30 Mayıs - 5 Haziran 2010
|
KALE KAPISI RESTORE
EDİLECEK

Malatya'nın Darende
İlçesi'nde, "Zengibar Kalesi Kapısı Rölöve ve
Restorasyan Projesi" ihalesi 7 Haziran'da yapılacak.
Zengibar Kale kapısı rölöve ve restorasyon projesini
yaptırmak üzere kaymakamlık tarafından ilçeye davet
edilen İstanbul Teknik Üniversitesi mimarlık
Fakültesinden Prof.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller
başkanlığındaki 6 kişilik teknik ekip tarafından
ücretsiz hazırlatılan proje, Sivas Anıtlar Kurulu'na
sunuldu. Kurul tarafından onaylanan "Zengibar Kalesi
Kapısı Rölöve ve Restarosyan Projesi" için ayrılan
ödenek, Kayseri Rölöve ve Anıtlar Kurulu'na
gönderildi. Söz konusu Zengibar Kale Kapısı'nın
Rölöve ve Restorosyan projesi 7 Haziran 2010
tarihinde ihale edilecek.
Kaymakam Murat Uzunparmak konu ilgili olarak, "Zengibar
Kalesi kapısının onarımı ihale sonucuna göre hemen
başlayacak. Bu yıl içerisinde tamamlanarak,
geçmişten geleceğe bir köprü misali tarihi seyrine
devam edecektir. Zengibar kalesi kapısının
onarımında, proje aşamasından tamamlanmasına kadar,
emeği geçenlere, katkıda bulunanlara, sivil toplum
kuruluşlarına teşekkür ediyor, onarılacak olan
eserin ilçemiz ve ülkemiz turizmine hayırlı olmasını
diliyorum"dedi.
Prof.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller başkanlığındaki
teknik heyet tarafından ücretsiz olarak hazırlanan
proje, Darende kent dokusunun veya arkeolojik
kalıntılarının yakından incelenmesi, belgelenmesi,
mimarlık tarihi açısından değerlendirilip kale
kapısının iç ve dış mimarisine, özgün dekorasyonuna
ve taşıyıcı sistemi ile yapı malzemelerine uygun
olarak hazırlandı.
Malatya Haber,
03.06.2010
|

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Burhan Sayılır, Gelibolu Yarımadası’ndaki
bazı anıtların Mondros ile Lozan anlaşmaları
arasında yok olduğunu açıkladı. Sayılır, “Savaş
alanına şehitlerimiz adına dikilen anıtları yok
edenler, şimdi Türklerden iyi niyet gösterisi
bekleyerek her geçen yıl kendi askerleri için yeni
anıt dikilmesini istiyorlar” dedi.
Çanakkale Savaşları’nın üzerinden
95 yıl geçerken ÇOMÜ öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr.
Burhan Sayılır, “Çanakkale 1915” adlı dergide
yazdığı makaleyle çok çarpıcı bir gerçeği gözler
önüne serdi. Sayılır, savaş sona erdiğinde
Çanakkale’de, şehit olan Türk askerlerinin anısına
bölgeye bir çok anıt dikildiğini, ancak Gelibolu
Yarımadası’nın 1919 yılında işgal kuvvetlerinin
eline geçmesiyle birlikte, bu anıtların yok olduğunu
açıkladı. Konuyla ilgili yaptığı araştırmaların
sonucunda ulaştığı bilgileri açıklayan Yrd. Doç.Dr.
Burhan Sayılır, yok olan anıtlar arasında ‘Telgraf
Bölüğü Şehitliği Anıtı’, ‘Türk-İtalyan Savaşı
Anıtı’, ‘Düşmanın Yarımada’dan Atılması Şerefine
Yapılan Anıt’, ‘Çataldere Şehitliği Anıtı’,
‘Anafartalar Şehitleri Anıtı’, ‘Kanlısırt Anıtı’
bulunduğunu söyledi. “Savaş alanına şehitlerimiz
adına dikilen anıtları yok edenler, şimdi Türklerden
iyi niyet gösterisi bekleyerek kendi askerleri için
her geçen yıl yeni anıt dikilmesini istiyorlar”
diyerek tepkisini dile getiren öğretim üyesi Burhan
Sayılır, “Çanakkale Savaşı sona ermesi ile birlikte
Türkler, yaklaşık 9 ay boyunca burada verdiği
şehitleri anısına bir çok anıt dikmişti. Bu anıtlar
Yarımada’nın işgal kuvvetleri tarafından 1919’da ele
geçirilmesine kadar ayaktaydılar. Lozan anlaşması
sonrasında bu anıtlardan bazılarının ortadan yok
olduğu anlaşıldı. Ama o dönemde kimse bunu
önemsemedi. Bu anıtlar neden yok oldu? Kim yok etti?
Amaç neydi? Bu sorulara verilecek cevapların bu
saatten sonra çok anlamı yok. O zaman bu anıtlar
hakkında bilgiler ortaya çıktıktan sonra ne
yapılabilir sorusuna cevap aramalıyız” dedi. Yrd.
Doç.Dr. Burhan Sayılır, yok olan anıtlarla ilgili
savaş sonrası çekilmiş fotoğraflarında yer aldığı
bir rapor hazırladığını söyleyerek, bu anıtların
orijinal yerlerine yeniden inşa edilmesi gerektiğine
dikkat çekti. Sayılır şöyle konuştu: “Çanakkale
girişinden başlayıp, Karadeniz’e kadar, batık
denizaltı mürettebatı, batmış gemi mürettebatı, esir
düşmüş askerler adına Türkiye’nin dört köşesine anıt
dikmek isteyenler öncelikle yok ettikleri Türk
anıtlarıyla işe başlamalılar. Hatta, yok olan Türk
anıtlarını yeniden inşa etmeyi, anıtları yıkanların
üstlenmesi daha iyi bir davranış olur”
Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır, yok olan anıtlar
arasında, Seddülbahir Köyü’nde Ertuğrul Koyu’na
yapılan ‘Düşmanın Yarımadadan Atılması Şerefine
Yapılan Anıt’ın bulunduğunu, ancak bu anıtın çok
fazla bilinmediğini söyledi. Anıtın, 95 yıl sonra
fotoğrafıyla ortaya koyarak gün yüzüne çıkmasını
sağlayan Sayılır, anıt üzerinde Osmanlıca olarak,
“İngiliz ve Fransızların Seddülbahir’den firarları.
27 Kanun-ı Evvel 1331” yazısının bulunduğunu, bu
tarihin ise miladi karşılığının 9 Ocak 1916’ya denk
geldiğini, bununda itilaf devletlerinin Gelibolu
Yarımadası’nın terk ediş tarihi olduğunu söyledi.
Burası Çanakkale, 03.06.2010
|
7 ASIRLIK SIR ÇÖZÜLDÜ

Erzurum'da
Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan Cimcime Hatun
Türbesi’nin altında mezarlık ve mumya odası bulundu.
Türbede yapılması düşünülen rölöve çalışmaları
esnasında bulunan mezarlık ve mumya odasına, çevre
esnaf ve vatandaşların şaşkın bakışları arasında
girilirken, buluntuyla ilgili olarak son kararın,
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından
verileceği bildirildi.
14. Yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilen
Cimcime Sultan Türbesi’nin altında, mezarlık ve
mumya odası bulundu. Erzurum Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü tarafından Cimcime Sultan Türbesi’nde
yapılması planlanan rölöve ve peyzaj çalışmaları
esnasında bulunan gizli oda, herkesi şaşkına
çevirdi. Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Rölöve ve
Anıtlar Müdürü Suat Bakır ve Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu’nun da hazır bulunduğu kazı çalışmaları,
vatandaşlar tarafından ilgiyle izlenirken, türbenin
hemen altındaki gizli odada, iki adet mezar ve mumya
odasına rastlandı. Konuyla ilgili olarak bir
açıklama yapan Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen,
Cimcime Hatun Türbesi’nde bulunan mezarlık ve mumya
odasıyla ilgili bilgiler verdi. Erkmen, Cimcime
Hatun Türbesi’nin etrafının, Büyükşehir Belediyesi
tarafından açıldığını hatırlatarak, bu çalışmaların
ardından türbeye ait kitabenin ortaya çıktığını dile
getirdi.
Erkmen, “Burada bazı rölöve çalışmaları yapılması
yönündeki çalışmalarımız vardı. Türbenin alt katının
olup olmadığı konusunda bir kazı yapılması
gerekiyordu. Bu kazıyı da, teknik ekiple birlikte
gerçekleştirdik. Yaptığımız bu kazı çalışmasında,
türbenin altında iki adet mezarlık ve mumya odasına
rastladık. Odada iki adet mezar ve mumya odası
bulunuyor.” diye konuştu. Türbedeki kitabeden
anlaşıldığına göre, yapının Ilhanlılar dönemine ait
olduğunun anlaşıldığını kaydeden Müze Müdürü Erkmen,
“Bu gibi yapıların alt katlarında genellikle mezar
odaları bulunur. Burada zemin araştırması yapılması
lazım. Eğer alt katta mazgal ya da pencere varsa,
bunların da ortaya çıkarılması gerekir.” dedi. Mumya
odasındaki iki adet mezarın kime ait olduğunun
bilinmediğini vurgulayan Müze Müdürü Erkmen, burada
yapılacak olan çalışmaların şekline dair en son
kararın, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından verileceğini sözlerine ekledi.
Erzurum, Cumhuriyet Caddesi’nde, Ulu Cami’nin
kuzeyinde bulunan Cimcime Sultan Kümbeti’nin XIV.yüzyılın
başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Türbenin büyük
bir kısmı yol seviyesinin yükselmesinden ötürü
toprak altında kalmıştır. Kümbet Erzurum’un yöresel
Sivişli (Keverk) taşından yapılmış olup silindirik
gövdeli taş konik külahlıdır. Kümbetin gövdesi
birbirine bağlanmış yuvarlak kemerli sütunlarla bir
revak konumuna getirilmiştir. Konik külahın altında
dışa taşkın bir silmesi bulunmaktadır. Türbenin su
basmanının yukarısındaki gövde, birbirine paralel,
kalın çift kabartma çubuklarla daire şeklinde
kemerler oluşturmuştur. Böylece dıştan 12
köşeli olmamasına rağmen böyle bir gövde görünümü
vermektedir.
Erzurum Gazetesi, 03.06.2010
|
|
IRAK'TAKİ OSMANLI YADİGARI YOK OLUYOR
Irak’ta
Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan arkeolojik bölgede,
ağaç kullanılarak inşa edilmiş yapıların, savaş ve
ihmaller sonucunda yok olmaya yüz tuttuğu
belirtildi. Bölge halkı, hükümetin çürüyen bu tarihi
mirası yenilemesini istiyor. Evlerin bakımsız
olduğunu savunan Abo Ahmed, “Hükümet bu evlere bakım
yapmalı çünkü burası tarihimize ait bir yer.
Bazıları insanlar tarafından tamamen mahvedilmiş
durumda. Burası çok eski. Umarım mirasımız olan bu
yer eski günlerine geri dönebilir” diye konuştu.
Bölge halkından Um Shehab, bölgedeki evlerin yok
olmak üzere olduğuna işaret ederek, “Bu bölge
turistler için bir ziyaret merkeziydi ama uzun
süredir bakımsızlık yüzünden yok olmaya başladı”
ifadelerini kullandı. Yetkililerden bölgeye destek
beklediklerini belirten Ahmed Abdul Radi ise,
“Aelchenachel evleri, sokakların, kafelerin olduğu,
Irak’ın en güzel yeridir. Bütün bu evler Basra’nın
medeniyetleşmesini temsil ediyor” dedi. Aelchenachel
evleri, Irak’ta ‘eski Basra’ olarak adlandırılan
bölgede bulunuyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: Mahmut El
Beçari - Kareem Jamell, 03.06.2010
|
TOPKAPI'DA SAATLERİ AYARLAMA VAKTİ

Zamana hakim olma isteğinin bir tezahürü olsa
gerek, saatler insanoğlunun en yakın dostları oldu
tarih boyunca.
Güneş saatleri, su saatleri, kum saatleri yerini
zamanla mekanik hatta elektronik saatlere bıraktı.
Tik tak'larıyla zamanın akıcılığını hatırlatan
saatler estetikle de birleşince şaheserler çıktı
ortaya. Breguet'nin Osmanlı saat şaheserleri ise
Topkapı Sarayı'nda tarihin şahitliğini yapıyor
şimdi. Osmanlı ve Avrupa saraylarını süsleyen
Breguet saatlerinin 'Osmanlı Koleksiyonu' ilk kez
Topkapı Sarayı'nda sergileniyor. Abraham Louis
Breguet'nin Osmanlı saraylarını süsleyen 250 yıllık
saatleri, zarafetleriyle tarihe damgasını vurmuş.
Tektaş AŞ'nin katkılarıyla düzenlenen serginin
başyapıtları arasında Breguet'nin Sultan II.
Mahmut'a özel yaptığı ve bir saat şaheseri olarak
bilinen 'Pendule Sympathique' de bulunuyor. Önceki
gün Topkapı Sarayı Divit Odası'nda açılan sergide on
beş saatin yanı sıra dönemin padişah portreleri ve
Paris'in ilk Türk büyükelçisi Seyit Ali Efendi ile
Breguet arasında yazılan mektuplar da var.
Saatçilik alanındaki icatlarının yanı sıra
sanatsal tekniğiyle de tanınan Breguet'nin en önemli
buluşlarından birisi 1801 yılında gerçekleştirdiği
Tourbillon isimli mekanizma. Bu mekanizma mekanik
saatlerdeki en yüksek ayar hassasiyetini
garantiliyor. III. Selim, II. Mahmut, Napoleon
Bonarparte, Kraliçe Marie-Antoinette, Rus Çarı
Alexander, İngiltere Kraliçesi Victoria, Sir Winston
Churchill gibi birçok önemli isimle tarihte buluşan
Breguet saatleri, Balzac, Puşkin gibi yazarların o
devri yansıtan eserlerine de konu olmuş. Breguet'nin
teknikle sanatı bir araya getirdiği şaheserlerini
görmek için 30 Ağustos'a kadar yolunuzu Topkapı
Sarayı'na düşürebilirsiniz.
Zaman, Haber: Elif Kaya, 03.06.2010
|
TOPKAPI KONYALI
LOKANTASI'NDA YIKIM
48 yıldır Topkapı Sarayı’nda
faaliyet gösteren Konyalı Lokantası'nın bahçesinde
yıkım yapıldı. Büyükşehir Belediye ekipleri, 520
kişilik lokantanın 400 kişilik kapasitesini içeren
bahçesindeki bütün yapıları yıktı. Konyalı Lokantası
Genel Müdürü Savaş Bulut Turizmhabercisi.com'a
yaptığı açıklamada, zararlarının birkaç milyon dolar
olduğunu, 150 bin rezervasyonlarını iptal etmek
durumunda kalabileceklerini söyledi.
Savaş Bulut, yıkım sürecini şöyle
anlattı:
"Lokantamızın bahçesindeki
yapıların izni ile ilgili uzun yıllardır yasal
girişimlerimiz sürüyordu. Son olarak 2009 yılının
Haziran ayında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın bir ziyaretinde konuyu görüştük. Bizi
mağdur etmeyeceklerini, gerekirse başka bir yer
göstereceklerini ifade ettiler. Sarayın içinde eski
otobüslerin park ettiği alanı verebileceklerini
ifade ettiler. Bunun üzerine mimar Sinan Genim'e
yeni alan için proje çizdirdik, Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu’na teslim ettik. Ancak 21 Aralık 2009
tarihinde Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan bize yıkım
yapılacağını tebliğ ettiler. Biz de kendilerine
hemen cevap vererek, projemizin Kurul’da olduğunu
söyledik. 8 Ocak 2010 tarihinde proje başvurusunun
sonucunu bekleyeceklerini açıkladılar. Böylece
Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan çıkacak sonucu beklemeye
başladık.
23 Mayıs 2010 tarihinde Bakan
Ertuğrul Günay bizi ziyaret etti ve yıkımın hemen
yapılması yönünde yetkililere talimat verdi. Biz
kendisine projeyi hatırlattık. Ancak önce yıkılır
sonra gereği yapılır. Yıkım yapmayanlar hakkında da
savcılığa suç duyurusunda bulunurum dedi.
Pazar günü telefon geldi, yıkımı
yapın denildi. Bizim bir günde kendi kendimize yıkım
yapmamız söz konusu olamazdı. Sonrasında da dün
sabaha karşı belediyeden ekipler geldi, yıkımı
gerçekleştirdi.
400 kişi kapasitelik alanımız
böylelikle darma duman oldu. 150 bin rezervasyonu
iptal etmek durumunda kaldık. Zararımız birkaç
milyon dolar. Yine de sağlık olsun diyoruz. Ancak bu
yıkımı turizm sezonunun en yoğun olduğu günlerde
gerçekleştirmek hem bizi, hem acenteleri, hem de
rehberleri mağdur etti. Oysa ki bu yıkımı sezon
sonunda yapsalardı bu kadar zarar görmeyecektik.
Bahçemiz cumartesi gününe kadar
kapalı. Şu anda düzenlemeye yapmaya çalışıyoruz.
Şemsiyeler açıp masalarımızı kurup misafirlerimizi
ağırlamaya devam edeceğiz. Sonuçta bu alanın
kullanım hakkı bize ait, faaliyetimiz daha düşük
kapasiteli olsa da devam edecek. Yine turistlere en
iyi hizmeti vermek için çalışacağız."
Turizm Habercisi,
02.06.2010
|
DSİ'DEN MİLLİYET'E TEKZİP
Devlet
Su İşleri, Milliyet Gazetesi
köşe yazarlarından Metin Münir
tarafından kaleme alınan
“Ilısu’da cevapsız
sorular”, “Ak Parti, Siyah Proje”
ve “Ilusu: Hazine beni ilgilendirmez
diyebilir mi?” başlıklı köşe yazıları için
bir düzeltme ve cevap yazısı gönderdi. DSİ Genel
Müdürü Haydar Koçaker imzasıyla
gönderilen ve Milliyet Gazetesi'nde de bugün
yayınlanan açıklama şöyle:
"Ilısu barajı projesi son 13 yıldır gerek ülkemiz
gerekse dünya kamuoyunda geniş bir şekilde yer
almakta. Çevre ve Orman Bakanlığımız ile Genel
Müdürlüğümüz anılan projeyle alakalı olarak haksız
ithamlarla karşı karşıya bırakılmaktadır.
Ilısu barajı projesi Bakanlar Kurulu’nun 1997 tarih
ve 9532 sayılı kararında ülkenin ekonomik şartları
göz önünde bulundurularak iç ve dış finansman
ihtiyacının Sulzer Hydro AG liderliğindeki
konsorsiyumca temin edilmesi ve Hazine
Müsteşarlığı’nca uygun bulunması şartıyla 2886
sayılı kanunun 89. maddesine göre yapılacağı
kararlaştırılmıştır.
2004 yılında Sulzer Hydro AG firmasının küllü
halefiyet yoluyla Va TECH Hydro Gmbh&Co firmasına
intikali sebebiyle, 2004 tarihli ve 8033 sayılı
Bakanlar Kurulu kararına binaen Va TECH Hydro Gmbh&Co
firması tarafından teklif edilen finansmanın Hazine
Müsteşarlığı tarafından uygun bulunması şartıyla
1997’de alınmış olan Bakanlar Kurulu kararına göre
işlenmeye devam edilmiştir.
Ayrıca 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun geçici 2.
maddesinde “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
önce ihale edileceği yazılı olarak duyulmuş veya
ilan edilmiş olan işler ilgili olduğu kanun usulüne
göre sonuçlandırılır” hükmü düzenlenmiştir. Bu
sebeple kredi temin ve Hazine Müsteşarlığı’nca kabul
edilme süreci sonunda sözleşme taraflarca
14.08.2007’de imzalanmıştır.
Yapım çalışmalarına başlanıldıktan bir süre sonra
“Çevre”, “Kültürel varlıklar” ve “Yeniden yerleşim”
konularında yapılan başarılı çalışmalar göz ardı
edilerek projede yaşanan gelişmeler haksız ve
maksatlı bir şekilde çarpıtılarak Ilısu projesindeki
çalışmaları denetleyen uzmanların olumlu raporlarına
rağmen kredinin bir kısmını sağlayan yabancı
bankalar taraflı bir şekilde projeden
çekilmişlerdir.
Kredinin bir bölümünü temin eden yabancı bankaların
projeden çekilmeleri üzerine konsorsiyum lideri ve
diğer ortaklarınca eksik kredi, eski kredi
şartlarını taşıması koşulu da göz önünde
bulundurularak temin edilmiş ve Hazine
Müsteşarlığı’nca da bu kredilerin uygun görülmesi
üzerine projeye devam kararı alınmıştır.
Yazılarınızda ifade edildiği gibi işin ihale
edilmeden bir firmaya verildiği iddiası asılsız bir
ithamdan öteye bir mana ifade etmemektedir. Bu iş
ile alakalı olarak yapılan bütün işlemler 2886
sayılı kanunun 89. maddesine 1999 yılında alınan
Bakanlar Kurulu kararı ve bu işlemlerin
tamamlanmasına matuf bilahare yine bu istikamette
alınan Bakanlar Kurulu kararına uygun olarak
yürütülmüştür.
Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi adına gazetenizde
seri olarak doğru bilgileri içermeyen bahse konu
yazılarınızı tekzip eder, 5187 sayılı Basın
Kanunu’nun 14. maddesi gereğince düzeltme ve cevap
yazısının gazetenizin aynı sayfa ve sütunlarında
aynı puntolarla yayımlanmasını talep eder,
çalışmalarınızda başarılar dileriz".
Yapı, 02.06.2010
|
ATAKÖY SAHİLİNDE ARKEOLOJİK KAZI YAPILACAK
İstanbul 7. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu, TOKİ'nin satışa çıkardığı Ataköy
sahilindeki 163. parselde Osmanlı dönemi Baruthane
yapılar topluluğuna ait mühimmat tünelleri ile II.
Mahmut tuğrasının yer aldığı yapılarda tahribat olup
olmadığının anlaşılması için arkeolojik çalışma
yapılmasına karar verdi.
Türkiye Mimar ve Mühendisler Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi ile Trakya 1. Büyükkent Bölge
Temsilciliği, 1 Şubat 2010'da Anıtlar Kurulu'na
başvurarak, Bakırköy Zeytinlik Mahallesi'ndeki 18
pafta 564 ada eski 151 parselin ifrazıyla oluşan
mülkiyeti TOKİ Başkanlığı'nda olan 163. parselde,
Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek
Kurulu'nun 20 Mart 1956 tarih ve 470 sayılı
kararıyla tescilli Osmanlı dönemi Baruthane yapılar
topluluğuna ait mühimmat tünelleri ile II. Mahmut
tuğrasının yer aldığı yapıların yok olduğunu
bildirdi. Talebi inceleyen kurul, tahribatın söz
konusu olup olmadığının belirlenebilmesi için alanda
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde
gerekli arkeolojik çalışmaların (yüzey araştırması,
sondaj gibi) yapılarak raporların kurula
iletilmesine karar verdi.
Zaman, 02.06.2010
|
ANKARA MODERN YÜZÜNE, CER MODERN'E KAVUŞTU

Fotoğraf: Çağrı Öner
Müze binaları, mimarileri ve içinde açılan sergiler
ile sadece yerli turistlerin değil yabancı
turistlerin de gezi durağı oluyor, bir anlamda da
kent ile özdeşleşiyorlar. Böyle bir müzenin
senelerdir eksikliğini çeken Ankara sonunda modern
sanat müzesine, Cer Modern'e kavuştu.
Mimari projesi Uygur Mimarlık tarafından
hazırlanan müze aslında bir dönüşüm projesi. Cer
Modern, eski eski vagon tamirhaneleri, cer
atölyeleri ve bu binaları saran betonarme yeni bir
binadan oluşuyor.
11.500 metrekarelik bir alana yayılan, 10 senelik
bir çalışmanın ürünü olan müzede, 4.500 metrekarelik
sergi salonu, 700 metrekarelik fotoğraf galerisi,
müze mağazası, 370 kişilik konferans salonu, çok
amaçlı salon, kafe ve heykel parkı bulunuyor.
Giriş katındaki ana salonlarında dönüşümlü
olarak, yılda dört kez müzenin kendi derlediği
sergiler, uluslararası galeri ve müze ağlarıyla
yapılan işbirliği ile derlenen çalışmalar
sergilenecek.
Ankara'nın modern yüzü olmayı hedefleyen Cer
Modern'in müelliflerinden Semra Uygur ile projenin
nasıl ortaya çıktığını, tasarım kriterlerini ve
işveren ile olan ilişkilerini konuştuk.
Emine Merdim Yılmaz: Cer Modern'in
projesinin elde edilişinden inşa edilişine kadar 10
sene geçti. Geçen zaman zarfında yaşananları
aktarabilir misiniz?
Semra Uygur: Cer Modern'in inşa
edildiği yer AKM 4. Bölge'de yani bizim
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu
yaptığımız alanda ve yarışma sürecinde yıkılacak
yapılar kapsamındaydı. Daha sonra 1995'te Milli
Komite'nin burayı korumaya alma kararı nedeniyle
alanın telif haklarına sahip olduğumuz ve konser
salonuyla uyumunu sağlamamız gerektiği için bunu
yaptık.
EMY: Proje, eski vagon tamirhaneleri ve
cer atölyelerinin restorasyonu yanında, bir de yeni
bir binanın tasarımını kapsıyor. Yeni binadaki
tasarım kriterleriniz neydi?
SU: Orada iki dönemde yapılmış
dört hangar var. Birinci dönem hangarları üç tane ve
büyük, enleri geniş boyları daha kısa olan
hangarlar. Aşağıdaki fotoğrafta sol tarafta görülen
uzun, üzeri alüminyum kaplı olan hangar da ikinci
dönemde yapılan, 92 metre uzunluğunda bir yapı.
Birinci dönem yapılan üç hangarın iki tanesi
demiryolu hattı o alanda değiştirildiği için ve o
zaman yıkılacak bina niteliğinde görüldüğü için
demiryolları tarafından mecburen yıkıldı.

Bizim restorasyon yapmadaki mantığımız da
projesinde de görülebileceği üzere eski yapıyı sargı
bezi gibi sarmak. Sağ tarafta görülen beton yapı da
sanki bir baston gibi yapıyı ayakta tutan bir
konsept üzerine gelişti. Üstünde durduğumuz alanın
da altında yeni yapılar vardır. Toplantı salonları,
galeri gibi mekanlar o açık alanın altında
bulunuyor.
EMY: Cer Modern'in Ankara'nın ilk modern
sanat müzesi olduğunu düşünürsek sizce kente nasıl
bir katkısı olacak?
SU: Aslında Ankara için çok geç
kalmış bir yatırım bu. Yanındaki konser salonu da
bitince -ki bu da tıpkı Cer Modern'de olduğu gibi,
şimdiki Kültür ve Turizm Bakanı'nın büyük
katkılarıyla gerçekleşiyor- Ankara'da geç kalmış ama
başkentin yüzünü göstermeye aday bir yapı olduğunu
düşünüyoruz.

EMY: İşveren ve mimar ilişkisini bu yapı
özelinde nasıl yorumlarsınız?
SU: Biz bu projeleri yüklenici
olan Baki İnşaat'a yaptık. 10 sene sürdü ve bunun
nedeni yükleniciden değil ödenek yetersizliğinden ve
dur-kalk'lardan kaynaklanıyor. Biz Baki İnşaat'la
çok iyi bir iletişim içerisinde bunu götürdük ve
gayriresmi olarak sürekli inşaatın başında bulunma
şansımız oldu. Ama bu yapının bitirilişine esas
sahiplik eden de bizzat Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay. Sürekli şantiyeyi ziyaret etti,
üzerinde durdu, titizlendi, bitirilebilmesi için
görüşlerimizi aldı. Ankara'da bu yatırımı
bitireceğine dair söz vermişti ve bunu
gerçekleştirdi. İşveren açısından bir sıkıntımız
olduğunu söyleyemeyiz ve gayet iyi ilişkiler
içerisinde götürdük bu işi.
EMY: Çok teşekkür ederiz.
Arkitera, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 02.06.2010
|
"OSMANLI MİMARİSİNE HAYRANIM"

Görme engelli mimar Carlos
Mourao Pereira, genç mimarlarla beş duyuya hitap eden yapılar ve engellileri de hesaba katan mimari fikirleri paylaşmak
için Özürlüler Vakfı'nın davetiyle
İstanbul'a geldi. "İstanbul'a
en son geldiğimde Boğaz'ın rengini görebiliyordum"
diyen Mourao "İstanbul'a
hayranım çünkü tarihi mekanlar engelliler
hesaba
katılarak inşa edilmiş, tüm duyulara hitap ediyor.
Bir projemde
de Pamukkale'den esinlendim" dedi. Portekizli mimar
Carlos Mourao Pereira 1998'den bu yana Lizbon,
Zürih, Budapeşte gibi
birçok Avrupa
ülkesindeki üniversitelerin dışında New York Metropolitan Sanat
Müzesi'nde çalışıp projeler
yayımladı. Ancak 2006'da görme yetisini tamamen
yitiren başarılı mimar çalışmalarına ara vermedi. Tüm duyulara hitap eden mimari
yapılar için projeler
hazırlayan Mourao, Özürlüler Vakfı'nın bu yıl
5'incisini gerçekleştirdiği Özürlüler Kongresi için İstanbul'a geldi. Burada genç
mimarlarla workshoplar da düzenleyecek olan Mourao
engelli gözüyle mimari yapıları
yorumlayacak. "İstanbul'a en son geldiğimde Boğaz'ın rengini
görebiliyordum" diyen Mourao
İstanbul'a ve Osmanlı mimarisine hayran
olduğunu söylüyor. Görme yeteneğini nasıl
kaybettiğinden bahsetmek
istemediğini anlatan başarılı mimar, mimari
yapıların çoklu duyulara yönelik alanlar
haline geldiğinde engellilerin hayatının daha da kolaylaşacağına
inandığını belirtiyor. Mourao, ne demek
istediğini
daha iyi anlatmak için Süleymaniye Camisi'ni örnek
gösteriyor. "Artık mimari
yapılarda avlu kullanmıyorlar. Oysa avlular
görme engellilerin sesleri daha iyi algılayıp
rahatsız olmadan bulunabilecekleri mekanlar,
Süleymaniye bu anlamda muhteşem" diyor. İstanbul'da tarihi mekanların bir çok duyuya hitap edecek
şekilde yapıldığını
anlatan Mourao "İstanbul'daki tarihi mekanlarda
bulunmaktan keyif alıyorum. Mimari öyle
olağanüstü ki akustik ve kokular sayesinde mekanı
algılayabiliyorum" diyor.
Başarılı mimar, bir termal
projesinde de Pamukkale'den ilham aldığını
itiraf ediyor. Portekiz'de kayalık sahil şeridinde
dalgaların doğal yolla
oluşturduğu oyukları termal havuzlar olarak
dizayn
ettiğini anlatan Mourao "Bu sayede
herkes bu sığ havuzlarda oturup, yosunlara
dokunarak, denizin kokusunu içine çekip tuzlu suyu
tadarak spa keyfi yaşayabiliyor, Pamukkale'nin biraz
benzeri gibi" diyor.
Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 02.06.2010
|
SAAT KULESİ FİLİZLENDİ
İzmir'in tarihi
simgelerinden Saat Kulesi'nin tepesinde, kuşların
düşürdüğü sanılan bir tohum çimlenip filiz verdi.
Fidanın boyu 50 santime ulaştı. Saat Kulesi'nin
üzerinde yükselen fidanı gören İzmirliler şaşkınlık
yaşadı. Saat Kulesi'nin üzerindeki yeşil yapraklar,
turistlerin de ilgisini çekti.
Radikal, Haber: Mustafa Oğuz, 02.06.2010
|
|
 |
SULTANAHMET'E ARTIK ARAÇ GİREMEYECEK
Ayasofya ve Sultanahmet Meydanları'na Haziran'ın 7'sinden itibaren araç girişi yasak olacak. Bölgeye sadece acil durum araçları girebilecek.
İstanbul'un en önemli turistik merkezlerinden Sultanahmet ve Ayasofya meydanları araç girişine kapatılıyor. Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü'nün yaptığı çalışmayla özel araçlar Sultanahmet Meydanı'na giremeyecek. Turist kafileleri de ring sefer yapan otobüslerle belirlenen indirme-bindirme yerlerine kadar girebilecek. Turist otobüslerinin beklemesi için Sultanahmet Meydanı çevresinde otoparklar hazırlandı. Turist otobüslerinin park alanına getirdikleri turist kafileleri ise, ring araçları ile meydanların yanındaki indi-bindi otoparklarına kadar götürülecek. Turistler bölgede yaya olarak gezilerini tamamladıktan sonra tekrar turist otobüslerinin bulunduğu park yerine gelerek bölgeden ayrılacak. Sultanahmet Meydanı ve bağlı caddelerde yapılan düzenlemeye göre yayalaştırılan bölgeye sadece resmi araçlar, itfaiye, ambulans, polis, zabıta, PTT ve konsolosluk araçları girebilecek, ancak bekleme ve park yapamayacak. Yayalaştırılan bölgede yer alan bina ve işyerlerine yükleme, boşaltma ve diğer ihtiyaçlar için yaz aylarında 23.00-08.00, kış aylarında ise 21.00-08.00 saatleri arasında araç girebilecek. Sultanahmet bölgesinin turistik potansiyelini artırmaya yönelik uygulama 7 Haziran'da yürürlüğe girecek.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 02.06.2010
|
KARMAKARIŞIK BİR MEZAR!
Battalgazi İlçesi'ndeki Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restorasyonu esnasında ortaya çıkan 3 insan iskeleti ile ilgili olarak Malatya Müzesi uzmanlarınca yapılan inceleme sona erdi.
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın arka kısmında zemin temizleme çalışması esnada bulunan mezardan 3 adet insan iskeleti çıkmıştı.
Malatya Müze Müdürü Ziya Kılınç, "Sivas Korumu Kurulu ile yaptığımız resmi görüşmeler sonucunda, temizlik çalışması başlattık. Mezar bizim tahmin ettiğimiz bir ölümü gömme sistemi ile ölü gömülen bir mezar değildir. Birisi bayan 2'si erkek iskeleti olmak üzere 3 iskelet bulundu. İskeletler düzenli değildi. Tamamen yığma şekilde üst üste konulmuştu. Toplu mezar diyemeyiz, çünkü vücutta bir bütünlük yok. Tamamen bir yere yığılmış bir mezar topluluğu vardı. İskeletler yığıntı şeklindeydi. İskeletlerin arasında seramiklerde çıkarttık. Bizim genel kanaatimiz, kesin olmamakla birlikte burada muhtemelen evlerin inşaatları sırasında bu mezarlara rastlanıldı ve bunlar buraya toplanıldı diye düşünüyoruz" dedi.
Malatya Müzesi Müze Araştırmacısı Antropolog Hüseyin Şahin, tahminen ev yapım çalışmaları ve hafriyat çalışmaları sırasında bulunan iskeletler bir yere getirilerek yığılmış olabileceğini söyledi.
Şahin, iskeletlerin 35-40 yaşlarındaki insanlara ait olduğu ve çıkan parçaların Selçuklu, Bizans ve Osmanlı dönemine ait olduğunu belirterek, "Karma karışık bir mezar çıktı. Buradaki mezarın bir temelden çıkan kemiklerin ya da mezarların bir çukura yan yana defnedildiğini düşünüyoruz" ifadesini kaydetti.
Malatya Haber, Fotoğraflar: Mehmet Göresiye, 01.06.2010
|

 |
VORTVOTS VORODMAN'IN DÖNÜŞÜMÜ, DİĞER KİLİSELER İÇİN
ÖRNEK OLACAK

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı,
planı saray mimarı Kirkor Amira Balyan
ile Devlet Garabet tarafından
yapılan ve 14 Ekim 1828'de ibadete
açılan Kumkapı'daki Surp Vortvots Vorodman
Kilisesi'nin restorasyonu için çalışmalara
başladı. Restorasyon çalışmasının ardından
kültür merkezine dönüştürülecek olan anıt
yapı, bir katedral (Meryem Ana) ve iki şapelden (Surp
Haç ve Surp Vortvots Vorodman) oluşan yapı
kompleksi bünyesinde yer alıyor.
Kumkapı'da varlığı bilinen 3 Ermeni kilisesinden
biri olarak 1641'den bu yana
Patrikhane kilisesi olarak hizmet
veren, 1940'lı yıllarda
zincir ve halat fabrikası olarak kullanılan
kilise, Varto ve Lice depremleri sırasında, barınma
ihtiyacını karşıladı.
Yıllardır atıl durumda olan kilise, restorasyon
sonrasında, sanatsal etkinlikler ve mimarlık yoluyla
yeniden keşfedilecek.
Şehrin yeni kültür odaklarından biri olması
hedeflenen kilisenin kültür merkezine
dönüştürülmesinin, diğer kiliseler için de mimari
örnek oluşturması amaçlanıyor.
Dini bir yapının, kullanıcıları değişmeden,
sahiplerinin rızası ile dönüşümü İstanbul için bir
ilk niteliğinde.
Dönüşümün mimari ve sanatsal yönlerini geliştirmek
için, restorasyon projesi bütünsel bir yaklaşımla
ele alınacak ve düzenli atölye çalışmalarıyla
sürecin, mimarlara ve sanat insanlarının katılımına
açılması sağlanacak.
Önemli bir kültür mirası olan yapının, çoğulcu bir
mimari yöntemle tartışılması ve kullanım
özelliklerinin dini vecibeler dikkate alınarak
yaratıcı bir biçimde yeniden tanımlanmaya
çalışılmasının, bir kültür varlığının hangi
öncelikler gözetilerek korunabileceğine iyi bir
örnek oluşturacağı ifade ediliyor.
Yapı, 01.06.2010
|
TARİHİ DOKUYU ORTAYA ÇIKARMAK İÇİN AĞAÇLARIN YERİ
DEĞİŞTİRİLİYOR

Erzurum'un Yakutiye ilçe belediyesi tarafından,
tarihi dokuyu ortaya çıkarmak için hazırlanan
projeyle sökülen ağaçlar yeniden 'hayat' buluyor.
Projede ana amacın tarihi dokunun ortaya çıkarılması
ve estetik bir çevre düzenlemesi olduğuna vurgu
yapan Başkan Korkut, ''Proje ile tarihi dokuyu gün
yüzüne çıkaracağız. Ağaçları köklerinden sökerek,
başka bir alana dikiyoruz'' dedi.
Yakutiye Belediye Başkanı
Ali Korkut,
yaptığı açıklamada, ağaçların arasında kalan tarihi
dokuyu ortaya çıkarmak için hazırladıkları
''Yakutiye Medresesi ve Lala Paşa Parkı''
projesini uygulamak için birçok kurumun görüşlerini
aldıklarını anlattı.
Yakutiye Medresesi ile Lala Paşa Camisi'nin
çevresinin düzenlemesi için hazırlanan projeyi
herkese tanıtıp, görüşlerini almadaki amaçlarının;
ortak aklın zenginliğinden yararlanmak olduğunu
ifade eden Korkut, ''Yakutiye Medresesi ve Lala Paşa
Camisi çevre düzenleme projesini, Atatürk
Üniversitesine, İstanbul Hazır Beton Elemanları ve
Hazır Beton Fabrikaları San. ve Tic. A.Ş (İSTON),
belediye personeli ile serbest proje hazırlayanlara
ayrı ayrı hazırlattık.''
Projede ana amacın tarihi dokunun ortaya çıkarılması
ve estetik bir çevre düzenlemesi olduğuna vurgu
yapan Korkut, ''Düzenleme içerisinde, Selçuklu
motiflerinin kullanılacağı zemin çalışmaları ve su
oyunlarının bulunduğu havuzlar da yer alacak. Proje
ile tarihi dokuyu gün yüzüne çıkaracağız. Ağaçları
köklerinden sökerek, başka bir alana dikiyoruz''
diye konuştu.
Proje kapsamında ağaç söküm ve taşıma çalışmalarına
başlandığını söyleyen Korkut, projeyi kapsayan alan
içerisinde 350 adet ağacın bulunduğu ve bunlardan
ikişer adet kestane, karaçam, elma ve beş adet vişne
ağacının korunarak, muhafaza edileceğini bildirdi.
Yakutiye parkı içerisinde bulanan ve taşınmayacak
olan kara çam gibi ağaç türlerinin de yerinde
muhafaza edileceğini söyleyen Korkut, şöyle devam
etti:
''Ağaç katliamına karşıyız. Bunun için de park
içerisinde bulunan bazı nadide türler yerlerinde
muhafaza edilecek. Diğer ağaçları Tortum yolu
üzerinde kurulacak piknik ve park alanına taşıyoruz.
Ağaçlara kıymamız söz konusu değil. Sert zeminde
bulunan 220 civarındaki ağaç da sökülerek başka
alanlara taşınacak. Söktüğümüz ağaçların yerine de
köksüz bodur ağaçlar dikeceğiz ve tarihi dokunun
ortaya çıkmasını sağlayacağız. Hazırladığımız proje
sayesinde hem tarihi doku ortaya çıkacak, hem de
sökülen ağaçlar yeniden hayat bulacak. Bu arada
yeşile verdiğimiz önem 1 yıllık işlerimizden de
ortaya çıkıyor.''
Çalışmaların aralıksız devam ettiğini ifade eden
Korkut, hava şartları ve imkanlar ölçüsünde, yeni
çehresine kavuşacak olan Yakutiye Medresesi ve
Lalapaşa Parkı çevre düzenleme çalışmalarını bu yıl
bitirmeyi planladıklarını sözlerine ekledi.
Yapı, 01.06.2010
|
 |
AKM, BİTMEMİŞ SENFONİ
Atatürk Kültür Merkezi (AKM), önceki gün, kapatılışının ikinci yılında, kültür merkezinin iki yıldır kapalı olmasını protesto eden ve bir an önce açılması için talepte bulunan opera, tiyatro, bale sanatçıları ve sanatseverleri bir araya getirdi. Yeditepe Üniversitesi’nden Prof.Dr. Taylan Ula’nın öncülüğünde AKM’nin önünde bir araya gelen sanatçı ve sanatseverler, “AKM bitmemiş senfoni”, “Kültür Başkenti Baştan Alınsın, AKM Açılsın”, “Kültür, Kültür Başkentini Teğet Geçti” gibi çeşitli pankartlarla duygu ve düşüncelerini ifade ettiler.
Kendisini bir ‘AKM sever’ olarak tanıtan Prof.Dr. Taylan Ula yaptığı açıklamada, AKM’nin, Kültür Bakanlığı ve İstanbul 2010 Ajansı arasındaki anlaşmazlık yüzünden açılamadığı yönünde duyumlar aldıklarını, artık resmi bir ağızdan açıklama yapılmasını istediklerini söyledi. İki sene geçmesine rağmen binaya tek bir çivi bile çakılmamış olmasını, merkezi ve mahalli yönetimlerle birlikte İstanbulluların da ayıbı olduğunu belirten Ula, AKM’ye bir an önce kavuşmak istediklerini sözlerine ekledi.
Protestocular arasında yer alan İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdür ve Sanat Yönetmeni Suat Arıkan ise bu buluşmada sahnesini özlemiş bir sanatçı duyarlılığıyla yer aldığını, ilk kez 1981’de adım attığı AKM ile duygusal bir bağı olduğunu söyledi. İDOB’nin seyircileriyle kopmamak adına Kadıköy Süreyya Operası’nda yapıtlarını sahneliyor olmasına karşın özellikle balede büyük yara aldıklarını belirten Arıkan, AKM’ye bıraktıkları şartlarda geri dönmeye razı olduklarını söyledi.
Cumhuriyet, 01.06.2010
|
TÜRKİYE ARKEOLOJİ LABORATUARI (1)
İstanbul’da cuma
akşamı sona eren beş günlük
“32.
Uluslararası Arkeoloji, Araştırma ve Arkeometri
Çalıştayı”nın kapanışında yabancı bilim
insanları adına konuşan Alman Arkeoloji Enstitüsü
Başkanı Feliks Pirson “Türkiye,
zengin arkeolojik mirası ile uluslararası ölçüde,
adeta arkeolojik bir laboratuvara dönüşmüştür” dedi.
Açılış konuşmasını yapan Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürü O. Murat Süslü
ise şu bilgileri katılımcılara iletti:
“Geçen yıl; 98 Türk, 48 yabancı bilim insanlarınca,
30 müzemizce ve eski eser kaçakçılığının önlenmesi
amacıyla da 109 kurtarma kazısı gerçekleştirildi.
Karayolu ve baraj etkileşim alanlarında 24 yerde
kurtarma kazısı ile 2 yüzey araştırması yapıldı.
Ayrıca 76 Türk, 32 yabancı yüzey ve 1 adet de sualtı
araştırması düzenlendi. Böylece 309 kazı, 111 yüzey
araştırması olmak üzere, 36 temizlik çalışmasıyla
beraber toplam 456 bilimsel çalışmaya izin verildi.
Bu amaçla (yabancı kazılar ve araştırmalar dışında)
25.7 milyon lira ödenek ayrıldı.”
Bir yıl önce bu sayı 417 idi…
Bu yılki “sempozyum (çalıştay)”,
“2010
Avrupa Kültür Başkenti” olduğu için
İstanbul’da düzenlendi. Anadolu’nun
tarihsel, kültürel, dinsel mirası hakkında yerli ve
yabancı bilim insanlarının, dört ayrı salonda 360
bildiriyi sundukları çalıştay hakkında basınımızda
tek satır haber gördünüz mü? Göremezsiniz? Çünkü
çalıştayda magazin eklerini tam sayfa kaplayan
baldır bacak görüntüleri yoktu! Kimin elinin, kimin
cebinde olduğuna ya da kimin kuşunun kimin kafesinde
olduğuna ilişkin haberler çalıştaydan çıkmazdı!
Alman arkeolog Pirson “Türkiye’nin uluslararası bir
arkeoloji laboratuvarına dönüştüğünü” söylüyor. Size
son beş hafta boyunca bu alanda Türkiye’de
düzenlenen öteki etkinliklerin bir listesini
vereyim. Bunlardan hangisi hakkında basınımızda tek
satır okudunuz?
28-29 Nisan Ordu -Kültür ve Turizm Bakanlığı-
“Müzeler Kurtarma Kazıları Toplantısı”,
20-21 Mayıs Ankara -Vehbi Koç Vakfı (VEKAM)-
“Geçmişten Geleceğe Türkiye’de Müzecilik”,
21-23 Mayıs İstanbul -Türk Tarih Kurumu-
“İstanbul’un Doğu Roma Günleri”,
26 Mayıs İstanbul -Avrasya Enstitüsü- “Müze
Teknolojileri Konferansları”,
31 Mayıs/1 Haziran İstanbul -Koç Üniversitesi-
“Suriye ve Anadolu Sınır Aşan Arkeolojik İlişkiler”,
3-6 Haziran İstanbul -Akdeniz ve İtalya
Üniversiteleri- 2. Uluslararası Akdeniz Dünyaları
Çalıştayı’nda “Efsaneler Akdenizi, Akdeniz
Efsaneleri”.
Bu toplantılardaki bazı haberler yabancı basında
yayımlandıktan sonra, “Türkiye’de arkeolojik şu
buluntular gün ışığına çıkmış!” gibilerden
çevirilerini, el alemin oyuncağıyla gerdeğe girecek
olan, basınımızda yakın gelecekte okursunuz!
Bunlardan bazılarını önümüzdeki günlerde
Cumhuriyet’te okuyabileceksiniz.
18-24 Mayıs tarihleri arasında dünyada “Müzeler
Haftası” kutlanır. O hafta Güney Anadolu’da dört
müzeyi dolaştım. Bazı müzelerde sabahları valilerin
de katıldığı “kutlama törenleri” yapılmıştı. Ancak
öğleden sonra müzelerimizde in cin top oynuyordu!
Nerede öğretmenlerimiz, nerede öğrencilerimiz,
nerede yerel basınımız? Müzede eğitilmeyen çocuklar
sonra büyüyüp basın mensubu olunca konuya ilgisiz
kalır ya da Sabah gazetesinde 24 Mayıs’ta olduğu
gibi “Sardes Antik Kenti” diye “Efes Celsus
Kitaplığı’nın” resmi konulur!
Bu arada bu çalıştaya İstanbul’daki arkeoloji ve
sanat tarihi öğrencilerinin katılamayışlarını da
yadırgadığımızı söyleyebiliriz. Geçen yıllarda öteki
kentlerde üniversite öğrencilerinin, öğrenmek için o
salondan bu salona coşkuyla koşturduklarının
tanığıyızdır. Ama İstanbul’daki rektörler, sınav
tarihlerini değiştiremeyince öğrenciler, ne yazık ki
bu “uluslararası laboratuvardan” yararlanamadılar!
Ayrıca müze ve ören yerlerinin satış mağaza
ihalesini koskoca Bilkent Üniversitesi’nin şemsiyesi
altında kazanan Bilintur Şirketi’nin, görkemli Didim
Apollon Tapınağı’nın sur duvarını, dükkan yapmak
için buldozer ile 25 Mayıs’ta yıkmasına ne demeli?
Bereket Belediye talana “dur” demiş!
Defineciler, Yine Defineciler!
Yıllardır mayıs ayı sonundaki bu uluslararası
çalıştayı coşkuyla izliyorum, öğreniyorum,
yazıyorum. Bu kez çok önemli iki gelişmeyi
algıladım.
Birincisi… Eskiden halk arkeologlara “mezar
kazıcıları” derdi! Şimdi bilim insanları
definecilere, “klasik arkeologlar!” diyorlar.
Bildirilerde “kaçak kazı”, “yasadışı kazı”,
“defineci tahribatı”, “hazine arayanlar” gibi
tanımların, geçen yıllara kıyasla olağanüstü
arttığını üzülerek öğrendik.
Bazı arkeologlar ise “Şanslıyız, defineciler burayı
eşelememiş”, “Bu yıl kazı alanına geldiğimizde
ortalığın kaçakçılarca altüst edildiğini gördük”,
“Lahti açtığımızda içindeki naylon poşetten
definecinin bizden önce açtığını anladık” ya da
“Hazine arayanların bir yandan çukur kazarken bir
yandan da kafa çektiklerini geride bıraktıkları bira
kutularından belirledik” sözleri ile yakındılar!
Kültür Bakanlığı temsilcisi, ödenek yokluğundan
“bekçi” koyamadıklarını, sorunun çözümünü “yerel
yönetimlerden beklediklerini” söylemekle yetindi.
İkincisi… Bilgisayarın teknik katkısı ile “sismik”
çalışmalarda kullanılan “jeofizik araçların”
kullanımı ile arkeologların işlerinin
kolaylaştığına, zaman kaybının gittikçe azaldığına
tanık olduk. Eskiden, “olsa olsa” yönetimi ile “kazı
açması” yapan arkeologlardan önce, artık arazinin
alt katmanlarını jeofizikçiler belirliyorlar.
Böylece arkeologlar bir “tümülüse (anıt mezara)”
nereden girilmesi gerektiğini bu yöntemle daha
yaygın olarak saptıyorlar. Arkeologlar bu yöntemi
kullanırlar da defineciler dururlar mı? Onlar da
devletten sağladıkları “maden arama ruhsatı” ile
aynı araçları kullanıyorlar.
“Metal detektör” kullanımının yasaklanmasını öngören
taslak, genel müdürlükte yine rafa kaldırıldı. Bakan
Ertuğrul Günay, öncüllerinin geleneğini
sürdürmeyerek, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, ne
açılışta ne de kapanışta çalıştaya geldi!
Bir zamanlar balonla, helikopterle havadan fotoğraf
çekiminin yerini artık “Google” verileri ve Amerikan
Uzay Merkezi NASA’nın havadan bulguları almıştı.
İstanbul’un Kültürel Mirası!
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Düzenleme
Kurulu çalıştaya önemli destek sağladı. Kurulun
Başkan Yardımcısı Mehmet Gürkan’ın konuşmasından
“İstanbul’da 30 bin kültürel miras noktasının”
olduğunu öğrendik.
Dünyada yalnızca “üç ayrı imparatorluğa başkentlik”
yapmış tek kent olma özelliğini taşıyan İstanbul,
Avrupa Birliği dışında “ilk ve son kez”, “Avrupa
Kültür Başkenti” seçilmişti. AB, bir daha dışarıdan
bir kente bu unvanı vermeyecek.
İstanbul tarihini taçlandıran Marmaray kazılarının
olağanüstü buluntularını çalıştayın açılışında
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdiresi Zeynep S.
Kızıltan bir bildiri ile sundu.
Japonların 1 milyar dolarlık Marmaray kredisini
verirken anlaşmaya koydukları “Önce arkeologlar
kazsınlar, sonra metro yapılsın” koşulunu, keşke
Türkiye’de baraj, karayolu, kömür madenlerini
işletenler ve turistik tatil sitesi yapanlar da
benimseseler. Unutulmasın ki, Türk kamu kuruluşları
Anadolu’nun tarihsel, kültürel ve dinsel mirasına,
definecilerden daha çok zarar veriyorlar.
Kütahya Seyitömer Kömürleri kazısında 250, Hasankeyf
Baraj alanında 425 işçi ile yapılan kazılar ise
yalnızca yangından mal kaçırmadır, bilimsel
çalışmanın sabrından yoksundur. Bakanlığın
arkeologlara bas bas bağırarak söylediği, hatta
zaman zaman tehdit ettiği “Kazmak yeterli değil,
korumak ve gelecek kuşaklara da bırakmak” ilkesine
bu durum ters düşmüyor mu?
Cumhuriyet, Yazı: Özgen Acar, 01.06.2010
|
AGORA, DERİNLİKLERİNDE KENT TARİHİNİ SAKLIYOR

İzmir'in
kültür hazinesi Agora Ören Yeri'nde
3 yılda bulunan eser sayılarında önemli oranda artış
elde edildi. Agora Kazı Başkanı
Akın Ersoy,
Agora'da 2007'de 30, 2008'de 70 ve 2009'da 120 adet,
müzede sergilenebilecek boyutta envanterlik eser
ortaya çıkardıklarını açıkladı. Uzun yıllardır
Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Büyükşehir
Belediyesi ve İzmir Ticaret Odası'nın maddi, manevi
desteğiyle kazılan Agora Ören Yeri, İzmir'in kent
hazinesi haline geldi. Geçtiğimiz aylarda
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de
ziyaret ederek "hayran kaldım" dediği Agora'nın
yıldızı iyice parladı. İzmir Büyükşehir
Belediyesi'nin çevrede yaptığı kamulaştırmaların da
2 bin 500 yıllık tarihe sahip Agora'ya olan ilgiyi
artırdığı belirtildi.
Agora, sembolü haline gelen üst kısmındaki
sütunların yanı sıra alt katında da hazine
barındırıyor. Sütunların altında Roma Dönemi'ne ait
2 bin 500 yıldır aralıksız akan bir çeşme,
restorasyonu yeni tamamlanan bir su kanalı,
alışveriş merkezi ve depolama alanları ile bin 800
yıl önce İzmir'de yaşayan Romalılar tarafından
duvarlara çizilen ve ziyarete henüz açılmamış olan
gemi, şövalye ve kuş figürlerini içeren karikatür ve
resimler bulunuyor. Agora'daki adliye ve kent meclisi
surlarının altındaki alanda ise kemerler ve taşıyıcı
tonozların yanı sıra, alışveriş merkezi, depolama
alanları ve Kemeraltı'na çıkış kapıları yer alıyor.
Ersoy, "Agora, Roma Dönemi'nde kentin kamu
binalarının ve alışveriş merkezinin bulunduğu bir
alandı. Adliyeye ve kent meclisine gelenler, bu
arada alt kata inerek alışveriş yapıp zaman
geçiriyorlardı" diye konuştu. Ersoy, kamulaştırılan
bölgede dev bir mozaik alan bulduklarını da söyledi.
Agora'yı geçtiğimiz haftalarda ziyaret eden
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, beraberindekilere, ören
yerine tekrar geleceğini ve çalışmaların takipçisi
olacağını söyledi. Cumhurbaşkanı Gül'ün desteği,
kentin yöneticilerini ve kazı heyetini
heyecanlandırdı. Gül'ü en çok etkileyen Agora'nın
alt kısmında bulunan, kaynağının Kadifekale'deki bir
pınar olduğuna inanılan ve yeraltındaki su kanalları
yoluyla ören yerine ulaşan suyun aktığı tarihi çeşme
oldu.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 01.06.2010
******
VE KALE GÖRÜNDÜ

İzmir’in kent
merkezindeki tarihi iki mekanı
Agora
ile Kadifekale, yapılan yıkımlarla
yıllar sonra buluştu. Agora’da, İzmir Büyükşehir
Belediyesi, İzmir Ticaret Odası ve Kültür
Bakanlığı’nın destekleri ile Doç. Dr.
Akın
Ersoy ve ekibi tarafından sürdürülen,
kentin tarihine ışık tutacak kazılar büyük bir hızla
devam ediyor.
Agora’yı kuşatan onlarca binanın yıkılmasından sonra
İzmir’in gerçek yüzü de ortaya yavaş yavaş çıkmaya
başladı. Bu çarpık, metruk yapılar nedeniyle
İzmirliler, uzun yıllar Mezarlıkbaşı gibi kentin
önemli merkezlerinden baktığında, Kadifekale’yi
göremiyordu. Şimdi bu semtten bakıldığında artık
Kadifekale görülebiliyor. Agora’nın görkemi ile
Kadifekale’nin görüntüsü ortaya güzel bir tablo
çıkarıyor.
Hürriyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 02.06.2010
|
KÜLTÜR BAŞKENTİ VAR, KÜLTÜR BAŞKENTİ VAR
‘Pecs...
Sınırların olmadığı şehir'. Macaristan'ın başkenti
Budapeşte'ye 200 km. uzaklıktaki, ülkenin
güneybatısında bulunan tarihi Pecs kenti
misafirlerini bu sloganla karşılıyor. Pecs bu
sloganla, şehrin kökü geçmişe uzanan, ‘farklı
kimliklere karşı hoşgörü' geleneğine vurgu yapıyor
yapmasına ama ‘hoşgörü' ve ‘tolerans' sözcüklerinin
belki de en çok yakıştığı topraklardan gelme bir
ziyaretçi olarak beni Pecs'in başka yönleri daha çok
kendine çekti.
Şehrin ara sokaklarına dalmadan önce burada bulunma
nedenimi açıklayayım. İstanbul ve Essen ile birlikte
Avrupa'nın 2010 yılındaki üç kültür başkentinden
biri de Pecs. Avrupa Komisyonu Türkiye
Delegasyonu'nun finanse ettiği ‘Kültür Köprüleri'
adlı program çerçevesinde İstanbul Goethe Enstitüsü,
Türkiye'nin 24 kentini ve 8 Avrupa ülkesini kapsayan
‘Avrupa Edebiyatı Türkiye'de-Türkiye Edebiyatı
Avrupa'da' adlı geniş bir kültür projesi geliştirdi.
Sekiz Avrupa ülkesini ziyaret edecek projenin ikinci
durağı, 19-23 Mayıs arasında Türkiye edebiyatını
ağırlayan Pecs kentiydi.
Gamı, tasası olmayan şehir
Pecs'de düzenlenen etkinliklerin ilk günlerinde, iki
önemli yazarımız Ayşe Kulin ve Perihan Mağden,
kitaplarından bölümler okuyarak, edebiyatseverlerle
karşılıklı söyleştiler. Proje kapsamındaki son
etkinlik ise; besteci-piyanist Sabri Tuluğ Tırpan'ın
‘Mevlana-Simyacı Senfonik Şiiri'nin seslendirildiği,
benim de katıldığım 23 Mayıs akşamı yapılan gala
konseriydi.
Konsere geçmeden önce, 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Pecs üzerine iki günlük izlenimlerimi kısaca
paylaşayım. Pecs kendini ‘sınırları olmayan şehir'
olarak dünyaya lanse ediyor ama slogan benden
istenseydi, ‘gamı, tasası olmayan şehir' derdim Pecs
için... Bir şehir nasıl olabiliyor da bu kadar çok
sayıda ‘huzurlu, tasasız, ağırkanlı' insanı içinde
barındırabiliyor, anlamak güç. 150 bin insanın
yaşadığı Pecs'in her köşesine inanılmaz bir
dinginlik hakim. Az konuşuyorlar, ağırbaşlı
eğleniyorlar, kibarlar ama aynı zamanda ürkek ve
mesafeliler. Şimdi moda olan ‘yavaş şehir' akımına
ilham kaynağı olmuş olabilir Pecs.
Ama Pecs'in aynı zamanda kalbini teşkil eden, Gazi
Kasım Paşa Camii'nin tepesine kurulduğu en büyük
meydanı Szechenyi'yi de içine alan ‘eski şehir',
yanyana dizilmiş barok ve rokoko binalarıyla,
öylesine el değmemiş ki... 2010 kapsamında
hazırlanan Mayıs-Haziran etkinlik kitapçığını
inceliyorum. İstisnasız her gün, şehrin farklı
köşelerinde en az iki etkinlik yer alıyor. Öyle
büyük isimler değil bunlar ama sürekli bir hareket
var. Bizden de, Türk ve Kürt kültürlerini temsilen
müzisyen ve topluluklar gitmiş yine bu ay içinde.
İç ve dış mimarisi etkileyici
Etkinliklerin görünen yüzü daha çok festival,
seminer, konser türünden performansa dönük işler.
Ama bir de gözden ırak olan yapısal projeler var.
Hepsi herhalde bu yılsonuna doğru tüm görkemiyle
ortaya çıkacak. Bu projelerin içinde bir tanesi var
ki detaylarını gördüğümde içim bir cız etti ki
sormayın. 2010 Avrupa Kültür Başkenti bütçesiyle
Pecs'de şu sıralar görkemli bir konferans ve konser
salonu inşa ediliyor. Aynı zamanda şehrin senfoni
orkestrası olan Pannon Filarmoni'ye de evsahipliği
yapacak bu merkezin etkileyici iç ve dış mimarisini
www.pecs2010.hu sitesinden incelemek mümkün. Bizler
İstanbul'da ‘AKM'nin tadilat bütçesi 2010 Ajansı'nda
mı, ondaysa neden başlamıyor, kim niye engel
oluyor?' kör dövüşünün içinde senenin ortasına kadar
gelelim, Pecs şehri, binasının kaba inşaatını
bitirip içine girmiş bile!
Gelelim şimdi, Goethe Enstitüsü'nün ‘Avrupa
Edebiyatı Türkiye'de - Türkiye Edebiyatı Avrupa'da'
projesinin Pecs ayağını sonlandıran gala konserine.
Piyanist ve besteci Sabri Tuluğ Tırpan'ın 2007
tarihli ‘Mevlana-Simyacı Senfonik Şiiri' 23 Mayıs
akşamı Pecs Üniversitesi'nde Martin Kerschbaum
yönetimindeki Vienna Classical Players tarafından
icra edildi.
‘Mevlana', yaylı çalgılar, timpani, piyano (S.T.
Tırpan), şan (Sertap Erener), ney (Burcu Karadağ) ve
dansçı (Su Güneş Mihladiz) için bestelenmiş, Batı ve
Doğu müziklerinin kendilerine özgü dillerini
ahenklice bir araya getiren 45 dakikalık sürükleyici
bir eser. Burcu Karadağ, Fazıl Say'ın ‘İstanbul
Senfonisi'nden sonra ‘Mevlana'da da neyini ustaca
üfledi. Tırpan eserinde, neyzenle hem başkemancı hem
de viyolonseller arasında çok tatlı diyaloglar
kurmuş. Sertap Erener çoğunlukla Mesnevi'den alınma
satırları genellikle normal tonda ‘şarkı söyler
gibi' okumanın yanı sıra yer yer tiz perdelerde
tıpkı bir operacı gibi gezindi. Böyle bir stile
alışık olmayan Batılı izleyicinin şaşkın bakışlarını
üzerinde topladı tabii.
Mevlevi dansı nefes kesti
Eserin başından sonuna dek, piyanosuyla bir nevi
‘yol gösterici' konumundaki Tırpan'ın Abdülkadir
Meragi ve Yunus Emre'nin sevilen dinsel ezgilerini
çokseslendirmesi eserin cazibesini artırmış.
Piyanonun bas rejisteriyle adeta savaşa giriştiği
‘seyrüsüluk' evresini temsil eden karanlık kadans
bölümü, tek kelimeyle sıra dışıydı. Su Güneş
Mihladiz'in eserin neredeyse tamamına yayılan
‘modernize edilmiş Mevlevi dansı', klişe deyişle
nefesleri kesti. Bu unutulmaz gösteriyi Pecsliler
ayakta alkışladı.
Tırpan'ın ‘Mevlana'sı, Türkiye'de bugüne kadar
birkaç kez icra edildi ama bu eser çok daha fazla
ilgiyi hak ediyor inanın.
Radikal, Haber: Serhan Ada, 01.06.2010
|
SKANDAL HEYKEL İADE EDİLDİ!
Van'ın Erciş İlçesi'nde, 2006 yılında bir heykeltıraş tarafından yapılan ancak Van Müzesi'nce 3 bin 200 yıllık olarak rapor edilerek sergilenen heykel, Erciş Belediyesi'ne iade edildi.
Erciş Belediyesi yetkililerinin, 2006 yılında Erciş İlçesinde düzenlenen 1. Uluslararası Sanat Sempozyumu kapsamında heykeltraş Malik Bulut tarafından yapılan ancak Müze Müdürlüğü'nce 3 bin 200 yıllık olarak tarihlendirilip sergilendiği ortaya çıkan heykelin iadesi için yaptığı başvuru işlemleri, tamamlandı. İşlemlerin tamamlanmasıyla Erciş Belediyesi'ne iade edilen heykel, sahil yolunda Park ve Bahçeler Müdürlüğüne ait park alanına yerleştirildi.
Erciş Belediyesi tarafından 9 Haziran 2006 tarihinde düzenlenen 1. Uluslararası Sanat Sempozyumu kapsamında ilçeye gelen heykeltıraş Malik Bulut'un yaptığı "Anadolu Kadını" isimli eser, "erken demir çağında uygulanan stilistik sanat özellikleri bulunduran" tarihi eser olarak rapor edilerek, Van Müzesi'nde koruma altına alınmıştı.
Cnn Türk, 01.06.2010
|
 |
GAZİMİHAL KÖPRÜSÜ TAMİR İÇİN ULAŞIMA KAPATILDI
Tunca Nehri üzerinde
bulunan tarihi Gazimihal
Köprüsü onarım çalışmaları vesilesiyle trafiğe
kapatıldı.
Karayolları Genel Müdürlüğü ile İl Özel İdaresi
ekipleri tarafından yapılan incelemelerde üzerinden
ağır tonajlı araçların geçmesi sebebiyle tarihi
köprünün hasar gördüğü tespit edildi. Hasarların
giderilmesi için köprünün trafiğe kapatıldığı
bildirildi. Edirne İl Özel İdaresi Genel Sekreteri
Ahmet Çetin, çalışmaların 19 Haziran günü
tamamlanacağını ve ertesi gün yeniden trafiğe
açılacağını belirtti. Alternatif köprülerin olmaması
sebebiyle üzerinden ağır tonajlı araçların geçtiği
tarihi köprüler zaman içinde yıpranıyor. Bu sebeple
daha önce onarımdan geçen Meriç ve Tunca
köprülerinde kısa sürede yeniden bozulmalar meydana
geldi. Geçtiğimiz ay içinde başlatılan restorasyon
çalışmalarının ardından iki köprü onarılarak yeniden
trafiğe açıldı.
Zaman, 01.06.2010
|
|
TARİH KAÇAKÇILARI JANDARMAYA TAKILDI
İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri, istihbarat bilgilerini
değerlendirerek Gebze Eskihisar Köyünde önemli bir
operasyona imza attı.
28 Mayıs Cuma günü öğleden sonra Eskihisar
Köyünde pozisyon alan jandarma ekipleri, elindeki 3
adet metal bilezik, 1 cam bilezik ile 8 cm boyunda
bir mermer heykelden oluşan antik çağa ait tarihi
eserleri satmaya çalışan H.Ç. isimli şahısla alıcı
kılığında temas kurdu. H.Ç., tarihi eserleri satmaya
çalışırken, suçüstü yakalandı.
Jandarma ekipleri, tarihi eser kaçakçısından ele
geçirdikleri
5 parça tarihi eseri İzmit Müzesi’ne teslim etti.
Adalete teslim edilen sanık, savcılık tarafından
serbest bırakıldı.
Özgür Kocaeli, 01.06.2010
|
TARİHİ ÇINAR
813 YAŞINDA
Kırklareli’nin Vize İlçesi'ne bağlı Çakıllı beldesinde, en ile gövde boyu hesaplamalarıyla 813 yaşında olduğu tespit edilen anıt çınar ile ilgili Müze Müdürlüğü inceleme başlatacak.
Çakıllı Belediye Başkanı Mehmet Bayram, Doğu Avrupa Çınarı olduğu tespit edilen ağacın çevresinin 9 buçuk metre, çapının 3 metre ve boyunun ise 20 metre olduğunu söyledi.
Türkiye Gazetesi, 01.06.2010
|
|
 |
ÇİN SEDDİ'NİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ
Çinli kimya profesörü Zhang Binjian, Çin seddinin Ming Hanedanlığı dönemindeki kısımlarını 6 yüzyıl önce inşa eden işçilerin, taş tuğlaları yapışkan pirinç unu ve sönmüş kireç tozunu karıştırarak hazırladıkları harç ördüklerini kaydetti. Yapışkan pirinç unu harcının taş tuğlaları son derece sağlam biçimde tuttuğunu vurgulayan Zhang, duvarın çoğu bölümünde yabani otların bile halen büyüyemediğini belirtti.
Zhejiang Üniversitesi Profesörü Zhang, Amerikan Kimya Cemiyeti dergisinde yayımlanan makalesinde, "Harcın karışımı, organik ve inorganik maddelerin özel bir bileşimden oluşuyor. Yapışkan pirinç ununun içindeki amilopektin maddesi, karışımın organik bileşenini oluşturuyor. Yapışkan pirinç unu ile hazırlanan sıvı, kalsiyum karbonat içerikli harca katılıyor. Amilopektin maddesi sayesinde taş tuğlaları tutan harç daha da sağlamlaşıyor. Set duvarlarına daha büyük fiziksel güç veriyor" diyerek, harcın sırrını açıkladı.
Doğu Asya'da en önemli temel besin maddelerinin başında gelen yapışkan pirincin inşaat alanında kullanılması, dönemin en önemli teknik buluşları arasında yer aldı. 1368-1644 yılları arasında hüküm süren Ming Hanedanlığı tarafından inşa edilen türbe mezar ve kule gibi anıt yapıların bu sayede deprem ve sel gibi doğal felaketlere karşı dayandığı belirtiliyor.
Harcın hazırlanması ve binlerce işçinin beslenmesi için büyük miktarlarda gerekli olan pirinç ihtiyacını karşılamak için yayımlanan imparatorluk emirlerinin, ülkenin güneyindeki pirinç üreticisi halk arasında yaygın kızgınlığa yol açtığı biliniyor.
Milliyet, Haber: Sadi Kaymaz, 01.06.2010
|
TARİHİ TOPLAR KADERİNE TERK EDİLDİ
Çanakkale merkeze bağlı İntepe beldesinde, 1. Dünya Savaşı'nda düşmanı bozguna uğratan tarihi topların toprak altında çürümeye terk edilmesi tepkiye sebep oluyor.
Çanakkale-İzmir yolunun 18. kilometresinden sonra tarlalardan güçlükle ulaşılan Topçamlar Tabyası'nda, namluları toprağa gömülmüş haldeki 8.5 metrelik topların bakımsız halini defalarca yetkililere bildirdiklerini belirten vatandaşlar, “Tarihi toplar yıllardan buyana burada toprak altında çürüyor. Yaklaşık 4 yıl önce bu durumu yetkililere bildirmiştik. Ancak aradan geçen bu zaman içinde tarihi toplara sahip çıkılmadı. Tarih yazan bu toplara en kısa sürede sahip çıkılmasını istiyoruz” dedi.
İntepe Belediye Başkanı Alaaddin Özkurnaz ise, tarihi topların yıllardır envantere kaydedilmediğini belirterek, “Bu toplar yıllardır kayıtlara işlenmemiş. Yaptığımız incelemelerde 1955'li yıllarda topların hurda amaçlı satıldığını öğrendim. Bu topları satın alan kişi de ağır olmaları sebebiyle bunları buradan çıkaramadığı için vazgeçip gitmiş. Zamanla bölgeye gelen bazı kişiler topların belirli kısımlarını alarak bölgeden kaçmış. 2 yıl önce durumu yetkililere bildirmemizin ardından zamanın Çanakkale Valisi Orhan Kırlı bölgeye gelerek incelemelerde bulundu ve toplar yıllar sonra kayıt altına alındı. Bunun ardından da topların sorumluluğunu Askeri Müze üstlendi. Ancak aradan geçen uzun zamana rağmen burada halen bir çalışma yapılmadı. Tarihi toplar toprak altında bulunmaya devam ediyor” dedi.
Öte yandan, Sultan Abdülaziz Han döneminde Çanakkale Boğazı savunmasını güçlendirmek için yapılan Topçamlar Tabyası'nda, 1883-1888 tarihli Alman Krupp yapımı 3 toptan 2'sinin namlusunun toprağa gömülü olduğu öğrenildi.
Çanakkale Kent Haber, 31.05.2010
|

 |
MÜZELERDE 40 BİN ESER
VARMIŞ

Türkiye Yazarlar Birliği
Konya Şubesi'nde bu haftaki programın konusu
Konya’da Müzecilik idi. Programa konuşmacı olarak,
Konya Müze Müdür Yardımcısı Dr. Naci Bakarcı ile
Koyunoğlu Şehir Müze ve Kütüphanesi Müdürü Hasan
Yaşar katıldı. Her iki konuşmacının slayt gösterisi
eşliğinde sunduğu programda ilk olarak Hasan Yaşar
kürsüye çıktı.
KONYA’NIN İLK ÖZEL MÜZESİ: KOYUNOĞLU
“1330 (1914) Tarihli Konya Salnamesi’nde Müze-i
Hümayun Şubesi” başlığı altında ilk müze envanter
bilgilerinin yer aldığını söyleyen konuşmacı
“Konya’nın ilk özel müzesi olan Koyunoğlu Müzesi’ni
anlattı.
Yaşar, Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin Ali'nin
torunlarından olan ve Koyunoğlu Müzesi’nin
kurulmasına vesile olan A. R. İzzet Koyunoğlu’nun
kimliği, aldığı eğitim, paha biçilmez eserleri
toplayış süreci, bu eserlerin belediyeye devredilip
bir müze binasında korunması ve gelecek nesillere
aktarılmasının önemini anlattı. “A. R. İzzet
Koyunoğlu’nun değerli eserlerimizin yabancı ellere
düşmemesi gayesi ile 1913 yılından itibaren eser
toplamaya başladığını, 23 Eylül 1974 tarihinde
vefatına kadar müze ve kütüphanesinde topladığı
eserleri hem kendi eski evinde sergilediğini hem de
koleksiyonunu geliştirmek için büyük gayret ve uğraş
verdiğini ve vefatından bir yıl önce, 4 Temmuz 1973
tarihinde, koleksiyonunu hiçbir karşılık beklemeden
Konya Belediyesi’ne hibe ettiğini kaydetti.
Daha son sonra söz olan Dr. Naci Bakırcı ülkemizdeki
ilk müzecilik faaliyetlerinden başlayarak, Konya’da
kurulan ilk müze ve daha sonra kurulan diğer
müzeleri konu aldı.
KONYA, MİMARİ ESER CENNETİ
Bakırcı, 1846 yılında Aya İrini Kilisesi’nde
kurulan Mecmua-i Esliha-i Atika ve Mecmua-i Asar-ı
Atika müzelerinin ardından 1869’da Müze-i Hümayun
kurulmuştur, dedi. Ülkemizdeki müzecilik
faaliyetlerinin Avrupa’dan geri kalmadığını
vurguladı. Konya’da modern anlamda eski eser
toplamacılığının İstanbul ile aynı dönemlerde
başladığını söyledi. Konya’da Alaeddin Tepesi’nde
bulunan Alaeddin Camii ve Selçuklu Sultanları’na ait
türbenin eserlerin ilk toplandığı alan olduğunu ve
burada Roma, Bizans dönemine ait çok sayıda mimari
parçanın bulunduğunu anlattı.
KONYA’DA 40 BİNDEN FAZLA ESER VAR
Sırasıyla Konya’daki diğer müzelerin de kuruluşu
ve içinde sergilenen eserleri hakkında bilgi veren
Bakırcı, Karatay (1955), İnce Minare (1956), Sırçalı
(1960), Etnografya (1975), Arkeoloji (1962) ve
Atatürk (1964) Müzelerini anlattı ve içindeki
değerli eserler hakkında bilgi verdi. Bu müzelerde
40 binden fazla değerli eserin bulunduğunu kaydeden
Bakırcı, en çok Selçuklu eserinin de Konya’da olduğu
belirtti.
Dinleyicilerin sorularının cevaplanmasından sonra
kürsüye Yakın Doğu Üniversitesi Rumi Enstitüsü
Başkanı Gökalp Kamil çıktı. Konuşmacılara, şube
başkanı Bekir Şahin’e ve fotoğraf sanatçısı İbrahim
Dıvarcı’ya Rumi Enstitüsü yayını dergiyi hediye eden
Gökalp, bu işi bu mekanda yapmanın güzelliğini
vurguladı.
Manşet Gazetesi,
31.05.2010
|
ANTİK MEZARDA SINIF FARKINA DAİR İPUÇLARI

Geçen ay Meksika'nın güneyindeki bir antik
yerleşim merkezinde bulunan piramitte kazı
çalışmaları yürüten arkeologlar sıralı dizilmiş
büyük ve düz taşlara rastladılar. Buradaki
çalışmalarının 2'nci yılında yapılan bu keşif bir
mezar odasının duvarlarıydı. İçeride muhtemelen bir
yönetici olan seçkin bir adam ile kurban edilmiş 2
insanın kemiklerini buldular. Mezar odasının
çıkışındaki bölümde ise seçkin bir yetişkine ait
başka bir iskelet bulundu. Kazıyı yürüten Utah'taki
Brigham Young Üniversitesi'nden Arkeolog Bruce R.
Bachand mezarda bulunan ve törenlerde kullanan
kapların tasarımından iskeletlerin yaklaşık 2 bin
700 yıl önce gömüldüğünü belirledi. Bachand'a göre
bu keşfin Mezoamerikan piramitlerinde daha önce
bulunan törensel gömülerden yüzlerce yıl daha eski
olabileceğini söylüyor. Bachand kazı alanından
kendisiyle telefonla yapılan bir mülakatta, iki
iskeletin "toplumun en üst mertebesindeki" kişilere
ait olduğunu söyledi. Mezar odasındaki iskelet
kırmızı boya ile kaplanmış ve yüzlerce yeşim taşı
mücevheri ile süslenmiş. Dişler beyaz yeşim taşı ya
da deniz kabuğu ile kaplanmış. Mezarın dışında
bulunan ve muhtemelen bir kadına ait olan iskelet
ise yeşim taşları, inci ve amberle süslenmiş,
dişleri demir sülfür ile kaplanmış. Kurbanlara ait
iskeletler ise bir yetişkin ve bir çocuğa ait. Onlar
süslenmemiş ve ayinlerde sunulan hediyelerden yoksun
bırakılmış. Meksika'nın ve Orta Amerika'nın
kültürleri üzerine uzmanlaşmış antropologlar
bulguların tam olarak ne anlama geldiğini
değerlendirmek için erken olduğunu söylüyorlar.
Ancak keşfin bölgedeki sosyal sınıflanma ve
merkeziyetçi gelişmeler sonucu toplumların liderler
arkasında birleşmesi açısından önemli bir antik çağ
örneği olduğu konusunda Bachand'la aynı fikirdeler.
Mezar odası 10 metrelik bir piramidin tepesine yakın
bir bölgede bulundu. Antik kent Chiapa de Corzo ve
alanın merkezindeki en yüksek yapı olan bu piramit,
Chiapas eyaletinde Guetemala sınırından çok uzakta
olmayan bölgede bulunuyor. Mezarın keşfi zor bir
soruyu da gündeme taşıdı. Bu mezar kim tarafından
yapılmıştı. MÖ 7'inci yüzyılda bölgede birkaç
topluluk yaşıyordu. Bu topluluklar birbirleriyle bir
etkileşim içindeydiler, seçkin tabakaları ittifaklar
yapıyordu. Hatta aralarında evleniyordu. Anıtsal
heykelleriyle ünlü Olmecler etkilerini Meksika
Körfezi kıyısında yer alan merkezlerinden iç
bölgelere kadar genişletip o zamanların baskın
kültürünü oluşturdular. Güneyde Mayalar yeni yeni
organize olmaya başlıyorlardı. Oaxaca bölgesinde
Zapotecler oldukça gelişmiş bir kültür
yaratıyorlardı. Ve Chiapas bugün olduğu gibi o zaman
da Zoque dilini paylaşan halklara ev sahipliği
yapıyordu. Bachand, mezardaki birçok el yapımı
ürünün, Tabasco bölgesindeki Olmeclerin etkileyici
La Venta kalıntılarında bulunanlara benzer veya
tıpatıp kopyası olduğunu söylüyor. "Bu insanlar La
Venta'dan mı geldiler? Yoksa onlar sadece Olmeclerle
ilişki içinde olan yerel halklar mıydı? En önemli
soru bu" diyor. Ancak defin işlemlerinin Olmec
kültüründen farklı olduğunu söylüyor. Bazı çömlekler
ve ayinsel pratiklerin özünde yerel unsular
bulunuyor. Mezarın inşası bilinen birkaç tane Olmec
mezarından farklı. Bir tarafta taştan bir duvar
diğer taraflarda ise kilden duvarlar bulunuyor.
Bugular konusunda Bachand'ın ilk yorumu, mezarı
yapanların Olmec kültüründen geldiği yönünde.
Karşılaştırma yapmak için La Venta bölgesinde ek
araştırma yapılması gerektiğini düşünüyor. Ancak
aynı zamanda bulguların özgün bir Zoque kültürünün
oluşumunu da belgeleyebileceğini söylüyor. Daha
sonra gelen erken Mesoamerikan geleneklerinin
orijininde Olmec ya da Maya değil daha önce pek önem
verilmemiş Zoque olabileceğini belirtiyor. New
York'taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden
Antropolog Elsa M. Redmond, Bachand'ın uzun süredir
unutulmuş bu kazı alanındaki çalışmalarını överken,
mezar odasının dışında yatan kadının kimliğini merak
ettiğini söylüyor. Eğer liderin eşiyse ki
hediyelerin çokluğu bunu işaret ediyor, edebi
istirahatında neden kocasının mezarının dışında
bırakılmış.
Sabah, Kaynak: New York Times, Haber: John Noble
Wilford, 31.05.2010
|
ROMA'NIN YENİ SANAT MABEDİNİ KUTLUĞ ATAMAN AÇIYOR

Avrupa'nın yeni çağdaş sanat mabedi Roma'daki
görkemli 21. Yüzyıl Sanatlar Müzesi (Museum of Art
for the XXI Century/ MAXXI), kapılarını Kutluğ
Ataman sergisiyle açıyor. Mimarlık dünyasının ikon
isimlerinden Zaha Hadid imzalı sıradışı mimarisiyle
de dikkat çeken MAXXI'de açılan ilk üç süreli
sergiden biri olan Ataman'ın ‘Mezopotamya
Dramaturjileri' sergisi, müzenin ‘Spazio' başlıklı
bölümünde yer alıyor. 12 Eylül'e kadar sürecek
sergide Ataman'ın aralarında ‘Küba', ‘Dome 2009',
‘Column' ve ‘Aya Yolculuk'un da olduğu sekiz video
enstalasyonu bulunuyor.
Müze yöneticisi Anna Mattirolo, Whitewall Magazine'e yaptığı açıklamada
açılışta işleri sergilenen sanatçıların çoğunun
İtalyan olmasına rağmen neden Kutluğ Ataman'ın da
yer aldığı sorusunu şöyle cevaplıyor: "Açılış
sergilerinin hatırı sayılır kısmı İtalyan
sanatçılardan oluşuyor fakat ‘Spazio' başlıklı
geçici bölüm farklı ülkeler ve altyapılardan
sanatçıları da ağırlayacak. MAXXI, çağdaş sanatın
farklı dil ve sesleri de içeren ve gelişimini
sürdüren bir sanat olduğunun farkında. Kutluğ
Ataman'ın sergisi de modernitenin Batı dışında nasıl
sorgulandığı ve yorumlandığını araştırdığı için buna
çok uygun."
2004'te Turner ödülünde finale kalan, Venedik
Bienali, İstanbul Bienali ve Documenta 11 gibi
saygın sergilere davet edilen Kutluğ Ataman ise
Hürriyet'ten Deniz İnceoğlu'na yaptığı açıklamada "MAXXI
çok önemli bir müze ve buranın açılış sergisini
yapıyor olmak hem çok sorumluluk isteyen, hem de
açıkçası korkutucu bir iş. Çünkü dünyanın gözünü
üstümde hissediyorum" diye konuştu.
En prestijli mimarlı ödülü Pritzker'i kazanan ilk
kadın mimar olan Irak asıllı Zaha Hadid'in
tasarladığı MAXXI, İtalya'nın ilk ulusal çağdaş
sanat ve mimari müzesi. Kapılarını yarın halka
açacak müze, 10 yılda tamamlandı ve yaklaşık 150
milyon avroya mal oldu. Müze, toplam 29 bin
metrekarelik bir alan üzerine inşa edildi.
Radikal, Fotoğraf: AFP, 31.05.2010
|
AHMET KOCABIYIK'I GÖBEKLİTEPE'YE DE BEKLERİZ

Tahminen 14 bin yaşında. Piramitlerden 7 bin
yıl eski
yani. Tarihçiler ve arkeologlar “önceden bilinen
medeniyet tarihini” değiştirebilecek ölçüde
keşiflerin yapıldığı bir yer olarak tanımlıyor
burayı.
Kutsal kitaplara atıfta bulunarak “Garden of Eden”
(Cennet Bahçesi) benzetmesi yapan uzmanlar bile var.
Gerek ortaya çıkartılan tapınakların şekli-büyüklüğü
gerekse göçebe toplulukların yerleşik yaşama tarımı
öğrenerek geçtiği tezini çürütme iddiasıyla dünyada
da çok ses getiren
bir yer.
Burası nerede biliyor musunuz?
Türkiye’de,
Şanlıurfa’nın 15 kilometre kuzeydoğusunda.
Gelelim ekonomi sayfasında bunları neden
yazdığıma... Kültür sanat alanında özellikle son beş
yıldır her geçen gün profilini yükselten bir
şirket
var:
Borusan Holding.
Geçtiğimiz haftalarda
Efes Vakfı’nın kuruluşunda öncülük yaptılar.
Cumartesi günü de
Kapadokya’da yine bu grubun desteğiyle Andrew
Rogers’ın “uzaydan görülebilen heykellerinin”
tanıtımı gerçekleşti. Borusan Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Ahmet Kocabıyık, “Göreceksiniz Kapadokya’nın
ünü dünyaya daha fazla yayılacak” dedi.
Efes için de Kapadokya için de yapılanlar çok
önemli. Ancak... Adı geçen iki yer de Türkiye’nin en
“bilinen” tarihi-turistik bölgeleri. Turistlerin
müze ve ören yerleri ziyaret sayısına baktığınızda
her iki
alan da
her zaman ilk üçte yer alır. Keşke Borusan da
Türk iş dünyasının önde gelen şirketleri de
desteklerini “ülkenin bilinmeyen cevherlerine de “
yöneltebilseler...
Koç’un Geyre Vakfı örneği
Üniversite eğitimimde “arkeoloji
ve sanat tarihi” ağırlığımı bilen öğretim üyesi
arkadaşlarımdan biri dün beni aradı. Protohistorya
ve Ön
Asya Arkeolojisi’nden Doçent Şevket Dönmez.
Amasya’da Oluz Höyük’ü kazıyor. Burası Perslerin
satraplık merkezi. Şevket diyor ki: Göbeklitepe,
Oluz Höyük ve Anadolu’nun daha pek çok yerindeki
önemli merkezler. Buralar bu tip güçlü şirketlerin
sponsorluk ve tanıtım desteğine ihtiyaç duyuyor.”
Şevket bir de hatırlatma yapıyor bana. “Geyre
Vakfı’nı mutlaka an, oradaki az bilineni tanıtım
başarısını anlat” diyor. 1986 yılında
Koç Holding’in özellikle Sevgi Gönül’ün büyük
emeğiyle kurulmuş bir vakıf burası. Vakıf, o
yıllarda “küçük bir grup meraklının dışında” adı
hemen hiç duyulmamış Afrodisias’ın hem ülkede hem
dünyada tanınması, Prof.Dr. Kenan Erim’in
liderliğindeki kazıların desteklenmesi için çok
önemli bir misyon üstlenmişti. Bugün Afrodisias
onların sayesinde geniş kitlelerin çok iyi bildiği
bir arkeolojik bölge.
Uzaydan gözükmek
Bitirirken Kapadokya’daki Andrew Rogers’ın
çalışmalarından bahsetmek istiyorum. 2009 yılında
Rogers’ın bölgedeki eserlerinin bir kısmını yerinde
görmüştüm. Dünya çapındaki bu sanatçının
çalışmalarından etkilenmemek mümkün değil.
Benim favorilerim “Siren” ile “The Gift”
çalışmaları. Balon yolculuğunda mutlaka
görüyorsunuz. Burada da anlayamadığım bir detayın
altını çizmek istiyorum. Rogers’ı ünlü yapan
çalışmaları “Land
Art” yani arazi sanatı olarak Türkçeleştirilecek
bir alanda. Sadece Türkiye’de değil
Çin’den
Şili’ye
12 ülkede
Kapadokya’da olduğu gibi “yukarıdan baktığınızda
görülebilecek eserler” kazandırmış dünyaya.
Ancak adı geçen ülkelerde eserlerini genelde “çöl”
bölgelerinde ya da doğanın “kendi sanatını”
oluşturamadığı yerlerde yaratmış. Oysa Kapadokya
belki de dünyanın en iddialı “doğal sanat
alanlarından” birisi. Diyebilirsiniz ki Göreme
Karadağ’daki bir bölge burası. Yine de “uzaydan
görünecek eserleri” için acaba Rogers’a Türkiye’de
daha farklı, boş alanlar mı önerilseydi?
Milliyet, Haber: Murat Sabuncu, 31.05.2010
|
|
2 BİN 500 YILLIK TATARLI TÜMÜLÜSÜ İSTANBUL'DA
SERGİLENECEK
Afyonkarahisar
Valisi Haluk İmga, Arkeoloji Müzesi'nde restorasyon
çalışmaları devam eden 2 bin 500 yıllık Tatarlı
Tümülüsü'nün restorasyon çalışmalarını inceledi.
İmga, Dinar İlçesi Tatarlı beldesinden 1969
yılında yurt dışına kaçırılan ve geçtiğimiz aylarda
yeniden Türkiye'ye getirilen 2 bin 500 yıllık
Tatarlı Tümülüsü restore çalışmaları hakkında,
Arkeoloji Müze Müdürü Mevlüt Üyümez ve Arkeolog
Ahmet İlaslı'dan bilgi aldı.
Vali İmga, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın projesi
olarak 17 Haziran 2010'da 3 ay süreyle İstanbul'da
sergileneceğini söyledi. İmga, çalışmaların büyük
bir hızla devam ettiğini ve Tatarlı Tümülüsü'nün
dönemin tarihine büyük ışık tutacak olan bütün
parçalarının bir araya getirerek, aslına uygun bir
hale gelmesinde emeği geçenlere teşekkür etti.
Haber Ekspres, 31.05.2010
|
TRUVA'YA 50 METRE HEYKELİ DİKİLECEK

Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Brezilya’nın sembolü olan Rio de
Jenerio Corcovado Dağı’ndaki İsa heykelinin
kendisini çok etkilediği belirterek, Truva’ya 50
metrelik Hektor heykeli yaptırma hayalinin
depreştiğini söyledi. Günay heykel
için yer
aradıklarını açıkladı.
Başbakan
Tayyip Erdoğan’a Brezilya ziyaretine eşlik eden
Bakan Günay, İsa heykelini daha önceki ziyaretinde
yakından incelediğini ve Truvalıların en önemli
kahramanlarından Hektor’un heykelini yaptırma
fikrinin o zaman oluştuğunu belirtti. Bu
proje için
çalışmaların devam ettiğini belirten Günay,
Hürriyet’e şunları anlattı:
“İsa heykelini görünce yıllardan beri düşündüğüm bir
hayali yeniden canlandırdım. Kararlılığım daha da
güçlendi. Çanakkale, Truva’da Akdeniz’den
Çanakkale’ye doğru gelen gemilerin kilometrelerce
uzaktan görebileceği bir Hektor heykeli yaptırmak
istiyorum. Hektor’dan, zeybeğe, Mehmetçiğe ve
Atatürk’e doğru bir güncelleme yaparak 10 binlerce
yıldır Anadolu’yu savunan bir simgenin herkesin
yüreğinde belleğinde şekillenmesini istiyorum. Uzun
zamandan beri kafamda şekillendirdiğim bir
düşüncedir bu. İkinci kez yine İsa heykelinin olduğu
Corcovado’ya bugün çıktım. Her çıkışımda bu hayalin
aslında çok olması gereken
güzel bir
düşünce olduğuna bir kez daha inancım artıyor. Bu
kez yine öyle oldu. Zaten geçenlerde bir panorama
müzesi için helikopter gezisi yapmıştım. Hemen gezi
sonrasında validen ve yerel yöneticilerden böyle bir
yüksek tepe bulmaları konusunda isteğimi
sonuçlandırmaları için talepte bulundum.”
Hürriyet, 31.05.2010
|
MISIR'DA BİR ARKEOLOJİK KEŞİF DAHA
Arkeologlar,
antik Mısır'ın başkenti Memphis'in belediye
başkanının 3300 yıllık kayıp mezarını ortaya
çıkardı.
Belediye başkanı Ptahmes, Firavun 1. Seti ile 2.
Ramses dönemlerinde belediye başkanlığının yanı sıra
ordu komutanı, saray katibi ve hazinedar olarak
görev yapmıştı.
19. yüzyılda yabancı hazine avcılarının bazı
dekoratif duvar panolarını sökmelerinden sonra
mezarın yeri çöl kumları altında kaybedilmişti.
Mezar yeri bu yılın başlarında Kahire'nin
güneyindeki Sakkara'da keşfedilmişti.
Cnn Türk, 30.05.2010
|
|
TÜRK SANAT DÜNYASINDA NELER OLUYOR?
Müzayede
evlerinin kültür sanat sayfasında her zamankinden
daha sık yer almasından da belli. Türkiye’de
müzayedelerde bir hareketlenme, özellikle de Türk
çağdaş sanatına ilgide bir artış var. Bu ilginin
elbette uluslararası boyutu da var. Zira Türkiye
çağdaş sanatı son iki yıldır Christie’s, Sotheby’s
gibi dünya devi müzayede şirketlerinin de ilgi
alanına girmiş durumda. Londra’da Sotheby’s’te
Çağdaş Türk Sanatı müzayedesinde 121 bin küsur
sterline alıcı bulan Taner Ceylan tablosu ve
Dubai’de satılan Burhan Doğançay malum. İşin Türkiye
ayağı için ise gazeteleri şöyle bir taramak yeterli.
Biz de bu gelişmenin genel hatlarını çizmek, biraz
da bu gelişmenin mesulü yeni koleksiyoncu profilini
çizmek için hareketliliğin birinci elden tanıklarına
Beyaz Müzayede’den Aziz Karadeniz, Antik A.Ş.’den
Olgaç Artam ve sanat eleştirmeni Ayşegül Sönmez’e
başvurduk. Müzayedelerde fiyatların gitgide
artmasına, ilginin yoğunlaşmasına farklı farklı
noktalardan temas etme olanağı bulduk.
Ayşegül Sönmez
Ayşegül Sönmez’e göre dünya piyasasındaki
hareketliliğin Türkiye’ye yansıması biraz da bu
gelişme. “Çağdaş sanat hiçbir zaman olmadığı kadar
popüler. Dünyada da, Batı ülkelerinde de. Son model
Louis Vuitton bir çanta, yeni bir araba gibi tırnak
içinde kaliteli zenginliğin bir göstergesi.” Sönmez,
“geçici” olarak nitelendirdiği bu hevesin
sonuçlarına dair pek de olumlu bir manzara
çizemiyor. “Genç bir sanatçının işleri 2 ve 3 bin
arasında satılıyor. Bunu müzayedeye veriyor
galerici. Müzayedede bu eserin taban fiyatı 6 bin
mesela. Böylelikle bu genç sanatçının bir piyasası
oluyor. Ama bunların hepsi çok suni pompalar.”
Galerici, müzayedeci işbirliği Sönmez’e göre erken
kapitalizm mantığından başka bir şey değil. “Serbest
piyasa dendikten sonra her şey mübah. Bu aslında
erken kapitalizm. Tezgaha getir, oradan
pazarlayalım. Yani serbest piyasa dediğiniz zaman
etik konuşamıyorsunuz. Bundan çok sıkıntı duyuyorum.
Galerilerin başka bir misyonu olması lazım. Bir
stile, birtakım insanlara inanmaları, onları öne
çıkartmaları lazım. Müzayede evlerinin herkese
kapısı açık. Hangi stili, neyi temsil ediyorlar?”
Sönmez, müzayede evi yetkililerinin iyimserliğini de
paylaşmıyor. “Herkes çok pozitif tablolar çiziyor,
Türk sanatı yükseliyor, şöyle iyiyiz, böyle iyiyiz
gibi. Ama ben bunu biraz kahramanlık türküleri
söylemeye benzetiyorum. Bir kere bu vurgu çok
yanlış, biz Türkler, Türk sanatı geliyor gibi. Bu
zamana kadar Türkiye sanatçısını Batı’daki
girişiminde desteklemeyen bir burjuva vardı. Şu anda
destekliyor görünüyor. Ama tabloyla, satışların
yükselişiyle ilgili çok da optimist düşünmüyorum.
Müzayedelerdeki bütün bu satışların da son derece
spekülatif olduğunu düşünüyorum. Arkasında ressam,
galerici ve müzayedeci işbirlikleri var. Ve bu
işbirliklerin hiçbiri sağlıklı, etik temellere
dayanmıyor.” Sönmez’in uluslararası şöhretlerin
işlerinin Türkiye müzayedelerinde yer almasına
yönelik yorumu ise en çarpıcısı. “Eskiden marka
şeyler bavulla gelirdi, kadınlar evlere toplanırdı.
Şimdi Harvey Nichols var zaten gidip alabiliyorsun o
tasarımları. O mantıkla çalışıyor herkes. Bu
memleketin görsel tarihi, görsel uslubü nedir, ne
yapabiliriz, hangi sanatçılar başka bir janr
yaratabilir gibi meselelere kimse kafa patlatmıyor
bence. Ne alıcılar ne satıcılar.”
Aziz A. Karadeniz
Beyaz Müzayede’nin sahibi Aziz A. Karadeniz’e göre
son üç senedir ilgideki ve fiyatlardaki artışın
sebebi çok açık. Alıcı sayısındaki yani talepteki
artış. Talebin sebebi ise faaliyetlerin artması.
“Bunda Beyaz Müzayede olarak bizim de katkımız
olduğunu düşünüyorum. Öncelikle müzeler, sonra
yurtdışındaki fuarlara katılan başarılı
galerilerimiz, fuarlarımız, İstanbul’un Avrupa
Kültür Başkenti olmasından dolayı artan kültürel
faaliyetler var. Ama en önemlisi Türkiye’de ciddi
sayıda iyi sanatçı var.” Her ne kadar Türkiye’deki
müzayedelerde yer almaya başlasalar da Damien Hirst
ve Anish Kapoor gibi isimlerin buralar için fiyatı
hala yüksek. “Türkiye’de Damien Hirst alacak
koleksiyoner adeti henüz çok kısıtlı. Servet
açısından söylemiyorum. Koleksiyonerlik bir evrimin
sonucu, zaman gerektiriyor. Alışmanız gerekiyor
fiyatlara.” Söz bu yeni koleksiyoncu profiline
gelince Karadeniz, “Türkiye’de gerçekten tutkuyla
koleksiyon yapan kişi sayısı henüz daha az” diyor.
“Son dönemdeki bu hızlı artışta, insanların
gittikleri evlerden, müzeden veya müzayedelerden
gelen haberlerden, galerilerden etkilenen ve tabii
fiyatların da artmasından dolayı yatırım gibi alan
kişi sayısı fazla. Ama tabii böyle başlayıp bu
kişiler arasında çağdaş sanatın tutkuya dönüşeceğini
gözlemleyebileceğiz. Şu an bizim gözlemlediğimiz
alıcı profili daha çok şirket sahipleri, üst düzey
yöneticiler, daha orta seviye yöneticiler ve
entelektüel kesim.”
Olgaç Artam
Antik A.Ş.’nin çağdaş sanat biriminin başındaki isim
olan Olgaç Artam, bu hareketliliği en iyi
aktarabileceklerden. Çünkü Antik A.Ş.’nin kurucusu
olan babası Turgay Artam sayesinde çocukluğundan
beri müzayedelerde. “Çocukluk yıllarımdan itibaren
sanat eserlerinin arasında büyüdüm. Batı sanat
piyasasında 15-20 sene önce neler olduysa şu anda
ülkemizde de aynı şeyler yaşanıyor. Medyaya yansıyan
müzayede satışları hep rekor fiyatlar oluyor, ama
unutmamalı ki bu rekor fiyatlar hep en iyisini
arayan koleksiyoncuların başyapıt niteliğindeki
eserleri almak için ödedikleri rakamlardır. Genel
olarak birçok sanatçımız için fiyatlar hala çok
uygun.” Son dönem Türkiye’deki koleksiyoncu
profilleri ise farklı farklı. “Koleksiyoncular
arasında her zaman en iyinin en iyisini arayan, bir
başyapıt çıktığında sahip olmak isteyen vizyonu
günümüzün ilerisinde müşterilerimiz var. Sadece
keyif için koleksiyon yapanlardan, yatırım amaçlı
yapanlara kadar geniş bir koleksiyoncu profili söz
konusu.” 5 Haziran’da gerçekleştirilecek ‘Çağdaş
Sanat Eserleri’ müzayedesinin hazırlıklarıyla meşgul
Artam, yaşayan sanatçıların eserlerine müzayedede
yer verirken Antik A.Ş. olarak dikkatli
davrandıklarını söylüyor. “Yaşayan sanatçıların
eserleri dünyanın her yerinde müzayedelerde satışa
sunuluyor. Fakat ülkemiz gibi, daha yeni oluşmaya
başlayan, bir sanat piyasasında şirket olarak daha
dikkatli davranıyoruz. Piyasası sağlam temeller
üzerine kurulmuş, koleksiyonlarda yer alan ve
olgunlaşmış bir ikinci el piyasasına sahip
sanatçıların eserlerine yer vermeye çalışıyoruz.
Yaşayan sanatçıların eserleri müzayedeye girecekse
aykırı bir özelliğinin olması gerektiğine
inanıyorum. Galerisinden gidip alabileceğiniz bir
eserini değil, eski dönemlere ait, herkesin sahip
olmak isteyeceği, sıradışı eserlerle müzayedelerde
yer almalı yaşayan sanatçılarımız.”
Radikal İki, Haber: Erman Ata Uncu, 30.05.2010
|
 |
DİNO TABLOSUNA 550 BİN
12. Beyaz Müzayede'de, Abidin Dino'nun gün ışığına çıkmış en büyük ebattaki baş yapıtı “Çeşitleme” ile Neşet Günal'ın “Duvar Dibi” adlı tablosu 550'şer bin liraya satıldı.
Beyaz Müzayede'nin Sofa Otel'de düzenlediği sezonun son müzayedesinde, Türk çağdaş sanatının tüm kuşaklarına ait 100'den fazla sanatçının 310 baş yapıtı satışa sunuldu.
Sanatseverlerin eşsiz yapıtlar için kıyasıya mücadele ettiği müzayede de Abidin Dino'nun gün ışığına çıkmış en büyük ebattaki başyapıtı olan, 1960'lı yıllara ait “Çeşitleme” serisinden kırmızı soyut baş yapıtı ile Neşet Günal'ın “Duvar Dibi” adlı tablosu 550'şer bin liraya alıcı buldu.
Müzayedede, Burhan Doğançay'ın “Kurdele” serisinden olan eser 325 bin liraya, Yüksel Arslan'ın eseri 220 bin liraya satıldı.
Hürriyet, 30.05.2010
|
BOYNUZSURAT'IN FOSİLİ BULUNDU
Bugüne
kadar bilinen en uzun boynuzlu dinozor türüne ait
bir fosil, Meksika’da bulundu.
Coahuila bölgesindeki çölde bir
süredir çalışmalarda bulunan Utah Üniversitesi bilim
insanları, “Coahuilaceratops magnacuerna” (Dev
Boynuzlu Boynuzsurat) adı verilen bu hayvanın
boynuzlarının 1.2 metreye ulaştığını açıkladı. 72
milyon yaşındaki gergedan boyutlu otobur dinozor,
Kuzey Amerika’nın batı yakasının pek bilinmeyen
kadim zamanlarına ilişkin yeni bilgilere
ulaşılmasında faydalı olacak gibi görünüyor. İki
boynuzunun yanı sıra, başka hiçbir tür dinozorda
görülmeyen yuvarlak hatlı bir ‘burun boynuzu’na
sahip olan Dev Boynuzlu Boynuzsurat, özellikle de
“Tebeşir Dönemi” olarak bilinen Geç Kretase
Dönemi’ni aydınlatmak amacıyla incelenecek.
Hürriyet, 30.05.2010
|
|
 |
PATERSON GENÇLİK VE KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Bornova'da bulunan tarihi Paterson Köşkü'nün restorasyonu için gerekli olan "Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon" ihalesine 1 Haziran'da çıkacak. 151 yıllık bina, "Gençlik ve Kültür Merkezi" olacak. Büyükşehir, İskoçyalı Tacir John Paterson tarafından 1859 yılında yaptırılan tarihi köşkü kente kazandırmayı hedefledi. Bornova'da Mustafa Kemal Caddesi'nde bulunan ve uzun yıllardır atıl durumda bulunan Peterson Köşkü'nde 1991 yılında Kültür ve Çevre Bakanlığı tarafından restorasyon çalışmaları başlatılmıştı. Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onayı ile çevresindeki 54 bin metrekarelik alanda ise 2000'li yıllarda Büyükşehir Belediyesi tarafından çevre düzenlemesi gerçekleştirilmişti. Köşk daha sonra, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokol ile 25 yıllığına Büyükşehir Belediyesi Gençlik ve Kültür Merkezi yapılmak üzere tahsis edilmişti. Büyükşehir, geçtiğimiz yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yazı göndererek, köşkün restorasyonun yapılması için gereken onayı istedi. Bakanlık onayının gelmesinin ardından ihale aşamasına geçildi.
Yeni Asır, 30.05.2010
|
EYÜP SULTAN'DAKİ MEZAR KİMİN?
“Resmi tarih” ve “resmi ideoloji”, TV’ye çıkan,
gazetelere konuşan herkesin ağzında bu iki kavram
var. Moda oldu!
Herkes “tarihi yıkayıp” yeniden yazmaya, önyargıları
kırmaya pek heveskar. Madem öyle, ben de İstanbul’un
fethinin 557’nci yılında, toplumda hakim olan bir
anlayışı/görüşü sorgulayayım! Hazır mısınız gerçekle
yüzleşmeye...
ADI: Hz. Halid bin Zeyd Ebu Eyyub El Ensari.Sahabi’ydi.Hz.
Muhammed’i Medine’deki evinde 7 ay misafir etti.
Bedir, Uhud ve Hendek Savaşı’nın kahramanlarındandı.
Hz. Ali’nin hilafeti döneminde onunla birlikte
Haricilere karşı savaştı.
Hz. Ali döneminde Medine kaymakamlığı yaptı.
Hz. Ebu Eyyub’un (Aba Ayyup) hayatına dair bundan
sonraki bölümler tamamen rivayettir. Yani
söylentiden ibarettir.
Bunlardan biri de İstanbul Eyüp Sultan’daki
mezarıdır.
Eyüp Sultan’daki sandukada aslında ne var?..
80 yaşındaki savaşçı
Yer: İstanbul.
Yıl 667’de olabilir, 668’de veya 669; ya da 674’tür.
Çünkü, Emevi halife Muaviye döneminde İslam
ordusunun İstanbul’u ilk ne zaman kuşattığı tam
olarak bilinmemektedir.
Orduya kimin komuta ettiği de belli değildir. Kimine
göre komutan İslam dünyasında zulmün ve kötülüğün
sembolü olarak bilinen, Hz. Hüseyin’in katili
Yezid’dir; kimine göre ise Sufyan İbn-i Avf’tir.
Rivayetlere göre, Sahabi Hz. Eyyub da İstanbul’u
kuşatan bu sefere katıldı.
Hemen diyeceksiniz ki, “Hz. Eyyub bu sefere katılmak
için yaşlı değil mi?”
Evet ama tarih böyle yazıyor!
Oysa siz haklısınız; Hz. Muhammed 622 yılında
Medine’ye hicret etti. O’nu evinde misafir eden Hz.
Eyyub, o tarihte kaç yaşındaydı?
Bilinmiyor.
Ama Peygamber’i misafir edecek olgunlukta olduğunu
tahmin edebiliriz.
O halde hesapladığımızda, İslam ordusu İstanbul’a
dayandığında Hz. Eyyub’un yaşının 80-90 yaş
aralığında olduğunu düşünebiliriz.
Bu kadar yaşlı biri, ulaşımın deve sırtında ilkel
şekilde yapıldığı bir dönemde böylesine uzun bir
sefere çıkar mı?
Bakınız bugünün 80-90 yaşlarından bahsetmiyoruz;
1300 yıl önceden bahsediyoruz. Ki o yıllarda normal
karşılanan ölüm aralığı 40-50’dir.
Neyse, tarihin doğru yazdığını şimdilik kabul edip
konumuza devam edelim.
Bu arada:
Hz. Ali ile birlikte Haricilere karşı savaşan Hz.
Eyyub, nasıl oluyor da düşmanı Muaviye’nin ordusuyla
sefere katılıyor, tuhaf değil mi?
Tamam tamam devam ediyoruz...
Avrupa’ya nasıl geçtiler
İstanbul/Eyüp Belediyesi’nin (ki referans olarak
Prof.Dr. İsmail Lütfi Çakın ve Prof.Dr. Hüseyin
Algül’ü vermişler) resmi internet sitesine göre,
uzun bir yolculuk yapan Hz. Eyyub yaşının çok
ilerlemesinden dolayı İstanbul’a yaklaştıkları bir
sırada hastalanıyor; komutanı Yezid’e, öldüğü
takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek ordunun
varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o
yerde gömülmesini vasiyet ediyor.
Tahmin ettiğiniz gibi, Hz. Eyyub’un defnedildiği
yer, bugün Eyüp Camii’ndeki türbe. Evet, genel görüş
bu.
O arada, Arap kültüründeki ölü-mezar geleneğine hiç
girmeyelim.
Ancak: Avrupa’nın önemli Osmanlı tarihçilerinden
Paul Witter, Hz. Eyyub’un Eyüp Camii’nde değil
Ayvansaray’daki kalenin dibinde şehit olduğunu,
oraya gömüldüğünü ve hatta bu nedenle “Ayvansaray”
adının, Eyyub El Ensari’den geldiğini iddia etti.
Bu arada gözünüzden kaçmasın, tarihçi Witter, Hz.
Eyyub’un hastalıktan değil savaşarak şehit olduğunu
söylüyor.
Peki mezarı neredeydi; Eyüp Sultan da mı Ayvansaray
da mı?
Prof.Dr. Halil İnalcık, 1455 yılına ait İstanbul
bina ve nüfus tahrirlerini inceledi ve “Ayvansaray”
adının Rumca olduğunu ortaya çıkardı. Ayvansaray’ın
Hz. Eyyub ile ilgisi yoktu. Oh!
Peki Hz. Eyyub’un mezarı Eyüp Sultan’da mıydı?
Eğer öyle ise, demek İslam ordusu Eyüp Sultan’a
kadar ilerlemişti.
Yani.
Yanisi şu: İslam ordusunun Avrupa’ya geçtiği
(İstanbul’u bilmeyenler için yazalım, Eyüp semti
Avrupa’dadır) ortaya çıkıyor!
Oysa, bilinen İstanbul’a gelen İslam ordusu kara
ordusuydu ve Kadıköy’e kadar gelmiş ve denizi
geçemeden geri dönüp gitmişti.
Zaten o dönemde Bizanslılar, başkentin savunmasını
güçlendirerek Persleri geri püskürtmüşlerdi. Yani
İstanbul’u almak hayli zordu.
Bırakın İstanbul’u, İslam ordusu (bugünkü
Kadıköy’deki) surlarla çevrili Kalkedon’u bile
alamamıştı.
Yine soracaksınız:
“O halde Hz. Eyyub’un mezarı nasıl Avrupa
topraklarında olur?”
Bilinen dönemin Bizans tarihçileri Hz. Eyyub’un
İstanbul’u kuşatan orduda bulunduğundan hiç
bahsetmiyorlar.
Hz. Eyyub’un orduda bulunduğundan ilk bahseden
İslami kaynak, İbn Sad’ın “Tabakat” adlı eseriydi.
Sonra yazılanlar hep bu kitabı kaynakça göstermişti.
İşin garip yanı ise, bu kitap İslam ordusunun
İstanbul’a sefere çıkmasından iki yüz yıl sonra
yazılmıştı!
Tamam tamam, lafı dolandırmayacağım, dönelim tekrar
Hz. Eyyub’un mezarı meselesine...
Hammer ve Babinger dalga geçiyor
Bu arada:
Hz. Eyyub’un, Bizans İmparatoru (tarih tam
bilinmediği için ya II. Konstans ya da IV.
Konstantis olmalı), izin alarak İstanbul’a tek
başına girdiği; Ayasofya’da namaz kıldıktan sonra
taşlanarak öldürüldüğü ve bugünkü mezarına gömüldüğü
gibi akılla, tarihle, bilimle uzaktan yakından
ilgisi olmayan uydurulmuş hikayeleri de vardır!
Uzatmayalım, işin aslı şudur:
Büyük devrimci Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u
fethetmesiyle, Hz. Eyyub’un mezarı arasında derin
bir bağ vardır.
Osmanlı tarihini en iyi bilen tarihçilerden olup,
mezar taşında “Yusuf Bin Hammer” yazan Avusturyalı
tarihçi Joseph von Hammer (1774-1856), Hz. Eyyub’un
mezarının İstanbul’un fethi sırasında mucizevi
olarak bulunmasının, psikolojik ihtiyaçtan
kaynaklandığını “Osmanlı Devleti Tarihi” eserinin I.
cildinde yazdı.
Türk tarihi ve dili üzerinde yetkin eserler vermiş
olan Alman tarihçi Franz Babinger de (1891-1867)
“Fatih Sultan Mehmet ve Zamanı” adlı eserinde Hz.
Eyyub’un mezarının İstanbul’un fethi sırasında
bulunmasından, “Dini hisleri kamçılayan bu aldatmaca
hiçbir çağdaş kaynakta yer almaz” diye bahsetti.
Babinger’e göre Fatih, İslam dünyasına gönderdiği
fetihnamelerin hiçbirinde Hz. Eyyub hakkında bir tek
söz sarf etmemişti.
Halil İnalcık ne diyor
Bu konuda son sözü bizden birine, Prof.Dr. Halil
İnalcık’a bırakalım. Neymiş bu “psikolojik ihtiyaç”
meselesi anlayalım:
“İstanbul’un fethi sırasında 4 düşman gemisi Haliç’e
gelerek yardım getirdi. İstanbul’da halk, surlara
çıkarak Türklere karşı gösteriler yaptı. Bizim asker
arasında ümitsizlik doğdu, hatta bir kaynağımıza
göre (Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın da
kışkırtmasıyla) bazı askeri gruplar, ‘Bu işin sonu
yok’ diye kuşatmayı bırakıp gitmeye başladılar. Çok
nazik bir durum vardı. O zaman Akşemseddin, Fatih’in
şeyhidir. Hacı Bayram tarikatındandır. Eyüp El
Ensari’nin mezarını bulmak için kolları sıvadı.
(...) Moralin düştüğü bir anda, Peygamber’in
sahabesi’nden olan Eyüp’ün mezarını bularak askere
moral vermek amacıyla padişahtan müsaade istiyor.
Bugünkü Eyüp mevkiinde kazı yapıyorlar, orada
eskiden manastırlar vardı, toprak altında yazılı
mermer parçalar buluyorlar. ‘İşte mezar burası’ diye
orduya ilan ediyorlar. Askere savaş için yeni bir
şevk ve heyecan geliyor.” (Tarihçilerin Kutbu s.
431)
750 yıl sonra, 1453’te Hz. Eyyub’un mezarı Bizans
azizlerinin mezarlarının bulunduğu “Kozmodion” adı
verilen bölgede, Akşemseddin’in istiareye yatmasıyla
mucizevi şekilde böyle bulunuverdi işte. Ve
Yeniçeriler bu moralle İstanbul’u fethettiler. Bizim
tarihimizde psikolojik savaşı en iyi kullananlardan
birinin Akşemseddin olduğunu söyleyebilir miyiz?
Fatih, fetihten sonra Hz. Eyyub’un mezarının
bulunduğu yere cami, türbe yaptırdı. Müslümanlar 557
yıldır Eyüp Sultan’ı ziyaret ediyor.
Sonuçta görülüyor ki, sorunun sorulmadığı yerde
kutsal olaylar yaratma ve onu resmileştirme çok
kolay gerçekleştiriliyor.
Ne diyor Sadi: “Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi;
bilmez ki sorsun, bilse sorardı”.
BATTAL GAZİ TÜRK MÜYDÜ BİLMİYORDUM
- Hıristiyan Bizans’ta, İslam dünyasında olduğu gibi
önemli kişilerin lahitlerinin (sanduka) üzerlerinin
bir kumaşla örtüldüğü bilinmektedir. Evliya
türbeleri içindeki mezarların üzeri yeşil bir
örtüyle örtülür. İncelendiğinde bu adetin bize
Bizans’tan geldiği ortaya çıkar.
- Müslümanlarda tabutların üzerine fazla gösterişli
olmayan örtüler konulması Bizans’ta da vardır.
- Ölümden sonra uygulanan ritüeller Bizans ve
Osmanlı’da benzerdir. Bizans’ta ölü kişinin
yatırılma şekli (kleine), gözlerinin kapatılması (kalyptein),
ağzının kapatılması (syaklein), bedenin yıkanması (apoplysis)
bugün Anadolu’da hala uygulanan törenlerdir.
- Hıristiyan azizlerinin en ünlülerinden Anadolu
doğumlu Aziz Georgios (George), İngiltere’nin
koruyucu azizi kabul edilmiştir. Beyaz üzerine
kırmızı haçlı İngiliz bayrağı Aziz Georgios’un
simgesiydi. Zaten bu bayrak Aziz Georgios bayrağı
olarak isimlendirilmektedir. Aynı zamanda İspanya,
Gürcistan, Litvanya, Portekiz, Almanya, Yunanistan
ve Rusya’nın en saygı duyulan azizidir.
- İstanbul’da Kocamustafapaşa semtinde Çifte
Sultanlar Türbesi vardır. Burası kadın evliya
türbesi olarak, özellikle Şii Müslümanlar tarafından
muharrem ayında ziyaret edilir. Kocamustafapaşa
Camii’nin karşısında Sümbül Efendi Türbesi’nin hemen
başucunda, etrafı demir parmaklıklarla çevrili iki
kız kardeşin mezarları olduğu kabul edilir. Bu
mezarda yatanların Hz. Ali’nin torunları Fatima ve
Sakine olduğu ileri sürülür.
Sözde bu iki kız kardeş, “haçlı seferlerinin
birinde(?)” esir edilip Bizans İmparatoru
Konstantinos Pagania (Porphyrogenitos) veya VII.
Konstantinos’a (913-959) cariye olarak
gönderilirler. Hıristiyan olmadıkları için de
öldürülürler.
Hikaye böyle gerçeküstü anlatımlarla devam eder. Bu
hikayenin gerçeklerle çelişen yönleri çoktur.
Öncelikle, Hıristiyanlığı kabul etmeyen iki Müslüman
kadın neden öldürüldükten sonra Hıristiyanlarca
kutsal kabul edilen bir kilisenin yanına
gömülmüştür?
İkinci çelişki de, 500 yıl sonra buraya gelen
Müslümanlar nasıl olup da bu mezarları doğru olarak
tespit etmişlerdir?
- Müslümanlar Bizans imparatorunun mezarını bile
evliya mezarı kabul ederek ziyaret etmişlerdir.
Bunun bir örneğini Trabzon’da görüyoruz. Trabzon
İmparatoru IV. Aleksios Komnenos (1416-1429)
Anadolu’daki Akkoyunlu Türk beyinin kızıyla evliydi.
Oğlu IV. İoannes Komnenos’un (1429-1459) iktidarı
ele geçirmesiyle 1429’da öldürülmüştü. Büyük
olasılıkla bu nedenle mezarı Hıristiyanlar
tarafından kutsal sayıldı ve IV. Aleksios
Müslümanlara da “Hoşoğlan” isimli evliya olarak
geçti.
Trabzon’da Hisar Camii’nin yanındaki türbede
Trabzon’un Türklerce fethinde etkinliği olan
ermişlerden Hoşoğlan’ın gömülü olduğuna inanılır. Bu
nedenle asırlarca Hoşoğlan’ın türbesine bezler
bağlandı, adına adaklar adandı, ruhundan şefaatler
umuldu.
Fakat umumi harbin işgal zamanlarında Rus
arkeologlardan Ospenski türbede hafriyat yaptırıyor
ve ne çıksa beğenirsiniz, sandukası ile IV.
Aleksios’un mezarı!
- Osmanlılar döneminde ve bizim bugün de kahraman
olarak gördüğümüz, zaman zaman da
kutsallaştırdığımız tarihsel gerçeklerle bağdaşmayan
diğer bir kişilik de Battal Gazi’ydi. Pek çok yerde
mezarı bulunan yine Anadolu’da Türk kahramanı olarak
efsaneleştirilmiş, evliya mertebesine çıkarılmış
Battal Gazi’nin yaşam hikayesinin gerçekle bir
ilişkisi bulunmaz. Battal Gazi Anadolu’da
Bizanslılarla yaptığı savaşlarda efsaneleşen ve
740’ta Eskişehir yakınlarında bugün kendi adıyla
anılan kasaba (Seyitgazi) yakınında şehit olarak
oraya gömülen Arap kökenli bir Emevi komutandı.
ÖĞRENDİM
Kimden mi, “Bizans-Osmanlı Sentezi” kitabının yazarı
İsmail Tokalak’ın kitabından. Bizans kültür ve
kurumlarının Osmanlı üzerindeki etkisini ele alan bu
değerli çalışmayı, “inancı pamuk ipliğine bağlı
olmayanlara” öneririm.
Hürriyet, Yazı: Soner Yalçın, 30.05.2010
|
İNSANIN EN ESKİ ATASI BİR YAMYAM!
İnsanoğlunun en eski atası bir yamyam olabilir.
Bilim insanları, 'Homo gautengensis' adlı ve
yaklaşık olarak 600 bin yıl önce öldüğü söylenen,
iki milyon yıllık da bir geçmişi olduğu sanılan
türün en eski insan olduğu kanısında.
Türü tanımlayan antropolog Dr. Darren Curnoe, ‘Homo
gautengensis’in yamyam olabileceğini, dolayısıyla
insanların da yamyamlarla bağlantılı olabileceğine
dikkat çekiyor. Kafatası parçaları, dişler,
çeneler ve diğer kemiklerden oluşan kalıntılar Güney
Afrika’nın Gauteng Eyaleti’nde mağaralar komp-leksi
Sterkfontein’de bulundu. Avustralya’daki New South
Wales Üniversitesi’nde görev yapan Dr. Curnoe,
bulunan kalıntılar göz önüne alınınca, yaşayan en
eski insanın yamyam olabileceğini söyledi.
Modern insanla kıyaslandığında, ‘Homo
gautengensis’un daha uzun kolları, daha büyük
dişleri, şempanzeninkini andırır bir yüzü ve küçük
bir beyni var. Çalışmanın sonuçları Homo adlı bilim
dergisinde yayımlanacak.
Radikal, 29.05.2010
|
|
AYASOFYA'NIN HAZİNELERİ SERGİLENİYOR

İstanbul’un fethinin sembolü Ayasofya’daki
Padişah Türbeleri’nin restorasyonu sırasında gün
yüzüne çıkan sanduka kılıfları, Kabe-i şerif iç
örtüsü, kisve-i şerif, ravza-i mutahhara örtüleri,
yüzyıllarca minberinde asılı duran ve müzenin
deposunda bulunan tarihi sancaklar sergilenmeye
başlandı.
İstanbul’un fethinin 557. yıl dönümü kutlamaları
kapsamında düzenlenen serginin açılışı dolayısıyla
Ayasofya Padişah Türbeleri Avlusu’nda tören yapıldı.
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili,
törende, bugünün, fetih kutlamaları programı içinde
bir dönüm noktası olduğunu belirtti.
Kutlamalar kapsamında önce Fatih Sultan Mehmet’in
türbesinin ziyaret edildiğini, Fatih Anıtı’nda tören
yapıldığını ve Belgrad Kapı’da sembolik fetih töreni
gerçekleştirildiğini anlatan Bilgili, şöyle devam
etti:
"Ayasofya Müzesi Başkanı Haluk Dursun bir
farkındalığı ortaya çıkardı. Resmi kutlamalar
içerisinde fethin sembolü olan Ayasofya’da şimdiye
kadar hiçbir etkinlik yapılmamış. Bu ne büyük bir
unutkanlık ne büyük bir yanlışlık. Bundan sonra
Valimize ’Belgrad Kapı’dan sonra heyet olduğu gibi
Ayasofya’ya gelsin, Ayasofya’da da bir tören
yapılsın’ diyeceğim. Fethin sembolü olan
Ayasofya’nın müzeden ibaret olmadığını da
göstermemiz lazım. Bunun, Fatih’e, İstanbul’u
fetheden bir yığın meçhul askere ve Osmanlı’ya
saygının bir ifadesi olacağını düşünüyorum. Bugün
başlayan etkinlikle Ayasofya’nın fetih kutlamaları
kapsamına alınmasını temenni ediyorum."
Bilgili, geçen yıl Bosna-Hersek’i ziyaretinde
dikkatini çeken bir anısını anlatmak istediğini
belirterek, "Biz, Fatih’ten bahsederken biraz yanlış
yapıyoruz. Sıradan bir insanmış gibi bahsediyoruz.
Bosnalılar, ’Fatih Mehmet Sultan Han Hazretleri’
olarak ifade ediyorlar. Bizim de bu saygıyı
göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Fatih Sultan
Mehmet’in Bosna’ya katkısı olmuştur ama İstanbul’a
katkısını hiç kimse inkar edemez" diye konuştu.
Ayasofya Müzesi Başkanı Haluk Dursun da İstanbul’un
fethinin sembolü Ayasofya’nın bugün tarihi bir gün
yaşadığını belirterek, Padişah Türbeleri’nin
restorasyonu sırasında kültür ve sanat tarihi
açısından bazı kıymetli objelerin gün yüzüne
çıktığını vurguladı.
Saklı ve gizli olmayan ama teşhir edilemeyen bazı
eserlerin bugün ilk defa sergileneceğini ifade eden
Dursun, eserlerin, İstanbul’un kültür, sanat ve
müzecilik hayatına katkısı olacağını kaydetti.
Eserlerin bu aşamaya getirilmesinde ve
sergilenmesinde emeği geçenlere teşekkür eden
Dursun, bugün İstanbul’un fethinin 557. yılının
değişik yerlerde kutlandığını anımsattı. Dursun,
sözlerini şöyle sürdürdü:
"Fethin resmi kutlama programı dışında bir şeyler
yapmaya karar verdik. Ayasofya’da fethin kültür ve
sanat değerlerini ön plana çıkaran bir çalışma
yaptık ve Ayasofya’nın müzeden öte bir şey olduğunu
bir kez daha gösterdik. Ayasofya bir müze ama diğer
müzelerden farklı tarafları var. Ayasofya’nın bir
ruhu var, bu ruhu iade etmek gerekiyor. Bu
çerçevede, Ayasofya’ya 557 gül diktik. Artık, gül
bahçesine girer gibi Ayasofya’ya giriliyor. Bizim
için fetih, bir yeri alıp, orayı idare etmek değil,
gül gibi idare etmek, insanların gül gibi
geçinmesini sağlamak, gül ile barışı getirmektir.
Onun için Osman Gazi’ye ’İstanbul’u gülizar yap’
diye vasiyet ediliyor. Bugün İstanbul ne kadar gül
bahçesidir, bunun yorumuna girmiyorum, sadece olması
gerekeni söylüyorum."
Dursun, Ayasofya’da tarihi olarak var olan, ama
unutulan, unutuldukça da hali pek iyi olamayan,
korunamayan bazı eşyaları olduğunu ifade ederek,
bunlara örnek olarak Ayasofya’nın minberinde asılı
duran tarihi sancağı gösterdi. Geleneklerde fetihten
sonra fethin timsali olan yerlere sancak asıldığını
anlatan Dursun, "Bu sancaklar, zamanla kaldırılmış
ve korunmuştu ama seyre açık değildi. Sergide
minbere asılan iki sancak tekrar gün yüzüne çıkmış
olacak" dedi.
İstanbul’un surre alaylarının merkezi olduğunu, her
sene Mekke ve Medine’ye İstanbul’dan kabe örtüleri,
ravza-ı mutahhara örtüleri ve para keseleri
gönderildiğini belirten Dursun, "Bir sene orada
kullanılan örtüler geri getirilirken, yerine yeni
örtüler götürülüyor. Bu eski örtüler bir gelenek
içinde dağıtılıyor. Bu örtüler türbelerde puşide
olarak kullanılıyor. Bu örtüler eskiyince türbe
bahçesine gömülüyor. Bunu da kazı yapan arkadaşlar
ortaya çıkardı" diye konuştu.
Sergide, entari, ravza-ı mutahhara, sanduka kılıfı,
kaftanlar, kabe iç parça örtüsü, kisve-i şerif
parçası, Ayasofya’nın tarihi şamdanları, 16.
yüzyıldan kalma el yazması Kur’an-ı Kerim, vahleler,
Sultan Abdülmecit’in mozaikten yapılan tuğrası,
hatıra madalyası gibi toplam 18 eserin yer aldığını
belirten Dursun, eserlerle 16. yüzyılda saraydaki
modayı görmenin mümkün olduğunu kaydetti.
Haluk Dursun, avluda, merhum Ekrem Hakkı Ayverdi’nin,
İstanbul’un fethinin 500. yılı anısına yaptırdığı ve
bugüne kadar Ayasofya’ya getirilemeyen 12 taş
kitabeden birinin de sergileneceğini bildirdi.
Konuşmaların ardından Bilgili ve Dursun, Ayasofya
Padişah Türbeleri’nin bahçesine İstanbul’un fethinin
557. yıl dönümünü temsilen 557. gülü dikti.
Açılışta davetlilere Fatih Belediyesi'nin "fetih
helvası" ile gül lokumu ikram edildi.
Radikal, 29.05.2010
|
23 - 29 Mayıs 2010
|
ÇUKURCA'NIN TARİHİ TAŞ
EVLERİNDE YIKILMA TEHLİKESİ

Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd.Doç.Dr. Mehmet
Top yaptığı açıklamada,
Hakkari'de
yürüttüğü yüzey araştırmaları sırasında bu evlerde
incelemede bulunduğunu belirterek, taş evlerin, ilçe
merkezinde, kalenin bulunduğu tepenin güney
yamacında kurulmuş yapılar olduğunu anlattı. 19.
yüzyıla ait olduğu tahmin edilen taş evlerin iç
döşemesinin, ahşap yapılı olduğunu ifade eden
Yrd.Doç. Top, Hakkari ve çevresinde sivil mimari
örneklerine pek rastlamadıklarını, dolayısıyla bu
taş evlerin, Hakkari ve çevresindeki en önemli sivil
mimari yapılar olduğunu kaydetti.
Yrd. Doç.Dr. Top,
evlerin yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya
bulunduğunu belirterek, ''Tarihi ve turistik
değer taşıyan taş evlerin bulunduğu bölge, kısa
sürede 1. derece sit alanı ilan edilmelidir. Yıkılma
tehlikesi olan bu yapılar, kısa sürede restore
edilerek turizme kazandırılmalıdır'' dedi. Taş
evlerin bulunduğu bölgenin mutlaka koruma altına
alınması gerektiğini bildiren Yrd. Doç.Dr. Top,
geçen yıl yaptıkları inceleme sırasında, bazı
yurttaşların ahşap döşemeleri söküp, yakacak olarak
kullandığını belirlediklerini ifade etti.
Çukurca Belediye Başkanı
Mehmet Kanar
da, ilçede bulunan tarihi taş evlerde 20 yıl
öncesine kadar yaşamın olduğunu ancak ailelerin,
nüfus artışı, ulaşım, su sıkıntısı gibi nedenlerle
ilçe merkezindeki başka mahallelere yerleştiğini
söyledi. Bu evlerin sahiplerini belirlemek için
çalışma başlatıldığını anlatan Kanar, ''Evlerin
restore edilerek korunması ve turizme kazandırılması
için Kaymakamlıkla birlikte Valilik ve ilgili
kurumlara yazı gönderdik'' dedi. Girişimler sonucu
uzman bir ekibin ilçeye gelerek, evlerde incelemede
bulunduğunu bildiren Kanar, keşif çalışmaları ve ev
sahiplerinin belirlenmesinin ardından bölgenin
turizme kazandırılması için gerekli çalışmalara
başlanacağını kaydetti.
Cumhuriyet Portal,
28.05.2010
|
BİR KÜLTÜR BAŞKENTİNE
LAYIK OLMAK

‘Dünya Kültür
Başkenti İstanbul 2010’ diye yola çıkmıştık. Şimdi
2010’u yarıladık. Bu demektir ki, genel bir döküm
yapmanın zamanı artık yaklaşmakta. Bence o zaman
gelip çattığında, bu bağlamda özellikle harcanmış
bir geçmişten bundan böyle artık harcanmayacak bir
geleceğe hangi köprülerin kurulması gerektiği, en
birincil ve en yararlı soru olmalıdır. Çünkü süslü
sözleri ve yapılması gerektiği halde yapılmamış
olanları yapılmış sayma alışkanlıklarını bir yana
bıraktığımız takdirde, karşımızda İstanbul’a ilişkin
tek bir manzara var: Tarihteki olağanüstü kültürel
ağırlığı ve değeri onyıllardır acımasız bir rant
ekonomisinin acımasız pençelerine terk edilmiş bir
kentin manzarası. Bu tutum varlığını ne yazık ki
bugün, yani şu ‘kültür başkenti 2010’un tam ortalık
yerinde de varlığını tüm korkunçluğuyla
sürdürmektedir ve bugün, deyiş yerinde ise eğer,
İstanbul’un bir kent olarak sırtından ne kadar para
kazanılabileceğine ilişkin projeler, bu kenti bir
“kültür başkenti” niteliğiyle koruyup yarınlara
aktarabilmeye yönelik çabalardan çok daha örgütlü ve
ısrarlı bir biçimde yürütülmektedir.
Bir başka deyişle, dünyanın “kültür başkenti” diye
anılmaya layık çok az sayıdaki kentlerinden biri
olan İstanbul, bugünkü durumuyla bir ülkede
“kapitalizm”, “liberalizm” ya da “serbest
girişimcilik” gibi ciddi (!) kavramların koruyucu
şemsiyesi altında sürdürülen eşi zor bulunur bir
soygun ve yağmacılık zihniyetinin başarıya
ulaşmasının en somut örneklerinden biridir ve bu
yanıyla bile başlı başına “müzelik” denilebilecek
bir değer taşımaktadır! Ben bu açıdan düşündüğümde,
içinde bulunduğumuz yıl “Dünyanın Sayılı Kültür
Başkentlerinden İstanbul, Bir Kültür Başkenti
Olmaktan Nasıl Çıkarıldı?” başlıklı ve çok kapsamlı
bir serginin düzenlenmemiş oluşunu, program
açısından büyük bir eksiklik sayıyorum! Çünkü bu
sergi, her ne kadar geçmişin yıkımlarının izini
silmek artık olanaksız ise de, en azından gelecekte
bu türden yıkımları önleme bağlamında belli bir
bilinçlenmeye zemin hazırlayabilirdi.
Böyle bir sergide örneğin, bugüne kadar İstanbul’da
“yol ve trafik düzenlemeleri” amacıyla Mimar Sinan’a
ait kaç eserin resmi kararlarla yıktırılmış olduğu
gösterilebilirdi. Aynı sergide, bugüne kadar tarih
ve mimarlık açısından eşsiz önem taşıyan kaç yapının
önünün büfelerle, lokantalarla, çarpık çurpuk
dükkanlarla vb. kapatıldığı ve göze görünmez
kılındığı görünür kılınabilirdi. Ayrıca serginin
örneğin “yazılı belgeler” kısmında, İstanbul’da
bugüne kadar tarihi mirası kurtarabilmek amacıyla
kaç dava açılmış olduğu ve neden böyle bir yola
gerek duyulduğu da yazılı ve görsel malzeme
aracılığı ile gözler önüne serilebilirdi.
Söz konusu serginin önemli bir bölümü, kentin
tarihinin bin yıllık bir bölümünü kapsayan Bizans
geçmişinin, başka deyişle Doğu Roma İmparatorluğu
döneminin ne ölçüde bu kentin tarihsel kimliğinden
sayıldığı ve değerlendirildiği, örneklerle tartışma
konusu yapılabilirdi. Böylece de fetih
yıldönümlerini giysilerine domates salçasından
kanlar sürülmüş, yüzlerine de yapıştırıcıları kimi
zaman yetersiz kalan bıyıklar takılan
yeniçerilerle(!) kutlamakla yetindiğimiz bir kentin,
aslında nasıl bir tarihi mirasın veraseti olarak
Osmanlılara geçtiği, Fatih Sultan Mehmet’in böyle
bir veraseti neden onca önemsemiş olduğu da bugünün
ve yarının kuşaklarına doğru anlatılabilirdi.
Bu yazıyı, yabancı bir şairin “Söyle bana, nedir
aşk?” adlı şiirinin iki dizesini İstanbul’a
uyarlayarak noktalıyorum: “Bütün bunlar
yapılamamışsa eğer / söyle bana, nedir İstanbul?”
Cumhuriyet, Yazı: Ahmet
Cemal, 28.05.2010
|
ALKAZAR SİNEMASI MÜZE
OLMAYI BEKLİYOR

Kapatılan tarihi Alkazar
Sineması’nın mal sahibi Nizam Hışım, sanatsever kişi
ve kurumlardan mekanın müze haline getirilebilmesi
için destek bekliyor.
Beyoğlu Güzelleştirme ve
Koruma Derneği’nin Başkanlığını da yürüten Nizam
Hışım, Alkazar’ın müze veya sanat galerisi olmasını
arzu ettiğini belirtti. Bugüne dek bu konuda
herhangi bir somut ilerleme kaydedilmemiş olmasına
rağmen, Nizam Hışım Alkazar’ın kesinlikle kafe, bar
veya restoran gibi bir eğlence mekanı olmayacağını
söyledi.
Hışım, Alkazar’ın müze olması için sanata destek
veren kuruluşların yardımlarını beklediğini, destek
gelene kadar da sinemanın kapalı kalmaya devam
edeceğini belirtti.
Alkazar Sineması, 1923’ten bu yana kısa aralıklarla
kapalı kaldı. Uzun yıllar boyunca piyasa
filmlerinden kaçınarak sanat filmlerine perdelerini
açan Alkazar Sineması,
sinema
tutkunlarının ilgi gösterdiği bir mekandı. Alışveriş
merkezlerinin ve lüks
sinema salonlarının
yaygınlaşmasıyla maddi sıkıntılar içine giren
Alkazar Sineması, son olarak 1 Mart 2010 tarihinde
kapatıldı.
Kapatılma kararı yönetim tarafından yazılan bir
mektupla duyuruldu. Alkazar Sineması’nın
yöneticileri, “Büyük alışveriş merkezlerindeki son
derece yüksek yatırımlarla yapılmış, teknolojik
olanaklarla donatılmış, popüler ve ticari filmleri
izleyiciye sunan 8–10 perdeli
sinema salonlarına
karşı adeta kahraman bakkallar gibi mücadele
ediyorduk. Küçük, iddiasız sanat sineması olmayı
sürdürecek gücümüz ne yazık ki kalmadı” şeklinde bir
açıklama yaptı.
Cnn Türk, Haber: Harun
Karaburç, 28.05.2010
|
İSTANBUL'A IŞIK VERECEK
Tarihi Şile Deniz
Feneri, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri
kapsamında restore edilerek ziyarete açıldı.
Dünyanın ikinci,
Türkiye'nin ise en büyük aktif deniz feneri olan
Şile Feneri, 150. yılını kutladı. İlk defa bir deniz
fenerinin fotoğrafları PTT tarafından pul
yapılırken, çeşitli üniversitelerin de kültür sanat
programlarında yer aldı. Önceki gün düzenlenen
etkinlikle 2010 yazı boyunca Şile Feneri'ni
anlatacaklarını söyleyen Şile Belediye Başkanı Can
Tabakoğlu, konunun İstanbul Avrupa Kültür Başkenti
programlarına da alındığını söyledi.
Tabakoğlu, "Şile Feneri
1859'dan beri gemicilere yol gösterdiği gibi UNESCO
Kültür Başkenti İstanbul için de ışık kaynağı
olacak. 20 deniz mili görüş mesafesine sahip kurmalı
sistemli fenerin tüm orijinal parçalarını bulduk.
İlk kapısını bile onararak taktık. Fener için bir
şarkı besteledik. 23 Temmuz'da Şile Feneri'ni Şile
bezi ile giydirerek İstanbul'u selamlayacağız" dedi.
Türkiye Gazetesi, Haber:
Cüneyt Bitikçioğlu, 28.05.2010
|
|
KAPADOKYA'DA İLGİNÇ
ŞAPEL
 
Kapadokya bölgesinin en
önemli turizm merkezlerinden biri olan Göreme
beldesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açık
bulundurulan Göreme Açık Hava Müzesi'nin alanının
genişletilmesi isteniyor.
Kapadokya bölgesinde her
yıl 600 bini aşkın yerli ve yabancı turistin ziyaret
ettiği Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
ziyarete açık bulundurulan Göreme Açık Hava
Müzesi'nin yakınlarındaki Güllüdere Vadisine bakan
yamaç üzerinde yaklaşık 20 metrelik bir uçurum
kenarında bulunan ve 12. yüzyıl başı ile ortalarına
tarihlenen kayadan oyma şapel, farklı özellikleri
ile dikkatleri üzerine topluyor.
Nevşehir Müze Müdürü
Ertuğrul Murat Gülyaz yaptığı açıklamada bölgede
sadece Göreme Açık Hava Müzesi içerisinde bulunan St.Barbara
kilisesindeki horoz ve garip yaratığın betimlendiği
resim ile aynı gruba dahil olduğu tahmin edilen
Şapel'deki bu görünümün, popüler yerel halk sanatı
dilinde kötülükleri kovmaya yarayan adeta nazar
olarak da isimlendirilen kötü göz'e karşı koruma
amacına yönelik olarak yapıldığını belirtti.
Gülyaz, şapel içerisinde
bulunan ve zaman içerisinde tahrip edilen iki
Hıristiyan büyüğüne ait olduğu tahmin edilen
mezarların yanı başına kötü ruhlara karşı koruyucu
olması açısından bu betimlemelerin yapılmış
olabileceğini ifade etti.
Nevşehir Müze Müdürü
Ertuğrul Murat Gülyaz, alanında oldukça ilginç bir
konu olmasına rağmen,çokça da batıl inanç ve itikat
ile de ilgili olması nedeniyle gerçekte bilimsel bir
araştırma konusu olabilecek bu durumun, gerek
Hıristiyan Ortodoks Kilisesi ve hem de sanat tarihi
açısından ilgi konusu haline getirilmemiş olmasının
da bir kayıp olarak değerlendirildiğini kaydetti.
Sadece Göreme Açık Hava
Müzesi çevresinde turizme kazandırılmış 8 kilise,
şapel ve manastırın yanında yine tüf kayalara oyulu
bazı kilise ve şapeller ile insan yerleşimlerinin
bulunduğu da belirtilerek,Güllüdere Vadisi'ni de
içine alabilecek bir şekilde,yeniden bir müze
genişlemesine gidilmesinin bölgenin kültürel ve
doğal zenginliğinin artmasının yanında, kültürel
birikimlerin değerlendirilmesi açısından büyük bir
önem kazanacağı belirtiliyor.
Nevşehir Kent Haber,
28.05.2010
|
|
TABLODAKİ ŞÜPHE
İngiltere'de bulunan National Gallery’nin en ünlü yağlıboya eserlerinden biri olan Boticelli’nin “Venus ve Mars” tablosunda uyuşturucunun etkilerinin yansıtıldığı iddia edildi.
“Aşkın, fetheden ve uygarlaştıran gücü”nü gösterdiği düşünülen eserin, uyuşturucu kullanımı hakkında mesaj içerdiği öne sürüldü.
Resmin sağ alt köşesindeki cücenin elinde bulunan bitkinin Daturastramonium (borazan çiçeği) olduğu saptanırken, bu bitkinin, insana aşırı bir sıcaklık hissi vererek kıyafetlerini çıkarma güdüsüne neden olduğu biliniyor.
Sotheby Sanat Enstitüsü
program direktörü David Bellingham, daha önce
önemsenmeyen bu bitkiyi Boticellini’nin kasıtlı
olarak tabloya yerleştirdiğini söyledi.
Habertürk, 28.05.2010
|
TÜRK HAZİNELERİNE ÖZEL İLGİ
İngiltere'nin önde gelen arkeoloji dergisi "Current World Archeology(CWA)" Türkiye ile ilgili özel sayı yayımladı. 55 sayfalık derginin 35 sayfasında okuyuculara, Türkiye'deki Likya bölgesi ile çevresindeki arkeolojik alanlar tanıtıldı.
Kapağında Likya kaya mezarlarının fotoğrafının yer aldığı dergiyle ilgili açıklama yapan Türkiye'nin Londra Kültür ve Tanıtma Ataşe Yardımcısı Ayşegül Gürgezoğlu, "Dergi, ülkemizin kültürel birikimini gözler önüne sermeye, aynı zamanda kültür turizmi açısından tanıtımına büyük katkı sağlamış olacak" dedi.
CWA'nin İngiltere'nin en önemli arkeoloji dergisi olduğunu belirten Gürgezoğlu, derginin Türkiye özel sayısı çıkarmasının çok sayıda okuyucuya ulaşması nedeniyle önemine dikkati çekti. Gürgezoğlu ayrıca dergiyle Türkiye'nin arkeolojik zenginliklerinin ilk kez bir arada okuyucuya sunulduğunu kaydetti.
Dergide Efes, Perge, Çatalhöyük gibi bilinen yerlerin yanı sıra daha az tanınan ve yeni kazılmaya başlanan arkeolojik alanlar da okuyucuya tanıtılıyor ve son yıllarda kazılarda çıkarılan önemli eserlere yer veriliyor, UNESCO dünya kültür mirası geçici listesinde bulunan yerlere dikkat çekiliyor.
Hürriyet, 28.05.2010
|
 |
 |
TARİHİ DOKUYA GÖLGE DÜŞÜREN MISIRCILAR KALDIRILACAK
Sivas İstasyon Caddesi’nde Çifte Minare önünde bulunan mısırcılar tarihi dokuya gölge düşürdüğü gerekçesiyle kaldırılacak. Geçtiğimiz yıllarda Belediye tarafından Kent Meydanı Projesi kapsamında Kongre Müzesi'nin yan tarafına taşınan mısırcılar satışlarını burada sürdürmüş ve çalışmaların tamamlanmasının ardından tekrar kaşı kaldırıma konulmuştu.
Geçimlerini buradaki işyerlerinde mısır satışı yaparak sağlayan ve geçtiğimiz yıllarda açık alanda mısır satılmaması gerekçesiyle kapalı büfelerde mısır satışı yapan esnaflar, şimdi ise tarihi dokuya gölge düşürdüğü gerekçesiyle tekrar kaldırılarak eski yerlerine taşınacak. Sivas Belediye Başkanı Doğan Ürgüp, Zabıta Müdürü Ali Yağmur’a talimat vererek Mısırcıların tarihi eserler önünde bulunmasının hoş bir görüntü oluşturmadığını en kısa zamanda kaldırılması gerektiğini söyledi.
Zabıta Müdürü Ali Yağmur ise “ Başkanımız mısırcıların kaldırılması ile ilgili bize talimat verdi. Bizde en kısa zamanda orada bulunan esnaflarımıza izahat vererek büfeleri tekrar karşı tarafa taşıyacağız” dedi. Tekrar karşı tarafa taşınacaklarını duyan esnaflar ise bu durumdan memnun olmadıklarını, sürekli yer değiştirmek istemediklerini belirttiler.
Çifte Minare önünde bulunan mısırcılar en kısa zamanda Kongre Müzesi'nin yanında bulunan Sivasspor bilet gişesinin yan tarafına taşınacak ve mısırcılar artık satışlarını burada sürdürecek.
Sivas Hürdoğan, 28.05.2010
|
MÜZAYEDE EVİ SOYULDU
İsveç'te bir müzayede firmasına gelen silahlı
ve maskeli kişiler, 12 milyon İsveç kronu (1 milyon
euro) tutarındaki mücevher ve kıymetli eşya ile
kaçtı. Başkent Stockholm'deki Bukowskis müzayede
firmasında dün meydana gelen olayda, maskeli ve
silahlı 3 kişinin çalışanları etkisiz hale
getirdikten sonra soygunu yaptıkları, ardından bir
araçla olay yerinden uzaklaştıkları belirtildi.
Sabah, 28.05.2010
|
DERSİMİZ EFSANE İSTANBUL

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM),
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
işbirliği ve Sabancı Holding sponsorluğunda, 'Efsane
İstanbul: Bizantion'dan İstanbul'a - Bir Başkentin
8000 Yılı' başlıklı sergiye ev sahipliği yapacak.
5 Haziran - 4 Eylül tarihleri arasında
sanatseverlerle buluşacak sergi, İstanbul'un,
Marmaray Projesi kapsamındaki Yenikapı kazılarıyla
daha da geriye giden 8000 yıllık eşsiz tarihini,
500'ü aşkın eserle gözler önüne serecek. Sergi,
Bizantion'dan Nea Roma'ya, Constantinopolis'ten
İstanbul'a; Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarına
başkentlik yapmış kentin görkemli tarihine ışık
tutarken; ticaret, hediye ve 4. Haçlı Seferi'nde
olduğu gibi yağma yoluyla çeşitli ülkelere dağılmış
hazineleri bir araya getirecek.
Sergi; İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Vatikan,
Macaristan, Yunanistan, Avusturya, Belçika,
Hollanda, İrlanda, Katar, Portekiz ve Rusya'daki
önde gelen kurumlardan seçilen eserlere ev sahipliği
yapacak. Sergide ayrıca, Türkiye'deki devlet
müzeleri ile özel müze ve koleksiyonlardan seçilen
eserler de yer alacak. Yurtdışından 39, Türkiye'den
19 olmak üzere toplam 58 müzeden seçilen geniş
yelpazedeki eserler, sergi aracılığıyla ilk kez bir
arada sunulacak.
Sergide; İstanbul'un bir Roma garnizonu iken, Doğu
ve Batı Roma'nın ayrılmasından sonra giderek
başkente dönüşmesi, Bizans İmparatorluğu'nun
gelişme, duraklama ve çöküş evrelerinden sonra 1453
yılında Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle yeni
bir doğuşa sahne olması anlatılacak. İmparatorluk
başkenti İstanbul'un Avrupa tarihiyle özdeşleşen
geçmişinin parlak ve çalkantılı evreleri
yansıtılacak, şehrin devraldığı çeşitli din ve inanç
mirasının oluşturduğu zengin gelenek tanıtılacak.
Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı
konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamada, Sabancı
Holding olarak 'Efsane İstanbul: Bizantion'dan
İstanbul'a-Bir Başkentin 8000 Yılı Sergisi'ni
destekleyerek, Türkiye'nin kültür hayatına yeni bir
katkı daha yaratmaktan ötürü mutluluk duyduklarını
söyledi. Güler Sabancı sergiyle ilgili olarak
şunları söyledi:
'Efsane İstanbul Sergisi
İstanbul'da yaşayan ve İstanbul'u seven
herkesin görmesi gereken bir sergi. Yaşadığımız
kentin 8000 yıllık tarihini gözler önüne seren, ilk
yerleşimlerden başlayarak, adım adım uygarlığın en
önemli merkezlerinden biri haline gelmesine bu
sergiyle tanıklık edeceğiz. İnanıyorum ki, 'Efsane
İstanbul Sergisi'ni gezenler, İstanbul'a çok farklı
bir gözle bakmaya başlayacaklar. Bu sergi, sergiyi
gezen gençler ve çocuklar için bir 'İstanbul' dersi
olacak. Bu sayede gençlerimizin yaşadıkları kenti
tanımalarını, sevmelerini ve hepsinden önemlisi
sahip çıkarak koruyacaklarını ümit ediyorum. Bu
nedenle özellikle gençler bu sergiyi mutlaka
görmeliler.
Akşam, 28.05.2010
|
TARİHİ MİRASI CANLANDIRDILAR
Tophane UNESCO Gençlik Derneği ve Unesco Club Kulmbach'ın birlikte satın aldığı tarihi köydeki ev, onarıldıktan sonra Müze ve Proje Evi olarak hizmete girdi. Alman konuklar, Tophane Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi yöneticileri ve Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Erdem Saker'in, katıldığı törende konuşan Tophane UNESCO Gençlik Derneği Başkanı Birol Mesut, Cumalıkızık'taki tarihi mirası gelecek nesillere aktarmak için 350 yıllık bir evin satın alındığını söyledi.
Mesut, “Bir yandan bu evin onarımı yapılırken, bir yandan da ‘Cumalıkızık Kültür Turizmini Geliştirme Projesi 2005' Avrupa Birliği destekli projelerle köyde çeşitli kurslar açıldı. Köy halkının eğitildiği kursların yanı sıra yine köyde bilgisayar laboratuarı kuruldu. Ayrıca isteyenlere de el dokuma tezgahları verildi. Üyelerimizin desteği, proje ortaklarımızın katkıları ile onarılan bu evin, köye ve diğer sivil toplum kuruluşlarına örnek olmasını diliyoruz” dedi.
UNESCO Club Kulmbach Başkan Yardımcısı Hartmuth Schuberts ise, “Bu evin onarımına gerçekten çok gönül vermiş bulunuyoruz. Umuyorum ki, bu çalışmalar bizi gelecekte daha olumlu noktalara götürecektir. Bu evle ilgili yeni projeler üretmek zorundayız. Sadece kitle turizmi değil, kültür ve çevre turizminin gelişmesi için çalışacağız” diye konuştu.
Bursa Olay, Haber: Şeyhmus Ekinci, 27.05.2010
|
 |
TARİHİ MANASTIR İBADETE AÇILACAK

Trabzon Valisi Recep Kızılcık, Maçka
İlçesi'nde
bulunan tarihi Sümela Manastırı'nın, 15 Ağustos'ta,
bir
günlüğüne ibadete açılacağını bildirdi.
Vali Kızılcık, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Altındere Vadisi'ndeki Karadağ'ın eteklerine kurulan
manastırın, Trabzon'un önemli turizm merkezlerinden
olduğunu belirtti.
Kızılcık, “Her
yıl
binlerce yerli ve yabancı turist Trabzon'u ziyaret
ediyor. Trabzon'a gelen yerli ve yabancı turistlerin
ilk ziyaret ettikleri yerlerden biri Sümela
Manastırı'dır” dedi.
Manastırın özellikle Ortodokslar tarafından bir nevi
hacı olma yeri olarak değerlendirildiğini söyleyen
Kızılcık, şunları kaydetti:
“Her yıl Gürcistan,
Rusya ve
Yunanistan'dan gelen turistler, Sümela
Manastırı'nı ziyaret etmektedir. Bu çerçevede bu yıl
hükümetimizin almış olduğu karar gereğince, Kültür
ve Turizm Bakanlığının bize bildirdiği resmi yazı
çerçevesinde, Sümela Manastırı, 15 Ağustos'ta bir
günlüğüne ibadete açılacak. Manastırın bir günlüğüne
ibadete açılmasıyla tüm inançlara saygılı olma, bu
çerçevede daha fazla turisti Trabzon'a çekerek
tarih, doğa, kültür turizm
merkezi
hedefine de bir bakıma hizmet etmiş oluyoruz.”
Maçka İlçesi'nin Altındere Vadisi'ndeki Karadağ'ın
eteklerinde ve vadiden yaklaşık 300 metre
yükseklikteki ormanlık alanda yer alan Sümela
Manastırı, halk arasında “Meryem Ana” adıyla
biliniyor.
“Meryem Ana” adına kurulan ve “Sümela” adını “siyah”
anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı söylenen
manastıra verilen bu ismin, manastırın kurulduğu
koyu renkli Karadağlar'dan geldiği düşünülüyor.
“Sümela” kelimesi, buradaki Meryem tasvirinin
“siyah” rengine bağlanabiliyor.
Hakkında çeşitli rivayetler bulunan ve kuruluşu
bilimsel verilere göre 13. yüzyıla dayanan
manastırın 1650'ye
kadar dış
kapısı üzerinde görülebilen 1360 tarihli, beş
mısralık bir manzum kitabede 3. Alesios, bu tesisin
kurucusu (ktetor) ve “Doğu ile Batı”nın (Iberia)
hakimi imparator olarak gösterilmişti.
Bir güneş tutulmasını 1361 yılında manastırda
karşılayan Alesios, 1365 tarihli vakfiyesi ile de
manastırın bütün idari şartlarını, arazisini,
gelirlerini düzene koyduktan sonra Trabzon'a gelecek
bir tehlikeyi, bir Türk akınını önlemek
için
buradaki keşişlerin daima uyanık bulunmalarını
istedi.
Hizmet birimleri, misafirhane, mutfak, ayazmanın
dışında 72 odası bulunan Sümela Manastırı'nın,
Trabzon Kommenoslar olarak bilinen ve 1204 tarihinde
Trabzon'da kurulan Kommenos Prensliği zamanında
önemi arttı ve fermanlarla gelir sağlandı.
Doğu Karadeniz kıyılarının Türk egemenliğine
girmesini takiben Osmanlı padişahlarından Yavuz
Sultan Selim'in (1512-1520) manastıra 2 şamdan
hediye ettiği, ayrıca Trabzon Fatihi II. Mehmet'in
de manastırın haklarını tanıdığı ve birçok
manastırda olduğu gibi Sümela'nın da haklarının
fermanlarla korunduğu biliniyor.
Hürriyet, 27.05.2010
|

 |
TARİHE JANDARMA SAHİP ÇIKIYOR
Nizip İlçesi'nde, Jandarma Komutanlığı ekipleri son bir yılda yapılan operasyonlara bir yenisini daha ekleyerek, tarihi eser kaçakçılığı yapan bir kişiyi gözaltına aldı.
Nizip İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri dün akşam saatlerinde de Karkamış İlçesi'ne bağlı Kelekoğlu Köyü'ne düzenlediği operasyonla, bahçe içerisinde dev bir mozaik ele geçirdi.
Yapılan istihbaratı değerlendiren ekipler çalışmalar sonucunda Kelekoğlu Köyü'nde Enver K. isimli şahsın kendi bahçesinde bulduğu mozaiği satmak istediği duyumunu aldı. Bunun üzerine harekete geçen ekipler dün akşam saatlerinde, Karkamış İlçesi'ne bağlı Kelekoğlu Köyü'ne gitti. Karkamış İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri ile birlikte hareket eden Nizip İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri belirtilen bahçeye giderek mozaiğin olduğu yeri kazdı. Yaklaşık 2 saat süren kazının ardından 10 metreden daha büyük mozaiğe ulaşıldı.
Mozaiğin bulunduğu yere çağrılan arkeologlar, üzerinde kuşlar ve vazolar bulunan mozaiğin tahminen MS 500 yıllarına ait olduğunu belirledi. Bahçesinde bulunan mozaiği satmak için müşteri aradığı belirlenen bahçe sahibi gözaltına alınarak İlçe Jandarma Komutanlığı'na götürüldü.
Eserin yerinde çıkarılıp Gaziantep Müzesi'ne götürüleceği ifade edildi.Öte yandan meraklı köylüler eseri görmek için nane bahçesine akın etti. Köy sakinleri ilk kez böyle bir tarihi eser gördüklerini belirterek, "Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmadık" dedi. Arkeologlar tarafından çıkarılacak olan mozaiğin başında jandarma ekiplerinin 24 saat nöbet tutacakları bildirildi.
Gaziantep Hakimiyet, 27.05.2010
|
KAZIKLI KERVANSARAY ARTIK HALKIN HİZMETİNDE
Kocaeli'nde çok önemli bir tarih mirası daha kurtarıldı ve halkın hizmetine sunuldu. Gölcük Belediyesi’nin Şirinköy Bağdat Caddesi İpek Yolu üzerinde yıkılmaya yüz tutmuş 450 yıllık Kazıklı Kervansaray’daki restorasyon çalışması tamamlandı. Kervansarayın Gölcük Belediyesine teslimi de yapıldı.
Osmanlı belgeleri ve seyyahların notlarından 1550’lerde inşa edildiği anlaşılan, İstanbul’dan çıkan hac ve kervan yolunun en önemli duraklarından biri olan Kazıklı Kervansaray, Kocaeli Defterdarlığı tarafından onarım için Gölcük Belediyesine 2 yıllığına tahsis edilmişti. Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun onayladığı restorasyon projesi uygulamaya konuldu, kervansaray yaklaşık 3 milyon TL harcanarak restore edilirken, aynı zamanda bir kültür merkezine dönüştürüldü. Böylece yok olmaya yüz tutmuş bir tarihi eser kurtarılmış oldu.
Kazıklı Kervansaray’ın Gölcük Belediyesine kesin tahsisi de önceki gün resmen yapıldı. Kocaeli Defterdarı Süleyman Dal, Milli Emlak Müdürü Adem Kaynak, Gölcük Belediye Başkanı Mehmet Ellibeş, Başkan Yardımcıları Mehmet Olgun, İbrahim Pektaş ve Nihat Abiş’in hazır bulunduğu törende kesin tahsis protokolü imzalandı.
Kazıklı Kervansaray, Marmara Bölgesinde restorasyonu yapılan tek kervansaray olma özelliğini taşıyor. 394 kişilik tiyatro ve konferans salonu, kafeteryası bulunan Kazıklı Kervansaray’ın resmi açılışı haziran ayı sonlarında yapılacak. Açılış törenine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da katılması bekleniyor.
Özgür Kocaeli, 27.05.2010
|
 |
TARİHİ CEZA!

İzmir'in Aliağa İlçesi'ndeki Kyme Antik Kenti'nde
kaçak kazı çalışması yaparken yakalanan H.K. ve H.Ş'ye
2'şer yıl hapis ve arkeoloji ya da sanat tarihi
alanında ders almaları cezası verildi. İzmir
Denetimli Serbetlik Şube Müdürlüğü'ne gönderilen
karar üzerine, üniversitelerin tarih bölümlerine
yazı gönderilerek, iki sanığın cezalarını çekmeleri
için derslere ya da kurslara katılıp, katılamayacağı
soruldu. Zanlılar gelecek cevaba göre ya tarih
derslerine girecek ya da kurs veya seminere
katılacak.
Aliağa'daki yaşayan H.K. ile H.Ş, Kyme Antik
Kenti'nin bulunduğu ve 1. derece sit bölgesi olan
yerde, kaçak kazı yaparken yakalandı. 2 yıl önce,
ihbar üzerine yakalanan H.K. ile H.Ş, jandarma
tarafından savcının önüne çıkarıldıktan sonra
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. H.K.
ile H.Ş. hakkında soruşturmayı tamamlayan Aliağa
Cumhuriyet Başsavcılığı, iki sanık hakkında, "2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu"
kapsamında, izin almadan 1. derecede SİT alanı
içinde kazı yapmak suçundan 5 yıla kadar hapis
cezası istemiyle dava açtı. Aliağa Asliye Ceza
Mahkemesi'nde tutuksuz yargılanan sanıklar
suçlamaları kabul etmeyip, bölgenin 1. derecede sit
alanı olduğunu bilmediklerini söyledi ve beraatlerini istedi.
Yargıç, sanıkların suçu işlediklerine dair yeterli
delil olduğunu belirterek, H.K. ile H.Ş'yi 2'şer yıl
hapis cezasına çarptırdı. Yargıç, daha sonra bu
cezayı sanıkların duruşmadaki iyi hallerinden dolayı
her iki sanık hakkında da, verilen hapis cezalarının
hükmünün açıklanmasını 5 yıl süreyle erteledi.
Sanıkların cezalarını bir daha böyle bir suç
işlememek kaydıyla erteleyen yargıç, bununla
yetinmeyip, sanıkların işledikleri suçun ne olduğunu
daha iyi anlamaları için denetim süreci içerisinde,
sanıkların arkeoloji ya da sanat tarihi alanında
eğitim, seminer ya da kurs programına katılmalarına
karar verdi.
Gerekçeli karar, İzmir Denetimli Serbestlik ve
Yardım Merkezi Şube Müdürlüğü'ne gönderildi.
Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezi de,
mahkemeden gelen yazı üzerine, İzmir'deki
üniversitelerin tarih bölümlerine yazı yazarak,
sanıkların cezalarını tamamlamaları için katılacağı,
tarih ve tarihi eserler konulu, bir eğitim, seminer
ve ya kursları olup olmadığını sordu. Gelen cevaba
göre, H.K. ve H.Ş, tarih konusunda eğitim cezalarını
tamamlayacak.
Yeni Asır, Haber: Ali Eyce, 27.05.2010
|
KÜLTÜR VARLIKLARI SANAL TURA HAZIR
Gaziantep
Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, Gaziantep’in yanı
sıra Kilis ve Halep’te bulunan medrese, cami, han,
hamam ve konaktan oluşan 123 kültür varlığının,
panoramik olarak internet üzerinden gerçekleştirilen
sanal turlar ile gezilebileceğini belirtti. Güven,
proje kapsamında hazırlanan vakıf eserlerinin 3
dilde hazırlanan www.gezginvr.com adresinde tüm
dünyanın kullanımına sunulduğunu kaydetti.
Türkiye Gazetesi, 27.05.2010
|
|
KLEOPATRA'NIN TAPINAK ESERLERİ BULUNDU
İskenderiye açıklarında dalış yapan arkeologlar,
güzelliği ve zekasıyla tarihe adını yazdıran Mısır
kraliçesi Kleopatra’nın saray ve tapınak kompleksine
ait göz alıcı eserlerle karşılaştı.
Kraliyete ait Antirhodos adasında yer alan antik
İsis Tapınağı’nın kalıntıları arasında,
Kleopatra
ve
Sezar’ın oğlu Sezaryon’a ait olduğu düşünülen taştan
oyulma dev bir heykel kafası, biri Kleopatra’nın
babası Ptolemi’ye ait olduğu düşünülen iki sfenks ve
firavun oymalı dev bir kuvarsit blok bulundu. Bloğun
üzerindeki ismin, II. Ramses’in babası I. Seti’ye
ait olduğu belirtildi. Kariyerini
batık gemilere ve denize gömülen kayıp şehirlere
adayan Fransız sualtı arkeoloğu Franck Goddio,
tapınağın bulunduğu sit alanını “eşsiz” olarak
nitelendirdi.
Milliyet, 27.05.2010
|
CEHALETİN REZALETİ
Aziz Nesin
böyle bir hikaye yazsaydı sanıyorum hepimiz, “bak
amma da atmış” derdik. Ancak ne acıdır ki bu manzara
günümüz Türkiye’sinden ve günümüz Van Devlet
Müzesi’nden. Ne diyeyim? Yurdum insanı, yurdum
belediyecilik anlayışı, yurdum arkeologu ve yurdum
heykelinin dünü bugünü…
******
Yedi bin yıllık kesintisiz tarihi birikimi olan Van
İli'nin geçmişinden taşıdığı birikimleri gereken
ölçüde araştırılmamakta, Van adına yapılan
araştırmaların derine inmeyen yüzeysel araştırmalar
olmaları nedeni ile Van’ın birçok değeri unutulmakta
ya da önemini kaybetmektedir. Van ile ilgili yapılan
çalışmaların genelde bireylerin kişisel çabaları ile
yürüyen çalışmalar olması, kurumsal çalışmaların da
günü kurtarmanın ötesine gidememesi nedeni ile bu
çalışmalar, birçok eksikliği ve yanlışlığı
bünyesinde barındırmaktadır. Bu bağlamda önceki
çalışmalar dikkate alınarak, Van ilinin çeşitli
yönlerini geniş kapsamlı bir şekilde ortaya koyacak
ve ilgili alan uzmanlarının hazırladığı yeni ve
kapsamlı bir çalışma yürütülmektedir. Bu alandaki
boşluğu doldurmak amacı ile
Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Van Gölü Çevresi Tarihi Eserleri ve
Kültür Değerlerini Araştırma ve Uygulama Merkezi
tarafından bir proje hazırlanmıştır. Van İli'nin
genel bir envanterinin çıkarılması konusunda
araştırmalar yapmaya başlayan bu merkez, bir Van
Külliyatı hazırlamaya karar vermiştir. Bu noktadan
sonra var olan yayınlarda ele alınan konu başlıkları
analiz edilmiş, unutulmuş ya da eksik bırakılan konu
başlıkları saptanmış ve sonuçta ana başlık olarak
Van İli'nin 25 başlıkta bir külliyata gereksinimi
olduğu bilgisi ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak 25
alanda 25 ciltten oluşan bir “Van Külliyatı” projesi
şekillenmiştir.
Erken Demir Çağı'na Tarihlenen 2006 Yapımı Anadolu
Kadını Heykeli

Bu proje kapsamında Van’da Güzel
Sanatlar ana başlığı ile bir cilt oluşturulmasına
karar verilmiştir. Bu cildin içerisinde yer alacak
olan “Van’da Heykel” başlıklı bölümün yazılması
konusunda da benden yardım istenmişti. Van’ın tarihi
eserlerinde ve kentin bugünkü çevresel tasarımında
kullanılan heykelleri araştırmaya ve belgelemeye
çalışırken çok ilginç bir gelişme ile karşılaştım.
Bu, Van tarihinde ikinci kez gerçekleştirilen bir
uygulamalı taş heykel sempozyumuydu. İlki 2002
yılının Mayıs ayında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi tarafından düzenlenen bir
Uluslararası Kireç Taşı Heykel Sempozyumuydu. İkinci
organizasyon ise 20. Uluslararası
Ercişli
Aşık Emrah ile Selvi Kültür ve Sanat etkinlikleri
kapsamında Erciş Belediyesi tarafından 9 Haziran
2006 tarihlerinde “Birinci Uluslararası Sanat
Sempozyumu” adı altında gerçekleşmiş ve ben bunu,
külliyat çalışmasını yaparken öğrendim. Bu
uluslararası Sanat Sempozyumu'nda bir de uygulamalı
heykel sempozyumu yapılmıştı. Sempozyuma
heykeltıraşlardan Nihat Sezer Sabahat,
Mustafa Bulat,
Meysem Samsun
ve Malik Bulut traverten malzemeden
yapılan eserlerle katılmışlardı.
Konuyla ilgili olarak Erciş Belediyesi’nden ve
organizasyonun küratörü olan Sivas Cumhuriyet
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü
Öğretim Görevlisi Nihat Sezer Sabahat’tan gerekli
bilgileri, belgeleri ve fotoğrafları topladım. 20.
Uluslararası “Ercişli Emrah ve Selvi Kültür-Sanat
Festivali” kapsamında ilçeye geldiklerini, bu amaçla
sanat sempozyumunu Erciş'te başlattıklarını ifade
eden Sabahat, sanat eserlerinin traverten malzemeden
yapıldığını, Ercişli Aşık Emrah ile Selvi'nin artık
tanıtım boyutundan çıkıp, sanatsal alana çekilmesi
gerektiğini ifade etmişti. Sabahat, heykel
sempozyumunun uygulama sürecinde gazetelere verdiği
demeçlerde "Amacımız yüz yıllar boyunca sanatın
beşiği olan Anadolu'da ulusal sanat anlayışının
evrensel sanat anlayışıyla buluşmasını sağlamak ve
modern sanat anlayışının Anadolu'ya taşınmasına
vesile olmak üzere, Erciş'te çalışmalarımızı
sürdürüyoruz" demekteydi.
Sempozyuma katılan heykeltıraşlardan Malik Bulut taş
heykel sempozyumunda,
“Anadolu Kadını”
isimli bir heykel yapmıştır. Bir gazete röportajında
heykeli ve kullandığı malzeme ile ilgili olarak:
“Traverten yontuya çok elverişli olmayan, detaylara
girilemeyen bunun yanı sıra doğaya kolay uyum
sağlayan ve iddialı duruşu olmayan bir taş. Bunun
için zorlamaya gelmez ve yontucu ona uymak zorunda
kalır. Ses vermez darbeyi yutar. Nerede durulacağını
bilmek lazım. Neden, konu olarak Anadolu Kadını’nı
seçtiğime gelince, Anadolu'nun en uç sınırında Van
Gölü kenarında yaşayan Erciş halkı, ilk defa bir
heykelle tanıştı. Yontu süresince beni izlediler,
yontuyu anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştılar.
Erciş Halkı kendinden bir şeyler bulmak, olaya dahil
olmak istiyordu. Burada yaptığım Anadolu Kadını
heykeli benim için çok önemli. Çünkü çok şey
anlatır. Yöresel başörtüsüyle zincire vurulup
susturulmuş, dağ gibi duran anaç gövdesiyle anlatmak
istediğim Anadolu Kadını’nın gözlerindeki duyguyu,
ezilmişliği, ne zincir ne de örtü zapt edebilir"
demektedir.
 
Külliyat çalışması kapsamında bu
konudaki bilgileri toplarken mart ayında yani
sempozyum yapıldıktan dört yıl sonra uygulanan
heykelleri yerlerinde görüntülemek için eşimle
beraber Erciş sahil yoluna gittik. Heykellerin yeni
yapılan sahil yoluna konumlandırıldığını belediyeden
öğrenmiştik. Sahil yolunda Nihat Sezer Sabahat,
Mustafa Bulat ve Meysem Samsun’a ait heykelleri
bulup fotoğraflandırdım. Ancak Malik Bulut’a ait
heykeli bulamadık. Bunun üzerine heykelin Erciş’in
başka bir yerinde konumlandırılmış olabileceğin,
düşünerek ilçeyi sokak sokak gezdik. İlçede
sorduğumuz herkes bizi başka bir yöne veya başka bir
heykele yönlendirdi. Ama biz ilçede aradığımız
heykeli bir türlü bulamadık. Hafta sonu olmasından
kaynaklı belediyeden de bu konuda yardım alamadık.
Aradan iki ay geçti, bu süre zarfında görevli
olduğum için şehir dışındaydım ve yoğun programımdan
dolayı külliyatla ilgili bir çalışma da yapamadım.
Van’a geri döner dönmez tekrar külliyatın bana ait
olan bölümü üzerine çalışmaya başladım. Bilindiği
gibi Van’da faklı dönemlere ait taş, bakır, tunç ve
seramik birçok heykel bulunmakta ve bu heykellerin
büyük kısmı Van Müzesi’nde sergilenmekte. Ocak
ayından beri “bugün git yarın gel” yaklaşımı ile
resmi iznim olmasına rağmen her seferinde uygun
olmadıkları gerekçesiyle geri püskürtüldüğüm Van
Devlet Müzesi’ne tekrar gittiğimde giriş kapısında
Malik Bulut’a ait olan ve benim Erciş’te bir türlü
bulamadığım bu heykeli görünce çok şaşırdım.
Heykelin orada olmasına hiçbir anlam veremeyerek
içeriye girdiğimde daha büyük bir şok yaşadım.
Ünseli’de bir vatandaşın bahçesinde bulunan heykel
için askeriye ve savcılık seferber olmuş. Vatandaş
heykeli çöpte bulduğunu ve evinin temelinde
kullanmak üzere bahçesine getirdiğini ifade etmiş.
Heykel arkeolog olan müze müdiresi ve müzede çalışan
bir arkeolog tarafından “erken demir çağında
uygulanan stilistik sanat özellikleri bulunduran”
(bu ifadede geçen stilistik sanat terimini ben de
sizler gibi ilk kez burada duydum, on beş yıllık
sanat eğitimi sürecimde bu terimi hiç duymamıştım!)
tarihi eser olarak, Van Devlet Müzesi’nde koruma
altına alınmış, alındığı yetmezmiş gibi bir de büyük
bir başarı abidesi olarak müze bahçesinde giriş
kapısının yanına yerleştirilmiş. Ayrıca bu heykel
bir buçuk aydır da yeni yerinde tarihi eser
kapsamında sergilenmekteymiş.
 
Bu heykeli buraya getirtip
yerleştiren ve erken demir çağına tarihlendiren
arkeologlar hiç mi heykelin yapımında kullanılan
taşın spiral kullanılarak kesildiğini, taşlama ve
zımpara kullanılarak biçimlendirildiğini
anlamadılar? Tamam, diyelim ki bu
arkeologlar taş yontum teknikleri hakkında bilgiye
sahip değiller; hiç mi bu heykelin sağına soluna
bakıp altında kocaman duran sanatçısına ait imzayı
ve yapıldığı tarihi görmediler? Hiç mi
sorgulamadılar erken demir çağında acaba zincir var
mıydı? Bu kadının ağzındaki zincir neyi sembolize
ediyor diye? Hiç mi düşünmediler erken demir çağında
acaba başörtüsü var mıydı diye? Gerçi bu heykeldeki
figürün kadın olduğunu anladıklarını bile
zannetmiyorum ya! Belki de bu bir insan mı yoksa bir
hayvan betimlemesi mi diye tartışmış bile
olabilirler. İşin enteresanı heykelin üzerindeki
imzayı ve tarihi göremeyen arkeologlar, her gün
girip çıktıkları, mesai yaptıkları müze binasının
dış cephesinde kullanılan ve aynı teknikle kesilen
Traverten’i görmekten de mi acizler?
Bu nasıl bir cehalettir???
Bu nasıl bir rezalettir???
Bu olsa olsa cehaletin rezaletidir.
Bu heykeli yaptıran ve bütün kullanım
haklarına sahip olan, bu heykel için para, emek ve
zaman harcayan Erciş Belediyesi neden heykeline
sahip çıkamamıştır? Bir buçuk aydır Van’ın
göbeğinde bulunan Devlet Müzesi’ndeki heykelden hiç
mi haberdar olmamışlardır? Bu olaya neresinden
bakalım dersiniz? Van’da heykelle ve sanata ne denli
önem verdiğini mi, günümüz belediyecilik anlayışını
mı, yoksa 2010 yılı Türkiye’sinde müze müdiresi ve
müze arkeologu olan bu üstün bilim insanlarının
cehaletini mi sorgulayalım?
Aziz Nesin böyle bir hikaye yazsaydı sanıyorum
hepimiz, “bak amma da atmış” derdik. Ancak ne acıdır
ki bu manzara günümüz Türkiye’sinden ve günümüz Van
Devlet Müzesi’nden. Ne diyeyim? Yurdum insanı,
yurdum belediyecilik anlayışı, yurdum arkeologu ve
yurdum heykelinin dünü bugünü…
ercisnet.com, Yrd. Doç.DR. Sezer Cihaner Keser /
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Güzel
Sanatlar Fakültesi Heykel Bölüm Başkanı , 26.05.2010
|
BU TAŞLARIN FİYATI 71 MİLYON DOLAR
İngiliz
emlakçılar İngiltere’de bulunan dünyaca ünlü tarihi
Stonehenge’e fiyat biçti. 500 emlakçı arasında
yapılan bir araştırmada ülkenin en önemli
sembollerinden biri olan Stonehenge’in, eğer bugün
satışa çıkarılmış olsaydı 71 milyon dolardan satışa
çıkacağı belirtildi. Araştırmada fiyatlandırılan
diğer yapılar arasında, 558.9 milyon dolarla
İngiltere Kraliçesi 2’nci Elizabeth’in yaşadığı
saraylardan Windsor Sarayı ve 7 buçuk milyon dolarla
İngiltere Başbakanlığı’nın resmi konutu olan 10
Numara da bulunuyor.
Habertürk, 26.05.2010
|
|
 |
NUSAYBİN'DEKİ 'İNANÇ PARKI' DİNLERİN BULUŞMA NOKTASI
Mardin'in Nusaybin İlçesi'nde, 'İnanç Parkı Projesi' uygulamaya konuldu. Cami ve kiliseyi içinde barındıracak olan park için çevredeki yapılar yıkıldı. Park, Mor Yakup Kilisesi ile Zeynelabidin Camisi'ni içine alacak şekilde düzenlenecek.
Kaymakam Yücel Gemici, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, Nusaybin'in tarihi ve kültürel kimliğiyle Kuzey Mezopotamya'nın en önemli yerleşim yerlerinden biri olduğunu söyledi. İlçenin bu vasfıyla onlarca medeniyete, kültüre, dine ev sahipliği yaptığını, İnanç Parkı Projesi'nin de inanç hoşgörüsünü yansıtacağını belirten Gemici, şöyle konuştu:
"Proje ile Mor Yakup Kilisesi ve Zeynelabidin Camisi hem bulundukları fiziksel konum itibariyle hem de taşıdıkları anlam nedeniyle geçmişin önemini gelecek kuşaklara aktaracak ve kültür ve turizm dünyasının hizmetine sunulacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mardin Valiliği ve Nusaybin Belediyesi ile ortaklaşa yürütülen İnanç Parkı Projesi, Mor Yakup Kilisesi ile Zeynelabidin Camisini tarihte olduğu gibi ortak bir mekanda buluşturacak. Barış, kardeşlik ve hoşgörüyü hem dinler, hem insanlar arasında hem de kültürler arasındaki bu iletişimi vurgulamak üzere geliştirilmiş bir projedir. Projenin yürütülmesi ve hayata geçirilmesi için aradaki yapılaşmaların kaldırılması gerekiyordu. Hukuki sürecin tamamlanmasının ardından, süratle yıkımlara ve temizliğe başladık."
Yapı, Fotoğraf: Arif Altunkaynak, 26.05.2010
|
1195 ESER KAYIP
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın Uşak Müzesi’nden Karun Hazinesi’nin
değerli parçası Kanatlı Denizatı Broşu’nun
çalınmasının ardından tüm Türkiye’de başlattığı müze
denetimleri sonuçlandı.
2006-2010
yıllarını kapsayan denetim sonuçlarına göre 1195
eser kayıp veya çalınmış. Bakanlığa bağlı 100’e
yakın müzede yapılan incelemeler sonucunda 545 sikke
ile bir broşun sahtesiyle değiştirilerek kaçırıldığı
belirlendi. Bakanlık verilerine göre 2002-2010
yılları arasında 2141 eserin Türkiye’ye iadesi
sağlanırken, teftişler sonucu ihmalleri bulunan 77
personel hakkında işlem yapıldı.
CHP Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in yazılı
soru önergesini yanıtlayan
Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, denetim bilançosunu da şöyle
açıkladı:
“2002-2010 yılları arasında ülkemizden çeşitli
yollarla kayıt altına alınmadan kaçak kazılar
yoluyla kaçırılan ve kayıtlı olup yurt dışında
olduğu tespit edilerek iadesi sağlanan 1234 adeti
Almanya,
397 adeti İsviçre, 320 adeti Avusturya, 133 adeti
Hırvatistan, 23 adeti Birleşik Arap Emirlikleri, 18
adeti
Fransa, 13 adeti
ABD ve 3 adeti İngiltere
olmak
üzere toplam 2141 eserin ülkemize iadesi
sağlanmıştır.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 26.05.2010
|
ŞEYH ZAFİR MİSAFİRHANELERİ KONFERANS SALONU OLUYOR
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 21 Mayıs'ta açılışını
yaptığı Beşiktaş'taki Ertuğrul Tekke Camisi'nin
yanındaki bir an önce restore edilmesini istediği
tarihi binalar, toplantı ve konferans salonu
olma yolunda. Sultan 2.
Abdülhamid tarafından yaptırılan ve Şeyh Zafir
Misafirhaneleri olarak bilinen yapıları 16 yıl önce
satın alan işadamı Yüksel Mermer, Cumhurbaşkanı
Gül'le dün Conrad Otel'de görüştüğünü ve yardım sözü
aldığını söyledi. Gerekli
izinlerinin ardından projeye hızla başlanacağını
kaydeden Mermer Beşiktaş'ta toplam 5 bin 500
metrekarelik alana kurulu iki tarihi
binanın restorasyon çalışmaları için şunları
söyledi: "200 yıl önce Şeyhler tarafından 53 tane
Afrika ülkesi, o
binalardan
yönetilmiş. İki binada,
toplantı ve konferans
salonlarıyla, 53 ülke
için birer temsilcilik ofisi
ve otopark yapılacak."
Sabah, Haber: Çağdaş Çetindemir, 26.05.2010
|
|
 |
SANAT İÇİN TARİHİ MEDRESEYE ÇİVİ
Sivas’ta, Cumhuriyet Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi ile öğrencilerinin çalışmalarının yer aldığı resim ve heykel sergisi için tarihi Buruciye Medresesi’nin duvarlarına vida ve çivi çakılması tepkiye neden oldu.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti “Sanatın Anadolu Aydınlanması” projesi kapsamında oluşturulan Sivas grubu, kent merkezindeki Buruciye Medresesi’nde “Çokluğun Birliği” adlı sergi açtı. Ancak 16 sanatçının resim ve heykel çalışmalarını asmak için medrese duvarlarına çivi ya da vida çakılması tepkiye neden oldu.
İl Özel İdare Müdürlüğü bünyesindeki medresenin personeli tarafından defalarca uyarılan Güzel Sanatlar Fakültesi görevlileri ile öğrenciler, bu uyarıları dikkate almadı. Hazırlanan tablolar medrese duvarlarına çakılan çivilere takıldı.
Buruciye Medresesi, 1271 yılında, Selçuklu Sultanı 3’üncü Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde inşaa edildi. Dönemin zenginlerinden, Hamedan (İran) yakınlarındaki Burucird’den gelme Muzaffer Burucerdi, medreseyi fizik, kimya, astronomi öğretimi amacıyla yaptırdı. Medrese yakınında, Burucerdi ve iki çocuğunun türbesi de bulunuyor.
Milliyet, Haber: Hakan Kaleli, 26.05.2010
|
TARİHİ ROMA KÖPRÜSÜ MOLOZLARLA 'TEMİZLENDİ'
Küçükçekmece’de, antik Bathonea kentiyle ilgili çalışmalar sırasında ortaya çıkartılan tarihi Roma köprüsü, Küçükçekmece Gölü çevresine kaçak dökülen molozları kaldıran belediye ekipleri tarafından iş makineleriyle yok edildi.
İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, konuyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundu. Köprü, Bathonea’nın limanına kadar uzanan Roma dönemi taş yolunun bağlantısıydı. Tarih katliamı bölgede çekilen eski ve yeni fotoğraflar karşılaştırıldığında net görülüyor.
Hürriyet, Haber: Eyüp Serbest, 26.05.2010
|
 |
APOLLON SKANDALI

Bir taraftan sur duvarının
yıkımı devam ederken diğer taraftan ise turistler
ören yerini gezmeye devam ediyordu.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın özelleştirme ihalesini kazanan firma,
dükkan yapmak için Didim İlçesindeki tarihi Apollon
Tapınağı’nın sur duvarını yıktı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı geçen yıl 56 müze ve
ören yerinin
satış
noktalarını özelleştirdi. İhaleyi kazanan Bilkent
Holding bünyesindeki Bilintur, her yıl yaklaşık 150
bin turistin ziyaret ettiği, SİT alanındaki 2 bin
500 yıllık tarihi geçmişe sahip Apollon Tapınağı’na
dükkan yapılmak için sur duvarı iş makineleriyle
yıktı.
Didim Belediye Başkanı
CHP’li Mümin Kamacı’nın talimatı üzerine Zabıta
ve Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri çalışmaları
durdurup, inşaatı mühürledi. Sur duvarın yıkımı
sırasında bazı eserlerinde tahrip olduğu belirlendi.
Taşeron firma yetkilisi ve şantiye sorumlusu Metin
Sayar, sur duvarlarının Kültür ve Turizm Bakanlığı
ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından alınan izinle gişe ve hediyelik eşya
satış mağazası yapılmak için yıkıldığını söyledi.
Sayar, “Burada yasa dışı
bir iş
yapmıyoruz. Gerekli tüm izinler alındı.
Türkiye’nin 52 ören yeri için yapılan
ihale ile 75
mağaza
yapılacak” dedi.
Olaya tepki gösteren aralarında Didim eski Belediye
Başkanı
SHP’li Mehmet Soysalan ve Didim Turizm Derneği
Başkanı Deniz Atabay’ın da bulunduğu yaklaşık 80
kişi
tapınak önünde toplanarak, eylem yaptı. Sanat
Tarihçisi Başak Kamacı ise, Aydın
Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun burada sadece
seyyar ve hafif konstrüksiyon bir mağaza için izin
verdiğini öğrendiklerini belirtti.
Belediye Başkanı Mümin Kamacı da, talana ‘dur’ demek
için tapınağı mühürlemek zorunda kaldıklarını
belirterek, “Üç yıl önce tapınağın çevresindeki
bozulan tel örgüleri değiştirmek için kurula
müracaat ettik. ‘Koruma Amaçlı İmar Planı yok’
denilerek talebimiz geri çevrildi. Tapınağın
etrafındaki asfalt yola mıcır döktük, düzeltme
yaptık diye hala yargılanıyoruz. Bunlar olurken
burada açık bir tarih katliamı var. Ayrıca tapınağa
ziyaret için turist alınmaya
devam
ediyor. Turistlerin giriş yaptığı yerin altındaki
merdiven de iş makinesi ile yıkılmış ve tehlike
yaratıyor” diye konuştu.

Her yıl yaklaşık 150 bin turistin ziyaret ettiği SİT alanındaki ören yerinde dozerle duvar yıkımı gerçekleştirildi.
Milliyet, Haber: Yaşar Anter - Hasan Bayrak,
26.05.2010
******
APOLLON'DA YIKIM: PARDON,
PROJE YANLIŞ ANLAŞILMIŞ
Aydın’ın
Didim İlçesi'ndeki 2 bin 500 yıllık Apollon
Tapınağı’na gişe ve hediyelik eşya dükkanı yapmak
için sur duvarlarının iş makineleriyle yıkılmasının,
projedeki bir karışıklıktan kaynaklandığı iddia
edildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özelleştirme
ihalesini kazanan Bilintur Şirketi, gişe ve
hediyelik eşya dükkanı yapılmak için geçen pazartesi
günü iş makineleriyle 2 bin 500 yıllık Apollon
Tapınağı’nın sur duvarını yıktı. Tapınağın tarihi
dokusuna zarar verildiği gerekçesiyle Didimliler,
tapınağın önünde eylem yaparken, belediye inşaatı
durdurup, mühürledi.
Konunun basına yansımasının ardından Bilintur
Şirketi Murahhas Üyesi Orhan Hallik, Apollon
Tapınağı’nın surlarında iş makineleriyle yapılan
yıkımın projedeki karışıklık nedeniyle yaşanan
yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını ileri sürdü.
Türkiye’de şimdiye kadar 30’a yakın benzer proje
geliştirdiklerini belirten Hallik, “Aydın’da üç
tarihi mekanda bu tür projelerimiz var. Apollon
Tapınağı’nda, proje karışıklığı nedeniyle yanlış
anlamadan kaynaklanan bir inşaat başlangıcı olmuş.
Evraklarımızı hazırlıyoruz. En kısa zamanda
belediyeye müracaat edip Aydın Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan aldığımız izinler
doğrultusunda beton ve inşaat malzemesi kullanmadan
hafif konstrüksiyondan hediyelik eşya mağazası ve
gişeyi yapacağız. Ayrıca yıkılan sur duvarlarını da
orijinal haline getireceğiz. Kalıcı bir inşaat
yapmayacağız” dedi.
Radikal, Fotoğraf: Yaşar Anter, 27.05.2010
|
TOPKAPI SARAYI'NIN DEVAMI KREMLİN'DE

“İstanbul Topkapı Sarayı Osmanlı
Sultanlarının Hazineleri” sergisi dün Kremlin
Sarayı’nda açıldı. Serginin açılışında iki ülke
arasında gelişen ilişkilere ve dostluğa yönelik
mesajlar vardı ancak tarihten verilen örneklerde hep
savaş teması öne çıktı.
İstanbul
2010
Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında
gerçekleştirilen Kremlin Sarayı’nda açılan “İstanbul
Topkapı Sarayı Osmanlı Sultanlarının Hazineleri”
sergisinin açılış töreninde sahne alan Mehteran
Bölüğü Rus İmparatorluğu’nun Kalesi Kremlin’de
Osmanlı havası estirdi.
Törene Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Rus Kültür Bakan
Yardımcısı Busigin’in yanı sıra Topkapı Sarayı
Müzesi Müdürü İlber Ortaylı
ve Kremlin
Müzesi Müdürü Gagarina katıldı. Tören öncesinde
serginin Rus basınına tanıtımı sırasında konuşan
İlber Ortaylı, tarihteki yoğun Türk-Rus etkileşimini
gün yüzüne çıkartan bu ilk serginin gelecekteki
ortak projelere örnek olmasını umudunu dile getirdi.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
Genel
Sekreteri Yılmaz Kurt, 19’uncu yüzyılda
Rusya’ya kaybedilen savaşların Türkiye’nin
mühendislik gibi alanlardaki modernleşme serüvenine
ivme kattığını söyledi. 93 Harbi gibi ağır bir
savaşta bile iki
ülke
arasında karşılıklı saygının korunduğunu belirten
Kurt şu örneği verdi: “Hobart Paşa’nın anıları
kitabında Osmanlı donanmasının Yalta’daki çarlık
sarayını yakabilecekken bunu yapmadığını sevinerek
okuduk.”
Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonlarından Kremlin
sergisi için Osmanlı-Rus barış dönemi olarak bilinen
16’ncı ve 17’nci yüzyıllarına ait 106 eser seçildi.
Moskova’daki sergi,
Mart
ayında Topkapı Sarayı’nda açılan “Moskova Kremlin
Sarayı Hazineleri Topkapı Sarayı’nda” sergisinin
ikinci ayağı niteliğinde. İki salonda sergilenen
parçaların ilk bölümü Osmanlı sultanlarının kişisel
eşyalarından oluşuyor. Bunların arasında Kanuni
Sultan Süleyman’ın kılıcı ve yatağanı, Yavuz Sultan
Selim’in Memluk Sultanı’ndan ganimet olarak aldığı
kılıç ve alemler ile sultanların portreleri var.
İkinci bölümde ise, harem, şehzade, kadın ve erkek
eşyaları sergileniyor.
Kremlin’deki sergi açılışı için
milletvekillerinin de bulunduğu bir heyet ile
birlikte Moskova’ya giden Devlet Bakanı Hayati
Yazıcı,
basın toplantısında “Bu tür kültürel etkinlikler
ilişkilerimizi daha güvenli sulara taşıyacak” dedi.
Yazıcı, Napolyon benzetmesi ile salondakileri
şaşırttı: “Napolyon
İstanbul için dünya tek devlet olsaydı başşehri
İstanbul olurdu demiş. Ben bugün Napolyon
olsaydım Moskova için aynı şeyi söylerdim.”
Hürriyet, Haber: Cansu Çamlıbel,
26.05.2010
|
YENİ BİR KRİZ DAHA!

Çorum ve Kütahya illeri arasında yaşanan
gerginliklere bir yenisi daha eklendi.
Geçtiğimiz yıl Kütahya Tavşanlı Belediyesi'nin
"Leblebinin anavatanı Tavşanlı'dır. Ünümüzü geri
alacağız" adı altında bir bülten hazırlamasının
ardından her iki ildeki leblebi üreticileri arasında
gerilim yaşanmıştı. Leblebi geriliminin ardından bu
kez de Çorum ve Kütahya illeri "borsa" tartışmaları
ile yeniden karşı karşıya geldi. Çavdarhisar
İlçesindeki Aizanoi Antik Kenti'nde bulunan borsa
ile ilgili "Çavdarhisar'daki dünyanın ilk borsası
ziyaretçi akınına uğruyor" başlığıyla yapılan
haberler, iller arasındaki yeni tartışmanın fitilini
ateşledi.
Danıştay Üyesi ve Çorum eski Valisi Atıl Üzelgün,
tarihin ilk borsasının Ortaköy İlçesindeki Şapinuva
ören yerinde bulunduğunu, Çorum Valiliği yaptığı
dönemde Ticaret Borsası üyeleriyle buraya bir gezi
düzenlediklerini hatırlatarak, Çorum'daki yerel
dinamiklerin bu büyük tarihi değere sahip çıkması
çağrısında bulundu. Üzelgün, Çorum'un tarihin ilk
borsası unvanını Türkiye'ye kabul ettirememesinden
dolayı üzüntü duyduğunu belirtti.
Şapinuva Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Aygül Süel
ve eşi Arkeolog Dr. Mustafa Süel ise yapılan
haberlerde ciddi tarih yanlışlıklarının bulunduğunu
ifade etti.
"MÖ 3000" tarihinin yanlış olduğunu belirten
Süel çifti, "Hatta günümüzden 3000 yıl önce denilmek
istense bile yine de büyük bir tarih hatası
yapılıyor. Aizanoi'deki borsa için günümüzden 2000
yıl öncesini düşünmek mümkün olabilir. Şapinuva'nın
tarihi ise günümüzden 3500 yıl öncesine kadar
gidiyor. Aizanoi, Roma çağının bir yerleşimi ve
Porsuk ırmağı yanındaki borsa olarak nitelenen yer
de basamaklı küçük bir alan. Burada örneğin bir keçi
satışa çıkarılıyor, alıcılar pey sürüyor ve en fazla
parayı veren keçiyi alıyor. Şapinuva'da para henüz
bulunmamış ama şekel denilen gümüş alışveriş aracı
var. Bugün üzeri tente ile kapatılmış olan alanda,
tahıllar ve şarap-yağ gibi sıvılar için dev küpler,
giysi satışı için kullanıldığı düşünülen rafların
olduğu odalar var. İsteyen herkes ticarete
katılabiliyor muydu, yoksa yalnızca bir zümrenin mi
bu hakkı vardı henüz bilinemiyor. Şapinuva'da henüz
tek tablet arşivi bulunabildi. Yeni arşivler ortaya
çıktıkça bu bilinmeyenler de aydınlanabilecek. Ancak
burasının ticari bir alan olduğu ve borsa belirtilerini
taşıdığı kesin. Dolayısıyla, Şapinuva için "tarihin
ilk borsası" tanımını yapmak hiç de yanıltıcı olmaz"
dediler.
Çorum Ticaret Borsası Başkanı Ömer Güney, "Kazı
çalışmalarını yürüten Sayın hocalarımızdan alınan
bilgiler neticesinde, günümüzdeki 'Ticaret Borsası'
ile paralellik gösteren bir yapı ile karşı karşıya
kaldığımızı görüyoruz. Bu çerçevede Şapinuva'nın
günümüzden yaklaşık 3500 yıl önce ticari bir alan
olması ve 'borsa' belirtilerini taşıması, 'borsa'
işlevi gören bir kapalı çarşıya sahip yerleşim
merkezi olması nedeniyle Şapinuva için 'Tarihin İlk
Borsası' tanımını yapmak hiç de yanıltıcı
olmayacaktır.
Borsacılığın tarihi geçmişi olan ilimizde,
günümüz şartlarında modern borsacılık yapmak üzere
gayretlerimiz devam etmektedir" diye konuştu.
Çorum Kent Haber, 25.05.2010
|
 |
KÜLTÜR VARLIĞI ENVANTERİ İÇİN
Malatya Valiliği'nce il ve ilçelerde bulunan kültür ve tabiat varlıklarının kayıt altına alınması ile ilgili olarak yürütülmekte olan "Malatya'nın Kültür ve Tabiat Varlıkları Envanteri Projesi" kapsamında görevlendirilen proje ekibi Darende İlçesindeki çalışmalarına başladı.
Ekip tarafından Darende'de bulunan bütün kültür ve tabiat varlıklarının envanteri çıkarılacak. Söz konusu proje ile Malatya'da bulunan bütün kültür ve tabiat varlıkları kayıt altına alınmış olacak. Ayrıca; kaydı yapılmış veya tescilli olan varlıkların şu anki durumu fotoğraflanarak bilgi ve halihazırdaki durumları güncellenecek. Önceden kayıt altına alınmayanlar belirlenerek tescili için ilgili yerlere teklif edilecek.
Malatya Valiliğince yapılan çalışma sonunda; bütün tarihi ve tabiat varlıklarının harita üzerindeki yerleri belirleneceği ve bu eserlerin bir kitap halinde yayınlanacağı öğrenildi.
Malatya Haber, 25.05.2010
|
KEPÇEYLE ANTİK KAZI

Fırça
darbesiyle kazılması gereken Mardin’deki Dara antik
kenti, dozerlerle kazılıyor. BirGün’ün görüntülediği
‘arkeolojik özen’, tarihe geçecek.
Mardin’in
Nusaybin İlçesi'ndeki Dara antik kentinde yürütülen
kazı çalışmaları arkeoloji tarihine geçecek bir
nitelik kazandı. Milattan önceki yıllara dayanan
antik kentte yeni ortaya çıkartılan nekropol
(mezarlık) bölgesi bir dozerle kazılıyor. Bakan
Günay’ın bu durumu nasıl açıklayacağı merak
ediliyor.
Dozer operatörünün bütün “arkeolojik özenine” karşın
mezarların köşelerine inen dozerin sert kepçe
tırnakları binlerce yıllık tarihi kalıntıları yerle
bir ediyor. Bu katliam sürerken Kültür Bakanlığı ise
seyrediyor. Dara antik kenti için yapılabilecek
iyilik bu tarihsel mirasa dokunmamak.
Nusaybin İlçesinde yer alan antik Dara kenti için
Mezopotamya’nın Efes’i benzetmesi yapılır. Yüceltme
amacı taşıdığı aşikar olan bu kıyaslamalı takdim bu
kenti görmeyenlerde tersine bir ön yargı oluşturur.
Çünkü böylesi kıyaslamaların en babası “falanca
bölgenin Paris’i” benzetmesini çağrıştırır. Ki, bu
unvanlara sahip ‘imitasyon Paris’lerin hiç biri
ziyaretçilerde istenilen etkiyi yaratmaz.
Bu yüzden geçen hafta Dara’ya giderken kafamdan bu
‘Efes gibi’ kavramını atmakla meşguldüm. Geçmişi
binlerce yıla dayanan Dara kenti bu gün resmi adı
Oğuz olan bir köy ile alt alta üst üste yaşıyor.
Daha doğru bir ifadeyle köy üstte, antik kent altta
yer alıyor. Bu abartılı bir benzetme değil. Köyün
Güney ucunda yer alan yaklaşık yirmi beş metre
derinlikteki dev sarnıçların üzerinde Oğuz
köylülerine ait konutlar bulunuyor. Turistler
gelince evin çocukları, kapıdan fırlayıp
ziyaretçilerin bacakları arasından süzülerek
mahzenlerin dibine iniyorlar. Sonra uçak anonslarına
benzeyen düzenli bir anlatımla tarihi bilgileri
turistlerin yüzlerine karşı savuruyorlar. Bunu o
kadar güzel yapıyorlar ki, onları tekrar, tekrar
dinlemek istiyorsunuz.
Dara antik kentinin yerleşim çapı o kadar geniş ki,
her yeni kazı döneminde farklı bir bölgede değişik
tarihi buluntulara ulaşılabiliyor.
2010 yılının kısmeti de nekropol alanından çıkıyor.
Kazılar sırasında toplu mezarlar bunuyor. Perslerden
Romalılara hatta Osmanlılara kadar her dönemde
ölülerin defnedildiği bölgede binden fazla insan
iskeletinin bir arada bulunması belli güvenlik
önlemlerini de getiriyor. Şimdi gazeteciler bunlara
“Ermeni katliamı sırasında öldürülenlerin kemikleri”
falan diyebilirler endişesiyle bu bölge ziyarete
kapatılıyor!
Böylece bu ‘tehlikeli’ olasılığın önüne geçiliyor!!!
İskeletler kaya mezarlarının içinde tel örgülerle
güzelce koruma altına alındıktan sonra tam karşı
cephedeki (Doğu) açık alandaki kazıya devam
ediliyor. Burada da merdiven gibi yamaca kademe
kademe inen kaya mezarları kendilerini
gösteriyorlar.
Kapıdaki kazı levhasına göre Artuklu
Üniversitesi’nin himayesindeki bilimsel çalışmayı,
dozer operatörünün titiz uygulaması yürütüyor!
Hayır, -haberde- yanlışlık yok! Bildiğimiz büyük
kepçesi, güçlü tırnakları, devasa kazı kolu olan
şahane bir dozer, antik kentin mezarlarını kazıyor!
Dozer operatörünün bütün ‘arkeolojik özenine’ karşın
mezarların köşelerine inen sert kepçe tırnakları
binlerce yıllık tarihi kalıntıları yerle bir ediyor.
Kepçenin tahribatı ile operatörün arkeolojik özeni
arasında bir orantısızlık söz konusu olabilir. Ama
bundan dozer operatörü sorumlu tutulabilir mi?
Ona ‘kaz’ denilmiş, o da kazıyor! Öbürleri de
birazcık kazanıyor.
Kazıdaki toprak hafriyatını kazanmış olan yüklenici
firma da kazanıyor tabii ki…
Sadece tarih kaybediyor!
Ki bu da çok önemli olmasa gerek… Çünkü Türkiye’de
her Allahın günü bunu telafi edecek bir başarıya
ulaşılıyor.
Eften püften konular genel müdürlüğünde başlıklar
hazır bekliyor:
-Yine tarih yazdık!
Şimdi eski Roma, Pers mezarları tahrip ediliyor da
Müslüman mezarlarına hiçbir şey olmuyor sanılmasın.
Tarihi tahribattaki eşitlikçi yaklaşım burada da
kendini gösteriyor. Soranlara ‘yığma toprak
atıyoruz’ denilen nekropol alanının tam ortasında
yer alan tepenin üzeri Müslüman mezarlarıyla dolu…
Kenarları oval olarak taşlarla çevrelenmiş olan
Müslüman Mezarlarında kitabe bulunmaması ‘yığma
toprak atıcılarının’ işlerini daha da
kolaylaştırıyor!
Sanki aceleleri var gibi görünüyor. Oysa Dara antik
kentinin nekropolü en iyimser veriyle (kazı
bölgesindeki levha) 1500 yıldır olduğu yerde
duruyordu. Antik kente dozerle dalanlar izin
verselerdi öylece yerlerinde bütün
orijinallikleriyle sapasağlam duracaklardı. Belki
ilerde gelecek olanlar mezarları tahrip etmeden kazı
yapabilecek bir teknik düzey, arkeolojik görgü,
bilgi ve ahlaki yapıya uygun bir yöntem
bulabilirlerdi.
Kesin geçmişi konusunda 2200 yıl, 3000 yıl, 5000 yıl
hatta 10.000 yıl gibi görüşlerin ortaya atıldığı
Dara antik kenti için yapılabilecek en iyi şey hiç
dokunmamakmış. Şimdiki hızlı ‘modern’ çalışmayı
tespit edince bunu daha iyi anlayabiliyoruz:
-Çünkü antik kente dozer kepçesi iniyor!
Birgün, Haber: Nazım Alpman, 25.05.2010
|
CEYLAN'DAN ARKEOLOJİK PARK PROJESİ
Atatürk Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ceylan, Erzurum’da
Arkeolojik Park ihtiyacına dikkat çekti. Mimarlık ve
Tasarım Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Yılmaz ile
hazırladıkları Arkeolojik Park Projesi hakkında
bilgi veren Ceylan, projenin şehrin tarihine ışık
tutacağını söyledi.
Atatürk Üniversitesi Öğretim görevlilerinden Prof.Dr. Alpaslan Ceylan, Erzurum’da Arkeolojik
Park
projesine dikkat çekti.
Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Dekanı Prof.Dr.
Hasan Yılmaz ile hazırladıkları Arkolojik park
projesi hakkında bilgi veren Prof.Dr. Alpaslan
Ceylan, şehrin tarihine ışık tutacak bir proje
olduğunu belirtti.
Ceylan, projenin kapsamı hakkında şu bilgilere yer
verdi: “ Arkeolojik alan koruma altına alınarak,
tahribatın önüne geçilecek. Şehrin tarihine ışık
tutulacak. Rehberli turlar ve güncel sanat
etkinlikleri düzenlenecek. Bilgi danışma merkezi ve
eğitim atölyesi kurularak, kale alanı etkinlikler
merkezi haline getirilecek. Arkeolojik alanın
etrafında halkın kullanımına açık bir koruma bandı
ve yeşil alan oluşturulacak. Tarihi alan, bir kültür
ve dinlenme alanı olarak gezilebilecek Alan,
bölgenin gelişmesine ve yaşamın zenginleşmesine
katkıda bulunacak.
Sürdürülebilir bir planlama modeliyle kültürel
mirasın korunması ve gelişmesini, birbirileriyle
çelişmeden, yan yana var olabilecekleri
gösterilecek. Erzurum yeni bir müze kazanacaktır.
Çifte Minareli Medrese ile uyumlu olacak, tarihi
dokuya uygun tasarım gerçekleştirilecektir. Bu
alanda oturma birimleri, tarihi dokuya uyumlu zemin
kaplamaları, kaleye ulaşım için yol sirkülasyonu,
drenaj sistemi, spot aydınlatmalara yer
verilecektir. Ana düzenleme ilkesi iki tarihi dokuyu
(kale ve medrese) birbirine bağlayıcı bir tasarım
düşünülmektedir. Tarihi dokuya baskı oluşturacak
herhangi bir fiziki yapıya yer verilmeyecektir.
Kullanılacak bitkisel materyal bodur ağırlıklı,
çevreye ve tarihi dokunun ana karakterine uyumlu
olacaktır. Donatı elemanları (çöp, zemin kaplaması,
aydınlatma, bank vs.) malzemeleri doğal yapı
özelliği taşıyacaktır. Kale içi mevcut yapısı
korunacaktır. Alan içerisinde ulaşımı sağlamak üzere
sirkülasyon / yol sistemi oluşturulacaktır.
Kullanarak koruma fikri egemen olacaktır. Bu amaçla
uygun alanlara doğal ve tarihi yapıyı bozmadan
oturma birimleri ile hizmet üniteleri
düşünülmektedir. Bitkisel materyalde kale içinin
tarihi atmosferini bozmayacak şekilde yapay ve ıslah
edilmiş bitkisel materyal kullanılmayacaktır. Çim
yüzeyler yenilenecektir. Seyir terasları korunacak
ve güvenlik için gerekli önlemler (tarihi dokuya
uyumlu koruma bariyerleri / çit) alınacaktır. Bu
alan kalenin batısında yer almaktadır. Otopark
sistemi ile hizmet ünitelerinin (büfe, restaurant,
kameriye, çardak, bank vb.) yer alması
planlanmaktadır. Uygun bitkisel tasarımlara yer
verilecektir. Bu alan kalenin kuzeyinde, eğimli
olarak konumlanmıştır. Bakı terasları, yürüme
yolları, uygun plantasyonlar, ev stabilizasyonu,
aydınlatma ana tasarım ilkelerini oluşturmaktadır.
Alan çevresinde (3 ve 4 no.lu) uygun tarihi evler
pansiyon veya konaklama ünitelerine çevrilmesi
düşünülmektedir. Ayrıca yöresel mutfak, el
sanatları, sergi vb. olarak bu binalar
düşünülebilir. Kalenin doğusunda yer alan bu kısımda
bakı terasları, yürüme yolları, zemin kaplamaları /
otantik planlanmaktadır. Kalenin hemen girişinde yer
alan bu kısımdaki hamam yenilenerek genel kullanıma
açılması planlanmaktadır. Ayrıca bu alanda çardak,
çay evi ve teraslara yer verilecektir. Plantasyon
olarak çim yüzeyler ve Türklerin geleneksel soğanlı
bitkileri kullanılacaktır. Bu kısımda tarihi bir
mescit olup bu mescidin aslına uygun olarak
restorasyonu yapılarak, iç donanımları (aydınlatma,
ısıtma, halı vb.) yenilenerek kullanıma açılması
hedeflenmektedir. Dış bahçesinde tarihi çeşme ve
donatılara peyzaj tasarımı yapılacaktır. Bu alan
çevresinde yer alan tarihi toplar kaldırılarak kale
içinde yürüme yolları çevresine dağıtılacaktır.
Tarihi top mermileri, kullanıma hazır gülleler uygun
alanlarda tasarım üniteleri ışığı altında sergi
amaçlı kullanılacaktır.”
Erzurum Gazetesi, 25.05.2010
|
TARİHİ AYASULUK KALESİ 2012'DE GEZİLEBİLECEK

İzmir'in
Selçuk İlçesi'ndeki Ayasuluk Tepesi
ve Saint Jean Kilisesi
kazılarının başkanlığını yürüten Pamukkale
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr.
Mustafa Büyükkolancı, 14. yüzyılda inşa
edilen kalenin, 2012 yılında
ziyarete açılmasının planlandığını bildirdi.
Müzeler Haftası etkinlikleri kapsamında
Efes Müzesi'nde düzenlenen toplantıda çalışmalarla
ilgili bilgi veren Büyükkolancı, geçen 3 yılda
kaledeki konutların, yolların, sarnıçların ve
hamamın kazılarını tamamladıklarını söyledi.
Büyükkolancı, geçen yıl kale içinde daha önce hiç
bilinmeyen önemli bir yapıyla karşılaştıklarını,
Kale Köşkü olarak tanımladıkları bu
yapının büyük olasılıkla
1350-1390
yıllarında Ayasuluk'un
Aydınoğulları Beyliği'nin
başkenti olduğu dönemde
İsa Bey
tarafından inşa ettirildiğini kaydetti.
Kaledeki kazıların büyük oranda tamamlandığını ifade
eden Büyükkolancı, ''Kaleyi 2012 yılında ziyarete
açmayı hedefliyoruz. Öncelikle projeleri İzmir Bölge
Koruma Kurulunca onaylanan iç kale batı sur
duvarları ve Kale Camisi'nde
onarıma Selçuk Belediyesi'yle başlanacak'' dedi.
Mustafa Büyükkolancı, bu yıldan itibaren
Saint Jean Kilisesi çevresinde yeni kazı
alanlarında çalışacaklarını belirterek,
''Ziyaretçilerin kale doğu kapısından girip Arnavut
kaldırımlı yollardan geçerek tüm kale içindeki
yapıları gezecekleri ve restorasyon tamamlandıktan
sonra kale duvarları üzerinde dolaşarak Selçuk ve
Pamucak Ovası'nın güzel manzarasını seyredecekleri
yeni bir güzergah oluşturmayı hedefliyoruz'' diye
konuştu.
Yapı, 25.05.2010
|
TARİHİ STUTTGART MERKEZ GARI YIKILACAK MI?

Tarihi Stuttgart Merkez Garı, tren garını ve
demiryollarını baştan sona yeniden inşa etmeyi
kapsayan "Stuttgart 21" projesi sebebiyle, yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya. Projenin resmi başlangıç
tarihi 2 Şubat 2010 olarak duyurulmuştu. Garın
kanatlarının yıkımının ise Eylül 2010'da
gerçekleştirilmesi planlanıyor.
Ocak 2010'da garın mimarı profesör Paul Bonatz'ın
torunu Peter Dübbers, gar binasının kısmi olarak
yıkılmasını engellemek için gerekli yasal adımları
attı. 20 Mayıs 2010'da mahkeme Deutsche Bahn (Alman
Demiryolu) şirketinin garın kanatlarını yıkmasına
izin verdiği yönündeki kararını açıkladı. 2008 yılı
sonunda hazırlanan bir dilekçeye, oldukça yüksek bir
katılımla 4.995 vatandaş tarafından destek verildi.
Fakat Şubat 2010'dan beri son karar, komitede yer
alan politik partilerden biri tarafından illegal bir
şekilde engellendiği için bir karara varılamadı.
Garın yıkılmasına karşı çıkanlar, Avrupa
Parlamentosu'na da bir dilekçe verdiler. Stuttgart
Garı gibi durumlarda bu parlamentoya veto hakkı
vermesini birlikte umdukları diğer ülkelerden benzer
girişimler tarafından da desteklenen dilekçe (www.patrimoine-heritage.eu)
adresinden okunabilir.
Vatandaşların yaklaşık yüzde 70'i tarafından
desteklenen birlik "K 21" (www.kopfbahnhof-21.de)'in
yanı sıra, yıkıma karşı olan dernekler tarafından
yaklaşık 30 haftadır her pazartesi günü binlerce
vatandaşın katılımıyla, tarihi garın kısmen
yıkılmasına sebep olacak olan "Stuttgart 21"
projesine karşı protestolar yapılıyor. Genel
ekonomik krizin bir etkisiyle "Stuttgart 21" projesi
Alman hükümeti tarafından ciddi bir şekilde gözden
geçirilebilir.
Arkitera, Derleyen: Pınar Koyuncu, 25.05.2010
|
LEONARDO'NUN HAYALİ 500 YIL ÖNCESİYLE KÖPRÜ KURUYOR

Dünyanın tartışmasız dahilerinden Leonardo Da
Vinci'nin en büyük hayallerinden biri hem operada
hem de gerçek hayatta can buluyor.
500 yıl kadar önce dünyanın en büyük ve en ihtişamlı
köprüsünü Haliç'e yapmak için Sultan II. Bayezid'e
mektup yazan ama saray görevlisince "İtalya
Cumhuriyeti'nden bir gavur" olarak nitelendirip
dikkate alınmaması sonucu teklifine karşılık
bulamayan Leonardo'nun içinde kalan büyük hayali,
mektubunun 1950 yılında tesadüfen Topkapı Sarayı'nın
arşivlerinde bulunması sonucu ortaya çıkmıştı.
İşte bu büyük hayal hem sanatta hem gerçek hayatta
karşılık buldu. ABD'den opera sanatçısı Daniel
Nazareth, Leonardo'nun rüyasını operada gerçeğe
dönüştürdü, Türk mimar Hakan Kıran da ünlü dahinin
eşsiz eserini Haliç'e yapmak için gün saymaya
başladı. Hindistan asıllı Amerikalı besteci Daniel
Nazareth, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti
olmasıyla Da Vinci köprüsünün hikayesini duyduktan
sonra bu operayı yazmaya karar verdiğini söyledi.
Leonardo gibi üstün bir dahinin 500 yıl önce Haliç'e
köprü yapmak isteyip gerçekleştirememiş olmasından
çok etkilendiğini belirten Nazareth, bu nedenle
operasında Leonardo'yu İstanbul'a getirdiğini
kaydetti. Nazareth, "Operamda 500 yıl öncesine
gidiliyor: Burada Leonardo Topkapı'ya davet ediliyor
ve Bayezid ile buluşuyor. Birlikte köprüyü inşa
etmeye karar veriyorlar. Böylece opera 500 yıl
öncesiyle bugün arasında köprü oluşturuyor" dedi.
Operanın son sahnesinde tüm insanların barış içinde,
bağımsız ve yapıcı bir atmosferde yaşamasının mümkün
olduğunu vurguladığını ifade eden Nazareth, "Yani,
Leonardo'nun köprüsü ve opera farklı kültür ve
medeniyetler, batı-doğu zengin-fakir arasında bağ
kuran bir metafor olarak kullanılıyor" diye konuştu.
Birçok kişinin Türkiye'yi AB'nin içinde görmek
istediğini düşündüğünü de dile getiren Nazareth,
"Türkiye'nin farklılıkları içeren bir topluma sahip
ve Avrupa ve dünya toplumunda yerinin olduğu
mesajının verilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum"
ifadesini kullandı.
Nazareth, Leonardo'nun hayalini gerçeğe dönüştüren
eserinin Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim
Gökmen'in desteğiyle, 2010-2011 sanat sezonunda
sahneleneceğini ve prömiyerinin de Leonardo'nun
gitmek isteyip de hiç gidemediği Topkapı Sarayı'nda
yapılmasının planlandığını duyurdu. İstanbul'da
Haliç'e Leonardo'nun köprüsünün yapılması projesinin
yürütüldüğünü anımsatan Nazareth, "Çok mutlu oldum,
benim operam ve köprü bu yıl ortaya çıkacak" dedi.
Nazareth, Rengim Gökmen'in operanın Ankara'nın yanı
sıra İzmir ve diğer illerde de sahnelenmesini ve
İngilizceden Türkçeye çevrilmesini düşündüğünü dile
getirerek, "Bu operanın bütün hikayesi Türkiye'ye
ait, birçok bölüm Topkapı Sarayı'nda geçiyor.
Operamda Kur'an-ı Kerim'den iki söz var. Ben bir
Türk değilim ama operam Türkiye'nin bir parçası ve
ona ait. Ama aynı zamanda Avrupa'nın parçası, çünkü
müzikler de Avrupa müziği" ifadesini kullandı.
Operanın Almanya'da da sahnelenebileceğini anlatan
Nazareth, gerçek köprünün kurulmasını da dört gözle
beklediğini sözlerine ekledi.
Haliç'e Leonardo'nun köprüsünün kurulma projesini
yürüten Hakan Kıran Mimarlık Yönetim Kurulu Başkanı
Hakan Kıran da Leonardo'nun hayalini gerçekleştirmek
için eskizler, konuyla ilgili maketler ve 2001
yılında Norveç'te yapılan Leonardo'nun köprüsü gibi
bütün verileri araştırdıklarını söyledi.
"Leonardo'nun köprüsü ileri vizyonla yapılmış bir
skeç, aslında bir hayal" diyen Kıran, köprüyü
orijinal fikrini bozmadan ama 21. yüzyıl
teknolojisini de katarak modern yorumla
yapacaklarını kaydetti. Kıran, çelik ve ahşaptan
oluşacak köprünün tasarımını yaklaşık 1.5 yıl önce
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne gönderdiklerini
hatırlatarak sözlerini şöyle sürdürdü: "Belediye de
koruma kuruluna gönderdi. Koruma kurulu bazı
araştırmalar istedi, onları tamamladık. Kurul
özellikle tarihi yarımada ve önemli konularda zor
karar alıyor ama sürecin sonuna geldik. Bizim
aldığımız izlenime göre bir sıkıntımız yok ve bu
yılın ikinci ya da üçüncü yarısında inşaata
başlayabilir hale gelmeyi planlıyoruz. Aslında,
sivil toplum örgütlerinin de olduğu çok büyük bir
şölenle bu işe başlayalım ve çok kısa bir sürede
tamamlayalım istiyoruz."
Kıran, köprünün şimdiden İstanbul'un tanıtımına
büyük katkı sağlamaya başladığını ifade ederek,
"Projeyle ilgili dünyanın diğer ucundan bile
ziyaretler oluyor. İnsanlar bugünden tanıtımlarında
kullanmak istiyor. Bugünden başlayan tanıtım var ki,
bitince çok verimli olacak" dedi. Leonardo gibi bir
dahinin eserine hayat verecek olmaktan onur
duyduğunu belirten Kıran, "Çok büyük şans benim için
olağanüstü büyük heyecan ve biraz da tedirginlik
içindeyim. Yani, milyonlarca çizgilerden bir
tanesini seçip, aslına dokunmadan ama 21. yüzyılın
da eseri olabilecek bir köprü kurma, yani bütün bu
dengeyi sağlama sorumluluğuyla çalışma yaptık, büyük
sorumluluk altındayız, umarım başarılı oluruz.
İstanbul'un, Türkiye'nin modern yüzünü gösteren bir
sembol olmasını istiyoruz" ifadesini kullandı.
Sand, köprünün İstanbul'a kurulmasının önemiyle
ilgili de şunları söyledi: "Bu Müslüman Türkiye ile
Hıristiyan Avrupa arasında bir köprü, dünyanın
günümüzde karşılaştığı zorluklara ilişkin güzel ve
güçlü bir metafor. Kültürler arasında bir köprü...
Her şeyi birleştiren sanattır, bu projenin güzelliği
burada, sanat boyutunda. Bu köprüyü ben 2001 yılında
Norveç'te inşa ettim ama ilk tasarlanan yer olan
İstanbul'a kurulmasını görmeyi çok isterim. Umarım
Türkiye'deki proje, Norveç'te edindiğimiz
deneyimleri dikkate alarak ilerler ve başarılı
olur." Sand, Leonardo'nun köprüyle ilgili çizimini
ilk gördüğünde neler hissettiğine yönelik soru
üzerine şöyle devam etti: "Büyük bir bestecinin
senfonisini dinlediğinizdeki, meşhur bir tabloya
baktığınızdaki hissettiğinizle aynı şey.
Olağanüstülük hissi zamanla ölçülemeyen bir temele
sahip. Leonardo'nun köprüsü ilk gördüğüm anda
etkiledi beni, yıldırım aşkı gibi, doğa ötesi gibi
bir şey hissettim. Birçok düzlemde önemli geçmişin
güzelliğini getiriyor. Sadece dizayn bakımından
değil aynı zamanda Rönesans ruhunun, sanat ve
felsefenin kombinasyonunu, ruhani olan bir yaklaşımı
içinde barındırıyor. Leonardo ve bu köprü bütüncül
düşünceyi temsil ediyor, çünkü sanatı ve sessizliği
ve felsefeyi birbiriyle birleştiriyor. Bu nedenle
bunun mesaj taşıyan bir köprü olduğuna inanıyorum."
Bu köprüyü her kıtada inşa etmeyi istediğini ama
yapamadığını anlatan Sand, yine de iklim
değişikliğine dikkati çekmek için Antarktika ve New
York'ta köprünün buzdan versiyonunu inşa ettiklerini
dile getirdi.
Yeni Şafak, 25.05.2010
|
PAMUKKALE'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
Denizli'de düzenlenen tarihi eser operasyonunda, dört parça tarihi eser ele geçirilirken, olayla ilgili bir kişi gözaltına alındı.
Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığına yönelik yapılan çalışmalar sonucunda, R.K. isimli şahsın elinde bulunan tarihi eserleri Pamukkale beldesinde satacağı haberi alındı. Bu kapsamda zanlıyı ve tarihi eserleri ele geçirmek üzere operasyon düzenlendi. Operasyonda, bir mermer heykel, bir bronz heykel ve 2 gümüş sikke ele geçirildi. Ele geçirilen malzemeler Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. İfadesinin alınmasından sonra adli makamlara sevk edilen şüpheli tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Denizli Kent Haber, 24.05.2010
|

|
LAODİKYA ANTİK KENTİ'NDE KAZI SEZONU BAŞLADI

Denizli'deki Laodikya Antik Kenti'nde 2010 yılı kazı
sezonu başladı. Prof.Dr. Celal Şimşek, restorasyon
ve kazıyı bir arada götürerek, Laodikya Antik
Kenti'nde yaşayan bir arkeoloji parkuru kurmak
istediklerini anlattı.
Denizli- Kazı Heyeti Başkanı, Pamukkale
Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı ve
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, kazı
çalışmalarının yanı sıra Tapınak A diye adlandırılan
yapıda restorasyon çalışmalarının devam ettiğini
bildirdi. Restorasyon ve kazıyı bir arada götürerek,
Laodikya Antik Kenti'nde yaşayan bir arkeoloji
parkuru kurmak istediklerini anlatan Prof.Dr.
Şimşek, 9. kazı yılı hedeflerine ilişkin şu
bilgileri verdi: ''Ana hedeflerimizden birisi,
tapınaktaki restorasyonların bitirilmesi ve Efes
Caddesi diye adlandırdığımız caddenin açılması.
Diğer tarafta güney nekropolü diye adlandırdığımız
mezarlık alandaki çalışmalar var. Merkezi bazilika
ya da merkezi kilise diye adlandırdığımız çok önemli
bir kilise yapısının olduğunu tespit ettik yer
altında. Bu sene bu kiliseyi ortaya çıkarmayı
hedefliyoruz. Çünkü Laodikya, Hristiyanlık
dünyasında kurulan ilk 7 kiliseden birine sahip
antik kent. Hedefimiz 2010 yılı içinde Laodikya'da
daha gezilebilir alanların oluşturulması.''
Şimşek, kazı maliyetinin yüzde 80'ine yakınını
Denizli Belediye Başkanlığı'nın karşıladığını, bunun
önemli bir avantaj oluğunu bunun yanında Kültür ve
Turizm Bakanlığından ve Pamukkale Üniversitesi'nden
de kaynak sağlandığını anlattı. Efes'ten sonra
Anadolu'nun en büyük antik kenti Laodikya'nın ülke
ve bölge turizmi açısından önem taşıdığını ifade
eden Prof.Dr. Şimşek, şöyle dedi: ''Denizli
Belediye Başkanlığı burada koruma amaçlı imar
planını yaptırdı. Bundan sonra artık Laodikya Kent
Müzesi yapılması gerekli, çünkü çok güzel eserler
çıkıyor. Yavaş yavaş Pamukkale'den Laodikya'ya,
Laodikya'dan Denizli'ye turistlerin çekilmesi gibi
hedefler var. Efes'ten sonra Anadolu'nun en büyük
antik kenti olan Laodikya'yı ziyaret eden yabancı
turistlerin sayısı yıldan yıla artıyor. ABD'den,
Güney Kore'den, İngiltere'den, Almanya'dan ve farklı
yerlerden Laodikya antik kentinin birçok ziyaretçisi
geliyor.''
Laodikya'yı gezen Güney Koreli turist Christina
Hoon da, antik kentteki merkezi kiliseyi görmek
istemesinin Türkiye'ye gelmesinin ana sebebi
olduğunu belirtti. ABD'li Patricia Campbell da
Türkiye'ye gelmeden önce bir arkeolog dostunun
mutlaka Laodikya'yı görmesini istediğini ifade
ederek, ''Burayı görmeyi bir sene boyunca heyecanla
bekledim. Şimdi gezme fırsatı buldum. Laodikya
gerçekten büyüleyici bir yer'' diye konuştu.
Cumhuriyet, 25.05.2010
|
|
LABİRENTTE 57 MUMYA
Mısır’da keşfedilen labirent
şeklindeki yeraltı dehlizlerinde 57 mumya ortaya
çıkarıldı.
Mısır Eski Sanatlar Yüksek Konseyi’nden yapılan
açıklamaya göre mumyalar dehlizlerdeki 57 ayrı
odacıkta süslemeli lahitlerin içinde bulunuyor.
Arkeologlar lahitlerden en eskisinin, Mısır’da MÖ
2750 yıllarında hüküm süren birinci ve ikinci
hanedan dönemine ait olduğunu belirledi.
Lahitlerden 12’si Mısır’a MÖ 1550 ve 1292 yılları
arasında hükmeden 18. hanedan dönemine ait. Mısır’da
ulusal arkeoloji başkanı Zahi Hawas, bu 12 lahitte
bulunan mumyaların, üzerinde kutsal Ölüler
Kitabı’ndan metinlerin yer aldığı keten kumaşlara
sarılı olduğunu açıkladı.
Lahitlerin yer aldığı odacıkların pek çoğunda
seramik eşyalar da bulundu. Keşfi yapan ekibin
lideri Abdülrahman ElAydi, Kahire’nin 110 km
güneyinde bulunan lahitlerden en eskisinin neredeyse
ilk günkü gibi durduğunu belirtti.
Akşam, 25.05.2010
|
EMEK SİNEMASI'NIN YIKIMINA YARGI FRENİ
İstanbul 9’uncu İdare Mahkemesi, Emek Sineması'nın
yıkımını öngören projeyi onaylayan kurul kararının
yürütmesini durdurdu.
Mahkeme ayrıca, “Dava konusu işlem, uygulanması
halinde telafisi güç veya imkansız zararlar
doğurabileceğinden, mahallinde keşif ve bilirkişi
incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden
bir karar verilinceye kadar 2577 sayılı yasanın
27’nci maddesi uyarınca teminat alınmaksızın
yürütmenin durdurulmasına” oybirliğiyle karar verdi.
Davayı,
İstanbul Mimarlar Odası, Emek Sineması Kültür ve
Turizm Bakanlığı
İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Yenileme Kurulu’nun avan
projelerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması
istemiyle açmıştı.
Hürriyet, 25.05.2010
|
MAYA ŞEHRİ LAZERLE AYDINLANIYOR

Son 25 yıldır, iki
arkeolog ve onların ekibi tropik bir ormanda Orta
Amerika'daki en büyük Maya şehirlerinden birisinin
kalıntılarını inceleyip haritasını çıkarmaya
çalışıyorlar. Uzun bıçaklarla şehrin katıntılarının
üzerinde büyüyen bitki örtüsünü temizlemek haritayı
çıkarmanın tek yöntemi gibi görünüyor. Diğer
arkeolojik bölgelerin incelenmesinde kullanılan
uzaktan algılama teknolojileri bile burada bir işe
yaramıyor. Havadan ve uzaydan radarla görüntüleme ve
spektral araştırmalarda da ağaçlardan başka hiçbir
şey görünmüyor. Derken geçen bahar, Arlen F. Chase
ve Diane Z. Chase çiftinden oluşan ekip yeni bir
yöntem denedi ve bitki örtüsünü geçip yerden
yansıyan havadan lazer sinyalleri kullandılar.
Böylece antik Maya devletinin en görkemli
şehirlerinden Caracol'un 3 boyutlu imajlarını
üretebildiler. 4 gün boyunca iki motorlu bir uçak
bölgenin üzerinde uçup gelişmiş bir ışıklı radar (lidar)
cihazı ile kalıntıların olduğu yeri taradı. Elde
edilen bulgular 25 yıllık haritalama çabasından çok
daha iyi sonuçlar verdi. Yaklaşık 10 saatlik
kayıtlar, 3 haftalık bir labaratuar işleminden
sonra, 207 kilometre karelik bir bölgedeki büyük
binalar, küçük evler, yollar ve tarım alanlarıyla
ilgili topoğrafik detayları gösterdi. Görselleri ilk
gördükleri anla ilgili olarak, "Çok şaşırdık" diyor
Diane Chase. "1950'lerde radyo-karbon tarihleme
yöntemi ve 1980'lerde ve 1990'larda Maya
hiyerogliflerinin yorumlanmasında olduğu gibi, lidar
da şimdi Maya arkeolojik araştırmalarını tepeden
tırnağa değiştirecek" diyor. Her ikisi de
Orlando'daki Orta Florida Üniversitesi'nde profesör
olan Chase çifti, önceki araştırmalarından Caracol
şehrinin en parlak döneminin Milattan Sonra 550 ile
900 arasında olduğunu bulmuştu. Şehrin merkezinde
tören alanları, geniş plazalar ve saraylar yer
alıyordu. Üretim bölgeleri ve fakir mahallelere
uzanan şehrin dışında büyük evler, pazarlar ve
tarlalar vardı. Chase çifti bu geniş şehrin en
kalabalık zamanında nüfusunun 115 binden fazla
olduğunu tahmin ediyor. Ancak bazı arkeologlar
böylesi yüksek bir sayıya şüpheyle bakıyorlar. Arlen
Chase, lidar yöntemiyle elde ettikleri bulgularla
beraber artık şehrin tümünü görebildiklerini
söylüyor. "Şehrin büyüklüğünü ve sınırlarını
biliyoruz ve bu bizim nüfus tahminlerimizi
doğruluyor. Bütün bu tarım alanlarını görüyoruz ve
insanların kendilerini nasıl beslendiklerine dair
bilgiler elde etmeye başlıyoruz" diyor. Caracol
araştırması bu kadar geniş bir arkeolojik sahada
ileri lazer teknolojisinin kullanıldığı ilk
uygulama. Bazı makaleler İngiltere'deki Stonehenge
bölgesinde ve bir Demir Çağ zamanından kalma kalede
ve Amerikan ekin alanlarında lidarın kullanılmasıyla
elde edilen verileri açıkladılar. Geçen yıl
Birmingham şehrindeki Alabama Üniversitesi'nden
Sarah H. Parcak, "Lidar görüntüleri yağmur
ormanlarında yapılan arkeolojik çalışmalar için çok
daha yararlı olacak" diye tahminde bulunuyor. Chase
çifti, Caracol için lidarı kullanmaya karar
verdiklerinde Parcak'ın Arkeoloji İçin Uzaydan
Görüntüleme (Satellite Remote Sensing for
Archaeology) isimli kitabındaki değerlendirmeden
habersiz olduklarını söylüyor. Orta Florida
Üniversitesi'nden yıllarca ormanları ve diğer bitki
örtülerini incelemek için havadan lazer sensörlerini
kullanan Biyolog John F. Weishampel'in tavsiyeleri
üzerine hareket ettiklerini belirtiyorlar.
Weishampel projenin ana finansmanı için NASA'nın az
bilinen uzay arkeoloji programıyla anlaştı.
Araştırmaya dahil olmayan ancak sonuçlarla ilgili
bilgi sahibi olan diğer arkeologlar teknolojinin
özellikle tropik ortamlardaki çalışmalar için bir
devrim niteliğinde olduğunu söylüyor. Ancak havadan
elde edilen bilgilerin yerden doğrulanması için
haritalama yönteminin kullanılmaya devam edilmesi
gerektiğini belirtiyorlar. Chase çifti, yaptıkları
araştırmanın tropik bir ortamda büyük bir tarım
toplumunun nasıl yaşayabileceğini gösterdiğini
söylüyor. Bu aynı zamanda Mayaların en parlak
zamanlarında (MS 250 ile 900 arası) nasıl
sürdürülebilir bir uygarlık yaratabildiğini
gösteriyor. İlkbaharda Caracol'daki araştırmadan
döndükten sonra konuşan Arlen Chase, "Maya yerleşim
alanlarını üzerindeki araştırmalarımızda devrim
yaratacak" diyor.
Belize'de bulunan eski Maya şehri Caracol üzerinde
uçan küçük bir uçak lazerle yerdeki sık ormanlık
alanın kapattığı bölgeyi taradı. 3 boyutlu olarak
görüntülenen bölge yeni kalıntılar, yollar ve
tarımsal alanlar ortaya çıkardı. Caracol şehrinin
detaylı bir 3 boyutlu görüntüsü burada gösteriliyor.
Sabah, Kaynak: New York Times, Haber: John Noble
Wilford, 24.05.2010
|
TARİHİ CAMİYE BAKIM
Macaristan'ın Pecs kentinde Osmanlı döneminde inşa edilen, tarihi Yakovalı Hasan Paşa Camisi restore edildi.
16. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen caminin kubbesi ve içme kanlarının restore edildiğini açıklayan Macaristan Tarihi Eserler Kurumu yetkilisi Terezia Bardi, caminin restorasyonu için 30 milyon forint (150 bin dolar) harcandığını söyledi.
Yakovalı Hasan Paşa Camisinin minaresinin maddi imkansızlıklardan dolayı hala restore edilemediğini belirten Bardi, Müslümanların vakit namazlarını dahi kıldıkları caminin minaresinin de bir an önce restore edilmesi gerektiğini kaydetti.
Radikal, 24.05.2010
|

|
AYAKTA KALAN İLK DEMOKRATİK YÖNETİM BİNASI

‘Son meclis ilk meclise sahip çıkıyor’
parolasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM)
devredilen Antalya'nın Kaş İlçesi Patara Antik
Kenti'nde bulunan, dünyanın ilk demokratik yönetim
binası olan Likya Birliği Meclis Binası'nın
restorasyonu başladı. Restorasyonun ardından gelecek
yıl 23
Nisan'da, 160 ülkenin parlamento başkanı bu binada
bir araya gelecek.
MÖ 2'nci yüzyılda inşa edilen Likya Birliği
Meclisi Binası, dünyadaki ilk demokratik yönetim
binası olma özelliğiyle önem taşıyor. Likya
döneminde inşa edilen, Roma döneminde de meclis
binası olarak kullanılmaya
devam
edilen, daha sonra kumlar altında kalan bina, 1988
yılında başlatılan Patara kazıları sırasında Prof.Dr. Taner Korkut tarafından ortaya çıkarıldı. 2006
yılında kazı çalışmalarının tamamlanmasıyla ortaya
çıkarılan meclis binası, Prof.Dr. Korkut tarafından
yayınla dünyaya duyuruldu.
‘Son meclis ilk meclise sahip çıkıyor’ parolasıyla
TBMM'ye devredilen binada restorasyon çalışması
için
girişimlere geçen yıl başlandı. Binanın restorasyon
işi Peker İnşaat'a ihale edildi. Peker İnşaat
tarafından alınan ihalenin ilk etabı bu yıl 29
Ekim'de, ikinci etabı gelecek yıl 23 Nisan'da
tamamlanacak. Restorasyonun ardından, gelecek yıl 23
Nisan'da 160 ülkenin parlamento başkanının bu binada
bir araya getirilerek toplantı yapılması
amaçlanıyor.
Kazı ve Restorasyon Başkanı, Akdeniz Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden Prof.Dr. Havva İşkan Işık, restorasyon çalışmalarının
başlatıldığını belirterek, bu dönemde daha önce
geniş bir
alanda numaralanan oturma taşlarının yerine
konulacağını, toprak altındaki kireç taşından
yapılmış taşların ortaya çıkarılacağını, oturma
yerlerinin açılacağını söyledi. Yukarı bölümde
kazının devam ettiğini kaydeden Prof.Dr. Işık,
dışarıdaki taşların da yeniden numaralandırıldığını,
bilgisayar çizimlerinin sürdürüldüğünü kaydetti.
Restorasyon çalışmaları tamamlandığında, TBMM
Başkanlığı'nca devralınan bu yapıda 160 ülkenin
parlamento başkanlarının
bir araya
getirilerek toplantı yapılmasının amaçlandığını
kaydeden Prof.Dr. Işık, “Ülkemizin tanıtımı ve
prestiji açısından çok önemli olan bu proje bizi
heyecanlandırıyor. Cumhuriyet tarihimizin belki de
en büyük arkeolojik restorasyon çalışmasına imza
atmış olacağız” dedi.
Radikal, 24.05.2010
|
DEFİNE UMUDU ÖLÜMLE SONA ERDİ

İşyerinin bahçesinde
define bulmak için açtığı tünelde arkadaşı İlyas
Arabacı ile zehirlenen işadamı Özkan Şahin kardeşini
aradı, ancak yardım yetişemedi.
Bornova’da, evli ve bir çocuk babası 44 yaşındaki
Özkan Şahin, Işıkkent Semti Işık Caddesi 6044 Sokak
2 numaradaki, sahibi olduğu pamuk fabrikasının
arkasındaki boş arazide, evli ve iki çocuk babası
arkadaşı 46 yaşındaki İlyas Arabacı’yla iddiaya
göre, define bulmak için
tünel açtı. Önceki akşam saatlerinde tünele
girip çalışmaya başlayan iki arkadaş, bir süre sonra
tüneldeki metan gazından etkilendi. Tünelden kendi
imkanlarıyla dışarı çıkamayan Özkan Şahin, saat
23.30 sıralarında, cep telefonuyla kardeşi Erkan
Şahin’i arayıp, “İşyerimin arkasında bulunan boş
arazideyim. Bayılmak üzereyim. Bir an evvel gel,
yetiş...” dedi.
Hızla ağabeyinin işyerine giden Erkan Şahin, yolda
telefonla durumu polis ve sağlık ekiplerine de
bildirdi. Olay yerine gelen Erkan Şahin, tünelin
ağzında hareketsiz bir şekilde yatan ağabeyini
çekerek dışarı çıkarttı. Erkan Şahin, tünelin iç
kısımlarında bulunan Arabacı’nın bedenini ise yoğun
metan gazı nedeniyle çıkartamadı. Olay yerine gelen
polis, AKS 110 ekiplerini çağırdı. AKS 110 ekibinin
çalışmasıyla Arabacı’nın da cansız bedeni tünelden
çıkartıldı. Sağlık ekipleri ilk incelemelerinde, iki
arkadaşın metan gazı zehirlenmesi sonucu öldüklerini
kaydetti. İki arkadaşın cesedi, kesin ölüm
nedenlerinin belirlenmesi için otopsi yapılmak üzere
İzmir
Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı.
Tünelin başında ve Şahin’in olay yerine yaklaşık 50
metre mesafedeki işyerinde yapılan incelemede, tünel
kazmak için kullanılan kazma, kürek, hilti,
ışıklandırma sistemi, kompresör ve define haritaları
bulundu.
Milliyet, Haber: Kadir Özen - Emrah Yıldız,
24.05.2010
"DEFİNE SEVDASI BİR
HASTALIKTIR"
İzmir'de
define aramak için girdikleri kuyuda biriken metan
gazı nedeniyle zehirlenerek hayatını kaybeden bir
işadamı ile yakın arkadaşı, gözleri bir kez daha
define peşinde koşanlara çevirdi. Define avcılarının
bu sevdasını, "Türkiye'de bu iş, artık bir hastalık
şeklini aldı" diye yorumlayan tanınmış arkeologlar,
inanılması güç öyküler aktardı. İşte, uzmanların
anlatımıyla define peşinde koşanların yaşadıkları:
Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu (Arkeolog): Birinci dereceden
sit alanlarının bulunduğu
bölgelerde özel mülkiyetlerin kamulaştırılması
gerekiyor. Çünkü adam "Tarlamı ekiyorum" diyor ama
gece kaçak kazı yapıyor. Yakın zamanda Perge
civarında iki sivil polisi suçüstü yakalattık. Kazı
alanında çalışan köylülerimiz haber verdi. Bana
telefon açıp "Buradan kazma sesleri geliyor"
dediler. Ülkemizde kaçak kazı bir hastalık. Kazı
alanlarına kamera yerleştirilmesi lazım.
Prof.Dr. Alparslan Ceylan (Arkeolog): Türkiye'de bu iş artık salgın hastalık şeklini
aldı. Doğu Anadolu'nun dağını taşını dolaşıyoruz,
her gittiğimiz höyük ya da yerleşimin bizden önce
giden defineciler tarafından tahrip edildiğini
görüyoruz. Mesela tam 20 yıl boyunca bir dağın her
kayasının altını kazan bir adamla tanışmıştım. 20
yıl boyunca gece uyumamış. Bu adama "Burada bir şey
olmaz" dedim. Bir hafta sonra beni arayıp, "Hocam
yine geceleri uyuyamıyorum, o nedenle dağa
çıkıyorum" dedi.
Yardımcı Doç.Dr. Oğuz Alp (Anadolu
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi): Seyitgazi
İlçesindeki Keçiçayırı Höyüğü kurtarma
kazılarında MÖ 4-3. yüzyıla ait bronz küpeler,
yüzükler, kolye ucu ve pişmiş topraktan kandiller
gün yüzüne çıkartıldı. Ancak alan, yoğun kaçak
kazılara maruz kalmış. Mezarların birisinde bulunan
1942 tarihli 5 ABD centi, bu mezarlardan antik sikke
bekleyen bizleri şaşırttı. Bu para, ortak
mirasımızın bilinçsizce yok edilmesinin bir kanıtı
oldu.
Büyüklerinden duyduğu hikayelerle
defineciliğe başlayan Uğur Kulaç, 17 yıldır bu işin
içinde olduğunu söylüyor. Asıl mesleğini bırakıp dedektör imalatına başlayan Kulaç, "Sadece benim 500
bin müşterim var. Türkiye'de 4 milyondan fazla
defineci var" diyecek kadar iddialı. "Definecilik
yanlış biliniyor" diyen Kulaç, İzmir'de yaşanan
kazayı şöyle yorumluyor: "Metan gazından zehirlenme
ancak derin kazılarda olur. Bu da kaçak ve acemi
definecinin işidir."
Sabah, Haber: Nurdeniz
Erken, 26.05.2010
|
İZNİK ÇALIŞTAY'I TAMAMLANDI
İznik'te 325 yılında
1. Konsil'in toplandığı Senato Sarayı'nın yerinin
tespiti için gerçekleştirilen uluslararası
lokalizasyon çalıştayı dünkü değerlendirme
toplantısıyla tamamlandı.
Bursa Valiliği ve Uludağ Üniversitesi tarafından
22-23
Mayıs 2010
tarihleri arasında İznik'te düzenlenen 'Uluslararası
İznik Birinci Konsil Senato Sarayı Çalıştayı' ile 1. Konsil'in toplantığı
Senato Sarayı'nın yerinin
belirlenerek, dünya turizmine açılması
hedefleniyor. Çalıştaya katılmaları beklenen Vatikan
Ankara Büyükelçisi Antonio Lucibello, Fener Rum
Patrikanesi Ruhani Lideri Bartelemeos ve din
adamları gelmedi. Çalıştay'a il ve ilçeden mülki
amirler ve bürokratların yanı sıra 17 yerli ve
yabancı bilimadamı katıldı.
Çalıştay'ın dünkü
değerlendirme
bölümünde konuşan Vatikan Büyükelçisi Prof.Dr.
Kenan Gürsoy, Türkiye'nin dünyada medeniyetler
arasında bir bilinç oluşturmada çok önemli bir yere
sahip olduğunu belirtti. Gürsoy, ‘Ancak son
yıllarda kullanılan 'dinler arası diyalog' yerine
'dinler arası etik' ifadesini kullanmalıyız. Çünkü
bu ifade nedeniyle pek çok problemle karşılaşıyoruz.
İki alanın birleşmesi çok güzel, anlamlı. Ancak bir
konuya dikkat çekmek istiyorum. Kültür, turizmin
değil, turizm kültürün elinde olmalı. İşte o zaman
turizm, turizm olur. Turizm, kültürle birleşmiş
olur. Kültür anlayışımızı fark etmeliyiz' dedi.
İznik 1. Konsil Senato Sarayı'nın Lokalizasyonu
Çalıştayı düzenleme kurulu üyesi Uludağ Üniversitesi
Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mustafa
Şahin de, senato sarayının kesinlikle Sahil
yolundaki İnciraltı mevkiinde olmadığını öne
sürerek, ‘Gerçek senato sarayı ilçenin merkezinde
bulunan hükümet konağının olduğu yerden, kuzey batı
(İstanbul Kapı) mevkiine kadar devam etmektedir.
Valimizin onayıyla kamulaştırma yapılarak en kısa
zaman içerisinde burada çalışmalar başlatılabilir'
dedi.
Bursa Olay, Haber: Mehmet Buldu, 24.05.2010
|
HASANKEYF TAŞINIYOR

Yapımı uluslararası tartışmalara neden olan Ilısu
Barajı’nın baraj gölü altında kalacak olan Ilısu
Köyü’nün yeni yerine taşınmasına ilişkin inşaat
çalışmaları tamamlandı. Toplu Konut İdaresi (TOKİ),
evleri baraj suları altında kalacak Ilısu köylüleri
için yaptığı yeni konutları, Haziran ayından
itibaren sahiplerine teslim edecek.
TOKİ’den yapılan açıklamaya göre, Ilısu Köyü’nün
güvenli yere taşınması amacıyla geçen yıl yapımına
başlanan 48 konutun inşaatı tamamlandı. Açıklamada,
barajdan ilk etkilenecek yerleşim birimlerinden biri
olan Ilısu Köyü’nün yeni yerleşim planının, ev
tipinin, cami ve köy konağına kadar tüm yapıların
vatandaşların talepleri dikkate alınarak
oluşturulduğu belirtilirken, ayrıca, fiziksel
koşullar, tarih, gelenekler, kültür, mimari
özellikler, iklimin de göz önünde bulundurulduğu
vurgulandı. Yeni konutların hak sahiplerine
gezdirildiği ve hak sahiplerinin konutları beğendiği
kaydedildi.
TOKİ, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü ve Afet
İşleri Genel Müdürlüğü (AİGM) arasında imzalanan
üçlü protokol çerçevesinde bölgede yapılan
çalışmalar, TOKİ tarafından yürütülüyor. Çalışmalar
kapsamında, aralarında Batman’ın tarihi Hasankeyf
İlçesi ile Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve
Şırnak’a bağlı köylerin de bulunduğu yerleşim
alanları, aşama aşama yapılarak hak sahiplerine
teslim edilecek.
Yürütülen proje faaliyetlerinde kentin mimari,
kültürel ve tarihi özellikleri ile halkın yaşam
biçiminin dikkate alındığı vurgulanırken, DSİ
tarafından Hasankeyf ilçe merkezinde 596 hanenin hak
sahibi olarak belirlendiği hatırlatıldı.
Vatandaşlar, 7 farklı konut tipi arasından seçim
yaparken, eski evlerini peşinata saydırarak
belirledikleri konut tipine göre, 5 yılı ödemesiz 20
yıl vade farksız taksitlerle yeni evlerine
kavuşacaklar.
Açıklamada TOKİ’nin Hasankeyf’in zengin tarihi
birikimini dikkate alarak yeni yerleşim alanında
“kültürel park alanı ve müze projesi” geliştirdiği
belirtildi. Yapılacak arkeolojik kazılar sonucunda
çıkarılacak tarihi eserler bu müzede sergilenecek.
Açıklamaya göre, Hasankeyf’in sembolü olan tarihi
köprüsü ve El-Rızk Camii’nin yaşatılması amacıyla
orijinallerinden esinlenilerek yeni yerleşim yerinde
benzer bir cami ve köprü yapılacak. Yeni Hasankeyf’e
ayrıca, TOKİ tarafından hükümet konağı, belediye
hizmet binası, ilçe emniyet amirliği, ilçe jandarma
komutanlığı, PTT gibi kamu binaları ile ticaret
merkezi, cami ve sağlık merkezi yapılacağı
kaydedildi.
Vatan, 24.05.2010
|

1.
Dünya
Savaşı sırasında Cemal Paşa’nın sipariş verdiği
tablodaki sır kızılötesi kameralarla çözüldü!
İsrailli Jimmy Lewensohn sahip olduğu sanat eserini
satmak için geçen yıl ünlü müzayede evi Sotheby’s’e
başvurdu. Hollandalı Jozef Israels’e ait olan ’Oto
Portre’yi yetkililere teslim eden Lewensohn’a bir
süre sonra şaşırtıcı bir cevap geldi. Sanat
uzmanları kendilerine verilen tablonun zaten İsrail
Müzesi’nde bulunduğunu söylediler. Lewensohn,
Hollanda’nın
önemli sanatçılarından İsraels’in eserini 1909
yılında yakın dostu ressam Boris Schatz’a bizzat
verdiğini belirtti. Büyük amcası Schatz’ın tek
varisi olan Lewensohn ise bu durumu araştırmaya
başladı. İsrail Müzesi’ne gidince kendi kişisel
koleksiyonunda bulunan tablonun bire bir aynısını
müzenin deposunda gören Lewensohn ve sanat uzmanları
iki eseri de ayrıntılı bir biçimde inceledi. Her iki
resmin de ’1909 Jozef Israels’ diye imzalandığına
dikkat çeken uzmanlar hangi eserin orijinal olduğunu
ve nasıl iki tablonun ortaya çıktığını ise tarih
kitapları ve kızılötesi kameralar aracılığıyla bir
yıl sonra buldular.

Sanat tarihçisi Heinrich Strauss’un 1972’de basılan
kitabında
Birinci
Dünya Savaşı sırasında Filistin cephesinde görev
alan Ahmet Cemal Paşa’nın, Schatz’ın kurduğu Bezalel
Sanat Akademisi’ni ziyaret ettiği belirtiliyor.
Strauss, Cemal Paşa’nın okuldaki en önemli eser olan
“Oto Portre”ye talip olduğunu ve onu almak
istediğini yazdı. Yazara göre Schatz “Tabloyu almaya
yarın geleceğim” diyen Cemal Paşa’ya sahip olduğu en
değerli eseri vermemek için bütün gece uyumadan
eserin kopyasını yaptı. Bütün gece çalışıp eserin
birebir kopyasını bitirmesine rağmen Cemal Paşa bir
daha okula gelmedi.
Vatan, 24.05.2010
|
 |
OSMAN GAZİ HAFİK'E DÖNÜYOR
Sivas’ın Hafik İlçesi'nde 1916 yılında dikilen ve Türkiye’nin ilk anıt heykeli olduğu bildirilen Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi Heykeli, tüm girişimlere rağmen şu an sergilendiği müzeden ilçeye tekrar getirilemeyince belediye tarafından Cumhuriyet Üniversitesi’ne (CÜ) farklı bir Osman Gazi Heykeli yaptırıldı.
Hafik’te yaşayan Bahri Çavuşoğlu, 1916 yılında dönemin Valisi Muammer Bey tarafından yaptırılan ve 1936 yılında kaldırıldığı belirtilen Osman Gazi Heykeli’nin, ilçeye tekrar konulması için girişimlerde bulundu, ancak Arkeoloji Müzesi’nin envanterine kayıt edildiği için yeniden ilçeye getirilemedi.
Bunun üzerine Hafik Belediyesi, ilçeye yeni bir Osman Gazi Heykeli yaptırmak üzere harekete geçti. Görüşmeler sonucunda, CÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölüm Başkanı öğretim görevlisi Nihat Sezer Sabahat ve heykel bölümü öğrencileri, ilçedeki bir kavşağa konulmak üzere yeni bir Osman Gazi Heykeli yaptı. Bir ton çamur harcanarak 2,5 metre boyunda yapılan Osman Gazi Heykeli’nin Hafik İlçe Hastanesi önündeki kavşağa konulacağı, heykelin açılışının 16 Temmuzdaki Hafik 12. Kültür Sanat ve Turizm Festivali’nde yapılacağı bildirildi. Malzeme masrafı Hafik Belediyesi tarafından karşılanan heykel için CÜ’nün herhangi bir ücret almadığı belirtildi.
Hürriyet, 24.05.2010
|
ALTI KİLİSE ÜSTÜ CAMİ
Hatay'da farklı dinlerin ibadet yerlerini yan yana ya da üst üste görmek mümkün.
Samandağ İlçesi'ne bağlı Yoğunoluk Köyü'nde1633- 1646 yıllarında inşa edildiği tahmin edilen Ermeni Kilisesi'nin üzerinde de ibadete açık bir cami bulunuyor.
Cami İmamı Mehmet Gülistan "İbadete kapalı olan kilise çok bakımsız, restore edilmesi gerekiyor'' dedi.
Sabah, 24.05.2010
|
|
AKDAMAR'A HAÇ İÇİN İZİN ÇIKTI

Ermeniler için özel öneme sahip Akdamar
Kilisesi’ne haç takılması için izin çıktı. Türkiye
Ermenileri Ruhani Kurul Başkanı Aram Ateşyan, resmi
bilgi almadıklarını belirterek, “Tabii ki Surp Haç
Kilisesi’nin ayine açılması gibi, haç konulması da
bizi sevindirir” dedi.
Van’da bulunan ve Ermeni dünyasında tarihi öneme
sahip olan Akdamar (Aghtamar) Kilisesi’ne haç
asılması
için
nihayet izin çıktı. Efes Vakfı’nın tanıtım töreni
sırasında Atlas Dergisi’nin sorularını cevaplandıran
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Akdamar’daki Surp Haç
Kilisesi’ne haç asılması için Van Tabiat ve Kültür
Varlıklarını
Koruma
Kurulu’ndan karar çıktığını söyledi. Böylece,
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu ölçüde önemli bir
kiliseye haç konulması için izin verilmiş oldu.
Patrik Mesrob II’nin rahatsızlığından sonra cemaatin
en yetkili kişisi olan
Türkiye
Ermenileri Ruhani Meclis Başkanı Başepiskopos Aram
Ateşyan, konuya ilişkin kendilerine herhangi bir
bilgi gelmediğini, meseleyi basından takip
ettiklerini belirterek, “Muhatap doğrudan biz
olduğumuz halde bize bir yazı ulaşmadı. Ama tabii ki
Kilise’nin ayine açılması gibi, haç konulması da
bizi sevindirir” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, haberin çok yeni olduğunu ve bu
nedenle heüz kamuoyu ile paylaşmaya
fırsat
bulamadıklarını ifade ederek şöyle konuştu: “Kurul
kararı çıktı. Çok yeni bir
haber. Hatta Van Valisi Münir Karaloğlu kararı
kamuoyuna duyurmamı rica etti ama ben bu arada
Yunanistan’a gittim. Yunan basınına söyledim.
Türkiye’de ilk kez size söylüyorum. Haçın şekliyle
ilgili bilimsel inceleme yapıldıktan
sonra
Eylül ayında yapılacak ayin öncesinde kiliseye
asılacak. ”
Türkiye Ermenileri Ruhani Meclis Başkanı
Başepiskopos Aram Ateşyan, ne düzenlenecek ayin ne
de haç asılmasına ilişkin izin konusunda kendilerine
herhangi bir resmi yazı geldiğini vurgulayarak
şunları söyledi:
“Maalesef merkez ve muhatap Patrikhane olduğu halde,
kilisenin ayine açıldığını bildiren bakanlık yazısı
gelmediği gibi, haçla ilgili de resmi bir yazı
elimize ulaşmadı. Biz bu gelişmeleri basından
öğreniyoruz. Tabii ki kilisenin ayine açılması gibi
haç konulması da bizi sevindirir. En azından o
yörede adı müze de olsa bizim için kilise olan
ibadethanenin tepesinde haç olmuş olur.”
Ruhani Meclis Başkanı Aram Ateşyan, Ermeni
kültüründe haçın nasıl yerine konulduğunu şöyle
anlattı: “Kilise bir asırdır ibadete kapalı. 1890’lı
yıllara kadar orası bizim başpiskoposluğumuz
olmuştu. Eylül ayının ikinci haftası da kutsal haç
yortusudur. Normalde haç kilisenin kubbesine
konulduktan sonra din adamı kubbeye çıkar ve kutsal
yağ ile (müron) kutsar. Ancak biz Akdamar
Kilisesi’ni kutsamadığımız için haçı kutsamamız da
gerekmiyor.”
2007’de restorasyonu biten Surp Haç Kilisesi’ne
haç konulması için Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob
II resmen başvurmuş, bir haç yaptırarak Van’a
göndermişti. Ancak, gerekli izinler çıkmadığı için
haç depoya konulmuştu. Böylece, referandum
dolayısıyla 19 Eylül’e ertelenen ayin sırasında Surp
Haç’ın tepesinde haç da bulunacak.
Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 24.05.2010
|
TARİHİN EKSİK PARÇALARI GERİ GELİYOR

Mısır'da cengaver bir bilim
adamı
var: Tarihi eserlerin '007'si Dr. Zahi Havas. Tarihi
geçmişi zengin ve toprağı kazsan tarihi eser çıkan
ülkesinde Eski Eserler Kurumu Başkanı bir arkeolog
olmak öyle kolay bir iş
değil. Mısır tarihinin peşinde, Fransa'daki Louvre
Müzesi ve ABD'deki Metropolitan Müzesi'nden bazı eserleri geri almayı başaran
Havas, son olarak Almanya'daki
Neues Müzesi'nde sergilenen eşsiz
güzellikteki yüz hatlarıyla dikkat çeken Nefertiti büstünü geri istedi.
Ancak "Eser, doğduğu yerde kalmalıdır" ekolünü takip eden Havas'a karşılık, Almanya'dan
"Eser, en iyi
koruma
altına alındığı yerde kalmalıdır" ekolü
ses
verdi. 81 yaşındaki Alman Ilge Wigand ise Mısırlı
Havas'la aynı fikri paylaşanlar
arasında. Gençliğini
dünyanın
dört bir yanında gezmekle geçiren Wigand ile ocak
ayında kış için konakladığı Hindistan'dayken
iletişime
geçtim. Gençken özgürlük ve asilik, şimdiyse
dinginlik arayan gezgin kadın, aylar sonra
Almanya'ya
evine dönünce gençken
eşiyle birlikte yaptığı "tarihi çılgınlığı" bir
mektupla anlattı:
Hatırladığım kadarıyla 60 yıl kadar önceydi. Eşimle
Volkswagen marka arabamıza atladığımız gibi soluğu Efes'te aldık. Gece
arabada yattık. Arabayı park
ettiğimiz yerde bizden başka kimse yoktu. Sessiz,
tıpkı Truva'daki gibi. Efes'ten o kadar
etkilenmiştim ki, dönüşte yanımda bir hatırası olsun
istedim. Bir mezara ait sütun parçası öylesine yerde
duruyordu. Net hatırladığım tek şey, eserin
Efes'teki kütüphane binası kalıntılarının yanındaki
ana yolda durduğu. Yolun 4 metre kadar devamında kütüphaneye ait bir masa
vardı. O mezar sütun parçasını beğendim. Eve dönüşte
yanımda götürdüm. Maddi nedenlerle almadım. Sadece
gençliğimden
bu yana yakından
ilgilendiğim Yunan kültürüyle ilgili bir anıya sahip
olmak istemiştim. Efes gibi tarihi önemi olan bir
yerde kimsenin bu eserlerle ilgilenmemesi de beni
üzmüştü." Gençlik
ateşiyle
artık affedilebilir bir hata yapan Wigand, geçen yıl
Efes Antik Kenti Müzesi'ne başvurarak eseri Türkiye'ye teslim etti. Ilge Wigand, yıllar önce evine
götürdüğü yarım sütun parçasının
gerçek
evindeki yerini de tarif etti: "Taşın diğer parçası,
kütüphane binasının hemen
yanında duruyor. Umarım onu bulursunuz ve tarih
böylece tamamlanmış olur."
Türkiye,
geçen yıl yurtdışındaki
tarihi eserlerden 151'ini geri almayı başardı.
Yetkililer Almanya,
Amerika, Bulgaristan, İngiltere,
Danimarka, Fransa, İtalya, Rusya,
Sırbistan,
Ukrayna'da pek çok eserin iadesi için
takip
ve girişimleri sürdürüyor.
Geçen yıl Türkiye'ye tarihi
eser iadesi yapanlardan biri de Indiana Üniversitesi
emekli klinik cerrahı Prof.Dr. Robert Verlin
Stephens. Arizona eyaletinde yaşayan 71 yaşındaki
doktor, 30 yıl ofisinde sergilediği Manisa'nın
Salihli İlçesi'ndeki Sardes Antik Kenti'ne ait 13
bronz cerrahi alet ile bir sarkacı 21 Temmuz 2009'da
Türkiye'ye iade etti. Cerrah Stephens, antik cerrahi
aletlerin hikayesini şöyle anlatıyor: "İade ettiğim
eserler, Lidyalıların başkenti olan Sart'ta bir
mezarda bulunmuş. 1911'de Harvard Üniversitesi'nde
tıp öğrencisi tarafından Türkiye'den ABD'ye
getirilmiş. 1975'teki ölümünden sonra ben bu
aletleri New Orleans kentindeki bir antikacıdan
satın aldım."
Sabah, Haber: Şule Güner, 24.05.2010
|
|
HİLYE-İ ŞERİFE 950 BİN LİRAYA ALICI BULDU
Alif Art tarafından dün Esma
Sultan Yalısı'nda düzenlenen müzayedede, Hasan Rıza Efendi Ketebeli Hilye-i
Şerife 950 bin liraya satılarak müzayedenin en
yüksek bedelle alıcı bulan eseri oldu.
Müzayedede, cumhuriyetin kuruluş yıllarına ait,
Mustafa Kemal Atatürk imzalı, 18 adet diplomatik
belgeden oluşan "Yetki Belgesi Koleksiyonu" 240 bin
lira muhammen bedelle açık artırmayla
satışa çıkacaktı.
Ancak belgeler Dışişleri Bakanlığı'nın isteğiyle incelenmek üzere satıştan
çekildi.
Sabah, Haber: Mustafa Deryahan, 24.05.2010
|
MÜZE 2011'DE TAMAM
Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü
Erdinç Karaköse, Manisa Etnografya ve Arkeoloji
Müzesi’nin restorasyon işini üstlenecek iki firmaya
yer teslimini yapıldığını bildirdi. Etnografya
bölümünün basit onarımının 265 bin TL’ye, arkeoloji
bölümündeki kapsamlı onarımın ise 700 bin TL mal
olacağını açıklayan Karaköse, “2011’de müze tam
kapasite hizmete verecek” dedi. Müzenin arkeoloji
bölümünün 7 yıldır yaşanan drenaj sıkıntısı ve nem
yüzünden halka kapalı olduğunu belirten Müdür
Karaköse, “Uzun süren çalışmalarımız nihayet sonuç
verdi” dedi.
Hürriyet Ege, Haber: İlker Kılıçaslan, 24.05.2010
|
HIRSIZLAR EN ÇOK PICASSO'YU SEVİYOR

Geçen hafta Paris’teki Modern Sanat
Müzesi’nden 100 milyon Euro değer biçilen beş tablo
çalındı. Bunun üzerine dünyadaki sanat hırsızlığı
konusu tekrar gündeme geldi. Beaux-Arts Dergisi’ne
göre bazı önlemler sayesinde sanat hırsızlarının
manevra alanı daralıyor ama çalınmış bazı eserler de
hala bulunamıyor.
Dile kolay, 500 milyon Euro’luk 5 tablo. Geçen
hafta Paris’teki Modern Sanat Müzesi’ne giren
soyguncu veya soyguncular ellerini kollarını
sallayarak oradan bu beş tabloyla ayrıldı. 20.
yüzyılın beş önemli ressamı Braque, Léger, Matisse,
Modigliani ve Picasso’nun tabloları sessiz bir
operasyondan sonra sırra kadem bastı. Medyaya sızan
bilgilere göre sabaha karşı 3.50’de müzenin dev
camlarından biri yerinden söküldü. İçeriye sadece
tek bir adam girdi. 15 dakikada üç ayrı sergi
salonundaki beş tabloyu tuvalleriyle birlikte alarak
müzeden ayrıldı. O saatlerde müzede görevli üç
güvenlik elemanı da soygunu ancak üç saat sonra
tespit edebildi. Bu olay dünyada son dönemde meydana
gelen sana eseri soygunlarına sadece bir örnekti.
Özellikle dünya sanat piyasasının canlandığı son 20
yılda çok sayıda eser sanat hırsızı çetelerin
hedefi oldu. Fransız yazar Nathaniel Herzberg’e göre
bunların bir kısmı illegal şekilde bazı özel
koleksiyoncuların eline geçti. Bir kısmı ise mafya
çetelerinin elinde pazarlık malzemesi olarak
kullanıldı. Beaux-Arts Dergisi de hazırladığı sanat
hırsızlığı dosyasında yakın tarihte çalınıp bir daha
bulunamayan 10 eseri inceledi, Herzberg’in
görüşlerinden faydalandı.
Uyuyakalmış Çoban (François Boucher, Ana
resimde görülüyor) Ne zaman çalındı: 5 Ağustos 1996
Seri sanat hırsızı Stephane Breitweiser’in bir
vakası daha. 1996 yazında adeta bir Fransa turu atıp
iki ayda 15 ayrı mekanda hırsızlık yapan
Breitweiser, bu tabloyu da Chartres Güzel Sanatlar
Müzesi’nden çalmıştı.
Siyahlar İçinde Bir Kadın ve Beyefendi
(Rembrandt) Ne zaman çalındı: 17 Mart 1990
ABD’nin Boston kentindeki Gardner Müzesi’ne giren
polis kılığındaki iki soyguncu üç Rembrandt, bir
Vermeer, bir Manet tablosunu ve Degas çizimini
çalmıştı. Soygundan sonra müze yetkilileri failleri
yakalamaya yardım edecek herhangi bir kimseye 5
milyon dolar vaat etti. 20 yıl sonra resimlerin
çivileri hala boş duruyor.
Ölü doğa (Georges Braque) Ne zaman
çalındı: 8 Kasım 1993
Stokholm’daki Moderna Museet’e çatıdan giren
hırsızlar iyi bir ganimet ele geçirdi: Picasso’nun
beş heykeli ve bir tablosu ile Braque’ın iki
tablosu. Sonra müze yetkilileri ve polis, eserleri
açıklamadıkları bir yöntemle buldular. Biri hariç:
Braque’ın 1928 tarihli bu ölü doğası.
Nativite (Caravaggio) Ne zaman çalındı:
17 Ekim 1969
İtalyan ressamın ölümünden sadece bir yıl önce
yaptığı tablo 1969’da Palermo’daki Fransisken
Manastırı’ndan çalınınca dünyadaki ilk sanat
hırsızlığı birimi kurulmuştu. Soygun hakkındaki ilk
iddia Sicilya mafyasının parmağı olduğu yönündeydi.
Yakın dönemde Palermo Klanı’nın bir davasında
sanıklardan biri tablonun yıllar önce imha
edildiğini ifade etti.
Kuaför Kız (Picasso-1911) Ne zaman
çalındı: 16 Ağustos 1998
Paris’te Pompidou Ulusal Modern Sanat Müzesi’ndeki
bu kübist Picasso tablonun kaybolduğu 2000 yılında
anlaşıldı. 1998’de Seine Nehri’nin muhtemel bir
taşmasına karşın müzenin ambarları başka bir semte
taşınmıştı. Bu taşınma sırasında tablo aşırıldı.
İkona 2000-2006 arası
2006’da Moskova’daki Ermitaj Müzesi’nin müdürü
depolardaki 221 parça değerli objenin çalınmış
olduğunu duyurdu. Bu hırsızlığını bir numaralı faili
mücevherler ve değerli taşlar bölümünün sorumlusu
Larisa Zavadskaya’ydı. 2000-2006 yılları arasında
eserleri parça parça aşırmıştı. Ancak, polis kadının
hikayesini dinleyemedi. Çünkü Zavadskaya sorgudan
bir gün önce kalp krizi geçirip hayatını kaybetti.
Nimrud Aslanı Ne zaman çalındı: Nisan
2003
MÖ 720 yılında fildişinden yapılmış bu
eserin üzeri altın tozu ve değerli taşlarla
süslüydü. Rölyefin üzerinde bir dişi aslanın
saldırısına uğrayan genç bir erkek figürü bulunan
eser Nimrud’da, Asur Kralı Aşurnasirpal’ın
sarayının yıkıntılarında 1949’da bulunmuştu. 2003’te
ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından Bağdat Müzesi’nden
çalınan 15 bin eser gibi Nimrud Aslanı da hala
kayıp.
Sibylle Cleves’in portresi (Lucas
Cranach) Ne zaman çalındı: 1 Ekim 1995
Stephane Breitweiser takıntılı bir sanat tutkunuydu.
1994 ile 2001 arasında Avrupa’da birçok şato ve
müzeden kendi özel koleksiyonu için sanat eserleri
yürüttü. Cranach’in bu tablosunu da Sotheby’s
Müzayede Evi’nin 1995’te Baden Baden yakınlarındaki
Bade Şatosu’nda düzenlediği açık artırma sırasında
çaldı. 2001’de tutuklandıktan sonra annesi,
Breitweiser’in ganimetinin büyük bir kısmını nehre
atmak suretiyle imha etti.
Sevr Yolu (Jean-Baptiste Corot) Ne zaman
çalındı: 3 Mayıs 1998
Paris’te Louvre Müzesi’nde çok kalabalık bir
pazar günü. Binlerce ziyaretçi var ünlü müzede.
Resim bölümündeki bir ziyaretçi Corot’nun bu
tablosunun çerçevesini tutan ayaklarını kaldırdı.
Hiçbir kesik atmadan ve resmi kıvırmadan orta boy
tuvali giysisinin içine saklayarak sırra kadem
bastı.
Kolsuz Figür (Alberto Giacometti) Ne
zaman çalındı: 27 Mayıs 2002
Hamburg’daki Kunsthalle’deki görevliler gözlerine
inanamıyordu. Giaocemetti’nin müzede sergilenen 32
cm’lik bronz heykeli aslında sahteydi. Hırsızlar
bronz heykelin yerine ahşap bir kopyasını bırakmıştı
ve onların bu hileyi anlaması altı gün sürmüştü.
Çünkü soygun muhtemelen 27 Mayıs’ta 16 bin
ziyaretçinin geldiği Dünya Müzeler Günü’nde
yapılmıştı.
Nathaniel Herzberg (Le Musée Invisible-Les
chefs-d’oeuvre volés kitabının yazarı) anlatıyor...
Dünyadaki sanat hırsızlıklarının aslında
siyasi gelişmelerden etkilendiğini görüyoruz öyle
değil mi? Örneğin savaşlardan?
Silahlı çatışmalar bir yandan halkların
yoksullaşmasına yol açarken diğer yandan da
müzelerin güvenlik imkanlarının hatırı sayılır
biçimde zayıflamasına neden oluyor. Kabil
Müzesi’ndeki eserlerin yüzde 70’i böyle çalındı.
Bağdat Müzesi’nden de binlerce sanat eseri yok oldu.
Dünyada sanat piyasasının da yükselişiyle beraber
çalıntı eser trafiğinin de yön değiştirdiğini
görüyoruz. Yakında Avrupa ve ABD’nin bayrağını
Moskova, Hong Kong veya Dubai devralacak.
Hatta sanat dünyasıyla uyuşturucu
piyasası arasında bazı umulmadık ilişkiler de gün
yüzüne çıkarıldı galiba?
15 yıldan beri tabloların uyuşturucu alımında
teminat olarak kullanıldığını gösteren araştırmalar
var.
Emtia fiyatlarının bile devreye girdiği
söyleniyor, doğru mu?
Evet doğru. Dünyada emtia fiyatları yükselince
hırsızlar bazı sanat eserlerinin içindeki bronzla
ilgilenmeye başladı. Örneğin Much Hadbam’daki Henry
Moore Müzesi’nden Henry Moore’un 2.5 tonluk bronz
heykeli bu amaçla çalındı.
Soygunların sanatçıların popülaritesiyle
ilgisi nasıl?
Doğrudan bir ilişki var. Bu yüzden Picasso dünyada
eserleri en çok çalınan sanatçıdır. Dünyada sahibi
bilinmeyen yaklaşık 600 Picasso tablosu olduğu
tahmin ediliyor. O kadar ünlü ki, Picasso
soyguncular için bir kartvizit niteliği taşıyor.
Fransa’da sanat eseri hırsızlığı 2002’den
beri yüzde 70 oranında düştü. Bunun sebebi nedir?
1990-2000 yılları arasında çok sayıda çete az
korunan kilise ve şatoları yağmalıyordu. Bu
çetelerin bir kısmı çökertildi. Sanat eserleriyle
ilgili veri tabanları da gelişti. Bugün çalınan
eserin satılması daha zor. Çünkü kaçak satıcının
amacı da bir noktada legal sanat piyasasına girmek.
Şu gündemdeki en önemli proje Unidroit.
Bu proje neyi hedefliyor?
Unidroit projesine göre bir sanat eseri satın alan
kişi alışverişinin legal yollardan yaptığına
ispatlamak zorunda. Bunun için uzman dergilere, veri
tabanlarına danışması gerekiyor. Unidroit ilkesi
Birleşmiş Milletler Bilim, Kültür ve Eğitim
Teşkilatı UNESCO’da oylandı. Şimdi ülkelerin bunu
iç hukukuna yansıtması lazım.
Habertürk Pazar, Haber: Alp Ulagay,
24.05.2010
|
MÜZEKART'A BAKAN ÇOK, ALAN YOK
18-24 Mayıs Müzeler haftası kapsamında, dün Yürüyüş Yolu’nda Müze Müdürlüğü stant açtı, Müze Kart’ın tanıtım ve satışını yaptı.
Tüm müzelerde geçerli olan Müze Kart’ın tanıtım ve satışı için açılan standın önünden gelip geçenler, Müze Kart ile ilgili bilgi aldı, broşür aldı, ancak karttan pek almadı. Müze Müdürlüğü’nde görevli Güldemet Kaya ve Zeki Parlak, broşür dağıttılar, vatandaşlara Müze Kart’ın tanıtımını yaptılar. Türkiye genelindeki tüm müze ve ören yerlerde geçerli olan, indirimli gezmeye imkan tanıyan Müze Kart’tan bugüne kadar 1500 adedinin satışının yapıldığı belirtildi. Satış sbtandı salı günü de Derbent’te açılacak, KOÜ öğrencilerine tanıtımı yapılacak. Müze Kart sivil için 20 TL, öğretmen ve öğrenciler için 10 TL, 17 yaş altı öğrenciler için de 5 TL’den satılıyor. Kart. bir yıl süreyle Türkiye genelindeki müzelerden indirimli gezmeye imkan sağlayacak.18-24 Mayıs Müzeler haftası kapsamında, dün Yürüyüş Yolu’nda Müze Müdürlüğü stant açtı, Müze Kart’ın tanıtım ve satışını yaptı.
Tüm müzelerde geçerli olan Müze Kart’ın tanıtım ve satışı için açılan standın önünden gelip geçenler, Müze Kart ile ilgili bilgi aldı, broşür aldı, ancak karttan pek almadı. Müze Müdürlüğü’nde görevli Güldemet Kaya ve Zeki Parlak, broşür dağıttılar, vatandaşlara Müze Kart’ın tanıtımını yaptılar. Türkiye genelindeki tüm müze ve ören yerlerde geçerli olan, indirimli gezmeye imkan tanıyan Müze Kart’tan bugüne kadar 1500 adedinin satışının yapıldığı belirtildi. Satış sbtandı salı günü de Derbent’te açılacak, KOÜ öğrencilerine tanıtımı yapılacak. Müze Kart sivil için 20 TL, öğretmen ve öğrenciler için 10 TL, 17 yaş altı öğrenciler için de 5 TL’den satılıyor. Kart. bir yıl süreyle Türkiye genelindeki müzelerden indirimli gezmeye imkan sağlayacak.
Özgür Kocaeli, 23.05.2010
|
 |

|
ANTİK EFES'TE 'BÜFE' KRİZİ
Fotoğraf Altı: İhalede kazanan firmanın kafeterya ve satış noktaları tel örgülerin içinde. Tel örgülerin dışında ise 1962’den bu yana hizmet veren bir çarşı var.
Bakanlığın özelleştirme ihalesini kazanan firmanın iki satış büfesi ve kafeterya yapmak için sit alanında bulunduğu ve 45 yıllık oldukları öne sürülen çamları kesip zemine beton dökmesi ortalığı karıştırdı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın geçen yıl aldığı kararla 56 müze ve ören yerinin satış noktalarını özelleştirmesi sıkıntı yaratmaya başladı. İhaleyi kazanan Bilkent Holding bünyesinde catering ve otelcilik hizmeti veren Bilintur’un İzmir Selçuk’taki Efes Antik Kenti’nde, sit alanındaki üst ve alt kapılarda yaptığı iki satış noktası ve kafeterya, yöredeki esnafın büyük tepkisini çekti.
Efes Turistik Eşya Üreticileri ve Satıcıları Derneği Başkanı Ali Rıza Arın, antik kentin çevresindeki tarlalarda damlama sulamaya bile izin verilmediğini söyledi, şöyle dedi: “Oysa şimdi antik kent sınırları ve tel örgülerin içinde 45 yıllık çam ağaçları kesilip beton dökülüyor. Söz konusu firma için Efes’in giriş kapıları bile söküldü. Haksız rekabet var.”
Bilintur CEO’su Orhan Hallik: Bakanlığın ihalesine katılarak aldığımız farklı yerlerde bugüne kadar 33 dükkan yaptık. Hepsiyle ilgili yasal izinleri aldık. Efes’te de aynısı oldu. İzmir 1 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu gerekli incelemeleri yapıp, izin verdi. Belediyeden de ruhsatımızı aldık. Hiçbir yerde kanunsuz, izinsiz işimiz yok. Anıtsal ağaçları kesmemiz de söz konusu değil. Kimseyle sürtüşmek niyetinde değiliz. Barış içinde emeğimizin karşılığını alacağız.
Milliyet Ege, Haber: Latif Sansür - Veysel Erol, 23.05.2010
|
ŞARAP ANADOLU TARİHİNİN İÇİNDE

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Vasıf
Şahoğlu, Çeşme'de yaptıkları kazı çalışmaları
sırasında, MÖ 1700'lü yıllara ait bir
şaraphane bulduklarını bildirdi.
Doç.Dr. Şahoğlu, ilçenin Bağlararası bölgesinde
yapılan kazı çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Şahoğlu, 2002-2005 ve 2009 yıllarında
gerçekleştirdikleri çalışmalarda, ilçenin geçmişinin
5 bin yıl öncesine dayandığını belirlediklerini
ifade etti.
Bağlararası’nın karadan Anadolu ile denizden de
Yunan adaları ve kıta Yunanistan ile bağlantısı
bulunduğunu dile getiren Şahoğlu, "Bunu kazılarda
elde ettiğimiz seramik kaplardan anlayabiliyoruz.
Çeşme limanı, Türkiye’nin en önemli limanlarından
biri konumunda. Bu tesadüfi bir olay değil. Yapılan
kazılardan bu anlaşılıyor" diye konuştu.
Bağlararası kazı alanının 2001 yılında yapılan bir
inşaat çalışması sırasında tamamen bir tesadüf eseri
bulunduğunu ifade eden Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, şu
bilgileri verdi:
"Bu bölgede yaptığımız kazı çalışmalarında İlk
Tunç Çağı ve Orta Tunç Çağı dönemlerine ait
bulgulara rastladık. Bu eserlerin sağlıklı olarak
bulunması Çeşme için çok büyük bir şans. Burada 4500
yıl öncesine ait İlk Tunç Çağı eserleriyle
karşılaştık. Ayrıca Çeşme’de MÖ 1700’lü
yıllarda gerçekleşmiş olduğunu düşündüğümüz büyük
bir depremin izlerini de bulduk. Yapılan araştırmada
sokaklardaki taş duvarların evlerin içine
yıkıldığını görüyoruz. Bu da bize Çeşme’de büyük bir
depremin yaşandığını gösteriyor."
Şahoğlu, buluntular arasındaki en ilginç yapının ise
yaklaşık 3 bin 700 yıl önce meydana gelen büyük
depremin olduğu yıllardan kalan bir şaraphane
olduğunu kaydederek, şöyle devam etti: "Yapının
şaraphane olduğunu bulduğumuz üzüm çekirdeklerinden,
şarapların konulduğu amforalardan, yonca ağızlı
testilerden, şarap ezilen haznelerden ve şarabın
muhafaza edildiği depolardan anlıyoruz. Tüm bu
önemli keşifler, bağcılığın ve şarap üretiminin
binlerce yıldır Çeşme’nin önemli ekonomik
faaliyetlerinden biri olmaya devam ettiğini ortaya
koymaktadır. Üzümün ezildiği ve sıvı hale
getirildiği bir düzenleme tespit ettik. Kısmen
toprak içinde kalmış bu yapılar, burada şarap
üretildiğini bize gösteriyor. Bu binalar sıvıyı
sızdırmayacak şekilde yapılmış. Burası çok önemli
bir merkez. Anadolu’da pek fazla bilinmeyen bir
kültürün izlerini burada bulduk."
Şahoğlu, yaptıkları kazı çalışmalarında bir mezara
da rastladıklarını ve bu mezarda bir küp içinde
kadın cesedi bulduklarını da belirtti.
Radikal, 23.05.2010
|
AYASOFYA'DAKİ SANDUKALARDAN 430 YILLIK KAFTAN VE
ÖRTÜLER ÇIKTI

Ayasofya Müzesi'ndeki şehzade türbelerinde
yapılan temizlik çalışması esnasında sandukaların
üzerindeki yeşil çuha kılıflar kaldırılınca ortaya
şimdiye kadar varlığından haberdar olunmayan tarihi
kadife örtüler, kaftan, entari, Kabe ve Ravza-i
Mutahhara örtüleri çıktı.
Ayasofya Müzesi türbeleri 2003 yılında
temizlenmeye başlandı. 2003'e kadar bakımsız bir
halde olan, bozuk pencerenin kapanması için önüne
yazma eser belgelerin dayandığı içler acısı durumda
olan türbedeki temizlik çalışmaları Osmanlı'daki
cenaze törenlerine ait bilgi ve bulguları da gün
yüzüne çıkardı. Şehzadeler Türbesi'nde üzerlerindeki
yeşil çuhalar kaldırılınca sandukaların üzerinde
kaftanlar ve örtüler bulundu.
Mimar Sinan tarafından yaptırılan Şehzadeler
Türbesi'nde Sultan III. Murat'ın dört şehzadesi ve
bir kızının kabri bulunuyor. Ayasofya Müdür
Yardımcısı arkeolog Halil Arça, türbede temizlik
çalışmasına başladıklarında yıllardır kontrol
edilmeyen sandukaların altında neler olduğunu gözden
kaçırmamış. Şehzadeler Türbesi'ndeki ilk yeşil
çuhayı kaldırdıklarında karşılaştıkları eşyalar
Arça'yı heyecanlandırmış.
Halil Arça, başkanlığında aralarında Topkapı
Sarayı uzmanı Sibel Alpaslan Arça'nın, müze
restoratorü Bilgen Koçoğlu ve iki fotoğrafçının
bulunduğu bir ortamda sırayla sandukalar üzerinde
bulunan çuhalar kaldırılmaya başlanmış. Çuhalar
kaldırılınca, beş sandukanın üzerinde tarihi sanduka
kılıfları, kaftan, entari, Kabe iç örtüsü, kisve-i
şerif, Ravza-i Mutahhara iç örtüsünün olduğu tespit
edilmiş. 1580 yılına ait, insutu (orijinal) olarak
bulunan bu buluntular Osmanlı'da tabutların ve
sandukaların üzerine örtü örtme geleneğini
belgelemesi açısından ayrı bir öneme sahip.
Sandukalar üzerindeki kaftanlar başka tarihi
gerçeklere de ışık tutuyor. I. sandukanın üzerinde
yer alan ve 16. yüzyılın son çeyreğine ait olan
kaftanın Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonunda
bulunan 13/ 268 envanter No.lu şehzade kaftanıyla
aynı olduğu tespit edilmiş. Türbede bulunan kaftanın
sadece sarayda bulunandan 2,5 cm daha kısa olduğunu
söyleyen Arça, aynı koleksiyonda aynı renk ve
desenli kemhadan iki çift kolluk da bulunduğunu
aktarıyor. Topkapı Sarayı Müzesi'nin kayıtlarında,
kaftanın Sultan (I.) Ahmet Türbesi'nden getirildiği,
kolluklarınsa Sultan Selim'in şehzadelerine ait
olduğu bilgisi yer alıyor. Fakat Şehzadeler
Türbesi'nde tespiti yapılan kaftan ve kollukların
aidiyeti konusunda bilgi dikkate alındığında,
Topkapı Sarayı müzesinde yer alan bilginin yanıltıcı
olduğu ortaya çıkıyor.
Envanterler tutulduktan sonra sandukaların
üzerinden alınan kaftanlar asitsiz kağıtlara sarılıp
4-5 ay aynı ortamda bekletilmiş. Daha sonra Ayasofya
Müzesi'nin deposuna kaldırılan eserler şimdi Topkapı
Sarayı'na gidecekleri günü bekliyor. Zira yapılan
değerlendirmelerin sonunda tüm araştırmacılara
hizmet etmesi açısından eserlerin Topkapı Sarayı'na
devredilmesine karar verilmiş.
Osmanlı padişahları, her yıl Haremeyn-i
Şerifeyn'in fakirlerine dağıtılmak üzere sürre
denilen keseler içinde para; Mekke Emiri'ne, Mekke ve
Medine ileri gelenlerine hediyeler gönderirdi. Aynı
alaylarla Kabe'nin dışına örtülen siyah renkli
kisve-i şerif, kırmızı renkli iç örtüsü ve yeşil
renkli Ravza-i Mutahhara örtüleri gönderilirdi.
Eskiler ise hatıra olarak geri getirilirdi. Tabut ve
sandukalar üzerindeki zikzak hatlar arasında yazılı
ayetler, dini ibareler ile dikkat çeken örtüler, 16.
yüzyıldan itibaren bu şekilde Mekke ve Medine'den
getirilmiş. Hanedan türbelerinde muhafaza edilen ve
zaman içinde harap hale gelen bu örtülerin,
atılmayıp Ayasofya haziresinde bir yere gömüldüğü
tespit edilmiş.

Türbeden çıkan eserler tarihi yeniden yazdıracak
1. sanduka: İki yeşil çuha kılıf
kaldırıldığında; sandukanın üzerinde güvezi çatma
kadifeden, karanfil motifli kılıfı ve şehzade
kaftanı bulunmuş. Kaftanın üst kısmında küçük
delikler ve pas lekeleri mevcut. Kaftanın belden
aşağı olan bölümünün tamamen soluk olduğu tespit
edilmiş.
2. Sanduka: Sanduka üzerinde yer alan üç
yeşil çuha kılıf kaldırıldığında; sandukanın
üzerinde güvezi çatma kadifeden, karanfil motifli
kılıfı, onun üzerinde şehzade kaftanı ve üzerini
uzunlamasına tamamen kaplayan nefti zeminli, zikzak
desenli ve palmetli örneği olan Ravza-i Mutahhara iç
örtüsü olduğu tespit edilmiş. Kaftan güvezi zemin
üzerine beyaz, mavi ipek ve altın kılaptan ile
dokunmuş kemhadandır. Kaftanın kol, omuz ve koltuk
altında göğüs kısmına uzanan küçük delik ve pas
lekeleri mevcut.
3. sanduka: Sanduka üzerinde yer alan üç
yeşil çuha kılıf kaldırıldığında; sandukanın
üzerinde güvezi çatma kadifeden, karanfil motifli
kılıfı bulunmuş. Sanduka örtüsünün üzerinde şehzade
kaftanı ve kaftanın bel altından ayakucuna kadar
uzanan kırmızı zeminli, zikzak desenli Kabe iç
örtüsü, bu örtünün üzerinde nefti zeminli, zikzak
desenli Ravza-i Mutahhara iç örtüsü olduğu tespit
edilmiş.
4. sanduka: Sanduka üzerinde yer alan üç
yeşil çuha kılıf kaldırıldığında; sandukanın
üzerinde güvezi çatma kadifeden ve karanfil motifli
kılıfın geçirdiği ve üzerinde Hanım Sultan'ın
entarisi olduğu tespit edilmiştir. Entarinin üzerini
tamamen örten nefti zeminli ve zikzak desenli Ravza-i
Mutahhara iç örtüsü parçaları, bu örtülerin üzerinde
parça parça kırmızı zeminli ve zikzak desenli Kabe
iç örtüsü tespit edilmiş.
5. sanduka: Sanduka üzerinde yer alan iki
yeşil çuha kılıf kaldırıldığında; sandukanın
üzerinde güvezi çatma kadifeden ve karanfil motifli
kılıfının geçirildiği görülmüş. Sanduka örtüsünün
üstünde, kisve-i şerif parçaları, baş kısmında parça
parça nefti zeminli ve zikzak desenli Ravza-i
Mutahhara iç örtüsü, Kabe iç örtüsü parçaları tespit
edilmiş.
Zaman Pazar, Haber: Rahime Sezgin, 23.05.2010
|
BEBEK CAMİİ'NİN KIYISINA BETON DOLGU
Bebek Camii’nin İstanbul Boğazı’na bakan kıyısında denize beton dolgu yapılıyor. Çalışmaların, tarihi yapının dalgalardan zarar görmesini önlemek için gerçekleştirildiği açıklandı.
Tarihi Bebek Camii’nin İstanbul Boğazı’na bakan kıyısındaki asfalt yol, dalgaların etkisiyle çökünce, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) harekete geçti. Halen devam eden inşaat kapsamında caminin önünden Bebek motor iskelesine kadar olan kısma kazıklar çakılarak beton dolgu yapılacak.
Bebek semtinin sembollerinden biri olan tarihi Bebek Camii’nin kıyıya bakan tarafındaki asfalt yol, dalgalar yüzünden geçtiğimiz günlerde çöktü. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin kıyıda yaptığı incelemenin ardından, caminin zarar görmesini önlemek için denize beton dolgu yapılması kararlaştırıldı.
Torpil Deniz İnşaat adlı taşeron firma, Bebek Camii’nin önü ile Bebek İskelesi arasında kalan bölüme 40’tan fazla kazık çaktı. Bebek Camii’nin önüne yapılacak beton dolgunun kıyıdan 5-6 metre açığa kadar ilerletilebileceği öğrenildi.
Milliyet, Haber: Tahsin Aksu, 23.05.2010
|
 |
KAÇAK KAZI KENT BULDURDU

3 yıl önce kaçak kazı sonrası ortaya
çıkan mozaik parçaları, 'Germenicia' antik şehrinin
ilk izlerini ortaya koydu.
Kahramanmaraş’ta kaçak kazı sırasında tesadüfen
bulunan mozaikler, kayıp kent Germenicia’yı gün
yüzüne çıkarıyor. Renkli taşların büyülü dünyası ile
ilk kez karşılaşan kent, yıllardır üzerinde yaşadığı
antik şehri dünya kültür mirası ile buluşturmaya
çalışıyor.
Dulkadiroğulları Mahallesi’nde 2007 yılında bir
evin altında bulunan mozaikler hem kentin tarihine
ışık tutmaya hazırlanıyor hem de gelecek için
kilometre taşı olma fırsatı veriyor. Roma dönemine
ait Germenicia kenti, bir evin tabanında yapılan
kaçak kazı sonucu tesadüfen ortaya çıkartıldı.
Mozaiklerden elde edilen ilk bulgularda, bunların
Zeugma ve Efes Yamaçevler’deki mozaiklerle eş
zamanlı ve çok kaliteli olduğu belirlendi.
Germenicia’nın ve mozaiklerinin ortaya
çıkarılması için ilk adımlar atılırken mozaikli
alanların bulunduğu evler, Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından kamulaştırıldı. Yine Bakanlığın
izni ile Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü kontrolünde
kurtarma çalışmaları yapılmaya başladı. Belki de bu
mozaikler binlerce yıllık uykusundan uyanarak
insanlık tarihine ışık tutacak.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, mozaiklerin
sel, deprem ve doğal afetlere rağmen tahribata
uğramadığını, yapıldığı günkü gibi kaldığını
söyledi. Germenicia antik kentinin Kahramanmaraş kültür
turizminin önemli unsurlarından biri olacağının
altını çizen Küçükdağlı, şunları kaydetti:
"Elde ettiğimiz ilk bulgularda bu alanın
MS 4-5
yüzyıllarına ait olduğunu öğrendik. Zaten hem
Dulkadiroğlu hem de Bağlarbaşı mahallelerinde geniş
çaplı araştırma yapıyoruz. Kurtarma çalışmaları da
titiz bir şekilde yürütülüyor. Bir yandan
valiliğimiz bir yandan bakanlığımız, belediye ve
ticaret sanayi odası kamulaştırma çalışmalarına
katkı sağlıyor. Şu ana kadar 3 ev kamulaştırılarak
koruma altına alındı, 3 evin kamulaştırılması
çalışması da devam ediyor."
Küçükdağlı, Roma döneminde şehrin zenginleri ve
generallerin kullandığı bu yamaç villalarının Efes ve
Zeugma Antik Kentinde bulunan mozaiklerle büyük
benzerlik gösterdiğini vurgulayarak, "Asıl kent,
kentin altında bulunuyor. Mozaiklerin yanı sıra
bölgede Germenicia Antik Kenti’nin agorası ve
tapınağının da olabileceğini tahmin ediyoruz" dedi.
Kahramanmaraş’ta Germenicia Antik Kenti’ne ait
bugüne kadar hiçbir kalıntının bulunamaması
nedeniyle mozaikli alanların önem arz ettiğini
kaydeden Küçükdağlı, "Bilim dünyası ve kamuoyunun
hizmetine sunulan bu mozaikler, bilimsel
araştırmacılar tarafından yapılacak çalışmaların
değerlendirilmesiyle Anadolu’nun yanında dünya
geneli mozaiklerdeki tarihleme sorununu da
sonlandıracaktır" dedi.
Germanicia (Roma İmparatoru Kaligula’nın
babasının ismi) Antik Kentinin, bulguların elde
edildiği iki mahallenin dışında Ahir dağı
eteklerindeki Namık Kemal Mahallesinde daha yoğun
bulunduğu tahmin ediliyor. Şiddetli deprem sonucu
Ahir dağında biriken yağmur ve kar sularının aniden
boşalarak antik kentin toprak altında kaldığı
rivayet ediliyor.
Ayrıca bu bölgede Roma döneminde zenginlerin
kullandığı yamaç villalarının yer aldığı
belirtiliyor. Mozaiklerin de bu yamaç villalarının
taban döşemeleri olduğu, bölgede her biri 15-20
odalı 100’ün üzerinde tarihi yamaç villanın
bulunduğu öngörülüyor.
Hürriyet, 23.05.2010
|
"MÜZEYE TESLİM EDECEKTİK"
İstanbul Harem’de
şüphelendiği iki kişinin üzerinde esrar araması
yapan polis, bir torba içerisinde nohutların arasına
gizlenmiş çok sayıda tarihi eser heykel ve sikke ele
geçirdi.
Harem sahilinde rutin kontrollerini yapan Asayiş
Şube Müdürlüğü’ne bağlı Güven Timleri, şüpheli
davranışlarda bulunan iki kişiyi çevirdi. Kimlik
kontrolü yapan polis, şüphelilerden birinin daha
önce üzerinde esrar yakalattığını öğrendi. Bunun
üzerine üst araması yapan polis şüphelilerin
ellerindeki içi nohut dolu torbaya baktıklarında
gördükleri karşısında şaşkına döndü. Torbanın
içerisinde Bizans ve Osmanlı dönemine ait 150 sikke,
iki heykel ve süs eşyaları bulan polis zanlı A.B.
(34) ve M.E’yi (47) gözaltına aldı. Karakola
götürülen zanlılar burada verdikleri ifadede “Tarihi
eserleri yerde bulduk. Bizi yakalamasaydınız bunları
götürüp müzeye teslim edecektik” dedikleri
öğrenildi.
Taraf, Haber: Fırat Alkaç - Beytül Durmaz,
23.05.2010
|
TARİH BELEDİYEYİ BEKLİYOR
Manisa 2. Anafartalar
Mahallesi’nde TEKEL depolarının yanında bulunan 150
yıllık tarihi iki binanın restore edilmesi için,
2008’de belediye, İl Özel İdaresi ve Makina
Mühendisleri Odası protokol imzaladı. Ancak iki
yıldır çalışma yapılmadı.
Makina Mühendisleri Odası Manisa Şubesi Başkanı
Hakkı Bayraktar, restorasyon projesinin hazır
olduğunu ve
İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı
Koruma Bölge Kurulu’ndan geçtiğini belirtti,
Belediye Başkanı Cengiz Ergün’den randevu
istediklerini ancak henüz yanıt alamadıklarını
anlattı.
Restorasyon işinin ihaleye çıkılması halinde, altı
ayda tarihi binaların hizmete sokulacağını dile
getiren Bayraktar, Özel İdare ve kendilerinin
restorasyon için gerekli kaynağı hazırladığını
bildirdi. Bayraktar, belediyenin de üzerine düşen
bölümü hazır etmesi durumunda, binaların Manisa
turizmine kazandırılacağını ifade etti.
Hürriyet Ege, Haber: İlker Kılıçaslan, 23.05.2010
|
110 M.LİK DEVE HEYKELİ
BULUNDU

Gazi Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Necati Demir,
Ordu'nun Mesudiye İlçesi'nde uzunluğu 110 metre,
genişliği 40 metre, yüksekliği 21 metre ile 60 metre
arasında değişen yere çökmüş deve heykeli buldu.
20 yıldır dünyanın
değişik bölgelerinde Türk izlerini süren, yakın
zamanda yine Mesudiye İlçesi Esatlı Köyünde MÖ 1. ve
2. yüzyıllarda Peçenek Türklerinden kalma yazıt ve
kitabeleri ortaya çıkaran Gazi Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Necati Demir, Orta
Karadeniz Bölgesi'nin binlerce yıl öncesinden kalma
Türk izlerini ortaya çıkarmaya devam ediyor. Son
olarak Mesudiye İlçesi Esatlı Köyünde dev deve
heykelini bulan ve araştırma yapan Prof.Dr. Demir,
yarı doğal yarı insan eliyle yapılmış heykelinin
uzunluğunun 110 metreden daha büyük, genişliğinin
yaklaşık 40 metre, yüksekliğinin ise yaklaşık 21
metre ile 60 metre arasında değiştiğini belirtti.
Heykelin boyun kısmının
kuzeyinde, iki kayanın arasında dibe doğru
genişleyen, duvarları horasan harcıyla sıvanmış bir
su veya tahıl sarnıcı bulunduğunu, yine kayanın
güneye bakan yüzünde insan eliyle açılmış dikdörtgen
biçiminde bir gözetleme kulesi olduğunu, gövde
bölümünün hemen tam ortasından aşağı bir tünel
açıldığını ve 152 merdiven basamağı bulunduğunu
kaydeden Demir, "Hangi amaçla yapıldığı belli
olmayan ve içerisinde ne olduğu belirlenemeyen
tünelin girişinin yüksekliği 2.70, genişliği
yaklaşık 2.56 metre'dir. Yaklaşık 35 metre
derinliğinde olan tünelin son noktasına Başbakanlık
Afet Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Danışmanı
Peksever Müderrsioğlu inmiş ve resimlerini
çekmiştir" dedi.
Demir, bu heykelin insan
eliyle yapıldığını, ayrıca dünyanın diğer dev
heykelleriyle karşılaştırılması gerektiğini
kaydederek, "Zira kafa kısmını, gövde kısmıyla bütün
olmasına rağmen gövde kısmında olduğu gibi yosun
tutmamıştır. Ayrıca gövde kısmımda kayanın zaman
içinde kazandığı doğal özelliklerden kafa kısmı
mahrumdur. Şayet insan eli değmemiş olsa idi
heykelin kafa kısmı da kayanın bütünü ile aynı
özellikleri göstermesi gerekirdi" diye konuştu.
Dünyanın şimdiye kadar
bilinen en büyük ve en tanınmış heykellerinin
Japonya'da 110 metre yükseklikteki Ushiku Daibutsu
heykeli, Çin'de 108 metre yükseklikteki Guan Yin
Sanya heykeli, Çin'de 106 metre yükseklikteki
İmparator Yan ve Huang heykelleri, Japonya'daki 100
metre yükseklikteki Dai Kannon Sendai heykeli,
Çin'deki 88 metre yükseklikteki Grand Buddha Ling
Shan at Wuxi heykeli, Rodos heykeli, Amerika'daki
Özgürlük Anıtı olduğuna dikkat çeken Demir, "Ancak
aynı tür heykeller olmadığı için Mesudiye'de bulunan
heykelin, Mısır'ın Kahire şehrindeki Ebu el-Hul
heykeli ile karşılaştırılması gerekmektedir. Mısır
piramitlerinin doğusunda yer alan yarı insan yarı
aslan heykelinin yüksekliği 20 metre, uzunluğu 73
metre, genişliği ise 5 metre'dir. Firavun tarafından
MÖ 2500 yılında yapıldığı tahmin edilen heykelin
kafası insana, gövdesi ise aslana benzemektedir"
şeklinde konuştu.
Deve heykelinin
bulunduğu Mesudiye İlçesinde önemli tarihi eserler
bulunduğunu, özellikle çevre köylerde kaya üstü
resim ve figürler, Göktürk yazısı ile yazılmış
kitabeler, kaplumbağa heykelleri, eski Türklerden
kalma tümülüs mezarların bunlardan bazıları olduğuna
dikkat çeken Demir, "Bütün bunlara Oğuz Türklerinden
önceki Türklükten kalma yer isimleri 'Canik Dağları,
Kumanlar, Durak, Karagöl' ve ağaçların yatay biçimde
duvar yapılmasından oluşan bina türleri denilecek
mimarlık usulleri de bunlara eklenince Canik
Dağları'nın zirvesi ilgi çekici bir durum
sergilemektedir" açıklamasında bulundu.
Deve heykelini
değerlendiren Prof.Dr. Demir, bu konuda şu
görüşlerde bulundu:
"Türkler için devenin
özel bir yeri vardır. Türkler, at, sığır, koyun ve
keçi gibi hayvanların yanında deve de beslemişler,
etinden, sütünden ve derisinden yararlanmışlardır.
Türk ortaoyununda deve, önemli bir figürdür. Türk
masallarında, efsanelerinde, ninnilerinde de deve
önemli bir unsurdur. Türk kültüründe deve,
sağlamlığı ve gücü temsil eder. Bu yüzden Türklerin
İslamiyeti kabul etmesini sağlayan Karahanlı
hakanının adı, Satık Buğra (erkek deve) Han
verilmiştir. Özellikle Mesudiye ve çevresinde yer
alan bu kültür mirası, olağanüstü özelliklere sahip
olup dünyanın daha önce bilmediği özellikler
taşımaktadır. Açık hava müzesini andıran bu
zenginlik, dünyaya tanıtıldığında Mesudiye ve
çevresi dünyanın en önemli turizm merkezlerinden
biri durumuna geleceği açıktır. Zira burada bulunan
eserler, dünyanın hiç birinde yoktur. Türkiye'nin
her köşesi açık hava müzesidir. Fakat yeteri kadar
önem verilmemesi, gereği gibi üzerinde durulmaması
ve bilim adamlarımız tarafından ihmal edilmesi
yüzünden hiçbir kıymeti yokmuş gibi görünmektedir.
Basın ve yayın organlarının magazin türü haberlere
daha çok önem vermesi buna eklendiğinde güzel
ülkemizin güzel eserleri gölgede kalmıştır. Bütün
bunların bir sonucu olarak bütün dünya, Türkiye'deki
eserlerden habersiz kalmıştır"
Ordu Kent Haber,
22.05.2010
|

|
TARİHİ ESER ÇETESİNE DARBE
Denizli, Aydın, İzmir, Antalya ve Ankara'da eşzamanlı düzenlenen bir operasyonda, 18 kişi tutuklandı.
Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca yapılan çalışma sonucunda, Denizli'nin Sarayköy İlçesi, Aydın'ın Nazilli, Kuyucak ve Bozdoğan ilçeleri ile Ankara, İzmir ve Antalya'da faaliyet gösteren suç örgütünün organize olarak nitelikli dolandırıcılık, tarihi eser kaçakçılığı ve izinsiz kazı yapmak suçlarını işlemek suretiyle haksız kazanç sağladıkları haberi alındı. Suç örgütünün faaliyetlerinin delillendirilmesini müteakip adı geçen şüpheli ve kaçak malzemeleri ele geçirmek üzere Denizli, Aydın, Ankara, Antalya ve İzmir'de düzenlenen eş zamanlı operasyonlarda, liderliğini O.O.'nun yaptığı toplam 18 kişi gözaltına alındı.
Operasyonda şahıslara ait olduğu belirtilen tarihi eser niteliğinde bir mermer heykel, bir dedektör, tarihi eser niteliği taşıyan 8 mozaik parçası, 5 muhtelif kazı malzemesi, 3 tarihi eser katalogu, bir fotoğraf makinesi, bir bilgisayar harici hard disk, 15 cep telefonu ve bunlara ait sim kart ele geçirildi.
Olayda yakalanan O.O., A.B., B.K., M.A., M.K., H.E., A.A., S.A., M.K., S.G., R.K. H.A.S., R.G., B.G., M.İ., M.B., S.K. ve H.V. isimli 18 şüpheli çıkarıldıkları adli makamlarca tutuklandı.
Denizli Kent Haber, 21.05.2010
|
KİSKA HOLDİNG ÇİNİLİ HAMAM'I SATIN ALDI

Osmanlı döneminden günümüze ayakta kalan en
önemli yapılarından biri olarak kabul edilen
Fatih-Zeyrek’teki tarihi Çinili Hamam, el
değiştirdi. İnşaat ve turizm sektöründe faaliyet
gösteren Kiska Holding’in sahibi Gürsel Ailesi,
turizm amaçlı olarak değerlendirmek üzere tarihi
hamamı satın aldı.
Türkiye’nin en büyük otel zincirlerinden The Marmara
Otelleri ve Kiska İnşaat’ın sahibi olarak tanınan
Aile, tarihi hamamı, tıpkı mülkiyeti ve işletmesi
kendisine ait olan etkinlik ve davet mekanı Esma
Sultan Yalısı gibi turizm amaçlı olarak hizmete
açacak. Restorasyonu kısa bir süre sonra başlayacak
olan hamamın yıl sonuna kadar hizmete girmesi
planlanıyor.
Yerli ve yabancı film, müzik klibi dahil birçok
çekime sahne olan tarihi hamam, ilk olarak İtalya’da
yaşayan ünlü Türk yönetmen Ferzan Özpetek’in 1997’de
çektiği Hamam Filmi’nin mekanı olarak ünlenmişti.
Tarihi hamam, en son biri Hint filmi, diğeri
Lübnanlı bir şarkıcının klibinin çekime sahne
olmuştu.
Fatih-Zeyrek’teki Kadınlar Pazarı'nın hemen başında
yer alan hamam, İtfaiye Caddesi üzeride bulunuyor.
Diğer bir ifadeyle tarif edersek, İMÇ Blokları’nın
kapısının tam karşısına düşen hamam, Tekel’in
Unkapanı’ndaki genel müdürlük binasının bulunduğu
caddeye paralel ilk sokakta yer alıyor. Hamamın üç
ana hissedarı Sait Çetin Karatün, Mehmet Yılmaz ve
Cemile Fikret Birol aileleri ve bu ailelerin
mirasçılarıyla toplam 9 varisi bulunuyordu. Ana
hissedarlardan Sait Çetin Karatün’ün vefatının
ardından hissedarlar, hamam işletmeciliğini sona
erdirme kararı almış, geçen yıl sonunda tarihi
hamamı satılığa çıkartmıştı. 464 yıllık Çinili
Hamam, geçen yıl yaz başından itibaren hamam
vasfıyla hizmet vermeyi sona erdirmişti.
8 milyon dolara satılığa çıkartılan hamama, ABD ve
Körfez ülkelerinden de birçok talipli çıkmıştı.
Yaklaşık bir buçuk ay önce Kiska Holding tarafından
satın alınan hamamın, bu rakamın biraz daha altına
gittiği konuşuluyor. Holdingin, tarihi hamamı 4-6
milyon dolar gibi rakama satın aldığı,
restorasyonunun ise 1-1.5 milyon doları bulacağı
belirtiliyor.
Barbaros Hayrettin Paşa tarafından Mimar Sinan'a
1540-1546 arasında yaptırılan Çinili Hamam, günümüze
kadar kalan en önemli tarihi yapılar arasında
bulunuyor.
Zeyrek Çinili Hamamı, Hayreddin Paşa, Kaptanpaşa
Hamamı olarak da bilinen tarihi hamam, bugünkü
ismini İznik çini kaplamalarından almış. 1782 ve
1833 yıllarında iki büyük yangından sonra tamir
edilen yapı, şahıs işletmesine devredilmiş. Yaklaşık
bin 200-300 metrekare oturum alanı olan hamamın,
erkek ve kadın kısımları birbiriyle eşit şekilde
inşa edilmiş. Sıcaklıklarda 22’şer tane kurna
bulunan Çinili Hamam’ın göbek taşının etrafında 4’er
tane halvet mevcut. Hamama ismini veren çini
süslemeler ise sadece erkekler kısmının sıcaklık
bölümünde yer alıyor.
Hürriyet Emlak, 21.05.2010
|
ARKEOLOJİK KAZI YAPILACAK
Batı Karadeniz Bölgesi'nin tarihi ve turistlik ilçesi Amasra'da Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi tarafından arkeolojik kazı çalışmaları yapılacak. Arkeolojik kazılar öncesinde Bartın'ın Amasra İlçesi'nde kazı çalışmaları ile ilgili ön çalışma yapıldı.
Bartın İl Özel İdaresi 2010 yılı Çalışma ve Performans programında bulunan arkeolojik kazı çalışmaları ile ilgili olarak Bartın Valisi İsa Küçük'ün öncülüğünde İl Özel İdaresi, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Amasra Müze Müdürlüğü katkılarıyla Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesi Arkeolojik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Orhan Bingöl Başkanlığında, Amasra İlçesinde kazı çalışmalarına başlanılabilmesi için ön çalışma yapıldı. Ön çalışma sırasında Ankara Üniversitesi Araştırma Görevlileri Doktor Görkem Kökdemir, Araştırma Görevlisi Muharrem Oral, Arkeolog Işık Bingöl Bartın İl Özel İdaresi Dış İlişkiler Müdürü Zühal Buyuran, Kültür ve Turizm Müdür Vekili Ayşegül Yaylı, Amasra Müze Müdür Vekili Sultan Tutar çalışmalar sırasında hazır bulundu.
Amasra'da yapılan incelemeler ile ilgili Prof.Dr. Orhan Bingöl ve ekibi tarafından hazırlanacak olan detaylı Bilimsel Rapor Bartın Valiliği'nin bilgisine sunulacak.
Bartın Kent Haber, 21.05.2010
|

 |


|
BU NASIL RESTORASYON?
Balıkesir’in Burhaniye İlçesi'nde, bir yıl önce restore edilen Hacı Ahmet Camisi’nin kubbesindeki sıvaların dökülmeye başlaması cemaati kızdırdı.
1793 yılında Hacı Ahmet isimli bir hayırsever tarafından yaptırılan tarihi caminin geçtiğimiz yıl Vakıflar Balıkesir Bölge Müdürlüğü tarafından restore edildiğini belirten Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği üyesi Cezmi Şahin, tamir için harcanan paranın boşa gittiğini ileri sürdü.
Caminin restorasyonu sırasında kırılan mermerlerin bile değiştirilmediğini belirten 70 yaşındaki Cezmi Şahin, kubbenin üzerine döşenen kiremitlerin iyi yerleştirilmediği için içeri su sızdığını da söyledi. Restorasyon sırasında gereken özenenin gösterilmediğini belirten Şahin, “Cami restore ediliyor diye sevinmiştik. Ancak hiçbir şey istediğimiz gibi olmadı. Caminin kubbesindeki kiremitleri duvar harcıyla yapıştırdılar. O zaman ustaları ikaz etmiştim. Böyle olmaz diye. Bizi dinleyen olmadı. Oysaki ben de inşaat ustasıyım. Kiremitler iyi döşenmediği için şimdi kubbeden su giriyor. Her gün cemaatin üzerine kireç dökülüyor. Restorasyonu yapanlar kırdıkları mermerleri bile tamir etmeden gittiler. Bunları denetleyen yok mu? Devletin parasının boşa gittiğine inanıyorum. Güzelim tarihi eser göz göre göre ziyan olacak” dedi.
Balıkesir Kent Haber, 19.05.2010
|
16 - 22 Mayıs 2010
|
İLK KEZ BİR OKULDA MÜZE
AÇILDI
Tarihi geçmişi çok eski
yıllara dayanan ilimizde, tarih bilinci, tarihi
eserleri koruma ve sergileme bilinci ne yazık ki tam
olarak yerleşmedi. Bu anlamda özellikle okullarda
gerekli adımlar atılmadı. Ancak son yıllarda tarih
konusunda İzmit’te önemli ilerlemeler kaydediliyor.
Eski Gar Binası ve çevresindeki restorasyon, yeni
müze, İzmit Sarayı’nın restorasyonu, İzmit’in önemli
tarihi yapılarının restorasyonları, Tarih Koridoru
Projesi, gelecek için ümit verici gelişmeler olarak
dikkati çekiyor. Müzecilik Haftası devam ederken,
ilimizde ilk kez bir okulda müze açıldı. Gündoğdu
Dünya Bankası Konutlarında bulunan 29 Ekim
İlköğretim Okulu’nda oluşturulan müze ve
kütüphanenin açılışı dün yapıldı. Okul Müzesi'nde,
sergilenmesine yasal engel olmayan her türlü
etnoğrafik eser sergilenebilecek.
Dün okul bahçesinde düzenlenen törene İl Kültür ve
Turizm Müdürü Adnan Zamburkan, Kocaeli Müzeler
Müdürü İlksen Özbay, İzmit İlçe Milli Eğitim Müdürü
Sezgin Çuhadar, Okul Müdürü Hüseyin Gürtaş,
öğretmenler ve öğrenciler katıldı.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Adnan Zamburkan, yaptığı
konuşmada “Müzeler bizim tarihimizi gösteren en
güzel yerlerdir. Aslında Türkiye baştanbaşa bir açık
hava müzesidir. Çocuklar daha ilköğretim çağında
müze kültürüyle tanışmalı ve müzelerin değerini
bilmelidir” dedi.
Kocaeli Müzeler Müdürü İlksen Özbay ise konuşmasında
şunları söyledi: “Ben kendi adıma ve müzeler adına
bu okulumuzun müzesine her türlü desteği vereceğim.
Kendi imkanlarıyla etnografik paraları müzelerinde
sergiliyorlar. Antik paraları sergilemek zaten
kanunen mümkün değil. Etnoğrafik değeri olan her
şeyi burada sergileyebilirler. Eski radyolar, eski
eşyalar buraya çok güzel bir görsellik katmış.
Kandıra bezini ilk kez bu müzede sergileme imkanı
bulduk. Bunlar çok güzel şeyler.” Bu arada Okul
Müdürü Hüseyin Gürtaş kütüphaneyi gezdirirken üç
dolabın boş kaldığını söyleyince, İzmit İlçe Milli
Eğitim Müdürü Sezgin Çuhadar 100 kitap, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Adnan Zamburkan da 200 kitap
bağışladı.
Özgür Kocaeli,
22.05.2010
|
PAŞASUYU GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde İzmit’in içme suyunun sağlandığı Paşasuyu, İzmit Belediyesi tarafından gün ışığına çıkartılacak. İzmit’e yaklaşık 15 kilometre uzaklıktaki Hacıoğlu Köyü yakınlarındaki Paşasuyu mevkiinde İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan, Anıtlar Kurulu Müdürü Taner Aksoy ve belediye meclis üyesi İbrahim Elgin incelemelerde bulundu.
Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan, Yuvacık suyunun devreye girmesine kadar binlerce yıl kentin içme suyu ihtiyacının sağlandığı tarihi Paşasuyu’nun herkes tarafından tanınması için harekete geçtiklerini belirterek” Eşsiz bir tarihi cevherin yattığı Paşasuyu, inşasına devam ettiğimiz Gölkay projesince çok yakın bir yerde. Doğa güzelliklerine sahip bu yerin gün ışığına çıkarılıp turizmin hizmetine sunulması için harekete geçtik. Anıtlar Kurulu ile ortak çalışma ile su kemerleri, şelalesi, zengin bitki örtüsüyle Paşasuyu’nu halkımızın hizmetine sunacağız” dedi. Doğan, Orman Bakanlığı’na ait bölgenin kiralandığını da ifade ederek “Paşasuyu’nun yollarını yapıp vatandaşlarımızın buraya ulaşımını kolaylaştıracağız. Ayrıca Paşasuyu’nun pazarlanması konusunda da çalışma yapacağız” şeklinde görüş belirtti. Anıtlar Kurulu Müdürü Taner Aksoy’da bölgede 20’nin üzerinde su kemerinin bulunduğunu söyleyerek” Antik dönemden Cumhuriyet dönemine kadar İzmit’in su ihtiyacı Paşasuyu’ndan karşılanmış. Basit bir çalışma ile su kemerlerini günışığına çıkarmak mümkün. İzmit Belediye Başkanı Nevzat Doğan’ın heyecanı bu kent için bir şanstır” şeklinde konuştu. Başkan Doğan bölgede piknik yapan vatandaşlarla da görüş alış verişinde bulundu.
Özgür KOcaeli, 22.05.2010
|
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇISI 18
KİŞİ TUTUKLANDI
Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığının, beş ayrı
ilde eş zamanlı yaptığı operasyonlarda nitelikli
dolandırıcılık, tarihi eser kaçakçılığı ve izinsiz
kazı yapmak suçlarından yakalanan 18 kişi
tutuklandı. Yapılan aramalarda, tarihî eser
niteliğinde bir mermer heykel, bir dedektör, 8
mozaik parçası, 5 adet muhtelif kazı malzemesi, ele
geçirildi.
Türkiye Gazetesi, 22.05.2010
|
|
ATİNA'NIN AKROPOLÜ İZMİR'E TAŞINIYOR
Konak Belediyesi, İzmir’in en eski semtlerinden Altınpark’ta, Atina’nın ünlü Akropolü’nü andıran düzenleme yapmaya hazırlanıyor. ‘Arkeopark Projesi’yle, buradaki kazılarla günışığına çıkarılan kalıntıların üzerine Atina’da geçen yıl açılan ve bir yıl içerisinde milyonlarca turisti çeken Akropol Müzesi’nin benzeri inşa edilecek.
Kazı alanının üzerine kurulacak müzenin tabanının bazı bölümleri cam olacak, kalıntılar üzerinde yürünecek. Bir kapısında Homeros’un heykeli, diğerinde Doğu Roma Kapısı bulunacak. İzmir Arkeoloji Müzesi’ndeki, buradan çıkarılmış eserler de sergilenecek. Dünyaca ünlü sanatçıların konser vereceği bin kişilik dinleti bölümü de olacak.
Atina’da incelemelerde bulunan Belediye Başkanı Hakan Tartan, Akropol’ü bir yılda 2 milyon kişinin gezdiğini, Yunanistan’ın 30 milyon Euro’nun üzerinde gelir elde ettiğini söyledi. Tartan, şöyle konuştu: “Biz Altınpark’a küçük bir benzerini yapacağız. Bir milyon dolara mal olacak. Ayrıca sadece bir müze ve tarihi alan olmayacak. Aynı zamanda sanatsal etkinliklere yer vereceğiz. Tarihi ve sanatı buluşturacağız. Yakınındaki Musevi kültürünün en önemli izlerinden olan Kortejo Evleri’ni de restore ederek turizmin hizmetine sunacağız.”
Milliyet Ege, Haber: Turan Gültekin, 22.05.2010
|
KARAKÖY'ÜN ESKİ HAN VE
HAMAMLARI TURİZME AÇILIYOR
Bir zamanlar
İstanbul'un en hareketli
caddelerinden Karaköy'deki Bankalar Caddesi, Rıhtım
ve Perşembe pazarı eski işlek günlerine geri
dönüyor. Bu caddeler üzerinde bulunan eski hanlar,
iş merkezleri ve
hamamlar turizme açılıyor.
Bölgenin 3-4 yıl gibi orta vadede turizm,
emlak ve kültür
sanat
projeleri ile İstanbul'un
en işlek caddelerinden biri olacağı tahmin ediliyor.
Beyoğlu Güzelleştirme Derneği'nin de başkanı olan
işadamı Nizam Hışım, 1.5 milyon dolara
satın aldığı Bankalar Caddesi üzerindeki Bereket Han'ı 18
odalı butik otele çeviriyor. Cadde üzerindeki
Sümerbank binasını 2 yıl önce satın alan
Simurg Turizm'in sahibi Timur Özdemir ise
"Tekliflere açığım, iyi bir teklif gelirse
düşünürüm" diye konuştu.
Bölgedeki
Bozkurt General Han için Lübnanlı bir yatırımcının
6.5 milyon dolar teklif getirdiği ancak Han'ın
sahibinin fiyatı beğenmeyerek geri çevirdiği de
öğrenildi. Bankalar
Caddesi üzerinde bulunan İş Bankası
binasının
arka bölümü de satılığa çıkarıldı. Rıhtım
Caddesi'nde ise Global Holding'in sahibi olduğu Veli
Alemdar Han 'ı satmak için yatırımcılarla
görüşmeler yaptığı biliniyor. Hakan Madencilik tarafından
Temmuz 2009'da alınan Kozluca Hanın da otele
dönüştürülmesi için proje çalışmaları devam ediyor.
Karaköy'deki hareketlilik bölgedeki metrekare
fiyatlarını da artırdı. Bölgedeki projelerle
ilgilenen BGate Emlak ve Danışmanlık sahibi Kemal
Ayaşlıoğlu, metrekare fiyatlarının son 1 yılda iki
kat arttığına dikkat çekerek 2 bin 500-3 bin dolar
seviyelerine çıktığını belirtti. Ayaşlıoğlu,
hereketlilikten Tophane'nin de pay aldığını
özellikle de İtalyan ve Fransız küçük yatırımcıların
bir araya gelerek fonlar oluşturduklarını ve bina
topladığını söyledi. Tophane'deki Bilgi Üniversitesi
yurdunu 9,5 milyon dolara alan CVK Group sahibi
Mahmut Çevik ise yatırımı 2013'te turizme açacağını
ve uluslararası zincirlerle görüşme halinde olduğunu
kaydetti. Bölgedeki Kılıç Ali Paşa Hamamı'nı 2 yıl
önce alan yatırımcı Ergin İren İstanbul'un en modern
hamamlarından birini yapıyor.
Bu arada bu hareketlilikten
Perşembe Pazarı bölgesi
de nasibini alıyor. Arap Camii'nin
etrafındaki
bölgenin yeniden
şekillenmesi için çalışmaların başlamak üzere olduğu
biliniyor. Bölgedeki iş
merkezlerinin ve yedek parçacıların
toparlanarak bölgenin
bir turizm merkezine
dönüştürüleceği konuşuluyor. Bu nedenle çok sayıda
şirketin bölgede
bina topladığı da öğrenildi.
Bölgedeki ilk turizm yatırımı Golden City Otel ile
yapıldı.
Sabah, Haber: Dilek Taş,
22.05.2010
|
TARİHİ ESERLERİ POLİSE
SATACAKTI
İzmir’de polis, tarihi
eser kaçakçılığı yapıldığı bilgisi aldı. Ekipler
bunun üzerine çalışma başlattı, kısa sürede F.Ö.’ye
ulaşıldı.
Alıcı gibi davranılıp
zanlıyla buluşuldu. 12 bronz sikke ve topraktan
yapılmış eşya ele geçirildi. Müze Müdürlüğü’ne
gönderilen sikkelerin İslami, diğerinin de
Roma dönemine ait
olduğu belirlendi. İfadesi alınan F.Ö. savcının
talimatıyla tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldı.
Milliyet Ege, 22.05.2010
|
DİNO'NUN EN BÜYÜK
TABLOSU SATILIYOR
Abidin Dino'nun en büyük
boyuttaki başyapıtı, Beyaz Müzayede'nin 29 Mayıs'ta
Sofa Otel'de düzenleyeceği 12. Çağdaş
ve Modern Sanat
Müzayedesi'nde satışa çıkıyor.
Dino’nun 1960’lı yıllara
ait ‘Çesitleme’ serisinden 170x170 boyutlarındaki
kırmızılı soyut yağlıboya tablosunun tahmini fiyat
aralığı 500-750 bin lira olarak belirlendi.
Müzayedenin bir diğer
gözdesiyse Neşet Günal’ın ‘Duvar
Dibi V’ adlı (500-700 bin lira arasında fiyat
biçilen) büyük boyutlu tablosu, Fahrelnisa Zeid’in
1947 tarihli ‘Vanishing Stained Glass’ı (450-600
bin), Burhan Doğançay’ın ‘1982 tarihli ‘Kurdela’sı
(350-500 bin). Müzayedede Erol Akyavaş, Mübin Orhon,
Nejat Melih Devrim, Yüksel Arslan, Ömer Uluç, Mehmet
Güleryüz, Ergin İnan, Neşe Erdok, Orhan Peker, Taner
Ceylan gibi önemli ressamların tabloları da
satılacak.
Radikal, 21.05.2010
|
|
 |
7 MİLYON DOLARLIK ÖZGÜRLÜK DOLARI
ABD’de 1794 yılında basılmış gümüş dolar, 7 milyon 85 bin dolara satıldı. Steven L. Contursi adlı eski para koleksiyoncusu, 7 yıldır sakladığı “Özgürlük Doları” adlı madeni parayı, Sunnyvale’deki bir vakfa 7 milyon 85 bin dolardan rekor fiyata sattı.
ABD’de daha önce eski para için ödenen en yüksek fiyat 7 milyon 5 bin dolara satılan 1933 basımı 20 dolarlık altın madeni paraydı.
Hürriyet, 22.05.2010
|
ERTUĞRUL TEKKE CAMİİ
AÇILDI
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, II.
Abdülhamid tarafından 1877’de Şeyh Hamza Zafir
Efendi adına yaptırdığı, uzun süre harabe şekilde
kalan ve 2 yılda 5,5
milyon lira
harcanarak restore edilen
Beşiktaş’taki
Ertuğrul Tekke Camii’nin açılışını yaptı.
Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç,
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,
İstanbul Valisi
Muammer Güler,
İstanbul Emniyet
Müdürü Hüseyin Çapkın ve Vakıflar Genel Müdürü Yusuf
Beyazıt’ın da katıldığı açılış,
İstanbul Müftü
Vekili Mehmet Aşık’ın açılış duasıyla
gerçekleştirildi.
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ve
beraberindekiler Ertuğrul Tekke Camii’nin
merdivenlerinde fotoğraf çektirip sonrasında cuma
namazını kıldılar.
Açılışta yaptığı konuşmada eserin restore
edilmesinden dolayı çok mutlu olduğunu belirten
Cumhurbaşkanı Gül, "Birkaç
yıl önce burayı
ziyaret ettim. O zaman burası adeta bir
mezbelelikti.
İstanbul’a
geldiğimde, gerek Dışişleri Bakanı iken gerek
Cumhurbaşkanı olduğum ilk yıl Conrad Otel’de
kalıyordum. Bir gün gelip gezmiştim. Gerçekten çok
hüzün duymuştum. Buralar çok, tarif edilemeyecek
kadar perişandı.
Üst katlar tamamen açıktı. Tam bir kendi haline terk
edilmişti. Çok hüzün verici ve üzücü bir durum
vardı. İmam efendinin kendi gayretleriyle
temizlediği bir bahçe vardı. Hayvanların gezip
dolaştığı, kapısı camı kırık böyle bir haldeydi. O
zaman Vakıflar Genel Müdürü’nü arayıp burayı bir an
önce ele almalarını istemiştim. Teşekkür ediyorum,
tebrik ediyorum. Emeği geçen herkesi" dedi.
Cumhurbaşkanı Gül, Ertuğrul Tekkesi ve Camii’nin
tekrar en güzel şekilde halkın hizmetine sunulduğunu
belirterek, "Çok memnuniyet verici olan,
İstanbul topyekün
ayağa kalkıyor. Bir taraftan en modern köprüler,
boğazın altından geçitler, kıtaları birbirine
bağlayan tüneller yapılırken, artık bunlar küçük
projeler haline dönüşmüşken, diğer taraftan tarih
tekrar canlanıyor. Uzun yıllardan sonra tekrar hepsi
elden geçiyor ve hepsinin ömrü asırlar sürecek
uzunluğa kavuşuyor.
İstanbul’un Avrupa
Kültür Merkezi olması buna ayrıca vesile oldu" diye
konuştu.
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül,
yanından geçerken, ‘bu eser, başkalarında olsa, cam
faunus içinde korunurdu, şu perişan hal nedir’
denilen birçok eserin tekrar korunup canlandığını
söyledi. Gül bunun yetmediğini belirterek, "Hemen
şurada iki tane bina var. Barbaros Bulvarı’nda,
parkın içerisinde iki ahşap bina var. Onların da
öyle durmaması gerekir. Kim yapacaksa. Özel
sektörünse ki bildiğim kadarıyla öyle. Sahipleri
var. Artık bu tür eserler sıradan mülk değil. Onlar
da en kısa zamanda bunları restore ettirmeli. Kendi
güçleri yetmiyorsa, olabilir o zaman gücü yetecek
olanlara bunu devretmeleri gerekir. Bu başka bir
vakıf olabilir. Bu Vakıflar Genel Müdürlüğü
olabilir,
İstanbul Vilayeti
olabilir. Burada
İstanbul’un en
güzel caddesi üzerinde, en güzel parkı olan Yıldız
Parkı içinde, bu saray mahallinde o şekilde
durmaması gerekir. Umut ediyorum ki sahipleri bu
duyarlılığı gösterecek, yetkililer de gerekli
yardımları yapacaktır" diye konuştu.
Konuşmaların ardından
Kanuni Sultan Süleyman’ın Vakfıyesi’nden, "Her kimse
ki vakıflarımın bekasını özen ve gelirlerinin
artırılmasına itina gösterirse bağışlayıcı olan
Allah’ın huzurunda ameli güzel ve makbul olup
mükafatı sayılmayacak kadar çok olsun. Dünya
üzüntülerinden korunsun ve muhafaza edilsin"
şeklindeki vakıf duası okundu.
Hürriyet, Haber: Mustafa
Küçük - Taner Yener, 21.05.2010
|
GARİPÇE KALESİ KİRAYA
VERİLECEK

Kültür ve Turizm
Bakanlığı,
İstanbul Boğazı'na
yapılacak 3. köprü güzergahında yer alan Sarıyer
ilçesinin şirin köyü Garipçe'nin tarihi kale ve
kulesini 49 yıllığına kiraya verecek.
Maliye Bakanlığı
Milli Emlak Genel Müdürlüğü, Garipçe Kale ve
Kulesi'ni 14 Ağustos 2008'de Kültür ve Turizm
Bakanlığına tahsis etti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı da kale ve kulenin 5225
sayılı Kültür Yatırımları ve Girişimlerini Teşvik
Kanunu kapsamında “Kültürel Amaçlı Özel Tesis”
olarak yerli girişimcilere kullandırılması için
duyuru yayımladı.
Buna göre, Garipçe
Kalesi ve Kulesi, müze, çok amaçlı salon, sergi
salonları, sanat atölyeleri, sanat galerileri,
kütüphane, arşiv ve dokümantasyon merkezi veya halk
kültürü araştırma, eğitim ve uygulama merkezi veya
kültür ve sanat araştırma ve uygulama merkezi gibi
kültürel üniteler ile müze mağazacılığı, kafeterya
ölçeğindeki yeme ve içme üniteleri, açık ve kapalı
otopark gibi ticari ve sosyal işlevli mekanlar
olarak 49 yıllığına kiraya verilecek.
Girişimciler, 30 Haziran saat 16.30'a kadar
şartnamede belirtilen bilgi ve belgeleri Kültür ve
Turizm Bakanlığı genel evrakına (Eski Sayıştay
Binası/Ulus) verecek.
Başvuruya esas ayrıntılı bilgi, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü Teşvik ve Tescilli Yapılara Yardım Dairesi
Başkanlığından (2. Meclis Binası 06100 Ulus/Ankara)
alınabilecek.
Başvurular, İnceleme Komisyonu tarafından
değerlendirilecek. İnceleme Komisyonu, başvuruların
değerlendirilmesi sonucunda taşınmazların, başvuru
sahiplerine tahsis edilip edilmeyeceğine karar
verecek.
Şartnamede yer alan bilgilere göre,
İstanbul 3 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu,
korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak
tescil edilen 9 bin 10 metrekarelik kale ve kulenin,
kültürel amaçlı fonksiyonlarla kullanabileceğine
karar verdi.
Kurul, ancak analitik
rölöve ve restitüsyon projeleri değerlendirilmeden
kültürel amaçlı işlevin alt başlıklarını ve mimari
restorasyon programını belirlemek mümkün
olamayacağından rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projelerinin birlikte değerlendirilmesi ile ortaya
çıkabileceğini kararlaştırdı.
Çevre ve Orman Bakanlığı
da 10 Eylül 2009'da alanın kesinleşmiş orman tahdidi
dışında kaldığı, 5225 Sayılı Kültür Yatırımları ve
Girişimlerini Teşvik Kanunu kapsamında
kullandırılmasında ormancılık çalışmaları bakımından
kültürel faaliyet çalışmaları açısından herhangi bir
sakınca bulunmadığını Kültür ve Turizm Bakanlığına
iletti.
Garipçe Kalesi ve
Kulesi'ni kullandırma bedeli, ilk yıl için 14 bin
160 lira olacak. Kullandırma bedeli yıllık ve peşin
olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Merkez
Saymanlığına ödenecek. Tespit edilen yıllık kira
bedeli daha sonraki yıllar için her yıl Türkiye
İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından ilan edilen
Üretici Fiyatları Endeksi'nde meydana gelen artış
oranının bir yıl önceki kullanım bedeli ile çarpımı
suretiyle bulunacak miktarın, önceki yıl kullanım
bedellerine ilavesi suretiyle arttırılarak tahsil
edilecek.
Kullandırma dönemi
içerisinde, çevre düzenleme projesinin uygulanması
aşamasında güvenlik ve yangınla ilgili her türlü
önlem, yatırımcı tarafından alınacak.
Kullandırma ve tescil işlemlerine ait giderler,
yatırımcı tarafından ödenecek.
Bakanlığın, sözleşmenin
bitiminde, teşvik unsuru yatırım faaliyetleri gereği
yapılan restorasyon uygulamaları ile elde edilen ve
anıt eserin özgün mimari fonksiyonları dışında kalan
müdahalelerden kültür varlığının arındırılması ve
kullandırma öncesi dönemdeki özgün mimari
fonksiyonlara dönüştürmesini talep hakkı saklı
kalacak.
Yatırımcı, Garipçe
Kalesi üzerinde Boğaziçi Geri Görünüm Bölgesi
Uygulama İmar Planı'na göre hiçbir inşaat
yapamayacak.
Hürriyet, 21.05.2010
|
"ORTAK MİRASIMIZA SAHİP ÇIKMAK ADINA"
Geçtiğimiz aylarda Atatürk'ü "bir çocuk gibi sevindiren" yatı Savaron'nın Arap ve Ruslara satışı gündeme geldi. Her kafadan bir ses çıktı, kimi okul gemisi olsun dedi kimi protokol gemisi olmasını önerdi. Gündemin yoğunluğu ile üzerinde yeteri kadar durmadığımız bu konuyla ilgili geçen hafta bize ulaşan bir mektup en doğru kararı vermişti bile. "Ortak mirasımıza sahip çıkmak adına" bizden destek bekleyen bu mektubu yorumsuz olarak sizlere sunuyoruz.

TAYHaber, 21.05.2010
|
"İZNİK, İKİNCİ EFES
OLACAK"

Hıristiyanlık ve İncil'e
son şeklini veren İznik'teki 1. Konsil'in toplandığı
tarihi mekanın tespiti için, Valilik ve Uludağ
Üniversitesi kolları sıvadı. İznik'te düzenlenecek
uluslararası çalıştayla tarihi mekanın yerini tespit
etmeyi amaçlayan Valilik, İznik'i ikinci bir ‘Efes'
yapmayı hedefliyor.
Hıristiyanlık dinini
şekillendiren 1. Konsil'in toplandığı tarihi mekanın
yerinin tespit edilmesi için, Valilik ve Uludağ
Üniversitesi tarafından uluslararası bir çalıştay
düzenlenecek. 'Uluslararası İznik 1. Konsil Senato
Sarayı'nın Lokalizasyonu Çalıştayı'nın 22-23 Mayıs
tarihleri arasında İznik'te düzenleneceğini belirten
Vali Şahabettin Harput, çalıştaya yerli ve yabancı
çok sayıda bilimadamının katılacağını söyledi.
Tarihi Senato Sarayı'nın yerini belirlemeyi
hedeflediklerini ifade eden Harput, “İznik,
Bursa'nın ve ülkemizin en önemli tarihi
merkezlerinden birisi. İznik, hem Türk hem İslam hem
de İslam öncesi Hıristiyanlık tarihi açısından çok
büyük önem taşıyor” diye konuştu. Özellikle İznik'te
toplanan birinci ve yedinci konsillerin
Hıristiyanlık inancı üzerinde belirleyici etkisinin
dünya çapında büyük önem arz etiğini belirten Vali
Harput, “Hıristiyanlık'ın özellikle de İncil'in son
şeklini aldığı 1. Konsil toplantısı, çalıştayımızın
konusunu teşkil ediyor. Özellikle 1. Konsil olarak
adlandırılan ve Hıristiyanlık dünyası için büyük
önem arz eden toplantının yapıldığı mekanı, tespit
etmeyi amaçlayan bu çalıştay bizim için önemli. Biz
bugüne kadar 1. Konsil diye adlandırdığımız, bu
tarihi kararların alındığı yeri henüz sağlıklı
olarak tespit edebilmiş değiliz. Bu çalıştayla
özellikle bu toplantının da yapıldığı, tarihi
kararların alındığı yerle ilgili çok ciddi bir
araştırma çalışması yapıyoruz” dedi.
Çalıştayın sonunda
tarihi Senato Sarayı'nın yeriyle ilgili nihai bir
karara varmayı hedeflediklerini vurgulayan Vali
Harput, Cumartesi günü sunumların yapılacağını,
Pazar günü de özellikle tarihi 1. Konsil
toplantısını yapıldığı yerle ilgili nihai bir
değerlendirme yapılarak, bir sonuca varılmaya
çalışılacağını kaydetti. Burada sağlıklı bir sonuca
varmayı hedeflediklerinin altını çizen Harput, “Hem
ilimiz hem ülkemiz adına da önemli bir hizmete imza
atmış oluruz. Valilik olarak orayı ele alacağız.
Orayı yeniden ayağa kaldırıp, restore etmek
suretiyle İznik'i, Bursa'yı ve aynı zamanda ülkemizi
önemli bir turizm merkezi olarak dünyaya açmayı
düşünüyoruz” dedi.
İznik'in ikinci bir Efes gibi tarihi ve manevi önemi
olan bir mekan haline geleceğini anlatan Harput,
“Tabi ülkemizin dünya ölçeğinde yürüttüğü güzel bir
proje daha var. Bu çalıştayla, bir ayağında
Türkiye'nin olduğu 'Medeniyetler Arası Diyalog
Projesi'ne önemli bir katkı sağlamış olacağız” diye
konuştu. Vali Harput, çalıştaya Türkiye'nin Vatikan
Büyükelçisi Prof.Dr. Kenan Gürsoy ve Vatikan'dan
rahip bir profesörün yanı sıra, 4'ü yurtdışından
olmak üzere toplam 17 bilimadamının katılacağını
kaydetti.
Bursa Olay, Haber:
Şeyhmus Ekinci, 21.05.2010
|
MÜZE MÜDÜRÜNÜ
GÖNDEREMEDİLER
18-24 Mayıs Müzeler
Haftası etkinlikleri yine müdürsüz
gerçekleştiriliyor. Batı Karadeniz’in tek antik
kenti olan Konuralp Müzesi'nde hala müdür yok.
Bünyesinde barındırdığı
eserler ile tarihe ışık tutan Konuralp Müzesi'ne
hala müdür ataması yapılmadı. Konuralp Müzesi
Müdürlüğü'ne Mart ayı içerisinde atama yapılacağı
bildirilmişti.
2009 yılının son gününde alınan Bakanlar Kurulu
kararı ile Müze Müdürlüğü resmen kuruldu. 2010
yılının Mart ayı içerisinde de müzeye müdür kadrosu
verileceği bildirildi. İlgili kurumların Bakanlık
ile yaptığı görüşmeler hala sonuç vermedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Düzce Konuralp Müzesi
Müdürlüğü kurulması yönünde 26 Ağustos 2009 tarihli
yazısı Bakanlar kurulunda gündeme geldi. Bakanlar
Kurulunun 11 Aralık 2009’da yaptığı toplantıda Müze
Müdürlüğünün kurulması için karar alındı.Bakanlar
Kurulu’nun Kararı 2009’un son günü Resmi Gazete'de
yayımlandı.
Müdür kadrosu bulunmadığı için bu güne kadar
görevlendirmelerle ve kısıtlı imkanlarıyla bölgeye
hizmet vermeye çalışan Konuralp Müzesi'nde çeşitli
dönemlere ait yüzlerce eser bulunuyor.
Bünyesinde barındırdığı eserler ile tarihte bir
dönemine ışık tutan Konuralp Müzesi'ne hala müdür
atanması bekleniyor.
Düzce Damla Gazetesi,
21.05.2010
|
GÖKÇEK'TEN KORSAN AMBLEM
Atakuleli-camili simgeye karşı verdiği hukuk
mücadelesiyle tanınan Rahmi Kumaş, Anakent
Belediyesi’nin yeni amblem denemesine sert tepki
gösterdi.
Yürüttüğü hukuk
mücadelesiyle camili amblemi iptal ettiren eski CHP
Trabzon Milletvekili Rahmi Kumaş, Anakent Belediyesi
tarafından aydınlatma direklerine ve
Metro Sanat Galerisi’ne
asılan “ambleme”
tepki gösterdi. “Bu
bir korsan amblemdir” diyen Kumaş, buna karşı
suç duyurusunda bulunabileceklerini söyledi.

Anakent
Belediyesi tarafından Metro çarşısında sergiler için
oluşturulan alana asılan yeni bir amblem dikkat
çekti. Amblem, daire içindeki Ankara yazısının
üzerinde “iki tane
renkli kedi gözü” ve gözlerin altında güler
yüzü temsil eden bir çizgiden oluşuyor. Metro Sanat
Galerisi’nde ilk kez kullanılan amblem, 9 Mayıs
Avrupa Birliği Günü dolayısıyla Atatürk Bulvarı
üzerinde asılan bayrakla da görücüye çıktı. Yeni bir
amblem için Anakent Belediye Meclisi’nden karar
çıkartılması gerekirken, böyle bir kararın
alınmadığı öğrenildi.
Belediyenin camili amblemine karşı başlattığı hukuk
mücadelesiyle tanınan eski CHP Trabzon Milletvekili
Rahmi Kumaş, “Uyduruk
bir şey bu” dediği amblemi belediyenin
kullanma yetkesinin olmadığını dile getirdi. Bunun
kullanılmasına devam edilmesi halinde suç
duyurusunda bulunabileceklerini kaydeden Kumaş,
“Bu bir nevi korsan
amblemdir” dedi. Kumaş, “Amblemin çıkması
için belediye yasasına göre Belediye Meclisi’nde bu
konu görüşülecek ve karar verilecek. Sonra bu kararı
Ankara Valiliği onaylayacak. Yeni amblem Ankara’yı
hiç temsil etmiyor. Amblemin, Ankara’nın toplumsal
savaşımını, sosyal mücadelelerini tarihteki yerini
temsil etmesi gerekir. Kökene indiğimiz zaman Hitit
uygarlığı çıkıyor karşımıza. Bugün simgenin Hitit
Güneşi olması doğrudur” görüşünü kaydetti.

Ankara’nın
Hitit Güneşi olan simgesinin
Vedat Dalokay, Ali
Dinçer, Mehmet Altunsoy ve
Murat Karayalçın’ın belediye başkanlığı
dönemlerinde kullandığını belirten Kumaş, 1994
yılında seçilen Gökçek’in 1995 yılında Hitit Güneşi
simgesini değiştirdiğini söyledi. Kumaş, “Ben
1995’ten beri bu simgenin peşindeyim ve bunu iptal
ettirerek bir ilki yaşadım” dedi. Eski simgeye karşı
başlattığı savaşımın nedenini ise Kumaş,
“Hitit Güneşi durup
dururken niye kaldırılıyor da yerine camili
Atakuleli simge konuluyor. Ankara’yı temsil eden bir
simge değil o” sözleriyle ifade etti. Yeni
simge yapılması halinde buna hangi hallerde karşı
çıkmayacağını açıklayan Kumaş, şöyle konuştu:
“Bütün kamuoyunun beğendiği bir simge olursa,
Ankara’yı temsil edecek yeterlilikte olursa buna
kimse bir şey demez. Kent uzmanları onay vermeli.
Ankara’nın tarihine, siyasal gelişimine, ekonomik
durumuna uygun bir simge olmalı. Böyle olursa bu
kabul edilebilir. Ancak bunu belediyenin yapacağını
sanmıyorum. Belediye çok küçük işlerle uğraşıyor.
Onların amacı Ankara’ya uygun bir simge yapmak
değil, kendi bildiklerini yapmaktır. Para kazanmak
amacındalar. Şu iptal edilen simgeye harcanan
paralar çok büyük. Bu simgeyi her yere kazıdı,
bunlara çizenlere paralar verdi. Onları da dava
konusu yaptım ama Yargıtay’ı aşamadım. Belediyenin,
iptal edilen simgeyi, otobüs duraklarından,
alt-üstgeçitlerden, AŞTİ’den, yani her yerden
kaldırması gerekiyor. Belediye çok büyük zarara
uğramıştır. O zararın, hesap edilerek, Belediye
Başkanı Melih Gökçek’e ödettirilmesi gerekiyor.
Çünkü keyfi yaptı bunu.”
Melih Gökçek’ten
hesap sorulamadığını ifade eden Kumaş, “Belediye
başkanı sorumsuzca hareket etmiştir. İçişleri
Bakanlığı onu koruyor. Suç duyurusu işlemlerini
yürürlüğe sokmuyor. Benim suç duyurusunda bulunmama
İçişleri Bakanlığı’ndan 16 ay sonra yanıt geldi ve
soruşturma izni verilmedi. Şimdi de suç duyurusunda
bulunsam, 16 ay sonra yanıt gelecek. Melih Gökçek’in
sanki dokunulmazlığı var. Milletvekillerinin
dokunulmazlığına dahi dokunuyorsunuz ama Melih
Gökçek’e dokunulmuyor” diye konuştu. Ankara’nın
simgesinin, camili simgeninin iptal edildiği için
Hitit Güneşi olduğunu belirten Kumaş, “Mahkeme son
simgeyi iptal ettiği için otomatik olarak eskisine
dönülmesi gerekiyor. Ulaşım zammında da böyle
olmuştu. 2003 sonrasında yapılan zamları mahkeme
iptal edince 2003’ün fiyatlarına dönülmüştü. Yani
yapılan işlemi yok saydı” dedi. Kumaş, hukuk
mücadelesini Ankara’nın bu korsan simgelerden
arınması, Belediye Başkanı’nın yargılanması ve
zararların Gökçek’e ödettirilmesi durumunda sona
ereceğini ifade etti.
Cumhuriyet Ankara,
Haber: Alican Uludağ, 21.05.2010
|
"EFES VE BAYRAKLI DENİZE KAVUŞMALI"

İzmir Fransız Kültür Merkezi'nin düzenlediği ve
iki gün sürecek olan 'Antik Türkiye'de kıyı ve
limanlar' adlı kolokyumda konuşan İzmir Ticaret
Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, Efes'in
ve Bayraklı'daki Tepekule'nin denize kavuşması için
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan destek istedi.
Demirtaş, Selçuk Belediyesi'nin Efes'i denize
bağlayacak bir kanal projesinin olduğunu, merhum
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina
döneminde ise, Yeni Kent Merkezi'nin bulunduğu alan
için bir Alman mimarın Tepekule ile denizi
bütünleştiren bir proje hazırladığını hatırlatarak,
"Bu projeler raftan inmeli" dedi.
Demirtaş'ın İTO'da gerçekleştirilen kolokyumun
açılışında yaptığı çağrı, hem Efes hem de Tepekule
için hazırlanan bu projeleri gündeme getirdi. Efes
Antik Kenti'ni denizle buluşturacak projeyi hayata
geçirmek isteyen Selçuk Belediyesi'nin bu amaçla
İzmir Kalkınma Ajansı'na destek için başvurduğu
öğrenildi. Efes Antik Liman Canlandırma Projesi için
Pamucak Turizm Yatırımcıları Birliği ile işbirliği
yaptıklarını belirten Selçuk Belediye Başkanı Vefa
Ülgür, projeyle zengin turizm potansiyeline sahip
ilçelerinin daha iyi noktaya geleceğini ve turizmin
çeşitleneceğini söyledi. Proje kapsamında kıyı
turizminin yapıldığı Pamucak sahilinde görsel
algılamayı iyileştirecek düzenlemeler yapılacağını
vurgulayan Ülgür, "Dönemin tüm özelliklerini
yansıtan, üç boyutlu Efes Antik Limanı örneği
oluşturulacak. O dönemin tarihsel veri tabanına göre
oluşturulacak alanda, açıklayıcı panolar, yükleme
vinci, yük balyaları, amforalar, büyük erzak
küpleri, çeşitli formlarda toprak kaplar, yük
arabası, sepetler, tenteler, saman balyaları,
çıpalar, ip kangalları, tomruklar ve biçilmiş
tahtalar olacak. Ayrıca pazar tezgahları, nakil
edilmeye hazır kübik yapı taşları, kolon başları,
işlenmemiş heykel blokları gibi unsurlar
sergilenecek. Antik döneme ait birer ticaret ve
savaş gemisi yapılarak, bu alana bağlanacak. Alan
bir açık hava müzesi haline getirilecek" diye
konuştu.
Merhum İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet
Piriştina'nın döneminde açılan 'İzmir Liman Bölgesi
İçin Kentsel Tasarım Uluslararası Fikir Yarışması'nı
Alman mimar Jochen Brandi kazanmıştı. Alman mimarın
projesinde Bayraklı'daki 550 hektarlık yeni kent
alanıyla beraber, Tepekule Antik Kenti'nin denizle
buluşması da öngörülüyordu. Brandi'nin projesine
göre İzmir kentinin ilk kurulduğu yer ile mevcut
İzmir'in bütünleştirilmesi planlanıyor. Projeye göre
Tepekule'nin yanında denizden alınacak suyla Laka
Deresi birleştirilerek bir gölet oluşturulacak.
Melez Deltası'nda farklı bir park öngören tasarımda,
Melez ile Manda Deresi denize dökülmeden önce bir
gölette birleştirilecek.
Kolokyumun açılışında yaptığı konuşmada iki
konuya değinen Demirtaş, "Antik kıyılar ve limanları
konuşurken ilk aklımıza gelen yer Efes. Efes bir
dönem bu bölgede en etkili yer ve bir liman kenti.
Ama bugün denizle ilişkisi yok. Aynı şekilde
İzmir'in ilk kurulduğu yer olan Bayraklı ve
Tepekule'nin de binlerce yıl önce deniz kenarında
olmasına karşın bugün denizle ilişkisi kesilmiş
durumda. İsteğimiz Bayraklı ve Efes'in tekrar denize
kavuşması, Efes'e yelkenlilerle ulaşabilmek" dedi.
Demirtaş, "Selçuk Belediyesi'nce hazırlanan bir
kanal projesi bulunuyor. Ama en büyük endişe, bu
kanal oluşturulurken tarihi eserler çıkacak
endişesi. Oysa biz denizi tarihe saygı için
getireceğiz. Toprağın altında bir tarih varsa da
toprağın üstüne çıkarabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti
bunu yapabilecek güce sahip. Biz bütün inşaatçı
üyelerin iş makineleri ile hiçbir bedel olmaksızın
kanalı açmaya talibiz" diye konuştu. Tepekule'nin
denize bağlanması ile ilgili Piriştina döneminde
Alman bir mimarın proje hazırladığını, bu projenin
ödül aldığını hatırlatan Demirtaş, "Umarım bakanlık
bu projelere destek verir ve Efes ile Bayraklı
tekrar denize kavuşur" dedi.
İzmir Fransız Kültür Merkezi'nin düzenlediği ve
iki gün sürecek olan 'Antik Türkiye'de kıyı ve
limanlar' adlı kolokyum, İzmir Ticaret Odası Meclis
Salonu'nda başladı. Fransız Kültür Merkezi'nin yanı
sıra Louvre Müzesi, Atina Fransız Okulu'nun
işbirliği ile gerçekleştirilen kolokyum Türk,
Fransız, Alman, İsrail, İtalyan ve İngiliz
üniversitelerinden akademisyenler katıldı.
Fransa'nın İstanbul Başkonsolou Herve Magro ise,
Türkiye kıyıları boyunca pek çok antik liman
olduğunu ve bunların büyük önem taşıdığını söyledi.
Magro, "Son 20 yıl içinde önemli bulgular ortaya
çıktı. Sayın Demirtaş'ın belirttiği gibi ticaretin
yönü medeniyet ile birlikte ilerler" dedi.
Yeni Asır, Haber: Sinan Doğan, 21.05.2010
|
|
AKDAMAR'IN DUVARINDA ANADOLU PARSI
Van’ın
Gevaş İlçesi’ndeki Akdamar Kilisesi Ermeni ve Türk
dostluğuna yaptığı katkının yanında, bilim
insanlarının çalışmalarına ışık tutuyor.
Van 100’üncü
Yıl
Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji
Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Özdemir Adızel,
‘Akdamar Tarihi Kilisesi’ne Biyolojik Bakış’ adı
altında yaptığı araştırmada, kilisenin
duvarlarındaki kabartmaları (rölyef) inceleyerek en
az 1100 yıl önce bu bölgede yaşayan hayvan türlerini
belirledi. Yrd. Doç.Dr. Adızel, şöyle dedi: “Bu
bölgede yaşamış nesli tükenmiş ya da hala yaşamını
sürdüren, 30’a yakın kuş, yırtıcı hayvan türü
belirledim. Bunların içinde Anadolu Parsı bile var.
Bu çalışma yörenin tanıtımına bilimsel katkı
sağlayacaktır.”
Hürriyet, Haber: Osman Bekleyen, 21.05.2010
|
İSTANBUL'UN
8 BİN YILLIK TARİHİ SERGİDE
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Sabancı Holding sponsorluğunda, “Efsane İstanbul: Bizantion’dan İstanbul’a - Bir Başkentin 8000 Yılı” başlıklı sergiye ev sahipliği yapacak.
5 Haziran-4 Eylül 2010 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak sergi, İstanbul’un, Marmaray Projesi kapsamındaki Yenikapı kazılarıyla daha da geriye giden 8000 yıllık eşsiz tarihini, 500’ü aşkın eserle gözler önüne serecek.
Sergi; İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Vatikan, Macaristan, Yunanistan, Avusturya, Belçika, Hollanda, İrlanda, Katar, Portekiz ve Rusya’daki önde gelen kurumlardan seçilen eserlere ev sahipliği yapacak.
Yurt dışından 39, Türkiye’den 19 olmak üzere toplam 58 müzeden seçilen geniş yelpazedeki eserler, sergi aracılığıyla ilk defa bir arada sunulacak.
Türkiye Gazetesi, 21.05.2010
|

Katar Müzesi'nden Fatih Sultan Mehmed portresi |
FRANSA'DA 613 MİLYON DOLARLIK MÜZE SOYGUNU

Çalınan eserler arasında Matisse'in 'Pastoral'i de var.
Paris'teki Modern Sanatlar Müzesi'nden,
Picasso'nun 'The Pigeon with the Peas', Matisse'in
'Pastoral' gibi eserlerinin de yer aldığı 5 tablo
çalındı.
Fransa'nın başkenti Paris'teki Modern Sanatlar
Müzesi'nden dün gece çalınan, aralarında Pablo
Picasso ve Henri Matisse'in eserlerinin bulunduğu 5
tablonun tahmini değerinin 613 milyon dolar olduğu
açıklandı.
Polis ve savcılık açıklamalarına göre, tabloların
çalındığı sabah fark edilince müze kordon altına
alındı ve hırsızlığın maskeli bir kişi tarafından
tek başına yapıldığı tespit edildi.
Bir güvenlik kamerası kaydında, maskeli hırsızın
müzeye pencereden girerek tabloları çaldığı görüldü.
Çalınan eserlerin, Picasso'nun "The Pigeon with the
Peas", Matisse'in "Pastoral", Georges Braque'un "Olive
Tree near Estaque", Amedeo Modigliani'nin "Woman
with a Fan" ve Fernand Leger'in "Still Life with
Chandeliers" olduğu belirtildi.
Eserlerin yerinde olmadığı müze açılmadan önce,
saat 06.50’de fark edildi. Prosedür gereği çalınan
tabloların fotoğrafları hemen
Interpol’e dağıtıldı. Polis, pencerenin yanı
sıra binanın içindeki bir güvenlik kilidinin de
kırıldığını tespit etti. Soruşturmaların gerektiği
gibi yapılabilmesi için müze geçici bir süre için
halka kapatıldı. 9 Haziran 2009’da da Picasso’ya ait
milyonlarca euro değerinde bir eskiz defteri Picasso
Müzesi’nden çalınmıştı.
Radikal - Milliyet, 21.05.2010
******
MÜZENİN ALARMLARI
BOZUKMUŞ
Paris Sanat Müzesi’nde
önceki gün yapılan soygun, güvenlikle ilgili
tartışmaları beraberinde getirdi.
Paris Belediyesi
Kültür Temsilcisi Christophe Girard, müzenin teknik
sorumlusunun alarmlardaki sorunu müze yönetimine
bildirdiğini ve birkaç haftadır alarmların
onarılmayı beklediğini açıkladı. Girard ayrıca üç
güvenlik görevlisine ve kameralara rağmen
bu soygunun nasıl gerçekleştiğini araştıracağını
söyledi. Kamera kayıtlarında hırsızın camı kırıp
içeriye girişi görülüyor. Çalınan eserler arasında
Henri Matisse, George Braque, Fernand Leger, Amedeo
Modigliani ve Pablo Picasso’nun tabloları bulunuyor.
Sadece Picasso’nun tablosunun 25 milyon euro
değerinde olduğu bildirildi.
Milliyet, 22.05.2010
|
 |
OTOMOBİL KOLTUĞUNUN ALTINDAN TARİHİ ESERLER ÇIKTI
Konya'da polisin durdurarak arama yaptığı otomobilin koltuğunun altında Roma dönemine ait hayvan ve insan figürlerinin de bulunduğu çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, Asayiş Şube Müdürlüğü'ne bağlı ekipler merkez Karatay İlçesi İstanbul Caddesi üzerinde şüphelendikleri Hasan K.'nin kullandığı 42 KC 550 plakalı otomobili aradı. Otomobilde yapılan ilk kontrolde bir adet dedektör ve dedektöre ait kulaklık bulan polis detaylı arama yaptı. Otomobilde koltuk altına gizlenmiş bir poşet içerisinde Roma dönemine ait tarihi eserleri buldu. Şüpheli Hasan K. gözaltına alınarak Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Ele geçirilen tarihi eserlerin arasında 2 adet insan, 3 adet hayvan figürünün yanı sıra çok sayıda geçmiş dönemlerde kullanılan yüzük ve takılar olduğu öğrenildi. İfadesi alınan şüpheli Hasan K., Konya Numune Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirilerek adliyeye sevk edildi.
Manşet Gazetesi, 20.05.2010
|
TÜRKİYE'DE 3 TANE VAR
Afyonkarahisar'da
Selçuklular döneminde yaptırılan Ulu Cami, mimarisi
ve manevi havasıyla görenleri büyülüyor. 738 yıldır
ayakta duran 40 direk üzerine oturtulan camiden
Türkiye'de sadece 3 tane bulunuyor.
Anadolu'da ahşap direkli camilerin en eskilerinden
olan Afyonkarahisar'daki Ulu Cami, 1272-1277 yılları
arasında Sahipata Nusretüddin Hasan tarafından
yaptırıldı. Cami minberinin kapı kanatlarındaki
kitabede, ahşap ustasının Emir Bey olduğu
belirtiliyor. 226 metre yüksekliğindeki Afyon
Kalesi'nin eteğine inşa edilen Ulu Cami, kentin en
büyük camisi konumunda bulunuyor.
Cami, 40 ahşap direk üzerine oturtulmuş olması
sebebiyle "Kırk Direkli Cami" olarak da anılıyor.
Selçuklu Türkleri zamanında, başlıklar üzerine
konulan ahşap atkıların yan yüzeyleri renkli
motiflerle işlenirken, günümüzde ise bu motifleri
görmek mümkün olmuyor. Caminin, doğu, batı ve kuzeye
açılan 3 kapısı bulunuyor. Selçuklu tarzı oymalı,
iki kanatlı minber kapısı üzerindeki kitabede ise
bazı ayetler yazıyor. Geçen yıllarda eski biçimi
korunarak yeniden onarılan cami, ahşap mimarisi ve
yeşil sırlı tuğlalı baklava dilimi tuğla minaresiyle
de Selçuklu döneminin eşsiz örneklerinden birini
oluşturuyor. Anadolu'da ahşap direkli cami
örneklerinden biri olan Ulu Cami, yıllara meydan
okumayı sürdürüyor.
Afyon Haber, 20.05.2010
|
|
 |
ALLIANOI İÇİN BİR İMZA DAHA
İzmir'in Bergama İlçesi'nde bulunan antik sağlık merkezi Allianoi için imza kampanyası sürüyor. Dünyaca ünlü sağlık merkezi yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı'nın suları altında kalma tehlikesi içinde.
Allianoi Girişim Grubu tarafından yürütülen kampanyanın imza metninde Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'a şöyle sesleniliyor:
“2000 yıllık geçmişiyle Dünya'nın bu büyüklükteki en iyi korunmuş sağlık yurdu ALLIANOI'un Yortanlı barajı nedeniyle mille (çamurla) kapatılarak suya gömülmek istenmesi üzüntü vericidir.
1998 yılından itibaren gerçekleştirilen kazı çalışmalarında elde edilen bilimsel verilerle akademik çevrelerce sayısız kaynaklara giren ALLIANOI sadece ülkemizin değil dünyanın da önemli sağlık merkezlerinden biridir.
Yerinde korunarak geleceğe taşınması için projeler üretilebilecekken kısa vadeli hesaplarla yok olmasının önüne geçilmesi gelecek nesiller adına önem taşımaktadır. ALLIANOI Bergama'yla bütünleşen, Bergama ve çevresindeki yerleşim yerleri için de umut veren bir sağlık yurdudur.
Kültür beşiği Anadolu'nun bu önemli örneğinin yapılacak bilimsel kazı çalışmalarıyla birlikte ve araştırmalarla yüzyıl sonrasına kazandırılabileceğine inanıyoruz. Unesco Dünya Kültür mirası listesine girmek amacıyla çalışmalar yürüten Bergama'nın insanları eminiz ALLIANOI ile bir ülkenin kaderini değiştirebilecek güce sahip olduklarının farkındadır.
Son üç yıldır ısrarla verilmeyen kazı iznin bu yıl gecikmeden verilmesini talep ediyoruz.”
Birgün, 20.05.2010
|
OSMANİYE MÜZESİ'NİN YERİ TEKRAR DEĞİŞTİRİLDİ
Osmaniye’de üç
yıl önce müzeye dönüştürülen güçlendirme projesi,
sergi projesi ve kısmen bütçesi hazırlanan, ayrıca
2010 yılında açılacak yeni müzeler listesinde yer
alan, eski valilik binasının yerindeki
Osmaniye Müzesi için verilen sözler yerine
getirilmedi.
Dün, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan çıkan ani bir
kararla müzenin yerinin
Osmaniye Kültür
Merkezi’nin karşısında deprem fay hattındaki
bir alan uygun görülerek tekrar değiştirildiği ve
yeni müze için atamalar yapıldığı belirtildi.
Osmaniye’de müzenin eski yerinde kalması için sivil
örgütlerce oluşturulan Müze Çevre Platformu üyeleri,
dün yeniden bir araya gelerek bu kararın
durdurulması için eylem hazırlıkları
başlatacaklarını bildirdiler. Bu konuda sivil
örgütlerle birlikte mücadele veren ünlü arkeolog
Prof.Dr. Halet Çambel, kendisini
iki ay önce ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a, sunduğu sorunlar
paketi içerisinde müzenin yerinde kalması ve bir an
önce açılması konusunda bir yazı vermişti. Günay da
konuyla ilgileneceğini belirtmişti.
Cumhuriyet, 20.05.2010
|
BAYKAM'DAN MUNCH'A SAYGI
Baykam’ın Munch anısına gerçekleştirdiği yapıtları, son yıllarda resim çalışmalarına paralel olarak devam ettirdiği ve lens teknolojisi uygulayarak gerçekleştirdiği 4D yapıtlarından oluşuyor.
Ekspresyonistler içerisinde özel bir yere sahip olan ve en önemli temsilcilerinden biri olarak gösterilen Munch, çalışmalarında genellikle huzursuzluklar, bunalımlar, ölüm gibi temaları işlemiş. Munch’un “Çığlık” adlı işi de üzerine en çok konuşulan yapıtı. Müzenin müdürü Marc Restellini, herkesin “Çığlık”tan söz ettiğini, halbuki sanatçının başka önemli eserlerinin olduğunu belirtiyor.
Bedri Baykam da sergi için yaptığı hazırlıklar çerçevesinde, Munch’un vatanı Norveç’e gitti ve Oslo’da Munch Müzesi’nde araştırmalar gerçekleştirdi. Tüm bu ön hazırlıklar sonucunda eserlerini kurgulayan Baykam, yaptığı araştırmaların ardından Restellini’nin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gördüğünü belirtiyor.
Habertürk, Haber: Hülya Küpçüoğlu, 20.05.2010
|
 |
2 ASIRLIK CAMİYİ YIKTILAR, 'TARİHİ ESER' DENİLEN 34
YILLIK MİNARE KALDI

Sivas'ta Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun verdiği karar şaşkınlık uyandırdı.
Köylülerin isteği üzerine 220 yıllık Sarıyar
Camii'nin yıkılmasına onay veren Kurul, minarenin
tarihi eser niteliği taşıdığını belirterek korunması
gerektiğine hükmetti.
Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, Yıldızeli İlçesi'ne bağlı Sarıyar Köyü'nde
ilginç bir karara imza attı. Osmanlı'nın son
döneminde yapılmış 220 yıllık Sarıyar Camii'nin
yıkılmasına izin veren Kurul, 34 yıllık minaresinin
korunmasına karar verdi. Yapının yerine daha büyük
betonarme bir cami inşa etmeyi isteyen köylüler
karara yapılacak itiraz süresini beklemeden tarihi
camiyi yerle bir etti. Yıkım kararını valilik bir
üst kurula götürürken köy halkı yeni caminin
yapımına başladı bile.
Sarıyar sakinleri, köylerindeki 220 yıllık tarihi
camiyi yıkarak yerine daha büyük bir cami yapmak
için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na
başvurdu. Köylülerin yazılı talebi üzerine caminin
tarihi özellikleri araştırıldı. Sivas Müzeler Müdürü
Yusuf Altın, köye giderek caminin fotoğraflarını
çekti ve arşivlerde camiyle ilgili belgeleri
inceledi. Aynı zamanda Osmanlı dönemi mimarisi ve
sanat tarihi uzmanı olan Altın, caminin ahşap
kitabesi bulunduğu, son Osmanlı dönemi mimari
özelliklerini taşıdığı ve tarihi eser olarak tescil
edilmesi gerektiği yönünde rapor hazırladı. Altın,
camiyle ilgili Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde de
belge olduğunu raporuna ekledi.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'nda köylülerin camiyi yıkma talebi ve
Altın'ın hazırladığı rapor görüşüldü. Görüşmeler
sonucunda 1790 yılında yapılan tarihi caminin
yıkılmasına, 1976 yılında caminin yanına sonradan
ilave edilen minarenin ise korunmasına karar
verildi. Bu karara, camiyi yerinde görüp tarihi eser
olduğu yönünde rapor hazırlayan Müzeler Müdürü Yusuf
Altın, muhalefet şerhi koydu. Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, oyçokluğuyla alınan yıkım kararının
iptali için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu'na itiraz ederek kararın
düzeltilmesini istedi. Bu arada Yüksek Kurul'un 6
aylık itirazı değerlendirme süresi beklenmeden
tarihi eser köylüler tarafından yıkıldı. Şu anda
köylüler imece usulüyle betonarme yeni caminin
yapılması için hummalı bir çalışma yapıyor. Bin 870
nüfuslu köyde 400 kişilik başka bir caminin inşaatı
da devam ediyor.
Mevcut caminin yetersiz olduğu için yıkılmasını
istediklerini belirten Sarıyar Köyü Muhtarı Yahya
Acar, izin alarak 100 yılı aşkın süredir hizmet
veren caminin yerine daha geniş bir cami yapmaya
başladıklarını söyledi. Acar, yıkılan caminin tarihi
bir özelliğinin bulunmadığını, içinde sadece bazı
tarihi ahşapların olduğunu savundu. Sivas Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürü Musa Törnük
de yıkılan caminin tarihi bir özelliğinin
bulunmadığını ileri sürdü. Kurulun bu nedenle böyle
bir karar aldığını ifade eden Törnük, "Cami zaman
içinde sürekli yenilenmiş ve genişletilmiş. Bu
çalışmalar sırasında eski caminin de bazı
malzemeleri kullanılmış. Sarıyar Camii, 1956 yılında
bugünkü halini almış." dedi. Yeni cami inşaatının
başlayabilmesi için kuruldan izin alınması
gerektiğini de aktaran Törnük, köylülerin inşaatı
başlatarak yanlış yaptıklarını kaydetti.
Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 20.05.2010
|
 |
TOKİ, TARİHİ MARDİN EVLERİNİ YENİLEYECEK
Mardin evlerinin kaçak ve sağlıksız yapılardan kurtarılarak turizme kazandırılması amacıyla Mardin Valiliği'nin görüşleri doğrultusunda başlatılan proje Toplu Konut İdaresi (TOKİ), kentsel yenileme projesi kapsamında ele alınıyor. TOKİ proje kapsamında Mardin'de 1440 konut inşaa edecek. Tarihi ve yöresel mimariye uygun inşaa edilecek konutların ihalesi 1 Haziran'da yapılacak. TOKİ'nin inşa edeceği 1440 Mardin evi, yöresel mimarinin özelliklerini yansıtacak ve binaların dış cepheleri, yörede yoğunlukla kullanılan Mardin taşıyla kaplanacak.TOKİ'den yapılan açıklamaya göre, ''Tarihi Mardin Evleri Projesi'', Nur Mahallesi'nde sit alanı olarak üzerinde tescilli yapıların bulunduğu yaklaşık bin 210 dönüm yüzölçüme sahip bölgede hayata geçirilecek. Bölgedeki tarihi özelliği olmayan binalar yıkılacak ve yörenin tarihi yapısına uygun olarak yapılacak. Mardin'deki kentsel dönüşüm projesi kapsamında ise Mardin sit alanındaki 2 bin 500 beton yapı yıkılarak, ilk etapta 1140 konut olmak üzere, yerine toplam 3 bine yakın konut yapılacak. Yapımı tamamlanan konutların 700'üne evleri yıkılan ailelerin yerleştirilmesi öngörülüyor.
Kentsel dönüşüm projesi kapsamında toplam 4 bin 760 konut üzerinde yapılan inceleme sonucunda 570 binanın tamamen, 860 binanın ise bir bölümünün yıkılmasına karar verildi. Tamamı yıkılacak yaklaşık 570 adet yapı için 49 milyon 517 bin 780 lira, bir bölümü yıkılacak yaklaşık 860 adet yapı için ise 38 milyon 796 bin 244 lira olmak üzere toplam 88 milyon 314 bin lira kıymet takdir bedeli belirlendi.
Sabah, 20.05.2010
|
DEĞERLİ BİR TABUT ORTAYA
ÇIKARILDI
Paralimni Belediyesi’nin
“Protara” bölgesinde önceki gün yaptığı sahil şeridi
yol yapım çalışmaları sırasında, “büyük tarihi
değeri olan” bir tabut bulduğu bildirildi.
Politis gazetesi, Rum
Arkeoloji Dairesi’nin tabut üzerinde araştırma
yaptığını ve söz konusu tabutun MÖ 3. yüzyıl ile MS
ilk yüzyıllar arasında kullanıldığının tahmin
edildiğini yazdı.
Gazete, tabutun
bulunduğu yerde yapılan kazılarda, cam ve kilden
yapılmış çanak ve çömlek kalıntıları ile 4 lahit
daha bulunduğunu ve bu lahitlerden birinin üzerinde
süsleyici resimler olduğunu kaydetti.
Kıbrıs Gazetesi,
20.05.2010
|
|



|
TARİHİ SU KEMERİ TİTİZ BİR ÇALIŞMAYLA GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Antakya Belediyesi ekiplerinin kazıları sırasında MS 1 yüzyıldan kalma su kemerinin bulanması üzerine durdurulan altyapı çalışmalarının Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nün denetiminde yeniden başladığı, çalışmaların sürekli olarak müze görevlilerince denetlendiği bildirildi.
Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürü Nalan Yastı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bağrıyanık Mahallesi Kışlasaray Caddesi'nde, Antakya Belediyesi tarafından yağmur suyu taşkınlarını önlemek için yürütülen çalışma kapsamındaki kazı sırasında tarihi su kemerinin ortaya çıktığını hatırlatarak, bu nedenle kazı çalışmalarının durdurulduğunu anımsattı.Durumun Adana Yüksek Anıtlar Kurulu'na bildirildiğini belirten Yastı, '''MS 1. yüzyıldan kalma, yaklaşık eksi 6 metre kotta bulunan, 4 metre yüksekliğinde, 3 metre eninde ve 430 metre uzunluğunda tarihi su kemeri halen sağlamlığını koruyor. Kemer, Adana Yüksek Anıtlar Kurulu tarafından yapılan incelemenin ardından da kültür varlığı statüsünde değerlendirilerek tescil edildi'' dedi.
Yastı, su kemerinin tarihi eser olduğunun belirlenmesi sonrası durumun Antakya Belediyesine de bildirildiğini belirterek, kazı çalışmalarının kamu yararına olduğu gerekçesiyle tamamlanması için gerekli kolaylığı sağlayacaklarını kaydetti.Çalışmaların kendi kontrollerinde yeniden başladığını analatan Yastı, şunları söyledi:''Tescillenen tarihi eserin zarar görmemesi için görevlilerimiz çalışmaların tüm aşamalarını denetliyor. Ayrıca, Antakya farklı uygarlıklara ev sahipliği yapan bir kent olduğu için kazı çalışmaları sırasında yeni tarihi kalıntılarla da karşılaşabiliriz. Bu nedenle denetimlerimiz proje tamamlanıncaya kadar sürecek.''
Antakya Belediye Başkan Yardımcısı Faik Selçuk Kızılkaya da, 430 metre uzunluğundaki su kemerinin ilk günkü gibi sağlam kaldığını, tarihi eserden aslına zarar verilmeden yararlanılacağını söyledi.Kemerin yapılma amacının tahliye ve taşkını önlemek olduğunu anlatan Kızılkaya, şöyle devam etti:'Su kemerine zarar vermeden çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Antakya Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM) ile Sivil Savunma ekipleriyle su kemeri içinde oksijenli tüplerle kapsamlı incelemelerde bulunacağız. Projeye uyum sağlarsa tarihi kemerden yararlanacağız.''
Hatay Gündem, 19.05.2010
|
İŞTE 700 YIL
ÖNCE ÖLEN ŞÖVALYE
Milliyet,
20.05.2010
|
|
 |
TARİH AYIBI SON BULACAK
İzmir'in Ödemiş İlçesi’ne bağlı Birgi Beldesi’nde tarih yeniden canlanacak. 16’ncı Yüzyıl’da yapılan “Şeyh Muhittin” ve “Derviş Ağa Hamamı” olarak bilinen, bir dönem yağhane, 1990’lı yılların başından itibaren de koyun ağılı olarak kullanılan tarihi yapı restore edilerek, etnografya müzesine dönüştürülecek.
Belediye Başkanı Cumhur Şener, hazırladıkları projenin İzmir 2 No.lu Tabiat Varlıkları Kurulu’nca onaylandığını söyledi. İl Özel İdaresi’nden 1.5 milyon lira ödenek isteyeceklerini belirten Şener, şöyle dedi: “Birgi’nin yakın tarihimizde kullandığımız tüm objeleri burada sergileyeceğiz.”
Milliyet Ege, Haber: Yüksel Balcı, 19.05.2010
|
TARİHİ SİKKELER ELE
GEÇİRİLDİ
Aksaray'da polisin
takibe aldığı bir kişinin elindeki karton kutu
içinde 933 adet tarihi sikke ele geçirildi.
Aksaray Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
(KOM) Şubesi ekipleri Ümit C.'nin(23) elinde tarihi
eserler olduğu ve bunları satmak istediği bilgisine
ulaştı.
Şahsı takibe alan ve
bağlantıya geçen ekipler şahsın elinde bir kutu ile
yola çıktığını görünce operasyon düzenledi.
Sokak ortasında elinde
karton bir kutu ile yakalanan Ümit C. gözaltına
alınırken, kutunun içinden 933 adet
tarihi sikke çıktı.
Sikkelerin Bizans, Roma
ve Hellenistik Çağ'a ait olduğu öğrenildi.
Olayla ilgili soruşturma
sürüyor.
Aksaray Kent Haber,
19.05.2010
|
|
DÜNYANIN İLK
TAPINAĞI GÖBEKLİTEPE'DE Mİ?
Şanlıurfa
Göbekli Tepe’deki araştırmalarını sürdüren
biliminsanlarına göre, bölge dünyanın ilk kutsal
yeri.
“İnsanlar ilk nasıl ibadet etti? Dini törenler nasıl
ortaya çıktı?” gibi soruların yanıtlarını arayan
uzmanlar tarafından bölgede 1995 yılında başlayan
kazılarda çok önemli bulgular elde edildi. Günümüze
kadar yapılan kazılar sonucunda Göbekli Tepe’nin
Neolitik Çağ yerleşimi olduğu anlaşıldı.
Tarihi MÖ 11 bin yıllarına uzanan Neolitik Çağ’dan
kalma, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari
kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı
yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu taşlar
günyüzüne çıkartıldı. Bölgenin önemi ise günyüzüne
çıkarılan en büyük tapınma alanını barındırması
olarak açıklanıyor.
Kazı ekibinin başındaki arkeolog Klaus Schmidt’e
göre Göbekli Tepe dünyanın ilk kutsal bölgesi.
Schmidt şöyle diyor: “Göbeklitepe’deki kazılarda
elde ettiğimiz bulgularla, dünyanın bilinen en eski
tapınma merkezlerinden birinin bu bölgede olduğunu
ortaya çıkarmıştık. Ancak, son kazı çalışmalarıyla
bölgenin dünyanın en büyük tapınma merkezi olduğunu
saptadık. Yaptığımız araştırmalarda, Neolitik Çağ’da
yaşamış insanların, yabani sığır, akrep, tilki,
yılan, aslan, yaban eşeği, yaban ördeği ve yabani
bitki kabartmalarını incelediğimizde hayvanlarını
evcilleştiremedikleri sonucuna ulaştık. Ayrıca,
dikili taşların üzerindeki resimler ve kabartmalar o
dönemde yaşamış olan insanların sanatları hakkında
bizlere fikir veriyor. Buradaki tapınak, dünyanın
bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıyor.”
Birgün,
19.05.2010
|
KALEHÖYÜK KAZILMAYI BEKLİYOR
Kırşehir il merkezinde bulunan Kalehöyük, tekrar kazılacağı günü bekliyor.
25 Kasım 2009 tarihinde ilk kazmanın vurulduğu Kalehöyük'te bir çok tarihi eserin çıktığı ve tarihlerinin eski olduğu biliniyor. Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kırşehir Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nce yürütülen Kalehöyük kazı çalışmalarında, 1,5 metre derinlikte yakın Osmanlı dönemine ait bulguların bulunmasının ardından 4 metre derinliğe inilmiş ve eski yapılarla birlikte bir çok tarihi eser bulunmuştu. Kale olarak bilinen yerin 50 yıl önce arkeologlar tarafından incelendiği ve ilk yüzeysel araştırmanın Arkeolog Prof.Dr. Bahadır Alkım tarafından yapıldığı biliniyor. Yapılan incelemelerde, yükseltinin höyük olduğu tespit edilmiş ve yıllar sonra ilk kez Ahi Evran Üniversitesi ve Kırşehir Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından kazılmıştı. Kazılarda elde edilen bulguların incelenmesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığına başvurulduğu biliniyor. Kazıların devam etmesi ve genişlemesi için Bakanlığın kazıyı desteklemesi gerekiyor.
Kırşehir merkez'de bulunan Kale höyük'ün kazılmasının önemi de yine Japonlar tarafından kazılan Kaman Çağırkan Kalehöyük Müzesi'nin bu yıl açılacak olması. Kaman Kale höyük müzesinin açılışından sonra, Kırşehir'e gelecek olan Japon turistlerin çok yakında bulunan Kırşehir Kale höyük kazılarını da yerinde inceleyeceği düşünülüyor. Merkezde olması sebebi ile ulaşım problemi olmayan ve üniversiteli öğrenciler için uygulamalı derslerin sürekli yapılabileceği alan şimdilik etrafı tellerle çevrilerek, üzerine örtü ile korunuyor.
Beyaz Gazete, 19.05.2010
|
ŞAHİN: MÜZELER
ORTAK TARİH BİLİNCİ OLUŞTURUYOR
TBMM Başkanı
Mehmet Ali Şahin, sahip olunan tarih tecrübesinin ve
eşsiz kültür hazinelerinin, müzeler aracılığıyla
gelecek kuşaklara aktarılmasının ortak tarih
bilincinin oluşmasına katkıda bulunduğunu bildirdi.
Şahin, Müzeler Haftası dolayısıyla yayımladığı
mesajda, toplumların, ekonomik zenginliklerinin
ötesinde bilim, kültür ve sanat gibi değerleriyle
varlık gösterdiklerinde çağdaş dünya ile
bütünleşerek, gelişip saygınlık kazanabileceklerini
ifade etti.
Türkiye
Gazetesi, 19.05.2010
|
30 BİN YILLIK
SEKS OYUNCAĞI
Almanya'daki bir mağarada bulunan, silt taşından
yapılmış penise benzeyen nesne, Tubingen
Üniversitesi'nde incelendi.
Independent'in haberine göre, incelemeyi yapan bilim
insanları, bu nesnenin hem ateş yakmak için
kullanıldığını, hem de bilinen ilk "seks oyuncağı"
olarak kullanıldığını düşündüklerini açıkladılar.
O dönemde kadınlardan ilham alan objelere
rastlamanın alışıldık olduğunu, ancak bunun gibi
erkeksi nesnelerin görülmesinin pek nadir
yaşanıldığını söyleyen araştırmacılar, silt taşından
yapılan bu nesnenin üzerindeki desenlerden, ne için
kullanıldığını anlamanın çok da zor olmadığını
belirtiyorlar.
Mağaranın içerisinden toplanan bir düzineden fazla
küçük parçanın birleştirilmesiyle ortaya çıkarılan
aletin, ilkel insanlar tarafından değil, modern
insanlarca yapılıp kullanıldığı düşünülüyor.
Araştırmacılar, parçalara bölünmüş halde buldukları
nesnenin nasıl kırıldığının anlaşılamadığını
söylüyorlar.
Milliyet,
19.05.2010
|
|
NEMRUT YOLU 2 KENTİ
BİRBİRİNE KÜSTÜRDÜ
Günlerdir Adıyaman ve
Malatya kamuoyu tarafından gündeme getirilen ve iki
komşu kenti adeta birbirine küstüren 'Nemrut Dağı'na
Adıyaman'dan da, Malatya'dan da Gidilmeli'
tartışmalarına Adıyaman Valisi Ramazan Sodan, ılımlı
yaklaşarak,"bence Malatya yolunun Adıyaman yolu ile
birleştirilmesinde bir sakınca yok, birbirine
bağlanan yollar kültürel gelişmeye de önemli
katkılar sağlar" dedi.
Nemrut Dağı'na giderken
görülmesi gereken bütün tarihi ve turistlik yerlerin
Adıyaman güzergahında bulunduğuna dikkat çeken Vali
Sodan:"Malatya'nın bu konuda talebi oldu. Onlar
Nemrut Dağı yolunun Adıyaman'dan gelen yolla
birleştirilmesi talep ettiler. Bu talebin
gerçekleşmesinde bence sakınca yok. Malatya ve
Adıyaman milletvekilleri konuyla ilgili görüşmeler
yapıyorlar. Malatya yolu Adıyaman yolu ile birleşse
dahi Nemrut güzergahında bulunan bütün tarihi ve
turistlik yerler Adıyaman tarafında kalıyor. Yani
Malatya yolunun Adıyaman'dan gelen yol ile
birleştirilmesi bizi olumsuz etkilemez" diye
konuştu.
Adıyaman'a gelen turist
sayısında ki düşüşe de değinin Vali Sodan,
konuşmasını şu şekilde tamamladı: "1990'lı yıllarda
Adıyaman en çok turist ağırlayan kentlerin başında
gelirdi. Fakat Güneydoğu'da ki terör olaylarının
izleri Adıyaman'a gelen turist sayısını ciddi
anlamda düşürdü. Adıyaman'da çok şükür terör yok ama
turistler bölgede ki sıkıntılar nedeniyle bu bölgede
ki tarihi yerleri gezmekten çekiniyorlar."
Adıyaman Kent Haber,
18.05.2010
|
 |
KASTAMONU'NUN TARİHİ EVLERİNE BAKANLIKTAN 1.1 MİLYON TL HİBE
Kastamonu Tarihi Evleri ve Kültür Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı İsmail Buturoğlu, kültürel varlıklara yönelik 69 projeye 726 bin 922 TL hibe alındığını belirtti.
Kastamonu Tarihi Evleri ve Kültür Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı İsmail Buturoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 15.07.2005 tarih ve 25876 sayılı kararı gereği, 2005 yılından beri her yıl verilen hibe proje ve uygulama yardım başvurularını inceleyerek, karara bağladığını açıkladı.
Yapılan başvurular arasında, 69 projeye 726 bin 922 TL hibe yardım alındığını açıklayan Buturoğlu, şöyle devam etti:
"Geçtiğimiz yıl 16 uygulama onarım yardım karşılığı 400 bin TL hibe yardım almıştık. Bu son yardım ile birlikte toplamda 1 milyon 126 bin 922 TL hibe yardım alınmıştır. Kültür Bakanlığı bu hibe yardımın da yüzde 30'unu Kastamonu'na vermeye karar verdi. Bu da büyük bir başarıdır. Kastamonu Tarihi Evleri ve Kültür Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneği olarak bu konuda emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz."
Kastamonu Postası, 18.05.2010
|
TARİHİ ANKARA EVLERİ GERİ DÖNÜYOR
Altındağ Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, Hamamönü çevresine "sanat sokağı" kuruyor.
Tarihi dokuyla bezenen çevre şimdiden güzel vakit geçirmek isteyenlerin uğrak yeri oldu .
Tarihi dokuyla dokunan Altındağ ve Hamamönü çevresi geçmişiyle buluşturuluyor. Proje kapsamında 22 eski Ankara evi yeniden inşa edilecek. Bu evlerde sanatçılar sadece su ve elektrik giderlerini ödeyerek kalabilecek.
Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, "Özellikle unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarıyla uğraşan sanatçılara verebileceğimiz bir sanat sokağı yapıyoruz. Burada tamamen Ankara evlerinden oluşan iki sokak olacak. En geç 3 ay içinde bitmiş olacak" dedi.
Yapılan çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki birlikte denetledi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise "Bu çerçevedeki doku bir üniversite çevresine, başkent dokusuna yakışmayan düzeydeydi. Gezdik ve gezerken hangi mekanlardan dönüştüğünü siz de gördünüz" şeklinde konuştu.
Trt/Haber, 18.05.2010
|
 |
SELİMİYE CAMİİ, DÜZENLEME SONRASI KENTİN BULUŞMA
YERİ OLACAK

Selimiye Camii ve Çevresi Ulusal Kentsel Tasarım
Proje Yarışması'nda dereceye girenlere ödülleri
törenle verildi.
Edirne Belediye Başkan Yardımcısı
Nihan
Akdere, Edirne Ticaret ve Sanayi Odasında
düzenlenen törende yaptığı konuşmada, Edirne'nin
Osmanlı Devleti'nin ikinci başkenti olduğunu
belirtti. Edirne'nin camileri, hanları ve
kervansaraylarıyla tarih şehri olduğunu ifade eden
Akdere, şunları söyledi:
''Türkiye'nin dünya mirası ön listesinde yer alan,
bu yıl dünya mirası olması için
UNESCO'ya
önerilen Mimar Sinan'ın ustalık eseri
Selimiye Camii hem ülkemiz hem de kentimiz
açısından çok önemlidir. Selimiye Camii ve
çevresinin tarihi ve kültürel potansiyelinin
korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla
Selimiye Camii ve Çevresi Ulusal Kentsel Tasarım
Proje Yarışması düzenlemiştik. Yarışmada dereceye
giren projeler belirlenmişti. Bugün hem proje
sahiplerine ödüllerini vereceğiz hem de projeler
üzerinde konuşma fırsatımız olacak.''
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
öğretim üyesi ve jüri başkanı Prof.Dr.
Zeynep Ahunbay ise yarışmaya katılan proje
sahiplerine teşekkür etti.
Toplam 54 projenin yer aldığı yarışmada, Prof.Dr.
Zeynep Ahunbay,
Prof.Dr.
Nevzat İlhan, Prof.Dr.
İlgi Yüce
Aşkun, Doç.Dr.
Yegan Kahya Sayar,
Dr. Oktan Nalbantoğlu, Dr.
Turgay Ateş, mimarlar
Yeşim Hatırlı
ve Orçun Ersan'dan oluşan jüri,
katılımcılardan gelen soruları yanıtladı.
''Selimiye Camii Kentsel Buluşma Merkezi
Haline Gelecek''
Yarışmada birinci olan grupta yer alan
Beril
Serbes, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Edirne Belediyesinin Selimiye Camii'nin Dünya Kültür
Miras Listesi'ne alınması için büyük çaba
harcadığını belirtti.
Böyle bir projede birinci olduğu için çok mutlu
olduğunu ifade eden Serbes, ''Bu proje uygulandığı
zaman Selimiye Camii kentsel buluşma merkezi haline
gelecek. Şu anda yanından geçilip gidilen, çevresi
bakımsız bir yapı halinde. Proje uygulanmaya
başlayınca uygun görülen yollar kapanacak, çevresi
daha düzenli hale gelecek. Mimar Sinan Caddesi'nin
canlandırılması bu proje için çok önemli. Bu cadde
yayalaştırıldıktan sonra daha turistik olacak ve
Selimiye Camii'ni çekim noktası haline getirecek''
dedi.
Tören, yarışmada dereceye girenlere ödüllerinin
takdim edilmesiyle son buldu.
Yapı, Fotoğraf: Hakan Şahin/AA, 18.05.2010
|

 |
5 MEZAR VE 2500 YILLIK İLAÇ ŞİŞESİ
Muğla’nın Bodrum İlçesi'nde Hellenistik döneme ait 5 lahit mezar ile 2 bin 500 yıllık ilaç şişesi bulundu.
Türkkuyusu mahallesindeki bu çalışmalar sırasında ortaya çıkan tarihi eserler Bodrum’un tarihine ışık tutacak nitelikte.
Kazıda önce 5 lahit mezar bulundu. Hellenistik dönemin eczacısı "dionycioy" imzalı ilaç şişesi de, bir başka eser.
Arkeolog Ece Benli Bağcı, kalıntıların ortaya çıkması ile durdurulan inşaatta kazı çalışmalarına başladıklarını, önlerine çıkan duvarları takip ettiklerinde Hellenistik döneme ait 5 adet pişmiş topraktan yapılmış lahit bulduklarını belirtti.
Kazılar, antik Halikarnassos kent planı hakkında ipuçları içeriyor. Arkeolog Bahadır Berkaya ise "Kalıntılar çıktıkça antik Halikarnasos bize adeta toprağın altından gülümsüyor. Bu bilgileri yerinde eserleri ile birlikte gösterdiğiniz zaman, insanlar şehri dolaşırken kalıntıları hissedecekler, antik çağa gideceklerdir" dedi.
Trt/Haber, 18.05.2010
|
"MÜZEDE 16 BİN 43 ESER
BULUNUYOR"
Bolu Müze Müdürü
Mustafa Güneş, "Müzemizde 2 bin 977 adet arkeolojik,
bin 689 adet etnoğrafik ve 11 bin 377 adette sikke
olmak üzere toplam 16 bin 43 adet eser bulunuyor."
dedi. Güneş, yaptığı açıklamada, eserlerin 8 bin
350'sinin arkeoloji ve etnoğrafya salonlarında
sergilendiğini kaydetti. Güneş, şöyle devam etti:
"Müzemiz gerek eser sayısı, gerekse teşhir
çeşitliliği ve düzenlemesi ile bölgemizdeki en
zengin müzeler arasında yer almaktadır. Müzemizde
aylık ortalama olarak bin 100 civarında ziyaretçimiz
bulunmaktadır. Pazartesi hariç haftanın her günü
mesai saatlerinde açık olan müzemiz ücretsiz olarak
ziyaret edilebilmektedir." Güneş, en büyük
temennisinin ise ziyaretçi sayısının halk ve öğrenci
katılımıyla artması yönünde olduğunu belirtti.
Bolunun Sesi, 18.05.2010
|
İSTANBUL KİMİN ŞEHRİDİR?
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı’nın bütçesini kim ya da kimler talan etti?
Bilinmiyor.
Açıklanmayacak, bunu biliyoruz.
Bu durumun böyle olacağını, o Ajansın birilerine
‘bağışlanmak’ için kurulduğunu daha ilk gün yazdık,
söyledik.
Gerekçemiz ise açıktı.
‘Ajans’ın başına iş bilmez, gözü aç, sanat ve kültür ile ilişkileri tamamıyla
tartışmalı olan isimler üşüşüyor’ demiştik.
Öyle de oldu.
Daha kurulduğu ayın hemen ertesinde “İstanbul
camileri için Uşak kilimleri projesi” adıyla kimlere
ne kadar para transfer edildiğini sorguladık.
“Bu iş hangi akla hizmettir” dedik.
Yanıtlayan olmadı.
Yine kuruluşunun daha ilk yılı dolmadan, Nuri
Çolakoğlu’nun tam da AKM tartışmaları sürerken istifa nedenlerini sorguladık.
“Olup bitenler halkla paylaşılmalı; Ajans’ta
kaynayan cadı kazanından, pis kokular yükseliyor”
dedik.
Dinleyen olmadı.
İşin başına bir ‘tüccar’ getirildi. “Sanat ve
kültürle Şekip Avdagiç’in ilişkisi ne?” diye sorduk.
Duyan olmadı.
Avazımız çıktığı kadar bağırdık.
AKM’nin önünde, olmadı 2010 Ajansı’nın dış
kapısının önünde, “burada yolsuzluklar yapılıyor, bu
ülkenin savcıları, yargıçları bize kulak
vermelidirler, suç duyurusunda bulunuyoruz’ dedik.
Dinleyen olmadı.
Mimarlar Odası, Kültür Sanat-Sen, Tiyatro Oyuncuları
Meslek Birliği, Özerk Sanat Konseyi ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi olarak aylık
basın açıklamaları gerçekleştirip;
yolsuzlukların, ajans içindeki rant kavgasının, çakma prodüksiyonların,
programların izini sürdük.
Belgelerden oluşturduğumuz dosyaları paylaştık.
Basın ilgisiz kaldı.
Hükümet ve hükümetin atadığı Ajans kadroları,
yöneticileri, yandaşları duymazlıktan geldiler.
Savcılar, yargıçlar duymazlıktan geldiler.
Çıkar kavgalarıyla iç çatışmalar açığa çıkıp, ikinci kez
istifalar sökün edince, basın yine ilgisiz kaldı.
Küçücük haberlerle mesele adeta geçiştirdi,
pislikler Uşak kilimlerinin altına süpürüldü.
Yurttaşların sessiz çoğunluğu, ‘İstanbul için’
kurulduğu söylenen Ajans’ın talan edilmesine seyirci
kaldılar.
Ortada konuşulan rakam, 400 milyon Euro’dur.
Ajans ise, kendilerine 2008, 2009 yıllarında, 200 milyon Türk Lirası aktarıldığını söylüyor.
Bu paranın yalnızca 20 milyonu, açılış gecesinde birilerinin cebini
doldurdu!
‘Sanatçı’ kimlikleri bile tartışmalı popçularla
meydan konserleri, havai fişek gösterileri ve
sultanlara yakışır, Haliç güzellemeleri yapıldı.
2010 Ajans’ı tarafından üretilmiş tek
prodüksiyon yoktur.
‘Ismarlanan’ işlerin yüzde 90’ı ise, her anlamda
tartışmalıdır.
Dışarıdan getirtilen projeler, sanatsal
erginlikten, estetikten yoksun ‘çakma’ işlerdir.
Bu işlere harcanan rakamlar, aradaki ‘sanat
tefecisi’ bir takım ‘çakma’ ajanslara ödenen
rakamlar, bilinmemektedir.
Ülke genelinde Ajans, hangi sanat alanında
kimlere, hangi işleri yaptırmıştır?
Bunlardan kaçı sanatsal, kültürel etkinliktir?
Bu işler için hangi şirket, Ajans ve kişilere ne
kadar ödenmiştir?
Ajans’ın iş yaptırma veya proje satın alma
‘kıstasları’ nelerdir?
Ajans fonundan İstanbul Büyük Şehir
Belediyesi’ne, ‘alt yapı çalışmaları için’ ne kadar
para, hangi gerekçeyle aktarılmıştır?
Ajans yönetimince açıktan kollandığı belli olan
kaç dinci vakıf, cemaat ve ‘yardımsever dernek’
vardır?
İstanbul Film Festivali ve Tiyatro
Festivali için İKSV’ye nasıl bir destek verilmiş,
kaç lira ödenmiştir?
Üniversiteler Tiyatro Buluşması’na sunulan katkı
nedir?
Kültürel varlıkların geri kazanımı için kaç lira
harcanmıştır?
Yurt içi ve yurt dışı ‘tanıtım giderlerine’ ödenen
para ne kadardır?
AKM’nin onarımı için Ajans fonundan ayrılan ve
Kültür Bakanı tarafından bankaya yatırıldığı
söylenen, 75 milyon Lira neden ortada yoktur?
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul
AKB Ajansı arasında AKM için, 8 Ekim
2008’de yapılan protokole neden uyulmamaktadır?
Nedeni, toplumla, sanat alanlarıyla, kentine ve
kültürel varlıklarına sahip çıkan duyarlı
yurttaşlarla, sanat örgütleriyle inatlaşan, ‘AKM
yıkılmalı’ diyen Başbakan mıdır?
Ey okur, ey halk, ey sanatçı kardeşlerim yasalar bir kez daha
çiğneniyor.
Gerçekler, AKP tarafından ve yandaş medyasının yoğun
desteğiyle bir kez daha gizleniyor.
Yasalar önünde suç işleniyor.
Bir kez daha, inatla yineliyorum.
2010 AKB Ajansı, yaptığı tüm işlerin ve
harcamalarının tek tek hesabını vermelidir.
AKM onarımı hemen başlatılmalıdır.
İstanbul kimin şehridir?
Bir avuç yiyicinin mi, yoksa alanları, meydanları
dolduran eşitlik-özgürlük ve barış diye haykıranların mı?
Bilinmelidir.
Haber Sol, Yazı: Orhan Aydın, 18.05.2010
|
KATKI
VAN İLİ'NDEKİ MİNUA KANALI ADLI TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞININ TESCİLİ VE KORUMA ALTINA ALINMASI HAKKINDA RAPOR
İnsanlık tarihinin en eski ve günümüzde işlevi bir anlamda devam eden su tesislerinden biri Van Gölü’nün doğu kıyısında, Van ile Gürpınar ovaları arasında uzanan Minua Kanalı’dır. Kanal bu bakımdan dünyada benzeri olmayan bir kültür varlığıdır. Bugün, aynı güzergah üzerine inşa edilmiş olan kanal, Gürpınar Ovası’nın kenarındaki Başet Dağı’nın altından doğan kaynak suyunu Van kentine ulaştırmaktadır. Uzunluğu 52,8 km olan yeni kanalın bir bölümü Urartu döneminden kalan eski kanalın üzerinden geçirilmiştir (Foto 1).

Minua Kanalı, Urartu dönemi mühendislik bilgisinin teknik bakımdan daha eski bir mühendislik geleneğinin gelişerek devam ettiğine işaret etmektedir. Kanal bazı yerlerde toprağa ya da kayalık arazi içine kazılmış, bazı yerlerde ise destek duvarlarıyla tamamlanmıştır. Gülo Boğazı ve Kadembastı’da halen ayakta duran destek duvarlarında, ön yüzleri kabaca işlenmiş, iri kalker blokları kullanılmıştır (Foto 2).

Ermeni mitolojisinde sözü edilen ve gerçekte Assur Kraliçesi şammuramat’dan esinlenilerek yaratıldığı düşünülen “Kraliçe Semiramis Efsanesi” nedeniyle, günümüzde kanala Semiramis ya da Şamran kanalı denmektedir. Çevresindeki su kanalları ile birlikte Van kentinin kuruluşunun anlatıldığı bu efsane, yaşadığı yüzyıl 5.-8. arasında tartışma konusu olan Koreneli Moses’in “Ermeni Tarihi” adlı metinlerinde yer almaktadır (Bölüm: 16).
Oysa arkeolojik kalıntılara göre Van kalesi, bugünkü Sardur Burcu diye anılan duvar üzerindeki çivi yazılı metinlerde okunduğu gibi, Urartu kralı Aramu oğlu Sarduri (MÖ 840-830) tarafından kurulmuştur. Bu tür çivi yazılı metinler kanal boyunca da kayalara kazınmıştır. Bu yazıtlarda açıkça kanalı Urartu Kralı İşpuini oğlu Minua’nın (MÖ 810-785/780) yaptırdığı yazılmıştır.
Söz konusu yazıtlarda tekrarlandığı gibi tarihsel anlamda kanalın gerçek adı Minua Kanalı olmalıdır.
Van bölgesindeki diğer tarihsel yapılar gibi, Minua Kanalı da ilk kez 1828 yılında F. E. Schulz ile başlamak üzere Avrupalı araştırmacıların dikkatini çekmiştir. C.F. Lehmann-Haupt 1898/9 yılında bölgede araştırmalar yaparken kanalı da incelemiştir. Daha sonra yayınladığı “Armenian Einst und Jetzt” adlı kitapta (Berlin 1910) kanaldan “halen işleyen su kanalı” olarak söz etmektedir (s. 9). Bu incelemeler sırasında kanal boyunca yerleştirilmiş olan Urartu çivi yazılı metinlerine dikkat çekilmiş, mimari kalıntılar konusuna ise hiç değinilmemiştir.
Kanal, bir arkeolojik kalıntı olarak bölgedeki diğer Urartu su tesisleri ile birlikte ilk kez Baki Öğün tarafından 1968 ve 1969 yıllarında ele alınmıştır (Öğün 1970, s. 28-37, resim 1-28, harita). Türkçe bir kitap halinde yayınlanan bu çalışmanın sonuçları, daha sonra Günter Garbrecht tarafından kendi dilinde tekrar edilmiştir (Garbrecht 1980, s. 308-310). 1987 yılından itibaren ise Oktay Belli, bölgedeki eski su tesisleri konusunda geniş çaplı bir belgeleme çalışmasına başlamıştır. Bu çalışmalar sırasında, Kadembastı’daki kanal duvarları da ele alınmıştır (Belli 1997, resim 7-8). Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde 2006 yılında verilen ve Minua Kanalı ve eski bahçe kültürleri üzerine yoğunlaşan bir yüksek lisans tezi bulunmaktadır.
Tüm bu çalışmaların da hiçbirinde kanal boyunca uzanan 2800 yılık kanal kalıntılarından söz edilmemektedir. Toprak set duvarları haindeki bu kalıntılar bugüne kadar belgelememiş ve araştırılmamıştır (Foto 3).

Bu raporda yer alan fotoğraflar, bölge ile ilgili araştırmalarım sırasında oluşturduğum arşivden alınmıştır.
Gürpınar’daki Başet dağı eteklerinden Van’a su getiren 52,8 km uzunluğundaki yeni kanal, Engil çayını borularla ve köprülerle geçer. Bu yeni tesis nedeniyle Urartu dönemi kanalının da aynı su kaynağından aldığı suyu Van’a taşıdığı sanılmıştır (Öğün 1970, s. 28; Garbrecht 1980, s. 308; Belli 1997, s. 11). Oysa Urartu dönemi için elimizde böyle bir arkeolojik kanıt yoktur. Ayrıca Gürpınar ovasının 2800 yıl önceki durumu da henüz incelenmiş değildir. Başet dağının altından çıkan kaynak suyunun, Urartu zamanında bugünküne göre çok daha geniş alanları kapladığını düşündüğüm batak ve sulak alanlardan nasıl karşıya geçirildiği büyük bir soru işaretidir. Buna göre Minua kanalı üzerine araştırmalar devam etmelidir.
Gürpınar ovasını Van’a bağlayan kanal DSi tarafından 1950 yılında işletmeye alındığına göre, Urartu döneminden kalan toprak kanal Van’a su taşımaya devam etmiş olmalıdır. DSi raporlarında “Eski Van şamran sulama kanalına 1963 yılına kadar iyileştirmeye yönelik herhangi bir yapı inşa edilmemiştir.” yazmaktadır. 1963 yılında ise beton kaplamalı yeni bir kanalın inşasına başlanmış, bu inşaat 1967 yılında tamamlanmıştır.
Böylece, 2800 yıl boyunca Van’a su taşıyan eski kanalın büyük bölümü zarar görmüş ve kalan kalıntılar da kaderleriyle başbaşa kalmıştır (Foto 4).
Yöresel bir halk türküsündeki "Edremit Van'a bakar, içinden şamran akar." Dizeleri, Minua Kanalı’nın günümüzde Van ile özdeşleşmiş olduğunu göstermektedir. Buna karşın Van’da bu su yapısına gereken önem ve ilgi gösteriliyor denilemez. Kanalın tahrip edilmesi yeni kanalın inşası ile kalmamıştır. Kanalın Van Çimento Fabrikası arkasından geçen bölümüne kent çöplüğü kurulmuş ve Kadembastı’da kayalara işlenmiş bir Urartu yazıtı kayanın içinde define olduğunu sananlar tarafından yok edilmiştir. Eski kanalın kent merkezine ulaşan bölümleri ise yavaş yavaş yok edilmektedir.
Ne yazık ki, bugüne kadar Van’daki yetkililer, dünyada bir benzeri daha olmayan Urartu kanalından kalan kalıntılara ilgi göstermemiştir. 2800 yıl Van’a su taşıyan bu tarihsel yapı henüz tescil edilmemiştir.
YÜNİPLİĞİ MAHALLESİ’NDEKİ KANAL KALINTILARININ DURUMU
1828 yılında, F.E. Schulz’un araştırmalarından bugüne bilimsel araştırmalara konu olan, ayrıca günümüze kadar işleyen Minua Kanalı, gerçekte Van’ın en önemli turizm değerlerinden biridir. Ancak bugüne kadar eşi benzeri olmayan bu yapının korunup tanıtılması amacıyla herhangi bir çalışma yapılmış değildir. Bu anlamda en azından kanalın Van Havaalanı yakınındaki, ipekyolu’na 800 m uzakta Yünipliği mahallesinde bulunan 700 m’lik bölümü vakit geçirilmeden tescil edilmeli, koruma altına alınmalı ve onarılmalıdır (Foto 5 ve 6).

Kanalın bu bölümü, kerpiç ev için toprak alınarak (Foto 7), bahçe için ekim dikim yapılarak, kanal arkasında biriken suları boşaltmak için su arkı açılarak ve yol için olduğu gibi yarılarak (Foto 8) büyük ölçüde tahrip edilmiştir. En son Ocak 2010 sonunda yaptığımız ziyarette kanalın set duvarlarının düzlenerek üzerine bina inşa edildiğini gördük (Foto 9 ve 10).
Set duvarları toprakla yapılmış olan Minua kanalının onarımı için büyük bir yatırım yapılması gerekmemektedir. Yünipliği mahallesindeki söz konusu yerde, kanalın tahrip edilen yerlerinin onarılması, kanalın tam üzerine inşa edilen ve büyük olasılıkla yasal bir ruhsatı olmayan binanın yıkılması ve kanalın bu kesiminin koruma altına alınması büyük bir sorun olmadığı kanısındayım.
Turizm değerleri sayılmakla bitmeyen Van ilinde, eğer bu zenginliğin değeri bilinmemeye ve kültür varlıklarımız sahipsiz bırakılmaya devam ederse bir gün elimizde herhangi bir turizm değeri kalmayacaktır.
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
Oktay BELLİ, 1995, “2800 Yıldır Çalışan Sulama Kanalı”. Tarih ve Medeniyet 13, istanbul, 53-57.
Oktay BELLİ, 1997, Doğu Anadolu Sulama Kanalları (Arkeoloji ve Sanat Yayınları, istanbul).
Charles BURNEY, 1972,“Urartian Irrigation Works”. Anatolien Studies 22, Ankara, 179-186.
Günther GARBRECHT, 1980, “The Water Supply System At Tuşpa (Urartu)”. World Archaeology II-3, 306-312.
Baki ÖĞÜN, 1970, Van’da Urartu Sulama Tesisleri ve şamram (Semiramis) Kanalı (Anadolu Yayınevi, Ankara).
Sinan Kılıç - Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Anadolu ve Avrasya Araştırmaları UAM, http://avam.yyu.edu.tr/ (Bu rapor, 15 Şubat 2009 tarihlidir.)
|
|
|
RESTORE EDİLDİ AMA...
Darende merkezde Tohma
çayı üzerinde yer alan ve karayollarınca restore
ettirilen tarihi Uzunok Köprüsü daha hizmete
açılmadan, üzerinden iş makinesi geçirilmesi
nedeniyle tahrip oldu.
Darende kanalizasyon işini alan firmanın üzerinden
iş makinesi geçirmesi sonucunda tarihi Uzunok
Köprüsü’nün kenar korkuluk taşları yerinden
çıkmıştı. Hizmete açılmadan tahrip olan köprünün
zarar gören kısımlarının onarılamaması sonucunda
taşlar Tohma çayına düşerek kayboldu.
Uzunok Köprüsü’nün iş makinelerinin tahribinden
korunması için Karayolları tarafından önlem alınması
beklenirken, tahrip olan kısımlarında kısa sürede
yeniden restore edilmesi konusunda vatandaşlarda
beklenti oluştu.
Malatya Haber,
18.05.2010
|
AKADEMİSYENLERE SULUKULE ŞOKU
Sulukule’de garip
şeyler oluyor.
Romanların yerlerinden edilmesinden sonra ortaya
çıkan tablodan söz ediyorum.
Yaklaşık 10 gün önce Fatih Belediyesi “kentsel
yenileme” çerçevesinde TOKİ evlerinin temel atma
törenini gerçekleştiriyor.
Ancak TMMOB Mimarlar Odası’na göre, temel atma
töreni, alanda kazılarını sürdüren İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nin raporu beklemeden yapılmış.
Mimarlar Odası, “arkeolojik doku göz ardı edilerek
yapılacak çalışmaların telafisi mümkün olmayan
kayıplara yol açacağı” gerekçesiyle suç duyurusunda
bulunmuş durumda.
Biz Sulukuye’yi daha çok Romanlardan ötürü tanıdık..
Oysa bu bölge Roma, Bizans ve Osmanlı kalıntılarının
olduğu çok değerli bir yer.
Bizans saraylarının kalıntıları, Osmanlı su yolları
ve daha nice arkeolojik zenginlik var altında.
Zaten kazılar başlar başlamaz künkler, Roma dönemi
seramikler ortaya çıkarılmış. Kuşkunuz olmasın,
Sulukule Roma’da olsaydı çoktan “arkeolojik park”
ilan edilmişti.
Roma’nın tam göbeğindeki benzer alanlar gibi.
Fatih Belediyesi’nin temel atma töreninden sonra
arkeologlar, sanat tarihçileri, mimarlar haklı
olarak diken üzerinde.
Bu yüzden “işin erbabı” bir grup geçtiğimiz günlerde
Sulukule’de olup bitenleri yakından görmek için
harekete geçiyorlar.
Grupta hangi kurumların temsilcileri var?
İstanbul Mimarlar Odası, İcomos-Türkiye (Uluslar
arası Anıtlar ve Sitler Konseyi), Arkeologlar
Derneği, Europa Nostra, Sulukule Platformu.
Gruptakiler inşaat alanını ziyaret etmek için Fatih
Belediyesi’nden “bir saatlik” izin koparıyorlar.
Ancak esas şoku alana girişte bekçinin sözleriyle
yaşıyorlar.
“Cep telefonlarına yasak var.”
Düşünün koca koca üniversite profesörlerinin cep
telefonlarına Sulukule’ye girerken el konuyor.
Büyük bir olasılıkla iphone’larla fotograf
çekilmesin diye.
Icomos Türkiye Başkanı Profesör Nur Akın
yaşadıklarına inanamıyor.
Gördüklerine de.
TOKİ inşaatı 5. yüzyılda yapılmış II. Theodosios
surlarının hemen dibinde başlamış.
UNESCO’nun 1985 yılında İstanbul’u “Dünya Kültür
Mirası” listesine aldığı zaman belirlediği dört
alandan biri Theodosius surları.
Diğer üçü ise Sultanahmet, Süleymaniye ve Zeyrek.
İstanbul’un dünyaca ünlü kara surları yani
Theodosius surları inşaat nedeniyle tehlikede.
Profesör Nur Akın “Unesco’nun surlardan hemen sonra
çizdiği hat yani “tampon bölge” aşılmış” diyor.
Bilim insanlarının paniğini anlamak mümkün.
Neticede tahrip olma tehlikesiyle karşı karşıya olan
bir dünya kültür mirası.
Bunun Fatih Belediyesi için gerçekten hiçbir anlamı
yok mu?
620 konut ile 45 işyerinden oluşan TOKİ binalarını
dünyanın en gözde arkeolojik parkı haline
gelebilecek bir alana dikmek nasıl bir vizyonsuzluk?
İstanbul’u zenginliklerinden mahrum etmek nasıl bir
mantık?
Arkeolojik hazineleriyle İstanbul’a daha çok turist
çekmek, şehrin ekonomisine katkıda bulunmak varken
bunları TOKİ binalarına kurban etmek yazık değil mi?
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 18.05.2010
|
"O MEZAR ÖNEMLİ..."
Malatya Müze
Araştırmacısı ve Antropolog Hüseyin Şahin,
Malatya'da bir yıl önce bulunan kaya mezardaki
verilerin, çevredeki diğer kaya mezarların Geç Roma
dönemine tarihlendirilmesi konusunda önemli olduğunu
söyledi.
Müzeler Haftası nedeniyle Halk Kütüphanesi
Salonu'nda "Malatya-Samanköy Kaya Mezar Odası
Temizlik Çalışması" konulu bir sunumda bulunan
Malatya Müze Araştırmacısı ve Antropolog Hüseyin
Şahin, 6 Ekim 2009 tarihinde Samanköy'de su kanalı
çalışması sırasında bulunan kaya mezarın içinde
ayna, broş, yüzük çivi, çeşitli küçük boncuk tanesi
gibi buluntularla birlikte 4 adet ceset bulunduğunu
belirterek, "Malatya ve çevresindeki birçok yerleşim
alanında özellikle kayalık alanlarda tek odalı kaya
mezarlara ve tepelik alan üzerlerinde de çok
miktarda tümülüslere rastlanılmaktadır. Büyük bir
ihtimalle bu mezarların bir çoğunun Romalı askerlere
ve dönemin zenginlerine ait olduğu düşünülebilir.
Anadolu'nun birçok yöresinde çalışma alanımızın
bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi ve özelde de
Malatya'da bulunan tek odalı kaya mezar odası tip
olarak değerlendirildiğinde, tek odalı mezar
geleneğinin Doğu Anadolu'da yaygın olarak Urartu
sonrasında Hellenistik-Roma dönemlerinde Anadolu'nun
batısından geldiği önerilebilir. Akçadağ ilçe
merkezi ve Bağ Köyüne yakın köylerde, Doğanşehir-Erkenek
civarında, Arapgir İlçesi köylerinde, Darnede ve
Kuluncak ilçe köylerinde yoğun bir şekilde kaya
mezar odaları tespit edilmiştir" şeklinde bilgi
verdi.
Şahin, Samanköy'deki kaya mezar steli üzerinde beş
sıra Grekçe yazıtın bulunduğunu ve yazının Türkçe
anlamının, "Loukius Fulbios, kendi karısı Gemella
anısına / hatırası için diktirdi" şeklinde olduğu
kaydetti.
Şahin, "Ölülerin yanlarında çıkan kendi eşyaları ya
da ölü hediyeleri de mezarın Geç Roma dönemine
tarihlenmesinde yardımcı olan unsurlar olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bugüne kadar Malatya ve
çevresindeki yerleşmelerde çokça rastlanılan tek
odalı kaya mezar odalarının hepsinin soyulmuş
durumda olması, Samanköy'de korunmuş mezarda elde
edilen verilerin, çevrede Geç Roma Dönemine ait
olduğu düşünülen diğer mezarların tarihlenmesinde de
önemli olmaktadır" şeklinde konuştu.
Malatya Haber,
18.05.2010
|
TARİHİ KESMELİK
MAĞARALARI TEMİZLENDİ
Uzun yıllardan beri
Kilis'in vahşi çöp depolama alanı olarak kullanılan
tarihi Kesmelik Mağaraları'nın bulunduğu alanın
temizleme ve toprak serme işlemi tamamlandı.
Kilis Belediye Başkanı
Mehmet Abdi Bulut "1991 yılından beri Kilis'te vahşi
çöp depolama alanı olarak kullanılan tarihi Kesmelik
mağaralarının bulunduğu alanı çöplerden arındırarak
temizliğini tamamladık. Kilis'in yıllardan beri
kanayan yarası olan ve çevreyi sürekli tehdit eden
kirlenmeyi de bu şekilde önlemiş olduk. Ayrıca bu
bölgede çöplerden arındırılan alanın üzerine toprak
örtülmüş, çöp yoğunluğu olan alanlara gaz bacaları
yerleştirilmiş ve kısa zaman içerisinde de
ağaçlandırılmasını yaparak burayı yeşil alan olarak
değerlendirip Kilis'in güzide bir mesire alanı
olarak halkımızın hizmetine sunacağız" dedi.
Kilis Kent Haber,
18.05.2010
|

|
|
TARİHİ EVLER RESTORE
EDİLİYOR
Ordu'nun Taşbaşı
Mahallesi'nde yüzyıl başından kalma Osmanlı
mimarisini yansıtan tarihi evler tek tek restore
ediliyor.
Ordu Kültür ve Turizm
Müdürü Erkan Gülderen, Türk kültürü açısından büyük
önem arzeden tarihi evlerin tek tek tespit edilerek
restore edilmesi için yoğun bir çalışma içerisine
girdiklerini söyledi.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca 2010 yılında 2'si Merkez, 3'ü Fatsa ve
3'ü Ünye'de olmak üzere 8 tarihi evin restore
edileceğini, her yıl diğer tarihi evlerin restore
edileceğini vurgulayan Gülderen, "Biz Bakanlık
olarak mülk sahiplerine proje ve uygulama desteği
veriyoruz. Tescilli yapıya sahip mülk sahipleri her
yıl Ağustos ayına kadar evlerinin restorasyonu için
Bakanlığımıza başvuru yapıyor. Bakanlık mülk
sahiplerine proje ve uygulama desteği veriyor. Bu
çalışma ile yıkılmaya yüz tutan tarihi evler her yıl
tek tek yenileniyor ve gelecek kuşaklara aktarılan
bir kültür değeri ortaya çıkıyor" dedi.
Ordu Kent Haber,
17.05.2010
|
KİTABELER GÜNYÜZÜNE ÇIKARILSIN
Özellikle yaz aylarında ziyaretçi akınına uğrayan Bayburt Kalesi'ni gezen ziyaretçiler karşılarına çıkan ve Osmanlıca yazıldığı söylenilen bu kitabelerin anlamını merak ediyor.
Kalenin değişik yerlerinde bulunan kitabelerde yazılan yazıların vatandaş tarafından okunamamasından dolayı bu kitabelerin Türkçelerinin yazılarak yanlarında levha olarak asılması isteniyor.
Osmanlı döneminde kalenin dış yüzeylerinde mor, yeşil ve firuze renkli çinilerin kullanılmış olmasından dolayı da "Çinimaçin Kalesi" ismi verildiği bilinen tarihi kalede bu yazıların gün yüzüne çıkmamış olmasından yakınan vatandaşlar, bu kitabelerin Türkçeleştirilmesini istiyorlar.
Yıllardan beri kaleye çıkıp indiğini ve her çıktığında bu kitabelerle karşılaştığını ve bu kitabelerde ne yazdığını merak ettiğini söyleyen Sabri Dündar, "Bugüne kadar bizde merak konusu oldu. Herkesin de dikkatini çekiyor. Kalenin tarihçesi mi yoksa çinilerle her hangi bir şey mi? Bunların bir Türkçesi yazılıp yan tarafında levhayla asıldığı zaman buraya çıkan herkes Türkçesine bakarak buradaki kitabelerin ne olduğu bilir. Yıllardan beri bunun özleminin içerisindeyiz" diye sitemde bulundu.
Bayburt Kent Haber, 17.05.2010
|
 |
KYME NE SÖYLEYİM, KYME NE DEYİM?
“Burada korkunç şeyler oluyor!..
Foça’daki arkeolojik kazıların başkanı Prof.Dr.
Ömer Özyiğit, Foça Çevre Platformu (FOÇEP)
tarafından Reha Midilli Kültür Merkezi’nde
gerçekleştirilen bölgenin çevresel sorunları ile
ilgili forumda yaptığı konuşmasını bu cümle ile
bitirdi. Yürümesini güçleştiren dizlerindeki sorun
nedeniyle “Hocam, mikrofonu getirelim bulunduğunuz
yerden de konuşabilirsiniz” sözlerine rağmen,
zorlukla çıkabildiği yüksekçe sahnede yapmayı tercih
etti konuşmasını. Sözlerini, salondaki az sayıda da
olsa herkesin yüzlerine bakarak söylemeyi tercih
etti. Kısa konuştu, ama öyle sözler etti ki...
“Batı Anadolu’daki en eski yerleşim yeri yok
ediliyor. Burasının sanayi bölgesi ilan edilmesi
baştan yanlıştı zaten. Şimdi sanayi kuruluşlarına
yer açabilmek için 3 bin yıllık antik Kyme kenti yok
ediliyor. Kyme iyice sıkıştı. Buna hep birlikte
karşı durmalıyız…”
Ömer Özyiğit hoca’nın çıkan buluntulardan tarihinin
Yontma Taş Çağı’na kadar gittiğini söylediği Kyme
antik kenti, 12 kentten oluşan Ailos
birliği/ülkesinin en büyük antik kenti imiş bir
zamanlar. Kazılarda çıkan onlarca mezardan kentin
büyük bir nekropol (toplu mezar bölgesi) olduğunun
görüldüğünü söylüyor Ömer Hoca. Bölgede gübre
fabrikası ile başlayıp demir-çelik fabrikaları ile
devam eden yapılaşma ve sanayi kirliliği, antik
kenti yok oluşun eşiğine getirmiş. Şimdi bölgedeki
birçok demir-çelik tesisi ve bunların cüruf döküm
alanı Kyme antik kentinin sınırları içerisinde.
Kyme’nin antik limanının uzandığı Nemrut Körfezi’nde
1. derece SİT alanına yapılan iskeleler büyümüş,
zamanla liman halini almış. Şu anda körfezde 7
iskele var. LPF dolum tesisleri, kömür kırma eleme
tesis ve depolarının yanı sıra geçtiğimiz günlerde
ÇED olumlu belgesini alan ENKA termik santral
projesi de, ya Kyme’nin sınırları içerisinde ya da
antik kente komşu sanayi işletmeleri.
TARİH ÜZERİNE CÜRUF TEPESİ
Özellikle demir-çelik fabrikalarının yarattığı
kirlilik artık trajikomik olaylar yaşanmasına yol
açıyor. Habaş, İDÇ, Ege Çelik, Kocaer, Kardemir,
Kılıçlar demir-çelik fabrikaları halen cüruf ve
atıklarını Kyme’nin 2. ve 3. derece sit alanına
döküyorlar. Çoğu yerde 5-6 metreyi geçen bu cüruf
yığınlarının altında gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen
3 bin yıllık bir tarih yatmakta. Barbarlık boyutuna
varan bu kıyıma nasıl izin verildiği hala
bilinmiyor. Kyme kazı heyetinin bu cürufların
döküldüğü bölgede yapılmasını istediği kazı için
geçtiğimiz günlerde Biçerova’da başlayan sondaj
çalışmaları çok zor yürüyor. Çünkü 6 metreyi bulan
cürufların altından toprağa ulaşmak için önce bu 6
metrelik cürufu kazmak gerekmiş! Toprağı bulduktan
sonra yapılan 3 metrelik bir kazı sonrası antik
kentin yapılarına ulaşılabilmiş! Yine antik kentin
içinde kocaman bir liman depolama bölgesi inşa eden
Nemport, her geçen gün alanını genişletmek için
çalışıyor. Şirketin idari bina yapacağım diye izin
almak için başvurduğu 10-20 dönümlük alanda
üstünkörü yapılan bir kazıda bile çok önemli
buluntular ortaya çıkınca, şirket bu sevdasından
vazgeçmek durumunda kaldı.
KYME’DEN KURTULMA KAZILARI
Kyme’nin geniş bir alana yayılan 1. derece sit
koruması, geçtiğimiz aylarda küçültüldü. Kimi
düzlükte kalan ve sanayi kuruluşu yapılmaya ya da
tesisleri genişletmeye elverişli alanlar, 1.
dereceden 2.-3. derecelere düşürüldü. Antik kent
Nemrut Limanı’nı gören tepeden, limana kadar olan
kısma kadar sıkıştırıldı. Bu koruma derecesi
düşüklüğünün hangi bilimsel ölçütlere göre
alındığını bilen yok. Bilinen ise bölgede yapılan
kazılara yine bölgedeki sanayi kuruluşlarının
sponsorluk yaptıkları! Koruma dereceleri düşürülüp
adeta sanayicilerin yağma sofrasına sürülen
alanlardaki buluntuların geleceği belirsiz durumda.
26 yıldır bölgede kazılarını sürdüren İtalyan
arkeologların çalışmaları da Türk meslektaşları
dahil kimseyi tatmin etmemiş görünüyor. Büyük sanayi
kuruluşlarının sponsorluğunda yapılan bu kazıların,
Kyme’yi kurtarmak için değil sanayilerin gözünü
diktiği alanların Kyme’den kurtulması için yapıldığı
görüşü hakim bölgede.
KİME NE SÖYLEYİM?..
Kyme’nin üzerine inşa edilen sanayi tesislerinin
içerisinden geçtikten sonra, Nemrut Körfezi’ne sapan
toprak yoldan denize ulaştığınızda antik limanın
kalıntıları ile karşılaşırsınız. Devasa taşlarla
örülü antik liman ve üzerini otlar bürümüş liman
yolu, Ege’nin dalgalarına binlerce yıldır dayanmış.
Antik liman yolunda otların arasında kaybolmuş
devrik bir mermer, bir zamanlar burada önemli bir
yapının olduğuna işaret ediyor. Kıyıya çekilmiş
birkaç balıkçı teknesini geçtikten sonra antik
limanın üzerindesiniz artık. Devasa taşlarla örülmüş
antik limanın sahili ise kumlarla değil, adeta 7.
yüzyıla kadar varlığını sürdüren Kyme’den kalan
binlerce kırık dökük buluntularla örtülmüş sanki.
Sahil, antik kentin merkezine yakın bir yerde, “Kazı
alanında piknik yapmak yasaktır” yazan bir tabela
ile ayrılmış. “Tabelanın bu yanı ile ötesi arasında
ne fark var” diye soruluyor gezi grubuna katılan
arkeologlardan birisine; yanıt sessizlik... Bu
kırık-dökük tarihi buluntuları bile görmek, Kyme’de
yaşanan talanı ve yıkımı gözler önüne sermeye
yetiyor. Antik kentin otlarla örtülmüş merkezi de
kaderine terk edilmiş izlenimi veriyor insana.
Buradan çıkarılan eserlerin İzmir’in eski arkeoloji
müzesindeki (Aya Vukla Kilisesi) depolarda
unutulduğunu, bunların hırsızlar tarafından
yağmalandığını; bir kısmının da çocukların,
hayvanların ayakları altında kırıldığını yıllar
öncesinden yazan bir gazeteci olarak (25.10.2002,
Evrensel), Kyme’nin bu son hali, adını da
çağrıştıracak şekilde bir halk türküsünün son
mısralarını akla getiriyor: “Kime ne söyleyim, kime
ne deyim?!.”
Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 17.05.2010
|
 |
YERİN 6 METRE ALTINDA EMİR MEZARI
Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Taşkınpaşa Köyü'ndeki tarihi Taşkunpaşa Türbesi yerin metrelerce altında olması dikkat çekiyor.
Eratna Beyliği döneminde Kayseri emiri olarak görev yapan 2'nci Kılıçarslan'ın torunu Mahmut Zahirettin'in oğlu olan Taşkunpaşa'nın mezarı, yerin yaklaşık 6 metre altında bulunuyor.
Köy muhtarı Mehmet Aydın, 1200'li yıllarda Taşkınpaşa Köyü'nü o dönemin en önemli ilim merkezi haline getiren ve medrese yaptıran Taşkunpaşa'nın kendisi ile aynı ismi taşıyan caminin, alt bölümünde yumuşak tüf kayaya oyulan alanda yerin yaklaşık 6 metre altına gömülü olduğunu belirtti. Aydın, Taşkunpaşa'nın mezarının 6 metre alt bölümde bulunma nedenine ilişkin olarak, hayattayken mütevazi bir yaşam süren Taşkunpaşa'nın öldükten sonra şaşalı bir yerin dışında tamamen mütevazı ve dikkatlerden uzak bir alanda gömülmesini istediğine inanıldığını söyledi.
Radikal, Haber: Ahmet Korkmazer, 17.05.2010
|
TARİHİ ARAZİYE OTEL YOK
Koruma
Kurulu, Nazilerden kaçan mülteciler için inşa edilen
sığınma evi arazisine otel yapılmasına izin veren
imar planı tadilatını onaylamadı.
2. Dünya Savaşı’nda Nazilerden kaçan mültecilerin
sığınması için inşa edilen ve Kızılay’ın 2008’de
mülkiyetini Elumatec AŞ’ye
devrettiği Etiler’deki araziye
“otel”
yapılmasına ilişkin proje, koruma kurulunca
reddedildi. Kurul projeye ilişkin verdiği raporda,
“Tüm kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler ile
gerçek-tüzelkişilerin koruma kurulunun kararına
uymak zorundadır” şerhi koydu.
Kızılay, Birleşmiş Milletler’in (BM) 2. Dünya Dünya
Savaşı sırasında Nazilerden kaçarak, Türkiye’ye
sığınan mültecilerin yaşaması için inşa edilen
Etiler’deki sığınma binasını 2008’de açtığı ihaleyle
25 yıllığına 35.5 milyon Avro’ya Elumatec AŞ’ye
devretmişti. Devir işlemlerinin ardından şirket,
binada yaşayanları önce tahliye etmiş, ardından da
yaklaşık 2 bin 453 metrekarelik araziye otel ve
turistik tesis inşa etmek, arazinin inşaat hakkını
yükseltmek ve 21.5 olan inşaat yüksekliği sınırını
kaldırmak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB)
imar planı tadilatı başvurusunda bulunmuştu.
İBB Meclisi’nde Kasım 2009’da görüşülen ve karara
bağlanan plan tadilatı raporunda emsalin 2.70’ten
hesaplanması ve yüksekliğin 36.50 metre ile
sınırlandırılmasına karar verilmişti. Plan
değişikliği raporunda Akmerkez’in karşısında bulunan
arazinin “Boğaziçi Sit Alanı Etkilenme Bölgesi”nde
kaldığı ve değişikliğin Boğaziçi Yasası ve Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında
değerlendirilmesine dikkat çekilerek, planlara
“İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu’nca (KVTVKK) onaylanmadan uygulama
yapılamaz” şerhi koyuldu. Plan değişikliğindeki şerh
nedeniyle dosya İstanbul 3 Numaralı KVTVKK’ye gitti.
6 Nisan 2010’da konuyu karara bağlayan kurulda,
“...İmar planının üzerinde imar hakkı talep
edilmesi, çevre yapılara emsal teşkil edici
nitelikte olması ve plan bütünlüğünü bozucu niteliği
nedeniyle değişikliğinin uygun olmadığına karar
verildi” denildi.
Cumhuriyet, Haber: Deniz Tatarer Temur,
17.05.2010
|
SULTAN ALADDİN'İN SARAYI KUBADABAD ORTAYA ÇIKIYOR
Beyşehir Gölü
kıyısında bulunan Selçuklu Sultanı Alaaddin
Keykubad’ın yazlık sarayı Kubadabad, kazı ve
restorasyon çalışmalarıyla gün yüzüne çıkıyor. Kazı
Başkanı Prof.Dr. Rüçhan Arık, “Saray mensuplarının
kaldığı yer ya da misafirlerin ağırlandığı bir alanı
ortaya çıkardık. Kubadabad, bugün Türk-İslam
dünyasında kazısı yapılmakta olan tek Selçuklu
sarayıdır. Kazıda çıkacak sonuçlar, Osmanlı
saraylarının Selçuklu mimarından ne kadar
etkilendiği konusunda bize yeni bilgiler verecek”
diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 17.05.2010
|
MODERN VE ÇAĞDAŞ USTALAR
Portakal Sanat ve
Kültür Evi’nde önemli bir sergi açıldı.
Adı; Warhol’dan Hirst’e Dünya Sanatının Modern ve
Çağdaş Ustaları.
Kimler var bu özlü sergide?
Arman, Alighiero e Boetti, Lucio Fontana, Keith
Haring, Damien Hirst, Robert Indiana, Anish Kapoor,
Lee Hyo Jae, Roberto Matta, A.R. Penck, Gerhard
Richter, Mimmo Rotella, Victor Vasarely, Tom
Wesselmann, Andy Warhol.
Arman’ın gitarları, bir müzik aletinin bende
uyandırdığı duygular açısından elbette öne geçiyor.
Gitarlar ve Fırçalar’ı, Gitarları.
Boetti’nin işlemelerinin önünde uzun süre
kalabilirsiniz, çünkü şifreyi çözüp mesajı ancak
öyle anlayabilirsiniz.
Sanatçının sanatçıyı etkilemisinin örnekleriyle
doludur dünya sanat tarihi. Calder da öyle.
1930 sonbaharında Mondrian’ın atölyesini ziyaretten
sonra şöyle der:
“Bu tek ziyaret büyük bir sarsıntı yarattı bende
-her şeyi başlatan da o sarsıntıydı. Artık otuz iki
yaşında, soyutta resim yapmak ve çalışmak
istiyordum.”
Haring’in gözde hayvanı yılan. Yılan ve Piramid’i
çok sevdim.
Hirst’ün kelebekleri, yaşamla ölüm arasındaki
ürpertici köprüyü anımsatıyor.
Bir kalbin içindeki gerçek kelebekler, pembe bir
zemin, kendi yaptığı bir çerçeve.
Hockney’in Palyaço’su bir tiyatrodan çizilmiş.
Indiana, “Ben Amerikalı bir gösterge ressamıyım,”
diyor.
Sergideki Hope yapıtını görmelisiniz, devrilmiş “O”
belki umudun bütün türevlerini, gerçekleşmemesini
özetliyor.
Jenkell’in kırmızı ve mor bonbonları, şeker isteğini
artırıyor.
Katalogdaki yazı onu çok iyi anlatıyor:
“Portakal Galeri’si Laurence Jenkell’in
şekerlemelerini sergileyerek bizi Grimm Kardeşlerin
masalındaki Hansel ile Gretel gibi büyülü bir
dünyaya sürüklüyor. Duvarların çöreğe, pencerelerin
de şekere dönüştüğünü hayal etmeye başlıyoruz.
Harikalar diyarına hoş geldiniz!”
Hyo’nun çivilerden yapılmış yapıtı, beni çok
etkiledi.
Katalogdaki uyarı beni daha da tahrik etti:
“Bu erotik formu okşamaya kalkarsak, çivileri
görünce elimiz duraksayıverir.”
Lihong’un elmalarına gelince... Çalışma odamda
bulunmasını isterdim.
Modernle geleneği bağdaştıran anlayışı beni çekti.
Modern bir elma figürünün içinde geleneksel bir
çini.
Man Ray’ı ihmal etmek bir sanat severe yakışmaz.
Matta da görülmeli.
Opie’nin sanat tarihine göndermeler yapan yapıtı
sanatçı alışverişini simgeliyor.
Poliakoff’u görünce soyutun ne demek olduğunu daha
derinlemesine anlayacaksınız.
Niki de Saint Phalle’nin Üçleme’si, bir sanatçının
yaşadıklarını sanatına nasıl yansıttığını göstermesi
bakımından ilgi çekici.
Warhol’a sergide zaman ayırın. Joseph Beuys’un
Portresi’ni görün.
Dolar karşısında hayranlığınız artacak.
Ama oyuncak serisinden Papağan’ı ne çok sevdim.
Sergi, sanat konusunda bilginizi artıracak, yeniden
düşünmenizi sağlayacak.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 17.05.2010
|
DISCOVERY CHANNEL 'LAGARİ HASAN'I UÇURAMADI

Dünyaca ünlü belgesel kanalı ‘Discovery
Channel’da yer alan Mythbusters programında, ‘İlk
insanlı uçuşunu yaptığı varsayılan Lagari Hasan
Çelebi’nin roketi, bugünün tekniğiyle yeniden
üretilip ateşlendi. Ancak sonuç hüsrandı: Hem roket
hem de Hasan Çelebi’yi temsil eden manken
parçalanmıştı. O zaman nasıl oluyordu da 1633’te
Hasan Çelebi, kendi icadı olan kanatlarla kuşlar
gibi süzülerek denize inebiliyordu?
Önceki gün Discovery Channel’i seyredenler ilginç
bir sürprizle karşılaştılar. Kanalın en eğlenceli
programlarından biri olan Mythbusters’da ‘roketman’
başlığıyla bildik bir tarihi olay yeniden
canlandırılıyordu. Anlaşılan, Discovery’ciler, bizim
efsane kahramanımız Lagari Hasan Çelebi’yi daha yeni
keşfetmişlerdi. ‘Roketman,’ Sultanahmet Camii’in
önünden roketle havalanıyor, gökyüzünde bir süre
süzüldükten sonra kanatlarını kullanarak yine aynı
yere iniyordu. Hemen arkasından aynı şeyi Okan
Bayülgen de yapıyordu, ‘İstanbul
Kanatlarımın Altında’ filmindeki görüntüleriyle.
Zayıflıktan Lagari
Bilenler bilir, efsanenin kaynağı şu bizim sevimli
seyyahımız Evliya Çelebi’den başkası değildir.
Çelebi, ünlü Seyahatname’sinin birinci cildinde
Dördüncü Murat’ın kızı Kaya Sultan’ın doğduğu gece
Sarayburnu’nda düzenlenen şenlikleri anlatır her
zamanki eğlenceli üslubuyla. Takvimler 1633 yılını
göstermektedir ve tahmin edilebileceği gibi herkesin
keyfi yerindedir. Şenlikler sırasında, zayıflığı
dolayısıyla ‘Lagari’ diye anılan Hasan Çelebi de
kendi
hazırladığı roketle havalanır. Bir süre havada
süzülür ve barutu bitince de, önceden hazırladığı
kanatları kullanarak denize iner. Hasan Çelebi’nin
roketle ne kadar yükseldiği konusunda rivayetler
muhteliftir. Kimine göre bin metre, kimine göre
ikibin beşyüz metre...
Benzerini yaptılar
Mythbusters ekibinin günümüzün teknik imkanlarıyla
yeniden denemeye çalıştığı işte bu uçuştu. Önce
uzun uzun
bunun mümkün olup olamayacağını tartıştı ekip
elemanları. Arkasından, eldeki mevcut bilgilerle,
bizim Hasan Çelebi’nin kullandığına benzer bir roket
yaptılar. Roketin içine bir paraşüt, Hasan Çelebi’yi
temsilen de bir manken koydular. Mankenin Hasan
Çelebi’ye benzemesi için bıyık takmayı ve o günün
şartlarına göre giydirmeyi ihmal etmediler tabii ki.
5 metrede düştü
Arkasından da kontrol odasına girip roketi
ateşlediler. Roket sahiden de havalanmış ama az
biraz yükseldikten sonra kontrolden çıkarak üç-beş
metre öteye düşüvermişti. Mythbusters ekibi hemen
roketin yanına koşacak, hem roketin hem de Hasan
Çelebi’yi temsil eden maketin parçalandığını
göreceklerdi. Çıkan sonuç netti: 1633’te böyle bir
deney yapılamazdı, zihnimizi
ve hayal
gücümüzü zorlayarak yapıldığını kabul edeceksek
şayet, Hasan Çelebi’nin sağ kalabilmesi mümkün
değildi. Öyle süzüle süzüle Sinan Paşa Sarayı’nın
önünde dalgalarla kucaklaşması ise tamamiyle ihtimal
dışıydı.
Mübalağa uzmanı
Yaptığımız küçük
bir
araştırma, Lagari Hasan Çelebi ile ilgili tek
bilginin Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde yer
aldığını gösteriyor. Bunun dışındaki hiçbir Osmanlı
kaynağında böyle bir kişiden de, böyle bir deneyden
de söz edilmiyor. Eh, bilenler bilir, Evliya Çelebi
iyidir hoştur da, nasıl demeli, mübalağa konusunda
da elini hiç korkak alıştırmamıştır. Anlattığı öyle
şeyler vardır ki, sevimli bir tebessüm eşliğinde
okunabilir ancak...
Norveç’ten
haber
Ancak, aradan yüzyıllar geçtikten sonra nasıl
olmuşsa olmuş bu bilgi, Norveç Havacılık Müzesi
mahreciyle dünya basınında patlayıvermiştir.
ABD’de yayınlanan Weekly World News isimli
dergi, Norveç Havacılık Müzesi Müdürü Mauritz
Roffavik’e dayanarak, dünyada ilk insanlı uzay
uçuşunu Hasan Çelebi isimli bir Osmanlı Türk’ünün
yaptığını yazacaktı. Dergiye göre, Hasan Çelebi,
barutla çalışan iki katlı roketi 1633’de ateşlemiş,
2.5 kilometre yükselen roket daha sonra denize
düşmüştü.
6 da küçük motor
Norveç Havacılık Müzesi Müdürü Mauritz Roffavik,
daha teknik bilgiler vermekten de kaçınmıyordu. Buna
göre, Hasan Çelebi’nin roketinin ana motorunun
çevresinde altı küçük motor daha vardı ve bu küçük
motorlar, roketi havaya yükselten ilk kademeyi
oluşturuyordu. Roffavik, “İlk kademede yer alan bu
roketlerin yakıtı tükendiğinde, ikinci kademeyi
oluşturan ve daha büyük olan ana motor devreye girdi
ve roketin daha da yükselmesini sağladı” diyecekti.
Gerisi de Evliya Çelebi’nin anlattığı gibiydi zaten:
Roket 300 metre yükseldiğinde Hasan Çelebi roketi
terk ederek, bir tür paraşüt yardımıyla yavaşça
denize inecekti.
İnsanlı ilk uçuş
İşin daha da ilginç tarafı,
ABD’deki ünlü Smithsonian Enstitüsü Uzay
Araştırmaları Bölümü Başkan Yardımcısı Frank Winter
da bunu doğrulamış, “Türk roket adam Hasan
Çelebi’nin 1633’teki denemesi şimdiye kadar
kayıtlara geçen ilk insanlı uçuş denemesidir”
demişti.

Evliya Çelebi, o geceyi ünlü Seyahatname’sinde şu
sözlerle anlatıyor: “Murad Han’ın Kaya Sultan isimli
kızı dünyaya geldiği gece akika kurbanı şenliği
oldu. Bu Lagari Hasan elli okka barut macunundan
yedi kollu bir fişek icad eyledi. Sarayburnu’nda
Hünkar huzurunda fişenge bindi ve şakirtleri
(yardımcıları) fitili ateşlediler. Lagari,
‘Padişahım seni Huda’ya ısmarladım. İsa Nebi ile
konuşmağa gidiyorum’ diyerek semaya fırladı. Yanında
olan diğer fişekleri ateşleyip ruy-u deryayı (deniz
yüzeyini) çırağan eyledi (aydınlattı). Fişengi
kebirinin (büyük roketin) barutu kalmayınca zemine
doğru inerken kartal kanatlarını açarak Sinan Paşa
Köşkü önünde deryaya indi ve padişahın huzuruna
geldi. Zemini bus ederek (öperek), ‘Padişahım, İsa
Nebi sana selam söyledi’ diyerek şakaya başladı. Bir
kese akçe ihsan olunup 70 akçe ile sipahi yazıldı.”
Yaptığını, yapamadılar
Lagari Hasan Çelebi’nin kendi yaptığı roketle
kendini fırlattığı o müthiş deneyini, 477 yıl sonra
ünlü belgesel kanalı Discovery Channel
gerçekleştirdi. Temsili mankene, Hasan Çelebi’ye
benzetmek için bıyık bile taktılar ama uçurmayı
başaramadılar. Oysa Lagari Hasan Çelebi, Evliya
Çelebi’nin anlatımına göre barutunun gücü yettiğince
gökyüzüne yükselmiş, düşerken de takma kanatları
kullanıp denize inmiştir. 1633 yılındaki o müthiş
gün de gravür ve resimlere böyle yansımıştır.
Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 17.05.2010
|
ANTİK EFES'E DÜNYA KİMLİĞİ
Efes Antik kentinin
gelişimine ve uluslararası tanıtımına katkıda
bulunması hedeflenen “Efes Vakfı”nın kuruluş
çalışmalarını Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
ile Avusturya Bilim ve Araştırma Bakanı Dr. Beatrix
Karl birlikte duyurdu.
Toplantıya, Vakfın kurucularından
Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet
Kocabıyık,
Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Bülent Eczacıbaşı ve
Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü Yöneticisi ve
Efes Antik Kenti Kazı başkanı Doç.Dr.Sabine
Ladstatter katıldı.
Vakfın, Efes Antik Kenti geleceği için önem
taşıdığına dikkati çeken
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, “Bu topraklardaki her taşa, her
çiçeğe her bitkiye sahip çıkıyoruz. Tüm kalbimizle
biliyoruz ki gelecek bin yıllarda insanlığın ortak
zenginliği olacaktır” dedi. Konuk Bakan Dr. Beatrix
Karl’da, “Bu proje Avusturya’nın yurt dışındaki en
büyük bilimsel projesi. Avusturya bu projenin
önemine inanmazsa bu katkıyı yapmazdı. Daha
kazılacak çok yer var. Bu çalışmalarla hem bilim hem
de arkeolojide farkındalık yaratmalıyız. Efes antik
kentini en büyük turizm yerlerinden biri haline
getirmeliyiz. İnsanların buraya yakınlaşmasını
sağlamalıyız” diye konuştu.
Milliyet Ege, Haber: Latif Sansür, 17.05.2010
******
EFES'İN 10 BİN YILLIK TARİHİNE 3 HOLDİNGTEN ÇOK
ANLAMLI DOKUNUŞ
Efes Antik Şehri, sadece yüzde 15’lik kısmı ortaya
çıkarılabilmiş olsa bile her yıl 2 milyon turist
çekiyor. Şehrin henüz arkeolojik olarak dokunulamamış
kısımlarının gün yüzüne çıkarılabilmesi ve Efes’in
tüm dünya tarafından tanınan en önemli turizm
lokasyonu olması için Borusan, Eczacıbaşı ve Doğuş
Grubu liderliğinde Efes Vakfı kuruldu. Vakıf her yıl
1 milyon euronun üzerinde bir gelir yaratarak kazı
çalışmalarına destek olacak.
Efes Antik Kenti, Troya’nın hazin sonundan kaçanlar tarafından kuruldu.
Antik kentin tarihi MÖ 8 bin yılına kadar uzanıyor.
Yani tam tamına 10 bin yıl geriye gidiyor. Bölgede
farklı tabakalar halinde neolitik çağdan Grekler,
Romalılar ve geç antik dönem Hıristiyanlığına kadar
uzanan geniş bir yaşam skalasından izler bulmak
mümkün.
Bölgede kazılar 1863 yılında İngilizler tarafından
başlatıldı. Ancak finansal zorluklar nedeniyle
sekteye uğradı ve sonra bayrağı 1893 yılında
Avusturyalılar aldı. Ağırlıklı olarak yabancı bilim
adamlarının gayreti ile 1956 yılında antik kentin
bazı bölümleri açığa çıkarılabildi. Kazı çalışmaları
halen devam ediyor. Düşünebiliyor musunuz 117 yılda
Efes Antik Kenti’nin sadece yüzde 15’lik bölümü gün
yüzüne çıkarılabildi. Henüz keşfedilmeyi bekleyen
devasa bir şehir ve liman bulunuyor. Tüm bu
çalışmalar ise bugüne kadar Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü’nün yıllık 600 bin euroluk fonu ile
yürütülüyordu.
Borusan liderliğinde Eczacıbaşı ve Doğuş grupları
bir anlamda Türkiye’nin ayıbına son verdiler ve Efes
Vakfı’nı kurdular. Yaklaşık 1 milyon euroluk
başlangıç bütçesiyle hayata geçirilen Efes Vakfı,
antik kentteki kazı çalışmalarına destek olmak,
kentin daha rahat ziyaret edilmesini sağlamak ve
uluslararası tanıtımına katkıda bulunmak amacıyla
kuruldu. Vakıf, antik şehrin kısmen kazılmış ve
halihazırda ziyarete kapalı kısımlarındaki kazı
çalışmalarına ivme kazandırmayı hedefliyor. Ayrıca
antik şehir hakkında yayımlanan tüm araştırmaların
içinde yer aldığı bir dijital arşiv oluşturulacak.
Ve Efes Antik Şehri’nin çok daha geniş bir tabanda
tanıtımı için kampanyalar düzenlenecek. Efes Antik
Şehri hakkında bir evrensel bilinç oluşturulmasına
çaba gösterilecek.
Faaliyetine başlayan Efes Vakfı’nı tanıtmak için
Efes Antik Kenti’nde bir toplantı düzenleyen Vakfın
Yönetim Kurulu Başkanı ve Borusan Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık, antik kenti dünya
turizm liderleri arasına sokmak istediklerini
söyledi. Misyonlarını antik kentin geliştirilerek
korunması için fon yaratmak ve tüm dünyaya tanıtım
konusunda faaliyet göstermek olarak tanımlayan
Kocabıyık, “Birincisi Efes’i çağdaş ve modern
uygulamaların sunulduğu bir vitrin haline getirmek
istiyoruz. Bu çalışmalar sadece antik kentle sınırlı
kalmayacak; aynı zamanda yöredeki Osmanlı ve diğer
medeniyetlerden kalan eserleri de kapsayacak. Ayrıca
özel bir Efes arşivi ile dijital bir kütüphane
kuracağız” dedi. Kocabıyık, “Hedefimiz buradan
ziyaretçinin memnun ayrılması ve burayı tanıtıp
tavsiye ederek bizim elçimiz olmasıdır. Son olarak
da Efes için küresel bir tanıtım fonu oluşturacağız.
Bunun için sempozyum, konser ve sergi gibi
fonksiyonel yöntemlerin yanı sıra dijital olanakları
ön planda tutan eylem planımız var” şeklinde
konuştu.
Efes Vakfı’nın yönetiminde Borusan Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık, Eczacıbaşı Holding
Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Doğuş
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, Borusan
Kültür Sanat Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Hamedi,
M-D Gertner GmbH Başkanı Alexander E. Gertner, VIP
Tourism Başkanı Yasemin Pirinçcioğlu, Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü yöneticisi ve Efes Kazı Başkanı
Doç.Dr. Sabine Ladstatter, Viyana merkezli Efes
Dostları Cemiyeti Başkanı DI Dr. Albert Hochleitner
ile Türkiye Efes Müzesi Müdürü Cengiz Topal
bulunuyor. Vakfın onursal başkanı ise Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay.
Efes Antik Kenti’ni her yıl 2 milyon kişi ziyaret
ediyor. Giriş ücreti 20 TL olarak belirlenmiş.
Şehrin içinde Yamaç Evler bölümü var, oraya ayrıca
15 TL daha vererek girebiliyorsunuz. Efes’e gelen
her 3 kişiden biri Yamaç Evler’i de ziyaret
ediyormuş. Yani kabaca 50 milyon lira yapar. Efes
Antik Şehri’nde ayrıca yaz döneminde önemli
konserler de oluyor ve buradan da çok önemli bir
gelir yaratılıyor. Müze Kart’la indirimli gelenleri
ve öğrenci girişini düşerseniz, Efes Antik Şehri’nin
yıllık gelirini kabaca 30 milyon lira olarak tahmin
edebiliriz. Ne yazık ki ziyaretçilerinden 30 milyon
TL üreten Efes Antik Şehri’ne devletin harcadığı
para topu topu 2 milyon TL. Bu paranın da büyük
bölümü personel maaşlarına gidiyor. Yani Ankara,
Efes’in tüm ihtişamından yararlanıyor ancak onun
ihtiyacı olan desteği sağlamıyor. Efes Antik
Şehri’ne Avusturya’nın sahip çıkması, kazı
çalışmalarını finanse etmesi aslında Türkiye’nin
ayıbıdır. Önde gelen 3 büyük grup desteği ile şimdi
büyük bir boşluğu dolduracak. Ancak Hükümet’in de
Efes’ten gelen parayı genel bütçeye atmak yerine hiç
olmazsa yüzde 10’unu bilemediniz yüzde 5’ini yine
Efes’e iade etmesi, kazı çalışmalarına destek olması
gerekir diye düşünüyorum. Sonuçta bu bir harcama da
olmayacak yatırım olacak. Çünkü Efes Antik Şehri
ihtişamı ile ortaya çıktıkça harcadığının 10 mislini
geri alabileceği bir yatırım aracına dönüşecek.
Vatan, Yazı: Ercan İnan, 18.05.2010
|
BİZANS MEZARI İÇİN YAHUDİ İSYANI
İsrailli yetkililerin Aşkelon kentindeki bir tıp merkezine bombaya karşı dayanıklı bir acil servis inşa etmek için yaptığı kazıda çıkan antik mezarlık ülkede isyan yarattı.
Barzilai Tıp Merkezi’nin çevresindeki mezarlığın kutsal sayılması gerektiğini öne süren aşırı dinci Yahudiler, iki gündür polisle çatışıyorlar. Ceset kalıntılarını başka bir yere nakletmek isteyen İsrailli yetkililer ise antik mezarlığın Yahudilere değil Bizanslılara ait olduğunu savunuyor.
Önceki gün çıkan olaylarda 30 kadar aşırı dinci gösterici tutuklandı. Sağcı Başbakan Binyamin Netanyahu, aşırı dincilerin protestosuna rağmen acil servis inşasının halkın yararına olduğunu açıkladı. İnşaat alanındaki engelleri aşmaya çalışan aşırı dinci Yahudiler insan kalıntılarının naklini engellemek için yollara barikat kurdu.
Hürriyet, 17.05.2010
|
 |
KARUN HAZİNELERİ UŞAK'TA KALACAK
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, korozyona uğrayan Karun
Hazineleri'nin
bakımının Uşak'ta yapılacağını ve
eserlerin Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmeye
devam edeceğini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bir dizi
incelemelerde bulunmak üzere Uşak'a geldi. Dün akşam
saatlerinde kente gelen ve geceyi Uşak Üniversitesi
Sosyal Tesisleri'nde geçiren Günay, sabah
saatlerinde müzeler kompleksine dönüştürülmesi
planlanan tarihi tren garında incelemelerde bulundu.
Uşak Üniversitesi Bir Eylül Kampüsü'nü de gezen
Bakan Günay, üniversitenin önemli yatırımlara imza
attığını ve gelişmeye açık bir yapıya sahip olduğunu
söyledi. Rektör Prof.Dr. Adnan Şişman'dan
üniversitedeki çalışmalar hakkında bilgi alan Günay,
memnuniyetini dile getirdi. Uşak Valisi Özdemir
Çakacak, Milletvekili Nuri Uslu, İl Emniyet Müdürü
Cafer Şahin, AK Parti İl Başkanı Hilmi Alper ve
diğer protokol üyeleri ile birlikte daha sonra tren
garında incelemelerde bulunan Bakan Günay, müzeler
kompleksi projesinin önemine değindi.
Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun
Hazineleri'nin korozyona uğrayan parçalarının Ankara
Medeniyetler Müzesi'ne götürülerek bakım ve
onarımının yapılması ile ilgili soruları yanıtlayan
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, eserlerin
bakım ve onarımını Uşak'ta yapacaklarını söyledi.
Bakan Günay, "Her türlü bakım onarım burada olacak.
Koruma da burada olacak. İnşallah başımıza eskiden
olduğu gibi sıkıntılı durumlar gelmez. Ben
gelmeyeceğine inanıyorum. Vali bey ve milletvekili
arkadaşlarımız hazinelerin bakım ve onarımının
burada olmasını istediler. Bizde kendilerine
yardımcı oluyoruz" dedi.
Bakan Günay, müzeler kompleksi ile ilgili olarak da
şunları söyledi:
"Güzel bir proje, ilgi çekebileceğini düşünüyorum.
Ulaşım açısından da elverişli bir mekan. Proje
üzerinde bazı çalışmalarımız var. Hem tarihi dokuyu
koruyan hem de bir tür sanayi arkeolojisi
oluşturulacak. Burada yeni bir kültür sanat merkezi
oluşturabiliriz. Uşak Anadolu'nun önemli kültürel
değerlerine sahip illerimizden bir tanesi. İlin
sahip olduğu değerleri burada inşa edilecek
kompleksle ziyaretçilere açmayı hedefliyoruz. Kentin
coğrafi konumu itibariyle Ankara-İzmir yolunu
kullananların burayı gezeceğini düşünüyoruz. İç
turizm çok önemli. Çünkü iç turizm canlanmadan dış
turizmin gelişmesi mümkün değil."
Günay, termal alanların turizme açılması konusunu da
değerlendirerek, "Termal turizm konusunda bu yıl bir
ilan yaptık, ne yazık ki termal bölgelerine
yeterince başvuru olmadı. Yatırımcılara elimizden
geldiği kadar kolaylık sağlamaya çalışıyoruz. Fakat
turizm Teşvik Kanunu'nu düzenlerken Anayasa
Mahkemesi orman içi kullanılan alanlarda tahsis
edilen salanın üç katı kadar bir alanda ağaçlandırma
ve 3 yıllık bakım ücretini peşin ödeme zorunluluğu
koymuştu. Bunun peşin olması nedeniyle yatırımcılar
termal bölgelerinde biraz çekingen davranıyorlar.
Bunu aşma konusunda kamunun diğer birimleri bize
yardımcı olursa yatırımcı bulacağız" diye konuştu.
Internet Haber, 16.05.2010
|
ÇANAKKALE'DE YOL ÇALIŞMASI SIRASINDA TARİHİ MEZAR
TAŞI BULUNDU
Çanakkale'de yol çalışması sırasında
bir kadına ait olduğu belirlenen tarihi mezar taşı
bulundu.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Cumhuriyet
Bulvarı'nda yol çalışması yapan belediye ekipleri,
üzerinde Osmanlıca yazılar bulunan taş ortaya
çıkardı. Çanakkale Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri,
incelemenin ardından taşı, tarihi özellik
taşıyabileceği düşüncesiyle kent müzesi
görevlilerine teslim etti.
Müze görevlilerince yapılan incelemede, mezar
taşının 1836 yılında ölen bir kadına ait olduğu
belirlendi. Çanakkale Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Arkeolog
Özgür Çavga, taşın 19. yüzyıla ait bir mezar taşı
olduğunu söyledi. Yol çalışmasının yapıldığı alanın eski yıllarda
mezarlık olarak kullanıldığını belirten Çavga,
''Bölgede daha önce bu tür mezar taşları bulunmuştu.
Bu kalıntıların bulunması normal. Sadece Müslüman
değil Ermeni ve Yahudilere ait mezar taşları da kazı
çalışmalarında ortaya çıkıyor. Bunlar taşınmaz
kültür varlıklarımızdır. Bu ve bunun gibi daha önce
bulunan mezar taşlarını müzemizde sergiliyoruz''
diye konuştu.
Zaman, 16.05.2010
|
 |
HIRKA-İ ŞERİF RAMAZAN'A YETİŞECEK
Geçtiğimiz Ramazan'da ziyarete açılamayan Hırka-i Şerif'in onarımına başlandı. İtalyan uzman Marina Zingarelli'nin yürüteceği çalışma, 765 bin TL'ye mal olacak.
Veysel Karani'nin torunları Köprülü Ailesi'ne ait Hırka-i Şerif'in onarımı için İstanbul İl Özel İdaresi, Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Bölümü'nün restorasyonunu yapan ekibi ilk inceleme için görevlendirdi. Ekip, hırkanın sergilendiği ve saklandığı mekanın restorasyonu ile hırkanın onarımının yapılması gerektiğini tespit etti. Hırka-i Şerif'in konservasyonu için dünyanın önemli müzeleriyle temasa geçildi. Bu çalışmanın sonucunda İtalya'dan Marina Zingarelli, Claui Beyer, Lucia Nucci ile Costanza Perrona da Zara ile İngiltere'den Louise Squire davet edildi. Özellikle 6. yüzyıl İslam tekstili alanında uzman olan konservatörler birer rapor hazırladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı da çalışmanın teslim edileceği uzmanı seçmek için bir bilim kurulu oluşturdu. Kurul uzmanların hazırladığı raporları inceledikten sonra, İtalyan uzman Zingarelli'nin onarımı yapmasına karar verildi. Yeniden İstanbul'a davet edilen Zingarelli, Fatih Hırka-i Şerif Camisi'nde onarım çalışmalarına başladı. Köprülü Ailesi'nin bir üyesinin de çalışmaya refakat edeceği öğrenildi. Konservasyon kapsamında Hırka-i Şerif ve Hırka-i Şerif'in korunduğu oda, odaya bağlanan koridorlar, odadaki perdeler onarılacak. Odada ve vitrinde iklimlendirmenin yanı sıra özel aydınlatma yapılacak. Çalışma kapsamında bakteri ve böcek önleyici bir sistem kurulacak ve sergi için özel bir vitrin tasarlanacak. Çalışma, Ramazan'a kadar tamamlanacak ve Hırka-ı Şerif ziyarete açılacak.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 16.05.2010
|
TOKİ'NİN TARİHİ ESER RESTORASYON KREDİSİ İÇİN 79 BAŞVURU GELDİ
Toplu Konut İdaresi'nin (TOKİ) taşınmaz kültür varlıklarının bakımı ve restorasyonu amacıyla, 10 yıl vadeli ve yüzde 4 faiz ile kullandırdığı kredi için 79 başvuru geldi. TOKİ'den yapılan açıklamaya göre, taşınmaz kültür varlıklarının restorasyonu kredisinden yararlanmak için 19 Nisan'da başlayan başvuru süresi 7 Mayıs'ta sona erdi. Bu sürede toplam 79 başvuru gelirken, yapılacak incelemeden sonra, kredi kullandırılacak projeler belirlenecek. Uygulamadan yararlanacak projelere azami 80 bin lira tutarında kredi kullandırılacak.
Krediden yararlanmak için bu yıl İstanbul, Amasya, İzmir, Bursa, Bartın, Kocaeli, Çanakkale, Muğla, Uşak, Kastamonu, Trabzon, Edirne ve Şanlıurfa illerinden; Çubuk, Beypazarı, Safranbolu, Ürgüp, Avanos, Ayvalık, Milas, Taşköprü, Foça, Mudanya, İnebolu, Akçakoca, Alanya, Çay (Afyon) ve Kemaliye (Erzincan) ilçelerinden, Kalkan (Kaş-Antalya), Uzungöl (Çaykara-Trabzon) ve Birgi beldelerinden başvurular geldi. TOKİ, taşınmaz kültür varlıklarının restorasyonu için kredi kullandırmak üzere her yıl başvuru alıyor. Söz konusu uygulama kapsamında bugüne kadar 261 projeye 19 milyon 384.4 bin lira kredi tahsis edilirken, şimdiye kadar 12 milyon 130.3 bin lirası kullandırıldı ve 123 projenin restorasyonu tamamlandı.
Sabah, 16.05.2010
|
 |
SARAYDA DÜĞÜNE SON

TBMM Başkanlığı;
Dolmabahçe Sarayı Hasbahçe ve Beylerbeyi Sarayı
Hasbahçe başta
olmak
üzere saraylarda düğün, nişan ve sosyal etkinlikleri
yasaklayacak. Saray, köşk ve kasırların iç
mekanlarında sinema filmleri dahil ticari amaçlı
film çekilemeyecek.
Başkanlık Divanı, “Milli Saraylar Daire
Başkanlığı’na Bağlı Saray, Köşk ve Kasırların
Tahsisine, Gezilmesine, Araştırma Yapılmasına,
Fotoğraf ve
Görüntü
Alınmasına, Ücretlendirilmesine” ilişkin 4 ayrı
yönetmeliği değiştirme çalışmalarını tamamladı. İlk
Başkanlık Divanı toplantısında kabul edilmesi
beklenen yönetmeliklerdeki değişiklikler şöyle:
- Saray, köşk, kasırlar, depo-müze ve fabrikalarda
sinema filmi başta olmak üzere ticari film
çekilemeyecek. Film çekimi bu yerlerin
dış
mekanlarında izinle gerçekleştirilebilecek.
- İç mekanlarda artık reklam çekimleri de
yapılamayacak. Dış mekanlarda ise izne tabi olarak
uygun
görülen yerlerde ücretli çekimler yapılabilecek.
- Ziyarete açık birimler rehber eşliğinde
gezilecek. Ziyaretçilerin ziyarete açık iç
mekanlarda fotoğraf, video çekmek
gibi her
türlü görüntü olmaları yasak olacak. Dış mekanlarda
bütün çekimler serbest olacak.
- Mili sarayların geziye açık tüm mekanları, 6 ay
süre ile geçerli Milli Saraylar Kartı ile
gezilebilecek. Kart fiyatları 40 TL olacak.
İndirimli kartlar ise 20 TL’ye satılacak.
- Saray, köşk ve kasırlarda nişan, düğün ve benzeri
sosyal etkinlikler yapılamayacak. Buralarda sadece
kültürel bilimsel ve geleneksel etkinliklere izin
verilecek. Dolmabahçe Sarayı Hasbahçe ile Beylerbeyi
Sarayı Hasbahçe ve
Harem Bahçe ise yalnızca uluslararası prestij
sağlayan etkinliklere TBMM Başkanı onayı ile tahsis
edilebilecek.
Sergiler ücretsiz
- Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde açılan 15 günü
geçmeyen resim, heykel ve fotoğraf sergileri, artık
Dolmabahçe Kuşluk Sanat Galerisi’nde ücretsiz olarak
gerçekleştirilebilecek.
- Beylerbeyi Sarayı
Tünel’deki kültürel kişisel sergilerde eser
satışı yapılamayacak. Beylerbeyi Sarayı Tünel’de ve
Ahır Köşk’de resepsiyon ve diğer etkinlikler
yapılamayacak.
Milliyet, Haber: Önder Yılmaz, 16.05.2010
|
AKDAMAR'DA AYİN ERTELENDİ

Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'nda bulunan Akdamar
Anıt Müzesi'nde 12 Eylül 2010 tarihinde yapılması
planlanan ayin, halk oylaması nedeniyle 19 Eylül'e
ertelendi.
Van Valiliği'nden yapılan
yazılı açıklamada, Türkiye Ermenileri Patrikhanesi Ruhani
Meclis Başkanı Başpiskopos Aram
Ateşyan
ile telefonla görüşen
Vali Münir Karaloğlu'nun, Akdamar Anıt Müzesi'nde 12
Eylül tarihinde
yapılacak ilk ayinin,
halk oylamasıyla aynı güne denk gelmesi nedeniyle 19
Eylül'de yapılmasını teklif ettiği belirtildi.
Ermeni cemaatinin teklifi
olumlu karşıladığının kaydedildiği açıklamada, şöyle
denildi:
''Kültür Bakanlığı ve Van Valiliği'nin girişimleri
sonucu
12 Eylül 2010'da Akdamar Kilisesi'nde Ermenilerin
yapacağı ilk ayin, aynı gün Anayasa değişiklik
paketinin oylanması için yapılacak referandum
nedeniyle tehlikeye düşmüştü. Bunun üzerine harekete
geçen Vali Münir Karaloğlu, referandum
tarihinin
belirlenmesinin ardından telefonla
Türkiye Ermenileri Patrikhanesi Ruhani Meclis
Başkanı Başpiskopos Aram Ateşyan'ı aradı. Karaloğlu, Başpiskopos Ateşyan'a,
daha önce mutabık kaldıkları 12 Eylülde referandum
yapılacağını, Türkiye'de yaşayan Ermeni vatandaşların oy kullanamama
riski olduğunu anımsatarak, Ermeniler için bir sorun
oluşturmaması halinde kilisedeki ayinin, bir hafta
sonraya yani 19 Eylülde yapılması teklifini iletti.
Ateşyan
da ayinin ihtiyaçtan
dolayı bir hafta sonraya alınmasının herhangi bir
sorun oluşturmayacağını belirterek, 19 Eylül tarihinin kendileri için uygun olabileceğini söyledi.''
Açıklamada, Vali Karaloğlu'nun,
Ateşyan'ın yaklaşımından dolayı kendisine
teşekkür ettiği ve yapılan hazırlıkların yeniden gözden geçirildiği konusunda bilgi
verdiği ifade edildi.
Sabah, 16.05.2010
|
KAHİRE'DE TÜRK ESERLERİ İLGİ BEKLİYOR

Piramitler, Nil Nehri, İskenderiye Feneri ve
Kızıldeniz'le özdeşleşen Mısır, daha az bilinen
Kahire'deki İslami eserleriyle de dünyanın en büyük
açık hava müzesine sahip. Anadolu'dan iki yüzyıl
önce Türklerin idaresine geçen Mısır'da
Tulunoğullarından Memlüklere, Eyyübilerden
Osmanlılara yüzlerce cami, külliye, han, hamam,
kervansaray, sebil ve küttab ile medrese bulunuyor.
Mısır Kültür Bakanlığı'na bağlı Tarihi Eserler
Yüksek Meclisi'nin İslami ve Hıristiyan Eserler
Bölümü Genel Müdürü Dr. Mustafa Emin Mustafa, 715
İslami eser belirlediklerini bunlardan yaklaşık
150'sini restore ettiklerini belirtti. Cihan'a
konuşan Dr. Mustafa, yabancı ülkelerin restorasyon
faaliyetlerine para, bilgi ve araştırma konularında
yardımcı olduğunu anlattı.
Türkiye gibi bu eserlerle çok yakından ilgili bir
ülkenin restorasyon faaliyetlerinde bulunmasının
kendilerini çok sevindireceğini vurgulayan Mustafa,
Türkiye'nin belirlediği herhangi bir eseri restore
edebileceğini söyledi.
Dr. Mustafa, "Türkiye'den Mısır'a yönelik son
yıllarda giderek artan turistik gezilerde ağırlıklı
olarak piramitler ziyaret ediliyor ya da Şarm el
Şeyh gibi turistik bölgelere gidiliyor. Ancak Mehmet
Ali Paşa Camii'nden, Yavuz Sultan Selim'in son
Memlük direnişini organize eden Tumanbay'ın asıldığı
Bab Züveyle Kapısı'na İmam Şafii Camii ve
türbesinden Amr bin As ve Ahmet İbn Tulun camilerine
yüzlerce görkemli İslami eser ziyaretçilerini
bekliyor.
Özellikle Memlük sultanları ve komutanlarının
dört bir yanını eserlerle donattığı Kahire'de pek
çok eser de maddi imkansızlıklardan ve projelendirme
yetersizliğinden dolayı yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya bulunuyor. Özellikle Tarihi Eserler Yüksek
Meclisi belirlediği eserleri kurtarmak için büyük
bir çaba sarfederken, Vakıflar Bakanlığı'nın
bünyesinde kalan eski evler ve hanlar ise
kaderlerine terk edilmiş durumda." dedi.
1001 minareli şehir olarak da anılan Kahire'ye
rengini veren eserlerin büyük çoğunluğu şüphesiz
Memlüklere ait. Memlüklerin Mısır'a özgü bir sanat
geliştirdiklerini vurgulayan Dr. Mustafa Emin
Mustafa, bu özelliğin minarelerin şeklinde ve
kubbelerde rahatlıkla fark edilebileceğini
kaydediyor.
Memlük sultanları içinde özellikle de Kalavun,
Barkuk ve Kayıtbay Kahire'nin yanı sıra ülkenin dört
bir yanına inşa ettikleri eserlerle ülkeye altın bir
dönem yaşatmış.
Memlüklerden sonra ülkeye hakim olan Osmanlıların
daha çok Bizans esintilerini Mısır'a getirdiğini
ifade eden Dr. Mustafa, özellikle Abdurrahman
Kethuda'nın Kahire'yi baştan aşağı eserlerle
donattığını vurguladı.
Abdurrahman Kethuda özellikle kente kazandırdığı
sebil ve küttablarla biliniyor. Sebillerden bölge
halkı su ihtiyacını temin ederken, küttablardan da
aynı bölgede oturan küçük çocuklara dini eğitim
veriliyordu.
Osmanlı dönemine ait şaheserlerin başında
şüphesiz Mehmet Ali Paşa Camii geliyor. Sultan Ahmet
Camii'nin prototipini inşa eden Mehmet Ali Paşa'nın
bu şekilde bir gün Osmanlı tahtına oturma hayalini
de ortaya koyduğu belirtiliyor.
Ayrıca 1700'lü yılların sonunda inşa edilen
Misafirhane ise büyük bir yangınla tamamen kül oldu.
Dr. Mustaf, Türkiye'nin misafirhaneyi yeniden inşa
etmesini çok arzuladıklarını ifade ediyor. Aynı
şekilde tamamen harabe olmak üzere olan ünlü şair ve
din adamı İbrahim Gülşeni'nin türbesi de Türkiye'den
uzanabilecek bir yardım eli bekliyor.
Osmanlı dönemine ait Mevlevihane, Murat Paşa
Camii, Süleyman Paşa el Silahdar Camii, Muhammed el
Zehebi Külliyesi gibi çok sayıda eser ise restore
edilmiş durumda.
Star Gazete, 16.05.2010
|
SAMSUN'DA TARİHİ MEZARLIK DEFİNECİLER TARAFINDAN
TALAN EDİLDİ
Samsun'un İlkadım İlçesi'ndeki tarihi
mezarlık defineciler tarafından tahrip edildi.
Samsun'un şehir merkezinde bulunan; unutulmaya
yüz tutmuş ve adeta kimsesizler mezarlığı görüntüsü
veren tarihi mezarlık, dün gece kimliği belirsiz
kişi veya kişilerce kazıldı. Bir metre derinliğinde
ve bir metrekarelik alanda yapılan kazıdan geriye
toprak yığını kalırken, gün içinde hiçbir işlem
yapılmadığı gözlendi. İlkadım Belediyesi ile Çarşı
Polis Karakolu'na çok yakın olan mezarlığın giriş ve
çıkış kapılarında hiçbir güvenlik bulunmuyor.
Samsun Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar
Müdürlüğü'ne bağlı ekipler, zabıta müdürlüğüne
yapılan ihbarı not ettiklerini, işlerin yoğun olması
nedeniyle mezarlığa gidip inceleme yapamadıklarını,
yarın için eleman görevlendirip, çalışma
yaptıracaklarını kaydetti.
Öte yandan tarihi mezarlığın, aydınlatma ve yol
çalışması İlkadım Belediyesi tarafından 2008'de
yapılmış, aydınlatma direkleri yapıldıktan bir hafta
içinde kimliği belirsiz kişilerce çalınmıştı.
Zaman, 14.05.2010
|
BALATLAR KİLİSESİ'NDE KAZI BAŞLIYOR
Sinop'ta Bizanslılar tarafından
MS 660 yılında yapılan
Balatlar Kilisesi'nde temmuz başı itibariyle kazı
çalışması başlatılıyor.
Türk arkeologların yapacağı
kazıya Amerika'da California Üniversitesi'nden
hamamlar üzerinde çalışan ünlü bir arkeolog da
katılacak. 20 yılı kapsayacağı belirtilen uzun
soluklu kazı çalışmasında, birçok tarihi buluntunun
gün yüzüne çıkartılması hedefleniyor. 25 kişilik
ekip tarafından gerçekleştirilecek kazı, Balatlar
Kilisesi diye bilinen alanın, tarihi süreçte
gerçekten kilise mi yoksa hamam ve çeşitli
tesisleriyle büyük bir sosyal kompleks mi olduğunu
ortaya çıkaracak.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi,
Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü'nde
öğretim üyesi olan Doç.Dr. Gülgün Köroğlu'nun
başkanlığında gerçekleştirilecek kazı çalışması
öncesi Doç.Dr. Köroğlu ve ekibi kazı alanını
inceledi. Beraberindeki Doğuş Üniversitesi Öğretim
Üyesi Mimar Prof.Dr. İsmet Ağıryılmaz ile toplam 5
kişilik teknik ekip tarihi alanı gezdi. Ekibe, İl
Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun ve Sinop
Arkeoloji Müzesi Arkeologu Fuat Dereli eşlik etti.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, yaklaşık
bin 400 yıllık tarihi mekanın tarihi süreçteki ne
tür hizmet verdiğinin kazı sonucu ortaya
çıkartılacağını belirterek, kazı çalışmalarda ortaya
çıkartılacak buluntuların dünya tarihine ışık
tutacağını söyledi.
Beyaz Gazete, 14.05.2010
|
TARİHİ TÜRBEDE SOYGUN
Çin, 2 bin 500 yıllık
türbeleri soymak için patlatıcı ve iş makineleri
kullanan çete üyesi dört kişiyi ölüm cezasına
çarptırdı.
Çin resmi ajansı Xinhua, ölüm cezası alan 4
hırsızın, 27 kişilik bir
soyguncu çetesinin üyesi olduğunu duyurdu. Çete
2008-2009 yılları arasında, başkent yakınlığındaki
Hunan eyaletinde ondan fazla tarihi mezar ve
türbeyi talan etmişti. Mezar hırsızlarının
Çin'in koruma altına aldığı 200'den fazla tarihi
eseri çaldığı belirtiliyor. Türbelerden birinin
yaklaşık iki bin 500 yıl öncesi dönemde yapıldığı
tahmin ediliyor. Çetenin yakalanması ile çalınan
eserlerin tamamının bulunduğu açıklanmıştı.
Çin Halk Mahkemesi, türbe hırsızlarından dördüne
ölüm cezası verirken, diğerlerini ise hapis cezası
aldı.
Sabah, 14.05.2010
|
|
9 - 15 Mayıs 2010
|
İZNİK'TE BİZANS
MEZARI BULUNDU
İznik`te bin 600 yıllık
mezar ve ev temelleri ortaya çıkarıldı. İznik`e
bağlı Elbeyli beldesinde bulunan bir tarladan,
Bizans dönemine ait bin 600 yıllık mezar ve çeşitli
eserler bulundu.
Elbeyli Beldesi'nde
tarla sahibi bir kişi, İlçe Jandarma Komutanlığı'na
giderek, yağan yağmurlar nedeniyle tarlasından mezar
ve tarihi kalıntılara dair parçalar çıktığını
bildirdi. Bunun üzerine tarlaya giden müze müdürlüğü
yetkilileri, bir haftaya yakın kazı çalışması
sürdürdü. Çalışmalar sonrasında Bizans dönemine ait
olduğu anlaşılan bin 600 yıllık mezar ve ev
temelleri bulundu. Üzerinde herhangi bir işleme
bulunmayan mezarın içerisinden 15 kandil ve 2 kupa
çıktı. Mezardan çıkan eserler daha sonra müzeye
gönderildi.
Bursa Olay, 15.05.2010
|
|
"AYASOFYA VARKEN SEMBOL
BİR YAPIYA İHTİYACINIZ YOK"
İkinci Dünya Savaşı'nda
Hitler'in başmimarı olan Albert Speer'le aynı adı
taşıyan mimar oğlu bir İstanbul âşığı. Bosphorus
City projesinin mastır planını çizen Speer'e göre
Ayasofya varken İstanbul'un sembol bir yapıya
kesinlikle ihtiyacı yok.
O
her ne kadar dünyaca ünlü bir mimar olsa da ismi hep
"Hitler'in baş mimarının oğlu" olarak anıldı. İkinci
Dünya Savaşı yıllarında Adolf Hitler'in silahlanma
bakanı olarak görevlendirdiği en yakınındaki isim
Albert Speer'le aynı adı taşıyan oğlu Albert
Speer'den bahsediyoruz. Sinpaş GYO'nun Bosphorus
City projesinin mastır planını çizen Speer ile
projelerini, gençlik yıllarındaki Türkiye anılarını
ve İstanbul'u konuştuk. Oğul Speer, her ne kadar
ailesinin geçmişiyle ilgili konulardan çok kendi işi
ile anılmak istese de doğal olarak babasının Hitler
ile olan yakınlığını ve bunun iş hayatına
yansımalarını sormadan edemedik. Speer, Hitler'in
Berlin'i yeniden yaratması için görevlendirdiği
babası ile ilgili olarak hayatındaki en olumsuz
şeyin her zaman bu konudaki görüş ve sorulara
muhatap kalmak olduğunu belirtiyor. Yaptığı işlere
gelince; 2000'de Almanya Hanover'de düzenlenen Expo
2000 projesinin dizaynı, Şanghay Otomobil Şehri'nin
tasarımı ve 2008'deki Pekin Olimpiyatları'nın
yapıldığı komplekslerin taslağını Speer çizmiş.
İstanbul'un sembol yapıya ihtiyacı var mı sorumuza
ise Speer şu yanıtını veriyor: "İstanbul, diğer
şehirlerden çok farklı ve eşsiz bir kompozisyona
sahip. New York'taki Empire State binası, Dubai'deki
Burj Khalife gibi binalara bakarsak ve İstanbul için
sembol bir yapıdan bahsediyorsak Ayasofya başlı
başına yeter. Yapılacak yeni bir sembol yapı
İstanbul'a çok şey katmaz." Dünyanın çeşitli
bölgelerinde yaptığı ünlü yapılardan ilham alarak,
üç semavi dini buluşturacak mimari bir projeye imza
atıp atmayacağını sorduğumuzda ise Speer, "Teklif
gelirse neden olmasın. Kültürlerarası işbirliği ve
dayanışmayı sembolize edecek bir projeye imza
atabiliriz. Üstelik bu proje İstanbul'a çok yakışır"
yanıtını veriyor. Tarih kokan şehirde olunca, sohbet
İstanbul üzerinde yoğunlaşıyor. Stajında Türkiye'de
bulunmuş ve ülkeyi yakından tanıyan Speer'e göre son
yıllarda İstanbul'un kültür mirasına daha fazla
sahip çıkılıyor. Speer, İstanbul'un gayrimenkulde
büyük bir potansiyeli barındırdığını ve gelecekte
önemli merkezler arasında yer almaya aday olduğunu
söyledi.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde yapılan mimari
projelerin benzer konsept üzerine kurulduğunu bunun
da mimariyi sıradanlaştırdığını kaydeden Speer,
"Singapur, Frankfurt ya da İstanbul... İnşa edilen
yapılar artık neredeyse aynı. Bu benzerlikler,
şehirlerin kendine özgü yapılarla öne çıkmasını
engelliyor" dedi.
Speer, "Babam, Hitler'in baş mimarıydı. Babamın o
dönem yaptığıyla bugün arasında hiçbir bağlantı
kuramayız. Bu zaten toplumsal açıdan kabul edilecek
bir şey değil" diyor.
1060 dönüm üzerine kurulu Bosphorus City projesinin
İstabul'un en büyük gayrimenkul geliştirme projeleri
arasında yer aldığını belirten Sinpaş GYO Yönetim
Kurulu Başkanı Avni Çelik, "Projeyle ilgili bir
mastır plan çalışması söz konusu olunca uluslararası
alandaki mimar ve şehirciler arasında kim zirvede
diye bir araştırma yaptık ve yolumuz Albert Speer
ile kesişti. Proje üzerinde bir yıla yakın çalıştık.
Birkaç proje geliştirdikten sonra aramızda stratejik
bir işbirliği oluştu" dedi.
Süleyman Demirel'in Devlet Su İşleri (DSİ) genel
müdürü olduğu 1957'de öğrenci değişim projesiyle
Türkiye'ye geldiğini ve DSİ'de staj yaptığını
belirten Speer, "Motosikletle Frankfurt'tan
İstanbul'a geldim ve oradan yine motosikletle
Ankara'ya geçtim. İyi bir tecrübe ve güzel
arkadaşlıklar edindim. Türkiye'de uzun yıllardan
sonra yeniden görev almak gurur verici" dedi.
Sabah, Haber: İrfan
Donat, 15.05.2010
|
MEGA MÜZE'YE 3
ALTERNATİF YER
İzmir Ekonomik
Kalkınma Koordinasyon Kurulu’nun, Tarihi Havagazı
Fabrikası’nda gerçekleştirdiği 11. Toplantısı’nda
Müze Komisyonu adına Oğuz Tatış Mega Müze’yle ilgili
sunumu yaptı. Tatış, Atina, Berlin ve Loure
Müzeleri’yle ilgili ziyaretçi sayısından,
büyüklüklerine kadar detaylı bilgi verdi. Tatış,
Mega Müze’nin yeriyle ilgili alternatif alanlar da
önerdi. Tatış, Komisyon olarak Müze’nin Kültürpark
içine yapılmasını önerdiklerini söyledi.
Toplantıda Kültürpark’ın yanısıra Şaraphane’de eski
DGM binalarının arkasındaki alan ve aynı bölgede yer
alan bir kısma okula dönüştürülen eski Sümerbank
fabrikasının alanı da öneriler arasında yer aldı.
Kurul toplantısını yöneten basın mensuplarına
yaptığı açıklamada Tufan Ünal, “Mega Müze için en
iyi yeri arıyoruz. Agora dahil hiçbir öneri alanla
ilgili sorun yok. Alternatifleri çoğaltıyoruz.
Sonuçta karar Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla
birlikte verilecek. Önyargısız, tespitler yapıyoruz.
Komitenin yaptığı ham bir çalışmadır. Acele etmemiz
gerekir” dedi.
İzmir Büyükşehir
Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ise Kurul’un münazara
yeri, serbest kürsü olduğunu söyledi. Herkesin
fikrini söyleyebileceğini belirten Kocaoğlu,
“Müzeler Genel Müdürlüğü’ne daha önce görüşümüzü
bildirmiştik. Birlikte yeniden masaya yatıracağız.
Sonuçta kararı Bakanlık verecek. Arkadaşların, Agora
ve Kadifekale arasında yapılacak kazılarda, tarihi
eserler bulunması durumunda Müze sürecinin uzaması
endişesi var. Düşünce olarak haklılık payı var.
Ancak, realitede tarihi dokümanlara göre antik
tiyatronun yapılacağı yerle, Müze için belirlenen
alan ayrı yerler. Bilindiği kadarıyla orada tarihte
de tescillenecek bir yapı yok. Ağaçlar var. Ancak,
herkesin alternatif önerisine saygı duyuyoruz” dedi.
Öte yandan, Kurul’da
Kemal Zorlu ve Aziz Kocaoğlu, imar planı mahkeme
kararıyla bir kez daha iptal edilen Basmane’deki
Dünya Ticaret Merkezi Projesi alanıyla ilgili son
durumu anlattı. Zorlu ve Kocaoğlu, çözüm için
yeniden çalışma yapacaklarını söyledi. Gündemde
olmasına karşın Konak Pier ile Cumhuriyet Meydanı
arası yol düzenlemesi, trafiğe kapanması konusu
Dalgıran proje önerisinin de görüşeleceği bir
sonraki toplantıya ertelendi.
Hürriyet Ege, 15.05.2010
|
LEONARDO'NUN HAYALİ
İSTANBUL'DA GERÇEĞE DÖNÜYOR
500 yıl kadar önce,
dünyanın en büyük ve en ihtişamlı köprüsünü Haliç’e
yapmak için Sultan II. Bayezid’e mektup yazan, ama
saray görevlisince "İtalya Cumhuriyeti’nden
bir gavur" olarak
nitelendirip dikkate alınmaması sonucu teklifine
karşılık bulamayan Leonardo’nun içinde kalan büyük
hayali, mektubunun 1950 yılında tesadüfen Topkapı
Sarayı’nın arşivlerinde bulunması sonucu ortaya
çıkmıştı.
İşte bu büyük hayal, hem sanatta hem gerçek hayatta
karşılık buldu. ABD’den opera sanatçısı Daniel
Nazareth, Leonardo’nun rüyasını operada gerçeğe
dönüştürdü, Türk mimar Hakan Kıran da ünlü dahinin
eşsiz eserini Haliç’e
yapmak için gün
saymaya başladı.
Hindistan asıllı Amerikalı besteci Daniel Nazareth,
İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması ile
Da Vinci köprüsünün hikayesini duyduktan
sonra bu operayı
yazmaya karar verdiğini söyledi.
Leonardo gibi üstün bir dahinin, 500 yıl önce
Haliç’e köprü yapmak isteyip gerçekleştirememiş
olmasından çok etkilendiğini belirten Nazareth, bu
nedenle operasında Leonardo’yu İstanbul’a
getirdiğini kaydetti. Nazareth, "Operamda, 500 yıl
öncesine gidiliyor: Burada Leonardo Topkapı’ya davet
ediliyor ve Bayezıd ile buluşuyor. Birlikte köprüyü
inşa etmeye karar veriyorlar. Böylece opera, 500 yıl
öncesi ile bugün arasında köprü oluşturuyor" dedi.
Operanın son sahnesinde tüm insanların, barış
içinde, bağımsız ve yapıcı bir atmosferde
yaşamasının mümkün olduğunu vurguladığını ifade eden
Nazareth, "Yani, Leonardo’nun köprüsü ve opera
farklı kültür ve medeniyetler, batı-doğu ile
zengin-fakir arasında bağ kuran bir metafor olarak
kullanılıyor" diye konuştu.
Birçok kişinin Türkiye’yi AB’nin içinde görmek
istediğini düşündüğünü de dile getiren Nazareth,
"Türkiye’nin farklılıkları içeren bir topluma sahip
ve Avrupa ve dünya toplumunda yerinin olduğu
mesajının verilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum"
ifadesini kullandı.
İtalya’da son dönemki araştırmalarda Leonardo’nun
annesinin İstanbul Yahudilerinden olduğu yönünde
tartışma bulunduğunu ifade eden Nazareth,
Londra’daki Da Vinci koleksiyonunda da Leonardo’ya
ait orijinal bir beste keşfettiğini ve bunu kendi
operasında kullandığını söyledi.
Nazareth, "Bir metinle birlikte çok güzel bir melodi
yazmış. Metin, ’Bana ilham veren, bana itici güç
sağlayan aşktır’ diye yazıyor. Benim operamda da
Leonardo’nun şarkısı bölümü var ve burada onun
orijinal müziği yer alıyor. Bu melodi, Leonardo’nun
Topkapı Sarayı’nı ziyaret ettiği bölümde çalacak"
dedi.
Leonardo’nun melodisinin ilginç özelliğine de
dikkati çeken Nazareth, şunları kaydetti:
"Benim keşfettiğim, Da Vinci tarafından kullanılan
bu müzik, dik üçgende dik kenarların karelerinin
toplamının hipotenüsün karesine eşit olduğu Pisagor
teorisine göre oluşturulmuş. İlginç olan diğer yan,
Leonardo’nun Sultan’a yazdığı mektuptaki köprünün
boy, genişlik ve yüksekliği içeren boyutları da bu
teoriye
uygun. Çünkü, Pisagor Da Vinci’nin en çok
beğendiği matematikçilerden biriydi. Altın oranı da
çıkarmak için Pisagor’dan yararlanmıştı."
Nazareth, Leonardo’nun hayalini gerçeğe dönüştüren
eserinin Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim
Gökmen’in desteğiyle, 2010-2011 sanat sezonunda
sahneleneceğini ve prömiyerinin de Leonardo’nun
gitmek isteyip de hiç gidemediği Topkapı Sarayı’nda
yapılmasının planlandığını duyurdu.
İstanbul’da Haliç’e Leonardo’nun köprüsünün
yapılması projesinin yürütüldüğünü anımsatan
Nazareth, "Çok mutlu oldum, benim operam ve köprü bu
yıl ortaya çıkacak" dedi.
Nazareth, Rengim Gökmen’in operanın Ankara’nın yanı
sıra İzmir ve diğer illerde de sahnelenmesini ve
İngilizce’den Türkçe’ye çevrilmesini düşündüğünü
dile getirerek, "Bu operanın bütün hikayesi
Türkiye’ye ait, birçok bölüm Topkapı Sarayı’nda
geçiyor. Operamda Kur’an-ı Kerim’den iki söz var.
Ben bir Türk değilim ama operam Türkiye’nin bir
parçası ve ona ait. Ama aynı zamanda Avrupa’nın
parçası, çünkü müzikler de Avrupa müziği" ifadesini
kullandı.
Operanın Almanya’da da sahnelenebileceğini anlatan
Nazareth, gerçek köprünün kurulmasını da dört gözle
beklediğini sözlerine ekledi.
Haliç’e Leonardo’nun köprüsünün kurulma projesini
yürüten Hakan Kıran Mimarlık Yönetim Kurulu Başkanı
Hakan Kıran da Leonardo’nun hayalini gerçekleştirmek
için eskizler, konuyla ilgili maketler ve 2001
yılında Norveç’te yapılan Leonardo’nun köprüsü gibi
bütün verileri araştırdıklarını söyledi.
"Leonardo’nun köprüsü ileri vizyonla yapılmış bir
skeç, aslında bir hayal" diyen Kıran, köprüyü,
orijinal fikrini bozmadan ama 21. yüzyıl
teknolojisini de katarak modern yorumla
yapacaklarını kaydetti.
Kıran, çelik ve ahşaptan oluşacak köprünün
tasarımını yaklaşık 1.5 yıl önce İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’ne gönderdiklerini hatırlatarak,
sözlerini şöyle sürdürdü:
"Belediye de koruma kuruluna gönderdi. Koruma kurulu
bazı araştırmalar istedi, onları tamamladık. Kurul
özellikle tarihi yarımada ve önemli konularda zor
karar alıyor ama sürecin sonuna geldik. Bizim
aldığımız izlenime göre bir sıkıntımız yok ve bu
yılın ikinci ya da üçüncü yarısında inşaata
başlayabilir hale gelmeyi planlıyoruz. Aslında,
sivil toplum örgütlerinin de olduğu çok büyük bir
şölenle bu işe başlayalım ve çok kısa bir sürede
tamamlayalım istiyoruz."
Kıran, köprünün şimdiden İstanbul’un tanıtımına
büyük katkı sağlamaya başladığını ifade ederek,
"Projeyle ilgili dünyanın diğer ucundan bile
ziyaretler oluyor. İnsanlar bugünden tanıtımlarında
kullanmak istiyorlar. Bugünden başlayan tanıtım var
ki, bitince çok verimli olacak" dedi.
Leonardo gibi bir dahinin eserine hayat verecek
olmaktan onur duyduğunu belirten Kıran, "Çok büyük
şans benim için, olağanüstü büyük heyecan ve biraz
da tedirginlik içindeyim. Yani, milyonlarca
çizgilerden bir tanesini seçip, aslına dokunmadan
ama 21. yüzyılın da eseri olabilecek bir köprü
kurma, yani bütün bu dengeyi sağlama sorumluluğuyla
çalışma yaptık, büyük sorumluluk altındayız, umarım
başarılı oluruz. İstanbul’un, Türkiye’nin modern
yüzünü gösteren bir sembol olmasını istiyoruz"
ifadesini kullandı.
Kıran ayrıca, konuyla ilgili çeşitli sivil toplum
örgütlerini araştırdıklarını, köprüyü Norveç’te inşa
eden sanat yönetmeni Vebjorn Sand ile
bağlantılarının olduğunu ve işbirliği yapacaklarını
söyledi.
Kıran, "Leonardo ve köprüsü uluslararası iletişimin
aracı olmuş. Biz de bu süreci, uluslararası
iletişimin parçası olarak kullanma konusunda var
gücümüzle çalışıyoruz. Bu, bizim için ticari bir iş
değil, gönül verdik. Bu köprü bir dünya projesi ve
onu Türkiye’de en iyi şekilde yapabilmek istiyoruz"
dedi.
Leonardo’nun köprüsünü ilk olarak ama tasarlanan
yerinden kilometrelerce uzakta hayata geçiren
sanatçı Vebjorn Sand da galerisinde AA muhabirine
Leonardo köprüsünün farklı tasarımlarını göstererek,
14 yıldır bu projede çalıştığını söyledi.
Köprünün sanat boyutunun çok önemli olduğunu
belirten Sand, "İstanbul’daki projeye sanat
danışmanı olarak yardım etmeyi çok isterim" dedi.
Sand, Leonardo’nun çizimini belli prensipler üzerine
kurduğuna ancak detaylandırmadığına dikkati çekerek,
şunları kaydetti:
"Projenin heyecanlı tarafı bu, çünkü jeolojiyi temel
alıyor. Bir senfoni, bir matematik denklemi, zamanla
ölçülemeyen, çok güzel birşey, Mozart’ın kayıp
senfonisi adeta...
Projenin bu aşamaya gelmesinden dolayı çok
heyecanlıyım ama projenin Leonardo’nun ilk
tasarladığı ruha uygun şekilde hayata geçirilmesi
konusuna çok önem veriyorum. Bu iş sanat,
mühendislik ve mimarinin bir kombinasyonu,
Leonardo’da bu üçü de vardı. İsteğim en iyi
sonuçların alınması, ismimin dahil olup olmaması çok
da önemli değil ama bu projeyi hayata geçirmemiz
önemli, köprünün sanat boyutu çok önemli. Eğer proje
başarılı olursa bu tarihi bir şey olur."
Sand, köprünün İstanbul’a kurulmasının önemiyle
ilgili de şunları söyledi: "Bu, Müslüman Türkiye ile
Hıristiyan Avrupa arasında bir köprü, dünyanın
günümüzde karşılaştığı zorluklara ilişkin güzel ve
güçlü bir metafor. Kültürler arasında bir köprü...
Her şeyi birleştiren sanattır, bu projenin güzelliği
burada, sanat boyutunda. Bu köprüyü ben 2001 yılında
Norveç’te inşa ettim ama ilk tasarlanan yer olan
İstanbul’a kurulmasını görmeyi çok isterim. Umarım
Türkiye’deki proje, Norveç’te edindiğimiz
deneyimleri dikkate alarak ilerler ve başarılı
olur."
Sand, Leonardo’nun köprüyle ilgili çizimini ilk
gördüğünde neler hissettiğine yönelik soru üzerine
de şöyle devam etti: "Büyük bir bestecinin
senfonisini dinlediğinizdeki, meşhur bir tabloya
baktığınızdaki hissettiğinizle aynı şey;
olağanüstülük hissi, zamanla ölçülemeyen bir temele
sahip. Leonardo’nun köprüsü ilk gördüğüm anda
etkiledi beni, yıldırım aşkı gibi, doğa ötesi gibi
bir şey hissettim. Birçok düzlemde önemli, geçmişin
güzelliğini getiriyor. Sadece dizayn bakımından
değil, aynı zamanda Rönesans ruhunun, sanat ve
felsefenin kombinasyonunu, ruhani olan bir yaklaşımı
içinde barındırıyor. Leonardo ve bu köprü bütüncül
düşünceyi temsil ediyor, çünkü sanatı ve sessizliği
ve felsefeyi birbiriyle birleştiriyor. Bu nedenle
bunun mesaj taşıyan bir köprü olduğuna inanıyorum."
Bu köprüyü her kıtada inşa etmeyi istediğini ama
yapamadığını anlatan Sand, yine de iklim
değişikliğine dikkati çekmek için Antartika ve New
York’ta köprünün buzdan versiyonunu inşa ettiklerini
dile getirdi.
Radikal, 14.05.2010
|
4 BİN YIL ÖNCE DE
HAPİSHANE VARMIŞ
Günümüzde değişik
modelleri bulunan hapishanelerin, Anadolu'da 4 bin
yıl önce
de var olduğu, bazı suçluların hapishanelerde
tutuldukları bildirildi.
Kültepe höyüğünde kazı
çalışmaları yapan Ankara Üniversitesi Dil Tarih
Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fikri
Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
höyükten çıkan çivi yazılı tabletlerin günümüzden MÖ
2 binli yıllardaki yaşam tarzı hakkında fikir
verdiğini belirtti.
Kulakoğlu, okunan bir çivi yazılı tablette, yerel
bir kralla aralarındaki ticari bir meseleden dolayı
anlaşmazlık çıkan Asurlu Bazia’nın krala gönderdiği
mektubunda 10 aydan beri hapishanede yattığını,
kendisini kurtarması için elçi göndermesini rica
ettiğini anlattı. Kültepe tabletlerinde hapishane
karşılığında kullanılan kelimenin "Kişerşum"
olduğunu kaydeden Kulakoğlu, "Metinlerde hapishaneye
atmak, hapishaneye girmek ve hapishanede kalmak
tabirleri geçmekte. Açıkça anlaşıldığı üzere,
Anadolu’da binlerce yıl önce hapishaneler
bulunuyordu. Bu da eski Anadolu toplumunda, medeni
toplumlara has, suçlunun hapishaneye konularak
cezalandırılması anlayışının bulunduğunu
göstermekte" dedi.
Prof. Dr. Kulakoğlu tabletlerde ceza almak, hapis
yatmak ve hapishanede kalmak suçlarıyla ilgili
değişik bilgilerin bulunduğunu da ifade ederek,
şöyle devam etti: "Bir başka tablette ise casuslukla
suçlanıp hapse atılan bir tüccarın kurtarılması için
Karum şehrinin tüccarlarının kralla yaptıkları
görüşmeler yer almakta. Tutuklu Asurlu’yu kurtarmak
için kral ve kraliçenin huzuruna çıkan Karum
temsilcileri, sanığın suçsuzluğunu kanıtlaması için
iki öneride bulunurlar. İlki tanrı Aşşur’un hançeri
üzerine yemin etmesidir. İkinci öneri de Anadolu’ya
has bir yargılama tarzına atıf yapılarak, zanlının
nehir tanrısı tarafından yargılanmasıdır. Zanlı
nehirden kurtulursa masum sayılacaktır. Çivi yazılı
tabletlerde hapis cezalarıyla ilgili önemli bilgiler
var. Sonuç olarak günümüzden 4 bin yıl önce de
hapishanelerin olduğunu biliyoruz."
Kültepe Höyüğü’nde 1948 yılından beri yapılan
kazılarda Asurlu tüccarlara ait 23 bin 500 adet çivi
yazılı tablet bulundu. Dönemle ilgili ilginç
bilgilerin yer aldığı tabletlerin küçük bölümü
Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde büyük kısmı da Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor.
Radikal, 14.05.2010
|
 |
AYASOFYA'YI GECE ZİYARET ETMEK İSTER MİSİNİZ?
Bu yıl 28.'si kutlanacak olan Müzeler Haftası, 16-22 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Müzeler Haftası'nda Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı müzelerde ücretsiz giriş uygulaması yapılacak.
18 Mayıs Salı günü yurt genelindeki tüm müzeler ve ören yerlerine giriş yerli ziyaretçilere ücretsiz olurken, normal mesai saati bitiminden sonra 'Avrupa Müzeler Gecesi' etkinliği kapsamında İstanbul'da Ayasofya Müzesi, Arkeoloji Müzeleri ve Türk İslam Eserleri Müzesi saat 23.00'e kadar açık kalacak ve Türk vatandaşlarının yanı sıra yabancı ziyaretçiler için de ücretsiz olacak.
Müzeler Haftası'ndaki bazı özel müzeler de bu uygulamaya katılacak. Pera Müzesi, 15 Mayıs Cumartesi günü saat 24.00'e kadar açık kalırken, 19.00-24.00 saatleri arasında ziyaretçilerini ücretsiz ağırlayacak. 19.00, 20.00 ve 21.00'de ise BOTERO Sergisi ücretsiz rehberli turu düzenlenecek.
Sakıp Sabancı Müzesi de 19 Mayıs Çarşamba günü ziyaretçilerini hem ücretsiz ağırlayacak hem de gece 22.00'ye kadar açık kalacak.
Avrupa Müzeler Gecesi, 2005 yılında Fransa'da Kültür Bakanlığı'nın öncülüğünde müzelere yeni ziyaretçiler çekmek amacıyla başlatılan Avrupa Konseyi ve UNESCO'nun önderliğinde tüm Avrupa'ya yayılan bir etkinlik. Bu yıl bu etkinlik 15 Mayıs Cumartesi günü gerçekleşecek.
Turizm Habercisi, 14.05.2010
|
ÇEŞMELERE SAHİP ÇIKILDI

Afyonkarahisar Kalesi
çevresinde bulunan tarihi çeşmelerden birisi olan
Yağcak Çeşmesi, Belediye Başkanı Burhanettin
Çoban’la eski sağlığına kavuştu.
Halk dilinde “Yukarı Mahalle” olarak bilinen
Afyonkarahisar Kalesi çevresinde bulunan
mahallelerin yıllardır süre gelen sıkıntıları
Belediye Başkanı Burhanettin Çoban’ın göreve
gelmesinden sonra bir bir çözülmeye başladı.
Geniş bir bölgeye hizmet eden tarihi çeşmelerin bir
türlü yapılmadığını söyleyen mahalle sakinleri, bu
sıkıntılarının zamanında defalarca dile getirmeleri,
imza toplamaları ve dilekçe vermelerine rağmen
yapılmadığını, ancak Başkan Çoban’ın göreve
gelmesinin ardından, hiçbir talepte bulunulmamasına
rağmen, sadece muhtar ziyaretinde bir kere dile
getirilmesiyle işleme konulduğunu ifade ettiler.
Taşpınar Mahallesi’nde bulunan tarihi Yağcak
Çeşmesi’nin tekrar eski sağlığına kavuşması için
Belediye Başkanı Burhanettin Çoban’a ve belediye
çalışanlarına teşekkür eden mahalle sakinleri,
“Yağcak Çeşmesi’nden tekrar su içmenin ve evimize
kaynak suyu götürmenin sevincini yaşıyoruz. Belediye
Başkanımız Burhanettin Çoban’ın bölgemize hizmet
veren tarihi çeşmelerden Ballıpınar, Olucak ve
Taşpınar Çeşmelerine de sahip çıkacacağını ümit
etmekteyiz” ifadelerine yer verdiler.
Konuyla ilgili geniş bilgiler veren Taşpınar Mahalle
Muhtarı İsmail Karayiğit ve Doğancı Mahallesi
Muhtarı Arif Yorulmaz ise, “Biz muhtarlar, eğer
mahallemize hizmet gelirse, o zaman seviniriz.
Hizmet gelmezse üzülürüz. Şimdi hizmet almaya
başladık ve artık sevinme zamanımız geldi. Belediye
Başkanımız Burhanettin Çoban, göreve geldikten sonra
bölgemize büyük ağırlık vermeye başladı. Başkanımız,
imza toplamakla değil, sadece verdiği bir sözle,
kaderine terk edilmiş tarihi Yağcak Çeşmesi’ne ve
suyuna, gerekenin yapılması için, eski sağlığına
kavuşturulması için belediye birimlerine gerekli
talimatı verdi. Birimler de bu suyun ve çeşmenin
üzerinde durdu. Afyonkarahisar Belediyesinin ilgili
birimleri, bütün imkanları sağlayarak, tarihi Yağcak
Çeşmesi’ni tekrar eski sağlığına kavuşturdu”
şeklinde konuştular.
Başta Belediye Başkanı Burhanettin Çoban olmak üzere
tüm belediye çalışanlarına teşekkürlerini dile
getiren Mahalle Muhtarları, “Aynı şekilde kaderine
terk edilmiş olan Taşpınar, Olucak, Ballıpınar
çeşmelerimizin de iyi duruma getirileceği konusunda,
Belediye Başkanımıza güvenimiz tamdır. Taşpınar gibi
tarihi çeşmelerimizin başında önceleri etkinlikler
gerçekleşirdi. İnşallah kısa zamanda diğer
çeşmelerimiz de tekrar eskisi gibi sağlığına
kavuşur, eskiden olduğu gibi çeşme başında türküler
söylenip, şiirler yazılır” sözlerine yer verdiler.
Afyon Haber, 14.05.2010
|
MODERN VE ANTİK YAPILARI BİRLEŞTİREN ŞEHİRLER

Portekiz'in abidelerinde, yapılarında tarih ve
kültürün doygunluğunu hissetmek mümkün. Bu kültür
mirasının korunması ve bakımı için UNESCO 8 Portekiz
bölgesini Dünya Kültür Miras Listesi'ne dahil ederek,
uluslararası korumaya almış...
Portekiz'in şehirleri, modern ve antik olguları
birleştirmekle ünlü. Birçoğu eski Roma dönemi
şehirleri olmakla birlikte örnek olarak gösterirsek,
Lizbon, Porto, Braga ve Coimbra gibi bazı şehirler
savunma amaçlı kurulmuş.
Elvas, Lelria, Santarem, Guarda gibi abidelerinde,
yapılarında ortaçağ yerleşim bölgelerinde,
surlarında v.s tarih ve kültürün doygunluğunu
hissetmek mümkün. Bu kültür mirasının korunması ve
bakımı için UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim
ve Kültür Organizasyonu) 8 Portekiz bölgesini,
"Dünya Kültür Mirası" listesine dahil ederek,
uluslararası korumaya almış. Bu bölgeler Porto ve
Evora eski şehir, Batalha Manastırı, Belen Kulesi
dahil olmak üzere Lizbon'daki Alcobaça ve Los
Jeronimos ile Tomar'daki Convento de Cristo (Hz.İsa
Manastırı) Sintra'nın kültürel dokusu ve
Azorlar'daki Angra do Heroismo şehir merkezi olarak
sabitlenmiş...
Belen, şehrin simgesi
Belen kulesi (Torre De Belem), Lizbon şehrinin
sembolüdur. Portekiz kralı I. Manvel'in talimatı ile
1515-1521 yılları arasında Tejo nehrinin kıyısında
bir kale olarak düşünülerek inşa edilmiş...
Burası daha sonra 19. yüzyılda, bir dönem hapishane
olarak kullanılmıştır. Arap etkisi taşıyan kule ve
burçları, dış yüzeyi halat şeklinde işlenmiş
taşlarıyla 16. yüzyıl Portekiz mimarisini yansıtan
önemli bir yapı.
Jeronimos manastırı karşısında Tejo nehrinin yanında
kralın oğlu Prens Hanry'nin (1394-1460) başında
bulunduğu, kendisini denizciliğe teşvik etmiş, ona
destek veren Vasco De Gama, Macellan gibi; şairler
ve seyahatname yazarlarından, din ve bilim
adamlarından oluşan 33 şahsın figürlerini temsil
eden (Keşifler anıtı) 1960 yılında Hanry'nin
ölümünün 500. yılı anısına dikilmiş.
Anıtın önündeki meydanda yerde mermerden yapılmış
dünya haritası var. Haritada Portekizliler'in hangi
tarihlerde dünyada keşfettikleri yerleri gösteriyor.
Bu haritayı da Güney Afrika Cumhuriyeti hediye
olarak yaptırmış. Anıt, Portekizliler'in Ümit
Burnu'nu dolaştıkları yılın, 500. yıldönümü
münasebetiyle yapılmış.
Lizbon'dan notlar
- Portekiz Devleti'nin baş şehri Lizbon'dan çok
etkilendim. Bütün dünyayı aşağı yukarı dolaşan bir
kişi olarak Lizbon, hem temiz hem de tarih, sanat
kokan bir şehir.
- Tretuarlar beyaz kireçtaşı ve siyah Bazalt
volkanik taştan döşenmiş 5x5x6x7 ebadında dantel
gibi işlenmiş, topuklu ayakkabı ile de
dolaşabileceğiniz düzlükte.
- Meydanlarda heykeller çok değişik stilde, Pombal
Markisi Meydanı, Camoes Meydanı'ndaki heykel bronz,
etrafındaki diğer figürler beyaz mermerden yapılmış.
Yerlerde (Camoes deniz şairi, yazarı olduğu için)
çıpa, denizkızı gibi figürler, beyaz taşların içine
özenle siyah taştan işlenmiş.
- Pompal Markizi 1755'de başbakan olmuş. Portekiz'i
yeniden yapılandırmıştır. Büyük Lizbon depremi ve
tusunamiden sonra tüm ana caddeleri yeniden
planlanmış. Gerçekten çok muhteşem ulu ağaçlar
tretuarlar geniş yollar rüya gibi.
- Şehrin merkezinde ormanlar var.
- Şehrin merkezinde su kemerleri çok şık ve çok
yüksek.
- Lizbon Merkez Camii'inden çok etkilendim çok
değişik bir mimari. Mermerleri Türkiye'den gelmiş,
Şadırvan yapılıyor. Cemaat Afrika, Gine, Mozambikli.
200 Türk vatandaş var.
Yeni Asır (kısaltarak), Yazı: Işılay Saygın, 14.05.2010
|
"PAZARÖREN YERALTI ŞEHRİ TURİZME AÇILMALI"
Çevre
ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, bu muhteşem eserin
mutlaka turizme kazandırılması gerektiğini söyledi.
Bakan Eroğlu, 'Birçok yeraltı şehri gördüm ama
buranın bu kadar büyük olabileceğini tahmin
etmiyordum. Konuyu Kültür Bakanımıza da
anlatacağım.' dedi.
Çevre ve Orman Bakanı Veysey Eroğlu, Kayseri'nin
Pınarbaşı İlçesine bağlı Pazarören beldesi
yakınlarında bulunan yeraltı şehrini inceledi. Bakan
Eroğlu, 'Bu muhteşem eseri mutlaka turizme
kazandırmalıyız' dedi.
Çevre ve Orman Bakanı Eroğlu, TBMM Başkanvekili
ve Kayseri Milletvekili Sadık Yakut, AK Parti Grup
Başkanvekili ve Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Kayseri Valisi Mevlüt Bilci ile birlikte Pınarbaşı
İlçesine bağlı Pazarören beldesi, Isbıdın bölgesinde
bulunan yeraltı şehrini gezerek yetkililerden bilgi
aldı.Daire müdürlerinin de katıldığı incelemede
konuşan İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmet Taymuş,
yeraltı şehrinde 15 gün önce başlayan temizlik
çalışmalarının sürdüğünü söyledi.
Taymuş, 'Temizlik çalışması süren yeraltı
şehrinin 4 ayrı giriş kapısı, kapı girişlerinde
sürgü taşları, havalandırma bacaları, su kuyuları ve
çok sayıda oda olduğunu belirledik. İki katlı
olduğunu tahmin ettiğimiz yeraltı şehrini temizlik
çalışmalarının bitiminin ardından aydınlatma ve
diğer eksikler giderildikten sonra turizme açmayı
planlıyoruz' diyerek yer altı şehri hakkında
bilgiler verdi.
Yeraltı şehrinin içinde bulunan havalandırma
bacasını ve su kuyularını inceleyen Bakan Eroğlu,
'Bu muhteşem eseri mutlaka turizme kazandırmalıyız.
Birçok yeraltı şehri gördüm ama buranın bu kadar
büyük olabileceğini tahmin etmiyordum. Konuyu Kültür
Bakanımıza da anlatacağım. Buranın turizme
kazandırılmasıyla bölgenin gelişmesine katkı
sağlayacağına inanıyorum' diye konuştu.Gazetecilerin
sorusu üzerine Bakan Eroğlu, yeraltı şehrinin
turizme açıldığı zaman kendilerine talep edildiğinde
çevre düzenlemesiyle ilgili her türlü desteği
sağlayacaklarını kaydetti. Eroğlu, 'Çevreye doğal
dokuyu bozmayacak şekilde mesire alanları
kurulabilir. Yeraltı şehri bölge turizmine büyük
katkılar sağlayabilir' ifadesini kullandı. Bakan
Eroğlu, ayrıca yeraltı şehri yakınlarında tesadüfen
bulunan su kaynağından da su içerek DSİ
yetkililerinden su ile ilgili araştırma yapmalarını
istedi.Bakan Eroğlu, 'Bu su kaynağının yeraltı şehri
ile bağlantısı vardır. Kaynağın devamındaki
suyolları kayalar oyularak açılmış, buranında tarihi
bir geçmişi olabilir' şeklinde konuştu.TBMM
Başkanvekili ve AK Parti Kayseri Milletvekili Sadık
Yakut da daha önce varlığı bilinen ancak içine
girilemeyen yeraltı şehrinin temizlenmesinin
ardından ülke turizmine kazandırılacağını kaydetti.Eroğlu
ve beraberindekiler daha sonra Pazarören Beldesi
yakınlarındaki Selçuklu Sultanları'ndan
Melikgazi'nin türbesini ziyaret etti. Eroğlu, burada
yetkililerden türbe ile ilgili bilgiler aldı.
Yeni Şafak, 14.05.2010
|
SİDE MÜZESİ'NDE 11 BİN 905 TARİHİ ESER VAR
Antalya'nın Manavgat
İlçesi Side Müzesi Müdürü Güner
Kozdere, sorumlulukları alanında 43 arkeolojik, 5
doğal ve 3 kentsel olmak üzere toplam 51 sit
alanının olduğunu belirtti. Side Müze
Müdürü Güner Kozdere, 2009 yılı sonu itibariyle
müzelerinde 2 bin 129 arkeolojik, 9 bin 776 olmak
üzere toplam bin 905 eserin sergilendiğini ifade
etti.
18-24 Mayıs
Müzeler Haftası etkinlikleri çerçevesinde basın
açıklaması yapan Kozdere, müzelerine bağlı
restorasyon atölyesinde 3 bin 500 eserin restorasyon
ve konservasyonun en kısa zamanda başarıyla
tamamlandığını söyledi. Side Müzesi'nin dünyasının
sayılı müzeleri arasında olduğunu belirten Kozdere,
müze içinde tarihi eserlere zarar verdiği
gerekçesiyle flaşlı fotoğraf çekimine izin
vermediklerini kaydetti. Kozdere, "Dünya kültür
mirasının korunması ve müzeciliğin tanıtılması
amacıyla Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Kurumu (UNESCO) tarafından tüm dünyada 18 Mayıs
müzeler günü ilan edilmiştir. Ülkemizde de 1982
yılından bu yana da 18-24 Mayıs tarihleri arası
Müzeler Haftası olarak kutlanılıyor. Side Müze
Müdürlüğü sorumluluk alanlarına Manavgat, İbradı ve
Akseki ilçeleri de giriyor. Side Müzesi ülkemizde
heykel restorasyonu yapan tek müzedir" diye konuştu.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın halkın tarihi ören yerlerini
rahat bir şekilde gezebilmesi için 'Müzekart'
uygulamasına geçtiğini hatırlan Kozdere, kart
sahiplerinin Türkiye'de 300 aşkın müzeyi ekstra hiç
bir ücret ödemeden ziyaret edebileceğini kaydetti.
Müzekart'ın 20 TL karşılığında temin edildiğini
belirten Kozdere, öğretmenler ile 18 yaş ve
üzerindeki öğrencilere yüzde 50 indirim
uygulandığını ifade etti.
Kozdere,
müzeleri 17 yaş ve altındaki Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı gençler ve çocuklar ile bu yaş grubundaki
öğrenci gruplarına refakat eden öğretmenler, 65 yaş
üstü, gaziler, şehit ve gazilerin eş ve çocukları,
engelliler ve engelli refakatçisi, er ve erbaşlar
Türkiye Milli Komitesi Milletlerarası Müzeler
Konseyi (ICOM), Uluslararası Anıtlar ve Sitler
Konseyi (ICOMAS), Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim
ve Kültür Kurumu (UNESCO) kartı sahipleri, basın
kartı sahipleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı
personeli, emeklileri, profesyonel turist rehberleri
ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel
Müdürlüğünce ağırlanan resmi konuk ve
refakatçilerinin ücretsiz gezdiğini kaydetti.
Turizm Gazetesi, 14.05.2010
|
TOPKAPI VE KREMLİN'LE ORTAKLIK PEKİŞTİRİLECEK
Türkiye ile Rusya
Federasyonu arasında esen 'bahar rüzgarları' her
alanda yaşanıyor. Rusya Devlet Başkanı Dimitriy
Medvedev'in Türkiye'ye yaptığı ziyaret, son dönemde
bu ülke ile olan ilişkilerin 'en üst seviyeye'
çıkmasını sağladı. Bu yılın ilk aylarında hem
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün hem de Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ın Rusya'ya yaptığı ziyaretlerden
sonra gerçekleşen Medvedev'in ziyareti, 17
anlaşmanın imzalanmasına sahne oldu. Bu anlaşmalar
arasında vize muafiyeti ile nükleer santral
anlaşmaları öne çıkarken, ticaret hacminin 100
milyar dolara çıkartılması hedefinin konması
ilişkilerin hangi seviyeye çıktığını göstermek
açısından da büyük önem taşıyor.
Rusya Devlet
Başkanı Dimitriy Medvedev'in ilişkinin geldiği
noktayı tanımlamak için, "Sözde değil stratejik
partnerlik" tanımını yapması Türkiye-Rusya
arasındaki ilişkiyi de ortaya koydu. Üst düzey
strateji işbirliği anlaşmasının imzalanması ile
birlikte 'Türkiye'nin stratejik ortağı' haline gelen
Rusya, soğuk savaş döneminden sonra Türkiye'nin
komşu ve bölge ülkeleriyle yürüttüğü barış
politikasının da en önemli meyvesi oldu. Demiryolu,
tarım alanları, enerji yollarının güvenliği, nükleer
santral, ticaret hacminin arttırılması, ekonominin
yoğunlaşması, turizmin arttırılması konuları yapılan
anlaşmalar ile işbirliği eksenine çekilirken,
kültürel alanlarda da iki ülke arasında önemli
gelişmeler yaşanıyor.
Tarihi büyük
geçmişlere sahip Rus ve Türk kültürlerinin birlikte
tanıtımlarının yapılması sağlanacak. Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın girişimleriyle birlikte kökleri
Osmanlı İmparatorluğu'na dayanan ve Rus Çarlığı ile
yaşanan ilişkiler, yüzyıllar boyunca yaşanan
savaşlara rağmen kaybedilmeyen karşılıklı kültürel
değerler halkın ilgisine sunulacak. İki kültürün
eski başkentleri olan İstanbul ve St. Petersburg ile
yeni başkentleri Ankara ve Moskova'nın karşılıklı
olarak tanıtımları gerçekleştirilecek. Bu dört
kentte de her ülke adına kültür merkezleri
oluşturulacak, bu kentlerin tarihi ve turistik
yerleri tanıtımı sağlanacak.
Türkiye ve Rusya,
turizm potansiyelinin arttırılmasına çalışacak. Deniz
turizminin yanı sıra tarihi ve kültürel unsurlar
ortaya çıkartılarak kültür turizminde artış
sağlanacak. Eski ve yeni başkentlerin, tarihi ve
kültürel varlıklarının tanıtımı için de karşılıklı
olarak sergiler açılacak. Topkapı Sarayı'nda Rus
Çarlığı'nın kültürel varlığı ortaya koyan sergiler
olacak. Aynı zamanda Türk-Osmanlı kültürünü tanıtan
sergi de Kremlin Sarayı'nda açılacak. Her iki
ülkenin kültür ve turizm bakanlıklarının yaptığı
çalışmada tarihe tanıklık yapmış çok önemli eserler
iki ülke vatandaşlarının ilgisine de sunulmuş
olacak.
Rusya Devlet
Başkanı Dimitriy Medvedev'in eşi Svetlana Medvedeva,
özel bir uçakla dün Ankara'dan İstanbul'a geldi.
Medvedeva'yı, Atatürk Havalimanı'nda İstanbul Vali
Yardımcısı Mehmet Ali Ulutaş karşıladı. Dimitriy
Medvedev'in Türkiye'den ayrılmasının ardından
İstanbul'a gelen Medvedeva, kentin tarihi ve
turistik yerlerini gezdi. Kariye Müzesi'ne giden
Medvedeva, Ayasofya Müzesi'ne geçti. Burada
yetkililer tarafından karşılanan ve müzeyi gezen
Medvedeva, müzeden çıktıktan sonra korumalarının
eşliğinde yürüyerek Yerebatan Sarnıcı'na gitti.
Yeni Şafak (kısaltarak), Haber: Erhan Seven - Yasin Yılmaz,
14.05.2010
|
SÜLEYMANİYE'NİN GÖĞSÜNDE ÇİÇEKLER AÇTI

Mimar Sinan'ın en önemli eserleri arasında yer
alan Süleymaniye Camisi'nin restorasyonu sırasında,
16. yüzyıla ait çiniler ve çiçek motifli kalem işi
desenler ortaya çıktı.
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın, Ramazan ayına yetişmesi talimatını
verdiği Süleymaniye Camisi'ndeki restorasyon çalışmaları sırasında
453 yıllık bir keşif yapıldı.
Restorasyon kapsamında yapılan
raspa çalışmasıyla,
Süleymaniye Camisi'nin aslan göğsü ve fil ayağı
bölümlerinde, caminin
yapıldığı döneme ait
turkuaz renkli çini ve çiçek motifli kalem işi desenlere
ulaşıldı. 1550-1557 yılları arasında, dönemin
padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın
Mimar Sinan'a inşa
ettirdiği Süleymaniye Camisi'nin restorasyonuna,
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce 2007'de başlandı.
Restorasyon sırasında
ana kubbe aslan göğüslerinde
yapılan raspa çalışmasında, caminin orijinal kalem işi bezemeleri ortaya
çıktı. Yapılan
incelemede, desenlerin, klasik dönem bezeme
üslubuyla yapıldığı,
renk, desen kompozisyonu ve desenlerde bulunan
ölçülerin detaylarının 16. yüzyıldaki örneklerle
eşleştiği öğrenildi.
Uzmanlar, ortaya çıkan ve çiçek motiflerinin hakim
olduğu bezemelerin, caminin
yapım tarihinde sarayın nakkaş başı Karamemi tarafından
yapıldığının tahmini üzerinde durdu. Ortaya çıkan orijinal
desenlerle ilgili olarak toplanan
Uzmanlar
Kurulu, ana kubbede kalem işi araştırma raspalarına
devam edilmesi yönünde karar verdi.
Öte yandan camideki iki fil ayağı bölümünde
bulunan hat çalışmasının etrafında ise, eserin
yapıldığı döneme ait çini işlemelere ulaşıldı.
Çinilerin üzerinin daha önceki onarımlarda sıvayla
kapatıldığı belirlendi. Süleymaniye'nin vakıf
envanteri açısından İstanbul'un çok özel bir yeri
olduğunu kaydeden Vakıflar Genel Müdürü Yusuf
Beyazıt, "Süleymaniye Camisi'ndeki sıvanın altından
Osmanlılara ait çok güzel süslemeler çıktı. Depremde
zarar gördükçe bu yapılar da dönemine göre
yenilenmiş. Eserin ilk yapılığı zamanki o orijinal,
sıcak renklerin çıkması bizi çok heyecanlandırdı"
diye konuştu.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 14.05.2010
|
İSTANKÖY'DEKİ CAMİLER
ONARILIP İBADETE AÇILACAK

Yunanistan’ın
İstanköy (Kos) Adası’nda
Osmanlı döneminden kalma
beşi cami 14 eser
restore edilecek ve çalışmalara Bodrum
Belediyesi de destek verecek. Ayrıca 1400
Müslüman’ın yaşadığı adadaki iki camide din dersleri
verilmeye başlanacak.
Yunanistan’ın Yeni Demokrasi Partisi Milletvekili ve
AB Kültür ve Tarih Komisyonu üyesi Elsa
Papademetriou, İstanköy Müslüman ve Dayanışma
Derneği Başkanı Mazlum Payizanoğlu ve yanındaki bir
grup komisyon üyesi ile iki hafta önce İstanköy
Adası’ndaki Cezayirli
Hasan Paşa, Defterdar, Atik Moruk, Saray ve Yenikapı
Camileri ile
Cezayirli Hasan Paşa, Bab-ı Cedid Su Haznesi
ve Hacıpaşa Türbesi’nde
incelemelerde bulundu. İncelemenin ardından gezilen
beş cami ile adadaki toplam 14 Osmanlı Dönemi’ne ait
çeşme, medrese ve türbenin restore edilerek, ayağa
kaldırılmasına karar verildi.
Restorasyon için kaynak arayışına başlanırken,
Bodrum Belediyesi de İstanköy Adası’ndaki Osmanlı
eserlerinin onarımı için gereken desteği vereceğini
açıkladı.
İstanköy Müslüman ve Dayanışma Derneği Başkanı
Mazlum Payizanoğlu, Müslümanların yoğun olarak
yaşadığı Germe köyündeki Germe Camii’nin tam gün,
Defterdar Camii’nin ise sadece cuma günleri ibadete
açık olduğuna dikkati çekti. Payizanoğlu şunları
söyledi:
“Türkiye ile Yunanistan arasında son yıllarda ikili
ilişkilerin hız kazanması, aradaki buzların
erimesine neden oldu. 30 bin olan ada nüfusunun
1400’ünü Müslümanlar oluşturuyor. Müslüman toplum
olarak artık çok rahatız. Kültür Komisyonu’nun
desteğiyle beş camimizi daha restore edip, ibadete
açacağız. Her yıl adaya gelen turistlerin 350 bini
Osmanlı eserlerini ziyaret ediyor.”
Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon da
“İstanköy’de Payizanoğlu ve Belediye Başkanı Yorgo
Giritsi ile görüştüm. Müslümanların ibadet ettiği
ve ibadette açılacak Osmanlı eserlerine AB
fonlarından verilecek desteğe katkıda
bulunabileceğimizi söyledim” dedi.
Radikal, Haber: Yaşar
Anter, 13.05.2010
|
TARİHİ MERİÇ KÖPRÜSÜ 15 GÜNDE ONARILACAK
Geçtiğimiz kış taşan sel sularıyla boğuşan Meriç
Nehri üzerindeki tarihi Meriç Köprüsü
(Abdülmecit-Yeni Köprü), oluşan tahribatın onarımı
içim bakıma alındı.
Çalışmalar süresince köprüden tek yönlü ulaşım
sağlanacak. Edirne kent merkeziyle, Karaağaç
Mahallesi ve Yunanistan'a açılan Pazarkule Sınır
Kapısı'na ulaşımı sağlayan tarihi Meriç Köprüsü'nde
onarım ve tadilat başladı. Karaağaç istikametine
giden araçlar köprüyü tek şerit kullanabilirken,
kent merkezine gelen araçlar yaklaşık 10 kilometre
daha fazla yol kat ederek Suvari Köprüsü'nü
kullanacak. Edirne İl Özel İdaresi Genel Sekreteri
Ahmet Çetin, köprüde bozuk taşların işaretlenmesiyle
başlayan onarımın 15 gün içerisinde tamamlanacağını
tahmin ettiklerini söyledi. 1842 yılında başlanan
köprünün yapımı 1847 yılında tamamlandı. Mimarının
kim olduğu bilinmeyen 263 metre uzunluğundaki
köprünün 12 sivri kemeri bulunuyor.
Zaman, 13.05.2010
|
ŞAŞIRTAN MUMYA KEŞFİ
Kimi kültürlerde, ölümden sonraki yaşamda kullanabilmeleri için, insanların en değer verdikleri eşyalarla gömülmesi normal karşılanır.
Kore'de keşfedilen ve 500 yıl kadar önce gömüldüğü tahmin edilen bu mumyanın en değer verdiği eşyanın el çantası olduğu anlaşılıyor.
Güzel kıyafetler ve takılarla birlikte, kadının mezarından bir de el çantası çıkarıldı.
Seul'deki araştırmacılar, kadının Joseon Hanedanı zamanında yaşayan bir üst düzey yöneticinin karısı olduğunu ve 16. yüzyılda öldüğünü tahmin ediyorlar.
Güney Kore'deki Gyeonggi Eyaleti'nde, Osan'da bulunan tabutta, 1392'den, 1910'a kadar hüküm süren Joseon Hanedanı'na yönelik mesajlar bulunuyor.
Mumyayla bulunan kıyafetler, araştırmacıların o dönemde kadınların nasıl yaşadıklarını anlamalarına yardımcı olması bekleniyor.
Mumyalar normalde eski Mısır'la ilişkilendirilse de, mumyalama işlemi, Kore'de de sık rastlanan bir durum.
Mısırlılar'ın uyguladığı işlemlerin tersine, Kore'de cesetlerin mumyalanmasını defin yöntemleri sağlıyor.
Hanedan süresince, üst sınıftan insanların cesetleri, vücutlarının bozulmasını önleyecek bir şekilde gömülüyorlardı.
Milliyet, 13.05.2010
|


 |
|
REKOR FİYATA SATILDI
Pop Art akımının en
önemli temsilcilerinden Amerikalı Andy Warhol'un
otoportresi açık artırmada 32,5 milyon dolara
(yaklaşık 49 milyon TL) satıldı.
New York'taki Sotheby's müzayede evinde dün
düzenlenen açık artırmada rekor
bir fiyata
alıcı bulan Warhol'un bu eseri 1986 yılına ait.
Eserin 10 ila 15 milyon
dolar
arası bir fiyata alıcı bulacağı tahmin ediliyordu.
Hürriyet, 13.05.2010
|
600 YILLIK HAMAMDA RESTORASYON SÜRÜYOR
Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa tarafından 14. yüzyılda yaptırılan Süleyman Paşa Hamamı’nda restorasyon çalışmaları sürüyor. 600 yıllık mazisi ile Kocaeli’deki en eski Osmanlı dönemi hamamı olan tarihi yapıda “Soğukluk” kısmının hatları ortaya çıkarılıyor.
Büyükşehir Belediyesi Kocaeli’nin tarihi yapılarını tekrar gün ışığına çıkartmak amacı ile çalışmalarını sürdürüyor. Kocaeli Yukarıpazar Mahallesi’nde bulunan ve günümüze kadar ayakta kalabilen en eski hamamlardan Süleyman Paşa Hamamı da yenilenerek günümüze kazandırılıyor. Bir bölümü yakın sayılabilecek bir tarihte yıkılan hamama yaklaşık 600 yıl sonra restorasyon çalışması yapılması ise ayrı bir önem taşıyor.
Aslına uygun olarak yeniden hayata geçirilen Süleyman Paşa Hamamı restorasyonunda soğukluk kısmının hatları kazılarak ortaya çıkarılıyor. Yerinde olmayan soğukluk ortaya çıkarıldığında bu kısım yerinde cam imalatlı kafe yapılacak. Hamamın önünde yer alan tarihi değeri olmayan taş duvarın yüksekliği ise yeni yapılacak kafenin giriş kotuna düşürülüyor. Bu taş duvarın önüne ise betonarme istinat duvarı yapılarak zemin çivisi uygulaması ile hamamın oturduğu arazi güçlenmesi sağlanacak.
Restorasyon kapsamında Süleyman Paşa Hamamı’nda kullanılacak durumda olan ve özellik arz eden taş duvarlar, kemerler, kubbe, sarnıç duvarları gibi tüm yapı elemanları korunarak temizliği yapılacak. Eksik yapı elemanları ise orijinal tasarım ve malzemeleri eş değerleri ile tamamlanacak. Tarihi hamam tekrar hizmete girdikten sonra led aydınlatmaları ile ışıklandırılacak.
Özgür Kocaeli, 13.05.2010
|
 |
PADİŞAHIN 2 BİN TAPUSU MAHKEME DOSYASINDA

Sultan II. Abdülhamid'in 48 varisi, hak talep
ettikleri 10 bin 200 taşınmazdan, tapu kayıtlarını
buldukları 2 binini mahkemeye sundu Belgeleri
dosyaya koyan mahkeme, varislerin nüfus kayıtlarının
getirilmesine ve Hazine'den arazilerle ilgili
tapuların istenmesine karar verdi
Osmanlı Padişahı II.
Abdülhamid'in 48 varisinin dedelerinin özel mülkleri
için Milli Emlak'a açtığı veraset davasının ikinci
duruşması dün Şişli Adliyesi'nde görüldü. Osmanlı
İmparatorluğu'nda 33 yıl tahtta oturan Sultan II.
Abdülhamid'in torunlarının dedelerinin şahsi malları
için başlattığı hukuk mücadelesinde dün ilginç bir
gelişme yaşandı. Varisler, ellerindeki tapuları
mahkemeye sundu. Avukat Ayşegül Topuz, "Bizim için
önemli olan veraset davasının bir an önce
sonuçlanmasıdır. Ardından elimizdeki diğer kayıtları
da mahkemeye ileteceğiz" dedi. Şişli 1. Sulh Hukuk
Mahkemesi, bu belgeleri dosyaya koydu ve II.
Abdülhamid'in varislerinin nüfus kayıtlarının
mahkemeye getirilmesine ve Hazine'den sözkonusu
arazilerle ilgili tapu kayıtlarının istenmesine
karar verdi.
Halen Türkiye'de tekstil ve ihracat işiyle uğraşan
varislerden 47 yaşındaki Orhan Osmanoğlu, "Dedemin
en çok gayrimenkulü Edirne İpsala'da, 3 bin dönüm
kadar. İzmir Karaburun'un büyük kısmı da dedemin
özel mülkü. Buraların tapularını mahkemeye sunduk.
İstanbul Ortaköy'deki Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu
da dedemin mülkleri arasında yer alıyor. İstanbul
Beykoz'da Kabakoz'da da binlerce dönüm arazimizin
tapu kayıtlarını da mahkemeye sunduk" diye konuştu.
"Dedemizden kalan mirası istememiz bizim en doğal
hakkımız" diyen Osmanoğlu, dava açma nedenlerini de
şöyle açıkladı: "Ailede 100 kişi varsa bunun 90'ı
maddi sıkıntı içinde. Pek çoğu yaşlı ve yardıma
muhtaç. İyi bir hayat yaşasak inanın bir şey
istemeyiz. Ama zorluk içinde olanlar için hakkımızı
arıyoruz. Geçen duruşmada mahkeme başkanı da bana
gülerek, 'Bu yüzyılın davası, bizim şansımız' dedi.
Gerçekten çok önemli bir dava. Kazanmayı umuyoruz."
İngiltere' de yaşayan varislerden Burak
Osmanoğlu da öncelikle mülklerin tazminini
Hazine'den istediklerini söyleyerek, "Eğer bu konuda
bir çözüm alamazsak son çare olarak Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gideceğiz" dedi.
Osmanoğlu ailesinin avukatlarından Ayşegül Topuz,
431 Sayılı Yasa'nın 8. maddesinin "Osmanlı
İmparatorluğu'nda padişahlık etmiş kimselerin
Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki tapuya
merbut emvali gayrimenkulleri millete intikal
etmiştir" dediğini, ancak Sultan II. Abdülhamid'in
yasanın ilanı tarihinden 6 yıl önce vefat ettiği göz
önüne alındığında, anılan yasanın Sultan ve
mirasçılarına uygulanmasının hukuken mümkün
olmadığını savunuyor.
Avukat Ayşegül Topuz, Türkiye'nin AİHM'nin yargı
yetkisi ile mülkiyet hakkını koruyan 1 No'lu
protokolü kabul etmesinin ellerini güçlendirdiğini
belirtiyor. Varislerin talep ettiği Hazine-i Hassa
mülklerinin II. Abdülhamid'in özel mülkiyeti
olduğuna ve vefat tarihinde bu mirasın mirasçılarına
intikal ettiğine dikkat çeken Avukat Topuz, şunları
söyledi: "Türkiye'de iç hukuk yolları tükenirse
konuyu AİHM'ye taşımayı düşünüyoruz. Daha önce
AİHM'de açılan benzeri miras davalarında örneğin
Yunanistan Kralı 13 milyon 700 bin euro tazminat
kazanmıştı."
20 Eylül 2010'a
ertelenen duruşmadan sonra SABAH'a konuşan
varislerden Orhan Osmanoğlu, dedelerinin 17 şehirde
10 bin 200 gayrimenkulü bulunduğunu, ailenin tapu
kayıtlarını çıkardığı 2 bin gayrimenkulün
belgelerini mahkemeye sunduklarını söyledi.
Osmanoğlu, "Dedemin, gayrimenkulleri en çok
İstanbul, Edirne, İzmir (Karaburun), Adana ve
Bursa'da var. Saraylar, köşklerle ilgili bir
talebimiz yok. Sadece elimizde bulunan tapuların
karşılığını istiyoruz" dedi. Sultan Abdülhamit'in
büyük oğlu Mehmet Selim Efendi'nin soyundan gelen
Harun Osmanoğlu'nun oğlu olan Orhan Osmanoğlu,
1963'te Şam'da doğmuş. 1974'te hanedan ailesine
giriş izni verilince, 11 yaşında Türkiye'ye gelen
Osmanoğlu'nun 5 çocuğu var.
Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 13.05.2010
|

|
DAVUTPAŞA KIŞLASININ FIRINI MESLEK YÜKSEKOKULU OLUYOR
Tarihi Davutpaşa Kışlası üzerine kurulan Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü sınırları içindeki Osmanlı'dan kalma tarihi fırın, meslek yüksek okulu oluyor. Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi öğretim üyesi Dr. Ali Koçak, üniversite kampüsü içindeki birçok tarihi eserin tescil edildiğini ve master planının hazırlandığını belirterek, "Bu plan içinde tarihi fırının, aynı özelliğini koruyacak şekilde restore edilmesi konusunda bir karara vardık. Restorasyon için Büyükşehir Belediyesi ile gerekli protokoller yapıldı. Tarihi fırın, kurulacak olan Fırıncılık Meslek Yüksek Okulu'nun uygulama alanı olarak kullanılacak" dedi.
Sabah, 13.05.2010
|
EMEK YIKILMAYACAK, ÜST KATA TAŞINACAK
Yıkım kararı
karşısında sinemaseverlerin tepki gösterip kampanya
başlattıkları Emek Sineması’nın özel bir teknikle
üst kata taşınacağı açıklandı.
Sinema ve Telif Hakları Genel Müdürü Abdurrahman
Çelik sinemanın restorasyonunu 18 ayda
tamamlayacaklarını söyledi.
Sinema ve Telif Hakları Genel Müdürü Abdurrahman
Çelik, sanatseverlere tarihi Emek Sineması’nın
yıkılmayacağı müjdesini verdi. Çelik, “Sinema
yıkılmayacak. Orijinalliği bozulmadan, özel bir
teknik kullanılarak üst kata taşınacak” dedi.
Beyoğlu ve İstiklal Caddesi’ni Yeşilçam günlerinde
olduğu gibi “sinema caddesi”ne dönüştürmek için yeni
projelerin üzerinde çalıştıklarını ve Emek
Sineması’nın da bu anlamda çok önemli olduğunu
belirten Çelik, Hürriyet’e şunları söyledi:
“Kültür varlıklarının yasalar çerçevesinde
korunmasına değer veren en hassas kurumların başında
geliyoruz. Kültür ve sanat alanında uluslararası
açılım yaptığımız illerin başında da
İstanbul geliyor. Son dönemde bazı yanlış
anlaşılmalar oldu. Olayı çok büyütmeden, konuyu iyi
anlamak gerekiyor. Emek Sineması restorasyona
ihtiyaç duyulan bir mekan. Bunun en kısa sürede
yapılması gerekiyor. Sinemayı örnek bir kültür sanat
merkezi haline getireceğiz.
Son derece modern bir yapıyla, orijinalliği
bozulmadan yerini değiştireceğiz. Dünyada çok
sınırlı sayıda uygulanan özel bir taşıma tekniği ile
bir üst kata çıkaracağız. Bu projeyi de normal
koşullarda 18 ay gibi bir sürede tamamlamayı
hedefliyoruz. İleriki dönemlerde birçok filmin
galasını orada gerçekleştirmek istiyoruz. Bunun
içinde geniş bir fuayeye ihtiyaç var.
Sinema üst kata taşınınca, alt katını fuaye ve
sergi alanı olarak kullanabileceğiz.
Çok özel bir müze de oluşturacağız. Belediye ve
koruma kurullarının onayını alarak hazırlanan
projeyle dünyadaki nadir yapılardan bir olan Emek
Sineması’nı sanatseverlerin beğenisine sunacağız.
Projemize katkıda bulunmak isteyen herkesin
fikirlerine de açığız.”
Emek Sineması’nın durumuyla ilgili Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay da, şunları söyledi: “Sinemanın
bütün alanları yine sinemacılıkla ilgili
değerlendirilecek. Orası bir alışveriş merkezi
olmayacak. Emek Sineması ile ilgili konuşmak ve
yazmak isteyen arkadaşlarımızın önce bilimsel ve
teknik raporları okumalarını çok faydalı buluyorum.
Emek Sineması’nın aynen korunması benim özel
hassasiyetimdir.”
Hürriyet, Haber: Esra Kaya, 13.05.2010
|
YOZGAT'TA BULUNAN TARİHİ
ALANLARDA KAZILAR BAŞLADI
Yozgat'ın çeşitli
yerlerinde bulunan tarihi alanlarda 2010 yılı kazı
çalışmaları başladı.
Yozgat İl Kültür ve
Turizm Müdürü Bahri Akbulut, Sorgun Şahmuratlı
Köyü'nde bulunan Kerkenez Harabelerinde 2010 yılı
kazı çalışmalarının başladığını belirterek, "Büyük
Nefes Köyünde bulunan Tavium Antik Kentinde de 2010
yılı kazı çalışmaları için görevli araştırmacılar
Bakanlıktan kazı ve araştırma için izin istedi"
dedi.
Bu yıl Sorgun
Peyniryemez Köyü'nde Çadırhöyük, Büyüktaşlık Köyü'nde
Kuşaklı höyüklerinde de önümüzdeki dönemlerde
çalışmaların başlayacağını ifade eden Akbulut,
"Sarıkaya ilçemizde bulunan tarihi Roma hamamı
kalıntılarında, Sarıkaya Belediyesi ve
Müdürlüğümüzün işbirliği doğrultusunda temizlik
çalışmaları başladı ve devam ediyor. Burada antik
havuza ulaşıldı. Buranın temizliğini yaptıktan sonra
turizme açmayı düşünüyoruz. Ancak, bölgede kaplıca
sularının çok fazla olması çalışmalarımızı
zorlaştırıyor" diye konuştu.
Yenifakılı Damlalı
mevkiinde bulunan yer altı şehrinde geçen yıllarda
temizlik çalışmalarının yapıldığını ifade eden
Akbulut, "Damlalı yeraltı şehri ile ilgili Maden
Teknik Arama Enstitüsü'nden rapor alındı. Bu raporlar
doğrultusunda, ödenek de bulabilirsek, burada
temizlik çalışmalarını sürdüreceğiz" dedi.
haberciniz.biz,
12.05.2010
|
KARADENİZ'İN TAŞ
YAZILARI ARAŞTIRILACAK
Ordu Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Doç.Dr. İsmail
Doğan
tarafından Sakarya-Artvin
arası kaya, mağara, duvar
ve resimlerin araştırması için bir proje hazırlandı.
TÜBİTAK'a sunulan proje kabul edilirse Sakarya-Artvin
arasındaki yerleşim birimlerinde araştırma
yapılacak.
Doç.Dr.
Doğan tarafından hazırlanan proje ile
coğrafi özellikleri sebebiyle az bilinen
Karadeniz'in bilinmeyen özelliklerinin ortaya
çıkarılması hedefleniyor. Karadeniz ve çevresinin
insanlığın en eski yerleşim, ticaret ve göç
bölgelerinden biri olduğunu belirten Doç.Dr.
Doğan, "Göçler doğudan batıya, batıdan doğuya, Karadeniz
kuzeyi ve güneyi merkezili
olup Kafkas ve Balkan haklarının tarihlerinde
birbirleri ile münasebetleri açısından önemlidir.
Türk
tarihi
açısından gerek Karadeniz'in kuzeyi, gerekse güneyi
MÖ 3000'e kadar varan tarihten itibaren
önem taşımaktadır. Bölgede Kimerler, Avarlar, İskitler, Sakalar, Hunlar, Proto-Bulgarlar,
Hazarlar ile
Selçuklu ve Osmanlı
süreçleri Türk kültür
katmanlarıdır. Bunların yanında
Roma, Bizans,
Venedik, Gürcü ve Slav gibi diğer tarihsel
unsurların da bölgede kültürel izleri
vardır." dedi.
Karadeniz'de mağara ve
kaya resim ile yazılarının bölgenin coğrafi özelliği sebebiyle az bilindiğini ve
üzerinde az bilgilere sahip olunduğunu aktaran
Doç.Dr. Doğan, "Özellikle
Sinop,
Ordu,
Trabzon çevresi
mağara, kaya resim ve yazıları
bölgenin
geçmişinde önemli izler
bırakan kültürlerin de
göstergesidir. Türkiye
sınırları dışında bulunan Bulgaristan'ın Preslav ve
Pilişka antik şehir kazıları Romanya Murfatlar
mağara resim ve yazıları, Odessa ve Kırım
müzelerindeki bölge kazı
sonuçlarından elde edilen unsurlar ile Kafkasya
bölgesi
arkeolojik kazı sonuçlarının Rusya bilimsel yazıları
bize Türkiye dışındaki saha materyalleri hakkında bilgi ve yön
vermektedir." diye konuştu.
Türkiye sınırları içinde
bulunan güney Karadeniz kıyıları mağara ve kaya
yazıları yanında arkeoloji çalışmaları şimdiye kadar
yapılmadığını
vurgulayan Doğan, buna
paralel olarak da bölge tarihi ve kültürü
hususundaki bilgilerin eksik
olduğunu kaydetti. Doç.Dr. Doğan,
bu konuda şunları dile getirdi: "Bölgenin
Türkiye sınırları içindeki mağara ve kaya yazılarının
tespiti, bunların değerlendirilmesi, okuma
çalışmalarının yapılması ve bilim alemine sunulması
ihtiyaçtır. Bu sahadaki bilgi açığının kapatılması
açısından da zorunludur. Bu çalışma
bölgenin
tarihine
ışık tutacak, bölge
kültürünün katmanlarını aydınlatacak,
yapılması gereken temel
bilimsel bir çalışma olacaktır."
haberler.com, 12.05.2010
|
"HASANKEYF'İN YOK OLMASINI İSTEMEM AMA HAYAT
ACIMASIZ"

“Bize yap dediler, yapıyoruz. Madem sular altında
kalacak neden yapılıyor, biz de bilmiyoruz” diyor
Hasankeyf’teki Zeynel Bey Türbesi’nde güçlendirme
çalışmaları yapan ustalardan biri. Son günlerde
tarihi kent Hasankeyf’teki eserlerde yoğun bir
çalışma başlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
kökleri binlerce yıl öncesine dayanan, yıllardır
bakımsızlıktan ayakta durmaya zorlanan eserlerin
güçlendirilmesi
için
çalışma başlattı. Hükümet ise Ilısu Barajı’nın
yapılması konusunda kararlı. İhaleye verilen
eserlerin güçlendirme çalışmaları başladı ancak
ortada Ilısu Barajı yapılırsa eserlerin ne olacağına
dair net hiçbir koruma projesi yok!
Eserlerdeki çalışmaları görenlerin akıllarına da şu
soru geliyor: ‘Madem sular altında kalıp yok olacak
ya da taşınacak. O halde
bu eserler
neden onarılıyor? Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay bu soruya şöyle cevap veriyor: “Hasankeyf yok
olsun istemiyorum ama hayat acımasız.”
Bir yanda uluslararası akademisyenlerin katılımıyla
bilimsel konferans yapılıyor, diğer yanda bir grup
Çinli kenti ziyaret ediyor. Kaleye çıkan
öğrencilerin kimi kolbastı oynuyor, kimi halay
çekiyor. Baharın simgesi rengarenk
çiçekler, dört bir yanı süslüyor. Birkaç yüz metre
ötede ise onlarca yabani at Dicle’nin kıyısından su
içiyor.
Hasankeyf Kalesi, Büyük Saray, El Rızk Camii,
Artuklu Köprüsü, Zeynel Bey Türbesi, İmam Abdullah
Türbesi yüzlerce, binlerce yılın çatlaklarına rağmen
inatla ayakta duruyor.
Muğla Üniversitesi’nden Doç.Dr. Adnan Çelik’in
verdiği bilgilere göre, Hasankeyf’in kesintisiz
olarak sadece yazılı tarihi 3 bin 4 bin yıl öncesine
uzanıyor. Ancak bu geçmişi 12 bin yıl öncesine kadar
götürenler de var. Artuklu, Eyyubi, Akkoyunlu,
Osmanlı’dan eserler yer alıyor dört bir yanda. Kimi
bakımsızlıktan yok olmuş, kimi yok olmak üzere.
Hasankeyf’te eserler için ilk kez bir güçlendirme
çalışması başlatıldı. İlk olarak da 15. yüzyılda
Akkoyunlular döneminde yapılan Zeynel Bey Türbesi’ne
iskele kuruldu. Hemen yanındaki ‘Hamam’ın yıkılan
taşları yeniden döşeniyor. Kültür Bakanlığı’ndan
Hasankeyf’teki eserlerin restorasyon ve güçlendirme
ihalesini alan şirket yöneticileri konuşmak
istemiyor. Hamamın eski yapısına uygun taşları büyük
bir itinayla seçen Ali usta şunları söylüyor:
“Buraya Batman’dan geldim. Çalışmaya
geldik.Hasankeyf sular altında kalacakmış. Neden
yapıyoruz bunu pek de anlamıyorum.”
Zeynel Bey Türbesi’nde çalışan başka bir işçi de,
Hasankeyf’in sular altında kalması istemediğini
söylüyor. Çalışmaları sürdüren ve adını vermeyen bir
uzmansa, Hasankeyf’in sular altında kalsa da kalmasa
da bu eserlerin her an yıkılma tehlikesiyle karşı
karşıya olduğunu ve güçlendirme çalışmasının
yapılmasının çok doğru bir adım olduğunu belirtiyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, konuyla
ilgili şu açıklamalarda bulundu: “Orası çok büyük
bir proje. Yıllara dayanan bir geçmişi var.
Hasankeyf bunun dallarında birisi sadece. ‘Hasankeyf
baypas edilerek bu proje devam edemez mi acaba?’
diye girişimde bulundum ‘olmaz’ dediler. Teknik
olarak size böyle cevap verildiği zaman
yapabileceğiniz bir şey yok. Orada iki kot var. Üst
kottakilerde bir şey yok onlar düzenlenip
kendilerine kalacak. Aşağıdakilerden de hangileri
taşınabilir, hangileri taşınamaz ve yerinde kalacak,
onunla ilgili bir çalışma yapıyoruz. Taşınacak
olanları da iyileştirme çalışmaları yapıyoruz. Çünkü
o haldeki taşırken bile darmadağın olabilir. Önce
bakım yapılması sonra taşınması lazım. Bazıları
‘Madem taşıyacaksınız bunları neden iyileştirme
yapıyorsunuz’ diyorlar. Taşıyamazsınız. O kadar
bakımsız, o kadar darmadağın, o kadar çözülmeye
hazır ki taşımaya kalktığınız anda elinizde bir
toprak yığıntısı kalır. Onun için iyileştirme
çalışması ve tespit çalışması beraber yürüyor.”
Kültür Bakanı Günay, Hasankeyf için Çevre Bakanlığı
ile zaman zaman toplandıklarını söylüyor: “Biz
Hasankeyf için Çevre Bakanlığı ile toplanıyoruz
arada bir. Onlar çok aceleci, bizimkiler de tam
tersi yavaş hareket ediyor. Ben Hasankeyf’in yok
olmasını istemiyorum tıpkı ‘Emek Sineması’ gibi. Ama
hayat başka bir katılık ve acımasızlıkta. Yani
Hasankeyf’le ilgili koca bir su projesi var. DSİ
sürekli ‘şu çapta suya ihtiyacımız var’ diye sürekli
önümüze getiriyorlar. Normal olarak onlar yapma
konusunda aceleci bizim arkadaşlar da koruma
konusunda dikkatli. Acele ile dikkat arasında bir
dengede götürmeye çalışıyoruz. Keşke yok olamasa.
Bir baraj projesi yapıyoruz bir şehrimiz suyun
altında kalıyor. Hatıralar kalıyor. Devlet biraz
katı.”
Hasankeyf, sular altında kalır mı kalmaz mı? Belli
değil. Gerçek şu ki, doğru dürüst hiçbir yatırım
olmasa bile Hasankeyf’i görmek için her hafta
binlerce turist bölgeye akıyor.
Ilısu Baraja yapılırsa Hasankeyf’in ne kadarının
sular altında kalacağı -tamamı, yarısı, bir kısmı-
zaman zaman tartışma konusu oluyor. Hasankeyf’te
kurtarma çalışmalarını yürüten Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’a göre Hasankeyf’te su altında kalacak
‘aşağı Hasankeyf’, Hasankeyf’teki eserlerin yaklaşık
yüzde 60-70’ini kapsıyor.
Sular altında kalacak eserlerden bazılar şöyle: *
Zeynel Bey Türbesi etrafındaki harabeler * Hamam *
El-Rızk Camii (Hasankeyf’in merkezinde bulunan ve
halen ibadete açık olan caminin minaresindeki
hoparlörlere kadar sular gelecek) * Kilise harabesi
* Sultan Süleyman Camii * Avlusundaki sondajda
kalkolitik seramikler bulunan Koç Camii * Kızlar
Camii ve etrafındaki türbe, dükkanlar * İmam
Abdullah Türbesi.
Radikal, Haber: Serkan Ocak, 12.05.2010
|
BARTIN'DA TARİHİ ESER
ELE GEÇİRİLDİ
Bartın Emniyet Müdürlüğü
ekiplerinin yaptığı operasyonda, üç adet Bizans
dönemine ait tarihi eser ele geçirildi.
Bartın Emniyet
Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre, Kaçakçılık
ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali
Suçlar Büro Amirliği ekipleri tarafından Bartın
merkezinde bir operasyon düzenlendi. Operasyonda, 3
adet Bizans dönemine ait mimari parça ile 3 parçadan
oluşan Roma dönemine ait stel ele geçirildi.
Operasyonda 1 kişi
yakalanırken, yakalanan şahıs 2863 Sayılı Kanuna
Muhalefet suçundan Bartın Cumhuriyet Başsavcılığına
sevk edildi.
Bartın Kent Haber,
12.05.2010
|
|
'YERALTI ORDUSU'NA YENİ ASKERLER

Tarihi İpek Yolu'nun başlangıcı olarak kabul
edilen Çin'in Şian şehrinde, 114 asker heykeli daha
bulundu.
Arkeologlar 200 metrekarelik alanda bulunan asker
heykellerinin renklerinin canlılığının dikkat
çektiğini belirtti. Son bulunan asker heykellerinin
fotoğraflarının ay sonuna kadar yayınlanması
bekleniyor.
Kazı ekibinin başkanı Şü Veyhong, China Daily
gazetesine boyları 1,8-2 metre arasında değişen
asker heykellerinin saçlarının siyah, yüzlerinin
yeşil, beyaz ve pembe, gözlerinin de siyah veya
kahverengi olduğunu söyledi. Şü, parçalara ayrılan
kilden heykellerin her birinin onarımının 10 gün
sürdüğünü ifade etti. Kazı sırasında çok sayıda
silah, at arabası, davul ve boyanmış tahta halkalar
da bulundu.
Çinliler tarafından "dünyanın sekizinci harikası"
olarak kabul edilen ve Terra Cotta askerleri olarak
da bilinen Yeraltı Ordusu’nun bulunduğu sit alanında
üçüncü kazı çalışmaları geçen yıl Haziran ayında
başlatılmıştı.
Yeraltı Ordusu, Mart 1974’de köylüler tarafından
keşfedildikten sonra, sit alanında 1977 ve 1985
yıllarında iki kez kazı çalışması yapıldı. Bunun
ardından heykellerin korunması için Çinli ve Alman
uzmanların işbirliğiyle 19 yıl süren çalışmalarda
bulunuldu.
Çin’in birleşmiş ilk feodal imparatorluğu Çin
hanedanını (MÖ 221-206) kuran imparator Çin
Şıhuang’ın (MÖ 259-210) mezarı ve Yeraltı Ordusu,
1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür
Mirasları Listesine alındı.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 40. yıldönümü
olan 1 Ekim 1979’da ziyarete açılan müzeyi her yıl
milyonlarca yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor.
Radikal, 12.05.2010
|
|
BELEDİYE MÜZELERİ ARTIK ÜCRETLİ
Gaziantep'te Büyükşehir Belediyesi
tarafından açılan üç müze 10 Mayıs 2010 tarihinden
itibaren ücretli oldu. Müzelerin herkes tarafından
rahatlıkla ziyaret edilebilmesi için ücretleri düşük
tuttuklarını söyleyen müze yetkilileri,
öğrencilerden 50 Kuruş, diğer ziyaretçilerden de 1
TL ücret alınacağını belirttiler.
Büyükşehir Belediyesi Müzeler Müdürlüğünden yapılan açıklamada, Emine Göğüş Gaziantep Mutfak Müzesi'nde Gaziantep'in geleneksel mutfak kültürünün, Gaziantep Savunması Kahramanlık Panoraması Müzesi'nde Antep halkı tarafından gösterilen mücadele ve kahramanlığın, Bayazhan Gaziantep Kent Müzesinde ise Gaziantep'in yöresel el sanatlarının yanı sıra Antep işi çeyiz ve baklavacılık yapımının anlatıldığı vurgulandı. 2009 yılının Mayıs ayında hizmete giren müzeleri bugüne kadar yerli yabancı 352 Bin kişinin ziyaret ettiğini belirten yetkililer Büyükşehir Belediyesi Müzelerinin 10 Mayıs 2010 Pazartesinden itibaren ücretli olacağını bildirdiler.
Gaziantep 27 Gazetesi, 12.05.2010
|
"AKM AÇILSIN, EMEK YIKILMASIN"
İKSV
Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Ecacıbaşı festivalde
AKM’nin eksikliği nedeniyle yaşadıkları üzüntüyü
dile getirirken seyirciler arasından bir grup da
Emek sinemasının yıkım kararını protesto etti.
İstanbul
Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen 17.
Uluslararası
İstanbul Tiyatro Festivali, önceki akşam Cemal
Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen açılış töreni
ile başladı.
Sunuculuğunu Defne Halman’ın üstlendiği açılış
töreni, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent
Eczacıbaşı’nın konuşmasıyla başladı.
Bülent Eczacıbaşı konuşmasında; “Bu yıl,
İstanbul Festivalleri’ni kentimizin Avrupa
Kültür Başkenti unvanını taşımasının yarattığı coşku
ve heyecanla gerçekleştiriyoruz.
İstanbul Tiyatro Festivali’nde eksikliğini yoğun
bir şekilde hissettiğimiz Atatürk Kültür
Merkezi’nin
hala
İstanbul’a geri kazandırılamamış olmasından
kaynaklanan sıkıntımızı dile getirmek istiyorum.
18’inci festivali açarken Atatürk Kültür Merkezi’yle
ilgili olarak bir üzüntü yerine bir sevinci dile
getireceğimizi umuyorum” dedi.
Uluslararası
İstanbul Tiyatro Festivali tarafından verilen
“Onur Ödülü” bu yıl yönetmen ve eğitimci Erol
Keskin’e sunuldu. Türk tiyatrosunun bu büyük
sanatçısına ödülünü Bülent Eczacıbaşı takdim etti.
Festival, açılış töreninin ardından, yönetmenliğini
Engin Alkan’ın üstlendiği Krater Yapım’ın Hekate’nin
Şarkısı başlıklı oyun ile başladı.
Tiyatro ve sanat dünyasının ünlü simalarını bir
araya getiren 17. Uluslararası
İstanbul Tiyatro Festivali Açılış Töreni’nin
ardından İKSV’nin
yeni
binasında bulunan Salon’da DJliğini Serra Yılmaz,
Murat Daltaban ve Hakan Günday’ın üstlendiği bir
açılış partisi düzenlendi. 10 Haziran tarihine kadar
devam edecek 17. Uluslararası
İstanbul Tiyatro Festivali programında
yurtdışından 9 tiyatro ve dans topluluğu ile
Türkiye’den seyirciyle ilk kez buluşacak 30’a yakın
oyun, dans,
performans
ve özel gösteriler yer alıyor. Festival kapsamında,
bir ay boyunca 18 farklı mekanda sahnelenecek 90
gösterinin yanı sıra ünlü konukların katılacağı
söyleşi ve atölye çalışmaları da gerçekleşecek.
Hürriyet, 12.05.2010
|

Taşköprü İlçesi'ne bağlı Fevzi Çakmak Caddesi'nde bulunan yaklaşık 3 asırlık Derbederler Hamamı, restore edileceği günü bekliyor.
Tarihi Muzafferettün Gazi Hamamı'nın ardından ilçemizdeki ikinci hamam olan Derbederler Hamamı, bakımsızlıktan dolayı zor günler geçiriyor. Anıtlar Kurulu'nca projesi onaylanan Derbederler Hamamı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmek için sıra bekliyor.
Yapılış tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 19. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen hamamın kurnalarının ve mermerlerinin Padişah Vahdettin zamanında İtalya’dan getirildiği söylene gelmekte.
Yeni Hamam olarak da bilinen Derbederler Hamamı`nın yarı hissesinin Taşköprü Belediyesi`ne ait olmasına rağmen yarı hissesinin şahıslara ait bulunuyor. Geçtiğimiz yıllarda Anıtlar Kurulu'ndan projesi onaylanan tarihi hamam, restore edilmeyi bekliyor.
Derbederler Hamamı'nın projesini hazırlayan Nilşen inşaat sahibi Yüksek Mimar Nilgül Şener, tarihi hamamın Osmanlı mimarisini oldukça güzel bir şekilde taşıdığını ve mimari zenginliği yönünce benzerlerinden ayrıcaklıklı konumda olduğunu belirtti.
Kastamonu Haber, 11.05.2010
|

|
SİNOPE'NİN BAŞI MÜZEDE SERGİLENİYOR
Sinop'ta arkeolojik kazılar sırasında çıkartılan ve MÖ 7. yüzyıla ait olduğu belirtilen heykel başının 2004 yılında Brüksel'de gerçekleştirilen olan "Hoşgeldin Türkiye Festivali"nde de sergilendiğini hatırlatan Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, Sinope başına paha biçilemediğini söyledi.
Tosun, "Sinope heykelinin baş kısmı günümüze ulaşabilmiş. Paha biçilemeyen bu eseri müzemizin içerisinde hemen girişte sergiliyoruz. Sinop'a adını veren Sinope turistlerin büyük ilgisiyle karşılaşıyor" diye konuştu.
Sinope'nin efsanesi işe şöyle: “Sinope Osopos'un güzeller güzeli kızıymış. Rivayete göre mutlu bir hayatı varmış. Bir gün Zeus kendisini görmüş ve o anda aşık olmuş. Zeus bu; gönlünü kaptırdığını elde etmek için yapmadığı üçkağıtçılık yokmuş. Ama Sinope, Zeus'un bile başını döndürecek bir güzellikteymiş. Bir sabah Sinope'yi görmeye ırmak kenarına gitmiş ve çalıların arasında saklanmış, başlamış beklemeye. Sinope geldiğinde haylaz bir rüzgarı yanına çağırmış ve en zarif haliyle Sinope'nin kulağına 'Senin için Olympos'un tahtından vazgeçsem bana gönlünün tahtını açar mısın?' demesini istemiş. Korku içindeki genç kız Zeus'a kendisine dokunmamasını kız oğlan kız kalmak istediğini söylemiş. Sözüne sadık kalan ve Sinope'ye her dilediğini yerine getirmeye söz veren Zeus, onu kız olarak Karadeniz kıyılarına bırakmış.”
Internet Haber, 11.05.2010
|
SEYİTÖMER'DE KAZILAR BAŞLADI
Kütahya'ya 25
kilometre uzaklıkta yer alan ve önceki yıllarda 4
bin yıl öncesine ait karbonlaşarak korunmuş insan
beyinleriyle mercimek tohumları gibi bulgular elde
edilen Seyitömer Höyüğü'nde, kurtarma kazısına
yeniden başlandı.
Kazı grubu başkanlığını yürüten Dumlupınar
Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, AA muhabirine,
2006 yılından bu yana her yıl 6'şar aylık dönemlerde
gerçekleştirdikleri kazıların, bu yılki bölümüne
başladıklarını bildirdi.
Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü ile
DPÜ arasında yapılan protokol doğrultusunda
Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) sahasında
bulunan ve altındaki kömürün ekonomiye
kazandırılması amaçlanan höyükte kurtarma kazısı
yapıldığını anımsatan Prof.Dr. Bilgen, geçen
yıllarda yaklaşık 100 olan işçi sayısının bu yıl 40
arkeoloji öğrencisi dahil olmak üzere, 250'ye
çıkarıldığını söyledi.
Höyükte çalışan işçilerin SLİ tarafından
görevlendirildiğini belirten Prof.Dr. Bilgen, şöyle
konuştu:
''Üniversitemizin kazıları ele almasının ardından
5'inci dönem kazılara başladık. Bu yıl özellikle
işçi sayısının SLİ tarafından artırılması bir
avantaj olarak hesaplandı. Bu yıl 2, 3 ve 4'üncü
sınıfta olan öğrencilerimiz, zaten geçmiş yıllarda
kazıya katılmış ve tecrübe kazanmıştı. Ekibe yeni
dahil ettiğimiz öğrencilerle birlikte büyük bir
grupla çalışıyoruz. Bu hem öğrencilerin yetişmesi,
hem bu höyüğün daha iyi kazılması ve buluntuların
daha iyi değerlendirilmesi açısından önemli. Çünkü
gerek lisans, gerekse yüksek lisans tezleri olarak
da bütün buluntuların incelenmesinde öğrencilerimiz
çalışıyor. Bir taraftan kazı, diğer taraftan
bilimsel değerlendirme açısından hızlı ve geniş
ekibe dayalı çalışma yapıyoruz.''
Prof.Dr. Bilgen, geçen yıl mayıs ile kasım ayları
arasında yaptıkları çalışmalarla Orta Tunç Çağı
katmanını kaldırıp sınıflandırdıklarını anlattı.
''Bu yıl Erken Tunç Çağı katmanının 5 metre
derinliğine inmeyi, önümüzdeki yıl da kültür
katmanından kalacak 3 metreyi kazıp, çalışmanın
tamamını sonuçlandırmayı hedefliyoruz'' diyen
Prof.Dr. Bilgen, geçen yılın kasım ayından bu yana 4
yıldır elde ettikleri buluntuları sınıflandırıp
Kültür ve Turizm Bakanlığınca üniversitede
kurulmasına onay verilen müzede sergilemek için
hazırladıklarını söyledi.
Prof.Dr. Bilgen, höyükte bundan sonra yazılı eser
elde etmeyi beklemediklerini belirterek, şöyle devam
etti:
''Geçen yılın sonlarında Orta Tunç Çağı katmanında
çalışmıştık. Sümerlerin Mezopotamya'da MÖ 3200
yıllarında buldukları kil tabletler üzerine işlenen
çivi yazısı, Anadolu'da MÖ 2000'li yıllarda
kullanmaya başlanmış. Geçen yıl Orta Tunç Çağı
katmanında yazılı belgeye rastlamadık. Anadolu'nun
batısına doğru yazı çok geç geldiği için bu yıl
kazacağımız MÖ 3000'li yıllara ait Erken Tunç Çağı
katmanında yazılı belge bulmayı beklemiyoruz. Ancak
arkeolojide büyük sürprizler her zaman vardır. Geçen
yıl bulduğumuz beyinler, yanmamış mercimek tohumları
buna önemli bir örnektir. Sürprizler olabilir ama
yazılı belgeye ulaşacağımızı düşünmüyoruz.''
Prof.Dr. Bilgen, Seyitömer Höyüğü'nde askeri ya da
savunma amaçlı bulgulara ulaşmadıklarını ve elde
ettikleri bulgulardan burasının bir üretim ve
ticaret merkezi olduğunu tahmin ettiklerini söyledi.
Asur kolonilerinin MÖ 2000'li yıllarda Orta
Anadolu'da önemli ticari ilişkilerde bulunduğuna
dikkati çeken Prof.Dr. Bilgen, buna ilişkin önemli
tarihi eserlere Kayseri Kültepe'de rastlandığını
anlattı.
Prof.Dr. Bilgen, şunları kaydetti:
''Kültepe, uluslararası çok büyük bir ticaret ağının
Anadolu'da sanat, sosyal düzen ve inançları
etkilediğini gösteriyor. Batıda en meşhur ve en
görkemli eserler ise Çanakkale'deki Troya'da ele
geçmiştir. Orta Anadolu ve Troya'nın yüksek kültürü
arasında geçiş bölgesi sayılabilecek Kütahya'nın
bulunduğu bu bölgede çok fazla bu dönemleri
araştıran çalışmalar yapılmamış. Seyitömer'de MÖ
3000'li yıllara ait bulgular, Batı ve Orta
Anadolu'nun ticaret yollarını göstermesi bakımından
çok önemli olacaktır. Orta Anadolu'nun batıya açılan
ticaret yollarının önemi, buradaki kazılarla ortaya
çıkabilecektir.''
Seyitömer'de seramik, metal ve kilden üretilen
eserlerin fazlaca bulunduğunu hatırlatan Prof.Dr.
Bilgen, burasının Yunanistan, Ege Adaları, İç
Anadolu ve Mezopotamya arasında önemli bir ticaret
merkezi olduğunu düşündüklerini sözlerine ekledi.
Seyitömer Höyüğü'nde kazı çalışmaları, altındaki 12
milyon ton kömürün ekonomiye kazandırılması amacıyla
1989'da Eskişehir Müze Müdürlüğünce başlatıldı.
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğünün 1990-1995 yılları
arasında yürüttüğü çalışmalar, 2006'dan itibaren DPÜ
Arkeoloji Bölümünce ele alındı.
TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında
imzalanan protokol gereğince her yıl 6'şar aylık
dönemler halinde yürütülen kazı çalışmalarının
gelecek yıl tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının
ardından yaklaşık 500 milyon lira değerinde linyit
kömürü çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.
Gerçek Gündem, 11.05.2010
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇISINI YAKALATTI

Trabzon'un Akçaabat İlçesi'nde, tarihi eser
kaçakçılığı yapıldığı ihbarında bulunan ancak yalan
beyanda bulunduğu iddiasıyla adliyeye çıkarılarak
500 TL para cezasına çarptırılan Salih Kurt isimli
şahıs, haklılığını ispat ederek tarihi eser
kaçakçılarını jandarmaya yakalattı. Kendisine önce
para cezası verilen sonra "pardon" denilen Salih
Kurt, şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alacağı
ikramiye için uğraşıyor.
Akçaabat İlçesi'nde yaşayan Salih Kurt (30), geçen
yıl beldelerinde bir şahsın tarihi eser kaçakçılığı
yaptığını tespit ederek önce jandarmaya daha sonra
da polise haber verdi. Emniyet ekiplerinin yaptığı
incelemede, Salih Kurt'un yalan beyanda bulunduğu
iddia edilerek adliyeye sevk edildi. Akçaabat Asliye
Ceza Mahkemesi'ne çıkarılan Salih Kurt hakkında
"Yalan beyanda bulunmak ve emniyet güçlerini yanlış
yönlendirmek" suçundan 500 TL adli para cezasına
karar verildi.
İşin peşini bırakmayan Kurt, Akçaabat İlçe
Jandarma Komutanlığı ile irtibata geçerek onların da
desteğiyle daha önce tarihi eser kaçakçılığı
yaptığını iddia ettiği şahsı suçüstü yakalattı.
Kendisine önce yanlış ihbarda bulunduğu
iddiasıyla 500 TL para cezası verilen ardından
tarihi eser kaçakçılarını jandarmaya yakalatan Salih
Kurt, yaptığı açıklamada şöyle konuştu: "Bana yalan
beyandan 500 TL para cezası verildi. Haklılığımı
ispat etmek için işin peşini bırakmadım ve tarihi
eser kaçakçılığı yaptığını ihbar ettiğim kişiyi bu
kez suçüstü yakalattım. Arı kovanlarının içerisine
gizlenen ve 1125 tarihine ait olduğu belirlenen
sikkeler jandarma ekipleri tarafından ele geçirildi
ve
Kurt, şimdi hem ihbarda bulunduğu için kendisine
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan verilmesi gereken
ikramiyeyi almak hem de "yalan beyanda bulunmak"
suçundan işlenen cezayı sicilinden sildirmek için
mücadele verdiğini ifade ederek "Suçluları ihbar
ediyoruz, yakalanması için uğraşıyoruz ancak bunun
karşılığı bize para cezası kesiliyor. Ancak sonra
haklılığımız ortaya çıkınca ikramiyeyi hakettiğimiz
söyleniyor ancak bunun içinde tüm başvurularımıza
rağmen bir sonuç alamıyoruz" dedi.
İçişleri Bakanlığı'ndan da 10 yıl önce bir
suçluyu yakalattığı için ikramiye hak kazandığını
ancak bunu da 10 yıldır alamadığını iddia eden Salih
Kurt, çok sıkıntılı günler yaşadığını belirterek
yetkililerin kendisine yardımcı olmasını istedi.
Haberciniz, 11.05.2010
|
BARAJLAR İKİ SİT VE DÖRT HÖYÜĞÜ YUTTU
Hasankeyf ve
Allionoi antik kentinin baraj suları altında kalacak
olmasıyla ilgili tartışmalar sürerken, Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlu, iki sit
alanı, 34 taşınmaz ve dört höyüğün baraj yapımı
nedeniyle sulara gömüldüğünü söyledi.
BDP’li Ayla Akat Ata’nın yazılı
soru önergesini yanıtlayan Bakanı Eroğlu, özetle şu
bilgileri verdi: DSİ, 147 HES tesisinin inşaatını
sürdürüyor. 1300 civarında projenin özel sektör
tarafından yapımı planlanıyor. Adana-Kozan, Batman-Kozluk’da
sit alanları, Şanlıurfa’da 34 taşınmaz ve Malatya’da
dört höyük baraj suları altında kaldı. ”
Radikal, Haber: Rifat Başaran, 11.05.2010
|
EVLERE TARİHİ ESER
BASKINI
Gümüşhane’de İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri tarafından yapılan operasyonda
çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.
Gümüşhane Valiliği’nden
yapılan yazılı açıklamada, bir istihbaratı
değerlendiren İl Jandarma ekiplerinin Kelkit İlçesi
Gümüşgöze beldesindeki evlerde yaptıkları aramada
107 adet sikke, 9 adet ok ucu,2 adet broş, 1 adet
obje, 9 adet muhtelif ebatlarda taş eser, 4 adet
yüzük, 3 adet süs eşyası, 1 adet küpe ve 2 adet
metal arama detektörü ele geçirildi.
Operasyonda ev sahipleri
Y.Ö. ve Ö.D. göz altına alındı.
Gümüşhane Kent Haber,
11.05.2010
|
|
 |
KUŞLARIN İLKEL ATASINDA 'EVRİM' İZİ
Kuşların ilkel atası Archaepteryx'in fosilleşmiş kanatlarında, bazı kimyasal maddelerin izlerinin bulunduğu bildirildi.
Amerikan Bilimler Akademisi (PNAS) dergisinde yayımlanan araştırma, Amerikalı ve İngiliz paleontologların, 19. yüzyılda ortaya çıkarılan 150 milyon yıllık Archaepteryx fosilinde Archaepteryx’in kanatlarından gelen kimyasal maddelerin izlerine rastladıklarını belirtiyor.
Araştırmaya göre paleontologlar, ilkel kuşun fosilleşmiş kemiklerinde çinko, bakır ve modern kuşların kanadında da bulunan az miktarda fosfor ve kükürt tespit etti.
Bilim adamları, fosfor ve kükürdün kuşların sağlığı için gerekli olduğunu, çinko ve bakırın da kuşların besinlerinin içinde yer aldığını belirtiyor.
Bu maddelerin Archaepteryx fosilinde bulunmasının, evrim zincirinde bu ilkel kuşla dinozorlar arasındaki bağı kanıtladığı ifade ediliyor.
Archaepteryx fosilinin ABD’nin California eyaletindeki Stanford üniversitesinde x ışınlarına tabi tutulduğunu söyleyen ve araştırmayı kaleme alan Dr. Roy Wogelius, "Bugüne dek, hep kuşlarla dinozorlar arasındaki fiziksel bağdan söz ediyorduk, şimdi de aralarında kimyasal bağ bulduk" diye konuştu.
Radikal, 11.05.2010
|
UNESCO, OSMAN HAMDİ BEY'İ ANDI
UNESCO'nun Türkiye Daimi Temsilcisi Büyükelçi Gürcan Türkoğlu'nun ev sahipliğinde gerekleşen panele Turizm ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da kutlama mesajı gönderdi. Mesajda, “Türkiye UNESCO’nun kültür mirasının korunmasındaki rolünü ve çabalarını takdir ediyor” denildi.
UNESCO adına Dünya Miras Merkezi Başkanı Francesco Bandarin yaptığı konuşmasında, Türkiye'nin kültür mirasında süper güç olduğunu belirterek, “Osman Hamdi sadece Türkiye'de değil, dünyada da arkeolojinin öncüsüdür” diye konuştu. Prof.Dr. Edhem Eldem, Osman Hamdi Bey'in çok yönlü kişiliği ve eserleri ile ilgili genel sunuşta bulunurken, ‘Mimar Cengiz Kabaoğlu da, Osman Hamdi Bey’in kurucusu olduğu İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kuruluşu ve geliştirilmesi ile ilgili olarak başlatılması öngörülen proje hakkında bilgi verdi. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu üyesi Prof.Dr. Gül İrepoğlu ise, Osman Hamdi Bey'in ressamlığının yanı sıra ülkemizde sanat eğitiminde oynadığı öncü rolünü vurguladı. Panelde Osman Hamdi Bey ile ilgili yayınlanmış iki kitap da tanıtıldı:
‘Un Ottoman En Orient' (Şarkta Bir Osmanlı) ve ‘Le voyage - Nemrud Dağı d’Osman Hamdi Bey et Osgan Efendi (1883)', (Osman Hamdi Bey ile Osgan Efendi’nin Nemrud Dağı’na Seyahati (1883).
Radikal, Haber: Gülten Özbey, 11.05.2010
|
 |
HAFRİYATTAN KÜP ÇIKTI
Yalova'nın Çınarcık İlçesi'ne bağlı Esenköy beldesinde bir inşaatın hafriyatından iki adet tarihi küp çıktı.
Bir inşaat için yapılan hafriyat çalışması sırasında tarihi eser bulundu. Kepçe operatörü toprak yığınlarının arasında 2 adet küp olduğunu fark ederek durumu yetkilileri bildirdi. İnşaat çalışanları durdurularak durumun yetkililere bildirilmesi üzerine, Yalova İl Turizm Müdürlüğü ve Müzeler Bursa Bölge Müdürlüğü yetkilileri bölgeye gelerek inceleme yaptı. 200 yıllık olabileceği bildirilen küpler Bursa'ya müzeye götürüldü. Küplerin yapılan incelemenin ardından müzede sergileneceği öğrenildi.
Beyaz Gazete, 10.05.2010
|

|
BAŞBAKANLIĞA PRESTİJLİ BİR ADRES: ZİRAAT BANKASI'NIN TARİHİ BİNASI
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Ulus’ta bulunan tarihi Ziraat Bankası Genel Müdürlük binasının, Başbakanlık’a ‘prestij binası’ olarak kullanılması için verilmesinin düşünüldüğünü söyledi.
Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’nün İstanbul’a taşınmasıyla birlikte tarihi binanın nasıl kullanılacağı konusunda fikirler de ortaya atılmaya başladı. Günay, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, binayı Başbakanlık’ın prestij binası olarak kullanılmasını önerdiğini söyledi.
Bakan Günay’ın önerisi üzerine Erdoğan, Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’ne geçerek incelemelerde bulundu. Başbakanlık’ın bir ‘prestij binasına’ ihtiyacı olduğunu söyleyen Bakan Günay, “Yerli ve yabancı konukları ağırlamak için oldukça etkileyici bir bina. Sayın Başbakan’a, ‘Siz almıyorsanız ben talibim’ dedim” diye konuştu. Günay, Erdoğan’ın öneriye, ‘olumlu’ yaklaştığını da sözlerine ekledi.
Tarihi bina Ankara’nın başkent olmasının ardından, kenti, kasaba görünümünden kurtarmak için yürütülen çalışmanın bir ürünü. Bu kapsamda, İtalyan Mimar Guilo Mongeri, 1926 yılında Ziraat Bankası’nın genel müdürlük binasının inşaatına başladı. 1929 yılında inşaatı tamamlanan bina, Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi yapılarından biri. Mimar Mongeri, binaya Türk milli mimari üslubunu yansıttı.
Bina, 26 Kasım 1929 tarihinde İsmet İnönü ve Büyük Millet Meclisi Başkanı Kazım Özalp tarafından törenle açıldı.
Selçuklu ve Osmanlı süsleme sanatlarıyla zenginleştirilen ve geniş mermer kaplamalı holler, yüksek tavanlar, kemerler, ayna ve kristal camlar, renkli vitray cam ve çini süslemeler gibi ayrı özelliklere ve estetik güzelliklere sahip bina, Ankara’nın sembollerinden biri olarak kabul ediliyor.
Radikal, Haber: Tarık Işık, Fotoğraf: Serdar Özsoy, 10.05.2010
|
SANATA MÜDAHALESİZ BİR DESTEK
Gözleri en çok
oğlundan söz ederken parlayan bir adam... İkinci
sırada hala profesyonel bir müzik eğitimi alamamış
olduğu için hayıflanan, oysa
Londra
Philarmonia Korosu’nda solistliğe kadar
uzanmış bir müzisyen tutkusunun ışığı var.
Sıralamanın sonuna kültür-sanat dünyasındaki
yöneticilik, danışmanlık vasfı kalsa da, biz onu en
çok bu yönetici, danışman kimliğiyle tanıyoruz.
Yıllarca İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın
genel müdürlüğünü yapmış, ardından pek çok kültür
sanat kurumunun danışmanlığı ve yöneticiliğini
üstlenmiş Melih Fereli, şimdi de
Vehbi Koç Vakfı Kültür-Sanat Danışmanı
olarak, geçende “Starter”
sergisiyle açılan vakfın yeni mekanı
Arter’i
anlatırken heyecandan yerinde duramıyor: “Çağdaş
sanat günceldir, yenilikçidir, eleştireldir,
disiplinler arası buluşmaları özenlidir, görsel ve
uluslararası birliği oluşturur, pek çok sınırları
aşarak pek çok insana ulaşır...” diye sıralayarak
başlıyor yeni projesini heyecanla anlatmaya. Her ne
kadar şu günlerde hayatının merkezinde bu yeni
“proje” yer alsa da onun hayatında pek çok köşetaşı
var.
- Vehbi Koç Vakfı, kuracağı ‘müzeler
kompleksi’ öncesinde açtığı mekan ‘Arter’le farklı
bir koleksiyon ve müzecilik anlayışı ortaya koyar
gibi görünüyor. Koç Vakfı’nın sanat yatırımları
zincirinin son halkası Arter’le nasıl bir dönüşüm,
atılım hedefliyorsunuz?
Arter’in kurumsal çatısını Vehbi Koç Vakfı oluştursa
da, hayata geçirilmesi ve koleksiyonunun
oluşturulmasında öncülük Ömer Koç’a ait. Mekanın
öyküsü içinde birkaç öyküyü birden barındırıyor.
Ortaya çıkan büyük resim belki son 3 sene içerisinde
kamuoyuna yansıyan tarafıyla, ‘Vakıf da neler
yapıyormuş’ gibi bir tepkiyi doğuruyor. Eğitim,
sağlık alanındaki yatırımlarıyla bilinen vakıf,
kültür sanat alanında şimdiye kadar daha çok
müzecilik üzerine odaklanmasıyla tanınıyordu. Kültür
sanat alanında dağınık bir görüntü arz eden bu
girişimleri daha geniş bir kitleye ulaştırmak ve
faydalı olmak için hep beraber stratejik bir plana
dönüştürdük ve bu plan çerçevesinde ortaya çıkan
sonuç vakfın çağdaş sanata odaklanması oldu.
- Ömer Koç’un kayda değer bir çağdaş sanat
koleksiyonu olduğu biliniyor, ama Arter’deki
koleksiyon ayrı bir bütün, öyle değil mi? Bu
koleksiyonun ayırt edici özellikleri neler?
Ömer Bey aile geleneğine çağdaşı da ekleyerek klasik
sanat, İznik çinileri ve tarihi fotoğraflarla da
ilgilenen tutkulu bir koleksiyoner. Ama biz vakfın
bu yeni koleksiyonunu herkesten farklı bir
stratejiyle oluşturmaya gayret ettik. Guggenheim,
Tate Modern gibi modellere bakmak yerine, kendi
çağdaş sanatımıza odaklanıp hedef kitleyi başka
açılımlara taşıyabilmek için de ülke sınırlarının
dışına çıkmaya karar verdik. Stratejimiz şu: Yüzde
40’ı Türkiye’de veya yurtdışında yaşayan
sanatçılarımızdan, yüzde 35’i Türkiye’ye komşu
coğrafyayı kapsayan, geri kalan yüzde 25’i de
dünyanın diğer bölgelerinden sanatçıların bir
armoni, diyalog içinde olabileceğini düşündüğümüz
eserleriyle koleksiyonumuzu global bir koleksiyon
haline getirmek.
Küratör ve danışman olarak Rene Block’la çalıştık ve
koleksiyon içinde öncü sanatçılar açısından öyle
referans eserler olsun ki, koleksiyon yurtdışındaki
birtakım yerleşik sanat kurumlarının
düzenleyebileceği sergilerde de cazip bir ödünç alma
noktası haline gelsin istedik. Amaç, adımızı dünya
müzelerinin düzenlediği sergilerde ödünç vereceğimiz
eserlerle de duyurmak. Bu nedenle koleksiyonun
kronolojik olmasa da 60’lardan bugüne sanata
tarihsel bir bakışı da var.
- Arter’in bir müze olmadığını, olmayacağını
ve mekanın bir üretim merkezi olacağını söylediniz
basın toplantısında. Yine de bir koleksiyon
sergisiyle açıldı mekan, bununla neyi anlatmak
istediniz?
Arter’i bir koleksiyon sergisiyle açtık, çünkü bir
öykü anlatmak istiyorduk. Bu koleksiyon bir ara
durak, süreç içerisinde ürettiğimiz sergilerle hem
yeni çalışmalarla hem aile koleksiyonundan eserlerle
genişleyecek. Arter’i, sanatçıların özgüveninin
desteklenmesi, aidiyet duygusuyla yeni üretimlere
girişecek şekilde cesaretlendirilmeleri, onlara
kaynak ve alan sağlayan bir çekim merkezi, tohumlama
alanı olarak kurguladık. Hazır sergilere karşı
durmaya çalışacağız ve sanatçıların kendi
projelerini yaratmalarına önayak olacağız.
Sanatçılar karşısındaki en büyük tehlikelerden biri
de desteğin sürdürülebilir olmayışı, biz
sürdürülebilir ama müdahaleci olmayan bir destekle
böyle bir güvence sunacağız.
- Gelelim, uzun zamandır planlanan ‘müze
kompleksi’ne... Duyduğumuz kadarıyla Haliç’te
açılması düşünülüyor.
Biliyorsunuz ki, Sadberk Hanım Müzesi, Koç ailesinin
evlerinin müzeye dönüştürüldüğü bir mekan. Müzede
Türk-İslam eserleri ve Anadolu medeniyetleri
koleksiyonu yer alıyor. Büyükdere’deki bu tarihi iki
yapıda, çağdaş müzecilik yapmak zor, yangın
tehlikesi var, sigorta primleri yüksek, bakımı ve
eserleri muhafaza etmek zahmetli, dolayısıyla müze
kadrosu da güç koşullar altında çalışıyor.
Hedefimiz, bu koleksiyonları da çağdaş sanat
koleksiyonuyla birlikte merkezi bir yere taşıyarak,
üç ayrı yapı oluşturup, bir müzeler kompleksi
yaratmak. Bunu yaparken de performans mekanları,
salonları, kafeleri, eğitim alanları ve heykel
bahçesiyle bir kompleks yaratmak ve aynı zamanda
mimari hayatımıza da sembol bir yapı kazandırmak
istiyoruz. Haliç kıyıları uygun görünse de, o yeri
henüz bulabilmiş değiliz, görüşmelerse hala sürüyor.
- Türkiye’de son dönemde kültür sanat
alanında yatırımların artması, yeni mekanların
açılması, koleksiyonculuğun rağbet görmesi,
müzayedelere ilginin yoğunlaşması birbirini
tetikleyen girişimler olarak dikkat çekiyor...
Bugünkü sürecin başlangıcını hasbelkader bir
“oyuncu” olarak sahnede olduğum İKSV’nin genel
müdürüyken 1995’te yine Rene Block küratörlüğündeki
4. Bienale dayandırıyorum. Büyük bir eşik
atladığımız o dönem, aynı zamanda İstanbul’a
dışarıdan bir odaklanmanın yoğunlaştığı bir süreçti.
1990’ların sonunda yurtdışında yapılan ‘İstanbul’
temalı sergilere bakacak olursak ciddi bir artış
görürüz, o artış daha sonra da buraya yansıdı.
Bugün yaşanan bu sirkülasyon da salt moda gibi
algılanmamalı. Kamuoyu önderi konumunda olan, belli
bir birikimi edinmiş uluslararası etkileşimdeki yeni
nesil işadamlarımızın girişimlerinin bunda büyük
payı var. Onlar da kültür sanat üzerinden bırakılan
izin herhangi bir ticari girişimden daha büyük anlam
taşıdığını gördüler.
Öte yandan Akbank Sanat, Yapı Kredi, Garanti
Platform, Borusan Müzik Evi’nin çağdaş sanatla
ilişki kuracak şekilde kendini kurgulamaya çalışıyor
olması, İstanbul’u daha da önemli bir merkez haline
getirecek. Taksim’le Galatasaray arası ne kadar açık
bir alışveriş merkezine dönüştürülmeye çalışılıyorsa
o akıntıya karşı Galatasaray-Tünel arasındaki bölge
üretime açık bir direnç noktası olacak.
İKSV beni ben yapan en önemli unsurdur. Yurtdışında
yaşıyor olmakla beraber, bana sağladığı imkanları
hiçbir şekilde edinemezdim. Bir yanınızda Riccardo
Mutti, bir tarafınızda Isabella Rossellini, Bob
Wilson’ın oturduğunu, Pina Bausch’la proje
konuştuğunuz bir ortamı düşünün. Ben orada
olmasaydım, onlar benim hayatımdan geçmezdi. Onun
için şimdi bu zenginliği başka bir dile çevirmeye
çalışıyorum, onun için çok tarakta bezim var ve
bugün bu yüzden sanat ortamındaki bu devinimi daha
yakından izleyebilme fırsatım var.’
“Öncelikle Avrupa Kültür Başkenti projesinin
emekleme sürecindeyken daha anlamlı olduğunu, son
yıllarda hedefinden şaştığını ve turistik amaçla
kullanılmaya müsait, kültürel alışveriş tarafı ağır
basması gerekirken olimpiyatları andırmaya başlayan
bir kazanç alanına dönüştüğünü düşünüyorum.
İstanbul ise bu projede önemli bir oyuncu olarak
kendini ortaya koyabilecek önemli unsurlara sahipti.
Ben projenin ilk danışma kurulu toplantısına katılıp
bir konuşma yaptıktan sonra ayrıldım. Çünkü o ilk
danışma kurulu toplantısında 50 kişi vardı, hemen
söz alıp “Bir sivil proje 50 kişilik bir ekiple
yapılamaz, çünkü pratik değildir, çoksesliliği
sağlamak için çok sayıda insanın olması şart
değildir, burada yapılması gereken şey bir artistik
direktör atamak ve onun kendi küratörlerini
atamasıdır” dedim.
2010, benden uzak kaldı ama buradan
değerlendirirsem, devletin neredeyse gasp ettiği,
“Parayı ben veriyorum dolayısıyla benim dediğim,
benim istediğim kişilerle olacak” gibi diktatoryal
tavır ortaya koyduğu bir projeye dönüştü. Özetle AKB
projesi İstanbullular için çok önemli kazanımlar
sağlayabilecekken birtakım popülist, içi boş
söylemlerle bir panayır havasında ilerlemeye
mahkûm.”
“Hayatım boyunca kurumlarda hep tepe kadroda yer
aldım ama oralardayken yer silecek kadar küçülmeyi
de bildim, izleyicilerimizi gösteri öncesinde kapıda
karşılamayı da ve bunlardan çok şey öğrendim. İnsan
sanat yöneticiliğini içinden geldiği şekilde ve
tutkuyla yaşamalı. Ama bu şu demek: Aile hayatı,
uyku yok, enerjiniz yüksek ve kamuoyundan hep önde
olmalısınız, kendinizi sürekli geliştirmeli, çok
okumalı, çok gezmeli ve insanları hep
dinlemelisiniz. Çalıştığım hiçbir yerde hiyerarşiyi
görmezlikten gelmedim ama uzak durmaya çalıştım.
Kararları alan kişi olmaktan çok uygulamanın peşinde
oldum. Taşıyabileceğim yükün altından
kalkabileceğimi gösterirken güvenebileceğim bir
ekibi oluşturmanın önşartıyla yola çıktım. Bunların
hepsinin manzumesi belki de, aile içi paylaşım,
yatılı okul hayatı, aldığım eğitim, var olmayan
şeyleri yaratırken harcanan çabanın gücü, arkadaş
sevgisi... Hepsi üst üste geldiğinde sizi insan
yapıyor.”
Cumhuriyet, Haber: Özlem Altunok, 10.05.2010
|
FÜREYA İÇİN DEV SERGİ
Türkiye’nin ilk
kadın seramikçisi ve çağdaş seramiğin öncüsü
Füreya Koral, doğumunun 100’üncü yılında,
Maçka Sanat Galerisi’nde açılacak
büyük bir sergisiyle anılıyor.
11 Mayıs-5
Haziran arasında açık kalacak serginin
teması; Koral’ın kuşlara ve kuş evlerine olan ilgisi
nedeniyle ‘Kuş Evi’ olarak
belirlendi.
Türkiye’nin dört bir yanından sergiye katılan
145’in üzerinde sanatçı ve güzel sanatlar
öğrencisi; Osmanlı mimarisinin içinde yer
alan ‘Kuş Evleri’ni kendi
üsluplarıyla yorumluyor. Aralarında Sadi Diren,
Candeğer Furtun, Ayfer Karamani, Mustafa Pilevneli,
Melike Abasıyanık Kurtiç, Sevim Çizer; Ferhan Taylan
Erder, Beril Anılanmert, Tüzüm Kızılcan, Güngör
Güner, Binay Kaya, S. Sibel Sevim, Zehra Çobanlı,
İrfan Aydın, Reyhan Gürses, Lerzan Özer gibi
sanatçıların olduğu katılımcıların yanı sıra
heykeltıraş Seyhun Topuz, mimar Cengiz Bektaş, yazar
Ferit Edgü ve ressam Ayşen Urfalıoğlu gibi farklı
disiplinlerden sanatçılar da sergide yer alan diğer
isimler. Ayrıca serginin ikinci haftası
‘Kadın Başına Bir Festival’ kapsamında
Ayşegül Sönmez, Rabia Çapa, Melike Abasıyanık Kurtiç
ve Candeğer Furtun; Füreya Koral’ın sanatçı kişiliği
ve üretimi üzerine konuşmalar yapacak. Füreya
Koral’ın seramik sanatına katkılarının hatırlanacağı
bu söyleşi yine Maçka Sanat Galerisi’nde.
2 Haziran 1910’da İstanbul’da doğan
Füreya Koral’ın seramik sanatına olan ilgisi, 1947
yılında sağlık sorunları nedeniyle gittiği
İsviçre’de başladı. Sonrasında Koral, İsviçre ve
Paris’te resim, heykel ve seramik çalışmaları yaptı.
Sanatçı, ilerleyen tarihlerde Fransız seramikçi Serré’nin desteğiyle, Paris’te özel bir seramik
atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. İlk seramik ve
taşbaskı sergisini 1951’de Paris’te açan Füreya
Koral, soyuttan gerçeküstüne uzanan bir anlatım
çeşitliliği içinde seramik panolar, üç boyutlu
yapıtlar, vazo, tabak gibi günlük yaşamda
kullanılacak ürünler tasarladı. Özellikle çinicilik
konusundaki bilgisi Doğu ve Batı sanatını
birleştirilmesine yardımcı oldu. Duvar dekorasyonu,
pano ve şömine üstüne çalışmalar da yapan sanatçının
en bilinen eserleri; 1963 yılında Ankara’da
Ulus Çarşısı’na, İstanbul
Manifaturacılar Çarşısı’na, 1966 yılında
İstanbul’da Ziraat Bankası’na, 1969
yılında İstanbul Divan Oteli’ne
yaptığı panolar sayılabilir. Cumhuriyet tarihi ve
son dönem Osmanlı tarihi’nin çağdaşlaşma yönündeki
yapıtaşlarından biri olan Koral’ın hayatı,
Ayşe Kulin’in ‘Füreya’
adlı romanına tüm detaylarıyla konu olmuştu.
Radikal, 10.05.2010
|
TARİHİ YARIMADAYA ZARAR VERMEMEK İÇİN ÇANAKKALE
KÖPRÜSÜ'NÜN GÜZERGAHI DEĞİŞTİRİLDİ

Osmanlı İmparatorluğu'nun dünyaya meydan okuduğu
tarihi yarımadanın korunması amacıyla Çanakkale
Boğazı'na yapılacak köprünün güzergahı kuzeye
kaydırıldı. Daha önce tespit edilen 'Sarıçay-Kilitbahir'
güzergahı, Gelibolu Yarımadası'nın ortasından
geçiyordu. Köprünün 'Sütlüce-Şekerkaya'ya
alınmasıyla boyu da 200 metre uzayarak 1.600 metreye
çıktı.
Çanakkale Boğazı'na yapılacak köprü için belirlenen
'Sarıçay-Kilitbahir' güzergahı, 'Sütlüce-Şekerkaya
(Lapseki)' olarak değiştirildi. Çanakkale
savaşlarının meydana geldiği tarihi yarımadayı
korumayı amaçlayan bu karar, Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım'ın talebi üzerine alındı. Zira köprü için
daha önce belirlenen Kilitbahir (Avrupa Yakası)-Sarıçay
(Anadolu Yakası) güzergahı, 1915 yılında Türk
ordusunun dünyaya meydan okuduğu Gelibolu
Yarımadası'nın tam ortasından geçiyordu.
Güzergahın değişmesi, köprünün boyunu 200 metre daha
uzattı. Daha önce Sarıçay-Kilitbahir güzergahına
yapılması beklenen köprünün uzunluğu 1.400 metre
iken, yenisi 1.600 metre olacak. Böylece,
Çanakkale'ye yapılacak köprü, dünyanın en uzun
4'üncü asma köprüsü olacak. Köprünün direklerden
sonraki bölümleriyle birlikte toplam uzunluğu 2 bin
800 metreye ulaşacak. Bağlantı yollarının da
eklenmesiyle köprü projesinin toplam uzunluğu 3 bin
860 metreye çıkacak. 3 gidiş 3 geliş olmak üzere
toplam 6 şerit olarak inşa edilecek köprü,
Tekirdağ-Çanakkale-Balıkesir Otoyol Projesi'nin en
önemli parçasını oluşturuyor. Maliyeti yaklaşık 5
milyar dolar olarak tespit edilen otoyol projesi
içinde yer alacak Çanakkale Köprüsü'nün maliyetinin
1 milyar dolar civarında olması bekleniyor. Karayolu
araçlarının geçeceği köprü için Ulaştırma Bakanlığı,
köprüden demiryolu araçlarının geçebileceği
alternatif bir proje daha hazırlattı. Bu konudaki
nihai karar ise ihale aşamasında verilecek.
Çanakkale Köprüsü, Tekirdağ-Çanakkale-Balıkesir
Otoyolu Projesi'yle birlikte yap-işlet-devret
modeliyle ihale edilecek. Otoyol, TEM Otoyolu Kınalı
Kavşağı'ndan başlayarak Tekirdağ'dan geçip
Çanakkale'nin Gelibolu İlçesinin 7,5 kilometre
güneyindeki Sütlüce Köyünden Çanakkale Boğazı'na
ulaşacak. Avrupa yakasında Sütlüce'den başlayacak
köprü, Asya yakasında Çanakkale'nin Lapseki İlçesinin 2,5 kilometre güneyindeki Şekerkaya
mevkiinden Anadolu'ya geçecek. Köprünün güzergahının
değişmesiyle Tekirdağ-Çanakkale-Balıkesir Otoyol
Projesi'nin Çanakkale-Balıkesir bölümünün yeri de
yeniden belirlendi. Daha önce Çanakkale şehir
merkezinden geçmesi planlanan otoyol, şehre girmeden
Lapseki-Çan-Yenice-İvrindi güzergahını izleyerek
Balıkesir'in güneyinden İstanbul-İzmir otoyoluna
bağlanacak.
İstanbul'un trafik problemine çözümün de parçası
olan Tekirdağ-Çanakkale-Balıkesir Otoyolu Projesi,
Avrupa'dan gelerek Ege ve Akdeniz'e gidecek trafiğin
Çanakkale üzerinden geçmesini sağlayacak.
Zaman, Haber: Selim Kuvel, 10.05.2010
|
SÜRYANİ KİLİSESİNE İADE-İTİBAR

Erotik filmlerin oynatıldığı bir yer haline gelen
kilise tekrar ibadete açılıyor. İskenderun'da 1956
yılında sinemaya dönüştürülen, bu tarihten sonra
erotik filmler oynatılan bir yer haline gelen
Süryani Katolik Kilisesi, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan tarafından ibadete açılacak. Film
afişlerinin kilise kapısını süslediği 54 yıllık
utanç sonunda bitecek.
19. yüzyıl başlarında yaptırıldıktan sonra, önce
1956 yılına kadar ordunun saman deposu, son 54
yıldır ise seks filmleri oynatılan bir cep
sinemasına dönüştürülen İskenderun Süryani Katolik
Kilisesi, bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından ibadete açılacak. Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nce 3 yıldır süren ve 430 bin TL'ye
malolan restorasyonun ardından kilisenin mülkiyeti,
Süryani Katolik Vakfı'na devredilecek.
Başbakan Erdoğan, İstanbul'da katılacağı törende,
Süryani Kilisesi'nin yanı sıra, 14 milyon TL'ye
yeniden restore edilen Yenikapı Mevlevihanesi ile
Van'daki Mimar Sinan'ın eseri olan Hüsrev Paşa
Camii'nin de interaktif olarak açılışını yapacak.
Cami, kilise ve mevlevihanenin aynı anda yapılacak
açılışına cemaat liderleri de katılacak. Saat
14.00'deki törene Başbakan Erdoğan'ın yanı sıra,
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Vakıflar Genel
Müdürü Yusuf Beyazıd ve çok sayıda milletvekili
katılacak.
Mülkiyeti Süryani Katolik Kilisesi Vakfı'na ait olan
kilise, 19. yüzyılda yapıldı. Vakıflar Genel
Müdürlüğü kayıtlarında kagir ev ve kilise olarak
görünen kilise, 1950 yılına kadar ordunun saman
deposu olarak kullanıldı. İskenderun'da 43 kişiden
oluşan 14 ailenin mensubu olduğu Süryani Cemaati'nin
7 Mart 1956'da yapılan heyet toplantısıyla kilisenin
mabet vasfını kaybettiği gerekçesiyle sinema salonu
olarak kiraya verilmesinin kararlaştırıldı. Ancak
bir süre sonra sinema salonunda erotik filmlerin
oynatılması cemaati rahatsız etti. 1968 yılında
Vakıflar Meclisi'nce mazbut vakıf ilan edilerek
yönetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne geçti. Süryani
Cemaati karara itiraz etti. Danıştay 12. Dairesi bu
talebi reddetti.
Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 10.05.2010
|
ANADOLUHİSARI'NIN HUZURUNU KAÇIRMAYIN

Restoranları, kafeleri, parkları ve Göksu
Deresi'nde başlatılan sandal gezileriyle sanki bir
masal şehri gibi olan Anadoluhisarı'nın tarihi
dokusunun bozulmaması için çevrede yaşayanlar
kampanya başlattı.
Bir yanında Boğaz'ın mavisi, bir yanında Göksu
Deresi'nin yeşilliği... Tepeye doğru sık ağaçların
arasından seçilen erguvanları, mor salkımları, renk
renk sarmaşık gülleri... "İstanbul gibi kalabalık ve
yorucu bir şehirde böyle bir tablo, gerçek olabilir
mi?" dedirten bu manzara, Anadolu yakasının en
dingin köşelerinden birinde yüzlerce yıldır
korunmayı başarmış. Baharla birlikte çevresinde
binbir rengin canlandığı Anadoluhisarı, Yıldırım
Bayezid'in İstanbul'un en dar yerinde yaptırdığı ilk
hisar. Semte adını veren Anadoluhisarı, eski
kaynaklarda Güzelhisar, Güzelcehisar, Yenihisar
olarak da geçiyor. Birkaç kuşak boyunca burada
yaşayan sakinleriyle o kadar farklı bir doku
yaratılmış ki tek bir yanlış dokunuş, her şeyi
bozabilir. Denize açılan Göksu Deresi, Baruthane
Çayırı'na kadar yemyeşil uzanıyor. Tekneler,
kayıklar, sandallar ve bir de asırlık çınarlarla
ıhlamur ağaçları paylaşıyor bu benzersiz alanı...
Sakin sessiz dere kıyısında keyif yapmak isteyenler
Cafe Hüseyin Bey, Göksu Cafe ve geçen yıl açılan
Göksu Marine Restaurant ve Cafe'de mola veriyor. Bu
mekanlarda geçirilecek birkaç saatte hem kişisel
sorunlarınızdan hem de İstanbul'un karmaşasından
uzaklaşmanız zor değil. Anadoluhisarı'ndaki
restoranlardan biri olan Divan'ın yeni restoranı
Life'ın mönüsündeki karidesli ve sebzeli Çin
mantısıyla deniz mahsüllü fettucini çok cazip
görünüyor. Özellikle Boğaz'ı seyrederek keyif yapmak
isteyenler için Otağtepe'deki Güzelcehisar Tepe Cafe
ideal. Geniş bir bahçe içindeki kafede pazar günleri
brunch da var. Yolu Anadolu Hisarı'na düşenlerin
görmeden geçmemesi gereken yerlerden bazıları ise
şöyle: 1856'da hizmete giren Küçüksu Kasrı, artık
müze-saray olarak değerlendiriliyor. Kasrın hemen
yanında, denizin üzerinde yer alan kafe de eşsiz bir
Boğaz manzarasına karşı çayınızı
yudumlayabilirsiniz. 1806'da yapılan Küçüksu
Çeşmesi, pitoresk özelliğinden dolayı, Boğaziçi'ne
ait fotoğraf ve gravürlerde en fazla yer alan
mekanlardan. Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan
Anadoluhisarı Camisi ve bir de Küçüksu'da sularının
şifalı olduğuna inanılan Aya Panaiya Ayazması,
geçmişe yolculuk yapmak isteyenleri bekliyor....
Yalılarıyla ünlü
Anadoluhisarı kıyılarındaki yalılar da Boğaz'a
nostaljik bir görüntü veriyor: Serezli İlyas
Alanlar, Pembe, Komodor Remzi Bey / Erdal İnönü,
Rıza Bey, Zarif Mustafa Paşa, Bahriyeli Sedad Bey,
Ahmet Necip Bey / Marguis de, Köseleci İsmail Hakkı
Bey, Hekimbaşı Salih Mehmed Efendi, Kıbrıslı Mehmed
Paşa Yalıları günümüze kalanlardan örnekler.
Küçüksu Çayırı üçüncü kez şantiye olmasın!
İstanbul'un trafik soruruna bir çözüm olarak
düşünülen üçüncü köprü, kurulacağı güzergahlarda adı
geçen semtlerde yaşayanları da tedirgin etti.
Bunların başında Anadoluhisarı sakinleri geliyor.
Bir zamanlar plajından denize girilen Küçüksu
Çayırı'nda, üçüncü kez, üçüncü köprü ayaklarının
şantiyesini görmek istemeyen Anadoluhisarlılar,
"Küçüksu Çayırı'nda, üçüncü köprü şantiyesine
hayır!" adlı bir imza kampanyası başlattı. 23 Mayıs
Pazar günü saat 11.00'de Küçüksu Çayırı ve mesire
yerinde bir araya gelecek semt sakinleri hem piknik
yapmaya hem de köprüyü protesto etmeye hazırlanıyor.
256 yıllık mesire yeri
Anadoluhisarı'nda yaşayanların yaptıkları açıklama
ise şöyle: "İnsanlık tarihinin en değerli
şehirlerinden İstanbul'u cazibe merkezi yapan
İstanbul Boğazı'nın tam ortasında eşsiz güzelliklere
sahip 256 yıllık Küçüksu mesire yerimiz, birinci ve
ikinci Boğaz köprüleri ve İSKİ şantiyesi olarak,
tahribat bedelini çok ağır ödedi. Tarihi Küçüksu
mesire yerinin, doğal, tarihsel, kültürel ve
turistik özelliklerine uygun olarak
projelendirilerek, kültürel mirasımızın korunması
amacıyla 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesine dahil
edileceği geleneksel kimliğine kavuşturularak, dünya
insanlığına ve genç kuşaklara aktarılması gereken
bir dönemde; ne yazık ki tekrar gündeme gelen üçüncü
Boğaz köprüsünün montaj ve şantiyesinin burada
yapılacağının haberlerini almış bulunmaktayız. Bu
nedenle, semt halkı ve bölgenin güzelliklerini
yaşayan İstanbullular olarak, üçüncü kez köprü
şantiyesine dönüşmesine hayır demek için
topladığımız imzalar, yüzbinleri geçiyor." Göksu
Marine Restaurant ve Cafe'nin sahibi ve
Anadoluhisarı Turizm Kalkındırma Derneği'nin Yönetim
Kurulu üyesi olan Gül Küçükserim de bu çevrenin
turizme kazandırılması için çeşitli projeler
başlattıklarını anlatıyor: "Burayı İstanbul'un çekim
merkezi haline getirmek istiyoruz. Yaz aylarında
Göksu Deresi üzerinde pazar günleri ücretsiz fasıllı
sandal sefaları düzenliyoruz. Baruthane Çayırı'nın
yeniden hayata geçirilmesi için de projelerimiz var.
Temmuzda Küçüksu Çayırı'nda hafta sonları mısır
şenlikleri başlatacağız."
Sabah, Haber: Figen Yanık, 10.05.2010
|
DENİZLİ'YE ARKEOLOJİ VE SANAYİ MÜZESİ KURULMASI
ÖNERİSİ

Tescilli Valilik Binası
Denizli Kent Müzesi Girişimcileri Derneği Başkanı
mimar Süleyman Boz, çevresindeki 52 antik yerleşim
merkeziyle zengin bir tarih ve kültürel geçmişe
sahip Denizli'ye, açılması planlanan kent müzesinin
yanında arkeoloji ve sanayi müzelerinin de kurulması
gerektiğini söyledi.
Boz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dernek
olarak, kaybolmaya yüz tutmuş etnografik gereçlerin
ve kültürel değerlere sahip mimari eserlerin
korunması ve bunların bir müzede toplanmasını amaç
edindiklerini belirtti.
Boz, bu amaçla Denizli'de bir kent müzesi
kurulması konusunda hazırladıkları dosyayı 4 yıl
önce Valiliğe, 2 yıl önce de Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ile Denizli Belediye Başkanı Nihat
Zeybekci'ye verdiklerini söyledi.
Konunun, Denizli Belediye Başkanı Zeybekci
tarafından dikkate alındığını ve Hükümet binası ile
çevre düzenlemesi projesinde kent müzesine yer
verildiğini anlatan Boz, ''Bu alan, yeşil dokusuyla
birlikte insanların boş zamanlarını
değerlendireceği, yerli ve yabancı turistlerin
ziyaret edebileceği, yerli malların sergileneceği
mekanlar olmalı. Dernek olarak bu konuda proje ve
fikir desteği vermeye hazırız'' dedi.
Boz, bununla birlikte Ege'nin ikinci büyük kenti
Denizli'de, kültürel ve turizm faaliyetlerine çok
daha fazla önem verilmesi gerektiğini dile
getirerek, şöyle devam etti: ''Denizli, çevresinde
52 adet antik yerleşim merkezi olan, zengin tarih ve
kültür geçmişine sahip bir kent. Bu zenginliğin
sergilenmesi, gelecek kuşaklara aktarılması ve
dünyaya tanıtılması için arkeoloji ve sanayi
müzelerinin de kurulması gerekiyor. Denizli'nin,
farklı müzelerle donatılması için merkezi ve yerel
yönetimlere, odalara ve sivil toplum kuruluşlarına
görevler düşüyor. Önümüzdeki iki yıl, müzelerin
yapımı için her türlü desteğin oluşturulması
amacıyla girişimlerde bulunacağız.''
Şehir içinde tarihi nitelik taşıyan ev ve
konakların da restorasyonları yapılarak kente
kazandırılması gerektiğini anlatan Boz, bu kapsamda
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı kurucu Bakanı
Hüdai Oral'ın doğduğu Hulusi Oral Konağı'nın mevcut
harabe görünümünden bir an önce kurtarılması
gerektiğini sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı,
10.05.2010
|
 |
BAHÇELİ ÖZEL EKİP KURUP GERÇEK 'KARTAL'I BULDURDU
Selçukluların simgesi olan çiftbaşlı kartalın internette ve bazı kamu kurumlarında yanlış şekillerde kullanıldığını fark eden MHP lideri Devlet Bahçeli, 'Selçuklu Kartalı'nın orijinalinin bulunması için özel ekip kurdu. Özel ekip Konya'daki Karatay müzesinde orijinal simgeyi bularak yeniden kaleme aldı.
Yeni çizime göre Konyaspor ve Konya Büyükşehir Belediyesi’nin kullandığı kartallar bile orijinaline uygun değil. Gerçeğe en yakın orijinal çift başlı kartal ise Karatay Külliyesi’nin duvarında bulundu. Kartal, büyük bir kayanın üzerinde kabartma halde bulunuyordu.
Orijinal Selçuklu Kartalı ve içinde bulunduğu sekiz köşeli Selçuklu Yıldızı’nın fotoğraflarını alan, çeşitli kaynaklardan araştırarak sağlamasını yapan heyet, raporunu Bahçeli’ye sundu. Parti ise bir grafiker görevlendirerek, aslına uygun kartal çizilmesini istedi.
Çizilen logo partinin çeşitli kurumlarına da ‘orijinali kullanılsın’ diye dağıtıldı. Bahçeli, çalışmanın kendi talimatı ile yapıldığını doğrulayarak, “Bilgi kaynağı olarak gösterilen çeşitli internet kaynakları var. Buralarda Selçuklu Kartalı’nın farklı farklı çizildiğini gördük. Bunun doğrusu nedir, bulalım istedik” diye konuştu. Kartalın çeşitli toplum ve kültürlerde simge olarak kullanıldığını kaydeden Bahçeli, “Her toplumun kartal anlayışı ve onu simgelemesi farklı. Selçuklu Kartalı, iki başlı. Bir yüzü Avrupa’ya, bir yüzü Asya’ya bakıyor. Tarihi doğru okumak kadar, tarihi simgeleri doğru bilmek de önemli” dedi.
Radikal, Haber: Rifat Başaran, 10.05.2010
|
DÜNYANIN EN BÜYÜK
MÜSLÜMAN MEZARLIĞI
AHLAT'TA
Ahlat İlçesi'nde bulunan ve dünyanın en büyük açık hava müzelerinden biri olan ve 2’nci Orhun abideleri olarak da nitelendirilen 12’nci yüzyıldan günümüze gelen Ahlat mezar taşları tek tek fotoğraflanarak belgelendi.
Ahlat Kaymakamı Bilal Şentürk, “Bu mezar taşları Anadolu’nun tapu taşıdır” diye konuştu. Dünyanın en büyük Müslüman mezarlığında 8 bin 169 adet mezar taşı tespit edildi.
Türkiye Gazetesi, Haber: Geylani Adıyaman,
10.05.2010
|
|
TARİHİ BÖLGEYE BARAJ YAPILMAYACAK
Tarihi
alanların korunmasıyla ilgili alınan karar
doğrultusunda, baraj yapılacak bölgede taşınmaz
kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının
bulunması halinde baraj alanı olarak başka yerlerin
planlaması yapılacak. Bu mümkün olmadığı takdirde
ise, kurulacak komisyon tarihi varlıkların korunması
ve başka yere nakledilmesini sağlayacak.
Türkiye Gazetesi, 10.05.2010
|
AYASOFYA'NIN TAPUSU BULUNDU

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptığı
araştırmada Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te
İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’yı kendi
üzerine mal varlığı olarak geçirdiği ortaya çıktı.
Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt,
devletin tapu kayıtlarında Ayasofya’nın tapusunu
bulduklarını açıkladı. Yusuf Beyazıt, Ayasofya’nın
malvarlığının “Ebulfetih Sultan Mehmet” adına
olduğunu kaydederek“Orijinal tapuya ilk kez ulaştık.
Çok
heyecanlandık” dedi. Ayasofya’nın asırlardır süren
tartışmaların aksine, tarihte iddia edildiği gibi,
hiçbir zaman Hz. İsa, Hz. Meryem ya da Kutsal Ruh
gibi “Nam-ı Müstear” veya “Nam-ı Mevhum” denilen, şu
anda hayatta olmayan ruhani varlıklar üzerine
kayıtlı olmadığı da orijinal tapu kaydının ortaya
çıkmasıyla kesinleşti.Vakıflar Genel Müdürü Yusuf
Beyazıt şunları söyledi: “Ayasofya’nın, Fatih Sultan
Mehmet Vakfı’na ait olduğuna dair orijinal tapusunu
bulduk. Bu çalışma sırasında habersiz olduğumuz 27
bin gayrimenkulümüze de bu araştırma sırasında
ulaştık. Bu tapu kayıtlarından biri de Ayasofya ile
ilgiliydi. Tapuda mal varlığı kaydı, ‘Ebulfetih
Sultan Mehmet’ adına görülüyor.”
Habertürk'ün haberine göre Fatih Sultan Mehmet
Vakfı’nın Fatih Sultan Mehmet’in isteğiyle,
Ayasofya’nınihtiyaçlarını karşılamak
için
kurulduğu da belirlendi. Fatih Sultan Mehmet, vakfa
akar olarak da
İstanbul’un Okmeydanı semti dahil şehrin
muhtelif yerlerindeki 2 bin gayrimenkulü bıraktı.
Fatih’in “Ayasofya Vakfıyesi”ndeki 2 bin
gayrimenkulün tespit edilmesi için de çalışma
başlatıldı.,
Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı, Osmanlı
Arşivleri Uzmanı Prof.Dr.Mustafa Budak, belgenin
çok açık olduğunu belirterek şunları söyledi: “Çok
açık
bir belge
var. Üzerinde Fatih Sultan Mehmet’in adının yer
alması, bu mülkün onun adına kurulan vakfa ait
olduğunun kanıtıdır. Bu mülkün Fatih Sultan Mehmet’e
ait olduğunu gösterir. Ayasofya’nın bu vakfa ait
olduğu tarihçilerce biliniyordu. Şimdi belgesi
bulundu. Bu tapunun bulunması ve üzerinde de adının
yazması, tarihçilerin tespitini de doğruladı.”
Murat Bardakçı, Türkiye’de kadastro
çalışmalarının 1930’lu yıllardan sonra başladığını
belirterek şunları söyledi: Bu belge, Cankurtaran
Mahallesi’nden kadastro geçirilmesinden sonra
yapılan kayıttır. Ayasofya’nın ilk kaydı bu
değildir. Asıl kayıt, vakfiyede yazılır. Ve o
belgenin de Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde
bulunması gerekir. Genel Müdürün bu kaydı bulması
gerekir. Bu, aslında ilk mülkiyet kaydı değil,
kadastro geçtikten sonraki kaydıdır.Cami ve saraylar
şahıs üzerine kaydedilemez.Bu tapu değil, kadastro
kaydıdır. Vakfiyeyi yayınlasınlar.”
Hürriyet, Haber: Sultan Uçar, 10.05.2010
|
 |
HEYKELTRAŞLA BELEDİYENİN 'HEYKEL KAVGASI'
Üsküdar’da yaşayan heykeltıraş Cemal Güntepe, Galata Kulesi’nden kanat takıp uçarak Üsküdar’daki Doğancılar Parkı’nın bulunduğu yere iniş yapan Hezarfen Ahmet Çelebi’nin anısını yaşatmak amacıyla bir bedel almadan heykel yapmak için 2005’te dönemin belediye başkanı Ak Partili Mehmet Çakır ile görüştü. Uzlaşmaya varılması üzerine Güntepe, 6 ay içinde 2 metre yüksekliğinde ve 1 metre genişliğindeki heykelin maketini yaparak Çakır’a teslim etti.
Çakır’ın 2006’da maketi makam odasına koyup kamuoyu yoklaması yapmaya başladığını söyleyen Güntekin, şunları anlattı:
“2008’de belediye fen işlerinden arayan yetkililer, projenin Üsküdar’a kazandırılmasının benimsendiğini bildirdi. Bronza dökülerek yapılacak 5 metre kanat genişliği ve 2.5 metre yüksekliği olan heykel için çalışma başlattım. Proje haberim olmadan belediye başkanlığının afişlerinde kullanıldı. Ekim 2008’de, çalışmaya başlanacağı bildirildi.
Bu sırada ‘Ahmediye meydanında anıt açıldı’ denildi. Hezarfen’in başkası tarafından yapılan heykelini görünce şok oldum. Heykeli koymamamıza karşın, benden izin almaksızın ve telif ödemeksizin resmini her yerde kullandılar. Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’na göre hem savcılığa suç duyurusunda bulundum, hem de İçişleri Bakanlığı’na şikayetçi oldum.”
Milliyet, 10.05.2010
|
SAKLAYARAK KORUYAMIYORUZ!

Türkiye’de koruma altındaki birçok bölge hem
doğal hem de kültürel mirası birlikte barındırıyor
ve turistik çekicilik yaratıyor. Gelen turist sayısı
arttıkça da koruma altındaki bu alanlarda planlama
daha büyük bir önem kazanıyor. Antalya’da bulunan
Olimpos Antik Kenti ve çevresindeki çarpık gelişme,
son yıllardaki durumuyla turizmde mikro planlamanın
ne kadar önemli olduğunu yüzümüze tokat gibi çarpan
bir örnek. Tokat gibi, çünkü Olimpos plansız gelişen
turizmin açtığı yaralarla her geçen gün biraz daha
ölüyor.
Olimpos Beydağları Sahil Milli Parkı, 1972 yılında
kurulmuş ve koruma altına alınmış aynı zamanda
arkeolojik bir sit alanı. Olimpos Antik Kenti’yle iç
içe olan Yazır Köyü’nün portakal bahçelerinin
turistler tarafından keşfedilmesi de aynı tarihlere
denk geliyor ve bu tarihten sonra köyde turizm
faaliyetleri başlıyor. Turizm gelişiyor gelişmesine
ama önemli olan soru, nasıl geliştiği! Doğal koruma
alanı, milli park ve sit alanı içerisinde olan bir
yerleşimde yapılaşma kanunen yasak tabii ki... İşte
tam bu noktada Yörük kültürünün önemli bir parçası
olan ve ağaç gölgelerinin altına kurulan çardaklar,
turizmden kazanılan dövizle yeni tanışan fakat yasal
yaptırımlarla sıkışan köylünün imdadına yetişiyor.
Yazın artan nüfus
Önce çardakların üzeri kapatılıyor, sonra yanına bir
tane, bir tane daha... Güzelim portakal bahçeleri
birer birer çardaklara, ardından da “bungalow”
olarak adlandırılan yapı(cık)lara dönüşüyor. Önce
10-15 odalı küçük pansiyonlar, sonra küçük bar
işletmeleri derken yerleşim büyüyor. Bugün 500
yataklı işletmelerin, ormanın tam ortasında kurulan
ve sahip oldukları ses sistemleriyle hem kayaları
hem de bütün doğal hayatı yerinden hoplatan
diskoların, yüzlerce kişiye aynı anda hizmet
verebilen iki katlı yemek alanlarının bulunduğu koca
bir yerleşim artık Olimpos. Yaz aylarında nüfusu
binlerle ifade edilen, kanalizasyon sistemi,
sağlıklı bir elektrik ve su şebekesi, kısacası
hiçbir altyapısı bulunmayan bir yer. Bugünlerdeki
görünümü neredeyse bir mülteci kampını andırıyor.
Aynı zamanda kaçak yapılaşmayla ilgili yıkım kararı,
yıllar önce çıkmış fakat bir türlü uygulanamayan bir
yer! Köyün ve pansiyonların tam ortasından geçerek
denize dökülen derenin suları, işletmelerin atık
çukurlarından toprağa sızan pis sularla kirleniyor
ve yazın bu suya giren insanların sağlığı açısından
büyük bir tehlike oluşturuyor. Bu ilginç yapılaşma
biçiminin yarattığı tehlike bu kadarla da sınırlı
değil. Bölgede bulunan doğal zenginlik ve bitki
örtüsü, her yaz çıkan orman yangınlarıyla yok
oluyor. Bu yangınların büyük bölümü insan kaynaklı
ve doğal yaşamla beraber hem kültürel mirası hem de
insan hayatını tehlikeye atıyor. Bölgede bulunan
orman yangın ekibinin ve yardıma gelen
helikopterlerin günlerce söndüremediği yangınlardan,
bütün doğal yaşamın, arkeolojik değerlerin ve
turistlerin bugüne kadar sağ çıkması başlı başına
bir mucize.
Bölgedeki yaban hayatı çok zengin. Ayı, dağ keçisi,
yaban domuzu, tilki, çakal, kurt, sansar, çeşitli
kuş ve balık türleriyle binlerce bitki türünün yanı
sıra endemik 21 tür bitkinin bulunuşu bunun en güzel
örneği. Ünlü sini (Carettta Caretta) kaplumbağaları
ise insan nüfusunun artmasından bu yana
yumurtalarını bırakmaz olmuş sahile. Evet,
gelmiyorlar artık Olimpos’a. Sadece tabelalarda
resimleri var, zamanında okunmamış, dikkate
alınmamış uyarı yazıları var, kendileri yok! Bölgede
çöp toplama hizmeti ise son yıllarda Güney Antalya
Turizm Geliştirme ve Altyapı Birliği (GATAB)
tarafından yaz aylarında sağlanıyor ama sürekliliği
olan bir sistem kurulmadan bu da yetersiz kalıyor.
GATAB ayrıca son yıllarda bölgede altyapı için
haritalama çalışmaları yapmış. Antik kentin
girişinde bir görevli var fakat hem gündüz hem de
gece kontrolü sağlamak neredeyse imkansız. Tarihi
eserlerin içi çöplerle ve boş içki şişeleriyle dolu.
Bu, antik kentte envanter işlemi ve topoğrafya
çalışmaları yapan bilim insanları için katlanılmaz
bir durum.
Yazır Köyünün yerli halkı, birkaç istisna dışında
topraklarını satmamışlar. Yani mülkiyet hala yerli
halkta. Bu bir avantaj çünkü dışarıdan gelen yabancı
yatırımcının iştahı kursağında kalmış. Fakat yerel
halk, yeni yeni farkına varıyor tehlikenin. İçinde
bulundukları durumun bir geleceğinin olmadığının
farkındalar. Yarın ne olacak, ne zaman yıkacaklar
işletmelerimizi kaygısıyla yaşıyorlar ve çözüm
arayışındalar. Yıllar içinde kalitesi düşen müşteri
profilinin de buna katkısı çok büyük. Eskiden
Avustralya ve Yeni Zelandalı turistlerin Çanakkale
ve Kapadokya’dan sonra en gözde turistik
bölgesiyken, bugünlerde paradan fazla çöp bırakan
kalitesiz müşterilerden şikayetçiler. Yasal
düzenlemelerin bir türlü sonuca ulaşmaması ve
çocuklarına nasıl bir toprak bırakacakları konusu,
yerli halk üzerinde ciddi bir travma yaratmış
durumda. Yerel sorunlara merkeziyetçi anlayışla
getirilen çözümlerin işe yaramadığına en yakından
tanıklık eden ve bu durumdan en çok zarar gören yine
onlar. Son zamanlarda bilim insanlarının
önderliğinde toplanan yerel yönetim ve halk,
gerçekliğin farkında olarak ortak akıl arayışına
yönelmişler. Çözümün bölgedeki paydaşların ortak
katılımıyla aranması umut verici. Yıllardır bölgede
çalışan bilim insanlarının antik kentte yürüttüğü
belgeleme çalışmalarının yanı sıra geçen yıl
başlanan alan yönetimi ve kültürel miras eğitimleri
uzun vadede sonuç verecek gibi.
Fakat, tüm bu çabaların biyosfer rezervi
yaklaşımıyla bir araya getirilmesi sürdürülebilirlik
açısından bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor.
Daha önceki yazılarda da vurgulandığı üzere
kırsal/kültürel miras alanlarındaki küçük turizm
bölgeleri bir an önce UNESCO’nun biyosfer rezervi
yaklaşımıyla yeniden ele alınmalı ve yerel
paydaşların katılımıyla ulusal stratejik mikro
turizm planlaması yapılmalıdır.
Radikal İki,
Yazı: Barış Seyhan - Murat Emeksiz /Anadolu Üni., 09.05.2010
|
NUH'UN GEMİSİ İÇİN HOLLANDA'DA BASIN TOPLANTISI

Türk ve Hong Konglu araştırmacılar tarafından
Ağrı Dağı'nda bulunan ve Nuh'un Gemisi'ne ait olduğu
düşünülen kalıntılarla ilgili Hollanda'da basın
tanıtım toplantısı yapılacak.
AKP Ağrı Milletvekili Mehmet Hanifi Alır,
Ağrı İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut’un
gözlemci olarak yer alacağı toplantıda, Doğubayazıt
Arama ve Kurtarma Timi (DAKUT) Başkanı Ahmet
Ertuğrul sunum yapacak.
Hollanda’da 11 Mayısta gerçekleştirilecek toplantıda
Ağrı Dağı’nın yaklaşık 4 bin metre yüksekliğinde
Hong Konglu ve Türk bilim adamlarından oluşan ekip
tarafından bulunan, kalıntılara ait görüntüler ve
bilgiler Avrupa basınıyla paylaşılacak.
Ağrı İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut,
konuyla ilgili, Nuh’un Gemisi’nin tarihin en
çok merak
edilen efsanelerinden biri olduğunu söyledi.
Türk ve Hong Konglu dağcılardan oluşan bir ekibin
2009 yılı sonunda Ağrı Dağı’nın 4 bin metre
yüksekliğinde bir kalıntı bulduğunu anımsatan Bulut,
"Sabırlı olmaz lazım elbette. Oradaki kalıntılara şu
anda buluntu diyoruz. Elimizdeki buluntulara ilişkin
veriler
Ekim
ayında netleşecek. Ne olursa olsun bu kalıntılar çok
önemli çünkü 4 bin 800 yıllık" dedi.
Ağrı Dağı’ndaki buluntuyu Kültür ve Turizm
Bakanlığına teslim edeceklerini belirten Bulut,
"Bakanlık nasıl bir çalışma yapar bilmiyoruz ama
Ekim ayında uzmanlar çıkıp buluntuyu inceleyecek"
dedi.
Hong Kong’da konuyla ilgili yapılan toplantının
benzerinin Hollanda’da da gerçekleştirileceğini
ifade eden Bulut, toplantıya AK Parti Ağrı
Milletvekili Mehmet Hanifi Alır ve kendisinin
gözlemci olarak, DAKUT Başkanı Ahmet Ertuğrul’un ise
sunum
yapmak
üzere katılacağını kaydetti.
Avrupa basınına tanıtım yapacaklarını, Hollanda’da
Nuh’un Gemisi ile ilgili araştırmaları olan
kişilerle görüş alışverişinde bulunacaklarını
anlatan Bulut, ellerindeki verileri ve görüntüleri
de basınla paylaşacaklarını belirtti.
Buldukları kalıntıların, tanıtım boyutunda Ağrı’ya
ve Türkiye’ye çok ciddi katkılar sağlayacağına
inandığını dile getiren Bulut, "Ayrıca sürecin
devamı noktasında yabancı yatırımcının ilimizde Ağrı
Dağı eteğinde yatırım yapmasını sağlamak
hedeflerimiz arasında. Turizm yatırım uzun soluklu
bir koşu gibidir. Yorulmadan menzile ulaşmak
gerekir. Daha yapılacak çok
iş var.
Proje devam ediyor. Umarım hep beraber sonuçlarını
görürüz" diye konuştu.
Hong Konglu ve Türk bir grup araştırmacı, 26 Nisan
2010’da
Hong Kong’da gerçekleştirilen basın toplantısında,
Nuh’un Gemisi’ni Ağrı Dağı’nda bulduklarını iddia
etmişti.
Hong Kong’da belgesel film yapımcılığı yapan ve
Uluslararası Nuh’un Gemisi Araştırmaları (Noah’s Ark
Ministries International) grubunun üyelerinden Yang
Ving Çing, "Ağrı Dağı’nın yaklaşık 4 bin metre
yüksekliğinde 4 bin 800 yıl öncesine ait geminin
ahşap parçalarının bulunduğunu" öne sürmüştü.
Parçaların Nuh’un Gemisi’ne yüzde 99,9 ait olduğunu
iddia eden Yang, "Geminin iskeletinin birçok bölüm
barındırdığını ve bulunan kalıntıların geminin
içinde hayvanların konulabileceği birçok bölme
olduğuna işaret ettiğini" ifade etmişti.
Yang, bölgenin kazılar süresince korunması için
yerel Türk yetkililerin hükümetle bağlantıya geçerek
UNESCO’nun bölgeyi "dünya mirası" listesine almasını
isteyeceğini belirtmişti.
Radikal, 09.05.2010
|
ÇANAKKALE'DE TARİH VE 'KİMLİKLİ GELECEK'
Geleneksel
mimarlığımızın yurt düzeyindeki örneklerini “kültür
mirası”mız olarak yaşatma bilinci kolay oluşmadı.
Apartmanlaşmanın dayanılmaz rantına karşı “eski
ev”lerimizi savunmak; uygarlık birikimlerimizi
paraya kurban etmeden geleceğe taşımak, emeğin ve
yaratıcılığın değerini bilen “aydın”ların özverili
çabalarını gerektiriyordu...
Özellikle ülkemizde kültür varlıklarını “arsa”
olarak gören egemen imar politikalarına karşı, bu
mirasın “kimlikli gelecek güvencesi” olduğunu
anlatabilmek için de aynı kadrolar yıllardır
“kesintisiz” direniyorlar… Tıpkı Tarihi Türk Evleri
Derneği’nin (TÜRKEV) kurucusu ve “onursal başkanı”,
geleneksel sivil mimarimizin “koruyucu meleği” ve
her yönüyle bir “cumhuriyet kadını” olan Perihan
Balcı; ve tıpkı bu “efsanevi” derneğin başkanlığını
Perihan Hanım’dan devralarak aynı kararlılık ve
duyarlılıkla koruma bayrağını geleceğe taşıyan mimar
Prof.Dr. Cengiz Eruzun gibi...
‘Savurganlık’ sergisi
1976 yılında kurulan ve 79’da Bakanlar Kurulu
kararıyla “Kamu Yararına Dernek” sayılarak “Europa
Nostra”ya da üye olan TÜRKEV, her yıl ülkemizin
farklı kentlerinde düzenlediği “Tarihi Türk Evleri
Haftası” etkinliklerinin 28’incisini 10-16 Mayıs’ta
Çanakkale’de gerçekleştiriyor.
İstanbul’un Cankurtaran semtindeki derneğe ait
“Hammamizade İsmail Dede Efendi Evi”nde yarın
yapılacak “başlangıç panelleri”nden önce Perihan
Balcı’nın “Tarihi Miras Savurganlığı”nı belgelediği
fotoğraf sergisi açılacak. İstanbul oturumlarının
ardından, Çanakkale’de sürecek etkinliklerin genel
başlığı ise “Çanakkale’de Tarih ve Kimlikli
Gelecek...”
Geçen yılın Türkevleri Haftası “2010 Avrupa Kültür
Başkenti” temasıyla yapılmış ve bu unvanın İstanbul
için yetersiz kaldığı, aslında “Dünya Kültür
Başkenti” olmanın hedeflenmesi gerektiği
konuşulmuştu.
İstanbul’la birlikte Essen (Almanya) ve Peç’in de
(Macaristan) 2010 Avrupa Kültür Başkenti
seçilmelerinin değerlendirilmesinde ise şu sonuca
varılmıştı:
“Batı dünyası mitolojisinin tanımladığı ve Tanrı
Zeus’un yaşadığı İda Dağı; Homeros’un İlyada
Destanı’nın kenti Troia; Osmanlı mirası olan Avrupa
kıtasındaki Kilitbahir ve Asya kıtasındaki Çimenlik
kaleleri; Ege ile Marmara’yı bağlayan Çanakkale
Boğazı gibi değerlere sahip; yakın tarihimizde Batı
ülkelerinin güçlerini birleştirdikleri halde
aşamadıkları ünlü kahramanlık destanımıza sahne
olmuş Çanakkale de bir an önce ‘Avrupa Kültür
Başkenti’ olmalıdır...”
İşte bu anımsatmadan esinlenerek bu yıl Türk Evleri
Haftası için Çanakkale’yi belirlediklerini söyleyen
Eruzun diyor ki; “Kimlikli kentler elbette ki sadece
bu tür unvanlar ile değil, geleceğe kültürel
süreklilik içinde taşınabildiğinde gerçek gelişme
sağlanabilir. Çanakkale, bugüne dek başardığı
katılımcı kentsel koruma çabalarını, yine katılımcı
bilinçle hazırlayacağı kentsel tasarım projelerini
uygulamaya geçirmesiyle, tarihini koruyarak kimlikli
geleceğine ulaşmayı sağlayacaktır...”
‘Katılımcı’ buluşma
Hafta boyunca, Çanakkale Belediyesi, 18 Mart
Üniversitesi, Mimarlar Odası, 2010 Yerel İnisiyatifi
ve çok sayıda bilim insanı, yerel yöneticiler,
uzmanlar ve duyarlı yurttaşlar bir araya gelerek,
ileriye yönelik hedefler ve uygulamaya dönük
yöntemler belirleyecekler... Troia, Behramkale,
Assos, Yeşilyurt, Adatepe, Bozcaada ve Gelibolu ile
Eceabat’taki Tarihi Milli Park alanlarında inceleme
gezileri yapılacak.
TÜRKEV’le birlikte olmak isteyenler, yarın
İstanbul’daki “açılış” töreni ve başlangıç
oturumlarına katılarak hafta içinde sürecek
Çanakkale etkinlikleri programını ve
ulaşım-konaklama bilgilerini edinebilirler... ( 0212
516 4314 –
www.turk-ev.org.tr)
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 09.05.2010
|
MO, SULUKULE'DEKİ İNŞAAT FAALİYETLERİNİ MAHKEMEYE
TAŞIDI

TMMOB
Mimarlar Odası Istanbul Büyükkent Şubesi'nden
yapılan açıklamada, Fatih Belediye Başkanı
tarafından 6 Mayıs günü
Sulukule'de düzenlenen temel atma
töreni ve başlatılan inşaat çalışmalarıyla
ilgili Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda
bulunulduğu bildirildi.
Oda'dan yapılan suç duyurusunda, 2863 Sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunun 65 inci
maddesi ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 257 inci
maddesine aykırı eylemleri nedeni ile Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir
ve Toplu
Konut İdaresi Başkanı
Erdoğan Bayraktar
hakkında kamu davası açılması istemi iletildi.

Açıklamada; geçtiğimiz Şubat ayında Oda'nın Koruma
Kurulu'na, “'Sulukule olarak anılan bölgede yapılan
uygulamalarla' arkeolojik dokunun göz ardı edilerek
yapılacak çalışmaların telafisi mümkün olmayan
kayıplara neden olacağı”nı bildirmesinin ardından
Kurul'un bölgeye ilişkin aldığı kararlara rağmen,
belediyenin 6 Mayıs günü gerçekleştirdiği temel atma
töreni ile arkeolojik değeri bulunan materyallerin
zarar gördüğünün fotoğraflarla belgelendiği
belirtiliyor.
Yapı, 09.05.2010
******
SULUKULE:
ÜSTÜ DÜMDÜZ, ALTINI DA MERAK EDEN YOK!
Sulukule'nin üstündekiler 'temizlendi', arkeologlara
göre altındakiler de inşaat temelleri altında yok
olabilir. Bölgede yapılan kazılarda kısa süre içinde
kentin eski su şebekesinin izlerine ulaşıldı. Ama
kazı alanının yanı başına inşaat temelleri atıldı.
Sulukule'nin kentsel dönüşüm kapsamında
boşaltılmasının ardından, mart ayında bölgede
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne bağlı kazı başladı.
Kazılar başlar başlamaz Osmanlı, Bizans ve Roma'ya
ait seramik parçaları ve künk sistemi (su yolu)
bulundu. Ama arkeoloji dünyasını heyecanlandıran
bölgenin yanı başında şimdi temel çubukları
yükseliyor.
Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Öğretim Görevlisi Derya Nüket Özer, bölgenin önemini
şöyle anlattı:
"Sulukule, 5. yüzyılda yapılan II. Theodosios
surlarına bitişik. Burası Dünya Miras Listesi'nde.
Şehrin ana su kaynağı Lykos deresi de bölgeden
geçiyor. Sulukule altında Roma ve Osmanlı
dönemlerinde geliştirilerek günümüze ulaşan iki ana
su sistemi var. Bu iki su sistemi 2. yüzyıla ait
İmparator Hadrinaus su sistemi ile 16. yüzyıla ait
2. Bayezid su yolları. Erken Bizans döneminde bu
bölgede çok sayıda manastır inşa edilmiş. İmparator
II. Iustinos'un, sarayının bulunduğu Deuteron
bölgesi, bazı araştırmacılara göre Sulukule
çevresindeydi. Yenikapı'daki, günümüzden 8 bin 500
yıl önceye giden Neolitik kültüre ait buluntular
Lykos deresinin denize döküldüğü noktada ortaya
çıkarıldı. Lykos deresi çevresi, Bizans'tan çok daha
gerilere giden buluntular vermeye aday."
Sulukule'deki evler ‘kentsel dönüşüm' kapsamında
yıkılınca ilgili yasa gereği bölgede kazı
başlatılmıştı. Daha ilk adımda Osmanlı, Bizans ve
Roma dönemlerine ait su kuyuları, seramik, cam
parçaları, künk sisteminin bir bölümü bulundu. Ama
arkeoloji dünyasını heyecanlandıran bu gelişmeler, 6
Mayıs'ta kazı alanının yanı başında temel atma
çalışmaları başlayınca sekteye uğradı.
Ertesi gün TMMOB Mimarlar Odası, Fatih Cumhuriyet
Başsavcılığı'na Belediye Başkanı Mustafa Demir ve
TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar hakkında suç
duyurusunda bulundu.
Mimarlar Odası, belediyeyi ve TOKİ'ye bölgedeki
arkeolojik kazılar bitmeden temel atmakla suçladı.
Oda bunu Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul
Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nun 18 Şubat 2010 tarihli
kararına dayandırdı. Buna göre Sulukule'de önce
jeoradar çalışması yapılacak, sonuçlar kurula
ulaştıktan sonra değerlendirme yapılacak, bundan
sonra inşaata izin verilecek veya verilmeyecekti.
Özer ve Mimarlar Odası bölgenin arkeolojik sit alanı
ilan edilmesi için kurula başvurdu. Ama bölgeye 45
işyeri ve 620 konut yapımını hedefleyen inşaatlar
başladı bile.
Arkeologlar Derneği Şube Başkanı Doç.Dr. Necmi
Karul'a göre ise kimi zaman jeoradar ölçümleri
‘bile' altta ne yattığını tahmin için yeterli değil:
"Nitekim bir su sızıntısı, metal bir nesne ya da
elektrik su gibi altyapı düzenekleri, üstten geçen
bir gerilim hattı dahi bu ölçümlerin doğruluğunu
etkiler."
Sulukule'nin üstündekiler 'temizlendi', arkeologlara
göre altındakiler de inşaat temelleri altında yok
olabilir. Bölgede yapılan kazılarda kısa süre içinde
kentin eski su şebekesinin izlerine ulaşıldı. Ama
kazı alanının yanı başına inşaat temelleri atıldı.
Sulukule'nin kentsel dönüşüm kapsamında
boşaltılmasının ardından, mart ayında bölgede
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne bağlı kazı başladı.
Kazılar başlar başlamaz Osmanlı, Bizans ve Roma'ya
ait seramik parçaları ve künk sistemi (su yolu)
bulundu. Ama arkeoloji dünyasını heyecanlandıran
bölgenin yanı başında şimdi temel çubukları
yükseliyor.
Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Öğretim Görevlisi Derya Nüket Özer, bölgenin önemini
şöyle anlattı:
"Sulukule, 5. yüzyılda yapılan II. Theodosios
surlarına bitişik. Burası Dünya Miras Listesi'nde.
Şehrin ana su kaynağı Lykos deresi de bölgeden
geçiyor. Sulukule altında Roma ve Osmanlı
dönemlerinde geliştirilerek günümüze ulaşan iki ana
su sistemi var. Bu iki su sistemi 2. yüzyıla ait
İmparator Hadrinaus su sistemi ile 16. yüzyıla ait
2. Bayezid su yolları. Erken Bizans döneminde bu
bölgede çok sayıda manastır inşa edilmiş. İmparator
II. Iustinos'un, sarayının bulunduğu Deuteron
bölgesi, bazı araştırmacılara göre Sulukule
çevresindeydi. Yenikapı'daki, günümüzden 8 bin 500
yıl önceye giden Neolitik kültüre ait buluntular
Lykos deresinin denize döküldüğü noktada ortaya
çıkarıldı. Lykos deresi çevresi, Bizans'tan çok daha
gerilere giden buluntular vermeye aday."
Sulukule'deki evler ‘kentsel dönüşüm' kapsamında
yıkılınca ilgili yasa gereği bölgede kazı
başlatılmıştı. Daha ilk adımda Osmanlı, Bizans ve
Roma dönemlerine ait su kuyuları, seramik, cam
parçaları, künk sisteminin bir bölümü bulundu. Ama
arkeoloji dünyasını heyecanlandıran bu gelişmeler, 6
Mayıs'ta kazı alanının yanı başında temel atma
çalışmaları başlayınca sekteye uğradı.
Ertesi gün TMMOB Mimarlar Odası, Fatih Cumhuriyet
Başsavcılığı'na Belediye Başkanı Mustafa Demir ve
TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar hakkında suç
duyurusunda bulundu.
Mimarlar Odası, belediyeyi ve TOKİ'ye bölgedeki
arkeolojik kazılar bitmeden temel atmakla suçladı.
Oda bunu Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul
Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nun 18 Şubat 2010 tarihli
kararına dayandırdı. Buna göre Sulukule'de önce
jeoradar çalışması yapılacak, sonuçlar kurula
ulaştıktan sonra değerlendirme yapılacak, bundan
sonra inşaata izin verilecek veya verilmeyecekti.
Özer ve Mimarlar Odası bölgenin arkeolojik sit alanı
ilan edilmesi için kurula başvurdu. Ama bölgeye 45
işyeri ve 620 konut yapımını hedefleyen inşaatlar
başladı bile.
Arkeologlar Derneği Şube Başkanı Doç.Dr. Necmi
Karul'a göre ise kimi zaman jeoradar ölçümleri
‘bile' altta ne yattığını tahmin için yeterli değil:
"Nitekim bir su sızıntısı, metal bir nesne ya da
elektrik su gibi altyapı düzenekleri, üstten geçen
bir gerilim hattı dahi bu ölçümlerin doğruluğunu
etkiler."
Radikal, Haber: Umay Aktaş Salman,
14.05.2010
|
APOLLON TRAFİĞE KAPANDI
Didim'deki
Apollon Tapınağı'nın çevresinde
bulunan yol, Aydın İl Trafik Komisyonu
kararınca araç trafiğine kapatıldı. Didim Belediye
Başkanı Mümin Kamacı, yolun
kapatılması için komisyonun 11 yıl önce karar
aldığını, ancak bunun şimdi uygulanabildiğini
söyledi. Bölgenin arkeolojik SİT alanı olması
gerekçesiyle Aydın Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'na sundukları
alternatif yol önerilerinin kabul edilmediğini
bildiren Kamacı, burada 50 işletmenin ve yaklaşık
bin 500 kişinin yaşadığını, alternatif yol olmadan
uygulamaya geçilmesinin yurttaşları mağdur edeceğini
söyledi.
İlçenin giriş noktasındaki yolun kapatılmasının
sıkıntı yaratacağını savunan Kamacı, “Kaymakamlıktan
gelen talimat doğrultusunda yolun kapatılması
gerekiyor. Bundan sonra araç trafiği buradan
geçmeyecek. Geçen aylarda bununla ilgili Aydın
Valiliği'ne başvuruda bulunduk. Aydın Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na alternatif yol
önerilerini sunduk. Bu yolların kum üzerine parke
taşı döşenerek yapılacağını belirttik. Ancak
arkeolojik SİT alanı olması nedeniyle kabul görmedi.
Tapınak çevresinde yaşayan insanların
gereksinimlerinin karşılanacağı, ambulans ve itfaiye
gibi acil durum araçlarının nasıl bölgeye gireceği
konularında kuruldan talepte bulunduk. Kurul kabul
etmiyor. Burada yaşayan insanlar bu hizmetlerden
yoksun bırakılıyor. Biz belediye olarak gereken
girişimlerde bulunduk” dedi.
Cumhuriyet Ege, 09.05.2010
|
|

|
FAS'TA NEOLİTİK MEZAR BULUNDU
Fas'ta 5 bin yıllık bir mezarlık bulundu. 5 bin yıl öncesine ait bir uygarlıktan kalma bu tür kalıntılara ilk kez Fas'ta rastlanıyor.
Başkent Rabat'ın 80 km doğusundaki Khemisset yakınında bir mağarada insana ait 5 bin yıllık iskeletler ve kabirlerden oluşan bir şehir mezarlığı ortaya çıkarıldı. Kazılardan sorumlu ekibin şefi ve arkeolog Yusuf Bokbot, 'Birinci Tunç Çağı'ndaki bu son Neolitik Çağdan kalma yedi iskelet ve dört mezar, bize Campaniforme (çanak çömlek) dönemdeki cenaze törenleri ile ilgili dini törenleri daha çok belirginlikle tespit etmemizi sağlayacak. Bu bir ilk' dedi. Bu keşfe yol açan kazılar Khemisset'e 18 km uzaklıktaki bir mağarada, 2006'da bir proje çerçevesinde başladı. Nisan 2009'da Fas'taki en eski üretilmiş seramik kaplar Faslı ve Alman arkeologlar tarafından Nador kentinin 50 km kadar güneyinde bulunmuştu.
Günlük Gazetesi, 09.05.2010
|
2010 ASIL ŞİMDİ BAŞLIYOR!
Kültür başkenti
ne menem bir şey? Avrupa’da dağıtılan
Avrupa
Kültür Başkenti unvanlarının tam sayısı kaç
oldu? 2013’de bu sayı tam 48’e varacak. Size
Guimares, Kösice, Maribor desem? Kuşkusuz Portekiz,
Slovenya ve Slovakya’nın gelecek kültür başkentleri
olduğunu derhal bilirsiniz! Bu uygulama bittiğinde
toplam kaç olacak? Şu sırada 2016’nın kültür
başkenti adaylarında hazırlıklar sürüyor. Galiba son
tarih 2019. Şimdilik. O zamana kültür başkenti 60’ı
filan bulur. Geçmişte başkent olmuş şehirlere bir
bakmalı. Sibiu diye bir şehir vardı. Kim bilir şimdi
ne yapar?
İstanbul’da epey patırtılı hazırlık yılları
yaşandı. 2010 o patırtıya kıyasla sessiz başladı.
Mayıs geldi. Sezona girdik. 2010 Ajansı basın
ilanlarıyla İstanbul’da 500’ü aşkın projenin
olacağını duyuruyor. Mayıs ayında başlayanlardan
7 tanesi öne çıkarılmış. İçlerinde Boylu Soylu
Yelkenli Yarışı’ndan,
‘40 kadar sanatçının görev aldığı’,
Bezemeleri ve Minyatürleriyle Osmanlı Çeşmeleri’ne
kadar çok çeşitli işler var. Ben
yine de Beyoğlu’nun lavanta kokutulduğu
projeyi görmek isterdim. Göremedim.
İstiklal Caddesi boyunca yürüyen kampanya yüksek
bütçeli bir iş olduğunu gösteriyor. Açıklamalarda
sayılar var. ‘10 bin lavanta
poşeti, 27 bin lavanta esansı, 5 ton lavanta
kokusu, 72 adet lavanta püskürtme fıskiyesi...’
Kimbilir kaç bin turist ve İstanbullu mis gibi
lavanta kokusuna maruz kaldı, kalacak?
Hıdrellez Şenliği yine 100 binlerce insanın
sıkış tepiş ama mutlu eğlencesi olarak yapıldı. 2010
Ajansı ilanında tek satır olarak yer almış. Demek
Hıdrellez kendi iletişimini kendi yapıyor. Yıllar
içinde büyüyüp değişerek sürüyor. Yüzbinlerce insan
üstleri aranmadan, kimlik sorulmadan, olaysız bir
arada eğlenebiliyor.
Tüm Haliç’i sokak sanatları merkezi haline getirecek
projenin 2010’da kendine bir yer bulamamış olmasına
hayıflanmamak elde değil.
Yapılanlar gibi yapılamayanlar da konuşulmalı.
İ. Başgöz Hoca yazdı. Bakanlık üzerinden 2010’a
verdiği Karagöz Sergisi’ne bir türlü cevap
alamadığını. Hoca ‘2010 İstanbul Komitesi adlı bir
kurulun yanından bile geçmeyeceğim. Elbet komite
bundan bir şey kaybetmez... Ben de bir
şey kaybetmem’ demiş. Ne güzel demiş. Yine de bu
işin bir kaybedeni olmalı. Kaybeden belki
İstanbullular olabilir. (Bu arada Kültür
Bakanlığı’nın 2010’u vesile edip Tarihi
Yarımada’daki taksi şoförleri ile esnafa vereceği
eğitim programı da pek yakında başlıyor olmalı...)
Tanpınar Edebiyat Festivali de 2010 Ajansı’nca
reddedilmiş. Festivali öneren şirkete verilen cevap
öğretici. Red gerekçesi ikili. Birincisi, ‘dünyada
yaşanan global ekonomik krizin ülkemize yansımaları’
(ki biz krizin yalnız ve güzel ülkemizi teğet
geçtiğine inanıyoruz) sonucu Ajans bütçesinde
kısıtlamalar olmuş. Acaba ne kadar? Ajans
yöneticileri bütçe kısıtlamasının ne kadar olduğunu
pek yakında mutlak açıklar. İkincisi, ‘ajans
bütçesinde öngörülen dengenin sağlanması
gerekliliği’. Bu da ‘yorumsuz’ cinsinden bir
gereklilik! Neyse.
İlginç olan, gerçekleşen/gerçekleşecek projelerin
olduğu kadar gerçekleşme şansı bulamayan projelerin
de iletişiminin yapılması. Hem de iftiharla. Hem
Başgöz Hoca, hem Tanpınar Festivali organizatörü
2010 Ajansı’ndan destek almadıklarını apaçık
söylüyorlar. 2010’un önemli Kazanımlarından biri de
kuşkusuz bu şeffaflık.
Radikal, Yazı: Serhan Ada, 08.05.2010
|
ISPARTA'DAKİ MÜZELER DAHA GÜVENLİ HALE GETİRİLİYOR
Isparta Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Kılıç, Isparta ile Yalvaç müzelerindeki güvenlik ve yangın alarm sistemlerinin yenilerek daha ileri teknolojiye kavuşturulması için çalışma başlattıklarını söyledi.
Güvenlik sistemlerinin 2010 yılı yatırım programına alınarak ihalesinin yapıldığını ifade eden Kılıç, bu yıl sonunda işlerin tamamlanacağını belirtti. Kılıç, yenileme için 64 bin lira harcanacağını kaydetti.
Yalvaç Pisidia Antiocheia Antik Kenti'nin de güvenlik sistemlerinin yapılması için bakanlıktan ödenek talep edildiğini ifade eden Kılıç, bakanlıktan gelen teknik elemanların nisan ayı içerisinde gerekli incelemeleri yaptığını, hazırlanacak proje doğrultusunda ihalenin gerçekleştirileceğini anlattı.
Isparta Haber, 08.05.2010
|
 |
2 - 8 Mayıs 2010
|
A.Ü. 'ARKEOLOJİ GÜNLERİ'
BAŞLIYOR
Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen
“Arkeoloji Günleri” etkinliklerinin 2010 yılı etabı,
12 Mayıs 2010 Çarşamba günü yapılacak. Arkeoloji
Bölümü’nce organize edilen “Arkeoloji Günleri”
etkinlikleri kapsamında, Çanakkale Parion, Erzincan
Altıntepe, Balıkesir Kyzikos, Balıkesir Zeytinli,
Şiir Çat Tepe, Çanakkale Tenedos Bozcaada’da yapılan
kazı ve yüzeysel araştırmaların değerlendirmesi
yapılacak.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu,
“2010 Yılı Arkeoloji Günleri” etkinlikleri
çerçevesinde, “2009 Yılı Arkeoloji Bölümü Kazı ve
Yüzey Araştırmaları” konulu bir panel
düzenleyeceklerini bildirdi. 12 Mayıs Çarşamba günü,
saat 10.00’da Kültür Merkezi Mavi Salon’da
düzenlenecek olan panelde, Çanakkale Parion,
Erzincan Altıntepe, Balıkesir Kyzikos, Balıkesir
Zeytinli, Şiir Çat Tepe, Çanakkale Tenedos
Bozcaada’da yapılan kazı ve yüzey araştırmaları
hakkında bilgiler verileceğini kaydeden
Karaosmanoğlu, her bir kazı ve araştırmanın bölümde
görevli öğretim görevlilerince ele alınacağını dile
getirdi.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu,
panelde kendisinin “Erzincan Altıntepe Kazısı”nı,
Prof.Dr. Cevat Başaran’ın; “Çanakkale Parion
Kazısı”nı, Yrd. Doç.Dr. Korkmaz Meral’in; “Balıkesir
Kyzikos Kazısı”nı, Yrd. Doç.Dr. Nurettin Öztürk’ün;
“Balıkesir Zeytinli Ada Kazısı”nı, Yrd. Doç.Dr.
Mehmet Işıklı’nın; “Siirt Çat Tepe Kazısı”nı ve Yrd.
Doç.Dr. Ali Yalçın Tavukçu’nun da; “Tenedos Bozcaada
Yüzey Araştırmaları” konusunda bildiri sunacağını
belirtti.
“Arkeoloji Günleri” kapsamında Erzincan Altınetepe
kazı ve yüzey araştırmaları çalışmaları hakkında
bilgi veren Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu,
Altıntepe’deki kazı çalışmalarının yaklaşık bir ay
sürdüğünü ve önemli bulguların ortaya çıkarıldığını
ifade etti. Karaosmanoğlu, ''1970'li yıllarda Tahsin
Özgüç tarafından yapılan kazı çalışmalarında ortaya
çıkarılan Urartu dönemine ait kalenin tahrip olan
bölümlerini yeniden eski haline getirmek ve
bölgedeki yeni kazılar için yaptığımız çalışmaların
büyük bölümünü tamamladık. Çalışmalarda kültür
zenginliğimizin bir bölümü ortaya çıkarıldı.” dedi.
Prof.Dr. Karaosmanoğlu, “2010 Yılı Arkeoloji
Günleri” etkinliklerine arkeolojiye ilgi duyan
herkesi beklediklerini bildirdi.
Erzurum Gazetesi, 08.05.2010
|
AYANİS KALESİ KORUMA
ALTINA ALINIYOR
Van
İl Genel Meclisi aylık mutat toplantıları devam
ediyor. Mayıs ayı toplantılarının Perşembe günkü
oturumu 14 gündem maddesinden oluştu. Dün yapılan
toplantının önemli gündem maddelerinden biri Ayanis
Kalesi'nin koruma altına alınması ile ilgili
hazırlanan raporun görüşmesi oldu. Meclise sunulan
önergeye istinaden Turizm komisyonu tarafından
hazırlanan rapor ile Ayanis Kalesi'nin önemi
anlatıldı. Önerge meclisin oy birliği ile kabul
edildi.
Raporla ilgili söz alan Turizm Komisyonu Başkanı
Öner Yiğit, komisyon üyeleri tarafından hazırlanan
raporu meclise okudu. Ayanis Kalesi'nin önemine
değinen Öner Yiğit, kalenin Van'ın tarihi turizmi
için son derece önemli olduğunu ve bu nedenle konuma
altına alınması gerektiğini belirtti. Öner Yiğit, "Ayanis
Kalesi, Van'a 35 km. mesafedeki Ayanis Köyü'nün
kuzey batısında bir tepe üzerine kurulmuştur. Doğu -
batı doğrultusunda uzanan tepe, 150 m. genişliğinde,
400 m. uzunluğunda, Van Gölü'nden 250 m.
yüksekliktedir. Kalede bir ekip tarafından kazılar
yürütülmektedir.Kazılar sonucu elde edilen mimari ve
diğer küçük buluntular sayesinde kaleyi tanımlamak
mümkün olmuştur. Bulunan çivi yazılı kitabesine
göre, kale Argişti'nin oğlu Rusa tarafından MÖ
645-643 tarihleri arasında yaptırılmıştır. İki sur
duvarıyla çevrelenmiş kalenin güneyinde giriş kapısı
bulunmaktadır. Burada sur duvarları andezit taşı ile
diğer kısımlarda kalker taşıyla örülmüştür. Üst
kesimde payeli salon ve tapınak önemli bir yer
tutmaktadır. Kapısı batıya bakan rizalitli tapınak
diğerleri ile benzer özellikler taşımaktadır. Güney
batı kesiminde ise, birbiri ile bağlantı içerisinde
küplerin yer aldığı, çok sayıda depo binası
bulunmuştur. Kale, mimarisi ve küçük buluntuları
yanında, Urartu tarihinin son safhalarını
aydınlatması açısından önem taşımaktadır. Ortaya
çıkarılması Van için büyük bir kazançtır." dedi.
Gazete Van, 07.05.2010
|
KANITLANDI: NEANDERTAL
GENİ TAŞIYORUZ!

Afrikalılar dışında tüm
insanların yüzde 1-4 arasında Neandertal geni
taşıdığı, iki
insan soyunun
Ortadoğu'da karıştığı ortaya çıktı.
Günümüz insan genomunun
(kalıtım şifresi) çözülmesinden yalnızca 10 yıl
sonra bilimciler, şifremizde soyu tükenmiş bir
akrabamızın, Neandertal insanının izlerini
saptadılar.
Science dergisinin 7 Nisan tarihli sayısında
yayımlanan Neandertal genomu ön taslağının Dünyanın
farklı bölgelerinden insanların genomlarıyla
karşılaştırılması, Afrikalılar dışında tüm
insanların yüzde 1 ile 4 arasında değişen oranlarda
Neandertal geni taşıdığını ortaya koydu.
Kısa süre öncesine kadar bu iki insan türü arasında
döl (dolayısıyla gen) alışverişi olmadığına
inanılıyordu.
Almanya’daki Max Planck Evrimsel Antropoloji
Enstitüsü Evrimsel Genetik Bölümü Direktörü Svante
Paabo yönetimindeki ekibin bulgularına göre, modern
insanla Neandertaller arasındaki gen karışımı,
günümüzden 100.000 ile 50.000 yıl öncesini kaplayan
bir aralıkta ve büyük olasılıkla 80.000 yıl önce
Ortadoğu’da meydana gelmiş.
Araştırmacılar, Neandertal gen haritasının büyük
bölümünü oluşturduktan sonra, aradaki farkları
ortaya çıkarmak için bunu, biri Güney Afrikalı, biri
Batı Afrikalı, biri Pasifik’teki Papua Yeni Gine
yerlisi, biri Çinli biri de Fransız olan beş
kişinin, ayrıca da bir şempanzenin genomuyla
karşılaştırmışlar.
Sonuçlar, Neandertal genomunun, öteki bölgelerden
insanların genomuna Afrikalılardan daha yakın
olduğunu ortaya koyuyor. Bunun da anlamı, modern
insanın Afrika’dan Dünya’ya yayılırken Mezopotamya
ya da Bereketli Hilal diye de tanınan bölgede
Neandertallerle karşılaştıkları ve onlardan
aldıkları genleri daha sonra yayıldıkları dünyanın
öteki bölgelerine taşımış olmaları.
Kısa süre önce Amerikalı antropologlar da çeşitli
coğrafyalardan yaklaşık 2000 kişiden alınan DNA
örnekleriyle yürüttükleri çalışmalar sonucu, modern
insanların da bir miktar Neandertal geni taşıdığı ve
iki tür arasında biri Ortadoğu’da, biri de Doğu
Asya’da olmak üzere en az iki kez cinsel temas
olduğunu açıklamışlardı.
Neandertal DNA’sına ait 4 milyara yakın baz çiftini
inceleyen Max Planck ekibince açıklanan çarpıcı bir
bulgu da Neandertal genomunun modern insan genomuyla
yüzde 99,7 şempanze genomuyla da yüzde 98,8 oranında
aynı olması. Araştırtmacılar modern insan ve
Neandertal genlerince üretilen proteinlerden
yalnızca 88’inin farklı olduğunu belirlemişler.
Bilimsel adıyla Homo sapiens neandertalis ile modern
insanın (Homo sapiens sapiens) atalarının yaklaşık
440.000 yıl önce Afrika’da ortak bir atadan
ayrıldığı düşünülüyor. (İnsanın daha eski atalarının
şempanzelerle ortak bir atadan ayrılması ise 6,5
milyon yıl öncesine tarihlendiriliyor.) Fosil
kayıtlarına göre Afrika’dan göç edip Avrupa, Güney
Sibirya ve Ortadoğu’yu da kapsayan geniş bir alana
yayılmış olan Neandertaller 30,000 yıl önce yok
oluyorlar.
İnsanın bu en yakın akrabasının Neandertal diye
adlandırılmasının nedeni ilk fosilinin Almanya’da
Neander adını taşıyan vadide (tal) bulunmuş olması.
Çalışmayı yürüten araştırmacılar, bu bulgulara
Hırvatistan, Rusya, İspanya ve Almanya’da bulunan
Neandertal kemiklerinden elde edilen 1 milyar DNA
“kırıntısını” inceleyerek ulaşmışlar. DNA’nın büyük
kısmıysa, Hırvatistan’daki Vindija mağarasında
bulunan üç Neandertal kadına ait 38.000 yıllık
fosillerden alınan 400 miligramlık kemik tozundan
sağlanmış. Fosiller, 40.000 yıla yakın süre
üzerlerinde yaşayan bakterilerin DNA’sıyla kirlenmiş
olduğundan, Neandertallere ait olan parçacıkları
ayıklayabilmek için özel teknikler kullanılmış.
Genom, tüm canlılara fiziksel ve zihinsel
özelliklerini veren, hastalıklara eğilimlerini
belirleyen genlerin sayısını ve yerlerini belirleyen
bir tür haritaya deniyor. Yaşamımız için gerekli
proteinlerin şifrelerini taşıyan genler, tüm canlı
hücrelerinin çekirdeklerinde bulunan kromozomlar
üzerine sarılı olan ve yangın merdivenini andıran
sarmal bir yapıda uzun çekirdek asitleri olan DNA
molekülleri üzerine dağılmış özel bölgeler. Baz
denen küçük moleküllerin farklı özel dizilimlerinden
oluşmuş bölgeler. Bu bazları birer harfe benzetecek
olursak, genler, rastgele dizilmiş harf çiftleri
içinde anlam taşıyan sözcükler oluyor. Sözcüklerin
sayısı çok fazla değil. İnsan genomu, her biri
farklı azot fosfat ve şeker gruplarından oluşan
küçük moleküllerin ilk harfleri olan A, C, G, T
adlarını taşıyan toplam altı milyar bazdan oluşuyor.
Birbiri etrafında dolanan iki iplik gibi dizilmiş
DNA molekülü, ipliklerden biri üzerindeki bazın,
karşı iplikteki bir başka baza yapışmasıyla oluşan
baz çiftlerinden meydana geliyor. Bu bazlardan A,
yalnızca T ile çift oluşturabiliyor, C ise yalnızca
G ile.
İnsan genomundaki 3 milyar çift baz dizilimi
üzerinde özel bölgeler oluşturan ve çeşitli
proteinlerin kodlanma talimatını taşıyan ve bunları
yeni kuşaklara aktaran genlerin sayısı 25,000’in
altında.
Radikal, 07.05.2010
|
DEFİNECİLERE HIDRELLEZ BASKINI
Balıkesir İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin Manyas İlçesi'nde düzenlediği operasyonda doğal sit alanında izinsiz kazısı yapan definecilere suçüstü yapıldı. Hıdrellez günü düzenlenen operasyonda yakalanıp adli makamlara teslim edilen 10 kişiden 5'i tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Bir ihbarı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı KOM Şube Müdürlüğü timleri Manyas'ın Eşen Köyü yakınlarında bulunan Makedon Krallığı dönemine ait içinde lahit mezarın bulunduğu Tümülüs'te kaçak kazı yapıldığını tespit etti. Balıkesir İl Jandarma Komutanlığı ve Manyas İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerinin birlikte düzenlediği operasyonda 1. derece sit alanı içerisinde bulunan söz konusu Tümülüs'ü kaçak olarak kazan toplam 10 şüpheli yakalandı. Gözaltına alınan şüpheliler jandarmadaki sorgularının ardından adli makamlara teslim edildi. Manyas Cumhuriyet Savcılığının yürüttüğü soruşturma kapsamında adli makamlarda ifadeleri alınan şüphelilerden M.B. (53), Y.V. (39), R.A. (36), İ.K. (40) ve R.K. (47) isimli 5 şüpheli tutuklanarak Manyas Cezaevi'ne gönderildi. Diğer 5 kişi ise mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Jandarmanın suçüstü yakaladığı tarihi eser yağmacılarının 6 günde 9 metre derinliğinde ve 2 metre çapında çukur kazarak mezar odasına ulaştıkları belirlendi. Olay yerinde yapılan aramalarda kazı faaliyetinde kullanılan jeneratör ile hilti, 3 adet gaz maskesi, özel yapılmış demir kazı çubukları, ip merdiven ve muhtelif kazı malzemelerinin ele geçirildiği, soruşturmanın sürdüğü bildirildi.
Balıkesir Kent Haber, 07.05.2010
|
 |
|
61 PARÇA TARİHİ ESER ELE
GEÇİRİLDİ
Batman Emniyet Müdürlüğü
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi
ekipleri tarafından tarihi eser kaçakçılığına
yönelik düzenlenen operasyonda çeşitli dönemlere ait
61 parça tarihi eser ele geçirildi.
Siirt ilinden Batman'a
geldiği belirlenen S.Ş. isimli şahsı takibe alan
ekipler, Batman şehir merkezinde S.Ş.'nin kullandığı
aracı durdurarak arama yaptı. Araçta yapılan
aramalarda 1 parça tarihi eser ele geçirildi.
Operasyonu genişleten ekipler şüpheli şahsın
Siirt'in Kurtalan İlçesi'ne bağlı Çakıllı Köyünde
bulunan evinde yaptığı aramada 60 parça daha tarihi
eser ele geçirdi. Metal ve topraktan yapılan
çömleklerden oluşan tarihi eserler maddi değerinin
belirlenmesi için Batman Müze Müdürlüğü'ne
gönderildi. Gözaltına alınan S.Ş ise adli mercilerce
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Batman Kent Haber,
07.05.2010
|
TARİHİ KLEOPATRA HAMAMI
GÜN YÜZÜNE ÇIKMAYA HAZIRLANIYOR

Roma dönemine ait
Kleopatra hamamının tekrar faaliyet gösterebilmesi
için çalışmalara başlandı. Hellenistik döneme ait
olarak tescillenen tarihi hamamın, 1970 yılında
üzerine yapılan ve 1988'e kadar faaliyet gösteren
otel binası Bergama Belediyesince Müze denetiminde
yıkılmaya başlandı.
Projenin genel amacının Tarihi ve kültürel nitelik
taşıyan Kleopatra Hamamı'nın restore edilerek
kullanıma sunulması, hamamla ilişkili kullanılacak
günübirlik termal banyoların ve çevre düzenlemesinin
yapımı olacağını belirten Bergama Belediye Başkanı
Mehmet Gönenç sözlerini şöyle sürdürdü. " Dünyanın
ilk telkinle tedavi hastanesinin çok yakınında olan
Kleopatra güzellik ılıcası termal suyla tedavinin
antik çağlardan beri kullanıldığı bilinmektedir.
Bergama'da MÖ 400 yıllarında kaplıca tedavisinin
yapıldığı belgelerle kanıtlanmıştır. 2000 yılı aşkın
tedavi veren bir merkezi tekrar faaliyete geçirmek
için bu çalışmayı başlattık.
Öngördüğümüz projede,
Tarihi Kleopatra Hamamı'nın restorasyonu, açık
termal havuzlar, Hidroterapi,Buhar, Masaj, Jimnastik
ve İdari odaları olan ayrıca günü birlik ılıca banyo
odalarından oluşan büyük bir tesis yapmayı
planlıyoruz" dedi. Uygulama projesinin, Koruma
Kurulundan alınacak onayından sonra, İzmir Kalkınma
Ajansının vereceği destek ile 18 ayda tamamlanacak
olan proje turizme hizmet vermeye başlanacak.
Tarihi ılıcanın kullanıldığı dönemde birçok yerli ve
yabancı turistin uğrak yeri olduğunu belirten
Gönenç; " Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın bu hamamda
yıkanarak güzelliğine kavuştuğu rivayet edilir.
Kaplıca suyu cilt-deri hastalıkları, böbrek ve idrar
yolu hastalıkları, sindirim sistemi rahatsızlıkları,
kas ağrıları kireçlenme ve romatizmal
rahatsızlıklara iyi geldiği bilinmektedir. Kaplıca
suyu 35 derece civarında ve özellikle cilt-deri
rahatsızlıklarına çok iyi geldiği bilimsel
analizlerle birçok üniversite ve konunun uzmanları
tarafından belgelenmiştir" dedi.
Bergama Kuzey Ege,
07.05.2010
|
TAVŞANLI'DA TARİHİ EVLER
KÜL OLDU
Kütahya'nın Tavşanlı
İlçesi'nde kullanılmayan iki tarihi ev, çıkan
yangında tamamen kül oldu.
Alınan bilgilere göre,
biri tek diğeri iki katlı olan tarihi evlerde
belirlenemeyen nedenden dolayı yangın çıktı. İlk
olarak boş tek katlı evde başlayan yangın,
bitişiğindeki içerisinde kimsenin oturmadığı iki
katlı eve sıçradı. Alevleri gören vatandaşların
itfaiyeyi aramasıyla olay yerine giden itfaiye
ekipleri yaklaşık 2 saat süren çalışmanın ardından
yangını söndürdü.
Söz konusu yangında her
iki ev de tamamen yanarak kullanılamaz hale geldi.
Tavşanlı Kaymakamı Numan
Hatipoğlu, Belediye Başkanı Mustafa Güler, İlçe
Emniyet Müdürü Murat Erdan olay yerine giderek
söndürme çalışmalarını inceledi.
Yangına ilişkin olarak soruşturma
başlatıldı.
Kütahya Kent Haber,
07.05.2010
|
|
MUĞLA'NIN TARİHİ KAPI
TOKMAKLARI YOK OLUYOR

Osmanlı kültürünün bir
parçası olan eski kapı tokmakları, birer birer
ortadan kayboluyor. Muğla'nın kentsel sit alanı
içinde olan ve 150 yıl önce Rum ustalar tarafından
yapılan 4 bin kapı tokmağından günümüze sadece 20-30
tanesi ulaşabildi.
Kim bilir, kaç el değdi
eski kapı tokmaklarına. Kim bilir, kaç kere dövdü
kapıları, her biri sanat eseri olan bu tokmaklar.
Kimlerin beklediği sevinçli haberlerin işareti oldu,
endişeyle bekleyen kaç kişinin de içini cız ettirdi?
Vurma sayısına göre gelenin kim olduğunun
anlaşıldığı, üstüne bağlanan iplerin misafirlere
ince mesajlar verdiği Muğla'nın tarihi kapı
tokmakları, temsil ettikleri koca bir kültür ve
yaşam biçimiyle beraber yok olmak üzere. Yaklaşık
150 yıl önce, çoğunlukla Rum ustalar tarafından
yapılan, zarafeti ve şıklığıyla göz dolduran, bir
dönem mukaddes bile sayılan kapı tokmakları,
şimdilerde yaşam savaşı veriyor. Çok azının günümüze
ulaşabildiği bu sanat eserleri, teknolojiye yenik
düşerek yerini otomatik kapı zillerine bıraktı.
Muğla'nın en güzel sivil
mimari örneklerinden tarihi evlerin çoğunda, kuzulu
kapı bulunur. İki kanatlı büyük bir kapının içinde
yer alan ve "kuzu" olarak adlandırılan, aile
mahremiyetini esas alan bu ahşap kapılar, içeriye
doğru açılır. Üzerinde bulunan ve aksesuar gibi
görünen kapı tokmakları, ev halkının sosyal,
kültürel ve estetik duyguları hakkında birçok manayı
ihtiva eder.
Muğla evlerindeki kapı
tokmaklarının çoğunluğu kadın eli şeklindedir. Üç
defa çalındığında gelen misafirin erkek, iki defa
çalındığında ise kadın olduğunu haber veren
tokmaklar, yakın döneme kadar yerel kültürün bir
parçasıydı. Yaklaşık 150 yıl önce yapılan tokmaklar,
zenginliği ve batıya dönük mimari tarzını da
yansıtırdı.
Dövme demirden yapılmış
olan tarihi tokmaklar, son yıllarda antikacıların ve
hırsızların gazabına uğradı. Muğla'nın kentsel sit
alanı içinde bulunan 4 bin kapı tokmağından,
günümüze sadece 20-30 tanesi ulaşabildi. Mimarlar
Odası Muğla Şube Başkanı Ertuğrul Aladağ,
"Hurdacılar, demirden veya bakırdan yapılmış her
şeye talip olduğu için biraz parasız kalan ev
sahipleri, tokmakları sökerek satıyor. Tarihin
izlerini taşıyan kapı tokmakları, bu şekilde
kaybolup gidiyor." diyor.
Aladağ, şehirdeki tarihi
binaların ortalama 150 yıllık olduğunu aktarıyor:
"Muğla evleri, 19. yüzyıldan itibaren Rum ustalar
tarafından yapılmaya başlanmış ve toprak ağaları
tarafından tercih edilmiş. Yan ve arka duvarları
taş, ön ve iç kısımları ahşaptır. Avrupa ve
özellikle İtalya'dan gelen neo klasik akımlar da
mimari tarzlarını etkilemiş. Sadece Muğla'ya özgü
değil fakat şehrin coğrafi özellikleriyle uyum
sağlamış. Muğla evlerinin önemli bir özelliği de
bacalarıdır. İnşası kolaydır, dört tarafı açıktır,
dumanı iyi çeker. Eğik başlığı da yağmurun içeriye
girmesini engeller."
Tokmaklarda çok fazla
çeşit yok. Birtakım motifler, ördek, halka ve
genellikle de el biçiminde. Muğlalı Ahmet Bayrak,
kapı tokmaklarının vuruş şekillerini şöyle
anlatıyor: "Evin hanımı, kapıyı açmadan kimin ve ne
için geldiğini anlayabiliyordu. Evin beyi geldiğinde
tokmak iki kez çalınırdı. Çocuklar hızlı ve sert
aralıklarla vurur, misafirler ise daha yavaş ve
aheste vurmayı tercih ederdi. Art niyetli birinin
geldiği ise kapı sesinin şiddetinden anlaşılırdı.
Kapılar birbirine yakın olsa da hangi evin
tokmağının çalındığı tınısından belli olurdu."
Bayrak, kapı
tokmaklarının diğer ilginç bir yönünün de üzerlerine
ip bağlanması olduğunu dile getiriyor: "Ev sahibi,
kısa bir süre için bir yere gittiyse tokmağın
üzerine kısa, uzun süre dönmeyecekse uzunca bir ip
asardı. Yatıya gittiyse, kalın bir ip asar ve düğüm
atardı. Gelen misafirler de ipe bakarak ne zaman
döneceği hakkında bilgi sahibi olurdu."
Zaman Cuma, Haber:
Kayber Avcı, 07.05.2010
|

Roma dönemine ait başsız 2 heykel ve bir heykel başının da arasında bulunduğu mermerden yapılmış 7 parça tarihi eseri ciple kaçırmaya çalışan Bulgar çift İstanbul’da yakalandı.
İstanbul polisi, ihbar üzerine tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı öne sürülen bir cipi, Silivri’de durdurdu. Cipin bagajında yapılan aramada 1 heykel başı, 2 başsız heykel ve deve figürünün de aralarında bulunduğu 7 parça tarihi eser bulundu. Cipi kullanan Bulgaristan vatandaşı P.D.V., eşi ve kızlarıyla birlikte gözaltına alındı. Turist vizesiyle Türkiye’ye gelen Bulgar çift, emniyette susma hakkını kullandı. P.D.V. “tarihi eser kaçakçılığı” suçundan tutuklanırken, eşi serbest bırakıldı. Ele geçen eserler İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkililerince incelendi. Heykel başı ve 135’er santimetre boyundaki başsız heykellerle birlikte ele geçen eserlerin Roma dönemine ait olduğu belirlendi. Arkeoloji uzmanları, polise, heykel başının ele geçen başsız heykellerden birine ait olabileceğini söyledi. Üzerinde bir kadın ile erkek motifinin bulunduğu deve figürünün 1200’lü yıllarda İran’da yapıldığı tespit edildi.
Hürriyet, Haber: Çetin Aydın, 07.05.2010
|
150 MİLYON DOLARLIK DA
İNCİ TABLOSUNU 21 BİNE SATMIŞLAR
Uluslararası sanat
camiası, dünyaca ünlü müzadeyede evi Christie’s’e
100 milyon dolar tazminat istemiyle açılan davayla
çalkalanıyor.
Davanın gerekçesiyse
müzayede evininin 1998’de New York’ta düzenlediği
açık artırmada erken 19’uncu yüzyıla ait
bir Alman eseri
diye kataloglandırdığı ve 21 bin 850 dolara sattığı
bir eserin Leonardo
Da Vinci’ye ait
çıkması. Eserin
ilk
sahibi, gerekli testleri yapmadığı gerekçesiyle
Christie’s’ten 100 milyon dolar tazminat istiyor.
İngiltere’de
Oxford Üniversitesi’nden
sanat tarihi profesörü Martin Kemp, geçen
yıl
yayımladığı bir kitapta “La Bella Principessa” diye
isimlendirdiği eserin Leonardo Da Vinci’nin
bilinmeyen bir çalışması olduğunu iddia etti. Eser
üzerinde yapılan testlerde bulunan bir parmak izi
Rönesans ustasının bir başka eserindeki parmak
iziyle aynı çıktı. Karbon testi de eserin 1440-1650
yılları arasında bir tarihte yapıldığını gösterdi.
Eser şimdi
İsveç’teki bir
konferans merkezinde Leonardo Da Vinci’nin bir
çalışması olarak sergileniyor.
Milliyet, 07.05.2010
|
|
 |
DENİZ MÜZESİ YIL SONUNDA HAZIR
İnşasına 2008'de yeniden başlanan İstanbul Deniz Müzesi bu yılın sonunda kapılarını İstanbullulara açacak. Eşsiz denizcilik kültürü eserleri barındıran müzenin; fiziki koşullarının iyileştirilmesi ve optimum sergileme olanağı sunan çağdaş bir müze haline dönmesi için başlayan çalışmalar tüm hızıyla sürüyor. Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen proje tamamlandığında, 6 bin metrekarelik oturma alanı, 12 bin 200 metrekare mimari kullanım alanı, 4 bin 200 metrekare açık sergi alanı bulunan müze halkla buluşacak. Müzede etkinlik ve çalışmalar için 198 kişi kapasiteli kütüphane, çok amaçlı salon, çocuk odalarının yanı sıra 600 metrekarelik süs havuzu da yer alıyor. Kuzey Deniz Saha Komutanlığı ile yapılan takas protokolü kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce devralınan Deniz Müzesi Restorasyon projesi 19 milyon 850 bin TL'ye malolacak.
Deniz Müzesi, 31 Ağustos 1897'de Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa'nın emri, Tersane Komutanı Amiral Hikmet Paşa'nın desteği, Binbaşı Süleyman Nutki tarafından Tersane- i Amire bünyesindeki Mayın Müfreze Komutanlığı'na ait binada dünyanın nadir örneklerinden biri olarak "Müze ve Kütüphane İdaresi" adıyla kuruldu. Yıllar içinde yer ve isim değişiklikleri yaşayan müze, son olarak 27 Eylül 1961'de Beşiktaş İskele Meydanı'nda bugün bulunduğu yere taşındı ve İstanbul Deniz Müzesi adıyla hizmet vermeye başladı.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 07.05.2010
|
HELLENİSTİK KANALİZASYON İNCELENİYOR
Mayıs ayının ilk günlerinde Antakya Belediyesi tarafından Bağrıyanık Mahallesi ve Saray Caddesi'nde başlatılan alt yapı çalışmaları sırasında yapılan kazılarda Hellenistik çağa ait bir su kanalizasyon tüneli bulundu.
Tarihi kalıntının bulunmasının ardından Antakya Arkeoloji Müzesi tarafından mühürlenen alanda bugün sabah saatlerinden itibaren arkeologlar araştırma çalışmalarına başladı.
Antakya Arkeoloji Müzesi yetkililerinden oluşan bir heyet özel kıyafetler giyerek kazı sırasında ortaya çıkan tünelin içine geçti. İlk tespit çalışmalarının yapılacağını söylemekle yetinen teknik heyet bu alanın tamamında incelemelerini sürdürecek.
Altyapı çalışmaları sırasında ortaya çıkan kanalizasyon tünelinin, özel kesme taşlardan yapıldığı, yüksekliğinin 4 metre genişliğin ise 3,5 metre olduğu öğrenildi. Özel yapılmış tünelin Habib-i Neccar Dağı'ndan gelen suların Asi Nehri'ne akmasını sağladığı alınan bilgiler arasında yer aldı.
Alan içerisinde gerçekleştirilecek inceleme sonunda dünyanın ilk aydınlatılmış caddesi olan eski Antakya'da bulunan Kurtuluş ve Saray caddelerinin ortak noktasının yanı sıra cadde kalıntılarının bulunacağı tahmin ediliyor.
Internet Haber, 06.05.2010
|
 |
BU KÖYÜN YOLLARI
MERMERDEN

Manisa'nın Kula
İlçesi'ne bağlı olan ve yolları mermer kaplı Gölde
Köyü, kırsal turizm alanında devlet desteği almak
istiyor.
Dokuz Eylül Üniversitesi
Öğretim Görevlisi Arkeolog Altan Türe, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, eski bir Rum köyü olan ve antik
Lidya Devleti'nin bir kenti olduğu tahmin edilen
köyde, özel bir sivil mimari yapının mevcut olduğunu
belirtti.
Köyün, turistik açıdan
değerlendirilmesi için Doğu Avrupa ülkelerinde
olduğu gibi kırsal turizm alanında desteklenmesi
gerektiğini savunan Türe, bu sayede köyün mimari
dokusunun tamamen korunarak tamir edilebileceğini
kaydetti.
Bu tür restore
çalışmalarının devlet tarafından verilen krediler
ile sağlandığına işaret eden Türe, şunları söyledi:
''Devletin verdiği
krediler, evlerin turizm amaçlı ev pansiyonu olarak
kullanımı için veriliyor. Devletin desteklediği bu
projelerle bu evler de geleneksel yaşam biçimi
içinde konuklar misafir ediliyor. Geleneksel
yemekler veriliyor. Gölde Köyünün geleceği de bu.
Buradaki mimari doku çok güzel, dört tane de önemli
tescilli bina bulunuyor. Bu yapıların restorasyonu
özellikle eski Rum okulunun restorasyonu Gölde de
turizm için iyi bir başlangıç olabilir. Gölde
Köyünün gelecekteki çıkış yolu kırsal turizm.''
Türe, Gölde'nin, eski
Lidya bölgesinin Kloda adlı tarihi kentlerinden biri
olduğunu, bir çok tapınağın varlığından söz
edildiğini kaydederek, şöyle devam etti:
''Ancak günümüze
bunların hiçbiri ulaşmadı. Gölde Köyü, aynı zamanda
eski bir Rum köyü. Savaş döneminden sonra yapılan
mübadelede köyden Rumlar gidince buradaki nüfus
yapısı tamamen Yunanistan ve Balkanlardan getirilen
göçmenler ile değiştirildi. Buradaki yerel mimari
yapı, Türk beğenisine uygun tekrar yönlendirildiyse
de ana yapı malzemesi mermer olarak kaldı. Çünkü bu
bölgede mermer çok bol. Bu yüzden ben bu köyü
'mermer köy' olarak isimlendiririm. Köyün içindeki
yollar ve binaların ana yapı malzemesi mermer. Başka
köylerde taş ve topraktan oluşan yollar, bu köyde
parça mermer taşlardan yapılmış. Tarihi özelliği
olan bir köy olduğu için yolların en az 150 yıllık
olduğunu tahmin ediyoruz. Tarihi sit olan köy
yollarında araçla gezmek yasak.''
Gölde Köyü'nde yer alan
evlerde, Kula merkezde yer alan evlerdeki gibi bir
takım simgelerin yer aldığını ifade eden Türe,
evlerin kapılarının üzerinde yapılış tarihinin yer
aldığını, bununla birlikte Roma İmparatorluğu'nun
daha sonra da Bizans'ın simgesi olan kartal
simgesinin de Anadolu'da yaşayan Rum Hıristiyanlar
tarafından da kabul gördüğünü, Baş Tanrı Zeus'un
kutsal kuşu olduğunu söyledi.
Star, 06.05.2010
|

 |
BELEDİYE KAZDIKÇA, ŞEHRİN GÖBEĞİNDEN ANTİK KENT ÇIKIYOR
Antalya Büyükşehir Belediyesince önceki yıl yapılan kazılar sırasında tesadüfen Attaleia Antik Kenti’ne ait nekropolün (antik mezarlık) bulunmasının ardından, yakın bir bölgede yapılan alt yapı çalışması sırasında da, antik bir yapıya rastlandı.
Antalya Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASAT) tarafından, alt yapı sisteminin yenilenmesi amacıyla Cebesoy Caddesi’nde yapılan kazı çalışması sırasında, antik bir yapı bulundu.
Antik yapının, Doğu Garajı Projesi için 2008 yılında yapılan kazılar sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan Antik Attaleia Kenti’nin nekropolünün batı sınırındaki bir noktada yer alması nedeniyle, antik bir mezar olabileceği düşünülüyor.
Sütunlara sahip olması ve çevresinde kemikler bulunması da, yapının antik bir mezar olabileceği düşüncesini güçlendiriyor.
Konuyla ilgili bilgi veren Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel, nekropolde yürütülen çalışmaların devam ettiğini belirterek, nekropol bölgesinin, Doğu Garajı alanıyla sınırlı olmadığının düşünüldüğünü söyledi.
Demirel, ASAT çalışmaları sırasında bulunan yapının da, nekropolün bu alana doğru uzandığı gösterdiğini belirtti.
Antik yapının ortaya çıkarıldığı alanda 3 uzmanı görevlendirdiklerini ifade eden Demirel, "Alt yapı çalışmalarının da yavaşlamaması için bu uzmanlar 3 vardiya halinde görevlerini sürdürüyor. Yapıyla ilgili kesinleşmiş bir bilgi yok. Ancak bulunan yapının mezar olabileceği düşünülüyor" diye konuştu.
Doğu Garajı Projesi inşaat çalışmaları sırasında tesadüfen nekropolün ortaya çıkması üzerine, 2008 yılı mart ayından bu yana sürdürülen çalışmalarda yüzlerce antik mezar ortaya çıkarılmıştı.
Bulunan nekropolün, Antalya’nın bilinen tarihini, 100 yıl (2. yüzyıldan 3. yüzyıla) geriye çektiği belirtiliyor.
Milliyet, 06.05.2020
|
TARİHİ HAMAMLAR
KURTARILIYOR
Ordu Kültür ve Turizm
Müdürü Erkan Gülderen, şehir merkezine 5 kilometre
mesafede bulunan, 16. yüzyılın sonlarında Osmanlılar
tarafından yaptırılan iki tarihi hamamın kültür ve
turizme kazandırılmak üzere çalışma başlatıldığını
söyledi.
Yıllardır Fidanlık
Müdürlüğü'ne ait tarlada kaderine terk edilmiş
vaziyette bırakılan, Ordu çevresine 16. yüzyılın
sonlarında başlayan göç sonucu civar köylere
yerleşen Oymak boyları tarafından inşa edilen tarihi
hamamların kurtarılması için düğmeye bastıklarını
vurgulayan Erkan Gülderen, ilk etapta proje
hazırlanacağını söyledi. Proje ihalesine önümüzdeki
günlerde çıkılacağını kaydeden Gülderen, "Yapılacak
ihalenin ardından projenin hazırlanmasının hemen
ardından restorasyon çalışmaları başlayacak.
Yapılacak çalışma ile iki tarihi hamam kültür ve
turizm alanına kazandırılacak" dedi.
Bilindiği gibi iki
tarihi hamam Ortaçağ'da Hristiyan Avrupa'nın
yıkanmayı yasak saydığı, hiçbir evde ve sarayda
banyo ve tuvaletin bulunmadığı dönemde Osmanlı
İmparatorluğunun Trabzon Rum Devleti'ni kendi
topraklarına katmasının ardından başlattığı nüfus
hareketleri ve yerleşim düzeni sırasında inşa
edilmişti. Selçuklu mimari izlerini taşıyan iki
hamamın restore edilmesi yıllardır tartışılıyordu.
Ordu Kent Haber,
06.05.2010
|
|
VAKIFLAR TİM KURDU, 4
BİN ESER KURTULDU
Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nce düzenlenen ‘27. Vakıf Haftası’
kapsamındaki törende konuşan Vakıflar Genel Müdürü
Yusuf Beyazıt, 2002’de tespit ve tescili yapılan
vakıf kültür varlığı sayısının 9 bin 483 iken, bugün
bu rakamın 20 bin 78’e ulaştığını söyledi. Yusuf
Beyazıt “Toplamda 3 bin 484 esere acilen müdahale
edilmiştir. Bu yıl 750 eser daha onarılarak bu sayı
4 bin 234’e ulaşacaktır” dedi.
Son dönemlerde gündeme
gelen tarihi eser kaçakçılığına da dikkat çeken
Beyazıt, mücadele birimi kurulduğunu ifade etti.
Türkiye’nin dört bir
yanındaki vakıf eserlerini restore ettirerek yeniden
hizmete kazandıran Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakıf
mallarından gelir de elde ediyor. 2009 yılında kira
gelirlerinden 60 milyon lira elde gelirken, ihaleler
sonucu işletmecisi belirlenen mülkler “restore
et-işlet-devret” modeli ile çalışıyor. 2003’ten bu
yana Vakıflar’ın, işletmecisi tarafından restore
edilen edilen mallardan aldığı kira bedeli ve
restorasyon için bütçeden harcamadığı paranın
toplamı 1.5 milyar lira oldu. Hizmete giren
işletmelerde 55 bin kişi istihdam edildi. Elde
ettiği kira gelirlerinin toplamı 1.5 milyar lirayı
buldu.
Yenilenen eserler
İstanbul Akaretler
Sıraevleri, İstanbul 4. Vakıf Han, Ankara Çengelhan-Koç
Müzesi, Ankara Çukurhan, Kastamonu Kurşunlu Han,
İzmir Çeşme Kanuni Kervansarayı, İzmir Bergama
Bedesteni, İzmir Tire Bedesteni, İzmir Tire
Yalınayak Hamamı, İzmir Çeşme Ilıca Butik Otel ve
Gaziantep Dayı Ahmet Ağa Konağı.
Star, Haber: Gül
Çelikkol - Erdinç Akkoyunlu, 06.05.2010
|
ISPARTA MÜZESİ'NDE ROMA
DÖNEMİNE AİT ESERLERE KORUMA YAPILACAK
Isparta Müze Müdürlüğü
Arkeoloji Müzesi'ndeki metal eserlerle ilgili bakım
çalışması başlatıldı. İl Kültür ve Turizm Müdürü
Abdullah Kılıç, Erken Tunç ve Roma dönemi arasındaki
zaman dilimine ait bronz bazı eserler üzerinde
konservasyon (koruma) çalışmasına ihtiyaç
duyulduğunu söyledi.
Bu nedenle konuya
ilişkin olarak Ankara Üniversitesi Başkent Meslek
Yüksekokulu Müdürlüğü ile gerekli yazışmaların
yapıldığını belirten Kılıç, "Metal eserlerin koruma
ve onarım uygulamaları gönüllülük esasına göre
ücretsiz olarak yapılacak. Eser üzerinde yapılan
restorasyon ve konservasyon uygulamalarının teknik
yönden analizleri de yapılacaktır. Bu nedenle Erken
Tunç Dönemi ile Roma Dönemi arasındaki zaman
dilimine tarihlenen, eserler için Bakanlığımız
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden
onay almıştır." dedi.
Ankara Üniversitesi
Başkent Meslek Yüksekokulu uzmanları tarafından
eserler üzerinde çalışma başlatıldığını ifade eden
Kılınç, çalışmaların tamamlanmasının ardından metal
eserlerin sergilenmesi konusunda bir bölüm
oluşturulacağını kaydetti.
Beyaz Gazete, 06.05.2010
|
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NİN ÇATI YALITIMI TAMAM
Su ve ısı yalıtım sektöründe geniş bir ürün yelpazesiyle hizmet veren BTM, Kız Kulesi'nin ardından tarihi bir yapıya daha hayat verdi. UNESCO tarafından dünya mirası koruması altına alınan ve restorasyonu devam eden, Selçuklu dönemi taş işçiliğinin en önemli yapıtlarından birisi olarak kabul edilen Sivas Divriği Ulu Camii'nin çatı yalıtımında BTM Elastobit örtüleri kullanıldı.
Özellikle kapılarındaki eşsiz bezemeleriyle tanınan caminin, Şifahane Taç Kapısı, Cami Kuzey Taç Kapı, Cami Batı Taç Kapı ve Şah Mahfili Taç kapılarıyla bir mimarlık ve mühendislik harikası olduğunu vurgulayan BTM Ürün Müdürü Kemal Gel, tarihi yapılarda çatı yalıtımının büyük önem taşıdığına dikkat çekti.
Gel, "Divriği'deki Ulu Cami gibi insanlığın ortak değeri olan yapılar, özellikle çatıdan giren su nedeniyle zarar görüyor. Etkili bir çatı yalıtımı, eserin tümünü nemden ve çürümeden koruyor. Divriği Ulu Cami'nin, çatı yalıtımını gerçekleştirmekten mutluluk ve gurur duyuyoruz" dedi.
BTM adına yalıtım uygulamasını gerçekleştiren Sivas bayisi Ata Selçuk da projeyle ilgili şu bilgileri verdi: "Ulu Camii, çatıdan su alması nedeniyle tehdit altındaydı. Çatının yağmur suyuna en fazla maruz kalan kuzey bölümüne iki kat BTM Elastobit Membran (elastomerik özellikli polyester keçe taşıyıcılı su yalıtım malzemesi) uygulayarak su sızdırmazlığını sağladık."
Yeni Asır, 06.05.2010
|
YALVAÇ 'KİMLİKLİ EV
SAHİBİ' OLACAK
“Kültürel turizm,
deniz-güneş-kum turizminin tahribatını durduracak
seçenektir. Kentlerimizin tarih ve kültür
zenginliği, turizmin belli bölgelerde değil, tüm
yörelerimizde gelişmesini sağlayacaktır.”
Bu değerlendirme, ziraat yüksek mühendisi
Tekin Bayram, halkla ilişkiler uzmanı
Fadime Öncü ve
arkeolog
Ercan Kafafçı’nın imzalarını taşıyan
“Yalvaç Turizminin
Geliştirilmesine Yönelik Sorunlar ve Çözüm
Önerileri” başlıklı raporda yer alıyor. Aynı
zamanda belediye başkanı olan Tekin Bayram, son
seçim zaferine de katkısı olduğu anlaşılan “halkla
birlikte çok yönlü turizm” hedefi için şunları
söylüyor: “Turizm yatırımcısı sadece kendi kazancını
gözetiyor. Biz ise herkesin kazanmasını, tüm kültür
ve doğa değerlerimizin turistlerle ‘evsahibi-konuk’
anlayışıyla paylaşılmasını öngörüyoruz.”
Bu anlayıştan doğan
“Yalvaç Kültürel-Doğal Değerlerin Korunması,
Geliştirilmesi ve Turizmin Çeşitlendirilmesi
Projesi”ni önceki görev döneminde başlatan
Bayram başkan, kentin bitişiğindeki antik
“Pisidia Antiokheia”nın, belediye olanakları
ve işçileriyle kazılarak gün ışığına çıkarılmasını
da sağlamıştı… 2000’de
Tarihi Kentler Birliği’nin (TKB) kurucuları
arasında yer alan, kültürel mirası sahiplenmesiyle
TKB’den ve Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nden
ödüller alan Bayram, 2004 yerel seçimlerinde büyük
destek sağlanan “iktidar partisi adayı”na başkanlığı
devretse bile 2009’da yeniden seçildi. “Bıraktığı
yer”den sürdürdüğü projesinin doğal ve kültürel
“hazine”lerini şöyle özetliyor:
Hıdırlık (Hıdrellezin kutlandığı çamlık), Hisarardı
(küçük şelaleleriyle eko-köy turizmine uygun),
Hoyran Gölü (halk plajı var; karavan-kamp turizmine
açılabilir), Gemen Korusu (tarih ve doğanın
bütünleştiği yer), Akar-Donar, Değirmen Önü ve Ayı
İni mağaraları...
Kültürel değerler
Yalvaç’ta, özellikle “halkın turizme katılması” ve
“tarihsel mirasın yaşatılarak turizmle
buluşturulması” hedeflerine kaynak oluşturan
kültürel değerler ise şöyle özetleniyor:
Pisidia Antiokheia
Antik Kenti:
Roma’nın Pisidia bölgesine başkentlik yapan surlarla
çevrili kentte Aziz Paul ilk vaazını vermiş...
Men Kutsal Alanı:
Antiokheia’ya 5 km’deki Gemen Korusu’nda, Anadolu
tanrılarından Men için yapılmış tapınak ve
yapılardan oluşuyor...
Yalvaç Müzesi:
1966’da açılan kent merkezindeki müzede prehistorya
galerisi, klasik salon, etnorafik salon bulunuyor...
Limnia Adası:
Meryem Ana Manastırı’nın da bulunduğu ada
Yalvaç’a 25 km’deki Hoyran Gölü’nde...
Kaya Mezarları:
Hoyran Gölü’ne dik inen, üçgen alınlığıyla tapınağı
andıran kayalıklardalar… Bizans kilise olarak
kullanmış.
Camiler: 14.
yüzyıla ait Devlethan Camisi ile Osmanlı’nın
Leblebiciler ve Hamidiye camileri kentin tarihi
anıtlarından...
Geleneksel Mahalle
Taş Fırınları: Kalın kerpiç duvarlarla
inşa edilmiş mahalle fırınlarında, fırıncıya 15
ekmek pişirmesi karşılığında 1 ekmeğin verildiği
geleneksel üretim sürdürülmektedir…
Eski Osmanlı Hamamı:
Restorasyonuna başlanacak...
Emir Ahmet Türbesi:
Çınaraltı’ndaki Yalvaç Bey (Demirciler)
Bedesteni’nde...
Tarihi Yalvaç Evleri:
Kerpiç ve ahşap evlerin özgün bölümlerine hayat,
samanlık, hanay, köşk, baş oda, döner oyma..
denilmektedir.
Çınaraltı:
800 yaşındaki anıt ağacın etrafında Medrese,
Hamam ve Devlethan Camisi ile dokuz kahvehane
bulunuyor.
Eski Deri Fabrikası:
1924’te Cumhuriyetin ilk 125 şirketinden biri
olarak kurulan fabrikanın kadın ortakları da vardı;
otel olarak restorasyonu düşünülüyor...
Miryakefalon Savaşı:
Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile Bizans
İmparatoru Manuel Komninos arasında 1176’da olan
savaş, 1071 Malazgirt Zaferi’nin ardından Anadolu’yu
tümüyle Türk yurdu kılmış...
Yöresel Yemekler:
Keşkek, hamursuz, su böreği, güllaç, camız
(manda) kaymağı, kesmik baklavası, bulamaç çorbası,
borani, gölle ve ovmaç, sülüklü, sıyırma, çılbır,
dovga, göce, miyane çorbaları...
Dokuma Sanatları:
Halı, kilim, haba, çuval..
Örgü İşleri:
Eski Türk motifleriyle çorap, patik, küçük
heybeler, eldiven, mushaflık, geri (kıl haba)
ipçilik (kendirden yapılan ip), çarpana, bel
boncuğu, ziliflik..
Maden Sanatı:
Sıcak demircilik, bakırcılık, kalaycılık..
Ağaç İşleri Sanatı:
Minyatür at arabası ve kağnı, oymacılık..
Yöresel Kıyafetler:
Bindallı, işlemeli göğnek, fistan, şalvar,
delme, üç etek, uçlu fes, pontur (yöresel
pantolon)...
Dekoratif Yapma
Bebek: Anadolu Kız Meslek Lisesi’nin
yöresel kıyafetli kitre bebekleri..
Deri Sanatları:
Ham deri, deriden hediyelik eşyalar..
Gelenekler ve
Anlatımlar:
Pazartesileri belediye hoparlöründen “pazar duası”,
kız isteme, kına gecesi, doğum adetleri, oda
yakması, hasır yakma gibi gelenekler sürdürülüyor...
Toplumsal Şölenler:
6 Mayıs’ta Hıdırlık’ta Hıdrellez şenlikleri,
1992’de başlayan Pisidia Antiokheia Kültür Turizm ve
Sanat festivali…
Doğada yaşam:
Parklar, mesire yerleri, avcılık alanları...
kentin geçmişini ve değerlerini tanıtan “anlatan
meydan”, eski mimari dokusuyla Yalvaç mahalleleri,
Çınaraltı yaşamı...
Yalvaçlılar, bütün bu “yerel” değerleriyle buluşmak;
tarih, kültür ve doğa zenginlikleriyle birlikte
yaşamak isteyenleri “geleneksel Anadolu
konukseverliği”yle ağırlamak için
sabırsızlanıyorlar…
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 06.05.2010
|
"İMPARATORLUK
BAŞKENTİNDEN CUMHURİYET'İN MODERN KENTİNE: HENRİ
PROST'UN İSTANBUL PLANLAMASI (1936-1951)"
İmparatorluk
Başkentinden Cumhuriyetin Modern Kentine: Henri
Prost’un İstanbul Planlaması (1936-1951)
sergisi,
İstanbul Araştırmaları
Enstitüsü’nde açıldı.
18 Temmuz 2010 tarihine kadar açık kalacak olan sergi,
1936 yılında İstanbul'a davet edilen ve kentin Nazım
Planı'nı oluşturmakla görevlendirilen, dönemin önde
gelen şehircilerinden Henri Prost'un İstanbul
planlamasına yönelik çalışmalarından oluşuyor.
Sergi, Fransız Mimarlık Enstitüsü XX. Yüzyıl
Mimarlık Arşivleri'nden özgün belgeleri ve dönemin
fotoğraflarını içeriyor.

1936'dan 1951'e kadar onbeş yıllık bir döneme yayılan
Prost planlaması üzerine bugün de süren
tartışmalara, Henri Prost'un mesleki kariyerindeki
az bilinen bir döneme ve İstanbul'un şehircilik
tarihine ışık tutacak serginin küratörlüğünü,
İstanbul'un kentsel dokusu ve mimarisi üstüne
çalışmalarıyla tanınan Pierre Pinon ve şehircilik
tarihi, kentsel tasarım ve kent mimarlığı
çalışmalarıyla bilinen Cana Bilsel yapıyor.
20. yüzyıl şehircilik tarihi için son derece önemli
bir planlamacı olan Prost, öğrenciliğinden itibaren
tanıdığı ve çok etkilendiği İstanbul'u ele alırken,
bir yandan kentin özgün topografyası, dokusu ve
mimari anıtlarını korumayı, diğer yandan da çağdaş
altyapılarla donatmayı hedeflemiş, hijyen
koşullarının sağlanması, ulaşımın rahatlatılması,
rekreasyon alanlarının düzenlenmesi, tarihi -
kültürel açıdan önemli yapıların ortaya çıkarılması
gibi pek çok soruna birbiriyle uyumlu çözümler
getirmeye çalışmıştır. Tarihi Yarımada başta olmak
üzere, Galata-Beyoğlu ve Eyüp bölgeleri için
Prost'un geliştirdiği önerilerin bir kısmı,
uygulamaya konulmuş, bazıları ise rafa
kaldırılmıştır. Tarihi Yarımada ile Beyoğlu yakasını
birbirine bağlayan ve Haliç üzerinden köprüyle geçen
metro hattı ya da Yenikapı'da deniz, metro ve kara
ulaşımının birbirine eklemlenmesi gibi bazı
önerileri ise hala güncelliğini korumaktadır.
1936 yılında İstanbul'a davet
edilen ve kentin Nazım Planı'nı oluşturmakla
görevlendirilen, dönemin önde gelen şehircilerinden
Henri Prost'un İstanbul planlamasına yönelik
çalışmalarından oluşan sergi, Fransız Mimarlık
Enstitüsü XX. Yüzyıl Mimarlık Arşivleri'nden özgün
belgeleri ve dönemin fotoğraflarını içeriyor.
Aradan geçen yarım yüzyılda, İstanbul gibi tarihsel
bir metropolün çağdaş planlamasına ilişkin pek çok
farklı yaklaşım gündeme gelmiş olmasına rağmen
Prost'un 20. yüzyıl İstanbulu'nu biçimlendiren
mimar-şehircilerin başında geldiği ve günümüz
kentine damgasını vurduğu inkar edilemez.
İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet'in Modern Kentine:
Henri Prost'un İstanbul Planlaması sergisi,
İstanbul'da 1936'dan 1951'e kadar onbeş yıllık bir
döneme yayılan Prost planlaması üzerine bugün de
süren tartışmalara, Henri Prost'un mesleki
kariyerindeki az bilinen bir döneme ve İstanbul'un
şehircilik tarihine ışık tutacak.
TAYHaber, Kaynak:
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 06.05.2010
|
BURASI ARTER, MÜZE
DEĞİL!

İstanbul'un sanat
haritasına yeni bir mekan eklendi. Vehbi Koç Vakfı
bünyesinde kurulan 'Arter-Sanat İçin Alan' adlı
güncel sanat mekanı İstiklal Caddesi'nde
sanatseverleri bekliyor. Arter, vakfın müze
kompleksinin bir nevi laboratuarı olacak.
İstiklal Caddesi yeni
bir sanat durağına daha kavuştu. Goethe'nin
'dünyadan kurtulmanın sanattan daha iyi bir yolu
yoktur' sözüne itibar ediyorsanız Vehbi Koç
Vakfı'nın (VKV) 'Arter-Sanat İçin Alan' adlı güncel
sanat mekanına kulak vermenin vaktidir. Zira Arter
'yeni şeyler' söylemenin derdinde. Hemen belirtelim
Arter bir müze değil ve müzeye dönüştürülmesi de
planlanmıyor. Üç yıllık restorasyonun ardından
açılan mekan, düzenleyeceği etkinliklerle Vehbi Koç
Vakfı'nın kurmayı hedeflediği müze kompleksi için
bir nevi laboratuar vazifesi görecek.
Arter'in ilk sergisi
Vehbi Koç Vakfı'nın Çağdaş Sanat Koleksiyonu'ndan
oluşturulan 'Starter'. Hem mekan hem de sergi dün
düzenlenen bir toplantıyla tanıtıldı. Arter'deki
toplantıya VKV Genel Müdürü Erdal Yıldırım, vakıf
danışmanı Melih Fereli, serginin küratörü René Block
ve Arter'in sergiler direktörü Emre Baykal, Genel
Koordinatör Bahattin Öztuncay katıldı. Arter ekibi
çağdaş sanat mekanını şehre dahil etmekten dolayı
mutlu olduklarını söyledi. Kapılarını cumartesi günü
açacak olan Arter'in amaçlarının başında, 'yeni
üretimlere destek vermek ve bu üretimleri
sergilemek' geliyor.
İstanbul'un çağdaş sanat
ortamına yeni bir hareket getirecek Arter'in açılış
sergisinde, 87 sanatçının 160'ı aşkın eseri yer
alıyor. Toplam dört katı olan Arter ferahfeza ve
tarihi yapısıyla sanatseverlere 1960'lardan günümüze
çağdaş sanatçıları buluşturan bir sergi sunuyor.
Starter; Adel Abidin, Halil Altındere, Nevin Aladağ,
Maja Bajevi, Elina Brotherus, Cevdet Erek, Ebru
Özseçen, Michael Sailstorfer gibi sanatçıların
güncel eserleriyle Joseph Beuys, John Cage, Cengiz
Çekil, Ayşe Erkmen, Rebecca Horn, Gülsün Karamustafa
ve Nam June Paik gibi kavramsal ve çağdaş sanatın
Türkiye ve dünyadaki önemli ustalarını bir araya
getiriyor. Uluslararası kurumlarla işbirliğiyle
düzenlenecek ortak yapımlara ve uluslararası
sergilere de evsahipliği yapacak olan Arter'in sergi
programlarına paneller, seminerler, atölye
çalışmaları ve sanatçı konuşmaları eşlik edecek.
Zaman, Haber: Musa İğrek,
06.05.2010
|
Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi, 19. yüzyıla ait Kocaeli'nin en önemli
sivil mimari örneklerinden olan Sırrı Paşa Konağı’nı
eski ihtişamlı görünümüne kavuşturmak için
restorasyon çalışmalarını sürdürüyor.
Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi kentin tarihi miraslarına sahip çıkmaya
devam ediyor. Kocaeli'nde birçok tarihi yapıyı
yeniden gün ışığına çıkartıp tarihi dokunun yok
olmamasını sağlayan Büyükşehir Belediyesi, şimdi de
19. yüzyılın sonlarında İzmit Mutasarrıfı Sırrı Paşa
tarafından yaptırılan Sırrı Paşa Konağı`nı restore
ediyor. Çalışmalarda hasar görülen yerlerin
sökümleri tamamlandı. Sökülen malzemeler
sınıflandırılıp numaralanarak muhafaza edildi.
Konağın temellerinin
atıldığı ve istinat duvarlarının sağlamlaştırıldığı
restorasyon çalışmalarında hasar görsen duvarların
iyileştirilmesine devam ediliyor. Duvarlarda
kullanılan Marsilya`dan getirilen tuğlaların tahrip
olmayanları orijinaline uygun olarak duvarlara monte
edildi. Ayrıca konakta taşların temizlendiği mekanda
kendine özgü duvar süslerinin detay çalışmaları ise
projelendirildi. 2011 yılının Aralık ayında
bitirilmesinin planlandığı çalışmalar ile Sırrı Paşa
Konağı aslına uygu olarak tekrar gün yüzüne çıkmış
olacak.
İzmit Hacı Hasan
Mahallesi Yeni Çeşme Sokak`ta bulunan tarihi yapı
İzmit konakları arasında mimari, estetik ve üslup
bakımından çok farklı bir özelliğe sahip. Körfeze
olan manzarası ile dikkat çeken iki katlı ahşap
konağın iç duvarları ahşap bezeme ve kalem
işlemelerle süslenmiş. Konaktaki bazı malzemeler
Fransa`dan özel olarak getirilen tuğlalarla örülmüş.
Bu özelliği ile kentte ender bulunan konaklardan.
Yüksek bahçe duvarlarında kullanılan taşlardan bir
bölümü antik yapı kalıntılarına ait. Konağın içi
Dolmabahçe Sarayı`nı restore etmek üzere Rusya`dan
gelen ressamlar tarafından tezyin (süsleme) edilmiş.
Gazete Kocaeli,
06.05.2010
|
YUNANLILAR KRİZDE ZEUS'A KOŞTU!
Hükümetin AB ile IMF'nin baskısıyla aldığı kemer sıkma önlemlerini protesto eden Mücadeleci İşçi Kolları Birliği, hükümeti Yunan tanrılarının en güçlüsü Zeus'a şikayet etmek için Akropol'ü kuşattı.
Borç batağından kurtulabilmek için Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu'nun mali desteğini alan Yunan hükümetinin yeni kemer sıkma önlemlerine karşı protestolar ve polisin göstericilere karşı tepkisi giderek sertleşiyor. 110 milyar euroluk kredi karşılığında özellikle kamu çalışanlarını etkileyen 30 milyar euro civarında tasarruf tedbir paketi açıklayan Atina'ya karşı yaklanan halk, çareyi hükümeti tanrılara şikayet etmekte buldu. Mücadeleci İşçi Kolları Birliği (PAME) başkent Atina'nın en turistik alanlarından olan Akropol'de dün sabah bir gösteri düzenledi. Tanrıların tanrısı Zeus'a hükümeti şikayet etti.
Milliyet, 05.05.2010
|
 |
SÖZÜN BİTTİĞİ AN!

Suriye’de 1948 yılında
keşfedilen ve müzik notası olduğu belirlenen Geç
Tunç Çağı’ndan kalma
bir çivi yazısı
tablet, Suriyeli bir piyaniste ilham kaynağı oldu.
Suriye’nin kuzeybatı sahilindeki Ugarit Höyüğü'nde
Fransız arkeologlar tarafından ortaya çıkarılan
tabletin, çocuk isteyen kadının bir tanrıçaya, Hurit
dilinde adadığı ilahi olduğu bildirildi.
Tabletten ilham alan 38 yaşındaki Suriyeli piyanist
Melik Candali AFP’ye yaptığı açıklamada, "Tabletteki
nota şekli bugünkünden farklı ama
eski
çağlarda da müzik teorisinin mevcut olduğunu
gösteriyor" dedi.
Orta Doğu turnesini bitiren Candali, tabletin, nota
sisteminin, 11. yüzyıla doğru Batı dünyasında
çıkmasından önce de var olduğunu gösterdiğini
söyledi.
"Müzik teorisi ve notasının çok eskilere dayandığını
kanıtlamak için ’Echoes from Ugarit’ adlı müzik
eserimi yazarken tabletten esinlendim", diyen
Suriyeli piyanist, öne sürdüğü teorilerinin
Amerikalı Anne Kilmer
gibi
müzikologlar ve arkeologlar tarafından teyit
edildiğini söyledi.
Tabletin, müzik ilmini özetlediğini belirten Candali,
"Tablette söz, müzik, nota, parçanın parmaklarla
çalınan müzik aleti lir için yazıldığı ve parçanın
nasıl çalınacağı konusunda yazılar bulunuyor" dedi.
Suriyeli piyanist, Ugarit’teki kazılar sırasında
tablette yazılı müzik sembollerinin nasıl çözülmesi
gerektiğini anlatan başka tabletlerinde
keşfedildiğini sözlerine ekledi.
Müzikologların tablet ile ilgili bütün analizlerini
bir araya getiren Candali, her analizin
yeni bir melodiyi
ortaya çıkardığını keşfettiğini söyledi.
Candali, daha sonra, ortaya çıkan melodilerin ortak
noktalarını bir araya topladığını ve özgün bir nota
çıkararak, piyanoda çaldığını ifade ederek,
"Parçanın sonunda "lir"i ön plana çıkarmak için arp
kullandım ve böylece Ugarit’e özgü bir öyküyü
anlattım" dedi.
1972 yılında Almanya’da doğduğunu kaydeden Candali,
Suriye ve ABD’de müzik eğitimi aldığını, "Echoes
from Ugarit" adlı müzik eserinin kaydına Rus
filarmoni orkestrasının eşlik ettiğini söyledi.
Radikal, 05.05.2010
|
KENDİ REKORUNU KIRDI

ABD’nin New York
kentinde yapılan
bir açık
artırmada, çağdaş İspanyol ressam Pablo Picasso’nun
1932 yılında yaptığı bir tablonun rekor fiyata
satıldığı bildirildi.
Heykeltıraşın Platosunda Çıplak" adlı tablo,
dünyanın
ve ABD’nin önde
gelen müzayede salonlarından Christie’s'de dün akşam
düzenlenen müzayedede 106,4 milyon dolara satıldığı
belirtiliyor.
Şimdiye
kadar bir Picasso
tablosuna ödenen en yüksek fiyat olduğunu belirten
bir sanat tüccarı, Picasso tablosu satışındaki bir
önceki rekorun, İspanyol ressamın "Pipolu Çocuk"
adlı eserinin satışında yaşandığını hatırlattı. 1905
yapımı "Pipolu Çocuk" adlı tablo, 2004 yılında 104,1
milyon dolara satılmıştı.
Geçen şubat ayından bu yana, sanat eseri satışındaki
dünya rekoru, İtalyan heykeltıraş Alberto
Giacometti’nin Londra’da 104,3 milyon dolara satılan
"Yürüyen Adam" adlı heykelindi.
Sanat uzmanlarının,
internet
sitelerinde yayımladıkları haberlerde, yine de bu
rekorların özel satışlar sırasında kırıldığını
vurguluyorlar ve örnek olarak da İngiliz ressam
Jackson Pollock’un 2006 yılında 1948 yapımı bir
eserinin 140 milyon dolara satılmış olduğunu
gösteriyorlar.
Alıcısının kimliği açıklanmayan "Heykeltıraşın
Platosunda Çıplak" adlı Picasso tablosu, geçen kasım
ayında ölen Los Angelesli Frances Lasker Brody adlı
bir hayırseverin koleksiyonuna ait.
Tablonun müzayedede satış değeri 70 ile 90 milyon
arasında başladı ve müzayede sonunda 106,4 milyon
dolara satıldı.
Radikal, 05.05.2010
|
'SULUKULE TARİHİ' ZARAR
GÖRÜYOR
Kentsel yenileme
kapsamında boşaltılan Sulukule bu kez arkeolojik
kazıya evsahipliği yapacak. Kazılar sona erene kadar
da bölgede yapılaşma olmayacak. Ancak bir sorun
var...
Tarihi yarımadanın bir
parçası olan tarihi ve kültürel sit alanı
Sulukule'de bölgedeki evlerin yıkımın ardından
boşalan 90 bin metrekarelik alanda TOKİ konutlarının
inşa edilmesi planlanıyordu.
Ancak Yenileme
Kurulu'nun alanda arkeolojik kazı yapılması
gerektiğine yönelik kararıyla, çalışma
sonuçlanıncaya kadar yapılaşma olmayacak. Çünkü
alanda daha önce yapılan moloz harfiyatının yüzeyde
bulunan tarihi eserlere zarar verdiği belirtiliyor.
Arkeoloji Müzesi, alan üzerinde kazı çalışmalarını
sürdürüyor.
Sanat tarihçisi Derya
Nüket Özer, Sulukule'nin, tarihi zenginlik
potansiyeli nedeniyle arkeolojik sit alanı olarak
değerlendirilmesi gerektiğini ve böyle bir durumda
inşaatın devam edemeyeceğini söylüyor. Özer'e göre,
alanda yeni buluntulara rastlamak da mümkün.
Arkeoloji Müzesi
çalışmalarına Mart itibariyle başladı. Ancak Derya
Özer, inşaat şirketinin, uygulama projesi Yenileme
Kurulu'nca onaylanmadan moloz hafriyatı yaptığını ve
kaldırılan moloz yığınları arasında büyük olasılıkla
Bizans döneminden kalma duvar parçalarının olduğunu
öne sürüyor.
Yenileme Kurulu, bölgeye
ilişkin kararı Arkeoloji Müzesi'nin çalışmasının
ardından verecek.
Ntmsnbc, 05.05.2010
******
SULUKULE İLGİLİ KURUL
KARARI: ARKEOLOJİK KAZI YAPILMADAN İNŞAAT YAPILAMAZ
Sulukule'deki yenileme
projesinin inşaatına başlanıyor fakat Sulukule
Platformu yayınladığı basın bülteni ile bölgede
arkeolojik kazıların sürdüğünü, çıkacak sonuçların
değerlendirilmeden inşaatın yapılamayacağı yönünde
açıklamada bulundu.
"Fatih Belediyesi, bugün Sulukule yenileme
projesinin temel atma törenini gerçekleştirecek.
Başkan Mustafa Demir, dün, basına duyurduğu
açıklamasında, projenin tüm aşamalarının Anıtlar
Kurulu'ndan geçtiğini söyledi ve 'kazılar arkeolog
gözetiminde elle yapıldı' dedi.
Ama Mustafa Demir, yanlış daha doğrusu yalan fiil
çekimi kullandı: 'Yapıldı' değil, 'yapılıyor'
demeliydi. Çünkü, Sulukule'de arkeolojik kazı ,
Sulukule Platformu'nun ve ilgili uzmanların
girişimleri sayesine kısa bir süre önce başladı ve
halen sürüyor.
Daha da önemlisi, Koruma Kurulu'nun 18.2.2010
tarihli kararı, bölgede arkeolojik kalıntıların
tespiti için Arkeoloji Müzesi denetiminde jeo-radar
manyetik tarama yapılmasını, sonuçların ivedilikle
Kurul'a iletilmesini öngörüyor ve sonuçlar Kurul
tarafından değerlendirilinceye kadar 'alanda
yapılaşmaya yönelik herhangi bir fiziki müdahalede
bulunulmamasına karar verilmiştir' deniyor. (ekte)
Açık ve sarih... Kazı ve manyetik taramayı yapmakla
yükümlü Arkeoloji Müzesi'nden Kurul'a sonuç raporu
gitmeden ve bu rapor Kurul tarafından
değerlendirilip bir karara varılmadan Sulukule'de,
inşaat, temel kazma ve hatta moloz taşıması bile
yapılamaz. Oysa Fatih Belediye'si, dünkü
açıklamasında, göğsünü gere gere hepsini de
yaptığını itiraf ediyor: Molozları 6 aydır
taşıdığını, inşaatın başladığını ve bugün temel
atılacağını duyuruyor.
Sulukule'de kısa bir süre önce başlayan elle kazı
halen ilk aşamalarında ve daha epey sürecek gibi.
Çünkü, üç imparatorluk için de önemli bir konuma
sahip bu alanda daha şimdiden bazı kalıntılara
ulaşıldı bile... Kurul'un karara bağladığı jeo-radar
manyetik tarama ise henüz hiç başlamadı. O halde
Mustafa Demir nereye koşuyor?
Bu aşamada, Koruma Kurulu kararı belli olana kadar,
ne TOKI'den ihaleyle inşaatı üstlenen şirketin, ne
de Fatih Belediyesi'nin alanda en ufak bir şeyi
oynatmaya hakkı var. Fatih Belediyesi'ni bir kez
daha, yasal kararlara uymaya ve yükümlülüklerini
yerine getirmeye çağırıyoruz."
Arkitera, 06.05.2010
|
 |
KRAL KIZI KALESİ'NDE TARİHİ SİKKE BULUNDU
Genç'te Diyarbuk ile Kosper çayları arasındaki tepede bulunan ve zamanın Pers Hükümdarı Dara tarafından kızı için yaptırıldığı rivayet edilen Kral Kızı Kalesi yanında gezinen ve isminin açıklanmasını istemeyen bir vatandaş, eski çağlarda para olarak kullanılan bir adet sikke buldu.
Bulduğu sikkeyi İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerine teslim edeceğini belirten vatandaş, Kral Kızı Kalesi hakkında çok fazla detaylı bilginin bulunmadığını ve bu sikke ile birlikte kale hakkında bilinmeyen birçok bilgiye ulaşılabileceğini belirtti. Vatandaş, ''Kral Kızı Kalesi ilçemiz tarihinde önemli bir yere sahip olan büyük bir değerdir. Fakat bu değerimiz için şimdiye kadar herhangi bir çalışma yapılmamıştır. İlgisizlik ve vurdumduymazlıklardan dolayı tarihimizin kalıntıları defineciler tarafından adeta yok edilmiştir. Yetkililerden, bu altın olmayan, fakat araştırıldığı takdirde ilçemiz tarihine ışık tutacak altın kadar değerli tarihi sikkenin incelenmesini ve sonucunda ortaya çıkacak bilginin paylaşılmasını istiyorum'' dedi.
Bingöl Gazetesi, 05.05.2010
|
DERİNCE'NİN İLK MÜZESİ
Derince Deniz
Mahallesi’nde bulunan Tarihi Gar Binası, nihayet
TCDD tarafından Derince Belediyesi’ne devredildi.
Derince Belediyesi gerekli izinleri aldıktan sonra,
bu tarihi binayı restore edecek ve ilçenin ilk
müzesi olarak hizmete açacak.
Özgür Kocaeli,
05.05.2010
|
TARTIŞMALI TAPINAK YOLU
KAPATILDI

Didim'in dünyaca ünlü
Apollon Tapınağı'nın yanından geçen ve 1999 yılından
bu yana kapatılıp kapatılmayacağı yönünde
spekülasyonların yapıldığı yol, Kaymakamlığın
talimatı ile tapınağa zarar verdiği gerekçesiyle
kapatıldı.
Uzun süredir Didim
Kamuoyunda tartışılan ve Apollon Tapınağı'nın
yanından geçen ve şehrin ilk yolu konumunda olan
Hisar Mahallesi'nin aski adıyla Eskiköy'ün içinden
geçen yol taşıt trafiğine kapatıldı. Yolun trafiğe
kapatıldığına yönelik olarak Hisar Mahallesi
sınırları içerisinde bulunan Eski Top Sahası önü ile
Osman Kalıpçı Sanayi Sitesi kavşağına konulan tabela
ile yolun kapatılacağı sürücüleri bildirildiği
görüldü. Yaşanan bu gelişmelerin ardından Didim
Belediye Başkanı Mümin Kamacı, Belediye Başkan
Yardımcısı Ahmet Karaoğlu, Didim Belediyesi Zabıta
Amiri Nevzat Oğuz ve Didim Belediyesi Sosyal İşler
Müdürü Şahap Gönül ile birlikte yol civarında
incelemeler yaparken, İlçe Emniyet Müdürlüğü Trafik
Tescil ve Denetleme Şube Müdürlüğü ekipleriyle
konuyla ilgili görüşmeler de bulunuldu.
Yolun kapatılmasıyla mahalle sakinlerinin ve
esnafların mağdur edileceğini belirten Belediye
Başkanı Mümin Kamacı "Bu yolun kapatılmasına ilişkin
Didim Kaymakamlığından bize talimat geldi. Hisar
Mahallesi sınırları içerisinde yer alan bu yol
bugünden itibaren trafiğe kapatılacak. Biz bu
konuyla ilgili Aydın Valiliğine başvurduk. Buradan
Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarına kuruluna
başvuruldu, Alternatif yolun yapılması için; ama
olumsuz yanıt alındı. Burada yaşayan mahalle
sakinleri ve esnaf yolun kapatılmasıyla hizmet
alamayacak. Biz bunu da dile getirdik. Belediye
olarak çözüm yolları sunduk ama yolun durumu bu
noktaya geldi" şeklinde konuştu.
Yolun 1.Derece Arkeolojik Sit alanı içerisinde yer
alması sebebiyle yolun nasıl kapatılacağını ve araç
trafiğinin nasıl sağlanacağına ilişkin olarak Didim
Belediyesi Zabıta Amirliği ve İlçe Trafik Müdürlüğü
ekipleri incelemelerde bulundu.
Didim Belediyesinin yolun kapatılmasında sonra
mahalledeki güzergah için Aydın Valiliği'ne 3 yol
güzergahı sunduğu ve bunları kabul edilmediği de
bildirilirken,yolun kapatılması sonrasında Didim
kent merkezine çevre yolu ve yapımı süren ve ileri
ki günlerde açılacak liman yolu ile sağlanacak.
Bilindiği üzere; Didim köy iken ve mübadele
zamanında 1924 yılında yolun ulaşımı açıldığı, 86
yıldan bu yana yolun işlevde olduğu bildirilirken,
Yolun kapatılmasıyla ilgili süreç 1999 yılında İl ve
İlçe Trafik Komisyon kararlarıyla yaşandı. Yolun
Binlerce yıllık Apollon Tapınağı'nın yanından
geçmesi ve Tapınağı zarar verdiği gerekçesiyle
kapatıldığı öğrenilirken, geçtiğimiz yıl yolun bazı
bölümlerinde Belediyenin çalışma yapması sebebiyle
Savcılık olayla soruşturma başlatmış, Belediye
Başkanı Mümin Kamacı ve Belediye Başkan Yardımcısı
Ahmet Karaoğlu davada yargılanmışlardı ve beraat
etmişlerdi.
Habertürk, 04.05.2010
|
İSRAİL, RESTORASYON
ÇALIŞMALARINI ENGELLİYOR

İsrail polisi,
geçtiğimiz Salı günü Türkiye hükümeti tarafından
Mescid-i Aksa’daki Silsile Kubbesi’nin
restorasyonunda kullanılmak üzere yollanan el yapımı
seramiklerin kullanılmasını yasakladı.
Silsile Kubbesi’nin
restorasyon çalışmalarını izinsiz olduğu
gerekçesiyle durduran İsrail makamları aynı zamanda
el yapımı çinilere de el koyma girişiminde bulundu.
Bunun üzerine harekete geçen Türk Konsolosluğu
gerekli yasal prosedürleri ve izinleri almak için
İsrail yetkili makamlarına başvurular yaptılar.
Konsolosluk yetkililerinin verdikleri bilgiye göre,
izin alma ve resmi prosedürlerin tamamlanması için
yaklaşık 2 aydır uğraştıklarını ama hiçbir mesafe
kat edemediklerini ifade etti. Konu ile bizzat,
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ilgilendiği de gelen
bilgiler arasında. Son birkaç yıldır gerilen
İsrail-Türkiye ilişkileri bu seramiklere el koyma
girişiminden sonra nasıl bir seyir izleyeceği merak
konusu oldu.
İsrail hükümetince el konulan seramikler,
Kütahya’nın en güzel porselenlerinden Mescid-i Aksa
için özel olarak yaptırıldı. Toplam 4200 parçadan
oluşan bu el yapımı nadide seramikler Silsile
Kubbesi’nin restorasyonu için kullanılacaktı.
El yapımı seramiklerle Silsile Kubbesi’nin
seramikleri aynıdır. Ürdün vakıflar dairesi ile
koordineli bir restorasyon çalışması planlayan Türk
mühendisler, el koyma girişimleri ile çalışmaların
en az 2 ila 4 ay civarında uzayacağını ifade
ettiler.
Silsile Kubbesi
Abdulmelik bin Mervan tarafından 685 ile 688 yılları
arasında yaptırdı. Kubbenin hacmi küçük, mihrabı ve
on bir köşesi bulunmaktadır. 2009 yılında Türkiye
tarafından tamamen el yapımı 3600 adet seramik ve
çini ile kaplandı. 500 bin euro’ya malolan proje
ağustos 2009 yılında restore çalışmaları başlayacak.
Timetürk, 04.05.2010
|
"ATATÜRK'ÜN İNÖNÜ'DEN
İSTEDİĞİ RESTORASYONU BİZ BİTİRDİK"
Başbakan Tayyip Erdoğan,
AKP hükümetinin 7,5 yıl içinde yaptığı çalışmalarla
Türkiye'nin tarihi eserlerinin yeniden hayata
döndürüldüğünü söyledi.
Bazı eserlerin yıllarca ahır olarak kullandığına
işaret eden Erdoğan, Atatürk'ün 1931 yılında dönemin
başbakanı İsmet İnönü'ye gönderdiği 'acil ve mühim'
notlu telgrafta Konya'daki bazı eserlerin tamirinin
istendiğini, bu isteğin 76 yıl sonra kendileri
tarafından yerine getirildiğini belirtti.
Erdoğan, Vakıflar Haftası dolayısıyla TBMM'de
düzenlenen törendeki konuşmasında, Osmanlı döneminde
en üst düzeye çıkan vakıf kültürü ve tarihi
eserlerin tek parti dönemindeki durumuna işaret
etti. Atatürk'ün talimatlarına rağmen bu eserlerin
onarılmadığına dikkat çeken Erdoğan, şöyle konuştu:
"Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün İsmet İnönü'ye
yazdığı o mektuptaki o incelik var ya... Ah ah! O
mektubu iyi incelemek lazım, teferruatına
girmeyeceğim. Hani diyor ya: 'O camiler,
kervansaraylar askerlerden boşaltılsın...' Sadece o
değil, orada daha başka şeyler de var. Onu eğer
incelersek, araştırırsak onların içinde nelerin
olduğunu görürüz. İşte biz, oraları onlardan
temizliyoruz. Ve bu nesle onları kazandırdık, şimdi
de geleceğe kazandırıyoruz. Fark bu. 7,5 yıl içinde
tarihi eserlerimiz yeniden hayata döndü. Bunlar ahır
olarak kullanılıyordu. Bu ahırlardan temizledik.
Onları bugüne ve geleceğe kazandırdık. Yeniden can
suyuna kavuştular."
Türkiye'de 1996-2002 yılları arasında sadece 46
tarihi eserin onarımının yapıldığını belirten
Başbakan, 2003-2009 yılları arasında ise 165 hamam,
26 kervansaray, 76 han, 26 bedesten, 21 imaret, 13
kilise, 3 Mevlevihane, 19 çeşme, 30 kümbet ve 4
şadırvan da dahil olmak üzere, yaklaşık 3 bin 400
eserin restorasyonunun tamamlandığını kaydetti.
Türk vakıf medeniyetinin bütün dünyaya
yayıldığına işaret eden Erdoğan, "Atalarımız
nerelere gitmişler, neler yapmışlar. Biz, şimdi 780
bin kilometrekarelik vatan topraklarının dışına
çıkamıyoruz. Hele hele bazıları Ankara'nın dışına
çıkamıyor." diye konuştu. Vakıflar Genel Müdürü
Yusuf Beyazıt da törendeki konuşmasında, yok olmaya
yüz tutmuş vakıf belgelerini incelediklerini ve bu
çalışma sonucunda 20 milyon belgeyi bilgisayar
ortamına aktardıklarını söyledi. Beyazıt ayrıca
bugüne kadar kayıtlarda olmayan 26 bine yakın mülkün
ortaya çıkarıldığını ifade etti.
Atatürk'ün, 'acil restorasyon' için İnönü'ye
gönderdiği telgraf:
"Başvekil İsmet Paşa Hazretlerine Son tetkik
seyahatimde muhtelif yerlerdeki müzeleri, eski sanat
ve medeniyet eserlerini de gözden geçirdim.
Konya'da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle
büyük bir harabi içinde bulunmalarına rağmen sekiz
asır evvelki Türk medeniyetinin hakiki şaheserleri
kıymettar bazı mebani vardır. Bunlardan bilhassa
Karatay Medresesi, Alaaddin Camisi, Sahipata
medrese, cami ve türbesi, Sırçalı Mescid ve İnce
Minare derhal ve müstacelen tamire muhtaç bir
haldedir. Bu tamirin gecikmesi bu abidelerin kamilen
inhirasını mucip olacağından evvela asker tarafından
kullanılanların boşaltılmasını ve tamamının uzman
kişiler kontrolünde onarımının temin edilmesini rica
ederim."
Atatürk'ün telgrafta işaret ettiği tarihi eserlerden
Karatay Medresesi, Alaaddin Camisi, Sırçalı Mescid
ve İnce Minare'nin restorasyonu 2006 yılında, Sahip
Ata Külliyesi'nin restorasyonu ise 2007 yılında
tamamlandı.
Zaman, Haber: Habib Güler, 04.05.2010
|
DİLENCİLERİN SİDE'YE GİRMESİ YASAK
Antalya'nın Manavgat İlçesi'ne bağlı Side'de turizm sezonu süresince dilencilerin Antik Kent'e girmesine izin verilmeyecek.
Side Belediyesi zabıta ve özel güvenlik ekipleri Side Antik Kent içindeki dilencileri dünyaca ünlü turizm beldesinden uzaklaştırdı. Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, dünya turizminde marka olmuş turizm beldesine seyyar satıcı, sahte turist rehberi, hanutçuluk, sahte harita satıcısı ve dilencilerin girmesine izin vermeyeceklerini söyledi.
Uçar, "Dünya turizminde marka olmuş turizm beldesinde kesinlikle dilencilere geçit vermeyeceğiz. Yabancı konuklarımızın rahatsız edilmesine fırsat vermeyeceğiz." dedi.
haberler.com, 04.05.2010
|
 |
SAFRANBOLU'DA TARİHİ
ESER KAÇAKÇILIĞI
Safranbolu
İlçesi'nde, bir şahsın evinde yapılan aramalarda,
eski Roma ve Bizans dönemine ait tarihi eserler ele
geçirildi.
Karabük'ün Safranbolu
İlçesi Barış Mahallesi'nde jandarma ekipleri
tarafından yapılan operasyonda, A.O.Y. isimli şahsın
evinde 16 adet eski Roma ve Bizans dönemine ait
sikke, 1 adet tunç yapımı haç kolye, 1 adet eski
Roma dönemine ait mızrak ucu ele geçirildi.
Operasyon sonrası A.O.Y. gözaltına alındı.
Bölgenin Sesi,
04.05.2010
|
"ÇORUM SESİNİ Mİ
DUYURAMIYOR?"

Sabah Gazetesi’nin 30 Nisan 2010 tarihli sayısında
“Dünyanın ilk borsasına ziyaretçi sayısı artıyor”
başlıklı bir haber yer aldı. Habere göre,
Kütahya’nın Çavdarhisar İlçesindeki Aizanoi antik
kentinde bulunan dünyanın ilk borsasını, bu yılın
ilk 4 ayında 4 bin kişi ziyaret etmişti.
Haber üzerine gazetemizi telefonla arayan Çorum eski
Valisi, Danıştay Üyesi Atıl Üzelgün, tarihin ilk
borsasının Ortaköy Şapinuva’da bulunduğunu, hatta
Valiliği döneminde Çorum Ticaret Borsası mensupları
için buraya bir gezi düzenlediğini hatırlatarak,
Çorum’un tarih zenginliklerine sahip çıkmakta daha
duyarlı olması gerektiğini söyledi.
Görüşlerine başvurduğumuz Şapinuva Kazı Heyeti
Başkanı Prof.Dr. Aygül Süel ile eşi Dr. Mustafa Süel
ise, Aizanoi antik kenti için verilen MÖ 3000
tarihinin yanlış olduğunu, burasının günümüzden 3000
yıl öncesine bile tarihlenemediğini, oysa
Şapinuva’nın günümüzden yaklaşık 3500 yıl önce
“borsa” işlevini gören bir kapalı çarşıya sahip
yerleşim merkezi olduğunu belirttiler.
Bu sayfanın altında
göreceğiniz Sabah Gazetesi’nin 30 Nisan 2010 tarihli
sayısından aldığımız haber kupürüne inanmak
gerekirse, tarihin ilk borsası, Kütahya’nın
Çavdarhisar İlçesi'ndeki Aizanoi antik kentinde
bulunuyor.

Çorum’la ve 1970’li
yılların sonlarında kaymakamlığını yaptığı
Ortaköy’le ilgili duyarlılığını büyük bir incelikle
sürdüren Çorum eski Valisi, Danıştay Üyesi Atıl
Üzelgün, bu haber üzerine gazetemizi telefonla
arayarak, tarihin ilk borsasının Ortaköy Şapinuva’da
bulunduğunu, hatta Valiliği döneminde Çorum Ticaret
Borsası mensupları için buraya bir gezi
düzenlediğini ve “Ticaret Borsası başta olmak üzere,
Çorum’un bütün kurumlarıyla bu büyük tarih
zenginliğine sahip çıkması gerektiği” telkininde
bulunduğunu hatırlattı; Çorum’un “tarihin ilk
borsası” unvanını tüm Türkiye’ye kabul ettirememiş
olmasından üzüntü duyduğunu söyledi.
Vali Üzelgün’ün bu
uyarısı üzerine, Şapinuva Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Aygül Süel ile eşi Arkeolog Dr. Mustafa
Süel’in görüşlerine başvurduk. Süel çiftinden
aldığımız bilgilere göre, gazete haberinde ciddi
tarih yanlışları var. Aizanoi antik kenti için
verilen MÖ 3000 tarihi kesinlikle yanlış. Hatta
günümüzden 3000 yıl önce denilmek istense bile yine
de büyük bir tarih hatası yapılıyor. Aizanoi’deki
borsa için günümüzden 2000 yıl öncesini düşünmek
mümkün olabilir. Şapinuva’nın tarihi ise günümüzden
3500 yıl öncesine kadar gidiyor.
Aizanoi, Roma çağının
bir yerleşimi ve Porsuk ırmağı yanındaki borsa
olarak nitelenen yer de, basamaklı küçük bir alan.
Burada örneğin bir keçi satışa çıkarılıyor, alıcılar
pey sürüyor ve en fazla parayı veren keçiyi alıyor.
Şapinuva’da para henüz bulunmamış, ama şekel denilen
gümüş alışveriş aracı var. Bugün üzeri tente ile
kapatılmış olan alanda, tahıllar ve şarap-yağ gibi
sıvılar için dev küpler, giysi satışı için
kullanıldığı düşünülen rafların olduğu odalar var.
İsteyen herkes ticarete katılabiliyor muydu, yoksa
yalnızca bir zümrenin mi bu hakkı vardı, henüz
bilinemiyor. Şapinuva’da henüz tek tablet arşivi
bulunabildi. Yeni arşivler ortaya çıktıkça bu
bilinmeyenler de aydınlanabilecek. Ancak burasının
ticari bir alan olduğu ve borsa belirtilerini
taşıdığı kesin. Dolayısıyla, Şapinuva için “tarihin
ilk borsası” tanımını yapmak hiç de yanıltıcı olmaz.
Çorum Haber, 04.05.2010
|
 |
2 BİN YILLIK BAŞSIZ KRAL BULUNDU
Mısır'da 2 bin yılı aşkın bir süre önce yapıldığı sanılan, kimliği bilinmeyen bir kralın başsız heykelinin bulunduğu bildirildi.
Tarihi Eserler Yüksek Konseyinden yapılan açıklamada, Mısırlı ve Dominikli arkeologların, İskenderiye'nin batısına düşen Taposiris Magna tapınağında buldukları heykelin granitten yapıldığı belirtildi.
Ekibin başkanı Zahi Havass, çok iyi korunmuş olan heykelin, eski Mısır yontma sanatının en güzel eserleri arasında yer alabileceğini belirterek, heykelin Kral 4. Batlamyus'a ait olabileceğini söyledi.
Heykelin uzunluğunun 135 santimetre ve bir omzuyla diğeri arasındaki mesafenin 55 santimetre olduğu kaydedildi.
İskenderiye, Mısır'ı Kraliçe Kleopatra'nın intiharına kadar 300 yıl boyunca yöneten ve Yunanca konuşan Batlamyus hanedanlığının merkeziydi.
Cnn Türk, 04.05.2010
|
AKDAMAR'DAKİ AYİN
DÜNYAYA ÖRNEK OLACAK

Türkiye Ermenileri
Patrikliği Ruhani Kurul Başkanı Ateşyan, 12 Eylül’de
Van’ın Akdamar Adası’ndaki Surp Haç Kilisesi’nde
düzenlenecek ayin için konuk sayısında sınırlama
olmayacağını müjdeleyip ekledi: Dünyaya örnek olacak
bir ayin ve şenlik düzenleyeceğiz.
Patrik Mesrob II’nin
rahatsızlığından sonra cemaatin
en yetkili kişisi
olan Türkiye Ermenileri Ruhani Meclis Başkanı Aram
Ateşyan, Van’ın Akdamar Adası’ndaki Surp Haç
Kilisesi’nde 12 Eylül’de düzenleyecekleri ayin için
herhangi bir sınırlama getirilmediğini, tam tersine,
kendilerine her türlü desteğin verileceğini söyledi.
Kültür Bakanlığı ile Van Valililiği’nin Ermeni
dünyası için büyük önem taşıyan ayinin bu öneme
uygun biçimde yapılması için seferber olduğunu
söyleyen Ateşyan, “Bizim endişemiz Surp Haç’taki
ayinin süresi veya katılımcıların sayısına ilişkin
herhangi bir kısıtlama veya sınırlama
getirilmesiydi. Böyle bir durumda ayini
yapmayacağımı beyan etmiştim. Ancak endişelerim
yersiz çıktı” dedi. Ateşyan şöyle devam etti:
“Burası dünya Ermenileri için son derece önemli
bir yer. Ayine
bütün dünyadan binlerce kişi gelecek. Daha şimdiden
Van’daki otellerde yer kalmadı. Bu insanlar oraya
turistik gezi için değil, ayin için geliyorlar. 12
Eylül’ü yani Kutsal Haç Yortusu’nu tam bir şenlik
halinde kutlamak istiyoruz. Erivan, Kudüs ve Beyrut
başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafından
temsilciler davet edeceğiz.”
Ateşyan, kiliseye Surp Haç isminin yazılması ve
Türkiye
Ermenileri Patriği Mesrob II’nin armağan ettiği
haçın konulması konusunda ise henüz herhangi bir
gelişme yaşanmadığını hatırlatarak, “Halbuki bu
bizim en doğal hakkımız. Patriğimizin gönderdiği haç
müzede bekletiliyor. Kilisenin adı yokmuş gibi
Akdamar Kilisesi deniliyor. Biz hem kilisemizin
isminin yazılmasını, hem de haçın konulmasını
istiyoruz. Umuyorum ki, ayin gününe kadar bu sorun
da çözümlenir. Dünya medyası 12 Eylül’de orada
olacaktır. Bu dünya kamuoyu için büyük bir jest
olur” dedi.
Hürriyet, Haber: Sefa
Kaplan, 04.05.2010
|
KARUN HAZİNELERİ
DAVASINDAN MÜZE MÜDÜRÜ SERBEST
Uşak Arkeoloji
Müzesi'nde sergilenen Karun Hazineleri'nin en
değerli parçalarından kabul edilen ''Kanatlı
Denizatı Broşu''nun sahtesiyle değiştirilmesiyle
ilgili davada 4 yıldır tutuklu olarak yargılanan
Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu,
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Akbıyıkoğlu'nun avukatı
Coşkun Mavioğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
müvekkili Akbıyıkoğlu'nun ''Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'na Muhalefet, Görevi
İhmal'' suçlarından yargılanmasına tutuksuz olarak
devam edileceğini söyledi.
Uşak Ağır Ceza
Mahkemesinde dört yıldır devam eden davada
Akbıyıkoğlu'nun kesinleşmiş hiçbir cezasının
bulunmadığını, bu tür suçlarda sanıkların tutukluluk
halinin 2 yıldan fazla olmayacağını belirten
Mavioğlu, şöyle devam etti:
''Müvekkilimin tutuksuz
yargılanması için Alaşehir Ağır Ceza Mahkemesine
yaptığımız itiraz, mahkeme tarafından kabul edildi.
Akbıyıkoğlu bugün akşam Uşak E Tipi Kapalı
Cezaevi'nden serbest bırakıldı. Müvekkilim bundan
sonraki duruşmalara tutuksuz olarak katılacak.''
Zaman, 04.05.2010
|
TARİHİ HAMAM 'GÖÇ
MÜZESİ' OLUYOR

Karaman'da Karamanoğlu Beyliği dönemine ait tarihi
Yeni Hamam, Karaman Belediyesi ve Hollanda
Karamanlılar Vakfının ortaklaşa çalışmalarıyla ''göç
müzesi''ne dönüştürülecek.
Belediye Başkanı Kamil Uğurlu yaptığı açıklamada,
Karaman'ın merkez nüfusunun 130 bin olduğunu, en az
200 bin Karamanlının da yurt dışında çeşitli Avrupa
ülkelerinde bulunduğunu söyledi.
Yurt dışındaki Karamanlı hemşehrilerinin sayısının
azımsanmayacağını ifade eden Belediye Başkanı
Uğurlu, bundan yaklaşık yarım asır önce ellerinde
tahta valizle Avrupa yollarına giden Karamanlıların
artık yaşadıkları yerlerde kendilerini kabul
ettirmiş saygın kişiler olduğunu belirtti.
Bugün çeşitli Avrupa ülkelerinde Karamanlı
milletvekilleri, belediye meclisi üyeleri, saygın iş
adamları olduğunu belirten Uğurlu, şunları kaydetti:
''Karamanlı vatandaşlarımızın yurt dışına gidişleri
1960'lı yıllarda başlar. O zaman Karaman'da meydana
gelen büyük çarşı yangınında yüzlerce esnaf
işlerini, aşlarını kaybetmiş, mağdur duruma
düşmüştür. Bu insanlar içinde bulundukları zor
durumdan kurtulabilmek amacıyla ellerinde tahta
valizlerle, devlet kanalıyla işçi isteyen
Almanya'nın yollarına düşmüşlerdir. Karaman'dan yurt
dışına göçün başlangıcı büyük çarşı yangınıdır.
Ondan sonra bu göç yıllarca devam etmiştir.''
Karaman insanının yurt dışına sadece tahta valizleri
değil kültürünü de götürdüğünü ifade eden Uğurlu,
''Avrupa'ya giden Karamanlı hiçbir zaman özünü
unutmadı, dilini, dinini, örf ve geleneklerini
unutmadı. İzne geldiğinde bulgurunu, tarhana
çorbasını, fistanını buradan götürdü'' dedi.
Bunları düşünerek ''göç müzesi'' fikrini ortaya
attıklarını söyleyen Uğurlu, şöyle konuştu:
''Bu konuyu Hollanda'daki hemşehrilerimizle uzun
uzun konuştum. Göç müzesi fikrini tartıştık.
Kurulmasının faydalı olacağı kanaatine vardık.
Tapucak Mahallesi'ndeki tarihi yeni hamamı
inceledik. Göç müzesi için uygun bir yer olduğu
kararına vardık. Çalışmalar başladı. Belediye olarak
Karaman'da yurt dışındaki gönüllü hemşehrilerimiz de
oralarda çalışıyor. Müzede Karaman'ın göçle ilgili
her şeyini toplayarak sergileyeceğiz. O günlere ait
tahta bir valiz, eski sararmış resimler, kıyafetler,
göç hikayelerini anlatan kısa filmler yani yarım
asırda Karamanlı vatandaşlarımızın yaşamını anlatan
her şeyi bu müzede sergileyeceğiz. Burayı gezenler
de gelinen noktayı görmüş olacak. Bu müze belki de
dünyada kurulan ilk göç müzesi olacak.''
Merhaba Gazetesi, 03.05.2010
|
TARİHİ HATİCE HANIM
KONAĞI KÜL OLDU

Karabük'ün Safranbolu
İlçesi'nde 475 yıllık tarihi Hatice Hanım Konağı,
henüz bilinmeyen bir nedenle çıkan yangında
kullanılmaz hale geldi. Konağın sahibi Mustafa Sarı
ise olayı kundaklama olarak nitelendirdi.
İlçede Eski Çarşı Mevkii
Pazar Meydanı'nda bulunan konağın çatısında gece
saat 02.00 sıralarında bilinmeyen bir nedenle yangın
çıktı. Yangın binanın ahşap olması nedeniyle kısa
sürede büyüdü. Yangın, Safranbolu, 125.Jandarma Er
Eğitim Alayı ve KARDEMİR AŞ ile Karabük
Belediyesi'ne ait itfaiye gruplarının müdahalesiyle
2 saatlik çalışma sonunda kontrol altına alındı.
Tarihi konağın 7 yıl
önce aslına uygun olarak restore edilerek otel
olarak işletildiğini belirten işletme sahibi Mustafa
Sarı, "Bu otel Türkiye posta pullarında yer almış
bir konaktı." dedi.
Yangınla ilgi bilgi
veren Sarı, "Yangın 01.30-02.00 arası çatıdan
çıkmış. Olaydan 5 dakika önce buradan polis
devriyesi geçmiş, daha sonra dumanı görüp hemen olay
yerine gelmişler. Bana haber verdiler, ben de zaten
karşı konakta kalıyordum hemen koştum geldim. Yangın
tüpleri ile müdahale ettim. Ama bina ahşap olduğu
için alevler çatıyı sarmıştı. Konak tarihte
Saraçzadeler'in konağı olarak bilinir. Konağı 7 yıl
önce aslına uygun olarak restore edip turizmin
hizmetine sundum." diye konuştu.
1978 yılında Türkiye
posta pullarında konağın resminin yer aldığını
belirten Sarı "1978 yılında Türkiye posta
pullarlında yer alan tarihi 5 konaktan biriydi.
Yapılan Safranbolu'ya yapıldı. Bunu Safranbolu için
yapmıştım. Konak, Safranbolu'nun aynası idi. Bu ayna
en kısa zamanda yerine konacak. Mülkiyet sahibi
olarak üzüntülüyüm.
Haber 7, 03.05.2010
******
SUÇLU RESTORASYON
MALZEMESİ Mİ?
Karabük'ün Safranbolu
İlçesi belediye başkanı Necdet Aksoy, ''Konak
yangınlarının kısa sürede büyümesinde restorasyon
sırasında kullanılan yanıcı maddeler büyük rol
oynuyor'' dedi.
Necdet Aksoy, gazetecilere yaptığı açıklamada,
ilçede son 1 ayda 2 konağın yandığını, binalarda
çatı izolasyon maddelerinin ve ahşaplarda koruyucu
verniklerin kullanılması nedeniyle alevlere
müdahalede zorluk yaşandığını söyledi.
İtfaiye müdürlüğünde 29 personelin görev yaptığını
ifade eden Aksoy, şöyle konuştu:
''İtfaiyecilerimize sürekli eğitim veriliyor.
İlçemizde yangına müdahalede sıkıntı çıkaracak
yollarımızı açtık. Bunun yanı sıra Tarihi Çarşı'da
bulunan bütün tarihi evler taranacak. Konak
yangınlarının kısa sürede büyümesinde restorasyon
sırasında kullanılan yanıcı maddeler büyük rol
oynuyor. Bir daha üzücü olayların yaşanmaması için
yoğun çalışmalarımız başladı. Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan ilçe halkına ulaştırmam için geçmiş olsun
mesajı gönderdi. Başbakanımız bize yangınla
mücadeleye destek konusunda yanımızda olduğunu
bildirdi. Elimde sihirli değnek yok. Bu noktadan
sonra bu tür yangınlarda nasıl önlemler alacağımızı
planlamalıyız.''
Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde, 474 yıllık,
Mustafa Sarı'ya ait, otel olarak kullanılan Hatice
Hanım Konağı'nda 2 gün önce henüz belirlenemeyen
nedenle yangın çıkmış, konak kullanılamaz hale
gelmişti.
Gerçek Gündem,
05.05.2010
|
TARİHİ YAPILARA MÜZE
AÇILIMI
Konak'taki tarihi
yapılara belediye sahip çıkıyor. Akıncı ve
Altınordu
mahallelerindeki iki binanın daha kamulaştırılarak
müzeye dönüştürüleceği bildirildi. Başkan
Hakan Tartan,
Basmane Oteller Sokağı ve ‘Semt Merkezi’ gibi
düzenlemelerin ardından, arkeopark projesinin de
yaşama geçirilmesiyle, bölgenin ‘cazibe merkezi’
olacağını söyledi. “Hedefimiz,
İzmir’e butik
müzecilik anlayışını kazandırmak” diyen Tartan,
şöyle devam etti:
“Kentimizde çeşitli müzeler bulunuyor. Arkeoloji
müzesi, tarih, bilim müzeleri üzerine insanlar
konuşmuyor. Onlar zaten var. Biz, farklı müze
konseptlerini kazandırdık. Artık dünyada butik
müzecilik konuşuluyor. İnsanlar ülkeleri
ziyaretlerinde zamanlarının bir bölümünü butik
müzelerde geçiriyorlar.” Bu yıl ‘Oyuncak Müzesi’ni
açan belediye; mask, kostüm, şiir, bilim ve
karikatür müzelerinin hazırlığını sürdürüyor.
Milliyet Ege, Haber:
Mustafa Oğuz, 03.05.2010
|
YILDIZ MABEYN KÖŞKÜ,
DEVLETİN KABUL SARAYI OLUYOR

Yıldız Sarayı’nın
içindeki Mabeyn bölümü devletin kabul sarayı haline
getirilecek. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın konuklarını artık
otelde ağırlamak zorunda kalmayacağını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Yıldız Sarayı içindeki Mabeyn bölümünün
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların yabancı
konuklarını karşılayacakları, görüşmelerini
yapacakları mekan haline getirileceğini açıkladı.
Günay, projeyle ilgili gelişmeleri şöyle anlattı:
“Kısa süre önce Başbakan’la bunu konuştuk.
Fransa’ya gittik.
Adamlar bizi Versaille Sarayı’na götürdü; bir şehir.
Bizim tarihimizde bu tür saraylar olmamış.
Osmanlı’nın, ‘saray’ dediği Topkapı dahi o kadar
mütevazı ki. Örneğin 1800’lerde Abdülaziz Avrupa’ya
gitmiş ‘Bizde saray maray yok’ demişler, gelmişler
Dolmabahçe ve Beylerbeyi yapılmış. Sayın
Cumhurbaşkanı
İstanbul’da daha
yeni uluslararası bir heyetin başkanını Conrad
Oteli’nde kabul etti. ‘Devletin Cumhurbaşkanı otelde
kabul etmez’ dedim. ‘Ee ne yapalım?’ dedi. Bir yer
bulalım, dedik. Hakikaten Avrupa’ya gidiyorsunuz el
kadar devletler, sizi saraylarda karşılıyor. Bizim
sarayımız yok ki. Topkapı’da misafir kabul edilecek
bir bölüm yok. Yıldız Büyük Mabeyn’i öyle bir
şekilde yapmaya çalışıyorum. Büyük Mabeyn bize
bağlı. Orayı devlet kabul mekanı olarak düşünüyorum.
Şimdi onunla ilgili bir proje yaptırıyoruz. Mekan
Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın ve bizim gibi
dışarıyla ilgili bakanların kullanacağı, ona
elverişli bir yer olacak. Her zaman kullanacağız
diye bir şey yok.
Cumhuriyet döneminde de
Ankara’da
Atatürk’ten sonra bir şey yapılmamış. Ne yazık ki
hiçbir şey yok. Resim Heykel ve Etnografya Müzesi
yapılmış. Atatürk’ten sonra gelmişler önüne bina
koymuşlar. Üç bina yapılmış Atatürk dönemine ait,
simgeseldir. Atatürk’ten sonra Cumhuriyet’in ruhunu
öldürmüşler. Kim İsmet Paşa, Celal Bayar... Mustafa
Kemal, Dolmabahçe’yi kullanmış. Keşke onun ufku
arkadan gelenlerde olsaydı. İsmet Paşa’nın
yaptırdığı ikinci bir bina yok. Atatürk’ten kalan
İkinci Meclis, Resim Heykel ve Etnografya,
Ankara adliye
binaları? 1939’dan sonra doğru düzgün yapılan bir
şey yok. Opera var sadece.
Hürriyet, Haber: Şükrü
Küçükşahin, 03.05.2010
|
SEYFE GÖLÜ'NDE SU
SEVİYESİ YÜKSELDİ
Devlet Su İşleri
tarafından açılan drenaj kanalları nedeniyle kuruyan
Seyfe Gölü Kuş Cenneti'nin yeniden göl olması
amacıyla başlatılan çalışmalar sonucu Gölün su
oranında artış olduğu bildirildi.
Bir zamanlar nesli
tükenmekle karşı karşıya kalan flamingolarla
birlikte 187 civarında kuş türünün barındığı, 1990
yılında Tabiat Koruma Alanı olarak ilan edilen,
çevresinde eski Tunç Çağı'nın izlerini taşıyan 20
höyük ve tümülüsün bulunması nedeniyle Seyfe Gölü
Birinci Derecede Doğal Sit Alanı olarak
belirlenmişti.
Seyfe Gölü Ekoloji
Koruma, Yaşatma ve Tanıtım Derneği (SEY-GED) Başkanı
Ömer Çetiner, Seyfe Gölü'nün, Türkiye'de bulunan
yaklaşık 300 sulak alan içerisinde 4. sırada
bulunduğunu ve Ramsar Sözleşmesi'ne dahil olan 13
sulak alan arasında yer aldığını belirtti. Çetiner,
mevsimin ılık geçmesi sonucu bol yağış almasıyla
gölde su oranının istenilen seviyeye ulaştığını
belirtti. Ömer Çetiner, Seyfe Gölü'ndeki su oranının
artmasıyla çalışmaların daha da önem kazandığını ve
göldeki güzellikleri korumak için çok şeyler
yapılması gerektiğinin altını çizdi.
Seyfe Gölü'nün su
oranındaki artış ile ilgili bilgi veren SEY-GED
Başkanı Ömer Çetiner, son zamanlarda ulusal basında
yer alan reklamların yanı sıra yerel yöneticilerin
yaptığı katkılarla Seyfe Gölü'ne olan ilginin
arttığını ifade etti. Çetiner, şöyle dedi:
"Türkiye'de yaklaşık 300
adet sulak alan var. Bunlardan 135 tanesi
uluslararası kriterlere sahip, bu sulak alanlardan
13 tanesi Ramsar Sözleşmesi'ne girmiş. Ramsar
Sözleşmesi'ne dahil olan alanlar en üst seviyedeki
sulak alanı kapsıyor. Ayrıca, 4 tanesi de 3 ve üzeri
koruma sınıfına sahip. Seyfe, belirttiğim kriterleri
kapsıyor. Yani Türkiye'deki 300 sulak alandan ilk
4'üncü sırada yer alıyor. Böyle güzel bir yerimiz
var. Son zamanlardaki yağışlarla göldeki su oranı
arzu edilen seviyelere ulaştı. Ama bu göl artık
kurtuldu, çalışma yapılmasına gerek yok anlamında
anlaşılmasın. Aksine daha çok çalışmamız gerekiyor.
Göldeki güzellikleri korumak için yapacağımız çok
şey var. Son günlerde Seyfe'ye alaka arttı. Bunda
ulusal basındaki reklamların etkisi oldu. Sağ olsun
yerel yöneticilerimizin katkıları da çok fazla."
Seyfe Gölü'nün ve
çevresinin nasıl yönetileceği, neler yapılırsa
kurtarılabileceği yönünde, Mart ayı içerisinde Seyfe
Gölü Yönetim Planı ile ilgili bir toplantı
gerçekleştirildiğini belirten SEY-GED Başkanı
Çetiner, doğaya duyarlı insanlara Seyfe Gölü'nün
eski güzelliğine kavuşmasına yardımcı olmaları
çağrısında bulundu.
Çetiner, "Daha çok
çevreyi korursak, kuşları korkutmazsak sanki
Ankara'nın Kuğulu Parkı gibi oradaki kuşları çıplak
gözle çok rahat görebileceğimize, hatta yem vererek,
belki de elle dokunabileceğimiz konuma
gelebileceğimizi iddia edebiliyorum. Yeter ki biz
onlara yaklaşalım. Onları korkutmayalım. Bu güzel
görüntüler insanı mutlu ediyor. Önemli olan bu güzel
görüntülerin devamını sağlayabilmek. Ben bu konuda
bütün duyarlı insanların Seyfe'nin eski
güzelliklerine kavuşmasına yardımcı olmaya
çalışmalarını istiyorum." diye konuştu.
Zaman, 02.05.2010
|
VAN'DA BULUNAN HOŞAP
KALESİ ONARILIYOR
Van'ın Gürpınar
İlçesi'ne bağlı Hoşap Köyü'nde bulunan ve 1052
yılından itibaren ayakta durmayı başarabilen Hoşap
Kalesi'nde restorasyon çalışmaları başladı.
Geçen yıl kazı
çalışmaları yapılan ve iç duvarının bir kısmı
restore edilen Hoşap Kalesi’nde bu yıl restorasyon
çalışmaları tekrar başladı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından giriş kısmının iç ve dış
duvarları yüklenici firmaya ihale edilen kalede,
çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor.
Haziran ayına kadar
bitirilmesi planlanan ilk etap restorasyon
çalışmalarının, ödenek çıkması halinde ikinci
etabına da başlanacak.
İlke Haber Ajansı,
Haber: Rıdvan Kasap, 02.05.2010
|
|
TARİHİ KİĞI KALESİ'Nİ
HİDROELEKTRİK BARAJI İÇİN DİNAMİTLE PATLATIYORLAR

Bingöl’de süren baraj
çalışmaları doğa ve tarih katliamına dönüştü. Peri
Nehri’nin üzerinde inşa edilen barajlarla başlayan
tahribat, tarihi Kiğı Kalesi’nin taşlarının
sökülmesiyle devam etti.
Kalenin kurulduğu
kayalık dinamitle patlatılarak, dokuz yıl önce
yapımına başlanan Kiğı Hidro Elektrik Santrali
Barajı’nın inşaatına taşınıyor. İlçe halkının yıkıma
karşı çıkması ise sonuçsuz kalıyor. Kiğı Gençlik
Derneği, kalenin yıkılmasına karşı imza kampanyası
başlatarak, yıkımı engellemek istiyor. Sivil toplum
kuruluşları ve Kiğı halkının mücadelesi sürerken,
kalenin yıkımı da devam ediyor.
Askeri güvenlik bölgesi
sınırları içerisinde bulunan Kiğı Kalesi’ne, bir tek
baraj işini yapan firma personeli yaklaşabiliyor.
Kaleyi görmek isteyen kişiler, askerlerden izin
almak zorunda kalıyor. Yıkımı devam eden kaleden
görüntü alınması, güvenlik gerekçe gösterilerek hem
asker hem de firmanın güvenlik görevlilerince
engelleniyor.
Kiğı İlçesi’nin tarihi,
MÖ 3000 yıllarına kadar uzanıyor. Hititler,
Urartular ve Perslerin ardından, Makedonya, Roma,
Sasani ve Bizanslılar da Kiğı’da egemenlik sürmüş.
Çeşitli kültürlere beşiklik eden Kiğı’da tarihi
yapılar, yapılan tahribatlara rağmen hala varlığını
koruyor. Bu kalıntılardan biri olan Kiğı Kalesi,
ilçe merkezinin güneydoğu kısmında yer alıyor.
Etrafı sarp kayalıklarla kaplı olan ve yamaçları
Peri Nehri’ne bakan kalenin içinde, eski yerleşim
yeri harabeleri bulunuyor. Tarihi kalenin, Urartular
tarafından yapıldığı tahmin ediliyor.
Kiğı, 1915 Ermeni
tehcirinden önce, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı
önemli bir yerleşim yeriydi. I.Dünya Savaşı öncesi
Kiğı’da, 51 köye dağılmış 19 bin 859 Ermeni (3.028
hane) yaşıyordu. Bölgede Ermenilere ait 45 kilise ve
beş manastır vardı. Kiğı merkezde ise 2 bin 116
Ermeni (396 hane) yaşıyordu. Bölge genelinde, farklı
kültürlerin kalıntıların olduğu ilçede, şu an birçok
tarihi yer tahrip edilerek yok olmuş. Uzun yıllar
dayanan kalıntılar ise, bakımsızlıktan yok olma
tehdidi altında.
Taraf, Haber: Remzi
Budancir, 02.05.2010
******
KİĞI KALESİ HES'E KURBAN
EDİLİYOR
Kiğı Gençlik Derneği,
tarihi Urartulara dayanan Kiğı Kalesi'nin tahribatı
için kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Kaleye ulaşımın
hem jandarma hem de güvenlik şirketi tarafından
engellendiğini belirten dernek, daha önce sit alanı
ilan edilen bölgenin sit alanı olmaktan
çıkarıldıktan sonra yıkılmaya başlanmasının
düşündürücü olduğunu söylüyor.
Dernek tarafından
gönderilen fotoğraflar, kalenin baraja kurban
edildiğinin çok net göstergesi. Yorumsuz olarak
sunuyoruz.
TAYHaber, 07.05.2010
|
PATARA MECLİSİ TÖRENLE
AÇILACAK
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Antalya'nın Side beldesinde, Yürüyüş Yolu'nu golf
arabası ile gezdi. Dünyanın
parlamentosunun Patara'da kurulduğuna dikkati çeken
Şahin, "Eğer yetişirse 29 Ekim, yetişmezse 2011'in
23 Nisanında dünya
parlamento başkanlarını davet ederek bu Meclis'i
açacağız" dedi.
Sabah, 02.05.2010
|

|
1800 YILLIK ANTİK KAPI KORUMAYA ALINDI
Adana’nın Kozan İlçesi'ndeki Anavarza Antik Kenti’nin sembolü olan ve yıkılma tehlikesi altındaki “Ala Kapı”nın kurtarılması için çalışmalar sürüyor. Adana Valiliği, 1948 yılında batı kemeri yıkılan, 1998 Ceyhan depreminde önemli bölümü hasar gören 18 asırlık Ala Kapı’nın restorasyonu başlayana kadar kalan kısmının yağmur ve rüzgar gibi dış etkilerden etkilenmesini önlemek için demir askılarla güçlendirme yaparak kısmi tedbir alınmasını sağladı. Tarihi kapının mevcut haliyle korunması ve güçlendirilmesi için 170 bin liralık ödenek ayrıldı. 6 ay sürmesi beklenen çalışmalarda yıkılan bölümler restore edilecek.
Türkiye Gazetesi, 02.05.2010
|
HASANKEYF İÇİN UNESCO'YU
GÖREVE ÇAĞIRACAK

Cizre ile Diyarbakır-
Bismil arasındaki 200 kilometrelik Dicle vadisi
alanını 4 günde gezen UNESCO Ulusal Komite Üyesi
Alman arkeolog Prof.Dr. Michael Succow, Batman’ın
Hasankeyf İlçesi’ni de sular altında bırakacak Ilısu
Barajı'nın, Dicle ovasını yok etmemesi için
UNESCO’ya
mektup
yazacağını söyledi.
Ilısu Baraj Gölü’nün kapsayacağı Dicle vadisinin 200
kilometrelik alanını, Doğa Derneği Genel Başkanı
Güven Eken ile birlikte 4 günde dolaşan UNESCO
Ulusal Komite Üyesi Alman arkeolog Prof.Dr. Michael
Succow, uzun süredir gelmek istediği bölgeyi
görmekten mutlu olduğunu ifade etti. Dünyanın en
eski noktasına gelmenin sevinci
ve
heyecanı içinde olduğunu belirten Prof.Dr. Succow,
“Buradaki iki yerden çok etkilendim. Kültürel peyzaj
alanı ve Hasankeyf’i görmek inanılmaz anılarımdan
biri oldu. 8 bin yıllık geçmişin izinin olduğu
yerleri görmek en büyük hayalimdi. Hiçbir yerde
binlerce yıl öncesinde yaşamın olduğu mağaraları
görmemiştim. Ayrıca en çok etkilendiğim bitki örtüsü
oldu. Meşe ağaçlarından Fırat kavaklarının son
ormanını da burada görmek beni oldukça etkiledi”
dedi.
Tahılgiller grubundaki yulaf ve çavdarın
anavatanının Dicle Vadisi olduğunu belirten Prof.Dr.
Michael Succow , “Bu bitkiler bütün dünyaya buradan
yayıldı. İnsanlığın eski ayak izleri ve el değmemiş
doğal bitkilerini yan yana gördüm. Burası benzersiz
bir coğrafya. Bütün insanlık için doğal alanı sular
altında bırakmak büyük bir yanlışlık olur. Birçok
ülkede görmediğimiz baraj yoğunluğu nedense
Türkiye’de var.
Bu herhalde Türkiye’ye özgü gibi bir şey” diye
konuştu. Fırat’ta doğal bitki örtüsünden eser
kalmadığını gördüğünü belirten Prof.Dr. Succow,
“Doğal alanlara tüm dünyanın ihtiyacı var. Bu doğal
alanlar dünyada azalıyor. Bu nedenle insanlığın sıkı
korunması gereken bu yerleri sahiplenmeliyiz. Son 20
yıldır UNESCO ile birlikte dünyadaki doğal alanların
belirlenmesi için mücadele veriyorum. Çin, Japonya
ve birçoğu, bu doğal alanlardan habersiz. Şimdi tüm
ülkeler yeni doğal alanların oluşturulmasını
istiyor” dedi.
Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Kırgızistan ve
diğer Türki cumhuriyetlerdeki doğal alanlarının
korunmasına yönelik çalışma başlattığını kaydeden
Prof.Dr. Michael Succow, şunları söyledi:
“Burada gelecekte sağlıklı organik ürünler
yetişecek. 20 yıldır UNESCO’ya çalışıyorum. Benim
için böyle bir yerde Hasankeyf ve Dicle’yi UNESCO
kapsamına aldırmak bir görevdir. Alınması için de
mücadele vereceğim. Hasankeyf ve Dicle vadisinin
UNESCO’ya alınmasıyla birlikte bütün insanlar bu
coğrafyaya akın edecek. Umarım Türkiye ileride AB’ye
tam üye olduğundan bu dünya mirası da kriterlerden
biri olacak. UNESCO’nun burayı dünya mirası
kapsamına alması için mektup yazacağım.
Radikal, Haber: Arif
Aslan, 01.05.2010
|
Yaklaşık 700 yıl önce ölmüş bir şövalyenin yüzü, CSI (Crime Scene Investigation- Olay Yeri İnceleme) gibi popüler dizilere konu olan adli tıp yöntemleri sayesinde ortaya çıkarıldı.
İskoçya Bağımsızlık Savaşları sırasında ölen savaşçının iskeleti, Stirling Şatosu'ndaki bir şapelin altında 1997'de bulunmuştu.
Başlarını dünyaca ünlü adli antropolog Profesör Sue Black'in çektiği Dundee Üniversitesi'nden bir uzman ekip tarafından şövalyenin görünümü ortaya çıkarıldı.