyorlardı. Doğrudan saldırdılar, bir tartışma yaşanmadı” dedi.  Saldırının yaşandığı Galeri Outlet’in sahibi Azra Tüzünoğlu ise “Tophane’de kiraların artmasını, bizim semte girişimizle ilişkilendiriyorlar. Buradaki durumu Sulukule’de yaşanan kentsel dönüşüme benzettikleri için rahatsız olduklarını düşünüyoruz. Fakat bilmedikleri bir şey var ki, biz de kiracıyız ve Galataport’un bir parçası değiliz. Bu olaylar mahalle baskısının aşıldığını gösteriyor” diye konuştu.

 

Tüm konuşmacılar, saldırının sigara yasağı yüzünden sokağa taşma ile ilgili olmadığının altını çizdi. Cezayir Restoran ve Tütün Deposu Galerisi’nin sahibi Osman Kavala, daha önce de tehdit aldıklarını, emniyete şikayette bulunduklarını, fakat ek koruma istemediklerini belirtti. Kavala ve Dikbaş, galerilerin tekrar açılacağını söylerken sanatın böyle durumları eleştirmek ve irdelemek için var olduğunu ifade etti.

 

Gözaltına alınan 7 kişi polisteki işlemlerinin ardından Beyoğlu Adliyesi’ne sevk edildi. Ramazan Çiftçi, Osman Kaya, Ferhat İnci, Mehmet Cemil Erokyar, Adnan Karabaş, Edip Sağlık ve Eyüp Güzel, savcılık sorgunun ardından serbest bırakıldı.

 

Tartışma yol darlığından saldırı spontane

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, saldırının spontane geliştiğini belirterek, “Etkinliğe katılan grup mekanın darlığı yüzünden haklı olarak sokağa taşmış ve yaya yolu trafiğini aksatmış. Bu yaya trafiğinin aksamasıyla birlikte, gelen geçenler arasında bir tartışma oluşuyor. Şu anda 7 kişi gözaltında ama bunların da hepsi bizzat olaya karışmış değil. Sayı öyle 30 kişilik bir grubun hadisesi değil. Birkaç kişi taraf olmuş.”

 

Tophane’de sancılı değişim

Tophanelilere “Burada böyle şeyler olmazdı” dedirten biber gazlı, sopalı saldırının temelinde, değişim yatıyor. Göçün etkilemediği Boğazkesen Caddesi’nin nüfusu eski ana caddenin Tophane tarafında dükkanlar müthiş bir değişim yaşıyor. Geleneksel mahalle bakkalları, berberleri kapanıp yerlerine sanat galerileri, beyaz eşya, ev eşyası satan modern mağazalar açılıyor. Emlak fiyatları kiralar yüzde 200’lere varan oranda artıyor. Esnafın profilinin hızlı değişimi sancılı geçiyor. Caddedeki insan bu değişimi “Tophane yabancılaştı” diye özetliyor. Bu kozmopolit yapıyı, referandumda verilen oylar da gösteriyor.

 

İçki satılmıyor

Boğazkesen Caddesi 3 mahallenin sınırları içinde. Tophane’den Taksim’e çıkarken yolun sağı Firuzağa Mahallesi’nden “Hayır” çıkmış. Sağdaki Hacı Mimi Mahallesi’nden yüzde 60 “Evet”, üst kısımdaki Tomtom Mahallesi’nden ise ezici çoğunlukla “Evet” çıkmış. Hacı Mimi Mahallesi’nde, camları kırılan dükkanlara 100 metre uzaktaki sokakta, duvara yazılan “HAMAS’a selam direnişe devam” yazısı dikkat çekiyor. Cadde üzerindeki iki markette de içki satılmıyor. Gerekçesi; “İçmiyoruz da satmıyoruz da…”

 

Mahalleli tepkili

Boğazkesen’in eskilerinden 52 yaşındaki Selahattin Kanat, “Eskiden burada esrar içenler, kahvede içerlerdi. Şimdi, alkol, dört duvarın dışına çıktı” diye tepkisini gösteriyor. O da tüm semt esnafı gibi, olayları kimin çıkarttığını bilmiyor ama “Keşke ben de orada olsaydım” diyor. Caddede olayı değerlendirenler arasında “Bir iki yıldır burada sanat galerileri, hostel, apart oteller tarzında yerler açılmaya başlandı. Bunlar da bizim anlayışımıza, ahlakımıza, kültürümüze ters” diyenler de var. Çevre sakinlerinin çoğu olayların çıkmasında galeriye gelenlerin uyarılara rağmen dışarıda içki içmelerinden kaynaklandığını belirtiyor.

Hürriyet, haber: Eyüp Serbest - Barış Akpolat - Çetin Aydın - Mustafa Özdabak - Taner Yener -Hasan Örnekoğlu - Uğur Can, 23.09.2010

 

******


İNTERNET ÜZERİNDEN ÖRGÜTLENDİLER

 

Salı gecesi Tophane'de yaşanan iki sanat galerisinin basılması ve ziyaretçilere saldırı olayının tartışmaları sürerken sanatçılardan ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti ajansı Kültür A.Ş.'den basın açıklaması geldi Kültür A.Ş. basın açıklamasında saldırının talihsiz bir olay olduğunu bu olayın Avrupa Kültür Başkentliliği sürecinde olumsuz etkilerin giderilmesi için büyük bir fırsat olduğunu ve tüm İstanbulluları bu fırsatın bir parçası olmaya davet ettiğini söyledi.

 

Olayı protesto eden Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri Baykam ile Sanat Galericileri Derneği Başkanı Doğan Paksoy'un bugün Taksim Sıraselviler Caddesi'ndeki Çiçek Bar'da basın toplantısı düzenledi. Toplantıya sanat derneği üyeleri, tiyatrocular ve yazarlar da katıldı. Basın açıklamasında saldırı gerçekleştirenlerin hüküm giymemeleri halinde sanatçıların üzerindeki baskıların artacağı belirtildi.

 

Toplantıda ayrıca son günlerde sanata ve sanatçıya yönelik artan saldırıların önünün alınması istendi ve toplumun ikiye ayrılmaması gerektiği belirtildi.

 

Bedri Baykam tarafından okunan ortak basın açıklaması şöyle:

“Büyük bir arbedenin yaşandığı Boğazkesen Caddesi’nde Outlet Sanat Galerisi ve Galeri Non’a gelen, neye hizmet ettikleri henüz bilinmeyen 40-50 kişilik öfkeli bir kalabalık, 17 yıl önce Sivas olaylarını hatırlatır bir şekilde önce galerilerin camlarını kırdı, sonra da sergiye gelenleri içki içtikleri gerekçesi ile 15-20 dakika boyunca biber gazı sıkarak, taş attı. Sanatseverleri yumruklayarak yaraladı. Sanat galerileri hasar gördü. Polis olaydan sonra pek çok kişiyi gözaltına aldı.

 

Bu grubun internet üzerinden mahalledeki mekanları kullanarak çeşitli olumsuz mesajlarla örgütlendiğini gördük. Galericilerin kapılarının önünde içki içilmesini istemedikleri bahanesiyle galerilere saldırarak camlarını kırıp sanatseverlere saldırıp yaralamaları, yalnız sanata değil Türkiye’nin barış ve huzuruna gölge düşürmüştür. Faillerin derhal bulunması ve ciddi şekilde cezalandırılması gerekir. Sanatçılara yönelik bu akıl dışı terör olayının deşifre edilmesi ilçe emniyet müdüründen Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na kadar tüm yetkilileri kurumları ilgilendiren bir sorumluluktur. 7 kişinin yakalanıp daha sonra serbest bırakılması ve birisinin ifadesinde 'Biz onları dışarıda içki içmeyin diye uyardık dinlemediler' şeklindeki sözleri de daha vahim ve düşündürücüdür.

 

Bu suçlular yaptıkları saldırıdan dolayı hüküm giymezlerse bu olayın tekrarlanmaması için hiçbir şüphe kalmamıştır. Sanatçılar korku içerisindedir. Buna benzer bir girişim daha vahim bir sonuç doğurabilir. Eğer ağır sonuçlar meydana gelmesi engellenmezse yapılan bu şikayetlerin ve isteklerin hiçbir önemi kalmaz. Türkiye’deki sanat camiaları büyük sıkıntı içerisine girer. Tophane'de bulunan galerilerin mahalle halkı ile tekrar yapıcı diyaloglara girmesi, her iki kesimde yararlı ve huzurlu bir ilişkinin başlayabilmesi için çalışmalar yapılmadır. Eğer muhafazakar bir insana karşı böyle bir saldırı düzenlenseydi, bizler sanatçılar olarak bu olayı kınar ve tepkimizi gösterirdik.”

 

Toplantıya katılanlardan Heykeltıraş Nimet Koçak da “Madem saldırıya uğruyoruz ve bundan sonra da bir tehlike mevcutsa polis de ilgilenmiyorsa kafamızın ve gözümüzün tekrar kırılmasını istemiyorsak, biz de sanat polis timi kuralım. Böyle olaylarla sanatçıların gözlerinin kafalarının kırılmaması için sanat polis timi, özel bir güvenlik timi kurulsun. Çünkü polis bu olaylara duyarsız kalıp yakaladığı saldırganları tekrar serbest bırakıyor. Eğer çarşaflı ve başörtülü birilerine bu tarz bir saldırı yapılsaydı polisler tarafından, bu saldırganların kırılmadık kemiği kalmazdı. Bu yüzden sanatçıya sahip çıkılması, ülkenin modern gelişimi için çok önemlidir” dedi.

Hürriyet, 23.09.2010

 

******


"GALERİLERE SALDIRININ HAKLI SEBEBİ OLAMAZ"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, salı gecesi sanat galerilerinin basılıp olayların çıktığı İstanbul Beyoğlu Tophane semtini ziyaret etti. Günay, hiçbir gerekçeyle kimsenin kimseye karşı şiddet kullanma hakkının olmadığını, şiddet kullanmanın hiçbir haklı mazereti olamayacağını söyledi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Tophane’de saldırıya uğrayan galerileri dün ziyaret etti. Mahalle sakinleriyle de konuşan Günay İstanbul’un bu yıl Avrupa Kültür Başkenti sıfatını taşıdığını, bu tür yakışıksız olaylarla, İstanbul’un ve Türkiye’nin “Kültür Başkenti” imajını gölgelemeye kimsenin hakkı olmadığını söyledi. Günay basına yaptığı açıklamalarda şunları söyledi:

Türkiye’nin her yanından terörü silmeye çalışırken, İstanbul’da böyle bir görüntünün sergilenmesine izin vermeyeceğiz. Bu olayların faillerini dikkatle yakından takip edeceğiz. Yargıda en ağır cezalarını almalarını talep edeceğiz.

Anadolu’dan getirdiğiniz yaşam tarzlarınızı buradaki insanlara dayatamazsınız. İnsanların örf ve adetlerine de saygı duymalısınız. Farklı kültürlerden gelebiliriz, farklı inançlara mensup olabiliriz. Ancak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak herkes birbirine saygı göstermek zorundadır. Birbirimize karşı olan itirazımızı, şiddete başvurmadan, sözle, fikirle, uygar tartışmayla, belli mercilere yapacağımız başvurularla sürdürmek zorundayız.

Burada yaşadığım, gördüğüm manzaranın hiçbir haklı sebebi olamaz. ‘O akşam şöyle olmuştu da bunlar oldu’ diye bir mazereti kimseye tavsiye etmem. Bu tür olaylara müsamahalı bakmayacağımızın herkes tarafından bilinmesini isterim.

Burada yeni işyerleri açanların çevrede yaşayan yurttaşların yaşamlarına, geleneklerine, aile kurallarına, çevrede yaşayanların da bu bölgede yaşayanların var olma ve iş yapma haklarına saygı göstermesi gerekir.

Bu işyerleri bu mahalleye emanettir. Burada çalışanlar, ekmek parası kazanmaya çalışmaktadırlar. Elbette başkalarının yaşam tarzlarına saygı gösterecekler. Ama bu mahallenin esnafı da onlarla birlikte, kardeşçe, onları koruyacak ve barış içinde yaşam tarzını beraberce üreteceğiz. İstanbul’a ve Türkiye’ye yakışan budur.

Hürriyet, Haber: Taner Yener - Uğur Can, 24.09.2010

 

******


KILIÇDAROĞLU: SANATÇIYA SALDIRIYI HERKES KINAMALI

 

 Kılıçdaroğlu, Türkiye Bilişim Derneği (TBD) - Halıcı 17. Bilgisayarla Beste Yarışması’nın final gecesine katılarak birinciliği kazanan Yavuz Durak’a ödülünü verdi. DSP kurucu Genel Başkanı Rahşan Ecevit ile CHP Sözcüsü, Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Suha Okay’ın da katıldığı gecede kısa bir konuşma yapan Kılıçdaroğlu, “Sanat bir yandan çok güzel, bir yandan da belli çevreler, kişiler için de tehlikeli olabiliyor” dedi.


Geçtiğimiz günlerde Tophane’de galeri açılışına saldırıda bulunulduğunu anımsatan Kılıçdaroğlu, “Niçin sanata karşı saldırıya geçeriz? Sanatı yüceltmemiz, büyütmemiz, yaygınlaştırmamız, içselleştirmemiz gerekir. Beğenmediğimiz türkü, şarkı, resim olabilir. Ama onu yapan, besteleyen, yazan sanatçıya hep saygı duymamız gerekir. Sonuçta onlar kendi dünyalarındaki bir şeyi veriyorlar” dedi.

Milliyet, 24.09.2010

 

******


"İSTANBUL'UN ÇİRKİN YÜZÜ"

 

İstanbul’da yaşayan ABD’li gazeteci Jennifer Hattam, Tophane’de sanat galerisi açılışında düzenlenen saldırıyı internetteki blog sitesinde bu başlıkla aktardı.

 

Tophane’deki olayları bizzat yaşayan Jennifer Hattam, başından geçenleri hem blog’unda yazdı, hem Milliyet’e anlattı:
“Bazen haklı çıkmak istemezsiniz. Galeri açılışı için Tophane’ye giderken ellerinde içkileriyle sokakta gezinen insanları görünce Türkiye’de böyle bir manzarayla karşılaştığım için biraz şaşırdım. Yanımdaki Alman arkadaşıma ‘Umarım sorun çıkmaz’ dedim. Geçen günlerde içki içilen bir sokak partisini basan polisin yine aynı şeyi yapabileceğini düşündüm. Galeriye girdiğimizde Atatürk’ün düşmüş bir melek olarak tasvir edildiği bir heykelle karşılaştık. Şakayla karışık olarak “Böyle şeylere izin veriliyor mu?” diye sordum. Ne de olsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuyla alay etmek suç sayılıyor.


NON’dan çıkıp Galeri Elipsis’e girdik ve sonra yeni istikametimize doğru yol almaya başladık. Bu sırada NON’un önünde bir şeylerin olduğu belliydi. Kalabalık bize doğru gelmeye başladı. Şişeler sokağa fırlatılıyordu. İnsanlar çığlıklar atıyordu. Bir sokağa sığındığımızda önümüzden 20-30 kadar adam koşarak geçti. Topuklu ayakkabıları nedeniyle kaçmakta zorlanan bir Türk genç kıza yardımcı olduk. Takım elbiseli bir bey ‘Birazdan geri gelebilirler, buradan gidin’ diye kibarca uyardı. Bakkaldan çıkanlar ise su verip ilgilendiler. Ben Türkiye’ye ilk geldiğimde bu mahallede yaşadım. Bu olayları yapanların mahalleliler olabileceğini düşünmüyorum. Saldırganları tahrik edenin alkol mü, tartışmalı sanat eserleri mi yoksa ikisinin karışımı mı olduğunu tartıştık. Bunun kararını yerel basına ve polise bırakıyorum. Tek bildiğim böyle bir konuda bir daha haklı çıkmak istemiyorum.”

 

 Hattam’ın yazdıklarına yapılan yorumlar arasında, şu anda Viyana’da yaşayan fakat 2009’a kadar Tophane’de yaşamış ve orada bir sanat galerisi açmış olan “exiledsurfer” (sürülmüş sörfçü) kullanıcı adlı kişinin dedikleri dikkat çekiciydi: “Şu anda Tophane’de yaşanan bu değişim bir kentsel dönüşüm. Orada yaşayan halk da bu dönüşümden şikayetçi değil, hatta tam tersine memnun. Bu nedenle ben bunun dışarıdan, ‘planlı’ olarak düzenlenmiş bir saldırı olduğunu düşünüyorum. Planlı diyorum çünkü kullanılan dondurulmuş portakallar, önceden yapılmış bir hazırlık olduğunu gösteriyor. Bence esas tepki çeken de galeri açılışlarının bu sefer toplu halde olmasıydı ve bu saldırı maalesef son olacağa benzemiyor. Çünkü yerli muhafazakar kültür, laik ve batılı sanat kültürün etkisiyle değişiyor.”

Milliyet, 24.09.2010

 

******


  "MAHALLE BASKISI YOK"

 

Tophane’de bir sanat galerisine yapılan saldırının abartıldığını söyleyen Erdoğan “Sekiz yıldır kimsenin hayat tarzına müdahale etmedik. Hala kaygı varsa gidermek boynumun borcu” dedi.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dün partisinin 60. Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında yaptığı konuşmada, Tophane’de bir sanat galerisine yapılan saldırıyla ilgili haberleri ve bu konudaki yorumları eleştirdi. Olayın abartılmaması gerektiğini söyleyen ve halk oylamasının ardından, AkP’nin yaşam tarzlarına müdahale edeceği korkusunun yayılmak istendiğini ileri süren Başbakan Erdoğan, “Aynı bayat oyun tezgahlanmaya çalışılıyor” dedi.


Erdoğan, Tophane’deki saldırıyı, İnegöl ve Dörtyol’daki “kışkırtma” olarak nitelendirdiği olaylara benzetirken, “Denize giren bir mütesettir öğretmene, çocuklarının yanında saldırıp, boğmaya çalışmak tahammülsüzlük değil midir?” örneğini verdi. Sekiz yıllık iktidarlarındaki uygulamalara rağmen kaygı duyanlar varsa bu kaygıları gidermenin de boyunlarının borcu olduğunu belirten Erdoğan özetle şunları söyledi:


AYNI OYUN: Halk oylamasının ardından AKP'nin yaşam tarzlarına müdahale edeceği korkusu yayılmak isteniyor, bundan artık bıktık. Aynı bayat oyun tezgahlanmaya çalışılıyor. 8 sene öncesinin arşivlerini çıkarın, hangi başlıklar varsa bugün de tıpa tıp aynı başlıklar var. Zihniyet aynı, değişen bir şey yok. Tekamül etmiyorlar, patinaj yapıyorlar. Milletin korkularını kaşımak, içini karartmak bir siyaset tarzı olabilir mi? Bu tür propagandalar milletin tercihi ile dalga geçmek değil midir?
DİKTATÖRLÜK SİVİL İŞİ DEĞİL: Sivil diktatörlük, Allah aşkına böyle bir kavram olur mu? Diktatörlük sivilin işi değildir. Sivil ve diktatörlük ifadesini yan yana koymak kadar büyük bir cehalet olmaz, bunlar cahillerin ta kendisidir. Mahalle baskısı, gizli ajanda, gizli gündem gibi, sivil vesayet gibi Ak Parti ile asla asla yan yana gelmeyecek kavramlar, bugünlerde bir kez daha ısıtılıp gündeme sürülüyor. Lokal bazı olaylar, gerçek nedenler gizlenerek bir korku ve baskı aracı olarak kullanılıyor.
BUNLAR BASİRETSİZ: İnegöl’de ve Dörtyol’da sergilenen kışkırtmalar, ki çok daha net belgeler, bilgiler açıklanacak, bunları duyacaksınız. Şimdi halk oylamasının ardından İstanbul’da Tophane’de sergilenmek isteniyor. Kendini bilmez çıkıyor, “evet’in sonucudur” diyor. Bunlar bu kadar basit, basiretsiz. Derdi fatura kesmek. Bir defa, olayları değerlendirirken samimi ve dürüst olalım. Lokal olayları manşet, sürmanşet atmak suretiyle sanki Türkiye’yi böyleymiş gibi göstermek, doğru şeyler değil.
TOPHANE’Yİ İYİ BİLİRİM: Dünyanın her yerinde buna benzer olaylar olur. Aşırı bir şekilde bunları abartmanın anlamı yok. Ben oranın çocuğuyum, tanırım, bilirim oraları, Tophane’yi sokak sokak bilirim. Bazıları yazıyor, “Başbakan artık konuşmalı” neyi konuşacağım? Vereceğiniz mesajlarla konuşmanın bir anlamı yok, konuşulacak şey bu. Bakanım da gitti, tarafları ziyaret etti, gerekli açıklamaları yaptı, olay emniyete yargıya intikal etti. Söylenecek tek şey herkesi mutedil hareket etmeye davettir. Nedir bu çılgınlık böyle, bu abartılı şekilde bunu vermek.
BASKISI YOK: 8 yıl boyunca kimsenin hayat tarzına müdahale etmedik. Açık söylüyorum, 8 yıl boyunca olduğu gibi bundan sonra da 73 milyon vatandaşın her bir ferdinin yaşam tarzı bizim teminatımız altındadır. Affedersiniz sanat galerisi, eğlence yerleri sadece Tophane Boğazkesen’de mi var? Birçok yerde sanat galerisi, eğlence yeri var. Hangisinde böyle bir olay duydunuz.  İşi bu kadar abartmanın anlamı yok. Biz hiçbir hukuksuzluğa izin vermeyeceğimiz gibi, hiçbir provokasyona da göz yummayız. Türkiye’de mahalle baskısı yoktur. Halkı kışkırtmayı, tahrik etmeyi adet haline getiren kirli oyunlardan medet uman kesimler vardır. Farklı yaşam tarzları, farklı dünya görüşleri bu topraklarda hep vardır bundan sonra da olacaktır. Herkes, herkesi sevmek, bağrına basmak zorunda değil ama saygı duymak ve tahammül etmek zorundadır.
YUHALAMAYA GÖNDERME: Yüzde 58 iradesine saygı duymayı beceremeyenlerin, çıkan sonucu tebrik edemeyenlerin yaptığı tahammülsüzlük değil midir? Uluslararası bir organizasyonda tüm dünyanın gözü önünde kendi ülkesinin devlet başkanını, başbakanını, meclis başkanını yuhalayanların yaptığı tahammülsüzlük değil midir? Birkaç köşe yazarı dışında, bu konu mesala hiç ele alınmadı.


Denize giren bir mütesettir öğretmene, çocuklarının yanında saldırıp boğmaya çalışmak tahammülsüzlük değil midir? Cumhurbaşkanı ve başbakanın görüşme çağrılarına nezaketen bile olsa karşılık vermemek tahammülsüzlük değil midir? İstediği sonuç çıkmıyor diye millete bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam demek tahammülsüzlük değil midir? İşadamlarını yeşil sermaye, kırmızı sermaye diye ayırmak tahammülsüzlük değil midir? Medyayı yandaş medya diye suçlamak, İslamcı diye tanımlamak tahammülsüzlük değil midir?
AYNAYA BAKSINLAR: Tahammül ve hoşgörü konusunu kaşıyanlar, milleti sınıflara ayıranlar önce dönüp aynaya baksın. 8 yılın ardından AKP'nin, gizli ajandası olduğuna inananlar varsa, bizi değil kendini sorgulasınlar. Bugün hala samimiyetimizi test etmek gereği duyanlar varsa 8 yıl öncesinin ve bugünün Türkiye’sine baksınlar kararı ondan sonra versinler.
KAYGILARI GİDERECEĞİZ: Bütün bunlara rağmen hala kaygısı olan vatandaşlarımızın kaygısını gidermek, benim de teşkilatımın da boynunun borcudur. Kendimizi daha iyi anlatmak için tüm kaygıları, korkuları, endişeleri gidermek için istismar zeminlerini kaldırmak için daha fazla çalışacağımızı daha fazla ter dökeceğimizi belirtmek istiyorum.

Milliyet, 24.09.2010

TECRÜBELİ KAZICI DİYE BUNA DERLER

 

 

Kayseri’nin İncesu İlçesi’nde 6 ay önce define bulmak için evini kazarken komşularının ihbarı üzerine yakalanan 30 yaşındaki Bülent Yalman, Kültür Bakanlığı’nın aynı yerde kaçak kazıda ortaya çıkartılan Roma dönemine ait mozaikler için başlattığı araştırma kazısında işçi olarak çalışmaya başladı.

 

Yalman, kaçak kazı yaptığı dönemde işsiz olduğunu belirterek, kendini, “Maddi durumum iyi değildi. İşyerime icra gelmişti. Boşta kalan adam ne yapar? Define kazar” diyerek savundu. Kazıda bulduğu mozaik parçasının tarihi bir yerleşim olduğunu ortaya çıkarttığını belirten Yalman, “Şimdi yasal olarak kazıyorum. Burası müze gibi olursa köyümüzün gelişmesine katkıda bulunabilir” dedi.
 

Kayseri Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Hasan Elmaağaç ise şu bilgileri verdi: “Evin dışında, zeminden 1 metre aşağıda 3 metre eninde 5 metre boyunda bozulmamış bir mozaik parçası bulduk. Bu parça muhtemelen Roma döneminde yapılan bir villanın zeminine ait. Kayseri’de Roma dönemine ait çok sayıda eser var ama ilk kez bir mozaik bulduk. Mozaik parçası burada sergilenebilir” diye konuştu.

Hürriyet, 22.09.2010

CUNDA'DAKİ YEL DEĞİRMENİ RESTORE EDİLİYOR

  

  

Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'ne bağlı Alibey (Cunda) Adası'nda, harabe durumdaki belediyeye ait tarihi yel değirmeni, OZG Enerji tarafından bedelsiz olarak restore edilecek.
    
Cunda Adası'nda 1'i iş adamı Rahmi Koç tarafından restore edilen toplam 4 ve Ayvalık merkezde harabe haline gelen 14 tane yel değirmeninin bulunduğu bildirildi. Ayvalık Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen, restorasyonun başlaması nedeniyle düzenlene törende yaptığı konuşmada, daha güzel bir Ayvalık yaratmayı amaçladıklarını söyledi. Türközen, bölgedeki tarihi yapıları kurtarmayı ve halkın kullanımına sunmayı hedeflediklerini ifade ederek, şu bilgiyi verdi:

''Cunda Adası'nda Rahmi Koç'un restore ettiği değirmen dışında bize tahsisli bu değirmen ile 2 tane özel mülkiyetli değirmen var. Yapılacak bu restorasyonla 2 değirmen yenilenmiş olacak. Diğer değirmeni de belki takas yoluyla belediye olarak alabiliriz. Araştırmalarımıza göre, Ayvalık merkezde 14 tane daha değirmen var. Bunları onarıp, kurtarabilirsek güzel olur. Ortak kültür mirasını ortaya çıkarmış oluruz. Bu tarihi mekanları restore edip bulundukları bölgenin kültürel mekanları haline dönüştürmek istiyoruz. Firmanın örnek bir çalışma ile Ayvalık'a verdiği katkı güzel. Umarım örnek olur.''

OZG Enerji İnşaat Sanayi ve Ticaret AŞ temsilcisi Gürel Özyiğit de şirket olarak uzun yıllardır enerji sektöründe faaliyet gösterdiklerini hatırlatarak, son 10 yılda yenilenebilir enerji kaynaklarına, özellikle de rüzgar enerjisi yatırımlarına yöneldiklerini belirtti. Özyiğit, yel değirmenini de enerji sektörüne uygunluğu nedeniyle restore etmek istediklerini dile getirerek, ''Ayvalık ve çevresinde yaptığımız araştırmalar sırasında Ayvalık Belediyesinin yaklaşımı ve ilgisinden dolayı restore işini Ayvalık'ta yapıyoruz. İlçede ticari bir faaliyetimiz yok'' dedi.

Restorasyon projesinin sorumlusu arkeolog Suzan Özyiğit de restorasyonun 6 ay içinde tamamlanacağını bildirdi.

Yapı, Fotoğraf: Ömür Bir/AA, 21.09.2010

DASKYLEION'DA İKİ TÜMÜLÜS

 

”Daskyleion antik kentinin yakınında, biri tarihi eser kaçakçıları tarafından tahrip edilmiş iki tümülüs bulundu.

 

Dünyada en erken tarihli Zerdüşt tapınma merkezinin yer aldığı Balıkesir’in Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü yakınlarındaki ”Daskyleion Antik Kenti”nin yakınında, biri tarihi eser kaçakçıları tarafından tahrip edilmiş iki tümülüs bulundu.

 

Kazı ekibi başkanı Muğla Üniversitesi öğretim üyesi Doç.Dr. Kaan İren, gazetecilere yaptığı açıklamada, Eşen Köyü yakınlarında tarihi eser kaçakçıları tarafından tahrip edilen tümülüsün ardından yeni bir tümülüs daha bulduklarını söyledi. Bu tümülüsün, bugüne kadar tarihi eser kaçakçıları tarafından keşfedilmediğini belirlediklerini dile getiren İren, şöyle konuştu:

”Antik dönemde soyulma girişiminin başarılı olamadığını düşündüğümüz bu tümülüsün Daskyleion’a bakan yüzünde, giriş kapısını bulduk. Kapıdan sonra ön oda, sonra bir başka kapı ve onun arkasında ise iki iskeletin yer aldığı mezar odasına ulaştık. Mezar odasındaki iki ölü sedirinin üzerindeki mermere bulaşan erguvan rengi nedeniyle, bu mezarların Pers kraliyet ailesi veya onun yakınlarından soylu kişilere ait olduğunu düşünüyoruz.”

 

İren, tümülüste ayrıca, 22 yıllık Daskyleion kazı tarihinde görülmeyen bir buluntu örneği olarak ahşap sehpa ayakları parçaları bulduklarını dile getirerek, ”Üzerine deri gerilmiş olan bu ahşap parçalarını, incelenmek üzere Bodrum’daki Su Altı Arkeoloji Enstitüsüne göndereceğiz. Tümülüste ayrıca Filistin’den getirilmiş cam bilezik, gümüş küpe, koku şişesi ve altın taç parçalarının yanı sıra 30′un üzerinde elektron (altın ve gümüş karışımı) sikkeye ulaştık” diye konuştu.

 

Tümülüsün kapısında, bölgede bir ziyafet yapıldığını gösteren izlere rastladıklarına değinen İren, ”Bir ziyafet ateşi yakılmış. Ateş içine atılmış içki kapları da bulduk. Daha sonra ateşin üzeri, kireçli bir tabakayla örtülmüş” dedi. İren, iki iskeletin kökenlerinin belirlenmesi doğrultusunda DNA analizlerinin yapılacağını ve iskeletlerin kafatasları üzerindeki etlendirme çalışmaları sonucunda da yüz hatlarının ortaya çıkacağını kaydetti.

 

Doç.Dr. Kaan İren, tümülüse, tarihi eser kaçakçılarından önce ulaşmalarının önemine işaret ederek, ”Bulduğumuz mezar, geçtiğimiz aylarda Milas’ta ortaya çıkan mezar kadar önemli bir arkeolojik buluntudur” dedi. 19 günlük bir çalışma sonucu 25 bin liralık ödenekle gün ışığına çıkarılan tümülüsün geçici restorasyonu için 25 bin lira daha harcanacağı bildirildi.

 

Tümülüs, kral ve kral ailesi için inşa edilen mezar odası üstüne yığılan toprak veya taşlardan oluşturulan yapay tepe tipi anıtlara deniliyor. Frigler döneminde Anadolu’da görülmeye başlayan tümülüslere, ölen kişi ile birlikte, kullandığı ve kendisine hediye edilen eşya da konuluyor. Tümülüsün boyu ve mimarisi, ölen kişinin zenginliğini de simgeliyor.

Gerçek Gündem, 21.09.2010

'MOZAİK GALERİ' GÜN IŞIĞINA ÇIKARILDI

 

 

Metropolis antik kentinde yapılan kazılarda Batı Anadolu’daki en büyük mozaik grubu bulundu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığının izni, Sabancı Vakfı, Trakya Üniversitesi ve Torbalı Belediyesinin desteğiyle 20 yıldır kazılan Metropolis antik kentinde bu yıl yürütülen kazı çalışmalarında, Roma Hamamı’nın çevresindeki ”geometrik bezemeli mozaik galeri” gün ışığına çıkarıldı.

 

Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Metropolis Antik Kenti Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, antik kentte düzenlediği basın toplantısında, Sabancı Vakfının 2003 yılından bu yana Metropolis Sevenler Derneği'ne (MESEDER) katkıda bulunarak destek verdiği Metropolis antik kentinde, bu yıl kendi başkanlığında 35 işçi, 25 öğrenci ve arkeologdan oluşan kazı ekibinin çalışma yürüttüğünü bildirdi.

 

”Ana Tanrıça Kenti” olarak nitelendirilen Metropolis’te, ilk kazı çalışmasını yürüten ekipte yer alan onursal Kazı Başkanı Prof.Dr. Recep Meriç’in katkılarıyla bugüne kadar yapılan çalışmalarda, Antik Tiyatro, Stoa (Sütunlu Galeriler), Bouleuterion (Meclis Yapısı), Roma Hamamı, Devlet Agorası, Akropolis Surları’nın yanı sıra 10 bine yakın eserin antik kalıntıların bulunduğunu belirten Aybek, geçen yıl ve bu yıl ağırlıklı olarak Roma Hamamı’nı tamamlayan Palaestra’da (Güreş Alanı’nda) kazı gerçekleştirildiğini anımsattı.

 

Aybek, kazılarda kent yaşamı hakkında bilgilerin ortaya çıkarılacağı evler ve caddeler üzerinde de durduklarını, farklı noktalarda sondaj çalışmaları yürütüldüğünü söyledi. Serdar Aybek, şu bilgiyi verdi: ”Geçtiğimiz yıl yapılan çalışmalarda, kadınların süslenme merakının yüzyıllar öncesine dayandığına ilişkin bulgular elde edilmiş, kazı tarihinde ilk kez 2 bin 500 yıl öncesine tarihlenen bozulmamış bir mezara ulaşılmıştı.

 

Palaestra’daki çalışmalarımızda bu yıl yaklaşık 40 metre uzunlukta ve 40 metre genişlikteki kare planlı yapının çevresinde 6 metre genişliğinde geometrik bezemeli mozaikli galeriler tespit ettik. Bozulmamış bu mozaikler, Batı Anadolu’da bir alanda bulunan en büyük mozaik grubunu oluşturuyor. Henüz yapının sadece güney kısmı açığa çıkmasına karşın mozaiklerin iyi korunmuş bir şekilde günümüze ulaşmış olması sevindiricidir. Önümüzdeki yıllarda yapılacak çalışmalarla Batı Anadolu’nun küçük kentlerinden biri olarak tanınan Metropolis’in adeta ölçeğini değiştiren anıtsal bir yapıyı kazandırmış olmayı ümit ediyoruz. Kazılardan sonra başlatmayı istediğimiz restorasyon projesiyse büyük bir Roma Hamamı ve onun hemen önünde içi mermer plakalarla kaplı bir meydan ve dış tarafını sütunlu galerilerin örttüğü geniş mozaikli yollarla, Metropolis’in ses getirecek bir anıta kavuşmasını sağlayacaktır.”

 

1990 yılından bu yana sürdürülen kazılarla gün ışığına çıkarılmaya çalışılan Metropolis antik kenti kazıları, İzmir’in Torbalı İlçesine bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri arasında kalan 250 dönümlük bir arazi üzerinde yapılıyor. Hellenistik kentin, yaklaşık 2 bin 500 yıl önce kurulduğu tahmin ediliyor.

Ancak ilk yerleşim izleri Neolitik Çağ’a kadar uzanıyor. Bu ilk izlerden Klasik Çağlara, Roma ve Bizans’a hatta Beylikler ve Osmanlı dönemine kadar kesintisiz bir tarih ve kalıntılar bulunuyor.

Adını Ana Tanrıça’dan alan kent, İzmir ve Efes arasındaki çok önemli bir yol istasyonu. Kervanlar bu kentten geçmeden bir yere gidemiyor. Halkı aristokratlardan oluşuyor. Metropolis kentinde yaşayanlar için Yunanlılarının savaş tanrısı Ares’in büyük önemi var. Hellenistik dönemin sonlarına ait yazılı sütunlarda adı geçen Ares Tapınağı, Akropolis üzerinde yer alıyor ve bu çağdan itibaren Metropolis’in koruyucu tanrısı olarak saygı görüyor.

 

Kent aynı zamanda çok meşhur bir şarap kenti. Antik yazarlar, bu kentin zengin bağlarından ve şaraplarının güzelliğinden sıkça bahsediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yürütülen ve Sabancı Vakfının da sponsor olduğu kazılarda, şimdiye kadar tiyatro, meclis binası, iki büyük Roma Hamamı, mozaikli galeriler, salonlar, spor alanları (Palaestra), Stoa, mermer avlulu evler, caddeler, basamaklı sokaklar ortaya çıkarıldı. Kazının ilk yıllarından itibaren kaydedilen küçük eser sayısı 10 binin üzerinde. Kazılarda elde edilen yazıtlar, heykeller, sikkeler, cam ve seramik objeler bugün İzmir Arkeoloji, İzmir Tarih ve Sanat ve Selçuk Efes müzelerinde sergileniyor.

Ntvmsnbc, 21.09.2010

NEFERTİTİ ESTETİKLİYMİŞ!

 

 

Firavun Akhenaton’un eşi olan ve güzelliği ile ünlenen Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin Almanya’nın başkenti Berlin’de Neues Müzesi’nde sergilenen büstüne uygulanan bilgisayarlı tomografi sonucunda büste "estetik müdahale yapıldığı" ortaya çıktı. 3 bin yıl önce, Nefertiti’nin heykeltıraşının, heykelin burnundaki küçük kemeri aldığı, göz kenarları, ağız köşesi ve yanaklarındaki çizgileri kaybettirdiği, elmacık kemiklerini dolgunlaştırdığı ortaya çıktı. Tarihçi Bettany Hughes, aslında büstün eski halinin de güzel olduğunu söyledi.

 

MÖ 1330 yılında ölen Nefertiti'nin büstü, oğlu Tutankamon'unkinden sonra Antik Mısır'dan günümüze kalan en bilindik nesne. 1912 yılında Nefertiti'nin eşi Akhenaton'un döneminde Mısır'ın başkenti olan Tell el Amarna'da bulunan büst, Berlin'deki Neues Müzesi'nde sergileniyor.

Habertürk, 21.09.2010

BU GEMİ "SANAT" VE "BİLİM" TAŞIYOR

 

Heykel sanatçısı İlhan Koman’ın vefatına kadar ev ve atölye olarak kullandığı ’’M/S Hulda’’ isimli tarihi gemi, Stockholm’den başlayan ve 18 ay süren sanat ve bilim yolculuğuna İstanbul’da son verdi.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Avrupa Komisyonu 7. Çerçeve Programı’nın yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İsveç Konsolosluğunun destekleriyle Stockholm’den İstanbul’a gelen 105 yıllık yelkenli gemide, Hulda Festivali İstanbul etkinlikleri kapsamında iki ay boyunca çeşitli sergi ve atölye çalışmaları gerçekleştirilecek.

 

Gemi, İlhan Koman’ın 1946 yılında mezun olduğu ve öğretim üyeliğini yaptığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin önüne yanaşırken, üniversitenin Osman Hamdi Bey Salonu’nda, İlhan Koman’ın eserlerinin de yer aldığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin 2010 akademik yıl sergisi açıldı.

 

Açılışta konuşan İlhan Koman Vakfı Başkanı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet Koman, ’’Hulda’’ gemisinin Kuzey Buz Denizi’nden başlayarak Akdeniz’e kadar 12 bin kilometrelik uzun bir yolculuk geçirdiğini söyledi.

 

Geminin geçen yıl yola çıktığını ifade eden Koman, Amsterdam, Anvers, Bordeaux, Lizbon, Barcelona, Napoli, Malta ve Selanik’te bulunduğunu kaydetti.

 

Ahmet Koman, babası İlhan Koman’ın hayattayken gemiyi hem atölye hem de ev olarak kullandığını belirterek, ’’Hulda’’ gemisinin bir kültür varlığı olduğunu anlattı.

Trt/Haber, 21.09.2010

MESUDİYE KİLİSESİ ONARILIYOR

 

Ordu'nun Mesudiye İlçesi'nde 1912 yılında yaptırılan tarihi Mesudiye Kilisesi'nin restorasyon çalışmaları sürüyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından çıkarılan ödenekle 289 bin lira bedelle ihale edilen Mesudiye Kilisesi'nde çalışmaların hızla devam ettiğini belirten Kaymakam Rıza Gençoğlu, çalışmanın Kasım ayında bitirileceğini söyledi. Gençoğlu, "Kültür merkezi olarak kullanılması planlanan bu yapı aslına uygun olarak restore edilecek. Kültür merkezinde her türlü güvenlik sistemi bulunacak" dedi.

Ordu Kent Haber, 21.09.2010

TARİHİ BÖYLE ÇÖPE ATTILAR

 

   

 

Mersin'in Erdemli İlçesi'ne bağlı Ayaş beldesinde genellikle tarım arazilerinde rastlanan kaya mezarları turizme kazandırılmayı bekliyor.

 

Oyulmaya ve işlenmeye uygun kayalardan statüsü yüksek kişiler için yapılan alan kaya mezarları, Anadolu'da MÖ 3 binli yıllarda başlayan ölüyü eve benzer mimari yapılara gömme adetinin bir örneği olarak dikkati çekiyor. Türkiye'nin farklı bölgelerinde de rastlanan bu yapıların önemli bir kısmı, bulundukları kentlerde koruma altına alınarak turizme kazandırılırken, Mersin'deki tarla içlerinde kalan benzerleri sahip çıkılmayı bekliyor.

 

Erdemli İlçesi'ne bağlı Ayaş beldesinde bulunan kaya mezarları yaklaşık 2 metre uzunluğa, yarım metre genişliğe sahip. Bazı kaya mezarlarının kapaklarının kaybolduğu, çevresinde yakılan ateşler nedeniyle zarar gördüğü, bazılarının da iç kısmının çöplerle dolu olduğu gözleniyor.

 

Bir başka kaya mezarının üzerinde ise adres levhası göze çarpıyor. Çoğu çevrede yaşayan vatandaşların bahçe ve tarlalarının içinde kalan kaya mezarlarından birisi de köy halkının evinin çatısına ulaşmak için kullandığı merdivenin bir basamağı haline gelmiş.





Genellikle narenciye bahçelerinin bulunduğu beldede vatandaşlar, tarihi eserlerin bahçedeki işlerini zorlaştırdığını, bu nedenle ilgililerin konuyla ilgili çalışma yapmasını istedi. Eserlerin korunarak turizme kazandırılmasıyla beldeye daha fazla turist gelebileceğini belirten vatandaşlar, “Bizim isteğimiz, beldemizde belirlenecek bir yerde mezarların zarar verilmeden toplanması ve turizme kazandırılması. Böylelikle hem bizler bahçelerimizdeki işlerimizi kolaylaştırabiliriz, hem de gelecek turistler sayesinde yörede ek gelir kaynağı yaratılır” diye konuştu.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Çalışkan ise, beldedeki antik yapıların MÖ II. yüzyıla ait olduğu yönünde bilgilere ulaşıldığını belirtti.

 

Kaya mezarlarının bulunduğu bölgenin geçmişte “Elaiussa” ve “Sebasta” kentlerinin birleşmesi ile meydana geldiğine dair bulguların gün ışığına çıkarıldığını ifade eden Çalışkan, söz konusu bölgenin farklı noktalarında 1994 yılından bu yana arkeolojik kazılar yapıldığını vurgulayarak, “Romanya'dan gelen bir ekip bazı noktalarda kazı çalışması yapıyor. Kazılar sürerken kaya mezarlarının bulunduğu yerde restorasyon çalışmaları yapamıyoruz. O nedenle kazıların bitmesini beklemekten başka çaremiz yok.”

 

Söz konusu tarihi eserlerin çevre halkı ve yabancılar tarafından tahrip edildiğini öne süren Çalışkan, “Eserlerin daha sağlıklı bir şekilde gelecek nesillere aktarılması için öncelikle, çevre halkının konuya dikkatinin çekilmesi ve bilinçlendirilmesi gerekir. Bu konuda kentimizdeki üniversitelerin desteğine ihtiyacımız var” diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Kerem Kocalar, 21.09.2010

TARİHİ DERGAHTA 365 GÜN SEMA GÖSTERİSİ YAPIYORLAR

 

 

1500'lü yıllarda Yakup Çelebi tarafından yaptırılan ve uzun süredir atıl duran Karabaş-i Veli Dergahı restorasyonunun ardından yılın 365 günü sema gösterisinin sunulduğu bir kültür merkezi haline geldi. Dergahta Bursa Mevlana Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği üyelerinin, gönüllü olarak gerçekleştirdiği gösteriler dünyanın dört bir tarafından gelen yabancı turistlerin de ilgisini çekiyor.

 

Yakup Çelebi tarafından kurulan ve bu kişinin kaleme aldığı, 'Tecvid-i Karabaş' adlı kitaptan dolayı, 'Karabaş' adını alan tarihi dergah, 867 bin TL'lik yatırımla Osmangazi Belediyesi tarafından restore ettirildi. Restorasyonu tamamlanan Karabaş-i Tekkesi temsil ettiği kültür ile özdeşleşen Mevlevi Kültürü'nün doyasıya yaşandığı bir mekan olarak hizmet veriyor. Yoğun talep üzerine her akşam ücretsiz olarak yapılan gösteride, içeride yer bulamayanlar, projektörle bahçede kurulan perdeye yansıtılan görüntüleri izliyor. Bursa Mevlana Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği Başkanı Cafer Altay, tarihi ve kültürel açıdan kentin en zengin yapılarından biri olan Karabaş-i Veli Dergahı'ndaki sema gösterilerinin özellikle yabancı turistleri etkilediğini söyledi. Mevlana kültürünü Türkiye'ye ve dünyaya tanıtmayı arzuladıklarını ifade eden Altay, "Senenin 365 gününde sema gösterisi yapıyoruz. Gösterimiz ücretsiz hem de gelenlere ücretsiz çay ikram ediyoruz. Semazenlerimizin tamamının bir mesleği var. İşi olmayanı gönüllü olarak aramıza almıyoruz. Sema yapmak isteyenlerin öncelikle toplumda bir mesleği, işi olması gerekiyor. Sonra gönüllü olanları eğitime tabi tutuyoruz. Yaklaşık 40 tane semazenimiz var. Dönüşümlü olarak her akşam sahne alıyoruz." dedi. Semayı aslına uygun olarak halka sunmak için çaba harcadıklarını belirten Altay, sema yapan, ilahi söyleyen ve saz ekibinde bulunan dernek üyelerinin tamamının bir meslek sahibi olduğunu kaydetti. Semazenlerin hiçbirinin gösterilerden para kazanmadığının altını çizen Altay, "Semazenlerimiz, işçi, memur ya da ticaretle uğraşıyor. Simitçi, aşçı, tornacı, kuyumcu, memur, işçi hatta ilköğretim öğrencisi semazenlerimiz var." diye konuştu. Altay, her ay Çanakkale Gelibolu Mevlevihanesi'nde gösteri yaptıklarını dile getirdi.

Yeni Şafak, 21.09.2010

MALATYA'DA 3 BİN YILLIK RÖLYEF BULUNDU

 

 

Malatya'da Aslantepe Höyüğü'nde İtalyan arkeologlarca yapılan kazılarda, Geç Hitit dönemine ait 3 bin yıllık iki rölyef bulundu. Bulunan rölyeflerin birinde "savaş sonrası birbirlerine barış çubukları veren kartal başlı iki kral" tasvir ediliyor.


Malatya Valisi Ulvi Saran, iki adet rölyefin bulunduğu Aslantepe Höyüğü'ne gelerek incelemeler yaptı, İtalyan Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangipane'den bilgi aldı.


Üzerinde "savaş sonrası birbirlerine barış çubukları veren iki kartal başlı kralın" tasvir edildiği rölyefin arkeoloji dünyasında heyecan yaratacağını söyleyen Vali Saran, türüne az rastlanılan rölyefin aynı zamanda Aslantepe Höyüğü'nün ne kadar önemli bir merkez olduğunu gösterdiğini ifade etti.


Vali Saran, rölyefin başında gazetecilere şu açıklamayı yaptı: "Heyecan verici bir buluşla karşı karşıyayız. Uzun yıllar boyu Malatya'mızın nadide bir beldesi olan Orduzu'daki Aslantepe Höyüğü'nde yapılan kazı çalışmaları oldukça nadide eserler ortaya çıkardı. Burada elde edilen eserler, Anadolu Medeniyetler Müzesinde ve Malatya müzesinde muhtelif yerlerde sergileniyorlar. Bugün de, İtalyan heyetin çalışmaları sonucunda son derece önemli bir buluntuyla karşı karşıyayız. Bulunan oldukça güzel rölyef, kaya üzerine işlenmiş Geç Hitit döneminin Milattan Önce binli yıllara dayanan bir eseri. Burada kartal başlı iki kralın birbirlerine savaş sonrası barış çubuklarını sunması tarzında değerlendirebileceğimiz bir anlam var. Elde edilen bu eserin arkeolojik eserler itibarıyla arkeoloji dünyasında da ilgi ve heyecan uyandırmasını bekliyoruz."


Bulunan rölyefte kullanılan kartal başlarının çok rastlanan bir tür olmadığına dikkati çeken İtalyan Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangipane de 3 bin yıllık rölyefin Ankara Aslanlı Kapı'daki rölyefe göre çok eski ve orijinal olduğunu bildirdi. Prof.Dr. Frangipane, "Geçmişte güzel bir rölyef bulmuşlardı. Şimdi Ankara müzesinde, ama şimdi biliyoruz ki, bu rölyef daha eski. Demek ki, Ankara'daki Aslanlı Kapı'da bulunan rölyef ikinci defa kullanılmış. Buradan yola çıkarak bunun orijinal ve daha eski olduğunu söyleyebiliriz" diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 21.09.2010

SERADAN TARİH ÇIKTI

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi’ne bağlı Kadıoğlu Köyü’nde oturan 65 yaşındaki Nizamettin Oral, 2008’in Ocak ayında evinin bahçesindeki serayı güçlendirmek için kazı yaparken, tarihi bir mozaik buldu.

 

Yapılan çalışmalarda, üzüm salkımları arasında oturan kadını elindeki hançerle öldürmek isteyen bir erkek figürünü tasvir eden mozaiğin bulunduğu alan genişletildi. Ereğli Müze Müdürlüğü tarafından sürdürülen kazı çalışmalarında, Roma dönemine ait bir yerleşim yerinin odalarına rastlandı. Zemini değişik desen ve figürlerle işlemeli odaların bir villaya ait olduğu tahmin ediliyor. Bu yıl yapılan çalışmalarda yeni bir oda daha ortaya çıkarıldı. Buluntular, kazı sezonunun sona ermesi üzerine kumla kaplanarak koruma altına alındı.

Hürriyet, Haber: Durmuş Sevindik, 21.09.2010

"DİVRİĞİ İLE KIRK SENE UĞRAŞTIM, ARTIK BIRAKIYORUM"

 

Prof.Dr. Doğan Kuban, yıllardır üzerinde çalıştığı Divriği Külliyesi'nin görkemini 'Cennetin Kapıları' adıyla kitaplaştırdı. Kuban, külliye için "Daha fazla yapabileceğim bir şey yok. Bundan sonrası kamuoyunun ilgisine kalmış." diyor.

 

Yıllardır UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndeki Divriği Külliyesi üzerinde çalışan dünyaca ünlü mimarlık tarihçisi Prof. Doğan Kuban, külliyenin tanıtılması için bir adım daha attı. Anadolu'da Selçuklu döneminden kalan en görkemli yapı kabul edilen Divriği Külliyesi hakkında daha önce iki kitap yazan Doğan Kuban, bu kez, Divriği Ulucamii ve Şifahanesi'nin görkemini 'Cennetin Kapıları' adıyla kitaplaştırdı. YEM Yayınları'ndan çıkan büyük boy ve özel basım kitap, Türkçe-İngilizce olarak hazırlandı.

 

Kitabın tanıtımı için dün İKSV'de yapılan toplantıda konuşan Kuban, 40 yılı aşkın bir zamandır bu külliye üzerinde çalıştığını, iki kitap ve sayısız makale yazdığını dile getirdi. Ancak ünlü mimar ve tarihçi, artık bu olağanüstü yapı üzerinde çalışmayacak. Kuban'a göre Divriği Külliyesi, Türkiye'de Anadolu Türk kültürünün oluşturduğu en görkemli yapı. Yıllardır bunun farkında olan ve dünyanın da farkına varması için çabalayan Kuban, "Örneğine dünyanın hiçbir yerinde rastlayamayacağınız, ancak dahi bir sanatçının eseri olabilecek bu yapıtın dünya kültür kavramının içerisine girmesi için çok çalıştım. Daha fazla yapabileceğim bir şey yok. Bundan sonrası kamuoyunun ilgisine ve desteğine kalmış." diyor. Fakat Kuban, bir yandan da neredeyse ömrünü adadığı ve her gün biraz daha yok olmaya yüz tutan bu külliyenin bir an önce korunması için önayak olmaya devam edecek gibi görünüyor. Divriği Külliyesi'ni dünya kültür sanat tarihine mal etmeye çalışan Kuban, toplumun ilgisizliğinden de şikayetçi. "Bu yapının niteliği konusunda henüz toplumun uyandığını sanmıyorum." diyor ve ekliyor: "Bir kişinin çabasıyla mimariyi kültüre dönüştüren bu eserin tanıtılması mümkün değil."

 

Divriği Ulucamii ve Şifahanesi 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi'ne alınmıştı. Doğan Kuban, onca yıl üzerinde çalıştığı bu yapıtın İslam dünyası için de ayrı bir öneminin olması gerektiğini söylüyor. Çünkü Divriği Külliyesi figüratif olmayan bir sanatın İslam dünyasındaki en güzel örneklerinden biri.

 

Geçen yıl mayıs ayında İTÜ Taşkışla Kampüsü'nde açılan "Cennetin Kapıları" adlı fotoğraf sergisi esas alınarak hazırlanan "Divriği Ulucamii ve Şifahanesi'nde Hürremşah'ın Yontu Sanatı/ Cennetin Kapıları" adlı kitap, daha önce sergilenmeyen fotoğraflardan ve Kuban'ın bu kitap için kaleme aldığı metinlerden oluşuyor. "Cennetin Kapıları" başlıklı fotoğraf sergisinin şu sıralar UNESCO'nun Paris'teki merkezinde açık olduğunu da hatırlatalım.

Zaman, Haber: Saliha Cüvelek, 21.09.2010

HİERAPOLİS'TE HEYKEL BAŞI ORTAYA ÇIKTI

 

Hierapolis Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D'Andria, Roma'nın Asya eyaleti olarak adlandırılan Anadolu'daki bir eyalet yöneticisine ait olduğu tahmin edilen bir heykel başını ortaya çıkardıklarını söyledi.

D'Andria kazı sezonunda bulunan en değerli parçalardan birisinin mermerden yapılmış MS 3. yüzyıl Roma Dönemi'ne ait bir heykel kafası olduğunu belirtti.

Sabah, 21.09.2010

BAKSI MÜZESİ ZİYARETLE YETİNMEYECEK, SANATLA ZANAATI BİRLEŞTİRECEK

 

 

Ressam ve eğitmen Prof.Dr. Hüsamettin Koçan’ın doğduğu yer olan Bayburt’un Bayraktar Köyü’ne (eski adı Baksı) açtığı Baksı Müzesi, iki aydır ziyaretçilerini ağırlıyor ve üretime hazırlanıyor. Müzeyi günümüz ve geleneksel sanatların buluştuğu bir merkeze dönüştürmeyi hedefleyen Koçan, sanat ile zanaatı birleştirerek hemşerilerini de üretime yöneltmeyi hedefliyor.

 

Açtığı bir müze ile Bayburt’ta 45 kilometre uzaklıktaki bir köyü gündeme taşıyan ressam ve eğitmen Prof.Dr. Hüsamettin Koçan, hemşehrileri ile birlikte ‘üretim’ planlıyor. Eski adı Kırgız Türkçesi’nde Baksı olan Bayraktar Köyü’nde 10 yıllık bir emek ve çabanın sonunda Baksı Müzesi’ni iki ay önce açan Koçan, bununla da yetinmiyor, sanat ile zanaatı birleştirmek için çalışıyor.
 

Çoruh Vadisi’ne bakan bir tepenin üzerinde, toplam 30 bin metrekarelik bir alanda, günümüz ve geleneksel sanat koleksiyonunun yan yana sergilendiği bir merkez olarak Temmuz ayında faaliyete geçen Baksı Müzesi, sadece sanatçıların değil köylülerin de üreticiliğini gözler önüne serecek. Geçmişte yaygın olan el sanatları ve zanaatların nerdeyse kaybolduğu köyde, tarım ve hayvancılıkla uğraşan hemşehrilerinin doğa koşulları gereği yılın 7 ayı, boş oturmak zorunda kaldığını anlatan Koçan’ın planı, boşa geçen zamanı değerlendirmek.

Müzeye sadece bir sergi alanı açmakla yetinmeyerek, dokuma ve sergi atölyeleri de ekleyen Koçan, yakında yöre halkının geleneksel ehramını giysi olarak büyük şehirlere tanıtacak. İlk örneğini tasarımcı Özlem Süer’in bir koleksiyon olarak hazırladığı ehramlar, bundan sonra Baksı Müzesi’ndeki atölyelerde dokunacak. Sadece Baksı’dan değil çevre köylerden de çok sayıda kadın ve erkeğin hem dokumacılığı öğrenmek hem de bu işi yapmak için başvurduğunu anlatan Koçan, üretimin bu atölyelerle sınırlı kalmamasını, burada öğrenilen dokumacılığın evlere yerleştirilecek tezgahlarla yaygınlaştırılmasını istiyor.

Bu arada her yıl 20 kadar sanatçıyı Bayraktar Köyü’nde, Baksı Müzesi’nde ağırlayacak olan (bunun için 30 kişilik konuk evi yapılmış) Koçan, günümüz sanatçılarının eserlerini sergilerken, toplayabildiği geleneksel sanat eserlerine de burada yer veriyor. Koçan, sergilenen eserin yanına bağışçı isimlerinin yazıldığını gören köylülerin hediyeler yolladığını da belirtiyor.

 

Göç ve gurbetin damgasını vurduğu tipik bir Anadolu köyü olan Bayraktar’a bir şeyler yapabilmek için yola çıkan Hüsamettin Koçan, o zamanlar için “uçuk”  bulunan hayali için ilk desteği muhtar, imam ve öğretmenden istemiş. Gelip giden öğretmenlerden olmasa bile imam ve özellikle de muhtar Nabi Akçelik’ten tam destek alan Koçan’ın hayallerinin gerçeğe dönüşmesi için ise tam 10 yıl gerekmiş. Projesini kardeşi Metin Koçan ile birlikte tasarlayan uygulamayı Mimar Sinan Genim ile gerçekleştiren Koçan, bu işi 4 milyon liraya mal etmiş. “Bugün yapılmaya kalksa en az 10 milyon dolar lazım” dediği müzeyi, imece usulüyle tamamlayan Koçan’a, iş dünyasından pek çok dostu da yardım etmiş. Anel Elektrik, Çanakkale Seramik gibi pek çok kuruluş, Ali Akkanat, Hasan Aydın gibi birçok işadamı destek vermiş. Bugün artık müze, yolu Bayburt’tan geçen hemen herkesin uğrak yeri olmuş ve bazı günler 100 kadar ziyaretçi çekiyor.

 

Kendisinin bile “akıllı adam işi değil” dediği müze için eşi Oya Koçan’ı da yanına alan Hüsamettin Koçan, 10 yıldan sonra hayallerini gerçeğe dönüştürmenin mutluluğunu yaşıyor. Ancak bu aşamaya gelmesi pek de kolay olmamış. Bugün köyün çocuklarının hocam hocam diye etrafında dolaştığı Koçan hakkında, define aramaktan İsrail’den para alıp Ruslar’ı izlemek için bir gözlemevi yaptığına kadar pek çok rivayet türemiş. Şimdi ise sadece Baksılılar değil, iki günlük ziyaretimiz boyunca görüştüğümü tüm Bayburtlular Hüsamettin Hoca’larının “iyi bir iş” yaptığını düşünüyor.

Başta Bayburt Valisi Kerem Al, Belediye Başkanı Hacı Ali Polat, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İbrahim Yumak’la birlikte Bayburt’un göç veren değil, göç alan bir il olması için çalışan Koçan,  müzenin misyonu şöyle özetliyor: “Baksı Müzesi her şeyin merkeze sürüklenmesine karşı durarak merkezin çevreden algılanması.”

Hürriyet, Haber: Nilgün Karataş, 21.09.2010

TARİHİ BİNAYA İLAN

 

İtalya’nın tarihi kanalları ile ünlü Venedik kentinde restorasyon masraflarını karşılayamayan yerel yöneticiler binalara dev reklamlar almaya başladı.

 

En son, turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerden biri olan tarihi San Marco Meydanı’nın da reklamlarla dolması Venediklilerin tepkisini çekti.

“Fondo Ambiente Italiano” vakfından Maria Camilla Bianchini “Bu kadarı da çok fazla. Sessiz kalamayız. Reklamlardan binaları göremiyoruz” diyerek reklam afişlerine karşı kampanya başlatacaklarını söyledi. Şehir yetkilileri ise reklamların restorasyon masraflarını karşılamak için tek şansları olduğunu belirtti. Yetkililer bu sene restorasyon için 3.9 milyon dolara ihtiyaçlarının olduğunu ancak hükümetten yalnızca 200 bin dolar alabildiklerini belirterek bu açığı kapamak için ellerinden başka bir şey gelmediğini söyledi.

Milliyet, 20.09.2010

ORDU'DA 2500 YILLIK KALINTILAR BULUNDU

 

Anadolu tarihini gün yüzüne çıkartmayı amaçlayan kazı çalışmalarından biri de Ordu’da sürdürülüyor.

 

Arkeologlar, pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bu köklü coğrafyadaki medeniyetleri geleceğe taşımak için aralıksız olarak çalışmalarını sürdürüyor.

 

Bu çalışmalar sonucunda Antik Kurul Kale Yerleşkesi’nde yapılan kazılarda 2 bin 500 yıllık kalıntılar bulundu.

 

Kazıyı yürüten Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doçent Yücel Şenyurt, kalıntıların, 6’ncı Midridat dönemine ait olabileceğini belirtti.

 

Kazı çalışmalarının yıl sonuna kadar devam edeceği bildirildi.

Trt/Haber, 20.09.2010

BORU KAZISINDA TARİHİ ESER BULUNDU

 

Afyon Jeotermal A.Ş.’nin kent merkezinde yaptığı jeotermal ısı boru döşeme çalışmaları sırasında Frigler döneminden kalma olduğu tahmin edilen ve üzerinde o döneme ait figürler olan mezartaşı bulundu.

 

Yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen mezar taşı, hafriyat şirketinin kamyonuyla Afyonkarahisar Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Taşı incelemek için Emniyet Müdürlüğü bahçesine gelen Afyonkarahisar Müze Müdürü Mevlüt Üyümez, mezar taşının yaklaşık 2 bin yıllık olduğunu kaydetti.

 

Üyümez, bu tür taşlara Frig Vadisi’nde sıkça rastlandığını belirterek, bu mezar taşını koruma altına alacaklarını söyledi. Üyümez, mezar taşının deforme olduğunu, ancak maddi değerinden çok kültürel değeri üzerinde durulması gerektiğini vurguladı.

Memleket Haber, 20.09.2010

ÇOBANDEDE KÖPRÜSÜ DEFİNEZEDE OLDU

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Üyesi, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, 712 yıllık Çobandede Köprüsünü define avcılarının delik deşik ettiğini ve yıkılmasını sağladıklarını bildirdi.

Prof.Dr. Gündoğdu, Karayolları'nın yaptığı köprü onarımının planlandığı gibi ve doğru olduğunu belirterek, "Savaşa girilmesi halinde Rus'ların baskın yapması ihtimali karşısında bölgenin en önemli geçiş noktası olan Çobandede Köprüsü dinamitle dolduruldu.

Eğer Rus'ların zırhlı birlikleri bu bölgeden geçecek olsaydı, köprü havaya uçurulacaktı" dedi.

Erzurum Gazetesi, 20.09.2010

İZMİR'İN EN ESKİ MÜHRÜ

 

Yeşilova Höyüğü’nde yürütülen kazılar, İzmir’in bilinmeyen en eski tarihine ışık tutuyor. Kazılar sayesinde İzmir’de yerleşik hayatın 8500 yıllık geçmişinin olduğunun kanıtlanmasından sonra önemli bir tarihi eser daha ortaya çıkarıldı.     

Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı Yard.Doç. Dr  Zafer Derin, bulunan mührün son derece önemli olduğunu vurguluyarak şöyle konuştu, “Mühür yaklaşık MÖ 6200 yıllarına ait. O tarihte bu bölgede yöneticilik yapmış önemli birinin mührü olduğu anlaşılıyor. Boğa şeklindeki bu mühür aynı zamanda Anadolu’da bulunan en eski birkaç mühür arasında yer alıyor. Bu yönüyle de çok kıymetli bir tarihi eser. İlk kazı döneminden bugüne kadar birçok önemli bulguları açığa çıkardık. ‘İzmir’in ilk yerleşimcileri kimlerdir’ sorusunun cevabı burada her gün değişiyor. Tarımda, hayvancılıkta ileri bir uygarlığa sahip olduklarını öğreniyoruz.  Bu sene cilalı taş devrine indik” diye konuştu.

Milliyet Ege, 20.09.2010

HORASAN HARCI DEĞİL, ÇİMENTO DÖKÜLDÜ

 

 

Allianoi’deki çalışmaları izlemek için bölgeye kamp kuran Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, “Eserler söylendiği gibi Horasan harcıyla örtülmüyor. Bunun yerine bildiğimiz çimento, bildiğimiz kiremit tozu kullanılıyor” dedi.

 

Baraj altında kalacak Allianoi antik kentindeki kumla kapama çalışmaları için çarpıcı bir iddia ortaya atıldı. Bölgede kamp kurarak çalışmaları izleyen Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, kapama çalışmalarında eserleri 50 - 60 yıl su altında koruyacağı belirtilen “Horasan harcı” yerine kiremit tozu katkılı çimento kullanıldığını söyledi. Güven Eken, kaplama çalışmaları yapılırken bilim adamlarının bölgeye gelmediğini de öne sürdü.


Allianoi’de sular altında kalacak eserlerin “Horasan harcı” ve “antik Roma kireci” ile kaplanarak 50-60 yıl korunacağını belirtilmişti. Kum dökmeden önce eserlerin harçla kapandığını söyleyen yetkililere Doğa Derneği’nden yalanlama geldi. Hem tarihi varlığı korumak hem de kumla kapama çalışmalarını yakından izlemek için bölgede kamp kuran grubun lideri Eken, Milliyet’e yaptığı açıklamada, eserlerin söylendiği gibi yumurta akı, peynir, reçine, pişmiş toprak katkılı Horasan harcı ile örtülmediğini söyledi. Eken, “Bunun yerine bildiğimiz çimento, bildiğimiz kiremit tozu kullanılıyor” dedi. Eken, bu uygulamayla koruma kurulu kararına ters düşüldüğünü, karardaki ifadelerin değiştirildiğini öne sürerek, “Hukukun etrafından dolaşılıyor. Bu, hukuk ve dünya kültür dünyasının korunması açısından bir skandal” diye konuştu.

Eken, “Kalıntıların örtülmesi için dağlarda tepelerde kum aranıyor. Bu aramaların da ruhsatı yok. Büyük miktardaki kum buralardan çekiliyor” dedi. Kumla kapama çalışmalarında kazı heyetinden ya da başka branşlardan bilim adamı olmadığını öne süren Eken, “Burada sadece bildiğimiz amele çalışıyor” diye konuştu.

 

Güven Eken, bugüne kadar Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın kendileriyle herhangi bir şekilde temas kurmadığını belirterek, “Bakanın buraya gelmesi lazım. Herkes çözüm bekliyor. Buraya gelmezse biz Ankara’ya gidip randevu isteyeceğiz” diye konuştu. Eken daha önce de Allianoi’de yapılan çalışmalara tepki göstererek kentin girişindeki tel çitlere kendini zincirlemişti.

Millliyet, Haber: Mithat Yurdakul, 20.09.2010

 

******


VİNCE ZİNCİRLİ DİRENİŞ

 

 

Allianoi antik kentinin üzerinin kumla kapatılması çalışmalarını protesto etmek amacıyla kendilerini antik kentte vince zincirleyen Doğa Derneği üyesi 6 kişi, jandarma tarafından gözaltına alındı.
 

Aralarında Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'in de bulunduğu çevre örgütü üyesi yaklaşık 30 eylemci sabah erken saatlerde İzmir Bergama İlçesi'nde yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak olan Allianoi Antik Kenti'ne geldi. Antik kente geçen hafta kurulan iki vinçten yola yakın olanının üzerine çıkan altı eylemci kendilerini sarmaşıklarla ve zincirlerle vince zincirledi.

 

Vincin üzerinde açıklama yapan Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, Allianoi'nin hukuk dışı bir şekilde yok edildiğini dile getirerek, ''Daha önce yaptığımız eylem sonucu durdurduğumuz çalışmalar kısa bir süre sonra daha hızlı bir şekilde başladı. Burada hem mahkeme kararlarına hem de İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun kararlarına aykırı bir şekilde inşaat yapılıyor. Horasan harcı ve çeşitli çamurlar kullanılacağına çimento kullanılıyor. Bilim adamları gözetiminde yapılması gereken çalışmalar sadece müteahhitler ve inşaat işçileri tarafından yapılıyor'' dedi. Mahkemelerin verdiği kararlar uygulanana kadar alandan ayrılmayacaklarını sözlerine ekleyen Eken, Bergama Cumhuriyet Savcılığı'na konu ile ilgili olarak suç duyurusunda bulunduklarını, savcılığın çalışmayı mühürlemesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Çevre gönüllülerinin eylemleri sürerken alanda çalışan işçiler işbaşı yaptı, kısa bir süre çalışan işçiler daha sonra işi bıraktı. Bu sırada Bergama İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler antik kent dışında önlem aldı. Olası bir olay karşısında köylerden Allianoi antik kentine gelen yollar kesildi.

 

Eylem başladıktan yaklaşık bir saat sonra Bergama Ziraat Odası Başkanı Nuri Taşkıranoğulları yanında iki kişi ile birlikte antik kent önüne geldi. Yanındakilerle birlikte alana giren Taşkıranoğulları yanındakilerle birlikte eylem yapan gruba yöneldi. Eylemcilerin ellerindeki döviz ve pankartları alarak hakaret eden grup jandarma tarafından alan dışına çıkartıldı.

 

Bergama Ziraat Odası Başkanı Taşkıranoğulları'nın müdahalesinin ardından yaklaşık yarım saat sonra İlçe Jandarma Konutanlığı yetkilileri, Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'i Bergama Cumhuriyet Savcılığı'nın emri ile eylemi bitirmeleri, aksi halde müdahale edecekleri konusunda uyardı. Eylemcilerden olumsuz yanıt alan jandarma ekipleri demir makası ile zincirleri keserek eylemcileri vinçten uzaklaştırdı. Aralarında Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'in de bulunduğu aktivistlerden Su Perisi Nimphe kostümü giyen Seray Yalçın, Tayfun Mützenmacher, Elif Mützenmacher, Ebru Tamer, Serhat Demirkol gözaltına alındı.

Hürriyet, 20.09.2010

 

******


ÇİMENTO PROTESTOSU

 

 

Allianoi antik termal merkezinde doğaseverlerin sabah saatlerinde başlattığı ikinci zincirli eylem, jandarmanın müdahalesi ile sona erdi.


Aralarında Doğa Derneği Başkanı Güven Eken’in de bulunduğu çevre örgütü üyesi yaklaşık 30 eylemci, sabah erken saatlerde İzmir’in Bergama İlçesi’nde yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan antik Allianoi’ye geldi. Vincin üzerine çıkan 6 eylemci, kendilerini sarmaşıklarla ve zincirlerle vince zincirledi. Eken, “Burada hem mahkeme kararlarına, hem de İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun kararlarına aykırı şekilde inşaat yapılıyor. Horasan harcı ve çeşitli çamurlar kullanılacağına, çimento kullanılıyor. Bilim adamları gözetiminde yapılması gereken çalışmalar sadece müteahhitler ve inşaat işçilerince yapılıyor” dedi. Bu sırada antik merkez önüne gelen Bergama Ziraat Odası Başkanı Nuri Taşkıranoğulları, eylemcilerin ellerindeki pankartları alıp hakaret etti. Taşkıranoğulları jandarma tarafından alan dışına çıkartıldı. Bunun ardından İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri, Doğa Derneği Başkanı Eken’i eylemi bitirmeleri, aksi halde müdahale edecekleri konusunda uyardı. Eylemcilerden olumsuz yanıt alan jandarma, demir makası ile zincirleri keserek eylemcileri vinçten uzaklaştırdı. Eken’in de aralarında bulunduğu 5 aktivist gözaltına alındı. Eylemciler daha sonra serbest bırakıldı.

Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 21.09.2010

 

******


GÜNAY: ALLİANOİ DUYARLILIĞI ABARTILDI

 
Günay, yazlık evinin bulunduğu Antalya’nın Demre İlçesi'nde, yöredeki antik kentleri geziyor ve arkeolojik kazı alanlarında incelemeler yapıyor. Günay, antik Andriake Liman Kenti’ni gezisi sırasında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Günay, bilimsel kurulların çok uzun süreden beri Allianoi’yle ilgili incelemeler yaptıklarını anımsattı. Uygulamalarda bu raporlar doğrultusunda hareket edildiğini kaydeden Günay, “Allianoi konusunda abartılı bir kamuoyu duyarlılığı geliştirildi. Atılan her adıma çevreden, yargıdan müdahale isteniyor. Allianoi konusundaki duyarlılığı paylaşıyorum. Nihayet defalarca ifade ettiğim gibi orada 15 yıl önce ihale edilmiş, yıllar önce yapısı gövdesi tamamlanmış bir baraj var. Çevre halkı o barajdan yararlanmak istiyor. Biz de kurul kararları doğrultusunda orada önlemler almaya çalışıyoruz” dedi. Günay şöyle devam etti: “Basında haberler gördüm ‘üzerleri çimentoyla kapatıldı’ diye. Arkadaşlarımı yerinde incelemeler yapmaları konusunda talimatlandırdım. Bildiğim kadarıyla Horasan harcı kullanılıyor. Yapılara zarar vermeyecek maddeler kullanılması konusunda dikkatli davranıyorlar.”
Milliyet, 21.09.2010

 

******


BAKANIN GÖREVİ, İKTİDARI DEĞİL, ALLİANOİ'Yİ KORUMAK

 

Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO), Allianoi’da 12 yıldır yapılan kazılara bile saygı duyulmadan koca bir tarihin gömüldüğünü belirterek, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a “tarihi korumak yerine, iktidarı korumayı tercih etme” eleştirisi yapıldı.


ÇMO Allianoi ile ilgili içinde bulunduğu çaresizliği insanların anlamasını isteyen Bakan Günay’a yazılı bir açıklamayla cevap verdi. Açıklamada, AKP iktidarının binlerce yıllık tarihi yere gömdüğü ve Günay’ın da “yapma” diyememenin çaresizliğini yaşadığı belirtildi.


Bakan Günay’a AKP hükümetince “görme ve konuşma” denildiğinin ifade edildiği açıklamada, “Sayın Bakan, sizin göreviniz o tarihi eserleri korumakken, siz iktidarınızı korudunuz” denildi.
 

Bakan’ın tüm dünyanın kültürel mirasına ve insanlığın geçmişine saygı duymuyorsa bile kendi geçmişine saygı duyması gerektiği dile getirilen açıklamada, Ertuğrul Günay istifaya çağırıldı.

Evrensel, 22.09.2010

 

******


ALLİANOİ "EVET"LE TARİHE GÖMÜLDÜ

 

Kamuoyunda uzun zamandır tartışma yaratan antik termal kenti Allianoi'nin üzerine kum dökülmeye başlandı. Allianoi, kum altında kalmaktan kurtulamıyor. Çünkü, yeni anayasaya göre mahkemelerin yerindelik denetimi yapması engellendi. Ve yürütme durdurulamıyor.

Bu arada İzmir'in Bergama İlçesi'nde yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak olan antik Allianoi'yi kurtarmak için mücadelelerini sürdüren çevreciler de gözaltına alındı.

Aralarında Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'in de bulunduğu çevre örgütü üyesi yaklaşık 30 eylemci, dün sabah erken saatlerde Allianoi'ye geldi. Antik merkezde geçen hafta kurulan vinçlerden birinin üzerine çıkan 6 eylemci, kendilerini sarmaşıklarla ve zincirlerle vince bağladılar. Vincin üzerinde açıklama yapan Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, Allianoi'nin hukuk dışı bir şekilde yok edildiğini kaydetti.

Jandarma Komutanlığı yetkilileri, eylemin bitmemesi halinde müdahale edeceklerini söyledi. Eylemcilerden olumsuz yanıt alan jandarma demir makasıyla zincirleri keserek eylemcileri vinçten uzaklaştırdı. Aralarında Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'in de bulunduğu toplam 6 kişi gözaltına alındı.

 

Allianoi'daki kazıları yürüten Doç.Dr. Ahmet Yaraş, antik kalıntıların üzerine kum boca etmeye başlandığını söyledi. Yaraş, kalıntıların üzerinin içine kiremit tozu katılarak horasan harcı süsü verilmiş betonla kaplandığını ardından aralarına kum boca edildiğini kaydetti.

Doç.Dr. Yaraş, kumla kaplama çalışmasına ilişkin şu bilgileri verdi:
"21. yüzyılın tarih ve insanlık katliamı. Tüm aydınlara, sanatçılara selam olsun. Herkesin gözü önünde tarih katliamı yaşanıyor. Demokrasi havarisi geçinen insanlara selam olsun. Göz göre göre bir dram, katliam yaşanıyor insanlar da üç maymunu oynuyor. Alanda 120 işçi çalışıyor. İşçilerle bizi karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Alana giremiyoruz. Adamları işinden edecekmişiz gibi algılanmasını istiyorlar. İşçinin tarih kıyımından haberi yok, korunacağını söylüyorlar. Bu şekilde korunması mümkün değil. Anlatamıyoruz ve bize düşman gibi, vatan haini gibi bakıyorlar."

Birgün, 22.09.2010

 

******


ALLİANOİ AĞITI

 

 

Tarihi kapatıyorlar. Üstüne beton döktüler, sonra da suyu salıverecekler. Betonun ve suyun altında kalan tarih, dayanabildiği kadar dayanacak, sonra terk edecek zamanı. Onu görmek, gezmek, ondan öğrenmek, hiç değilse yıllar sonra yeniden bulup çıkarmak imkanı yok artık.

Çok yakın zamanlara kadar, insan elinde büyük, yıkıcı, öldürücü teknolojiler birikmediği, insanın mahareti bu kadar artmadığı için kendi kendine eskirdi tarih. Katmanlar halinde uygarlıklar üst üste yığılırdı ve biz de usulca kazarak, fırçalarımızla okşayarak, geçmişimizi merak eder, geçmişten kalan izleri gün ışığına çıkartırdık. Geçmişi öğrendikçe gelecek karanlıktan kurtulurdu.

Çünkü tarih, biliyoruz ki, helezonlar çizerek, zaman ve uzam içinde yayılan, kendini tekrarın imkansızlığı içinde inkar ederek sürekli yenileyen bir harekettir.

***

Biz de işte şimdi, “ne var ki bu taş yığınında” diyen, yalnızca yaşadıkları zamanı zaman sayanlarla hesaplaşmanın imkansızlığını ve güdüklüğünü yaşayıp gidiyoruz.

Zaman hırsızlarıdır onlar, tarih yıkıcıları. Kendilerini, yaşadıkları anın boşluğu kadar var edebiliyorlar. Yaşadıkları anın çıkarlarından başka söz edebilecekleri bir tek kelimeleri bile yoktur onların. Yoksul bir dil, birkaç yüz banknot, limiti yüksek bir kredi kartıdır onlar için hayat. Ölüp gidecekler de ne anı, ne zamanı, ne geçmişi, ne geleceği bilecekler.

Geçmişi, uydurulmuş kahramanlık hikayeleri sanıyorlar. Geleceği, Hollywood’da planlanan bir bilim kurgu olarak öğrendiler. Bu nedenle de tarihin gerçek hikayelerini, insanın büyük masalını, efsanelerin gizlendiği surları, sütunları, insanoğlunun kendini hep bir üst boyutta büyüterek yücelterek tekrar eden aşkını anlamaları imkansız.

***

Zamanın ta kendisi olan hareketin yasalarını yenebilirler mi? Yenemezler, ama şimdi o hareketin en etkin varlığı insanı iğdiş etmenin, eylemsiz kılmanın yollarını öğrendiler. Tekerlerine taş koyanlara ise öyle kızıyorlar ki, hayatı zamanı birlikte yok edebilecek nükleer silahlara, santrallara karşı çıkanlara öyle diş biliyorlar ki, ellerinden gelse bir kaşık suda boğarlar onları.

Tarihe karşı kızgınlıklarının nedeni de budur. Tarih iyice ortaya çıkartılırsa, onu yapanın insanlar olduğu bilinirse; taşların, surların, sütunların içinde kıvrılarak kendini yeniden var eden inkarın hikayesi öğrenilirse, yaşadıkları zamanın dar çıkarlarına mahkûm kötülük ortaya çıkar diye telaşlanıyorlar.

Bunun için hesap sormayı yasaklayan yasalar çıkartıyorlar. Bunun için denetlenemez olmak istiyorlar.

Biz zamanın içinde geriye doğru gittikçe nice tiranın, şahın, padişahın, kralın, kraliçenin, papanın, Hitler’in ve sonrakilerin geçip gittiklerini görürüz diye çabuk çabuk beton döküyorlar tarihin üstüne.

Tarihi küçümsemelerinin nedeni budur.

***

Yine de zaman onların zamanı. Bu kez de yitirdik savaşı. Allianoi’yi kurtaramadık. Başka kurtarılacak yerler, zamanın değirmeninde ayakta kalmayı başarmış, narin küreklerimiz, zarif fırçalarımızla gün yüzüne çıkartılmayı bekleyen gelecekler vardır. Belki beton dökülmeden önce gördüklerimizi anlatan hikayelerle, şiirlerle zorbalara direnmenin, az çok bir şeyler kurtarmanın yolunu bulabiliriz.

Belki de tarih hep zorbalarla savaşan, yenildikçe kendini büyüten, olgunlaşan, “hayır” demeyi bilen, yenildikçe güçlenen insanın hikayesidir. Güzeldir o hikaye. Sizler hikayenin kendini yok eden zalimlerisiniz. Biz de işte o hikayenin mazlum kahramanları.

Cumhuriyet, Yazı: Güray Öz, 22.09.2010

 

******


TARİHİ KENTİN ÜSTÜNÜ KAÇAK KUMLA ÖRTMÜŞLER!

 



İlya Çayı'nda kum çıkarılan yer

 

Bergama’da yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacağı için geçen hafta kumla kaplanmaya başlanan Allianoi antik kentinde kullanılan kumların kaçak alındığı, önceki gün aktivistlerin yaptığı eylemden sonra gözaltına alınmalarıyla ortaya çıktı.

Bergama İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri tarafından zincirleri kesilerek gözaltına alınan aktivistlerin, alanda çalışan müteahhitlerin kullandıkları kumu kaçak olarak elde ettiklerini ihbar etmeleri ve şikayette bulunmaları üzerine jandarma, Ayaskent Belediye Başkanı Hasan Gürsel Altuğ ile birlikte Allianoi antik kentine can veren İlya Çayı'nın belde sınırları içerisinde kalan bölümüne giderek dere içerisinden alınan kum ile ilgili tutanak tuttu. Yapılan inceleme sonucu aralarında Allianoi'nin üzerinin kapatılmasında kullanılan kumun da bulunduğu, Yortanlı Barajı'nın alt tarafından bulunan ve yüzde 50’si tamamlanmış durumda olan Çaltıkoru Barajı'nda kullanılan kumların kaçak olarak alındığı ortaya çıktı. Jandarma işlem yapılması için İzmir İl Özel İdaresi’ne yazdı. İzmir İl Özel İdaresi yetkilileri DSİ'nin Zağanoz Köyü'nde kum almak için bir yerinin olduğunu, ancak bu alan dışından malzeme alındığının jandarma tarafından tespit edildiğini ifade etti.

Ayaskent’in DP'li Belediye Başkanı Hasan Gürsoy Altuğ, bölgedeki barajların yapımı nedeniyle ortaya çıkan kum ihtiyacının Bakırçay Ovası’nın birinci kalite tarım toprağından karşılandığını anlattı. Yortanlı Barajı'nın sularından en fazla yararlanacak belde olan Ayaskent Belediye Başkanı Hasan Gürsoy Altuğ, ovada, Ayaskent mücavir alanı içinde 25 ayrı yer kazıldığını belirtti. Toprak taşıyan kamyonların alandan eksik olmadığını dile getiren Altuğ, şöyle dedi:

“Çaltıkoru Barajı, Yortanlı Barajı ve Allianoi’de kum ihtiyacını bizim mücavir alanımızdan karşılıyorlar. İmar sınırımıza girdikleri de oldu, onlara müdahale edebildik. Ancak mücavir alan için ilçe özel idaresi sorumluluğunda, ruhsat alma durumu yok. Köylüye parayı veriyorlar sonra da 1 gece içinde zeytin ağacı, mahsul ne varsa koparılıyor ve tarlaların yerinde devasa çukurlar oluşuyor. Bu çukurların bazılarının derinliği 15-20 metreyi geçiyor. Nereden kum aldıklarına bakmıyorlar. 1'inci derece sit alanı olan yerden bile kum aldılar. En verimli topraklar sulama yapacak barajların inşaatında kullanılıyor. Çaltıkoru Barajı’nın zemin etüdleri iyi yapılmadığı için gövdesinin beton dolgu olmasına karar verilmiş. Daha inşaatın yüzde 50'si tamamlanmadı, böyle giderse barajlar bittiğinde sulu tarım yapılacak alan zaten kalmayacak. Şu an toprak almak için kazdıkları 25 alan var, daha 30 alanı kazacaklar. Köylüye parasını da verdiler, ürünlerin kalkmasını bekliyorlar. Birilerinin buna dur demesi gerekiyor. Eğer böyle giderse büyük felaketler ile karşı karşıya kalacağız.”

Radikal, Haber: Turan Gültekin, 22.09.2010

 

******


ALLİANOİ'Yİ KURTARMA PLANI PAHALI DİYE REDDEDİLMİŞ!

 

Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından üstü kumla kapatılan Allianoi için bir kurtarma planı olduğu ortaya çıktı. Plana göre Allianoi’nin etrafının duvarlarla çevrirerek hem barajın su tutmasını sağlıyor hem de Allianoi’nin su altında kalmasını engellenecek. Ancak bu plan 2003 yılında DSİ tarafından “pahalı” olduğu gerekçesiyle reddedilmiş.

 

Son günlerde Türkiye’nin gündemine taşınan Allianoi için halen uygulanma şansı olan kurtarma planı devreye sokulduğunda baraj gölünün ortasında kalan 2000 yıllık Allianoi yok olmaktan kurtulacak ve turizme kazandırılabilecek.


Bu kurtarma projesi sayesinde Allianoi kurtulduğu gibi köylünün sulama ihtiyacı da hiçbir kayba uğramadan sağlanabilecek. 2000 yılında ciddi bir çalışma yapılarak hazırlanan projenin maliyeti 20 milyon doları geçse de bu maliyetin ayni katkılarla çok aşağılara çekilmesi mümkün.


Allianoi gibi evrensel değere sahip bir alanın göz göre göre yok edilemeyeceğine dikkat çeken Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, “Allianoi’i korumak için barajdan tümüyle vazgeçmek gerekmiyor. Allianoi’yi kurtarmak için gerekli tek şey bu paha biçilmez yerin kurtulması için gerekli maddi desteği oluşturmak. Bu gerçekleşmezse, Türkiye hiçbir uluslar arası platformda yüksek evrensel değere sahip Allianoi’nin yok edilişini açıklayamaz. Madem baraj bölge için bu kadar önemli ve milyonlarca doları bu inşaatlara harcıyoruz, dünya için de aynı derecede öneme sahip Allianoi’den de bu desteği esirgememiz lazım. Zaten düşününce paranın bundan daha iyi yapabileceği ne olabilir ki?” diye konuştu.

 

Allianoi’nin kurtuluş planının hayata geçirilmesi için henüz geç kalınmadığının altını çizen Eken, “Her şeyden önce acilen karar verilmeli. Allianoi’yi yok mu edeceğiz, yoksa yaşatacak mıyız? Her aklıselim insanın kararı hiç şüphesiz ki bu eşsiz dünya mirasını korumaktan yana olacaktır. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bölgede DSİ tarafından gerçekleştirilen kum dökümünü tümüyle durdurarak Allianoi için gerçek bir kurtarma projesini devreye sokmasını umut ediyoruz. Böyle bir kurtarma projesine her türlü desteği vermeye hazırız” dedi.

Turizm Gazetesi, 23.09.2010

 

******


ALLİANOİ GÖNÜLLÜLERİ KURUL ÖNÜNE KUM DÖKTÜ

 

Allianoi Gönüllüleri, İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nu İzmir’in Bergama İlçesi’ndeki antik şifa yurdu kalıntıları kumla kapatmaya karar verdikleri için protesto etti. Kurul binasının önüne bir torba kum döken gönüllüler adına açıklama yapan Tuncay Karaçorlu, “Kurul, dünyada eşine rastlanmayan bir karar aldı. Eğer böyle bir koruma anlayışı varsa; biz de aynı anlayışla sadece Koruma Kurulu’nu korumak için Kurul’a kum döküyoruz” dedi.

Hürriyet, Haber: Utku Bolulu, 25.9.2010

KAŞ'TA TUNÇ ÇAĞI LİMANI YAPILACAK

 

3 bin 300 yıl önce Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin eşyalarının da bulunduğu 20 bin parça ile Kaş’ta batan ve bulunduğu 1982’de “dünyanın en eski batığı” unvanını kazanan Uluburun gemisi, genç arkeologlar tarafından farklı projelerle anlatılıyor.

 

Ve bu genç arkeologlar Kaş’ta sualtı gönüllüleriyle birlikte bir arkeoloji parkı ve antik liman oluşturmayı planlıyor. Tunç Çağı’nın canlandırılacağı limana, 3 bin 300 yıl önceki görüntü verilecek. 360 Derece Araştırma Grubu, Kaş Deniz Tarihi Araştırmaları Derneği ve Sualtı Araştırmaları Derneği, Tunç Çağı’nda Uluburun gibi gemilerin geldiği limanı anlatan bir kesit yapmak için Kaş’ın Çeşme Bağlar mevkiinde çalışıyor. Tunç Çağı’ndaki bina yapım bilgilerini araştıran bilim insanları, dönemin ticari malzemelerinin bulunduğu küçük bir liman kurmayı planlıyor. İki ya da üç binadan oluşan yapı grubunun önünde 3 bin 300 yıl önceki ticaretin nasıl yapıldığı anlatılacak.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 20.09.2001

700 YILLIK CUMALIKIZIK'IN ÇEHRESİ DEĞİŞİYOR

 

 

700 yıllık Osmanlı köyü Cumalıkızık'ı geleceğe aktaracak olan '3. bin yılda yaşayan Osmanlı köyü Cumalıkızık' projesinde sona yaklaşılırken, Vali Şahabettin Harput “Cumalıkızık'ı layık olduğu noktaya getireceğiz' dedi.

 

Cumalızık'ı '3. bin yıla taşımak' amacıyla Valilik koordinatörlüğünde, Yıldırım Belediyesi, İl Özel İdaresi ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi arasında yapılan protokolle başlanan restorasyon çalışmalarında sona gelindi. Bursa'nın önemli tarihi değerlerinin başında gelen Cumalıkızık'ta 2006 yılında başlatılan çalışmalar kapsamında alt yapı çalışmaları tamamlandı. Ferdağ Sokağı'nda binaların cephe sağlıklaştırılması yapıldı. Çalışmaların son durumunu görmek ve proje tarafları ile değerlendirme yapmak üzere Cumalıkızık'ta incelemelerde bulunan Vali Şahabettin Harput, gelinen son noktayı ele aldı. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Kemal Demirel, Büyükşehir Belediyesi Başkan Yardımcısı Abdullah Karadağ, Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve diğer kurum müdürleri ile köyde bir araya gelen Vali Harput, projede gelinen son nokta ve yaşanan aksaklıkları değerlendirdi.


Harput, 'Osmanlı'yı kuran şehir Bursa'nın tarihi Cumalıkızık Köyünün Türkiye ve dünyada benzeri yok. Yaşayan kültürün bütün özelliklerini barındırıyor. Cumalızık'ın aynı zamanda Kültür Bakanlığı tarafından UNESCO'nun korunacak kültür mirası listesinde yer alması ve önümüzdeki dönemde buranın asıl listeye girmesi büyük önem taşıyor. Bize emanet olan köyümüzün tarihi dokusunun safiyeti ve asaleti ile devam etmesi amacıyla bir proje başlattık. Valilik koordinatörlüğünde güzel bir proje yürütülüyor. Projenin tasarım ve alt yapı çalışmaları tamamlanmış olup, üst yapı ile buranın yaşayan bir yerleşim yeri olmasına çalışıyoruz. Köyün dokusunu bozmadan yapılması gereken çalışmalar devam ediyor. Cumalıkızık'ı layık olduğu noktaya getireceğiz' dedi.

Bursa Olay, 20.09.2010

TARİHİ MEDRESE RESMEN DÖKÜLÜYOR

 

 

Erzurum'daki tarihi yapılar içerisinde yer alan Çifte Minareli Medrese'nin 15'er metrelik minarelerinin farklı noktalarında çatlaklar oluşmaya başladı. Her gün onlarca yerli ve yabancı turistin gezdiği tarihi mekandaki minarelerde bulunan işlemeler yer yer dökülürken, çatlakların daha da büyümesinden korkuluyor.

Kitabesi olmadığı için yapılış tarihi tam olarak bilinmemesine karşın Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği tahmin edilen Çifte Minareli Medrese'nin iki minaresi adeta erimeye başladı. Yaklaşık 800 yıllık süreçte eğitim merkezi, tophane ve kışla olarak kullanıldıktan sonra günümüzde resim sergi salonu ve müze olarak hizmet veren medresenin minareleri zaman zaman yapılan restorasyonlara karşın bir türlü bakımsızlıktan kurtulamadı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün girişimiyle geçtiğimiz yıllarda her iki minareye kurulan iskelelerle yapılan ölçümler sonucu gerekli restorasyonun yapılacağı yetkililerce açıklanmasına karşın, bugüne kadar herhangi bir çalışma da yapılmadı.

Yıllardır aslına uygun olarak restore edilmeyi bekleyen minarelerdeki işlemeler tek tek dökülürken, mekandaki tarihi doku da yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Her gün onlarca yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği tarihi mekandaki 15'er metrelik minarelerin farklı noktalarında oluşmaya başlayan çatlaklar, ziyaretçileri hem üzüyor hem de korkutuyor.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerinin çalışmalara 2011 yılının ilkbaharında başlanacağını duyurmasına karşın, vatandaşlar kentin en önemli tarihi mekanları arasında yer alan Çifte Minareli Medrese'ye karşı takınılan umursamaz tavra tepki gösteriyor. Yüzlerce yıldır ayakta duran medrese ve minarelerinin ilgisizlik kurbanı olduğunu belirten vatandaşlar, "Başka şehirlerden Erzurum'a gelenlerin ilk uğrak yerleri arasında olan medrese, maalesef hak ettiği bakımı göremiyor. Çiniler dökülen minarelerde artık çatlamalar belki zamanla kırıklar oluşacak. Önemli bir tarihi esere karşı takınılan bu vurdumduymazlığı anlamak mümkün değil" dedi.

Medrese yaklaşık 35x46 metre boyutlarında, iki katlı, dört eyvanlı ve açık avlulu medreseler grubundandır. Zemin katta on dokuz, birinci katta ise on sekiz oda bulunmaktadır. Dört yandan revaklarla çevrili 26x10 metre ölçülerindeki avlunun batı yönündeki kare alanın döneminde mescid olarak kullanılmıştır. Zemin katın revakları kalın sütunlar üzerine oturmaktadır. Sütunların çoğu silindirik, dördü sekizgen gövdeye sahiptir. Odalar beşik tonozla örtülüdür. Medrese'nin bezemesinde kullanılan geometrik motifler, Selçuklu taş süslemesindeki örneklerdir. Bezemenin asli unsuru bitkisel öğelerdir. Palmet ve rumi motiflerin en çok kullanılanıdır ve her ikisi de birbiri ile uyum içindedir. Taç kapının her yüzünde süslemelerle kuşatılmış dört adet pano var. Panoda hayat ağacı, iki başlı kartal ve altta iki ejder figürü yer alıyor. Oyma taşlı kapısı ve görkemli çifte minaresi ile büyüleyici etkiye sahip olan Çifte Minareli Medrese, Anadolu'nun en büyük medresesidir.

Erzurum Gazetesi, 20.09.2010

TAPINAĞIN KEHANET MAĞARASI BULUNDU

 

 

Çanakkale’nin Gülpınar beldesinde 30 yıldır süren Apollon Smintheus Tapınağı kazılarında, 2 bin 200 yıl önce rahiplerin tanrı adına konuştuğu iki mağara tespit edildi.

 

Kazı ekibinden Dr. Davut Kaplan, “Bulduğumuz mağaranın kehanet amaçlı kullanıldığını düşünüyoruz. Apollon rahibinin, iç içe iki mağaradan birisinde durarak gelen kişilere tanrı adına cevap verdiğini sanıyoruz. Rahip, tanrı adına önündeki kutsal sudan önce kendi içiyor, ardından içirerek gelecekleri konusunda kehanette bulunuyordu. Yani, Apollon’a inanan kişilere fal bakıyordu” dedi.


Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında sürdürülen Apollon Smintheus Tapınağı kazılarında bu yıl arkeologlar madenci gibi çalıştı. Daha önce Roma dönemine ait hamam, su depoları, kutsal yol ve su yollarını ortaya çıkartan arkeologlar, bu yaz geçmişi daha eskilere dayanan kehanet mağaralarına ulaştı. Kazı ekibinden Dr. Davut Kaplan, mağaralara açılan kanallara ulaşmak için bölge halkından ve belediye işçilerinden yardım aldı. Mağaranın kanallarında ve su yollarında temizlik ve bakım yapan belediye işçileriyle işbirliği yapan arkeologlar, yüzeyden yaklaşık 8 metre aşağıda, suyla dolu olan Hellenistik ve Roma dönemlerine ait su kanallarına ulaştı. Su kanallarını takip eden arkeologlar, kehanet mağaralarının Gülpınar’ın eteğindeki son evin altında olduğunu belirledi.    

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 20.09.2010

SELİMİYE'NİN GÖBEĞİNDE DEFİNE ARAMIŞLAR

 

Edirne’deki tarihi Selimiye Camisi avlusunda define arandığı ihbarı üzerine olay yerine giden polis ekipleri, caminin avlusuna ana giriş kapısının 3 metre önündeki mermer bloğun kaldırılarak, toprak kısımda kazı yapıldığını belirledi.

 

Kazıyı yapanları bulamayan emniyet güçleri, avlunun iç kısımlarını gösteren güvenlik kameralarının olmadığından camideki diğer güvenlik kameralarının görüntülerini inceliyor. Camiye gelerek polis ekiplerinden bilgi alan Edirne Müftüsü Ömer Taşçıoğlu konuyla ilgili yorum yapmadı. Olayın gerçekleştiği yere 50 metre uzakta, Selimiye Camisi’nin dış bahçesinde 24 saat nöbet tutan polis noktası da bulunuyor.

Hürriyet, 20.09.2010

"KASIMİYE'DE CAMİ VAR" TARTIŞMASI

 



Ünlü modacı Cemil İpekçi’nin Mardin Valiliği ile birlikte projelendirilen ‘Mardin Defilesi’ 25 Eylül’de tarihi Kasımiye Medresesi’nde yapılacak. Ancak Mardin’de, “Kasımiye Medresesi’nde cami var. Aynı binada 10 metre ötede defile uygun olur mu?” tartışması çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Daire Başkanı Seyit Ahmet Arslan, “Kasımiye Medresesi’nin genetiği bozulmamalı, konuyu Ankara’da en üst makama kadar götüreceğim” dedi.

 

Türkiye’nin ‘inanç turizmi’ açısından en ilginç ve uygun kentlerinden biri olan Mardin, bir taraftan turizm açısından markalaşmak istiyor, bir taraftan da ‘inançlara saygı’ tartışmalarına konu oluyor. Ünlü modacı Cemil İpekçi’nin Mardin Valiliği ile birlikte projelendirilen ve 25 Eylül’de tarihi Kasımiye Medresesi’nde yapılacak ‘Mardin Defilesi’ de böyle bir tartışmaya yol açtı. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (MÜSİAD) Mardin’de düzenlediği “İnanç Turizmi” konulu toplantı öncesi Kasımiye Medresesi’ni ziyaret eden işadamları, medresede akşam festival için kokteyl düzenleneceği, yakın zamanda da Cemil İpekçi defilesinin burada yapılacağını öğrenince tepki gösterdi.
 
Medrese’nin restorasyondan sonra tarihi amacına uygun olarak kullanılması gerektiğini savunan işadamları, aynı bina içinde bir cami bulunduğunu belirterek, bu tür etkinliklerin uygun olmadığını öne sürdü. Defile ve diğer etkinliklerin yapıldığı bölüm ile mescit arasında sadece 10 metre olması, ayrıca etkinlik alanının bir köşesinde Hanefiler için ‘kapalı bir mescit’ bulunduğunun belirtilmesi üzerine tartışma büyüdü. İnanç turizmi konulu toplantı sırasında da bu konu gündeme getirildi ve bu tür etkinliklerin amacına uygun başka binalar da yapılması önerildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtım Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Seyit Ali Aslan, tepkiler üzerine, “Kasımiye Medresesi’nin aslına uygun restore edilmesinin çok önemli bir hizmet olduğunu ancak kullanırken genetiğine uygun kullanmak gerektiğini söyledi. Aslan, “Ankara’ya döner dönmez, en üst düzeyde konuyu gündeme getireceğiz. Bu tür uygulamalar bazen atılacak adımları da çok olumsuz etkileyebilir” dedi.

 

MÜSİAD Mardin Şubesi Hizmet Sektörü Kurulu Başkanı Şeyhmuz Dinçer de, “Mardin içindeki etnik ve dini farklılıklar bu kentin zenginliğidir. İnanç turizmi ve kapitalizmin baskısıyla yanlış işler yapılmamalı. Kutsal mekanlar özüne aykırı kullanılıyor. Bu hem Mardinlileri hem de bu kutsallara duyarlı insanları rahatsız eder” dedi.

 

Akkoyunlu Hükümdarı Cihangir oğlu Kasım Padişah, Mardin’e atandığı zaman şehri onarmak için hummalı bir faaliyete başlar. Bu çalışmaları sırasında en güzel eser olarak, günümüze kadar ayakta durabilen bu çok amaçlı medreseyi  1469’da yaptırır. Tuğlu tonozlu revaklar ve yanlara doğru derin tonozlarla genişletilmiş kubbeli Camisi ve iki teras üzerine iki katlı medresesi ve türbesiyle külliye şeklindeki yapı Mardin’in en seçkin tarihi binalarından biri olarak özellikle inanç turizmi açısından büyük ilgi görüyor. Ancak son dönemde, konserlere, defilelere ve kokteyllere açılması Mardin’de derin bir tartışmaya da neden oluyor.

 

MÜSİAD üyesi bazı işadamları modacı Cemil İpekçi’nin inanç özgürlüğü konusundaki liberal görüşlerini bildiklerini, bu nedenle de ayrıntılı bilgisi olsa Mardin’de bir camiyle aynı çatı altındaki bir mekanda defile yapmayacağına inandıklarını söyledi. İpekçi, Mardin Valiliği ile birlikte organize edilen ve birçok ünlü mankenin görev alacağı defilesini 25 Eylül Cumartesi saat 21.00’de yapacak. Geliri üniversitede okuyan Mardinli kız öğrencilere eğitim bursu olarak verilecek defilenin biletleri 100 liradan satılıyor.

Hürriyet, Haber: Sadi Özdemir, 20.09.2010

GÜNAY'DAN "MÜZE OLSUN" TALİMATI

 
Kızıl Ordu’nun kurucusu ve Marksist teorisyen Leon Troçki’nin 1929– 1933 yılları arasında sürgün hayatı yaşadığı İstanbul Büyükada’daki evinin satışa çıkarılması Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı harekete geçirdi. Kültür ve TurizmBakanı Ertuğrul Günay, evin müzeye dönüştürülmesi için çalışma yapılması talimatını verdi. HABERTÜRK’e konuşan Bakan Günay, "İnceleme yapmalarını, evin mülkiyet durumunu, yasanın özelliklerini çıkarmalarını ve imkan varsa müze yapılmasının değerlendirilmesi gerektiği konusunda arkadaşlarıma talimat verdim" dedi.

 

Troçki’nin evinin müzeye dönüştürülmesinin Türkiye’ye ciddi katkılar yapacağına ilişkin önerilere katıldığını belirten Bakan Günay, "Troçki’nin kaldığı evin müze olmasının elbette bize faydası olur. Biz, 'benim benimsediğim bir siyasi çizgi olmazsa, bize faydası olmaz' yaklaşımı içerisinde değiliz. Troçki, dünyanın tanıdığı bir isim. Onun, gelip birkaç yıl yaşadığı bir evin, İstanbul’un kültür hazinesi içerisine girmesi elbette bize fayda sağlar” diye konuştu.

 

"Yıllarca solda politika yapmış bir insan olarak Troçki’nin fikirlerine yaklaşımınız nedir?" sorusuna ise Bakan Günay, şu yanıtı verdi: "Ben her zaman demokrasiye inandım. Troçkist veya Leninist olmadım hiçbir zaman. Yaşamım boyunca, 20 yaşında öğrenciyken bile 'demokratik sosyalizm' çizgisi dışındaki, demokrasi dışındaki hiçbir yola, yönteme, çizgiye itibar ve intibak etmedim. Çünkü hep halka inandım" dedi.

Troçki’nin evinin müzeye dönüştürülmesine destek verenlerin başında ünlü tarihçi Prof.Dr. İlber Ortaylı geliyor. Ortaylı, Troçki’nin Büyükada’da yaşadığı evin müze yapılması halinde, hem Bolşevizm’i daha iyi tanımamızın sağlanacağını, hem de ciddi turizm geliri getireceğini söylemişti.

Troçki’nin 12 Şubat 1929 – 17 Temmuz 1933 tarihleri arasında 4.5 yıl yaşadığı Büyükada’daki Arap İzzet Paşa Köşkü olarak da anılan ev, 2002 yılında 2.5 milyon dolara el değiştirmişti. Yeni sahipleri de aradan geçen 8 yılın ardından evi satışa çıkardı. Eve, 5 milyon Euro, yani yaklaşık 10 milyon TL bedel biçiliyor.

Habertürk, Haber: Düzgün Karadaş, 19.09.2010

KAZIKLI KERVANSARAY PROJESİ 2010 MİMARLIK ÖDÜLÜNÜ ALDI

 

Mimarlar Odası Genel Merkezi’nin iki yılda bir düzenlediği bu yıl 12.si gerçekleşen Ulusal Mimarlık Ödülleri yarışmasının sonuçlara açıklandı. Bu yıl yarışmaya 160 eser, 211 pano katıldı.


Yarışmanın Yapı dalı/Koruma-Yaşatma Başarı Ödülü’ne Gölcük’teki Kazıklı Kervansaray binasının restorasyon projesi layık görüldü. Kazıklı Kervansaray Restorasyon Projesini hazırlayan KOÜ Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. T.Gül Köksal ile Öğretim Görevlisi M.Burak Altınışık, mimarlık alanındaki bu çok prestijli ödülü 16 Nisan akşamı Ankara Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenecek törende alacaklar.

Özgür Kocaeli, 19.09.2010




HÜSREV PAŞA KÜLLİYESİ RESTORE EDİLİYOR

 

     

 

1565 yılında Hüsrev Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan ve dönemin sosyal aktivite merkezi olan Hüsrev Paşa Külliyesi, restore ediliyor.


Van'ın ilk ve tek çifte hamamı ile 174 dükkan ve imarethanelerin bulunduğu Hüsrev Paşa Külliyesi'nin çehresi, yeni yapılan restorasyonla daha güzel bir görünüm kazanıyor. Restorasyon projesi yürütücüsü Yüzüncü Yıl Üniversitesi Mühendislik, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Şahabettin Öztürk, külliyenin Mimar Sinan'ın doğudaki bölge mimarlarına yaptırdığı önemli eserlerden biri olduğunu, içinde caminin yanı sıra şadırvan, medrese, imaret, han ve hamamların yer aldığını söyledi.


Külliyede önceki yıllarda kazı çalışmasının yapıldığını ifade eden Yrd. Doç.Dr. Öztürk, şöyle devam etti:
"Bu çalışmaların ardından rölöve, restorasyon ve regülasyon uygulama projeleri hazırladık. İlgili kurullardan onay aldıktan sonra 2007-2008 yılları arasında caminin iç ve dış restorasyonu başarılı bir şekilde gerçekleştirildi."


Bu yıl Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından külliyenin medrese, imarethane ve diğer bölümlerinin restorasyon ihalesinin yapıldığını belirten Öztürk, şöyle konuştu:
"Çok ciddi bir restorasyon çalışması gerçekleştirilmektedir. Yıl sonunda tamamen külliyenin ayağı kaldırılması planlanmaktadır. Bu çalışmaları n tamamlanması ile bölge turizmine büyük bir katkı sağlanacak. Hüsrev Paşa Külliyesinin tekrar ayağı kaldırılması, Eski Van şehrinin canlandırılmasında önemli bir rol oynayacaktır."


Restorasyon çalışmalarını üstlenen firmanın şantiye şefi Adnan Vural ise 1 ay önce temel güçlendirme çalışmalarına başlandığı anlatarak, şunları söyledi:
"Her zamanki gibi buradaki taş, toprak ve harç analizlerimizi yaptık. Hangi maddelerin kullanıldığını tespit ettik ve ona göre bölgeden getirdiğimiz malzemelerle çalışmalara başlandı. Restorasyonda uzman kişilerin dışında 35 kişilik bir ekiple çalışıyoruz. Orijinal taşlar ve harçlarla başladığımız çalışmalarda beden duvarları için Çorum'dan getirdiğimiz el dökümü pişmiş tuğlaları kullanacağız. Çalışmalarımız 2012 yılına kadar devam edecek."

Türkiye Gazetesi, 19.09.2010

SANKİ HİCRET

 

Bugün Akdamar Adası’ndaki kilisede yapılacak ayin için Van’a gelen Türkiye Ermenileri Patrikliği Patrik Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan, “Bu bizim için bir geri dönüş.

 

Sanki sürgüne gitmiştik ve oradan geri dönüyoruz. Sanki bir hicretin tamamlanışı gibi” dedi. Ateşyan, devletin kiliseye haç için verdiği sözü tutmasını da istedi, aksi takdirde diasporaya karşı yalancı duruma düşeceğini söyledi.

Türkiye Ermenileri Patrikliği Patrik Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan, Hz. İsa’nın egemenliğini sembolize eden “mor” renkli, hakim yakalı bir gömlek ve siyah takım giyiyor. Ermeniler için Ahtamar olarak adlandırılan, ancak adı Akdamar olarak değiştirilen Van Gölü’ndeki adada bulunan Surp Haç Kilisesi’nde 95 yıl sonra yapılacak ilk ayini yöneltmek üzere, yaklaşık 50 kişiyle İstanbul’dan Van’a giderken, gözlerinde heyecan ve bir o kadar da yorgunluk var. Kilise haçının ayinden önce kubbeye yerleştirilmemiş olması nedeniyle Erivan ve Kudüs patriklerinin “ayine katılmama” kararına ve diasporadan gelen tepkilere rağmen Ateşyan, “Bu bizim için bir geri dönüş. Sanki sürgüne gitmiştik ve oradan geri dönüyoruz. Sanki bir hicretin tamamlanışı gibi” yorumunu yapıyor. THY’nin İstanbul-Van seferinde sorularımızı yanıtlayan Ateşyan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendilerine verdiği sözleri de ilk kez açıklayarak, şunları söylüyor:

“Derler ya ‘Rüyamda görsem inanmazdım.’ Bundan 10 yıl önce ne soykırımı ne de insan haklarını bu kadar özgürce konuşabilirdiniz. Ne Kürtçeye ne de başka bir dile özgürlük vardı. Ancak Türkiye büyük bir değişikliğe uğradı, büyük bir ilerleme var. 10 yıl önce ‘Ahtamar’da ayin yapacaksınız’ deseler, ‘Dalga geçiyorsunuz’ derdim. Aynı şey Rumlar, yani Sümela için de geçerli.

Bir dışlanmışlık duygusu yaşamıyorum. Ayine katılmayanlara da hak veriyorum, çünkü bana verilen ‘Ayin günü haçı göreceksiniz’ sözüydü. Şimdi devletimin verdiği sözü tutacağına inanmak istiyorum. Aksi halde diasporaya karşı kötü duruma düşerim. Bir nevi ben yalancı olurum.

Türk kamuoyu bilmeli ki Ermeniler diğer azınlıklarla birlikte bu topraklarda binlerce yıldır yaşıyor. Biz göçmen değiliz, dışarıdan gelmedik. Asırlarca kardeş gibi yaşayan bu toplumlar yeniden birbirlerini kucaklasın. Hala Anadolu’da gavur sözcüğü kullanılıyor. Hala Anadolu’da birçok Ermeni, Ermeni olduğunu söylemeye cesaret edemiyor. Ya komşusundan çekiniyor ya da çalışacağı yerden kovulacağından korkuyor. Anadolu halklarının bu insanları kucaklaması lazım.

Müslüman olarak yaşamak zorunda kalan Ermeni kökenli vatandaşlarımızın yeniden dinlerine, kendi etnik kimliklerine dönmeleri yönünde Anadolu insanından hoşgörü bekliyoruz. Bir Müslüman gururla, ‘Ben Müslümanım’ diyebiliyorsa, o imkanı komşusuna da tanımalı, ‘Ben Ermeniyim’ diyebilmeli. Herkes kendi inancını yaşama konusunda hür olsun. Neden içinde Hıristiyan, dışında Müslüman olarak yaşayacak. Neden ‘Ben Türküm’ diyecek, ama içinden ‘Ben Ermeniyim’ diyecek. Eğer İstanbul, Ankara, İzmir gibi diğer kentlerde de anlayış hakim olursa, inanıyorum ki binlerce kişi dönecektir dinine.”
m Sayın Başbakanla da konuştum bunları. ‘Ben Ermeniyim” diyen 70 bin kişi olduğunu, ancak bundan hariç son nesli düşündüğümüzde ‘Ermeniyim’ demeye korkan neredeyse 100 bin kişi var’ dedim. Sayın Başbakan, ‘Ülke yavaş yavaş değişiyor. Eski günlerdeki gibi değil. Herkes artık kendi dinini özgürce yaşayabilecek. Eşitlik getiriyo-ruz ülkeye. Biz Türk vatandaşlığını nasıl yaşıyorsak, gayrimüslimler de aynı şekilde haklarına sahip çıkarak yaşayacaklardır. Biz bunun için çalışıyoruz’ dedi.”

Akdamar Kilisesi’nde yapılacak ayin nedeniyle Van’a gelen Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan ile iki rahip, İl Müftüsü Nimetullah Arvas’ı makamında ziyaret etti. Ateşyan’ı, makamında kırmızı gül ile karşılayan Müftü Arvas, Van iline özgü semaver hediye etti. Ateşyan ise Müftü Arvas’a, “Osmanlı Sağlık Hizmetlerinde Ermeniler” adlı kitap verdi.

Akdamar Adası, Türkiye’nin Van ve Bitlis illeri arasında bulunan Van Gölü’nün içinde yer alan en büyük ada. Van’ın Gevaş İlçesi sınırları içinde yer alan adada Ermeniler’den kalma kilise bulunuyor. Yüzölçümü 70.000 metrekare olan adanın toplam kıyı uzunluğu 3 kilometre. En yüksek noktası deniz seviyesinden 1912 metre yüksekte bulunan adanın batı uçlarında yüksekliği 80 metreye ulaşan dik kayalıklar var. Akdamar Adası’nda tarihi ayin için tüm hazırlıklar tamamlanırken, yetkililer hazırlıkları son bir kez gözden geçirdiler. Adada, gelecek ziyaretçilerin sağlık sorunlarını çözümleyebilmek için 112 Acil Servis tarafından iki de sağlık çadırı kuruldu. Ayin bitene dek burada sağlık görevlileri hazır bekleyecekler.

Hürriyet, 19.09.2010

 

******


5 BİN KİŞİ GELDİ, İÇERİ 50 KİŞİ GİRDİ


 

Akdamar Kutsal Haç Kilisesi’nde, 95 yıl aradan sonra ilk kez yapılan ayindeyiz. 95 yıldır bekledikleri bir an bu ve haçın yerine konmasına takılmadan, bugünün keyfine varmak istiyor bazıları. Akdamar’a gelen 5 bin kişiden sadece 50’si kilisenin içindeki ayine tanıklık edebiliyor.

 

Dün, sabahın 8.30’u... Van merkezinde her otelin önünde birkaç minibüs duruyor. Heyecanlı sesler yükseliyor her minibüsten. Kimi Türkçe, kimi Ermenice, kimi İngilizce... Akdamar Kutsal Haç Kilisesi’nde 95 yıl aradan sonra ilk kez yapılacak ayin günü gelip çattı çünkü.


Van hummalı bir çalışmayla hazırlandı bugüne. Şehrin 3 bin 600 yatak kapasitesinin dolduğu, 500 ailenin de evlerini Ermeni konuklarına açtığı söyleniyor. Aslında daha fazla konuk bekleniyordu; ancak kilisenin tepesine haçın yerleştirilmesi yetişmeyince Dünya Ermenileri Patrikhanesi Eçmiadzin katılmaktan vazgeçti.


Bu ayin; Hz. İsa’nın gerildiği haçın, kaçıranların elinden alınıp özgürleşmesini kutlamak amacıyla yapılıyor. Aslında bütün dünyada her yıl düzenlendiği tarih eylülün ikinci pazarı. Ancak referandumun yapıldığı 12 Eylül’e denk gelmesi nedeniyle bir hafta ertelendi.

Ermeni dünyasında yaşanan haç krizine rağmen minibüsler dolu; güle oynaya çıkılıyor yola. Ermenistan’dan iki, İran’dan iki Ermeni konuk var bizim minibüste. Onların rehberi ise İstanbul’da doğup 20 yıl önce Erivan’a yerleşen Tiran Lokmagozyan. İstanbul Konservatuarı’nın opera bölümünü bitirdikten sonra master için Erivan’a gitmiş, gidiş o gidiş... Şimdi rehberlik yapıyor, Hrant Dink’in öldürülmesine kadar da Agos gazetesinin Ermenistan temsilcisiymiş.


Yol boyunca gündemimiz, Ermenistan’daki Eçmiadzin Patrikliği’nin haç sorunu nedeniyle ayine gelmeyi reddetmesi. Lokmagozyan hak veriyor, bunun Türk hükümeti için bir samimiyet sınavı olduğunu düşünüyor.


Akdamar Adası, Van merkeze 50 km uzaklıkta, Gevaş İlçesine bağlı. Yaklaşık 45-50 dakikada varıyoruz Akdamar iskelesine. Burada tekneler hazır. Pırıl pırıl bir havada, Van Gölü’nün masmavi sularını köpürte köpürte ilerliyoruz.


Diğer günlerde tekne için 5 TL, adaya giriş için 3 TL olan ücretler bugün alınmıyor. Adanın kıyıdan uzaklığı 3.5 kilometre, yaklaşık 20 dakika sonra Akdamar’a varıyoruz; ada ayine hazır. 112 Sağlık çadırları, 112 helikopteri, bugün için yerleştirilen tuvaletler, kafe, basın çadırı, kilisenin dışına kurulan dev ekranlar dört dörtlük. 

Tente altına yerleştirilen sandalyelerin çoğunluğu dolmuş bile. Herkesin yüzünden okunan ortak bir duygu varsa o da heyecan. İstanbul’dan ayine gelen Jülyet Hanım, “Tüylerim diken diken” diyor: “Bugünün anlamı bizim için anlatılamayacak kadar büyük.”


Tabii hemen konu, kilisenin tepesine yerleştirilmesi yetişmeyen, bu nedenle de girişe konan haça geliyor. Jülyet Hanım bu konuda Türkiye yönetimine kızgın değil: “Haç zamanla kilisenin tepesine konacaktır, sorun etmeye lüzum yok. Eçmiadzin’in tavrını doğru bulmuyorum, onların da gelmesini isterdik.”


İstanbullu Linda Sağıkoğlu ise “İsterdik ki haçımız orada olsun” diyor. Bir başka Linda, Bitlisli ailesi 1915 olaylarından sonra ABD’ye yerleşen Linda Atkins ise çok daha sert yaklaşıyor meseleye ve Türk hükümetini reklam yapmakla suçluyor.


Gürcistan’daki köyünden altı arkadaşıyla birlikte kalkıp ayine gelen Seroj’a göre de haçın yerinde olmaması bir sorun: “Bugün aziz bir gündür ama haç olmadığı için yarım bir gündür. Haç oldu mu tamam olur” diye anlatıyor duygularını.


Ayin saati beklenirken kimileri kilisenin duvarına gelip dua ediyor, kimileri ise mum yakıp dilekler diliyor. Bir rahibin dağıttığı, civar bağlarından gelen üzümleri yerken şöyle bir cümle geliyor kulağıma: “Üzümü bile güzel”.

Sesin sahibi Marin Arpacı, Yozgatlı bir Ermeni. Sevinci yüzünden okunuyor, “Bugüne ulaşacağımızı tahmin bile etmiyorduk” diyor, “Bayram gibi bir gün bu...”


Diyarbakırlı Bercihi Küpçü’nün sözleri ise boğazımı düğümlüyor: “Biz azla yetinmeyi bilen bir toplum olduğumuz için her şeyden çabuk mutlu oluyoruz.”






95 yıldır bekledikleri bir an bu ve haçın yerine konmamasına takılmadan, bugünün keyfine varmak istiyor bazıları. Sime Hanım ise hemen itiraz ediyor: “Nasıl minaresiz cami olmazsa, haçsız da kilise olmaz.”


Marin Arpacı “Hadi” diyor, “Bizi lafa tutma da gidip mumumuzu yakalım.” Ne dileyeceksiniz diye soruyorum, cevabı net: “Barış içinde, işte bugünkü gibi yaşayalım. Çocuklarımız bunu görsün. Bir de Hrant’a dua edeceğiz. Keşke o da bugünü görseydi. Onun sayesinde buradayız şimdi. O kendini feda etti bizim için.”


Biraz önceki neşeli yüzlerden hüzün geçiyor, ben söyleyecek söz bulamıyorum, sessizce mum yakmaya gidiyorlar.

Saat tam 11.00’de çan sesleriyle başlıyor Patrik Genel Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan’ın yönettiği ayin. Çanın ardından ilahilerle birlikte 18 rahip kiliseye giriyor. Kilisenin içi ancak 50 kişi alıyor; protokol dışındaki herkes dışarıdaki dev ekranlardan seyrediyor ayini.
Hava gittikçe ısınıyor, tentenin altında bir tek yer yok. Güneşe rağmen ekranın önüne kadar gidip ayine katılıyor cemaat üyeleri. 1915’ten beri bekledikleri bu anı sıcak yüzünden kaçıracak değiller.

700 metrekarelik Akdamar Adası’nda bulunanlar arasında kiliseyi herkesten fazla tanıyan biri var; restorasyonun mimarı Zakariya Mildanoğlu. Ne diyeceksiniz bugün için diye sorduğumda gayet konjonktürel bir cevap veriyor: “Yetmez ama evet.”


“Yapılan yeterli değil” diyor, “Bu tip şeyler çocuk oyuncağı değil, politik malzeme haline getirmek kimseye bir şey kazandırmaz. Bu haç tartışması yeni değil. Üç senedir bu haçın tepeye yerleştirilip yerleştirilmemesi konuşuluyor. Van Kalesi’nde daha yeni bir cami restore edildi, minaresinin üzerinde bakın alem var mı yok mu... Dini açıdan yaklaşmıyorum, mesleki açıdan bu restorasyon yarım kalmıştır.”


Peki restorasyonu yaparken kilisenin bir gün ayine açılacağını düşünüyor muydu? Cevabı sert ve kesin: “Bırakın düşünmeyi, talebim buydu zaten. Burası Ermenilere ait bir kilise, kimse kendisini burayı Ermenilere bahşetmiş gibi görmesin.”


11.00’de başlayan ayinin sona ermesi 13.30’u buluyor. Maral Müzik ve Dans Topluluğu davul-zurna eşliğinde halaya başlıyor. Cemaat de katılıyor bu halaya, büyüyor büyüyor, halka içinde halka oluyor halay çekenler. 

Yetkililere göre yaklaşık 5 bin kişi var adada. Hepsi Ermeni değil. 63’ü yabancı toplam 211 basın mensubu çalışıyor öncelikle.


Pek fazla olmasa da Müslüman Türkler de var; çoğu kadın türbanlı. Meraklarından geldiklerini söylüyorlar.


Sonuç: Adadaki Ermenilerin hemen hepsi mutlu ayrılıyor. Her birinin mutluluğunun içinde başka başka duygu kırıntıları var. Kimi “Ah şu haç yerinde olsaydı” hayıflanmasında, kimi “Ne olursa olsun bugünü de gördük ya” rahatlığında. Kimi inançlı ve kendini görevini tamamlamış hissediyor; kimi de milliyetçi “Ah bu Türkler” diye için için söyleniyor.


Son tekneye binerken Marin Arpacı’nın sözlerini başka birinin ağlamaklı sesinden duyuyorum yine: “Keşke Hrant da burada olsaydı!”

 

******


KİMLER KATILDI?
Türkiye Ermenileri Patrikliği Ruhani Meclisi Patrik Genel Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan’ın yönettiği ayine Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eckart Cuntz, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü, Van Belediye Başkanı Bekir Kaya, Gevaş Kaymakamı Yusuf Güni, Gevaş Belediye Başkanı Nazmi Sezer, Ermeni cemaati üyeleri ile Almanya, Fransa ve Avrupa’nın çeşitli ülkeleri ile ABD’den gelen devlet temsilcileri katıldı.

 

Van’da Türkçe, İngilizce, Kürtçe ve Farsça yayımlanan Van Times gazetesi, Akdamar Kutsal Haç Kilisesi’nde yapılan bu ayin için Ermenice yayına başladı. Yüz yıl aradan sonra Van’da çıkan ilk Ermenice gazete olan Van Times, bundan sonra haftada birkaç gün Ermenice yazılara yer verecek.


Gazetenin Ermenice ilk sayısında, Yaşar Kemal’in Akdamar izlenimlerine yer verdi. Kilise için 1951’de hükümet tarafından alınan yıkım kararını, o dönemde genç bir gazeteci olan Yaşar Kemal yazdığı yazılarla durdurmuştu.


Gazetenin dünkü sayısında bir başka “95 yıl sonra” haberi daha vardı. 1550 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Van Kalesi’nin zirvesine inşa ettirilen Süleyman Han Camii de, yapılan restorasyonun ardından 1915’ten sonra ilk kez 17 Eylül Cuma günü ibadete açıldı.

 

Akdamar Adası’ndaki kilise restorasyonun ardından 29 Mart 2007 günü Akdamar Kilisesi Anıt Müzesi olarak törenle açıldı.

 

Ayini yöneten Patrik Genel Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan,  1954 Silvan doğumlu. Van’a ise askerliğini Van’ın Erciş İlçesi'nde yapması nedeniyle aşina. Ateşyan, duaların ardından verdiği vaaza kilisenin tarihini anlatarak başlıyor.


Kral Gagik tarafından Mimar Manuel’e yaptırılan yapının tamamlanma tarihi 921, yani 1100 yıllık bir tarihin önündeyiz. Ateşyan, 2007 yılında restorasyonu tamamlanan kilisenin insanlığın ortak malı olduğunu ve kendileri için önemli olanın, kilisenin gelecek nesillere aktarılması olduğunu söylüyor. Vekalet ettiği Patrik II. Mesrob’un kilisenin açılışında burada ayin yapılması arzusunu dile getirdiğini hatırlatıyor ve Patrik’e şifa diliyor.


Haç tartışmalarına ise şu sözlerle cevap veriyor: “Türkiye Ermenileri Patrikliği tarafından düzenlenen bu ayinde yalnız kaldığımızı ileri sürenler oldu. Biz dualarımızda yalnız değiliz.”  Ateşyan vaazının sonunda bu ayinin gerçekleşmesini mümkün kılan devlet erkanına, Kültür ve Turizm Bakanı’na, Van Vali ve Belediye Başkanı’na, Gevaş Kaymakamı ve Belediye Başkanı’na teşekkür etti.  

Milliyet, Haber: Miraç Zeynep Özkartal, 20.09.2010

 

******


ERMENİSTAN'DAN 'KARŞI SEREMONİ'

 

Akdamar Kilisesi’nde 95 yıl sonra yapılacak ilk ayini protesto için Ermenistan’ın başkenti Erivan’da bulunan sözde ‘Soykırım Anıtı’nda “Van’daki ayine karşı seremoni” düzenlendi. ‘Karşı seremoni’, Devrimci Ermeni Federasyonu Taşnaksutyun Partisi tarafından desteklendi. 

Milliyet, Haber: Engin Akgürbüz, 20.09.2010

 

******


ERMENİ MEDYASI: "İYİ NİYET DEĞİL, MECBURİYET"


Panorama: “Uluslararası medya ayine bir iyi niyet göstergesi olarak yer verdi. Ancak asıl konu, Türkiye’nin uluslararası zorunlulukları uygulamaması. Lozan Antlaşması’na göre Hıristiyan toplumunun kültürel mirası hükümet tarafından korunmak zorunda ancak Türkiye bunu yapmıyor.”
PanArmenian: “Türkiye, Akdamar’ın yeniden bir Ermeni kilisesi olarak kullanılmasını önlemek için hileler icat ediyor. Kutsanmamış ve kubbesinde haç olmayan bir kilisede ayin yapmak Hıristiyanlık’ta günah olarak görülür.” 

Milliyet, 20.09.2010

4 BİN YILLIK TÖREN ALANLARI

 

El Comercio gazetesindeki haberde, Bracamoro kültürüne ait olan tören alanlarının, ülkenin kuzeyinde tropikal Cajamarca bölgesindeki ormanlık arazide bulunduğu belirtildi.

Araştırmacı Quirino Olivera, buluntuların Peru’nun ilk medeniyetlerine ait olduğunu belirttiği açıklamasında, tören alanlarındaki duvarların renkli toprak uygulamalarıyla süslenmiş olduğunu kaydetti.

Tören alanlarında 14 mezar bulunduğu, mezarlardaki kemikler arasında yeni doğmuş bebeklerle, çocuk kemiklerine rastlandığı ifade edildi.

Bracamoro halkı, Cajamarca ve Amazonlar bölgesi ile Ekvador’dami Zamora Chinchipe bölgesinde yaşıyordu.

Radikal, 19.09.2010

"ORADA İBADET OLMAZ"

 

"Bu eser ne bugünkü Türklere, ne de bugünkü Yunanlara aittir. İster Türk, ister Yunan, ister Afgan, ister Çinli olsun Ayasofya’ya gelen aynı duyguları yaşar. İstanbul’u geri almak isteyen Yunanlar var. Belki tekrar Viyana’ya gitmek isteyen Türkler de var. Ama bunlar ülkelerimizin ortalama insanını temsil etmiyorlar."

 

Yunanistan Başbakan Yardımcısı Teodoros Pangalos, Ayasofya’nın tüm insanlığa ait bir kültür mirası olduğunu vurgulayarak “Bu eser, ne bugünkü Türklere, ne de bugünkü Yunanlara aittir. İster Türk, ister Yunan, ister Afgan, ister Çinli olsun Ayasofya’ya gelen aynı duyguları yaşar”” dedi. 6. Türk-Yunan Medya Konferansı için İzmir’e gelen Pangalos, “Dünya Ayasofya Cemaati” adlı örgütün, Türkiye’nin kararlı tavrı karşısında son anda vazgeçtiği Ayasofya’da dini ayin teşebbüsü ile ilgili bir soruyu cevaplandırırken “İstanbul’u geri almak isteyen Yunanlar var. Ayasofya’ya tekrar girmek isteyen Yunanlar da var. Belki tekrar Viyana’ya gitmek isteyen Türkler de var. Ama bunlar ülkelerimizin ortalama insanını temsil etmiyorlar” diye konuştu.


Pangalos, iki ülke insanının, Ayasofya’yı sahiplenmek çabası yerine bu eserin gelecek nesillere de miras bırakılması için nasıl korunacağını düşünmeleri gerektiğini vurguladı.

Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 19.09.2010




SURUÇ'TA TARİHİ EVLER YOK OLUYOR

 

  

 

Şanlıurfa'nın Suruç İlçesi'nde 150 hanelik köy olan Tepeli Mızar Köyü'nde yaşanan susuzluk nedeniyle köylülerin de göç vermesinden sonra tarihi kümbet evler bakımsızlıktan birer birer yok olmayla karşı karşıya kaldı.

 

Köyde kalan bazı köy sakinlerinden Bilal Çelikten, bundan 20 yıl öncesine kadar bu köyde 500 hane olduğunu söyledi. Köyün etrafının ağaçlarla çevrili olduğunu belirten köylüler, şimdi ilçede yaşanan su sorunu nedeniyle köy halkının başka illere göç etmek zorunda kaldığını belirtti.

 

Tabanı kare olacak şekilde, yukarıya doğru çıkıldıkça daralan, üst üste bindirme tekniğiyle yapılmış kendine özgü kubbesinin bulunduğunu belirten köylüler, "Yapının inşasında çok önemli bir ayrıntı ise, saman karıştırılmış balçıkla tüm yüzeyin sıvanmış olmasıdır. Ancak bu şekilde çetin kış şartlarına dayanıyor. Tepede ise baca ve aydınlatma görevi gören bir açıklık bırakılıyor. Bu açıklık, hem aydınlatma-havalandırma görevi hem de kış aylarında ısınma için yakılan ateşin dumanın çıkmasını sağlıyor. Tarihi evlerin yerden yüksekliği 5-6 metre civarındadır. Yapının sağlamlığı sıvaya bağlı ve bu evler yazın inşa edilir. Kesilen kerpiçlerin kuruması, o ölçüde yapıyı sağlam yapmakta. İç mekanın genişliğine gelince, neredeyse standart olacak şekilde, boyu 3 metre, eni 4 metredir . Son 50 yıldır, halkın gelir seviyesinin artmasıyla beton yapılara yönelen ova halkı, elde kalan kümbet evleri ya ahıra çevirmiş yada çoğu bakımsızlıktan yıkılıp kullanılmaz bir hale gelmiş. Ovanın tarım alanı olmasından, topraktan yapılan bu evler artık tarihi eser niteliğinde korunmaya alınması gerekirken, bu konu hakkında bu güne kadar bir çalışma yapılmış değil. Günümüzde 150 yıllık evlerin varlığından bile bahsediliyor. Kerpiç evlerin, insan yaşamına kattığı bazı değerler şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu mekanlarda epey yaşamış olan yaşlıların görüşlerine göre, topraktan yapılmış kümbet evlerin çok sağlıklı olduğu, ayrıca hayvanların bile rahat ettiği, sıcak olmasından tavukların bile çok yumurta verdiğini söylemeden edemiyorlar. Susuzluk yüzünden bu evler şimdi birer birer yok oluyor. Suruç ovasında bu yüzyılın başında yapılan bir çalışmada, düz damlı evlerin yanında, kubbeli evlerin tespiti yapılmış, her ne kadar turizm açısından, Harran kümbet evleri, tüm dünyaya lanse edilmişse de, bu evlerin Suruç ovasına ait olduğu gerçeği çok geç ortaya çıkmıştır" dedi.

Şanlıurfa Kent Haber, 19.09.2010

HASANKEYF'TE KAZILAR TEKRAR BAŞLADI

 

Hasankeyf İlçesi'nin Kale bölgesinde yaşanan kaya düşmesi olayının ardından, yavaşlatılan ve Ramazan Bayramı öncesi durdurulan kazılar tekrar başladı. Kale kısmında bulunan Küçük Saray'da devam eden kazılar kapsamında toprak altında kalan yapılar gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor. Güvenlik çemberine alınan ve giriş çıkışların yasaklandığı Kale bölgesine, sadece kazıda görevli kişiler alınıyor.

Bölgede yapılan incelemeler nedeniyle bir süre çalışmaların durduğunu kaydeden Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, ''Küçük Saray bölümünde kazı ve güçlendirme çalışmaları yürütüyoruz. Önemli bir aşama kaydettik'' dedi. Kazı çalışmalarında uzman ve işçilerden oluşan 60 kişilik ekip görev yapıyor.

Yapı, Fotoğraf: Selahattin Kahraman, 18.09.2010

ROMA HAMAMINDA ALTTAN ISITMALI KÜVET

 

Hatay’da bulunan İssos antik kentinde, yaklaşık 5 dönümlük hazine arazisinde üç sezondur yapılan kazı çalışmalarında Roma dönemine ait hamam kompleksinin gün ışığına çıkarılmaya çalışıldığı bildirildi.

 

Hatay Arkeoloji Müzesi Arkeoloğu Ömer Çelik, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İl Özel İdare ve Erzin Belediyesi’nin katkısıyla bu yıl bölgede kazı çalışmalarına yeniden başladıklarını söyledi.

Yaklaşık 80 bin lira ödenek ve 45 işçi ile bu yıl ağustos ayında başlayan kurtarma kazısının sona erdiğini ifade eden Çelik, şöyle devam etti:

”MS 3 ve MS 5 yüzyıllara ait olduğu sanılan Hamam kompleksinin 2006 yılında bir bölümü açıldı. Bu kazıda, suyu ısıtmak için kullanılan ateş yakılan yer olan külhan ile orta derecede ısıtılmış soğukluk yeri ve Bereket Tanrıçası olarak bilinen Artemis mozaiğinin bir bölümü ortaya çıkarıldı. 2008 yılında yapılan ikinci sezon kurtarma kazısında da hamam kompleksinin ılık, sıcak ve soğuk su sistemiyle çalıştığını tespit ettik. Ayrıca bu dönemdeki kazıda bir havuz ile çok sayıda çömlek ve heykel bulduk.”

 

Kazının bu yılki bölümünde ise tarihe ışık tutacak önemli bilgiler elde ettiklerini vurgulayan Çelik, 5 dönümlük arazinin şu ana kadar yaklaşık 1,5 dönümünde kazı çalışmalarının sürdüğünü söyledi.

 

Kazı çalışmalarında tabanı pişmiş toprakla kaplı bir havuza daha ulaştıklarının altını çizen Çelik, ”Bu yıl kazılarda küvet ve birbirine bağlantılı üç oda tespit ettik. Bu odaların büyük olasılıkla banyo yapılan yerler olduğunu tahmin ediyoruz. Ayrıca, alttan ısıtma sistemli bir küvet ile bir adet ufak duş düzeneği bulduk” diye konuştu.

 

Çalışmalarda hamam kompleksinde mimari farklılıkların olduğunu tespit ettiklerini ifade eden Çelik, ayrıca çok sayıda su kanalı bulduklarını belirtti. Çelik, daha önceki sezon kazılarında ortaya çıkarılan Bereket Tanrıçası olarak da bilinen ve kadınların hayatına son verdiğine inanılan elinde gümüş mızrak, ok bulunan Artemis mozaiğinin doğusundaki alanda, üç farklı mekana rastladıklarını kaydetti. Bulunan yeni yerin mimari yapısıyla hamam kompleksinden ayrıldığına dikkati çeken Çelik, burada kapı girişlerinin bulunduğunu söyledi.

Mynet Haber, 18.09.2010

Kargamış (National Geographic - Ağustos)
...1928




5 - 18 Eylül 2010

KÜLTÜR MİRASINA MAVİ BOYA

 

 

Adını taç kapısı üzerinde yükselen tuğla örgülü minarelerindeki firuze renkli çinilerden alan Gökmedrese’nin restorasyonu 4 yıldır tamamlanamadı. Buna gerekçe olarak ihaleyi alan firmanın maddi sıkıntıya girmesi gösterildi. Asıl skandal, daha sonra ortaya çıktı. Firmanın restorasyon sırasında dökülmüş çinilerin yerlerini mavi boya ile kapatmaya çalıştığı anlaşıldı. Aynı dönem eseri olan Çifte Minareli Medrese’de de benzer bir kültür ve tarih kıyımı yaşandı. Yalnızca minareleri ile giriş kısmı günümüze ulaşan Çifte Minareli Medrese’nin minarelerindeki çinilerin yerleri, yine restorasyon ihalesini alan firma tarafından boyandı.

 

Eserin bütününün kurtarılmış olmasının boyadan daha önemli olduğunu ifade eden sanat tarihi uzmanları, restorasyon çalışmalarında temel amacın yıkılmaya ve kaybolmaya yüz tutmuş eserlerin gelecek nesillere daha sağlam aktarılması olması gerektiğini de belirtti.

Habertürk, 18.09.2010

SAHTE TARİHİ ALTIN İLE DOLANDIRIYORDU

 

İzmir Polisi, bazı kişilerin, özellikle kent dışından tanıştıkları vatandaşlarla samimiyet kurduğu, tarihi altın satmak vaadiyle paralarını dolandırdığı bilgilerini aldı.

 

Araştırmada dolandırıcının N.İ. (53) olduğu saptandı. Takip sonucu N.İ., Manisa’nın Turgutlu İlçesi’nde yakalanıp İzmir’e getirildi. Zanlı N.İ.’nin bugüne kadar, A.S.’nin 6 bin, A.Ü.’nün 9 bin 950, F.K.’nin 9 bin 250, F.S.’nin 12 bin 500, Y.G.’nin de 100 bin olmak üzere toplam 137 bin 700 lirasını dolandırdığı saptandı. Tüm mağdurlar tarafından teşhis edilen N.İ., işlemlerinin tamamlanmasıyla adliyeye sevkedildi.

Milliyet Ege, 18.09.2010

CENNET-CEHENNEM ARASINDA DÖRT GEÇİŞ MAĞARASI

 

Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Silifke İlçesi’ne bağlı Narlıkuyu Beldesi’ndeki ünlü Cennet- Cehennem mağarası arasında geçiş yolu bulunduğunu söyledi.

 

Vali Hasan Basri Güzeloğlu ve yanındaki heyet, Cennet- Cehennem mağarasında incelemelerde bulundu. Burada bir açıklama yapan Güzeloğlu, Macar jeolog ve doğa bilimcilerince 1990’da Cehennem Obruğu’ndan Cennet Çöküğü’ne gidilebileceği belirlenen 4 mağaranın saptandığını ancak bugüne kadar üzerlerinde hiçbir çalışma yapılmadığını hatırlattı.

Milliyet, 18.09.2010

HİTİTLERİN DİNİ MERKEZİ SAMSUN'DA BULUNDU

 

Samsun’un Vezirköprü İlçesi Oymaağaç Köyü’nde bulunan Oymaağaç Höyüğü’nde 5 yıldır yapılan kazı çalışmalarında Hititler’in dini merkezi olan Nerik bulundu.

 

Kazı Başkanı Doç. Dr. Rainer Czichan 5 yılda toplam 11 tablet, Hitit dönemine ait mezarlar, dini törenlerde kullanılan küçük kaplar, çeşitli kalıntılar bulduklarını kaydetti. Doç. Dr. Czichan, “Tabletlerde Tanrı, Nerik ve Hitit kelimeleri yazıyor. Nerik Hititlerin dini merkezidir. Kazıda bulduklarımız bize buranın Nerik olduğunu gösteriyor” dedi. Bulunan kalıntıların günümüzden 3 bin 400 yıl öncesine ait olduğunu belirten Doç. Dr. Czichan 20 kişilik bir ekiple yürütülen çalışmalarda, bir sur, sur kapısı ile bir mabede ait olduğu tahmin edilen temel duvarlar ve merdiven ortaya çıkardıklarını da söyledi.

Hürriyet, 18.09.2010

TARİHİ EV SAHİPLERİNE DESTEK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sağladığı hibe yardımlarından Büyükşehir Belediyesi sayesinde 11 tarihi ev gün yüzüne çıktı.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Türkiye genelinde tescilli evlere yapılan karşılıksız para yardımlarından faydalanmak isteyen Kocaelililere ücretsiz danışmanlık hizmeti vermeye devam ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sağladığı hibe yardımlarından Büyükşehir Belediyesi sayesinde 11 tarihi ev gün yüzüne çıktı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın her yıl Türkiye genelinde tescilli evlere Rölöve, Restitüsyon Projesi ve Restorasyon uygulamalarına yapmış olduğu hibe yardımlarından pay almalarını sağlamak için ücretsiz danışmanlık hizmeti veren Büyükşehir şimdiye kadar 11 Kocaeliliyi bu yardımlardan yararlandırdı.

2009 yılında Bakanlığa başvurmuş vatandaşların Büyükşehir'in verdiği ücretsiz danışmanlık hizmeti ile hızlı bir şekilde evlerinin projeleri çizilip restorasyonlarına başlanması sağlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın her yıl Türkiye genelinde tescilli evlere yapmış olduğu karşılıksız para yardımlarında Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon Projesi hazırlatılması için 50 bin TL, inşaat (restorasyon) aşamasında 200 bin liraya kadar karşılıksız para yardımı yapılıyor.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğünce verilen danışmanlık hizmeti kentin belirli noktalarında vatandaşların bilgilendirilmesi için toplantı düzenleniyor.

Saraylı Köyü Muhtarı Rıfat Büyükbudak köylerinde birçok tarihi bina olduğunu belirterek, "Yapılan hizmetten dolayı çok memnunuz. Köyümüzün çehresi değişti. Şimdiye kadar yöremizde 4 tarihi yapının restorasyonu gerçekleşti." diye konuştu. 2010 yılı yardımlarından yararlanmak isteyenler için son başvuru tarihi 30 Eylül 2010 olduğu Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın proje yardımlarından yararlanmak isteyen tescilli yapı sahiplerinin, Büyükşehir Belediyesine başvurmaları yetiyor.
Habertürk, 17.09.2010

TRALLEİS ANTİK KENTİNE 25 BİN LİRA EK ÖDENEK

 

Tralleis Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Rafet Dinç, antik kent içinde bulunan ve güvenlik eksikliği nedeniyle önceki yıllarda definecilerin tahribatına maruz kalan Arsenal yapısının restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 25 bin lira ek ödenek gönderdiğini bildirdi. Dinç, gazetecilere yaptığı açıklamada, Tralleis Antik Kenti’nde bulunan ve zamanında askeri depo olarak kullanılan Arsenal yapısının korunabilmesi için bazı eksiklerinin olduğunu belirterek, yapının sadece demir kapılarla korunmaya çalışıldığına işaret etti.

 

Önceki senelerde definecilerin kapıları kırarak, Arsenal’i yağmaladığını hatırlatan Dinç, şunları kaydetti: ”En önemli tarihi varlıklarımız bu şekilde zarar görüyor. Tarihi gün yüzüne çıkarmak kadar korumak da önemli. Bir çok medeniyete beşiklik etmiş Tralleis Antik Kenti’nde en büyük sorun güvenlik sorunudur. Kazı heyeti olarak bir hem yeni eserleri ortaya çıkarmak, hem de mevcut olanları muhafaza edebilmek için büyük bir çaba harcıyoruz. Bu nedenle çalışmalarımızın bir bölümünü bakım ve onarım işlerine ayırıyoruz.

 

Talebimiz üzerine Arsenal’deki defineci tahribatı ve çökmelerin restorasyon ve bakımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 25 bin lira ek ödenek gönderildi. Bu nedenle 15 Temmuz’da başlayan Tralleis Antik Kenti kazılarının ikinci bölümünde, 1 Eylül’den bu yana Arsenal’de mesai harcıyoruz. Kazı ekibimiz bu ödenek ile Arsenal’deki tahribat ve çöküntü izlerini giderebilmek için büyük bir gayret gösteriyor.” Dinç, Arsenal’in, Tralleis Antik Kenti içerisindeki en önemli yapılardan biri olduğunu belirterek, yapının uzunluğunun henüz tam olarak tespit edilemediğini sözlerine ekledi.

 

Antik dönemde askeri amaçlı olarak kullanılan yapılara Arsenal adı verilmektedir. Aydın il merkezine yaklaşık 1 kilometre mesafede bulunan Tralleis Antik Kenti’ndeki Arsenal yapı, Gymnasium’un 300 metre kuzeyinde Antik Tralleis-Efes yoluna açılan bir vadinin kuzey yamacında yer almaktadır. Kurulduğu günden bu yana bir askeri garnizon kenti olan Tralleis’in en önemli yapıları arasında gösterilen Arsenal yapı, tünellerle şehrin önemli merkezlerine, akropole ve diğer askeri yapılara bağlanmış durumda.

 

Tünel yüksekliklerinin bazı yerlerde ihtiyaca göre 4, hata 9 metreye kadar ulaşabildiği yapıda, bir labirenti andıran tünellerinde belirli aralıklarla kapılar ve savunma setleri de mevcut. Halen Arsenal olarak tanımlanan yapıya bağlı tünellerden yaklaşık bin metrelik bir bölüm açılmış, geri kalan bölümleriyse kapalı olarak duruyor. Tünellerin şimdiki Aydın merkezinin altına kadar ilerlediği tahmin ediliyor.

Yeni Asır, 17.09.2010

İSTANBUL'UN ŞAHESER HAYALETLERİ

 

İstanbul'un 'Hayal-et' yapıları, yeniden canlanıyor. Şimdilerde tarih olan, İstanbul’un farklı dönemlerine ait ve farklı nedenlerle yıkılıp günümüze ulaşamamış olan tarihi mekanlar, 'İstanbul’da Tarih ve Yıkım/Hayal-et Yapılar' sergisi ile İstanbullularla buluşuyor. İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı, İTÜ Mimarlık Fakültesi ve Pattu ortak çalışması, kimi bir yol çalışmasına kurban giden, kimi yıktırılıp yerine bina dikilen, kimi de bir yangın ile yok olan mekanları bir kent kültürü sergisi ile açığa çıkarıyor.

Günümüzde var olmayan Antiochos Sarayı, Polyeuktos Kilisesi, Galata Surları, Çandarlı Hamamı, İncili Köşk, Direklerarası, Sadabad Sarayı, Taksim Kışlası, Eski Çırağan Sarayı, Darülfünun binası, Ayastefanos Anıtı ve Levent İlaç Fabrikası’ndan oluşan 12 seçki, Çırağan Sarayı Heykel Galerisi’nde açıldı. 'Hayal-et Yapılar’ sergisi, "Bu yıkımlar olmasaydı, kent nasıl gelişirdi?" sorusuna çeşitli senaryolar üreterek cevap arıyor. Projenin sahibi Cem Kozar "Amacımız kentlilerde yıkıma karşı bir hassasiyet oluşturmaktır. Esas düşünce, kentin yenilenmesi için yıkım gerekebilir; fakat kentin tarihi bu yıkımlarla birlikte yok olmamalıdır fikrini ortaya koymak" dedi.

 

Çırağan Sarayı Heykel Galerisi'ndeki sergi, 18 Ekim’e kadar görülebilir.

Habertürk, 17.09.2010

GÖBEKLİTEPE KAZILARININ İKİNCİ ETABI BAŞLADI

 

 

Dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul edilen Göbeklitepe arkeolojik kazılarının bu yılki ikinci etap kazı çalışmaları başladı.

 

Göbeklitepe Kazıları Başkanı, Alman Arkeoloji Enstitüsünden Prof. Dr. Klaus Schmidt, çalışmalarla ilgili yaptığı açıklamada, son dönemlerde bahar ve sonbahar aylarında olmak üzere 2 etap halinde kazı çalışmalarını sürdürdüklerini belirtti.

 

Bu yılın ilk etabını nisan-mayıs aylarında yürütt üklerini hatırlatan Prof. Dr. Klaus Schmidt, “Bu çalışmada ilginç bazı buluntulara rastladık. Mesela ilk defa sırtlan kabartması bulundu bir kireç taşı plakanın üzerinde. Bunun yanında bir insan heykeline ait baş kısmı bulundu” dedi.

 

Ayrıca bir dikili taşta çöl varanına benzer hayvan kabartması bulduklarını aktaran Schmidt, ikinci etap çalışmasının da bir iki günlük hazırlığın ardından dün başladığını bildirdi.

 

Bu yılki çalışmalarda kazı alanının batı kısmında çalışma yürüteceklerini ifade eden Prof. Dr. Schmidt, burada daha önce jeomanyetik ölçümler yaptıklarını ve 3 yeni tapınak binası tespit ettiklerini kaydetti. Prof. Dr. Klaus Schmidt, bu dönemde toplam bin 200 metrekarelik alanda kazı çalışması yapacaklarını anlattı. Bu arada 31 Ekime kadar devam edecek kazı çalışmalarında, 20 arkeolog ve köylülerden oluşan 50 civarında işçinin görev aldığı belirtildi.

 

Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik köyü yakınlarında bulunuyor. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago üniversitelerinden görevlilerin yüzey araştırmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe’deki kazı çal ışmalarını, 1995 yılından bu yana Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü ortaklaşa yürütüyor.

 

Kazı çalışmalarında şimdiye kadar neolitik döneme ait yabani hayvan figürlü “T” biçimli dikili taşlar, 8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan figürü, insan heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler bulunmuştu.

Timetürk, 17.09.2010

MEHTER HAKKINDAKİ EFSANE YANLIŞ ÇIKTI!

 

 

İlk Türk Devleti Hunlar zamanındaki adı "Tuğ" olan ve vurmalı ve nefesli sazlardan oluşan askeri mızıka okulunun ismi Osmanlı Devleti Padişahı Fatih Sultan Mehmet döneminden sonra Mehter Takımı olarak değiştirildi.

Türk savaş tekniğinin vazgeçilmez unsuru olan askeri müziğin amacı, çok uzaklardan duyulan ve gitgide yaklaşan gök gürültüsüne benzer yabancı bir müzmin sesiyle düşmanın moralini bozup savaşacak güç bırakmamak, düşmanı teslim almak suretiyle harbi en kısa zamanda bitirmek ve böylece bir bakıma insan kıyımını önlemektir.

Yüzlerce yıllık mehter geleneği Anadolu’nun birçok bölgesinde olduğu gibi Çorum Belediyesi Mehter Takımıyla yaşatılarak geleceğe aktarılıyor.

Uzun yıllardır Mehterbaşı olarak görev yapan Çorum Belediyesi Zabıta Müdürlüğü Komiser Yardımcısı Mehterbaşı Selahattin Delice, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 30 kişinin yer aldığı mehter takımına seçilen kişilerin nota ve makam bilgisi olmasına özen gösterdiklerini belirtti.

Delice, mehter takımının uzun yılların birikimini taşıdığını, bu nedenle çok önemli olduğunu dile getirdi.

Mehter takımı olarak kendilerini en çok rahatsız eden konulardan birinin "Mehter adımı"nın yanlış anlaşılması olduğunu ifade eden Delice, mehter geleneğinde "iki ileri, bir geri" diye bir adımın olmadığını ileri sürdü.

Delice, Mehter takımı yürüyüşü ise "Yürüyüşlere daima ’besmele’ ve sağ ayakla başlanır. Yürüyüş yapılırken her üç adımda sağa ve sola dönülüp selam verilir. Bu mehter takımının sağa ve sola ’Rahimallah ve Kerimallah’ manasına gelen selamlama yürüyüşüdür. Yürüyüşlerde geri adım atılmaz, daima ileri gidilir" şeklinde tanımladı.

Mehter takımında tab (davul), kös, nakkare, zil, trompet ve zurnanın yer aldığını anlatan Delice, mehter takımı enstrümanlarının "kaç katlı" olduklarına göre değiştiğini söyledi.

Belediyenin mehter takımının üç katlı olduğunu ifade eden Delice, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Mehteran Bölüğü’nün ise dokuz katlı olduğunu ve Türkiye’nin en büyük mehteran bölüğü unvanına sahip olduğunu kaydetti.


Delice, repertuvarlarında 20’nin üzerinde eserin yer aldığını ve bunların arasında Türk halk ve sanat müziği eserlerinin de olduğunu sözlerine ekledi.

Radikal, 16.09.2009

GÖBEKLİTEPE KAZILARI BAŞLADI

 

Dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul edilen Göbeklitepe arkeolojik kazılarının bu yılki ikinci etap kazı çalışmaları başladı. Göbeklitepe Kazıları Başkanı, Alman Arkeoloji Enstitüsünden Prof. Dr. Klaus Schmidt, çalışmalarla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, son dönemlerde bahar ve sonbahar aylarında olmak üzere 2 etap halinde kazı çalışmalarını sürdürdüklerini belirtti.
    
Bu yılın ilk etabını nisan-mayıs aylarında yürüttüklerini hatırlatan Prof. Dr. Klaus Schmidt, ''Bu çalışmada ilginç bazı buluntulara rastladık. Mesela ilk defa sırtlan kabartması bulundu bir kireç taşı plakanın üzerinde. Bunun yanında bir insan heykeline ait baş kısmı bulundu'' dedi. Ayrıca bir dikili taşta çöl varanına benzer hayvan kabartması bulduklarını aktaran Schmidt, ikinci etap çalışmasının da bir iki günlük hazırlığın ardından dün başladığını bildirdi.
    
Bu yılki çalışmalarda kazı alanının batı kısmında çalışma yürüteceklerini ifade eden Prof. Dr. Schmidt, burada daha önce jeomanyetik ölçümler yaptıklarını ve 3 yeni tapınak binası tespit ettiklerini kaydetti. Prof. Dr. Klaus Schmidt, bu dönemde toplam bin 200 metrekarelik alanda kazı çalışması yapacaklarını anlattı.

Bu arada 31 Ekime kadar devam edecek kazı çalışmalarında, 20 arkeolog ve köylülerden oluşan 50 civarında işçinin görev aldığı belirtildi.
    
Göbeklitepe    
Neolitik döneme ait yerleşim yeri Göbeklitepe, Şanlıurfa'nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik köyü yakınlarında bulunuyor. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago üniversitelerinden görevlilerin yüzey araştırmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarını, 1995 yılından bu yana Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü ortaklaşa yürütüyor. Kazı çalışmalarında şimdiye kadar neolitik döneme ait yabani hayvan figürlü ''T'' biçimli dikili taşlar, 8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan figürü, insan heykeli, dikili taşlar ve yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler bulunmuştu.

Yapı, 16.09.2010

BİSİKLETLE GEZERKEN ROMA DÖNEMİ YAHUDİLERİNE AİT TARİHİ ESER BULDU

 

Antalya’nın Manavgat ilçesi Side beldesinde turizmcilik yapan Mehmet Çelikten, bisikletle gezerken bulduğu 7 kollu şamdan tasvirli bir levha şeklini andıran tarihi eseri Side Müze Müdürlüğüne teslim etti. Side Müze Müdürü Güner Kozdere, tarihi eseri teslimi sırasında yaptığı açıklamada, turizmci Mehmet Çelikten’e duyarlılığından dolayı teşekkür etti. Vatandaşların tarihi eser bulmaları halinde müzeye teslim etmesini isteyen Kozdere, ‘Vatandaşlarımızın kültür varlıklarını bulduklarında en yakın müze müdürlüğüne haber vermeleri gerekmektedir. Bunlar eğer taşınır nitelikte kültür varlıkları olursa bir değer takdiri yapıp, bu değer takdirini vatandaşlara ikramiye olarak ödemekteyiz. Bu tür eserlerin yurt dışına kaçırılmasını istemiyoruz’ dedi.

 

Bulunan eserin Roma dönemine ait olduğunu belirten Kozdere, ‘Yahudilerin Roma döneminden daha öncesi de var, ama bu gördüğünüz levha Roma dönemi Yahudilerle alakalı bir eser’ dedi.

 

Arkeolog Arif Müfit Mansel’in Side’de 1947-1967 yılları arasında yaptığı kazı çalışmaları sonucunda yazdığı raporlarda Roma döneminde Yahudilerin bulunduğunu, bunlara ait iki sinagog olduğunu belirttiğini hatırlatan Kozdere, gerekçe olarak da daha önceden bunun benzeri 7 kollu şamdan tasvirli bir levhanın bulunmasını gösterdiğini kaydetti. Bulunan 7 kollu şamdan tasvirli levhanın aynı türde ikinci levha olabileceğini belirten Kozdere, ‘Bu sinagoglar nerededir, şu anda o bilgiye sahip değiliz’ dedi. Side’de yaz aylarında Anadolu Üniversitesinin kazılar yaptığını hatırlatan Kozdere, Anadolu Üniversitesinin yaptığı araştırmalar sonucunda bu sinagogların yerlerinin ileriki tarihlerde belli olabileceğini söyledi. Mehmet Çelikten de bisikletiyle gezerken bir çanta bulduğunu ve çantaya yöneldiğini belirterek, ‘Yöneldiğimde bu 7 kollu şamdanın tarihi parça olduğunu gördüm. Daha sonra çevirerek yüzeyinde bir çalışmanın olduğunu gördüm. Eseri su ile yıkayınca 7 kollu şamdan olduğu ortaya çıktı. Tarihi eser olduğunu anlayınca eseri müzeye teslim ettim’ diye konuştu.

haberler.com, 16.09.2010

EFES KAZILARINA DESTEK BİTTİ

 

 

Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülen Efes Kazıları kapsamında Efes Antik Tiyatrosu’nun restorasyonuna 2006 yılından itibaren 5 milyon lira kaynak aktaran ve çalışmalara iş gücü, makine ve tesisat desteği sağlayan Selçuk Belediyesi, bu desteğini, ”çalışmaların istenilen disiplin ve planlamada yürütülmediği” gerekçesiyle geri çektiğini açıkladı.

 

Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, yaptığı açıklamada, 24 bin kişi kapasiteli Efes Antik Tiyatrosu’nda 2006 Temmuz ayında başlatılan restorasyon çalışmalarına belediye olarak artık katkı vermeyeceklerini bildirdi.

 

Çalışmalara olan desteklerini çekmelerinin en önemli nedenin, istenilen plan ve disiplinde çalışma yürütülmemesi olduğunu belirten Ülgür, ”Maalesef 4-5 yıldır sürdürülen buradaki çalışmalar, bizim istediğimiz planlama ve disiplin içerisinde yürütülememiştir ve bizim istediğimiz noktaya getirilememiştir. Biz bütün kurallara, kullanma kararlarına varıncaya kadar planlama istedik, ama Avusturya Kazı Evi bunu sağlayamadı” dedi.

 

Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığına da sitimde bulunan Ülgür, bakanlığın, Selçuk Belediyesini Efes Antik Kenti içerisinde görmek istemediğini ileri sürdü. Kazı evinin tutumunu değiştirmesi ve istenilen disiplinde çalışma yürütmesi için çalışmaları durduklarında bakanlığın hemen devreye sponsor bir firmayı soktuğunu iddia eden Ülgür, şöyle devam etti:

 

”Bu sebeple biz buradaki çalışmaları durdurunca Borusan Holding devreye girdi ve Borusan Holding şimdi Selçuk Belediyesinin Efes Antik Tiyatrosu kazılarında yapmış olduğu görevi devraldı. Sonuç olarak bizim bıraktığımız yerden, yine bizim hedeflerimize varmak için Borusan Holding’in aktardığı kaynaklarla çalışmalar yürütülüyor. Ancak Avusturya Kazı Evi, bizim istediğimiz disipline sokulmazsa, bizim 2013 ve 2018 yılları arasında koyduğumuz hedeflere varılamayacaktır. Çünkü, kazı evinin böyle bir hedefi yok. Kazı evi burada zaman kazanmaya çalışıyor. Burada herkesi oyalamaya çalışıyor. Tabi ki bakanlığı da oyalıyor. Sonuç olarak biz bu işin her ne kadar dışındaysak da takipçisi olacağız.”

 

Ülgür, belediye olarak Selçuk Kalesi’nin restorasyon çalışmalarına desteklerinin ise süreceğini bildirdi. Bu yıl 400 bin liraya yakın bir bütçeyle Selçuk Kalesi’nde kurtarma kazısı ve restorasyonlarının yapımının devam ettiğini belirten Ülgür, Selçuk Kalesi’nin restorasyonu, onarımı, çevre düzenlemesi ve aydınlanması konusunda ekim ayı içerisinde 600 bin lira keşif bedelli proje ihalesine çıkacaklarını ve bu projeyi 2011 yılına kadar tamamlamayı planladıklarını kaydetti.

 

Öte yandan, Efes kazılarını yürüten Avusturya Arkeoloji Enstitüsü ve Efes Kazıları Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladsteatter, Efes Antik Tiyatrosu’nun restorasyonu projesinin oldukça büyük ve maliyetli bir çalışma olduğunu, bu nedenle her yerden ve her türlü desteğe ihtiyaçları bulunduğunu söyledi.

 

Son derece komplike ve büyük bir proje olan bu çalışmada, bir çok kurum ve kuruluşun birbirini engellemeden, aynı amaca yönelik hizmet etmeleri gerektiğini ifade eden Ladsteatter, ”Biz Efes Vakfı ile birlikte özel sponsorlar bulduk ve bu bizim için büyük bir şanstır. Ancak yerel yönetimlerin, valilik ya da belediye başkanlığı olmadan bu projenin yürütülmesi zor olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve Efes Müzesi’nin acil yardım ve desteğine ihtiyacımız var” dedi.

 

Doç.Dr. Ladsteatter, ekimde tiyatro restorasyon projesini görüşmek üzere Selçuk’ta büyük bir konferans düzenleyeceklerini, bu konferansa tüm ilgili kişi ve kurumların davet edileceğini belirterek, şunları kaydetti:

”Ben davetlilerin tamamının bu konferansa katılacağını, bu toplantı ile yaşanmış olan yanlış anlaşılma ve olumsuzlukları düzeltebileceğimize inanıyorum. Ayrıca Tiyatro projesinin geleceği ile ilgili önemli kararları alabileceğimizi umuyorum. Ben hepimizin ortak amacının Efes için en iyi, en doğru olanın yapılması olduğundan yola çıkarak bir çözüm bulabileceğimiz konusunda oldukça iyimserim.”

Habertürk, 16.09.2010

SADDAM'IN ÇALINTI TABLOLARI GEBZE'DE YAKALANDI

 

Kocaeli'nin Gebze İlçesi'nde jandarma ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda, Irak'ın başkenti Bağdat'ta Saddam Hüseyin'in saraylarından çalınan iki tablo ele geçirildi.

 

Gebze İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı Eskihisar jandarma ekipleri, yaptıkları istihbarat çalışmalarının ardından Gebze Eskihisar feribot iskelesinde plakası gizli tutulan bir araca baskın yaptı.

 

Aracın bagajında bulunan iki adet tarihi tabloya el konulurken, ekipler araçta bulunan F.G. ile G.T adlı kişileri gözaltına aldı. Zanlılar karakola götürülürken, el konulan tabloların Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'in Bağdat'taki bir sarayından çalındığı ortaya çıktı.

 

İstanbul Resim ve Heykel Müze Müdürlüğü'ne gönderilen tabloların piyasa değerinin yaklaşık 3 milyon dolar olduğu öğrenildi. Adliyeye sevk edilen zanlılar, ifadelerinin ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Habertürk, 16.09.2010

BURSA'NIN TARİHİ HANLAR BÖLGESİ, RESTORE EDİLİP GELECEĞE TAŞINACAK

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi, kentin yaşayan canlı bir tarih şehri olması için bugüne kadar yapılan en kapsamlı çalışmayı hayata geçiriyor. Büyükşehir Belediyesi, tarihi çarşı ve hanlar bölgesinin ayağa kaldırılması konusunda Şehir Plancıları Odası ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi Başkanlığı ile birlikte bir protokole imza attı. Bursa'nın tarihi hanlar bölgesi ve Reyhan Mahallesi özgün haliyle önümüzdeki yüzyıllara taşınacak.

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, tarihi kent merkezinin çekirdeğini oluşturan hanlar bölgesi ve Reyhan Mahallesi'nin özgün haliyle yaşatılmasını hedefleyen protokolü, Şehir Plancıları Odası Bursa Şube Başkanı Füsun Uyanık ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Nizamettin Kaya ile birlikte imzaladı. BURULAŞ işletme merkezinde gerçekleştirilen imza törenine, Büyükşehir Belediyesi Başkanı Erdem Saker, Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Recep Demirhan ile Büyükşehir Belediyesi bürokratları katıldı. Kentin köklü tarihini yaşatacak olan çalışmalarına, meslek odalarını da dahil ettiklerini anlatan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Bursa'nın gelişmesi için kentte yaşayan herkesi çalışmalarına destek olmaya çağırdı. Bursa'nın eski çağlara kadar uzanan kimliğine can veren özelliklerini ortaya çıkaracak projelerde dünyaca ünlü uzmanlardan yararlandıklarını da hatırlatan Başkan Altepe, şöyle konuştu: "Kentin tarihi mekanlarından olan hanlar bölgesi, şehrin kalbi. Hanlar, hamamlar, medreselerin bulunduğu, tarihteki ilk mesleki örgütlerin kurulduğu, geleneksel sanatların yaşatıldığı bu alan, özelliklerine rağmen yeterince değerlendirilemedi. Bölgenin, UNESCO dünya tarihi kültür mirası kriterlerine uygun olmasına çalışıyoruz. Bursa hepimizin, bu değerler hepimizin."

 

Bursa'da ana aksların Büyükşehir Belediyesi'nin çalışmalarıyla düzenlendiğini hatırlatan Başkan Altepe, kent ziynetlerinin tahsis, yap işlet devret modeli, kiralama veya kat karşılığı olarak değerlendirildiğini ifade etti. Bursa'da somut çalışmaların yanı sıra soyut değerlerin de yaşatıldığına dikkat çeken Başkan Altepe şöyle devam etti: "Türkiye'de örnek olacak çalışmalarımıza devam ediyoruz. UNESCO'nun örnek saydığı çalışmalarımızı diğer kentler bizden çok sonra uygulamaya başladılar."

 

Reyhan bölgesinin en geri kalmış yerlerden olduğunu kaydeden Başkan Altepe, "Bursa'da yaptığımız çalışmalarla vatandaşlar kentin her sokağında gezerken zevk duyacak. Bu bölge de örnek, gece gündüz yaşayan bir mekan olacak. Bu faaliyetlerimiz için dünyaca ünlü mimar Maksimiliano Fuksas ile çalışıyoruz. Bursa için önemli ve güzel bir adım olacak." ifadesini kullandı. Başkan Altepe, Cumhuriyet Caddesi'nde gerekli noktaların yenileneceğini, caddenin baştan başa nitelikli bir yapıya kavuşturulacağını, eldeki planlar doğrultusunda bölgedeki yapıların orijinal hale getirilerek, 200-300 yıllık tarihin bugün de yaşatılacağını ve yapıların özüne uygun olarak korunacağını sözlerine ekledi. Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Nizamettin Kaya da hanlar bölgesinin dünya için çok önemli olduğunu belirterek, "Çok önemli, geleceğe ışık tutacak bir alan. Bugünkü çalışmalarımızla bölgeye işlevsellik kazandırmaya yönelik önemli bir adım atmış olacağız." dedi.

 

Şehir Plancıları Odası Bursa Şube Başkanı Füsun Uyanık ise, "Tarihi hanlar bölgesi, Bursa'nın kalbi niteliğindeki bir ticaret merkezidir. Bugüne kadar bu bölgeyle ilgili yapılan çalışmalar yetersiz kalmış. Bugün daha yerinde yapılacak planlarla ve bölgede bütünlük gerektiren bir disiplinle çalışacağız." diye konuştu.

 

Uyanık ve Kaya, bu önemli çalışmaya meslek odalarını da dahil eden Başkan Altepe'ye teşekkür ederek, protokolü imzaladılar. Protokole göre, meslek odaları çalışma grubu içinde uzman kişiler görevlendirecek, çalışmalarla ilgili sergi, konferans ve sunumlar yaparak, danışmanlık yapmak, bölgenin sosyal, ekonomik, fiziksel, altyapı, üstyapı ve ulaşım gibi konularda detaylı analiz ve fizibilite çalışmalarının değerlendirilmesiyle oluşacak stratejik planın hazırlanması noktasında çalışmalar yapacak.

Zaman, 16.09.2010

BİNLERCE YILLIK İSKELETLERİN BULUNDUĞU KAZI ALANI ARKEOPARK OLUYOR

 

Bursa’nın Nilüfer İlçesi Akçalar Aktopraklık Höğüyü’nde 2004 yılında yapılan kazı çalışmalarında elleri arkadan bağlanmış 3′ü çocuk 5 kişinin iskeletine ulaşılan bölgede kurulması planlanan arkeoparktaki çalışmaların bu sene içerisinde bitirilmesi hedefleniyor.

 

İstanbul Üniversitesi tarafından 2004 yılından bu yana Akçalar Aktopraklık Mevkii’nde ‘Güney Marmara Arkeoloji Projesi’ kapsamında yürütülen kazıların yapıldığı bölge açık hava müzesine dönüştürülecek. Kazı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Kurul, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ile bir araya gelerek, çalışmaları değerlendirdi.

 

Doç.Dr. Kurul, Aktopraklık Mevkii’nde 6 yılı aşkındır arkeolojik kazı, değerlendirme ve çevre araştırmalarının yapıldığı bölgenin arkeoloji parkı haline dönüştürülmesiyle ilgili heyecanlı olduklarını söyledi. Bölgede her yıl ortalama 2,5 ay süren arkeolojik kazı çalışmalarında bulunduklarını belirten Doç.Dr. Kurul, “Bölgede 8 bin 500 yıllık bir tarih yatıyor. Çalışmalarımız Bursa’nın geçmişini aydınlatmasının yanı sıra tüm insanlığa sunulacak bilgileri kapsıyor. Daha önce hendekle çevrilmiş yerleşim alanlarını bulduğumuz bölgede elleri arkadan bağlı 2 yetişkin ve 3 çocuğun iskeletini bulduk. İsketeler bir yetişkin kadın ve bir erkek ile bunların bacaklarının arasında yaşları 3-5 arasında olduğu tahmin edilen 2 çocuğun iskeletini de bulduk. Bu iskeletlerin biraz ilerisinde bir çocuğun iskeletine daha ulaştık. Tahminlerimize göre çocuklardan birisi ‘domuz bağı’ ile bağlanarak infaz edilmiş” dedi.

 

Arkeopark’ın bu sene içinde tamamlanacağını belirten Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ise tarih başkenti Bursa’nın her konuda diğer kentlere ve ülkelere örnek olması gerektiğinin altını çizdi. Avrupa ülkelerinin 80-100 yıllık tarihi miraslarıyla dünya vitrinine çıktıklarına işaret eden Altepe, “Bursa ise tarihin her döneminin izlerine sahip olan bir şehir. Arkeopark projesi Bursa’nın yanı sıra Anadolu’nun tarihine de ışık tutacak. Projenin Bursa’nın kültürel birikimine ve turizmine önemli ölçüde katkı sağlayacağını düşünüyorum. Arkeopark tamamlandığında şehrimiz turizmine ayrı bir hareketlilik gelecektir.” diye konuştu.

Zaman, 16.09.2010



******


8 BİN 500 YILLIK DOMUZ BAĞI

 

 

Yaklaşık 8 bin 500 yıl öncesine ait Aktopraklık Höyüğü’ndeki kazılarda elleri ve ayakları ‘domuzbağı’ yöntemiyle arkadan bağlı 2 yetişkin ile 3 çocuğun iskeletleri bulundu.

 

Bursa’da 8500 yıllık tarihe sahip Akçalar Mevkisi’ndeki Aktopraklık Höyüğü’nde yapılan kazılarda elleri arkadan bağlanmış 2 yetişkin ile 3 çocuğun iskeletleri bulundu. Kazı ekibinin başkanlığını yapan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Karul, şu bilgileri verdi:

“Bir kadın ve bir erkek ile bunların bacaklarının arasında yaşları 3-5 arasında olduğunu tahmin ettiğimiz 2 çocuğun iskeleti. Bunlardan bağımsız, ancak hemen yanlarında bir çocuğun iskeleti daha. Çocuklardan birisi ‘domuz bağı’yla bağlanmış. Gözlemlerimize göre iskeletler bir aileye ait. Bunların ellerinin bağlanması, öldürüldüklerini ya da kurban edildiklerini gösteriyor. Kaç yıllık olduğu, aileye ait olup olmadığı gibi birçok bilgiye uzun sürecek analizlerin ardından ulaşabileceğiz. Net bir şey söylemek çok zor, ancak bir cezalandırmadan söz edilebilir.”

Hürriyet, 17.09.2010

NEMRUT DAĞI'NDAKİ HEYKELLERİN ONARIM ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

 

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında 2007 yılında imzalanan 'Kommagene -Nemrut Koruma ve Geliştirme Programı' kapsamında, Nemrut Dağı'nda başlatılan bilimsel çalışmalar bu yılsonunda rapora bağlanacak.

 

 

Nemrut Dağı'ndaki heykellerin onarım çalışmaları devam ediyor. Daha önce yabancı bilim adamları tarafından onarılmaya çalışılan heykeller, yaşanan başarısızlığın ardından 3 yıldır Türk bilim adamları tarafından onarılıyor.

 

Bu ay içerisinde Türk bilim adamlarından oluşan yaklaşık 30 kişilik bir ekip, son aşamasına gelinen çalışmalarına devam etmek için Adıyaman'a gelecek. UNESCO tarafından dünyanın 8. harikası olarak gösterilen 2206 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağının zirvesinde bulunan heykelleri koruma altına alabilmek için bakterili koruma yöntemi dahil çeşitli yöntemler deneyen bilim adamları, bu yılın sonunda yapılan çalışmaları bir rapor şekline getirecek.

 

3 yıldır yapılan çalışmaların iyi sonuç verdiğini dile getiren Kültür ve Turizm İl Müdürü Mustafa Ekinci, sonucun az mı yoksa çok mu iyi olduğuna çalışmalara katılan bilim adamlarının karar vereceğini söyledi.

 

Nemrut Dağı'ndaki heykellerin 2000 yıldır doğal haline bırakıldığını belirten Ekinci, doğru yöntem seçildiği takdirde heykeller 2000 yıl daha doğal haline bırakılabilir dedi. Onarım çalışmalarında eserleri heder etmek istemedikleri için hassas çalıştıklarını ifade eden Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci: "Nemrut Dağının zirvesinde bulunan heykellerin onarımı bugüne kadar yapılmamış bir yöntem ile yapılmaya çalışılıyor. Diğer tarihi eserlere uygulanan onarım ve koruma yöntemleri bu heykellere uymuyor. Bu heykeller için bilim adamlarımız farklı bir yöntem geliştirdi. Bu ay içerisinde bilim adamlarımız Adıyaman'a gelecek ve çalışmalarına devam edecekler" dedi.

Öte yandan Nemrut Dağı eteklerinde yapılması planlanan hizmet evi ve kent merkezinde bulunan tarihi tuz hanındaki çalışmalar hakkında bilgiler de veren Ekinci, ödeneklerin çıktığını belirtirken, şunları söyledi: "Hizmet evinin ihalesi yapıldı. İhaleyi kazanan firma da belli oldu fakat başka bir firma ihaleye itiraz etti. Sonuç olarak Kamu İhale Kurumundan gelecek sonucu bekliyoruz. Sonucunda bir aya yakın bir tarihte bize bildirileceğini düşünüyorum. Tuz Hanı'yla ilgili de kamulaştırma yapılır yapılmaz kazmayı vuracağız. Ödenek hazır, İl Özel İdare'den kamulaştırma bekliyoruz."

Turizm Gazetesi, 16.09.2010

MÜZELERDE 'SIR' İHALE

 

 

Aralarında "İstanbul Ayasofya Müzesi, Topkapı ve Harem Bölümü, Efes Örenyeri, Göreme Açık Hava Müzesi"nin de bulunduğu, Türkiye'nin en önde gelen 48 müze ve örenyerinin gişe kontrol sistemlerinin özelleştirilmesi ihalesi başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, ihaleye kaç firmanın katıldığı ve bunların isimleri dahil ana bilgilerini açıklamazken, Cumhuriyet’e bilgi veren bir bakanlık yetkilisi, “Bakanlık bundan önce yapılan müze ve örenyerlerinin satış mağazaları ihalesinde olduğu gibi bu ihaleyi de basından ve kamuoyundan kaçırıyor” diye konuştu.

Şartnameye göre ihaleyi alan yüklenici, aynı zamanda işi denetleyecek. Yüklenici teklifiyle bilet fiyatları artabilecek, şartnamede belirtilmeyen “yeni ürün ve alanlar” da pazarlanabilecek. Bakanlık yetkilileri, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın 28 Haziran’da duyurduğu ihaleye Cumhuriyet’in ısrarlı sorularına karşın, şimdiye dek kaç firmanın katıldığı ve katılan firmaların bilgilerini vermedi.

Yetkililer, “İhalede şimdiye kadar kaç firma teklif verdi, bu firmalar kimler, ihale süreci nasıl işleyecek” sorularını, “Bu bilgilerin tümü sonuç aşamasında açıklanacak.

Bu süreçten önce bilgi vermemiz kesinlikle yasak. İhale süreci başladı, bir hafta devam edecek” şeklinde yanıtladı. İhalenin basına kapalı yapılması ve Anadolu Ajansı tarafından da izlenmemesi dikkat çekti.

Bakanlığın ihale şartnamesine göre zorunlu belgeleri uygun bulunan istekliler, dünden itibaren birer saatlik sunumlarla “Faaliyet Projesi Teklifleri”ni sunacak. Şartnameye göre her işgünü en fazla dört sunum yapılacak. Bakanlık yetkililerinin ihalenin bir hafta kadar süreceğini belirtmelerinden, ihaleye 15-20 firmanın katıldığı sonucu çıkıyor.

İhale şartnamesinin bazı hükümleri ise şöyle:

Kültürel miraslar ‘işyeri’ oldu: Şartnamede müze ve örenyerleri “işyeri” olarak tanımlandı.

Yüklenici aynı zamanda denetleyici: Şartnameye göre “mal ve hizmetler anlamında yüklenici faaliyetlerini denetleyecek” Proje Denetleme Grubu (PDG) üyeleri arasına, yüklenicinin atayacağı Proje Geliştirme Grubu (PGG) başkanı da katılıyor. Böylece projeyi denetleyecek grup içinde yüklenicinin elemanı da bulunacak.

Giriş fiyatları artabilecek: Şartnamede “fiyat belirlemeleri Bakanlık tarafından yapılacak, yüklenici belirtilen konularda teklif getirebilecektir” denilerek müze ve örenyerlerine girişlerdeki fiyatların artırılmasının önü açıldı.

İhale kapsamı genişletildi: Şartnameye “başta İstanbul olmak üzere, İzmir, Antalya, Muğla, Nevşehir illerindeki ziyaret alanlarına veya kültür turizmine hizmet edecek başkaca alanlara” ifadesi eklenerek, 48 müze ve örenyeri dışındaki yerler de ihale kapsamına alındı.

Gelirde sınır yok: Şartnamede sayılan gelirlerin yanı sıra “başkaca gelir elde edilmesi”nin de “mümkün olup teklif edilebileceği” ifade edildi.

Cumhuriyet, Haber: Sela Güneysu - Murat Kışlalı, 16.09.2010

KYME KAZILARI HIZLA DEVAM EDİYOR

 

 

28 yıldır sürdürülmekte olan Kyme kazılarına bu yılda önemli bir ivme kazandırılarak hızla devam edildi.

 

1982 Yılında Catania Üniversitesince ve Od. Prof. Sebastiana Lagona başkanlığında başlatılan kazı çalışmalarına 2008 Yılından bu yana Calabria Üniveritesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Antonio La Marca başkanlığında, sürdürülmektedir.

 

La Marca, Ören yerinin giderek teşhir edilebilir düzeye geldiğini ve Aliağa turizmine önemli bir katkı sağlayacağını belirterek, sponsor katkılarının önemine değindi.

 

Kazının hızlandırılmasında sponsorlardan alınan maddi desteğin önemli bir yeri olduğunu belirten La Marca, maddi destek veren başta Aliağa Belediyesi olmak üzere, Eldor di, Pasova Laporte gibi İtalyan firmalarının yanı sıra, Nemrut’ta iskelesi olan, Ege Gübre, İDÇ, Şimşekler ve Batıçim gibi Türk firmalarına teşekkür etti. Diğer firmaların da aynı hassasiyeti göstermeleri halinde Kyme’nin kısa sürede gün yüzüne çıkarılacağını söyledi.

 

Kyme’nin bilindiği gibi MÖ 8. yy. ile MS 12. ve 13. yy. dönemi arasında Geç Hellenistik Çağ, Geç Roma ve Bizans Dönemi yapıları barındıran17 asırlık bir geçmişe sahip, Aiolis’in en büyük bir ticaret merkezi ve limanı olduğunu belirtti.

 

Kyme kazı başkanı Prof. La Marca geçmiş yıllarda bir kısmı gün yüzüne çıkarılan Agorada genç Roma dönemine ait Nekropol(mezarlık), Tiyatro alanında; Orkestra ( Sahne) ve bir Stoanın ( Barınma alanı, dinlenme yeri) bir bölümü ile, güney tepede bulunan Hellenistik- Roma dönemine ait villanın bir bölümünün çıkarıldığını, 2010 yılı kazılarında da aynı alanlarda kazılara devam edilerek, önemli ve yeni buluntular elde edildiğini söyledi.

 

Roma Dönemi Agoranın ( Pazar yerinin) büyük bir bölümünün daha kazılarak, mezarların ortaya çıkarıldığının da altını çizen Marca, “. Mezarlığın kazısı büyük oranda tamamlandı. Agora, geçmiş dönemlerde, kentin merkezinde bulunan, ticari, siyasi ve sanatsal aktivitelerin yürütüldüğü alanlar olarak kullanıldığını vurgulayan La Marca, agoranın yanı sıra, yine İ.S. 5-7. yy a ait olduğu düşünülen Nekropolis (Mezar) çıkartıldı.

 

Yine Agora alanında, liman alanındaki Orta Çağ kalesi ile çağdaş 250-300 m2 büyüklüğünde bir yapı ortaya çıktı. Aynı alanda Erken Bizans dönemine ait 3 farklı Şapele ( Küçük Kilise) ait temeller bulundu” dedi.

 

La Marca, yapılan kazılarda, Agora alanının MÖ 8. Y.Y. dan MS 12. y.y a kadar kullanıldığı, bu 2000 yıllık süreçte, 14-15 farklı evrenin yaşandığı tespitinde bulundu. Agora alanındaki bu bulguların yanı sıra, Stoa (üstü kapalı, sütunlu dinlenme ve barınma yeri) alanında da kazıların sürdürüldüğünü, çok önemli bulgulara ulaşıldığını belirten La Marca;”Önceki kazılarda stoanın çok az bir bölümünü, bu yılki kazılarda ise, 14m. eninde ve 125 m. uzunluğunda bir yapı olduğu ortaya çıktı. Bu haliyle Kyme stoasının dünyadaki en büyük stoası olduğu anlaşılmıştır.” Diyerek sözlerini şöyle sürdürdü.”Hellenistik Roma villasında sürdürülen kazılarda, bu villanın yaklaşık 300 m2 ‘lik bölümü ortaya çıkarıldı. Kuzey Tepe olarak adlandırılan alanda yapılan kazılarda ise; çok sayıda pişmiş toprak heykelcikle, Hellenistik döneme ait sur duvarının devamı ortaya çıkarıldı. Böylece Hellenistik dönemde Kyme’nin bır sur ile çevrili olduğu anlaşıldı” diyerek ”Uzun bir aradan sonra, bu yıl Kyme Limanı'nda su altı araştırmalar yapıldığını, bu çalışmalar sonucunda limanın deniz altında 300 m. Devam ettiği, anlaşılmıştır. Ayrıca, deniz kıyısına paralel olarak uzanan 90 m. uzunluğunda stoa benzeri bir yapı tespit edilmiştir.” dedi.

 

Antonio La Marca, kazıların hızlandırıldığını, öte yandan da, geçmiş yıllarda gün yüzüne çıkarılan, kalenin restorasyonuna devam edildiğini belirterek, bu yapılan restorasyonla, insanların kale üzerine çıkıp, hem kaleyi, ve hem de Kyme’yi daha yüksekten izleme olanağına kavuşturulduğunu belirterek, “sponsorlardan önemli bir destek alındığını böylece hem kazı evinde hem de kazı alanında restorasyon işlerine hız verildiğini bu sayede de, çıkarılan eserler hem orijinine uygun hale getiriliyor, hem de gün yüzüne çıkarılmış eserlerin doğa ve başka dış etkilerden korunmasını sağlamasının eserin daha iyi algılanmasına da katkı sağlamış oluyor.” dedi.

 

Aliağa’nın 15 Km. kuzeyinde bulunan antik Aigai ören yeri kazılarını yürüten Prof.Dr. Ersin Doğer, Kyme kazılarına bir nezaket ziyaretinde bulundu. La Marca ile birlikte yapılan kazıları gezen Prof. Ersin Doğer; geçmişte kendisinin de arkeolog olarak katıldığı, Kyme’ye bir nezaket ziyaretinde bulundu.

 

Gezi sırasında temelleri bu yıl ortaya çıkartılan, ama sütunları bulunamayan stoa ve diğer yapılarda sütuna rastlanmadığınla ilgili olarak şu görüşleri dile getirdi. “Kyme’nin taşları İstanbul camilerinde ” dedi. Ersin Doğer ” Osmanlı, İstanbul’u fethinden itibaren İstanbul’daki bir çok camiyi Ege’deki ören yerlerinden getirttiği taşlarla inşa etmiştir. Fatih’in amirallerinden Yusuf Paşa 1457′lerde, Ege kıyılarındaki ören yerlerini yıkarak, mermer sütunlarını ve değerli taşları İstanbul’a taşınmış, cami ve kemer inşaatlarında kullanılmıştır. Kyme ve Foça, Efes, Halikarnasos ( Bodrum) Kentlerin mermer ve düzeni taş bloklarının İstanbul’a taşınarak Oradaki Osmanlı inşaatlarında kullanılmıştır” diyerek sözlerini sürdürdü. “Onun için dikkat edilirse, Kıyıda kurulu ören yerlerinde sütun ve benzeri yapılara rastlama pek mümkün olmamaktadır.” dedi.

Aliağa Ekspres, 16.09.2010

SAMAN, KÜL VE TUZLA RESTORASYON

 

Tarihi Van Kalesi'nin zirvesinde bulunan Süleyman Han Camisi, 476 yıl aradan sonra saman, tuz ve küllerin kullanıldığı özel bir çamur karışımıyla restore edildi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Şahabettin Öztürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Süleyman Han Camisi'nin yapım tarihinin kesin olarak bilinmediğini söyledi. Resmi kayıtlara göre caminin, 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından ciddi bir onarıma tutulduğunu ifade eden Öztürk, şöyle devam etti:

''Hatta bu onarımda Mimar Sinan'ın da yer aldığı bilinmektedir. Eski Van kentinden 100 metre yükseklikteki kalenin hakim tepesinde kurulan Süleyman Han Camisi, kullanılan malzeme ve gerekse yapım tekniği ile Anadolu'nun birçok yerinde yapılan camilerden farklı bir görünüme sahiptir. Bu farklılığın nedeni ise kullanılan malzemedir. Geleneksel Van sivil mimarisinde bolca ahşap ve kerpiç kullanılmıştır.''

Süleyman Han Camisi ile ilgili kazı çalışmalarının, 1983-1984 yıllarında yapıldığını anlatan Öztürk, şöyle konuştu:
''Kazılar sonucu bazı veriler ortaya çıkarılmış olsa da çok ciddi bir çalışma yapılmadığını görüyoruz. Van Valiliği tarafından 2008-2009 yılları arasında hazırlanan proje kapsamında, bu yıl restorasyon çalışmaları yapıldı.''      

Restorasyonu üstlenen firmanın şantiye şefi Adnan Vural ise çalışmalarda, 50 kişilik ekibin görev aldığını ifade ederek, şöyle devam etti:
    
''50 kişilik bir ekiple dönüşümlü olarak gece ve gündüz çalıştık. Camide sivil mimari örneklerinde kerpiç ahşap karışımı malzemeler var. Ağırlıklı olarak kerpiç malzeme bulunmakta. Biz de restorasyonda 20 bin kalıp kerpiç kullandık. İçine saman, odun külü ve tuz katarak oluşturduğumuz çamur karışımını restorasyonda kullandık. Tavana ise ahşap döşedik. Kalenin zirvesine malzeme gönderebilmek için asansör kullandık.''

Yapı, 16.09.2010

İTALYAN AKADEMİSYENLER AYASOFYA'NIN İZLERİNİN PEŞİNDE

 

İtalya'nın iki üniversitesinden ikisi profesör üç bilim insanı, Kırklareli'nin Vize İlçesi'nde cami olarak kullanılan Ayasofya Kilisesi'nden çıkarılan mimari eserler üzerinde bilimsel çalışma yapmaya başladı. Kırklareli Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Akkaya, müzede basın mensuplarına yaptığı açıklamada, 8 yıldır İstanbul Ayasofya Müzesi'ndeki eserler üzerinde araştırmalar yapan İtalya'nın çeşitli üniversitelerinin öğretim üyelerinden oluşan bir grubun, bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan izinle Kırklareli'nin Vize İlçesindeki Ayasofya Kilisesi'nin kurtarma kazılarında çıkarılan Bizans, Roma ve Osmanlı dönemine ait mimari eserler üzerinde bilimsel çalışma yaptıklarını söyledi.

Kırklareli Müzesi'ndeki mimari eserler ve envanter kayıtları üzerindeki çalışmanın, Roma Tor Vergata Üniversitesi'nden öğretim üyesi Prof.Dr. Claudia Barsanti ve aynı üniversiteden öğretim üyesi Doç.Dr. Silvia Pedone ile Roma Sapienza Üniversitesinden öğretim üyesi Prof.Dr. Alessandra Guiglia tarafından sürdürüldüğünü ifade eden Akkaya, üç öğretim üyesinin yaptığı çalışmaların bilimsel kongrelerde bildiri olarak sunulacağını belirtti.

Müze Müdürlüğü'nün işbirliğiyle yürütülen çalışmalarda grubun, Vize İlçesi'ndeki Ayasofya Kilisesi'nde de incelemelerde bulunacağını anlatan Akkaya, ''Elde edilen veriler, Kültür ve Turizm Bakanlığının yayın organlarında yer alacak. Kırklareli, bu yönüyle Roma Üniversitelerinde de en iyi şekilde tanıtılacak. Bir hafta sürecek çalışmalar, gelecek yıl daha uzun bir süreye yayılacak. Bu çalışmayla Kırklareli ve Vize'nin Bizans, Roma ve Osmanlı dönemlerinin bilinmeyen yönleri ortaya çıkarılacak. Vize Ayasofya'sının MS 6. yüzyılda yapılmış ve aynı tarihe ait İstanbul'daki dünyanın 8. harikası durumundaki Ayasofya ile ortak özellikleri dile getirilecek'' dedi.

Araştırma ekibi, müzedeki Bizans, Roma ve Osmanlı dönemine ait mimari kalıntıların çizimini ve fotoğraflarını çekerek, tarihlendirmeye çalışıyor.
    
Vize Ayasofyası'nın tarihçesi    
Gazi Süleyman Paşa Camisi ismi ile tanınan yapı, MS 5-6. yüzyıllarda antik bir yapının kalıntıları üzerine bazilika planında yapılmış bir Bizans kilisesi. Bu yapı aynı zamanda Küçük Ayasofya olarak da tanınıyor. Ahşap çatılı taş ve tuğladan yapılmış, üç apsidli bu yapının içerisi ilk yapımında üçer sütunlu iki dizi ile üç nefe ayrılmış, sonraki yıllarda bu sütunların yerini payeler almıştır. Üzerini örten ahşap çatı ise bir süre sonra yıkılmış 7-8. yüzyıllar da buraya yüksek kasnaklı bir kubbe yapılmış. Bu kubbenin dışında kalan yerler de tonoz örtülü. Değişik dönemlerde yapılan onarımlar sonucunda bu camide farklı bir plan düzeni ortaya çıkmış. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde yapılan onarımlar yapının orijinalliğinden büyük ölçüde uzaklaşmasına neden olmuş. Mimari yönden bakıldığında yapının altı bazilika, üzeri de kapalı Yunan haçı planında.
    
Hadım Süleyman Paşa, Vize Ayasofya'sını 16. yüzyılda camiye çevirmiş ve içerisine apsise göre biraz daha güneyine mihrap, minber ve narteksin güney duvarına da bir minare eklemiş. Minber günümüze gelememiş. Mihrabın üzeri geometrik kalem işleri ile bezenmiş. Caminin ahşap mahfillerinde ve üst kata çıkan merdivenlerinin yalnızca izleri görülüyor.

15-20. yüzyıllarda içerisi kalem işleri ile bezenen yapının 1952-1953 yıllarında onarılması kararlaştırılmışsa da bu işlem uzun süre geciktirilmiş ve 1980'li yıllarda restore edildi.

Yapı, 16.09.2010

PARION ANTİK KENTİNDEKİ BRONZ AMFORA GÖRÜCÜYE ÇIKTI

 
Çanakkale’nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'ndeki Parion antik kentindeki kazılarda bulunan MÖ 4. yüzyıla ait tarihi bronz amfora, görücüye çıktı.

 

Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürü ve Arkeolog Tevhid Kekeç, Çanakkale Arkeoloji Müzesinde sergilenen bronz amforanın tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, bronz amforanın 2005 yılı Parion antik kenti kazıları sırasında kentin güney nekropolünde bulunduğunu belirtti.

 

Otuz dört santimetre yüksekliğindeki amforanın dışa döndürülmüş ağız bölümünde yumurta ve ok dizisi, onun altında ise bezemesiz boyun bölümü bulunduğunu anlatan Kekeç, ”Omuz bölümü dil motifiyle süslenmiş amforanın gövdesindeki ana sahnede tanrı Dionysos’un dinsel seremonisi içinde kendinden geçmiş şekilde dans eden Satyr ve Menad figürleri işlenmiştir” dedi.

 

Kekeç, saçları dağılmış şekilde işlenen figürlerin ellerinde Thyrsos ve meşaleler, sırtlarında arkaya doğru savrulmuş panter postu bulunduğunu ifade ederek, şöyle konuştu: ”Aplik olarak yerleştirilmiş iki kulpta, 2 adet uzun dil motifi, altında bir sıra nokta dizisi ve İonik Kyma ve onun altında da çok iyi bir işçiliğe sahip Eros figürleri görülmektedir. Eros figürlerinin ikisi de başlarını sola çevirmiş ve sol ayakları öne atılmıştır. İkisinin de göğüslerinde çapraz bantlar vardır. Bu çapraz bantlar yanında figürlerin bileklikleri ve halhalları da gümüşten yapılmıştır. Genel görünüş bakımından birbirine çok benzeyen Eroslardan daha fazla tahrip olanının sol elinde koç başlı Ryton ve sağ elinde Oinochoe bulunurken, diğer Eros figürünün sol elinde deniz kabuğu ve sağ elinde çelenk bulunmaktadır. Çok özel bir işçiliğe sahip kabın kaidesi de İonik Kyma ile süslenmiş ve üçgen ayrıntılar içinde yine gümüş kullanılmıştır. Tüm ayrıntılarıyla dikkat çeken bronz amfora MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmektedir.”

 

Bilim, Sanat ve Kültür Etkinlikleri Derneği (ÇABİSAK) Başkanı Saim Yavuz, 15-29 Eylül tarihleri arasında sekizincisi düzenlenen ”Çanakkale Troas Arkeoloji Buluşması” etkinlikleri çerçevesinde önemli bir sergilemeyi gerçekleştirdiklerini bildirerek, ”Çanakkale Arkeoloji Müzesinde Parion antik kenti kazılarında elde edilen özel bir eser sergilenecek. Bu eser özel olarak arşivlerden çıkartıldı. 29 Eylüle kadar sergilenecek” dedi.

 

2005 yılında başlayan Parion antik kent kazıları, halen Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran başkanlığındaki bir ekip tarafından sürdürülüyor.

Cumhuriyet, 16.09.2010

OSMANLI ARKEOLOJİSİNİN BİLİNMEZLERİ

 
Osmanlı medeniyetinin küresel tarihin mantıklı bir uzantısı olduğuna inanan tarihçiler, tarihimizi yeni baştan yazıyorlar. Artık bu çabaya arkeoloji de dahil oldu...

1980'lerin sonlarına kadar arkeologlar yalnızca uzak geçmişle ilgilendiler. Bundan en çok Ortaçağ medeniyetlerinin bir numarası olan Osmanlı İmparatorluğu zarar gördü. Bu yüzden günümüzde mesela Hititler'i, Frigler'i gündelik hayatlarına varıncaya kadar biliriz de Osman Gazi'nin Söğüt'e ne zaman, nereden geldiği hala meçhulümüzdür. Çünkü Osmanlı yadigarı, Cumhuriyet'ten sonra beslenilecek bir kaynak yerine rejim için bir tehdit olarak algılandı. Yaklaşık bir asırdan beri yakamızdan düşmeyen bu kompleks yüzünden koskoca Osmanlı, üniversal araştırmalara kapandı, Vakıflar Kurumu'nun şefkatine, Anıtlar Kurulu'nun merhametine terk edildi.

 

Son yıllarda yerli - yabancı bazı tarihçiler, ancak yurtdışında ve bilhassa Amerikan üniversitelerinde Osmanlı İmparatorluğu'nun geçmişine dair yeni açılımlar ortaya koymaya başladılar. Chicago Üniversitesi'nde Halil İnalcık, Harvard Üniversitesi'nde Cemal Kafadar, Princeton Üniversitesi'nde Heat W. Lowry ve öğrencileri, yaptıkları çalışmalarla Osmanlı'nın kuruluşuna dair pek çok bilinmezi aydınlattılar. Hatta bazı "doğru bildiğimiz yanlışlar"ı da düzelttiler. Bunlardan bazıları popüler basında birinci sayfa haberi olacak kadar ilgi gördü. Mesela doğru bildiğimiz yanlışlardan biri Osmanlı Devleti'nin 1299 yılında Söğüt'te kurulduğuydu. Oysa gerçek kuruluş tarihinin 27 Temmuz 1303 olduğu, kurulduğu yerin de bugün Yalova'nın bir köyü olan Koyunhisar olduğu meydana çıktı. Hatta bu yüzden, her yıl kuruluş şenlikleri düzenleyen Söğüt Belediyesi ile bundan böyle şenliğin kendileri tarafından düzenleneceğini ilan eden Koyunhisar muhtarı arasında basında ağız dalaşı bile yaşandı.

 

Bugün Osmanlı medeniyetinin, küresel tarihin mantıklı bir uzantısı olduğuna inanan tarihçiler, Bizans, Ermeni, Fars, Arap, Rus kaynaklarından yaptıkları karşılaştırmalarla tarihimizi yenibaştan yazıyorlar. Artık bu çabaya arkeoloji de dahil oldu. Günhan Danışman'ın "Osmanlı Arkeolojisi" adlı kitabından öğrendiğimize göre, Osmanlı mirasının Misak-ı Milli sınırları dışında kalan topraklarında "yabancılar" bizim için arkeoloji çalışmaları yapıyorlar: "Brumfield'in Girit'teki yüzey araştırması, köy evleri, tahıl ve zeytin değirmenleri, üzüm ezimevleri ve ekmek fırınları yoluyla yerel halkın Osmanlı yönetimiyle olan ilişkilerini ortaya koydu.

 

Ziadeh-Seely'nin Filistin'deki Ti'innik Köyündeki kazıları, bir yandan Osmanlı dönemi katmanlarının mimari zenginliğini belirlerken, diğer yandan yerel halkın gündelik yaşamının ayrıntılarının ortaya çıkardı. Kuniholm'un Anadolu ve Balkanlar'daki Osmanlı dönemi ahşap yapıları üzerinde yürüttüğü (dendrokronoloji) yöntemiyle çok daha önceki dönemlerde Anadolu'da Türk yerleşmeleri olduğunu ispatladı. Baram'ın İsrail kazılarında bulduğu seramiklerle Carroll'un Anadolu'da bulduğu seramiklerin aynı olduğu anlaşıldı. Kızıldeniz'deki Sardana Adası batığından çıkarılan Çin porselenleri üzerindeki ‘Osmanlı mührü', uzun mesafelerle yapılan yaygın ticareti gösteriyor."

 

"Elalem" bizim tarihimize bu kadar meraklıyken, acaba Türk arkeologlar Osmanlı devrinin bilinmezleri için neler yapıyorlar? Galiba bu konuda halen sürmekte olan iki yüzey araştırması var; biri Eskişehir - Karacahisar'da, öbürüyse Kırklareli - Demirköy'deki Fatih Dökümhanesi'nde. Karacahisar'da bu güne kadar ortaya ne çıkarıldı bilmiyoruz ama Fatih Dökümhanesi hakkında bir şeyler söyleyebiliriz. Güya İstanbul'un fethi sırasında surları döven topların gülleler burada dökülmüş. Bu henüz kanıtlanamadı. Bir başka kanıtlanamayan rivayet ise, Karagöz'ün İstanbul'a gelmeden önce burada demirci olarak çalıştı. Bu söylentiler kazı alanını ilgi merkezi haline getirdi.

 

Dökümhanenin bir devlet işletmesi olduğunu gösteren en eski belge 1696 tarihli. Bölgede çalışmalar 2001'den beri sürüyor. Vaktiyle binlerce kişinin çalıştığı anlaşılan dökümhanenin Traklar'dan, Bizans'a oradan da bize geçtiği tahmin ediliyor. Buraya işçiler için bir mescid yapılmış. Bu restore kapsamında. Dökümhanede kılıç, kalkan, mızrak, havan topu, zincir, gülle, mermi, nal, pulluk gibi tarım aletleri üretilmiş. Kazı başkanı Prof.Dr. Günhan Danışman'ın zamansız ölümü nedeniyle 2009'da ara verilen çalışmalara bu yıl Mimar Sinan Üniversitesi'nden Doç.Dr. Nurcan Yazıcı başkanlık etti. Türk Bilim Tarihi Kurumu idarecisi Ekmeleddin İhsanoğlu ve Kırklareli Müzesi'nin de desteğini alan ekipte Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Hadi Özbal, İTÜ'den Prof. Gülsün Tanyeli, Erdoğan Canbaz, Mustafa Kaçar da yer alıyor.

 

Yerli - yabancı tüm bu çalışmalar, erken dönem Osmanlı arkeolojisinin çok zengin olasılıklarına işaret ediyor. İmparatorluğun her köşesinde yaşanan değişimin tarihsel ve toplumsal süreçlerinin tam olarak bir parçası olduğunu ortaya koyuyor ve tabii arkeologlarımıza bu konuda daha çok iş düşüyor.

Ntvmsnbc, 16.09.2010

İSTANBUL'DA DÜNYA KÜLTÜR MİRASI ZİRVESİ

 

Kongrede, kültürel mirası koruma ve Doğu Akdeniz konuları ele alınacak.

23. Uluslararası Tarih ve Sanat Eserlerini Koruma Enstitüsü (IIC - International Institute for Conservation of Historic and Artistic Works) Kongresi, ilk kez İstanbul'da düzenlenecek. Sabancı Üniversitesinden yapılan yazılı açıklamada, IIC'nin, iki yılda bir düzenlediği kongrenin Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nin iş birliğiyle 20-24 Eylül tarihleri arasında İstanbul'da gerçekleştirileceği belirtildi.

 

Sabancı Center'da yapılacak 23. IIC Kongresi'nde ''Kültürel Mirası Koruma ve Doğu Akdeniz'' konusunun ele alınacağı ve dünyanın en eski ve köklü uygarlıklarının doğum yeri olan Doğu Akdeniz'e ait kültür mirasının korunmasının tartışılacağı ifade edildi. Kongrede bildiri sunacak uluslararası uzmanların, Doğu Akdeniz topraklarını kültür mirası açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biri yapan eserlerin, arkeolojik alanların, sıra dışı mimari örneklerin bakımı ve korunmasıyla ilgili fikir alışverişi yapacağına işaret edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

 

''40'ın üzerinde konuşmacının katılacağı kongrede, 'sit alanı ve kent konservasyonu yönetimi', 'dokumalar, heykel, deri ve el yazmalarının korunması ve araştırılması' konuları ele alınacak. Toplantıda ayrıca, 'iç mekan resimleri, dekoratif yüzeyler, mozaik, duvar ve mezar resimleri konservasyonu', 'konservasyon tarihi ve tekniklerinin incelenmesi' konuları da anlatılacak. Uygulamaları ve bu alandaki ileri teknolojiyi karşılaştıracak konuşmacılar, gelişmeleri paylaşarak, Doğu Akdeniz'in eşsiz kültürel mirasının korunmasına dikkati çekecek.''

 

Açıklamada görüşlerine yer verilen Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer, ''Tarihsel değerlerin, geleceğin yaratılmasındaki büyük önemi tartışılamaz. Bu birikimin, gelecek nesillere aktarılabilmesi ise ancak kültürel mirasın korunmasıyla gerçekleştirilebilir. Özellikle hükümetlere ve yerel yönetimlere bu konuda çok iş düşüyor. Zira günümüzde artık gelişen teknoloji, her alanda olduğu gibi, kültürel mirasın korunmasında da yeni yöntem ve uygulamaların hayata geçmesine olanak tanıyor. Bu kongrenin, alanında dünya çapındaki uzmanları bir araya getirerek, kültürel mirasın önemine ve tüm yönleriyle korunmasına dikkati çekeceğine inanıyorum'' dedi.

 

1950 yılında kurulan ve tüm dünyadaki tarihi eserlerin ve sanat eserlerinin korunması için gerekli yöntem ve çalışma standartlarının uygulanmasını teşvik eden, uluslararası bağımsız bir kuruluş olan IIC'nin, iki yılda bir, belirli konular üzerine yoğunlaşan uluslararası kongreler düzenlediği ifade edilerek, bugüne kadar, aralarında Roma, Londra, New York, Washington, Paris ve Kyoto'nun da bulunduğu büyük şehirlerde kongreler gerçekleştirdiği kaydedildi.

Habertürk, 16.09.2010

KAŞ'A ETNOGRAFYA GALERİSİ

 

 

ÇEKÜL Vakfı ile Kaş Belediyesi'nin işbirliğiyle kurulan Kaş Kültür Evi'nde oluşturulan Kent Arşivi ve Etnografya Galerisi 24 Eylül'de açılıyor. Köy muhtarlarının desteğiyle bir araya gelen 10 kişilik halk komisyonunun topladığı tarihi objeler Kaş'ın yakın geçmişine de ayna tutacak.

 

Bölgenin zamana yenik düşerek kaybolan tarihi ve kültürel değerlerinin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla oluşturulan Kent Arşivi ve Etnografya Galerisi'nin yakın gelecekte müzeye dönüştürülmesi planlanıyor. Kaş Kültür Evi'nde 6 ayda oluşturulan galerinin açılışının ise 24 Eylül'de gerçekleştirileceği bildirildi.

 

Kaş Kültür Evi'nden yapılan açıklamada galeride yer alan objelerin tamamen bağışa dayandırılarak resmi kayıt altına alındığı ve bağışçıların Etnografik Galeri'de sergilenmek üzere ailelerine ait eski eser, kitap, fotoğraf, belge, doküman, alet, edevat, el işleri, giysi, eski dokuma, mutfak ve ev eşyaları gibi objeleri, sandıkta ya da dolap çekmecelerinde kalması yerine Kültür Evi'ne bağışlayarak, onların gün ışığına çıkarak herkes tarafından görünebilmesini sağlamış oldukları ifade edildi.

 

Açıklamada, "Bu doğrultuda verilen her bir obje, eşya, mutlaka kimden alındığı, kime ait olduğu veya kim tarafından kullanıldığı yanında yazılı olarak sergilenecektir. Ayrıca verilen eşya ve belgeye ilişkin tüm bilgiler ile veren kişinin imzalı dokümanı Kent Arşivi'nde tutulmaktadır. Böylelikle atalara ait emanetler en iyi şekilde korunarak emin ellerde hak ettiği biçimde değer kazanacaktır" denildi.

Antalya Kent Haber, 16.09.2010

YAŞAMIN İÇİNDE TARİHİ 'DRAMA'


Bornova Belediyesi, ilçenin merkezinde tarihi yeniden canlandıracak. Hükümet Konağı’nın hemen arkasındaki, 18’inci yüzyıldan kalma Dramalılar Köşkü, restore edildikten sonra turizme açılacak. Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır, 2 bin 500 metrekare arsa içindeki konağın, yapıldığı dönemi yansıtacak eserlerle donatılacağını, Osmanlı ve Rum yaşam tarzını yansıtacak ‘yaşayan müze’ye dönüştürüleceğini söyledi, şu bilgileri verdi:
1900’lerin havası burada solunacak
“Ziyarete gelenler, kendilerini 18. Yüzyıl’ın Drama’sında hissedecek. Avluda, döneme uygun kafeler olacak.  Köşk mutfağı, Osmanlı ve Rum lezzetlerini sunacak.  Ahıra atlar yerleştireceğiz. Görevli seyisler eşliğinde mini gezintiler yapılabilecek.

1920’li yılların Dramalı  Ailesi’nin fotoğrafları, konağın dört bir yanını süsleyecek. Balmumu heykeller de bulunacak. Osmanlı ve Levanten kültürünü en güzel şekilde sunacağız.”

Milliyet Ege, 16.09.2010

YAZLIK ILICASI, ANITLAR'DAN ONAY BEKLİYOR

 

 

Gölcük Belediye Başkanı Mehmet Ellibeş, Yazlık Ilıcası’nda proje aşamasının tamamlandığını, Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylanması sonrası uygulama çalışmalarının başlatılacağını açıkladı. Gölcük Belediye Başkanı Ellibeş, çalışmalarının olumlu sonuçlanması ve aksamaması halinde 2012 yılında bölgenin en sağlıklı termal kaplıca oluşumunun gerçekleştirileceğini vurguladı.


Gölcük yolu üzerinden 15 km güneyde Yeniköy sınırları içerisinde bulunan Yazlık Ilıcası’nın Bizans dönemine ait Ayazma’nın içinden çıkan su kükürtlü ve kalevi oligometalik sular grubuna girdiğini kaydeden Başkan Ellibeş, Cilt hastalıklarına iyi gelen Ilıcanın restorasyon ve çevre düzenlemesine ilişkin proje ihalesinin tamamlandığını açıkladı. Projenin Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylanması sonrası uygulama projesinin ihalesinin yapılacağını söyledi.


Yazlık Ilıcası’nda halen kullanımına devam edilen suyun tahlili yaptırıldı, sedatif analijezik endokrin fonksiyonları düzenleyici olduğu ve birçok hastalığa iyi geldiği, su sıcaklığının 22 Cº ile 37 Cº arasında değişmiş olduğu tespit edildi. Termal Turizm Bölgesi ilan edilen Yazlık’ta ilk olarak, İl Özel İdaresi adına MTA tarafından jeotermal sahada 600 + 50 m derinliğinde sıcak su sondajı yapılmış ve olumlu sonuçlar alındı. Sonuçları değerlendiren yetkililer buradan çıkan suyun, cilt hastalıkları (sedef), mide hastalıkları, astım ve bunun gibi birçok hastalığa tedavi edebilecek durumda olduğu tespit ettiler.

Özgür Kocaeli, 16.09.2001

ÇOBANDEDE TARİHİ GÖRKEMİNE KAVUŞUYOR

 

 

Erzurum- Ağrı karayolunda Aras Nehri üzerinde bulunan 712 yıllık geçmişe sahip Çobandede Köprüsü’nde restorasyon çalışması başlatıldı. Define avcıları tarafından yağmalanarak taşları yerinden sökülen köprüde Karayolları 12'inci Bölge Müdürlüğü’nce başlatılan çalışmanın birkaç ay süreceği bildirildi.

İlhanlı hükümdarı Gazan Han zamanında yörede yapılan imar çalışmaları sırasında Vezir Salduzlu Emir Çoban Noyin tarafından 1297 - 1298 yıllarında yaptırılan Çobandede Köprüsü, 712 yıldır zamana direnmeye çalışıyor. Pasinler'in15 kilometre doğusundaki Aras Nehri üzerine inşa edilen 128 metre uzunluğunda, 8,5 metre genişliğinde, en büyük kemer açıklığı 13, en yüksek noktası 30 metre olan köprü en son 1946 - 1948 yılları arasında onarımdan geçirilmişti. Yıkılma tehlikesi bulunduğu için trafiğe kapatılan tarihi köprüde Karayolları 12'inci Bölge Müdürlüğü yıllar sonra restorasyon çalışması başlattı. Define avcıları tarafından yağmalanan ve taşları yerinden sökülen tarihi köprüdeki restorasyonu, dağılan Yugoslavya’da Sırplar tarafından bombalanan tarihi Mostar Köprüsü’ne yeniden yapan firma yürütüyor.

Yedi yuvarlak kemerli gözden meydana gelen köprünün ilk gözü son yıllarda yapılan onarım sırasında kapatıldı. Köprünün kemerleri siyah, kırmızı ve gri renkli kesme taşlardan oluşuyor. Taşların işlenişinde son derece ahenkli ve iyi bir işçilik gözleniyor. Ayrıca köprü ayaklarının altına yatay olarak ardıç ağaçları da yer alıyor. Böylece köprünün batmaması sağlanıyor. Köprü ağırlığını hafifletmek için de tampon duvarları arasında boşluklar bırakıldığı görülüyor. Köprünün ayakları üzerinde son derece güzel işlemeleri olan köşkler de yer alıyor.

Erzurum Gazetesi, 16.09.2010




KAZILARIN İLK AYAĞI TAMAMLANDI

 

  

 

Sinop'ta Bizans dönemine ait harabelerde bulunan Hıristiyan din adamlarına ait iskelet ve kalıntılar, özel antrepologlar tarafından incelenecek.

 

Balatlar mevkisinde başlatılan ve çok sayıda insan iskeletinin bulunduğu kazı çalışmalarının ilk bölümü tamamlandı. 20 yılı kapsayacak olan kazılar, binlerce yıl öncesine ışık tutacak. Hıristiyan din adamlarının mezarlarının da bulunduğu alanda kazıların başlatılmasıyla birlikte, Bakanlar Kurulu tarafından alan 'Balatlar Yapı Kompleksi ve Ören Yeri' ilan edildi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gülgün Köroğlu'nun başkanlığında gerçekleştirilen kazılar sırasında Hıristiyan din adamlarına ait olduğu belirlenen 3 önemli mezar ile çok sayıda insan iskeletine rastlandı.

 

Kazıların Haziran ayında tekrar başlayacağını belirten Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, kazılar sırasında bulunan ve kıyafetleriyle gömülen 3 din adamına ait iskeletlerin özel olarak yaptırılan ve hava almayan tabutlara konularak Sinop Arkeoloji Müzesi'ne kaldırıldığını söyledi. İskelet ve ceset kalıntılarının özel antrepologlar tarafından inceleneceğini belirten Hikmet Tosun, "Şu ana kadar 100-150 yıllık süreci kapsayan 1 ila 1.5 metrelik yüzeyde kazı çalışmaları yapıldı. Yapılan yüzey ve sondaj kazısıydı. Çalışma sırasında kemik parçaları dışında, alanda hamam kalıntısı ve büyük sütunlara rastlanıldı. Esas büyük bulgulara bundan sonra ulaşılacağını düşünüyoruz. Asıl dokuya bundan sonraki kazılarda inilecek" diye konuştu.

Sinop Kent Haber, 16.09.2001

DAVETSİZ MİSAFİR

 

Türk-Yunan ilişkilerinin belki de en parlak dönemi, yarın Atina’dan yola çıkan davetsiz bir misafir nedeniyle sarsıntıya uğrayabilir. Washington’da ‘Uluslararası Ayasofya Koalisyonu’ isimli bir sivil toplum örgütünün kurucusu Chris Spirou, ‘Ayasofya’da ayin’ talebiyle yarın 40 kişilik bir grupla Dedeağaç’dan kalkan otobüslerle Türkiye’ye giriş yaparak Ayasofya’ya gidecek. Dün Ankara-Washington-Atina hattında yürütülen diplomatik temaslar sonucunda, Spirou’nun ‘çok ciddiye alınacak bir şahıs olmadığı’ ancak bu provokatif eylemin Türkiye’deki Rumlara karşı milliyetçi bir tepkiye neden olabileceği yorumları öne çıktı.


İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları dün ayrıca ayine karşı çıkan Fener Rum Patrikhanesi’yle de temas halindeydi. Ankara açısından ‘Ayasofya’da ayin’, hem Türkiye’nin imajı, hem de milliyetçi grupların yıllardır dile getirdiği ‘Ayasofya cami olsun’ kampanyasını tetikleyebileceği için siyaseten hassas. Bizans döneminde (MS 360) Ayasofya, 1453’de İstanbul’un fethiyle Osmanlı dönemi boyunca camii olarak kullanıldı. Halen Kültür Bakanlığı’na bağlı müze statüsünde.  

Bir zamanlar Sırp lider Miloseviç’e danışmanlık yapmış olan Spirou, hem ABD hem de Yunanistan’da tartışmalı bir isim. Geçmişte Erdoğan’a mektup yazan Spirou geçen hafta da Ayasofya’da ayin yapacağını bir mektupla Atina’daki Türk büyükelçiliğine bildirdi. Spirou tarafından Washington’da kurulan sivil toplum kuruluşu Uluslararası Ayasofya Koalisyonu, ABD’de bulunan Rum örgütleri arasında marjinal sayılabilecek bir durumda. Ancak derneğin kurucu ve avukatları arasında Bill Clinton’un avukatlığını yapan Lanny Davis’in bulunması, siyasi çevrelerde bu girişimin profilini biraz daha yükseltiyor. Başbakan Erdoğan’a mektup da Lanny Davis’in hukuk firması tarafından iletilmişti.


Ankara’nın bir başka sorunu, emniyet tarafından Ayasofya’da ayini engellemek amacıyla yapılan müdahalelerin dünyaya vereceği negatif fotoğraf karesi. Sümela Manastırı ve Akdamar Kilisesi’ni ibadete açarak özellikle Avrupa Birliği’nden övgü alan hükümet, bunu yanlış bir fotoğraf karesiyle bozmak istemiyor. 

Belki de Cumhuriyet kurulalı beri Ankara’yla ilişkilerinde en parlak dönemi yaşayan Patrikhane de Spirou’ya karşı cephe aldı. Patrikhane’ye yakın bir isim, bu eylemin Türkiye ve Yunanistan’da yaşayan İstanbullu Rumların rahatsız olduğunu belirterek ‘Patrikhane’ye yönelik bir saldırıya neden olacağından korkuyorlar. Ayini hangi papazlarla yapacak bilemiyoruz. Ama bizden değiller. Zaten İstanbul’da Ortodoks ayini izni sadece Fener Rum Patrikhanesi tarafından verilebilir’ dedi. Ortodoks ayini, din adamlarının önderliğinde düzenlenebiliyor. Spirou’nun grubunda yer alan din adamlarının ise ABD’deki kiliselerle ilişkisi olabileceği belirtiliyor.


Yarın Dedeağaç’dan giriş yapacak grubun sınırdan çevrilmesi beklenmiyor. Ancak cuma günü öğlen saat 1 için planlanan eylemde Ayasofya’ya girmeleri engellenebilir.

Milliyet, Haber: Aslı Aydıntaşbaş, 16.09.2010

 

******


AYİNE İZİN YOK

 

Yunan-Amerikan Kültür Derneği Başkanı Chris Spyrou öncülüğündeki 200 kişilik bir Ortodoks grubun izinsiz olarak Ayasofya’da bugün ayin yapma istemine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay izin vermeyeceklerini söyledi.

 

Günay, “Orada toplu gösteriye izin verirsek, başka imkan verirsek, başka dinlerin, başka toplulukların da benzer taleplerini aynı şekilde karşılamamız gerekir” dedi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü de alarma geçti. Emniyetin planına göre, Ayasofya Müzesi ve çevresinde çoğunluğu Çevik Kuvvet’ten 500 polis görev yapacak. Fener Rum Patrikhanesi de ayin girişimiyle ilgilerinin olmadığını açıkladı.

Merkezi ABD’de bulunan “Dünya Ayasofya Cemaati” adlı örgüt, Ayasofya’da ayini ertelediklerini açıkladı. Örgütün başkanı Yunan asıllı Amerikalı Chris Spyrou ’nun danışmanı Athanasios Bakolas, Hürriyet’e açıklamasında, Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Hasan Göğüş’ten aldıkları mektup üzerine, Dedeağaç’ta olağanüstü bir toplantı yaptıklarını ve Ayasofya’da ayinin ertelenmesine karar verdiklerini söyledi.

Mektubun içeriği hakkında ise “Türk Büyükelçisi, eylemimizin tahrik edici olduğunu ve Türk yasalarına aykırı olduğunu belirtti ve buna izin verilmeyeceğini vurguladı” dedi. “Türkiye’nin tepkisi sert oldu” demekle yetinen Bakolas, erteleme ve ziyaretin ne zaman gerçekleşeceği konusunda ayrıntılı açıklama yapacaklarını ekledi.

Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 17.09.2010

 

******


ORTAYLI'DAN SPİKERE FIRÇA

 

TRT Türk’te canlı yayınlanan "Gümüş Hilal" programına katılan Tarih Profesörü İlber Ortaylı, sunucu Buket Aydın’ı sert bir şekilde azarladıktan sonra telefonu kapattı..

Spiker Buket Aydın Ayasofya krizini değerlendirmesi için İlber Ortaylı’la telefon bağlantısı yaptı..

Bağlantının kurulmasının ardından Aydın ile Ortaylı arasında ortam bir anda gerildi..

İşte TRT Türk’te canlı yayında yaşanan o anlar:

Buket Aydın : Sayın Ortaylı Sümela Manastırı’nda Ahdamar’da ayin düzenlenebiliyor, Ayasofya’da ...

Ortaylı : (spikerin sözünü keserek) "Sümela Manastırı ile Ahdamar Kilisesi Ayasofya’yı birbirine karıştırmayın.. O ayrıca başka bir program olabilir.. Ayasofya’nın bambaşka bir durumu vardır.. Böyle bir soru sorulmaz.. "

Aydın (gülümsemeye çalışarak) : "Eeee ben de bunu sizden öğrenmek istiyorum.. Ayasofya’nın farkını bizlere aktarabilir misiniz?

Ortaylı : İnkılap tarihi dersinde 1934 24 kasımında Ayasofya’nın bir müze haline getirildiği öğretilir.. En azından benim zamanımda öğretiliyordu..

Aydın : Efendim tabii ki ben biliyorum, siz bu farkı anlatın diye sordum.. Vatandaşlarımızı bilgilendirmeniz açısından sordum..

Ortaylı : Valla çocuklarımızı bilgilendirmek zorundayız.. Böyle bir soru sorulabilir mi böyle memlekette? Boş iş.. Yani şimdi Ahdamar, Sümela Manastırı ve Ayasofya’yı aynı kefeye koyarak? Böyle bir soru nasıl sorulabilir ki?

Aydın: Efendim ben size böyle bir soru sormadım ki siz sorumun bitmesini beklemediniz!

Ortaylı : Siz soru sormuyorsunuz şimdi bu moda böyle oldu.. Onun için söylüyorum...

Milliyet, 17.09.2010

 

******


MEĞER KÜÇÜK AYASOFYA'YMIŞ

 

 

Ayasofya'da ayin krizinde yeni gelişme ortaya çıktı. Grubun İstanbul'daki değil, her yıl ziyaret ettiği 'deki '' için izin istediği öğrenildi. Tartışma ve tepkiler üzerine grup ziyaretini iptal etti.

 

Yunan asıllı bir grup Amerikan vatandaşının İstanbul'daki Ayasofya'da değil, her yıl ziyaret ettiği Enez'deki 'da dini ayin için izin istediği ortaya çıktı. Ayin krizinin yarattığı tartışma tepkiler üzerine Amerikalı grup Türkiye ziyaretini dün gece iptal etti. 200 kadar Amerikan vatandaşının bugün İstanbul'a gelerek Ayasofya müzesi içinde bir dini ayin yapacakları açıklanmıştı. Dünya "Sophialar" günü ilan edilen 18 Eylül'de Ayasofya'da ayin düzenlemek istediklerini açıklayan grubun lideri , "Amacımız Ayasofya gibi bir zamanlar dünyanın en büyük, en görkemli kilisesinde dua etmek" demişti. Bu açıklama sonrası Patrikhane'nin yanısıra Türk ve Yunan dışişleri bakanlıkları da alarma geçmişti. İstanbul de Ayasofya'da böyle bir etkinliğin yapılmasına şiddetle karşı çıktı. Ancak Kris Spyrou'nun başkanlığını yaptığı Uluslararası Ayasofya Koalisyonu'nun, kardeş dernek ilan ettikleri Dedeağaç ve Enez Sevenler Derneği aracılığıyla Edirne Enez Kale mevkiindeki Küçük Ayasofya Kilisesi'nde ayin düzenlemek için resmi başvuru yaptığı ortaya çıktı. İstanbul Ayasofya için ise resmi bir ayin talebi olmadığı açıklandı. Tartışma ve tepkilerin sürmesi üzerine grup dün akşam aldığı bir kararla Türkiye'ye gelmeyeceğini açıkladı.

Sabah, Haber: Stelyo Berberakis - Tamer Oskay, 17.09.2010

 

******


AYASOFYA'DA AYİN PROTESTOSU

 

 

Büyük Birlik Partisi (BBP) üyesi yaklaşık 30 kişi, dün cuma namazı öncesi Ayasofya Müzesi önünde bir gösteri yaptı.

 

“Yunan asıllı Amerikalı bir grubun Ayasofya’da ayin düzenleme planına” tepki gösteren grup adına konuşan BBP İstanbul İl Başkanı Bayram Karacan, kendilerinin Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması için çalışmalarını yoğunlaştıracaklarını ifade etti. Kara-can, Amerikalı grubun “ayin kararından vazgeçmesinin” sevindirici olduğunu da belirtti. Polis, Ayasofya Müzesi içerisinde ve çevresinde geniş güvenlik önlemi aldı.

Milliyet, 18.09.2010

 

******


AYASOFYA

 

Ahali “Ulubatlı Hasan” havasına girmişken limon sıkmak istemem ama, adamların gelip ayin yapmak istediği Ayasofya, o Ayasofya değil birader...

 

Edirne’deki Ayasofya!

 

Takip etmişsinizdir mutlaka...


“Yunanlılar Ayasofya’ya ayine geliyor” diye bi haber patladı, memleket ayağa kalktı. Kültür Bakanımız ayine gelenlerin provokatör olduğunu söyledi. Eline odunu alan Sultanahmet’e koştu, ki, sıkıyosa gelsinler... Canlı yayın araçları kuruldu, yüzlerce saat yayın yapıldı. Dışişleri Bakanımızın ABD ve Yunan dışişleri bakanlarına fırça kaydığı anlatıldı. Fener Patriği’ne röportaj talebinde bulun, altı ay sonra anca cevap gelir, sanki Fener Patriği gazetelere faks geçmiş gibi, çok rahatsız olduğu, söz konusu ayine kesinlikle karşı çıktığı iddia edildi.

 

Lafı kıçından anlama uzmanı olan 25 kadar profesör ekrana çıkıp, konuştu... (İlber Ortaylı’yı ve öbür saygın profesörleri tenzih ediyorum, bu 25 kadar profesör her konuda uzmandır zaten... “Zankiko truşko meselesi hakkında ne diyorsunuz?” diye sor, “nedir o?” demezler, “efendim, zankiko truşko meselesine gelmeden önce” diye başlayıp, en az iki saat anlatırlar!)

 

Velhasılıkelam...

 

Aslında, İstanbul’daki değil, Edirne’deki Ayasofya’ya izin istemiş ve almışlardı.

 

Sümela ve Akdamar’da ayine izin verildiği için, “şansımızı deneyelim” diye düşünüp, Başbakan’a mektup yazdılar, bi izin de İstanbul Ayasofya için istediler. “Olmaz” dense, iş bitecek, kapanacaktı. Ancak, cevap verilmeyip, basına sızdırılınca, basın da lafı kıçından anlayınca, mevzu çarşafa dolandı, ahali ayağa kalktı. Hadise dallanıp budaklanınca, rezalet ortaya çıkmasın diye, Edirne’de verilen izin de iptal edildi.

 

İptal, aslında, o iptal.

 

(Buna benzer komedi, Kayseri’de yaşanmıştı. Kadere bak, önceki sene, tam bugün, 17 Eylül’de... Anadolu uygarlıkları belgeseli çeken Türk ekibi, o dönemi canlandırabilmek için, film icabı, Kayseri Kalesi’ne Bizans bayrağı asmıştı. O da ne? Ahali ayaklandı. “Biz Türk’üz, Müslüman’ız” diye yalvaran belgesel ekibi dövülmeye kalkıldı; temsili Bizanslı kıyafeti giyen figüranlar yumruklandı. Belgeselciler, polis tarafından kurtarıldı, polis tarafından gözaltına alınarak, sorgulandı. Ki, belgesel çekme iznini Vali’nin verdiği ortaya çıktı. Polis’in Vali’den, Vali’nin Polis’ten haberi yoktu. Neticede, belgesel çekilemedi ama, iş tatlıya bağlandı, taksi durağından temin edilen Türk bayrağı, kalenin surlarına dikildi, İstiklal Marşı okundu!)

 

(Lafın sırası gelmişken, bundan sonraki krizlere vesile olmaması için belirtelim, Ayasofya sadece İstanbul’da yok; Edirne Enez’de var, Bursa İznik’te var, Trabzon’da var, Kırklareli Vize’de var. Edirne’de yapılması planlanan ayin ilk değildi. Zırt pırt yapılır. Hatta en son, gene Yunan heyeti, altı ay önce ayin yaptı orada... Üstelik, Edirne’deki Ayasofya da cami yapılmıştı, bakımsızlıktan çöktü, harabeye döndü, müze ayaklarına yatıldı, müzede ayin olmaz deniyor ama, hükümetimiz izin verdiği için, adamlar gelip şakır şakır ayin yapıyor her sene.)

 

Ne diyelim.


Allah razı olsun Yunan heyetinden...


Sayelerinde, Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret olmadığını, başka Ayasofyalarımız da olduğunu öğrenmiş oldu Türkiye!

Hürriyet, Yazı: Yılmaz Özdil, 18.9.2010

TÜRBELER BAKIMA ALINDI

 

  

 

Bayburt Uzungazi Mahallesi'nde bulunan Uzun Gazi’nin kabri Belediye ekipleri tarafından temizlendi. Temizlik çalışmasını yerinde takip eden Belediye Başkanı H. Ali Polat, kabrin bulunduğu alanda düzenleme yapılacağını ve Uzun Gazi hakkında bilgilerin araştırılacağını söyledi.

 

Bayburt’ta bulunan diğer mümtaz şahsiyetlerin de türbe ve kabirlerinde düzenleme çalışması yapacaklarını belirten Belediye Başkanı Polat, açıklamasını şu şekilde sürdürdü:

“Bu bizim tarihi ve kültürel değerlerimizden ve bu mahalleye ismini veren birisidir. Hep diyoruz Bayburt’un yer altındakileri yer üstündekilerden daha kıymetlidir. Onları sahiplenmeye çalışıyoruz. Onların kabirleri ile ilgilenmeye çalışıyoruz. Burada bir bakım ihtiyacı olması gerektiği bizden istendi. Biz de ekiplerimizle birlikte burada temizlik yapıyoruz. Buradaki taşlara bakıldığında 3 tane mezar var, yazıları kaybolmaya yüz tutmuş. Burayla ilgili bulabildiğimiz kadar doküman bulup da bu zat hakkında bilgileri bir levha halinde buraya asmayı düşünüyoruz. Artık tarihimizi bilen insanların sayısı her geçen gün azalıyor. En azından burayla alakalı bilgileri yazıya döküp kayıt altına almak gerekiyor. Aynı zamanda burada bir çevre düzenlemesi yapacağız. Bu konuda da Kültür ve Tabiat Varlılarını Koruma Müdürlüğü’nden ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden izin almak gerekiyor. Onlardan da elde edeceğimiz bilgiler mutlaka vardır, onları da derlememiz gerekiyor. Buraya ziyaret için gelen vatandaşlarımız var. Onun için bu değerlere sahip çıkma şuurundan hareketle burayla ilgili ufak tefek tamiratlar yapacağız. Her mahallemizde bunun gibi kabirler var, onlar için de gereken çalışmaları yapmaya gayret edeceğiz. Geçmişi olmayanın geleceği olmaz diye düşünüyoruz. Geçmişimizde Bayburt’u Bayburt yapan değerleri teker teker elden geçirmeye gayret ediyoruz. Bu konuda da teklifler, tavsiyeler, bilgiler bize aktarılırsa elimizden geleni yaparız.”

Bayburt Kent Haber, 16.09.2010




HAMAMLAR KADERİNE TERK EDİLDİ

 

   

 

Bir zamanlar Karslıların akın ettiği ve doldurduğu tarihi hamamlar yavaş yavaş yıkılıyor. Bu güne kadar hiç kimsenin sahip çıkmadığı hamamlar, kimliği belirsiz kişilerin içki mekanı haline geldi.

 

Kars Kalesi’nin altında Kaleiçi Mahallesi’nde bulunan tarihi İlbeyioğlu Hamamı ile Mazlumağa Hamamı her geçen gün biraz daha yıkılıyor. Buram buram tarih kokan hamamların yıkılması mahalle sakinlerini de rahatsız ediyor.

 

Gözlerinin önünde yıkılıp giden tarihi hamamlara yetkililerin duyarsız kalmasına bir anlam vermediklerini belirten mahalle sakinleri, yetkililerin bu konuya el atmasını istediler.

 

Kaleiçi Mahallesi sakinlerinden İsmet Aydın; “Yıllarca Karslılara hizmet vermiş, Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini taşıyan hamamlar her geçen gün biraz daha yıkılıyor. Herkesin gözleri önünde yıkılmaya yüz tutmuş bu hamamları her gün yüzlerce yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor. Harabeyi haline gelmiş bu hamamlara biran evvel yetkililer müdahale etmelidir. Yoksa bunlarda birçok tarihi eser gibi yıkılıp tarihin karanlıklarına gömülecektir” dedi.

 

Kars Kalesi’nin eteğinde bulunan ve 1774 tarihinde inşa edilen İlbeyioğlu Hamamı ile hemen karşısında bulunan ve 17. yüzyılda yapılan Mazlumağa Hamamı günümüzde kimliği belirsiz kişilerin içki mekanı haline gelmiş vaziyette bulunuyor.

 

Kaleiçi Mahallesi’nde bulunan tarihi hamamlar zamanın valisi Nevzat Turhan tarafından 50 milyona satın alınarak Özel İdare’ye devredilmişti. Yine Kars Valiliği’nin girişimleriyle Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından proje proje çalışmalarına başlanmış ve çalışmalarda yarım bırakılmıştı.

Yıkılmaya mahkum bir şekilde sıvaları dökülmüş, içerisi tahrip edilmiş akşamcıların ve balicilerin mekanı haline gelen tarihi hamamlar Kars Belediye Başkanlığı ve Kars Valiliği’nden ilgi bekliyor.

Kars Kent Haber, 15.09.2010

GEÇMİŞİN MODERN MİMARLIĞI-10: ANKARA-3

 

Ankara'nın, 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olarak ilanı ve sonrasındaki gelişmeler, köklü bir siyasal ve sosyal değişimin fiziki çevresini yaratma gayreti ile dolu. Amaç, çağdaşlaşmak ve modern bir toplum kimliğinin genç Cumhuriyet'in vatandaşlarına kazandırılmasıydı. Buna uygun tasarlanmış yaşam çevreleri ve mekanlar, yeni başkentin tasarlanmasında öne çıkıyordu. Ankara yeni kurulan Cumhuriyet'in simge bir kenti olarak düşünülmüştü.


Kızılay Meydanı

 


Kızılay Parkı, 30'lu yıllar



Cumhuriyetin ilk yıllarında Bulvar ve Kızılay, çağdaş toplum beklentilerine ve kentsel yaşam standartlarına uygun olarak tasarlanmış olan temsil mekanlarıdır. Cumhuriyet'in önemli törenleri, yerel yönetimlerin etkinlikleri Bulvar ve Kızılay'ı 1940'lı yıllardan sonra Ankara'da toplumsallaşmanın mekanı haline getirmiştir. Cumhuriyetin yeni kurulan başkentinde kendini en coşkulu şekliyle gösterdiği özgün düzenlemelerden biri Atatürk Bulvarı olup, bunun en önemli odağı da Kızılay'dır.

Önceleri Kızılay yaşayan bir kent merkezi değil, bir simge mekandır. Özenle düzenlenmiş Güven Park ve Bulvar, bu simgeselliği en güzel şekilde ifade etmektedir. Ancak 1950'lerden başlayarak bu simge mekan dönüşmeye, bir kent merkezi kimliği kazanmaya başlar. Kızılay'ın 80 yıllık dönüşüm süreci, tarihsel bir perspektiften bakıldığında çok farklı sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel değişimleri yansıtmaktadır.


Osmanlı Bankası AŞ Ankara Şubesi

 


Osmanlı Bankası


Tasarımı Giulio Mongeri tarafından, ilk ulusal mimarlık üslubunda yapılmış olan Ulus'taki bu yapı Atatürk Bulvarı'yla İstanbul Caddesi'nin kesiştiği köşede 1926 yılında inşa edilmiştir.

Bodrum üzerine üç katlı olan yapıda, basamaklarla çıkılan zemin katın ortasında banka holü ile çevresinde çalışma alanları vardır. Dar bir dikdörtgen olan banka holünün üstü karelere bölünerek camla kapatılmış, süslü kornişlerle çerçevelenen uzun bir altıgen ışıklıkla örtülüdür. Bursa kemerlerinin bağladığı ayaklarla yanlardaki mekanlardan ayrılan hol ayrıca pencerelerden de ışık almaktadır. Yan mekanların yalın kirişleriyle strüktürü açıkça izlenmektedir. Birinci kat iki lojman olarak planlanmıştır. En üstte tüm katı kaplayan yarı açık bir teras vardır. Ana giriş İş Bankası'nda olduğu gibi yuvarlatılmış köşeden beklenecekken, yapının Atatürk Bulvarı'na bakan cephesi üzerindedir.

Binanın yalnız giriş cephesi, eğimle kısmen bozulmasına rağmen, simetriktir. Tüm öğeler simetri aksının iki yanında yinelenmiştir. Özellikle cumbamsı cephe çıkmaları bu simetriyi güçlendirmektedir. Diğer cepheler fonksiyonlarının gerektirdiği biçimde düzenlenmişlerdir. Taraklanmış taşla kaplı olan yapıda Osmanlı mimarlığından alıntı pencere düzenleri ve cephe bezemeleri görülür. Ancak cepheler, mimarın aynı bölgedeki diğer iki banka binasındakilere kıyasla daha yalındır ve süsleme ölçülüdür. İnce taş çerçeveler içine alınan birinci kat pencereleri kemerlidir. Kemerlerin içleri bal peteği desenli demirle kapatılmıştır. Kemer alınlıklarında birer işli rozet vardır. Üst kat pencerelerinin kemer içleri ve alınlıkları girift bitki motifleriyle kabartma olarak bezenmişlerdir. Bu pencerelerin üstlerini Selçuklu geometrik desenlerinin kapladığı kalın bir şerit birleştirmiştir. Yapısal sistemi betonarme iskelet olan binanın üstü kiremitle örtülü eğimli ahşap çatıdır.


İnhisarlar Umum Müdürlüğü ve Başbakanlık Binası

 

 
Bugün başbakanlık olarak kullanılan yapı, 1934 yılında açılan uluslararası yarışmada birincilik kazanmıştır. 1937'de orijinal tasarımı değişikliğe uğrayarak kısmen inşa edilmiştir.

İnhisarlar Umum Müdürlüğü binası, Sedad Hakkı Eldem'in erken döneminde Modernizm çizgisine uygun en büyük kamusal yapısıdır. Mimar yarışmanın ardından projelendirdiği yapıyı Türkiye'deki ilk modern tasarım olarak nitelendirmiştir.

Proje, dört tarafı yapı ile çevrili büyük bir dikdörtgen avludan oluşur. İki karşılıklı kanat beş katlı ofis bloklarıdır. Diğer iki kanat giriş holü, oditoryum, toplantı odaları ve ön cephede garaj, servisler ve kafeterya gibi büyük mekanları içerir. Yapının çift sürme pencereleri mimar Ginter (DGSA) tarafından tasarlanmıştır. Binanın betonarme iskeletinin dolgu malzemesi taş ve tuğladır, dış cephe 4 cm kalınlığında pembemsi yapay taş ile kaplıdır.


Hariciye Köşkü

 


Hariciye Köşkü görünüş ve giriş detayı

 

Çankaya'da eskiden mevcut olan Hariciye Köşkü'nün yerine yapılan yeni köşk Mimar Seyfi Arkan tarafından Ankara civarında yeşil bir tepe üzerinde inşa edilmiştir. Eski Ankara evleri gibi geniş saçaklı olan yapının alanı istenilen büyük programa göre biraz küçük olmakla beraber, resmi ziyafetler için geniş yemek salonları bulunur.

Zemin katta iki girişi olan yapının ilk girişi resmi misafirler içindir. Bu katta ayrıca Dış İşleri Bakanı'nın ofisi, kabul salonları ve kış bahçesi yer alır. Zemin katta küçük bir alan kaplayan ikinci giriş ikamet kısmına aittir. Dış İşleri Bakanı'nın ailesi ile birlikte oturmasına izin veren bu köşkte misafir kabul ile ikamet alanları böylece ayrılmış ve aynı zamanda birbirine bağlanmıştır.

Birinci katta bakanın özel çalışma odası ve terasta geniş camlıklı bir kış bahçesi hariç, diğer odalar yatak odası olarak yapılmıştır. Proje ileride genişletilmek üzere düşünülmüştür.

Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi

 

1937 - 1939 yılları arasında mimar Bruno Taut tarafından yapılan binanın ana kütlesi bulvar boyunca, kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır. Yapı, bodrum üzerine yüksek bir zemin ve dörder katlı kütlelerin birleşmesinden oluşmuştur. Bunlar, birbirine kaydırılarak eklenen iki yatay kütle ve uçlarda, büyük mekanlar içeren iki dikey bloktur. Yuvarlatılmış bir duvarı ve tek bir köşe sütunu olan asimetrik giriş portiği yapıya modern bir görünüm kazandırmaktadır.

Ön cephede bodrum ve zemin kat rustik taş, orta kat düzgün kesme taş, yan kanatlar ise taş-tuğla karışımı bir örgü şekli ile kaplanmıştır. Arka ve yan cepheler sıvalıdır.

Bruno Taut bu yapısında erken Osmanlı döneminin taş-tuğla almaşık duvar örgüsü ve taşıyıcılarda turkuaz çini kullanımıyla Türk sanatına bazı göndermelerde bulunmaktadır. Konkav kornişler, girişte tek kolonun taşıdığı koruyucu çatının kavisle bitirilişi gibi detaylar ilginçtir. Korkuluk vb. demir aksamın tasarımı da yapının öteki ayrıntıları gibi Taut'a aittir.

Bazı yazarlara göre yapı, Orta Avrupa geleneği ile Türk etkilerinin bir sentezi olarak değerlendirilmektedir.


Şevket Pek Sağlık Yurdu ve Kira Evi

 


 1937 yılında Mimar Seyfi Arkan tarafından tasarımı gerçekleştirilen, İstasyon Caddesi üzerinde numune hastanesi karşısında geniş bir arsa üzerinde 4 katlı olarak düşünülen bu binanın zemin ve birinci katı 10 yataklık özel bir hastane ihtiyacına göre düzenlenmiştir.

Zemin katı kapıcı odası, mermer döşemeli geniş bir hol, hasta kabul ve muayene odaları ve ayrıca hasta kabul kısımları tamamen ayrı, hastane ihtiyacını karşılayan, hasta mutfağı ve çamaşırlığı, kalorifer dairesini, ayrıca da otopsi odalarını ve ön cephede de iki küçük mağazayı içermektedir.

Birinci kat hasta yatak odalarını, gerektiğinde güneş banyosunu temin için geniş teraslı özel hasta kısımlarını, ameliyat odası ve teçhizatını içeren modern bir hastane olarak tasarlanmıştır. İkinci ve üçüncü kat ikişer daireli dörder ve üçer odalık kiralık ikametgahlara tesis edilmiştir.

Dairelerin kuzeye bakan taraflarına servis kısımları ve güneye de yatak odaları yerleştirilerek ön odalar geniş teraslarla manzaradan ve güneşten faydalanılmıştır. Binanın asansör ihtiyacı ve hasta asansörü için gereken büyüklükte uygun ve merkezi bir yer bırakılmış ve bilahare yapılması için tesisatı da düşünülmüştür. Binanın iskeleti betonarme, duvarlar tuğla, çatı ahşap, ön, arka cephesi sıvadır.

Çocuk Esirgeme Kurumu Apartman, Sinema, Havuz, Gazino ve Garaj Binası

 

Çocuk Esirgeme Kurumu Merkez binası yakınında Çocuk Sarayı ve Bahriye Caddeleri arasında çok eğimli bir arsa üzerine, kuruma gelir sağlamak üzere inşa edilen bina grubunun mimari Abidin Mortaş'tır. 1936 yılında açılan proje yarışmasında birincilik elde edilmesi sonucu, 1937 yılında inşasına başlanmıştır.

Bina grubu şehir planında en, boy ve yükseklikleri tamamıyla tahdit edilmiş olan bir alana, oldukça yüklü bir programın uygulaması ile meydana gelmiştir. Ana caddeye bakan kısımda zemin katı dükkanlara tahsis edilen, 3 katlı ve her katta 4 dairesi bulunan bir apartman yapılmıştır. Bu kısmın çatı katında hizmetçi odaları ve çamaşırlık ile kurutma terasları vardır. Bahriye Caddesi üzerindeki alçak kısım ise zemin katta bir tamir atölyesi ile aynı yüksekliğin içine sıkıştırılmış iki garaj katını, bunların üstünde de bir bekar apartmanı katını ihtiva etmektedir. Garajın her iki katında 20 araçlık yer bulunmaktadır.

İnşaat esnasında binanın bu kısmına projede bulunmayan yeni bir kat eklenmiştir. Programda caddeler üzerindeki bu bina parçalarından başka, arsanın orta kısmını kaplayacak şekilde bir kapalı yüzme havuzu ve müştemilatı ile bir sinema ve gazino yapılması istenmiştir. Yüzme havuzu, soyunma ve terapi odaları eğimli araziye gömülerek yapılmıştır. Sinema katında yerin darlığına rağmen fazla seyirci yeri temin edebilmek için giriş holü ön caddedeki dükkanların arka tarafına sığdırılmıştır. Balkon da yapılarak, sinema salonuna 600 kişi sığdırılması sağlanmıştır.


Belediyeler Bankası

 

 
Belediyeler Bankası, belediyelerin planlı imar işlevlerini finanse etmek ve lazım olan paranın borç alınarak bu işlere kefalet edilmesi amacı ile kurulmuştur.

Mimar Seyfi Arkan tarafından tasarlanan ve Sergi Evi karşısında düz bir arsaya 4 katlı olarak inşa edilen bu binanın bodrum, zemin ve birinci katları bankaya tahsis edilmiş, 2. kat İmar Fen Heyeti'ne, son kat da dört daireli bir ikamet katına tahsis edilmiştir.

Binanın iskeleti betonarme, duvarları tuğla, ön ve yan cepheleri Ankara taşı kaplamadır. Banka arsası dolma ve çürük olduğundan bina betonarme kazıklar üstüne inşa edilmiştir.


Cihan Oteli

 

 
Ankara'ya gelip giden yolcuların artması sonucu otel ihtiyacının doğması ile 1940 yılında Yüksek Mimar Samih Saim Akkaynak tarafından tasarlanmıştır. Birkaçı hariç, Ankara'nın bütün otelleri hanlardan ve apartmanlardan bozularak yapılmış ve hiçbiri otel olmaya uygun durumda değildi. Cihan Oteli Ankara'nın bir mimar tarafından yapılan ilk otelidir.

Yapı bir bodrum ve beş kattan ibarettir. Zemin katta geniş bir lokanta ve gazino salonu bulunur. Binanın her iki tarafında iki antresi vardır, bunlardan biri lokantaya biri otele aittir.


Adliye Vekaleti Binası

 

 
Ankara'da, Vekaletler Mahallesi'nin Kızılay bahçesi yakınındaki kısmına 1941'de inşa edilen Adliye Vekaleti binasının projesi imar ve yapı işleri başkanlığı proje bürosu tarafından düzenlenmiştir. İnşaatını Yüksek Mimar Müteahhit Bedri Tümay taahhüt etmiştir.

Jansen planına göre Yüksek Mimar Holzmeister tarafından düzenlenen Vekaletler Mahallesi'nin genel planında bu binanın işgal edeceği saha önceden belirlenmiştir. Büro, Adliye Vekaleti tarafından verilen ihtiyaç programına göre projeyi hazırlarken, mimar Holzmeister tarafından zamanında çok küçük olan tahsis edilen bu alan içinde, yersizlik yüzünden binayı İnhisarlar Vekaleti'ne çok yakın koymak durumunda kalmıştır.

Bina bir bodrum ve üç kattan ibarettir. Binanın dış cephe mimarisi mecburen etrafındaki diğer vekalet binalarına uydurulmuş ve o mimari sistemden farklı bir karakter verilmek istenmiştir. Bu sebeple binanın kitleleri ve diğer dış cephe mimari motifleri, diğer vekalet binalarınınkine çok benzer.

 

Anıtkabir

 

 
Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve inkılaplarının önderi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara Anıttepe'de (eski adıyla Rasattepe) yapılmasına karar verilen anıt mezarı için 1941 yılında bir proje yarışması açılması uygun görüldü. Önce bu yarışmaya sadece Avrupalı mimarların girmesi şartı koyuldu, fakat kamuoyundaki tepkiler nedeniyle yarışma Türk mimarlara da açılarak uluslararası duruma getirildi. Yarışmaya 27 yabancı ve 20 Türk mimar katıldı ve sonuçta 3 eser ödül verilmeye değer bulundu. Bunlardan biri Tannenberg Anıtı'nı yapan Prof. Johannes Kruger'in, biri Prof. Arnoldo Foschini'nin, biri de İTÜ Mimarlık Fakültesi hocalarından Prof.Dr. Emin Onat ile Doç.Dr. Orhan Arda'nın eserleriydi. Jüri, bu üç proje hakkında oy birliği ile karar vermişti. Ancak bu eserlerden hiçbirisini, ötekilere üstün görmemişti. Ayrıca, jüri bu üç eseri ayrı ayrı eleştirmiş, her üçünde de bazı değişiklikler yapılmasını öğütlemişti.

Durum oldukça hassas, üç projeden en uygun olanını seçebilmek zordu. Jüri bu üç projeyi niçin ödüle değer gördüğünü bildiren bir rapor vermişti. Hükümet bu konuda, görüşlerini aldığı birçok yetkili kişiye de dayanarak, Prof.Dr. Emin Onat ile Doç.Dr. Orhan Arda'nın eserini uygulamaya karar verdi. Bu kararın dayanakları arasında, şu düşünceler yer alıyordu: "Yarışmayı kazanan üç proje birçok yönlerden aynı değerdedir. Fakat bunlar içinde, iki Türk'ün yaptığı eser bu milli konuyu daha başarılı olarak ifade etmiştir. Bundan başka, jüri raporunda belirtildiği gibi, bu projenin araziye uygunluğu öteki projelerden çok üstündür."

Anıtkabir'in inşası 9 yıllık bir sürede 4 aşamalı olarak 1953 yılında tamamlandı. Yapımında, beton üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay işlenebilen gözenekli, çeşitli renklerde traverten, mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır. Anıtkabir'i oluşturan pek çok mimari eleman Türkiye'nin dört bir yanındaki illerden (traverten ve mermerler Kayseri, Çanakkale, Hatay, Bilecik, Afyon ve Adana'dan, 40 ton ağırlığındaki yekpare lahit taşı Osmaniye'den) getirilmiştir.

Anıtkabir'in genel mimarisi Türk mimarlığında 1940-1950 yılları arasındaki "II. Ulusal Mimarlık Dönemi" olarak adlandırılan dönemin özelliklerini yansıtır. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin kullanıldığı binalar yapılmıştır, Anıtkabir de bu özelliklere uymaktadır. İlk projede mozole iki katlı olarak tasarlanmış, ancak ekonomik nedenlerle ikinci katın yapımından vazgeçilmiştir.

Bu dönem özellikleri ile birlikte Anıtkabir'de Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme öğelerine sıkça rastlanır. Örneğin dış cephelerde, duvarların çatı ile birleştiği yerde kuleleri dört yandan saran Selçuklu taş işçiliğinde testere dişi olarak adlandırılan bordür bulunmaktadır. Ayrıca Anıtkabir'in bazı yerlerinde (Mehmetçik Kulesi, Müze Müdürlüğü) kullanılan çarkıfelek ve rozet denilen taş süslemeler Selçuklu ve Osmanlı sanatında da göze çarpmaktadır.

Pek çok özelliğiyle yapıldığı dönemin en iyi mimari örneklerinden biri olan Anıtkabir yaklaşık 750.000 m²'lik bir alanı kaplamakta olup, Barış Parkı ve Anıt Bloku olarak iki kısma ayrılır.

Anıtkabir yarışmasına katılan diğer projelerden bazıları:

 


Holzmeister'ın projesi




Necmi Ateş'in projesi




Paolo Vietti - Violi'nin projesi




Sedad Hakkı Eldem'in projesi



Büyük Sinema



Yenişehir Atatürk Bulvarı üzerinde Zafer Meydanı köşesindeki büyük arsaya sinema, iş hanı, pavyon ve otel kısımlarını içerecek olan yapılar arasında yer alır. Binanın projesi 1940 senesinden beri pek çok Türk ve yabancı mimar tarafından gerek sipariş, gerek de yarışma ile hazırlandığı halde arsanın koşulları sebebiyle tam olarak istenen bina tasarlanamamış, sonuç olarak komşu arsalar da alınarak daha geniş ve uygun imkanlar elde edilmiştir.

İlk aşamada sadece sinema kısmı uygulanan son proje Yüksek Mimar Abidin Mortaş tarafından hazırlanmıştır. Mimar, binanın bütün detaylarını ve dekorasyonunu hiçbir tesir altında kalmamaya çalışarak ve mümkün olduğunca orijinal ve özel motifler ve renkler seçerek hazırlamıştır.

Büyük sinema 1,550 seyirciye hizmet verecek şekilde tasarlanmıştır. Betonarme iskeletle inşa edilen yapıda sadece sinema salonu tavanı demir konstrüksiyonludur.


Hindistan Sefareti

 

 Sedad H. Eldem ve Orhan Çakmakçıoğlu'nun tasarladığı yapının kontrol mimarı Nejat Ersin'dir. Nispeten mütevazi bir programa göre planlandırılmış olan bu betonarme karkas yapının alt katı elçinin kamusal görevlerine tahsis edilmiştir; üst kat konut olarak kullanılmaktadır. Arazi, Ankara'nın en güzel manzaralı yerlerinden birinde ve İngiliz Sefareti'nin karşısındadır.

Çok eğimli bir arazide bulunduğundan, binanın sokak cephesi iki, bahçe cephesi ise üç katlıdır. Binanın mimarisinde doğudan ilham alındığı belli olmakla beraber, bunun belirli motiflerle değil genel bir havayla elde edildiği görülmektedir. Ancak cephelerin üstündeki koruma saçağının çatı parapetinin önündeki durumu, Hint mimarisindeki klasik saçak şeklini hatırlatmaktadır.

Cephe düzeni seramik levhaların panolar oluşturacak biçimde düzenlenmesiyle gerçekleştirilmiştir. Ekonomik kısıntılardan ötürü, tasarımında öngörülen yapım özelliklerinin ancak bir kesimini içermektedir.

Eldem on yıl aradan sonra elçilik konutunun yanına bu kez de elçilik yapısını ekler. Söz konusu yapı tipik modüler cephe ve plan düzenine sahip brüt beton bir kütledir. Betonarme çerçeveye karşılık gelen modüler ızgara sistem, cephelerde, iç mekan kaplamalarında ve ankastre mobilyalarda ifade bulur. Geniş saçaklara ve dışa çıkmalı geniş pencere bölüntülerine yer verir.


Bir Cami

 
 
1967 yılında, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu sahasında, Mimar Cengiz Bektaş tarafından projesi yapılan bu cami, gerek plan, gerekse form bakımından bu alanda yenilik getiren bir uygulamadır. Planı tek bir mekan teşkil eden cami tamamen yeni bir anlayışa göre düzenlenmiş, iç hacmin aydınlatılması, planı çevreleyen duvarlarda bırakılan dikey pencereler ve binanın örtüsünü teşkil eden kasetli planşe ile duvarlar arasındaki düzey, dar pencereler ile sağlanmıştır.

Cengiz Bektaş'ın askerlik görevini yaptığı sırada, tümendeki tecrübesiz elemanlarla ve çok dar imkanlarla uygulayıp gerçekleştirdiği bu küçük cami, klasik plandan ve klasik mimari elemanlar kullanılmadan başarılı eserler verilebileceğini ispatlamıştır.


Kaynaklar:
İnci Aslanoğlu; "Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı 1923- 1938", ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara 2001
Metin Sözen; "Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi", Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1996 Sibel Bozdoğan; "Modernizm ve Ulusun İnşası", Metis Yayınları, İstanbul, 2002
Çankaya Belediyesi
Mimarlık Müzesi
Mimarlar Odası Ankara şubesi
Arkiv
Wikipedia
www.anitkabir.info

Arkitera, Derleyen: Pınar Koyuncu, 15.09.2010

KURUL KAYALIKLARI'NDAKİ KAZIDAN KALE ÇIKTI

  
Gazi Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt, "Kurul Kayalıklarında ortaya çıkardığımız arkeolojik bulgular buranın bir kale olduğunu gösteriyor dedi. Şenyurt, 15 kişilik ekiple yürütülen çalışmaların yaklaşık bir aydır sürdürüldüğünü, çalışmalarda elde edilen bulguların titizlikle değerlendirildiğini belirterek, elde edilen bulguların kayanın doğal yapısının da buraya yerleşenlerin burayı kale amaçlı kullandığının bir göstergesi olduğunu söyledi.

 

Gazi Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt, "Kurul Kayalıklarında ortaya çıkardığımız arkeolojik bulgular buranın bir kale olduğunu gösteriyor dedi.


Şenyurt, 15 kişilik ekiple yürütülen çalışmaların yaklaşık bir aydır sürdürüldüğünü, çalışmalarda elde edilen bulguların titizlikle değerlendirildiğini belirterek, elde edilen bulguların kayanın doğal yapısının da buraya yerleşenlerin burayı kale amaçlı kullandığının bir göstergesi olduğunu söyledi.
Kurul Kayalıklarının literatüre "Kurul Kalesi" olarak geçmesini istediklerini de ifade eden Şenyurt, şunları kaydetti:


"Kurul Kayalıklarındaki arkeolojik kazı çalışmalarına başlayalı yaklaşık bir ay oldu. 15 kişilik ekipte ben ve bir öğretim üyesi arkadaşımızın yanı sıra Gazi Üniversitesi'nde doktora ve mastır yapan arkeologlar bulunuyor. Arkeolojik bulgular buranın bir kale olduğunu gösteriyor. Çalışmaların ilk günü bir duvarın üst kısmını açtığımızda duvarın kalınlığının yaklaşık 2 metre olduğunu gördük. Bu da buranın normal konuttan ziyade bir kale olduğunu bize gösterdi. Daha sonra yapılan çalışmalarda açığa çıkarılan çanak çömlek buluntuları ve sikkeler buraya son olarak MÖ yüz yılında yerleşildiğini gösterdi. Bu dönem Anadolu Pontus Krallığı'nın zirvede olduğu bir dönemdir. VI. Mitridates dönemidir. Anadolu Pontus Krallığı döneminde Amasya ve Sinop başkent olarak kullanılmış. Ortaya çıkarılan sikkeler ve diğer küçük buluntular MÖ 1. yüzyıla ait. İsa'nın doğumunu sıfır olarak kabul ettiğimizde İsa'nın doğumundan 50 yıl önceye ait. Yani Hıristiyanlıktan da önce."


Arkeoloji literatüründe bu dönemin MÖ 330-30'a tekabül ettiğini, bu dönemde de Roma İmparatorluğu'nu Anadolu'yu ele geçirme teşebbüslerinin olduğunu belirten Şenyurt, "Pontus Kralı'da özellikle Roma'nın Anadolu'yu istilasına karşı mücadele vermiş. Bu amaçla Roma ordularıyla iki defa savaşmış ç ok önemli bir kral. Kendisi bir dönem Yunanistan'ın kuzeyinden Anadolu ve kırıma kadar olan bölgeyi hakimiyeti altına alan çok güçlü, büyük ve karizmatik bir kraldır" dedi.


Çalışmalar kapsamında Kurul Kayalıklarında su ve kaçış tünelinin 225 metre uzunluğa sahip olduğunun da belirlendiğini vurgulayan Şenyurt, şöyle devam etti:
"Tünelin işlenerek bir kısmı kazınmış. Bundan sonraki kayalar arasında boşluklar var. Doğal boşluklar açılmış. Bu arada su kaynağı var zaten. Kayaların arasındaki boşlukları dışarıdan temizlediğimiz zamanda da gizli bir kapı geçidi buradan sağlanmış oluyor. Tünelin sonunda elle düzeltilmiş kısmında da kapı var. Şu anda kazmakta olduğumuz yer daha çok "Akropolis" dediğimiz kentin en üst kesimi, başka bir ifadeyle iç kale dediğimiz kesim. Muhtemelen hem idare anlamında toplantıların yapıldığı hem de dağın en yüksek seviyesi olduğu için dinsel olarak önemsenmiş bir alan. 25 metre genişliğinde 90 metre uzunluğunda bir kaya zirvesi. Daha önceden burada su sarnıcı ve tünel olduğu için insanlar buranın kale olduğunu çok algılayamıyor. Kurul Kayası adıyla isimlendirilmiş."


Söz konusu kazı alanında yapılan değerlendirmelerde buranın bir idare merkezi ve bir dinsel merkez olduğunun değerlendirildiğini belirten Şenyurt, "Dolayısıyla burada işi olanın yaşadığı bir yer. Kralın, komutanın, rahiplerin yaşadığı alan. Daha çok maden yataklarında çalışan topluluklara hitap edilen bir kale burası. Mitridates'in bu bölgedeki halkı güvenlik ve kontrol altında tuttuğu, vergilerini aldığı idare ve yönetim merkezi. Eyalet merkezi diyebiliriz. Ordu Kurul Kalesi bu eyaletin yönetim merkezi diyebiliriz. Buranın asıl adı "Secaiye Köyü" sonra Kurul adı verilmiş" dedi.


Kale duvarlarının iri taşlarla yapılmış olmasının buranın güçlü bir krallık olduğunu gösterdiğini de belirten Şenyurt, sezon çalışmalarını 25 Eylülde tamamlayacaklarını da hatırlatarak şu bilgileri verdi:
"Bu çalışma Doğu Karadeniz'de tarihi araştırmaya yönelik olarak arkeolojinin bilimsel metodunun kullanıldığı ilk ciddi kazı çalışması. Bölgede her yıl iki ay çalışmak suretiyle en az beş yıl çalışmaların devam etmesi planlanıyor. Ama kazdığımız bölgenin aşağısındaki kaleyi de düşündüğümüz zaman çalışma takvimi 20 yıla kadar da uzayabilir. Ciddi anlamda hem bilimsel hem de turizme yönelik restorasyon çalışmalarını hesaplarsak 20 yılı gözden çıkarmak lazım. Ama 3 yıl sonra burası kısmen turizme açılacak. Karadeniz'de turistin uğramadan geçmeyeceği bir yer haline gelecek."
Türkiye Gazetesi, 15.09.2010

TÜNEL MEĞER ŞEHİR EFSANESİ DEĞİLMİŞ

 

 

Yıllardır İzmir'in gündeminde olan "Agora'dan Kadifekale'ye tünel var" iddiasının gerçek olduğu ortaya çıktı. Yar. Doç.Dr. Akın Ersoy yönetimindeki bir ekip tarafından Agora ile Kadifekale semtleri arasında yapılan çalışma sonucunda tarihi bir tünel bulundu. Roma Dönemi'nde inşa edilen 2 bin 500 yıllık tünelden, hala Agora'ya su akmaya devam ettiği belirtildi. Konak Belediyesi de, tünelin Kadifekale tarafında bulunan üç katlı evi kamulaştırdı. Anıt eser, kültür varlığı niteliğindeki ev ve altında bulunan tünel, restore edilerek turizme kazandırılacak.
Efsane tünelin bulunmasının ardından harekete geçerek kısa sürede tünelin ağzında yer alan evi kamulaştırdıklarını belirten Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, "Restore edilen ev, turizmin hizmetine sunulacak. Sakarya Mahallesi, 821 Sokak'ta yer alan ve Agora Tüneli'nin Kadifekale eteklerinde yer alan girişini kamulaştırdık. Kısa süre sonra başlayacak yenileme çalışmaları ile binada düzenlemeler yapacağız. 2 metre yüksekliğinde ve 1 metre genişliğindeki tünel hala ayakta duruyor. Gerekli restorasyon ve güçlendirmeler yapılırsa, tünel ziyarete açılabilir. İskender'in Kadifekale efsanesi ve tünelin ortaya çıkarılması turizme büyük katkı sağlar" dedi.

Efsane, Makedonya kralı Büyük İskender'in Bayraklı'daki ilk Smyrna kentini ve çevresindeki küçük yerleşimleri ele geçirdiği sırada gördüğü bir rüyaya dayanıyor. İskender, avlanmak üzere geldiği Kadifekale eteklerinde Nemesis Tapınağı önündeki bir pınarın başında yer alan çınar ağacının altında uykuya dalar. İskender'in uyuduğu pınardan akan suyun yolu tünel olarak anılmıştır. Roma dönemi su kanalları aslında tünel büyüklüğündedir. Bu su da tam 2 bin 500 yıldır bu kanallardan kesintisiz Agora'ya akmaktadır.

Yeni Asır, 15.09.2010

BİLİM YUVASI CANLANIYOR

 

 

Hindistan'ın doğusundaki Bihar eyaletinde, 800 yıl önce yok edilen ünlü Nalanda Üniversitesi'nin yeniden inşasına yeşil ışık yakıldığı bildirildi.
 

Yüzyıllardan beri Hintli aydınların umut ettiği kararı onaylayan Hint hükümeti, yeni Nalanda kampüsünün modern Hindistan’ın sembol haline gelmesini istiyor.

 

Nalanda Üniversitesi, bütün Asya ülkelerinden gelen toplam 10 bin öğrenci ve öğretim üyesini barındırıyordu. Tarihçilere göre üniversite, döneminin fen, felsefe, edebiyat ve matematik dallarında en iyi eğitim veren üniversitelerinden biriydi.


Ünü geniş bir coğrafyaya yayılmış olan üniversite, 1193 yılında İngiltere’de Oxford Üniversitesi ortaya çıktığı sırada, Orta-Asya’dan gelen istilacılar tarafından talan edilmiş ve kütüphanesi yakılmış. Bihar eyaletinin başkenti Patna’ya 90 kilometre uzaklıkta bulunan üniversite binasından geriye, sadece birkaç kırmızı tuğladan yapılmış sütun ve işlenmiş mermer kalmış.

 

1998 yılı ekonomi ödüllü, ekonomi ve felsefe profesörü Hintli Amartya Kumar Sen, Nalanda’nın insanlık tarihinde en önemli araştırma ve düşünce merkezi olduğunu belirtti. Nalanda’yı yeniden inşa etme projesinin önderlerinden olan Sen, "Nalanda’yı yeniden yaşatmaya kararlıyız" diye konuştu.


Sen’e göre, Nalanda’da yaklaşık 2 bin öğretim görevlisi, Budist geleneğine uygun olarak birçok bilim dalında ders veriyordu. Hindistan parlamentosu, Nalanda’yı yeniden yaşatma projesi için üniversitenin harabelerinin yanında bulunan 200 hektarlık araziyi proje için tahsis etti. Projenin çok para gerektirdiğini belirten Sen, eski Nalanda’nın gelirinin çiftlik kiralarından ve dönemin hükümdarlarının hibe ettiği zenginliklerden oluştuğunu ifade etti.

 

Sen, "Bugün parayı hükümetlerden, dini cemaatlerden veya özel kişi ve kuruluşlardan temin etmemiz gerekecek" dedi. Nalanda projesinin önderleri, projenin bir amcacının da proje bitince, Hindistan’daki zengin ailelerin çocuklarını okumaları için yurtdışına değil, Nalanda’ya yollamalarını sağlamak, hatta Nalanda’ya yurtdışından yabancı öğrenci çekebilmek olduğunu bildirdi.

 

Nalanda’yı yeniden diriltmemin "dahiyane bir fikir" olduğunu söyleyen Delhi Üniversitesinde görevli Phagun Pathak AFP’ye yaptığı açıklamada, "Nalanda’nın özünü iyi kavramak gerekiyor, o da evrenselliktir" dedi.

 

Projeyi yürütenlere göre, Nalanda’nın yeniden inşası 500 milyon dolar (390 milyon avro) ve altyapısı da aynı miktarda para gerektiriyor. Bihar eyaleti ise Hindistan’ın en fakir eyaletlerinden biri olarak biliniyor.

Hürriyet, 15.09.2010

AGORA'DA TARİH YAZILIYOR

 

İzmir'de Agora kazılarında Roma dönemine ait ‘kent meclisi’yle 35X30 metrekare genişliğinde sergi alanıyla hamamın bir bölümü ortaya çıkarıldı. Her gün burayı gezmeye gelen çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçi, çıkarılan eserleri büyük heyecanla izliyor.


29 Ekim’de, halen ziyarete kapalı olan, duvarlarında birbirinden ilginç grafitilerin bulunduğu bölümlerin de ziyarete açılması hedefleniyor.

Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 15.09.2010

MÜZEYE DEV BAĞIŞ

 

Latin Amerika ülkesi Kosta Rika'daki lüks bir otel, 20 yıldır sahip olduğu 250 arkeolojik hazineyi Ulusal Müze'ye teslim etti.

 

Hotel Bougainvillea'da vitrinlerde sergilenen ve MÖ 300 yıl önceye ait olan tarihi eser koleksiyonunun kanun uyarınca müze yetkililerine teslim edildiği belirtildi. Otelin tarihi eserleri, suç olduğunu bilmeden topladığı kaydedildi.

Sabah, 15.09.2010

BİR KÜLTÜR MİRASI DAHA KURTULUYOR

 

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Osman Hamdi Bey tarafından yaptırılan Böcekhane binasındaki restorasyon çalışmaları devam ediyor. Yapım tarihi, kullanım alanı gibi konularda kesin bir bilginin olmadığı yapı aslına uygun olarak restore edilip vatandaşların kullanıma sunulacak.


Büyükşehir Belediyesi kentin yok olmaya yüz tutmuş tarihi değerlerini bir bir kentin hizmetine sunmaya devam ediyor. Gebze Eskihisar’da bulunan Böcekhane olarak adlandırılan yapıya da el atan Büyükşehir harabe haldeki binayı restore ediyor. Depremde büyük hasar gören binadaki yapılan çalışma ile tarihi bir miras daha Türkiye’ye ve Kocaeli’ye kazandırılmış olacak.
 

Kamulaştırılması 2009 yılında yapılarak Büyükşehir Belediyesi tarafından projelendirilen 160 metrekarelik tarihi yapının merdivenleri çelik konstrüksiyon üzerine ahşap kaplama olarak restore edilecek. Islak mekanları seramik, zemin ve tavan döşemeleri ise ahşap kaplama olarak tepeden tırnağa yenilenecek tarihi yapıda idari ofis, hol ve tuvalet lavabo gibi kısımların da bulunacak ve yapının birinci katı ve çatı katı çelik kirişlerle desteklenecek.


1991 yılında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillenen Böcekhane için kesin tarihi bilgiler bulunmuyor. Yapım tarihinin 1900’lü yılların başı olduğu tahmin edilen Böcekhane binasıyla ilgili çeşitli rivayetler bulunuyor. Tarihsel süreç içerisinde farklı amaçlarla kullanılan yapıda Osman Hamdi Bey’in İpek Böcekçiliği ile ilgilendiği yolundaki rivayet ise bunlardan bir tanesi.
 

Osmanlı döneminde gayrimüslim ve Müslüman tebaanın iç içe, saygı ve hoşgörü içerisinde yaşamış olduğu Eskihisar’da bulunan bu yapı, kimileri tarafından değirmen, kimileri tarafından, yağhane, kimileri tarafından depo, kimileri tarafından da böcekhane olarak biliniyor.

İpekböcekçiliği’nin en önemli merkezlerinden olan Kocaeli’de bulunan yapının adı için sık olarak kullanılan Böcekhane ismi ise Osman Hamdi Bey’in 26 yıl yazlarını geçirdiği sayfiyesindeki ipek böcekçiliği yapmasından geliyor.

Özgür Kocaeli, 15.09.2010

MUĞLA MÜZESİ ÖZKAYNAK'TA

 

Muğla Müze Müdürlüğü’ne atanan Arkeolog Fütühat Özkaynak görevine başladı. Yeni projeler hazırlayarak müzeye ziyaretçi sayısını arttırmayı hedeflediğini belirten Müdür Özkaynak, kültür turizmini geliştirmek için ekip olarak çalışacaklarını ifade etti. Ege Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümünden mezun olan Özkaynak, 2000- 2002 yılları arasında Muğla Müze Müdürlüğü’nde uzman olarak görev yaptı. Bölgeyi bilen ve daha önceki yıllarda Muğla’yla ilgili yaptığı çalışmalarda dikkat çeken Müdür Özkaynak hedeflerini yüksek tuttuğunu belirtti. Müzeye yeni salonlar kazandırmak için çalışacağını ifade eden Müdür Özkaynak “Müzenin acilen bakım ve onarımdan geçirilmesi gerekiyor. Bunun için Kültür ve Turizm Bakanlığıyla yazışmalar yapıyoruz” dedi.

Hürriyet, Haber: Ahmet Bayrak, 15.09.2010

MÜZELERE AKIN ETTİK

 

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan üç müze Ramazan Bayramında ziyaretçi akınına uğradı. Dış İlişkiler Daire Başkanı Muhtar Akyol yaptığı açıklamada, “Dünyanın en eski yerleşim yerlerinin başında gelen ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Gaziantep son dönemde tarihi, kültürel zenginlikleri ile de ön plana çıkmaktadır” dedi.

 

Müzelerin büyük beğeni topladığını söyleyen Muhtar Akyol, “Açıldıkları 2009 yılının Mayıs ayından bu yana Bayazhan Gaziantep Kent Müzesi 69.143, Emine Göğüş Gaziantep Mutfak Müzesi 87.462, Gaziantep Savunması Panoraması Müzesi 159 bin 268 olmak üzere 315 Bin 873 ziyaretçiyi ağırladı. Ramazan Bayramında gerek hemşerilerimiz gerekse dışarıdan gelen konuklarımız müzelerimizi gezdiler. 3 günlük tatilde Bayazhan Gaziantep Kent Müzesini 542, Emine Göğüş Gaziantep Mutfak Müzesini 777, Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması Müzesini 2514, Ömer Ersoy Kültür Merkezini 357 kişi olmak üzere toplam 4 Bin 290 kişi ziyaret etti” dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 15.09.2010

700 BİN LİRALIK MASKE

 

İngiltere'de amatör bir hazine avcısının metal dedektörüyle bulduğu Roma dönemine ait bronz maske, meraklılarının büyük ilgisini çekiyor.

Cumbria kentinde mayıs ayında bulunan ve Roma döneminde üst düzey bir şövalyeye ait olduğunu düşünülen maskenin açık artırma ile 300 bin sterline (Yaklaşık 700 bin TL) satılması bekleniyor.

Sabah, 15.09.2010

17 YILLIK ZARİFİ KÖŞKÜ DAVASI AİHM'DE ÇÖZÜLDÜ

 

 

Maliye Bakanlığı ile Günaydın Turizm A.Ş arasında 17 yıldır hukuk mücadelesine neden olan Trabya’daki tarihi Zarifi Köşkü’nün mülkiyet sorununu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) çözdü. AİHM’nin “Uzlaşın” teklifi üzerine Hazine, gayrimenkulü “dostane” çözümle iade etti. Şirketin avukatı Ramazan Arıtürk, “Bu kez yanlış hesap Strazburg’dan döndü, Keşke Ankara’dan dönseydi” dedi.

Köşkün ilk sahibi Yani Zarifi, 1821’de Osmanlı’ya karşı Mora ayaklanmasını finanse etmekle suçlanınca Odesa’ya kaçtı, İstanbul’daki mal varlığına el kondu. 1839’da Yunanistan’a yerleşen Zarifi’nin malları arasında Zarifi Köşkü’nün yanı sıra Adalar’da birçok konak bulunuyordu. 1832’de İstanbul’a dönen Yani Zarifi’nin büyük oğlu Yorgo Zarifi, bir banka kurdu, Sultan Abdülhamit’in mali danışmanı oldu. Yorgo Zarifi, 1884’te öldü. Ailesi 1900’lü yılların başında Atina’ya yerleşti. 1954’de köşkün 14 bin 777 metrekarelik sınırları belirlendi, tapuya tescil edildi. Köşk, 26 Kasım 1964’de satış yoluyla Ali Albayrak’a, 1 Ağustos 1969’da miras yoluyla Zeyra Meryem Albayrak, Süheda Merih Akın ve Ahmet Uğur Balkaner’e, 20 Şubat 1989’da da satış yoluyla Günaydın Turizm İnşaat ve Ticaret A.Ş.’ye geçti. Hazine, köşk maliklerinin Yorgi Zarifi’nin mirasçıları olmadıkları, taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi gerektiği iddiasıyla 1995’te Günaydın Turizm A.Ş. aleyhine Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde tapu iptal davası açtı. 15 Nisan 1997 tarihli mahkeme kararıyla köşk tapuda Hazine’ye kaydedildi, köşkün kullanıldığı dönem için 535 bin Euro ecrimisil tahakkuk ettirildi. Açtığı davaları kaybeden Günaydın Turizm, 2002’de köşkten çıktı.

İç hukuk yollarını tüketen şirket, AİHM’e yaptığı başvuruda, köşkün tazminat ödenmeksizin Hazine’ye devredilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını ileri sürdü. Köşkün iadesini ve kira geliri kaybına karşılık 5.5 milyon Euro ve 16 bin 587 bin Euro tazminat talep etti. AİHM, 2 Eylül 2009’da, tazminat talebini saklı tutarak, uzlaşma için 6 ay süre tanıdı. Maliye Bakanlığı, tazminat talebinde bulunulmaması şartıyla taşınmazın iadesini uygun gördü. Köşke, emlak piyasasında 30 milyon Euro değer biçiliyor.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 15.09.2010

KONYA'DA 161 TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Konya'da İl Jandarma Komutanlığı tarafından, Çeltik İlçesi'nde bir evde yapılan aramada 161 tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili 1 kişi gözaltına alındı.

 

İhbar üzerine harekete geçen jandarma ekipleri, Yunak Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan alınan arama izni ile A.Ö. ve annesi E.Ö.’nün birlikte oturduğu evde arama yaptı. Aramada Roma dönemine ait 151 bronz sikke, Roma dönemine ait 2 gümüş sikke, Bizans dönemine ait 3 bakır sikke, Selçuklu dönemine ait 1 gümüş sikke, 2 kartal figürü, 1 mermer erkek heykeli, 1 kadın heykel başı olmak üzere toplam 161 tarihi eser ele geçirildi.

Olayla ilgili gözaltına alınan A.Ö., çıkarıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Tarihi eserler de Konya Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi.

Hürriyet, Haber: Aycan Aydın, 15.09.2010

DÜNYA ARKEOLOJİ MÜZESİ'NE İZİN

 

İzmir Özel Türk Koleji Yönetim Kurulu Üyesi Yavuz Tatış’ın, Alsancak’ta kuracağı “Dünya Arkeloji Müzesi”ne 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan izin çıktı.


Arkeolojiye merakı ile tanınan Yavuz Tatış 6 bin 500 parçadan oluşan tamamı kayıtlı tarihi eseri sergilemek için kurmak istediği özel müze için, zamanında Fransız mühendislerin kaldığı, yıkılma ve çökme tehlikesi içinde bulunan dört tarihi bina satın alarak ilk hamleyi yaptı. 1300 metre alana kurulacak müze için iki yıldır kuruldan izin çıkmasını bekleyen Yavuz Tatış, bu arada 5 milyon lira harcayarak binaları restore ettirdi. Tatış, “Elimde bulunan eserleri, ‘Anadolu Medeniyetlerinden Kültür Yansımaları’ kitabıyla ölümsüzleştirdim. Bu kitabın İngilizcesi de yakında çıkacak. Bu müze dünyanın sayılı müzelerinden olacak. Eserlerin hepsi envanterde kayıtlı” dedi.

Hürriyet Ege, Haber: Bahri Karataş, 15.09.2010

ILISU BARAJ GÖLÜ ALTINDA KALACAK ESERLERİN KURTARILMASI

 

Diyarbakır’ın Bismil İlçesi'nde Ilısu Baraj Gölü altında kalacak eserlerin kurtarılması için 11 yerde yapılan kazıların bu yılki bölümü tamamlandı.

 

Diyarbakır Müzesi Müdürü Nevin Soyukaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ilısu Baraj Gölü altında kalacak eserlerin kurtarılması için 2000 yılından bu yana devam eden kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün sona erdiğini bildirdi.

 

Diyarbakır Müze Müdürlüğü Başkanlığı'ndaki Ilısu Barajı Kurtarma Kazıları kapsamında Ziyarettepe, Hırbe Merdontepe, Salat Camisi Yanı, Kavuşan Höyük, Salattepe, Müslümantepe, Aluç Yerleşimi, Körtiktepe, Gre Abdurrahman, Hakemi Use ve Karavelyan Yerleşimi olmak üzere 11 arkeolojik yerleşimde kazı ve depo çalışması yapıldığını belirten Soyukaya, kazıların gelecek yıl da devam edeceğini kaydetti.

 

Soyukaya, kazılardan her yıl önemli yüzlerce eserin müzeye ulaştırıldığını belirterek, ‘Çıkarılan tarihi eserler Yeni Asur yoğunlukta olmak üzere Neolotik, Halaf, Tunç çağı gibi dönemlere ait. Her yıl müzemiz yüzlerce eser kazanıyor. Bu sayede de müzemiz oldukça önemli koleksiyona sahip oluyor. Bu yılki kazılardan toplam bin 340 eser müzemize kazandırıldı’ dedi.

haberler.com, 15.09.2010



TARİHİ KÖPRÜDE YIKILMA TEHLİKESİ

 

  

 

Antalya'nın Serik İlçesi'ne bağlı Belkıs beldesinde, Köprüçay Irmağı üzerinde kurulu tarihi Belkıs Köprüsü yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Milattan Sonra 4. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen 'Eski Köprü', 'Köprü Pazar', 'Sultan Alaaddin', 'Belkıs' gibi çeşitli isimlerle anılıyor.

 

Belkıs Belediye Başkanı Remzi Yıldız, tarihi köprüde kalıcı hasar oluştuğunu ifade ederek yetkilileri göreve davet etti. Geçen yıl şiddetli yağış sonucunda meydana gelen sel felaketinde tarihi köprünün ayaklarından birinin oyulduğuna işaret eden Yıldız, şöyle konuştu: "Buradan dev bir parça düşmüştü. Bunun için Anıtlar Yüksek Kurulu tadilat için yaptığı proje bir müteahhit tarafından yarım halde bırakıldığını gördük. Tarihi eski köprü bu haliyle kaderine terk edilmiş durumda bölgemizde yağışların zamanı yaklaşıyor. İlk yağışların ardından köprü altında bir çalışma yapmak imkansız hale gelecek. Yetkilileri buradan uyarıyorum. Tarihi köprü yıkılmak üzere."

 

Tarihi köprünün durumuyla ilgili başta Antalya Valiliği olmak üzere çeşitli kurumlara yazı yazdığını anlatan Başkan Yıldız, halen bu konuda herhangi bir cevap alamadığını sözlerine ekledi.

Antalya Kent Haber, 14.09.2010

İZMİR'İN TARİHİ YANGINLARLA DOLU

 

İzmir’in bilinen 5 bin yıllık tarihini 8 Bin 500 yıla çıkaran Yeşilova Höyüğü’nde yapılan kazılarda, 8 bin yıl önce kentte büyük yangınların çıktığı, daha sonraki yıllarda da sık sık yangınların meydana geldiği belirlendi.

 

Yeşilova Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2005 yılından beri devam eden kazılarda bu yıl önemli bulgular elde ettiklerini, İzmir ile ilgili birçok ilklerin, kazılar sonucu yavaş yavaş ortaya çıktığını söyledi. Birinci İzmir olarak bilinen bölgede, 8 bin yıl önce büyük yangınların çıktığını belirlediklerini ifade eden Derin, ‘İzmir’in adı sık sık yangınla anılır, İzmir’deki ilk yangın günümüzden 8 bin yıl önce çıkmış’ dedi.

 

İzmir’in ilk yangın yerine ulaşıldığını, yapılan kazılarda kentte çok sayıda yangının meydana geldiğinin ortaya çıktığını belirten Derin, şunları söyledi:

‘Çalışmaları sırasında İzmir’in ilk yaşantısına ait önemli çanak, çömlek ve aletler bulduk. Elde edilen ilk bulgulara göre, çok gelişmiş ve Rönesans Dönemi olarak adlandırılacak bir kültür yaşanmış. Çanak, çömlekler üzerindeki kabartmalardan, bir ana tanrıçaya tapınıldığını anlıyoruz. Kazılarla İzmir’in 8500 yıl öncesine doğru bir yolculuk yapıyoruz. Yeşilova Höyüğü İzmir’in ilk yerleşim yeri, birçok bulguda İzmir’in ilklerini barındırıyor. Her sene yaptığımız çalışmalarla, hiç bilmediğimiz noktalar aydınlığa kavuşturuyor. Kentteki yangınlar da bunlardan biri. Yeşilova’da 8000 yıl önce başlayan yangın zincirleriyle halk burayı terk etmek zorunda kalmış. Depremle gelen yangınlar da olabilir. Yapıları, içinden hiçbir şey alamadan, terk etmek zorunda kalmışlar. Bu İzmir’in kaderinde var olan yangın silsilesinin ilk, en erken dönemi. İzmir’in kaderi yangınla başlamış, yangınla devam etmiş. Kentin geleceği inşallah daha güzel olur, ama antik dönemde çilesi fazla olmuş, özellikle yangınlar çok sayıda yaşanmış. İzmir’in ilk yangın yeri burası, İzmir’in ilk yangın yerinde kazılar yapıyoruz.’

 

Yeşilova Höyüğü’nde yapılan kazılarda elde edilen bulgulara göre, günümüzden 8 bin 500 yıl önce, kentte o günlere göre gelişmiş bir medeniyet olduğunu, özellikle adalarla ticaretin yapıldığını, buğday ve mısırın işlenerek un haline getirildiğini, her evde işliklerin bulunduğunu belirten Derin, geniş alanda kazı çalışması yaptıklarını, kentin MÖ 5700-5800 yıllarında yangınlarla, ardından da sellerle boğuştuğuna yönelik bulgulara ulaştıklarını söyledi.

 

Derin, Yeşilova Höyüğünün, yaklaşık 2 metrelik büyük ve kalın bir toprak yorganın altında kaldığını, bu yorganın, kentin gizemli geçmişini kapattığını belirtti. Bu örtüyü tamamen kaldırarak, kentin geçmişini gün ışığına çıkarmak istediklerini kaydeden Derin, ‘İzmir’in ilk yerleşenleri günümüzden 8 bin yıl önce bölgeyi terk etmişler, bu kaçışa neyin neden olduğunu ortaya çıkarmak için çalışıyoruz. İklimsel bir felaket olabilir, buzulların erimesi, ani kuraklık, ardından gelen yağışlı hava olabilir. Ama her ne olduysa, insan yaşadıkları bölgeyi terk etmiş. Zengin kültür gitmiş, 500 yıl sonra Anadolu’dan daha ilkel bir toplum bölgeye yerleşmiş’ diye konuştu.

haberler.com, 14.09.2010

CAMİ TUĞRASINI ÇALMAK İSTEYEN POLİSLERE SUÇÜSTÜ

 

  

 

Kocaeli'nin Gebze İlçesi'ndeki tarihi Çoban Mustafapaşa Külliyesi'nin girişindeki 2. Abdülhamid'e ait tuğra ve onarım kitabesini çalmaya çalışan 2'si polis 5 kişi suçüstü yakalandı.


Alınan bilgiye göre Gebze'de 1523 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılan Çoban Mustafapaşa Külliyesi'nin Gölcüönü Meydanı'na bakan girişinde gece birkaç kişinin toplandığını gören vatandaşlar polise haber verdi.


Olay yerine sevk edilen polis ekiplerince yapılan kontrolde, külliyenin girişinde bulunan 2. Abdülhamid'e ait tuğra ve onarım kitabesini yerinden sökmeye çalıştıkları belirlenen 2'si polis 5 kişi gözaltına aldı.


Zanlıların emniyetteki işlemlerin ardından adliyeye sevk edileceği öğrenildi.

Türkiye Gazetesi, 14.09.2010

OSMANLI HAMAMI MÜZEYE DÖNÜŞÜYOR

 

 

Osmanlı padişahlarından Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa tarafından 14. yüzyılda yaptırılan Süleyman Paşa Hamamı Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek müzeye dönüştürülüyor.


Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Fen işleri Daire Başkanlığı denetiminde sürdürülen çalışmalarda halen harabe görüntüsündeki hamam, içerisinde standların, yaklaşık 100 metrekarelik bir kafeteryanın ve lavabonun yer aldığı müze-hamam olarak hizmet verecek. Ayrıca tarihi hamam, çalışmaların tamamlanmasının ardından son derece modern aydınlatma sistemiyle de ışıklandırılacak. 600 yıllık mazisi ile ilimizdeki en eski Osmanlı dönemi hamamı olan tarihi yapıda güçlendirme çalışmaları yoğun şekilde devam edecek.


Süleyman Paşa Hamamı, Süleyman Paşa tarafından 14. yüzyılda İzmit Merkez'e bağlı Akçakoca Mahallesi'nde inşa edildi. Çifte hamam (bay-bayan) özelliğine sahip olan hamam 3 bölümden oluşuyor ve bu 3 bölümde 3 tane de kubbe bulunuyor. Hamam günümüzün hamamlarında da bulunan soğukluk (giriş kısmı) ılıklık ve sıcaklık kısımlarından oluşuyor. Ön kısımlarda üzeri çifte yüksek kubbe ile örtülü bir soğukluk

Özgür Kocaeli, 14.09.2010

ERZURUM'DA ASR'I SAADET MÜHRÜ

 

 

İlk İslam mabedi olarak Erzurum’da inşa edilen Kabe Mescidi, tarihi süreç içerisinde kaybolup giderken, bir diğer Kabe Mescidi ise, Kuloğlu Mahallesi’nde tarihe mirasçılık ediyor.

Özel Güneş İlköğretim Okulu’nun hemen arkasında bulunan mescidin, Erzurum’un meşhur iki “Kabe Mescidi”nden birisi olduğu öğrenildi. Erzurum'da İslami yapılaşmanın Hz. Osman zamanında şehrin el değiştirmesiyle başladığının belirtildiği tarih kaynaklarında, bu yapılaşmaya verilen örneklerin başında ibadethaneler geliyor. Basra, Şam ve Kufe'den gelen yeni muhacir­ler, Emevi ile Abbasi askerleri ve ailelerinin, dini inançları­nı sürdürebilmesi için Erzurum’da öncelikle Cami ve Mescitleri çoğalttıkları öğrenilirken, buna ilişkin olarak günümüze ulaşan çok çeşitli bilgiler bulunuyor. İlhanlı hükümdarı Ebu Said zamanında yaşayan ve eserleri ile tanınan Kazvini, Erzurum'a ait bazı yazılarında, Büyük Kilise yakınında, Kabe Mescidi'nin de inşa edilmiş olduğunu belirtirken, mescidin fiziki özelliklerine ilişkin olarak çeşitli bilgiler de aktarıyor. Kazvini, Kabe Mescidi’nin dört köşe olması nedeniyle için Mekke'deki gibi Kabe adını aldığını anlatırken, buna benzer bir başka tarihi bilgi ise, Erzurum’a görevle gelen Trabzonlu Aşık Çelebi tarafından aktarılıyor. Trabzonlu Aşık Çelebi ise, hatıratında; “Bu kilisenin karşısında, eniyle boyu bir, Kabe şeklinde Müslümanlar için bir mescit yaptırıldı. Bu mescide Kabe örneği adı verildi.” diyor.

Erzurum’da Hz. Osman döneminde inşa edilen Kabe Mescidi’nin, tarihi süreç içerisinde yıkıldığı kaydedilirken, söz konusu mescidin bir benzerinin ise, Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edildiği tahmin ediliyor. Osmanlılar döneminde Kanuni vasıtasıyla bazı İslami yapılar ve medreselerin işlerlik kazandığının kaydedildiği tarihi kaynaklar, Kabe Mescidi'nin sonraki kaynaklarda ikileştiğinin görüldüğüne yer veriyor. Edinilen bilgilere göre, Lala Paşa Camii’nin güneyinde, eski beylerbeyi sarayının yakı­nında bulunan Kabe Mescidi, İsmet Paşa Mektebi’nin ya­kınında ve Çeteci Abdullah Paşa Çeşmesi'nin de karşısında bulunuyor. Eski Erzurumlu büyüklerin ifadelerine göre de, mektebin bulun­duğu yerde Mermer Hamam bulunuyor. Cami, Mescit ve hamam geleneğinin, Kabe Mescidi için de uygulandığının anlaşılmasına neden olan tarihi kaynaklar, Lala Paşa Camii ve Kabe Mescidi Mahallesi’ndeki her iki binanın birbirinden ayrı olduğunu gösteriyor. Eski belgelerde de bu husus açık olarak aktarılırken, İsmet Paşa Mektebi’nin karşısında bulunan Kabe Mescidi’nin kesin yapım tarihi ise, bilinmiyor.

Erzurum Gazetesi, 14.09.2010

YUNANİSTAN O HAZİNEYİ ARIYOR!

 

Kuzey Yunanistan’daki Trikala kentinde Ali Paşa’ya ait olduğu zannedilen bir hazinenin arandığı bildirildi.

Yunan internet sitelerinde yeralan haberlere göre, kentin Agi Theodori-Theopetra bölgeleri arasında, özel kameralarla donatılmış iki sondaj makinasıyla, hazinenin bulunması için kazı yapılacak.

Yunan kökenli bir Avusturya vatandaşına araştırma için tüm gerekli izinlerin çıkartıldığı kaydedildi.

Sondaj makinalarının yaklaşık 15 metre derinliğe kadar inecekleri açıklandı.

Onsekizinci yüzyılda yaşamış olan ve "Yanya Sultanı Tepedelenli Ali Paşa" olarak da bilinen Ali Paşa, Yunanistan’daki Yanya kentini merkez alan yönetimini Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsız hale getirme çabası üzerine Sultan II. Mahmut tarafından görevinden alınmıştı. Bu kararı dinlemeyerek isyan başlatan Ali Paşa, Osmanlı ordusuna karşı yenildi ve öldürülmemesi koşuluyla 1822’de teslim oldu. Tekrar isyan çıkarma riski bulunduğu için hakkında idam kararı alınınca silahına davrandı ve vurularak öldürüldü. Daha sonra başı kesilerek İstanbul’a gönderildi.

Ali Paşa’nın, Yanya’nın idaresini elinde bulundurduğu dönemde büyük bir servetin sahibi olduğu belirtiliyor.

Milliyet, 13.09.2010

 

******


ALİ PAŞA'NIN HAZİNESİ YUNANİSTAN'I KURTARACAK

 

 

Yunanistan’ın Vassiliki Köyü'nde Osmanlı’nın Yanya Valisi Tepedenli Ali Paşa’nın hazinesini bulmak için kazı başlatılıyor.

 

Devlet desteğiyle gerçekleştirilen kazıda hazine bulunabilirse yarısı Yunan devletinin olacak. Köy muhtarı Vaios Ziakas, Ali Paşa’nın hazinesinin uzun süredir krizle boğuşan Yunanistan’ın borçlarını ödeyebilecek kadar büyük olduğunun düşünüldüğünü belirterek, “Bu inanılmaz bir hikaye, doğru olduğunu umuyoruz. Hazinenin yüzde 50’si Yunan devletinin olacak, belediye de pay alacak” dedi. Gelecek hafta başlatılacak çalışmalar için Atina’dan iki sondaj aleti getirildi. 20 metre derinliğe uzatılacak kameralarla hazine bulunmaya çalışılacak. Yanya Valisi Tepedenli Ali Paşa 1822’de devlete karşı isyan ettiği için öldürülmüş ancak hazinesi bulunamamıştı. Tepedenli ile bağının bulunduğu söylenen Vassiliki’ye Paşa’nın Yunan asıllı karısının adı verilmiş.

Milliyet, 18.09.2010

ANLAŞMAZLIK BİTTİ: SİLİNDİR İRAN'DA

 

 

Dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan British Museum ile İran arasında anlaşmazlığa sebep olan Kiros Silindiri 4 ay boyunca İran'da sergilenecek.

 

Dünyanın ilk insan hakları bildirisi olarak kabul edilen ve Pers Kralı Kiros tarafından yazdırılan silindir bu açıdan ayrı bir önem taşıyor. 2 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip olan silindir 1879 yılında Irak'ta bulundu.

 

British Museum yöneticisi Neil MacGregor konu ile ilgili olarak "Kiros Silindiri için Orta Doğu'nun bir objeye sığdırılmış tarihi diyebiliriz." şeklinde açıklama yaptı. MacGregor ayrıca; "bu geçmişten bugüne hepimizin paylaştığı bir hat ve bu obje bugün yaşadığımız dünyayı şekillendirmiş anahtar bir anı gösteriyor." dedi.
 
Babil'in fethedilmesinin ardından çivi yazısıyla yazdırılan tablet, yazdırıldığı topraklar olan İran'da en son 40 yıl önce sergilenmişti.

Hürriyet, 13.09.2010

KERVANSARAY HAZIR

 

Battalgazi İlçesi'nde, 3'üncüsü bu yıl yapılacak olan ve "uluslar arası" olacağı belirtilen KERVANSARAY BULUŞMASI MELİTA’ DAN BATTALGAZİ’YE TARİH -ARKEOLOJİ- KÜLTÜR -SANAT GÜNLERİ, 17- 27 Eylül günleri arasında gerçekleştirilecek. Bu organizasyona mekan oluşturan tarihi Silahtar Mustafapaşa Kervansarayı da, restorasyon ve onarım çalışmalarının büyük ölçüde tamamlanmasıyla, etkinliklere hazır hale getirildi. İşlerin tamamıyla bitirilmemesi nedeniyle kabulü yapılmayan kervansarayın, orijinal planına sadık kalınarak meydana çıkarılan yeni çehresiyle açılışının da 17 Eylül günü yapılacağı öğrenildi.
Malatya Haber, 13.09.2010

ANTİK KİLİSE KIŞA HAZIRLANIYOR

 

Demre'de yapılan Myra Andriake kazılarında ortaya çıkarılan Antik Bizans Kilisesi'nin, kış gelmeden korumaya alınacağı bildirildi. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerinden edinilen bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Akdeniz Üniversitesi ile ortak yürüttüğü kazılarda, toprağın 7 metre altında önemli bölümü sağlam bulunan Bizans Kilisesi'nin restorasyonu için Bakanlıktan gönderilen ödeneğe ek olarak Antalya İl Özel İdaresi'nden de 130 bin TL ödenek temin edildi.

Bu ödenek, 800 yıllık kiliseyi yağmur ve sel sularından kurtaracak çalışma için kullanılacak. Çalışma çerçevesinde, etrafı duvarlarla çevrilmeye başlanan kilisenin üstü çatı ile kaplanacak. Kilisenin batısına 4 metre eninde, 2 metre yüksekliğinde, 70 metre uzunluğunda menfez yapılacak.
    
Restorasyonu Myra Andriake Kazı Başkanlığı'nca yürütülen kilisede, tüm çalışmaların kış gelmeden bitirileceğini belirten Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek, şunları söyledi:
    
''İlçemizde ortaya çıkan bu tarih hazinesinin korunması ve gelecek kuşaklara taşınması için, tüm önlemler alınıyor. Yerin 7 metre altında olması nedeniyle, yağmur ve sel suyundan korumak için gereken her şey yapılıyor.''

Yapı, 13.09.2010

ÇİFTE MİNARELER TARİHİ BEKLİYOR

 

Tarih boyunca bir çok medeniyete beşiklik etmiş olan Erzurum’un, en gözde tarihi eserlerinden olan Çifte Minareli Medrese, ifade edilmesiyle bile akıllara hemen Erzurum’u getiriyor.

 

Tarihi Medrese, asırlara göğüs gererek günümüze ulaştı. Şehrin merkezinde bulunması nedeniyle, civarı da çekirdek Erzurum diye adlandırılıyor. Erzurum Ulu Camii’nin doğusunda, "Tebriz Kapısı Çarşısında" bulunan bu Mamurenin en çok yaygın ve bu gün yaşayan ismi “Çifte Minareler” veya “Çifte Minareli Medrese”dir Mamure kesme taştan ve müstakil planla inşa edilmiştir. Cephede minare kaideleri öne doğru çıkıntılıdır. İki minare arasında nebati geometrik tezin atlı istalaktitli Taç Kapısı vardır. Minare kaidelerinin alt ön kısmında müstakil bir komi üzerinde iki "Selçuk Arması" vardır. Batıdaki armada, altta ağzını açmış iki yılan, ortada dilimli bir yaprak, bunun üstünde çift başlı bir kartal vardır. Doğuda bulunan simetriğine yaprak ve kartal işlenmemiştir.

Dam hizasında çift kat korniş içerisinde çinililerle süslü ortasında Allah-Muhammet ve dört çariyari güzinin ismi yazılıdır. Yarı üstünvari sütunların meydana getirdiği minarelerin üzerleri çini tezyinatlı şerefe altları istalaktitlidir. Şerefelerin üst kısmı bir rivayete göre hiç yapılmamış, bir rivayete göre de yıkılmıştır. Eser bütünüyle 35 x 48 m²’lik bir alanı kaplar. Taç kapıdan geniş bir avluya geçilir. Avlunun etrafı sütunlarla çevrilidir. Öğrenci odaları avlunun etrafında yer alır. Bu gün yıkık olan güneydeki eyvana bitişik kümbet vardır. Kümbet kübik bir kaide üzerine poligonal bir gövde ve konik külahtan oluşmaktadır. Eser heyeti umumiyesiyle Selçuk stilinde XIII. asrın sonlarına doğru yapılan, önemli bir hadise ile tezyinatı yarım kalan ve "Fakülte Karşılığı" tedrisat yapan Çifte Minareli Medrese mimari yapısı taş oyma ve kabartma tezyinatı, çini süslemeleri ile muhteşem bir şaheserdir. Kitabesi yok edildiği için Türk sanatı bilginleri medresenin 1285-1290 yılları arasında ilhanlılar zamanında yaptırılmış olması gerektiğini ileri sürmektedirler.

Evliya Çelebi, bu eşsiz eserin değerini şu sözlerle anlatmaktadır: “Bu cam termin edilse küre-i arzda, misali bulunmaz bir eser olur. Allah tamirini müyesser eylese”

Burayı I. Alaeddin Keykubad kızı için yaptırmaya başlamış.Kendisi harbe gidip şehit olunca paralarını alamayan ustalar yarım bırakarak gitmişler. Bir de şöyle bir rivayet vardır ki bu en

fazla tutulanı ve bilinenidir: Bu muazzam yapıyı yapan bir usta ve bir çırağı varmış.Bina yükseldikçe çırak bu işte ustasından daha zanaatkar olduğunu göstermeye başlamış.Bu durumu ne kadar kıskansa da usta bir şeyler diyememiş.Bir gün yine çalışırlarken çırak ustasına seslenerek su istemiş ve bunu duyan usta: "Usta idim oldum şegirt,al destiyi suya seğirt" diyerek kendini minareden aşağıya atmış.Bunu görüp hatasını anlayan çırak çok pişman olmuş ve ustasının arkasından kendini aşağıya atmış.Ve çalışan işçiler bu vahim olaya çok üzülmüşler ve işi yarım bırakarak gitmişlerdir.Bu efsane en çok bilinen ve anlatılanıdır,zira doğruluğunu destekleyen işçilik farklarını yapı üzerinde rahatça görmek mümkündür.Yakutiye'nin sağ yarısını çırak sol yarısını ise usta yapmıştır.Ve dolayısıyla sağ yarısındaki sütunlar,duvar kenarları ve diğer detaylar daha işlemeli ve güzel iken sağ yarısı daha sade bir yapıdadır. Burada örnek olması açısından size Yakutiye'nin giriş kapısının iki yanındaki süslemelerin usta ve çırak tarafından yapılanlarını veriyorum. Sizde bu farkı rahatça görebileceksiniz. Burada bariz bir şekilde farkını görebileceğiniz gibi arada işleme farkları var. Burada solda ustanın yaptığı işleme ve sağda ise çırağın yaptığı işleme görülmektedir. Sağdaki işlemenin ortasında kartal işlemesi ve altında yaprak şeklindeki motifler varken,solda daha sade olan bu yapraklar ortasında ise bir kartal işlemesi bulunmamaktadır.

Erzurum Gazetesi, 13.09.2010

KALE KAZILARINDA BÜYÜK SARNIÇ BULUNDU

 

  



Ayasuluk Kalesi’nde ve St. Jean Kilisesi’nde 2010 yılı Kazı ve Restorasyon çalışmaları ikinci ayını tamamladı. Bu süre içinde Kale içindeki kazılar tamamlandı ve St. Jean Kilisesi güneyinde büyük bir sarnıç (Su Deposu) bulundu.

 

Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Kilisesi’nde Yrd. Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı Başkanlığında Pamukkale Üniversitesi ekibi tarafından 2007 yılından bu yana sürdürülen kazı ve onarım çalışmaları 2010 yılında 1 Temmuz’da başladı ve Ağustos sonunda ikinci ayını tamamladı.

 

Çalışmaların 30 Ekim tarihine kadar devam edeceğini hatırlatan Büyükkolancı; 2010 yılının St. Jean kazıları için önemli bir tarih olduğunu ve 1960 yılında Kültür Bakanlığı adına Efes Müzesi arkeologlarının St. Jean ve Ayasuluk Kalesi’nde kazılara başladığını ve 2010 yılında bu çalışmaların 50. yılının kutlandığını ifade etti.  2010 yılı çalışmalarının ilk iki ayında İç Kale’deki kazıların neredeyse tamamlandığını ve batı sur duvarlarındaki onarımlara ağırlık verildiğini söyleyen Kazı Başkanı Mustafa Büyükkolancı, özellikle daha önce söz verdikleri gibi kaleyi 2012 yılında geziye açmayı hedeflediklerinin altını çizdi. Bu hedefe uygun olarak öncelikle restorasyon projesi İzmir 2 Numaralı Bölge Koruma Kurulu tarafından onaylanan İç Kale Batı Sur duvarlarındaki onarımlara Selçuk Belediyesi ile birlikte başlandığını, Belediye Başkanı H. Vefa Ülgür ve Belediye Meclisi üyelerinin yakın desteğine bir kez daha teşekkür ettiğini belirten Büyükkolancı; “Yaklaşık olarak 400 bin TL’ lik işçi, usta ve restorasyon malzemesi desteği çevredeki kazılar ve belediyeler için iyi bir örnek olacaktır” dedi.





Yrd. Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı, 2010 yılındaki kazı hedeflerinden en önemlisinin St. Jean Kilisesi güneyindeki Piskoposluk Sarayı olduğunu, 2010 yılından itibaren artık St. Jean Kilisesi Güney doğusundaki yeni kazı alanında çalışmaya başladıklarını belirtti. Kazılara başlamadan önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunulan 10 yıllık kazı programı içinde bu kısmın yer aldığını ve burada 1960-61 yılında kısa süreli kazılar yapıldığını, ancak bu geniş alanın tümüyle kazılması gerektiğini söyledi. Büyükkolancı; Burada Efes’ten MS 7. Yüzyıl’da Ayasuluk Tepesi’ne ve St. Jean Kilisesi yakınına taşınan Piskoposluk Sarayı’nın varlığını tahmin ettiklerini ve bu saray kompleksinin ortaya çıkarılmasının Selçuk ve St. Jean ören yeri için yeni ve önemli bir kazanım olacağını kaydetti. Geçtiğimiz iki ay içinde bu alanın güney yarısında yapılan kazılarda 21.00x22.50 m. ölçülerinde büyük bir sarnıcın üst örtüsüyle ilgili kalıntılar bulunduğunu hatırlatan Büyükkolancı; bu büyük sarnıcın 9 kubbe ile örtülü olduğu ve derinliğinin en az 3.00-4.00 m. olduğunun anlaşıldığını ifade etti.

 

Sarnıcın en önemli özelliğinin Selçuk içinde doğu-batı yönünde uzanan su kemerlerinin son durağı olması, İçme suyunun kapalı sistemle bu yüksek noktadaki büyük sarnıca ulaşarak Haç merkezi konumundaki St. Jean Kilisesi ve Piskoposluk Sarayının su gereksinimini karşıladığının anlaşıldığını belirten Mustafa Büyükkolancı, sonuç olarak Selçuk Halkına daha önce söz verildiği gibi Kaledeki kazı çalışmalarının sona erdiğini ve 2012 yılında kalenin ziyarete açılabilmesi için Restorasyonu gereken kısımlardan en önemlisi ve ziyaretçiler için tehlike oluşturan, hiç onarım yapılmamış Batı Sur Duvarlarının onarım projesinin uygulamasına Selçuk Belediyesi’nin sağladığı işçi, usta ve malzeme katkıları ile ortaklaşa büyük bir hızla başlandığını belirtti.  Önce iskeleler kurulmuş ve sonraki aşamada sağlam kalabilen duvar ve kule duvarlarının derzlerinin yapıldığını hatırlatan Büyükkolancı, iki haftadan bu yana Batı Kule 1 ile 3 arasındaki duvarların yaklaşık olarak 1-2 m. yükseklik kazanıldığını söyledi.

 

2012 yılında ziyaretçilerin kale doğu kapısından girip Arnavut kaldırımlı yollardan geçerek tüm kale içindeki yapıları gezmeleri ve restorasyon tamamlandıktan sonra kale duvarları üzerinde dolaşarak Selçuk ve Pamucak Ovası’nın güzel manzarasını seyredeceklerini ifade eden Büyükkolancı; “Bu çalışmaları başta Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü olmak üzere, ağırlıkla Selçuk Belediyesi, Efes Müzesi, Ticaret Odası, Grand Circle Vakfı ve kazı heyetimize katkıda bulunan özel kuruluşlar, dostlarımız ve tüm Selçuk Halkı ile birlikte gerçekleştiriyoruz. Tüm bu kurum ve kuruluşlara katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz” dedi.

Selçuk Bölge Haberleri, 12.09.2010

KRAL MEZARI GERÇEK, İSKELETLER GERÇEK DEĞİL

 

Samsun’un Baruthane mevkiinde arkeolojik kazı sırasında ortaya çıkan iki tümülüs, yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor. MÖ 3’ncü yüzyıla ait olduğu sanılan mezarların kaçak kazılar sırasında tahrip edildiğini belirten Müze Müdürü Muhsin Endoğru, “Her iki mezar da antik döneme ait. Orijinalliğini koruyarak ziyarete açtık. Buradaki iskeletler, aynı döneme ait fakat kime ait olduğu belli olmayan mezarlardan alınarak kral mezarlarına konuldu” dedi.

 

Samsun’un Baruthane mevkiinde 2004-2005 yılları arasında yapılan arkeolojik kazılar sırasında ortaya çıkan iki mezar, tarihe ışık tutuyor. Yapılan çalışmalarda ortaya çıkan iki tümülüsün Pontus kralı Mithridates sülalesinin hüküm sürdüğü Hellenistik dönemde yapıldığı sanılıyor. Samsun Müze Müdürü Muhsin Endoğru, tümülüslerin bakım ve kontrollerinin Samsun Büyükşehir Belediyesine verildiğini belirterek, “Tümülüs altındaki mezar, Karadeniz kıyılarında bugüne kadar bulunmuş boyalı ve sıvalı tek örnektir. Biri 3 odalı, diğeri 2 odalıdır” dedi.

 

Mezarların orijinalliğinin korunduğunu ve her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini dile getiren Endoğru, bölgenin Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan çevre düzenlemesi ve restorasyonu ile kentin önemli tarihi mekanlarından biri haline geldiğini de vurguladı. Endoğru, “Mezarların içine iki iskelet koyduk. Buradaki iskeletler, aynı döneme ait fakat kime ait olduğu belli olmayan mezarlardan alınarak kral mezarlarına konuldu” diye konuştu.

Milliyet, 11.09.2010

TARİH SESLENİYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, ziyaretçi hizmetlerinin iyileştirilmesi yönündeki çalışmaları kapsamında,müze ve ören yerlerinde sesli rehberlik sistemini yaygınlaştırıyor. Bakanlığın Döner Sermaye İşletmesi (DÖSİM) Merkez Müdürü Tolga Tuyluoğlu, sesli rehberlik sisteminin halen Topkapı Sarayı Müzesi ve Efes’te hizmette olduğunu hatırlatarak, "Bu hizmeti diğer müze ve ören yerlerine de götüreceğiz. Bu amaçla Türkçe, İngilizce, Almanca, Arapça, İspanyolca, Japonca ve Farsça dillerinde sesli rehberlik sistemi ile grup turları için radyo frekansıyla çalışan seyyar mikrofon ve kulaklık düzeneğine ilişkin cihazların ihalesi yapıldı" dedi.

 

Dört firmanın katıldığı ihaleyi Tura Turizmve Dış Ticaret Ltd. Şti’nin ihaleyi kazandığını belirten Tuyluoğlu, bu ay itibariyle Ayasofya, Ankara Anadolu Medeniyetleri, Göreme Açıkhava, Konya Mevlana müzelerinde sistemin faaliyete geçeceğini kaydetti.


Önümüzdeki günlerde Ayasofya Müzesi’ni ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler mekan hakkındaki tüm bilgileri istedikleri dilden öğrenebilecek. Dünyadaki birçok ülkedeki müzelerde uygulanan sistemde, ziyaretçi bilgi almak istediği objenin önündeki sistemin düğmesine basarak istediği dili seçiyor. Daha sonra kulaklığı kullanarak eserle ilgili bilgileri sesli olarak öğrenebiliyor.

Habertürk, 11.09.2010

KÜTAHYA'DA TARİHİ KONAKLAR MÜZE OLDU

 

Kütahya'da yaklaşık 100 yıl önce inşa edilen iki tarihi konak, belediye tarafından restore ettirilerek Kent Tarihi Müzesi kimliğiyle hizmet vermeye başladı.

 

Kütahya Belediye Başkanı Mustafa İça, kentin tarihi evleriyle ünlü Germiyan Sokak'ta bulunan Şapçızade ve Karaca konaklarını restore ettirerek bu yapılara yeni işlev kazandırdıklarını bildirdi. Kent Tarihi Müzesi olarak hizmete giren konakların 1912 yılında yapıldığını ifade eden İça, "Sosyal dayanışma ve kardeşlik duygusunu artırmak, acıyı, sevinci paylaşmak kentlilik kimliğimizi güçlendirmekten geçer. Kütahyalı olma, Kütahya'nın hemşehrisi olma bilincini güçlendireceğimiz, gelecek nesillere aktaracağımız bu mekanı Kent Tarihi Müzesi diye isimlendirdik. Müzeyi oluşturduğumuz Şapçızade ve Karaca konakları, yaklaşık 100 yıl önce inşa edilmiş. Bu yapıları, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan aldığımız özel müze izniyle Kent Tarihi Müzesi olarak hazırladık. Müzede idari bürolar, bilgi, dokümantasyon ve arşiv bölümü ile müze atölyesi bölümleri yer alıyor. Bahçesinde dünyada çini sanatının merkezi olan Kütahya'nın geleneksel ata sanatının üretim aşamaları tasvir ediliyor." dedi. İça, müzenin zemin katında tarih öncesi dönemden başlayarak Hitit, Frig, Roma, Bizans, Selçuklu, Germiyan, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'ne ait bilgi ve belgeler, fotoğraflar bulunduğunu belirtti.

 

Birinci katta Kütahya'da kaybolmaya yüz tutan mesleklerden demirci, bakırcı, kalaycı, keçeci, sepetçi, dülger, bıçakçı, semerci, nalbant, saraç, kunduracı gibi meslek gruplarının bölümler halinde heykel ve fotoğraflarla canlandırıldığına işaret eden İça, "Birinci katta unutulmaya yüz tutmuş mesleklere ait araç ve gereçlerin orijinallerine ait dükkanlar, ikinci katta Kütahya'daki ev yaşamı ve konaktaki odaların iç mekanları, günlük hayat canlandırıldı. İkinci katta, gelin, düğün, kına, selamlık, giysiler, yatak odası, mutfak ve halı dokumacılığı gibi öğeler tasvir edildi. Müze binası yanında bulunan konakta ise Kütahya kentine ait belgeler ve bilgiler arşivlenecek ve isteyen araştırmacıların hizmetine sunulacak." dedi.

Zaman, 11.09.2010

ADALAR MÜZESİ'NE KAVUŞTU

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı projeleri kapsamında Adalar Belediyesi, Adalar Vakfı ve Adalar Kaymakamlığı'nın ortak çalışmasıyla hayata geçirilen Adalar Müzesi açıldı.

 

Müzenin açılışı dolayısıyla Büyükada Aya Nikola mevkisi Hangar Müze Binası'nda düzenlenen törende konuşan eski bakanlardan Önay Alpago, birçok açılışa katıldığını, ancak daha önce çöplükten sanat eseri yaratıldığını hiç görmediğini söyledi. Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu da adalarda tarihi bir olayı yaşadıklarını belirterek, “İstanbul'da bir ilk olan, belki Türkiye'de benzeri olmayan Adalar Müzesi, adalar için değil İstanbul için de milat olacaktır” diye konuştu.

 

Açılışa katılan Atina Büyükadalılar Derneği Başkanı Yerasimos Kulga da, bu etkinlikle iki ülke arasındaki dostluğun sadece sözle değil somut eserlerle de güçlendirildiğini gördüklerini bildirdi.

Hürriyet, 11.09.2010

CONAN'IN ANAVATANINDA SUR BULUNDU

 

Efsanelere konu olan Kimmeryalı Conan'ın vatanı olan Ege'nin kuzeyindeki Antandros Antik Kenti'nde bu sezon yürütülen kazılarda 3.26 metre genişliğinde sur bulundu. 30 kişilik ekiple kazı çalışmalarını yürüten Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat, "Antandros'un önemi giderek artıyor. Şimdi kentin giriş kapısına yönelik çalışma yürütüyoruz" dedi.


Çizgi romanlara konu olan savaşçılığıyla tanınan Conan'ın kavimi Kimmerlere ev sahipliği yapan Antandros'ta bu sezon 30 kişilik kazı ekibi çalışmalarını gece gündüz sürdürüyor. Arkeolog, mimar, restoratör, antropolog ve öğrencilerden oluşan ekip, geçmiş yıllarda MÖ 7. yüzyıldan başlayıp Hellenistik döneme uzanan 53 mezar ortaya çıkarmış, 'Yamaç Ev' olarak isimlendirilen Roma evindeki kazı çalışmalarında ise, 33 metrelik bir koridor bulmuştu. Roma evinin ana kanalizasyon hattına ulaşılırken, ortaya çıkan veriler bir zenginler mahallesinin bu alandaki varlığını ortaya koymuştu. Bu yıl ise 3 metre genişliğinde ve şimdilik 2 metre yüksekliğinde sur bulundu. Surun köşe bölümünde de 3 metre yüksekliğinde 7.5 metre genişliğindeki kulenin ilk bölümleri günışığına çıkarıldı.

Bulunan sur ile bölgenin arkeolojik öneminin daha da arttığını söyleyen Kazı Başkanı Doç.Dr. Gürcan Polat, bölgeye gelen ziyaretçi sayısında da artış kaydedildiğini belirtti. Polat, antik kentten MÖ 1242 yıllarında hareket eden ve Roma İmparatorluğu'nun kurulmasına neden olan "Fırtına Gemisi" (The Tempest) yeniden yapılarak, mitolojik yolculuğun tekrarlanması için başlatılan çalışmaların da sürdüğünü belirti. Polat, projenin AB desteğiyle gerçekleşmesi için başvuruların yapıldığını söyledi.


Polat, proje ortağı olan İtalya'nın Castro şehrinde de çalışmaların sürdüğünü bu kapsamda Altınoluk ve Castro'nun kardeş kent olmasına yönelik protokolün İçişleri Bakanlığı'nda olduğunu ve önümüzdeki günlerde onay çıkarak imzalanmasını beklediklerini söyledi.

Yeni Asır, Haber: Şafak İnce, 10.09.2010

KÖYLERDE ARTIK TEK TİP BİNALAR OLACAK

 

Selçuk'un Şirince Köyü'ne yaptığı kaçak yapılarla gündeme gelen, kendisine ait 16 binayla ilgili yıkım kararı alan encümen üyelerine vandal (yıkımdan zevk alan) yakıştırması yapan Yazar Sevan Nişanyan, İzmir Valiliği'ni harekete geçirdi. Valilik, Nişanyan'ın kaçak yapılarından sonra aynı olayın yaşanmaması için İzmir'e bağlı tüm köylerdeki kaçak yapılaşmanın önüne geçecek bir çalışma başlattı. Öte yandan da Valilik tarafından Nişanyan'a yazı gönderildi ve yıkım kararı mahkemece kesinleşen kaçak yapılarını yıkması istendi. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İrfan İçöz, "Nişanyan, turizm sezonu bitimine kadar kaçak yapılarını yıkmazsa, hukukun gereğini yapıp yıkımı biz gerçekleştireceğiz. Bayramdan sonra İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) ile protokol imzalayacağız. Protokol doğrultusunda köylerin mimari durumuna göre tip projeler hazırlayacağız. Yapılaşmalar da bu doğrultuda gerçekleşecek" dedi.

İl Özel İdaresi, Vali Kıraç'ın talimatı üzerine öncelikle Şirince Köyündeki kaçak yapılarla ilgili çalışma yaptı. İçöz, yapılaşma için Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan izin alınma zorunluluğu bulunan ve 1. derece arkeolojik sit alanında yer alan köyde, 10'u Nişanyan'a ait yaklaşık 35 kaçak yapıyla ilgili yıkım kararı bulunduğunu söyledi. Sahiplerinden, bu yapıları yıkmalarını istediklerini belirten İçöz, "Şirince çok önemli bir turizm noktası. Burada yapacağımız bir yıkım, turizme darbe vurur. Bu nedenle idare olarak turizm sezonunun bitmesini bekliyoruz. Sezon bittikten sonra da bu yapılar sahipleri tarafından yıkılmazsa, yıkımı biz gerçekleştireceğiz. Hukukun gereğini yerine getireceğiz" diye konuştu. Şirince'deki kaçak yapıların cumba, bina ve sundurmalardan oluştuğunu belirten İçöz, "Ekiplerimizin tutanak tuttuğu yapıların tamamı bağımsız binalar değil. Binalara eklemeler de yapılmış. Yıkım kararı kesinleşen tüm yapıların yıkımının gerçekleşmesini istedik. Kötü söz sahibine aittir. Biz vandal ve kimsenin evini yıkmaktan zevk alan insanlar değiliz. Sadece kanunları uygulamak için varız" diye konuştu.

İYTE ile imzalanacak protokolle, köylerin mimari durumuna göre 18 ayrı proje hazırlanarak kaymakamlıklara dağıtılacak. Köylüler, evlerini kaymakamlıklardan ücretsiz temin edeceği projelere göre yapacak.


Bayındırlık Bakanlığı, 2007'de köylerdeki kaçak yapılaşmayı önlemek için tip proje yapılması uygulamasını başlatmıştı. Ancak projelerin maliyeti köylülere yüksek gelmişti. Bu nedenle proje gerçekleşememişti. Valilik, İYTE ile köylerin mimari yapısına uygun, düşük maliyetli projeler hazırlatmak üzere protokol imzalayacak. Projelerin İYTE tarafından hazırlanması yaklaşık 6 ay sürecek. Bu projelere bağlı kalınmaması durumunda kaçak duruma düşecek yapılarla ilgili gerekli işlem de yapacağız.

İl Özel İdaresi tarafından gönderilen "Kendin yık" yazısını aldığını, söyleyen Sevan Nişanyan, "Ancak yıkımı gerçekleştirmeyeceğim. Beyefendinin (İrfan İçöz), hukuktan haberi yok sanırım. Tebliğ edilen karara karşı İdare Mahkemesi'ne dava açtık. Yüce Türk Hukuku'nun doğru kararı vereceğinden eminim. Bence sonunda İçöz, mahçup olacaktır" dedi.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 10.09.2010

HÖYÜKTE BİNLERCE YIL ÖNCESİNE YOLCULUK

 
Anadolu ve Ön Asya'daki en büyük höyükler arasında bulunan Kilis Oylum Höyüğü'nde bu yılki kazı çalışmaları tamamlandı.

 

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç.Dr. Atilla Engin'in yönetiminde 22 Temmuz'da başlayan kazı çalışmalarında 22 teknik eleman ve 43 işçinin görev aldı. Kazı Başkanı Atilla Engin, höyükte bu yıl gerçekleştirdikleri çalışmalarda binlerce yıl öncesine dair buluntulara ulaştıklarını vurgulayarak, ''Höyükte başlattığımız umutlu yolculukta günümüzden 4 bin yıl öncesine kadar vardık'' dedi.

 

Anadolu yükseltisinin bitip Suriye düzlüklerinin başladığı çok stratejik bir bölgede bulunan Oylum Höyüğü'nün birden fazla kent krallığının merkezi olduğuna inandıklarını belirten Engin, ''Bu yılki çalışmalarımızda, höyüğün krallık merkezi olduğu öngörümüzün doğruluğunu güçlendiren önemli bulgulara ulaştık'' diye konuşarak, sözlerine şöyle devam etti: ''Bu yılki çalışmalarımızda elde ettiğimiz bulguların en önemlisi Hitit dönemine ait 2 tane hiyeroglifli damga mühür oldu. Bu mühürlerden biri kraliyet mührü. Ayrıca höyükte ilk kez çivi yazılı silindir mühür bulduk. Bu höyükte bulunan ilk yazılı vesika ve günümüzden 3 bin 700 yıl öncesine ait. Bu bulgular höyüğün, henüz adını bilmediğimiz ve yavaş yavaş yaklaştığımız bir krallığın merkezi olduğunu müjdeliyor. Höyükte bu yıl yaptığımız çalışmalar sırasında işlenmiş cam ürünler bulduk. Öyle ki, bu bulgular Anadolu insanının cam endüstrisiyle ilk kez bu yerleşim yerinde tanıştığını ortaya koyuyor. Bu da çok önemli. Ayrıca, yaptığımız çalışmalar sayesinde, günümüzden 3 bin yıl öncesine kadarki ölü gömme adetlerine ilişkin de bilgi sahibiyiz.''

 

Yrd. Doç.Dr. Engin, Oylum Höyüğü'ndeki bilimsel kazıların 22 yıldır sürdüğünü ve çalışmaların daha uzun yıllar alacağını vurguladı. Bugüne kadarki kazılarla günümüzden 4 bin yıl öncesine ait bulgular veren katmanlara ulaştıklarını kaydeden Engin, gelecek yıl bu katmanların yanı sıra günümüzden 4-5 bin yıl öncesine ait bulgular bekledikleri katmanlarda çalışmalar yapacaklarını bildirdi. Kilis'in 10 kilometre doğusunda, aynı adla anılan köyün bitişiğinde bulunan, 22-37 metre yüksekliğe ve 170 dekar yüzey alanına sahip olan Oylum Höyüğü'nün bölge arkeolojisine ışık tutacak önemli bilgi ve bulgular vermesi bekleniyor.

Cumhuriyet, 10.09.2010

TOPKAPI SARAYI EN ÇOK GELİR GETİREN MÜZE OLDU

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı 300'ü aşkın müze ve örenyerini ziyaret edenlerin sayısı, 2010 yılının 7 ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 21 artış göstererek 15 milyona yaklaştı.

Müze ve örenyerlerinden elde edilen gelirde de yüzde 22 artış sağlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürü Tolga Tuyluoğlu, 2010 yılında müze ve örenyeri ziyaretçi sayısının, Türkiye'ye yönelik turizm hareketindeki büyümenin çok daha üzerinde bir artış olduğunu söyledi. Tuyluoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bakanlığa bağlı 300'den fazla müze ve örenyerini 2010 yılının ilk 7 ayında ziyaret edenlerin sayısı bir önceki döneme göre yüzde 21 artış göstererek 14 milyon 367 bin 532 oldu. Aynı dönemde söz konusu ziyaretlerden elde edilen gelir de yüzde 22 artış göstererek 95 milyon 372 bin 555 TL'ye ulaştı. Müze ve örenyerlerindeki gişelerin bir kısmının yenilendiğini, turnikeli sistemlerin faaliyete geçtiğini söyleyen Tuyluoğlu, bu ay içinde yapılacak ihale sonrasında 48 müzenin giriş kontrol sistemlerinin yenileneceğini ve gişelerdeki hizmetlerin geliştirileceğini bildirdi. 2008 yılı Haziran ayında başlatılan proje sayesinde bugüne kadar 1 milyon 705 bin 464 kişi Müzekart sahibi oldu.

 

2010 yılının 7 ayında Türkiye'de en çok ziyaretçi alan ilk 3 müze ve örenyerleri şunlar: Topkapı Sarayı Müzesi 1.708.167 (Ziyaretçi), 23.211.965 (Gelir), Ayasofya Müzesi 1.509.686 (Ziyaretçi), 21.258.085 (Gelir), Efes Örenyeri 955.012 (Ziyaretçi), 11.018.955 (Gelir).

Zaman, 10.09.2010

ANITA TURİST İLGİSİ

 

 

Bartın’ın Amasra İlçesi'nde, Roma Dönemi’nde yapılan Anadolu’nun tek yol anıtı olduğu bildirilen Kuşkayası Yol Anıtı’nı yılda 150 bin turist ziyaret ediyor.

 

MS 41-54 yıllarında Roma İmparatoru Tiberus Germanious Claudius döneminde, Doğu Eyaletleri İnşa Ordusu Komutanlığı yaptıktan sonra yaşam boyu Pontus Valiliğine atanan Gaius Julius Aguilla tarafından yaptırılan ve Anadolu’da benzeri bulunmayan anıt, turistlerin ilgisini çekiyor.

 

Amasra Kaymakamı Mehmet Yıldız, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık 2 yıl önce Köylere Hizmet Götürme Birliğince yapılan düzenlemenin ardından anıtı görmeye gelenlerin sayısında artış olduğunu söyledi.

 

Anıtın çürüyen merdivenlerinin yenilenmesinin yanında, tarihi yapının bulunduğu tepeye konulan oturma gruplarında ziyaretçilerin dinlenmesinin yanı sıra deniz ve doğa manzarasını da sağlandığını anlatan Yıldız, şöyle dedi:

”Anıt çevresinde ışıklandırma ile turistlerin araç parkı için de yol kenarına düzenleme yapıldı. Anıta çıkan merdivenlerin basamaklarının, tarihi ve doğal ortama uygun biçimde yenilenmesinin ardından ziyaretçi sayısında artış olduğunu gördük. Yılda yaklaşık 150 bin kişinin ziyaret ettiği anıt, Ramazan Bayramı’nda da yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı oluyor. Bayram öncesinde de anıtın ışıklandırmalarını gözden geçirdik, bölgede çevre temizliği yaptık ve yoğun ziyaret için hazır hale getirdik.”

 

Roma dönemine ait ve kemerli bir niş içine oyma tekniğiyle yapılan anıtta, toga giyimli bir insan figürü ve nişin sağındaki sütunun üzerinde kartal motifi yer alıyor. İki kitabesi bulunan ve kayaların oyulmasıyla oluşturulan anıttaki kartal, Roma askerlerinin sınırsız gücünü temsil ediyor. Birbirini tamamlayan kitabelerde, ”Devletler arası barışın ve dostluğun anısına, İmparator Germanious’un yüceliği için Gaius Julius Aguilla dağı yardı ve bu dinlenme yerini kendi özel ödeneği ile yaptırdı” ifadeleri yer alıyor.

Habertürk, 10.09.2010

LAODİKYA TARİHİ 3 BİN 500 YIL GERİYE GİTTİ

 

 

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Denizli bölgesinde en eski yerleşimi tespit ettiklerini söyledi. Şimşek, 2010 yılı kazı çalışmaları kapsamında Laodikya antik kenti çalışmalarının en önemlilerinden birinin, kent geçmişinin günümüzden 7 bin 500 yıl öncesine kadar indirilmesi olduğunu kaydetti.


Gümüşçay'ın batısındaki alanda 2009 yılında yapılan yüzey araştırmasında İlk Tunç Çağı'na kadar inen çanak çömlek parçaları bulduklarını hatırlatan Şimşek, bu sene ilk kez bu alanda bir sondaj çalışması yaptıklarını, burada nekropol denilen mezarlık alanı ortaya çıkardıklarını ifade etti.


"Pitos" diye adlandırılan küplere gömüldüğü anlaşılan iskeletleri ortaya çıkardıklarını belirten Şimşek, şu bilgileri verdi: "Bu iskeletlerle birlikte o dönemin sanat anlayışını ve ince estetiğini gösteren kap kacak parçaları ortaya çıkardık. Bunlardan en önemlisi, Bakır Çağı'na ait kap kacak parçalarının ortaya çıkarılmasıdır. Böylece artık Denizli bölgesinde en erken yerleşimi tespit etmiş bulunuyoruz."

Ortaya çıkarılan eserlerin, MÖ 4 bin yıllarında yaşamış kavimlere ait olduğunu vurgulayan Şimşek, "Sadece Denizli bölgesinde bile 3 bin 500 yıl daha erkene giden yerleşimleri tespit etmiş bulunuyoruz. En önemli sonuçlardan birisi de artık tarihi iki bin yıl daha geriye çekmemizdir. Özellikle antik kaynakların bildirdiği Roas ve Diospolis kentleri kutsal yerleşim yerleri böylece tamamen netleşmiş bulunuyor. Laodikyalılar Anadolu'nun öz yerleşimcileridir" diye konuştu.

Yeni Asır, 10.09.2010

ZEUGMA KAFESE GİRDİ

 

 

Gaziantep’in sahip olduğu kültürel miras içerisinde önemli yer tutan Zeugma antik kentinde, kuşların villa kalıntılarının üzerini örten “korugana” girerek eser ve ziyaretçilere zarar vermelerini önlemek amacıyla havalandırma boşlukları elekli tellerle kapatıldı.

 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Kutalmış Görkay, antik kentteki Dionysos ve Danae villalarını, her türlü dış etkiden zarar görmemeleri için koruganla (çatı sistemi) koruma altına aldıklarını anımsattı.

 

Yapımı çok yüksek oranda tamamlanan koruganın çatı bölümünde havalandırma boşlukları bırakıldığına işaret eden Görkay, yapım çalışmaları sürerken kuşların koruganı kendilerine barınak seçtiklerine tanık olduklarını ve bunu dikkate alarak projede küçük çaplı değişiklik yaptıklarını söyledi.

 

Görkay, koruganın çatısına yuva yapan kuşların, çatının altındaki kalıntıları kirlettiklerini vurgulayarak, “Zeugma antik kentine zarar verecek tüm koşulları ortadan kaldırmayı amaç edindiğimizden kuşlar için de önlem aldık. Koruganın çatı kısmındaki havalandırma boşluklarına elekli teller monte ettik. Kuşlar koruganın içine giremeyecek, dolayısıyla da eserlere ve ziyaretçilere zarar veremeyecek” dedi.

 

Koruganın çatısındaki havalandırma boşluklara elekli tel monte edilmesinin eserler ve ziyaretçiler için bir olumsuzluk yaratmayacağını ifade eden Görkay, Zeugma antik kenti için en iyisini yapma çabası içinde olduklarını bildirdi.

 

Görkay, Gaziantep’in Nizip İlçesi'nde, Birecik Barajı kıyısında bulunan Zeugma antik kentinde bu yıl gerçekleştirmeyi planladıkları çalışmaların tamamlandığını da bildirdi.

 

Bu yılki ana çalışma konularının yerleşim alanındaki Dionysos ve Danae villalarının üzerini örten koruganın (çatı sistemi) inşası olduğunu ifade eden Görkay, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Korugan yapımının yanı sıra farklı yerden küçük çaplı kazılar gerçekleştirdik. Kazılarda gün ışığına çıkardığımız eserler üzerinde restorasyon ve konservasyon çalışmaları yaptık.

 

Antik kentte bu yıl yapmayı planladığımız çalışmaları tamamladık, çalışmalarımıza gelecek yıl kaldığımız yerden devam edeceğiz. Gelecek yıl Dionysos ve Danae villalarının yakınında bulunan Muzolar Evi’ni ve eklentilerini tüm detaylarıyla gün ışığına çıkarmak için başlattığımız kazıyı sürdüreceğiz. Yerleşim yerinin farklı yerlerindeki kazıları sürdüreceğiz. En önemlisi, üzeri koruganla örtülen Dionysos ve Danae villalarında temizlik çalışmaları yapacağız. Biz bu çalışmaları yürütürken ziyaretçiler de koruganlı haliyle Zeugma’yı eskiye oranla çok daha iyi koşullarda ziyaret edebilecekler.”

 

Kutalmış Görkay, Gaziantep ve bölgede turizmin gelişmesine önemli katkı yapması beklenen Zeugma antik kentinde, tur otobüslerinin kullanabileceği geniş bir parka ve çalışmaların daha sağlıklı yürütülebilmesi için bir kazı evine ihtiyaç olduğunu sözlerine ekledi.

Radikal, 10.09.2010

İSTANBUL'UN TARİHİ MİRASINA 83 MİLYON TL

 

7 yılda başta Topkapı Sarayı olmak üzere toplam 49 adet restorasyon gerçekleşti.

Tarihi mirasıyla dünyanın önde gelen şehirlerinden biri olan İstanbul'daki tarihi eserler, İstanbul İl Özel İdaresi'nin projeleriyle yeniden hayat buluyor. 2003'ten bu yana başta Topkapı Sarayı olmak üzere Ayasofya Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Yıldız Sarayı ve çeşitli türbelerdeki çalışmalar olmak üzere toplam 49 adet restorasyon gerçekleşti. Bu yıl da yaklaşık 50 restorasyonun tamamlanması bekleniyor.

 

İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, yapılan çalışmalar hakkında HABERTÜRK'e konuştu. İstanbul'un tarihi dokusunu canlandırmayı, eksikleri gidermeyi hedeflediklerini bu nedenle restorasyon projelerine ağırlık verdiklerini belirten Sabri Kaya "İl Özel İdaresi'nin bütçesi bu yıl devirlerle birlikte 700 milyon TL oluyor. İstanbul'un genelinde en az 300 şantiyemiz var. Onarımlar, restorasyonlar, yeni yapımlar sürekli devam ediyor. Biri bitmeden diğeri başlıyor. İl Özel İdaresi olarak en fazla restorasyon yapan kurumuz" dedi. "Kültürel ve tarihsel mirası korumaya yönelik 2003-2010 yılları arasında toplam 83 milyon 760 bin 968 TL bütçe ayırdık" diyen Kaya sözlerini şöyle sürdürdü: "Gelen turistler hep Tarihi Yarımada'yı geziyor. Amacımız Yıldız Sarayı'na da canlılık kazandırmak ve cazibe merkezlerinden biri yapmak. Yıldız Sarayı'nda Büyük Mabeyn Köşkü'nün restorasyonu bitti. İç dekorasyonu tamamlandığında, hem Cumhurbaşkanı ve Başbakan kabullerini burada yapacak hem de halkın ziyaretine açık olacak."


Son 7 yılda Topkapı Sarayı'nın çatı onarımı, kurşun kaplama işleri yapıldı, acil tesisat kumaş deposuna yangın söndürme sistemi kuruldu, Adalet Kulesi, Kara Mustafa Paşa Köşkü, Kubbe Altı, Has Odalar salonları, Bab-ı Hümayun kapısı, Alay Köşkü, Bağdat Köşkü, Ağalar Camii ve Eski Komiserlik binaları onarıldı. Hırka-i Saadet Dairesi teşhir ve tanzim düzenlemesi yapıldı. Arkeoloji Müzesi'nde ise Çinili Köşk'ün onarımı gerçekleştirilirken, Ayasofya Müzesi'nde türbelerin onarım ve restorasyonundan, kurşun örtüsünün yenilenmesine kadar meşakkatli bir proje gerçekleştirildi. İl Özel İdaresi'nin sağladığı bütçe ile restorasyon yapılan yapılar arasında türbeler de yer aldı. Fatih Sultan Mehmet Türbesi onarımı ve çevre düzenlemesinin yanı sıra Gülbahar Hatun, Mimar Sinan, 3. Selim, 3. Mustafa, 1. Abdülhamit, Nuruosmaniye, Eyüp Sultan, 5. Mehmet Reşat türbelerinin de çevre, onarım ve bahçe düzenlemeleri yapıldı.


Tarihi Yarımada'daki kamu kurum ve kuruluşlarının artık bu bölgeden çıkması gerektiğini kaydeden Kaya, bölgede turizm amaçlı bir yoğunluk olması gerektiğini düşünüyor. "İl Özel İdaresi'ni buradan taşıdık. Boşalttığımız binayı turistik amaçla kullanılması için kiraya vereceğiz. Ayrıca Devlet Arşivleri de Kağıthane'deki binaya taşınacak. İl Özel İdaresi'ne bağlı olan ve Yerebatan Sarnıcı'nın üzerindeki diğer bina tamamen yıkılacak ve yeşil alan ve parka dönüştürülecek" dedi.

Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 09.09.2010

BAŞBAKAN ZİYARET ETTİ, DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NİN RESTORASYON SORUNU ÇÖZÜLDÜ

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Divriği Ulucamii ve Darüşşifası'nın restorasyon projesi ihalesi için önemli bir adım atıldı.

 

Daha önce yeterli firma bulunamadığı için sürekli iptal edilen ve adeta yılan hikayesine dönen proje ihalesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz günlerde gerçekleşen ziyareti sonrası hemen ele alındı. Restorasyon için açılan ihaleyi alan SGM isimli firmanın 180 gün içinde projeleri hazırlaması gerekiyor. Hazırlanan projeler daha sonra Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na sunulacak. Projelerin kuruldan geçmesi halinde ise Kültür ve Turizm Bakanlığı bu defa tarihi eserle ilgili rölöve, restorasyon, restitüsyon (yenileme) ve çevre düzenlemesi ihalelerine çıkacak.

 

Taş işçiliğinin dünya üzerindeki en güzel örneklerinin bulunduğu cami ve darüşşifasının kurtarılması için bugüne kadar çok sayıda çalışma yapıldı. Bu kapsamda eserin doğu cephesinde yapıya ağırlık veren toprak kütlesi arkeolojik bir kazı yapılarak kaldırıldı. Bu çalışmayla eserin yükü hafifletildi ve duvar açığa çıkarılarak nemlenmenin önüne geçilmiş oldu. Yine tarihi eserin çevre düzenlemesi kapsamında civarda bulunan evler kamulaştırılarak birçoğu yıkıldı. Bu çalışmayla da tarihi Divriği Kalesi ile Kale Camii'nin Dünya Kültür Mirası listesindeki Ulucami ve Darüşşifası ile bütünleştirilmesi amaçlanıyor.

Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 09.09.2010

ŞİŞEDEKİ 120 YILLIK GÖZYAŞLARI

 

 

120 yıl önce Japonya’da Kuşimato açıklarında batan Ertuğrul Firkateyni’nden çıkarılan 6 bine yakın buluntu Mersin’de sergilenmeye başlandı. 2007 yılında başlatılan dalışlarla çıkarılan ve sergilenen buluntular arasında geminin parçaları, mürettebatın yemek kazanı, bir parfüm şişesi ve askerlerin düğmelerine kadar irili ufaklı pek çok malzeme var. Sergi 2011 yılından itibaren Ankara ve İstanbul gibi Türkiye’nin çeşitli illerini dolaşacak, ardından Japonya’da açılacak.


Buluntular arasında Japonya’da en çok dikkati çeken ise bir parfüm şişesi. Bu konuyla ilgili olarak bir kanıt olmamakla birlikte parfüm şişesinin firkateynde hayatını yitiren Ali Kaptan’ın eşi Ayşe Hanım’a ait olduğu ve içinde Ayşe Hanım’ın hasret gözyaşlarının olduğuna inanılıyor. Ayşe Hanım’ın Ali Kaptan’a yazdığı mektup, bazı edebi metinlere de konu olmuş. 

Bodrum ve Karya Bölgesi Kültür Sanat ve Tanıtma Vakfı Başkanı Tufan Turan, 2007 yılından beri batıktaki dalışlara katılıyor. Bazı edebi metinler incelendiğinde Ayşe Hanım’ın fırkateyndeki eşi Ali Kaptan’a bir  mektup yazdığına dair bilgilerin yer aldığını anlatan Turan, mektuptaki ‘bilgi’leri  şöyle aktardı:


“Vuslata 5 Kala Gidip de Dönmeyenler: Ertuğrul isimli romanda yer alan mektupta  ‘İkincisi sana bir şişe bıraktım. Bu şişenin içinde benim gözyaşlarım var. Senden ayrı kaldığım zamanlar çok ağladım. Gözyaşlarımı bu şişenin içinde topladım. Şimdi bu şişeyi veriyorum sana, bu benden sana en büyük hatıradır Ali. Bundan sonra bu şişeyi ömrün boyunca sakla. Bu sana olan bağlılığımın, sana olan muhabbetimin, sana olan sevdamın bir nişanıdır’ diye  ifadeler yer alıyordu. Elbette bu bir romandı. Ama yazar, tüm Ertuğrul Firkateyni’nin tarihini, günümüze ulaşan belgeleri hassasiyetle incelemiş, değerlendirmiş ve elinden geldiğince gerçeklere sadık kalmış. Bir süre önce dalışlar sırasında küçük bir şişe bulduğumuzda hepimizin aklına bu satırlar geldi. Şişe, Japon basınında büyük ilgi gördü.”


Ertuğrul Firkateyni, Japon İmparatoru’nun yeğeninin İstanbul’u ziyaretinin ardından Padişah 2. Abdülhamid ’in emriyle, ‘iade-i ziyaret’ için 1889 yılında Japonya’ya doğru yola çıkmıştı.
11 ay sonra Japonya’ya ulaşan firkateyn beraberindeki hediyeleri sunduktan sonra geri dönüş yolunda tayfuna tutularak battı. Kazadan sadece 69 denizci kurtulabildi, Amiral Osman Bey de dahil diğer tüm mürettebat şehit oldu. Kesin bir rakam olmamakla birlikte, kazada 550’den fazla Türk mürettebatın öldüğü sanılıyor.

Radikal, 09.09.2010

3700 YIL SONRA NOTALARA MERHABA

 

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın 18 Eylülde Çorum’da vereceği konserde, Hititler döneminde kullanılan ve günümüze uyarlanan 11 çalgısı notalarla buluşacak. Hitit çalgıları ve konser hakkında bilgi veren müzik arkeoloğu Oğuz Erbaş, AB tarafından desteklenen “Kaleidoscop Europe” projesinin devam ettiğini söyledi. Proje kapsamında Hititlere ait arkeolojik buluntu, kabartma ve yazıtlardan yola çıkarak 3700 yıl öncesine ait çalgılarını günümüz aletleriyle sentezleyerek tasarladıklarını dile getiren Erbaş, geçen yıl çalgıların ölçümlerinin ODTÜ’de yapıldığını, üretimini ise İstanbul Teknik Üniversitesi’nden hocaların üstlendiğini ifade etti.

Vatan, 09.09.2010

İNSUYU ARTIK DAHA GÜVENLİ

 

 

Türkiye’nin turizme açılan ilk mağarası olan İnsuyu, teknolojik yatırımlar sayesinde artık daha güvenle gezilebilecek.

 

Burdur merkeze 13 kilometre uzaklıkta bulunan İnsuyu Mağarası teknoloji ile donatıldı. Daha önce güvenlik kameraları olmadığı için bazı kişiler tarafından duvarlarına yazılar yazılan, sarkıtları koparılıp götürülen mağara, artık güvenlik kameralarıyla korunuyor. 8 güvenlik kamerası yerleştirilen mağaranın içindeki ışıklar da doğal yapıya zarar vermeyecek ampullerle değiştirildi. Ayrıca mağara içine yerleştirilen iki telefon cihazı ile acil durumlarda mağara dışındaki görevlilerden yardım istenilebilecek.

 

İl Özel İdare Müdürü ve Burdur Valiliği İnsuyu Çendik Turistik Tesisler Birliği Müdür Vekili Bahattin Üzgaş, mağaranın artık daha güvenle gezilebileceğini söyledi. Üzgaş, hem mağarayı gezenlerin güvenliği hem de mağaranın doğal yapısının korunması için kurdukları 8 güvenlik kamerasının yaklaşık 8 bin 400 TL’ye mal olduğunu belirterek, kameraların büyük faydasını göreceklerine inandıklarını söyledi.

 

Üzgaş, mağarayı gezerken herhangi bir rahatsızlanma durumunda dışarıya çok daha hızla ulaşılabilmesi, sağlık ekiplerinin çağrılabilmesi için acil çağrı telefonları yerleştirdiklerini de vurguladı. Bu telefonlar sayesinde artık ziyaretçilerin mağarayı daha güvenli gezebileceğini kaydeden Üzgaş, mağara içindeki ampullerin ve ses sisteminin de yenilendiğini açıkladı.

 

Bahattin Üzgaş, Türkiye’nin turizme açılan ilk mağarasını ziyaret eden kişilerden daha duyarlı hareket etmelerini ve mağaraya zarar vermeden ziyaretlerini tamamlamalarını istedi.

Trt/Haber, 09.09.2010

2500 YILLIK ALTIN ROZET

 

Muğla’nın Yatağan İlçesi'ndeki Lagina antik kentinde bu yıl yapılan kazılarda 60’a yakın tarihi eser gün ışığına çıktı.

 

Değerli madenlerden yapılmış buluntular arasında 2 bin 500 yıllık bir altın rozet de var.

 

Lagina Antik Kenti, döneminde önemli bir inanç merkeziydi. Geçmişi MÖ üçüncü yüzyıla dayanan kenti, her yıl 10 bini aşkın turist ziyaret ediyor.

 

Batı Anadolu’daki ilk kazı alanlarından biri olan Lagina’da yürütülen çalışmalar, her geçen gün tarihe biraz daha ışık tutuyor. Kazı Başkanı, Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet Tırpan, bu yapılan kazılarda birçok mimari parça ortaya çıkarıldığını söyledi.

 

Tırpan, bulunan 60’a yakın eser arasında en önemlilerinden birinin, Hekate’ye hediye edilen elbisenin süsleri arasında bulunan 2500 yıllık altın rozet oluğunu belirtti.

 

Bulunan eserler, kazı evinde koruma altına alındı.

Trt/Haber, 09.09.2010

AMASRA'DA KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

Bartın’ın Amasra İlçesi'nde yapılan kazılarda Roma dönemine ait hamam, toplantı salonu ve özel taban mozaikli evler bulundu.

 

Amasra’da Kum Mahallesi’ndeki sit alanı içinde yer alan bölgede, Amasra Müze Müdürlüğü başkanlığında yapılan kazı çalışmalarında hamam kalıntısı ortaya çıkarıldı. Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun izni doğrultusunda Amasra Müze Müdür Vekili Sultan Tutar’ın başkanlığındaki arkeologlar Yeşim Ozan ve Veysel Öztürk ile sanat tarihçisi Arzu Cicibaş ve 6 işçinin katılımıyla gerçekleştirilen kazıda, Roma Dönemine ait hamamın ılıklık, sıcaklık ve soğukluk bölümleri tespit edildi.

 

Taş temel üzerine tuğla ile örülerek yapılmış hamamın Bizans Dönemi’nde de kullanıldığı, mekanlar eklendiği ve hamamın doğu tarafına mezarların yapıldığı da belirlendi. Amasra Müze Müdür Vekili Sultan Tutar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mezarlarda çoklu gömülerin bulunduğunu, hamamın büyük bölümünün korunmuş olduğunun belirlendiğini söyledi.

 

Hamamda suyun tahliye edilebilmesi için künklerin (pişmiş toprak veya betondan yapılmış kalın su borusu) de yer aldığını anlatan Tutar, ”Kazıda hamama ait kalıntıların bu alanla sınırlı olmayıp dört tarafındaki parsellerde de devam ettiği tespit edildi. Yaklaşık 1 ay süren kazının tüm masraflarını, kazının sponsorluğunu üstlenen mülk sahibi Yakup Tuş karşıladı” dedi.

 

Tutar, Karaevler mevkisinde de Rıza ve Hasan Sakız’a ait boş arazideki kazılarda Roma Dönemi’ne ait toplantı salonu ve özel evler ile bunlara ait olabileceği düşünülen taban mozaikli mekanlar ortaya çıktığını bildirdi.

 

Yaklaşık 6 dönümlük alana sahip parselin küçük bölümünde gerçekleştirilen kazı çalışmalarında Roma Dönemi’ne ait yerleşimin söz konusu olduğunu tespit ettiklerini anlatan Tutar, ”Kazı esnasında çıkan mimari kalıntıları Hellenistik ve Roma devrine ait buluntular da destekliyor. Buluntular arasında bronz sikkeler, pişmiş topraktan yapılmış kandiller ve çanak çömlek, küp parçaları yer almakta. Yapılarda ilk defa taban mozaiğinin çıkmış olması Amasra’nın tarihi için çok büyük önem taşımakta. Bu alanda kazı çalışmalarına devam edilmesi düşünülmektedir” diye konuştu.

Cumhuriyet, 09.09.2010

ANADOLU'NUN İLK SAKİNLERİ OVAL EVLERDE YAŞIYOR

 

Orta Anadolu’nun bilinen ilk köyü olan Aşıklı Höyük’te insanların oval planlı evlerde yaşadığını ortaya koydu.

 

Aşıklı Höyük Alan Yöneticisi Güneş Duru, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Aşıklı Höyük’ün Orta Anadolu ve Kapadokya’nın bilinen ilk köyü olduğunu söyledi. Aşıklı Höyük’te kazı çalışmasının 1989 yılında başladığını belirten Duru, ”21 yıldır devam eden kazı çalışmaları sonucunda Aşıklı Höyük’ün Anadolu’nun ilklerine ev sahipliği yaptığı ortaya çıkarılmıştır. İlk yerleşme, ilk tarım, ilk beyin ameliyatı ve otopsi gibi bir dizi ilkler Aşıklı Höyük’e aittir” dedi.

 

Bu yılki kazı çalışmalarında oval planlı bir yapıyı ortaya çıkardıklarını belirten Duru, şunları ifade etti:

”Aşıklı Höyük Anadolu’nun konut mimarisinin en eski örneğine de sahip. Aşıklı Höyük 2010 yılı yeni dönem kazılarında höyüğün en alt tabakasında açığa çıkarılan yapılar oval planlı ve toprağa yarı gömülmüş durumda. Oval planlı binanın yüksekliği 1.60 metre, binanın çapı da 4 metredir. Bu binalar, kerpiç yapı tekniğinin en erken örneklerinden biridir. Kerpiçler elle biçimlendirilmiş ve çok muntazam biçimde iç duvarlar ve tabanda sıva var. Bundan sonraki dönemde oval mimariden dikdörtgene geçiş yapılmıştır ve bu mimarlık tarihi için çok önemlidir. Bu geçişte köşe kavramı etkili olmuştur ki, kapı, pencere, dam örtüsü bu geçişe sebep olmuştur. Yapının tabanının 25-30 santimetre üstünde kalın bir saz tabakası çıkardık. Bunun da dam çöküntüsü olduğunu düşünüyoruz.”

 

Aşıklı Höyük’te hem oval hem de dikdörtgen mimarinin bulunmasının mimarlık tarihi açısından önemli olduğunu vurgulayan Duru, ”Anadolu’nun ilk sakinleri oval planlı evlerde yaşıyordu. Bu oval yapılardan dikdörtgen yapılara geçiş Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da daha önceden biliniyordu. Aşıklı Höyük’te de bu geçişin bulunması Anadolu konut mimari geleneği açısından önemlidir” diye konuştu.

Memleket Haber, 09.09.2010

4 BİN YILLIK İNSAN KALINTISI

 

Suriye resmi haber ajansı SANA'nın haberine göre, kazı heyeti MÖ 2 binli yıllara ait bir mezar ile bu mezardaki insan kalıntılarını gün ışığına çıkardı.

Aynı bölgede, Orta Çağ döneminden kalma kiremit ile yapılmış bir kuyu, MÖ 3 ve2 bin yıllarına ait dönemden kalma taş çömlek, kaplar, kilden yapılmış hayvan heykelleri, bronz iğneler ve çeşitli günlük kullanım eşyası da bulundu.

Sabah, 08.09.2010

GÖKÇEÖREN'DE DEFİNE OPERASYONU

 

Kocaeli İl Jandarma Komutanlığı, İzmit’e bağlı Gökçeören Köyü'nde defineci operasyonu yaptı.

 

Jandarma timleri İzmit’e bağlı Gökçeören Köyü Üçgaziler Mahallesinde kaçak kazı yapan şahıslara da baskın düzenledi. 34 EZJ…, 34 JS…, ve 34 GE… plakalı araçlarda yapılan aramada 1 adet kazma, 1 adet kürek, 1 adet çapa, 1 adet yer altı görüntüleme cihazı, 1 adet tarama cihazı, 1 adet bulundurma ruhsatlı tabanca ele geçirilirken, olayla ilgili olarak T.K., N.U., E.U., M.B., S.S., İ.K., M.T., D.Y., Z.A., H.A., M.K., U.A., L.A. ve Y.G. adlı şahıslar yakalanarak gözaltına alındı. Şahıslar Cumhuriyet Savcısı'nın talimatıyla ifadeleri alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.

Özgür Kocaeli, 08.09.2010

'ANADOLU KADINI'NA GÜMRÜK İŞKENCESİ

 

 

Kayseri'deki Kültepe kazıları sırasında iskeleti bulunan 2 bin 500 yıllık "Anadolu Kadını", gümrük engeline takıldı. İskeletin tomografisinden yola çıkılarak, Yeni Zelanda'da özel bir teknikle oluşturulan "yüz mumyası", vergiye tabi olduğu gerekçesiyle İstanbul Atatürk Havalimanı Gümrüğü'nde alıkonuldu. Yüzü kurtarabilmek için Kültür Bakanlığı ve Ankara Üniversitesi çaba sarfediyor. Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığındaki Kültepe kazısı, 2008'de, büyük bir keşfe sahne oldu. Arkeologlar, kazı sırasında, tam 2 bin 500 yıl önce yaşayan bir kadın çiftçinin iskeletini buldu. Yeni Zelanda Otago Üniversitesi Yapısal Biyoloji ve Anatomi Bölümü araştırma görevlisi Dr. George Dias, Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nin davetiyle bölgeye gelerek, kemikler üzerinde araştırma yaptı. 2009 yılının nisan ayında, 35-50 yaşları arasında olduğu tahmin edilen kadına ait kafa iskeletinin tomografisi çekildi. Filmler, bilgisayar ortamında Dias'a gönderildi.

Ardından da, ince yumuşak noktalarındaki girinti ve çıkıntılar hesaplanarak, yüzün matematiksel modeli çıkarıldı. Analiz edilen verilerle yüz yapılandırmasının son aşamasına geçildi. Bu aşamada da önceki tekniklerden farklı olarak plaster yerine silikon deri kullanıldı.

Model, gerçek saç ve üzerinde damarların bulunduğu gerçek gözlerle desteklendi. Yaklaşık 15 ay süren çalışmaların ardından etlendirilen ve bilim dünyasında büyük yankı uyandıran yüz, geçen 29 Temmuz'da Türkiye'ye gönderildi. Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde de, vücut iskeleti mumya tekniği ile "etlendirilecek" ve "Anadolu Kadını" İstanbul'da sergilenecekti. Fakat yüz mumyası, gümrükten çıkartılamadı. Özel bir kargo şirketiyle Türkiye'ye getirilen yüz, vergiye tabi olduğu gerekçesiyle İstanbul Atatürk Havalimanı Gümrüğü'nde görevliler tarafından alıkonuldu. Kültür Bakanlığı ve kazı başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu başta olmak üzere, Ankara ve Anadolu Üniversitesi yetkililerinin tüm çabasına rağmen, "Anadolu Kadını"nın yüzü gümrükten çıkartılmadı.

Kültepe-Kaniş Kazıları Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu'nun, yabancı bilim adamları tarafından hiçbir ücret alınmadan etlendirilen yüzün, sergileme ve eğitim amaçlı olduğu, hiçbir ticari değer taşımadığı şeklindeki yazısı da, sorunun çözülmesini sağlayamadı.

Sabah, Haber: Bülent Ergün, 08.09.2010

KAZILAR SONA ERDİ

 

 

Troia kazı çalışmalarının sona erdiğini açıklayan ÇOMÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç.Dr. Rüstem Arslan, bu yıl istedikleri verilerin ortaya çıkarılamadığını belirterek, umutların gelecek yıl yapılacak kazılara kaldığını söyledi.

 

Çanakkale Troia bölgesinde 2010 kazı çalışmaları tamamlandı. 8 ayrı ülkeden uzmanlardan oluşturulan kazı ekiplerinin gerçekleştirdiği kazılar ile ilgili Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç.Dr. Rüstem Arslan, bu yıl istedikleri verileri elde edemediklerini söyledi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden Doç.Dr. Rüstem Arslan, 2010 yılında Troia’da gerçekleştirilen kazı çalışmalarını düzenlediği bir basın toplantısında değerlendirdi. Arslan, 2010 yılında sekiz farklı ülkeden oluşturulan kazı ekibinin çalışmalarını tamamladığını, bir çok detay üzerinde durulmasına rağmen istedikleri verileri aldıklarını söyleyemeyeceklerini vurguladı. Bu yıl 2 ay süren kazı çalışmalarında, geçen yıl Homeros Troia dönemi ile ilgili saldırılar için kurulduğu belirlenen savunma hendeğinde bulunan iki adet iskeletin tarihlendirilmesi ve olası bir nekropole ait olup olmadığı sorusuna cevap arandığını belirten Doç.Dr. Rüstem Arslan, savunma hendeğinin yanında bir kapı tespit ettiklerini, ancak tüm bu çalışmalar sonucunda istedikleri verileri elde edemediklerini, önümüzdeki yıl aynı doğrultuda kazı çalışmalarının sürdürüleceğini vurguladı.

Çanakkale Olay, 08.09.2010

LİMYRA KAZILARI DEVAM EDİYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülmekte olan Limyra antik kentinde kazı çalışmaları devam ediyor.

 

Finike’nin 9 kilometre kuzey doğusunda bulunan antik Likya şehirlerinden biri olan Limyra, Turunçova ve Kumluca arasındaki Torunlar’da yer alırken, bin 216 metre yükseklikteki bir tepenin eteğinde kurulan antik kentte 2010 kazı çalışmaları devam ediyor.

 

Kazı Başkanlığını yapan Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nden Dr. Mertin Seyar, 2010 yılı kazı çalışmaları kapsamında hamam bölümünde temizlik yapıldığını ifade ederek, “Limyra antik kenti gün ışığına çıktığında Finike önemli bir turizm merkezi haline gelecek” dedi.

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından 1969 yılında başlatılan, sonraki yıllarda ise Avusturya Üniversitesi ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından 10 kilometrelik alanda devam ettirilen çalışmalarda, tarihi MÖ 7. yüzyıla kadar uzanan Limyra kentinin, Likya Birliği’ne başkentlik yapmış önemli bir ticari merkez olduğu belirlenmişti.

Antalya Kent Haber, 08.09.2010

VAN KALESİ'NDE 3 BİN YILLIK STEL BULUNDU

 

Urartulara başkentlik yapmış olan Van’ın tarihi kalesinde İstanbul Üniversitesi tarafından yürütülen kazılarda 3 bin yıl öncesine ait üzeri çivi yazısı ile yazılmış bir stel (taş blok) bulundu. Urartu Kralı Rusa dönemine ait ve 500 kilogram ağırlığındaki stel, iş makinelerinin yardımıyla toprak altından çıkarılabildi. Askeri, siyasi ve imar faaliyetlerinin yazılı olduğu stel, battaniyelerle sarılıp Van Müzesine teslim edildi.

 

İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından Eski Van şehri olarak adlandırılan Van Kalesi’nin güney kesiminde yapılan arkeolojik kazılarda yeni bir tarihi esere daha ulaşıldı. Daha önce 2 bin 700 yıllık bir mühür bulan arkeologlar bu kez 3 bin yıl öncesine ait bir stel buldu. Surp Pagos kilisesinin yanındaki bir çukurda bulunan ve üzerinde çivi yazıları olan stel arkeologlarda büyük bir heyecan yarattı. Stelin çıkarılması için yapılan titiz çalışmanın ardından kazı alanına iş makinesi çağrıldı. 500 kilogram ağırlığındaki stel uzun uğraşların ardından yüzeye çıkarılarak batteniyelere sarıldı. Van Müzesi’ne teslim edilen stel, yapılacak incelemelerin ardından sergilenecek.

 

Kazı başkanlığını yürüten İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, ilk tespitlerinde Urartu Kralı İkinci Rusa dönemine ait stelde askeri, siyasi ve imar faaliyetlerinin yazılı olduğunu söyledi. Van Kalesi’ndeki kazıların bir aydır sürdüğünü belirten Yrd. Doç.Dr. Konyar şöyle dedi: “Bu süreçte ilginç bir buluntu ile karşılaştık. Eski Van kentindeki gözlemlerimiz sırasında bir çukur içersinde çivi yazılı bir blok kitabe tespit ettik. Kitabe, Surp Pagos kilisesinin yakıntı alanında bulundu. Bu parçayı arkeoloji dünyasına kazandırdık. Urartu Kralı İkinci Rusa dönemine ait çivi yazılı bir kitabe. Bu stelin üzerindeki yazıların detaylı deşifresi yapıldıktan sonra ikinci Rusa’nın burada yaptığı imar, askeri ve siyasi faaliyetlerle ilgili çok önemli bilgilere ulaşacağız. Diğer taraftan eski Van kentinin, erken dönemde Urartuların önemli yerleşim alanı olduğu anlaşılıyor. Bu projemizi yeni aşamalara getiriyor.”

Milliyet, 07.09.2010

BAHÇEDEKİ TARİH

 

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Kadıoğlu Köyü'nde, bir evin bahçesinde sürdürülen kazı çalışmalarında Roma dönemine ait mozaik bulundu.

 

Kadıoğlu Köyü'nde yaşayan Nizamettin Oral’ın (63) iki yıl önce evinin bahçesindeki serasını güçlendirmek için yaptığı kazı sırasında üzüm salkımlarının arasında oturan kadın ile elinde hançerle onu öldürmek isteyen erkek figürünün yer aldığı tarihi mozaik bulması üzerine başlayan kazı çalışmaları sürüyor.

 

Ereğli Müze Müdürlüğü başkanlığında devam ettirilen kazı çalışmalarında, MS 250-256 yılları Roma Dönemi’ne ait mitolojik figürlerin yer aldığı mozaik taban bulundu. Kazı sorumlusu arkeolog Ünver Göçen, bu yılki çalışmalarda iyi korunmuş taş temel üzerinde Roma Dönemi’ne ait taban mozaiklerine rastlandığını söyledi.

 

Göçen, mozaiklerin tam ortaya çıkarılmasına yönelik kazı çalışmalarının sürdürüldüğünü, eserlerin kendilerini çok şaşırttığını kaydetti.

Trt/Haber, 07.09.2010

AMAÇ ATIK SU BORUSU DÖŞEMEKTİ AMA...

 

 

Fethiye Datça’da başlatılan atık su borusu kazısı sırasında ortaya çıkan manzara herkesi şaşırttı.

 

Datça’da başlatılan atık su borusu kazısı bölgede yer alan Gökova Burgaz Ören Yeri’ndeki antik kalıntıların ortaya çıkmasını sağladı. Kazılar sonucunda bölgedeki antik kentin MÖ 400 yıllarında kurulan eski Knidos’a ait olduğu tespit edildi.

 

Datça’da, bir sitenin atık su borusu için yapılan kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkan Gökova Burgaz Ören Yeri’ndeki eski Knidos olduğu iddia edilen antik kentte, kazı çalışmaları sürüyor.

 

Bölgenin en eski yerleşim yeri olan Burgaz Ören Yeri’nde Datça Yarımadası’nda ilk ticaretin başladığı yer olduğu belirlendi. Yerleşim yeri ve liman kenti olarak kurulan Knidos’lular kaptan kılavuzlukla ve denizcilikle biliniyor. Knidos, aynı zamanda Akdeniz’deki şarap piyasasının da büyük bir kısmına sahip olduğu yönünde bulgular var.

 

Kazı başkanı Numan Tuna, amaçlarının bölgedeki antik kentin Knidos olduğunu kanıtlamak olduğunu ve amaçlarına ulaştıklarını söyledi.

Internet Haber, 06.09.2010

TÜRKİYE'NİN İLK MÜBADELE MÜZESİ ÇATALCA'DA AÇILIYOR

 

 

1923 yılında Lozan Antlaşması'na ek protokol uyarınca Türkiye ve Yunanistan, kendi ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe tabi tuttu. Mübadele ile, 1.250 bin Ortodoks Hıristiyan Anadolu'dan Yunanistan'a, 500 bin Müslüman Türk de Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldı.

 

Şimdi mübadeleden 80 küsur yıl sonra Lozan Mübadiller Vakfı ve Çatalca Belediyesi işbirliği ile Türkiye'nin ilk mübadele müzesi Çatalca'da kuruluyor.

 

Mübadeleye tabi tutulan Yunan ve Türk vatandaşları ile onların yakınları ve sonraki kuşaklar için tarihi ve kültürel öneme sahip olacak müzede mübadillerin eşyalarından yazılı belgelere, fotoğraflardan anılara kadar birçok şey yer alacak. Müzede ayrıca Lozan Mübadilleri Vakfı'nın arşivindeki 1. kuşak mübadillerle yapılmış görüşmeler de bulunacak.

 

Çatalca'da Kaleiçi Mahallesi'nde yer alacak müze dışında Çatalca'nın birçok alanı da müzeyle paralel olarak düzenlenecek; bir mübadele meydanı yapılacak ve mübadele anıtı dikilecek.

Müzeyi Lozan Mübadilleri Vakfı Başkanı Atilla Karaelmas ve bina bağışcısı Ertuğrul Ölçer anlattı:

 

Atilla Karaelmas: İstanbul, mübadelede kapsam dışı bırakılmıştı. Ama, Çatalca, o günkü İstanbul'un sınırları içerisinde değildi ve mübadeleye dahil edildi. Yani Çatalca İstanbul'a en yakın mübadeleyi yaşamış bir yer, özellikle bu Kaleiçi Mahallesi.

 

Kaleiçi Mahallesi'nde mübadele döneminden kalma çok sayıda eser var. Zaten bu müze projesi tüm Kaleiçi projesinin bir başlangıcı veya bir parçası. Bütün bu sebeplerden dolayı bu müze için, Çatalca'yı seçtik. Tabii Çatalca'da çok fazla mübadil var.

 

Hemen hemen her sene Yunanistan’dan Türkiye’ye çok sayıda insan geliyor, bunların çoğu da İstanbul’a geliyor. Çünkü Patrikhane İstanbul’da. Projenin temel amacı, bu insanların Çatalca’ya gelmesini sağlamak ve Kaleiçi’ni kültür ve tarih merkezi yapmak.

 

Burada insanlar hala kendi aralarında Rumca konuşuyor. Burada yemek isimleri farklıdır, müzikler farklıdır. Ama hep içe kapalı şekilde yaşandı. Ama daha sonra böyle önemli bir konuda örgütlenmeye ve bu konuda çalışmalar yapmaya karar verdik. Daha sonra çalışmalar çığ gibi büyüdü.

 

Yunanistan’da mübadeleyle ilgili müzeler 50 yıldır var. Burada ise çalışmalar 2000'li yıllarda başladı. Arada 50 yıllık bir fark var.

 

Ertuğrul Ölçer: 1984 yılından beri böyle bir projeyi Çatalca’da uygulamaya çalışıyoruz. Kaleiçi burada terk edilmiş bir yer halini aldı. Bu yerlerin birçoğu iskan için verilmiş binalar. Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından da bu mahallenin birçok yeri koruma altına alınmış. Hiç kimse bir çivi bile çakamamış, çakamıyor, tamir ettiremiyor. Çoğu çökmek ve yok olmakla yüz yüze. Burayı nasıl kurtarırız? diye koyulduk yola.

 

Öncelikle restore edilecek. Gelen turistlerden imkan sağlanacak, ücret alınacak ve dolayısıyla Kaleiçi Mahallesi 'kurtarılma'ya başlanacak. Sadece bir binanın müze olması, restore edilmesi Çatalca’ya ve Kaleiçi Mahallesi’ne bir şey kazandırmaz. Amacımız, buradaki tarihi dokuyu koruyacak şekilde diğer binaları da restore etmek, Safranbolu gibi kurtarmak.

 

Bu projeyle tüm Kaleiçi Mahallesi’nde oturan insanların gelir kaynakları da artmış olacak. Ben mübadil değilim, Çatalca’nın yerlisiyim. Bu mahallede büyüdüm, bu mahallede çocukluğumu yaşadım. Ama böyle viran hale gelmesi içimi acıtıyor. Umarız esas tarih değerini bulur.

 

MÜZEDE NELER OLACAK?

Atilla Karaelmas: Mübadele ile ilgili birçok şey müzede yer alacak. 'Nasıl taşındılar, ne zorluklar yaşadılar' ziyaret edenler bu duyguyu yaşamalılar. Mübadeleyi yaşamış olanların eşyaları, mektupları, anıları, fotoğrafları, dönemin belgeleri, yazılı anlaşmalar, videolar, Lozan Mübadilleri Vakfı'nda yer alan arşiv belgeleri, hepsi müzede olacak.

 

Lozan Antlaşması’nda kullanılan masayı da müzeye koyacaktık ama masanın boyutlarına müze küçük geldi. 40 kişinin aynı anda oturduğu bir masayı düşünün. Ankara da o masayı koyacak yer bulamadı. Cumhurbaşkanlığı'nın bir deposuna kaldırdılar.

 

GÖRÜNTÜ NASIL OLACAK?

Buraya gelen her grup o dönemden bir şeyler bulacak. Eski Rum yemeklerinden, el işi çalışmalarına kadar birçok şey. Meydan tamamen yaşayan bir Rum mahallesi görüntüsüne kavuşacak.

 

Müze binası soyuldu, özel karolar, doğramalar yapılıyor, eski doğramalar çürümüş. Bahçe kapısı açılıyor; öbür tarafa geçiş için. Asma kat yapılacak. Tarih belli değil ama kasım ayına yetiştirilecek. Eylül sonunda tarihi netleştirmek daha kolay.

 

Duvarlara resimler, vitrinler yapılacak. Asma kat sergi alanı olacak. Bütün yönetim ve depolama birimleri, güvenlik birimleri kültür evinde olacak. Bir bütünlük içerisinde olacak her şey. Dolayısıyla bu meydan ve iki sokak da buranın bir parçası olacak. Sokaklarda ışıklı panolar yer alacak. Müzenin yanındaki boş alana daha sonra bir anıt yapılacak. Müze açıldıktan sonra da, çeşitli sponsorların çalışmalarıyla restorasyon çalışmaları devam edecek.

 

Birleşmiş Milletler’den 2 milyon Euro'luk bir talebimiz oldu. BM’nin böyle bir birimi var ve bu birimin başında da şansımıza Kemal Derviş var. Bunu da değerlendirmek istiyoruz. Bildiğiniz gibi, Kemal Derviş de bir mübadil. Onun dışında sponsor çalışmalarımız da sürüyor.

 

YUNANİSTAN’DAKİ MÜBADELE MÜZELERİ

Yunanistan'da mübadele müzelerinde iki tema işleniyor. Birincisi, Türkiye’de yaşadıkları evin aynısını yapmışlar müze olarak. Girseniz yemek bile pişirebilirsiniz. İkincisi, bu mübadeleye tabi tutulmuş olan insanların konuşmaları, görsel çalışmalar, türküler, şarkılar... Mübadeleyle ilgili bir takım belgeler (nasıl taşındılar, ne zorluklar yaşadılar). Sadece basit bir odada, bir evde ya da 4-5 katlı bir bina içerisinde sergiliyorlar.

 

Atina’nın mübadeleyle hiç ilgisi olmamasına rağmen Atina’da bile var. Selanik’te var. 50 yıl içerisinde anıtlar yapmışlar. İlk başlarda Türk düşmanlığı içerikli çalışmalar vardı ama son 10 yılda bunların hepsini imha ettiler, hepsini kaldırdılar. Onlar kaldırdı.

 

Annemle babamın doğduğu köye gittiğim zaman, orada bir mübadele müzesi olduğunu öğrendim. Küçük bir köyde... Sadece oradan giden Türklerin bıraktıkları eşyaları sergiliyorlar. Araba tekeri, kağnı arabası, hamam tası, mutfak eşyası, kilim vs... Kim gider oraya, kaç tane turist gider? Ama onlar kendilerine göre yapmışlar; başkaları için yapmamışlar. Daha biz o şeylere gelemedik. 50 yılda yaşanmış bir şey var orada.

Ntvmsnbc, Haber: Hasan Cömert - Ebru Tepeler, 06.09.2010

MODERN SANATLA CANLANAN ANTİK ŞEHİR: MARDİN

 

 

Haziran başlarında sıcak bir yaz günü, Mardin'de yerel halktan ve turistlerden oluşan bir grup 14'üncü yüzyıldan kalma Zinciriye Medresesi'nin içinde dolanıyordu. Grup Türkçe, İngilizce ve Fransızca gazetelerin dar odanın tavanına asılmış ilk sayfalarına bakıyordu. Her gazetenin bir manşeti eksikti ve ziyaretçiler yerdeki yığından kendi beğendikleri manşetleri gazetelere uydurmaya çalışıyordu.

Genç bir çocuk, İsrail'in Gazze filosu baskınından sonra ABD'yle Türkiye arasında yaşanan sürtüşmeye atıfla "Obama Sana İhtiyacımız Yok" yazdı. Bir tıp konferansı için Mardin'e gelen şık giyimli bir doktor da "Antalyalı Doktorlar Mardin'de" manşetini attı. 

Türk sanatçı ve grafik tasarımcısı Hakan Irmak'ın çalışması olan "Manşetin" bu yaz Mardin Bienali kapsamında Zinciriye Medresesi'nde sergilenen işlerden bir tanesi. 63 Türk ve yabancı sanatçının videoları, enstalasyonları, resimleri ve fotoğrafları Mardin'in çeşitli yerlerinde sergilendi. Bienalin başlığı “Abbara Kadabara”, hem Mardin'deki küçük taş sokaklar “abbara”lara hem de bu şehirde sanatın büyüsüne işaret ediyordu.

Irmak, "10 yıl önce İstanbul'dan Mardin'e geldiğinizde böyle büyük bir modern sanat sergisinin burada yapılabileceğini tahmin eder miydiniz?" sorusuna, gülerek "Size buradaki ilerlemeyi anlatmam gerek" diye cevap verdi.

"Ben geldiğimde burada grafik tasarımın ne olduğunu bilen yoktu. Grafik tasarımcısıyım dediğimde insanlar trafik planlamacısı olduğumu zannetti."

Bienal Mardin'i Güneydoğu Anadolu'nun kültür-sanat başkenti yapmak için atılan bir dizi adımın sonuncusu. Mardin'de yapılan kazılarda MÖ 4500 yılına ait parçalar bulunduğu düşünüldüğünde bu normal. Tarih boyunca din ve etnik köken açısından karmaşık gruplara ev sahipliği yapan ve derin bir kültür birikimine sahip olan şehre şimdi Irmak ve diğer sanatçılar bambaşka bir hava katıyor.

 

Suriye sınırının hemen kuzeyinde kalan Mardin büyüleyici bir açık hava müzesi. Bir zamanlar İpek Yolu'nun en kritik noktalarından biri olan şehrin çok kültürlü mirası sokaklarda konuşulan farklı dillerde yaşıyor. Yiyecek-içecekler de aynı şekilde: Süryani şarabıyla Arap mırrası yan yana.

Ancak Mardin, bölgenin dini ve sosyal açıdan muhafazakar olduğu imajı ve PKK terörü yüzünden önemli sorunlar yaşamış. Bienalin küratörü Döne Otyam, "Mardin savaş ve şiddetle ilişkilendirildiği için dar bir çerçeveye sıkışmıştı. Biz bunu değiştirmek istedik. İnsanlara Mardin'i sanat üzerinden tanıtmak istedik" dedi.

Sürecin başında 2008'de Mardin'e vali olarak atanan Hasan Duruer var. Cumhuriyetin 100'üncü yılında Mardin'i modern bir sanat şehri haline getirmek isteyen Duruer, sosyal bilimler ve sanat bölümlerinde eğitim verecek Artuklu Üniversitesi'nin kurulmasında büyük rol oynadı. Geçen yaz işbirliği için Ankara Cer Modern Müzesi'nin küratörlerinden Otyam'a başvurdu. İlk olarak Kasım ayında 15 çalışmalık MardinGüncel sergisiyle ortam test edildi. Serginin başarıya ulaşmasıyla Mardin'in bienale hazır olduğu da anlaşılmış oldu.

Ancak şehrin projeleri bununla sınırlı değil. Eylül'de Kasımiye Medresesi'nde Cemil İpekçi'nin yönetiminde bir moda festivali başlayacak, daha sonra medrese bir sanat müzesine dönüştürülecek. Ekimde ise Alman sanatçı ve film yapımcısı Clemes von Wedemeyer'in işleri Mardinlilerle buluşacak.

Bütün bu gelişmelerin arasında Mardin günlük hayatına devam ediyor. Gün batımıyla şehir altın rengine dönüyor. Mardinliler de değişimden paylarını alıyor. Pazarda kayısı ve ayakkabı satan 61 yaşındaki Yusuf Elkatmış Kasımiye Medresesi'ne gitti. Camide dua edip şadırvandan su içtikten sonra avludaki çalışmalara da bir göz atan Elkatmış, Hüseyin Çağlayan'ın İngiliz aktris Tilda Swinton'ın fotoğraflarıyla hazırladığı bir işe hayran kaldı.

Otyam da bu durumdan çok memnundu. "Bizim için eleştirmenlerin bienal hakkındaki görüşleri önemli değil. Bizim başarı ölçümüz halkın hayatına modern sanatı sokabilmekte" dedi.

Hürriyet, 06.09.2010

ŞADIRVANA SAAT TAKILIYOR

 

Yozgat Çapanoğlu Büyük Cami Şadırvanına tarihi dokuya uygun saat takılıyor.

 

Yozgat'ta Osmanlı döneminden kalan tarihe eserler arasında yer alan ve 2. Abdülhamid Han tarafından yapılan cami şadırvanı yıllar sonra saatine kavuşuyor.

 

2. Abdulhamit Han'ın tahta çıkışının 25. yılını kutlama faaliyetleri arasında O'nun hatırasına bir nişane olarak 19 Ağustos 1900 yılında yapılan ve daha sonra üzerindeki orijinal saati kaybolan çeşmeye, mimarisine uygun saat takılıyor.

Yozgat Kent Haber, 06.09.2010

MUDANYA TAHİRAĞA HAMAMI ÇEVRESİ İÇİN KENTSEL TASARIM

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı, Mudanya Tahirağa Hamamı çevresi (eski zeytin hali) kentsel tasarım restorasyon uygulama inşaatı işi için ihale açtı. İnşaat işi genel olarak yaklaşık 820 metrekarelik taban alanlı mevcut tüm dükkanların yıkılarak 660 metrekarelik taban alandan oluşan 27 adet dükkan ve bin 350 metrekarelik meydan düzenlemesinin aslına uygun bir şekilde restore edilerek kullanılır hale getirilmesini kapsayacak.
    
Yer tesliminden itibaren 240 günlük süreyi kapsayacak olan işin ihalesine sadece yerli firmalar katılabilecek. İhale, Bursa Büyükşehir Belediyesi'nde 20 Eylül 2010 tarihinde saat 15.00'te yapılacak. Ekonomik açıdan en avantajlı teklif sadece fiyat esasına göre belirlenecek. Firmalar şartnameyi bedel ödeyerek Bursa Büyükşehir Belediyesinden satın alabilecekler.

Şartnameye göre hazırlanacak olan teklif mektupları, ihale günü ihale saatine kadar Bursa Büyükşehir Belediyesine verilecek. İşin tamamı için teklif verilecek olan ihalede katılımcılar teklif ettikleri bedelin yüzde 3'ünden az olmamak üzere kendi belirleyecekleri tutarda geçici teminat verecekler.

Yapı, 06.09.2010

2500 YILLIK DALGIÇ AĞIRLIĞI BULUNDU

 

 

Antalya’da, su altı robotuyla araştırma yapan dalgıç arkeologlar, tarihin ilk dalgıçlarına ait 2 bin 500 yıllık dalgıç ağırlığı buldu.

 

Türkiye’de turizmin başkenti olarak gösterilen Antalya, doğal güzellikleri kadar tarihi eser yoğunluğuyla da dikkat çekiyor. Çok sayıda antik kentin bulunduğu Antalya, su altındaki antik eserleriyle de göz kamaştırıyor. Bugüne kadar sadece Amerikalı bilim adamlarının su altında arkeolojik çalışmalar yaptığı Antalya’da ilk defa tamamı Türk bilim adamlarından oluşan profesyonel bir ekip 25 gündür çalışma yapıyor.

 

GATAB’ın desteğiyle Doğu Akdeniz Üniversitesi Görüntüleme ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Hakan Öniz önderliğinde aralarında Selçuk, Ege, Kocaeli üniversitelerinden arkeolog ve arkeoloji öğrencilerinin bulunduğu ekip Antalya’da 25 gündür su altı robotuyla su altı arkeolojisi çalışmaları yapıyor.

 

İnsanların tatil yapıp eğlendiği mavi koylarda sabahın ilk ışıklarıyla birlikte mesaiye başlayan Öniz önderliğindeki arkeologlar, teknolojinin nimetlerini de kullanarak su altındaki saklı tarihi gün yüzüne çıkarıyor

 

Öniz’in ‘Cesur yürek’ diye tanımladığı ekip ile yapılan çalışmalar kapsamında son 25 günde kent tarihinde şu ana kadar su altında bulunan eserlerden daha fazla eser çıkarıldı. Su altı robotuyla 25 gündür yapılan dalışlarda Roma ve Bizans döneminden kalma amfora yüklü 4 batık, kiremit yüklü 2 batık, tabak yüklü 2 batık, Roma ve Bizans döneminden kalma çok sayıda demir çapa ile bronz çağı ve öncesinden kalma 7 adet taş çapa bulundu.

 

Bulunan taş çapalar sayesinde bronz çağında ilk denizcilerin Antalya’ya demirlediği belirlenirken tarihin ilk balıkçılarının da ağlarını Antalya kıyılarına attığı tespit edildi.

 

Su altı robotu gibi teknolojinin son nimetlerini kullanan dalgıçlardan oluşan ekip, 2 bin 700 yıl önce boyunlarına taş bağlayarak dalgıçlık yapmaya çalışan tarihin ilk dalgıçlarına ait izler buldu. İlk dalgıçların kullandığı yaklaşık 3 kilo ağırlığında bir dalgıç ağırlığı bulduklarını ve şu ana kadar kendisini en fazla heyecanlandıran buluş olduğunu söyleyen Öniz, şöyle konuştu: “Özel formuyla dalgıçların ön kısmına kafalarından geçirerek kullanıyorlardı. Bu ağırlıklar iki delikli. Ağırlığın bir deliği ipe bağlı bir deliği boyuna bağlanıyor. Ona ağır bir şey lazım ki kolaylıkla aşağı insin. Taşında vücut dengesini bozmamak için özel bir forma sahip olması gerekiyor. Türkiye’de bilinen bir örneği yok. Ben bugüne kadar bu kadar eski dalgıç ağırlığını bir kitapta görmüştüm.”

 

İlk dalgıçların yiyecek bulmak için daldıklarını söyleyen Öniz, “Dalgıçlar çeşitli amaçlar ile suyun dibine dalıyorlardı. Salyangoz yemek sünger çıkartmak için dalgıçlık yapılıyordu. İlk dalgıçlar kumaşta kullanılan lila renginin elde edildiği mureks isimli kabukluyu çıkartmak için de dalıyorlardı. Mureks’ten elde edilen boyayı sadece krallar kullanabiliyordu. Bu nedenle dalgıçlar o dönemin en önemli insanları arasında yer alıyordu. Ayrıca, askeri amaçlı kullanılan dalgıçlarda var” dedi.

Internet Haber, 06.09.2010

ANTEP EVLERİ TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

Gaziantep'te, beyaz taştan yapılan eski Antep evleri yenileme çalışmalarıyla turizme kazandırılmaya devam ediyor. Yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olan Antep evleri, gelen ziyaretçileri in iyi biçimde ağırlamayı sürdürüyor. Yetkililer, yazın serin, kışın sıcak tutan beyaz taştan yapılan Antep evlerinin son yıllarda büyük ilgi gördüğünü söylüyor. Eski yapılar, turizm girişimcileri tarafından satın alınarak butik otellere çevriliyor. Antep evlerinin bulunduğu mahalleler, tarihi dokusu nedeniyle Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından turizm bölgesi ilan edilirken, kentin turistik bölgelerinde Antep Kalesi, Bakırcılar Çarşısı ve Turistik Çarşı'ya yakınlığıyla dikkat çekiyor. Mahallede yaklaşık 600 tane Antep evi bulunuyor. Restore edilen evler, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini bekliyor.

Gaziantep 27 Gazetesi, 06.09.2010

3. YÜZYILDAN KALMA ÇÖMLEKLER BULUNDU

 

Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de 3. yüzyıldan kalma çömlekler bulundu.

 

Macar yetkililer, başkentte süren arkeolojik kazılarda MS 3. yüzyıla ait eserlerin bulunduğunu, çok sayıda seramik çömleğin iyi korunduğunu belirtti.

 

Çömleklerin bugünkü Tunus bölgesinde yapıldığını ifade eden uzmanlar, başkentte daha önce benzer eserlerin gün ışığına çıkarıldığını, yeni eserlerin Budapeşte'deki Aquincumi Müzesi'nde sergileneceğini bildirdi.

Cumhuriyet, 06.09.2010

OSMANLININ ALTIN PARALARI HAMMADDE OLDU

 

  

 

Türk Nümismatik Derneği Genel Başkanı Cem Mahruki, Osmanlı İmparatorluğu'nun son 6 padişahı öncesine ait paraların koleksiyonu ve satışının yasayla izne bağlı olduğunu belirterek, bu döneme ait binlerce gümüş ve altın paranın hurda olarak eritilerek, hediyelik eşya sektöründe ham madde olarak kullanıldığını öne sürdü.


Cem Mahruki, Türk Nümismatik Derneği olarak 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun son 6 padişah öncesi paraların serbestçe alımını ve satımını yasakladığını ancak koleksiyoncu ve tescil belgesiyle çok zor şartlarda koleksiyonuna müsaade edildiğini kaydetti.
Söz konusu kanunun çelişkilerle dolu olduğunu savunan Mahruki, "Örneğin kayıtlı koleksiyonculara temin ettiği paraların menşei sorulmamaktadır. Koleksiyon ruhsatı olanlar, bu paraları kaçakçıdan temin edebilmektedirler. Çağdaş ülkelerin çoğunda ve bilhassa Avrupa Birliği ülkelerinde eski paralar serbestçe alınıp satılabilmektedir. İnternet sitelerinde her gün yüzlerce eski para, serbestçe alınıp satılmaktadır. Ülkemizde ise örneğin Sultan II. Mahmud'a ait 1 lira dahi etmeyen bakır para ile yakalanan vatandaşlar kaçakçı muamelesi görmekte, tutuklanmakta ve yıllarca hapse atılmaktadır" dedi.


Bu durumun öncelikle mülkiyet hakkına aykırı olduğunu ve pek çok evde aile büyüklerinden miras kalan eski paralar bulunduğunu hatırlatan Muhruki, "Daha da önemlisi Anadolu'daki milyonlarca kadında ailelerinden intikal etmiş olan Osmanlı dönemine ait altın paralar vardır ve bu paraları yasak olduğunu bilmeden takı olarak kullanmaktadırlar. Kanuna göre bu kadınlarımızın hepsi suçlu ve kaçakçı durumundadır ve cezalandırılmaları gerekmektedir. Durumun saçmalığı ve vahameti ortadadır" diye konuştu.


Dernek Genel Başkanı Cem Mahruki, tutuklanma korkusu nedeniyle koleksiyonerler ve antikacıların da bu paraları alıp satmadığını vurgulayarak, eritilerek tamamen yok olduğunu kaydetti.
Sikkelerin tarihi eser olmadığını iddia ederek, kalıpla yapılmış seri üretim maddeler olduğunu savunan Cem Mahruki, "Sikkeler günlük kullanıma yönelik etnografik eşya olarak kabul edilmeli ve serbeste alınıp satılmalıdır" görüşünü dile getirdi.






Kıymetli metallerden mamul eski paraların (altın ve gümüş Osmanlı paraları) her gün sarraflara ve eskicilere geldiğine değinen Mahruki, kanun korkusuyla bu paraların hemen eritilerek külçe haline getirildiğini belirtti. Mahruki, "Böylelikle yüzlerce kilogram tarihi kıymet ifade eden Osmanlı parası yok olup gitmektedir. Çünkü bu paraları elinde bulunduranlar tarihi eser kaçakçısı muamelesi görüyor" diye konuştu.


İlgili kanunun kaçakçılığı önleyemediğini, aksine teşvik ettiğini öne süren Mahruki, ülke içerisinde alıcı bulamayan eski paraların, kaçakçılar tarafında ucuza temin edilerek yurt dışına götürüldüğünü iddia etti.


Türkiye'de koleksiyoncu potansiyelinin yüksek olduğunu vurgulayan Mahruki, sözlerine şöyle devam etti:
"Yasa değiştirilirse, koleksiyoncunun rahatça alıp biriktirebileceği paralar yurt içinde kalacak, hatta yurt dışından ülkeye getirilecektir. Bunun örneğini serbestçe toplanabilen kağıt paralarda ve son 6 Osmanlı padişahı dönemine ait paralarda görüyoruz. Türk koleksiyoncuları Avrupa müzayedelerinde, Türkiye'den bir şekilde yurt dışına götürülmüş eski paraları yüksek bedellerle satın alarak ülkeye getirmektedirler. Eski paralar yurt içinde serbestçe alınıp satılabilmelidir. Amaç yurt dışına kaçırılmayı önlemek ise bu paraları n yurt dışına kaçırılmasına daha ağır cezalar ve tedbirler getirilmelidir. Osmanlı ve Türk paralarının tamamının alınıp satılması ve bulundurulması serbest olmalıdır."


Nümismat (para bilimci) Necati Doğan da 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile yasaklanan Osmanlı dönemine ait akçe, zolta, mangır gibi altın ve gümüş paraların yıllardır eritilerek yok edildiğini söyledi.


Kültür ve Turizm Bakanlığının da bu duruma seyirci kaldığını öne süren Doğan, "Bir daha basılma şansı olmayan bu değerler, bazen kuyumcu potalarında eritilerek, bazen de daha değişik alanlarda, özellikle takılarda kullanılarak, adeta el birliğiyle yok edilme gayretine girilmiştir" dedi.
Türkiye'de yaşayan bir kişinin Fatih Sultan Mehmet dönemine ait herhangi bir paranın koleksiyonunu yapamadığını ancak Avrupa'da yada ABD'de yaşan bir koleksiyonerin rahatlıkla bu paraları toplayıp, koleksiyonuna katabildiğini aktaran Doğan, "Türkiye'de benim kültürüm olan bir materyali, bu topraklarla alakası bile olmayan ve binlerce kilometre ötedeki nümismatlar toplayıp dünya mirasına kazandırıyorlarsa, söyleyecek bir kelime bulamıyorum" diye konuştu.


Devletin koleksiyonerlerden vergi alabileceğine de dikkati çeken Doğan, "Amacımız tüm Osmanlı padişahlarına ait paraların yasak kapsamından çıkarılıp, koleksiyonerlere ve bu alana ilgi duyan araştırmacılara açılması. Gelecek nesillere bu kültürümüzün aktarılması için yasaklarla değil, onların bilinçli koleksiyonerler elinde serbestçe alınıp satılarak, koleksiyon ortamında saklanarak, kültürün geleceğe aktarılmasıdır" diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 06.09.2010

SHAKESPEARE'İN GERÇEK YÜZÜ ORTAYA ÇIKTI

 

 

Dünyaca ünlü İngiliz oyun yazarı William Shakespeare’in yüzü, üç boyutlu bilgisayar teknolojisi marifetiyle ‘canlandırıldı’. Çalışmayı yapan ekip, görüntünün yazarın şimdiye kadar elde edilmiş, gerçeğe en yakın görüntüsü olduğunu öne sürüyor. Fotoğrafta, Shakespeare’in yüzündeki çizgiler bile var. Öte yandan fotoğraf, yazarın bilinen görüntüsünden farklı. Görüntü, 13 Eylül’de History Channel’da yayımlanacak belgesel ‘Death Masks’ (Ölüm Maskeleri) için hazırlandı.

 

Yönetmen Stuart Clarke, adli tıp çalışmalarının sonuçlarının şaşırtıcı olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Hem adli tıp çalışmaları hem de tarihi bilgiler üç boyutlu modelin Shakespeare’in görünümü olabileceğini gösteriyor. Bilgisayarlı görüntülemedeki gelişmelerle, Shakespeare’i tarih kitaplarına yeni baştan yazmamız gerekebilir.” Clarke’ın ekibi Napolyon, Julius Sezar, George Washington ve Abraham Lincoln gibi isimlerin de üç boyutlu görüntülerini ortaya çıkarmış. İşlem, bu kişilerin ölüm maskelerinde yapılan taramalarla gerçekleşiyor. Kimi zaman kişi hayattayken alınmış kalıplar kullanılıyor.

 

Yapımcılar görüntülerin, izleyicilerin tarihteki figürlerin neye benzedikleri hakkındaki görüşlerini değiştireceği kanısında. Ancak içlerinde en tartışmalı olan görüntü yine de Macbeth, Romeo ve Juliet, Othello, Kral Lear gibi ölümsüz oyunlara imza atmış olan Shakespeare’inki. Yazara ait olduğu öne sürülen ölüm maskesi 1840’larda Almanya’daki Darmstadt’ta bulunmuş ve Alman bilim insanları testlerden sonra bunun Shakespeare’e ait olduğuna kanaat getirmişlerdi.

 

Antropolog Dr Caroline Wilkinson, üç boyutlu görüntüler ve yazarın portresi arasında ortaklık olduğu konusunda ısrarcı ancak ‘Shakespeare Birthplace Trust’ adlı vakfın başkanı Stanley Welles ortaya çıkan yeni imajın ve ölüm maskesinin geçerliliğini reddediyor: “Shakespeare o zamanlar, şimdiki gibi ulusal bir figür değildi. Dolayısıyla ölüm maskesinin çıkarılmış olma ihtimali de yok.”

Radikal, 06.09.2010

BİN 200 YILLIK KÜRESEL TİCARET

 

Arkeologların Almanya'nın Baltık Denizi kıyısındaki Anklam bölgesinde bir tarlada bulduğu bin 200 yıllık Arap sikkeleri, MS 800 yıllarında küresel ticaretin ne kadar gelişmiş olduğunu gözler önüne seriyor.

 

Greifswald Üniversitesi'nden araştırmacıların gönüllülerle gerçekleştirdiği kazılarda bulunan 82 sikke ve sikke parçaları MS 610 ile 820 yılları arasında Irak, İran, Kuzey Afrika ve Afganistan'da basılmış. Uzmanlar sikkelerin Hazar Denizi, Dinyeper Nehri , Karadeniz ve Volga yoluyla Kuzey Avrupa'ya ulaştığını düşünüyor.

Sabah, 06.09.2010

"HAÇ DİKMEDİNİZ, GELMİYORUZ"

 

 

Ermeni Patrikhanesi ‘Eçmiyazin’ yazılı bir açıklama yaparak, Akdamar Adası’ndaki Surb Haç Ermeni kilisesine haç dikilmediği için 19 Eylül’deki ayine katılmayacağını duyurdu. Patrikhane, haç dikilmesi isteklerinin kabul edildiğini ancak son anda verilen sözden dönüldüğünü iddia etti.

 

Ermenistan Kilisesi, Van Gölü’ndeki Akdamar Adası’nda bulunan Surb Haç Ermeni kilisesinde uzun bir aradan sonra 19 Eylül’de düzenlenecek ilk dini ayine haç dikme vaadi yerine getirilmediği gerekçesiyle katılmayacağını açıkladı. Ermeni Patrikhanesi dini merkezi ‘Eçmiyazin’ tarafından yapılan yazılı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Türk siyasi yönetimi kiliseyi yeniden ibadete açma sürecine bizim de katılmamızı istemişti. Fener Rum Patrikhanesi aracı olduğu için belirli koşulların yerine getirilmesi halinde katılacağımızı söylemiştik. Ermeni Patrikhanesi’nin en önemli talebi ise Surb Haç kilisesi ana binasına eskiden olduğu gibi haç dikilmesiydi. Türk yönetimi ilk temaslarda haç dikilmesini kabul ederken, son anda verdiği sözden caydığını öğrendik. Yeni gelişmeler ışığında haç bulunmayan kilisede 19 Eylül ayinine katılmamız imkansız hale gelmiştir.”

Ermeni basını ise konuyla ilgili, “Türkiye’nin postunu değiştirip huyunu değiştirmediği bir daha kanıtlanmıştır. Batı’ya karşı farklı kültürlere toleranslı baktığını göstermek için kiliseleri açmaya başlayan Türkiye, bunu sadece soykırım meselesi gündeme gelmesin düşüncesiyle yapıyor. Ermeni kültürü ve kilisesine saygısından değil” yorumları çıktı.

Hürriyet, Haber: Nerdun Hacıoğlu, 06.09.2010



******


ŞİMDİLİK ORAYA

 

 

Van’ın Gevaş İlçesi’nde 19 Eylül 2010’da Akdamar Kilisesi’nde yapılacak ayinin hazırlıkları sürerken, günlerden bu yana tartışma konusu olan Akdamar Kilisesi’ndeki haç sorunu çözüldü.

 

Van Müzesi’nde bulunan 100 kilo ağırlığında, 2.5 metre uzunluğunda, 130 santimetre genişliğindeki dökme demirden yapılmış olan haç, Van Vali Yardımcısı Atay Uslu ile Gevaş Kaymakamı Yusuf Guni tarafından adaya götürüldü. Guni, “Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan aldığımız izinle haçı alıp, Akdamar Adası’na getirdik. Şimdilik geçici olarak burada duruyor. Teknik olarak haçı kubbeye yerleştirmemiz imkansız. Bütün tedbirleri aldık. Ayin günü yaklaşık 3 bin kişi bekliyoruz. Ayrıca ayinin saat 12.00’de başlayıp, 14.00’te bitmesini bekliyoruz” dedi. Çan kulesinin yan tarafında bulunan ahşaptan yapılmış bir kaidenin üzerine yerleştirilen haçın ayin günü nereye bırakılacağına patrikhaneden gelecek din adamları karar verecek.

Akdamar Surp Haç Kilisesi’nde ayin yapılacağı açıklandığında, Ermenistan’ın dini lideri ve Dünya Ermenileri Katalikosu II. Karekin boykot çağrılarına karşı çıkmış ve siyasi çevrelerin tepkisine rağmen Van’a iki temsilci göndereceğini açıklamıştı. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ise Mesrob II tarafından yaptırılan haçın yerine konulacağını söylemişti. Ne var ki, iskele kurulma mecburiyeti, özel bir tören gerektiren haç takılma işleminin ayin sonrasına ertelenmesine yol açtı. Bunun üzerine, Türkiye Ermenileri Eşpatriği Aram Ateşyan, ayin sırasında haçın Akdamar’da sergilenmesini istedi ve bu teklif kabul edildi. Bir başka ifadeyle ara çözüm bulunmuş oldu.

Hürriyet, 15.09.2010

LAHİT KURTARMA OPERASYONU

 

 

Muğla Milas’ta tarihi eser kaçakçıları tarafından bulunarak talan edilen Karia Kralı Mausolos’un babası Hekatomnos’un mezarı için kurtarma çalışmaları başlatıldı. İlk etapta Muğla Müze Müdürlüğü başkanlığında dört uzmandan oluşan bir Bilimsel Danışma Kurulu oluşturuldu. Muğla Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Abuzer Kızıl’ın koordinasyonunda çalışmalarına başlayan kurulda Akdeniz Üniversitesi Klasik Arkeoloji ABD Başkanı Prof.Dr. Fahri Işık, Başkent Üniversitesi Kültür ve Sanat Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof.Dr. Cengiz Işık ve Prof.Dr. Adnan Güler yer aldı.

 

Bilimsel Danışma Kurulu’nun kararları doğrultusunda altı gün önce başlanan çalışmalarda öncelikle mezardaki nem oranının düşürülmesi hedefleniyor. Yüksek nemin nedeni ise definecilerin bir metre kalınlığındaki mermer tavanı delmek için su kullanmış olmaları. Su nedeniyle oluşan buharlaşma lahit için en büyük tehlike. 2 bin 400 yıllık eser yüksek nem karşısında hızla tahrip olabilir ve mermerlerdeki resimler bozulabilir.

 

İki katlı lahit mezar, üst oda – mezar odası ve ‘dromos’ adı verilen yoldan oluşuyor. Bütün bu alanların kazılan toprakla dolu olduğunu belirten Dr. Abuzer Kızıl “Görüştüğümüz uzmanlar birikmiş olan toprağın kururken dışarıya nem verdiğine dikkat çektiler. Toprağı dışarı atmak için üç işçi zor koşullarda çalışarak toprağı kovalarla taşıyor. Dromos’ta 2-3 römork toprak var. Toprak önce ana mezar odasına, açılan delikten üst odaya, oradan da dışarıya çıkarılacak. Mezarı temizleyip nem oranının sabit hale gelmesi beş ila sekiz ayı bulabilir” dedi.

 

2 metre 75 santim uzunluğunda, 2 metre 15 santim genişliğinde, 1 metre 85 santim yüksekliğindeki lahit, birinci sınıf mermer işçiliğiyle dört yüzü birden kabartmalarla işlenmiş bir mezar odası içinde bulunuyor. Mermerlerdeki kabartmalar da nem karşısında tehlike altında. Kabartmaları olduğu haliyle korumaya gayret ettiklerini ifade eden Dr. Kızıl “Odanın girişinde ve girişin karşısındaki cephede lahit seviyesinden itibaren komple kabartmalar var. Bunlarla ilgili belgeleme çalışması yaptık. Savaş sahnesinin canlandırıldığı bu kabartmalar tek tek fotoğrafları çekildi. Bilgisayar ortamında bu kabartmalar birleştiriliyor ve çizim haline getiriliyor. Rutubetli ortam ortadan kalktıktan sonra konservatörler işleme başlayacaklar” diye konuştu.

 

Mezardaki toprağın atılmasının ardından lahit merkezde olmak üzere geniş alanda kazı çalışması başlatılacak. Çevredeki kalıntılar ve tek başına duran onur sütunu, mezardan aşağı yukarı 350 yıl sonrasına ait. Bu tür sütunların çoğunlukla kent merkezine konulması nedeniyle eski şehir merkezinin burada kurulu olduğu düşünülüyor.

Habertürk, 05.09.2010

AL SANA ALLİANOİ!

 

Okurlar sipariş veriyor: “İzmirli... Yazsana şunu, nedir bu Allianoi meselesi?”

2 bin 200 senelik mevzu olduğu için, uzundur, sabırla okumanızı rica ediyorum.

Çanakkale Troas'ı Münster Üniversitesi'nden Profesör Hans Wiegartz çıkarıyor. Aydın Aphrodisias'ı New York Üniversitesi'nden Profesör Roland Smith çıkarıyor. Muğla Letoon'u Fransız Anadolu Enstitüsü'nden Profesör Didier Laroche çıkarıyor. Afyon Amorium'u İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'nden Doktor Christopher Lightfoot çıkarıyor. Malatya Aslantepe'yi Roma Üniversitesi'nden Profesör Marcella Frangipane çıkarıyor. Çorum Hattuşa'yı Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Doktor Jürgen Seeher çıkarıyor. Kırşehir Kaman'ı Japonya Kültür Merkezi'nden Doktor Sachihiro Omura çıkarıyor. İzmir Ephesos'u Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nden Ordinaryüs Fritz Krinzinger çıkarıyor. Muğla Labraunda'yı İsveç Uppsala Üniversitesi'nden Doçent Lars Karlsson çıkarıyor. Hatay Tayinat'ı Kanada Toronto Üniversitesi'nden Doçent Timothy Harrison çıkarıyor. Bursa Barçınhöyük'ü Hollanda Arkeoloji Enstitüsü'nden Doçent Fokke Gerritsen çıkarıyor. Denizli Hierapolis'i Lecce Üniversitesi'nden Doktor Francesco D'andia çıkarıyor. Ankara Gordion'u Berkeley Üniversitesi'nden Profesör Kenneth Sams çıkarıyor. İzmir Pergamon'u Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Profesör Felix Pirson çıkarıyor. Eskişehir Pessinus'u Belçika Gent Üniversitesi'nden Profesör John Devreker çıkarıyor. Niğde Porsukhöyük'ü Fransız Anadolu Enstitüsü'nden Profesör Dominique Beyer çıkarıyor. Konya Çatalhöyük'ü Stanford Üniversitesi'nden Profesör Ian Hodder çıkarıyor. Yozgat Çadırhöyük'ü Chicago Üniversitesi'nden Doktor Ronald Gorny çıkarıyor. Kahramanmaraş Domuztepe'yi California Üniversitesi'nden Profesör Elizabeth Carter çıkarıyor.

Soluklanın. Devam.

Aydın Didyma'yı Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Profesör Andreas Furtwangler çıkarıyor. Mersin Elaussa'yı Roma Üniversitesi'nden Profesör Eugenia Schneider çıkarıyor. Yozgat Kerkenezdağ'ı İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'nden Doktor Geoffrey Summers çıkarıyor. Şanlıurfa Göbeklitepe'yi Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Profesör Klaus Schmidt çıkarıyor. İzmir Kızılburun'u Amerikan Sualtı Arkeoloji Enstitüsü'nden Profesör Donny Hamilton çıkarıyor. Antalya Limyra'yı Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nden Doçent Thomas Steiner çıkarıyor. Aydın Milet'i Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Profesör Volkmar von Graeve çıkarıyor. Burdur Sagalassos'u Belçika Leuven Üniversitesi'nden Profesör Marc Waelkens çıkarıyor. Manisa Sardis'i California Üniversitesi'nden Profesör Crawford Greenwalt çıkarıyordu, şimdi, Harvard Üniversitesi'nden Profesör Nicholas Cahill çıkarıyor. Gaziantep Tilmen'i Napoli Üniversitesi'nden Doçent Nicola Marchetti çıkarıyor. Çorum Boğazköy'ü Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Doçent Andreas Schachner çıkarıyor. Niğde Tyana'yı Padova Üniversitesi'nden Profesör Gudio Rosada çıkarıyor. Adana Sirkelihöyük'ü Tübingen Üniversitesi'nden Doçent Miroslav Novak çıkarıyor. Antalya Xanthos'u Bordeaux Üniversitesi'nden Profesör Jacques des Courtils çıkarıyor. Mersin Yumuktepe'yi Lecce Üniversitesi'nden Profesör Isabella Caneva çıkarıyor. Kütahya Aizanoi'yi Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Profesör Ralf von Hodder çıkarıyor. Gaziantep Zincirlihöyük'ü Chicago Üniversitesi'nden Doçent David Scholen çıkarıyor. Ağrı Ziyarettepe'yi Fransız Anadolu Enstitüsü'nden Doktor Catherine Marro çıkarıyor. Antalya Cragum'u Nebraska Üniversitesi'nden Doçent Michael Hoff çıkarıyor. Aydın Priene'yi Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Profesör Wulf Raeck çıkarıyor. İzmir Kyme'yi Calabria Üniversitesi'nden Profesör Antonio la Marca çıkarıyor. Gaziantep Doliche'yi Münster Üniversitesi'nden Profesör Engelbert Winter çıkarıyor. Sivas Başören'i Marburg Üniversitesi'nden Profesör Andreas Karpe çıkarıyor. Muğla Iasos'u İtalya Arkeoloji Müzesi'nden Doktor Fede Berti çıkarıyor. Samsun Oymaağaç'ı Berlin Üniversitesi'nden Doçent Rainer Czichon çıkarıyor.

Isparta Pisidia'yı Vatikan Enstitüsü'nden Profesör Vincenzo Ruggieri çıkarıyor birader.

Sonra?

Alliaoni'yi Trakya Üniversitesi'nden Doçent Ahmet Yaraş çıkarmaya çalışıyor... “Hadi len ordan, biz baktırdık, Allianoi diye bi yer yok” diyorlar!

Yakalamışlar çünkü, böyle lokum gibi ahaliyi...
E muck muck tabii.

Hürriyet, Yazı: Yılmaz Özdil, 05.09.2010



******


ORADA BİR KENT VAR UZAKTA

 

 

“Allianoi diye bir yer yok, orası Paşa Ilıcası” diyen Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na arkeologlar ve uzmanlardan ‘Allianoi dersleri’ sürüyor.

 

Kültür tarihçileri ve arkeologlar, son dönemde Eroğlu’nun, “Allianoi sular altında kalmasın” diyen Tarkan’a “Kendi işine baksın” çıkışıyla gündeme gelen antik şifa yurdu için, “Orası yüzde 100 olmasa da yüzde 99 Allianoi” diyor. Uzmanlar Allianoi isminin nereden geldiğini de şöyle anlatıyor:

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Bilimleri ve Kültürleri Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Vedat Çelgin: O alanda bulunmuş, oranın Allianoi olduğunu gösteren bir epigrafik belge (eski yazıt) yok. Ancak Bergama’ya şifa bulmak için MS 2. yüzyılda gelmiş Helen yazar Ailius Aristides’in kitabı var. Allianoi’ye geldiğinden ve şifa bulduğundan bahsediyor. Ünlü Bergamalı hekim Galenos’tan biliyoruz. Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un da doktoru olan Galenos’un eserinde de Allianoi’den bahsediliyor. Yüzde 100 konuşamayız. Ancak oranın Allianoi olduğu yüzde 99. Ayrıca ismi çok önemli değil. Orası Allianoi olsa ne olur olmasa ne olur? Bizim için önemli olan kültür tarihindeki, tıp tarihindeki yeridir. Dünyada eşi benzeri olmayan bir yer. Tarkan’a “Kendi işine bak” diyorlarsa onlar da kendi işlerine baksın. Arkeolojiyi bilmeden konuşuyorlar.

 

Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nun kurucusu, Patara kazısının da eski başkanı Prof.Dr. Erendiz Özbayoğlu: Antik yazılara bakıldığında oranın Allianoi olduğu anlaşılıyor. Bugüne kadar da arkeoloji dünyasında herhangi bir itiraz duymadım. Akademik camiada bu konuda bir kuşku yok. Allianoi’nin değeri gerçekten ölçülemez. Allianoi tartışmalarını Patara’da da yaşamıştık. Oteller, tatil köyleri yapılacaktı. Ama kazanan insanlık oldu.

 

Trakya Üniversitesi öğretim görevlisi Allianoi Kazı Başkanı Doç.Dr. Ahmet Yaraş: Aristides, ‘Hieroi Logoi’ (Kutsal Sözler) adlı eserinde Allianoi’den iki kez bahsediyor. Dünyadaki ilk biyografi yazarıdır. Allianoi’ye geldiğini, boğazının ağrıdığını, tarçından oluşan bir malzemeyle sardığını ve iyileştiğini yazıyor. Buranın Allianoi olduğunu söylüyor. Alman ve Fransız Arkeoloji Enstitüsü’nde var. Kazıya ilk başladığımızda biz de bilmiyorduk. Kazılarda çalışan Alman bilim adamı Prof.Dr. Helmut Müller, 2000’de Münih’te araştırmalar yaptı. Bize kitabı getirdiler ve Allianoi ismi bu şekilde ortaya çıktı. Bunu biz uydurmuş değiliz.

Radikal, 06.09.2010



******


ALLİANOİ BEŞ KURUL ESKİTTİ

 

Antik dönemin sağlık merkezi Allianoi’yi, Yortanlı Barajı suları altında bırakmak isteyen AKP hükümeti, işlemine dayanak oluşturacak bilim komisyonu raporlarını hazırlatırken çevreciler de, yeni dava süreçlerini başlatıyor. Bugüne değin oluşturulan beş ayrı bilim kurulu raporları birbirleriyle çelişiyor. Antik kenti sulara gömme konusunda ısrarcı olan AKP hükümetinin, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu da, Allianoi’yi koruduklarını savunuyor.

Antik kentin olduğu gibi korunarak gelecek kuşaklara aktarılması yönünde evvelce verilen bilim komisyonu raporlarını yok sayan ve istemleri doğrultusunda rapor peşine düşen hükümet, aradığı bilim insanlarını bulmak için uzun yıllara varan bir süreci göze aldı. Konuyla ilgili ilk komisyon 2005 yılında oluşturulurken buradan, “Allianoi’yi korumak evrensel bir görevdir” yönünde karar çıktı. AKP hükümetinin bu bilimsel raporu aşma uğraşı 5 yıl sürdü. Bu sürede beş ayrı rapor hazırlandı ve Kültür Bakanlığı’na sunuldu. Bakanlık, beğenmediği raporların ardından yeni bilim kurulları oluşturdu. AKP hükümetinin görüşleriyle örtüşen raporlar, çevreciler tarafından yargıya taşındı. Mahkemeler, çevrecileri haklı bularak, söz konusu bilimsel raporlar doğrultusunda verilen idari işlemleri iptal etti. AKP hükümeti, yargı kararlarını aşma konusundaki ısrarını sürdürdü ve son olarak aynı içerikteki iki ayrı bilim komisyonu raporunu referans alarak, 17 Ağustos 2010 tarihinde yeni bir idari işlem başlattı. Bu idari işlem de yargıya taşındı. Çevreciler bu kez, dava sonuçlanıncaya kadar Devlet Denetleme Kurulu’nun devreye girmesini istiyor. Devlet Denetleme Kurulu’nun, Allianoi’de yapılan hukuksuzluğu tespit etmesini isteyen kesimler, konuyla ilgili Cumhurbaşkanı’na başvuru yaptılar.

İşte 5 kurul 5 rapor
İlk rapor: 16 Temmuz 2005 tarihinde hazırlanan bilim komisyonu raporunda, Allianoi’yi korumanın evrensel bir sorumluluk olduğu bildirildi.

İkinci kurul: Hükümet, Allianoi’nin bütüncül ve kalıcı olarak korunması gerekliliğini bildiren bilim insanlarının raporunu aşmak için yeni bir bilim komisyonu oluşturdu. Yeni komisyon, 26 Haziran 2006 tarihli raporunda herhangi bir bayındırlık projesi öncesi mutlaka alanın arkeolojik taramasının yapılmasının şart olduğuna dikkat çekti. Raporun sonunda, Allianoi’nin korunması ya da baraj suları altında kalması seçeneklerinden birisini ön plana çıkarma yetkisinde olmadıklarını bildirdi.

Üçüncü kurul: Bu komisyonun raporu, AKP hükümetinin istediği yönde çıktı. 14 Eylül 2007 tarihli bu raporda, Allianoi’nin, mille kaplanmasının uygun seçenek olacağı vurgulandı. Rapor, İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunuldu. Burası, bilim komisyonu görüşünün benimsendiğini açıkladı ve Allianoi’yi mille kaplama çalışmaları başladı. Bu süreçte çevrecilerin, İzmir İdare Mahkemesi’nde, açtıkları davadan yürütmeyi durdurma kararı çıktı.

Dördüncü rapor: Üçüncü komisyonun üyelerine yeni bir görev daha verildi. Bu üyeler, 21 Mayıs 2010 tarihinde sundukları raporda, Allianoi’nin mil yerine kumla kaplanarak, baraj suları altında bırakılmasının, korumacı bir anlayış sergileyeceğini bildirdiler.

Beşinci kurul: Hükümetin, Allianoi’yi sular altında bırakacak uygulamasına zemin oluşturacak bu rapora ek olarak, 4 Ağustos 2010 tarihli bir bilim komisyonu raporu daha eklendi. Antik kentin kumla kaplanmasının uygun olduğu belirtildi. 17 Ağustos 2010 tarihinde izin verildi. Bergama Müze Müdürlüğü’ne talimat gitti ve antik kenti, kumla kaplama hazırlıkları başlatıldı.

Cumhuriyet, Haber: Ozan Yayman, 07.09.2010



******


BİR DAVA DAHA

 

İzmir'in Bergama İlçesi'nde Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak olan 2 bin yıllık sağlık merkezi Allianoi'de geçen hafta başlayan ve antik kentin önce kumla kaplanarak, baraj sularının altında bırakmayı öngören çalışmayı önlemek amacıyla 4 yürütmeyi durdurma, 2 iptal kararının ardından bir dava daha açıldı. İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesi'ne verilen ve 11'i çeşitli dernek, oda ve vakıftan oluşan 102 davacı, İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 17 Ağustos 2010 tarihli kararının iptalini istedi.

Hürriyet, Haber: Tufan Gültekin, 09.09.2010

 

******


İŞTE 'OLMAYAN' ANTİK YERLEŞİM: BELGELERİYLE ALLİANOİ

 

 

Yortanlı Barajı kapakları kapatıldığında, Pompei benzeri antik yerleşim tamamen su altında kalacaktır. Yaklaşık 40-60 yıl arasında ömrü olduğu düşünülen Yortanlı Barajı’nın gölet alanında birikecek alüvyonun ise bu benzersiz arkeolojik mirası yaklaşık 12- 15 m.’lik dolgu altında bırakacağı öngörülmektedir.

Yazılı kaynaklar çerçevesinde ilk olarak 1904’de, Bergama kaymakamı Kemal Bey, Paşa Ilıcası’nın bulunduğu alanda kazı yaparak, antik ılıcanın bir bölümünü ortaya çıkardı. Bilimsel açıdan ilk çalışma, 1906 yılında, Pergamon kazı ekibinden C. Schuchhardt tarafından yapıldı, sonuçları resim ve planlarıyla 1912’de Altertümer von Pergamon’un ilk cildinde “Paşa Ilıcası” bölümünde yayınlandı.1

Daha sonra Batı Anadolu'da araştırmalarda bulunan A. Phillippson, yaptığı yayında da Paşa Ilıcası’na da yer verdi. Ilıca ve çevresinin Tarihöncesi arkeolojisi 1956 yılında J. Driehaus tarafından yayınlandı.2

1970’li yıllarda projelendirilen, Bakırçay Sol Sahil Sulama Projesi kapsamında Yortanlı Barajı’nın yapımına 1994 yılında başlandı aynı sürece paralel Bergama Müze Müdürlüğü tarafından, baraj gövdesinin bulunduğu alanda kurtarma kazılarına başlandı. Barajın gövdesinin antik Partenion kentinin etekleri üzerinde olduğu anlaşıldı. Burada yapılan 1994-1997 yılları arasındaki kazı çalışmalarında antik kentin Bizans dönemine ait yerleşim alanı ve nekropolü ortaya çıkarıldı.

Bu arada ayni süreçte Paşa Ilıcası’nın bir bölümü İzmir Valiliği İl Özel İdaresi tarafından restore edildi, ihaleye verilerek kullanıma açıldı. Ayrıca Ilıca’nın yanındaki Roma Köprüsü de Karayolları Bölge Müdürlüğü tarafından restore edildi. Bu restorasyonlar sırasında her iki antik yapı da ciddi zarar gördü.

Paşa Ilıcasında yer alan antik yerleşim sahasında 1998’den sonra Yard. Doç.Dr. Ahmet Yaraş’ın başkanlığında idealist bir ekip, dokuz yıl, mümkün olduğu kadar çok bilgi ve bulguyu kurtarmak için de yoğun bir çalışma sürdürdü. Bu kazılarda, tarihöncesinden Osmanlı dönemine kadar pek çok eser Roma İmparatorluk dönemine ait şaşırtıcı derecede anıtsal yapılar ve sanat eserleri bulundu. Kazı ekibi bu benzersiz antik yerleşimi kurtarmak için her türlü çabayı gösterdi.3

Allianoi girişim grubu
Bu çabalar sonucu “tarihsel değerleri, kültür varlıklarını geleceğine aktarmakla kendilerini sorumlu hisseden” değişik meslek gruplarından duyarlı insanlar, Allianoi Girişim Grubu’nu kurdular. Grup, Allianoi ile ilgili olarak alınan kararların takipçisi oldu ve sürekli kamuoyunu bilgilendirdi.4 Bu süreçte, ören yerinin koruma altına alınması için başvurulan II. no.lu İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 29 Mart 2001 tarihinde 9226 sayılı karar ile “…alanın 1. derece Arkeolojik Sit olarak tesciline, antik yerleşimin göl alanı dışına çıkarılmasına ve İlya Çayı’nın su baskınından korunması için, DSİ tarafından gerekli bilimsel ve teknik çalışmaların yapılmasına…” hükmetti. Baraj inşaatının durdurularak, Allianoi’u sulara gömmeyecek şekilde projenin değiştirilmesi gerekirken, ne yazık ki koruma kurulu kararı yok sayılarak, baraj yapımına devam edildi.

Allianoi Girişim Grubu’nun 2001 tarihli koruma kararının neden uygulanmadığını sorgulamasıyla, Allianoi yeniden İzmir II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun gündemine alınarak, 20.04.2005 tarihli, 742 sayılı karar ile “Allianoi Antik Kenti ile ilgili İzmir I Nolu KTVKK’ınca alınan 29.03.2001 gün ve 9229 sayılı kararın geçerli olduğuna”… karar verdi. Koruma Kurulu’nun bu kararına rağmen hukuk hiçe sayılarak baraj inşaatına devam edildi.

Mahkemenin “1. derece arkeolojik sit kararı”na uyulmaması üzerine Allianoi Girişimi Grubu üyeleri sayısı 3 bine ulaşan imzalı dilekçelerle, Mart/2005 ayında, DSİ Genel Müdürlüğü’ne başvurarak, “Allianoi ören yerinin Yortanlı Barajı suları altında kalmasının önlenmesini, bu kapsamda söz konusu baraj projesinde değişiklik yapılması ya da aks yerinin değiştirilmesi yolunda işlem tesis edilmesini” istediler.

 

DSİ, hayır diyor
Bu isteme karşı, “Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı’nın 12 Mayıs 2005 tarihli yazı” ile verilen yanıtta; “… baraj aksının yukarıya çekilerek kazı alanının göl alanı dışında bırakılması alternatifinin baraj göl hacmini ortadan kaldırarak, barajı işlevsiz bırakacağından bu çözümün teknik olarak mümkün olmadığı…” belirtildi, ayrıca bu belgede “Allianoi’deki kalıntıların, arkeolojik ve sağlık yurdu yönlerinden, önemsiz olduğu” şeklinde (!) değerlendirmelerin de yer aldığı görüldü.

Koruma Kurulu’nun kararının ardından, kültür varlıklarını korumakla yükümlü ve sorumlu olan bakanlığımız sorunun çözümü için; “bugüne kadar ortaya çıkan kalıntıların üzerinin mil tabakası ile kaplanması” önerisinde bulundu, Devlet Su İşleri (DSİ) de öneriyi kabul etti.

İzmir II Numaralı Koruma Kurulu’nun 20.04.2005 tarihli “Allianoi’un 1. Derece Arkeolojik Sit olduğuna ilişkin 29.03.2001 tarihli kararın geçerli olduğuna” ilişkin kararının ardından, mille kaplama önerisi Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı – Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından koruma kurulunun gündemine yeniden getirildi.

Kurul ve bilimsel heyet direniyor
Koruma Kurulu “…Allianoi’un korumasına yönelik farklı önerilerin ve yöntemlerin bu konuda uzmanlaşmış kurum ve/veya kuruluşlara bilimsel olarak incelettirilerek Kurula iletilmesine, konunun bundan sonra değerlendirilmesine…” karar verdi.

Bu karar doğrultusunda oluşturulan beş kişilik bilimsel heyet;

“…Allianoi olarak adlandırılan tescilli arkeolojik sit alanının, kültür tarihimize katkıları nedeniyle korunması tartışmasızdır, ancak bu amaçla sunulmuş olan koruma önerilerini alanın korunması konusunda gerçekçi bir çözüm getirmemektedir, (…) binlerce yıllık süreçten geçerek bize ulaşan bir kültür varlığını yok etme hakkına sahip olmadığımız gibi, bunları gelecek nesillere aktarma yükümlülüğümüzün olduğu da kesinlikle unutulmamalıdır. Bu nedenle anlık çözümler aramak yerine, alanın bütüncül ve kalıcı olarak korunması ve sergilenmesi için daha fazla zaman kaybetmeden harekete geçilmelidir, ulusal ve uluslararası sorumluluğumuzun gereği budur…” sonucuna varan bir rapor verdi. Bunun yanı sıra Koruma Bölge Kurulu üyeleri tarafından 13 Ekim 2005 tarihinde Allianoi’da inceleme yapıldi ve antik sağlık yurdunun üzerinin “mille kaplanması” tartışmalarını bir anlamda sonuca bağlayan 13.10.2005 tarih ve 1453 sayılı kararda;

“…İzmir İli, Bergama İlçesi, Paşa Ilıcası mevkiinde bulunan Allianoi (?) antik termal kalıntılarının kültürel değer taşıdığı, dünya mirası literatürüne girebilecek nitelikte korunması gerekli Kültür Varlığı olduğu,… Kurulun 01.06.2005 gün ve 968 sayılı kararı ile Genel Müdürlükten temini istenen teknik raporun korumaya ilişkin gerekli ve yeterli öneri ve çözümleri içermediği de dikkate alınarak konunun ve korumaya yönelik önlemlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca çözümlenmesine, çözüm üretilene kadar barajda su tutulmamasına, karar verildi…” şeklinde hüküm verildi.

 

Siyasetin bilim dışılığı başlıyor
DSİ bu kararın iptali için bu sefer Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhinde dava açtı. Davada, karardaki Allianoi sözcüğünden sonraki (?) işaretinden yola çıkılarak burasının Allianoi olup olmadığı (!...) tartışıldı. Sanki bu denli önemli arkeolojik değerlere sahip ören yerinin adı Allianoi olmasa korunmaması gerekirmiş gibi abesle iştigal edilen bir tutum sergilendi. (Bu tutum Çevre ve Orman Bakanı’nın Tarkan’la girdiği polemikte de Allianoi ile ilgili açıklamasında de tekrarlanmıştır.) İlgili Mahkeme, DSİ’nin yürütmeyi durdurma istemini reddetti. Bu gelişmeler sonucunda dava Allianoi’un korunması doğrultusunda sürdü.

Koruma Kurulu’nun kararı gereğince Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından oluşturulan bir Bilim Kurulu, 25 Şubat 2006 günü ören yerinde inceleme yaparak altı alternatif öneri getirdi ve yazdıkları raporlarında böyle bir ören yerinin sular altında kalma gibi kararı kendilerinin veremeyeceğini açıkça belirtti.

Gizli komisyondan onay
Kamuoyuna duyurulmayan bu raporu hazırlayanlar sanki akademik yetkililer değilmişçesine, bu sefer 3. Akademik Bilim Komisyonu’nun kurulmasına karar verildi. Gene raporu kamuoyundan gizlenen bu komisyondan Allianoi’un sular altında kalması yönünde karar çıktı. Bu kararın, komisyonda yer alan arkeoloji bilim dalını temsil eden akademik bir üyenin, Allianoi’un sualtında kalabileceği yönde verdiği görüşe dayandırıldığına dair duyumlar, ulusal ve uluslararası bilim çevrelerini derinden üzdü.

Ülkemizde bilim ve koruma etiğini derinden sarsan bu kararın yanı sıra, Allianoi kurtarma kazılarında fazla alan açtığı ve doğayı tahrip ettiği gerekçesiyle bakanlık danışmanı iki profesörün, kazı başkanı hakkında soruşturma açılmasının istemesi ise, arkeolojik mirasın tahribinden daha vahim bir olguyu gündeme taşıdı.

Bu karakuşi görüş doğrultusunda, Pompei benzeri çatı seviyesine kadar sağlam yapılar bulunmuşken, buradaki kazılar durduruldu ve kazı başkanının ören yerine girmesi yasaklandı ve kazısı elinden alındı.

Böylece Bergama yakınındaki Allianoi (Paşa Ilıcası)’daki benzersiz arkeolojik miras göz göre göre çamura gömülme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldı.

Allianoi’un kaderiyle doğrudan ilgili tüm kurumlarımız ve yetkililerimiz, gerek ulusal hukuk gerekse uluslararası taraf olduğumuz anlaşmalar açısından öncelikle onu korumak ve gelecek kuşaklara aktarmakla yükümlüdürler. Örneğin 5. 8. 1999’da T.B.M.M.’nde kabul edilen, 4434 no.lu, Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi arkeolojik mirası koruma sorumluluğun yalnızca doğrudan ilgili devlete ait olmayıp, sorumluluğun Avrupa ülkelerinin tümüne ait olduğunun da altını çizmektedir.5

 

Bilim neden susuyor?
Bu sorumluluğu hisseden, ülkemizin sağduyulu pek çok kesimi bugün tepkilerini her boyutuyla ortaya koymaktadır.6 En son Tarkan’ın bu eşsiz arkeolojik mirasın yerinde korunması yönündeki açıklamaları Orman ve Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun her cümlesi ayrı bir gaf taşıyan hiddetli bir tepki çıkışına neden oldu.

Oysa Allianoi’un korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması konusunda görüşlerini açıklamak çevreye duyarlı her vatandaşın ifade özgürlüğünün bir parçasıdır. Öte yandan aydınların, bilim adamlarının ve sanatçıların da tarihsel bir sorumluluğudur. Allianoi’un kaderi konusunda, ülkemizin sanatçıları ve aydınları kadar, asıl ona sahip çıkması ve koruması gereken ilgili bilim çevrelerinin sessiz kalmaması gerekmektedir. Onların üç maymunu oynamak yerine, bu süreçte görüşlerini çok daha etkin ortaya koymasını diliyoruz.

Söz konusu “Allianoi “ olmadığı iddia edilen arkeolojik sit, Çevre Bakanı’nın açıklamalarındaki “kırık bir iki sütun” un olduğu bir yer olmayıp resimlerden de görüleceği gibi, zeminleri eksiksiz mozaiklerle bezenmiş duvarları çatı seviyesine kadar korunmuş sütunları yerinde sapasağlam duran mekanlarla doludur.

Bu nitelikleriyle de antik bir sağlık merkezi olaraktan gerçekten eşsizdir…İlya çayının iki yakasını birleştiren biri yıkık iki antik köprüsü, antik sağlık merkezlerine has tünelleri, bulunan antik tıp aletleri, heykeller ve diğer eserlerle dünya kültür mirası listesine aday bir kültür mirasıdır.

Gerek DSİ’nin gerekse Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızın özellikle Ertuğrul Günay döneminde pek çok projeyi de başarıyla tamamladığını da düşünürsek, hele Keban ve Aşağı Fırat Kurtarma kazılarının bugün Dünya kamuoyunda UNESCO’nun Assuan projesinden sonra en başarılı kurtarma projesi sayılıp örnek gösterildiğini göz önüne alırsak, Allianoi konusunda çok daha dikkatli ve özenli davranmamız gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Kurumlarımız devlet yapımızın ve cumhuriyetimizin gözbebeği varlık taşlarıdır. Onların uyum içinde çalışması ve başarılı sonuçlar alması hepimizin geleceği için önemlidir. Yetkililerimizin kurumları yıpratmadan akılcı çözümler bulma konusunda daha özverili ve temkinli davranmasını bekliyoruz.

Bulgaristan örneği Allianoi için de çok önce gündeme getirilmişti. Ama onu hayata geçirecek irade ortaya konamadığı için ne yazık ki öneri olarak kaldı. Ortak aklımızı biraraya getirmemiz gereken bir süreçteyiz. Allinoi için hala umut var. Bu son şansın da yitirilmemesini diliyoruz.

Nezih Başgelen, Arkeoloji ve Sanat Dergisi Editörü - nezihbasgelen@gmail.com

Dipnotlar

1- C. Schuchhardt, Altertümer von Pergamon, (ed.) A. Conze, cilt 1, text 1, Berlin 1912, A. Philippson, (1910): Reisen und Forshungen im Westlichen Kleinaisen, I, (Einleitung-DasWestliche Mysien und die Pergamenische Landschaft), Gotha.

2- J. Driehaus, 1956: “Prähistorische Siedlungsfunde in der unteren Kaikosebene und am Golf von Çandarlı”, Istanbuler Mitteilungen 7, s. 75-101.

3. Bu konuda bkz: Ahmet Yaraş, “Barajlardaki Kurtarma Kazıları ve Allianoi İkilemi”, Arkeoloji ve Sanat dergisi, 119 Ocak-Haziran 2005, s. 134-137 ve diğer yazıları için www.allianoi.org. Bu koruma girişiminin hukuki süreci için bkz: N. Başgelen, Türkiye’de Arkeolojik Mirasın Korun(ama)ması ve Allianoi, İstanbul 2007.

4. Bu yazının oluşturulmasında Allianoi Girişim Grubu’nun internette oluşturduğu iletişim ağındaki bilgilerden ve grubun eski sözcüsü Sayın Av. Arif Ali Çangı’dan aldığımız, hukuki süreç ile ilgili bilgilerden yararlanıldı. Girişim, bugüne kadar geniş bir katılımı örgütleyerek, büyük bir özveri ve başarıyla etkin bir sivil toplum platformunu ülke gündeminde önemli ve saygın bir konuma getirdi. Allianoi özelinde koruma açısından etkin bir yapılanmanın yurdumuzda başarılı bir öncüsü oldu.

5. Bu konuda bkz. N. Başgelen; Türkiye’de Koleksiyonculuk ve Arkeolojik Mirasın Korunması (Ulusal ve Uluslararası Yasal Mevzuat Ekleriyle) Ek:3 s.15, İstanbul 2007.

6. Akademik çevreden bu konuda etkin bir değerlendirme olarak kitap halinde yayınlanan çalışma için bkz. A. Vedat Çelgin, İhanetin Darağacındaki Allianoi. İlgili Çevrelere ve Kamuoyuna Açık Mektup, Arkeoloji ve Sanat Yayınları İstanbul 2008.

Cumhuriyet Bilim Teknik, 10.09.2010



******


ALLİANOİ'Yİ KURTARACAK PROJE VAR AMA...

 

Çok yakında tarihe gömülecek olan Allianoi antik kentini kurtaracak proje aslında hazır ama bu projeyi gören maalesef yok! Ödüllü proje, baraj yapımına da engel değil...

Uzmanlara göre 'Seuthopolis' projesiyle Allianoi kurtarılabilir.

Seuthopolis
Seuthopolis Antik Kenti'nin kalıntıları, 1948 yılında yapımına başlanan Koprinka Barajı için gerçekleştirilen kazılarda ortaya çıktı. Ama baraj yapımına ara verilmediği için Seuthopolis sular altında kaldı. Şimdi Bulgar mimar Jeco Tilev'in projesiyle antik kentin kurtarılması planlanıyor.

Allianoi
Allianoi, İzmir'in Bergama İlçesi sınırları içinde, Bergama-İvrindi karayolunun 18. km'sinde, Bergama'nın kuzeydoğusunda, Yortanlı Barajı gölet alanının tam ortasında, Paşa Ilıcası Mevkii'nde yer almakta. Allianoi'nin küçük bir termal merkezi olduğu sanılmaktadır. Sıcak sudan bu dönemden itibaren yararlanılıyordu. Hellenistik Çağ'a ait sadece birkaç arkeolojik ve nümizmatik eser ele geçmiş olmasına rağmen Allianoi merkez yerleşiminde Hellenistik mimariye rastlanılmamıştır. Roma İmparatorluk Dönemi'nde (İ.S. II. yüzyıl) kült merkezinde, Anadolu'nun pek çok merkezinde ve Pergamon'daki Asklepieionda olduğu gibi büyük bir bayındırlık faaliyeti yaşanmıştır. Kült merkezinde mevcut binaların büyük bir kısmı bu döneme aittir. Ilıcanın yanı sıra, köprüler, caddeler, sokaklar, insulalar, geçiş yapısı, propylon, ve nympheum bu dönemde planlanır.

YORTANLI BARAJI
Projede değişiklik yapılmadan baraj yapıldığı takdirde, 67.3 hm 3 tarıma elverişli alan su altında kalacaktır. Allianoi ise baraj gölet alanının tam ortasında kalmaktadır. Su toplanmaya başladığı an, Allianoi'un su altında kalması kaçınılmazdır. Yortanlı Barajı'nda birikecek su hedeflenen miktarına ulaşıldığında, Allianoi 17 m su altında kalacaktır. 40-50 yıl sonra antik yerleşim üzerinde yaklaşık 12 m alüvyon birikecektir.

Çevre Bakanı Veysel Eroğlu'nun 'öyle bir yok' dediği Allianoi, dünyanın en önemli antik kentleri arasında gösteriliyor ama Yortanlı Barajı'nın suları altında kaldıktan sonra sadece tarihe gömülen bir kent olacak.

 

İzmir'in Bergama İlçesi'nde bulunan Allianoi antik yerleşiminin baraj suları altında kalması, İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla da onaylanmıştı. Karara göre antik yerleşim ‘kumla' doldurulduktan sonra baraj sularına teslim edilecek. Bu antik yerleşimin arkeolojik kazılarla toprak üstüne çıkarılmış kısımları, baraj gölünde zamanla yığılacak ağır alüvyondan korunmak üzere harç ve kumla örtülüyor. Yani şu anda kaplama ve sağlamlaştırma yöntemiyle korunmaya çalışılıyor ama bu yöntem otoritelere göre hem çağdışı hem de Allianoi'yi yok olmaktan kurtaramaz.

 

Son günlerde Allianoi'nin nasıl kurtarılacağı tartışılıyor ama çözüm aslında hemen yanı başımızda duruyor. Hem de, üç senedir görmezden gelinen ödüllü bir proje...

 

2006 yılında ödül kazanan Bulgar mimar Jeco Tilev'in 'Seuthopolis' projesi, Allianoi ve onun gibi tehdit altında olan bütün kültürel mirasları yaşatacak bir proje olarak görülüyor. Hem baraj yapımını da engellemiyor.

 

Bu önemli projeyi, mimar-kentbilimci Ahmet Vefik Alp ve arkeolog-yazar Nezih Başgelen ile konuştuk:

 

Dr. Ahmet Vefik Alp (Mimar, Kentbilimci): Çevre Bakanı Veysel Eroğlu'nun bu sözleri istemeyerek söylediğini düşünmek istiyoruz. Sanatçı olması da gerekmez, her vatandaşımız bu gibi konularda söz sahibi olmalıdır ve tepkisini dile getirmelidir. Tahmin ediyorum Sayın Bakan da gerekli mesajları daha sonraki beyanatlardan almıştır.

 

Şu anda koruma amaçlı uygulanan kaplama ve sağlamlaştırma işlemlerinin doğru yöntem olmadığını düşünüyorum. Ben arkeolog değilim ama, yapılacak farklı yöntemler de var.

 

Ayrıca sadece Allianoi için konuşmak istemiyorum. Öncelikle Allianoi, Zeugma, Hasankeyf gibi tarihi yerlerin önemini algılamamız lazım. Geçmişiyle bağlarını koparan milletler yok olmaya mahkumdur. Hafızasını kaybetmiş bir insan nasıl aciz duruma geliyorsa... Hangi kültür, hangi medeniyet olursa olsun, sınırlarımız içerisinde olan bu eski varlıkları en doğru yöntemlerle onları korumamız gerekiyor.

 

Proje, bir nevi baraj içinde baraj...

 

Her 3 yılda bir düzenlenen Dünya Mimarlık Triennali'nde 2006 yılında büyük ödülü yüzlerce proje arasından Jeco Tilev'in 'Seuthopolis' projesi kazandı. Antik varlıkların korunmasını sağlayan bu proje Bulgaristan'da Filibe'nin kuzeyinde yapılan Korpinka Barajı sonrası oluşan gölün altında kalan antik Odrissia devletinin başkenti Seuthes'in kurtarılmasıyla ilgili.

 

Esasında projenin fikri çok akıllıca; Bir nevi baraj içinde baraj yapılıyor. Gölün ortalarında antik kent sular altında kalıyor. Bu olay 1950 yılında oldu. Ancak şimdi bu proje hazırlandı. Burada amaç; suyun altında kalan antik kentin etrafına bir yeni dairesel baraj yapmak ve içindeki suyu boşaltarak, antik kenti kurutmak. Projeye göre gerekli restorasyon çalışmalarına da devam edilecek. Bir yandan da burada bir turizm merkezi oluşturulacak. Akşam olduğunda da çok güzel bir görüntü oluşacak. Bir taşla üç kuş vurmak buna denir. Birincisi baraj gölü yapılıyor, ikincisi antik kent kurtarılıyor, üçüncüsü ise bir turizm merkezi yaratılıyor.

 

Bulgaristan bu proje için fon arıyor. Bizim hesaplamalarımıza göre 80 milyon Euro'luk bir proje. bu proje için kesinlikle değer. Dünya üzerinde çeşitli vakıfların, bankaların, kuruluşların bu gibi projelere karşılıksız verilmek üzere biriktirdiği bir para var. Bu paranın miktarı büyük. 300-400 milyar dolar arasında olduğunu tahmin ediyoruz. Onlar böyle projeler arıyor ama bulamıyorlar. Türkiye, bu gibi doğru projelerle Allianoi, Zeugma, Hasankeyf için giderse bu fonlardan olumlu cevap alır. Bulgaristan da böyle bir fonun peşinde.

 

'Seuthopolis' projesi ile antik kente turistik bir işlev de kazandırılacak.

 

Biz Allianoi'de çok daha avantajlıyız. Baraj henüz yapılmadığı antik kent sular altında değil. Başında, baraj gölü dolmadan kuruyken bu projeyi yapmak çok daha kolay ve daha az maliyetli. suyun içinde çalışmak daha zor ve pahalı. Belki biz Bulgaristan'ın önüne bile geçebiliriz.

 

Gerek Allianoi'de gerekse baraj gölü tehdidi altında olan diğer antik kentlerimizde bu projeyi uygulamak mümkün. Fikir her biri için geçerlidir. O bakımdan Sayın Bakan ile Tarkan'ın tartışmasına gerek yok. Akılcı projeler her zaman bulunabilir.

 

Benim tahminim 1 yıl içinde tamamlanabilir bir proje. Bildiğim kadarıyla baraj gölü tehdidi altında olup da eski antik yerleşimlerin kurtarılması için bundan daha akılcı bir proje yok. Bir tane Mısır'da gördüm. Ramses Tapınağı'nın olduğu tarihi kenti, tek tek işaretleyip başka bir yerde tekrar inşa etme yöntemi kullanarak kurtarmışlar. Ama bu her yer için uygulanabilir bir yöntem değil. Yere gömülmüş bir yerde bu çok zor. Bir kent olduğu yerde değerlidir. Yani taşıma tekniğinin, Allianoi, Hasankeyf, Zeugma için doğru yöntem olduğunu düşünmüyorum. Eğer Allianoi sular altında kalırsa bu antik kenti unutmak zorunda kalacağız.

 

Nezih Başgelen (Arkeolog, yazar): Allianoi'de gelinen süreci anlamak gerçekten zor. Eğer akılcı bir çözüm bulunamazsa bu benzersiz miras kaybedilecek, su altında kalacak.

 

Şu anda yapılan - koruma amaçlı uygulanan kaplama ve sağlamlaştırma işlemleri - tamamen çağdışı bir yöntem. Örneğin, Bulgaristan'ın kullanacağı 'Seuthopolis' projesi akıllı çözümlerden biri. Bulgaristan'dan imkanlar açısından daha iyi durumda olduğumuza göre bunu hayata geçirebiliriz. Bu iradeyi bugüne kadar gösteremedik. Bu önemli proje bakanlığa önerildi. Ama bir ses çıkmadı. Türkiye'de hiçbir öneriye cevap gelmiyor ki zaten.

 

70'lerdeki karar aynen devam ediyor. Orada bir ihale açılmış, baraj sonuçlandırılsın diye bekleniyor. Türkiye bütün tarafları bir araya toplayıp bir irade gösterebilir. Allianoi'deki kazılara devam edip buradaki antik kentin tamamını ortaya çıkarabilir. Baraj gölünden vazgeçebilir. Ama bu çok ütopik tabii ki.

 

Bu dünya mirasını suların altında bırakacak bir lüksümüz yok. Böyle bir şey yaparsak, Türkiye'nin geleceğini ipotek altına alırız.


Yaklaşık 10 yıldır Barajları İzleme Komitesi var. Amaç barajları engellemek değil, bunların ortak akılla hayata geçirilmesine vesile olmak. Projelerin doğru şekillendirilmesine yardımcı olmak. Arkeoloji, yatırımların önündeki kurumsal bir yapı değil. Züccaciye dükkanına girmiş fil gibi davranmayalım. Bir sorun da, bir alan söz konusu olduğu zaman devletin birçok birimi arasında yetki karmaşası ortaya çıkıyor.

 

Bir kere Allianoi'deki kurtarama kazıları bitmeden bir şey yapılmamalı. Yani ortada bir yaralı var. Bu yaralıyı kurtarmak önemli. Biz daha Alllianoi'nin 5'de 1'inin bile bilmiyoruz. Muhteşem şeyler ortaya çıkıyor. 'Seuthopolis' projesi hayata geçirilirse bir yandan kazılar da devam edebilir. Bunun iyice incelenmesi gerekiyor. Henüz, bakanlık tarafından toprağın altında neyin olduğu çalışması yapılmadı. Arkeolojiyi bu kadar destekleyen Kültür Bakanlığı'na Allianoi'deki tutumu yakışmıyor. Türkiye'nin bu dar sarmaldan çıkması gerekiyor. Yoksa bu önemli tarihi mirası kaybediyoruz, 600 baraj ise sırada bekliyor.

Ntvmsnbc, 09.09.2010



******


ALLİANOİ SU ALTINDA HARÇLA KORUNACAK

 
Baraj nedeniyle su altında kalacak olan antik kentteki eserler Horasan harcı ve Antik Roma kireciyle (hidrolik kireç) korunacak.

 

Hükümet, Bergama yakınlarındaki Roma İmparatorluğu döneminden kalma Allianoi için karar aşamasına geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onay vermesi halinde, Çevre ve Orman Bakanlığı ve DSİ, Yortanlı Barajı altında kalacak eserleri ortalama 60 yıl koruyacak planı yürürlüye koyacak. Çevre ve Orman Bakanlığı ile DSİ yetkililerinin Kültür Bakanlığı’na ilettiği bilgiye göre; tarihi eserlerin su altında zarar görmemesi için üstü suya dayanıklı Antik Roma Kireci ve Horasan Harcı kullanılacak. Sürekli özel dalışlar yapılarak eserlerin su altındaki konumları gözetim altında tutulacak. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Allianoi ile ilgili kılı kırk yararcasına bir yol bulmaya çalışıyoruz. Koruma kullanma dengesi hassasiyeti var. Önümüzdeki günlerde herkesi tatmin edecek bir yöntem belirlenecek” dedi. ‘Allianoi planı’nın ana hatları şöyle:

Özel bir formül
Koruma Kurulları’nın onayı alınması halinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Yortanlı Barajı’nda su tutulmasına karar verecek. Ancak 50 yıl boyunca eserlerin su altında korunmasını sağlayacak özel bir formül devreye sokulacak.

HARÇLA: Çevre ve Orman Bakanlığı ile DSİ, tarihi mirasla ilgili bilim adamlarıyla birlikte su altında koruma formülünü hayata geçirecek. Roma Ilıcası ve tarihi kalıntılar, suya karşı dayanıklı ‘Horasan Harcı’ ile örtülecek. Türkler tarafından bulunan Horasan Harcı yapı mukavemetini arttırmak için kullanılıyor. Yumurta akı, peynir, reçine, pişmiş toprak gibi katkı maddelerden oluşuyor. Çok kuvvetli ve suya dayanıklı bir bileşim özelliği bulunuyor. 

KİREÇLE: Horasan Harcı’yla birlikte su altında kalacak eserler Antik Roma Kireci (Hidrolik kireç) ile kaplanacak. Kireç, mermer kalkerinin dikey fırınlarda ağır ağır uzun sürede bin yüz santigrat derecede fırınlanarak elde ediliyor. 20 yıllık bekleme süresinden sonra kullanılıyor.

Milliyet, Haber: Önder Yılmaz, 10.09.2010



******


ALLİANOİ'NİN ÜZERİNİ KUMLA KAPATACAK İŞÇİ ARANIYOR

 

İzmir'in Bergama İlçesi yakınlarındaki ve Yortanlı Barajı Havzası içerisinde kalan Allianoi ören yerinin, İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu kararı gereği baraj su tutmaya başlamadan önce kumla kaplanması için Devlet Su İşleri (DSİ) 2. Bölge Müdürlüğünün işçi aramaya başladığı öğrenildi. Bergama'ya bağlı Göçbeyli belde Belediye Başkanı Esat Karacan, yaptığı açıklamada, DSİ yetkililerinin, Yortanlı Barajı Havzası'nda kalan Allianoi'nin İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun kararı doğrultusunda üzerinin kumla kaplanarak korunması için çalışma başlattıklarını söyledi.

Gerekli koruma şartını yerine getirerek barajın bir an önce su tutmaya başlaması için DSİ yetkililerinin, yörede bu işte çalışacak işçi arayışına başladıklarını belirten Karacan, ''Ben de kendilerine yardımcı oldum Göçbeyli'den 21 işçi buldum'' dedi. İlçeye bağlı Ayaskent belde Belediye Başkanı Gürsel Altuğ da DSİ yetkililerinin Allianoi'nin üzerinin kumla kaplanması işinde çalışacak işçi bulma konusunda kendisinden yardım istediklerini ancak yaptığı çağrılara rağmen beldede bu işte çalışacak kişi bulunamadığını ifade etti.

Yeni Asır, 11.09.2010

 

******


YOK EDİLMEK İSTENEN SENİN GELECEĞİN!

 

4 iptal, 2 yürütmeyi durdurma kararına rağmen, Allianoi antik kent alanına kumlar taşınmaya başladı. Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, “Kamyonlar, vinçler, kepçeler çalışıyor. Hukukla yarış edercesine. Tarih, kültür, bizim olan yok edilmek isteniyor” dedi.


Allianoi’nin sular altında bırakılması için yeni kararlar alan Kültür ve Turizm Bakanlığının ve Koruma Kurulu'nun son kararına da dava açıldı. Buna rağmen, Allianoi antik kent alanına kumlar taşınmaya başladı.


İzmir İdare Mahkemesinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ve Koruma Kurulu'nun Allianoi’ye dair son kararına karşı Tarih Vakfı, Ege Çevre ve Kültür Platformu Derneği (EGEÇEP), TMMOB Mimarlar Odası, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, Ekoloji Kolektifi Derneği, Mülkiyeliler Birliği, Sinop Çevre Dostları Derneği, Doğa Derneği, Ege Doğal Yaşamı Koruma Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği ve 102 yurttaş adına dava açıldı.

Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, kaçak olarak kuma gömme işleminin başlatıldığına dikkat çekerek, “Bergama’nın ikiz kardeşi Allianoi son haftalarda artan bir şiddetle yok edilmeye çalışılmaktadır. Önce gizli kapaklı yapılan bir ihaleyle gözlerden uzak Koçoğlu firmasının eline verilmiştir. 2000 yıllık antik sağlık yurdu hakkında bugün el çabukluğuyla kuma, çamura gömme işlemi başlatılmıştır. Bir zamanlar üzerini örtecek tabakayı elleriyle dökeceklerini ifade edenler; bugün kazı alanının ortasına getirdikleri araçlarla yığınlar halinde kum dökmeye başlamışlardır” dedi.

Bin bir emekle ortaya çıkartılan Allianoi ören yerinin bilimsel değeri tüm kaynaklarda kabul edilmiş bir okul olduğunu ifade eden Diller, şunları söyledi: “Allianoi gömülmesin diye verilmiş bunca iptal, bunca yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen, küçük bir kelime oyunu ile Kültür Bakanlığı İzmir 2 No.lu Bölge Koruma Kurulu 17.8.2010 tarihinde yeniden bir gömme kararı aldı. Yeni karar için de yürütmeyi durdurma istemli olarak 7.9.2010 tarihinde dava açtık. Hukuk ülkesinde tarih cinayeti işleniyor. Duyan gören haber versin. Yollara çıksın. Allianoi’de yok edilmek istenen gelecektir.”


Diler, Bakanlığın beklemeden verdiği 20.8.2010 tarihli emri ile şu anda alana kum boşaltıldığına dikkat çekerek, “Kamyonlar, vinçler, kepçeler çalışıyor. Hukukla yarış edercesine. Tarih, kültür, bizim olan yok edilmek isteniyor. Bir kez daha hukuk kazanacak, Allianoi kazanacak” dedi.

Evrensel, Haber: Hacı Güneş, 15.09.2010

 

******


ALLİANOİ KUMLA KAPLANMAYA BAŞLADI

 

 

İzmir’in Bergama İlçesi’nde yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan antik Allianoi termal merkezinde kalıntıların kumla kapatılması çalışmalarına başlandı.

 

İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun geçen ay aldığı kararın ardından kumla kaplanması için çalışmalar başlatılan antik şifa yurdu Allianoi’ye çalışmalar kapsamında iki büyük vinç kuruldu. Antik kentte yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkartılan duvarların üzerinin koruma amacıyla kireç, kum ve tuğla tozundan oluşan Horasan harcı harç ile kaplanırken, alanın güneydoğusunda bulunan, Antik İç Mysia Bölgesi’nin şimdiye kadar gün ışığına çıkartılmış en büyük kilisesi olan ve MS 5- 11'inci yüzyıllar arasında kullanıldığı tahmin edilen kilise tamamen kumla kaplandı.

 

Allianoi Antik Kenti’ne vinçler kurulması üzerine alan yakınlarında nöbet tutmaya başlayan Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, vinçlerin ortaya çıkartılan sütunların yerlerinden sökülmesi ya da hamam yapılarına toprak doldurulması amacıyla kullanılacağını tahmin ettiklerini dile getirdi. Alanda, Doğa Derneği ve Allianoi Girişim Grubu tarafından 1 Eylül 2010 tarihinde yapılan eylemden sonra büyük hareketlilik yaşandığını belirten Diler, “Edindiğimiz bilgiye göre alanda 120 kişi çalışıyor. Taşların üzeri tamamen Horasan harcı ile kaplanmış durumda. Bundan sonraki aşama kumla kaplama aşaması. İki büyük vinç geldi ve kuruldu” dedi.

 

Çalışmaların büyük bir hızla sürdüğünü sözlerine ekleyen Diler, “Yürütmeyi durdurma istemiyle dava açtık ancak henüz davayla ilgili bir gelişme olmadı. Davayla ilgili bir gelişme olmadan alandaki çalışmayı bitirmeyi amaçladıkları kanaatindeyiz” dedi.


Allianoi Kazı Heyeti Başkanı Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş ise 2001 yılından bu yana uygulanmak istenilen ancak yargı kararlarıyla engellenen kumla gömme işlemine başlandığını söyledi. Yaraş, “Katliam için planlarını uygulamaya başladılar. Dün alana iki vinç kurulmuş. Yürütmeyi durdurma istemiyle dava açtık ancak Türkiye’de bu karar çabuk çıkmıyor” diye konuştu.

 

Alanda yapılan çalışmaları izleyen Paşaköy sakinlerinden Dürdane Acar (56) ise sıcak suya sahip çıkılması gerektiğini belirterek, “Buraya valisi, kaymakamı herkes geldi. Bir tek şu sıcak suya sahip çıkamadılar. Hiç kimsenin aklına bu sıcak su nereden geliyor diye araştırmak gelmiyor. Tutturmuşlar bir baraj, diktiler oraya havuz gibi bir işe de yaramıyor. Ben bildim bileli buraya insanlar Türkiye’nin her yerinden şifa bulmaya gelirdi. Hamamları da göçerttiler artık burada bir şey kalmadı. Yazıklar olsun” dedi.

Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 16.09.2010

 

******


ALLİANOİ'DE KUM İSYANI

 

 

Su altında kalacak olan Allianoi’nin kumla kapatılmaya başlanması bilim adamlarını ayağa kaldırdı: Kontrol yok. Oldu bittiye getirilmek isteniyor. Devlet bildiğini okuyor.

 

İzmir’in Bergama İlçesi'nde yapılan Yortanlı Barajı’nın sular altında kalacak antik Allianoi termal merkezinin üzerini kumla kapatma çalışmalarına başlanması, kazı heyetini ve bilimadamlarını ayağa kaldırdı. Allianoi Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yaraş, “Oldu bittiye getirmek istiyorlar. Hiçbir kontrol mekanizması olmadan çalışıyorlar. Devlet bildiğini okuyor” dedi.


İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun geçen ay aldığı kararın ardından kumla kaplanması için çalışmalar başlatılan antik şifa yurdu Allianoi’ye vinçler kuruldu, kazılarda çıkartılan duvarlar kireç, kum ve tuğla tozundan oluşan Horasan harcı ile kaplandı. Şimdiye kadar gün ışığına çıkartılmış en büyük kilise olan ve MS 5- 11. yüzyıllar arasında kullanıldığı tahmin edilen kilise tamamen kumla kaplandı.

 

Tepkilere neden olan baraj projesinin kime ait olduğu ise devlet kurumlarının farklı görüşleri nedeniyle soru işaretlerine yol açtı. DSİ yetkilileri “Proje, Bergama Müze Müdürlüğü’nün, biz uygulayıcıyız” derken, Müze yetkilileri açıklama yapmadı. Roma Ilıcası ve tarihi kalıntıların örtüleceği Horasan harcı, yapı mukavemetini arttırmak için kullanılıyor. Karışım, yumurta akı, peynir, reçine, pişmiş toprak gibi katkı maddelerden oluşuyor. Çok kuvvetli ve suya dayanıklı bir bileşim özelliği bulunuyor.


Allianoi Kazı Heyeti Başkanı, Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Yaraş,  şöyle konuştu: “Baraj kapakları kapatıldıktan sonra, barajın suyu olmasa bile, yağacak ilk yağmurda Allianoi tarih olacak. Devlet Su İşleri arazinin kille kapatılması konusunda ısrarcı. Ancak Koruma Kurulu defalarca bu teklifleri redetti. Koruma Kurulu, kil ile bir koruma olmayacağı yönünde kararlar almıştı. Fakat baskılarla  kurul üyeleri değiştirildi ve kabul ettirdiler. Biz bunu da mahkeme kararıyla iptal ettirdik. Bu kez kil yerine kelimeyi değiştirip kum ile kapatılması yönünde karar alındı.”

Cuma günü çalışmaların başlaması nedeniyle, önlerinde iki günlük adli tatil engeli olduğunu anlatan Yaraş, şöyle devam etti:
“Şimdi tam adli tatil öncesinde bir kelime oyunuyla karar uygulamaya koyuldu.  Bu işlem bittikten sonra baraj kapakları kapatılacak ve kültür mirasının üzerine 30 metre su birikecek. Bugün yağmur yağsa Allianoi ortadan kalkar. Oysa, mahkeme bu uygulamayı iptal edebilir. Oldu bittiye getirmek istiyorlar.”

Allianoi Antik Kenti’nde nöbet tutan Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler ise, “Geri dönülemez bir noktada değiliz. Hukuki süreci başlattık, kararı bekliyoruz.” dedi. Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Ahmet Tırpan da, “Tüm dünyanın gözü önünde bir kültürel değeri yok ediyorlar. Bunlar bir daha geri gelmeyecek eserler. Keban Barajı altında kalan eserleri açığa çıkarabildik mi?” dedi.

Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, 18.09.2010

 

******


ALLİANOİ ARTIK YOK

 

 

İzmir Bergama’daki Yortanlı Barajı’nın su toplama havzasında yer alan Allianoi’de, geçmişi prehistorik döneme kadar gittiği sanılan alanların üstü, kumla doldurulmaya başlandı.

 

Allianoi Kazısı Bilimsel Heyet Başkanı Ahmet Yanaş, uygulamanın bilim dışı olduğunu savunurken, “Böyle bir işlemde vasıflı işçi ve bilimsel ekip şart” dedi. Yanaş şunları söyledi: “100 civarında vasıfsız işçinin Allianoi’ye girdiğini gördük. Ne olduğunu bilmediğimiz bir kumla alan doldurulmaya başlandı. Üstelik hala mahkememiz sürüyor, karar çıkmadı. Bu işin koordinatörü AKP Bergama İlçe Başkanı Hasan Şahin’dir. Referandum sonucunu mu beklediler? Yangından mal kaçırır gibi olur mu bu iş?”

AkP Bergama İlçe Başkanı Hasan Şahin ise eserlere zarar vermediklerini iddia ederek, şunları söyledi: “Bu tarihi eserlerden dolayı baraj su tutmadı. Bu bölgede ciddi bir sulama problemimiz var. Bilim adamları da bu bölgeye dökme-kapama işleminin yapılmasını doğru buluyor. İşçilerin vasıflı işçi olmasına ne gerek var. Basit bir dolgu işlemi bu. Eserlerin zarar göreceğini zannetmiyorum.”

Hürriyet, Haber: Mehmet Özdoğan, 18.09.2010

 

 

 

YALNIZ TAŞLAR AĞLAMIYOR ALLİANOİ'DE

 

2000 yıllık antik kentin içindeki devasa inşaat vinci, 1998 yılından beri bin bir emekle ortaya çıkarılan Allianoi’yi kuma gömüyor. Yard. Doç. Dr Ahmet Yaraş’ın önderliğinde bir grup özverili arkeolog, yöre köylüleri ve gönüllüler tarafından yeniden gün yüzü gören antik kent vinçler, kamyonlar, kazmalar ve küreklerle yok oluşa sürükleniyor. Yapıların üzeri “Horasan çamuru” ile sıvanıp içlerine kum dolduruluyor.


Binlerce yıldır 47 derecelik sıcaklığını koruyarak akan ılıcanın hala kullanılabilir durumda olan antik hamama giden suyu aylar öncesinden kepçelerle kentin içinden geçen İlya Çayı’na boşaltılmıştı. Şimdi duvarları çamura bulanıyor ve yapıların içi kumla dolduruluyor. Her fırsatta Allianoi’yla bağını “çocuğumuz gibi” sözleriyle tanımlayan Kazı Heyeti Başkanı Ahmet Yaraş’ın, kazıda çalışan arkeologların, Allianoi Girişim Grubu üyelerinin ve ülkenin dört bir yanındaki Allianoi gönüllülerinin çığlıkları da boğuluyor sulara. Yalnız taşlar ağlamıyor Allianoi’de.


Hala devam eden yargı sürecine rağmen, adeta hukukla yarış edercesine Allianoi’yi kuma gömme çalışmalarının başını AKP Bergama İlçe Başkanı çekiyor. Çevre ve Orman bakanı Veysel Eroğlu’nun “Allianoi diye bir yer yok. Bu baraj mutlaka dolacak. Allianoi yok edilmesin diyen Şarkıcı Tarkan kendi işine baksın” gibi sözlerle antik kentin yok edilmesi konusunda kararlığını ortayla koymasının ardından, AKP ilçe örgütleri de işin başına geçti. DSİ kökenli Çevre Bakanı (AKP’den politikaya atılmadan DSİ Genel müdürüydü), 1 derece arkeolojik SİT ilan edilen bir yeri yok edeceğini bile bile baraj yapımını devam ettiren ve aslında 2000 yıllık bir dünya mirasının katledilmesine zemin hazırlayarak işlediği suçun bir an önce gündemden çıkmasını istiyor.
 

Allianoi, İzmir 2 No’lu Bölge Koruma Kurulunun 17 Ağustos tarihli kararının ardından yok oluşa doğru hızla sürükleniyor. Bu tarihten hemen sonra Koçoğlu adlı firmaya ihale edilen Antik kentin kumla doldurulması 16 Eylülde başladı. Şimdi kamyonlarca kum, kil taşınarak antik kentin ortaya çıkarılan açmaları yeniden dolduruluyor.


Yapılan işlemi bir katliam olarak niteleyen ve hemen Allianoi’ye giden Kazı Heyeti Başkanı Ahmet Yaraş yine içeri alınmadı. Zaten antik kenti gün yüzüne çıkaran Yaraş, geçenlerde basının yoğun ilgisinin olduğu eylem hariç 3 yıldır kendisinin ortaya çıkardığı antik kentten içeri sokulmuyor! Kumla doldurma işlemi ile ilgili “Bu topraklarda egemen olan yok etmenin en dramatik olanına Allianoi’da şahit olun. Hem de güpegündüz ve ‘Koruyoruz’ yalanının arkasına sığınarak” diye konuşuyor. Yaraş, bir grupla birlikte antik kentin önüne giderek burada çadır kurmaya ve yapılanı protesto için nöbet beklemeye gidiyor. Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü İffet Diler kumla kapatma işlemi başladığından bu yana antik kentin önünde bekliyor. Allianoi ve onu yaşatmak isteyenler direniyor. Kamyonlar kum taşıyor, vinçler Roma hamamını betonla dolduruyor. Duvarlar çamurla sıvanan antik kent sanki bir ölüyü gömer gibi ama hızlı hızlı gömülüyor karanlığa. “Ve yalnız taşlar ağlamıyor burada...”*
* N. A. Neksarov’un şiiri. Sayfa. 35, Evrensel Basım
Yayın, Ekim 2008)

Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 18.09.2010

"İADE ETSİNLER DİYE 500 BİN TL DEDİK"

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, bir komisyon toplayarak 2006’da çalınıp sahtesiyle değiştirilmesinden bu yana, dünyanın dört bir yanında aradığı, Karun Hazineleri’nin bir parçası olan Kanatlı Denizatı broşu için 500 bin TL değer tespit etmesi, Türkiye’de tarihi eserlerin değeri konusunda tartışma yarattı. Eski Uşak Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu’nun maaşından 160 yılda tahsil edilecek olan 500 bin TL’lik rakamı bazı uzmanlar az bulurken bazıları ise tarihi eserlerin mal gibi değerlendirilip üzerine fiyat etiketi konulamayacağını savundu.

 

Turizm ve Kültür Bakanlığı’nın Değer Tespit Komisyonu’nun ismini açıklamayan bir üyesi ise HABERTÜRK’e ilginç açıklamalarda bulundu. Uzman, denizatı broşunu çalanların müze müdürünü cezadan kurtarmak amacıyla eseri geri getirebileceğini düşünerek değerin bu kadar yüksek tutulduğunu belirtti. Uzman şöyle konuştu: "Eğer denizatı çalınmamış olsaydı ve müzelerden birine satılmak üzere götürülseydi taş çatlasın 20-30 bin TL bile verilmezdi. Çünkü bir değeri yok. Meslektaşlar "az vermişsiniz" diyorlar. Çok bile verdik. Böyle bir eser geldiğinde yirmide birini bile vermeyeceklerini biliyorum".


Komisyon üyesi ilginç görüşlerini şöyle sürdürdü: "Mahkeme, Bakanlığa yazıyor. Bakanlık da komisyon kuruyor. Bir malın kaybolmasında kimin zimmetindeyse o kişiye onun ödettirilmesi için yapılan bir işlem. Bu adli bir durumdur. Kimi az, kimi çok bulur. Biz 500 bin TL değer biçtik. Çünkü yurtdışına çıkarılmadıysa belki etkisi olur diye düşündük. Çünkü onun bedeli kaybedenden tazminat olarak alınıyor. Değerinin çok olduğu görülürse o kişiye acınır da, belki teslim edilir diye değerini yüksek belirledik".


Türkiye’nin tarihsel ve kültürel mirasının korunması ve kaçırılan eserlerin geri getirilmesi konusunda yıllarca süren araştırma ve çalışmalar yapan gazeteci - yazar Özgen Acar müzeden çalınan Kanatlı Denizatı broşuna 500 bin TL verilmesine tepkili. "Denizatı dünyada benzeri olmayan eşsiz bir eser. Değer biçmek imkansız" diye konuşan Acar’a göre broşa ancak uluslararası müzayedede değer biçilebilir. Buna da Türkiye’deki yasalar izin vermiyor.

Acar, komisyonun belirlediği 500 bin TL’nin eser kaçakçılarının ekmeğine yağ sürebileceği uyarısında bulundu ve "Eğer bu eser satılmadıysa ve diyelim ki broş için 50 bin TL öngörmüşlerse şimdi komisyonun açıkladığı 500 bin TL rakamı ile piyasayı kızıştırmış ve fiyatı 500’e çekmiş oluyorlar" dedi. Acar, müzedeki eserlerin müdüre zimmetlenmesinin de Batı’da görülmeyen, yanlış bir uygulama olduğunu vurguladı.


Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Necmi Karul bir tarihi esere değer biçmeyi çağdışılık olarak tanımladı ve şunları söyledi; "Değer biçiyorsanız tarihi eserin alınır satılır olduğunu öngörüyorsunuz. Dolayısıyla herkese ait olması gereken bir şey herhangi birinin malı olabilir görüşünü kabul etmiş oluyorsunuz. Bakanlık bir para cezası verdi. Eserin değeri ile ilişkilendiriliyor bu ceza. Büyük bir hata. Kültür Bakanlığı’nın bir esere maddi değer biçmesini çok yanlış buluyorum. Bu defineciliği teşvik eden bir davranış olur. Bir uzman çıkar da değeri şudur derse onun da uzmanlığından şüphe ederim.

Habertürk, 31.08.2010

TARİHİ TÜRBE BAKIMA MUHTAÇ

 

 

Erzurum’un Yakutiye İlçesi'ne bağlı Habipefendi Mahallesi’nde bulunan Mahmut Paşa Türbesi, bakımsızlıktan adeta viraneye döndü. 1992 yılında Çevre Koruma Vakfı tarafından onarımı yapılan türbe, sigara izmaritleri ve çöplerle dolduruldu. 1711 yılında vefat eden Doğubeyazıt Emiri Abdulfettah Bey ve 1767 yılında vefat eden oğlu Beyazıt Mutasarrıfı Mahmut Paşa’ya ait mezarların bulunduğu türbenin bakımsızlığı, çevre sakinlerinin tepkisine neden oluyor. İslam dininde türbelerin ve yatırların büyük bir önem taşıdığını kaydeden vatandaşlar, Erzurum’un şehir merkezine en yakın mahallelerinden Habibefendi Mahallesi’ndeki türbenin böyle bakımsız bir halde bekletilmesine bir anlam veremediklerini dile getirdiler. Türbe içerisindeki çeşitli peyzaj düzenlemelerinin bile tahrip edildiğini anlatan vatandaşlar, “Dini yaşayıştan uzak ve ölülere dahi saygısı olmayanlar yüzünden türbe adeta viraneye döndü. Yol üzerinde bulunduğu için insanlarından araçlardan inerek dualar ettiği türbenin görüntüsü bizleri üzüyor.” diye konuştular.

Türbenin bakım ve onarımından hangi kurumun sorumlu olduğuna dair bir bilgilerinin bulunmadığını ifade eden mahalle sakinleri, “1992 yılında Çevre Koruma Vakfı tarafından bu türbe onarılmış ama bugün böyle bir vakfın bulunup bulunmadığını bile bilmiyoruz. Bu türbeden sorumlu olan kurum ya da kuruluş hangisi ise, içerisinde ve dışarısında gerekli bakım ve onarımın yapılmasını istiyoruz.” dediler. 

Mahalle Muhtarı Yavuz Hiçkanmaz ise, Mahmut Paşa Türbesi’nin, 23 Temmuz İlköğretim Okulu’nun hemen yanı başında bulunduğuna dikkati çekerek, “Bizim çocuklarımıza geçmişte yaşamış olan devlet büyüklerimize, alimlerimize ve evliyalarımıza saygı göstermemiz gerektiğini öğretmemiz gerekiyor. Bunu yapabilmek için öncelikle pratikte bizim örnek olmamız gerekiyor. Bu nedenle Mahmut Paşa Türbesi’nde bakım ve onarım çalışmalarının yapılması gerekiyor. İlgili kurumların bu konuda hassasiyet göstermelerini arzu ediyoruz.” ifadelerini kullandı

Erzurum Gazetesi, 31.08.2010


Xanthos (W.J. Müller)
...1843-44





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi