25 Temmuz - 7 Ağustos 2010
|
REJANS İÇİN 'DİYALOG'
ÇAĞRISI
İstiklal Caddesi’nde
Saint Antoin Kilisesi’nin
tam karşısında caddeye açılan
Olivya Geçidi’nin
sonunda yer alan Rus lokantası Rejans, kimleri
ağırlamadı ki... Atatürk, Muhsin Ertuğrul, Cahide
Sonku, İbrahim Çallı, Haldun Dormen...
Bir zamanlar Beyaz Rus madamların servis yaptığı “Limonaya”
(limon kabuğu zarıyla aromalandırılmış ‘sarı votka’)
ve eşlikçileri Olivye salatası, Rus böreği Piroşki,
salamura edilmiş ringa balığı Slotka’nın lezzetine
varmak isteyenler bugün de
Rejans’ın
yolunu tutuyor. Ama 1932 tarihli Rejans, 1996
yılından bu yana kapatılma tehlikesiyle gündemde.
1996’da tahliye gerekçesiyle Rejans’ın 30 yıllık mal
sahibi 90 yaşındaki Mithat Müdüroğlu tarafından
açılan ilk davadan bu yana anlaşmazlık süregidiyor.
Son olarak 2008 Şubat’ında açılan davadan, önce
tahliye kararı çıktı, ardından Rejans işletmecileri
davayı temyize taşıdı. Şimdi, temyizden çıkacak
sonuç bekleniyor.
Ancak rejans işletmecileri yani Rejans’ın bugünkü
ortakları Zinnur
Taygan, Erdal
Sezener ve
Zişan Sezener Rejans’ı yaşatabilmenin tek
yolunun ‘diyalog’
olduğunu söylüyorlar. Rejans İşletmecisi Erdal
Sezener tahliye davasının mekanın lehine
sonuçlanmasının bir “mucize” olduğunu düşünüyor:
“Bir şansımız var, o da diyalog. Tüm bu
olumsuzluklara rağmen karşı tarafla anlaşmak
istiyoruz. Bizi hep geçiştiriyorlar, bir an önce
çıkın diyorlar. Sanki amaç Rejans’ın rantını almak.
Aslında biz mülklerine değer katıyoruz. Rejans’ı
yaşatmak için her türlü diyaloğa açığız. Ama bugünkü
diyalog eksikliği İstanbul’un tarihine bir darbe
niteliğinde. Rejans geleneğinin sürmesini
istiyoruz.”
Peki uzlaşma sağlanamazsa Rejans ne olacak? Aynı
yerde, aynı mimari çizgide faaliyetini
sürdüremeyecek. “Tam olarak mekan arayışı içinde
değiliz ama takip ettiğimiz yerler de var. Rejans’ı
Rejans yapan ağırladığı insanlar, sunduğu yemekler,
biriktirdiği anılar, yarattığı kültürdür” diyor
Sezener.
Mal sahibi Mithat
Müdüroğlu ise uzlaşma çağrısına yönelik
şunları söylüyor: “Elbette herkes kendi menfaatini
düşünüyor. Burası Beyoğlu’nun göbeğinde bir mekan.
Kirayı diğer yerlerle mukayese ederseniz farkı
görürsünüz”
70’lerin ortasından beri mekanın müdavimi olan
Bedri Baykam
da Rejans’ın büyülü bir yer olduğunun altını çizerek
şöyle konuşuyor: “Rejans’ta eski İstanbul’u tüm
zerreleriyle yaşarız. Sanki bir zaman kapsülü içinde
1930’ların, 40’ların İstanbul’u korunmuştur. Türkiye
ne yazık ki buna benzer konularda kendi belleğine
pek saygılı bir ülke değil. Her şeyin ‘yenisini’,
daha ‘modernini’ yapmak iddiasıyla geçmişi yıkmak
maalesef bu konudaki kültürsüzlüğümüzün sürekli
tavrı olmuştur.”
Bir başka müdavim
Ferhan Şensoy ise duygularını şöyle dile
getiriyor: “Biz Rejans’taki Atatürk’ün masasını,
Yahya Kemal’in masasını, nice ozanın cilalı ahşaba
sinmiş şiirini koruyamıyoruz. Bir halka daha kopup
gidiyor çocukluğumun Beyoğlu’sundan. Artık
Beyoğlu’nda gezilmez, göz falan da süzülmez.”
Rejans’ın İstanbul’un yeri doldurulamayacak
mekanlardan biri olduğunu söyleyen sinema
eleştirmeni ve yazarı
Atilla Dorsay ise “Yalnız mutfağıyla değil,
servis yapan Beyaz Rus kadınlarıyla, balkonda çalan
orkestrayla, Atatürk’ün gözde lokantalarından biri
olmasıyla” Rejans’ın İstanbul’a birçok yenilik
kattığını belirtiyor.
Dorsay, “Onu başka bir yerde açmak da olmaz. O
yapıya sinmiş olan tarih kokusunu, duvarlardan
masalara her köşesine yerleşmiş olan anıları nasıl
yeniden yaratabilirsiniz ki?” diyor.
İstanbul’un yeme içme kültürüne öncülük yapmış olan
Rejans’ı Mihail Mihailoviç, Tevfik Manars ve Vera
Protoppova, Olivo geçidindeki 15 No’lu binada,
Rejans Kahve, Lokanta ve Çiçekli Bahçesi adıyla 4
Mayıs 1932’de müşterilerin hizmetine açmıştı. O
dönem Beyaz Rus hanımların hizmet ettiği lokantada
hem müzik, hem de şantözler bulunuyordu. Akşamları
yemeklerde dans ediliyordu. 1918 sonrası
Bolşeviklerin Rusya’ya egemen olmaları sonucunda,
ülkelerini terk eden Ruslar İstanbul’da pek çok
lokanta açmıştı.
Cumhuriyet, Haber: Ceren
Çıplak, 06.08.2010
|
SAHİ, BİZİM AHŞAP
CAMİLERİMİZ DE VARDI
Görkemli camilerin
gölgesinde, taştan bile değil, ahşaptan yapılmış
mütevazı ve sevimli camilerimiz de var bizim. Dur
kalk ilerleyen bastonlu ihtiyarlar vakit namazlarına
yetişsin diye yapılmış olmalılar. Çarşı içindekiler
ise bir vakitler kapıyı kilitleme ihtiyacı bile
duymadan namaza giden esnaf içindir muhakkak; dükkan
vitrininde bir yazı, 'Namaza gittim döneceğim.'
Selatin camilerden birine koşacak değil ya adam, ya
köşeyi dönecektir, ya sokağın karşısına geçecektir.
Camileri yaptıran elleri de unutmayalım bu arada,
kimi imece usulü, kimi de eşraftan hayırlı birinin
hayratı...
Şimdi durduk yerde niye hatırladık bu ahşap
camileri? Ahşabın, eli yüreğinde, naif, bir anda
tutuşabilir, bir anda kül olabilir bir malzeme
olduğunu ve bu camilerin etrafındaki ahşap evlerin
ve o eski mahallelerin çoktan tarih olduğunu yeni mi
fark ettik? Olabilir, daha önce telaştan ya da
namazı ille de büyük bir camide kılma hevesinden
görmemiş olabiliriz bu sevimli mescitleri; ama bugün
onlardan söz edişimizin gönül açan, yürek ferahlatan
bir sebebi var. Daha doğrusu size müjdeli bir
haberimiz var.
Daha önce hep ahşap evleri onaran KUDEB (Koruma
Uygulama Denetim Birimi) bu kez ahşap camilere el
attı ve Tarihi Yarımada'daki 13 minik caminin
restoresini 2010 yılı bitmeden tamamlamak için
kolları sıvadı. İlk talihli cami, Haliç kıyısındaki
'Hatice Sultan Ya Vedud Camii'... Dört cephesi
onarılmış, saçakları elden geçirilip
pencerelerindeki PVC doğramalar, özgün ahşap
doğramalarla değiştirilmiş ve çirkin Haliç
köprüsünün dibinde çiçek gibi açmış bu cami,
arabaların hızla aktığı çok işlek bir cadde
kıyısında duruyor; ama yalnız olduğu söylenemez.
Hemen yanında ve karşısında yemyeşil iki park
varken... Piknik yapanlar ya da hamakta salınanlar
içinde bir vakit namazını bu camide kılmak isteyecek
bir Allah'ın kulu muhakkak vardır. Yok mudur?
Önüne iskele kurulsun diye bekleyen 12 cami arasında
Baba Haydar Camii, Kocamustafapaşa'daki Behruz Ağa
Camii ve Sirkeci'deki Arpacılar Camii de var. KUDEB
Müdürü Şimşek Deniz, zaman içinde bütün ahşap
camilerin onarılacağını; ancak önceliğin tepelerde
ya da cadde kenarlarında duran ve İstanbul
silüetinin bir parçası olan camilerde olduğunu
söylüyor. Bu durumda, Ya Vedud Camii'nden sonraki
sırayı bir hayli göz önünde bulunan ve dökülmeye yüz
tutmuş yeşil boyasıyla 'Beni acilen onarın.' diyen
Arpacılar Camii alıyor. KUDEB yetkililerinin, halen
ibadete açık bu cami için biçtiği onarım bedeli 10
bin 600 lira... Ama hazırlanan rapora bakılırsa,
Haliç köprüsünün dibinde açan çiçek, Sirkeci
mağazalarının arasında da açacak:
"Çatı aktarımı ve yağmur inişlerinden hasarlı
olanlar değiştirilecek, yanlış boya uygulaması
sebebiyle çürüyen dış cephe kaplamasına koruyucu
astar atılacak ve boya uygulaması yapılacak. Ahşap
pencereler ve cumba şeklindeki ezan yeri
onarılacak."
O zaman, Yeni Cami'nin hemen yakınında, Arpacılar
Caddesi'nde bulunan bu ahşap camiye bir şimdi bakın
bir de restore edildikten sonra, hatta bize kalırsa
kendinize yeni bir uğraş edinin, bundan böyle minik
ahşap camileri gözlerinizle de olsa koruyup
kollayın, hiç değilse geçirdikleri değişimi fark
edip onları onaran elleri takdir edin. Bundan on-on
beş yıl önce ilgisizlik yüzünden yıkılan, yok olan,
damında otlar biten camilere dair haberler okumuyor
muydunuz?
Zaman Cuma, Haber: Ülkü
Özel Akagündüz, 06.08.2010
|
EĞİLEN MİNARE 3
BİLEZİKLE ASKIYA ALINACAK

Aşırı sıcaklar nedeniyle
eğimi artan tarihi Ulu Cami'nin minaresi 3 ayrı
bilezikle askıya alınacak. Sivas tarihi Ulu Cami'nin
minaresinde, yıkılma tehlikesi oluşturan eğimin
sıcaklık yükseldikçe arttığı bildirildi. Alemden
kaideye 116 santimetre eğik ve birkaç kez yıldırım
isabet eden Ulu Cami minaresinin son günlerde aşırı
sıcaklar nedeniyle eğiminin arttığı bildirildi.
Eğimin devam ettiği bildirilen minarede
hareketliliğin tespiti için uydu izleme cihazıyla da
yakından takip ediliyor. Yapılan incelemelerde
minarenin ağırlık merkezinden kuzey-batı yönüne
doğru 2.7 derece kayma yaptığı tespit edildi. Ayrıca
minarenin kaidesindeki dikdörtgen panellerin
üzerindeki minare alt halkasının merkezi ile
şerefenin hemen altındaki minare üst halka arasında
108.8 santimetre kayma tespit edildi. Yapılan
incelemelerde minare eğim değişiminin her şeyden çok
sıcaklık değişimi ile ilgili olduğu, yani sıcaklık
azalınca eğimin azaldığı, sıcaklık yükselince eğimin
arttığı belirlendi.
Minarenin restorasyonu ve Ulu Cami çevre düzenlemesi
hakkında bir açıklama yapan Sivas Belediye Başkanı
Doğan Ürgüp, sıcaklıklar nedeniyle cami minaresinde
oluşan eğimi yakından takip ettiklerini belirtti.
Ürgüp, caminin çevre düzenlemesiyle ilgili de yapmış
oldukları kamulaştırma faaliyetlerinin de devam
ettiğini ifade etti. Ürgüp, “Bu aşamada caminin
kıblesi civarındaki hafriyatın 2.20 metre civarında
indirilerek 40’ar santimlik betonlar dökülecek. Bir
de Mahkeme Çarşısı’na bakan tarafında, temelin
aşağıya indirilerek beton kütleleri konulacak ve 3
ayrı bilezikle Caminin minaresinin askıya alınacak.
Projesi kuruldan çıkmış durumda. Bununla ilgili
çalışmaları bir an önce hızlandırıp cami minaresi
ile ilgili yapılacak çalışmaların belediye olarak
önünü açmış durumdayız. İleriki aşama da cami
alanındaki özellikle doğusundaki ve batısındaki
kamulaştırma çalışmalarımızın resmi süreci devam
etmektedir” şeklinde konuştu.
Sivas Hürdoğan,
06.08.2010
|
TARİHİ ESERLER SAHİPSİZ
KALDI
Türkiye’den kaçak
yapılan kazılarda ortaya çıkan ve yasadışı yollardan
yurtdışına kaçırılan bronz kaplı beş tarihi eser
sahipsiz kaldı. Tarihi kaselere geçen şubat ayında
mahkeme kararıyla el konuldu ve Mainz’daki müzeye
teslim edildi. Ancak Türkiye avukata yazılı vekalet
vermeyince MÖ 8’inci yüzyıla ait paha biçilmez
kaseler, Frankfurtlu antikacıya iade edildi.
İki yıl önce Bad Schwalbach kentinde yaşayan bir
antika eşya restoratörünün evinde başka bir suç
olayıyla ilgili yapılan arama sırasında el konulan
ve mahkeme kararıyla Mainz’daki müzede koruma altına
alınan tarihi eserlerle ilgili Hürriyet’e açıklama
yapan Roma-Germen Merkez Müzesi arkeologlarından Dr.
Michael Müller-Karpe, ”Eserlerin son 10 yıl içinde
Türkiye’de kaçak yapılan kazılarda ortaya
çıkarıldığını sanıyorum” dedi.
Marburg Üniversitesi’nde
görev yapan arkeolog Dr. Vuslat Müller-Karpe,
Mainz’daki müzenin bronz kaplı tarihi eserlerin
verilmemesi için çok direndiğini belirterek, “Benzer
kaseler, Gordion Tümülüsü’nde yapılan kazılarda
bulunmuştu. Bunlar şimdi
Ankara’daki Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nde bulunuyor. Frankfurtlu
antika tüccarına mahkeme kararıyla geri verilen ve
paha biçilmez değere sahip olan tarihi kaseler, o
döneme ait olabilir” dedi.
Hürriyet, Haber: Sabri
Erdoğan - Aslıhan Urcan - Emine Özer, 06.08.2010
|
KEMİKLERİN SAHİBİ
HAZRETİ YAHYA MI?
HZ. İsa'yı vaftiz eden ve İsrail kralı Herod'un verdiği emirle başı kesilen Vaftizci Yahya'nın kemiklerinin bulunduğu iddia edildi.
Arkeologlar, Bulgaristan'daki Sveti Ivan Adası'nda antik kutsal emanetler sandığında 5. yüzyıldan kalma kalıntıların, Vaftizci Yahya olarak da bilinen Hz. Yahya'ya ait olabileceğini belirtti.
Küçük bir kafatası parçası, çene kemikleri, bir kol ve bir diş bulunan sandığın adaya nasıl ulaştığı ise bilinmiyor.
İsa'nın geleceğini önceden bildiren Hz. Yahya, Ortodoks Kilisesi için özel önem taşıyor.
Akşam, 06.08.2010
|
|
 |
TARİHİ MEZARI HIRSIZLAR BULDU
Muğla'da, üzerindeki barakayı satın alıp içinden tünel açarak Karya Kralı Hekataios'un mezar odasını soyan 8 kişi yakalandı. İhbar üzerine araştırma başlatan polis; Milas'taki Zeus Karios Kutsal Mabet Alanı yakınlarında bulunan taş bir barakanın, 2 ay önce, kimliği belirlenemeyen bir kişiye 250 bin dolara satıldığını belirledi. Polis, arkeologlarla birlikte barakayı inceledi ve beton bir kapak buldu. Kapağın altındaki tünelden, yerin 12 metre altındaki 2 büyük mezar odasına ulaşan polis, burada da 3 metre boyunda bir lahide rastladı. Varlığından arkeologların bile haberinin olmadığı mezarın, Karya Medeniyeti'nin en önemli devlet adamlarından olan ve MÖ 395 yılında yaşayan Kral Hekataios'a ait olduğu ortaya çıktı.
Mezar odasında yapılan incelemede 3 metre uzunluğunda 2 metre yüksekliğinde 2 bin 500 yıllık bir lahit bulundu. Üzerinde ziyafet şöleni ile avcılık töreni figürlerinin bulunduğu lahdin paha biçilmez olduğu açıklandı. Bunun üzerine dün sabah operasyon başlatan polis, N.K., O.Y., M.T., M.Ö., M.A., MS, Y.D. ve F.B.'yi gözaltına aldı. Şüphelilerin evlerinde, Bizans ve Hellenistik döneme ait 17 bronz sikke bulundu. Mezar odasından çalınıp satılan tarihi eserlere (mezar hediyeleri) ise ulaşılamadı. Kral Hekataios'un oğlu Kral Mousolos'un 2 bin 500 yıllık mezar kabartmaları da, Osmanlı döneminde İngiltere'ye kaçırılmıştı. Mezar kabartmaları İngiltere'deki British Museum'da sergileniyor.
Sabah, Haber: Fatih Abacıoğlu, - Bekir Tosun, Fotoğraf: Akşam, 06.08.2010
|
TÜNEL, İSTANBUL'UN SONU
MU?

Buyrun size
gündelik hayatımızın tam da göbeğinde yer alan,
fakat hiç bilmediğimiz, tartışmadığımız bir sorun!
NTV Tarih
dergisinin son sayısında
Harem-Cankurtaran
arasında yapılacak tüp geçit hakkında çarpıcı bir
habere rastladım. “Avrasya
Tüneli tarihi karartacak ” başlıklı yazıda,
tüp geçidin tarihi Yarımada’ya geri dönüşü olmayan
zararlar vereceği yer alıyor.
Sorun sadece tarihi yapılar ve tahrip edilecek antik
limanlardan ibaret değil. Bu konuda Türk insanı
kadar duyarsız ikinci bir millet zaten yok! Habere
göre 2 bin 500 ağaç kesilecek, halkın hafta sonları
kullandığı park alanlarının yüzde 20’si yok olacak.
Sahil yolu otoyola dönüşecek, çünkü genişletilmek
zorunda. Bazı yerlerde deniz doldurulacak, özellikle
Samatya ve Yedikule’deki mimari kalıntılar otoyollar
arasına sıkışacak.
Şimdiye kadar pek gündeme gelmeyen bir diğer konu da
havalandırma bacaları. Tüp geçitteki karbonmonoksiti
temizleyecek en az iki bacanın inşası gerekiyormuş.
Çevre ve Sosyal Etkinlik Raporu’na göre bu bacalar 5
metre yüksekliğinde yapılacak diye yer alsa da NTV
Tarih’e göre benzer örnekleri 15 metreyi buluyor.
Avrupa ve Asya yakasına dikilecek iki adet çirkin
baca düşünün. Bu bacalar sadece görüntüyü bozmakla
kalmayacak, havamızı da kirletecek.
İşin daha sofistike kısmına gelelim. Aynı raporda,
karayolu çıkış noktası olan Cankurtaran’dan
Kazlıçeşme’ye kadar olan bölge arkeolojik açıdan
da incelenmiş: İnşaat güzergahında Bukeleon Sarayı
ve Limanı, Eleutherious-Kaisarios Limanı, Theodosius
Limanı, Kontoskalion Limanı, Yedikule ve Mermerkule
gibi arkeolojik alanlara rağmen “İnşaata engel
olacak tarihi eser bulunamamıştır” deniyor!
Şu anda Avrupa-Asya geçişleri iki köprüyle
yapılıyor. Buna Marmaray raylı sistemi eklenecek.
Sırada, tartışması bir haftayla sınırlı kalan,
Boğaz’a üçüncü köprü ve Avrasya Tüneli projesi var.
Bu beş sistem tamamlandığında trafik önemli ölçüde
rahatlayacak, ona şüphe yok. Peki sadece bu ülkenin
değil, dünyanın en büyük değerlerinden biri olan
tarihi yarımadaya verilen zararın telafisi olacak
mı? Her yıl daha fazla turist ağırlayan İstanbul’da,
pazarlamanın en önemli parçası olan bölgeyi tüp
geçitle bağlamak, bize ne katacak, ne götürecek?
“2010 Avrupa Kültür Başkenti” İstanbul, bu yıl Dünya
Mirası listesinden çıkarılmayı yine kılpayı atlattı.
Ama bu gidişle bir dahaki sefere yırtamayacağız.
Bakalım o zaman bunun hesabını kimler, nasıl
verecek?
Milliyet, Haber: Mehveş
Evin, 05.08.2010
|
BİR AYASOFYA DAHA ORTAYA
ÇIKTI

Artık Trakya'nın ücrası
sayılan bir zamanların namlı Vize'sinde Kırım Hanı
Devlet Giray'ın mezarını ararken karşımıza bir
"Ayasofya" daha çıktı... Malum Ayasofya, Küçük
Ayasofya, Trabzon Ayasofyası, Enez Ayasofyası ve
nihayet Vize Ayasofyası...
Güvenilir bir kaynaktan aldığımız habere göre,
Kırklareli'nin Vize kazasında Kırım Hanları'na ait
mezarlar varmış. Sırf bu duyumla yetinip, hiçbir ön
araştırma yapmadan bir arkadaşla yola koyulduk,
bugün Istranca Dağları'nın eteklerinde adı sanı
unutulmuş küçücük bir kasaba olan Vize'ye vardık.
Bir kahve çardağının gölgesinde yaşlı amcalara
"Kırım Hanları'nın mezarlığı varmış, acaba nerede"
diye sorduk. Birden ortam gerildi, bizi defineci
sandılar, kem-küm etmeye başladılar. Trakya'da ne
kadar boşta gezer varsa hepsi defineci kesilmiş,
ahali de jandarma da bıkmış usanmış bu
serserilerden. "Hayır, defineci değiliz" dedikse de
inandıramadık. İçlerinden biri, "Sofular Köyü'ne
gelmeden sol tarafta makilik içinde bir mezarlık
var" dedi ve sonra ekledi; "aman sakın oraya
gitmeyin", çünkü jandarma pusu kurmuş, geleni geçeni
yakalayıp içeri atıyormuş.
Sofular'a gittik,
bahsettikleri yeri binbir güçlükle bulduk. Fakat
burası aradığımız mezarlık değildi, tahminimce pagan
belki de paleolitik çağlardan kalma talan edilmiş
bir yerdi. Defineciler araziyi köstebek yuvasına
çevirmişler, taş taş üstünde kalmamış. Ne kitabe, ne
lahit, hiçbir iz yok. Oradan can sıkıntısıyla dönüp
Vize'de bir köfteciye girdik. Ona buna sormaya devam
ettik, kimsenin ne Kırım Hanları'ndan ne de
mezarlarından haberi yoktu, nihayet anlaşıldı ki
yanlış iz peşideyiz, artık pes ettik aramaktan
vazgeçtik.
İşte o zaman başımızı
kaldırıp Vize'ye bakınca karşımıza bütün haşmetiyle
bir Bizans kilisesi dikildi; Vize Ayasofyası, yeni
restore edilmiş, kırmızı tuğladan, Horasan harcıyla
yaz güneşinde ışıl ışıl parlıyordu. Kiremitle kaplı
kubbelerin arasında bodur bir minare duruyordu.
"Define" bulmuş gibi yanına koşunca, kendimizi antik
kentin yukarı mahallesinde (akropolis) bulduk. "Bizye'ye
hoşgeldiniz", o zaman adı böyleymiş. Restorasyon,
2003'te Columbia Üniversitesi - Alman Arkeoloji
Enstitüsü işbirliğiyle, arkeolog Franz alto Bauer ve
Holger A. Klein tarafından gerçekleştirilmiş.
Istavroz planlı kilisenin kubbesi altı sütun
üzerinde duruyor. 16. yüzyılda camiye çevrilmiş, adı
Gazi Süleyman Paşa Camii olmuş. Bu sayede yapı
günümüze kadar gelebilmiş. Cumhuriyet'ten sonra
şehir merkezinin aşağıya kaymasından ötürü cemaatsız
kalan cami kapatılarak kaderine terk edilmiş.
Yerli kaynaklarda Vize
Ayasofyası'ndan ilk söz eden tabii ki Semavi Eyice
olmuş. 1969 tarihli "Trakya'da Bizans Devrine Ait
Eserler" adlı makalesinde, kilisenin 13. veya 14.
yüzyıl eseri olduğunu söylüyor. Cyril Mango'ya göre,
"Aya Sofya, Azize Genç Meryem'in Bizye Piskoposluk
kilisesine gömüldüğü tarih olan 903 yılından önce
yapılmış" olmalı. 2004'te burayı restoren eden
arkeolog Franz alto Bauer ise, 8. veya 9. yüzyıldan
kalma olduğunu "tahmin" ediyor.
Yaşında kimsenin mutabık
kalamadığı Ayasofya, gıcır gıcır yenilendikten sonra
tekrar Gazi Süleyman Paşa Camii adıyla ibadete
açılmış. O gün yanına vardığımızda kapalıydı ama
kapıda bir cep telefonu numarası yazılıydı, çevirdik
beş dakika sonra imam geldi, kapıyı açtı içeri
girebildik. Kubbenin göbeğinde orjinal kalabilmiş
süslemenin dışında kiliseden pek bir iz yok. İmam
gencecik biri, Bursalı'ymış. Kilise hakında bir şey
bilmiyor ama çok kibar bir imam. Yalnız cemaatten
şikayetçi, cami merkeze uzak düştüğünden kimse
namaza gelmiyormuş.
O gün arayıp da
bulamadığımız Kırım Hanları'na ait mezarların
akıbetini ancak İstanbul'a dönünce öğrenebildim.
Meğer 1700'lerin başında Prut Savaşı'nda Ruslar'a
karşı Osmanlı ordusuna büyük katkılar sağlayan bir
Devlet Giray Han varmış. Ancak bu Han, aynı savaşta
müttefikimiz olan İsveç Kralı Demirbaş Şarl'a kötü
muamele edince Edirne'de derdest edilip buradan
Rodos'a sürülmüş. 1713'te af edilerek Vize
Sancağı'nda ikamete mecbur edilmiş. Ölünce (Vize'de
değil) Saray'da Ayaz Paşa Camii avlusuna gömülmüş.
Ntvmsnbc, 05.08.2010
|
TÜRKİYE'NİN YENİ MARKASI

Yok olmakla
karşı karşıya kalan tarihi ve kültürel mirası
Türkiye'ye kazandırma çalışmalarının en güzel
örneklerinden biri, Eskişehir'in gizemi ve
ihtişamıyla dikkat çeken tarih ve kültür merkezi
Odunpazarı
bölgesinde.
Odunpazarı; çarşıları, hanları, arastaları, kır
kıraathaneleri, restoranları, butik otelleri, ışıl
ışıl sokakları ve iyi korunmuş tarihi mimari
dokusuyla yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı
haline gelmiş güzel bir ilçe. Odunpazarı yılda 1
milyon turisti ağırlamaya hazırlanıyor ki bu, bir
dönem hakkında onlarca yıkım kararı alınan, gece
yalnız başına dolaşılamayan, kaderine terk edilmiş
bir bölgenin geçirdiği büyük değişimi ve elde ettiği
değeri gözler önüne seriyor.
Safranbolu ve Beypazarı'na göre daha özgün ve
otantik mimariye sahip olan Odunpazarı, tarihi
dokusu ve içindeki tüm sivil mimari özellikleri ile
yeniden canlanıp, kültürel ve sosyal yönüyle Türkiye
genelinde bir markaya dönüşmüş durumda. Bunda en
büyük rolü ise ortak miras olarak kabul edilen bu
kültürel değerleri gelecek kuşaklara aktarmak için
çalışmaya başlayan Odunpazarı Belediye Başkanı
Burhan Sakallı üstlenmiş. Geçmişten aldığı
mirası gelecek kuşaklara bırakmak için harekete
geçen Odunpazarı Belediye Başkanı Sakallı'nın
hedefi; Odunpazarı'nı bir turizm kenti yaparak,
Eskişehir'e yılda 1 milyon turist, 5 bin kişiye
istihdam ve 250 milyon TL ekonomik girdi sağlamak.
Hedefinde emin adımlarla ilerleyen Başkan Sakallı,
kısa sürede önemli mesafeler kat etmiş durumda.
Bugün itibariyle bölgede 20 sokakta 240 tarihi ev
yeniden onarılırken, yapılan çalışmalar sonucu hayat
bulan tarihi Odunpazarı Evleri, sadece 2010 yılının
ilk 7 ayında 600 binin üzerinde yerli ve yabancı
turisti ağırlamış.
Odunpazarı'nda, tipik Türk mimarisinin özgün
örneklerinden olan ahşap ve çatılar arasına
doldurulan kerpiçlerle yapılmış cumbalı evler,
yaşlanmışlıklarına rağmen ilgi görüyor.
Odunpazarı'na ayak basınca yemeğinizi
yiyebileceğiniz tarihi konaklar, çayınızı
yudumlayacağınız yüzyıllık kahveler, el sanatları
ürünleri satın alabileceğiniz tarihi el sanatları
çarşıları ve rahatlıkla konaklayabileceğiniz butik
oteller, bölgeye gelen konuklara kaliteli ve güler
yüzlü hizmet sunmanın yanında, aynı zamanda bölgenin
ve şehrin ekonomik hayatına katkı sağlıyor.
Odunpazarı bölgesinin son yıllarda dikkat çeken en
önemli özelliği ise ülke genelinde hizmet veren tur
şirketlerinin ortak bir dille ifade ettiği, 'Şimdi
Odunpazarı'nda olmak var' sloganı. Odunpazarı
Bölgesi'ni tanıtan turizm şirketleri, "Size
tavsiyemiz, yolunuz Eskişehir'e düşerse, Odunpazarı
evlerini mutlaka gezin, tarihin gün yüzüne çıkışına
şahit olun. Odunpazarı, Osmanlı'dan günümüze taşınan
mimari dokusu ve bütün ihtişamıyla yeniden ayağa
kalkıyor" diyerek, yaptıkları tanıtımla Odunpazarı
gerçeğini gözler önüne seriyor.
Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi hakkında bilgi
veren Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı,
bölgenin, Eskişehir'in kent vizyonuna yaptığı olumlu
katkının altını çizdiği konuşmasında, tarihi ile
barışık, modern dünyaya açık olan Odunpazarı'nın,
kendi alanında Safranbolu ve Beypazarı ile birlikte
Türkiye'nin yeni markası olduğunu ifade etti.
Başkan Sakallı, 2005 yılından itibaren tüm Eskişehir
halkının da sahiplendiği Odunpazarı Evleri Yaşatma
Projesi'nin meyvelerini vermeye başladığını önemle
vurguladı. Odunpazarı'nın çarşıları, hanları,
alışveriş merkezleri, kır kıraathaneleri,
restoranları, kültür merkezleri, butik otelleri,
ışıltılı sokakları ve Türkiye'nin en iyi korunmuş
tarihi ve mimari dokusu ile yerli ve yabancı
turistlerin ilgi odağı bir cazibe merkezi haline
gelmeye başladığını belirten Başkan Sakallı,
Odunpazarı'nın hemen her gün gerek yurt içi gerekse
yurt dışından yüzlerce misafiri ağırladığını ifade
etti.
Başkan Sakallı, bölgedeki çalışmaların sosyal ve
kültürel boyutunu tamamlayacak olan Odunpazarı
Evleri Turizm Master Planı çalışmalarının
başlatıldığının müjdesini büyük bir gururla
açıkladı.
Habertürk, 05.08.2010
|
NUH'UN GEMİSİYLE İLGİLİ
YENİ İDDİA

Hz. Nuh'un gemisinin
bu kez Şanlıurfa'da olduğu iddia edildi. İddiayı
ortaya atan Dr. Faruk Öncel, 'Ağrı'da kalıntılar
bulundu' söylentilerini eleştirerek, söylentilerin
politik, siyasi ve turist çekmek için üretilen bir
dedikodudan ibaret olduğunu ileri sürdü.
Yerleşim yeri bulunan
bölgede gazetecilerle birlikte gezen Dr. Faruk
Öncel, bölgenin tarihi bir yer olduğunu savundu.
Etrafı dağlarla çevrili olan 600 metre rakımda, eni
yaklaşık 150 metre uzunluğunun ise yaklaşık 300
metre olduğu bir bölgeyi işaret eden Öncel, "İşte
bakın etrafta toprak yok. Ama aşağı indiniz mi
tamamen toprak kazılar yapılmış ancak hiç taş yok.
İşte bu toprak geminin ve içindekilerin toprağıdır.
Hz. Nuh'un gemisi buradadır. Tüm işaretler onu
gösteriyor." iddiasında bulundu.
Şanlıurfa'da çok
büyük tarih yattığını, binlerce yıllık tarih koruma
altına alınmaz ise yok olup gideceğini dile getiren
Öncel, tepenin, bölge halkı tarafından da
Medinetülcüd şehri olarak bilindiğini ifade ederek,
"Burada her yıl kaçak kazılar yapılmakta, tarihi
eserler yurtdışına götürülmekte. Burası yöre halkı
tarafından Medinetülcud yani Cudi şehri olarak
biliniyor. Aşağıdaki köyün adı da bu dereden
alınmış. Cudi deresi. Bu, atalarımızdan
dedelerimizden kalan bir isim. Burası en kısa
zamanda gün yüzüne çıkarılmalıdır. Yoksa başkaları
gizlice kazılar yaparak bir tarihi yok etmektedir."
dedi.
Çevrede, bu bölgenin
Kalubela şehri olarak bilindiğini ve bugüne kadar
düzgün bir araştırmaya tabi tutulmadığını dile
getiren Dr. Öncel, bazı arkeologların kazı
yaptığını, onların da buluntuları kayıtlara
geçirmediğini ifade etti. Dr. Öncel, şunları ifade
etti:
"Son zamanlarda
buralar yağmacıların talanına uğramaktadır. Burada
araştırma için bir ekip görevlendirildi. Burada
araştırma ekibi nesli tükenmiş, ne olduğu belli
olmayan bir hayvan yumurtası buldu. Ancak bu
araştırmacılar bu yumurtalardan hiç bahsetmediler.
Yumurtaların birkaç tanesi telef oldu, geri kalan
5-6 tanesinin de Urfa Müzesi'nde olması gerekiyor.
Ancak ne kayıtlarına ne de teşhirlerine
rastlamadık." şeklinde konuştu.
Dağın, Cudi Dağı
olduğunu ve Hz. Nuh'un gemisinin dağlar arasında
kaldığını ileri süren Öncel, iddialarını şu
belirtilerle destekledi: "Buranın çevresi dağ. Ve iç
kısımda küçük bir ova kalmış. Dağda hiç toprak yok.
Aşağıda ise hiç taş, kaya yok. Dolayısıyla bu toprak
kemik ve içindekilerin kalıntısından oluşan
topraktır. Bu küçük ovacığın, geminin eni, boyu ve
yüksekliğinin bu bölgedeki toprağa eş değer olması.
Samsat, Harran, Urfa ve Ninova'nın çevrede olması;
gemi kalıntısının yığını olarak bu toprağın burada
bulunması; teras evlerin hepsinde su olmadığından
dolayı her evin altında kazılmış olan sarnıçların
olması. Bir de burası en yüksek zirve, kuzey
Mezopotamya'nın en yüksek zirvesi olması."
'Ağrı'da kalıntılar
bulundu' sorusuna ise Öncel, buna tepki göstererek
tamamen asılsız olduğunu savundu. Öncel, oradaki
fosillerin 6 bin yıllık olmadığını, orada tarihin
çarpıtıldığını ifade etti. Dünya tarihçileri ve
arkeologları, araştırma için davet ettiğini kaydeden
Öncel, "Bu şehir bütün dünya şehridir. Bütün dünya
buradan yayıldı. Bütün dünya Urfalıdır. Gelsinler
orijinallerini burada arasınlar, bizim kapımız
açık." ifadelerini kullandı.
Çevrenin devlet
tarafından kontrol altına alınması gerektiğini
vurgulayan Öncel, yağmacılar tarafından yağmalandığı
yönünde uyarılarda bulundu. Bu topraklarda altın
aramanın yersiz olduğunu anlatan Öncel, bu bölgedeki
duvarların, toprağın, dağın altından daha kıymetli
olduğunu söyledi.
Bugün, 05.08.2010
|
AĞRI'DA 2 BİN 600 YILLIK
ZAR

Ağrı’nın Doğubayazıt
İlçesi'ndeki Gölyüzü Köyü'nde bulunan Urartu
Krallığı’ndan kalma kalede yapılan yüzey
araştırmasında, 2 bin 600 yıllık zar bulundu.
Mustafa Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aynur
Özfırat başkanlığında, Prof.Dr. Veli Sevin ile
Prof.Dr. Necla Aslan Sevin’in de aralarında
bulunduğu bilim kurulunca, ilçeye 8 kilometre
uzaklıktaki Gölyüzü Köyü'nde, gün yüzüne çıkarılan
kalede yüzey araştırması yapıldı.
Yüzey araştırması ile ilgili bilgi veren Prof.Dr.
Veli Sevin, Gölyüzü Kalesi’nde iki hafta önce
yapılan araştırmada kalenin Urartu Krallığına ait
olduğunu belirlediklerini ifade ederek, araştırma
sırasında, kalenin doğu terası üzerinde, pişmiş
toprak malzeme kullanılarak elde edilen "zar"
bulduklarını söyledi.
Kale ile üzerindeki eser ve seramiklerin tarihinden
hareketle zarın günümüzden, 2 bin 600 yıl öncesine
ait olduğunu tespit ettiklerini belirten Prof.Dr.
Sevin, eserin, Doğu Anadolu Bölgesinde ortaya çıkan
ilk zar örneği olduğunu vurguladı.
Prof.Dr. Sevin, Urartu Krallığı'nın asırlarca hüküm
sürdüğü Doğu Anadolu Bölgesi'nde, Urartuların
oyunlarıyla ilgili şimdiye kadar herhangi bir
bilginin bulunmadığını anımsatarak, zarın gün yüzüne
çıkarılmasının, Urartuların zar ve tablalı oyunlar
oynadığının göstergesi olduğunu bildirdi.
Zarla ilgili araştırmaların devam edeceğini anlatan
Sevin, şunları kaydetti: "Büyüklüğü itibarıyla
günümüzde rulet masalarında kullanılan zarlara
benziyor. Ayrıca rakamların dizilişi de günümüzdeki
ile aynı. Zar, Doğu Anadolu Bölgesindeki ilk örnek
olması bakımından bizim için oldukça önemli ve
tablalı oyunların da
bu bölgedeki
köklü geçmişinin canlı göstergesidir."
Prof.Dr. Sevin, Heredot’a ait kitaplarda ve bir çok
tarihi kaynakta, zar ve tablalı oyunları,
İranlıların bulduğu yönünde bilgiler yer aldığına
dikkati çekerek, "Urartu Krallığının İran’daki
medeniyetlerden daha erken dönemde yaşadığını
düşündüğümüzde, zarlı oyunları İranlılardan önce
keşfettiği ihtimali üzerinde durabiliriz" dedi.
Sevin, yapılacak incelemelerin ardından zarın, Van
Müze Müdürlüğü'ne teslim edilerek, burada
sergileneceğini sözlerine ekledi.
Radikal, Haber: Metin
Karip, 05.08.2010
|
BEYDAĞ KALESİ'NDE
KAZILAR DEVAM

Trakya Üniversitesi'nden
25 kişilik öğrenci grubunun katıldığı kazılar
bölgenin çeşitli yerlerinde sürerken, öğrencilere
kucak açan Beydağ Belediye Başkanı Vasfi Şentürk,
Kültür Müdürlüğü tarafından yürütülen çalışmalarda
ödeneğin yetersiz kaldığını belirterek, ilgi
gösterilmesini istedi.
Kazılarla ilgili konuşmanın erken olduğunu ifade
eden Ödemiş Müze Müdürü ve Kazı Başkanı Sevda Çetin;
"Kalede Bizans dönemine ve daha önceki dönemlere ait
olduğunu düşündüğümüz eserlere henüz ulaşamadık.
Ancak önümüzdeki hafta yapılacak kazılar sonucunda
net konuşmamız mümkün olacak. Kazı alanının aşağı
tabakalarında daha eski dönemlere ait kalıntıların
olduğuna dair elimizde bilgiler var. Buradaki
temeller cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yapılan
hükümet konağına ait, zaman ilerledikçe burada
mevcut olduğunu düşündüğümüz kiliseye ulaşacağız.
Kazılar Beydağ'ın tarihi hakkında önemli değişiklere
neden olabilir" dedi.
Kazının devam edebilmesi için İzmir İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü'nden daha fazla ödenek gerektiğini
ifade eden Beydağ Belediye Başkanı Vasfi Şentürk,
"Biz belediye olarak öğrencilerimizin yeme-içme ve
barınma gibi temel tüm ihtiyaçlarını karşılıyoruz.
Ancak kazıların sürmesi için İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü'nün burayı hatırlaması ve daha fazla
ödenek sağlaması gerekiyor. Eğer ödenek gelmezse
kazılar yarım kalacak. Beydağ'ın İzmir'in 30
ilçesinden biri olduğu hatırlanmalı. Müdürlüğümüzden
yetkilileri Beydağ'a gelip incelemelerde bulunmaya
bekliyoruz. Kazılar tamamlanmazsa bu alanlar talan
olur" diye konuştu.
Yrd. Doç.Dr. Özkan Ertuğrul ve öğrencileri kalenin
kurulu olduğu 1500 metrekarelik alanda
araştırmalarını sürdürüyor. Kalenin güneybatısında
bir evin bahçesinde ortaya çıkan kemerli kovukta
kazı çalışmaları başlatılırken, burada da birkaç gün
içinde sonuç alınması bekleniyor.
Haber Ekspres,
05.08.2010
|
TEMELDEN RESTORASYON
Büyükşehir Belediyesi,
Ayasofya'dan
sonra İstanbul'da ayakta kalan en eski yapılardan
biri olarak kabul edilen
Molla Zeyrek Camisi,
diğer adıyla
Pantokrator Manastır Kilisesi'nin
restorasyonu için temel araştırmasını ihale etti.
Hanart Mimarlık
Restorasyon firmasının 160 bin TL'ye
üstlendiği ihale kapsamında, tarihi yapının temel
araştırması, statik durumu, arazinin jeolojik
araştırması gibi mühendislik çalışmalarının yanı
sıra, restorasyon öncesi fizibilite çalışmaları
gerçekleştirilecek. 2011sonuna kadar tamamlanması
hedeflenen çalışma sonrasında ortaya çıkarılacak
tabloya göre, restorasyon için proje ve inşa
çalışmaları başlatılacak.
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 05.08.2010
|
|
TİKA'NIN KUDÜS'TE İNŞA
ETTİĞİ DUVAR TARTIŞMA YARATTI

Türk İşbirliği ve
Kalkındırma Dairesi Başkanlığı’nın (TİKA) Kudüs’ün
Eski Şehir bölgesinin etrafına 3 metre yüksekliğinde
bir duvar örmeye başladı. İnşaatın Kudüs
belediyesinden izinli olduğu açıklandı ancak kimi
gruplar projeye sert muhalefet gösteriyor.
Müslüman Mahallesi’nin
Aslanlar Kapısı girişinin hemen dışında bulunan
Yusufiye Mezarlığı’nın çevresinde hızla yükselmeye
başlayan duvarın amacının mezarlığı korumak olduğu
belirtildi.
Yusufiye Mezarlığı
Haremüşşerif’in doğu duvarı boyunca uzanıyor ve
1,400 yıllık mezarlara ev sahipliği yaptığı
söyleniyor.
Projenin bir parçası
olarak duvarın Eriha Yolu’ndan Aslanlar Kapısı’na
geliş yönünde tamamlanan kısmına bir Türk bayrağı
asıldı. Mezarlığın eski duvarları hala sağlam olduğu
için projeye gereksiz gözüyle bakılıyor.
İnşaat sahasının önünde
projenin TİKA tarafından hayata geçirildiğini
gösteren İngilizce-Türkçe tabela dikkat çekiyor.
Kudüs’te benzer projelerin yabancı yatırımcılar
tarafından hayata geçirilmesi sıra dışı bir durum
değil. Ancak Türkiye-İsrail ilişkilerinin dibe
vurduğu bir dönemde Türkiye’den bir devlet kurumunun
şehirde inşaat yapması hassas bir mesele.
Jerusalem Post’un
Çarşamba günü görüştüğü TİKA
Ankara bürosundan
bir sözcü, inşaatla ilgili açıklama yapmayı
reddederek, “TİKA’nın
Filistin’deki
ofisi”ne yönlendirdi.
Gazete söz konusu
ofisin Kudüs’ün doğusunda Şeyh Cerrah mahallesinde
bulunan Türk Konsolosluğu olduğunun ve yapılan
aramaların cevapsız kaldığının altını çizdi.
Ancak Kudüs belediyesi projenin kendi bilgisi
dahilinde ve “yasalar kapsamında gelen talepler
üzerine verilen izinler doğrultusunda” yapıldığını
belirtti. Dahası belediye yetkilileri “yukarıdan
düşen taşların yayalara zarar vermesini önlemek için
duvarın yükseltilmesinin gerekli olduğunu” belirtti
Ancak projeyle ilgili şüpheleri olanlar da var.
İsrail Toprak Fonu’nun kurucusu ve Kudüslü aktivist
Aryeh King, Jerusalem Post’a projenin yasadışı
olduğuna ve “siyasi kaygılar dolayısıyla” kabul
edildiğini inandığını söyledi.
King, “İsrail Eski
Eserler Dairesi dahil birçok kurumun bu projeye en
başından beri karşı olduğunu biliyorum. Ama yine de
yeşil ışık yakıldı” dedi. Bunun bir tesadüf
olmadığında ısrar eden King, “Türk hükümeti tek
taraflı adımlar atarak Kudüs’te her istediğini
yapabileceğini göstermek istiyor. Eski Şehir’in
girişine yapılan duvar da bunun bir örneği” dedi.
İsrailli aktivist,
“Projeye bir hafta daha zaman veriyorum. Eğer o
tarihten sonra da çalışmalar sürerse meseleyi
mahkemeye götürmeyi planlıyorum. Bu işin bitmesini
istiyorum, o kadar” dedi.
Balkanlardan,
Ortadoğu’ya ve Afrika’ya kadar dünyanın Türklerin ve
Müslümanların yaşadığı birçok yerinde TİKA
restorasyon projeleri yapıyor. Özal döneminde
kurulan TİKA, faaliyetlerini Başbakanlık çatısı
altında yürütüyor.
Hürriyet, 05.08.2010
|
|
SULUSARAY UYANIYOR
Tokat'ın 69 km
güneybatısında yer alan Sulusaray İlçesi’ndeki, MÖ
1. yüzyıla tarihlendirilen Antik Sebastopolis
Kenti’nde, 19 yıl sonra kazılara tekrar başlanıyor.
İngiltere Veliaht Prensi
Charles’ın 90’lı yılların başında gayrıresmi olarak
ziyaret ettiği Sebastopolis’te ilk kazılar,
1987-1991 yılları arasında yapılmıştı. Yeni kazı
çalışmaları, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü
(IFEA),
İstanbul Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin işbirliği, Dr.
Markus Kohl’un başkanlığında yürütülecek. Tokat
Valisi Şerif Yılmaz, “İlçenin altı olduğu gibi kazı
alanı. Antik kentin çok küçük bir bölümü görülüyor.
Her evin inşaatında, antik kente ait bir parça
görmek mümkün. Kazıyla beraber o değeri sahiplenmek
istiyoruz. Turizm açısından önemli merkezlerden biri
olacak” dedi.
Hürriyet, 05.08.2010
|
BAHÇESİNDEN ROMA'YA ÇIKTI
Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi'nde oturan Nizamettin Oral iki yıl önce bahçesinde sera kurmak için kazı yaparken tarihi kalıntılara rast geldi. Olayın ortaya çıkması üzerine Kültür Bakanlığı Kdz. Ereğli Müzesi tarafından başlatılan kazı çalışmalarında iki yılın sonunda MS 3. yüzyıldan kalan Roma Dönemi'ne ait kalıntılara ulaşıldı. Bulunan iki mozaik ve ardından ortaya çıkan odaların ardından üçüncü mozaik bulundu. Üçüncü oda için ümitlendiren çalışmalarda, odaların güzel ve dekorlu olması villa ihtimalini artırıyor. Kazı çalışmalarının yapıldığı bahçenin sahibi Nizamettin Oral, bahçesindeki tarihi eserin yedi emin olarak kendisine teslim edildiğini belirtti.
Aylardır evinin balkonunda gece gündüz nöbet tuttuğunu belirten Oral, devletin hiçbir maddi destek vermemesinden yakınıyor. Bahçesini ekemediği için önemli derecede maddi kaybı olduğunu belirten Nizamettin Oral, çalışmalar bitirildikten sonra alanın etrafına en azından tel çekilmesini istedi.
Yeni Şafak, 05.08.2010
|
 |
İLK DÜNYA MİRASLARI

UNESCO (Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü)
1972 yılındaki genel konferansında 175'ten fazla
ülke bir antlaşma imzaladı. Bu anlaşma ile UNESCO
tarafından belirlenen kültürel ve doğal varlıklar
Dünya Mirasları listesine alınarak gelecek nesillere
aktarılması planlandı. Böylelikle 1978'den itibaren
21 ülke temsilcisinin oluşturduğu
Dünya Miras Komitesi
(ICOMOS), aday gösterilen değerler arasından
seçim yaparak listeyi oluşturmaya başladı. Peki
günümüzde 911 değerin yer aldığı listenin ilk halini
biliyor musunuz?
İşte 1978
yılında ilan edilen ilk Dünya Mirasları:
L'Anse aux Meadows Milli Tarih Siti, Kanada

L'Anse aux
Meadows, (Denizanası Koyu) Kanada’nın Newfoundland
ve Labrador eyaletinde bulunan Newfoundland Adasının
kuzeyindeki arkeolojik kazı yeridir. 1960 yılında
bulunan yer, vikinglerin Grönland dışında Kuzey
Amerika’da bulunan tek yerleşim yeridir. Burası,
Kolomb Öncesi Okyanus Ötesi Temas teorisinin
bilimsel kamuoyunda kabul edilen tek örneğidir.
Nahanni Milli Parkı, Kanada

Nahanni Milli
Parkı, Kanada'nın Kuzeybatı Toprakları'nda bulunan
bir milli parktır. Park 30,000 km2 alan kaplar ve
Mackenzie Dağları üzerinde yer alır. Parktan geçen
Nahanni Nehri, parkta bulunan kanyonların içinden
geçerek oradaki şelaleden aşağı akar. 90 metre
yüksekliğindeki bu şelale, çevresindeki yüksek
dağlar ve balta girmemiş ladin ormanları ile çok
güzel bir manzaraya sahiptir.
Tarihi Quito Şehri, Ekvador

Quito, Güney
Amerika'nın kuzeydoğusundaki Ekvador'un başkentidir.
Şehrin yüksekliği 2,500 metredir ve bu onu dünyadaki
ikinci en yüksekte yer alan başkent yapar. 1534
yılında yerli halkın İspanya'ya karşı direnişi devam
ederken, 15 Ağustos günü Francisco Pizarro San
Francisco de Quito'yu kurdu. 6 Aralık 1534'te şehir,
Rumiñahui'yı yakalayan ve organize bütün direnişleri
sona erdiren Sebastián de Benalcázar önderliğindeki
204 yerleşimci tarafından resmen kurulmuştur.
Galapagos Adaları, Ekvador

Büyük Okyanusun
doğusunda Ekvador'a bağlı olan takımadalar Colon
Takımadaları olarak da bilinir. Uzak ve izole bir
konumda olan adalar, Güney Amerika kıtasının
yaklaşık 1000 km batısında yer alır. Galapagos
takımadaları toplam 50,000 km² yüzölçüme sahiptir.
Charles Darwin, evrim kuramı çalışmasına esin
kaynağı olan gözlemlerini bu adalardan bazılarında
yapmıştır. Volkanik bir yapıya sahip olan ada,
içerisinde kendine özgü birçok biyolojik tür
barındırmaktadır.
Simen Dağları Milli Parkı, Etiyopya

Simen Dağları,
Etiyopya'nın kuzeyinde bulunan dağlardır. Bu
bölgedeki milli park, UNESCO Dünya Mirasları
Listesi'nde yer alır. Simen Dağları, Afrika'da kar
yağışının gözlemlenebildiği nadir yerlerden biridir.
Dağların arasında vadiler ve dik uçurumlar çok
bulunur. Simen, Amharca kuzey anlamına gelir.
Lalibela'daki Dağa Oyulmuş Kiliseler, Etiyopya

Bir efsaneye
göre 12.yy, Zagne Hanedanlığı zamanında bir prens
doğar. Annesi bir gün prensin beşiğinin arılar ile
kaplanmış olduğunu görür. Bunu prensin gelecekteki
başarısına dair iyi bir işaret olduğunu düşünür ve
arılar hükümdarlığını tanıyor anlamına gelen "Lalibela"
diye bağırır. O tarihten itibaren prensin doğduğu
şehir Lalibela olarak anılır. Başka bir efsane ise
Kral Lalibela'nın krallığının mirası olarak
Lalibela'da yer altındaki volkanik taşları
oydurtarak kiliseler yaptırdığı yönündedir.
Aachen Katedrali, Almanya

Aachen
Katedrali, veya İmpreyal Katedral Almanya'nın
batısındaki Aachen bölgesinde yer alan Katolik
katedraldir. Kuzey Avrupa'nın bilinen en eski
katedralidir. Orta çağlarda Azize Meryen Kilsesi
olarak anılırdı.
Tarihi Krakow Şehri, Polonya

Polonya'nın en
eski ve en büyük üç şehrinden biridir. 2004 nüfusuna
göre 780.000 (yakın topluluklarla birlikte 1,4
milyon) kişi yaşamaktadır. Tarihi şehir, Vistül
Irmağı'nın Wawel Tepesi'nin ayağında Küçük
Polonya'nın (Malopolska) güneyinde kalıyor. Küçük
Polonya Voyvodası'nın da 1999'dan beri başkentidir.
Wieliczka Tuz Madeni, Polonya

Polonya'nın
Krakow kenti yakınlarında bulunan bir tuz madenidir.
Wieliczka Tuz Madeni'nin en önemli özelliği dünyanın
en eski tuz madenlerinden biri olmasıdır. O kadar ki
maden tarih öncesi çağlardan beri kullanılmıştır.
Maden 1996 yılında düşük tuz fiyatları ve madendeki
bir çökme nedeni ile kapatılmıştır.
Gorée Adası, Senegal

Gorée Adası,
Senegal'in Dakar şehrinin 19 idari bölgesinden
birisidir. Gorée Adası köle ticaretinde çok önemli
bir yere sahipti çünkü Afrika'nın içlerine kadar
uzanan yolların ve nehirlerin kesişim noktasında yer
alıyordu. Köleler adadaki mahzenlerde tutulur ve
gelen gemilerle gönderilirlerdi. Ada günümüzde köle
ticaretinin dehşetinin gözler önüne serilmesi için,
turizme açılmış ve kölelerin saklandığı mahzenler,
yemek yedikleri kaplar, bileklerine takılan
prangalar gibi şeyler sergilenmektedir.
Mesa Verde
Milli Parkı, ABD

ABD'nin
Colorado eyaletinde bulunan bir milli parktır. Mesa
Verde Milli Parkı'nda Pueblo halkı tarafından yüksek
bir vadiye inşa edilen bir köyün kalıntıları yer
alır. Mesa Verde adı İspanyolca Yeşil Masa anlamına
gelir. Bu adı o bölgede yetişen çam ve ardıç
ağaçlarından kaynaklanır. Parkta bir müzenin, bir
sarayın ve vadi duvarı üzerinde yer alan evlerin
kalıntıları yer alır.
Yellowstone Milli Parkı, ABD

Yellowstone
Milli Parkı ABD'nin Idaho, Montana ve Wyoming
eyaletlerinde yer alır. 1 Mart 1872'de Devlet
Başkanı Ulysses S. Grant'ın imzasıyla ABD'nin ve
dünyanın ilk ulusal parkı olmuştur.
Tarihte ilan
edilen ilk milli park olma özelliğini taşımaktadır.
Milli parkın büyüklüğü yaklaşık olarak 8987 km²'dir.
Amerika'nın Idaho, Wyoming ve Montana eyaletlerinin
kesiştiği yerde bulunur. Özellikle içinde bulunan
çok büyük gayzerleri ile tanınır. Dünyadaki sıcak su
kaynaklarının yarısı burada bulunur ve sayıları
10000'i aşar.
Sabah, Haber: Lale
Gençalp, 05.08.2010
|

|
HEDEF, DÜNYA KÜLTÜR
MİRASI LİSTESİ
Amasya, UNESCO dünya
kültür mirası listesine girmeyi hedefliyor.
Amasya Belediyesi
tarafından hazırlanan koruma amaçlı imar planının
koruma kurulunun onayından geçtiğini ve askı
süresinin beklendiğini belirten Amasya Kültür ve
Turizm İl Müdürü Ahmat Kaya, "Tahminen ağustos
ayının sonundan itibaren kentimizin koruma amaçlı
imar planı var diyebileceğiz. Sonrasında ise dünya
kültür mirası listesine girmek için gerekli şartları
yerine getirecek ve aday il olarak başvuruda
bulunacağız" dedi.
Amasya Kültür ve Turizm
İl Müdürü Ahmet Kaya, Müze Müdürü Celal Özdemir ve
basın mensuplarıyla birlikte İstanbul Üniversitesi
(İÜ) tarafından Amasya Kalesi'nde gerçekleşen
arkeolojik kazı çalışmalarını yerinde inceleyen
Amasya Valisi Halil İbrahim Daşöz, Yrd. Doç.Dr.
Emine Dönmez'den kazı çalışmaları hakkında bilgiler
aldı.
Amasya Kent haber,
05.08.2010
|
BAKANLIK, DEPO MÜZE VE
KÜLTÜR PORTALI KURACAK
2010 Beklenti Raporu’nu
hazırlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı, süreli yayın
ve kağıt koleksiyonlarının muhafazası için kapsamlı
bir proje başlatırken, yeni müzelerin ve depo
müzelerin yapılmasını hedefliyor. Bakanlık ayrıca,
kamu kurumlarının internet sitelerinde kültür,
tarih, sanat gibi konularda bilgi sağlayan bir
portal oluşturulmasını da planlıyor.
Süreli yayın ve kağıt
koleksiyonlarının muhafazası çalışmasını Süleymaniye
Kütüphanesi’nde başlatacak.
Bakanlığın raporunda konuyla
ilgili yapılan açıklama şöyle: “Kamu kurumlarının
internet sitelerinde bulunan Türkçe içeriğin
derlenmesi ve görsel materyallerle desteklenmesi ile
kültür, tarih, sanat gibi konularda bilgi sağlayan
bir portal oluşturulması hedeflenmiştir. Portalın
hizmete sunulmasıyla birlikte; ülkemizin kültürel
birikimi, tarihi zenginlikleri yurtiçinde ve yurt
dışında daha güzel bir şekilde anlatılmış olacaktır.
Portal,
www.turkiyekulturportali.gov.tr internet
adresinden test yayınına alınmıştır.”
Hürriyet, 05.08.2010
|
LİKYA YOLU GÜN IŞIĞINA ÇIKACAK
Muğla'daki Kaunos
antik kentinden Antalya'ya kadar uzanan 3 bin
kilometre uzunluğundaki antik Likya Yolu'nun
‘tamamının' ortaya çıkarılması için çalışma
başlatıldı. 2 bin yıl önce yapılan yolun tamamının
ortaya çıkarılmasının 12 yılı alması bekleniyor.
Çalışma Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu
ile Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen ve Edebiyat
Fakültesi Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü'nce
yürütülecek. Prof.Dr. Sencer Şahin, "Bu yollar
biraz düzeltilirse, Antalya'dan başlayıp Fethiye'ye
kadar rahat bir şekilde hem karadan hem sahilden
gidilebilecek" dedi.
Antik yol, MS 43 yılında Roma İmparatoru Cladius'un Likya'yı (Teke Yarımadası) işgal düşü
nedeniyle gündeme geldi. İşgali hızlandırmak için
Antalya'dan Kaunos'a yol yapıldı. Ulaşılmayan kent
kalmadı. Likya yolu, daha sonra kalkınma projesi
oldu. Biri dağ yolunda 2-6 metre arasında
genişliğinde, diğeri sahil şeridinde 6 metre
genişliğinde iki yol ağı oluşturuldu.
Radikal, 04.08.2010
|
POMPEIOPOLIS KAZILARI START ALIYOR
Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'nde 4 yıldır devam eden Pompeiopolis antik kenti kazıları bu hafta sonu start alıyor.
Yaklaşık 1,5 ay sürecek olan kazı çalışmaları ile ilgili konuşan Kazı Başkanı Almanya Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer, bu yıl 5. yılını gerçekleştirecekleri Pompeiopolis kazılarına Almanya, İtalya ve Fransa başta olmak üzere bir çok ülkeden uzman ve arkeologların katılacağını söyledi.
4 yıl gibi kısa bir süre zarfında Pompeiopolis antik kentinde beklediklerinden çok daha fazla buluntuya ulaştıklarını belirten Summerer, bu yılki kazı çalışmaları kapsamında önceki yıllarda yaptıkları jeofizik çalışmalarından yola çıkarak hareket edeceklerini ve antik kentin tarihine ışık tutacak buluntulara ulaşmayı hedeflediklerini vurgulayarak yüzey araştırmalarına da bu yıl ağırlık vereceklerini kaydetti.
Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan da, 5. kazı sezonunun en verimli şekilde geçmesi için her yıl olduğu gibi bu yılda ellerinden gelen desteği vereceklerini ve en kısa sürede Pompeiopolis antik kentini Karadeniz turizmine kazandırmayı amaçladıklarını ifade etti.
Internet Haber, 04.08.2010
|
 |
2 BİN YIL SONRA GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Tekirdağ’da devam eden arkeolojik kazılarda, Trak
Tapınağı’na ait çok sayıda 2 bin yıllık tarihi eser
bulundu.
Tekirdağ’da merkeze bağlı Karaevlialtı bölgesinde
bulunan ve MÖ 2. yüzyılda çıkan yangın
sonucunda kullanılamaz hale geldiği sanılan Heraion-
Teikhos Antik Kentin’deki Pantheon’da (şehrin saygı
duyduğu tüm tanrıların kutsandığı yer) kazı
çalışmaları devam ediyor.
Kazı başkanı Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Neşe Atik, bu kazının Traklar’a ait ilk şehir kazısı olduğunu söyledi. Atik, 2. yüzyılda çıkan yangından dolayı
kullanılamaz halde olduğu sanılan tapınaktan şu ana
kadar önemli eserler çıkarıldığını söyledi ve
“Tapınak içinde şimdiye kadar çok sayıda Hera,
Kybele, Eros, Afrodit gibi tanrılara ait
heykelcikler ile tunçtan yapılmış paralar, pişmiş
topraktan damgalı Amphora kulpları ve küpler,
kurşundan yapılmış sapan taşı ve benzeri eserler
çıkardık.” dedi.
Atik, 2000 yılından bu yana çalışmaların devam
ettiği Karaevlialtı bölgesinde; ilginç buluntular
elde ettiklerini söyledi ve “Bu yılki çalışmalarda
kentin en yüksek tepesindeki tapınağı ortaya
çıkarmaya çalışıyoruz. Elde ettiğimiz bulgulara
bakarak ilk başta tapınağın bir yangında yok
olduğunu sandık” dedi.
Kazılar şehrin kuzey doğusunda yapılmaya devam
ederken, şehrin kuzey batısında 2,5 metre
kalınlığında duvarları olan kare şeklinde bir kule
bulundu. Tapınağın kuzey doğusunda yüzeye yakın olan
bu heybetli kuleyi kazmaya başladıklarını açıklayan
Prof.Dr. Atik, ”Bu kule kuzey doğuda bir kapının
parçası olmalı; ancak henüz ona bağlanan sur
duvarları ortaya çıkmadı. Duvar örgü sistemi ve
kalınlığından savunma için yapıldığını anlıyoruz;
çünkü 2,5 metre kalınlığında duvarları olan bu kule
11 metreye 11 metrelik devasa büyüklükte.” diye
bilgi verdi. Atik, kulenin çevresinin surlarla
çevrili olduğunu da bildirdi.
Kazıya başlayalı 1 hafta olmasına rağmen
tapınağın içinde ilginç buluntular ortaya
çıkardıkları ifade eden Atik, “Türklerde koçun
kutsal olması gibi Traklar’da da köpek kutsal hayvan
olarak kabul ediliyor. O dönemde iyi şans getirmesi
için köpekler kurban ediliyordu” dedi ve ekledi, “Bu
tapınağın 3 ayrı evresi var: Döşemelerin üzerindeki
kap parçalarından yaptığımız incelemeye göre
milattan önce 6. yüzyıldan itibaren burada kutsal
alan var. 4. yüzyılda bir yapılaşma daha oluşmuş.
Milattan önce 2.yüzyılda da, bu görkemli tapınak
inşa edilmiş. Bu tapınak birçok kültürün hepsini
birden içinde barındırıyor.”
Daha önceki kazı çalışmalarında en yüksek tepenin
kuzey batısında Traklar’a özgü değişik tümülüs
mezarlığı bulduklarını söyleyen Atik, bunları açığa
çıkarmak istediklerini, bu mezarların sıra dışı
olduklarını ve bu nedenle bu yılki projelerinde
bozulmamış haldeki bir iki örneği açmak
istediklerini söyleyerek, bu sayede Trak
erkeklerinin eşlerinden biriyle gömülmüş
olabileceğini saptamak istediklerini belirtti.
“Çünkü tarihçi Heredot’a göre, Trak erkeklerinin
çok eşleri olurdu. Trak erkekleri öldüğü zaman
kadınları da mezara girmek istermiş. İhtiyar heyeti
de hangi kadının bu şerefe nail olacağına karar
verir, ölen Trak erkeği bir eşiyle birlikte
gömülürmüş; fakat bunu hiçbir yerde tespit
edemediler.” diyen Atik, daha önce bulunan mezar yan
yana iki gömünün yapılmasını gerektirecek şekilde
olduğunu; ancak mezardan ortaya çıkarılanların biraz
karıştırıldığını, kesin bilgiler için bozulmamış bir
mezar gerektiğini ifade etti ve kazı çalışmalarının
1 ay süreceğini, sağlıklı bir şekilde devam etmesi
için de bu alanda çalışmaların kamulaştırılması
gerektiğinden söz etti.
Atik, sözlerine arkeolojik çalışmaların çok
masraflı ve sabır isteyen bir iş olduğunu belirterek
devam ederken son olarak da, ”Kültür ve Turizm
Bakanlığı bu kazı için bize 30 bin lira tahsis
ediyor. Şu anda bu paranın yarısı bize verildi. Bu
parayla bu kazıyı sürdürmemiz mümkün değil. Benim
gibi diğer arkeolog arkadaşlar da aynı sıkıntıyı
paylaşıyor. Yeme, içme ve temizlik ihtiyaçlarını
resmi belge olarak gösterme şansımız olmadığından
büyük sıkıntı yaşıyoruz. Tarihin ortaya çıkması için
destek verilmesini istiyoruz.” dedi.
Ntvmsnbc, 04.08.2010
|
|
900 YILLIK TARİHİ ESER
Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile Akdeniz Üniversitesi adına Prof.Dr. Nevzat
Çevik başkanlığında sürdürülen Myra-Andriake
kazılarında 6 metre alüvyon altından çok iyi
korunmuş halde bulunan kilisenin duvarında yer alan
fresko büyük ilgi gördü.
Myra-Andriake kazıları Bizans dönemi sorumlusu
Prof.Dr. Engin Akyürek, Dr. Özgü Çömezoğlu ve kazı
ekibi tarafından üzerinde çalışılan 12. Yüzyıl
freskosunda Hz. İsa, Hz. Meryem ve Hz. Yahya’nın
Deesis-Yakarış sahnesinin betimlendiği bildirildi.
Kazı ekibi tarafından, renklerinin canlılığı
dolayısıyla “adeta renkli bir fotoğraf gibi” diye
nitelenen freskonun özgün yanının Hz. Meryem ve Hz.
Yahya’nın ellerinde tuttukları yazı parşömenleri
olduğu kaydedildi.
Kazı Ekibi Başkanı Çevik, “Anadolu’nun Pompeisi”
olarak adlandırılan Myra antik kentinin içini
göstermeye başladığını belirterek şöyle konuştu:
“Kazılarda elde edilen ilk bulgular, Demre’nin
altında yatan büyük metropolden kalan bilgilere
ilişkin önemli korunmuşluk haberleri vermektedir.
900 yaşındaki fresko, resimleme niteliği,
korunmuşluk ve ikonografi açısından Demre tarih ve
kültüründe bir basamağın daha aydınlatılmasında
büyük katkısı olmuştur. Daha şimdiden turistlerin
ilgisini çeken bu yeni kilise Demre turizmine de
yeni bir katkılar verecektir.”
Haber Vakti, 04.08.2010
|
TEOS, 40 YIL SONRA GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK
İzmir'in Seferihisar İlçesi'nde bulunan Teos antik kentindeki kazı çalışmaları, 40 yıl aradan sonra, sanatçıların da katıldığı törenle başladı. MÖ 3000'li yıllarda kurulan, dönemin en büyük liman kenti olma özelliğine sahip Teos'ta, kazı çalışmalarının başlaması nedeniyle düzenlenen törene Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer, İzmir Müze Müdürü Mehmet Tuna, İzmir Kültür Müdürü Abdülaziz Ediz, Kültür Bakanlığı temsilcisi Mahir Atacı, AKP İlçe Başkanı Ümit Cingöz ve 4. Türkiye Tiyatrolar Buluşması için Seferihisar'da bulunan tiyatro sanatçıları Erhan Gökgücü, Orhan Aydın, Turgay Tanülkü da katıldı. Teos'un sanatçılar kenti olduğunu hatırlatan Soyer, "Tarihte ilk kez oyuncular birliği burada kurulmuş. Umuyorum ki, bu mirasın ortaya çıkartılmasıyla beraber, sahip olduğumuz zenginliklerin gereğini de yapmaya başlarız" dedi. 8 Eylül'e kadar devam edecek kazılar Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Musa Kadıoğlu başkanlığında yürütülecek. İlk olarak Dionysos Tapınağı, antik tiyatro, Odeon ile Demeter ve Kore Tapınağı'nın bulunduğu alanlardaki yapılaşma ile antik kentteki cadde-sokak sisteminin araştırılmasına yönelik jeofizik çalışmaları yapılacak.
Yeni Asır, Haber: Mustafa Karabulut, 04.08.2010
|
 |
EN GÜZEL CAMİNİN İZNİK ÇİNİLERİ

2007 senesinde Newsweek Dergisi tarafından
‘’Avrupa’nın en güzel camisi’’ seçilen, Eminönü
Hasırcılar Çarşısı'nda ki Rüstempaşa Camisi
ziyaretçilerini ağırlıyor. Günde 200
turist ağırlayan caminin içindeki çiniler bir
takım nedenlerle kaybolmuş olsa da gelenleri
büyülüyor. Çiniciliğin dününü ve bugününü
konuştuğumuz İznik Çini Vakfı Kurucusu ve Başkanı
Prof.Dr. Işıl Akbaygil ‘’Rüstempaşa, en güzel
seçilmeyi hak eden bir cami’’diyor.
İslam mimarisine MS 9.yüzyılda giren çini
nedir ve ne gibi değişikliklere uğramıştır?
Çini yarı değerli bir taştır ve dünyanın her yerinde
kullanılmıştır. Avrupa’dan bize geçen bu kültür bir
bakıma ustaların gerçektende kendilerini ifade ediş
tarzları olmuştur diyebilirim. Çünkü Osmanlı
Devleti’nde resim yapmak bir dönem yasaktı. Çini ve
çinicilik değerini kaybetmemiş ama dönem dönem arka
plana atılmıştır. Yine de günden güne modernleşen
bir yapıya sahiptir. Örneğin, 16.yy.da daha çiçekli
böcekli motifler uygulanmıştır. Desenler çok çeşitli
yapılmış mesela 740 çeşit lale deseni var.
İznik Çinisi’nin özelliği nedir?
İznik Çinisi’nin yaklaşık yüzde 85’ini kuarz
dediğimiz bir taş oluşturmaktadır. Bu taş kaç yıl
geçerse geçsin hep aynı frekansı yayıyor ve çoğu
sağlık aletinde de kullanılmakta. Çini de bu taş
sayesinde uzun ömürlü. Günümüzde de taşa verilen
değer arttıkça çininin değeri de artıyor.
İznik Çiniciliği bir dönem durmuş, bu
duruşun sebebi nedir ve ne zaman canlandı?
İznik Çinisi 16.yy.da yapılmış ve bu dönem en güzel
dönem.17.yy başında da örnekler var sonra yapılmamış
bir daha örnek yok. O zamana kadar çini özellikle
saray ve cami kaplamasında kullanıldığı için
gerileyen ekonomi içerisinde çinide geride kalmış.
Çünkü bu yarı değerli taş, maliyeti fazla, yapımı
zor, büyük bir emek. Sadece taşın maliyeti değil
yapılma aşamasında çalışanlarında maliyeti fazla
geliyor saraya.40 kişilik bir ekip çalışıyor
başlarında çerçici başı bulunuyor. O yüzden de o
dönemde ilk bundan vazgeçiliyor. Daha sonra 1989
yılında biz İstanbul Üniversitesi olarak yaptığımız
kazılardan çıkan küçük çini parçalarıyla bir
sergi açtık fakat
sergi beklediğimizden daha büyük bir coşkuyla
karşılandı ve dünyanın dört bir tarafından çiniler
geldi. Küçük sergimiz büyük bir ses getirdi ve
yüzlerce çiniyi 400 yıl sonra bir araya getirdik. O
sene İznik Yılı ilan edildi ve çini canlandı.
İznik Çini Vakfı’nın kuruluşu da bu
vesileyle mi oldu? Çalışmalarınız nasıl gidiyor?
Sergi büyük ses getirince ve gerçekten
istediğimizden çok daha büyük işler başarınca
‘’Acaba çiniciliği eski ihtişamına kavuşturabilir
miyiz?’’düşüncesiyle vakfı kurdum. Bu işi bilen
kişiler ve kuruluşlarla çalıştık ve çalışmaya devam
ediyoruz. Çiniye ilgi gerçekten büyük pek çok
firmayla çalışıyoruz.
Yapı Kredi Bankası Genel Müdürlük binası,
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası binası, İGDAŞ
merkez ofisi, Halk Bank Genel Müdürlük binası,
dekorasyonunda çini kullanılan yerler. Dekorasyon
dışında süs eşyaları, evani dediğimiz ürünler ve
yemek takımları da yapılıyor. Ümidimiz yüzde 70’lik
gelişimin daha da üste çekilmesi.
Çini sanatının mimariye nasıl bir etkisi
var?
Dedik ya dönemin en başından beri saraylarda
camilerde kullanılıyor bu sanat, bir estetiklik
katıyor yapılan inşaya. Hele ki günümüzde ucuz,
tehlikeli ve sağlıksız malzemelerden yapılan
binaların sayısı çok fazla. Bu açıdan baktığınızda
çini sağlıklıdır, huzur verir insana. Renkli, çeşit
çeşit desenli, insanın içini açan bir sanat.
Mimariye hem göz zevki hem sağlamlık katıyor.
Yemek takımı yapılan çinilerle süs eşyası yapılan
çiniler arasındaki fark nedir? Bu farkı ürünü
alırken fark edebilir miyiz?
Yemek takımı yapılan çinilerde kurşun yerine kalay
kullanılıyor. Olabildiğince azaltılıyor kurşun
miktarı. Diğer türlü kullanılmaz su alır içine ve
bir süre sonra bozulur. Bu farklılığı nasıl bir
kıyafetin orijinal olup olmadığını
anlayabiliyorsanız, çinide de anlayabilirsiniz.
Gözle görülür farklılık olacaktır. Ancak bunu
yapmanın kolay olmadığını o yüzden her yerden
alınmaması gerektiğini söylemek isterim. Biz
TÜBİTAK ile 2 yıl üzerinde çalıştıktan sonra
kurşun kalay dengesini ayarlayabildik. O yüzden her
‘’Bunda yemek yenilir’’denilen yerden çini almamak
lazım.
Bakıldığında aynı gözüken İznik çinisi ile
Kütahya çinisi arasında nasıl bir fark var?
Kütahya çinisi olsun diğer çiniler olsun hepsi ayrı
bir dal. Kütahya çinisi gerçekten çok güzel ve hiç
durmadan devam etmiş, çizimleri renkleri çok güzel.
Seramik kültürü olduğu için daha ucuza mal
edebiliyorlar. Yapılan en büyük hata satış amacıyla
kendilerine özgü çizimlerin üzerine İznik çini
çizimlerinden eklemeleri. Kendi özlerini
öldürüyorlar, bu çok üzücü. Örneğin Nevşehir’e
gittiğimde o kadar güzel çiniler gördüm, o kadar
güzel bir konsept vardı ki bunu dile getirdiğimde
satıcı şöyle cevap verdi’’Ama Işıl Hanım müşteri
bunları beğenmiyor, İznik çinisi istiyor.’’ Kendi
çizimlerini geliştirip, üstüne düşmeleri lazım.
Çininin yapım aşamalarını anlatır mısınız?
En önemli maddesi dediğim gibi kuarz. Kuarz un
haline getiriliyor kalıplara basılıyor. Günlerce
kurutuluyor daha sonra bisküviler çıkıyor, çok yavaş
bir şekilde çıkartılıyor tabi. Önce astar
koyuyorsunuz daha sonra sır atılıyor ve çok ama çok
yavaş bir şekilde pişiriliyor. 940 dereceye kadar
çıkılıyor ve 1 haftaya kadar sürüyor. Bir çininin
yapılması toplam 60 günü buluyor. Çizimlerde de
ustalar kafasına göre çizim yapmıyor bir plan var,
geometri var. Desenleri ona göre yerleştiriyorlar.
Öyle olmasa normal bir resimden ne farkı kalır.
Renkler çok önemli metal oksitten yapılan boyalar
kullanılıyor, demir oksit belli oranlarda katılıyor.
Her şey bittikten sonra da özel yapıştırıcılarıyla
yapıştırılıyor.
Kataloglarda da gördüğüm çinilerde de
çoğunlukla mavi ve tonları var bunun sebebi nedir
sizce?
Mavi sudan geliyor ve rahatlatıcı bir etkisi
olduğunu düşünüyorum. Feng shui gibi birçok akımda
mavi önemli bir renktir. Kaldı ki başka ülkede yok
adı ‘’Turkuaz’’ olan.
Bir çini ustasında olması gereken özellikler
nelerdir?
Çini tam bir sabır işi ve gönülden yapılması
gerekiyor yoksa günlerce haftalarca uğraşmak çok zor
gelebilir o kişiye. Düşünebiliyor musunuz kocaman
bir caminin ya da sarayın içi tamamen çini ne büyük
bir sanat. Ruhlarını vererek yapıyor ustalar
çinileri.
Rüstempaşa camisi İznik çinileriyle ünlü bir
cami, içerisindeki çinileri biraz anlatır mısınız?
Rüstempaşa camisi bir zenginlik göstergesi çünkü
içerisinde çok değerli çiniler bulunuyor. En
önemlilerinden bir tanesi kırmızı mercan çinisi.
Yapılması çok zor çünkü kırmızı demir oksitten
yapılıyor. Demir oksitin de genleşme oranı çok
yüksek olduğu için diğer boyalarla karıştığı zaman
çatlama, patlama yapıyor. Ama işin sırrı şu
Rüstempaşa camisinde de bakarsanız iki rengin
arasında ince beyaz bir boşluk var, işte o boşluk
çatlamayı engelliyor. Rüstempaşa camisi dışarıdan
özel gözükmese de Avrupa’nın en güzel camisi olarak
seçilmeyi hak ediyor.
Cnn Türk, Haber: Işıl Kırbay, 04.08.2010
|
GÜNAY, KAÇIRILAN TARİHİ ESERLERİN PEŞİNE DÜŞTÜ
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat
Süslü, Türkiye'den yurt dışına kaçırılan arkeolojik
eserlerin ülkeye tekrar kazandırılması için Kültür
ve Turizm Bakanlığı düzeyinde çalışmaların devam
ettiğini açıkladı. Süslü, Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın, Sırbistan'dan bin 845 sikke ve
379 arkeolojik eseri geri istediğini bildirdi.
Süslü, Muğla Bölgesi'nde devam eden arkeolojik kazı
ve yüzey araştırması yapan ören yerlerinin kazı
heyeti başkan ve öğrencileriyle, Muğla İl Özel İdare
Salonu'nda bir araya geldi. 2009 çalışmalarının
değerlendirildiği Muğla Kazıları ve Yüzey
Araştırmaları Toplantısı'na, Muğla Valisi Fatih
Şahin de
katıldı. Süslü, İstanbul'da geçen mayıs ayında
yapılan sempozyumda, belli kararlar alındığını
belirterek, "Arkeolojik kazı sürelerini uzun tutmaya
çalışacağız. Restorasyona da ağırlık vermeliyiz.
Yabancılardan kazı ve yüzey araştırması sonucu
yaptıkları yayınları Türkçe olarak da sunmalarını
isteyeceğiz. Arkeolojik çalışmalarla ilgili
kamuoyunu bilgilendireceğiz. Kamuoyu ne yaptığımızı
bilirse, 'mezar kazıcıları' yakıştırması yapılmaz.
İşimize ve tarihe sahip çıkılır" dedi.
Süslü, 2007-2010 arasında Almanya, İsviçre,
İngiltere, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerden
bin 727 tarihi eserin geri geldiğini de belirterek,
"Önümüzdeki günlerde Bakan Günay'ın Sırbistan
ziyareti sırasında bin 485 sikke ile 379 adet
arkeolojik eser ülkemize iade edilecek. Türkiye'den
kaçırılırken, Sırbistan-Bulgaristan sınırında ele
geçirilen eserlerin Anadolu'ya ait olduğunu
ispatladık. Bazı eserlerimiz özellikle Osmanlı
döneminde izinle dışarı çıkarılmış. Bakım, onarım
diye götürülenler de olmuş. Birçoğunun kopyası
gelmiş. Özel izinle çıkarılanlar neyse, kalan tüm
eserlerimizi getirmek için çaba içindeyiz" dedi.
Süslü, Bakan Günay'ın, Çorum Boğazköy'den Almanya'ya
kaçırılan Boğazköy (Hattuşaş) Sfenksi'nin Türkiye'ye
geri getirilmesi için girişimlerine devam ettiği de
açıklarken
Muğla'ya da eser kazandırılacak. Muğla'ya da bölge
müzesi kurulacak. Toplantının oturum başkanlığını
yapan Kaunos Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık ise,
"Bana ne yaptığımızı bilmiyoruz gibi geliyor. Kazı
izinleri iptal edilmeli. Kurallar yeniden
belirlenerek ruhsatlar yeniden verilmeli" diye
konuştu.
Yeni Asır, Haber: Bekir Tosun, 04.08.2010
|
DİDİM'DE KÜLTÜR TURİZMİ BAŞLIYOR

AA
muhabirinin aldığı bilgiye göre,
Didim
Belediyesi MÖ 2. yüzyılda, Rumların
yaşadığı ve mübadele yıllarında Kavala'dan gelen
Türkler'in yerleştiği
Apollon Tapınağı
bölgesindeki Yoran Köyü'nü kültür
turizmine kazandırmak için çalışma başlattı. Sanat
tarihçisi ve proje yöneticisi
Başak Kamacı,
tarihi şapelin restore edileceğini belirterek,
buranın Koruma Uygulama Denetleme Bürosu'nun (KUDEB)
ofisi olarak kullanılacağını bildirdi.
Bahçede de düzenleme yapılarak, sergi alanı olarak
kullanmayı planladıklarını ifade eden Kamacı,
''Öncelikle restorasyon sürecinin tamamlanması
gerekiyor. Onaylı restorasyon projelerimiz hazır
durumda. Kısa bir sürede binanın restorasyonuna
başlayacağız, bir ay içinde çalışmalara
başlayacağımızı tahmin ediyorum. 5 ay içinde de
restorasyon tamamlanır ve hizmete girer'' dedi.
Kamacı, Didim'in sadece kumu ve deniziyle değil,
tarihiyle de dünyaya tanıtılacağını söyledi. Yoran
Köyünü kültür turizmine kazandırmak için Belediye
Başkanı Mümin Kamacı'nın
öncülüğünde Meandros Gönülleri
tarafından bir girişim başlatıldığını ifade eden
Kamacı, 100'den fazla tarihi evin bulunduğu Yoran'ın
1. derece arkeolojik sit alanı içinde kaldığından,
şimdiye kadar hiçbir restorasyon çalışması
yapılamadığını dile getirdi.
Yoran'da bulunan tescilli evleri tekrar hayata
kazandırma adına başlattıkları girişimin olumlu
sonuç verdiğini, belediye sınırlarına geçen bin 70
metrekarelik alan üzerinde iki tescilli yapı
bulunduğunu bildiren Kamacı, ''Mal sahiplerinin
isteğiyle istimlak edilen bu alanın alınması için İl
Özel İdaresinin yüzde 90'lık katkısı oldu. Kültür
turizmini ayağa kaldırmak için öncelikle önemli
mekanları hayata kazandırmalı ve burada eskiden var
olan tarihi yapıyı canlandırmalıyız'' diye konuştu.
İçişleri Bakanlığı tarafından görevden
uzaklaştırılan eski Didim Belediye Başkanı Mümin
Kamacı da bu projenin kendi başlattığı çalışma
olduğunu, sonuna kadar bunun takipçisi olacağını
bildirdi.
Kendisinin yerine seçilecek belediye başkanının da
bu projeyi sahipleneceğine inandığını kaydeden
Kamacı, ''Didim olarak tarihsel ve kültürel açıdan
çok büyük zenginliklere sahibiz. Bunları korumak
için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz'' diye
konuştu.
Habertürk, 03.08.2010
|
KÜTAHYA'DA BİN 242 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi girişinde bulunan
A.Ö. isimli şahsa ait çantada bin 242 parça tarihi
eser ele geçirildi.
Kütahya Tavşanlı Karayolu üzerinde bulunan
Dumlupınar Üniversitesi üst nizamiye girişinde
alınan duyum üzerine A.Ö. isimli şahsın üzerinde ve
çantasında yapılan aramada; Bizans dönemine ait 8
adet bronz sikke, Roma dönemine ait 13 adet bronz
sikke, Roma dönemine ait 2 adet gümüş sikke, Osmanlı
dönemine ait 6 adet bronz sikke, Osmanlı dönemine
ait 28 bronz sikke, 1 adet bayan figürlü baş
heykelciği, bir adet delikli taş, 3 adet Türkiye
Cumhuriyeti Devletine ait tedavülden kaldırılmış
delikli madeni para, 317 adet Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ne ait tedavülden kaldırılmış madeni para,
280 adet Alman Devletine ait tedavülden kaldırılmış
para ile 583 adet muhtelif devletlere ait tedavülden
kaldırılmış madeni para ele geçirildi. A.Ö. alınan
ilk ifadesinin ardından adli makamlarca tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü edinilen
bilgiler arasında.
Star Gündem, 03.08.2010
|

Antalya’nın Kumluca İlçesi'ndeki,
Rhodiapolis Antik Kenti’nde sürdürülen kazı
çalışmalarında ortaya çıkartılan 1500 yıllık
mozaikli kilise tabanının, yapılacak projeyle koruma
altına alınarak, halkın ziyaretine açılacağı
bildirildi.
Kumluca’da ilk kez 1892 yılında Avusturyalı bilim
adamlarınca keşfedilen Rhodiapolis Antik Kentinin
üzeri, bu tarihten sonra bölgede kazı çalışması
yapılmaması üzerine otlarla kapandı. Antik kent,
2000 yılında çıkan yangının ardından tekrar ortaya
çıktı.
Kumluca merkezine 2,5 kilometre uzaklıkta, ilçeye
hakim bir tepe üzerinde kurulu antik kentte 2006
yılında Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden
Prof.Dr. Nevzat Çevik tarafından başlatılan
kazıların başkanlığını, geçen yıldan itibaren aynı
üniversiteden Doç.Dr. İsa Kızgut üstlendi.
Doç.Dr. Kızgut, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, kazı çalışmalarının yaklaşık bir ay önce
başladığını, bu yıl öncelikle, geçen yıldan yarım
kalan çalışmaları tamamlamayı hedeflediklerini
bildirdi.
Antik çağda Likya kentlerine yaptığı yardımlarla
ünlenen Opramoas’ın anıtının da bulunduğu antik
kentte, geçen yıl kilisenin mozaikli tabanının
ortaya çıkarıldığını hatırlatan Kızgut, bu yılki
çalışmalar başlayana kadar mozaik kaplı alanın
üzerini toprakla örterek koruduklarını anlattı.
Kızgut, kilisenin kuzey yönünde günışığına
çıkarılan ve MS 5. yüzyıla tarihlenen
mozaik zeminin altı renkten oluştuğuna dikkati
çekerek, her paneli farklı bir desen içeren
mozaiklerin koruma duvarlarının da aynı şekilde
işlendiğini tespit ettiklerini ifade etti.
Mozaiklerin üzerini hem iklim şartlarından, hem
de insan etkilerinden korumak için toprakla örtmek
zorunda kaldıklarına işaret eden İsa Kızgut, 1500
yıllık mozaikleri koruma altına alarak,
sergileyebilmek için bir proje geliştirdiklerini
aktardı.
Kızgut, 400 metrekare alana yayılı mozaiklerin
üzerini çatıyla örtmeyi hedeflediklerini belirterek,
‘Bu projede üzeri örtülü alanda mozaiklerin
aralarında gezinti yolları olacak’ dedi.
Mozaikli zemin için
hazırladıkları projenin yaklaşık 100 bin TL’ye mal
olacağını bildiren Doç.Dr. Kızgut, finansal destek bulunduğu takdirde
projenin gelecek yıl hayata geçeceğini vurguladı.
Antik kentte mozaiklerin yanı sıra, tiyatro,
hamam, Opramoas anıtı, kilise, nekropoller ve çok
sayıda su sarnıcı bulunuyor.
haberler.com, Fotoğraf:
Kemer Gözcü, 03.08.2010
|
DEFİNECİLER TOROSLARDAKİ VANNOS KENTİNİ YAĞMALADI

Araştırmacı Tarihçi Cezmi Yurtsever, Osmaniye
ilinin Sumbas İlçesi sınırları içinde bulunan Mehmedli
Köyü ile Bağdaş yaylası arasındaki
vadilerde tarihi araştırmalar yaptığını,
araştırmaları esnasında tarihi kervan yollarının
kavşağında ve stratejik önemi sahip halk arasında
çayır ve çimenlik arasında bulunduğu için Çem Kalesi
ismini alan Vannos kentinin defineciler taraflından
yağmalandığını söyledi.
Yurtsever, elinde bulunan Osmanlı Arşivindeki
1530 tarihli Tapu-Tahrir defterinden adı geçen
kalenin gerçek isminin “Vannos Kale ve Şehri”
bilgisine ulaştığını belirterek, “Vannos kale ve
antik kentinin bulunduğu yerde yaptığım yüzey
araştırmaları esnasında giriş kapısı üzerinde
Anadolu tarihinin şifrelerini çözümleyecek kadar
önemi bulunan heykeller ve yazılı taşlar ile
karşılaştım. Giriş kapısı üzerindeki oturur
durumdaki kral ve her iki yanındaki aslan
heykellerinin defineciler tarafından sürekli olarak
kırıldığını öğrendim. Buna rağmen kalenin giriş
kapısının sarp duvarı üzerindeki aslan ve geyik
heykellerine defineciler ulaşamadığı için sapasağlam
durduğunu gördüm. Kalenin muhtelif yerlerindeki
yazılı taşları inceleyerek adı geçen kalenin geç
Bizans döneminde yapıldığı ve Ortaçağ’da da Haçlılar
ve Kilikya Ermenileri tarafından kullanıldığını
tespit ettim” dedi.
Yanında bulunan köylü Ömer Hökelek’in
rehberliğinde kale ve aynı adı taşıyan kent üzerinde
yaptığı araştırmalarda tarihi antik kentin
definecilerin saldırısına uğrayarak köstebek yuvası
haline getirildiğini üzülerek gördüğünü kaydeden
Yurtsever,”Kalenin batı sur duvarlarının bir kısmı
yerinden sökülerek uçuruma yuvarlanmış, mevcut
duvarların her yerinde köstebek yuvası gibi çukurlar
açılmış. Antik kentin kilise ve manastırlarının
temellerine kadar çukurlar açılarak define aranmış.
Düşündürücü olan ise Vannos antik kale kentinin
yönetim tarafından korunmadığı ve definecilerin
yağmalanmasına terk edildiğini üzülerek görmüş
olmamdır” diye konuştu.
Osmaniye İli içinde bulunan tarihi Vannos antik
kale kentindeki içler acısı tarih yağmasını yerinde
görmesi için Vali Celalettin Cerrah’ı Vannos antik
kale-kentine davet eden Yurtsever, “Vannos antik
kale-kenti Çukurova’yı Kapadokya’ya bağlayan ama
henüz sırları çözümlenemeyen Toros geçitlerinin
tarihini aydınlatan sırları bünyesinde barındırıyor.
Kalenin girişindeki heykeller ve yazılı taşlar acili
olarak koruma altına alınmalı ve en kısa zamanda
bilimsel araştırmaların başlatılarak tarihi
gerçeklerin ortaya çıkarılması ve dünyaya
açıklanmasını gerektiriyor” şeklinde konuştu.
Beyaz Gazete, 03.08.2010
|
 |
KÜÇÜKÇEKMECE GÖLÜ'NDEN TARİH FIŞKIRIYOR
Küçükçekmece Gölü kıyısında, 2007 yılında bulunan 2700 yıllık antik Bathonea Kenti kazılarından tarih fışkırıyor.
Bu yılki çalışmaların ilk haftalarında, Roma dönemine ait bir mezar steli, 11. yüzyıla tarihlenen bir Bizans sikkesi, antik limana bağlanan ana ve tali yollar, porfir bir sütun parçası, Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerine ait çanak-çömlek-seramik parçaları, Hellenistik dönem izleri taşıyan apsisli bir yapı kalıntısına da ulaşıldı. Bakanlar Kurulu kararıyla sürdürülen Bathonea kazısının 2010 yılı çalışmalarında, kentin ızgara planlı bir yerleşime sahip olduğu belirlendi. Bathonea kazısı sadece ülkemizde değil, tüm dünyada geniş yankı uyandırdı. Amerikan Arkeoloji Enstitüsü yayını “Archaeology 2009”, yılın en önemli arkeolojik keşifleri arasında ilk on beş içinde Bathonea’yı da gösterdi.
Kazı başkanı, Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın destek verdiği çalışmalarda önemli adımlar attıklarını belirtti.
Hürriyet, Haber: Bülent Ovacık, 03.08.2010
|
TARİHİ ÇİNİ FIRINLAR GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
İstanbul
Üniversitesi'nin en uzun soluklu kazılarından biri
olan İznik kazılarında, tarihi çini fırınlar gün
yüzüne çıkarılıyor.
Bursa’nın İznik İlçesi'nde, tarihi çini
fırınlarını gün yüzüne çıkarmak için 1984 yılından
beri sürdürülen kazı çalışmalarına bu yıl da
başlandı.
İznik’te, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi ve
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Oktay Aslanapa
tarafından Maltepe Caddesi’nde bulunan tarihi çini
fırını kalıntılarının gün ışığına çıkarılması için
1984 yılından bu yana devam eden kazılar yeniden
başladı.
Kaymakamlık ve Belediyenin de destek verdiği kazı
çalışmalarını Yrd. Doç.Dr. Belgin Demirsar Arlı’nın
kontrolünde yapılıyor. Çalışmalara, çeşitli
üniversitelerden sanat ve arkeoloji dalı bölümü
öğrencileri de katılıyor.
Kazıların bu yılki bölümü 31 Ağustos’ta sona
erecek.
Trt/Haber, 03.08.2010
|
|
REDİF BİNASI YENİ GİBİ OLDU

İlimizdeki en önemli Osmanlı dönemi yapılarından
olan, bir dönem Askeri Mahkeme olarak da kullanılan
Kolordu mevkiindeki Redif Binası’nın restorasyon
çalışmaları devam ediyor. 3 Ağustos 2009 tarihinde
ihalesi yapılan Redif Binası, tam bir yıl sonra
bugün şık görünümüyle dikkati çekiyor. Redif Binası
tamamlandığında Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri ve
Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak hizmet verecek.
Tarihi geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan,
Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemi kültür ve
medeniyetlerine kucak açan İzmit’te, çok önemli bir
kültür varlığı daha gelecek kuşaklara aktarılacak.
İnönü Caddesi Kolordu mevkiindeki, bir dönem Askeri
Mahkeme olarak da kullanılan Redif Dairesi
Binası’nın restorasyon çalışmasında bugün itibariyle
tam 1 yıl geride kalırken, ortaya çok şık bir eserin
çıkacağı anlaşılıyor.
Tarihi Redif Binası, Kocaeli İl Özel İdaresi
tarafından restore ediliyor. Geçen yıl, 3 Ağustos
2009 tarihinde ihalesi gerçekleştirilen Redif
Binası'nın restorasyon işini 1 milyon 420 bin TL
tahmini bedelle Alay İnşaat firması üstlenmişti.
İşin teslimi 240 iş günü. Yani kısa bir süre sonra
işin teslim edilmesi gerekiyor.
Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu’nun izniyle gerçekleştirilen restorasyon
kapsamında binanın alınlığındaki Osmanlı Devlet
Arması uzmanlar tarafından temizlendi ve yenilendi.
Osmanlı Devlet Arması yeni haliyle yerine takıldı ve
oldukça görkemli duruyor.
Redif Binası tamamlandığında “Atatürk, Türk Silahlı
Kuvvetleri ve İzmit Redif Müzesi” adıyla hizmet
verecek.
Redif Binası'nda şu günlerde iç kısımlarda çalışma
sürdürülüyor. İzmit Belediyesi’nin Tarih Koridoru ve
Kültür Tepesi projeleri kapsamında Redif Binası çok
büyük önem taşıyor.
1863 yılında redif subayları için, İzmit Mutasarrıfı
Hasan Paşa tarafından inşa ettirilen Redif Binası,
150 yıldır dimdik ayakta duruyor. Redif Binası'nın
mülkiyeti halen askeriyeye ait. Daha önce askeri
yetkililer konu hakkında açıklama yapmış, binanın
restore edilmesinin ardından müze olarak
kullanılacağı belirtilmişti. Askeri yetkililer,
müzede İzmit’in Kurtuluş Savaşındaki yeri, İzmit’in
kurtuluşu, İzmit’te milli mücadele kahramanları,
bölgedeki ayaklanmalar, Atatürk’ün İzmit’e gelişi
ile yakın tarihte yaşanan gelişmelere ait
dokümanların bulunacağını, binanın ikinci katında
ise Atatürk’e ait eşya, belge, tarihi objeler ve
balmumu heykelinin yer alacağını söylemişlerdi.
Özgür Kocaeli, 03.08.2010
|
SOLOİ POMPEİOPOLİS KAZISINDA YENİ BULGULARA ULAŞILDI
Mersin’de, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dokuz
Eylül Üniversitesi iş birliğiyle ‘Sütunlu Cadde” ve
”Soli Höyük”te yürütülen Soloi Pompeiopolis antik
kenti kazılarında yeni bulgulara ulaşıldı.
Sütunlu Cadde'de erken Bizans dönemine tarihlenen
dini yapı bulunurken, Soli Höyük’te bir yüzünde
balta, diğerinde mahmuzlu orak kalıbı bulunan
kalıntıya ulaşıldı.
Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı
Prof.Dr. Remzi Yağcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
bu yıl 12′ncisi 15 Temmuzda başlayan kazıları,
Mezitli ilçe Belediyesinin desteğinde 36 kişilik
ekiple sıcağa rağmen sürdürdüklerini söyledi.
Sütunlu Cadde'de geçmiş dönemlerde ortaya
çıkardıkları zenginliklerin Mersin Müzesi’nde
sergilendiğini belirten Yağcı, ”Erken Bizans
dönemine tarihlenen avlular ve Bizans defineleri,
Roma dönemine ait hem küçük hem de büyük heykeller
gibi birçok yapı ve eser kent kültür turizmine katkı
sunuyor” dedi.
Bu yılki kazılarda ise Sütunlu Caddede büyük bir
yapı kalıntısı ortaya çıkarıldığını vurgulayan
Yağcı, şöyle devam etti:
”Şapel olduğunu tahmin ettiğimiz dini yapıya
burada ilk kez rastlıyoruz. Bu durum Sütunlu
Caddenin hem Roma hem de Bizans döneminde kentin
merkezi yeri olduğunu gösteriyor. Sütunlu Caddeyi
yatay olarak kesen dini yapının erken Bizans
dönemine tarihlendiğini tahmin ediyoruz.
Apsisini bulduğumuz yapının etrafında genişletme
çalışmalarını sürdürüyoruz. Milattan sonra 525 yılı
depremine kadar bu şapel kullanılmış olmalı. Yani
Roma ve Bizans dönemi iç içe bir durum sergiliyor.
Bu da Soloi Pompeipolis’te kesintisiz iskan olduğunu
kanıtlıyor.”
Yağcı, Soli Höyük’te ise Mersin’in dip tarihini
araştırdıklarını bildirdi. Geçmiş yıllarda burada
Kizzuwatna dönemine ait savunma sistemi ortaya
çıkardıklarını anımsatan Yağcı, ”Bu da Toroslar İlçesindeki Yumuktepe Höyüğü ile paralellik
gösteriyor. Bunun yanı sıra Mersin’in dip tarihine
ışık tutacak yazılı belgeler elde etmiştik” diye
konuştu.
Bu yıl ise maden teknolojisi ile ilgili ”bir
yüzünde balta ve diğer yüzünde mahmuzlu orak
kalıbı”nın yer aldığı önemli bulguya ulaştıklarına
işaret eden Yağcı, şöyle konuştu:
”Bu buluntu, milattan önce 15. yüzyılda Soloi
Pompeiopolis’te metalürji ile ilgili üretim
atölyelerinin olduğunu gösteriyor. Geçmişte balta ve
benzeri aletler elde edilmişti. Ancak Kilikya
yöresinde ilk kez elde ettiğimiz balta ve orak
kalıbı, bölgede tarımsal ve silah teknolojiyle
ilgili üretim yapıldığını da ortaya koyuyor. Bir
liman kenti olan Soli’nin aynı zamanda bir üretim
merkezi olduğunu gösteriyor ve Hitit arkeolojisine
önemli katkıda bulunuyor.”
Yağcı, 12 yıldır yürüttükleri kazı çalışmalarının
yanı sıra restorasyon çalışmalarına da önem vererek
Sütunlu Cadde’yi ayağa kaldırmayı amaçladıklarını
bildirdi.
Caddenin güney ucundaki Adana Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu tarafından onaylanan
projeyi hayata geçirmeyi çalıştıklarını anlatan
Yağcı, ”Projenin yaklaşık maliyeti 2 milyon lira.
Kaynak arayışı sonuçlandığında tahminen bir yıl
içinde caddenin güney ucunu 2′şer sıra 7′şer sütun
halinde ayağa kaldıracağız. Bu kazılar için önemli
gelişme olacak. Koruma bilinci artacak ve
restorasyonun ne anlama geldiği daha iyi
anlaşılacak” dedi.
Görkemli yapının ayağa kaldırılması için
kamulaştırmanın şart olduğunu vurgulayan Yağcı,
şunları kaydetti:
”Yaptığımız bu çalışma ve çabaların kamulaştırma
ile desteklenmesi lazım. Sütunlu Caddenin iki
tarafının mutlaka kamulaştırılması ve limana kadar
açılması lazım. Bakanlık nezdinde müracaatlarımız
var ve sonuçlanmasını bekliyoruz. Eğer kamulaştırma
gerçekleştirilirse 200 sütunluk Sütunlu Cadde
turizme açılarak hem karadan hem denizden
gezilebilir hale gelecek. Ayrıca, kuzeyde bir müze
projemiz var. Bununla ilgili çalışmaları ilgili
makamlara ilettik ve sonuçlanmasını bekliyoruz.”
Yağcı, kazıların 15 Ağustos'a kadar süreceğini
sözlerine ekledi.
Zaman, 02.08.2010
|
BOĞAZ'IN GÖZCÜSÜ YOROS KALESİ'NDE KAZI BAŞLADI

Onyıllardır ilgi bekleyen, Anadolu Kavağı’ndaki
“Ceneviz” diğer adıyla “Yoros Kalesi’nde arkeolojik
kazı ve restorasyon çalışması başladı.
Anadolu Kavağı’ndaki Ceneviz
Kalesi olarak da
bilinen Yoros Kalesi’nde yıllardır yapılması
beklenen arkeolojik kazı çalışmaları başlatıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi
işbirliğiyle başlatılan kazılarda Roma, Ceneviz ve
Osmanlı dönemi mirasına ait önemli tarihi bulguların
ortaya çıkarılması hedefleniyor. Kazıyı İstanbul
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nden Prof.Dr. Ahsu
Bilban Yalçın başkanlığında, tarihçi, arkeolog ve
restoratörlerden oluşan 20 kişilik uzman bir ekip
gerçekleştiriyor. Kazıların ne kadar süreceği çıkarılacak olan
buluntulara bağlı. Fakat ilk etapta 10 yıllık bir
çalışma periyodu öngörülüyor. Kalenin ihtiyaç
duyulan bölgelerinde güçlendirme yapılması
sağlanacak. Ardından yarım kalmış, yıkılmış kemerler
tamamlanacak, kalenin tipini ve karakterini
yansıtacak tamamlamalar yapılacak. Sonraki yıllarda
ise bölgede kara kazısı ile birlikte sualtı
çalışmalarına da başlanması planlanıyor.
Roma , Bizans, Ceneviz ve Osmanlı döneminin
özelliklerini yansıtan ve tarihi 12. yüzyıl Bizans
dönemine kadar uzanan kaledeki kazılar sonucunda bir
Zeus Tapınağı ile cami kalıntılarına da ulaşılması
bekleniyor. Kalenin Bizans döneminde Zeus
Tapınağı’nın kalıntılarının üzerine kurulmuş
olabileceği belirtiliyor. Çalışmalarına başlayan
arkeoloji ekibi, onyıllardır ilgi bekleyen kalenin
bu süre içinde çok değerli armasının da çalındığını
belirtti. Arkeoloji ekibi, armanın “bir belge” ve
“Bizans Kalesi’nin bayrağı” niteliğinde olduğunu
vurguladı. Karadeniz girişinde yer alan Yoros
Kalesi, Antik Çağda “Tanrıların Dağı ve Kutsal Dağ”
anlamlarına gelen Hieron bölgesinde bulunuyor.
Efsaneye göre, Argonotların kralı Phriksos “Altın
Post”u Karadeniz sahillerine kaçırırken burayı
kurmuş. Denizcilerin çok sevdiği rüzgar olarak
bilinen Ourios ismi de kaleye verilmiş.
“Yoros” ismi ise 1371′de Yıldırım Beyazıd’ın
kaleyi fethetmesinin ardından Türkler tarafından
kullanılmaya başlanmış. Garnizon olması amacıyla
yapılan kale, gümrük kontrollerinin yanı sıra
Karadeniz’den gelebilecek saldırıları da önleme
görevini uzun yıllar üstlenmiş.
Sabah, 02.08.2010
|
KAYIHAN HAMAMI'NDA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Bursa'da Kayıhan Hamamı'nda
restorasyon çalışmaları hızla sürüyor. Binanın
içinde ve kubbelerin bulunduğu çatı kısmında sıva ve
dolgu malzemelerinin temizliği sürürken, 100'lerce ton dolgu malzemesinin altında
kaldığı için görülmeyen 2 kubbe de gün ışığına
çıkarıldı.
Belediye Başkanı Recep Altepe,
geçtiğimiz ay restorasyon çalışmalarının
başladığı Kayıhan Hamamı'nda incelemelerde bulundu. Büyükşehir
Belediyesi Projeler Koordinatörü Aziz Elbas'tan
çalışmalar hakkında bilgiler alan Başkan Altepe,
sıva ve dolgu malzemesi temizliğinin yoğun
olarak yapıldığı tarihi hamamın çatısını da
gezdi.
Başkan Altepe,
Kayıhan Hamamı'nın restorasyon işleminin uzun
süredir kendi gündemlerinde olduğunu belirterek
6 yıla aşkın sürenin ardından sorunların
çözüldüğünü ve 1 yıl içinde buranın restore
edileceğinin müjdesini verdi. Kayhan'ın anıtsal
yapıları, el sanatları ve mimari yapılarıyla
Bursa'nın örnek bölgelerinden
olduğunu belirten Başkan Altepe, bu bölgenin hak
ettiği değeri bulması için bu çalışmaların
sürdürüldüğünü belirtti.
Kayıhan Hamamı, Sultan 2. Murad'ın tahta
çıkışıyla Baş Vezirlik makamına getirilen Vezir
Koca Mehmet Nizamüddin Paşa tarafından 15.
yüzyılın ikinci yarısında yaptırıldı. Yaklaşık
bin 500 metrekare alana sahip hamam, 1727, 1763
ve 1870 yıllarında geçirdiği yangınlarda büyük
hasar gördü. Özel mülkiyette olan ve son 100
yılını gerçek işlevinin dışındaki alanlara
hizmet vererek geçiren tarihi yapı, bir dönem
kereste atölyesi olarak kullanıldığı için 'Keresteciler Hamamı' olarak da anıldı.
Bursa Olay, 02.08.2010
|
MİLAS'TA TARİHİ ESER OPERASYONU
Muğla'nın Milas
İlçesi'nde ''tarihi eser kaçakçılığı'' yaptıkları
iddia edilen 8 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye
göre, Muğla Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından
yürütülen projeli çalışmalar neticesinde, Milas'ta
operasyon düzenledi. Operasyonda, ''tarihi eser
kaçakçılığı'' ve ''kaçak kazı'' yaptıkları iddia
edilen N.K., O.Y., M.T., MÖ, M.A., MS, Y.D. ve
F.B. gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte değişik
dönemlere ait 17 adet sikke ele geçirildi. Zanlılar,
sorgulamalarının tamamlanmasının ardından adliyeye
sevk edilecek.
Yeni Asır, 02.08.2010
|
5300 YILLIK ŞİFREYİ ÇÖZDÜLER

Dünyanın en yaşlı
mumyasının DNA şifresi çözüldü, şimdi hayattaki
akrabaları aranıyor!
20 yıl önce
Avusturya ve
İtalya sınırında, eriyen bir Alp buzulunda
bulunan
buz adam Ötzi'nin pelvis bölgesindeki bir
kemikten alınan DNA örneğinin şifresini çözen
uzmanlar, mumyanın gen haritasını çıkarmayı ve
akrabalarını bulmayı planlıyor.
5 bin 300 yıl önce ölmüş olan Ötzi'nin kalıntıları
İtalya Bolzano'da bir müzede sergileniyor.
Bolzano'daki Iceman Enstitüsü'nün yöneticisi Dr.
Albert Zink, Ötzi'nin DNA'sından elde edilen
bilginin
diyabet,
hipertansiyon ve
kanser gibi hastalıkların kalıtsal yönleri
konusuna da ışık tutacağını söylüyor.
Gazeteport'un haberine göre, Zink, "Kanser ve
diyabet gibi hastalıklarla bağlantılı olduğunu
bildiğimiz temel gen mutasyonları var ve
Oetzi'nin bunları taşıyıp taşımadığını ya da
bunların yakın dönemde mi ortaya çıktığını görmek
istiyoruz" diyor. Uzmanlar büyük keşfin gelecek
yılki 20. yıl dönümünde Ötzi'nin yaşayan
akrabalarını bulmayı umuyor.
Ötzi, 19 Eylül 1991'de karın içinde bulunmuştu. Boyu
1 metre 64 santimetre ve 58 kilogram ağırlığında
olan Ötzi öldüğünde yaklaşık olarak 45 yaşındaydı.
Yıllar önce Ötzi ile 'uğraşan' altı kişinin ölümü
üzerine mumyanın lanetli olduğu söylentisi
yayılmıştı.
63 yaşındaki moleküler biyolog Tom Loy'un, 2005'te
Ötzi ile ilgili kitabını tamamladıktan hemen sonra
evinde ölü bulunmuştu. Ailesi, profesörün yıllardır
bir kan hastalığından mustarip olduğunu, teşhisin
Ötzi'nin bulunmasından sonra konulduğunu açıklasa da
söylentiler aldı yürüdü. Loy'un ölümü, 53 yüzyıl
sonra mezarında rahatsız edilen Ötzi'nin lanetiyle
ilgili söylentileri alevlendirmişti. Ötzi'yi ilk
gören 67 yaşındaki Alman turist Helmut Simon, bir
yıl önce, aynı bölgede çığ altında kalarak ölmüştü.
Cesedi ilk inceleyen 55 yaşındaki arkeolog Konrad
Spindler, nisan ayında, MS hastalığı nedeniyle
hayatını yitirmişti. Ötzi'yi inceleyen adli tıp
ekibinin başındaki 64 yaşındaki Rainer Henn, buz
adamla ilgili bir seminere giderken trafik kazasında
hayatını kaybetmişti. Henn'i buz adamın yanına
götüren 52 yaşındaki
dağcı Kurt Fritz çığ altında kalarak ölmüştü.
Ötzi'nin buzdan mezarını görüntüleyen 47 yaşındaki
gazeteci Rainer Hoelzl beyin tümörü nedeniyle
hayatını yitirmişti.
Milliyet, 02.08.2010
|
DİREKLERLE AYAKTA
Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi’nin Bey Mahallesi’nde başlattığı
restore çalışmaları sürüyor. Çalışmalar
çerçevesinde bugüne kadar çok sayıda tarihi
Antep evi restore edildi. Fakat Harap Mescit
Sokak’ta restoresi yapılacak olan tarihi bir
bina yıkılmak üzere. Binanın yıkılmaması için
direklerle sağlamlaştırıldı.
Kent
tarihi ve turizminin canlandırılmasına yönelik
önemli adımlar atan Büyükşehir Belediye Başkanı
Asım Güzelbey, restore çalışmalarının bir an
önce tamamlanması için yoğun gayret gösteriyor.
Bey Mahallesi Harap Mescit Sokak’ta yıkılmak
üzere olan taş bina için sokak sakinleri ilkel
yöntemlere başvurdular.
Sokak
sakinlerinin payandalarla sağlamlaştırdıkları
duvarın yıkılmaması için Büyükşehir Belediye
Başkanı Asım Güzelbey’in gerekli çalışmaları
başlatması istendi.
Gaziantep Hakimiyet, 02.08.2010
|
|
MUSEVİLİĞİN EN BÜYÜK SIRLARINDAN BİRİ AYDINLANIYOR
Esrarengiz bir kupanın üzerindeki yazının
deşifre edilmesi ve Kudüs tünellerinin gün ışığına
çıkarılması gibi çalışmalar, son dönemdeki en
gizemli konulardan birinin çözümlenmesini
sağlayabilir: Ölü Deniz Parşömenlerini kim yazdı?
Kudüs
yakınlarındaki bir tünelde yapılan bir kazı
sonucunda ortaya çıkarılan yeni bulgular, bilinen en
eski İncil belgeleri olarak gösterilen bazı
parşömenlerin sahiplerinin bugüne kadar
bilinenlerden farklı toplumlar olabileceğini öne
sürüyor.
Hatta parşömenlerin, İncil’e göre On Emir
Tabletleri’nin korunması için tasarlanan Ahit
Sandığı’nın da yer aldığı Kudüs Tapınağı’nın en
büyük hazinesi bile olabilir.
Ölü Deniz
Parşömenleri yaklaşık 60 yıl önce antik yerleşim
bölgesi olan Kumran’da keşfedildi. Geleneksel
inanışa göre, parşömenler ve papirüsler MÖ ilk
yüzyıllardan, MS ilk yüzyıllara kadar Kumran’da
yaşayan Yahudi mezhebi Esseniler tarafından yazıldı.
Ancak son
çalışmalar, parşömenlerin MS 70’li yıllarda Kudüs
Tapınağı’nı yok eden Romalıların saldırısına kadar
bölgede yaşayan çok sayıda Yahudi toplumu tarafından
yazılmış olabileceği ihtimalini gündeme getirdi.
Arkeolog
Robert Cargill, parşömenlerin Yahudiler tarafından
yazıldığını ancak tek bir gruptan ziyade yazılış
sürecinde farklı Yahudi toplumlarının yer almış
olabileceğini belirtti. New York Üniversitesi Yahudi
çalışmaları uzmanı Lawrane Schiffman ise, bu konunun
büyük tartışmalara gebe olacağı düşüncesinde.
Fransız
arkeolog Roland de Vaux, 1947’de keşfedilen
parşömenlerin bulunduğu mağaralara olan yakınlığı
sebebiyle, antik belgelerin Kumran’da yazıldığını
savundu. Vaux, Esseni toplumuna ait olduğunu
düşündüğü bazı kalıntılara da rastladı.
Parşömenlerde Essenilere ait geleneklerden de
bahsedilmesi, Vaux’un teorisini güçlendirdi. Cargill,
parşömenlerde Essenilerin topluca yemek yeme ve
banyo ritüellerinin anlatıldığını doğruladı.
Ancak
Kumran’da 16 yıldan bu yana kazı çalışmaları yapan
arkeolog Yuval Peleg’in en son elde ettiği bulgular,
yerleşim yerinin aslında bir zamanlar çömlek
imalathanesi olarak kullanıldığını ve banyoların da
balçık çıkarılan alanlar olduğunu öne sürdü.
Son
dönemde en fazla dikkat çeken gelişmelerden biri
ise, bir süre önce Siyon Dağı’nda keşfedilen ve
üzerinde “Rab (Hz. İsa), geri döndüm” yazan iki bin
yıllık bir kupanın bulunması oldu. Arkeologları
şaşırtan şey, bu sözün Ölü Deniz
Parşömenleri’ndekine benzer bir kod ile yazılmış
olmasıydı.

Araştırmacılar Kudüs’te yaşamış toplumların da
parşömenlerle bağlantısı olabileceğini belirtiyor.
Savunulan yeni teoriye göre, Esseniler MÖ ikinci
yüzyılda kralların haksızca başrahip rolünü
üstlenmesinin ardından kendi sürgünlerini başlatan
Kudüs Tapınağı rahipleriydi.
Bu
düşünceye göre, isyancı rahipler Kumran’a kaçtı ve
kendilerine özgü Tanrı inanışlarını burada devam
ettirdi. Ayrıca, bugün Ölü Deniz Parşömenleri olarak
bilinen antik belgeleri yazdılar.
Esseniler’in Kumran’daki geleneklerinden kopmadığı
belirtilirken, hiçbir zaman değişmeyen yazı kodları
korudukları geleneklerden biri olarak gösteriliyor.
Cargill, rahiplerin güvenlik sebebiyle parşömenleri
Tapınak’tan ayrı bir yerde yazmayı da düşünmüş
olabileceklerini ifade etti.
Son günlerde öne sürülen bir diğer teori de
Romalıların Kudüs’ü kuşattığı MS 70’li yıllarda
birçok toplumun Kumran’dan geçtiği ve parşömenlere
katkıda bulundukları.
Arkeolog Ronni Reich’in başında bulunduğu arkeolog
ekibi, yakın zaman önce Kudüs’ün antik
kanalizasyonunu ortaya çıkardı. Kanalizasyonlarda
kuşatmanın dönemine rastlayan çanak-çömlek ve madeni
paralar buldu. Bulgular, kanalizasyonların Yahudiler
tarafından kaçış yolu olarak kullanılmış
olabileceğini ve Yahudilerin kaçarken parşömenleri
de kurtarmaya çalışmış olabileceği düşüncesini
doğurdu.
En
önemli bulgu ise, kanalizasyonların Kumran’a ve Ölü
Deniz’e çok az bir mesafede bulunan Kidron Vadisi’ne
çıkıyor olması.
Kudüs İbrani Üniversitesi profesörü Jan Guneweg,
Kumran bölgesindeki mağaralarda bulunan tekne
parçaları üzerinde kimyasal testler düzenledi.
Guneweg, elde ettikleri seramik parçalarını
öğüttüklerini, ardından parçaların gönderildikleri
nükleer tesiste nötron bombardımanına uğratıldığı ve
üzerindeki kimyasal parmak izlerinin ortaya
çıkarıldığı belirtti.
Guneweg, Dünyada aynı kimyasal bileşimi içeren başka
balçık örneği olmadığı için seramiklerin hangi
döneme ve bölgeye ait olduğu belirleyebildiklerini
belirtti. Merakla beklenen araştırmanın sonucunda,
Ölü Deniz Parşömenleri’nin
içinde bulunduğu çömleklerin sadece yarısı Kumran’a
ait olduğu ortaya çıktı.
Ancak Schiffman bu bulguyu kabul etmiyor. “Eğer
farklı toplumlar söz konusu olsaydı, Esseniler’in
ideolojisiyle uyuşmayan yazılara rastlanırdı” dedi.
Parşömenlerin ideoloji, Mesih beklentileri,
takvimsel bilgiler ve kutsal yazıtlar ile Yahudi
kurallarının yorumlanması açısından büyük bir uyum
içinde olduğunu belirten Cargill de, Schifmman’ın
görüşünü savundu.
Cargill ve onunla aynı görüşü savunlar haklıysa,
parşömenler farklı toplumların değil ancak
çalışmalarını korumaya çalışan Yahudilerin ortaya
çıkarılmamış yazıları olabilir. Cargill, “Bunları
her kim yazdıysa onların korunmasına çok büyük önem
vermiş. Esseniler olsun olmasın, Ölü Deniz
Parşömenleri bize ilk yüzyıldaki Museviliğin
çeşitliliği hakkında çok geniş bir bakış açısı
sağlıyor” dedi.
Hürriyet, Kaynak: National Geographic,
02.08.2010
|
 |
ONUNCU YÜZYILA AİT MEZARLIK BULUNDU
Ukrayna'nın Sivastopol şehrindeki Hersones Tavriya koruma alanında arkeolojik çalışmalar yürüten bir grup arkeolog, yaklaşık 10 yüzyıl öncesine ait bir yer altı mezarlığı buldu.
Sivastopol'de yayın yapan yerel Nezavisimoye TV'nin haberine göre yaz başından bu tarafa devam eden arkeolojik kazılar neticesinde ortaya çıkartılan yer altı mezarlığında bulunan kalıntıların 170 kişiye ait olabileceği bildirildi.
Hersones Tavriya Koruma alanındaki çalışmaları yürüten bilim adalarına başkanlık eden Andrey Filipenko, "Hersones mezarlığının kuruluşu 3'üncü yüzyılın sonları 4'üncü yüzyılın başlarına dayanıyor. Fakat 10'uncu yüzyıla gelindiğinde ne olduğunu tam kestiremesek de toplu ölümlerin yaşandığını tespit ettik." dedi.
Andrey Filipenko insan kalıntılarının yaş tespitinde iskeletlerin yanında bulunan anahtarlar sayesinde yapıldığını söyledi. Halihazırda Hersones Tavriya tarihi alandaki kazı çalışmalarına devam ediliyor.
Sabah, 01.08.2010
|
"ILIPINAR HÖYÜĞÜ KORUNMALI"
Orhangazi-Ilıpınar
Höyük'te 1987'den itibaren bir yıl
hariç 2002 yılına kadar arkeolojik kazıları yürüten
heyetin başkanı Hollandalı Dr. Jakob Roodenberg ve
eşi Antropolog Songül Roodenberg, Orhangazi Olay
Bürosu'nu ziyaret ettiler ve sekiz yıl önce son
verilen kazılar sonrasında bir durum değerlendirmesi
yaptılar.
Ziyarette konuşan Dr. Jakob Roodenberg, şu bilgileri
verdi:
“15 yıl kazı alanı açık kaldı. Bu süreçte çıkan
tarihi bulguları İznik Müzesi'nde sakladık.
2002'deki son
çalışmadan sonra, ‘açma' dediğimiz kazı alanlarının
üzerini kapatarak, Ilıpınar Höyük'teki araştırmalarımızı
noktaladık.” Ilıpınar'da yaklaşık 3 hektarlık bir
alanın birinci derece SİT alanı olduğunun altını
çizen Roodenberg, bu alanda yapılaşmanın
olamayacağını, ancak basit çevre temizliklerinin
yapılabileceğini öne sürdü. “İleride yine bu tarihi
SİT alanında arkeolojik kazı yapmak isteyen bilim
adamları veya kurumlar olabilir. O nedenle bu alana
sahip çıkılmalı ve korunmalı. Ancak yapılaşmaya asla
izin verilmemeli” diyen Roodenberg ailesi, bu konuda
yerel yönetimlere ve ilçelilere görev düştüğünü
anımsattılar.
Ilıpınar Höyük, Anadolu'dan Balkanlara uzanan ilkçağ
yerleşim alanlarından biriydi. Özellikle
zamanımızdan sekiz bin yıl öncesinin tarihine ışık
tutan höyük, üst üste dokuz kültür
çağının bulgularını içeriyordu. Höyükte insanların
avcılıktan çiftçiliğe geçiş döneminden başlayan
bulgular, en üstteki Roma-Bizans dönemi bulgularına
kadar sürüyordu. Şu anda, höyüğün bulunduğu yerde
zeytin bahçeleri bulunuyor. İlk kazma vurulduğunda
elmalık olan alan sekiz yılda yemyeşil bir zeytin
bahçesine dönüştü.
Bursa Olay, Haber: Nevzat Okumuş, 01.08.2010
|
VAN KALESİ'NDE OSMANLIDAN BERİ İLK RESTORASYON
Urartu Kralı 1’inci Sardur tarafından MÖ 840 yılında inşa edilen Van Kalesi’nde restorasyon çalışmaları başladı. 2 bin 850 yıllık kale, Osmanlı döneminden beri ilk kez restorasyondan geçiriliyor. Adnan Vural, kalenin surlarında kullandıkları taşları Urartu dönemindeki madenden, harcını ise İtalya’dan getirdiklerini söyledi.
Bugünkü kent merkezine 3 kilometre uzaklıkta, doğal bir kaya üzerine inşa edilen Van Kalesi, Kültür Bakanlığı’nca 2 milyon liraya restore ettiriliyor.Akdamar Kilisesi, Hoşap Kalesi gibi birçok tarihi mekanı restore eden firmanın proje mimarı Vural son proje için Urartu döneminden kalma bir taşocağını ortaya çıkardıklarını açıkladı:
“Bütün Van Kalesi kale ve yapılan surlar geniş olarak incelendi. Biz de burada elde ettiğimiz bilgiler doğrultusunda bölgede inceleme yaptık. Ve yapılan araştırmanın ardından Urartular döneminde sur taşlarının getirildiği madene ulaştık. Biz de şu anda bu madendeki taşları alarak surların yapımında kullanıyoruz. Kalede bir de Osmanlı dönemine ait kerpiç örgü sistemi mevcut. Buralarda yine orijinaline uygun yapılıyor. (...) İtalya’dan getirdiğimiz birleştirici maddenin özelliği çimento gibi tuz ve kötü bakterileri içinde barındırmıyor. Bir de burada kerpiç yapıyoruz. Kirli çamur, odun külü ve içine saman katarak yaptığımız kalıpları burada kurutarak surlarda kullanıyoruz.”
Radikal, Haber ve Fotoğraf: Murat Çağlar, 01.08.2010
|
 |
KÜÇÜK ARKEOLOGLAR ÇATALHÖYÜK'TE

Biz bir zaman
yolculuğu yaptık ve 9 bin yıl öncesine gittik,
Çatalhöyüklülerin evlerine konuk
olduk. Onların binlerce yıl önce yaşadıkları
evlerini, ocaklarını, mezarlarını, duvar
resimlerini, takılarını, mutfak araç gereçlerini
gördük. Görmekle kalmadık, evlerinin özelliklerini,
yaşam biçimlerini öğrendikçe, nasıl yaşadıklarını da
hayal ettik. Yolu olmayan köylerinde, evlerine
gitmek için damdan dama geçişlerini, damlarda oturup
sepet örmelerini, dama açtıkları delikten,
merdivenlerden inerek evlerinin içine girmelerini,
ölülerini yaşadıkları yere çukur açarak gömmelerini,
odalarının duvarlarını nasıl süslediklerini, evleri
eskidikçe nasıl yarıya kadar yıkıp üste yenisini
inşa ettiklerini, neler yediklerini, avlanmalarını,
ocaklarında yemek pişirmelerini gözlerimizin önüne
getirmeye çalıştık.
Çatalhöyük’te her yaz, Shell’in desteğiyle çocuklar
için “Arkeoloji Yaz Atölyesi’’
düzenleniyor. Bu yılki yaz okulunun son gününe
Zeynep de davet edilince birlikte inanılmaz bir
deneyim yaşama fırsatı elde ettik. Arkeolog
Gülay Sert’in koordinatörlüğünde düzenlenen
yaz atölyesi, bir gün sürüyor. Her güne 20 çocuk
katılıyor. Gün, Gülay Sert’in çocuklarla Çatalhöyük
üzerine söyleşi yapmasıyla başlıyor.
Çocuklar, barkovizyon eşliğinde Çatalhöyüklülerin
yaşam biçimlerini, inançlarını, evlerini
öğreniyorlar. Çatalhöyük Deneysel Arkeoloji Evi’nin
gezilmesinden sonra sıra, en heyecanlı bölüme, kazı
alanı gezisine geliyor. Kazı alanından ister çocuk
olun ister yetişkin etkilenmemeniz mümkün değil.
Sanki bir zaman yolculuğu yapıyor ve 9 bin yıl
öncesinin yaşam alanına giriveriyorsunuz.
Ören yeri incelemesinden sonra çocuklar, kendileri
için özel olarak hazırlanmış kazı alanında
çalışıyorlar. Önce toprağı kazıp, kovalara
dolduruyor, sonra bu toprağı eleyerek buldukları
kemik, deniz kabuğu, obsidyen parçalarını daha sonra
uzmanlar tarafından incelenmesi için naylon
torbalara dolduruyorlar. Kazı alanında epey ter
döktükten sonra öğle yemeği molası veriliyor ve
ardından da atölye çalışması başlıyor. Çocuklar,
kilden, Çatalhöyük kaplarının, figürlerinin ve duvar
kabartmalarının benzerlerini yapıyor, kumaş üzerine
Çatalhöyük mühürlerini uyguluyorlar.
Arkeoloji Yaz Atölyesi’ne katılan çocuklar, gün
sonunda, Gülay Sert’in ve kazı başkanı Ian Hodder’in
imzalarının bulunduğu “Kültürel Emanetlerin
Koruyucusu” belgeleri ve unutulmaz anılarla
Çatalhöyük’ten ayrılıyorlar.
Gülay Sert, ilki 2004 yılında Tarih Vakfı’nın
yürüttüğü Akdeniz’de Tarih öncesi Eğitim, Öğretim ve
Planlama Projesi çerçevesinde gerçekleştirilen
“Arkeoloji Yaz Atölyesi” ile amaçlarının arkeolojiyi
sevdirmek olmadığını vurguluyor. Sert, “Asıl amaç bu
tür yerlerin farkına varmaları, tahribatı
önlemeleri. Bu yıl hem öğrencilere hem öğretmenlere
yönelik oldu. Öğretmenlerin katılımı çok önemli.
Onlar öğrencilerine de anlatacaklar burada
gördüklerini” diyor.
Her öğretmenin 40 öğrencisi olsa daha geniş bir
kitleye hitap edilmiş oluyor.
Dünyanın en eski kentsel yerleşim alanlarından biri
olan Çatalhöyük, 9 bin yıl önce kurulmuş. Konya’ya
bağlı, Çumra İlçesinin 11 km kuzeyinde, Küçükköy’ün
yakınlarında bulunan Çatalhöyük, farklı yükseklikte
iki tepe düzü olan bir tepe şeklinde. Bu iki
yükseltisi nedeniyle çatal sıfatını almış.
Çatalhöyük 1958 yılında İngiliz arkeolog James
Mellaart tarafından keşfedilmiş, 1961-1963 ve 1965
yıllarında kazısı yapılmış. Yüksek tepenin batı
yamacında yapılan araştırmalar sonucunda 3 yapı katı
açığa çıkarılmış. Dörtgen duvarlı evlerin duvarları
birbirine bitişik. Ortak duvar yok, her evin kendi
bağımsız duvarı var. Evler ayrı ayrı planlanmış ve
ihtiyaç duyulunca yanına başka bir ev yapılmış.
Evlerin bitişik duvarları nedeniyle şehirde sokak
bulunmuyor. Ulaşım düz damlar üzerinden
gerçekleşiyor.
Bina yapımında kullanılan malzeme kerpiç, ağaç ve
kamış. Evler tek katlı ve damda açılan bir delikten
merdivenle evlere giriliyor. Her ev bir oda ve bir
depodan oluşuyor.
Odaların içinde dörtgen ocaklar, duvarların ön
kısımlarında taban döşemesinden yüksekliği 10-30 cm.
arasında değişen sekiler ve duvar içinde dörtgen
nişler bulunuyor. Duvarlar sıvalı, sıva üzeri beyaza
boyandıktan sonra sarı, kırmızı ve siyah tonlarda
resimler yapılmış.
Çatalhöyük’te 1996 yılına kadar kazı yapılmamış; bu
yıldan itibaren İngiliz Arkeoloji Enstitüsü
tarafından Ian Hodder başkanlığında kazılara yeniden
başlanmış. Halen 20 ülkeden 100 arkeolog alanda kazı
çalışması yapıyor.
Kazı buluntularının bir bölümü Konya Arkeoloji
Müzesi’nde ve Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi’nde sergileniyor. Kalan buluntular ise
depolarda koruma altına alınmış durumda.
Cumhuriyet Dergi, Haber: Figen
Atalay, 01.08.2010
|
ZEUS MABEDİ TALAN EDİLMİŞ

Muğla'nın Milas İlçesi'ndeki MS 2'nci yüzyılda
yapıldığı tahmin edilen Zeus Karios Kutsal
Mabedi'nin tarihi eser kaçakçıları tarafından talan
edildiği ortaya çıktı. Tarihi eser kaçakçılarının
kutsal alandaki talanı videoya kaydedip, internette
meraklıları için para karşılığı üyelikle, şifreli
olarak yayınlayarak, izlettikleri belirlendi.
Milas İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, ilçede
halk arasında ‘Uzun Yuva’ olarak bilinen Hisarbaşı
Mahallesi'ndeki, Zeus Karios Kutsal Mabedi'nin talan
edildiği yönünde bir ihbar aldı. Bunun üzerine
harekete geçen jandarma, gerekli izinlerin
alınmasını ardından, bugün savcı ve Milas Müzesi
yetkililerinden oluşan bir heyetle kutsal mabette
inceleme başlattı. Mabette yapılan incelemede, tarihi
eser kaçakçıları tarafından kazı çalışmasında
kullanıldığı belirlenen kazma ve kürekler ele
geçirildi.
Kutsal mabedin hemen üst bölümünde yer alan ve geçen
haziran ayında yüksek ücretle satıldığı belirlenen
taş barakada yapılan incelemede ise taş bir kapak
dikkati çekti. Kapak açıldığında, tarihi eser
kaçakçıları tarafından kazıldığı belirlenen yerin 22
metre altındaki tünel ortaya çıktı. Tünelde, 2 metre
uzunluğunda mermer lahit ve kapıların zorlandığı
ancak açılamadığı belirlenen iki oda olduğu tespit
edildi. Daha önce birkaç kez talan edildiği tespit
edilen bu alanda da kazma, kürek, aydınlatmada
kullanılan el fenerleri, kasklar, ağırlık taşımada
kullanılan basit düzenekler bulundu. Belirli bir
yere kadar elektrik düzeneğinin döşendiği de
görüldü.
Tarihi eser kaçakçılarının mabedi talan etmekle
kalmayıp, çektikleri görüntüleri, internette şifreli
olarak meraklılarına para karşılığı üyelikle
izlettikleri de ortaya çıktı. Görüntüler savcıya
teslim edildi.
Konuyla ilgili bilgi veren Milas Kaymakamı Mehmet
Bahattin Atçı, mabetteki talanla ilgili olarak
savcılığın soruşturma başlattığını belirterek, “Şu
an elimizde çok kesin bilgiler yok. İncelemeler
sürüyor. Çalışmalar ilerledikçe bizler de daha geniş
bilgiye sahip olacağız” dedi. İncelemelerin
tamamlanmasının ardından Milas Müze Müdürlüğü
arkeologları tarafından Zeus'un çeşitli ebatlarda
heykellerinin bulunduğu ileri sürülen mabette
kurtarma amaçlı kazı çalışması başlatılması
bekleniyor.
Vatan, Haber: Oktay Çayırlı, 31.07.2010
|
HASANKEYF KAPANDI

Hasankeyf'in
turizm merkezleri 20 gündür ulaşıma kapalı. Halk AKP
Batman milletvekilleri ile görüşmek istedi, ancak
başaramadı. Hasankeyfliler Birliği,
milletvekillerinin halkın arasına girmekten
çekindiği için görüşmenin gerçekleşmediğini
belirtti. Halk tepkili. Düşen bir kaya nedeniyle
Hasankeyf'in turizm merkezleri Kale ve Kale'nin
Dicle bölgesi tamamen ulaşıma kapatıldı. Güvenlik
gerekçesiyle hiç kimse alana giriş yapamıyor.
Turistik faaliyetler durma noktasına geldi. Halk,
tepkili, “Halk çözüm bekliyor”, “Utanç kapısı
kaldırılsın”, “Köy yolları açılsın”, “Hasankeyf
Filistin değildir”, “Köy yollarımızı açın” diyor.
Hasankeyfliler Birliği, bölgeyi ziyaret edeceği
duyurulan AKP Batman milletvekilleri ile kapatılan
Kale ve Çardak yolu üzerine bir görüşme talep etti,
ancak görüşme gerçekleşmedi.
Birlik, görüşmenin milletvekilleri halkın arasına
girmekten çekinerek Hasankeyf’e gelmekten
vazgeçtikleri gerçekleşmediğini bildirdi.
Halk, AKP Batman Milletvekillerini protesto etti.
“Biz barbar insanlar değiliz ” diyen, çözüm amaçlı
bu görüşmeyi yapmak istediklerini belirten Birlik,
halkın talebinin, can güvenliği riski taşıyan
yerlerin güvenli hale getirilmesi olduğunu kaydetti.
Birlik, ekonomisi turizm üzerine kurulu ilçenin
sıkıntılarının kulak arkası edilmemesini isteyerek,
“Halkın arasına giremeyen halkın sorunlarını
dinlemeyen vekil olur mu?” diye sordu.
Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, uzman bir heyetle
sorunun çözümü için araştırıyor.
Hasankeyfliler Birliği, Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi
ile birlikte Hasankeyf'te on günlük ulusal ve
uluslararası katılımlı bir dayanışma kampı
düzenleyecek. Kamp 18 Eylül'de başlayacak.
Birgün, 31.07.2010
******
HASANKEYF GİRİŞİMİ,
HAZIRLADIĞI RAPORU KAMUOYUNA AÇIKLADI
Batman'ın antik ilçesi
Hasankeyf'te kaya düşmesi nedeniyle inceleme
başlatan Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, hazırladığı
raporu kamuoyu ile paylaştı. Hasankeyf Girişimi,
Hasankeyf'te alınan güvenlik tedbirleri nedeniyle
turizm sektörünün adeta yok edilmek istendiğini
savundu.
1 kişinin hayatını
kaybetmesiyle sonuçlanan Hasankeyf'te kaya düşmesi
olayı sonrası Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi
öncülüğünde, TMOBB mühendisleri, bir arkeolog ve
Hasankeyfliler Birliği tarafından olay yerinde
başlatılan inceleme tamamlandı. İnceleme sonucu
hazırlanan raporu kamuoyu ile paylaşan Hasankeyf
Girişimi, Hasankeyf'te alınan güvenlik tedbirleri
nedeniyle turizm sektörünün adeta yok edilmek
istendiğini savundu. Olay hakkında ilçe halkına net
bir bilgi verilmediği ve kaya düşmesi nedeniyle
mağdur olan vatandaşların, herhangi bir yardım
alamadığı ifade edilen raporda, Hasankeyf'in
insanlardan izole edilmesinin gelirleri turizm olan
Hasankeyf halkının ekonomik sıkıntılarla boğuşmasına
neden olduğu, ayrıca turizmin olumsuz etkilenmemesi
için acilen farklı önlemler alınması gerektiği
kaydedildi.
Açıklamada son olarak, “Hasankeyf tarihini korumak,
tanıtmak ve turizme kazandırmakla görevli kamu
kurumları, TMMOB bileşenleri ve ilgili sivil toplum
kurumlarının Hasankeyf'in içerisinde bulunduğu
belirsizliğine son verilmesi için bir araya gelerek
güç birliği yapmasını ve bir kiriz masası
oluşturarak bir an önce çalışmalara başlanılmasını
önermekteyiz” denildi.
Turizm Gazetesi,
05.08.2010
******
HASANKEYF'TE BİLİM
KURULU İNCELEME YAPACAK
Hasankeyf'te kaya düşmesi sonucu can güvenliği
nedeniyle kapatılan yerlerin geleceği, bilim
kurulunun hazırlayacağı rapor doğrultusunda
şekillenecek.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca oluşturulan bilim kurulu, 8 Ağustos
günü Hasankeyf'e gelerek, tehlike arz eden kaya ve
yapılarla ilgili araştırma yapacak. Zaman
gazetesinde yayınlanan habere göre; acil önlem ve
proje çalışmaları için gerekli incelemelerde
bulunacak bilim kurulunda 3'ü bakanlık görevlisi,
7'si de konularında uzman bilim adamı görev alacak.
Bilim kurulunun üç gün boyunca kayanın düştüğü olay
mahallinde incelemeler yapacağını belirten Batman
Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı Başkanı Prof.
Dr Abdüsselam Uluçam, Hasankeyf'te kaya düşmesi
sonucu can güvenliği nedeniyle kapatılan yerlerin
geleceğinin, oluşturulan bilim komisyonunca
verilecek rapor doğrultusunda şekilleneceğini ifade
etti.
turizmdebusabah.com,
05.08.2010
******
HASANKEYF'TE KAZI
ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI
Hasankeyf'te
14 Temmuz'da kaya düşmesi sonucu can güvenliği
gerekçesiyle durdurulan kazı çalışmalarına bugün
yeniden başlandı. Bu sabah
Koçlar Camisi
yakınında yüzey temizliği ile başlayan kazı
çalışmalarını izleyen Batman Üniversitesi Rektörü ve
Hasankeyf Kazı Başkanı
Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam, yaptığı açıklamada, 2010 yılı
Hasankeyf kale çalışmalarında
''kale başı''
adı verilen yerdeki büyük sarayda kazılara devam
edildiği sırada, 14 Temmuz'da büyük bir kaya
parçasının düşmesi nedeniyle çalışmalara ara
verdiklerini hatırlattı.
Hasankeyf İlçesi'ndeki yurttaşın gelirinin olmaması,
yurttaşın birinci derecede mağdur olması ve insan
faktörünün göz önüne alınarak kazı çalışmalarını
aşağı şehre kaydırdıklarını belirten Uluçam, 120
kişilik kazı ekibiyle kazı alanlarındaki eski orta
çağ kent merkezinin ana noktasındaki alanlarda
çalışmalarını sürdüreceklerini kaydetti.
Uluçam, kazının öncelikle temizlik çalışması olarak
sürdürüleceğini ifade ederek, özetle şu bilgileri
verdi:
''İç kalenin ziyarete kapatılmasından sonra yerli ve
yabancı yüzlerce, hatta binlerce ziyaretçi
'Hasankeyf'in neresini gezebiliriz' diye soruyor.
Onların gezebilecekleri kazı alanlarımızın
temizlenmesi ve bakımını yapmaya karar verdik.
İşçilerle buradaki çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Temizlik çalışmalarından sonra bir gezi, güzergah
alanı oluşturmaya çalışıyoruz. Bilgi levhaları ile
donatarak gelen ziyaretçilerin çok rahat
gezebilecekleri bir ortam oluşturmayı düşünüyoruz. 8
ağustosta, Kültür Bakanlığı'nın oluşturduğu Bilim
Kurulu Heyeti gelecek. 10 kişiden oluşan bu heyet,
düşen kaya kitlesi ve düşmek üzere olanların
akıbetiyle ilgili bilimsel bir rapor hazırlayacak.
Bu alan boş iken bu çevrede neler yapılabilecekse
kaya kitlelerinin tekrar düşüp tehlike arz etmeyecek
biçimde bir müdahalede bulunulacak ve eğer uygun
görülürse teknik ekip yukarıdaki çalışmaların uygun
olduğu kanaatine varırsa yukarıdaki çalışmalarımızı
sürdüreceğiz. Yeteri miktarda ödeneğimiz var. Mevsim
el verdiği sürece kazı ve restorasyon çalışmalarımız
yıl boyu sürdüreceğiz.''
Hasankeyf'te kaya düşmesi sonucu 1 kişi hayatını
kaybetmişti.
Cumhuriyet, 05.08.2010
|
ANTİK ASSOS BÜYÜYOR, HAREKETLENİYOR

Gürpınar'daki Apollon Smintheion Tapınağı'nda Homeros'ta anlatılan Troya Savaşı'ndan sahneler var.
Bilgelik, Apollon ve su... Tanrı Apollon’a
adanmış tapınakları anlatırken bu üç kelimeyi
kullanmamak imkansızdır. Çünkü Apollon bilgeliği ve
kehanetleriyle bilinir ve bu kehanetler için suya
ihtiyaç duyar. İşte Gürpınar’daki Apollon Smintheion
Tapınağı’nın bir su pınarının üzerinde kurulu olması
da bu sebeptendir. Peki neden Smintheion? Egeli ozan
Homeros’un İlyada Destan’ında, tanrı Apollon’na
verilmiş bir sıfat olan Smintheus, ‘fareleri kovan’
anlamına gelir. Tapınağın hikayesi de şöyle
anlatılır destanda; Khryse (Gülpınar) kentinin
rahibi Khryses, tapınağı yağmalayan Akhaların lideri
Kral Agamemnon’un tutsağı olan kızı’nın ardından
tanrı Apollon’a yalvarır. Apollon’da rahibin
dileğini yerine getirip, Akha ordusu üzerine,
fareleri aracılığıyla korkunç bir veba salgını
gönderir.
Akhilleus ile Hektor denildiğinde çoğumuzun aklına
‘Troya’ filminden sahneler gelir. Bu topraklarda
yaşanmış bir hikayenin belleklerdeki kahramanlarının Brad (Pitt) ve Eric (Bana) olması hazin bir durumdur
aslında. Oysa ki Apollon Smintheion Tapınağı’nı inşa
eden taş ustaları Homeros’un anlattıklarını ince
ince işlemişler mermer bloklara. 10 metre
yüksekliğindeki sütunların üzerine yerleştirilen İon
başlıklarının arasında tüm heybetiyle yerleştirildi
Troya Savaşı’nın unutulmaz sahneleri. İşte o
destanın gerçek kahramanlarının işlendiği parçaları
bir bir gün yüzüne çıkarmak için çalışıyor bilim
adamları Gülpınar Beldesi’nde. Kazı başkanı Prof.Dr. Çoşkun Özgünel dünyada bir tek olan bu mimari
plastikleri kazı alanının içerisinde küçük bir müze
oluşturarak sergilenmesini sağlamış. Fakat bu
parçaları görebilmek için yılda sadece iki ayınız
var. Müzede görevli bir memur bulunmadığından
eserlerin hepsi Coşkun Hoca’nın üzerine kayıtlı ve
kazı sezonu bitip kazı ekibi oradan ayrıldıktan
sonra eserler de kilitli kapıların ardında
kalıyorlar ne yazık ki...
Son dönemde yapılan kazılar sırasında bir hamam
yapısı ortaya çıkarılmış. Şu anda da kazı ekibi
tarafından temizleniyor ve restore ediliyor.
Gürpınar’ın hemen yakınındaki Assos’ta bulunan,
tanrıça Athena’ya adanmış tapınağı herkes bilir. Bu
tapınağın frizleri II. Mahmut tarafından Fransızlara
hediye edilir. 1838 yılında bu frizlerden bir bölümü
Fransa’ya Louvre Müzesi’ne götürülür. Ardından
1881-1883 arasında burada kazı yapan iki Amerikalı
arkeolog da o dönem Osmanlı yasalarından
yararlanarak ele geçirdikleri eserlerin 3/1’lik
kısmını Boston’a götürür. Kalıntıların kalan kısmı
bugün İstanbul ve Çanakkale Arkeoloji Müzelerinde
sergileniyor. “Her şey gitmiş, biz şimdi orada ne
göreceğiz” diyenler için küçük bir not; Prof.
Nurettin Arslan ve ekibi her yıl burada yaptıkları
arkeolojik kazılarda insanın hayal gücünü zorlayan
taş yapıları gün yüzüne çıkarıyorlar.
Assos Antik Kent’inde Antik Çağ’da insanların
toplandıkları siyasi ve ticari faaliyetleri
yürüttükleri kamusal bir alan olan Agora, meclis
binası olan Bouleuterion, tüccar, zengin kişilerin
ve filozofların buluşma noktası olan stoa, antik bir
tiyatro, Roma ve Antik döneme ait lahitlerin ve
yakılarak gömülenlerin içerisine konduğu urne ve
pithos mezarların bulunduğu mezarlık alanı
nekropolis ve gençlerin spor, müzik, edebiyat ve fen
bilimleri alanlarında eğitim gördükleri gymnasion
bulunuyor. Şehirde Antik dönemin ardından Romalılar,
Bizanslılar ve Osmanlılar da yaşamış ve kendi
kimliklerini ortaya koyan cami, kilise ve köprü
kalıntıları bırakmışlar.
Assos ve Gürpınar kazılarının bir şansı da Efes
Pilsen tarafınan destekleniyor olmaları. Efes
Pilsen, kazıları desteklemekle kalmayıp geçtiğimiz
hafta Assos Antik Tiyatro’yu yalnızlığından kurtaran
küçük bir festival bile yaptı. Festivalde MFÖ, Yeni
Türkü ve İdil Biret konserler verdi.
Radikal, Haber: Hacer Kıvançer, 31.07.2010
|
KALELER TARİHİ BEKLİYOR

En önemli özelliklerinden birisi, tarihiyle ön plana
çıkması olan Erzurum, kaleleriyle de büyük bir önem
taşıyor. Erzurum’un ilçelerinde bulunan kalelerinden
en önemlisinin, Hasankalesi olduğu kaydedilirken,
kimi kayıtlar da Pasinler Kalesi olarak geçiyor.
Şehrin ilk kurulduğu yer olan Hasankale’nin, ilçenin
kuzeydoğusunda yer alan Hasan Dede Dağının güney
kısmının ovaya en fazla taşkınlık yapan ve
yüksekliğiyle ovayı kontrol eden bir tepe noktasında
bulunurken, Erzurum'un 38 kilometre doğusunda
kurulan bu Kale, bir yanı dağlara, bir yanı da ovaya
hakim konumuyla tarih öncesi çağlardan beri geçiş
yolunu kontrol eden stratejik bir önem taşıyor.
Hasankale, geçmişte şehri doğudan sınırlamakta iken,
içinde bulunduğumuz yüzyılda giderek genişleyen
yerleşim yerlerinin tam ortasında kendini
gösteriyor. Yine yüksek, çevreye hakim bir gözetleme
kulesi gibi stratejik önemini kaybetmeden ayakta
durmaya devam eden Hasankale, fiziki bir takım
özellikleriyle de dikkat çekiyor.
Evliya Çelebi'nin verdiği bilgilerden, kalenin
batıya bakan Uğrun Kapısı ile kuzeybatıda Erzurum
Kapısı ve doğuda Ilıca Kapısı adlarıyla bahsettiği
üç kapıdan Uğrun Kapı'nın ehmedik duvarları üzerinde
yer aldığı, diğer ikisinin de dış surların geçit
verdiği kapılar olduğu anlaşılıyor. Hasankale’den
günümüze kalabilen kısım, sadece İç Kale olurken,
Kale, kısa kenarı 80 metre, uzun kenarı ise 280
metre olan ikizkenar bir üçgeni andıran plan
düzenine sahip bulunuyor. Kuzeyde oldukça sert ve
yüksek kayalıklardan oluşan noktaya, bir mimar
pergelinin kolları gibi saplanan iki kol, güneye
doğru genişleyerek güneydoğu ve güneybatı köşelerde
en yüksek iki burçla sonuçlanarak bütün çevreyi
kontrol altına alıyor. Güneydoğu köşesindeki burç
üzerinde bayrak gönderi yer almakla birlikte
buradan, aşağıda akıp giden Hasankale çayına inilen
gizli bir yol bulunuyor.
Hasankale’nin, Kanuni Sultan Süleyman
döneminde ticari ve askeri önem kazandığı hususu,
Osmanlı ve Anadolu tarihine ait kaynaklarda da dile
getirilirken, ilçenin bu özelliği, yabancı
seyyahlardan olan Vanderburch ve Devilliers
tarafından da dile getirildi. Hasankale’den, ticari
özelliğinden dolayı gümrük merkezi olarak bahseden
yabancı seyyahlar, hatıralarını anlattıkları
eserlerinde, Hasan Kalesi’nin Erzurum’a açılan dış
surlarından bahsederlerken, Devilliers’e ait gravür
çizim, kale surlarının tahrip olmadan önceki halini
gözler önüne seriyor. Devilliers’e ait çizim, Hasan
Kalesi’nin dış surunda, Erzurum’a doğru açılan bir
kapının bulunduğunu gösterirken, elde edilen
bilgiler ise, bu kapıya ‘Erzurum Kapısı’ adının
verildiği yönünde şekilleniyor.
Seyyahların hatıralarında, Hasan Kalesi’nin
dış surunda yer alan bu kapının, yerleşim yerinin
dışarıyla olan bağlantısını sağladığı anlatılırken,
‘mekkari’ adı verilen ticaret konvoylarının giriş
çıkışlarının da yine bu kapı vasıtasıyla yürütüldüğü
kaydediliyor.
19. yüzyıla ait olan çizimlerin, iç ve dış
surları tahrip edilmiş olan Hasan Kalesi’nin,
orijinal halini gösterdikleri belirtilirken,
tarihçiler, bu çizimlerden yola çıkılarak
Pasinler’deki Hasan Kalesi’nde bir restorasyon
çalışması yapılabileceğine işaret ediyor.
İlçe girişine, Erzurum Kapısı adıyla temsili
surların yapılmasının, ilçenin sahip olduğu tarihi
geçmişi diri tutma anlamında önemli bir adım
olacağını anlatan tarihçiler, “Erzurum’un çoğu
ilçesinde bulunan kalelerin tarihi geçmişleriyle
ilgili olarak somut bilgi ve belge bulunmamakla
birlikte, Pasinler ilçemiz bu açıdan oldukça
şanslıdır. Vanderburch ve Devilliers’in çizimleri,
ilçemizin geçmişe ait sağlam birer kaynak olmakla
birlikte, değerlendirilmeyi de beklemektedir.”
görüşünü savunuyor.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olan Yavuz Günaşdı,
Hasankale ve Pasinler ilçesiyle ilgili olarak şu
bilgileri aktardı:
“Uzun bir süre Anadolu’da hakimiyet süren
İlhanlıların yıkılmasıyla Erzurum ve çevresinde
Sutaylılar ortaya çıkmıştır. Sutaylılardan Hacı
Togay’ın oğlu Hasan, gücünü Erzurum ve çevresine
hissettirmek için Avnik, Zivin ve Mecingert
kalelerine ilaveten Pasin Ovası’na hakim ve her
türlü saldırıya karşı korunaklı durumda olan Hasan
Baba dağının eteğine bir kale inşa etmiştir.
Ölümünden sonra kendisi de bu kaleye defnedilmiştir.
Bu nedenle kale ve ilçe Hasankale adını almıştır.”
İlçenin, Anadolu’ya açılan önemli bir kapı
durumunda olduğuna dikkati çeken Arş. Gör. Günaşdı,
bu nedenle çok eski çağlardan beri birçok uygarlığa
ev sahipliği yaptığını dile getirdi. Pasinler’in,
Doğu Anadolu’da hüküm süren önemli medeniyetlerden
Urartular için çok önemli bir merkez konumunda
olduğunu anlatan Yavuz Günaşdı, “Urartular bölgede
birçok kale ve yerleşme inşa etmişlerdir.
Urartulardan sonra da bölge de Roma ve Sasaniler
arasında büyük mücadeleler olmuş ve ilçe birçok kez
el değiştirmiştir. Pasinler, 9. asırda Türkistan’dan
gelen Oğuz Türklerinin eline geçmiş ve Gürcülerin
bölgeden atılmasında önemli bir yer edinmiştir.
Bunun yanında bölge Bizans ve Selçukluları da karşı
karşıya getirmiştir.” diye konuştu.
Erzurum Gazetesi, 31.07.2010
|
ONUN ODASINDA KİMSE KALMAYACAK

Atatürk'ün ilk olarak 1917 yılında
kaldığı ve sonraki yıllarda sıkça ziyaret ettiği
Pera Palas 2 yıllık restorasyonun ardından
Atatürk'ün Müze Odası ile tekrar kapılarını açmaya
hazırlanıyor. Dünyaca ünlü Associated Press haber
ajansı ise 100 yılı aşkın tarihi ile İstanbul'un en
önemli yapılarından biri olan Pera Palas üzerine
detaylı bir haber yaparak tüm dünyaya haberi geçti.
Otelin en önemli özelliklerinden biri Atatürk'ün
devamlı kaldığı 101 numaralı oda. Pera Palas'a gelen
hiçbir misafir bu odada kalmayacak çünkü bu odada
daha önce Mustafa Kemal Atatürk kaldı.
Mustafa Kemal Atatürk, ismini Pera Palace
Hotel'in konuk defterine ilk kez yazdığında, yıl
1917 idi. O yıldan sonra defalarca Pera Palace
Hotel'de kaldı Atatürk. Cephe dönüşlerinde adeta evi
gibi kullandığı, ülke için önemli kararlar aldığı ve
üst düzey misafirlerini ağırladığı 101 numaralı
odası, doğumunun 100. yılı olan 1981'de, Ata'nın
şahsi eşyalarının da sergilendiği bir müze oda
haline getirildi.
Atatürk'ün en sevdiği renk olan, diğer tüm
evlerinde ve adına açılmış müze-evlerde de
kullanılan gündoğumu rengi, "şafak" pembesiyle
yenilenen 101 numaralı müze oda, müzayedelerden
temin edilen yerli ve yabancı nadide Atatürk
kitapları, dönemin dergileri, imzalı fotoğraf ve
kartpostallar, madalyalarla daha da
zenginleştirilerek açılıyor.

Atatürk’ün en
sevdiği renk olan, diğer tüm evlerinde ve adına
açılmış müze-evlerde de kullanılan gündoğumu rengi,
"şafak" pembesiyle yenilenen 101 numaralı müze oda,
müzayedelerden temin edilen yerli ve yabancı nadide
Atatürk kitapları, dönemin dergileri, imzalı
fotoğraf ve kartpostallar, madalyalarla
zenginleştirilerek açılıyor.
Yurt dışında Doğu Ekspresi'nin son durağı olarak
bilinen İstanbul'un en ihtişamlı otellerinden biri
olan Pera Palas, dünyanın en önemli haber
ajanslarından Associated Press'e de haber oldu. AP
yazarı Christopher Torchia Pera Palas'ı, tarihini ve
restorasyon çalışmalarını anlattı. Ayrıca Torchie
Pera Palas genel müdürü Pınar Kartal Timer ile de
konuştu.
Torchia yazısında; Pera Palas'ı Doğu Ekspresi'nin
son durağı olarak nitelendirdiği İstanbul'un en
tarihi ve en ihtişamlı otellerinden biri olarak
anlattı. Mata Hari'nin 1917 yılında Fransa'da idam
edilmeden önce kaldığı otellerden biri olan Pera
Palas'da aynı zamanda ünlü yıldız Greta Garbo da
konakladı. Korku romanlarının efsane yazarı Agatha
Christie de yazdığı Doğu Ekspresi'nde cinayet
romanını Pera Palas'da kaldığı 411 numaralı odada
yazmıştı.
Pera Palas Genel Müdürü Pınar Kartal Timer, 1895
yılındaki açılış balosuna katılan otelin efsanevi
konuklarının yeni ihtişama katkıda bulunacağına
inanıyor. Timer 115 numaralı odada verdiği
röportajda şunları anlattı; "Bu insanlar otelde
kendilerinden bir iz bıraktılar." Restorasyonun
büyük bir kısmı ve boyama işlemleri tamamlandı ama
eski balo salonu boştu ve sedef kaplı kitaplık
döşenmemişti.
Geçmişte Pera olarak adlandırılan ve Yunanca
ileri, aşkın gibi anlamları olan Beyoğlu'nu kuşatan
Pera Palas aynaları yeniden canlandırıldı. Burası
19. yüzyıl'da Yunan ve Ermeni girişimciler
tarafından "Küçük Avrupa" olarak adlandırılıyordu."
Beyoğlu'nda birçok binayı restore eden bir
restorasyon firması ortağı olan Mehmet Karaören ise
bu işe ilk başladığında sadece eğlence amaçlı
yaptığını ama zamanla mesleğe dönüştüğünü söylüyor.
Fiyatları ise bu süreçte ikiye katlanmış.
Otelde oda fiyatları 185 Euro'dan başlıyor ama
gözde sezonlarda yükseliyor. Eylül'de tekrar
kapılarını açacak otelde açılış fiyatı 265 Euro'ya
çıkıyor.
Otel aynı zamanda birçok casusu da ağırlamış.
Cicero kod adıyla ajanlık yapan İngiliz ve Sovyet
ajanı Kim Philby de Türkiye'ye geldiğinde Pera
Palace'da kaldı. Ayrıca dünyaca ünlü edebiyatçı
Ernest Hemingway'in de 1920'lerde otelin barında
alkol aldığı bilinir.
Pera Palace Hotel'e eski ihtişamını yeniden
kazandırmak için, Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu'nun projeyi onaylaması
sonrasında, konularında uzman akademisyen ve
profesyonellerden oluşan Danışma Kurulu restorasyon
ve renovasyon sürecinde proje ekibi ile birlikte
çalıştılar. Çalışmalar iki boyutta yürütüldü. Bir
yandan binanın mimari özellikleri vurgulanıp özgün
karakteriyle uyumlu çağdaş öğeler eklenirken, diğer
yandan da otelin uluslararası standartlarda bir
işletme olması için gereken teknik altyapı
oluşturuldu.
Hürriyet, 31.07.2010
|
MÜZENİN HALİ, İSTİKBALİ

Müze hiç bu kadar konuşulmadı.
Son yirmi yılda dünyanın hemen
her yanında müze konuşmak çok
revaçta. Bir yandan üniversitelerde
Müze İncelemeleri bölümleri açılır,
akademisyenler yetişirken, öte
yandan bir müze krizidir tutturuldu.
Müze takıntısında takılı kalındı. Ne
yapıldığı (biriktirildiği, sergilendiği)
fazla ilgi çekmiyor. Nasıl yapıldığı
(mimari projesinden, çevre halkıyla
ilişkisine) hakkında döktürüldükçe
döktürülüyor. İşte bahçesindeki
bitki örtüsünden, lokantasındaki
mönüsüne hatta dükkanında satılan
nesnelere varıncaya. Müzenin
halinde bir garabet olduğu bi damla
su götürmez.
Yakın zamanda, büyük Luvr’da bir
Arabistan sergisi açıldı. ‘Arabistan
Yolları’. Tam 4000 yıllık bir tarih
dönemine ait 300 küsur parçalık bir
koca sergi. Sergilenen şeylerin büyük
çoğunluğu daha önce Suudi Arabistan’da
da izleyiciye gösterilmemiş. Malum o
ülkede resmi tarih MS 600’lerde Hz.
Muhammed’le başlıyor. Luvr’cular,
Mede’in Salih’deki kazıdan topladıkları
‘putları’ (hani şu peygamberin kırdıkları)
Paris’de sergiliyorlar. İki ülke arkeoloji-müze konularında can ciğer, kuzu sarması.
5 sene önce, Suudi Prens El Valid Luvr’a
tam 17 milyon avro bağışlamış. Neden?
Luvr’da kurulacak İslam Sanatı bölümüne
‘küçük bir katkı’ olsun diye. Bölümün
adı İslam olduktan sonra çıkarılıp müzeye
konulan eserler Cahiliye dönemine aitmiş
gam! El Valid kim? Kral’ın yeğeni ve Suudi
Turizm ve Eski Eserler Yüksek Kurulu Başkanı.
Bu işi kıvıran kim? Luvr’un Başkanı H.
Loyrette. Hani İzmir kenti adını taşıyan
heykelleri geri isteyip karşılığında işbirliği
önerdiğinde ‘Bu heykelleri, 1685’de, kralımız
XIV. Lui döneminde serbest piyasadan
iktisab ettik’ diye geri çeviren yönetici.
En son serginin sponsorunun da Fransız
petrol kumpanyası Total olması akla
yakın. Son zamanlarda bizim coğrafyaya
muhabbeti kabaran Luvr’un 2013’de Abu
Dabi şubesini açmaya hazırlandığı unutulmamalı.
Ülkemizde ise kültürel ihale demokrasisi
yeni bir açılımın eşiğine geldi.
Topkapı’dan, Sedir Adası’na müzelerin
ve ören yerlerinin gişeleri yakında ihaleye
çıkıyor. İstanbul 2010’da başarısı
kanıtlanan(!), artık bir hükümet etme
üslubu haline gelen ihaleyle müze
biletleme, giriş-çıkış işleri özel
şahıslara gelir ortaklığı (‘yüklenici
payını en düşük veren kazanır’)
yöntemiyle devredilecek. Devletimizin
bu işi yapamadığını, yapmayacağını
itiraf etmesi güzel. Lakin, sonrasında
(ve öncesinde) sorular var. Cevapları
alınmalı. Alınmazsa aranmalı. İhaleyi
almak için ehil olanlar kimler? Gişe
brüt gelirlerini şeffaf olarak nasıl
bileceğiz? Yüklenicilere ne kadar
yatırım mecburiyeti getiriliyor? Müze
yönetimiyle yüklenici ilişkisi nasıl
düzenleniyor? Devlete devredilen gelir
nasıl, nerede kullanılacak? Soruları
uzatmak mümkün. Ama gereksiz. Bir
fırsatın bir felakete dönüşmesi doğru
soruları, doğru zamanda sorup cevap
almakla önlenebilir.
Bir de ihale kapsamına girmeyen ‘küçük’
müzeler için başka bir yöntem denense?
Bu haberin arka sayfasında işten atılınca
cinnet geçirip cinayet işleyen (Tire Müzesi
müdür yardımcısı aldığı saçmalarla saçma
bir cinayetin kurbanı olmuş) müze çalışanı
haberini okuyunca ürperiyor insan. İster
istemez.
Kültürün finansmanı kritik konu. İstanbul
2010’un finansmanı, ihale yöntemini doğru
tartışmak için elimizde yeterli veri mevcut
değil. İşleri yüklenen şirketlerin hangileri
olduğu, her birinin ne kadarlık ihale aldığı,
kültür konularında ne kadar ehil oldukları
uzun uzadıya konuşulmalı. İhale farz ise,
nasıl işlediği bilinmeli. Dahası, Milli
Piyango özelleştirme şartnamesine,
İngiltere’de olduğu gibi, her biletin
binde yarımının kültüre ayrılmasına dair
bir şartçık konulamaz mı?
Evet efendim, tastamam öyle. Kültür(de)
politikadır aynı zamanda.
Müzeye gelince hal malum, istikbalse
meçhul.
Radikal, Yazı: Serhan Ada, 31.07.2010
|
 |
ARAZİYİ BIRAKMAYAN 94'LÜK ARKEOLOG
Arkeolog Prof. Halet Çambel, dünyanın en itibarlı bilim dergilerinden Nature'da ‘Bilim kahramanı' sıfatıyla tanıtıldı. Yaşına rağmen hala arazide çalışan Prof. Çambel, “Ne yazık ki artık ata binemiyorum” diye hayıflanıyor.
Prof. Halet Çambel, 94 yaşında bir bilim insanı. Bu yaşına rağmen, Arnavutköy'deki nefis yalısında oturmak yerine, Toros Dağları'nda arazi gezisinde görebilirsiniz kendisini ve bu hiç de şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan artık at sırtında olmamasıdır yalnızca! Muhtemelen 1936 olimpiyatlarına eskrim dalında katılan bir sporcu olmasının da rolü vardır bunda. 1936, siyah atlet Jesse Owens'ın dört altın madalya alması üzerine Hitler'in stadyumu terk ettiği tarihtir ve bu olaya tanık olanlardan birisi de Halet Çambel'den başkası değildir.
Ancak, dünyanın en ciddi bilim dergilerinden biri olan Nature'ın Prof. Halet Çambel'i, “Bir bilim kahramanı” olarak nitelemesinin gerisinde sporculuğu değil, bilime adanmış bir ömür yatıyor. Nature yazarı Rex Dalton, Prof. Halet Çambel'in sürekli mücadele içinde geçen hayatından örnekler verirken, Karatepe kazılarının yapıldığı yerde Açıkhava Müzesi kurulmasını sağladığını, Ceyhan Nehri'ne yapılmak istenen barajı engellediğini, keçiler ormana zarar verdiği için dağ köylülerini koyun beslemeye ikna ettiğini ve bunu yaparken de neredeyse ölümden döndüğünü anlatıyor.
2008'deki ölümüne kadar 70 yıl evli kaldığı ünlü mimar Nail Çakırhan'dan da söz ediliyor yazıda. Üstelik, ‘komünist şair' olduğuna ilişkin detay ihmal edilmeden. Hoca'nın ilerlemiş yaşında teknoloji ile bir miktar barışması da kendi esprisi ile aktarılıyor: “Evet, elektronik posta gönderebiliyorum ama faksı tercih ederim.”
Hürriyet, 31.07.2010
|
TROIA'DA KAZILAR BAŞLADI
Troy filmiyle bütün dünyanın tanıdığı Çanakkale merkeze bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içerisinde bulunan Troia antik kentinde 2010 yılı arkeolojik kazıları başladı.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Troia Kazıları Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan antik kentte 2010 yılı kazı çalışmalarına başladıklarını belirterek, “Almanya'nın Tübingen Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ernst Pernicka’nın başkanlığını yaptığı kazı çalışmalarına bu yıl içlerinde Türkiye, Almanya, ABD, Bulgaristan, İngiltere ve Hollanda gibi 8 ülkeden 50’ye yakın bilim adamı katılıyor. Bu yılki kazılarında ağırlıklı olarak geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen aşağı şehir savunma hendeği bölgesi ile Tunç Çağı nekropol alanında çalışmalar yapacağız. Çalışmalarımız Eylül ayı başında sona erecek” dedi.
Çanakkale Kent Haber, 31.07.2010
|
 |

|
TARİHİ HAMAMIN ISITMA SİSTEMİ ŞAŞIRTIYOR
Aksaray'da restore çalışmalarında sona yaklaşılan tarihi Paşa Hamamı'nın mimari dizaynı bugünkü mimarları bile şaşırtıyor.
Üstün bir mimari zekayla dizayn edilen hamam, mimarları kendine hayran bıraktırıyor. Aksaray'da bulunan tek Osmanlı eseri olan tarihi Paşa Hamamı'nda restorasyon çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi. Restorasyon çalışmalarına katılan mimarlar ise, hamamın özellikle ısıtma sistemini incelediklerinde büyük bir mimari zekayla karşılaştıklarını belirtiyorlar. Restorasyon işini yapan şirketin sahibi Ahmet Etlik, hamamın içinin ve kullanılan suyun ısıtılması için amacıyla yıllar önce yapılan sistemin zeka ürünü bir sistem olduğunu belirterek, "Hamamın alt kısmında bulunan ateş tünelleri sayesinde hem hamamın içi ısınıyor, hem de hamamda kullanılan su ısınıyor. Yüzyıllar önce böyle bir sistemin geliştirilmesi tamamen bir mimari zekanın ürünü" dedi. Yapılan restore çalışmalarının titizlikle ve tamamen aslına uygun bir şekilde sürdüğünü ifade eden Ahmet Etlik, "Hamamın restoresi tamamlandığında ilk yapıldığında nasıl ise öyle olacak. Ateş tünellerini duymuştum ama restore çalışmaları sırasında görünce sisteme hayran kaldım. Biz, sistemin bozulan çürüyen kısımlarını yeniliyoruz. Yani yapılan bu sistem ilk günkü gibi devam edecek. Ateş tünellerinde dolaşan ateş ve dumanın küçük tahliye borularıyla nasıl dışarı verildiğini gördüğümde çok şaşırdım. Ecdat yüzyıllar öncesinde çok iyi bir sisteme, mimari bilgiye ve zekaya sahipmiş" şeklinde konuştu.
Merhaba Gazetesi, 31.07.2010
|
TARİHİ KULE RESTORE EDİLİYOR
Çanakkale’de 1897 yılında dönemin İtalyan konsolosu Vitalis tarafından yaptırılan tarihi saat kulesi restore edilmeye başlandı.
Çanakkale Belediyesi yetkilileri İl Özel İdaresi'nin mülkiyetinde olan tarihi saat kulesinin mülkiyetinin tekrar Çanakkale Belediyesi’ne devredilmesinin ardından bu tarihi yapının restorasyonuna başlandığını belirterek, “100 yılı aşkın süredir ayakta olan yapının çevresinde gelişen meydan inşa edildiği tarihin mimari üslubunu yansıtmakta, kentlilerin ve kente gelen ziyaretçilerin buluşma mekanı olarak toplumsal bir işlevi yerine getirmektedir. Ancak uzun yılların verdiği tahribat nedeniyle yapının bakımsız ve yıpranmış göründüğü, yapı üzerinde tuz ve kirlenmelerin olduğu giriş kapısı, pencere ve diğer demir aksamlarının onarım gerektirdiği tespit edilmiştir. Bu bakımsız ve yıpranmış görüntüyü ortadan kaldırmak için belediyemiz tarafından ilk etapta saat kulesinin iç kısmında saat mekanizması ve çalar kampası yeniden işleyişe geçirilerek, iç temizlik, bakım ve kadran aydınlatması yapıldı. Şimdi de kulenin dış kesimindeki restorasyon çalışmalarına başlandı. Çalışmaların kısa sürede tamamlanması ile saat kulemiz modern bir görünüme kavuşacak” dedi.
Çanakkale Kent Haber, 31.07.2010
|
 |
|
TARİHİ ESER
KAÇAKÇILARINA DARBE
Bilecik'te iki kişi
tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla gözaltına
alındı.
Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Şube Müdürlüğü ekipleri, Bursa'dan
Bilecik'e gelen şahısların ellerindeki tarihi
eserleri satmak için müşteri aradığı istihbaratı
üzerine harekete geçti. Alıcı kılığına giren polis
ekipleri, şehir merkezindeki çay bahçesinde R.E ve
E.G. ile buluştu. Gözaltına alınan şahısların
aracında 32 adet pişmiş topraktan yapılma,
üzerlerinde insan ve hayvan figürü bulunan objeler,
18 adet sikke ve bir çift küpe ele geçirildi.
Zanlılar sorgularının ardından adli makamlara sevk
edildi.
Bilecik Kent Haber,
30.07.2010
|
SOBESOS'TA KAZILAR BAŞLADI
Sobesos antik kentinde
kış aylarında ara verilen kazı çalışmaları yeniden
başladı.
Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden
Kapadokya’daki 4. yüzyıl Roma dönemine ait Sobesos
Antik Kenti’nde kış aylarında ara verilen kazı
çalışmaları yeniden başladı. Çalışmaları yerinde
inceleyen Nevşehir Valisi Osman Aydın, “Bu gibi
tarihi zenginliklerimizin ortaya çıkarılması bölge
turizmine büyük bir katkı sağlayacak” dedi.
Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Şahinefendi
Köyü
sınırlarında, yaklaşık 9 yıl önce ortaya çıkarılan Sobesos Antik kentindeki kazı çalışmaları Nevşehir
Müze Müdürü Arkeolog Ertuğrul Murat Gülyaz
başkanlığında 20 kişilik kazı ekibi ile yapılıyor.
Antik kentte bugüne kadar geç Roma dönemine ait
mozaikli toplantı salonu, hamam, erken Doğu Roma
dönemine ait 2 şapel ve 100′ü aşkın mezar bulundu.
Ankara ve Kapadokya Rotary kulüplerinin
sponsorluğunda toplantı salonunun üzerinin çelik
çatıyla kapatılan, antik kentteki çalışmaları
Nevşehir Valisi Osman Aydın da yerinde inceledi.
Kazı ekibinden antik kentle ilgili bilgi alan
Vali Aydın, antik kenti beraberinde Garnizon
Komutanı Jandarma Albay Turgay Aras ve İl Emniyet
Müdürü Dr. Ömer Gurulkan ile gezdi.
Vali Aydın, burada yaptığı açıklamada bu gibi
tarihi mirasın gün yüzüne çıkmasına yardımcı
oldukları için arkeolog ve çalışanlara teşekkür
etti. Aydın, ”Bu gibi tarihi zenginliklerimizin ortaya
çıkarılması bölge turizmine büyük katkı sağlayacak.
Dolayısıyla da Nevşehir ve Kapadokya bölgemizin
tanıtımında büyük bir rol oynayacak. Antik kentteki
kazı çalışmalarına büyü önem veriyoruz. Kentteki
kazılarda, geç Roma ve erken Doğu Roma dönemi
hakkında önemli bilgiler veriyor. Burada tarih gün
ışığına çıkıyor” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile
gerçekleştirilen kazı çalışmalarının, Eylül ayına
kadar süreceği bildirildi.
Gerçek Gündem, 30.07.2010
|
ANTİK İNGİLİZ GEMİSİ 157 YIL SONRA BULUNDU

McClure ve
gemicilerini karaya çıkarken gösteren çizim
Kuzey Kutbu'nda 150 yıl önce terk edilen
bir İngiliz keşif gemisi, Kanadalı arkeologların
yoğun çalışmaları sonucunda gün yüzüne çıkarıldı.
İngiliz kaşif Sir John
Franklin'in Kuzey Kutbu'nda kaybolan ekibini
kurtarmak için Londra'dan yola çıkan HMS
Investigator adlı gemi 1853 yılında Kuzey Kutbu'nun
buzulları arasında terk edilmişti.
Kanadalı arkeologlar, tam 157
yıldır bozulmadan kalan gemiyi Kuzey Kutbu
takımadalarının batısında kalan Banks Adaları'nın
açıklarında, suyun sadece 11 metre derinliğinde
keşfetti.
Arkeologlar, McClure
Boğazı'nda diklemesine bir vaziyette duran geminin
bütünlüğünü neredeyse tamamen koruduğunu, sadece buz
ve hava koşulları yüzünden direk ve halatların hasar
gördüğünü belirtti.
Kanada Çevre Bakanı Jim
Prentice, keşfi “inanılmaz” olarak tanımlarken,
suyun içinde yatan geminin dış hatlarını net bir
şekilde görülebildiğini söyledi. Keşfi
gerçekleştiren, Kanada'nın doğa ve kültürel
zenginliklerini korumakla görevli Parks Canada
kurumunda görevli Marc-Andre Bernier ise, keşfin çok
büyük bir önem taşıdığını belirtti.
Bernier, geminin Kuzey
Antarktika'da iki yıl zor yaşam mücadeleleriyle
boğuşan 60 kişilik bir mürettebatın öyküsünü
sakladığına dikkat çekti. Kanadalı arkeolog,
gemicilerin sıkıştıkları yerden gemilerini kurtarmak
için çok büyük bir çaba gösterdiklerini ve bu sürede
büyük bir ölüm kalım savaşı verdiklerini söyledi.

Batığın
civarında bulunan varil parçaları
HMS Investigator, 1845 yılında
Kuzeybatı Geçidi'ni keşfetmek için yola çıkan ancak
kaybolan HMS Erebus ve Terror gemilerini bulmak için
yola çıkan birçok ABD ve İngiliz gemilerinden
biriydi. Investigator, kurtarma çalışması içinde
Kuzeybatı Geçidi'nin sonuna ulaşmayı başarmış, bu
şekilde geçidi keşfeden ilk gemi olma unvanını da
elde etmişti.
Geminin kaptanı Robert McClure,
1850'de yola çıktığında, Kuzey Amerika'yı boyunca
uzanan yolu geçeceğini ve bu yola adını vereceğini
bilmiyordu. Geçidin son bölümüne gelen McClure,
burada ağır kış şartları nedeniyle buza saplandı ve
Kuzey Buz Denizi'ndeki Galler Prensi Boğazı'nda
mahsur kaldı.
McClure, yaz aylarında
buzların erimemesi üzerine gemisini Mercy Körfezi
olarak adlandırdığı kıyılara yönlendirdi. Burada
1853 yılına kadar yaşam mücadelesi veren McClure ve
mürettebatı, en sonunda HMS Resolute gemisi
tarafından kurtarıldı.
Geçtiğimiz Pazar günü
arkeologlar, geminin batmış olduğu sularda
şişirebilir bir botla çektikleri torpido şeklindeki
sonar silahını kullanarak geminin yerini keşfetti.
HMS Investigator'un keşfi Kanada basını tarafından
“Titanik'in keşfedildiği dakika” olarak tanımlandı.
Arkeologlar ilk olarak buzda bir açıklık oluşturdu ve açıklıktan suya indirilen uzaktan kumandalı araç ile geminin pencereleri, zincirleri ve güverte kısmı görüntülendi. Ayrıca, mürettebatın geride bıraktığı alkol, yiyecek, varil, yemek pişirme malzemeleri ve kömür stoku da tespit edildi.
Keşfin en dramatik anı,
McClure ve gemicileri karaya çıkmadan bir ay önce
ölen üç denizcinin cesedinin de keşfedilmesi oldu.
Çevre Bakanı Prentice, geminin su yüzüne
çıkarılmasına yönelik hiçbir plan olmadığını ve
bölgenin en kısa zamanda koruma altına alınacağını
belirtti.
Parks Canada'nın yeni hedefi,
Investigator'un peşine düştüğü Erebus ve Terror adlı
gemileri bulmak.
Hürriyet, 30.07.2010
|
YILDIRIM CAMİİ'NİN MİNARESİ YAPILIYOR
Bursa'da bulunan 600
yıllık Yıldırım Camii'nin 1855 depreminde yıkılan ikinci
minaresi Büyükşehir Belediyesi tarafından inşa
edilecek.
Bursa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter
Yardımcısı Necmettin Şenocak, Anıtlar Kurulu'ndan
gerekli izinleri aldıklarını belirterek, "Bizim bu
kente borcumuz vardır. Son yıllarda tarihi mirasın
yaşatılması için büyükşehir ve ilçe belediyelerimiz
ve hükümetimizle birlikte Vakıflar Bölge Müdürlüğü
ciddi mesafeler aldı. Bu kültürü yaşatırken ait
olduğumuz medeniyeti unutmadan hareket ediyoruz. 607
yıl sonra torunları olarak Yıldırım Beyazıt Han'ı
yad ederken onun bıraktığı eserlere de sahip
çıkıyoruz" dedi.
Büyükşehir Belediyesi
olarak Yıldırım Külliyesi'nin
acil ihtiyaçları olan tuvalet ve lavaboları modern
hale getirdiklerini kaydeden Şenocak, "Büyükşehir
Belediyesi Yıldırım Camii'nin yıkılan ikinci
minaresini inşa edeceğiz. Anıtlar Kurulu'ndan
gerekli izni aldık. İhalesini yaptık. Önümüzdeki ay
inşaata başlanacak. Bu hizmetlerimiz burada
kalmayıp, devam edecek" diye konuştu.
Bursa Olay, 30.07.2010
|
|
HIDIR SOKAK'TA RESTORASYON BAŞLADI

Gaziantep'te
Bey Mahallesi ve Eyüboğlu-Eblehan Sokak
Sağlıklaştırma Projelerini tamamlar nitelikte olan
Hıdır Sokak Sağlıklaştırma Projesi uygulama
çalışmaları başladı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey, Hıdır
Sokak Sağlıklaştırma Projesiyle ilgili yaptığı
açıklamada, "Gaziantep'in en eski mahallelerinden
biri olan Hıdır Sokak ve Kastelbaşı çıkmazında özgün
yapısını korumuş birçok tescilli ve tescilsiz Antep
Evi bulunmaktadır. Aynı dokuda yer alan Eyüpoğlu-Eblehan
Sokak Sağlıklaştırma projeleri bütünlük teşkil
edecek olan 'Hıdır Sokak Sağlıklaştırma Projesi' ile
çok geniş bir alanda cephe sağlıklaştırması
yapılarak bu bölgenin kültür yoluna bağlanması
planlanmaktadır" dedi.
Başkan Güzelbey, "İmar ve Şehircilik Daire
Başkanlığımız tarafından yürütülmekte olan proje Bey
Mahallesinde yapılan sokak sağlıklaştırma projesinin
devamı niteliğindedir. Bey Mahallesinde uygulama
çalışmalarına devam ettiğimiz 'Atatürk Müzesi' bu
bütünlük içerisinde yerini alacaktır. Tüm bu
projelerle, böylece kültürel mirasımızı gelecek
nesillere özgün kimliğiyle emanet etmiş olacağız"
diye konuştu.
İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Sezer Cihan da
projenin detayları hakkında bilgiler vererek,
şunları söyledi:
"Özgün sokak dokusu korunmuş olan 180 metrelik aks
üzerindeki sokaklarda, yöresel keymıh taşından
yapılmış olan tescilli ya da tescilsiz 30 adet ev
yer almaktadır. Büyük oranda korunmuş olan
sokakların rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projeleri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun onayından geçtikten sonra Haziran ayında
ihalesi yapılmıştır.
26 Temmuz tarihinde ise yer teslimi yapılarak
restorasyon çalışmalarına başlanılmıştır.180 gün
sürecek olan çalışmayı 2011 Ocak ayında tamamlamayı
planlıyoruz. Hazırlanan proje kapsamında; bütün
evlerin sokağa cephe veren taraflarında, bahçe
duvarlarında, kapılarda, pencere doğramalarında,
cumbalarda ve çatılarda restorasyon işleri
yapılacak.
Sokaklardaki mevcut asfalt kaldırılıp tüm alt
yapılar (su ve kanalizasyon) yenilenerek elektrik ve
telefon hatları da yer altına alınacaktır. Tüm bu
uygulamalardan sonra sokaklar geleneksel kesme
bazalt taş ile döşenecektir."
Gaziantep Hakimiyet, 30.07.2010
|
 |
MERAM'DA TARİHİ OTEL RESTORE EDİLECEK
Konya'nın merkez Meram İlçe Belediyesi, yıllardır metruk durumda bulunan tren garı karşısındaki tarihi oteli restore ettirecek.
Meram Belediye Başkanı Serdar Kalaycı, Şeyh Sadreddin Konevi Mahallesi'nde bulunan ve Konya Gar binasının hemen karşısında yer alan tarihi otelin restoresi için mülkiyet sahipleri ile intifa sözleşmesini imzaladıklarını söyledi. Uzun yıllardır metruk durumda bulunan ve kötü bir görüntü sergileyen binanın restore edilmesi konusunda yoğun talep aldıklarını anlatan Başkan Kalaycı, “Binanın sahibi olan Günay ailesi ile yaptığımız görüşmeler olumlu bir şekilde sonuçlandı. Uzun yıllar Augustus Oteli olarak kullanılan bu tarihi binanın tekrar ayağa kaldırılması, restore edilmesi ve rölöve projelerinin hazırlanmasıyla ilgili olarak gerekli sözleşme imzalanmıştır” dedi. Projeler hazırlandıktan sonra başlanacak restorasyon çalışmalarının 1 yılda bitirilmesinin hedeflendiğini kaydeden Başkan Kalaycı, belediye meclis üyeleriyle birlikte temizlik yapılan tarihi binada incelemede bulundu. Binada yapılan temizlik sırasında 1980'li yıllara ait gazeteler, plaklar ve o döneme ait ev eşyaları çıktı. 115 yıl önce yapılan 3 katlı bina otel olarak kullanıldıktan sonra bir süre Askeri Ulaştırma Okulu yapıldı. Binanın altındaki dükkanlardan bir tanesi postane hizmeti verdi. İstasyon Palas adıyla tekrar otel olarak kullanılan bina 1980 yılında terk edildi. 1982 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tescil edilen yapıt, restorasyon sonrası Meram Kültür Evi, butik otel, kafeterya ve restoran olarak faaliyet gösterecek.
Konya Hakimiyet, 29.07.2010
|
CİDE ARKEOLOJİ PROJESİNDE YENİ BULUNTULAR
Tarih
öncesi dönemlerden başlayarak Osmanlı Dönemine kadar
geniş bir zaman dilimini kapsayan Cide Arkeoloji
Projesi yüzey araştırmaları Hollanda Leiden
Üniversitesi ve İskoçya’dan Glasgow Üniversitesi
başkanlığında çok uluslu bir ekip tarafından
yürütülüyor.
Geçen yıl başlayan ve bu yıl devam eden CAP (Cide
Arkeoloji Projesi) çalışmaları kapsamında Cide ve
çevresinin tarihinde karanlık bir nokta kalmayacak.
Bu yıl Cide ve Şenpazar bölgelerinde yapılan
çalışmalarda bölgede insanlığın ilk izlerine kadar
uzanan bulgulara rastlandı. Yapılan çalışmalarda Şenpazar bölgesinde
bulunan taş ve obsidyen aletler üst paleolitik
olarak adlandırılan ve 20 bin yıl öncesine geriye
giden tarihe ışık tutuyor. 2009 yılında başlayan
proje kapsamında mezolitik dönem olarak adlandırılan
ve Cide’nin tarihinin bilinenden en az 4-8 bin yıl
daha geriye götüren arkeolojik bulgulara
rastlanmıştı. Bu yıl çalışmalarla bu rakam çok çok
daha geriye çekilerek, 20 bin yıl öncesine ait
insanların kullandığı taş ve obsidyen aletler
bulundu.
CAP kapsamında yapılan çalışmalarda büyük önem
taşıyan mağaralarda tarihin suskun kalan kısımlarını
aydınlatacak nitelikte önemli bulgulara ulaşıldı.
Girilen mağaraların büyük bir kısmında yapılan
çalışmalarda bulunan taş aletler ve seramik
parçaları mağaraların en az sekiz bin yıldan bu yana
kullanıldığı gösteriyor.
Kastamonu’nun tarihinin yazılı başlangıcının ve
bir kavim olarak ilk sahibinin MÖ 2. bin yılda kim
olduğu sorusu Cide Arkeoloji Projesi çalışmaları ile
aydınlatılmaya çalışıyor. Proje kapsamında
araştırmalarda bulunan MÖ 2. bin evresine ait
seramiklerle, bölgede Hitit İmparatorluğu’nun
varlığı, Kaşka kabilelerinin ne kadar Kastamonu
sınırına uzandığı ve Pala uygarlığının bölgedeki
ağırlığı anlaşılmaya çalışılacak.
ü
Yapılan çalışmalarda seramik, mimari ve diğer
buluntuların ve kalıntıların olduğu dönem ise Roma
ve Bizans dönemleri. Cide’de yapılan çalışmalarda
tespit edilen ve lahit mezarlardan oluşan bir Roma
Mezarlığı, Kastamonu ve çevresindeki ilk örnek
olurken, bu dönemin ölü gömme alışkanlıkları ve
sosyal yaşantısına ilişkin önemli bilgileri de
bünyesinde saklıyor.
Çalışmalarda Bizans dönemi varlığı yoğun seramik
buluntular yanında sahil şeridindeki kalelerde
görülmekte. Özellikle Cide sahil şeridinde daha önce
bilinen ve yeni bulunan kalelerde yapılan
çalışmalarda Bizans döneminde sahil kesiminin
kalelerle kuvvetlendirildiği, yerleşimlerinde bu
kalelerin yakın çevresine yapıldığı tespit edildi.
Geçen yıl başlayan ve 2011 yılında son bulacak
çalışma, Hollanda Leiden Üniversitesi’nden Dr. Bleda
Düring, İskoçya Glasgow Üniversitesi’nden Dr.
Claudia Glatz ve Çanakkale Üniversitesi’nden Dr.
Tevfik Emre Şerifoğlu tarafından yürütülüyor.
Çalışmalara Kültür ve Turizm Bakanlığı destek
veriyor. Bu yıl çalışmalara bakanlık temsilcisi
olarak kendisi de prehistoryen olan Zonguldak Ereğli
Müzesi’nden Arkeolog Ünver Göçen katılırken,
Çanakkale Üniversitesi, Newfoundland Memorial
University, Sheffield Üniversitesi, University
Collage Londra gibi önemli üniversitelerden bilim
insanları da bulunuyor.
Beyaz Gazete, 29.07.2010
|
PARION KAZILARI SONA ERDİ
Çanakkale’nin Biga
İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'ndeki antik Parion kentinde
yürütülen kazıların 2010 yılı sezonu çalışmaları
tamamlandı.
Parion Kazı Başkanı ve Atatürk Üniversitesi (AÜ)
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cevat
Başaran, çalışmaların tamamlanması dolayısıyla Kemer
Köyündeki İÇDAŞ İlköğretim Okulu bahçesinde
düzenlenen törende, kazıların 6. yılında 6 farklı
alanda çalıştıklarını söyledi.
Antik Parion kentinin MÖ 8′inci yüzyılda
kurulan bir millet kolonisi olduğunu, en parlak
çağını ise MS 1 ve 2′nci yüzyılda Roma döneminde
yaşadığını belirten Başaran, ”Kent çeşitli mimari
yapılarla donatılmış. Nekropol, tiyatro, yamaç yapısı ve Roma villasının
yanı sıra ilk kez Odeion’da çalışıldı. Yeni belge ve
önemli bulgular elde edildi. Antik kentin
kalıntıları gün yüzüne çıkarılmaya devam edildi”
dedi.
Kazılar sonucunda, özellikle Roma döneminde önem
verilen ve genişleyen kentin, değişik işlevli mimari
yapılarla donatıldığının belirlendiğini ifade eden
Prof.Dr. Başaran, şöyle konuştu:
”Ancak, şehrin Bizans çağında yoğun şekilde
tahribata uğradığı anlaşılmaktadır. Bu yılki
kazılara Kültür ve Turizm Bakanlığı 108 bin TL
ödenek sağladı. Ana sponsor İÇDAŞ A.Ş ise lojistik
yardımlarla destek sağladı. Ayrıca, kazılarda
Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden öğrenciler
staj yaptı.”
Gerçek Gündem, 29.07.2010
|
DEFİNE HAYALİ HÜSRANLA BİTTİ
Adıyaman'da bir kişinin devlet izni alarak iş makineleri ile gerçekleştirdiği define kazısı hüsranla sonuçlandı.
Adıyaman merkez Yaylakonak beldesi Darıpınar mevkiinde Kazım Turhan isimli vatandaş tarafından iş makineleri ile yapılan kazıdan define çıkmadı. Adıyaman Valiliği'ne verdiği izin dilekçesi sonrası Adıyaman Müze Müdürlüğü tarafından yerinde yapılan incelemede kazı yapılmasında mahsur görülmedi.
Müze Müdürü Fehmi Eraslan başkanlığında jandarma ve maliyeden görevlendirilen memur gözetiminde başlayan kazı 9 gün sürdü. İş makinesi ile gerçekleştirilen kazıda 7 metre derinliğinde bulunan kaya oyuğunda define olma ihtimali belirdi. Fakat devam eden kazılarda kaya oyuğunun içinin boş olduğu ortaya çıkınca, define hayali hüsranla sonuçlandı.
Adıyaman Müze Müdürü Fehmi Eraslan, tarihi ören yerleri ve sit alanı dışındaki yerlerde izinli olarak kazı yapıldığını belirterek, komisyon gözetiminde 9 iş günü süren kazıda herhangi bir define bulunamadığını söyledi.
Eraslan, "Yapılan kazılarda kültür varlığı çıkınca bu eserler müzeye verilir. Eğer define çıkar ise yüzde 50'si devlete yüzde 50'si kazı sahibine verilir. Adıyaman'da yıllık ortalama 1 adet izinli kazı gerçekleştiriyoruz" dedi.
Adıyaman Kent Haber, 29.07.2010
|

 |
HİERAPOLİS'TE KAZILAR BAŞLADI

Pamukkale’de bulunan Hierapolis antik kenti 2010
yılı kazı ve restorasyon çalışmalarının başlaması
dolayısıyla İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet
Korkmaz ile birlikte Vali Yavuz Erkmen’i makamında
ziyaret eden Hierapolis Kazı Heyeti Başkanı Prof.
Francesco D’Andria, bu yıl yapılacak kazı
çalışmaları hakkında Vali Erkmen’e bilgi verdi.
Bu yılki kazı ve restorasyon sezonuna 8 farklı
İtalyan Üniversitesi, Norveç Oslo Üniversitesi,
İtalyan Ulusal Araştırma Konseyi (IBAM) ve CNRS
Fransa Ulusal Araştırma Merkezi’nden 80 arkeolog,
mimar, restoratör, mühendis, jeolog ve antropolog
katıldığını belirten Prof. D’Andria, “2010 yılı
çalışmaları Hierapolis Antik Tiyatrosu sahne binası
restorasyon çalışmaları ile başladı. Hierapolis
Antik Tiyatrosu tüm Akdeniz bölgesinde korunagelmiş
tek tiyatro olma özelliğini taşımaktadır” dedi.
Sahne binası projesinin Denizli Valiliği
tarafından desteklendiğini ve finans kaynağının
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından
temin edildiğini ifade eden Prof.D’Andria, “Proje
çok uzun yıllar kazı ve restorasyon çalışmalarında
yer alan kazı heyeti mimar ve arkeologları
tarafından: Paolo Mighetto, Filippo Masino, Giorgio
Sobra ve mühendis Franco Galvagno tarafından
tamamlanmıştır. Tiyatronun her mimari parçası toprak
üzerinde birbirlerine bağlanacak şekilde düzenlenmiş
ve restorasyonu beklemektedirler. Yaklaşık yüzde 95'i koruna gelmiş olan parçalarda çok az tamamlama
yapılacaktır” diye konuştu.
Restorasyon çalışmalarının 3 yıl içinde
bitirilmesinin hedeflendiğini belirten Prof.Dr.
D’Andria, “Tiyatro restorasyonunun tamamlanması
kaliteli bir turizm için de oldukça etkili olacak.
Geçen yıl burada yapılan çalışmalarda Pamukkale
termale su sağlayan antik kaynak sular ve havuzlar
ortaya çıkarılmış, büyük boyutlu bir Apollon heykeli
bulunmuştu. Bu heykelin yüksekliği 4 metreyi
bulmaktaydı. Diğer bir kazı yeri de Aziz Phlippus
Martyriumu alanında, sekizgen hamamın etrafında
olacak. Ayrıca turistlerin geçişini kolaylaştıracak
bir köprünün Denizli Valiliğinin işbirliği ile
yapılması hedeflenmektedir. Bu köprü MS VII
yüzyılda yıkılan köprünün yerine yapılacak”
ifadelerini kullandı.
Prof.Dr. D’Andria’ya ziyaretinden ve verdiği
bilgilerden dolayı teşekkür eden Vali Erkmen,
Prof.Dr. D’Andria ve ekibine çalışmalarında başarılar
diledi.
Denizli Kent Haber, 29.08.2010
|
BİN 600 YILLIK FASULYE HEYECANI
Bodrum Gümüşlük'te
bulunan Tavşan Adası'nda Uludağ Üniversitesi
tarafından yürütülen kazı çalışmaları sırasında, bin
600 yıllık mezarda fasulye taneleri bulundu.
Anadolu'ya fasulyenin 250 yıl önce geldiğinin
varsayıldığını söyleyen Uludağ Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin,
bulunan fasulye tanelerinin, fasulyenin anavatanının
Güney Amerika olduğu tezini değiştireceğini
belirtti. Kalıntılarda ortaya çıkarılan iki ayrı
mezarda bulunan kafatası kemiklerinin sahiplerinin
de paganlar döneminde Hıristiyanlığa ilk geçen
kişiler olduğunu tahmin ettiklerini söyleyen Prof.
Şahin, 8 kafatasının öldürülen ilk Hıristiyan
azizlere ait olabileceğini ve bu buluntular ile
Gümüşlük Tavşan Adası'nın kutsal bir ada olarak ayrı
bir çekim merkezi olabileceğini belirtti.
Yeni Asır, Haber: Zeki Özkeskin, 29.07.2010
KAZIDAN VAHŞET ÇIKTI

Muğla’nın Bodrum İlçesi’ne bağlı Gümüşlük
Beldesi’nde devam eden Antik Myndos Kenti kazıları
çerçevesinde, Tavşan Adası’nda gün ışığına çıkarılan
mezarlarda parçalanmış 8 kafatası ve büyük çiviler
bulundu. Gümüşlük Kazı Evi’nde koruma altına alınan
kafatası parçaları, Burdur Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü’ne gönderildi. Uzunluğu 6-8 cm olan çiviler
üzerinde yapılan incelemede kafataslarına ait kemik
ve diş parçalarına rastlandı. 8 kafatasının
bulunduğu mezarda iskelet bulunmaması dikkat çekti.
Gümüşlük’te olayın duyulmasından sonra yerli ve
yabancı turistler Tavşan Adası’na akın ederek
kafataslarının bulunduğu mezarlarda hatıra fotoğrafı
çektirdi. Kazı başkanı Uludağ Üniversitesi Fen ve
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, bulunan kafataslarının
MS 4’üncü
yüzyılda Hıristiyanlığın yeni yayılmaya başladığını
Geç Bizans dönemine ait olduklarını saptadıklarını
belirterek, Hıristiyanlığın yayıldığı sıralarda
yakalanarak işkence ile öldürülen dönemin ilk
azizlerine ait olduğu söyledi.
Vatan, 31.07.2010
|
BU MÜZELER PEK SEVİLDİ
Avrupa ülkelerinde yaşanan
ekonomik kriz nedeniyle yılın ilk ayında kente gelen
turist sayısında yüzde 4,6 azalma yaşanırken,
Miniatürk, Panorama 1453 Tarih Müzesi ve Yerebatan
Sarnıcı'nı ziyaret edenlerin sayısında geçen yılın
ilk 6 ayına oranla yüzde 11'lik bir artış gözlendi.
2009 yılının ilk 6 ayında bu 3 müzeye gelen
ziyaretçi sayısı 1 milyon 377 bin 162 iken, bu sayı
2010 yılının aynı döneminde 1 milyon 514 bin 878'e
yükseldi. Yabancı turistler, daha çok Yerebatan
Sarnıcı ve Miniatürk'ü, yerli turistler de Panorama
1453 Tarih Müzesi'ni tercih etti. 15 asırlık
tarihiyle birçok efsaneye konu olan, müze olarak
gördüğü işlevin yanı sıra sergi, müzik dinletisi ve
şiir okumalarına da ev sahipliği yapan Yerebatan
Sarnıcı, 2010'un ilk yarısında 722 bin 484 kişi
tarafından ziyaret edildi. Antik çağdan Bizans'a,
Selçuklu'dan Osmanlı'ya 3 bin yıllık tarih ve kültür
mirasının minyatürlerini Haliç kıyısında buluşturan
Miniatürk ve İstanbul'un fethini görsel bir şölenle
meraklılarına sunan Panorama 1453 Tarih Müzesi'ni de
800 bin kişi ziyaret etti.
Zaman, 29.07.2010
|
|
SEL TARİHİ ORTAYA ÇIKARDI
Ardahan kent merkezinde özellikle hafta sonu günleri
etkili olan sağanak yağış nedeniyle meydana gelen
selin, Atatürk Mahallesi'ndeki tarihi kilise
bölgesinde toprağı aşındırdığı ve söz konusu bölgede
parça halinde yaklaşık 15 adet insan kemiğinin
ortayı çıktığı bildirildi.
Atatürk Mahallesi'nde Eski Kilise mevkii
olarak bilinen bölgede, kemiklerin daha öncede
görüldüğünü söyleyen mahalledeki vatandaşlardan
Kadim Öztürk, selden sonra toprağın aşınmasıyla
kemiklerin daha çok görüldüğünü belirtti.
Erzurum Gazetesi, 29.07.2010
|
CİZVİTLERİN CARAVAGGIO'SU İTALYA'YI EPEY KARIŞTIRDI
Caravaggio’nun yeni bir tablosunu bulmak İtalyanları epey heyecanlandırdı. Hem de Avrupa resminin bu büyük ustasını 400. ölüm yılında özel etkinliklerle anmaya başlamışken.
Geçen hafta Vatikan’ın resmi yayın organı L’Osservatore Romano gazetesinin yeni bir Caravaggio bulunduğunu duyurmasıyla sanat alemi hareketlendi. ‘Martyrdom of St. Lawrence’ (Aziz Lawrence’ın şehit edilmesi) adlı tablonun, Cizvit rahipleri tarafından, bu tarikata ait kiliselerden birinde keşfedildiği söyleniyor. Ama, daha ilk günden İtalyan sanat tarihçilerin şüpheli bir tavır alması, hatta bazılarının kesin biçimde tablonun Caravaggio’ya ait olmadığını söylemesi akılları karıştırıyor. Tablonun Caravaggio’nun elinden çıkmış olamayacağı ancak bir öğrencisi tarafından yapılmış olabileceği belirtilirken, kimi uzmanlar kesin bir yargıda bulunmaktan kaçınıyor. Konuyu gazetesinde büyük bir sükseyle yayımlayan Vatikan ise bu gelişmeler karşısında biraz zor duruma düşmüş gibi. Gazete, daha sonra tablonun İtalyan ustaya ait olup olmadığının bilinmediğini yazdı. Cizvit rahipler ise yıllardır kiliselerinde asılı duran tablonun böyle olay olması karşısında şaşkın.
Çeşitli uzmanların inceleyip durduğu tablonun eylülde röntgenle incelenmesi planlanıyor. Araştırmayı yürüten Caravaggio uzmanı Silvano Vinceti, usta ressamın biri dışında hiç bir eserini imzalamadığını bu nedenle de taklitleriyle çok karşılaştıklarını belirtiyor. Tablonun Napoli, Sicilya ve Malta’da kalan Caravaggio’nun takipçilerinden biri tarafından yapılmış olabileceğine de dikkat çekiliyor. İtalyan usta, 1610 yılında Toskana’da ölmüştü.
Radikal, Fotoğraf: Reuters, 29.07.2010
|
 |
KALBURCU'DAN TARİH FIŞKIRDI
Balıkesir’in Kepsut İlçesi'ne bağlı Kalburcu
Köyü yakınlarında yapılan
kazılarda elde edilen bulgulara göre, bölgenin,
geçmişi erken tunç çağından başlayarak, Hellenistik
Roma ve Doğu Roma dönemlerine uzanan, önemli bir
antik yerleşim birimi olduğu tahmin ediliyor.
Kalburcu Muhtarı Celali Aykoç’un, köy
yakınlarındaki “Asar Tepe” olarak adlandırılan
bölgenin arkeolojik açıdan önem taşıdığı
düşüncesiyle Balıkesir Müze Müdürlüğü’ne birçok kez
yaptığı müracaatlar sonuç verdi.
Müze Müdürlüğü, incelemelerin ardından söz konusu
bölgeyi “Arkeolojik sit alanı” olarak tescilleyerek,
Bursa Koruma Bölge Kurulu’na bildirdi ve kazı
başvurusunda bulundu. Başvurunun kabul edilmesi ve Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın kazı için ödenek göndermesinin
ardından, Mayıs ayında müze araştırmacısı Aytekin
Yılmaz başkanlığında 10 kişilik ekiple kazılara
başlandı.
Kazıyı yürüten Aytekin Yılmaz, gazetecilere
yaptığı açıklamada, “Asar Tepe” mevkisinde yürütülen
yüzeysel araştırmalarda bol miktarda toprak kap ve
seramik parçalarına rastladıklarını belirterek, daha
derinlere inildikçe yoğun olarak yığma taş bölümler
ve küçük odacıkların ortaya çıkarıldığını söyledi.
Araştırmayı yamaçlara doğru kaydırdıklarında,
tepenin etrafının üç kademe şeklinde duvarlarla
çevrili olduğunun anlaşıldığını ve bu duvarların
büyük kısmının ortaya çıkarıldığını ifade eden
Yılmaz, kazı çalışmalarında bol miktarda Hellenistik
döneme ait toprak kap, seramik parçaları, ok ve
mızrak uçları bulunduğunu vurguladı.
Yılmaz, kazı sırasında tepenin hemen alt kısmında
bir lahit ortaya çıkardıklarını dile getirerek,
lahitte iskelet kalıntıları, gözyaşı şişesi, çeşitli
seramik kap ve Bergama Krallığı dönemine ait,
üzerinde sağlık tanrısı figürü bulanan bronz sikke
bulunduğunu bildirdi.
Balıkesir Müze Müdürü Neriman Özaydın da,
ödeneğin bitmesi nedeniyle ara vermek durumunda
kaldıkları kazı çalışmalarının 45 gün sürdüğünü
belirtti. Bölgenin Balıkesir’in en eski antik yerleşim
birimlerinden biri olduğu yönünde bulgulara
ulaşıldığını dile getiren Özaydın, şöyle konuştu:
“Bölgeden elde edilen bulgulara göre, burası
geçmişi erken tunç çağından Hellenistik dönemlere
kadar uzanan önemli bir yerleşim birimi. Arkeolojik
açıdan önem arz ediyor. Buranın Balıkesir’de en eski
yerleşim birimi olduğunu tahmin ediyoruz. İlimizde
kazı çalışmaları yürütülen Altınoluk Antandros,
Erdek Kyzikos gibi, önemli bir antik kazı alanı
olacak nitelikte bir yer. Bu önemli merkezde
kazıların devam ettirilmesi ve sonuçlandırılması
gerekiyor.”
Hürriyet, 28.07.2010
|
GÖLCÜK'TE TARİHİ KAPLICA GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI
Kocaeli’nin Gölcük İlçesi'nde bulunan tarihi Yazlık
Ilıca’yı kurtarma çalışması başladı. Kazı çalışması
bittikten sonra bölgede 5 yıldızlı otel yapılması
için ihale açılacak.
Roma dönemine ait tarihi kaplıca içinde yıllardır
şifalı sıcak su boşa akıyor. Sadece bölgedeki
çocukların yüzdüğü ve kadınların çamaşır yıkadığı
bölgede geniş çapta kazı çalışması başlatıldı. 2.
yüzyılda yapıldığı tahmin edilen tarihi kaplıcanın
çevresi tamamen kazıldı. Kocaeli bölgesinde Roma
yapısı bakımından tek örnek proje olduğu tespit
edilen Yazlık Ilıcası ile 10 dönümlük bir alan
içinde yaklaşık 3 dönümü kapsayan kurtarma kazısı
ile bir tarih daha yaşamış olacak.
Daha önce Kocaeli Özel İdaresi, bölgedeki
kaynakları ile MTA tarafından yıllardır sürdürülen
sondaj çalışmaları sonucu, şifalı su kaynaklarının
debisi ve derinliği belirlenmişti. Son günlerde
Gölcük Belediyesi ile Kültür ve Turizm Müdürlüğü
tarihi tesislerin kalıntılarını ortaya çıkartan
çalışmalar yapıyor. Yüzyıllar öncesinde insanların
kullandığı, yararlandığı ılıca ve termal tesisleri
de gün yüzüne çıktı.
Yazlık bölgesindeki şifalı suların bir kısmı
içinde yüzülmesi halinde cilt hastalıklarına iyi
geliyor. Bu sular, kükürtlü ve sıcak. Aynı bölgede
yine cilt hastalıklarına iyi gelen çamur banyosuna
uygun kaynaklar var. Bir de içilmesi halinde mide ve
göz hastalıklarına iyi gelen şifalı sular bulunuyor.
Bölgedeki kazı çalışmalarıyla tarihi yapıların
ortaya çıkartılmasının ardından, Termal Turizm
Bölgesi ilan edilen bu alanda yapılacak büyük
turistik tesis için Kültür ve Turizm Bakanlığı
ihaleye çıkacak.
Zaman, 28.07.2010
TAY'dan: TAYEx ekibi tarafından 13.7.2008 tarihinde ziyaret edilmiş ve belgelenmiştir.
http://tayproject.org/TAYBizansMar.fm$Retrieve?YerlesmeNo=20464&html=bizansdetailt.html&layout=web
|
 |
'SON AKŞAM YEMEĞİ' ÖNÜNDE FLAŞ PATLATTILAR
İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, Milano'da tatilini geçiren Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev'le birlikte, Leonardo Da Vinci'nin "Son Akşam Yemeği" isimli tablosunun önünde flaşlı fotoğraf çektirdi. Konuk Devlet Başkanı'nı Milano Sarayı'nı ve kentin diğer tarihi yerlerini gezdiren Berlusconi, Da Vinci'nin 15'inci yüzyılda yaptığı başyapıtını es geçmedi. Turistlerin görmek için üç ay sıra beklediği tabloyu göstermek için Santa Maria della Grazie Müzesi'ni açtıran Berlusconi, Medvedev ile tablonun önünde poz verdi. İngiliz Telegraph gazetesine konuşan Vatikan Müzesi Profesörü Ulberico Santa Maria, "Ben hiçbir şekilde Son Yemek'in önünde flaş patlatılmasına izin vermezdim. Flaş, bu tür eserlere ciddi zarar verebilir. Tabii ki fotoğrafı çekilebilir ama bunun çok sıkı kontrol altında, yüksek filtreler kullanılarak gerçekleştirilmesi gerek" diyerek olayı eleştirdi.
Santa Maria della Grazie Müzesi yetkilisiyse şu açıklamayı yaptı: "Müzede üç fotoğrafçı vardı. Fotoğraf çekilmesinde bir sorun görmedim. Fotoğraf makinesi flaşının tabloya zarar verebileceği doğru, ama birkaç poz fotoğraf çekilmesinde sorun yok. Fotoğrafçılar oldukça uzaktan çekim yaptı ve bir sorun çıkacağını sanmıyorum."
Sabah, 28.07.2010
|
ROMA DÖNEMİNE AİT KADIN HEYKELİ ELE GEÇTİ
Kayseri’de Roma dönemine ait olduğu belirtilen ve
başı olmayan mermer kadın heykeli ele geçirildi.
Jandarmaya, heykeli 80 bin liraya satmak isteyen çok
sayıda kişi yakalandı. Tarihi kadın heykeli Kayseri
Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildi.
Bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri,
Bünyan İlçesi'ne bağlı Sultanhanı Köyü'nde, bazı
kişilerin tarihi eser satmak istediğini öğrendi.
Daha sonra alıcı kılığına giren ekipler, şebeke
elemanları ile bağlantı kurdu. Roma dönemine ait 1.5
metre boyunda 250 kilo ağırlığında ve başı olmayan
giysili kadın heykelini almak için 80 bin liraya
anlaştı. Heykel, teslim edileceği anda yapılan
operasyonla ele geçirildi.
Çok sayıda kişi gözaltına alındı. Heykelin Roma
dönemi ait olduğu tahmin ediliyor. Heykel müzeye
teslim edildi. Olayla ilgili soruşturmanın devam
ettiği bildirildi.
Star Gündem, 28.07.2010
|
|
ANTİK KENTLERE ERKEN UYARI SİSTEMİ
Antik kentler, yangın ve sele karşı kızılötesi
kameralar ve uzaktan kontrollü erken uyarı
sistemiyle korunacak. Avrupa Birliği tarafından
desteklenen, Bilkent Üniversitesi'nin ortak olduğu
erken uyarı sistemi projesi, Antalya’nın Kumluca
İlçesindeki Rhodiapolis antik kentinde uygulanmaya
başladı. Prof.Dr. Enis Çetin, daha önce orman
yangınlarına karşı geliştirdikleri, ormanların
kameralarla gözetlenmesi çalışmalarının bir
benzerini yürüteceklerini söyledi. Çetin, kurulacak kameralar ve sensörler sayesinde, antik kentlerin
yangın ve sele karşı kızılötesi kameralar ve hava
istasyonlarından oluşan uzaktan kontrollü erken
uyarı sistemleriyle korunacağını söyledi.
Türkiye Gazetesi, 28.07.2010
|
ORTA ASYA'DAN ANADOLU'YA İLK GİREN KOYUNLAR
Tokat’taki Komana Pontika
antik kentinde yürütülen
kazı çalışmaları kapsamında, Roma ve Hellenistik
dönemin izlerinin gün yüzüne çıkarılmasının yanı
sıra antik kent DNA çalışmasıyla Orta Asya’dan
Anadolu’ya giren ilk koyun türlerinin de tespit
edilmesi hedefleniyor.
Komana Pontika antik kentinde ODTÜ Mimarlık
Fakültesi Yerleşik Arkeolojisi Ana Bilim Dalı
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Burcu Erciyas başkanlığında
yürütülen kazı çalışmaları devam ediyor. Roma ve
Hellenistik dönemin izlerini gün yüzüne çıkarmak
için yoğun çaba sarf eden Erciyas ve ekibi,
biyologlarla birlikte yürüttükleri Antik Kent DNA
Çalışması kapsamında da Orta Asya’dan Anadolu’ya
giren ilk koyun türlerini ve bu türlerin Anadolu’da
var olan türlere etkisini tespit etmeye çalışıyor.
Kazı heyeti başkanı
Doç.Dr. Burcu Erciyas, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki çalışmalara,
geçen yıl olduğu gibi Hamamtepe bölgesinde devam
ettiklerini söyledi.
Hamamtepe bölgesinde 3 alanda çalıştıklarını,
burada geçen yıl çıkarmaya başladıkları mekanlar
içerisinde çeşitli üretim faaliyetlerinin yapıldığı
içlikler tespit ettiklerini anlatan Erciyas,
ocakların bu içliklerde üretim faaliyetlerinde
kullanıldığını tahmin ettiklerini aktardı.
Tüm mekanlarda bu ocakların farklı çeşitlerine
rastladıklarını, bu durumun da üretimin farklı
alanlarda olduğunu gösterdiğini ifade eden Erciyas,
bu çalışma alanındaki tarihlemenin erken Selçuklu ve
geç Bizans dönemi olduğunu anlattı.
İçliklerin en erken Bizans döneminde kullanılmaya
başladığını bu yıl tespit ettiklerini ifade eden
Erciyas, şunları kaydetti:
”Bu alanda çıkan bronz buluntular, bize bu alanda
bronz üretim atölyelerinin olduğunu önermekte. Diğer
bacalı ocaklarımız daha çok kullanılmakta.
Gördüğümüz ise yemek ve ekmek yapmak faaliyetlerinde
kullanılıyor. Ancak bizim bulgularımız şu anda
tamamlanmış değil. Çalışmalarımızın sonunda bütün
verileri bir araya getirerek burada ne tür üretimler
yapıldığını tespit edebileceğiz.”
Bu yıl ve gelecek yıllarda daha derinlere inerek
kazılara devam edeceklerini belirten Erciyas,
”Tepenin erken devrelerini aydınlatmaya çalışıyoruz.
Arzumuz Roma ve Hellenistik döneme ulaşmak. Çünkü
Komana antik kentinin en zengin ve ihtişamlı olduğu
dönem Roma ve Hellenistik dönemler” dedi.
Erciyas, buradan elde ettikleri tüm verileri
detaylı bir şekilde laboratuarlarında ve
üniversitede yıl boyu çalıştıklarını ifade ederek,
”kapsamlı bir çalışma yapıyoruz. Seramik
uzmanlarımız seramikleri çalışarak buraların tam
olarak tarihlenmesine yardımcı olurken, hayvan
kemikleri üzerinde uzmanlarımızın çalışmaları,
burada yaşayan insanların ne yiyip içtikleri, bu
hayvanları nasıl besledikleri, ne anlamda onlardan
yararlandıkları konusunda bilgi edinmemizi sağlıyor”
ifadelerini kullandı.
Kazılarda bu sene farklı olarak bütüncül yaklaşım
ile 'Antik Kent DNA' çalışması başlattıklarını anlatan Erciyas, ”Bu çalışmada Anadolu’ya giriş yapan koyun
türlerinin DNA’larını tespit ederek bu türlerin
hangi dönemlerde girdiğini ve Anadolu’daki koyun
türlerinin devamını takip edebileceğiz. Bununla
birlikte bulduğumuz köpek kemikleri ile ilgili
çalışmalarımıza devam ediyoruz. Çünkü çoban
köpekleri o sürüler ile dolaşıyorlar. Böyle detaylı
çalışlarımız var” dedi.
Doç.Dr. Erciyas, Antik DNA çalışması ile ilgili
şu bilgileri verdi: ”Biyolog arkadaşlarımız var, koyun DNA’sı üzerine
çalışıyorlar. Onlar örnek topladılar, bizim bu
bölgedeki koyunların DNA’sı üzerine çalışma
başlattılar. Kazdığımız dönem, tam Bizans’tan
beylikler dönemine geçiş olduğu için, Orta Asya’dan
göç eden Türk topluluklarıyla gelen koyunların,
Anadolu’daki koyun türlerinde sebep olduğu
değişiklikleri ve çeşitlenmeyi göstermek için böyle
bir çalışma yapmak istiyorlar. Yeni türler neler ve
yeni türler Anadolu’daki var olan koyun türlerinde
ne gibi değişiklikler meydana getirmiş onlara
bakıyorlar. Sonuçların çıkması için bir sene var. Şu
anda sadece örnek toplama aşamasındalar.”
Mitridat Krallığı’nın yönetiminde önemli bir
kültür merkezi olan ve Roma İmparatorluğu döneminde
de özerkliğini koruyan Komana Pontika’nın, tarihte
Anadolu tanrısı Ma’ya adanmış kutsal alan olduğu
belirtiliyor.
Aynı zamanda çevre bölgeler için ticaret merkezi
görevi gördüğü ifade edilen bölgenin, o dönemde
kutsal alanda düzenlenen festivaller, zengin pazar
yeri ve kenti çevreleyen verimli arazisiyle
Anadolu’nun tüm bölgelerinden ziyaretçi aldığı
kaydediliyor.
ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından da desteklendiği
belirtilen Komana Pontika Arkeolojik Araştırma
Projesi, Orta Karadeniz Bölgesi’nin klasik çağ kenti
Komana Pontika’nın konumunu belirlemek ve kentsel
dokusunu anlamak amacıyla 2004 yılında
başlatılmıştı.
Gümenek Hamamtepe bölgesinde yüzey
araştırmalarının ardından antik kentin gün ışığına
çıkartılması için kazı çalışmalarının startı
verilmişti.
Star, 28.07.2010
|

 |
HAMMURABİ KANUNLARI MI?
İsrail’de, insanlık tarihinin bilinen ilk yazılı kuralları olan ünlü Hammurabi kanunlarını andıran, yaklaşık 3 bin 800 yıllık çivi yazılı belge bulundu. Hazor’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan belge, MÖ 18.-17. yüzyıllarda Bronz Çağı’nın ortalarında, Akat çivi yazısıyla yazılmış. Tabletin bulunan parçalarındaki yazılar, kölelerle efendileri arasındaki kuralları içeriyor.
Bu haliyle belge, MÖ 18. yüzyılda Babil Kralı Hammurabi’nin kanunlarının yazılı olduğu ve yaklaşık 100 yıl önce bugünkü İran topraklarında ortaya çıkarılan kil tabletle benzerlikler taşıyor.
Uzmanlar Hazor tabletinde öngörülen cezaların da Eski Ahit’tekiler gibi ‘dişe diş’ felsefesini yansıttığını anlatıyor. İbrani Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Wayne Horowitz yönetimindeki uzmanlar, tablet parçaları üzerinde ‘efendi’, ‘köle’ ve büyük olasılıkla ‘diş’ anlamına gelen bir sözcük belirlemiş.
Tabletlerin o çağda bir yazman okulu bulunduğu bilinen Hazor’da mı yazıldığı, başka bir yerden mi getirildiğiyse henüz net değil. Ancak Hazor’daki bu son bulgunun, Hammurabi kanunlarıyla Eski Ahit kuralları arasındaki olası bağlantının araştırılması gereğini akla getirdiği ifade ediliyor. Hazor’da daha önce bulunan tabletlerse insan ve malların gönderilmesiyle ilgili konuları, bir kadınla ilgili hukuki bir uyuşmazlığı ve çarpım tablolarını içeriyordu.
Radikal, Fotoğraflar: AFP, 28.07.2010
|
OVAÖREN HÖYÜĞÜ'NDEKİ KAZILARDA SUR DUVARLARI ÇIKTI
Nevşehir’in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören beldesindeki,kazıda 6 metre yüksekliğinde ve 4 metre genişliğinde sur duvarlarına rastlandığını belirtildi. Nevşehir’in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören beldesindeki kazıda incelemelerde bulunan Nevşehir Valisi Osman Aydın’a Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt geniş bir brifing verdi. Vali Aydın’a kazı incelemesinde Jandarma Alay Komutanı Jandarma Albay Turgay Aras, Gülşehir Kaymakamı Mesut Yakuta, Gülşehir Belediye Başkanı Mustafa Dursun, Kültür ve Turizm Müdürü Veletdin Birsöz, Koruma Kurulu Müdürü Mevlüt Coşkun ve Müze Müdürü Murat Gülyaz da katıldı.
Kazı ekibinden çalışmalarla ilgili bilgi alan Vali Aydın, geçen yıl başlayan kazı çalışmalarının bu yılki bölümünde höyüğün güney batısında yer alan surlarda sondaj çalışmaları yapıldığını, yaklaşık 6 metre yüksekliğinde ve 4 metre genişliğinde sur duvarlarına rastlandığını bildirdi. Kazı ekibi yetkilileri de surların Hitit döneminde yapıldığının, Demir Çağı’nda iki kez onarım gördüğünün, surlardaki en son yapıların da MÖ 7-8. yüzyılda hüküm süren Tabal Krallığı’na ait olduğunun anlaşıldığını, höyüğün içinde yapılan kazılarda da Demir Çağı’na ait mekanlar ortaya çıkarıldığını belirtti. Yetkililer, demir ok ucu, pişmiş toprak ağırşak, ağırlık, kemikten yapılmış biz ve iğne gibi taşınır kültür varlıklarının bulunduğunu da kaydetti.Kazılarda, Demir Çağı’nda da yoğun yerleşime sahne olan surlarla çevrili kentin gerek Hitit İmparatorluk gerekse Geç Hitit Dönemi’nde özellikle Tabal Krallığı’na bağlı önemli kentlerden biri olduğuna dair bulgulara rastlandığı dile getirildi.
Kızılırmak Avanos, 28.07.2010
|
 |


|
3 BİN YILLIK HÖYÜĞE ASFALT DÖKTÜLER
Van'da 3 bin yıllık, Urartu döneminden kalma höyüğe Belediye tarafından yol yapılıp, asfalt dökülmesi, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nü harekete geçirdi.
Yapılan yolun çok gereksiz olduğunu ve ne amaçla yapıldığına anlam veremediklerini belirten Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri, “Yolda yapılan çalışmayı durdurduk. Yapılan yol ve asfalt kaldırılarak höyük eski haline döndürülecek” dedi.
Van'da tarihi Van Kalesi'nde başlatılan kazı çalışmaları yanı sıra kalenin kuzeydoğu tarafında bulunan 3 bin yıllık höyükte de arkeolojik kazıların başlatılması planlanırken, Belediye ekibi tarafından bu bölgeye yol yapılıp, asfalt dökülmesi, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerini şoke etti. Yapılan yolun çok gereksiz olduğunu ve ne amaçla yapıldığına anlam veremeyen Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri, yolda yapılan çalışmayı durdurdu. Belediye tarafından höyüğün tam ortasında yol açıldığını söyleyen İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih Tatlı, “Höyük üstünde izinsiz bir yol açılmıştır. Üstelik bir de asfaltlama çalışmaları yapılmış. Kültür ve Turizm Bakanlığı kadar, belediye sınırları içinde kalan tarihi alanlardan belediyeler de sorumludur” dedi.
Yol çalışması yapılan alanın 1'inci derece tarihi sit alanı olduğunu söyleyen İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih Tatlı şunları söyledi:
“Yolun yapımı gelen şikayetler üzerine durduruldu. Ama ne yazık ki durdurma çok geç oldu. Buna da çok üzüldük. Çünkü bizden alınan hiçbir izin talebi yok. Belediye bunu yapmamalıydı. Bundan sonra uzmanlarımızın aldığı karalar doğrultusunda hareket edeceğiz. Büyük ihtimal höyük eski haline döndürülmeye çalışılacak. Çünkü bu yola bakanlık izniyle arkeolojik kazı izni verilmiş bir alan. Bu yıl itibariyle arkeolojik kazıların başlatılması planlanıyordu. Çünkü Van Höyüğü'nün bizim için çok önemi var. Çünkü buradan çıkartılacak bulgular Van tarihi açısından büyük önem taşımaktadır.”
Belediye Fen İşleri Müdürü Orhan Şenkaya ise asfaltladıkları bölgenin araç trafiğine açık bir yol olduğunu ve mahalle sakinlerinin isteği üzerine asfaltladıklarını söyledi. Müze ve Kültür İl Müdürlüğü yetkililerinin isteği üzerine ise çalışmaya son verdiklerini belirten Şenkaya, “Zaten burada daha önce araç trafiğine açın olan bir yol geçiyordu. Mahalle sakinlerinin isteği üzerine biz de yolu düzelterek asfaltladık. Ancak yetkililerin isteği üzerine çalışmalara son verdik” dedi.
Hürriyet, Haber: Murat Çağlar, 27.07.2010
|
ROMA DÖNEMİNE AİT 320 SİKKEYİ KAÇIRMIŞLAR
Hatay’ın
İskenderun İlçesi'nde Romalılar dönemine ait 320 adet
sikke ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, Hatay İl Jandarma
Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube
Müdürlüğü ekipleri ihbar üzerine İskenderun’da
ellerindeki tarihi değeri bulunan sikkeleri piyasaya
sürmek isteyen şahıslara ulaştı. Şahıslar ile alıcı
kılığında pazarlık yapan jandarma, buluşma
noktasında operasyon başlattı.
Düzenlenen operasyonda Romalılar dönemine ait 320
adet sikke ele geçirildi. Tarihi eserleri satmak
isteyen M.K., M.B., H.F., Z.E., C.A. gözaltına
alındı. Olayla ilgili soruşturmanın devam ettiği
kaydedildi.
Timetürk, 27.07.2010
|
|
 |
DEFİNE AVINDA ÖLÜM
Düzce’de define aramak için 9 metrelik kuyu kazan iki defineci, gaz zehirlenmesi sonucu kuyuda hayatını kaybetti.
Edinilen bilgilere göre, Düzce’nin Akçakoca İlçesi'ne Bağlı Subaşı Köyü sınırları içerisindeki ormanlık alanda define ararken, kazdıkları kuyuda hayatını kaybeden definecilerin kurtarılması için kuyunun başında gözlemcilik yaptığı öğrenilen Yaşar K., itfaiye arama kurtarma ekiplerine haber verdi.
Definecilerden Ali Ç. ve Yaşar K. isimli kişilerin dışarıda gözcülük yapmak için bekledikleri öğrenildi. 9 metre derinlikteki kuyuya inen Seyhan ve Halil isimli iki şahıs ise yarım metre genişliğinde yaklaşık 9 metre derinliğindeki kuyuya indiler. Definecilerin kuyuya saat 10.00 sıralarında girdiği ve saat 12.00 sıralarında gaz sıkışması sonucu hayatlarını kaybettikleri öğrenilirken, kuyudaki iki kişi saat 14.00 sıralarında kurtarılabildi.
Olay yerine gelen itfaiye ekipleri ve jandarma ile birlikte 112 Acil Servis ekipleri, 9 metre derinliğindeki define kuyusunda kalan iki kişiyi kurtarma çalışması başlattı. Çukurda bulunanları çıkarmak için büyük çaba sarf eden itfaiye ekipleri, halat yardımıyla Mehmet Canerpolat isimli itfaiye erini kuyuya indirdi. Kuyuda iki kişinin bulunduğunu ve yaşamadıklarını söyleyen itfaiye eri, cesetleri bir başka halat yardımıyla yukarıya çıkardı.
Çukurdan çıkarılan cesetleri hayata döndürmek için 112 Acil Servis ekipleri büyük çaba sarf etti. Cesetler, otopsileri yapılmak üzere Akçakoca Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Jandarma, olayla ilgili soruşturma başlattı.
Vatan, 27.07.2010
|
DÜNYANIN EN ESKİ SEKS OYUNCAĞI
İsveç'te bilim insanları dünyanın en eski seks oyuncağını bulduklarını açıkladı.
Taş Devri'nden kaldığına inanılan kadınlara özel seks oyuncağı geyik boynuzundan yapılmış ve günümüzde kullanılanlara çarpıcı bir benzerlik taşıyor.
MÖ 4000 yılında geyik boynuzundan oyma yöntemiyle yapıldığı belirtilen seks oyuncağı, 15 santimetre uzunluğunda 2 santimetre çapında.
İsveçli arkeolog Martin Rundkvist, seks oyuncağının erkek cinsel organına benzerliğine dikkat çekiyor.
Seks oyuncağı, MÖ 4000 ila 6000 yılları arasına ait çok sayıda tarihi kalıntının bulunduğu Motala şehrindeki mezolitik dönem arkeoloji sahasında ortaya çıkarıldı. Seks oyuncağı, zıpkınla avlanmak amacıyla kullanıldığı sanılan çok sayıda kemik ve taştan aletlerin yanında bulundu.
Gazeteport, 27.07.2010
|

|
ANTİK KEHANET MERKEZİ KLAROS'A "ARKEOPARK" KURULACAK
İzmir'in Menderes İlçesinde bulunan ve dünyanın 3
büyük antik kehanet merkezinden biri olarak bilinen Klaros Antik Kehanet (Bilicilik) Merkezi'nde
arkeopark kurulacağı bildirildi. Ege
Üniversitesi'nden (EÜ) yapılan açıklamada, EÜ ve
Menderes Kaymakamlığı işbirliğiyle hazırlanan proje
çerçevesinde, Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Klasik Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr.
Nuran Şahin başkanlığında kazı çalışmaları devam
eden Klaros'un turizm için bir çekim noktası haline
getirileceği ifade edildi.
İzmir ve Ege Bölgesi için ilk olacak Arkeopark
Projesi kapsamında iyileştirme, düzenleme ve tanıtım
faaliyetleri düzenlenerek Klaros kazılarından elde
edilen ve halen çeşitli müzelerde veya müze
depolarında bulunan 10 eserin kopyalarının ören
yerinde sergilenmesi hedefleniyor. Projeyle aynı
zamanda bilgilendirme ve tanıtım levhaları, Klaros
Antik Kehanet Merkezi'ni tanıtma amaçlı broşürler,
afişler ve web sayfası hazırlanacak. Ören yerine
aydınlatma ve güvenlik sistemi kurulacak. Projenin
305 bin TL'lik bütçesinin yüzde 75'ini İzmir
Kalkınma Ajansı (İZKA) karşılayacak.
Yeni Asır, 27.07.2010
|
1800 YILLIK MANİKÜR SETİ
Antalya
Demre’deki Myra-Andriake kazılarında, Roma dönemine
ait 1800 yıllık manikür seti gün ışığına çıkarıldı.
Kültür ve
Turizm
Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi adına yürütülen
Myra-Andriake kazılarının başkanı, Akdeniz
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, dükkan kazılarında, bronz cımbız
ve içinden çıkan manikür törpüsü bulunduğunu
bildirdi. Roma dönemi benzerlerine göre oldukça
gelişkin olduğunu belirttiği manikür setinin 1800
yıllık olduğunu belirten Çevik, tarih ve kültür
zaman içinde değişse de temel insani ihtiyaçların
aynı olduğunu kaydetti. Bugün kadınların kullandığı
bakım aletlerinin çok benzerlerinin geçmişte de
olduğuna dikkati çeken Çevik, açıklamasında şöyle
dedi: “Ancak bu çok özel objenin benzeri daha önce
bölge kazılarında bulunmadığından geçmişteki varlığı
kanıtlanamamıştı. Şimdi artık biliyoruz ki 1800 yıl
önceki Roma döneminin Likya kadınları da cımbız,
törpü ve ayna gibi araçları kullanarak bakımlı
yaşamaktaydılar. O günlerde de ’dünya umurlarında
mıydı’ bilinmez ancak şu açık ki kadınların bir
ellerinde ayna, diğer ellerinde de cımbız hep
vardı.”
Vatan, 27.07.2010
|
MÜZELERİN ANAHTARI ÖZEL SEKTÖRE
Kültür ve Turizm Bakanlığı çok tartışılacak bir
ihaleye hazırlanıyor. Eylül ayında yapılacak ihale
ile Türkiye genelindeki 48 müze ve ören yerinin
giriş çıkışı, otomasyonu özel sektöre devredilecek.
İhale kapsamına alınan ören yeri ve müzeler arasında
ünlü Bodrum Sualtı Müzesi, Sedir Adası, Mausoleion
Örenyeri, Kaunos Örenyeri, Dalyan Kaya Mezarları ve
Knidos Örenyeride bulunuyor. İhale içeriğinde 48
müze ve örenyeri için yeni giriş sistemleri
kurulması, müzekart uygulamasının geliştirilmesi,
pazarlanması, internet ortamından satış yapılması,
güvenli ve teknolojik yeni tahsilat yapılması
bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın internet
sitesinde kültürel birer değer olan müze ve
örenyerleri ile ilgili ihalenin amacı konusunda şu
ifadeler yer alıyor; “Müze girişlerinde otomatik
makinelerle bilet, Şehirkartı ve Müzekart satışı
yapılması, mobil telefon ve internet üzerinden ödeme
ve satış yapılması, yabancı para ve kredi kartıyla
satış yapılması, ziyaretçilerin gerçek zamanlı
olarak kaydının tutulması.” Geçtiğimiz yıl 22 milyon
kişinin ziyaret ettiği müze ve ören yerlerinden 150
milyon TL gelir edildi.
İhaleye açılan müze ve ören yerleri:
İstanbul Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi,
Efes Örenyeri alt ve üst kapı, Topkapı Sarayı Müzesi
Harem Dairesi, Göreme Açık Hava Müzesi, Kariye
Müzesi, Aspendos Örenyeri, Troia Örenyeri, Kaymaklı
Yeraltı Şehri, Akropol Örenyeri, İstanbul Arkeoloji
Müzeleri, Alanya Kalesi, Bodrum Sualtı Müzesi, Myra
Örenyeri, Noel Baba Müzesi, Anadolu Medeniyetleri
Müzesi, Perge Örenyeri, Derinkuyu Yeraltı Şehri,
Efes Örenyeri Yamaçevler, Sümela Manastırı, Phaselis
Örenyeri, Asklepion Örenyeri, Antalya Müzesi, Türk
ve İslam Eserleri Müzesi, Sedir Adası, St. Jean
Anıtı, Side Örenyeri, Olympos Örenyeri, Afrodisias
Müze Ve Örenyeri, Efes Müzesi, Göreme Açık Hava
Müzesi Karanlık Kilise, Zelve Örenyeri-Paşabağlar
Örenyeri, Hatay Müzesi, Ihlara Vadisi Örenyeri,
Özkonak Yeraltı Şehri, Patara Örenyeri, Mausoleion
Örenyeri, Kaunos Örenyeri, Didim Örenyeri, Assos
Örenyeri, Side Müzesi, Kaunos Kaya Mezarlığı, Mozaik
Müzesi, Knidos Örenyeri, Milet Örenyeri, Simena
Örenyeri, Cennet - Cehennem Örenyeri, Termessos
Örenyeri.
Vatan, 27.07.2010
******
"MÜZE VE ÖRENYERİ ÖZELLEŞTİRMESİNE ÖRNEK OLMUŞ
OLABİLİRİZ"
Pamukkale ve Örenyeri İşletme Müdürü Nevzat
Sallio, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın müze ve
örenyerlerini özelleştirmeye gitmesine, Pamukkale
uygulamasının örnek olmuş olabileceğini söyledi Tüm
ören yerlerinin Maliye hazinesi ve Kültür ve Turizm
Bakanlığı tahsisli olduğunu dile getiren Sallio,
tahsisle ilgili olarak da bakanlığın kiralama
yaptığını ifade etti. Sallio, ören yerlerinin 2886
sayılı kanunla kiralanabildiğini belirterek,
Pamukkale ile ilgili şunları söyledi: ''Bizim
Pamukkale'nin kiralanması ise 2016 yılına kadar
yapılmıştı. Kiralanan yerin anlaşması devam ediyor.
2006 yılında yapılmıştı. Pamukkale her yönüyle ilk.
Mesela ilk defa Özel İdare tarafından 1988 yılında
turnike sistemi kuruldu. Pamukkale, Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından ilk kiralanan yer, aynı zamanda
Özel İdare'nin de işletmesini yaptığı tek ören yeri.
Aynı zamanda alan yönetiminin olduğu, tek elden
yönetildiği, MOBESE kameraları ile yönetilen tek
ören yeri. İşletmesi yapılan ve bunun için kurulan
tek işletmesi olan bir ören yeri. Her şeyiyle ilk
Pamukkale.''
Pamukkale'deki uygulamanın diğer ören yerlerinin
özelleştirilmesine etkisi sorulan Sallio, ''Bu bir
yorum olur ama, bakanlığın taşra teşkilatlarının
devriyle ilgili çalışmalar var. Kadro yetersizliği
dolayısıyla ören yerlerini kontrol edebilmesi için
herhangi bir teknik altyapısı yok, teknik donanımı
yok. Dolayısıyla bu ören yerlerinin günümüz
şartlarında modernize edilmesi lazım, giriş
noktalarının vs. Yani kamera sitemlerinin kurulması
lazım, turnike sistemi yapılması lazım. Ve bunların
takibini yapacak, başında teknik elemanların olması,
devamlı denetlenmesi lazım. Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın şu an itibarıyla tüm ören yerlerinde
bunu yapacak, ne kadrosu yeterli ne de bu konuda
personeli var. Dolayısıyla Pamukkale'de Denizli İl
Özel İdaresi'nin yaptığı bu çalışmalar, turnike
sistemi, kamera sistemi, her şey tamamen oturmuş
vaziyette.
Bu uygulamayı burada başarıyla gördü, bakanlık daha
fazla gelir elde ettiğini de gördü. Yerinden
yönetildiği için daha fazla gelir elde ediyor.
Dolayısıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı bu
avantajları gördüğü için Türkiye'deki ören
yerleriyle ilgili böyle bir çalışma yapmış olabilir.
Başarılı bir sistem var, model var. Şunu da
biliyoruz, Kültür ve Turizm Bakanımız diğer illerde
bizim işletmemizi örnek göstermiştir. Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın müze ve örenyerlerini
özelleştirmeye gitmesine, Pamukkale uygulaması örnek
olmuş olabilir'' şeklinde konuştu. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, 13 Eylül'de Ayasofya Müzesi, Topkapı
Sarayı Müzesi-Harem Dairesi, Efes Örenyeri dahil,
birçok müze ve örenyerini özelleştirecek.
Yeni Asır, 27.07.2010
******
PAMUKKALE ÖZELLEŞTİRİLEMİYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, en çok gelir getiren
müze ve ören yerlerinin gişelerinin özelleştirilmesi
için 13 Eylül’de ihaleye çıkıyor. İhaleyle çıkacak
müze ve ören yerleri, Türkiye’deki tüm müze ve ören
yeri gelirinin yüzde 85’ini sağlıyor. Ancak Ayasofya
Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Efes Örenyeri
gibi Türk
turizminin marka yerlerini kapsayan ihalede
Pamukkale yer almadı. En çok gelir getiren müze ve
ören yerleri arasında dördüncü sırada yer alan
Pamukkale, devletin elinde kaldı.
Sebep: Kültür Bakanlığı ile Denizli Valiliği
arasında
Ocak
2008’de imzalanan protokol.
Protokol gereği Pamukkale Ören Yeri’nin işletmesi,
2016 yılına kadar, yıllık 100 bin lira bedelle
Denizli İl Özel İdaresi’ne verildi. Denizli İl Özel
İdaresi, protokol gereği, ören yeri gelirinin
yüzde
50’sini bakanlığa veriyor.
Protokol, Denizli İl Özel İdaresi’ne de devlete de
‘iyi kazandırdı’:
Pamukkale Ören Yeri İşletmeleri Genel Müdürü Nevzat
Sallıo’nun verdiği bilgiye göre Denizli İl Özel
İdaresi, Ocak 2008’den bu yana yaklaşık 32 milyon
lira gelir elde etti. Bu gelirin yarısını bakanlığa
gönderdi. Kalan yarısı Pamukkale’nin
güzelleştirilmesi başta İl Özel İdaresi
yatırımlarında kullanıldı. Pamukkale Ören Yeri’ni
geçen
yıl 1.3
milyon kişi gezdi. Bu yıl 1.5 milyon turist
bekleniyor.
Kültür Bakanlığı, müzelerdeki gişe yerlerinden önce,
satış noktalarını (kafeterya, hediyelik eşya satışı
gibi) özelleştirmişti. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay,
satış noktalarındaki özelleştirme sayesinde müzelere
aktarılan gelirlerin arttığını, şimdi sıranın
gişelere geldiğini, bu yolla elde edilen gelirin de
müzelerin altyapısına harcanacağını söylüyor.
Bakanlığın gişe özelleştirmesinde ‘hedef’leri şöyle:
Müze ve ören yerindeki giriş sistemlerinin özel
sektör eliyle yeni teknolojilerle donatılması, şu
anda 1.5 milyon satış rakamına ulaşan Müzekart’ın
daha etkin pazarlanması, cep telefonu ve internetten
satış, Şehirkartlar’ın oluşturulması, gişede yabancı
para ve kredi kartıyla satış yapılması,
ziyaretçilerin gerçek zamanlı kaydının tutulması.
Gişe satışını daha modern hale getirmesi istenen
yükleniciler, müze yönetiminde söz sahibi
olamayacak. Gişe tahsilatları doğrudan DÖSİMM (Döner
Sermaye İşletmesi Merkezi Müdürlüğü) hesaplarına
yatırılacak. Yükleniciye haftalık olarak ‘hak ediş‘
ödemesi yapılacak. İhale 13 Eylül’de. Sözleşme
süresi altı yıl olacak. Bakanlık, puanlama sistemi
ile yapacağı ihalede, yüklenici payını en düşük
veren şirketi ‘gözetecek’.
İhalede Türkiye’deki müze ve ören yeri gelirlerinin
yüzde 85’i söz konusu. Bu paydan yüzde kaçını
bakanlığın, yüzde kaçını yüklenici firmanın alacağı
henüz belli değil.
Hangileri özelleştirilecek?
Özelleştirilecekler 48 müze ve ören yeri arasında
şunlar da yer alıyor: İstanbul Topkapı Sarayı, Harem
Dairesi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Ayasofya,
Göreme, Kariye, İstanbul Arkeoloji, Alanya Kalesi,
Bodrum Sualtı, Noel Baba Müzesi, Anadolu
Medeniyetleri, Antalya ve Hatay müzeleri. Efes,
Aspendos, Troia, Akropol, Myra, Perge Örenyeri,
Phaselis, Asklepion, Sedir Adası, Side, Olympos,
Afrodisias, Zelve, Patara, Kaunos, Didim, Assos,
Knidos, Kaunos , Milet, Simena , Termessos ören
yerleri. (dha, Radikal)
Dünyada müze vakıfları
var
Doç.Dr. Necmi Karul (Arkeologlar Derneği
İstanbul Şubesi Başkanı): Biz dernek olarak
bu özelleştirmeye karşıyız. Çünkü bunlar kamu malı,
üzerinden özel bir şirketin kar etmesini doğru
bulmuyoruz. Dünyada bu iş devletin kontrolündedir.
Büyük müzelerin vakıfları vardır, geliri orası için
kullanılır. Türkiye’de mesela Troya’yı 1 milyon kişi
geziyor, 1 lirası bile oraya dönmüyordu. Son
yıllarda
DÖSİMM kazılara daha çok para veriyor, ama yine de
katkı ören yerlerinin gelirleriyle orantılı değil.
İhaleye çıkan yerler, Türkiye’de toplam müze ve ören
yeri gelirlerinin yüzde 85’ini sağlıyor. İhale dışı
kalan Pamukkale ise bu listede dördüncü. Pamukkale
bu yıl 1.5 milyon ziyaretçi bekliyor.
Radikal, 28.07.2010
|
'KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ'NİN EVİ MÜZE OLDU
Türk müzeciliğinin önemli isimlerinden ve
“Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosunun ressamı Osman
Hamdi Bey’in, Muğla’nın Yatağan İlçesi'ne bağlı
Turgut beldesinde 1800’lü yılların sonlarında Lagina
Antik kentinde yapılan kazı çalışmaları sırasında
kaldığı ev restore edilerek Müze haline getirildi.
Osman Hamdi Bey evinde birçok tablo sergilenirken,
UNESCO tarafından 2010 yılının Osman Hamdi Bey yılı
ilan edildiği açıklandı. Müze’de ayrıca Osman Hamdi
Bey’in Lagina kazıları esnasında kullandığı tüm
eşyalar da sergilenmeye başlandı. Müze evin
açılaşına Muğla valisi Fatih Şahin ve MHP Muğla
Milletvekili Prof.Dr. Metin Ergun ile çevre ilçe ve
beldelerin Belediye başkanları da katıldı.
Muğla’nın Yatağan İlçesine bağlı Turgut beldesinde
bu yıl birincisi düzenlenen Uluslararası Kültür ve
Sanat Festivali kapsamında ayrıca Pagan’ların dini
merkezi durumundaki Lagina antik kentinde temsili
pagan şenlikleri ve anahtar taşıma töreni de
gerçekleştirildi.
Türkiye Gazetesi, Haber: Bekir Tosun, 27.07.2010
|
|
GÖLCÜK'TE ROMA YOLU BULUNDU
Kocaeli’nin Gölcük
İlçesi'nde yapılan kazılar sırasında 60 metre
uzunluğunda tarihi Roma yolu bulundu.
Yazlık Mahallesi’nde 15 gün önce başlanan tarihi
kaplıca kazılarında bugüne kadar ortaya çıkmamış
olan Romalılar devrinden kalma yol bulundu.
Gölcük Belediyesi personeli tarafından yapılan
kazılarda 60 metre uzunluğunda Roma dönemine ait bir
yürüyüş yolu bulundu. Yol kenarında ise kaplıcadan
çıkan suyu nakletmek için kullanılan pişmiş
topraktan yapılan küpler bulundu.
Gölcük Belediye Başkanı Mehmet Ellibeş, kazının
15 gün önce başladığını ve hızla sürdüğünü
belirterek, “Burada biz kaplıca olduğunu biliyorduk.
Bu kaplıca Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı
dönemlerinde kullanılmış. Kültür ve Turizm
Bakanlığından izin alarak burada kazı başlattık,
burasını turizme kazandırmak istedik. Ortaya çıkan
Roma yolu bizi sevindirdi” şeklinde konuştu.
Kaplıca bölgesinin turizme açılacağını söyleyen
Ellibeş, “Buradaki çalışmalar sonlanınca çevreyi
turizme açacağız. Burada çay bahçeleri, belki de
oteller olacak” dedi.
Gün yüzüne çıkan tarihi kaplıcadaki kükürtlü
suyun cilt hastalıklarının tedavisinde kullanıldığı
biliniyor.
Internet Haber, 27.07.2010
|
RUM YETİMHANESİ ENSTİTÜ OLUYOR
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, veda
ziyaretlerinde bulunan ABD Büyükelçisi James F.
Jeffrey’yi kabul etti. Bağış, Jeffrey’i 1999
yılından beri tanıdığını belirterek, büyükelçinin
“Türkiye-ABD ilişkilerine çok büyük katkılarda
bulunduğunu” söyledi. Jeffrey de AB üyeliği
konusunda ellerinden gelen yardımı yaptıklarını
belirtti ve “ABD, özellikle de Başkan Barack Obama
Türkiye’nin üyeliğini yüzde yüz
destekliyor” diye konuştu. Bağış Büyükada’daki Rum
yetimhanesi ile ilgili bir soru üzerine, konu ile
ilgili olarak AİHM ve Avrupa Adalet Divanı’nın
kararları bulunduğunu hatırlatarak, Türkiye olarak
bu konuda diyalog içinde olduklarını, binanın bir an
önce tadilattan geçirilmesi için hep beraber
çalışılması gerektiğine inandıklarını kaydetti.
Patrikhane’nin kazandığı dava sonrasında oranın dini
bir kuruluş olarak değil, dünyanın ortak meselesi
olan çevre konusunda faaliyet gösterecek küresel bir
çevre enstitüsü olması konusunda bir irade ortaya
koyduğunu hatırlatan Bağış, şöyle dedi: “Bunu biz de
memnuniyetle karşıladık.Bütün dünyada şu anda iklim
değişikliği, küresel ısınma gibi konularda
çalışmalar yapan akademisyenlerin gelip Büyükada’da
buluşabileceği, farklı tezlerini tartışabilecekleri
bir enstitü haline gelmesi konusunda düşünce var.
Bunun hem Türkiye’nin imajı, hem de Büyükada’daki o
binanın geçmişle değil artık geleceğe yönelik
şeylerle tanınması açısından faydalı olacağına
inanıyoruz.”
Vatan, 27.07.2010
|
ŞAPİNUVA'DAKİ KAZI ÇALIŞMALARI
Çorum’un Ortaköy İlçesi'ndeki Şapinuva Ören Yeri Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Hititoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aygül Süel, Şapinuva’da yaşayan Hititlerin, dini törenlerini nasıl, ne zaman ve niçin yaptığı konularının sonucuna ulaşmak için kazı çalışmalarını Ağılönü mevkiinde yoğunlaştırdıklarını bildirdi.
Süel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Ankara Üniversitesi tarafından Şapinuva ören yerinde yapılan kazı çalışmalarının, 20 yıldır devam ettiğini söyledi.
Çalışmalar sırasında Şapinuva’da 4 bin yazılı tabletin bulunduğunu belirten Süel, ”Bu tabletlerde, Hititlere ait dini, idari ve askeri bilgilere ulaştık. Arkeolojik kazı çalışmalarında dini metinlerdeki olayların arkeolojik kalıntılarını bulduk. Bu yıl yapacağımız çalışmalarda daha çok dini bilgilere ulaşacağımızı ümit ediyorum” dedi.
Bu yıl kazı çalışmalarını Ağılönü kutsal alanında sürdüreceklerini anlatan Süel, şunları kaydetti:
”Dini yapıları araştıracağız. Şapinuva’da yaşayan halkın dini törenlerinin nasıl, ne zaman ve niçin yaptığı konularının sonucuna ulaşmak için çalışmalarımızı buraya yoğunlaştırdık. Burada dini yaşayışlarının nasıl yapıldığını belirtir tabletlerin bulunacağına eminim.”
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da Şapinuva’ya ayrı bir önem verdiğini dile getiren Süel, kazı çalışmalarının ekim ayına kadar süreceğini ifade etti.
Çorum Haber, 26.07.2010
|
 |
VICTORIA&ALBERT MÜZESİ'NDE BİR TÜRK
Soyut resim alanında
Türkiye'nin sayılı ressamlarından Burhan Doğançay’ın iki eseri,
Londra’daki Victoria & Albert Müzesi’nde daimi
koleksiyona alındı
Doğançay’ın “Fısıldayan Duvar 3” ile “Rüyalar
Köprüsü” isimli eserleri, 68 müzeden sonra,
Victoria & Albert Müzesi’nde sergilenmeye başladı.
Londra’nın South Kensington bölgesindeki müzede
sergilenen Fısıldayan Duar 3 (Whispering
Wall III) isimli tablosu, Doğançay’ın ünlü kurdele
serisi içinde yer alıyor.
Fransız halı firması Raymond Picaud tarafından
Aubusson’da, 1984 yılında özel davet ile 3 kopya
olarak dokunan tablonun kopya sayısı daha sonra 6
kopya ile sınırlandı. Bu ay içinde
Doğançay’ın eserlerini müze koleksiyonuna alan
Victoria & Albert Müzesi ücretsiz olarak ziyaret
edilebiliyor.
Vatan, 26.07.2010
|
 |
GLADYATÖR MİRASI KORUMAYA ALINIYOR
Muğla'daki Stratonikeia antik kentinde bulunan Roma ve Bizans dönemine ait binlerce eser, kasalarda ve sokak köpeklerinin "koruması" altında saklanmaktan kurtuldu. Muğla Valisi Fatih Şahin, gladyatörlerin mirası olan eserlerin restore edilecek başka bir binaya taşınmasına karar verdi. Muğla Valisi Fatih Şahin, Eskihisar Köyü'nde, dünyanın en büyük mermer kenti Stratonikeia'da bulunan eserlerin saklandığı 150 yıllık kazı binasını inceledi. Duvarları yıkılmaya yüz tutan bina karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Vali Şahin, eserlerin yeni bir binaya taşınması için Özel İdare'ye talimat verdi. Yeni binanın Stratonikeia sınırları içerisinde bulunduğu ve yıl sonuna kadar restore edilerek kullanıma hazır hale getirileceği kaydedildi. Vali Şahin, "Özel İdare'ye bağlı Muğla El Sanatları Sanayi ve Ticaret Şirketi (MELSA), binayı yenileyecek. Eserler daha güvenilir bir yere taşınmış olacak" dedi. Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt de, antik kentte, Roma ve Bizans döneminde gladyatörlerin yaşadığını, dövüş okullarının olduğunu belirtti. Kültür ve Turizm Bakanlığına ait kazı evi depo olarak kullanılıyor. 27 yıldır devam eden kazılarda bulunan eserler, eksik parçaları tamamlanana kadar kazı evinde bekletiliyor. Bakımsızlık yüzünden yıkılma noktasına gelen binanın duvarlarında derin çatlaklar var. Bahçedeki eserler ise, bağlanan 2 sokak köpeği tarafından korunuyor.
Sabah, Haber: Fatih Abacıoğlu - Mustafa Suiçmez, 26.07.2010
|
HİTİTLERİN BAŞKENTİNDE 40 YILLIK KAZI
Çorum’un
Boğazkale İlçesi'ndeki Hattuşa ören yerinde
arkeolojik kazılar devam ediyor.
Hattuşa ören yerinde
sürdürülen kazı çalışmalarına başkanlık yapan Alman
Arkeoloji Enstitüsünden Doç.Dr. Andreas Schachner, yaklaşık
40 yıldır “Yukarı Şehir” olarak belirtilen bölgede
yürüttükleri kazı çalışmalarını geçtiğimiz yıldan
itibaren “Aşağı Şehir”de başlayarak devam
ettiklerini söyledi.
Bir süre Büyük Kaya üzerinde de kazı çalışmaları
yapıldığını belirten Schachner, ancak şehrin
çekirdeğini oluşturan Aşağı Şehir bölgesinin uzun
yıllardır kazı alanı olarak kullanılmadığını
kaydetti. Bu bölge hakkındaki tüm bilgilerin yıllar
öncesine dayandığını vurgulayan Schachner,
“Elimizdeki bilgiler çok yetersiz. Birçok soru
cevapsız kalmaktadır” dedi.
Hürriyet, 26.07.2010
|
|
"YEREBATAN SARNICI HER AN ÇÖKEBİLİR"
Turist Rehberleri Birliği (TUREB) ile İstanbul
Turist Rehberler Odası, Sultanahmet Meydanı’nın
yayalaştırılmasının Yerebatan Sarnıcı’nı büyük bir
tehlikeyle karşı karşıya getirdiğini belirterek,
"Hemen önlem alınmazsa Yerebatan Sarnıcı ileride
hesabını veremeyeceğimiz bir biçimde zarar
görebilir, hatta çökebilir" uyarısında bulundu.
TUREB’den yapılan yazılı açıklamada, UKOME kararı
ile "Sultanahmet
ve Civarı
Yayalaştırma Projesi" kapsamında Sultanahmet
Meydanı’nın yayalaştırıldığı hatırlatıldı.
Meydanın 7 Haziran'dan itibaren araç trafiğine
kapatıldığını, turist otobüsleri için bazı indirme
ve bindirme noktaları belirlendiğini bildirilen
açıklamada, bu noktalardan birinin de Yerebatan
Sarnıcı’nın üzerindeki yol olduğu
belirtildi.
Yolun turizm sezonunun en hareketli günlerinin
yaşanması nedeniyle yoğun bir trafiğe sahne olduğu
vurgulanan açıklamada, tonlarca ağırlıktaki yüzlerce
tur otobüsünün her gün Yerebatan Sarnıcı’nın
üzerinden geçtiğine, indirme noktası olduğu için
araçların o bölgede oyalandığına dikkat
çekildi.
İstanbul Turist Rehberleri Odası da (İRO) Yerebatan Sarnıcı önündeki
yolun hemen trafiğe kapatılmasını talep eden bir
açıklama yaptı. Açıklamada, "Kültür ve Turizm
Bakanlığı başta olmak üzere İstanbul
Valiliği, Büyükşehir ve Fatih belediyeleri, turizm
sektör temsilcilikleri gibi ilgili kurumlara sadece
uyarı yazısı göndermekle kalmayan İRO, konuya
ilişkin çözüm önerilerini de aktardı. İRO, ayrıca
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'yu makamında
ziyaret ederek, tehlikeye ilişkin kaygılarını
iletti" ifadelerine yer verildi.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Açıklamada, genel olarak Sultanahmet Meydanı
yayalaştırma çalışmalarından oldukça memnun olduğunu
dile getiren İRO’nun, Yerebatan Sarnıcı’nın karşı
karşıya kaldığı tehlikeye dur demek için öne sürdüğü
çözüm önerileri ise şöyle sıralandı:
- Yerebatan Caddesi’nin Tramvay
yolundan Alay Köşkü Caddesi ile kesiştiği noktaya
kadar uzanan bölümünün tümüyle trafiğe kapatılması.
- Tur araçlarının indirme-bindirme
noktasının Yerebatan Sarnıcı’nın üzerinden
Sultanahmet Parkı yanındaki eski otobüs durağına
alınması.
- Kapalıçarşı yönüne devam edecek olan
tur araçlarının
Gülhane Parkı-Alay Köşkü karşısındaki Alay Köşkü
Caddesi’nden yukarı doğru çıkarak Cağaloğlu Hamamı
yanından Nuruosmaniye yönüne devam etmesinin
sağlanması.
- Alay Köşkü Caddesi’nin bu geçiş
için tek yön olarak (aşağıdan yukarıya doğru)
düzenlenmesi ve araçların geçişinin mümkün
olabilmesi için bu caddede park yasağı uygulanması."
Milliyet, 26.07.2010
|
HARAMİLERİN ALTINLARI MI?
Su borularını
döşemek için kazı yapan kepçeden toprakla birlikte
altınlar da yere dökülünce herkes şaşırdı. Kargaşada
bazı altınlar ortadan kaybolsa da arkeologlar
tesadüfen ortaya çıkan “gömü”de dört küp altın ve
gümüş mücevher buldu. Şimdi bu altınların haramilere
mi ait olduğu sorusu yanıt bekliyor.
Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşı’nda ne diyor?
“Şüheda (şehitler) fışkıracak toprağı sıksan
şüheda...” Yazının icadından sonra İslamiyet'ten
önce; Anadolu’dan adı bilinen 42 uygarlık gelip
geçmiş! Bir de buna Anadolu’da yazı öncesinde
yaşamış çeşitli adsız uygarlıkları ve kavimleri
eklerseniz, günümüzde toprağı sıktığınızda yalnızca
“şehitler” değil, “defineler (gömü)” de fışkırır
elbette!
Mardin’in Kızıltepe
İlçesi'nde
Sürekli (eski adı Daimi)
Köyü'ne su
boruları döşemek için yapılan kazıda bir kepçe,
kaldırdığı toprağı yana boşaltırken patır patır, çil
çil altınlar dökülmez mi? Benzeri pek çok örneğini
verebileceğimiz bu tür olayların yaşandığı
topraklar, hiç kuşkusuz dünyada, Anadolu’dan başka
bir yerde pek olamaz.
Kazıya katılan işçiler ve köylüler, kepçeden
topraklar arasında dökülen altınları görünce önce
şaşkınlık geçirdi. Kısa süren şaşkınlığın ardından,
tahminen 40 kadar altın sikkenin yağmalandığı
sanılıyor. Ancak 120 kadarı kurtarılabildi. Olaya el
koyan jandarma, durumu Mardin Müzesi’ne bildirdi.
Müze Müdürü Nihat Erdoğan’ın
gözetiminde arkeologlar olay yerinde kurtarma
kazısına başladı.
Kepçe ile “kaçak” değil; su borularını döşemek için,
köyün de adını taşıyan höyükte müzenin bilgisi
dışında “izinsiz” kazı yapılıyordu. Tesadüfen ortaya
çıkarılan bu “gömü”nün izinde giden Erdoğan ve
yardımcıları, aynı yerde birer metre arayla üç
“gömü” daha buldu.
Beş bin yılın uzantısı köy
Ünlü “İpek Yolu” üzerinde olan, adını köyden alan,
beş bin yıllık bir höyüğün varlığı bu yörenin
Anadolu ile; Mezopotamya ve İran arasındaki ticaret
bağlantısının “sürekli” olduğunu da gösteriyor.
Kilise kalıntılarının varlığı ise değişik inançlara
ev sahipliği yaptığının da kanıtı.
İlginç olan bir başka nokta Sürekli Köyü'ne 5 km
ötede “Cildiz (kırk hırsız / harami)”
adında bir köyün varlığıdır. Dört gömünün yöredeki
bir “tüccara” mı, bir “soyguncuya” mı yoksa farklı
kişilere mi ait olduğunu söylemek güç. Yörede
ortaçağda kervan soyguncuları, yağmacı aşiretler
vardı. İster istemez olay insana, “Ali Baba ve 40
Haramiler” masalını anımsatıyor! Yörede
“şaki-eşkıya” olgusunun 40-50 yıl öncesine değin
sürdüğünü de unutmayalım! Dört ayrı küpçükteki
sikkelerin ve kişisel takıların çeşitliliği
gömülerin kervan ganimeti olasılığını da
düşündürüyor.
Arkeologlar sekiz gün süren kazılarında, kepçenin
saçtığından başka iki büyük, bir küçük küp daha
buldu. Dört küpün üçü sağlamdı, biri parçalanmıştı.
Dördü de höyükte, geç dönemlerden iki ocaklı bir
evin tabanının altında, dört metrekarelik bir alan
içinde bulundu. Dört ayrı kaptaki buluntuların
çeşitliliği ve kişisel ziynet eşyası olamayacak
kadar değişiklik göstermesi gömünün kervan ganimeti
olasılığını da akla getiriyor.
Altın ve gümüş sikkeler
Küçük küplerde çeşitli İslami dönemlerden, Bizans
İmparatorluğundan ve Venedik Dükalığından 344 sikke;
büyüklerde ise 196 parça altın ve gümüş takılar
vardı. Takılar içinde bir altın kemer dikkati
çekiyor. Bir küçük küpte 99 altın, 1 gümüş sikke ele
geçti.
10-13. yy arasında değişik tarihlerde basılmış
sikkelerin içinde; İlhanlılardan Eyyubilere; ayrıca
Aglebi, Fatimi, Memluk, Zengi, Abbasiler,
Celayirlilerden, Bizans İmparatorluğuna, Venedik
Dukalığına, Kilikya Ermenilerine, Trabzon
Pontuslarına kadar çok değişik örnekler bulunuyor.
344 sikkenin 216’sı İlhanlı, 35’i Memluk, 7’si
Bizans ve Venedik, 6’sı Anadolu Selçuklu, 3’ü Zengi,
1’i Artuklu, 30’u da çeşitli İslam beylik
sikkelerinden oluşuyor.
Sikkelerin basım yerlerine göz atıldığında insanda,
sanki “İpek Yolu” üzerindeki bir “turistik döviz
bürosunun kasasının varlığı” izlenimini veriyor.
Sikkelerin basım yerleri şöyle:
İran’da Tebriz, Kaşan, Sabzevar, Cürcan, Şehristan;
Büyük Selçuklu İmparatorluğunun başkenti, bugün
Türkmenistan’da olan Merv; Irak’ta Bağdat, Basra,
Musul; Suriye’de Halep, Şam; Mısır’da Kahire,
İskenderiye; Anadolu’da Hasankeyf (Hısın), Mardin,
Samsat, Malatya, Harran, Ani, Sivas, Samsun,
Erzurum, Erzincan, Amasya, Tokat, Alanya ve
İstanbul.
Dikkati çeken sikkeler arasında İstanbul baskısı
Bizans altın sikkelerin birinde İsa tahtta otururken
görülüyor. Venedik Dükalığı’ndan çeşitli altın ve
gümüş sikkelerin bazıları ise tek kolye ucu ya da
bir kaçı birlikte kolye olarak halkalarla gümüş
zincire bağlanarak takı olarak kullanılmış. “Barış
kenti Bağdat” yazılı bir Celayir, İlhanlı Sultanı
Gazan Mahmut, Ebu Said Bahadır, Haçlı Seferlerine
karşı koyan Selahaddin Eyyubi’nin kardeşi Ebu
Bekir’in bir sikkesi de gömüde bulunuyor.
Gömülerde bulunan altın sikke ve takılarda bozulma
yoktu, yalnızca tozlanmışlardı. Ancak, gümüşler,
özellikle muskalar, tılsımlar ve takılar iyice
paslanmışlardı. Bulunduklarında ne olduklarını
anlamak oldukça güçtü. Muskaların içindeki kağıtlar
toz olmuşlardı.
Müzenin laboratuarında temizlenen gümüş buluntular
arasındaki kemer, bilezik, yüzük ve çeşitli takılar
temizlendikçe göz kamaştırdılar. Bazı dua
kutularının üzerleri “sfenks” ile betimlenmişlerdi.
Sürekli Köyü gömü buluntuları Mardin Arkeoloji
Müzesi’nde sergileniyor.
Cumhuriyet Dergi, Yazı: Özgen Acar, 25.07.2010
|
İSTANBUL'UN KADERİ UNESCO'NUN BREZİLYA'DAKİ
TOPLANTISINA BAĞLI
İstanbul'un 'tehlike altındaki
kültür mirası' listesine alınıp alınmayacağı bugün
Brezilya'da başlayacak UNESCO toplantısında ele
alınacak. Toplantıda İstanbul adına sunum yapacak
Koruma Uygulama ve Denetim (KUDEB) Müdürü Mehmet
Şimşek Deniz, "İstanbul'un tehlike altındaki kültür
mirası listesine alınmasını beklemiyoruz." dedi.
2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul, 'Dünya
Mirası' listesinden 'Tehlike Altındaki Dünya Mirası'
listesine düşme tehlikesiyle karşı karşıya. UNESCO
Dünya Mirası Komitesi'nin 34. yıllık toplantısı, 25
Temmuz'da (bugün) Brezilya'nın başkenti Brasilia'da
başlıyor. Toplantının başkanlığını Brezilya, başkan
yardımcılıklarını Mısır ve Avustralya,
raportörlüğünü ise Bahreyn yürütecek. 3 Ağustos'a
dek sürecek toplantıda, 1985 yılından bu yana Dünya
Kültür Mirası Listesi'nde yer alan İstanbul'un
"Tehlike Altındaki Miras Listesi"ne alınma konusu da
gündeme gelebilir. Brezilya'daki UNESCO
toplantısında Türkiye adına sunum yapacak olan
Koruma Uygulama ve Denetim (KUDEB) Müdürü Mehmet
Şimşek Deniz, İstanbul'un listedeki durumunun
belirleneceği toplantı öncesi Zaman'a yaptığı
açıklamalarda İstanbul ile ilgili kararı 21 ülkeden
oluşan Dünya Miras Komitesi üyelerinin vereceğini
belirtti. Deniz, "UNESCO Başkanı İrina Bakova 2
hafta önce İstanbul'u ziyaret etti. Burada kendisine
çalışmalar aktarıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığımız
ile Dışişleri Bakanlığımız gerekli çalışmaları
yaptı. 34. dönem toplantısında İstanbul'un Tehlike
Altındaki Dünya Mirası'na alınması konusunda bir
karar beklemiyoruz." diye konuştu. UNESCO'nun
İstanbul'la ilgili sunduğu raporda en önemli
maddenin Haliç Metro köprüsü olduğunu kaydeden
Deniz, "Bu köprüyle ilgili 2011 Şubat ayına kadar
yeni bir alternatif proje ya da Çevresel Etki
Değerlendirme raporunun hazırlanması talebi
bulunuyor. İstanbul Alan Yönetim Planı'nın ve Ulaşım
Planı'nın bitirilmesi isteniyor." dedi. UNESCO
toplantısında yanlızca İstanbul'un değil dünya
üzerindeki 806 kültür mirası varlığının masaya
yatırılacağını belirten Deniz, "UNESCO'nun genel
yaklaşımı sürekli tereddütlü, endişeli, karşıt
ülkeyi sürekli istim üstünde tutan bir yaklaşım.
İstanbul olarak 2 dakikalık bir sunum hakkımız var.
Kültür mirası yapılar ile ilgili hazırlanan tüm
raporlar görüşülecek ve ikili görüşmeler olacak.
Karar verici komite üyeleri ile bir araya geleceğiz.
İstanbul'u anlatan ve dünya mirası alanlarındaki
çalışmaları içeren İngilizce kitap ve broşürler
bastırdık. İlgi çekici bir stant açacağız. Kısa
metrajlı filmler hazırladık. Toplantıdan olumlu bir
sonuç bekliyoruz." açıklamasında bulundu.
İstanbul'un dünya miras listesindeki yerini
belirleyecek Brezilya'daki UNESCO toplantısında
kulis çalışması yapmak için 18 kişilik özel bir ekip
kuruldu. 25 Temmuz-3 Ağustos tarihlerinde toplanacak
21 kişilik UNESCO komitesini ikna etmek için başını
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çektiği ve
Dışişleri, Kültür Bakanlığı, Valilik ve Koruma
Kurulu'ndan toplam 18 kişilik Türk heyeti
Brezilya'ya gidiyor. Her yıl Kültür Bakanlığı,
valilik ve Büyükşehir Belediyesi'nden yetkililerin
katıldığı UNESCO toplantılarına ilk kez Dışişleri
Bakanlığı ve Anıtlar Kurulu'ndan da temsilciler
katılıyor. En önemli konunun Haliç Metro Köprüsü
olacağı belirtilirken Türk heyetinin bu duruma
karşılık olarak yeni hazırlanan Çevre Etki
Değerlendirme Raporu'nu heyete sunacak. UNESCO
inceleme komitesinin istediği düzenlemeler şu
şekilde: Haliç'teki Metro Geçiş Köprüsü inşaatı,
İstanbul şehir duvarlarının yenilenmesi, Marmaray
projesi, Avrupa kıtasını Asya'ya bağlayacak deniz
tüneli, geleneksel ahşap evler için yapılacak bir
koruma planı ve tarihi yarımadanın trafik yükünü
azaltacak bir mastır planı.
Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 25.07.2010
******
DÜNYA MİRASI LİSTESİNDE İSTANBUL TEHLİKEYİ
ATLATTI
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim
Kurulu Başkanvekili Prof.Dr. Öcal Oğuz, İstanbul'un
Dünya Kültür Miras Listesi'nde kalmasıyla ilgili
kararda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın
Haliç metrosu inşaatını uluslararası uzmanlardan
oluşacak bir gruba değerlendirme kararı almasının
etkili olduğunu söyledi.
25 yıldır listede yer alan İstanbul'da yapılan
inşaat ve yenileme gibi çalışmaların Dünya Miras
Komitesi'nce adım adım izlendiğini belirten Oğuz,
şunları söyledi:
“Komite 2009 yılında İstanbul hakkında bir rapor
hazırlamış ve eksik görülen noktaları belirtmişti.
Bunlardan basına yansıyan, Haliç metro geçiş köprüsü
inşaatı konusunda ‘İstanbul'un ve Süleymaniye'nin
siluetini bozuyor' bölümü de Büyükşehir Belediyesi
tarafından değerlendirildi. Belediye 270 metre
olarak planlanan direkleri 50 metreye indirdi.
Büyükşehir Belediyesi geçen hafta Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay başkanlığında Dışişleri
Bakanlığı ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu'nun
katılımıyla yapılan toplantıda, Haliç metrosunun,
şehrin siluetini bozup bozmadığı konusunu,
uluslararası uzmanlardan oluşacak bir gruba
değerlendirme kararı aldı. Belediye böylece çıkacak
rapora göre hareket edeceği taahhüdünde de bulunmuş
oldu.”
“Brezilya'da alınan karar, ‘İstanbul'un listedeki
yeri garanti' anlamına gelmiyor. Komite her zaman
incelemelerine devam edecek. Türkiye'nin,
raportörlerin görüşlerini hiçe saydığını düşünür,
İstanbul için risk görürse şehri listeden tamamen
çıkarabilecek. UNESCO'nun raporlarında Sulukule'yle
ilgili bazı eleştiriler yer alıyordu. Komite
kesinlikle kentsel dönüşüme karşı değil. Sadece
‘Tarihi dokuya zarar veriliyor mu' diye bakıyor.”
Brezilya'da 21 ayrı ülke uzmanlarından oluşan
Dünya Miras Komitesi'nin kararı 3 Ağustos günü nihai
hale gelecek. Ancak UNESCO, verilen sözlerin yerine
getirilip getirilmediğini önümüzdeki yıl Bahreyn'de
yapılacak toplantıda tekrar gözden geçirecek.
İstanbul, 1985 yılından bu yana Dünya Miras
Listesi'nde yer alıyor. Listede Türkiye'den toplam 9
yer bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Meltem Özgenç,
31.07.2010
******
UNESCO SONRASI BUYRUN İSTANBUL'UN
HELVASINA

UNESCO’nun İstanbul’u Dünya Kültür Mirası
Listesi’nden çıkarmama kararının ardından İstanbul
S.O.S Girişimi, gösteri düzenledi. UNESCO’nun
İstanbul’u kültür listesinden çıkarıp ‘Tehlike
altında olan dünya mirası’ listesine almamasının bir
zafer olarak görülmemesini isteyen göstericiler
İstanbul için S.O.S verip helva dağıttı. Grup
üyeleri, UNESCO’nun İstanbul’daki hatalı
uygulamaların durdurulması için İstanbul’a Şubat
2011’e kadar süre verdiğini hatırlattı.
Sivil toplum kuruluşları ve
üniversite
mensuplarından oluşan ‘İstanbul S.O.S Girişimi’,
dün Galatasaray Lisesi önünde biraraya geldi. Grup
adına basın açıklamasını mimar Hande Akarca yaptı.
Akarca “Tüm kesimleri İstanbul için tekrar düşünmeye
davet ediyoruz. Kentsel yenileme projeleri, ulaşım
ve altyapı projelerinin İstanbul üzerindeki
etkilerini değerlendirmek amacıyla, miras
değerlendirme sistemi geliştirilmelidir. Osmanlı
döneminden kalan tarihi ahşap evler ve 2’inci
Theodosius döneminden kalan karasuları için kapsamlı
bir koruma programı geliştirilmelidir.”
Grup üyeleri, Haliç’ten geçecek Metro Köprüsü’ne de
dikkat çekilen açıklamada, Tarihi yarımada
siluetinin bozulmaması
için,
köprünün direklerinin daha kısa tutulmasını ve
projede tam ortada yer alan istasyonun
kaldırılmasını istedi. Ardından kentteki sorunlara
dikkat çekmek için çevre sakinlerine helva dağıtan
grup ‘İstanbul’da neler oluyor. Farkında mısınız?’,
‘100 tanecik ahşap evi onaramaz mısınız?’,
‘UNESCO’nun değil, çocuklarımızın mirası’ yazılı
dövizler taşıdı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş
ise İstanbul’un UNESCO
Dünya
Kültür Mirası Listesi'nden çıkarılmamasının çok
önemli bir karar olduğunu belirterek, kurumun
mahalle baskısı altına alınmaya çalışıldığını
savundu:
“Kültürel değerlerle ilgili çalışmalarda büyük
hassasiyet gösteriyoruz. Buna rağmen maalesef ciddi
bir mahalle baskısı uygulandığı, yanlış bilgiler
aktarıldığı ve UNESCO yetkililerinin etkilenmeye
çalışıldığından hep bahsettik. Çok şükür yaptığımız
çalışmaların doğru olduğu bu kararla ortaya çıktı.
Bu karar, İstanbul için çok önemli. Bizim bir
kaygımız yoktu ama maalesef bazı çevrelerin çok
ciddi baskıları vardı. UNESCO değerlendirmekte
haklıydı, çünkü kendilerine çok doğru ve
sağlıklı
bilgi aktarılmamıştı. Belki burada bizim de
eksiğimiz olabilir. Bundan sonra biz UNESCO
içerisinde aktif olmayı düşünüyoruz. İçine
katılacağız. Hatta bizden Ortadoğu bölgesi ile
ilgili bir merkezin İstanbul’da oluşması adına bir
talepleri var. Biz de bu konuda destek vereceğimizi
özellikle ifade etmek istiyorum.”
Radikal, 01.08.2010
******
UNESCO: İSTANBUL'UN
TARİHİ ALANLARI HALA TEHLİKE ALTINDA
Aralarında TMMOB’unda
bulunduğu 20’nin üzerinde kurum, kuruluş ve
akademisyen, ortak bir bildirge yayınlayarak,
İstanbul’un Dünya Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne
alınacağını açıkladı. Biraraya gelen kurumlar,
“İstanbul Kültür Mirası Platformu” ile güç birliği
sağlanması çağrısında bulundu.
UNESCO'nun hazırladığı
rapora göre İstanbul'un tarihi alanlarının tehlike
altında olması nedeniyle biraraya gelen birçok sivil
toplum kuruluşu ve akademisyenler biraraya gelerek
ortak bir bildiri hazırladı. “İstanbul Kültür Mirası
Platformu” adıyla güç birliği çağrısı yapan gurubun
açıklamasında şunlar yer aldı:
“Taraf Devlet’ten 1
Şubat 2011 tarihine kadar, Dünya Miras Komitesi’nin
2011’deki 35. toplantısında incelenmek üzere, çevre
etki değerlendirme raporunun (“uluslararası
nitelikte bağımsız uzmanlarca 15 Ekim 2010’a dek
sonuçlandırılacak ÇED raporu”) sonuçları ışığında ve
diğer konularda esaslı ilerleme olmaz ise söz konusu
mirasın Dünya Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne
alınma olasılığını da göz önünde tutarak, yukarıda
sayılan konulara dair ayrıntılı bir rapor sunmasını
talep etmektedir.” İşte UNESCO Dünya Miras
Komitesi'nin İstanbul ile ilgili kararı bu maddeyle
son buluyor.
25 Temmuz ile 3 Ağustos
2010 arasında Brezilya’da gerçekleştirilen 34.
Toplantıda Komite geçenlerde basınımızda çıkan
haberlerin aksine, 1985’ten bu yana Dünya Miras
Listesi’ne dahil olan İstanbul’un tarihi
yarımadasının kabul görmüş evrensel koruma
standartlarına göre korunmadığına ancak, “Tehlike
Altındaki Miras Listesi”ne düşürülmeden önce son
dakikada verilen taahhüt ve teminatların
inceleneceğine karar verdi.
Komite 34 COM 7B.102
sayılı kararında 2000 yılından bu yana tarihi
alanların korunması konusundaki zaaflarla ilgili
raporlarının tümüne atıfta bulunarak İstanbul’a altı
ay mühlet verdi. Komite'nin İstanbul'u “Tehlike
Altındaki Miras Listesi”ne düşürme teklifini içeren
1 Haziran 2010 tarih ve WHC-10/34 COM 7B sayılı
raporunun açıklanmasından sonra Cumhurbaşkanlığı,
Başbakanlık, Kültür ve Dışişleri bakanlıklarının
ortak çalışmaları sonucunda İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, o zamana kadar veremediği bir dizi
taahhüdü UNESCO'ya sundu. Ekte bulunan 34 COM 7B.102
sayılı kararda Komite'nin teşhisleri ve verilen
taahhütler sıralanıyor. Boynuzlu Haliç Köprüsü
projesinin değiştirilmesi için verilen son tarih ise
15 Ekim 2010.
İstanbul ve Türkiye'nin bilim, sanat ve kültür
çevreleri kronik bir hale gelmiş koruma zaafları
sorununa UNESCO'dan da önce dikkat çekerdi, bugün de
aynı duyarlılığı taşıyor. Aşağıda sayılan kurumlar
İstanbul'un Avrupa Kültür Başkentliğinden birkaç ay
sonra “Tehlike Altındaki Miras Listesi”ne düşme
olasılığının kader olmadığını düşünüyor. Kentin her
geçen gün derinleşen altyapısal, kültürel ve beşeri
erozyonuna karşı duracak, kamu, özel, sivil, bütün
paydaşları bir araya getirerek politika üretecek bir
“İstanbul Kültür Mirası Platformu” ile güç birliği
sağlanması çağrısında bulunuyor. Platform'un ilk
işlevi ise 1 Şubat 2011 son tarihinin en etkin
şekilde değerlendirilmesi için kolları sıvamak,
verilen taahhütleri izlemek, yapılacak çalışmalara
dahil olmak ve bu amaçla kamuoyu bilinci oluşturmak
olacak."
Ortak metin hazırlayan
ve platforma çağrısı yapan kurum, kuruluş ve
akademisyenler şunlar:
Anadolu Kültür
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi
Başak Kültür ve Sanat Vakfı
Europa Nostra Türkiye Girişim Grubu
Fener, Balat, Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve
Kiracılarının Haklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma
Derneği ( FEBAYDER)
ICOMOS
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV)
İnsan Yerleşimleri Derneği
İstanbul Kültür Forumu
İstanbul S.O.S.
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı
Sulukule Platformu
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Tarih Vakfı
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Turizm Araştırmaları Derneği (TURAD)
Prof.Dr. Cevat Erder
Prof.Dr. Nur Akın
Prof.Dr. Deniz İncedayı
Doç.Dr. İclal Dinçer
Turizm Gazetesi,
05.08.2010
|
ÜFTADE TÜRBESİ, YILLAR SÜREN ÇALIŞMA SONUNDA
ZİYARETE AÇILDI
Şiir, ilahi, menkıbe ve
kerametleri ile asırlardır Bursa'nın gönlünde
yaşayan Üftade Hazretleri'nin medfun bulunduğu türbe
nihayet yapılan restorasyon sonunda layık olduğu
çehreye büründü. Vakıflar Bölge Müdürlüğü türbeyi,
Osmangazi Belediyesi de bulunduğu sokağı restore
ederek Bursalıların hizmetine sundu.
Bursa'nın en önemli manevi mimarlarından Üftade
Hazretleri'nin türbesi yıllar süren bürokratik
gecikmelere karşın sonunda restore edilerek törenle
ziyarete açıldı. Osmangazi Belediyesi'nce
gerçekleştirilen Üftade Sokak Sağlıklaştırması ve
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce restore ettirilen
Üftade Türbesi için düzenlenen açılış törenine
katılan Devlet Bakanı Faruk Çelik, "Maneviyat insan
hayatında çok önemlidir." dedi. Hem Bursa'nın ilk
yerleşim bölgesi içinde yer alan hem de kentin
önemli dini merkezlerinden olduğu için çok sayıda
yerli ve yabancı ziyaretçisi olan Üftade Sokağı
yenilenirken, Üftade Türbesi de tamamen restore
edildi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce 168 bin 747 TL
harcanarak gerçekleştirilen restorasyon çalışması ve
Osmangazi Belediyesi'nin sokak sağlıklaştırması ile
çevre düzenlemesi açılış törenine Devlet Bakanı
Faruk Çelik, Bursa Valisi Şahabettin Harput,
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Osmangazi
Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Vakıflar Bölge
Müdürü Mürsel Sarı ile çok sayıda davetli katıldı.
Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı, restorasyon
sırasında koruma kurulunun isteği doğrultusunda
projelerin yenilendiğini ve restorasyonun 3 yılda
tamamlandığını söyledi. Sarı, "Beden duvarlarının iç
ve dış yüzeylerinde sıva raspası yapılmış, pencere
çerçeveleri ve çatı makasları sökülmüştür. Yapılan
sıva raspası sonrasında yapının beden duvarlarında
derin çatlaklar oluştuğu, beden duvarları içindeki
ahşap kolon, kiriş ve hatılların çürüdüğü ve
taşıyıcı özelliğini yitirdiği anlaşıldı. Beden
duvarlarının terazisinin bozulduğu, mevcut kiremit
altı tahtasının ve ahşap tavanın yıprandığı, zemini
oluşturan taban tuğlalarının çoğunun kırılmış olduğu
görülmüştür. Uludağ Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi tarafından hazırlanan proje koruma kurulu
kararıyla hayata geçirildi." dedi.
Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar ise
belediyelerinin, Bursa kale surlarını restore etmesi
sonucu dikkatlerin bu bölgede yoğunlaşmasının, Hisar
içindeki anıtsal yapıların (dini ve kültürel
merkezler) ve bunların çevrelerinin düzenlenmesini
de beraberinde getirdiğini ifade etti.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ise "Her
sokağına bir kitap yazılacak olan evliyalar şehri
Bursa'nın ruhaniyetli şehir kimliğini yaşatacağız."
derken, Vali Harput, "İnsanı insan yapan şey
maneviyatıdır. Bursa gerçek kimliğine doğru adım
adım ilerliyor, bunun için emeği geçenleri
kutluyorum." diye konuştu. Törende son olarak söz
alan Bakan Çelik, ayağa kaldırılan, ortaya çıkarılan
ecdat yadigarı eserlerin dünü bugüne, bugünü yarına
bağladığını söyledi.
Sokak düzenleme çalışması kapsamında, tescilli
yapılar; Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu'nun onayladığı proje doğrultusunda
düzenlendi. Sokağın düzensiz olan asfalt zemini, kenarlar
tuğla kaplama, ortası granit kesme taş olacak
şekilde değiştirildi, yağmur ve kar sularının
birikmemesi için de granit ve tuğlanın birleştiği
noktalara bordürler yerleştirildi. Tüm yapı
cepheleri yeniden sıvandı, boyandı, kapı ve cam
çerçeve doğramaları elden geçirildi, ferforjeler
yenilendi. Tüm sokaktaki aydınlatmalar, banklar ve
çöp kutuları yenileriyle değiştirildi. Bahçe duvarı
olan bölümlere aydınlatma için aplikler kondu. Sokak
bitişiğindeki hazireler temizlendi, üzerleri tuğla
harpuşta yapılarak demir parmaklıklar yeniden
düzenlendi. Dağınık olarak duran mezar taşları da
yeniden düzenlendi.
Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 25.07.2010
|
BİLGİSAYAR PROGRAMI ESKİ BİR DİLİ DEŞİFRE ETTİ
Özel geliştirilen bir bilgisayar programı, 3
bin yıl
öncesine ait yazılı bir dili deşifre etti. ABD’nin
Massachusetts Institute of Technology (MIT)
üniversitesinden araştırmacıların geliştirdiği
program, Suriye’nin Lazkiye kenti yakınlarındaki
antik Ugarit kentine ait yazılı metni birkaç saat
içinde çözdü. Bilim insanları, bu yöntemin şimdiye
kadar çözülemeyen bazı eski dillere ait metinlerin
okunup anlaşılmasına katkı sağlayacağını
düşünüyorlar. Bilgisayar programı, çivi yazısıyla
yazılan Ugaritçe metinde, İbranice ile ortak
kelimeleri de deşifre edebildi. Bilim insanları
geliştirilen bilgisayar programı sayesinde henüz
alfabeleri okunamayan Etrüskçe, Macaristan’da
keşfedilen Rohonc yazmaları, Paskalya Adası’nda
keşfedilen Rongorongo ile Girit’te MÖ 1900-1800
civarındaki Minoa yazısı ve MÖ 4 bine tarihlenen en
eski ‘proto-dil’ olduğu düşünülen Vinca işaretlerini
çözmeyi umuyor. Günümüzde Ras Şamra olarak bilinen
Ugarit kenti adı ilk olarak Ebla arşivleri, Tell el
Amarna mektupları ve Boğazköy’de ortaya çıkarılan
Hitit yazılı belgelerinde görülmüştü.
Radikal, 25.07.2010
|
EDİRNE SARAYI'NIN RESTORASYONU BAŞLADI
Topkapı
Sarayı'ndan sonra Osmanlı'nın en büyük sarayı olan
Edirne Sarayı'nın restorasyonuna başlandı. Tunca
Nehri kenarındaki saray, 1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda
cephanelik olarak kullanılmış. Saray, Rusların eline
geçmesin diye dönemin Edirne Valisi Cemil Paşa
tarafından havaya uçurulmuş.
Osmanlı'nın en önemli yapılarından biri olan
Edirne Sarayı'nın restorasyon çalışmasına mutfak
kısmından başlandı. Vali Mustafa Büyük, Topkapı
Sarayı'ndan sonra Osmanlı'nın en büyük sarayı olan
Edirne Sarayı'nın restorasyonunun mutluluğunu
yaşadıklarını söyledi. Tunca Nehri kenarındaki
Edirne Sarayı'nın yıkıntıları üzerinden tekrar ayağa
kalkması için değişik dönemlerde kazı ve restorasyon
çalışmaları gerçekleştirildi. Ancak yapılan
çalışmaların hiçbiri tamamlanamadı. Edirne Valisi
Mustafa Büyük'ün göreve gelmesiyle birlikte Edirne
Sarayı'nın ihyası için yeniden çalışma başlatıldı.
Sarayın bulunduğu alanda değişik dönemlerde yapılan
kazılar su kanalları, Balkan Savaşı'ndan kalma mermi
kovanları, top gülleleri, Osmanlı ordusunun
kullandığı ocak kalıntıları, sikkeler, seramikler,
silah parçaları bulundu.
Mutfakta başlayan restorasyon çalışmasının,
sarayın ihyası için önemli bir aşama olduğunu
kaydeden Büyük, onarım çalışmalarının adım adım
devam edeceğini ifade etti. Büyük, "Geçen yıl göreve
başladıktan sonra bu konuda bir çalışma gayreti
içerisine girdik. TBMM ile yapılan protokol
çerçevesinde mali destek sağlandı. Bir kazı alanı
olması sebebiyle Bakanlar Kurulu kararı ile başkanı
ve kazı heyeti belirlendi." diye konuştu.
Kazı çalışmalarının uzun yıllar alabileceğini
dile getiren Vali Büyük, "Önemli olan, çalışmalar
devam ederken Edirne Sarayı'nın sunulabilir olması,
gezilebiliyor olması. Yaşanılır olması. Belirli
fonksiyonlar verilmesi. Hizmete açık hale gelmesi
önemlidir. Bu bölüm bitirildiği zaman burası
restorasyonun karargahı gibi kullanılacak. Devamı
yapılan restorasyonda bu anlayış devam edecek."
açıklamasında bulundu. Kazı Başkanı Trakya
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer ise
sarayın, Edirne tarihi ve Türk kültürü açısından
önemli bir yeri bulunduğunu belirtti. Özer,
Avrupa'daki saraylar gibi tek yapıdan oluşmayan
Edirne Sarayı'nın tarihi önemine dikkat çekti
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 24.07.2010
|
PADİŞAH TÜRBESİ'NDE TUVALET SKANDALI

Osmanlı sultanları, paşalar ve sadrazamların
mezarlarının yer aldığı türbede bulunan mobil
tuvalet tartışmalara neden oldu. Gazeteci yazar
Armağan, "Hiçbir türbede tuvalet bulunması doğru
değil, derhal kaldırılması lazım" dedi.
Çemberlitaş'ta padişah ve
saray erkanının mezarlarının bulunduğu türbedeki
mobil tuvalet krize neden oldu. Tarihçilerin "büyük
saygısızlık" olarak yorumladığı tuvaletin bir an
önce kaldırılması isteniyor. Osmanlı hanedan
üyelerinin defnedildiği Diyanyolu caddesi üzerindeki
türbeye iddiaya göre birkaç yıl önce dönemin
İstanbul Valisi Erol Çakır'ın izniyle ziyaretçilerin
ihtiyaçlarını karşılaması için mobil tuvalet kondu.
Türbede Osmanlı sultanları II. Mahmut‚ Abdulaziz ve
II. Abdülhamit'in mezarları bulunuyor. Haziresinde
ise paşalar‚ sadrazamlar‚ kaptan-ı deryalar ve
Osmanlı hanedanı mensuplarına ait yaklaşık 150 mezar
yer alıyor. Son Osmanlı şehzadelerinden Ertuğrul
Osman Osmanoğlu da bu türbede toprağa verildi.
1839'da Sultan II. Mahmut'un vefat etmesinin
ardından oğlu Abdülmecit'in Mimar Balyan Kardeşler'e
inşa ettirdiği türbede Ziya Gökalp, Hasan Fehmi gibi
düşünürlerin de mezarı yer alıyor. Bu kadar önem
taşıyan bir mekana tuvalet konması tarihçiler
arasında "büyük saygısızlık" yorumlarına neden oldu.
Uygulamanın tamamen ticari kaygı gözetilerek
yapıldığını savunan gazeteci yazar Mustafa Armağan,
türbelere asla tuvalet konulmaması gerektiğine
değindi. Armağan, "Hiçbir türbede tuvalet bulunması
doğru değil. Mantıksız bir uygulama. Ticari maksatla
düşünülmüş bir şey. Türbe yaşanan bir mekan değil.
Sadece ziyaret edilip çıkılan bir mekandır. Bu
nedenle yaşamsal ihtiyaçların giderilmesini
gerektirecek bir ortam değildir. Bu kadar önem arz
eden başka hiçbir türbede böyle bir uygulamayla
karşılaşmadık. Bu tuvaletin derhal kaldırılması
lazım" dedi. Turistlerin uğrak mekanlarından biri
olan türbenin yan tarafında hizmet veren Türk Ocağı
Derneği çay bahçesi müdürü Mustafa Yavuz da "Biz de
bu şekilde olmasından rahatsızız. İlgili kurumlara
yazı yazdık. Ancak cevap gelmedi. Açıkçası ilgilenen
olmadı" diye konuştu.
Tuvaletin kısa süre içinde kaldırılmasını isteyen
Osmanlı hanedanının torunlarından Orhan Osmanoğlu
"Dedelerimizin mezarının tam karşısına tuvalet
konması çok büyük saygısızlık. Tarihi dokuyu da
bozuyor. İnşallah bir an önce kaldırılır" diye
konuştu.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 24.07.2010
|
SÜMELA MANASTIRI'NDA 15 AĞUSTOS ALARMI

Trabzon'un Maçka İlçesi'nde bulunan ve
Ortodokslar için büyük önem taşıyan Sümela
Manastırı'nda 15 Ağustos'ta yapılacak ayine
Yunanistan ve Rusya'dan yaklaşık 7 bin kişinin
gelmesi bekleniyor. Maçka'nın CHP'li Belediye
Başkanı Ertuğrul Genç, “Dinsel Etkinlik” diye anılan
ayine, Fener Rum Patriği'nin de katılacağını
belirterek, 15 Ağustos'ta Fatih'in Trabzon'u
fethettiğini öne süren bir grubun eylem yapmak
istediğini söyledi. Genç, “Bundan vazgeçilmesi için
siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarıyla
görüştük” dedi.
Bu arada Sümela'daki ayin Yunanistan devlet
televizyonundan naklen yayınlanacak. Yunanistan ve
Rusya'dan bazı milletvekilleri de etkinlikte hazır
bulunacak. Trabzon Valisi Recep Kızılcık ise ayini
farklı yönlere çekmek isteyenler bulunduğunu
belirterek, gerekli önlemlerin alındığını söyledi.
Vali, “Trabzon'dan sonra Giresun, Rize'deki oteller
de doldu. Ayin yapıp gidecekler. Ciddi miktarda para
da kalacak” dedi.
Hürriyet, Haber: Saygı Öztürk, 24.07.2010
******
AYİNE DAVA
İşçi Partisi Trabzon İl Başkanı Sabri Dilber, 15
Ağustos'ta Sümela Manastırı'nda yapılacak ayinin
iptali için Trabzon İdari Mahkemesi'nde dava açtı.
Trabzon Gazeteciler Cemiyeti'nde açıklama yapan
Dilber, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca verilen iznin
iptalini istediklerini belirterek, ayin konusunun
yasal ve hukuksal boyutunun gözden uzak tutulduğunu
savundu.
Hürriyet, Haber: Fatih Turan, 24.07.2010
******
"İNSANLAR SÜMELA'DA DUA ETSİN, KAVGA DEĞİL"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
15 Ağustos'ta Trabzon'un Maçka İlçesi'ndeki Sümela
Manastırı'nda yapılacak ayinle ilgili tartışmalara
değinerek, “Bırakalım insanlar dua etsinler, kavga
etmesinler. Ayinden kimseye kötülük gelmez.
Türkiye'nin ileri gitmesini istemeyen bazı mihraklar
polemik yaratıyor” dedi.
Ordu'daki incelemelerini dün de sürdüren Günay,
kaldığı otelden ayrılmadan önce konuya ilişkin şöyle
konuştu: “Doğu Karadeniz'de turizmi yeni projelerle
patlatacağız. Ayin nedeniyle o bölgedeki tüm otel ve
pansiyonlar doldu. Bir inancın sahipleri ‘Dua etmek
istiyoruz' diyor. İnsana, inancına saygı açısından,
özgürlükçü bir toplum ve devlet bu talebe anlayış
göstermeyebilir mi? Bu bölgenin tarihi zenginliğini,
potansiyelini, bu bölgenin farklı geçmiş
kültürlerini başka türlü nasıl dünyaya
anlatabiliriz?”
Hürriyet, Haber: Erol Küçükoğlu, 27.07.2010
******
SÜMELA MANASTIRI'NA MERYEM ANA AKINI

Kültür Bakanlığı'nın
özel
izniyle 15 Ağustos’da dini ayin yapılacak Trabzon'daki tarihi Sümela manastırına binlerce
hıristiyan Ortodoks ziyaretçi akın edecek. Yunan medyasında
verilen haberlere göre özellikle Selanik’den gelmek
isteyenlere
artık
rezervasyon yapılamıyor, Trabzon,
Samsun ve Ordu’da otellerde yer kalmadı. 15
Ağustos’da Ortodoks dünyasının kutladığı “Meryem
Ana”
gününde,
Rum Patriği
Bartholomeus’un yöneteceği ayin için Selanik’den
bir, Rusya’dan da
iki
charter uçak dolusu ziyaretçi gelecek.
Yunanistan'ın çeşitli bölgelerinden onlarca
otobüs de 10 Ağustos’tan itibaren yola
çıkarak Sümela’ya gidecek. Pontus Rum kökenli
Yunanistan’ın tanınmış işadamlarının da özel jet
uçakları ile Trabzon’a inmesi planlanıyor.
Ayinde Bartholomeos’un yanında Rus Ortodoks
kilisesinden Volokolamsk metropoliti İlarion ve
Yunan Ortodoks kilisesinden Drama metropoliti Pavlos
hazır bulunacak. Binlerce Yunan ve Rus hıristiyanın
açık havada yapılacak ayine katılmasını
kolaylaştırmak amacıyla Sümela manastırının önünde
gölge sağlaması için büyük tenteler kurulacak,
çeşitli noktalara dev ekranlar yerleştirilecek.
Yunan tarafından organizasyonun sorumluları
Sümela’ya gidecek ziyaretçilere “Ramazan sırasında
sakin ve saygılı olalım, dini atmosferi bozacak
eylemlerden kaçınalım” telkininde bulunuyor. Bu
doğrultuda Fener Patrikhanesi'nden Yunan tarafına
ısrarlı mesajlarda “dikkatli olalım” vurgusu
yapılıyor.
Bölgedeki Türk makamlarının ise organizatörlere
“ramazan ayına saygı gösterilmesi, gün boyu yolda,
sokaklarda yemek yenmesinden kaçınılması” ricasında
bulunduğu bildirildi.
Milliyet, Haber: Taki Berberakis, 01.08.2010
|
4 BİN YIL ÖNCE BEYİN AMELİYATI

Kayseri- Sivas karayolu üzerindeki Kültepe Höyüğü’nde yapılan kazılarda bulunan Asurlu bir tüccara ait iskeletin incelemesi sonucu, yaklaşık 4 bin yıl önce, kafatası açılarak, beyin zarı iltihabı operasyonu yapıldığı tespit edildi.
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Kültepe-Kaniş Karum kazı alanında, 2010
yılı kazılarının Kaniş bölgesinde başladığını,
kazının ilk gününde ise çok önemli bir mezar
bulduklarını söyledi.
Kulakoğlu, şunları söyledi: “Koloni çağına ait 4 bin
yıllık mezarda, olasılıkla Asurlu bir erkek tüccara
ait olduğu tespit edilen iskeletin kafatasında
yapılan incelemede tüccarın başarılı bir beyin
ameliyatı geçirdiği ve iyileştikten sonra hayatını
kaybettiğini tespit ettiler.”
Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Handan Üstündağ da, “Asurlu tüccarın kafatasında çok
düzgün bir kesi var. Kesi izleri, 4 bin yıl önce
beyin ameliyatının başarılı bir şekilde yapıldığını
gösteriyor” dedi.
Milliyet, 24.07.2010
******
5 BİN YILLIK
SAVUNMA DUVARI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Kültepe Örenyeri Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, “2010 yılı
çalışması kapsamında höyüğün 5 bin yıllık savunma
duvarını ortaya çıkarıyoruz” dedi. Kültepe
Kaniş-Karum ören yerinde bu yıl yapılan kazı
çalışmaları hakkında bilgi veren Prof.Dr. Kulakoğlu,
“5 bin yıllık geçmişi olan yerleşim alanında
düşmanlara veya herhangi bir tehlikeye karşı geniş
ve uzun bir set oluşturulmuş. 2010 yılı çalışması
kapsamında yaptığımız ayrı bir çalışma ise, büyük
bir yangın felaketi ile sona eren yapılaşmanın
nedenini araştırmak. 5 bin yıl öncesine ait bu yapı
büyük bir felaketle sona ermiş, öyle bir yangın ki
kerpiç duvarları magma akıntısı gibi yakarak eritmiş
ve günümüze kadar bu sayede korunmuş. Yerleşim
alanındaki diğer kazı çalışmalarımız da devam
ediyor” diye konuştu.
Türkiye Gazetesi,
Haber: Mustafa Çetin, 04.08.2010
|
"'KAPANMASIN' DEYİP AKM'Yİ KAPATAN ONLAR"

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç,
“Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) kapalı olmasını
eleştirenler aslında buna sebep olan kişi ve
kurumlardır” dedi.
AKM önünde düzenlenen basın toplantısında İstanbul
2010 AKB Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç,
toplantının bir meydan okuma olduğunu söyledi.
Avdagiç, AKM'nin restorasyonu ve yeniden inşası ile
ilgili başlattıkları projenin Kültür ve Sanat-Sen
tarafından mahkemeye götürüldüğünü ve yürütmeyi
durdurma kararı verildiğini anlattı. Avdagiç,
“Kültür Sanat-Sen mahkemeye ilettiği şikayetini geri
almadığı için koruma kurulu projeyi inceleyemedi”
dedi. İstanbul 9'uncu İdare Mahkemesi'nin başvuru
üzerine koruma kurulu kararlarını iptal ettiğini
anlatan Şekib Avdagiç, “Bu aşamadan sonra süreç
tıkandı” diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Eyüp Serbest, 24.07.2010
******
"AKM'DE İŞ İNATLAŞMAYA DÖNDÜ"
Atatürk Kültür Merkezi’nin iki yıldır kapalı
kalmasıyla ilgili tartışmaya Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay da katıldı. Önceki gün Kültür
Sanat-Sen öncülüğündeki sivil toplum kuruluşları
Bakanlığı suçlamıştı. Dün de Günay, ‘Protesto
edenleri protesto ediyorum’ diyerek onlara cevap
verdi ve 2010 Ajansı’nı da eleştirdi.
Bakan Günay’ın dün Cumhuriyet gazetesine yaptığı
açıklama, meselenin Başbakan Tayyip Erdoğan’da
düğümlendiği görüşlerini de teyid eder nitelikte.
Günay, Başbakan’ın ‘Yaptırmadılarsa yapma’ dediğini
söyledi. AKM’nin yenilenme ihalesini durduran
mahkeme kararının ardından 2010 Ajansı’yla
görüştüğünü, en azından gerekli teknik onarımın
yapılıp binanın açılmasını istediğini söyleyen Günay,
bundan sonraki süreci şöyle anlattı: “Teknik
çalışmanın maliyeti 70 milyon TL civarında. (...)
‘Tamirat için bu kadar para mı vereceğiz’ diye
direndi. Durumu ajansın Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı’nı da yapan Hayati Yazıcı’ya da ilettim,
o da mırın kırın edince Başbakan’a söyledim.
Başbakan da ‘Sen bunu 70 milyona yaptırmayacak
mıydın?’ dedi ‘evet’ dediler. ‘Bunu yapan firma
değil miydi?’ ‘evet’ dedi. ‘Kuruldan geçmedi mi’
‘evet’ dedi. Sonuçta ‘Yaptırmadılar mı yapma’ dedi
Başbakan. İş inatlaşmaya döndü.”
‘Ne yapılacaksa bir an
önce yapılsın!’
Halil Ergün (Oyuncu):
İstanbul uzun zamandır gerçek bir kültür merkezi
yoksunluğu çekiyor. Dünyaca da önem kazanan bir
kültür sanat merkezi olma sürecine girmiş bir kentin
bir opera, bale ve tiyatro merkezinden yoksun
kalması çok hüzün verici. Tamir onarım ya da yapım
ne gerekiyorsa bir an önce yapılmasının gerekli
olduğunu düşünüyorum ve bir an evvel hayata
geçmesini diliyorum.
Cüneyt Türel (Oyuncu):
Akıl bağlanması diyorum ben buna. Başka bir açıklama
yapamıyorum. Öyle gerekçeler duydum ki bunlara
inanamıyorum. Yani bir lokanta açılması uygun
görülmediği için dava edilmiş de onarımın
durdurulması buna bağlanmış da aslında zaten orada
bir sanat kuruluşu istenmiyormuş bunların hepsi
bahaneymiş de... Bütün bunlar Türkiye’nin bugününe
yakışmayan şeyler. Eğer birinci şık doğruysa bu
gerçek akıl bağlanması. Çünkü bütün dünyada kültür
merkezleri sabahın 10’unda açılır, gece ikilere
kadar orada hayat sürer, insanlar gelir yemeğini
yer, konserini dinler. Hayat bunu zorlar. Eğer
hayatın zorlayışına karşı direniliyorsa bu işe karar
veren insanlar zaten hayatın dışına çıkmışlar
demektir. Ama hayatın içindelerse lütfen baksınlar,
özendiğimiz batı dünyasındaki kültür merkezlerinin
nasıl çalıştığına baksınlar. Kütüphaneleriyle, video
kulüpleriyle, restoranlarıyla küçük konser
salonlarıyla... Bunların önüne engel çıkarılarak
orada bir kültür sanat merkezi hiç yapılmasın, başka
bir şey yapılsın. Gayet güzel bir alışveriş merkezi
olabilir mesela ya da Taksim anıtını da söksünler
atlıkarınca konsun... Bu işlere karar veren
insanlara Allah akıl-fikir versin...
Tuncel Kurtiz (Oyuncu):
AKM’nin iki yıldır kapalı kalması korkunç bir şey.
Daha çok kültür binaları açılması gerekirken,
sinema, tiyatro, konser salonları açılması
gerekirken bu kadar önemli ve gerekli bir yerin iki
yıldır kapalı kalması, korkunç bir felakettir.
Oya Baydar (Yazar):
Bu tek taraflı bir olay değil. Koruma kurullarından
tutun da Kültür Bakanlığı’na, sivil toplum
kuruluşlarına kadar her kesin bence bir payı oldu
böyle kalmasında. Her şeye muhalif olmak üzerinden
gidildi, yapıcı olarak ‘ne yapılabilir’ diye
oturulup konuşulamadı ve işler bu raddeye gelince de
her şey daha kötü oldu. Orada kapalı duran bir
merkez var, kullanılamıyor. Herkesin, hepimizin,
sanat çevrelerinin de savsaklayıcı ve yıkıcı
sonuçlara ulaşan yanlış tavırları olduğunu
düşünüyorum.
Nevzat Sayın (Mimar):
İktidarlar artık kültürle ilgili bir şey istemiyorlar
diye düşünüyorum. Tartışmalara rağmen hiç bir şey
yapılmadan duruyorsa tıpkı kendi kaderine terk edilen,
eski yalılar gibi yıkıp apartman yapmak isterler.
Ama yasalar buna izin vermez, o kendi haline
bırakılır, bir gün ya çöker ya yanar konu da
kapanmış olur. Olağanüstü bir yer, oraya alışveriş
merkezi yapılabilir, üst katlarına rezidans
yapılabilir, home ofis olabilir böylece çok büyük
kazançlar elde edilir. Başka nasıl bir nedeni
olabilir ki? Tüm söylenenlerin hikaye olduğunu
düşünüyorum. Bu konu bir süre sonra kapansın, herşey
bitsin diye bekliyorlar. Ne Anıtlar Kurulu’nun ne
Kültür Bakanlığı’nın, ne iktidarın ne de Mimarlar
Odası’nın hiç bu konuyla derin ilişkisi olduğunu
düşünmüyorum; mimarı dışında tabii...
Radikal, 25.07.2010
******
AKM SİYASİ BİR MESELE OLDU
Atatürk Kültür Merkezi, siyasi bir mesele haline
getirildi ve bunun bedelini İstanbul ödüyor. AKP
hükümetiyle muhalifleri arasındaki çekişmede konunun
ve AKM’nin kapılarının nasıl kilitlenip kaldığını
önceki gün Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da açık açık
söyledi: “Başbakan, ‘yaptırmıyorlarsa, yapma’ dedi.
İş inatlaşmaya dönüştü.”
Tayyip Erdoğan’ın inatla AKM’yi yıkıp yenisini
yapmak istemesinin arkasında birilerine rant
sağlamak filan gibi sebepler aramak, konuyu
fazlasıyla basite indirgeyen bir yaklaşım. Burada
söz konusu olan bir dönüşüme imza atma tutkusu.
Milli Görüş’ten AKP’ye giden değişimin sonuçlarından
biri de, Taksim’e cami yaptırmak için kavga edip
durmaktansa kentin simgesi olacak bir kültür
merkezine imza atmanın daha etkili olacağını fark
etmek. Temelleri İnönü döneminde atılmış yapıyı,
günümüzün mimari anlayışıyla yenilemek ve açılışını
yapmak tabii ki Başbakan için çok anlamlı bir icraat
olacak.
AKM’nin yıkılmasına şiddetle karşı çıkan, önünde
günlerce eylem yapan tiyatrocuların da temel
motivasyonunun, kendileri için pek çok hatırası olan
yapıyı korumak kadar ve belki daha çok, siyasi
iktidara muhalefet etmek olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim, 2005 yılından sonra yaşanan hukuk ve proje
savaşlarına bu politik motivasyonlar damgasını
vurdu.
Hükümet, bütün itirazlara kulağını kapatıp
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti yasası
taslağına inatla ‘AKM’nin yıkılması’
ifadesini koyunca ‘sistem’ harekete geçti ve kısa
sürede kurul AKM’yi ‘1. Derece kültür
varlığı’ olarak tescilledi. Böylece AKM
hukuki olarak ‘aynen korunması gereken bir
yapı’ oldu. Yasa da Meclis’ten mecburen
‘AKM’nin yenilenmesi’ diye çıktı.
Ama mesele AKM’nin çatısını onarmak değil, onu çağa
uygun hale getirmekti.
Tabanlıoğlu Mimarlık,
2010 Ajansı’yla birlikte uğraştı didindi ve herkesi
memnun edecek bir proje hazırladı. Tam bu projenin
ihalesi yapılacakken Kültür Sanat-Sen
mahkemeye başvurdu. Aslında 1. Derece tescillenmiş
bir yapıda bu kadar değişiklik yapılması pek mümkün
değildi ve iş mahkemeye gittiğinde ne sonuç çıkacağı
belliydi. O nedenle bir anda Kültür Sanat-Sen,
Türkiye’nin en önemli sivil toplum kuruluşu halini
aldı. Bütün taraflar sendikanın başvurusunu çekmesi
için rica, baskı, aracı yollama gibi her tür çareye
başvurdu. Ama, iktidara karşı ses getiren bir
muhalefet imkanı yakalamışken, sendika geri adım
atmadı.
Şimdi de Tayyip Erdoğan geri adım atmıyor. Böylece
Kültür Sanat-Sen’in öncülük ettiği anlayışı
kamuoyuna karşı köşeye sıkıştırmayı hedefliyor.
Tartışmanın uzadıkça anlamsızlaşması, AKM yıkılmasın
isteyenlerin İstanbul’un salonsuz kalmasındansa her
tür çözüme razı olması için zemin hazırlanıyor.
Bugüne kadar projeyi yürüten
2010 Ajansı,
isterse AKM’yi yeniler. Cuma günü Ajans yönetiminin
‘Süremiz 2011’de doluyor, artık bu projeyi
yapamayız’ demesi ikna edici değil.
Yenilemenin yedi ayda tamamlanacağını, aynı
toplantıda bizzat Ajans Başkanı
Şekib
Avdagiç söyledi. Yasaya göre, Ajans
tamamlanmayan projeleri için 2011 yılının ilk altı
ayında çalışmaya devam edebiliyor. Restorasyon
projeleri için yararlanılan bu durum, pekala AKM
için de geçerli olabilir. Önümüzde neredeyse bir yıl
var, ama Ajans bu kararı alamıyor. Çünkü, bağlı
bulunduğu Bakan Hayati Yazıcı
‘evet’ demiyor, çünkü
Başbakan
‘evet’ demiyor.
Şimdi taraflar siyasi mücadelede pozisyonu alma
gayretinde, arka arkaya açıklamalarla birbirini
suçlama telaşındalar. Kentin tam ortasında, bütün
kültürel merkezlerin kesişme noktasında, biri büyük
üç salonu, sergi mekanı, başka benzeri olmayan geniş
ve imkanı bol sahnesiyle AKM iki yıldır kapalı.
İzleyici, sanatçılar, festivaller kırk senelik
mekandan da olmuş durumda. İstanbul uluslararası
sanat gündeminde pozisyonunun güçlendiriyor,
izleyici sayısı artıyor deyip yeni salonlar açmaktan
söz edilirken AKM meselesinin halledilememesi
gerçekten Cüneyt Türel’in dediği
gibi ‘akıl tutulması’ gibi bir şey.
Kentin ortasında cıvıl cıvıl bir kültür merkezi
yaratmak varken bir metruk binaya fit olmak mümkün
değil. Bu meselede siyasi aktörlerin geri çekilip,
kültürel aktörlerin devreye girmesi gerek.
Siyaset yapanlar İstanbul’a ‘AKM’nin
yıkılması’ ile
‘eski usul asık
suratlı konser salonunun yeniden açılması’
arasında bir tercihi dayatıyor. İkisine de hayır,
ikinize de hayır diyenlerin sesini yükseltmesi
gerek.
‘Bu iktidar AKM’yi pek istemiyor galiba’
Genco Erkal (tiyatrocu):
Sanat hayatımıza yapılan çok büyük bir darbedir bu.
Üstelik Avrupa’nın kültür başkenti olduğumuz bir
yılda, bütün büyük etkinliklerin başını çeken bir
binanın operasıyla, orkestrasıyla eylem dışı kalması
ve buradaki kurumların orada-burada bölünerek
etkinliklerini sürdürmeye çalışmaları... Mutlaka
bunun sorumlularının kendilerini savunması ve gerek
cezayı görmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu iktidar
pek istemiyor galiba orayı. Bunda da başka niyetler
var diye düşünüyorum bu bina üzerinde. Bence mümkün
olduğu kadar çabuk unutulmasını, çürümesini
istiyorlar. Kendi kafalarındaki yeni işlevi için
hazırlıyorlar burayı duygusu var bende.
İlyas Odman (koreograf):
AKM’nin iki yıldır kapalı olması tartışılmaz
derecede vahim. Ancak açık olduğunda da bağımsız
sanatçıları destekleyici herhangi bir kültür
politikası olmayan, sadece Devlet Tiyatroları ve
Devlet Opera ve Balesi’ne açık bir gösterim ve
‘gösteriş’ mekanı olması daha da vahim.
Müjdat Gezen (tiyatrocu):
Korkunç bir şey bu. Ben AKM’de Devlet Operası
‘Yarasa’ operetinde konuk sanatçı olarak oynadım.
Amerika, Avustralya, Rusya, Japonya gibi pek çok
sahnede de oynadım AKM gibisini görmedim. AKM,
Avrupa’nın ikinci, dünya’nın üçüncü en iyi
sahnesidir buranın kapalı bırakılması, sanatı
sevmediklerini gösterir. Mantıklı bir sebep
söylemeleri gerekir, okuyorum gazetelerde mahkemeler
falan... Devler isterse bunların hepsi bir dakikada
yok olabilecek şeyler. Çok güzel atölyeleri vardır,
çok güzel prova salonları vardır, sahneleri vardır.
Dünyada çok az ülkeye nasip olacak olan bir kültür
merkezidir. Çok yazık.
Cem Mansur (orkestra şefi):
Yasal süreç anladığım kadarıyla Kültür Sanat-Sen’in
halkın içinde yaşayacak bir proje olarak
geliştirilen yenilene sürecine karşı çıkmasıyla
durduruldu. İhale olmuştu, yapacak şirkette belliydi
çok güzel de bir projeydi gerçekten. AKM’yi çağımıza
uygun bir opera tiyatrosu haline, insanların girip
çıkacağı, yaşayan bir yer haline getirecek; kapalı,
sadece gösteriden gösteriye girilebilecek bir yer
olmaktan çıkarıp halkla bütünleştirecek bir merkez
projesiydi. Projeyi geliştirme aşamasında pek çok
kişi gibi bana da danışıldı, çok büyük bir
iyileştirme söz konusuydu. Fakat buna dünyadaki
örneklerini bilmeyen kişiler karşı sanıyorum. Kültür
merkezlerinin nasıl modellerle yürütüldüğünü
bilmeyenler karşı çıkmışlar ve bir yürütmeyi
durdurma kararı alınmış.
2010 Ajansı’na
verilen bir işti bu ve 2010 bitmek üzere artık.
İtiraz edenler neden itiraz ediyorlar onu da anlamış
değilim. Yasal süreçten çok haberdar değilim ama bir
de uğraşmıyorlar çünkü yıkmak istiyorlar söylemleri
kadar basit bir olay değil bu. Arapsaçına dönmüş bir
yasal problem var ortada. Yasal probleme neden olan
da bazı sanatçı arkadaşlar ve Kültür Sanat-Sen.
Dolayısıyla bu olay kolayca kullanılabilecek politik
bir şeye dönüştü. Yapmıyorlar çünkü yıkacaklar gibi
ama bence onu aştı artık olay. Çok yazık, üçüncü
kapalı yılına giriyor, olacak şey değil. Bunu bu
hale getiren herkes sorumlu.
Radikal, Haber: Cem Erciyes, 26.07.2010
******
"AKM'NİN KAPANMASINDAN ŞİKAYET EDENLER, BUNA
SEBEP OLANLARDIR"
Kültür Sanat-Sen, TMMOB Mimarlar Odası, İstanbul
Kültür Forumu, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Türkiye
Yazarlar Sendikası, Pen Yazarlar Derneği, Sinema
Emekçileri Sendikası'nın da aralarında bulunduğu
sivil toplum kuruluşları, 2 yıldır kapalı bulunan
Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) onarım çalışmaları
sonucunda tahrip olduğu gerekçesiyle önceki gün
Kültür Bakanlığı ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Bunun üzerine 2010 AKB Ajansı, dün AKM önünde bir
basın toplantısı düzenledi.
Toplantıya Ajansın Yönetim Kurulu Başkanı Şekib
Avgadiç, İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet
Emre Bilgili ve çok sayıda Ajans çalışanı katıldı.
Avdagiç, 2008'de Kültür Bakanlığı ile imzalanan
'İşbirliği Protokolü' ile AKM'nin onarımıyla ilgili
tüm sorumluluğu aldıklarını, 2009 Nisan'ında
projenin tamamlandığını, ardından Koruma Kurulu
tarafından da onaylandığını söyledi. İhalesi yapılan
kültür merkezini yaşayan bir bina haline getirmek
istediklerini söyleyen Avdagiç, "Sonra yürütmeyi
durdurma kararıyla karşılaştık. Bu noktadan sonra,
itirazları da dikkate alarak altı farklı toplantıyla
projemizi geliştirdik. Konsensüste projemizi aldık
ve koruma kuruluna soktuk. Uzlaşma sağlanmasına
rağmen, Kültür Sanat-Sen, İstanbul 9. İdare
Mahkemesi'nde devam eden projenin iptali istemiyle
açtığı davayı geri çekmedi ve bu sebeple de Koruma
Kurulu projeyi değerlendirmeye almadı. Böylece süreç
tıkandı. Mahkeme kesin kararını verdi ve Ajansımız
tarafından yürütülen AKM'nin onarımına ilişkin süreç
kesin olarak durduruldu. Böylece projenin
gerçekleştirilmesiyle ilgili inisiyatif elimizden
alındı. Bizim bu konuda sorumluluğumuz ise 31 Aralık
2010'da sona eriyor." dedi. Avdagiç, şu an binanın
kapalı olmasından şikayet edenlerin aslında buna
sebep olanlar olduğunu söyledi.
Zaman, Haber: Elif Kaya, 26.07.2010
******
"AKM'YE HERŞEY YAPILABİLİR"
İki yıldır kapalı olan Atatürk Kültür Merkezi’yle
ilgili tartışmalar sürerken görüşlerine başvurmak
istediğimiz kişiler arasında ilk sıralardaydı
İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu
Başkanı Prof. Mete Tapan. Zira AKM’nin yenilenmesi
sürecinin tıkanmasının nedenlerinden biri olarak
gösterilen, ‘AKM’nin 1. Derece Kültür Varlığı ilan
edilmesi’ kararını alan kurulun başkanının elbette
bu konuda söyleyeceği pek çok şey olacaktı.
Kendisine ulaşamadığımız günlerde gündemi takip edip
üzülerek aradı bizi Tapan. Hiç kimsenin hatta en
yakınlarının bile konu hakkında en ufak fikirlerinin
olmadığını düşünerek; 1. Derece Kültür Varlığı olan
yapıların belirli ölçülerde içine de dışına da
dokunulabileceğini, sadece bunun boyutunun ve nasıl
yapıldığının önemli olduğunu belirtti. Ve AKM’nin
‘simgesel’ değeri olduğu için 1. grup içine dahil
edildiğinin üzerinde durarak “Ayasofya da 1.
gruptur, Domabahçe de... Ama bunlara müdahale ve
restorasyon modeli farklı farklıdır” diye de ekledi.
Şimdi söz Prof. Tapan’da...
Bilmeden konuşuyorlar
‘AKM’nin iki yıldır kapalı kalması konusundaki
görüşlerden bazıları beni çok üzdü. Cevapları veren
insanlar maalesef ki konuyu bilmiyorlar. En
yakınlarım bile. ‘Bu konuda sanatçılar da dahil pek
çok insan ve kurum kabahatlidir’ diyorlar.
Sanatçıları bilemem ama Koruma Kurulu’nun en ufak
bir suçu olmadığı gibi ben; gecikmemesi için elimden
gelen her şeyi yaptım. Bakanlıklarla görüştüm,
Koruma Kurulu’ndaki görevim olarak bunları yapmam
gerekmiyor belki ama bir İstanbullu olarak yaptım.
İstanbul’un iki yıl bu şekilde kalmasını kim ister
ki? Burada kurulun suçu olmadığı gibi AKM, bir kamu
yapısı olduğu için elimizden geleni yaptık.
Kararların alınması normalde 15-20 gün sürebilir ama
biz, özel olarak toplanıp üç günde bu kararları
aldık. Yani amacımız projelerde bir gecikme
olmamasıydı. Çok hasas davrandık ama sonuç olarak
suçlular arasına girdik.
Viyana’ya baksınlar
Bu yapıyı 1. derece tarihi eser yapan bizim kurul
zaten. Biz, dünyadaki 1. gruplara nasıl müdahale
edildiğini, neler yapıldığını o kadar iyi biliyoruz
ki... Burada da bütün amacımız AKM’nin daha çağdaş,
daha modern bir nitelik kazanmasıydı. Tutturdular
‘lokanta olur mu?’ diye. Ne kadar yanlış bir şey.
Viyana’ya baksınlar, Münih’e baksınlar...
Ayasofya ayrı AKM ayrı
1. derece koruma altındaki bir yapıya dokunulamaz
diye bir şey yok. Aynı zamanda ben Koruma Yüksek
Kurulu üyesiyim. Yani ilke kararları ortaya koyan
grubun içindeyim. Her zaman söylerim, mimari
bakımdan ben bu yapıyı çok fazla değerlendirmiş ve
gözümde büyütmüş değilim ama bir ‘simge’dir AKM ve
bu sebepten de 1. derecedir. Pek çok insanın anısı
var burada, çok önemli insanlar konserler verdi, çok
önemli toplantılar yapıldı. Bina, ‘yıkılmadan
yapılacak’ şekilde karar alındı ama bu şu demek
değil: Hiç dokunulamaz! Dokunulabilir, ek binalar da
yapılabilir, her şey yapılabilir. İlke kararlarımıza
göre ‘simge’ yapılar 1. grup yapılardır bunun yanı
sıra Ayasofya da 1. gruptur, Domabahçe de... Ama
buralara müdahale ve restorasyon modeli farklı
farklıdır. Bunu bir türlü anlatamadık. Dünyanın her
tarafında da bu böyledir 1. derecedeki yapıların
içine de dışına da belirli ölçülerde dokunulabilir.
Ama tabii ki 2. grup kadar dokunulamaz buna da
uzmanlar karar verir. ‘Koruma kullanım dengesi’ diye
bir şey vardır. 1. grup diye eğer o bina artık bütün
fonksiyonlarını kaybetmişse... Keşke bana sorsalardı
‘Hocam, neden böyle bir karar aldınız?’ diye. Kararı
veren bizleriz ama sorulmuyor. İstanbul yok yere iki
sene balesiz, operasız kaldı. Herkese saygım var ama
çok üzüldüm.
Geç kalınmış değil
Proje üzerinde çok fazla ısrar edilince, Bakanlık
bunu değiştirmek üzere yeni bir proje istedi ve onu
da kabul ederken mahkeme kararı çıktı. O zaman basit
onarım mahiyetinde olsun denildi, onu da hemen kabul
ettik ve bunların hepsi bir sene önce oluyor. Ama
maalesef yapılmadı, yapılmıyor. İhaleye de
çıkılmıştı, başlanacaktı. Bir an evvel başlamak için
de bir iyi niyet var ortada ama çok büyük yanlış
anlaşmalar oldu, tamamen diyalog eksikliği. Diyalog
eksikliği sanat çevrelerinde, kültür çevrelerinde
vardır zaten. Hala her şey yapılabilir. Lokantadan
vazgeçilen bir projemiz var zaten halihazırda. Ama
cephe izolasyonunun kesinlikle yapılması gerekiyor.
Radikal, Haber: Ceren Akardaş, 27.07.2010
******
KOLEKTİF CİNAYET GİRİŞİMİ
İki küsur senedir boş duran, muhtemelen mekanik,
teknik, elektronik sistemleri sökülmüş halde ve
ısıtılmayan, soğutulmayan, havalandırılmayan, kısaca
‘yaşamayan’ AKM git gide yıkılmaya yüz tutuyor.
Korozyona teslim olan bir başka ahmaklık abidesini,
Ayazağa Kompleksi inşaatını hatırlamalıyız. Üst
düzeyde statik ölçümlerle kabası tamamlanan bina
şimdi yıkıcısını bekliyor. AKM için de, birçok
kesimin kollektif sorumlusu olduğu ahmakça bir
süreç, korkuyorum, dibi bulmak üzere.
İstanbullular var bu kollektifin içinde. Bale ne
idi? Ya opera? İDSO konserleri kaç icracıyla
gerçekleşiyordu? Değerli dostum Yekta Kara muhteşem
bir ironi imzaladı ve opera salonu olmayan bir şehre
şahane bir opera festivali sundu. Kaç kişi utandı
dersiniz? Onat Kutlar vakti adeta sinematekleşen
sinema salonunun girişini de hatırlayan kaç kişi
çıkar, bilmem.
Evet, AKM cinayet teşebbüsü çok bileşenlidir. Her
insanda var olan saçmalama kabiliyetini umulmadık
ölçüde teşhir eden eski Kültür Bakanı ortalığı gerdi
durdu. AKM evveli Kültür Sarayı’nı komünistlerin
yaktığını bile söyledi ki Macit Koper bu traji-komedyayı
oyun halinde yazmıştı-. Hali hazırdaki Kültür Bakanı
da bileşenler arasında. 31 Mayıs 2008’de apar topar
boşalttırdığı AKM’nin, o tarihte restorasyon /
renovasyon projesi dahi yoktu. Var mıydı? Yoktu.
Kültür Bakanı’nın Cumhuriyet gazetesine verdiği
beyanata bakılırsa, Başbakan’ın da ‘Yaptırmıyorlarsa
yapmayalım’ diyesi tutmuş. Ah güzel İstanbul!
İyi niyetlerinden kuşku duymadığım bir grup
tiyatrocu, oda temsilcisi ve sendikacının mahkeme
sürecini başlatıp, Tabanlıoğlu projesi için
yürütmeyi durdurma kararı aldırması ise, cehenneme
giden yolları döşedi ya da bir cinayet girişimini
taçlandırdı. Tabanlıoğlu projesi, her katkısıyla
binaya işlev ve hayatiyet kazandırıyordu, neye
itiraz ettiklerini hala anlamış değilim ya da
anladıklarımı izan çerçevesine oturtamıyorum.
Bir de Anıtlar Yüksek Kurulu var ki, Türkiye’deki
‘korumacılık’ anlayışının ne denli içeriksiz
olduğunu ortaya koyan bir bürokratik çaresizliği
temsil ediyor. Uzun söz almak üzere kısaca
sormalıyım: Anıtlar Yüksek Kurulu, bizim mahalledeki
yıkılmaya yüz tutmuş tarihi binaları koruyor mu,
ürettiği bürokrasiyle yıkılmalarını teşvik mi
ediyor? Aynı soru AKM için de geçerli. Bu yasalarla
zaten, tarihsel kimliği olan bir şehir ancak
öldürülür, ki öyle de oldu, oluyor.
Şimdi yapılacak iş, kısa ve çekişme dışı bir sürat
gerektiriyor. Tabanlıoğlu projesinin ya da aynı
fonkiyonellikte bir başka projenin derhal ama derhal
hayata geçirilmesi gerekiyor.
Yoksa, 1930’larda Muhittin Üstündağ Belediye Reisi
iken ilk çalışmaları başlamış, 1946’da temeli atılıp
1949’da senelik ödeneği 1 liraya indirilerek
durdurulmuş, 1956’da Hayati Tabanlıoğlu’nun Bakanlık
ofisine geçtiğinde tekrar ivme kazanmış, 1969’da
açılıp 1970’de yanmış, 1977’de tekrar açılana kadar
bilfiil 33 sene İstanbul’un göbeğinde bir ‘alay’
gibi bekletilmiş yegane opera, senfonik müzik,
klasik bale salonumuzu barındıran AKM gitti gider!
Son olarak, Üstündağ zamanında uluslararası ölçekte
yapılan Şehzadebaşı Tiyatrosu proje yarışmasının
kadük edilişini de hatırlatmanın zamanı, sene 1935!
2008’de sonuçlanan İBB Şehir Tiyatroları Beyoğlu
Sahnesi ve Tiyatro Müzesi proje yarışmasının olası
akıbeti için ürkütücü bir örnektir aynı zamanda.
Konuşulacak çok mesele var ama AKM’nin bekleyecek
zamanı kalmadı.
Radikal, Yazı: Orhan Alkaya, Tiyatro
yönetmeni ve oyuncu, 29.07.2010
******
AKM, BU ŞEHRE YAKIŞAN BİR KÜLTÜR MERKEZİ
DEĞİL
Birçok arkadaşımın aksine
Taksimdeki Kültür Sarayı’nın bende iyi anıları
yok. Bir yerin bıraktığı anılar iyi olmayınca ona
iyi olarak da bakılamıyor. Kaldı ki 12 Mart
sıralarında ilk Atatürk Kültür Merkezi feci bir
yangın geçirdiydi. Çok acemice bir propaganda
yaptılar, güya yangını solcular çıkarmış. Elektrik
kontağının ve alaturka işletmeciliğin daha büyük bir
tehlike (!) olduğu anlaşıldı. Zırva ile tevil
edilmek istenen yangının daha feci bir yanı vardı.
Çirkin binanın ne olduğundan çok beni hala üzen
budur.
Oflazoğlu’nun “IV. Murad”ı temsil ediliyordu, daha
doğrusu repertuarda o da varmış; nitekim o akşam da
“IV. Murad” değil, “Cadı Kazanı” sahneleniyormuş.
Buna rağmen “IV. Murad” oyunu için Topkapı
Sarayı'ndan getirilen kıymetli eşya
vitrinde teşhire devam ediyor. Edepsizliğin
derecesini tasavvur ediniz. Avrupa'da Viyana Devlet Operası, Burg Theater veya
paris ve Londra'da başka bir tiyatroda fuayede müze
eserleri sergileniyor diye Topkapı’dan da istenmiş.
Ancak orada sergilenenlerin çoğu ikinci, üçüncü
derecede eserlerdir. Topkapı Sarayı’ndan alınan ise IV. Murad’ın zırhı,
kendine özgü kesimli orijinal kaftanı, kılıcı ve
okuduğu tahmin edilen
kıymetli bir Kuran nüshasıydı. Malum yangında hepsi
kül oldu.
Ben bu kıymetdar eserleri birinin kaçırdığını
düşündüm, oysa zırh bir topak halindeydi. Kaftanla
Kuran-ı Kerim nüshası kül olmuştu, kılıç da
zırhın akıbetine uğramıştı. 17’inci yüzyılın en genç
ve önemli mareşalinin saray müzesindeki mirası;
bugün zırhı bir top halinde ve kılıcı erimiş
vaziyette. Bu eserlerin teşhirini isteyen kaprisli
tiyatro primadonnamız ve kendisine evet diyen o
zamanki Kültür Bakanımızı ve onların etrafını
gelecek nesillerin değerlendirmesine terk ediyorum.
Ama benim için ne yanan bina ne de yerine yapılan
bina pek matah bir şey değil.
Kulisler ve sahne arkası daima şikayet
sebebi
Şu andaki binanın en başta inanılmaz akustik
problemleri var. Hiç de hoş bir girişi yok, zaten
binanın dış yerleşim ve kompozisyonun savunulacak
tarafı yok, iğreti binanın çevre düzenlemesi de
sıfır. Dar bir saha ve otoparkın içinde boğulmuş;
hulasa
İstanbul'a yakışan
bir kültür sarayı değil.
Burada seyrettiğim bir oyun (“Amedeus”)sırasında bir
kere daha fark ettim; sadece aktörlerin ve
aktrislerin sesini değil, konserlerde dahi sesi
yutan bozuk eko sistemi var. Kulislerden, sahne
arkası stüdyo ve prova yerlerinden şikayetlerin
arkası kesilmiyor.
Taksim Meydanı 30 yılda niçin kötü yönde
değişti?
70’lerin başında biten ve neredeyse 30 yılda ancak
tamamlanan Kültür Sarayı şehrimizin bir yılan
hikayesiydi. Onun yeniden düzenlenmesi için sadece
ve sadece gayret lazım. Sadece Kültür Sarayı değil;
Taksim’in tahrip edilen mezarlığı, Ayaspaşa ve
Gümüşsuyu’nun eski dokusu ile de bir imar problemi
teşkil ettiği açık. Her sorun gürültüyle değil;
tutarlı bir inceleme ve bir restorasyon anlayışıyla
çözülebilir. “Taksim Meydanı son 30 yılda niçin
değişti?” ve “Bu acaba neden çok olumlu bir değişim
olmadı?” diye uzun boylu düşünüyor muyuz?
Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 01.08.2010
******
AKM, MUHALEFET VE İKTİDAR
Ben kültürlü bir
insan mıyım? Kültürü nasıl tanımladığımıza bağlı.
Marksist terminoloji günümüzde geçer akçe değil.
Modern danstan, klasik operadan, çağdaş Batı
edebiyatından da beslenen kültürel kimliğim, yakın
zamana kadar kimilerinin gözünde burjuva kültürünün
ifadesi, Orhan Pamuk, Komet, Modern Folk Üçlüsü vb.
leri ise burjuva sanatçılarıydı. Buna karşın ulusal
ozanımız olarak siyasal yelpazemizden her kesimin
benimsediği Nazım Hikmet düne kadar işçi sınıfının
şairi, Ruhi Su işçi sınıfının sesiydi.
Kültürün sınıfsal ayrıştırılması yetmiyormuş gibi
20. yüzyılın ortalarına kadar, dinlerden de beslenen
emperyalizmin etkisi altında olanlar, kendilerine
uygarlığın temsilcileri, ezdikleri, sömürdükleri
insanların kültürlerine ilkel diye baktılar.
Picasso’nun gözünde Afrikalılar ilkel sanatın
temsilcisiydi. Dışladıklarımızın,
aşağıladıklarımızın kültürünü kaale almayız. İşte
Osmanlı ve Cumhuriyet’in Arap kültürüne karşı farklı
tutumları.
Batı egemeni düzenin kültür kategorilerinde bu tür
ayrışımlar kısmen hala var. Harvard’dan Gülrü
Necipoğlu’nun işaret ettiği gibi akademik disiplin
olarak ‘Sanat Tarihi’ üniversitelerde çeşitli
dönemlerin adı altında incelenirken, ‘İslam Sanatı’
adı altında sömürgecilik döneminden kalma, “Sen
sanatsın ama bildiğimiz türden sanat değilsin” diyen
bir kategori var. Yani Batı egemen, büyük ‘K’ ile
yazılan bir Kültür var, bir de İslam kültürü. Hatta
bu yaklaşımın en uç noktasına gidildiğinde bir yanda
tanımlanmasına gerek duyulmayan William Faulkner,
bir yanda ‘İslam ülkesi yazarı’ Yaşar Kemal.
Bir tür aşağılama, dışlanma, ötekileştirme olan bu
tuzağa düşüp, Türkiye’de kültürel kimliklerini
özellikle İslam üzerinden dile getirmek isteyenler
günümüze özgü. Üstelik Batı’nın bu içselleşmiş
beklentisine seslenenlerin sırtları sıvazlanıyor.
Bu tür kategoriler, bizi burnumuzun ötesini
göremediğimiz siperlere mahkum kılıyor. Oysa dünyada
gidiş evrensel kültüre doğru. Ama en büyük
mahkumiyet kültürsüzlük.
Türkiye’de Atatürk Kültür Merkezi’nin
yıllardır kapalı kalmasına sesini çıkarmayan
siyaset, İstanbul’u ve bir anlamda Türkiye’yi
kültürsüzlüğe mahkum ettiğinin farkında değil mi?
Umursamıyor mu? Yoksa istenen bu mu? İncir
çekirdeğini doldurmayan nice konuyu günlerce
tartışan meclis Türkiye’nin kültür skandalını
gündemine almaktan aciz. Ülkeyi turlayıp binbir
konuda kitleleri ayağa kaldıran Başbakan, Atatürk
Kültür Merkezi’ne sırtını dönmüş. Her konuda
iktidarı yeren ana muhalefet partisi lideri, dünya
metropolümüzün kültürsüzlüğe mahkumiyetini kaale
almıyor. Ülkenin başta gelen kültür merkezinin
akıbetiyle ilgili tartışma ve suçlamalara seyirci
kalmalarının sorumsuzluğunun bedelini kültürden
yoksun bırakılan sanatçılar, seyirciler, kültürden
mahzun bırakılan genç kuşaklar ödüyor.
Yoksa, “AKM burjuvazinin/ Batı kültürünün odağı, bu
konuyu gündeme getirmem bana oy kazandırmaz,” diye
kapalı kalmasına sessiz kalıp Türkiye’nin bile bile
evrensel kültürden koparılmasına nasıl razı
olabilirler?
Radikal, Yazı: Gündüz Vassaf,
01.08.2010
******
SİYASİ PARTİLER AKM
İÇİN NE DÜŞÜNÜYOR?
Atatürk Kültür
Merkezi'nin kapalı kalması konusunda siyasi partiler
ne düşünüyor, neden sesleri çıkmıyor? Sorduk,
anlattılar. 'İktidar partisinin AKM'yi siyaset
malzemesi yaptığını, merkezin
bir an önce
yenilenip açılması gerektiğini' söylediler.
“Türkiye’de Atatürk
Kültür Merkezi’nin yıllardır kapalı kalmasına sesini
çıkarmayan siyaset, İstanbul’u ve bir anlamda
Türkiye’yi kültürsüzlüğe mahkum ettiğinin farkında
değil mi? Umursamıyor mu? Yoksa istenen bu mu? İncir
çekirdeğini doldurmayan nice konuyu günlerce
tartışan Meclis, Türkiye’nin kültür skandalını
gündemine almaktan aciz...” Pazar günkü köşesinde
Gündüz Vassaf bunları yazdı. AKM’nin iki yıldır
kapalı durması ve hiçbir şey yapılmaması son
günlerde kültür dünyasının en önemli gündemi.
Meselenin Başbakan’da düğümlendiği, yenileme
çalışmalarının ancak hükümetin iradesiyle
başlayabileceği yazılıp, söyleniyor. Öyleyse bir de
muhalefete soralım istedik. ‘AKM’nin kapalı kalması
konusunda ne düşünüyorsunuz?’ Ankara’daki
siyasetçilerin konudan neredeyse habersiz
olduklarını söylemekle yetinelim. Neyse ki Meclis’te
grubu bulunan partilerin İstanbul İl Başkanları,
görüş bildirdi. CHP, ‘günümüz koşullarına uygun bir
restorasyon’ istiyor, MHP ise ‘AKM’nin siyasete
malzeme yapıldığını’ savunuyor.
‘Günümüze göre
restore edilmeli’
Berhan Şimşek (CHP İstanbul İl Başkanı):
“AKM, kaderine hapsedilmiş vaziyettedir. Yıkım için
bir karar çıkardılar daha sonra vazgeçtiler yapılsın
diye ihaleye çıkardılar. Ama hepimizin de bildiği
gibi AKM, koruma kurulu kararıyla tescilli bir
binadır. Mahkemeye gidildi ve mahkeme buranın bu
şekilde korunarak restorasyonu yapılması gerektiğini
söyledi. Şimdi AKM 26 aydır hapsedilmiş bir
vaziyette, hiçbir sanatsal faaliyet yok. İstanbul,
2010 kültür başkenti değil 2002’den beri hatta
1994’ten beri ‘rant başkenti’dir.
Geçenlerde Başbakan diyor ki, “Ertuğrul, Ertuğrul
(Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay) Sayın
Bakan, burayı yıkın ve yapın.” Yani ne hukuk tanıyor
ne kanun tanıyor, ne de mahkeme kararını biliyor.
Böyle bir anlayış içerisinde meseleye bakıyorlar.
Daha önce, aydınlar, akademisyenler, siyasetçiler,
gazeteciler mahkum edildi. Şimdi de AKM Recep
Tayyip’in anlayışıyla mahkum edilmiş oldu. Orayı
çürütüyorlar, onun mübadili olan bir kültür merkezi
yok İstanbul’da, bunları düşündüğün zaman da iyi
niyet, samimiyet çıkmıyor ortaya maalesef. Yapılması
gerekense, orayı günümüzün koşulları içerisinde
restore etmektir.”
‘Kültür dünyası ne
diyorsa o olsun’
Mustafa Avcı (BDP
İstanbul İl Eş Başkanı): “AKM’yi gündem
olarak çok işlemedik, çalışmamız arasında yok. Ama
sonuçta kültür dünyası bu konuda ne düşünüyorsa biz
de doğal olarak onlardan yana oluruz. Eğer AKM
birilerine peşkeş çekilirse karşısındayız. AKM, eğer
halkın yararına, kamunun yararına olabilecek
ihtiyaca cevap veriyorsa ya da cevap vermiyorsa da
cevap veririr durumda tekrar kamu hizmetine
açılacaksa ona ‘evet’. Ama böyle değil de birilerine
rant amaçlı açılacaksa ‘hayır’, bunun karşısında
oluruz.”
‘Siyasetin malzemesi
yaptılar’
İhsan Barutçu (MHP İstanbul İl Başkanı):
“İstanbul’u Avrupa Kültür Merkezi yaptığını iddia
edenler, maalesef kültür merkezlerimizi atıl
tutuyorlar. AKM de çağdaş görüntüsüyle kentle
özdeşleşmiş bir yer. Taksim’e cami yapacağız
iddiasında olanların, AKM konusunda maksatlı bir
ihmali olduğunu düşünüyorum. Taksim’e cami yapmak
isteyenler nasıl tutarsızsa, AKM’yi atıl tutan AKP
de yerel siyasetteki tutarsızlığını böyle
gösteriyor. AKM’yi siyasetin bir ara malzemesi yapıp
toplumumuzun kültür merkezlerine ihtiyacı varken
mevcudu dahi atıl tutuyorlar. Hiçbir şey yapmayarak
İstanbul’a zaman kaybettirmek doğru bir şey değil.
Artık İstanbul Türkiye’nin batıya açılan kapısıdır.
Batıya açılan kapısında birileri merak edip sorsa
‘Kültür merkezi bu kadar zamandan beri neden ihmal
ediliyor, neden yok sayılıyor’ diye bunun izahını
yapması gerekenler İstanbul’a bir mahcubiyet
yaşatacaklardır.”
Radikal, Haber: Neslihan
Tanış, 05.08.2010
******
İKTİDAR NET: AKM
YIKILIP YENİDEN İNŞA EDİLMELİ
AKP'li milletvekilleri
Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılması ve yeniden
yapılması konusunda ısrarlı, muhalefet temsilcileri
ise 'onarılsın' diyor.
Perdeleri uzun bir
süredir kapalı olan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi
(AKM) ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Muhalefet
AKM'nin bir an önce onarımının yapılarak
sanatseverlerle buluşturulmasını isterken, AKP
gelinen nokta itibarıyla AKM'nin yıkılıp yeniden
yapılmasının en doğrusu olacağı görüşünde. Uzun süre
yıkılsın mı yıkılmasın mı diye tartışılan AKM,
kapatılırken yenilenip 2010'un başında açılması
amaçlanıyordu. Ancak bu mümkün olamadı. Sanatçıların
tepki gösterdiği bu durum siyasetçiler arasında da
tartışma yarattı. CHP ve MHP, bir an önce onarımın
gerçekleştirilerek AKM'nin açılmasını isterken
AKP'den ‘yıkıp yeniden yapalım' formülü bir kez daha
gündeme getirildi.
TBMM Bayındırlık Komisyonu Başkanı AKP İstanbul
Milletvekili Nusret Bayraktar, Taksim'e AKM'nin bu
şekliyle yakışmadığını yıllar önce söylediklerini
belirterek, "Cumhuriyetin 100. yıldönümüne uygun,
Türkiye'nin yüzyıl ilerisine değil belki birkaç
yüzyıl sonrasına hitap edecek şekilde, fonksiyonel
ve estetik olarak daha farklı bir yapı
yapılabilirdi. Bizim savunduğumuz oydu.
Çalışmalarımız o istikametteydi ama ne yazık ki
Türkiye'de bir statükoculuk, istemezuk anlayışı var"
diye konuştu. Gelinen noktada nasıl bir formül
geliştirilebileceğine ilişkin soruya "Madem
mahkemeye müracaat ettiler mevcut haliyle razılarsa
o haliyle kalır" yanıtını veren Bayraktar, onarıma
harcanacak paraya yazık olduğu görüşünde.
Her zaman ıstırap duyduğu bir şey olduğunu belirten
Bayraktar sözlerini şöyle sürdürdü: "Dünyanın
herhangi bir yerinden turist geldiği zaman önce
onları götürüyoruz Ayasofya'ya, diyorlar ki ‘burası
Bizans eseri'. Sultanahmet'e götürüyoruz ‘burası
Osmanlı eseri' diyorlar. AKM'ye götürüyoruz ‘bu mu
sizin Cumhuriyetinizin örnek eseri' diye
söylüyorlar. Ben Cumhuriyet'in 100. yıldönümüne
yakışır İstanbul'un göbeği Taksim'e yakışır yeni bir
kültür merkezinin inşa edilmesini uzun dönemdir
savunuyorum. Yeni birşey yapalım oraya."
AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu, ‘biraz
sağduyu' gerektiğini vurgularken, AKM konusundaki
tartışmaların çok uçlara taşındığını söyledi.
Müezzinoğlu, "Halbuki çok daha makulle daha reel
çözümler ürütilebilirdi, hala üretilebilir
kanaatindeyim" dedi. Onarım yerine çok daha modern
çok daha çağdaş bir merkezin yapılmasının birinci
öncelikli doğruları olduğunu kaydeden Müezzinoğlu,
hala bu formülün gündeme gelebileceğini ve gelmesi
gerektiğini söyledi.
AKM'nin tarihi bir bina, bir kültür varlığı
olmadığını ancak tarihi bir isim olduğunu kaydeden
Müezzinoğlu, "Bugünkünden daha iyisi aynı isme layık
biçimde yapılabilir. Neticede oradaki 300 yıllık bir
tarihi eser değil, netice beton. Neticede beton
yıkılsın anlamında demiyorum. Ama, oradaki
sanatçılarımız sanat icra edecekler, o sanatçıların
yarınlarına, bugünün gencine, entelektüeline hitap
edebilecek teknolojisi olmalı salonu olmalı,
imkanları olmalı. Neticede orada bir para
harcanacak. Önümüzdeki 50 yıla ideal hizmet
edebilmeli" diye konuştu.
Muhalefet ise AKM'nin bir an önce onarılmasından
yana. CHP İstanbul Milletvekili Bihlun Tamayligil,
Avrupa Kültür Başkenti yılında İstanbul'un kültür
simgesi olan AKM'yle ilgili böyle bir çözümsüzlük
noktasına gelinmiş olmasının üzüntü verici olduğunu
söyledi. AKM'nin farklı tartışmaların konusu haline
getirildiğini, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın
İstanbul'un AKM'de sanat ve sanatçıyla buluşmasını
engellediğini kaydeden Tamayligil, bir İstanbullu
olarak bundan üzüntü duyduğunu belirtti. Bir an önce
çözüm üretilmesi gerektiğini belirten Tamayligil,
"Bütçe harcamalarını düşündüğünüz zaman AKM çok daha
fazlasını hızlı bir şekilde hakediyor. Orjinal
yapısında simgelediği değerleri de koruyarak,
Atatürk Kültür Merkezi olma özelliğini de
vurgulayarak bir an önce bunun çözülmesini
istiyorum" dedi.
MHP İstanbul Milletvekili Ümit Şafak da, hukukun
sonucuna göre AKM'nin bir an önce onarımının
yapılması gerektiğini vurguladı.
Radikal, Haber: Yurdagül
Şimşek, 06.08.2010
|
"KÜLTÜR BAŞKENTİ'NDE YAPIMA DEĞİL, YIKIMA PARA
HARCANIYOR"
İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti
unvanını almasının üzerinden yaklaşık sekiz ay
geçti. Avrupa 2010 Kültür Başkenti Ajansı, 2010'u
adeta restorasyon yılı ilan etti. Yazla birlikte hız
kazanan kültür-sanat etkinliklerine rağmen şehir,
tam bir hafriyat alanına döndü. Bugünlerde
İstanbul'da çekiç sesleri, müzik notalarına karışmış
durumda. Şu an özelikle Suriçi bölgesi ve tarihi
yarımadaya odaklanan restorasyon çalışmaları için
özellikle mimarlar oldukça tepkili. İstanbul
Mimarlar Odası, Sulukule'deki yanlışlar nedeniyle
UNESCO tarafından kent yöneticilerinin uyarıldığını
hatırlatıyor, Süleymaniye'deki mimari dokuya aykırı
yenilemeleri örnek gösteriyor.
İstanbul Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu,
"İnşaat yapım işleri, daha çok kültürel yıkım
niteliğinde" diyor. Ayrıca inşaat ve yenileme
faaliyetlerine ciddi paralar aktarıldığını iddia
eden Muhçu, mimari projelerin belediyelere yenileme
finansmanı verilmesi şeklinde işlediğini savunuyor.
Öte yandan Avrupa 2010 Kültür Başkenti Ajansı
Başkanı Şekip Avdagiç ise 2010 Kültür Başkenti
rüzgarının İstanbul'un bütününe yayıldığını ve
projeleri revize ederek yollarına devam ettiklerini
söylüyor.
Kentin dokusunu bozuyorlar
Avrupa 2010 Kültür Başkenti Ajansı, 2008 yılından bu
yana kabul edilerek çalışma programına alınan 614
projeye toplam olarak yaklaşık 400 milyon TL
harcadı. Bu yıl ise ajans, 344 milyon liralık
bütçesinin yüzde 60'ını kentsel yenileme
projelerine, yüzde 40'ını ise kültür-sanata ayırdı.
İşte en büyük eleştiriler de kentsel yenileme
projelerine yönelik.
Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, "2010 ajansı
ciddi bir bütçeye sahip. Bu bütçeyle inşaat, altyapı
işleri finanse ediliyor. Ancak çalışmaların niteliği
ve kültürle ilişkisi sorgulandığında çalışmaların
kültür başkenti amaçlarına uygun olmadığı görülüyor.
Kültür başkentinin amacı, kültürel etkinliklerin
sayısının artırılması ve toplumla buluşması,
kültürel ve sayısal anlamda kentte yeni kültür
mekanları kazandırılmasıdır. Maalesef inşaat yapım
işleri de daha çok kültürel yıkım niteliğinde"
diyor.
Süleymaniye'de yapılan çalışmanın mimari dokuyu
önemli ölçüde tahrip ettiğini belirten Muhçu, "Subjektif
değerlendirmeler ile belli ideolojilere mensup
çevreler tarafından gündeme gelen projelerin
finansmanı sağlanmaktadır. Tarihi yarımadalardaki
belediyelerin ve Beyoğlu belediyesinin kimi rutin ve
altyapı işlerine kaynak aktarılmaktadır" diyor.
‘Sivil ve demokratik' çalışma anlayışı yerine
‘bürokratik ve güdük' bir anlayışın hakim olduğunu
belirten Muhçu "Danışma Kurulu'nda görev yapan
kişilerin projeleri desteklendi. Arabesk bir ortamda
açılış törenleri düzenlendi, havai fişekler atıldı.
Bugün 2010, İstanbulluyu kucaklamaktan çok uzak."
Neler yapabileceğimizi araştırıyoruz
Avrupa 2010 Kültür Başkenti Ajansı Şekip Avdagiç ise
projeleri revize ederek daha iyi noktalara taşımak
için çaba sarf ettiklerini söylüyor. İçinde
bulundukları yoğun çalışma sürecinde İstanbulluların
ajansın etkinliklerine ilgi ve katılımlarını
artırmaya çalıştıklarını anlatan Avgadiç,
"Kültür-sanat faaliyetlerimizin keyfini beraberce
paylaşmaya yönelik daha iyi neler yapabiliriz
diyerek araştırdığımız bazı noktalar olmuştur ve
olacaktır. Süreç içinde planlamalarımızı gözden
geçirerek, projelerimizi revize ederek, tüm
İstanbulluları kucaklamaya gayret ediyoruz. Bu
süreçte sanatın evrensel diliyle, kültür-sanat
projelerimizi sergilerken şehrin kültür mirası
değerlerinin yenilenme sürecine de katkıda bulunmayı
ve 2010 sonrası için sürdürülebilir bir zemin
oluşturmayı hedefliyoruz" diyor.
Avrupa Kültür Başkenti açılış etkinliklerinin
içeriğinden sorumlu iken istifa eden Serhan Ada ise
geçenlerde BBC Türkçe'ye verdiği bir röportajda
"Baştaki planlamayı yapanlar olarak biraz kendi
başarımızın sarhoşluğuna kapıldık. Bu işi becerdik,
bu unvanı aldık, bütçeyi sağladık, Ankara'yı ikna
ettik ve görev bitti sandık. En büyük zorluğun bu
farklı kesimlerin tartışarak kültür alanında ses
çıkarması olduğunu göremedik" şeklinde konuşmuştu.
Tartışmalar hiç bitmedi
13 Kasım 2006 tarihinde, Avrupa Parlamentosu'nun
görüşü ve Avrupa Birliği Kültür Bakanları
Konseyi'nin onayıyla İstanbul'un, 2010 Avrupa Kültür
Başkenti olduğu ilan edildi. Başta sivil
inisiyatifin sahiplendiği proje daha sonra kurulan
Avrupa 2010 Kültür Başkenti Ajansı ile resmi bir
kimlik kazandı. Bu süreçte de tartışmalar, kavgalar
eksik olmadı. Ajans; projelerinin yetersiz, yanlış
ve yavaş yürüdüğü aynı zamanda yandaşlarına el
altından destek verdiği gerekçesiyle sürekli
eleştirildi. Ve tarihler daha 2010'u bile
göstermeden İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
kapsamında pek çok projeyi hayata geçiren ajansın
başkanlığını yapan Nuri Çolakoğlu, ekibiyle birlikte
görevinden istifa etti. Bu istifalara yol açan
nedenin, Başbakanlık Denetleme Kurulu'ndan ajansın
Genel Sekreterliği'ne atanan Eyüp Özgüç ile olan
anlaşmazlık olduğu söylendi. Daha sonra ise İTO
temsilcisi Şekip Avdagiç, İstanbul Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı'nın Yürütme Kurulu Başkanlığı'na
getirildi.
İstanbul 2010'un bütçesi
- İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın
çalışmaları için 2008 yılında yapılan toplam harcama
44.900.802 TL
- 2009 yılında gerçekleşen toplam harcama 96.930.029
TL.
- 2010 yılında projelerin gerçekleştirilmesine
yönelik öngörülen bütçe ise 344 milyon TL.
- 2008 yılından bu yana kabul edilerek çalışma
programına alınan 614 projenin toplam bütçesi
yaklaşık 400 milyon TL.
- 2010 yılı için öngörülen bütçe, Kentsel
Uygulamalar ve Kültürel Mirasın Korunması projeleri
için yüzde 60, kültür-sanat projeleri için ise yüzde
40 olarak planlandı.
- Kentsel Projeler ve Kültürel Mirasın Korunması,
Kültür-Sanat ile Turizm ve Tanıtım başlıkları
altında değerlendirilen projelerden 224'ü
gerçekleştirildi, 238'i devam ediyor, önümüzdeki
dönemde de 152 proje hayata geçirilecek.
Hangi tarihi yapılar yenileniyor
- Yedikule Surları Küçükkapı
- Kule Kapısı
- İstanbul Üniversitesi tarihi giriş kapıları
- Beykoz Riva Kalesi
- Sepetçiler Kasrı (Eminönü)
- Küçükyalı Arkeoloji Parkı
- Davutpaşa Medresesi
- KUDEB Tarihi Evler
- Haseki Külliyesi
- Nazperver Kalfa Sibyan Mektebi (Aksaray)
- Şehzade İmareti (Şehzadebaşı)
- Darüşşifa Binası (Süleymaniye)
- Gazenferağa Medresesi (Unkapanı)
- Murat Molla Kütüphanesi
- Kariye Müzesi
- Otağı Hümayun Binası (Davutpaşa)
- Hasköy Mayor Sinagogu
- Arap Camii (Galata)
- Kılıç Ali Paşa Camii (Tophane)
- Galata Mevlevihanesi
- Köse Mehmet Raif Paşa Konağı (Kasımpaşa)
- Türk İslam Eserleri Müzesi (Sultanahmet)
- Ayasofya Müzesi
- Topkapı Sarayı
Referans, Haber: Sevda Yüzbaşıoğlu, 24.07.2010
|
ZEYTİNLİADA, ADA MÜZESİ OLACAK

Kazı Ekibi Başkanı ve Erzurum Atatürk
Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Nurettin Öztürk, yaptığı açıklamada, 10 Temmuz-10 Eylül
tarihlerini kapsayacak kazılar için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın 50 bin lira ödenek çıkardığını
belirterek, 25 kişiden oluşan ekiple çalışmalarını
sürdürdüklerini kaydetti.
Adada, Meryem Ana Kilisesi’nin de bulunduğuna
dikkati çeken Öztürk, şu bilgileri verdi:
”Ada, 12-13. yüzyıllara dek yerleşim görmüş.
Ancak adada Geç Roma ve Doğu Roma dönemine ait
uygarlıklar, arkeoloji tarihi açısından son derece
önemli. Burada, kilisenin yanı sıra manastır, açık
hava tapınma alanı ve vaftiz havuzları başta olmak
üzere birçok önemli yapıt bulunuyor. Adanın,
Hristiyan dünyasının bir haç merkezi olduğunu
belirledik.”
Zeytinliada’nın, Osmanlı döneminde ”karantina
adası” olarak kullanıldığını hatırlatan Öztürk, ”O
dönemde, bölgeye gelen gemiler durdurulup,
hastaların tedavisi burada gerçekleştirilir,
yaşamını yitirenler ise gömülürmüş. Bu sonuca,
rastladığımız mezarların çeşitliliğinden ulaştık”
dedi.
Öztürk, bu yılki kazılar sırasında, kilisenin
batısında ve yer altı kilisesinin ön avlusu üzerinde
çalıştıklarını belirterek, şunları kaydetti:
”Adadaki kazıların tümünü, iki yıl içinde
tamamlayacağız. Adada bir ‘Arkeopark Projesi’
uygulamak için Koruma Kurulu’na yaptığımız başvuru
olumlu karşılandı ve projemiz, bu ay içinde
onaylandı. Proje kapsamında adada yeşil alanlar,
bilgi panoları, yürüme yolları, gezi ve seyir
alanları, dürbünle izleme bölümleri ve çay içme
yerleri bulunacak. Böylece ada, ülkemizin ilk ‘Ada
Müzesi’ olarak ziyarete açılacak. Bilhassa Hıristiyan
dünyasının büyük ilgi göstereceğine inandığımız bu
bölgenin, Erdek’in kültür turizmine büyük katkılar
sağlayacağına inanıyorum.”
Cumhuriyet, 24.07.2010
|
BU TÜRBELERİ AÇACAK BİR YİĞİT ARANIYOR
Kanuni
Sultan Süleyman, Hürrem Sultan, II. Mahmud, II.
Abdülhamid ve Sultan Abdülaziz'in de aralarında
bulunduğu tarihi şahsiyetlerin türbeleri, aylardır
kapalı.
1950'den bu yana açık olan türbelerin kapılarına,
personel yetersizliği gerekçesiyle kilit vuruldu.
Türbelerin açılmasıyla ilgili isteklere Kültür
Bakanlığı da, İstanbul Büyükşehir Belediyesi de
kulaklarını tıkamış durumda. Ziyaret edip tarihi
simalara dua etmek isteyen halk ise bu duruma
tepkili.
Ülkemiz insanı ecdadını çok seviyor, ondan her
daim övünerek bahsediyor olsa da onların hatırasına
hakkıyla sahip çıkmayı maalesef başaramıyor. Bu
konuda binlerce örnek sıralamak mümkün; fakat son
günlerde yaşanan tek bir örnek üzerinde durmak bile
bu garabetin boyutunu anlamaya yetebilir.
İstanbul'da bulunan en önemli türbelerin kapısı
görevli eksikliği nedeniyle uzun zamandır kilitli. O
çok meşhur bürokratik anlaşmazlıklardan, tarihi ve
kültürel değere sahip türbeler de nasibini aldı.
İstanbul'da yerli ve yabancı birçok ziyaretçinin
kapısından döndüğü türbelerin sayısı açık olanların
5 katı olmuş durumda. Üstelik kapalı türbeler içinde
Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan, II. Mahmut,
II. Abdülhamid ve Sultan Abdülaziz gibi tarihimize
mal olmuş isimlere ait olanlar da var. Gelen
ziyaretçilerin kapıdan dönmesi, pencere
kenarlarından içeri bakma çabaları içine düştüğümüz
içler acısı durumu göstermeye yetiyor. Zira ziyarete
uzun zamandır kapalı olan ve üç padişahın mezarının
bulunduğu II. Abdülhamit, Sultan Abdülaziz ve II.
Mahmut türbeleri Çemberlitaş'ta metruk bir mahal
gibi bekliyor. Kapısındaki kilit neredeyse paslanmak
üzere olan türbenin bahçesini ve önemli
şahsiyetlerin yattığı mezarlığı, ziyaret için
gelenlerden çok, çay içip vakit geçirmek için
gelenler dolduruyor. Yerli ziyaretçiler ülkelerinin
bu konudaki tutumunu iyi bildikleri için durumu çok
fazla garipsemese de yabancılar böylesine önemli
yerlerin kapalı olmasını anlamakta güçlük çekiyor.
Gezdiğimiz yol üzerinde aylardır kapalı olan
türbelerden biri de tarihimizin en büyük
padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman'a ait. Aynı
avluda bulunan Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan
Süleyman türbelerinin kapılarında tadilat nedeniyle
kapalı oldukları yazılı. Fakat Kanuni türbesinin
sundurmasından dökülen sıva bunun pek de böyle
olmadığını gösteriyor. Ziyaretçiler Kanuni'nin
sandukasını görmek için pencerelere eğilip içeri
bakmaya çalışıyor; ama nafile. Bu tadilatın ne
olduğu ve ne zaman biteceği ile ilgili de
yetkililerden henüz sağlıklı bir açıklama yapılmış
değil. "Kanuni gibi dünyayı sarsan bir padişahın
mezarı ancak bizim gibi bir ülkede kapalı
tutulabilirdi herhalde." diyor ziyaretçilerden
Serkan Oğulcan. Bu kadar uzun süredir türbeyi kapalı
tutmanın izahının olmadığını düşünen ziyaretçiler
ecdat mezarını görmek için geldikleri onca yoldan
kendilerini boş döndürmeye kimsenin hakkı olmadığını
söylüyor.
Süleymaniye'den boynu bükük aşağı sallananlar
Yenicami'nin hemen arkasında aynı zamanda bir mimari
harikası olan Hatice Turhan Sultan ve Havatin
türbelerine rastlayabilir; daha doğrusu bu
türbelerin bahçesinin dış duvarını dışarıdan
görebilir. Sultan IV. Mehmet ve padişah ailesinden
birçok ismin medfun bulunduğu mekana gidenler
kotçuların, seyyar satıcıların türbenin bahçesini
çevrelediğini görüp şaşırıyor. Ziyaretçilerin türbe
bahçesinden bile içeri giremiyor olması, olayı daha
vahim kılan bir durum.
2005 yılında Koruma Kurulu'ndan onay alan 32
türbeyi ihale safhasına getiren İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, türbelerden elini geçen yıl çekmiş.
İhale döneminde türbeleri ihaleye dahil etmeyen
belediye, 29 türbedeki 10 güvenlik elemanını da
almış. İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah
Cengiz, böylece 120 türbeden açık olan 29'undan
10'unun yeterli görevli olmaması nedeni ile ziyarete
kapandığını söylüyor. Cengiz, 10 özel güvenlikçi, 5
bekçi ve 4 uzman eleman kadrosuyla türbeleri açık
tutmaya çalışsa da kapalı olan türbelerin eşyalarını
denetlemenin bile zorlaştığı fikrinde.
Ecdat yadigarı meşhur İstanbul türbelerinin kimi
yıllardır kimi ise aylardır açılmayı bekliyor.
Ziyaretçileri paslı kilidiyle geri çeviren en önemli
sebep ise bürokratik çıkmazlar. Fakat türbeleri
ziyarete gelenlerin hak ettikleri bir açıklamaya
ihtiyaçları var. Türbelere aylardır neden istihdam
yapılamadı ve hem tarihi hem de manevi değere sahip
olan bu güzelim yapıların açılması için Kültür
Bakanlığı neden hiçbir şey yapma ihtiyacı
hissetmiyor?
Zaman Cuma, Haber: Yusuf Gündüz, 23.07.2010
|
PERGE, BİNLERCE YILA MEYDAN OKUYOR

UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde
bulunan Antalya’daki Perge Antik Kenti, 5 bin yıldır
tarihe meydan okuyor.
Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde bulunan ve
son bilimsel çalışmalarla 5 bin yıllık yerleşimin
olduğu anlaşıldığı Antalya’daki Perge Antik
Kenti’nde, 2010 yılı kazıları başladı.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, antik
kentteki kazıların 1946 yılında Ord. Prof.Dr. Arif
Müfid Mansel tarafından başlatıldığını anlattı.
Perge’de Mansel’in
ardından 1975-1988 yılları arasında Prof.Dr. Jale
İnan’ın çalıştığını belirten Abbasoğlu, bu tarihten
itibaren de antik kentteki kazıların başkanlığını
kendisinin üstlendiğini, asistanlık yaptığı yıllarla
birlikte yaklaşık 40 yılını antik kentin toprak
altında kalmış zenginliklerini gün ışığına çıkarmak
için geçirdiğini ifade etti.
Prof.Dr. Abbasoğlu, ilk kazmanın 1946 yılında
vurulduğu antik kentteki 50. kazı sezonuna
girildiğini belirterek, “Perge, klasik arkeoloji
alanında Türk arkeologlarının yaptığı en uzun
soluklu Türk kazısı. Perge’nin Türk arkeoloji
tarihinde büyük bir yeri var. Daha da çok uzun
yıllar devam edecek” dedi.
Bu yılki kazılarda, 24 kişilik bilimsel ekip ve
30 işçiyle çalıştıklarını ancak bu sayının
önümüzdeki günlerde artabileceğini kaydeden
Abbasoğlu, kazılar için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan bu yıl 108 bin TL ödenek geldiğini,
İstanbul Üniversitesi’nin de 150 bin lira destek
sağladığını bildirdi. Bu ödeneğin yetersiz olduğuna
değinen Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, ek bütçeye
ihtiyaç duyduklarını söyledi.
Haluk Abbasoğlu, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın da destekleriyle “Bir sütun da sen dik”
adıyla bir kampanya başlattıklarını ve 2 bin lira
karşılığında antik kentte caddedeki sütunları ayağa
kaldırdıklarını anlattı.
Bakan Ertuğrul Günay’ın antik kenti ziyareti
sırasında turizmcilerden kampanyaya destek
vermelerini istediğini hatırlatan Haluk Abbasoğlu,
şöyle konuştu:
“Şu ana kadar turizmcilerden 30 sütun için bağış
geldi. Turizmciler 52 sütun için söz vermişlerdi ama
30’u için destek geldi. Burası, Antalya’daki antik
kentler arasında Aspendos Antik Tiyatrosu’ndan sonra
en çok ziyaretçi alan yer. Ancak buranın geliri
döner sermayeye gidiyor, hepsi Perge’ye dönmüyor.
Perge ayrıca UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Geçici
Listesi’ne de girdi. UNESCO için hazırlanacak alan
yönetimi planıyla Perge’nin gelirleri kendine
dönebilirse, o zaman çok daha güzel işler, daha
geniş işler yapılabilir. Onarıma daha fazla pay
ayrılabilir. Gelişmiş ülkelerde de hükümetler bu tip
kazı alanlarına fazla para ayırmazlar. Çünkü
oralarda özel sektör duyarlı olduğu için sponsorluk
çok daha fazla etkili. Türkiye’de eski eserlere
yönelik sponsorluğa fazla itibar edilmiyor. Örneğin
Antalya bir turizm kenti ama turizmcilerin bu
alanlara hemen hiç katkısı yok. En son Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katkısıyla 30 sütun
diktiler. Bir sütun 2 bin lira. Yani toplamda 60 bin
lira hiçbir şey değil. Burada onarılması gereken bir
kule var. Turizmcilere gittim, randevu bile
vermediler ki çok büyük turizmciler bunlar. Kundu
sahilindeki çok büyük bir turizmciye gittik. ’Sizden
para istemiyoruz, sadece öğrencilerimizin öğle
yemeğini gönderir misiniz?’ dedim, ’A tabi’ dediler
ancak bir bisküvi bile gelmedi. Kültür turizmi çok
önemli. Kültür yeni yeni buluntularla daha da
zenginleşiyor. Turizmcilerin kültür varlıklarının
korunması ve ortaya çıkarılmasında sponsor olmaları
lazım. Bütün dünyada bu böyle.”
Abbasoğlu, ABD’de National Geographic, Almanya’da
çelik işletmeleri, İtalya’da sigorta ve bankaların
kazı alanlarına büyük destekleri olduğuna işaret
etti. Türkiye’de sponsorluk için yasaların da uygun
olduğuna değinen Abbasoğlu, “Kültür varlıklarının
korunmasına bağışta bulunmaları halinde vergiden de
düşülüyor. İsimleri de şeref nişanesi olarak üzerine
yazılıyor. ’Bu eser şu firmanın desteğiyle
kurulmuştur’ diye. ’Bir sütun da sen dik’
kampanyasında 2 bin lira bağışta bulunan kişinin
ismini sütunun platformuna yazıyoruz. Böylece
ölümsüzleşiyorlar. Bu antik bir gelenek zaten.
Destek bekliyoruz” diye konuştu.
Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, bu yılki kazılarda
sütunlu caddenin son kısmı, kuzeyde çeşmeye doğru
giden kısım ve nekropolde çalışmaları
sürdüreceklerini bildirdi. Perge Nekropolü’nün, “dünyada eşi olmayan
güzellikte mezar yapılarının bulunduğu bir alan”
olduğunu kaydeden Abbasoğlu, ancak bu alanda
kamulaştırma konusunda sıkıntı yaşandığını ifade
etti.
Özellikle 109 dönümden oluşan 169 numaralı
parselde büyük sıkıntı yaşadıklarını anlatan Prof.Dr. Abbasoğlu, bu parselin 32 hissedardan oluştuğunu
ve arsanın tapuda paylaşımının yapılmadığını
anlattı. Kamulaştırma konusunda geçen yıl Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın mal sahiplerine dönüm başına 25
bin TL önerdiğini ancak ailelerin 35 bin TL’de ısrar
ettiğini belirten Abbasoğlu, kamulaştırma
yapılmadığı için alanda çalışmalara
başlayamadıklarını dile getirdi.
Abbasoğlu, nekropolde gün ışığına çıkarılan
tarihi eserlerin bir kısmını korumaya aldıklarını
ancak bir mal sahibinin nekropol alanına giden
arsaya ekin ekerek bu alana ulaşımı zorlaştırdığını
söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bu yıl 10
Ocakta Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler
Birliği (AKTOB) Başkanı Sururi Çorabatır, Türkiye
Otelciler Federasyonu (TÜROFED) Başkanı Ahmet Barut,
Turizm Yatırımcılar Derneği (TYD) Yönetim Kurulu
Başkanı Turgut Gür, TÜROFED Muhasip Üyesi Osman
Ayık’ın da arasında bulunduğu bir grup turizmciyle
Perge Antik Kenti’nde incelemelerde bulunmuştu.
Kazı alanında restorasyon yapılan kuleyi gezen
Ertuğrul Günay, antik kentteki bir sütunun ayağa
kaldırılması için 2 bin TL gerektiğini öğrenince,
beraberindeki turizmcilere, “Her turizmci iki sütunu
ayağa kaldırsın. Birine kendi ismini, diğerine benim
ismimi versin” demişti. Bunun üzerine turizmciler, antik kentteki 52
sütunun ayağa kaldırılması için Bakan Günay’a söz
vermişlerdi.
Radikal, 23.07.2010
|
MAHKUMLAR TARİH YAZIYOR
Muğla’nın Köyceğiz
İlçesi’ne bağlı Çandır Köyü yakınlarında Dalyan
Kanalı kıyısında yer alan, 2 bin 400 yıllık eski
liman kentlerinden birisi olan Kaunos Antik
Kentindeki kazı çalışmaları devam ediyor. Mayıs ayı
başından bu yana, tarihi gün yüzüne çıkarmak için
harabelerde Dalaman Yarı Açık Tarım Cezaevi’nde
kalan 13 mahkum, arkeolog, asistan ve diğer
işçilerle kazılar tüm hızıyla sürüyor.
Antik kentte, restorasyon çalışmaları yapılan
çeşmede ve kentin en yüksek tepesinde ve liman
kıyısında yer alan kutsal alan Demeter
Tapınağı’ndaki kazı çalışmalarındaki beden
işçilikleri “Mahkumların Topluma Kazandırılması
Projesi” kapsamında, Dalaman Tarım Açık Cezaevi
işçileri tarafından yapılıyor.
Demeter tapınağındaki kazılarda son olarak pişmiş
topraktan yapılmış, küçük sunak kaplarıyla, küçük
sikke parçaları da bulundu.
Antik kentin hamamı içindeki restorasyon ve eksik
parçaların pantograf yardımıyla, taş ustaları
tarafından yapılarak, yerine montajı yapılan
çalışmalar hakkında bilgi veren Mimar Sinan
Üniversitesi Öğretim Üyesi Arkeolog Konservatör
Selahattin Küçük, “Bu yılki çalışma programı
kapsamında, daha önceki yıllarda kazısı tamamlanmış
olan yerin eksik parçalarının tamamlanması ve
sergilenecek hale gelmesi şeklinde programımız var.
Bu kapsamda eksik bölümler, önce alçı ile
modellenmekte, daha sonra pantograf sistemi içinde
modellenmekte ve içerdeki eksik olan bölümlere monte
edilmekte.” dedi.
Kazı Heyeti Başkanı Başkent Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Cengiz Işık ise Dalyan Kanalı
kenarındaki “Kaya Mezarları”nın, erimesini nano
teknolojiyi kullanarak önleyecek olan projeyle
ilgili bilgiler verdi. Işık, “Kaya Mezarlarının
konservasyonuna yönelik proje, TÜBİTAK’a sunum
aşamasında. Çok büyük disipliner bir çalışma bu.
Böylesine bir çalışma ki, belki Nano Teknolojisinin
kültür varlıkları üzerine ilk uygulaması olacak.
Başarıya ulaşmamak gibi bir şansı da yok. Bu
bağlamda söyleyebilirim ki, Kaunos’taki Kaya
Mezarları üzerine yapılan çalışma, Anadolu
toprakları üzerinde ve her köşesinde doğaya açık tüm
kültür varlıklarımızın konservasyonuna yönelik, bir
pilot çalışma olacaktır.” ifadelerini kullandı.
Cengiz Işık, kazılarda çalışan mahkumlarının
çalışmalarından son derece memnun olduğunu ve
gelecek günlerde sayılarının artırılmasını
isteyeceğini anlatarak, “En büyük teri onlar
akıtıyor. Haklarını hiçbir zaman ödeyemeyiz.” diye
konuştu.
Cezalarını bu şekilde doldurmaktan son derece
memnun olduklarını söyleyen mahkumlardan Bekir
Akbulut da “Cezamı çekerken Türkiye’nin tarihi
mirasına katkıda bulunmak mutluluk verici” dedi.
Öte yandan, antik kentte yabancı turistlerin de
yoğunluğu dikkate çekti. Yabancı turistler, antik
kentin çok değerli tarihi değerlerle dolu olduğunu
bildirdiler.
haberler.com, 23.07.2010
|
18 -24 Temmuz 2010
|
OKUL MÜZE OLDU
Güre’nin tarihi okulu uzun uğraşlar sonucunda müze oldu. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı'na 10 yıllığına devredilen okul, Güre Belediyesi'nin öncülüğünde Müze oldu.
Güre Belediye Başkanı Kamil Saka’nın yıllardır verdiği emek, sonuç verdi. Bürokratik engeller nedeniyle yıllardır uğraş veren Saka, Güre sınırlarında bulunan Astyra antik kentinden çıkan tarihi eserlerin Güre Müzesi'nde sergilenmesini sağladı.
Balıkesir Müze Müdürlüğü tarafından Balıkesir’e götürülen ve yer darlığı nedeniyle bir çok eserin heba olması yolda zarar görmesi büyük endişe uyandırıyordu. Geçtiğimiz yıllarda da Güre Astyra antik kentinden alınan bazı eserler Balıkesir Müzesi'nden çalınmıştı.
Kaplıca ve şifalı su kaynaklarına Romalıların çok değer verdiği bilinmektedir. Mermer kabartmalara bakıldığında, kaplıcanın antik çağlardan beri kullanıldığı anlaşılmaktadır. Civardaki Astyra antik kentine ait sıcak su kaynağı olarak tanınan ve ünlü antik çağ tarihçisi Amasyalı Strabon'un da bahsettiği Güre Kaplıcası'nın bulunduğu yerde çamur banyosu için yerlerde vardı. Kazı çalışmaları halen devam etmekte olan bölgede Artemis'in kutsal alanı ve ''Sapra'' adındaki bir su kaynağı bulunmaktadır. Ayrıca, Antik Roma Çağı hamamının da onarılmasıyla uluslararası bir değere ulaşacaktır
Okulun Tarihçesi
Güre Köyü'nde 1928’den önce Arapça öğretim yapan okul, sonra 3 yıllık, daha sonra 5 yıllık yatılı bölge okulu oldu. Bu bina İhtiyacı karşılayamayınca köylüler Öğretmen İsmail Hakkı Kollu öncülüğünde yeni okul yapımına başladı. 1934 yılında tamamlanarak öğretime açıldı bugüne dek hiç onarım görmedi. 1971-72 de en başarılı okul ödülünü kazandı. 2005 yılında kapatılan okul Güre Belediyesi tarafından restore edilerek müze haline getirildi.
Körfezin Sesi, 23.07.2010
|

 |

|
ÇORAPÇI HANI YENİDEN İNŞA EDİLİYOR
Sivas’ın tarihi ve kültürel değerlerden birisi olan Çorapçı Hanı’nın kent kültürüne yeniden kazandırılması için başlatılan çalışmalar aralıksız sürüyor.
Sivas Belediyesi tarafından 2006 yılında 500 bin TL’ye kamulaştırılan Çorapçı Hanı Sivas Belediyesi tarafından geçtiğimiz aylarda restorasyona alınmıştı. İki yüz yılı aşkın bir zamandır ayakta olduğunu kaydedilen Paşabey mahallesinde Yeni Cami'nin doğrusunda yer alan Çorapçı Hanı’nın 19. yüzyılda inşa edildiği söylentileri revaçta ise de yapılış tarihini net olarak bilinmiyor.
Restorasyon ihalesini Özbelsan AŞ’nin aldığı han da çalışmalar aralıksız olarak devam ederken tarihi han adeta yeniden inşa ediliyor.
Restorasyonda ilk olarak çatısı ve duvarları sökülen handa Sivas halkı arasında tapan olarak bilinen taşıyıcı ahşap direklerin çürümesi nedeniyle hanın bir bölümü aslına uygun olarak yeniden inşa edilecek. Sivas Anıtlar Yüksek Kurulu’nun bilgisi ve gözetimi altında devam ettiği öğrenilen çalışmalar tüm hızıyla sürerken, işin belirlenen tarihte bitirilmesine çalışıldığı da alınan bilgiler arasında yer aldı.
ÇORAPÇI HANI
Osmanlı yadigarı, bir ''Eski toprak'' olma özelliğini taşıyan Çorapçı Hanı, kerpiç malzemeyle inşa edilmiş ve yapının girişi kuzey yönüne verilmiş. Orta avlu çevresinde muhtelif ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılmış büyüklü küçüklü on iki dükkan bulunurken yapının başka bir kapıyla çıkılabilen üst katı on beş odadan oluşan bir yapı olarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Çorapçı Hanı yakın bir geçmişe kadar''Han''ismine uygun olarak gecelemek amaçlı kullanmış. Han'ın ahşaptan yapılmış olan yeşil boyalı pencereleri ise demirlerle korunaklı hale getirilmiş. Geriye doğru yedi çıkmalı olarak kat kat testere biçiminde uzanan yapının en arkasında yine eskiden binek hayvanların yemlenmesine olanak sağlayan bir Develik bulunuyor.
Sias Hürdoğan, 23.07.2010
|
KAÇAK MÜZE İDDİASI
Abana Belediyesi
tarafından geçtiğimiz yıllarda yaptırılan Müze'nin
kaçak olduğu iddia edildi.
Müze'nin hiç bir resmi kaydının bulunmadığı kaçak gözüktüğü bu nedenle de Kaymakamlık tarafından yıkılacağı iddia edildi.
Kastamonu Nasrullah,
23.07.2010
|
|
HASANKEYF İHMALDEN
YIKILIYOR
Hasankeyf'in kalesinin
yıkılmaya yüz tutmasıyla birlikte valilik tarafından
alınan kararla ziyarete kapatılmasının bölge
turizmine olumsuz yansıyacağı belirtiliyor.
Hasankeyf'e gelen yerli
ve yabancı turistlerin kaleye çıkamaması ve turların
Hasankeyf'ten geri dönmesi bölgede tartışma yarattı.
Hasankeyf kalesinde
yaşanan yıkımın Türkiye adına tam anlamıyla bir
utanç olduğunu belirten Doğa Derneği Kampanya
Sorumlusu Dicle Tuba Kılıç, "Hasankeyf UNESCO'nun 10
kriterinden 9'unu karşılayabilen dünyadaki tek yer.
Piramitlerin 3, Taç Mahal'in 1, Çin Seddi'nin 5
kriterle UNESCO listesinde yer alması Hasankeyf'in
evrensel değerini ortaya koyuyor. Hasankeyf dünyanın
en önemli turizm merkezlerinden biri olabilecekken
bugün ne yazık ki ihmalden yıkılıyor" dedi.
Bütün olumsuzluklara
karşın Hasankeyf'i 2009 yılında 1 milyonun üzerinde
turistin ziyaret ettiğini, bu yıl ise 2 milyon
kişinin Hasankeyf'i ziyaret etmesinin beklendiğini
anlatan Kılıç, şunları söyledi: "Başta konaklama
olmak üzere turizme yönelik hiçbir yatırımın
yapılmasına izin verilmeyen Hasankeyf, bütün bu
olumsuzluklara karşın her geçen yıl daha fazla
turisti ağırlıyordu. Hiçbir iş olanağının olmadığı
Hasankeyflilerin bu tek gelir kaynakları da kalenin
turizme kapatılması nedeniyle ellerinden alınmış
bulunuyor. Bölgeye gelen ziyaretçiler, turizm
acenteleri ve Hasankeyfliler bir an önce bu kalede
gerekli çalışmaların yapılarak güvenliğin
sağlanmasını ve kalenin turizme yeniden açılmasını
bekliyor. Gerekli önlemler alındıktan sonra valilik
aldığı tek taraflı kararı kaldırarak kaleyi turizme
yeniden açmalıdır".
Turizm Gazetesi,
23.07.2010
|
|
ARABAN KALESİ'NDE
ÇALIŞMA
Araban İlçesi'nde bulunan Kale-i Zerrin üzerindeki
tarihi iç kale camiinde kazı çalışmaları başlatıldı.
Araban Belediye Başkanı Mehmet Özdemir'in yoğun
çabaları sonucunda başlatılan kazı çalışmaları,
Gaziantep Müze Müdürü Ahmet Denizhanoğulları
başkanlığında Hititolog Hülya Kayaöz denetiminde
yapılıyor.
Gaziantep Müze Müdürü
Ahmet Denizhanoğulları, "Araban ilçe merkezi Kale
Mahallesinde bulunan tarihi Araban Raban Kale-i
Zerrin Kalesi üzerindeki tarihi İç Kale Camide
Kültür Bakanlığı kazı izniyle restorasyon öncesi
temizlik kazı çalışmaları başlattık. Kazı
çalışmalarımız tamamlandığında tarihi İç Kale Cami
yapıldığı tarihte ve onu takip eden caminin ibadete
açık olduğu tarihteki haline getirilip ibadet
yapılacak hale getirilecek" dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi,
23.07.2010
|
ÇANKIRI'DA ÇORAK YERLER
KAZISI DEVAM EDİYOR

Çankırı'da Kültür Bakanlığı ve
Ankara Üniversitesi
işbirliğinde yürütülen Çorak Yerler Kazısı, 14
yıldır devam ediyor. Çankırı- Yapraklı karayolunun
2'nci kilometresinde yolun
kenarındaki tepelik alanda devam eden çalışmalar her
yıl temmuz ayında Prof.Dr.
Ayla Sevim Erol'un başkanlığında çeşitli
üniversitelerden
öğrencilerin ve
akademisyenlerin
katılımı ile yaklaşık
bir ay süre
ile gerçekleştiriliyor. Kazılardan elde edilen
fosiller, laboratuarlarda kimyasallarla
sağlamlaştırıldıktan sonra Çankırı Müzesi'ndeki
fosil seksiyonunda sergileniyor.
Kazı alanında kız ve erkek
öğrenciler
birer işçi gibi çalışarak iğne ile kuyu kazarcasına
8 milyon yıl öncesine ait nesli tükenen hayvan
fosillerini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Kazı alanını
ziyaret eden Çankırı Belediye Başkanı AK Parti'li
İrfan Dinç, sıcak
altında çalışan kazı
ekibine çeşitli ikramlarda bulunurken, kazı başkanı
Prof.Dr. Ayla Sevim
Erol'dan çalışmalar hakkında
bilgi aldı. Başkan Dinç, Çankırı'nın
geçmişine ilişkin yapılan
tüm çalışmaları takdirle ve ilgiyle takip
ettiklerini belirterek, "Tarih öncesine ait
bulguları hassas bir çalışma ile ortaya koyan
öğretim görevlisi ve
öğrenci kardeşlerimize
teşekkür ediyoruz. Bu alanda
Türkiye'de eşi benzeri olmayan bir müzeye
sahip olduk. Biz de
yerel yönetim olarak buradaki ekibe her türlü
kolaylığı
sağlama gayreti
içindeyiz" dedi.
Çankırı
Çorakyerler Kazısı'nın kurtarma kazısı şeklinde
başladığını ve 2000 yılında da önemli fosiller
çıkmaya başladıktan sonra Bakanlar
Kurulu onayıyla kazılara
devam edildiğini belirten Kazı Başkanı
Prof.Dr. Ayla Sevim
Erol, şunları söyledi:
"Buradaki kazı çalışmalarının 14
yıllık bir geçmişi var. Bu
uzun süreli
çalışmalar sonunda Çankırı'da en eski 8 milyon yıl
öncesine ait hayvan faunası ile ilgili pek çok fosil
buluntu elde ettik. Bunların arasında
özellikle
nesli tükenmiş hayvanlara ait fosiller mevcut. En
önemlileri arasında kama dişli kaplan ya da kılıç
dişli kaplan benzeri et yiyiciler bulunuyor.
Anadolu'ya özgü, hatta Çankırı'ya özgü bir buluntu
olarak Çankırı Müzesi'ndeki yerini almıştır. Bunun
dışında kuyruksuz maymun benzeri
canlılar, bunlar
hortumlular, atlar, geyik gibi
canlılar aynı ekolojiyi
paylaşmışlar. Biz burada bu çalışmaları
yaparken halkın da yoğun
ilgisi ile karşılaşıyoruz. Çalışmalarla ilgili
bilgi isteyen pek çok
kişi oluyor. Yerel yöneticiler çalışmalarımıza son
derece duyarlı ve bizlere
yardımcı oluyorlar. Müzeye
yeni bir
bölüm oluşturduk.
Paliontoloji seksiyonu olarak
Türkiye'de nadir bulunan müzelerden bir
yerdir Çankırı Müzesi. Çalışmalarımız coğrafi,
jeolojik, paliontolojik alanda devam ediyor. Küçük
bir alanda çalışıyor gibi görünüyoruz ama bu alanda
daha en az 10 yıllık
kazı çalışılabilecek ortam var."
Prof.Dr.
Erol, Çankırı Çorakyerler Kazı çalışmalarının dünya
antropoloji literatüründe önemli bir yer edindiğini
belirterek, "Burada çıkan
omurgalıların
yapısını incelemek de bu bilim dalının ilgi alanına
girer. Buradan çıkan hayvanların ne yöne
dağıldığını, hangi ekolojik alana yöneldiğini
incelemek alanımıza girer. Çankırı'da bu
canlıların yaşadığı dönemde, kurak bir iklim
söz konusu. Buradaki
canlılar kuraklıkla
birlikte nereye gittiler, kuzeye doğru, doğuya doğru
geçtiklerini biliyoruz. Çankırı bir köprü görevi
görmüş. Ankara, Sinop,
Bursa Paşalar ve Kalecik Çandır ile birlikte Çankırı
Çorak Yerler Kazı alanı Anadolu'daki kilit
noktalarıdır, geçiş noktaları olması bakımından çok
önemlidir" diye konuştu.
Yabancıların kazı çalışmalarına ilgisinin fazla
olduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Ayla Sevim Erol, "Şu
an gelin desek hemen gelecekler. Biz mümkün
olduğunca, her şey bittiğinde bize,
Türkiye'ye katkı
sağlayacaklarını anladığımız anda 'gelin' diyeceğiz.
Yoksa öyle boş boş gelip kendi istediklerini alıp
gitsinler diye, çağırmayı düşünmüyoruz. En azından
öğrencilerimize
burs sağlasınlar,
ülkemizi bu alanda iyi tanıtsınlar. Böyle bir
garantiyi aldığımızda
elbette çağırabiliriz" dedi.
Çankırı'nın Sesi,
22.07.2010
|
HİSSE
TARTIŞMASI SÜREN KONAK İHALEYE ÇIKIYOR

Yaklaşık yüz yıllık bir
geçmişe sahip olan ve Sivas’ın tam göbeğinde bulunan
tarihi Kolağası Konağı’nda ilginç gelişmeler
yaşanıyor.
Özel İdare ile Sivas Belediyesi arasında süren hisse
kavgaları ve polemiklere rağmen, konağın onarım
ihalesi bugün yayınlanıyor. Tarihi konak 2
Ağustos’ta ihaleye çıkıyor.
Yaşanan mülkiyet sorunları nedeniyle yıllardır
restore edilemeyen bunun için yıkılma tehlikesi
yaşayan Kolağası Konağının yüzde 33’lük hissesi 2007
yılında Sebahat Karatepe isimli bir vatandaş
tarafından Kültür Evi yapılmak üzere İl Özel
İdaresi’ne devredilmişti.
Geçtiğimiz aylarda da Sivas Belediyesi konağın
geriye kalan hisse sahiplerinden yüzde 67’lik
bölümün belediyeye devredildiğini belirterek konağı
restore edeceğini açıklamıştı. Restore için İl Özel
İdare’den konağın yüzde 33’lük hissesini de kendi
bünyesine katmak isteyen Sivas Belediyesi’nin bu
talebi Temmuz ayı toplantılarında İl Genel Meclisi
İmar ve Bayındırlık Komisyonu tarafından uygun
görülmemiş ve meclis üyeleri bu devri kabul
etmemişti.
Ancak devir işlemi gerçekleşmeyen Kolağası Konağı’nı
restore etmeyi kafaya koyan Sivas Belediyesi bugün
ihale ilanını yayımlattı. Belediye Kolağası
Konağı’nın restorasyonu için 2 Ağustos Pazartesi
günü ihaleye çıkacak.
Öte yandan konakta kimin
ne kadar hissesi olduğu konusu kafaları karıştırdı.
Sivas Belediyesi daha önce konağın sahiplerinden
yüzde 67’lik hissenin kendilerine devredildiğini
açıklarken, İl Genel Meclisi İmar ve Bayındırlık
Komisyonu raporuna göre, konağın yüzde 40’lık
hissesi İl Özel İdaresi’nin, yüzde 31’lik hissesi
ise Sivas Belediyesi’nin.
Raporda konağın geriye kalan yüzde 29’luk hissesinin
ise nüfus bilgileri, soy ismi ve adresi tespit
edilemeyen Osman oğlu Hakkı isimli bir vatandaşa ait
olduğu bilgisine yer veriliyor.
2007 yılından beri ortada farklı hisse rakamları
dolaşırken kafalar da iyiden iyiye karışıyor.
Sivas Belediyesi konağın restorasyonu için Özel
İdareden talep ettiği hisseyi alamamasına rağmen
restorasyon ihalesini 2 Ağustos’ta yapacak. İhale
ilanı bugün yerel gazetelerde yayınlanacak olurken,
kendi payını belediyeye henüz devretmeyen İl Özel
İdaresi’nin nasıl bir tutum izleyeceği, devrin
gerçekleşmemesi durumunda belediyenin bu konağı
nasıl restore edeceği ise akıllarda soru işareti
bırakıyor.
2 Ağustos’ta Sivas Belediyesi ek binasında saat
10.30’da gerçekleştirilecek olan ihaleye sadece
yerli istekliler katılacak olurken, ihale tarihinden
5 gün sonra yüklenici firmaya yer teslimi yapılacak
ve konak bu tarihten itibaren 100 gün içerisinde
bitirilecek.
Sivas
Hürdoğan, 22.07.2010
|
TARİHİ EVLERE RESTORE
Niğde’de, tarihi evlerin yenilenerek turizme kazandırılması için başlatılan çalışmalarda tarihi Göncü Köşkü aslına uygun olarak restore edilecek.
Niğde İl Encümen Kurulu üyeleri, Songur Mahallesi Cullaz Sokak üzerinde bulunan 667 metrekarelik tarihi Göncü Köşkü’nün restore edilmesi için görüş birliğine vardı. Kültür varlıklarının korunması kapsamında yapılacak çalışmalarda 200 bin TL kamulaştırma bedeli ödenen Göncü Köşkü, isim hakkı saklı kalmak şartıyla Niğde İl Özel İdaresine devredildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ‘Sokak Sağlıklaştırma’ projesi kapsamındaki Cullaz Sokak’ta bulunan tarihi yapıların devamı niteliğindeki Göncü Köşkü, 667 metrekarelik büyüklüğü ile önemli bir yere sahip. Tamamen aslına uygun restore edilerek koruma altına alınacak olan köşk, kentin tarihi ve turistik özelliğini yansıtacak.
İl Encümen Kurulu Başkanı Vali Alim Barut, kültürel varlıkların korunması noktasında bir çok çalışma yürüttüklerini belirterek, “Kültür Müdürlüğü eliyle Niğde kültür envanterini çıkardık. İl Özel İdare eliyle yine restore ve roleve çalışmalarımız devam ediyor. Bu kapsamında Göncü Köşkü’nü 200 bin TL kamulaştırma bedel ile tapusunu aldık. Niğde’nin tarihi dokusu içerisinde bu yapıyı restore ederek, ilimizin tarih hazinesine tekrar kazandıracağız” dedi.
Niğde Kent Haber, 22.07.2010
|
 |
ANTİK LİMAN KENTİ TARİHE
IŞIK TUTACAK

Akdeniz kıyılarında
güneşin doğuşuna binlerce yıldır sessizce tanıklık
eden antik liman kenti Soli Pompeipolis’te 2010 yılı
kazı çalışmalarının başladığı bildirildi.
25 kişilik bir ekiple
Mersin’in merkez ilçesi Mezitli’de yer alan antik
liman kentinde başlatılan kazıların da bir ay
süreceği bildirildi. Dokuz Eylül Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Remzi Yağcı başkanlığında
1999 yılından bu yana sürdürülen kazıların bu yılki
ayağındaysa; Sütunlu Cadde’de restorasyon
çalışmalarında bulunulacağı bunun yanında Bizans ve
Roma mimarisine yönelik kazı ve temizlik
çalışmasının yanı sıra Soli Höyük’te Arkaik ve Orta
Tunç Dönemi Tabakaları’nda da kazılarda bulunacağı
bildirildi. Kazılarla ilgili olarak
soruları yanıtlayan Prof.Dr. Yağcı, 15 Temmuz
Perşembe günü başlayan kazılarda Sütunlu Cadde’yi
güneyden kuzeye doğru uzanan caddenin temellerini
araştıracaklarını, bu kapsamda da plan üzerinde
belirlenen akslarda kazıların başlatıldığını ve
bununla birlikte kente önemli katkılarda bulunan
kişilerin yapılan heykellerinin de bulunmasının
öngörüldüğünü anlattı.
Sütunlu Cadde üzerinde
yapılacak her çalışmanın restorasyona yönelik
olacağına dikkat çeken Yağcı, “Bilindiği gibi
tarihinde Sütunlu Cadde, 200 sütundan oluşan
görkemli bir caddeydi. Bu 200 sütunun hepsini elde
edemesek de her yıl yapılan kazılarla birçoğu açığa
çıkartıyoruz. Bunların figürlü olanlarını Mersin
Müzesi’ne taşıyoruz ama önümüzdeki dönemde yapılacak
restorasyonla birlikte Sütunlu Cadde’yi yeniden
kazanmak istiyoruz. Buradaki amacımız; Sütunlu
Cadde’yi mimari olarak tamamen açığa çıkartarak,
gezilebilir hale getirebilmek” dedi.
Sütunlu Cadde’nin tüm
gizemini ortaya çıkarmak istediklerini anlatan
Yağcı, söz konusu caddeye bağlantılı olan mekanların
yanı sıra dükkan ve kamu yapılarının da yapılacak
kazılarla birlikte açığa çıkartılacağını kaydetti.
Sütunlu Cadde’nin güney ucunda batı portikodaki Roma
dükkanları ve doğu portikosundaki mozaikli alanın
restore edilerek 2′şer sıra halinde, 6′şar sütunun
ayağa kaldırılmasının planlandığını ifade eden
Yağcı, “Böylece Sütunlu Cadde’nin aşama aşama
kaldırılması için ilk adım atılmış olacak. Bu
restorasyon, Pompeiopolis’in yeniden düzenlenmesi
için de önemli bir başlangıç olacak” diye konuştu.
Sütunlu Cadde’nin, Adana
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından
geçen yıl onaylanan güney ucunun restorasyonuna
ilişkin finans arayışlarının sürdürüleceğini
belirten Yağcı, yaklaşık 2 milyon TL’ye mal olması
beklenen çalışmalarla birlikte caddenin güney ucunda
batı portikodaki Roma dükkanları ve doğu
portikosundaki mozaikli alanın restore edileceği
bilgisini de verdi. Yağcı, projenin
gerçekleştirilmesi için Özel İdare’de Kültür
Varlıkları’nın restorasyonu için ayrılan fonlardan
yararlanılması düşünüldüğünün de altını çizdi.
Deniz Haber, 22.07.2010
|
 |
'ARKEOLOJİ GÜNLERİ 2010' DEVAM EDİYOR
Kuşadası Belediyesi tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığının desteği ve Tübitak'ın yardımları ile yürütülen Kuşadası Kadıkalesi (Anaia) kazıları bölge tarihine ışık tutuyor.
2001 yılında başlayan bilimsel kazılarda ele geçen tarihi eserlerin sergileneceği müzenin bir an evvel inşa edilmesi için turist rehberleri sivil inisiyatif platformu oluşturacak.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı ve Bizans Sanatı Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Zeynep Mercangöz'ün başkanlığında devam eden kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin sergileneceği müzenin dünya çapında ses getireceğine inandıklarını belirten Kuşadası Turist Rehberleri Derneği (KURED) Başkanı Ali Karapınar "İkinci konutlar ve çarpık yapılaşma ile arkeolojik kültür mirasının neredeyse tamamını yok eden Kuşadası, bu müzeyi en kısa sürede hayata geçirerek tarihten özür dilemelidir" dedi.
Kadıkalesi-Anaia kazılarında ele geçen eserlerin Aydın Arkeoloji Müzesi'nde sergilendiğini belirten Karapınar, ayrıca, Kuşadası ve köylerinde ele geçen çok sayıda eserin de Efes Müzesi'nin vitrin ve depolarında bulunduğunu hatırlattı.
Kuşadası Turist Rehberleri Derneği KURED'in düzenlediği "Arkeoloji Günleri 2010" etkinliklerinin dördüncüsünde Kadıkalesi-Anaia'yı kazı ekibinde görevli Ege Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yardımcı Doçent Dr.Emine Tok ve Arkeolog Levent Kutbay ile gezen rehberlere, kazı ekibi tarafından alanda verilen konferanstan sonra bir de buluntulara ilişkin sunum yapıldı. Kalenin içinde ve surların yamacındaki höyükte Son Kalkolitik Çağ'dan (MÖ 4 üncü bin yıl), Bizans- İslam dönemine kadar bulguların elde edildiğine dikkati çeken rehberler, bu eserler için doğru adresin müze depoları değil, bizzat kendi özgün müzesi olduğunu bildirdiler. Biri kalenin önünde, yani deniz tarafında, diğeri de arka tarafta, kazı evinin yanında olmak üzere iki alanın imar durumları itibari ile müze inşaatına uygun olduğuna dikkati çeken KURED Başkanı Ali Karapınar, "Müze mutlaka kaleye yürüyüş mesafesinde olmalıdır. Tur programları yapılırken, kale ve müzesinin ziyaretinden sonra kalenin önündeki plaj tesislerinde yemek ve yüzme için serbest zaman verilerek derli toplu, bilgi açısından ilginç ve doyurucu ama yorucu olmayan bir tur oluşturulabilir" dedi.
Haber Ekspres, 22.07.2010
|
KİTABE KERVANSARAYA
ASILDI
Malatya'nın Battalgazi
İlçesi'nde bulunan Silahtar Mustafa Paşa
Kervansarayı'nın kitabesi Malatya Müzesi'nden
alınarak yerine asıldı.
Restore edilen ve 1
ağustosa kadar restorasyonu tamamlanması beklenen
tarihi kervansarayın kitabesi Sivas Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan alınan onayla giriş
kapısına asıldı.
Kaynaklara göre Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı
1637 yılında IV. Murat'ın silahtarı Bosnalı Mustafa
Paşa tarafından yaptırılarak padişaha hediye edildi.
Giriş kapısı doğuya bakan,
yazlık ve kışlık bölmeleri bulunan kervansaraydaki
kitabede, tarih bulunmamasına karşın, son mısranın
ebced değeri 1047 tarihini vermektedir. Bu tarih
Miladi 1637'ye tekabül ediyor.
Malatya Aktüel, 22.07.2010
|
|
|
ÇALINAN TABLO İADE
EDİLECEK
II.Dünya Savaşı
sırasında, bir Nazi ajanı tarafından çalınan tablo
Viyana Müzesi'ne iade edilecek.
Egon Schiele tarafından
yapılan Portrait of Wally adlı tablo, 12 yıl süren
bir tartışmaya sebep olmuştu. Tartışmaya son veren
anlaşma ise Leopold Müzesi'nin Lea Bondi Jaray
mirasçılarına 19 milyon dolar ödemesini ve tablonun
Manhattan'da bulunan Museum of Jewish Heritage
(Yahudi Mirası Müzesi) müzesinde üç hafta
sergilenmesini gerektiriyor. Tablo, 12 yıl önce
Leopold Müzesi'nden Newyork'ta bulunan Modern
Sanatlar Müzesi'ne verildiğinden beri, dava konusu
oluyordu. Birleşik Devletler yetkilileri, tabloya
Lea Bondi'den çalındığı şüphesiyle el koymuştu.
Ancak mahkeme, tablonun Viyana Müzesi'nde
sergilenmesine karar verdi.
Taraf, 22.07.2010
|
DEFİNE ARADIKLARI
TÜNELDE MAHSUR KALDILAR

Yozgat'ta kaçak define
aradıkları ileri sürülen 3 kişi kazdıkları 20
metrelik tüneldeki metan gazı nedeniyle ölümle burun
buruna geldi.
Sorgun İlçesi'nde,
define aramak için açtıkları 20 metrelik tünelde
metan gazı nedeniyle 1’i baygınlık geçiren 3 kişi,
cep telefonuyla yardım istedikleri jandarma ve yerel
yetkililerce kurtarıldı.
Satılmış K. (38), Mehmet B. (41) ve Nimetullah G.
(31), Bahadın beldesinde bulunan Zeynel Höyüğü’nde
kaçak define aramak için yaklaşık 20 metre
uzunluğunda tünel kazdı. Gece yarısından sonra
tünele giren kişiler, aşağıda nefes alabilmek için
bir de hortum uzattı. Sürünerek içeride ilerleyen
defineciler bir süre sonra nefes almakta zorlanarak
geri dönmek istedi. Tünelin ağız kısmına kadar
gelebilen Nimetullah G, dik olan bölümden yukarı
çıkamayınca cep telefonuyla jandarmayı arayarak,
yardım istedi.
Jandarma ekibi yola çıkarken, bölgeye yakın olan
Bahadın Belediye Başkanı Dilaver Özcan’ı aradı.
Jandarmanın uyarısı üzerine olay yerine giden Özcan,
tünel ağzındaki Nimetullah G’yi dışarıya çıkartıp,
makam otomobiliyle hastaneye gönderdi.
Jandarma ekibi de Mehmet B’yi, bulunduğu yerden
çıkardı. Tünelin iç kısmında baygın halde bulunan
Satılmış K’yı belediye görevlisi Aslan Özcan içeri
girerek kurtardı. Mehmet B. ve Satılmış K, Sorgun
Devlet Hastanesine kaldırıldı. Satılmış K, buradan
Ankara Etlik’teki hastaneye sevk edildi.
Belediye Başkanı Özcan, gazetecilere yaptığı
açıklamada, söz konusu 3 kişinin birkaç ay önce de
define ararken yakalandığını belirtti. Özcan,
"Bilmiyorum bu şahıslar hangi akla hizmet ederek
buralarda define arıyorlar. Bu höyük zamanında
gözetleme amacıyla yapılmış bir höyük. Hiçbir şey
bulacaklarını sanmıyorum" dedi.
Belediye görevlisi Aslan Özcan ise, Satılmış K’yı
çıkarmak için kimsenin gönüllü olmadığını görünce,
maske takıp tünele girdiğini belirterek, "Yanına
vardığımda dili boğazına kaçmıştı. Kendinden geçmiş
durumdaydı. İçeride keskin bir metan gazı kokusu
vardı. Öncelikle boğazına kaçan dilini çıkardım.
Ardından da bileklerinden bağlayıp yukarı
çıkarmalarını istedim ve alıp çıkardık " diye
konuştu.
Definecilerin havalandırma için kullandıkları hortum
ve aşağı inmekte kullandıkları ipe el konuldu.
Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
Radikal, 22.07.2010
|
TOPKAPI SARAYI
Geçen hafta sonu,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
yetkilileriyle birlikte Topkapı Sarayı'nda restore
edilmekte olan bölümleri gezip görme imkanı buldum.
İstanbul'da kültürel mirasın korunup gelecek
nesillere aktarılması için birçok restorasyon
projesine destek veren Ajans'ın, Sur-ı Sultani
içindeki mekanların nasıl kullanılacağını belirlemek
amacıyla yaptığı stratejik vizyon çalışması
tamamlanmış. Genel Sekreter Yılmaz Kurt ve Kentsel
Projeler Direktörü Sevinç Özek Terzi, büyük vizyonun
Sur-i Sultanî içinde dünyanın en güzel Müzeler
Parkı'nı yaratmak olduğunu, bunun için yerel
yönetimler, sivil toplum kuruluşları, eğitim
kurumları ve bağımsız sanat kuruluşlarıyla
işbirliğine giderek sürdürülebilir ilişkiler
kurduklarını söylediler.
Bu çerçevede yapılan restorasyon çalışmalarından
biri, Topkapı Sarayı mutfaklarında devam ediyor.
Sarayın önemli bölümlerinden biri olan, bir zamanlar
yüzlerce kişinin çalışıp binlerce kişiye yemek
pişirdiği mutfaklar, muhtemel depremlere karşı
güçlendirilip restore edildikten sonra Çin ve Japon
porselenlerinin modern tekniklerle sergilendiği bir
mekan haline getirilecek. Yeri gelmişken, Topkapı
Sarayı Müzesi'nde dünyanın en zengin Çin ve Japon
porselenleri koleksiyonunun bulunduğunu hatırlatmak
isterim. Restorasyon tamamlandıktan sonra, bu nadide
koleksiyon karton kutular içinde korunmaktan (!)
kurtulmuş olacak.
Bağdat Köşkü, İncirlik Bahçesi, Revan Köşkü, Sofa
Köşkü, Sofa Camii ve Lala Bahçesi'nde de onarım
çalışmaları var. Basit bakım ve onarımlar -yani
erken teşhis ve tedavi- bu yapıların ömrünü, zamanla
ortaya çıkabilecek büyük problemleri önleyerek
uzatmış olacak.
Sarayın en önemli ve orijinal yapılarından olan Kule
Kapısı, Harem Hastanesi, Hünkar ve Valide Hamamı,
Arslanhane, Hasekiler Dairesi, Adalet Kulesi ve
Meşkhane bölümleri için 2010 Ajansı tarafından
hazırlatılan restitüsyon ve restorasyon projeleri,
bu yapıların orijinal hallerini ve zaman içinde
geçirdikleri değişimleri de gözler önüne seriyor.
Restorasyon bu yapılarda da önümüzdeki aylarda
başlanacak.
Ayasofya, Süleymaniye Darüşşifası, Haseki Külliyesi
ve Galata Mevlevihanesi'nde de önemli restorasyon
çalışmaları yürüten 2010 Ajansı, doğru yolda.
İstanbul'un Avrupa kültür başkentliği sürecinde
yapılacak gösteri türünde faaliyetlerin uçup
gideceğini, geriye yayın ve restorasyon gibi
çalışmaların kalacağını unutmamak gerekir. İstanbul
için büyük bir fırsat yakalanmıştır ve bu fırsat
heba edilmemelidir.
Zaman, Yazı: Beşir
Ayvazoğlu, 22.07.2010
|
AKM İÇİN SUÇ DUYURUSU

KESK'e bağlı Kültür
ve Sanat Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat-Sen),
yaklaşık 2 yıldır kapalı bulunan Taksim'deki Atatürk
Kültür Merkezi'nin (AKM) onarım çalışmaları
sonucunda “tahrip olduğu ve kullanılamaz duruma
getirildiği” gerekçesiyle ihmali bulunanlar hakkında
suç duyurusunda bulundu.
Kültür Sanat-Sen, TMMOB
Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent
Şubesi,
İstanbul Kültür
Forumu, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Türkiye
Yazarlar Sendikası, Pen Yazarlar Derneği,
Sinema Emekçileri
Sendikası,
Sinema Eserleri
Meslek Birliğinin de aralarında bulunduğu sivil
toplum kuruluşlarının temsilcileri AKM önünde bir
araya geldi.
“AKM onarımını
başlatmayanlardan hesap soruyoruz” yazılı pankart
açan grup adına konuşan Kültür Sanat-Sen Genel
Başkanı Yavuz Demirkaya, AKM'nin 2008 yılının
Haziran ayından itibaren “tadilat yapılacağı”
gerekçesiyle kapalı bulunduğunu, Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından bu nedenle sanat faaliyetlerine
ara verildiğini belirtti.
Demirkaya, açtıkları
dava sonucunda, merkezin yıkım ve tadilat
çalışmalarının, yasaya ve mevzuata aykırı bulunarak
iptal edildiğini anımsatarak, “Bu süre içerisinde
yapılan tadilat ve onarım çalışmaları sonucunda AKM
tahrip olmuş ve kullanılamaz durumda bırakılmıştır.
Bunun sonucunda söz konusu yerde sanat çalışmaları
icra edilemez hale gelmiş ve sanat çalışmalarının
yapılması için
İstanbul'un çeşitli
yerlerinde kiralık mekanlar tutularak, kamu zarara
uğratılmıştır. Ayrıca, AKM'nin kapalı olması
nedeniyle halk, opera, bale, tiyatro, koro
topluluklar ve orkestra temsilcilerinden yoksun
kalmıştır” diye konuştu.
Kültür ve Turizm
Bakanlığının, kendi iradesinde olan tescilli yapının
korunmasına ilişkin tedbirleri almakla sorumlu
olduğunu belirten Demirkaya, Bakanlığın yapılan
onarım işinde gerekli denetim görevini yerine
getirmediğini ve yasa hükümlerini ihlal ettiğini
savundu.
AKM'nin, koruma
ilkelerine uygun olarak onarımının bir an önce
yapılmasını ve
İstanbul halkının
hizmetine açılması gerektiğini dile getiren
Demirkaya, şunları söyledi:
“Halen yürürlükte olan
yasal düzenlemelere göre, bu onarım için kaynak
aktarmakla görevlendirmiş olan bir tüzel kişiliğin
kaynak aktarmamasının yasal bir dayanağının olması
gerekir. Henüz yasal süresi dolmadan
İstanbul 2010
Avrupa Kültür Ajansı, bu görevi yerine getirmekten
kaçınması keyfi bir karardır. Bizler demokratik
kitle örgütleri ve meslek kuruluşları olarak,
İstanbul halkının
yeniden AKM'de kültür ve sanatla buluşması amacıyla
vermekte olduğumuz mücadelenin devamı olarak
merkezin onarımında ihmali ve kusuru olanlar
hakkında
İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduk.”
Hürriyet, 22.07.2010
******
NE ÇEKİÇ SESİ VAR NE
DE KEMAN
Atatürk Kültür Merkezi,
beş yıldır 'yıkılsın mı yapılsın mı' diye
tartışıldı. 'Yenilenecek' diye kapatılmasının
üzerinden iki yıl geçti ama çalışmalar bir türlü
başlatılamadı. Bazı sivil toplum örgütleri, İstanbul
2010 Ajansı, Kültür Bakanlığı birbirini suçlarken,
kentin en iyi konser salonu bir enkaza dönüşüyor.
İstanbul Devlet Senfoni
Orkestrası’nın 16 Mayıs 2008’de Atatürk Kültür
Merkezi’nde verdiği konserin her zamankinden farklı
bir anlamı vardı. Bu, yenilenmek üzere kapılarını
kapatacak eski AKM’de verilen son konserdi. Belki de
konsere katılanların en kötümseri bile, AKM’de
işlerin arap saçına döneceğini ve bu devasa kültür
merkezinin neredeyse tek bir çivi çakılmadan iki
yılı aşkın bir süre kapalı kalacağını tahmin
etmiyordu.
Kültür-Sen’den suçlama
Dün, terk edilmiş bir kamu binası gibi iki
yıldır bekleyen AKM’nin önünde toplanan bir grup
sivil toplum temsilcisi, AKM’nin kapalı kalmasıyla
ilgili olarak Kültür Bakanlığı ve 2010 Ajansı’nı
suçlayan bir açıklama yaptı. Açıklama, ‘görevlerini
yapmadıkları için’ 2010 ve bakanlık hakkında
savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarını
duyuruyordu. İşin ilginci, açıklamaya öncülük eden
Kültür Sanat Sendikası’nın bu tartışmada önemli bir
taraf olması. Kimilerine göre, AKM’nin kapalı
kalmasının esas nedeni, Kültür Sanat-Sen’in bir yıl
önce açtığı dava. Mahkeme AKM’nin yenilenme
projesini iptal edince, süreç durdu ve bir daha
başlamadı.
AKM’nin kapılarının
nasıl kapandığını ve neden bir türlü açılmadığını
görmek için beş yıl önceye gitmek gerek. 2005
yılında, Kültür Bakanı Atilla Koç, ‘AKM’nin ekonomik
ömrünü tamamladığını ve yıkılıp yenisinin
yapılmasından başka çare olmadığını‘ açıklayınca
büyük bir tartışma başladı. 1969’da açılan, bir yıl
sonra çıkan yangının ardından 1977’ye kadar kapalı
kalan kültür merkezi, o yıldan sonra ciddi bir
yenileme görmemişti. Havalandırması, ısıtma
sistemleri, sahne teknolojisi eskiyen yapının
depreme dayanıklılığı da tartışma konusuydu.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da dile getirdiği, Kültür
Bakanı’nın savunduğu projeye göre, eski ve demode
binanın yıkılması en iyi çareydi. Yeni AKM, çağdaş
bir mimariye, yanındaki otoparkı da içine alacak
daha geniş kullanım alanlarına sahip olacaktı.
Ancak, AKM’nin kültürel mirasın bir parçası,
Cumhuriyet’in simgesi olduğunu savunanlar bu fikre
şiddetle karşı çıktı.
Sanatçılar sokağa döküldü
Özellikle sanatçılar AKM’nin önünde eylemler
yaparak yıkılmaması için tartışmayı uzun süre canlı
tuttu. Aynı dönemde İstanbul, 2010 Avrupa Kültür
Başkenti olma sürecine girmişti. AKM’nin yenilenmesi
işinin de kurulacak 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı’na verilmesi dile getiriliyordu. Hükümet
AKM’nin yıkılması konusunda kararlı tutumunu
sürdürdü. Ekim 2007’de, 2010 Ajansı için hazırlanan
yasa taslağına, ‘AKM’nin yıkılıp yeniden yapılması’
hükmü kondu. Mimarlık çevrelerinin büyük tepkisini
çeken bu gelişmenin hemen ardından, Kasım 2007’de
İstanbul 1 Numaralı Koruma Kurulu, AKM’yi Birinci
Grup Kültür Varlığı olarak tescil etti. Artık
AKM’nin yıkılması imkansızdı. Nitekim, hükümet de
daha fazla direnmedi. Hemen çıkarılan İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Hakkında Kanun,
AKM’nin ‘yıkılmasından’ değil, ‘yenilenmesinden’ söz
ediyor ve bu işin sorumluluğunu 2010 Ajansı’na
veriyordu. Ajansın, kanunda bizzat belirtilen iki
somut projesinden biri Rami’deki İstanbul
Kütüphanesi, diğeri de AKM’nin yenilenmesiydi. Ne
var ki bu iki proje de gerçekleştirilemedi...
2008 yılı AKM’nin nasıl
yenilenmesi gerektiği tartışmalarıyla geçti. AKM’nin
mimarı Hayati Tabanlıoğlu gibi başarılı bir mimar
olan oğlu Murat Tabanlıoğlu projeye sahip çıktı.
Tabanlıoğlu Mimarlık, AKM’nin genel hatlarıyla
korunduğu, teknolojik olarak yenilendiği bir proje
hazırladı. Projenin en önemli yanı, AKM’nin eski
usül, konserden konsere açılan bir mekan olmaktan
çıkarılıp, güncel bir kültür merkezi gibi
işletilecek olmasıydı. AKM’nin sergi salonu, küçük
sahnesi, kitapçısı ve eski boyahanenin yerine
yapılacak şık bir restoranı olacaktı. En büyük
kıyamet işte bu restoran yüzünden koptu!
‘AKM’ye dokunmayın!’
Geniş kabul gören yenileme projesi Koruma
Kurulu, Kültür Bakanlığı gibi kurumların onayından
geçti ve 2010 Ajansı 5 Haziran 2009’da ihale açıp
işe başladı. Tartışmalar, projeler derken epey bir
zaman geçmiş, AKM’nin 2010 yılı içinde açılması
riskli bir hal almıştı. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, AKM’nin 2010 sonbaharında, yeni
sezona yetiştirilebileceğini söylüyordu. Bu arada
aceleyle binanın içinde de çalışmalar başlamıştı.
Tam ihale sonuçlanıp, inşaat resmen başlayacakken
şaşırtıcı bir gelişme yaşandı. İstanbul Bölge İdare
Mahkemesi, Kültür-Sen’in başvurusunu değerlendirmiş
ve mevcut yenileme projesinin binanın özgünlüğünü
bozacağına karar vermişti. Bu kararla birlikte ihale
de iptal oluyor ve AKM’deki çalışma başlamadan
duruyordu.
Mahkeme kararında
“Yapılan düzenleme ile koruma grubu 1 olan yapının
günümüze ulaşmış sosyo-kültürel, tarihi kimliğini
oluşturan mekansal, biçimsel, yapısal özellikleri
ile çevre içindeki özgün konumunun korunmadığı”
belirtiliyordu. Bu kararı memnuniyetle karşılayan
Kültür Sen’in başkanı Yavuz Demirkaya da o zaman
Radikal’e şunları söylemişti: “Bu projenin, AKM’yi
ticari bir mekan olarak kullanmak fikri üzerinden
değiştirmenin, daha da kötüsü özelleştirmenin yolunu
açmak anlamına geldiği açıkça gözlenmektedir. AKM
adeta yıkılmadan, tamamen değiştirilerek yasal
engeller aşılmak istenmektedir ve sıradan bir bina
gibi yap-işlet-devret mantığında
projelendirilmiştir.”
Bu mahkeme kararı
üzerine 2010 Ajansı ve ilgili çevreler tekrar bir
uzlaşma arayışına girdi. Uzun görüşmelerden sonra
yeni bir ‘yenileme projesi’ hazırlandı. Çok tepki
çeken, dillere pelesenk olan ‘restoran’ projeden
çıkartıldı. Bu kez, AKM’de hiçbir işlevsel
değişiklik yapılmayacak, bir tür ‘basit tamirat’la
Kültür Merkezi yenilenecekti. Ne var ki bu ‘basit
tamirat’ı kimin yapacağı konusunda devlet kurumları
arasında tuhaf bir belirsizlik yaşanmaya başlandı.
Ajans-Bakanlık gerilimi
2010 Ajansı’na göre, bu tamiratı yapmak Kültür
Bakanlığı’nın göreviydi. Zaten ajansın görev süresi
2010 yılında bitiyordu ve bu projeyi
yetiştiremezlerdi. Bu arada AKM’nin yenilenmesi için
gerekli olan 90 milyon lira gibi büyük bir kaynak,
2010 Ajansı için ayrılmıştı. Kültür Bakanlığı da,
gerekli kaynağa, hatta yasal sorumluluğa sahip 2010
Ajansı’nın bu yenilemeyi yapması gerektiğini
savunuyordu. Kulislerde Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın 2010 Ajansı’nı işe başlaması için
zorladığı konuşuluyordu. Ajans ise, bir önceki
ihaleyi iptal eden mahkeme kararını gerekçe
gösterip, istese bile işe başlayamayacağını iddia
ediyordu.
2010 yılının ilk altı
ayı geride kaldı, AKM’nin kapanmasının üzerinden iki
yıl geçti. Mesele belki de konuyu sık sık Sabah
gazetesindeki köşesinde işleyen Hıncal Uluç’un
dediği gibi. Yani Başbakan Tayyip Erdoğan isterse
AKM açılır, istemezse açılmaz. Uluç, dün de konuyu
ele alıp 2010 Ajansı’nın harekete geçmediğini, çünkü
Ajansın bağlı olduğu Bakan Hayati Yazıcı’nın ‘parayı
vermediğini’ yazdı: “Yazıcı parayı vermedi. Çünkü
Başbakan Erdoğan ‘verme’ demişti. Erdoğan en baştaki
projesinde ısrarlıydı. Bir şekilde mevcut AKM’yi
yıkıp oto parkla birleştirerek yeni AKM yapacağına
inanıyordu. Bunun başarılması için eski AKM’nin
kapalı, İstanbul’un salonsuz kalması gerekiyordu.
Şimdi tadilat yapılır, AKM açılırsa, artık bir daha
yıkmak mümkün olmaz, tüm hayalleri sona ererdi...”
Opera adeta sürgünde
AKM iki yıldır kapalı. İstanbul’un salon sorunu
artarak sürüyor. Kentte AKM ayarında sahnesi olan
bir başka salon yok. Bu nedenle pek çok büyük temsil
ya gerçekleştirelemedi ya uygunsuz salonlarda
yapılmaya çalışıldı. Özellikle İstanbul Devlet Opera
ve Balesi, Kadıköy’deki Süreyya Operası’nın küçük
salonuna ve sahnesine mahkum kaldı. Buraya uygun
mütevazi temsillerle iki sezon geçirdi. AKM ise
kentin ortasında, terk edilmiş bir kamu binası
olarak, sadece gençlerin önünde buluştukları bir
heyülaya dönüşmüş durumda. Bakalım ne zaman tekrar
yaşayan bir kültür merkezi olacak?
Halkla iç içe bir AKM yapmak istiyoruz
Mahkeme kararıyla durdurulan AKM’nin yenileme
projesine imza atan AKM’nin mimarı Hayati
Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu, ilk
hazırladıkları çağdaş yenilenme projesini şöyle
anlatmıştı: “Yenilemede asıl amaç AKM’yi yeniden
Taksim’le ve halkla geçişken kılmak. Hem yurtiçinden
hem de yurtdışından uzmanlardan oluşan bir ekiple
çalıştık, AKM’nin yapımında yer alan teknik ekipten
hayatta olanları da ekibe dahil ederek beş ayda
projeyi tamamladık. Projede, binanın yıllar içindeki
kullanımı sırasında işlevsiz hale gelen ana
kapısının tekrar eski işlevine kavuşturuluyor.
Ayrıca en üst kattaki restoran sadece çalışanların
ve sanatçıların değil herkesin girebileceği hale
getirilecek. Cam fanus şeklindeki bir asansörle
çıkılacak bu restoran İstanbul’un yeni buluşma
noktası olacak. Büyük sahne 21. yüzyıl gerçeklerine
uygun olarak dijital teknolojiyi de kapsayacak
şekilde düzenlenecek. Güvenlik girişi için binanın
dışında cam bir bölüm yapılacak ama tüm bu
düzenlemelere rağmen binanın dışında çok fazla
oynama yapılmayacak. Dışarıdan fazla bir değişiklik
hissedilmeyecek.”
Yenilenen proje basit bir onarım değil
Tabanlıoğlu Mimarlık, ilk projenin mahkeme
kararıyla durdurulması üzerine Kültür Bakanlığı,
2010 Ajansı, Mimarlar Odası, sanatçı temsilcileriyle
yapılan uzlaşma sonucu yeni bir proje hazırladı.
Melkan Gürsel ve Murat Tabanlıoğlu, uygulanması
beklenen yeni projede, ilk projeden farklı olarak
sanat faaliyetlerinin gerçekleşeceği ana fonksiyon
alanlarında iyileştirmeler yapıldığını belirterek
şöyle dedi: “Proje asla basit bir onarım projesi
değildir. Cephesinden itibaren ruhuna ve estetik
anlayışına tam bir sadakatle gerçekleştirilen proje
ile bina teknik anlamda çağdaş bir opera ve kültür
yapısının sahip olduğu tüm özellikler ve altyapı ile
donatılmıştır. Biz, AKM’nin ve herkesin özlediği
sanat faaliyetlerinin bir an önce hayata geçmesini
umut ediyoruz. Bu konuda gönüllülüğümüzü
sürdürüyoruz. AKM’nin yenilenmesi konusu 60’lı
yıllarda yapılmış bir yapının bugün ele alınması ile
ilgili Türkiye’de ilk örnek olması itibarıyla
önemlidir.”
Büyük prodüksiyon yapılamıyor
Yekta Kara (opera yönetmeni): Boş bekleyen
AKM’nin bugünkü durumunu sanatçıların mağduriyeti
olarak görüyorum. Burada Opera Bale, Devlet
Tiyatroları, Devlet Senfoni Orkestrası gibi ödenekli
kurumlar mağdur ediliyor. Büyük sahne olmayınca bu
kurumlar sanatsal yeteneklerini tam manasıyla
gösteremiyorlar, büyük prodüksiyonlar
sergileyemiyor.
AKM’nin bugünkü
durumunun sorumlusu renovasyon çalışmalarını
durduran mahkeme kararını çıkaranlardır. Şimdi neyin
protestosunu yapıyorlar. Konuşarak tartışarak
çözülmeliydi. AKM renovasyonu konusunda tıkanan
süreç, uzun vadede yıkılmasına bile yol açabilir.
Bugün AKM’nin eski hali bile mevcut değil. Çünkü
yenilenecek diye pek çok şey söküldü atıldı.
AKM’nin haline içimiz acıyor
Görgün Taner (İKSV Genel Müdürü): AKM’nin içinde
bulunduğu bu duruma bir kültür sanat kurumu olarak
içimiz acıyor. Konuyu yıkılsın yıkılmasın
tartışmalarının dışına çıkartarak ele almak ve bir
an önce ülkenin merkezine oturan bu kültür merkezini
en üst düzeyde ele alıp karar vermek gerekiyor.
Dünyadaki çağdaş kültür merkezleri örnek alınarak
çağdaş bir yönetim biçimi uygulanacak şekilde yeni
ya da yenilenmiş bir kültür merkezi konusunda
üzerimize düşen her türlü görevi yerine getirmeye
hazırız. Buna uluslararası ilişkilerimizi gündeme
getirerek de katkı yapabiliriz.
Radikal, Haber: Cem
Erciyes, 23.07.2010
|
KYME KAZILARI BAŞLADI
Aliağa Nemrut körfezinde
bulunan eski tarihin en büyük Liman Kenti olan Kyme
antik kentinin, gün ışığına çıkartılması için
başlatılan ve 2,5 ay sürecek olan 2010 yılı
kazılarının başlaması sebebi ile kazı başkanı İtalya Calabria
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Antonio La
Marca ve Kültür Bakanlığından görevli olarak
kazılara eşlik eden Belgin Hancı Aliağa Belediyesi
Başkan Vekili Haydar Karaman’ı ziyaret etti.
35 kişilik ekip ile kazı
çalışmalarını başlattıklarını belirten kazı başkanı
Prof.Dr. Antonio La Marca “Aliağa Belediyesinin verdiği büyük
destekler ile kazı çalışmalarımızı başlattık.
Tarihin gün yüzüne çıkarılması ve korunması
konusunda desteklerini bizden esirgemeyen Aliağa
Belediyesine sonsuz teşekkür ediyoruz.” dedi.
Kyme’ye çok önem verdiklerini belirten Aliağa
Belediye Başkan Vekili Haydar Karaman; “Aliağa’nın
sadece sanayi kenti olarak anılmasını istemiyoruz.
Amacımız sanayisinin yanında doğası ve tarihi ile iç
içe barışık bir şekilde yaşayan bir kent yaratmak.
Gerek Kyme antik kentinin gün yüzüne çıkarılmasına
desteğimiz gerekse müzenin tamamlanması için
desteklerimiz devam edecek” dedi.
Haber Ekspres, 22.07.2010
|
CİMCİME HATUN'A YEŞİL IŞIK

Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Cimcime Hatun
Türbesi’nin restorasyon projesine yeşil ışık yaktı.
16 Temmuz’da, Prof.Dr. Hamza Gündoğdu başkanlığında
toplanan Kurul, Cimcime Hatun Türbesi için
hazırlanan restorasyon projesini gözden geçirdi ve
tam destek verdi.
Erzurum Rölöve ve
Anıtlar Müdürü Suat Bakır, Cimcimle Hatun Türbesi
için hazırlanan restorasyon projesinin onaylandığını
bildirdi. Geçtiğimiz hafta toplanan Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu’na sunulan projenin tüm
detaylarıyla gözden geçirildiğini kaydeden Bakır,
Kurul’un, projeyi inceleyerek üzerinde
değerlendirmelerde bulunduğunu belirtti. Kurul
toplantısında, türbenin bakım, onarım ve
restorasyonuna başlanması için gerekli onayın
verildiğini anlatan Suat Bakır, kararın kendilerine
de ulaştığını kaydederek, çalışmalara en kısa
zamanda başlayacaklarını açıkladı. Cimcimle Hatun
Türbesi’nin onarımı için şu anda mevcut 14 bin 670
TL tutarında ödeneklerinin bulunduğunu kaydeden Suat
Bakır, “Cimcime Hatun Türbesi için hazırlanan
projenin tahmini bedeli 30 ile 40 bin TL arasında.
Biz alışmalara hemen başlamak için işlemleri
yapıyoruz.” dedi. Projenin uygulanabilmesi için
gerekli ödeneğin temin edilmesi halinde çalışmaların
Eylül ayında tamamlanmasının planlandığını dile
getiren Suat Bakır, yapılacak bu çalışmaların
ardından tarihi eserin görkemli bir görünüme
kavuşturulacağını söyledi.
Cimcime Hatun
Türbesi’nin hem iç, hem de dışında yapılacak olan
bakım çalışmaları hakkında bilgiler de aktaran
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır,
“Türbenin içerisinde derz ve temizlik işlemleri
yapılacak. Dış duvarlardaki sıvalar ve yapıya daha
sonradan eklenmiş olan kalıntılar ortadan
kaldırılacak. Yerinden düşmüş ve oynamış bulunan
taşlar yenilenecek.” diye konuştu.
Cimcime Hatun
Türbesi’nin, kubbe kısmında da bir takım çalışmalar
yapacaklarını kaydeden Suat Bakır, “Şu anda türbenin
kubbesinde çeşitli bitkiler bulunuyor. Bu bitkiler
rüzgarın sürüklediği toprak kalıntılarının kubbeyi
oluşturan taşlarının arasına doluşması nedeniyle
oluşmuş. Bu bitkiler temizlenecek, taşlar da gözden
geçirilecek.” dedi. Cimcime Hatun Türbesi’nin, Çifte
Minareli Medrese, Erzurum Kalesi ve Ulu Camii gibi
görkemli eserlerin bulunduğu bir güzergahta yer
aldığına işaret eden Bakır, “Eski görkemine
kavuşturulduktan sonra Cimcime Hatun Türbesi de,
diğer eserlerimiz gibi göz alacak.” ifadesini
kullandı.
Erzurum,
Cumhuriyet Caddesi’nde, Ulu Cami’nin kuzeyinde
bulunan Cimcime Sultan Kümbeti’nin XIV.yüzyılın
başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Türbenin büyük
bir kısmı yol seviyesinin yükselmesinden ötürü
toprak altında kalmıştır. Kümbet Erzurum’un yöresel
Sivişli (Keverk) taşından yapılmış olup silindirik
gövdeli taş konik külahlıdır. Kümbetin gövdesi
birbirine bağlanmış yuvarlak kemerli sütunlarla bir
revak konumuna getirilmiştir. Konik külahın altında
dışa taşkın bir silmesi bulunmaktadır. Türbenin su
basmanının yukarısındaki gövde, birbirine paralel,
kalın çift kabartma çubuklarla daire şeklinde
kemerler oluşturmuştur. Böylece dıştan 12 köşeli
olmamasına rağmen böyle bir gövde görünümü
vermektedir.
Erzurum Gazetesi, 22.07.2010
|
TARLASINDAN 'TARİH'
ÇIKTI
Hatay'ın Kumlu
İlçesi'nde tarlasını süren köylü, tarihi kalıntı
buldu.
Hatay Müze Müdürü Nalan
Yastı, Kumlu İlçesine bağlı Batıayrancı Köyü
Telküreş höyüğü yakınlarında, bir köylünün tarlasını
sürerken tarihi nitelik taşıdığı düşünülen, üzerinde
çeşitli figürler bulunan taşlar ortaya çıktığını
söyledi.
Höyük kenarında zeytinlik bahçesi olan İsmet
Gündüz’ün bahçesini sürmesi sonucu ortaya çıkan
taşları koruma altına aldıklarını ifade eden Yastı,
"Jandarma bilgi verdikten sonra gerekli önlemleri
aldık. Bölgede bu gibi taş kalıntıları çok çıkıyor.
Gerekli incelemeleri yapacağız" dedi.
Batıayrancı Köyü Muhtarı Mehmet Saçar da bu tür
taşların köy ve höyük civarında çok fazla
bulunduğunu, herhangi bir duyum aldıklarında
yetkililere ilettiklerini belirtti.
Radikal, 22.07.2010
|
|
TARİHİ KİLİSEYİ GÜRCİSTAN RESTORE EDECEK

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Erzurum’un Uzundere
İlçesi'ne bağlı Çamlıyamaç Köyü’ndeki Öşvank
Manastırı’nın bakım ve onarım ihalesini iptal etti.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan bu gelişmenin gerekçesi
ise, ‘Gürcistan’la varılan karşılıklı bir anlaşma’
şeklinde açıklandı. Yapılan anlaşmaya göre,
Çamlıyamaç Köyü’ndeki Öşvank Manastırı’nın bakım ve
onarımını Gürcistan yapacak. Türkiye ise,
Gürcistan’da onarıma ihtiyaç duyan bazı İslam
eserlerini restore edecek.
Erzurum’un Uzundere İlçesine bağlı Çamlıyamaç
Köyü’ndeki Öşvank Manastırı’nın bakım, onarım ve
restorasyonunu Gürcistan hükümeti yapacak.
Geçtiğimiz yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
200 bin TL tutarında ödenek ayrılan tarihi manastır
için hazırlanan restorasyon projesi, Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından geçtiğimiz hafta iptal
edildi. İhalenin iptaline ilişkin talimat, Erzurum
İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği ile Kültür ve
Turizm İl Müdürlüğü’ne geçtiğimiz hafta çekilen
faksla ulaşırken, iptal gerekçesi ise, iki ülke
arasında karşılıklı işbirliği olarak açıklandı.
Gürcü Hıristiyanlar için mukaddes sayılan ve her yıl
Haziran ayı ile Ağustos ayları arasında
Gürcistan’dan gelen binlerce turisti ağırlayan
Öşvank Manastırı’nın, varılan anlaşma sonucunda
Gürcistan Hükümeti tarafından onarılacağı
öğrenilirken, Türkiye’nin de, bu anlaşma kapsamında
Gürcistan’daki bazı İslam eserlerinin bakım ve
onarımını üstleneceği belirtildi.
Erzurum İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Selami
Altınok, “Öşvank Manastırı’nın bakım ve onarımı için
200 bin TL tutarında bir ödenek vardı. Bu ödeneğe
istinaden restorasyon projesi hazırlanmış ve süreç
ihale aşamasına kadar getirilmişti. İş tam ihaleye
çıkarılıyordu ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
bir faks geldi ve ihalenin iptal edilmesi istendi.”
diye konuştu.
Kültür ve Turizm Müdürü Fikret Öztürk ise, Öşvank
Manastırı’nda yapılması planlanan restorasyon
çalışmasının, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gelen
talimat üzerine beklemeye alındığını ifade ederek,
“Bundan sonraki sürecin nasıl işletileceğine dair
henüz net bir bilgimiz yok. Tek bildiğimiz, iki ülke
arasında karşılıklı bir işbirliği çerçevesinde
Öşvank Manastırı’nın restore edileceği. Biz de
sonucu merakla bekliyoruz.” diye konuştu.
Erzurum Uzundere İlçesi, Çamlıyamaç Köyü’nde bulunan
Öşvank Kilisesi üzerindeki kitabesinden
öğrenildiğine göre; Bagratlı Hanedanlığı zamanında
III. Adenese tarafından 961 yılında yapımına
başlanmış, Magistras Bagrat tarafından 966 yılında
da tamamlanmıştır. Kilisenin mimarı Öşklü Grigor
Usta’dır. Haç planlı olan bu kilisenin dıştan
transeptli olmasına karşılık içeride apsidlerin
oluşturduğu üç dilimli bir bölüm ve onun devamı olan
uzun bir kol kilisenin planını tamamlamaktadır. Haç
planlı kilisenin kısa ucunda apsidi ile iki yandaki
neflerden oluşmaktadır. Bu bölümleri dört büyük
konsol ve sütunlar taşımaktadır. Sütunların
kaideleri bitkisel, arabesk ve çam kozağı motifleri
ile bezenmiştir.
Erzurum Gazetesi,
22.07.2010
|
KAYALIBOĞAZ TURİZME AÇILIYOR
Hititlerin
başkenti olan Hattuşa’da, Hitit krallarının gün
batımını izlediği ‘Yıldız Tepesi’ ve Hititlerin suyu
kullanma tekniklerinin sergilendiği ‘Kayalıboğaz
Kanyonu’nun turizme kazandırılması için çalışma
başlatıldı. Kral Sarayı’nın bulunduğu Büyük Kale ile
Büyük Kaya arasında keşfedilmemiş Kayalıboğaz
Kanyonu’nda ve gün batımının izlenebileceği kanyonun
sonundaki Yıldız Tepesi’nde incelemeler yapan
Boğazkale Kaymakamı Murtaza Dayanç, her iki bölgenin
de doğal güzelliği ile göz kamaştırdığını belirtti.
Boğazkale Kaymakamlığı yapacağı çalışmalar ile eski
su değirmenlerini restore etmeyi planlıyor. Kanyon
içerisindeki yürüyüş güzergahının düzenlenerek,
eşsiz güzellikte bu kanyonun turizme açılması
hedefleniyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: M. Muttalip Yalçın,
22.07.2010
|
'TEHLİKE ALTINDAKİ
İSTANBUL' İÇİN
İstanbul için ‘UNESCO
çekinceleri'ni yıllardır ‘biz'ler de belirttik ama
hep ‘ideolojik' sayıldık!
UNESCO Dünya Miras
Komitesi'nin 25 Temmuz-3 Ağustos'ta Brezilya'da
yapacağı toplantıda, "1985'ten bu yana" Dünya Mirası
Listesi'nde yer alan İstanbul'u büyük olasılıkla
"Tehlike Altındaki Miras Listesi"ne aktaracağı
söyleniyor.
Yani İstanbul, örneğin
ABD'nin Irak'a saldırılarıyla birlikte aynı listeye
alınan tarihi Bağdat gibi, "savaş yıkımı"nı yaşayan
Dünya Mirası kentlerle "aynı" durumda olacak... Bu,
yakamızı bırakmayan şu "imar rantı siyaseti"nin
tarihi kentlerimizi "bombalanmıştan beter" ettiğine
yönelik yıllardır yinelediğimiz uyarılarımızın
"uluslararası onay"ı anlamına da gelecek...
Dünya Miras Komitesi'ni
bu sonuca ulaştıran 1 Haziran 2010 tarihli "Karar
Taslağı"ndaki başlıca "gerekçe"leri şöyle özetlemek
mümkün:
1- Haliç'te tasarlanan
Metro Köprüsü İstanbul'un Dünya Mirası sayılmasına
neden olan Tarihi Yarımada peyzajını, aynı silueti
karşılıklı paylaşan ve tamamlayan tarihi Galata
peyzajıyla birlikte parçalıyor.
2- Başta Sulukule ve
Tarlabaşı olmak üzere, tarihi dokuların "insanları"ndan
arındırılarak çıkar amaçlı rant projelerine teslim
edilmesi ve böylece kültürel kimliklerin mimari
mirasla "birlikte" tahrip edilmesini başlatan 5366
sayılı "kentsel yenileme" yasası ve uygulamaları
durdurulmuyor.
3- İstanbul surlarında,
"özgünlüğü yok eden" restorasyon projelerinde
"yepyeni ve bugüne ait duvarlar örme" yanlışından
dönülmüyor; tarihi karaktere saygılı, binlerce yılın
izlerini yaşatabilecek ve topluma zamanı
algılatabilecek düzeltmeler yapılmıyor.
4- Marmaray'dan ayrı
olarak sadece motorlu araçları Asya Yakası'ndan
Avrupa'da tarihi Suriçi bölgesine aktaran ve nazım
planlarda da bulunmayan "Karayolu Tüneli"
projesinin, otomobilden arındırılması gereken Dünya
Mirası tarihi dokuyu araç işgaline açması
durdurulmuyor.
5- Ahşap sivil mimarlık
örnekleri yapıların yaşatılarak korunması yönünde
çok ortaklı ve katılımcı bir sağlıklaştırma programı
hala başlatılmadı. Süleymaniye, Zeyrek vb. "özgün
Osmanlı mahalleleri"ndeki geleneksel mimari yapılar
ve tarihi mahalle dokusu hala çöküntü bölgesi
halinde...
6- Dünya Mirası Tarihi
Yarımada'yı trafik baskısından kurtaracak bir master
plan hala devrede değil... Ulaşım politikası ve
seçeneklerinde tarihi kent alanlarının motorlu
taşıtlardan arındırılmasını sağlayacak planlama
öncelikleri gözetilmiyor.
7- Tarihi Yarımada'daki
her türlü inşaat, altyapı ve imar uygulamalarının,
bölgenin bütüncül korunmasını sağlayacak şekilde
gerçekleştirilmesine yönelik bir Yönetim Planı hala
yok...
8- Sultanahmet'teki Four
Seasons otel projesi için Bizans ve Erken Osmanlı
arkeolojisini gözetecek bir alternatif çözüm hala
üretilemedi; aynı proje kapsamında toprak altından
gün ışığına çıkartılan antik İstanbul kalıntılarının
sergileneceği "arkeolojik park" da tamamlanmadı...
Şimdi -artık vakit
kalmasa bile- bir kez daha düşünelim:
Hangi gerekçe "haksız"?
Hangisi "ideolojik"?
Hangisi "gericilik"?..
Kim bilir kaç yıldan
beri bütün bunları her söylediğimizde, sadece kenti
yönetenler değil, ülkeyi yönetenler de hep bir
ağızdan "haksız"sınız; "ideolojik"siniz; "gerici"siniz
falan demediler mi?...
Dahası, aynı konuların
hiç değilse "İstanbul-2010 Avrupa Kültür Başkenti"
projeleri arasında ele alınmasını; bu başkentlik
için hükümetin ayırdığı parasal fonlardan "Dünya
Kültür Mirası" öncelikleri için de pay ayrılmasını
her söylediğimizde, yetkililerden aldığımız yanıt
aynen şöyleydi: "Merak etmeyin, çok daha güzel işler
yapılacak?"
Hani nerede o güzel
işler; hani nerede o "söz" verilen tarihi doku
restorasyonları; sokak ve meydan düzenlemeleri;
bakımsız eski semtlerdeki "kentsel kurtarma"
projeleri? Varsa yoksa her yere AVM'ler; TOKİ'nin
abuk ve uygunsuz dev siteleri; Sulukule vahşeti ve
Tarlabaşı rezaleti...
Sonuçta İstanbul, hem
"Avrupa Kültür Başkenti" iken Dünya Mirası
listesinden çıkarılma kararıyla baş başa kalıyor;
hem de bu "yüz kızartıcı" durumu, belediye başkanı
"mimar"ken yaşıyor!
‘Mirasyedi'liğin
sonucu
Bu nedenle, artık kendi payıma susuyorum! Sözü,
bir süredir Marmaris'te yaşayan, İstanbul sevdalısı
ve emekli bankacı dostum Selçuk Baydak'ın
e-mektubuyla bitiriyorum:
"Basından öğrendiğime
göre İstanbul'un UNESCO dünya kültür mirası
listesinden çıkarılmasıyla karşı karşıyayız. Bu beni
sıradan bir İstanbullu olarak çok üzdü... Mazur gör
ama kendimizi sanki kültürel mirasçı değil de
mirasyedi gibi görüyorum. Nasıl böyle bir şey söz
konusu olabilir?
Paris, Londra ve daha
birçoğu.. tarihte küçük birer feodal yerleşim
birimleriyken, üç imparatorluğa başkentlik yapmış
İstanbul bu duruma nasıl düşürülebilir? Tarihi
Yarımada bir yana, örneğin Yıldız Sarayı'nın ve
müştemilatı idari binaların ağaçlar arasındaki
tarihi cephesini bir aile şirketinin reklam
tabelalarına feda eden anlayış, olsa olsa mirasyedi
olur. Kentin elde kalmış son yeşil bölgesini de 3.
köprüyle cehenneme çevirecek anlayış neyse, UNESCO
listesindeki talihsiz duruma düşmemize neden olan da
odur..."
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 22.07.2010
|
HASANKEYF'E GELECEK 2
MİLYON TURİST AÇIKTA KALDI
Hasankeyf´e gelen yerli ve yabancı turistlerin
kaleye çıkamaması ve turların Hasankeyf´ten geri
dönmesinin faturasını Hasankeyfliler ödemeye
başladı.
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın Ilısu
baraj projesiyle yok etme isteğindeki ısrarına
rağmen bu yıl 2 milyona yakın yerli ve yabancı
turistin ziyaret etmesi beklenen Hasankeyf, ihmal
nedeniyle yıkılmaya başladı.
Yapılan açıklamaya göre, eşsiz tarihi
ve doğal zenginlikleriyle dünyanın en önemli turizm
merkezlerinden biri olabilecekken, Ilısu baraj
projesi nedeniyle yaklaşık 50 yıldır kaderine terk
edilen Hasankeyf'in kalesi geçtiğimiz gün ihmalden
yıkıldı. Yıkım nedeniyle valilik tarafından alınan
kararla kalenin ziyarete kapatılmasının bölge
turizmine önemli bir darbe vuracağı tahmin ediliyor.
Hasankeyf'e gelen yerli ve yabancı
turistlerin kaleye çıkamaması ve turların
Hasankeyf'ten geri dönmesinin faturasını
Hasankeyfliler ödemeye başladı. Kaledeki yıkım
nedeniyle kale etrafındaki çardakları kapatılan
esnaf ve tek geliri turizm olan Hasankeyfliler, yine
işsizlik sorunu ile karşı karşıya kaldı.
Hasankeyf kalesinde yaşanan yıkımın
Türkiye adına tam anlamıyla bir utanç olduğunu
belirten Doğa Derneği Kampanya Sorumlusu Dicle Tuba
Kılıç, "Hasankeyf UNESCO'nun 10 kriterinden 9'unu
karşılayabilen dünyadaki tek yer. Piramitlerin 3,
Taç Mahal'in 1, Çin Seddi'nin 5 kriterle UNESCO
listesinde yer alması Hasankeyf'in evrensel değerini
ortaya koyuyor. Hasankeyf dünyanın en önemli turizm
merkezlerinden biri olabilecekken bugün ne yazık ki
ihmalden yıkılıyor" dedi.
Bütün olumsuzluklara karşın
Hasankeyf'i 2009 yılında 1 milyonun üzerinde
turistin ziyaret ettiğini, bu yıl ise 2 milyon
kişinin Hasankeyf'i ziyaret etmesinin
beklendiğini anlatan Kılıç, şunları söyledi:
"Başta konaklama olmak üzere turizme yönelik
hiçbir yatırımın yapılmasına izin verilmeyen
Hasankeyf, bütün bu olumsuzluklara karşın her
geçen yıl daha fazla turisti ağırlıyordu. Hiçbir
iş olanağının olmadığı Hasankeyflilerin bu tek
gelir kaynakları da kalenin turizme kapatılması
nedeniyle ellerinden alınmış bulunuyor. Bölgeye
gelen ziyaretçiler, turizm acenteleri ve
Hasankeyfliler bir an önce bu kalede gerekli
çalışmaların yapılarak güvenliğin sağlanmasını
ve kalenin turizme yeniden açılmasını bekliyor.
Gerekli önlemler alındıktan sonra valilik aldığı
tek taraflı kararı kaldırarak kaleyi turizme
yeniden açmalıdır".
Batman Gazetesi,
22.07.2010
******
YIL 1911...

Hasankeyfin kale kapısı, şehrin girişi olarak
kullanılıyor.
Kale girişi öncesi ve sonrasındaki
mağaraların hepsi işyeri, dükkan, mağaza. Halkın
yüzde 90'ı da Kalenin en üstündeki evlerde
yaşıyorlar. Gidiş-gelişlerde vatandaşlar kendi
güçlerini kullanıyor, eşya taşımacılığında ise
merkepler bugünün taksileri.
100 yıl öncesinde Hasankeyflilerin en
büyük zevki, kale kapısı civarında oturup gelen
gideni izlemek.
Batman Gazetesi, Fotoğraf: Gertrude Bell Arşivi,
22.07.2010
|
ODTÜ'DEN TURİZME BÜYÜK KATKI

Yıkılma
tehlikesi nedeniyle kapatılan
Kapadokya'nın
en büyük peribacalarından biri olan tarihi
Ortahisar Kalesi'nin yeniden turizme
açılması için Ortahisar Belde Belediyesi
ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)
arasında proje anlaşması imzalandığı bildirildi.
Ortahisar Belediye Başkanı
Ali İhsan Özendi,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ortahisar
Kalesi'nin yıkılma tehlikesi nedeniyle 2004 yılında
turizme kapattıklarını söyledi.
Tarihi kalenin Kapadokya'nın en büyük
peribacalarından biri olarak bilindiğini belirten
Özendi, kaleyi bir bütün olarak turizme
kazandırabilmek için Orta Doğu Teknik Üniversitesi
ile belediye olarak bir proje anlaşması
yaptıklarını, projenin yakında hayata geçeceğini
ifade etti. Kalenin yaklaşık 6 yıldır ziyarete
açılamamış olmasının Kapadokya turizmi açısından
büyük kayıp olduğunu vurgulayan Özendi, ''Burası
oyularak yapılmış, 86 metre yüksekliğinde bir
peribacası'' dedi.
Özendi, şöyle devam etti:
''Tehlike oluşturduğu gerekçesiyle bu dev
peribacası, turistlerin ziyaretine kapalı tutulmuş,
ne bir restorasyon yapılmış ne de ciddi bir
girişimde bulunulmuş. Oysa bir restorasyon projesi
hazırlatılmış olsa ve tarihi kale turizme açılsaydı,
burası binlerce turist tarafından ziyaret
edilebilirdi.
Şimdi biz belediye olarak ODTÜ'ye proje teklifi
götürdük ve anlaşma yaptık. Proje, Nevşehir İl Özel
İdaresi'nin de desteği ile yakında hayata geçecek ve
kalenin turizme açılması için hummalı bir çalışma
başlatılacak. Tarihi kale turizme açıldıktan sonra
bölge ve ülke turizmine katkılar sağlayacak.
Turistlerin ziyaretine açık olduğu dönemlerde
Ortahisar Kalesi turizm acentelerinin programındaydı
ve çok sayıda turist tarafından ziyaret
ediliyordu.''
Habertürk, 21.07.2010
|
BEŞİKTAŞ'IN SARAY BÖLGESİ YILDIZ
Eskiden
tepelerden sahile kadar inen dutlukların ve
bahçelerin yer aldığı bölge, bugün İstanbul
trafiğinin en yoğun olduğu yerleşim alanı.
Yıldız Sarayı ve Parkı'nı da içine alan semt,
Barbaros Bulvarı'nın batı kesiminde. Yıldız semtinin
sınırları kuzeyde Barbaros Bulvarı'ndan ayrılan
Beşiktaş-Boğaziçi Köprüsü bağlantı yoluyla aynı
noktadan ayrılarak güneydoğuya yönelen Palanga
Caddesi, batıda Ihlamur ve Dikilitaş semtleri,
doğuda Yıldız Parkı, güneybatıda Abbasağa, güneyde
Serencebey ve güneydoğuda Çırağan semtleriyle
çizilebilir.
Semt, Beşiktaş ve Ortaköy'e doğru inen, koruluk
yamaçlar üzerinde kurulu. 15 ve 16'ncı yüzyıllarda
Osmanlı padişahlarının avlandıkları, hanedana ait
arazi, I. Süleyman'dan itibaren ilgi görmeye
başladı. Yıldız Sarayı'nın adı, II. Abdülhamid'le
özdeşleşmiştir.
Yıldız'ın bir semt olarak kurulmaya başlaması
sarayın tarihine bağlıdır. 19'uncu yüzyılın ikinci
yarısında, Serencebey Yokuşu'nun doğusunda Çırağan'a
kavuşan bölgede ahşap konaklar ve evler yapılmaya
başlandı.
Barbaros Bulvarı'nın açıldığı 1950'li yılların
sonlarına kadar, bahçeler ve dutluklar arasına
serpiştirilmiş yoğun olmayan bir yerleşme dokusu
vardı. Yıldız Sarayı'nın bir bölümü uzun süre Harp
Akademileri olarak kullanıldığından semtte daha çok
asker ve küçük memur aileleri ile eski İstanbullular
yaşardı. 1960'lardan itibaren 1980'e kadar geçen
sürede, Ihlamur Vadisi'ne inen ve Yıldız'a bakan
yamaçlar üzerindeki yapılaşma hızlanırken, bulvar
üzerinde ve anayollardaki binaların çoğu işyeri
haline geldi.
1970'lerin başlarında Boğaziçi Köprüsü ve çevre
bağlantı yollarının yapılması semti bir trafik
düğümü haline getirdi. Günümüzde Yıldız, İstanbul'un
trafiği en yoğun olduğu bölgelerden biri.
2000'lerin Yıldız semtinin Barbaros Bulvarı'nın
doğusuna düşen Yıldız Sarayı ve Yıldız Parkı'nın
olduğu kesiminde, eski evlerini olmasa bile eski
sokak dokusunu koruyan Serencebey Yokuşu konut
bölgesi. Barbaros Bulvarı'ndan ayrılıp ona paralel,
kuzeye doğru parkın içinden çıkan Yıldız Caddesi'nin
bir dirsekle kuzeye yöneldiği noktanın solunda
Ertuğrul Tekkesi, sağında Conrad Oteli var. Buranın
hemen altı Cihannüma semti. Yıldız Caddesi'nden
biraz daha yukarı çıkıldığında Beşiktaş Atatürk
Anadolu Lisesi görülüyor. Yıldız Camii bu adanın
kuzeybatısında yer alır. Daha kuzeyde, Yıldız Teknik
Üniversitesi var.
Caminin doğusunda ise Yıldız Sarayı ve Parkı'na
çıkan ana kapı vardır. Barbaros Bulvarı ile Boğaziçi
Köprüsü bağlantı yolunun kavşağındaki bina, II.
Abdülhamid'in karakollarından biriydi. Şu anda
Yıldız Üniversitesi'nin kampüsünde yer alıyor.
Milliyet Cadde, 21.07.2010
|
ESKİ KİTAPLARI ÇALAN HIRSIZA HAPİS CEZASI
İngiltere’de bugüne kadar değeri bir milyon sterlini
geçen, ender bulunan eski kitapları çalan Cambridge
Üniversitesi mezunu, son hırsızlığı nedeniyle üç
buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Southwark Kraliyet Mahkemesi, takma adı “Tome
Raider” olan 41 yaşındaki William Jacques’ı,
Londra’da Kraliyet Bahçıvanlık Cemiyeti Lindley
Kütüphanesi’nden 40 bin sterlin değerinde kitaplar
çaldığı için üç buçuk yıl hapse mahkum etti.
William Jacques’ın, söz konusu kitapları
kütüphaneden 2004 yılı haziran ayıyla 2007’nin mart
ayı arasında, ceketinin içine saklayarak çıkardığı
bildirildi. Hakim, bu tür suçların, kütüphanelerde muhafaza
edilen kültürel mirasa zarar vermek olduğunu
söyledi.
Jacques’ın, İngiliz ve Londra kütüphanelerinin
üyesi olduğu, ülkedeki kütüphanelerden bugüne kadar,
bir milyon değerinde eski kitaplar çaldığı
belirtildi. Eski kitap hırsızının, daha önce 2002
yılı mart ayında yine aynı suçtan dört yıl hapse
mahkum olduğu bildirildi.
Taraf, 21.07.2010
|

|
DÜNYANIN EN BÜYÜK MOZAİK MÜZESİ ZEUGMA OLACAK
Yılbaşında Gaziantep'te açılacak Zeugma Mozaik Müzesi, Tunus'taki Bardo'yu geride bırakarak dünyanın en büyük mozaik müzesi olacak.
Gaziantep'te yapılan Zeugma Mozaik Müzesi'nin inşaatı tamamlandı. Üç blok olarak inşa edilen Zeugma Müzesi, mozaik ve arkeoloji müzeleriyle sergi ve konferans salonu olarak hizmet verecek.
TRT'de yayınlanan habere göre; toplam 6 bin 250 metrekarelik alana sahip müze, galeri şeklinde düzenlendi. Mozaiklerin etkilenmemesi için ışık ve ısı sistemleri dikkatle kuruldu. Ayrıca, yürüme alanı ve seyir bölümleri oluşturuldu. Müze açıldığında, 2 bin metrekare mozaik sergilenecek.
Zeugma Müzesi; sergilediği mozaiklerle, Tunus'taki Bardo müzesini geride bırakarak dünyada birinci sıraya çıkacak. Müze, Gaziantep'e önemli katkı sağlayacak. Yılbaşında açılışı yapılacak Zeugma Mozaik Müzesi, 50 milyon liraya maloldu.
turizmdebusabah.com, 21.07.2010
|
SAHİBİNDEN KİRALIK KAYA MEZARLARI VAR

Kültür ve Turizm Bakanlığı, müze ve ören
yerlerini giriş kontrol yöntemiyle özelleştirmeye
hazırlanıyor. Özelleştirme ihalesi 13 Eylül 2010'da
yapılacak.
İhale kapsamında yer alan 48 müze ve ören yeri,
Türkiye genelindeki müze ve ören yerlerinden elde
edilen gelirin yüzde 85'ini oluşturuyor. Bunlar
arasında Muğla'dan Bodrum Sualtı Müzesi, Sedir
Adası, Mausoleion Örenyeri, Kaunos Örenyeri, Dalyan
Kaya Mezarları ve Knidos örenyeri de bulunuyor.
Gelirlerinin yüzde 85'ine tekabül eden 48 müze ve
örenyerindeki giriş sistemlerinin yeni
teknolojilerle donatılması, Müzekart'ın
geliştirilmesi, pazarlanması, Şehirkartlar'ın
oluşturulması, gişelerde, müze dışında oluşturulacak
noktalarda internet ortamında satışların tahsilatı,
güvenli ve teknolojik yeni tahsilat sistemlerinin
yaratılması ihalenin özünü oluşturuyor. Temel amacın
modern sistemler, nitelikli insan kaynağı ve
pazarlama ile müze ve örenyerlerinde ziyaret ve
gelir artışının sağlanması olduğu belirtilen ihalede
hedef şöyle açıklandı: "Müze girişlerinde otomatik
makinelerle bilet, Şehirkartı ve Müzekart satışı
yapılması, mobil telefon ve internet üzerinden ödeme
ve satış yapılması, yabancı para ve kredi kartıyla
satış yapılması, ziyaretçilerin gerçek zamanlı
olarak kaydının tutulması."
2009 yılında 22 milyon kişinin ziyaret ettiği müze
ve ören yerlerinden 150 milyon TL gelir elde edildi.
İhaleyle ilk yıl ziyaretçi sayısının ve gelirlerin
en az iki katına çıkartılmasının hedeflendiği
açıklandı.
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Öğretim Görevlisi Arkeolog Altan Türe, gerekli
şartlar hazırlanmadan ihaleye çıkılmasını yanlış
buldu. Türe, şöyle konuştu: "Buraları kiralayan
kuruluşlar öncelikle güvenliği ve koruma dengesini
oluşturmalı. Kapıda bilet kesmekle olmaz. Bir ören
yeri veya müzede bir eser zarar görürse ya da
hırsızlık olursa bunun hesabını kim verecek?" dedi.
Kaya mezarlarının da özelleştirme kapsamında yer
alması şaşırtıcı. Zaten herkes görüyor. Buraya giriş
çıkış nasıl olacak? Ayrıca kaya mezarlarındaki erime
giderilmeden, tahribat onarılmadan kiralamak doğru
değil."
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Marmaris
Bölge Yürütme Kurulu Başkanı İsmail Özbozdağ, ören
yerlerinin özelleştirilmesine karşı olduğunu
açıkladı. Özbozdağ, "Ben şahsen müze ve ören
yerlerinin özelleştirilmesine karşıyım. Çünkü onlar
birer fabrika değil, bizim kültürel mirasımız. Başka
kişilere kiralanması doğru değil ama TÜRSAB'a
kiralanabilir. Çünkü TÜRSAB bakanlık nezdinde
kurulmuştur. Kar amacı güdülerek böyle bir şeyin
yapılması yanlış. Avrupa'da böyle bir uygulama yok"
dedi.
İşte
ihaleye açılan müze ve ören yerleri
İstanbul Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi,
Efes Örenyeri alt ve üst kapı, Topkapı Sarayı Müzesi
Harem Dairesi, Göreme Açık Hava Müzesi, Kariye
Müzesi, Aspendos Örenyeri, Troia Örenyeri, Kaymaklı
Yeraltı Şehri, Akropol Örenyeri, İstanbul Arkeoloji
Müzeleri, Alanya Kalesi, Bodrum Sualtı Müzesi, Myra
Örenyeri, Noel Baba Müzesi, Anadolu Medeniyetleri
Müzesi, Perge Örenyeri, Derinkuyu Yeraltı Şehri,
Efes Örenyeri Yamaçevler, Sümela Manastırı, Phaselis
Örenyeri, Asklepion Örenyeri, Antalya Müzesi, Türk
ve İslam Eserleri Müzesi, Sedir Adası, St. Jean
Anıtı, Side Örenyeri, Olympos Örenyeri, Afrodisias
Müze Ve Örenyeri, Efes Müzesi, Göreme Açık Hava
Müzesi Karanlık Kilise, Zelve Örenyeri-Paşabağlar
Örenyeri, Hatay Müzesi, Ihlara Vadisi Örenyeri,
Özkonak Yeraltı Şehri, Patara Örenyeri, Mausoleion
Örenyeri, Kaunos Örenyeri, Didim Örenyeri, Assos
Örenyeri, Side Müzesi, Kaunos Kaya Mezarlığı, Mozaik
Müzesi, Knidos Örenyeri, Milet Örenyeri, Simena
Örenyeri, Cennet - Cehennem Örenyeri, Termessos
Örenyeri.
Yeni Asır, Haber: Osman Akça - Fatih Abacıoğlu,
21.07.2010
|
FİLYOS'TA KAZI
ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Çaycuma İlçesi'ne bağlı
Filyos beldesinde, kazı çalışmaları başladı.
Filyos beldesinde, tiyatro bölümünde kazı
çalışmaları Sümer Atasoy’un başkanlığında bulunan 25
kişilik kazı ekibi tarafından başlatıldı. 2006
yılından itibaren üniversitelerin tatile girmesi ile
yapılabilen kazı çalışmaları, bu yıl antik
tiyatronun bulunduğu kısımda sürdürülüyor. Bu yılki
çalışmalar için 160 bin TL ödenek ayrıldığı
açıklanmıştı.
4 yıldır süren çalışmalarda, MS 12. ve 13.
yüzyıllarda yaşayan insanlara ait olabileceği tahmin
edilen kafatası, Bizans, Roma ve Ortaçağ dönemlerine
ait renkli çanak, çömlek sikke ile yazılı eserler,
kale, sahil surları, su kemeri, tonozlu galeri,
tiyatro, savunma kulesi ve çeşitli mezarlar
bulunmuştu
Değişim Medya,
21.07.2010
|
|
BÜYÜK SIR ÇÖZÜLDÜ
Şimdiye kadar Leonardo Da
Vinci'nin Mona Lisa'yı tam olarak nasıl resmettiği
bir sır
olarak kalmıştı. Ancak bilimadamları ünlü resmi
X-ışınlarıyla inceledikten sonra Da Vinci'nin
tekniğini anlamaya çok yaklaştı.
Bilimadamlarının keşfettiğine göre Da Vinci,
Rönesans döneminde kullanılan ve sfumato adıyla
anılan bir teknik
kullandı. Sfumato; ince boyaların, hafif tabakaların
ve yağın karışımıyla gerçeğe yakın gölgeler
yapabilme tekniğidir. Da Vinci'nin farkı ise
kullandığı tabakaların oldukça ince olması. Leonardo
30 katman boyayı, yalnızca 40 mikrometre kalınlığa
getirerek oluşturmayı başardı. Bu kalınlık insan saç
telinin yarısına denk geliyor.
X- ışınlarıyla resmi inceleyen bilimadamları,
bugünün teknolojisine rağmen Mona Lisa'da fırça
darbelerini görebilmenin imkansız olduğunu
söylüyorlar. Resmin içinde gizli mesajlara dair
herhangi bir ipucu ise görülemedi.
Hürriyet, 21.07.2010
|
METROPOLİS ANTİK KENTİNDE YENİ DÖNEM KAZILARI
BAŞLADI

İzmir'in Torbalı İlçesi'nde bulunan Metropolis
antik kentinde yeni dönem kazı çalışmalarının
başladığı bildirildi. Sabancı
Vakfı'ndan yapılan yazılı açıklamada, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın izni, Sabancı Vakfı, Trakya
Üniversitesi ve Torbalı Belediyesi iş birliğiyle
kazı çalışmaları 20 yıldır sürdürülen Metropolis
Antik Kenti'nde, yeni dönem arazi faaliyetleri ve
kazı çalışmalarına başlandı.
Kazı
çalışmalarının, Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Serdar Aybek
başkanlığındaki, 35 işçi, 25 öğrenci ve arkeologdan
oluşan kazı ekibi tarafından yürütüldüğü belirtildi.
Kazıların,
kent yaşamı hakkında bilgilerin ortaya çıkartılacağı
evler ve caddeler üzerinde sürdürüldüğü işaret
edilen açıklamada, çalışmaların eylül ayında
tamamlanacağı kaydedildi.
Yard. Doç.Dr.
Aybek, 2010 yılı çalışmalarında, Roma Hamamının alt
kısmında bulunan Güreş Alanında yoğunlaşacaklarını,
restorasyon projeleri gerçekleştirileceğini ifade
etti.
Sabancı Vakfı
Genel Müdürü Hüsnü Paçacıoğlu ise Sabancı Vakfı
olarak, Metropolis gibi bir tarihsel değerin ortaya
çıkarıldığı bilimsel kazılara destek vermekten
mutluluk duyduklarını belirterek, ''Metropolis'in
tarihi zenginliklerinin ülkemiz turizmine olduğu
kadar, yöre halkına ekonomik değer katacağına
inanıyoruz'' ifadelerini kullandı.
Metropolis antik kentinde yapılan kazılarda, kent dokusunu
oluşturan yapılar ve mekanlar bulundu. Çalışmalar
sırasında, seramik, sikke, cam, mimari parçalar,
figürler, heykeller, kemik ve fildişi eserler ile
maden eserlerden oluşan 9 bin 559 tarihi eser gün
yüzüne çıkarıldı.
Kazılarda elde
edilen eserler, İzmir Tarih ve Sanat Müzesi, İzmir
Arkeoloji Müzesi ve Efes Müzesinde sergileniyor.
Turizm Gazetesi, 21.07.2010
|
KASADAKİ KAFKA KİMİN OLACAK?
Franz Kafka’nın
elyazması eserleriyle dolu olan ve 50 yıl önce
mühürlenen Zürih’teki dört banka kasası mahkeme
kararıyla açıldı. Mahkeme, belgeleri ya davacı kız
kardeşlere teslim edecek ya da İsrail hükümetine...
“Kafkaesk” dava, ünlü yazarın hiç yayımlanmamış
eserlerini gün yüzüne çıkarabilir.
Praglı Yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1883
yılında dünyaya gelen ve kendisini tarihin en büyük
yazarları arasına sokan eserlerin yayınlanmasından
önce, 1924’te hayata gözlerini yuman Franz Kafka ile
ilgili veraset davasında kritik bir viraj alındı. Max Brod adlı arkadaşı, vasiyetine karşı gelerek
Kafka’nın eserlerini yakmak yerine yayınlamıştı.
Brod’un ölümünün ardından eserlerin telif hakları,
İsrail’de yaşayan eski sekreteri ve sevgilisi Esther
Hoffe’ye geçmişti. Şimdi Hoffe’nin iki kızı,
savaşlar nedeniyle bir ülkeden bir ülkeye kaçılıp
sonunda banka kasalarında güvenceye alınan belgeler
üzerinde hak iddia ediyor.
İsrailli yargıç Talia Koppelman’ın talimatı üzerine
geçen hafta İsrail’deki bir bankanın altı kasası
açılarak Kafka’ya ait elyazması belgeler incelendi.
Dün de Zürih’teki UBS bankasında bulunan ve 1956’dan
beri kapalı tutulan dört kasa, edebiyat ve arşiv
uzmanları denetiminde açıldı. Ancak iki kız kardeş,
kasaların içeriğine yayın yasağı koydurduğu için bu
konuda bilgi verilmedi.
Kız kardeşler daha önce Kafka’nın “Dava” adlı
eserinin elyazması orijinalini bir Alman müzesine
satmıştı. Mahkeme, belgeleri ya kız kardeşlere
teslim edecek ya da İsrail hükümetine... Her iki
durumda da belgelerin içeriği çok yakında
açıklanacak. Davayı yakında izleyenler, “edebi
mücevherlerin” gün ışığına çıkabileceğini düşünüyor.
Zira bilinen eserlerin yanısıra, hem Kafka’nın hiç
yayınlanmamış kurgularının, hem de kişiliği hakkında
önemli ipuçları verecek kişisel belgelerin
koleksiyonda yer aldığı sanılıyor.
Hürriyet, 21.07.2010
|
KÜLTÜRÜN YANSIMASI YOK OLUYOR

Kentin kuruluş
süreci içerisinde yer alan Erzurum Evleri, iklim
şartları, savaşlar ve afetlerden dolayı harabeye
dönüşmüş ve artık yıkılma durumu ile karşı karşıya
kaldı. En eskilerinin tarihi 18. yüz yıla kadar
giden Erzurum Evleri, Selçuklu ve Osmanlı döneminin
özelliklerini yansıtıyor.
Erzurum evlerindeki yapı sanatı kuşaktan kuşağa
gelişerek sürdürülmüş ve evlerin iklim koşullarının
olumsuzluklarına göre biçimlenişi yöre mimarlığına
ayrı bir özellik kazandırıyor. Büyük boyutlu olan
evler kalın kesme taş duvarlarla inşa edilirken
belli aralıklarla yatay ahşap hatıllarla birbirine
bağlanıyor. Bu uygulama ağır taş yapımının deprem
yüklerini karşılayabilmesi için yapılıyor.
Tarihi Erzurum Evlerinin, yapılarında çeşitli taş
cinsleri uygulanmış ve bunlardan koyu renkli bazalt
türü Karataş temellerde ve su basmalarında, hafif
kalker cinsi olan boztaş ise binanın dış yüzeylerini
oluşturan duvarlarda kullanılmıştır Kırmızı ve
pembeye çalan kamber taşına bazı varlıklı ailelerin
evlerinde rastlanmaktadır. Evlerin, ara duvarlarda
tuğla malzemelerden yararlanılmıştır. Ancak taş ve
ahşap kadar kullanım alanı yoktur. Ahşap ise taştan
sonra en çok kullanılan yapı malzemesidir. Söğüt,
kavak ve çam türlerinden başka ağaç cinslerine pek
rastlanılmaz. Çıralı çam dayanıklı olduğundan
taşıyıcı kirişlemelerde, pencere ve kapılarda, taş
duvar içindeki ahşap hatıllarda kullanılmıştır.
Erzurum evleri, taş duvarlar pencere ve kapı yanları
dahil köşelerde kesme, orta kısımlarda ise moloz
yığma sistemiyle inşa edilmiştir. Bu genel uygulama
dışında ayrıca zengin evlerinde tüm yüzeylerin kesme
taşla oluşturulduğu örnekler vardır. İç duvarlar
tuğlayla örüldüğünden bağlayıcı olarak kireç harç
kullanılmış ve. Bağdadi sistemle ara bölmeler
yapıldığında ise iki bağdadi çıtaları arasında
izolasyonu sağlamak üzere ot ya da samanla
doldurulmuştur. Erzurum evlerinin cephelerinde en
önemli öğe ise çıkmalarıdır. Bazı örneklerde zemin
kata tavan olan üst kat döşemesi, 40 ile
90 santimetre kadar dışarıya
taşırarak verev çıkmalar yapılmıştır. Diğer bazı
örneklerde ise tüm kat değil odaların bazıları sokağa
taşırılmıştır. Plan şemasındaki Erzurum evi
karakterini zemin kattaki avluya Tandırevi çözümleri
belirler. Giriş kapısından içeri geçildiğinde önce
avluya ulaşılır. Buradan yandaki mekanlara, tandır
evine ve üst katta divanhaneye geçilir.Tandır evinin
plan şeması kare, dikdörtgen ya da uzun dikdörtgen
olabilir.
Erzurum evlerinin ana özelliklerini belirleyen
önemli bir etkende yapı malzemesidir. Ana yapı
malzemesi taş, ahşap, toprak, tuğla ve maden olarak
ele alınır.
Erzurum Gazetesi,
21.07.2010
|
 |
ZENGİBAR'DA ONARIM BAŞLADI
Malatya'nın Darende İlçesi'ndeki Zengibar Kale Kapısı onarımına başlanıldı. Darende Kaymakamlığı tarafından başlatılan Zengibar kale kapısının rölöve ve restorasyon projesi hayata geçiyor. Proje Kayseri Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz ay ihale edilmişti. İhale edilen firma elemanları onarılacak olan Zengibar Kale Kapısına iskele kurarak onarımına başlandı. Kaymakam Murat Uzunparmak konu ilgili şunları söyledi:
"İlçemizin önemli tarihi değerlerinden olan Zengibar Kalesi kapısının onarım işi. Kayseri Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce ihale edilerek yüklenici firmaya yer teslimini yaptık. Yaptığımız bu çalışma neticesinde birçok uygarlığa şahitlik eden önemli bir tarihi eser daha yok olmaktan kurtaracağız. Kale kapısındaki restorasyon işinin bu yıl sonuna kadar tamamlamasını hedefliyoruz. Kapının onarımını müteakip bu bölgenin çevre düzenlemesi, ağaçlandırılması ve aydınlatılması amacıyla İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden Prof Dr. Mehmet Ocakçı tarafından bir proje hazırlanıyor. Bu çalışmaların sonunda tamamlanacak proje ile tarihimize sahip çıkmanın yanında. Burasının turizme kazandırmayı da hedefledik" dedi.
Malatya Haber, 21.07.2010
|
KUBADABAD'DA TARİH ÖNCESİ YAŞAM
Sultan Alaeddin Keykubat'ın yazlık saray olarak kullandığı Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubadabad Sarayları'nda tarih öncesine ait yerleşim olduğu ortaya çıktı.
Bölgede 30 yıldır kazı çalışmalarını sürdüren Kazı Başkanı Prof.Dr. Rüçhan Arık, tarihi sarayların bulunduğu alanın sadece Selçukluların değil, tarih öncesi çağlarda insanların yerleşim yeri olduğunun gün yüzüne çıktığını söyledi. Arık, "Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı gibi dönemlerde de bu alanın önemli bir yer tuttuğu görülüyor. Bu bakımdan bu bölgenin değeri giderek artıyor" dedi.
Kazı çalışmalarında ödenekle ilgili maddi sıkıntılar yaşandığını da aktaran Prof.Dr. Arık, gelen paranın ancak işçi ücretine yetebildiğini, bu sıkıntıları giderebilmek için gayret gösterdiklerini, sponsor arayışı içerisine girdiklerini söyledi.
18 Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Rüçhan Arık, bu yıl Haziran ayında aralarında 3 profesörün de olduğu 7 akademisyen ve 15 öğrenci ile birlikte yürüttükleri kazı çalışmalarının büyük bir hızla devam ettiğini söyledi. Kazılarla birlikte çok değerli bulguların ortaya çıktığını anlatan Arık, bölgede yerleşmenin sadece Selçukluların değil, tarih öncesinde de olduğuna dair buluntuların gün yüzüne çıktığını bildirdi. Tarih öncesine ait Kalkolitik ve İlk Tunç çağlarında bölgede insan yerleşiminin önemli bir yer tuttuğunun dikkat çektiğini kaydeden Arık, "Bu bakımdan da bu bölgenin değeri giderek artıyor. Biz, yaptığımız çalışmalarla yine Selçuklu dönemine ait yapıları ortaya çıkarmaya devam ediyoruz. Külliyenin batısındaki alanda kazımız devam ediyor. Orada ise henüz ne olduğunu tam anlayamadığımız büyük bir yapı ortaya çıkmakta. Oradaki şantiyede geçen yıllar çok değerli malzemeler çıktı. Bunlardan çiniler çok önemli. Bu, büyük sarayda rastladığımız çinilerden çok daha farklı. Bunlar dünyadaki tek örnek. Kubadabad Sarayı'nın çinileri gerçekten tek örnek ve Anadolu'da çiniciliğin doruk noktasına varmış olduğu örnekler" diye konuştu.
Kazı çalışmalarında Selçukluların hiç bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkarıldığını da kaydeden Arık, bunlardan birisinin de Selçuklu cam işçiliği olduğunu dile getirdi. Arık, kazı çalışmaları devam ederken, önümüzdeki dönemde ise bölgenin teknik ve bilimsel yönlerini ortaya koyan birinci kazı raporu olacak şekilde bir kitabın hazırlandığını anlattı.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, kazı alanında yaptığı açıklamada, bu bölgenin aynı zamanda bir okul niteliğinde olduğunu belirtti. Sarayların bulunduğu alanın bilindiği kadarıyla dünyadaki tek Selçuklu sivil saray mimari örneği olduğunu vurgulayan Çıpan, bu bölgeyi bir kültür cazibe merkezi haline getirebilmek için gayret gösterdiklerini dile getirdi.
Konya Kent Haber, 20.07.2010
|

 |



|
ANTİK KENT SİT ALANI İLAN EDİLDİ
Gümüşhane merkeze bağlı Yağlıdere Köyü sınırları içerisinde bulunan ve Karadeniz bölgesinin turizm merkezlerinden birisi olan Krom Antik Kenti 3.derece arkeolojik sit alanı ilan edildi.
Kararın geçtiğimiz günlerde kendisine resmi yazı ile tebliğ edildiğini belirten Yağlıdere Köyü muhtarı Gürbüz Demir, “Kromni” olarak adlandırılan yerleşim yerinin bulunduğu vadinin Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından korumaya alındığını söyledi. Vadinin 3. derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edildiğini ifade eden Demir, bölgenin antik çağdan beri önemli bir yerleşim yeri olduğu, tarihi dokusu, yaşadığı dönemin sosyal, ekonomik, kültürel ve mimari değerlerini yansıtması sebebiyle, mevcut yapısının korunabilmesi için sit alanı türünün 3. derece arkeolojik sit olmasına karar verildiğini ifade etti.
Koruma Kurulu'nun kararını değerlendiren Demir, gelişmelerin, vadinin gelecek nesillere aktarılabilmesi adına mutluluk verici olduğunu belirterek “Bölgede yapılacak her türlü uygulama öncesi Kültür ve Tabiat varlıklarını koruma kurulundan izin alınması gerekiyor” dedi.
Bir zamanlar 10 bin kişinin yaşadığı ifade edilen ve madencilikle geçimlerini sağladığı bilinen bölgede, 30’dan fazla kilise, manastır ve şapel bulunuyor. Taş işçiliğinin dikkat çektiği bölge Olucak Köyü'nde bulunan İmera Manastırı’na da komşu. Camiboğazı ve İstavri yaylalarına kısa mesafede bulunan bölgede çok sayıda taş bina hala ayakta duruyor. Bugün Yunanistan sınırları içerisinde Kromni adı altında bir kasaba olduğu biliniyor.
Gümüşhane Kent Haber, 20.07.2010
|
İZMİR'İN 'TARİHİ' TOPLANIYOR

İzmir
Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve
Müzesi (APKAM) Müdürü
Dr. Oktay Gökdemir,
ABD,
Fransa ve
Yunanistan ile Türkiye'nin dört bir
yanından İzmir'le ilgili tarihi belge, bilgi ve
kültürel malzemeleri bir araya getirip,
tasnifleyerek, araştırmacılara ve gelecek kuşaklara
aktarmaya çalıştıklarını bildirdi.
Dr. Gökdemir, yaptığı açıklamada, yurt içi ve yurt
dışında yaptıkları çalışmalarla İzmir'in kültürel,
ekonomik ve tarihsel birikimini toplamaya ve ''canlı
tutmaya'' gayret gösterdiklerini belirtti.
Yunanistan'ın
Küçük Asya
Araştırmalar Merkezi ile yaptıkları
protokolle 1924 yılında yaşanan mübadeleyle ilgili
İzmir ve çevresinde yaşananları, Rumların sözlü
tarihi tutanaklarını bir araya getirdiklerini
kaydeden Dr. Gökdemir, 19. yüzyılda İzmir'de, farklı
kültürler ve hayat tarzlarına yönelik çıkan Rumca
gazetelerin önemli parçalarını müzeye
kazandırdıklarını söyledi.
Dr. Gökdemir, ayrıca 19. yüzyıldan itibaren
yayımlanan ve İzmir Milli Kütüphanesi'nde bulunan
Rumca, Osmanlıca ve Türkçe gazeteleri dijital ortama
aktardıklarını anlatarak, şu bilgileri verdi:
''Kütüphanede Türkçe basılı Ahenk, Hizmet, Anadolu
ve Köylü gazetelerini dijital ortama aldık. İzmir'in
tarihsel kültürünü gelecek kuşaklara taşıma görevini
yerine getiriyoruz. İzmir yangınıyla ilgili gerek
yurt içi, gerekse yurt dışında arşiv çalışmasını
sürdürüyoruz. ABD Kongre Kütüphanesi ve Fransa'da
İzmir yangınıyla ilgili önemli resmi kayıtları
topladık. Görsel malzemeleri ve dokümanları kent
arşivi ve müzesinde araştırmacılara açık hale
getirdik.
Arşivciliğin yanı sıra kentlilik bilincini
oluşturmak için tarihsel ve kültürel çalışmalara
imza atıyoruz. 15 gün içinde Vasıf Çınar Bulvarı'nda
'İzmir'in Tarihi', Konak Meydanı'nda ise 'Kemeraltı'nın
Tarihi'' konulu Türkçe İngilizce resimli açık hava
sergisi gerçekleştireceğiz.''
İzmir'in Çankaya semtinde eski itfaiye binasında
bulunan APKAM'da, yılda bir kez konulu sergi
düzenlediklerini anımsatan Dr. Oktay Gökdemir, 29
Ekimde ''Kent ve Ulaşım'' başlıklı sergiyi
hazırlayacaklarını ifade etti.
Gökdemir, müzenin bugüne kadar kentin belleğine
yönelik 68 kitap yayınladığını, 15 gün içinde
''öznesi İzmir'' olan 3 yeni kitabın da
basılacağını, eylül ayında ''Kent Kültürü Dergisi''nin
yeniden yayınlanacağını açıkladı.
Gökdemir, ilk 6 ayda müzeden 34'ü yabancı 330
araştırmacının yararlandığını, 79 sivil toplum
kuruluşunun çeşitli konularda düzenlediği
konferansları 3 bin 660 kişinin dinlediğini, 23
okuldan bin 275 öğrenci ile 3 bin 958 kişinin müzeyi
gezdiğini dile getirdi.
Habertürk, 20.07.2010
|
MARDİN'E SİHİRLİ BİR DOKUNUŞ

Mardin’in merkezindeki meydana gelince bir
bakıyorsunuz önce, nereye gitsem, nereden başlasam
diye. Minibüsler, insanlar, arabalar, otobüsler
geçiyor etrafınızdan ama siz nereye gideceğinizi
bilmiyorsunuz. Bir işaret arıyorsunuz, bir
yönlendirme… Bir umutla, en son gelişimden
hatırladığım turizm danışma kulübesine bakıyorum,
bienalle ilgili bir afiş, bir harita bulurum diye
ama orası da güvenlik noktası haline getirilmiş.
Elde hiçbir şey yok.

Bir
tanıdığımı arayıp soruyorum
Tokmakçılar
Konağı’nı. Kendi memleketimde yabancı
hissediyorum, bilmediğim için, ama o kadar çok konak
var ki hangisinin adı ne bilemiyorsunuz, bilseniz de
aklınızda tutamıyorsunuz. Tarifi alıp dalıyorum o
çok sevdiğim dar sokaklara ve çok sevdiğim bu
labirent sokaklarda kayboluyorum neredeyse, çünkü
“AbbaraKadabra”nın duraklarından
biri olan konak, labirentin iç kesimlerinde. Sonunda
karşıma çıkıyor, kapısında bienalle ilgili bir afiş,
tek işaret...
Konakta sizi Mehmet Çeper’in
fotoğrafı karşılıyor. İçeri doğru adımınızı
attığınız anda ise Mezopotamya denizinde salınan
küçük bir sandal çarpıyor gözünüze;
Erdal
Duman’ın özellikle geceleri denizden bir
farkı kalmayan Mezopotamya’ya bir göndermesi.
Kezban Arca Batıbeki’nin “Teneke
Balerin”inin akabinde
Hülya Özdemir
“Resmi hafıza kaybı” ile karşınıza çıkıyor.
Tony Kemplen’in bienale ismini veren
“abbara”lara ait bir yorumu olan
“An abbaration”dan sonra kendinizi bırakıyorsunuz.
Nasıl gezdim, nasıl fotoğraflar çektim, konaktan
çıkıp Zinciriye Medresesi’ne nasıl
yürüdüm, Kasımiye Medresesi’ne
nasıl vardım anlamıyorsunuz.
Maurizio
Pellegrin’in “Trenlerin uçtuğu yer”inin
fotoğraflarını çekerken kendimi
Hakan Irmak’ın
hazırladığı “Manşetin” için ziyaretçilerin yazdığı
manşetleri okurken buluyorum.
Ferhat Özgür’ün
“Azizler”i, Ahmet Müderrisoğlu’nun
“Takı(ntı)” sı, Helene Kazan’ın
“Geçmiş Zaman”ı, Serhat Kiraz, Selim
Birseli, Bertrand Ivanoff, Hüseyin Çağlayan
derken bitiveriyor duraklar peşi sıra. Bienal
Mardin’in içine, Mardin bienalin içine akıyor. Belki
de bunun için zamanın nasıl geçtiğinin farkına
varmıyor, Mardin’i mi gezdiniz yoksa bienali mi
anlayamıyorsunuz. Günü bir taşla iki kuş vurmanın
tatmini ile bitiriyorsunuz.

Bienal ve
Mardin birbirleriyle yoğrulmuş. Abbara da eklenince
tat versin diye bu güzel hamura, ortaya
“AbbaraKadabra” çıkmış. Bir sonraki bienal
için daha büyük beklentiler içine giriyorsunuz.
Mardin’e tümüyle yayılmış, sokaklara taşmış, daha
iyi yönlendirmelere sahip, daha çok ziyaretçi, daha
çok ziyaretçi, daha çok ziyaretçi alan,
etkinliklerle dolu bir bienal. Ve biliyorsunuz ki
iki sene sonra geldiğinizde beklediğinizden de çok
etkileyecek sizi, bu gelişinizde olduğu gibi...
Yapı, Haber: Neslihan Küçükaslan, 20.07.2010
|
YERALTI ŞEHRİ ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR
Kayseri'nin Talas İlçesi'nde sarnıçlı yeraltı şehri ziyaretçileri bekliyor.
Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım, Kiçiköy Mahallesi'nde bulunan yeraltı şehrinin yapılan 4 yıllık bir çalışma sonrasında ortaya çıkarıldığını belirterek, “Buralarda yeraltı şehri olduğu bize söylendi. Biz de bir ekip ile çalışmalara başladık ve yeraltı şehrini tespit ettik. Gerekli yasal başvurular yapıldıktan sonra yeraltı şehrinde çalışmalara başladık ve yollarını ortaya çıkardık. Çalışmaların tamamı arkeologlar nezaretinde gerçekleştirildi” dedi.
Sarnıçlı yeraltı şehrinin adeta iğne ile kuyu kazılarak ortaya çıkarıldığını söyleyen Rifat Yıldırım, “Kazılar sırasında çeşitli araştırmalar yapıldı. Araştırmalar sonrasında bu bölgede MS 300. yıl döneminde insanların yaşadıkları ve bu yeraltı şehrini kullandıkları tespit edildi. Yeraltı şehrinin muhtelif kolları var” diye konuştu.
Yeraltı şehrinde yapılan çalışmalar sonrasında bir sarnıcın da bulunduğunu söyleyen Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım, “Burası sarnıç bulunan tek yeraltı şehri. Sarnıca dışarıdan bir şekilde dolma su alınarak içerideki insanların su ihtiyacı karşılanmış” dedi. Yeraltı şehrinin aslına zarar verilmeden ziyarete hazır hale getirildiğinin altını çizen Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım, “Bu vadinin diğer bölgelerinde de yeraltı şehirleri var. Bu bölgede yapılacak olan düzenlemelerde yeraltı şehirlerini ortaya çıkaracağız ve turizme kazandıracağız. Talas'ın peri bacaları dışında bir eksiği yok. Talas İlçesi'nde turizmi hareketlendireceğiz” ifadesinde bulundu.
Yeraltı şehrinin ziyarete hazır hale getirildiğini söyleyen Yıldırım, “Önümüzdeki hafta bu yeraltı şehri ziyarete açılacak. 2 rehberimiz gelen vatandaşlara yardımcı olacak” dedi.
Kayseri Kent Haber, 22.07.2010
|

 |
YEĞENAĞA'DA TARİH GÖÇÜYOR

Erzurum’un, tarihi
Erzurum Evleri ile meşhur mahallesi Yeğen Ağa’da,
tarih adeta göçüyor. Tarihi evlerin koruma altına
alınması yönündeki girişimlerini bıkıp usanmadan
devam eden Mahalle Muhtarı Sebahattin Gözeler ise,
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bile kapısını
çalmasına rağmen bir sonuç alamadı. Gözeler, “Burada
göçüp giden kendi tarihimiz ama bu durum kimsenin
umurunda bile değil.” dedi.
Erzurum’un tarihi
evleriyle meşhur olan Yeğen Ağa Mahallesi’nden
yükselen feryat bir türlü karşılık bulmuyor.
Tescillilerle birlikte yaklaşık 20 tarihi evin
bulunduğu Yeğen Ağa Mahallesi’nde, çok sayıda eski
Erzurum Evi, her geçen gün biraz daha göçüyor.
Mahalle Muhtarı Sebahattin Gözeler, eski Erzurum
Evleri’nin bulunduğu sokakların, Erzurum’un tarihine
tutulan bir ayna olduğuna dikkati çekerek, “Herkes
zannediyor ki burada taş binalar yıkılıyor. Halbuki
bu sokaklarda asıl Erzurum göçüyor, tarihimiz
göçüyor, kültürümüz göçüyor. Ama bu manzara nedense
hiç kimsenin umurunda bile değil.” diye konuştu.
Tarih Erzurum Evleri’nin kurtarılabilmesi için
yıllardır mücadele verdiğini ve bu doğrultuda
çalmadık kapı bırakmadığını vurgulayan Muhtar
Gözeler, en son Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
kapısını çaldığını belirtti. Gözeler, “Mahalle
sakinlerinden topladığım imzalı dilekçelerle Kültür
ve Turizm Bakanlığı’na bile gittim. Bize ‘tamam,
ilgileneceğiz’ dediler, o kadar. Ne gelen oldu, ne
de bu evlerin halini, hatırını soran.” dedi.
Yeğen Ağa
Mahallesi’nin, Erzurum’un aynası olduğunu ve her bir
sokağının tarih koktuğunu vurgulayan Muhtar
Sebahattin Gözeler, “Bugünkü Paşalar Caddesi nasıl
ki tüm yöneticilerin ikametleriyse, Yeğen Ağa
Mahallesi de, Osmanlı dönemi Erzurum’unun
yöneticilerinin ikametleriyle d oluymuş. Bu
sokaklarda Osmanlı Valisi’nin evi vardı, yıkıldı.
Milli Mücadele kahramanlarından birçoğunun konağı
vardı, hepsi yıkıldı. Erzurum’da Iran Konsolosu bile
bir dönemler Yeğen Ağa Mahallesi’nde otururmuş.
Şehrin ileri gelenleri de öyle. Ama gelin görün ki,
o dönemin ihtişamlı Yeğen Ağa Mahallesi’nden
günümüze yıkık_dökük ve kaderlerine terk edilmiş
tarihi evler kaldı.” şeklinde konuştu.
Tarihi Erzurum
evlerine yönelik olarak girişimde bulunulması için
belediyelerle de temasa geçtiklerini vurgulayan
Yeğen Ağa Mahallesi Muhtarı Sebahattin Gözeler, “Her
seferinde bize, ‘restore edeceğiz’ dediler. Ama
bugüne kadar atılmış tek bir adım dahi yok.” dedi.
Öte yandan her
geçen gün biraz daha göçen evlerin, muhtemel
kazalara da davetiye çıkarabileceğini dile getiren
Muhtar Gözeler, “Göçen bu evler yüzünden ileride
birinin başına herhangi bir kaza gelirse, işte asıl
ona yanarım. Çünkü evlerin üzerinden her gün bir
parça kayıyor, her gün bir taş düşüyor. Çocuklar bu
evlerin önünde oyun oynuyorlar. Burada birçok insan,
başına taş düşmekten son anda kurtuldu. Bu da bu
evlerle ilgili olarak yaşadığımız bir başka sorun.”
ifadelerini kullandı.
Erzurum Gazetesi, 20.07.2010
|
 |
GÖLGESİNDE İKİ İMPARATORLUK BATAN ÇINAR
Trakya’da, Kırklareli’nin Vize İlçesi'ne bağlı Çakıllı beldesinde, sekiz asırlık bir çınar var.
Sekiz yüz yıl önce, yani 1200’lü yıllarda Bizanslı çobanlar bu çınarın gölgesinde koyun otlatırken Osmanlı Devleti henüz kurulmamıştı.
Bu hesaba göre Çakıllı çınarı Doğu Roma’nın çöküşüne, Osmanlı İmparatorluğu’nun hem doğuşuna hem de batışına tanık oldu.
Kırklareli Müzesi tarafından 'Anıt Ağaç' olarak tescil edilen çınarın gövde kalınlığı 9 buçuk-10 metre, çapı üç, boyu ise 20 metreden fazla. Ağacın yaşı, çapıyla boyunun karşılaştırmasından tahmin yürütülerek hesaplanmış. Yani ağaç üzerinde bugüne kadar bilimsel bir araştırma yapılmış değil.
Vaktiyle bazı kişilerin define olabileceği düşüncesiyle ağacın kovuğunda kazı yaptıkları belirtilirken, artık bölge halkı artık ağacın kıymetini bilindiğini dile getiriyor. Devrilmesinden korkulduğu için gövdesi toprak doldurarak takviye edilen ağacın üstüne de, '813 yaşında anıt ağaç' tabela asılmış durumda. (Acaba O 13 yılı nasıl hesapladılar?)
Kırklareli Kent Haber, 22.07.2010
|
ANADOLU'NUN BAĞRINDAKİ MÜZE AÇILDI
Prof.Dr. Hüsamettin Koçan tarafından,
Bayburt'un Bayraktar Köyü'nde yaptırılan Baksı
Müzesi'nin açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın katılımıyla gerçekleştirildi.
Baksı Kültür ve Sanat Vakfı tarafından merkeze
bağlı Bayraktar Köyü'nde yaptırılan Baksı Müzesi Halk
Sanatları Araştırma Uygulama Merkezi'nin açılış
törenine katılan Günay, Müzenin kurucusu Prof.Dr.
Hüsamettin Koçan ile müzeyi gezerek kendisinden
bilgi aldı.
Günay, açılışın ardından yaptığı konuşmada, görev
süresi içinde en güzel günlerden birini yaşadığını
vurgulayarak, “Bunu geçen yaz
İzmir Menderes'in bir köyünde 8 köy halkının bir
araya toplandığı meydanda söylemiştim son defa.
'Kültür sanat hizmetine susamış, hayatın
güzelliklerinden yararlanma ihtiyacı olan ama imkanı
olmayan insanlara bir sanat eserini götürmenin,
onların coşkusunu, sevincini paylaşmanın
güzelliğiyle bu akşam benim yaşadığım en güzel
gecelerden birisi' demiştim. Ama itiraf ediyorum ki
bugün burada duyduğum sevinç ve heyecan onların
hepsinden çok fazla” diye konuştu.
Yaklaşık 10 yıl önce Bayburt ziyaretinde
Hüsamettin Koçan'ın köyünde müze fikrini kendisine
anlattığını dile getiren Günay, “İçimden 'sanatçı
biraz da deli olur' diye geçmişti. Bu dağ başında,
Bayburt'un gidilebilen son köyünde, buraları
yaşanabilir, gidilebilir kılan, inanılmaz bir fikir
projesi ve onun hayata geçmesi gerçekten çok önemli”
diye konuştu.
Yapılan bu müzenin kendisine Ferhat'ın aşkını
hatırlattığını ifade eden Günay, “Ferhat sevdiğine
kavuşmak için uzun ve sabırlı bir emekle bir yerden
ulaşılmaz başka bir yere su taşımış. Öyle sanıyorum
ki siz de eşiniz Oya Hanım'a buraları sevdirmek için
Baksı Köyü'ne su getirmişsiniz. Sizi bütün kalbimle
alkışlıyorum. Sizi bu köyün efsanelerden çıkıp
gelmiş çağdaş Ferhat ve Şirin'i olarak selamlamama
izin verin” dedi.

Günay, Koçan için, “Hangi evlat, anasına ve
babasına, doğduğu toprağa böyle güzel bir anıt
dikebilir? Bu nasıl bir baba sevgisidir, bu nasıl
bir vatan, toprak sevgisidir? Allah sizin gibi
evlatları bu vatanda çoğaltsın. Vatanını sevmek,
Atatürk'ün söylediği gibi en fazla hizmet etmektir”
şeklindeki görüşünü dile getirdi.
Geçen yıl dünyanın önde gelen 10 ülkesinin
dokuzunda turist sayısının ekonomik kriz nedeniyle
azaldığını, bu sayının sadece Türkiye'de arttığını
anlatan Günay, “Türkiye'de ziyaretçi sayısı 26
milyondan 27 milyona çıktı, 30'a doğru gidiyoruz.
Üçte biri
Antalya'ya geliyor, gelenlerin en azından 10'da
biri bu bölgelere gelsin. Bu bereketten bizim
gençlerimiz, çocuklarımız da yararlanabilsinler.
Onun yarattığı istihdamdan yararlanabilsinler” diye
konuştu.
Bakan Günay, terör olaylarına da değinerek, şöyle
devam etti:
“Güne sıkıntılı haberlerle başladık. Bir takım
hainler çocuklarımıza, canımıza kıydılar. Bunlar
olmasa, Türkiye'nin bir yöresinde bu ihanet odakları
dursa, sussa, Türkiye'nin her tarafına
götürebileceğimiz ne kadar büyük, güzel imkanlar
var. Biz kaynaklarımızı silahlanmaya değil,
çatışmaya değil, barışa, sağlığa, sanata, kültüre,
eğitime, yola, ulaşıma ayırabilsek Türkiye çok daha
ilerilere gidebilir. Avrupa'nın 4'üncü, dünyanın
16'ncı büyük ekonomisi olan ülkeyiz. Dünyada
turizmde 7'nci sıraya yükselmiş bir ülkeyiz.
Turizmde dünyada ilk 5'e, ekonomide ilk 10'a
girebiliriz. Yeter ki kaynaklarımızı barış için
kullanmaya çalışalım.”
Hayatın ileriye doğru yaşandığını, ancak geriye
doğru bakınca anlaşıldığını vurgulayan Günay, “Bu
toprakların üzerinde ne varsa geçmişte Bizans'a,
Selçuklu'ya, Osmanlı'ya, İslam'a, küffara dair hiç
ayırmadan, ne varsa hepsi bizimdir ve hepsi bu
çocukların geleceğine taşımamız gereken birer
emanettir” diye konuştu.
Günay, en geç gelecek yaz bir akşam bu köyde
misafir kalmayı hayal ettiğini söyledi. Bu arada
konuşma bitene kadar çevredeki çocukların Günay'ın
kürsüsünün çevresinde oldukları dikkati çekti.
Baksı Müzesi kurucusu
Prof.Dr. Hüsamettin Koçan
ise öncelikle “dağları aşarak gelen, yolun bittiği
bu noktada kendilerini yalnız bırakmayan, bu
mutluluğu paylaşan”
Ertuğrul Günay'a teşekkür etti.
Bazı arkadaşlarının “Baksı Projesi akıllı adam
işi değil. Bazı arkadaşlarımız 'orada yatırım olur
mu? Oraya kimse gider mi? Yol bile geçmiyor
önünden”' şeklinde sözleri olduğunu anlatan Koçan,
“Yol bitiyor ama insan bitmiyor. Kültür, üretim,
hayaller bitmiyor. O tür eleştiriler ve uyarılar
içinde başladık ve bugüne kadar geldik. Bugüne
gelirken bu projenin arkasında değerli destekler
var. Sevgili eşim bir tanesi. Onu
Ankara'dan
İstanbul'a, sonra da dağa kaldırdık, buraya
getirdik. Bu projenin etrafında sanatçılar vardı.
Sanatçılar, çocuklar ve gurbetçiler bu projeyi
anladılar öncelikle. Sanatçı toplumun sınırlarını
genişletiyor. Çocuklar ön yargı olmadan gelecek
sevinci üretiyorlar. Gurbetçiler ise ayrılığın buruk
tadını biliyorlar. Belki de bu proje gurbetin önünü
kesecek bir proje diye düşünüp büyük moral destek
veriyorlar” diye konuştu.
Projeye önce kuşkuyla bakıldığını, kısa sürede
öneminin kavrandığını anlatan Koçan, Bayburtluların
iyi niyetine ve coşkusuna teşekkür etti. Koçan, şunları söyledi: “Bizim projenin temellerinde kültürel tasa var.
Bizde bir ikilem söz konusu. İnsanlar gelenek ve
gelecek kavramlarını düşman sayıyorlar. Gelenekçi
grubumuz yeniyi tehdit olarak algılar. Bu, kültürün
ölümü demektir. Bu proje, hem katı gelenekçiliğe hem
de geleneğe karşı çıkan fikri bir araya getiren bir
proje olarak doğdu. Alt ve üst kültürü burada
herhangi bir hiyerarşik tabana oturtmadan,
insanoğlunun arayışı olarak kabul ediyor ve
sergiliyoruz. Burası bir vakıf. Burada atölyelerimiz
var. Bu müzeyi babama, anneme ithaf ediyorum. Bu
proje bizim gibi kırsal alandaki başka projelerin
doğmasına neden olacaktır.”
Konuşmaların ardından Günay, çocuklarla hatıra
fotoğrafı çektirdi. Tören, müzenin yapımında emeği
geçenlere plaketi verilmesinin ardından Şevval
Sam'ın konseriyle sona erdi.
BAKSI MÜZESİ
Baksı Müzesi, Bayburt'ta 45 kilometre mesafedeki
Bayraktar Köyü sınırları içerisinde yer alıyor. 1500
metrekare sergileme salonu, konferans salonu,
atölye, kütüphane, 30 kişilik konuk evinin bulunduğu
toplam 30 bin metrekarelik alana kurulu müze adını,
Bayraktar Köyünün eski adı olan Kırgız dilinde
“şaman” anlamına gel “Baksı”dan alıyor.
Hürriyet, 20.07.2010
|
TARİHİ ANTEP EVLERİNE YARDIM YAPILACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı, tarihi Antep Evleri'ne yönelik proje ve uygulama yardımlarında Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı 15 tescilli yapının 15'ine de proje yardımında bulunacak.
Bakanlık ayrıca uygun gördüğü projelere de uygulama yardımı da yapacağını açıkladı, Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nin girişimleri ile Kültür Bakanlığı tarafından 2005 yılında 15 tescilli yapı için yapılan 'Tescilli Yapılara Yönelik Proje Ve Uygulama Yardımı'nın kabul gören diğer projeler için de devam ettiği vurgulandı.
Bu çalışmalarla tescilli yapıların rölöve, restorasyon ve restitüsyon projeleri hazırlanacak, projesi olan tescilli yapılara yönelik ise uygulama yardımı yapılacak. Proje ve uygulama yardımı başvurusu yapmak isteyen vatandaşlar Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı KUDEB Şube Müdürlüğü'nce yardımcı olunacak. Temmuz ayından itibaren başlayan başvurular için son tarih 1 Eylül 2010.
Turizm Gazetesi, 20.07.2010
|
 |
CAMİLER TARİHİ YANSITIYOR

Tarihiyle ön planda
olan Erzurum, camileriyle de tarih kenti olduğunu
net bir şekilde gösteriyor. Tarihi eskiye dayanan
camiler kentin tarihini yansıtıyor.
Türkiye genelinde 77 bin 777, Erzurum’da ise
212 cami bulunuyor. Erzurum da ki camilerin isimleri
ise bir mozaik oluşturuyor. Tarihi eskiye dayanan
camiler bir anlamda bölgenin tarihini yansıtıyor.
Erzurum’da bazı isimler padişah isimleri, bazıları
yer ismi, bazıları şahıs ismi, tarihi ve edebi
kişilerin isimleri, dini şahısların isimleri olan
camiler de bulunuyor.
Minarelerin beden duvarları üzerinden
yükselmesi, minareye cami içerisinden ulaşılması,
silindirik gövdeli ve tek şerefeli oluşları, şerefe
altlarında mukarnas dizisi veya silmelerin bulunması
Erzurum camilerinin ortak özellikleri arasında yer
alıyor.
İçinde bulunduğumuz üç aylar sebebiyle yoğun
bir dönem geçiren Erzurum Camilerinde, özellikle
Ramazan ayında büyük bir yoğunluk yaşanıyor. Çoğu
Osmanlı ve Selçuklu döneminde inşa edilen camiiler,
süslemeleri ve işlemeleri ile o dönemin
özelliklerini yansıtıyor.
Erzurum’daki bazı camiler ve tarihi
bilgileri ise şöyle;
Ulu Cami (Atabek Camii) :Şehir içinde
Cumhuriyet Caddesi üzerindedir. Anadolu Selçuklu ulu
camilerinin tüm özelliklerini yansıtır. Cami
dikdörtgen planlıdır. Esas itibariyle güney duvarına
dikey uzanan 7 neften oluşmaktadır.
Lala Mustafa Paşa Camii: Erzurum’un
merkezini oluşturan cami, Erzurum’daki ilk Osmanlı
camisidir. Kitabesine göre 1562 yılında Lala Mustafa
Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mimarbaşı Koca
Sinan’ın eserlerinin listesini veren tezkirelere
göre caminin mimarı Sinan’dır.
Murat Paşa Camii:Şehir merkezinde, bulunduğu
mahalleye adını veren Murat Paşa Camii, yanındaki
hamamla birlikte sur kapılarından Erzincan Kapısı
civarındadır. Kitabesine göre 1573 tarihinde
Sadrazam Kuyucu Murat Paşa tarafından
yaptırılmıştır.
Gürcü Kapısı (Ali Ağa) Camii Şehir
merkezinde Gürcü Kapısı mevkiinde yer alır.
Erzurum’da yeniçeri ocak ağalarından Kürkçü Ali Ağa
tarafından 1608 yılında yaptırılmıştır.
Caferiye Camii: Şehir merkezinde iç kale
civarında Tebriz Kapı semtinde yer alır. Kitabesine
göre 1645 yılında Ebubekir oğlu Hacı Cafer
tarafından yaptırılan cami koyu kahve renkli kesme
kamber taşı ve moloz taşlardan inşa edilmiştir.
Boyahane Camii : Şehir merkezinde, bulunduğu
mahalleye adını vermiş olan cami, yanındaki Boyahane
Hamamı’nın bir kısmının cami haline getirilmesiyle
1566 yılında yaptırılmıştır.
Narmanlı Camii:Şehir merkezinde, Tebriz Kapı
semtinde, Çifte Minareli Medrese’nin doğusunda yer
alır. Kitabesine göre 1738 yılında Narmanlı Hacı
Yusuf tarafından yaptırılmıştır.
Ibrahim Paşa Camii:Şehir merkezinde, Eski
Hükümet Konağı’nın güneyinde yer alır. Kitabesine
göre 1748 yılında Erzurum Valisi Ibrahim Paşa
tarafından yaptırılmıştır.
Şeyhler Camii: Yanındaki medrese, hamam ve
çeşme ile birlikte bir külliye bünyesinde yaptırılan
cami, şehir merkezinde kendi adını verdiği mahallede
yer alır.
Gümrük (Hacı Derviş) Camii: Şehir
merkezinde, Kongre Meydanı’ndan Mahallebaşı’na giden
cadde üzerindedir. Cami kitabesine göre 1718 yılında
Hacı Bektaş oğlu Derviş Hacı Ibrahim tarafından
yaptırılmıştır.
Derviş Ağa Camii :Şehir merkezinde Ayas
Paşa’dan, Mahallebaşı’na giden yolun sağında türbe
ile birlikte görülen camidir. 1718 yılında Hacı
Derviş Ağa tarafından yaptırıldığı bilinmektedir.
Pervizoğlu Camii: Şehir merkezinde,
Caferzade Mahallesi’nde yer alır. Vakfiyesine göre
1716 yılında Pervizoğlu Hacı Mehmed tarafından
yaptırılmıştır.
Cennetzade Cami: Şehir merkezinde Aşağı
Yoncalık Mahallesi’nde, taş ambarların güneyinde
bulunmaktadır. Vakıf kayıtlarına göre 1786 yılında,
Ismail adlı bir kişi tarafından yaptırılmıştır
Kurşunlu (Fevziye-Şeyhülislam) Camii
:Erzurum Kalesi’nin eteğinde, yanındaki aynı adla
anılan medrese ile birlikte yaptırılmış tek kubbeli
bir camidir.
Ayaz Paşa Camii: Şehir merkezinde, Ayaz Paşa
Mahallesi’nde yer alır. Dört duvar üzerine üç gözlü
son cemaat yeri ve ibadet alanından meydana gelen
cami 1545-1549 tarihleri arasında Erzurum’da
Beylerbeyi olan Ayas Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Gürcü Mehmet Paşa Camii: Şehir merkezinde,
Sultan Melik Mahallesi’nde yer almaktadır.
Saltukoğullarından Sultan Melik tarafından
yaptırılan eski mescidin harap olması üzerine, 1648
tarihinde Gürcü Mehmet Paşa tarafından yeniden
yaptırılmıştır.
Kasım Paşa Camii: Şehir merkezinde yer alır.
Kitabesinden 1667 yılında, Kasım Paşa tarafından
yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Esat Paşa Camii : Şehir merkezinde iç
kalenin güney-batısında yer alır. Kitabesine göre
1853 yılında Erzurum Valisi Esat Muhlis Paşa
tarafından yaptırılmıştır.
Kemhan Camii: Şehir merkezinde yer alan
caminin, 1654 yılında Hacı Bünyad Efendi tarafından
yaptırıldığı bilinmektedir.
Köse Ömer Ağa Camii: Şehir merkezinde, adını
verdiği mahallede yer almaktadır. Arslan Paşa Camii:
Oltu İlçesinde, Oltu çayı kenarında yer alan cami,
1664 yılında, Çıldır Atabeklerinden Kars muhafızı Arslan Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Erzurum Gazetesi,
20.07.2010
|
POŞETTE TARİHİ PARA
İnegöl ile Yenişehir
karayolu üzerinde uygulama yapan İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri, Y.B.'nin kullandığı motosikleti durdurdu.
Y.B ve motosikletinde
yapılan aramada bir şey bulunamadı. Ancak jandarma
ekipleri, Y.B'nin kontrol
noktasına gelirken, yol kenarına attığı paketi fark
etti. Poşet içerisindeki paketi açan ekipler, tarihi
eser değeri olan 27 adet bronz sikke, 1 adet gümüş
sikke ve 2 adet yüzük ele geçirdi. Gözaltına alınan
Y.B., sevk edildiği adliyeden serbest bırakıldı.
Bursa Olay, 20.07.2010
|
|
VENEDİK RÜYASINDAN YEREBATAN KABUSUNA
İstanbul 2010 desteğiyle Yerebatan Sarnıcı’nda
açılan Venedik Rüyası sergisinde sanatçı Maria
Grazia Rosin’in eseri çeviri kurbanı oldu. Türkçe
karakter kullanılmayınca “camı” kelimesi “cami”
olurken, sanatçının manifestosu yerine eserin montaj
talimatı yazıldı.
İstanbul 2010 Kültür Başkenti proje seçmelerinde
yaşanan olumsuzluklar, yerini bütçe krizlerine ve
yönetici değişimlerine bırakmıştı. Daha sonra
yeterince tanıtılmayan projeler kendi halinde,
seyirciden pek ilgi göremeden akıp gitmeye başladı.
Yerebatan Sarnıcı’nda açılan Venedik Rüyası adlı
sergi de bunlardan biriydi.
İtalyan cam sanatçılarının eserlerinden oluşan
sergi,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç ve Dış
İlişkiler Direktörü Esra Nilgün Mirze’nin
katılımıyla açıldı.
İstanbul İtalyan Başkonsolosu Gianluca Alberini,
Venedik Belediyesi Kültür Ateşisi Dr. Tiziana
Agostini ve
İstanbul İtalyan Kültür Merkezi Direktörü
Gabriealla Fortunato da açılışa katıldı.
Basına verilen açıklamada serginin amacı,
İstanbul’un kültürlerarası diyalogda oynadığı
rolü geliştirmek ve Avrupa ile Türkiye arasındaki
sanatsal- kültürel ilişkileri güçlendirmek olarak
gösterildi. Ancak ne yazık ki bu kültürlerarası
diyalogda sorun çıktı. Zira sanatçılardan Rosin’in
eserine yerleştirmenin açıklama metninde, “Su Sanatı
Murano Camı” olarak atılması gereken başlık, Türkçe
karakter kullanılmadığı için “Su Sanati Murano Cami”
olarak yazılmıştı.
“SU Sanatı Murano Camı” eserinin Türkçe açıklama
metninde yerleştirmenin teknik ekip tarafından nasıl
kurulması gerektiği anlatılıyor. Yani metni
okuduğunuzda Rosin’in vermek isteği mesajı değil,
montaj tekniğini öğreniyorsunuz. İngilizce metinde
ise sorun yok.
Hürriyet, 20.07.2010
|
TRAKYA'NIN KÜLTÜR TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Kırklareli’de
17 yıl önce başlayan Aşağıpınar Arkeolojik Kazı
Çalışmaları devam ediyor. İstanbul Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Prehistorik Bölümü Öğretim
Üyesi ve Kazı Sorumlusu Dr. Eylem Özdoğan, kazılarda
önemli bilgilerin gün yüzüne çıkarıldığını ifade
etti. Kazı yaptıkları bölgenin Anadolu ve Balkan
ilişkileri konumunda önemli bir yerleşim yeri
olduğunu anlatan Özdoğan, şöyle devam etti:
“Kazılarda MÖ 6 bin yıl öncesinin tarihini gün
yüzüne çıkarmaya çalışıyoruz. Burada neolitik ve
kalkolitik dönemlere ait 8 tabaka tespit ettik.
Dolayısıyla, yaptığımız kazıların insanlık tarihi
açısından 2 önemli aşamaya tanıklık ettiğini
söyleyebiliriz. Bunun ilki köy hayatı, diğeri de bu
bölgede ilk kent hayatının başlangıcını temsil
ediyor.”
Özdoğan, kazıya başladıklarından birkaç gün sonra,
yılın ilk eseri olan kalkolitik dönemine ait MÖ 6
bin yıllarına dayanan kilden yapılmış “insan figürü”
heykelciği bulduklarını ifade etti. Özdoğan, “Bu
figür bizim kazıda sıkça bulduğumuz figürlerden ama
bunun farklı bir özelliği var. Burada figürlerin
büyük kısmı parçalanmış olarak bulunuyor. Bu figürün
bacakları ve gövdesi birleşik. Bunun için figürün
bizim için önemli buluntu olduğunu söyleyebilirim”
dedi.
Türkiye Gazetesi, 20.07.2010
|
|
80 MİLYON YILLIK BALIK
Kanada’nın Manitoba
eyaletindeki bir kazı alanında 80 milyon yıl
öncesine ait olduğu tahmin edilen balık fosili
bulundu.
6 metre uzunluğundaki balık fosili, “Xiphactinus”
adlı yırtıcı
ve
parçalayıcı dişleri olan bir türe ait. Kanada Fosil
Keşif Merkezi Genel Müdürü Tylor Schroeder, fosile
ait kemik parçalarının, uzun ve özenli bir çalışma
sonrası kazı alanından çıkarıldığını söyledi.
Mezozoik dönemin denizler canavarı olarak da bilinen
Xiphactinus türüne ait fosil müzede sergilenecek.
Hürriyet, 20.07.2010
|
3 BİN 500 YIL ÖNCE ENFLASYON YOKMUŞ
Muğla'daki Stratonikeia antik kentinde sürdürülen çalışmalar, o dönemde sebze ve meyve fiyatlarının değiştirilmediğini ortaya çıkardı.
Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde, antik kent Stratonikeia'da yapılan arkeolojik kazılarda, 3 bin 500 yıl önce bölgede sebze ve meyve fiyatlarının değişmediği ortaya çıkarıldı. Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, kazıda elde ettikleri bulgulara göre, Karya bölgesinin önemli kenti Stratonikeia'da o dönem enflasyon olmadığını belirtti. Bölgede inceleme yapan Muğla Valisi Fatih Şahin de, fiyatların yer aldığı kaya bloklarının yanına, İngilizce ve Türkçe tanıtım yazıları konulması gerektiğini söyleyerek, "3 bin 500 yıl önceki enflasyon düzeyi, tanıtım yazılarıyla anlatılmalı" dedi.
MS 365 yılında meydana gelen 7.3 büyüklüğündeki depreme rağmen meclis binasının bazı bölümlerinde, üzerinde meclis kararları, kentin kuruluş tarihinin yontulduğu kaya bloklarının sağlam kaldığı belirlendi. Doç.Dr. Söğüt, "Ayakta kalan bölümde, 3 bin 500 yıl önce meclisin sebze, meyve ve et fiyatları ile ilgili aldığı kararlar da var. O dönemde satışlar para ya da malın malla takası yoluyla yapılıyormuş. Mal ve ürünlerin tamamının fiyatı, mermer bloklar üzerinde yer alıyor. Örneğin 15 keçi, bir dana karşılığında satılıyor. Bunlar kesin kural. Bunun üzerinde satış yapılamıyor. Bu da, o dönemde enflasyonun sıfır olduğunu gösteriyor. Ancak hiç değişmeyen fiyatlar kayaya yontulur. Bu nedenle o dönemde fiyatların değişmediği, tüketicinin korunduğunu anlıyoruz" dedi.
Yeni Asır, Haber: Mustafa Suiçmez, 19.07.2010
|
 |
|
TARİHİ KONAKLAR TURİZME KAZANDIRILIYOR
Asırlardır
ayakta durmaya çalışan tarihi konaklar yapılan
restorasyon çalışmalarıyla insanları geçmişe
götürüyor.
Sivas'ın Divriği İlçesi'nde Divriği Köylere Hizmet
Götürme Birliği Başkanlığı'nca 2009 Haziran'ında
ihalesi yapılan tarihi Abdullahpaşa Konağı
restorasyon ve çevre düzenleme çalışması büyük
oranda tamamlandı. Orijinaline uygun şekilde yapılan
konak bu ay içerisinde turizmin hizmetine sunulacak.
Habertürk, 19.07.2010
|
TRAKYA'DA O BİR TEK

Dünyaca meşhur Aspendos, Side, Efes tiyatrolarını
herkes bilir, çoğunuz da görmüştür. Halbuki
Trakya’nın da bir tiyatrosu var ve bu bölgenin tek
antik tiyatrosu.
Bugün haritada yerini bulmakta zorlanacağınız
Vize, Bizans devrinde eyalet başkenti, Osmanlı
devrinde ise Sancak merkeziydi. Cumhuriyet’ten sonra
hızla küçüldü ve Kırklareli’ne bağlandı.
Bizans devrine gelene
kadar Vize’de önce Trak boyları hakimdi. Bunların
içinde en savaşçı olanı Astlar’dı. Astlar
kendilerine Hisartepe’yi merkez seçmişler ve burada
bir kale inşa etmişlerdi. Kalenin eteklerinde
yayılan şehre de Kral Byzas’ın adına ithafen Bizye
adını verdiler.
MÖ513’te, Pers hükümdarı Daryus çıkageldi.
Vize’yi, Midye’yi (Kıyıköy) karşı koymaksızın teslim
aldıktan sonra buradan saldırmak üzere Atina’ya
yöneldi. Ardında işgal sırası Roma’ya geldi. Roma
İmparatorluğu burada Doğu Trakya Krallığı’nı kurdu,
Vize’yi de başkent ilan etti. Dolayısıyla Romalılar
Vize’ye birçok yatırım yaptılar; bunlardan kale, su
kanalları ve tiyatro kompleksi günümüze kadar
gelebildi. Roma’dan sonra Vize’nin hakimiyeti Bizans
İmparatorluğu’nun eline geçti. Vize Bizans yönetimi
altında en azından bin yıl huzur ve barış içinde
yaşadı. Bu devirde kente birçok kilise yapıldı.
Bunlardan biri olan Ayasofya, günümüzde Gazi
Süleyman Paşa Camii adı altında yaşamaya devam
ediyor.
Trakya Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi
Bölümü, nihayet 1995’te Vize’yi hatırladı. On
basamaklı, üç bin kişilik tiyatro için kurtuluş
umudu doğdu. Üç yıl burada eşelendiler, üç yılın
sonunda sadece tiyatronun üstünü kaplayan çer-çöp,
toprak kaldırılabildi. Buna da şükür, neden
derseniz, aslında buranın kazılacağı filan da yoktu.
Define avcıları zaten yöreyi köstebek yuvasına
çevirmişlerdi. Mesela Kaymakam sabah uyanıyor,
makamına define avcılarının gece yaptığı hafriyatın
üzerinden geçerek gidiyordu. Sonunda bu utanca daha
fazla tahammül edemeyen bir inisiyatif oluştu fakat
bu defa da yerel ve reel politik çıkarlar kazıyı
engelledi. Çünkü tiyatronun sahnesi üzerine vaktiyle
bir mahalle kurulmuştu. Bu nedenle Vize antik
tiyatro kazı çalışması durduruldu. İlgili ve
sorumlulara duyurulur…
Ntvmsnbc, 19.07.2010
|
2 BİN YILLIK KÜPE BULUNDU
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün yürüttüğü Side antik kent kazılarında tarih gün ışığına çıkarılıyor. Bu yılki kazıların ilk gününde 2 bin yıllık bir küpe bulundu.
1947 yılında İstanbul Üniversitesi’nden Ord. Prof.Dr. Arif Müfid Mansel başkanlığında başlatılan Side Antik Kent kazıları, geçen yıldan itibaren Anadolu Üniversitesi tarafından yürütülüyor. Arkeoloji Bölümü tarafından yürütülen kazılara, Anadolu Üniversitesi’nin Sanat Tarihi, Mimarlık, Fizik, Malzeme Mühendisliği Bölümü ve Güzel Sanatlar Fakültesi de destek veriyor.
Bu yılki kazılar, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Feriştah Alanyalı başkanlığında geçtiğimiz hafta başladı. Alanyalı, kazılara Anadolu Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencilerinden oluşan 35 kişilik bir grupla dönüşümlü olarak devam ettiklerini belirterek, “Bu yılki kazılar, Eylül ayı sonuna kadar sürecek. Önemli tarihi eserleri gün ışığına çıkaracağımıza inanıyoruz” dedi.
Side antik kent kazılarının, artık Anadolu Üniversitesi’nin bir projesi olarak devam etmesinden mutluluk duyduklarını ifade eden Doç.Dr. Alanyalı, “Kazıları Kültür Bakanlığımız da destekliyor. Üniversitemiz de maddi olarak önemli katkılarda bulunuyor. Kazılarımız 2 bin yıl önce resmi bina olarak kullanılan Agora çevresinde sürdürüyoruz. Antik Side tiyatrosu çevresinde de çalışmalarımız devam edecek” şeklinde konuştu.
Bu yılki kazıların ilk gününde 2 bin yıl önce kadınların kulağını süsleyen bir küpe bulundu. Doç.Dr. Feriştah Alanyalı, kazıların ilk gününde 2 bin yıl önce kullanılan küpenin ortaya çıkarılmasının kendilerine daha fazla çalışma azmi ve heyecan verdiğini belirterek, “Küpenin yapımında çeşitli iplikler kullanılmış. Laboratuarda inceleyeceğiz. Küpeyi temizledikten sonra küpe diğer bulacağımız eserler ile birlikte Side Müzesi’nde dünya insanları ile buluşacak” dedi.
Habertürk, 19.07.2010
|
 |
4 YÜZYIL SONRA TABLOSU BULUNDU

Vatikan, İtalya'nın ünlü ressamlarından
Caravaggio'ya ait yeni bir tablo bulunduğunu
duyurdu.
Sanat eleştirmenleri ise Vatikan'ın resmi yayın
organı L'Osservatore Romano'nun bugünkü nüshasında
manşetten verilen gelişmeyi temkinli karşılamayı
yeğledi.
Caravaggio adıyla tanınan Michelangelo Merisi'yi
(1593-1610) ölümünün dördüncü yüzyılında çeşitli
etkinliklerle anan
İtalya'da, L'Osservatore Romano gazetesinde
manşetten verilen
haber heyecan yarattı. Haberde, Roma Katolik
Kilisesine bağlı İsacılar (Cizvitler) tarikatına
mensup rahiplerin Roma'da bir manastırda
Caravaggio'ya ait yeni bir tablo buldukları
belirtildi. "Aziz Lorenzo'nun Şehadeti" adlı
tablonun, Caravaggio'nun çalışmalarındaki tüm
karakteristikleri taşadığı ileri sürüldü.
L'Osservatore Romano, "Ölümünün dördüncü
yüzyılında Caravaggio'ya ait yeni bir eser
keşfedildi" manşetli haberinde, bir bölümünün
resmini yayımladığı tabloyla ilgili olarak,
"Çalışmanın Caravaggio'ya ait olduğu henüz kesin kes
kanıtlanmış değil. Ancak tablonun, tarz açısından
hiçbir kusurun olmadığı, harika bir eser olduğu da
ortada" ifadelerini kullandı.
Eleştirmenlerin ise konuya temkinli bir üslupla
ve genelde kuşkuyla yaklaşmaları dikkati çekti.
Caravaggio konusunda "Fonti e Documenti" (Kaynaklar
ve Belgeler) adlı bir kitap da kaleme almış olan
Stefania Macioce, "Tabloyu yakından görüp incelemem
lazım. Ama fotoğraflar, çalışmanın üstadın eliyle
hiçbir alakası olmadığı kanaatini uyandırıyor" dedi.
Caravaggio uzmanlarından Francesca Cappelleti,
papazların onardıkları tabloyu daha önce
incelediğini belirterek, "Sözü edilen tuvali birkaç
yıl önce görme imkanım olmuştu. Ben, Napolili bir
yeni yetmenin üstadı taklit etmeye çalışmış
olabileceğini düşünmüştüm" diye konuştu.
Eski Vatikan Müzesi Müdürü Francesco Buranelli
ise daha diplomatik bir dil kullanarak, "Bu güzel
tablonun, tarihçiler ve laboratuvar uzmanlarınca
incelenmesi gerekiyor. Tablo, Caravaggio tarzında
bir çalışma mı? Evet, bunu söylemek mümkün olabilir.
Ama Caravaggio'nun eseri mi? Bu konuda aynı fikirde
değilim" dedi.
CARAVAGGIO KİMDİR?
Asıl adı Michelangelo Merisi da Caravaggio olan
ressam, Rönesans döneminin en ünlü ressamlarından ve
Barok sanat akımının öncülerindendir. Ayrıca
Caravaggio, ışık ve gölge oyunlarını güçlü bir
şekilde kullanmıştır. Caravaggio'nun en önemli
eserlerinden birisi Roma'daki S. Luigi dei Francesci
Kilisesi'nin Contarelli Şapeli'ndeki Aziz Matta'nın
yaşamını konu alan bir dizi resimdir. Caravaggio
adını doğduğu kentten almıştır. 1571'de Milano'da
doğan ünlü ressam 4 yaşında Simone Peterzano isimli
ressamın yanına çırak olarak girmiştir. Caravaggio
1610 yılında, 39 yaşında hayatını kaybetti.
Hürriyet, 19.07.2010
|
YANGIN KULELERİ TURİZME AÇILACAK

İstanbul’da çıkan yangınları haber vermek
amacıyla 1749 yılında 85 metre yüksekliğinde ve
ahşap olarak inşa edilen ve çıkan iki ayrı yangında
kullanılamaz hale geldikten sonra üçüncü kez Sultan
II. Mahmut zamanında 1828 yılında yeniden yapılan
Beyazıt Yangın Kulesi ile içinde bulunduğu İstanbul
Üniversitesinin merkez yerleşkesi turizme açılacak.
Projeye ilişkin bilgi veren İstanbul Üniversitesi
(İÜ) Rektör Danışmanı Doç.Dr. Ergün Yolcu,
üniversitenin merkez yerleşkesinin tamamını ana
kapıdan itibaren yerli ve yabancı turizme açmak için
yaklaşık 7-8 aydan beri bir çalışma yürütüldüğünü,
bu çalışmaya Beyazıt Yangın Kulesinin de dahil
olduğunu söyledi.
İÜ ana binasının 1864-1866 yılları arasında
yapıldığını ve gelen ziyaretçileri üniversitenin
tarihi kapısıyla karşılayacaklarını dile getiren
Yolcu, ana kapıdan girdikten sonra sağ tarafta Fatih
Sultan Mehmet tarafından 1458 yılında yaptırılan ve
şu anda kalıntılarının dahi olmadığı ilk sarayının
inşa edildiği alan ile bahçenin sağı ve solunda
biniş köşkü olarak bilinen iki köşkün tanıtılarak
tarihteki öneminin anlatılacağını kaydetti.
Yolcu, üniversite yerleşkesi içinde 1933-1945
yılları arasında İÜ’ne gelen Alman öğretim
üyeleriyle ilgili anıt ile 1955 yılında yapılan
Atatürk ve Gençlik Anıtının ziyaretçilere
tanıtılmasının ardından ana bina içinde üniversiteye
bağış yoluyla gelen ve paha biçilemez olan resim
sergisi, 2. Abdülhamit tarafından yapılan ve restore
edilen kütüphane, havuzlu bahçe ile öğretim üyeleri
ve senatonun çalışma yaptığı odaların
gezdirileceğini anlattı.
Projenin birinci aşamasını oluşturan İstanbul
Üniversitesinin merkez yerleşkesini bu yılın sonuna
kadar açmayı planladıklarını belirten Yolcu, ikinci
aşamanın ise Beyazıt Yangın Kulesinin ziyaretçilere
açılması olduğunu söyledi.
Yolcu, kulenin restorasyonuna ilişkin şu bilgileri
verdi:
"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı,
Beyazıt Kulesinin restorasyonunu yapacak. Çalışma
kapsamında kulenin iç kısımları restore edilecek.
İnsan sirkülasyonu olacağı için merdivenlerinden
başlayarak iç mekan tavanındaki resimli süslemeler
tekrar elden geçirilecek. Ayrıca kulenin üst
kısımlarındaki taşların bazılarında ufak tefek
oynamalar olmuş. Onlar tekrar zarar vermeyecek
şekilde restore edilecek. Bunun için izin alınmak
üzere gerekli başvurular yapıldı. O izinler de
tamamlanmak üzere. Yıl sonuna kadar 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı ile birlikte kuleyi turizme
kazandıracağız. 2011 yılı başında ise yerli ve
yabancı ziyaretçilere açılacak."
Ergün Yolcu, Beyazıt Yangın Kulesinde eskiden
yakılan yeşil ışığın havanın yağmurlu, sarı ışığın
sisli, mavi ışığın da açık hava olacağı anlamına
geldiğini, restorasyonun ardından kulenin bu
simgesel özelliğinin korunacağını bildirdi.
Kulenin geçmişteki fonksiyonuna uygun
canlandırmaların da yapılacağını dile getiren Yolcu,
"Kulenin ilk yapıldığı dönemdeki yangın ihbar
fonksiyonuna uygun olarak hafta sonları tulumbacılar
tarafından canlandırma yapılacak. O dönemde nöbet
tutan gözcülerin yangını aşağıya haber vermesinin
ardından tulumbacıların tulumbalarıyla birlikte
çıkarak yangına müdahale edişlerinin canlandırması
yapılacak" dedi.
Yolcu, son inşasında toplam 115 metre yüksekliğe
ulaşan kulenin İstanbul’un çok farklı semtlerinden
görülme şansı olmasına karşın ışıklandırma
yapılmadığı için gece görülemediğini de belirterek,
"İstanbul Üniversitesinin tarihi kapısı ile Beyazıt
Yangın Kulesi, gece de görülebilmesi için
ışıklandırılacak. Işıklandırma ile İstanbul
siluetine bu tarihi yapıyı da katacağız" diye
konuştu.
İstanbul Üniversitesi yerleşkesi ile Beyazıt Yangın
Kulesi gezisi için 1 ve 1,5 saatlik iki farklı
program düzenlemeyi planladıklarını ve gezi
sırasında ziyaretçilere Türkçe ve İngilizcenin yanı
sıra 12 farklı dilde bilgi verileceğini anlatan
Yolcu, ziyaretlerin ilk aşamada Salı, Perşembe ve
Pazar
günleri öğlenden önce ve sonra olmak üzere 4 kez
planlandığını, ancak talebe göre ziyaret gününün
artabileceğini söyledi.
Yolcu, ziyaretçiler için kule çevresinde veya
havuzlu bahçede çeşitli dinlenme mekanları da
hazırlayacaklarını belirtti.
Projenin maliyetinin 600-800 bin TL civarında
olduğunu ve bunun büyük kısmının İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansından talep ettiklerini
belirten Yolcu, üniversitenin de hem ana binanın
tekrar elden geçirilmesi, hem de kule için mali
katkı sunacağını ifade etti.
Yolcu, üniversite yerleşkesinin tarihi yarımadada
bulunması nedeniyle kuleye çıkacak ziyaretçilerin
tarihi yarımadayı 360 derece görme şansına da sahip
olacağını belirterek, "Bu projeyle birlikte İstanbul
Üniversitesini hem bilimsel olarak, hem de tarihsel
ve kültürel olarak ziyaretçilerimize tanıtacağız"
dedi.
BEYAZIT YANGIN KULESİ
Çıkan yangınları haber vermek amacıyla 1749 yılında
85 metre yüksekliğinde ve ahşap olarak inşa edilen
Beyazıt Yangın Kulesi, gözetleme yerine kadar 180
basamaktan oluşuyor. 1756 yılındaki Cibali
yangınında yanan ve 1826’da yeniden yapılan kule,
yeniçeri ayaklanmasında ikinci kez yandı.
II. Mahmut zamanında 1828 yılında üçüncü kez
Senekerim Balyan’ın mimarlığı altında tekrar yapılan
Beyazıt Yangın Kulesi, nöbet katı, işaret katı ve
sancak katı olmak üzere üç bölümden oluşuyor.
Yangının gündüz sarkıtılan sepetlerle, gece ise
fener yakılarak haber verildiği kule, 1997 yılında
başlayan restorasyon çalışmalarına kadar
kullanılamayacak durumdaydı.
Radikal, 19.07.2010
|
 |
ANTİK VE ORTA ÇAĞIN 50 HARİKASI
Seyahatsever blog yazarları antik ve ortaçağda insan eliyle yapılmış 'dünya harikaları'nı derledi. 'Flexijourney''den antik ve orta çağın 50 harikası. Listede Türkiye'den 3 eser bulunuyor.
Chichen Itza / Meksika - Stonehenge / Büyük Britanya - Gize Piramitleri / Mısır - Yasak Şehir / Çin - Hatşepsut Tapınak-Mezarı / Mısır - Akropolis / Yunanistan - Ayasofya / Türkiye - Kubbet-üs Sahra / Kudüs - Çin Seddi / Çin - Taj Mahal / Hindistan - Petra / Ürdün - Kolezyum / İtalya - Terracotta Ordusu (Toprak Askerler) / Çin - Vedenik Kanalları / İtalya - Chambord Şatosu / Fransa - Harmandir Sahib / Hindistan - Alhambra / İspanya - Kremlin / Rusya - Paskalya Adası / Şili - Machu Picchu / Peru - Teotihuacan / Meksika - Palenque / Meksika - Delfi / Yunanistan - Chartres Katedrali / Fransa - Pont du Gard / Fransa - Epidaurus Tiyatrosu / Yunanistan - Pompeii / İtalya - Piazza del Campo / İtalya - Karnak / Mısır - Hieronymites Manastırı / Portekiz - Chillon Kalesi / İsviçre - Leptis Magna / Libya - Timbuktu / Mali - Angkor Wat / Kamboçya - Abu Simbel / Mısır - Hengshan'ın Asılı Tapınağı / Çin - Büyük Buda Leshan / Çin - Meenakshi Sundareswarar Tapınağı / Hindistan - Borobudur / Endonezya - Sultan Ahmed Camii / Türkiye - Kinkaku-ji / Japonya - Bagan / Myanmar - Banaue Pirinç Terasları / Filipinler - Wat Phra Kaew / Tayland - Wat Arun / Tayland - Masada / İsrail - Damascus / Suriye - Baalbek / Lübnan - Efes Celsus Kütüphanesi / Türkiye - Palmyra / Suriye
Sabah, 19.07.2010
|
KONYA'DAKİ TARİHİ KONAĞA
RESTORASYON
Konya'nın Hadim
İlçesi'ndeki yaklaşık 200 yıllık tarihi konak
restore ediliyor.
Tarihi konağın sahiplerinde
Abdullah Tokuş, Kültür Bakanlığı Anıtlar Yüksek
Kurulu'na 70 bin liralık proje sunarak tarihi
konağın restorasyonunun yapılması için
müracaatta bulunduklarını bildirdi.
Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından restorasyon
için 20 bin lira tahsis edildiğini ifade eden
Tokuş, konağın cumbası başta olmak üzere, toplam
23 adet pencerenin ve içerisinde bulunan tavan
kısmının aslına uygun olarak restore
edileceğini, restorasyonun Antalya'nın Alanya
İlçesinde ahşap ustalığı yapan Erdal Koç,
Mustafa Uysal ve ekibiyle yapılacağını belirtti.
Konağın ahşap kısımlarının tamamının geçmişte
birinci sınıf sedir ağacından yapıldığını
bildiren Tokuş, restorasyonda yine birinci sınıf
sedir ağacı kullanılacağını, restorasyonun
ardından konağı müzeye dönüştürmeyi
hedeflediklerini kaydetti.
Konya Hakimiyet,
19.07.2010
|
|
İSTANBUL'UN KAYBOLAN BİNALARI GERİ GELİYOR
Darülfünun binası, Ayastefanos Anıtı, Antiochos
Sarayı, Galata Surları, Çandarlı Hamamı, İncili
Köşk, Direklerarası, Sadabad Sarayı, Taksim Topçu
Kışlası, Eski Çırağan Sarayı, Polyeuktos Kilisesi...
Şimdilerde yerinde yeller esen bu yapılar eylül
ayında açılacak 'İstanbul'da Tarih ve Yıkım/Hayal-et
Yapılar' adlı sergiyle üç boyutlu olarak yeniden boy
gösterecek.
Italo Calvino benzersiz kitabı 'Görünmez
Kentler'de şöyle bir cümle fısıldar: "... Anılardan
akıp giden bu dalgayı bir sünger gibi emer kent, ve
genişler. Oysa kent geçmişini dile vurmaz, çizik
çentik, oyma ve kakmalarında zamanın izini taşıyan
her parçasına, sokak köşelerine, pencere
parmaklıklarına, merdiven tırabzanlarına, paratoner
antenlerine, bayrak direklerine yazılı geçmişini bir
elin çizgisi gibi barındırır içinde." Calvino için
kent 'başvurulacak bir ansiklopedi'dir. İçinde türlü
türlü sırları, derin bir geçmişi barındıran.
Kent ansiklopedilerinin içinde en güzeli kuşkusuz
İstanbul'dur. Her taşının altında binbir dünya
saklayan bu kent gide gide bitecek türden bir şehir
de değil. Çokça keşfedişler, uzun soluklanmalar
isteyen bir yer. Tanpınar'ın deyişiyle küçük büyük,
manalı manasız, eski yeni, yerli yabancı, güzel
çirkin bir yığın unsurun birbiriyle kaynaştığı bir
'terkip'. Şimdilerde çoğunun yerinde yeller esse de,
İstanbul "sürpriz peyzajların şehri".
Bir soru yumağını fırlatma vakti, zira kışkırtıcı
bölüm başlıyor. Ayasofya'nın doğusunda 19. yüzyılda
inşa edilen dev cüsseli Darülfünun binası yanmasaydı
bugün nasıl bir etki bırakacaktı? Peki ilk spor
müsabakalarına hatta uçuş denemelerine bile ev
sahipliği yapmış olan Topçu Kışlası yıkılıp yerini
Gezi Parkı almasaydı, Taksim Meydanı nasıl bir yere
dönüşecekti? Ya da Atatürk Bulvarı yıkımları
sırasında ortaya çıkarılan, Ayasofya ile yaşıt
Polyeuktos Kilisesi günümüze kadar ulaşsaydı...
YOL YAPIMINDA YIKILAN BİNALAR
Bu soruların cevabı yakın zamanda aydınlanacak.
İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Turgut Saner danışmanlığında, Cem Kozar ve Işıl Ünal
tarafından kurulan PATTU'nun çalışmaları ile ortaya
çıkan "İstanbul'da Tarih ve Yıkım/Hayal-et Yapılar"
adlı proje, bu akıbeti bilinmeyen mekanların peşine
düştü. Kimi bir yol çalışmasına kurban giden, kimi
yıktırılıp yerine bina dikilen, kimi de bir yangın
ile yok olan mekanlar bunlar. İstanbul 2010 Kültür
Başkenti etkinlikleri kapsamında, eylül ayında
açılacak sergi pek çoğumuzun haberdar bile olmadığı
eşsiz yapıları bir kent kültürü sergisiyle açığa
çıkaracak. Sergi, kentlilerin belleğini bir nevi
soru yağmuruna tutacak, çokça da üzecek, zira bu
eşsiz yapıların çoğu yerinde yok.
On iki mekanın ele alındığı sergide İstanbul'un
farklı dönemlerine ait ve farklı nedenlerle yıkılıp
günümüze kadar ulaşamamış Antiochos Sarayı,
Polyeuktos Kilisesi, Galata Surları, Çandarlı
Hamamı, İncili Köşk, Direklerarası, Sadabad Sarayı,
Taksim Kışlası, Eski Çırağan Sarayı, Darülfünun
binası, Ayastefanos Anıtı ve Levent İlaç Fabrikası
var. Bunlar serginin sacayaklarını oluşturuyor.
Seçilen yapılar ile ilgili bir tarih araştırması
yapıldıktan sonra, elde edilen bilgiler üzerinden
mekanlar bilgisayar ortamında üç boyutlu olarak
görünür hale getirilecek.
Hayal-et Yapılar, on iki yapı ile ilgili
yerleştirmelerin ilkini 15 Eylül'de Çırağan
Sarayı'nda yapılacak açılışla gerçekleştirecek.
Diğer yapılarla ilgili yerleştirmeler de Aralık
ayının sonuna kadar yapıların geçmişte bulundukları
yerlere konulacak. Proje, 20 Kasım-19 Aralık günleri
arasında Taksim Cumhuriyet Müzesi'nde gerçekleşecek
ana serginin yanı sıra, sergi kitabı ve web sitesi
ile de günümüze kadar ulaşamamış bu yapıları
kentlilerin belleğine geri çağırmayı hedefliyor.
Proje ekibi yapmak istediklerini şöyle özetliyor:
"Amaç, kaybolan İstanbul'a dair bir nostalji üretmek
değil, aksine 'bugün' ile ilgilenebilmektir. Çünkü
bu yıkımlar bugün de devam ediyor. Gerçekleşecek
olan sergi, yerleştirmeler, kitap ve web sitesi ile
bu yıkım anılarını taze tutmak, yıkım kavramını
tartışmaya açmak; kısacası İstanbul'u yara izleri,
çizikleri ve kesikleri üzerinden okumak ve bunları
paylaşmak projenin temel hedefidir." İstanbul
tutkunu pek çok kimseyi heyecanlandıran 'Hayal-et
Yapılar', bakalım sergide nasıl boy gösterecek.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 19.07.2010
|
CHRISTIE'S KRİZDE DÜNYAYI SATIYOR
James Christie isimli İngiliz
1766'da Londra'nın Pall Mall caddesi üzerindeki
binada iki oda kiraladı. Eline aldığı 2 sürgü, bir
çarşaf, iki yastık kılıfı ve dört ütüyü Londralılara
birkaç şilin'e satmayı başardı. Ancak kimse, onun
işi 12 yıl sonra Birleşik Krallık'ın ilk başbakanı
olarak bilinen Sir Robert Walpole'a ait portreleri,
Rus İmparatoriçesi Büyük Catherine'e 40 bin sterline
satacak kadar geliştireceğine ihtimal vermiyordu.
Tam 7 yıl sonra, Kral 15. Louis'in metresi Madam du
Barry'nin mücevherlerini 8 bin 791 sterlin'e satarak
satış taktiğinin işe yaradığını anladı. Aynı yıl 18.
yy İngiliz ressamı Sir Robert Walpole'un resimlerini
25 bin sterline satması, sadece James Christie
adının sürekliliği anlamına gelmiyordu. İngiliz
adam, sanatın kendisine şaşırtarak kadar çok para
kazandıracağını hissetmişti.
1823'te Londra'da 8 King Street'e, bugünkü merkeze
taşınan dahi adam, kentin zenginlerinden birer
koleksiyoner yapacağını; 18'inci yüzyılın en zengin
İngiliz bankeri Mayer Amschel Rothschild'e ait
eşyalarla başlayan zincirin Elton John, Frank
Sinatra, Rudolph Nureyev, Marilyn Monreo, Eric
Clapton ve Ellen Barkin'le devam edeceğini tahmin
etmiş miydi? Christie's Avrupa Başkanı Jussi
Pylkkanen, "Bu işlere girdiğim 1980'lerde sanatın bu
kadar para yapacağını tahmin edememiştim. Küçükken
anavatanım Finlandiya'da yerel eserler satılıyordu.
Şimdi eserlerin milliyeti yok. Bunu da
öngörememiştim" diyerek, üstadı Christie's ile aynı
şaşkınlığı yaşıyor. Pylkkanen, "Özellikle 18, 19 ve
20'nci yüzyıl eserlerine ilgi büyük. Online sistemin
de devreye girmesiyle satışı uluslararası hale
getiriyor. Artık neyin nerede satılacağını
kestiremiyoruz. Sevindirici olan, çağdaş sanatın
daha çok para ediyor olması" diyerek işin insanların
çağdaş Picassolar, Van Goghlar, Giacomettiler
peşinde koştuğunu anlatıyor. Açık artırma pazarının
yüzde 56.4'üne sahip olan Christie's, yılda 450'nin
üzerinde, başta her türlü sanat ve dekoratif eserden
mücevher, fotoğraf, koleksiyon, şarap olmak üzere 80
kategoride, 200 dolardan başlayan eserler satıyor.
Christie's sanat ajanları 30 ülkedeki 53 ofisinde
dünyanın altını üstüne getiriyor. Pylkannen, "İranlı
bir çağdaş sanatçıların eserlerini bile New York'ta
bir müzayedede görebilirsiniz" derken, ben onun
"Bizden bir şey kaçmaz" demek istediğini anlıyorum.
Geçenlerde Avustralya'da kayıt altında olmayan
silahları devlete iade edenlerin affedileceği
açıklandı. Yaşlı bir kadın üzerinde Fransızca yazan
uzunca bir süngüyü devlete teslim etti. Avustralya
polisi, süngünün tarihi bir değeri olacağı
düşüncesiyle açık artırmayla satışa çıkaracağını
açıkladı. James Christie's yanılmamıştı. Bense
süngüyü yarın bir Christie's müzayedesinde
satıldığını görürsem şaşırmayacağım.
CHRISTIE'S'İN 2009 NOTLARI
Kişiye özel satışlar yüzde 9.5 arttı. n Çinli koleksiyonerler eserlere yüzde 94 daha fazla değer biçti. Rus alıcılarsa daha az değerli eserler satın aldı. Ortadoğulu koleksiyonerler yüzde 30 arttı.
Açık artırmaların yüzde 30'u, kazanan bahislerinse
yüzde 14'ü online yapıldı.
Sabah, Haber: Şule Güner, 19.07.2010
******
TÜRK ESERLERİ DUBAİ'DE SATIŞTA
Christie's Avrupa
Başkanı ve uluslararası
yönetim kurulu üyesi Jussi Pylkkanen, "onlarca"
Türk'ün Christie's müzayedelerinde bahislerde
bulunduğunu ve daha çok başka kültürlerin sanat
eserleriyle ilgilendiklerini belirtiyor.
Christie's'in kendi sanat ajanlarının Türk eserlerini seçtiğini belirten
Pylkkanen, "Dubai'de müzayedelerde 13-15 Türk eseri
görebilirsiniz. Bunlar çoğunlukla İslami eserler
oluyor. Ancak Türk çağdaş eserleri de artık
müzayedelerde yer alıyor" diye
konuşuyor.
Dubai'de Nisan'da düzenlenen müzayedede Türk
eserlerini satın almak isteyenlerin yüzde 46'sı
Avrupa ve Ortadoğu'nun çeşitli ülkelerinden koleksiyonerler. Şükran Moral'in "Bülbül" isimli
eseri (üstte) Dubai'de satıldı.
Sabah, 19.07.2010
|
 |
AKTOPRAKLIK HÖYÜĞÜ'NDEN TARİH FIŞKIRIYOR
Bursa’nın Nilüfer İlçesi Akçalar Beldesindeki Aktopraklık Höyüğü’nün kazı çalışmaları devam ediyor.
Dünyanın uygarlık temellerinin atıldığı Neolitik döneme ait çok önemli kalıntıların bulunduğu bölgede İstanbul Üniversitesi tarafından yılda 2 ay yapılan kazılar, bu yılda başladı. MÖ 6000′li yıllara ışık tutan kazılarda eski dönemlere ait bir çok kalıntı bulundu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Karul yönetimindeki ekip tarafından yapılan kazılar 2004 yılında başlamıştı. Yılda 2 ay yapılan kazılarda 3 yıl önce bulunan Bizans dönemine ait lahit parçasıyla 8 bin yıllık tarihe kadar ulaşılmıştı.
Aktopraklık'ta açığa çıkarılan kalıntıların bölgedeki ilk yerleşik tarımcı topluluklara ulaştıklarını söyleyen Arkeolog Azim Tarlan, bu kazıyla bölge tarihiyle birlikte evrensel kültür tarihinin anlaşılmasına da önemli katkılar sağlanacağını kaydetti. Tarlan Aktopraklık'taki ilk yerleşim izlerinin, MÖ 6000 yıllarına kadar ulaştığını belirtti. Yaptıkları kazılarda o dönemde yaşayan insanların kullandıkları aletlere, bitki ve hayvan kalıntılarına rastladıklarını kaydeden Tarlan, ”Kazılarda gördük ki evler hendekler içine kurulmuş. Ayrıca evlerin yapılışında bir düzen olduğu, ortaya çıkan tabloda oldukça net bir şekilde gözükebiliyor. Evlerin odaları küçük şekilde yapılmış, hemen her evin içinde mutfak var. Mutfaklarda da ocaklar bulunuyor. Bu ocakların sayısı bazı evlerde hem mutfakta hem de dışarıda olmak üzere üçe kadar çıkabiliyor” şeklinde konuştu.
Akçalar beldesinde bulunan Aktopraklık Höyüğü’nün kazılarına, yurt içinden ve yurt dışından birçok arkeolog ve üniversite öğrencisi katılarak çalışmaları yerinde inceliyorlar.
Bursa Hakimiyet, Fotoğraf: gundem16.com, 18.07.2010
|
SOBESOS'TA KAZI ÇALIŞMALARINA BAŞLANDI
Nevşehir
Müze Müdürü Arkeolog Ertuğrul Murat Gülyaz
başkanlığında 20 kişilik kazı ekibinin
gerçekleştirileceği bu yıl ki kazıda, halk
mezarlarının bulunduğu alanda çalışmalara devam
edilecek.
Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Şahinefendi
Köyü'nün Kuşcin mevkiindeki Sobesos antik kentinde,
2002 yılında gerçekleştirilen kaçak bir kazı
sonrasında kurtarma kazısı olarak başlatılan
çalışmalarda bu güne kadar, geometrik mozaiklerle
bezenmiş toplantı salonu ve Roma dönemi hamamının
yanı sıra, Klasik dönemde yağmalanmış bir kilise
kalıntısının yanı sıra 100′e yakın basit halk mezarı
ortaya çıkartılmıştı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile
gerçekleştirilen Geç Roma ile Erken Bizans döneminde
Kapadokya bölgesinin en önemli yerleşimlerinden biri
olarak da değerlendirilen Sobesos antik kentindeki
kazı çalışmalarının bu yıl ki bölümü Eylül ayında
tamamlanması planlanıyor.
Beyaz Gazete, 18.07.2010
|
|
MOZAİKLER BRANDA İLE KORUNUYOR

Kaunos Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz
Işık, antik kentte yapılan kazılarda ortaya çıkan ve
yaklaşık bin 300 yıllık geçmişi olan mozaiklerin
güneşten zarar görmemesi için özel brandalarla
korunduğunu söyledi. Prof.Dr. Işık, Kaunos Antik
Kenti’ndeki kazıların başladığını belirterek,
”Kazılarda Dalaman’dan gelen 15 işçimiz çalışıyor,
bunlar bize yeterli geliyor. Çünkü, ‘arkeoloji vur
kazmayı çıksın değil’. Az kişiyle, hiç bir şeyi
kaçırmamak için çok az işçiyle çalışıyoruz. Aslında
toplam 60 kişi olacağız ama programı bitiren gidecek
ve yerine programı başlayanlar gelecek” dedi. Kaunos’ta daha çok
korumaya yönelik çalıştıklarına işaret eden Işık,
”Kaunos Antik Kenti’ni ‘Arkeo Park’ durumuna
getirmeye çalışıyoruz. Kazıları minimal düzeye
indirmeye çalışıyoruz. Eserleri koruyamadıktan sonra
açığa çıkarmanın hiç bir anlamı yok. Kaunos’ta yüzde
70 bilimsel sonuçlara sahibiz. O nedenle gelecek
nesillere, genç kuşaklara rezerv alanlar bırakmak
istiyoruz” diye konuştu.
Her yıl minimal ölçekte ama çok özel şeyler
yaptıklarını anlatan Prof.Dr. Cengiz Işık, şöyle
konuştu: ”Kubbeli Kilise çok özel bir kilisedir. En
erken ayağa kalkmış kiliselerden bir tanesidir.
Bunun güneyine, kuzeyine daha sonra ilave edilen
küçük şapeller (küçük kilise) var. Şapellerden
güneyde olanının zemini mozaik. Kendi dönemi için
çok özel ve güzel bir mozaik. Yaklaşık bin 300
yıllık bir geçmişi var. Mozaiklerin zarar görmemesi
için özel brandalar kullanıyoruz, bu brandalar
güneşin mozaiklere zarar vermesini önlüyor. Ayrıca,
ziyaretçilerin mozaikleri yakından görmesi için
ahşap teraslar yaptırdık. Ziyaretçiler, bu
brandaların gölgesinde mozaikleri yakından
inceliyorlar. Kışın branda alınıyor ve mozaiğin
üzerine özel bir kumaş olan ‘jeo tekstil’ malzemesi
seriyorlar ve kumla kaplıyorlar. Kışın koruma
altında yazın ise Kaunos’un ziyaretçilerine açık.”.
Işık, Muğla’da ören yerleri arasından en çok
ziyaretçi alan yerin Kaunos Antik Kenti olduğunu
ifade ederek, ”Kaunos Antik Kenti, ziyaretçi
sıralamasında Sedir Adası’ndan sonra geliyor ama
biliyorsunuz ki Sedir Adası’na ziyaretçiler daha çok
kumsal için geliyorlar. Amacımız, Kaunos’a gelen
ziyaretçilerin antik kentin büyülü havası içinde bir
gezi yapmalarını sağlamak” diye kaydetti.
KAUNOS ANTİK KENTİ
Muğla’nın Köyceğiz İlçesindeki Kaunos, ticari
açıdan önemli bir liman kentiydi. Zamanla denizin
alüvyonlarla dolmasıyla liman özelliğini kaybetti.
Tarihin babası Heredot’a göre Kaunoslular Karia’nın
yerli halkındandı ama kendilerini Giritli
sayıyorlardı. Coğrafyacı Strabon da Kaunos’un
tersanesinin ve ağzı kapanabilen bir limanının
bulunduğunu yazıyor. Kentin limanı akropolün
aşağısındaki Sülüklü Göl’dü. O zaman deniz Kaunos’un
akropolüne kadar gelmekteydi. Perslerin Anadolu’yu
bütünüyle ele geçirmesi üzerine kent Mausolos’un
yönetimine girdi. MÖ 334′de İskender’in Persleri
yenmesi üzerine Prenses Ada’nın, sonra Antigonos’un,
daha sonra Ptolemaios’un yönetimine girdi. Rodos
Krallığı, Bergama Krallığı ve Roma egemenlikleri
altında kaldı.
Limanın dolmasıyla önemini yitirmeye başladı.
Akropol 152 metre yükseklikteki tepeye kurulmuş.
Surların kuzey yönünde olanı orta çağdan kalmadır.
Uzun sur limanın kuzey yönünden başlayıp Dalyan’ın
ilerisindeki sarp kayalığa kadar uzanıyor. Surun
kuzey kısmı Mausollos döneminde yapılmış. Kuzeybatı
yönündekiler Hellenistik döneme ait. Limana doğru
olanlar ise Arkaik Devir’den kalma. Tiyatro
Akropol’ün eteğinde. 33 oturma sırası bulunuyor.
Tiyatronun batı yönündeki yapı kalıntılarından biri
bazilika tipi kiliseye ait. Diğerleri Roma Hamamı ve
Tapınağa ait. Aşağıda tamamlanmayan bir daire
biçiminde örülmüş ve yivsiz sütunları bulunan
yapının arkasında üç basamakla yükseltilmiş podyum
bulunuyor. Burada tapınağın kalıntıları görülüyor.
Daire biçimindeki yapının ne olduğu ise bilinemiyor.
Surları ve kuleleri bütünüyle görmek için uzunca bir
keşif gezisine çıkılması gerekiyor. Kaunos Antik
Kenti’ni ziyaret sonrasında isteyenler tekneyle
Kaunos’un şimdi ”Sülüklü” adı verilen ve göle
dönüşen antik limanına ve Çandır Köyüne
çıkabiliyorlar.
Yeni Asır, 18.07.2010
|
ASSOS İÇİN SPONSOR ARANIYOR

Çanakkale'nin Ayvacık
İlçesi sınırları içinden
yer alan Assos Antik Kenti'nde kazı çalışmalarını
yürüten Prof.Dr. Nurettin Arslan, ''Tapınaktan sonra
tiyatronun kazı ve restorasyon projesine ağırlık
vermek istiyoruz. Bu çalışmalar için sponsorlara
ihtiyaç duyuyoruz'' dedi.
Çanakkale'nin Ayvacık
İlçesi'nde yer alan Assos
Antik Kenti'nde bu yılki kazılar başladı. Kazı
Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, kazılara Çanakkale
Onsekiz Mart, Mimar Sinan, Muğla üniversitelerinden
araştırmacı ve öğrenciler ile Almanya'nın Cottbus,
Münih ve Freiburg üniversiteleri ile Fransa'dan
araştırmacıların katıldığını söyledi. Arslan, 2010
yılı çalışma programında Athena Tapınağı'nın
restorasyonu, Agoradaki Kuzey Stoa, Ayazma Kilisesi
ve konut alanında kazılar yapılacağını ifade etti.
Assos Antik Kenti'nin tarihsel süreçteki gelişimi
konusundaki araştırmaların ise Cottbus ve Freiburg
üniversitelerinden gelen arkeolog, mimar ve
topoğraflar tarafından yürütüldüğünü anlatan Arslan,
''Bu yılki kazı çalışmaları Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Efes, Türk Tarih Kurumu ve Amerikan
Arkeoloji Enstitüsü tarafından destekleniyor.
Amerikan Arkeoloji Enstitüsü'nün bu yıl son erecek
olan destek programının uzatılması için yeni
projeler hazırlayacağız'' dedi. Arslan, kazı
döneminde antik tiyatroda bir müzik festivalinin
organize edilmesinin kendilerini memnun ettiğini
ifade ederek, ''Antik tiyatroda bu tür festivallerin
düzenlenmesi ören yerlerinin yeniden hayat bulmasına
katkı sağlayacak. Tapınaktan sonra tiyatronun kazı
ve restorasyon projesine ağırlık vermek istiyoruz.
bu çalışmalar için sponsorlara ihtiyaç duyuyoruz''
diye konuştu.
Habertürk, 18.07.2010
******
ASSOS İÇİN SAHNEDELER
Çanakkale’nin
Ayvacık İlçesi'ne bağlı Assos’ta (Behramkale), bugün
yeni bir festival başlıyor: Assos Athena Festivali.
24 Temmuz’a kadar sürecek etkinliğin amacı, Assos
Antik Kenti’nin arkeolojik kazılarına destek olmak.
Festival, hem caz söyleyen hem de onu resmeden
Ayşegül Yeşilnil’in resim sergisiyle açılacak. “Zen
Paintings by Ayşegül Yeşilnil” adlı sergi, Assos
Sanat Evi’nde görülebilir. Ahırkapı Büyük Roman
Orkestrası, sokaklarda dolaşarak kıpır kıpır
şarkılarını çalacak, soluğu köy merkezindeki sahnede
alacak. Bir yandan da Hüsnü Atasoy, “Assos’da Olmak”
adını verdiği fotoğraf gösterisini yapacak. Günün
süprizi ise akşam köy meydanında sahneye çıkacak
olan MFÖ. Yarın aynı sahnede Yeni Türkü olacak. Efes
Pilsen sponsorluğunda, Melexima Üretim Atölyesi
tarafından organize edilen festivalin üçüncü günü,
klasik müzik sevenlere hitap ediyor. Ünlü
arpistlerimizden Şirin Pancaroğlu, günbatımında
amfitiyatroda “Aşk ve Romantizm” adlı arp resitalini
verecek. Ardından dünyaca ünlü piyanistimiz İdil
Biret sahnede olacak.
Hürriyet, 22.07.2010
|
 |
O HATA DÜZELTİLDİ
Tarihi Gelibolu Yarımadası’ndaki Şehitler Abidesi’nin ayaklarındaki rölyefte askerlerine hedef gösteren komutanın elinin 6 parmaklı olduğunun fark edilmesi üzerine hata giderildi
Çanakkale Boğazı’nın girişinde bulunan ve buradan geçen gemilerin rahatlıkla görebildiği Tarihi Gelibolu Yarımadası Milli Parkı’ndaki Şehitler Abidesi’nin ayaklarında bulunan ve Mehmetçiğin kahramanlıklarını anlatan 8 rölyef, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açtığı bir yarışma sonucunda, heykeltıraş Prof.Dr. Ferit Özşen’e yaptırıldı. Abidenin Çanakkale Boğazı’na bakan ayağında yer alan rölyefte, askerlerine hedef gösterdiği tasvir edilen komutanın 6 parmaklı olduğunun vatandaşlarca fark edilmesi üzerine ortaya çıkan hatayı rölyefi yapan Prof.Dr. Ferit Özşen giderdi. Özşen, yaklaşık 10 yıl önce rölyef yapılırken fark edilmeden bir parmağın fazla bırakıldığını söyledi. Bir sanatçının yaptığı eserinden 5 yıl boyunca sorumlu olduğunu, bu kutsal topraklarda yaptığı böyle bir eserin üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen kendisinde sorumluluk hissettiğini ifade eden Özşen, bu nedenle zamanla doğabilecek hataları düzeltmeyi boynunun borcu olarak gördüğünü ifade etti.
Dedesinin ve 6 kardeşinin Çanakkale, Yemen, Trablusgarp, Balkanlar gibi cephelerden geri gelmediğini, şehitlere çok önem verdiğini belirten Özşen, şöyle konuştu: “6 kişilik bir ekiple 9 ay süren bir çalışma yaptım ama bu işten zarar ettim. Bunun için bankadan çektiğim krediyi ödemek için bir evimi ve bir tarlamı feda ettim. Kültür Bakanlığı’ndan bir teşekkür beklerken yıllar sonra fazla yapılan parmaktan dolayı eleştiri geldi. Bakanlık, rölyeflerin bitiminden sonra ‘kim teslim aldı’ diye eleştiride bulundu. Zarar ettiğim bir işten teşekkür beklerken beceriksizlikle nitelendirilmek yüreğimi sızlattı.”
Vatan, 18.07.2010
|
SERİNLEMEK İÇİN DOĞAL BUZDOLABI
Muğla'nın Kavaklıdere İlçesi'nde 700 yıllık çınar ağaçlarının altında bulunan Yerküpe mağarasında hava sıcaklığı 5 dereceye kadar düşüyor.
Menteşe Belediye Başkanı Mesut Karataş, 980 metre rakımlı Beşpınar yaylasında bulunan mağaranın yeraltı sularının kireç taşlarını aşındırmasıyla oluştuğunu, 100 metre uzunluğundaki mağaranın içinde galeriler, dereler ve küçük göletler bulunduğunu bildirdi.
Mağaradaki serin ortamdan yararlanmak isteyen turistler için girişi kolaylaştırdıklarını ifade eden Karataş, mağaraya çıkan yollar ve merdivenler ile ışıklandırma yapılarak ziyaretçilerin daha rahat gezmesinin sağlandığını kaydetti.
Karataş, mağarayı yılda yaklaşık 20 bin turistin ziyaret ettiğini ifade ederek, "Mağara, doğal sit alanı olarak koruma altına alındı. İçindeki havuzlar farklı bir görünüme sahip. İçleri suyla dolu olan havuzların boyutları ve derinlikleri, bulunduğu bölgeye göre değişiyor. Mağaranın hemen üzerinde bulunan düzlük ise 700 yıllık çınar ağaçlarının altında piknik ve güreş alanı olarak kullanılıyor" dedi.
Yerli ve yabancı turistlerin bölgede 40 dereceye yaklaşan sıcakta bunaldığını ifade eden Karataş, "Mağarada sıcaklığın 5 dereceye kadar düşmesi turistlerin ilgisini çekiyor. Beldemize gelen yerli ve yabancı turistler, hava çok sıcak olursa mağaraya girerek serinliyorlar. Mağara, adeta doğal bir buzdolabı özelliğine sahip" dedi.
Marmaris’ten "18. Menteşe Yerküpe Beşpınar Yağlı Güreşleri"ni izlemek için gelen Rus turistler de, "Dışarıda yaklaşık 35 derece sıcaklık var fakat mağaranın içerisine girince üşüyoruz. Ayrıca mağaranın içinde bulunan sarkıt ve dikitler görülmeye değer" diye konuştular.
Radikal, 18.07.2010
|
 |
|
İSTANBULLULAR İZMİR'İ SATIN ALIYOR
İstanbullular Çeşme ve Alaçatı'nın taş evlerinden sonra İzmir'in Basmane semtindeki eski ve bakımsız evleri satın almaya başladı.
Restorasyon çalışmalarının bitme noktasına geldiği Aya Vukla Kilisesi, Altınpark'da kazı çalışmalarının sürdüğü Arkeopark, çok sayıda butik müze projesi ve Mega Müze Projesi'nin de Basmane'de olması bu semte İstanbul'daki sanatçı enteklektüellerin ilgisini çekti.
İçlerinde İstanbul'daki ünlü Fransız Sokağı'nı da yaratan bir grup İstanbullu, 3- 4 yıl öncesinden Basmane'deki harabe binaları 30- 40 bin lira gibi fiyattan satın almaya başladı. Çoğu sit kapsamında olmasına rağmen yıllarca boş bırakılan Etiler, Faik Paşa, Altınordu, Namazgah, Akıncı, Hurşidiye gibi mahallerdeki eski evlerin el değiştirmeye başlamasıyla dikkatler bölgeye çevrildi.
Basmane Faik Paşa Mahallesi Muhtarı Mehmet Çoban, İstanbul'dan gelen sanatçı ve entellektüellerin sadece kendi mahallesinde değil Basmane'nin tüm mahallelerinde eski İzmir taş evlerine büyük ilgi duyduğunu ve çok sayıda evin satın alındığını söyledi. Bazı eski evlerin restorasyonu başlarken gelecek yıllarda Basmane'nin eskiden olduğu gibi gerçek değerine kavuşacağı belirtildi.
Radikal, Haber: Mustafa Oğuz, 18.07.2010
|
ARŞİMET, ROMALILARI BUHAR TOPUYLA ALT ETMİŞ
İtalyan bilim adamları, Yunan fizikçi ve matematikçi
Arşimet’in barut bulunmadan 1500 yıl önce topu nasıl
ateşlediğinin sırını çözdü.
Arşimet’in MÖ 3. yüzyılda Sicilya’ya saldıran
Romalılara karşı kullanmak üzere mancınıktan dev
pençelere kadar birçok olağanüstü savaş makinesi
icat ettiği anlatılırdı. En bilinen hikaye de
Arşimet’in Romalıların gemilerine ayna yardımıyla
güneş ışığını yansıtıp gemilerini yakarak Romalıları
alt etmesiydi. Ancak İtalyan bilim adamı Casere
Rossi efsanenin aslını ortaya çıkardı. Arşimet’in
güneş ışığını aynalarla topun dibindeki suya
yansıttığını, burada kaynayan suyun buharının
basıncıyla topun fırladığını öne süren bilim adamı
aynı teknikle çalışan bir silah da tasarladı.
Arşimet’in icatlarıyla iki yıl
Roma kuşatmasına direnen Sirakuza’nın
imparatorluğa yenilmesinin ardından Arşimet MÖ 212
yılında öldürülmüştü.
Milliyet, 18.07.2010
|
|
ENGELSİZ TURİZM BAŞLIYOR

İzmir Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü,
Selçuk'taki dünyaca ünlü Efes Antik Kenti ile
Bergama'daki Akropol Ören Yeri'ni engelli turizmine
açmak ve bu sayede kente her yıl gelen yaklaşık 1
milyon turist sayısını 500 bin kişi daha artırmak
hedefiyle harekete geçti. Dünyaca ünlü iki ören
yerinin de engelliler tarafından gezilebilecek hale
getirilmesi için çalışma başlatıldı. Uygulamanın
Türkiye'de ilk olma özelliğini taşıdığını belirten
İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, "İlklerin
şehri İzmir için bu fevkalade önemli bir gelişme"
dedi.
En fazla ziyaretçi ağırlayan Efes ve Akropol'e
yapılacak fiziki düzenleme, turizmcilerde de büyük
heyecan yarattı. Sektör temsilcileri, yapılacak
düzenleme ile kente yılda 500 bin engelli turistin
geleceğini ifade etti.
Öte yandan İzmir Arkeoloji, Selçuk, Bergama müzeleri
de 'sesli müze' özelliğine kavuşacak. Böylece
müzeleri ziyaret eden görme engelliler, tarihi
eserlerin önünde durduklarında önceden hazırlanan
ses kayıtlarını dinleyerek eser hakkında bilgi
edinecek.
Yaklaşık 10 milyon engellinin yaşadığı Avrupa'da,
ülkelerin birbiriyle yarıştığı engelli turizminde
İzmir engelsiz ören yerleriyle ön plana çıkacak.
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektör Yardımcısı
Prof.Dr. Alp Timur, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Araştırma Görevlisi Övünç Bardakoğlu, Ege
Ekonomisini Geliştirme Vakfı Başkanı (EGEV) Yılmaz
Temizocak ve turizm gönüllüsü Nejat Şerdağ,
İzmir'deki antik kentlerin engellilere uygun hale
getirilmesini amaçlayan bir proje geliştirdi.
'Engelli Turizmi İçin Yapılması Gerekenler' başlıklı
çalışma, EGEV Başkanı Temizocak tarafından İzmir
Vali Yardımcısı Haluk Tunçsu'ya verildi. Vali
Yardımcısı Tunçsu, bu yılın başında dünyaca ünlü
Efes Antik Kenti, Bergama'da Akropol Ören Yeri'nin
engellilerin dolaşımına uygun hale getirilmesi
amacıyla bir çalışma başlattı.
Vali Yardımcısı Tunçsu ile İl Kültür ve Turizm
Müdürü Abdülaziz Ediz'in verdikleri bilgiye göre
Efes ve Bergama'daki tarihi kentlerde engelliler
için yürüyüş güzergahları belirlenecek. Projeleri
hazırlanan çalışma kapsamında güzergah boyunca görme
engellilerin okuyabileceği kabartmalı levhalar
yerleştirilecek. Ortopedik engellilerin tekerlekli
sandalye, akülü araç veya koltuk değneğiyle tarihi
kenti ziyaret edenler için zemini ahşapla kaplı ve
tutunma yerlerinin bulunacağı yürüyüş yolları
yapılacak. Böylece daha önce antik kentlerin
kapısından bile giremeyen engelliler, tarihi
güzellikleri görme ve gezme şansı bulabilecek.
Bergama'da Akropol Ören Yeri'yle ilgili proje
çalışmalarının 6 ay içerisinde tamamlanarak, Koruma
Kurulu'na sunulacağını belirten Ediz, "Bu
çalışmamızı önümüzdeki yıl tamamlamayı planlıyoruz.
Selçuk İlçesindeki Efes Antik Kenti'nde de benzer
bir projeyi hayata geçireceğiz" dedi.
NE
DEDİLER?
Projenin İzmir için dünya çapında bir reklam
olacağını söyleyen Turizmci Nejat Şerdağ, "Birleşmiş
Milletler Engelliler Sözleşmesi'nin 30. Maddesi'ne
göre tüm dünyadaki engellilerin her türlü ören yeri,
müze, tiyatro ve sinemaya gidebilmesi gerekiyor. Biz
bu sözleşmeye Türkiye olarak imza attık" dedi.
Engellilerin hiçbir zaman tek başına seyahat
etmediğini söyleyen Ege Ekonomiyi Güçlendirme Vakfı
Başkanı Yılmaz Temizocak, Avrupa'da çok sayıda
ortopedik engelli insan var. Ve bunların seyahat
harcamaları 8 milyar doları buluyor. Engelliler ya
ailesi ile ya da bir bakıcı ile geziyor ve
tatillerinde uzun süre kalıyor. Engellilerin tek
istedikleri huzurlu ve rahatça gezebilmek" dedi.
Yeni Asır, Haber: Erkan Doğan, 18.07.2010
|
ON BİN YILLIK 'İLK'LER KÖYÜ
Orta Anadolu’nun en
eski yerleşimi Nevşehir’deki Aşıklı Höyük, MÖ 8 binli yıllara uzanan eserleri ile
ziyaretçilerini 10 bin yıl öncesine götürüyor.
Aşıklı Höyük’ün ilk yerleşim merkezlerinden biri
olduğunu belirten Aşıklı Höyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Mihriban Özbaşaran, ilk tarım, ilk madencilik,
ilk beyin ameliyatı ve otopsi gibi bir dizi ilklerin
bu höyükte yapıldığını da belirtti.
Nevşehir’e gelen
turistlerin Aşıklı Höyük’te duydukları ve gördükleri
karşısında adeta 10 bin yıl geçmişe gittiklerini
kaydeden Prof.Dr. Özbaşaran,
“2008 ve 2009 yılında yaptığımız 12 kerpiç evle 10
bin yıllık köyün bir modelini oluşturduk. 10 bin yıl
önceki gibi evlere çatıdan girilirken, odalar arası
geçişler, ocaklar, öğütme taşları, hasırlar ve
sepetler da yer alıyor” dedi.
Yeniçağ Gazetesi, 18.07.2010
|
KÖPRÜDEKİ METRO

İstanbul’un, belki de
içinden deniz geçen büyük bir kent olmasından
dolayı, ilginç bir köprüler tarihi var. Da Vinci’nin
16. yüzyılda Haliç için önerdiği köprünün ölçeği
biraz şaşmış gibi.
Tasarladığı yığma
köprünün kemerinin yüzlerce metre genişlikteki
Haliç’i aşması zor gözüküyor. Hadi oldu diyelim, bu
defa da bu devasa kemerin eğiminin yayalar veya atlı
arabalar için bir hayli yorucu olacağı kesin. 20.
yüzyıl başında bir demiryolu şirketinin Boğaziçi
için önerdiği “Hamidiye” adlı asma köprünün
taşıyıcılarında ise nedendir bilinmez, süs elemanı
olarak dörder minareli iki cami yer alıyor.
Tasarımcı köprüden geçenlerin ibadet ihtiyacını
karşılamaktan çok, karar vericileri etkileyecek bir
görselliği amaçlamış olmalı. Fikirden öteye geçen
ilk dubalı Galata Köprüsü’ne ise işsiz kalacakları
korkusuyla sandalcı esnafının karşı çıktığı
biliniyor. Kentte karayollarının ve otomobilin
şahlandığı dönemde ilk Boğaziçi Köprüsü’nün nasıl
tartışmalara konu olduğunu, orta yaşın üstündekiler
iyi hatırlar. Uygulama imkanlarının ortaya çıkışı
modern köprü tasarımlarını anında ütopyadan
distopyaya dönüştürüyor. Köprülerin inşası
iktidarlar için teknokratik bir güç gösterisi,
spekülatif imkanlar yaratma aracı haline gelirken,
kentle ilişkileri, yaratacakları etkiler ise
gündemin dışında kalıyor. Bugünkü tartışmalara da
bakarsak, henüz bu çerçevenin dışına çıkıldığı
söylenemez.
Kentin silüeti
Bu defaki köprü tartışması geçmiştekilere tam
benzemiyor. Tartışanlar yalnızca yerel uzmanlar
değil, UNESCO uzmanları da. Tartışılan ise kentin
ulaşım sorununa değil, tarihsel merkezinin siluetine
etkisi. Hazırlanan rapora bakılırsa İstanbul
metrosunun Taksim-Yenikapı hattında yapılması
planlanan köprü, UNESCO Dünya Kültür Mirası
Komitesi’nin Temmuz sonunda yapacağı toplantının
gündemindeki ana konulardan biri. Komiteye önerilen
karar taslağı kabul edilirse, İstanbul 1985’ten beri
içinde olduğu “Dünya Mirası Listesi”nden çıkarılacak
ve “Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi”ne
alınacak. UNESCO uzmanlarının köprünün yeri ve
tasarımına itirazları var. Yer seçiminin isabetli
olmadığı, ayaklarının Süleymaniye Camisi’nin
minareleriyle yarıştığı ileri sürülüyor. Tünel
ağızlarının diğerlerine göre neredeyse iki misli
yükseklikte bir asma köprüyle bağlanması
öngörülüyor.
Biraz geriye dönelim. Şişhane ile Süleymaniye
semtleri arasındaki yer alması planlanan köprünün
tünelleri neredeyse on yıl önce tamamlandı. Bu
kapsamdaki bir proje, ortada bir plan olmadan
uygulanmayacağına göre, tasarlandığı tarihte,
Haliç’in iki yakası, Şişhane ile Süleymaniye
arasında bir köprü inşa edileceği belliydi. Projede
metro vagonlarını Haliç’ten geçirmek için feribot
çalıştırılması öngörülmediğine göre güzergah
seçimiyle ilgili kararların planlama aşamasında
tartışılması gerekirdi. Bu aşama çoktan geçildi ama
tuhaflıklar burada bitmedi. Fritz Lang’ın Metropolis
filminde olduğu gibi Tarihi Yarımada’nın bağrına
saplanan bu köprüyü kabul edilebilir kılmak için
dünyada birçok kentin simgesi haline gelmiş köprüler
tasarlayan ünlü mimar Calatrava, İstanbul’a davet
edildi. Bu mimar bir ön çalışma yaptı. Bu arada eski
Unkapanı köprüsünün yenilenerek metro hattına da
hizmet vermesi seçeneği gündeme geldi. Yöneticiler
işlev dışı kalacak tünelleri “soğuk hava deposu
yaparız, belki sanat galerisi olarak da
kullanabiliriz” dediyse de sonunda hesap kitap ağır
bastı ve sorunu çözecek başka bir formül bulundu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
köprü tasarımını ortağı olduğu mimarlık bürosuna
yaptıracaktı. Hem böylece maliyet düşecek hem de
İstanbul’a damgasını vuracağı bir eser
kazandıracaktı. Tasarımın konsepti ise çoktan
hazırdı: “Boynuzlu Köprü!” Avrupalılar güneşte
parladığından için Haliç’e “Altın Boynuz” adını
vermiş oldukları için bir taşla iki kuş vurulacak,
bu tasarım harikası köprüyü görmeye akın akın
turistler gelecekti.
Süleymaniye’nin
minareleriyle yarışan boynuzlar çok tartışıldı,
proje yıllarca koruma kurulunda bekledi. Kurul onayı
almak için proje değiştirildi. Asma sistem olarak
projelendirilen köprüde taşıyıcı kule uzunluğu
başlangıçta 230 metreydi. Kurulun teklifi kabul
etmemesi üzerine kule yükseklikleri önce 65 metreye,
sonra 55 metreye düşürüldü ve uygulama başlatıldı.
Sonuçta epey bir gecikmeyle, daha fazla kaynak
israfına yol açmamak için köprü ihalesi tamamlandı.
Kazıklar çakılmaya başlandı.
İstanbul’un
kaynakları
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş, Haliç üzerinde gerçekleştirilmekte olan
metro köprüsüne karşı çıkanları “tuzukurular” olarak
niteledi. Ona göre tüneller kazıldıktan,
Taksim-Yenikapı hattı için yüz milyonlarca lira
harcandıktan sonra, “köprü yapılmasın” diyerek
uygulamayı geciktirmek, İstanbulluların parasını,
zamanını çöpe atmaktan başka bir şey değil. Şimdi
ortaya çıkan sorunu tekrar bir analiz edelim: Metro
inşaatı başlangıçta bir ulaşım projesi, hatta bir
müteahhitlik çalışması olarak şekillendi. Projenin
kültürel mirasla, kentle ilişkisi bir kriz biçiminde
gündeme geldi. Oysa sorun planlama aşamasında
gündeme gelebilir ve farklı bir yöntemle
çözülebilirdi. Böylece metro projesi on yıl önce
çoktan tamamlanmış olur ve İstanbul’un kaynakları,
zamanı çarçur edilmemiş olurdu. Eğer olan bitenden
bir ders çıkarılacaksa, tercihlerden çok yöntemi
sorgulamak gerekiyor. Sorunu bir süreç olarak
tartışmayı ihmal ederek, değerlendirmeleri yalnızca
tercihlere kilitlemek yerine bir çözüm ortaya koymak
bence hala mümkün. Yapılması gereken kentin muhakeme
yeteneğini geliştirecek yöntemlerin araştırılması
olmalı.
Radikal İki, Yazı:
Korhan Gümüş, 18.07.2010
******
HALİÇ METRO PROJESİ,
UNESCO SAHNESİNDE
Birleşmiş Milletler
Bilim, Kültür ve Eğitim Örgütü'nün (UNESCO)
25 Temmuz
-3 Ağustos tarihlerinde Brezilya'da
gerçekleştireceği toplantı, İstanbul'un
Dünya Kültür Mirası ile ilgili kaderini
tayin edecek. İstanbul'un
statüsünün düşürülmesi tehlikesine karşı
hazırlıklarını tamamlayan 18 kişiden oluşan heyet
Brezilya'ya gitti. İstanbul'un
Dünya Koruma
Mirası listesinden çıkarılma tehlikesinin bu yıl
daha fazla hissedilmesi yetkilileri
harekete geçirdi. Daha önce Kültür
Bakanlığı, Valilik ve Büyükşehir Belediyesi'nden
yetkililerin katıldığı
UNESCO toplantılarına, ilk kez Dışişleri Bakanlığı
ve Anıtlar Kurulu'ndan
da temsilciler katılıyor.
İstanbul heyeti, UNESCO'nun 21 kişiden oluşan komite
üyelerini sunum ve kulis çalışmalarıyla etkilemeye
çalışacak.
Dünya Koruma Mirası
Listesi'nde yer alan İstanbul'un, Tehlike Altındaki
Kentler statüsüne
düşürülme riskiyle karşı karşıya olduğuna ilişkin
iddialar sürerken,
STK'ların en fazla
eleştirisine maruz kalan
projelerden biri olan
Haliç
Metro Geçiş
projesinin mimarı Hakan Kıran,
projesini SABAH'a anlattı. Kentin
en önemli mimari
projelerinden
birini gerçekleştireceklerini belirten Hakan Kıran,
eleştirilerin bilimsel bilgi ve kaygıdan yoksun kişi
ve çevreler tarafından
yapıldığını söylüyor. Tasarımda Haliç'in
kayan ve batan zemininin yanı sıra tarihi
yapıların korunmasının temel kriter olarak
ele alındığını belirten Kıran,
projeyi eleştirenlerin bugüne kadar herhangi
bir öneride bulunmadığını, kendilerinden bilgi
istemediklerini söyledi. Kıran, 2005'ten
beri yerli ve yabancı bilim adamlarının üzerinde
çalıştığı Haliç Metro Geçiş Köprüsü
projesiyle ilgili bazı grupların bilgi
sahibi olmadan rapor hazırladığını da ifade
etti. "Bilgi sahibi
olmadan fikir sahibi
oldular" diyen Kıran, "UNESCO'daki yabancı
yetkililer bile bizi dinleyip bilgi sorarken, yerli
gruplar hiçbir bilgi alışverişinde bulunmuyor" dedi.
Haliç'in ekosisteminin etkilenmemesi için mevcut
Unkapanı Köprüsü'nün yerine yaya,
araç ve metro geçişi sağlayacak bir köprü
yapılması için proje
önerdiğini, ancak aynı çevrelerin karşı çıktıklarını
söyleyen Hakan Kıran, "İçinde bulunduğumuz bölge
binlerce yıldır onlarca kültüre
ev sahipliği
yapmış bir yer. Ekonomik
olarak tünellerin parasını çıkartacak bir sürü fikir
vardı. Ama anlatmamıza fırsat
bile verilmedi" diye konuştu.
Taksim-Yenikapı Metro
Hattı'nın Haliç geçişi ilk kez 1952'de önerildi.
1990'da da metro hattı güzergahı
Koruma
Kurulu tarafından
onaylandı. Hat, 1995'te 1/50.000 Nazım İmar
Planları'na işlendi. Koruma
Kurulu, 2005'te Haliç
Metro Geçiş Köprüsü Avam Projesi'ni
onayladı. Ön projeler,
kamulaştırmalar, kesin proje
aşamalarından sonra nihayet ihale
yapıldı ve Büyükşehir
Belediyesi tarafından onaylanan
uygulama projesine
başlandı.
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 23.07.2010
|

 |
AYA ELENIA TURİZME KAZANDIRILIYOR
MS 327 yılında Bizans İmparatoru Konstantin'in annesi Helena tarafından yaptırılan Aya Elenia Kilisesi, yapılan restorasyon çalışmalarıyla tekrar Konya tarihi ve turizmine kazandırılıyor. Bin 683 yıldan beri ayakta duran ve dünyanın ilk Hıristiyan mabetlerinden birisi olarak bilinen Aya Elenia Kilisesi, tarihe ve turizme tekrar kazandırılmak için restore ediliyor.
Selçuklu Belediyesi tarafından ihalesi yapılan ve bir restorasyon firması tarafından restore işlemleri başlatılan kilisede restoratörler, binlerce yıllık tarihi eserleri tekrar eski hallerine döndürmek için titiz bir çalışma yürütüyor.
Kilisenin birçok yerinde bulunan tahta oymalar, üzerleri ince ince boyanarak eski haline getirilmeye çalışılırken, duvarlarda bulunan tarihi freskler ise değişik yöntemlerle ilk yapıldığı dönemki haline döndürülmeye çalışılıyor. Geçtiğimiz yıl başlanan restorasyon çalışmalarının bu yılın sonuna doğru bitirilmesi planlanıyor.
Yetkililer, Konya'nın Türkiye'deki inanç turizm merkezlerinin başında yer aldığını dile getirirken, bunda en büyük payın Hz. Mevlana, Mevlana Müzesi ve sema törenleri olduğunu dile getirdi. Konya'ya gelen turistlerin Hz. Mevlana dışındaki tarihi unsurları da tanıması gerektiğini ifade eden yetkililer, dünyanın ilk Hıristiyan mabetlerinden birisi olan Aya Elenia Kilisesi'nin restorasyon çalışmalarının ardından yapılacak iyi bir tanıtımla Konya'nın turizm potansiyeline olumlu katkı sağlayacağına inandıklarını dile getirdi.
MS 327 yılında dönemin Bizans İmparatoru Konstantin'in annesi Helena, Hac yolculuğu için Kudüs'e giderken Konya'nın Sille bölgesine uğradı. Burada bulunan mağara mabetlerini gören Helena, bölgeye bir kilise yapılması için emir verdi. Emir üzerine bölgeye Sille taşından Aya Elenia Kilisesi yaptırıldı. Bugüne kadar birçok kez tadilattan geçen kilise, dünyanın ilk Hıristiyan mabetleri arasında yer alıyor.
Konya Kent Haber, 18.07.2010
|
TARSUS GÖZLÜKULE HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI SONA
ERDİ
Mersin’in Tarsus İlçesi'ndeki Gözlükule
Höyüğü’nde yaklaşık 3 yıldır devam eden kazı
çalışmalarının bu yılki bölümünün tamamlandığı
bildirildi.
Kazı ekibi Başkanı ve Boğaziçi Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Aslı Özyar, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Höyüğün Anadolu arkeolojisinde çok önemli bir yeri
bulunduğunu belirterek, 2007 yılında başladıkları
bilimsel kazı çalışmaları sırasında, yaklaşık 200
metre kare alanda 5 ayrı açma noktasında Abbasi
dönemi ağırlıklı olmak üzere Roma ve Geç Tunç
Çağlarına ait bulgulara rastlanıldığını söyledi.
Özyar, 2007 yılında ilk kazı çalışmaları
sırasında Abbasi dönemine rastlayan katmanlara
rastladıklarını ve bu katmanları açığa çıkarmaya
başladıklarını kaydeden Özyar, bunların arasında
gündelik hayata ilişkin adetler, yaşam, camdan
yapılmış deney tüpleri, tunçtan imal edilmiş tıp
aletleri yer aldığını ve hijyen gibi konularda geniş
bilgi ve bulgulara ulaştıklarını kaydetti.
Höyüğün yaklaşık 7 bin yıllık bir geçmişe sahip
olduğunu vurgulayan Özyar, orta çağ ve Roma
Hellenistik dönemlerine ait kalıntıların yer aldığı
kazı çalışmalarındaki bulguları temizleyip
inceleyeceklerini söyledi.
Bu yılki kazı çalışmalarına aralarında Amerika,
Almanya ve Hollanda gibi yabancı ülkelerden arkeolog
ve bilim adamları da olmak üzere 30 kişinin
katıldığını kaydeden Özyar, kazı çalışmalarında elde
edilen bulguların ileri ki aşamalarda
sergilenebileceğini ifade etti.
haberler.com, 17.07.2010
|
TARİHİ KALEYİ KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRÜ 'BİÇİYOR'
Ardahan’ın
simgesi haline gelen Ardahan Kalesi’nde
biten yaban otları sökecek işçi bulunamayınca İl
Kültür ve Turizm Müdürü kollarını sıvadı. Eline
aldığı tırpanla ve baba evinden getirdiği motorlu
biçerle tarihi kalenin içinde biten otları kesip,
ailesiyle birlikte toplayan Ardahan İl Kültür Müdürü
İsmail Mor, gerek kurumdaki eleman
yetersizliği gerekse piyasadaki ücret karşılığı
çalışacak işçi sıkıntısı dolayısıyla işin başa
düştüğünü, bu nedenle üç gündür Osmanlı’dan kalma ve
kentin simgesi konumunda olan kalenin içindeki
otları biçip, toplamak zorunda kaldığını belirtti.
Ardahan’a gelen yapancı ve yerli turistlerin ilk
uğrak yeri konumunda olması dolaysıyla bakıma muhtaç
olan kaleyi kendisi temizleyip, koruyan Kültür
Müdürü’nün ailesi de kaleye gelen misafirleri
karşılayıp, hazırladıkları çayları ücretsiz servis
ettikleri görüldü.
Birgün, 17.07.2010
|
|
KÖYLÜ KADINLAR UYGARLIĞIN İZİNDE

İstanbul Üniversitesi tarafından Amasya kent
merkezine 20 kilometre uzaklıkta bulunan Oluz
Höyük’te yapılan kazı çalışmalarında köylü kadınlar
istihdam ediliyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Şevket
Dönmez başkanlığında Amasya’ya yaklaşık 20 kilometre
uzaklıktaki Oluz Höyük’te sürdürülen kazı
çalışmaları, ekonomisi zayıf olan yöre halkı için
umut oldu. Dünyaca ünlü
Fırtına Tanrısı Teşup heykelciğinin bulunduğu
Doğantepe beldesine 5 kilometre uzaklıkta ve Hitit
Uygarlığı için önemli bir yerleşim yeri olan höyükte
Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM Genel Müdürlüğü ve
İstanbul Üniversitesi’nin finanse ettiği kazı
çalışmalarını 4 yıldır sürdürdüklerini, bu sene 45
günlük bir kazı programı yaptıklarını söyleyen
Doç.Dr. Şevket Dönmez, “Kazıların tarihi ve arkeolojik
katkısının yanı sıra çok büyük ekonomik katkısı da
var. Her yıl ortalama 200 bin liralık bütçeyle
buraya geliyoruz ve bu bütçeyle buradaki yöre
sakinlerine iş imkanı sağlıyoruz. Yöre sakinleri
kazımıza gelerek tarihi eserlere bakış açısından
bilinçleniyorlar hem de en azından birkaç ay onları
rahatlatacak derecede maddi bir imkana kavuşuyorlar.
Tabii ilk yıllarımızda erkek ağırlıklı bir
kadroyla çalışırken, sonra kadınların da bu işte çok
becerikli olduğunu fark ettik ve ekibimize çok
sayıda kadın kattık. 50 kadın istihdam ediyoruz ve
bunlar yöredeki köy ve ilçelerden geliyorlar ve
kazımıza katılıyorlar” dedi.
100 kişilik ekibin 25′inin arkeoloji öğrencileri
ile arkeologlardan oluştuğunu ifade eden Doç.Dr.
Dönmez, “Ekibimizde arkeozoologlar, antropologlar,
hebotanikçiler, jeologlar ve jeofizikçiler var ve
pek çok bilim adamı kazıda farklı disiplinleri
tespit etmek için yer almaktadır. İstanbul
Üniversitesi’nin yanı sıra Van Yüzüncüyıl
Üniversitesi, Adnan Menderes Üniversitesi, Trakya
Üniversitesi gibi üniversitelerden öğrenciler ve
uzmanlar ekibimizde yer alıyorlar. 4 yıl boyunca
yaklaşık 2 bin 500 metrekarelik bir alanda kazı
yaptık ve üst üste 8 tane yerleşim saptadık. Bu 8
yerleşim, 8 kent anlamına geliyor. Bu da yaklaşık
olarak MÖ 4 binli yıllardan MÖ birinci yüzyıla
kadar olan yaklaşık 4 bin yıllık bir tarihi temsil
ediyor. Daha da eski yerleşimler olduğunu
düşünüyoruz. Bunun için derinleşmemiz lazım. Ama şu
anki verilerle Amasya kronolojisini yaklaşık 6 bin
yıl geriye kadar götürmeyi başardık. İlk Tunç
Çağı’na kadar, yazı öncesine kadar götürmeyi
başardık. Burada önemli olan nokta kronolojiyi
arkeolojik bulgulara göre şekillendiriyoruz” diye
konuştu.
Oluz Höyük’te yapılan kazılar sayesinde ev
ekonomisine katkı sağlayan ve işlerinden memnun olan
kadınlar, erkeklere oranla daha iyi çalışırken, kazı
çalışmalarında gösterilmesi gereken titizliği en üst
seviyede tutuyorlar. Kazılara Oluz Höyük’e yakın
olan Gözlek Köyü'nden katılan ev hanımı Gülhan Akar,
“Burada öğrencilerle ve hocalarla kazı yapıyoruz.
Onlara süpürme ve toplama işlemlerinde yardım
ediyoruz. Sigortamız yatıyor, bu çok önemli. Hitit
Uygarlığı’nı okul yıllarında duymuştuk, ama bu kadar
ayrıntılı bilmiyorduk” dedi.
Kazılarda 2 yıldır çalıştığını belirten ev hanımı
Kevser Uyar ise, “Kazıya imam olan eşimin desteğiyle
katıldım. Kazılarda tarihimizi öğreniyoruz ve
bilgimiz artıyor” şeklinde konuştu.
Amasya Kent Haber, 17.07.2010
|
 |
ZEUS MAĞARASI SERİNLETİYOR
Aydın'ın Kuşadası İlçesi Güzelçamlı beldesindeki Zeus mağarasının eksi 10 derecedeki soğuk suyu, tatilcilerin serinleme tercihi oluyor. Bazı otel işletmecileri ise temmuz ayının bunaltan sıcağına karşı havuzlara buz kalıpları atıyor.
Kleopatra'nın özel havuzu olarak kullandığı rivayet edilen Zeus mağarasının suyu, dağın içinden gelen kaynak suyunun millî parktaki deniz suyuyla birleşmesinden oluşuyor. Nahoş bir tadı olan suyun, çeşitli cilt hastalıklarına da iyi geldiği söyleniyor fakat bugünlerde şifası değil, soğukluğu sebebiyle yerli ve yabancı turist akınına uğruyor. Mağarasının giriş ve çıkışında uyarıcı veya bilgilendirici levha olmadığı için tatilcilerin çoğu, birbirini ikaz ederek suyun 3–4 metre derin olduğunu anlatmaya çalışıyor. Kalabalıktan, suya girmek için adeta sıra bekleniyor.
Yeni Şafak, 17.07.2010
|
36 YILDIR KAZIYORLAR
Samsun Bafra’da 1974 yılında
başlayan İkiztepe kazıları devam ediyor.
Samsun
yakınlarındaki Dündartepe’de 1940 yılında kazı yapan
arkeologlar tarafından keşfedilen İkiztepe’de 1974
yılında başlatılan ve bugüne kadar süren kazıların
bu yılki bölümü “Tepe 2” olarak adlandırılan bölgede
başladı. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Önder Bilgi başkanlığında günümüze kadar sürdürülen
kazılarda şimdiye kadar kadar Eski Tunç Çağı (MÖ
3000-2000) ve Erken Hitit (MÖ 1900-1800) dönemine
ait çok sayıda eser ve kalıntı bulunduğu belirtildi.
Kazı Başkanı Bilgi, İkiztepe’de kazı
çalışmalarının 36 yıldır devam ettiğini ve bu yılki
bölümünün 10 Eylül'de tamamlanacağını söyledi. Geçen
yıl Tepe 1’deki çalışmaları tamamladıklarını ve ilk
Tunç Çağı katmanlarının araştırıldığını söyleyen
Bilgi, “İkiztepe’de bugüne kadar elde edilen buluntu
sayısının 11 bin 550 dolayına ulaştı” dedi.
Yeniçağ, 17.07.2010
|
|

|
AYVALIK'TA TALAN HAZIRLIĞI
Balıkesir’in Ayvalık İlçesi'ndeki Alibey (Cunda) Adası’nda yaklaşık 20 dönümlük Hazine arazisinin satışı için çalışma başlatıldı. Uygulamaya tepki gösteren çevreciler, talanı durdurmak için hukuksal mücadele vereceklerini söylerken, çalışmanın 2B düzenlemesine hazırlık için yapıldığını savundular.
Kamuoyunda 2B olarak bilinen orman vasfını yitirmiş Hazine arazilerinin satışı için Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından oluşturulan özel ekip, Ayvalık’ta saha çalışmasına başladı. Edinilen bilgiye göre yasanın yürürlüğe girmesinin ardından, Maliye Bakanlığı tarafından arazinin bedeliyle ilgili açıklama yapılacak.
Alibey Adası Ortunç Koyu bölgesindeki Hazine’ye ait 20 dönümlük arazinin de, 2/B kapsamında satılacağı öne sürüldü. Bugün etrafı kızılçamlarla kaplı alan 10 yıl önce çıkan orman yangınında zarar görmüştü. Arazi üzerinde herhangi bir ağaçlandırma çalışması yapılmamasına karşın, doğa kendini yeniledi. Alanda şimdi genç fidanlar yükseliyor.
Ayvalık Adaları Tabiat Parkı içerisinde yer alan ve 1 derece doğal SİT statüsündeki arazinin satış işlemlerinin başlatılması çevrecileri ayağa kaldırdı. Ayvalık Kent Konseyi ve Çevre Derneği Başkanı Nuray Özer, Türkiye’nin en büyük Tabiat Parkı’nın Ayvalık’ta olduğunu belirterek, “Yakılarak veya yok sayılarak her ne şekilde olursa olsun zeytin, çam ağaçları ve endemik bitkilerle kaplı bu alanın 1 santimetrekaresinin bile satışına, yapılaşmaya açılmasına asla razı değiliz. Ayvalık Kent Konseyi ve Çevre Derneği olarak bu konudaki kararlı mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Bizimle aynı fikirde olan tüm kurum ve kuruluşlarla işbirliğine hazırız” diye konuştu.
CHP Ayvalık İlçe Başkanı Hüsnü Erol da, “2B adı altındaki talan tasarısı, yasalaşmadan uygulamaya girdi. Bunda da şaşılacak bir şey yok. AKP iktidarı 2002’den beri sürekli satıyor. Ancak biz Cunda’mızın peşkeş çekilmesine izin vermeyeceğiz. CHP olarak halkımızla elele verip talan ve yağmanın önüne geçeceğiz” diye konuştu.
Cumhuriyet Ege, Haber: Oya Uğral, 16.07.2010
|
TROIA ANTİK KENTİ MAKETİ İLGİ BEKLİYOR
5 yıl önce
Morabbin Parkı’nın yanındaki alana yerleştirilen
Troia Antik Kenti maketinin bazı parçalarının
bakımsız hali tepkiye sebep oluyor.
İzmir 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Grafik Bölümü Başkanı Prof.Dr. Ahmet Sipahioğlu ve ekibi tarafından 5 yıl önce yapılan
Troia Antik Kenti maketindeki camların kirli
olmasına vatandaşlar tepki gösterdi. Yerli ve yabancı
turistlerinde tepkisini çeken, Türkiye’nin en büyük
maketi olan Troia Antik Kenti maketinin hem
camlarının hem de çevresinin bakımdan geçirilmesi
gerektiğini belirten vatandaşlar yetkilileri göreve
çağırdı. 20 metrekarelik alan üzerine kurulu Troia
Antik Kenti maketinde yaşanan kötü manzaranın
Çanakkale’ye yakışmadığını kaydeden vatandaşlar,
geçtiğimiz günlerde yağan yağmurlar nedeniyle de
camlardaki vidalarında küflendiğine, çerçevelerin
bozulduğuna dikkat çekti. Çanakkaleliler, her yıl
çok sayıda yerli ve yabancı turistlerin gelip
gördüğü Troia Antik Kenti maketindeki camlı
bölmelerin bir an önce temizlenmesi gerektiğini
vurguladılar.
Çanakkale Olay, 16.07.2010
|
|
AMFORA FIRINI TARİHE IŞIK TUTUYOR
Sinop kent
merkezi ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda
bulunan çok sayıda amfora atölyesi tarihe ışık
tutuyor. Amfora atölyelerinin bulunmasıyla dünyanın
dört bir yanından çıkartılan havuç tipli amforaların
menşeinin Sinop olduğu belirlenirken, Sinop
Arkeoloji Müzesi'nde gerçek boyutunda yapılan amfora
fırını, geçmişe ışık tutuyor. Eski çağlarda toprağın
pişirilmesiyle elde edilen amforaların imal edildiği
fırın, ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor.
Bilkent Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen
proje kapsamında yapılan fırının, Türkiye'de başka
bir örneğinin olmadığı belirtiliyor. Yapılan
kazılarda ortaya çıkan amfora fırınlarındaki
kalıntıların 10. yüzyıla ait olduğunu kaydeden
Arkeolog Fuat Dereli, dünyanın dört bir yanında
Sinop kaynaklı birçok amfora bulunduğunu, müzede ise
yaklaşık 650 amforanın sergilendiğini söyledi.
Beyaz Gazete, 16.07.2010
|

 |
TARİHİ HAMAM TEHLİKE SAÇIYOR
Sivas'ta 17. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen tarihi Eskipaşa Hamamı binası, restore edilmeyi beklerken diğer yandan da yıkılmaya yüz tutmuş duvarları çevreye tehlike saçıyor.
Ulanak Mahallesi Osmanpaşa Caddesi Kale yolu üzerinde bulunan tarihi binanın yıkılmaya yüz tutmuş hali kente kötü bir görünüş kazandırırken duvarların yıkılmaması için konulan ağaç direkler rüzgarlı havalarda çevreye tehlike saçıyor.
Eskipaşa Hamamı'nın yanında bulunan tarihi binanın akşam saatlerinde tinercilerin geldiği ileri sürülüyor. Rüzgarlı havalarda çatıda bulunan sacların çevrede park halinde bulunan araçlara da tehlike yarattığı ifade edilirken vatandaşlar yetkililerden tarihi yapının restore edilmesini istiyor.
Sivas Kent Haber, 16.07.2010
|
SİNOP'TA 20 YIL SÜRECEK KAZI ÇALIŞMALARINA BAŞLANDI
Sinop’ta Bizanslılar tarafından MS 660 yılında
yapılan Balatlar Kilisesi’nde Sinop’un geçmişini
aydınlatacak ve 20 yıl sürecek kazı çalışmalarına
törenle başlandı.
Törene Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı Özgür Özaslan, Sinop Valisi M.Hakan
Güvençer, Vali Yardımcısı Mustafa Özkaynak, Belediye
Başkanı Baki Ergül, Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet
Tosun Sinop Arkeoloji Müzesi Arkeoloğu Fuat Dereli,
Bayındırlık ve İskan Müdürü Salih Sağır, İl Milli
Eğitim Müdürü İlyas Gülünay ile kazı çalışmalarını
yürütecek olan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat
tarihi bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Gülgün Köroğlu
ve ekibi hazır bulundu.
Türk arkeologların yapacağı kazıya Amerika’da
California Üniversitesi’nden hamamlar üzerinde
çalışan ünlü bir arkeolog da katılacak. 20 yılı
kapsayacağı belirtilen uzun soluklu kazı
çalışmasında, birçok tarihi buluntunun gün yüzüne
çıkartılması hedefleniyor. 25 kişilik ekip
tarafından gerçekleştirilecek kazı, Balatlar
Kilisesi diye bilinen alanın, tarihi süreçte
gerçekten kilise mi yoksa hamam ve çeşitli
tesisleriyle büyük bir sosyal kompleks mi olduğunu
ortaya çıkaracak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı
Özgür Ösaslan, “Ada Mahallesi Balatlar Kilisesi
mevkiinde bu yıl Bakanlar Kurulu kararı ile
bakanlığımızın yürütmüş olduğu çalışmayı başlatmış
bulunuyoruz. Kazı başkanımız Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Sanat tarihi bölümü öğretim
üyesi Doç.Dr. Gülgün Köroğlu ve ekibi yaklaşık 2 ayı
aşkın bir sürede burada çalışmalarını sürdürmüş
olacak. Bu çalışmanın önemi hem Sinop ve hem de
yöresi son derece anlamlı Sinop’un yazılı kaynakları
tarihi MÖ 3000 yılına ulaşıyor, ama burada yapılacak
çalışmalar ile bu tarihleme her an değişebilir.
Balatlar Kilisesi’nin kiliseden ibaret olmayıp bir
yapı kompleksi olma ihtimali var. Önce yüzeysel bir
araştırma yapılacak, daha sonraki yıllarda Türk ve
yabancı bilim adamları marifeti ile daha
derinlemesine araştırmalar yürütülecek.” şeklinde
konuştu.
Balatlar Kilisesi’ndeki bu çalışmanın diğer bir
önemi de turizm yönünden yerli ve yabancı
turistlerin uğrak noktası olduğunu ifade eden Özgür
Özaslan, “Biz de koruma ve kullanma dengesini
gözeterek bakanlığımız bu tür çalışma yapılmasına
her zaman önderlik yapıyor. Bundan sonraki
çalışmalarda sadece bakanlığımız değil, il özel
idareleri, il kültür ve turizm müdürlüğü ile sivil
toplum örgütlerinin sahip çıkması ile buranın ihya
olmasını bekliyoruz.” dedi.
Kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat tarihi bölümü
öğretim üyesi Doç.Dr. Gülgün Köroğlu, 20 yılı
kapsayacak uzun soluklu kazı çalışmasında, birçok
tarihi buluntunun gün yüzüne çıkartılmasının
hedeflendiğini belirtti. Köroğlu, “4 -5. yüzyıla ait
Roma hamam yapısını gün yüzüne çıkartmayı
planlıyoruz. İlk çalışmalarımızda mimari restorasyon
ile duvar resmi onarımı ile başlayacağız. Kazı
yapılan alanda bulunan yapı ise 15. yüzyıldan sonra
Rum kilisesi olarak kullanılmış küçük bir şapel çok
tahrip edilmiş bir yapı. Burası ile etrafında
bulunan farklı yapıların da uzun süre alacak bir
restorasyonuna başlamış olacağız. Bunlara yeni
işlevler verme, yani arkeolojik park veya bir açık
hava müzesi işlevi vermeyi planlıyoruz. Türkiye’deki
önemli üniversitelerden yerli yabancı bilim
insanlarının bulunduğu geniş bir ekibimiz var. Bu
proje süre itibari ile 20 yıl sürmesi hedefleniyor.”
diye konuştu.
Zaman, 16.07.2010
|
TARİHİ CAMİ ÇÖP YIĞINI
İÇİNDE
Kocaeli'nde bulunan
tarihi Yeni Cuma Camii'nin depo olarak kullanılan
kısmı çöp yığınlarıyla doldu.
Mimar Sinan'ın eseri
olan 500 yıllık Yeni Cuma Camii, belediyenin ihmali
yüzünden çöplerle dolmaya başladı. İzmit'in
merkezinde olan ve birçok kişinin namazını kılmak
için tercih ettiği tarihi camide belediyenin
ihmalkar davranışları vatandaşları üzüyor. Cami
derneği, caminin çevresini ve içini onarmak için
çaba harcayıp para toplarken, belediye ise depo
olarak kullandığı kısma atık malzemeleri bırakıyor.
Caminin tepeden görünüşü yürek burkarken,
vatandaşlar tarihi mabede sahip çıkılmasını istiyor.
Kocaeli Kent Haber,
16.07.2010
|
|
 |
ASUR KRALI'NIN ÇİVİ YAZISI ANLAŞMASI
Hatay’ın Reyhanlı İlçesi’ndeki Tell Tayinat Höyüğü’nde yapılan kazı çalışmalarında MÖ 670 yıllarında Asur Kralı Esarhaddon’un kendisine bağlı zayıf tımarlar ile yaptığı çivi yazısı anlaşma tableti gün yüzüne çıkarıldı.
Tell Tayinat Höyüğü’nde kazı yapan Toronto Üniversitesi’nden Prof.Dr. Timothy Harrison’un başkanlığındaki ekipte Sudan, Pakistan, İngiltere, ABD ve Türkiye’den 25 arkeolog bulunuyor. 1930′lu yıllardan beri dönem dönem kazı yapılan Tell Tayinat Höyüğü’nde bugüne kadar 30 binin üzerinde eser bulundu. Timothy Harrison’un başkanlık ettiği bu yılki çalışmada ise Asur Kralı Esarhaddon’un MÖ 670 yıllarında kendisine bağlı zayıf tımarlar ile yaptığı çivi yazısı anlaşma tableti gün yüzüne çıkartıldı. Tabletin zarar gördüğü ve tercüme edilmeye çalışıldığını belirten Harrison, “Tabletteki ifadeler, Kitab-ı Mukaddes’te ele alınan Tanrı ile Hz. İbrahim arasındaki sözleşmeye çok benziyor. Bu anlaşma, kitap yazılırken İsraillilere ilham vermiş olabilir” dedi. 43 santimetre boyunda ve 28 santimetre enindeki tablette 650 -700 satır yazının bulunduğunu anlatan Harrison, “Tabletteki çok sayıda parçanın dağılmış ve zarar görmüş. Tableti restore etme işlemleri sürüyor. Tercüme çalışmaları da devam ediyor. Asur Kralı Esarhaddon’un tahtını ve gücünü barışçıl bir şekilde korumak için bu anlaşmayı yaptırdığı anlaşılıyor” diye konuştu.
Tell Tayinat Höyüğü’ndeki kazı çalışması ağustos ayının sonuna kadar devam edeceği bildirildi.
haberler.com, 15.07.2010
|
11 - 17 Temmuz 2010
|
MONA LISA'NIN
ŞİFRESİ ÇÖZÜLDÜ
İtalyan ressam Leonardo Da Vinci'nin ünlü eseri Mona Lisa'yı röntgen cihazıyla inceleyen uzmanlar, resmin yapımıyla ilgili çarpıcı bir bilgiye ulaştı.
Paris'teki Louvre Müzesi'nde yürütülen araştırmalarda Da Vinci'nin, resimdeki insan yüzlerindeki gölgeleri daha başarılı verebilmek için, 1-2 mikrometre kalınlığında boya katmanları kullandığı belirlendi.
Akşam, 17.07.2010
|
|
HATAY'DA PAHA BİÇİLMEZ
HAZİNE
Reyhanlı İlçesi'ndeki
Tell Tayinat Höyüğü'nde yapılan kazı çalışmalarında
MÖ 670 yıllarında Asur Kralı Esarhaddon'un kendisine
bağlı zayıf tımarlar ile yaptığı çivi yazısı anlaşma
tableti bulundu.
Toronto
Üniversitesi'nden Prof. Dr. Timothy Harrison'un
başkanlığındaki ekipte Sudan, Pakistan, İngiltere,
ABD ve Türkiye'den 25 arkeolog bulunuyor. 1930'lu
yıllardan beri dönem dönem kazı yapılan Tell Tayinat
Höyüğü'nde bugüne kadar 30 binin üzerinde eser
bulundu. Asur Kralı Esarhaddon'un MÖ 670 yıllarında
kendisine bağlı zayıf tımarlar ile yaptığı çivi
yazısı anlaşma tableti gün yüzüne çıkartıldı.
Harrison, "Tabletteki ifadeler, Kitab-ı Mukaddes'te
ele alınan Tanrı ile Hz. İbrahim arasındaki
sözleşmeye çok benziyor. Bu anlaşma, kitap
yazılırken İsraillilere ilham vermiş olabilir" dedi.
43 santimetre boyunda ve 28 santimetre enindeki
tablette 650 -700 satır yazı var.
Hürriyet, Haber: Ferhat
Dervişoğlu, 17.07.2010
|
ATTİLA İLHAN'IN
GÜRÜN'DEKİ KONAĞI YIKILMAKTAN KURTULDU

Ünlü şair ve yazar
Attila İlhan'ın ailesine ait, Sivas'ın Gürün
İlçesi'ndeki tarihi konak, Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından onarıldı.
Gürün Belediye Başkanı Mehmet Aktaş, ünlü yazar
Attila İlhan'ın babasının dünyaya geldiği evin,
yaptıkları girişimler sonucu onarılarak, yıkılmaktan
kurtarıldığını söyledi.
Attila İlhan'ın, Gürün'ün son kadısı Mehmet Hamdi
Efendi ve Adile Hanım'ın kaymakam olan oğlu Muharrem
Bedrettin'in üç çocuğundan biri olduğunu hatırlatan
Mehmet Aktaş, ilçedeki konakların onarılması
çalışmaları kapsamında, bakanlığın gönderdiği 30 bin
liralık ödenekle Ketençayır Mahallesi'nde yer alan
evin aslına uygun olarak tamir edildiğini bildirdi.
Attila İlhan'ın babası Muharrem Bedrettin İlhan'ın
Gürün'de 1891 yılında görev yapan son kadı olan
Mehmet Hamdi Efendi'ye ait, halen ayakta duran iki
katlı eski evde dünyaya geldiğini belirten Aktaş,
kaymakam olan Muharrem Bedrettin İlhan'ın görevi
nedeniyle daha sonra İzmir'e yerleştiğini,
çocuklarının da orada dünyaya geldiğini belirtti.
Aktaş, ailenin 1956 yılında da Gürün'deki nüfus
kaydını İzmir Karşıyaka'ya aldığını kaydetti.
Ünlü şairin ölümünün ardından, adını evlerinin
bulunduğu sokağa verdiklerini, böylelikle çok sayıda
ilim, kültür, sanat adamıyla sayısız bürokratı
yetiştiren Gürün'de, bir ünlünün daha ismini
ölümsüzleştirdiklerini anımsatan Aktaş, ''Kültür ve
Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay bey ve hemşehrimiz
müsteşar İsmet Yılmaz'ın gayretleri ile tarihi
konağın onarımı gerçekleştirildi.
Bakanlık daha önce de
yine ünlü şair Hasan Hüseyin Korkmazgil'in
ilçemizdeki evini onarmıştı. İlhanların konağının
onarılmasıyla birlikte, ilçemizde aynı mevkide yer
alan tarihi konakları turizme kazandırarak
insanların gezebilmesine olanak tanıyacağız. Ünlü
şairin anılarının yaşatılması için, Gürün'deki
konağın kültürel anlamda ilçeye ayrı bir değer
katacağına inanıyoruz. Konağın onarılması, Attila
İlhan'ın adının Gürün'de yaşamasına vesile olmanın
yanı sıra, şairin gelecek kuşaklar tarafından da
tanınmasını sağlayacaktır.''dedi.
Sivas Hürdoğan,
16.07.2010
|

|
DEFİNE AVCILARI YAKALANDI
Düzce İl Jandarma Alay Komutanlığına bağlı ekipler aldıkları bir ihbarı değerlendirerek Akçakoca’da kaçak kazı yapan 6 kişiyi yakaladı.
Düzce İl Jandarma Komutanlığı 156 Jandarma imdat telefonuna yapılan bir ihbarda Akçakoca Akkaya Köyü'nde bazı şahısların define bulmak amacı ile kaçak kazı yaptıkları bilgisi ulaştı. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve Akçakoca İlçe Jandarma Komutanlığı personelince yapılan istihbari çalışmalar keşif ve yer tespiti sonucu kaçak kazı yapılan bölgenin Akkaya Köyü eski taşocağı mevkii olduğu tespit edildi. 13 Temmuz 2010 günü yapılan operasyon sonucu T.K., M.S., H.D., S.K., İ.G. ve N.G. isimli şahıslar kazı yaptıkları esnada suçüstü yakalandı.
Yakalanan şahıslar ile birlikte 1 adet jeneratör, 1 adet Kırıcı Hitli, 30 metre kalın ip, 2 kazma, 3 kürek, 1 balta, 27 metre prizli elektrik kablosu ve kazı yapmakta kullanılan çok sayıda demir murç alet ve edevat ele geçirilmiş, kazı yapılan yerin 5 metre çapında 7 metre derinliğinde bir bölge olduğu tespit edildi. Yakalanan şahıslar adli makamlara sevk edildi.
Düzce Damla Gazetesi, 16.07.2010
|
TARİHE VERİLEN DEĞER BU
MU?

Cumhuriyetimizin
temellerinin atıldığı ve Sivas’ı temsil eden en
güzel tarihi eserlerimizden biri olan Kongre Müzesi
bakımsızlıktan dökülüyor.
Sivas’ın en merkezi yerinde bulunan Kongre Müzesinin
önemi tarihi eser olmanın yanı sıra ülkemiz için en
önemli kararlar alınarak Sivas Kongresinin yapıldığı
binanın çevresi ağlıyor. Cumhuriyetimizin
temellerinin atıldığı ve Sivas’ı temsil eden en
güzel yapılardan biri olan kongre müzesi etrafı
bakımsızlıktan kötü günler geçiriyor.
Kurtuluş Savaşı öncesi Kurtuluş Savaşı öncesi Sivas
Kongresi’nde Mustafa Kemal ve delegelere ev
sahipliği yapan Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi
binasının arka tarafındaki demirler Müzenin tarihini
ortaya koymak yerine adeta tarihi ayaklar altına
seriyor.
Bilinçsiz kişi ve kişilerce yerlerinde sökülen ve
bakımsızlıktan paslanarak dökülen demirler Sivas’a
gelen yabancılardan tepki topluyor.
Gazetemizin hassasiyetle üzerinde durduğu bu
konuların arasında tarihi eserler ve Kongre Müzesi
çevresinde cereyan eden, olumsuzluklar Sivas’ın
tanıtımını olumsuz yönde etkiliyor ve akıllarda kötü
izlenimler bırakıyor.
Kırık dökük halde bulundukları yerden dahi
kaldırılmayan demir parçaları Sivas’ta tarihi
eserlere verilen değer bu mu? sorusunu akıllara
getiriyor.
Tarihi yapılar üzerinde yaygınlaşarak devam eden
çirkin görüntüler için herhangi bir gerekçe
göstermeyen müze yetkililerinin “Müze restorasyon
için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne devredildi.
Hiçbir çalışma yapamayız” demesi ise Kongre
Müzesi’ne verilen önemsizliği daha da belirgin hale
getiriyor.
Sias Hürdoğan,
16.07.2010
|
2 BİN 500 YILLIK
MEZARLAR ERİYOR

Fethiye'deki Amintas
Kral Mezarları, Ortaca'nın Dalyan beldesindeki tarih
hazinesi kaya mezarlarının kaderini paylaştı. Mezar
olumsuz hava, doğa koşulları ve insan eliyle yapılan
tahribatın kurbanı oldu. Sütunları eriyen,
duvarlarına sprey boyayla yazılar yazılan, içi
çöplüğe dönen kral mezarlarının kurtarılması
istendi.
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Güzel Sanatlar
Fakültesi Öğretim Görevlisi arkeolog Altan Türe,
kaya mezarlarındaki tahribata tepki göstererek,
hemen koruma çalışması başlatılması gerektiğini
belirtti. Türe eserin, Dalyan'daki mezarlar gibi
Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınmasını
istedi.
Dalyan'daki kral mezarlarındaki tahribata "Tarih
kanser oldu" başlığıyla Yeni Asır'da yer
verilmesinin ardından bölgeye gelip inceleme yapan
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın,
mezarların koruma altına alınması talimatı
vermesinin ardından, Fethiye'deki Amintas Kral
Mezarları'nın da tahrip olduğu ortaya çıktı.
Muğla'nın Fethiye İlçesindeki 2 bin 500 yıllık kaya
mezarları, birinci derece sit alanı içinde olmasına
rağmen tahribattan kurtulamadı. Fethiye Kalesi
yakınında, kaderine terk edilen mezarlar tanınmaz
hale geldi. Sütunları tahrip edilen, duvarlarına
sprey boyayla yazılar yazılan Amintas Kral
Mezarları'nın içi de çöplüğe döndü. Mezarların
temizliğiyle sadece bir görevlinin ilgilendiği
öğrenildi.
DEÜ Öğretim Görevlisi Altan Türe, kaya
mezarlarındaki tahribata dikkat çekerek, acilen
koruma çalışması yapılması gerektiğine işaret etti.
Tarihi eserlerin miras gibi göründüğünü dile getiren
Türe, "Mirasyedi bir milletiz. Eserleri de miras
gibi görüyoruz. '2 bin 500 yıldır burada, bir şey
olmaz' mantığıyla bakıyoruz. Sonra da tarih
zenginliğimiz olan eserler bu hale geliyor" dedi.
Mezarların tahrip olduğunu, ancak kurtarılması için
geç kalınmadığını vurgulayan Türe, "Mezarlara zarar
veren etkenler belirlenmeli. Egzoz ve baca gazları
mezarları eritiyor. Bu gazların içindeki sülfür,
nemle birleşince asit oluyor. Bu da kireç taşından
yapılan mezarları eritiyor" diye konuştu. Öncelikle
konservasyon çalışması yapılması gerektiğini anlatan
Türe, şunları kaydetti: "Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile irtibata geçilmeli. Mezarların bulunduğu alana
park gibi bir yeşil alan oluşturulup, burası
ışıklandırılmalı. Giriş çıkışlar kontrol altına
alınmalı. Yerleştirilecek kamera sistemi ile
mezarlar 24 saat izlenmeli. Tahrip olan yerler
onarılmalı. Sprey boyayla yazılan yazılar taşın
dokusu bozulmadan silinmeli. Vatandaşların ve
turistlerin mezarların içine girmesi engellenmeli.
Mezarın önüne konulacak panolarla insanlar
bilgilendirilmeli."
Fethiyeli vatandaşlar da, "Dalyan kaya mezarlarını
kurtaran bakanımız burayı da kurtarsın" diyerek,
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'dan yardım
istedi.
Muğla Valiliği'nden yapılan açıklamada, eserlerin
daha iyi şartlarda korunması için çalışmalar
yapıldığı bildirildi. Açıklamada, "Kral mezarları
Fethiye Müze Müdürlüğü'nde görevli personel
tarafından toplanıyor. Eserlerin daha iyi korunması
için maddi imkanların artırılması yönünde çalışmalar
yapıyoruz" denildi.
Yeni Asır, Haber: Osman
Akça, 16.07.2010
|
İKİZ KULELERİN ALTINDAKİ
SIR

ABD’nin
New York kentinde
11 Eylül 2001
saldırılarının hedefi olan dünya ticaret merkezinin
inşaat alanında, 18.
yüzyıldan kalma gemi bulundu.
Arkeolog Molly McDonald ve A. Michael Pappalardo, 10
metre uzunluğundaki geminin bir zamanlar İkiz
Kulelerin yükseldiği alandaki inşaat çalışmalarında
bulunduğunu belirtti.
McDonald, iş makinesinin ortaya çıkardığı kavisli
keresteleri fark ettiklerini, ardından geminin
omurgasını bulduklarını ve gemiyi iki günde gün
ışığına çıkarttıklarını söyledi.
İnşaat çalışmaları sırasında ortaya çıkabilecek
tarihi eserleri tespit ve belgelemek üzere çalışan
arkeologlar, bu bulgunun çok önemli olduğunu,
geminin kesin yapım tarihinin tespit edilmesi için
bazı ayrıntılı testler yapılması gerektiğini
kaydetti.
Aynı bölgede 45 kilo ağırlığında bir çıpanın da
bulunduğu, ancak bunun gemiye ait olup olmadığının
henüz bilinmediği belirtildi.
Milliyet, 16.07.2010
******
İKİZ KULELERİN
ENKAZINDA ESRARENGİZ GEMİ



'Sıfır noktası' olarak bilinen ikiz kulelerin
enkazında temizleme çalışmalarını yürüten işçiler,
enkazın derinliklerinde 200 yıllık bir gemi buldu.
Geminin yüzyıllar önce, Manhattan adasını
genişletmek için yapılan alan genişletme
çalışmalarında gömüldüğü sanılıyor. Kaldırım
seviyesinin yaklaşık 6 metre derinliğinde bulunan
gemi yaklaşık 11 metre uzunluğunda.
Tarihçiler, 18’inci yüzyılın sonlarında
kullanıldığını düşündükleri geminin 1810 senesinde
Manhattan’ın kıyı kesimlerini genişletmek için
söküldüğünü tahmin ediyor.
Salı günü, çamur tabakasının altında geminin ilk
kalıntılarına rastlayan arkeolog Molly McDonald,
Dünya ticaret Merkezi’nin altında antik bir esere
rastlamanın çok heyecan verici olduğunu belirtti. Şu
an en çok merak edilen şey ise, esrarengiz geminin
nerede inşa edildiği, ne amaçla kullanıldığı ve
neden battığı.
Mcdonald ve meslektaşı Michael Pappalardo,
beklenmedik keşiflerini Salı günü inşaat alanında
incelemeler yaparken yaptı.
İkili, bir iş makinesinin çamurun yüzeyine çıkardığı
kereste kalıntıları fark etti. Alanda başka
kalıntılar da olduğunu gören arkeologlar, iki
meslektaşlarını yanlarına alıp kazı çalışmalarına
başladı. Kısa zamanda geminin gövdesini tespit eden
arkeologlar, iki günlük çalışmada gövdenin neredeyse
tümünü gün ışığına çıkarmayı başardı.
Tarihçi Browe, geminin dış yüzeyindeki küçük
oyuklara okyanuslarda yaşayan organizmaların neden
olmuş olabileceğini belirterek, geminin bir zamanlar
okyanuslara açılmış olabileceğine dikkat çekti.
Geminin gövdesinin altında, yaklaşık 45 kiloluk
çapası bulundu. Ayrıca, geminin kalıntısı civarında
denizcilere ait olduğu düşünülen ayakkabı
parçalarına rastlandı. Tarihçiler, geminin büyük
olasılıkla 18 ve 19’uncu yüzyılda Manhattan’da
yapılan arazi doldurma çalışmalarında kullanıldığını
düşünüyor.
Geminin gömüldüğü alanın etrafını saran su,
kalıntıların yüzyıllarca bozulmadan kalmasını
sağladı. Ancak açığa çıkarılır çıkarılmaz, geminin
ahşap yapısı oksijen nedeniyle çürümeye başladı. Bu
yüzden arkeologlar geminin çamurdan çıkarılması
sürecinde yapısını koruyabilmek için parçaları
elleriyle temizliyor.
Bu
çalışmalar esnasında en şaşırtıcı şeylerden biri,
şans getirmesi için geminin omurgası altına
yerleştirilmiş madeni paralar oldu.
Hürriyet, 17.07.2010
|
AYDIN'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI YAKALANDI
Aydın'da jandarma ekiplerince düzenlenen
operasyonda, tarihi eser kaçakçılığı yaptığı öne
sürülen iki kişi yakalandı. Alınan bilgiye göre, bir
ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Umurlu
beldesi Bayramyeri Mahallesi'nde yaptığı yol
kontrolünde, A.T.'nin kullandığı kamyoneti durdurdu.
Sürücü A.T. ile kamyonette bulunan Ö.B.'nin üzerinde
ve kamyonette yapılan aramada, çeşitli dönemlere ait
1 kraliçe tacı, 1 sikke, 1 bilezik, 1 heykel, 1
gerdanlık ve 1 saç tokası ele geçirildi. Gözaltına
alınan A.T. ve Ö.B. ifadelerinin alınmasının
ardından, serbest bırakıldı.
Yeni Asır, 15.07.2010
|
MATISSE'İN RADİKAL
DÖNEMİ MOMA'DA
20. yüzyılın büyük
ressamı Henri Matisse'in 1913-1917 yılları
arasındaki yaptığı geometrik şekiller ve keskin
çizgilere sahip deneysel tabloları New York MoMA'da
sergilenecek.
18 Temmuz’da başlayacak
‘Matisse: Radical Invention, 1913-1917’ başlıklı
sergi, Matisse’in kübizm akımına kapıldığı dönemden
hemen önceki çalışmalarını içermesi bakımından
önemli. 120 eserin yer aldığı serginin önemli
tablosu, sanatçının sekiz sene boyunca üzerinde
çalıştığı ‘Bathers by a River’ (üstte). Sergi, 11
Kasım’a
kadar sürecek.
Radikal, 15.07.2010
|
|
XANTHOS KAZILARI BAŞLADI
Antalya’nın Kaş
İlçesi'ndeki Xanthos antik kentinde 2010 yılı
kazıları başladı.
Fransa’daki Bordeaux
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı
Projesi Başkanı Jacques des Courtils AA muhabirine
yaptığı açıklamada, bu yılki kazı çalışmalarında
birden çok noktada sondaj kazıları ve sütun
düzeltmeleri yapacaklarını söyledi.
Xanthos antik kentinin
Likya Uygarlığı’nın en büyük kentlerinden biri
olduğuna dikkati çeken Courtils, 1,5 ay sürecek
kazıya Bordeaux Üniversitesi ile Kanada’daki Quebec
Üniversitesi’nden 10 bilim adamı ve 35 işçinin
katılacağını belirtti.
Fransa’daki Paris ve
Sarbonne üniversitelerince Xanthos antik kentinde
ilk kez 1950 yılında kazı çalışmasına başlandığını
söyleyen Jacques des Courtils, kentte 60 yıl önce
başlayan kazıların bu yılki bölümünde ise Roma
Agorası etrafındaki sütunlu caddenin açılacağını ve
Orta Çağ dönemini simgeleyen kilise ve mezarlıkta
kazıların devam ederek gelecek yıl için planlanan
restorasyon için hazırlıkların yapılacağını ifade
etti.
Courtils, Likya
Uygarlığı’nın başkenti Xanthos antik kentinin MÖ 42
yılında Brutus tarafından işgal edildiğini, kent
halkının, Brutus’a teslim olmamak amacıyla toplu
halde intihar ettiğini belirtti. Bölgenin Harpyler
Anıtı ve Likya Kule Mezarıyla adını duyurduğunu
belirten Courtils, antik kentin UNESCO Dünya Kültür
Mirası listesinde yer aldığı da kaydetti.
Gerçek Gündem,
15.07.2010
|
MOZAİKLER NİZİP'TE KALACAK
Nizip Belediye Başkanı Fevzi Akdoğan'ın ilçede
bulunan mozaiklerin Gaziantep'e taşınmasına karşı
oldukları yolundaki tepkisinden sonra yaşanan
gelişmeler olumlu sonuçlandı. AKP Milletvekili
Mehmet Sarı, bu konuda Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ile görüştüklerini ve mozaiklerin
Nizip'te kalacağını söyledi. Sarı bu konuda yaptığı
açıklamada şu bilgileri verdi: "Nizip Akevler
Semtinde ortaya çıkarılan Antik Kilise olarak
bilinen ve binlerce yıldır aranan Nisibyn/Ad
Zociandem’in gün yüzüne çıkarılması Nizip İlçe
Halkını sevince boğmuştu. Kentin, 5 kilometre
ileride Zeugma antik kentinden kaçanlarca
oluşturulduğu ve on binlerin yaşadığı kentte 500
kişilik bir cemaatin aynı anda ibadet edebileceği bu
kiliseye geçtiğimiz aylarda yapılan kazılarda
rastlantı sonucu ulaşıldı. MS 4. yy olarak
tarihlenen ve tabanı tamamen mozaiklerle döşeli olan
Tarihi antik kente ortaya çıkarılan mozaiklerin,
Gaziantep’e götürülme fikrine karşı gösterilen
tepkiler ve 1400 yıllık mozaiklerin yerinde kalması
için yapılan çalışmalar olumlu sonuç verdi.
Gaziantep Milletvekilleri ile birlikte Akevlerde
bulunan mozaiklerin yerinde kalması için Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile görüşme yaptık.
Yapılan görüşmenin olumlu geçti. Kültür ve Turizm
Bakanımız Ertuğrul Günay, kilise kalıntılarının ve
taban mozaiklerinin Nizip’te yerinde kalarak
sergileneceği ve bu konuda kazı çalışmalarına hız
verileceğini ifade etti. Ayrıca 2 ay sonra Nizip’e
gelerek burada Akevler kilise mozaiklerini yerinde
görmek, aynı zamanda Zeugma antik kentinde yapılan
çalışmaları incelemek, Gaziantep, Nizip ve
Karkamış’ta bulunan turizm ve kültürel değerlerinin
Türk ve dünya turizmine kazandırılması ile ilgili
çalışmalarda ve çeşitli incelemeler yapacağını
vurguladı"
Gaziantep 27 Gazetesi,
15.07.2010
|

 |
TOPRAKTAN TARİH FIŞKIRIYOR
Antalya'nın Demre İlçesi'nde devam eden Myra- Andriake kazılarında, Myra antik kenti yakınlarında tahminen 1000 yıllık bir kilise veya şapel bulundu.
Myra Andriake Kazıları Bizans Bölümü Sorumlusu ve Kazı Üyesi ve İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engin Akyürek başkanlığında başlatılan kazıda, toprağın 6 metre altındaki Bizans Kilisesi ortaya çıkarılmaya başlandı. İyi korunmuş haldeki kilisenin kubbesi yıkılmış, üç noktada çatının kiremit kaplamaları sağlam durumda. 5 metre genişliğinde, 10 metre uzunluğundaki kilisenin, şu anda toprağın 2 metre altındaki bölümü ortaya çıkarıldı.
Kilise kazısını 10 kişilik ekiple yürüten Prof.Dr. Engin Akyürek, “Çok iyi korunmuş bir Bizans kilisesi. Tahminen MS 12'nci yüzyıla ait. İçi de alüvyon dolu. Kesin tarihi içine girip, temizleyince ortaya çıkacak. Bizans döneminin çatı sistemine ait net bilgiler edineceğiz. Çünkü günümüzde kullanılan Bizans kiliselerinin tamamı restorasyon geçirmiş ve çatıları değiştirilmiş durumda. Bu kilisenin orijinali ayakta” diye konuştu.
Myra- Andriake Kazıları Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik ise, “Bu kilise, bu toprakların altında yatan Anadolu'nun Pompei'si olan Myra antik kenti'nin ilk izleri. Bu kilise ile bu Anadolu Pompei'si kendini gösterdi” dedi.
Myra antik kenti'nin bulunduğu Demre Ovası, üç kez sel felaketi yaşamış ve kent 4 metre civarında toprak altında kalmıştı. Demre'de bulunan Myra Antik Tiyatrosu ve Noel Baba Müzesi yaklaşık 4 metre toprak seviyesinin altında yer alıyor.
Hürriyet, 15.07.2010
|
MUNCH'UN 'MADONNA'SI 1.9
MİLYON DOLARA SATILDI
Ünlü Norveçli ressam
Edvard Munch’ın, 1895 yılında tamamladığı “Madonna”
adlı baskısı (lithograph) önceki gün İngiltere’nin
başkenti Londra’da yapılan açık artırmada 1 milyon
900 bin dolardan satılarak, bugüne dek İngiltere’de
satılan en pahalı baskı eseri oldu. Dünyada satılan
en pahalı ikinci baskı olduğu belirlenen eserin,
kimin tarafından alındığı ise açıklanmadı.
Munch’ın “Vampire II”
adlı çalışması ise Norveç’in başkenti Oslo’da 2007
yılında 1 milyon 910 bin dolardan alıcı bulmuştu.
“Madonna” eserinin açık artırmadan önce hiçbir yerde
sergilenmediği belirtildi.
Habertürk, 15.07.2010
|
|
|
TARİHİ HİTİT YOLU, DOĞA
YÜRÜYÜŞÜNE AÇILIYOR
Çorum Valiliği
tarafından başlatılan "Hitit Yolu'' projesi ile
asırlar öncesinde Hitit kentleri arasında kullanılan
yol güzergahları belirlenecek.
Vali Nurullah Çakır,
turizmin gelişmesi için Çorum'un her türlü
potansiyelini en iyi şekilde değerlendirmek
istediklerini söyledi. Bu amaçla doğa yürüyüşü
(trekking) meraklılarına da hitap etmeyi
amaçladıklarını dile getiren Çakır, projenin
tamamlanmasıyla kent turizmine önemli bir katkı
sağlanacağını kaydetti. Projeyle tarihi Hitit
kentleri olan Şapinuva, Hattuşa ve Alacahöyük ile
İncesu Kanyonu arasında asırlar önce kullanılan yol
güzergahlarının belirleneceğini ifade eden Vali
Çakır, bölge halkı ve arkeologların bilgisine
başvurularak yapılan araştırma sonunda binlerce yıl
önce kullanılan yol güzergahlarının günümüze
kazandırılacağını kaydetti.
Zaman, 15.07.2010
|
OSMANLI HANEDANI VAKIFTA BİRLEŞECEK

Padişah 5'inci
Murad'ın torununun torunu Şehzade Osman Selaheddin
Osmanoğlu, Osmanlı Hanedanı üyelerini bir çatı
altında toplayacak bir
vakıf kurmak istediklerini dile getirerek, "Bu vakıf
bizi daha birleştirsin'' dedi. Osmanoğlu,
Beylerbeyi'ndeki evinde, babası
Şehzade Ali Vasıb Efendi ile
annesi Mukbile Sultan'ın sürgüne gidişlerini
ve hayatlarını
anlattı. Babasının
1903'te Çırağan Sarayı'nda doğduğunu ve 5. Murad'ın
torunu Ahmet Nihat Efendi'nin oğlu olduğunu dile
getiren Osmanoğlu, annesinin
ise Sultan 5. Mehmed Reşad'ın torunu Mukbile Sultan
olduğunu kaydetti. Çocuklarının ve torunlarının her yaz
Türkiye'ye gelerek Bodrum'da birlikte
tatil
yaptıklarını ifade eden Osmanoğlu, böylelikle
onların da Türkiye ile bir irtibatlarının
bulunduğunu söyledi.
Osmanoğlu, babasının
sürgüne gönderildikleri döneme ilişkin, "Babamlar
ilk seneler, '3-5 sene içinde döneriz' diye
düşündüler. Uzadıkça uzadı. 1924'ten sonra 1952'de
Sultan ve sultanların
çocuklarına
izin çıktı. Şehzadelere 1974'e kadar izin çıkmadı.
Tam 50 sene geçmişti ve babam
71 yaşına varmıştı. 50 yıl içinde İstanbul çok büyük değişiklere uğramıştı. Ben de ilk
geldiğimde 34 yaşındaydım. Geldiğimde de turist
olarak gelirdim. Sonra İngiltere'de emekli oldum ve
buraya yerleştim'' diye konuştu.
Osmanoğlu, atalarının yaşadığı ve devleti idare
ettikleri saraylara gittiğinde yaşadıklarını, "İlk
geldiğimde çok etkilendim. Artık çok gidiyorum.
Arkadaşlarımı götürüyorum, adeta bir rehber
gibi oldum'' sözleriyle dile getirdi.
Osmanoğlu, hayatta 25 şehzadenin var olduğunu, yani
babadan
oğula Osman Gazi soyundan gelenlerin bulunduğunu,
bunların 6'sının da kendisi, 2 oğlu, 3 torunu
olduğunu anlattı. Ailenin
en
yaşlı üyesi olan aile
reisi Osman Bayezid Osmanoğlu'nun New York'ta
yaşadığını kaydeden Osmanoğlu, ayrıca hayatta 16 sultan, 23 sultanzade, 13 de hanım sultan
bulunduğunu, dolayısıyla 77 hanedan üyesinin var
olduğunu vurguladı. Osmanoğlu, şöyle devam etti: "Aile
dağıldığında bazıları Ortadoğu'ya gittiler. Bazıları
da Batı'ya gitmişler. 2 değişik kitle var.
Birbirleriyle tanışıyorlar ama bazılarının
aralarında konuşabildikleri
ortak bir dil yok. Bu çok hazin bir şey. Ben çok
şanslıydım. İkisine de uyuyorum. Bir vakıf kurmak
istiyoruz. Bu vakıf bizi daha birleştirsin. Gençleri Türkiye'ye daha yakınlaştırmak için. Türkiye'de
olan biteni bilsinler, Türk
kültürüyle
bağdaşlaşsınlar. Vakıf inşallah bu sene
kurulacak.
Aile reisimizle konuştum
ve Osman Bayezid Efendi başkan olmayı kabul etti.''AA
Osmanoğlu, evindeki piyanonun büyük dedesi Sultan 5.
Murad'ın olduğunu söyledi. 5. Murad'ın 550 bestesi
olduğunu hatırlatan Osmanoğlu, piyanonun sürgüne
gittikleri dönemde büyük babası
tarafından bir arkadaşına verildiğini ifade etti.
Osmanoğlu, "Türkiye'ye döndüğümde, 'Bu eşyalar
sizindir' diye iade ettiler. Büyük
babam demek ki arkadaşlarını iyi seçmiş'' dedi.
Sabah, 15.07.2010
|
GENE Mİ AKM?
Biliyorum, AKM (Atatürk Kültür
Merkezi) adını görünce, okurlarımın çoğu “Gene mi
AKM?” diye soracaklar.
Kimileri de, biz bıktık sen bıkmadın diyecekler.
Bazı okurlarım da; yaz yaz da, artık bu binayı
yapsınlar diye yazmamı onaylayacaklar.
Yapı dergisinde (*) “2010 Avrupa Kültür Başkenti’nde
mahzun bir kültür merkezi...” yazısını okumasaydım
konuya değinmeyecektim.
Yazıyı birlikte okuyalım:
“Hükümet, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkarak
yerine daha yoğun, daha rantabl bir yapılaşma
getirmek istiyordu. Ancak gelen tepkiler ve ilgili
Koruma Kurulu’nun kararı bu girişimi engelledi.
Sıra boşaltılmış Merkez’in, yapılacak bazı
iyileştirmelerle yeniden devreye sokulmasına
gelmişti. Ne var ki Başbakan’ın, yenileme işini
emirle durdurduğu öğrenildi. Nedeni hala bilinmiyor.
Bu arada 2010 geldi çattı... İstanbul, 2010 yılının
Avrupa Kültür Başkenti oldu; ancak Kültür
Başkenti’nin en önemli Kültür Merkezi kapalı.
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Opera ve
Balesi ile etkinliklerini orada sürdüren Devlet
Tiyatrosu vb. öteki kuruluşlar yersiz yurtsuz... AKM,
boynu bükük, kaderini bekliyor. Akla şöyle bir soru
takılıyor: Acaba hedefte hala yıkım mı var? Bunun
için de ‘Kültür Başkenti’ döneminin bitmesi sessizce
bekleniyor olmasın!”
* * *
Ben, AKM konusunda hangi yetkili ile konuşsam, işin
bir başka yönünü öğreniyorum.
Onun için de sağlıklı bir çözüm önerisi içeren bir
şey yazamıyorum.
Son bildiğim Kültür ve Turizm Bakanlığı, AKM’nin
yeniden yapılması için değil de, onarımı için bir
proje yaptığıydı, onun da 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı’na ulaştırılması idi.
O konuda yetkili bakan, Hayati Yazıcı’nın imzasını
bekliyordu.
Daha sonra bir yetkiliden aldığım bilgi, dosyanın
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın masasında olduğu
yönündeydi.
Kültür Başkenti İstanbul’da iyi müze etkinlikleri
yapıldı, konserler verildi; ama kalıcı bir tek
kültür merkezi, müze, kütüphane yapılmadı.
Bir öğretim üyesi dostum, yurtdışından gelen
meslektaşlarına bu yıl yapılan yeni bir yeri
gösterememiş, şaşırıp kalmış.
Resim ve Heykel Müzesi’nden tutun Beyazıt Devlet
Kütüphanesi’ne, Maslak’taki Kongre ve Kültür
Merkezi’ne kadar elde kalıcı bir şey yok.
Üstelik art arda birtakım etkinlikler yapılıyor,
hepsinin de altında ajansın katkısını görüyorum.
İyi güzel, bunlar da yapılsın, bunların da önemini
inkar etmiyorum ama diğer kalıcı işlere yazık olmadı
mı?
Çok değil on yıl sonra, kültür başkenti olmanın
anılarında gazete kupürleri, birtakım kataloglar
kalacak.
Ama gene müzemiz olmayacak, gene yeni bir
kütüphanemiz olmayacak, gene konser salonumuz
olmayacak.
* * *
AKM, işleyen bir yara. Üstelik gittikçe de
derinleşiyor.
(*) Yapı 344, Mimarlık-Tasarım-Kültür-Sanat,
Temmuz 2010
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 15.07.2010
|
KORUMA KURULLARINDA
MİMARLIK
Kısaca "Koruma Kurulu"
dediğimiz "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulları"ndan "serzeniş"ler artıyor...
Bunu söylerken
"korumanın zorunlu olarak engellediği imar
çıkarları"ndan ötürü bu kurullarla zaten barışık
olmayan rant düşkünlerini kastetmiyorum. Üzerinde
durduğumuz, korumadan giderek "ödün" verildiği;
tarihsel ve doğal mirasın yaşatılmasında "yetersiz"
ve hatta "yanlış" proje ve planların da
onaylanabildiği yönündeki duyarlı serzenişler...
Mimarlar Odası Antalya
Şubesi'nin yayımladığı "Batı Akdeniz Mimarlık"
dergisi, son zamanlarda herkesin konuştuğu ama açık
ortamlarda pek tartışılmayan bu gerçeği dosya konusu
yaptı.
Mesleki ilgisi nedeniyle
"Koruma Kurullarında Mimarlık ve Etik" başlığı ile
açtığı tartışma için dosya yazarlarına özetle şu
soruları yöneltti:
1. Kurullarda görev
yapan mimarların mesleki etik ve sorumluluklar
açısından taşıdıkları yükümlülükler nelerdir?
2. Kurul üyesi serbest
mimarların, aynı kurulun yetki alanlarında mesleki
faaliyetlerine devam etmeleri uygun mudur?
3. Kurulda mimari
projeler görüşülürken proje müellifi mimarın da
toplantıya katılması nasıl kurumsallaşabilir?
4. Gözlemci olarak
katılan Mimarlar Odası temsilcisinin de "korumada
uzman ve birikimli olma"sı uyarıları haklı mıdır?
5. Kurullarda kimi
projelerin "düzeltilerek" onaylanması "tasarımda
değişiklikler"e de yol açtığında, "müelliflik"
zedelenmiyor mu?
6. Kurulların çalışma
tarzı ve yapılanmaları nasıl olmalıdır?
İşte, her biri Koruma
Kurullarına yıllarca emek vermiş uzman mimar
yazarların, dergideki kapsamlı yanıtlarından bazı
kısa vurgulamalar:
‘Gündem'lerde Açıklık
Prof.Dr. Hakkı Önel (YTÜ): Kurul üyeliklerinde
siyasal yakınlıkların yerine üniversitelerin ve
meslek odalarının güvence verecekleri uzmanlık
birikimlerinin esas alınmasını önererek diyor ki:
"Kurul gündemleri açık ortamlarda ve başvuru
sırasına göre belirlenmeli; kimilerinin kayırıldığı
izlenimlerine ortam hazırlanmamalıdır."
‘Oybirliği' Olmalı
Prof. Ataman Demir (MSGSÜ): Tarihi çevrede her yeni
yapının "çevresiyle uyum"una öncelik verilmesi
gerektiğini belirterek şunları vurguluyor:
"Kurullarda kararlar oybirliğiyle ve gerekçeleri
ayrıntılı belirtilerek alınmalı; miras üzerinde oy
pazarlığı yapılmamalıdır."
‘Atanan'ın
Sorumluluğu
Prof.Dr. Emre Madran (ODTÜ): Son dönemlerdeki
üyeliklerde sadece "atayan"ın değil, "atanan"ın da
uzmanlığı önemsemediğini belirterek diyor ki:
"Seçilecek üyenin ‘koruma konusunda uzman olması'
yönetmelik hükmüdür ve mirasının esenliği
içindir..."
Duyarlı ve Tarafsız
Prof.Dr. Gül Asatekin (Bahçeşehir Ü): Kurullarda
"prestij" için değil "sorumluluk" duygusuyla üye
olunmasını anımsatarak şunları vurguluyor: "Hem
korunacak varlıkların saptanması; hem de korunma
yöntemlerinin belirlenerek projelerin
değerlendirilmesinde görev almak, bilimsellik,
duyarlılık, tarafsızlık gerektirmektedir."
Politika Eksikliği
Prof.Dr. Haluk Sezgin (Maltepe Ü): Her iktidar
değişikliğinde kurul üyelerinin de değişmesini,
"Devletin sürekli bir koruma politikasının
olmayışı"na bağlayarak diyor ki: "Bu durum korumada
da dönemsel farklılıklara neden oluyor. Bir
restorasyonun hangi siyasal süreçte yapıldığını
görebilmek kadar bilim dışı ne olabilir? Mimarın
görevi, hizmet ettiği kentin kimliğine sahip
çıkmaktır..."
Temsilcilikte de
Uzmanlık
Prof.Dr. Peyman İlgi Aşkun (MSGSÜ): Mimarlar Odası
temsilcisinin uzman ve birikimli olması koşuluyla
kurullara, oy kullanarak da katılabileceğini
savunarak şunları belirtiyor: "Bir kurul üyesi
yandaş olamaz, her zaman tarafsızdır. Oyunu hep
kültürel varlıkların veya çevrelerinin kurtarılması
ve korunması için kullanmalıdır."
Üyelikte Deneyim
Prof.Dr. Nuran Zeren Gülersoy (YTÜ): Kurullardaki
"teknik düzeltme"leri aşan "proje değişiklikleri"ne
mimarların susmalarını "onay" beklentilerine
bağlayarak diyor ki: "Kurul üyesinin, ‘eleştiren ama
çizemeyen' konumda olmaması için ‘deneyimli' mimar
olması gerekiyor."
Hukukçu ‘Üye' Olamaz
Prof.Dr. Cengiz Eruzun (MSGSÜ): Kurul üyesi
mimarların korumada "yüksek lisans" yapmalarını
zorunlu görerek şunları vurguluyor: "Ülkemiz
koşullarında kurul başkanı mimar olmalıdır; hukukçu
ise danışman olabilir, üyeliğine gerek yoktur."
Düzeltme Yerine
Uzlaşma
Prof. Hande Suher (İTÜ): Mimari projeler üzerindeki
kurul düzeltmelerinin "mimara saygısızlık" olduğunu
belirterek şunu öneriyor: "Kurul görüşünü yazılı
olarak belirlemeli, mimar karşı düşüncesinde
diretebilmeli; sonucu uzlaşılan tasarım
belirlemelidir."
Para Yerine Kültür
Prof.Dr. Mete Tapan (İTÜ): Mimarlıktaki tasarımın
kültür varlıklarının restorasyonunda daha da önem
kazandığını anımsatarak diyor ki: "Hem eskiyi
korumak, hem de yeniyi yaşatmak mimarinin özüdür.
Taşkışla'nın otel yapılmak istenmesine karşı
(1980'ler) ‘Paranın ömrü kısa, kültürün ise uzundur'
demiştim; bugün de geçerli..."
‘İlkeli' Saygınlık
Mimar Nurhan Ercan (Emekli Kurul Müdürü): Kurullarda
uzman (raportör) mimar olmanın, binlerce dosyayla iç
içe yaşamak ve hem mevzuatı hem de uygulamaları
yakından izlemek anlamına geldiğini anımsatarak
şunları söylüyor:
"Kültür mirasımızın
korunabilmesi için insan ilişkilerini iyi yönetmek,
yapılan işe doğru sahip çıkmak, insana, hak ve
düşüncelerine saygı göstermek bir raportörün
görevidir. İlkeli duruş saygı uyandırır...
İhale Sistemi Yanlış
Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam (Batman Ü): Kurullar
doğru projeler onaylasa da uygulama denetlenemediği
için yanlış restorasyonların çoğaldığına dikkat
çekerek diyor ki: "İhalede en az parayı verene bu iş
yüklenildiği zaman, ‘mutlaka para kazanacak' ilkesi
de göz önünde bulundurulunca, olan eski eserlerimize
oluyor..."
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 15.07.2010
|
İSHAK PAŞA SARAYI
HAFTANIN 7 GÜNÜ ZİYARET EDİLECEK
Ağrı Kültür ve Turizm
Müdürü Muhsin Bulut, Ağrı'da bulunan tarihi İshak
Paşa Sarayı'nın haftanın 7 günü ziyaret
edilebileceğini söyledi.
Makamında basın
mensuplarına açıklamalarda bulunan Muhsin Bulut,
daha önce haftanın 6 günü açık olan saray
girişlerinin turizm sezonu yoğunluğu nedeni ile
bundan böyle pazartesi günleri de olmak üzere 7 gün
açık olacağını belirtti. Bu yıl bölgeye gelen turist
sayınsın oldukça fazla olduğuna vurgu yapan Bulut
"Özellikle pazartesi günleri sarayın kapalı olması
ve uzaktan şehrimize gelen ziyaretçilerin İshak Paşa
Sarayı'nı ziyaret etmek istemeleri ciddi sorun
oluyordu. Biz de pazartesi günleri saat 13.30-18.00
arası sarayın açık tutulmasına karar aldık. Bu
anlamda bir takım mağduriyetlerin önüne geçmek
istedik. Ayrıca İshak Paşa Sarayı'nın yine her gün
saat 18.00 kadar açık tutulmasını sağlıyoruz.
Böylece gün ışığı olduğu müddet zarfında sarayımız
ziyaretlere açık tutulmaktadır" diye konuştu.
Haber Diyarbakır,
15.07.2010
|
ESKİ TARSUS EVLERİNDE RESTORE ÇALIŞMASI SÜRÜYOR
Tarsus'un yakın tarihinin en güzel örneklerinden olan ve “Tarsus Evleri” olarak anılan tarihi yapıların restorasyon işlemleri devam ediyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1998 yılında bir kısmı kamulaştırılan, bir kısmı ise özel şahıslara ait olmasına rağmen ''Sokak Sağlıklaştırılması' kapsamında restore edilen 17 eski Tarsus evinin restore çalışmalarının ardından 4 eski Tarsus evinde başlatılan onarım çalışmaları devam ediyor.
Hz. İsa'nın 12 havarisinden en ünlüsü olan Saint Paul'un, Tarsus'ta doğup, yaşamış olması ve bu nedenle buranın Hıristiyan alemince kutsal 'Hac' yeri kabul edilmesi eski Tarsus evlerinin restore edilerek, 'butik otel' olarak yerli ve yabancı turistlerin hizmetine sunulmasını gündeme getirdi.
Bu nedenle Kültür ve Turizm Bakanlığınca restore edilen özel şahıslara ait eski Tarsus evlerinin kafe olarak birkaç yıldır hizmet vermeye başlamasıyla birlikte bölgeye yerli ve yabancı turistin ilgisi arttı.
Tarsus Kaymakamı Mehmet Gödekmerdan, Tarsus'un turizm bölgesi ilan edilen kıyı şeridi, yine turizm bölgesi ilan edilen kış turizmine uygun Karboğazı, yayla ve kültür turizmiyle birlikte doğadan, denize ve inanç turizmine kadar farklı alternatiflere sahip gözde bir kent olduğunu söyledi.
Tarsus Haber, 14.07.2010
|
 |

|
SÜPHAN DAĞI URARTULARIN TANRISIYMIŞ
Yapılan son arkeolojik kazılar Anadolu'nun üçüncü yüksek doruğunun bilinmeyen bir özelliğini ortaya çıkardı. Süphan Dağı, Urartu Uygarlığı zamanında bir Tanrı olarak kabul ediliyormuş.
Eteklerinde birçok medeniyetin kurulup dağıldığı Süphan Dağı'nın, kurbanlarla onurlandırılıp adaklar adanan bir Urartu Tanrısı olduğu ortaya çıktı...
MÖ birinci binyılın başında Van ve çevresinde kurulan Urartu devletiyle ilgili araştırmalar hala sürüyor...20 yılı aşkın süredir Van ve çevresinde kazı çalışmaları devam ediyor..
Yapılan çalışmalarda Urartularla ilgili yeni bir bilgi daha ortaya çıktı.
Bitlis'in Ahlat İlçesi'ndeki Süphan Dağı'nın Urartu Medeniyeti'nin önemli tanrıları arasında olduğu açıklandı..
Süphan Dağı, Urartu Medeniyeti'nin sonuna kadar tanrı olarak kabul edildi... Adaklar adanıp kurbanlarla onurlandırıldı.
Cnn Türk, 14.07.2010
|
MAYIN ARAYAN DEDEKTÖRLER TARİHİ ESER BULUYOR
Gaziantep'in Karkamış
İlçesi'nin Suriye sınırındaki
antik kentte sürdürülen mayın temizleme çalışmaları
sırasında, Roma dönemine ait çok sayıda tarihi eser
de gün yüzüne çıkarıldı.
Karkamış antik kenti saha
arkeoloğu Ali Korkmaz,
AA muhabirine, mayın temizleme çalışması yapılan
alanın sit alanı olduğunu hatırlatarak, bundan
dolayı bazı zorluklar yaşadıklarını söyledi.
Mayın temizlemede kullanılan dedektörlerin en
küçük bir metal parçası için bile sinyal verdiğini,
bu nedenle bu nedenle çalışmaların çok titizlikle
yürütüldüğünü ifade eden Korkmaz, şunları söyledi:
''Şu anda yapılan çalışma, dünyada ilk
diyebiliriz. Hem sit alanı, hem de mayınlı alan
içerisinde olması bu çalışmayı ayrıcalıklı kılıyor.
Mayınlar yaklaşık 15-20 santim derinlikte olduğundan
dolayı fazla derine inilmiyor. Dedektörlerin
sinyalleri doğrultusunda küçük buluntular dediğimiz
sikkeler, bronz objeler ve aplik bazı parçalar
ortaya çıktı. Bunlar tutanak karşılığından Gaziantep
Müze Müdürlüğü'nden gelen uzmanlara ediliyor.
Dedektörler sayesinde roma dönemine ait 160 parça
bronz ve gümüş sikke ile tarihi kalıntı bulundu.''
Korkmaz, bu tarihi eserlere, sadece mayın
temizleme çalışması sırasında rastlandığına dikkat
çekerek, mayınlar temizlendikten sonra alanda kazı
çalışması yapılacağını söyledi.
Bu arada, Gaziantep turizmine yeni bir soluk
kazandırması beklenen Karkamış antik kentinde, İl
Özel İdaresi'nin açtığı ihaleyi kazanarak, 29 Mart'ta
mayın temizleme çalışmalarına başlayan Nokta Yatırım
ve İnşaat Firması ekipleri, çalışmalarını aralıksız
sürdürüyor.
Mayınların elle temizlenmesi açısından Türkiye'de
bir ilk olan işin, 300 günde tamamlanması
öngörülüyor. sit alanı olan Karkamış antik kentinde
mayınların temizlenmesinden sonra binlerce yıllık
tarih, arkeolojik kazılarla gün ışığına çıkarılarak
turizme kazandırılacak. Kazıları yapmak için
şimdiden Japonya, İtalya ve ABD'deki
üniversitelerden talep geldiği bildirildi.
Karkamış antik kenti, Gaziantep'in Karkamış
İlçesi yakınında, Fırat Nehri'nin batı kıyısında,
Türkiye-Suriye sınır hattında bulunuyor. Karkamış
krallarından söz edilen ilk belgelerin MÖ 1700'lü
yıllara ait olduğu sanılıyor. Karkamış'tan
1940'larda çıkarılan büyük taş bloklar üzerine
yapılmış resmi ve dini konulu kabartmalar, Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor.
Zaman, 14.07.2010
|
3 BİN YILLIK KIBYRA'DAKİ KAZI ÇALIŞMALARI MAKÜ
BÜNYESİNE GEÇTİ
Burdur'un
Gölhisar
İlçesi'nde bulunan 3 bin yıllık Kibyra antik kentindeki kazı çalışmalarını bundan sonra
Kültür ve Turizm Bakanlığı
adına
Burdur
Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi (MAKÜ) yürütecek. Üniversite kazısı
olan Kibyra'da birçok öğrenci de çalışmalarda görev
alma şansı bulabilecek. Yetkililer, kazılar sonucu
şehrin ortaya çıkmasıyla birlikte
bölgenin
en cazip antik kenti haline geleceğini belirtti.
Gölhisar
İlçesindeki Kibyra antik kentindeki kazı
çalışmalarının önümüzdeki günlerde başlaması
bekleniyor. Dördüncü sezonuna girecek olan antik
kentte şu anda yüzey araştırmaları başladı.
2006'dan
beri ağırlıklı olarak stadyumda devam eden kazı
çalışmalarında bu yıl meclis binası önem
kazanacak. Çalışmaları MAKÜ ve
çeşitli üniversitelerin arkeoloji bölümlerinde okuyan
öğrenci, öğretim görevlileri ile birlikte
bölgede
yaşayan yaklaşık 100 kişiyle yürütülecek. Kazının
başkanlığını MAKÜ Arkeoloji Bölümü'nden Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru yürütecek.
Burdur Kültür ve
Turizm Müdürü Mehmet
Tanır, Kibyra'daki
kazıların
Ağlasun İlçesinde
bulunan
Sagalassos antik
kentindeki kazılardan sonra şehrin tanıtımına
büyük
katkı sağladığını belirtti.
Türkiye'nin
çeşitli üniversitelerindeki öğrencilerin Kibyra'da çalışmak
için başvurduğunu belirten
Tanır, "Kibyra'nın
üniversite kazısı olması öğrencilerin ağırlıklı
olarak buraya tercih etmelerini sağlıyor.
Öğrencilerle birlikte ortaya çıkacak olan Kibyra'nın
kazı süresi de
Sagalassos'a göre
daha uzun olacak. Bu sayede
bölgede
daha fazla çalışma yapılabilecek." dedi.
Burdur Valiliği'nin
de buradaki kazılara büyük
önem verdiğini belirten İl Müdürü
Tanır, Kibyra'nın
yerli kazı olma özelliğini taşımasının da oldukça
önemli olduğunu belirtti. Burada bulunan meclis
binası Anadolu'nun en büyüklerinden olduğunu ifade eden
Tanır, şöyle devam
etti: "Şehrin tiyatrosu 8 bin, stadyumu ise 14 bin
kişilik. Bu bilgilere ve antik dönem kaynaklarına
göre Kibyra'nın en görkemli zamanında nüfusunun 150
bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Biz bunu kamu
binalarından, yapıların
büyüklüğünden, alanın
genişliğinden anlayabiliyoruz. Kibyra tam
bir sanayi ve ticaret kenti."
haberler.com, 14.07.2010
|
KÜMBETİN SIRRI ÇÖZÜLÜYOR

Erzurum’da, Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan
Cimcime Hatun Kümbeti’nin akıbeti, 16 Temmuz’da
belli oluyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu, 16 Temmuz’da toplanarak, Cimcime Hatun
Kümbeti’nin durumunu görüşecek.
Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Cumhuriyet
Caddesi üzerinde bulunan ve bir süre önce altında
gizli bir oda bulunan Cimcime Hatun Türbesi ile
ilgili olarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’nun bir karar alacağını kaydetti. 16
Temmuz’da toplanacak olan kurulun, Cimcime Hatun
Kümbeti’nde yapılacak olan çalışmalarla ilgili karar
alacağını ve projeleri inceleyeceğini anlatan Müze
Müdürü Erkmen, “Toplantıdan projelere onay çıkması
halinde gerekli çalışmalara bir an önce başlanacak.”
diye konuştu.
Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan Cimcime
Sultan Kümbeti için rölöve projesi hazırladıklarını
hatırlatan Müze Müdürü Erkmen, hazırlanan projenin,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 16
Temmuz’da alacağı kararın ardından uygulamaya
sokulacağını dile getirdi.
Erzurum Müze Müdürü Erkmen, kümbetin taşları
ve derzlerinde yıllar içerisinde bozulma ve
aşınmaların tespit edildiğini belirterek, onarıma
ihtiyaç duyan taşların düzeltileceğini ve gerekirse
değiştirileceğini bildirdi. Erkmen, Cimcime Sultan
Kümbeti’nin külahının da, yepyeni bir görünüme
kavuşturulacağını ifade ederek, peyzaj ve
restorasyon çalışmalarının, sezon sonuna kadar
tamamlanmasının planlandığını kaydetti. Erkmen,
“Şehir merkezindeki bu yapıları, 2011 Kış
Oyunları’ndan önce restore etmiş olmayı planlıyoruz.
Çalışmaların şeklini ve durumunu, Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu belirleyecek.” şeklinde
konuştu.
Erzurum, Cumhuriyet Caddesi’nde, Ulu Cami’nin
kuzeyinde bulunan Cimcime Hatun Kümbeti’nin 14.
yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır.
Türbenin büyük bir kısmı yol seviyesinin
yükselmesinden ötürü toprak altında kalmıştır.
Kümbet Erzurum’un yöresel Sivişli (Keverk) taşından
yapılmış olup silindirik gövdeli taş konik
külahlıdır. Kümbetin gövdesi birbirine bağlanmış
yuvarlak kemerli sütunlarla bir revak konumuna
getirilmiştir. Konik külahın altında dışa taşkın bir
silmesi bulunmaktadır. Türbenin su basmanın
yukarısındaki gövde, birbirine paralel, kalın çift
kabartma çubuklarla daire şeklinde kemerler
oluşturmuştur. Böylece dıştan 12 köşeli olmamasına
rağmen böyle bir gövde görünümü vermektedir.
Erzurum Gazetesi, 14.07.2010
|
SİT AŞILMIŞ AMA ZARAR GÖRMEMİŞ
Tarihi Kiğı Kalesi’nin taşları sökülerek HES Barajı inşaatında kullanıldığı yönündeki iddiaları araştıran Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü, “Sit sınırına bırakılan bandın yer yer ihlal edildiğini ancak sit alanına herhangi bir zarar verilmediğini” belirtti.
Taraf’ın Mayıs ayındaki “Tarihi Kiğı Kalesi’ni dinamitle patlatıyorlar” haberinin ardından, Özgür Bektaşoğlu Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne bir dilekçe vererek, 1. Derece Arkeolojik sit alanı olarak ilan edilen Görçek Kalesi’nin Peri suyu üzerinde yapımı devam eden Kiğı HES Barajı çalışmalarında yıkılarak malzemenin baraj alanına taşındığı iddialarının araştırılmasını talep etti. İddialar üzerine inceleme başlatılarak altı kişilik bir heyet oluşturuldu. Heyet tarafından yapılan inceleme sonucunda “Görçek Kalesi I. derece arkeolojik sit çerçevesinde yapılan çalışmalarda sit sınırına 50 metre mesafede tedbirine bırakılan bandın yer yer ihlal edilmesine karşın birinci derece sit alanına herhangi bir zarar verilmediği” açıklandı.
Taraf, 14.07.2010
|
 |
SİDE ANTİK KENTİNDE 2010 KAZILARI DIONYSOS
TAPINAĞI'NDAN BAŞLADI
Antalya'nın
Manavgat İlçesi
Side antik kentinde
2. dönem kazı çalışmaları başladı. Anadolu
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
tarafından yürütülen yaz dönemi çalışmalarının iki
ay süreceği belirtildi.
Konuyla ilgili açıklama yapan Anadolu
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve
Side antik kent
Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı, kazı
çalışmalarının geçen yıl
Side Antik
Tiyatro'da sondaj çalışmaları yaptıklarını söyledi.
2010'da ise tiyatronun kuzeybatı köşesinden yer alan
Dionysos Tapınağı'ndan başladıklarını söyleyen
Alanyalı, kazı çalışmalarını 60 kişilik ekiple
yaptıklarını belirtti.
Side antik kentinde
kazı çalışmaları 1947 yılında
İstanbul
Üniversitesi Öğretim Üyesi Ordinaryüs Prof.Dr. Arif
Müfid Mansel tarafından başlamıştı. Arif Müfit
Mansel'den sonra 2008 yılına kadar Prof.Dr. Jale
İnan, Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu ve Dr. Ülkü
İzmirligil sürdürdü.
Kültür ve Turizm Bakanlığı,
2009 yılında ise kazı çalışmalarını Anadolu
Üniversitesi'ne verdi. 2 yıldır kazı çalışmalarını
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr.
Hüseyin Alanyalı ve eşi Doç.Dr.
Feriştah Alanyalı
birlikte yapıyor.
haberler.com, 14.07.2010
|
KAYA MEZARLARI NANOTEKNOLOJİYLE KORUNACAK
Muğla'nın Ortaca İlçesi'ne bağlı Dalyan beldesindeki
2 bin 400 yıllık 'kaya mezarlarının' koruma altına
alınması planlanıyor.
Kaunos antik kenti Kazı Başkanı
Prof.Dr. Cengiz
Işık, kaya mezarlarının koruma altına alınmasının,
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın ziyareti
sırasında gündeme geldiğini ve bu amaçla '1007
Programı' projesinin hayata geçirilmesinin
planlandığını söyledi. Prof.Dr. Işık, hazırlanan
projenin nanoteknoloji ile hayata geçirileceğine
işaret ederek, şu bilgileri verdi: "Nanoteknolojinin
böyle bir projede kullanımı, kültür varlıkları
üzerinde ilk olacak. Kaunos'un kaya mezarlarındaki
bu uygulama, diğer kültür varlıkları için de önemli
bir gelişme olacak. Nanoteknolojide kaya
mezarlarının kendi malzemesi kullanılacak. Hastalık
sadece mezarlarda değil, ana kayanın üzerinde de
var. Bunlar üzerinde 10-15 santimetrekarelik
uygulamalar yapılacak. Onlar uzun süre gözlenecek.
Proje sürecinde bir mezar, pilot olarak seçilecek ve
mezar içinde çok küçük santimetreler üzerinde
uygulama yapılacak. Bu en az 10 yıllık bir süreç
demektir."
Zaman, 14.07.2010
|
 |
EVİN ALTINDAN TARİH FIŞKIRDI
Çanakkale'nin Gelibolu İlçesi'nde Hocahamza mahallesi Özcan Sezer Parkı civarında bulunan Su ailesine ait eski evin yıkımı sırasında zemin kısmında kayalar içine yapılmış eski döneme ait odalar ve bölmeler çıktı.
Edinilen bilgiye göre, ev sahibi Neviye Su, eski evini müteahhide vererek yerine yenisini yapmak istedi. Bunun üzerine müteahhit de kısa sürede eski evi yıkmaya başladı. Ancak yakımın sonlarına gelindiğinde yıkılan binan alt kesiminde kayalar içine yapılmış odalar ortaya çıktı. Bu odaların eski Bizans dönemine ait olabileceği iddia edilirken, ortaya çıkan bu yer ile ilgili araştırmanının yapılacağı ifade edildi. Çalışmalar da ortaya çıkan bu olayın ardından durduruldu.
Çanakkale Kent Haber, 14.07.2010
|
PATARA'DA 2010 YILI KAZILARININ İKİNCİ BÖLÜMÜ
BAŞLADI
Antalya'nın Kaş
İlçesi yakınlarındaki,
Likya uygarlığının başkenti Patara antik kentinde
2010
yılı kazılarının ikinci bölümü başladı. Patara antik
kentinde 22 yıldır devam eden kazıların ikinci
bölümünde, 50 kişilik öğretim görevlisi ve öğrenci
ile 70 işçi çalışıyor. Patara Kazıları Başkanı,
Akdeniz
Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık, 'Bu
seneki çalışma alanlarımızdan en önemli
bölümlerinden birini de bulunduğumuz ana
cadde
oluşturuyor. Amacımız ana
caddeyi eski görkemli günlerine geri
döndürebilmek' dedi.
Diğer mekanların da
antik dönemdeki amacına uygun
kullanılması için düzenlemeler
yaptıklarını anlatan Işık,
Parlamento
binasındaki restorasyon çalışmalarının sürdüğünü
bildirdi.
Antik kentteki kiliseler, su yolu ve
hamamdaki çalışmaların da devam ettiğini ifade eden
Işık, 'Umuyoruz ki, bu çalışmaları uzunca bir
süre daha devam
ettirecek maddi
güce sahip
olabiliriz' diye konuştu.
haberler.com, 14.07.2010
|
HASANKEYF'TE KAYA ÖLDÜRDÜ

Batman'ın Hasankeyf
İlçesi'ndeki tarihi kalenin
de üzerinde bulunduğu tepeden düşen kayalar,
işyerinin önünde oturan 70 yaşındaki işletme sahibi
Ramazan Şeker'i canından etti. Batman Vali
Vekili Yasemin Çetinkaya, Gercüş Kaymakamı ve
Hasankeyf Kaymakam Vekili Huzeyfe Citer, Batman
Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı Başkanı
Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam ve Batman Emniyet Müdürü Hasan
Ali Bilim olay yerine geldi. Batman Vali Vekili
Yasemin Çetinkaya, kaleye girişi yasakladıklarını
açıkladı.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Uluçam da
Hasankeyf Kalesi'ne uygun bir gezi güzergahı
projesi oluşturulması ve buraya gelecek olan
ziyaretçilerin çok rahat dolaşabilecekleri bir ortam
sağlanması gerektiğini ifade etti. Kalebaşı denen
yörenin tamamının tehlike arz ettiğini kaydeden
Uluçam, olayın kazı ya da yol yapım çalışmaları ile
ilgili olmadığını, kayaların zamanla ayrışmasından
doğan bir durumun ortaya çıktığını ifade ederek şu
bilgileri verdi: "En büyük tesellimiz bu olayın
hafta sonuna denk gelmemesi oldu. Kale çıkış ve
inişlerinin kontrol edilmesi için çalışma
başlatmıştık ama şimdi kökten bir çözümün gerektiği
kanısına vardık. Bu olay buranın ziyaret edilemez ve
can güvenliği açısından tehlike arz ettiğinin
göstergesidir. Bakanlığın buraya giriş çıkışları
acilen yasak etmesi gerekir. Bunu bakanlığa da
bildireceğiz. Kazı çalışmalarını da durdurduk.''
Sabah, Haber: Fatih Efe, 14.07.2010
******
TURHAN, HASANKEYF'TE
İNCELEMELERDE BULUNDU

Batman Valisi Ahmet Turhan, 2 gün
önce Hasankeyf Kalesi'nde 1 kişinin ölümüyle
sonuçlanan kaya kütlelerinin kopması olayını yerinde
incelemek üzere tarihi ilçeye gitti. Turhan'ın
inceleme ziyaretine Batman Üniversitesi Rektörü ve
Hasankeyf Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam, İl Özel İdare Genel Sekreteri Yusuf
Karatoprak, Hasankeyf Kaymakam Vekili ve Gercüş
Kaymakamı Hüzeyfe Citer, Bayındırlık ve İskan Müdürü
Ergin Habiboğlu ile teknik ekibi, İl Afet ve Acil
Durum Müdürlüğü teknik ekibi ve Hasankeyf ilçe
yöneticileri katıldı.
Kaya kopmasının yaşandığı Hasankeyf
Kalesi'nde incelemelerde bulunan Vali Ahmet Turhan,
daha sonra kazı evine geçerek ilçe sakinleriyle bir
araya geldi. Kazı evinde esnaf, işletmeci,
çardakçılar ve ilçe yöneticileriyle görüşen Turhan,
bundan sonra alınacak önlemleri paylaştı. "İnsan
hayatı bizim için her şeyden daha önemlidir" diyen
Turhan, teknik heyetin aldığı kararlara uyma
konusunda herkesten hassasiyet istedi.
Hasankeyf'te bulunan ve çoğu
işletmelere verilen mağaraların tümü
boşaltılacak. Teknik inceleme ve araştırma
yapıldıktan sonra tehlike bölgesinde bulunan
çardaklar kaldırılacak. Ayrıca, çardaklara yeni
düzenlemeler getirilecek ve tehlikeli yerlere
güvenlik şeridi çekilecek. Çardak bölgesi için
alternatif bir yer tespiti yapılacak. Nehir
kenarı ve kale altı (köy yollarının geçtiği
bölüm) tümü araç trafiğine kapatılacak ve
tamamen araçların geçişine yasaklanacak.
Batman Gazetesi,
15.07.2010
|
BEŞİRİ'DE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Aslı Erim Özdoğan başkanlığında, Beşiri İlçesi'nde sürdürülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümüne başlandı. Doç.Dr. Özdoğan, yaptığı açıklamada, aralarında akademik personellerin de bulunduğu toplam 70 kişilik bir gurupla Sumaki ve Memika bölgelerinde bu yılki yüzey temizleme ve kazı çalışmalarına başladıklarını belirtti. Çalışmalarının amacının Ilısu Barajı'ndan etkilenecek yerlerdeki tarih araştırmasının yapılması olduğunu ifade eden Özdoğan, şöyle dedi: ''Çalışma alanlarımızı 2002 yılında yaptığımız yüzeysel araştırmalar sonucu tespit ettik. Bu yerlerde bulduğumuz bazı testi parçaları ve çevre halkından elde ettiğimiz bilgiler doğrultusunda yer tespitini gerçekleştirdik. Şimdiye kadarki kazı çalışmalarında birçok bulgular elde ettik. Değerli parçaları Mardin Müzesine gönderdik. Elde edilen bulguların, Neolitik dönemine ait MÖ 6200, 6500, 6600 dönemine ait bulgular olduğu tespit edilmiştir. Bu rakamlar MÖ 7000 tarihine kadar çıkabilir. Kazı çalışmaları Ilısu Barajı bittiğinde havzaya su toplanana kadar devam edecek.''
Batman Gazetesi, 13.07.2010
|
 |
ALTINTEPE KAZILARI YENİDEN BAŞLADI

AÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu başkanlığında 3
öğretim görevlisi ve 29 kişilik işçilerden oluşan
ekip, Altıntepe'deki kazı çalışmalarına başladı.
Doğal bir tepe üzerine kurulu, sur duvarları, kabul
salonu, açık hava tapınağı, mezarları ve gelişkin
kanalizasyon şebekesiyle Doğu Anadolu Bölgesi'nde
örnek bir yapıya sahip olan Altıntepe’deki 2010 yılı
çalışmalarını Erzincan Valisi Abdulkadir Demir de
yerinde inceledi.
Kazı alanını gezerek, Prof.Dr. Karaosmanoğlu’ndan
bilgi alan Vali Demir, Erzincan’da kazıların
sayısını arttırmak istediklerini belirtti. Demir,
“Burası çok önemli bir merkez. Erzincan’da resmi
kazı olarak bir çalışmamız var. Altıntepe’deki kazı
çalışmalarının yanı sıra Saztepe ve Kemah Kalesi ile
ilgili kazı izni almak için müracaatlarımızı yaptık.
Buraların hemen turizme katkısını sağlamak için
çalışmalarımızı hızlandıracağız.” dedi.
Kazılarda şimdiye kadar sur duvarları, tapınak,
apadana (Kabul salonu) açık hava tapınağı, oda
mezarları gelişkin kanalizasyon sistemleri gibi 2
bin 750 yıllık eserler ortaya çıkarken, kazılarda
ayrıca Bizans dönemine ait kilise ile yer zemini
hayvan figürleri ile kaplı mozaikler bulundu.
Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu, bu seneki kazıların
iki bölgede sürdürüldüğünü belirterek, “İç kalede
ile kilisede kazılar sürdürülüyor. İç kalede
yaptığımız çalışmalar Urartu dönemine ait ve Urartu
sonrasına ait çalışmalar olmak üzere iki dönemi
kapsamakta. Geçen sene apadana çalışmasında önemli
bulgulara rastlamıştık. Çünkü apadana yapısı Urartu
dönemine ait Anadolu’daki tek yapı. Bu sene ki
çalışmalara geldiğimizde geçen sene büyük bir
depremle yıkıldığını tahmin ettiğimiz Urartu
Kalesi’nde bir taş yapı ile karşılaştık. Çok
kaliteli taş işçiliği ile yapılmış duvarları
görmüştük. Onun hangi amaçla yapıldığını ortaya
koymaya çalışıyoruz.” dedi.
Vali Abdulkadir Demir ise Erzincan’daki tek resmi
kazı çalışmasının Altıntepe’de yapıldığını
hatırlatarak, “Buradaki çalışmalar 7 yıldır devam
ediyor. Altıntepe Erzincan için son derece önemli.
Erzincan
deprem bölgesi
ve özellikle 1939 depremiyle Erzincan’ın sahip
olduğu pek çok tarihi eser yerle bir olmuş.
Dolayısıyla Altıntepe’nin yaşaması ve gelen yerli
yabancı turistlere sunulabilmesi anlamında son
derece önemli tek eser onun için burayı çok
önemsiyoruz. Bu güzellikleri insanımızla paylaşmak
istiyoruz. Şuan da hem broşür hem de afiş
çalışmaları tamamlandı. Onu bize teslim ettikleri
tarihten itibaren buranın çok şık bir broşürünü
hazırlayıp insanlarımıza vereceğiz ve tüm Türkiye’ye
de dağıtacağız.” diye konuştu.
Yapı
Kredi Bankası’nın
sponsorluğunda Urartu dönemine ait hazırlanan bir
kitapta 5 sayfalık bir bölümün Altıntepe’ye
ayrıldığını aktaran Vali Demir, şöyle devam
etti:”Buradaki kilisenin müze yapılması konusunda
çalışmalarımız sürüyor. Projelendirilmesi tamamlandı
ve kurula gitti. Bir iki rötuş yapıldıktan,
restorasyon bittikten sonra müze haline getireceğiz.
Yılın on iki ayı artık burası görevlisi olan ziyaret
edilen yerlerden bir tanesi olacak. Öncelikle etrafı
kapatılacak ve dış etkenlerden korunmuş olacak.
İkincisi de burada bir asma köprü yapılacak. Bu
mozaikleri yukarıdan göreceğiz. Burada ayrıca diğer
sosyal ihtiyaçları karşılayacak yapıları da
tamamlayarak bu yıl sonunda tamamlamayı
hedefliyoruz.”
Taşçı Hamamı’nın müze yapmayı düşündükleri başka bir
yer olduğunun altını çizen Vali Demir, “Bununla
ilgili de Kültür ve Turizm Bakanlığı çalışmalarını
yaptı. Şuanda oradaki restorasyon çalışmaları hızlı
bir şekilde devam ediyor. Burayı da bu yıl sonuna ya
da önümüzdeki yıl ortasında tamamlayarak Erzincan
turizmine kazandırmış olacağız. Bunun dışında iki
hamamımız daha var. Bu iki hamamında kamulaştırma
çalışmaları devam ediyor.” ifadelerini kullandı.
Önemli bir kazı çalışmasının da Kemah Kalesi kazı
çalışması olduğunu söyleyen Vali Abdulkadir Demir,
“Burayla ilgili de Müzeler Genel Müdürlüğü
tarafından onay verildi. Kazı çalışması
yapılabilmesi için
Bakanlar Kurulu kararı gerekiyor. Bu
prosedürlerde tamamlanınca ikinci bir kazı olarak da
Kemah Kalesi kazısı başlayacak.” şeklinde konuştu.
Samanyolu Haber,
13.07.2010
|
ATAV: SIÇAN ADASI'NDA ANADOLU ATEŞİ GÖSTERİLERİ
TARİHSEL MİRASIMIZA ZARAR VERİR
Kısa adı ATAV
olan Antalya Tanıtma Vakfı, tarihi mekanların
gösteri alanı olarak kullanılmasının kültürel
mirasımıza zarar vermesi nedeniyle bu yöndeki
işlemlere tepki gösterdi.
ATAV,
basında yer alan, Anadolu Ateşi Dans Topluluğu Genel
Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan’ın 2010 Ekim ayında
sahneye koyacağı “İstanbul Dream” gibi bir projenin
benzerinin “Antalya Dream” olarak Antalya’da
projelendirilebileceği haberi üzerine bir açıklama
yaptı.
ATAV Başkanı
Nizamettin Şen yaptığı yazılı açıklamada Mustafa
Erdoğan’ın Anadolu Ateşi gösterileri için “Sıçan
Adası”nı önerdiğinin öğrenildiğini belirterek
şunları söyledi:
"Sıçan Adası olarak bilinen Antalya’nın batı
bölümündeki ada, bir doğa harikasıdır ve Antalya’nın
simgesidir. Maki bitki örtüsüyle kaplı konik
şeklindeki ada, Antalya’nın Kemer istikametindeki
Toros Dağlarından denize uzanan çam ağaçları ile bir
uyum içinde eşsiz bir görüntü sergiler.
Kartpostallar, posterler, broşürler ve tanıtım
kitaplarımızda yer alan, bu doğal muhteşem görüntü,
anlaşılan bazılarının iştahını kabartmıştır.
Anadolu Ateşi ve Troya oyunları bizim de Antalya
Tanıtım Vakfı olarak, yıllarca desteklediğimiz
projelerdir. Ama dün Aspendos Antik Tiyatrosunda
bunların sergilenmesinin tarihsel mirasımıza ne
kadar zarar verdiğini görerek, orada sergilenmesine
karşı çıktık. Bugün adı veya vasfı ne olursa olsun
doğayı tahrip edecek Sıçan Adasındaki bu hayali
projeye, başından karşı dururuz. Türkiye ve Antalya
kamuoyu da buna karşı duracaktır. Antalya’da bu
projeyi gerçekleştirecek, hazır mekanlar
bulunmaktadır."
Turizm Gazetesi, 13.07.2010
|
KİLİSEYE ÇİRKİN SALDIRI
Mardin'in Nusaybin İlçesi'nde bulunan Süryani Mor Yakup Kilisesi duvarına kimliği belirsiz kişiler tarafından hakaret içerikli yazılar yazıldı.
Mor Yakup Mahallesi'nde bulunan kiliseyi korumak için etrafa örülen telleri kesen kimliği belirsiz kişi veya kişiler kilise bahçesine girerek duvara sprey boyayla "Naletulah Kafir, Siyonist Köpekler, Allah, Muhammed" şeklinde yazı yazdı.
Yazıları fark eden vatandaşlar tepki göstererek, durumu Nusaybin İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Mardin Müzesi'ne bildirdi. Olay yerine gelen polis ekipleri inceleme yaparken, müze ekipleri tarihi dokunun bozulmadan yazıların silinmesi için boya örneklerini alarak kriminal laboratuara gönderdi. Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında soruşturma başlattı.
Habertürk, Haber: Mehmet Altunkaynak, 13.07.2010
|
İLK KAZMA VALİ'DEN
Muğla'nın
Yatağan
İlçesi'ndeki, dünyanın en büyük mermer antik
kentleri arasında gösterilen Stratonikeia'da kazı
çalışmaları Vali
Fatih Şahin'in ilk
kazmayı vurmasıyla başladı.
Eskihisar Köyü'ndeki Stratonikeia antik kentini
ziyaret eden Vali
Fatih Şahin,
çalışmalar hakkında
Pamukkale
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm
Öğretim Üyesi ve Stratonikeia antik kenti Kazı
Başkanı Doç.Dr. Bilal Sögüt'ten bilgi aldı. Ziyaret
sırasında Vali Şahin'e antik kente gezisi sırasında
Yatağan Kaymakamı
Hasan Tanrıseven, CHP'li
Yatağan Belediye
Başkanı
Hasan Haşmet Işık,
Yatağan Jandarma
Komutanı
Göksel Söylemez,
daire amirleri de eşlik etti. Doç.Dr.
Söğüt, kazı
çalışmalarına 2008 yılında başlandığını
hatırlatarak, ''İlk olarak kuzey şehir kapısının
kazısı ile başladık. Bu süreçte kuzey şehir
kapısından kent merkezine doğru devam eden anıtsal
caddeyi açtık. Antik kentin bulunduğu yer, coğrafi
açıdan çok önemli. Stratonikeia antik kentinin 3
bin yıllık tarih sürecinin her döneminden
kalıntıları bölgede bulabiliyoruz' dedi. Bin 500 yıl
önce inşa edilen ve depremlerle yıkılan caddeyi
ayağa kaldırdıklarını belirten
Söğüt, ''Şehrin
giriş kapısında bulunan 'anıtsal kapı' alanında o
dönemin mimarisini göstereceğiz. Bin 500 yıl sonra o
caddeden ilk kez biz yürüyeceğiz' diye konuştu.
Muğla Valisi
Fatih Şahin ise
Karia Bölgesi'nin en önemli kentlerinden biri olan Stratonikeia
antik kentinden çok etkilendiğini
ifade ederek, ''Bugün burada tarihi bir günü
yaşıyoruz. Yüzyıllar öncesi yaşanmış bir olayı
tekrar yaşayacağız. çalışmayı yürüten ekibe teşekkür
ediyorum. Kültür turizmi ilimizde alternatif turizm
alanlarından biri ve bizim önemsediğimiz bir alan.
Yeni destinasyonlar oluşturmamız ve kültür turizmine
önem vermemiz gerekiyor' dedi.
Vali Şahin, Stratonikeia antik kenti,
Belen Kahvesi ve
Bozüyük arasında
''Kültür Yolu' oluşturma çalışmaları yürüttüklerini
de açıklayarak, şunları söyledi:
''Bu çalışmayı hızlı bir şekilde hayata geçirmemiz
gerekiyor. yerli ve yabancı turistlerin buraları
atla, bisikletle ve yaya olarak dolaşabildiği ve
ihtiyaçlarını karşılayabildikleri mekanlar ülkemizde
fazla yok. Onun için bu alana dikkat çekmek
zorundayız. Kentte turizmde kapasite kullanım
oranları yüzde 30'larda. Bu oranları yüzde 50 ve
daha yukarılara çıkarmanın yolu, alternatif turizm
imkanları yaratmaktır.'
Konuşmaların ardından vali Şahin, ''anıtsal kapı'
alanının açılış kurdelesini kesti ve kazı
çalışmalarını ilk kazmayı vurup, başlattı. Vali
Şahin, daha sonra Doç.Dr.
Söğüt, Belediye
Başkanı Işık ve Başkan Yardımcısı Tarcan Oğuz'a
plaket verdi.
Kazı çalışmalarının
Pamukkale, Marmara,
Adnan
Menderes, Ankara,
Süleyman Demirel,
Selçuk, Ege ve
Muğla
Üniversiteleri öğretim üyesi ve öğrencilerinden
oluşan toplam 53 kişilik bir ekip tarafından
yürütüleceği bildirildi.
haberler.com, 13.07.2010
|
TARİH MUAMMASI ÇÖZÜME MUHTAÇ

Erzurum'da
Çifte Minareli Medrese’nin yapım tarihi ile ilgili
olarak elde bulunan birbirinden farklı bilgiler,
tarihi eserin Selçuklular dönemine mi, yoksa
İlhanlılar dönemine mi ait olup olmadığı yönünde
görüş ayrılıklarına neden oluyor.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlanan
vakfiye kayıtlarında medresenin Selçuklulardan
kaldığı belirtilirken, bu döneme ait vakfiye
kayıtlarında yanlışlıklar yapıldığı ve İlhanlılara
ait çoğu eserin bu kayıtlarda ‘Selçuklular’a aittir’
şeklinde yer aldığı kaydedildi. Buna örnek olarak
Erzurum’daki Ahmediye Medresesi’ni gösteren
kaynaklar, “Erzurum’da 1314 ile 1314 tarihleri
arasında Ahmed Bin Ali Bin Yusuf tarafından
yaptırıldığı üzerindeki kitabeden anlaşılan Ahmediye
Medresesi, söz konusu kayıtlarda Alaaddin Keykubat’a
mal edilmiştir” derken, yine aynı şekilde Alaaddin
Keykubat’ın, Hüdavent Hatun diye bir kızının
olmadığı, karısının adının Hundi Hatun olduğu ve
karısının türbesinin de Kayseri’de bulunduğuna
işaret ediyor. Medresenin 1250’li yıllardaki mimari
stile uymadığını, o döneme ait başka eserlerin de
doğruladığı gözlenirken, bilimsel çalışmalara göre,
medresenin yapım tarihinin 1290’lı yıllara denk
düştüğü belirtiliyor. Bu dönemlerde de Erzurum’da
İlhanlı egemenliği olduğuna dikkat çekilen
kaynaklarda, Çifte Minareli Medrese için; “Selçuklu
üslubu ile yapılan bir Türk mimari örneğidir.”
deniliyor.
Kaynaklarda, tarihi Çifte Minareli Medrese
için şu ifadeler kullanılıyor: “Yapının
tarihlendirilmesinde göz ardı edilmeyecek bir başka
husus ise, adının “Hatuniye” olarak anılmasıdır. Bu
ismin tarihlendirmede esas alınabilmesi için
sonradan konulan bir isim olmaması gerekir. Bu
konuda Fatih’te Ali Emir Efendi Kütüphanesi’nde 2239
numarada kayıtlı, “Hidaye” adlı el yazması kitabın
sonunda eserin, H. 730 yılının, 5 Zilkaadesi'nde
Erzurum’daki Hatuniye Medresesi’nde tamamlandığı
kayıtlıdır. Hicri 730 tarihi, Miladi 1330 tarihine
denk düşmektedir. Bu da bize medresenin yapılış
tarihine çok yakın olan M. 1330 tarihinde Hatuniye
adının kullanıldığını göstermektedir. Yapının
tarihinin tespitte diğer özelliklerinin
değerlendirilmesinin yanında, Hatuniye adından
dolayı Anadolu’daki en ihtişamlı, en büyük medreseyi
yaptıranın, Erzurum yöresine hakim olmuş, güç ve
servet sahibi bir hanım olması kaçınılmazdır.
Medresenin, mimari, süsleme üslubu ve özelliklerini
diğer medreselerin gelişimi içerisinde
değerlendirerek rahatlıkla tespit edeceğimiz, 13.
yüzyılın ikinci yarısı ve 14. yüzyılın başları
arasında iktidar ve güç sahibi olarak 1285-1291
yılları arasında Erzurum’da bulunan Padişah Hatun
bilinmektedir. İlhanlı Hükümdarı Argu Han Kirman’da
Padişah Hatun ile kardeşi Soygu Katmış arasındaki
taht kavgasını önlemek için Padişah Hatun’u
Anadolu’da bulunan Şehzade Keyhatu ile evlendirip,
Erzurum’a göndermiştir. 1291 yılında Argu Han’ın
ölümü üzerine Keyhatu ile Anadolu’dan ayrılarak
Kirman Tahtı’nı elde etmişlerdir. Bu ani ayrılma,
Çifte Minareli Medrese’nin yarım kalmasının nedeni
olarak gösterilmektedir”
Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Haluk Karamağaralı
tarafından yazılan bir makalede ise, Çifte Minareli
Medrese’nin İlhanlılar döneminden kaldığı
belirtiliyor. “Erzurum’daki Hatuniye Medresesi’nin
Tarihi ve Banisi Hakkında Mülahazalar” başlıklı
makalesinde Prof.Dr. Karamağaralı, Çifte Minareli
Medrese olarak anılan medresenin kitabesinin mevcut
olmadığını belirterek, Rusların 1829 yılında
Erzurum’u işgalinden sonra medrese üzerinde bulunan
çift başlı kartal ile kitabesinin sökülerek
götürüldüğü iddialarını da kaynaklarla çürütüyor.
Medresenin Alaeddin Keykubad’ın kızı tarafından
yapıldığı inanışının tarihi olaylar ve devrin siyasi
şartlarına uygun düşmediğine makalesinde yer veren
Karamağaralı, ayrıca, Fatih’te Ali Emiri Efendi
Kütüphanesi’nde bulunan “Hidaye” adlı el yazması
kitapta Erzurum’daki Hatuniye Medresesi’nin
tamamlandığının kayıtlı olduğuna işaret ediyor.
Tarihi kaynağa göre, medresenin adının Hatuniye
olduğu ve bu nedenle medresenin banisinin hatun
olduğuna şüphe bırakmadığı kaydedilen makalede,
“1277’den itibaren de fiilen İlhanlılar’ın merkezi
haline gelen Erzurum’da bu medreseyi ve türbeyi
yaptırabilecek bir Selçuklu hatununu tanımıyoruz”
görüşü yer alıyor.
Erzurum Gazetesi, 13.07.2010
|
ERZURUM RUHUNU ARIYOR
Erzurum tarih kenti, İpekyolu üzerinde Türk İslam Medeniyeti’nin tüm doku, örgü ve eserlerini barındıran il, hafta içinde tarihi kentlerin buluşmasına sahne olacak. Selçuklu ve Osmanlı dönemi tarihi dokularını barındıran illerin yer aldığı Tarihi Kentler Birliği toplantısında ilk kez Erzurum’un tarihi evleri, mahalleleri dile getirilecek..Bu yapıların geleceği ele alınacak.
2011 yılında uluslararası düzeyde büyük bir organizasyona ev sahipliği yapacak olan Erzurum, gelecek sporcu, seyirci ve turistlere tarihini sunacak. Ne ki, ili karakterize edecek tarihi evler kurtarılmayı ve geleceğe taşınmayı bekliyor. Çoğu terk edilmiş ve yıkılmaya yüz tutmuş tarihi evler için özel koruma tedbirlerine ve restorasyon desteklerine ihtiyaç var.. Sahiplerince korunamayan evler Büyükşehir’den medet bekliyor.
Yoğunluklu olarak, Alipaşa, Narmanlı, Yeğenağa, Köseömer, Alipaşa, Emirşeyh, Mumcu, Dervişağa, Caferiye, Lalapaşa, Muratpaşa mahallelerinde yüzlerce tarihi ev ihmale kurban gitti. Geriye çok az sayıda Erzurum evi kaldı. Acil önlem alınmaması durumunda bu evlerinde çok azı gelecek beş yıla taşınabilecek. Erzurum evleri yok olacak ve Erzurum’un tarihi hafızası silinecek.
Bursa, Sivas, Kayseri, Konya, Amasya, Tokat, Kars başta olmak üzere çok sayıda ilde, tarihe karşı sergilenen saygı, geçmişten kalan ev ve dokuların korunması şeklinde kendini ifade etti. Bu kentlerde tarih turizmi hız kazandı. Erzurum ise tarihi ev ve mahallelerini koruyamadı. Hafızası ve ruhu olmayan yapılar, tarihi yok etti.
Bundan yirmi yıl öncesine kadar sayısı beş yüzü aşan tarihi eve sahip Erzurum’da şimdi geriye kalmış ve sayısı yüzü bulmayan tarihi ev var. Çoğu metruk durumda. Bazısının kaderi kentsel dönüşüme, bazısının geleceği ev sahiplerinin insafına terk edilmiş halde. Yok olan her tarihi eviyle özelliğini yitiren Erzurum bu gidişe acilen dur denilmemesi durumunda sıradan bir il konumuna gelecek.
Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Küçükler, dün gazetemize verdiği söyleşide, tarihi Erzurum Evlerinin korunmasına yönelik olarak inisiyatifin Büyükşehir’e geçeceğini ve bu yapıların korunma, onarım ve restorasyonlarının kendileri tarafından gerçekleştirileceğini açıkladı. Küçükler böylesi bir tarihi görevi yerine getirirse, Erzurum’un tarihi dokusunun korunmasına gösterdiği hassasiyetle bir ilki gerçekleştirecek ve Erzurum sevdalılarının da duasını alacak.
Erzurum Gazetesi, 13.07.2010
|
 |
|
TABLOSU 100 YIL SONRA BULUNDU
Alman dışavurumcu
ressam Ernst Ludwig Kirchner'in hiçbir envanterde,
hiçbir arşivde yer almayan bir
tablosu Frankfurt'ta bir müzenin deposunda bulundu.
Stadel Müzesi'nin sözcüsü Axel Braun, 1910 tarihli
olduğu sanılan tablonun nereden geldiğini
ve
sahibinin kim olduğunu bilmediklerini, eserin
arşivlerinde, hiçbir belgede, ressamın notları ve
yazışmalarında belirtilmediğini açıkladı.
1938’de 58 yaşında ölen ressamın eserinin özgün
olduğuna şüphe bulunmadığı, uluslararası uzmanların
da hemfikir olduğu belirtildi.
Braun, değeri dört milyon avro olarak tahmin edilen
tablonun şu an için
sergilenecek durumda olmadığını, eseri gerekli bakım
yapıldıktan sonra 2011’de sergilemeyi düşündüklerini
kaydetti.
Radikal, 13.07.2010
|
"EN ESKİ YAZILI BELGE BULUNDU" İDDİASI
İsrailli arkeologlar, şimdiye
kadarki en eski yazılı belgenin Kudüs'te bulunduğunu
öne sürdü. Arkeologlar, 2'ye 2.8 santimetre
ölçülerindeki bu kırık tablet kil parçasının 3 bin
400 yaşında olduğunu ve dönemin diplomatik lisanı
Akatça ile çivi yazısı (küneiform-şekilsel
hiyeroglif) olarak yazıldığını belirttiler. Keşfin
kutsal kentin bronz çağında önemini ortaya koyduğunu
belirten İsrailli arkeologlar, kırık tablet
parçasının kentin 1967 savaşından beri İsrail işgali
altında bulunan doğu kesimindeki Haremüşşerif'in
güneyinde yer alan Ophel bölgesinde bulunduğunu
kaydetti. Arkeologlar, tabletin Kenani krallığı ile
Firavur Akhenaton arasındaki bir yazışmaya ait
olduğunu düşünüyor.
Mısır'daki Tel El Amarna kazı
bölgesinde 19. yüzyılın sonlarında da aynı türde ve
aynı döneme ait tabletler bulunmuştu.
Sabah, 13.07.2010
|
|
YIL SONUNA KADAR KÜLTÜR MERKEZİ

İki yıl süren restorasyonun ardından,
Yenikapı Mevlevihanesi kapılarını açtı. İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında
yıl sonuna kadar çeşitli etkinliklere ev sahipliği
yapacak.
Yenikapı Mevlevihanesi’nin restorasyonu, 1996’da
kurulan Uluslar-arası Mevlana Vakfı’nın desteği ile
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yaptırıldı.
Çalışmalar iki yıl sürdü,
Mevlevihane geçen mayıs ayında Başbakan Recep
Tayyip
Erdoğan tarafından açıldı.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
etkinlikleri kapsamında, 5 Haziran’dan beri konser,
konferans ve Sema ayinlerine
ev
sahipliği yapıyor.
Vakfın Başkanvekili, Mevlana’nın 22. kuşaktan
torunu Esin Çelebi Bayru, Mevlevihane'nin uzun yıllar
sonra yeniden kültür ve sanata hizmet ediyor
olmasından ve gördükleri ilgiden memnun:
"Mevlevihaneler, tarih boyunca Hz. Mevlana’nın
düşüncelerinin öğretildiği yerler olmakla birlikte
sanat eğitimi de verilen okullar olmuştur. Yenikapı
Mevlevihanesi de özellikle müzikle ilgili önemli bir
merkez olmuş, büyük müzisyenler yetiştirmiştir.
Şimdi yeniden kuruluş amacına uygun
şekilde hizmet vermesinden memnunuz."

Yenikapı Mevlevihanesi şu anda, Uluslararası
Mevlana Vakfı
ile Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nın ortaklaşa hazırladığı
"Mevlevi Kültürü’nün Anlatımı ve Sema Töreni"
projesinin bir parçası olarak kullanılıyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın
desteğiyle, 31 Aralık 2010’a kadar sürecek
etkinliklerde her pazar Sema ayini, her ayın ilk
cumartesi günü konferans, üçüncü cumartesi günü ise
konser yapılıyor. Etkinliklere giriş ücreti tam 10,
öğrenci 5
TL elde
edilen gelir Uluslararası Mevlana Vakfı’na
aktarılıyor.
Etkinlik programı
17 Temmuz 2010 Cumartesi
Konser: Cumhuriyet Dönemi Bestecileri
Saat: 14.00
18 Temmuz 2010 Pazar
Sema Ayin-i Şerif-i
Saat: 14.00
Hürriyet, 13.07.2010
|
|
İŞTE YURDUM İNSANININ TARİH SEVGİSİ
Balıkesir'in
Bandırma İlçesi'nde, Roma dönemine ait olduğu
öğrenilen sütun sokakta bulundu.
Alınan bilgiye göre, 100. Yıl Mahalle sakinleri,
polisi arayarak 1520. Sokak'ta kapı önünde tarihi
bir eser bulunduğunu bildirdi.
Olay yerine gelen polis, sütunun tarihi eser olup
olmadığının belirlenmesi için Bandırma Müze
Müdürlüğü'nden yardım istedi.
Bandırma Müze Müdürlüğünde görevli arkeologlar,
sütunun Roma dönemine ait olduğunu tespit etti.
Sütun, müzeye gönderildi.
Sütunun sokağa kim tarafından bırakıldığının
araştırıldığı bildirildi.
Habertürk, 12.07.2010
|
YABANCI ARKEOLOGLAR, TÜRKİYE'NİN GÖNÜLLÜ TURİZM
ELÇİLİĞİNİ YAPIYOR

Mersin'in Erdemli
İlçesi'ne bağlı Ayaş beldesinde
bulunan Elause Sebaste antik kentinde, 12 yıldır
süren kazı çalışmalarına katılan İtalyan kadın
arkeologlar, çektikleri fotoğraf ve görüntülerle
ülkelerinde Türkiye'nin tanıtımını yapıyor.
İtalya'nın Roma La Sapenza Üniversitesi'nde görevli
öğretim üyesi Prof.Dr. Evgenia Eqnini Schneider'in
başkanlığında, aralarında Türk arkeologların da
bulunduğu toplam 25 kişilik ekip, tarihte çeşitli
uygarlıklara ev sahipliği yapan Çukurova yöresinin
tatil beldelerinden olan Mersin sahillerindeki
önemli bölümü ayakta duran Elause Sebaste antik kentinde yeni bir çalışma dönemine girdi.
Arkeologlardan işçisine kadar hummalı bir
çalışma içinde olan ekip, güneşte 50 dereceyi aşan
sıcağa rağmen, 7 ayrı noktada başlayan 12. dönem
kazılarında, tarihten günümüze ışık tutacak yeni
kalıntılara ve eserlere ulaşılmayı hedefliyor.
Kazı ekibinde 12 yıldır bulunan ve geldiği
Mersin'de yöre halkı ile bütünleştiğini belirten
arkeolog Emanuela Borgia, kadın meslektaşlarıyla
Türkiye'nin tarih ve kültürüne katkıda bulunmanın
yanı sıra ''gönüllü turizm elçiliği''ni de
yaptıklarını söyledi.
Çalışırken aşırı sıcağın etkisinden korunmak
amacıyla, arkadaşları gibi başına yöre kadınlarının
kendilerine hediye ettiği ''oyalı yazma bağlayan''
Borgia, her yıl çektikleri fotoğraf ve görüntülerle
ülkelerinde Türkiye'nin tanıtımını yaptıklarını
belirterek, ''Öğretim görevlisi arkadaşlarımız,
öğrenciler ile farklı meslek gruplarına mensup
arkadaşlarımıza görüntüler eşliğinde izlemelerimizi
aktarıyor, yörenin gezip görülmesi gereken yerlerini
anlatıyoruz'' dedi.
Borgia, bu sayede çok sayıda İtalyan'ın,
tatillerini geçirmek üzere özellikle Akdeniz
sahillerine geldiğini belirterek, şöyle konuştu:
''Bizler Türkiye'nin gönüllü turizm elçileriyiz.
Çünkü, Türkiye ve Türkleri çok seviyoruz. Kendimizi,
artık Ayaşlı olarak görüyoruz. Her geçen yıl
Türkçemizi de geliştiriyoruz. Tarihi ve kültürel
yönden çok zengin olan bu yörenin kadınlarından da
büyük ölçüde destek görüyoruz.''
Borgia, Türk kadınlarının çağdaş ve modern bir
yapıya sahip olduğunu, ancak, Avrupa ülkelerinde
bazı kişiler tarafından bunun bilinmediğini söyledi. Avrupa ülkelerinde kültürlü insanların, Türk
toplumunun ve Türk kadınının geldiği noktayı çok iyi
bildiğini belirten Borgia, şöyle konuştu:
''Geçmiş yıllarda, Roma'nın bazı köylerinde de
kadınlar, Türkiye'dekiler gibi başlarını tozdan veya
aşırı sıcaktan korunmak amacıyla kapatıyorlardı.
Şimdi yine yöreye özgü örtülerle başını kapatan Türk
kadını var. Bu, onların cahil ve geri kafalı
olduklarını göstermez. Ben de çalışırken ya da evde,
3 yıl önce hediye edilen oyalı yazmayı başıma
bağlıyorum.''
Borgia, her yıl 2 ay kaldıkları Mersin'de zaman
zaman yöredeki kadınlarla Mersin'e özgü yemekler
pişirerek kazı ekibine ziyafet çektiklerini söyledi. Kazı çalışmalarının 7 ayrı noktada sürdüğünü
belirten Borgia, son 2 yılda çıkartılan 300'ün
üzerinde tarihi eserin tescilinin yaptırılarak
Mersin Müzesi'ne teslim edildiğini kaydetti.
Yeni Adana, 12.07.2010
|
İSTANBUL NE YAPIYORSUN SEN?
İstanbul'un kültür
başkentliğini gördünüz mü, duydunuz mu? İnsanların
biraraya geldiği sanatçıların üretimlerde bulunduğu
kültür başkentliği kavramını doğrusu kentimde hala
hissedebilmiş değilim. Beni çağıramıyor,
göremiyorum, duyamıyorum hala...
Gazetelerin arka sayfalarına tam sayfa verilen
kültür başkenti aylık program ilanları gözüme
ilişiyor zaman zaman, ama inanın merak edip
hangisine gitsem diye bir tanesini işaretlemişliğim
yok bugüne kadar. Bunun neden olduğunu da bilmiyorum
ama sanki "gazeteye bakıp gidilecek etkinliklerin
olduğu bir kentte yaşamadığımdan" düşüncesiyledir
deyip geçiştiriyorum. Belki de önüme çıkmasını
bekliyorum bu kalabalık şehirde, görünür
farkedilebilir olmasını istiyorum kültür
başkentinin. Caddede omzuma çarpan olmasını
istiyorum, üzerime sürerken korna çalmasını
istiyorum, vapur yolculuğunda bacasından çıkan is
olmasını istiyorum.
Bu kent yani İstanbul, diğer bazı Avrupa kentleri
gibi sokak kültürünü sağlıklı yaşayamamış; karnaval,
eğlence ya da sokak sanatı ile buluşması
engellenmiş, dogmatik ve kolluk dürtülerle oriente
edilmiş bir mozaik kent. Geçen hafta gece kulüpleri
eğlence esnasında yüksek sesli müzik dinlettiği için
bir bir kapatılmaya başlandı. Yani kentin
atardamarlarında hayatın 23.59'da son buluyor olması
biraz tuhaf. Şöyle ki; Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay'ın da belirttiği gibi "anlaşılır değil".
Kültür başkentinde, "Globalleşme, küreselleşme"
deyip, kendi törelerimizin içinde evrenseli arama
aymazlığı şaşırtıcı geliyor bana. Düşünseniz
İtalya'dan, kültür başkenti İstanbul'a gelen ve gün
boyu Kapalıçarşı'da dolaşıp alışveriş yapan ve akşam
da biraz eğlenmek için Boğaz'a kıyısı olan eğlence
merkezlerine giden bir turist grubu saat 23.59'u
gösterdiğinde, kendini böyle bir durumda nasıl
hissedecektir?
Farkındaysanız son günlerde içeride ve dışarıdan
yeni yeni dillendirilmeye başlanan "2013'de Türkiye
Avrupa Birliği'ne dahil edilmeli" söylemini ciddiye
almamız için, önce varolan durumu değiştirmek için
başkalarını suçlamadan kaçınmamız gerekmez mi?
Yaşamdan tekrar kültür olgusuna dönecek olursak.
Çağdaş Sanat (Global Art) ne zaman, sokaktaki
İstanbullunun anlayabileceği platforma çekilecek?
(Dar bir gruba servis edilmekte olan küratöryal
şizofreniyi kastediyorum) Şu ana kadar kenara
itilmiş alt kültür nasıl etkilenecek bu süreçten?
Toleranssız toplum için İstanbul'un kültür başkenti
olması ne ifade ediyor? Hala bu kavramların içini
dolduramadık. Bu kültürel başkentlik onlar için bir
yabancılaştırma mı yoksa bir efekt mi? Kimileri bunu
bir yarışma olarak mı görüyorlar yoksa?
Hatırlanacağı üzere, yılın ilk aylarında fazla misyon
yüklendiği için Kültür Başkentliği Ajansında yaşanan
istifalardan sonra, yılın ortasında durup
değerlendirme gereği hissettim şu bizim kültür
başkentliğinin gidişatını. Hele bir de Almanya'da
Ruhr 2010'da olan biteni biraz yaşama fırsatı
bulunca tansiyonum yükseldi. Bu süreçte İstanbul'da
neler değişti ya da değişime uğradı? Ya da bugüne
kadar yaşananlardan sonra kültür başkentliği kentte
bir kültürel değişime neden olacak mı?
En belirgin eksik olarak gözlemlediğim etkinlik,
farklı mekanları kullanma düşüncesi nin biz de hiç
olmaması. Ümitlerim yıkılmasa ve yılın 2. yarısında
hayata geçebilse de, şehrin sakinleri kültürü
taşıyabilseler evlerine. Yanı sıra, okul
öğrencilerinin kültür başkentliği ile
buluşabildiğini hiç sanmıyorum. Ve katılımcı insan
sayısı nasıl zenginleşebilir diye düşünüldüğünü de
hiç sanmıyorum. Belli merkezlere yığılmış
etkinliklere, belli ve belirli katılımcıların
geldiğini yakından gözlemliyorum. Yani "projelerin
görünebilirliği, kentte görünebilirlik" adına kime
sesleneceğimizi kestiremiyoruz sanırım. Taksim
Suları'nın yanında açılan sanat galerisinin
girişinde şeffaf bir ayaklı tabela üzerinde belli
belirsiz bir yazı olmamalı kültür başkentliği.
(Gidin ve öylece oraya bir belediye kamyonetinden
bırakılmış gibi duran o kültür başkentliği
tabelasını görün lütfen, terk edilmişliği,
ilgisizliği, sahipsizliği kısaca her şeyi çok iyi
anlatıyor) Öte yandan; Yunanistan, Ermenistan,
Gürcistan, Azerbaycan, Romanya, Kıbrıs,Yunanistan,
Bulgaristan'dan çeşitli grupların şu ana kadar merak
edip : "Aaa İstanbul kültür başkenti olmuş hemen bir
tur organizasyonu yapalım ve ziyarete gidelim"
dediğini hiç sanmıyorum. Bu komşularımız hemen
yanıbaşlarındaki kültür başkentine neden
gitmiyorlar? Satamıyoruz da ondan. Çevresel ülkeleri
de yakalayamadık.
Sonuç
Avrupa Kültür Başkentliğini dar bir gruba
indirgeyemeyiz. Şehrin tarihi ve kültürel dokusuna
uygun bir programın yansıtıldığına dair kuşkularım
hala var. Örneğin koskoca İstanbul Boğazı'ndan geçen
gemiler hiç mi dikkatimizi çekmiyor? Bu gemilerle
bir performans yapılamaz mı? En kolay yol olan
havai fişekler yerine, boğazda yapılacak böyle bir iş
daha etkili ve kalıcı olmaz mı? Hepimizi
heyecanlandırmaz mı? Şehrin sakinleri için,
Olimpiyat stadı, Büyükçekmece TV Kulesi , Veliefendi
Hipodrumu, Hisarlar, Adalar vd. hala güçlü mekanlar
olarak görkemli işleri görünebilir kılmak için
bomboş duruyorlar. Ama ne yapıyoruz ? Şiirsel olanı
oynamak her zaman daha kolaydır diyerek var olan
mekanlarda böyle gelmiş böyle gitsin diyerek ve aynı
şarkıyı çalmaya devam ediyoruz sessiz harflerle.
Birgün, Yazı: Adnan Tönel, 12.07.2010
|
"VAN'IN URARTU MÜZESİ'NE İHTİYACI VAR"
Vali Münir Karaloğlu, Ağartı
Köyü'nde bulunan ve MÖ
685-645 yılları arasında hüküm süren Urartu Kralı 2.
Rusa tarafından inşa ettirilen Ayanis Kalesi'nde 21
yıldır devam eden kazı çalışmaları ile ilgili olarak
yetkililerden brifing aldı. Karaloğlu, "Gelen
insanlara medeniyetin ne olduğunu göstermemiz için
de iyi bir Urartu Müzesi'ne ihtiyacımız var" dedi.
Van Valisi Münir Karaloğlu, 300 yıl Urartu
medeniyetine başkentlik yapan Van'a, içinde
konservasyon atölyelerinin de bulunduğu çok kapsamlı
bir Urartu Müzesi'ne ihtiyaç duyulduğunu
belirtti.Vali Münir Karaloğlu, hafta sonu merkeze
bağlı Ağartı Köyünde bulunan ve MÖ 685-645 yılları
arasında hüküm süren Urartu Kralı 2. Rusa tarafından
inşa ettirilen Ayanis Kalesi'nde 21 yıldır devam
eden kazı çalışmaları ile ilgili brifing aldı. Kazı
Başkanı olan Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Altan
Çilingiroğlu'nun yaklaşık bir saat süren sunumunda
kazı çalışmalarında ortaya çıkan eserler ve Urartu
medeniyeti ile ilgili önemli bilgiler aktarıldı.300
yıllık Urartu medeniyetine sahip Van'ın kapsamlı bir
müzeye ihtiyacı olduğunu belirten Karaloğlu, "Ayanis
ve diğer kazılardan çıkarılan eserlerin
sergilendiği, korunduğu, bakım ve onarımlarının
yapıldığı bir müzeye ihtiyaç var. Kültür ve Turizm
Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay da, Urartu Müzesi'nin
yapılmasına çok sıcak bakıyor" dedi.
Urartu Müzesi'nin yapılması için hazırlanacak proje
için Prof.Dr. Altan Çilingioğlu'nun bilgi, deneyimi
ve danışmanlığına ihtiyaç duyduklarını ifade eden
Karaloğlu, "Ben tarihi eser uzmanı veya arkeoloji
uzmanı değil, profesyonel bir yöneticiyim. Ancak
müze çalışmasını işbirliği yaparak, hocamızın
danışmanlığıyla, ne yapılması gerektiğine karar
vererek yapalım. Çünkü Urartu diye bir medeniyet ve
bu medeniyeti anlamak isteyen insanlar varsa mutlaka
böyle bir çalışma yapılmalı ve böylece isteklilerin
kentimize gelmesi sağlanmalı. Gelen insanlara
medeniyetin ne olduğunu göstermemiz için de iyi bir
Urartu Müzesi'ne ihtiyacımız var" dedi.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu ise, 21
yıldır Ayanis Kalesi'nde sürdüğü kazı çalışmalarında
Urartu medeniyetine ait çok önemli tarihi eserler
çıkarıldığını, ancak bunları koruma ve sergilemede
sıkıntı yaşadıklarını aktardı. Van'da kurulacak müze
için konservasyon ile ilgili projeyi yürütmeyi
yapabileceğini dile getiren Çilingiroğlu, "Şu anda 3
tane Avrupa Birliği (AB) projemiz var. Müzelerde bir
bronz eseri, diğerinin yanına koymayacaksınız. Eğer
bu bronz eser çürümeye başlamışsa, yarım metre
yakınındaki diğer eserler de çürümeye başlıyor.
Arkeolojide buna, kanser deniliyor. Onların
onarılması ve üst üste konulmaması gerekir. Altın da
diğerinin yanında olmayacak. Demir, bronzun yanında
olmayacak. Çünkü içindeki o elektronlar birbirine
geçiyor. Bu, bilimsel bir çalışmadır" dedi.
Yeni Şafak, Haber: Adnan Gül, 12.07.2010
|
DİYARBAKIR SURLARINDAKİ GECEKONDULAR YIKILIYOR
Surların Diyarbakırlılar için çok büyük bir miras olduğunu, ancak bu mirasının yıllarca sahipsiz bırakıldığını öne süren Sur Belediye Başkanvekili Bedri Turan ilginç açıklamalarda bulundu. Turan, özellikle 1990'lı yıllarda köyleri yakılan ve yıkılan insanların bu bölgeye geldiğini ve her kesin kendisine bir gecekondu inşa ettiğini söyledi. Turan şöyle dedi: "Bu da haliyle surların tahrip edilmesine sebebiyet vermiştir. Bizde Sur Belediyesi olarak, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile bu soruna bir çözüm bulmak istedik. Son iki yıl içerisinde sur dibinde yapılan 275 gecekonduyu kamulaştırdık. Hepsinin ücretlerini vererek kamulaştırdık ve sonra da yıkımlarına başladık. Şuana kadar 215 gecekondu yıkıldı. Ve kalan 60 gecekondu içinde okulların tatil edilmesini bekledik."
Okulların tatil edilmesiyle Mardinkapı ile Saraykapı arasındaki kısımda kalan 60 civarında evinde istimlak ettiklerini söyleyen Turan, "Yaklaşık 700 bin lira istimlak bedeli ödeyerek evlerin boşaltılmasını sağladık. Evlerin boşaltılmasıyla Büyükşehir ve Sur Belediyesi ekipleri yıkıma bugün başladı. Kamulaştırma için yaklaşık 2 milyon lira harcanmış. İstimlak çalışmaları tamamlandığından Mardinkapı Saraykapı arasındaki surların etrafına yeşil kuşak bandı yapılacaktır" dedi.
Belediye Başkanvekili, yıkılacak olan evlerin yerine yeşil alan yapılacağını kaydetti. Bölgede yaşayan insanlar için nefes alacak bir yer ortaya çıkacağını kaydetti.
Birgün, 12.07.2010
|
 |
HASANKEYF VE ALLİANOİ İÇİN YENİ DAVA AÇILDI
Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür
Varlıklarının Korunması ile ilgili ilke kararının
iptali için Ekoloji Kolektifi, Mağara Araştırma
Derneği ve Hasankeyf ve Dicle Vadisini Yaşatma
Derneği tarafından dava açıldı.
Baraj
projeleri sonucunda Hasankeyf ve Allianoi gibi tarih
ve kültür varlıklarının sular altında kalmasına yol
açacak ilke kararına karşı açılan dava da, ilke
kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali talep
edildi.
Dava konusu
765 sayılı ilke kararının, daha önce 717 ve 476
sayılı ilke kararlarının yargı kararlarıyla iptali
üzerine, Kültür ve Turizm Bakanlığı yargı
kararlarını dolanarak baraj alanlarındaki kültür ve
doğayı korumasız bıraktığı ileri sürüldü.
Hasankeyf
bölgesinin kitle turizmi veya TOKİ projesi ile
yıkıma daha fazla sürüklenmek istendiğini hatırlatan
Ekoloji Kolektifi, Mağara Araştırma Derneği ve
Hasankeyf ve Dicle Vadisini Yaşatma Derneği, kültürü
ve doğayı sular altında bırakacak yeni bir projenin
bölgedeki ekolojik ve sosyo ekonomik ilişkileri alt
üst edeceğini vurguladı.
Açıklama
sonrasında, en kısa zamanda Hasankeyf'te koruma
amaçlı imar planı yapılarak, bölgendeki halkın
ekonomik ve sosyal olanaklarının geliştirilmesi için
çalışmalara başlanılması gerektiğinin altı çizildi.
Turizm Gazetesi, 12.07.2010
|
SAVAŞÇI LAHDİ BULUNDU

Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer
Köyü
sınırları içinde yer alan Parion antik kentinde, bu
yılki kazılarda ''savaşçı lahdi'' ortaya çıkarıldı.
Parion Kazı Başkanı ve Atatürk Üniversitesi (AÜ)
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cevat
Başaran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, lahdin
nekropol bölgesinde ortaya çıkarıldığını söyledi.
Başaran, kum taşından yontulmuş omurgalı lahdin,
içindeki ilginç buluntularıyla dikkati çektiğini
ifade etti.
Lahit içinde oldukça iyi korunmuş iskeletin başının
sağına bırakılmış lekythos (koku kabı) üzerindeki
siyah figür tekniğinde yapılmış sahnede, savaşa
gitmek üzere ailesine veda eden bir savaşçı resmiyle
karşılaşıldığını anlatan Başaran, ''MÖ 6. yüzyıl
sonlarına ait Arkaik Dönem vazosunun üzerindeki
figürler, bunun Troya Savaşları'na neden olan ve
Parion'a adını veren Paris olabileceğini akla
getiriyor'' dedi.

Başaran, ''İki yanındaki annesi Hekabe ve karısı
Helena ile kız kardeşlerine veda eden Paris,
ardından Troya Savaşları'na katılıyor. Vazonun bir
diğer önemli yanı da Parion'un kuruluş tarihi ve
mitolojisi hakkında bilgi vermesidir'' diye konuştu.
Kazı Başkanı Başaran, savaşçı lahdinde lekythos,
sporcuların kullandığı metal strigilis (ter
temizleme aleti) ve bronz iğnenin de bulunduğunu
kaydetti.
Habertürk, 12.07.2010
******
2 BİN YILLIK ODEON GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Binlerce yıllık geçmişe sahip Anadolu'daki saklı
kültür zenginlikleri bir bir gün yüzüne çıkarılıyor.
Bunlardan biri de Çanakkale'nin Biga İlçesine bağlı
Kemer Köyü sınırları içinde yer alan Parion antik
kentindeki odeon. Bu yıl başlayan kazılarla ortaya
çıkarılan odeonun yaklaşık 2 bin yıl önce inşa
edildiği belirtiliyor. Parion Kazı Başkanı ve
Atatürk Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, odeonu, geçen yılki
kazıların sonlarına doğru tespit ettiklerini
söyledi. Uzun süre yüzey araştırması yaptıklarını ve
bu yılki kazılarda odeonu gün yüzüne çıkarmak için
çalışmalara başladıklarını belirten Başaran, "Parion'un
önemli özelliklerinden biri de antik çağda ortaya
çıkmış yapı türlerinin hemen hepsini kapsamasıdır.
Şu anda bulduğumuz yapılar arasında tiyatro,
nekropol, hamam ve yamaç evler grubu yer alıyor."
dedi.
Başaran, bu yıl kazıların yapıldığı odeonda antik
çağda küçük konferans ve seminerlerin düzenlendiği,
çeşitli gösterilerin yapıldığı, konserlerin
verildiği bir toplantı salonu olduğuna işaret
ederek, şu bilgileri verdi: "Yapının kesin kimliğini
yazıtlar ortaya koyacak. Şu anda biz oditoryum
bölümünü kazıyoruz. İlk basamaklar ortaya çıktı.
Yaklaşık 5 bin kişilik kapasiteye sahip bir antik
çağ yapısı. Şu andaki verilere göre bu yapının
tarihi yaklaşık 2 bin yıllık.''
Zaman, 12.07.2010
******
TARİHİ KENT PARION'UN
GÜNEŞE ÖZLEMİ BİTİYOR
İÇDAŞ, tarihi kent
Parion'u gün yüzüne çıkarmak için kazı yapan ekibe
bilimsel çalışma ortamı sunmak için bir ‘Kazı Evi'
açtı. Kazı Evi'nde iki laboratuar bulunuyor.
Adını Paris'ten alan
Çanakkale Biga'daki antik kent Parion'un altıncı yıl
kazı çalışmaları, İÇDAŞ Çelik Enerji Tersane Ulaşım
AŞ'nin sponsorluğunda devam ediyor. Arkeolog ve
öğrencilere daha bilimsel çalışma ortamı sunmak
isteyen İÇDAŞ, 100 kişinin kalabileceği, içerisinde
laboratuar ve tarihi eserlerin saklanabileceği depo
olan bir ‘Kazı Evi' açtı.
Kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran, 70
kişilik ekibiyle birlikte Parion antik kentini gün
yüzüne çıkarmak için çalıştıklarını belirterek,
"Kazı evi ile bundan böyle daha bilimsel şekilde
çalışma ortamı bulacağız ve Parion antik kentinin
güneşe olan özlemini bitireceğiz" dedi. İÇDAŞ Genel
Müdürü Bülend Engin de, amaçlarının tarihi dokuyu
korumak ve bu alandaki çalışmalara destek vermek
olduğunu söyledi.
Kazı ekibi yöneticileri ile öğrencilerin rahatça
kalabileceği bölümlerden oluşan ‘Kazı Evi'nde ayrıca
Parion antik kentte bulunan eski eserlerin
korunabileceği depolar ile iki de laboratuar yer
alıyor. Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Başaran da bu yılkı
çalışmalarının odağını Odeon'un oluşturduğunu ve 6
basamak ortaya çıkartarak iki merdivenle 3 bölüm
halinde aşağıya inen bir silueti gün yüzüne
kavuşturduklarını kaydetti. Başaran, Parion'un MÖ 8.
yüzyıla kadar giden kuruluş tarihi konusunda bu
yılki kazılarda elde ettikleriyle kentin 6. yüzyıla
kadar uzanacak epigrafik ve tarihi bilgilerini
arkeolojik buluntularla kanıtladıklarını ifade etti.
Başaran bir lahitte elde etkileri koku kabı
üzerindeki figürlerden kentin kuruluş mitolojisiyle
ilgili bulgular elde ettiklerini aktardı.
Prof. Başaran, ulaştıkları bulgularla ilgili şu
bilgileri verdi: "Buradaki siyah figür seramik
tekniğinde yapılan süslemede bir kalkanlı mızraklı
savaşçı ile iki yanında ikişer kadın figürü yer
alıyor. Bunu topluca değerlendirdiğimizde Parion'un
kuruluş mitolojisinde adı geçen Paris'in Troya
savaşlarına katılmak üzere annesi, karısı Helen ve
kız kardeşlerine bir veda sahnesi olarak düşündük.
Koku kabını bulduğumuz lahitte ise bir savaşçı
olabilir. Bu da konunun mitolojik olmasından dolayı
akla Paris'i getiriyor."
Bugüne kadar nekropol, tiyatro, Roma villası, yamaç
yapısı ve sondajlar olmak üzere Parion antik
kent'inin 5 ayrı bölgesinde kazı çalışması
yürütüldü. Antik kentte aralarında meşe yapraklı
altın taç, eros figürlü altın küpe, altın pul'un da
bulunduğu yüzlerce parçadan oluşan eser ortaya
çıkarıldı.
Referans, 15.07.2010
|
 |
"CUMALIKIZIK VE HANLAR İLE DÜNYA VİTRİNİNE ÇIKACAĞIZ"
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarihi ve kültürel mirası yaşatma yönünde yaptığı çalışmalarıyla, ‘UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girerek bu çabayı taçlandırmak istiyor.
Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen çalışma kapsamında listeye alınması istenen Cumalıkızık ve Tarihi Hanlar Bölgesi'yle ilgili yönetim planı oluşturuluyor.
Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen, Bursa'nın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınmasıyla ilgili çalışmalarda önemli mesafe kaydedildi. Bir varlığın Dünya Mirası Listesi'ne girebilmesi için adaylık dosyasında yönetim planının bulundurulması zorunluluğunu göz önünde bulunduran bakanlık, Bursa Büyükşehir Belediyesi'nden ‘Cumalıkızık Erken Osmanlı Kentsel ve Kırsal Yerleşimleri' ile Hanlar Bölgesi için yönetim planı oluşturulmasını istedi. Yönetim alanı sınırının belinlenmesinde Hanlar Bölgesi ile Cumalıkızık Kentsel sit alanı odak olarak belirlenirken, çalışmalar bu yönde yoğunlaştırıldı. Osmanlı'nın ilk eserlerini verdiği ve dünyaya medeniyetin ihraç edildiği kent olan Bursa'nın zengin tarih ve kültür mirasını içinde barındırdığını ifade eden Başkan Altepe, “Bursa, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmeyi hak ediyor. Bu listeye girdiğimiz takdirde kent ziynetlerimizi dünyaya tanıtmak için önemli bir şans yakalayacağız. Bu listede yer almak her yönden Bursa'nın gelişmesine önemli katkılar sağlayacak. Uludağ gibi doğal güzelliklerimizi de pazarlama konusunda önemli bir avantaj elde edeceğiz” diye konuştu.
Bursa Olay, 12.07.2010
|
ATATÜRK MÜZESİ GÜNCELLEŞTİRİLDİ
Erzurum’da Müze Müdürlüğü’nün sorumluluğunda bulunan
Atatürk Evi’nin iç kısmındaki bakım ve onarım
çalışmaları sona erdi. İçerisindeki mefruşat
düzeninden; boya ve badanasına varıncaya kadar yeni
bir görüntüye kavuşturulan Atatürk Evi’nde, kurulma
çalışmaları devam ettirilen Çocuk Müzesi ise, Eylül
ayında hizmete sokulacak.
Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Atatürk
Evi’nin bakım, onarım ve restorasyon çalışmalarının
iç kısımlarda sona erdiğini bildirdi. Temizliğinden
duvarların boya ve badanasına, yer döşemelerinden
mefruşat düzenine varıncaya kadar yepyeni bir
görünüme kavuşturulan Atatürk Evi’nin ziyaretçilere
de açıldığını bildiren Erkmen, binanın dışındaki
bakım ve onarım çalışmalarının halen devam ettiğini
kaydetti. Atatürk Evi’nde, Türkiye genelinde
uygulanan bir proje kapsamında bir de Çocuk Müzesi
kurulacağını hatırlatan Erkmen, “Atatürk Evi’nin
zemin katında oluşturulmasını planladığımız Çocuk
Müzesi için çalışmalara başladık. Önümüzdeki ay da
dahil olmak üzere şimdiden başlayarak bu müzenin
oluşturulması yönünde çalışmalar yapıyoruz. Program
dahilinde kuracağımız çocuk müzesini, Eylül ayında
hizmete açacak ve faal hale getireceğiz.” diye
konuştu.
Erzurum’da en fazla ziyaret edilen müzelerin
başında Atatürk Evi’nin geldiğini vurgulayan Mustafa
Erkmen, “O ev, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması
planlarının yapıldığı, hatta temellerinin atıldığı
bir evdir. O mekanı sıradan bir müze ya da mesken
olarak değerlendirmek yanlış olur. Atatürk, 52 gün
süreyle kaldığı o evde, aslında bir milletin
şahlanışını mümkün kıldı. Bu öyle basit değil. Bir
ülke kuruldu o evde, bir millet şahlandı ve Kurtuluş
Savaşı verdi.” dedi. Erzurum’da onur duyulmasını
gerektiren bir mekan olan Atatürk Evi’ne, bu nedenle
herkesin gözü gibi bakması ve koruması gerektiğini
vurgulayan Müze Müdürü Erkmen, “Bir destanın
yazıldığı bu mekanı, layık olduğu biçimde korumak ve
sahip çıkmak hepimizin görevidir. Atatürk Evi,
kurumsal anlamda sadece Müze Müdürlüğü için değil,
Erzurum için de büyük önem taşıyan bir mekandır.
Atatürk Evi ile ilgili olarak taşıdığımız düşüncenin
bu yönde olması nedeniyle de, onu korumak için
elimizden geleni yapıyoruz.” dedi.
Erzurum Gazetesi, 12.07.2010
|
TARİHİ MEDRESE VAKIF MÜZESİ OLACAK
Çifte Minareli Medrese’nin restorasyon projesi,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan
geçti. Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Kurul’dan
onay alan projenin ihale hazırlıklarına başlarken,
restorasyona bu yıl içerisinde başlanacağı
bildirildi.
Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Çifte
Minareli Medrese’nin restoresi için düğmeye bastı.
Tarih medrese için hazırlanan restorasyon projesi,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan
onay alırken, Bölge Müdürlüğü yetkilileri, bakım,
onarım ve restorasyon çalışmalarına bu yıl
içerisinde başlanacağını bildirdiler. Vakıflar Bölge
Müdürlüğü yetkilileri, Çifte Minareli Medrese’nin
restorasyon programı kapsamında, geçtiğimiz yıl 6 ay
süren teknik bir takip yapıldığını hatırlatarak,
“Medrese için bu çalışmaların sonuçları da göz
önünde bulundurularak bir restorasyon projesi
hazırlanmıştı. Kurul’dan onay bekleyen projemize
yeşil ışık yakıldı. Biz de hemen ihale
hazırlıklarına başladık. İhale sürecinin
tamamlanmasının hemen ardından tarihi medresenin
restorasyon çalışmalarına bu yıl içerisinde
başlayacağız.” dediler. Çifte Minareli Medrese’de
yapılacak olan restorasyon çalışmalarının, yüzeysel
olmayacağını, tam tersine geniş kapsamlı
tutulacağını kaydeden konu ile ilgililer, “Tarihi
medresemiz baştan aşağı restore edilecek.
Minarelerindeki çinilerin tek tek işlenmesinden,
düşen taşların yenilenmesine varıncaya kadar
müştemilatlı bir restorasyon çalışması yürütülecek.”
diye konuştular.
Öte yandan Çifte Minareli Medrese’deki
restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından
uygulamaya sokulacak bir başka plandan da bahseden
Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, tarihi
medresenin daha sonra Vakıf Müzesi olarak
kullanılmaya başlanacağını açıkladılar. Türkiye’deki
sayılı eserler arasında bulunan Çifte Minareli
Medrese’nin, Vakıf Müzesi haline getirilmesiyle
birlikte, tarihi ve kültürel yapısına ek olarak
sosyal açıdan da bir anlam kazanacağını kaydeden
yetkililer, “Tarih ve vakıf müzeleri, geçmişle bugün
arasında kurulan bir köprü niteliği taşırlar. Çifte
Minareli Medrese’de, Erzurum’un tarihi geçmişinin
günümüze ulaşan en önemli izlerinden birisidir.”
ifadelerini kullandılar.
Erzurum’un sembolü haline gelen Çifte Minareli
Medrese’nin kitabesi olmadığından, yapılış tarihi
kesin olarak bilinmemektedir. Selçuklu Sultanı
Alaaddin Keykubat’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı
hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış
olabileceği düşüncesi ile adına Hatuniye Medresesi
de denilmektedir. Genellikle 13. yüzyılın sonlarında
yaptırıldığı kabul edilmektedir. Osmanlı
Padişahlarından 4.Murat’ın emri ile bir süre
“Tophane” olarak, daha sonra da “Kışla” olarak
kullanılmıştır. 1942-1967 yılları arasında Erzurum
Müzesi olarak kullanılan medrese, günümüzde çay
bahçesi ve resim sergi salonu olarak
kullanılmaktadır. Medrese yaklaşık 35x46 m.
boyutlarındadır. İki katlı, dört eyvanlı ve açık
avlulu medreseler grubundandır. Zemin katta 19,
birinci katta ise 18 oda bulunmaktadır. Avlu 26x10
m. ölçülerinde dört yönden revaklarla çevrili olup,
girişin batısındaki kare mekanın vaktiyle mescit
olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zemin katın
revakları kalın sütunlar üzerine oturmaktadır.
Sütunların çoğu silindirik, dördü sekizgen gövdeye
sahiptir. Odalar beşik tonozla örtülüdür.
Medrese’nin bezemesinde kullanılan geometrik
motifler, Selçuklu taş süslemesindeki örneklerdir.
Bezemenin ağırlık unsuru bitkisel öğelerdir. Palmet
ve rumi motiflerin en çok kullanılanıdır ve her
ikisi de birbiri ile uyum içindedir.
Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal,
12.07.2010
|
BAKANLIK'TAN AYDIN KAZILARINA DESTEK
Kültür ve
Turizm Bakanlığının, Aydın'da devam eden kazı
çalışmaları için 215 bin lira gönderdiği bildirildi.
Aydın Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada, il
sınırları içerisinde her yıl yapılan yerli kazılara,
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın parasal yardımlarının
sürdüğü belirtildi. Bu bağlamda 2010'da, Ege
Üniversitesinden Prof.Dr. Zeynep Mercangöz
başkanlığında yapılan Kadıkalesi kazısına 55 bin,
Ankara Üniversitesinden Prof.Dr. Orhan Bingöl
başkanlığındaki Magnesia kazısına 105 bin, Aydın
Merkez Tralleis antik kentinde Adnan Menderes
Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Rafet Dinç'in
başkanlığındaki kazılara ise 55 bin olmak üzere
toplam 215 bin lira para yardımı yapıldığı
kaydedildi. Açıklamada, 2010 yılı kazılarının kazı
sezonunca devam edeceği kaydedildi.
Yeni Asır, 12.07.2010
|
EBRU MÜZESİ'NİN ELİ KULAĞINDA
Tarihi Yenicami'nin
bitişiğindeki Hünkar Kasrı, artık bir sanat
galerisi. Çinileriyle mavi bir rüyaya davet eden
mekanın uzunca rampasına kurulan ilk sergi, ebrucu
Fuat Başar'ın. Kasrı süsleyen kırk altın ebru ile
yeni bir ustalığını gösteren Başar'dan bir de müjde
var: Ebru Müzesi'nin eli kulağında.
Geceleri sessiz bir musikiyi andırır. Gündüz ise
şehrin en tatlı gürültüsünün tam göbeğinde...
'Etrafındaki her şeye kendi nizamını kabul ettiren
bir saltanat'ın, Yenicami'nin hemen bitişiğinde.
Derin bir ruhaniyete, ezeli bir huzura davet eden bu
camiyle koyun koyuna. Biraz da komşudan devşirdiği
bu güzellikten olsa gerek kendi de alımlı, sıcak.
Çinileriyle masmavi bir rüya. Her duvarı ayrı bir
çiçek bahçesi. Laleler, karanfiller... Bir Hanım
Sultan'ın himmetinin değdiğini sezmek çok zor değil.
Hatice Turhan Valide Sultan tarafından 1663'te
yaptırılan Hünkar Kasrı'ndayız. Padişahların
özellikle cuma namazlarını kılmak için geldiklerinde
dinlenmek maksadıyla kullandıkları bir mekan burası.
Sultanların cami içinde namaz kıldıkları hünkar
mahfeliyle bağlantılı olan üç katlı kasır, asıl
mekanın yanı sıra tahtırevan yolu adı verilen
rampanın altındaki beş oda ile şerbethane denilen
bölümden oluşuyor.
Pek çok badireler atlatan bu eşsiz mekan
defalarca yangınlar gördü, hırsızların cirit attığı
bir yer haline büründü. Öyle ki muhteşem çinileri
bir bir yok oldu. Öyle sessiz sakin dururken
İstanbul Ticaret Odası (İTO) tarafından 2004'te
başlayan bir restorasyon ile elden geçti. Şimdi
rahat yüzü gördü diyebiliriz.
Hünkar Kasrı'nın rampası, bu uzun soluklu
restorasyondan sonra artık bir sanat galerisi.
Mekanın ilk sergisi ise usta ebrucu Fuat Başar'ın.
'Altın Laleler' adlı sergisiyle yeni bir ustalığını
gösteren Başar, kırk ebrusunu sanatseverlere
sunuyor. İlk defa bir sergiye ev sahipliği yapan
Hünkar Kasrı kendi gibi heyecanlı bir ustayı
ağırlıyor. Altın Laleler sergisi her ebrunun önünde
uzun uzun soluklanmayı gerektiren türden.
Peki nerden çıktı altın laleler? Fuat Başar
geleneği yıkmadan değişime, yeniliklere açık
olduğunu söyleyerek başlıyor söze: "Zaman zaman
farklı teknikler uygulamaya çalışıyorum. Altın
Laleler serisi de hazırda beklettiğim işlerdendi.
Nerede sergileyeceğim konusunda kararsızdım. İTO'dan
bir sergi teklifi gelince bu eşsiz mekana altın
laleler yakışır deyip, yola koyulduk."
Başar'ın yeni çalışmaları bunlarla sınırlı değil.
Heybesinde olgunlaşmayı bekleyen daha nice ebrular
var. Usta ebrucu kendi çizgisini şöyle anlatıyor:
"Gördüğümüzü taklit edip aynı yerde saydırmayalım,
sanatın kendi içerisinde mutlaka ilerlemesi lazım.
Yerinde duran sanat çürür, deforme olur, bozulur. Ne
mutlu bizim gibi bu işe kafa yoran nice insan var.
Herkesin bir yönden işin ucundan tutup ebru sanatını
ilerletmesinde bir mecburiyet görüyorum. Ebru buna
çok açık. Renk kombinasyonu yapılacak çiçekler vs
sınırsız bir potansiyele sahip."
Ebru meraklılarının son dönemlerde yeni zuhur
eden ve özellikle resim sanatının imkanlarından
faydalanılan eserler dikkatini çekmiştir. Başar bu
konuda biraz tedirgin. Birtakım hayvani figürlerin
ebruya uygulanmasını arzu etmediklerini söyleyen
usta sanatçı "Resim mi ebru mu konusu, epey su
götürecek bir konu. Ama resim, resim olarak, ebru,
ebru olarak kalsın. Bu şekilde asaletlerini muhafaza
ederek varlıklarını sürdürsünler. Hepsi kendi
mecrasında ilerlesin. Peki güzel kombinasyonlar
olmaz mı? Olur. Nitekim bunlar yapılıyor. Fakat
birbirine uymayan kavramları karıştırıp,
genetikçilerin genetiği değiştirilmiş organizmaları
üretmesi gibi işler ortaya koymak, bir nevi sanat
felaketi olur." diyor.
Fuat Başar ile laf lafı açıyor. Son dönemlerde
müzayedelerde ebruya olan ilgi, gelenekçiler
modernciler arasındaki suni tartışmalar, ebrunun
asla bir hobi ile karıştırılmaması gerekildiği gibi
konular derken söz, hazırlıkları başlayan Ebru
Müzesi'ne geliyor. Bu güzel haberi kulağımıza
fısıldayan Başar ser verip sır vermiyor.
Gözlerindeki heyecandan iyi şeylerin geleceğini fark
etmeniz çok kolay. Ebru Müzesi konusundaki girişimin
emin adımlarla ilerlediğini söyleyen Başar, "Bu müze
dünyada bir ilk olacak. Yaklaşık bir yıl sonra
İstanbul'da açılmasını bekliyoruz. Arşivler,
kütüphaneler taranıyor. Böyle zahmetli bir işe
girişen arkadaşlar, sıkı bir çalışma içindeler. Bu
konuda ben de kendilerine danışmanlık ve çeşitli
konularda yardımcı olmaya çalışıyorum." diyor.
Başar'ın sergisi bir ay boyunca Hünkar Kasrı'nda
görülebilir.
"İnsanlar hayatlarının her safhasında sanatla
uğraşsınlar. Hayatı sanatlaştırsınlar. Haliyle dünya
daha güzele doğru gidecektir. Allah insanı ve
kainatı sanatlı yaratmış. İnsanın bu sanat eseri
olan dünyayı ve diğer insanları tahrip etme yetkisi
yok, olmamalı. Sanat temelinde bize bunu tavsiye
ediyor. Sen bir sanat eserisin, diğer insanlar ve bu
kainat da yüce yaratıcının bir eser. Sen yaşa,
başkasını yaşat. Tahrip etme. Bunu temel aldığımızda
bizlerden hiçbir kötülük çıkmaz. Sanat bunları
bertaraf eder. Hangi sanat dalı olursa olsun fark
etmez."
Zaman, Haber: Musa İğrek, 12.07.2010
|
SELÇUK AYASULUK KAZILARINDA SEZON BAŞLADI
Ayasuluk
Tepesi ve St. Jean Kilisesi Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı, kazı ve restorasyon
çalışmalarına 1 Temmuz itibarıyla başladıklarını
belirtti.
Büyükkolancı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Pamukkale Üniversitesi işbirliğinde 2007 yılından bu
yana sürdürülen çalışmalarda 2010 sezonunun 15
Ekim’de sona ereceğini belirterek, ‘Bu yıl iç kale
kazılarını tamamlayacağız ve onarımlara ağırlık
vereceğiz’ diye konuştu.
St. Jean kazılarının Efes Müzesi arkeologları
tarafından 1960 yılında başlatıldığını, bu yıl
kazıların 50. yılını kutladıklarını ifade eden
Büyükkolancı, daha önce söz verdikleri gibi, kaleyi
2012 yılında geziye açmayı hedeflediklerinin altını
çizdi.
Kazılarda son üç yılda kaledeki konutların,
yolların, sarnıçların ve hamamın kazılarını
tamamladıklarını anlatan Büyükkolancı, geçen yıl
kazılar sırasında daha önce hiç bilinmeyen önemli
bir yapının izlerine rastladıklarını da söyledi.
Büyükkolancı, şöyle konuştu:
‘Bu yapı büyük olasılıkla 1350-1390 yıllarında
Ayasuluk’un Aydınoğulları Beyliğinin başkenti olduğu
dönemde ve İsa Bey Camisinin yapıldığı 1375
yıllarında yine İsa Bey tarafından yaptırıldı ve bir
dönem Bey Köşkü olarak kullanıldı. Osmanlılar
döneminde en azından 1670 yılına kadar Kale Komutanı
(Dizdar) Köşkü olarak kullanılmış olabileceğini
tahmin ediyoruz.’
Kalenin 2012 yılında ziyaretçiye açılması
planlarında bir değişikli olmadığını ifade eden
Büyükkolancı, eski Arnavut kaldırımlı yolun
kazısıyla Batı’daki sarnıçların kazısının
tamamlanmasının ardından restorasyon çalışmalarına
ağırlık vereceklerini söyledi. Selçuk Belediyesinin
katkılarıyla, projeleri İzmir Bölge Koruma Kurulu
tarafından onaylanan İç Kale Batı Sur Duvarları ve
Kale Camisi’ndeki onarımlara kısa süre içinde
başlanacağı bilgisini veren Büyükkolancı, İç
Kale’nin 2012 yılında açılması için gerekli olan
onarımlar ve çevre düzenlemesine kaynak sağlamak
için İzmir Valiliği İl Özel İdaresi’nden proje
yaptırma konusunda katkı talebinde bulunacaklarını
bildirdi.
Büyükkolancı, geleceğe yönelik en önemli
hedeflerinin St. Jean Kilisesi güneyindeki
Piskoposluk Sarayı olduğunu, 2010 yılından itibaren
artık St. Jean Kilisesi çevresinde yeni kazı
alanlarında çalışacaklarını, Kültür Turizm
Bakanlığına sunulan 10 yıllık kazı programı içinde
bu kısmın da yer aldığını belirterek, şunları
kaydetti:
‘Bu kısımda 1960-61 yıllarında kısa süreli bir
kazı yapılmışsa da çalışmalar tamamlanmamış.
Piskoposluk Sarayı’nın ortaya çıkarılması, Selçuk ve
St. Jean Ören yeri için yeni ve önemli bir kazanım
olacak. Sonuç olarak Selçuk halkına daha önce söz
verildiği gibi, Kale’deki kazı çalışmaları sona
yaklaşıyor. Restorasyonu gereken kısımlardan en
önemlisi, ziyaretçiler için tehlike oluşturan ve hiç
onarım yapılmamış Batı sur duvarlarının onarım
projesiydi. Bu proje, Ayasuluk Kazı Başkanlığı
tarafından yönetilen TÜBİTAK Projesi’nin
olanaklarıyla özel bir mimarlık bürosuna yaptırıldı.
şimdi bu projenin uygulama aşamasına gelindi,
çalışmalar Selçuk Belediyesinin işçi, usta ve
malzeme katkılarıyla ortaklaşa yapılacak.’
Büyükkolancı, 2012 yılında kalenin ziyarete
açılabilmesi için, cami onarımının tamamlanması,
belediye tarafından yaptırılan Koruma Amaçlı İmar
Planına uygun olarak Kaleye doğu kapısından giriş
amaçlı yeni bir patika yolun yapılması gerektiğini
de belirterek, ‘Bundan sonra ziyaretçiler kalenin
doğu kapısından gelip, Arnavut kaldırımlı yollardan
geçerek, tüm kale içindeki yapıları gezebilecek,
kale duvarları üzerinde dolaşarak, Selçuk ve Pamucak
Ovası'nın güzel manzarasını seyredebilecekler’ diye
konuştu.
haberler.com, 11.07.2010
|
KARAGÖZ VE HACİVAT TESCİLLENDİ
Bursa'nın en önemli
kültürel değerlerinden olan Karagöz ve Hacivat,
Büyükşehir Belediyesi'nin çalışmalarıyla Bursa
markası olarak tescillendi. Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, “Bursa olarak önemli bir adım
atmış olduk. Bu çalışma Bursa'ya önemli bir avantaj
sağladı” diye konuştu.
Bursa'nın en önemli kültürel değerlerinden olan
Karagöz ve Hacivat, Büyükşehir Belediyesi'nin
çalışmalarıyla Bursa markası olarak tescillendi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, “Bursa
olarak önemli bir adım atmış olduk. Bu çalışma
Bursa'ya önemli bir avantaj sağladı” diye konuştu.
Bursa Olay, 11.07.2010
******
AMAN HACİVAT DUYMASIN!

Yunanistan, UNESCO'nun gölge oyunu Hacivat ile
Karagöz'ü 'Türklerin kültürel mirası' olarak tescil
etmesine kızdı. Yunan medyası 'Karagöz'ü
Türkleştirdiler' ve 'Karagöz'e Türk pasaportu
verdiler' diyerek yaygara kopardı. 'Karagöz'
tartışmasına Başbakan Yorgo Papandreu da müdahil
oldu.
UNESCO’NUN eylül ayında aldığı ve kısa süre süre
önce tescil ettiği ‘Karagöz Türk kültür mirasıdır’
kararında Yunanistan Kültür Bakanlığı daire
başkanlarından Teti Hacinikolau’nun “Karagöz
Yunanistan kültür mirasının figürüdür” şeklinde iki
satırlık çekincesi yeraldı. Gelişme Yunan Kültür ve
dışişleri bakanlıklarını harekete geçirdi. Kültür
Bakanı Pavlos Gerulanos tescil edilen karar için
detaylı bilgi isterken, UNESCO’daki Yunanistan
Temsilcisi Yorgo Anastasopulos “Kültür bakanlığına,
Karagöz’ün Yunan kültür mirası olduğuna ilişkin
UNESCO’ya bir açıklama göndermesini tavsiye
etmiştim” dedi.
Baklavanın patentini de Türkiye’ye kaptıran
Yunanistan’da bundan sonra yapılabilecek tek şeyin
Türkiye ile Karagöz için müzakere olduğu ileri
sürüldü. To Vima gazetesine göre, Yunan hükümet
çevreleri Yunanistan’ın Karagöz ile ilgili kültürel
çekincelerinin anlam taşıyabilmesi için bir uzlaşma
sağlanabilmesi amacıyla Türkler ile müzakere
yapılması şart olduğunu belirtti. Başbakan Papandreu
ise UNESCO kararı sorulduğunda gülümseyerek
“Türklerin kendi Karagöz’ü olsun, bizim kendi
Karagöz’ümüz” demekle yetindi.
Yunanistan’da belki bilinmeyen belki de
görmezlikten gelinen Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin (AİHM) de Karagöz’ü Türk saydığı.
Gölge oyunu kahramanı ‘Karagiozis’ (Karagöz)
Yunancada mecazi olarak ‘gülünç’ veya ‘palyaço’
anlamına da gelir. Taşrada küçük bir gazetenin
sahibi Aleksandra Katrami bir hakime ‘Karagiozis’
dediği için Yunan mahkemesince birkaç yıl önce 20 ay
hapis cezasına çarptırılmış ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne başvurmuştu.
AİHM 2009’da Katrami’yi aklayıp Yunan devletini 7
bin Euro para cezasına çarptırdı. Gerekçede
“Karagiozis, Türk kültüründen alınan Yunan gölge
oyunundaki bir kukla tipidir” denildi.
Radikal, Haber: Yorgo Kirbaki, 15.07.2010
|
KAPADOKYA TURİZMİNE YENİ BİR VADİ EKLENİYOR

Kapadokya Bölgesi'ndeki Sofular Vadisi'nin
sit alanı ilan edilmesi için tescil çalışmaların
başladığı
ve vadinin
Kapadokya turizmine kazandırılacağı belirtildi.
Aksaray’ın Gülağaç İlçesi'ne bağlı Sofular Belde
Başkanı İhsan Altınel, Kapadokya’nın simgeleri
arasında yer alan doğa harikası vadilerin, görünümü,
kayadan oyma kilise ve mesken alanlarıyla bölgeye
gelen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini
çektiğini söyledi.
Kapadokya bölgesindeki çok sayıda doğa harikası
vadinin turizme açık olduğunu belirten Altınel,
"Bölgede dünyaca ünlü Ihlara Vadisi’nin yanı sıra
Güzelyurt İlçesinde Manastır Vadisi, Kayseri’de
Soğanlı Vadisi ve Nevşehir’de Güvercinlik Vadisi
turizme açık bulunuyor" dedi.
Altınel, beldelerindeki Sofular Vadisi’nin ise
Aksaray, Nevşehir ve Niğde illerinin kesiştiği bir
yerde, Kapadokya’nın merkezinde yer aldığını
kaydetti.
Sofular Vadisi’nin bugüne kadar hiç tanıtılmadığı
için Kapadokya’nın keşfedilmeyi bekleyen turizm
değerlerinden biri olduğunu açıklayan Altınel,
şunları ifade etti:
"Kasabamız 1992 yılında belediyelik olmuş ve bugüne
kadar da Sofular vadisini turizme kazandırmak için
hiçbir çalışma yapılmamış. Vadiyi turizme
kazandırmak için ne bir dilekçe veren olmuş, ne de
ilgilenen olmuş. Bu yüzden Sofular Vadisi Kapadokya
turizminde geçmiyor. Belediye başkanı olarak
öncelikle vadinin tarihi eserleriyle sit alanı ilan
edilmesi için çalışmalara başladık. Konya’dan
Anıtlar Kuruluna başvurduk. Anıtlar kurulundan gelen
heyet vadi içinde çalışmalarına başladı ve eserleri
kayıt altına alıyorlar. Bu çalışmanın ardından
Sofular Vadisi’nin sit alanı ilan edilmesini
bekliyoruz."
Kapadokya turizmine yeni bir vadi kazandıracaklarını
vurgulayan Altınel, "Sofular Vadisi, yeraltı şehri,
kayadan oyma kilise ve mekanlarıyla Kapadokya
turizminde yerini alacak" dedi.
Sofular Vadisi’nin binlerce yıl Anadolu’nun obsidien
ihtiyacını karşılayan Nenezi Dağı'nın yakınında
bulunduğunu belirten Altınel, şöyle devam etti:
"Vadinin tarihinin nereye kadar uzandığı bilinmiyor.
Roma döneminin izini taşıyan ve doğal yapısı halen
bozulmamış eserler var. Biz vadinin geçmişinin daha
eskilere gittiğini düşünüyoruz. Bilim insanlarının
araştırmasına göre, Kapadokya’nın ilk yerleşimi
olarak bilinen 10 bin yıllık Aşıklı Höyük’teki
obsidienler Nenezi dağından çıkarılmıştır. Bölgedeki
höyüklerde görülen obsidiende Nenezi Dağı'ndandır.
Vadi içindeki yeraltı şehri de Nenezi Dağı yönüne
gidiyor ve buranın sonuna ulaşılamadı. Ayrıca
yeraltı şehri içinde çok sayıda sürgülü taş var.
Vadi içinde yeraltı şehri dışında çok sayıda kayadan
oyma kilise, mesken ve mezar var. Vadi içinde ise
camiye dönüştürülmüş kilise, kemerli yapısıyla
dikkat çekiyor. "
Altınel, vadinin kasabanın eski yerleşim alanı
olduğunu kaydederken, yaklaşık 400 yıl önce buraya
gelen Türklerin kayadan oyma evlere yerleştiklerini,
1972 yılında da afet evleri kapsamında vadinin 300
metre uzağa evlerini taşıdıklarını ifade etti.
Radikal, 11.07.2010
|
AKDAMAR'DAKİ PROGRAM İÇİN HAZIRLIKLAR SÜRÜYOR
Konfederasyonda
bulunan ve barışın sağlanmasına katkı vermeyi
amaçlayan Van Gölü ve Çevresi Derneği Başkanı Yusuf
Tuncil ise Ermenistan sivil toplum örgütleriyle
çalışmalarının Van ayağına işaret ederek, 19
Eylül'de dünyanın her yerinden Ermenilerin
katılımıyla ilk dini törenin yapılacağı Van'daki
Akdamar Kilisesi'nde düzenlenecek programa değinip,
şunları anlattı: 'Van'a gittim yetkililerle görüşme
yaptık. Otel kapasitesinin gelecek misafirleri
karşılayamayacağından, Van'da bulunan tüm öğrenci
yurtlarının gelecek Ermeni misafirlerimize tahsis
edilmesi ve otel seviyesinde bir hizmet verilmesi
için çalışma yapıyoruz.' Tuncil, devletin politik
yapısının dışında sivil düşünenlerin ortak görüşünü
ifade etmek istediklerini dile getirerek,
'Konfederasyon olarak işlerimizi kimlik, din, dil
özelinde yürütmüyoruz. Fikirlerimizi ortaklaşa
yürütmek istiyoruz' diye konuştu.
Yeni Şafak, 11.07.2010
******
AYİN ALARMI
Trabzon’daki Sümela Manastırı ile Van’daki
Akdamar Kilisesi’nde düzenlenecek ayinler için polis
ve jandarma çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, geçen hafta İçişleri
Bakanlığı aracılığıyla jandarma ve polise bir yazı
göndererek, Sümela Manastırı’nda
İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’nin 15
Ağustos’ta, Akdamar Adası’nda Türkiye Ermeni
Patrikhanesi’nin 12 Eylül’de ayin düzenlemek
istediği hatırlatılarak, “Van’daki ayin tarihinin 12
Eylül’deki referanduma denk gelmesi nedeniyle
patrikhaneyle yapılan görüşmeler sonucunda 19
Eylül’de düzenlenmesi konusunda görüş birliğine
varıldı” denildi.
Bakanlık, jandarma ile polisin
ayinler öncesinde kente gelecek ziyaretçilerin
güvenliğinin sağlanması konusunda koordinasyonu
sağlaması istedi. Trabzon ve Van’a gidecek
ziyaretçiler için 3 aşamalı güvenlik planı
uygulanacak. Futbol karşılaşmalarında olduğu gibi
ziyaretçiler ayin öncesi, ayin anı ve ayin sonrası
olmak üzere polis ve jandarma tarafından sıkı
şekilde korunacak.
Hürriyet, Haber: Soner Gürel, 13.07.2010
|
HİTİT MAĞARASINDA 5 BİN YILDIR TUZ ÜRETİLİYOR
Çankırı'da bulunan ve Hititler döneminden bu yana yaklaşık 5 bin yıldır işletilen tuz mağarası, yıllık 1,6 milyon ton tuz kapasitesiyle Türkiye'nin en büyük kaya tuzu rezervine sahip olmasının yanında galerileriyle İç Anadolu Bölgesi'nin önemli turizm merkezleri arasında yer alıyor.
Çankırı il merkezine 25 kilometre uzaklıkta bulunan tuz mağarasında 200 yıldır bozulmadan duran bir eşek ölüsü de ziyaretçilerin dikkatini çekiyor. Yıllarca yapılan üretim sonucunda birçok galeri oluşan mağaranın içerisinde yer yer tuzdan oluşmuş sarkıt ve dikitlere rastlanıyor. Mağara, büyük bir kamyonun girebileceği dar girişten sonra modern karayolu tünellerini andıran birçok galeriden oluşuyor. 8 kilometre uzunluk ve 800 dönüm alana sahip galeriler, ziyaretçilerden büyük ilgi görüyor.
2004-2009 yılları arasında Çankırı valisi olarak görev yapan Ali Haydar Öner'in girişimleriyle mağaranın çeşitli dönemlerin canlandırıldığı sanat galerilerinden oluşan bir müzeye dönüştürülüp içerisinde bir astım merkezi kurularak ülke turizmine açılması yönünde hazırlanan projelere ilişkin çalışmalara devam ediliyor. Kaya tuzunun doğal iyonlaştırıcı özelliği nedeniyle mağarada yapılan tuz lambalarının, yorgunluk, nefes darlığı, astım, alerji ve cilt hastalıklarının tedavisini olumlu etkilediği ifade ediliyor.
Zaman, 11.07.2010
|
 |
TARİHİ MİRASA 2010 DOPİNGİ
Yaz geldi, İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti logosunu taşıyan
etkinliklerin sayısı arttı. Şu sıralar kentin kültür
hayatında bu logo var. Farklı sanat dallarında
yüzlerce proje hayata geçiriliyor. 2010 bu
projelerle görünüyor ve tartışılıyor. Beğeneni var,
beğenmeyeni var ama aslında bu sanat etkinlikleri
Avrupa Kültür Başkenti’nin küçük paydası. En azından
rakamsal olarak böyle. 2010 bütçesinin yüzde kırkı
kültür sanata ayrıldı. Esas aslan payı, bütçenin
yaklaşık yüzde altmışı ise restorasyon projelerine
harcanıyor. 2010, adeta İstanbul’un yıllardır ihmal
edilmiş tarihi mirasını ihya etmeyi hedefliyor.
Düşük bütçeler, ağır bürokrasi gibi sebeplerle bir
türlü ilerlemeyen restorasyon projelerine destek
veriliyor, el değmemiş yapılar projesinden ihalesine
ele alınıp yenileniyor. Tabii İstanbul gibi büyük
ölçekte bir kentin tümünü kapsamak zor, 2010
özellikle Suriçi bölgesine ve tarihi yarımadaya
odaklanmış vaziyette.
Restorasyon konusunda uzman, mimar Sevinç Özek
Terzi’nin yönetimindeki Kentsel Projeler
Direktörlüğü bugüne kadar 11 projeyi tamamladı. 26
yapıda çalışmalar sürüyor. Kimisinin acil
ihtiyaçları gideriliyor, kimisi yeniden kullanılacak
hale getiriliyor, kimisi için ileride uygulanmak
üzere projeler hazırlanıyor.
Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi, Kentsel Projeler
bölümünün prestij projeleri gibi. Bu iki müzede çok
sayıda proje birden yürütülüyor.
2010’un sanat projelerini tartışmaya bir ara verip,
İstanbul için kalıcı birer kazanım olarak
restorasyon çalışmalarını ele alalım istedik.
Ajans’ın Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç’le
konuştuk.
2010 Ajansı destek vereceği tarihi yapılar
hakkında nasıl bir süreçle karar verdi, nasıl
seçtiniz bu yapıları?
Bu işin birkaç ayağı var. Bir tanesi Kültür ve
Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğeri
İstanbul Büyükşehir Belediyesi veya bu konuda
kendilerine belli bir tarihi mekan tahsis edilmiş
vakıflar, dernekler, kuruluşlar... Bu mekanların
restorasyonu konusunda veya restorasyon projelerinin
hazırlanması konusunda bizden destek istiyorlar.
Bununla ilgili çalışmalarını veya taleplerini
bizimle paylaşıyorlar. Tabii biz de Ajans’ın ömrü
uzun olmadığı için, zaman kısıtlı olduğu için
ağırlıklı olarak faaliyet dönemimizde realize
edebileceğimiz konuları tercih ediyoruz. Kültür ve
Turizm Bakanlığı ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
elinin değmesinin biraz zaman alacağı, ama çok fazla
beklemeye tahammülü olmayan işlere öncelik
veriyoruz.
Bu kurumların ‘elinin değmesinin uzun zaman
alacağı’ işler neler oluyor?
Mesela bakın Ayasofya’daki iskele 16 yıldır burada
sabit konstüktif bir yapı olarak duruyordu. Halbuki
oradaki mesele, yukarıdaki restorasyon sürecinin
bütçe anlamında tıkanmış olması. Dolayısıyla bizim
verdiğimiz kaynakla oradaki restorasyon süreci
tamamlandı ve iskele sökülebildi.
Pek çok proje var, hepsi 2011’e kadar
bitecek mi?
Dediğim gibi, biz projelerimizi kabul ederken
ağırlıklı olarak 2010 yılı içerisinde bitebilecek
olanları öncelikli ele aldık. Kanun 2010 Ajansı’na
başladığımız projeleri tamamlamamız için altı ay ek
süre veriyor. 2011’in ilk altı ayında tabii ki
kültür sanat projesi yapmayacağız, onlar 2010
yılında tamamlanacak. Fakat bu tip restorasyon
projeleri 2011 yılına sarkabilir.
Ama restorasyon zor ve uzun bir iş, altı
ayda nasıl bitecek.
Projelerin teorik zamanları benim bahsettiğim
çerçevenin içine oturuyor. Fakat diyelim
Darüşşifa’yı yapmaya başlıyorsunuz deprem
güçlendirme ihtiyacı ortaya çıkıyor. O zaman
restorasyonun belli bir aşamasında mola veriyorsunuz
ve deprem güçlendirmeyle ilgili gerekliliklerin
saptanması için kurullar oluşuyor.
O sırada size verilen süre tamamlanıyor,
sonra ne oluyor?
Sonra bizim için çıkarılan kanun gereği, bizim bu
işler ve sahip olduğumuz yükümlülükler İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ve İl Özel İdaresi arasında
paylaştırılacak. Zannediyorum ki bu konudaki sağlam
kaynaklarından dolayı İl Özel İdaresine devredilir.
Öyle bir yönlendirme yapacağız. Çünkü biliyorsunuz,
İl Özel İdaresi son dönemlerde Vakıflar Genel
Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı dışında
kendi oluşturduğu bütçeyle İstanbul’da birçok
restorasyon çalışması yapıyor.
Ama İstanbul’un restorasyona çok fazla
ihtiyacı var ve 2010 Ajansı da bu konuda önemli bir
katkıda bulunuyor. 2011’in Haziran’ında çekildiği
zaman İstanbul yine o imkansızlıklarıyla başbaşa
kalacak.
Ben buna katılmıyorum. İstanbul’un bu konuda,
imkansızlıklar diye tarif edilecek bir süreçte
olduğunu düşünmüyorum. Özellikle son dönemde yerel
yönetimlerle ilgili reformlar yapıldıktan sonra, İl
Özel İdaresine kaynak aktarıldıktan sonra ciddi bir
artış var restorasyonda. Ben size farklı bir şey
söyleyeceğim. Şu anki restorasyonların hepsini çok
hızlı bir şekilde yapılmasına karşı çıkan bir kesim
de var. Türkiye’de bu kadar çok restoratör bu kadar
çok yetişmiş insan olmadığı için, bu tür projelerin
çok kısa zamanda hayata geçirilmesinin başka teknik
problemlere yol açacağı görüşü var. Biz de Ajans’ta,
uzman arkadaşlarımızla bu makul süre düşüncesi
yönünde bir yaklaşım sergiliyoruz.
Toparlarsak, 2010 Ajansı’nın İstanbul’daki
yapıların düzeltilmesine katkısını nasıl
özetleyebiliriz?
Bütün proje talepleri mutlaka makbul ve önemli,
çünkü İstanbul’u az veya çok önemli diye
ayıramazsınız, ama biz bir tür pozitif ayrımcılık
uyguladık diyeyim. Genel olarak tarihi mekanları
gezen, konuları takip eden iç ve dış otoritelerin
önemsediği yapıları ele aldık. Mesela Topkapı
Sarayı’nda Mutfaklar bölümünü ele aldık, bunları ele
alırken önce orada bulunan ve sergilemeyi
düşündüğümüz Çin ve Japon porselenleri var. Hiç
abartmıyorum ahşap meyve kutuları ve karton
kutularda saklanıyordu. Biz uluslararası normlara
uygun, bunların muhafaza edilebileceği özel depreme
dayanıklı kutular aldık. Mutfaklar bölümündeki
restorasyon başladı. Buna paralel olarak bir
teşhir-tanzim çalışması yapıyoruz ki hemen bu
porselenleri koyalım. Yani böyle hazırlanmasıyla
sergisiyle teşhiriyle bütüncül bir bakış açısıyla
bakıyoruz.
Bütün bu işler için ayrılan bütçe nedir?
2008 yılında bütçemizin %70’nin, 2009 ve 2010
yıllarında da %60’ının ayrılması söz konusu. Burada
en çok geri düştüğümüz proje AKM oldu, onun için
ayırdığımız bir kaynak vardı maalesef bazı
sebeplerden dolayı yapamadık. Şimdi burada büyük bir
rakam var ve biz bu rakamı başka önemli yerlerde
değerlendirmeye çalışıyoruz. Bütün bu projeler bu üç
yıl boyunca 200 milyon liralık bir rakama ulaşacak
gibi.
Sizce 2011’in ilk altı ayı bittiğinde ne
kadarı tamamlanır bu projelerin?
%90’ından daha fazlası...
Çok fazla bir şey devretmeyeceksiniz yani.
Ümitliyiz o konuda.
Hangi tarihi yapılar
yenileniyor?
* Yedikule Surları Küçükkapı
* Kule Kapısı
* İstanbul Üniversitesi tarihi giriş kapıları
* Beykoz Riva Kalesi
* Sepetçiler Kasrı (Eminönü)
* Küçükyalı Arkeoloji Parkı
* Davutpaşa Medresesi
* KUDEP Tarihi Evler
* Haseki Külliyesi
* Nazperver Kalfa Sibyan Mektebi (Aksaray)
* Şehzade İmareti (Şehzadebaşı)
* Darüşşifa Binası (Süleymaniye)
* Gazenferağa Medresesi (Unkapanı)
* Murat Molla Kütüphanesi
* Kariye Müzesi
* Otağı Hümayun Binası (Davutpaşa)
* Hasköy Mayor Sinagogu
* Arap Camii (Galata)
* Kılıç Ali Paşa Camii (Tophane)
* Galata Mevlevihanesi
* Köse Mehmet Raif Paşa (Kasımpaşa)
* Türk İslam Eserleri Müzesi (Sultanahmet)
* Ayasofya Müzesi
* Topkapı Sarayı
Ayasofya gizli şantiye
Şadırvan ve galeri için restorasyon projeleri
üretildi. 1. Mahmut kütüphanesi ve çinilerinin
restorasyonu için proje hazırlandı, onay bekleniyor.
Cephe temizliği yapıldı. Ana kubbedeki yarım kalan
restorasyon tamamlandı, iskele söküldü. İç narteksteki mozaiklerin bakımı yapıldı. Kubbedeki
Serafim figürü ortaya çıkartıldı. Dev hat levhalar
restore ediliyor.
Radikal, Haber: Cem Erciyes, 11.07.2010
|
 |
KÖKER, DUBEN VE MORAL, BRITISH MUSEUM'UN DAİMİ KOLEKSİYONUNDA
Dünyanın en prestijli sanat kurumlarından British Museum’un çağdaş sanat departmanı, Türk çağdaş sanat dünyasından Azade Köker, İpek Duben ve Şükran Moral’in birer eserini daimi koleksiyonuna kattı. Geniş koleksiyonuyla dünya çapında sayılı müzelerden British Museum koleksiyonunda Leonardo da Vinci, Raphael, Michelangelo, Dürer, Rubens gibi dünyanın en önemli sanatçılarının eserleri yer alıyor.
Müze yetkilileri yaptığı açıklamada üç sanatçının eserlerini koleksiyonlarına kattıkları için kendilerini şanslı hissettiklerini belirterek şunları söyledi; “Hem kendini ispatlamış köklü sanatçılardan hem de genç nesil sanatçılardan seçilen bu önemli yaratıcı Türk sanatçıların eserleri sayesinde Türk sanat dünyasının zenginliğini ve derinliğini anlayabilmemizi sağlayan güçlü bir bakışa sahip olduk.”
Resim, heykel, yerleştirme ve video gibi alanlarda ürünler veren İpek Duben kimlik, cinsiyet, göç, kültürel önyargılar gibi konulara getirdiği eleştirel bakış dikkat çekerken, Azade Köker kağıt-kolaj, karışık teknik ve kağıt malzemeyle oluşturduğu heykel ve enstalasyonlarıyla çağdaş sanat dünyasında adından söz ettiriyor. Belgesel video performans çalışmaları yapan Şükran Moral ise, kadınlara uygulanan din, kültür kısıtlamaları, göçmenler, transseksüeller, fahişeler gibi konulara odaklanmış.
Radikal, 11.07.2010
|
SİVEREK'TE MOZAİK ÇIKTI
Şanlıurfa'nın Siverek
İlçesi'nde dünyanın en eski
mozaikleri olarak arkeoloji literatürüne giren
mozaikler, Siverek kültürüne ve turizmine
kazandırılmayı bekliyor.
Siverek'in Uzuncuk Köyü, Subastı mezrasında yapılan kaçak
kazılar sonucunda ortaya çıkarılan mozaikler ilçede
büyük çaplı bir heyecana yol açtı. Yaklaşık 8.5
metre boyutundaki Roma dönemine ait mozaiklerde 1
adet insan figürü, 1 adet boğa figürü ve bir adet
kuş figürü ile geometrik motifler yer almakta. Konu
ile ilgili açıklama yapan Siverek'i Vilayet Yapma ve
Kalkındırma Derneği Başkanı Koçali Aymaz, Siverek
Turizmi ve Tarihi için çok önemli olan bu
mozaiklerin gün yüzüne çıkarılmasını gerektiğini
belirterek, bu konuda yaptıkları çalışmaların
sonuçsuz kaldığını söyledi.
Beyaz Gazete, 11.07.2010
|
ANTİK KENTTE KAZILAR BAŞLADI

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mehmet
Özhanlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2008
yılında başladıkları kazı çalışmalarında üçüncü yıla
girdiklerini bildirdi.
Pisidia Antiokheia’nın Anadolu’daki en önemli
antik yerleşim alanlarından biri olduğuna işaret
eden Özhanlı, antik kentin büyük bir alana sahip
olduğunu kaydetti. Ekipte kendisiyle birlikte 12
arkeolog, 25 öğrenci ve 20 işçinin yer aldığını
anlatan Özhanlı, bu yılki çalışmalarının 10 Eylül’e
kadar devam edeceğini söyledi.
Özhanlı, kazı çalışmalarıyla ilgili şu bilgileri
verdi:
”Bu yıl ilk hedefimiz, geçen yıl açtığımız Cardo
Maximus Caddesi’nin gün yüzüne çıkarılması
işlemlerini sürdürerek, caddenin tamamını açmaktır.
Bu cadde 30 metre genişliğiyle Anadolu’daki en geniş
cadde meydan özelliğini taşımaktadır. Bu işlemi
tamamladığımız zaman, özellikle ziyaretçilerin büyük
ilgi göstereceği bir alan olacağını düşünüyoruz. Bu
yıl ayrıca Roma Hamamının kazı ve konservasyon
çalışmalarını da gerçekleştirip restorasyon
projesini tamamlamak hedefindeyiz.”
Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’na sundukları projeyle antik kent alanı
içinde bulunan Aziz Paul Kilisesi’nin kazı
çalışmasını da tamamlamayı istediklerini kaydeden
Özhanlı, ”Kilisenin kıyısındaki avlu üzerine ahşap
bir revak inşa edilmesini öngörüyoruz. Proje
kuruldan geçerse, onu da tamamlamayı hedefliyoruz.
Revak, buraya gelen ziyaretçilerin güneşten ve
yağmurdan korunmasını sağlayarak, daha rahat bir
inceleme imkanı sunacaktır” dedi.
Özhanlı, bu sezon kazılarda tiyatro alanında da
çalışacaklarını, tiyatrodaki taşların kaldırılması
ve restorasyon projesinin tamamlanmasını
hedeflediklerini belirtti. Önceki yıllarda çıkan seramiklerin ve diğer
eserlerin çizimi ve belgelendirilmesini de
yapacaklarını ifade eden Doç.Dr. Özhanlı, şöyle
konuştu:
”Ekibimizin bir kısmı da bunlarla ilgileniyor.
Bunların yanında, her yıl yaptığımız gibi, antik
kentin dışında klan alanda yüzey araştırmaları
yapacağız. Kent merkezi ve çevresinde, Yalvaç’ın
yapılarında yer alan yazıtlar ve eski eserleri de
inceleyeceğiz, daha önce yapılmış çalışmaları gözden
geçireceğiz. Yine önümüzdeki yıllarda bizim için çok
önemli olacak Pisidia Antiokheia antik kenti ile Men
Mabedi arasındaki antik yolun güzergahının
belirlenmesi çalışmalarını da bu yıl
gerçekleştireceğiz.”
Özhanlı, bu yıl kazıya 60 bin TL aktarıldığını,
bunun yanında kış döneminden de 48 bin TL’lik bir
ödenekleri de bulunduğunu anlattı. Bunun yanında
daha önceden tahsis edilmiş 600 bin TL’lik
ödeneklerinin yaklaşık 200 bin TL’sini kazı evi için
ayırdıklarını belirten Özhanlı, kazı evinin 15
Ağustosta tamamlanacağını bildirdi.
Kalan 400 bin TL’lik ödeneği de Roma Hamamı’nın
kazı, konservasyon ve restorasyonu projesi için
kullanacaklarını ifade eden Özhanlı, bu yılki
kazıları izlemek üzere önümüzdeki günlerde Almanya
ve Kore’den bilim adamlarının da Yalvaç’a
geleceklerini sözlerine ekledi.
Memleket Haber, 11.07.2010
|
SİNOP'TA TARİHİ ALINLIĞA PAHA BİÇİLEMİYOR
Sinop kent merkezinde, inşaat çalışmaları sırasında bulunan ve Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 3 ton ağırlığında ki Roma dönemine ait mermer alınlığa paha biçilemiyor.
İlginç işlemelerle kaplı olan tarihi eser, 2006 yılında bulunduğu yerden kepçe yardımıyla alınarak Sinop Arkeoloji Müzesi’ne getirilerek sergilenmeye başlanmıştı.
Tarihi alınlığa paha biçilemediğini belirten Sinop Müzesi Arkeoloğu Fuat Dereli, eserin Roma dönemine ait olabileceğini söyledi. Dereli, “Müzemiz bahçesinde sergilenen bu eser büyük bir tapınak, çeşme ya da mezara ait binanın alınlığı. Yani binanın en üst kısmında bulunan üçgen alınlık. Roma dönemine ait ve muhtemelen MS birinci veya ikinci yüzyıldan kalan bir eser. Eseri temizlendikten sonra muhteşem figürler daha güzel bir şekilde ortaya çıktı. Eşsiz bir işleme sanatının uygulandığını gördük. Bu süsleme Hellenistik dönemden itibaren, en çok da Roma döneminde kullanılmış. Çok önemli yapılarda ve mermer işçiliğinde kullanılan bir süsleme. Öyle çok sık görülen bir eser değil. Çok mükemmel bir yapıya ait olmalı” dedi.
Internet Haber, 10.07.2010
|
 |
FATİH'TE TARİHİ YARIMADA ENSTİTÜSÜ KURULUYOR
Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Rektörü
Prof.Dr.
İsmail Yüksek, Tarihi Yarımada'nın envanterinin
çıkarılması, restorasyonlarının organize edilmesi
gibi amaçlara hizmet etmesi için “Tarihi Yarımada
Enstitüsü” kurulmasının planlandığını bildirdi.
Fatih’te,
Tarihi Yarımada Enstitüsü kurulması için Fatih
Belediyesi ile Yıldız Teknik Üniversitesi arasında
protokol imzalandı. YTÜ Rektörlük binasında
düzenlenen protokol imza töreninde konuşan Rektör
İsmail Yüksek, Fatih Belediyesi başta olmak üzere
belediyelerle ortak çalışmalar yapmak için projeler
geliştirdiklerini söyledi.
Prof.Dr.
Yüksek, belediye ve üniversitelerin iş birliğinin,
şehir planlaması açısından büyük önem arz ettiğini
belirterek, “Kurmayı planladığımız Enstitü, Tarihi
Yarımada’nın envanterinin çıkarılması,
restorasyonlarının organize edilmesi için hizmet
verecek” dedi.
Fatih
Belediyesi’nin, Enstitü için Yedikule Mahallesi’nde
5 bin 400 metrekarelik binayı 20 yıl boyunca Yıldız
Teknik Üniversitesi’nin hizmetine sunduğunu belirten
Rektör Yüksek, Tarihi Yarımada’nın adına yakışır bir
şekilde korunması için bir çalışma başlatmış
olmalarından büyük mutluluk duyduğunu, bilim
dünyasındaki teorik bilgilerin yaşam bulacağını
kaydetti.
Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir, Tarihi Yarımada’yı gelecek
nesillere en iyi şekilde aktarmak için büyük bir
çaba gösterdiklerini belirterek, “Enstitü ile ilçede
yaşayanların Tarihi Yarımada hakkında
bilgilendirilmesi, eğitilmesi ve toplumsal
farkındalık oluşturulması konusunda akademik düzeyde
önemli gelişmeler kaydedilecektir. YTÜ bünyesinde
kurulacak olan Enstitü ile göz bebeğimiz olan Tarihi
Yarımada’nın sorunlarına ortak çözümler üretilecek.”
dedi. Fatih'in geleceği konusunda akademik
çevrelerle işbirliğinin çok önemli ve elzem olduğuna
da dikkat çeken Demir, yerel yönetimlerin,
akademisyenlerin ve sivil toplum kuruluşlarının her
zaman işbirliği içinde olması gerektiğini söyledi.
Turizm Gazetesi, 10.07.2010
|
İŞTE İLK AVRUPA 'ÇAKMAKTAŞLAR'I
Kuzey Avrupa'da yaşayan insansıların, sanılandan 270 bin yıl kadar önce ortaya çıktıkları anlaşıldı. İngiltere'de bulunan kalıntılarda, yaklaşık 950 bin yıl öncesine ait ‘çakmaktaşı' aletler ve fosiller çıkarıldı.
İngiltere'nin doğusundaki Norfolk bölgesinde bulunan 950 bin yıllık kalıntılar, buranın Kuzey Avrupa'nın en eski yerleşim yeri olduğunu kanıtladı. Fosil ve aletler, Happisburgh Köyü'nün yakınında yapılan kazılarda çıkarıldı. Uzmanlar, bulguların 866-814 bin ya da 970-936 bin yıllık olduğunu tahmin ediyor. Bundan önce bulunan en eski insan kalıntıları ise 780 bin yıl öncesine aitti.
Homo antecessor türüne ait olan insansıların, Thames nehrindeki haliçlerde avlandığı sanılıyor. Kazılarda 78 tane çakmaktaşından yapılmış alet de bulundu, aletlerin avlanmak için yapıldığı tahmin ediliyor.
Afrika'da 1.75 milyon yıl önce ortaya çıkan insan türünün, Akdeniz veya tropik ormanları bırakıp Kuzey'e gitmesinin, onları çetin bir yaşam mücadelesine soktuğu ifade ediliyor. Happisburgh'da bulunan insanların tüm Avrupa'yı geçip İngiltere'ye gittiklerini söyleyen uzmanlar, aletlerin de soğuk iklimden korunmak üzere daha erken keşfedildiğini ileri sürüyor. Çakmaktaşı aletleri hangi insan türünün icat ettiği ise bilinmiyor.
Hürriyet, 10.07.2010
|
 |
 |
İŞTE 2500 YIL ÖNCEKİ ANADOLU KADINI
Yeni Zelandalı bilim insanları Kayseri’deki Kültepe Höyüğü'nde geçen yıl bulunan 2 bin 500 yıllık bir kafatasını yeniden canlandırdı.
Bir Anadolu köylü kadına ait olduğu belirlenen iskelet, Kültepe antik şehrindeki arkeolojik kazılarda bulundu. Anadolu Üniversitesi’nin davetiyle Kayseri’ye gelen Yeni Zelanda’daki Otago Üniversitesi profesörü George Dias’ın liderliğindeki ekip, iskeletin kemik ölçümlerini esas alarak matematiksel bir model oluşturdu.
Silikondan yapılan yüze gerçek saç ve yaşlandırılmış gözler eklendi. Ortaya Kayseri’de kalıntıları bulunan kadının gerçek yüzü çıktı. Teknik, ilk olarak bir Mısır mumyasının eksik kafatası yapımında kullanılmıştı. Uzmanlar, öldüğünde 35-50 yaşlarında olduğu tahmin edilen kadının dişlerinin çok düzgün olduğuna dikkat çekti.
Eserin haftasonu Otago Üniversitesi’nde sergilendikten sonra İstanbul’a yollanması bekleniyor.
Milliyet, 10.07.2010
|
KAZILARDA ORTAYA ÇIKAN TARİHİ ESERLER SERGİLENECEK
Beyşehir Gölü kıyısındaki tarihi Kubad-ı Abad
Sarayları’nın kazı çalışmaları sırasında ortaya
çıkan tarihi eserler ilk kez görücüye çıkarılacak.
Sultan Alaeddin Keykubat’ın Gölyaka beldesinin
göl kıyılarında yaptırdığı Kubad-ı Abad Sarayı’nda
Prof.Dr. Ruçhan Arık ve ekibinin kazıları 30.
yılını doldurdu.
Beyşehir Belediyesi tarafından bu yıl 7′incisi
düzenlenen Beyşehir Göl Festivali etkinlikleri
kapsamında, Kazı Başkanı Prof.Dr. Rüçhan Arık’ın
Kubad-ı Abad kazılarında bulduğu figürler ilk kez
sergilenecek.
Belediye Başkanı İzzet Taşçı, serginin Beyşehir
Belediyesi etkinlikleri kapsamında ilk kez görücüye
çıkacağını belirterek, herkesi etkinliklere ve
sergiye davet etti.
haberler.com, 10.07.2010
|
|
ELLEYEBİLİRSİNİZ

8'nci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın
başbakanlığı döneminde Japon Prensi Takahito Mikasa
ile birlikte 1986'da ilk kazmayı vurarak,
Kırşehir'in Kaman İlçesindeki Kalehöyük'te
başlattığı kazı çalışmalarında çıkarılan tarihi
eserlerin sergileneceği müze, yarın Mikasa'nın oğlu
Prens Tomohito Mikasa ve Kültür ve Turizm Bakanı
Günay tarafından açılacak.
Alınan bilgiye göre, Japonya Ortadoğu Kültür
Merkezi Başkanı olan Japon Prens Takahito Mikasa'nın
1963 yılında Türkiye ziyareti sonrasında Prof.Dr.
Tahsin Özgüç ve eşi Nimet Özgüç'ün, 1985 yılında
Kaman İlçesi'nde yapılan yüzey araştırmalarının
ardından 1986'da Kalehöyük'te kazı çalışmaları
başladı.
Kırşehir'in Kaman İlçesi'ne bağlı Çağırkan
beldesinde, başkanlığını Japon Dr. Sachihiro
Omura'nın yaptığı Japon bilim adamlarınca yapılan
kazı çalışmaları ekibinde, Japonya ve Türkiye başta
olmak üzere ABD, Avustralya, İngiltere, Kore,
Malezya gibi bir çok ülkeden gelen araştırmacılar ve
öğrenciler yer alıyor.
Kalehöyük'te bugüne kadar sürdürülen kazılarda
Osmanlı döneminden eski Tunç Çağı'na kadar
aralarında mühürler, silahlar, süs eşyaları ve
tabletlerin de olduğu pek çok eser ortaya çıkarıldı.
Şuanda Kırşehir Müzesi'nde sergilenen eserler, Türk
ve Japon hükümetlerinin iş birliğiyle kazı alanı
yakınında inşa edilen ve yarın açılacak Kalehöyük
Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecek.
Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi'ne bağlı Anadolu Arkeoloji Enstitüsü Genel Sekreteri Deniz Erbişim,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, 280 metre çapında
ve 16 metre yüksekliğindeki höyüğün bugüne dek
yalnızca bir kısmının kazılabildiğini söyledi.
Kuzey ve güney açma olarak adlandırılan kazı
alanlarının, kuzey açmalarında 4 kültür katı
bulunduğunu ifade eden Erbişim, yüzeye yakın olan
birinci katta 16-17. yüzyıl Osmanlı dönemine, ikinci
katta MÖ 12. yüzyılın başından 4.
yüzyılın birinci yarısına kadar süren Demir Çağı'na,
üçüncü katta MÖ 12. yüzyıla kadar devam eden Orta
ve Son Tunç Çağı'na, dördüncü katta da MÖ
3 bin yılının son yarısına yani İlk Tunç Çağı'na ait
kalıntıların bulunduğunu bildirdi.


Türkiye'de klasik müzelerden farklı olarak höyük
şeklinde yapılan Arkeoloji Müzesinde sergilenen
eserlerin her birinin tarihe ışık tutmasından dolayı
birbirinden değerli olduğunu bildiren Erbişim,
şunları kaydetti:
“Höyük, yanı başında müzesi, şehir merkezlerine
kurulan ancak ilk kez kazı alanına kurulan enstitü
binaları, kütüphanesi, eserlerin saklandığı depoları
ve özel dizayn edilmiş bahçesi bulunan dünyanın ilk
arkeoloji merkezi burası olacak. Bu merkez, Anadolu
arkeolojisini araştıracak bilim adamlarının
vazgeçilmezi konumunda. Sadece Türkiye ve
Japonya'dan değil, dünyanın birçok ülkesinden
Kalehöyük'e çalışma yapmak üzere için bilim adamı ve
öğrenciler geliyor ve gelecek.”


Erbişim, bu müzenin Türkiye'deki müzecilik
anlayışını tamamen değiştireceğini vurgulayarak,
“Biz istedik ki buranın tarihini öğrenmeye gelen
herkes, eserlere dokunabilsin. Kendilerinden
binlerce yıl önce yaşayan kişilerin kullandığı
eşyalara elleyebilsin. Türkiye'de sadece bu müzede
ilk kez bazı eserlerin dokunulmasına izin verilecek”
diye konuştu.
Müze Müdürü Adnan Güçlü de, Kalehöyük'teki kazı
çalışmalarının, Japon Ortadoğu Kültür Merkezi
Anadolu Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Arkeolog
Sachihiro Omura başkanlığında 24 yıldır sürdüğünü
söyledi.
Kazı çalışmalarının Japon Ortadoğu Kültür
Merkezi'nce finanse edildiğini belirten Güçlü, kazı
çalışmaları sonucunda 7 bin yıl öncesine kadar giden
kültürün ortaya çıkarılacağını kaydetti.
1993 yılında kazı alanı yanına Japon Prensi
Takahito Mikasa anısına yapılan ve Japonya dışındaki
en büyük Japon bahçesi özelliğini taşıyan
Mikasanomiya Anı Bahçesi, 30 bin metrekare alan
üzerine kuruldu.
Mikasanomiya Anı Bahçesi'nde, 5 türü Japonya'dan
getirilen 33 türden 16 bin ağaç bulunuyor. Bahçede
ayrıca, 3 yapay göl, pompa ile çalışan yapay şelale,
2 adet taş fener, 13 katlı taş kule ve çay
törenlerinin yapıldığı Japon evi de bulunuyor.
Öte yandan, 1986 yılında başlayan kazı
çalışmalarıyla, ilçenin tarihine ışık tutulmasını ve
kültürel mirasın gün yüzüne çıkarılmasını sağlaması
dolayısıyla Kaman için önemli bir kişi olan Prens
Mikasa'nın adı, 2005 yılında ilçenin Atatürk
Caddesi'nin bir Kırşehir yönü olan bölümüne verildi.
Hürriyet, 10.07.2010
|
TLOS KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI
Muğla’nın Fethiye
İlçesi Yaka Köyü’nde geçen yıl ara verilen Tlos
antik kentindeki kazı çalışmalarına yeniden
başlandı.
Tlos antik kenti kazı başkanı
Prof.Dr. Taner
Korkut, gazetecilere yaptığı açıklamada, 5 yıl önce
başlatılan kazı çalışmalarının bu yıl ki bölümünün,
Likya Uygarlığı’nın izlerini taşıyan stadyumda
odaklandığını belirtti. Korkut, ”Akropol alanında
kaya mezarları açmayı sürdürüyoruz. Kazı çalışmaları
süresince 8 yeni kaya mezarı açıldı. Sikkeler,
seramikler ve süs eşyaları ile MÖ 2 bin yılına
dayanan taş balta, Likçe ve eski Yunanca yazıtlar
bulundu” dedi.
Antik kentteki, Kent Bazilikası ve Kronos
Tapınağı’nın yüzey temizlik çalışmalarının da
sürdürüldüğüne işaret eden Korkut, ”Likya Uygarlığı;
Antalya, Fethiye ve Dalaman Çayı’na kadar uzanıyor.
Biz Batı Likya Kenti’nde bulunuyoruz” diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Akdeniz Üniversitesi
ile Muğla Valiliğince desteklenen, kazıların bu yıl
Stadyum, Kent Bazilikası, Kronos Tapınağı, Tlos
Tiyatrosu’nda yaklaşık 3 ay süreceği öğrenildi.
Bu arada, 16 bilim adamı ve 35 işçinin görev
yaptığı kazı çalışmalarına, ağustos ayında Japon ve
Alman kazı ekiplerinin de katılacağı bildirildi.
Gerçek Gündem, 10.07.2010
|
SELGE ANTİK KENTTE KAZI ÇALIŞMASI YAPILABİLMESİ İÇİN
ALTINKAYA KÖYÜ'NÜN TAŞINMASI BEKLENİYOR

Selge antik kentinde arkeologların kazı çalışması
başlatabilmesi için Altınkaya (Zerk) Köyü'nün başka
bir yerleşim alanına taşınması bekleniyor. Side Müze
Müdürlüğü, Altınkaya Köyü sınırları içinde bulunan
Selge antik kentinin 1. dereceden sit alanı
olmasından dolayı köylüler yerleşim alanında evinin
kapısı ve penceresini tamir edemediği için mağdur
olduğunu belirtiyor. Selge antik kentinin korumasının
Side Müzesi Müdürlüğü bünyesinde olduğunu belirten
Müdür Güner Kozdere, yerleşim alanının başka bir
alana taşınmadığı sürece Psidya döneminin önemli
şehrinde kazı çalışması yapılmasının çok zor
olduğunu söyledi.
Kozdere, “Side’de yerleşim alanı 40 yıl önce kazı
çalışmaları başladığında başka bir alana taşınması
gerçekleşmiş olsaydı mülkiyet sorununda yaşanan
sıkıntıların çoğu günümüzde yaşanmayacaktı.” dedi.
Altınkaya Köyü'nün birinci dereceden
sit alanı ve
Köprülü Kanyon Milli Park sınırı içinde bulunduğunu
hatırlatan Kozdere, köylülerin oturdukları evde yeni
bir düzenleme yapmasıyla birlikte hukuki sıkıntı
yaşadığını ifade etti. Kozdere, “Köy boşaltılmadan
Selge antik kent’te kazı yapamayız. Köy yerleşim
alanında mülkiyet sorunları var. Köy 1. dereceden
sit alanı içinde olduğu için köylüler evlerinin
eskiyen penceresini bile değiştiremiyor. Side halkı
40 yıl önce, tarihi şehirde kazı çalışmaları
başladığında bizi başka bir alana taşıyın diye
görevlilere ricada bulunmuş. Side halkı zamanında,
başka bir yerleşim alanına taşınsaydı günümüzde
yaşanan sıkıntılar olmazdı. Side’de yaşanan
sıkıntılar Selge antik kentinde yaşanmaması için Altınkaya
Köyü başka bir alana acilen taşınmalı. ”
diye konuştu.
Kozdere, Selge antik
kenti de dahil olmak üzere
Side Müzesi sorumluluk alanında 45 arkeolojik, 5
doğal, 4 kentsel olmak üzere toplam 362 tescilli
taşınmaz kültür ve tabiat varlığının bulunduğunu
kaydetti.
Star Gündem, 10.07.2010
|
TARSUS'TA ABBASİLERE AİT DENEY TÜPLERİ VE TIP
ALETLERİ BULUNDU

Mersin’in Tarsus İlçesi'ndeki Gözlükule Höyüğü’nde
yürütülen kazı çalışmalarında, camdan yapılmış deney
tüpleri, tunçtan imal edilmiş tıp aletleri bulunduğu
bildirildi.
Kazı ekibi başkanı ve Boğaziçi Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Aslı Özyar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 22 metre
yükseklikteki Gözlükule Höyüğü’ndeki kazı
çalışmalarını 2007 yılında başlattıklarını
anımsattı.
Höyüğün Anadolu arkeolojisinde son derece önemli bir
yeri olduğunu 15 Haziranda başladıkları kazı
çalışmalarının devam ettiğini ifade eden, Özyar, ’3
yıl önce başlattığımız ve 200 metre karelik alanda olmak üzere toplam 5
ayrı yerde sürdürdüğümüz kazı çalışmalarında Abbasi
dönemi ağırlıklı olmak üzere Roma ve Geç Tunç Çağı'na
ait bulgulara rastlıyoruz’ dedi.
2007 yılında ilk kazı çalışmalarında Abbasi dönemine
rastlayan katmanlara ulaştıklarını ifade eden Özyar,
bu katmanları açığa çıkarmaya başladıklarını,
gündelik hayata ilişkin adetler, yaşam, hijyen gibi
konularda çok şey öğrendiklerini ve bilgi sahibi
olduklarını kaydetti.
Höyüğün 7 bin yılık bir geçmişinin bulunduğunu ifade
eden Doç.Dr. Özyar, şöyle devam etti:
’Kazı çalışmaları sırasında çıkan her şeyi titiz bir
şekilde belgeleyip, fotoğraflıyoruz. Çoğu açmada
orta çağ katmanlarının sonuna geldik. Onun altına
inmek üzere hazırlanıyoruz. 2 açmamızda da Roma
Hellenistik dönemine ait kalıntılar var. Bunlarda
belki de en ilginç olanı kandil üretimhanesi bulduk.
Aynı zamanda tiyatroda kullanılan masklar ile adak
heykelcikler üreten bir üretimhane ve defolu
malların atıldığı çukurları ortaya çıkardık. Epey
bilgi sahibi oluyoruz.
Kazılarda ayrıca camdan yapılmış deney tüpleri,
şişecikler, tunçtan yapılmış tıp aletleri buluyoruz.
Bu bize burada kimyagerlik veya eczacılık
yapıldığına dair bilgi veriyor. Zaten Abbasilerin
tıp ve eczacılıktan bilgi sahibi olduklarını yazılı
kaynaklardan biliyoruz.’
Kazı çalışmalarına aralarında yabancı ülkelerden
arkeolog ve bilim adamları da olmak üzere 25 kişinin
katıldığını bildiren Özyar, bu yılki kazı
çalışmalarının 16 Temmuz'da sona ereceğini sözlerine
ekledi.
Demokrat
Mersin, 09.07.2010
|
JULIOPOLİS GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Nallıhan
İlçesi'ne bağlı Çayırhan beldesinde
izlerine rastlanan Juliopolis
antik kentini
gün yüzüne çıkarmak için kazı çalışmaları başladı. Juliopolis’in ilk buluntularına geçen yıl
ulaşılmıştı. Kalıntıların bulunmasının ardından
Gülşehri mevkiinde Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Müdürü Melih Arslan başkanlığında
bir ekip kazı çalışmalarına başladı. Çayırhan
Belediye Başkanı Ömer Bayrak,
“Juliopolis’in 2 bin yıl önce önemli bir yaşam
merkezi olduğu bilgisine ulaştık, kazı
çalışmalarıyla burada yaşanan tarihi bire bir görmüş
olacağız” dedi.
Juliopolis’in eski Skopas (Aladağ Çayı) üzerindeki
Sarılar Köprüsü civarında olduğu ve Sarıyar baraj
gölü suları altında kaldığı biliniyor. Kentin
nekropolü (mezarlık) baraj gölünün kuzey kıyısındaki
kalker kayalık üzerinde yer alıyor. Kaynaklara göre
Juliopolis, antik çağlarda Bithynia bölgesi ile
Galatia bölgesi sınırında bulunuyor.
Çalışmalarda ortaya çıkarılan nekropolde geçen sene
itibarıyla 90 dolayında mezar odasına ulaşıldı.
Ulaşılan mezar odaları arasında tamamen taşlardan
yapılmış bir lahdin de
bulunduğu aktarıldı. Bölgede açığa çıkarılan tarihi
eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan
özel bir bölümde sergileniyor.
Konuyla ilgili Cumhuriyet Ankara’ya bir açıklama
yapan Çayırhan Belediye Başkanı Ömer Bayrak, “Geçen
yıl yürütülen çalışmalar oldukça verimli geçti ve
birçok kalıntıya ulaşıldı. Daha sonra kazı
çalışmalarına ara verildi. Şimdi bölgede kazılar
yeniden başladı” dedi. Kazı çalışmalarının kış
gelinceye dek devam edeceğini belirten Bayrak, “Müze
arkeologları ve biz sürekli burada el ele
çalışıyoruz. Tarihin ayak seslerini artık çok daha
yakından duymaya başladık” diye konuştu.
Bayrak, bölgenin 1988 yılında sit alanı olarak
belirlendiğini, 2009’a kadar hiçbir çalışma
yapılmadığını vurguladı. Alana kazı çalışmaları için
gidildiğinde yağmalama yaşandığının gözlendiğini
kaydeden Bayrak, “Gülşehri alanı içinde Juliopolis’in izine rastladık, kazı çalışmaları
öncesindeki incelemelerde alanda yağmalama olduğunu
gördük. Bölgede kurtarma çalışmalarına başladık.
Çalışmalar gayet düzenli ve rahat ilerliyor. İlgili
birimlerden yardım sağlanırsa çalışmalar daha hızlı
yürüyecek” dedi.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müze Müdürü Arkeolog-Nümizmat
Melih Arslan, alanın göze uzak bir
yerde olduğu için defineciler tarafından talan
edildiğini kaydederek “Geçen sene çalışmalarımıza
başladık, alanın bazı bölümlerinde talan yapıldığını
fark edip buraya müdahale ettik. Şu anda hem mobese
kameralarıyla izleniyor, hem de bakanlığın ayırdığı
bütçeyle daha kapsamlı sistemlerle burayı koruma
altına aldık” dedi. Arslan, kentin antik tarih
içindeki yerini şöyle anlattı:
“Frig döneminden beri iskan görmüş bir köy olan
Juliopolis’in ismi, Friglerin kurucu kralı
Gordios’tan dolayı Gordioukome (Gordios’un köyü)
olarak biliniyor. Kente Hellenistik dönemde küçük bir
kasaba olarak rastlanır. Juliopolis’in kent
statüsüne kavuşturulması Roma İmparatoru Augustus
döneminde olur. Kentin önemli yerleşim merkezi
olması, Erken Bizans çağında Konstantinopolis’ten
Nikaia’ya ve oradan da Ankyra’ya uzanan yol üzerinde
yer almasından dolayıdır. Kentin ismi daha sonra
Kleon adlı bir çete reisi tarafından Julius Ceasar’a
atfen Juliopolis olarak değiştirilir.”
Arslan, asıl yerleşim bölgesinin 1956’da yapılan
Sarıyar Barajı‘nın suları altında kaldığını dile
getirerek, çalışmalarını bölgenin yüksekte kalan
kısımlarında sürdürdüklerini vurguladı. Arslan,
aldıkları desteklerle iyi bir ilerleme
sağladıklarını belirterek önemli kalıntılara
ulaştıklarını anlattı. Arslan, “Nekropollerde
bulduğumuz sikkelerin çoğunun Juliopolis’e ait
olduğunu görünce buranın Juliopolis kenti olduğunu
gördük. Çok sayıda altın, gümüş, cam eşyalar ile
kandiller, bronz ve kemikten tıp aletlerine ulaştık.
Kayıp kentin gizemini çözeceğiz. Burada farklı
kültürler barınmış. Hem bilim tarihine, hem dünya
literatürüne girecek müthiş buluntularla karşı
karşıyayız” diye konuştu.
Gazetemiz yazarı Özgen Acar da,
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin alanda düzenli
kurtarma çalışmaları yaptığını kaydederek, “Kentin
adı bilinmiyordu, kalıntılardan adının Juliopolis
olduğu saptandı. Buluntulara ulaşılması Ankara’nın
kültürel, tarihi zenginliğine zenginlik
katmaktadır.” dedi. Kurtarma çalışmalarının daha
kapsamlı ve düzenli yürütülmesiyle daha iyi işler
yapılabileceğini aktaran Acar, alanı talan eden
tarihi eser kaçakçılarıyla ilgili şöyle konuştu:
“Yoksulluğun artmasıyla eline metal dedektörünü alan
dağa bayıra çıkıyor. Define avcılığı yaygınlaşıyor.
Bu süreç de insanlık mirasının kaybolmasına, yok
olmasına yol açıyor. Zaten bu alanın yağmalandığı
fark edildiği için müze, çalışmalarına hız verdi,
şimdi kalanları kurtarmak gerekiyor.”
Cumhuriyet Ankara, 09.07.2010
|
BAŞKAN TOPBAŞ: "UNESCO'YA MAHALLE BASKISI YAPILIYOR"
İstanbul'un "Dünya Kültür Mirası"ndaki yerini
değerlendirecek olan UNESCO'ya Türkiye'den bazı
çevrelerin mahalle baskısı yaptığını açıklayan
Başkan Topbaş, "AKM'de ve Muhsin Ertuğrul'da bize
yapılan mahalle baskılarının bir benzeri, maalesef
şimdi UNESCO nezdinde yapılmakta" dedi.
Basın mensuplarıyla birlikte inşaatı büyük ölçüde
tamamlanan Otogar-Bağcılar-Başakşehir Olimpiyat Köyü
Metrosu'nu gezen İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş, törenin ardından UNESCO'nun
İstanbul'u "Dünya Mirası Listesi"nden çıkararak
"Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi"ne alması
ihtimaliyle ilgili soruları cevaplandırdı.
Başkan Kadir Topbaş, gazetecilerin 25 Temmuz'da
Brezilya'da yapılacak UNESCO toplantısında
İstanbul'un "Dünya Kültür Mirası Listesi"ndeki
yerinin değerlendirileceğini hatırlatması üzerine,
"UNESCO'ya Türkiye'den bazı çevreler mahalle baskısı
yapıyor. AKM'de ve Muhsin Ertuğrul'da bize yapılan
mahalle baskılarının bir benzeri, maalesef şimdi
UNESCO nezdinde yapılmakta" dedi.
İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olduğunu ve
şehrin 1453 yılında fethedilmesinin ardından hiçbir
kültür eserinin tahrip edilmediğini ve üzerine yeni
eserler konulduğunu anlatan Kadir Topbaş, İspanya'da
800 yıllık İslam medeniyetinin yok edildiğini
belirterek, şöyle konuştu;
"İstanbul'da o dönemde eserlere dokunulmadı ve
ilaveler yapıldı. Bize düşen bu eserleri geleceğe
taşımak. Maalesef kendi hayatımda bu şehirde bir
zamanlar çok önemli değerleri olan eserlerin nasıl
dozerlerle yok edildiğini adeta yaşadım. Maalesef
şehircilik adına çok şey yok edildi. Biz ise
dönemimizde çok eseri ayağa kaldırdık ve buna devam
ediyoruz. Ciddi yatırımlar yaptık, halen yapmaya
devam ediyoruz, hem belediye olarak biz hem Valilik,
Özel İdare ve Bakanlık...
UNESCO'nun, maalesef
yanlış bilgi aktarımları sonucunda farklı
değerlemelerinin olduğunu üzülerek gördüğümü ifade
etmek istiyorum. UNESCO yetkililerine, bunları
anlattığım zaman, haksız bulmadılar beni. Şu anda
İstanbul'da metroların Haliç'ten geçişle ilgili 2005
yılında hazırladığımız bir tasarı, bir proje
konsepti kurulca onandı. Bu kararlar doğrultusunda
biz bir çalışmayı hayata geçirmeye başladık ve
özellikle tarafsız ve bilimsel çevrelerden de
görüşler aldık, UNESCO'dan gelecek bu tip
serzenişleri dikkate alacak şekilde, bir daha
değerlendirmeler yaptık."
Yeni bir değerlendirmenin imzalanarak Brezilya'da
yapılacak toplantıya gönderildiğini ve toplantıda
uzmanlar tarafından İstanbul'daki kültürel mirasın
durumu hakkında detaylı bilgiler verileceğini
aktaran Kadir Topbaş, sözlerini şöyle sürdürdü;
"Etkileşim anlamında ifadeler kullanılmakta.
Bunlardan bir tanesi Sulukule dediğimiz Neslişah
Mahallesi'ndeki çalışmalarla ilgili yapılan
düzenlemeler, surlarla ilgili yapılan çalışmalar,
bizim dönemimizde de Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile
ilgili... Biz burada tabii ki çevreye, özellikle
Süleymaniye Camisi'ne, Haliç havzasına olumsuz etki
etmemesini maksimum seviyede düşünerek bir tasarım
yaptık. Ancak Atatürk Kültür Merkezi'ndeki mahalle
baskılarına benzer baskılar, Muhsin Ertuğrul'da bize
yapılan o baskıların benzeri de maalesef UNESCO
nezdinde yapılmakta. O çevreler malum, maalesef her
şeye karşı olmayı hüner edinmiş, iş yaptırmamak
üzere her gün sabahleyin evlerinden çıkan insanlar.
Onların bu kent hayatını nasıl etkilediklerini de
ben burada ifade etmek istemiyorum. Bu itirazlarda
bulunanların bu kente kattıkları kaç tane eser var
onu da bilmek isterim. Tabii bunların doğru
bilgilendirilme konusunda, UNESCO'ya, bilimsel,
tarafsız heyetin raporunu gönderdik Bakanlık
aracılığıyla."
Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş, karar
vericilerin karar vermeden önce gelip İstanbul'u
görmeleri gerektiğini vurgulayarak, "Türkiye'de bu
konuda hassas olduklarını söyleyen, birçoğu da
meslektaşım olan çevrenin de Edirne'deki Selimiye
Cami'nin çevresindeki yapılarla nasıl etkileşime
girdiğinin, yüreklerini hiç sızlatıp sızlatmadığını
da öğrenmek isterim. Ne kadar müdahil oldular, kaç
gün yazdılar, nerede durdular, nerede varlar,
yoklar? Niye? Çünkü oradaki yönetim Cumhuriyet Halk
Partili. Bu kadar net söylüyorum" diye konuştu.
Kadir Topbaş, UNESCO'nun toplantısından olumsuz
bir karar çıkmasını beklemediklerinin altını
çizerek, "Haliç Metro Geçiş Köprüsü'nde şu anda
zemin kazıklarını çaktık ve bitirdik. Üst sistem
çalışmalarının ihalesi yapıldı ve çalışma devam
ediyor. UNESCO'nun kararını mutlaka
değerlendireceğiz, ama tarafsız bir gözle bakıldığı
zaman böyle bir kararın çıkamayacağını, çıkmaması
gerektiğini düşünüyorum. İnşallah yanlış bir karar,
bizim de hoşumuza gitmeyecek bir karar çıkmaz
diyorum" şeklinde konuştu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 12.07.2010
******
İSTANBUL'UN TEHLİKE LİSTESİNE ALINMASI GÜNDEMDE DEĞİL
Merkezi Paris’te bulunan
BM’nin Bilim Kültür ve Eğitim Örgütü’nün (UNESCO),
İstanbul’u “Tehlike altındaki Dünya Mirası
Listesine” almasının gündeme olmadığı bildirildi.
Diplomatik kaynaklar, 25
Ağustos'ta
Brezilya’da başlayacak olan Dünya Mirası
Komitesi toplantısında,
İstanbul’un Tehlike Altında Miras Listesi'ne
alınmasına dair bazı talepler olsa da son temaslar
ve olumlu gelişmeler nedeniyle bunun çok
muhtemel görülmediğini açıkladı.
UNESCO ile Türk Hükümeti
ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) arasında
yapıcı
bir
diyaloğun sürdüğünü belirten diplomatik kaynaklar,
İstanbul’un listeye alınması konusunda bir sorun
yaşanmayacağını bildirdi. UNESCO’nun bununla
birlikte, İstanbul’da
tarihi yarımada için bir tarihi alan yönetim
planının yapılması, Ahşap evler ve surların korunma
durumları, kentsel dönüşüm projelerinin kültür
mirasına etkisi konusunda
İBB ile teknik istişare ve temasları sürüyor.
Dünya Mirası Komitesi kaynakları, bu konular ile
ilgili bazı ilerlemeler olmakla birlikte, bazı
eksikliklerin de olduğu uyarısında bulunuyor.
Milliyet, 11.07.2010
******
İSTANBUL S.O.S.

Mutlu
insanlar şehri var mıdır ey bahtı güzel hemşeri?
Varsa eğer, sen bulasın. Yoksa eğer, sen kurasın.
Mutlu insanlar şehri nedir ki ey hemşeri?
Bana sorarsan, bir şehir mutlu ise eğer, o şehrin
ahalisi de mutludur. O şehrin taşı toprağı mutlu ise
eğer, ahalisi de öyledir. O şehrin kubbeleri,
ağaçları, minareleri, çıt çıt kuşları, martıları
mutlu ise sokakları, pencereleri, ortasından akan
suları, vapurları, balkonları, balkonlardan sarkan
temiz çamaşırları, bir dağılıp bir buluşan şeker
pamuk bulutları, merhamet bulutları mutlu ise eğer,
o şehrin ahalisi de mutludur.
Taşı toprağı altın
Taşı toprağı altın demişler bu şehre. Bu sözle
anılmaya başlanan bir şehir mutlu olabilir mi, ey
hemşeri? Umutla şehre gelenleri anlatan bir söz
müdür bu yalnızca, yoksa Kaliforniya'yı istila eden
altın avcılarının ihtirası gibi bir ihtirası mı
yansıtır? Üniversite yıllarım Süleymaniye Camii'nin
etrafında, külliyenin dar sokaklarında, camiden
Tahtakale'ye inen yokuşlarında geçti.
Öğrendiğim bir şey vardı ki, Mimar Sinan,
her biri birer başyapıt olan eserlerini yaparken, o
şehre, o şehrin geçmişine, o şehrin yaratıcı
dehalarına saygı göstermişti. Süleymaniye'yi,
Ayasofya' nın yakınında bir yere değil, uzağında bir
tepeye kondurmuştu örneğin. Sultan Selim, ondan,
Ayasofya'nın kubbesinden büyük bir cami yapmasını
istediğinde o, bu yarışa girmemişti. En büyük
eserini İstanbul'da değil Edirne'de inşa etmişti.
Selimiye Camii'nin kubbesini, Ayasofya'yı geçecek
kadar büyük yapmamıştı. Hem Ayasofya'daki sanata
saygı duyuyordu hem de sanatın kendisinin bir yarış
olmadığını biliyordu. Sanat, niceliksel büyüklükte
değil, niteliksel yaratıcılıkta saklıydı.
Hal böyleyken, bugün, Haliç'i aşacak metro köprüsü,
tam tamına Süleymaniye'nin önünden geçiyor. Bu
köprünün tasarımını İstanbul Belediye Başkanı Kadir
Topbaş bizzat yapmış. Bizzat beğenmiş, bizzat
yapıyor. Bu köprünün bir de boynuzları var. Bu
boynuzlar Süleymaniye'ye saplanıyor. Mimar Sinan
kimmiş, Süleymaniye de neymiş, sen belediye
başkanının köprüsünün boynuzlarına bak! Be hey be
hey!
İstanbul UNESCO Dünya Mirası
listesinde bir şehir. Bu köprü başta olmak üzere,
bir dizi uygulama ve uygulamama yüzünden, bu
listeden düşmek üzere. Brezilya'da
25 Temmuz'da yapılacak toplantı
öncesinde bir taslak hazırlandı. Haziran
2010 tarihli Dünya Miras Komitesi Karar
Taslağı'na göre...
Haliç Metro Köprüsü inşaatı
durdurulmaz ya da projeyle ilgili anlamlı bir
değişiklik yapılmazsa...
İstanbul Surları restorasyon
projeleriyle ilgili bilgi sağlanmazsa...
Marmaray ve Motorlu Araç Geçiş Tüneli
Projeleri ile ilgili ‘Çevre ve Sosyal
Değerlendirme'ye, ‘evrensel değerler' ile ilgili
yapılacak bir spesifik değerlendirme de
eklenmezse...
Ahşap yapıların korunabilmesi için çok ortaklı bir
rehabilitasyon programı geliştirilmezse...
Trafiğin tarihi yarımada üzerinde potansiyel
etkilerini göz önüne alan bir ‘trafik mastır
planı' hazırlanmazsa...
İnşaat ve altyapı projelerinin varlığın üstün
evrensel değerine etki etmemesi için bütüncül bir
çerçeve oluşturacak yönetim planı uygulamaya
konulmazsa...
UNESCO, İstanbul'u 2011 yılında
tamamen Dünya Miras Listesi'nden silmek üzere, 2010
yılında ‘Tehlikede Olan Dünya Miras Listesi'ne
almaya karar verir deniliyor.
İstanbul alarm veriyor
Yeterince açık görünüyor. Bu gelişmeye karşı,
İstanbul'un Miras Listesi'nde kalması için hiçbir
çaba sarf etmeyen Ankara yönetimine, kültür
yönetimine ve İstanbul yönetimine karşı bir
bilinçlendirme kampanyası açıldı. ‘İstanbul
S.O.S' isimli bilinçlendirme hareketi, aynı
zamanda bir imza kampanyası da başlattı. Bu oluşum,
İstanbul'a boynuzlar saplanmadan önce, halkın
farkına varmasına çalışıyor.
İki sıfır bir sıfır yılında Avrupa Kültür Başkenti
sayılan bu şehir, kültürel bir utanç kararının
unvanına da sahip olacak belki de. Boynuzlar bu
utancın, marifetin, mağduriyetin simgeleri olarak
gövdemize saplanmış olacak, eğer bir şey yapılmaz
ise.
Boynuzlar, insanlık kültürünün en eski ama en eski
simgelerinden biridir. Çatalhöyük, Göbeklitepe, bu
boynuzların en eski örneklerinin ülkemiz
topraklarında da olduğunu gösteriyor.
Boynuzların neyi simgelediğini anlayabilmek için
alim olmak gerekmiyor. Zaten tarih boyunca herkesin
bir bakışta anlayabilmesi için boynuzlar seçilmişti.
Gücün ve iktidarın simgesidir boynuzlar. Yalnızca
ilksel inançların kutsal simgesi değil, aynı zamanda
ilksel dürtülerin, ihtirasların da simgesi.
Referans, Yazı: Özcan Yüksek, 12.07.2010
|
SİDE MÜZESİ ESER SAYISINI ARTTIRIYOR
Side Müzesi
Müdürlüğü, yaptığı çevre düzenlemeleriyle tarihi
eserin teşhir alanını genişletiyor.
Müze Müdürü Güner Kozdere, Side Belediyesi’nin
katkıları ve Antalya Bölge Koruma Kurulu’ndan
aldıkları izinle 527 ve 529 parsellerde teşhir
alanını genişlettiklerini söyledi.
Güner Kozdere, çevre düzenlemesi ve onarım
çalışması yaptıkları alanı ferforje demir
parmaklıklarla koruma altına aldıklarını kaydetti. Müzelerinden 2 bin 129
arkeolojik, 9 bin 776 sikke olmak üzere toplam 11
bin 905 tarihi eserin bulunduğunu belirten Kozdere,
yer darlığı nedeniyle kapalı 298 arkeolojik, 34
sikke ile birlikte 252 tarihi eseri açık alanda
teşhir edebildiklerini ifade etti. Kozdere, parsel
ve çevre düzenlemesi sonra müzelerinde bulunan
teşhir edilen eser sayısının artacağını belirtti.
Kozdere, “Alanımızın dar olmasından ötürü yaklaşık
12 bin eserden bine yakınını zor teşhir
edebiliyoruz. Alan genişlemesiyle birlikte teşhir
edilen eser sayısını arttıracağız.” diye konuştu.
Side Müzesi Müdürlüğü, tarihi Roma hamamı içinde
değişik alanlarda sergilenen değişik dönemlere ait
17 amforayı bir araya topladı. Müze Müdürü Güner
Kozdere, hamam içinde kapalı alanda teşhir edilen
amforaları bir arada topladıklarını söyledi. Kozdere,
müzelerinde MÖ 2′nci yüzyıl ile MS 12′nci
yüzyıldan kalma değişik dönemlere ait 17 amforayı
bir araya toplayarak koruma altına aldıklarını
kaydetti.
Side Müzesi’ni 2007′de 99, 2008′de 117, 2009′da
136 yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini
belirten Kozdere, 2010 yılı sonunda bu rakamın 200
bin olmasını beklediklerini söyledi. Müzelerini
2009′un ilk 6 ayında 48 bin turistin ziyaret ettiği
bilgisini veren Kozdere, bu senenin ilk 6 ayında ise
ziyaretçi sayısının 79 bine ulaştığını kaydetti.
Müze kart satışlarında da geçen yıla göre atış
olduğunu belirten Kozdere, geçen yılın ilk 6 ayında
bin 265 satış olurken, 2010′nun ilk 6 ayında ise bin
789′a ulaştığını ifade etti. 20 liraya alınan müze kartla yurt genelinde 300
müzenin gezilebileceğini belirten Kozdere, kart
alımında öğrenci ve öğretmenlere yüzde 50 indirim
yapıldığını söyledi.
Laboratuarlarında Roma dönemine ait kitabe
üzerinde çalışma yaptıklarını belirten Kozdere, Side
Müzesi’nin güvenliğini ise 24 saat süresince gece
görüşü olan ve 360 derece dönme kapasitesine sahip
40 güvenlik kamerasıyla sağladıklarını belirtti.
Kozdere, 2 yıl içinde 10 bin sikkenin
konservasyonunu yapmayı hedeflediklerini, 4 bine
yakının ise tamamlandığını aktardı.
Samanyolu Haber, 09.07.2010
|
AYVALIK'TA TARİH MOLOZLAR ALTINDA
Balıkesir'in Ayvalık
İlçesi'nde yaklaşık 15 yıl önce temeli
atılan ve kaçak olduğu için bir süre durdurulan
inşaatına önceki yıl yeniden başlanan Lale Adası
Turizm Otelcilik Meslek Lisesi binasının denize
bakan kısmında, antik kayalıkların bulunduğu alana
moloz döküldüğü öğrenildi.
Ayvalık'ın 22 adasından biri olan, sonradan yapılmış
bir köprüyle geçilen Soğan Adası, Ayvalık ve
Cunda'yı birbirine bağlıyor. Yaklaşık 25 yıl önce 1.
derece tarihi sit statüsünden yapılaşmaya açılması
için 3. dereceye düşürülen Soğan Adası'nda hızlı ve
çarpık yapılaşma başladı. Ada, bir dönem turizm
alanı olarak ilan edilmiş, yoğun yapılaşmanın önüne
geçilemediği için 'turizm'in iptaline gidilmişti.
Adada bugün 4 yıldızlı bir otel, çok sayıda bina,
tartışmalara konu olan ve henüz inşaatı
tamamlanmamış
turizm okulu bulunuyor.
Yaklaşık 15 yıl önce temeli atılan ancak kaçak
olduğu için inşaatı durdurulan Lale Adası Turizm
Otelcilik Meslek Lisesi'nin önceki yıl yeniden
yapımına devam edilmeye başlandı. Okulun önümüzdeki
öğretim yılına yetiştirileceği belirtiliyor. Okulun
henüz inşaat çalışmaları sürerken, denize bakan
kısmında bulunan bahse konu antik kayalıkların
bulunduğu alana molozlar dökülüyor. Tıpkı
Hasankeyf'te tarihin sular altında kalması gibi,
Ayvalık'ta da tarih molozların altında bırakılıyor.
Ayvalıklı yazar Ahmet Yorulmaz, 'Ayvalık'ı Gezerken'
adlı araştırma kitabında, Ayvalık için "Eski kentler
uygarlıklar yatağı" ifadesini kullanıyor. Kitapta
birbirlerine çok yakın olan Cunda ve Soğan
Adaları'nın geçmişi hakkında bilgiler yer alıyor.
Araştırmacı yazar Ahmet Yorulmaz'ın 'Ayvalık'ı
Gezerken' adlı kitabındaki 'Ayvalık'ın tarihi Roma
devrine dayanıyor' görüşü ise yeni buluntularla
desteklendi. Efsaneye göre, bir dişi kurt tarafından
emzirilen iki kardeşin kurduğu Doğu Roma
İmparatorluğu'nun
simgesi olan kayalara oyulmuş Romus Romülüs
simgesini İHA muhabiri ortaya çıkardı. İHA muhabiri
Suat Salgın'ın çektiği fotoğraflar, ilçede heyecanla
karşılandı.
Bölgede avlanan amatör balıkçılar kayalar üzerindeki
değişik şekillerdeki yontuları fark edince gözler
adaya çevrildi. Kayalar üzerine oyulmuş yavrularını
emziren kurt, insan ve çeşitli obje figürleri,
korsan maskı, Hellenistik döneme ait olduğu
varsayılan kılıç resmi, uçan ejderha, Roma
harfleriyle yazılan bir kitabenin gün yüzüne çıkması
heyecanla karşılandı. Bir kısmı moloz yığınlarının
altında kalan buluntulardan başka, yörede yaşayan
yaşlılar büyüklerinden duyduklarına göre Hazreti İsa
yontusunun
okulun temelinin altında kaldığını öne sürüyor.
İHA muhabirinin buluntuların fotoğraflarını ilettiği
Bursa Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Müdürü Serpil
Arık, buluntulardan uçan ejderhanın bir cins balık
resmi olduğunu belirterek, "Geç dönem üslubunda
görünüyor. Roma dönemi olmayabilir. İnsan yüzü
kabartması da oldukça ilginç. Kitabe okunduğunda
belli olacak" dedi.
Söz konusu mevcut binanın ruhsatlı olduğunu ifade
eden kurul yetkilisi, İHA muhabirinin keşfi olan
antik kent için önümüzdeki günlerde Bursa Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu'ndan bir ekibin Ayvalık'a
gelerek bölgede inceleme yapacağını açıkladı.
Beyaz Gazete, 18.06.2010
******
LALE ADASI'NDAKİ ANTİK KENT TBMM GÜNDEMİNDE

Ayvalık Tarihi Molozlar Altında’ başlıklı haber
üzerine harekete geçen Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
Balıkesir Milletvekili Prof. Hüseyin Pazarcı, konuyu
TBMM gündemine taşıdı. Pazarcı, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a,
Lale (Soğan) Adası’ndaki inşaatı süren turizm
otelcilik okulunun satılacağı yönündeki iddiaları
sordu.
Ayvalık Lale Adası’nda yapımı süren ve önümüzdeki
eğitim yılına yetiştirilmesi hedeflenen turizm
otelcilik okulunun satılacağı söylentileri Ayvalık
ve Balıkesir’i karıştırdı. İddialara yanıt isteyen
CHP Milletvekili Pazarcı, konuyu TBMM gündemine
taşıdı.
Hükümet yetkilileri, bir süre önce yayınlanan
genelge ve kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde
hareket ederek, Türkiye genelinde emlak açısından
arsası değerli olan okulları satarak, elde edilen
gelir ile arsası daha ucuz yerlerde okul kurmayı
planladıklarını belirtmişlerdi. Bu kapsamda derslik
başına düşen öğrenci sayısının da azaltılması
amaçlanırken, Lale Adası’ndaki okulun arsasının
konumu itibarıyla en prestijli alanda bulunması ve
MEB’in okul satışıyla ilgili planlamasıyla örtüşmesi
Ayvalık’ta satış söylentilerini güçlendirdiği
belirtildi.
Yaklaşık 15 yıl önce yapımına başlanılan ve kaçak
olduğu öne sürülerek uzun süre durdurulan Lale Adası
Turizm Otelcilik Meslek Lisesi’nin inşaatına, önceki
yıl yeniden başlanmıştı. Yapım çalışmaları sürerken,
denize bakan kısmına ise okul inşaatından çıkan
molozların döküldüğü alanda bölgede avlanan amatör
balıkçılar kayalar üzerindeki değişik şekillerdeki
yontuları fark etmesiyle bölgeye hareket eden İHA
muhabiri tarafından yayınlanan haberler sonrasında
gözler adaya çevrildi.
Kayalar üzerine oyulmuş yavrularını emziren kurt
(Romus Romulus), insan ve çeşitli obje figürleri,
korsan maskı, Hellenistik döneme ait olduğu
varsayılan kılıç resmi, uçan ejderha, Roma
harfleriyle yazılmış bir kitabenin gün yüzüne
çıkması heyecan ilçede bazı resmi kurumlar ve
vatandaşlar tarafından heyecanla karşılanmış ve
konuyla ilgili incelemelerin yapılması için bölgeye
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Bursa
Bölge Müdürlüğünden bir heyetin gönderileceği
açıklanmıştı.
Basında çıkan, bu haberler üzerine harekete geçen
CHP’li Pazarcı, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi
hazırlayıp TBMM Başkanlığına sundu. Pazarcı, adadaki
çarpık yapılaşmaya da dikkat çekerek, şu soruları
yöneltti:
1- Soğan Adası’nın 1. derece olan tarihi
sit statüsünün 3. dereceye dönüştürülmesinin sebebi
nedir?
2- Adadaki çarpık ve hızlı yapılaşmanın önüne
geçilmesi için bir çalışma gerçekleştirmeyi
düşünüyor musunuz?
3- Yaklaşık 15 yıl önce yapımına
başlanan ve kaçak olduğu öne sürülerek yapımı uzun
süre durdurulan ve önümüzdeki eğitim-öğretim yılına
yetiştirileceği ifade edilen Lale Adası Turizm
Otelcilik Meslek Lisesi’nin yapımı sırasında, denize
bakan kısımda kayalar üzerine oyulmuş ve Hellenistik
döneme ait olduğu tahmin edilen tarihi buluntuların
büyük bir kısmının üzerine molozların döküldüğü
doğru mudur?
4- Konumu gereği gözde bir alanda yer
alan Lale Adası Turizm ve Otelcilik Meslek
Lisesi’nin inşaatı tamamlandıktan sonra hemen
satılacağı söylentileri dolaşmaktadır. Böyle bir
durum söz konusu mudur?
5-İnşaat sırasında büyük bir
kısmı molozların altında kalan değerli buluntuların
incelenmesi ve korunması için bir çalışma
gerçekleştirmeyi düşünüyor musunuz?
Burhaniye Haber, 10.07.2010
|
4 - 10 Temmuz 2010
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NE
ÇEVRE DÜZENLEMESİ
Sivas’ın Divriği İlçesi'ndeki Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası’nın çevre düzenlemesi kapsamında,
yapının etrafındaki kamulaştırması biten alanlarda
yıkım çalışmaları başladı. Tarihi yapının
etrafındaki toplam 67 dönümlük alanda 2 etap halinde
kamulaştırma çalışması planlandığını kaydeden
Arkeolog Erdal Çetindağ, “İlk etapta 51 ev ve 69
parselin kamulaştırma işlemleri tamamlanmak üzere,
diğer yandan mahkeme aşaması devam eden 22 parsel
dışında kalan bölümlerde ise yıkım işlemlerini
resmen başlattık” dedi. UNESCO’nun “Dünya Kültür
Mirası” listesinde yer alan Ulu Camii ve
Darüşşifası, Avrupalı bilim adamlarınca “Anadolu’nun
El-Hamra’sı” olarak değerlendiriliyor.
Türkiye Gazetesi, 09.07.2010
|
DEVRİM ERBİL'İN 200
METREKARELİK DEV MOZAİK PANOSU ÇÖPE GİTMİŞ
Açtığı davanın sanat dünyası için örnek teşkil edeceğini düşünen Devrim Erbil, "Bu pano, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabi bir sanat eseridir. Hiç kimse hiçbir şekilde ona zarar veremez." diyor.
Devlet sanatçısı Devrim
Erbil'in Eskişehir'de bir bankanın duvarını süsleyen
yaklaşık 40 metrekarelik mozaik panosu, tadilat
sırasında çöpe atıldı. Geçtiğimiz yıl 50. sanat yılı
kutlamaları kapsamında Eskişehir'e giden Erbil,
metrekaresinde 10 bin taş bulunan panoyu yerinde
göremeyince büyük bir şok yaşadı. Yetkililerin
'gereksiz sandık, söktük' açıklamasıyla yıkılan ünlü
ressam, olayı yargıya taşıdı.
Ünlü ressam Devrim
Erbil'in Eskişehir'de çöpe giden mozaik tablosunun
hikâyesi uzun yıllar öncesine dayanıyor. Sanatçı,
1955'te girdiği Güzel Sanatlar Akademisi'nde Bedri
Rahmi Eyüboğlu'nun öğrencisi olur ve onun
atölyelerinde mozaik sanatı üzerine çalışmalar
yürütür. Eyüboğlu'nun 1958'de Paris'te açtığı dünya
sergisinde ekip başkanlığı görevini üstlenip 200
metrekarelik bir mozaiğin yapımında görev alır. Kısa
zamanda mesleğin sırlarını öğrenir ve eserler
üretmeye başlar.
1973 yılında bir gün,
yakın arkadaşı Orhan Doğu, Erbil'den dönemin Emniyet
Sandığı Bankası için Eskişehir'i anlatan bir pano
yapmasını ister. Erbil, asistanlarıyla birlikte
geceli gündüzlü çalışarak 6 ayda panoyu tamamlar.
Mozaik panoda şehrin güneybatısında yer alan Porsuk
Çayı, istasyon binası, eski mimari yapılar,
halkoyunları ve doğa motifleri yer alır. Pano, banka
işlemlerinin yapıldığı bankonun üstüne, rahatça
görülebilmesi için insan boyunun etkilemeyeceği bir
yüksekliğe yerleştirilir. Yıllar sonra Hacettepe
Üniversitesi akademisyenleri tarafından bu pano
üzerine tezler yazılır, birçok sanatçı yazılar
kaleme alır. Devrim Erbil; Akbank, Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı, Lizbon Türk Büyükelçiliği vb.
kurumlar için de benzer tablolar yapar.
Geçtiğimiz sene 50.
sanat yılı kutlamaları için mayıs ayında Eskişehir'e
davet edilen ressam, resimlerinin olduğu galerileri,
işyeri ve sanat merkezlerini gezmek ister. Anadolu
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim İş Bölümü
Başkanı ile dev mozaik panonun bulunduğu bankaya
giden Erbil, kendisini büyük bir sürprizin
beklediğinden habersizdir. Kısa bir görüntü almak
için çekim ekibiyle salona giren Erbil, duvarlardaki
mozaik panonun söküldüğünü, yerine personel
dolaplarının konulduğunu görür. 1984 yılında Ziraat
Bankası'na devredilen bankanın 2003 yılındaki
tadilatı sırasında mozaiklerin söküldüğünü öğrenir.
Bu durum karşısında hayrete düşen sanatçı, banka
yetkililerinin savunmasıyla da adeta yıkılır:
"Bankanın tadilatını yapmamız gerekiyordu.
Duvarlardaki çalışmanın size ait olduğunu
bilmiyorduk. Tadilat sırasında parçalandı. Gereksiz
sandık, çöpe attık."
Erbil, bunun üzerine
konuyu yargıya taşımaya karar verir. 6 Ağustos
2009'da Kadıköy 14. Noterliği'nden 'Eserimin gelecek
nesillere aktarılması için ne yapmayı
düşünüyorsunuz?' sorusunun cevabını arayan bir
ihtarname çeker; fakat cevap alamaz. Davalıya, bu
panoyu yeniden yapıp Eskişehir'de diledikleri yere
monte etmeyi teklif eder. Bu teklifine de cevap
alamaz. Sonunda 14 Nisan 2010'da Eskişehir 3. Asliye
Mahkemesi'nde dava başlar. Ziraat Bankası ile Devrim
Erbil arasındaki davanın ilk duruşması geçtiğimiz
hafta içinde Eskişehir'de görüldü.
Erbil, Eskişehir'le
bütünleşen sanat eserinin kariyerindeki en önemli
çalışmalardan biri olduğunu söylüyor. 'Sanata sonsuz
destek veriyoruz' diyerek reklamlar yapan bankaların
sanat eserlerine karşı tutumlarına da anlam
veremiyor. Yetkililerin 'restorasyon sırasında
mozaiğin kime ait olduğunu bilmiyorduk' savunmasını
tutarlı bulmayan sanatçı, "Altında imzam vardı. Ben
devlet sanatçısıyım. Bana ulaşmaları çok kolay.
Onlar parçalayıp atmayı tercih etmişler. Bu pano,
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabi bir sanat
eseridir. Hiç kimse hiçbir şekilde ona zarar
veremez." diyor. Bu tür olumsuzluklar yaşanırken
Erbil'i teselli eden bazı gelişmeler de olmuş.
Anadolu Üniversitesi eski rektörü, Büyükşehir
Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, arayıp
panonun şehre yeniden kazandırılmasını istemiş.
Avrupa'daki sanatçıların
eserleri büyük salonlarda olağanüstü güvenlik
önlemleri ile korunurken Türkiye'deki ressamların
çalışmalarının çöpe atılması karşısında üzüntüsünü
saklayamayan Erbil, bu davanın sanat dünyası için
örnek teşkil edeceğini düşünüyor. Görüşlerini almak
için başvurduğumuz Ziraat Bankası yetkilileri,
tablonun yok olmasıyla ilgili bir açıklama
yapmazken, Erbil'in 300.000 TL maddi, 75.000 TL
manevi tazminat talep ettiği dava, eylül ayında
yeniden görülecek.
Zaman, Haber: Ayhan
Hülagü, 09.07.2010
|
TARİHİ ESERLER LAZERLE
TEMİZLENİYOR
Arkeolojik kazılarda
elde edilen binlerce yıllık tarihi eserler, artık
hiçbir zarar görmeden temizleniyor.
Kocaeli Üniversitesi (KOÜ)
Lazer Teknolojileri Araştırma ve Uygulama Merkezi (LATARUM)
tarihi eserleri lazerle temizlemeye başladı. LATARUM
Müdürü Prof. Dr. Arif Demir, "Bu Türkiye'de bir
ilktir.'' dedi. KOÜ Rektör Yardımcısı ve LATARUM
Müdürü Demir, Arkeoloji bölümünden gelen talep
üzerine yaklaşık 6 ay önce tarihi eserlerin yüzeyine
zarar verilmeden lazerle temizlenmesi projesini
başlattıklarını söyledi.
KOÜ Teknoparkı'ndaki
laboratuarlarında ilk olarak lazerle bir kemik
parçasının yüzeyini temizlediklerini kaydeden Demir,
çalışmalarda daha önce tarihi eserlerde yapılan
normal temizlik sürecinden daha başarılı bir sonuç
elde ettiklerini kaydetti. Lazerle tarihi eserlerin
yüzeyine de hiçbir zarar verilmediğini vurgulayan
Demir, "Arkeolojik kazılarda elde edilen tarihi
eserleri lazerle temizlemeye başladık. Böylece
eserde hem kirletici kimyasal kullanımını ortadan
kaldırdık hem de zamandan tasarruf sağladık. Bu
sayede eserler orijinal yapısına zarar verilmeden
hızlı bir şekilde temizlenmekte.'' diye konuştu.
Prof. Dr. Arif Demir, üniversitelerin arkeoloji
bölümleri ya da müzelerden talep gelmesi halinde
tarihi eserlerin lazerle temizliğini
gerçekleştirebileceklerini sözlerine ekledi.
Zaman, 09.07.2010
|
KYZİKOS ANTİK KENTİNDE
KAZILAR BAŞLADI
Balıkesir’in Erdek
İlçesi'ne bağlı Düzler Köyü mevkiinde bulunan
Kyzikos Antik Kenti’nde kazılar başladı. Kazılarda,
geçmişte Avrupalı seyyahlar tarafından ”Dünyanın 8.
Harikası” olarak nitelendirilen ”Hadrianus Tapınağı”
ile 3 antik limanın ortaya çıkarılması hedefleniyor.
Kazı Başkanı Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Nurettin Koçhan, AA muhabirine, Erdek’ten 8 kilometre uzaklıktaki Kyzikos ile ilgili ilk araştırmayı 1950'li yıllarda Prof.Dr. Ekrem Akurgal’ın yaptığını, ilk planlı ve düzenli kazıların ise 1989 yılında Prof.Dr. Abdullah Yaylalı tarafından başlatıldığını anımsattı.
Koçhan, ödenek
yetersizliği nedeniyle 1996 yılında ara verilen
kazıların, 2006 yılından bu yana kendisinin
başkanlığında tekrar başladığını anlattı. Bu yılki
kazıları öğrenciler dahil 13 kişilik ekip ve 40
işçiyle gerçekleştireceklerini belirten Koçhan,
kazıların 15 Ağustos’a kadar sürdürüleceğini
bildirdi.
Koçhan, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın, kazıların yaz aylarında sürecek
bölümü için 108 bin lira ödenek sağladığına
değinerek, şöyle konuştu:
”Bu yılki kazılarımız
için verilen 108 bin liralık ödenekten memnunuz.
Kazılarımızda, bu sene yine Hadrianus Tapınağı’nda
çalışmalar yapacağız. Güneyinde çalışacağımız
Hadrianus Tapınağı’nın uzunluğunu belirlemek
istiyoruz. Çünkü halen tapınağın ölçülerini tam
olarak bilmiyoruz. Ancak, bildiğimiz kadarıyla bile
Hadrianus Tapınağı’nın, Didim’deki Apollon
Tapınağı’ndan büyük olduğu bir gerçek. Yine bu yıl
gerçekleştireceğimiz kazı çalışmaları sırasında,
Hadrianus’un sütun sayılarını da belirlemeyi
amaçlıyoruz.”
Hadrianus’ta, geçen yıl
gerçekleştirdikleri çalışmalar sırasında önemli bazı
parçalara ulaştıklarına dikkati çeken Koçhan,
şunları kaydetti:
”Hadrianus Tapınağı’nda
her şey çok farklı. Ülkemizdeki diğer tapınaklara
hiç benzemiyor. Bu tapınağın, istediğimiz şekilde
ortaya çıkması için bu koşullarda 10 yıla daha
ihtiyacımız var. Kyzikos’ta, Hadrianus’un dışında
Metroon isimli bir tapınak ve Nekropol (mezarlık) da
var. Bu bölgelerdeki arazilerin şahıs malı olması
nedeniyle kazı yapamıyoruz. Mutlaka kamulaştırılması
gerekiyor.”
Habertürk, 08.07.2010
|
KOCAELİ'NDE 38 ADET
SİKKE ELE GEÇİRİLDİ
Kocaeli Jandarma
Komutanlığı tarafından düzenlenen operasyonda 38
adet sikke ele geçirildi. Olayla ilgili 2 kişi
gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre;
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tarihi eser
getirilerek satılacağı yönünde bilgi alan Kocaeli
Jandarma Komutanlığı ekipleri, yetkili mercilerden
aldığı izin doğrultusunda alıcı kılığına girerek
satıcılarla iletişime geçti. Hastaneye gelen M.K. ve
S.K. ile alışveriş yapılıp mal teslimi yapacağı
sırada operasyon düzenlendi.
Operasyonda zanlılar
üzerinde tarihi eser niteliği taşıyan 38 adet Sikke
ve 1 adet yüzük ele geçirildi. Olayda ele geçirilen
tarihi eser niteliği taşıyan malzemeler ekspertiz
raporu düzenlenmek üzere Kocaeli Müze Müdürlüğü’ne
gönderilirken, zanlılar M.K. ve S.K. adli mercilere
sevk edildi.
Star, 08.07.2010
|
TARİH HIRSIZLARINA
KAMERALI ÖNLEM
Önemli ören yerlerinin
bulunduğu Muğla yöresinde her yıl yaz sezonunda
yapılan kazı çalışmaları sonrası uzun bir süre boş
kalan antik kentlerden tarihi eser hırsızlıkları
gündeme gelmesi üzerine Yatağan Stratonikeia antik
kentine kamera güvenlik sistemi kuruluyor.
Yatağan’a bağlı
Eskihisar Köyü'nde 1. Seleukos kralının siyasi
merkezi, Dünya’nın en büyük antik mermer kentine
sahip ve gladyatör okulunun bulunduğu 2 bin 500
yıllık Stratonikeia antik kenti, kamera güvenlik
sisteminin kurulmasının ardından 24 saat gözetim
altında olacak.
Antik kentin giriş
kapısı ile üç farklı noktaya kurulacak harekete
duyarlı kamera sistemi ile ölümüne aşkın hikâyesinin
yaşandığı dünyanın en büyük antik mermer kenti,
hırsızlık olaylarına karşı önlem alınmış olacak.
Stratonikeia antik
kentine kurulmaya başlanan harekete duyarlı dört
kamera güvenlik sisteminin toplam 3 bin TL’ye mal
olacağı açıklandı. Antik kentteki kazı çalışmaları
için bu yıl için 200 Bin TL ödenek ayrılmış, bunun
40 Bin TL’lik kısmı da çalışmalar için
gönderilmişti.
Stratonikeia antik kenti
kazı başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, 2 bin 500 yıllık
dünyanın en büyük antik mermer kenti
Stratonikeia’nın bölgenin göz bebeği olduğunu
belirterek, “Stratonikeia antik kentine kurulan bu
kamera sistemi ile 24 saat her yeri ve her şeyi
izleyeceğiz. Hellenistik, Bizans, Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemine ait dört farklı medeniyetin
izlerini barındıran bu antik kent artık daha güvenli
hale gelecek.
24 saat kayıt altında
olacak olan harekete duyarlı kamera sistemi ile
antik kent çevresindeki hırsızlık, tarihi eser
kaçakçılığı ve kazak kazılara göz açtırmayacağız.
Kamera sisteminin kurulmasında bizlere destek olan
Eskihisar Jandarması ve özel şahıslara teşekkür
ederiz” dedi.
Internet Haber,
08.07.2010
|
GEÇMİŞİN MODERN MİMARLIĞI 3: BEŞİKTAŞ - ŞİŞLİ
Beşiktaş, İstanbul'un sur dışındaki en eski
semtlerinden biri. Eski yazılı kaynaklara göre
Beşiktaş adının aslı Beştaş'tı. Bu da Barbaros
Hayreddin Paşa'nın gemilerini bağlamak için kıyıya
diktirdiği beş taş sütundan gelir. Beştaş adı
zamanla Beşiktaş'a dönüştü.
Beşiktaş'ın antik dönemde, sık ormanlarla kaplı
olduğu belirtilen Boğaz kıyı şeridinin Roma
döneminde kıyılarda yapılan birkaç tapınakla
yapılaştığı, Bizans döneminde yine birkaç manastır
ve imparator yazlık ikametgahına (Ayios Mamas) mekan
olduğu, Osmanlı döneminde ise bir "yerleşim yeri
kimliği" kazandığı biliniyor.

Beşiktaş'daki Tramvay,
Kaynak: Özsoydan, G., "Kentsel Korumaya Stratejik
Yaklaşım (Beşiktaş Köyiçi Kentsel Sit Alanı
Örneği)", Yüksek Lisans Tezi, MSGSÜ, 2007.
18. yüzyılda, Beşiktaş Deresi ve Ihlamur Deresi
vadisi boyunca gelişmesini sürdürürken Serencebey
sırtlarına doğru da yayıldığı, 19. yy'da yaşanan
ulaşımda ve toplu taşıma araçlarındaki gelişimler
ile Beşiktaş'ın İstanbulla bağı güçlenmiş. 1851'de
Şirket-i Hayriye'nin kurulmasıyla Boğaziçi
iskelelerine düzenli vapur seferleri başlamış, bu da
bütün Boğaziçi köylerini, nüfus, yaşam biçimi ve
mimari bakımdan etkilemişti. 1869'da imtiyazı
verilen tramvay şirketi de ilk hattı 1872'de
Azapkapı Beşiktaş arasında işletmeye açmıştı. Atlı
olan bu ilk tramvaylar 1913'de elektrikli olduktan
sonra Bebek'e kadar uzanan hatta 1961'e kadar hizmet
vermişlerdi.
Yine aynı dönemde Akaretler ile Ortaköy'deki
Yahudi cemaatine ait "Las Dizioço" (18 Evler ya da
Akaretler) Beşiktaş'ın kentsel görünümünü etkileyen
yapılaşmalardı. Padişahın yakın çevresinde yer
alanlar ikametgâhlarını Yıldız Sarayı'nın
yakınlarına taşımışlar, bu dönemde Serencebey Yokuşu
ve çevresi ile, Abbasağa Mahallesi ile üst tarafında
oluşan kısımlar konaklarla dolmuştu.
Cumhuriyetin ilanından sonra Beşiktaş ilçesinin
önemi azalmakla birlikte Atatürk'ün yaşamının geri
kalan dönemi boyunca İstanbul'a geldiği zaman
Dolmabahçe Sarayı'nda kalması nedeniyle Beşiktaş
ilçesi önemini biraz olsa korudu. Önceleri
Beyoğlu'na bağlı bir semt olan Beşiktaş 1930 yılında
ilçe oldu.
Beşiktaş'ın çehresini değiştiren ilk girişimler
Lütfi Kırdar'ın belediye başkanlığı döneminde (8
Aralık 1938 - 24 Ocak 1949) başlamıştı. Lütfi Kırdar
Fransız şehir plancısı H.Prost'a hazırlatılan plan
ile bulvarlar açmak, meydanlar oluşturmak, mevcut
yolları genişletmek ve iyileştirmek, yeşil alanları
düzenlemek, rekreasyon alanları yaratmak, su,
elektrik, ulaşım gibi temel belediye hizmetlerinde
yenilikler ve kente Cumhuriyet'in simgesi olacak
anıtsal yapılar kazandırmak olarak
tanımlayabileceğimiz temel ilkeleri hedeflemişti.

1958'lerdeki
Beşiktaş, Kaynak: Özsoydan, G., "Kentsel Korumaya
Stratejik Yaklaşım (Beşiktaş Köyiçi Kentsel Sit
Alanı Örneği)", Yüksek Lisans Tezi, MSGSÜ, 2007.
1956 - 58 istimlâkleri sırasında Beşiktaş Meydanı ve
çevresi oldukça büyük bir değişim göstererek
sahilyolu genişletilmiş ve buna paralel olarak,
meydandan Zincirlikuyu'ya doğru oldukça sert bir
eğime sahip olan Barbaros Bulvarı açılmıştı. Bu
gelişmeyle Beşiktaş bir hayli eski eser kaybetmiş,
karşılığında merkezi iş alanı olma özelliği
kazanmaya başlamıştı.
1970'lerde Boğaziçi Köprüsü, daha sonra da
1988'de hizmete giren Fatih Sultan Mehmet Köprüsü
ile Beşiktaş'a bağlantı yolları gelişmiş, kentin
merkez noktalarından biri olmuştu.
Beşiktaş'daki Bazı Yapılar
Beşiktaş, Osmanlı Dönemi'nden bu yana Çırağan
Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı, Feriye
Sarayı, Naime Sultan Yalısı, Hidiv Kasrı ve Esma
Sultan Yalısı ile Bizans Dönemi'nden miras kalan
Ortaköy Cami, Mecidiye Cami, Yıldız Cami gibi önemli
tarihi ve mimari değere sahip yapıları barındırmakla
beraber farklı fonksiyonlara hizmet eden bazı önemli
yapıları da bugüne getirmiş.
Akaretler Sıra Evleri

Akaretler Sıra Evleri İstanbul'un Beşiktaş
ilçesinde kendi adıyla anılan Akaretler semtinde
Sultan Abdülaziz tarafından Dolmabahçe Sarayı
Akaretleri (Lojmanları) olarak yapımına 1874 yılında
mimar Sarkis Balyan tarafından başlanmış, 138 konut
biriminden oluşuyordu.
Kompleksin mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne
ait olup Net Holding tarafından yap işlet devret
modeliyle kiralanmış ve Akarnet adlı şirket
kurularak 1995 yılında projeye başlanmıştı. Proje
kapsamında Atatürk Müzesi, Ofis, Apart Otel, Otel,
Mağazalar ve Otopark kompleksinden oluşacak proje
geliştirilmişti. Projenin ilk etabı sayılan A Blok
Mimar Münir Alpaslan tarafından 1998 yılında
bitirilmiş dış cepheler orijinallerine sadık
kalınarak sağlamlaştırılmış, iç mekanlar da taşıyıcı
sistem bozulmaksızın fonksiyonuna uygun olarak
yeniden düzenlenmişti.
Bazı finansman sorunları dolayısıyla Akaretler
kompleksi restorasyonuna ara verilmiş. Net
Holding'den mülkiyet ilk önce Garanti Bankası'na
geçmiş 2005 yılında da işadamı Serdar Bilgili
tarafından satın alınarak tekrar onarıma
başlanmıştı. Yeni onarımla birlikte Akaretler
Sıraevler'de, farklı büyüklükte 56 rezidans, toplam
11 bin metrekarede 34 mağaza, 6 kafe-restoran ve
ünlü otel zinciri W Hotel bulunuyor.
Akev Tütün Deposu ve İdare Binası

Akev Tütün Deposu ve
İdare Binası, Kaynak: Arkitekt
AKEV Şirketi'nin Beşiktaş'dan Yıldız'a çıkan
cadde üzerinde bir üçgen şeklindeki arsası üzerine
inşa edilen bu depo ve işleme evi 3600 metrekare
saha işgal ediyor. Betornarme bina olup, 1950
yılında inşa edilmiş. Şimdileri ise bu binada Nobel
İlaç Sanayi yer alıyor.
Astro Türk Tütün
Deposu

Beşiktaş'ta 1929'da mimar Victor Adaman
tarafından yapılan ve Astro Tütün Deposu olarak
yıllarca hizmet veren binanın, bir süre Grundig
televizyon fabrikası olarak kullanılmış, 1985'ten bu
yana boş bulunan binayı Tekfen Holding'ten satın
almıştı.
Şimdileri ise yıkılan bu binanın yerine otel
yapılması planlanıyor.
İstanbul Deniz Müzesi

İstanbul Deniz Müzesi, Türkiye'nin denizcilik
alanında en büyük müzesi olup, içerdiği koleksiyon
çeşitliliği açısından dünyanın sayılı müzelerinden
biri. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı olan
Türkiye'de kurulan ilk askeri müzesi, koleksiyonunda
yaklaşık 20.000 adet eser bulunduruyor.
1961 yılında müze Beşiktaş İskele Meydanı'nda Türk
Amirali Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa'nın
anıtı ve türbesi yanında, bugünkü bulunduğu yere
taşınmıştı. Ana sergi binası 3 katlı olup, 1500 m²
lik alana sahip. Binada bulunan 4 büyük salon ve 17
oda sergileme alanı olarak kullanılmış ve salonlara
rüzgar yönlerinin isimleri verilmiş.
Müzenin fiziki koşullarının iyileştirilmesi ve
optimum sergileme olanağı sunması adına 2005 yılında
açılan yarışma ile uygulanan Teğet Mimarlık'ın proje
çalışmaları halen daha sürüyor.
Beşiktaş İskelesi
Beşiktaş İskelesi, 1913'te Şirket-i Hayriye
tarafından mimar Ali Talat Bey'e yaptırılmıştı.
1941'deki planına göre deniz cephesine dik üç
bölümden oluşan zemin kattaki bekleme salonunda
sivri kemerli revaklı bölüm kapatılmış ve 1948'de
bölmelerin kaldırılmasıyla salon tek mekan haline
gelmiş, ilk yapıldığı yıllardan yaklaşık 1950'lere
kadar düğün salonu olarak kullanılan geniş teraslı
üst kat ise 1979'da kısmen camlı bölmeler ile
kapatılmış ve bina bugünkü halini almıştı.
Birinci Ulusal Mimarlık Üslubu'nun
uygulayıcılarından olan ve bu bina dışında da iskele
binaları yapmış olan Ali Talat Bey'in bu binası da
hem genel biçimlenişi açısından, hem de cephelerinde
kullanılmış olan sivri kemerler ve gerek iç, gerekse
de dış cephelerdeki bezemeleri ile, tümüyle dönemin
mimarlık anlayışını yansıtıyor.
BJK İnönü Stadı
1939'da İtalya'dan davet edilen ve bu konuda
uzmanlığı bulunan dünyaca ünlü stadyum mimarı Paolo
Vietti Violi, mimar Fazıl Aysu ve mimar Şinasi
Şahingiray'la birlikte stadyum için seçilen
Dolmabahçe Sarayı'nın eski has ahırlarının bulunduğu
yere uygun bir plan hazırladı. Stadın temeli, 19
Mayıs 1939'da Dolmabahçe Sarayı'nın eski has
ahırlarının bulunduğu arazide atıldı. Ancak kısa bir
süre sonra II. Dünya Savaşı'nın getirdiği sıkıntılar
inşaatı engelledi. Bu nedenle 19 Mayıs 1943'te
yeniden bir temel atma töreni yapıldı ve hafriyat
işine girişildi.
Stad, 27 Kasım 1947'de Beşiktaş ile İsveç'in AIK
Solna takımı arasında oynanan maçla açıldı.
Maçka

Maçka'da bir apartman,
Kaynak: Arkitekt
Bu apartman, 15x35 m ölçülü bir köşe başı arsası
üzerine inşa edilmiş. Bir katta 3 daire bulunuyor.
Mimari açıdan her türlü detayların düşünülmüş olması
nedeniyle sadece dış görünüş açısından değil, iç
mekanda da modern bir yaklaşım etkili olmuş.

Maçka'da Prof.A.A. Evi,
Mimarı: Sedat Hakkı Eldem, Kaynak: Arkitekt
Maçka'da Teşvikiye Cami arkasında sırtlarda yapılan
bu ev, eski bir konağın temellerinden istifade
edilmek ve tamamen onun üzerine oturtulmak suretiyle
yapılmış. Bina 2 katlı ve inşaa edilirken sökülen
konağın eski malzemesi kullanılmış. Sedat Hakkı
Eldem, binanın gerek dış gerek iç mimarisine eski
Türk karakterini vermek üzere bu eski malzemeleri
kullanmayı öngörmüş.

Türkiye Emekli Sandığı
Maçka Oteli, Mimarı: Yılmaz Sanlı, İTÜ, 1972.
Kaynak: Arkitekt
1966 yılında T.C.
Emekli Sandığı'nın açmış olduğu yarışma neticesinde
avan proje elde edilmiş ve ardından inşaata
başlanmış. Yapı 1972 senesinde işletmeye açılmış.
Otel şimdileri yeni bir otel projesi yapılmak üzere
yıkıldı.
Şişli
Şişli adını, şiş yapımıyla uğraşan ve şişçiler diye
anılan bir ailenin burada konağı olduğu ve
"Şişçilerin Konağı"nın zamanla "Şişlilerin Konağı"
haline gelmesiyle aldığı biliniyor.
Şişli İstanbul'un, Taksim kuzeyindeki bütün semtleri
gibi, yeni bir yerleşme. Şehrin bu yöresinin 19.yy'ın
ortalarında bile henüz yerleşme bölgesi olmadığı
biliniyor. 1850'lerde bugünkü Şişli'nin yayıldığı
alan geniş bir kırlıktı. İlçenin en eski mahallesi
olan Tatavla'nın (Kurtuluş) 16.yy'da kurulduğu ileri
sürülür. 17.yy'da Taksim'den Pangaltı'ya doğru
uzanan yolun iki yanında mezarlıklar; 18.yy'da Şişli
ve Mecidiyeköy yörelerinde bağlar ve bostanlar yer
alıyordu. Balmumcu Çiftlik Hümayunu Şişli' ye kadar
uzanıyordu. Bahçelerde sebze ve meyvenin yanı sıra
çiçek de yetiştirilirdi. 19.yy'dan ibaren çeşitli
binalar yapılır. Feriköy'de ilk bira üretim
tesisinin kurulması ve Şişli'de Etfal Hastanesi'nin
açılışı 1890'lara rastlıyor.
Harbiye, Pangaltı, Kurtuluş, Osmanbey, Nişantaşı,
Teşvikiye ve Şişli'nin görünümü 1920'lerden sonra
değişime uğradı. Bu semtlerdeki bahçe içindeki ev ve
konakların yerini yavaş yavaş apartmanlar almaya
başladı. Apartmanlaşmanın yaygınlaşması eski ulaşım
yollarının çok belirgin caddeler haline gelmesine
yol açtı. 1920'ler ve 1930'larda Şişli ve çevresi,
üst gelir grubunun ikamet ettiği bölge haline geldi.

Şişli Telefon Santrali
Binası, Nafia Fen Heyeti, Kaynak: Arkitekt
Şişli Telefon
Santrali Binası, Şişli'de tramvay
caddesi üzerinde cephesi geniş bir kavis çizen bir
arsaya inşa edilmiş. Beyoğlu telefon şebekesinin
yenilenmesi amacıyla inşa edilen bu bina bir bodrum
ve iki kattan oluşuyor. Bina betonarme yapılmış.
Duvarlar karkas dolgu olup, cephesi mozaik sıvanmış.

Şişli'de bir Kira Evi,
Kaynak: Arkitekt
Bu küçük
apartman, Şişli istasyonu civarında inşa edilmiş.
Geriye çekilmiş katı ve bodrumdaki iki küçük dairesi
ile beş daireli bir kira evi.

Şişli Maliye Şubesi,
Mimarı: Y. Mimar Münevver Belen Kaynak: Arkitekt
Şişli'de yapılan Maliye Şubesi Binası, katlar, holler ve memur bürolarından
oluşuyor. Her kat birbirinin aynısı. Cepheler çok
basit mimaride olup, çok fazla resmi bir bina etkisi
yaratmıyor.

Sadıklar Apartmanı, Y.
Mimar Emin Necip Uzman, Kaynak: Arkitekt
Sadıklar
apartmanı 670 metrekarelik bir inşaat alanına sahip
olup, altı katın üçünde, üçer daire, diğer üçünde
biri büyük olmak üzere ikişer daire bulunuyor.
Binanın inşasında, malzeme ve işçilik konusunda
oldukça fazla titizlik gösterilmiş.

Şişli Hukukçular Sitesi, Mimarı: Haluk Baysal, Melih Birsel Kaynak: Arkitekt
Şişli Hukukçular Sitesi'ndeki binaların arka ve iki
yan cephesi denize nazır olup, bütün daireler de
manzara faktöründen yararlanabiliyor.
1950'lerden sonra Şişli semtinin kuzeyinde Çağlayan
ve Gültepe gibi gecekondu semtleri belirdi.
Kağıthane'nin nüfusu da hızla artmaya başladı. Bu
sırada Beyoğlu İlçesi'ne bağlı bir bucak olarak
yönetilen Şişli yöresi, 1954'te ilçe yapıldı.
1960'tan sonra yeni yerleşim birimleri, evler ve
fabrikalar yapıldı.
Perpa Ticaret Merkezi, 1986'da kurulmuş çok
ortaklı bir kooperatif olup, 1988 yılında inşaatı
bitirilerek geçen 20 yıl zarfında farklı
sektörlerden birçok firmanın bir araya gelmesiyle
bir ticaret merkezi haline geldi.
Harbiye
Harbiye, adını 1834-1936 yılları arasında burada
bulunan Mekteb-i Harbiye'den almış. Harbiye'de
yerleşim 1870 yılındaki Beyoğlu yangınında evsiz
kalan Levantenler ve gayrimüslimlerin Harbiye
çevresinde inşa edilen kagir binalara taşınmalarıyla
başladı. Şehir yavaş yavaş Harbiye'ye, Pangaltı'ya
doğru, daha çok askeri ve idari yapılarla uzanmaya
başladı.

M.K. Apartmanı, Mimarı:
Y.Mimar H.İrfan Bayhan, 1953/54, Kaynak: Arkitekt
M.K. Apartmanı,
Harbiye Caddesi üzerinde yer alıyor. Zemin katı
mağaza olmak üzere, 4 normal kat ile bir çatı
katından oluşuyor. Mimarisinde küçük ve büyük
açıklıklı iki boşluk ile taşıyıcıları olan bir
iskelet sistemi esas kabul edilmiş.

Pegasus Evi, Kaynak:
Arkitekt
Pegasus Evi, Harbiye'de Cumhuriyet Caddesi ile
Hilton Oteli girişinin köşe teşkil ettiği parselde
inşa edilmiş. Bina kirişsiz betonarme sisteminde,
dolgu malzemesi beton biriketten oluşuyor.
Semtin önemli binalarından biri olan İstanbul
Radyoevi ise 19 Kasım 1949 günü, dönemin
cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün açış konuşmasıyla
hizmete girdi.
Ayrıca İstanbul'un önemli kültürel ve sanat
etkinliklerinin gerçekleştiği Cemil Topuzlu Açıkhava
Tiyatrosu, 1946-1947 yılları arasında Harbiye'de
inşa edildi.
1955'te ise Harbiye semtinde açılan İstanbul
Hilton Oteli, Türkiye'nin ve İstanbul'un ilk 5
yıldızlı oteli idi. Sedad Hakkı Eldem'in, 1952
yılında tasarladığı İstanbul Hilton Oteli, 10
Haziran 2010 tarihinde açılışının 55. yıldönümünü
kutladı.
Projesi, P. ViettiVioli, Şinasi Şahingiray ve
Fazıl Aysu tarafından hazırlanan ve inşasına 1948
yılında başlanan Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi
Sarayı, yıkıldı ve yeniden yapıldı.
Bir diğer önemli yapısı da İstanbul'da Subay ve
astsubaylara ait sekiz orduevinin en büyüğü
Harbiye'deki Harbiye Orduevi. İnşaası 1981'de
tamamlanan orduevi daha önce eski Mekteb-i Harbiye
binasının bir bölümünde hizmet vermekteydi.
Bomonti

Bomonti Bira Fabrikası, Kaynak: WowTurkey.com
Adını İstanbul'un en eski semtlerinden birine vermiş
olan Bomonti Bira Fabrikası, ülkemizde modern bira
üretim tekniğiyle imalata başlamış olan ilk bira
üretim tesisidir. İsveçli Bomonti kardeşler
tarafından 1890'da Feriköy'de kurulup, 1902'de
bugünkü Tekel Bira Fabrikası'nın olduğu yere
taşınmıştı.
Günümüzde Şişli belediyesi tarafından kültür
merkezine dönüştürülmesi planlanıyor.
Pangaltı

Türkiye İş Bankası
Pangaltı Şubesi, Mimarı: Muhlis Türkmen, Muhteşem
Giray Kaynak: Arkitekt
Türkiye İş
Bankası tarafından İstanbul Pangaltı'da zemin ve
asma katları bankaya, diğer katları banka memurları
için lojmanlara tahsis edilmek üzere inşa edilmiş.
Binanın iskeleti betonarme, pencereler demir
doğrama, cepheler ise birinci kata kadar travertin
kaplanmış.
Nişantaşı
Merkezi, Valikonağı Caddesi ile Teşvikiye
Caddesi'nin kesiştiği kavşakta yer alan anıt taş
olan semt.
1930'lardan sonraki gelişme ile bütün İstanbul'da
olduğu gibi Nişantaşı'nda da apartmanlaşma yönünde
olmuş; Nişantaşı, çevresindeki Taksim, Harbiye,
Osmanbey, Şişli gibi semtlerle birlikte İstanbul'un
en hızlı apartmanlaşan semtlerinden biri durumuna
gelmişti.

Nişantaşı'nda Bir
Apartman, Kaynak: Arkitekt.

İ.E. Ha Evi, Mimar
Abidin, Kaynak: Arkitekt
İ.E. Ha
Evi,
Harbiye ile Nişantaşı arasında, tramvay caddesinden
bostanlara inen yol üzerindeki bir arsa üzerine inşa
edilmiş, modern görünüme sahip bir aile evi.
Mecidiyeköy
Tekel Likör Fabrikası

Modern mimarlık mirasının en önemli yapılarından
biri olan Mecidiyeköy'deki Tekel Likör Fabrikası'nın
mimarı Robert Mallet-Stevens, Cumhuriyet'in ilk
yıllarında Türkiye'ye davet edilen, döneminin en
önemli Fransız mimarlarından biri.
Bina şimdileri Ali Sami Yen Stadı arazisi ile
birlikte satılarak, yerine otel, iş merkezi,
rezidans, ofis, büro, alışveriş merkezi, sinema,
tiyatro, eğlence merkezi, çok katlı mağaza gibi rant
sağlayacı fonksiyon alanlarının getirilmesi
gündemde.
Kaynak: Özsoydan, G.,
"Kentsel Korumaya Stratejik Yaklaşım (Beşiktaş
Köyiçi Kentsel Sit Alanı Örneği)", Yüksek Lisans
Tezi, MSGSÜ, 2007.
Arkitera, Kaynak:
Wikipedia, Beşiktaş Belediyesi, Şişli
Belediyesi, Arkitekt, Derleyen: Derya Yazman,
08.07.2010
|
|
İNGİLİZLER İÇİN BU
BİR REKOR
Turner'ın 'Modern Rome-Campo
Vaccino' adlı tablosu 35 milyon Euro'ya satılarak
rekor kırdı.
İngiliz resim sanatı
için rekor satışta Turner'ın ''Modern Rome-Campo
Vaccino'' adlı tablosu 29,7 milyon sterline (35,7
milyon Euro) Amerikan Getty Müzesi tarafından satın
alındı.
Sotheby's Müzayede
Evi'nden yapılan açıklamada, Nisan 2006'da da
Turner'ın (1775-1851) İtalyan dizisinden ''Giudecca,
La Donna della Salute ve San Giorgio'' adlı bir
başka tablosunun rekor fiyata satıldığı belirtildi.
1839'da yapılan 90x122
cm ölçülerindeki yağlı boya ''Modern Rome-Campo
Vaccino'' tablosunda, güneşin aydınlattığı bir Roma
görüntüsü tasvir ediliyor.
Hürriyet, 08.07.2010
|
İZMİR'E UNESCO TAKİBİ
İzmir’in tarihsel ve kültürel zenginliklerini
görmek, 8 bin yıllık kültürel miras listesine
girmeye değer antik kentlerini keşfetmek üzere
UNESCO’dan 30 kişilik ekip geldi. UNESCO üyesi 8
ülkeden 30 kişilik temsilci grubun katıldığı
organizasyon 11 Temmuz’a kadar sürecek.
“Kültür-Turizm: Avrupa Akdeniz Kültürlerarası
Köprüler” temalı kongreye katılacak ekip, İzmir kent
merkezi, Selçuk-Efes, Bergama ve Seferihisar’a
düzenlenen gezilerle antik kentleri ve yerel kültürü
tanıyacak. UNESCO Kültürlerarası Avrupa-Akdeniz
Merkezi Başkan Yardımcısı Şehnaz Yılmaz,
organizasyon sayesinde kentin önde gelen
kuruluşlarının aynı amaç için ortak bir platformda
bir araya geldiğini belirtti. Yılmaz, şunları
kaydetti: “Kültürel değerlerimize sahip çıkarak,
bütün dünyanın değerlerine saygı duyulan bir
yaklaşımı geliştirmek için yola çıktık. İzmir’in
önde gelen kurum ve kuruluşlarıyla güç birliği
yaptık. Bu iş birliğinin gücüyle öncelikle dünya
kültürel mirası geçici listesinde yer alan Efes’in
kalıcı listeye geçmesini sağlamak için kamuoyu
oluşturmayı hedefledik. Sonraki hedefimiz de
Bergama, Çeşme, Seferihisar başta olmak üzere diğer
kültür miraslarını da listeye aldırmak.”
Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir ve ilçeleri,
UNESCO Türkiye Milli Komitesi yetkililerinin
katıldığı etkinliğe; Yunanistan, İtalya, Hırvatistan
ve İspanya’dan davetliler iştirak edecek
Türkiye Gazetesi, 08.07.2010
|
HACIMUSALAR HÖYÜĞÜ'NDE
KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Antalya’nın Elmalı
İlçesi'ndeki Hacımusalar Höyüğü’nde, Bilkent
Üniversitesi'nce yürütülen kazı çalışmalarının bu
yılki bölümüne başlandı.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Temsilcisi Denizli Müze Müdürlüğü
görevlisi Keziban Yılmaz’ın gözetiminde, Bilkent
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
İlknur Özgen ve Hollandalı Öğretim Görevlisi Ben
Coockson başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarına,
15 öğrenci ve 44 işçi katılıyor. Kazı Başkanı
Doç.Dr. Özgen AA muhabirine yaptığı açıklamada,
1993′ten bu yana sürdürülen kazı çalışmalarının,
Bilkent Üniversitesi, Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner
Sermaye Başkanlığı (DÖSİM) ve Türk Tarih Kurumu'nun
maddi kaynaklarıyla yapıldığını, kazılarda bulunan
tarihi eserlerin Antalya Müzesinde sergilendiğini
ifade etti.
Özgen, höyükte çalışılan
dört alanda yoğun mimari kalıntılarla
karşılaşıldığını belirterek, "Höyüğün doğu
yamacındaki kerpiçten yapılmış kalın sur duvarı ile
kuzey yamacındaki kum taşından sur duvarı kalıntısı,
höyük yerleşmesinin çok iyi tahkim edilmiş olduğunu
gösteriyor." dedi.
Çanak-çömlek analizleri
sonucu, erken duvarların MÖ 6 ve 5′inci yüzyıllara
ait olduğunu belirlediklerini söyleyen Özgen, geç
duvarların ise MÖ 2. yüzyıl ve sonrasına ait
olabileceğini tahmin ettiklerini kaydetti.
Söz konusu duvarda bir
kule olduğunu tespit ettiklerini ifade eden Özgen,
"Bugüne kadar gün ışığına çıkarılmış kalıntılar ve
buluntular, höyüğün Cilalı Taş Dönemi’nden itibaren
Bakır, İlk Tunç ve Demir çağlarında iskan edilmiş
olduğunu, bu iskanın Roma ve Erken Hıristiyanlık
dönemlerinde yoğunlaştığını belgelemektedir." diye
konuştu.
Özgen, kazı çalışmaları
sırasında İlk Tunç dönemine ait gaga ağızlı testiler
ve maşrapalara rastlandığını, bu kapların bir
kısmının üzerinde kabartma, kazıma ve boyama
tekniğiyle yapılmış çeşitli bezemeler olduğunu
bildirdi.
Doç.Dr. İlknur Özgen,
kazılarda insan figürlü, bitkisel ve geometrik
motiflere sahip duvar resimleri, geometrik desenli
mozaik tabanlar, mimari parçalar, ayinle ilgili
diğer buluntular ve çanak çömlek parçaları
çıkarıldığını dile getirdi. Höyüğün ortasında üç
evreli kilise bulunduğunu anlatan Özgen, şu bilgiyi
verdi:
"Tüm bunlar
değerlendirildiğinde, Hacımusalar Kilisesi'nin
Elmalı bölgesinde yerel ve kırsal öneme sahip bir
kilise olmaktan çok, önemli bir dini merkez olması
gerektiği ortaya çıkmaktadır. Antik dönem piskopos
listelerinde Choma’nın (Hacımusalar) piskoposluk
merkezi olarak yer almış olması, bu görüşü
desteklemektedir."
Hacımusalar yerleşim
yerinin Bizans çağında surlarla tahkim edilmemiş
olmasının ana nedeninin kentin önemli bir dini
merkez olmasından kaynaklandığını belirten Özgen,
Bizans döneminde nüfusun sadece din adamlarından
ibaret olduğunun da düşünülebileceğini sözlerine
ekledi.
haberler.com, 08.07.2010
|
SANAL ORTAMDA TARİHİ GEZİNTİ
Türkiye ile Suriye arasında yaşanan dostluk, vakıf eserlerinin internet üzerinden ziyaretini sağlayan ortak bir proje ile pekiştiriliyor.
'Gezgin' adı verilen proje sayesinde Halep, Gaziantep ve Kilis'teki 41 vakıf eseri, sanal turlarla gezilebilecek.
Türkiye ile Suriye arasında vizenin kaldırılmasıyla artan dostluk ilişkileri, turizm ve kültürde de etkisini gösterdi. İki ülke arasında son olarak vakıf eserlerini kapsayan yeni bir proje gerçekleştirildi. Türkiye Suriye Bölgelerarası İşbirliği Programı kapsamında Gezgin projesi başlatıldı. 41 vakıf eserinin detaylı olarak video çekimlerinin yer aldığı 'www.gezginvr.com' isimli internet sitesinde, vakıf eserleri ile ilgili tüm bilgiler yer alıyor. Vakıf eserlerin ne zaman inşa edildiği, kim tarafından vakfedildiği gibi tüm bilgiler sanal ziyaretçiye anlatılıyor. Türkçe, Arapça ve İngilizce olarak tasarlanan proje, Türkiye ayağında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından desteklendi. Sanal olarak gezilen vakıf eserleri restore edilen en önemli eserler arasından seçildi.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 08.07.2010
|
 |
KORUMA KURULU'NDAN
TARTIŞILACAK KARAR

Ankara Bölge Koruma
Kurulu, sit alanı olan AOÇ’de Tarım Bakanı Mehdi
Eker ile AOÇ Müdürü Ömer Bülent Arslan’ın
lojmanlarındaki izinsiz değişikliklerle ilgili
kararını açıkladı. Kurul kararında söz konusu
yapıların tescilsiz olduğu hatırlatılarak, şöyle
denildi:
“Lojmanlarda herhangi
bir eklenti yapılmamış olduğu, lojmanlardan birinin
girişinin katlanır cam sistemi ile örtüldüğü, diğer
lojmanın bahçesinde ise önceden mevcut bulunan
çardağın eskiyen elemanlarının yenilendiği ve
katlanır cam kullanıldığı, dolayısıyla bu durumun
doğal ve tarihi sit alanını olumsuz yönde
etkileyecek bir duruma yol açmadığına; ancak söz
konusu tescilsiz lojmanların I. Derece Doğal ve
Tarihi Sit içerisinde bulunmalarından dolayı
yapılacak her türlü fiziki ve inşai müdahalede
Kurulumuzdan izin alınması gerektiğinin ilgililere
hatırlatılmasına karar verildi.”
Kararın, başka değişikliklerde kuruldan izin
alınmamasına gerekçe gösterilebilecek bir örnek
oluşturacağını öne süren Mimarlar Odası
Ankara Şube
Sekreteri Bülent Batuman şunları söyledi:
“Kurulun bu işleri biraz ciddiye alması gerekir.
Tamam kabul ediyoruz, çok çok büyük zarar verecek
birşey yapılmamış, ama değişiklik yapılmış. Çok da
önemli değil, hatırlatalım gibi bir yaklaşım çok
sıkıntılı. Bu kanunları bir kere delmekten bir şey
olmaz gibi bir anlayış getirir, yarın öbür gün önünü
alamazsınız. Bir başkası değişiklik yaptığında,
benim değişikliğim de büyük boyutlarda değil, bundan
haberim yoktu gibi bahanelerle bu kararı örnek
gösterebilir.
Koruma Kurulu’nun ilke kararı var. Tescilsiz
yapıların da bakım ve onarımlarının Koruma
Kurulu’ndan izin alınarak yapılması yönünde.
Kurul’un burada bu yapılarla ilgili ‘Eski haline
döndürün’ yönünde bir karar alması gerekiyordu.”
Peyzaj Mimarları Odası Genel Sekreteri Redife Kolçak
da, meslek hayatı boyunca böyle bir Koruma Kurulu
kararına ilk kez şahit olduğunu belirterek, “Koruma
Kurulu, bazı kişilerin noterliğini yapmaktadır. Bu
kurul,
Ankara’nın
değerlerini koruyamamaktadır” açıklamasını yaptı.
Koruma Kurulu, sit alanında izinsiz değişikliğe
uğratılan bakan ve müdür lojmanı için “Çok büyük
değişiklik yok” tespitinin ardından “Bir dahakine
izin alın” uyarısında bulundu. Bu karara meslek
odaları itiraz etti.
Ankara Hürriyet, 29
Nisan 2010 tarihinde AOÇ Lojmanı ‘SİT’ekondu
başlığıyla gündeme getirdiği haberde, Tarım Bakanı
Mehdi Eker’le, AOÇ Müdürü Ömer Bülent Arslan’ın
oturduğu lojmanların, SİT alanı olmasına karşın
Koruma Kurulu’ndan izinsiz değişikliğe uğratıldığını
fotoğraflarıyla gündeme getirmişti.
Hürriyet Ankara, Haber:
Eray Görgülü, 08.07.2010
|
MAYDOS ANTİK KENTİNDE
KAZI
Çanakkale’nin Eceabat
İlçesi sınırları içinde yer alan Maydos antik
kentinin bazı bölgelerinin arkeolojik sit alanı olup
olmadığı belirlemek için kazı çalışması başlatıldı.
Alınan bilgiye göre,
Çanakkale Arkeoloji Müze Müdürlüğü tarafından
başlatılan kazılar, İsmetpaşa Mahallesi’nde sürüyor.
Müze yetkilileri
kazının, Eceabat’ta birinci derece arkeolojik sit
alanı olarak belirlenen bölgenin gerçekten böyle bir
alan olup olmadığına yönelik araştırma olduğunu
belirttiler.
Kazının, Çanakkale
Koruma Bölge Kurulu ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun
kararları doğrultusunda yapıldığını ifade eden
yetkililer, ilk çalışmalarda geç Bizans ve Osmanlı
dönemine ait mimarı yapı kalıntıları, bir kaç mezar,
sikkeler, seramik parçaları, mezar tuğlaları ve
depolama küpünün ortaya çıktığını bildirdi.
Kazı çalışmalarına
yaklaşık 40 kişinin katıldığını belirten müze
müdürlüğü yetkilileri, kazıların sonunda
hazırlanacak raporun koruma kurulunda
değerlendirileceğini ve yeni sit alanı derecelerinin
belirleneceğini kaydetti.
Belediye Başkanı Kemal
Dokuz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazıların
yapılması için geçen yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı
yetkilileriyle Ankara’da görüşme yaptıklarını
anımsattı.
Bölgedeki kazı ve sondaj
çalışmalarında belirli bir noktaya gelindiğini
söyleyen Dokuz, söz konusu alanda daha önceki
yıllarda yapılaşma olduğunu, ayrıca arsa
sahiplerinin ikamet edebilecekleri konutlar yapmak
için talepte bulunduklarını belirtti. Dokuz, şöyle
konuştu:
”Eceabat’ın konumu çok
önemli bir yerde. Yöremizde 2 arkeolojik sit alan
bulunuyor. Bunun yanında ilçemiz Gelibolu Yarımadası
Tarihi Milli Parkı sınırları içinde. Bu nedenle imar
açısından çok genişleme kaydedemiyoruz. Kazı ve
sondaj çalışmaları neticesinde ümidimiz, bu bölgede
yapılaşmaya engel teşkil edebilecek bir şeylerin
çıkmamasıdır.”
Kazılar sonunda bölgede
önemli kalıntılara rastlanılması halinde Maydos
Antik Kenti’nin Truva ve Assos bölgesi gibi ören
yerine dönüşebileceğine işaret eden Dokuz, bunun da
Eceabat’a turizm anlamında büyük getirileri
olacağını kaydetti.
Gerçek Gündem,
08.07.2010
|
ENGELE KARŞIN LAGINA'DA
KAZIYA DEVAM
Yatağan Turgut’ta, çok
tanrılı dinlere inanan Paganlar’ın dini merkezi
olarak kabul edilen, 2 bin 500 yıllık Lagina
kentinde 1993’ten bu yana devam eden kazıları, geçen
ağustos ayında Bakanlar Kurulu durdurdu. Ancak Kazı
Başkanı Prof. Dr. Ahmet Tırpan’ın itirazı üzerine
Danıştay kararı durdurdu.
Bu karar üzerine, Kültür
ve Turizm Bakanlığı’ndan kazı ruhsatı alan Tırpan,
bu kez ödenek engeliyle karşılaştı. Bakanlığın ödenek
vermediğini belirten Tırpan, kazı çalışmalarına, 20
Temmuz’da Konya Selçuk Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü’nden 40 öğrenciyle kendi olanaklarıyla
başlayacaklarını açıkladı.
Turgut’un MHP’li
Belediye Başkanı Salih Özen de Lagina’yı yılda
yaklaşık 15 bin turistin ziyaret ettiğini
belirterek, “Turistlerin ziyaretiyle Turgut
ekonomisi canlanacak. Biz de elimizden gelen desteği
kazı ekibine vermeye hazırız” dedi.
Hürriyet, 07.07.2010
|

 |
DEV KAYALIKLAR OTELE DÖNÜŞECEK
Nevşehir'in merkez ilçeye bağlı Çat beldesinde bulunan dev kayalıklar, önümüzdeki yıllarda Kapadokya bölgesinin en önemli butik otellerinden biri haline dönüşecek.
Çat Belediye Başkanı Kamil Duru yaptığı açıklamada, beldelerinin Kapadokya bölgesinin turizmdeki doğal ve kültürel değerleri ile keşfedilmeyi bekleyen en önemli merkezlerinden biri olduğunu söyledi.
Çat beldesinde, MÖ 3000'li yıllardan itibaren insan yerleşimlerine sahne olan dev kaya kütlelerinin değişik noktalarda kazılması ile oluşturulan 38 odalı alanın bölge turizmine butik otel kazandırılmasına yönelik çalışmalar başlattıklarını belirten Kamil Duru, doğal yapısına hiçbir şekilde dokunmadan ,bölgenin doğallığına tamamen bağlı kalmak suretiyle, günümüzde bölge insanlarının elma , armut,patates ve benzeri kışlık yiyeceklerini sakladığı bu alanların butik otel haline getirilmesi yönünde çalışmaların yoğun şekilde sürdüğünü ifade etti.
Duru, projeye Kapadokya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun da bir dizi önerilerinin bulunduğunu açıkladı. Duru, "Kapadokya bölgesinin hiçbir yerinde böyle özelliğe sahip yapılar bütünlüğü içerisinde bulunan daha farklı bir yer yok.Bu kültürel değeri en iyi bir şekilde kullanıp, bölgenin doğallığına tam manasıyla sadık kalınmak suretiyle bu alanları turizme kazandırmayı hedefliyoruz.Kapadokya bölgesinde hiçbir merkezde bu denli farklı bir yapı buna benzer bir özellikte yok, onun için bu alanı çok iyi değerlendiriyoruz" diye konuştu.
Nevşehir Kent Haber, 07.07.2010
|
ARKEOLOJİ MÜZESİ AÇILIYOR
Kırşehir'in Kaman İlçesi Çağırkan-Kalehöyük'te bulunan Japon-Anadolu Arkeoloji Enstitüsü bünyesinde Japon Hükümetince kültür hibesi olarak yaptırılan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca teşhiri tamamlanan "Kaman-Kalehöyük Arkeoloji Müzesi" ziyarete açılıyor.
Kırşehir Valisi Mehmet Ufuk Erden konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Japon Hükümetinin desteğiyle Dr. Sachihiro Omura başkanlığında 1986 yılından beri kazı çalışmaları yürütülen ve MÖ 23. yüzyıla (İlkTunç Çağı) kadar uzanan tarihi bulgulara ulaşılan Çağırkan-Kalehöyük kazı bölgesinde Japon Hükümetinin kültür hibesi olarak yaptırarak teslim ettiği "Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nin" teşhiri Kültür ve Turizm Bakanlığımızca tamamlanarak açılışa hazır hale getirilmiştir" dedi.
Müzenin, 10 Temmuz 2010 Cumartesi günü yapılacak açılış törenine Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay ve Japon Prensi Tomohito Mikasa'nın katılacağı bilgisini veren Erden, "Bölgede yapılan kazılarda elde edilen bulguların sergilenmesi amacıyla höyük şeklinde bir mimari ile inşa edilen Kaman-Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, Türk ve Japon halkının dostluğunun bir göstergesi olmasının yanı sıra ilimizde turizmin gelişmesine de önemli katkılar sağlayacaktır" şeklinde konuştu.
İki ülke Milli Marşlarının çalınmasıyla başlayacak açılış töreni, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve Altes Prens Tomohito Mikasa'nın yapacağı konuşmalar ile devam edecek, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının konserinden sonra program, Müzenin ve Japon-Anadolu Arkeoloji Enstitüsü binalarının gezilmesi ile sona erecek.
Ayrıca, Kırşehir'in tanıtılması amacıyla, Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü organizasyonunda Valilik ve Belediye Başkanlığınca Kırşehir'e davet edilen bir grup Japon Gazeteci de 8-11 Temmuz 2010 tarihleri arasında tarihi ve kültürel eserlerini ziyaret ederek "Kaman-Kalehöyük Arkeoloji Müzesi" açılış törenine iştirak edecekler.
Kayseri Kent Haber, 07.07.2010
|

 |


|
KAYA KİLİSELERİ İLGİ BEKLİYOR
Kayseri’nin Yeşilhisar İlçesi'nin Erdemli Köyü'nde bulunan ve binlerce metrekarelik alana sahip tarihi yaşam alanları ilgisizlikten dolayı harabeye dönüşmüş durumda.
Evrensel Değerleri Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Güray Gülentürk, “Hıristiyanlığın ilk yayılma dönemlerinde kurulduğu tahmin edilen yerleşim alanlarında bir çok gizli tüneller, gözetleme, savunma, aydınlanma pencereleri, kuşluklar, hayvan besleme alanları, kiliseler bulunmaktadır” dedi.
Yaklaşık 2000 yıllık olan kiliselerde bulunan dini resimlerin yıpranarak yok olmaya yüz tuttuğunu söyleyen Gülentürk, “Kayalar üzerine oyulan işlemeler hala eşiz güzelliğini koruyor. Halk arasında anlatılan ilginç hikayeler ile gizemine daha çok gizem katmakta, her Perşembe gecesi karanlıklar içerisinden Kur’an okuyanların seslerinin geldiği, çeşitli ilginç olayların yaşandığı belirtilen bölgede yaşayan halk zamanla bu bölgenin dışarısına çıkarak bölgeye oldukça yakın yeni yaşam alanları kurmaya başlamışlardır” diye konuştu.
Dedelerinin bu bölgede doğup yaşadığını belirten Evrensel Değerleri Koruma ve Yaşatma Derneği Üyesi ve köy halkından Hakan Serbest “Kaya Kiliseleri tarihin derin sayfalarından günümüze kadar gelmiştir. Artık ilgisizlik nedeniyle yok olmaya yüz tutmaktadır. Kayaların üzerine yapılan işlemeler, kiliseler içerisine yapılan resimler turizme açılarak köyümüzün canlanmasını sağlamak gerekiyor. Geçmiş yıllarda bir takım kişiler bölgede incelemeler yaparak turizme açılacağı yönünde vaatler verse de hiç birinin aslı çıkmadı. Devletimizin bir an önce bölgemizde ki bu tarihi alanlara ilgi göstererek ülke ve yöre turizmine katkı sağlayacak çalışmalara adım atmalarını beklemekteyiz” dedi.
Kayseri Kent Haber, 07.07.2010
|
FABRİKA İNŞAATINDA 2 BİN YILLIK MEZAR
Bilecik'in Taşçılar Köyü'nde bir çimento fabrikası inşaatında 2 bin yıllık mezar bulundu.
Merkeze bağlı Taşçılar Köyü'ne kurulan Bilecik Çimento Fabrikası'nın inşaatında çalışan kepçe operatörü, kazı yaparken bir mezar olduğunu fark etti. Durum yetkililere bildirildi. İçinde 2 adet kafa tası ve kemikler bulunan lahde el koyan Bilecik Müze Müdürlüğü, çevrede tedbir alıp resmi kazıya başladı.
Bilecik Müze Müdürü Aytekin Topuz, mezarın 2 bin yıllık olduğunu tahmin ettiklerini, kazının ilk etabının birkaç gün içinde sonuçlanacağını, ona göre diğer alanlarda da kazı yapmaya devam edeceklerini söyledi. Topuz, çevrede, özellikle inşaat atıklarında yaptıkları araştırmalarda herhangi bir tarihi eser kalıntısına rastlamadıklarını sözlerine ekledi.
Bilecik Kent Haber, 07.07.2010
|
 |
MALABADİ KÖPRÜSÜ SORUN
OLDU
Malabadi Köprüsü'nün broşür ve kataloglarda
Batman il sınırında gösterilmesine öfkelenen
Silvanlılar, Karayolları tarafından değiştirilen
sınır tabelasına ise büyük tepki gösterdi.
Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'nde bulunan tarihi
Malabadi Köprüsü, Batman-Diyarbakır arasında
2004 yılında tartışma konusu olmuştu. Malabadi
Köprüsü'nün katalog ve broşürlerde Batman il
sınırında gösterilmesini tepkiyle karşılayan
Silvanlılar, imza kampanyası başlatmış, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Malabadi Köprüsü'nün Silvan
İlçesine bağlı Tarihi mekanların arasında yer
aldığı tescillemişti.
Artuklular döneminde
Timurtaş Bin İlgazi'nin 1147 tarihinde
yaptırdığı köprü, iki il arasında
paylaşılamıyor. Farklı uzunlukta kırık çizgiler
biçiminde üç bölümden oluşan ve 150 metre
uzunluğu 7 metre genişliğindeki köprünün Silvan
sınırları içerisinde bulunduğunu belirten
Çatakköprü Muhtarı Kasım Turan, "Malabadi
köprüsü köyümüzün sınırları içerisindedir.
Batman iliyle hiçbir alakası olmadığı halde
Batman 9. Karayolları Müdürlüğü ekipleri
tarafında sınır tabelası değiştirilerek, köprü
Batman il sınırları arasında gösterilmeye
çalışılıyor. Devlet büyüklerimizden bu konuyla
ilgili yasal işlemlerin başlatılmasını
istiyorum" dedi.
Tarihi köprünün
Diyarbakır'a ait olduğunu ileri süren Çatakköprü
Köyü'nde İkamet eden Mehmet Yenidir, "Batman
vilayeti sakinleri için değerli olan her tarihi
mirasın bizler için de değerli olduğudur.
Malabadi Köprüsü Diyarbakır'ın Silvan İlçesine
bağlı Çatakköprü Köyü'nün imar bölgesindedir.
Diyarbakır-Batman karayolunda, Silvan'a bağlı
olan Çatakköprü, eski adı Malabadi bucağının
resmi sınırları içinde bulunuyor. Tarihi veriler
ve bulgular köprünün Diyarbakır iline ait
olduğunu açıkça gösteriyor.
Batman'ın mülki
amirlerine ve yerel yönetimine toplumsal
tepkilerimizi gerekirse başlatacağımız imza
kampanyasıyla göstereceğiz" şeklinde konuştu.
Silvan Kaymakamlığı
tarafında görevlendirilen turist rehberi Ramazan
Turan, "Geçtiğimiz günlerde Karayolları ekipleri
tarafından il sınır tabelası değiştirilerek,
köprünün doğu tarafında olan sınır tabelası batı
tarafına dikilen sınır tabelasına bir anlam
veremedik. Meğerse bu sınır tabelasının
değiştirilmesi bilinçli yapılmış olup, köprü
Batman il sınırlarında gösterilmek
istenilmektedir. Tarihi köprüye her zaman Silvan
sahip çıkmıştır. Dünya var oldukça da Silvan
sahip çıkmaya devam edecektir" diye konuştu.
Silvan Kaymakamı
Doğan Demirdaş, "Konuyla ilgili gerekli
çalışmalar başlatacağız. Böyle bir şey mümkün
değildir. Malabadi Köprüsü ilçemizin tarihi
envanterlerinin içerisinde yer almaktadır. Bunun
değiştirilmesi kişiler şahsi olarak yapmıştır.
Bu da suç teşkil etmektedir. Karayolları Bölge
Müdürlüğümüzden gerekli bilgileri alacağız"
dedi.
Haber Diyarbakır,
07.07.2010
|
|
KEMANLARIN MONA LISA'SI
Kemanların Mona
Lisa'sı denilen keman açık artırmayla satışa
çıkıyor. Kemana verilmesi beklenen para ile
İstanbul'da ortalama 180 ev alabilirsiniz.
Dünyanın en değerli
kemanı sayılan 1741 yapımı Vieuxtemps Guarneri,
Chicago’da açık artırmayla satışa çıkarıldı.
"Kemanların Mona Lisa’sı" deniliyor ve 18 milyon
dolara alıcı bulması bekleniyor. İtalyan keman
ustası Guarneri del Gesu tarafından yapılan kemana,
19’uncu yüzyıl müzisyeni Henri Vieuxtemps’ın adı
verildi.
Hürriyet, 07.07.2010
|
EN ESKİ İNCİL
Etiyopya’da ücra bir manastırda yaklaşık 1600 yıllık elyazmaları bulundu. İlk önce, 11. yüzyıldan kaldığı zannedilen eserlerin, yapılan karbon testiyle, MS 330 ila 650 yılları arasına ait olduğu anlaşıldı.
1600 yıllık metinlere, Etiyopya’ya 5. yüzyılda gelen Abba Garima’nın adı veriliyor. Efsaneye göre, Abba Garima, ülkenin kuzeyinde yer alan Adwa yakınlarındaki Garima Manastırı’nı bulduktan sonra, bir gün içinde İnciller'in kopyasını çıkarmış. Parlak olarak resmedilmiş sayfalar, Etiyopya Heritage Fund tarafından korunuyor ve iki cildinin ziyaretçilere açılması bekleniyor.
Aziz Matthew, Mark, Luke ve John’un illüstrasyonlarını içeren yazmalar, Hıristiyanlık’ın ilk bina illüstrasyonu olabilecek Temple of the Jews’u da içinde bulunduruyor. Garima İncilleri’nin sihirli güçleri olduğuna ve manastırın dışına hiç çıkmadığına inanılıyor.
Habertürk, 07.07.2010
|
 |
2 BİN 600 YILLIK 'SUMAK' BULUNDU

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu
tarafından, Urartu Kralı 2. Rusa tarafından inşa
ettirilen Ayanis Kalesi'nde devam eden kazı
çalışmalarında 2 bin 600 yıl öncesine ait ''sumak''
bulundu. Çilingiroğlu, ''Dini olayla başlamadan önce
bir dinsel temizlikten geçirilirler. Odalar
içerisinde farklı dini merasimler yapılır. Birinci
dini merasimde 'Libasyon' diye adlandırdığımız, yani
sıvı kurbanın Tanrı'ya sunulmasıdır. Bu sıvı
kurbanın içine dökülen 'sumak'tır. Biz bu kazı
çalışmalarımızda küpler içinde evsafını çok az
kaybeden 2 bin 600 yıllık sumak bulduk" dedi.
Van merkeze bağlı Ağartı Köyü'nde MÖ 685-645
yılları arasında hüküm süren Urartu Kralı 2. Rusa
tarafından inşa ettirilen Ayanis Kalesi'nde kazı
çalışmaları 21 yıldır devam ediyor. Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu ve ekibi tarafından
devam eden kazı çalışmalarında Ayanis Kalesi'nde
şimdiye kadar Urartular dönemine ait birçok eser gün
yüzüne çıkarılırken, son olarak Urartu tanrılarına
sunulan ve günümüze kadar evsafını çok az kaybeden 2
bin 600 yıllık 'sumak' bulundu.
Kazı Başkanı Çilingiroğlu, hafta sonu Van Valisi
Münir Karaloğlu'nun Ayanis Kalesi'nde yaptığı
incelemeler sırasında slayt eşliğindeki sunumunda
Urartular'ın çok yönlü yaşam tarzlarını anlattı.
Çilingiroğlu, Urartuların özellikle bütün kalelerini
bir doğal tepenin üzerine inşa ettiklerini söyledi.
Çilingiroğlu, bu kalelerin ya doğal bir tepede ya da
bir ovaya egemen şekilde inşa edildiğini belirtti.
21 yıl önce başlattıkları kazı çalışmalarında
Urartulara ait bir yazıt bulduklarını ifada
edenÇilingiroğlu, "Yazıtı okuduğumuz zaman neyi
kimin yaptığını öğrenmeye başladık. Yazıtta aynen
şöyle diyor: 'Ben Argişti oğlu 2. Rusa. Bu kaleyi
inşa ettim. Kalenin içinde bir tapınak, bir saray
inşa ettim ve bu kalenin adını Süphan Dağı
karşısındaki Rusa kenti olarak adlandırdım' diyor.
Urartuları tanıtan ve bugüne kadar bulunan en uzun
yazıt da Ayanis Kalesi'nde ortaya çıkmıştır. 18
metre uzunluğunda 8 adet taş bloğun üzerinde kaleme
alınmış ve en ufak bir eksiği olmayan bir yazıttır"
açıklamasını yaptı.
Orta Çağ yerleşmesi döneminde kalede kazı
yapıldığını, 3 santimetre daha kazılması halinde
tapınağın bulunabileceğini ifade eden Çilingiroğlu,
"Bu açıdan şanslıyız. Kalenin güney batı köşesinde
Orta Çağ yerleşmesi döneminde kazıda tapınak
bulunamamış. Eğer 3 santim daha kazılsaydı tapınağı
bulacaklardı. O zaman da elimizde tabii ki ne
tapınak kalacaktı ne bir şey. Ama iyi ki
bulamadılar. Bu yazıtın tamamı okundu. Bunu okuyan
dünyada tek bir insan vardır ve o da Prof.Dr. Mirjo
Salvini'dir" şeklinde konuştu.
Urartu dininin hoşgörü dini olduğunu belirten
Çilingiroğlu, "Ele geçirdikleri ülkelerin
tanrılarını kabul edebilme, kendi başarılarına ilave
etme başarıları var. Dolayısı ile Meher Kapı'da
ilave edilmiş 79 tanrıya mesela Ehuduru Tanrısı'nı
ve Asurlar'dan aldıkları Asur gibi yeni bir tanrı da
ilave edebilmişler. Bunun nedeni ise fethettikleri
başka ülkelerden devşirmeler gibi halkları alıp
buraya yerleştirmeleri ile ilişkilidir. Urartuların
aynen bizim ve diğer dinlerde olduğu gibi dini
temizlik yapmaları için kale içerisinde 2 metreden
büyük bir küvetleri var. Dini olayla başlamadan önce
bir dinsel temizlikten geçirilirler. Bunu da yazılı
kaynaklardan biliyoruz. Odalar içerisinde farklı
dini merasimler yapılır. Birinci dini merasimde 'Libasyon'
diye adlandırdığımız, yani sıvı kurbanın tanrıya
sunulmasıdır. Bu sıvı kurbanın içine dökülen
'sumak'tır. Biz bu kazı çalışmalarımızda küpler
içinde evsafını çok az kaybeden 2600 yıllık sumak
bulduk" dedi.
Çilingiroğlu, yaptıkları kazı çalışmalarında 2 bin
500'e yakın eseri Van Müzesi'ne verdiklerini ifade
etti. Bunların hepsini sergilemenin ise mümkün
olamayacağını ifade eden Çilingiroğlu, son 2 yılda
yapılan çalışmalardan yaklaşık 75 bin adet parçanın
ellerinde bulunduğunu sözlerine ekledi.
Habertürk, Haber: Cemal Aşan, 07.07.2010
|
 |
İZNİK'TE TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
İznik’te bir mahallede yapılacak ev öncesi sondaj çalışması yapan İznik Müze Müdürlüğü, Bizans Dönemine ait 700 yıllık çok özel bir yerleşim kalıntılarına ulaştı. Bulunan kalıntıların yapısı ve teknik özellikleri eski bir saray olma ihtimalini güçlendiriyor.
3. derecede sit alanı olan İznik’te yapılacak olan inşaatlar öncesinde İznik Müze Müdürlüğü sondaj çalışmaları yapıyor. Bu kapsamda dün Yeni Mahalle’de bir evin yapımı öncesinde sondaj çalışmaları yapıldı. Çalışmalarda 100 metrekarelik bir alanda Bizans dönemine ait 700 yıllık çok önemli bir yerleşim yeri ortaya çıktı. Tabanı tamamıyla mermer mozaiklerle kaplı olan yere ait insan kolu şekli demir kapı süngüsü ve birçok eşya bulundu.
Ev inşaatının Bizans dönemine ait çok önemli yerin kalıntılarının bulunmasıyla durdurulduğunu belirten Müze Müdürü Yusuf Demirci, Turizm Bakanlığı’nın isteği doğrultusunda alanın tamamıyla açılabileceğini ifade etti.
Hıristiyan alemi için son derece büyük bir öneme sahip olan 1. Konsil sarayının yeri henüz bulunabilmiş değil. Konuyla ilgili sarayın yerinin belirlenmesi amacıyla Bursa Valisi Şahabettin Harput da bir Çalıştay düzenlemiş, bu çalıştayda konunun uzmanları saray yerinin nerede olabileceğini masaya yatırmışlardı. Ancak 1. Konsil MS 325 yılında toplandığı için, bulunan kalıntının bu saray olmadığı belirtiliyor.
Bursa Olay, 06.07.2010
|
ANTİK SU YOLU, YÜRÜYÜŞ
PARKURU OLACAK
Bilim adamları, yerel tarih
araştırmacıları ve turist rehberleri Efes Antik
Kenti’nin su yollarından Değirmendere-Efes
güzergahını yürüyüş parkuru olarak turizme
kazandırmak için kolları sıvadı.
Proje hayata geçirildiğinde,
Değirmendere’den hareketle dağların yamaçlarında
kıvrılarak Efes’e kadar uzanan 40 km’lik parkurda
yürüyüş sporuna gönül verenler doğa ve tarihle iç
içe unutulmaz saatler geçirecekler.
Proje ile, yenilik arayışları
içinde olan Kuşadası turizmine ivme kazandırılması
hedefleniyor.
Kuşadası Yerel Tarih
Araştırmaları Derneği KUYETAD tarafından düzenlenen
keşif gezisinde, Efes Avusturya kazı heyetinden
hidrolog (su mühendisi) Gilbert Wiplinger yerel
tarihçilere, doğaseverlere ve turist rehberlerine
güzergahı tanıttı, bilimsel çalışmaları hakkında
bilgi verdi. Yaklaşık 40 km’lik güzergahın Kuştur
Mevkii’ndeki Bahçecik Boğazı diliminde dört saat
süreyle incelemelerde bulunan turizmciler projenin
hayat geçirilmesi halinde, Toroslar’daki Likya
Yolu’na Ege’den bir kardeş geleceğini ifade ettiler.
Vahşi makiliklerin her sene gerçekleştirdikleri
kazıların üstünü örttüğüne dikkati çeken Wiplinger,
güzergah üzerindeki kanalların bitki örtüsüne yenik
düşmemesi için önlem alınması gerektiği söyledi.
Projeye en büyük desteği veren
Kuşadası Rehberler Derneği Başkanı Ali Karapınar,
konuya çok sayıda kişi kurum ve kuruluşun desteğini
sağlamak amacı ile Eylül ayında geniş katılımlı bir
sunum yapacaklarını söyledi.
Turizm Habercisi,
06.07.2010
|
SELÇUK KALESİ 105 GÜN
KAZILACAK

Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Kilisesi Kazı Başkanı
Yrd. Doç Dr. Mustafa Büyükkolancı 2007 yılından bu
yana Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Pamukkale
Üniversitesi adına sürdürülen kazı ve onarım
çalışmalarına 1 Temmuz 2010 tarihinde başlandığını
bildirdi.
Büyükkolancı, çalışmaların 2010 yılında 1 Temmuz-15
Ekim tarihleri arasında 105 gün devam edileceğini
kaydetti.
2010 yılının St. Jean Kazıları için önemli bir tarih
olduğunu ve 1960 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı
adına Efes Müzesi arkeologlarının St. Jean ve
Ayasuluk Kalesi’nde kazılara başladığını ve 2010
yılında bu çalışmaların 50. Yılını kutladıklarını
hatırlatan Büyükkolancı; 2010 yılında ilk hedef
olarak İç Kale’deki kazıların tamamlanacağını ve
onarımlara ağırlık verileceğini, geçtiğimiz üç yıl
içinde kaledeki konutların, yolların, sarnıçların ve
hamamın kazılarını tamamladıklarını ve 2009 yılında
kale içinde daha önce hiç bilinmeyen önemli bir yapı
ile karşılaştıklarını ifade etti. Kale içerisinde
bulunan Kale Köşkü veya Bey köşkü olarak
tanımladıklarını ve bu yapının 1670 yılında
Ayasuluğu ziyaret eden İngiliz gezginin gravüründeki
iki katlı yapı olduğunu ancak yapının 1690
yıllarında yapılan gravürlerde görünmemesinin artık
o yıllarda yıkılmış olabileceğini söyleyen
Büyükkolancı; bu yapının büyük olasılıkla 1350-1390
yıllarında Ayasuluk’ un Aydınoğulları Beyliğinin
başkenti olduğu dönemde ve İsa Bey Camii’nin
yapıldığı 1375 yıllarında yine İsa Bey tarafından
yaptırıldığını ve bir dönem Bey Köşkü olarak
kullanıldıktan sonra Osmanlılar döneminde en azından
1670 yılına kadar Kale Komutanı (Dizdar) Köşkü
olarak kullanılmış olabileceğini tahmin ettiğini
dile getirdi.
Kazı Başkanı Mustafa Büyükkolancı, 2010 ve sonraki
yıllardaki hedeflerini anlatırken özellikle daha
önce söz verdikleri gibi Kaleyi 2012 yılında geziye
açmayı hedeflediklerinin altını çizdi. Bu hedefe
uygun olarak Kale içindeki kazıların neredeyse
tamamlandığını, kazısı yapılacak yeni bir yapının
öngörülmediğini, çok az bir bölümde eski Arnavut
kaldırımlı yolun kazısı ile Batıdaki sarnıçların
kazısı 2010 çalışma sezonunun ilk aylarında
tamamlandıktan sonra Kale içinde restorasyon
çalışmalarının ağırlık kazanacağını ifade eden
Büyükkolancı, öncelikle projeleri İzmir Bölge Koruma
Kurulu tarafından onaylanan İç Kale Batı Sur
Duvarları ve Kale Camii’ndeki onarımlara Selçuk
Belediyesi ile birlikte başlanacağını
söyledi. Ayrıca Selçuk Belediyesinin İç Kale’nin
2012 yılında açılması için gerekli olan onarımlar ve
çevre düzenlemesi için İzmir Valiliği İl Özel
İdaresi’nden proje yaptırma konusunda katkı
talebinde bulunacağını hatırlatan Yrd. Doç.Dr.
Mustafa Büyükkolancı, geleceğe ilişkin kazı
hedeflerinden en önemlisinin St. Jean Kilisesi
güneyindeki Piskoposluk Sarayı olduğunu, 2010
yılından itibaren artık St. Jean Kilisesi çevresinde
yeni kazı alanlarında çalışacakları ve kazılara
başlamadan önce Kültür Turizm Bakanlığına sunulan 10
yıllık kazı programı içinde bu kısmın yer aldığını
belirtti. Bu kısımda 1960-61 yılında kısa süreli bir
kazı yapılmışsa da geniş alanın tümü kazıldıktan
sonra Efes’ten MS 7. Yüzyılda Ayasuluk Tepesi’ne ve
St. Jean Kilisesi yakınına taşınan Piskoposluk
Sarayı’nın ortaya çıkarılması Selçuk ve St. Jean
Ören yeri için yeni ve önemli bir kazanım olacağının
altını çizen Büyükkolancı, Sonuç olarak Selçuk
Halkına daha önce söz verildiği gibi Kaledeki kazı
çalışmalarının sona yaklaştığını ve 2012 yılında
kalenin ziyarete açılabilmesi için Restorasyonu
gereken kısımlardan en önemlisi ve ziyaretçiler için
tehlike oluşturan ve hiç onarım yapılmamış Batı Sur
Duvarlarının onarım projesinin Ayasuluk Kazı
Başkanlığı tarafından yönetilen TÜBİTAK projesi’nin
olanakları ile özel bir mimarlık bürosuna
yaptırıldığını, şimdi bu projenin uygulama aşamasına
gelindiğini ve bunun da Selçuk Belediyesi’nin işçi,
usta ve malzeme katkıları ile ortaklaşa yapılacağını
ifade etti. Daha sonra Cami onarımının tamamlanması
ile Kalenin ziyarete açılabileceğini belirten
Büyükkolancı, Belediye tarafından yaptırılan Koruma
amaçlı imar planına uygun olarak kaleye doğu
kapısından giriş için yeni bir patika yolun
yapılması gerektiğini, bundan sonra ziyaretçilerin
Kalenin doğu kapısından gerip Arnavut kaldırımlı
yollardan geçerek tüm kale içindeki yapıları
gezmeleri ve restorasyon tamamlandıktan sonra kale
duvarları üzerinde dolaşarak Selçuk ve Pamucak
Ovasının güzel manzarasını seyredecekleri yeni bir
güzergah oluşturmayı hedeflediklerini kaydetti.
Büyükkolancı; “Bu çalışmaları Bakanlığımız ve Genel
Müdürlüğümüzün yanı sıra Selçuk Belediyesi , Efes
Müzesi, Ticaret Odası ve kazı heyetimize katkıda
bulunan özel kuruluşlar, dostlarımız ve tüm Selçuk
Halkı ile birlikte gerçekleştireceğimize inancımız
tamdır” dedi.
Büyükkolancı son olarak; 2009 yılında olduğu gibi
Simurg Kişisel Eğitim merkezi ile işbirliği
yapılarak 2010 yılında da bir ay boyunca Selçuklu 20
çocuğa arkeolojik kazılar ve eski eserleri koruma
konulu seminerler verilerek çocuklara arkeoloji ve
eski eserleri koruma bilinci aşılanmaya
çalışılacaklarını hatırlattı.
Selçuk Bölge Haberleri, 06.07.2010
|
ADA, TALAN YERİ GİBİ

Mitolojide altın post
aranan ve Argonatlar'ın kuşlarla savaştığı ada
olarak anlatılan Karadeniz'in yaşanabilir tek adası
olan Giresun Adası'nda hala kaçak define kazıları
yapılıyor ve kuşlarla savaş devam ediyor.
Konuyla ilgili bilgi
veren Karadeniz Doğa Koruma Federasyonu Başkanı
Hakan Adanır, adada kaçak define kazılarının yanı
sıra koruma altındaki kuşların yumurtalarına zarar
veren bekçi köpeğinin olduğunu söyledi. Adanır, gezi
yasağı sona eren Giresun Adası'nın turizm planı
yapılan nadir turizm noktalarından biri olduğunu
söyledi. Eko-turizm planına alınalı iki yıl olan
Giresun Adası'nın resmi alt yapılarının
tamamlanmasının söz konusu olduğunu belirten Adanır,
"Giresun Belediyesi koruma amaçlı imar planı
hazırladı. Koruma amaçlı imar planının bu zamana
kadar olmaması büyük bir eksiklikti. Bugüne kadar
Giresun Adası'nın nesini tanıtacağız, nesini turizme
açacağız konusunda tarihi bilgilerimiz yetersizdi.
Bu manada turizm planında arkeolojik araştırmalar
öngörülmüştür. Giresun Valiliği, Konya Selçuk
Üniversitesi ve Giresun Belediyesi koordineli olarak
arkeolojik çalışmalarını eylül ayında başlatmaları
bekleniyor. Yapılacak inceleme ve araştırmaların
ardından Giresun Adası daha iyi korunan ve turizm
açısından daha değerli hale gelecektir" dedi.
Giresun Adası'nda turizm
adına olumlu gelişmelerin yanı sıra olumsuz
yaklaşımlarında bulunduğuna dikkat çeken, eko turizm
planı onaylandığından beri geçen iki yıllık süreçte
adada bulunan koruma altındaki kuşların
yumurtalarına zarar veren bir bekçi köpeğinin hala
adadan çıkartılmadığını belirten Adanır, "Bir
tarafta kuşların üreme döneminde adaya insan çıkma
yasağı uygulanırken, diğer tarafta bekçi köpeğinin
kuş yumurtaları katliamına duyarsız kalınmaktadır.
Ayrıca adadaki kaçak define kazısının geçen yıllara
göre arttığını da gördük. Adanın bu sahipsizliği
bizleri üzüyor." diye konuştu.
Giresun Adası'nın 12 ay
boyunca turizme açık olabilecek konumda bulunduğunu
da belirten Adanır, "Giresun Adası'na çıkış yasağı
bilimsel bir temele dayanmamaktadır. Buna rağmen
neden uygulandığı ve adaya çıkış yasağı sürelerinin
neden ve neye göre seçildiği tam olarak
bilinmemektedir. Oysa Giresun Adası turizm planında
adanın hangi bölgelerine hangi aylarda yasak
konulabileceği, hangi dönemlerde kaç kişilik
kapasite kaldırabileceği hesaplanmış ve turizm
planında bahsedilmiştir. Ayrıca kuşların üreme alanı
olarak kullanılan bölümler, adada kültür
varlıklarının bulunduğu bölümlerle aynı değildir.
Yani kuşların üreme dönemlerinde, üreme bölgeleri
yerine kültür varlıklarının bulunduğu bölümler
gezilebilir. Bunları göz önünde bulundurursak turizm
planına göre Giresun Adası 12 ay turizme açık
tutulabilecek durumdadır. Adaya gezi yasağı yerine
yapılması gereken, adaya 12 ay giriş-çıkış
denetimidir. Denetimlerin yapılmaması eko sisteme
de, kültür varlığına da zarar vermektedir." şeklinde
konuştu.
Adanın mitolojik
hikayesiyle günümüzde hala bağlantı kurulduğunu da
ileri süren Adanır, "Adanın içinde bulunduğu
mitolojik hikayede adada altın post aranmış ve
Argonotlar kuşlarla savaşmıştır deniliyor. Öyle
enteresandır ki 2010 yılında hala Giresun Adası'nda
kuşlarla savaşıyoruz ve adada define avındayız.
Giresun Adası için daha gerçekçi koruma ve turizm
yaklaşımları tüm canlı türlerini barış içinde
yaşatabilecektir." ifadelerini kullandı.
Giresun Gazetesi,
06.07.2010
|
UNESCO, İSTANBUL'UN
DURUMUNU GÖRÜŞECEK
Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Örgütü
UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Komitesi, 25 Temmuz -
3 Ağustos 2010 tarihleri arasında gerçekleşecek
toplantıyla İstanbul'un durumunu görüşecek.
Hazırlanan rapor kabul edilirse, İstanbul "Tehlike
Altındaki Miras Listesi"ne alınacak.
İstanbul'un Tarihi
Yarımada'daki dört bölgesi 1985 yılında "Dünya
Kültür Mirası Listesi"ne alındı. O tarihten sonra
Boğaziçi, Beyoğlu ile kapsamın daha da genişlemesi
bekleniyordu. 2004 yılında Dünya Miras Merkezi
yöneticileri tarafından İstanbul'un listeden
çıkarılmasının söz konusu olabileceği dile
getirilmişti. 2006 yılında Vilnius'ta toplanan
UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi İstanbul'a bir
süre verdi ve yapılması gerekenlere ilişkin karar
aldı. Daha sonra defalarca heyetler geldi, gitti.
Görüşmeler yapıldı. 2008 yılında İstanbul'un Avrupa
Kültür Başkenti programının da çözüme katkısı
olacağı düşünülerek iki yıllık bir süre daha
tanındı. Ancak sözleşmeye göre gerçekleştirmesi
gereken koşullar bu süre içinde yerine getirilemedi.
Kamuoyunda oluşan yaygın görüş ve STK'ların
yaklaşımları dikkate alındığında aşağıdaki hususlar
önümüzdeki süreçte tartışılacağa benziyor...
Dünya Miras Komitesinin 25.Temmuz-03.Ağustos 2010
tarihinde Brezilya'da gerçekleştirilecek olan 34.
Toplantısının taslak metninde "...Haliç üzerindeki
metro köprüsünün, DMK Uygulama Rehberinin 179 b
maddesi kapsamında Üstün Evrensel Değere ve
Varlığının bütünlüğüne geri döndürülemez zararlar
vereceği..." kabul edilmektedir. Komite bu konuda
kuleli kablo yapısı ve köprü üstündeki istasyon
binası olmadan alternatif köprü çözümleri
bulunmasını ve bu çözümlerin uzman danışmanlar
tarafından incelenmesini ve taraf devletle müzakere
edilmesini talep etmektedir. Brezilya toplantısında
sunulacak ve oylanacak olan taslak metinde "...şu
andaki köprü projesi inşa edildiği takdirde
İstanbul'un 2011 yılında Dünya Miras Listesinden
tamamıyla silinmesini değerlendirmek üzere bu yıl
Tehlike Altındaki Dünya Miras Listesi'ne yazmaya
karar verir..." denilmektedir.
UNESCO Miras Komitesi bu teklif metin ile uyarısını
bir kez daha açıklamaktadır. Projenin İstanbul
Tarihi Yarımada için büyük bir tehdit oluşturduğu
tartışmasızdır. Bu nedenle kentin korunmasında,
geliştirilmesinde ve sağlıklaştırılmasında Haliç
Metro Köprüsü konusunda endişeler devam ediyor ve
pek çok sivil toplum inisiyatifi yetkilileri projeyi
UNESCO'nun teklif ettiği şekilde yeniden gözden
geçirmeye davet ediyor.
İstanbul'un çok katmanlı tarihi kimliğinin birinci
derece temsil alanı olan Tarihi Yarımada'da, Haliç
Metro Köprüsü'nün yaratacağı siluet etkisiyle, bu
kimlik geri plana düşecek. Bu proje,
gerçekleştirildiği takdirde, köprü kulelerinin
boyutu ve askı sistemlerinin yarattığı perdeden
sadece Süleymaniye Külliyesi etkilenmeyecek, Topkapı
Sarayı da dahil olmak üzere Haliç'e bakan her
yöndeki kıyı siluetlerinin algısı değişecektir. Bu
nedenle projenin kule ve askı sistemlerinin, Miras
alanının "üstün evrensel değer" tanımını zedelemesi
tartışılmaz bir gerçektir. Bir dünya miras alanı
olarak Tarihi Yarımada'nın geleceği için bu projenin
ivedilikle uzmanlar tarafından değerlendirilmesi ve
alternatiflerinin oluşturulması isteniyor.
Bunların yanında bir uyarı niteliği taşıyan komite
raporunda, Surlar'da inşaat ihalesi yöntemi dışında
yeni bir yöntem geliştirilememesi vurgulanıyor.
Avrupa Komisyonu ve UNESCO desteği ile gerçekleşen
Fener-Balat Projesi bir kenara atıldı. 5366 sayılı
yasa ile Tarihi Yarımada'daki mevcut yerleşim
alanlarında arazi üretmeye dönük kentsel dönüşüm
projelerine girişildi.
İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olması bu sorunun
çözümü için bir fırsat oluşturuyordu. Bu çok
aktörlü, karma bütçe kullanabilen, uygulama odaklı
ve çıkar gruplarının temsiline yönelik mekanizmayla
mevcut şehircilik modelinin dönüştürülmesi için
adımlar atılabilirdi.
Ancak AKM'de, Yenikapı'da, Sulukule'de olduğu gibi
2010 fırsatı değerlendirilemedi. İstanbul 2010'un
ele aldığı konularda entegre yönetim deneyimi
sergilemesi, yenilikçi şehircilik uygulamaları için
yapılan girişim yeterli olmadı.
Kamuoyunda İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş
Projesi konusundaki endişeler de devam ediyor.
İstanbul'un çok katmanlı tarihi kimliğinin birinci
derece temsil alanı olan Tarihi Yarımada İstanbul
Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesinin yaratacağı
etkilerle tarihinin hiçbir döneminde yaşamadığı bir
dönüşüm baskısı ile karşı karşıya. Projede Anadolu
yakasında Haydarpaşa'dan denizin altına giriş yapan
karayolu tüp geçişi Tarihi Yarımada'nın en kıymetli
noktasında; Sarayburnu'nda deniz üstüne çıkmaya
başlayarak Kumkapı'da Sirkeci-Florya sahil yoluna
ulaşmaktadır. Sekiz şeritli ve erişme kontrollü bir
yol olarak tasarlanan bu ulaşım aksı günde 75.000
aracın Anadolu yakası ile Avrupa yakası arasında
hareket edeceği şekilde düzenlenmektedir. Bu proje,
gerçekleştirildiği takdirde Tarihi Yarımada'yı
güneyden kuşatarak Yarımada'nın tüm kültür
değerleri, işlev dağılımları, arsa fiyatları,
yoğunluk dengelerini tetikleyecek ve
değiştirecektir. Bu durum yüzyıllardır insan ve
doğanın birlikte ürettiği Tarihi Yarımada'nın
kültürel peyzajını derinden bozacak ve aynı zamanda
Yarımadanın Marmara kıyılarına erişimini ortadan
kaldıracaktır.
UNESCO meselesinde ortaya çıkan krizde de benzeri
bir şekilde kentin koruma-kullanım-tasarım
kararlarında ve uygulamalarında bütünleşik,
katılımcı ve yenilikçi yönetim modellerinin
benimsenmemesi sorunu var. Bahsi geçen yukarıdaki
başlıklar UNESCO'nun Temmuz 2010'da İstanbul ile
ilgili otoriteleri uyarmak üzere sunacağı rapordan
alınmıştır. Bu başlıklar konusunda çeşitli sivil
toplum kuruluşları uzun zamandır uyarılarda
bulunmaktadırlar ve bu ortak imzalı bildiri ile tüm
bu çabalar bir araya gelmektedir. Kent yönetiminin
açıkça uluslararası normları ve Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti'nin imzalamış olduğu uluslararası
anlaşmaları ihlal ettiği görüşü ileri sürülüyor. Bu
nedenle İstanbul adına geri dönülemez bir noktaya
gelmeden ve koşulları daha zorlaştırmadan ilgili
bütün tarafların gereğini yapması isteniyor.
turizmdebusabah.com,
06.07.2010
******
İSTANBUL İÇİN TEHLİKE
ÇANLARI
Geçtiğimiz yıl Haziran
ayında UNESCO Türkiye'nin Dünya Kültür Mirası
Listesi'nden çıkartılabileceğini, İstanbul'un gözden
geçirildiğini ve 1 yıl süre verildiğini açıklamıştı.
Eksiklerin 2010'a kadar
tamamlanması konusunda bir dizi öneride bulunan
UNESCO, bu sene 25 Temmuz - 3 Ağustos tarihlerinde
Brezilya'da yapılacak olan toplantıda
İstanbul hakkında
yazılan raporu değerlendirip onaya sunacak.
Rapora göre
İstanbul esas
listeden düşüp "Tehlike Altındaki Dünya Miras Alanı
Listesi"ne alınacak ve bir yıl sonra da, gelişme
sağlanmadığı takdirde listeden tamamen atılacak.
Eğer rapor
Brezilya'daki toplantıda onaylanırsa 1985'den beri
Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan
İstanbul, 2010
Avrupa Kültür Başkenti seçildiği yıl listeden
çıkartılacak.
İstanbul'un
UNESCO Kültür Mirası Listesi'nden çıkartılmaması
için
İstanbul S.O.S.
veriyor isimli bir site kuran bir grup sivil konu
ile ilgili de imza topluyor.
İşte
İstanbul'un
listeden çıkartılmasının sebepleri;
1) Haliç Metro Köprüsü mevcut projesi
2) 5366 sayılı Kanun’un mevcut uygulaması
3)
İstanbul Surları
restorasyon projeleri
4) Tarihi Yarımada’ya her gün 75 bin aracın
girmesine neden olacak tünel projesi durdurulmaması
5) Ahşap yapıların korunması sağlanmaması
6) Alanın değerlerini koruyan bir Yönetim Planı
uygulamaya konulmaması
Hürriyet, 09.07.2001
|
İSTANBUL'UN ERMENİ MİMARLARI TANITILACAK
Uluslararası Hrant Dink Vakfı, Hayrat Canlandıran ve
Araştıran Mimar ve Mühendisler Dayanışma Derneği (HAYCAR)
işbirliğiyle hazırlayacağı bir sergi ve kitap
projesiyle, İstanbul'un Ermeni mimarlarını
tanıtacak.
Vakıftan yapılan açıklamaya göre, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında kasım
ayında hayata geçirilecek olan "İstanbul'un Ermeni
Mimarları ve İstanbul Mimarlığına Katkıları" konulu
projeyle, İstanbul'un şekillenmesinde rolü olan ve
adı unutulmuş Ermeni mimarlar tanıtılacak. Projenin
küratörlüğünü, mimar Hasan Kuruyazıcı yapacak.
Projede, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında
İstanbul'da yaşamış ve eser bırakmış Ermeni
mimarların yaşam öyküleri, yaptıkları binaların
tarihçeleri, mimari çizimleri ve binaların eski
görüntülerine ait belgeler yer alacak.
Kuruyazıcı'nın Kurtuluş, Pangaltı, Taksim, Cihangir,
Tarlabaşı, Tünel, Galata, Eminönü ve Mahmutpaşa'da
gezerek oluşturduğu listedeki isimler, bir sergi ve
kitapla kamuoyuna tanıtılacak.
Açıklamada görüşlerine yer verilen Kuruyazıcı,
İstanbul'da 19. yüzyıldan kalma büyük bir bina
stokunun bulunduğunu, bunların çoğunun yakılıp
yıkıldığı halde, ayakta kalmayı başarabildiğini
belirtti.
Kuruyazıcı, bu kadar çok binayı kimin yaptığını
bulmak için bir araştırma yapmaya karar verdiğini
ifade etti.
Hürriyet, 06.07.2010
|
ADALARDAN BU KEZ MÜZE GELDİ
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı kapsamında yeni bir proje daha hayat buluyor. "Adalar Müzesi" 31 Temmuz saat 18:30'da Büyükada Vapur İskelesi'nde halkla buluşacak.
Proje, Adalar Belediyesi ve Adalar Vakfı’nın işbirliğiyle, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı finansmanıyla gerçekleştirildi. Açılış etkinlikleri dahilinde 40 gün 40 gece sürecek konser, yarışma, belgesel film gösterisi, söyleşi ve diğer aktivitelerle Adalar bir kültür ve sanat merkezi haline getirilecek.
"Adalar Müzesi"nin ilk geçici sergisi “Ada Sahillerinde Bekliyorum” ve kalıcı bölüm sergilerinden “Adalılar”ın açılışı 31 Temmuz Cumartesi günü Büyükada Çınar mevkiindeki müze alanında gerçekleşecek. Müzenin ilk iskele sergisi de, aynı gün Büyükada Vapur İskelesi'nde açılacak.
Müzenin kronolojik ve tematik bölümlerini kapsayan Müze Aya Nikola Hangar’ın açılışı ise 10 Eylül’de Büyükada’da gerçekleştirilecek. Bu bölüm ziyaretçilere 600 milyon yıl öncesinden 2010’a uzanan bir hikayeye tanıklık etme fırsatı sunuyor.
"Adalar Müzesi", uzmanların yanı sıra Adalılar'ın katkı ve desteğinin izlerini de taşıyor. Başta Adalılar'ın fotoğraf albümleri, anıları, sandıklarında sakladıkları, 8 mm’lik filmleri olmak üzere çeşitli kaynaklardan 20 binin üzerinde arşiv belgesi kapsamlı çalışmalar sonucunda Müze’nin koleksiyonuna kazandırıldı.
Bu sayede Adalar, tarihlerinde ilk kez bir müze çatısı altında tüm renkleriyle ziyaretçilerle buluşacak.
Müzenin sergiler, etkinlikler, kütüphane, arşiv, koleksiyon, sözlü tarih video klipleri başta olmak üzere pek çok içeriğine 20 Temmuz 2010 tarihinden itibaren www.adalarmuzesi.org adresi üzerinden erişilebilecek.
Habertürk, 06.07.2010
|
 |
İSRAİL'DEN 70 GÜN SONRA SÜRPRİZ KARAR...

Türkiye'den getirildikten sonra Haremüşşerif
yerleşkesinin dışındaki park alanında 70 gündür
bekletilen çiniler, bu sabah sürpriz bir şekilde
verilen onayın ardından caminin içine taşındı. Ancak
çinilerin asıl yeri olan Kubbet üs-Silsile'ye
yerleştirilmesi için Türkiye'den bir uzmanın gelmesi
bekleniyor.
Edinilen bilgiye göre, kutsal yerlerden sorumlu
İsrailli güvenlik yetkilileri ile Haremüşşerif Vakfı
temsilcileri arasında arasında önceki gün yapılan
toplantıdan sonra, çinilerden birkaç örnek alınarak
incelendi. Daha önce tüm mühürlü kutuları açıp
içindeki 4 bine yakın çini parçasını
inceleyeceklerini söyleyen İsrail tarafı, fikir
değiştirerek bu sabah vakıf yetkililerine, çinileri
içeri taşıyabileceklerini bildirdi.
Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA)
tarafından, Kubbet-Üs-Sahra'nın küçük modeli olan
Kubbet üs-Silsile'nin zaman içinde dökülen, harap
olan çinilerinin yerine, İznik'teki Eğitim ve
Öğretim Vakfı'na yaptırılan el yapımı çiniler,
Türkiye ile İsrail Dışişleri bakanlıkları arasında
yürütülen ortak çalışmalar doğrultusunda, 21 Nisanda
Bem Gurion havalimanına getirilmişti.
Her biri Dışişleri Bakanlığının mührünü taşıyan 148
kutu çini gümrüksüz olarak İsrail'e sokulmuş, ancak
26 Nisanda Eski Kent'e caminin Arslanlı Kapısına
getirilen çinilerin içeri taşınmasına
Haremüşşerif'in güvenlik denetimini elinde
bulunduran İsrailli polisler engel olmuştu.
O sırada Haremüşşerif Vakfı yetkilileri ile İsrail
Eski Eserler İdaresi arasında gereken bazı
yazışmaların da yapılmadığı ortaya çıkmıştı.
Çiniler Haremüşşerif dışında bekletilirken, gerek
TİKA gerekse elçilik mensuplarının İsrailli
yetkililer nezdindeki temasları da devam etti.
Vakıf yetkilileri ile İsrail güvenlik yetkilileri
arasındaki son toplantı ise çinilere Haremüşşerif'in
kapısını açtı. Sabah erken saatlerde vakıf
elemanları, 148 kutu halindeki 3 ton çiniyi park
alanından cami içine taşıdı.
Emeviler zamanında Halife Abdülmelik Bin Mervan
tarafından yaptırılan Kubbet üs-Sahra'ya model
olarak hazırlanan Kubbet üs-Silsile'nin çinilerinin
yerlerine yerleştirilmesi çalışmalarına nezaret için
Türkiye bir uzman da gönderecek. Uzmanın bir hafta
veya 10 gün içinde Kudüs'te olması bekleniyor.
Öte yandan Mescid-i Aksa'nın halılarını da yine TİKA
değiştirmeye hazırlanıyor. Bu amaçla hazırlanan bir
proje çerçevesinde, Türkiye'den özel dokuma 5 bin
metrekare halı sağlanması öngörülüyor.
Mescidi Aksa'nın kurşun kaplı tavanındaki kurşunlar
da sökülerek Adana'ya gönderilecek. Burada tekrar
caminin tavanına kaplayacak işlemden geçirilecek ve
kaplama kurşun haline getirilip Mescidi Aksa'ya
döşenecek kurşunlar için yine TİKA destekte
bulunacak.
Bugün, 06.07.2010
|
 |
KOSOVA'DA TARİHİ CAMİ YIKILDI
Kosova'nın doğusundaki Gilan'a bağlı eski Türk köyü Doburçan'da bulunan 120 yıllık Ramazan Bin Zekir Camisi, yerine yenisinin yapılacağı gerekçesiyle yetkililerin izni dışında yıkıldı.
Kültür Bakanı Lütfü Haziri, caminin yıkılmayacağını ve şimdiye kadar verilen hasarın da onarılacağını açıklamıştı. Caminin bilgisi dışında yıkıldığı haberini alan Haziri, yaptığı açıklamada, "şok olduğunu" belirterek, sorumlular hakkında yasal işlem başlatacağını bildirdi. Belediye yetkilileri de cami için yıkım izninin verilmediğini kaydetti. Gilan polisi ise yıkımı yapanların belirlendiğini ve izinsiz yıkım yaptıkları için haklarında soruşturma açıldığını bildirdi. "Halit Gaş" Türk Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı ve Cami ımamı Selim Selim de caminin yıkılacağından haberi olmadığını söyledi.
Doburçan'daki Ramazan Bin Zekir Camisi yaklaşık bir ay önce yine izinsiz olarak yıkılmak istenmiş, bu girişim sırasında camiye ciddi hasar verilmişti. Olay üzerine Türkiye Büyükelçisi Metin Hüsrev İnler camide incelemelerde bulunmuş ve Kosova Demokratik Türk Partisi (KDTP) Genel Başkanı ve Çevre Bakanı olan Mahir Yağcılar ile birlikte Kültür Bakanı Haziri'yi ziyaret ederek sorunun giderilmesini istemişti. Büyükelçi İnler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak Osmanlı döneminde inşa edilen eserlerin yok edilmesinden ve söz konusu camiyi yıkma girişimden duyulan üzüntüyü dile getirmişti.
Bugün, 06.07.2010
|
ESKİÇAĞA KÖYÜ'NDE
RESTORASYON VAR
Ankara Vakıflar Bölge Müdürlüğü Bolu Yeniçağa'da Eskiçağa Köyü Camii ve Hamamı restore ettirecek.
Ankara Vakıflar, kendi sorumluluk alanı içinde kalan Eski Çağa Köyü'nün cami ve hamamının ihalesini 21 Temmuz 2010'da Ankara Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde gerçekleştirecek.
Bolu Olay, 06.07.2001
|
|
 |
İTALYA, SARAYLARINI VE EN SEKSİ PLAJI SATIŞA ÇIKARDI
Borç krizindeki Yunanistan’dan sonra İtalya’da da 1.18 trilyon Euro’ya ulaşan kamu borcu ile boğuşan hükümetin yüzlerce varlığı satışa çıkarılabileceği belirtildi.
Aralarında 9 bin binanın, sarayların, adaların, plajların ve limanların bulunduğu paketten 3 milyar Euro gelir elde edilmesi planlanıyor.
Bu ay sonuna kadar satışa çıkması beklenen varlıklar arasında en pahalı ve prestijli gayrimenkul, Sardunya Adası’nın kuzey doğusundaki Carpera Ada zinciri. Yerleşimin bulunmadığı ve dağ keçilerinin yaşadığı adaların 72 kilometre uzunluğunda özellikle tüplü dalış yapanlar için mükemmel sahilleri bulunuyor. Dünyanın en seksi plajı olarak da adlandırılan Carpera Adası’nın daha önce Giuseppe Garibaldi’ye ait olduğu ve 19’uncu yüzyılda İtalya devletine geçtiği kaydedildi. Milyonlarca Euro’luk teklif beklenen diğer gayrimenkuller ise Venedik kıyısındaki adalar. Bu adalar arasında üzüm bağları, güzel bahçe ve limanları ile bilinen Sant’Erasmo adası ile Santo Stefano Adası da yer alıyor. Roma’da satışa konu alan tarihi binalar arasında ise 16’ncı yüzyılda Papa 3’üncü Jolius tarafından inşa ettirilen Villa Giulia Müzesi de bulunuyor.
Palermo’daki 900 yıllık Norman Sarayı’nın da satılık olduğu belirtildi. Ünlü aktör George Clooney’nin de evinin olduğu dünyaca ünlü plajların bulunduğu Como Gölü kıyıları da satılık.
Hürriyet, 06.07.2010
|
2010 YILI KAZILARI BAŞLADI
Burdur’un Ağlasun İİçesi'ndeki Sagalassos antik kentinde 2010 yılı kazı çalışmaları başladı.
Belçika Katolik Leuven Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi ve Sagalassos Kazı Projesi Başkanı Inge Uytterhoeven, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl kazı çalışmalarının “Et Pazarı” olarak bilinen Macellum, Aşağı Agora’nın yanında bulunan Roma Hamamı, Antoninler Çeşmesi’nin güneybatısında yer alan “Caligula’nın Kemeri” olarak adlandırılan kısım ve ilk Sagalassos yerleşimi olarak bilinen Düzentepe’de yapılacağını söyledi.
Antoninler Çeşmesi olarak bilinen bölgedeki yenileme çalışmalarının 28 Ağustosa kadar tamamlanmış olacağını kaydeden Uytterhoeven, bu yılki kazılarda 51 işçi ve 75 yerli ve yabancı teknik personelin görev aldığını belirtti.
Uytterhoeven, 75 kişilik teknik personele gelecek ay 15 kişinin daha katılacağını ve 90 kişiye ulaşacaklarını, bu ekibin özellikle yüzey araştırmacısı ve restorasyon uzmanı olarak görev alacağını kaydetti.
Sagalassos antik kentinde görev alan teknik personelin Belçika, Türkiye, İtalya, Slovenya, ABD, Bulgaristan ve Almanya’dan geldiğini ifade eden Uytterhoeven, kazı çalışmalarının bu yıl geçen yıllara oranla daha kısıtlı bir alanda gerçekleştirileceğini, ayrıca Antoninler Çeşmesi’nin restorasyonuna ağırlık verileceğini belirtti.
Hürriyet, 05.07.2010
|
 |

|
METROPOLİS'TE KAZILAR BAŞLIYOR
İlk olarak 1989 yılında başlayan kazılarda şimdiye kadar birçok eser gün yüzüne çıktı.
Trakya Üniversitesi ile Dokuz Eylül Üniversitesi’nden oluşan 38 kişilik ekip, yaklaşık 1 haftadır hazırlıklarını sürdürüyordu.
2010 yılında yaklaşık 4 ay sürecek olan kazıları Kültür Bakanlığı’ndan gelen bir yetkili de denetleyecek. 1992 yılından bu yana olduğu gibi yine kazı başkanlığı görevini Serdar Aybek yürütecek.
Öğrenciliğinden bu yana Metropolis’te kazılar yapan Aybek, en son geçtiğimiz yıl kazıların bitmesine az bir süre kala hamam ortaya çıkarmıştı. Bu yıl hamamın tamamlanması için çaba göstereceklerini ifade eden Aybek, kazılara büyük ümitlerle başladıklarını, yine her yıl olduğu gibi birbirinden ilginç ve eşsiz eserleri gün yüzüne çıkarmayı hedeflediklerini kaydetti.
Hellenistik dönemde yapılan, Roma ve Bizans döneminde gelişen şehirde şimdiye kadar Bizans kalesi, tiyatro, meclis binası, hamam, teras evler, ticarethane ve umumi tuvaletler bulunmuştu. Torbalı denince ilk olarak akla, sanayi ve tarım geldiğine dikkati çeken Kazı Başkanı Serdat Aybek, tarihin de ilçede önemli bir yer tutabileceğini dile getirdi.
Metropolis antik kentinin daha çok tanıtım yapılması gerektiğinin altını çizen Aybek, Torbalı’nın da ‘Efes’ olabileceğine dikkat çekti. Öte yandan Metropolis’e giden yolların durumu ise antik kente gelen ziyaretçileri isyan ettirdi. Torbalı’nın en önemli tarih merkezi olan Metropolis’e yakışmayan yollara sahip olması, ziyaretçilerin tepkisini çekerken, en büyük temennilerinin ise Metropolis’e daha fazla önem verilmesi olduğu kaydedildi.
Internet Haber, 05.07.2010
|
HASANKEYF'TEKİ MEZAR
KAZISINA TEPKİ
Ilısu baraj suları
altında kalma tehdidi altındaki
Hasankeyf'e ani bir kararla kale
başındaki mezarların kazılmaya
başlanması tepkilere neden oldu. Kazılan
mezarların yanı sıra Şeyh Muhyettin ve
Şeyh Kerem gibi türbelerin de
kazılabileceği iddia edildi.
Konu hakkında yazılı
açıklamada bulunan Hasankeyfliler
Birliği yönetimi, kazılara tepki
göstererek "Hasankeyf'te kazılacak 10
binlerce yıllık tarihi geçmişi olan
yüzlerce yer olmasına rağmen,
tarihi geçmişi 40 ile 300 yıl arası olan
mezarlıklarda kazı yapılmaya
başlanmasını doğru bulmuyoruz" demecini
verdi.
Kazılan mezarların
genelde birinci kuşak atalarına ait
olduğunu belirten Hasankeyfliler Birliği
Başkanı Murat Tekin "kazılan mezarların
bir çoğu 40-50 yıllık mezarlardır ve
baraj yapılması halinde su havzası
dışında kalacaklardır. Kazılması ve gün
ışığına çıkarılması gereken yüzlerce
alan bulunurken, bizim için kutsal
değerleri bulunan mezarlarımıza el
atılmasını doğru bulmuyor ve kazıların
biran önce durdurulmasını istiyoruz."
dedi.
Batman gazetesi,
05.07.2010
|
FRİG VADİSİ FOTOĞRAFLARLA İNTERNETTE

Kütahya, Eskişehir ve Afyonkarahisar'da bulunan
Frig Vadisi'ni görmek için bu illere gidemeyenler,
sanal ortamda kentin tarihi yapılarını görebiliyor.
Alınan bilgiye göre, Frig Vadisi’nin turizme
kazandırılması ve tanıtımına katkıda bulunulması
amacıyla üç ilin valilikleri tarafından kurulan
Frigya Kültür Mirasını Koruma ve Kalkınma Birliği (FRİGKÜM),
geçmişte Friglerin hüküm sürdüğü dağlık Frig Vadisi
ve çevresindeki kültürel mirası turizme kazandırmayı
hedefliyor.
Birliğin internette oluşturduğu "www.frigvadisi.org"
internet sitesinin ana sayfasındaki "sanal tur"
sekmesini tıklayanlar, Kütahya, Eskişehir ve
Afyonkarahisar seçenekleri altında bu illerdeki
yapıların panoramik fotoğraflarına ulaşabiliyor.
Vadideki antik yapıları görmek için söz konusu
illere gidemeyenler ile görsel anlamda vadi hakkında
bilgi almak isteyenlere hizmet verilmesi bakımından
illerin isimleri yazılı olan ana başlıklar altında 3
boyutlu fotoğrafla sunuluyor.
Görsel anlamda gezinti yapılan ve her başlık altında
o yerleşim hakkında bilgi verilen panoramik
fotoğraflar şöyle:"Kütahya: Arnavutini yerleşimi,
Asarkaya Tepe yerleşimi, eski Askerlik Şubesi
binası, Fındık Köyü yerleşimi ve kalesi, İnli Köyü
yerleşimi ve şapeli,İnlice Mahallesi yerleşimi ve nekropolü, Kocataş Tepe yerleşimi, Sökmen
Köyü
yerleşimi, Yenice Çiftliği yerleşimi.
Eskişehir: Akhisar Kale, Arezastis (Küçük
Yazılıkaya), Asma İnler, Bahşayiş Anıtı, Doğanlı
Kale, Gerdekkaya, Kümbet Delikkaya, Kümbet, Fethiye
Roma-Bizans nekropolü, Seyircek nekropolü, Seyyid
Battal Gazi Külliyesi, Tabancakaya, Yapıldak Asar
Kale, Yazılıkaya, Zahran Vadisi.
Afyonkarahisar: Peri Bacaları, Bayat İnpazarcık,
Seydiler Kırkinler, Seydiler, İscehisar, Ayazini,
Göynüş Aslantaş-Yılantaş, Bayramaliler Kalesi, Döğer
Asar-Eski Döğer, Döğer Büyük Kapıkaya, Döğer Küçük
Kapıkaya, Döğer Antik
Yol, Döğer Memeç, Döğer Aslankaya, Döğer Kadıkaya,
Döğer Kervansarayı." "Frig Vadisi 360 Derece Sanal
Tur Fotoğraf Çekimi Projesi" kapsamında faaliyete
geçirilen sanal tur için Kütahya, Eskişehir ve
Afyonkarahisar’da toplam 160 noktada fotoğraf çekimi
yapıldığı belirtildi.
Radikal, 05.07.2010
|
KÜLTEPE'DE KÜLTÜR TURU
Kayseri Büyükşehir Belediyesi, 4 bin yıl önce Asurlu tüccarların yaşadığı Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'nü tanıtmak amacıyla kültür turu başlattı. Büyükşehir Belediyesi önünde bir araya gelen Kayserililer, otobüslerle Kültepe Höyüğü'ne ulaştı.
Burada kazı çalışmalarında görevli arkeolog Gökhan Turan tarafından karşılanan tarih meraklıları, edindikleri genel bilgilerin ardından, Kaniş Krallığının başkenti olan höyükteki sarayın kalıntılarını gezdi.
Yurttaşlar, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Konservatuarı tiyatro bölümü öğrencilerinin sahnelediği Asurlu bir kumaş tüccarının, kral ve veziriyle olan diyaloğunun anlatıldığı oyunu da izledi. Senaryosu, kazılarda bulunan çivi yazılı tabletlerdeki bilgilerden yola çıkılarak hazırlanan oyun, tarih meraklıları tarafından büyük beğeni topladı.
Yurttaşlar, daha sonra, Karum kazı alanını gezerek, 4 bin yıl önce yörede yaşayan köklü bir medeniyetin izlerini görme fırsatı buldular.
Arkeolog Turan, kazı çalışmalarında 20 binin üzerinde çivi yazılı tablet bulunduğunu, bunların yüzde 95'inin Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde olduğunu söyledi. Şalim Aşur adında Asurlu bir tüccarın 1994 yılında gün ışığına çıkarılan evini de gezdiren Turan, buradaki bir odadan yaklaşık 900 çivi yazılı tablet çıkarıldığını bildirdi.Turan, uzmanlar tarafından okunan bu tabletlerden edindikleri bilgilere göre bu kişinin oğlunun bir cinayete kurban gittiğini, Şalim Aşur'un da Anadolu'nun başka bir yerinde vefat ettiğini anlattı.
Cumhuriyet, 05.07.2010
|
 |
BURSA ULU CAMİ ESKİ İHTİŞAMINA KAVUŞUYOR

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 1402 yılında
Yıldırım Beyazıt Han tarafından yaptırılan
Ulucami'de bugüne kadar yapılan en kapsamlı cephe
temizleme ve çevre düzenleme çalışmasını hayata
geçiriyor. Çalışmalar kapsamında, öncelikle cenaze
namazının kılındığı alanda çitle çevrili yeşil alan
yeniden düzenlenerek, tören yapılan alan
genişletilecek.
Ulucami'de başlatılan cephe ve çevre düzenleme
çalışmaları hızla sürüyor. Ulucami artık güvenlik
kameralarıyla 24 saat izlenecek. Çalışmaları yerinde
inceleyen Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe, kente gelen yerli ve yabancı turistlerin ilk
Ulucami'yi ziyaret ettiğini hatırlattı. Altepe,
çalışmalar tamamlandığında bu anıtsal yapının ilk
günkü ihtişamıyla misafirlerini ağırlayacağını
söyledi. Büyükşehir Belediyesi, Osmanlı'nın ilk
eserlerini verdiği Bursa'da 1402 yılında Yıldırım
Beyazıt Han tarafından yaptırılan Ulucami'de bugüne
kadar yapılan en kapsamlı cephe temizleme ve çevre
düzenleme çalışmasını hayata geçiriyor. Çalışmalar
kapsamında, öncelikle cenaze namazının kılındığı
alanda çitle çevrili yeşil alan yeniden
düzenlenerek, tören yapılan alan genişletilecek.
Yeşil alandaki ağaçlar korunurken, bölgedeki toprak
zemin kaldırılıp, abdest alma çeşmeleri daha geriye
alınarak daha fazla cemaatin rahatça cenaze, cuma ve
bayram namazı kılabileceği büyük bir alan ortaya
çıkarılacak.
Ayrıca zemin yarım metre aşağıya indirilerek,
caminin dışındaki su tahliyesini sağlayan drenaj
kanalları yeniden aktif hale getirilecek. En önemli
çalışma ise Ulucami'nin kuzeyindeki alt avludaki
şadırvanların üzerleri, orijinalinde olduğu gibi
ahşap kubbelerle örtülecek. Böylece caminin avlusu
da abdest almak isteyenler için daha muhafazalı hale
gelecek.
Ulucami'nin dış cephesi ve bahçesinde devam eden
çalışmaları yerinde inceleyen Bursa Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, kentin en önemli
anıtsal yapılarından Ulucami'nin eski görkemine
kavuşacağını söyledi. Dış cephe duvarlarının,
yıllardır maruz kaldığı çevre kirliliği nedeniyle
siyah renge dönüştüğünü ifade eden Başkan Altepe,
şöyle dedi: "Kumlama tekniği ile dış cephe bütünüyle
temizlenecek. Bu yöntemle orijinalliğine zarar
verilmeden taşlar kendi sarı renklerine dönecek.
Ulucami, Bursa'nın en önemli simgelerinden biri.
Bursa'ya gelen yerli ve yabancı turistler ilk olarak
burayı ziyaret edip, daha sonra da çarşı ve hanlar
bölgesini geziyor. Atatürk Caddesi'nde başlattığımız
cephe düzenleme çalışmalarıyla birlikte Ulucami
cephesinin düzenlenmesiyle Bursa'nın vitrini olan
Atatürk Caddesi de ayrı bir güzelliğe bürünecek."
Bu arada, iki adet tarihî tablonun da zaman
içerisinde çalınmasıyla hiç küçük levha kalmayan
Ulucami'nin içine özenle yerleştirilen güvenlik
kameraları ile sürekli gözetleme gerçekleştirilecek.
Polis tarafından 24 saat boyunca MOBESE merkezinde
kameraların takip edeceği Ulucami içindeki en ufak
olumsuz bir hareketliliğe hemen müdahale
edilebilecek. Özel dış cephe aydınlatması ile de
tarihî yapı geceleri de ihtişamlı bir görüntü
kazanacak.
Zaman, 05.07.2010
|
PARION ANTİK KENTİNDE KAZILAR BAŞLADI
Çanakkale’nin
Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü sınırları içinde yer
alan Parion Antik Kenti’nde, 6. sezon kazı
çalışmaları başladı. Parion Kazı Başkanı Prof.Dr.
Cevat Başaran, “Bu yılki çalışmalar, antik kentin
nekropolis, antik tiyatro, Roma villası, yamaç
yapısı ve sondajlar başta olmak üzere beş ayrı
bölgede yoğunlaşacak” dedi.
Türkiye Gazetesi, 05.07.2010
|

|
KADERİNE TERKEDİLMİŞ
Batı Karadeniz bölgesinde bulunan en eski stadyum olma özelliğine sahip Bolu Stadion'u, yetkililerin insafına terk edilmiş durumda bekliyor. İlgili kurumlardan konuyla ilgili atılmış tek adım yok.
Her ne kadar turizm yolunda adım adım ilerlediğimiz iddia edilse de, bu güne kadar Bolu’nun turizm alanında istenilen noktaya ulaşabilmesi için neredeyse tek bir adım atılmış değil. Hatta inşaat kazıları esnasında ortaya çıkan tarihi değerlerimizi bile muhafaza edemiyoruz.
Batı Karadeniz’in ilk stadyumu olma özelliğine sahip olan Bolu Stadion'u, duyarsız vatandaşların attığı çöplerle kirletilmiş durumda.
Ayrıca tarihi eserin bulunduğu bölgede farklı türde içki şişelerine rastlamak mümkün. Bolu’nun önemli bir turizm değerinin yetkililer tarafından daha ne kadar atıl bir şekilde bekletileceği merak konusu oldu.
Bolu Gündem, 05.07.2010
|
BARUTHANE'DE FİLM, TEPKİ PATLAMASI YAPTI

Ataköy’de tarihi
baruthanelerin bulunduğu bölüm, Koruma Kurulu’ndan
izin ve TOKİ’den onay alınarak kumla doldurulup film
seti haline getirildi. Ataköy sakinleri bu duruma
tepki gösterince Koruma Kurulu yeniden inceleme
yaptı.
Ataköy sakinlerinin imara açılacağı gerekçesiyle
TOKİ’nin
satış ve
kiralama ihalesine tepki gösterdiği Ataköy sahili,
“1453 Fetih” filminin platosuna dönüştü. Koruma
Kurulu’ndan alınan izin ve TOKİ’nin onayı ile tarihi
baruthanelerin bulunduğu bölümde çekimlere başlandı.
Ancak alanda yapılan dekoratif değişiklikler
tartışma yarattı.
İstanbul’un fethini konu alan “1453 Fetih” adlı
film için en
uygun
mekan olarak sahildeki baruthaneleri seçen Aksoy
Film, çekimler süresince alanı kullanmak TOKİ’ye
başvurdu. TOKİ de, Osmanlı döneminden kalma
baruthane binalarının bulunması nedeniyle yapım
şirketini Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’na yönlendirdi. 7 Numaralı Kurul’un tarihi
film projesi için alanın kullanılmasına verince TOKİ
alanı yapım şirketine tahsis etti.
Ancak, filme uygun hale getirilmesi için zeminin
kumla kaplanması ve inşa edilen bazı dekorlar
tartışmaya neden oldu. Ataköy sakinleri, alana zarar
verildiğini ve ağaçların söküldüğünü iddia ederken,
TOKİ yetkilileri, “Aldıkları gibi teslim edecekler”
dedi.
Alanın tahsisinin kira alınmadan gerçekleştiğini
anlatan yetkililer, “Kültür Bakanlığı’nın da
desteklediği bir
film. Ufak
dekorlarla tarihi eserlere zarar vermeden
çalışılıyor. Dekoratif amaçlı kum döküldü bazı
noktalara. Biz setin kuruluş ve kaldırılışını
gördük. Mesela dekoratif duvar yapıyorlar işi
bitince hemen yıkıyorlar. Önceki hali zaten bizde
mevcut. Çekimler tamamlandıktan sonra eski haliyle
teslim edecekler” dedi.
Kum dökülmesi ve bazı dekoratif yapılara yönelik
şikayetler sonrası Kurul, alanın tahsisiyle ilgili
inceleme başlattı. İzne uygun olmayan yapılar ve
uygulamaların tespiti için bölgeye uzmanlarını
gönderen Kurul’un
gelecek
toplantıda verilen izni yeniden ele alacağı
öğrenildi.
Sanal gerçeklik teknolojisine 2 milyon dolar bütçe
ayrıldığı açıklanan filmin yapımcısı ve yönetmeni
Faruk Aksoy.
Türkiye’nin en pahalı yapımı olacağı bildirilen
film için İstanbul,
Mersin,
Edirne ve
Yalova’da 4 ayrı çekim mekanı olarak belirlendi.
Filmde şu anda var olmayan birçok tarihi mekanın
tekrar canlandırılması için sanal gerçeklik
teknolojisinden yararlanılıyor. ‘2012’ adlı ünlü
bilim kurgu filminin yapımında kullanılan bilgisayar
efektlerinin benzerini kullanmak
üzere 100 kişilik teknik ekip çalışıyor. İstanbul’un
fethi ve Fatih Sultan Mehmet’in kişiliği üzerinde
odaklanan filmdeki kostümler için 25 bin metre kumaş
kullanıldı.
Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 05.07.2010
|
URLA'NIN SUALTINDAKİ ARKEOLOJİK ZENGİNLİKLERİ
TURİZME AÇILACAK
Çeşmealtı Güzelleştirme
Kalkındırma Derneği’nin, Urla Limantepe bölgesindeki
su altı kazı çalışmalarının turizme açılması için
hazırladığı projeye destek geldi.
İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA), projeye 464 bin
TL katkı
sağlayacak. Dernek Başkanı Erden Can’ın verdiği
bilgiye göre,
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hayat
Erkanal’ın başkanlığında yürütülen kazılar “Su
Altında Tarih Yolculuğu” adıyla turizme açılacak. Bu
sayede arkeolojik kalıntıları korumak amacıyla
dalışa kapatılan İskele ve Çeşmealtı bölgesi,
rehberler eşliğinde dünyaya tanıtılacak.
Ziyaretçiler dünyanın en eski limanı olan Limantepe
su altı kazı bölgesine dalışlar yapabilecek. Dalış
yapamayanlar ise akvaryum teknelerle kalıntıları
yerinde görebilecek.
Hürriyet Seyahat, 05.07.2010
|
RÖNESANSI YARATAN DESENLER

Leonardo da Vinci nin Asker Büstü eskizi de sergide.
British Museum’da, 25 Temmuz’a kadar devam eden
Fra Angelico’dan Leonardo’ya, İtalyan Rönesans
Desenleri sergisi, müzenin okuma odasının Rönesans
tarzı kubbesi altında sergileniyor. Okuma Odası, bir
labirent gibi yerleştirilmiş ve özellikle bu sergi
için kırmızı ve yeşil olarak boyanmış duvarlarıyla,
bizleri neredeyse Floransa’nın büyüleyici
mekanlarından birine götürüyor. Sergideki 100’den
fazla eserin yarısı Floransa’daki Uffizi
Galerisi’nden, diğer yarısı ise British Museum’un
kendi koleksiyonundan alınmış. Desenler erken
Rönesans dönemi -1400’lerden 1510’a kadar olan
döneme- ve Fra Angelico, Jacopo ve Gentile Bellini,
Botticelli, Carpaccio, Leonardo da Vinci, Filippo
Lippi, Mantegna, Michelangelo, Titian ve Verrocchio
gibi ustalara ait. Bu etkileyici serginin küratörü
Hugo Chapman, erken Rönesans’tan yüksek Rönesans
dönemine doğru desenin nasıl geliştiğini ve önem
kazandığını göstermeyi amaçlamış. Beni
heyecanlandıran, ustaların baş eserlerinin nasıl
yaratıldığının izlerini, ustaların eskizlerinde,
desenlerinde izlemek oldu. Sergide daha çok eskizler
ağırlıkta ve birçoğu aslında sergilenmek niyetiyle
yapılmadığı için epey küçük boyutta.
Rönesans sanatının doğmasında, antik dönem
heykellerinin incelenmesi ve perspektifin
kullanılmasının etkili olduğu söylenegelir. Ancak
kağıdın etkisi, günümüzde internetin hayatımızda
yarattığı etki kadar büyük. Mısır papirüslerinden
sonra, bugün kullanılana yakın kağıdı Çinliler, 2000
yıl önce icat etti. İslam dünyası 10 yy.’dan beri
kağıdı kullanmış ve Avrupa’ya tanıtmış. Gutenberg’in
baskı makinesini yapmasıyla kağıdın Avrupa’da yaygın
kullanımı ve üretimi artmış.
Kağıt, sanatçının düşüncelerini ve kalemini
özgürleştirdi. Deri, metal levhalara göre çok daha
kolay ve ucuz elde edilen kağıtla sanatçılar bilinen
formları tekrar etmek yerine, doğayı incelemeye ve
yaratıcı üretmeye geçebildiler. Zihinlerinde oluşan
görüntüleri, hayal güçlerini, biçimlere
dönüştürdüler ve en iyiyi bulmaya çalıştılar.
Desenler, ifadelerin üzerinde çalışmayı, bedenin
hareketlerini yakalamayı mümkün kıldı. Sergide
özellikle Leonardo’nun ‘Bakire, Çocuk ve Kedi’
deseninde, kedinin ve çocuğun oyunlarını ve
Leonardo’nun kaleminin bu hareketleri yakalamak için
kağıt üzerinde koşturmasını izlerken bu keyifli
özgürlüğü hissediyorum. Serginin posterinde de yer
alan Verrocchio’nun ‘Kadın Başı’ desenindeki gizemli
aşağıya bakışın duyguların ifadesini verme çabasına
güzel bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Sergide tamamlanmış eserle, onun tasarlanma
sürecinde yapılmış desenlerin birlikte izlenmesi çok
heyecan verici. Desenler küçük kağıtlara yapılmış,
üst üste düzeltmeler yaparak çizilmiş bazıları. Bu
eserler başkalarına gösterilmek için yapılmamış,
sanatçının yaratma heyecanını, arayışını taşıyorlar.
Atının üstünde kılıcını ejderhaya sallayan şövalye
desenine bakıyorum. Yılan gövdeli, aslan ayaklı,
yarasa kanatlı canavar kötücül görünüyor. Bu
kahverengi mürekkeple yapılmış deseni Raphael,
1507’te 21 yaşındayken çizmiş. Desen, sadece birkaç
fırça darbesiyle şiddeti, ölümü, kötülüğü, insan
ruhunun karanlığını ve aynı zamanda doğanın
güzelliğini yansıtıyor. Raphael, Mikelangelo ile
birlikte, en çok klasik çağ eserlerinden,
heykellerinden esinlenmiş. İkili hayli dinamik bir
tarzla sanatı Yüksek Rönesans dönemine doğru
geliştirmiş.
Leonardo’nun bütün çağdaşlarından farklı yere
koyulmasının nedeni, sanatçılığının bilim insanlığı
özellikleriyle iç içe geçmesi. Doğayı anlamak,
sırlarını çözmek için duyduğu sonsuz merak, deha
ölçüsünde mekaniğe ve matematiğe yatkınlığı, bir
bilim insanı titizliği ve derinliğiyle insan ve doğa
üzerinde yaptığı incelemeler ve ürettiği pek çok
teknik çözüm, araç, yapı çalışmaları en az resimleri
kadar biliniyor ve hayranlık uyandırıyor. Onun
deseni, çizimi, sadece resim yapma sürecinde değil,
bilimsel yaratma sürecinde de kullandığını
biliyoruz. Leonardo’nun desenlerine bakarken bir
psikolog olarak uzun uzadıya üzerinde çalıştığımız
Freud’un da Leonardo Da Vinci’yi ve onun dehasını
merak ettiğini ve onunla ilgili bir kitap yazmış
olduğunu hatırlıyorum.
Freud, arkadaşı Dr. Fliess’a yazmış olduğu
mektuplarında, Leonardo’yu o zamana kadar bilinen en
meşhur solak ve hakkında hiçbir aşk hikayesi
duyulmayan sanatçı olarak tanımlar. Daha sonraki
yıllarda, Jung’a yazmış olduğu bir mektupta ise,
Leonardo’nun müthiş zekasından bahsederek, hayatını
daha detaylıca bilebilmek için İtalya’dan bir kitap
alacağını ifade eder. 1910’da bitirdiği ve pek çok
eleştiri alan kitabında, anne babayla beraber
geçirilmeyen mutsuz bir çocukluğun Leonardo’yu
değişik yönlerde etkilediğini vurgular.
Sergide dikkatimi çeken bir başka nokta ise, Gentile
Bellini’nin İstanbul ziyareti esnasında çizdiği
desenler oldu. İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet’in
portresini yapan Bellini, bu ziyaretinde
karşılaştığı erkek ve kadın figürlerini oldukça
detaylı ve canlı bir şekilde karakalem olarak
çizmiş. Rönesans’ın yeniden doğuşa yol açan
sanattaki arayışları, doğaya ve sanatın, bilimin
temellerinin atıldığı antik çağa doğru yolculuğu ile
psikolojinin temel meselesi arasında paralellikler
kuruyorum sergiden ayrılırken.
Radikal İki, Haber: Özden Bayraktar, 04.07.2010
|
CAMİ İÇİNDE ANTİK SU KANALI SERGİSİ
Antalya’da restorasyon çalışmaları tamamlanan 800 yıllık Yivli Minare Camii (Alaeddin Camii) tekrar ibadete açıldı. Camide çalışmalar sırasında gün ışığına çıkarılan antik su kanalları da üzeri camla örtülerek sergilenmeye başlandı. Restorasyon işini üstlenen Kaan Restorasyon Firması Müdürü Doğan Ünsal, 800 yıllık olduğu tahmin edilen su kanallarının üzerini camla kapattıklarını ve bu şekilde caminin içinde sergiye açtıklarını ve kalabalık günlerde bu alanın üzerinin namaz kılmak için kullanılabileceğini söyledi. Ünsal, çalışmalar sırasında yapının her ögesinde aslına uygun çalışma yaptıklarını, caminin şu anda ibadete açık olduğunu bildirdi. Antalya’nın da simgesi olan Yivli Minare’de restorasyona başlayacaklarını belirten Ünsal, minarenin zarar görmüş tuğlaları ile külahında paslanmaya başlamış bölümlerini aslına uygun yenileyeceklerini ifade etti. Doğan Ünsal, minarenin nem ve güneşe karşı özel maddelerle kaplanarak koruma altına alınacağını, sözlerine ekledi.
Yivli Minare Camii, Antalya’nın ilk İslami yapılarından biri. Hamitoğlu Mehmet Bey tarafından 1373 yılında mimar Balaban Tavaşi’ye yaptırılan Yivli Minare Camii, Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan 38 metrelik minaresiyle tanınıyor. Caminin kitabesinde ise şu ifadelere yer veriliyor: “Bu kıymetli cami, Allahü tealanın yüce yardımı ve dilemesiyle Antalya şehrinin fethinden sonra, ihsanı bol, büyük lider, kıyılar sultanı, devletin ve dinin savunucusu, Allah’ın hükümranlığını sonsuzlaştırdığı Yusuf Bey’in oğlu Melik Muhammed’in ihsanına teşekkür olarak l. Zilkade Hicri 774 senesinde yapılmıştır. Mimarı Balaban Tavaşi’dir.”
Türkiye Gazetesi, 04.07.2010
|
 |
MODERN ÇAĞDA ANTİK YOLCULUK

360 Derece Tarih
Araştırmaları Derneği tarafından hayata geçirilen bir arkeoloji projesi olan Kybele, geçen
yaz maceralı bir Marsilya yolculuğu
yapmıştı. Arkeolojik verilere dayanılarak inşa
edilen gemi, 56 gün süren
yolculuk sırasında, siyasi tartışmalara neden olan
bir sabotajla da gündeme gelmişti. Aynı zamanda bir
2010 tanıtım projesi olan Kybele, tüm zorluklara
rağmen geri döndü ve birkaç aydır
İstanbul'da. Bakım ve
onarımı tamamlanan Kybele gemisi,
İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri kapsamında pek
çok etkinliğe katılacak
ve seyir halinde izlenebilecek.
360 Derece Tarih
Araştırmaları Derneği Başkanı Arkeolog Osman Erkurt,
Kybele'yi yapmaktaki amaçlarını şöyle anlatıyor:
"Türkiye'nin arkeolojik değerlerini anlatmak asıl
amacımız. Bu tür projelerin ülkenin tanıtımı ve
kültür varlığı açısından çok önemli olduğunu
göstermek istiyoruz. Yunanistan, İtalya ve Fransa'da
çok büyük ilgiyle karşılandı proje. Bu, aynı zamanda
bir 2010 tanıtım projesi. Biz bir sene öncesinden
başladık 2010'u tanıtmaya. Yurtdışında yaptığımız
toplantılar, paneller,
dağıttığımız broşürler, onların karşılamaları derken
epey bir ses getirdi." 2010 etkinlikleri kapsamında
Kybele projesi için 8 Temmuz'da Caddebostan Kültür
Merkezi'nde bir gece
düzenlenecek. Tekne 9-10 Temmuz'da, Caddebostan'da
ziyarete açılacak. Ayrıca bir Adalar turuyla, birkaç
kez de Moda'da gösteri seyri yapacaklarını söyleyen
Osman Erkurt, Kybele'nin bir deneysel arkeoloji
projesi olduğunu belirtiyor: "Deneysel arkeoloji
projeleri bilimsel projelerdir. Yaptığımız bütün
deneyler ve sonuçları uluslararası sempozyumlarda
sunulur ve o şekilde kabul görür." Geçen yıl haziran
ayında sadece 20 kürekçi ve yelken gücüyle yola
çıkıp 56 gün sonra Marsilya'ya varan Kybele'nin
başından talihsiz olaylar da geçmişti. Osman Erkurt,
Kybele'nin Marsilya'da batırılmasıyla ilgili
açıklama yapmaktan çekinse de, "Sabotaj olduğunu
tahmin ediyoruz," diyor ve sözlerine şöyle devam
ediyor: "Projenin böyle
sansasyonel
olmasını istemiyoruz, ama bir gerçek var ki,
Türkiye'nin bu tip projelerle anılmasını istemeyen
lobiler var. Bence bu lobi faaliyetlerinden
kurtulmanın tek çaresi var: Bu projelerden her sene
üretmek. Bakın bütün dünya
Vikingleri tanıyor. 17-18 Viking teknesi var.
Japonya dahil dünyanın
her yerinde dolaşıyor. Bize bile iki kere geldiler.
Bu, tanıtımla ilgili bir olay. Öyle takvim basmakla
veya afiş asmakla olmuyor. Gerçek tanıtım, projeyle
yapılmalı." "Peki tekne tamamen suya battı mı, hasar
gördü mü?" diye sorduğumuz Erkurt, teknenin üstünde
makine, motor gibi ağırlıkları olmadığı için tamamen
batmadığını, biraz su aldığını anlatıyor: "Tekne
ciddi anlamda hasar görmedi ama içindekiler,
malzemelerimiz hasar gördü. İtalya'da çok güzel
karşılandık. Fransa'nın birçok yerinde de çok
iyiydik. Marsilya'da biraz sorun yaşadık.
Marsilya'yı seçme nedenimiz de, Foçalıların
Marsilya'yı kurmuş olması. 2 bin 600 sene evvelki
bir olay. Hiçbir siyasi yanımız olmadığını anlattık
Fransız yetkililere, bunun bilimsel bir proje
olduğunu anlattık. Ne yazık ki Türk bayrağı ciddi
biçimde rahatsız ediyor herkesi."
Tekne, 56 gün süren
Marsilya yolculuğu sırasında 26 limana uğramış.
Yolculuk boyunca görev yapan 25 kişi sürekli teknede uyumuş, yiyip içmişler. Teknede su
olmadığı için ancak gittikleri marinalarda duş
alabilmişler. Proje gereği ilkel şartlarda yolculuk
eden ekip bütün zorluklara rağmen etabı tamamlamış.
Osman Erkurt projenin ekip ruhu açısından da önem
taşıdığı görüşünde: "Ekiptekiler 'Bir daha olsa yine
gideriz,' diyorlar. Deniz böyle marazi bir
hastalıktır zaten. Önce 'Ne işim var burada?'
dersiniz, sonra da vazgeçemezsiniz." Kybele'nin
tasarımı ikonografi yöntemiyle yapılmış. Bu tür
teknelerin betimlendiği taş kabartmalar, çanak ve
çömlekler üzerindeki resimlerden yola çıkarak
illüstrasyonu yapılmış. Sonra maketi ve mühendislik
hesaplamalarının ardından imalata geçilmiş. 360
Derece Tarih Araştırmaları Derneği, Kybele'den önce
başka önemli projelere de imza atmış bir dernek.
Dünyanın
bilinen en eski
teknesinin bir örneği olan Uluburun projesi, Kaş ve
Mordoğan'daki Arkeopark projeleri bunların başında
geliyor. Şimdi de Ege'nin 4 bin senelik tekneleri
olan Kiklat kayıkları üzerinde çalıştıklarını
söylüyor Erkurt: "Hiç çivi kullanmadan, keten
iplerle yapılan tekneler bunlar. Bunu Urla'da
gerçekleştireceğiz. Kiklat Adaları ve Yunanistan'a
seferlerimiz olacak. Efes'te
antik liman canlandırması yapılacak. " Başarılı
projeler yapıldığında desteğin de çok olduğunu
söylüyor Erkurt: "Kültür Bakanlığı her projemizde
bir onay mektubu verir, ama mali olarak desteğimiz
daha çok belediyelerden, sektörle ilgili firmalardan
geliyor. Arkas Denizcilik ve
İstanbul
Ticaret Odası destek veriyor. Kent Orkestrası gelip
çalıyor. Sağolsunlar hiç ücret almıyorlar. Setur
Marina'da hiç para ödemeden kalıyoruz. Bu teknenin
burada durması binlerce liralık bir maliyet. Hak
ettiğimizin üzerinde ilgi görüyoruz. Bizim bu ilgiye
layık olup, güzel projeler geliştirmemiz gerekiyor."
Sabah Pazar, Haber: Neslihan Tunç, 04.07.2010
|
 |
İNŞAAT İÇİN İZİN İSTEDİĞİ ARAZİ SİT ALANI OLDU
Bartın'ın Amasra İlçesi'nde yaşayan Serap Suluyolu, Karaevler Mahallesi'nde babasından kalan 6 dönüm arazisine inşaat yaptırmak için başvurdu. Ancak yapılan kazı çalışmalarının ardından Roma dönemine ait mezar ve hamam bulununca arazi 1. derece sit alanı ilan edildi. Suluyolu, "Arsa 1. derece sit alanı oldu ama Türkiye bir tarihi eser kazandı" dedi.
Serap Suluyolu "Kazı yapılması için de başvurdum her seferinde ret cevabı verildi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın Bartın ziyaretinde durumu Bakan'a anlattım. 2 gün sonra beni Bakanlık'tan aradılar ve kazı iznini verdiklerini söylediler" dedi. Bakan Günay'a minnettar olduğunu söyleyen Suluyolu "3 yıldır çözülemeyen sorunu çözdü. Evet arsamız 1. derece oldu ama Türkiye bir tarihi eser kazandı. Arsanın üzerine ev yapmayı düşünüyorduk. Ancak artık yapamayacağız. Kamulaştırma yapılırken mağdur edilmeyeceğimizi düşünüyorum" dedi.
Sabah, Haber: Ali Faik Atay, 04.07.2010
|
VELAZQUEZ'İ
ÇÜRÜTTÜLER
Ünlü İspanyol ressam Diego Velazquez’in bir tablosu, Yale Üniversitesi Müzesi’nin deposunda çürümüş halde bulundu.
17. yüzyıla ait olduğu belirlenen ‘The Education of the Virgin’ isimli tablonun, üniversitenin koleksiyonundaki diğer eserlerle birlikte olumsuz koşullarda saklandığı belirlendi.
Tablonun 1925’te Connecticut’lı bir aile tarafından üniversiteye bağışlandığı biliniyor.
Radikal, 04.07.2010
|
|
 |
ŞEREFİYE SARNICI İÇİN BİR ADIM DAHA
Çemberlitaş'taki eski Eminönü Belediye binasının altında yer alan tarihi Şerefiye Sarnıcı'nın restorasyonu İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilecek. Yerebatan Sarnıcı'ndan 100 yıl daha eski olan, "Theodosius Sarnıcı" olarak da bilinen tarihi Şerefiye Sarnıcı'nın rölöve, restitüsyon ve restorasyon projesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü tarafından ihaleye çıkıldı. İhalesi yapılan restorasyon projesi ile sarnıç ve çevresinin yeşil alan-park alanı olarak kullanılması amaçlanıyor. Sarnıcın üzerinde bulunan ve 1910'da yapılan Arif Paşa Yalısı'nın yanısıra, 1950'lerde inşa edilen ve Eminönü Belediyesi'nin ek hizmet binası olarak kullanılan iki ayrı yapı yer alıyordu. Büyükşehir Belediyesi geçtiğimiz Mart ayında Eminönü Belediyesi'nin ek hizmet binasını restorasyon çalışmalarına başlayabilmek için yıkmıştı. Sarnıcın üzerindeki tarihi tescilli yapı da proje kapsamında restore edilerek kültürel amaçlı kullanılacak.
Eski Eminönü Belediyesi Başkanlık binası altında bulunan tarihi sarnıç Doğu Roma'nın ikinci İmparatoru Theodosius tarafından 428 ile 443 yılları arasında inşa ettirilmiş. Yerebatan ve Binbirdirek sarnıçlarından daha küçük bir sarnıç. Toplam alanı bin 250 metrekare. Şerefiye Sarnıcı veya Thedosius Sarnıcı olarak biliniyor. Yakın zamana kadar pek bilinmeyen bu sarnıç, belediyenin ek binasının altında kalıyor. Arkeologlar, sarnıçtaki sütunların çok iyi korunduğunu belirtiyor. Sarnıcın düzenlenerek tekrar kent yaşamına kazandırılması planlanıyor.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 04.07.2010
|
KERPİÇ EVLERDE SANAT
“Sonsuz Şükran Köyü Projesi” kapsamında Selçuklu mimarisine uygun şekilde yapılacak olan kerpiç evlerde, ünlü isimler bir araya gelip eserler üretecek.
Sanatçıyı Anadolu insanıyla buluşturmayı amaçlayan “Sonsuz Şükran Köyü Projesi”, önümüzdeki hafta sonunda hayata geçiyor. Konya’da Selçuklu mimarisine uygun olarak yapılan kerpiç evlerde sinema ve dizi filmlerin ünlü oyuncuları, mimarlar, heykeltıraşlar, ressamlar ve fotoğrafçılar bir araya gelerek eserler ortaya koyacak.
İstanbul Beyoğlu’nda Fransız Sokağı’nı kuran senarist-yazar Mehmet Taşdiken’in öncülüğünde gerçekleştirilen “Anadolu’ya Sonsuz Şükran Köyü”nün tanıtımı, dün Beyoğlu Cezayir Lokantası’nda yapıldı. Selçuklu’nun geleneksel mimari unsuru olan kerpiç evlerde yıl boyunca kültürel ve sanatsal etkinliklerin yapılacağı projeyle Anadolu’nun unutulan değerleri ön plana çıkarılacak. Besteci Vedat Sakman, tiyatro oyuncusu Halil Ergün, yönetmen Reis Çelik, Prof. Devrim Erbil, Pelin Batu, Prof. Nilüfer Narlı, Doç. Bilge Işık, oyuncu Bulut Aras’ın da yer aldığı, Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanı Ahmet Sever’in destek verdiği projeyle sanatçılar, Anadolu köylüsü gibi düşünecek ve Anadolu kültür örneklerinden eserler üretecek. Proje Koordinatörü Taşdiken, “İlk etkinliği 10-20 Temmuz arasında gerçekleştiriyoruz. 11 film gösterimi, 3 panel, 6 konser var” dedi.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 04.07.2010
|
 |
AIZANOI ANTİK KENTİ
KAZILARI SÜRÜYOR
Almanya’nın Freiburg
Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü ve Aizanoi
Antik Kenti Kazı Grubu Başkanı Prof. Dr. Ralf von
den Hoff, bu yıl 11 Ağustos'ta başlatmayı
planladıkları kazılarda, Zeus Tapınağı çevresindeki
erken Roma dönemine ait eserleri gün ışığına
çıkarmayı hedeflediklerini bildirdi.
Prof. Dr. Hoff,
Kütahya’nın Çavdar İlçesi'ndeki antik kentte geçen
yıl 20 gün çalışabildiklerini, bu yıl kazıları 11
Ağustos'ta başlatıp, eylül ayı sonuna kadar
sürdürmeyi planladıklarını, bunun için girişimlerde
bulunduklarını söyledi.
Kazı için izin almaya
çalıştıklarını belirten Prof. Dr. Hoff, şöyle
konuştu:
”Kazıları bu yıl 11
Ağustos'ta başlatıp, eylül ayı sonuna kadar
sürdürmeyi planlıyoruz. Kazı izninin verilmesinde
gecikme yaşanmazsa çalışmayı başlatma tarihimizi 11
Ağustos olarak belirledik. Bu yıl Aizanoi’de
çalışacak ekipte Almanya, Türkiye ve İtalya’dan
mimarların yanı sıra bu ülkelerden 15 kişilik
arkeolog, tarihçi ve öğrenciler bulunacak. Bu yıl
kazının yanı sıra restorasyona da ağırlık vereceğiz.
Bir yandan kazı işlerini yürütürken, diğer yandan
restorasyonu ele alacağız. 11 Ağustos'ta başlatmayı
planladığımız kazılarda, Zeus Tapınağı çevresindeki
erken Roma dönemine ait eserleri gün ışığına
çıkarmayı hedefliyoruz. Kazılarımız, 2007-2009
yılları arasında bulduğumuz su kanalının etrafındaki
alanda yoğunlaşacak.”
MÖ 1 ve 2. yüzyıllardaki
Helenistik dönem yerleşmesini anlamaya yönelik
çalışmaların bu yılki kazıların ana hedefini
oluşturduğuna işaret eden Prof. Dr. Hoff,
restorasyon çalışmalarını 2011 yılı sonuna kadar
tamamlamayı düşündüklerini sözlerine ekledi.
Aizanoi’nin adı, ”Su
Perisi Erato” ile efsanevi kral Arkas’ın
birleşmesinden ortaya çıkan mitoloji kahramanı
”Azan”dan geliyor. Aizanoi, Frigya’ya bağlı
Aizanitislerin ana yerleşim merkezlerinden biri
olarak gösterilirken, kent alanının M.Ö 3000′li
yıllardan itibaren kullanıldığı tahmin ediliyor.
Hellenistik dönemde
Bergama Krallığı ile Bithinya arasında el
değiştirdiği bilinen Aizanoi’nin MÖ 133′de Roma
egemenliğine girdiği tarihi kaynaklarda yer alırken,
bir piskoposluk merkezi kentin, erken Bizans
döneminde önemini yitirdiği belirtiliyor. 13.
yüzyılda Çavdar Tatarlarının üssü olduğu, sonraları
Çavdarhisar ismini aldığı kaydedilen kent, Avrupalı
gezginlerce 1824 yılında keşfedildi.
”İkinci Efes” olarak
adlandırılan Aizanoi’de Alman Arkeoloji Enstitüsünce
1970′ten itibaren her yıl yapılan kazılarda,
dünyanın en iyi korunmuş Zeus Tapınağı, 20 bin kişi
kapasiteli tiyatro ve ona bitişik 13 bin 500 kişilik
stadyum, 2 hamam, dünyanın ilk borsa yapısı, sütunlu
cadde, Kocaçay üzerinde 5 köprü, ”Meter Steunene”
kutsal alanı, nekropoller, bir bent ve su yolları
gün ışığına çıkarıldı.
Zeus Tapınağı’nın
çevresinde, MÖ 3000′li yıllara ait yerleşim
tabakaları bulundu. Kazılardan elde edilen eserler,
Kütahya Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Prof. Dr.
Ralf von den Hoff başkanlığındaki arkeologlar, her
yıl yaz aylarında belirli dönemlerde kazı
çalışmalarını sürdürüyor.
Samanyolu Haber,
03.07.2010
|
ZİNCİRLİHÖYÜK'TE KAZI
Gaziantep’in İslahiye İlçesi'ne bağlı Zincirli Köyü
sınırları içinde yer alan Zincirli Höyük’te, beşinci
ayak kazı çalışmaları başladı.
Chicago
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Davit Scholen
başkanlığındaki ekip tarafından Chicago Üniversitesi
ile Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğiyle
başlatılan kazılar 6 hafta sürecek. Zincirli
Höyük’te ilk kazı çalışmaları 20 Ağustos 2006
tarihinde başlamış ve 5 hafta sürmüştü.
Kazı
başkanı Scholen, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
30 kişilik ekibiyle tarihi dokuya zarar vermeden,
çok titiz bir çalışma yapacaklarını ifade ederek,
‘Bu yıl özellikle geçen yıl açtığımız kazılara devam
edeceğiz. Amacımız, Zincirli
Höyük’teki tarihi ve kültürel eserleri gün yüzüne
çıkartabilmek. 2007 yılında yaptığımız 5 haftalık
bir çalışmayla tarihi kentin duvarının yaklaşık 45
metresini ortaya çıkartmıştık. Bu yıl da özellikle
tarihi şehrin güney tarafında çalışmalarımızı
yoğunlaştıracağız. Bu bölgede Yüksek Kutamuva, Kral
2. Panamuva ve MÖ 730 dönemine, yani Demir Çağı’na
ait evleri, saray ve şehir kapılarını bulmayı
umuyoruz’ dedi. Scholen, kazıda kendilerini yalnız
bırakmayan yetkililere de teşekkür etti. Zincirli
Köyü Muhtarı Resul Kılıç da köylerindeki kazıyla
ilgili memnuniyetini dile getirerek, ‘Köyümüzde kazı
yapılması ve tarihin ortaya çıkarılması çok güzel.
Köyümüzdeki işsiz gençler birkaç ay da olsa çalışma
imkanı buluyor’ dedi. Zincirli Höyük kazısının 5 yıl
daha sürmesi planlanıyor.
haberler.com, 03.07.2010
|
 |
BİTLİS KALESİ RESTORE EDİLİYOR
Bitlis Kültür ve Turizm İl Müdürü Hüsnü Işıkgör, kalenin surlarında taş düşmeleri yaşandığı için restorasyon çalışmalarına başladıklarını belirtti.
Surlarda çatlakların oluşması, çürümelerin yaşanması ve taşların parçalanması nedeniyle kalenin tehlike arz ettiğini ifade eden Hüsnü Işıkgör, şöyle konuştu:"Kalenin surlarında restorasyon çalışmalarına başladık. Bu yıl ilk önce tehlike arz eden yerleri restore edeceğiz. Kültür ve Turizm Bakanlığımız restorasyon çalışmalarını programa almıştı. Biz de surlarda restorasyon yapılması için projelerimizi hazırlayarak, Van Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna sunduk.Projemiz onaylandı. Restorasyonu en güzel şekilde yapacağız. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Restorasyon için gerekli ödenekler sağlandı."
Restorasyon çalışmalarının sağlıklı yürütülmesi ve tehlikelerin yaşanmaması için kalenin altından geçen yolun trafiğe kapatıldığını söyleyen Işıkgör, çalışmaları en kısa sürede tamamlayarak, yolu ulaşıma açacaklarını dile
getirdi.
Bitlis Kalesi’nin üzerine kurulduğu kaya bloklarında da sağlamlaştırma çalışmalarının yapılacağını açıklayan Işıkgör, kaya sağlamlaştırma projesini tamamladıktan sonra Van Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna sunacaklarını kaydetti.
Radikal, 03.07.2010
|
ALTIN ARARKEN TARİH BULDU

Giresun'da, Kırım Krallığı'nın 3 bin 400 yıllık
definesinin peşine düşen ve ekibiyle 3 yıldır kazı
yapan Turan Gögerçin, tarihi kalıntılara rastladı.
Kendi tabiriyle, mesleği define
avcılığı. Türkiye'nin değişik şehirlerinde 20 yıldır
define arıyor. İddiasına göre hepsini de bulmuş.
Gögerçin'in son durağı Giresun'un Bulancak İlçesine
bağlı 2 bin 100 rakımlı Bektaş Yaylası. Elindeki,
kaynağını açıklamadığı belgelere göre, Kırım
Krallığı, 3 bin 400 yıl önce burada
yaşamış. Gögerçin, 3 yıl önce resmi izin
alarak oluşturduğu 17 kişilik özel ekiple
arama çalışmalarına başladı. Belgelerdeki
yer altı şehri ve hazine odasını bulabilmek için
kazı alanına sondaj malzemesi, seyyar kompresör,
jeneratör, yapay asansör ve sondaj makinesi
getirildi. İlk kazma vurulduğunda tünelin gözetleme
kulesi olarak tabir edilen giriş bölümü ortaya
çıktı. Kazıda ilk yıl 16, ikinci yıl 34, üçüncü yıl
ise 54 metreye ulaşıldı.
Kazıların bu yıl 4. yılı... Yeniden
toplanmaya
başlayan ekip 1 ay içinde sonuca varacaklarına inanıyor.
Doğru yolda olduklarını ifade eden Gögerçin de,
Kırım Krallığı'nın yeraltı şehrinde 38 oda
bulunduğunu belirterek, tüm özel eşyalarını burada
sakladıklarını savunuyor. Gögerçin, peşinde olduğu
hazinenin ne kadar olduğu konusunda net bir rakam
vermekten kaçınıyor. Ancak yaklaşık 90 ton altın
olduğu iddiaları kulaktan kulağa yayılmış durumda.
Gögerçin, şunları anlatıyor: "Bu alanda 3 krallığın
yaşadığını tahmin ediyoruz. Kibana, Tabana ve son
olarak da Kırım. Ancak tarihçiler milattan önce
1500'lü yıllarda bölge Kırım Krallığı'nın var
olduğuna dair tarihsel bir bilginin bulunmadığını
ilettiler. Sonuçta hangisi olduğu önemli değil.
Çalışmamız sonunda hem büyük bir medeniyet hem de
hazine ortaya çıkacak."
Turan Gögerçin, 3 yıllık kazı çalışmasında yaklaşık
400 bin lira para harcadı. Sadece her yıl aldığı
arama ruhsatı izni için 45 bin lira ödüyor.
Bulancak Belediye Başkanı Kadir Aydın da çalışmaları
heyecanla takip ediyor. Ancak
onun önceliği hazine değil medeniyet.... Başkan
Aydın, "Turan Bey'e sonuna kadar destek veriyoruz.
Medeniyeti bulduğu anda, milyonlarca turist buraya
akın edecek" diyor.
Turan Gögerçin "Şu an 54 metredeyiz. Gerekirse 154
metreye kadar gideriz. Bu amaç için 400 bin TL
harcadım, bir o kadar daha harcamaya hazırım" diyor.
Ancak hazineyi bulursa, yarısı yasa gereği devlete
kalacak.
Sabah, Haber: Ulaş Özdemir - Ümit Uzun,
03.07.2010
|
BAKAN, ADIYAMAN'DA
YASAKLARI ÇİĞNEDİ
5. Doğu ve Güney Doğu
Yaz Spor Oyunlarının startını veren, Spordan Sorumlu
Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak, Adıyaman’da
yasakları alt üst etti.
Adıyaman Valisi Ramazan
Sodan, Belediye Başkanı Necip Büyükaslan ile
birlikte 2 bin 206 metre yükseklikteki Nemrut
Dağı’na tırmanan Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak,
buarada yasak olmasına rağmen heykellerin yanına
giderek fotoğraf çektirdi. Bakan Özak hem de müze
görevlisinin ' Seni Bakan'a şikayet ederim' demesine
aldırış etmeden binlerce turistin önünde heykellerin
yanına geçti.
Adıyaman Haber,
03.07.2010
|

|
6 BİN 500 YAŞINDA BİR BEBEK
10 aylıkken kalp rahatsızlığı, zatürree ve dolaşım yetmezliğinden ölen Detmold çocuğu
ABD’deki Kaliforniya Bilim Merkezi, yedi ülkeden
15 müzenin katkılarıyla düzenlenen, dünyanın en
büyük mumya sergisini ağırlıyor. Önceki gün açılan
‘Dünyanın Mumyaları’ adlı sergide en fazla ilgiyi 6
bin 500 yaşında bir
bebek
çekiyor! Peru’da 10 aylıkken kalp rahatsızlığı,
zatürree ve dolaşım yetmezliği yüzünden ölen bebek
mumyalanırken ketene sarılıp boynuna bir muska
takılmış. MÖ 4500’lü yıllardan kalan mumya,
Almanya’nın Detmold şehrindeki Lippisches Landes
Müzesi’nde sergilendiği için ‘Detmold çocuğu’ olarak
biliniyor.
Sergide ayrıca, içlerinde köpek, kedi, maymun ve
balık gibi birçok hayvanın da bulunduğu 45 mumya ve
95 tarihi eser var. 17. yüzyılda yaşamış Baron von
Holz ve Macaristan’da
bir
kilisenin bodrumunda bulunan Orlovits ailesinin de
görülebileceği mumyaların yanında bilimsel
açıklamaların yer aldığı videolar ve üç boyutlu
fotoğraflar da olacak.
ABD’deki Kaliforniya Bilim Merkezi, yedi ülkeden 15
müzenin katkılarıyla düzenlenen, dünyanın en büyük
mumya sergisini ağırlıyor. Önceki gün açılan
‘Dünyanın Mumyaları’ adlı sergide en fazla ilgiyi 6
bin 500 yaşında bir
bebek
çekiyor! Peru’da 10 aylıkken kalp rahatsızlığı,
zatürree ve dolaşım yetmezliği yüzünden ölen bebek
mumyalanırken ketene sarılıp boynuna bir muska
takılmış. MÖ 4500’lü yıllardan kalan mumya,
Almanya’nın Detmold şehrindeki Lippisches Landes
Müzesi’nde sergilendiği için ‘Detmold çocuğu’ olarak
biliniyor.
Sergide ayrıca, içlerinde köpek, kedi, maymun ve
balık gibi birçok hayvanın da bulunduğu 45 mumya ve
95 tarihi eser var. 17. yüzyılda yaşamış Baron von
Holz ve Macaristan’da
bir
kilisenin bodrumunda bulunan Orlovits ailesinin de
görülebileceği mumyaların yanında bilimsel
açıklamaların yer aldığı videolar ve üç boyutlu
fotoğraflar da olacak.
Kaliforniya Bilim Merkezi yetkililerinden Diane
Perlov, birçok mumyanın sergiye getirilmeden önce
DNA, radyo karbon gibi çeşitli testlere sokulduğunu
anlatıyor. Antropolog Gill-Frerking de
ziyaretçilerin “Çocuklar
5 bin yıl önce okula gidiyor muymuş?” gibi ilginç
sorular sorduğunu söylüyor. Birçok bilinmeyene ışık
tutan mumyaların sergisi üç yıl ABD’yi
gezecek.
Radikal, Fotoğraflar: AFP, 03.07.2010
|
YEŞİLALIÇ KALESİ
ARKEOLOJİK KAZI BEKLİYOR

Van’ın Saray İlçesi'nde
yer alan, çevresinde 5 metre yüksekliğindeki anıt
kapı ile sarnıçların yer aldığı Urartu dönemine ait
Yeşilalıç Kalesi’nde saklı kalan tarihi değerler,
keşfedilmeyi bekliyor.
Saray ilçesinde kalesi,
5 metre yüksekliğinde üzerinde Urartuca yazının
bulunduğu kaya kapısı, sarnıçları ve kaya resimleri
ile büyük ilgi çeken Yeşilalıç bölgesi, bu yıl,
Valilik tarafından yapılan çalışmaları kapsamında
turizme açıldı. İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü yetkilileri, tarihi ve turistik açıdan
önem taşıyan bölgenin ilk kez bu yıl tanıtım
programına alındığını belirterek, bu alanda şimdiye
kadar arkeolojik kazı yapılmadığını, arkeolojik kazı
yapmak isteyen akademisyenleri bu bölgeye davet
ettiklerini söyledi.
İstanbul Üniversitesi
Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Oktay Belli de, Van’ın 65 kilometre doğusunda yer
alan Yeşilalıç bölgesinde, 5 metre yüksekliğindeki
anıtsal özelliğe sahip açık hava tapınağının,
tarihsel açıdan büyük önem taşıdığını söyledi.
Üzerinde Urartulara ait
yazının bulunduğu kapının, kutsal kabul edildiği
için fazla tahrip edilmediğini belirten Prof.Dr.
Belli, halk arasında “taş kapı” olarak anılan
eserin, temizlik çalışması ile ihtişamlı görünüme
kavuşabileceğini kaydetti.
Prof.Dr. Belli, Urartu
döneminde yapılan kale ile çevresinde yer alan
çeşitli büyüklükte sarnıçların da tarihsel değer
taşıdığını ifade ederek, bölgedeki kaya resimlerinin
de ilgi çekici olduğunu, eski döneme ait olduğu
tahmin edilen kaya resimlerinin de incelenmesi
gerektiğini vurguladı.
Yeşilalıç bölgesindeki
kaya resimlerini görüntülemek üzere bölgeye gelen,
arkeolojik ve mimari çekimleri ile tanınan fotoğraf
sanatçısı Ersin Alok, hayvan figürlerinden oluşan
kaya resimlerinin, MÖ 6000’li yıllara dayandığını
tahmin ettiğini söyledi.
İçi oyulmuş bir
mağaranın duvarlarında yer alan ve hayvan
figürlerinden oluşan resimlerin, hayatın geçtiği
noktayı gösterdiğini bildiren Alok, kaya üstü
resimlerinin bir bölümünün tahrip edildiğini, bu
resimlerin iyi korunması gerektiğini söyledi.
Güneydoğu Ekspres,
02.07.2010
|
SİDE ANITSAL ÇEŞMEDE
BAHAR DÖNEMİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI SONA ERDİ

Antalya’nın Manavgat
İlçesi Side antik kentte Anıtsal Çeşme’de (NYMPHAEUM)
bahar dönemi restorasyon çalışmaları sona erdi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü tarafından 6 Nisan’da başlatılan restore
çalışmalarına ilişkin bilgi veren Arkeolog Altan
Algül, tarihi çeşmede alan yönetiminin Sayka İnşaat
Mimarlık Mühendislik Müşavirlik Limited Şirketi
tarafından 'Tarih Günışığına Çıkıyor (Hıstory Comes
Back To Life)' projesiyle uygulandığını söyledi.
Altan Algül, Anadolu
topraklarından ayakta kalan en görkemli Roma dönemi
çeşmesinin ayağa kalması için çalışmaların 10 yıl
daha sürebileceğini ifade etti. Algül, “Anıtsal
Çeşme’de yılda 2 kez çalışma yapıyoruz. Bahar ve yaz
döneminde. Side antik kentte bulunan ve MS 2. yüzyıl
ortalarında yapılan anıtsal çeşme, Anadolu
topraklarında bulunan tek en görkemli çeşmedir.
İtalya Roma’da bulunan Anıtsal Çeşme’de MS 3.
yüzyılda inşa edilmiş ve model olarak Side örnek
alınmıştır. NYMPHAEM’da geçen yıl 4 sütunu ayağa
kaldırdık. Bu yıl ise 7 sütunu ayağa kaldırdık.
Ayrıca kayıp sandığımız taşların çoğunu bulduk.”
dedi.
Burdur’un Ağlasun ilçesi
Sagalassos Antik Kent’te bulunan Yukarı Agora
Antonin’ler Çeşmesi aslına uygun şeklinde onarılarak
2010′da su akıtılarak Birleşmiş Milletler Eğitim,
Bilim ve Kültür Kurumu(UNESCO) tarafından insanlık
kültür mirasına alınlığına dikkat çeken Algül,
Anıtsal Çeşme’nin ise dünyada başka bir örneğinin
bulunmadığını kaydetti.
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji
Anabilim Dalı Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu da Side
Antik Kent’te ilk kazı çalışmasının 1947 yılında
Ordinaryüs Prof. Dr. Arif Müfid Mansel tarafından
yapıldığını belirtti. Uzun yıllar Prof. Dr. Jale
İnan’la birlikte Side kazılarına eşlik ettiğini
aktaran Haluk Abbasoğlu, İtalya Roma’da bile
bulunmayan Roma eserlerinin Side’de bulunduğunu dile
getirdi. Abbasoğlu, Side kazılarının bu nedenle
insanlık kültür mirası için çok önemli olduğunu
söyledi.
Star Gündem, 01.07.2010
|