Haberler logo Nisan'10 Arşivi





18 Nisan - 1 Mayıs 2010

TARİHİ KLEOPATRA HAMAMI GÜN YÜZÜN ÇIKIYOR

 

Helenistik döneme ait olarak tescillenen tarihi Kleopatra Hamamı'nın, 1970'de üzerine yapılan ve 1988'e kadar faaliyet gösteren otel binası Bergama Belediyesi'nce Müze denetiminde yıkılmaya başlandı

Projenin genel amacının Tarihi ve kültürel nitelik taşıyan Kleopatra Hamamı'nın restore edilerek kullanıma sunulması, hamamla ilişkili kullanılacak günübirlik termal banyoların ve çevre düzenlemesinin yapımı olacağını belirten Belediye Başkanı Mehmet Gönenç sözlerini şöyle sürdürdü. " Dünyanın ilk telkinle tedavi hastanesinin çok yakınında olan Kleopatra güzellik ılıcası termal suyla tedavinin antik çağlardan beri kullanıldığı bilinmektedir. Bergama'da MÖ 400 yıllarında kaplıca tedavisinin yapıldığı belgelerle kanıtlanmıştır. 2000 yılı aşkın tedavi veren bir merkezi tekrar faaliyete geçirmek için bu çalışmayı başlattık. Öngördüğümüz projede, Tarihi Kleopatra Hamamı'nın restorasyonu, açık termal havuzlar, Hidroterapi,Buhar, Masaj, Jimnastik ve İdari odaları olan ayrıca günü birlik ılıca banyo odalarından oluşan büyük bir tesis yapmayı planlıyoruz" dedi.

Habr Ekspres, 01.04.2010

KARADENİZ'İN ZEUGMASI KAZI BAŞKANINI BEKLİYOR





Karabük'ün Eskipazar İlçesi'nde, Karadeniz'in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis Antik Kenti'ndeki kazılara, yeni kazı başkanı atanarak tekrar başlanması hedefleniyor.
    
MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis'teki kazılarda, Anadolu'da örneklerine hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerine rastlanması araştırmacıları heyecanlandırıyor.
    
Gaziantep'te ortaya çıkan Zeugma mozaikleri kadar güzel nitelendirilen at, fil, panter, geyik ve grifon gibi birçok hayvanın tasvir edildiği mozaiklerle ünlenen antik kentte, geçen yıl duran kazı çalışmalarına yeniden başlanması planlanıyor.
    
Karabük İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Şahin, antik kentte 2005'te başlanan fakat kazı başkanının ayrılması sonucunda geçen yıl duran kazıların devam edeceğini söyledi. Daha önceki kazılarda Geç Helenistik, Roma ve Erken Bizans devirlerine ait olduğu anlaşılan 14 adet dağınık yapılar tespit edildiğini anlatan Şahin, şöyle konuştu:
    
''Kazı başkanının ayrılmasıyla çalışmalar yaklaşık 1 yıl önce durdu. Kültür ve Turizm Bakanlığının yeni kazı başkanı ataması çalışması son aşamalarına geldi. Yaklaşık 1 ay içinde kazılara başlanmasını amaçlıyoruz. Burada daha önceki kazılarda ortaya çıkan eserler koruma altına alındı. Üzerleri şu anda örtülü durumda. Kazı başkanı olmak isteyen öğretim üyeleri var. Kazılar başlayınca yaklaşık 2 yıl daha devam edecek. Daha sonra burası turizme kazandırılacak. Ortaya çıkartılacak kültürel zenginliklerin tarihe ışık tutması açısından çalışmaların çok önemi bulunmaktadır.''





Şahin, ilçedeki travertenlerin oluşturduğu Akkaya Termal Kaynağı'nın da turizme kazandırılmasına çalıştıklarını belirterek, şunları kaydetti:
    
''İmanlar köyü yakınlarında sarp kayalardan çıkan 25 derece sıcaklıktaki suyun travertenler oluşturduğu kaynağın bulunduğu alan turizm açısından önemlidir. Yüksek oranda karbondioksit ile kükürtlü hidrojen bulunan ve yöre halkı tarafından birtakım hastalıklara iyi geldiğine inanılan su kaynağının oluşturduğu 35 metre yüksekliğindeki travertenlerin, Pamukkale gibi turistlerin ilgisini çekmesi amaçlanıyor. Buranın işletmesini Eskipazar Belediyesi ihale yoluyla aldı. Belediye söz konusu suyun değerlendirilmesi için tesisin yapılması ve ivme kazandırılması amacıyla işletmeci arama çalışmalarına devam ediyor. Bu konuda olumlu gelişmeler var.''

Yapı, Fotoğraflar: Turgut Ertuğrul, 30.04.2010

İÇ ANADOLU'NUN İLK KALE KENTİ DE BARAJ TEHDİDİ ALTINDA





Aksaray'ın Gülağaç İlçesi'nde bulunan 7 bin yıllık Güvercinkayası kazı alanı ve içerisindeki tarihi sur duvarı, Mamasın Barajı'ndaki su seviyesinin yükselmesiyle ada haline geldi.
    
Güvercinkayası Kazı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sevil Gülçur, orta kalkolitik dönemden günümüze ulaşan Güvercinkayası'nın 7 bin yıllık geçmişiyle İç Anadolu'daki kale kent modelinin bilinen ilk örneği olduğunu söyledi.

Güvercinkayası'nı 1994 yılında yüzey araştırması sırasında bulduklarını belirten Gülçur, baraj suları altında kalma tehlikesi nedeniyle 1996'da Güvercinkayası'nda kurtarma amaçlı kazı çalışmalarına başladıklarını ve çalışmaları aralıksız her yıl devam ettirdiklerini ifade etti.





Gülçur, Güvercinkayası'nda kazı çalışmalarına aşağı yerleşmeden başladıklarını ifade ederek, 1997 yılında höyüğün en yüksek alanında açığa çıkardıkları yanıklı alanın, buranın basit bir köy yerleşiminden çok, kompleks yapıya sahip bir yerleşme olduğunu belgelediğini anlattı.
    
Güvercinkayası'nın sınıflı toplumların başlangıcı ve kale kent modelinin öncüsü olduğunu vurgulayan Gülçur, şunları kaydetti:
    
''Burası aşağı ve yukarı yerleşme olarak ikiye ayrılıyor. Ortasında bugüne kadar sağlam kalmış bir sur duvarı bulunuyor ve yerleşmeyi ikiye bölüyor. Bu sur duvarı Anadolu'daki sınıflı toplumların bir başlangıcı ve somut belgesini oluşturmaktadır. Sur duvarının üst kısmında iç kale bulunuyor. Bu iç kalenin arkasına yerleşen binaların, aşağı yerleşme konutlarına göre daha zengin bir donanıma sahip olduğunu ortaya çıkardık. Bu bağlamda MÖ 5200-4750 yıllarına tarihlediğimiz Güvercinkayası, kentleşmenin çok öncesindeki hiyerarşik bir yapılanmayı ortaya koymaktadır.''






Güvercinkayası'nın, Mamasın Barajı sularının yükselmesiyle adaya dönüştüğünü vurgulayan Gülçur, ''Önümüzdeki yıllarda barajın suları bugünkü seviyesinden 2-3 metre daha yükselirse, 7 bin yıllık Güvercinkayası ve içerisindeki tarihi sur duvarı tamamen sular altında kalabilir'' dedi.

Mamasın Barajı'nın Güvercinkayası'nı dalga ve su erozyonuyla yok ettiğine dikkati çeken Gülçur, şöyle devam etti:
    
''1962'de yapılan Mamasın Barajı'nda kış aylarında su tutulurken, yaz aylarında salınmaktadır. Baraj suyundaki bu yükselme ve alçalma, dalga ve su erozyonuna neden olmaktadır. Baraj suları 1962'den günümüze kazı alanının kuzey yamaçlarının büyük bölümünü dalga ve su erozyonuyla yok etti. Bu yıl da baraj suları kazı alanımızın bir kısmını aldı. Tek korkum, kazıların kesintiye uğramasıyla yapılan çalışmaların boşa gitmesi ve tarihi yapının yok olmasıdır. Sonuçta tarihi önemi olan bir ören yerimizin izleri tamamen silinecek.''
    
Türkiye'de yüzlerce eserin baraj tehdidi altında olduğunu hatırlatan Gülçur, ''Sular altında kalan alanlarda tarih ve kültür Hasankeyf'te olduğu gibi kayboluyor. Ancak Güvercinkayası diğer yerlere göre daha şanslı. Çünkü bugüne kadar düzenli olarak kazı çalışması yaptık ve tarihi önemini ortaya çıkardık'' diye konuştu.

Gülçur, Güvercinkayası'nın yakından takip edilerek, yok olmasının önlenmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Yapı, Fotoğraflar: Murat Öner Taş/AA, 30.04.2010

TARİHİ KİLİSE DEFİNECİLERİN HEDEFİ OLDU

 

Hakkari'ye 7 kilometre uzaklıktaki Halel mevkiinde bulunan ve Nasturilere ait olduğu sanılan Halil Kilisesi'nin, define arayan kimliği belirsiz kişiler tarafından tahrip edildiği belirtildi.

Üzerinde kitabe bulunmadığı için ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmeyen kiliseye giren defineciler, kilisenin içi ve çevresinin yanı sıra duvar taşlarını dahi yerinden söktü. Tamamen bir harabeyi andıran kilisenin bu şekilde tahrip edilmesine üzülen vatandaşlar, Halil Kilisesi'nin koruma altına alınması gerektiğini söylediler.

Konuyla ilgili olarak Hakkari İl Kültür ve Turizm yetkililerinin verdiği bilgiye göre, tahrip edilen kilisenin bakanlık tarafından tescillendiği ancak, kilise ile ilgili herhangi bir çalışmanın olmadığı öğrenildi. Yakın zamanda diğer kiliselerle ilgili restorasyon çalışmalarının başlayacağı, Halil Kilisesi'nin restorasyon işlemlerinin de diğerleriyle birlikte yapılması için gerekli girişimlerde bulunulacağı ifade edildi.

Cumhuriyet, 30.04.2010

BOĞAZKALE MÜZESİ'NİN HALİ VALİYİ ÖFKELENDİRDİ

 

 

Boğazkale Müzesi’ni binasını ziyaret ederek yapılan çalışmalar hakkında bilgi alan Vali Toprak, çatının aktığını bina içerisinde de rutubet nedeniyle boyada dökülmeler olduğunu görünce öfkelendi.

 

Yapımı yeni tamamlanan Boğazkale Müzesi’nin çatısının akması ve içerisinde büyük oranda nem bulunması nedeniyle binanın içerisindeki boyalarda dökülmeler meydana geldi. Boğazkale’yi ziyaretinde müze binasını da gezerek bilgi alan Vali Toprak, binanın yeni bir bina olmasına rağmen çatıdan su sızdığını ve bina içerisinin haline sinirlendi.

 

Çorum İl Özel İdaresi tarafından  ve 987.803.30 TL sözleşme bedelli Çorum Boğazköy Müzesi İnşaatı’nın ocak ayında bittiğini ancak sorunlarının bitmediğini ifade eden Vali Toprak, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru'nu telefonla arayarak durum hakkında bilgi aldı. Binanın içerisinde bulunduğu durumu rezalet olarak değerlendiren Vali Toprak, kabul için yapılacak herhangi bir başvuruya imza atılmaması talimatını verdi. Binanın sorunlarının sona erdirilmeden kabul edilmesi halinde soruşturma açtıracağını kaydeden Vali Toprak, müzelerin korunaklı olması gerekirken Boğazköy müzesinin içerisinde bulunduğu durumun tarihi eserlere de zarar vereceğini vurguladı. Müze yetkilileri ise yaptıkları açıklamada yağmur yağmasının ardından bina içerisindeki tesisattan sular aktığını ifade ederek çatının iyi yapılmadığını ayrıca üst kısmının biraz daha yükseltilerek çatıya eğim verilmesi gerektiğini vurguladı.

 

Vali Mustafa Toprak, çatıdaki sorunun giderilmesinin ardından itfaiye tarafından çatıya su sıkılmasını ve su sızdırıp sızdırmadığının kontrol edilmesini istedi.

ÇorumHaber, 30.04.2010

ÇORAPÇI HANI RESTORASYONA ALINDI

Sivas’ın sahip olduğu tarihi ve kültürel değerlerden birisi olan Çorapçı Hanı’nın kent kültürüne yeniden kazandırılması için çalışma başlatıldı. Sivas Belediyesi tarafından 2006 yılında 500 bin TL’ye kamulaştırılan Çorapçı Hanı Sivas Belediyesi tarafından restorasyona alındı.
İki yüz yılı aşkın bir zamandır ayakta olduğunu kaydedilen Paşabey mahallesinde Yeni Cami'nin doğrusunda yer alan Çorapçı Hanı’nın 19. yüzyılda inşa edildiği söylentileri revaçta ise de yapılış tarihini net olarak bilinmiyor.
Sivas Belediyesi tarafından geçtiğimiz yıllarda restorasyon projesi tamamlanan Çorapçı Hanı’nda dün itibariyle çalışmalar başladı. Restorasyon ihalesini Özbelsan AŞ’nin aldığı hanın etrafı tahta perdelerle kapatılırken, ekiplerin önümüzdeki günlerde restorasyona başlayacağı öğrenildi.
Osmanlı yadigarı, bir ''Eski toprak'' olma özelliğini taşıyan Çorapçı Hanı, kerpiç malzemeyle inşa edilmiş ve yapının girişi kuzey yönüne verilmiş. Orta avlu çevresinde muhtelif ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılmış büyüklü küçüklü on iki dükkan bulunurken yapının başka bir kapıyla çıkılabilen üst katı on beş odadan oluşan bir yapı olarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Çorapçı Hanı yakın bir geçmişe kadar''Han''ismine uygun olarak gecelemek amaçlı kullanmış. Han'ın ahşaptan yapılmış olan yeşil boyalı pencereleri ise demirlerle korunaklı hale getirilmiş. Geriye doğru yedi çıkmalı olarak kat kat testere biçiminde uzanan yapının en arkasında yine eskiden binek hayvanların yemlenmesine olanak sağlayan bir Develik bulunuyor.
Sivas Hürdoğan, 30.04.2010

JAPON SANATI TOPKAPI SARAYI'NDA

 

“Japon Sanatının 5000 Yılı” sergisi, “2010 Türkiye’de Japonya Yılı” etkinlikleri kapsamında 5 Mayıs-28 Haziran tarihleri arasında Topkapı Sarayı Müzesi’nde sanatseverlerle buluşacak. Sergide, MÖ 2000 yılından günümüze resim, heykel ve el sanatlarından oluşan 47 eser yer alacak. Özel eserler kapsamında, 1890 yılında Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamid Han tarafından Japon İmparatoru Meiji’ye armağan edilen çiçek işlemeli mor kadife masa örtüsü de sergilenecek.

Türkiye Gazetesi, 30.04.2010

KANALİZASYONDAN TARİH ÇIKTI

 

 

Antalya'da kanalizasyon çalışması sırasında MÖ 200 yıllarına ait olduğu tahmin edilen mezar ortaya çıktı.

 

Cebesoy Caddesi üzerinde bulunan eski Doğu Garajı olarak bilinen alanda Antalya Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (ASAT) tarafından yürütülen kanalizasyon çalışmaları sırasında antik mezar çıktı. Bunun üzerine çalışmaları durduran yetkililer kazı çalışmalarını izleyen Antalya Müzesi görevlisinin inceleme yapmasına karar verdi. Yapılan incelemelerde mezarın MÖ 200 yıllarına ait Attaleia Antik Kenti'nden kalma olabileceği kanaatine varıldı.

 

Arkeologlar, mezarın zarar vermeden çıkarmak için çalışmalarını sürdürüyor. Kapaklı lahit olma ihtimali üzerinde duran yetkililer mezarın yanında o döneme ait mimarı eserlerin kalıntıların bulunduğunu bildirdi.

 

Yetkililer, kazıların tamamlanmasının ardından Türkiye Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla mezarın yerinde kalması ya da başka bir yere taşınıp taşınmamasına karar verileceğini bildirdi.

Star Gazete, 29.04.2010

SARIKAYA'DAN TARİH FIŞKIRIYOR

 

 

Yozgat'ın Sarıkaya İlçe Belediye Başkanı Ali Osman Erbir, tarihi Roma Hamamı kalıntılarının başlayan kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkartılıp turizme kazandırılacağını söyledi.

Sarıkaya'da bulunan Tarih Roma Hamamı kalıntılarının bölgenin ayakta duran en eski tarihi eser olduğunu ifade eden Sarıkaya Belediye Başkanı Ali Osman Erbir, "Aynı zamanda kaplıca merkezi olan ilçe merkezimizde böyle bir tarihi esere sahip olmamıza rağmen çoğu toprak altında kalan bu değeri toplumumuza, turizmimize, tarihi ve kültürel değerlerimize kazandırmak amacıyla herhangi bir çalışma yapmadığımız gibi çöplük halini almasına sebebiyet vermişiz. Biz bu eseri tarihi kültürel mirasımıza kazandırmak amacıyla 3 yıldır yürüttüğümüz çalışma neticesinde temizlik ve tanıma kazısı iznini aldık.

İzin sonrası müze müdürlüğümüz denetiminde işçisi ve ekipmanı Sarıkaya Belediyemiz tarafından üstlenilerek kazı çalışmasına başlandı. Bir haftadır devam eden kazı neticesinde Cumhuriyetin ilk yıllarında Ilık Hamam (Kaymakam Hamamı) olarak bilinen ve Bazilikanın Batı bölümünün Güneyindeki bölme açığa çıkarılmıştır. Çalışmalarımızın ilk hedefi olan ilk Bazilika (İşlemeli Sur ve Temel arası) alanında çalışmalarımız devam etmektedir" dedi.

Çalışmalar yapılırken en büyük zorluğun termal su kaynağında çok fazla su bulunması ve işçilerin bu suyun yoğun tazyikine maruz kalması olduğunu vurgulayan Başkan Erbir, "Kazı esnasında hemşerilerimizin yoğun ilgisi bu işin tüm Sarıkayalıların tarafından sahiplenildiğini göstermekte buda bizi ziyadesiyle mutlu etmektedir. Biline tarihi 3 bin yıla dayanan bu yapı artık bize emanettir" diye konuştu .

Internet Haber, 29.04.2010

YENİ HASANKEYF İÇİN GERİ SAYIM BAŞLADI





Batman Valisi Ahmet Turhan, Hasankeyf Bilimsel Çalışma Kurulu'nun antik kentte bulunan eserlerden aldıkları örnekleri inceleyerek eserlerin taşınıp taşınamayacağına karar vereceğini bildirdi.

 

Turhan, gazetemize yaptığı açıklamada, Zeynelbey Türbesi, Artuklu Hamamı ve Büyüksaray'da bulunan eserlerde restorasyon çalışmalarının sürdüğünü ve eserlerin taşınıp taşınmayacağına, asıl taşınacağına yardımcı olmak üzere teknik çalışmalar yapması için bir Bilimsel Çalışma Kurulu oluşturulduğunu belirtti.

 

Kurulda uzman bilim adamlarının yer aldığını ifade eden Turhan, kurul tarafından başlatılan teknik çalışmaların devam ettiğini ve bazı eserlerden alınan numunelerin incelenmekte olduğunu ifade etti.

Turhan, şöyle konuştu: ''Hasankeyf Bilimsel Çalışma Kurulu antik kentte bulunan eserlerden aldıkları örnekleri inceleyerek eserlerin taşınıp taşınamayacağına karar verecektir. Hasankeyf'te bulunan mevcut yerleşim yerlerinde kamulaştırmaya ilişkin henüz resmi bir girişim olmadı. Kamulaştırmaların tamamlanmasının ardından kazı çalışmaları bu alanlarda da yapılacaktır. Mevcut yerleşim yeri alanı boşaltıldığında o alanlarda gerekli çalışmalar yapılarak olası tarihi eserlerin ortaya çıkartılması sağlanacaktır. Bu kapsamda mevcut kazı ekibinin kapasitesi ve bütçesi artırılarak en kısa zamanda daha geniş bir çalışma yapılması sağlanacaktır. Hasankeyf merkezinde kamulaştırmalar ile ilgili bir ön çalışma gerçekleştirilmiş, ancak resmi bir çalışma yapılmamıştır. Yeni yerleşim alanındaki kamulaştırma çalışmaları ise tamamlanmıştır. Genel olarak su altında kalacak olan araziler için ise baraj gövdesinden başlayarak havzanın üst kısımlarına doğru kamulaştırma çalışmaları yürütülmektedir.'' Turhan, Hasankeyf İlçesinin yeniden inşa edileceği alanın mevcut yerleşimin karşısında Raman Dağı eteklerindeki düzlük alan olarak belirlendiğini hatırlatarak, bu alanla ilgili gerekli altyapı araştırmalarının yapıldığını ve yerleşime uygun olduğunun tespit edildiğini, yeni alandaki konutların en geç 2 yıl içerisinde tamamlanmasının planlandığını anlattı.

 

Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen de Hasankeyf'in yüzde 80'inden fazlasının sular altında kalacağını, su yüzeyinde kalan bölümün de zamanla suya gömülüp yok olacağını savundu. Hasankeyf'in Karşıyaka, Aşağı Şehir ve Kale bölgesi olarak 3 bölgeden oluştuğunu anlatan Kusen, şunları söyledi: ''Bu Karşıyaka dediğimiz bölge ve aşağıdaki şehrin tamamı su altında kalacak. Kale bölgesi dediğimiz yerin üst bölgeleri su altında kalmayacak, Ancak kalenin etrafı da vadiler ile çevrili olduğu için bilim adamları zamanla kayaların da çökeceğini ve üsteki yüzde 20'lik kısmın da zaman içinde sulara gömüleceğini söylüyor. Hasankeyf'in tarihi değeri, henüz arkeolojik çalışmalar tamamlanmadığı için belli değil. Asıl önemli tarih alt şehirde olduğu için neyi kaybedeceğimizi bilmiyoruz. Hasankeyf'in yüzde 80'inin su altında kalacağı belli de, altındaki eserlerin ne olduğunu henüz kazı çalışmaları bitmediği için bilmiyoruz.''

 

Hasankeyf Kazı Başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdulsellam Uluçam da, 2010 yılını Hasankeyf için ''şanslı'' bir yıl olduğunu vurguladı. Hasankeyf'teki 11 eserin bakımının yapıldığını belirten Prof.Dr. Uluçam, şöyle dedi: ''Hasankeyf'teki 11 eserin korunması ve onarılmasına ilişkin proje ihalesi yapıldı. Geç kalınmış bir durum mevcuttu. Eserler neredeyse yıkılmak üzereydi. Zeynelbey Türbesi başta olmak üzere Hasankeyf'in belli başlı anıtlarından El Rızık Camisi'nin taş kapısı, Küçük Saray, Koç Camisi, Sultan Süleyman Külliyesi'nin bir bölümü, Artuklu Hamamı ve bunların eklentileri bu kapsamda ele alındı. Buradaki eserlerin sağlam bir şekilde ayakta kalmaları ve süreç uzarsa bu şekilde restorasyonlarını da gerçekleştirmiş olacağız. Bizim danışmanlık yaptığımız bir firma çalışmaları yürütüyor. Özellikle Zeynelbey Türbesi üzerinde çalışmalara ağırlık verildi.''

Batman Gazetesi, 29.04.2010

BU ÖDENEKLE NASIL OLACAK?





Malatya- Nemrut arasındaki karayolunun toplam 31.3 milyon TL tutarındaki "turistik yol" yapım projesinin 2012 yılında tamamlanmasının planlandığı belirtildi.

CHP Malatya Milletvekili Mevlüt Aslanoğlu'nun, Nemrut yolu ile ilgili sorusuna Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yazılı yanıt verildi. Söz konusu yol için 2010 bütçesinde 520 bin lira ayrıldığı bilgisi dikkati çekerken, bu ödenekle yolun nasıl tamamlanacağı merak konusu oldu.

Aslanoğlu'nun soruları ile bakanlığın yanıtları şöyle:

"Malatya-Pütürge- Tepehan -Adıyaman yolu 100 km'dir. Bu yolun Pütürge-Tepehan yol ayrımı 60 km ve Tepehan’ a kadar olan kısmı ise 20 km olup karayolları ağı içerisindedir. Tepehan-Adıyaman ayrımı olan 10 km'lik kısım ise karayolları ağına dahil değildir. Bu nedenle;

SORU 1:10 km'lik bölüm Nemrut'a giden bir yol olduğu için turizm yolu kapsamına alınacak mı?

SORU 2 : Malatya-Adıyaman bağlantısı olan bu yol tamamen karayolları ağı içerisine alınamaz mı?

SORU 3 ; Bu bölüm için 20I0'da ilave bir ödenek tahsis edilerek bu yolun ulaşıma uygun standart bir yol haline getirilmesini düşünüyor musunuz?

CEVAP 1-2-3: Nemrut Dağı'na ulaşım Malatya ve Adıyaman illerinden sağlanmaktadır. Malatya ilinden ulaşımı sağlayan güzergah Bakanlığımız ile Karayolları Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol çerçevesinde belirlenen Turistik Yollar Yatırım Programı kapsamına 2005 yılında Nemrut Dağı Turistik Yolları (94 km) olarak alınmıştır. Proje bedeli 31.347.000 TL olan yolun 2012 yılında tamamlanması planlanmaktadır.

Nemrut Dağı Turistik Yolları için 2009 yılı sonuna kadar 4.358.000 TL harcama yapılmış olup 2010 ödeneği 520.000 TL'dir.

Nemrut Dağı’na Adıyaman ilinden ulaşımı sağlayan mevcut yolun iyileştirilmesi için Bakanlığımız 2008 yılı bütçesinden de 2.000.000 TL ödenek Adıyaman İl Özel İdaresi Müdürlüğü'ne aktarılmıştır."

Malatya Haber, 29.04.2010

TARİHİ KİLİSE RESTORE EDİLECEK





Kültür ve Turizm Bakanlığı, Uzundere İlçesi'ne bağlı Çamlıyamaç Köyü’ndeki Öşvank Manastırı’nın restorasyonu için yeşil ışık yaktı. Hıristiyan Gürcülerin her yıl hac ziyareti gerçekleştirdiği, harabe halindeki Öşvank Manastırı, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca bu yıl restorasyon programına alındı. Manastırın rölöve ve restitüsyon projelerinin çıkartılmasının ardından restorasyon çalışmalarına başlanacağı bildirildi.

 

Erzurum'un Uzundere İlçesi Çamlıyamaç Köyü'nde bulunan tarihi Öşvank Manastırı, Gürcüler tarafından kutsal kabul ediliyor. Her yıl binlerce Gürcü'nün ziyaret ederek hacı olduğu Öşvank Manastırı’nı restore ettirmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı harekete geçti. Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Öşvank Manastırı'nın restorasyon çalışmasını program kapsamına aldığını açıklayarak, projelerin ihale edilmesinin ardından restorasyon çalışmalarının başlatılacağını söyledi. Projelerin ihale aşamasında olması nedeniyle maliyet ve ödenekle ilgili olarak bilgi veremeyeceğini kaydeden Bakır, “Öşvank Manastırı’nda restitüsyon ve restorasyon çalışması yapılabilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gerekli izinler çıktı. Şu anda ihale aşamasında olan proje çerçevesinde; yapının yeniden kurulması değil, bugünkü şekliyle dondurulması sağlanacak. Konservasyon denilen bu işlem sayesinde, çok uzun bir geçmişe sahip olan yapı koruma altına alınmış olunacak.” diye konuştu.

 

Öşvank Manastırı’nın statik sorunları bulunduğunu belirten Suat Bakır, bu sorunların çözümüne ilişkin olarak proje temin edeceklerini kaydederek, proje ihalesi yapıldıktan sonra inşaat ve restorasyon uygulamalarına başlanacağını bildirdi. Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, Kurumumuzun denetiminde Öşvank Manastırı'nın restorasyon çalışmalarına başlanacak.

Hıristiyan Gürcüler için kutsal kabul edilen Manastırın restorasyon çalışmasının tamamlanmasıyla birlikte inanç turizmi kapsamında bölgemize turist patlaması yaşanacak.” diye konuştu.

 

Öte yandan bölgedeki en büyük manastır olma özelliğine sahip Öşvank Manastırı, haç planına uygun mimarisiyle dikkat çekerken, eserin geçmişiyle ilgili olarak, kaynaklarda şu bilgiler veriliyor: “963 ile 973 yılları arasında Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese'nin oğulları David ve Prens Bagrat tarafından inşa ettirilen ve haç planına göre yapılan bölgedeki en büyük manastır. Manastırdan günümüze üç şapel, yemekhane ve dini içerikli metinlerin el yazması ile kopya edilip korunduğu kütüphane binası bulunuyor. Tarihi manastırın içi, çevresi ve duvarları ise definecilerin kaçak kazıları sonucu önemli ölçüde yağmalanmış durumda bulunuyor.”

Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal, 29.04.2010

TARİHİ KALE RESTORE EDİLİYOR

 

 

Osmaniye'nin Düziçi İlçesi'nde, Abbasi Halifelerinden Faraç Bey tarafından 8. yüzyılda Harun Reşit adına yaptırılan kalede restorasyon çalışmalarına başlandı.

 

Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun onayladığı proje ile ihalesi yapılan ve kaledeki restorasyon çalışmalarına 900 bin TL kaynak ayrılırken, çalışmaların en kısa sürede tamamlanarak kalenin turizme kazandırılması amaçlanıyor.

 

Restorasyon çalışmalarına ilişkin bilgi veren San Grup İnşaat Firması yetkilisi Ömer Gülsüm, kalenin kuzey kısmına Kayseri'den getirilen özel ve kale rengine uygun 2.25 sertliğindeki taşların döşendiğini söyledi. Gülsüm, "Kalenin taşları yerinden sökülüp götürülmüş. Sökülen taşların yerine getirdiğimiz taşlardan da çalınanlar olduğunu tespit ettik. Devletimiz bu kaleye sahip çıkmış ve 900 bin TL para ayırmış. Kalenin restorasyonu tamamlandığında bu yörenin insanları ek gelir kazanacaklar. Bu nedenle kaleye de, kaleye getirilen malzemelere de sahip çıkılmalıdır. Restorasyon çalışmaları toplam 240 içinde bitecek. Kaleye araba ile yol yoktu. Biz bunu açtık, kalenin etrafından da dolaştırdık yeni yolu. Proje kapsamında yaklaşık 500 metre yeni yol yapımı var. Dileğimiz restorasyonu kısa sürede tamamlayıp turizmcilerin hizmetine sunmak" diye konuştu.

Osmaniye Kent Haber, 28.04.2010

1150 YILLIK VİKİNG GERDANLIĞI

 

 

İrlanda'nın Clare bölgesinde yapılan arkeolojik kazıda, 1150 yıl öncesine ait Viking gerdanlığı bulundu.

 

Arkeologların "hazine" olarak nitelediği ve şu ana kadar İrlanda’da gün yüzüne çıkarılan en büyük Viking gerdanlığı olduğu belirtilen parça, Burren Ulusal Parkındaki Glencurran mağarasında bulundu.

“Viking gerdanlıklarında normalde 5-6 cam boncuk bulunduğunu" belirten uzmanlar, "çıkarılan bu parçadaki altın varakla kaplı boncuk sayısının 70 civarında olduğunu" söyledi.

"Yüksek statülü birine ait olduğu" düşünülen gerdanlığın, Limerick’teki Vikinglerin bölgedeki Keltlerle yaptığı ticaret sırasında Burren’a getirilmiş olduğu düşünülüyor.

Vikingler, adada henüz şehirlerin kurulmadığı 9’uncu yüzyıl başlarından 11’inci yüzyıl sonlarına kadar varlık gösterdi, ancak bu toprakların hakimiyetini hiçbir zaman tam olarak ele geçiremedi.
İrlanda’daki Viking dönemi, kimilerince zengin Kelt kültürünün baltalandığı bir zaman dilimi olarak değerlendirilse de Vikinglerin Dublin şehrinin kurucusu olduğu, gemicilik teknikleri ve ticaretin gelişmesi gibi konularda bölgeye önemli katkılarda bulunduğu da düşünülüyor. İrlandalılar, Vikingleri ülke tarihinin önemli bir parçası olarak görüyor ve bu kültüre ait kalıntıları korumaya büyük önem veriyor.

Radikal, 28.04.2010

NİHAYET AÇILIYOR





Türkiye'nin denizcilik alanında en büyük müzesi olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstanbul Deniz Müzesi'nin yeni müze binası, yıl sonunda ziyarete açılacak. Aralarında, dünyanın en eski kadırgası ile en zengin saltanat kayıkları koleksiyonunun da yer aldığı 40 bin eserin büyük bir bölümünün aynı anda sergileneceği yeni müze, ziyaretçileri denizcilik tarihinde yolculuğa çıkaracak.

 

İstanbul Deniz Müzesi'nden aldığı bilgiye göre, müze 31 Ağustos 1897'de Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa'nın emri, Tersane Komutanı Amiral Hikmet Paşa'nın desteği, Binbaşı Süleyman Nutki tarafından Tersane-i Amire bünyesindeki Mayın Müfreze Komutanlığına ait binada dünyanın nadir örneklerinden biri olarak “Müze ve Kütüphane İdaresi” adıyla kuruldu.

 

Yıllar içinde yer ve isim değişiklikleri yaşayan müze, son olarak 27 Eylül 1961 tarihinde Beşiktaş İskele Meydanı'nda bugün bulunduğu yere taşındı ve İstanbul Deniz Müzesi adıyla hizmet vermeye başladı.

 

Denizcilik kültürü eşsiz eserlerini barındıran müzenin fiziki koşullarının iyileştirilmesi ve optimum sergileme olanağı sunan, çağdaş bir müze için Deniz Kuvvetleri Komutanlığınca “İstanbul Deniz Müzesi Mimari Proje Yarışması” düzenlendi. 2005 yılında Teğet Mimarlık'ın kazandığı projenin inşaat çalışmaları, 2010 yılı sonunda tamamlanmak üzere devam ediyor.

 

İstanbul Deniz Müzesi Komutanı Kurmay Kıdemli Albay Ali Rıza İşipek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müzelerinin halen halkın ziyaretine açık olduğunu, ancak ilave müze binası inşaatının devam ettiğini, inşaat tamamlandığında 15 bin metrekarelik kapalı bir sergi alanı imkanına kavuşacaklarını ve Türkiye'nin en büyük müzeleri arasında yer alacaklarını söyledi.

 

İşipek, yeni Deniz Müzesi tamamlandığında tarihi kadırga ve saltanat kayıklarını daha modern sergileme imkanlarını kullanarak ziyaretçilere sunacaklarını anlattı.

 

Müzede geniş bir kültür merkezinin de bulunacağını, içindeki 200 kişilik konferans salonunda uluslararası sempozyum, konferans, seminer düzenleme imkanına kavuşacaklarını belirten İşipek, “Müzemizde çocuklar için oyun alanları, interaktif sistemler bulunacak. Özellikle çocuklarımıza denizciliğimizi sevdirmeyi amaçlamaktayız. İnteraktif sistemleri kullanarak onlara denizliği sevdireceğiz, öğreteceğiz” dedi.

 

Kıdemli Albay Ali Rıza İşipek, İstanbul Deniz Müzesi'nin en nadir eserlerinden birinin, 40 metre uzunluğunda 5 metre 70 santimetre genişliğindeki dünyada orijinal olarak var olan tek kadırganın olduğunu söyledi.

 

Armuz kaplama, kemanebaş ve karpuzkıç formundaki kadırganın baş tarafında varaklı oyma kabartma yıldız, hilal, güneş üçlüsü, stilize yaprak ve çiçeklerin bulunduğunu ifade eden İşipek, kadırganın baş kısmının mahmuz şeklinde ileriye doğru uzandığını belirtti.

 

Kadırgadaki Bursa kemerli sütunceler üzerine oturan köşkün etrafının, ajurlu korkulukla çevrili olduğunu, üzerinin beşik tonozla örtüldüğünü anlatan İşipek, şunları anlattı:

“Köşkün tonoz örtüsünün iç ve dışı, geometrik desenli sedef, bağa ve yarı değerli taşlarla bezelidir. Köşkün içinde gümüş levhalar, sedef oymalı beyit, geometrik ve stilize çiçek kompozisyonları bulunur. Tekne iki direkli olup, 24 çifte küreklidir. Her bir küreği 3 kişi (toplam 144 kürekçi) tarafından çekilmektedir. Osmanlı sultanlarının yakın sularda kullandıkları bir teknedir. Sultan Avcı 4. Mehmet (8 Ağustos 1648-8 Kasım 1687) devrinde kullanıldığı bilinmektedir.”

 

İşipek, “Yeni müze açıldığında öncelikle hedefimiz, halen dünyanın en eski tarihi gemisi unvanına sahip olan 16. yüzyıla tarihlenen tarihi kadırgayı ve dünyanın en önemli, en zengin koleksiyonu olan saltanat kayıkları koleksiyonumuzu ziyaretçilerimizle paylaşmak. Bunlar çok önemli koleksiyonlar. 30'un üzerinde teknemiz var. Bunların 15'i doğrudan padişahlar ve aileleri tarafından kullanılmış. Oldukça ihtişamlı ve nadir tekneler. Dünyada bunlardan 40 tane mevcut. 15 tanesi bizim müzemizde” diye konuştu.

 

Şu anda tescilli bina adını verdikleri tarihi binanın ziyarete açık olduğunu anlatan İşipek, müze envanterinde 40 bini aşan eserin yer aldığını, ancak sergi alanlarının şu anki kısıtlılığı nedeniyle bu eserlerin yüzde 10'unu sergileyebildiklerini belirtti.

 

İşipek, Deniz Müzesi bünyesinde model, ahşap, metal-deri, kağıt atölyesi olmak üzere 4 ayrı restorasyon atölyesinin yer aldığını, bu atölyelerde müze envanterinde bulunan bütün objelerin rutin olarak restorasyon ve konservasyon çalışmalarının yapıldığını, bu konuda yetişmiş uzmanlar vasıtasıyla çalışmaların gerçekleştirildiğini anlattı.

 

Müzede, tarihi kadırga ve saltanat kayıklarının yanı sıra silah, tablo, gemi modelleri, arma ve tuğralar, seyir aletleri, gemi baş figürleri, üniformalar, damgalar ve mühürler, sancaklar, amforalar, sualtı eserleri, fenerler, taş baskılar, el yazmaları, mezar taşları, kitabeler, madalyalar, nişanlar, arma donanımları, saatler, Kaptan-ı Derya çeşmeleri, beratlar ve fermanların yer aldığını ifade eden İşipek, bu eserlerin dönem dönem müzede sergilendiğini dile getirdi.

 

Yaklaşık 6 ay önce açılışını gerçekleştirdikleri “Osmanlı Bahriyesinde Ahşap Sanatı Sergisi”ni, 2010 yılında ziyaretçilerin ilgisine sunmaya devam edeceklerini kaydeden İşipek, şunları kaydetti:

“Bu tür bir sergi ilk defa açılmaktadır. Tamamen Osmanlı sanatçıları tarafından yapılmış ahşaptan çeşitli örnekler ziyaretçilerle buluşmaktadır. Tamamı orijinal ve en az bir asırlık olan bu eserler 24 ayar altın varak ile kaplıdır. Osmanlı'nın ahşap işçiliğindeki muhteşemliğini gözler önüne seren bu sergi, içinde dünyanın en büyük arması olan, Orhaniye Fırkateyni'ne ait 14.5 metre uzunluğundaki arma da yer almaktadır. Ayrıca Tersane-i Amire'de kullanılan taht arkalığı, gemi isim plaketleri, baş figürleri, padişah tuğraları da sergide yer alan diğer eserleri oluşturmaktadır.”

 

Ali Rıza İşipek, yaklaşık 2 ay içinde “Osmanlı Donanmasının Tarihi” adlı yeni bir sergiyi de açacaklarını belirtti.

 

Deniz Müzesi'nde geçen yıl 65 bin ziyaretçi rakamına ulaştıklarını, bu yılın ilk üç ayında ise 20 bin civarında ziyaretçinin müzeyi gezdiğini söyleyen İşipek, “Denizin o büyüleyici atmosferini yaşamak ve tarihimizi daha iyi anlamak isteyen bütün denizseverleri ve tarihe ilgi duyanları müzemizde görmekten büyük bir mutluluk duyacağız” dedi.

 

Deniz Müzesi'ndeki ahşap eserlerle ilgili restorasyon çalışmalarını yürüten Tarihi Eserler Bakım Onarım (TEBO) firmasının sahibi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ahşap Sanatçısı Şehmus Okur da restorasyon kapsamında saltanat kayıkları ve kürekler üzerinde çalıştıklarını, şu an ise 400 yıllık bir kadırganın geriye kalan son kıç parçasını sergiye hazır hale getirmeye çalıştıklarını söyledi.

Kadırganın alt kısmının yeniden yapıldığını ve duvara monte edileceğini anlatan Okur, üzeri oyma desenli olan meşe ağacından parçanın eksik kısımlarını tamamladıklarını, böcek ve mantarlara karşı tedavisinin yapıldığını, kangren olmuş kısımların yenilendiğini, üzerleri cilalandıktan sonra varaklanacağını ve sergiye hazır hale getirileceğini belirtti.

 

Okur, “Bu iş aşkla yaptığımız bir iş, bizim için kolay, ama çok zevkli. Ecdadımızın 300 yıl önce yaptığı bir esere dokunmak, tarihi yolculuk gibi. Bir de o zamanki ustaların nasıl çalıştıklarını fark ediyorsunuz. Bir motifi bazen tekrar etmiyor ya da bir motifin köşesine farklı bir şey yapmış. O zaman ustanın ruh halini anlıyorsunuz” diye konuştu.

 

Müzedeki gemi baş figürleri üzerinde restorasyon çalışması yapan, altın varak ustası Hasan Özyıldırım ise Ertuğrul Yatı'nın gemi baş figürü üzerinde çalıştığını, kuş figürünün olmayan kanatlarını ve baş kısmını ahşaptan tamamladığını belirtti.

 

Özyıldırım, baş figürü üzerinde, daha sonra mazgala tekniğiyle 24 ayar altın varak çalışması yapacağını anlattı.

 

2006 yılından beri yaptığı restorasyon kapsamında, saltanat kayıkları, gemi baş figürleri, armalar üzerinde çalıştığını ifade eden Özyıldırım, “Çok güzel duygular, tarihle iç içeyiz, ama çok titiz davranmayı gerektiriyor. Kendimize ait eserleri restore etmek daha bir heyecan verici oluyor” dedi.

Hürriyet, 28.04.2010



ALAY HAN'DA RESTORE SÜRÜYOR

 

  

 

Aksaray'da İpek Yolu üzerinde bulunan en büyük tarihi hanlardan biri olan Alay Han'da, Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılan restore çalışmaları devam ediliyor.

 

Çalışmalarda hanın hemen önünden geçen yolun altında yapılan kazılarda tarihi hanın kalıntıları çıktı.

 

İpek Yolu üzerindeki Tepesidelik Han'da restore çalışmalarını tamamlayan Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, yıllarca bakımsızlık yüzünden yıkılmaya yüz tutan Alay Han'ı restore ediyor.

 

Restore çalışmaları kapsamında eski Nevşehir yolunun altında kazı çalışması yapan uzmanlar, hanın kalıntılarına ulaştı. Kazı yapılan her yerde Alay Han'a ait temeller ortaya çıkarken, hanın restore edilerek tekrar turizme kazandırılacağı öğrenildi. Duvarları yenilenen ve içinde çalışmaların devam ettiği Alay Han tamamlandığında geniş bir alanda kurulan yerleşimi ile Sultan Han'dan sonra Aksaray'ın en büyük hanı olacak.

 

Restore çalışmalarını inceleyen Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü görevlileri, “Yolu kazıp altındaki temelleri ve kalıntıları gördüğümüzde yapılanın ne kadar tahrip edici olduğunu, bir tarihi değerin nasıl yeraltına hapsedildiğini gördük. Şimdi temeller ortaya çıkıyor. Restore çalışmaları tamamlandığında tarihi Alay Han ilk yapıldığı şekline dönüşecek. Özellikle Kapadokya'ya geziye giden binlerce turistin yoldan geçerken bu tarihi yapıyı görerek gezmek isteyeceklerini biliyoruz. Alay Han ilerleyen dönemde her yıl 400-500 bin yabancı turistin gezdiği bir han olacak” dedi.

Aksaray Kent Haber, 27.04.2010

TARİHİ AYAZMANIN ÇEVRESİNE DÖNERLİ KAVŞAK

 

 

Tarihi Selçuklu yapısı olan Çevre yolu belediye mezarlığında karşısındaki Ayazma'nın üstüne ve yanlarına dönerli kavşak yapılacak. Müze ve Belediye çalışmaları başlattı.

 

Kent girişinde bulunan Belediye Mezarlığı karşısındaki, Kızlarpınarı Han ve Çeşmesi isimli yapı, Antalya Koruma Kurulu tarafından tescil edilmiş bir anıt yapı olmasına rağmen, yeni yapılmakta olan Alanya çevre yolu çalışmaları sırasında görünmeyecek kadar çevresi dolduruldu. Bu nedenle yapının iç kısmında aşırı oranda nem oluştu. Ayrıca yoğun bitki örtüsü, üç yol arasında kalan yapının çevresini tamamen kaplamış, duvarlarda ve yapının üst kısmında bitkiler büyümüş durumda olduğu gözlerden kaçmadı. Alanya Müze Müdürü Seher Türkmen ve Alanya Belediyesi Fen İşleri Ekipleri, tarihi Selçuklu yapısı olan, taşları kızlar tarafından taşınarak yapılan tarihi Ayazma'nın çevresine kavşak yapılacağını belirtti.

Alanya ile ilgili yayınlarda bu yapı hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Havuz ve tonozlu yapının mimari tekniği ve malzemesi açısından incelenmesi ile, Alanya`da bulunan ve çoğu ayakta olan Selçuklu yapıları ile çok benzeştiği görülür. Bu nedenle yapının Selçuklu Dönemi`ne ait olduğu anlaşılmaktadır. Eski Antalya-Alanya Karayolu'nun Kızlarpınarı ile Hatipoğlu Mezarlığı arasından geçmesi nedeni ile, bu yapının bir han gibi kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu tür küçük han yapılarının Alanya çevresinde çok sayıda olduğu ve yakın yıllara kadar kullanıldığı birçok han örneğinden anlaşılmaktadır. Alanya, Yayla Yolu'ndaki Bektaş Çeşmesi ve Dim Çayı'nın denize birleştiği yerde bulunan han buna örnektir. Bu yapının han olmak dışında bir ayazma niteliği taşıdığı görülmektedir. Yapı, yer altı kaynakları ile beslenen havuzu ve sarnıcı ile tipik bir ayazmadır. Ayrıca yörede, genç kızların kısmet için buraya bez adak bağladıkları yönünde bir söylence bulunmaktadır. Kızlar pınarı isminin bu nedenle verildiği söylenmektedir. Diğer bir söylence ise, bu yapının taşlarının genç kızlar tarafından taşındığı şeklindedir. Bugün Alanya`da bir caddeye ve bir mahalleye Kızlarpınarı ismi verilmiştir.

Haber Alanya, Haber: Mehmet Al, 27.04.2010

BALAT'TA KÜLTÜREL GERİ DÖNÜŞÜM





Elimizdekini değerlendirememe ve de var olanı yok etme başarısı, sanırım bizlere özgü. AKM hangar durumunda beklemekte, Emek Sineması'nın kepenkleri indirilmiş, ölüm fermanı verilmiş ve şimdilik magazin basınının malzemesi. Protestolar, borazan sesleri birbirine karışmakta... Çabuk unutan bir toplum olmamızın getirdiği bir avantaj sayesinde gündemin akışına kapılıp gidiyoruz. Fener, Balat beldesini yeniden keşfe çıkmaya karar verdim geçen günlerde. Medeniyetlerin buluştuğu dar sokaklarda ahşap, taş binalar tek tek geçmişe ışık tutuyor. Ama terk edilmişler. Kimleri doğudan göçün kalesi olmuş. Dünyanın gözbebeği olan Fener Patrikhanesi'nin çevresindeki bakımsızlık utanç verici. Doğu Roma'dan söz ediyorum. Batı'ya, Roma'da Vatikan çevresine bir baktığımızda durum tam tersi. İbadethaneye gösterilmesi gereken özen her şekilde yansıyor. Değer ve değerlendirmek ya da bizdeki gibi yok saymak arasında gidip gelen bir yaklaşım.

Ayvansaray Caddesi No: 33 Balat. Gelecek senelerde kültür sanat dünyasının ajandasına kazıyacağı bir adres olacak. Bu adreste, sanat madenin yerleşkesi Riva Vakfı bulunuyor. Misyonu ise "Eğitim, kültür ve sanat/tasarım alanlarına nitelikli bir soluk getirmek amacıyla kurulur. Bu dört önemli alanı tek bir çatı altında toplarken yaratıcılık ve eleştirel düşünce yardımıyla toplumsal dönüşüme kalıcı bir katkıda bulunmaktır. Sürekli ve hızla değişen bir dünyada, ileri teknolojiyle teorik bilgi ve uygulamaları harmanlayan uluslararası düzeyde bir sanat/tasarım eğitimi anlayışı geliştirmek ve bu anlayışa paralel nitelikte çağdaş sanat/tasarım etkinlikleri düzenlemek, vakfın faaliyet gösterdiği bölgenin dokusuna yayılan bir eğitim kampüsü kurarak bu bölgelerin gelişimine katkıda bulunmak kurumun temel hedefleri arasında."

Balat'ın virane yapılarına can veren ve de bu dönüşümü eğitim, kültür ve sanat alanında değerlendiren bir sanatçı Sedat Yazıcı. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Grafik Tasarım Bölümü'nden mezun Sedat Yazıcı, bugüne kadar grafik tasarım ve açıkhava reklamcılığı başta olmak üzere çeşitli firmalar için kutu üretiminden, ambalaj ve promosyon ürünleri üreten fabrika yönetimine kadar pek çok alanda çalışmış bir tasarımcı ve işadamı. Anfo Reklam Ambalaj Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı, Eda Grafik Yönetim Kurulu Başkanı ve Aida Değerli Doğal Süs Taşları firmasının da ortağı olan Sedat Yazıcı, 2007'de kurduğu Riva Eğitim, Kültür ve Sanat Vakfı Mütevelli Heyeti Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı sürdürüyor.

Riva Vakfı, bu bağlamda bütüncül, disiplinler arası bir anlayışı desteklemekte; temel sanat ve tasarım programlarının edebiyat, felsefe ve sosyal bilimler gibi alanlarla beslendiği ve tüm programların birbirleriyle iletişim ağı içinde olduğu bir eğitim yapısını öngörmektedir. Eğitim, temel olarak, bilgi, kültürel birikim ve yaratıcılığın kazanılma sürecidir. Öğrencilerin kendi vizyonlarını geliştirerek kişisel tasarım kimliklerini oluşturma süreci de eğitim felsefelerinin önemli bir parçasıdır. Vakıf, teknolojiyi eskiz ve yorumlama evrelerini yok etmeden ‘araç' olarak eğitim sürecine adapte etmeyi, sınırların zorlanacağı, deneysel ve dinamik bir eğitim ortamı yaratmayı hedefliyor. Balat Opal Çağdaş Sanat Mekanı ise 1000 m2'lik sergileme alanına sahip olarak, yerel ve uluslararası birçok etkinliğe ev sahipliği yapacak nitelikte, çok amaçlı bir mekan olmanın yanında, bir restorasyon projesi olarak da öncülük etmektedir.

Sedat Yazıcı gibi değerli sanatçılara, kültür yatırımcılarına gereksinimimiz var. Riva Vakfı'nın yeni atılımlarını heyecanla bekliyorum. Balat'a yolunuz düşerse, 33 numara şimdiden ziyaret etmeniz gereken mekanlardan biri olsun...

Referans, Haber: Emre Erdem, 27.04.2010

TÜRKİYE VE İTALYA, MİMARİ MİRASA YAKLAŞIMLARINI PAYLAŞIYOR

 

Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Gül Köksal, ''Türkiye ve İtalya'da kültürel mirası koruma konusunda yapılan bilimsel ve uygulamaya yönelik çalışmaları, düzenlenen sempozyumda karşılaştırıp, tartışma imkanı bulacağız'' dedi.

 

Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) ile İtalya'nın önde gelen üniversitelerinden Politecnico di Milano işbirliğinde düzenlenen ve bir gün sürecek olan ''Karşılaşmalar: Türkiye ve İtalya'dan Örneklerle Mimari Mirasa Yaklaşımlar Sempozyumu", Kocaeli'nin Gölcük İlçesinde restorasyonu bu yıl tamamlanan 16. yüzyıldan kalma Şirinköy Kazıklı Kervansaray'da başladı. Uluslararası sempozyuma 4'ü İtalyan 11 akademisyen katıldı.





Yrd. Doç.Dr. Gül Köksal, KOÜ Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Ana Bilim Dalı ile Politecnico di Milano BEST (Bina, Çevre, Bilim ve Teknoloji) arasında mimari koruma alanında başlayan akademik birlikteliğin, iki ülkedeki mimari mirasa ilişkin yaklaşımları paylaşıma açma düşüncesini gündeme getirdiğini söyledi.

''Türkiye ve İtalya'da kültürel mirası koruma konusunda yapılan bilimsel ve uygulamaya yönelik çalışmaları, düzenlenen sempozyumla karşılaştırıp, tartışma imkanı bulacağız'' diyen Köksal, sempozyumda Kazıklı Kervansarayı restorasyon projesi başta olmak üzere, ''İtalya'da planlı koruma: Dağılmış tarihi mirasın tanınması ve teşhisi'', ''Sürdürülebilir yenileme için bütüncül yaklaşımda strateji ve metotlar: Avrupa'dan örnekler'', ''Koruma uygulamaları için kalifiye elemanların yetiştirilmesi'', ''Yeniden kullanım ve İtalya'dan örnekler'' ve '' Onarım, güçlendirme metotları'' gibi konuların işleneceğini kaydetti.





Sempozyumun yapıldığı mekanın da konuya uygun olarak belirlendiğine işaret eden Köksal, şu bilgileri verdi:

''16. yüzyıldan kalma kervansarayın kalıntısı 2008'de başlayan projeyle duvarları korunarak iyileştirildi ve günümüze aktarıldı. Oturum alanı bin 500 metrekare olan yapının özgün formuna sadık kalınarak çelik konstrüksiyon ve ahşaptan yeni bir yapı inşa edildi. Sefere giden askerlerin konakladığı kervansaray, 343 kişilik konferans salonu, fuaye ve idari birimlerin bulunduğu bir kültür merkezi haline dönüştürüldü.''

Köksal, restorasyonu bu yılın başında tamamlanan kervansarayın resmi açılışının gelecek ay yapılmasının planlandığını sözlerine ekledi.

Yapı, Fotoğraflar: Tahir Turan Eroğlu, 27.04.2010

ALT YAPI ÇALIŞMALARINDA BULUNAN 2 BİN 500 YILLIK KABA PAHA BİÇİLEMİYOR

 

Sinop'ta alt yapı çalışmaları sonucu bulunan 2 bin 500 yıllık üç kulplu bronz antik Grek kabına paha biçilemiyor.

Korucuk Köyü yakınlarındaki alt yapı çalışmaları sırasında içinde yanmış insan kemikleriyle birlikte bulunan ve Sinop Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen bronz kap ziyaretçi akınına uğruyor. Eserin içinden çıkan yanmış insan kemiklerinin, eserin yakma-gömü kabı olarak kullanıldığının anlaşıldığını belirten Sinop Arkeoloji Müzesi arkeoloğu Fuat Dereli, benzer örneklerinin Güney İtalya'da da bulunduğunu söyledi. Dereli, "Kabın üzerinde aslan, koç ve Greek mitolojisinde saçları yılanlardan oluşan kadın (gorgo) figürleri yar alıyor" dedi. MÖ 5. yüzyıla ait olduğu belirtilen esere paha biçilemediği öğrenildi.

Medya 73, 27.04.2010

8 ASIRLIK CAMİNİN TAVANINI ÇALDILAR

 

 

İzmir'in Tire İlçesi Hisarlık Köyü'ndeki 800 yıllık camiden tarihi eser çalındı. Hisarlık Köyü'nde yaklaşık 10 yıldır ibadete kapalı olan tarihi caminin 1 metrelik tavan motifi çalındı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan, tarihi Anadolu Selçuklu dönemine dayanan 800 yıllık camiden öğle saatlerinde büyük bir gürültü geldiğini söyleyen köy sakinleri, bir müddet sonra bir kişinin sırtında bir eşya ile beyaz bir arabaya binerek hızla uzaklaştığını söylediler.

Köylülerin ihbarı üzerine olay yerine gelen Jandarma Olay Yeri İnceleme ekipleri soruşturma başlattı.

Yeni Şafak, 27.04.2010

ARTIK ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ'NİN YAPILMASI İÇİN BİR ENGEL KALMADI

 

AKM’nin (Atatürk Kültür Merkezi) onarılmasına, kullanıma açılmasına yasal engeller vardı, eski projede birtakım değişiklikler yapılması gerekiyordu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı projede istenilen değişiklikleri yaptı, böylece onarımına başlanabilir artık. İnşaata başlamak için Bakanlık dışında başka kuruluşların bunu onaylaması, yapılsın emrini vermesi gerekiyor.


Kısaca anlayacağınız, artık yeni proje İstanbul Kültür Başkenti 2010 Ajansı’nın önünde onay bekliyor.


Ajans, bu projenin hayata geçirilmesine karar verdiği anda bunun için lazım olan, benim bildiğime göre kasada duran parayı verecek.


Bence, bunca emekten, tartışmadan sonra Ajans, AKM’yi 2010 yılının sonuna kadar yoğun bir çalışma ile kullanıma açmalı. Böylece bu yıl sanatçılarımız artık bu binada temsiller verebilir, seyirciler gelir. Biz de bu yıl somut bir başarıyı alkışlarız.


Bütün projelerden önce AKM projesi bitirilmeli.


* * *


Ajans gündeminde bir başka tartışmaya değinelim.


Tartışmalarda iki görüş gündeme geliyor.


Birincisi, özel sanat kurumlarına, özel müzelere destek verilmesin.
Çünkü arkalarında büyük holdingler var.


Toplantılarda adı geçenler genellikle aşağıdaki sanat kurumları:
İKSV (İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı), Sabancı Müzesi, Pera Müzesi, İstanbul Modern, Borusan, Aksanat.


Sanırım bu listede yer alan, birçok uluslararası festivali gerçekleştiren İKSV’yi ayrı bir statüde görmeli.


İkincisi ise, bu kurumların, müzelerin arkasında holdingler var elbette. Ama bunlar uluslararası başarılarını da, uluslararası ilişkilerdeki becerilerini de ispatlamışlar ve şehir ve ülke tanıtımında rol oynuyorlar.


Eğer bir proje gerçekleştirilecekse, bu kurumların başarıları, proje konusundaki becerileri göz önüne alınmalı. Ajans bunlara mali katkıda bulunmalı, yapacakları işleri çok daha yukarılara çıkarmaları için destekte bulunulmalı.


Ben ikinci görüşü savunuyorum.


Yukarıda adını saydığımız kurumların işleri ortada, mali destek ile İstanbul 2010 için çok daha iyi işler yapacaklarından kuşkum yok.


Deneyimli gruplara yatırım yapmalıyız. Yoksa bu konuda deneyimi olmayan, 2010 yılında ortaya çıkan kuruluşlara verilecek para ziyan olup gider.


Çünkü böyle yıllarda, birtakım kişiler Ajans’ın bütçesinden pay almak için dernekler kurar, projeler üretir. Bence en büyük tehlike budur. 2010 bütçesinin boşa harcanması, sonuç alınamaması, ileride bu tarihi büyük bir fiyasko olarak hatırlamamıza sebep olur.


* * *


Ajans’ın hemen yapması gereken ilk iş, AKM’nin projesini uygulamaya koyup binanın onarımını bitirmektir.


Deneyimsiz, bu yıl sayesinde ortaya çıkan kurumlar yerine, deneyimli, bilgili, donanımları ispatlanmış kurumlara yardım yapmalılar.


Zaten şimdiye kadar onlar harcadıkları parayla bunu hak etmiş oluyorlar.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 27.04.2010



******


KÜLTÜR'ÜN KÜLTÜR'E İHANETİ...

 

Başlıktaki iki Kültür de, büyük harfle başlıyor.. Çünkü ikisi de özel isim.. Birinci Kültür, 2010 İstanbul Kültür Ajansı.. İkinci Kültür, Atatürk Kültür Merkezi..


Şimdi, sizlere Kültür'ün, Kültür'e ihanetini anlatabilirim.


Aslında hikaye eski.. Atilla Koç'un, hani "Uyuyan Bakan" diye isimler takıp sözüm ona dalga geçtiğimiz Kültür Bakanı'nın zamanında başladı. Bana sorarsanız gelmiş geçmiş en iyi Kültür Bakanlarından biriydi Koç..


Pek çok iyi işler yapmıştı. En büyüğünü yapmaya hazırlanıyordu.. İstanbul'a yaraşır, kente simge olacak, Sydney Operası gibi dünyanın gelip göreceği bir mimari anıtı, Paris'teki Pompidou Merkezi gibi, 24 saat yaşayan bir Kültür Merkezi, Opera, Konser, Tiyatro Salonları, kafeleri, restoranları ile yaşayan bir Atatürk Kültür Merkezi..


Koç'un projesine göre, zaten hurdası çıkmış, gerek dış, gerek iç mimarisi ile on para etmez ve işlevsiz mevcut bina yıkılacak, oto park yerin altına alınarak, mevcut oto parktan kazanılacak geniş arazi de binanın arsasına eklenecek ve uluslararası bir yarışma ile, Taksim Meydanı'na bakan, ama Marmara'dan İstanbul'a yaklaşan gemilerden de görülecek bir muhteşem görünümlü, çağdaş yapı ortaya çıkacaktı..


İstemezükçüler hemen ortaya atıldılar.. Alçakça iddialar otaya atıldı. "Asıl amaç, Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkıp, yerine cami yapmak" diyenler dahi çıktı. Proje de gitti Atilla Koç da..
Binanın temelden yıkılmasından vazgeçilmek zorunda kalındı. Eldeki hurdayı adam etmek üzere yeni bir proje yapıldı. Ana fikir gene ayniydi. Sadece temsil saatlerinde değil, gün boyu yaşayan bir kültür merkezi.. İnsanların günün her saatinde girip çıkabilecekleri, kafe ve restoranları olan bir AKM..


İstemezükçüler ona da karşı çıktılar.. Dava açıldı ve karar..


Yürütmeyi durdurma..


2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'a yetişecek proje kenara atıldı. Avrupa Kültür Merkezi, Opera ve Bale oynayacağı salonsuz kaldı. Çünkü mevcut sahnelere oyun koydun mu orkestraya, orkestra koydun mu oyunculara yer kalmıyordu..


Bu rezillik hala sürüyor.. "Kimsenin işine yaramasın"a itiraz eden yok. Salonsuz İstanbul'da en büyük salon mahkeme kararı ile kapalı.. Gık diyen yok..


"Yahu Kültür Bakanı ne yapar?." diye soruyorum kendi kendime..


Şu yenileme projesini yapanlarla, İstemezükçüleri bir araya getirse, bir masa etrafında toplasa.. Hatta biz bu işe meraklı bir kaç gazeteci de, Tufan Türenç, Doğan Hızlan, Güneri Civaoğlu, Evin İlyasoğlu, Zeynep Oral falan, gözlemci olarak o toplantıya katılsak.. Herkes eteğindeki taşı dökse de neyin ne olduğu ortaya çıksa.. Bir orta yol bulunsa.. AKM kapılarını hiç değilse 2010-2011 sezonu için eylülde, hiç değilse 2010 bitmeden açsa..


..Ve de işte bu sırada dehşet içinde öğrendim..


Kültür Bakanlığı, "Lanet olsun" demiş.. Davalık projeden de vazgeçmiş. "AKM açılsın da nasıl açılırsa açılsın" demiş. Mevcut yapıya çivi eklemeden, tuğla çıkarmadan, sadece koltukları ve teknik imkanlarını yenileme üzerine bir yeni proje hazırlamış. Yani artık itiraz edilecek hiçbir şey yok.


Göndermiş 2010 Kültür Ajansı'na.. Niye?.. AKM'nin yenilenmesi için ayrılan 75 milyon dolarlık ödenek, itirazlar, davalar, yürütmeyi durdurmalar üzerine, 2010 Kültür Ajansı'na devredilmiş.. "Anlaşma olursa, siz bitirin" diye..


Kültür Bakanlığı itiraz edilen her şeyi çıkarıp, sadece mevcudu yenileyen projeyi tam 2 ay evvel 2010 Kültür Ajansı'na gönderdiği halde, ajanstan bugüne dek çıt çıkmamış. Başvuru sümen altında..


Yok muamelesi görüyor..


Bu ajansla ve 2010 için kendilerine verilen bütçeyi nasıl har vurup harman savurduklarıyla ilgili öyle şeyler duydum ki, yazsam, Deniz Feneri'ni aşar. Dedi koduyla işim yok.. Ama AKM ile var..


Ortada kıyametler koparken, hem de Kültür Bakanlığı'ndan gelen projeyi 2 aydır süründürmenin anlamı ne, Kültür Ajansı..


Yoksa o 75 milyonu da yediniz mi?.


AKM, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'a, 2010 Ajansı, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı'ya bağlı.. (Neden acaba, o ayrı da), Ayni hükümetin iki bakanı bir araya gelip, AKM'nin niye hala mühürlü durduğunu konuşamıyorlar mı?.


Yoksa mesela Milli Eğitim, mesela İçişleri Bakanlarımız gibi "Başbakan emrederse" diye mi bekliyorlar?..

Sabah, Yazı: Hıncal Uluç, 27.04.2010

KADİFEKALE'DE YENİ SURLAR ORTAYA ÇIKTI

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Kadifekale sur duvarları restorasyon çalışmalarına destek kapsamında yürütülen kazılarda, 30 metrelik sur duvarları ortaya çıkarıldı. Surların içinde ve dışında 5'er metrelik alanlarda yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan surların, Kadifekale ile Kemeraltı arasında uzanan yeni Smyrna'nın ilk kuruluş aşamasında yapılmış surlar olduğu belirlendi. Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Hem Hellenistik hem de Roma Dönemi'ne ait sur parçasını ele geçirmiş olduk. Şimdi ortaya çıkardıklarımız nasıl değerlendirilebilir onu göreceğiz. Bu surları ortaya çıkarmak önemliydi" dedi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Agora ve çevresini "Arkeoloji ve Tarih Parkı" olarak düzenlemeye hazırlanırken, bölgedeki çalışmalardan elde edilen arkeolojik bulgular da, İzmir için giderek daha büyük bir önem taşımaya başladı.


Büyükşehir tarafından kamulaştırması yapılarak yıkımları devam eden alanda, son olarak Roma dönemine ait olan Kent Meclisi ortaya çıkarılıyor. Çalışmalarla ilgili bilgi veren Akın Ersoy, son yıkımlarla birlikte Agora'nın 3 katı büyüklüğünde bir alana kavuştuklarını ve kazı alanını da yıkımlar doğrultusunda genişlettiklerini söyledi. Roma dönemine ait önemli buluntular elde ettiklerini vurgulayan Ersoy, "Son kazılarla birlikte Kent Meclisi'ne ilişkin bir model yapma olanağımız oluştu. Yerinde korunmuş olan bir basamak ortaya çıkardık. Ve bu basamak podyum üzerinde olduğu için Kent Meclisi'nin orkestrasının 'opus sectile' şeklinde mermer döşeme yapıldığını tespit ettik. Bunlar bizim için büyük şans oldu" diye konuştu.

Yeni Asır, 27.04.2010

SÜLEYMANPAŞA HAMAMI VAKTİNDEN ÖNCE BİTECEK

 

Kocaeli'nde Akçakoca Mahallesi'nde bulunan tarihi Süleymanpaşa Hamamı'nda restorasyon çalışmaları sürüyor. 27 Mayıs 2011 tarihinde bitirilmesi gereken çalışmaların öngörülen süreden daha önce tamamlanması bekleniyor. Süleymanpaşa Hamamı'nın restore edilmesi için Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan ihaleyi Ahmet Arıcı’ya ait Arıcı İnşaat firması almıştı. 665 bin 223 lira keşif bedelli ihale şartnamesinde tarihi hamamın 27 Mayıs 2011 tarihinde tamamlanarak teslim edilmesi öngörülüyordu. Çalışmaların uygun hava koşullarında ve çok hızlı gittiğini belirten firma yetkilileri, hamamın öngörülen süreden daha önce teslim edilebileceğini söylediler. Restorasyonda ekipler hafta sonları da çalışıyor.

Özgür Kocaeli, 27.04.2010

NUH'UN GEMİSİ SANSASYONU





Geçtiğimiz Ekim ayında Ağrı Dağı'na tırmanan 6 Hong Kong'lu, 8 Türk ve bir kameramandan oluşan ekip, 4 bin metre yükseklikte, 4800 yıllık Nuh'un gemisinin tahta kalıntılarına rastladıklarını söyledi.

 

Hong Konglu ve Türk bilimadamlarından oluşan 15 kişilik bir grup, Ağrı Dağı’nda 4 bin metre yükseklikte, 12 metre boyunda, 5 metre yüksekliğinde bir ahşap yapı bulduklarını, hatta içine girip araştırma yaptıklarını da açıkladı. Grup, ahşap yapıdan alınan ahşap parçalarının karbon testi yardımıyla 4 bin 800 yıllık olduğu, bunun da kutsal kitaplarda anlatılan Nuh Tufanı’nın tarihiyle uyuştuğunu savundu. South China Morning Post gazetesine göre Hong Konglu Evangelical Media, Noah’s Ark Ministry International ve Türk bilimadamlarından oluşan grup, Pazar günü Hong Kong’da yaptıkları basın toplantısında büyük iddiayı açıkladı. Grup, Nuh’un Gemisi’ne ait olduğunu öne sürdükleri parçaları, gemide hayvanların bir arada tutmak için kullanılan ipleri ve çivi benzeri birçok parçayı da gazetecilere gösterdi.

 

Hong Konglu grup, aşırı muhafazakar evanjelist Hristiyan kuruluşları olan ’Media Evangelism’ ve Uluslararası Nuh’un Gemisi Birliği, NAMI’den oluşuyor. Türk hükümetinin destek verdiği ilk Nuh’un Gemisi araştırma grubu olduklarını söyleyen grubun lideri Man Fai Yuen, basın toplantısında şöyle konuştu: “Bizim girdiğimiz bölüm, tarihte anlatılan gemiye çok benziyor. Biz, bu ahşap yapının içini bulan ve görüntüleyen ilk ekip olduk. 38 milimetre uzunluğundaki bir tahta parçasına, İran’da karbon testi yaptırdık. 4 bin 800 yıl öncesine ait bir servi ağacına ait olduğu ortaya çıktı.” Tevrat’a göre Nuh’un Gemisi, gofer ağacından yapılmıştı. Yuen, bu iki ağaç arasındaki benzerliklerin test edildiğini de söyledi.

 

Araştırmaya katılan ve daha önce birçok kez Ağrı Dağı’nda araştırmalar yapan Hollandalı Gerrit Aalten gemiyle ilgili verileri değerlendirirken, “Elimizde efsanevi Nuh’un Gemisi’ni bulduğumuza dair güçlü kanıtlar var” diye konuştu. İstanbul Üniversitesi’nden arkeolog Prof. Oktay Belli de, bu ahşap yapının bir insan yerleşim biriminden kalmasının mümkün olmadığını, 3 bin 500 metreden daha yüksek bir yerde, bugüne kadar hiç insan yerleşimi bulunmadığını söyledi. Grubun bir diğer üyesi Sütçü İmam Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nden Dr. Ahmet Özbek de buzulların ve volkanik maddelerin düşük ısıda bu bölgenin bozulmadan kalmasına yardım etmiş olabileceğini söyledi.

Hürriyet, 27.04.2010



******


NUH'UN GEMİSİ SKANDALI





Hong Kong’da yaptıkları basın açıklaması ile ‘Nuh’un Gemisi’ni bulduklarını iddia eden Hong Konglu ve Türklerden oluşan araştırma ekibinin geçmişte de aynı iddiayı dile getirdikleri bildirildi.

Ekip, önceki gün Hong Kong’da yaptıkları basın açıklamasında, Ağrı Dağı’nda 4 bin metre yükseklikte, 12 metre boyunda, 5 metre yükseklikte bir yapı bulduklarını, hatta yapının içerisine girip araştırma yaptıklarını açıklamış, bu yapının Nuh’un Gemisi olduğunu öne sürmüşlerdi.
Grup, ayrıca, yaptırdıkları karbon testleri ışığında, aldıkları parçaların 4800 yıllık geçmişe sahip olduğunu, bu tarihin kutsal kitaplarda Nuh Tufanı’nın oluştuğu tarif edilen dönemle uyuştuğunu  iddia etmişti.

 

Protestan Evanjelist kiliseye bağlı Hong Kong merkezli Nuh’un Gemisi Gönüllüleri (Noah’s Ark Ministries International), 2007’de de Ağrı Dağı’nın doğal bitki örtüsü görülmeyen bir yüksekliğinde keşfettikleri bir mağarada taşlaşmış ağaç duvarlara rastladıklarını ve bu bulguların Nuh’un Gemisi ile ilgili ortaya çıkan ilk maddi bulgular olduğunu iddia etmişti. Araştırma ekibinin 2007 yılında yaptığı basın açıklamasında da Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nden jeolog Dr. Ahmet Özbek ve İstanbul Üniversitesi’nden arkeolog Profesör Ahmet Belli’nin görüşlerine yer vermişlerdi. 

  
-  Tarihsel kaynaklara göre, Nuh’un Gemisi’ni bulmaya yönelik ilk girişim Bizans İmparatoru Heraklius’un 7. yüzyılda Ağrı Dağı’nın da içinde bulunduğu Urartu bölgesine yaptığı ziyaretti.
-  Ünlü gezgin Marco Polo, 12. yüzyılda Ağrı Dağı’ndan bahsetti.  
-  1829 yılında, bölgeyi Dr. Fredrich Parrot ziyaret etti.
-  1876 yılında Ağrı Dağı’na tırmanan İngliz kaşif James Bryce, Nuh’un Gemisi’ne ait ahşap kalıntılar bulduğunu iddia etti.
-  Aya ilk kez ayak basan Amerikalı astronot James Irwin, Nuh’un Gemisi’ni bulmak için 1980’li yıllarda Ağrı Dağı bölgesine iki ziyarette bulundu.





Bir hafta önce emekliye ayrılan Ağrı Valisi Mehmet Çetin, grubun 2007 ve 2009 yıllarında yaptıkları çalışmaların izinsiz olduğunu ve kalıntı götürdüklerinden haberleri olmadığını söyledi. Çetin, Hong Konglu grubun, panel diye kendisine davet gönderdiğini, ancak yerine vali yardımcısını gönderdiğini de belirtti.


Çetin, Milliyet’e şunları söyledi: “2009’da bire bir hiç muhatap olamadık. Ne çıkarken, ne de çalışırken bizden izin aldılar. Yanlarında bir kalıntı götürdüklerine dair bizde bilgi yok. Böyle bir kalıntı bulunduğunu bilsem müdahale ederdim. 2007’de de gelmişler, bu kalıntıları o zaman aldıkları da söyleniyor.”





Nuh’un Gemisi’ni bulduğunu iddia eden ekip, 2007 ve 2008’de de aynı faaliyetleri sürdürmüş. 2008’de bir konferans yapmış.

Milliyet, 28.04.2010



******


O NUH'UN GEMİSİ İSE PARÇALAR NASIL KAÇIRILDI

 

Nuh’un Gemisi’nin bulunduğu iddiasıyla gündeme gelen Ağrı Dağı’nda 2007 ve 2009’da da kazı yapıldığı ortaya çıktı.
 

Eski Ağrı Valisi Mehmet Çetin, “Grubun kazılarda elde edilen parçaları yurtdışına nasıl çıkardıklarını; o parçaların o bölgeden çıkarılıp çıkarılmadığını bilmiyoruz” dedi.

 

Kızının sağlığı nedeniyle emekliye ayrılan Ağrı Valisi Mehmet Çetin, Hong Kong’da gemiye ait olduğunu iddia ettikleri parçaları gösteren grubun 2007’de Ağrı’ya geldiğini doğrulayarak, grubun Doğu Beyazıt’ta düzenlenen Nuh’un Gemisi Sempozyumu’na katıldığını söyledi. Çetin sözlerini şöyle sürdürdü:

“Söz konusu tarihte grup Ağrı Dağı’na çıktı ama kazılarda elde edilen parçaları yurtdışına nasıl çıkardıklarını bilmiyoruz. Gemi parçası olduğu belirtilen ahşap parçalarının o bölgeden çıkarılıp çıkarılmadığını bilmiyoruz. İnceledikleri bu parçaların o döneme ait olduğunu belirlemişler. Bize bu açıklamanın haricinde ciddi bir bulgu bildirilmedi. Bu grupla ortak hareket eden çoğu ABD’li ikinci grup da geçen Haziran, Ağrı Dağı’na geldi. Jandarma, grupla temas kurdu. İzinsiz olarak kazı yaptıklarını tespit ettik. Gerekli araştırmaları yaptıktan sonra bu grubun herhangi bir istihbarat faaliyetlerinin olmadığını belirledik. İnançları gereği gemiyi aradıkları için kazı yapmalarına izin verdik. Ancak sivil jandarma timlerimiz grubu sürekli takip etti.”

“Hıristiyan gruplar arasında bile Nuh’un Gemisi’nin nerede olduğu konusu yıllardır tartışılıyor. Japon gruplar geminin Ağrı Dağı’nda olduğunu ileri sürerken, ABD ve Çinliler bir başka bölgeyi işaret ediyor. Üç aya yakın çalıştılar. Grup bölgeden ayrılırken jandarma kazı alanından bir şey çıkarmamaları için her türlü tedbiri aldı. Bizim tespitlerimize göre Nuh’un Gemisi Ağrı Dağı’nın tam karşısında Cudi Dağı’nın bitimine yakın bir tepede yer alıyor. Gemiye benzer kalıntı, erozyonla ortaya çıktı. Biz Nuh’un Gemisi’nin orada olduğunu düşünüyorduk. Böyle bir kalıntının bulunması turizm potansiyelini artırır. Gerisi bilim adamlarının işi.”


Ağrı Belediye Başkanı Hasan Arslan ise, Hong Kong’daki açıklamayla dünyanın gözünü Ağrı’ya çevirdiğini ve bundan son derece mutlu olduklarını söyledi, ‘İnanç turizminde patlama bekliyoruz”  dedi.





Geminin Ağrı Dağı’nın 4 bin metrelik yüksekliğine oturmasının mümkün olmayacağını belirten arkeolog Prof.Dr. Orhan Bingöl, “O geminin, o yüksekliğe çıkması için dünyanın etrafının o yükseklikte suyla kaplı olması lazım. Hiç 4 bin metre yükseklikte suyla kaplı olduğu bir dönemle karşılaşmadık. Kısacası olacak şey değil” dedi.

 

Ağrı Dağı’nda Nuh’un Gemisi’ni bulduklarını öne sürerek Hong Kong’da basın açıklaması yapan Noah’s Ark Ministries International Limited, The Media Evangelism Limited’e bağlı çalışıyor. İnternet sitesinde örgütün varlık sebebi “İletişim teknolojisinin tüm imkanlarından faydalanarak bir Hıristiyan medya ağı kurmak” olarak gösteriliyor. Bu medya ağının amacı da İsa’nın öğretilerini yaymak. Türk ve Hong Kong’lu bilim insanlarından oluşan ekip, Ocak 2008’de Nuh’un Gemisi’ni bulduklarını açıklamış, bu iddialarını kanıtlayacak somut deliller olduğunu duyurmuşlardı. Ekipte Sütçü İmam Üniversitesi’nden Dr. Ahmet Özbek de vardı.

 

Türk ve Hong Kong’lu bilim insanlarından oluşan ekip gemiden aldıklarını öne sürdükleri bir metre uzunluğunda tahta parçası göstermişti.

Hürriyet, Haber: Soner Gürel, 28.04.2010



******


GEMİ DAĞA ÇIKAMAZ, SEL ORAYA YÜKSELMEZ





Ağrı’da Nuh’un Gemisi’nin bulunduğu iddiasına jeologlar karşı çıktı. Uzmanlar tarihi jeolojik kayıtlarda o bölgede hiçbir güçlü sel olgusuna da rastlanmadığını söylüyor.
 

Çinli ve Türkiyeli araştırmacılardan oluşan bir ekibin Ağrı Dağı’nın dört bin metre rakımlı bir bölgesinde Nuh’un Gemisi’nin kalıntılarını buldukları iddiası bilim çevrelerinde inandırıcı bulunmadı. Uzmanlara göre geminin dağlık bir alanda deniz seviyesinden o kadar yüksekte olması imkansız.

 

Taraf’ın görüşüne başvurduğu Jeoloji Mühendisleri Odası Eski Başkanı Behiç Çongar, “Böyle bir gemi varsa da dağa çıkması mümkün değil, olsa olsa Karadeniz sahillerinde karaya oturmuş olabilir” dedi. Anadolu’yu büyük sellerin kapladığına dair jeolojik bir veri olmadığını ifade eden Çongar, bu konuda Amerikalı jeologlar William Ryan ve Walter Pitman’ın araştırmalarının bilimsel açıdan daha ikna edici olduğunu söyledi.

 

MÖ 7000’lere kadar Akdeniz’in seviyesinin bugünküyle aynı olduğunu, ancak Karadeniz’in günümüzdekinden 130 metre daha aşağı seviyede olduğunu belirten Çongar, “Marmara Denizi bugünkü Yenikapı ile Haydarpaşa arasında olduğu tahmin edilen bir seddeyle ayrılıyor. 9000 yıl önce bir deprem bu seddeyi yıkıyor ve Marmara’nın suları Karadeniz’e doğru hızla akıyor. Bütün bu ovaları işgal ediyor, oradaki halk da göç ediyor. Bu göçün de iki yönde olduğu iddia ediliyor; bir kısmı güneye, Mezopotamya düzlüklerine gidiyor; bir kısmı da batıya giderek Tuna ve Sava nehirleri kıyısına, Saraybosna, Macaristan bölgelerine yerleşiyorlar” dedi.

 

Mezopotamya kökenli Gılgamış Destanı’nda Nuh’un Gemisi’nden söz edildiğini, aynı şekilde Saraybosna’nın Sava bölgesinde de benzer bir destan yazıldığını söyleyen Çongar, bunun da Amerikalı jeologların savını güçlendirdiğini ifade etti.

 

Kadir Has Üniversitesi Eski Rektörü Prof.Dr. Yücel Yılmaz ise, gemiye benzer yeryüzü şekillerinin Ağrı Dağı’nın çevresinde her zaman görüldüğünü söyledi. Prof.Dr. Yılmaz, “Bunlar gemi değil, çamur akıntılarıyla ortaya çıkan oluşumlar. Zaten denizin o yüzeye çıkmasına imkan yok. Yeryüzündeki bütün suları üst üste koysanız dört bin metre yükseklikte olmuyor. Bu daha çok dini kitaplarda görülüyor; Nuh Tufanı’nı Ağrı Dağı’na tünelle birleştiriyorlar” dedi.

 

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Orhan Bingöl ise, daha önce de bu bölgede aynı konuda çok sayıda araştırma yapıldığını, ancak arkeolojik hiçbir bulguya ulaşılamadığını söyledi. Bingöl sözlerini şöyle tamamladı: “Dünyanın bu yükseklikte bir suyla kaplanması çok mümkün görünmüyor. Geminin oraya çıkabilmesi için suyun dört bin metre yükselmesi gerek. Dünya bir çanak değil ki su bir anda dört bin metre yükselsin. Orada yükselirse dünyanın her yerinde aynı seviyeye çıkması gerekiyor. Bu da hem bilim, hem mantık açısından mümkün görünmüyor.”

Taraf, Haber: Alev Oymalı - Melis Gönenç, 28.04.2010



******


"OLYMPOS TANRILARI GERÇEKSE, NUH'UN GEMİSİ DE GERÇEKTİR"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda olduğu yolundaki efsaneleri desteklediğini söyledi.

 

Günay, Hong Kong’lu bilim adamlarının Ağır Dağı’na ilişkin iddialarıyla başlayan tartışmayı ise Hürriyet’e şöyle değerlendirdi: “Ben mitoloji ve efsaneleri destekliyorum. Nuh’un Gemisi’nin Ağrı’da olduğuna inanılıyorsa, 3 kutsal kitapta bu yazıyorsa, birileri gelip bununla ilgili araştırma yapıyorsa bunu desteklerim. Dünya bunu konuşursa, Türkiye’yi konuşur. Şimdi ‘Bu bilimsel değil’ tartışması yapıyorlar. Peki Tüm Yunan tanrılarının Olympos’ta olduğuna nasıl inanıyorlar? Bununla ilgili bir tartışma var mı? Bu mitolojidir. Bunun üzerine kitaplar yazılmış, filmler çekilmiş. Turizm hareketini düşünün. O ne kadar gerçekse, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda olması daha da gerçektir.” 

Nuh’un Gemisi’ni Ağrı Dağı’nda arama çalışmaları, 181 yıl öncesine dayanıyor. 1600’lü yıllarda bir keşişin gemiyi arayıp bir parçayı da yanına aldığı iddia edilse de, resmi kayıtlara göre Nuh’un Gemisi için Ağrı Dağı’nın zirvesine ulaşan ilk araştırmacı, 20 Ağustos 1829’da Alman Frederic Parrot oldu. Parrot, gemiyi bulamadığını ama izlerine rastladığını iddia etti. Ardından, 1916’da, Vladimir Roskovski adlı bir Rus pilot, Ağrı Dağı üzerinden  uçarken bir gemi kalıntısı gördüğünü iddia etti. İkinci Dünya Savaşı’nda Rus ve ABD’li pilotlar da Nuh’un Gemisi’ni gördüklerine dair raporlar verdi. Aya ilk ayak basan astronotlardan James Irwin ile arkadaşları da geminin izinden Ağrı Dağı’na çıkanlardandı.

Hürriyet, Haber: Nuray Varol, 29.04.2010


******


"NUH'UN GEMİSİ BULUNDU" İDDİASI TEZGAH!

Nuh'un Gemisi'ni bulduklarını söyleyen Çinli ekipte yer alan ancak sonra ayrılan ABD'li bilim adamı Randall Price yayınlanan fotoğrafların sahte olduğunu iddia etti.


World Net Daily ve Christian Science Monitor sitelerinde yazılı açıklaması yayınlanan Price şu ifadeleri kullandı: “Gösterilen tahtalar Karadeniz’deki eski bir yapıdan kamyonlara yüklenerek Ağrı Dağı’na tırmanmak isteyenlere rehberlik eden Paraşüt adlı Doğubeyazıtlı şirket tarafından dağa çıkarıldı.

Hatta tahtaları taşıyan kamyonun hangisi olduğu bile biliniyor. Fotoğrafların çoğu Ağrı Dağı’nda değil Karadeniz’deki o yapıda çekildi. Fotoğraflarda örümcek ağlarını görebilirsiniz. Bahsedilen yükseklikte örümceğin yaşaması mümkün değildir. Ben bu fotoğrafları 2008’in yaz aylarında gördüm. 2009’un yazında Çinli ekibi Paraşütçüler bölgeye götürdüler. Hilenin farkındaydım ama Çinliler kendilerine gösterilen bu yapıya inandılar. Zaten içlerinde donanımlı bir arkeolog ya da jeolog yoktu. Tahtaları İran’da adı test ettirdiklerini söylüyorlar. Gerçekten bunların doğru olduğuna inanıyorlarsa kalıntıları bağımsız bilim adamlarının incelemesine açsınlar. Geminin bulunduğu açıklaması Türk rehberlerin Çinlilerden para sızdırmak için kurdukları tezgahtır.“

Radikal, 30.04.2010


******



ATLANTİS'TEN CANLI YAYIN AZZ SONRA...

Nuh'un gemisini buldular iyi mi...

12 metreymiş.


*
4'er metreden 2 fil koy...

*

Daraşlık bi gemiydi demek ki.

*

Soksan soksan dikine 2 tane zürafa sokarsın, yılanları zürafaların bacaklarına sar, hadi diyelim maymunlar da fillere bindi, iskelede bekleşen gergedanlar nereye sığacak? İster misin, Nuh'un gemisi diye Nuh'un sandalını bulmuş olalım...

*

Veya, Nuh'un gemiciğini.

*

Manşetler bunlarla dolu artık...
"65 senelik sır... Barış Manço
ile Cem Karaca kardeş miydi?"
"Süleyman Demirel'in kızı var."
"Cudi Dağı'nda petrol bulundu."
"Behlül cipini satıyor."
"İstanbul'da UFO görüldü."


* Sık sık ararlar bizi...
- Allloo! - Buyrun?
- UFO var, fotoğrafını çekin.
- Kimsiniz?
- Kazım, Bayrampaşa Taksi'den.

*

Sanırsın, uzay mekiği astronotudur Kazım, NASA'dan arıyor... Dünyanın en pahalı benzinini ödüyor haberi yok, UFO gelse, en önce onun haberi oluyor.

*

Şuna ayrıca bayıldım... "Anayasa oylamasına ucu ucuna yetişen Devlet Bakanı Egemen Bağış'ın attığı depar, dünya 100 metre rekorunu kıran Jamaikalı atlet Hüseyin Bolt'u bile kıskandıracak nitelikteydi."

*

Breh, breh, breh...

*

"Öyle gazetecilik yapılmaz" diye fırçalarken, bunu kastediyorlar aslında...
"Böyle gazetecilik" istiyorlar.

*

Bakın ne dedi mesela Siirt Pervari Belediye Başkanı... "Kendi aramızda anlaştık, kapattık gitti, size ne oluyor? Gazetecilik yapacaksanız, Pervari'nin balını haber yapın!"

*

Haklı adam.

*

"1200 çiçeğin nektarından oluşup, katkı maddesi içermeyen Pervari balı, her derde derman olup..."
Hürriyet, Yazı: Yılmaz Özdil, 29.04.2010

VAN GOGH'A 3 AYDA 500 BİN ZİYARETÇİ

 

Dünyaca ünlü ressam Vincent Van Gogh'un Londra'da üç ay süren sergisini yaklaşık 500 bin kişi ziyaret etti.

 

23 Ocak-18 Nisan günleri arasında açık kalan Royal Academy of Arts Müzesi'ndeki 'Gerçek Van Gogh: Sanatçı ve Mektupları' adlı sergide, Gogh'un resimleri, mektupları ve mektuplarındaki skeçleri yer aldı. Sergiye giriş paralı olmasına rağmen Gogh'un, kardeşi Theo başta olmak üzere, Paul Gaugin ve Emile Bernard gibi dönemin diğer ressamlarına yazdığı mektuplar büyük ilgi uyandırdı. Londra'daki bir önceki Van Gogh sergisi, 1968'de düzenlenmiş ve sergiyi 200 bine yakın kişi ziyaret etmişti.

Zaman, 27.04.2010

KÜÇÜKÇEKMECE'DE ARKEOLOJİ KONUŞULDU

 

14. Akdeniz Arkeolojisi Sempozyumu (SOMA), 24 Nisan Cumartesi günü, Küçükçekmece Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi.

 

Akdeniz kıyıları ile Ege, Marmara ve Karadeniz kıyılarında yapılan arkeolojik çalışmaların yayınlandığı uluslararası bir platform niteliğinde olan sempozyumun açılış konuşmasını Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay yaptı.

 

Başkan Aziz Yeniay, “Tarihin derinliklerinde saklı kalan değerlerin günışığına çıkarılması noktasında emek veren bilim insanlarına teşekkür ediyorum. Yakın tarihin en önemli bulgularından biri olan Bathonea’nın keşfedilmiş olması Küçükçekmece’yi daha anlamlı kılmaktadır. Bathonea ile birlikte dünyanın bu bölgeye bakışı, buranın da dünyaya bakışının daha farklı olacağı kanaatindeyim. Çünkü burada insanoğlunun ortak geçmişi yatıyor.” diye konuştu.

Ukrayna başkenti Kiev ve İstanbul’da, eşzamanlı olarak internet bağlantısı aracılığıyla gerçekleştirilen sempozyuma, arkeoloji, sanat tarihi, su altı ve mimarlık alanlarında araştırmalar yapan 80 bilim adamı katıldı . Sempozyumun Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleştirilen Türkiye ayağında ise yaklaşık 30 araştırmacı 29 bildiri yayınladı.

Internet Haber, 26.04.2010




 

Zeugma Mozaik Müzesi, Kongre ve Kültür Merkezi’nin iç ve dış tefrişat ihalesi yapıldı. Turizm Bakanı Ertuğrul Günay müzenin tamamlanması için 6 ay süre verdi. Müzenin 2010 sonuna yetiştirilmesi bekleniyor. Gaziantep müzenin bu yıl meyvesini yiyemeyecek.

 

Eski Tekel binası alanına yapılan ve Cumhuriyet tarihinin en büyük müzesi olan yeni Zeugma Müzesi’nin temeli 2008’in Mayıs ayında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katılımı ile atılmıştı. Yapımı tamamlanan Zeugma Müzesi Büyükşehir Belediyesi tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı 21 Nisan’da müzenin iç düzenlemesi için ihale yaptı. Bu yılın turizm sezonuna yetiştirilmesi planlanan müze için hesaplar tutmadı. Müzenin iç düzenlemesi için ihale yeni yapılırken düzenleme ve eserlerin eski müzeden taşınmasının 1 yıldan fazla süreceği ifade ediliyor. Müzenin bir an önce hizmete girmesini isteyen Kültür Ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise iç düzenlemeyi yapacak olan firmaya 6 ay süre verdi. Bakanlık iç düzenleme için 10 milyon TL kaynak ayırdı.

 

Yılda bir milyon turist hedefi olan Gaziantep’te müzenin bu turizm mevsimine yetişmemesi hayal kırıklığına neden oldu.

Gaziantep Haberler, 26.04.2010

SULUİN MAĞARASI'NDAKİ KALINTILAR GÖRÜNTÜLENİYOR

 

  

 

Akdeniz Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Gökoğlu ile yanındaki 3 kişi, Antalya'nın Finike İlçesi'ndeki Suluin Mağarası'na dalış yaparak seramik ve kemik kalıntılarının fotoğraf ve görüntülerini çekiyor.

 

Finike'de bulunan ve Asya Kıtası'nın en uzun sualtı mağarası olduğu belirtilen Suluin Mağarası'na dalış yapan 4 kişilik ekip, 45 metre derinliğe kadar inerek kalıntıları görüntülüyor.

Gökoğlu, mağaraya 6'ncı dalışları olduğunu belirterek, görüntüledikleri kalıntıların, arkeolojik, jeolojik ve antropolojik açıdan incelenmesi gerektiğini söyledi. Gökoğlu, daha önceki dalışların mağaranın keşfine yönelik olduğunu, ancak bu kez mağaradaki kalıntıları görüntülediklerini kaydetti.

Öğretim üyesi, "Hem arkeolojik, hem jeolojik, hem de antropolojik açıdan kalıntıları görüntüleyip Finike Kaymakamlığı'na ve Finike halkına sunmayı hedefliyoruz. Ayrıca bu görüntüler basınımıza da verilerek, Türkiye ile de paylaşılacak" dedi. Gökoğlu, 45 metreye dalış yaptıklarını ve yaklaşık 45 dakika çekim yaptıklarını söyledi.

1995 yılında Suluin Mağarası'na dalış yapan Amerikalı Jarrod Jablonski ve ekibinin 122 metre derinliğe ulaştığı mağaranın tam olarak sınırları ve derinliği bilinmiyor. Aynı yıl amatör bir grubun yaptığı dalışta 2 kişinin yaşamını yitirdiği mağara, gizemini korumaya devam ediyor.

Cnn Türk, 26.04.2010

NOEL BABA'NIN KEMİKLERİNİ 923 YIL SONRA İSTEDİ



 

Myra-Andriace Kazı Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığıyla 1087 yılında Antalya'nın Demre İlçesinden İtalya'nın Bari kentine kaçırılan Noel Baba'nın kemiklerinin Türkiye'ye iadesini istedi. Noel Baba'nın iadesi istenen kemiklerine değinmeyen Bari Belediyesi, 'kemikleri unutun' dercesine Demre ile kardeş şehir olma teklifi yaptı. Prof.Dr. Çevik ve Demre Belediyesi, teklife olumlu yaklaştı ancak kemiklerin iadesindeki ısrarını sürdürdü.

Bari Belediye Başkanı Michele Emiliano imzalı yazıda, Noel Baba'nın Demre'de yaşaması ve mezarının Bari'de bulunması nedeniyle iki kentin Aziz'e olan bağlılığının birleştiği vurgulandı. Demreli yöneticiler 8- 9 Mayıs'ta Noel Baba için yapılacak kutlamalara davet edildi, burada kardeş şehir olunabileceği bildirildi. Ancak kemiklerin iadesinden bahsedilmedi. Bunda en az 2 milyon Hıristiyan'ın her yıl Bari'ye gitmesinin ve kent ekonomisine katkı sağlamasının payı olduğu ifade ediliyor.

Noel Baba'nın mezarında huzur içinde yatması için kemiklerin iadesini istediğini ifade eden Prof.Dr. Çevik, "Kaçırılan tarihi eser değil, insan bedeni. Bu hırsızlıktan da öte. Ölüyü mezarından çıkarıp kemiklerini alıp gitmek en büyük insanlık suçudur. Mezarında huzur içinde uyuyamayan bu insana saygı duyulmasını ve kemiklerinin iade edilmesini istiyoruz. Çünkü kemiklerin sahibi biziz. Herkesin sahiplendiği Noel Baba bizim değerimiz" dedi.

Noel Baba'nın kemiklerinin bulunduğu kiliseyi çok sayıda insanın ziyaret ettiğini hatırlatan Prof.Dr. Çevik, "Kemiklerden ekonomik bir beklentimiz yok. Kemiklerin gelmesinin ilçe ekonomisine katkı sağlayacağı kaçınılmaz bir gerçek. İadenin olması halinde Demre'yi her yıl çok sayıda kişi ziyaret edecek. İlçe ekonomisine büyük katkı sağlayacak. Ama biz kemikler üzerinden para kazanmanın değil, değerimize sahip çıkmanın peşindeyiz" diye konuştu.

Kemiklerin Demre'ye getirilmesi için elinden geleni yapacağını bildiren Prof.Dr. Çevik, "Belki bunu başaramayacağız ve kemikleri getiremeyeceğiz. Ama Noel Baba'nın Demreli olduğunun mesajını tüm dünyaya vermiş olacağız. Noel Baba'nın da Demreli olduğunu, Türkiye'nin bir değeri olduğunu her fırsatta dünyaya söyleyeceğiz" dedi.

Kardeşlik teklifine olumlu yaklaşan Demre Belediye Başkanı Süleyman Topçu, "Demre ve Bari kardeş şehir olsun. İki toplum arasındaki kardeşlik bağı gelişsin. Ancak kemikler de iade edilsin. Biz kardeş olmak kadar kemikleri de istiyoruz. İki kentin kardeş olmasıyla ilgili de İçişleri Bakanlığı'na yazı gönderdik" diye konuştu.

NOEL BABA KİMDİR?
Halk arasında Noel Baba olarak tanınan Aziz Nicholas, MS 3'ncü yüzyılda Kaş Patara'da doğdu. Kudüs ve Filistin'de din eğitimi aldıktan sonra Demre'ye yerleşti. Burada kilisesini kurarak, o zaman adı Myra olan kentte din hizmeti vermeye başladı ve dünyanın en meşhur din adamı oldu. MS 4'ncü yüzyılda yaşamını yitirdi. 1087 yılında mezarı açılarak kemikleri İtalya'nın Bari kentine kaçırıldı. Burada adına yapılan kilisenin içine defnedildi. Bugün inanç turizminin simgesi haline gelen Noel Baba'nın kilisesini her yıl yüz binlerce Hıristiyan ziyaret ediyor. İnanç turizminden elde edilen gelirle kent ekonomisi büyük kazanç sağlıyor. Noel Baba'nın din hizmeti verdiği kilise hala Demre'de bulunuyor ve inanç turizmi çerçevesinde her yıl 400 bine yakın kişi gidiyor. Ayrıca Noel Baba'nın yaşadığı baş piskoposluk sarayı Demre'de alüvyonlarla kaplı toprağın altında bulunuyor. Sarayın gün yüzüne çıkartılması için sonar ile keşif çalışması sürüyor.

Habertürk, Haber: Özgür Önder, 26.04.2010

NEANDERTHALLER MEĞER Kİ KAYBOLMAMIŞ, KARIŞMIŞ

 

Bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamlı DNA araştırmalarından biri, Neandertal genlerinin bugüne kadar taşındığını ortaya çıkardı.

 

Kısa, kalın gövdeleriyle, müzelerdeki modellerde ve bilgisayar canlandırmalarındaki kaşlarının üzerindeki kalın çıkıntıyla “ilkel insan” önyargısını tereddütsüz yapıştırdığımız Neandertaller, meğer hepimizin içinde yaşıyormuş.

Yaşamları, biçimleri ve kaderleri konusunda farklı kuram ve spekülasyonlar geliştirilmiş olsa da gizemli bir insan soyu olan Neandertallerin (Homo sapiens-neandertalis) modern insanın (Homo sapiens-sapiens) Afrika’dan dünyaya yayılmasıyla kısa sürede yok oldukları, antropologların üzerinde birleştikleri bir nokta.

Ancak günümüzde dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanlardan toplanan DNA örnekleri üzerinde yapılan bir araştırmanın iddialı öngörüsüne göre, iki insan türü arasında en az iki kez döl alışverişi olmuş. Başka deyişle sonuçta hepimiz az ya da çok Neandertal geni taşıyoruz.

Modern insanın, günümüzden 200 bin ve 100 bin yıl öncesi Afrika’da evrimleştikten sonra 60 bin yıl önce oradan dünyaya yayılarak Neandertaller de dahil olmak üzere insan (Homo) soyağacının daha önce göç etmiş türlerinin yerini aldığı düşünülüyor.

Fosil kayıtları, Neandertallerin 25 bin ile 38 bin yıl öncesi aralığında tüm dünyada ortadan kalktığını gösteriyor.

Ancak, Avrupa’dan Doğu Asya’ya kadar yayılmış olan Neandertallerin neden topluca yok oldukları konusunda görüşler farklı. Bunu iklim değişimine bağlayanlar da var, yiyecek için rekabete de. Ancak yaygın bir görüşe göre de Neandertaller, insanlık tarihinin ilk soykırımının kurbanı: Modern insan topluluklarınca yok edildiklerine inanılıyor.

Bir süre yan yana yaşamış olan modern insan ve Neandertaller arasında cinsel temas yoluyla soy karışımı olup olmadığı tartışma konusu. Daha önce bazı kısmi genetik bulguların, iki insan türü arasında kesin bir ayrımı gösterdiğini ileri süren araştırmacılara karşılık, iki tür arasında karışımın kaçınılmaz olduğu görüşünü savunanlar da var. Tüm Neandertal genomunun (toplam gen haritasının) 2009 yılında Max Planck Enstitüsü (Almanya) araştırmacılarınca çözümlenmesiyle, kesin sonucun kısa sürede ortaya çıkması bekleniyor.

Şimdiyse, Afrika, Avrupa, Asya, Kuzey ve Güney Amerika’da yaşayan 1983 kişiden alınan DNA örnekleri, farklı insan türleri arasında bir karışımı ortaya koyuyor.

ABD’nin New Mexico kentinde toplanan Amerikan Fiziksel Antropoloji Derneği Kongresi’nde ekibinin bulgularını açıklayan Mexico Üniversitesi’nden (Meksika) Dr. Sarah Joyce, dünyanın çeşitli yerlerindeki günümüz insanında DNA farklılıklarının nasıl ve ne zaman ortaya çıktığını açıklamak için bir “evrim ağacı” oluşturmuş.

Araştırmacılara göre bulgular, modern insanla bir başka insan türü arasında tarihte iki dönem boyunca döl alışverişi olması halinde anlam kazanıyor. Karışım ilk kez yaklaşık 60 bin yıl önce Doğu Akdeniz’de, sonra da yaklaşık 45 bin yıl önce Doğu Asya’da meydana gelmiş. Araştırmacılara göre bu “değişik insan türü” için en uygun aday

Bu arada Neandertaller konusundaki popüler ve bilimsel önyargılar da, son yıllardaki bulgularla bir evrim geçiriyor.

Kalın kemikli, çıkık alınlı, modern insandan ortalama 15 cm daha kısa boy ölçülerine, ancak yüzde 20 daha büyük beyinlere sahip bu insanların, popüler inanıştaki “ilkel” yaftasını haksız kılacak bir gelişmişlik düzeyine sahip oldukları ve aralarındaki etkileşim için lisan geliştirmiş olabilecekleri düşünülüyor.

Çakmak taşından ve kayalardan yaptıkları aletleri kullanan bu mükemmel avcıların, geyik, bizon, yaban domuzu, ve ayı eti gibi temel gıda kaynaklarına, fok, balık, denizanası gibi derin ürünleriyle, ceviz, tahıl ve bitkileri de ekledikleri biliniyor.

Radikal, 26.04.2010

TUNCA KÖPRÜSÜ 14 GÜN ULAŞIMA KAPANIYOR

 

Tarihi Tunca Köprüsü onarım çalışmaları sebebiyle 14 gün süreyle ulaşıma kapanıyor.

 

Edirne ile Karaağaç Mahallesi'ni birbirine bağlayan Meriç ve Tunca nehirleri ile aynı isimleri taşıyan köprülerdeki bozulma yüzünden restorasyon çalışması başlatılacak. Bu kapsamda Edirne Valiliği, Karayolları ve yüklenici firmalar arasında ortak çalışma yapılarak karar alındı. Edirne Valisi Mustafa Büyük, onarım çalışmaları sebebiyle Meriç Köprüsü'nün trafiğe açık, Tunca'nın ise kapalı kalacağını söyledi. Tunca Köprüsü üzerinden geçen araçların alternatif güzergahları kullanacaklarını anlatan Büyük şu bilgileri verdi: "26 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında 14 günlük bir kapatma ile onarımı gerçekleştireceğiz. Gazimihal Köprüsü ile ilgili olarak alternatif bir köprünün olmasından dolayı bir sıkıntımız yok. Orası ile ilgili de 19 günlük bir kapatma gerçekleşecek. Karaağaç ve o bölgenin ticari hayatını uluslararası kapımız Pazarkule'yi asgari şekilde etkileyecek bir düzenleme ile çözmeye çalışıyoruz."

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 26.04.2010

BOZDAĞ'DA TARİHİ HAMAM KÜLTÜR EVİ'NE DÖNÜŞECEK

 

Ödemiş'e bağlı Bozdağ Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait olan 1400 yıllık tarihi hamamı, restore ederek kültür evi yapmak üzere 49 yıllığına kiraladı. Kiralama protokolü, geçtiğimiz günlerde Bozdağ Belediye Başkanı Mehmet Keskin ve Vakıflar Bölge Müdürü Muzaffer Ataseven arasında imzalandı.

Vakıflar Bölge Müdürü Muzaffer Ataseven, kiralama işleminin yönetmelik gereği restorasyon karşılığında yapıldığını belirterek, "Yaşadığı çevreye ve tarihe karşı duyarlı belediye başkanlarımız kentlerindeki tarihi eserleri restorasyon yaparak sahip çıkıyorlar. Hem tarih korunmuş oluyor hem de kent kültürüne katkı sağlanmış oluyor. Duyarlı belediye başkanlarını kutluyorum" diye konuştu.

Bozdağ Belediye Başkanı Mehmet Keskin ise, "Yaklaşık 1400 yıllık geçmişi olan tarihi hamamı restore ederek, beldemize kazandırmayı hedefliyoruz. Tarihi hamamın bir kısmını günyüzüne çıkarmak için kazı yapılması gerekiyor. Proje ve uygulama yaklaşık 3 yıl sürecek. Kazı işlemi ve restorasyonu bittikten sonra Bozdağ'a yeni bir kültür evi kazandırmış olacağız" şeklinde konuştu.

Yeni Asır, 26.04.2010

TUZAMBARI'NA MİMARLIK ÖDÜLÜ

 

 

Medina Turgul DDB Reklam Ajansı için tasarlanan 'Tuzambarı' yenilendi. Yapıyı restore eden Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık Ofisi, bu yıl 12'ncisi gerçekleştirilen Ulusal Mimarlık Ödülleri yarışmasında YAPI DALI Koruma-Yaşatma Başarı Ödülü'nü kazandı.

 

Mimar Sinan anısına iki yılda bir gerçekleştirilen Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, TMMOB Mimarlar Odası tarafından 1988 yılından beri gerçekleştiriliyor.

Yarışmada ödül kazanan İstanbul - Kasımpaşa'daki Tuzambarı 1993 yılında kurulan Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık Ofisi'nin gerçekleştirdiği en sıra dışı projelerden biri olma özelliğini taşıyor. Geçmiş yıllarda bir çok reklam ajansına hayat veren mimarlık ofisi, bu kez tarihi bir ambarı çarpıcı bir çalışma ortamına dönüştürmeyi başarmıştı.

Projede Osmanlı döneminde barut fabrikası, Cumhuriyet döneminde de tütün deposu olarak kullanılan yapının tarihi taş dokusu korunarak 160 kişinin çalıştığı bir alan yaratıldı. Restorasyon kapsamında Tuzambarı'na zarar vermeden 170 yıllık kirişi ortadan kaldırmak için Erginoğlu & Çalışlar yaratıcılığın kimyasal çözümler yaratma alanına kadar taşıdı. Dört ayrı galeriden oluşan yapı içinde iletişimin kesintisiz bir şekilde devam etmesi için galeriler çelik köprülerle birbirine bağlandı. Tüm bu çalışmalar yoğun bir zaman baskısı altında toplam yedi aylık bir süreçte gerçekleştirildi.

Milliyet Cadde, 26.04.2010

DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NDE KURTARMA KAZILARINA BAŞLANDI



 

Sivas'ın Divriği İlçesi'ndeki Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası'nın doğu cephesinde, tarihi yapıya baskı yapan toprak kütle, yapılacak kurtarma kazısı ile kaldırılacak.

Kazı öncesinde eserin doğu cephesi, toprak altında herhangi bir mimari doku, obje, materyal olup olmadığının kontrolü için elektro radar cihazı ile taranıyor.

Sivas Müze Müdürü Yüksek Sanat Tarihçisi Yusuf Altın, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO) koruma çalışmaları kapsamında oluşturulan ''Dünya Kültür Mirası'' listesinde yer alan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasının doğu cephesinde, esere baskı yapan toprak eğiminin kaldırılması için yapılacak kazı çalışmalarına 23 Nisan itibariyle başlandığını bildirdi.

Çalışmalara, öncelikle yüzey temizliği ve elektro radar taraması işlemleri ile başladıklarını anlatan Altın, tarama çalışmaları için özel bir ekibin Divriği'ye geldiğini, bu ekibin teknolojinin son harikası olan elektro radar tarama cihazı ile çalışmalar yaptığını ifade ederek, şunları söyledi:

''Çalışmalara başlamadan önce yer altı radar tarama işlemini gerçekleştiriyoruz. Bu işlemin amacı, kazı alanındaki obje, materyal veya mimari bir doku olup olmadığını tespit etmek. Bu konuda Ankara Üniversitesi Yer Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof.Dr. Yusuf Kağan Kadıoğlu ve ekibinden yardım alarak çalışmaları sürdürüyoruz, buradaki amacımız, dünya mirası Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasına baskı yapan toprağı atmaktır.''

Kazı hazırlıklarını 15 Mayıs'a kadar tamamlamayı hedeflediklerini ifade eden Altın, ''Yaklaşık 55 kişilik bir ekiple kazı çalışmalarını yürüteceğiz. Çeşitli üniversitelerden, İl Özel İdare Müdürlüğünden ve birçok kurumdan destek alıyoruz. El birliğiyle bu çalışmayı bitirmeyi planlıyoruz'' diye konuştu.

Ekibiyle birlikte kazı çalışmalarına katılan Ankara Üniversitesi Yer Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof.Dr. Yusuf Kaan Kadıoğlu ise merkezin çalışmaları hakkında bilgi verdi.

Türkiye'nin birçok yerinde çalışmalar yürüttüklerini ve başarılı sonuçlar aldıklarını ifade eden Kadıoğlu, ''Merkezimiz, Türkiye'nin ilk bu şekilde çalışan merkezidir, bu sistemdeki amaç, yer altında bulunan arkeolojik eserleri kazı yapmadan görüntüleyebilmektir. Elimizdeki cihaz ile Hasankeyf, Şam Süleymaniye Cami ve ülkenin birçok tarihi yerlerinde bunu uyguladık, bu konuda oldukça tecrübeliyiz'' dedi.



 

Elektro radar taraması
Yer altı radarı ya da genel adıyla GPR (Ground Penetrating Radar) olarak da bilinen elektro radar tarama cihazı, yer altının 40 metre derinliğine kadar araştırılmasında kullanılıyor.

Jeofizik bilimi tabanlı bir ölçüm cihazı olan elektro radar tarama cihazı, antik şehir, tapınak, mezar, tarihi han ve hamamlar, eserler, duvarlar ve benzeri tarihi kalıntıların tespitinde kullanılıyor. Cihazdan maden arama ve rezerv geliştirme ile göçük ve maden kazalarında ilk yardım çalışmaları, ceza evlerinde tünel tespiti gibi konularda da faydalanılıyor.
Yapı, Fotoğraflar: Mücahit Erdal Koç/AA, 26.04.2010

TARİHİ KERVANSARAYIN RESTORASYONU KAMULAŞTIRMA ENGELİNE TAKILDI





Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde 17. yüzyıldan kalan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, yanındaki dükkanlarla evlerin kamulaştırılması nedeniyle 2 yıldır tamamlanamadı.

Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, 1637 yılında Battalgazi İlçesi'nde Silahtar Mustafa Paşa tarafından yaptırılan, dönemin padişahı 4. Murat'a hediye edilen kervansarayın restorasyonuna 2008 yılının nisan ayında başlandığını hatırlattı.

Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün yürüttüğü restorasyon çalışmalarının geçen yılın eylül ayında bitirilmesinin hedeflendiğini ifade eden Gürkan, kervansarayın etrafındaki 12 dükkanla iki evin kamulaştırıldığını, bu kamulaştırmalar nedeniyle restorasyonun geciktiğini söyledi. Gürkan, şöyle konuştu:
    
''Restorasyon sırasında kamulaştırmayla ilgili bazı sorunlar yaşandı. Kamulaştırmaların mahkeme süreci de olunca restorasyon uzadı. Şu anda bazı dükkanlarla evlerin kamulaştırması tamamlandı. Restorasyon son sürat bitirilmeye çalışılıyor. Restorasyonun temmuz ayında bitirileceği söyleniyor. Bundan sonraki süreçte kenarlardaki iş yerleri var. Kamulaştırılması noktasında taleplerimizi ilettik. Onların da kamulaştırılması gerekiyor. O zaman kervansaray aleni ve açık bir şekilde toplumun önüne gelir. Aksi halde etrafı kapalı olduğundan yapılan restorasyon pek gözükmez.''
    
Restorasyonun ardından Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Valilik, Battalgazi Belediyesi ve İl Kültür Müdürlüğü yetkililerinin bir araya gelerek kervansarayın nasıl değerlendirileceğini görüşeceğini kaydeden Gürkan, ''Kervansarayın restorasyondan sonra nasıl değerlendirileceği noktasında ortak aklın karar vermesi gerekiyor. Ancak görüşüm burasının bir kültür merkezi olmasıdır. Büyük ihtimalle de o şekilde değerlendirilir'' dedi. 
    
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, orta avlulu ve çevresi revak ve hücreli kervansaraylar grubundan. Kervansaray 5 bin 168 metrekare alanı kaplıyor. Dikdörtgen planlı kervansaray kesme taştan yapılmış olup avlusunun çevresinde revaklar ve batı kanadında kapalı bir bölüm bulunuyor. Kapalı bölüm, birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış, dört köşe taş payelerden oluşmuş bir mekan. Avlunun bugüne gelen kanatları çok harap. Kervansarayın üst örtüsü düz toprak damlı. Ahırları da var. Kapalı bölümün üzerindeki kitabe 15. yüzyıl şairlerinden Şeyhülislam Zekeriyazade Yahya tarafından yazılmış. Kervansaray, 1632 yılında Sultan 5. Murat'ın silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Revaklı bir avlu, kapalı bölüm ve iki dikdörtgen mekandan oluşuyor. Girişin üzerinde merdivenlerle çıkılan mescit yer alıyor.

Yapı, Fotoğraf: Mehmet Emin Göresiye/AA, 26.04.2010

ORTADOĞU'DA KURULAN İLK ŞEHİRLERİN KÖKLERİ





Suriye'de kazıya başlayan arkeologlar, dünyanın ilk şehir ve devletlerin temelinin atıldığı Mezopotamya'nın tarih öncesi kültürü konusunda bildiklerimizi genişletmeyi amaçlıyor.

 

BD ve Suriyeli araştırmacılar, Fırat Nehri yakınlarındaki Tell Zeidan (Zeydan Tepe) isimli kazı alanında, şehirleşme öncesi bir yerleşim merkezine ait çok ilginç el yapımı eşya örneklerini ortaya çıkardı. Bölge sakinleri, MÖ 4000 yılına kadar iki binyıl boyunca burada yaşadı. Bu dönemin insanın kültürel evriminde çok önemli bir yeri var.

İlk çağ uzmanı akademisyenler, Zeydan'ın Ubeyd dönemi olarak adlandırılan MÖ 5500 ile 4000 arasında yaşayan insanların hayatının iç yüzünü ortaya çıkaracağını söylüyor. Bu dönem hakkında pek bilgimiz yok. Ama bu dönemde sulamalı tarımın çok yaygınlaştığını, uzak mesafeler arası ticaretin sosyal ve ekonomik etkisinin büyüdüğünü, güçlü liderlerin ortaya çıktığını ve zengin elitler ve yoksul halk şeklinde sosyal sınıflaşmaların başladığını biliyoruz.

Chicago Üniversitesi Doğu Araştırmaları Enstitüsü Başkanı ve kazıların başındakilerden Gil Stein, Zeydan bölgesinin ilk şehirlerin ortaya çıktığı Fırat ve Dicle nehirlerinin güney kısımlarından uzakta olduğunu belirtiyor. Bu yüzden de Ubeyd kültürü hakkında bize oldukça zengin bilgiler sunabilir.

San Diego şehrindeki California Üniversitesi'nden antropolog ve Orta Doğu'da ilk şehirler konusunda otorite kabul edilen Guillermo Algaze Zeydan'la ilgili olarak, "Orta Doğu'da medeniyetin nasıl geliştiğine dair hali hazırda geçerli yorumları kökünden değiştirecek potansiyele sahip" diyor. Algaze, Zeydan kazısındaki grup içinde yer almıyor. Kazı sahası Fırat Nehri'ne dökülen Balikh Nehri'nin doğu tarafındaki üç büyük höyükten oluşuyor. En büyüğü 15 metre yüksekliğinde olan höyükler daha alt yerleşim alanının yıkıntılarını kaplıyor.

2008 ve 2009 yıllarının yaz aylarında Stein, Zeydan kalıntılarının haritasını çıkarmaya ve keşif kazılarına odaklandı. Stein, ilk bulguların bölgenin Ubeyd döneminde şehirleşme öncesi bir yerleşim merkezi olduğunu doğruladığını ve büyük ihtimalle önemli bir tapınağa da ev sahipliği yaptığını söylüyor. En önemli bulgulardan birisi ise, 5 santime 6,33 santim boyutlarında, üzerinde geyik tasviri olan taştan bir mühür. Muhtemelen bir malın kime ait olduğunun belirlenmesi için kullanılıyordu.

Arkeologlar bunun, 300 kilometre doğuda Tepe Gawra'da bulunan mührün bir benzeri olduğunu söylüyorlar. Suriye'de uzun yıllar çalışmış olan Pennsylvania Üniversitesi'nden arkeolog Richard L. Zettler, bu mührün "Toplumda belirli bir kesimin kavanozlar, çantalar, kapılar gibi şeylere erişimi kısıtlama yetkisi olduğuna" işaret ettiğini söylüyor.

"Bu mühürler varsa, toplumda kesinlikle sosyal tabakalar yaratılmıştır" diye konuşuyor. Stein'e göre, birbirinden çok uzak şehirler arasında neredeyse özdeş motiflere sahip çok ince işçilikli mühürlerin varlığı, bu dönemde yüksek seviyeli elitlerin çok geniş bir alanda liderlik pozisyonu sağladıklarının bir göstergesi.

Haber Pan, Kaynak: New York Times, Haber: John Noble Wilford, 25.04.2010

"BU ESERLER YAŞATILSIN"






Konya, köklü tarihi geçmişinin doğal bir sonucu olarak bir çok tarihi yapıta sahip. Bir kısmı restorasyonlarla günümüze kadar gelmiş olan bu binaların STK’lara devredilerek işlevsel hale getirilmesi isteniyor

 

Tarihte bilinen ilk yerleşim yerlerinden biri olan ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin payitahtı olan Konya, bu özelliğiyle bir çok eski yapıta ve tarihi esere sahip. Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Zazadin Hanı, Beyşehir Yolu üzerinde bulunan Akyokuş Hanı, Karatay Belediyesi Eski Hizmet Binaları, Bosna Hersek Fahri Konsolosluğu bahsi geçen binalardan bazıları. İşlevsel kullanılmayan bu binaların çok çabuk yıprandığı bildiriliyor.

Tarihi yapıların bir çoğunun restorasyonu yapıldığı halde işlevsel kullanılmadığı için çok çabuk yıprandığını söyleyen Araştırmacı-Yazar Dr. Hasan Özönder, “Sivil ve dini yapıların bir çoğu zamanla ihmal ediliyor, mukadderatıyla baş başa bırakılıyor. Bu nedenle harap olup tarih sayfalarından siliniyor. Bunu önlemek için son dönemde iyi bir çalışma yapıldı. Fakat restorasyonu yapılan binalar yine yalnız bırakıldı” dedi.
 

Büyük emek ve maddi külfet harcanarak gün yüzüne çıkarılan tarihi binaların çok çeşitli değerlendirilebileceğini söyleyen Hasan Özönder, bu binaların Konya yemeklerinin tanıtıldığı restoran, araştırma merkezi, aşıklar kahvesi, şehir müzesi gibi kullanılabileceğini söyledi. Konya Sivil Toplum Kuruluşları İcra Heyeti Başkanı Latif Selvi de, sivil toplum kuruluşlarına verilmesini istedi.

Şehrin resmi ve özel kurum ve kuruluşlarının imkanları el verdiği ölçüde eski yapıları onardıklarını ifade eden Araştırmacı Yazar Dr. Hasan Özönder, yanlış anlayışın bir sonucu olarak sivil ve dini yapıların bir çoğunun zamanla ihmal edildiğini, mukadderatıyla baş başa kaldığını ve pek çoğunun bu nedenle harap olup tarihe karıştığını ifade etti. Belediyenin ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün son dönemde yaptığı çalışmalar neticesinde tarihi yapıların büyük bir bölümünün onarılarak günümüze kazandırıldığını dile getiren Dr. Hasan Özönder, “Büyük masraf ve emeklerle onarılarak diriltilen tarihi yapılardan bir çoğu maalesef yeni görev ve işlev kazandırılmadığı için hem yeterince faydalı olamaz durumda bulunmakta, hem de kısa bir süre sonra yeniden masraf ve onarıma ihtiyaç duymaktadır. Bu olumsuz duruma engel olmak için büyük emek ve masrafla onarılan tarihi yapılarımıza millet ve memleketimiz için bir alanda faydalı olacak bir görev yüklemeliyiz. Mesela, Selçuklu Belediyesi’nin büyük çabalarla onardığı Zazadın Hanı (Saadettin Bey Kervansarayı) henüz bir işlev kazanamamıştır. Birkaç sene sonra cehaletin kurbanı olarak taşlarını, tuğlalarını eskiden olduğu gibi sökerek tekrar ahır ve samanlık yapımında kullanır hale gelmesinden endişe ediyorum. Yine aynı şekilde Hacıveyis Camii’nin yanındaki eski bir ilkokul olan tarihi yapının büyük masraflarla yeniden yapılması ile yaşamını bir görev verilmemesi nedeniyle bir süre sonra yer yer de olsa harap olabilir” diye konuştu.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün yıllardan bu yana harf durumda olan Sabihi Ata Zaivyesi’ni onardığını ve müze olarak hizmete sunduğunu söyleyen Dr. Hasan Özönder, bunun kültürümüze büyük katkılar sağladığını dile getirdi. Yapılan ve yapılacak olan bu tür onarımların sonunda tarihi yapıların resmi veya sivil kuruluşların faaliyetlerine sunulmasının yerinde olacağını ifade eden Özönder, “Tadilat çalışmaları tamamlandıktan sonra yeniden hayata döndürülen bu tür tarihi yapılar İstanbul, İzmir, Bursa ve Ankara’da olduğu gibi araştırma merkezi, şehir müzesi, aşıklar kahvesi veya Konya yemeklerinin yapıldığı lokanta olarak kullanılabilir” dedi.

Yapılan onarımlarına dair bilgi veren herhangi bir kitabenin olmamasının da büyük bir eksiklik olduğuna dikkat çeken Araştırmacı Yazar Dr. Hasan Özönder, “Yapılan hizmetlerin sahibi, yılı, hangi amaçla kullanıldığı hakkında 50-100 yıl sonraki nesillere sağlıklı bilgi verecek onarım, genişletme, yenilemeye dair bir kitabe muhakkak bulundurulmalıdır. Mesela Zazadın Hanı’nda, Akyokuş Hanı’nda, Konya Konağı’nda bu bilgileri gösteren bir kitabe maalesef mevcut değildir.
İkinci konu ise yapılan onarımlara dair bilgi veren herhangi bir kitabeye yer verilmemesidir. Halbuki yapılan hizmetlerin sahibi, yılı, hangi amaçla kullanıldığı hakkında 50-100 sene sonraki nesillere sağlıklı bilgi verecek onarım, genişletme, yenileme çalışmalarına dair bir kitabe muhakkak yerleştirilmelidir. Mesela Zazadın Hanı’nda, Akyokuş Hanı’nda, Konya Konağı’nda bu bilgileri gösteren bir kitabe maalesef mevcut değildir. Halbuki, gerek Selçuklu, gerek Karamanoğlu ve gerekse Osmanlılar döneminde onarım faaliyetlerini gösteren orijinal kitabeler 200 sene sonra da olsa araştırmalarımıza ışık tutan bilgiler vermektedir. Bu bilimsel konu da ihmal edilmemelidir. Hatta onarım için yapılan harcamanın miktarı altın ölçeğine çevrilerek bu bina şu kadar gram altınla onarılmıştır şeklinde işin mali fedakarlığını da ifade eden bilgiye yer verilmelidir” dedi.
Konya’nın bir sağlık ve tarım müzesine de ihtiyacı olduğuna vurgu yapan Dr. Hasan Özönder, onarılan binalardan bu tür bir müzeye uygun olanının müzeleştirilmesi gerektiğini belirtti.
Özönder, “Bunların yanında Karma Ortaokulu köşesindeki Konya’nın ilk resmi müzesi olan ve hızla yıkılmaya yüz tutan tarihi Müze-i Hümayun binası, Cemel Ali Dede’den Köyceğiz’e çıkılan yokuşlu sokağın başındaki bir benzeri kalmamış olan Meram Konağı’nın da onarılarak hizmetler için tahsis edilmesini arzulamaktayız. Hacı Ömer Ağa Mahallesi’nde vereseleri bile kalmamış bazı konakların kamulaştırılarak bu tür amaçlara yönlendirilmesi yerinde olacaktır” dedi.

Konya Sivil Toplum Kuruluşları İcra Heyeti Başkanı Latif Selvi de Konya’daki tarihi mekanların metruk halde bulunmasının herkesi rahatsız ettiğini,bu duruma bir son vermek için Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve belediyeler aracılığı ile ciddi restorasyon çalışması yapıldığını belirtti. Restorasyonu yapılan kurumların yaşatılması ve daha işlevsel olarak kullanılması için bir takım aktivitelere, kültürel etkinliklere ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Latif Selvi, “Restorasyonu yapılan bu mekanlar faal hale gelmeli, aksi halde binaları tamir ederiz ama, çok kısa bir süre sonra bu tarihi mekanlar yeniden o metruk hale dönüşebilir. Verilen emekler, harcanan onca para boşa gider. Bu tarihi mekanların, İstanbul, Ankara ve Bursa’da örneklerinin görüldüğü üzere sivil toplum kuruluşlarına tahsis edilmesi gerekmektedir. Bu sayede tarihi yerlerde canlılık sürecektir. Tarihi mekanlar geçmişin hafızalarıdır. Bu da turizmin yeni boyutlarını ortaya çıkarır. Geçmişin izlerinin peşinde olan çok insan var. Bu mekanların canlı kalabilmesini sağlamak için yetkililerin sivil toplum kuruluşlarına bu tür yerleri kullandırması gerekir. Konuyla ilgili bir miktar mesafe alındı ama daha hızlı olmalıyız” diye konuştu.

Merhaba Gazetesi, Haber: Rasim Atalay, 25.04.2010

"EMEK YAŞAYAN BİR SİNEMA MERKEZİ OLSUN"

 

Bir süredir protestolarla gündemden düşmeyen Emek sinemasının yıkılıp/yıkılmama tartışmalarına en ciddi öneri yönetmen Semih Kaplanoğlu'ndan geldi. Emek sinemasının bir alışveriş merkezi içine konulmak istenmesinin tüketim kültürü mantığı olduğunu söyeyen Kaplanoğlu, bunun da tüketim kültürü filmlerini beraberinde getireceğini söyledi. Önceki gün Radikal gazetesinde Elif Tunca'ya verdiği söyleşide dile getirdiği teklif üzerine konuştuğumuz Kaplanoğlu, binanın depreme dayanıksız olduğunu söyleyenleri eleştirdi: "Bugüne kadar orada insanlar film izliyordu. Böyle bir risk varsa Beyoğlu Belediyesi neden açıklama yapmadı? Bunu söylemiş olmaları hem Büyükşehir hem de Beyoğlu Belediyesi için çok vahim." Kültür Bakanlığı ve belediyelere çağrıda bulunarak Emek'in 'sinema müzesi' olmasını isteyen Kaplanoğlu'nun teklifine sinema çevreleri farklı tepkiler verdi.

Emek'in yıkılmasına en ciddi muhalefeti gösteren yönetmen Özcan Alper, SİYAD Başkanı Murat Özer, Atilla Dorsay, Zafer Algöz ve Tuncel Kurtiz gibi isimler, binanın alışveriş merkezi yapılmasına karşı çıkarlarken, müze olmasının sakıncalarına da dikkat çekti. Ortak görüş ise Emek'in gerek festivaller, gerekse özel gösterimlerle çok yönlü olarak kullanılması.

Özcan Alper, müze fikrine soğuk bakma gerekçesini şöyle sıraladı: "Burası kuru bir müze olacağına, içinde festivaller, galalar ve çeşitli sinema etkinlikleri yapılan bir mekan olsun. Bir yanı müze de olabilir. Ama biz orada film izlemek istiyoruz." Müze dendiğinde 'durağan bir bina' aklına gelen bir diğer isim Murat Özer. Emek'in sinema salonu olarak korunmasından yana olduğunun belirten Özer, yaşayan bir bina özleminde: "Bir kültür merkezi olsun. İçinde festivallar, film gösterimleri olsun. Müze dendiğinde aklıma içindeki koltukların sökülüp müzelik malzemelerin konulacağı durağan bir yapı geliyor."

Sinema müzesi için Emek'in yerinin uygun olmayacağını düşünen Atilla Dorsay ise "Eski bir sinema zaten müzedir. Olduğu gibi korunması onun müze olarak korunması anlamına gelir. Emek çok yönlü kullanılabilir ve kullanılmalı." diyerek bir başka noktaya dikkat çekti. Emek'in müze olması fikrine karşı çıkan Tuncel Kurtiz, müze için alternatif tekliflerde de bulundu. Sinema müzesi yapmak için yer sıkıntısı çekilmeyeceğini de söyleyen oyuncu, "Başka binamız kaldı mı? Yan taraftaki 'Yeni Komedi' batak halde. Saray Sineması yok edilmiş. Lale Sineması yok. Emek gibi bir yeri müze yapmak saçma olur." dedi.

Zaman, Haber: Yusuf Bülbül, 25.04.2010



******


"EMEK SİNEMASI YIKILMASIN" MI?

 

Biliyorsunuz, Türkiye'nin kültür sanat gündemini son birkaç haftadır Emek Sineması meşgul ediyor. Sebebi ise bu tarihi sinemanın yıkılıp yerine alışveriş merkezi yapılacağı iddiaları. İddia diyorum, hem bu yeni binayı yapacak olan firma hem de Beyoğlu Belediyesi 'yıkım' kelimesini kullanmak istemiyor. Ama sonuçta Emek eski Emek olmayacak, yıkılacak yani. İşte tepkiler de buradan kaynaklanıyor. Tarihi eserin korunmasını isteyen sinemacılar, aydınlar ve yazarlar yeni projeye karşılar. Bence haksız da sayılmazlar. Ancak şunu da unutmamak lazım: Emek bu haliyle zaten hizmet veremiyor(du) ya da bir süre sonra tamamen hizmet veremez duruma gelecekti. Belki de kendiliğinden çökecekti. Peki, yıkılmadan sinema olarak restore edilebilir miydi? Hayır, çünkü İTÜ'nün, binayı güçlendirmenin mümkün olmadığına dair raporu var. Keşke o bölge içinde sinemaların, konser salonlarının, müzik atölyelerinin bulunduğu bir kültür sanat vadisi olsaydı! Ama oraya 'bu iş için' yatırım yapacak işadamı çıkmadı, çıkmaz da.

Ben bu tartışmaları izledim. "Emek yıkılmasın." diyenleri dinledim, sonra da Emek'i yıkacağı söylenen tarafı dinledim. Projelerini inceledim. Ne yalan söyleyeyim, kafam karıştı. Şimdi bu kafa karışıklığından dolayı ve aşağıda yazacaklarım için kültür sanat camiası ve dostlarım bana fena kızacak ama yine de içimden geçenleri yazacağım. Bu projenin absürt tarafı, yapılacakların kamuoyuna iyi anlatılamaması. Keşke proje sahibi firma, daha ilk başta ne yapacaklarını basına iyi anlatabilseydi. Sinemacılarla görüşüp onların fikrini alsaydı. Proje sahiplerinin krizi iyi yönetemediğini de düşünüyorum. Bence 'Ben yaptım oldu.' mantığı yanlış. Ama içimi rahatlatan durumlar da yok değil. Projeye koruma kurulu onay vermiş. Hem de ağır şartlar koymuş. Bir kere sinemanın tarihi hiçbir eseri yok edilmeyecek.

Peki yeni projede neler var? Söz konusu yer, beş binadan oluşuyor. Emek Sineması'nın da bulunduğu 5 yapının hiçbiri şu anda kullanılmıyor. Aslında Emek'in bu binaların otoparkı olarak yapıldığı, sonradan da sinemaya dönüştürüldüğü söyleniyor. Kabul edilen projeye göre İstiklal Caddesi'nin en güzel binalarından biri olan Cercle d'Orient binası da restore ediliyor. Ayrıca tescilli binalar korunuyor. Binanın arka tarafına yeni binalar yapılıyor. Emek Sineması'nın bulunduğu alan ise yeni bir yapıya dönüşecek ve zeminden itibaren beş katlı bir bina yapılacak. Bu binanın en üst iki katına 'Emek Sineması' bire bir nakledilecekmiş. Sinemanın süslemelerinin ve mevcut halinin sökülerek yeni yapılacak binanın içine monte edileceği ifade ediliyor. Ayrıca 10 yeni cep sineması daha yapılması planlanıyor. Zaten koruma kurulu da sinemanın beton binasını değil, içindeki eşyaları tescillemiş.




Emek'in şimdiki hali




Proje sonrası hali



Proje sahibi firma, koruma kuruluna şu garantiyi de vermiş: "Emek Sineması, evrensel koruma yöntemlerinden biri olan moving (taşıma-nakil) yöntemi ile yıkılmadan, kopyalanmadan, küçültülmeden, anılarıyla, geçmişiyle nakledilecek. Festivallerde gösterilen seçkin filmleri seyirciyle buluşturan, söyleşi düzenleyen, belirli haftalarda yeni Türk yönetmenlerine, sinema öğrencilerine ve yetenekli kısa filmcilere eserlerini gösterme imkanı sağlayan bir mekan olacak. Mekanın, sinema sarayı geçmişine uygun biçimde, Türkiye'nin sembol sineması olma özelliklerine yaraşır bir sinema ve film merkezine dönüştürülmesi amacıyla özgün tavan ve duvar bezemelerinin bilimsel metotlarla kurul kararında da belirtildiği gibi yıkılmadan/sökülerek (23,50x23,25 m), korunarak nakledilmesi sağlanacaktır."

Bence, gelin bir daha düşünelim. Bu projeyi yapanlarla sinemanın yıkılmasını istemeyenler en kısa zamanda bir araya gelsinler. İsteklerini, dileklerini birbirleriyle paylaşsınlar. Belki bu diyalogdan yeni fikirler ortaya çıkar. Sarf edilen emekler boşa gitmez.

Zaman, 26.04.2010



******


YIKTIRMAYACAKSAK, ÇÖZÜM ÜRETELİM

 

Kerem Akça, Emek Sineması'yla ilgili tartışmaları ele aldı. Emek sinemasının yıkılması sonucunda korkutucu bir kapitalist bina Beyoğlu'nu kaplayacak gibi gözüküyor. Ancak bu proje karşısında önemli olan ‘Emek'i yıktırmayacaksak, konuyla ilgili çözüm üretmemiz. Durumun dünyadaki örneklerine baktığımızda ise böylesi tarihi sinema salonlarının opera-tiyatro salonu olarak hizmet verdiklerini, festival zamanlarında etkinliklerin ana salonu konumuna yerleştiklerini görebiliyoruz. Bu sistemi Emek sineması kaynaklı olarak uygulayabilirsek sorun ortadan kalkacaktır.

 

Bir Emek sineması sorunsalıdır gidiyor. Projenin sahiplerinin ‘yıktırmayacağız, yenileyeceğiz' söylemi, Direnİstanbul'un düzenlediği amatör eylem, birçok kuruluşu içine alan bilinçli bir başka eylem derken, aslında bir gündem konusu haline geldi bu. İyi ki de öyle oldu.

 

Zaten reklamın iyisi kötüsü yoktur derler. Belki Emek sineması sorunsalı 20 senedir belli dönemlerde restorasyon ve yenilemeyle şu anda çözülmüş olabilirdi, aynen Alkazar ve Süreyya örneklerinde olduğu gibi. Ancak bugüne kadar geldi. Bunun sonucunda da İstanbul Film Festivali'nin ortasında gündem yaratma şansını arkasına aldı. Önce Direnİstanbul'un düzenlediği, ardından emeksinemasiniyasatalim.org'u açan bir grup sinefilin destek verdiği, son olarak ise birçok meslek kuruluşunun bir araya geldiği eylemlerle sürüyor bu karşı duruş. Şu anda ‘emeksinemasi.org' diye bir blog da mevcut.

 

Aslında olayın gündem oluşturmasını sağlayan, festivalin açılışında gerçekleştirilen ve ‘çocukça' olduğunu iddia ettiğim eylemdi. Bu eylemcilerin ‘profesyonel eylemi' dahi protesto ettikleri festivalin kapanış töreni de aslında söylediğimin bazı kesimlerce anlaşılmasına sebep oldu. Reklamın iyisi kötüsü yoktur derler.

 

Örneğin bir Hollywood filminde, uyuşturucu bağımlısı bir karakterin çocuk oyuncaklarıyla oynaması, ürününü tanıtmak isteyen oyuncak firmasının umurunda olmaz. Amaç eldeki malı tanıtmaktır. Lafın özü burada istemeden yapılanın sistemlisi olan ‘product placement' (ürün yerleştirme) adlı reklam stratejisi işler orada.


Ancak konuya yapılan bu bilinçsiz girişin ardından beklediğim ‘eylem'in sonunda gerçekleştirildiğini de es geçmeyeyim. Yönetmenler, senaristler, sinema yazarları, oyuncular ve İKSV bir araya gelip yıkıma karşı belli kararlar aldılar. İlk olarak İstanbul Film Festivali'nin kapanış töreninde, ardından 18 Nisan 2010'da Taksim Meydanı'ndan Emek'e uzanan yürüyüşle tepkilerini gösterdiler.

 

Zaten benim üç hafta önce söylemek istediğim de buydu. Bilinçli eylem yaparsak her şey hallolur. Bunu zaten sektöre emek vermiş, tecrübeli ve sağduyulu insanlar kabul edebilir. Sadece konuyla ilgili her yazıyı ‘yıkılmaya karşı veya yıkılmanın yanında' olarak algılayan dar görüşlü bir kesim edemez.


Neyse şu andaki ana sorunsala geçelim. Şimdi de problem, ‘Emek'i yıktırmamamıza karşın bu konuyla ilgili bir çözüm üretmememiz. Aynen spor yazarların çoğunun yaptığı o ‘eleştir eleştir ama çıkış yolunu söyleme' kolaycılığı söz konusu şu sıralar gündemde. Tamam projenin sahiplerinin ‘yenileyeceğiz' söylemi tam bir komedi. Yıkılacak ve bir alışveriş merkezinin içinde ayrı bir multipleks olacak projeye göre Emek sineması. Bu, Beyoğlu'nun görünüşü açısından son derece korkutucu bir görüntü de oluşturuyor. Eski yapıyı bozup, şehrimizi ‘kapitalizm'e daha da mahkum bırakıyor.

 

Ancak çözüm üretmezsek sinemanın yıkılmaktan başka çaresi kalmayabilir. Öyle ki Emek sinemasının, şu an aynı koşullarda veya restore edilerek açılmış olduğunu farzedelim. Belki bir ay bu konuya tepki gösterenlerin sinemaya gittiğine şahit olabiliriz. Peki ya sonrası ne olacak? Elbette yine insanlar multiplekslerdeki daha net görüntü ve daha çok boyutlu sesin esiri olacaklar.

Zaten büyük çoğunluğun Emek sinemasına gitmeme sebebi de korsan piyasası haricinde film izlememeleri. Konu tarihimiz olunca böylesine bir patlama yaşatmaları bir tarafa, bu zamana kadar neredeydiniz diye de soracağı geliyor insanın öyle değil mi?

 

Peki korsan piyasası değil midir sinema salonlarının kapatılmasına yol açan. En azından bu kıstasların başlarında bir yerdedir, en üstte olmasa da. E o zaman? Açılsa da bir ay sonra yine iflasın eşiğine gelecek salon. Niye yıktırmıyoruz o zaman?


Çözüm üretme konusu da burada açılmalı. Önce dünyadaki örneklere bakalım. Başta Los Angeles'taki Kodak Tiyatrosu olmak üzere, Londra'nın Taksim Meydanı konumundaki Piccadily Circus'ta da tarihi hali korunan bir sinema salonu var. Paris'te de böyle bir-iki yapı halen mevcut. Bunlar da zaten daha çok filmlerin dünya galalarına ev sahipliği yapmaları için korunuyorlar.

Anlayacağınız Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı işlevi veriyorlar. Londra gibi vizyon gösterimlerinde 40 pounda bilet satan bir mantıkları da var, yani esas ücretin iki katına. Bizde öyle olsa gidecek miyiz? Elbette hayır.

 

O zaman o seçeneği geçelim. New York, Toronto gibi büyük şehirlere baktığımızda ise multiplekslerin ağırlıkta olduğuna tanıklık edebiliyoruz. Hatta film festivallerinin de ana salonlarının opera, tiyatro veya konser salonları olması onlar için de gayet doğal. Bu oluşumların festivallerde sinema salonu olarak kullanılabilmeleri için ses sistemlerinin korunması da elbette bakanlıkların ve festivallerin görevi olmuş. Bizde de aynı sistem uygulanmalı. Zaten Cannes, Fantasporto, Sofya gibi diğer önemli festivallerde de aynı duruma tanıklık edebiliyoruz.


Bu salonların ardından üniversite salonları, multipleks sinemalar ve kültür sanat merkezleri kullanılıyor festivaller için. Beyoğlu Emek sinemasının Kadıköy Süreyya gibi bir altyapıya büründürülüp opera-tiyatro salonuna dönüştürülmesi kültür hayatımız açısından daha iyi olur. Festival zamanlarında da Emek sineması, Cemal Reşit Rey Konser Salonu (ki onun için Azize Tan, sinema yazarı Alin Taşçıyan'a verdiği bir röportajda hevesli olduğunu söylemişti) veya Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, başta filmlerin Türkiye galaları olmak üzere festival gösterimleri için de kullanılabilir. Ancak bunun için altyapı şart.

 

Zaten şu an Emek sineması açılsa, bizler yine gidip normal zamanlarda orada film izlemeyeceğiz. O zaman dünyadaki formülleri kullanalım bari de kültür hayatımıza bir katkısı olsun öyle değil mi? En doğrusu bu konuda Kültür Bakanlığı'nın ve Beyoğlu Belediyesi'nin kapısını çalmak. İlle de ‘yıktırma' görüşünde olduğunu duyduğum Ahmet Misbah Demircan'a bu durum sıcak gelebilir belki de...

Habertürk, 28.04.2010



*****


"EMEK YIKILACAK OLSA ÖNCE BEN İSTİKLAL CADDESİ'NDE YÜRÜRÜM"

 

Bilimsel kurul raporlarına göre Emek Sineması'nın yıkılmadan, özgün yapısı bozulmadan yenileneceğini söyleyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 'Terk edilmiş bir kompleksin özgünlüğü korunarak yaşama kazandırılmasının ne zararı var?' diyor.

 

İstiklal Caddesi'ndeki Emek Sineması'nın yıkılıp yıkılmayacağına yönelik tartışmalar sıcaklığını koruyor. Sinemanın içinde bulunduğu Cercle d'Orient binasının yeniden yapılandırılması sırasında sinema salonunun da yıkılarak tarihi dokusuna zarar geleceğini düşünen 'Emekseverler', farklı yöntemlerle tepkilerini dile getiriyor. Biz de süreci yakından takip eden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a sorduk. Bakan Günay, "yıkılsın, yeniden yapılsın" diye bir şey söylemediğini ifade ediyor ve "Emek yıkıldığı takdirde ben de İstiklal Caddesi'nde yürürüm." diyor.

 

Günay, Emek Sineması'yla ilgili çalışmanın ne proje ne de mülk tarafı olduklarını, konunun sadece kültür ortamının korunması açısından kendilerini ilgilendirdiğini söylüyor. Günay'ın verdiği bilgilere göre bilimsel kurulun teknik üniversite raporuyla birlikte onayladığı proje, Büyük Kulüp Cercle d'Orient binasını, İpek Sineması'nı, Emek Sineması'nı olduğu gibi koruyor. Bilimsel kurul, mekan müdahaleler gördüğü için taşıyıcı siteminde sorunlar olduğunu tespit etmiş. Bu sebeple özgün yapısı korunarak asansör sistemiyle bir veya iki üst kata taşınması öngörülüyor. Günay, "Emek'i o tarihsel haliyle korumak isterim. Bu gerçekleşirse sevinçten havaya sıçrarım. Ama taşınarak korunacaksa da bunu buruk bir sevinçle karşılarım. Hangisinin olacağına bilim karar verecek." diyor.

 

Cercle d'Orient binasının alışveriş merkezi haline getirileceği düşüncesinin yersiz olduğunu ifade eden Bakan, sinemanın bir veya iki üst kata taşınması söz konusu olursa altta kalan mekanın ancak sinemacılık sektörü ile ilgili sergi, müze veya satış ünitelerinin bulunduğu bir alan olabileceğini söylüyor: "Şu anda İstiklal Caddesi'ndeki en büyük kompleks terk edilmiş halde duruyor. Bunun özgünlüğü korunarak yaşama kazandırılmasının ne zararı var? Eleştirel makaleler yazan arkadaşlara kurul kararını verdim. 'Daha iyisi konusunda bir şansımız varsa sizinle beraberim.' dedim. Türkiye'nin kültürünü korumak benim görevim."

 

Bakan Günay, yakın Alkazar Sineması'yla ilgili bir projelerinin olduğu bilgisini de veriyor.

Zaman, Haber: Elif Nesibe Özbudak, 29.04.2010



******


"EMEK'İ YIKMAK EN VAHİM SALDIRI"

 

Tarihi anıtlar ve sitlerin korunması, muhafaza edilmesi ve değerlendirilmesine yönelik teoriler, yöntemler ve her türlü araştırmayı desteklemek amacıyla 1965'te kurulan uluslararası ve hükümetler dışı organizasyon Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin (International Council on Monuments and Sites - ICOMOS) Türkiye şubesi, yıkılmak istenen Emek Sineması'yla ilgili olarak "özenle korunmalı" açıklaması yaptı. ICOMOS Türkiye'nin internet sitesinde yer alan açıklamada, "Tarihsel çevre ve yapıları koruma yaklaşım ve ilkelerini hiçe sayarak, sadece kısa vadeli maddi çıkarları ön plana alarak bu alanda yapılmak istenenler kamu yararına aykırıdır. Beyoğlu'nun tarihi kimliğine, yapı stokunun inşai ve mimari özelliklerine saygı gösterilmeli, semtin Emek Sineması gibi özgün bileşenleri özenle, yerinde korunmalıdır" denildi.

Emek yerinde korunmalı
Açıklamada Emek Sineması'nın içinde bulunduğu yapı topluluğunun koruma statüsünün düşürülmesi ve yerine bir AVM yapılmasının doğru olmadığı vurgulandı. Emek Sineması'nın yıkımıyla, İstanbul'da geç 19. yüzyıl ile erken 20. yüzyılda ortaya konmuş en önemli tarihsel yapı topluluklarından birinin ortadan kaldırılacağı belirtildi. Yıkım girişimi de 'İstanbul'da tarihi çevrenin karşı karşıya olduğu en vahim saldırılardan biri olarak' nitelendirildi.

Sabah, 29.04.2010



******


EMEK SİNEMASINDA MİMARLIK VE ETİK

 

Önce bir umudumu paylaşayım… Emek Sineması’nın sözde “yenileme” projesinden mutlaka vazgeçileceğini bekliyorum. Bu yazı yayımlanana kadar gerçekleşirse, söylediklerimden pişmanlık duymayacağım da bilinmeli... İşte nedenleri:

1- AVM soysuzluğu

Cumhuriyetin ilk “çağdaş uygarlık” armağanlarından olan Emek Sineması’nın kültür yoksunu kafalarca “alışveriş merkezi”ne (AVM) dönüştürülmek istenmesi, “sıradan bir duyarsızlık değil”, çok yönlü bir aymazlığın doruktaki örneğidir. Bu “kaba”lığın, kentin “sanat belleği”ndeki en “zarif” mekanlardan birini gözden çıkartma pahasına, “Beyoğlu” gibi “tarihsel alışveriş kültürümüz”ün beşiğinde yaşanması, “rant şımarıklığı”nın ulaştığı düzeyi de gösteriyor.

Adına “restorasyon” denilerek, kuşaktan kuşağa “sinema” tutkumuzun “soylu okul”larından birini hiçe saymanın yanı sıra yine kuşaktan kuşağa Beyoğlu esnafının, müşterilerinin ve “müdavim”lerinin karşısına sonradan görme “soysuz” bir tüketim hangarını en gaddar “rakip” olarak dikmek acaba nasıl tanımlanabilir?

Geçmişten geleceğe akan “geleneksel ticaret, eğlence, kültür ve sanat” yaşamına “darbe” indirecek bir AVM’nin sadece orada değil, bölgenin hiçbir yerinde akla bile gelmemesi gerekir...

2- Tarihi ‘arsa’laştırmak

İstanbul Sinema Festivali’ne 20 yıldır kucak açan, 1924’ten beri Safiye Ayla’dan Münir Nurettin’e nice yüz akımız ünlülerin konserlerini de ağırlayan, 875 kişilik Emek Sineması’nı “emektar zemin kat mekanı”ndan kopartarak “8. kat”a çıkarıp tarihi yerini “AVM arsası”na dönüştüren proje, o “koruyoruz” denen binanın “mimari onur”una da saygısızlıktır.

Serkildoryan (Cercle d’Orient), Skentini ve Melek Apartmanı İstiklal Caddesi’ni “birlikte” bezerler... Haydarpaşa Lisesi, Arkeoloji Müzesi, İstanbul Erkek Lisesi, Pera Palas gibi 19. yüzyıl sonlarında inşa edilmiş görkemli İstanbul yapılarının da mimarı olan Alexandre Vallaury, 21. yüzyılda eserinin böylesine “parsel”leneceğini düşünebilir miydi?

3- ‘İmar magandalığı’

Böyle bir projeyi “istemek”, “tasarlamak”, “uygun görmek” ve “onaylamak” eş aymazlık, eş sorumsuzluk, eş magandalıktır... Yatırımcı “kar” için istiyorsa “ticaret tarihi”nin ahlaki derinliklerine de hakarettir; çünkü çağlar boyu tüccarlar asla “imar magandası” olmamıştır… “Mimar” tasarlamışsa, sadece mimarlık dünyasından değil, Türkiye’nin binyıllara uzanan mimarlık birikiminden de özür dilemesi gerekir… “Belediye” destekliyorsa kentin değil, kent soyguncularının hizmetinde olduğu anlamına gelir.

Hele bir de görevi, kültürü gözetmek olan bir “kurul”, üstelik iki mimar üyesinin “hayır”! demesine rağmen “oyçokluğu”yla onaylayabiliyorsa, kamusal sorumluluğun ve meslek etiğinin düştüğü durumu tanımlamaya hangi edepli söz yetebilir?

4- Yasayı ‘kavrayama’mak

Peki, aklı başında herkesi adeta isyan ettiren böyle bir proje nasıl üretilebilir, nasıl savunulabilir, nasıl “yasal” sayılarak onaylanabilir? Tartışmalardan ve kimi “açıklama”(!)lardan anlıyorum ki projeyi beğenenler, tarihi “bina”nın aynen korunacağından, yıpranmışlığını, kirini, pasını giderecek mükemmel bir restorasyon olacağından söz ediyorlar. Dahası, Emek Sineması’nın özgün tavanını ve duvarlarındaki barok bezemeleri 8. kata taşımayı da “marifet” sayanlar var...

Projenin bu şekliyle yaratacağı “kültürel soykırım”ı engellemek için Mimarlar Odası’nca açılan davada sıra “savunma”ya geldiğinde eminim ki şu söylenecek: “Tescil edilen kültür varlığı sinema değil binadır, mimarisi korunarak işlevi değişebilir.”

Eski yapılar elbette ki “çağdışı kalmış” işlevleriyle korunamaz, çünkü yaşatılamaz... bu nedenle Atatürk, sarayları bile müze yapmıştır. Ancak “sinema”, hele ki “Emek Sineması” kadar çağdaş ne olabilir? Kullanım türleriyle de günümüz yaşamının parçası olan eski yapılar, onları hem “yaratan”, hem de mimari ve toplumsal (kamusal) niteliklerini “belirleyen” işlevleriyle birlikte “uygarlık mirası”mızdır.

Sanat tarihi ve toplumsal değerlerin birlikte yaşatılmaları gerektiğini bilmeyen, hatta kavrayamayanların, “koruma”da etkili ve yetkili olmaları ne büyük talihsizlik...

5- Kimliği ‘konum’undadır...

Emek Sineması’nın gözetilmesi gereken “kimlik” değerleri arasında, kentsel yaşamla içi içe konumu, “sokak”la sarmaş dolaş girişi, gişesi ve fuayesinde bile Beyoğlu ortamıyla “hem zemin” hali çok önemlidir. Üstelik aynı sokak, sinema tarihimizle özdeşleşen “Yeşilçam”dır… AVM uğruna yok edilecek olan da “İstiklal Caddesi - Yeşilçam-Emek Sineması” birlikteliğidir… Yılların yarattığı bu “Beyoğlu birlikteliği”ni parçalamaya kalkışan bir kafanın, değil böyle bir proje üretmek, “koruma”nın ulaştığı “evrensel bilinç”le artık anasından bile doğmaması gerekir...

Mimarlık “yok etme” değil “yaratma” sanatıdır. Zamanın bin bir emekle, anılarla, düşlerle ve nice coşkulu, hüzünlü, kahırlı ve özverili yaşanmışlıklarla “yarattığına saygısız” bir projeye “tasarım” demek, “sadece insana armağan edilmiş yüce bir yeti”ye hakaret değil midir?

Son bir sözüm de İstanbul-2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na... “Bu uygulamayla bizim ilgimiz yok, logomuzu da izinsiz kullandılar” demişler. Nasıl “ilgi”siz kalabilirler ki? Yapmaları gereken, Mimarlar Odası’nın açtığı davada “müdahil” olmak, kültür başkentinin onurunu kurtarmaya destek vermek değil midir?

Evet... Ben bu projeden vazgeçileceğine inanıyorum. Çünkü ülkemin ve İstanbul’un uygarlık birikimleri bunu asla hak etmiyor...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 29.04.2010

TOKİ'NİN SULUKULE'Sİ GEO-RADARA TAKILDI

 

Romanların yoğun olarak yaşadığı Sulukule'yi yenilemek amacıyla TOKİ tarafından başlatılan proje sit uygulamasına takıldı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, arkeolojik çalışmanın sonuçları alınana kadar bölgede yapılaşmaya gidilemeyeceğini açıkladı.

SANAT tarihçisi Derya Nükhet Özer'in İstanbul'un Fatih İlçesi'ne bağlı Sulukule'deki arkeolojik zenginliğe dikkat çekip sit alanı ilan edilmesini savunan yazısına Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan sürpriz bir yanıt geldi. Arkeologların sondaj kazılarına başladığı, geo-radar manyetik tarama yapılacağı belirtilen yanıtta, sonuçlar değerlendirilene kadar yapılaşmaya gidilmeyeceği vurgulandı.

Yanıtın ümit verici olduğunu kaydeden Özer, yıkımın ardından 90 bin metrekarelik boş bir alana dönüşen bölgede tarihi su yolları, manastırlar, iddiaya göre İmparator 2'nci Iustinos'un içinde gösterişli bahçeleri olan, heykellerle donatılmış Deutoron Sarayı'nın bulunduğunu söyledi. Yeni başlayan arkeolojik kazıların daha yüzey aşamasında bile erken dönem Osmanlı mutfak eşyaları bulundu. Yeditepe Üniversitesi GSF Öğretim Üyesi Derya Nüket Özer iki makalesini Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne gönderdi.

Kültür Bakanlığı'na bağlı Yenileme Kurulu bir arkeolojik envanter çalışması, literatür taraması yapmadan projeyi onayladı.

Müze daha şimdiden, kazı ruhsatı alınmamış olmasına karşın, alanda moloz hafriyatına girişen şirketi birkaç kez uyarmak zorunda kaldı bile. İronik olsa da Kentsel Yenileme Projesi, bu alanı bir arkeolojik site dönüştürdü.

Koruma Kurulu, Özer'in başvurusunu 29 Mart'ta yanıtladı. Bilgi için Fatih Belediye Başkanlığı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü ve Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne de gönderilen yazıda kazı alanındaki molozların Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde kaldırılması istendi. Alanın hassasiyeti hatırlatılarak, TOKİ projesindeki otopark ve sığınak sınırları içinde arkeolojik kalıntıların tespiti için geo-radar manyetik tarama yapılarak sonuçlarının uygulama öncesinde acele iletilmesi, çalışmalarda ilgili idarelerin eşgüdümlü çalışmaları talep edildi. Sonuçları kurulca değerlendirilene kadar alanda yapılaşmaya yönelik müdahalede bulunulmaması istendi.

* Arkeolojik çalışmalarda da kullanılan geo-radar (yer radarı-GPR), yeraltı yapılarını radyo dalgaları kullanarak belirleyen bir alet.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 25.04.2010

TÜRBELER BAKIMA ALINIYOR

 

 

Aksaray Belediyesi şehrin muhtelif yerlerinde bulunan türbe ve tekkeleri proje kapsamında bakım ve onarıma alıyor.

 

Aksaray Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından şehir genelinde bulunan tekke ve türbelerin bakım ve onarımının yapılması için rölöve ve restorasyon projeleri hazırlandı. Tarihi mekanların gelecek nesillere kazandırılmasının önemli olduğunu vurgulayan Belediye Başkanı Nevzat Palta, “Aksaray Belediyesi olarak 'Bu mekanın şerefi orada yaşayanlardan kaynaklanır' sözünden hareketle şehrimizin muhtelif yerlerinde bulunan Sancılı Baba, Bedir Baba, Sinoplu Baba, Şeyh Mustafa Baba, Kemal Baba, Hasas Baba, Coğlaki Baba ile Şeyh Hamza türbeleri ve Üçler Tekkesi'nin bakım ve onarımı için rölöve restorasyon projesi hazırladık. Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu onayladıktan sonra türbelerin bakım ve onarımları belediyemiz tarafından yapılarak maneviyatı ve değeri büyük olan şerefli mekanlarımızı koruma altına almış olacağız” dedi.

Aksaray Kent Haber, 24.04.2010

DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NİN YANINDA ELEKTRO RADAR TARAMASI

 

Sivas'ın Divriği İlçesi'ndeki Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası'nın doğu cephesinde, tarihi yapıya baskı yapan toprak kütle, yapılacak kurtarma kazısı ile kaldırılacak. Kazı öncesinde eserin doğu cephesi, toprak altında herhangi bir mimari doku, obje, materyal olup olmadığının kontrolü için elektro radar cihazı ile taranıyor.

Sivas Müze Müdürü Yüksek Sanat Tarihçisi Yusuf Altın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO) koruma çalışmaları kapsamında oluşturulan 'Dünya Kültür Mirası' listesinde yer alan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasının doğu cephesinde, esere baskı yapan toprak eğiminin kaldırılması için yapılacak kazı çalışmalarının startının dün itibariyle verildiğini bildirdi.

Çalışmalara, öncelikle yüzey temizliği ve elektro radar taraması işlemleri ile başladıklarını anlatan Altın, tarama çalışmaları için özel bir ekibin Divriği'ye geldiğini, bu ekibin teknolojinin son harikası olan elektro radar tarama cihazı ile çalışmalar yaptığını ifade ederek, şunları söyledi:
'Çalışmalara başlamadan önce yer altı radar tarama işlemini gerçekleştiriyoruz. Bu işlemin amacı, kazı alanındaki obje, materyal veya mimari bir doku olup olmadığını tespit etmek. Bu konuda Ankara Üniversitesi Yer Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof.Dr. Yusuf Kağan Kadıoğlu ve ekibinden yardım alarak çalışmaları sürdürüyoruz, buradaki amacımız, dünya mirası Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasına baskı yapan toprağı atmaktır.'

Kazı hazırlıklarını 15 Mayıs'a kadar tamamlamayı hedeflediklerini ifade eden Altın, 'Yaklaşık 55 kişilik bir ekiple kazı çalışmalarını yürüteceğiz. Çeşitli üniversitelerden, İl Özel İdare Müdürlüğü'nden ve birçok kurumdan destek alıyoruz. El birliğiyle bu çalışmayı bitirmeyi planlıyoruz' diye konuştu.

Ekibiyle birlikte kazı çalışmalarına katılan Ankara Üniversitesi Yer Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof.Dr. Yusuf Kaan Kadıoğlu ise merkezin çalışmaları hakkında bilgi verdi.

Türkiye'nin birçok yerinde çalışmalar yürüttüklerini ve başarılı sonuçlar aldıklarını ifade eden Kadıoğlu, 'Merkezimiz, Türkiye'nin ilk bu şekilde çalışan merkezidir, bu sistemdeki amaç, yer altında bulunan arkeolojik eserleri kazı yapmadan görüntüleyebilmektir. Elimizdeki cihaz ile Hasankeyf, Şam Süleymaniye Cami ve ülkenin birçok tarihi yerlerinde bunu uyguladık, bu konuda oldukça tecrübeliyiz' dedi.
 

- ELEKTRO RADAR TARAMASI-

Yer altı radarı ya da genel adıyla GPR (Ground Penetrating Radar) olarak da bilinen elektro radar tarama cihazı, yer altının 40 metre derinliğine kadar araştırılmasında kullanılıyor.

Jeofizik bilimi tabanlı bir ölçüm cihazı olan elektro radar tarama cihazı, antik şehir, tapınak, mezar, tarihi han ve hamamlar, eserler, duvarlar ve benzeri tarihi kalıntıların tespitinde kullanılıyor. Cihazdan maden arama ve rezerv geliştirme ile göçük ve maden kazalarında ilk yardım çalışmaları, Ceza evlerinde tünel tespiti gibi konularda da faydalanılıyor.
sondakika.com, 24.04.2010

İKEA TİPİ TAPINAK BULUNDU

 

İtalyan arkeologlar, Potenza kenti yakınlarında yaptıkları kazılarda, parçaları üzerinde nasıl birleştirileceklerini gösteren semboller taşıyan tapınak benzeri bir yapı keşfetti.

MÖ 6. yüzyılda yapılmış olan tapınakta, çeşitli figürlerin nasıl bir araya getirileceği üzerindeki kulpları ve kırmızı-siyah renkte sayılardan oluşan bir levhayla gösteriliyor.

Konuyla ilgili buluş National Geographic magazin dergisinin son sayısında da yayınlandı.

İtalya Basilicata Üniversitesi arkeoloji bölümünden Massimo Osanna, "Tüm bu dizilim, o dönemler, montaj sisteminin o dönemlerden günümüze kadar geldiğini ortaya koyuyor" dedi.

Emlak Bülten, 24.04.2010

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

İstanbul Kapalıçarşı’da antika eşya satan bir dükkana düzenlenen operasyonda piyasa değeri 250 bin TL’yi bulan tarihi eser ele geçirdi. Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait çok sayıda altın sikkenin ele geçirildiği operasyonda 4 adet tarihi ikonaya da el konuldu. Ele geçirilen Roma dönemine ait olan kolyenin Arkeoloji Müzesi’ne, ikonaların Ayasofya Müzesi’ne ve hat levhanın ise Türk Sanatları Müzesi’ne gönderileceği öğrenildi.

Vatan, 24.04.2010

ARKEOLOJİK KAZILARDA 'ROMA YOLU' BULUNDU

 

İzmir'de Konak Belediyesi'nin desteği ile Agora surları dışında, Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan en önemli eserlerden biri, MS 2- 3'üncü yüzyıllara ait olan ‘Roma yolu’ oldu.

Yapılan kazı çalışmalarında yolun boyu 25 metreye kadar uzadı. Roma yolunun ortaya çıkarılması arkeologlar, turizmciler, bölgede oturanlar ve esnafta heyecan yarattı. Bu alandaki kazı çalışmalarında görev alan arkeolog Yücel Pehlivan, yaklaşık iki metre genişliğindeki 25 metreye kadar uzanan Roma dönemine ait yolun bir ucunun aynı bölgede restorasyon çalışmaları devam eden Ayavukla Kilisesi'ne, diğer ucunun da Anafartalar Caddesi üzerinden Agora'ya kadar uzandığını tahmin ettiklerini söyledi. Pehlivan, “Fakat yolun büyük bölümünün üstünde yapılar var. Amacımız bu yolun tamamını ortaya çıkarmak, gidebildiğimiz yere kadar gidebilmek” dedi.

Konak Belediye Başkanı CHP'li Hakan Tartan da İzmir'in geleceği için tüm imkanları seferber ettiklerini, ekonomik zorluklara rağmen Basmane ve çevresindeki kazılara kaynak aktardıklarını, projeler hazırladıklarını belirtti. Tartan, “Altınpark'ı bir arkeolojik park haline getirmek istiyoruz. Kazdıkça tarihin zenginlikleri bu kazıdan fışkırıyor. Roma yolu bunlardan biri. Önümüzdeki yıllarda Basmane ve çevresi turizm açısından İzmir'in kalbi haline gelecek. Binlerce turist bu eserleri görmek için burayı ziyaret edecek” diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 24.04.2010

2 BİN YILLIK ANIT HALA AYAKTA

 

MS birinci yüzyılda Sinop'ta yaşadığı belirtilen ve dünya genelinde ki boks şampiyonalarında 150 şampiyonluk kazanan Marcianus Rufus isimli boksör için 70 yılında Sinop yerel senatosu tarafından yaptırılan şampiyonluk anıtı hala ayakta. 1970 yılında yapılan kazılar sırasında Sinop'ta ortaya çıkartılan yaklaşık 1.5 metre yükseklikteki anıt, Sinop'a gelen yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini görüyor.

Anıt üzerine Romalı ustalar tarafından Sinoplu boksör için yazılan övgü dolu sözlerden, Marcianus Rufus adlı boksörün rakipleri karşısında ne kadar başarılı olduğunu anlatıyor. Anıt üzerindeki kitabede Sinoplu boksörün, İzmir Bergama, Efes, Kapadokya ve çeşitli roma şehirlerinden Suriye'ye kadar dünyanın bir çok ünlü şampiyonalarında, genç erkekler ve ergenlerde 150 zafer kazandığı belirtiliyor. Sinop Arkeoloji Müzesi Arkeoloğu Fuat Dereli, Sinoplu boksör için dikilen anıtın müze bahçesinde sergilendiğini ve büyük ilgi gördüğünü söyledi.

İhlas Haber Ajansı, Haber: Serhat Özşahin, 24.04.2010

ATALARIMIZIN NEANDERTHAL AŞKI KANITLANDI

 

ABD'li bilim insanlarının dünya çapında 2000'e yakın insan üzerinde yaptığı genetik araştırmaya göre atalarımız binlerce yıl önce nesli tükenen Neanderthallerle en az iki kere çiftleşmiş.

Amerikan Fiziksel Antropologlar Topluluğu'nun sunduğu verilere göre insan türleri arası çiftleşme 60 bin yıl önce Doğu Akdeniz'de, 45 bin yıl önce ise Doğu Asya'da gerçekleşti. Afrika, Asya, Avrupa, Amerika'da yaşayan insanlardan alınan DNA örnekleri incelendi. Araştırmaya göre DNA'mızda Neanderthallerin izi var. Araştırmayla, 25 bin yıl önce nesli tükenen Neanderthallerle ilgili tüm sırların çözülebileceği belirtildi.

Hürriyet, 24.04.2010

HER PARÇASI BAŞKA BÖLGEDEN TOPLANDI

 

 

Interpol ve Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliğiyle Hünkar Kasrı'ndan çalınan tarihi eserler, dünyanın dört bir tarafından toplanarak, Türkiye'ye getirildi.

Titiz restorasyon çalışmasıyla Hünkar Kasrı, eski ihtişamına kavuşurken, bu çabalar, uluslararası Hollanda European Nostra yarışmasında “En iyi eski haline dönüştürme” ödülünü Türkiye'ye kazandırdı. Ödül, 10 Haziran'da Hollanda'da düzenlenecek törenle vakıflara verilecek.

1663 yılında tamamlanan ve uzun yıllar bakımsız kaldığı için çatısından, taşıyıcı elemanlarına kadar oluşan hasarlarla tarihsel özelliğini kaybetme durumuna gelen emsalsiz yapının ünlü çinileri de söküldü. Yusuf Beyazıt'ın 2003 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü görevine gelmesinden sonra Hünkar Kasrı güvenlik altına alındı ve restorasyon çalışmalarına başlandı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan Kaçakçılıkla Mücadele Birimi, kasırdan çalınan tarihi eserlerin envanterini çıkardı. Merkezi Fransa'nın Lyon kentinde bulunan İnterpol Genel Sekreterliği'yle temasa geçilerek tarihi eserlerin Türkiye'ye iadesi çalışmalarına başlandı.

Bu çaba, çalıntı eserlerin satışını da zorlaştırdı. Çalıntı çinileri satamayan bir kaçakçı, telefon ihbarıyla çinileri bıraktığı yeri vakıflara iletti. İhbarcının verdiği yere giden uzmanlar, çinileri Haliç kenarında terkedilmiş olarak buldular. Farklı noktalarda yapılan dört operasyonla çinilerin büyük bölümüne ulaşıldı. Restore edilen çiniler, tek tek yerleştirildi.

Hünkar Kasrı'nın, yıllar boyu karşı karşıya kaldığı talandan kurtarılıp, İstanbul Ticaret Odası sponsorluğunda restore ettiklerini kaydeden Genel Müdür Beyazıt, “Hünkar Kasrı şimdi, eski ihtişamına yeniden kavuştu” dedi.

Hürriyet, Haber: Saygı Öztürk, 24.04.2010

"DİNOZORLARI METEOR ÖLDÜRMEDİ"

 

Norveç'te bulunan bir fosili inceleyen bilimadamları, dinozorların dünya üzerinden silinme sebebinin bir meteor olmadığını açıkladılar.


Bilim dünyasını şaşırtan açıklamaya göre, dinozorların sonu ani iklim değişikliği yüzünden geldi.


Norveç'te bulunan fosili inceleyen bilimadamları günümüzden 137 milyon yıl önce dünya denizlerinde 9 derecelik bir sıcaklık düşüşü olduğunu tespit ettiler.
137 milyon yıl önce deniz suyu sıcaklığının 13 dereceden sadece 4 dereceye düşmesinin sebebinin Atlantik Körfezi Akıntısı'ndaki ani bir değişiklikten kaynaklandığına inanılıyor.


Bilimadamları şimdi, bu ani değişimin günümüzde de yaşanabilecek olmasından endişe ediyorlar.


Bu teoriye göre, Kretase çağında yaşanan bu değişim, dinozorların Dünya üzerindeki yaşamlarını sona erdirdi.

Milliyet, 24.04.2010

"GALATAPORT'TA LİMANA GEREK YOK, TİCARET VE KÜLTÜR MERKEZİ OLMALI"

 



Eski adıyla Galataport yeni adıyla Salı Pazarı projesiyle açılacak ihaleye, Eczacıbaşı Holding ile beraber katılacaklarını açıklayan Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, “Bu ihalede Eczacıbaşı’yla nikahımızı açıkladık ve bekliyoruz” dedi. İhalenin bu yıl yetişip yetişmeyeceğinin belli olmadığını ifade eden Akın şöyle devam etti:


“Biz son çeyreğe yetişir diye düşünüyoruz ve özelleştirme idaresini takip ediyoruz. Nasıl bir ihale olacağı konusunda henüz bir prosedür belli değil. Projeler kimler tarafından ve nasıl çiziliyor, nasıl bir yerleşim düşünülüyor, henüz bilgi sahibi değiliz. Nasıl bir fiyat belirlenecek, yap-işlet-devret-modeliyle mi olacak gibi konular hala belirsiz. Bu nedenle ihalenin ilan edilmesini bekleyeceğiz.”
Akın bu ihalede Eczacıbaşı ile ortak hareket etme kararları üzerine de şunları söyledi:
“Bir sohbet sırasında beraber hareket etmeye karar verdik. Bülent Eczacıbaşı’nın talebiyle oldu. Bu bölgede Eczacıbaşı’nın geliştirmiş olduğu İstanbul Modern projesi var. Bu projenin orada korunması ve geliştirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu müze Salı Pazarı projesini pozitif etkileyecektir.” 

Akın, “İhaleyle bölgenin tamamını satabileceklerini sanmıyorum. Muhtemel 49 yıllığına bir leasing modeli olacak. Hepsini beklemek lazım. Klasik bir TOKİ ihalesi gibi görünüyor” dedi.
Bir önceki ihalede yaşananların tekrarlanacağını tahmin etmediğini ifade eden Akın, “Özelleştirme İdaresi ortaya çıkabilecek bütün sıkıntıları çözüp ihaleye çıkacaktır. Çünkü bu ihalenin bir daha iptal olmaması gerekiyor. Biz bir önceki ihalede de vardık. Tepe ile ortak hareket etmiştik. O zamandan beri bu ihaleye ilgimiz devam ediyor” diye konuştu.

Bu projenin adının ‘Salı Pazarı’ olmasının çok yerinde bir karar olduğunu vurgulayan Akın, “Çünkü burası bir port (liman) projesi değildir. Limanı bu projeye sokmak yanlıştır. Gemiler buraya yanaşmamalıdır” dedi. Halihazırda bölgeye sadece iki geminin yanaşabildiğini ifade eden Akın şunları söyledi:


“Bu gemilerde 1000 -1500 kişi var. Bu kişiler geliyor, buradan transit geçiyor ve şehre gezmeye gidiyor. Akşam da dönüyor gemisine biniyor. Bu bölge sadece yolcu salonu görevi görüyor. Geliyor ve geçiyor, burada durmuyor. Ayrıca otellerin önünde gemi manzarası olacak. Limana ne gerek var. Liman tarihi yarımadanın orada olmalı. Liman projesi külliyen yanlıştır. Tamamen turistik alan olması lazım. Ona göre dizayn edilmesi lazım.”

Milliyet, Haber: Eylem Türk, 23.04.2010

KALE, SORUNLARINA ÇÖZÜM BEKLİYOR

 



Ankara Kalesi Derneği Başkanı Şevket Bülend Yahnici, kale ve çevresinin yaşadığı sorunların çözümü konusunda yetkililer ile başkentli işadamlarının ilgisizliğinden yakındı. Kalenin otopark, trafik ve güvenlik gibi problemlerinin bulunduğuna dikkat çeken Yahnici, “Bunları çözdüğümüz zaman burasının Suriye’deki Halep Kalesi’nden Paris’teki Monte Mario’dan bir eksiği olmaz” dedi. Yahnici, kalenin Monte Mario ile “kardeş kale” ilan edilmesi konusunda teklif aldıklarını ancak, yaşanılan sorunlar nedeniyle “kendilerinin böyle bir teklifi cesaret edip de yöneticilere aktaramadıklarını” açıkladı.

Başkan Yahnici, Ankara Kalesi ve çevresinin yaşadığı sorunları Cumhuriyet Ankara’ya anlatırken, bunların çözülmemesi durumunda kalede turizm faaliyetlerinin yapılmasının söz konusu olamayacağını kaydetti. Kaledeki insanların zor şartlarda yaşadığını söyleyen Yahnici, “150-200 liraya kirada oturan bu insanlardan kültür gayreti beklemek de mümkün değil” diye konuştu. Esnafın beklentisinin alım gücü yüksek insanların buraya gelmesi olduğunu ifade eden Yahnici, “Bunlar Ankara’da görev yapan yabancı misyon temsilcileri, yabancı turistler ve kentte yaşayan belli alım gücüne sahip insanlardır. Bunların ilgisi sağlanırsa buradaki potansiyel artacaktır” dedi. “Burada sıkıntı o kadar çok ki” görüşünü dile getiren Başkan Şevket Yahnici, “10 senedir ilgililere buradaki tuvalet sorununu çözün diyoruz. Bu sorun dahi çözülmemiştir. Turistin iç kaleyi, kale sur dibini gezdiğinde tuvalete girebileceği bir yer yok. Tuvaletin olmadığı yerde turizm olur mu? Çok basit gibi gözüküyor ama bunları söylemekten utanıyorum” eleştirisinde bulundu. Turistlerin ilgisini kaleye çekmeye çalıştıklarını söyleyen Yahnici, “Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne turist otobüsleri gelir, oraya park eder. Turistlere sadece orası gezdirildikten sonra turistler otobüslere bindirilip götürülür. Kaleye çıkarılmazlar. Biz senelerce bas bas bağırıyoruz: Kale gibi yer varken bu imkanı mahvetmeyin” diye konuştu. Otopark ve trafik sorunu da yaşandığını dile getiren Yahnici, şöyle konuştu:

“Saat kulesinin dibine gittiğinizde park etmiş arabalardan geçilmiyor. Dünyanın kalesi olan hiçbir yerinde böylesi bir park alanı göremezsiniz. Suriye’de Halep Kalesi’nin, Paris’te Monte Mario’ya araç girer mi? Belçika’da Brüj diye bir kenti kapatmışlar. Dışarıda arabanızı park ediyorsunuz. İçeride başka araçlarla geziyorsunuz. Kalenin çevresinde otoparklar yapılmalı. Öte yandan kalede muazzam hareket eden bir trafik var. Hele hele insanlara kaleye gelin, burayı gezin dediğinizde herkes arabasına atlayıp geliyor. O zaman bu arabaların seyrettiği bir kale, karmaşaya dönüşüyor. Araç trafiğinin yoğunlaştığı yerlerde turist ‘İllallah’ diyor. İç kalede turist geziyor ancak esnaf araçla mal getiriyor. Bütün sokağı esnafın minibüsü kaplıyor, turistin yürüyeceği yer kalmıyor. Turizm amaçlı bir yerde turistin güvenliği, sağlıklı bulunuşu mu önemlidir yoksa bir minibüsün geçişi mi? Bütün bunları çözdüğümüz zaman burasının bir Halep’ten bir Monte Mario’dan eksiği olmadığı inancındayız.”

 

‘Değerlerimize sahip çıkalım’
İnsanları kale içinde taşıyacak bir sistemin kurulabileceğini kaydeden Yahnici, “Eğer yetkililer, ‘Bu sistemi kuramayız’ derlerse biz özel sektöre bu araçların üzerilerine reklam alıp, araçları koydurabileceğimizi söylüyoruz” dedi. Yahnici, güvenlik sorununu da “Geçenlerde buraya valiler ve eşleri gelmiş. Çocuklar da eteklerine yapışmış, para istiyor. Bunun üzerine ortalık birbirine girdi. Ama kardeşim her gün bu böyle. Yani valinin eşi olunca polis gelip müdahale ediyor ama burada her gün turiste böyle yapılıyor. Kaleyi bu tür durumlardan kurtarmak, korumak lazım. Bunlar çok basit fırça darbeleriyle halledilebilir” sözleriyle dile getirdi. Bölgenin buram buram tarih kokan bir yer olduğuna işaret eden Yahnici, “Burada antikacısı, çarşısı, bakırcısı ve kunduracısıyla bir tarih yaşatılıyor. Yazıktır yani. Bakırcılar yarın burayı bırakıp gidiyoruz deseler bakır işçiliği biter. Keçecilik, debbağlık bitmiştir kalede. Bütün bunlar yaşaması gereken değerler. Ama hiç olmasa kaybedilenleri bir kenara bırakıp diğerlerini kurtarmalıyız” diye konuştu.

‘Kardeş kale teklifi var’
Şevket Yahnici, Paris’te Monte Mario’nun sivil toplum kuruluşu olarak kendilerine bir teklifinin olduğunu açıklarken de şunları kaydetti:

“Monte Mario, kalesiyle burayı kardeş kale ilan edip proje oluşturma teklifleri var. Böyle bir teklifi uygulamak için biz cesaret edip de yöneticilere bu teklifi aktaramıyoruz. Bu kadar trafik, güvenlik, otopark sorunu olan bir yeri Paris’le kardeş kale yaptık deme şansınız var mı? Orayı trafiğe kapatmışlar ve raylı sistem yapmışlar. O sistemin aynısını burası için çizdiler ve getirip teklif ettiler.” Ankara’nın kültür ve sanatla ilgilenen işadamları ve zenginlerine de çağrıda bulanan Başkan Yahnici, “Bu işlere destek olmaları lazım. Ankara bu işlerin yoksulu. İstanbul’da kültüre sanata verilen destekler, bunlar için kurulan vakıflar ortada iken, ilgililerden, iş ve para sahiplerinden destek bekliyoruz. Ankara hak etmediği kadar kültüre ve sanata işadamı ilgisizliği yaşıyor çünkü” değerlendirmesini yaptı.

Cumhuriyet Ankara, Haber: Alican Uludağ, 23.04.2010

DRAMA KÖPRÜSÜ BULUNDU

 

“Drama Köprüsü Hasan, dardır geçilmez” türküsüne konu olan köprünün yeri, Rum tarihçi tarafından belirlendi.

 

Lozan Mübadilleri Vakfı Genel Sekreteri Sefer Güvenç, köprüyle ilgili ilk ipucunun, geçen yıl Yunanistan’ın Drama kentini ziyaret eden Bursalı bir mübadil Türk’ten geldiğini belirterek şunları söyledi: “Bursalı mübadil elinde bir fotoğraf ’İşte Drama Köprüsü bu’ diyerek çıkıp gelmiş.

Araştırma yapmış ancak köprünün yerini tespit edememiş. Drama’da yaşayan yerel tarihçi ve Drama Küçük Asyalılar Mübadiller Derneği Başkanı Nikos Latsistalis, hemen fotoğrafın bir kopyasını alarak foto-safariye başlamış. Onlarca vadi, köy gezdikten sonra bir su kemeri başında kalakalmış. Nikiforos (Nusratlı)- Karyafiton (Kozluköy) arasında yer alan su kemerinin arkasındaki görünüm ile fotoğraftaki görünümün birebir örtüştüğünü fark etmiş. Kemerin devamında bir patika olduğunu da görünce doğru yol üzerinde olduğuna emin olmuş. Latsistalis, bir gün bizi aradı ve Drama Köprüsü’nü Nikiforos beldesinde bulduğunu söyledi.”

Vatan, Haber: Çiğdem Pala/AA, 24.04.2010

YAKUTİYE ASLINA DÖNDÜRÜLÜYOR

 

 

Havaların ısınmaya başlamasıyla birlikte Yakutiye Medresesi'ndeki dış bakım ve onarım çalışmalarına başlandı. Medresedeki bakım ve onarım çalışmaları, Temmuz ayının ilk haftasında sona ereceği bildirildi.

 

Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, Yakutiye Medresesi’nde geçtiğimiz yıl başlayan bakım ve onarım çalışmalarına, dış mekanlarda başlandığını söyledi.

Kış şartları dolayısıyla medrese dışındaki çalışmaların 15 Nisan’a kadar bekletildiğini belirten Bakır, “Medresemizde çalışmalar devam ediyordu. İç mekanlardaki çalışmalarda büyük mesafeler alındı. Teşhir, ışıklandırma, vitrinler ve kapıları kapsayan bakım ve onarım çalışmaları, Haziran ayının sonuna kadar tamamlanmış olunacak. Medreseyi, herhangi bir gecikme söz konusu olmazsa, Temmuz ayının ilk haftasında yeniden ziyaretle açacağız.” dedi.

Yakutiye Medresesi’nde devam eden bakım ve onarım çalışmalarının içeriği hakkında bilgiler de aktaran Suat Bakır, tarihi eserin iç kısmındaki vitrinlerin ve hücre kısımların baştan sona yenilendiğini bildirerek, özellikle ahşap kısımlarda itina ile çalışıldığını dile getirdi. Işıklandırma, teşhir ve ahşap kaplama çalışmalarının dışında, iç mekanlardaki odalar için de, 17 adet orijinal ahşap kapı yaptırıldığını dile getiren Suat Bakır, Yakutiye Medresesi’nin dış kapısının da, tarihi eserin ihtişamına yakışır biçimde değiştirileceğini söyledi.

Yakutiye Medresesi’nin dış duvarlarındaki çimentoyla kaplı taşların, yenileriyle değiştirileceğini anlatan Suat Bakır, “Medresenin dış duvarları; renk ve doku itibariyle uyum sağlamadığı için değiştirilecek. Yenilenen taşlar, tarihi eserin dokusuyla birebir uyum sağlayacak. Çalışmalar, hem iç, hem de dış mekanda devam ediyor. Yapılan hesaplamalara göre, 2 Temmuz tarihi itibariyle bakım ve onarım çalışmaları bitirilmiş olarak medreseyi teslim alacağız.” diye konuştu. Yakutiye Medresesi’nin yeniden turizmin hizmetine sunulacağı tarihin de, Eylül olarak belirlendiğine işaret eden Bakır, teslim alınan mekanın müze olarak yeniden tanzim edilecek olması nedeniyle, açılışın Eylül ayını bulacağını sözlerine ekledi. Bakım ve onarım çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte Yakutiye Medresesi’nin yepyeni bir çehreye kavuşacağını dile getiren Bakır, medresenin, Erzurum’un tarihinden derin izler taşıyan bir yapı olduğunu belirterek, “Yakutiye Medresesi, Selçuklu mimarisinin Erzurum’daki en önemli anıtsal yapılarından biri olma özeliğini taşıyor.” dedi.

Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal, 23.04.2010

CUMHURİYETİN İLK DEVLET KONSERVATUARI MÜZE OLUYOR

 

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile 1924 yılında, Cebeci’de kurulan Cumhuriyetin ilk Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi), Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimiyle Çağdaş Sahne Sanatları Müzesi ve Kültür Merkezi olacak. Böylece 1985 yılına değin, dünyaca ünlü birçok sanatçının yetiştirildiği Cumhuriyetin ilk “Devlet Konservatuvarı”, yıllar sonra yeniden sanat kurumu olarak işlev kazanacak.

Türkiye’nin ilk “Devlet Konservatuarı” Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi), Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile 1924 yılında Cebeci’de hizmet vermeye başlamıştı. O dönemde 3 katlı kerpiç bir bina olan okul, 1928 yılında Avusturyalı mimar Ernest Arnold Egli tarafından projelendirilmişti. Bina, 1938 yılında eklenen yeni mekanlarla genişleyerek, genç Cumhuriyetin ilk “Devlet Konservatuarı” olmuştu. 1985 yılına kadar geçen süre içinde binada, dünyaca ünlü birçok sanatçı yetiştirildi. 1985 yılında ise Devlet Konservatuarı’nın yeni binasına taşınmasının ardından tarihi bina koruma altına alınmıştı. Daha sonra, Gazi Şahin’in Mamak Belediye Başkanı olduğu dönemde, binaya belediyenin hizmet birimleri taşınmıştı. Binanın şu anda da kullanım hakkı Mamak Belediyesi’nde bulunuyor. Binada, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün de bir sahnesi yer alıyor.

Tarihi bina yeniden “sanat merkezi” olarak Ankaralıların hizmetine sunulacak. Cumhuriyetin ilk Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi), Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimiyle Çağdaş Sahne Sanatları Müzesi ve Kültür Merkezi olacak. Böylece 1985 yılına değin, dünyaca ünlü birçok sanatçının yetiştirildiği Cumhuriyetin ilk “Devlet Konservatuarı”, yıllar sonra yeniden sanat kurumu olarak işlev kazanacak. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay binanın Çağdaş Sahne Sanatları Müzesi ve Kültür Merkezi olacağını duyurmuştu. Binanın yeniden bir sanat kurumu olarak hizmet verecek olması, kültür-sanat camiasını sevindirdi.

 

‘Ülkedeki çoksesli müzik ilk orada yeşerdi’
Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve eski Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) Müdürü Hasan Hüseyin Akbulut, Cumhuriyet Ankara’ya yaptığı açıklamada, tarihi konservatuvar binasının Çağdaş Sahne Sanatları Müzesi ve Kültür Merkezi yapılmasının çok güzel bir düşünce olduğunu kaydetti. Binanın Türkiye’nin ilk konservatuarı olduğunu ve ülkedeki çoksesli müziğin ilk orada yeşerdiğini anlatan Akbulut, daha önce de binanın sanat kurumu olarak işlev kazandırılması yolunda adımlar atıldığını ancak bu adımların bir türlü sonuca bağlanamadığını söyledi. Akbulut, “Dönemin sanat yöneticileri olarak bizler, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, CSO, binanın bir sanat kurumu olarak yeniden işlev görmesi için yetkili herkesle görüşmüştük. Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile de görüşüldü. Sözler alındı. Binanın yeniden bir sanat kurumu olarak işlev görecek olmasının çok güzel bir düşünce olduğu vurgulandı. Ancak bir türlü bu düşünce gerçekleştirilemedi” dedi. Akbulut, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın sözlerinin yerine geldiği takdirde, sanat camiasının çok mutlu olacağını kaydetti.

Akbulut şöyle konuştu:
“Ankara’da yeni sanat mekanlarına ihtiyaç var. Cermodern gibi, eski konservatuar binasının yeniden sanat kurumu olarak hizmet vermesi gibi, CSO’nun yarım kalan inşaatının bitirilmesi ve opera binasına yönelik projelerin yaşama geçirilmesi gibi projeler, bu kentte yeniden kültür-sanat faaliyetlerini artırması bakımından çok önemli. Ancak bu türlü mekanlar yaşama geçerse, kent canlanır, kültür merkezi olabilir. Bilindiği gibi Ankara son yıllarda çoraklaştı. Taşralaştırıldı. Ankara bir alışveriş merkezi olamaz. Çünkü Ankara bir kültür merkezi olarak inşa edildi. Opera ilk kez Ankara’da açıldı. Devlet Tiyatroları da öyle. CSO, Yüce Önder Atatürk’ün emriyle Ankara’ya getirildi. O nedenle bir alışveriş kenti olamaz Ankara. Eğer bu türlü binalar hizmete girerse, Ankara’da daha fazla uluslararası festivaller düzenlenebilir. Film festivalleri, müzik ve tiyatro festivalleri daha fazla kişiye ulaşır, daha etkin olur. Bu nedenle çok önemli adımlardır bunlar. En kısa zamanda CSO’nun yarım kalan konser salonu inşaatının tamamlanmasını, opera binası projelerinin bitirilmesini bekliyorum.”

Cumhuriyet Ankara, 23.04.2010

SAMSUN GAZİ MÜZESİ'NDEKİ ATATÜRK'ÜN EŞYALARI KAYIP

 
Samsunlu tarihçi Baki Sarısakal'ın, kente gelen binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Gazi Müzesi’nde sergilenen ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün yatak odasındaki eşyalar ile koltuklar ve işlemeli yuvarlak masanın orjinal olmayıp birebir ölçülerde taklit olduğu’ iddiası doğrulandı. 2 yıl önce ortaya atılan bu iddiayla ilgili olarak, MHP Samsun Milletvekili Osman Çakır'ın soru önergesini yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Söz konusu koltuklar ve işlemeli yuvarlak masa, Atatürk’ün 1919 yılında Samsun’da kaldığı döneme ait değildir” dedi.

 

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Mücadelesi’ni başlatmak üzere 19 Mayıs 1919’da geldiği Samsun’da, kaldığı odadaki masa ve koltukların orijinal olmadığı ortaya çıktı. Bugün binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Gazi Müzesi’nde bulunması gereken ve Atatürk’e ait olan eşyaların nerede olduğunun ise bilinmediği belirtildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Çakır’ın sorusuna verrdiği yanıtta şunları söyledi:

“Söz konusu koltuklar ve işlemeli yuvarlak masa, Atatürk’ün 1919 yılında Samsun’da kaldığı döneme ait olmayıp, 1959- 1960 yıllarında demirbaş olarak müzeye girmiştir. 2006 yılına kadar müzenin üst kat salonunda sergilenmekteyken, bu tarihte yapılan yeni teşhir düzenlemesi sonucunda yer darlığı nedeniyle müze deposuna kaldırılmış ve burada titizlikle muhafaza edilmektedir. Gazi Müzesi’nde sergilenen diğer eşyalar ise Atatürk’ün Samsun’a geldiğinde konakladığı ve bugün Gazi Müzesi adıyla hizmet veren binada kullanılan 1919- 1960 yılları arasına tarihlendirilebilecek hatıra ve etnografik nitelikli eserlerdir.”

 

Bakanın yaptığı açıklamalarının ardından 2 yıl önce gündeme getirdiği iddianın doğru olduğunun ortaya çıktığını söyleyen tarihçi Baki Sarısakal, “Daha önceden müfettiş gelip inceleme yapmış ve hepsinin orijinal eserler olduğunu söylemişti. Bunlar hakkında Bakanlık bir işlem yaptı mı?” diye sordu.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın soru önergesine verdiği yanıtları yeterli bulmadığını söyleyen Baki Sarısakal, müzedeki orijinal eşyaların titizlikle korunmadığını ileri sürüp kayıp başka eşyaların da olduğunu öne sürdü. Sarısakal şöyle dedi:

“Yatağın üzerindeki cibinlik yok. 2008 yılında nerede olduğunu sordum. Temizletmeye gönderdiklerini söylediler ama hala gelmedi. 1969 yılında çekilen fotoğraflarda, yatağın yanında iki çift terlik görünüyor. Biri var ancak diğeri kayıp. Çalışma odasında halı yolluk vardı. Duvarda iki adet şamdan vardı. Hiçbiri ortada yok. Çalışma odasındaki perdeler gitmiş, yerine modern perdeler yapılmış. Bu eşyaların akıbeti ne oldu. Ben Türk halkı adına Bakandan bunların cevaplamasını bekliyorum.”

Milliyet, Haber: Hakan Çelikbaş, 23.04.2010

TARİH ORTAYA ÇIKACAK

 

 

Binlerce yıldır birçok medeniyete ev sahipliği yapan Gaziantep ve çevresindeki önemli yerleşim merkezlerini ortaya çıkarmak ve kazıların kesintisiz devamını sağlamak için Gaziantep Üniversitesi ile Kültür ve Turizm işbirliğinde Arkeoloji Enstitüsü kurulmasına karar verildi.

 

Sınırları içerisinde Yesemek, Zincirli höyük, Tilmek höyük, Taşlı geçit ve bir çok tarihi ören yerleri ile bir çok medeniyette ev sahipliği yapan İslahiye de Arkeoloji Enstitüsü kurulmasına karar verilirken, yer olarak ta özel idare hizmet binası yeri kabul gördü.

 

İslahiye Çolaklar ve Ağalar obası mevkiinde Roman dönemine ait bir köprünün bulunmasından sonra ilçeyi ziyaret eden Gaziantep İl Kültür Müdürü Salih Efiloğlu ve Gaziantep Müze Müdürü Ahmet Denizhanoğlu'nun İlçe Kaymakamı Resul Kır ile ilçenin çeşitli yerlerinde yapılan incelemeler sonucunda, ilçenin Tarihi ve Kültür bakımında zenginliği göz önünde bulundurularak bu kararın alındığı belirtildi. Yer konusunda çeşitli yerleri gezen yetkililere, Belediye Başkanı Malike Uludağ, Opet Anadolu Lisesi arkasında 5 dönümlük bir yer verebileceklerini ve ilçeye gelecek her türlü hizmet için tüm güçleriyle hizmette var olacaklarını dile getirdi. Heyet, daha sonra yeni bulunan Roma dönemine ait köprüyü gezdi.  

Gaziantep 27 Gazetesi, 23.04.2010

530 YILLIK CAMİ RESTORE EDİLİYOR

 



Sakarya'nın Kaynarca İlçesi'nde Fatih Sultan Mehmet'in mimarlarından Şeyh Müslihiddin adına 5 asır önce yaptırılan 530 yıllık cami restore ediliyor.

 

Topçu Köyü Büyükkaynarca Mahallesi'nde bulunan ve 1999 yılındaki depremde minaresinin devrilmesinin ardından cami, su alması ve tahtaların çürümesi üzerine tamamen yenilenmek zorunda kalındı. Eylül ayında başlayan restore çalışmaları kapsamında, caminin iç cephesi çam, dış cephesi de meşe ağaçlarıyla tamamen yenilendi. Restorasyon sırasında çimento yerine, Horasan harcı kullanıldı.


Kaynarca Kaymakamı Ersin Emiroğlu, restorasyon çalışmalarının yaklaşık 350 bin TL'ye mal olduğunu söyledi. Çalışmaların birkaç aya kadar tamamen sonuçlandırılacağını belirten Emiroğlu, Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onarım izni vermesinin ardından çalışmalara başlandığını hatırlattı. Emiroğlu, şöyle konuştu:

''Bu konuda çok titiz davrandılar. Amaç, çürümemiş olan malzemenin dökümü yapılarak tekrar kullanılmasıydı. Çalışma başladığında gerçekten kullanılacak malzemenin hemen hemen hiç kalmadığı görüldü. Birkaç kolonumuz ve ana gövdemiz var, onlar kullanılabildi. Malzemenin çoğu yenilendi ama en azından içeride gördüğümüz 530 yıllık bazı eserler ayakta duruyor. Restorasyon işlemi tamamlandığında caminin dışı koruyucu malzemeyle kaplanacak.''

Restorasyon işleminin tamamlanmasıyla camiyi bazı özel günlerde ibadete açmak düşüncesinde olduklarını ifade eden Emiroğlu, ''Camiyle ilgili bazı düşüncelerimiz var. Belirli dönemlerde ibadet yapılsın ki hava alsın ve çürümesin. Cami imamıyla da sık sık görüşüyorum. En azından cuma namazlarını bu camide kılın ki açılsın ve hava alsın içerisi. Orasının tekrar harap olsun istemiyorum'' diye konuştu.

Restorasyon işlemini yapan firmanın şantiye şefi Mehmet Bayram ise çalışmalara eylül ayının ortasında başladıklarını belirterek, kötü giden hava şartları nedeniyle çalışmalara 45 gün ara vermek zorunda kaldıklarını söyledi. Çalışmaların tamamlanma aşamasında olduğunu belirten Bayram, şöyle konuştu:

''20 gün sonra teslim edeceğiz inşallah. Caminin ana duvarları hariç, bütün her şey maalesef yenilenmek zorunda kaldı. Ana taşıyıcılar, karkaslar ise tamamen orijinal. Geç kalınmış bir restoreydi, üzüldük. Pek çok şeyi sökmek ve yeniden yapmak zorunda kaldık. Her şeyi eski haline uygun şekilde yeniden düzenledik. Caminin restorasyonunda geç kalınmış. 1999 depreminde minarenin çatının üzerine yıkılması nedeniyle çatı deforme olmuş ve cami hızla su alarak çürümeye başlamış. Sahipsizlik ve bakımsızlıktan dolayı da çoğu orijinal eseri kurtaramadık. 3 veya 4 parçayı ancak koruyabildik, o derecede çürümüş.''

Caminin kalaslarını söktüklerinde hayretler içinde kaldıklarını ifade eden Bayram, ''Hiçbir güç eskiler gibi yapamıyor. Bilhassa ağaç kalitesi yönünden. Eski ağaçları söktüğümüzde şaşırdık. Makinelerin olmadığı dönemde böyle ağaçların nasıl bu hale getirildiğini anlayamıyoruz'' diye konuştu.

Bayram, camide definecilerin kazı yaptıklarını belirlediklerini ifade ederek, ''Definecilerin kurcaladığı söylentileri çıktı. Burada define olmadığını göstermek ve binanın temelini görmek için her yeri açtık ve fotoğraflar çektik. Definecilere de haber gönderdik, kazmayın diye. Jandarma takip edince yarım yamalak kurcalayıp kaçmışlar'' dedi. Bayram, camide bıraktıkları orijinal parçaların minber külahı, iki direk ve girişteki mermer olduğunu sözlerine ekledi.

Sabah, 23.04.2010

KAÇAK KAZI YAPAN 16 KİŞİ YAKALANDI

 

Yozgat'ın Sorgun İlçesi Bahadın beldesinde kaçak kazı yaptığı ileri sürülen 16 kişi, düzenlenen operasyon sonucunda yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, gece gerçekleştirdiği operasyonda Sorgun İlçesi Bahadın beldesi yakınlarında bulunan höyükte kaçak kazı yaptıkları ileri sürülen 16 kişi suçüstü yakaladı.

 

Zanlılar, sorguları sonrasında Sorgun Devlet Hastanesinde sağlık kontrolünden geçirilip, adliyeye sevk edildi.

Yeni Şafak, 23.04.2010

"AKDAMAR'DA SINIRLAMA OLURSA AYİN YAPMAM"

 

Patrik Mesrob II'nin rahatsızlığından sonra cemaatin en yetkili kişisi olan Türkiye Ermenileri Ruhani Meclis Başkanı Aram Ateşyan, Akdamar Adası'ndaki Surp Haç Kilisesi'nde yılda bir kez ibadete izin verildiğine dair kendisine hiçbir resmi yazı gelmediğini söyledi.

 

Ateşyan, “Surp Haç'taki ayinin süresi veya katılımcıların sayısına ilişkin herhangi bir kısıtlama veya sınırlamayı kabul etmem. Böyle kısıtlama veya sınırlama getirilmek istenirse ayini yapmam” dedi. Ateşyan şöyle devam etti:
“Burası dünya Ermenileri için son derece önemli bir yer. Ayine bütün dünyadan binlerce kişi gelecektir. Gelen insanlara, ‘Kontenjan doldu kardeşim, sen Ada'ya çıkamazsın' denilebilir mi? Yahut, Kilise'de ayin yapılırken, ‘Size tanınan süre doldu, artık ayine son verin' denilebilir mi? Düşünün ki, daha şimdiden Van'daki otellerde yer kalmadı. Bu insanlar oraya turistik gezi için değil, ayin için geliyorlar. 12 Eylül'ü yani Kutsal Haç Yortusu'nu halk oyunları ekipleri ve korolarla birlikte kutlamak istiyoruz. Erivan, Kudüs ve Beyrut başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafından temsilciler davet edeceğiz.”

Ateşyan, kiliseye Surp Haç isminin yazılmasını ve Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II'nin armağan ettiği haçın konulmasını talep ettiklerini de vurgulayarak, “Bu bizim en doğal hakkımız. Patriğimizin gönderdiği haç müzede bekletiliyor. Kilisenin adı yokmuş gibi Akdamar Kilisesi deniliyor. Biz hem kilisemizin isminin yazılmasını, hem de haçın konulmasını istiyoruz” dedi.

Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 22.04.2010

'İLK SARAY' MÜZE OLUYOR

 

 

Dünyanın ilk sarayının kapısı, köy yerleşimleri, ok uçları, bronz iğneler, pişmiş topraktan çanak çömlekler, takılar, mühür, geç Hitit dönemine ait hayvan mezarı ve bir sur duvarı bulunan Aslantepe’de açık hava müzesi oluşturulmasına yönelik çalışmaların son aşamaya geldiği, müzenin gelecek yıl açılacağı bildirildi.


Malatya Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Ziya Kılınç, “Haziran ayında MÖ 3300’lere tarihlenen ve daha önceki kazılarda çıkarılan sarayın tadilat çalışması ve açık hava müzesine dönüştürülmesi için müteahhide verilen proje uygulanmaya başlandı” dedi. Açık hava müzesinin gelecek yılın sonlarında açılacağını ifade eden Kılınç, “Sarayın batı yamacında tunç dönemine tarihlenen küçük köy yerleşimleri ortaya çıktı. Bunların çobanlara ait kulübeler olabileceği tahmin ediliyor. Bunlar da bize şunu gösteriyor ki Aslantepe Ören Yeri kompleks bir alan” dedi. Geçen yılki kazılarda 26 eser bulunduğunu, bunların arasında mühürlerin de olduğunu hatırlatan Kılınç, “Halkın topladığı tahıllar saraya getiriliyor. Bu tahılları alan memurlar mühürlüyor. Tahıllar sarayda depolanıyor. Halka bunun karşılığında buğday ve arpa veriliyor. Memurlar mühürlerini pişmiş topraktan yapıyor” dedi.

Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: AA, 22.04.2010

TÜRKLER STANDARDI 500 YIL ÖNCE BELİRLEMİŞ

 

Sultan II. Beyazıd tarafından yaklaşık 500 yıl önce ferman olarak hazırlanan ve bugünkü anlamda ilk standart olma özelliğini taşıyan 'Kanunname-i İhtisab-ı Bursa'da (Bursa Belediye Kanunu) giyimden gıdaya, mutfak eşyalarından hayvan yemlerine kadar her şeyin standardize edildiği görüldü. II. Beyazıd tarafından yürürlüğe konulan ferman, Türk Standardları Enstitüsü (TSE) tarafından günümüz Türkçesiyle yayımlandı.

 

Orijinal metni İstanbul Topkapı Müzesi'nin Revan Kütüphanesi'nde bulunan 'Kanunname-i İhtisab-ı Bursa'nın kapağında, 1502 yılında yürürlüğe konulduğu belirtiliyor. TSE Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil, yeniden yayımlanan fermana yazdığı önsözde, Türklerin Anadolu toprakları üzerinde tesis ettikleri uygarlık örneklerinden birinin de standardizasyon alanında olduğunu ifade etti. Büyükhelvacıgil, şunları kaydetti: 'Standardın bugünkü anlamda kavrandığını gösteren yazılı en eski belge olarak dünya tarihine geçen 'Kanunname-i İhtisab-ı Bursa' Sultan II. Beyazıd tarafından ferman olarak hazırlanmıştır. Bu belgede kalite, boyut, ambalaj gibi konularda standartlar tespit edilmiş, ceza hükümlerine de yer verilmiştir. Bugünkü standardizasyon sistemine benzeyen bir sistem tesis edilmiş, tuz, ekmek, sebzeler, et, süt, yumurta, kürkler ve ayakkabılar gibi çeşitli maddelerin özellikleri ayrı ayrı belirtilerek standardize edilmiştir.'

Yeni Şafak, 22.04.2010

TARİH TURİZMİ CANLANDIRILIYOR

 

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Murat Süslü, Muğla ve ilçelerinde bu yıl "tarih turizmi"nin ön plana çıkarılacağını söyledi.

Süslü, Muğla ve ilçelerini ziyaret eden turistlerin tarihi mekanlarda farklı dünyalara yolculuk etmesi için çalışmalar yaptıklarını belirterek, "Ören yerleri ile Muğla, Bodrum ve Milas'taki tarihi evlerin tarih turizmi açısından önemi büyük. Bu mekanların turizme kazandırılması için restorasyon çalışmaları yapılacak. Muğla'daki tarihi çarşı restorasyonu da bu amaçla hayata geçiriliyor. Bu çalışmalar Muğla Valiliği ve İl Özel İdaresinin desteğiyle sürdürülüyor" dedi.

Süslü, amaçlarının deniz-kum-güneş turizminin dışına çıkarak bölgeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistleri "tarih turizmi" ile tanıştırmak olduğunu belirterek, "Bu çalışmayla alternatif turizm çeşitliliği sağlayacağız. Tarih turizmi açısından ön plana çıkacak Bodrum, Milas, Fethiye ve Yatağan'daki ören yerlerinde denetimleri artıracağız. Ören yerlerinde denetimi ön plana çıkaracağız" diye konuştu.


Milas Kaymakamı Bahattin Atçı ise tarih turizmi çalışmaları kapsamında 18. yüzyılda yapılan Çöllüoğlu Hanı'nın restorasyon ihalesinin yapıldığını ifade ederek, "İlçe merkezindeki tarihi çarşının projesi hazırlandı. Proje, Muğla Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu'ndan geçti. İlçedeki tarihi evlerin koruma altına alınması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığıyla yazışmalar yapılıyor. Bu kapsamda ilçe merkezindeki tarihi 3 konağın restorasyonu belediye ve sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle yapıldı ve turizme kazandırıldı" dedi.

Haber Ekspres, 22.04.2010

MALATYA SURLARININ RESTORASYONU İÇİN ARANAN TAŞ BULUNDU

 

 

Battal Gazi'nin kahramanlıklarıyla destanlaşan Malatya Kalesi'nin yıkılmaya yüz tutmuş surlarının restorasyonu için aranan taş bulundu. Başkan Gürkan, surlardaki ile aynı sertliğe sahip taş bulunamayınca restorasyonun yarım kaldığını belirtti. Surların bazı noktalarda tamamen yıkıldığına dikkati çeken Gürkan, bu kısımları kamulaştıracaklarını söyledi.

Malatya'nın Battalgazi İlçesi Belediye Başkanı
Selahattin Gürkan, belediyenin ve İl Özel İdaresinin surların 550 metrelik kısmının restorasyonu için 300 bin TL ödenek ayırarak restorasyon projesini yaptırdığını, projenin Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulunca onaylandığını söyledi.

Malatya Valiliğinden temin ettikleri
150 bin TL ile projenin ihalesini de yaptıklarını anımsatan Gürkan, surların taşı ile aynı sertliğe sahip taş bulunamayınca restorasyonun yarım kaldığını belirtti.

Surların
koruma amaçlı imar planının da yapıldığını ifade eden Belediye Başkanı Gürkan, şöyle konuştu:
''Surların taşı ile aynı sertlik derecesine sahip taşı bulduk. Darende İlçesinde İl Özel İdaresine ait taş ocağında çıkarılıyor. Kayseri Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğünden temin edeceğimiz ödenek ile surların
550 metrelik kısmını yeniden ihale edeceğiz. İnsanlığın ortak değeri olan tarihi eserleri restore edip ayağa kaldırmak temel dileğimiz.''
    
Restorasyonun bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yatırım programına alınması için başvurduklarına değinen Gürkan, ''Kültür ve Turizm Bakanlığı koruma amaçlı imar planının yapılmasını istedi. Biz de koruma amaçlı imar planının yapıldığını anlattık. Bu konu tam anlaşılmamış olacak ki yatırım programına alınmadı'' dedi.

Restorasyonu Kültür ve Turizm Bakanlığının 2011 yılı yatırım programına dahil etmek için girişimlerde bulunacaklarını ifade eden Gürkan, surların tamamının
2 bin 885 metre olduğunu, 550 metrelik kısmında kamulaştırma yapıldığını, geri kalanıyla ilgili çalışmanın sürdürüldüğünü belirtti.

Surların bazı noktalarda tamamen yıkıldığına dikkati çeken Gürkan, yanlış imar politikaları sonucu yerlerine kayısı bahçesi ve ev yapıldığını, bu kısımları kamulaştıracaklarını söyledi.
    
Malatya'nın ilk yerleşim yeri Battalgazi İlçesi'ndeki kale, tarihi kaynaklara göre, Roma-Doğu Roma-Sasani ve Doğu Roma-Arap mücadelelerinde önemli tahribata uğradı. Surlar her seferinde onarılarak Osmanlı dönemine kadar korundu. Battal Gazi'nin kahramanlıklarıyla destanlaşan
Malatya Kalesi, 19. yüzyıla kadar savunmada önemli rol oynadı. Şehrin her yerinden görülebilen Malatya Kalesi'nin 71 burcu ve 11 kapısı bulunuyor. Kalenin çevresindeki surların büyük kısmı yok oldu. Yıkılmaya yüz tutan son kalıntılarının çevresi ise kayısı bahçesine dönüştürüldü.

Yapı, Fotoğraf: Mehmet Emin Göresiye, 22.04.2010

2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ AJANSI: NE PROTESTOLARLA NE DE PROJEYLE İLGİMİZ VAR

 

İstanbul'un Beyoğlu İlçesi İstiklal Caddesi üzerindeki tarihi Emek Sineması'nın bulunduğu binanın, Türk-Mall şirketi ve mimar Fatih Kesgün tarafından hazırlanan proje doğrultusunda yıkılarak başka koşullarda yeniden yapılmasına karşı 18 Nisan 2010 Pazar günü yapılan protesto gösterisinde proje destekçileri arasında İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın adı da geçirilmiş.

Aynı zamanda söz konusu projeyi hazırlayan taraflar tanıtım belgelerinde İstanbul 2010 logosunu İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın izni olmaksızın kullanmış ve Ajansın, bu projeye onayı ve katkısı olduğu kanısını uyandırmış.

 

Bu nedenlerle, Ajans konuyla ilgili hassasiyetlerini paylaşmak üzere aşağıdaki açıklamayı yaptı:

- İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın söz konusu proje ile bir ilişkisi bulunmamaktadır. Bu konuda Ajansa herhangi bir başvuru yapılmadığı gibi, logo kullanım izni verilmesi için bir karar da alınmamıştır. Bu nedenlerle söz konusu projede izinsiz olarak Ajansın adını geçiren ve Ajansı proje sahipleri arasında gösteren kişiler ve kuruluşlar hakkında hukuki süreç başlatılmıştır.

 

- İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bütün tarihi ve kültürel değeri olan yapılar için olduğu gibi, Emek Sineması'nın da başarılı bir şekilde onarılıp, şehrin kültür sanat hayatına kazandırılmasını, bunun için kentsel, mimari ve kültürel açıdan Avrupa Kültür Başkenti amaç ve hedeflerine uygun bir proje hazırlanmasını ve nitelikli bir çalışma ile bu kültür mirasının korunmasını öngörmekte ve savunmaktadır.

İstanbul 2010 AKB Ajansı, 22.04.2010

TARİHİ İNCİ DEDE ÇEŞMESİ YENİLENDİ

 

 

Manisa Belediyesi Su İşleri Müdürlüğü ekipleri, kentin çeşitli yerlerinde hayrat olarak yaptırılan ya da tarihi geçmişi olan çeşmeleri yenileme çalışmaları devam ediyor.

Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ün Mutlu Mahallesi’ni ziyareti sırasında metruk durumda gördüğü İnci Dede Çeşmesi de, Su İşleri Müdürlüğü ekipleri tarafından yenilenerek, adeta yeni bir kimlik kazandı. Manisa Belediyesi Su İşleri Müdürü Cem Çöllü, çeşmenin duvarlarının yıkık durumda olduğunu ve musluklarının olmadığını fark ettiklerini, Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ün talimatı üzerine hemen çalışmaların başladığını belirtti.

Mahalle ziyaretleri yaparak, her hafta farklı bir mahallenin sorunlarını dinleme ve yerinde görme imkanı bulduklarını belirten Belediye Başkanı Cengiz Ergün de çeşmenin durumunun mahalle ziyaretleri sırasında fark edildiğini ve derhal çalışmaların başladığını söyledi. Ergün; Mutlu Mahallesi ziyaretimiz sırasında, mahalle içerisinde yer alan İnci Dede Çeşmesi’nin çeşitli nedenlerle kullanılamaz hale geldiğini gördük. Hemen Belediyemizin Su İşleri birimine talimat vererek, çeşmenin yenilenmesini ve tekrar halkın kullanımına kazandırılması talimatını verdik. Bunun yanında yine Mutlu Mahallesi içinden geçen Çaybaşı Deresi’nin de temizlenmesini sağladık. Yapılan bu çalışmalar, tamamıyla Belediyemizin kendi imkan ve araç gereçleriyle gerçekleştiriliyor. Mahalle ziyaretlerimizle sorunların üzerine anında gitme fırsatı yakalıyoruz. Bu etkinliğimiz çeşitli mahallelerle devam edecek diye konuştu.

lpghaber.com, 21.04.2010



Dökümhane (Muradiye) Hamamı

BURSA'DAKİ 600 YILLIK İNCİRLİ HAMAMI YENİLENİYOR

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi, 15. yüzyıldan kalma İncirli Hamamı'nın restorasyonu için çalışma başlattı.


Büyükşehir Belediyesi, özel mülkiyette bulunan harabe halindeki tarihi eserleri, kamulaştırma yoluyla alarak kente kazandırıyor.
İncirli Caddesi'ndeki Dökümhane (Muradiye) Hamamı'nın ardından aynı cadde üzerinde bulunan İncirli Hamamı'nı da kamulaştıran Büyükşehir Belediyesi, restorasyon için çalışma başlattı.

Fenari Ahmet Paşa'nın kardeşi
Alaaddin Ali Bey tarafından 15. yüzyılın sonlarında yaptırılan İncirli Hamamı'nda incelemelerde bulunan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, İncirli Caddesi'nde, iki hamamın restorasyonuyla birlikte çevre düzenleme çalışması da yapılacağını söyledi. Altepe, restorasyon çalışmalarının ardından hamamın sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin gerçekleştirileceği bir etkinlik merkezi olacağını kaydetti.

Yapı, Fotoğraf: Emre Umurbilir, 22.04.2010

PERA MÜZESİ, 5. YILINDA BOTERO'YU AĞIRLAYACAK

 

Haziran 2005'te kapılarını sanatseverlerin ziyaretine açan Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, beşinci kuruluş yılında Kolombiyalı sanatçı Fernando Botero'yu ağırlamaya hazırlanıyor.

 

Latin Amerika ve Avrupa kültürlerini birleştirerek resimlerine karakteristik bir özellik katan 1932 Kolombiya doğumlu sanatçı, 4 Mayıs-18 Temmuz tarihleri arasında 64 yapıttan oluşan geniş kapsamlı bir sergiyle Pera Müzesi'nde olacak.

Zaman, 22.04.2010

ANTİK KENTTE TEMİZLİK

 

Demre Kaymakamlığı ve Üçağız Köyü Muhtarlığının girişimiyle köyde bulunan 'Theimussa Antik Kenti' çalılık ve üzerini büyük ölçüde kapatan bitki örtüsü ve kalıntılardan temizlendi. Yapılan temizlik çalışması sonucu, antik kentle birlikte antik kente ulaşan yollar da çalılıklardan kurtarıldı ve kentin denizden görünümü daha belirgin hale getirildi Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek, 'Yaptığımız temizlik çalışmasıyla, tarihi kentin büyük bir bölümü ortaya çıktı. Özellikle denizden muhteşem bir görünüm veriyor. Nekropolün görüntüsü çok güzel oldu' dedi.

haberler.com, 21.04.2010

BAŞKAN SAATÇİ, İKİ YILDIR KAPALI OLAN MÜZEDE İNCELEMELERDE BULUNDU

 

 

Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatçi Başkan Yardımcısı Mehmet Yılmaz Cesur ile birlikte 2 yıldır kapalı olan Fethiye Müzesi''ni ziyaret etti.

 

İki yıldır kapalı olan ve kısa süre içersinde tekrar hizmete geçeceği düşünülen Fethiye Müzesi'nde incelemelerde bulunan Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatçi, ''Zaten görev ve sorumluğunu bilen, işini oldukça iyi yapan bir müze müdürümüz var. Buraya ilk girdiğimden itibaren ben kendimi yeni bir müzeye girmiş gibi hissettim. Eserlerden çok ortamdan etkilendim. Her şey çok güzel, çok güzel bir dizayn yapılmış. Eksikleri var biraz bunu zaten kendisi de ifade ediyor. Bunları tamamlayacaklar. Açıkçası Fethiye''ye yakışan bir müze olmuş'' dedi. ''Hedefimiz müzemizi Deppoy mevkiine taşımaktı ancak bazı şeyler sadece yerel yönetimlerin istemesiyle olmuyor'' diyen Başkan Saatçi, ''Farklı desteklerin de olması gerekiyor. Şimdi bu konulara girmek istemiyorum. Buraya ilk adımımı attığımdan itibaren çok şaşırdım. Bu müzenin bu hale gelmesinde büyük katkıları olan müze müdürümüze ve çalışan arkadaşlara çok teşekkür ediyorum. Merkezin bu konuda desteği olduysa onlara da teşekkür ediyorum. Müdürümüzün anladığım kadarıyla müzenin önündeki yolla ilgili bizden bir talebi olacak. Bizde bu talebi Müze Haftası'na yetişecek şekilde yerine getirmek istiyoruz tabi prosedürler önümüze engel olmazsa'' diye konuştu. Müze Müdürü İbrahim Malkoç da müzede yapılan değişikliler hakkında bilgi verirken, müzede genel bir restorasyon çalışmasının yapıldığını, sergilenecek eserlerinde itana ile seçildiğini ve yeni güvenlik sisteminin kurululuğunu ve ayrı 16 kamera ile devamlı müzenin kontrol edildiğini belirtti.

haberkapisi.com, 21.04.2010

TARİHİ ESER ARAMAK İÇİN SAMANLIKTA TÜNEL KAZMIŞ

 

Kütahya'nın Altıntaş İlçesi'nde, tarihi eser aramak amacıyla kendisine ait samanlıkta tünel kazdığı iddia edilen kişi yakalandı.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, jandarma ekipleri, Yolçatı Köyü'nde yaşayan B.G'nin (36), tarihi eser aramak amacıyla evinin bitişiğindeki samanlığın tabanını kazdığı bilgisine ulaştı.

Eve giden ekipler, B.G'nin samanlığın zeminine 3 metre derinliğinde ve 6 metre uzunluğunda tünel kazdığını tespit etti. Olay yerinde bulunan ve kazıda kullanıldığı bildirilen 3 kürek, 2 kazma ve 4 demir çubuk, muhafazaya alındı, evde ve çevresinde tarihi esere rastlanmadı.

 

Gözaltına alındıktan sonra adliyeye sevk edilen B.G, mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Zaman, 21.04.2010

150 YILLIK REYHAN KONAĞI

 

 

İzmir'deki Reyhan Pastaneleri'nin sahibi Reyhan ailesine ait olan 150 yıllık tarihi Reyhan Konağı, "Yüreğine Sor" filmine ev sahipliği yaptı. Rize'nin Çamlıhemşin İlçesi'ndeki Reyhan Konağı Tuba Büyüküstün, Kenan Ece, Hakan Eratik, Şevval Sam ve Ayla Algan'ın oynadığı, Yusuf Kurçenli'nin yönettiği "Yüreğine Sor" filmine büyük değer kattı. Reyhan Konağı'nı hiçbir ücret almadan filme tahsis ettiğini açıklayan Tuncay Reyhan, "Çamlıhemşin'de Reyhan Konağı gibi onlarca konak var. Ancak birçoğu harap durumda. Gelen teklifi bu konakların onarımına katkısı olur diye kabul ettim. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu konakların onarımında mülk sahiplerine destek olmalı. Bu güzelim konaklar harap olmamalı" diyor.

Büyük büyük dedeleri tarafından inşa edilen Reyhan Konağı'nın 150 yıllık geçmişe sahip olduğunu anlatan Tuncay Reyhan, yaz aylarında Çamlıhemşin'e giderek Reyhan Konağı'nda kaldıklarını söylüyor. Konağın granit taş bloklarından oluştuğunu ve kapı işlemelerinin çok dikkat çekici olduğunu belirten Reyhan, bölgedeki konakların o dönemin Ermeni ustaları tarafından yapıldığını anlatıyor.

Bazen, Reyhan Pastanesi ortaklarından Ali Albay'la ayaküstü keyifli sohbetler yaparız. Ali, her yaz memlekete gidip bol oksijen depolayarak geri döner. Ve bana da Karadeniz'i mutlaka görmemi ısrarla tavsiye eder. Aslında bu yeşil cenneti, güzelim Ayder Yaylası'nı gidip görmeyi çok istiyorum. Şimdi de bu muhteşem Reyhan Konağı çok ilgimi çekti. Karadeniz mevsimi de geliyor. Doya doya yeşili ve doğayı yaşamak lazım.

Yeni Asır, Haber: Gülengül Uslu, 21.04.2010

AKROPOL SEFERLERİ BAŞLIYOR

 

 

Bergama'daki Akropol'e ulaşımda turistlerin büyük ilgi göstermesi beklenen 6 milyon euroluk teleferik projesi Mayıs'ta hizmete girecek.

Bergama'daki Akropol'e teleferikle ulaşımı sağlayacak 6 milyon euroluk projede sona gelindi. Yerli ve yabancı turistlerin Mayıs ayı ortasından itibaren, 760 metre yükseklikteki Akropol'e teleferikle çıkmaya başlayacakları belirtildi.

3 bin yıllık geçmişe sahip Bergama Krallığı'nın merkezi konumundaki Akropol Antik Kenti'nin, karayolunun yoğun trafik yükünden korunması, ilçeye gelen turistlere hızlı ve rahat ulaşım imkanı sağlanması için düşünülen teleferik projesinde, sekiz kabinle ilk deneme hafta sonunda yapıldı. Akropolis Teleferik A.Ş. Genel Müdürü Selçuk Esiner kabinlerin her birine ayrı ayrı 640 kilogramlık kum torbaları konulduğunu belirtti, deneme seferlerinin bir hafta devam edeceğini açıkladı.

İki istasyonun da çelik konstrüksiyonunun tamamlandığını belirten Genel Müdür Selçuk Esiner, "Çatılar kapatıldı. Giydirme cepheler oluşturuluyor. Projemizin son ayağı olan, misafirlerin istasyona çıkmaları için gerekli 4 asansörlerün montajına başlanacak. Bu işlem de ayın sonuna kadar devam edecek. Çevre düzenlemesi devam ediyor. Ülkemize yakışacak ve dünyada konuşulacak bir projeye imza attığımıza inanıyorum. Büyük bir aksilik yaşamazsak tesisi Mayıs ayı ortalarında işler hale getireceğiz. Her ne kadar 8 kabin üzerinde deneme çalışması yapıyorsak da faaliyete geçtiğimizde ilk aşamada 9 kabinle çalışacağız. 9 kabin bize yaklaşık bir saatte 1150 yolcu kapasiteye ulaşmamızı sağlayacak. Bir tur operatörünün 40 kişilik otobüsünün yolcularını 8 kişilik kabinlerle 6 dakikada aşağıdan alıp Akropole taşıyacağız" dedi.

Yeni Asır, Haber: Erdal Çarboğa, 20.04.2010

 

 

BERGAMA'DA TARİHE DEMİR KAZIK





Bergama'da yapılan teleferikle birlikte Akropolis'in kalbine çelik kazıklar çakılıyor. Turist Rehberleri Birliği ve Türkiye Seyahat Acentaları Birliği'nin geçen yıldan bu yana tüm itirazlarına kulak tıkayan inşaat, bölgenin tarihi dokusuna zarar veriyor.

 

Turizm mevsiminin açılmasıyla birlikte bölgeye tur götüren rehberler, gördükleri inşaat manzaraları karşısında tepkilerini dile getiriyor. Akropol'e otobüsle çıkarken gruplarına çevreyi, surları, orta şehri ve su kemerlerini anlatıp turistleri geziye hazırladıklarını ve bu çok önemli hatta, inişte belli alanlarda durup Kızıl Avlu ve şehrin fotoğraflarının çekildiğini hatırlatan rehberler, şu anki inşaat çalışmaları nedeniyle tüm bunları yapamadıklarını dile getiriyor. İnşaat tamamlandığında ise çok daha korkunç bir manzara ile karşılaşmaktan korktuklarını ifade eden rehberler, tarihi dokuya ve çevreye zarar verildiğini savunuyor.

 

Turistlerin de gördükleri manzaraya şaşırdığını dile getiren rehberler, "Bu inşaatı gruplarımıza açıklamaya zorlanıyoruz. Sözüm ona grupları yukarıya daha rahat ulaştırmak için yapılıyor. Ancak, biz zaten ulaşım konusunda sıkıntı çekmiyorduk. Yapılacak gondolların yüksekliği öyle bir ayarlanmış ki, altından sadece otomobil geçebiliyor, otobüs hiçbir şekilde çıkamıyor. Yani tur otobüslerinin önü tamamen kapatılıyor. Öte yandan Akropol'e çıkmak için sadece bir otobüs yolcu indirebiliyoruz, yani peş peşe gelecek tur otobüslerinin belki de saatlerce orada beklemesi gerekecek. Bu durumları hangi turiste anlatabiliriz?" diyor.





Öte yandan rehber kökenli acentecilerin oluşturduğu TÜRSAB Kültür Komitesi, geçen yıl buraya bir inceleme gezisi düzenlemiş, bu teleferiğin neden yapılmaması gerektiğine dair bir raporu, Bergama Belediyesi'ne ve ilgili kurumlara sunmuştu. Raporda, rüzgarda sallanan 8 kişilik gondollarla yukarı çıkan grupların bundan hoşnut kalacaklarının kuşkulu olduğu vurgulanmış, bölgede yoğun rüzgar olduğu hatırlatılarak rüzgar nedeniyle kaza olasılığının yüksek olabileceğine dikkat çekilmişti. Raporda bu tehlike şu sözlerle dile getirilmişti:

 

"Teleferiğin yaygın ve etkin olarak kullanıldığı İsviçre'de senede ortalama 2 kişi teleferik kazalarında ölmekte, Bergama'da böyle bir kazanın sorumlusu tur operatörü veya seyahat acentesi olacaktır. Bu proje gerçekleştiği takdirde teleferiğin kişi başı sigortasının ne kadar olacağı merak konusu."






Akropolis A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Esiner ise teleferik ve diğer projelerin tamamının 5 milyon euroya mal olacağını açıkladı. Esiner, teleferiğin İtalyan LEITNER firması tarafından yapılacağını bildirdi. Esiner “ Şu anda projemizi yapan LEITNER firması Türkiye’de İstanbul Pier Loti’de sistemleri kurmuş olup kış olimpiyatlarına hazırlanan Erzurum’da da 5 ayrı projesi bulunan bir firmadır. 6 bin 760 metre uzunluğa kuracağımız teleferik 16 vagonla hizmet verecek. 1 saatte 1150 yolcu götürmeyi hedefliyoruz. Teleferiğin tamamlanması için LETINER’in proje müdürü olan Wilfried Gander ile çalışmalarımız aralıksız sürüyor.”dedi.

 

Selçuk Esiner, bu projeyle amaçlarının Bergama turizmine katkıda bulunmak olduğunu iddia etti.

Turizm Habercisi, Fotoğraflar: Ahmet Köksal, 22.04.2010

SİNOP'TA KÜLBASTI KORKUSU!

 

 

İzlanda'da meydana gelen yanardağ patlaması sonucu oluşan ve Türkiye'ye kadar ulaşan kül bulutu nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığı müzelerde tedbir alıyor.

 

Bakanlık tarafından müzeler uyarılarak, açık alandaki tarihi eserlerin olası asit yağmurlarına karşı koruma altına alınması istendi. Uyarı ardından Sinop Arkeoloji Müzesi bahçesindeki 500'e yakın birçoğu binlerce yıllık olan tarihi taş ve mermer eserler olası asit yağmurlarına karşı naylonlara sarılarak bantlandı. Eserler kül bulutlarının ülkeyi tamamen terk edene kadar koruma altında kalacak.

Konuyla ilgili bilgi veren İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, yapılan çalışmanın sadece tedbir olduğu söyledi. Tosun, "Biz bu kül bulutunun ne getireceğini bilmiyoruz. Asit değerlerini bilmiyoruz. Kültür varlıklarına verecek olan zararın oranını bilmiyoruz. Ama her ihtimale karşı kültür varlıklarını koruma altına alıyoruz. Şu anda eserleri sardık ve korumaya aldık. Bunlar çok nadide eserler. Onun için her ihtimali göz önünde bulundurmak zorundayız" diye konuştu.

Internet Haber, 20.04.2010

TARİHİ HAMAM TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Yozgat'ın Sarıkaya İlçesi Belediye Başkanı Ali Osman Erbir tarihi Roma dönemine ait hamamın gün yüzüne çıkarılarak turizme kazandırılacağını söyledi.

 

Başkan Erbir, ilçenin tarihi Roma dönemine ait bir yerleşim merkezi olduğunu belirterek, "Araştırmalarımıza göre o dönemde ismi Opel'miş 7 bin nüfusa sahip ve kaplıcalarının da şifalı olduğu Roma kralının kızının hastalanması sonucu şifa bulması amacıyla buraya kızı adına bir hamam yaptırdığı bilinmektedir." dedi.

 

İlçedeki Roma dönemine ait kaplıcaların turizme kazandırılması için gerekli çalışma izinlerinin alındığını ifade eden Başkan Erbir, "Kaymakamımız Yaşar Dönmez'in de büyük desteği ile Roma Hamamı'nın etrafında çalışmalara başladık. Önceliğimiz yer altındaki alanı belirlemek, Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan bu konuda gerekli izini aldık. Burası kazılıp tarihi eserleri ortaya çıkardıktan sonra, arkeoloji uzmanlarının tarafından plan olarak üç ya da beş bölümlü olduğunun tespitiyle çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Anıtlar Birliği'ne üyeyiz. Projeyi buradan ücretsiz yaptırıp, finans desteği için proje oluşturarak ilçemizin turizm ayağını geliştirmek istiyoruz." diye konuştu.

 

Sarıkaya Kaymakamı Yaşar Dönmez ise ilçenin turizme kazandırılması için birinci önceliğinin bu tarihi eseri gün yüzüne çıkarmak olduğunu ifade ederek, "Sarıkaya'nın simgesinde tarihi Roma Hamamı vardır. Bu tarihi hamamın ortaya çıkarılması gerekir. Bu yönde çalışmalarımıza başladık. İlçemizin bu zenginliğini gün yüzüne çıkartarak turizme kazandırmayı amaçlıyoruz." ifadelerini kullandı.

 

Yozgat Müze Müdürü Hasan Kerim Şenyurt da Sarıkaya Belediyesi'nin Anıtlar Yüksek Kurulu'na başvurması üzerine burada temizlik ve dolgu toprağın alınması için kazı çalışması izni alındığını belirterek, "Şu an için amacımız, Roma Hamamı üzerindeki bu dolgunun kaldırılması ve ana zeminin bulunarak hamam binasının yayılma alanını tespitini yapmaktır." şeklinde konuştu.

Haber Aktüel, 20.04.2010

ÇÜRÜME TEHLİKESİ İLE KARŞI KARŞIYA





Hatay'ın Hıdırbey Köyü'nde bulunan ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından anıt ağaç olarak ilan edilip koruma altına alınan tarihi Musa ağacı çürüme tehlikesi ile karşı karşıya. Yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen dev ağacın dalları bakımsızlıktan kırılırken; çürümeye başlayan gövdesinde mantarlar oluşuyor.

 

Hatay'ın içinde barındırdığı önemli değerlerinden olan dev ağacın dalları bakımsızlıktan kırılırken; çürümeye başlayan ağacın gövdesinde mantarlar oluşuyor. Hatay'a gelen yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olan ve Hatay'ın inanç turizmi potansiyeline zenginlik katan ağacın gövdesinde mantar oluşmaya başlarken, kırılan dalları tehlike saçıyor.

 

Rivayetlere göre, yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen, çevresi 20 metre, gövde çapı 7,5 metre, yüksekliği yaklaşık 20 metre olan tarihi Musa ağacı, hem Hatay'ın turizmine katkı sağlıyor; hem de Hıdırbey Köyü'nün başlıca geçim kaynakları arasındaki yerini almış durumda.


Tarihi Musa ağacını yaklaşık 30 kişi, el ele tutuşarak ancak çevresini dolanabiliyor.1923 yılında bir aile ile fotoğraf çektiren Fransız askerlerinin fotoğrafları da İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından çerçevelettirilerek ağaca asıldı.

 

Tarihi Musa ağacının mevcut durumundan rahatsızlıklarını dile getiren Hıdırbey Köyü Muhtarı Selahattin Yeter, ağacın bazı dallarında yaşlılıktan ve ağırlıktan dolayı kırılma olduğunu belirtti. Tarihi Musa Ağacı ile ayakta kalabilen köyün turizm potansiyelinin, Hıdırbey köylülerinin en temel geçim kaynağı olduğunu öne süren Muhtar Yeter, "Turizm ve tarihi Musa ağacı bizim için önemli gelir kaynağımız. Ağacın kimi araştırmacılara göre 3 bin yıllık olduğu söyleniyor. Ağacın acilen bakıma alınması gerekir. Ağacın bakıma alınması ve korunması, hem köyümüze gelen Turist sayısını artıracak hem de ilimizin inanç turizmindeki en önemli öğelerinden biri kurtulmuş olacak. Köyümüzde ayrıca, Ermenilerden kalma Tarihi Kemerli Köprü, Ermenilerden kalma tarihi evler var. Narenciye, zeytincilik, defne, hayvancılık, seracılık, sebze ve meyve yetiştiriciliği, köyümüzün başlıca geçim kaynaklarıdır. Ayrıca, defne sabunculuğu da yapılmaktadır." dedi.

 

Musa Ağacının hikayesi
Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın Samandağ'daki buluşmasından sonra, birlikte Hıdırbey Köyü'nün yanındaki Musa Dağı'na çıkmak üzere yola çıkarlar. Hıdırbey Köyü'ndeki Musa ağacının bulunduğu yere geldiğinde çok susar. Bastonunu bu ağacın bulunduğu yere bıraktıktan sonra, hemen yanındaki dereye su içmeye gider. Su içtikten sonra yollarına devam ederler. Asasını suyun kenarında unuttuğunu anlayan Hz. Musa, döndüğünde ise asasının yeşerdiğini ve bir fidan haline geldiğini görür. O güden bugüne, o ağaç Musa ağacı olarak bilinir.

Akşam, 20.04.2010

HOMEROS, SEN İZMİR'İN NERESİNDENSİN?

 

Homeros'un ne doğduğu tarih ne de yaşadığı yer tam olarak bilinmiyor. Buna rağmen başta İzmir olmak üzere Türkiye ve Yunanistan'da Homeros bizim tartışmaları yıllardır aralıksız sürdürülüyor

Tarihçiler arasında Homeros'un yaşadığı dönem ve yer konusunda bir fikir birliği yok. Homeros'un İzmir, Efes ve Sakız Adası arasında bir yerde yaşadığına inanılıyor. İzmirliler ve Yunanlılar Homeros'u sahipleniyor. İzmir'de Homeros için yaşadığı yer olduğuna inanılan Bornova'da bir vadi bile düzenlendi. Ancak bu çalışmalar Homeros adının burayla özdeşleşmesine yetmedi. Gaziemir Belediyesi Homeros'un aslen Gaziemirli olduğunu iddia etti. Şimdi başka kimin Homeros'a talip olacağı merak konusu.

Haber Ekspres, 20.04.2010

TAKSİM CUMHURİYET ANITI'NIN RESTORASYONU TAMAMLANDI





İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yürüttüğü restorasyon çalışmaları neticesinde yenilen Taksim Cumhuriyet Anıtı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda açılıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü’nce yapılan restorasyon çalışması ve 11 Kasım 2009 tarihinde Yapı İşleri Müdürlüğü’nce başlatılan çevre düzenlemesi sona ermek üzere olan Taksim Cumhuriyet Anıtı'nın açılışı, 23 Nisan 2010 Cuma günü gerçekleştirilecek.

AKANT Tasarım ve Restorasyon tarafından 2007 yılında hazırlanan; Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon ve Çevre Düzenleme Projesi; İstanbul 2 Numaralı Koruma Bölge Kurulu’nun kararıyla hayata geçirildi.

Restorasyon Öncesi Tespitler
• Anıt 8-9 yıl önce Valiliğin talebiyle Topkapı Sarayı Konservasyon Kurulu Raporu sonucunda, seyreltilmiş basınçlı suyla temizlenmişti. Ancak bu işlem zaman içinde malzemeyi aşındırabileceği için sürekli yapılamamaktaydı.
• Bu nedenle yapılan Restorasyon Projesi kapsamında yapılan malzeme analizleriyle anıttaki tahribat, malzeme kayıpları ve kirlenmeler tespit edildi, bunların giderilmesi için gerekli koruma önlemleri belirlendi.
• Ayrıca, anıtın çevre düzenlemelerinin dönem dönem analizleri yapılarak, orijinal çevre düzeni korunmaya çalışıldı.
• Anıt üzerinde yapılan gözlemlerde, Verona Kırmızısı olarak isimlendirilen taşlarda ve yeşil renkli serpantinlerde, pudralaşma, bağlayıcı kayıpları, bununla birlikte, yüzeylerde yoğun erozyonlar ve parça kayıpları tespit edildi.
• Bronz heykellerde oluşan korozyonla birlikte, anıtın taşlarının üzerinde yağışların oluşturduğu bakır oksit lekeleri ve yine asit yağmurlarının taşlar üzerinde oluşturduğu karbon kirlenmeleri ve tabakalaşmalar tespit edildi.
• Öte anıtı oluşturan taş blokların içinde oluşan küçük hareketlerin geçen yıllarla derzlerde boşalmalara neden olduğu tespit edildi.

Restorasyon Kapsamında Neler Yapıldı?
Anıtın özgünlüğünün korunarak ve malzeme değişimi yapılmadan var olan malzemeyi maksimum düzeyde koruyacak ve sağlamlaştıracak bir uygulama yapıldı. Anıttaki  tüm temizlik işleri bittikten sonra, raporda belirtilmiş malzemeler belirtilen oranlarda kullanılarak anıt sağlamlaştırıldı.

Temizlik ve koruma çalışmaları dışında, günümüz kullanımı sırasında çelenk koymak üzere anıta rahat yaklaşımı sağlamak ve anıtın kaidesinin korunmasını esas almak amacıyla İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu görüşleri ve önerileri alınarak, yaya aksı (sert zemin) İstiklal Caddesi yönünde genişletildi.

• Daha önce 650 m2 olan mozaik tören alanı, yapılan düzenlemeyle 1.000 m2’ye çıkartıldı.
• Anıt üzerindeki kurşun çatı örtüsü yenilendi.
• Anıtta oluşan çatlaklıklar enjeksiyonla dolduruldu.
• Bronz heykeller ile alınlıklarda bulunan rozetler, metal konservatörü tarafından ve uzman heykeltıraş gözetiminde el aletleriyle hassas mekanik yöntemle temizlendi.
• Daha sonra bakır kirlenmesi gibi lekelerin çıkarılabilmesi için kimyasal temizlik yapıldı.
• Temizliği tamamlanan bronz heykellere kimyasal koruyucu sürüldü.
• Cumhuriyet Anıtı’nın üzerinde bulunduğu kaidenin temel sınırında, taşın dibine kadar olan çim alandaki sulanma işlemi sebebiyle, taşın aşınıp zarar görmekte olduğu düşünülerek buraya podima çakılı döşenerek taşın sudan ve herhangi bir nemden uzaklaştırılması sağlandı.

Anıtın Çevre Düzenlemesi
• Anıt çevresindeki çim alan ile sert zemin arasındaki sınırı oluşturan niteliksiz beton bordürler sökülüp; yerine proje müellifi onayıyla 20 cm genişlikte mermer bordür yapıldı.
• Mevcut mozaik malzeme altındaki zemin yenilendi.
•  Boya katkısı olmaksızın orijinal mozaik döşeme kaplaması yapıldı.
• Mozaik döşemeleri arasında pirinç derz malzemesi kullanıldı.
• Anıt ve çevresinin aydınlatılması için elektrik altyapısı, aydınlatma sistemleri de tamamiyle yenilendi.
• Anıtın çevresinin peyzaj düzenlemelerinin yanı sıra, peyzaj alanlarının sulama tesisatı da yenilendi.
• Mevcut tüm ağaçlar korunarak, tüm ağaçlara Damlama Sulama Sistemi kuruldu.
• Anıtın Restorasyonu + Çevre Düzenlemesi’nin yaklaşık maliyeti 548.016,30 TL’dir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 20.04.2010

 

******


TAKSİM CUMHURİYET ANITI, TÖRENLE AÇILDI





Restorasyonu tamamlanan Taksim Cumhuriyet Anıtı, düzenlenen resmi bir törenle açıldı. Taksim Cumhuriyet Anıtı'na çelenk konulması ile başlayan törene İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'ın yanı sıra asker, emniyet mensupları ve vatandaşlar da katıldı.

 

Anıt özel defterini imzalayan İstanbul Valisi Muammer Güler, deftere bu yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın 90'ıncı yılının kutlandığını, Atatürk'ün gelecek nesillere bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti'ni yükseltmek için gereken gayreti sürdüreceklerini ifade etti.

Bugün açılan Taksim Cumhuriyet Anıtı'nın Restorasyonu ve Çevre Düzenlemesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü'nce 11 Kasım 2009'da başlatılmıştı. Restorasyon ve çevre düzenlemesi yaklaşık 548 bin TL'ye (548.016.30 TL) mal olan Anıt malzeme değişimi yapılmadan ve özgünlüğü korunarak sağlamlaştırıldı.

Yaya aksı İstiklal Caddesi yönünde genişletilirken, daha önce 650 metrekare olan mozaik tören alanı 1000 metrekareye çıkartıldı. Anıtta oluşan çatlaklıklar enjeksiyonla doldurulurken, bronz heykeller ile alınlıklarda bulunan rozetler, hassas mekanik yöntemle temizlendi. Aydınlatma sistemleri de tamamen yenilendi.

Sabah, 23.04.2010

TARİHİ NİKSAR KALESİ RESTORE EDİLİYOR





Tokat'ın Niksar İlçesi'nde, çok sayıda tarihi eseri bünyesinde barındıran Niksar Kalesi'nde restorasyon çalışması başlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılan ihale sonucunda dörtte birlik bölümünde bir firma tarafından restorasyona başlanan Niksar Kalesi'nde, 15 kişilik bir ekiple çalışmalar sürüyor.

Restorasyon çalışmalarını yapıldığı bölümde incelemelerde bulunan Niksar Belediye Başkanı Duran Yadigar, çalışmalarla ilgili bilgi aldı. Restorasyonun 19-20 Haziran arasındaki Tokat Tarihi Kentler Birliği buluşmasına kadar bitirilmesini çok önemsediklerini ifade eden Yadigar, firma yetkililerine çalışmalarını hızlandırmak anlamında destek verdiklerini söyledi.

Niksar Kalesi'nin restorasyonunun ilçenin kaderinin değişmesinde önemli bir adım olacağını vurgulayan Belediye Başkanı Yadigar, şunları kaydetti:
''Kale restore edildiği takdirde, şehir ayağa kalkacak. Çünkü Niksar Kalesi bölgede çok önemli bir tarihi derinliği olan, büyüklük olarak da Türkiye'de sayılı kalelerden birisi. Restorasyon tamamlandığında Niksar Kalesi bölgenin turizm potansiyelini tetikleyecek. Bu yönde biz gerekli tanıtım çalışmalarımızı üst düzeyde sürdürüyoruz.''

Şantiye Şefi Zeki Karakoç da birçok yerde kale, hamam, köprü, medrese restore ettiklerini belirterek, ''Kale restorasyon çalışmalarımızı gününden önce 3 aylık kısa bir sürede tamamlayacağız'' dedi.
    
Niksar Kalesi    
Tarihi kaynaklarda ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmediği, Orta Çağ'dan kaldığı sanılan Niksar Kalesi'nin şehrin kuzeyinde yüksek bir tepe üzerine iç kale ve dış kale olmak üzere üç bölümden inşa edildiği belirtiliyor.

Romalılardan beri stratejik önemi olan Niksar Kalesi'nin Bizans, Danişmendliler, Selçuklular ve Osmanlı döneminde de bu özelliğini koruduğu biliniyor.

Kalenin içindeki Anadolu'nun ilk medresesi olduğu bildirilen Yağıbasan Medresesi de daha önce başlatılan restorasyon çalışmasıyla eski görünümüne yeniden kavuşturulmuştu.

Yapı, Fotoğraf: Recep Bilek, 20.04.2010

DİDİM TARİHİNE ALMAN ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ BELGELERİ IŞIK TUTACAK

 

Aydın'ın Didim Belediyesi Sanat Tarihçisi Başak Kamacı, ''Tarihi evlerin restorasyon çalışmalarının başlaması için 100 yılı aşkın süredir burada kazı çalışmaları yapan Alman Arkeoloji Enstitüsü'ndeki tarihi evlerin orijinal belgelerle eski fotoğraflarını istedik'' dedi. Kamacı, öncelikle Hisar Mahallesi'ndeki tescilli ev sayısını artırma çalışmalarının yapıldığı bildirdi.

Tarihi Apollon Tapınağı çevresindeki Hisar Mahallesi'nde bulunan eski Rum evlerinde yaşamın devam ettiğini ancak çok sayıda tarihi evin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ifade eden Kamacı, ''Mahallede 32 tescilli, 100-150 de tescil edilebilecek ev bulunuyor'' diye konuştu.

Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün 100 yılı aşkın süredir yaptığı kazılarda elde ettiği dokümanları toplamak için girişimlerimizi sürdürüyoruz'' dedi.

Hisar Mahallesi'ndeki tarihi yapıların restorasyonu için Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulundan restorasyon için izin alındığını bildiren Kamacı, şunları kaydetti:

''Alman Arkeoloji Enstitüsü, 100 yılı aşkın süredir bölgede kazı çalışmaları yaptı. Bu nedenle buradaki evlerle ilgili belgeler Berlin'de bulunuyor. Bu belgeleri ve eski fotoğrafları istemek için Alman Arkeoloji Enstitüsü'ne yazı gönderdik.''

Yapı, Fotoğraf: Bahri Aşık, 20.04.2010

TARİHE BİR DOKUNUŞ

 

 

Tarihi dokuyu yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla Nilüfer Belediyesi tarafından Misi`de, restorasyon ve cephe sağlıklaştırma projesi yürütülüyor.

 

Bölgedeki asırlık bir virane yapı, restore edilerek kullanılır hale getirildi. Üç katlı tarihi bina kreş olarak kullanılacak. 1989 yılında kentsel sit alanı ilan bölgede, `Misi koruma ve yaşatma` projesini hayata geçiren Nilüfer Belediyesi, yıkılma safhasına gelen tarihi bir yapıyı yok olmaktan kurtardı. 17 ve 18. yüz yıllardan kalan birçok binanın bulunduğu bölgedeki metruk bina yıkılarak yeniden inşa edildi. 134 metre kare alan üzerinde bulunan 3 katlı bina kreş olarak hizmet verecek.
Nilüfer Belediyesi bu binaya ilave olarak bahçesine bir mutfak ünitesi kazandırıp çevre düzenlemesi de yapacak. Çocukların doğal yapının korunduğu bir köy ortamında vakit geçirmelerini hedefleyen proje kapsamında kreş bahçesinde çocukların organik tarımla tanıştırılacağı ve küçük çapta tarımsal faaliyetlere katılabilecekleri bir bahçe düzenlemesi yapılacak. Yeniden restore edilerek ayrı bir kimlik kazanan tarihi yapının çalışmalarında sona gelinirken, önümüzdeki günlerde açılması planlanıyor.

Bursa Olay, 20.04.2010

AYAVUKLA KAZINIYOR, SAKLI FİGÜRLER ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

Kültür merkezi yapılması planlanan tarihi Ayavukla Kilisesi’nin duvar boyaları altında kaybolmuş olan figürler ve yazılar “belirginleştirme” çalışmalarıyla yeniden canlanıyor.

 

Tarihi Ayavukla Kilisesi’nde bir süredir sürdürülen restorasyon çalışmaları sırasında bulunan kutsal figürlerin konservasyon (koruyarak belirginleştirme) çalışmaları başlatıldı. Yıllar içerisinde ardarda yapılan boya ve sıva tabakalarının altında kalarak kaybolan kutsal figürlerin orijinal haline gelmesi için konservasyon büyük bir titizlikle sürdürülüyor. O dönemin yapı malzemeleri baz alınarak yapılan çalışmalar tamamlandıktan sonra duvarlardaki yazılar ve melek figürlerinin orijinalinden farksız olacağı belirtiliyor.

İnşaatına 1887 yılında başlanan ve 1905’te tamamlanan Ayavukla Kilisesi’nde yapılan son çalışmalarda, boya tabakalarının ardında gizli kalmış olan Hz. İsa figürü ile melekler Cebrail ve Mikail’i simgeleyen duvar resimlerinin yanı sıra, ilk yapılmış haliyle siluet şeklinde “Pantakrator İsa” (Hz. İsa, Ortodoks kiliselerinde kullanılan bu figüründe sakallı tasvir edilmiştir. Sağ eli ile takdis işareti yaparken, sol elinde Yeni Ahit’i tutmaktadır) olduğu düşünülen bir duvar resmi daha ortaya çıkarılmıştı.


Ayavukla, Büyükşehir Belediyesi tarafından sosyal ve kültürel çalışmaların yapıldığı bir merkez olarak kullanılacak. 2009’da başlayan restorasyon çalışmaları 2010 sonunda bitirilecek.

Milliyet Ege, 20.04.2010

ŞİRKET KATOSU İLE KAÇAK KAZI

 

Tosya Çepni Köyü Naldören mevkiinde eski tarihi mezarlıkta kaçak kazı yapıldığını tespit eden Jandarma olay yerinde gördüğü kato palet izinden kazıyı gerçekleştiren katoyu buldu.

 

Tosya'da faaliyet gösteren bir şirkete ait olduğu belirtilen Kato'nun sürücüsü ifadesi alındıktan sonra Cumhuriyet Savcısının talimatı ile serbest bırakıldı.

Kastamonu Nasrullah Gazetesi, 20.04.2010

600 YILLIK ESER BULUNDU





Konya’da 39 yaşındaki Mustafa Raşit Temizel’in, emekli müftü olan babasından miras kalan kitaplarının arasında, ünlü mutasavvıf ve şair Hacı Bayram Veli’nin 600 yıllık el yazması eseri ‘Lemat-i Kudsi’ (Kutsal Parıltılar) adlı kitabı çıktı. Osmanlı Türkçesi ile yazılmış 218 sayfalık kitap, Türkçeye çevrilecek.

 

Gayrimenkul alım satım işiyle uğraşan Mustafa Raşit Temizel ve üç kardeşine geçen yıl vefat eden babaları emekli müftü Ömer Temizel’den üç bin 500 kitap miras kaldı. Mustafa Raşit Temizel ve kardeşleri, miras kalan kitapları babalarının ölümünün ardından kendi aralarında paylaştı. Mustafa Raşit Temizel’in payına düşen kitaplar arasında ünlü Türk Mutasavvıf ve Şairi Hacı Bayram Veli’nin 600 yıllık eseri olan Lemat-i Kudsi adlı tarihi kitabı çıktı. Mustafa Raşit Temizel konuyla ilgili şu bilgiyi verdi:

 

“Biraz Osmanlı Türkçesi biliyorum. O yüzden babamdan miras kalan kitapları eşimin kardeşi edebiyat öğretmeni Müge Ulucadağ Macit ile birlikte incelemeye başladık. Eserler arasında da Hacı Bayram Veli’nin Lemat-i Kudsi isimli kitabının olduğunu tespit ettik. Kitabı öğretim üyelerine ve tercümanlara götürdük. Onlar da eserin Hacı Bayram Veli’ye ait olduğunu belirledi. Ben de Konya Asliye Hukuk Mahkemesi’nce kitabı kendim ve eşimini üzerine tescil ettirdim. Hacı Bayram Veli’den günümüze dört şiirinden başka eser ulaşmadığı için, Lemat-i Kudsi isimli tarihi eser çok büyük önem arzediyor. Biz de kitabı insanlarla paylaşmak için Türkçe’ye çevirilmesini istedik. Şu anda da bir üniversitedeki öğretim üyemiz, eserin çeviri işlemlerine başlamış durumda. Amacımız maddi bir çıkar değil. Kültür hazinesni herkesle paylaşmak.”

 

Kitabı inceleyen edebiyat öğretmeni Müge Ulucadağ Macit de, “Kitap üzerinde yapılan incelemelerde eserin kabının keçi derisinden yapıldığı ve yaklaşık 600 senelik olduğu tespit edildi. Eser içerisinde de nazım ve nesirler bulunuyor. Yine Hacı Bayram Veli, kendi tarikatı olan Bayramilik Tarikatı ile tarikatın prensiplerinden bahsetmiş. Vaazlarından ve beyitlerinden örnekler görüyoruz. En son sayfasında da Mesnevi olduğunu biliyoruz” diye konuştu.

 

Hacı Bayram Veli kimdir?

Hacı Bayram Veli, 1352 tarihinde Ankara’nın Çubuk Çayı üzerinde Zülfadl Köyü'nde doğdu. Mutasavvıf ve şair Bayram Veli, 1429 tarihinde vefat etti. Bayramilik Tarikatı’nın kurucusu olan ve Türbesi Ankara Hacı Bayram Veli Camisi’nin bitişiğinde bulunan Hacı Bayram Veli’nin günümüze sade bir dille ve hece vezniyle yazılmış Vahdet-i Vücud (Varlık birliği) tasavvuf düşüncesini aktaran dört şiiri bulunmaktadır.

Hürriyet, 20.04.2010

ORTAKÖY'DEKİ ZEKİYE SULTAN YALISI OTEL OLUYOR

 

İstanbul Boğazı'nın en gözde yerlerinden Ortaköy'de bulunan ve geçirdiği bir yangın nedeniyle kül olan Zekiye Sultan Yalısı otel olacak. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonu tarafından karara bağlanan rapora göre, su sporları merkezi olarak önerilen alanda yer alan eski Zekiye Sultan Yalısı rölöve ve fotoğraflardan yola çıkarak yeniden yapılacak. Plana göre Zekiye Sultan Yalısı bitişiğindeki yalılar gibi turistik otel amaçlı kullanılacak.

Sabah, 20.04.2010

SELİMİYE 'DÜNYA KÜLTÜR MİRASI'NA GİRİYOR

 

 

Edirne’deki Selimiye Camii, Dünya Kültür Mirası listesine girmeye hazır. Mimar Sinan’ın "ustalık eserim" dediği Selimiye Cami’nin listeye girebilmesi için en önemli engel aşıldı. Bu eşsiz tarihi eser ile ilgili hazırlanan dosya, UNESCO tarafından kabul edildi.

 

Kültür Bakanlığı ve Edirne Belediyesi’nin üç yıldır sürdürdüğü çalışmalar sonucunda hazırlanan Selimiye Camii ile ilgili bütün bilgi ve belgelerin yer aldığı dosya, UNESCO tarafından kabul edildi.

Edirne Belediye Başkan Yardımcısı Namık Kemal Döleneken, "Bu süreç, uzun bir süreç. Ama dosyanın kabulünden sonra bir-bir buçuk yıl içinde incelemeler bitirilecek. Hem dosyalar üzerinde incelenecek, hem de Edirne’ye gelerek yerinde incelemeler yapılacak. Ve daha sonra Edirne kent merkezi Selimiye Camii ve Külliyesi, Dünya Kültür Mirası olarak tescil edilecek ve bu dünyaya duyurulacak" dedi.

 

Selimiye Camii, II. Selim’in Mimar Sinan’a yaptırdığı ve Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinde biri. Büyük mimarın 80 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" dediği camiyi her yıl binlerce kişi ziyaret ediyor.

 

Selimiye Camii’nin UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesine girmesiyle birlikte ziyaretçi sayısında önemli oranda artış bekleniyor.

Trt/Haber, 19.04.2010

EMEK'İN YIKILMASI KÜLTÜREL BİR SOYKIRIMDIR

 

Yıkılmayacakmış,aynen üst kata taşınacakmış... Siz kimi kandırıyorsunuz! Planları niye bugüne kadar sakladınız? Bizans sarayının üstüne otel yapan, kültürel mirasların talan edilmesine göz yumduğu için UNESCO'dan bile fırça yiyen bir zihniyet (bkz. İstanbul'un Dünya Kültür Mirası Listesi'nden çıkarılması tehlikesi), 'Emek Sineması'nı yıkmayacağız, yeni yapılacak alışveriş merkezinin üstüne taşıyacağız' dese kim inanır ki! Daha önceki örneklerde olduğu gibi yine kandırıyorsunuz milleti. Sunduğunuz proje 'deli şaçması'... Madem 'Yukarı taşırız' gibi fantastik bir öneride bulunuyorsunuz, o zaman yukarı taşımadan da yapabilirsiniz! Hem maliyeti de az olur. Aslında neden taşıyorsunuz ya da yıkıyorsunuz? Zaten her yeri alışveriş merkezi (AVM), kafe, dönerci yaptınız. Bu tarihi binadan ne istiyorsunuz? Bari o kalsın geriye... Koltukları eskiymiş, kötü kokuyormuş, kimse film izlemiyormuş, zarardaymış... Vallahi ben hiç kötü koktuğunu hatırlamıyorum. Koltuklar eskiyse de değiştirilir bir gecede.

Bir yazar neden AVM ister
Zarar ediyorsa da etsin kardeşim! Bu memlekette zarar etmeyen proje mi kaldı? Karayolu tünelleri, barajlar vs... Ne yapacaksınız? Yeni Emek'in gişe geliriyle bütçe açığını mı kapatacaksınız? Emek Sineması, zarar etse de yerinde durmalı. Çünkü o eski Beyoğlu'nun yıkılmayan birkaç kalesinden biri. Emek'te herkesin bir hatırası var... Kimi ilk filmini izledi, kimi ilk kez öpüştü, kimi de sinemanın efsane sanatçılarını görme fırsatını buldu orada. Rahat koltuklarda film izlemek isteyen, gitsin Kanyon'a, İstinye Park'a... Sorarım size; Emek yıkılırsa, Beyoğlu'nda geriye tören düzenlenebilecek bir salon kalacak mı? Emek Sineması'nın yıkılması kültürel bir soykırımdır. Eğer yıkılırsa gelecek nesiller sizleri lanetle anacak... Her yeri yıkıp, AVM cehennemine çevirdiğiniz için. Sevgili köşe yazarı arkadaşlarım, ağabeylerim niye savunuyorsunuz Emek'in yıkılmasını? Hiç mi vicdanınız sızlamıyor. "Kar etmiyormuş, kimse film izlemiyormuş" diyorsunuz. Nasıl kapitalist bir zihniyete sahipsiniz? Tarihten, kültürden bahsediyoruz arkadaşlar! Sevgili yazar arkadaşlar... Yurtdışına çıktığınızda, Venedik'te, Paris'te birden kendinizi 18'inci, 19'uncu yüzyıldan kalma canlı bir müzede yürüyor gibi hissetmiyor musunuz? İstanbul'da tarihi dokusunu tamamen koruyan tek bir sokak gösterin bana lütfen. Çocukluğunuzun geçtiği mahallelere hiç mi yolunuz düşmüyor? Arnavut kaldırımlı kaç sokak, kaç cumbalı ev kaldı? Araştırmaya zahmet etmeyin. Ben size yazarım. Sıkı durun! Doç.Dr. Turgut Cansever'e göre 1950 yılında toplam 100 bin 'tarihi ev'e sahip olan İstanbul'da bugün ayakta kalan tarihi ev sayısı sadece 500... Cansever'e göre İstanbul, tarihini koruma açısından Uganda, Kamboçya ve Vietnam'dan bile daha kötü durumda. Ne yapacaksınız bu kadar çok AVM'yi?

Sorumluluktan kaçıyorlar
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş, Beyoğlu Belediyesi Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dan da hiç ses yok... Daha kötüsü onlar da 'Kirli, oturulmaz koltuklar' geyiğine takılmışlar. Sayın Günay, Topbaş ve Demircan... Emek'in koltuklarını yenilemek kaç gününüzü alır, lütfen söyleyin! Bir de "Bu işi uzmanlara bırakalım, kararı onlar versin" deyip sorumlu olmaları gereken en önemli konuda topu başkalarına atıyorsunuz. Eğer Emek yıkılırsa, tarih, bu işin sorumlusu olarak en başta üçünüzü gösterecek... "Beyoğlu'nu AVM cehennemine çeviren belediye başkanları', "İstanbul'daki en büyük tarihi yıkımlar, o bakanın döneminde yaşandı" diyecekler arkanızdan!

Sabah, Yazı: Mevlüt Tezel, 19.04.2010



******


EMEK'İ YIKARLARSA ALTINDA KALIRLAR

 

İstanbul Film Festivali'ne damgasını vuran "Emek Sineması'nı Yıktırmayacağız" protestolarının en görkemlisi pazar akşamı Taksim Meydanı'ndan Emek Sineması önüne uzanan yürüyüş oldu. Bu yıl Festival boyunca film gösterimlerine kapalı olan emektar sinemada sembolik de olsa kapanış töreni yapılmış oldu. Binlerce kişinin katıldığı protestoda oyuncusu, yönetmeni, set çalışanıyla sinema camiası ve sinemaseverler Emek Sineması'nı yıktırmamak için bir araya geldi.. "Emek Sineması'nı Yıktırmayalım Platformu" tarafından organize edilen yürüyüşe; Tuncel Kurtiz, Güven Kıraç, Mert Fırat, Zafer Alagöz, Serra Yılmaz, Sermet Yeşil, Şebnem Sönmez, Ülkü Duru, Rıza Kocaoğlu, Durul Taylan, İlksen Başarır, Mehmet Ali Nuroğlu, Derya Durmaz, Onur Saylak, Semih Kaplanoğlu Özcan Alper, Hüseyin Karabey, İnan Temelkuran gibi çok sayıda sinemacı katıldı.

Taksim Meydanı'nda toplanan "Emekseverler", "Emek bizim, İstanbul bizim", "Bırakın alkıştan yıkılsın", "Misbah ruhsat verme", "Seyirci Kalma, Emeğe Sahip Çık", "yok artık, Ayasofya da AVM olsun" yazılı pankart ve dövizler taşıdı. Meydanı'ndan tarihi Emek Sineması'nın önüne kadar alkışlar, ıslıklar, sloganlarla yüründü. Neşe ve coşkunun hakim olduğu yürüyüş renkli gösterilere de sahne oldu. Birçok sinema emekçisi ve genç yaptıkları müzikler ve renkli kostümleriyle "Emek Sineması'nı yıktırmayacağız!" dedi. Eylemin başından sonuna Hababam Sınıfı'ndan Yıldız Savaşlarına kadar çeşitli sinema müzikleri çalan orkestra, eyleme katılan katılmayan, herkesi coşturdu. Eylemin sonunda İstanbul Film Festivali için yapılan sembolik kapanış töreninde Kültür Bakanı, Beyoğlu Belediye Başkanı ve Projenin mimarı "Plastik Lale" ile ödüllendirildi.

"Sermaye elini emeğimden çek" diyen "Emek Sineması'nı Yıktırmayalım Platformu" adına basın açıklamasını okuyan oyuncu Mert Fırat ise, "Sokakla ilişiği kesilmiş bir Emek Sineması artık Emek Sineması değildir. Bizler, kamu olarak bize ait olan bu sinemaya bu sokaktan yürüyerek girmek istiyoruz. Yürüyen merdivenlerle, mağazaların arasından sekiz kat çıkarak değil. Kültürel mirası rant amacıyla har vurup harman savurmak; onun yerine yapay, hiçbir duygusu olmayan kişilikten yoksun binalar dikmek, sonra da İstanbul kültür-sanat şehridir demek, abesle iştigaldir. Bizler her zaman ortak kültürümüzün değerlerine ve geleceğimize sahip çıktık, çıkacağız. Emek Sineması'nın anılarla aşınmış taşlarında var olan, Yılmaz Güney, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, Suna Pekuysal, Artun Yeres, Kemal Sunal, Ayhan Işık, Sadri Alışık, Hulusi Kentmen ve Gazenfer Özcan gibi adını sayamadığımız yüzlerce sanatçımızın ayak izlerinin silinmesine izin vermeyeceğiz." şeklinde konuştu.

"Kamuya, kamusal ve toplumsal tarihe ait olana, kamu kuruluşları tarafından bile olsa herhangi bir şirketle ilişki içerisinde bizlerin onayı olmadan yapılan bu müdahale, işgal, ihanet ve dolandırıcılıktır." Diyen Mert Fırat, şöyle devam etti; "Bu binaların, Emek Sineması'nın, İnci Pastanesi'nin günlük hayat manzaralarımızdan çıkartılmasına karşıyız. Böyle bir şeye izin vermiyoruz! İstanbul da, Beyoğlu da, Emek Sineması da bizimdir, yıktırmayacağız! Hangi bilimsel kurullar ve sanatçılar tarafından onaylandığı bilinmeyen bu iğreti ve gerçek dışı projeye tüm gücümüzle karşı çıkıyoruz. Bu inşaatın ruhsatının verilmesine karşı çıkıyoruz" denildi. Açıklama esnasında sık sık "Emek bizim, İstanbul bizim!" , "Seyirci kalma emeğe sahip çık!" sloganları atıldı.

Gazetemizin sorularını yanıtlayan oyunculardan Zafer Algöz, "Bize tarihten kalmış bir zenginlik, başka bir uygarlıktan kalmış olsa bile ona sahip çıkmamız lazım, medeniyet bunu gerektiriyor, biz de bunu istiyoruz".

"2010 Kültür Başkenti diyorlar, İstanbul'un gözbebeği, Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerinde bir kültür varlığı var. Kültür başkentiyken, kültür varlığını yıkmaya çalışmak büyük bir rezalet" diyen oyuncu Güven Kıraç, "Ormanları yaktılar, yıktılar, herkese peşkeş çektiler, şimdi şehre indiler".

Yıkımı korkunç bir şey olarak niteleyen, Yönetmen Semih Kaplanoğlu, "İstanbul'u ve bizi tanımlayan her şeyi yavaşça elimizden alıyorlar. Alkazar kapandı bile, tek tek değerlerimizi çalıyorlar, engel olmamız gerek" diye konuştu. Bunca çabaya rağmen yıkacaklar mı, sorusuna ise, "Umarım buna bir cevap verirler. Rant sermayesi öyle bir şey ki, onların ne vicdanı, ne ahlakı, ne kültürü var, inandıkları hiçbir değer yok, onların derdi imanı para, para için de her şeyi yaparlar".

Oyuncu Şebnem Sönmez, emek en yüce değer, harcamamak lazım dedi ve ekledi, "Hepimiz buradayız, yıkamayacaklar, yıkarlarsa sonları olur" diye konuştu.

Emek Sineması önünde konuşma yapan Oyuncu Tuncel Kurtiz gazetemizin sorularını yanıtladı. İstanbul'un bütün değerlerinin yıkılmak istendiğini belirten Kurtiz, tarihi korumaya mecbur olduklarını söyledi. Kurtiz, "Bundan sonra değerlere sahip çıkmak zorundayız. Bir Ferhan Şensoy Ses Tiyatrosu'nu kurtarmıştır. Biz Emek Sineması'na emeğin tarihine el uzatılmasına izin veremeyiz, vermeyeceğiz." diye konuştu. Usta oyuncu Tuncel Kurtiz, "‘Elhamra Tiyatrosu yandı' dediler, güzelim Dram Tiyatrosu bir mücevherdi, tarihti, yaktılar ve yerine o garip heyulayı diktiler. Lale Sineması, Park Otel, Şehzadebaşı'nda ki tiyatrolar birer tarihti. Muhafazakarız diyen insanların yaptığı bir yıkımdır bu. Kültüre karşı bir yıkımdır. Kültür başkenti bu şekilde olacaksa, hiç olmasın daha iyi". "Rüya Sineması, İnci Pastahanesi de artık bir tarih olmuştur, binaları ortadan kaldırarak olmaz. Restore etmekten yanayız, tabii ki temizleyeceğiz, düzenleyeceğiz, hiçbir şey yıkıntı halinde bırakılmayacak, ama bu şekilde 8. kata taşıyarak, aynı freskleri oraya koyarak olmaz. Bütün İstanbul'u alışveriş merkezi haline getirecekler. Boğaz'ın da üstünü kapayın bari, alışveriş merkezi yapın, hepimiz alışveriş merkezinin sinekleri olalım" diye konuştu.

Tuncel Kurtiz'e, bütün bu çabalara rağmen yine yıkılırsa, diye sorduğumuzda usta oyuncu, "Ben umutsuzum, yıkacaklar ama kendileri de yıkılacak sonunda, yıkarlarsa altında kalırlar" dedi.

Evrensel, Yazı: Cihan Bilgen, 21.04.2010


******


 

EMEK YIKILMIYOR, KURTARILIYOR!

 

Uğur Mumcu'nun dediği aslında tam da bu. Bilmeden fikir sahibi olmak. Bilmeyince de, onun adı, "Fikir" değil, "Peşin fikir" oluyor.

Bir avuç yaygaracı ortaya çıkmış, "İstemezük" diye bağırıyor. Neyi istemezlermiş. Emek sinemasının yıkılmasını.

Yahu Emek sineması yıkılmıyor ki. Ölmüş bitmiş, insanlar gitmez olmuş, bu yüzden kapanmış bir fare yuvası, bir leş, yeniden hayata döndürülüyor. Yeniden bir yaşam alanı, yeniden bir Beyoğlu Güzelliği oluyor. Buna nasıl karşı çıkarsınız?

İçlerinde her şeye karşı olan istemezükçüler var. İçlerinde "Fırsat bu fırsat, iki satır reklamım olsun, adım, resmim, gazete ve TV'lerde geçsin" diyenler var. İçlerinde çok başka art niyetlerini, Emek bahanesi ile gerçekleştirmek isteyenler var. İçlerinde, ne olup bittiği hakkında zerre bilgisi olmadan saf saf "Emek'i yıkmayın" diye ortaya çıkanlar var.
Ama bakın işte size söylüyorum. İçlerinde son on yıldır, festival dışında Emek sinemasına giden tek kişi yok. Çünkü Emek gidilecek halde değil. Sattığı bilet meydanda. Bu satışla, ne o artık oturulmaz hale gelen koltuklarını değiştirebiliyor, ne de artık çağ dışı kalan film oynatma ve ses sistemlerini.

Emek'te en çok anısı olanlardan biriyim. Ankara'da yaşadığım günlerde İstanbul'a geldiğimde ilk yaptığım iş, Beyoğlu'na çıkmak ve Emek'te film izlemek olurdu. Hem de karaborsa bilet alırdık. 1 liralık bilete 5 lira verip salona girebildik mi, bayram yapardık. Öylesi.

TV'nin çıkışıyla sinemalar kapılarına kilit vuracak hale geldiler. Çoğu kapandı.
Yaşayabilenler de bakımsızlıktan hurdaya döndü.

Dünya, TV'lere karşı cep sinemalarını keşfetti. Büyük salon yerine, yan yana minik sekiz on salon. Adeta TV'lerde kanal seçer gibi film seçme şansı. Bu salonlar devasa bir kulise yerleştirildiler. İçinde kafeler olan. Yeni keşif sinema kompleksleri buluşma yerine dönüşünce, etrafında fast food restoranlar oluştu. Böylece sinema komplekslerinin cazibesi hele de gençler için fena halde artınca, alışveriş merkezleri uyandılar. Merkezin bir bölümünü sinema ve fast foodculara ayırdılar mı, insanların oraya koşuşacaklarını gördüler. Gelen nasılsa vitrinlere de takılır, bir dükkana girer, bir şeyler alırdı. Denemeler parlak sonuçlar verdi. En iyi sinemalara sahip olan alışveriş merkezleri en öne geçtiler.

Sinema kompleksleri, bir yandan sinemayı kurtarırken, öte yandan alışveriş merkezlerinin de gözdesi oldular.

Bu gelişme, tek tük kalan eski tip devasa sinemaları iyice öldürdü. Beyoğlu'na bakın. Tarihi İpek sineması depo olarak kullanılıyor. Tarihi Yeni Melek bir gösteri salonuna dönüştürülmek istendi. Olmadı. Tarihi Rüya sineması yok. Tarihi Sinepop yok. Tarihi Melek çoktan bitti. Daha bir çoğu, bitti, bitiyor. Niye bittiler?

Çünkü müşteri bitti. Günün en ileri gösterim ve seslendirme teknikleriyle on çeşit film oynatan ve etraflarındaki kafe, restoran ve her çeşit dükkandan oluşan cazibe merkezlerinin, buluşma ve dolaşma yerlerinin içinde yer alan sinema kompleksleri, tek büyük sinema çağının sonunu getirdi.

Bazı tarihi salonlar, tiyatroya dönüşerek ayakta kalmayı başardılar. İngiltere dönüşü yazmıştım. Tarihi Picadilly sineması, Londra'da bugün tiyatro olarak yaşamını sürdürüyor.

Emek sinema olarak tükenirken bu hoş salonu "Tiyatro yaparak kurtaralım" önerisini ortaya atmıştım, hem köşemde, hem Yaşamdan Dakikalar'da.

Sinema olarak kurtarmaya çalışmanın abesle iştigal olduğunu söyleyerek. Kös dinlediler. Emek bomboştu. Emek'e kimse gitmiyordu. Emek çöküyordu, kimsenin umurunda değildi. Tıpkı, öteki tarihi sinemalar yok olurken "Gık" demedikleri gibi. Ne zamanki "Ölmüş" Emek'i kurtarmak için harekete geçildi. Kıyamet o zaman koptu. Hep öyle oluyor zaten. Leş orda dururken, aldıran yok. "Bu leşi bir yaşam alanına, bir güzelliğe döndürelim" dendi mi, "İstemezük" kıyameti. Tinercilerin, esrarkeşlerin meskeni, yatacak yeri olmayan fahişelerin işyeri, bir açık hava tuvaletiyken kimsenin ilgilenmediği Kız Kulesi'ni, dünya turizmine açmak için bir proje yapıldığında da kıyamet kopmamış mıydı? Hatırlayın. Ne var ki engel olamadılar. Kız Kulesi temizlendi ve İstanbul'un süsü, gururu bir yaşam alanına döndü.

Ben en son 2 yıl önce gittim Emek'e. Müdür Hikmet Bey'i, dostlarını kapıda karşılayan, Emek'in en emektarı Hikmet Bey'i çok severdim. Onunla iki çift laf için, açıkçası onun hatrı için giderdim Emek'e. 10 kişi falan vardı içerde. 10 dakika arada, ayaklarımın arasındaki kıpırtıyı merak edip baktığımda fareyi görünce, bir daha gitmedim. Fare insandan korkar. Buna rağmen bir sinema salonunda dolaşıyorsa, bu oranın insansızlaştığını, fare yuvasına dönüştüğünü gösterir. Tarlabaşı Caddesi açılırken bir kaç bina yıkıldığında Beyoğlu'nu nasıl dev farelerin bastığını hatırladım. Emek de öyle olmuştu.

Emek bitmişti.

Ya Rüya'nın, Melek'in, İpek'in ve ötekilerin akıbetine uğrayacak, o leş halinde ölüme terk edilecek, ya depo, hangar olarak sürünecek, ya da.

Şimdi işin o "Ya da" kısmını size yarın anlatacağım.

İçinizde zerre bilgi sahibi olmadan, "İstemezükçüler"e kapılan ve onların yanında yer alanlar varsa, yarını beklesinler.

Size Emek'in mimari, yasal tarihini özetleyeceğim. Sonra da nasıl kurtarılacağını. Kararınızı ondan sonra verirsiniz.

Sabah, Yazı: Hıncal Uluç, 22.04.2010



******


MELEK SİNEMASI NASIL KURTARILIYOR?

 

Şimdi "Melek de nerden çıktı" diyecekler vardır.. 1924'te açıldığında adı Melek'ti çünkü.. 1958 yılında İpekçi Kardeşler Melek'i bıraktılar. Bina Emekli Sandığı'na geçti. Adını da Emek yaptılar.. O sıralar açılan bugünkü Yeni Melek, eskisinin anısına adlandırıldı.


Niye Melek'ti sinemanın adı.. Salon, zamanın modasına uygun, Avrupa ve Amerika'daki benzerleri gibi müthiş duvar ve tavan süslemelerine sahipti. O yıllarda inşa edilen Süreyya da öyledir mesela. Perdesinin iki yanında da iki çok güzel Melek tasviri vardı. Bu yüzden Melek dediler..
Peki nasıl yapıldı Melek sineması?..


Zamanın en önemli binası Cercle d'Orient /Büyük Kulüp (Bugün terk edilmiş, leş), hemen arkasında İpek Sineması (Bugün depo), onun yanında Melek Apartmanı ve bir apartman daha.. Bunların hemen arkasında bir arsa var, boş.. Daha doğrusu bu dört binanın oto parkı diye ayrılmış..


O zaman bakıyorlar ki, oto parka falan ihtiyaç yok. Bu arsa da değerlenmeli.. Derhal betonarme dört duvar yapıyorlar.. Bir de tavan tabii.. Yani mimari falan yok.. Hangar.. Hem de o süslemeler, o baroklar, rokokolar devrinde millet hangara gider mi?.. Dışı palavra binanın içine, işte o tarihe geçen süslemeleri yerleştiriyorlar.. Dıştan ucuz hangar, içten, Avrupa'nın en güzel sinemalarından biri.. Ama fuayesi yok..


Hele de her pazartesi gecesi, yeni filmlerin, hanımların tuvalet, beylerin smokinle (Evet smokinle) geldiği galalarla başladığı, konuklara basılı programların dağıtıldığı günlerde fuayesiz sinema olur mu?. Gala olur mu?.


Fuaye yapabilmek için bitişik Melek Apartmanı girişi kullanılacak. Ora da küçük ama hiç yoktan iyi.. Yapıyı taşıyan kolonlar kesilip, Melek Sineması'na bir ufak fuaye yapılıyor. Ama sorun bitmiyor..


Sinemanın balkonu yok.. Yani, sınıf farkı yok. Ucuz bilet alanlarla pahalı izleyenler yan yana.. Olur mu?.. Avrupa'da olduğu gibi, Galeri lazım ki, avam oraya gitsin, sosyeteye karışmasın..
70'li yıllarda o güzelim barok süslemeli localar yıkılıyor.. Ağır betondan bir balkon yapılıyor.. Kimse de demiyor ki, "Yahu zaten fuayenin üstündeki binanın kolonları yok. Bu balkonun da taşıyıcısı yok.. Bir depremde Allah göstermesin, neler olur?..


Son depremler sonrası, güçlendirme kontrolleri başlayınca, İstanbul Teknik Üniversitesi'ne başvuruluyor, durumun tespiti için.. Rapor geliyor.. "Bu binaya güçlendirme yapılamaz.."
Sinema A'dan Z'ye inceleniyor. Durum A'dan Z'ye bozuk.. Meraklısı bana gelirse, bu gazetenin tam sayfasını dolduracak listeyi veririm, "Aman Tanrım, biz bu sinemaya nasıl gitmişiz" dersiniz.. Tuvaletinden, makine dairesine, kulisinden, acil çıkışlarına, doğru ve sağlam tek yer yok.
Şimdi bu felaketler bitiyor.. Eski Emek de değil, orijinal Melek Sineması geri dönüyor.. 1920'de yapılan localarıyla.. Takma ve çakma balkonuyla değil.. Sinemanın hiçbir tarihi değeri olmayan, çökme tehlikesi içindeki duvarlarıyla değil.. Melek'i Melek yapan o orijinal iç mimari, o güzelim süslemeler aynen yerli yerine yerleştirilerek, 1920'nin Melek'i, ölü, kimsenin gitmediği bir salon değil, yaşayan, cıvıl cıvıl bir sinema kompleksinin içine, 2 bin metre kare kulisi ile açılacak.. Böylece bu sinemada en güzel galalar, en anlamlı ödül törenleri yapılabilecek. Salonda en ileri koltuklarda oturacak, en ileri akustik teknikleri içinde, en gelişmiş film makinelerinden gelen görüntüleri izleyebileceksiniz.. Ayaklarınızın altında bugünkü gibi fareler de dolaşmadan..


Bu nasıl yapılacak?..
Çağımızda kolay.. Emek'i bugünkü mezarlığından çıkaracaklar ve ayni yerde inşa edilecek bir yaşam merkezine taşıyacaklar.. Bugün bulunduğu yerden birkaç metre yukarıya..


On para etmez, yıkılmak üzere olan dört duvarı değil, benzersiz iç tasarımı aynen taşıyacaklar.
Olmaz mı?. Geçen gün yazdım.. Dünya tarihinin mirası, Mısır'ın en büyük, en güzel, en ünlü, 2. Ramses devrinden kalma 300 bin ton kayadan oluşan devasa oyma heykellerle dolu Abu Simbel Tapınağı, baraj yapılırken sular altında kalmasın diye bulunduğu dağın eteklerinden, ayni dağın tepesine hem de 40 yıl öncenin imkanlarıyla taşınmadı mı?. Bugün Mısır'a giden herkes Aswan Barajı'na tepeden bakan Abu Simbel'e mutlaka gitmiyor mu?.


Bugün Emek, pardon yeniden açıldığında adı Melek olmalı.. 1920'deki isim geri dönmeli.. Bugün Melek, çökmekte olan bir hangar leşinden, yaşayan, pırıl pırıl, mükemmel bir yapının üst katına neden taşınmasın, itirazcıların biri söyler mi?.


Çünkü Melek, o binanın barok yapılmış, rokoko süslenmiş içi.. Hangar dört duvarı değil.. Çünkü Melek çakma balkonlu değil, enfes localı bir tarihi sinema salonu.. Korunacak olan orijinal Melek'in iç tasarımı..


Korunacak ve yaşatılacak. Yaşatamazsan, doğaya aykırı çözümde ısrar edersen yaşatamazsın çünkü, bugünkü Emek'e döner kısa zamanda.. İnsanlar gitmezse, bilet satmazsa, gene fare yuvası, gene leş olur..


Markiz'i yaşatmak için yeri yerinden oynattık.. Markiz gene açıldı.. Ne oldu?. Daha dün yeniden açıldı tarihi Markiz?. Ne oldu?.. Gidin bakalım Markiz'in yerinde bugün ne var?. Bilen yok. Çünkü giden yok..


Suyu yokuşa akıtamazsınız. Boşuna uğraşmayın.. Devir değişti. Yaşamayan, ölü, leş, fare yuvası, hiçbirinizin son yıllarda adım atmadığı Emek'i savunmaya kalkmayın.


Emek Sineması yıkılmıyor.. Yıkılmış, bitmiş, ölmüş zaten..


Bugün hazırlanan proje ile Emek, daha doğrusu Melek, 1920'nin o tarihi, o güzellikler sineması, bir muhteşem kulise açılan harika bir salonun içinde 21. yüzyıl insanının koşa koşa gideceği bir ortamda yeniden hayata dönüyor.


Yeniden yaşayan bir sinema olacak Melek.. Onun bunun korumasına (!) ihtiyaç durmadan, dimdik ayakta durarak, 1920'yi gelecek nesillere taşıyacak.


İşte önlenmek, yolu kesilmek istenen proje budur..


Dilerim, Emek'i örnek alır da, Mustafa Sarıgül de mesela, kendi sınırları içindeki Şan leşini, yaşayan bir sanat ortamına dönüştürür, artık!..


Ey İstemezükçüler.. Emek leşini yaşama döndürme projesine karşı çıkan yalancı pehlivanlar..
Yıllardan beri yangın yeri gibi duran Şan için niye tek kelime etmezsiniz?.. Niye "Şan, şanlansın" diye eylem yapmazsınız yıllardır da, bugün "Tükenmiş Emek'i kurtaralım" dendiğinde "İstemezük" diye ayağa kalkarsınız, biriniz söyler mi bana?..


Çünkü samimi değilsiniz.. Çünkü amacınız, kültüre, sanata, tarihe sahip çıkmak değil.. Amacınız bir kaşık suda fırtına yaratmak.. Hepinizin kendi hesabı içinde..


Tekrar soruyorum..
1. Son beş yılda, festival dışında Emek'e kaçınız gittiniz?
2. Emek için verilen raporları kaçınız gördünüz?.
3. Hazırlanan yeni projeyi kaçınız incelediniz?.


Ben yerinize yanıt vereyim..
Hiçbiriniz!..
O zaman ne yüzle "Hayır" diyorsunuz, ha?.. Hangi yüzle?..

Sabah, Yazı: Hıncal Uluç, 22.04.2010

GÖBEKLİTEPE KAZILARI BAŞLIYOR

 

Prof.Dr. Klaus Schmidt' in başkanlığını yaptığı kazı ekibi  haftasonu Şanlıurfa'ya gelerek gelecek hafta kazılara başlayacak.

 

Yurtdışı ve yurtiçinden çeşitli üniversitelerden uzmanların  katılacağı kazılar yaklaşık 1 ay sürecek. Arkeolog ve uzmanlardan oluşan ekip sayısının 20 yi bulması bekleniyor. Kazı çalışmalarına ayrıca Örencik Köyü'nden otuza yakın işçi katılacak.

Şanlıurfa Haber, 19.04.2010

'ESKİ ANTAKYA EVLERİ' NE OLACAK?





Hatay'da, sınır komşusu ülkelerle vize uygulamasına son verilmesi dolayısıyla yaşanacak hareketliliğin yanı sıra tarihi, kültürel ve coğrafya açısından potansiyel de dikkate alındı. İşte düşünülen projeler...
 

Hatay Valisi Mehmet Celaletin Lekesiz, Antakya'nın dünyada bulanan 23 medeniyetin 13'üne ev sahipliği yaptığını hatırlatarak, 3 semavi dinden insanın, gelenekleri, kültürü ve sosyal boyutlarıyla barış ve hoşgörü içinde bir arada yaşamını sürdürdüğünü kaydetti.

 

Antakya şehir merkezindeki Kurtuluş Caddesi'nde 686'sı tescilli bin 230 nitelikli evin restore edilerek değerlendirilmesini arzu ettiklerini vurgulayan Lekesiz, ''Eski Antakya Evleri''nin kente kazanılması yönündeki çalışmalara öncülük yapmak amacıyla bunlardan ikisini satın aldıklarına işaret etti.

 

Evlerden birinin, 18 odası bulunan Eski Hatay Meclisi Başkanı Merhum Abdulgani Türkmen'e ait olan, daha sonraki yıllarda Halkevi, düğün salonu ve son olarak da İmam Hatip Lisesi olarak değerlendirildiğini, diğerinin ise Gazipaşa Mahallesi'nde bulunduğunu belirten Lekesiz, '' Buraların restorasyon çalışmalarına yakın zamanda başlayacağız. Özellikle, 18 odalı mekanı konukevi ve Kültür Sanat Merkezi yapmayı hedefliyoruz. Türk sanat ve halk müziği, resim atölyesi, şiir ve sohbet odaları, hatta yerli yabancı turistlere hitap edecek fasıl heyeti etkinlikleri için değerlendirmeyi düşünüyoruz.''

 

Vali Lekesiz, diğer evi de ''Kadın Aile Danışma Merkezi'' yapacaklarını, burada kadınlara cam süsleme, mozaik, hat sanatı eğitimi vereceklerini, yöresel hediyelik eşya yapmalarını sağlayarak meslek edindireceklerini kaydetti.

Eski Antakya Evleri'ni restore ettirerek turizme kazandıranların harcamalarının yaklaşık yüzde 30'unun Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılandığını ifade eden Lekesiz, ''Tüm sivil toplum kuruluşlarından birer Antakya evini tarihi dokusunu bozmadan restore edip projeye katkı sağlamalarını bekliyoruz. Proje ve imar konusunda da gerekli kolaylığı göstereceğiz'' dedi.

 

Adalet Bakanı ve Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in tarihin yaşatılması ve ayağa kaldırılmasında önemli çabasının bulunduğunu belirten Lekesiz, şunları kaydetti:

''Bakan Ergin ve iş adamlarıyla İspanya'da fuara katıldık. Turistik Toledo Kenti'ni ziyarete gittik. 70 bin nüfuslu ve dağın tepesine kurulu Toledo'da eski tarihi evleri 27 yılda restore ederek turizme kazandırmışlar. Geceliğini de 100-150 Euro'ya kiralıyorlardı. Kaldı ki bizim evlerin mimari yapısı, dar sokakları, avluları, içinin serin olması, ayrıca cami, havra, kiliselerin de sırt sırta bulunması turistlere daha cazip gelecek.

 

Havaalanımıza Avrupa'dan direkt uçuşların başlaması, Suriye, Lübnan, Libya ve Ürdün gibi ülkelerle vizenin karşılıklı kalkması da bu gibi tarihi evlere olan ilgiyi artıracağına inanıyorum. Genelde turistler çok katlı oteller yerine bu gibi mekanlarda kalmayı tercih ediyorlar.''

 

Lekesiz, restorasyon konusunda nitelikli usta bulmakta sıkıntı yaşadıklarını, Hatay Mimarlar Odası ve Mustafa Kemal Üniversitesi ile işbirliği yaparak yeni restorasyon elemanı yetiştirilmesi konusunda çalışmalar yaptıklarını da sözlerine ekledi.

Ntvmsnbc, 19.04.2010

KLAROS ANTİK GÖLÜ!





Menderes'te bulunan ve dünyanın en önemli 3 kehanet merkezinden biri olan tarihi mekan, bu yılki yağışlar nedeniyle sular altında kaldı.

Bu yılki yağış bolluğundan, dünyanın en önemli 3 kehanet merkezinden biri olarak kabul edilen Klaros da nasibini aldı. Zaten yakınlarındaki doğal kaynak nedeniyle yaz aylarında bile kazılarla ilgili su sorunu yaşayan kehanet merkezi, bu yılki yağışlar nedeniyle göle dönüştü. Bazı noktalarda tarihi merkezi sular altında bırakan suyun seviyesinin 3-3.5 metreye kadar yükseldiğini belirten Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Klaros Kazı Başkanı Prof.Dr. Nuran Şahin, "Herkes yağmur duasına çıkıyor, biz ise bu yıl güneş duasına çıkacağız" dedi.

Bu durumda, normal zamanlarda Haziran'da başlattıkları kazıyı, süresinde başlatmalarının mümkün olmadığını belirten Şahin, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden su baskınlarında kullanılan motopomp desteği beklediklerini söyledi.

Klaros'un 2004 yılından bu yana kazı başkanlığını sürdüren Şahin, suların çekilmesi için havaların çok sıcak olmasını diledi. Klaros Kazı Heyeti olarak 3 motopompa sahip olduklarını ancak 3 motopompla biriken suyun çekilmesinin mümkün olmadığını belirten Şahin, "Havalar çok sıcak olursa su çekilir ve biz de motopompları devreye sokabiliriz. Ancak elimizdeki imkanlarla suyu çekmemiz mümkün değil. Bize daha önce motopomp desteği veren İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden yine motopomp talep edeceğiz. Bu durumda her yıl Haziran'da başlattığımız kazılar bu yıl da sarkacak" dedi.

Kehanet merkezinin özellikle orta bölümlerindeki su derinliğinin 3-3.5 metreye kadar çıktığını belirten Prof.Dr. Şahin, "Yağışların etkisiyle taban suyu yükseldi. Ayrıca kehanet merkezinin yakınlarındaki doğal kaynaktan gelen su da artışı tetikledi. Bu yüzden kehanet merkezi göle dönüştü. Daha önce benzer bir durumla 2006'da karşılaşmıştık. Ancak suyun seviyesi daha azdı. Motopomplarla suyu çekmiş ve Haziran'da başlatacağımız kazıları, Temmuz'da başlatabilmiş, zaman kaybetmiştik. Şimdi ne yapacağımızı bilemiyoruz" diye konuştu.

Apollon'un onay mekanı
Menderes'in Ahmetbeyli Mahallesi'nde bulunan ve kazılarına 1907'de başlanan Klaros, İsa'dan önce 13'üncü yüzyılda kuruldu ve İsa'dan sonra 4'üncü yüzyıla kadar kesintisiz olarak hizmet verdi. Merkez, Aydın'ın Didim İlçesindeki Didima Apollon ve Yunanistan'ın Başkenti Atina yakınlarındaki Delphi ile birlikte dünyanın en büyük 3 kehanet merkezinden biri. Klaros'un dinsel bir yer olduğunu, mitolojik dönemde Tanrı Apollon'un onay mekanı şeklinde faaliyet gösterdiğini belirten Prof.Dr. Şahin, "İnsanlar mitolojik dönemde yapacakları savaş, barış ve kent kurma gibi her işi Tanrı Apollon'a danışıyorlardı. Tanrının onayı alınmadan yapılacak her işin cezalandırma getireceğine inanılıyordu. Bu nedenle Anadolu başta olmak üzere dünyanın her yerinden insanlar, Klaros'a gelerek Apollon'un, kahini yoluyla yapacakları işe onay almak istiyorlardı. Kahin, Apollo'dan vahiy yoluyla aldığı onayı, insanlara aktarıyordu" dedi.

İskender'in rüyası
Klaros'ta antik dönemde çok sayıda kehanette bulunulduğunu, bu kehanetlerin büyük oranda gerçekleştiğini yazıtlardan öğrendiklerini belirten Prof.Dr. Şahin, "Klaros'taki Apollon Tapınağı'nın kehanet alanındaki işlevini ortaya koyan en eski bilgi, Büyük İskender dönemine uzanır. Pausanias'a göre, Büyük İskender'e rüyasında Pagos Dağı'nın eteklerinde (Kadifekale) yeni, büyük bir kent kuracağı söylenmiş. Bunun üzerine kral, rüyanın yorumu için Klaros'taki Apollon kahinine danışarak, olumlu yanıt aldıktan sonra yeni Smyrna'yı (İzmir) kurmuştur.

Şahin, şu ana kadar yapılan kazılarda tapınak, çok sayıda sunak, kutsal yollar ve heykeller ortaya çıkardıklarını söyledi. Anıtsal bir giriş binası ile merkeze gelenlerin konaklaması için bir otel ve oturma alanlarını da gün yüzüne çıkardıklarını belirten Şahin, daha kazılacak geniş bir alan bulunduğunu dile getirdi. Şahin, "Yapılacak kazılar daha 5 nesil eskitir" dedi.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 19.04.2010

GÜVENLİK, GÜZELLİĞİ GİZLEMİŞ




Güneydoğu Anadolu’da güvenlik nedeniyle halkın girmesi yasaklanan bölgeler bir bir açılıyor. Van’da gizli kalan cennet gibi bir koy ve 11. yüzyıldan kalma bir kilise ziyaretçilerini bekliyor.

 

Van’da, güvenlik bölgeleri de dahil olmak üzere tüm yasak yerlerin vatandaşlara açılması ile birlikte gizli kalan tarih de gün yüzüne çıkıyor. Bu tarihi yapıların en güzel görsel parçalarından olan St. Thomas Manastır Kilisesi ve İnköy Koyu ziyaretçileri büyülüyor.

 

Şimdiye dek Anadolu’daki pek çok bölgeye girişler çeşitli gerekçelerle yasaklanmıştı ancak bu durum yavaş yavaş değişiyor ve Anadolu’nun unutulmuş tarihi, yasakların kaldırılmasıyla bir kez daha kendini hatırlatıyor.

 

Van’ın Gevaş İlçesi Altınsaç Köyü’nde bulunan ve bin metre yüksekliğinde bir tepede kurulmuş olan St. Thomas Manastır Kilisesi de turizme açıldı. Hz. İsa’nın on iki havarisinden biri olan Aziz Thomas’ın kutsal eşyalarını saklamak için kurulan St. Thomas Manastır Kilisesi’nin 10. ya da 11. yüzyılda inşa edildiği tahmin ediliyor. Aziz Thomas Kilisesi, 18. yüzyılda uğradığı yağmadan bir yüzyıl sonra tamamen kaderine terk edilmişti. O günden beri de yeniden keşfedilmeyi bekliyordu.

 

Van’da ilk olarak Ermeniler için önemli bir kutsal mekan olan tarihi Akdamar Kilisesi 2007 yılında açılmış ve geçtiğimiz aylarda bu kilisede yılda bir gün ayin yapılmasına dair izin karara bağlanmıştı. Van Valiliği’nin yasak olan tüm mekanları turizme açma çalışmaları sayesinde St. Thomas Kilisesi de turizme kazandırıldı.

 

34. Turizm Haftası etkinlikleri kapsamında Van Valiliği ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün düzenlediği gezi kapsamında gidiyoruz kiliseye. Gevaş’a 46 kilometre mesafedeki Altınsaç Köyü’nde yer alan ve Hıristiyanlar için Akdamar Kilisesi kadar önemli olan St. Thomas Kilisesi’ne giderken Van Gölü kıyılarındaki dünyanın en bakir koylarının manzarasıyla büyüleniyoruz. Kilisenin bulunduğu dağın eteklerine geldiğimizde kalabalık bir grupla birlikte arabalardan iniyoruz.

Burada zorlu bir tırmanış bekliyor bizi. Bin metre yükseklikte bulunan kiliseye ulaşmak için başladığımız tırmanış epey yorucu ancak dağın ve kilisenin eşsiz manzarası bu zorlu tırmanışın tüm yorgunluğunu alıyor üzerimizden.

 

Yürüyüş sona erdiğinde Van Valisi Münir Karaloğlu’nun açıklamalarını not alıyoruz. Münir Karaloğlu, şu sırada sekiz kilisenin restore edildiğini söyledi. Vali, St. Thomas Kilisesi’nde de en kısa sürede restorasyon çalışmalarına başlanacağını belirtti. Şehrin turistik talepleri karşılaması konusunda şimdilik yetersiz olduğunu açıklayan Karaloğlu, Akdamar Kilisesi’nde ayin yapılacak olması dolayısıyla eylül ayı rezervasyonlarının dolduğunu, talebi karşılamak için resmi konukevlerinin de kullanıma açılacağını söyledi.

 

St. Thomas Manastır Kilisesi

Hakkında 13. yüzyıla ait bilgilerin bulunduğu kilise, 1671 yılındaki onarımdan sonra 18.yüzyıl sonlarında yağmalandıysa da günümüze sağlam olarak ulaşabilmeyi başardı.

 

Kilise dıştan dikdörtgen planda ele alınmış. Orta mekan içten kubbe, dıştan on iki kenarlı yüksek bir kasnak ve bir külahla örtülmüş. İç mekan ise batı duvarında ve kubbe kasnağında açılan pencerelerle aydınlatılmış.

Taraf, Haber: Adem Tayan, 19.04.2010

OSMANLI EMANETLERİ KOMŞU YOLCUSU

 

İlk el yazması kaimelerin de aralarında bulunduğu Osmanlı kağıt paraları koleksiyonu, ünlü bir iş adamı tarafından satın alınarak iş yaptığı Bulgaristan ve Rusya’da kurulacak para müzelerinde sergilenecek. Adının açıklanmasını istemeyen iş adamı, Tarihi Sultanahmet Köftecisi’nin 3. kuşak temsilcisi Mehmet Tezçakın’ın elinde bulunan, Kültür ve Turizm Bakanlığınca tescili yapılan dünyadaki en kapsamlı Osmanlı Kağıt Paraları Koleksiyonu’na talip oldu. Yatırımları, ağırlıklı olarak Bulgaristan ve Rusya’da bulunan iş adamının, bu ülkelerde gerçekleştirmeyi planladığı “sosyal sorumluluk projeleri” kapsamında Sofya ve Moskova’da 2 ayrı para müzesi kurmayı planladığı belirtildi.

Türkiye Gazetesi, 19.04.2010

AİZANOİ ANTİK KENTİ KAYNAK BEKLİYOR

 

Dumlupınar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Güner Önce, Aizanoi Antik Kenti’ndeki kazılara dahil olmak maksadıyla yaptıkları başvuruya Kültür ve Turizm Bakanlığının onay verdiğini, ancak Bakanlığın bu iş için bütçe ayıramayacağı belirtildiğinden yerel imkanlarla kaynak bulabilmek amacıyla girişimlere başladıklarını bildirdi.

Antik kentte, “Zeus Tapınağı”, 20 bin kişilik stadyum, 13 bin 500 kişilik açık hava tiyatrosu ve dünyanın ilk borsası bulunuyor.

Türkiye Gazetesi, 19.04.2010

ÇUKUR MESCİD HAYAT BULUYOR

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma çalışmalarına Yıldırım sınırlarındaki Çukur Mescidi de ekledi. Tamamı yıkılan ve sadece iki duvarı günümüze ulaşan mescit, aslına uygun olarak restore edildikten sonra ibadete açılacak.

 

Büyükşehir Belediyesi, tarihi eserlerin restorasyonu çalışmalarını merkeze bağlı ilçelerde de hızla sürdürüyor. Yıldırım İlçesi sınırlarındaki harabe haline gelen çok sayıda anıtsal yapıyı ayağa kaldırmak için projeler hazırlayan Büyükşehir Belediyesi, Yıldırım Külliyesi'nin güneyinde Baruthane Caddesi üzerinde yer alan, uzun yıllar iş yeri ve dokuma atölyesi olarak kullanıldıktan sonra kaderine terk edilen Çukur Mescide de el attı. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, birçok eski harita ve belgelerde varlığı belirli olan ancak kim tarafından ve ne zaman yaptırıldığı konusunda net bir bilgi bulunmayan Çukur Mescitte incelemelerde bulundu.


Mülkiyeti Azizoğlu Halka Hizmet Binaları Yaptırma ve Yaşatma Derneği`ne ait olan Çukur Mescit'te, dernek yönetim kurulu üyesi Mehmet İlker ile birlikte inceleme yapan Başkan Altepe, proje hakkında Büyükşehir Belediyesi Projeler Koordinatörü Aziz Elbas'tan bilgi aldı. Daha önce mahalle mescidi olarak kullanılan yapıdan geriye sadece iki duvar kaldığını hatırlatan Başkan Altepe, yapının restore edilerek yeniden bölge halkının hizmetine açılacağını belirtti. Tarihi mirasın ayağa kaldırılması yönündeki çalışmalarının kentin her köşesinde sürdüğünü ifade eden Başkan Altepe, “Cadde kenarında kalan Çukur Mescidi de aslına uygun olarak restore edeceğiz. Hemen yanda bulunan yeşil alanı halkımızın kullanımına açmak için gerekli kamulaştırma çalışmalarını da hemen başlatacağız” diye konuştu.

 

Harabe halindeki yapıyı korumak için dernek olarak satın aldıklarını ifade eden Azizoğlu Halka Hizmet Binaları Yaptırma ve Yaşatma Derneği yönetim kurulu üyesi Mehmet İlker de Başkan Altepe`ye destekleri nedeniyle teşekkür etti.

Bursa Olay, 19.04.2010

YARIM ASIRLIK SIR NİHAYET ÇÖZÜLDÜ





Firavun zaten hararetli akademik tartışmaların konusu olmuştu. Ama artık en azından başparmak bulundu.

Liverpool Üniversitesi'ndeki bir depodan kurtarılarak sahibinin mumyalanmış cesedinin geri kalanıyla neredeyse yarım asırdır ilk kez yeniden birleşebilen başparmak bu hafta Kahire'yi dolaştı.

Mısırlı yetkililere göre, bu, dünyanın dört bir yanındaki müzelerde bulunan Mısır'a ait hazinelerin geri alınması yönünde önemli, ama küçük bir zafer niteliğinde.

Emekli bir akademisyen olan Dr. Robert Connolly, "Ben ve iki kişi dışında başparmağın orada olduğunu kimse bilmiyordu. Daima bir gün geri verilmesi gerektiğini düşündüm. Bu kez bunu yapmalıyım diye düşündüm" diyor.

Başparmak, 1960'larda Mısırlı yetkililer tarafından mumyalar üzerinde çalışan Liverpool Üniversitesi'nden anatomi profesörü Ronald Harrison'a verilmiş. Daha sonra Mısır'a iade edilmemiş ve İngiltere'ye gönderildiğine dair herhangi bir kayıt da tutulmamış.

Ronald Harrison ve asistanı Dr. Connolly 1968'den 1970'lere kadar başparmak üzerinde testler yapmış. DNA testinin olmadığı o zamanlarda mumyalar arasındaki biyolojik bağlar kan örnekleri alınarak bulunmaya çalışılıyordu.

Ancak DNA testinin yaygınlaşması ve Mısır'da da kullanılmaya başlamasıyla vücut parçalarının alınıp yurt dışına test ve araştırma için gönderilmesine gerek kalmadı ve bu uygulama sonunda yasaklandı.

Ancak bu sırada başparmak unutuldu ve yıllarca Connolly'nin laboratuarındaki bir örnek kutusunda kilitli olarak kaldı.

Connolly, bir yıl önce Mısır uzmanı bilim insanlarının katıldığı Manchester'daki bir konferansta başparmağı geri vermek istediğini anlatıyor. Ancak yetkili kişiler konferansta bulunmadığı için bunu yapamamış.

Daha sonra dünyanın en önemli mumya uzmanlarından biri olan Zürih Üniversitesi'nden Dr. Frank Ruhli ile temasa geçmiş.

Ruhlide Mısır'da ilgili kurumun başkanı Doktor Zahi Havas'a haber vermiş.

Başparmağı kargo ile Zürih'e göndermeye karar vermişler. Daha sonra Ruhli başparmağı Kahire'ye kendisi götürmüş ve başparmak olması gereken yere nihayet kavuşmuş.

Tutankamon'un ve en yakın akrabalarının mumyaları daima bilim insanlarının ve tarihçilerin ilgisini çekti. Akhenaten'in heykelleri, firavunu uzun ince bir yüz ve fazlaca şişkin bir karın bölgesiyle alışılmamış bir fiziksel görünüme sahip olarak gösteriyor.

Akademisyenler Akhenaten'in genetik bir bozukluktan muzdarip olduğunu ve bunun da Tutankamon'un erken ölümüne yol açmış olabileceğini düşünmüştü.

Akhenaten'in artık genetik bir bozukluktan muzdarip olmadığı, ama avangart sanatçıları çalıştırdığı, heykellerin de bunun sonucu olduğu düşünülüyor.

Daha sonraki çalışmalar ise Tutankamon'un bacağını kırdıktan sonra öldüğünü ortaya koymuştu. Dr. Havas ise Tutankamon'un ayrıca sıtması olduğuna da inanıyor.

Tutankamon'un mumyası Luksor'daki Krallar Vadisi'nde bulunurken, Akhenaten'in mumyası Mısır Antikalar Yüksek Konseyi'nin mezarında bulunuyor.

Milliyet, 19.04.2010

NİĞDE EVLERİ RESTORE EDİLECEK

 

 

Niğde Belediyesi kent merkezinde kalan ve bakımsızlıktan yok olma noktasına gelen tarihi Niğde evlerini restore ettirecek.

 

Geçmişten günümüze kadar uzanabilen kültür miraslarını, sokak siluetlerini korumak, yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak için Niğde'yi koruma ve yaşatma projesini faaliyete geçiren Niğde Belediyesi, proje kapsamında Kadıoğlu, Polat ve Cami Sokak'ta çalışmalarını başlattı.

 

Tarihi yapılarda restorasyon, meydan ve çevre düzenlemesi, açık alan, avlu, bahçe duvarları, çeşme, müştemilat ile sokak dokusu, peyzaj düzenlemesi, cephe sağlıklaştırma projeleri için gerekli kurumlardan ödeneklerin sağlandığını belirten Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, "Kadıoğlu Sokağın restorasyonu ile ilgili belediye olarak tüm yazışmaları bitirdik. Bununla ilgili gerekli kurumlardan ödenekler aldık. Çok yakın bir zamanda ihaleye çıkacağız. Restorasyona ihtiyacı olan diğer tescilli binalarında sırasıyla restorasyonunu yapacağız. Niğde Belediyesi olarak şimdiye kadar hiçbir eski eserin restorasyonun yapılmadığını söyleyebiliriz ama önümüzdeki süre içerisinde ciddi rakamları bulabilecek bir hizmeti Niğde Belediyesi olarak ortaya koymuş olacağız. Bunun da ilk adımını Kadıoğlu Konağı ile atıyoruz” diye konuştu.

Niğde Kent Haber, 19.04.2010

SARIKAYA MAĞARASI TURİZME AÇILACAK

 

Düzce'nin Yığılca İlçesi'nde bulunan ve Batı Karadeniz Bölgesi'ndeki en büyük mağara olarak bilinen Sarıkaya Mağarası turizme kazandırılacak.

 

Turizm konusunda çalışmaların devam ettiği Düzce'de mağaralarda turizme kazandırılmaya çalışılıyor. Özellikle Yığılca İlçesinde bulunan Batı Karadeniz Bölgesi'nin en büyük mağarası Sarıkaya Mağarası'nın turizme kazandırılması için Yığılca Kaymakamı Mahmuthan Arslan, Düzce İl Kültür ve Turizm Müdürü Özcan Budak ve Doktor Necip Mülazımoğlu mağarayı gezerek incelemelerde bulundu.

 

Gezi sonrasında açıklamalarda bulunan İl Kültür ve Turizm Müdürü Özcan Budak, "Şu an Akçakoca'da 2, Yığılca'da da 6 mağaramız bulunuyor. Bu mağaralardan Akçakoca'da bulunan Fakıllı Mağarası'nı turizme kazandırdık. Şimdi sırada Batı Karadeniz Bölgesi'nin en büyük mağarası olan Yığılca'daki Sarıkaya Mağarası var. Bununla birlikte bütün bu mağaralarımızı turizme kazandırmak için çalışmalarımız devam ediyor. Gerçekten Sarıkaya Mağarası, Yığılca'nın tanıtılması için büyük önem taşıyor" dedi.

Düzce Kent Haber, 19.04.2010

İZMİR'İN EFSANEVİ TÜNELLERİ GERÇEK OLDU!





Tanrıçalar rüyasında Büyük İskender’e İzmir’in yeniden Kadifekale’nin eteklerinden deniz kıyısına kadar uzanan alanda kurulmasını ve halkın oraya yerleştirilmesini söylemiş. İşte İskender’in rüyasındaki ikinci İzmir’in gizli tünelleri bulundu.

Yıl 1948! İzmir Eşrefpaşa’da Tınaztepe İlkokulu 3. sınıf öğretmeni Cahide Erkal, her çarşamba günü öğleden sonra öğrencilerine kentin ören yerlerini, müzelerini gezdirirdi! Cahide öğretmen bir gün öğrencilerini Kadifekale’ye de götürdü! 3-5 yıl öncesinde orada, geceleri ışıldaklar düşman uçaklarının sokakları ve evlerinde karartma uygulanan İzmir’e gelip gelmediklerini anlamak için savunma amaçlı olarak gökyüzünü tararlardı. Askeri bölge olduğu için Kadifekale’yi gezmek yasaktı. Savaş bitmişti ve öğrenciler okullarına yakın Kadifekale’ye ilk kez gidiyorlardı. Heyecanlıydılar!

Öğretmenleri önce öğrencilere kenti kuşbakışı gösterdi. Körfez’in sonuna ve Yamanlar Dağı’nın eteğine doğru bir kıyı semtini işaret etti. Bayraklı semti denilen o yerde en eski İzmir kurulmuştu. 5 binyıl önce bir adacık üzerindeki ilk İzmir, sonraları nehirlerin getirdiği alüvyonlarla kıyıyla birleşerek bir yarım adaya dönüşmüştü.

Ardından, öğretmenleri kalenin eteklerinden aşağıya bakıldığında sütunlar ve bazı eski kalıntıları seçilebilen bir yeri işaret etti. 2. İzmir orada kurulmuştu. Arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan o yer İzmir’in devlet agorası idi. Hem kentin çarşısı, hem siyasal yönetimin bulunduğu, yeni kentin kalbiydi. Öğrencilerini kalenin kapısından içeri soktu. 9-10 yaşlarındaki çocuklardan biri, kendini bir kuşatma sonrasında kalenin kapısından zaferle içeriye giren bir film kahramanı gibi hissetti! Kalenin içinde in cin top oynuyordu.

Bazı eski çöküntülerin başına gidildi. Çöküntülerde kubbemsi tarihsel kalıntılar görülüyordu. Bazı alanlara da inilebiliyordu. Birkaç öğrenci ile birlikte o öğrenci de dik yamaçtan aşağıya indi. Kemerleri dökük bu yerlerden daha ileri gidilemiyordu. Çökme tehlikesi olasılığına karşılık, güvenlik nedeniyle yerel yönetimlerce kapatılmıştı.





Büyük İskender'in rüyası

Cahide öğretmen çocukları bir çam ağacının altında topladı ve şunları anlattı: “Görkemli bir yaşamın olduğu ilk İzmir, birkaç bin yıl sonra, gerilemiş ve halk sıkıntı içine düşmüştü. MÖ 334’te Makedonya Kralı Büyük İskender, Anadolu’da Pers egemenliğine son vermeden önce bu kaleye avlanmaya gelmişti. Yorgun düşünce bir pınarın yanında, bir çınar ağacının altında uyuyakalmıştı. Eski yazarların anlattığına göre o an bir rüya görmüş. Oradaki tanrısal öçle simgelenen tanrıça Nemesis Tapınağı varmış. Rüyasında tanrıçalar ona İzmir’in yeniden Kadifekale’nin eteklerinden denizkıyısına kadar uzanan alanda kurulmasını ve halkın oraya yerleştirilmesini söylemişler. Gerçekten kent, MÖ 300’lerin sonunda Büyük İskender’in önerdiği yerde kurulacaktır.”

Öğretmeninin anlattıklarını bir “masal” gibi dinleyen o öğrenci, yıllarca sonra Büyük İskender’in rüyasını öğrenen halkın Klaros’taki Apollon tapınağı bilicilerine başvurarak kentin yerinin ve kurulma zamanının uygun olup olmadığını sorduklarını öğrenecektir. Biliciler, halka “Kutsal Meles’in ötesindeki Pagos’a yerleşmeye gidecek olan bu insanlar, üç ya da dört kez daha mutlu olacaklar” yanıtı vermişler.

Pagos, Kadifekale’nin antik adıdır. “Kutsal Meles” ise o öğrencinin ailece, öteki Eşrefpaşalılar gibi piknik yaptıkları, uçurtmasını uçurduğu, bazılarının olta ile balık avladıkları ve adı günümüze kadar değişmeden gelen, yalnızca sonundaki “s” harfi “z” olarak değişen Melez Çayıdır.

O öğrenci, Cahide öğretmenin anlattığı öyküde Büyük İskender’in Kadifekale’deki rüyasını MS 2. yy’da yaşayan gezgin coğrafyacı Pausanias anlattığını ve üç Roma İmparatoru Marcus Auereliaus, 3. Gordianus ve Philippus Arabs’ın MS 2. ve 3. yy sikkelerine de konu olduğunu da yıllar sonra öğrenecektir (üstte).

Cahide öğretmenin anlattıkları orada bitmeyecek ve şu bilgileri anlatacaktır: “Aşağıda gördüğünüz Agora ile Kadifekale arasındaki kuşakta, yer altında gizli tüneller varmış. Denize yakın yeni kente bir düşman saldırısına karşı, insanlar bu gizli tünellerden geçerek İzmir’in savunmasını Pagos Kalesi’nde yapmayı planlamışlar. Ancak ilk Pagos Kalesi sonraki yüzyıllarda yıkılacak, yerine ortaçağdan başlanarak Osmanlılar zamanında da sur duvarlarına yapılacak ekler ile bugünkü Kadifekale ortaya çıkacaktır.”


O öğrenci 60 yıl boyunca bu yeraltı tünellerinin gerçek olup olmadığının yanıtını düşünüp durmuştur! Öğretmeninin bu olguları nasıl bildiğini oldum olası merak etmiş, bir sonuç elde edememiştir. Taki şubat ayında Cumhuriyet’te küçük bir haber olarak yayımlanan “Binlerce yıllık tünel bulundu” başlığını okuyunca çok sevinecektir. Haberde, Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy’un kazılarını sürdürdüğü Agora yakınındaki bir evin avlusunda, ayrıca Kadifekale’ye doğru 821. sokakta tünellerin iki girişini bulduğu bildirilmekteydi. Cahide öğretmenin anlattığı, yıllarca o öğrenci gibi pek çok eski İzmirlinin belleklerine kazınmış “tünel efsanesinin” de gerçek olduğu saptanmıştı.





2 m. yüksekliğinde, 1m. genişliğindeki tünellerin uzantıları henüz tam olarak saptanamadı. Bazı yerlerde dümdüz, bazı yerlerde kıvrımlarla ilerleyen tüneldeki gaz birikimi arkeologların ilerlemesini ve genel bir planının çıkarılmasını engellemekteydi. Tünellerin Kadifekale ile Agora arasında su ulaşımına da katkıda bulunduğu anlaşılıyordu.

Şimdi öncelik, bu tünellerin tümünün bir planının çıkarılması olmalıdır. Bu konuda Türkiye’de sayıları 10’dan fazla olan mağaracılık ve mağara araştırma derneklerine önemli bir bilimsel görev düşüyor. Dernekler, bir an önce arkeoloji kazı heyeti ile bağlantıya girip görev almalıdırlar. Bu aşamada ve sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, İzmir Ticaret ve Sanayi Odaları’nın, TÜRSAB’ın, İzmir Büyükkent ve Konak belediyelerinin pamuk ellerini ceplerine uzatarak bu çalışmalara maddi destek sağlamaları gerekiyor. Konak Belediyesi tünel çıkışının bulunduğu ve satışa çıkarılan bir evin alınacağını açıklayarak şimdiden devreye girdiğini gösterdi.

Sonraki aşamada ise bu tüneller güçlendirilip belirli yerlerde halkın ve turistlerin ziyaretlerine açılmalıdır. Kapadokya’nın yeraltı yerleşmelerinin getirisi örnek alınmalıdır. Bir başka nokta, bu tünellerin hemen hemen üzerine gelen Kadifekale’nin eteğindeki antik tiyatro açığa çıkarılmalı ve sonrasında da yitik antik stadyumun araştırılması gündeme taşınmalıdır.

Cahide öğretmen, bir başka çarşamba günü öğrencilerini Agora’da gezdirmekle kalmayacak, Bayraklı’daki adı Hitit metinlerine göre “T-ismurna (Smurna) olan sonraları “Smyrna’ya (İzmir’e)” dönüşen, günümüzde Tepekule denilen ilk kente de götürecektir. O yıl, orada Doç.Dr. Ekrem Akurgal ilk kez arkeolojik kazılara başlamıştı. Kenti öğrencilere Akurgal gezdirmişti.

50 yıl sonra o öğrenci, öğretmeni Cahide Erkal’ı İzmir’de bulacak, bu kez o öğretmenini Bayraklı’ya götürecek, ordinaryüs profesör olmuş Akurgal’la tanıştıracak ve her iki öğretmenine teşekkür edecek, 1998’de kazının 50. yıldönümü nedeniyle Cumhuriyet’te ilk İzmir’i okurlarına tanıtacaktır.

Tünelin iki girişini bulan Dr. Ersoy’u kutlar, ayrıca kendisini aydınlatan değerli öğretmeni Cahide Erkal’a da nice sağlıklı yıllar dileğiyle bu sütunlarda bir kez daha teşekkür eder.

Cumhuriyet Dergi, Yazı: Özgen Acar, 18.04.2010

ÇUBUK'TAKİ ANKARA EVLERİ KORUNACAK





Çubuk'ta sayıları 12'yi bulan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillenmiş tarihi Ankara Evleri yapısı özelliklerini taşıyan tarihi evlerin restore edilmesi için Çubuk Kaymakamlığı ve Belediyesi tarafından çalışma başlatıldı.

 

Restorasyon çalışmaları için Çubuk Kaymakamı Meftun Dallı ve Belediye Başkanı Lokman Özden tarafından ilçede bulunan tarihi ev sahipleri ile toplantı yapıldı. Kaymakamlık toplantı salonunda yapılan toplantıda ev sahiplerine ilçe tarihini simgeleyen evlere sahip çıkması gerektiği anlatılırken, bu evlerin yakılıp yerine başka bir bina yapılmasının mümkün olmadığı vurgulandı.

Çubuk'ta beton yığınlarına karşı adeta meydan okurcasına ayakta kalmaya çalışan, tarihin izlerini ve kokusunu günümüze kadar ulaştırabilen evleri turizme kazandırmak gerektiğini kaydeden Çubuk Belediye Başkanı Lokman Özden, bu konuda Çubuk'ta örnek bir çalışma yapmak istediklerini söyledi.

 

Başkan Özden, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescil edilen tarihi evlerin yakılıp yerine başka bir yapının yapılmasının mümkün olmadığını hatırlatarak, ''İlçemizde sayıları 12 adet olan tarihi evler tescillendiği için kullanılmayacak halde olsa dahi yıkılamıyor. Bu durum karşısında da ilçemize sadece görüntü kirliliği vermektedir. Ancak bu evleri aslına uygun olarak restore edebiliriz. Bu şekilde sahipleri hem kullanabilir hem de ilçemize tarihi bir görsellik katmış olabiliriz. Biz bu konuda Sayın Kaymakamımız Meftun Dallı ile birlikte bu evlerin restore edilmesi konusunda her türlü desteği vermeye hazırız. Vatandaşımıza ait evlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan ve İl Özel İdaresinden alınan destekle restore ettirilmesin sağlamak istiyoruz. İki vatandaşımız bu konuda çalışmalarına başladılar. Bu evlerin mimari rölöve projesi tamamlandı. Bu evlerin diğer ev sahiplerine de örnek teşkil etmesini istiyoruz. Belediyemiz tarihi evini restore etmek isteyenlere yardımcı olacaktır. Turizme kazandıracak kadar tarihi ev potansiyelimiz bulunmaktadır" dedi.

 

Tarihi evlerini restore ettirmek isteyenlere bilgi de verilen toplantıda, Kültür Bakanlığının tarihi evlerin aslına uygun şekilde restore edilmesi halinde katkı sağladığı ve Belediye olarak da gerekli desteği vermeye hazır olunduğu kaydedildi. Ayrıca tarihi evler ile ilgili gerekli çalışmaları yapmak ve vatandaşlara yardımcı olmak üzere Belediye İmar ve Şehircilik Müdürlüğü'nden iki yetkili görevlendirildi.

Turizm Gazetesi, 18.04.2010

CHRISTIE'S TARİHİ MÜCEVHER MÜZAYEDESİ İÇİN ÇİNLİ BEKLİYOR

 

ABD’nin önde gelen müzayede evlerinden Christie’s salı günü gerçekleştireceği aralarında çok sayıda kral, kraliçe ve günümüz devlet başkanı eşlerinin kullandığı parçaların da olduğu tarihi mücevherler müzayedesine Asya ülkelerinden yoğun ilgi beklediğini açıkladı. Christie’s New York’un yöneticisi Dahul Kadakia, “Bu müzayedede aralarında yıllardır halka kapalı olan ve bir dönem Pilipin’in first lady’lerinden Imeldo Marcos’un da kullandığı Rus Çariçesi Catherine’in zümrüt broşu ve pırlanta yüzüğünün de bulunduğu bir çok değerli parça bulunuyor. Toplam 25 milyon dolarlık satış bekliyoruz. Sadece bu broş ve yüzüğün  bir ile bir buçuk milyon dolara satılması bekleniyor” diye konuştu. Uzak Asya ülkelerinden yoğun ilgi beklediklerini belirten Kadakia, “Birçok Çin müşterimizden müzayedeye katılmak için geleceklerini ve vize için kendilerine yardımcı olunması ricası aldık” dedi. Christie’s 2009 yılında açık artırma yoluyla 270 milyon dolar değerinde mücevher sattı.

Hürriyet, 18.04.2010

MISIR'DAKİ OSMANLI ESERLERİ ONARILACAK

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe`nin başkanlığındaki Marmara Belediyeler Birliği, Mısır'daki Osmanlı eserlerini restore ederek, Osmanlı`nın mirasını bugüne taşıyacak.

Marmara Belediyeler Birliği üyesi belediyeler için düzenlenen, Mısır'ın Aswan, Kahire ve Luksor kentlerini içeren yurtdışı teknik inceleme programına Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Edirne İl Belediyesi ile Avcılar, Bağcılar, Bakırköy, Başakşehir ve Sultanbeyli belediyesinden yetkililer katıldı.


Mısır`a her zaman büyük önem verdiklerini anlatan Marmara Belediyeler Birliği ve Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, yerel anlamda Kahire ile her türlü girişime ve ortak projeye hazır olduklarını söyledi. Marmara Belediyeler Birliği'nin çalışmalarıyla ve stratejik konumuyla Türkiye`nin en önemli kurumlarından biri olduğunu söyleyen Başkan Altepe, Osmanlı mirasının büyük izlerini taşıyan sayısız eserin bulunduğu Mısır`a, ecdat yadigarlarının restorasyon çalışmaları için yardım etmek istediklerini belirtti. Altepe, “Marmara Belediyeler Birliği, Mısır`daki Osmanlı eserlerinin restorasyon çalışmaları için, TİKA'dan talepte bulunacak ve her iki ülke yönetiminin de onayıyla önemli bir işbirliğine gideceğiz” diye konuştu.


Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin de bu konuda gerekeni yapacağını belirten Başkan Altepe, “Devlet Bakanımız Faruk Çelik`in sorumluluğunda olan ve bu tarz teknik işbirliği çalışmalarını dünya çapında başarıyla yapan TİKA'nın bir an önce konuyu gündemine alması için çalışma başlatacağız” dedi.


Türkiye ile olan ilişkilerin son yıllarda giderek arttığına dikkat çeken Kahire Valisi Abdel Aziz Vezir, de “Sahip olduğumuz ortak kültürel geçmişten dolayı, yakın akrabalarımı evimde ağırlamış gibi mutluyum. Mısır toprakları, Firavun`dan Osmanlı`ya kadar çok sayıda büyük medeniyete ev sahipliği yaptı. Mısır halkı, Osmanlı Devleti'nden kalan sempatiyle Türkler`e karşı her zaman sevgi ve saygı ile bakmıştır. Ancak Türkiye ile olan ilişkilerimiz, hiçbir zaman bugünlerdeki kadar ileriye gitmemişti. Türkiye'nin son yıllarda yürüttüğü başarılı dış politikası sayesinde ticari, sanayi, turistik ve kültürel anlamda çok önemli ilişkiler içerisine girmeye başladık. Bu ilişkilerin artarak devam edeceğine inanıyoruz” diye konuştu.

Bursa Olay, 18.04.2010

İMPARATORLUK MÜHRÜ 3 MİLYON 386 BİN AVROYA SATILDI

 

Çin İmparatorluğuna ait bir mühür, Fransa'nın güneyindeki Toulouse kentinde düzenlenen müzayedede 3 milyon 386 bin avroya satıldı.

 

Satışla ilgili açıklamada bulunan Herve Chassaing, 300 bin avro açılış fiyatıyla başlayan açık artırmada aslında 1 ila 1,5 milyon avro beklendiğini, ama fiyatın iki katına çıktığını belirtti.

Mührü alan kişinin salonda bulunduğunu belirten Chassaing, kim olduğunu ise açıklamadı. "Potansiyel alıcı" olarak müzayedeye katılanların çoğunun Çinli olduğunu belirten yetkili, bu satışın 2010 için Fransa rekorunu kırdığını sözlerine ekledi.

2008’de yine Fransa’da düzenlenen bir müzayedede Çin İmparatorluğuna ait bir mühre 5,4 milyon avro verilmişti.

Radikal, 18.04.2010

15 MİLYONLUK İRAN HALISI

 

İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen Christie’s müzayedesinde 6.2 milyon sterline (yaklaşık 15 milyon lira) alıcı bulan antika İran halısı, “dünyanın en pahalı halısı” unvanını kazandı.

 

Beklenenden 20 kat yüksek fiyata satılan 17. yüzyıl yapımı halıyı, İngiltere dışından, kimliği gizli tutulan bir kişi satın aldı.

Hürriyet, 18.04.2010

DEFİNECİLER MEZAR AÇTI

 

 

Köseköy Merkez Mezarlığı'nda hiç beklenmedik bir olay yaşandı. Geçen yıl mayıs ayında, kanser nedeniyle 72 yaşındayken vefat eden Zehra Bayar isimli kadının mezarı, kimliği belirsiz kişiler tarafından kazılarak açıldı.

 

Mezarı açılan Zehra Bayar’ın eşi, İzmit Topçular Mahallesi’nde oturan, Sedaş emeklisi Cemal Bayar (72), olayı öğrenir öğrenmez, karısının mezarı başına koştu ve manzarayı görünce çok üzüldü. Cemal Bayar, şunları söyledi: “Eşim 18 Mayıs 2009 tarihinde Tıp Fakültesi Hastanesinde vefat etti. Kendisi Köseköylü olduğu için, Köseköy mezarlığında defnettik. Mezarlık görevlileri ile birlikte mezar yerini kazarken, büyük bir tarihi esere rastladık. Kocaman bir kayaydı, çıkartamadık. Ama Mezarlık görevlilerinin çok ilgisini çekmişti. Öyle sanıyorum ki, bu tarihi eseri çıkartmak için eşimin mezarını kazdılar.”

 

Cemal Bayar, eşini defnetmeden önce mezar yerini kazarken gördüğü büyük tarihi eserin şimdi orada olmadığını da söyledi. Bayar, torunu ile birlikte mezar yerini yeniden düzeltti, kapattı. Bölgede tarihi eser kaçakçıları ve define arayıcılarının geceleri dolaşıp, kazı yaptığı öne sürülüyor. Köseköy Mezarlığında yakınlarının kabri bulunanlar tedirgin. Önlemlerin arttırılmasını istiyorlar.

Özgür Kocaeli, 18.04.2010

SANAT ESERİNE DÖNÜŞEN TAPINAK





Yüzyıl önce yaklaşık 25 bin Yahudinin yaşadığı Haliç’teki Hasköy semtinde onlarca sinagog varmış. Bunların bir bölümü ya yıkılmış ya da terk edilmiş. Bugüne kadar ayakta kalmayı başaran Mayor (adını İspanya’nın Mayorka Adası’ndan almış) da işlevini yitiren sinagoglardan biri.

Yaklaşık yarım yüzyıl önce terk edilen sinagogun bir bölümünde bugün küçük bir döküm atölyesi yer alıyor. Burada eritilen madenler kum kalıplara dökülerek sokak lambalarına dönüşüyor. Sinagogun bir başka bölümünde ise lastik makine parçaları üreten atölye var. Üst bölümünde ise bir bilardo salonu yer alıyor. Salonun çay içilen Haliç manzaralı bir de terası var. Sinagogun ana mekanı ise bugünlerde tanınmış sanatçı Serge Spitzer’in Molecular Istanbul adlı yerleştirmesine ev sahipliği yapıyor. Geçtiğimiz haftalarda Spitzer’in moderatörlüğünde Garage İstanbul’da düzenlenen bir forumda 2010 boyunca açık kalacak bu ilginç proje tartışıldı. 

Sözde diriltilme değil
Yaptığı işin soru sormak olduğunu, cevap vermeyi amaçlamadığını söyleyen Spitzer’in yerleştirmesi Mayor’u mekanın hüznünü sömüren, tüketen bir mutenalaştırma projesine değil, bugünkü durumunu ve içinde yer aldığı kentsel bağlamla ilişkisini sorgulayan bir güncel sanat yapıtına dönüştürmüş. Fiziksel boyutuyla mekanı kullanmayı amaçlayan değil, kendisini merkeze almayan, anlam katmanları ile ilişkilendiren bir yerleştirme ile karşı karşıyayız. Söz konusu olan, işlevini ya da hafızasını yitirmiş bir mekanı, bir boşluğu kullanma dürtüsü ya da sanata kucak açmak için harekete geçen hayırseverlerin, sponsorların desteklediği bir “restorasyon” işi değil. Bu nedenle, gelecekte gerçekleşecek olan muhtemel bir dönüşüm, yani yeniden işlevlendirme meselesi ile bu yerleştirmeyi bilerek “proje” diye adlandırarak bir karışıklık yaratmak mümkün: Sanat bu mekanda gerçekleşecek olan dönüşümün içeriği olarak mı yer alıyor? Yoksa mekansal dönüşüm burada sanat yoluyla, şu anda bir içerik olarak mı gerçekleşiyor?


Spitzer yaptığı çalışmada hiyerarşik bir temsil ilişkisi kurmaya çalışmadığını, İstiklal’i, özel olarak sanat için mutenalaştırılmış mekanları, müzeleri, merkezleri kullanmayı tercih etmediğini söylüyor. Ancak bunun da yeterli olmadığının farkında. Kentin sanat için mutenalaştırılmış mekanlarını değil de Hasköy’de unutulmuş bir sinagogu tercih etmiş olması yeterli mi? Bu mekanın da, sanat yoluyla gerçekleştirilecek dönüşümün de, yarın öbür gün diğerlerine benzemeyeceğini nasıl iddia edebiliriz? Değişimin koşulların bir sonucu olarak değil de müdahale biçimi ile ilgili olduğunu varsayarsak, müteahhitlerin, yatırımcıların, kar amaçlı girişimcilerin yaptığını, neden sanatçılar kendi bildikleri yöntemlerle yapmasın?


İçerikle bağlamın yer değiştirebileceğini gösteren, temsil edilene kalıcı bir statü dayatmayan bu yerleştirme, alışılageldik bir estetik duygusundan öte, sanata tanınan bu “neoklasik” işlevi tersine çeviriyor. İzleyeni de, komşularını da kendi isteği ile yerleştirmeye dahil ediyor. Bu yüzden bildiğimiz sanat-mimarlık ilişkisini, yani mimarlığın sanata yer açmasını, kullanıma yönelik boşluk yaratmasını değil, bağlamdan içeriğe, içerikten bağlama doğru -nereden isterseniz- oradan yola çıkmasını sağlıyor. Geriye kalan tek sahici eylem, ölmüş olan tapınağın sahte bir restorasyon çalışması ile sözde diriltilmesi değil, onu öldüren parçalanmanın içine alınması. İçeri alınan sanat mı, yoksa tapınağın kalıntısı mı? Tapınağın içinde yer aldığı bağlam mı? Hangisi? Bu soruları cevaplandırmak izleyiciye bırakılmış. 

Hangisi işlevini yitirmiş?
Spitzer’in yerleştirmesi sanatla mimarlık, mimarlıkla içinde yer aldığı bağlam arasındaki ilişkiyi sorguluyor: Biçim ile işlevi kalıcılaştıran, mekanın, kentin yerine geçtiği halde, bunun farkına varmayan söylem sanatla tasarım arasında bir karşıtlık oluşturur: Sanat temsil ettiği üzerinde bir yetkiye sahip olmayan, olması beklenmeyen bildirişimsel bir faaliyettir. Bu nedenle semantik yetkiden arındırılmış olan temsile “sanat” diyoruz. Nesnesi üzerinde dönüştürme yetkisi taşıyan temsile ise “tasarım” diyoruz. Spitzer ise mimarlıkla sanat arasındaki bu ilişkiyi, daha doğrusu tıpkı sinagog gibi işlevini yitirmiş olan bu “neoklasik” düzeni sorguluyor. Sanatçının yaptığı ölmüş olan tapınağın sahte bir restorasyon çalışması ile sözde diriltilmesi ya da mekandan geriye kalanın bir sanatsal çalışmaya yer açması değil, onu yok eden bağlamın, parçalanmanın içine alınması. Bu nedenle Molecular İstanbul projesi herhangi bir ara form, temsil içermeyecek kadar eşbiçimli, hatta biçimsiz birimlerden oluşuyor.


2008’deki Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde Aaron Beatsky, “inşaat, mimarlığın mezarıdır” demişti. İstanbul’da sayısız örnekte gördüğümüz gibi, inşaat işi olarak görülen restorasyon -ancak ve ancak yaratıcı bir süreç içinde yaşayabilecek- mekanın hafızasını bir daha geri gelmeyecek bir şekilde yok etmeye yönelik bir müdahale halini alabilir. Dışsal belirleyicilerle, anonim kalıplarla gerçekleşen restorasyon mekanın anlamını başka bir simgesel kurguya taşıyabilir ve onu bir daha taşıdığı yerden geriye, bir daha asla kendisine iade etmeyebilir. Mekana geri döndüğümüzde, onun cansız bir bedeniyle karşılaşabiliriz. Güya geçmişi, tarihi, mekanı korumaya yönelik gibi gözüken inşaat aşkı, simgesel düzeni içine alarak onu yok etmeyi amaçlayan yıkıcı bir nefrete dönüşebilir. Restorasyon adı altında iğdiş edilen camilere, saraylara, medreselere, hanlara, evlere bakıldığında insan şunu düşünmeden edemiyor: Mimarlık, restorasyon önce sanatsal bir uğraş olmalı. İstanbul halkı adına İstanbul Yahudi cemaatine ve bu olağanüstü projeyi hazırlayan kültür insanlarına bize verdikleri bu değerli hediye için teşekkür etmeliyiz.


Mayor Sinagogu’ndaki Molecular İstanbul yerleştirmesini hafta içi her gün 11.00-16.00 saatleri arasında görmek mümkün.

Radikal İki, Yazı: Korhan Gümüş, 18.04.2010

TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINDA 2 TUTUKLAMA

 

 

İl Emniyet Müdürlüğü ve İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, A.K. ve A.Ç. adlı kişilerin, ellerindeki tarihi değeri olan eserlere alıcı aradığı istihbaratı üzerine, kendilerini alıcı olarak tanıtarak irtibat kurdu. Alıcı kılığındaki polis ve jandarma timleri, pazarlıkla 600 bin dolar karşılığında tarihi eserleri satmayı kabul eden A.K. ve A.Ç. ile Çiğli İlçesinde buluştu. Değişim sırasında ekiplerin operasyon başlatması üzerine zanlılar, geldikleri otomobille kaçmak istedi. Başka bir otomobile çarparak maddi hasarlı kaza yapan A.Ç. ve A.K., yakalanarak gözaltına alındı.

Zanlılarla birlikte mermer heykel, çeşitli boylarda 21 testicik, 12 sikke, 3 kase, 6 kandil, biri altın 4 yüzük, insan yüzü süslemeli kap, orak ve çeşitli objeler ele geçirildi. İzmir Arkeoloji Müzesi'nde yapılan incelemede, bu eserlerin büyük bölümünün Roma ve Hellenistik döneme ait olduğu saptanırken mermer heykelin halen incelendiği bildirildi.

İfadelerinde, tarihi eserleri Afyonkarahisar'da yaptıkları kazılar sırasında bulduklarını ve iki aydır alıcı aradıklarını söylediği öğrenilen zanlılar, sorgularının ardından İzmir Adliyesi'ne sevk edildi. Nöbetçi mahkemeye çıkarılan zanlılar, tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Samanyolu Haber, 17.04.2010

KULA TARİHİ ZAFER OKULU'NDA RESTORASYON BAŞLADI

 

 

Kula İlçesi'nde Rumlardan kalma tarihi Zafer Okulu'nda restorasyon ve kazı çalışmalarına başlandı.

 

15 Mart 2010 tarihinde binayı teslim alan müteahhit firmanın, 15 Mart 2011 tarihinde restorasyon çalışmalarını bitireceği belirtildi. 2011-2012 yılında Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi olarak eğitim ve öğretime açılacak binayla, Kula Belediye Başkanı Selim Aşkın açıklamada bulundu. Başkan Aşkın, daha önce kültür sarayı olarak hazırlanan projede plan değişikliği yapıldığını, restorasyon çalışmalarından sonra binanın Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi olarak kazandırmayı planladıklarını açıkladı. Binanın restorasyonu için 4 milyon TL harcanacağını kaydeden Başkan Aşkın, toplan 6 bin 412 metre kare alanda çalışmaları yapılacak okulda 8 adet derslik, 1 adet müzik salonu, 1 adet çok amaçlı salon, 1 adet resim salonu, 1 adet atölye, 1 adet rehberlik sınıfının yer alacağını söyledi.

Beyaz Gazete, 17.04.2010

MONET GİTTİ, DAMIEN HIRST GELDİ





Şubat ayında Monet, Picasso gibi 20. yüzyılın ustalarını ağırlayan Portakal Sanat ve Kültür Evi, bu kez de Andy Warhol'dan Damien Hirst'e çağdaş sanatın dev isimlerini İstanbul'a getirdi.

 

Son birkaç yıldır büyük bir hareketliliğe sahne olan Türk çağdaş sanat ortamına boyut katacak bir sergi, pazartesi günü Portakal Sanat ve Kültür Evinde Açılıyor. Dün ilk kez basın açılışıyla tanıtımı yapılan ‘Warhol’dan Hirst’e Dünya Sanatının Modern ve Çağdaş Ustaları’ adlı sergi, belli ki söz konusu hareketliliğe gerek içeriği gerekse sanat piyasasının dengeleri açısından önemli bir katkı sunacak.





Şubat ayında Manet, Bonnard, Matisse, Picasso gibi Batı sanatının önde gelen isimlerini İstanbul’a getirerek sergileyen Portakal Sanat Evi, bir kez daha ülkemizde yapılan sayılı sergilerden birini gerçekleştiriyor. Sergide, çağdaş sanat literatürüne bir ‘süper star’ olarak geçen Damien Hirst, tuval üzerine attığı yarıkla tuval resmine yepyeni bir boyut kazandırmış Fontana, 80’li yıllarda Amerika’da alternatif kültürün önde gelen temsilcilerinden biri Keith Haring gibi farklı bağlamlarda ve dönemlerde çalışmış dünya sanatının önde gelen isimleri yer alıyor.


Gerçekleştirdiği sergilerle adeta bir müze işlevi görüp, öncü bir rol üstleniyor Portakal Sanat ve Kültür Evi. Bu sergi de hem Hockney, Man Ray, Warhol, Arman gibi sanatçıların yapıtlarını daha önce görmemiş sanat öğrencileri ve izleyiciler için hem de çağdaş sanat koleksiyonu yapanlara koleksiyonlarını güçlendirme fırsatı sunması bakımından çok yönlü bir görev üstleniyor.


Hatta Türkiye’deki müzeler için de, koleksiyonlarını dünya sanatına yön vermiş sanatçılarla zenginleştirip ulusal kodlardan ve onun sınırlarından uzaklaşmak için bir fırsat sunuyor sergi. Portakal Sanat ve Kültür Evi’nin sergileme biçimindeki ve mekan kurgusundaki tercihleri, yapıtlarla kurduğu ilişki, serginin her açıdan büyük bir çalışmanın ürünü olduğunu da gösteriyor.   

Britanya sanatını değiştiren eser
Bu sergide görme şansı bulacağınız Damien Hirst’ün 2002 tarihli pembe ‘Kalp’i mesela... Bu resmin bir benzeri, bu yazıyı yazarken gözüme ilişen Saatchi’nin ‘100 - The Work That Changed British Art’ (Britanya Sanatını Değiştiren 100 İş) kitabının arka kapağında yer alıyor. Yani Portakal Sanat Evi’nde 9 Mayıs tarihine kadar sürecek ‘Warhol’dan Hirst’e Dünya Sanatının Modern ve Çağdaş Ustaları’ sergisinde göreceğiniz yapıtların, dünyanın önemli sanat mekanlarında sergilenmiş önemli yapıtlar olduğundan emin olabilirsiniz. Ayağımıza gelmişken, kaçırmayın.

Radikal, Haber: Seda Yörüker, 17.04.2010

MET'İN PABLO PICASSO HAZİNESİ

 

New York’taki ünlü Metropolitan Sanat Müzesi (Met), bünyesindeki tüm Pablo Picasso eserlerinin yer alacağı büyük bir Picasso sergisi açıyor.


Sotheby’s ve Christie’s müzayede evleri de Picasso’nun erken devresine ait, uzun zamandır sanat piyasasında olmayan iki eseriyle birlikte sergiye destek veriyor. Picasso’nun 19 yaşındayken yaptığı kendi portre çalışması ‘Yo’ dan 87 yaşında yaptığı ‘Standing Nude and Seated Musketeer’a kadar ressamın tüm kariyerini kapsayan önemli eserlerinin bulunacağı sergide toplam  34 tablo, 58 çizim, 12 heykel ve seramiğin dışında sanatçının 200’den fazla eskizi sanatseverlerle buluşacak.


27 Nisan’da açılacak sergide ocak ayından beri koruma altında bulunan ‘The Actor’ ve 1906’da resmedilen Gertrud Stein portresi dikkat çekiyor. Sergide Picasso’nun 1961’den beri görücüye çıkmamış, 1932 tarihli ‘Nude, Green Leaves and Bust’ (Çıplak, Yapraklar ve Büst) adlı tablosu da yer alacak. Sanatçının başyapıtları arasında sayılan tablo, 4 Mayıs’ta Christies tarafından satılacak. Bu tablonun ‘Pipolu Çocuk’ tablosunun 104.17 milyon dolarlık rekorunu kırması bekleniyor.

Radikal, 17.04.2010


Serginin başyapıtı, ‘Nude, Green Leaves and Bust’.

HASANKEYF'İN 9 KRİTERİ





Geçtiğimiz hafta Hasankeyf'te, dünyanın dört bir yanından gelen bilim insanları, bu köklü kenti ve Dicle nehrini kurtarmak için bir araya geldi. Toplantıya katılan uzmanlar, kurulması planlanan Ilısu Barajı nedeniyle sadece Hasankeyf'in değil 400 kilometrelik bir alanın etkileneceğini, havzada bulunan çok önemli endemik bitkilerin ve hayvan türlerinin yok olacağını ifade ettiler.

 

Aralarında UNESCO Dünya Mirası Listesi organizasyonu çalışanlarının da yer aldığı ekip, Hasankeyf'in dünyada en zengin doğal ve kültürel mirasa sahip alanlarından biri olduğunu belirtti. Dünya Mirası Listesi'ne girebilmek için 10 kriter var. Hindistan'daki Taç Mahal bir, Kamboçya'daki Angkor Watt Tapınağı iki, Kapadokya iki, Divriği Ulu Cami bir kriterle bu listede yer alıyor. Oysa Hasankeyf dokuz kritere birden sahip.

Hasankeyf'te 10 -11 Nisan tarihlerinde yapılan ve Doğa Derneği ile Hasankeyf Belediyesi'nin birlikte düzenlediği, “Barajsız Hasankeyf'i Arama Konferansı”na Türkiye'den ve dünyadan çok sayıda akademisyen, sivil toplum gönüllüsü, politikacı katıldı. Avusturya Viyana Üniversitesi'nden Dr. Rita Pirpamer, Almanya Stuttgart Üniversitesi'nden Dr. Anette Gangler, Londra Kolej Üniversitesi'nden Dr. Cassidy Johnson, Kahire Monofia Üniversitesi'nden Mısır Kültür Miras Uzmanı Mimar Dr. Alaa Elwi El-Habashi, Afganistan Kültür Miras Uzmanı Mimar Dr. Wasay Najimi gibi isimlerin konuşmacı olarak katıldığı konferansta oldukça ilginç bildiriler sunuldu.

Doğa Derneği Başkanı Dr. Güven Eken, “Dicle Vadisi ve Hasankeyf'in doğası”, Avukat Murat Cano, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Hasankeyf”, Bat-Der Başkanı Mehmet Emin Bulut, “Hasankeyf'te alternatif Turizm”, Dr. Anette Gangler, “Kültür mirası ve korumacı mimari” başlıklı konuşmalar yaptılar.


Dr. Güven Erken, Hasankeyf'i içine alan Dicle Vadisi'nin UNESCO'nun on Dünya Mirası kriterinden dokuzunu birden sağlayan tek yer olduğunu belirtti. Türkiye'den Dünya Mirası Listesi'ne giren toplam dokuz yer var. Dünyanın çeşitli ülkelerinden de bu listeye giren çok önemli eserler, kentler ve doğal miraslar bulunuyor. Fakat bunların hiçbiri 10 kriterden tamamına sahip değil. Mesela Çin Seddi beş, Mısır Piramitleri üç, Hindistan'daki Taç Mahal sadece bir, Amerika'daki Büyük Kanyon dört, Venedik Şehri ve Lagünü beş kriterle Dünya Mirası Listesi'ne girmeyi başardı. Türkiye'den ise Efes iki, Pamukkale üç, Kapadokya iki, Dirviği Ulu Cami bir kriterle insanlığın ortak miras alanına girdi.

Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan Mezopotamya, yeryüzü uygarlığının beşiği olarak kabul ediliyor. İnsanlar avcı ve toplayıcı düzenden yerleşik tarıma Mezopotamya'da geçti. İlk evler, ilk köyler, ilk kentler bu iki nehir arasında inşa edildi. Yazı burada bulundu, matematik, tıp ve astronomi bu havzada ortaya çıktı. İlk tartı ve ölçü aletleri burada kullanıldı. Fakat, milyonlarca yıldır tahrip edilmeden, habitatı bozulmadan süren bu yaşam, son 50 yıl içinde büyük bir yağmayla ve talanla yüz yüze geldi. Fırat Nehri boyunca uzanan ırmak ve uçsuz bucaksız vadideki ekosistem barajlarla yok oldu. Geriye sadece Dicle kaldı.

Güneydoğu Anadolu'da yani Yukarı Mezopotamya Havzası'ndaki son doğal nehir olan Dicle, sadece insanlık değil doğa tarihi açısından da çok önemli. Doğa Derneği'nin çok sayıda bilim insanıyla birlikte yürüttüğü envanter çalışmalarına göre Dicle boyunca birbirine bağlı beş Önemli Doğa Alanı (ÖDA) uzanıyor: Bismil Ovası, Orta Dicle Vadisi, Küpeli Dağı, Eruh Dağları, Cizre ve Silopi.

Dicle Vadisi, yüzlerce kilometre boyunca doğal gibi akışını sürdürüyor ve bu yolculuk sırasında adalar, kumullar, sarp ve yüksek kayalıklar, dar vadiler ve sulakalanlar oluşturuyor. Bu nefes kesen peyzajın dünyada başka bir benzeri bulunmuyor. Canlı türleri, vadi Avrupa ve Asya arasındaki sınırda yer aldığı için sıra dışı bir çeşitlilik gösteriyor. Dicle'nin büyük bir kısmı canlı türleri açısından araştırılmadığı için bölgedeki biyolojik çeşitliliğin envanteri tam olarak bilinmiyor. “Ilısu” baraj projesi, çevresel etkileri dahi anlaşılmadan inşa edilmek isteniyor.

Eğer buraya planlandığı gibi bir baraj inşa edilirse çok sayıda hayvan türü de yok olup gidecek. Bu hayvan ve bitki türleri ise şunlar: Fırat Kaplumbağası (Rafetus euphraticus), Kızıl akbaba (Gyps fulvus), Çizgili sırtlan (Hyaena hyaena), Yeşil arıkuşu (Merops percicus), Küçük kerkenez (Falco naumanni), Alaca yalıçapkını (Ceryle rudis), Fırat kavağı (Populus euphraticus).

Ilısu baraj projesinin Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ni sular altında bırakacağı için bu Dünya Mirası'nı tehdit ettiğini belirten Dr. Güven Eken, “Ilısu baraj projesi gerekçesiyle bölgede son elli yıldır hemen hiçbir kalkınma projesi gerçekleştirilmemiş, tarihi eserler kaderine terk edilmiş, Hasankeyf olağan üstü bir cazibe merkezi olmasına rağmen burada hiçbir turizm altapısı yapılmamıştır. Sonuç olarak, baraj nedeniyle bölge ekonomisi ciddi zarar görmüştür” diyor. Eken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yaptıkları çağrıyı yenileyerek Ilısu Barajı'nın iptal edilmesi ve Hasankeyf'in UNESCO Dünya Mirası listesine alınması için Başbakan'ın gerekli gerekli girişimleri başlatmasını talep ediyor. Ilısu Barajı inşa edildiği takdirde, Hasankeyf ve dört yüz kilometrelik nehir ekosistemi sular altında kalacak. Avrupa‘daki yatırım bankaları, doğaya ve kültürel mirasa vereceği zararlar nedeniyle 2009 yılında Ilısu baraj projesinden geri dönüşsüz olarak çekilmişlerdi.

HASANKEYF'İN SAHİP OLDUĞU KRİTERLER
+ Yaratıcı insan dehasının ürününü temsil etmesi.
+ Tarihin belli bir zamanını veya kültürel mekanını, mimari veya teknolojinin gelişimini, anıtsal sanatları, şehir veya peyzaj mimarisinin insani değerler arasındaki etkileşimini göstermesi.
+ Kültürel geleneğin, yaşayan veya kayıp bir uygarlığın eşi olmayan veya istisnai tanıklığını içermesi.
+ İnsanlık tarihinin anlamını taşıyan veya temsil eden bir yapı, mimari veya teknolojik topluluğun seçkin örneği olması.
+ İnsan yerleşimine, toprak veya deniz kullanımına ilişkin bir örnek sunması, özellikle bu örneğin geri dönüşümü olmayan değişimlerin etkisiyle dayanıklılığını yitirmemesi.
+ Üstün bir doğal mucize ya da istisnai doğal güzellik ve estetik önem arz eden alanlar içermesi.
+ Dünya tarihinin hayatın varlığı, kara parçalarının ya da önemli jeomorfik ve fizyografik detayların oluşmasında süre gelen önemli jeolojik süreçlerin önemli devrelerini temsil eden örneklerden olması.
+ Evrensel anlamda devam eden ekolojik veya biyolojik gelişimin örneği olması, veya ekosistem, kaynak su, karaya ait gelişim, hayvan ve bitkisel topluluğun örneği olması.
+ Biyolojik çeşitliliğin yerinde korunması için bilimsel olarak ve çevre korunması bağlamında tartışılmaz evrensel öneme sahip tehlike altındaki türler de dahil olmak üzere gerekli pek çok önemli doğal habitata sahip olması.
Hürriyet Cumartesi, Haber: Ersin Kalkan, 17.04.2010



******


İNSANLIK MİRASI: HASANKEYF




Soldan Sağa: Rita Pirpamer, Ömer Güzel, Murat Cano, Dicle Tuba Kılıç, Wasay Najimi ve Recep Kavuş.

 

İnsanlık tarihinin kitap sayfalarından hayata döküldüğü topraklardayız. Burası Hasankeyf. Hani şu yerleşik yaşama ilk geçişin yaşandığı, bilinen ilk okur- yazar topluluklara ev sahipliği yapan, birçok medeniyetin beşiği, 10 bin yıllık tarihin sahibi topraklar. Ancak Dicle Nehri ve Hasankeyf uzun zamandır büyük bir tehlike altında: Ilusu Barajı. Dicle Nehri’ne 25 baraj yapılması planlanıyor. 10 bin yıllık tarih, endemik bitki türlerinin, soyu tükenmekte olan hayvanların yaşam alanları sular altında bırakılacak. Vadide yaşayanların yerlerinden edilmesi de cabası… Doğa Derneği yıllardır buna dur demek için çalışıyor. Geçen hafta Hasankeyf Belediyesi ile ortaklaşa düzenledikleri “Barajsız Hasankeyf Arama Konferansı”yla bu çalışmaları daha somut hale getirmek için adım attılar.

Biz de Doğa Derneği Yerel Ortaklıklar Koordinatörü Dicle Tuba Kılıç, 15 yıldır Hasankeyf için ulusal ve uluslararası alanlarda hukuki mücadele yürüten Murat Cano, Afganistan Kültür Miras Uzmanı Mimar Dr. Wasay Najimi, Avusturya Viyana Üniversitesi’nden Dr. Rita Pirpamer, Hasankeyf Girişimi’nden Recep Kavuş ve Hasankeyfli Ömer Güzel ile konuştuk.

Adı, Dicle Tuba Kılıç. Doğa Derneği Yerel Ortaklıklar Koordinatörü. Hasankeyf’teki projeleri yürütüyor. İlk, Güneydoğu Anadolu bölgesi kuş atlası hazırlamak için gönüllü çalışırken yolu düşmüş Hasankeyf’e. Dicle akmış, Kılıç yürümüş, iki ay boyunca sınıra kadar adım adım Dicle’yi takip etmiş. Daha önce burada yaşadığı bilinmeyen kuşları atlasa geçirmiş; kızıl akbaba, yeşil arı kuşu... Aslında fizik mezunu, doktora tezinin savunmasını dönünce yaparım diye geldiği Dicle’ye takılıp kalmış. “Bir nehri doğduğu yerden suların birleşip büyük bir göl oluşturduğu yere kadar izlerken, yaşam da onunla birlikte büyüyor. O zaman bir fizikçi olmaktansa bu nehrin korunması, bu yaşamın devam etmesi için yaşamak istediğime karar verdim. Dicle hayatımdaki en önemli alan, çünkü hayatımı değiştirdi”. Ertesi yıl kuş atlasını Türkiye’nin her yerinde hazırlamak için Doğa Derneği için çalışmaya başlamış. Dicle Vadisi’nde baraj çalışmaları hızlanınca, 2004’te dernek buradaki probleme dahil olmaya karar vermiş. Niye mi? Yanıtı Kılıç’tan: “Türkiye’de nesli tükenen canlı türlerinin yüzde 90’ı sadece 305 alanda yaşıyor, ülkenin dörtte biri kadar bir coğrafyaya sıkışmışlar. Bu canlılar niye tükeniyor diye baktığımızda, Türkiye’nin yanlış su politikalarını görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin değiştirmesi gereken en önemli politika, su politikaları”.

İşe de Türkiye’nin en büyük baraj projesinden, Ilısu’dan başlamışlar. “Ilısu Barajı” diyor Kılıç, “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) yapılmadan ihaleye verilmişti, ÇED yapılsaydı, buraya zaten baraj yapılamazdı. Bunu göstermeye çalıştık. Bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmaları bir araya getirip Türkçe-İngilizce olarak ilgili kurumlara sunduk. Kampanya başlattık”. Her yolla, kitapla, belgeselle, fotoğrafla insanlara “enerji için baraj şart” söyleminin yalan olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Hasankeyf’in sesini uluslararası arenada da duyuruyorlar. Doğa Derneği, bu dayanışmayı resmi bir koalisyona dönüştürmek istiyor.

Peki nasıl bir Hasankeyf hayal ediyorlar? Barajsız Hasankeyf Arama Konferansı’nın bunun yanıtı için kilit bir etkinlik olduğunu düşünüyor Kılıç. Baraja yapılacak yatırımın çok azıyla düzgün bir planlama ve halka yararlı bir proje yapılabileceğini söylüyor. Yeter ki, Hasankeyf’in kurtarılacağına karar verilsin önce. Bunları söyleyebilmek için barajı yapmak isteyen, kredi veren kurumlarla, Çevre ve Orman Bakanlığı, Devlet Su İşleriyle görüşmeye çalışıyorlar, ama… Onun hayalindeki Hasankeyf’e gelince… İnsanların terk etmek zorunda kalmadan yaşayabildiği bir yer istiyor. “Mağaralardan evlere derme çatma bir şekilde taşındıklarından özellikle kadınların yaşamları çok zor, o nedenle şehre gitmek istiyorlar. Barajsız Hasankeyf arama konferansının ilk adımı yaşam dokusunu öldürmeden, Hasankeyflilerin hak ettikleri yaşam koşullarını sağlamak” diyor. Planlar arasında, turizm potansiyelinin kullanılabilir hale getirilmesi de var. Sonrası, üzüm bağları, nar bahçeleri, koyunculuk… Bunların hayal olarak kalmayacağından emin Kılıç, burayı yok etmek için kredi veren ülkelerin projeden vazgeçmesini de kanıt olarak gösteriyor. Şimdi sırada Türkiye’deki bankaları vazgeçirmek var. “Türkiye’de de eninde sonunda doğaya atılan bu düğüm ilmek ilmek çözülecek. Belki biz göremeyebiliriz hayalimizdeki Hasankeyf’i ancak bunun bir parçası olmak önemli” diyor. Kim bilir, yeterince ses çıkarabilirsek, belki bir dahaki sefere bu fotoğrafa baraj tehlikesinden kurtulmuş, daha huzurlu bir Hasankeyf fon oluşturur…

Ömer Güzel / Burada ölmek istiyorum

Doğma büyüme Hasankeyfli Ömer Güzel. 34 yaşında ama Hasankeyf’in 10 bin yıllık tarihi kadar eski hissediyor kendini burada, onun suyuyla, toprağıyla besleniyor. İki çocuğu var, onlar da onun gibi hissetsin istiyor, ama… Cümleyi tamamlamak için bir es verip yutkunuyor; “ama bizi buralardan sürüp, Hasankeyf’i yıkacaklar”.

Hasankeyf’te hayatta kalmak kolay değil, iş yok, yoksulluk, yoksunluk ağır. Bir de 50 yıldır baraj yapılacak diye çektikleri var ki, o hepsinden beter, bunu biz değil Güzel söylüyor:

“En önemli sorunumuz baraj. Burası sit alanı olduğu için tek bir çivi çakmamıza izin vermiyorlar, ama baraj yapacaklar! Hasankeyf’in yüzde 60’ı göç etmek zorunda kaldı. Dışarıdan gelenler de burada yerleşemiyorlar, ev yok çünkü”.

Tarım arazileri yok, hayvancılık yapmak için imkanları da. Sofralarına koyduklarını bahçelerinden çıkarıyor Hasankeyfliler, o da birkaç dönümlük bir araziden. Rast geldiğinde balıkçılık da ekleniyor geçim kaynaklarına. Ama Hasankeyf’te yaşam asıl gençlerin omzunda, Marmaris, Bodrum, Datça gibi yazlık yerlerde çalışıp ailelerine para yolluyorlar. Ha, bir de Dicle vadisine kurulan çardaklardaki lokantalardan kazandıkları var. Oysa, Dicle turizmin her türlüsünü yapma imkanı sunuyor insanlara; doğa turları, kültürel geziler, din turizmi… Yurtiçinden ve yurtdışından her yıl bir milyon insan dokunuyor Hasankeyf’in taşlarına. Ancak yeterli altyapı yok. Güzel’e göre turizm Hasankeyf’in yoksulluğunda bir çıkış kapısı aralayabilir. Hasankeyf’e dair gelişen duyarlılıktan memnun, yalnız olmadığını biliyor, “Farklı yerlerden gelip Hasankeyf için mücadele vermeleri beni çok sevindiriyor. Bu konferans, yurtdışından gelen arkadaşlara Hasankeyf’i daha iyi tanıttığı için önemli. Böylece onu UNESCO’ya dahil etmek için yardımcı olurlar” diyor. Gelecek için umutlu, ama korkmuyor da değil. Bu kadar kontrol altına alınmış, korunmuş yerleri neden yıkmak istediklerini düşününce kafası karışıyor. Prof.Dr. Zeynep Ahunbay ve Doğa Derneği Bilim Koordinatörü Dr. Özge Balkız tarafından yapılan araştırmayla, Hasankeyf’in UNESCO’ya giren pek çok ülkedeki kültürel ve doğal miraslardan daha fazla kriter taşıdığını öğrendiğinden beri de ipin ucunu kaçırdı… Projeyi hazırlayanlar ve destek verenler adına da o utanıyor, “15 bin yıllık bir tarihin, sadece 50 yıllık ömrü olacak bir baraj için yıkılmasını istemiyoruz. Gelecekte bizim için, 15 bin yıllık tarih, sürüklene sürüklene geldi, 2010 yılındaki insanlar bunları sattı, o kadar cahil insanlar demesinler” diyor. İşte bunun için Hasankeyf’ten gitmeyecek Güzel, “burada doğdum, burada büyüdüm, burada bitsin istiyorum” diyor, “Atalarım burada, atalarımın mezarları burada. Hasankeyf su altında kaldığında mezarlarımız da su altında kalacak. Biz, Dicle vadisinde yıllardır yaşıyoruz, durgun suda yaşayamayız ki”…

 

Rita Pirpamer / Hasankeyf bizim de!
Sadece Türkiye için değil, insanlık tarihi için de önemli bir yere sahip Hasankeyf. Yurtdışındaki kampanyalarla Hasankeyf’e bunca sahip çıkılması bundan. Hasankeyf’i yok etmek, insanlık tarihindeki önemli bir halkayı silmek demek… Bu, Afganistan Kültür Miras Uzmanı Mimar Dr. Wasay Najimi’nin Hasankeyf’e ilk gelişi. O, şimdi Afganistan’da Taliban döneminde yoğun tahribe uğrayan kültürel mirası onarmak için çalışırken Türkiye’nin de aynı hatayı yapmasını istemiyor. Türkiye ve Afganistan arasında doğaya yapılan uygulamalar açısından gördüğü benzerlik mi? “Kamuoyunun farkındalık sorunu iki tarafta da görünüyor. Savaşın getirdiği erişim, akışkanlık sıkıntıları, insanların rahatça buralara gidememesi iki tarafta da göze çarpıyor”.

Viyana Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Rita Pirpamer’in kilometrelerce uzaktaki bu şehre yolu ilk 2009’da düşmüş. O zamandan beri de Hasankeyf gittiği mekanlar arasında özel bir yere sahip. “Şimdiye kadar pek çok nehir gördüm, ancak bir vadinin, nehirle bu kadar güzel bir araya geldiği başka yer görmedim” diyor. Konferansta geçen yıl öğrencileriyle yaptığı atölyede ürettikleri mimari çözümleri paylaşıyor. “Buradaki çalışma sadece bir mimari çalışma olmadı. Gördüklerimizle, duyduklarımızla hatta kokladıklarımızla burası olduk. Burayı çok iyi öğrendik, şimdi buraya yardım getirme çalışmalarına ön ayak oluyoruz” diyor.

 

Murat Cano / Anadolu çocuklarımıza da kalsın
Tam 15 yıldır Hasankeyf için ulusal ve uluslararası alanlarda hukuk mücadelesi veriyor Murat Cano. Sadece Hasankeyf mi? Munzur, Fırtına Vadisi, Çoruh Kanyonu… Biliyor ki, su insan, hayat demek. “Dünya Barajlar Komisyonu Türkiye raportörlüğü yaptım. Dolayısıyla suyla yanlış oynandığında neye yol açtığını öğrendim” diyor, “Bir zamanlar su zengini olan İspanya, neden kuraklık yaşıyor, Fransa’dan su dileniyor? Türkiye’de bir ikisi dışında bozulmayan havza yok. İnsan öğrendikçe, bildikçe seyredemiyor. Anadolu çocuklarıma da kalsın istiyorum”.

Sit alanı olan Hasankeyf’e baraj yapma projesinin koruma mevzuatlarını hiçe saydığını söylemeye gerek yok. Tarafı olunan Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, UNESCO’nun sit alanlarının korunması sözleşmelerini ihlal ettiğini de. Ilısu Barajı’yla ilgili açtığı iki dava bulunuyor Cano’nun. Biri Diyarbakır İdari Mahkemesi’nde. Gerisi ondan: “97’deki Erbakan hükümeti döneminde bir kontrat imzalandı İtalya, İngiltere gibi ülkelerden şirketlerle. Ben de hem Bakanlar Kurulu’nun kararıyla yapılması planlanan barajın hem de kontratın iptali için Başbakanlığa, Enerji Bakanlığı’na ve bu şirketlere karşı dava açtım. Mahkeme keşif kararı verdi, ancak yıllardır keşif yapacak heyet belirlenmedi, bekliyoruz”.

AİHM’deki davada ise, barajın yaşama hakkını ihlal ettiğini ileri sürdü Cano, “Yaşama hakkını kuşla, balıkla, açık havada yaşamak, kültürel değerleriyle var olmak, bunları sonraki kuşaklara aktarabilmek olarak ifade ediyorum. AİHM sözleşmesinde kültürel mirası korumak için başlı başına bir hüküm yok. Bu davayla AİHM temel bir eksiğini mahkeme kararıyla ispatlamış, kültürel miras da insan hakları arasına girmiş olacak. Bu davanın böyle bir tarihsel rolü var” diyor.

AİHM davayı kabul etti, hem de öncelikli dava saydı. Hatta çok değil daha geçen hafta AİHM tedbir konusunda olağanüstü toplanmaya çağrıldı, şimdi heyecanla sonucu bekliyor Cano.

Recep Kavuş / Yasal mücadele veriyoruz

Batman’da sivil toplum kuruluşlarını bir çatı altında toplayan bir kurum, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi. Her alandan, düşünceden 70 kurumu barındırıyor. Recep Kavuş da girişimden, Batmanlı. O, anlatıyor…

Girişim öncelikle bilinçlendirmek için çalışıyor. Hasankeyf’in tanıtımını sağlıyor. Baraja karşı yasal mücadele veriyor. “Bir an önce mevcut inşaatın durdurulması için kampanyalar yapıyoruz. Barajın yapılması için kurulan iki konsorsiyum dağıldı şu ana kadar, şimdi üçüncü konsorsiyum devrede. Ona yönelik bankalarla ilgili kampanyalarımız var.

Baraja karşı çaba sarf edenleri, mücadele edenleri terörize etmeye çalışıyorlar. Veysel Eroğlu, barajı istemeyenlerin vatan haini olduğunu söylüyor. Bizi bu çalışmaya iten temel sebep, tüm insanlığın kültür mirası olan bir tarihin söz konusu olması. Dünyanın eko sistemini etkileyecek bir vadinin yok edilmesi. Hasankeyf bir semboldür. Biz de insanlığı sonuna kadar savunacağız.”

Cumhuriyet Dergi, Yazı: Esra Açıkgöz, Fotoğraf: Yücel Sönmez, 18.04.2010



******


HASANKEYF'İN KEYFİ KAÇMASIN

 

Etkileyici güzelliği UNESCO tarafından tescillenen Hasankeyf, Doğu ve Batı medeniyetinin önemli bir merkezi olmasının yanında tarihi ve doğal güzellikleriyle de zengin bir hazine. Sahip olduğu potansiyelse 50 yıllık baraj projesi nedeniyle ortaya çıkarılamıyor.

 

Birleşmiş Milletler'in eğitim, bilim ve kültür kurumu UNESCO'nun, dünyanın korunması gereken kültürel miraslarını belirlemek için kullandığı 10 kriter var; yaratıcı insan dehasını temsil etmesi, yaşayan ya da kayıp bir uygarlığın eşi bulunmayan tanıklığını içermesi, istisnai bir doğal güzelliğe sahip olması, insanlık tarihinin anlamını temsil eden mimari yapılar barındırması gibi... Örnek vermek gerekirse Çin Seddi bu kriterlerden beşini, Mısır Piramitleri üçünü, Amazon ikisini sağlıyor. Dünyada bu kriterlerden en fazlasını sağlayan yerse, dokuz kriterle Hasankeyf. Fakat hükümetin resmi başvurusu olmadığı için fazlasıyla hakettiği söz konusu listede yer almıyor.

Batman'a yarım saat mesafedeki, tarihi 12 bin yıl öncesine dayanan Hasankeyf, Doğu'yla Batı'yı birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde bulunduğu için 20'ye yakın ülkenin, imparatorluğun, kültürün önemli merkezlerinden olmuş. Tarımın ve yazının ilk ortaya çıktığı yerlerden biri... Dicle Nehri'nin kıyısında kurulmuş Hasankeyf, tarihi kalesi, günümüze ayakları kalmış 900 yıllık köprüsü, her yerde karşınıza çıkan mağaraları, camileri, kiliseleri, tarihi evleriyle etkileyici bir manzaraya sahip.


İstanbul'daki Alman Arkeoloji Enstitü'süne göre kazılması gereken yerlerin yalnızca yüzde 5'i kazılmış. Yani tarihin henüz görmediğimiz büyük bir kısmı toprak altında yatıyor. Benzer biçimde turistik potansiyelinin de çok az bir kısmı kullanılıyor. Restorasyon çalışmaları neredeyse yok ve bütün tarihi yapılar kaderlerine terk edilmişler. Bir - iki mağara turistik restoran ve çay bahçesi olarak kullanılıyor. Merdivenlerle çıkılan katlara ayrılmış mağaralar bir şeyler yiyip içip sohbet etmek için hoş bir atmosfer sunuyor. Eğer yazın gidiyorsanız, geceyi ırmağın üstüne kurulmuş taraçalarda, hemen yanı başınızda su akarken geçirmek ilginç bir deneyim olabilir. Biz geçen hafta gittiğimizde bu tür bir manzarayla karşılaşmadık ama sıcak yaz günlerinde bu keyfi yaşayan çokmuş. Bu eski şehrin tarihi ya da doğal güzellikleri hakkında bilgi almak istediğinizde işiniz çok kolay. Hasankeyf'e adım attığınızda hemen fark edeceğiniz gibi, etraf sorularınızı cevaplamak için can atan rehber çocuklarla dolu. Elbette büyük bir kısmı amatör ama içlerinde Kaymakamlığın rehberlik kurslarına giden de var. Konaklamak için seçenekler çok kısıtlı. Yıpranmışlığından dolayı pek tavsiye etmeyeceğimiz tek motelinde ya da öğretmen evinde kalabilirsiniz. En uygunuysa yarım saatlik mesafedeki Batman'ın otellerinde kalmak.

 

Hasankeyf'in 'Garipliğinin' 5 Yıllık Nedeni
'Bu kadar önemli bir yerde kalacak bir otel nasıl olmaz' diyerek durumu garipseyebilirsiniz. Fakat aslında garipsenecek başka şeyler de var. Buranın arkeolojik ve turistik potansiyelinin ortaya çıkmamasının nedeni, geçmişi bundan 50 yıl geriye uzanan bir proje; Ilısu Barajı. GAP'ın parçası olarak düşünülen barajın Hasankeyf'e 40 kilometrelik mesafede kurulması planlanıyor. Bu kadar mesafeye karşın Hasankeyf'in sular altında kalacak olması barajın büyüklüğü hakkında yeterince fikir veriyordur sanırım. 135 metre yüksekliğinde ve 1.820 metre uzunluğundaki devasa baraj, en az 2 milyar dolara mal olacak. Tamamlandığındaysa Türkiye'nin enerji ihtiyacının yüzde 1'ini karşılayacak. Geçen hafta Doğa Derneği'nin yerel belediyeyle düzenlediği Uluslararası Barajsız Hasankeyf'i Arama Konferansı'nda bu durum tartışıldı. Kısaca özetlersek hükümetin öne çıkan iki argümanı var: Barajla birlikte bölge halkı yoksulluktan kurtulacak ve tarih zarar görmeyecek, tarihi eserler arkeoloji parkına taşınacak. Barajı istemeyenler içinse bu gerekçeler ve vaatler ikna edici değil. Daha önce GAP kapsamında yapılan büyük barajlar bölge halkına zenginlik getirmedi, aksine çevre olumsuz etkilendiği için daha çok yoksullaşma ve göç yaşandı. Barajın yapımıyla birlikte durgunlaşıp göle dönüşen suyun ve çevresinin karakteri değişeceği için, dünyada yalnızca burada görülen hayvanlar ve bitkilerin soyu tükenecek. Zengin turizm potansiyeli tamamen kaybolacak. Barajın en çok, yüksek karlar kazanacak inşaat şirketlerinin işine yarayacağını söyleyen Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, tarihin zarar görmeyeceği iddiasını, bazı eserlerin arkeoloji parkına taşınacağını hatırlattığımızda gülümsüyor; 'Bu İstanbul'u sular altında bırakmak ve daha sonra Süleymaniye'yi taşıyarak kenti kurtardığını iddia etmek gibi bir şey.'

Akşam, Yazı: Eyüp Tatlıpınar, 19.04.2010



******


ILISU BARAJ GÖLÜ ALTINDA KALACAK ESERLERİN KURTARILMASI

 

Diyarbakır'ın Bismil İlçesi'nde Ilısu Baraj Gölü altında kalacak yerlerdeki kazıların bu yılki bölümüne başlandığı bildirildi.

Diyarbakır Müzesi Müdürü Nevin Soyukaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ilısu Baraj Gölü altında kalacak eserlerin kurtarılması için 2000 yılının temmuz ayında başlayan ve süren kazı çalışmalarının bu yılki kısmına başlandığını söyledi.

Diyarbakır Müzesi başkanlığında, ABD'li Timothy Mathney'in danışmanlığındaki ekip ile Ziyarettepe kazısının başladığını ifade eden Soyukaya, bu yıl Ziyarettepe kazı çalışmasının yanı sıra kazıdan çıkan eserlerin konservasyon çalışmasının da yapılacağını bildirdi.

Soyukaya, çalışmaların, kazı süresince kazı evindeki laboratuvarda süreceğini, daha sonra bugüne kadar söz konusu kazıdan çıkarılan eserlerin konservasyon, bakım ve restorasyonuna Diyarbakır Müzesi'nde devam edileceğini ifade etti.

Bu kazının Haziran başına kadar süreceğini anlatan Soyukaya, şöyle konuştu:

'Ziyarettepe çok önemli bir höyük. Kalkolotik dönemden itibaren aralıksız yerleşim görmüş. En son üst katmanda, Osmanlı da var. Yakın dönem, 19. yüzyılda 'koçer' dediğimiz göçebe yerleşimi dahi var. En üst katmanda göçebe çadırlarına ait kısa süreli yerleşim izleri tespit edilmişti. Ama yoğun olarak, hem yukarı şehirde, hemde aşağı şehirde yeni Asur yerleşimi var. Ziyarettepe'nin yeni Asur'un sınır başkenti, garnizon başkenti olduğu iddia edilir. Buna dönük elde edilen veriler de giderek bu iddiayı güçlendiriyor. Geçen yıl gerçekleştirilen kazıların bu yıl da yapılması talep edildi. İzinleri alındıktan sonra geçen diğer kazılara da başlanacak.

Bu yıl ayrıca bir yüzey araştırmamız olacak. Bölgede kazı yapılan höyüklerin çevresini kapsayan bir arkeolojik bir çalışma planlıyoruz.'

haberler.com, 22.04.2010



******


HASANKEYF, KEYFİNE BAKSIN




Yarım asırdır devam eden ve artık bir yılan hikayesine dönen Ilısu Barajı, Hasankeyf'in de Hasankeyflinin de belini bükmüş durumda. Baraj inşa edilecek diye antik kente hiçbir yatırım yapılmamış. Ancak bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın projesiyle bazı eserler onarılmaya başlandı.

 

Sarp dağların arasından kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz tıpkı Dicle gibi... Baharın bereketi, rengarenk çiçekler her yeri kaplamış. Dicle'nin kenarlarından su içen yabani atlar bir rüya sanki. Tarihi kentten önce bizi hala zirvelerinde karları erimemiş Raman Dağı karşılıyor. Nihayet, binlerce yıla inat ayakta duran antik kent, tarihi mirasımız 'Hasankeyf' ile karşılaşıyoruz.

 

Tıpkı bir zaman tünelindeymişiz gibi başlıyor Hasankeyf'in dar sokaklarına olan yolculuğumuz. Her gelen ziyaretçi gibi soluğu önce Hasankeyf Kalesi'nde alıyoruz. Rehber çocuklar eşliğinde kısa bir şehir turu gerçekleştiriyoruz. Çocuklar, aralıksız anlatıyor. İşte onlardan biri: "Kaledeki eski şehre yerleşenler camlarını maviye boyuyormuş. Çünkü o zamanlar kentte çok fazla akrep varmış. Akrepler renk körü olduğundan maviyi kırmızı zannediyor. Kırmızı da ateşin simgesi..." Hikayeler, efsaneler anlat anlat bitmiyor...

 

Hasankeyf 1. derece tarihi sit alanı. Yarım asırdır devam eden ve artık bir yılan hikayesine dönen Ilısu Barajı, Hasankeyf'in de Hasankeyflinin de belini bükmüş durumda. Baraj yapılacak diye antik kente hiçbir yatırım yapılmıyor. Evler yenilenemiyor, restorasyon yapılmıyor. Hasankeyf'te konaklamak isteyenler için küçük de olsa bir otel var, ancak genellikle insanlar kente 30 dakika mesafedeki Batman'da kalmayı tercih ediyor.

 

Artuklu, Eyyübi, Akkoyunlu, Osmanlı dönemlerinden eserler yer alıyor kentin dört bir yanında. Eserlerin kimi bakımsızlıktan yok olmuş, kimiyse yok olmak üzere. Bu yıl ilk kez Kültür Bakanlığı'nın projesiyle bazı eserler onarılmaya başlanmış. Eserlerin sular altında kalıp kalmayacağı hala netlik kazanmasa da, mirasın en azından şimdilik onarılması olumlu bir gelişme.

 

Hasankeyf Kalesi'nden eşsiz manzarayı seyrederken Dicle'nin kuzeyindeki Zeynel Bey Türbesi'nin etrafındaki iskele dikkatimizi çekiyor. Soluğu türbenin yanında alıyoruz. Kültür Bakanlığı'nın ihalesini kazanan ve restorasyon faaliyetlerini yürüten şirket yoğun bir çalışma içinde. Şirket yetkilileri konuşmuyor ama ustalardan biri şu yorumu yapıyor: "Buraya Batman'dan çalışmaya geldim. Bu eseri tamir ediyoruz. 'Yap ' dediler, yapıyoruz. Hasankeyf sular altında kalacakmış. Neden yapıyoruz bunu pek de anlamıyorum." Başka bir işçi de, Hasankeyf'in sular altında kalmasını istemediğini söylüyor. Çalışmaları sürdüren bir uzmansa, şehir sular altında kalsa da kalmasa da bu eserlerin her an yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ve güçlendirme çalışmasının yapılmasının çok doğru bir adım olduğunu belirtiyor.

 

Çarşıda, sokakta gördüğümüz insanlara, çocuklara, hatta akli dengesi yerinde olmayan Hüseyin'e dahi Hasankeyf'in sular altında kalması hakkında ne düşündüğünü soruyoruz. Feyzullah Şeker'in, Dicle'nin kuzey kenarında büyük bahçeli bir evi var. Şeker, hayvanları için küçük bir kulübe bile yapamadığından, Ilısu Barajı söylentilerinin hayatlarını çekilmez bir hale getirdiğinden dert yanıyor: "Yeni Hasankeyf'e çok katlı evler yapacaklarmış. Bana sordular 'İster misin?' diye. 'Ben öyle evi ne yapayım?' dedim. Buradan gitmeyi istemiyorum. Bahçedeki bu ağaçlar suya gömülecek, (evinin hemen yanındaki hamamı ve Zeynel Bey Türbesi'ni göstererek) bu eserler yok olacak. Devlet isterse kellemizi keser ama bunlara yazık değil mi?" diyor. Hasankeyf'te 'köyün delisi diye bilinen' akli dengesi yerinde olmayan Hüseyin bile barajla ilgili soruyu ciddiye almıyor.

Güneş yavaş yavaş Raman Dağı'nın arkasından batarken, Hasankeyf altın rengine dönüyor. Gökyüzünde ona eşlik eden gökkuşağı şans diler gibi. Ne Haçlı Seferleri, ne Moğolların saldırıları, ne de Timur Anadolu'yu, Hasankeyf'i yok edemezken, bugün yalnızlık mı, baraj sularının altında kalacağını bilmenin acısı mı bilinmez bir keyifsizliği var tarihi şehrin

Zaman Cuma, Haber: Kürşat Bayhan, 23.04.2010

NATIONAL GALLERY'DE SAHTE TABLO ŞOKU

 

 

İngiltere'nin başkenti Londra'daki 'National Gallery'de sergilenen, 15'inci yüzyılda İtalyan ressam Francesco Francia tarafından çizildiği sanılan 'The Virgin and Child with an Angel' adlı tablonun sahte olduğu ortaya çıktı.

 

National Gallery yetkilileri, Francesco Francia'nın 15'inci yüzyılda çizildiği sanılan ünlü tablosu 'The Virgin and Child with an Angel'ın, yapılan rutin bilimsel testler sırasında sahte olduğunun ve 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında çizildiğinin anlaşıldığını açıkladı.

Uzmanlar, tablonun yüzeyinde yaptıkları incelemelerde, o yüzyılda mevcut olmayan 'grafit kalem' ile çizildiğini ve Francia'nın gerçek tablolarından biri olmadığını belirtiyorlar.

Başkent Londra'da 1824 yılında kurulan, 2 bin 300'den fazla parçanın olduğu koleksiyona sahip müze. Binası Trafalgar Meydanı'nda bulunmaktadır. Müze, on üçüncü yüzyıl yirminci yüzyıl aralığında pek çok tabloya sahip. Koleksiyonun sahibi, Birleşik Krallık halkıdır ve giriş serbesttir.

Cnn Türk, Haber: Aynur Tattersall, 17.04.2010

MALATYA'NIN TARİH ENVANTERİ ÇIKARILACAK





Tarih boyuncu farklı medeniyetlere merkez olan, İpek Yolu ve Kral Yolu'nun uzantılarının geçiş güzergahında yer alan Malatya'nın kültürel zenginliklerinin envanteri çıkarılıyor. Kente tescilli 221, tescil edilmeyi bekleyen 112 kültürel varlık tespit edildi.

 

Malatya Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Ziya Kılınç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Malatya'da 1970 yılına kadar Ankara'dan gelen Anıtlar Yüksek Kurulu ekibinin, Adana Koruma Bölge Kurulu'nun ve 1970'lerden sonra da Malatya Arkeoloji Müzesinin yaptığı çalışmalar sonucu 221 kültür varlığının bulunduğunun tespit edildiğini söyledi.

Malatya'daki kültür varlıklarının han, hamam, höyük, tümülüs, mezarlık kilise kalıntısı gibi yapılar olduğunu ifade eden Kılınç, 4 aydır yeni bir çalışmaya başladıklarını, Malatya'daki taşınmaz kültür varlıklarının envanterini çıkardıklarını dile getirdi.

Kılınç, şu bilgiyi verdi: ''İlk envanter çalışmasına Pütürge İlçesinden başladık. Doğanyol'da, Kale'de, Arapgir'de, Arguvan'da, Kuluncak'ta, Hekimhan'da, merkez ve Akçadağ'daki çalışmalarımız tamamlandı. Şu anda Doğanşehir'deki çalışmalar devam ediyor. Doğanşehir ve Darende'den sonra envanter çalışması tamamlanmış olacak.''

Envanter çalışmasının tamamlanmasının ardından dokümanları CD'ye aktaracaklarını belirten Kılınç, daha sonra birkaç cilt kitapla kültür varlıklarını tanıtacaklarını, aynı zamanda internet ortamında da yayınlayacaklarını aktardı.

Kılınç, şu bilgiyi verdi: ''Kültür envanteri çalışması ile Malatya'da geçmişten günümüze, neolitik dönemden bugüne bütün yerleşim yerlerini, insanlar tarafından kullanılan bütün taşınmaz kültür varlıklarını tespit ettiğimiz bir kültür envanterimiz olacak. Bu kültür envanteri ile Malatya'da bilinmeyen, tespit edilmeyen eser kalmayacak.''

Envanter taraması yaptıkları ilçelerde kaymakamlarda toplantı yaptıklarına değinen Kılınç, şunları belirtti: ''Var olan kültür varlığını değerlendiriyoruz. Çalışmalar tamamlandığında Malatya'ya bir kültür arşivi kazandırmış olacağız. Elimizde herkesin ulaşabileceği bir kaynak olacak. Gerçekten Malatya önemli bir merkez. Bir geçiş güzergahı, İpek Yolu'nun ve Kral Yolu'nun uzantılarının geçtiği bir geçiş güzergahı. Bugün olduğu gibi geçmişte de bir köprü konumundaydı.''

Envanter çalışmasının bittiği ilçelerde yaklaşık 112 eser daha tespit ettiklerini ifade eden Kılınç, bunların tescili için Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na başvurduklarını aktardı.
Kılınç, ''Envanterlerle ilgili baskısını yapacağımız kitaplar Türkçe ve İngilizce olacak. Eserlerin uydudan koordinatları da kitaplarda yer alacak, 25 binlik haritada görüntüleri olacak'' dedi.

Arazi çalışması bittikten sonra bir iki ay da kitap haline dönüştürülmesinin, CD'lere aktarılmasının süreceğini anlatan Kılınç, gelecek ağustos ayının sonlarına doğru çalışmanın tamamlanacağını sözlerine ekledi.

Internet Haber, 17.04.2010

CHP'DEN ÖNERGE: ANTİK KENTİN YANINDA FABRİKA OLUR MU?

 

CHP İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a "Tarihi alanların ve antik kentlerin yanı başlarında maden ocağı, taş ocağı veya çimento fabrikalarına izin verilmesi, Bakanlığınızın tarih, kültür ve tabiat varlıklarına bakışının ve yaklaşımının bir sonucu mudur?" diye sordu.

Ayhan Meclis Başkanlığı’na sunduğu yazılı soru önergesinde 10 Nisan’da Antalya’da düzenlenen "Garanti Anadolu Sohbetleri"nde konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yerel yönetimlerin kendilerine verilen imar planlaması yetkisini kötü kullandıklarına dikkat çektiğini ve Türk turizminin önündeki en büyük engelin, çarpık şehirleşme, rant ve aç gözlü yerleşim anlayışı olduğunu söylediğini hatırlattı. Ayhan "Turizm haftasını kutlayacağımız bugünlerde Sayın Bakan tarafından yapılmış olan değerlendirme; turizm ve çevre konularında çalışmalar yürüten kimi çevrelerce, samimiyetten uzak ve kamuoyuna hoş görünmek adına yapılmış manevralar olarak değerlendirilmektedir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca verilen yaklaşık 43 bin maden arama ruhsatının önemli bölümünün, turizm bölgelerine yakın alanlarda yada turizm potansiyeli bulunan bölgelerde yer alması, orman alanlarının yüzde 30’unda turizm amaçlı yapılaşmaya açılmasına olanak sağlayan Turizm Teşvik Yasasının bizzat Bakanlık tarafınızdan desteklenmesi, Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılan kimi ÇDP ve İmar Planlarının ’kamu yararı bulunmadığı’ gerekçesiyle bağımsız mahkemeler tarafından iptal edilmesi tarihi, kültürel ve doğal varlıklarımızın tahribatına neden uygulamalara birkaç örnek olarak karşımızda durmaktadır. Söz konusu, uygulamaların tamamı Sayın Bakanın açıklamalarının aksine, AKP hükümetince ve merkezi idarelerce gerçekleştirilmiştir" dedi. Ayhan Kültür ve Turizm Bakanı Günay’a şu soruları yöneltti:

"Bakanlığınız tarafından onaylanmış, ancak ‘kamu yararı bulunmadığı’ gerekçesiyle dava konusu olmuş kaç Çevre Düzeni Planı, Nazım İmar Planı ya da Uygulama İmar Planı bulunmaktadır? 2004 tarihli maden yasasının yürürlüğünden bu yana kaç maden sahası ve taş ocağı için Bakanlığınızın görüşüne başvurulmuştur? Bakanlığınızca maden sahası ve taş ocağı alanı açma taleplerine uygunluk raporu verilen alanlar hangi bölgelerimizdedir? Tarihi alanların ve antik kentlerin yanı başlarında maden ocağı, taş ocağı veya çimento fabrikalarına izin verilmesi, Bakanlığınızın tarih, kültür ve tabiat varlıklarına bakışının ve yaklaşımının bir sonucu mudur? Tarih, kültür, doğal çevrede yaşanan katliamların neredeyse tamamının Merkezi idarenin izinleri ve gözetiminde gerçekleşmesi; hükümetinizin turizm, çevre, tarih ve koruma politikalarında sürdürülebilirlik gibi bir kaygısının olmadığını mı ortaya koymaktadır? Lagina antik kentindeki kazı çalışmalarının Bakanlar Kurulu kararı ile durdurulması, iddia edildiği üzere, Başbakan Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Çalık Holdinge bağlı bir şirketin Lagina antik kenti bölgesinde termik santral kurmak istemesinden mi kaynaklanmaktadır?"

Milliyet, 17.04.2010

REJANS KORUNACAK MI?





Beyoğlu İstiklal Caddesi’nin sembollerinden Rejans kapanma tehlikesiyle karşı karşıya. 80 yıllık restoranın kaderini olansa, mayıs ayında görülecek tahliye davası belirleyecek.

 

Beyaz Ruslar’ın 1930’lu yıllardan itibaren İstanbul’un yeme-içme kültürüne kattığı bir zenginlik olarak faaliyet gösteren Rejans, masalarında her dönem sayısız ünlüyü ağırladı. Atatürk her geldiğinde 2 No.lu masada otururdu örneğin... Agatha Christie’ler, Muhsin Ertuğrul’lar, İbrahim Çallı’lar ve daha kimler kimler geçti Rejans’tan...

 

Rejans’ın tarihe tanıklık ettiği her dönemden hikayeleri var. Casusların cirit attığı 1940’ların İstanbul’unda birçok romantik “espionage” filmine konu olabilecek buluşmalara sahne olduğu da rivayetler arasında. 1950’lere gelindiğinde, daha ziyade diplomatların ve varlıklı gayrımüslimlerle yüksek bürokratların tercih ettiği Rejans, 1960’lardan itibaren sanatçıların, yazarların, şairlerin, aydınların, akademisyenlerin ve öğrencilerin mekanı haline geldi. Her dönem makul kalan fiyatlarının da bu dönüşümde payı oldu.

 

1976’da geçirdiği yangında ağır hasar gören, eski haline olabildiğince sadık kalınarak restore edilip 1977 Temmuz’undan itibaren yeniden hizmet vermeye başlayan Rejans, varlığını bugüne kadar sürdürmeyi başardı. Ancak şimdi, Rejans’ın geleceği, mal sahipleri tarafından açılan tahliye davası nedeniyle tehlikede.

 

Rejans’ın tahliyesi için mal sahiplerinden Mithat Müdüroğlu 29 Şubat 2008’de dava açtı. Dava gerekçesi, diğer mal sahibi ve Müdüroğlu’nun kızı Emel Çelebioğlu’nun ‘Klasik Batı Müziği eşliğinde, nostaljik bir mekanda müşterilerine hizmet veren bir restoran işletme talebi’ olarak gösterildi. Beyoğlu 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan dava, tahliye talebi “zorunlu, samimi ve gerçekçi” bulunmayarak, 9 Mart 2009’da reddedildi. Ancak karar, Yargıtay tarafından 29 Kasım 2009’da bozuldu ve dava yerel mahkemede 17 mayıs tarihinde yeniden görülecek.

 

Rejans’ın İşletmecileri Zilşan ve Erdal Sezener, hukuk mücadelesini sonuna kadar sürdüreceklerini vurgulayarak “Kültürel değerlerimizin birer birer yok olduğu günümüzde bir tek simgeyi korusak bile, onu kar sayarız” diyor. Biz de yazar Enis Batur’un satırlarını hatırlıyoruz ister istemez: “Rejans’ın yok olması ya da yer değiştirmesi, Galata Kulesi’nin yok olması ya da yer değiştirmesi kadar önemlidir İstanbul için.”

Taraf, Haber: Ayşe Tatlıcı, 16.04.2010

BEYPAZARI'NIN KAYA MAĞARALARI ÇIĞLIĞI





Ankara'nın Beypazarı İlçesi'ne bağlı Kayabükü Köyü'nde 2001'de yapılan yüzey araştırmalarında ortaya çıkarılan mağaraların turizme kazandırılması istendi. Eğer daha fazla gecikme olursa kaçak kazı yapanlarca mağaralar yok olacak.

 

2001'de Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle, ABD'li Prof.Dr. Peter Brown başkanlığında Beypazarı civarında gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında Uyku Çayı bölgesinde tarihi olduğu değerlendirilen mağaralara rastlandı.

Kayabükü yakınlarında bulunan ve kayalar oyularak oluşturulduğu belirtilen 3 kat halindeki mağaralarda, 20'nin üzerinde de oda tespit edildi.

Geçmiş dönemlerde yerleşim yeri olduğu tahmin edilen bölgede yüzey araştırmasının ardından başka bir araştırma yapılmazken, köylüler ise yörede kaçak kazılar yapıldığını belirtiyor.

Kayabükü Köyü muhtarı Muammer Köksal, mağaraların yöre için büyük bir şans olduğunu ancak turizm potansiyeli olarak değerlendirilememesinin ise kendilerini üzdüğünü söyledi.

Köylüler olarak yörede geniş çaplı bir araştırma başlatılmasını beklediklerini anlatan Köksal, ''Mağaraların içine girildiğinde muhteşem odalarla karşılaşıyorsunuz. Tüm odaların ortasında bulunan kubbeli ve kemerli odayı bizler kilise olarak adlandırıyoruz, görünüş olarak tamamen bir kilise gibi ancak araştırılması gerek'' dedi.

Mağaraların kaçak kazı yapanlar nedeniyle sürekli tahrip edildiğini belirten Köksal, mağaraların koruma altına alınması gerektiğini de bildirdi.

Beypazarı Kaymakamı Hikmet Aydın da başta Kayabükü Köyü olmak üzere Dikmen, Acısu gibi tarihi ören yerlerinin araştırılarak, buradaki kalıntıların hangi dönemlere ait olduğunun ortaya çıkarılması için Kültür ve Turizm Bakanlığına başvuruda bulunduklarını söyledi.

Aydın, ''Bakanlık nezdinde yaptığımız yazışmalarla buralarda araştırmalar yapılmasını istedik. Buraların tarihi değerleri ortaya çıktığında, ilçeye bir yılda 300-400 bin ziyaretçi gelmesi mümkün'' dedi.

Internet Haber, 16.04.2010

TARİHİ ESERLERİMİZ TEL TEL DÖKÜLÜYOR

 

 

Ne yazık ki İstanbul'da ki tarihi eserlerini hali pek de parlak değil. Kültürel miraslarımızın çoğu bakımsızlıktan dökülüyor. Daha bir kaç gün önce, tarihi Belgratkapı Surları'nın yıkılmak üzere olduğunu, hatta bazı bölümlerinin çökmeye başladığını görmüştük. Bugün de Çemberlitaş'a uzanalım ve yüzlerce yıl önce inşa edilen bir medresenin ne durumda olduğuna bakalım...

 

Burası 1659 yılında yapılan Köprülü Mehmet Paşa Camii ve Medresesi... Bu tarihi yapının dış cephesi göz göre göre yıkılıyor. Özellikle Medrese'nin girişi, duvarları ve tavanı çürümüş, tahta parçaları aşağıdan geçenlerin üzerine düşüyor.

 

Çevre sakinleri, bu tehlikeye mi yansın. yoksa özenle korunması gereken tarihi bir eserin heba olup gitmesine mi bilemiyor. Ve bu manzarayla ilgilenmeyen yetkililere ateş püskürüyor. İşte Acil Şikayet Hattı'na gelen çarpıcı bir mesaj... "Burası, kente adımını atan turistlerin ilk uğradığı yerlerden biri... Çemberlitaş'a gelen turistler de Köprülü Mehmet Paşa Camii ve Medresesi'ni görmeye geliyor . Gelin görün ki karşılaştıkları manzara hiç de iç açıcı değil. Medrese'nin çatısından kapısına kadar her tarafı kırık dökük. Çatıdaki tuğlalar düşüyor, dış cephede ki taşlar un ufak oluyor. En fenası da medresenin girişinde ki tahtalar parçalanıyor. Allah saklasın buradan kopan bir parça vatandaşlara isabet etse ortaya çıkabilecek faciayı varın siz düşünün. Güya Kültür Başkenti'yiz. Daha kültürümüze sahip çıkamıyoruz..."

Internet Haber, 16.04.2010

Ephesos (LuigiMayer)
...1810




11 - 17 Nisan 2010

OYMAAĞAÇ KAZILARI 22 TEMMUZ'DA BAŞLIYOR

 

Samsun'un Vezirköprü İlçesi'nde Hititlerin dini merkezi Nerik'in izlerinin bulunabilmesi için 2006 yılında başlatılan Oymaağaç kazılarının bu yılki bölümünün 22 Temmuz'da başlayacağı bildirildi.
 

Kazı Başkanı Doç. Dr. Rainer Czichon, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Vezirköprü`de Oymaağaç Höyüğü`nün etrafında yüzey araştırması yaptıklarını, araştırmanın nisan ayının sonunda tamamlanacağını belirtti.
 

Bu yılki kazılara yaklaşık 35 kişilik ekiple 22 Temmuzda başlayacaklarını söyleyen Czichon, bir mabede ait olduğu düşünülen sur ve duvarlarının ortaya çıkarılmasına yönelik çalışmalara devam edileceğini, çalışmaların ekim ayına kadar sürdürüleceğini ifade etti.
 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın oluruyla Gerda Henkel Vakfı, Freie Üniversitesi, Deutsche Orient-Gesellschaft, Bilkent Üniversitesi, Knödler Decker Vakfı, Dresden Teknik Üniversitesi, Tepe Knauf ve özel sponsorların desteğiyle yürütülen çalışmalarda daha önce bir sur ve sur kapısı ile bir mabede ait olduğu düşünülen temel duvarlar ortaya çıkarılmıştı. Kazılarda bugüne kadar çeşitli kaplar ve hava tanrısının sembolü olan boğa figürünün parçalarının yanı sıra dini törenlerde kullanılan küçük kaplar, çivi yazılı tabletler ve Roma dönemine ait olduğu düşünülen mezarlar bulunmuştu.
 

10 yıldan fazla sürdürülmesi planlanan kazılarda şimdiye kadar ortaya çıkarılan eserler, Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde sergileniyor.

Samsun Haber, 16.04.2010

ADANA'DA TARİHİ TAKI VE SİKKE OPERASYONU

 

 

Adana'da Osmanlı padişahlarının eşlerinin kullandığı tahmin edilen bir çift küpe, 49 sikke ve 14 boncuk satılırken ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekiplerinin yapmış olduğu çalışma sonucunda Ahmet K. (27) ve Mehmet B.'de (63) bir çift küpe, 49 sikke ve 14 nazar boncuğu olduğunu ve satacakları haberini aldı. Ekipler, bu kişileri takibe aldı. Takip sonucunda ekipler, Ahmet K. (27) ve Mehmet B.'yi (63) sikke, küpe ve nazar boncuklarını Kuruköprü Mahallesi Çakmak Caddesi üzerinde Fazıl K. (44) ile Bilgen B.'ye (36) satarken yakaladı. Gözaltına alınan şahıslar ifadeleri alınmak üzere emniyet müdürlüğüne götürüldüler. Zanlılar, sorgularında sikke, küpe ve nazar boncuklarını satmadıklarını ileri sürdüler.

 

Ele geçirilen malzemeler arasında bulunan küpenin, Osmanlı padişahlarının eşlerinin kullandığı küpeler olduğu tahmin ediliyor. Sikke, küpe ve nazar boncuklarının gerçek olup olmadığı, Adana Arkeoloji Müze Müdürlüğü yetkililerinin incelemesinden sonra ortaya çıkacak.

Haberciniz, 16.04.2010

6 BİN YILLIK PARMAK İZLERİ BULUNDU

 

Şinhua ajansının haberine göre, İç Moğolistan Kültür Dairesinden Vang Dafang, dünyanın dördüncü büyük çölü Badain Jaran'da bulunan Yabray dağındaki iki mağarada yontma taş devrine ait iki resmin bulunduğunu kaydetti.

 

Parmak izlerinin, okra (toprak boyası) tozu, hayvan kanı ve sudan oluşan bir karışımla boyandığını düşünen arkeologlar, 6 bin yıl önce yaşayanların okra tozunu kemik borularla mağara duvarlarına püskürtmüş olabileceklerini belirtiyor.

 

Vang, bunların dışında Araşan adlı bölgede bulunan 3 farklı yerleşim yerinde de yontma taş devrine ait parmak izli resimler bulduklarını kaydederek, mağaranın bulunduğu ortamın, resim stili ve boya tarzlarının Avrupa'da bulunan yontma taş devri mağara resimlerine benzer olduğunu söyledi.

 

Bölgede bulunan mağara resimlerinin kötü hava şartları nedeniyle büyük zarar gördüğünü ifade eden Vang, resimlerde parmak izleri dışındaki unsurların belirgin olmadığını kaydetti.

Ntvmsnbc, 16.04.2010

TARİHİ KÖPRÜ YIKILMAKTAN KURTULDU

 

 

Kayseri'nin Sarıoğlan ilçe sınırları içerisinde bulunan uzunluğu 144.5 metre, eni 5.6 metre olan Şahruk Köprüsü, Dulkadiroğulları döneminde yapıldığı 1480'li yıllardan günümüze kadar ayakta kalmayı başardı.

Ancak, Kızılırmak üzerinde uzun yıllardır faaliyet gösteren kum ocakları zamanla tarihi köprü için tehdit oluşturmaya başladı. Kum ocaklarının usulüne uygun üretim yapamamaları ve ırmak yatağında kot farkı oluşması, suyun serbest akışındaki değişiklikler nedeniyle tarihi köprü bünyesindeki koruyucu yapıların altındaki malzemelerin zaman içerisinde Şahruh Köprüsü'ne zararlar vererek temeli ile ilgili sıkıntıları gündeme getirdi. Bölge halkı, bu kapsamda sorunları ilgili makamlara bildirerek tedbir alınmasını istedi. Kayseri İl Daimi Encümeni de önemli bir kararla bu soruna kalıcı bir çözüm getirdi.

Aralarında Sarıoğlan Belediyesi'nin işlettiği kum ocağının da bulunduğu toplam 6 ocak ile ilgili ruhsat yenileme konusunu görüşen Kayseri İl Daimi Encümeni, sorunlar minimize edildikten sonra ihalenin yenilenmesine karar verdi.

Alınan karar gereği, hali hazırda bölgede faaliyet gösteren kum ocakları faaliyetlerini durdururken, Kayseri İl Özel İdaresi'nin yeni ihale şartnamesi oluşturacağı ve bu şartnamede de yaşanan olumsuzlukları dikkate alacağı belirtildi. Söz konusu bölgenin Kayseri'nin kum ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü karşıladığından piyasada oluşacak talebin karşılanması için Kayseri İl Özel İdaresi'nin, olumsuzlukların minimize edilerek yeni ocak sahalarının 1,5 metre yüksekliğinde beton kazıklarla çevirdi. Beton kazıkların herhangi bir şüpheye meydan vermeyecek şekilde sabit röper noktalarına topograflarca sigortalanacak yeni sahalar belirlenerek daha disiplinli bir üretim yapılmasının sağlanması için gerekli çalışmaları sürdürüldüğü öğrenildi.
Samanyolu Haber, 16.04.2010

KİLİSEYİ YIKIP OKUL YAPTILAR

 

 

Havran’ın en güzel köylerinden biri olan Çamdibi (Şekveren) Köyü'nde bulunan ilkokulun Edremit ve Havran’da bulunan kiliselerden sökülen malzemelerden yapıldığı öğrenildi.

 

1922 yılında başlayan yapım çalışmaları sonrasında, 1924 yılında öğretime açılan okulun Binbaşı Kara Sadık bey tarafından yapıldığı kayıtlarda yer alıyor.

 

Okulumuzun merdivenlerinde kullanılan taşlarla, merdiven başlıklarındaki sütunlar ve okul giriş kapısının mermer kasasının  Havran Kilisesi’nden getirildiği,  Okul salonunda bulunan  mermer oymalı aynanın ise  Havran Kilisesi’ne ait olduğu Havran tarihi kitabında yer aldı. 

 

Okulun yapım çalışmaları sırasında Edremit ve Havran’da bulunan kiliseleri yıkarak işe yarar malzemelerin kullanıldığı Havran’ın en eski okulu olan Çamdibi köy okulunda Edremit Kilisesinden getirilen iki mermer aslan’ın okul girişinde bulunan bahçe merdivenlerinin iki yanını süslemekteyken bir gece operasyonu ile çalındığı ve uzun yıllar aranmasına karşın bulunamadığı belirtildi.

Körfezin Sesi, 16.04.2010

YAPIM İÇİN ÇİVİ ÇAKAMAYANLAR YIKIM İÇİN TARİHE ÇİVİ ÇAKIYOR





Sağlam kalmış muhteşem taç kapısı ile Sivas’ın ve Anadolu’nun en ünlü yapıları arasında yer alan ve 1271 yılında yapılan Buruciye Medresesi tam anlamıyla bir tarih ve turizm ayıbı yaşanıyor.
Medresenin eşsiz taç kapısındaki el işlemesi taşlara çakılan onlarca çivi tarihi yapıya büyük zarar verirken, Sivas elindeki eserlere sahip çıkma konusunda gösterdiği duyarsızlığını devam ettiriyor.
2005 yılında da restorasyona alınan ve yapılan son restoresi birçok kişi tarafından eleştirilen medresede sağlam kalmış taç kapıya afiş ve ilan asmak için çakıldığı tahmin edilen onlarca büyük çivi sanatseverleri de derinden üzüyor.


Şu an Sivas Valiliği'ne bağlı olarak el sanatları merkezi olarak kullanılan ve içerisinde çay bahçesi olan medresede hemen hemen her ay çeşitli etkinlikler düzenlenirken, dünde Turizm Haftası resepsiyonu yapıldı.


Her yıl yerli yabancı binlerce turistin hayran olduğu tarihi medresenin kapısındaki tarih ayıbı da dikkatli vatandaşların gözünden kaçmadı. Muhteşem taç kapıya çakılan onlarca çiviyi gören vatandaşlar tepkilerini dile getirmekten geri kalmadı.


Sivas'ta 1271 yılında Anadolu Selçukluları döneminde yaptırılan Buruciye Medresesi, 2005 yılında başlatılan onarım çalışmalarının ardından kültür ve el sanatları merkezine dönüştürülmüş, 28 Şubat 2006’da dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un da katıldığı bir törenle hizmete açılmıştı.


Buruciye Medresesi'nde Sivas Valiliği tarafından başlatılan onarım faaliyetleri kapsamında temel güçlendirme ve drenaj çalışması yapılmış, özgün revak döşeme seviyeleri belirlenerek, ortaya çıkan verilere göre belirlenen döşeme seviyesinde taş kaplaması yapılan eserin dış ve yan cephe duvarlarının boşalmış kesimleri mevcut örgüye uygun olarak moloz taş örgüyle takviye edilmişti.


1271 yılında Selçuklu Sultanı III. Giyaseddin Keyhüsrev döneminde yapılan medrese Hamedan (İran) yakınlarındaki Burucerd’den gelme Muzaffer Burucerdi; fizik, kimya, astronomi öğretimi amacıyla yaptırılmıştır. Mimarı belli olmayan yapı, Anadolu’da simetrisi en düzgün medrese planına sahiptir. Açık avlulu medrese, kesme taştan örülmüştür. Dört eyvanlı ve iki katlı olan Buruciye Medresesi, dışa taşkın taç kapsının yanındaki mukarnaslı iki penceresi ve köşelerdeki yivli kuleleriyle uyumlu öğelerden oluşan çok düzenli bir görünüm taşımaktadır.

Sivas Hürdoğan, 16.04.2010

ZEİD'İN TABLOSU REKOR KIRDI

 

 

Sotheby's müzayede evinde, Türk çağdaş sanat eserleri satıldı. Müzayede evinin İngiltere'nin başkenti Londra'daki şubesinde bu yıl ikincisi yapılan açık artırmada yaklaşık 2,5 milyon sterlin (yaklaşık 5,7 milyon TL) gelir elde edildi.

 

65 Türk sanatçının 101 eserinin satıldığı açık artırmada, rekor fiyatla satılan eser Fahrelnissa Zeid'in isimsiz tablosu oldu.

20. yüzyıl çağdaş Türk sanatının en önemli kadın ressamlarından biri olarak kabul edilen Zeid'in 1954 tarihli tablosu, 657.250 sterline (yaklaşık 1 milyon 511 bin TL) alıcı buldu. Tablonun, 300 ila 500 bin sterline satılması bekleniyordu.

Müzayedede yüksek fiyata satılan bir diğer eser ise, 35 bin ila 45 bin sterline satılması beklenen, Taner Ceylan'ın "1881" isimli tablosu oldu.

Ceylan'ın yağlı boya tablosu, 121.250 sterline (yaklaşık 278 bin TL) alıcı buldu. Müzayedede ayrıca, Haluk Akakçe, Bedri Baykam, Abidin Elderoğlu, Şükran Moral, Erol Akyavaş, Mübin Orhon, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Komet, Burhan Doğançay, Neşe Erdok, Canan Tolon gibi sanatçıların eserleri satıldı.

Geçen yıl yine Sotheby's müzayede evinde ilki yapılan Türk çağdaş sanatı açık artırmasında, 1,3 milyon sterlin gelir elde edilmişti.

Cnn Türk, 16.04.2010

İSTANBUL'UN İLK AVM'Sİ İMÇ YIKILMAYACAK

 

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, İstanbul'un ilk alışveriş merkezi İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) bloklarının yıkılmasını öngören Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı Nazım ve Uygulama İmar Planları'nı iptal eden Danıştay 6. Dairesi'nin kararını onadı. İstanbul Büyükşehir ve Eminönü belediye başkanlıkları, iptal kararını temyiz ederek, bozulmasını istemişti. İstanbul Valisi General Refik Tulga tarafından 1961 yılında temeli atılan çarşının birinci kısmı 1967, ikinci kısmı ise 1968 yılında inşa edildi. Yaklaşık 10 bin kişinin çalıştığı ve 6 bloktan oluşan çarşıda, 2 bin 300 iş yeri bulunuyor. Ayrıca, "Plakçılar Çarşısı'' faaliyet gösteriyor

Sabah, 16.04.2010

TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK ETNOGRAFYA MÜZESİ ISPARTA'YA YAPILACAK

 

Isparta'da kurulacak ve içerisinde 3 bin 500 kilimin bulunacağı Türkiye'nin en büyük etnografya müzesinin ihalesi yapıldı. Isparta Belediye Başkanı Yusuf Ziya Günaydın, ihale işlemleri tamamlanan müzenin Isparta'nın tanıtımına ciddi katkı sağlayacağına inandığını kaydetti.

 

Isparta'nın turizm açısından ciddi bir potansiyele sahip olduğunu ancak, tanıtım noktasında eksiklikler olduğunu belirten Günaydın, "Isparta olarak turizmde yol almak istiyorsak tanıtıma büyük önem vermemiz gerekmektedir. Turizm açısından Isparta'mızın her şeyi var. Hem doğal güzelliği hem de kültürel zenginlikleri ile büyük bir kaynak durumunda. Şu anda ihaleleri tamamlanmış olan etnografya müzesini en kısa sürede kurmak için çalışmalarımız sürüyor." dedi.

Türkiye'de 600'ün üzerinde kilim bulunan bir etnografya müzesi olmadığını ifade eden Günaydın, kuracakları müzede 3 bin 500 kilimin yer alacağını açıkladı.

 

Günaydın, "Bilindiği gibi kilim bizim kültürümüzü yansıtan en büyük örneklerden bir tanesidir. Kuracağımız bu müze ile de çeşitli dallarda araştırmaların yapılabileceğine hatta kitaplar oluşturulacağına inanıyorum." diye konuştu.

 

Şehrin güzelleşmesi için kent meydanları oluşturmaya çalıştıklarını anlatan Günaydın, bazı caddeleri taşıt trafiğine kapatarak gürültüsüz ve egzoz dumanından uzakta insanlarını alışveriş yapabilecekleri mekanlar oluşturmayı hedeflediklerini dile getirdi.

 

Günaydın, şunları söyledi: "Bunlarla birlikte kendi kültürümüzü gün yüzüne çıkaracak olan Gökçay mevkiinde tarih yolunu yeniden düzenlemeyi hedefliyoruz. Burada da tarihimiz ve kültürümüz buram buram kokacak."

Zaman, 16.04.2010

TARİHİ KOLEJE RESTORASYON

 

Amasya'nın Merzifon İlçesi'nde 1863 yılında kurulan, halk dilinde "Amerikan Koleji" olarak bilinen kampüsün içerisinde bulunan ve 1905 yılında inşa edilip 1921 yılına kadar kullanıldıktan sonra uzun bir süre atıl vaziyette kalan Amerikan Hastanesi'nin Bilişim Lisesi olarak tekrar hizmete girmesi amacıyla sürdürülen restorasyon çalışmaları hızla sürüyor.

 

Merzifon Belediyesi'nin girişimleri neticesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon çalışmalarının başlatıldığı binada incelemelerde bulunan Amasya Valisi Halil İbrahim Daşöz, AK Parti Amasya Milletvekili Akif Gülle, Merzifon Kaymakamı Kazım Tekin ve Merzifon Belediye Başkanı M. Kadri Aydınlı, sürdürülen çalışmalar hakkında mimar Ali Kamil Yalçın'dan bilgiler aldılar.

 

Merzifon Belediye Başkanı M. Kadri Aydınlı, yıllardır atıl durumda olan tarihi binanın onarımının tamamlanmasının ardından 17 derslikli Bilişim Lisesi olarak kullanılacağını ve Ağustos 2010'da hizmete girmesinin planlandığını kaydetti.

Amasya Kent Haber, 15.04.2010

ISPARTA'DAKİ KAZILARDA ROMA DÖNEMİNE AİT MİL TAŞI BULUNDU

 

Isparta Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Kılıç, Gönen İlçesi civarındaki kazılarda Roma döneminde yön bulmaya yarayan iki adet mil taşı bulunduğunu söyledi.

 

Prof.Dr. Thomas Drew-Bear'ın yaptığı yüzey çalışmaları sırasında bulduğu taşların Isparta Müzesi'ne getirildiğini ifade eden Kılıç, "Mil taşı, Roma döneminde yollara dikilen, yolun yönünü ve merkeze uzaklığı gösteren taşlara denir. Kilometre taşı olarak kullanılan bu taşlar yuvarlak formludur. Bazı Roma Mil Taşlarının üzerinde dönemin Roma imparatorunun ve yöneticilerinin isimleri yazılıdır" dedi.
 

Mil taşlarından birinde Gönen'in antik isminin Conanens olarak geçtiğini ve bunun çok önemli bir veri olduğunu kaydeden Kılınç, taşlardan birisinin hala toprakta gömülü olduğunu, en kısa sürede çıkartılarak müzeye getirileceğini belirtti.

Turizm Gazetesi, 15.04.2010

İSTANBUL'DAKİ MÜZELERDE YAZ SAATİ

 

İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, Arkeoloji Müzeleri ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin yaz mesai saatleri bugünden itibaren 09:00-19:00 olarak düzenlendi.

 

İstanbul Rehberler Odası'nın talebi doğrultusunda yapılan yeni düzenlenmenin diğer illerdeki müze mesai saatlerinde de geçerli olması bekleniyor. İRO, üyelerine yönelik yaptığı açıklamada, "Diğer iller için de, müze mesai saatlerinin ileriye alınması talebinde bulunduk, gelişmeler oldukça sizleri bilgilendireceğiz." dedi.

Turizm Habercisi, 15.04.2010

YÖRÜK VE TÜRKMEN KÜLTÜRÜ BU MERKEZDE YAŞATILACAK

 

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Tahtakale`de restorasyonu süren 150 yıllık sivil mimari örneği yapının, Yörük ve Türkmen kültürünün yaşatılacağı bir merkez haline geleceğini söyledi.

 

Başkan Recep Altepe, Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ettirilen binada DAĞDER Başkanı Erkan Aydın ile birlikte incelemelerde bulundu. Mülkiyeti Orhaneli Keles Büyükorhan Harmancık Yardımlaşma ve Kültür Derneği`ne (DAĞDER) ait olan binanın, çalışmalar bittiğinde bölgeye büyük değer katacağını söyleyen Altepe, Büyükşehir Belediyesi Projeler Koordinatörü Aziz Elbas`tan çalışmalar hakkında bilgi aldı.


DAĞDER Kültür Merkezi olarak faaliyet gösterecek olan binadaki çalışmaların yaz aylarına kadar önemli ölçüde tamamlanacağını belirten Altepe, tarihi ve kültürel mirasın ayağa kaldırılması yönündeki çalışmaların sadece kent merkezinde değil, merkeze bağlı ilçelerde de hızla sürdüğünü ifade etti. Başkan Altepe, “Kentin ortak değeri olan sivil mimarlık örneği yapıların restorasyonuna da büyük önem veriyoruz. Restorasyonu devam eden DAĞDER Kültür Merkezi bunlardan sadece biri. Çalışmalar tamamlandığında Yörük ve Türkmen kültürü kentin en merkezi yerlerinden biri olan Tahtakale`de yaşatılacak” dedi.

Bursa Olay, 15.04.2010

DİNLERİ FARKLI AMA DUA MEKANLARI AYNI





Malatya merkeze bağlı Çamurlu Köyü'nün Venk mezrasında Osmanlı döneminden kalma Ermeni manastırının bitişiğinde bir de yatır bulunuyor.


Çamurlu Köyü muhtarı Bayram Polatbaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, manastırın da türbenin de ziyaretçileri olduğunu, insanların farklı dinlere mensup olsalar da aynı yerde dua ettiğini belirtti.
 

Zaman içerisinde tahrip olan manastırın restorasyonu için gayrimüslim bir doktor arkadaşıyla Vakıflar Bölge Müdürlüğüne başvurduklarını ifade eden Polatbaş, Vakıflar Bölge Müdürlüğünün ''Aslına uygun ve çevre düzeni dahil olmak üzere yapımı üstlenilecekse restorasyonu uygundur'' kararı aldığını söyledi.
 

Restorasyon bedelinin karşılanabilmesi için Ermeni cemaatinden destek beklediklerini ancak cemaatin kaynakları bulunmadığını söylediğini ifade etti. Polatbaş, şöyle konuştu: ''Manastır çok eski bir yapı olduğundan tarihi hakkında bilgi sahibi değiliz. Türbenin yapımı daha yeni. Her yıl manastırı ziyaret etmek için buraya çok sayıda gayrimüslim ve Ermeni vatandaş gelir. Büyük ölçüde tahrip olan manastırı gezen vatandaşlar dua ederek ayrılır. Çoğu zaman türbeye yapılan ziyaretlerle manastıra yapılan ziyaretler çakışır. Bir Müslüman olarak, burada bulunan bu değerli yapının tahrip olmasını içime sindiremiyorum. Bu konuda Malatya'da görev yapan gayrimüslim bir doktor arkadaşımla Vakıflar Bölge Müdürlüğüne müracaat ederek restorasyon için izin çıkarılmasını istedik. Vakıflar Bölge Müdürlüğünden izin çıktı ancak bunun için gerekli maddi destek alınamayınca şimdilik restorasyon işini askıya aldık.''
 

Polatbaş, yatırın yapıldığı tarihle ilgili bilgiye sahip olmadıklarını ifade ederek, ''Çok eskiden burada yaşayan bir kişi orada şifa bulduğu için oranın ziyaret yeri olduğunu iddia ederek kubbe yaptırmış. O günden sonra burada insanlar dilek tutmayla başlamış. Bu bölgeden ve köyden çok sayıda kişi burada dua ediyor ve dilek tutuyor'' dedi.
    
Malatya Kültür ve Turizm Müdürü Bahaettin Kabahasanoğlu da Venk'teki manastırın tarihinin tam olarak bilinmediğini ancak kitabesinden elde edilen bilgilere göre, Osmanlı dönemine ait olduğu ve Kirkor Savoriç adında bir Ermeni tarafından yaptırıldığının anlaşıldığını söyledi.
 

Muhtar Polatbaş'ın kendilerine başvurarak, manastırın restorasyona kadar koruma altına alınmasını talep ettiğini ifade eden Kabahasanoğlu, ''Restorasyon için prosedür, bize yapılan müracaatın Sivas Koruma Kuruluna iletilmesi şeklinde işler. Koruma kurulundan çıkan onayla restorasyon başlar. Bunun dışında hiçbir şekilde esere müdahale etmek mümkün değil. Koruma kuruluna restorasyon için şu an için müracaatta bulunulmadı.''
 

Malatya Müftüsü Hacı Yusuf Gül ise ''Yatırdan, taştan veya topraktan değil Allah'tan dilenilmesi gerekir. Talepler aynı yere ise ve ibadetin kabulü için dua ediliyorsa mekanın önemi yok'' dedi.
 

Venk mezrasında sözleşmeli imamlık yapan Yakup Başlı, köye atandıktan sonra manastırın yanında bulunan yatırın tarihiyle ilgili bilgi edinmeye çalıştığını ancak köylülerden hiçbirinin bu konuda bilgi sahibi olmadığını gördüğünü belirterek, ''Buraya Ermeni vatandaşlar da geliyor. Onlarla da zaman zaman sohbet ederek tarih hakkında bilgi almaya çalışıyorum. Ancak çok net bilgiler yok. Burada insanlar dua ediyor ve ayrılıyor'' diye konuştu

Malatya Aktüel, Haber: Ensar Özdemir, 15.04.2010

MURAD HÜDAVENDİGAR'A YAKIŞTI

 

 

Osmanlı sultanlarının üçüncüsü Kosova fatihi I. Murat Hüdavendigar`ın türbesinde restorasyon çalışmaları tamamlandı.

 

Bursa Valiliği İl Özel İdaresi tarafından 1 yıldır sürdürülen çalışmalar sonuçlandı. Bursa`ya gelen yerli ve yabancı turistlerin ilginç mimari yapısı nedeniyle uğrak yeri olan Çekirge`deki Murad-ı Hüdavendigar Kulliyesi`nin parçası olan türbede köklü çalışmalar yapıldı.


Türbenin kubbe ve tonozlarındaki kurşun kaplamalar yenilendi. Bütün duvarlar boyanırken, türbenin zemin döşemesi kaldırılarak dış sıva raspa edilip yeniden sıva ve boya yapıldı. Altın varaklı yerler yeniden elden geçirilirken, orijinalinde olduğu gibi yenilendi. Revak ve ana giriş kapıları, bütün pencere doğramalarının da değiştirildiği türbe içindeki mihrapta ve kemer içlerindeki kalem işleri onarımı yapıldı.


Türbenin restorasyonu 78 bin liraya mal olurken, bahçe düzenlemesi Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılıyor.

Bursa Olay, 15.04.2010

HASANKEYF'TEN ÇIKARILAN ESERLER BATMAN MÜZESİ'NE

 

Ilısu Barajı altında kalacak olan antik kent Hasankeyf'te yapılan arkeolojik kurtarma kazılarında ortaya çıkan tarihi eserler Batman Müzesi'nde sergilenmek üzere onarılıyor.

 

Edinilen bilgiye göre, arkeolojik kurtarma kazısından elde edilen tarihi eserler daha önce Batman'da müze bulunmaması nedeniyle Mardin'e gönderilirken, Batman Müzesi'nin kurulması kararının ardından burada sergilenmek üzere hazırlanıyor.

 

Henüz kuruluş aşamasında olan müzede sergilenecek olan eserlerin onarımı için Hasankeyf kazı evinde hummalı bir çalışma yürütülüyor. Antik kentte yapılan kazılarda bulunan ve Mardin Müzesi'ne gönderilmeyen 130 eserin bakım ve onarımı da sürüyor. Kazı evinde görev alan 5 restoratör, seramik ve metallerden oluşan eserler kontrol edilerek onarılıyor.

 

Çalışmalara ilişkin bilgi veren Hasankeyf Kazı Başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü Abdusselam Uluçam, Batman'da kurulan müzeyi Hasankeyf'te bulunan eserlerle zenginleştirmeyi amaçladıklarını kaydetti

Batman Gazetesi, 15.04.2010

HAZİNELER BAKIMA GİRİYOR

 

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen ve 450 parçadan oluşan Karun Hazineleri'nin en değerli parçalarından 170'inin, korozyona (aşınma) uğradığı için bakıma alınacağı bildirildi.

Uşak Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından oluşturulan ve içerisinde arkeologların bulunduğu bir heyetin, önceki yıllarda Uşak Arkeoloji Müzesi'ne gelerek, Karun Hazineleri'ni oluşturan toplam 450 parça eseri tek tek incelediğini, eserlerin bir bölümünde korozyon tespit ettiğini söyledi.

Heyetin raporu doğrultusunda hasar gören tarihi eserlerin bakımlarının yapılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın çalışma başlattığını ifade eden Arıtürk, şu bilgileri verdi:

''Karun Hazineleri, MÖ 560-546 yılları arasında yaşayan Lidya kralı Kroisos (Karun) dönemine ait. Uşak'ın 25 kilometre batısındaki Güre beldesi yakınlarında 1960'lı yıllarda bulunan hazineler, yurt dışına kaçırılmıştı. ABD'deki New York Metropolitan Müzesi'nde sergilenen eserler, 1987 yılında başlatılan hukuk mücadelesi sonucu 1993 yılında Türkiye'ye getirildi.''

Arıtürk, Karun Hazineleri'nin 450 parçadan oluştuğunu, bunların 363'ünün ABD'den getirildiğini, 87'sinin ise Uşak'ta yapılan kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkarıldığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Metropolitan Müzesi'nde eserler sergilenmeden önce uzmanlar tarafından çeşitli tekniklerde temizlenmiş ve bazı kimyevi maddeler ile parlatılmış. Eserler ülkemize getirildikten sonra 3 yıl Anadolu Medeniyetler Müzesi'nde sergilendi, daha sonra Uşak Arkeoloji Müzesi'ne getirildi. Sergileme sırasında gerek zemindeki bez (çuha), gerek aydınlatma sistemi, gerek ortamdaki değişik olumsuzluklar yüzünden ABD'den getirilen eserlerin 170'inde bozulma meydana gelmiş. Bu eserler altın, gümüş ve bakır alaşımlı. Bozulmaları çok doğal. Bozulan bu 170 parça eser bakım için Anadolu Medeniyetler Müzesi'ne götürülecek. Orada uzman ekip tarafından bakımdan geçirilip tekrar ilimize gelecek. Bizim bulduğumuz 87 parça tarihi eserde herhangi bir bozulma söz konusu değil.''

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde 45 bin 400 tarihi eserin bulunduğunu, bu eserlerin büyük bölümünün yer sıkıntısı yüzünden sergilenemediğini anlatan Arıtürk, Müzeler Kompleksi Projesi ile Uşak'a yeni bir Arkeoloji Müzesi kazandıracaklarını söyledi.

Arıtürk, tarihi eserlerin çağdaş bir ortamda sergileneceğini belirterek, ''Müzeler Kompleksi Projesi ile ilgili avam proje, Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandı. Uygulama projesi ile ilgili çalışma sürüyor. Arkeoloji Müzesi yapıldıktan sonra projede bulunan diğer binalar için çalışma başlatılacak'' dedi.

Korozyona uğrayan tarihi eserlerin büyük bölümü, gümüş ve bronzdan yapılmış günlük yaşamda kullanılan eşya ile süs eşyasından oluşuyor. Bazı eserlerin küflendiği ve üzerlerinde karartıların oluştuğu dikkat çekiyor.

Yetkililer, eserlerin bozulmaya uğramaması için aydınlatma sisteminin değiştirilmesi ve ahşap yapılarda sergilenmemesi gerektiğini dile getiriyorlar.

Gerçek Gündem, Haber: Soner Kılınç, 15.04.2010

SARAY BÖCEKLERİNE ÖDENEK YETMEDİ

 

 

Beylerbeyi Sarayı, Yıldız Şale Köşkü ve Küçüksu Kasrı'ndaki mobilyalar böceklerden arındırıldı. Sıra Dolmabahçe'ye geldiğinde ödenek bitti. Dolmabahçe Sarayı'nın ilaçlanması için 1 milyon lira gerekiyor!

Ankara Üniversitesi (AÜ) Ziraat Fakültesi ile TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nın ortaklaşa yürüttüğü proje ile İstanbul'da bulunan bazı milli saray ve köşklerdeki ahşap objeler ve mobilyalar, yıllar içinde oluşan böceklerden arındırıldı. Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) desteğiyle yaklaşık 1 milyon 200 bin TL'ye mal olan proje ile Beylerbeyi Sarayı, Yıldız Şale Köşkü, Küçüksu Kasrı'ndaki böcekler temizlendi. Proje hakkında bilgi veren AÜ Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Entomoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mevlüt Emekçi, 2004 yılında Küçüksu Kasrı (10 bin metreküp), 2005 yılında Yıldız Şale Köşkü (60 bin metreküp) ve 2008 yılında Beylerbeyi Sarayı'nın böceklerden arındırıldığını, 75 bin metreküplük Beylerbeyi Sarayı'nda Avrupa'da bu alanda yapılan en büyük uygulamanın gerçekleştirildiğini belirtti.

 

Proje başlamadan önce uygulamanın İngiltere'de bazı firmalara teklif edildiğini dile getiren Emekçi, "O dönemde sadece bir uygulama için 2 milyon pound istemişler. Biz o kadar yer yaptık harcadığımız para 1 milyon 200 bin TL. Yaptığımız yerlerden şu ana kadar şikayet gelmedi" dedi. Emekçi, projeye başladıklarında saraylardaki bütün mobilyalar ile yer ve duvar kaplamalarının böcekler tarafından delik deşik hale getirildiğini anlattı. Emekçi'nin verdiği bilgiye göre, Dolmabahçe Sarayı da ilaçlama projesine dahildi. Ancak sıra buraya geldiğinde ödenek bitti. Para olmadığı için Dolmabahçe Sarayı, böceklerden arındırılamadı.
453 bin metreküp hacme sahip Dolmabahçe Sarayı'nın diğer yapılarla kıyaslanmayacak kadar büyük olduğunu anlatan Prof. Mevlüt Emekçi, "Dünyadaki en büyük uygulama olur. Kaba bir hesapla 1 milyon TL. Bu da sarf malzemesi için. Her şey hazır ama sülfüril florit gazı yurt dışından geldiği için çok pahalı bir gaz. Ona yönelik bir masrafımız olacak" diye konuştu.

Habertürk, 15.04.2010

ANKARA'DAN KÖŞKLERİ İSTEDİ

 

 

Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı, ilçesinde yıllardır atıl vaziyette duran De Jongh Malikanesi ile Forbes Köşkü'nü Ankara'dan istedi. Eski Sağlık Meslek Lisesi binası olan De Jongh Köşkü'nü engelli merkezi, yaşlı bakımevi ve ilçe kütüphanesi yapmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'ndan isteyen Tatı, Buca Devlet Hastanesi bahçesinde bulunan Forbes Köşkü'nü de sağlık lokali ya da kent kütüphanesi yapmak amacıyla Maliye Bakanlığı'ndan talep etti.


Her iki eseri de Buca'ya kazandırmak istediklerini belirten Tatı, "Bu tarihi zenginliklerimiz gözümüzün önünde çürüyüp gidiyor. Belediye olarak bu köşkleri onararak yaşatmayı ve halkın kullanıma açmayı istiyoruz" dedi.

Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'na resmi yazı gönderen Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı, 45 dönümlük alan üzerinde bulunan malikane ve derslik binalarını restore ederek engelli merkezi, yaşlı bakım evi ve ilçe kütüphanesi yapmak istediklerini belirtti. Daha sonra Buca Devlet Hastanesi bahçesinde bulunan ve ilçenin tarihinde önemli bir yere sahip olan Forbes Ailesi'nin yaşadığı Forbes Köşkü'nün tahsisi için de Maliye Bakanlığı'na müracaat etti. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsis edilen, ancak yıllardır onarılmayan köşkün tahsisini talep eden Buca Belediyesi, gerekli onarım ve restorasyonu yapmaya hazır olduklarını dile getirdi.


Tatı, "Buca için simge haline gelen Forbes Köşkü'nün bu halde bekletilmesi içimizi acıtıyor. Bu kültür enkazını kaldırmak ve Bucalıların kullanımına sunmak istiyoruz. Yapıyı hastane ile örtüşecek sağlık lokali ya da kent kütüphanesi yapmak istiyoruz. Bu konuda gereken desteğin verilmesini bekliyoruz" şeklinde konuştu.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 15.04.2010

GÖZLÜKULE HÖYÜĞÜ'NDE YANGIN

 

Mersin'in Tarsus İlçesi'ndeki Gözlükule Höyüğü'nde henüz bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı.

 

Çevrede oturan vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine itfaiye ekipleri gelerek yangına müdahale etti.

 

Ekipler, alevleri ağaçlara sıçramadan söndürdü. Yangının çıkış sebebinin tespiti için çalışma başlatıldı.

Mersin Kent Haber, 15.04.2010

TARİHİ ESERLER İÇİN İŞBİRLİĞİ

 

Niğde Belediyesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol ile il genelindeki tarihi eserlerin bakım ve onarımı yapılacak.

 

Niğde’ye gelen Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Niğde Belediye Başkanı Faruk Akdoğan’ı ziyaret etti. Sıcak bir ortamda geçen ziyaretin ardından Başkan Akdoğan’la birlikte Esenbey ve Kesikbaş Türbeleri ile Sıralı Camii ve Akmedrese’yi inceleyen Yusuf Beyazıt, tarihi eserlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için Niğde Belediyesi ile işbirliği yapma kararı aldı.

 

Yapılan incelemelerden Niğde’nin yararına önemli sonuçlar çıktığını belirten Başkan Akdoğan, “Vakıflar Genel Müdürümüz ile birlikte yaptığımız incelemeler neticesinde, başta Esenbey Türbesinin yeniden izolasyonunun yapılıp çevre düzenlemesinin gerçekleştirilmesi, Sırali Camii’nin doğu tarafına bir şadırvan yapılması ve önündeki eski çeşmenin olduğu yerlerin yıkılarak caminin yeniden restore edilmesi, Kesikbaş Türbesinin yeniden restorasyon yapılarak çevresinin düzenlenmesi, Akmedrese’nin hem taşlar hem de eski halılar müzesi haline getirilmesi konusu görüşüldü. Bununla ilgili olarak içerisinin bazı tarihi eserlerle doldurularak, orta alandaki boşluğunda, tiyatro ve sergi yeri yapılabilmesi için belediyemize tahsis edilmesi ile ilgili Genel Müdürümüz ve Bölge Müdürü Sayın Ali Veral ile birlikte bir inceleme gerçekleştirdik. Sayın Beyazıt’ın ifadesine göre, bu incelemelerin 10 milyon lira civarında maliyetinin olduğu belirtildi. Kale ile ilgili belediye olarak çalışmamız devam ediyor. Bununla ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığına sunumda bulunduk. Neticesinin olumlu olacağını düşünüyorum. Artık süreç başlamıştır. Bizim isteğimiz en kısa sürede yapılmasıdır” şeklinde konuştu.

Niğde Kent Haber, 15.04.2010

MAHMUT NEDİM KONAĞI MÜZE OLACAK

 

 

Şanlıurfa İl Genel Meclisi 2009, yılında onarımı bitirilen Mahmut Nedim Konağı'na işlev kazandırmak için harekete geçti. Konak, Şanlıurfa İl Genel Meclis Başkanı Mehmet Uğur Beyazgül tarafından Turizm ve Kültür Komisyonu'na havale edilmişti.

 

Meclisi Başkanı Mehmet Uğur Beyazgül, İl Genel Meclisi'nin 05 Mart 2010 tarih ve 87 sayılı kararı gereğince Mülkiyeti İl Özel İdaresi'ne ait Merkez Atatürk Mahallesi Mahmut Nedim Konağı'nın incelenmesi gerektiğini belirtti.

 

Beyazgül, "Harran Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Şanlıurfa Müzik Korosu ile görüşmeler yapıldı. Bu yerde yapılan incelemede tahsis edilmesi uygun görülmüştür. Konağın ikinci katının Şanlıurfa Kurtuluş Müzesi Teşhir Salonu olarak kullanılması, konağın alt katının halen boş ve atıl durumda olduğundan Şanlıurfa Türk Halk Müziği Korosu Müdürlüğüne yapılacak protokol hükümleri dahilinde tahsisinin yapılması, konağın orta avlusunun Şanlıurfa'da yaşamış sanatçılara ait Müzik Müzesi olarak tahsisinin yapılması, konağın dış kısmında bulunan avlunun da Mutfak Müzesi olarak kullanılmasını yüce Meclisin bilgi ve takdirlerine bıraktık. Şanlıurfa'mızda halkımızın kültürel aktivitelerini yerine getirebilecek nezih ortamların daha işlevsel hale getirilmesi için çalışmalar devam edecektir. Özellikle Mahmut Nedim Konağına Özel İdare tarafından önemli miktarda kaynak aktarımı yapılarak onarıldı. Fakat Mahmut Nedim Konağının tam manasıyla faydalanacağı bir fonksiyona kavuşmadı. Bu alanlarda Özel İdaremize bu yerlerin tabii ve tarihi dokusunu bozmayacak bir çalışmanın yapılması için yetkililer nezdinde girişimlerde bulunacağız" dedi.

Şanlıurfa Kent Haber, 15.04.2010

TARİHİ KİLİSE BAKIMSIZLIKTAN YOK OLUYOR

 

     

 

Bingöl'ün Yedisu İlçesi'nde bulunan ve yapım tarihi bilinmeyen Arnes Kilisesi, ilgisizlik ve bakımsızlıktan yok oluyor.

 

İlçeye bağlı Güzgüllü Köyü'nde bulunan tarihi Arnes Kilisesi'nin korumaya alınması gerektiğini belirten köylüler, yetkililerden yardım beklediklerini söyledi. Güzgüllü Köyü sakinleri, özellikle son dönemlerde define avcıları tarafından yapılan kazılarla kilisenin tahrip edildiğini belirtti. Köy sakinleri, "Bölgemizde bulunan nadir tarihi yapılardan biri Arnes Kilisesi'dir. Bu kilisenin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Tarihi yapı koruma altına alınmadığı için her geçen gün gözlerimizin önünde yok oluyor. Define avcıları tarafından sürekli kazıların yapıldığı kilisenin sağlam kalan birkaç duvarı da çökmek üzere. Kazılardan dolayı birçok yerde göçük meydana geldi. Sağlam kalan duvarlar da her an yıkılabilir. Yetkililerden bu tarihi yapının koruma altına alınıp, tadilatını yapmasını bekliyoruz" ifadelerini kullandı.

Bingöl Kent Haber, 14.04.2010



TARİHİ HAMAMDI, ŞİMDİ BİR AHIR





2. Abdülhamid döneminde yaptırılan ve yaklaşık 10 yıldır ahır olarak kullanılan tarihi hamam turizme kazandırılmayı bekliyor.

 

İlçe sakinlerinden Fikret Gürkan, eski adı ''Hamidiye'' olan Bünyan'ın ilçe olmasında büyük dedeleri 'Hayret Ağa'nın önemli rol oynadığını söyledi. Bünyan'ın 1895 yılında ilçe olmasının ardından kaymakamlığa Mukbil Bey'in atandığını ifade eden Gürkan, şunları anlattı:

''Bünyan'ın ilk kaymakamı olan Mukbil Bey, ilçeye geldikten sonra ilk olarak bu hamamı ve minaresi olmayan Ulu Camii'nin minaresini yaptırmış. Hamam öyle bir yere yapılmış ki 3 farklı mahalleden yolu var. Hamama gelen kadınlar ve erkekler yolda birbirlerini dahi görmezlermiş. Samanla ısıtılan hamam 1960 yılına kadar da hizmet vermiş, ancak, bugün atıl durumda. Şuan mülkiyeti Girgin ailesine ait ve yaklaşık 70 mirasçısı var.''

 

Camii Cedit Mahallesi Muhtarı Mehmet Cura da tarihi hamamın bakımsızlık nedeniyle adeta harabeye döndüğünü kaydetti. İlgililerden hamamın restore ettirilerek turizme kazandırılmasını istediklerini dile getiren Cura, ''Hamamın mülkiyeti Mevlüt ve Şevket Girgin'in varislerine ait, ancak kaderine terk edilmiş durumda. Yaklaşık 10 yıldır da ahır olarak kullanılıyor. Bu durum Bünyan'a da yakışmıyor. Belediye Başkanımız konu ile ilgileniyor. İnşallah burası en kısa zamanda eski güzelliğine kavuşacak'' diye konuştu.

 

Bünyan Belediye Başkanı Mehmet Özmen ise tarihi hamamın çevresini imara açarak görüntü kirliliğini ortadan kaldırdıklarını belirtti. Bu sayede harabe evlerin kalıntılarının ortadan kaldırıldığını ve yeni yapılaşmaların başladığını vurgulayan Özmen, şöyle devam etti:

''Şu an hamamın içerisinde olumsuz bir durum var. Bazı vatandaşlar burada büyükbaş hayvan besliyor. Bunun için izin alınmamış, kira da ödenmiyor. Çoğunluğu başka illerde olan yaklaşık 70 mirasçısı bulunan hamam belediyemize devredilirse restore ettirerek yeniden hizmete açmayı ya da eğitim müzesine dönüştürmeyi düşünüyoruz. Bunu zaman gösterecek.''

Ntvmsnbc, 14.04.2010

ZAMANA DİRENEN TARİHİ BİNA İLGİ BEKLİYOR

 

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk`ün 29 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'ne gerçekleştirdiği ziyaret sırasında konakladığı tarihi ev Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yardım bekliyor.

 

Taşköprü Atilla Ateş Parkı yanında bulunan ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşı olan tarihi konağın 20. yüzyılın başlarında yapıldığı tahmin ediliyor. Ankara`da yaşayan Canpolat ailesinin sahip olduğu konağın geçtiğimiz aylarda projesinin yapılarak kurula verildiği ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan da inşaat yardımı beklediği belirtildi.

 

Atatürk`ün konaklaması itibari ve ilçedeki konumu durumuyla tarihi konağın restore edilmesi ihalesi tamamlanan Delibeyoğlu Konağı ile birlikte Taşköprü turizmi açısından büyük önem arz ediyor.

Kastamonu Postası, 14.04.2010

EFSANEVİ ROMA ANTİK KENTİ, KIBRIS'TA YÜKSELİYOR





Kıbrıs’ın asırlar boyu birçok farklı medeniyete ev sahipli yaptığı biliniyor. Medeniyetlerin Kıbrıs’ta bırakmış oldukları mirasların bir kısmı 21. yüzyılda yok olmuş bir kısmı ise keşfedilmeyi bekleyen hazineler gibi yer altında saklanıyor.

 

Kıbrıs’ın Gazimağusa bölgesinde 12 yıl önce Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Arkeoloji ve Kültür Varlıklarını Araştırma Merkezi (AKVAM) tarafından başlatılan kazılar çerçevesinde Roma İmparatorluğu’nun en büyük antik yerleşim birimi Salamis’in bilinmeyen kısımları ortaya çıkarılıyor.

 

Bir proje kapsamında yürütülen çalışmalarda kazı ve onarımların yanında koruma, çevre düzenlemesi de yapılıyor. “Salamis Kazıları” olarak da isimlendirilen proje kapsamında bugüne kadar Roma dönemine ait birçok tarihi eser ve mekan günümüze taşındı. 1998 yılında başlayan çalışmalarda bu tarihten önce hakkında pek bilgi sahibi olunmayan Roma Hamamı ve Palaestrası, balık pazarı, sütunlu cadde, granit forum gibi yapı ve mekanlarının büyük ölçüde gün ışığına çıkarılması sağlandı.

 

Konuyla ilgili açıklamada bulunan AKVAM ve Salamis Kazısı Başkanı Prof.Dr. Coşkun Özgünel, Salamis kazılarının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin kültür mirası açısından önemine dikkat çekerek, kazılara başladıkları günden itibaren Kıbrıslı Rumların engelleme girişimleri olduğunu ifade etti. Engellemelere rağmen, Alman ve Amerikalı araştırmacılarla kazılara devam ettiklerini ve efsanevi Roma Antik şehrinin büyük bölümünü, 21. yüzyıla taşıdıklarını kaydetti.

 

Projeye Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyük Elçiliği, KKTC Müzeler Dairesi ve Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin her zaman önem verdiğini vurgulayan Prof.Dr. Özgünel, 12 yıldır devam eden kazılara arkeoloji, mimar ve diğer uzmanlar ile öğrencilerin katıldığını söyledi. “Akdeniz havzasında yer alan en büyük agora temizlendi ve gezginlere açıldı” diyen Özgünel, Roma dönemine ait caddelerin, balık pazarının, hamamın, sütunlu yolun ortaya çıkarılarak kentin ana planının saptandığını ifade etti.

 

Bu yıl çalışmaların haziran ve temmuz aylarında yapılacağını belirten Prof.Dr. Özgünel, hamam yapısının apodyterium kısmının açılmasına, çevresindeki mekanların onarılmasına devam edileceğini söyleyerek, Decumanus ile ilgili çalışmaların kentin sahil kesimine doğru genişletileceği bilgisini verdi.

Havadis Kıbrıs, 14.04.2010

ZONGULDAK'TA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR





Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesinde bulunan, MÖ 7 ile 6. yüzyıllar arasında kurulan Tieion Antik Kenti'ndeki Roma dönemine ait Karadeniz'in tek korunmuş antik tiyatrosunun bu kazı sezonunda ortaya çıkarılarak turizme kazandırılması planlanıyor.

 

Zonguldak Özel İdare Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca desteklenen, 2006 yılında başlanan arkeolojik kazılar kapsamında bu yıl antik tiyatronun tam olarak ortaya çıkarılması amaçlanıyor.

Trakya Üniversitesi'nden Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümüne atanan kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, antik kentte tiyatrodaki kazıların tamamlanması konusunda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın emri doğrultusunda keşif çalışmalarının tamamlandığını söyledi.

Kazı ödeneğinin henüz çıkmadığını ancak tiyatrodaki kazıya yönelik planlamaları yaptıklarını ifade eden Prof.Dr. Atasoy, şöyle konuştu:
''Tiyatroyu tamamen ortaya çıkarmayı planlıyoruz. Ödenek miktarına göre çalışma zamanımızı belirleyeceğiz. Temmuzda başlayarak 2 ay kazı planlıyoruz. Antik tiyatronun oturma sıralarını ve sahnesini ortaya çıkaracağız. Buranın restore edilmesi isteniyor. Ancak kazı tamamlanmadan bu mümkün değil. Kaç adet oturma sırası kalmış, kaçı eksik, bunlar ortaya çıktıktan sonra restorasyon projesi hazırlanacak. Tiyatroda çeşitli etkinlikler yapılması hedeflendiğinden hemen tadilat çalışmalarına başlanmak isteniyor. Bir kısmının üzerinden ana yol geçen MS 2. yüzyıla ait 2 bin 500 kişilik tiyatroda kazı çalışmalarını tamamlamak istiyoruz .''

Prof.Dr. Atasoy, tiyatronun bir yamaca yaslanmış olduğuna, geçmiş yıllarda buradaki çöp ve molozların temizlendiğine işaret ederek, ''Şu anda tiyatronun üst kısmındaki oturma sıralarının üzerinden ana yol geçiyor. İleride bugünkü yol kaldırılırsa tiyatronun üst kısmı da ortaya çıkarılacaktır. Zamanında ne yazık ki yol tiyatronun üzerine yapılmış. Sıra taşları da alınmış ve çevredeki inşaatlarda kullanılmış'' dedi.

Filyos'taki eski sağlık ocağının Zonguldak Karaelmas Üniversitesine (ZKÜ) kazıevi olarak kullanılması için tahsis edildiğini belirten Atasoy, şunları kaydetti:
''Buranın tadilatını yapacağız. Yatacak yerleri, laboratuvarı ve toplantı salonu yer alan kazı evi oluşturacağız. Daha önceki yıllarda kazı ekibi için bina kiralamak zorunda kalıyorduk. Bu da maliyetli oluyordu. Tadilat için ödenek çıkması halinde gerekli düzenlemelere hemen başlamayı amaçlıyoruz. Temmuza kadar kazıevinin tadilatını yapıp kazılara geçmek istiyoruz. Kazılarda 25 öğrenci ve uzmanın yanı sıra 30 işçi görev alacak. Hızlı şekilde tiyatroyu ortaya çıkabilirsek tarihi kalede geçen yıl açığa çıkan kilise ve tapınaktaki çalışmalara devam etmek istiyoruz.''

Atasoy, Karabük Üniversitesinden görevlendirmeyle ZKÜ kadrosunda görev alacağını ve buradaki arkeoloji bölümüne gelecek yıldan itibaren öğrenci kabul edileceğine dikkati çekerek, bunun gelecek yıllarda kazının daha uzun süre devam ettirilmesine olanak sağlayacağını kaydetti.

Filyos Vadisi bölgesinde sanayi yatırımları kapsamında öncelikle bir limanın inşasının planlandığını belirten Atasoy, şöyle devam etti:
''Vadinin araştırılması lazım. Filyos Çayı'nın iki yanında antik yerleşme yerleri olduğunu tahmin ediyoruz. Çünkü antik limana gelen teknelerdeki ürünlerin iç bölgelere taşınması Filyos Çayı vasıtasıyla oluyor. Oradaki tarihi iskelelerin birini ve depoları bulduk. Depoların yanında Bizans ve Roma dönemlerine ait kilise kalıntıları var. Buralarda hiç araştırma yapılmamış. Gerekirse bu yıl burada izin alıp sondaj yapmayı planlıyoruz. Filyos Vadisi'nde yapılacak her türlü tesisin altından tarihi kalıntı çıkma riski yüksektir.''

TİEİON ANTİK KENTİ
Zonguldak'ın kuzeydoğusunda sahil kenti Filyos'taki Tieion Antik Kenti, Tios adlı rahibin öderliğindeki Miletos kolonisince kurulmuş. Tarih boyunca Herakleia Pontika (Ereğli) ve Amastris'in (Amasra) gölgesinde kalan kent, çeşitli krallıklara bağlı olarak varlığını sürdürmüş.

Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent, daha sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine bağlı ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına devam etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı kasabasına dönüşmüş.

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı araştırmacılar ve seyyahlar tarafından araştırmalar yapılan antik kentte, 2006'da başlatılan kazı çalışmalarının Karadeniz ve Küçük Asya tarihi ve arkeolojisine ışık tutması planlanıyor.

İnternet Haber, 14.04.2010

PARA BİTTİ, RESTORASYON DURDU

 

418 yıllık Hisar Camii’nde 10 ay önce başlayan restorasyon çalışmaları, Vakıflar ödenek aktarmadığı için durdu. Restorasyonu yüzde 80 biten camide işçiler iki aydır çalışmıyor. Sorun çözülürse cami, 1 milyon liraya yenilenip, ağustosta Ramazan’a yetişebilecek.

Bosna’da tarihi Mostar Köprüsü’nü onaran  Mimar Onur Özbaşbuğ, şimdi İzmir’de Hisar Camii’ni restore ediyor. Her tarafı kazınan caminin ana kubbesi 1800 yılındaki rengine, çivit maviye boyandı. Yeni bulunan motifler canlandırıldı. Barok dönemin süslemeleri korundu.

Çalışmalarda güney duvarında, 1800 yılında barok süslemelerle üstü kapatılmış yıldız şeklinde bir pencere bulundu. Caminin tamamında 85, sadece büyük kubbesinde 10 ton kurşun kullanıldı. Bugüne kadar 450 bin lira ödenek alıp, 600 bin lira harcayan müteahhit firma, 150 bin lirası ödenirse çalışmaya başlayacak.

Milliyet Ege, Haber: Elif Demirci, 14.04.2010

HANİ İSTANBUL'UN FOTOĞRAF ARŞİVİ?

 

Bizans ve Osmanlı tarihi uzmanı Prof.Dr. Semavi Eyice'nin programında, İstanbul’un Bizans Devri öncesinden başlanarak, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerini de kapsayacak şekilde geniş bir şehir ve şehircilik semineri verildi.

 

Marmara Belediyeler Birliği’ne üye belediyelerin yöneticileri ile Marmara Üniversitesi’nin yeni kurulan Yüksek Lisans programı ‘İstanbul Araştırmaları’ bölümü öğrencilerine seminer veren Prof.Dr. Semavi Eyice, önemli açıklamalarda bulundu.

İstanbul’daki şehirleşme aşamalarının şehre kattığı tarihi ve mimari değerlerden kimisinin korunarak yaşatıldığına, kimisinin de ilgisizlik ve zamana yenik düşme sonucu gelecek nesillere aktarılamadığına vurgu yaparak sözlerine başlayan Prof.Dr. Semavi Eyice “İstanbul sadece bir metropol değil, aynı zamanda Dünyanın kültür başkenti ve yaşayan bir insanlık mirasıdır. Şehrin yönetiminde söz sahibi olan idareciler, bu değerli mirasımızın korunması hususunda daha titiz olmalı” derken, İstanbul’un altında önemli kalıntıların olduğunu da hatırlatarak, “Bizans kalıntıları 8 metredeki toprağın altından çıktı. Önceki tarihi kalıntılar, kim bilir kaç metrenin altındadır.  Tarihi eserler aslını kesinlikle korumalıdır, bunlar aynı zamanda kültür mirasıdır” diye konuştu.

Dünya’nın tüm metropollerinde, şehri anlatan büyük fotoğraf arşivlerinin olduğunu söyleyen Eyice, “Kültürel mirasımızın gelecek nesillere aktarılabilmesi için fotoğraf arşivi kurmalıyız. İstanbul’da da Londra, Berlin ve Paris’te olduğu gibi büyük fotoğraf arşivi kurulması lazım… Bu, İstanbul için çok büyük bir eksiklik” diyerek sözlerini tamamladı.

Cnn Türk, 14.04.2010

DÜNYANIN İLK ASTRONOMİ OKULUNUN GİZEMİ





Vakıflar Genel Müdürlüğü son 6 yılda, ilk astronomi okulunun da aralarında bulunduğu 3 bin 400 vakıf eserinin restorasyonunu tamamladı.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye göre, son 6 yılda restore edilen vakıf eseri sayısı 3 bin 383'e ulaştı. Restore edilen eserler arasında, dünyanın ilk astronomi okulu olarak bilinen, 1272 tarihinde II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Kırşehir Valisi Nureddin Cibril Bin Cacabey tarafından rasathane olarak kullanılmak üzere yaptırılan, tarihi Kırşehir Cababey Medresesi de bulunuyor. Çalışmalar sonucunda, 400 yıllık çok sayıda tarihi kervansarayların kapısı da butik otel olarak yeniden açılıyor.

 

Türk-İslam kültür ve medeniyetinin en muhteşem mimari özelliklerini yansıtan Cacabey Medresesi, Selçuklular döneminde dini ilimler yanında müspet bilimlerin de öğretildiği bir fakülte olarak kullanılmış; gökyüzünün, güneşin, ayın, yıldızların hareketlerini inceleyen bir gözlemevi olarak yıllar boyu ayakta kalmıştır

Selçuklu dönemine ait Kılıçarslanoğlu Keyhüsrev zamanında Cebrail İbni Caca tarafından 1272 tarihinde Kırşehir'de yaptırılan Cacabey Medresesi, o dönemde astronomi çalışmalarının yapıldığı bir rasathane olarak kullanılmıştır.






İlk rasathane
Gökbilim (Astronomi) araştırmaları yanında, hukuk, mantık, geometri, matematik, tarih, coğrafya, tefsir, hadis, tasavvuf; ayrıca Türk dili ve kültürünün öğretildiği Cacabey Medresesi, Kırşehir ve çevresinde zengin vakıfları olan geniş bir külliyenin bize ulaşan bir bölümüdür.

Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde, Kırşehir emiri Nureddin Caca tarafından 1271-1272 yılları arasında yaptırılmıştır. Günümüzde cami olarak hizmet veren medresenin kubbesi açık ve altında su kuyusu vardır. Bu kuyuya akis eden yıldızlar tetkik edilirdi. Döneminde "astronomi yüksek okulu" olarak hizmet veren medrese, dünyada gayesine uygun gözlemevi olarak yapılan ilk yapıttır. Batı Türkistan'da Uluğ Bey'in rasathanesi neyse, Selçuklular zamanında Kırşehir Cacabey rasathanesi de o derece önemlidir.


Minare, gözlem kulesi olarak kullanılmış
Selçuklu devrinde yapılan medresenin taş işlemeli, tuğla örgülü, mozaik çinilerle süslü bir de kulesi vardır. Bugün, minare olarak kullanılmakta olan medrese kulesi: "gözlem kulesi" hizmeti görmüş, daha sonra minareye dönüştürülmüştür. Minareye çevrilmeden evvelki rasat kulesinin üzeri küp şeklinde bir kubbe ile kapalı idi. Rasat kulesin - minarenin - ışıl ışıl mavi firuze çinileri sebebiyle, halk, medreseye "Cıncıklı Cami" adını vermiştir. Minaresi; sınırlı tuğla ve çinilerle bezeli tek şerefelidir. Yapı, içten kubbe dıştan konik külahlarla örtülüdür. İçi beyaz siyah ve mavi çinilere bezenmiştir. Medrese, rasathane gayesine yönelik olarak yapıldığından üzeri tamamen kubbelerle doludur. Binanın ortasında toprak altında kalmış bir havuz mevcuttur. Kuyu şeklindeki bu havuza akseden yıldızlar üniversitede incelenirdi. Böylece yurdun çeşitli yerlerinden gelen öğrenciler burada astronomi araştırmaları yaparlardı. Ahmedi Gülşehri ve Aşıkpaşa bu medresede okumuş öğrenciler arasında yetişmiş ilim adamlarından yalnızca birkaçıdır. Cacabey'e ait Arapça ve Moğolca 4 vakıfname bulunmaktadır. 1272 tarihli vakfiye, çok değerli bir içtimai tarih vesikası olup; Kırşehir, Kayseri, Eskişehir ve dolaylarında yaptırdığı medrese, mescit, han, zaviye, mektep, türbe vs. eserler ile ilgili bilgiler bulunmaktadır.

Modern füzelere benzeyen sütunlar
Bugün cami olarak kullanılan medresenin dış köşelerine yerleştirilmiş kıvrımlı köşe sütunları ilgi çekicidir. Binanın batı, kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde, duvara bitişik, alt tarafları değişik işlemeli füze biçiminde birer tane olmak üzere üst kısmı konik külahlı üç tane kule vardır. Bu kuleler zamanımızda kullanılmakta olan modern füzelerin 700 sene evvel Müslüman Selçuklu Türkleri tarafından savaşlarda kullanılan füzelerin maketini andırmaktadır. Bu sütun düzenlemesinin Anadolu Türk Sanatında başka bir örneği bulunmamaktadır.

Medresenin taç kapısı mimari bir şaheserdir ve iki renkli taştan yapılmıştır. Bu kapıdan, orta eksen üstünde olmayan beşik tonozlu giriş eyvanına, oradan da ana mekana geçilir. Ana mekan, yuvarlak açıklığı bulunan kubbe ile örtülüdür. Bu kubbenin üzeri daha sonraları camekanla kapatılmıştır. Güneyinde mescit olarak kullanılan ana eyvan yer alır. Bu eyvanda bir de mihrap bulunmaktadır. Ana mekanın solunda türbe, yan eyvan ve bir medrese odası; sağında ise, revaklar arkasında öğrencilerin yatakhaneleri olan odalar vardır. Küçük kapıdan da, kubbelere çıkılan merdivenlerin bulunduğu hücreye geçilir. Buradaki merdivenle ikinci kata çıkılır. Üst kat koridor üzerinde beşik tonozlu iki küçük mekandan oluşmaktadır.Ana mekanın sağ ve sol kenarlarda dörder tane olmak üzere sekiz tane küçük bölmeler halinde odalar vardır. Bunlardan üçü fazla uzun ve beşi murabbaa yakın müstakil planlıdır. Üstleri yine sivri tonozludur. Bu binanın kemerleri iki merkezli Türk Kemerleridir. Kapıların üstlerini profilli bir merkezli mümas kemerler, resmedilmiştir.






10. gezeni yaklaşık 1000 yıl önce keşfetmişlerdi

Amerikalı bilim adamlarının 2003 yılında yerini saptayıp 2005 yılında dünyaya duyurduğu güneş sisteminin 10.gezegenin izleri Kırşehir'deki medresenin sütunlarında gizli. 1272  yılında yapılan Cacabey Medresesi'nin sütunlarında yer alan 10.gezenin simgesi aslında Selçukluların astrolojide ne kadar ileri olduğunu göstermektedir.

Amerikalı bilim adamları 2005 yılında yeni bir gezegenin keşfini duyurdular. Güneş etrafında döndüğü kesinleşen gökcismini astronomlar 2003 yılından beri takip ederek yörüngesini çıkarmaya çalışmışlar. Buz ve kayadan oluşan 2003 UB313 (Eris) geçici isim verilen yeni gezegen yaklaşık 3,700 kilometre çapında ve güneşe 14 milyar Km uzaklıkta olduğunu güneşin etrafını 560 yılda tamamladığını keşif etmişler. Nasa bu gök taşını 10.gezegen olarak kabul etti.

Oysaki 8 yüzyıl önce Anadolu Selçukluların bilim adamları 10.gezegenin izlerini dünyanın ilk gözlem evi olan Cacabey Gök Bilim Medresesi'nde sütunlara kazımışlardı.

Günümüzde cami olarak kullanılan yapının giriş kapısının hemen karşısında sağlı sollu iki sütun bulunmaktadır. Bu sütunlar tespih tanelerinin bir ipe dizilişi gibidir. Bir büyük küre , dört adet küçük küre , altı adet kesit kesik koninin yan yana gelmesinden oluşmaktadır. Bunlar gezegenleri sembolize etmektedir. Tüm bunlar Anadolu Selçuklular'da astrolojinin ne kadar gelişmiş olduğunun kanıtıdır.

Habertürk, Fotoğraflar: Bugün, 14.04.2010

OSMANLI TARİHİ HARAÇ MEZAT





Dünyaca ünlü İngiliz müzayede evi Christie’s’in önceki gün konuğu İslam ve Hint eserleriydi. Londra’da düzenlenen “İslam ve Hint eserleri” müzayedesinde Osmanlı dönemine eserler dünyanın farklı ülkelerinden gelen koleksiyonerlere satıldı. Müzayedede üzerinde Sultan İkinci Beyazıt’ın üstünde mührü ve el yazısı olan astroloji el yazması da 121,250 sterline (yaklaşık 278 bin TL) alıcı buldu. En yüksek fiyata satılan Osmanlı eserleri ise 200 bin ile 300 bin Sterlin arasında satılması beklenen “Şam Odası” oldu. 361 bin sterline (830 bin TL) satılan İşlemeli, yaldızlı ve boyalı oyma oda 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl başları arasındaki dönemde yapıldı. El yazmaları, resimler, Kuran-ı Kerimler ve kılıçların da satışa çıktığı müzayedede rekor kıran eser ise 1868-73 yılları arasında yaşayan Horasanlı sanatçı İsmail Jalayir’in 600 bin sterline (1 milyon 382 bin TL) satılan “Asilzade” isimli portresi oldu. Bu hafta içinde Londra’nın önemli müzayede evleri Türk sanatçılarının eserlerinin satılacağı iki önemli müzayede daha düzenleyecek.

Vatan, 14.04.2010


******


'ŞAM ODASI' 360 BİN STERLİNE SATILDI





Dünyaca ünlü müzayede evinin İngiltere’nin başkenti Londra’daki şubesinde dün düzenlenen açık artırmaya yoğun ilgi olurken, 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyılın başları Osmanlı dönemine ait "Şam Odası", 361,250 sterline (yaklaşık 830 bin TL) alıcı buldu.

Zengin işlemeli, yaldızlı boyalı, oyma odanın müzayedede 200 bin ila 300 bin sterline satılması öngörülüyordu. Benzer bir "Şam odasının" geçen yıl Ekim ayında yine Christie’s’de yapılan bir müzayedede aynı fiyata satılmış olması dikkati çekti.

Müzayedede ayrıca, 16. ve 17. yüzyıllara ait İznik çinileri satışa sunuldu. 1510 tarihli Osmanlı dönemine ait İznik çinisi bir vazo, 121,250 sterline (yaklaşık 280 bin TL) satıldı. 27 cm yüksekliğindeki, damla şeklindeki vazonun 50 bin ila 70 bin sterline satılması bekleniyordu. Müzayedede bir diğer İznik çinisi seramik ise, 97,250 sterline (yaklaşık 223 bin TL) alıcı buldu.

Resimler, el yazmaları, kılıçlar, Kuran-ı Kerimler’in satışa sunulduğu müzayedede en pahalıya satılan eser ise, Horasanlı sanatçı İsmail Jalayir’in "Asilzade" portresi oldu. 1868-73 yılları arasında yaşayan sanatçının en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen portre, 601,250 sterline (yaklaşık 1 milyon 382 bin TL) satıldı.

15. yüzyıl Mısır’a ait bir zırh 541,250 sterline (yaklaşık 1 milyon 244 bin Tl), 14. yüzyıl ortalarında Haçlı Seferlerinde kullanılan bir kılıç 385,250 sterline (yaklaşık 885 bin TL) ve Sultan 2. Beyazıt’ın kütüphanesinde, Beyazıt’ın üstünde mührü ve el yazısı olan astroloji el yazması da 121,250 sterline (yaklaşık 278 bin TL) alıcı buldu.

Açık artırmada çok sayıda Türk koleksiyonerin bulunması dikkati çekerken, 16 Nisan’da yine Christie’s Londra şubesinde aralarında halı ve el yazmalarının bulunduğu "Hint ve İslam Eserleri ve Tekstiller" müzayedesi yapılacak.

Radikal, 14.04.2010


******


5,5 MİLYON TL'LİK KUTU





İranlı bir mücevher ustasının Osmanlı Sarayı için yaptığı altın işlemeli, turkuaz ve fildişi kakmalı kutu, müthiş bir fiyata satıldı. Kutu kısa süre önce bir internet sitesine sadece 600 TL’ye satılmıştı!

 

Londra'da Sotheby’s müzayede salonunda dün yüzlerce İslami eser satışa sunuldu. Müzayedenin en önemli parçası, 16’ncı yüzyılın başlarında yapılan turkuaz taşlarla işlenmiş Osmanlı’ya ait bir mücevher kutusu oldu. Osmanlı Sarayı için çalışan bir İranlı mücevher ustasının yaptığı kutu, 2.393.250 sterline (yaklaşık  5.5 milyon TL) satıldı. Alıcının kimliği açıklanmadı. Kutunun yakın zamanda bir internet sitesine sadece (Ohio/Aspire) 600 TL’ye satıldığı ama sonra  470 bin dolara (700 bin TL) alıcı bulduğu belirtildi. Fildişi ve turkuaz işlemeli dikdörtgen kutunun üzeri, altın telkari işlemelerle kaplı. Karanfil, lotus, hurma yaprağı gibi desenlerin yer aldığı işlemelerin ortasındaki altı köşeli yıldız tek bir yakutla süslenmiş. 
Milliyet Cadde, 14.04.2001

MÜZEDEKİ  ESERLER BARKODLANIYOR

 

Türk resim tarihinin önemli yapıtlarının kaybolduğu Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi yeniden yapılandırılıyor. Son olarak ünlü ressam Hoca Ali Rıza'nın eserlerinin çalınmasıyla gündeme gelen müzenin deposunda sayım işlemleri sürüyor.

Depoda, reprodüksiyon eserler ile bu özelliği taşımayan eşyalar ayıklandı. Eserler, dünyadaki müze uygulamalarına paralel olarak barkodlandı. Uzmanlar, resimleri, orijinal olup olmadıkları, hasarlı eserlerin yeniden onarımı açısından ayıklamaya başladı. Kuşkulu görülen eserler, müzedeki sayım işlemi bittikten sonra ayrıca son teknolojik yöntemlerle incelenecek. Müzede, bazı eserler üzerinde çıkan 'sahte' tartışması sonlandırılacak. Sergileme salonlarında da yenilik yapılıyor.

Teşhirdeki eser sayısı artırılacak. 250 adet resmin sergilendiği teşhirin 400 resim alacak şekilde dizayn edilmesi amaçlanıyor. Ayasofya yapıtı düzenlenen müzayedede 1 milyon TL'nin üzerinde bir fiyatla satılan Şevket Dağ'ın yapıtları, Feyheman Duran, Orhan Peker, Osman Hamdi ve İbrahim Çallı gibi ressamların hayranlık bırakacak eserleri daha fazla sayıda sergilenecek. Resim Heykel Müzesi'nin depolarının bahçeye bakan pencereleri çelik kafesle kaplandı. Kamera sisteminde de yenilik yapılıyor. İhaleye çıkan bakanlık, bina cephesinin gece görüşlü ve en son model termal kamera ile donatacak.

Sabah, Haber: Hülya Karabağlı, 14.04.2010

SİDE, KAZI MERKEZİ OLACAK

 

Side Belediye Başkanı Abdülkadir Uçar, Side'nin kazı merkezi haline getirileceğini bildirdi.

Uçar, gazetecilere yaptığı açıklamada, yapılması zor işleri başararak, devrim niteliğinde işler yaptıklarını belirterek, Side'yi tarihle bütünleştirdiklerini, yeni yapılan Sahil Yolu Projesi'yle Side'ye yeni bir kimlik kazandırdıklarını söyledi.

Antik kentin sokak iyileştirme planını yapıp yürüttüklerini ve bunu halkın da desteğiyle gerçekleştirdiklerini anlatan Uçar, ''Kentin dokusunun tarihi ve doğal güzellikleriyle beraber gün yüzüne çıkartılmasıyla kentte yaşayan ve ticaret yapan insanların kentten daha iyi fayda sağlayacağını hepimiz biliyoruz. Bu çalışmalarımızı özellikle halkımızla paylaştık her toplantıda ve nihayetinde projeyi hayata geçirdik'' diye konuştu.

Side Antik Kenti'nde reklam levhaları ve gölgeliklerde çeşitli standartlar getirildiğine işaret eden Uçar, Side sivil mimarisine uygun taş ahşap evlerin ön plana çıkmasını sağladıklarını vurguladı. Bu çalışmaları gelecek yıl parsel bazında koruma amaçlı imar planına uygun şekilde sürdürmeyi planladıklarını ifade eden Uçar, Sahil Yolu Projesi'nin de seçim sürecinde vatandaşlara verdikleri sözlerin içerisinde en önemli proje olduğunu bildirdi.

Projenin, yalnızca bir yürüyüş yolu olarak algılanmasını istemediklerini belirten Uçar, şöyle devam etti:
''Yolu yaparken bütün kaçak yapıları yıktık ve bölgemizin ayıbı olan kaçak yapıyı da ortadan kaldırmış olduk. 3 bin 750 metrelik güzergah boyunca önümüzdeki 50 yılların kanalizasyon ihtiyacını görebilecek büyüklükte ve aynı zamanda teknolojinin son imkanları kullanılarak sızıntı bırakmayan plastik borularla kanalizasyon şebekesi bitirildi. Aydınlatma ve kamera sistemi çalışmaları konusunda altyapı tamamlandı. Projenin maliyeti 8 milyon lirayı aştı. Turizm yatırımcıları projenin yaklaşık 3 milyon liralık kısmını üstlendiler.''

Side'de hanutçuluğu ortadan kaldırmak için çalışmalar yaptıklarını dile getiren Uçar, özellikle sahil bandında ve ören yerleri alanlarında 25 özel güvenlik görevlisinin görev yaptığını söyledi. Hanutçuluğu, çözülmesi gereken bir sorun olarak gördüklerini ve üzerinde hassasiyetle durduklarını ifade eden Uçar, Side'de hanutçuluk yapanların en ağır cezai uygulamalar ile karşılaşacaklarını kaydetti.

Turistler için bir de danışma bürosu oluşturduklarını bildiren Belediye Başkanı Uçar, otogar çevresinde de düzenleme yaptıklarını ve Side'ye gelenlerin güzel bir bahçeyle karşılanacağını, dokuz çeşme ile başlayan ve portikli yol olarak bilinen güzergahta 2 bin yıllık tarihi yaşatarak Side Antik Kenti'ne ulaşmalarını sağlayacaklarını söyledi.

Side'de toprak altında yatan çok ciddi tarihi değerlerin olduğunu anlatan Uçar, sözlerini şöyle tamamladı:
''Bilimsel kazıların yapılması konusunda çok büyük bir şansa sahibiz. Eskişehir Üniversitesi Arkeoloji Bölümü kazı çalışmalarını üstlendi. 1960'lı yıllarda İstanbul Üniversitesinden sonra kalan kazı çalışmaları Eskişehir Üniversitesi tarafından yürütülecek. Bu, önümüzdeki yıllarda Side'nin bir kazı merkezi haline gelmesini sağlayacak.''

Gerçek Gündem, 14.04.2010

KAPATILAN MÜZE TAMİRAT İÇİN ONAY BEKLİYOR

 

Bursa'da milattan önceki dönemlere ait bir çok kıymetli eserin bulunduğu Kültürpark'taki Arkeoloji Müzesi, 6 aydır kapalı duruyor.

Geçen yıl Eylül ayında bakanlık talimatı ile "tamir yapılacak" diye eserleri toplatılan müze, bakanlığın restorasyon ihalesini yapıp yer teslimini gerçekleştirmediği için tamir edilmeye başlanamadı. İnşaat mevsiminin girdiği şu günlerde halen yer teslimi yapılmayan binaya gelen yabancı ve yerli ziyaretçiler kapıdan geri dönüyor.

Bursa Valiliği kongre ve kültür turizmini geliştirmek için Almanya'dan Dubai'ye kadar birçok uluslararası fuara katılarak şehrin tanımını yapıyor. Ancak bu faaliyetler neticesinde şehre gelen yabancı turistlerin en fazla ilgisini çeken Arkeoloji Müzesi kapalı tutuluyor. Ankara'daki bürokrasinin her zaman olduğu gibi çok yavaş ve hatalı ilerlemesinden dolayı, 6 aydır hiçbir çalışma başlamayan müze kapalı tutuluyor.


Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu Başkanı Mimar Zafer Ünver, şehrin en önemli birinci müzesinin tamir öncesi bu kadar kapalı tutulmasının yanlış olduğunu belirterek, "Kültür Bakanlığı Bursa Rölöve Müdürlüğü'nün Arkeoloji Müzesi'nin restorasyonuna ilişkin projeleri hazırlayarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kurulu'nun onayını aldığını biliyoruz. Gerekli izinlerin alınarak evrakların ihale için Ankara'ya gönderdiği bilgisini aldık. Ancak Ankara'da Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 6 aydır hiçbir haber gelmiyor. Tamirat ihalesine ilişkin Bursa'da proje ve kurul onayı tamamlanınca, bakanlık Arkeoloji Müze Müdürlüğü'ne eserlerin toplanmasına ilişkin talimatı da göndermiş. Geçen yıl Eylül ayından bu tarafa ziyaret yapılamayan müzede tamirat işinin bir türlü başlamaması ve 6 aydır müzenin kapalı tutulması bürokratik bir ayıptır. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanımızdan destek ve ilgilerini bekliyoruz. Tamirat yaz döneminde tamamlanarak, esas kültür turizmi için, müzeye ilgi gösteren turistlerin yoğun geldi Ekim ayında müze kapılarını açmalıdır. İhalenin de süre sınırlaması ile bir an önce yapılmasını, yer teslimi ile işe başlanmasını istiyoruz" diye konuştu.

Bursa Hakimiyet, 14.04.2010

KEPEZ TEPESİ'NDE TARİH TALANI

 

  

 

Şanlıurfa'nın Ceylanpınar İlçesi Kepez Tepesi üzerinde bulunan tarihi alan, kaçak definecilerin uğrak yeri haline geldi. Kaçak kazı yapanlar tarihi yok ediyor.

 

Ceylanpınar sınırları içerisinde yer alan Kepez Tepesi'nin üst tarafında kaçak kazı yapan defineciler, tarihi alanı şantiye haline getirdiler. Kaçak kazı yapılan bölgede bir çok tarihi esere rastlamanın mümkün olduğunu belirten çevre sakinleri, olaya tepki gösterdi. Tarihi eserlerin içerisinde parçalara ayrılmış çömlek parçaları ve sarnıçlar dikkat çekiyor. İlçe halkı, ilgisizlik nedeniyle yıllardır kaçak definecilerin uğrak yeri haline gelen tarihi Kepez Tepesi ve civarının daha fazla zarar görmeden yetkililer tarafından incelenip, turizme kazandırılmasını gerektiğini dile getirdiler.

 

Kepez Tepesi ve bölgesinin tarihinin MÖ 5 bin yıllara dayandığını belirten bölge halkı, bölgenin ayrıca Asurlular, Hititliler, Abbasiler, Bizanslılar ve Selçuklular gibi medeniyetlere ev sahipliği yaptığını belirttiler. Asurlar döneminde kurulmuş olan Mırri Mutani başkentlik yapan Ceylanpınar, bu dönemde Vaşşugar olarak anılmaktaydı.

Şanlıurfa Kent Haber, 15.04.2010

TARİHİ SAAT KULESİ ONARILACAK

 

Çanakkale’de 1897 yılında dönemin İtalyan konsolosu Vitalis tarafından yaptırılan tarihi saat kulesi onarılacak.

 

Konu ile ilgi açıklamalarda bulunan belediye yetkilileri İl Özel İdaresi'nin mülkiyetinde olan tarihi saat kulesinin son yapılan toplantıda mülkiyetinin tekrar Çanakkale Belediyesi’ne devredildiğini belirterek, “Bu konuda İl Özel İdaresi ile belediye arasında yapılan tapu devri işlemleri sürdüğünden saat kulesi üzerinde herhangi fiili bir işlem yapılamamıştı. Bizlerde bu süre içinde saatin onarılması, iç ve dış temizliği, taşların bakımı konusunda uzmanlar tarafından inceleme yapılmasını gerçekleştirdik. İstanbul Büyükşehir Belediyesi KUDEB Bürosu uzmanları tarafından restorasyon ve bakımına ilişkin laboratuar araştırmaları tamamlanan saat kulesi ile ilgili raporlar kısa sürede tarafımıza sunulacak. Bunun ardından da Koruma Kuruluna sunulacak proje ve onayı ile onarım faaliyetlerine başlanacak” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 13.04.2010

TARSUS'TA TARİHİ KALINTI ESER BULUNDU

 

Tarsus'ta tarihi bir kalıntı bulunurken, eserin sığınak mı, mezar mı olduğu araştırılıyor.

 

Alınan bilgiye göre, Tarsus Müze Müdürlüğü ekiplerinin, bir ihbar üzerine Altaylılar mahallesinde yaptığı araştırmada bir tarihi kalıntıya rastladı.

 

İlk yapılan incelemenin ardından alanda arkeolojik  kazı çalışması başlatılırken,  kalıntının sığınağa ya da mezara açıldığı sanılırken, yetkililer, eserin tam olarak anlayabilmeleri için  arkeolojik kazı yapacaklarını, 2-3 gün içinde sonuca varacaklarını belirttiler.

 

Yetkililer, sığınak yada mezar olduğu tahmin edilen, kalıntının  hangi döneme ait olduğunun kazı çalışması sonucu ortaya çıkacağını kaydettiler.

Tarsus Online, 13.04.2010

KASTAMONU'NUN TARİHİ MEKANLARI İYİLEŞTİRİLECEK

 

 

Kastamonu, tarihi ve kültürel yapısı ile Kültür Bakanlığı'nın 2010 yılı yatırım programında yer aldı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2010 yatırım programı kapsamında ilin tarihi kültürel değerlerinin korunması ve turizme kazandırılması amacıyla iki önemli proje gerçekleştirilecek.
    

Kastamonu İl Kültür ve Turizm Müdürü Ziver Kaplan, yaptığı açıklamada, şu bilgileri verdi:
    

"Kültür Bakanlığı tarafından ilimiz 2010 yılı yatırım programı kapsamına alındı. İlimizin turizmine ivme kazandıracak olan Kastamonu'nun tarihi dokusunu koruyan Hisarardı-Şey Şaban-ı Veli Caddesi ile Vakıf Kavşağı-Yakupağa Külliyesi-Arabapazarı Hamamı güzergahındaki iki sokakta `sokak sağlıklaştırılması` projesi Kültür Bakanlığı'nın 2010 yılı yatırım programına alınmıştır."
    

Konuyla ilgili inceleme yapmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Vakıfları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden bir Şube Müdürü ve iki uzmandan oluşan ekip yarın Kastamonu'ya gelerek üç gün süreyle söz konusu mekanlarda inceleme yapacağını da ifade eden Kaplan, "Yapılan incelemeler ve değerlendirmelerden sonra proje çalışmaları başlanılacak" dedi.

Kastamonu Postası, 13.04.2010

OSMANLI SULTANLARININ HAZİNELERİ RUSYA YOLCUSU

 

 

"İstanbul Topkapı Sarayı: Osmanlı Sultanlarının Hazineleri" sergisi, 26 Mayıs'ta Kremlin Sarayı'nda açılacak.

 

Alınan bilgiye göre, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü etkinlikleri kapsamında Moskova Kremlin Sarayı Müzesi ve Topkapı Sarayı Müzesi ortaklığı ile 12 Martta Topkapı Sarayı’nda sergilenmeye başlayan "Moskova Kremlin Sarayı Hazineleri" sergisiyle ilk adımları atılan işbirliği süreci, Moskova Kremlin Sarayı’nda devam edecek.

"İstanbul Topkapı Sarayı: Osmanlı Sultanlarının Hazineleri" başlıklı sergi 26 Mayısta Moskova’daki Kremlin Sarayı’nda sergilenmeye başlayacak.

Osmanlı-Rus ilişkilerinin 16. ve 17. yüzyıl dönemine ait eserlerin izlenebileceği sergide, Osmanlı sultanlarının saltanat sembolleri, şahsi eşyaları, tören kaftanları, elbise koleksiyonları, soyağacı ve saray yaşamı ile ilgili 106 eser yer alacak.

Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümü’ne ait, altın, yakut ve zümrüt gibi değerli taşlarla kaplı yazı kutusu, matara gibi objelerin sergileneceği sergide, "Padişah Elbiseleri Koleksiyonu"ndan sultanlara ait tören kaftanlarının yanı sıra "Sarayın Resim Koleksiyonu"ndan da aralarında Sultan 2. Beyazıt’ın da bir portresi bulunacak.

Topkapı Sarayı Müzesi’nde açılan "Moskova Kremlin Sarayı Hazineleri Topkapı Sarayı’nda" isimli ilk sergi, 7 Hazirana kadar görülebilecek. Kremlin Sarayı’nda açılacak "İstanbul Topkapı Sarayı: Osmanlı Sultanlarının Hazineleri" ise 15 Ağustosa kadar açık kalacak.

Radikal, 13.04.2010

SAFRANBOLU'DAKİ TARİHİ ÇEŞMELERİN 'SUSUZLUĞU' GİDERİLECEK

 

 

Karabük'ün Safranbolu İlçesi'ndeki tarihi çeşmelerden 90'ı restore edilerek, sularının akması sağlanacak.

UNESCO'nun Dünya Miras Kentleri listesindeki Safranbolu'da dini bakımdan ''cömertliğin'', sosyal açıdan ''tanınmışlığın'' ve mimari yönden ''cezbediciliğin'' ifadesi 140 tarihi çeşmenin onarım bekleyen 90'ı için restorasyon çalışması planlanıyor.

Padişah 3. Selim'in sadrazamlarından İzzet Mehmet Paşa'nın yaptırdığı İncekaya mevkisi İnce Köprü'den geçen Paşa Suyu ile konakların yakınından çıkan kaynaklardaki kanallarda meydana gelen arızalar nedeniyle bir bölümü susuz kalan çeşmelerin şebekeye bağlanarak sularının akıtılması da amaçlanıyor. Safranbolu Belediyesinin restorasyon çalışmaları kapsamında kırılan muslukları yenilecek çeşmeler aslına uygun motiflere göre yeniden düzenlenecek.

Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy, çalışmaya ilişkin yaptığı açıklamada, üzerinde yazıt, ayna taşı, oluk ve fiske yer alan 140 çeşme bulunduğunu, bunlardan yaklaşık 50'sinin geçmiş yıllarda restore edildiğini söyledi. Genellikle dikdörtgen planlı çeşmelerin yuvarlak ve sivri kemerli yapıldığını ifade eden Aksoy, şöyle konuştu: 

'Öncelikle onarım bekleyen 90 çeşmenin restorasyonunu amaçlıyoruz. Ardından da geçmiş yıllarda restore edilenleri elden geçireceğiz. Bazı çeşmelerde inşa edildiği tarih, saat figürüyle belirtilmiştir. Hayata geçireceğimiz projeyle Safranbolu'da onarılmayan çeşme bırakmayacağız. Atıl tarihi çeşmelerimizi turizme kazandıracağız. Eserlerimiz orijinal haline göre restore edilecek, sularının da akması sağlanarak işlevsel hale getirilecek.''

Yapı, Fotoğraf: Ahmet Özler, 13.04.2010

BU SERGİNİN 300 YILLIK HİKAYESİ VAR





Üniversiteyi halkla buluşturan “bilgiyi halkın ayağına götürüyoruz projesi '' Prof.Dr. Nevzat Çevik önderliğinde ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteği ile Demre de büyük farkındalık yarattı.


Myra Demre Sempozyumu'nu başından sonuna kadar izleyen; genç-yaşlı her kesim Demreli artık çevresine farklı bir gözle bakacak. Çünkü sahip oldukları tarihi miraslar ve doğal güzelliklerin üzerinde yaşayan Demrelilerin bu coğrafyaya karşı sorumlulukları hatırlatıldı.

Hafif yağmura niyetli bir sabahın erken saatlerinde Noel Baba meydanında kurulan sergi alanında başta Nevzat Hoca ve peşinde gönüllü ordusu öğrenciler olmak üzere büyük bir telaş vardı. Bakan Günay açılışı yapacağı için yere kırmızı halılar seriliyor, resimler titizlikle panolara yerleştiriliyor, herkes büyük bir disiplinle çalışıyordu. Genç arkeologlardan Erhan ve Onur bir yandan bu işleri takip ediyor, bir yandan da konukları hiç yalnız bırakmıyordu. Organizasyonda yer alan ve gönüllü çalışan herkesin işini ne kadar sevdiği ve önemsediği gözlerindeki ışıltıdan belli oluyordu.

Prof.Dr Nevzat Çevik bu örnek çalışmanın önderi olarak oldukça heyecanlı ve keyifliydi. Sergiyi gezen Demrelileri izliyor, aralarında neler konuştuklarını takip ediyor ve “bakın daha şimdiden başladı tarihi eserlere dair farkındalık ve sorumluluk, artık kendi aralarında bunları konuşacaklar '' diyordu sevinçle.

“İlk Seyyahların Kaleminden son araştırmacıların Objektifine '' adlı sergi sizi bir anda 300 yıl geriye götürüyor ve anında geri getiriyor. Zaman tünelinde hızlı bir ışınlanma ve şoklanma yaşıyorsunuz. Ardından gördüklerinizin derin bir muhasebesi başlıyor içinizde..Bu içsel hesaplaşma ;adeta yağma edilen tarihi miraslarımız karşısında derin bir üzüntüye bırakıyor yerini....

İşte güzelliklerimizi anlatan seyyahların satırlarıyla gülümsediğimiz ama çalınan eserlerle ilgili yüreğimizi sızlatan cümlelerin yer aldığı panodan bir kaç alıntı:

"İyi ki biz bazı kalıntıları götürmüşüz yoksa siz onları da tahrip ederdiniz.Viyana Müzesi'nde bulunan kabartmaların kopyasını size verebiliriz. "(Prof.Dr. Jürgen Borchhardt 1964-68)

"25 yıllık keşiflerime baktığımda en zevkli yolculuklarımı Likya'da yaptığımı anımsıyorum. Bu ülke başka yerde dengi olmayan bir etkiye sahiptir Manzara muhteşemdir. Ayışığında başka bir evren olur." (George E. Bean 1952-66)

"Bir Yunus bir Mevlana neyse Pataralı Aziz Nikola'da odur özde. Hem Anadolulu hem erendir. Ancak bu toprakların mirasçıları olarak bizler onu unutmuş, ona yabancılaşmışız." (Prof Dr. Fahri Işık)

Prof.Dr Çevik ile serginin açılış hazırlıkları arasında kısa bir söyleşi yaptık. İşte Nevzat Hoca'nın anlattıkları…

“Bu sergi sempozyumun bir parçası olarak düzenlendi. Hedef,eski seyyahların araştırma tarihi ve geldiklerinde eserleri götürmesinden, bilim, edebiyat,resim vs dahil ne yaptıklarını anlatan 300 yıllık bir araştırma hikayesi var bir panoda.

Ülkemizden giden anıtlara ayrı bir pano yaptık. Myra, Simena, Hoyran'dan kendi çizimlerinden baskı yaptık, 300 yıl önce o resmi yapan gezginin durduğu yerde durup fotoğrafını çektik. O gün nasıldı bu gün ne halde diye.

2 ay sürdü bu hazırlık, 1 hafta sergilenecek, 5 kişilik bir ekip çalışması. Halka karşı görevimizi yapabilmek için bu sergiyi hazırladık. 100 civarında kitap makale okuduk. İlk gezginlerin kaleminden çıkan anlatımların en etkileyicilerini seçtik. Onların gözüyle de görsünler diye.Bu sergide halkın sanat duygusunu çizimlerle yükseltmenin yanı sıra sanatı kullanarak tarihi eserlerle insanlar arasında bir köprü kurduk .

300 yıl önce buraya gelen gezginler; doğal, kültürel ve tarihi açıdan bu ülkenin benzersizliğini ve vazgeçilmez bir coğrafya olduğunu yazmışlar, çizmişler. Tüm bunları göstererek kendi doğal ve kültürel değerlerimizin farkında olmayan ya da az farkındalığı olan halkımıza “çevrenizde bu kültürel ve tarihi miraslar var, bunlar çok önemli, koruyun '' mesajı veriyoruz.

-Akdeniz Üniversitesi öncülüğünde gerçekleştirilen sempozyum ve sergi etkinliği kapsamındaki model çalışma; ülkemizdeki tüm bölgeler için örnek olur mu?

"Örnek olmalı diye bir iddiamız yok. Ben sadece kazı ile uğraşan bir arkeolog değilim. Halka her şekilde gitmek, ilgisini çekmek, bilgileri halkla paylaşmak, her şekilde onlar için bu işlerin yapıldığını hissettirmek ve halkın içinde olarak bilinçlendirerek bu işin içinde olmalarını sağlamak gerekiyor.Üniversite olarak hedefimiz bu. ''

Sempozyumun genel bir değerlendirmesini yapan ve geri dönüşlerinin her kesimde çok iyi olduğunu belirten Nevzat Hoca, "bilim insanları da kendi aralarında büyük bilgi paylaşımları yaşadı, bir zoolog, bir peyzaj mimarını dinledi, bir arkeolog sualtı doğası ve tarım konusunda yeni bilgiler öğrendi. Dolayısıyla bizim de penceremiz çoğalıyor bu tür sempozyumlarda. Bu pencereler sorumlu olduğumuz bölgeye farklı açılardan bakma şansı veriyor.


Yıl sonunda sempozyumda yapılan bu çalışmanın kitabının çıkaracağız. Finansını Sayın Bakanımız sağlıyorlar. "Her Demrelinin evine bir kitap projesini" arkasından getirip finans bulabilirsek satmadan ücretsiz olarak her Dermelinin okumasını sağlamak istiyoruz.." dedi.

-Bu model Akdeniz Bölgesinde devam edecek mi?

"Edecek sanırım. Bakanlığımızın İstanbul da düzenleyeceği çok büyük bir kongre var, arkeoloji, tarih kongresi. Lütfü Kırdar salonunda yapılacak ve çok büyük bir buluşma olacak.Orada da sergilemek istiyorum. Arkeologlara bir model olabilir, kendi yerleşim birimlerinde yapsınlar diye.

-Akademisyenler bilgiyi paylaştı, halk kısmen katıldı, peki turizm sektörünün temsilcileri bu önemli oluşumun neresinde kaldı?

"Davetlerimizi yaptık ancak turizmcilerden fazla katılım olmadı, bu benim anlayacağım bir şey değil, bizler görevimizi tamamladık. Biz üniversite olarak daha bilinçli, daha kültürlü düzeyli yurttaş yaratmanın yollarından bahsediyoruz.


Katılan turizmciler çok güzel konuşmalar yaptılar, bundan sonra kültür ve doğasız turizm olmaz, ana başlığımızı kültür koyduk bu yıl dediler. Bunu çok önemsiyorum; turizmcilerin bu sloganla işe başlaması bana yeter zaten. Bu önemli bir başlangıç bence."

Turizm Haberleri, Haber: Nilgün Atar, 13.04.2010

EN BÜYÜK PERİ BACASI YENİDEN ZİYARETE AÇILIYOR





Kapadokya'nın en büyük peribacası olarak bilinen ve çökmelerin olabileceği ihtimaline karşı 6 yıldır ziyarete kapalı bulundurulan Ortahisar Kalesi'nin turizme açılacağı bildirildi.

Nevşehir'in Ürgüp İlçesine bağlı Ortahisar beldesinin Belediye Başkanı Ali İhsan Özendi, bazı bölümleri tehlike oluşturduğu gerekçesiyle 6 yıl önce turistlerin ziyaretine kapatılan tarihi Ortahisar Kalesi'nin yeniden turizme açılacağını bildirdi.

Kalede, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon çalışması yapılacağını belirten Özendi, kalenin en kısa sürede ziyarete açılacağını söyledi.

Kalenin Kapadokya'nın en büyük peribacası olarak bilindiğini ve 80 metre yükseklikte olduğunu ifade eden Özendi, tarihte hem korunma hem de yerleşim amaçlı kullanıldığını kaydetti.

Ortahisar Kalesi'nin, 2004 yılında bazı bölümlerinin yıkılma tehlikesi oluşturduğu için turistlerin ziyaretine kapatıldığını dile getiren Özendi, Kültür ve Turizm Bakanlığına ait olan tarihi kalenin yeniden turizme açılabilmesi için kalenin tahsisinin belediyeye devredildiğini anlattı.

Tadilat için öntespit çalışmalarının başladığını kaydeden Özendi, Ortahisar Kalesi'nin Kapadokya turizmi için büyük bir önem taşıdığına dikkati çekti.

Belediye Başkanı Özendi, şu bilgileri verdi: ''Çevresinde bölgenin karakteristik sivil mimari örneklerinin bulunduğu kalenin, restorasyon çalışmaları için proje çalışmaları sürüyor. Bakım ve onarım çalışmasına yakın tarihte başlayacağız, ODTÜ'den gelecek olan bir ekiple kalemizi inceleyeceğiz ve tadilatına başlayacağız. Açık olduğu dönemlerde her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Ortahisar Kalesi'nin kapalı olması belde turizmini de olumsuz yönde etkiliyor. Bir an önce restorasyon çalışmalarının yapılması için girişimlerimiz sürüyor. Yaklaşık 6 ay içerisinde kalemizi tekrar turizme kazandırmayı amaçlıyoruz.''

Yapı, Fotoğraf: Selçuk Yıldız/AA, 13.04.2010

DİYARBAKIR'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Diyarbakır'da bir yolcu minibüsünde yapılan aramada Roma dönemine ait olduğu belirtilen 214 parça tarihi eser ele geçirildi.

Olayla ilgili bir kişi gözaltına alındı.

 

Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Bismil İlçesi Sinan Köyünde bir yolcu minibüsünü durdurdu. Minibüste yapılan aramada; 1 yolcuya ait poşet içerisinde, Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen 207 adet gümüş sikke, 1 adet gümüş kolye, 2 adet Süryanice yazılı kitap, 1 adet papaz atkısı, 1 adet eski papaz giysisi ile ve 2 adet süs eşyası ele geçirildi.

 

Tarihi eser niteliği taşıdığı değerlendirilen toplam 214 parça eski eser Diyarbakır Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, gözaltına alınan şüpheli şahıs adli makamlara sevk edildi.

Haberciniz, 13.04.2010

KÜTAHYA'DA BULUNAN 4 BİN ESER İÇİN ÜNİVERSİTEDE MÜZE KURULUYOR





Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütahya Seyitömer Höyüğü'nde yürütülen kazıda bulunan 4 bin eserin sergilenmesi amacıyla Dumlupınar Üniversitesinde (DPÜ) müze kurulması yönündeki talebi onayladı. DPÜ Rektörü Prof.Dr. Güner Önce, Kültür ve Turizm Bakanlığından kendilerine gönderilen yazıda, üniversitenin Merkez Yerleşkesi'nde müze kurulmasına yönelik taleplerinin onaylandığının belirtildiğini söyledi.

Uzun süredir uğraş verdikleri konunun olumlu sonuçlanmasına sevindiklerini ifade eden Prof.Dr. Önce, Rektörlük binasının alt katında geniş imkanlara sahip salonda öncelikle üniversiteye ait kültür ve sanat varlıklarını sergileyeceklerini bildirdi. Prof.Dr. Önce, DPÜ Arkeoloji bölümünün 2006 yılından bu yana il merkezine 25 kilometre uzaklıkta yer alan Seyitömer Höyüğü'ndeki kazıları yürüttüğünü anımsatarak, şöyle devam etti:

''Höyükten şimdiye çıkan yaklaşık 4 bin eser çıkarıldı. Bunlar çok değerli eserler ve fiziki imkansızlıklardan dolayı kent merkezindeki Arkeoloji Müzesi'nde sergileme imkanı yok. Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün'ün DPÜ'de müze oluşturulmasına ilişkin olumlu görüşü ve gayretleri vardı. Sonuçta Bakanlığa yaptığımız müracaat kabul edildi. Nihai olarak Arkeoloji bölümümüzün Seyitömer Höyüğü'nde yürüttüğü kazıda bulunan 4 bin eserin sergilenmesi için üniversite yerleşkesinde müze kurulması talebimiz, Kültür ve Turizm Bakanlığınca onaylandı.''

Müzeye tahsis ettikleri salonda güvenlik kameralarıyla bütün önlemleri aldıklarına işaret eden Önce, Seyitömer Höyüğü, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğüne bağlı Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) sahasında olduğundan müzenin iç donanımının TKİ Genel Müdürlüğünce sağlanacağını anlattı. 
    
Müzeyi vatandaşlar da gezebilecek
Prof.Dr. Önce, Devlet Malzeme Ofisinden vitrinleri alarak müze kurulmasına ilişkin ihale sürecini başlatacakları bilgisini verdi. Üniversitede müze kurulmasının önemli olduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Önce, şunları kaydetti:

''Üniversitemizde böyle bir müzenin kurulması çok güzel. 37 bin civarında öğrencimiz var. Öğrencilerimizin, öğretim görevlilerimizin, velilerin, çalışanlarımızın, hatta Kütahya halkının bu eserleri görmesinin büyük bir hizmet olduğunu düşünüyorum. Zaten bu nedenle müze talebinde bulunmuştuk. Gönül ister ki, tamamen ayrı bir müze binası yerleşkemizde olsun. Onun da hazırlığını yapmıştık, ancak bütçemizde yeterli imkan olmadığından şimdilik gerçekleştiremedik. Müzeye onay verilmesi sadece üniversite için değil, Kütahya açısından da güzel bir olay. Kültür ve sanat varlıklarımızı halkımıza, öğrencilerimize ne kadar yansıtırsak, kültür ve sanata ilgilerini artırmış oluruz. Üniversite ortamı sadece eğitim değil aynı zamanda kültür ve sanat ortamıdır. Müze için büyük çaba harcadık, sonuçlarını yakın sürede göreceğiz.'' 
    
Seyitömer Höyüğü
Seyitömer Höyüğü'nde kazı çalışmaları, altındaki 12 milyon ton kömürün ekonomiye kazandırılması amacıyla 1989'da Eskişehir Müze Müdürlüğünce başlatıldı. Afyonkarahisar Müze Müdürlüğünün 1990-1995 yılları arasında yürüttüğü çalışmalar, 2006'dan itibaren DPÜ Arkeoloji Bölümü'nce ele alındı.

TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokol gereğince her yıl 6'şar aylık dönemler halinde yürütülen kazı çalışmalarının bu yıl tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının ardından yaklaşık 500 milyon lira değerinde linyit kömürü çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.

Yapı, Fotoğraf: Ömer Ürer/AA, 13.04.2010

VAKIFLAR'A AİT TARİHİ ESERLER 'TÜM RİSKLER'E KARŞI SİGORTALI

 

Tarihi binalar için başlatılan hummalı restorasyon ve onarım çalışmalarını tamamlayan Vakıflar Genel Müdürlüğü, 3 bin 383 eserini sigortalattı. Tarihi ve sanatsal değeri yüksek eserlerin mirasçısı olan Vakıflar tarafından sigorta ettirilen görkemli eserler arasında Hürrem Sultan Hamamı, Süleymaniye Camisi, Mihrimah Sultan Yalısı, Beyazıt Camisi, Yenikapı Mevlevihanesi, Humbarhane Camisi, Şeyh Yahya Efendi Camisi, Ertuğrul Tekkesi de bulunuyor. Yüzlerce yapının içinde bulunan binlerce eser de sigorta kapsamına alındı. Paha biçilmez eserlerin kaç paraya sigortalandığına ilişki bilgiler sır gibi saklanıyor. Tarihi eserlerin değerine paha biçilmeyeceğinden hareket eden Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri, Anadolu'nun her türlü hırsız ve tarihi eser kaçakçısının iştahını kabarttığını vurguluyor. Onarımlar sırasında da binaların sigorta kapsamına alındığını belirten Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt bina ve eserlerin deprem, su baskını, toprak kayması, fırtına, yangın gibi doğal afetler ile hırsızlık, sabotaj gibi risklere karşı "all risk" (tüm riskleri içeren) sigorta kapsamında olduğunu söyledi.

Sabah, 13.04.2010

TARİHİ EVLER HARABEYE DÖNDÜ

 

Bilecik'in Küplü Köyü'nde ilgisizlikten dolayı harabeye dönen tarihi ahşap evler restore edilmeyi bekliyor.

 

Bakımsızlıktan sıvaları dökülen, camları kırılan iki katlı ecdat yadigarı yapı çökmeye yüz tuttu. Küplü Köyü sakinleri, "Osmanlı döneminin izlerini taşıyan evler harabeye döndü. Bu tarihi evlere daha fazla viraneye dönmeden el atılması lazım. Bu evler bir an evvel restore edilerek turizmin hizmetine sunulmalı" dedi.

Bilecik Kent Haber, 13.04.2010

SİDE ANTİK TİYATRO, GÜNÜMÜZDE AYAKTA KALAN GREK-ROMA DÖNEMİNİN EN GÖRKEMLİ ESERİ





İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, MS 2. yüzyıl ortalarında yapılan Side Antik Tiyatro'nun dünyanın Grek-Roma yapılarından biri olduğunu söyledi.

 

Haluk Abbasoğlu, Side Antik Kent'te bulunan çoğu Roma dönemi eserlerinin İtalya Roma'da olmadığını belirtti.

 

Mevcut tiyatronun, daha ufak Hellenistik bir tiyatro üzerine kurulduğunun tahmin edildiğini ifade eden Abbasoğlu, 15 bin kişi seyirci kapasiteli olan tiyatronun arkasına destek teşkil edecek bir tepe bulunmadığı için Doğu Akdeniz Bölgesi'nin tek Grek-Roma eseri olduğunu kaydetti.

Abbasoğlu, "MS 2. yüzyıl ortalarına doğru yapılan Side Antik Tiyatro günümüzde ayakta kalan nadir Grek-Roma eserlerinden biridir. Arkasına destek teşkil edecek bir tepe bulunmadığı için çok üstün mimari teknikle yapılmıştır. Kemerleri ise kendine özgüdür. Dış görünüşüyle Batı Roma İmparatorluğu büyük amfi tiyatrolarını andırmaktadır. Tiyatronun ortasındaki yoldan (diazoma) aşağı doğru 29 sıra mevcuttur. Tiyatronun sahnesi 3 kattan ibarettir. Sahnenin üst cephesi çok zengin mimariye sahip. MS 5. yüzyılda şapeller yapılar Erken Hıristiyanlık döneminde açık hava kilisesi olarak kullanılmıştır." diye konuştu.

 

Abbasoğlu, Türkiye'de Efes'ten sonra ikinci kazı yapılan tarihi ören yerinin Side Antik Kent olduğunu söyledi. Side Antik Kent'in gün yüzüne çıkmasında Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel, Prof.Dr. Jale İnan, Dr. Ülkü İzmirligil'in büyük katkılarının olduğuna işaret eden Abbasoğlu, Perge kazıları öncesi kendisinin de bir dönem Side Antik Kent'te kazı çalışması yaptığını kaydetti.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Side Antik Tiyatro'yu sahne kısmı ve ön bölümlerde yıkılma tehlikesine karşı 2009 yılından itibaren konser ve uluslararası etkinliklere kapatmıştı

Samanyolu, 13.04.2010

TARLASINDA ÇALIŞIRKEN TARİHİ ESER BULDU

 

 

Edirne'de bir çiftçi, tarlada çalışırken Geç Roma Dönemi'ne ait olduğu sanılan mezar buldu.

Alınan bilgiye göre, merkez ilçeye bağlı Doyran Köyü'nde bir çiftçi, tarlasını işlediği sırada mezar kapaklarına rastlayınca durumu jandarmaya bildirdi.

Bunun üzerine askeri yasak bölgede bulunduğu ve vatandaşların izinle girdiği belirtilen tarlada, jandarma ekiplerinin denetiminde Edirne Müze Müdürlüğü ekiplerince kazı çalışmalarına başlandı.

Müze Müdürlüğü görevlilerinden Kemal Erkan, jandarmanın durumu kendilerine bildirmesi üzerine tarlada kazı işlemine başladıklarını, kazılar sonucu ele geçirilen buluntuların Geç Roma Dönemi'ne ait olduğunu tahmin ettiklerini söyledi.

Erkan, şunları kaydetti: ''Köyün mera alanı ve askeri yasak bölgede jandarma gözetiminde kazılarımızı yapıyoruz. Şu ana kadar Geç Roma Dönemi'nden kaldığını tahmin ettiğimiz biri çocuğa ait 2 mezar bulduk. Mezarların içinde kafatasına ait bölgede 2 küpe, 2 yüzük, ufak bir altın obje ve süs eşyası olarak kullanılan boncuklar bulduk. Bunlar, Edirne Müzesi'nin emanet bölümüne kaldırıldı. Bu bölgede buna ilk kez rastlanıyor. Çalışmalarımız devam ediyor.''

İnternet Haber, 12.04.2010

SAHTELERİ, PROFESYONEL KOKARTLI REHBERLERİ BIKTIRDI





Antalya bölgesi tarihi ören yerlerinde turistleri kültür, tarih ve arkeoloji turizmine çıkaran profesyonel kokartlı turist rehberleri sahtelerinden rahatsız.

 

Bastıyalı Turizm Seyahat Acentesi Kokartlı İngilizce ve Norveçce Turist Rehberi Mehmet Reşat Akıl, turizm sezonunun başlamasıyla birlikte Side Antik Kent'te sahte turist rehberlerinin cirit atmaya başladığını söyledi. 


Haftanın 3 günü İskandinav ülkelerinden Antalya'ya gelen turistleri Side Antik Kent'te kültür ve arkeoloji turuna çıkardıklarını belirten Akıl, başta Apollon Tapınağı olmak üzere tarihi Bizans Hastanesi ve Devlet Agorası ve Roma Kütüphanesi yanlarında sahte rehberleri turist gezdirdiğini ifade etti. 


Akıl, "Sahte turist rehberleri Türk turizminin imajını bozuyor. Sahte rehberler ellerinde haritalarla yaklaşınca turistler tedirgin oluyor. Getirdiğimiz İskandinav turistlere çoğu zaman mahcup oluyoruz." diye konuştu.


Sahte rehberlerin, her turizm sezonu problem olduğuna işaret eden Rusça turist rehberi İlkay Özen de Kültür ve Turizm Bakanlığı, kolluk ve yerel yönetimlerin işbirliği yaparak Türk turizminin imajına zarar getiren bu tür kişilerin tarihi ören yerlerden uzaklaştırılması gerektiğini vurguladı. Kokartsız rehberleri ellerinde bir harita ile turistlere tarihi yerlerle ilgili verdikleri bilgilerin gerçeği yansıtmadığını ifade eden İlkay Özen, İtalya, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Rusya ve Avusturya'da tarihi yerlere girmesinin yasak olduğunu kaydetti. 


Özen, "Turiste tarihi şehir hakkında bilgilendirme yaparken sahte rehberlerin etrafımızdan dolaşmasından rahatsız oluyoruz. Zaten turist, kimliksiz rehberlerin giyim kuşamını görünce korkuyor. Turistleri otobüse bindirince şikayetlerini bize iletiyor." diye konuştu. 


Rus Mobaly Turizm Seyahat Acentesi Genel Müdürü Andrey Baronov da Antalya bölgesine getirdikleri Rus turistlerin en fazla rahatsız olduğu konuların başında kokartsız rehberler ve dilenciler olduğuna dikkat çekti. 


Side Belediyesi'nin, turist şikayetleri için şehir girişine ve Side Limanı yanına turizm danışma ofisi açacağı belirtildi.

Bizim Antalya, 12.04.2010

İZMİR AGORASI İÇİN 105 BİNA YIKILDI

 

Kent merkezinde "dünyanın en büyük antik agorası" kabul edilen İzmir Agorası, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin 26.8 milyon liralık kamulaştırması ve 105 bina yıkımı ile büyük ölçüde ortaya çıkarıldı.

 

Yapılan açıklamaya göre, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin tarihi İzmir Agorası'nda sürdürdüğü çalışmalarda kamulaştırma ve yıkımlar ara vermeden devam ediyor.

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından etap etap kamulaştırma çalışmaları süren tarihi Agora'da yıkılan bina sayısı 105'e ulaşırken, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığında yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları da aynı hızda sürdürülüyor. İzmir Arkeoloji Müzesi ile Büyükşehir Belediyesi Tarihsel Çevre ve Kültür Varlıkları Koruma Şube Müdürlüğü'nden uzman gözlemciler, hem yıkımlar sırasında hem de molozların kaldırılması aşamasında çalışmalara gözlemcilik yapıyor.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, ilk kamulaştırmalarına 1997 yılında başlanan, ilk yıkımı ise 2005 yılında gerçekleştirilen tarihi alanda, "Agora ve Çevresi Koruma, Geliştirme ve Yaşatma Projesi" çerçevesinde bugüne kadar 26 milyon 808 bin 987 liralık kamulaştırma bedeli ödedi. Toplam 21 bin 987 metrekarelik alandan 18 bin 337 metrekaresini kamulaştırarak tapusunu alan Büyükşehir Belediyesi, geri kalan bölümleri kamulaştırmak için de çalışmalarını sürdürüyor.

haberler.com, 12.04.2010

TURGUT'TAKİ AÇIK HAVA MÜZESİ TARİHE TANIKLIK EDİYOR

 

 

Marmaris'in doğa harikası Turgut Köyü her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti konuk ediyor.Eskiden yurt savunması için inşa edilen kalede Kırkmerdivenler, zindanlar, demirlerle bağlanmış zincirler, mezarlıklar, kaya sütunları gibi çok eski yapıtlar mevcut. Hazinelerin saklandığına inanılan bu bölge, altın ve tarihi eser avcıları tarafından tarih edilmiş ama heybeti ve ihtişamı şimdi de görenleri büyülüyor. Jeep safarilerin uğrak yeri haline gelen eski kale, turistler tarafından büyük bir heyecanla ziyaret ediliyor.
 

Dilden dile anlatılan ve bir efsaneye dönüştürülen kırk haramileri dünyada en çok bilinen efsaneler arasında yer almaktadır. Filmleri kitapları ve fotoğraflarıyla yıllar boyu ilgi odağı haline gelen ve Mezopotamya'da yaşadığına inanılan bu çeteye karşı Marmaris'in Turgut Köyü'nde asırlar önce var olan Kırkmerdivenler efsanesi yeni bir tartışma konusu yaratacağa benziyor.

Beyaz Gazete, 12.04.2010

TOKİ TARİHİ YAPILARIN RESTORASYONU İÇİN KREDİ VERİYOR

 

TOKİ, bakıma ihtiyacı olan tarihi yapılar için onarım ve restorasyon kredisi verecek. Restorasyon çalışmaları öncelikli olarak Kültür Bakanlığı ve TOKİ’nin belirlediği tarihi yapılarda olacak. TOKİ kredi verileceği projelerin belirlenmesinde yapının kültür varlığı niteliğinin devamını sağlaması ve işlev kazandırılması amacına yönelik olması şartını ön planda tutuyor.

 

TOKİ kredinin miktarını, projenin keşif bedelinin en fazla yüzde 70’i oranında belirlerken kredi üst sınırını ise 80 bin TL olarak belirledi. Kullandırılan kredinin faizi yıllık yüzde 4, vadesi ise 10 yıl olup geri ödemeler aylık sabit taksitler halinde tahsil edilecek.

 

2010 Yılı Restorasyon Kredisi başvuruları 19 Nisan ile 7 Mayıs tarihleri arasında Toplu Konut İdaresi tarafından kabul edilecek.

Emlak Kulisi, Haber: Banu Ezber, 12.04.2010

MÜZE VE ÖREN YERLERİ TURİZM SEZONUNDA 23.00'DE KAPANACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı müze ve ören yerleri "Turizm Haftası"nın başlayacağı 15 Nisan tarihinden itibaren turizm sezonu boyunca saat 19.00’a, ihtiyaç duyulması halinde ise ilgili valiliklerin izniyle saat 23.00’e kadar açık tutulacak.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden edinilen bilgiye göre, Bakanlık, her yıl kutlanan "Turizm Haftası" etkinlikleri kapsamında, yerli ve yabancı ziyaretçilerin kültürel değerlere yönelik ilgisinin geliştirilmesi, bilgisinin artırılması amacıyla müze ve ören yerlerini turizm sezonu boyunca geç kapatacak.

Bu kapsamda, Bakanlığa bağlı müze ve ören yerleri bölgesel koşullar da dikkate alınarak turizm sezonu boyunca saat 19.00’a, ziyaretçi potansiyeli yüksek bulunan müze ve ören yerleri ise gerek görülmesi halinde ilgili valiliklerin izniyle saat 23.00’e kadar ziyaret edilebilecek.

Uygulama, her türlü güvenlik önleminin alınması şartıyla "Turizm Haftası"nın başlayacağı 15 Nisandan itibaren turizm sezonu boyunca geçerli olacak.

Milliyet, 12.04.2010

DAĞ'IN AYASOFYA'SINA 1 MİLYON 700 BİN TL





Tahincioğlu Holding CEO’su Özcan Tahincioğlu’nun aldığı belirtilen “Ayasofya”, en pahalı klasik Türk yapıtları listesinde 4. sıraya yerleşti Antik A.Ş.’nin dün Swissotel’de düzenlenen 261. müzayedesine, Şevket Dağ’ın “Ayasofya” adlı tablosu damga vurgu.

 

Dağ’ın 1914’te Berlin’de yapılacak bir sergi için özel olarak çalıştığı tablo, I. Dünya Savaşı nedeniyle sergiye gönderilememiş ve Mekke Emiri Vezir Ali Haydar Paşa tarafından satın alınmıştı.

 

900 bin TL muhammen bedelle satışa çıkan eser 1 milyon 700 bin TL’ye alıcı buldu. Eserin fiyatı vergileri eklendiğinde 2 milyon 146 bin TL’ye ulaştı. Klasik Türk resminin başyapıtları arasında gösterilen eserin, Tahincioğlu Holding CEO’su Özcan Tahincioğlu tarafından satın alındığı belirtildi. “Ayasofya” en pahalı klasik Türk yapıtları listesinde 4. oldu.

Türk hat sanatı rekoru kırıldı Müzayedede Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun haciz koyarak yurtdışından getirdiği, Erol Aksoy’a ait 13 tablo ve afiş de satışa çıktı. Aksoy’un koleksiyonundan satılan en yüksek fiyatlı eser, Selim Turan imzalı “Soyut Kompozisyon” oldu.

 

Tablo 160 bin TL’ye satıldı. Müzayedede Türk hat sanatının önemli isimlerinden Kazasker Mustafa İzzet’in “Hilye-i Şerife”si 880 bin TL’ye satıldı. Vergileri eklendiğinde 1 milyon 111 bin TL’ye ulaşan “Hilye-i Şerife” bu fiyatıyla dünya müzayedelerinde satılan en değerli Türk hat sanatı rekorunu kırmış oldu. Ayrıca Kont Alexander Mordvinov’un “Venedik” konulu eseri 750 bin, Hoca Ali Rıza’nın “Türk Evleri” 475 bin, Süleyman Seyyid’in natürmortu 280 bin, Osman Hamdi Bey’in portre çalışması 205 bin TL’ye alıcı buldu.

Akşam, 12.04.2010

NOEL BABA'NIN KIRMIZI KÜRKÜNE SAVAŞ AÇTI

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Antalya’nın Demre İlçesi’nde yapılan Myra- Demre Sempozyumu’nun kapanışında ‘Noel Baba’ diye bilinen Aziz Nicholas’ın imajının yanlış yansıtıldığını söyledi.
 

Aziz Nicholas’ın gerçek kimliğinden yola çıkılarak onunla ilgili bütün etkinliklerin Demre’de yapılması gerektiğini belirten Bakan Günay, şunları söyledi:
“Bundan 100 yıl kadar önce Coca Cola bir imaj yaratmış. Geyikler üzerinde gezen, uçan, kızaklar üzerinde gezen, kürkler içinde yaşayan Noel Baba imajına teslim olduğumuz zaman Akdeniz çanağında Noel Baba’dan koparız. Baştan beri Aziz Nicholas’ın kışın bile denize girilen bir iklimde yaşadığını, kızaklar üstünde gezen bir insan olmadığını dünyaya anlatmalıyız. Ticari bir ürün gerçeği teslim almış. Biz ticari ürünün arkasına takılmayalım. Ben Aziz Nicholas’la ilgili tüm etkinliklerin Demre’de yapılmasından yanayım. Ancak gerçeğinden kopmadan.”

Hürriyet, Haber: Ahmet Acar, 12.04.2010

HASANKEYF VE ALLİANOİ'YE MÜJDE





Barajlardan etkilenecek kültür varlıklarının 'nasıl ve ne kadar' korunacağına karar veren bilim komisyonunda 'yatırımcı temsilcisi'nin bulunması, Danıştay'a takıldı!

Hasankeyf ve Allianoi’nin baraj suyu altında kalmasına yol açacak Turizm ve Kültür Bakanlığının 717 sayılı ilke kararını iptal eden Danıştay, bir karar daha verdi. Danıştay 6. Dairesi, Bakanlık tarafından yeniden çıkarılan 749 sayılı ilke kararının yürütmesini de durdurdu.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararında kültür varlıkları ve arkeolojik sit alanlarının korunması amacı için oluşturulan bilim komisyonunda ‘yatırımcı kuruluş temsilcilerinin de üye olarak yer almasının hukuka uygun olmadığı’na hükmedildi.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, 2006 yılında 717 sayılı 3 maddelik bir ilke kararı almıştı. Koruma bölge kuruluna verilen görev ve yetkinin, DSİ’ye verilmesi, DSİ’nin taşınmaz kültür ve tabiat varlığnı su altında bırakma karar verme yetkisi tanıyordu. Çevreciler söz konusu kararın iptali için Danıştay’a dava açtı.

Danıştay 6. Dairesi, “Hasankeyf’in taşınması ile Allianoi’nin üzerinin mille kaplanarak su altında kalmasına” neden olacak Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu’nun ilke kararını iptal etti. Kararın gerekçesinde ‘DSİ’nin kültürel varlıklar üzerine karar verme yetkisinin bulumadığı’ vurgulandı.

İptal kararından sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı 2009’da 749 sayılı yeni bir ilke kararı daha aldı. Yeni ilke kararında, taşınmaz kültür varlıkları ve arkeolojik sit alanları üzerinde kurulacak barajlar için DSİ’ye tanınan yetkiler, bu kez Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üniversitelerin ilgili bilim dallarındaki öğretim üyeleri ile ‘yatırımcı kuruluş’ temsilcilerinden oluşan en az beş kişilik bir komisyona verilmesine karar verildi.

Komisyonda ‘yatırımcı kuruluş’ temsilcisinin bulunmasının kuzunun kurda teslim edilmesi anlamına geldiğini öne süren Ankara Barosu, Allianoi Girişim Grubundan Peyzaj Mimarları ve Çevre Mühendisleri Odası, Ekoloji Kolektifi ve Mağara Araştırma Derneği, ilke karara karşı Danıştay’a dava açtı.

Danıştay, davacıların yatırımcı kuruluşun bilim komisyonunda yer almasının hukuka uygun olmadığı iddiasını haklı buldu ve “Kanun ile koruma bölge kurullarına verilen görev ve yetkinin kullanılmasında ‘ilgili kuruluşa’ tanınan hazırlık ve sunum görevinde 2863 sayılı kanunun amacı ile koruma bölge kurullarının nitelik ve çalışma koşulları bakımından hukuka uyarlık bulunmamaktadır” dedi.

Ankara Barosu Kent ve Çevre Kurulu adına açıklama yapan avukat Emre Baturay Altınok, “Danıştay, kurdun kuzuyu koruyamayacağı iddiamızı haklı buldu. Allianoi’yi suya gömecek Yortanlı barajı beş yıl sonra ilk kez bu hafta sonu su tutmaya başlayacaktı. Bu karar nedeniyle başlatılamadı” dedi. 

Ekoloji Kolektifi adına açıklama yapan avukat Gözde Timuroğlu ise yatırımcı kuruluşa böyle bir karar yetkisi verilmesinin, kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda bakanlık yetkilerinin şirketlere devredilmesi, insanlık mirasının yatırım hırsına feda edilmesi anlamına geldiğini savundu. Danıştay kararı, yurt çapında barajlardan etkilenecek bütün kültür ve tabiat varlıklarını ilgilendiriyor.

Radikal, Haber: Mesut Hasan Benli, Fotoğraf: Serkan Ocak, 11.04.2010


******


'BARAJSIZ HASANKEYF ARAMA KONFERANSI'





Doğa Derneği tarafından Hasankeyf İlçesinde ''Barajsız Hasankeyf Arama Konferansı'' düzenlendi.

 

Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, Hasankeyf'te düzenlenen konferansta yaptığı konuşmada, Hasankeyf'in baraj altında kalmaması gerektiğini ifade etti. Hasankeyf'in, UNESCO'nun Dünya Mirası listesine girecek nitelikte olduğunu belirten Eken, şunları kaydetti:


''Hasankeyf'in evrensel 10 kriterin kaçını sağladığına ilişkin çalışma yaptık. Çok net olarak şunu gördük 10 kriterden 9'unu karşılıyor. Bu özelliği Hasankeyf belki de dünyadaki tek yer. Bu 10 kriterin tamamını sağladığı bir yeri dünyada zor buluruz. Burası Doğu ve Batı uygarlıklarının sınır noktasıdır, burası Mezopotamya'nın sınırını çizen nehrin bulunduğu yerdir. Biz bugün dünyanın müşterek mirasını yok etmeye çalışıyoruz. Bir nehrin önüne baraj koyarsanız, o nehir yok olur. Ben Hasankeyf'te yapılan bu baraja karşıyım. Ölene kadarda karşı olacağım, ölene kadar bir Hasankeyf savaşçısı olarak mücadeleme devam edeceğim. Baraj hangi aşamaya gelirse gelsin benim bu mücadelem devam edecektir.''

 

Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) Türkiye Ulusal Komitesi İkinci Başkanı Prof.Dr. Cevat Erder, Türkiye'nin kültürel varlıklarının risk listesine girmek üzere olduğunu savundu. Buna ilişkin yaptıkları araştırma sonucunda Türkiye'deki 9 yerin durumunun iyi olmadığının tespit edildiğini bildiren Erder, gerekli önlemin alınmasını talep etti.

 

Afganistan'dan gelen Dr. Wasay Najimi ise Hasankeyf'te yaşanan durumu medeniyetler çatışmasına benzeterek, ''Modernleşme çabası olan elektrik ihtiyacı ile kültür mirası karşı karşıya. Burada bu iki farklı medeniyetin çatışması yaşanıyor'' diye konuştu.

Cumhuriyet, 12.04.2010

1000 YILLIK MEZARLIĞA AKIN

 

 

Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde bulunan ve 12. yüzyıldan günümüze gelen dünyanın en büyük İslam Mezarlığı, havaların ısınmasıyla birlikte yerli ve yabancı ziyaretçilerin akınına uğruyor.

 

Tarihi Selçuklu Mezarlığı'nda bulunan binlerce mezar taşı üzerindeki bezemeleriyle tarihe ışık tutarken, havaların ısınması ile birlikte abidevi ve sanatsal mezar taşlarını görmek isteyen yüzlerce ziyaretçi buraya akın ediyor. İkinci Orhun Abideleri olarak ta bilinen Selçuklu Mezarlığı ve abidevi mezar taşları, ilk kez görenleri ise adeta büyülüyor. Bilim adamları; geometrik şekiller, bitkisel motifler, ejder başlıklar, nişler ile tezyin edilmiş mezar taşlarını, Asya tesiri ile Orhun Anıtları'na bağlıyor. Bu bağlamda dünyada bir eşine ender rastlanan abidevi mezar taşları dünyanın her yerinden binlerce ziyaretçisini kabul ediyor.

 

Selçuklu Mezarlığı, 210 bin metrekarelik düz bir alanı kaplayan, 11. ve 12. yüzyıldan kalan dünyanın en büyük İslam Mezarlığı ve en büyük açık hava müzelerinden biri olma özelliğini taşıyor. Mezarlıkta şu ana kadar tespit edilen ve her biri şaheser olan 8 bin adet tarihi mezar taşı bulunuyor. Yüksekliği 4,5 metre civarında olan mezar taşları üzerindeki geometrik şekiller ve bezemelerin tamamen bir sanat eseri olduğu belirtiliyor.

Akşam, 11.04.2010

KORUMAK NE DEMEK, HEPSİNİ YIKALIM





Kültür Bakanı'na göre Emek Sineması o kadar eski ki, yıkmaktan başka çare yok. Sanki restore edilemez gibi... Bakan hangi mimarlık ya da kültür kuruluşuna danışmış? Durum çok ürkütücü. O zaman korunacak binaları yıkalım, yerine Miniatürk gibi benzerlerini inşa edip onları mı kültür mirası kabul edelim!

 

Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki en görkemli ve tarihi sinema olan Emek Sineması ve Cercle d’Orient binası ile ilgili olarak bundan on sene önce bir proje yapıldı. Bu projede Cercle d’Orient bir iş merkezine dönüşüyordu ve güya sinema salonu korunuyordu. Bu projede sinema salonu aynen yer alıyordu. Ancak altına üç kat otopark yapılmıştı. O zaman projeyi değerlendiren Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu korunduğu belirtilse de, otoparkın tarihi sinema salonunun yıkılmadan yapılmayacağını fark etti ve projeyi reddetti. Her ne kadar korunduğu söylense de.


Bugün alışveriş merkezleri yapan büyük sermayeli bir şirket tarafından uzun süreli (25 yıl) olarak kiralandığı belirtilen sinema salonu ve cadde tarafındaki Cercle d’Orient binasının yıkılacağını ayan beyan ilan eden projenin kurul onayı var deniyor. Söylendiğine göre kurula yoğun baskı yapılmış.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın belirttiğine göre Emek Sineması, yeni alışveriş merkezi inşaatının üst bölümünde ‘aslına uygun’ olarak korunacakmış. Kültürel mirasın korunmasından sorumlu Kültür Bakanı bakınız neler söylüyor: “O kirli, yağlı ortamda oturmaktansa, iki yıl beklerim.”

Amaç kültür mü, ticaret mi?
Bakana göre bina o kadar eskimiş ki, yıkmaktan başka çare yok. Sanki bina restore edilemez, yıkmaktan başka bir mimari fikir geliştirilemez. Ticari amaçlı olmayan kültürel faaliyetler için başka tür enerjiler harekete geçirilemez. Kültür Bakanı ne yapılması gerektiğini bir şirkete sormadan önce hangi mimarlara danışmış? Hangi kültür kuruluşları ile görüşmüş? Koskoca sinema salonu yalnızca koltuklarının kumaşı, duvarları kirlendi diye yıkılacak! Böyle bir gerekçeyi aklınız alıyor mu? Mimarlık denen faaliyet yalnızca tek bir perspektiften, yöntemden ibaret olabilir mi?


Eğer amacınız, misyonunuz kültür değil, ticaret ise, söylenir! Hatta inşaat bittiğinde görkemli bir açılış yapılır. “Bakın bu salonu eski, yıpranmış haliyle kalsın diyenlere rağmen yeniledik. Fena mı oldu? Sinemayı aynen yaptık bile derler.” Sanki Cercle d’Orient binasını yıllardır o vaziyette tutanlar, sinemayı kapatanlar korunmasını isteyenlermiş gibi. Sanki başka bir yol, yöntem yok. Ya bakımsız bırakacaksınız, ya da yıkıp başka bir şey yapacaksınız.


Bu durum çok ürkütücü. Koskoca kültür bakanı mimarlık ve restorasyon denen şeyin yıkmakla özdeş olduğunu mu düşünüyor?


UNESCO uzmanları İstanbul’a geldiklerinde belediye onlara koruma çalışması yaptıkları yerleri göstermişti. UNESCO uzmanları çok şaşırdılar, çünkü korunacağı söylenen yerlerdeki binalar yıkılmıştı. Başka bir deyişle koruma projelerinin olduğu yerler boştu. Buna karşılık ayakta duran yapılara henüz sıra gelmemişti.


Bakana göre kültür mirasını korumak böyle bir iş ise, o zaman tarihi binaları değil, Antalya’da inşa edilen Topkapı Sarayı gibi otelleri kültür mirası olarak kabul etmeliyiz. Hatta korunacak yapıları yıkıp hepsinin benzerlerini Miniatürk gibi bir yerde yeniden inşa edip, eski binalarla falan boş yere restore etmek, başka mimari çözümler bulmak, araştırmak için uğraşmamalıyız.

Korumak yaratıcı bir iştir
Korumak, mimarlıkla olur. Korumak yaratıcı bir iştir. Tarihi bir yapının nasıl korunacağı meselesi, en az yeni bir bina yapmak kadar yaratıcı bir iştir. Araştırmak, sorgulamak, öneriler geliştirmek demektir. Eğer yeni bina yapılacaksa, bu bakanın iddia ettiği gibi yalnızca eskinin taklidi biçiminde olamaz. Yeni binalar için farklı mimari çözümler, farklı kavramlar olabilir. Aslına uygun olarak başka bir yerde bir tarihi yapının benzerini yapmak, mimarlığı tek bir perspektife hapsetmek, kentte yaratıcılığı yok etmek demektir. Bu tarihi bir sinema salonunun yıkımından çok daha büyük bir yıkım demektir.


Bu nedenle asıl karşı çıkılması gereken şey Emek Sineması’nın yıkımı değil, bir kentte kültürün, mimarlığın tek boyutlu bir düşünceye hapsedilmesidir. Özel sektör iyi hizmet verebilir. Ama kamusal bir sorumluluk üstlenemez. Bir kentte sanat, kültür yalnızca sermaye girişimlerine terk edilemez. Terkedilirse bundan halk zarar görür. Alışveriş merkezleri inşa eden, bu yolla kazanç sağlamayı amaçlayan bir kuruluşun öncelikleri farklıdır. Eğer bir yapının korunması şirket açısından karlı değilse, kamunun teşvik etmesi gerekir. Bunun için emlak vergilerinden toplanan çok ciddi bir pay var. Boşuna mı vergi veriyoruz? Bir Kültür Bakanı kendi sorumluluk alanı ile ilgili olarak nasıl böyle bir söz söyleyebilir?

‘Sizi protesto ediyorlardı’
Bakan “Kimi protesto ediyorlardı, bunu kendileri de bilmiyordu” diyor. Hayır, Sayın Bakan, ben de salondaydım. Sizi protesto ediyorlardı. Sizin kültür mirasına, sanata bakışınızı... Sizi protesto eden kişiler bir kültür bakanı olarak kamusal görevinizi, sorumluluğunuzu yerine getirmediğinizi düşünüyorlar. Çünkü bir kentte kültür yalnızca ticari faaliyetlere bağımlı olarak gelişemez.

Radikal, Yazı: Korhan Gümüş, mimar, İstanbul 2010 Yürütme Kurulu üyesi, 11.04.2010


******


EMEK SİNEMASI'NI NASIL BİR SON BEKLİYOR?





İstiklal Caddesi Yeşilçam Sokak'taki, 20 yıldır İstanbul Film Festivali'ne ev sahipliği yapan Emek Sineması'nın da bulunduğu Cercle d'Orient binasının cephesinin korunarak, yıkılıp yerine bir alışveriş merkezi yapılacak olması gündeme bomba gibi düştü. Proje kapsamında Emek Sineması'nın yıkılacak olmasına karşı yaş, meslek tanımadan bütün sinemaseverler tepkilerini dile getirecek platform oluşturdular, imza kampanyası başlattılar. Bu çabanın nasıl bir sonuç getireceği, şu an sinemanın bulunduğu durum ile ilgili söz sahibi kurumlar olan Emekli Sandığı, Beyoğlu Belediyesi ve Turkmall'un ikna olup olmayacağını zaman gösterecek.

 

Kesin olan bir durum var ise yapılacak yeni komplekste "Emek Sineması"ymış gibi yapacak olan, monte edilmiş sinemanın kimseyi tatmin etmeyeceği.

 

Mimarlar Odası'ndan Mücella Yapıcı ile alınan yıkım kararı ile dikkatleri üzerine çeken Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve sinema eleştirmeni Alin Taşçıyan 7 Nisan Çarşamba gübü NTV'de yayınlanan "Günlerin Getirdiği" adlı programının konuğu olarak konuyu masaya yatırdılar.

 

Programda şunlar konuşuldu:

 

"Mirgün Cabas: İstanbul Beyoğlu'ndaki Cercle d'Orient içinde Emek Sineması'nı da barındıran tarihi bir bina. Binanın yıkılıp cephesi korunarak yeniden yapılması söz konusu. İçindeki Emek Sineması İstanbul'daki tüm sinema severlerin çok iyi bildiği, sevdiği hem mimari hem de kültürel değeri olan bir salon. Yeniden inşası sırasında Emek Sineması yerinden olacak ve binanın üst katına taşınacak. Kimileri bunu Emek Sineması'nın aynen korunması olarak adlandırıyor, kimileri içinse bu kabul edilemez bir ihanet. Konuyu iyi bilen 3 isim bizimle. Beyoğlu Belediye Başkanı, Ahmet Misbah Demircan; Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Genel Sekreteri Mücella Yapıcı ve sinema yazarı Alin Taşçıyan.

 

Gelirken siz yanınızda bir takım panolarla geldiniz. İsterseniz bize burada ne yapılacağını anlatın. Sonra biz bunun üzerinden bu yapılan hakkında birtakım değerlendirmeler yapalım.

Ahmet Misbah Demircan: Şunu ifade etmek lazım. Beyoğlu gerçekten kültürün, sanatın, tarihi binaların çok olduğu bir mekan. Biz belediye olarak bütün bu mirası korumaya gayret ediyoruz. Burada belediye başkanı olarak bulunuyorum. İşin anıtlar kurulunda bu teknik işleri takip eden mimarlarımızın, hocalarımızın kararlarına saygılıyız. Ben sadece Beyoğlu'nda bunlar bana sorulduğu için anlatmak amacıyla konuşacağım.

 

MC: İşin sahibi değilim ama savunucusuyum mu diyorsunuz?

 

AMD: İş bina restorasyonuna girince mimarların pozisyonuna girmemem lazım, kendi pozisyonumu çok doğru tanımlamam lazım.

 

MC: Ama bu siyasi bir karar. Bir siyasi otorite bu kararı alıyor, hükümet de bu kararın arkasında duruyor.

 

AMD: Hayır böyle değil.

 

Hakkı Devrim: Yani idari değil ki ağır sorumluluk siz de olsun.

 

AMD: Aynen öyle. Bir bina restorasyonu yapılıyor. Bunu yapan bir müellifi var. Bu müellif gidip Anıtlar Kurulu'na başvuruyor. Anıtlar Kurulu ona şöyle yap, böyle tamir et diyor ve şu an o kararlar tartışılıyor.

 

MC: Ama siz de bunu destekliyorsunuz.

 

AMD: Ben yapılmasını destekliyorum. Yoksa mimarların kendi aralarındaki tartışmaların tarafı değilim.

 

MC: Bunun bu şekilde yapılmasını destekliyor musunuz?

 

AMD: Biz Anıtlar Kurulu'nun bütün kararlarına uyarız. Bizim orada başka bir seçeneğimiz yok.

 

MC: Başka bir proje verilmiş olsa onu da destekleyecektiniz.

 

AMD: O da, ne çıkarsa.

 

MC: Peki sizin bu böyle yapılmasın da şöyle yapılsın diye bir fikriniz var mı?

 

AMD: Hayır.

 

MC: Peki, bize anlatır mısınız ne olacak?

 

HD: Karar noktası orası değil.

 

AMD: Karar noktası Anıtlar Kurulu.

 

Mücella Yapıcı: Önce Bakanlar Kurulu. Yenileme alanı ilan ettiği için.

 

HD: Şehr-i İstanbul olduğu için.

 

AMD: Şöyle izah edeyim. Burası İstiklal Caddesi. Bu caddenin hemen üstünde Cercle d'Orient diye bildiğimiz bir bina, yaklaşık 1.500 metrekare. Bu bina 1884'de büyük kulüp olarak yapılmış. Altına dükkanları üstüne oyun alanları, eğlence mekanları. Hatta en üst katında otel de yapılmış, insanlar konaklasın diye. O zamanın mantığında bir kulüp binası, ama ticareti var konaklaması var. Şurası Yeşilçam Sokağı, buraya daha sonra Melek Apartmanı, daha sonra İskentini Apartmanı yapılmış. 1920'lere gelince İpek Sineması yapılmış. Bundan 4 yıl sonra da bu binaların otoparkı gibi olan alana Emek Sineması salon olarak yapılmış. Şu gördüğünüz alan tamamen bugünkü SGK'ya ait. 1970'lere gelindiğinde İpek Sineması'nın sahibi İpek Sineması'nı kapatmış, burayı bir kumaş fabrikası olarak kullanmış. Sonra 40 yıl evvel bir yangın çıkmış, bu yangında burası yanmış, bu binayı da etkilemiş, bu bina boş kalmış. Emek Sineması 1920'lerde yapıldığında bu Melek Apartmanı'nın giriş katını kesmişler, fuaye yapmışlar.

 

MY: 1923.

 

AMD: Dolayısıyla bu bina tek kullanılan bina, çevresindeki diğer binaların çoğu boş. Buranın restorasyonu bir bütün olarak yapılıyor. Bizim belediye olarak derdimiz şu: Şu gördüğünüz Yeşilçam Sokağı'nda Yeşilçam Ödülleri'ni veriyoruz. Yeşilçam ödüllerini verirken de bir hayalimiz vardı. Nasıl ki Los Angeles'ta starların ayak izleri var yerde, orada tarih var. Emek Sineması da çok kıymetli, Yeşilçam'ın da bir kültürü var. Bu külliye komple restore edilsin de bunu kim restore ederse etsin, neticede burası kültür mirası olarak yine sinema olarak, yine kültür başlığı altında bir işletmeye açılsın. Bizim belediye olarak yanında durduğumuz konu bu. Burada tartışma nereden çıkıyor? Burayı bir firma kiralamış 1990'larda. kiralayan firma da yap-işlet-devret diye kiralamış. 10-15 sene evvel bir proje yapmış, sunmuş.

 

MY: 1993'de.

 

AMD: Proje iptal edilmiş, daha sonra tekrar hazırlamış projeyi. Kurula getirmiş. Kurulda konuşuluyor tartışılıyor. Ve şöyle mi yapılsın böyle mi yapılsın tartışmaları yaşanıyor. Bu tartışmaları biz de anlamaya çalışıyoruz. Belediye Başkanı olarak ben de bunları anlamaya çalışıyorum.

 

Cercle d'Orient İstiklal Caddesi'nde en uzun cephesi olan binadır. Şu ara sokağı böyle görünüyor. Yanında tarihi binalar.

 

HD: Arada bir not düşelim mi? Şu gördüğümüz ada, emlakçı ağzıyla İstanbul'un bonfilesidir, filetosudur. Akıl almaz değerde bir yer.




Uygulanması düşünülen proje / Kaynak: Emek Sineması Yeniden


AMD: Şu tabloda restorasyon yapıldıktan sonraki halidir.

 

MC: Peki siz niye karşı çıkıyorsunuz buna?

 

MY: Peki bu proje nedir? Proje budur.

 

AMD: Yeni yapılan kütle şu.

 

MY: O zaman sizin de projeden bihaber olduğunuzu düşünüyorum.

 

HD: Mücella Hanım bu nedir o zaman?

 

MY: Bu kurul tarafından onaylanan ve Beyoğlu Belediyesi'nin, Sosyal Güvenlik Kurumu'nun, Büyükşehir Belediyesi'nin ve hatta Turizm Bakanlığı'nın birlikte önerdiği ve onaylanan avan projedir. Bu resmi bir belge.

 

MC: Sizin gösterdiğiniz projeyle bunun arasında ciddi bir fark var. Sizinki galiba biraz alt açıdan çizildiği için üzerindeki kutuyu biz göremiyoruz.

 

MY: Hatta yeni uygulama projelerinde bu kot biraz daha düşüktür. Yeni uygulama projelerinde yandaki yine bir yenileme alanı, kıyamı diyorum ben, Erdoğan Demirören'in Saray Sineması yerine yapılan binanın kotuna getirilmiştir. Çünkü önerilen projede altında 6-7 kat alışveriş merkezi var. Emek sineması 8. kata, en üst kata taşınıyor.

 

HD: Ben arada iki hanımefendiye bir sual sormak istiyorum. Sinema kavramı ihtiyaç olarak, tatmin şekli olarak hiç değişmedi diyebilir miyiz? Ben küçük küçük salonlara giriyorum artık. Çok tutulan bir filme gittik, götürdüler beni. Büyük bir alışveriş merkezine gittik, biz giden 5 kişiydik, bir hanım daha geldi 6 kişi seyrettik. Ben ömrümde hiç böyle bir sinema seansı görmedim. Bu değişiyor.

 

Alin Taşçıyan: Böyle bir süreç yaşandı. Sinema salonları dünyanın her yerinde bir dönem küçüldü. Çünkü üretilen film sayısı arttı. Dolayısıyla gösterilen film kopyası başına izleyici sayısı düştü. Ama bir yandan da salon sayısı arttı, dolayısıyla salonlar küçülmekle birlikte daha küçük, daha çok sayıda salon, daha çok film izleyiciyle buluşma olanağına kavuştu.

 

HD: Artık gazetelerimiz gibi, tıpkı mağazalarımız gibi aynı yerde isteyenin gidebildiği 7-8 film olsun da isteniyor.

 

AT: Ama şu an bir değişim yaşanıyor. Bu dönem bitti. Artık küçük salonların devri kapandı. Artık her şey dijital gösterime geçti ve sinema bütün dünyada dvd'lerle, televizyonlarla, dijital yayınlarla, hatta uydudan gelecek internet yayınlarıyla, bütün bunlarla rekabet etmek için yine büyüyor. Bundan sonra 3 boyutlu gösterimler dönemi. İmax tekrar kıymete bindi biliyorsunuz. Çok büyük ve çok yüksek kaliteli imaxlar, imax'in 3 boyutluları ve insanlara eski sinema zevkini yaşatan, dolayısıyla bir sosyal etkinlik olarak bir sinemayı destekleyen yapıya geri dönüş başladı. Bu cep sinema devri bitmek üzere. Artık bunları evde izleriz, büyük ekranlar her yanı kapladı. Bundan sonra yine büyük, görkemli, hoş salonlara gideceğiz ve evde izlemeyeceğimiz kalitede film izleyeceğiz.

 

HD: Bir taraftan da öbürü hızla ilerliyor. Herkes evinde izliyor. Şu da bir gerçek. Sinema televizyonla rekabette tereddüt etti, tıpkı gazeteler gibi. Biraz sonra anladı ki çıkar yol işbirliğidir. Gazeteler hala anlayamadılar. Şimdi ne oldu biliyor musunuz? Bütün evler bir anlamda küçük sinema salonlarına dönüştü.

 

MY: Burada şöyle bir mantıki hata var. Ben odanın yenileme kurulu gözlemci üyesiyim, genel sekreteri değilim. O yüzden çok yakından biliyorum bu süreci. Proje ilk getirildiğinde bu gerekçeyle getirildi, artık büyük salonlar iş yapmıyor, küçük sinema salonları yapacağız diye. Fakat Emek Sineması tekrar 8. katta kopyası yapılacak bir hale getirildi. Şimdi bu mantıken de kendi içinde çelişiyor. Bütün sanatçılarla konuşun, bugün İstanbul'da bir operet sergilemeye kalksanız bir sahne bulamazsınız. Ve bu Emek Sineması 20 yıl İstanbul Film Festivali'ne ev sahipliği yapmıştır. Bazı binalar ticaret böyle istiyor diye de yıkılamazlar. Bazı eserler bütün evrensel koruma yasalarına göre de yerinde korunmalıdır.

 

HD: Yani şunu mu istiyorsunuz, Emek sinemasını Paris Opera Binası gibi koru mu diyorsunuz?

 

MY: Aynen öyle diyorum.

 

HD: Paris Opera Binası'nı yapana benzer bir ecdat lazımdı ama.

 

MY: Şimdiki ecdadımızda 8 kat yukarı çıkıyor. Bir yangın çıksa. Siz yukarı 1 yeni salon, 5 tane de Emek'in kopyasını yapıyorsunuz ki bu kültüre karşı çok tuhaf bir tutum, adını koymak istemiyorum. 5 tane sinemayı yapıyorsunuz 8 kata, bir yangın çıktığında iki tane zavallı yangın merdiveninden başka alınacak bir tedbir var mı?

 

HD: Başkan şu an bir yangın var ve yukarı yetişemedi itfaiye merdivenlerimiz.

 

MY: Sinema anında boşaltılmalıdır. Ayrıca Emek Sineması için bu tartışılamaz bir şey.

 

AMD: Ben mimar değilim, mühendis de değilim, belediye başkanıyım. Benim için önemli olan bugün boş duran Cercle d'Orient korunmalı, Emek Sineması, oradaki tarihi binalar korunmalı. Ama bunun nasıl yapılacağına karar verecek olan değerli hocalarımız. Biz belediye olarak burası boş kalmasın, atıl kalmasın diyenlerdeniz. Dolayısıyla burada 'Emek Sineması'nı Yaşatalım' kampanyası var. Bunu ben de imzalıyorum. Çünkü aynı şey isteniyor, farklı bir şey istenmiyor.

 

MC: Ama siz başka türlü yaşatılabileceğini söylüyorsunuz.

 

AMD: Mimarlarımız, sanatçılarımız konular üzerinde tartışabilir. Konuları birisi şöyle yorumlayabilir, birisi böyle yorumlayabilir. Hepsini dinlemek lazım. Biz belediye olarak orada olmamalıyız ve değiliz.

 

HD: Yani biz belediye reisini çağırmakla hata mı ettik diyorsunuz?

 

AMD: Aslına bakarsanız ben siz istediniz geldim. Size de dedim, burada belki Anıtlar Yüksek Kurulu'nun hocası gelmesi lazım, diğerleri neden böyle düşündü onlara söz hakkı vermek lazım ki doğrusu çıksın ortaya.

 

Değerli hocamız mimar kendileri ve mimarlar odasını temsilen buradalar. Projeye girmişler ve projeye itirazları var. Ama normaldir, ittifakla kabul edilir ya da edilmez. Ama anıtlar kurulu 10 kişiden oluşuyor, demek ki bunun çoğunluğu buna evet demiş, birileri de buna muhalefet etmiş. Bu gayet güzel ama itirazı olan itirazını orada çözmeli ve belediyeyi, vatandaşı mağdur etmeden orada anlaşıp bizim önümüze gelmeliler. Ben belediye başkanı olarak şu yanlış, bu eksik diyebilecek durumda değilim, böyle bir karar sahibi de değilim.

 

HD: Belediye başkanı biz basını susturmak istiyor.

 

AMD: Ben şundan mutluyum. Demokrasi dediğimiz şey bu. Tartışma olacak.

 

MC: Demokrasi dediğimiz şey, tartışmanın ötesinde neticeye de etki etmesidir. Biz umalım ki bu eleştiriler yerini bulsun. Belki plan üzerinde tadilat yapılsın, belki şu kubbe kalksın ortadan, belki sinema salonunun yeri değiştirilsin.

 

MY: Kamunun görevidir bu. Devlet görev vermiş size sayın belediye başkanım. Bu binalar kamuda olduğu için eğer göçmüşse korumak zorundasınız. Hukuk da o kadar açık ki, kamu elinde birtakım değerler var, siz bugün o değerlerin eskidiğinden bahsediyorsunuz.

 

AMD: Siz bir mimarsınız ve size saygı duyuyorum, biz sizin kararlarınıza uyuyoruz sadece. Bugün AKM yapılırken nasıl yapılacağına biz karar vermiyoruz, hocamız karar veriyor. Bizim tek görevimiz şudur: belediye anıtlar kurulundan onaylanmamış bir projeyi, burada göz yumar, yaptırırsa suçlu olur. Anıtlar kurulu bu projeyi yapar, belediyeye bunu yapacaksın der, biz onu biliriz. Biz Beyoğlu'nda 4000 bina yenilettik. Yenilendikçe Beyoğlu güzelleşiyor. Çok da iyiye gidiyor Biz Cercle d'Orient Binası, Emek Sineması buralar bir kültür merkezine dönüşüp güzel olsun diyoruz. Anıtlar kurulundaki insanlar son derece kıymetli insanlar.

 

MY: Onlar da çok büyük bir baskı altındalar. Burada 3 tane mimar var. Biri Prof.Dr. İclal Dinçer, konuyla direk ilgili. Diğer üyeler avukatlar, belediye temsilcileri var. Ve bu şeyde 3 mimar var. Bu kadar önemli mimari uzmanlık konusunda, o mimarlardan biri de sayın Prof.Dr. İclal Dinçer bütün kurullarda bunun olamayacağına dair inanılmaz muhalefetliği var, bu projelere de karşı oyu var. Yalnız bu kurullarda, çok ciddi bir siyasi baskı var. Tahinlerde uzmanlıklar göz önüne alınmıyor, yoksa böyle bir proje nasıl çıkabilir.

 

AMD: AKM de bu yüzden kaldı.

 

MY: Hayır kalmadı, onaylandı AKM'nin projesi.

 

AMD: Hayır restorasyonu onaylanmadı.

 

MY: Hayır, onaylandı ama yapılmıyor nedense.

 

MC: Siz belediye başkanı olarak, İstanbul'un en güzel semtinin sorumlusu olarak o koltukta oturuyorsunuz. Burası bir mücevher, bir pırlanta ve sizin bürokratik olarak o öyle geldi buraya havale ettik, onun sorumlusu budur demenin ötesinde estetik olarak da bir kanaat açıklamanız gerekir. Neticede sizin yönettiğiniz beldenin içindeki en önemli binalardan birinden bahsediyoruz. Dolayısıyla sizin karar alma sürecinde imzanız olmasa da şifahi olarak yer almanız gerekir.

 

AMD: Bizim devletimizin kurulları ve kuralları vardır.

 

MC: Elbette var. Demokrasi diyorsunuz, ama bu demokrasinin içinde belediye başkanının sözü geçmiyorsa bu demokrasi değildir zaten.

 

AMD: Siz bir toplantı daha yapın, diğer insanları da çağırın onlar da fikrini belirtsin.

 

HD: Şunda bir anlaşmaya varalım. Bu bey devletin memuru mudur yoksa biz İstanbulluların temsilcisi midir? Çünkü bu belediye reis, sataşamazsınız da, çok da sevimlidir. Beyoğlu bu açıdan şanslıdır.

 

AT: Başka bir açıdan yaklaşmak istiyorum. Beyoğlu gitgide güzelleşiyor. Bakımlılaşıyor, keyifle yürüyoruz, her şey güzel. Ama şu alışveriş merkezi histerisinin hiç olmazsa biraz uzağında kaldığı bir kültür adasını özlüyoruz. Her yer böyle. Bütün İstanbul alışveriş merkezi dolu ve bunların sayısına, niteliğine denk iki tane kültür merkezimiz bile yok. Büyükçekmece'de kültür merkezi yapılması hoş ama İstiklal Caddesi üzerinde bir büyük espas istiyoruz. Bu yok. O büyük espasa sahip değiliz. Hangi alışveriş merkezinde hangi sinema salonundan söz etsek hamburger kokusunu çekerek gitmek zorundayız. Bir popcorn satılan sinemadan söz etmek zorundayız. Artık bunlardan kurtulmamız ve gerçekten özgür, bağımsız girişi mekanı her şeyiyle bir kültür merkezi düşünmeliyiz.

 

HD: Biz bunu acaba devletten belediyelerden bu resmi kuruluşlardan mı beklemeliyiz, mesela Maslak'ta bir merkez yapıldı ve çok faydalanılıyor, yoksa bu giderek özel sektörün işi mi?

 

MC: Ama elde böyle bir şey varken bunu devletten beklemeliyiz.

 

HD: Evet, beklemeliyiz ama bu çok da merkezi bir yerinde İstanbul'un. Burada kavga etmemeye imkan yok.

 

MY: Aman hocam Ayasofya'da merkezi yerinde.

 

MC: Merkezi yerlerdeki kültür merkezlerine ulaşma hakkı da olmalı, burası sadece rant alanı olmamalı.

 

HD: Ayasofya'yla Melek Sineması'nı mukayese edecek kadar hassas bir durum değil.

 

AMD: Bu çok önemli profesörlük, mimarlık, uzmanlık gerektiren bir konu. Bu konuda biz söz söylememeliyiz. Sınırlarımızı bilmeliyiz. Ben belediye başkanı olabilirim ama imardan bilmediğim bir konuda kimseye ukalalık yapmam, yapmadım. Sonuçta anıtlar kurulu kültür bakanlığına bağlı üniversitelerden her yerden temsilci alan çok ciddi bir kurul. Biliyorsunuz büyükşehir belediyemiz metro geçişi için 2 sene bekledi. Demek ki anıtlar kurulu için öyle baskıyla, şöyle böyle karar alan mekanizmalar desek haksızlık etmiş oluruz.

 

MC: Peki Anıtlar Kurulu'nun önüne şu üstteki dört kat olmadan eskisinin revize edilmiş biçimiyle bu proje gitse, bu böyle olmaz siz bunu 8 kata çıkarın deyip geri mi göndereceklerdi?

 

MY: Hayır efendim rahatlar zavallılar.

 

AMD: Hanımefendi getirdi, o acaba teknik çizimde mi böyle görünüyor, normalde de mi böyle görünüyor? Buna yine ben müdahale etmek istemiyorum çünkü mimar değilim.

 

MY: Resmi sonuç çizimdir bu.

 

MC: Bu haliyle bana şöyle geliyor; Disneyland'da Mickey Mouse'un şatosu ne kadar şatoysa bu da o kadar Cercle d'Orient gibi geliyor.

 

AMD: Hayır öyle karar vermeyin. Dünyadan değerli hocalarımızı buraya aldığımızda size dünyadan örnekler gösterebilirler ve sizi ikna edebilirler. Çünkü çok iyi yetişmiş, derin, bu işini bilen iyi mimarlarımız var, Beyoğlu'nda da var, İstanbul'da da var. Emin olun, devletimizin kurumları ve kuralları vardır. Kurallara uymak zorundayız. Hiçbirimiz kanunların üstünde değiliz. Kültür Bakanlığımıza bağlı Anıtlar Kurulu'dur bu. Her taraftan temsilcisi vardır. Buraya projeler gönderilir, kurul toplanır. İttifakla karar verir, çoğunlukla karar verir ya da vermez. Orada biz verilen kararlara uymak zorundayız. Bizim Tarlabaşı projemizde de aynı şey oldu.

 

MY: Ve Tarlabaşı'nı yıkıyorsunuz.

 

AMD: AKM'de de oldu, Muhsin Ertuğrul'da da oldu. Bunlar hep tartışıldı. Tartışma da gayet doğal ama şu bağlamda tartışalım. Bunu teknik insanlar tartışsın. Şu konuda anlaşalım Emek Sineması yıkılıp yok olmuyor. Böyle bir şey yok, eğer böyle bir şey oluyorsa burada birbirimizi kandırıyoruz demektir.

 

MY: Yıkılıyor mu yıkılmıyor mu? Yıkılıyor ve sekiz katlı bir kompleks yapılıyor.

 

AMD: Şu, Anıtlar Kurulu'nun salon nasıl sökülecek ve nasıl takılacak projesinin onayıdır. Örneğin şurada toplandık, X konuda katılmadınız buradaki çoğunluğa. Siz dışarı çıkıp bunlar işi tüh kaka yapıyor derseniz hoş olmaz. O zaman da film festivalindeki arkadaşımız borazanı çalar, burayı niye yıkıyorsunuz der."

Arkitera, 12.04.2010


******


MİMARLAR ODASI UYARDI: EMEK HER AN YIKILABİLİR


Mimarlar Odası, dün Karaköy'deki binasında Emek Sineması'nın 'yakılmasıyla' ilgili bir bilgilendirme toplantısı düzenleyerek uyardı: 'Emek her an yıkılabilir.'

Mimarlar Odası Yenileme Kurulu Üyesi Mücella Yapıcı, Emek Sineması için, Kültür Bakanı ile Beyoğlu Belediye Başkanı’nın açıklamalarındaki gibi bir yenileme söz konusu olmadığını, planın Emek Sineması’nın yıkılmasını öngördüğünü söyledi. Uygulama planının Yenileme Kurulu tarafından onaylandığını belirten Yapıcı, yenileme projesinin Beyoğlu Belediyesi, Kültür Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2010 Ajansı’nın ortak projesi olduğunu hatırlattı. Yapıcı, “Plana göre Cercle d’Orient Binası’nın ön cephesi korunacak ve Emek Sineması tamamen yıkılacak. Yapılan alışveriş merkezinin en üst katına da Emek Sineması’nın bir kopyası inşa edilecek” dedi.

İKSV’den Emek toplantısı
Yapıcı bu uygulamanın mimari açıdan da hukuki açıdan da sakıncalı olduğunu belirtti ve Mimarlar Odası olarak projenin hayata geçirilmemesi dava açtıklarını anlattı. Mimarlar Odası avukatlarından Can Atalay da “Bir oldu bittiye getirilip Emek Sineması yıkılmak isteniyor. Buna izin vermemeye çalışıyoruz” diye konuştu.

Toplantı sonrası yönetmenler, sinema yazarları, oyuncular ve sinema seyircilerinin de aralarında bulunduğu ‘Emek Sinemasını Yıktırmayalım ve Yaşatalım’ adıyla bir platform da kuruldu. Platform kamuoyunun dikkatini çekecek bir dizi eylem yapma kararı da aldı. İstanbul Film Festivali’ni direktörü Azize Tan da, yarın İKSV’nin Deniz Palas’ta açılan yeni binasında Emek Sineması ile ilgili bir toplantı yapılacağını ve yurtdışından gelen sinemacılara Emek Sineması’nın durumunun anlatılacağını bu toplantıya ilgili herkesin katılabileceğini söyledi.

Radikal, 13.04.2010


******


EMEK SİNEMASI, AKM VE DİĞERLERİ

 

Kamusal işlevler piyasaya terk ediliyor, yaratıcı işler sermayenin patronajı altında biçimleniyor. Belki de özel sektöre devredilen konuların tekrar kamuya çekilmesi gerekiyor.

 

Dünyada 90'lardan beri kamu modelinde bir değişim yaşanıyor. Kamunun bir 3. taraf gibi gözüktüğü müzakere alanı daralıyor ve kamusal işlevler piyasa mekanizmalarına terk ediliyor.

 

Bu dönüşümü İstanbul'da da görmek mümkün. Örnekler gözümüzün önünde: Cumhuriyet tarihinin belki de Ankara dışındaki en büyük şehircilik projesi, en simgesel kamusal alanı, Taksim/Maçka arasındaki büyük rekreasyon ve kültür vadisi (Prost Vadisi) artık "Kongre Vadisi" oldu ve halkın kullanımına kapatıldı. AKM birtakım gönüllü çabalarla restore edilmeye çalışılsa da, inatlaşmalarla çürümeye terk edildi. Kamu müzeleri bütün birikimlerine, imkanlarına ve gelirlerine rağmen ayakta duramıyor. Perişan durum-dalar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Avrupa'nın en büyük kültür merkezi olacağı söylenen Sütlüce'de kültür merkezi inşaatı 20 yıl sürdü. Hem dünyanın en pahalıya mal olan inşaatı, hem de mimarsız yapılan ilk kültür merkezi oldu. Bugün de kimin nasıl işleteceği belirsiz. Gaz fabrikaları, endüstriyel tesisler, antrepolar işlevini yitirince, kentin en değerli yerlerinde olmalarına rağmen yıllarca metruk kaldılar. Kentin tarihi mahallelerini iyileştirmek için halka çivi çaktırmayan yönetimler, şimdi büyük sermayenin kolaylaştırıcısı olarak insanları yerlerinden etmeye çalışıyorlar. Karar aşamaları şirketlerle şekillendirilip sonra halka kamulaştırma tehdidi olarak yansıtılıyor. Öğretim üyeleri, mimarlar, plancılar uzmanlıklarının gereği olarak gelişmiş profesyonel normlara uygun araştırma ve projelendirme süreçlerini teşvik edeceklerine, bu derme çatma dönüşüm projelerine meşruiyet sağlamayı tercih ediyor. Böylece yaratıcı işler sermayenin ve iktidarın patronajı altında biçimleniyor. Uzmanların, sanatçıların özel alana izole edilmesinin halka verdiği zarar ise bir depremin verdiği zarardan daha büyük. Evet, ortada bir sorun var. Fikirsizlik, politikasızlık, beceriksizlik, açgözlülük, ne dersek diyelim, bunların yanında bir kurumsal boşluk olduğu aşikar. Bir avuç ayrıcalık sahibi dışında bu eksiklikten herkes zarar görüyor.

 

Oysa her yerde durum aynı değil. Avrupa'da örneğin, birçok kent yönetimi bu gidişe teslim olmak yerine, ortaya çıkan bu kurumsal boşluğu doldurmak için yöntemler geliştirmeyi deniyor ve bu gidişi tersine çevirmek için ellerinden geleni yapıyor. Örneğin 2010'da, Avrupa Kültür Başkenti olması vesilesiyle sanayi havzasının artık metropoliten bir kent havzasına dönüştüğünü ilan eden Almanya'nın Ruhr bölgesi. Biz daha kentin merkezindeki bir gaz fabrikasını korumayı ve halkın hizmetine sunmayı beceremezken, onlar koskoca demir çelik tesislerini kültür merkezlerine, spor ve rekreasyon alanlarına dönüştürdüler. Kentleri birbirlerine bağlayan devasa nehirleri, su yollarını sanayinin bıraktığı kirlerden arındırıp, en yaşanılır yerler haline getirdiler. Oysa bizdeki gibi endüstri mirasını yıkıp hurdaya vermek, yerlerini de yatırımcılara pazarlamak ne kadar kolay olurdu. Kamu böylece halktan topladığı vergileri istediği gibi yandaşlarına peşkeş çeker, yaptığı değil, yapmadığı işlerle övünürdü.

 

Bu gelişmelerin ortaya koyduğu çok önemli bir mesele var: Kamu kültür ve sanatı özel sektöre devredip, sorumluluklarından kurtulamaz. Sinemayı yalnızca gişe hasılatına ve TV kanallarının reklam gelirlerine bağlı dizilerine bağlı olarak geliştiremez. Mimarlığı sermayenin alışveriş merkezlerine yatırım ihtiyacına, ya da iş merkezi, rezidans üreten şirketlere bırakamaz. Görsel sanatları galerilerin ticari imkanları ve yarattıkları pazar ilişkilerine terk edemez...

 

Tam tersine kimi zaman Emek ve Alkazar sinemalarında, tiyatrolarda olduğu gibi, kamunun neyin, nasıl ve hangi yöntemlerle destekleneceğinin yeniden düşünülmesinin zamanı geldi. Belki hatta geçmişte özel sektöre devredilen konuların yeniden kamu politikaları içinde değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü özel sektörden ticari olmayan ama kamu yararına olacak işleri üstlenmesini, zarar etmesini, risk almasını, kamu yararı açısından gelişmelerin düzenlenmesini, eşitlik sağlamasını bekleyemez. Kamu gelişmeyi düzenlemek için süreçleri düzenler. Kamu kaynakları bunun için kullanılır. Avrupa Kültür Başkenti programı içinde bu gelişmeyi sağlamak için birçok kent, karma bütçe kullanabilen kurumlar oluşturdu. Merkezi yönetimin, yerel yönetimin ve sermayenin kültür ve sanat alanında böylece ortak bütçe kullanmaları ve birlikte hareket etmelerinin imkanı ortaya çıktı. Böylece kültür ve sanat bir boş zaman endüstrisi değil, kentler için stratejik bir konu halini aldı. İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olması için ortaya çıkan girişimin de amacı buydu. İlk defa kent ölçeğinde STK'ları da kapsayan bir kamu tüzel kişiliği oluşturuldu.

 

Kentte ilk defa sahipsiz kalmış kamusal mekanlar için yıllarca metruk bırakmak veya özelleştirmek dışında bir alternatif ortaya çıktı. İstanbul 2010'un, Emek sinemasının dönüşümü ile ilişkisi yok diyemeyiz. Nasıl AKM'nin geleceği ile için diyemezsek. AKM'yi bir tapınak olarak korumak farklı. Bir sanat kurumu olarak korumak farklı. Kimileri için AKM sovyetik bir kuruluştu. Sanki bir tapınak gibi kutsal bir yerdi. Kimileri için de yıkılması gereken ruhsuz bir yapı! Görüyoruz ki tam tersi yönlerden meselelere yaklaşanlar bazen aynı sonuçta buluşuyorlar. AKM yalnızca fiziksel varlığı ile değil, yönetimi ile de yenilenmek zorunda. Bağımsız sanata, kültüre yer açmak durumunda.

 

Açıkça söyleyelim: AKM'nin sanat galerisi bir ticari galeri kadar yönetilmiyordu! Büyük kamu bütçeleri ile sanat adına yapılan programlar, kentte yalnızca bilet gelirleri ile gerçekleşen tiyatro, müzik, gösteri programları kadar bile bazen başarılı değildi! Birçok Avrupa kentinde olduğu gibi, İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olması da bu sürece getirilen çözümlerden biriydi. Ancak bu önemli fırsatı kent için değil, kendileri için değerlendirmeye çalışanların neler yaptığını hep birlikte izledik. Artık bu durumu anlamaya çalışmamız ve kamunun sanata nasıl destek olabileceğini yeniden düşünmemiz gerekiyor.

Taraf, Yazı: Korhan Gümüş, 16.04.2010

SİNAN'IN ÇİNİLERİNİ KİM NİYE KAPATTI?





Süleymaniye Camii’nin restorasyonu sırasında yüzyıllardır kayıp olan orijinal kalem işleriyle eserin sahibi Mimar Sinan’ın İznik’te yaptırdığı bir çini hat ortaya çıkarıldı.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü onarımı durdurdu, restorasyon oluşturulan Bilim Kurulu’nun değerlendirmesinden sonra devam edecek. Kurul üyelerinin bir bölümü orijinal süslemenin esas alınması gerektiğini savunuyor. Bazıları da, sonradan yapılan daha yeni süslemelerin de kıymetli olduğunu, üstteki katmanların sökülmemesini ve en son katın korunarak onarılması gerektiği görüşünde.

 

Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a inşa ettirdiği Süleymaniye Camii, yaklaşık 50 yıl sonra tekrar onarımdan geçiriliyor.


Geçtiğimiz ay caminin ana kubbesini taşıyan dört fil ayağında, taş profille birinci dolaşmalık konsolu arasında kalan sıvaların kabardığı tespit edildi. Son katmanı 1956’da yapılan bu katmanlardaki sorunun nedenini araştırmak için özenli bir şekilde raspa yapan ekip analiz yapmak için küçük pir parça aldığında sıvanın altında bir çini pano ortaya çıktı. Alınan numune, Koruma, Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB) laboratuarında testlere tabii tutulunca, çini pano üzerindeki sıva katmanının 18. yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya başlanan macun sıva olduğu anlaşıldı.


Yazılı ve görsel arşivde yapılan araştırmalarda alt katmanda yer alan çini panonun hangi döneme ait olduğu belirlenemedi. Üstteki hattın bozulmaması için çini panodan herhangi bir parçanın sökülmesi de mümkün değil. Ama panonun açığa çıkan yüzeyinde incelemeler yapan uzmanlar, söz konusu eserin Süleymaniye’de bulunan diğer çiniler gibi İznik işi olduğunu ve Mimar Sinan döneminde camiye yerleştirildiğini düşünüyorlar. Şu anda en üst katmanda yer alan hattın ise Abdülfettah Efendi’ye ait olduğu söyleniyor. 1814-1896 yıllarında yaşamış olan Abdülfettah Efendi, Osmanlı devrinin dört büyük hattatından biri olarak kabul ediliyor. Hattatlığının yanı sıra filigran eğitimi alması için devrin padişahı tarafından Paris ve Viyana’ya gönderilen hattatın Süleymaniye’deki eserinin de önemli olduğu düşünüldüğü için yerinden sökülüp alttaki çini pano ortaya çıkarılamıyor. Şimdi bu hattın ve çini panonun akıbetinin ne olacağına karar verilmesi gerekiyor. Ya üstteki sıva kazınıp çini ortaya çıkarılacak ya da Abdülfettan Efendi’nin eseri muhafaza edilerek alttaki panoda ne yazdığı ve ne sebeple bu panonun kapatıldığı hiç bilinmeyecek...

 

KLASİK Mİ BAROK MU

Süleymaniye Camii’nin süslerinden biri olan kalemişlerinin Mimar Sinan döneminde barok üslupla yapıldığı sanılıyordu. Tarihçilerden bir kısmıysa buna itiraz ediyor ve klasik dönem süslemeleri içinde baroğun çok az kullanıldığını savunarak yıllar içinde yapıdaki kalemişlerinin değiştirildiğini öne sürüyorlardı. Fakat ikinci tezi savunan uzmanların elinde somut bir kanıt yoktu. Çünkü, hem en eski gravürlerde ve resimlerde hem de 19. yüzyılın ortalarından itibaren çekilen fotoğraflarda hep barok süslemeler vardı.


En alttan çıkan katmandaki bezemenin 16. yüzyıl klasik bezeme üslubunu taşıdığı tespit edilmesiyle “Süleymaniye’deki süslemeler barok değil klasik bezeme üslubundadır” tezinin en önemli kanıtı ortaya çıkarılmış oldu. Şimdi bazı uzmanlar, şu anda yüzeyde yer alan süslemelerin raspalanarak ortadan kaldırılmasını ve kök boyalarla renklendirilmiş olan çiçeklerden oluşan orijinal kalemişlerinin ortaya çıkarılmasını savunuyor. Ama bir grup da, yüzyıllar içinde en alt katmandaki dokunun eskiyip zedelendiğini, bu nedenle de defalarca yenilendiğini belirtiyorlar. Aynı uzmanlar, bu yenileme çalışmalarının hangi dönemde yapıldıysa o dönemin üslubu, tekniği ve süsleme anlayışı içinde yeniden yorumlandığını savunuyor ve şu anda görülen üst dokunun onarılarak korunması gerektiğini savunuyorlar. Bu konuda nasıl bir uygulama yapılacağı da uzmanlar kurulunun kararını açıklamasından sonra ortaya çıkacak.


Restorasyon Uzmanı Yüksek Mimar Nilgün Olgun, Süleymaniye Camii’deki restorasyon ekibinin en tepesindeki isim. Daha önce Yenikapı Mevlevihanesi’nin küllerinden ortaya çıkaran bu titiz mimar en çok 1956 yılında yapılan onarım sırasında çimento kullanılmış olmasına hayıflanıyor. “Kuşkusuz kötü niyetle yapmadılar, o dönem betonun kudretli bir koruyucu olduğuna inanıyorlardı. Çimento kulanarak Süleymaniye’yi daha da sağlamlaştıracaklarını düşünüyorlardı” diyen Olgun, camideki bütün beton sıvaları söktürüyor. Devasa bir kütleye sahip olan bu eserden tonlarca beton cüruf çıkıyor. Böylece caminin üstüne binen yük de hafiflemiş oluyor.

 

ÜST ÜSTE DÖRT DÖNEMİN İŞİ VAR

Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt da sık sık camiye gelerek onarım sürecini yerinde izliyor. Beyazıt, Süleymaniye’de yapılan onarım çalışmalarının mimarlık tarihine önemli bir katkı sağlayacağına inanıyor. Bu nedenle, üstteki önemli dokuyu zedelemeden orijinal katmanlara ulaşılması için Güryapı’nın uzmanlarına tavsiyelerde bulunuyor. Yine geçen ay Beyazıt’ın ziyaretinin ardından ana kubbe Aslan göğüslerinde yapılan kalemişi araştırma raspaları sonucu, mihrabın sol tarafında bulunan aslan göğsünü sağ üçgen kısımda dört dönem (mevcut dönem hariç) kalemişi bezeme örneği bulundu. Kademeli olarak yapılan özenli araştırma çalışmalarında, her dönemin birebir estampajları (rölöve) alınıp fotoğraflarla tespitleri yapıldı. Araştırma çalışmalarında üst katmandan alt katmana doğru iki dönem barok, iki dönem klasik bezeme örneğine rastlandı.
 
220 KİŞİ GÖREV YAPIYOR

İnşa edildiği tarihten bu yana irili ufaklı 100 deprem geçirmesine rağmen dimdik ayakta kalan Süleymaniye Camii’nin onarımını, daha önce yanmış ve yıkılmış olan Yenikapı Mevlevihanesi ile Piyalepaşa Camii restorasyonunu yapan Güryapı İnşaat üstlendi. Güryapı şu anda Süleymaniye’nin dışında Beşiktaş’daki Ertuğrul Tekke Camii ile Bebek’teki Mısır Konsolosluğu’nu da restore ediyor. Caminin restorasyonunda, aralarında sanat tarihçisi, mimar, mühendis, ressam, kalemkarların bulunduğu 220 kişi görev yapıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul’un ve Osmanlı uygarlığının gözbebeği olan Süleymaniye Camii’nin onarımı için özel bir uzmanlar kurulu oluşturdu. Kurulda mimari danışman olarak Prof.Dr. Ahmet Ersen, statik danışman Prof.Dr. Feridun Çılı, sanat tarihçisi Prof.Dr. Ahmet Güleç ve konservasyon uzmanı olarak da Gülseren Dikilitaş görev yapıyor. Vakıflar genel Müdürlüğü Kontrollük Teşkilatı da tüm restorasyon sürecini başından sonuna denetliyor.

Hürriyet Pazar, Haber: Ersin Kalkan, 11.04.2010

ERMENİ MEZARLIĞI ÜZERİNE KÖY ODASI YAPILIYOR

 

Van'ın Gevaş İlçesi'ne bağlı Aydınocak Köyü'nde Ermeni Mezarlığı'nın üstüne okul yapılmasının ardından bu kez de Van'ın Bahçesaray İlçesi'ne bağlı Yaylakonak Köyü'ndeki Ermeni Mezarlığı'nın  üzerine Muhtar Münir Hatim tarafından Köy Odası inşaatına başlandı. Hemen Ermeni Kilisesi'nin yanında bulunan Ermeni Mezarlığı üzerine yapılan inşaatın durdurulması için köylüler Van Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne ve Müze Müdürlüğü'ne başvuruda bulundu. BDP Van Milletvekili Fatma Kurtulan da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın cevaplandırması için TBMM'ye soru önergesi verdi. Olayı öğrenen Bakan Günay, köye uzman ekip göndermek istedi ancak köy yollarının kötü ve kapalı olmasından dolayı ekip köye ulaşamadı.

 

Ermeni Kilisesi'nin yanında bulunan ve Ermeni Mezarlığı, inşaattan dolayı tahrip olurken, mezar taşları ve mezarlar adeta alt üst edildi ve kemikler toprak yüzeyine çıktı. Mezarlığın tahrip edilmesine ve üzerinde inşaatın yapılmasına kaşı çıkan köylüler bütün girişimleri sonuçsuz kalınca İnsan Hakları Derneği (İHD) Van Şubesi'ne başvurdu. Köylüler adına başvuru yapan Hamit Karcı, mezarlığın ve kilisenin tahrip edilmesine vicdanlarının el vermediğini ve rahatsız olduklarını belirterek; 'Yaylakonak Köyü'nde ikamet ediyorum. Şu anda köyümüzün yakınında bulunan bir mezarlık, bildiğimiz kadarıyla Ermenilere ait. Ayrıca hemen yanında tahrip edilmiş bir kilise kalıntısı mevcut. Üç ay önce muhtarlık tarafından Köy Odası yapmak için karar alındı. Bu karar doğrultusunda o mezarlığın üzerine inşaat yapımına başlandı. İnşaattan dolayı tüm mezarlar tahrip edildi, insan kemikleri ve mezar taşları dağıtılmış durumda. Bu konu ile ilgili Van Müze Müdürlüğü'ne bir dilekçe verdim. Müze yetkilileri konuyu araştırmak için köye gelmek istedi ama yollar kötü olduğundan gelemedi' dedi.

 

Ermenİ Kilisesi'nin hemen yanıbaşındaki Ermeni mezarlığı üzerine yapılan inşaat nedeniyle mezarlar tahrip oldu ve kemikler toprak yüzüne çıktı. BDP Van Milletvekili Fatma Kurtulan  inşaatın durdurulmasını istedi ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın cevaplandırması için TBMM'ye soru önergesi verdi

Akşam, Haber: Nezir Parsak, 11.04.2010

MİMAR SİNAN ÖLÜMÜNÜN 422. YILINDA TÜM YURTTA ANILDI





Mimar Sinan, ölümünün 422. yılı nedeniyle Türkiye'nin değişik yerlerinde düzenlenen etkinliklerle anıldı. En kapsamlı etkinlik dizisi Mimar Sinan'ın memleketi Kayseri'de yapılırken, ustalık eserinin yer aldığı Edirne'deki etkinliklerde yeterli katılım sağlanamadı. Etkinliklerde her sene olduğu gibi, çeşitli kentlerdeki Mimar Sinan anıtlarına çelenkler bırakıldı ve saygı duruşunda bulunuldu.

''Sinan ve Çağı Sempozyumu"nda Mimar Sinan'ın Yapıları Ele Alındı
Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ''Mimar Sinan Günleri'' kapsamında gerçekleştirilen ''Sinan ve Çağı Sempozyumu''nun birinci oturumunda ''Sinan Yapılarına Anlamsal Bakış'', ikinci oturumunda ise ''Sinan Yapılarının Strüktürel Analizi ve Onarımı'' konuları ele alındı.

Mimar Aysel Çetinsoy, Kadir Has Kongre Merkezi Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen sempozyumda yaptığı konuşmada, Mimar Sinan'ı daha iyi anlatabilmek ve eserlerini değerlendirebilmek için öncelikle insani yönünün iyi bilinmesi gerektiğini bildirdi. Çetinsoy, Mimar Sinan'ın özellikle askerlik döneminde gittiği ülkelerdeki mimari yapılardan etkilendiğini ve edindiği birikimler sayesinde kendi tarzını ortaya koyduğunu söyledi.

Sempozyuma İsveç'ten katılan Kungliga Tekniska Yüksek Okulu'ndan Prof.Dr. Johan Martelius ise uzun süredir Mimar Sinan'ın eserlerini incelediğini ifade ederek, katılımcılara Süleymaniye Camisi ve Külliyesi hakkında bilgi verdi. Martelius, Osmanlı toplum yapısına bağlı olarak, sosyal ve siyasi yapıda 'merkezilik' kavramının önem teşkil ettiğini vurgulayarak, ''Buna bağlı olarak cami çevredeki yapılar uyum içindedir. Camilerde yansıtılan resim adeta Kabe'nin küçük bir yansıması şeklindedir'' diye konuştu.

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi'nden Dr. Tolga Erkan da Mimar Sinan'ın, Suriye'de yaptığı eserler arasında önemli bir yere sahip olan Hüsreviye Camisi'nin, Halep şehrinin Osmanlılaşmasında ve İmparatorluğa siyasi, ekonomik, dini ve askeri bakımdan katkısı konusunda bilgiler aktırdı. Erkan, Sinan'ın ordu içinde geçen yetişme çağında Avrupa'da çok farklı yerler gördüğünü ve bu sayede kendi mimarlık bilgisini oluşturduğunu belirterek, sözlerini şöyle tamamladı:

''Sinan'ın yaptığı eserlere ek olarak Halep şehri, sahip olduğu surlar sayesinde komşularına karşı üstünlük sağlamış ve yakınında bulunan Anadolu kentleriyle kurduğu yakın ilişkiler sayesinde de Osmanlı burada siyasi üstünlük elde etmiştir.''

 

Mimar Sinan, Ustalık Eserinin Bulunduğu Edirne’de Unutuldu

Ölümünün 422. yılı nedeniyle Türkiye'nin değişik yerlerinde düzenlenen etkinliklerle anılan Mimar Sinan, ''ustalık eserim'' dediği Selimiye Camisi'nin bulunduğu Edirne'de ilgi görmedi.

''Ustalık eserim'' dediği Selimiye Camisi ile çeşitli eserlerinin bulunduğu Edirne'de, Koca Sinan için, Mimarlar Odası Edirne Şubesi tarafından bir anma programı düzenlendi. Edirne Şube Temsilcisi Atilla Ergin; sergi, konser ve futbol maçından oluşan bir anma programı düzenlediklerini ve anma gününün sabahı Mimar Sinan Anıtı'na çelenk koyduklarını belirtti. Edirne'de düzenlenen etkinliklerin yeterince duyurulamaması sonucu katılım düşük olunca, halk, etkinlikleri ''sessiz anma'' olarak nitelendirdi.

Bir Başka Anma Etkinliği de İzmir'de Gerçekleştirildi
Mimar Sinan'ın ölümünün 422. yılı dolayısıyla TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi de bir anma töreni düzenledi. Mimarlar Odası İzmir Şubesi yönetim kurulu üyeleri ve Mimar Sinan İlköğretim Okulu öğrencilerinin katıldığı törende, Konak'taki Mimar Sinan Anıtı'na çelenk konularak, saygı duruşunda bulunuldu.

Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Topal, törende yaptığı konuşmada, Mimar Sinan'ın tasarlayıp inşa ettiği büyük ve anıtsal yapıların halen bulundukları kentleri biçimlendirerek, kentsel yaşama yön verdiğini belirtti.

Mimar Sinan'ın eserlerinin mimari kalitesinin, bilimsel çalışmaların öncelikli araştırma konuları içinde yer aldığını ifade eden Topal, ''Sinan'ın Osmanlı kentlerinin oluşumunu yönlendiren olağanüstü yapıtları, geleneksel kültürümüzün somut belgeleri olarak, ölümünden 422 yıl sonra bile bugünkü mimarlığımıza esin kaynağı oluşturmayı sürdürmektedir'' dedi.

Mimar Sinan'ın yapıtlarından büyük ölçüde kopyalama amacıyla yararlanıldığını vurgulayan Topal, şöyle konuştu:

''Sinan'ın akılcı mimarı anlayışının özünü oluşturan araştırma, öğrenme, anlama, çağdaş bir mimari yaratma, sürekli olarak kendini aşma çabaları, kentsel gelişmemizde ve mimari uygulamalarda çoğunlukla izlenmemektedir. Sinan'ın yaşadığı yıllardan bugüne olağanüstü biçimde gelişen küresel teknolojiden, bilgi birikiminden, ilerleme ve gelişme tutkusundan yoksun bir tasarım ve çevre anlayışı, kentlerimizi toplumdan kopuk, yaşanması zor, yer aldığı ortama saygısız, çağdaş estetikten yoksun, salt rant hesaplarıyla gerçekleştirilmiş kimliksiz yapı yığınlarına dönüştürmüştür. Oysa Sinan'ın öğretisi, kopyalamayı değil, anlamayı, yorumlamayı, geliştirmeyi ve ilerlemeyi vurgular.''

Yapı, Fotoğraf: Mustafa Yıldız/AA, 10.04.2010

EN ÇOK GEZİLEN MÜZE SMITHSONIAN





Kültür endüstrisinin bacaları oldukça yoğun tütüyor bu aralar. Kültür fabrikalarının önde geleni tabii ki müzeler. Dünya müzeleri birbiri ardına 2009 ziyaretçi sayılarını açıklamaya başladı. Bu müzeler içinde rekor, Washington’daki Simithsonian Müzelerine ait.

1900’lerin ilk çeyreğinde dev müzelerini kurmaya başlayan ABD, aslına bakılırsa kültür endüstrisinde oyunu en iyi oynayanlardan. Nitekim, ünlü Smithsonian Müzeleri büyük bir rekora imza atarak 2009 yılı boyunca 30 milyon ziyaretçi sayısına ulaştı. Simithsonian müzeleri içinde Afro-Amerika Tarihi ve Kültürü Müzesi, Amerikan Yerlileri Müzesi, Amerikan Tarihi Müzesi, Doğal Tarih Müzesi, Amerikan Sanatı Müzesi gibi başlıklarla oluşturulmuş 17 müze kompleksi bulunuyor. Bu kadar büyük bir izleyici kitlesine ulaşmasındaki en önemli faktör ise tabii ki tamamen ücretsiz olması. Simithsonian müzeleri içinde en büyük ilgiyi gören ise Ulusal Doğal Tarih Müzesi. Bu müze, 2009 yılı içinde 7.4 milyon ziyaretçiyi kendine çekmeyi başarmış. Amerikan Tarihi Müzesi ise 2009’da 4.4 milyon kişiyi ağırlamış.

Amerika’da durum bu şekilde ilerlerken Avrupa’nın en önemli müzelerinden biri olan Louvre Müzesi ise 2009 rakamlarında bayrak yarışındaki yerini koruyor. Dünya sanatının hazinelerinin toplandığı Louvre Müzesi, 2009 yılını 2008’e göre az farkla da olsa yeni bir rekorla kapadı. 2009 yılında 8.5 milyon ziyaretçiyi ağırlayan müze, ‘Mona Lisa’yla, önemli Rönesans yapıtları ve mumya koleksiyonuyla ziyaretçilerini etkilemeyi başarmış gözüküyor. Louvre Müzesi’nin organize ettiği ‘Avrupa Resmi’ isimli dünyayı dolaşan sergi ise, Japonya’nın başkenti Tokyo’da 1,5 milyon ziyaretçi ile gezici sergilerde ziyaretçi rekoru kırdı.

Avrupa’nın bir başka büyük müzesi ise İspanya’nın başkenti Madrid’de bulunan Prado Müzesi. 2008’de 2.8 milyon kişiyi ağırlayan müzenin 2009’de 3.5 milyon ziyaretçiye ulaştığı tahmin ediliyor. Müzenin koleksiyonunda bulunan dünyaca ünlü Diego Velazquez, Francisco Goya, El Greco, Bartolome Murillo gibi büyük İspanyol ressamların yapıtları ve İtalyan Rönesanası ve Barok resim örnekleri müzeyi ziyaret eden sanatseverlerin ilgisini çeken özellikler arasında.

Londra’da bulunan National Portrait Gallery ise her yıl artarak devam eden ziyaretçi sayısıyla dünyanın önde gelen müzeleri arasında bulunuyor. 2009 yılında açtığı önemli sergilerle İngiliz ve yabancı sanatseverlerin ilgisini müzeye çekmeyi başaran müze yönetiminin ziyaretçi sayısının 1 milyon 980 bine ulaşmasında önemli bir rolü bulunuyor. Müze, ziyaretçi sayısını 2008 yılına göre yüzde sekiz, 2007 yılına göre ise yüzde 20 artırmış durumda.

Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi ise sadece bir sanatçıya ayrılan müze olmasına rağmen ender görülen bir ziyaretçi akınına ulaştı. Van Gogh’un hayatı boyunca yapmış olduğu 800’den fazla yağlıboya ve 1200’den fazla çizimin birçoğunun bu müzede olması, ziyaretçileri bu müzeye çekmesindeki yegane unsur. 2008’de 1.5 milyon kişiyi ağırlayan müze 2009 yılında biraz düşüş yaşayarak 1.45 milyon ziyaretçi çekmiş vaziyette.

TÜRKİYE TOPLAMI 23 MİLYON
Yabancı ve yerli turistleri kendine çekecek potansiyele sahip müzelerimiz arasında her yıl olduğu gibi zirvede Topkapı Sarayı ve Ayasofya var. 2009’da Türkiye’de tüm müzelerin toplam ziyaretçi sayısı 23 milyona yaklaşıyor.

Her yıl ilk sırada olan Topkapı Sarayı, bu yıl yerini Ayasofya Müzesi’ne bıraktı. Ayasofya Müzesi’ni 2009 yılı içerisinde neredeyse 2.5 milyon kişi ziyaret etti. Topkapı Sarayı Müzesi ise 2.4 milyon ziyaretçiyi kabul etti. Konya’da bulunan Mevlana Müzesi’ni ise yaklaşık 1.5 milyon kişi ziyaret etti.

Türkiye’de en çok ziyaret edilen diğer yerler ise Efes, Pamukkale, Göreme gibi açıkhava müzeleri oldu. İstanbul’da bulunan Yerebatan Sarnıcı’nı 1.5 milyon, Miniatürk’ü 600 bin kişi ziyaret etti. Her ne kadar plastik sanatlar üzerine müzelerimiz ile kendimizi ifade etme konusunda halen zorlansak da gerçekleştirilmeyi bekleyen müze projeleriyle gelecek yıllarda bu alanda önemli adımlar atılacağını umalım.

Radikal, Haber: Oğuz Erten, 10.04.2010

BAKIRCI CAMİSİ İBADETE AÇILDI

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından baştan sona yenilenen tarihi Bakırcı Camisi, bugün yeniden ibadete açıldı. Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ungan, Yakutiye İlçe Müftüsü Dr İhsan İlhan ve Bakırcı Camii İmam Hatibi Ömer Turhan’ın birlikte kestiği açılış kurdelesinin ardından Cuma namazı kılındı.

 

2008 yılının Ekim ayında onarımına başlanan ve zaman içerisinde ödenek eksiklikleri yüzünden restorasyonu durdurulan tarihi Bakırcı Camii, Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ungan’ın gösterdiği üstün gayretlerle ibadete açıldı. İç kısımdaki ahşap döşemelerden sıvalarına, çatı kaplamalarından boyasına varıncaya kadar hem içine, hem de dışına yeri bir görünüm kazandırılan Bakırcı Camii’nin, umuma hizmet veren tuvaletleri de yenilendi. Restorasyon çalışmalarının ardından ibadete yeniden açılan Bakırcı Camii, kılınan ilk Cuma namazı ile çevre sakinleri ve vatandaşlar tarafından da büyük ilgi gördü. Açılışta konuşan Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ungan, vakıf eserlerinin, geçmişin izlerini taşıyan kültür varlıkları olduğunu belirterek, her kesimin ve herkesin vakıf eserlerine sahip çıkmasını istedi. Bakırcı Camii’nin restorasyon çalışmaları hakkında bilgiler de veren Bölge Müdürü Ungan, açılış kurdelesini Yakutiye İlçe Müftüsü Dr. İhsan İlhan’la birlikte kesti.

 

Cuma namazı öncesinde yapılan açılışın ardından camiyi dolduran vatandaşlara vaaz eden Yakutiye İlçe Müftüsü İhsan İlhan, camilerin önemini anlattı. Camilerin korunması ve bakımlarının yapılmasının çok büyük bir hizmet olduğunu vurgulayan İlhan, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün Erzurum’daki birçok camide onarım ve restorasyon çalışması yaptığını hatırlatarak, “Vakıflar, tarihi camilerimizin korunmasında ve gelecek nesillere ulaştırılmasında çok büyük bir görevi üstlenmiş durumda. Bu kurumumuza teşekkür etmek, hepimizin borcudur.” diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 10.04.2010

PAYAS KALESİ'Nİ BELEDİYE RESTORE EDECEK





Hatay Valisi M.Celalettin Lekesiz, Payas Külliyesi'nin restorasyon ve işletmeciliği için Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne yaptığı müracaat sonunda külliyenin 49 yıllığına Payas Belediyesi'ne verildiğini açıkladı. Kalenin restorasyonunu belediye üstlenecek.

 

Payas Belediyesi tarafından Mimarlar Haftası nedeniyle Payas Kalesi'nde konferans düzenlendi. Konferansa konuşmacı olarak Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Ataman Demir katıldı.

 

Hatay Valisi M.Celalettin Lekesiz yaptığı konuşmada, "Böylesi anlamlı bir günde Payas halkına müjdeli haberi vermek beni ayrıca gururlandırıyor. Payas Kalesi'nin restorasyonu için belediyeye 49 yıllığına kiralanmıştır. Aslına uygun bir şekilde kale restore edilecek. Bu konuda Belediye Başkanı'mız Bekir Altan'a güveniyorum. Bizler de valilik olarak gereken desteği vereceğiz." dedi. Payas Belediye Başkanı Bekir Altan, Payas'ın tarihi ve konumu itibari ile önemi her geçen gün biraz daha arttığını, ecdat yadigarı bu eseri yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak için ellerinden gelen gayreti sarf edeceklerini söyledi.

 

Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Ataman Demir ise Payas Külliyesi'nin tarihi, konumu hakkında sinevizyon destekli bilgiler verdi.

 

Vali Celalettin Lekesiz, Dörtyol Kaymakamı Hayri Sandıkçı, İskenderun 39. Mekanize Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Gürsel Öztürk, Payas Belediye Başkanı Bekir Altan, Dörtyol Belediye Başkanı Fadıl Keskin, Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Şerafettin Canda, Mimarlar Odası Hatay Şube Başkanı Mehmet Yaşar Coşkun, Dörtyol Emniyet Müdürü Mustafa Yavuz Yolcu, protokol üyeleri ve vatandaşlar Payas Kalesi'ni gezerek incelemelerde bulundu.

haberler.com, 10.04.2010

'ÖĞRENCİ GÖZÜYLE METROPOLİS ANTİK KENTİ' PROJESİ

 

Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ), Torbalı Kaymakamlığı ve Torbalı Belediyesi'nin desteklediği 'Öğrenci Gözüyle Metropolis Antik Kenti' projesi kapsamında, Torbalı Anadolu Meslek ve Kız Meslek Lisesi Grafik bölümü öğrencileri, İzmir'in Torbalı İlçesindeki Metropolis Antik Kenti'nde fotoğraf çalışması yaptı.

40 öğrencinin fotoğraf çalışmasına DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğrafçılık Bölümü ve İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği (İFOD) Başkanı Beyhan Özdemir, dernek yöneticileri Levent Aydınoğlu, Yusuf Bulut, Kemal Okul ve Zafer Gazi Tunalı da katıldı. Gerçekleştirilen amatör fotoğraf çekiminde, dernek yetkilileri öğrencilere fotoğrafçılık ve fotoğraf çekme konusunda bilgi verdi.

Torbalı Kız Meslek Lisesi Grafik Bölümü Öğretmeni Halil İpiçürük'ün başkanlığındaki çalışma sonunda elde edilen fotoğrafların Mesleki ve Teknik Eğitim Fuarı'nda (METEF) sergileneceği bildirildi.

İFOD üyesi Yusuf Bulut, 'Dernek olarak il genelindeki bu tür etkinliklere katılıyoruz. Bu çalışma ile hem öğrencilerin fotoğrafçılık becerilerini geliştiriyoruz hem de fotoğrafın sevilmesini hedefliyoruz. Torbalı'da bir fotoğraf safarisi düzenledik. Öğrencilere de bu gezi sırasında kısa bir derste verdik' dedi.

haberler.com, 09.04.2010

2680 YIL SONRA GÜNYÜZÜNE ÇIKTI

 

 

 

Hatay'daki Tell Tayinat Höyüğü'nde kazı çalışmaları yapan Kanadalı arkeologlar, MÖ 670 yıllarında güçlü Asur kralının kendisine bağlı zayıf tımarlar ile yaptığı çivi yazısı anlaşma tabletini gün yüzüne çıkardı.

Kanada'nın Toronto Üniversitesi'nden Prof.Dr. Timothy Harrison'ın başkanlığını yaptığı kazı ekibi, önceki gün Türkiye'nin Ottawa Büyükelçisi Rafet Akgünay'ı ziyaret etti. Burada gazetecilere konuşan Harrison, "Tabletteki ifadeler, Kitab-ı Mukaddes'te ele alınan Tanrı ile İbrahim arasındaki sözleşmeye çok benziyor. Bu anlaşma, kitap yazılırken İsraillilere ilham vermiş olabilir" dedi.

43 santimetre boyunda ve 28 santimetre enindeki tablette 650 -700 satır yazı bulunuyor. Pek çok parçası dağılan ve zarar gören tableti restore etme işlemleri sürüyor. Tercüme çalışmalarının da devam ettiğini bildiren kazı ekibi, Asur Kralı Esarhaddon'un tahtını ve gücünü barışçıl bir şekilde korumak için bu anlaşmayı yaptırdığını belirtti.

Antakya - Reyhanlı Karayolu'nun kuzeyinde bulunan Tell Tayinat Höyüğü'nde 1930 yılından beri yapılan kazılarda, 30 binin üzerinde eser bulundu. Timothy Harrison'ın liderliğindeki kazılarda ise, Kanada, İtalya, İngiltere, ABD ve Türkiye'den 35 kişilik bir ekip çalışıyor. Kazıların Hitit tarihindeki karanlık döneme ışık tutması bekleniyor.

haberler.com, 09.04.2010

"ARARAT İSMİ, ERMENİCE DEĞİL"





İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay Belli, Ermenilerin Urartular ile, Ararat isminin de Ermenice ile uzaktan yakından bir alakası olmadığını söyledi.

 

Iğdır Üniversitesi'nin davetlisi olarak Iğdır'a gelen Prof. Dr Oktay Belli, Kültür Sarayı'nda "Anadolu'nun yaşayan uygarlığı Urartular" konulu bir konferans verdi. Konuşmasında, Ermenilerin Urartularla hiçbir alakası olmadığını, dünyaca meşhur Ağrı Dağı'nın diğer bir adı olan Ararat isminin de Ermenice ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını belirten Prof.Dr. Belli, "Ermenilerin Ararat kelimesini sahiplenmesi de yanlıştır. Ermeniler zavallı bir millettir. Devlet kuramadıkları için ne buluyorlarsa, 'Bunlar bizim atalarımızdır' deyip üzerine atlıyorlar" ifadelerini kullandı.

 

Urartu uygarlığı hakkında bilgi veren Prof.Dr. Oktay Belli, "Urartular hiçbir kültürün etkisi altında kalmamış özgün bir medeniyettir. Urartular, madencilik alanında çok gelişmiştir. Diğer medeniyetler kapılarını ağaçtan yaparken Urartular kapılarını tunçtan yapmıştır. Urartular çivi yazısını bularak çok önemli bir buluşu gerçekleştirdiler. Urartuların kültürü, tarihi yazılıdır, her şeyleri belgelere dayalıdır. Urartular bir Kafkas toplumudur. Dilleri Kafkas kökenlidir, Ermenilerle hiçbir alakası yoktur. Van bölgesinde yaşamışlardır. Avrupa'da tuvalet yokken, banyo yokken Urartular en modern şekilde tuvalet ve banyoyu kullanmışlardır. Tuvalet kültürü ilk Urartular'da başladı. Sulamaya dayalı en modern tarımı Doğu Anadolu'da Urartular başlatmıştır. Ayrıca Anadolu, dünyanın en zengin mutfağına sahiptir. 2 Bin 700 yıl önce çatal kaşık kullanan Urartuların kadınları çok bakımlı ve güzeldir. Boncuk ve takıya çok düşkündür, o dönemde erkekler de bilezik takarlardı. AB'ye girersek 10 bin yıllık Anadolu kültürüyle gireceğiz. Güneşin doğduğu yer biziz ve batıyı bu güneşle, kültürümüzle aydınlatacağız" diye konuştu.

 

Urartuların tarım alanında da önemli çalışmalar yaptıklarını açıklayan Prof.Dr. Belli, "Bu medeniyet, tarıma çok önem vermiş, modern sulama sistemleri yapmıştır. Barajlar, su kanalları yapmıştır. Hiçbir ülkede böyle bir gelişmişlik yoktur. Biz bu uygarlığın sahibiyiz ve bu uygarlığı geleceğe aktaracak olan yine bizleriz" dedi.

 

Anadolu coğrafyasının insanlığa verilmiş en büyük lütuf olduğunu da söyleyen İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Biz 5 bin 500 yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Mustafa Kemal Atatürk döneminde bilim adamları yurt dışına gönderilir, oranın bilimi, teknolojisi alınırdı. Şimdilerde kültürümüz yok olma mücadelesi vermekte. Biz Anadolu çağ uygarlığının bir parçasıyız ve bununla büyüdük. Bizim topraklarımız Anadolu'nun kutsal topraklarının bir parçasıdır."

Iğdır Kent Haber, 08.04.2010

KÜLTÜREL MİRAS İÇİN STK'LAR TOPLANIYOR





Hollanda Araştırma Enstitüsü ve Hollanda Kültürel Miras Enstitüsü ortaklığında düzenlenen toplantıda, Hollandalı Kültürel Miras ve STK temsilcileri deneyimlerini ortaya koyup katılımcılarla tartışmaya açacaklar. Gelecek toplantı ise; 7 Mayıs’ta Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde yapılacak.

 

Hollandalı  Kültürel Miras ve Sivil Toplum Kuruluşları

Hollanda Kültürel Miras Enstitüsü (The Netherlands Institute for Heritage), Ocak 2007’de, kültürel miras alanında çalışan dört kuruluşun bir araya gelmesi ile kuruldu ve esas olarak Hollanda Eğitim, Kültür ve Bilim Bakanlığı’nın maddi desteği ile çalışmalarını sürdürmektedir. Enstitü, genel anlamda kültürel mirasın, özel olarak arkeoloji, arşivler, tarihi yapılar, anıtlar ve müzelerin öneminin vurgulanmaya çalışmaktadır. Hedefleri; kültürel mirasın toplumsal algısının güçlendirilmesi, bu alandaki yaratıcı gelişmelerin desteklenmesi, kültürel miras kurumları arasında iletişimi sağlayan bir platform olmasıdır.

Hollanda Araştırma Enstitüsü (Netherlands Institute in Turkey); Anadolu ve Türkiye’nin tarih, kültür ve medeniyetlerinin araştırılmasına yönelik çalışmalar yürüten Enstitü, 1958’den beri İstanbul’da Türk, Hollandalı ve diğer uyruklu araştırmacılara hizmet vermektedir.

Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu (De Bond Heemschut); 1911’den bu yana Hollanda’nın kültürel mirasının korunması için çalışan özel bir kurumdur. Adı, “koruma” ve “kişiye ait mülk” kelimelerinden kaynaklanmaktadır. Bir kültürel miras kurumu olarak, otoyol kenarında doğanın içine oyularak yapılmış ve tehlike altında olan bir çayevi gibi ilginç tüm yapı ve sitlerin korunmasını amaçlamakta, çalışmalarını gönüllü desteğiyle yürütmektedir.

Avrupa Tarih Eğitimcileri Birliği (EUROCLIO)’nin genel amacı, barışı, demokrasiyi ve eleştirel düşünceyi geliştirecek bir tarih eğitimini geliştirmek ve desteklemek, karşılıklı anlayışın, toleransın ve anti-radikal eğitimin geliştirilmesi için tartışma ortamları yaratmaktadır. EUROCLIO bu hedeflere ulaşabilmek için; profesyonellik ve bilgi paylaşımı, ağların kurulması ve bilginin yaygınlaştırılası, katılımcı ve sürdürülebilir yönetişimin desteklenmesine çalışmaktadır.

Hollanda Açıkhava Müzesi (The Netherlands Open Air Museum); Hollanda’nın zengin mirasının ve bölgesel çeşitliliğinin, endüstrileşme ve kentleşme nedeniyle tehdit altında olmasından kaygı duyan bireysel girişimciler tarafında 1912 yılında Arnhem’da kuruldu. Müze, 1918 yılında ziyarete açıldı. 1991 tarihinde, Hollanda Açık Hava Müzesi Vakfı, müzenin varlığını sürdürmesi için tüm inisiyatifi ele aldı. Hükümet, müzenin yıllık yönetimi ve bakımı için maddi katkıda bulunmaktadır.

Cumhuriyet, 08.04.2010

"HEKİMLER ARKEOLOJİYE MERAKLI"

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi'nin (DESEM) düzenlediği 'Arkeoloji ve Sanat Tarihi Sertifika Kursu'na özellikle hekim ve hemşire gibi sağlık personelinden katılımın yüksek olduğu bildirildi.

Program koordinatörü DEÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ergun Laflı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 19 Ekim 2009 düzenlemeye başladıkları 'Arkeoloji ve Sanat Tarihi Sertifika Kursu' ile taşıdığı değer bilinmediği için 'harabe' olarak adlandırılabilen arkeolojik kazı alanlarının kentte yaşayanlara tanıtılmasını amaçladıklarını belirtti.

Birer aylık ve 40'ar saatlik dönemlerde gerçekleştirdikleri kurs ile arkeoloji bilimini İzmir halkına tanıtmak ve sevdirmeyi hedeflediklerini anlatan Doç.Dr. Laflı, şunları söyledi: 'Dört dönemde yaklaşık 200 kişiye DESEM dersliklerinde çeşitli teorik içerikli arkeolojik konular anlatıldı. Bayraklı Tepekule Höyüğü Eski Smyrna, Agora, Selçuk Efes Antik Kenti, Salihli Sart Harabeleri, Bergama Akropol, Kızılavlu, Aliğa Kyme ve Myrina antik kentiyle Menemen Larissa gibi ören yerlerinde ve arkeolojik müzelerde uygulamalar gerçekleştirildi. Arkeoloji insanın alet yapmaya başlamasından yani Paleolitik çağdan, Roma çağının sonuna kadar olan süreç içerisinde her türlü eseri ve bu eserlerin yaratıldığı toplumların yapısal özelliklerini araştırır. Kurslarda arkeoloji biliminin ana hatlarıyla klasik Latince, Klasik Yunanca gibi ölü dillerin yanında, klasik arkeoloji kapsamına giren birçok konu bilgi olarak sunuldu.'

Kursların gezi rehberleri, haritacılık, restorasyon, mimarlık, şehir plancılığı eğitimi alanlara çok yararlı olabilecek potansiyele sahip olduğuna dikkati çeken Laflı, gençler için de bir kişisel gelişim kursu olduğunu kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

'Kurs çağdaş yaşamın desteklenmesi ve İzmir halkına kültür tarihi bilincinin kazandırılması için yararlı olmuştur. 15 Nisan 2010 günü 5. dönem kursa başlayacağız. Dört dönemde kurslara en fazla tıp doktorları, hemşireler ilgi gösterdi. Sağlık personelini, avukatlar, bankacılar, öğretmenler izledi. Bu insanlarımız, taşıdığı değer bilinmediği için 'harabe' olarak adlandırılabilen arkeolojik kazı alanlarını tanıdı. Kursumuz turist rehberliği, ören yeri satış elemanlığı gibi turizm ile geçimini sağlayan kişiler için de yararlı olacak şekilde düzenlendi. Ancak, bu gruptan istenen düzeyde katılım olmadı. Turizm alanında faaliyet gösteren birkaç kişi eğitim aldı.'

haberler.com, Haber: Halil Hüner, 07.04.2010

MAHMUT AĞA TEKKESİ AÇIĞA ÇIKARILDI

 

 

Mevlevihane Caddesi’nde Hamuşan Mezarlığı doğusunda konumlandırılmış 498 yıllık Hacı Mahmut Ağa Tekkesi Zeytinburnu Belediyesi’nin çabalarıyla açığa çıkartıldı.

 

6.06.2005 tarih ve 5366 Sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun kapsamında sur tecrit sınırları içinde kalan alan, 07.10.2005 tarih ve 2005/70 sayılı kararı ile Zeytinburnu Belediye Meclisi’nce “Yenileme Alanı” ilan edildi. Bu karar, kanun uyarınca Bakanlar Kurulu’nun 24.05.2006 tarih, 2006/10502 sayılı kararı ile onaylanarak 26.06.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Bu kapsamlar içerisinde yapılan çalışmalar doğrultusunda Silivrikapı Mezarlığı önünde bulunan 562 yıllık Hacı Bayram Can Çeşmesi’ni açığa çıkartma çalışmaları 28 Şubat'ta başlatılmıştı ve çeşme ile çalışmalar devam ediyor.

Merkezefendi Mahallesi Mevlevihane caddesi üzerinde bulunan Hacı Mahmut Ağa Tekkesi de Zeytinburnu Belediyesi’nin yaptığı çalışmalarla açığa çıkartıldı. 498 yıllık olan bu tekkenin restorasyonunun ne zaman yapılacağı henüz meçhul.

Zeytinburnu Haber, Haber: Mehmet Alpay, 06.04.2010

TARİHİ ÇEŞMEYİ REZİL ETTİLER





Yenikapı Mevlevihanesi doğusunda bulunan Hamuşan Mezarlığı Çeşmesi’ni kendini bilmez biri yazılarla tahrip etti.

 

Zeytniburnu,  Merkezefendi mahallesi, Osmanlı tarihi eserlerinin deposu konumunda. Bu bölge MS 295 yılında korkunç bir deri hastalığı geçiren Bizans İmparatoru Constantine’nin, Costantinopolis’e (İstanbul) giriş yapan herkes için en az 15 gün karantinaya alınma bölgesiydi. Karantina amacıyla imar edilen han ve benzeri tarihi binalarla yerleşim bölgesinin ilk adımları atılmıştır.

Osmanlı’nın İstanbul’u fethinden sonra yerleşim oranı bu bölge yoğunlaşmıştır. İşte o dönemde Merkezefendi bölgesinde, Tekkeler, Medreseler, Camiler, Mezarlıklar, Mescitler, Çeşmeler, Tevhithaneler, Mevlevihaneler imar edilmiştir.

Günümüze kadar mevcudiyetini sürdüren bu eserler restorasyona alındıktan sonra tarihi miraslar daha da korunur hale getirilmeye başlandı. Fakat mevzularında yeterli araştırma yapılamayan tarihi eserler de maalesef tarumar halde bırakıldı. Bu bölge Kültür Adası konumuna getirildikten sonra unutulan eserler Zeytinburnu Belediyesi ve İstanbul Bölge Vakıflar Müdürlüğü tarafından restorasyona alındı.

 

Yenikapı Mevlevihanesi doğu tarafında bulunan Hamuşan Mezarlığı ve çeşmesi de unutulmuşluğun arasında kalan eser olarak göze çarpmakta. Her ne kadar bakım ve onarım çalışmaları yapılmaya başlansa da bu çalışmalar son derece yavaş ilerlemekte.. Zeytinburnu Belediyesi’nin hazırlatmış olduğu Zamanı Aşan taşlar iki ciltlik kitaplarında bile yer almayan Hamuşan Mezarlığı ve bu mezarlığın önündeki çeşme kendini bilmez biri tarafından boyalarla yazı yazılarak tahrip edildi.

(Hamuşan Mezarlığı: Suskunlaştırılmış, gizliliği yalnızca kendileri tarafından bilinmesi gereken, hiçbir yere ve kimselere anlatım yapmayan dervişler ve müritlerinin gömüldüğü mezarlığa verilen isim.)
Zeytinburnu Haber, 05.04.2010

Halikarnassos (C.T. Newton)
...1856




4 - 10 Nisan 2010

AKM'Yİ ÇÜRÜMEYE TERK ETTİLER

 

Evet aynen başlıktaki gibi...

2010 yılının Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul’un tek opera ve bale salonu olan AKM tam anlamıyla çürümeye bırakıldı.

 

İstanbullu sanatseverler çok iyi anımsayacaklar.
İki yıl önce bu bina onarımdan geçirilmek için boşaltılmıştı.
O günlerde başta Kültür Bakanı olmak üzere bütün yetkililere yalvardık.
“Bu onarımı, binadaki etkinlikleri durdurmadan yapın. Dünyada bu tip kültür ve sanat merkezleri etkinlikler durdurulmadan bölüm bölüm elden geçiriliyor” dedik.
Söylemekten dilimizde tüy bitti.
Ama dinletemedik.
Sonuçta Avrupa’nın kültür başkentinde ne oldu?
Opera ve bale yapılamaz hale geldi.
Koca İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ise sokakta kaldı.
Sanat ve kültür açısından yüz kızartıcı bu durum başta Kültür Bakanı olmak üzere kimsenin umurunda bile olmadı.
Ne Başbakan’ın, ne de bakanların kılı bile kıpırdamadı.
“Sanat mı? O da ne?” yaklaşımı içinde kültürsüz ve sanatsız geçip gidiyor 2010.


* * *


Kültür Bakanı ile yaptığımız konuşmayı çok iyi anımsıyorum.
Bakan Bey, AKM’nin onarımı için gerekli olan 75 milyon lirayı (eski parayla 75 trilyon lira) bankaya yatırdığını söylemiş, binayı bir yıl içinde hizmete sokacaklarına söz vermişti.
Sendika yapının özellikleri bozulmasın diye dava açtı. Davalar sonuçlandı. AKM olayı 2010 ajansına devredildi.
Bakan da verdiği sözleri unuttu gitti.
Peki bu arada Bakan’ın ayırdığı, 2010 ajansına devredilen para ne oldu?
Bunu, ünlü halk tekerlemesinden esinlenerek şöyle anlatalım: 
-Komşu komşu para nerede?
-Suya düştü.
-Su nerede?
-İnek içti.
-İnek nerede?
-Dağa kaçtı.
-Dağ nerede?
-Yandı, bitti, kül oldu?
AKM’nin yazgısı da işte aynen böyle oldu.

Hürriyet, Yazı: Tufan Türenç, 10.04.2010

KARAKAŞ KONAĞI MÜZE OLACAK





Malatya'da 10 yıl önce restoresi yapılan ancak bugüne kadar açılamayan tarihi Karakaş Konağı'nın hizmete açılması için 76 bin TL ödenek ayrıldığı ve Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmete açılacağı bildirildi.

 

AK Parti Malatya Milletvekili Ölmeztoprak, konuyla ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamada, Malatya Merkez Vakıf Eserleri Müzesi (Karakaş Konağı) Müzolojik hizmet alanlarının tasarım, etüt ve proje çalışmalarına bu yıl için 76 bin TL ödenek ayrıldığını söyledi.

 

Milletvekili Ölmeztoprak, Malatya Merkez Niyazi Mahallesi'nde bulunan mülkiyesi Maliye hazinesine ait iken müze yapılmak üzere Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne geçen yıl süresiz tahsisinin gerçekleştirilen Karakaş konağın güvenliğinin de sağlandığını belirterek, açıklamasını şöyle sürdürdü:

"Karakaş Konağı'nın 2000'li yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından genel onarımı yapılmış, yağışların etkisiyle önemli tahribata uğramış, daha fazla hasar görmemesi için proje müellifinden izin alınarak, çatı eklenerek yeniden hazırlanan proje doğrultusunda konağa çatı eklenmiştir. Eski eser tescilli Karakaş Konağı'nın müzolojik hizmet alanlarının tasarım ve proje çalışmalarına bu yıl başlanılacak ve yılsonunda tamamlanacak olup bu tarihi eserimize ilk etapta 76 bin TL ödenek ayrılmıştır."

 

Ölmeztoprak, Türkiye'de kerpiç konak olarak ilk restore edilen yer olduğu belirtilen Karakaş konağının Hacı Mustafa Karakaş tarafından yaptırılan ve Karakaş Konağı adı verilen mekan Malatya evlerinin tipik özelliklerini taşıdığını ifade etti.

 

Bu arada, Ölmeztoprak, Malatya Belediye çarşı hamamının etüt ve proje çalışmalarına ise bu yıl için 15 bin TL ödenek ayrıldığını ve önümüzdeki yıl proje çalışmalarının tamamlanacağını söyledi.

Malatya Kent Haber, 09.04.2010

ALTINPARK'A ARKEOPARK

 

 

Altınpark'taki kazı çalışmalarına yeniden başlandı. Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, kazıların tamamlanmasının arından Türkiye'nin en önemli arkeoparkını buraya kuracaklarını söyledi.

Konak Belediyesi Zabıta Müdürlüğü Basmane hizmet binası inşaatı sırasında zeminde tarihi kalıntılara rastlanmıştı. Tarihi eserlerin bir bölümü gün ışığına çıkarılmıştı. Bölgede bir süre ara verilen çalışmalara yeniden başlandı. Kazı işlemi Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Akın Ersoy öncülüğündeki ekip tarafından gerçekleştiriliyor.

Konak Belediye Başkanı Tartan, Altınpark'ta önemli bulguların yer aldığını kaydederek, İzmir'in tarihine ışık tutacak bir müze oluşturacaklarını söyledi. Kazı çalışmalarının sonunda bölgeyi “arkeopark” olarak değerlendireceklerini belirten Tartan, şunları söyledi:

“Agora kazılarını da sürdüren deneyimli arkeolog Yard. Doç.Dr. Akın Ersoy önderliğindeki ekip, İzmir tarihi için önemli kalıntıları gün yüzüne çıkarıyor. İzmir’in yaşına ışık tutacak kalıntılar Altınpark’ta yer alıyor. Böylesine önemli kalıntıları, modern bir dizaynla hazırlayacağımız arkeoparkla yerli-yabancı turistlere ve İzmirlilere sunacağız. Tarihsel bir kültür alanı, bir tarih mekanı yaratmış olacağız. Kalıntıların üzerinde kurulacak cam zemin üzerinden antik dönem, Roma dönemi, Bizans dönemi ve yakın tarihimize ışık tutacak eserler izlenebilecek. Ayrıca kurulacak amfi tiyatro ile İzmir yeni bir açık hava kültür merkezine kavuşacak.”

Cumhuriyet Ege, Haber: Ozan Yayman, 09.04.2010

TARİHİ ESERLERE VERGİ KATKISI





Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır, tarihi eserlerin onarılması amacıyla hazırlanan üç projeye İzmir İl Özel İdaresi tarafından destek sağlandığını, onarım projesinin tamamlanmasının, Bornova'daki turizm güzergahları projesine de katkı sağlayacağını söyledi.

Sındır, emlak vergileriyle İzmir İl Özel İdaresi'nde toplanan kaynağın tarihi eserlerin restorasyonunda kullanıldığını, bu yıl Bornova Belediyesi olarak bu fondan yararlanmak için üç proje hazırladıklarını ve her üç projeye de kaynak bulduklarını belirtti.

İzmir'in tarihi yapılarının restorasyonu amacıyla hazırlanan projelere İzmir İl Özel İdaresi'nin proje bedelinin yüzde 80'i kadar kaynak sağladığını hatırlatan Sındır, belediyelerin hazırladığı projelerin yılda iki defa değerlendirildiğini ve 3 projeyle ilgili ihale sürecinin devam ettiğini ifade etti.

Bornova'da merkezde yer alan önemli tarihi yapılar arasında yer alan Osmanlı ve Levanten köşklerinden Dramalı Köşkü'nün restorasyonuna yakında başlanacağını dile getiren Sındır, İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun restorasyon projesine de onay verdiğini söyledi. İzmir İl Özel İdaresi'nin özellikle restorasyon restitüsyon projelerine kaynak sağladığını hatırlatan Sındır, şöyle konuştu:

''Dramalılar Köşkü, mübadelede Rumların terk ettiği, Drama'dan gelen bir ailenin edindiği köşk. Harabe vaziyetteyken belediye mülkiyetine almış. Büyük bir alanı var, Bornova Meydanı'nın hemen yakınlarındaki köşkün müştemilatı, hatta hamamı dahi var. Zamanında develer için yapılan ahır çökmek üzere. Bu binayı yeniden ayağa kaldıracağız, restorasyonunu yapacağız. Vali oluru ile projeler onaylanıyor ve proje bedelinin yüzde 80'i bu fondan sağlanan kaynakla karşılanıyor. Proje tadilatlarını biz yaptırdık, yapımda Özel İdare'den destek alacağız. Önemli bir proje, Bornova'daki yaşamı, Osmanlı, Rum ve Türk yaşamını, Osmanlı'dan sonra Cumhuriyet dönemi yaşamını köşkte sergileyeceğiz.''

Büyük Çarşı'nın sağlamlaştırılması
Maddi destek sağlanan ikinci projenin ise Büyük Çarşı Sokak Sağlıklaştırma Projesi olduğunu belirten Sındır, Bornova merkez çarşısının İzmir'in en eski çarşılarından biri olduğunu, Selçuklu döneminde yapıldığını söyledi. Çarşıda yer alan cami ve hamamın da restorasyonunun yapılacağını belirten Sındır, ''Proje çerçevesinde dükkanların dış cepheleri Kemeraltı'ndaki gibi ele alınacak ve güzelleştirilecek. Dükkanların cepheleri standart olacak ve eski nostaljik, güzel bir görünüme kavuşacak. Bu projenin Kemeraltı'nda sürdürülen projeyle çok benzerliği var. Projenin her şeyi hazır, kurul onayından da geçti, yakında ihaleye çıkılabilecek'' diye konuştu.

Sındır, Işıkkent'te iki kemerli tarihi köprü için hazırlanan projeye de destek sağlandığını belirtti. Köprünün uzun yıllardır kullanılmadığını, bir kemerinin toprak altında olduğunu hatırlatan Sındır, bu köprünün Bosna Hersek'teki Mostar Köprüsü'ne çok benzediğine dikkati çekti. Sındır, ''O büyüklükte olmaza bile Mostar Köprüsü'ne çok benziyor. Bu proje de tamamlandığında çok önemli, tarihi özelliği olan bir köprümüzü ayağa kaldırmış olacak, İzmirlilere hediye edeceğiz'' şeklinde konuştu.

Her üç eserle ilgili projelerin ve onayların tamamlandığını, artık yatırım zamanının geldiğini belirten Sındır, bu yıl içerisinde eserlerin tamamlanacağını, ödenek sıkıntısı olmadığını, en kısa sürede bitireceğini söyledi.

Projelerin tamamlanmasıyla ilçeye yeni cazibe merkezleri de kazandırılacağını dile getiren Sındır, ''Dramalılar Köşkünde çok sayıda kültürel etkinlik düzenleyeceğiz. Bornova çarşısı İzmirliler için bir cazibe merkezi haline gelecek, eski nostaljik çarşı alışkanlığını yeniden kazandıracağız. Bu üç projemiz Bornova'da oluşturmaya çalıştığımız Turizm Güzergahları Projesi'ne destek sağlayacak. Bu projeler çok önemli kentsel tasarım projesi olacak'' şeklinde konuştu.

Sabah Emlak, 09.04.2010

YOL ÇALIŞMASINDAN TARİH ÇIKTI

 

Çorum'un Ortaköy İlçesi'nde yol genişletme çalışması sırasında Bizans dönemine ait 4 küp bulundu. Ortaköy Kaymakamı Mehmet Gökhan Zengin, İncesu Köyü'nde bulunan İncesu Kanyonu'na giden yolun genişletilmesi için İl Özel İdaresince çalışma yapıldığını hatırlattı.

 

Yolun genişletilmesi için Özel İdare Müdürlüğüne ait iş makinesiyle kazı yapılan bölgede 4 küp bulunduğunu bildiren Zengin, ''İş makinesinin operatörü küpleri görünce çalışmayı durdurup bize bilgi verdi. Biz de konuyu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne ilettik. Arkeolog arkadaşlar çalışmalarını sürdürüyor'' diye konuştu.

 

Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen küplerin, 3'ünün büyük oranda zarar gördüğü ve sadece birinin sağlam olduğu ifade edildi. İçlerinde erzak olduğu belirlenen küplerin, kurtarıldıktan sonra müzeye teslim edileceği kaydedildi.

Cumhuriyet, 09.04.2010

TÜRKİYE'Yİ GURURLANDIRAN ÖDÜL





Yeni Cami Hünkar Kasrı restorasyonu, Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu (Europa Nostra) tarafından ''AB Kültürel Miras Ödülü''ne layık görüldü.

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş, Hünkar Kasrı restorasyonunun Europa Nostra tarafından ''AB Kültür Mirası Ödülü''ne layık görülmesinden duyduğu mutluluğu ifade ederek, İTO olarak 128 yıldır sadece ekonomi alanında değil, kültür, sağlık ve eğitim alanlarında da sosyal sorumluluk projeleriyle hizmet verdiklerini kaydetti.

Yalçıntaş, daha önce tarihi Kızlarağası ve Rüstempaşa medreseleri ile Şehzade Mehmet Külliyesi'nin restorasyonunu yaptırdıkları, bu yıl da Üsküdar, Fatih ve Kağıthane'de 15 tarihi çeşmeyi restore ettirdiklerini söyledi.

 

Hünkar Kasrı restorasyonunun 2003 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü ile imzalanan protokol sonrasında başladığını ve yaklaşık beş yıl sürdüğünü belirten Yalçıntaş, başlı başına bir müze özelliği taşıyan kasrın, çinilerinden ahşap işlemelerine kadar Osmanlı sanatının en güzel örneklerini içerdiğine dikkati çekti.

 

Yalçıntaş, ''Dört kategoride verilen ödüllerin koruma kategorisinde Türkiye, ilk kez ödüle layık görüldü. Çok büyük mutluluk yaşıyoruz'' şeklinde konuştu.

 

Sıra Vasilianus Burcunda
Yalçıntaş, Hünkar Kasrı'nın bitişiğinde yer alan Bizans dönemine ait Vasilianus burcunu da restore edeceklerini, çalışmaların son aşamaya geldiğini, yakında gerekli protokolün imzalanacağını duyurdu.

 

Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci de vakıflar olarak 2003 yılından beri çok ciddi çalışmalar yürüttüklerini, Süleymaniye ve Fatih camileri dahil birçok eserin restorasyonunun da sürdüğünü belirterek, çalışmalarda sivil toplum kuruluşlarının desteğine ihtiyaç olduğuna işaret etti.

 

İTO'nun Hünkar Kasrı restorasyonu çalışmasıyla çok ciddi bir açığı kapattığını dile getiren Özekinci, İTO'nun üstlendiği 9 milyon TL'lik bir maliyete sahip çalışmanın bir rol model olduğunu, diğer STK'lara örnek teşkil ettiğini söyledi.

 

Restorasyonda Uluslararası Standartlar
Europa Nostra Türkiye Temsilcisi Orhan Silier de 10 Haziran 2010'da Aya İrini'de gerçekleşecek uluslararası törenle sahiplerine ulaştırılacak 29 ödül içinde Türkiye'den bir ödülün olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek, ''Bu gurur verici haberin en önemli yanı Türkiye'de restorasyon alanında etkin projelendirme ve uygulama yapılırsa uluslararası standartlarda ürünler verilebileceğini göstermesi'' dedi.

 

İstanbul'un İTO'nun ekmek teknesi olduğunu söyleyen Silier, tarihin geleceğe kazandırılması konusunda adım atılması ve İTO'nun kentin kültür mirasını sahiplenmesinin önemli olduğunu ifade etti.

 

Silier, yakın zamana kadar Avrupa'nın önde gelen asilzadelerinin üye olduğunu Europa Nostra'nın 1963'te kurulduğunu, 53 ülkeden 230 üye kuruluş, 160 birlik ve 1500 üyeye sahip olduğunu kaydetti.

 

Silier, Europa Nostra tarafından verilen ödüllerin 2002 yılından bu yana Avrupa komisyonu adına verildiğini söyledi.

 

Koruma kategorisindeki ödüllerin en basit bir çatı restorasyonundan arkeolojik sitlerin korunması çalışmalarına kadar geniş bir alanda verilebildiğini kaydeden Silier, ''Bu ödüllerden birini Türkiye'nin alması çok önemli. Tüm kategorilerde şimdiye kadar 10 ödül alan Türkiye'nin bu 11. ödülü. Türkiye, bugüne kadar verilen ödüllerin yüzde 3'ünü aldı'' şeklinde konuştu.

 

Restorasyon Çalışmaları
Mimar Hatice Karakaya başkanlığında ekibin yaptığı restorasyon çalışmalarıyla Yeni Cami Hünkar Kasrı'nın ömrüne 400 yıl daha eklendiği belirtiliyor.

 

Yeni Cami inşaatını izlemek için Hatice Turhan Sultan tarafından yaptırılan Hünkar Kasrı, ramazan aylarında, padişahların cami ziyaretlerinde, değişik zamanlarda dinlenme amacı ile de kullanıldı. 1663'te yaptırılan Yeni Cami'ye geçit ile bağlı bulunan Hünkar Kasrı, yüzyıllar boyunca hem hırsızlar tarafından adeta yağmalandı, hem de doğa koşullarına yenik düştü.

 

Çalışmalar kapsamında sanat tarihi uzmanları tarafından dönemin en önemli ve günümüze kalan tek örnek eseri sayılan kasra, çinili ocakları, duvarları kaplayan çini panoları, ahşap işçiliği, vitrayları, pencereleri, sedef kakmalı kapıları yeniden kazandırıldı.

 

Restorasyon çalışmaları doğal dokusuna sadık kalınarak gerçekleştirildi. Bunun için sanat tarihi, çini, tezhip, yapı statiği gibi uzmanlık alanlarından profesörler, danışma kurulu ile birlikte 50 kişilik ekip çalıştı. Hünkar Kasrı'nın gelecek birkaç ay içerisinde halka açılacağı öğrenildi.

 

Kasrın girişinde ''Tahtırevan yolu'' adı verilen rampanın altında 5 oda, kasrın altında ise büyük bir mekan içinde şerbethane denilen bölüm bulunuyor.

 

Çatıdan zemine detaylı bir restorasyon sürecinden geçen yapıda önce çatı takviyesi gerçekleştirildi. Özelliğini yitiren ahşap çatının üst kaplaması ve taşıyıcı sistemin ahşapları değiştirildi.

 

Hünkar Kasrı'nın taşıyıcı sistemindeki ağır hasar restorasyon ile ortadan kaldırıldı. Buna bağlı olarak yatay, düşey, diyagonal ahşap bağlantı elemanlarında da bir güçlendirme yapıldı.

 

Ahşap özelliğini kaybeden kısımlar elden geçirildi. Eksik kapı ve kepenklerin yerine yenileri yapıldı. Bunun için aynı cins ahşap kullanıldı. Ahşaplar sıcak tutkalla yapıştırılıp, ahşap çivilerle bütünleştirildi. Üzerindeki eksik sedefler, kaplamalar onarıldı. Filatolar ve abanoz kaplamalar da dahil ilaçlanıp, cilalanarak yerlerine takıldı.

 

Hünkar Kasrı'nda, ''Edirnekari'' denilen ahşap üzeri kalem işi desenler de onarıldı. Üzeri yağlı boya kaplanmış çok sayıdaki ''Edirnekari'' özel bir çalışma ile temizlendi, orijinal desene ulaşıldı. Ahşap yüzeylerde yer alan kurt delikleri ise uzmanların önerdiği bir kimyasal madde enjeksiyonuyla dolduruldu. Restorasyon kapsamında döşemeler de elden geçirildi.

 

Çiniler Onarıldı
Çalışmalar kapsamında duvarlardaki ahşap taşıyıcı sistem onarıldı. Ahşap konstrüksiyon üzerindeki çini yüzeylerinin tamamı silinerek numaralandırıldı. Üzerindeki çatlak ve kırıklar çizimlere işlendi ve özenle sökülen çiniler şehir suyu ve saf suda bekletildi. Son aşamada ise tuzlarından arındırılan çinilerin kırıkları yapıştırılarak yerlerine monte edildi.

 

Kasrın çalınan çini panolarının yeri Londra'da bir müzayede hazırlığı sırasında tespit edilmiş ve İstanbul'a geri getirilmişti.

 

Restorasyon için binayı taşıyan 5 metrelik meşe karkaslar Kırklareli'nde bulundu. 3 ay derede bekletilen meşe karkaslar 2 yıl da kasrın içinde kurutulmaya alındı. Daha önceki restorasyonlarda kırılmış çiniler tek tek biraya getirildi ve 50 orijinal çini tekrar hayata kazandırıldı.

 

Kasırda, yaklaşık 11 bin çini, 31 çini pano, 45 farklı desende tek çini, 14 tipte çini bordür bulunuyor.

 

Padişaha ait baş oda ve sofanın duvarlarını çiniler üzerinde padişaha övgü olarak yazılmış 24 beyitlik bir kaside süslüyor.

 

Hırsızların Hünkar Kasrı'na gösterdikleri yoğun ilgi nedeniyle restorasyon başlamadan önce 32 kamera devreye girdi. Kasrın içinde ve dışında kör nokta bırakmayacak şekilde yerleştirilen kameraları, İTO güvenlik ekibi 24 saat izledi. Kasrın giriş noktalarındaki alarm sistemleri İTO güvenliğini ve polisi uyaracak şekilde programlandı. Kasra, su sisiyle yangın söndürecek yaklaşık 700 milyon TL'lik bir yangın söndürme sistemi de konuldu.

Ntvmsnbc Emlak, 09.04.2010

SİDE ANTİK KENTTE YENİ KAZI ALANLARI AÇILMAYACAK

 

 

Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Side Antik Kent Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı, ikinci yıl kazı çalışmalarında yeni arkeolojik alan açmayacaklarını söyledi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a Side Antik Kent kazı çalışmalarıyla ilgili brifing vermek için eşi Doç.Dr. Feriştah Alanyalı ile bir turizm beldesine gelen Hüseyin Sabri Alanyalı, ikinci dönem kazı çalışmalarına haziran ayında başlayacaklarını söyledi.

Geçen yıl kazı çalışmalarına Side Antik Tiyatro'su sahnesinde sondajlama çalışmasıyla başladıklarını belirten Alanyalı, bu yıl ise ticaret Agorası içinde yapacaklarını ifade etti.
Side Antik Kent kazılarını 3 boyutlu teknoloji kullanarak yaptıklarına dikkat çeken Alanyalı, Side'nin dünyanın sayılı arkeolojik alanlarından biri olduğunu kaydetti.

Alanyalı, "İkinci dönem çalışmalarımızda yeni alan açmayacağız. Ordinaryus Prof.Dr. Arif Müfid Mansel'in 1947 yılında başladığı kazı alanlarında devam edeceğiz. Geçen yıl ticari agoranın çevre temizliği ve tarihi taşların numaralandırma çalışmasını yapmıştık. İlk önceliğimiz Side Antik Tiyatro'nun sahnesini güçlendirmek olacak. Roma dönemine ait olan tiyatro 15 bin insan kapasiteli" diye konuştu.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da Side ziyareti sırasında bir ay kazı çalışması yapanlara yerli ve yabancı ekiplere kazı çalıştırmayacaklarını söylemişti. Günay, kazı çalışmasının 3 ay sürmesi gerektiğini belirtmişti.

Öte yandan, Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, Side Antik Kent içinde eskiyen, paslanan ve küflenen tüm tanıtım levhalarını yenilediklerini kaydetti.

Turizm Gazetesi, 09.04.2010

5 ASIRLIK CAMİ, 20 DEPREM GÖRDÜ





Birinci derecede deprem bölgesinde bulunan beş asırlık Beyazıt Camisi'nin zemininde, geçirdiği beş yıkıcı, 20'yi aşkın şiddetli depreme rağmen kayma bile olmadı.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1500-1506 yılları arasında yapılan ve İstanbul'un fethinden sonra ilk inşa edilen camiler arasında yer alan Beyazıt Camisi'nin restorasyonu için çalışma başlattı.

 

İlk kez restorasyon görecek caminin mevcut durumunun tespiti için yapı ve zemin deformasyonları izlenerek, rapor hazırlandı. Caminin birinci derecede deprem bölgesinde yer aldığı belirtilen zemin raporunda, yer altı yaşının görülmesi, temel derinliğinin belirlenmesi ve zeminden numune alınabilmesi için üç adet 20'şer metre olmak üzere toplam 60 metre temel sondaj yapıldığı belirtildi.

 

Yapılan gözlemler sonucunda zeminde kayma, kabarma, göçme hareketlerine ve yer altı suyuna rastlanmazken laboratuar deneyleri de zeminde sıvılaşma riskinin bulunmadığını, oturma tehlikesinin beklenmediğini ortaya koydu.

 

Olası şişmelerin engellenmesi için yüzeysel suların sağlıklı bir şekilde tahliye edileceği belirtilen raporda, alanın kayma, heyelan, akma gibi kitlesel hareket tehlikesi ile su baskını, çökme, kaya düşmesi ve çığ gibi doğal afet riski de taşımadığı kaydedildi.

 

Sultan II. Beyazıt tarafından Mimar Yakup Şah'a yaptırılan ve T planlı camiler arasında yer alan Beyazıt Camisi, ilk olarak 10 Eylül 1509'da meydana gelen ve ''Kıyamet-i Sugra'' yani ''Küçük Kıyamet'' olarak adlandırılan depremi yaşadı.

 

Bu deprem en büyük hasarı camilere verirken 109 cami tamamen yıkıldı, ayakta kalanların tümünün minaresi tahrip oldu. Ayasofya'nın fetihten sonra yapılan minaresinin yıkıldığı depremde, Beyazıt Camisi ayakta kaldı, bazı kaynaklara göre yalnızca kubbesi hafif çapta zarar gördü.

 

Fatih Camisi'nin tamamen harap olduğu, Topkapı Sarayı, Eski Saray ve surların etkilendiği, Yerebatan sarnıcının desteklerinden birinin çökmesi sonucu İstanbul'un sular altında kaldığı 1766 Depremi de Beyazıt Camisi'ni etkilemedi.

 

Kapalıçarşı'nın bir kısmının yıkıldığı, Ayasofya'nın büyük zarar gördüğü 1894 Depremi ile yaklaşık 20'ye yakın şiddetli deprem de Beyazıt Camisi'ne zarar veremedi.

Bugün, 09.04.2010

TARİHİ KÖY YOL BEKLİYOR

 

 

Konya'nın Beyşehir İlçesi'ne bağlı Fasıllar Köyü halkı, 72 tonluk dev Hitit Anıtı'nın bulunduğu alana ulaşan toprak yolun asfaltlanmasını ve Roma dönemi eserlerinin de yer aldığı tarihi köyün turizme açılmasını istiyor. Fasıllar Köyü Muhtarı Mustafa Serbes, köyde bulunan tarihi değerlerin korunması ve sergilenmesine yönelik hiçbir ciddi çalışma yapılmadığını söyledi. Muhtar Serbes, "Tarihi örenin bulunduğu yere ulaşımı sağlayan yol maalesef toprak. Bu nedenle köye kadar gelen turistler, anıtın bulunduğu alana sadece yaya olarak gidebiliyor. Yaşlı turistler ise yol olmadığı için burayı göremeden geri gidiyor. Ayrıca bu bölgenin turizme açılarak etrafının çevrilmesini, günübirlik ziyaretçilerin dinlenip oturabileceği bir tesis yapılmasına ve güvenliği sağlayacak birkaç kişinin görevlendirilmesini talep ediyoruz" dedi.

Yeni Şafak, 09.04.2010

MEHMET ALİ BEY HAMAMI RESTORASYONA ALINDI

 

Akdeğirmen mahallesinde bulunan tarihi Mehmet Ali Bey hamamında restorasyon çalışmaları başlatıldı.


18. yüzyıl ve 19. yüzyıl da yapıldığı tahmin edilen mülkiyeti vakıflar bölge müdürlüğüne ait olan Tarihi Mehmet Ali Bey hamamı işletme sahibi Sarissa LTD.ŞTİ tarafından restorasyon çalışmasına alındı.


Yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren şirket yetkilisi Şener Ocak hamamın kendisine ait özelliği korunacağını belirtti.
Ocak, “Çalışmalarımız Vakıflar Bölge Müdürlüğü dışında kendi tarafımızdan yapılmaktadır. Hamam içerisinde aslına uygun olarak mermer olarak yapılacak. Yalnız hamamın dışına üst kısmında normal havuz yapılacak.”dedi.


Ocak, restorasyon çalışmalarının 3-4 ay kadar süreceğini belirtilerek, tarihi hamamın daha iyi koşullar altında Sivaslılara hizmet vereceğini dile getirdi.

Sivas Hürdoğan, 09.04.2010

4 BİN YILLIK ŞEHİR DÖNÜŞÜYOR





Dört bin yıllık geçmişi olan Trabzon'da, Trabzon Belediyesi ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) işbirliğiyle, kentsel dönüşüm projeleri hayata geçiriliyor. Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, hayal olarak nitelendirilen bazı projeleri hayata geçirdiklerini söyledi.

Gümrükçüoğlu, Trabzon Belediyesi ile TOKİ tarafından ortaklaşa yürütülmekte olan Ayasofya Müzesi'nin etrafındaki kentsel dönüşüm projesinin hayata geçirildiğini belirterek, “Zağnos Vadisi ikinci etap dönüşüm projesinin yapımına başlandı. Tabakhane Vadisi'nde ise kamulaştırma işlemlerinde ödemeler hayata geçiriliyor. Çömlekçi Kentsel Dönüşüm Projesi'nde de avam proje çalışmaları devam ediyor” dedi.

Başkan Gümrükçüoğlu, Tabakhane Dönüşüm Projesi kapsamında hak sahiplerine ödemelerin devam ettiğini ifade ederek, şunları söyledi:

“Proje kapsamında 64 hak sahibine 2 milyon 745 bin liralık ödeme yapıldı. Yapılan görüşmeler neticesinde şu ana da 187 hak sahibi ile anlaşmaya varıldı. Hak sahiplerinden 38'i Bahçecik'te yapılacak olan konutlardan alma yolunu tercih ederken 149 hak sahibi ise kamulaştırma ücreti almayı tercih etti. Anlaşma sağlanan 85 kişiye de önümüzdeki günlerde 2 milyon 873 bin liralık ödeme yapılacak.”

Gümrükçüoğlu, Tabakhane Vadisi'nin düzenlenmesiyle birlikte Trabzon'un yeni bir yaşam alanına kavuşacağını vurgulayarak, şöyle devam etti:

“Tabakhane Vadisi'nde bulunan 683 binanın yıkımı için çalışmalar hızla devam ediyor. Vatandaşlarımızın mağdur olmaması amacıyla özel bir şirket tarafından yapılan değerlendirmede ortaya çıkan rakamları yüzde 20 arttırmak için mücadele ettik ve bunda başarılı olduk. Yasal olarak TOKİ, bu özel şirket tarafından yapılan değerlendirmelerdeki fiyatı en fazla bu kadar çıkartabiliyor. Bu konuda TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar, bizim talebimizi kırmadı ve bunu kabul etti. Vatandaşlarıma, fedakarlık yaparak anlaşma yoluna gittikleri için teşekkür ediyorum. Tabakhane Vadisi'nde bulunan ve anlaşma sağlanan binaların yıkımına, yılın ikinci yarısından itibaren başlamayı hedefliyoruz.”

Zağnos Vadisi 2. etap kamulaştırma ve yıkım çalışmalarının tamamlandığını da belirten Gümrükçüoğlu, “İkinci etap rekreasyon düzenlemeleri için açılan ihale sonuçlandı. Yapımcı firma çalışmalara başladı. Proje kapsamında ayrıca Bahçecik'e çıkan yol ve 354 konut yapımı inşaat çalışmalarına da başlandı. Zağnos Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi geneline şimdiye kadar 95 milyon lira para ödendi” diye konuştu.

Gümrükçüoğlu, tarihi Ayasofya Müzesi'nin etrafını kötü görünümden kurtarmak ve burada yıllarca mağdur olmuş mülk sahiplerinin sorunlarını çözmek için TOKİ ile Trabzon Belediyesi'nin ortaklaşa olarak proje yürüttüğüne dikkati çekerek, “Proje ile birlikte Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesi için şimdiye kadara hak sahiplerine 13 milyon lira ödendi. 44 binanın yıkılacağı proje kapsamında şimdiye kadar 25 binanın yıkımı gerçekleştirildi” dedi.

Trabzon Belediyesi'nin en önemli projelerinin başında gelen Çömlekçi Kentsel Dönüşüm Projesi için avam proje çalışmalarına başlandığını anımsatan Gümrükçüoğlu, “TOKİ Başkanı Bayraktar ile protokol imzalandı. Çalışmalara hız verildi. Bu yılın sonuna kadar bu çalışmaların tamamlanacak. Nisan ayında bu proje ile ilgili finans ve teknik araştırmalarda bulunmak için Japonya'ya gideceğim” diye konuştu.

Hürriyet, 09.04.2010

"KAMULAŞTIRMA GECİKTİRDİ"

 

Malatya'nın Battalgazi İlçesinde 3 yıldır restoresi süren tarihi Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın 3 ay sonra tamamlanacağı bildirildi.

Vakıflar Bölge Müdürü Aliseydi Akduman, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Haydar Karaduman, Gazeteciler Cemiyeti yönetim kurulu üyeleri ve basın mensuplarıyla birlikte, Battalgazi İlçesinde 3 yıldır restoresi süren tarihi Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nda inceleme yaptı.

Burada basın açıklaması yapan Vakıflar Bölge Müdürü Aliseydi Akduman, "Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait toplam 15 adet tescilli Taşınmaz Vakıf Kültür Varlığı bulunmaktadır. Bunlardan 12 adet eski eserin projeleri temin edilerek koruma kurulundan onaylattırılmıştır. Projeler için toplam 379 bin 816 TL harcama yapılmıştır.


2003-2009 yılları arasında Malatya ili, Battalgazi İlçesi'nde bulunan eserlerden, Ulu Camii, Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, Kanlı Kümbet, Emir Ömer Mescidi ve Türbesi, Akminare Camii, Sütlü Camii Minaresi, Nefise Hatun Kümbeti, Ahmet Duran Mescidi ve Türbesi ile restorasyon ihaleleri yapılmış ve Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı hariç restorasyonları tamamlanmıştır. Restorasyonu yapılan eserlere bugüne kadar toplam 8 milyon 461bin 942 TL harcama yapılmıştır. Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayının restorasyon çalışmaları ise devam etmekte olup, 2010 yılında restorasyonun tamamlanması planlanmaktadır. Battalgazi İlçesinde 2010 yılı yatırım programında Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restorasyonun tamamlanmasının yanı sıra Karahan Camii'nin Restorasyonu ve Çevre Düzenlemesinin yapılması planlanmaktadır" ifadelerini kullandı.

Akduman, "Bölge Müdürlüğümüz sorumluluk alanında kalan Malatya ili, Battalgazi İlçesi, Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı Koruma Alanında kalan 11 adet parselin, Malatya ili, Battalgazi İlçesi, Üçkardeşler (Halfetih Minaresi) Ve Beşkardeşler (Sahabiye-i Kübra Medresesi) Koruma Alanında kalan 2 adet parselin kamulaştırma işlemleri tamamlanmış ve toplam 594 bin 174 TL harcama yapılmıştır" dedi.

Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restorasyon sözleşme tarihi başlangıcının 18 Aralık 2007 ve bitiminin de 2009'da olmasına rağmen kamulaştırma sorunlarından restorasoyunun geciktiği belirtildi. Restorasyon sözleşme bedelinin ise 3 milyon 950 bin TL olduğu kaydedildi.

Bu arada, AKP Malatya Milletvekili Fuat Ölmeztoprak, Malatya Merkez Vakıf Eserleri Müzesi (Karakaş Konağı) Müzolojik hizmet alanlarının tasarım,etüt ve proje çalışmalarına bu yıl için 76 bin TL ödenek ayrıldığını söyledi.

Milletvekili Ölmeztoprak, Malatya Merkez Niyazi Mahallesinde bulunan mülkiyesi Maliye hazinesine ait iken müze yapılmak üzere Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne geçen yıl süresiz tahsisinin gerçekleştirilen Karakaş konağın güvenliğinin de sağlandığını söyleyerek açıklamasını şöyle sürdürdü:

"Karakaş Konağının 2000'li yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından genel onarımı yapılmış,yağışların etkisiyle önemli tahribata uğramış, daha fazla hasar görmemesi için proje müellifinden izin alınarak, çatı eklenerek yeniden hazırlanan proje doğrultusunda konağa çatı eklenmiştir.Eski eser tescilli Karakaş Konağının müzolojik hizmet alanlarının tasarım ve proje çalışmalarına bu yıl başlanılacak ve yıl sonunda tamamlanacak olup bu tarihi eserimize ilk etapta 76 bin TL ödenek ayrılmıştır.‘Tarihi eserler bize emanet.Onları korumalıyız."

Ölmeztoprak, Türkiye’de kerpiç konak olarak ilk restore edilen yer olduğu belirtilen Karakaş konağının Hacı Mustafa Karakaş tarafından yaptırılan ve Karakaş Konağı adı verilen mekan Malatya evlerinin tipik özelliklerini taşıdığını belirtti.

Ölmeztoprak, Malatya Belediye(Çarşı) hamamının etüt ve proje çalışmalarına ise bu yıl için 15 bin TL ödenek ayrıldığını ve önümüzdeki yıl proje çalışmalarının tamamlanacağını söyledi.

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde 17. yüzyıldan kalan 373 yıllık Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayının restoresi çalışmalarına bu yıl için 967 bin TL ödenek ayrıldığını belirterek Kervansaray hakkında şu açıklamalarda bulundu:
"Bugüne kısmen harap bir halde gelen Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, orta avlulu ve çevresi revak ve hücreli kervansaraylar grubundan. Kervansaray, 5 bin 168 metrekare bir alanı kaplıyor. Dikdörtgen planlı kervansaray, kesme taştan yapılmış olup, avlusunun çevresinde revaklar ve batı kanadında kapalı bir bölüm bulunuyor. Kapalı bölüm, birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış, dört köşe taş payelerden oluşmuş bir mekan. Avlunun bugüne gelen kanatları çok harap. Kervansarayın üst örtüsü düz toprak damlı. Ahırları da var. Kapalı bölümün üzerindeki kitabe 15. yüzyıl şairlerinden Şeyhülislam Zekeriyazade Yahya tarafından yazılmış.Battalgazi İlçesinde bulunan Kervansaray, 1632 yılında Sultan 5. Murat'ın silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Revaklı bir avlu, kapalı bölüm ve iki dikdörtgen mekandan oluşuyor.Girişin üzerinde, merdivenlerle çıkılan mescit yer alıyor"

Tarihi eserler gelecek nesillere aktarılacak bir mirastır ve milletimizin kimliğini yansıtır diyen Ölmeztoprak, önümüzdeki yıl onarım çalışmaları tamamlanması planlanan Battalgazi İlçesindeki Karahan camiine de bu yıl için 100 bin TL ödenek tahsis edildiğini ifade etti.

Malatya Haber, 08.04.2010

BALKANLARDAKİ OSMANLI MİRASI KAYDA GEÇİRİLİYOR





Konyalı sanatçılarca yürütülen proje çerçevesinde Balkanlar’daki tüm Osmanlı eserleri, alan taramasıyla fotoğraflanıyor. Bosna Hersek ve Kosova’daki 500'e yakın Osmanlı eserinin yer aldığı fotoğraflardan ikinci cilt oluşturuldu. Hedef; Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Yunanistan, Adalar, Hırvatistan, Karadağ ve Sırbistan'ı da ekleyerek tüm eserleri dört ciltte belgelemek.

Konyalı fotoğraf sanatçısı İbrahim Dıvarcı, çalışmaya ilişkin olarak; Rumeli'deki Osmanlı'dan günümüze ulaşan cami, han, hamam, köprü, saat kulesi gibi mimari eserlerin mevcut hallerini tespit edip kayıt altına almak için proje hazırladıklarını söyledi.

İlk Cilt Arnavutluk ve Makedonya'ya, İkincisi Bosna Hersek ve Kosova'ya Ayrıldı 
Rumeli kökenli iş adamı İlhan Ergelen'in desteğiyle hazırladıkları ''Rumeli'de Osmanlı izleri'' adlı proje kapsamında 2007 yılında çalışmalara başladıklarını hatırlatan Dıvarcı, ''İlk olarak Arnavutluk ve Makedonya'daki tüm Osmanlı eserlerini köy köy, vadi vadi gezerek tespit edip fotoğrafladık. Bu çalışmamızı daha sonra bir ciltte topladık. Birinci cilde, sivil mimari eserlerle birlikte 217 Osmanlı eserinin fotoğrafı ve kısa tarihçesi girdi'' dedi.

Dıvarcı, daha sonra Nildem Global Sigorta Şirketi Kurucu Ortağı Çiğdem Ergelen'in sponsorluğunda Bosna Hersek ve Kosova'daki Osmanlı eserlerini fotoğraflamak için 2009 yılında çalışmalara başladıklarını vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Yaklaşık 1 yıl süren yeni çalışmamızda, Bosna Hersek ve Kosova'daki tüm Osmanlı eserlerini Selçuk Üniversitesinden Prof.Dr. Haşim Karpuz, Doç.Dr. Mehmet İpçioğlu ve bu bölgelerdeki yerel araştırmacılar ile halkın da katkısıyla tek tek tespit ettik. Bugüne kadar bu bölgelerdeki Osmanlı eserlerinin tamamının envanteri bulunmuyordu. İlk defa biz bu bölgelerde geniş kapsamlı çalışma yaptık ve Osmanlı eserlerinin tamamına yakınını tespitini ettik. Bosna Hersek'teki Mostar Köprüsü, Gazi Hüsrevbey Külliyesi, Sokullu Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Drina Köprüsü, Kosova'nın Priştina kentindeki Sultan Murat Türbesi, aynı kentteki Fatih Sultan Mehmet Camisi, Prizen kentindeki Sinan Paşa Camisi eserleri fotoğrafladığımız eserlerden bazıları.''

Bosna Hersek ve Kosova'daki eserleri Ahmet Kuş ve Feyzi Şimşek ile birlikte fotoğrafladıklarını anlatan Dıvarcı, bu bölgedeki toplam 500'e yakın Osmanlı eserini ikinci ciltte topladıklarını bildirdi.
    
Kaynaklarda Geçmeyen Cami ve Türbeler    
Tarih kitaplarında Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk ve Makedonya'da toplam 400 Osmanlı eserinin yer aldığını, ancak kendilerinin bu 4 ülkede 700'ü aşkın eserin tespitini yapıp, fotoğrafladıklarını dile getiren Dıvarcı, şöyle devam etti:

''Bosna Hersek'te savaş nedeniyle yıkıldığı, zaman içinde yok olduğu söylenen birçok eseri gidip gördük. Örneğin Bosna Hersek'in Livno şehrinde kitaplarda Osmanlı'dan sadece bir köprünün kaldığı söyleniyor ancak köprünün yanında bir de cami tespit ettik. Saraybosna'da kaynaklarda geçmeyen 5 camiyi, 10'a yakın türbeyi fotoğrafladık. Şimdiye dek yayımlanan kitaplarda sadece Mostar Köprüsü gibi çok bilinen başlıca eserler yer alıyor. Belde ve köylerdeki eserlerin büyük kısmı geçmiyor. Bunları yerel tarihçilerle konuşarak öğrendik. Türkiye'ye döndüğümüzde de uzman akademisyenlerin katkılarıyla eserlerin Osmanlı yapıtı olduğunu belirledik.''

Dıvarcı, Balkanlar'daki bugüne kadar kaydı bulunan Osmanlı eserlerinin yüzde 50-60'ının fotoğrafının bulunmadığını sadece isim olarak kayda düşüldüğüne dikkati çekerek, bölgedeki kaydı bulunan ve bulunmayan tüm Osmanlı eserlerini fotoğrafladıklarını söyledi.
    
Rumeli'deki Tüm Osmanlı Eserleri 4 Ciltte Toplanacak    
Dıvarcı, hedeflerinin Rumeli'deki Osmanlı mirasının tamamını 4 cilt halinde yayınlamak olduğunu belirterek, ''Bu çerçevede, önümüzdeki yıllarda Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Yunanistan, Adalar, Hırvatistan, Karadağ ve Sırbistan'daki Osmanlı eserlerinin de yerlerini tespit ederek fotoğraflayacağız. Kaynaklarda bu ülkelerde toplam 800 civarında Osmanlı eseri olduğu geçiyor ama biz zaten 2 ciltte birleştirdiğimiz 4 ülkede toplam 700 esere ulaştık. Çalışma tamamlandığında, kaynaklarda 800 eser bulunduğu belirtilen Balkanlarda 2 bine yakın eserin çıkacağını tahmin ediyoruz'' diye konuştu.

Bugüne kadar Rumeli üzerinde yapılan ciddi bir Osmanlı eseri envanteri çalışması bulunmadığını ifade eden Dıvarcı, bu çalışmanın bugüne kadar yapılamayan çok kapsamlı bir envanter çalışması olacağını da sözlerine ekledi.

Yapı, Fotoğraf: Rıfat Yerlikaya/AA, 08.04.2010

HER ESER KENDİ YERİNDE GÜZEL





Dünyanın dört yanından arkeologlar ve bakanlık yetkilileri vaktiyle ülkelerinden kaçırılıp büyük müzelere giden eserleri geri almak için Mısır'da toplandı. Temsilci gönderen 16 ülke arasında Türkiye yok.

 

Mısır’ın başkenti Kahire’de ülkeden kaçırılan tarihi eserlerin geri getirilmesi için düzenlenen konferans başladı. Dünyanın dört yanından Kahire’ye giden arkeoloji uzmanları ve kültür bakanlığı yetkililerinin ortak bir noktası var; ülkelerinden götürülen antik eserleri nasıl geri alacaklarını tartışıyorlar. 

Konferansa ev sahipliği yapan Mısır, firavunlar döneminden kalma çok sayıda değerli eserinin Batılı ülkelerde bulunan müzelerden geri getirilmesi için çaba sarf ediyor. Aralarında Yunanistan, Suriye, Irak, İtalya, Meksika ve Çin’in de bulunduğu toplam 16 ülke, Mısır’daki konferansa temsilci yolladı. Ancak Türkiye bu ülkeler arasında yer almıyor.

Kahire’de toplanan yetkililer, kültür miraslarının parçası olan antik eserleri Berlin, Londra ya da Paris’teki büyük müzelerden geri istemenin yolları üzerine stratejiler belirleyecek. Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler’in çalıntı antik eserlerle ilgili sözleşmesinin değiştirilmesi için çağrıda bulunmaları da bekleniyor.

BM kuralları da değişsin
Halihazırdaki BM kuralları, 1970 yılından sonra çalınmış olan antik eserlerin ait olduğu topraklara geri gönderilmesini öngörüyor. Kahire konferansının katılımcılarıysa bu tarihin daha geriye doğru işlemesi gerektiğini, çünkü en değerli antik hazinelerini 1970 yılından önce kaybetmiş olduklarını söylüyor.

Bu hareketin başını çeken isim, Mısır’ın baş arkeoloğu Zahi Hawass. Çalıntı eserlerin Mısır’a iadesi için ses getiren kampanyaların altında imzası olan Hawass, geçen yıl Fransa’daki dünyaca ünlü Louvre Müzesi’yle bağlarını kopararak dikkatleri çekmişti. Sonuçta Louvre, antik çağdan kalma bir Mısır mezarlığının duvar resimlerini iade etmek zorunda kaldı.

Zahi Hawass, Londra’da sergilenen meşhur Rosetta Taşı’nın ve Berlin’de ziyaretçilerin önünde kuyruk oluşturduğu Kraliçe Nefertiti heykelciğinin de Mısır’a geri verilmesini istiyor. Konferansa katılan Yunan heyetin amacıysa Osmanlı döneminde Lord Elgin tarafından Londra’ya taşınan Akropol’ün zarif süslemelerini Atina’ya geri götürmek.

Radikal, 08.04.2010

DUBLE YOL İÇİN 300 YILLIK AĞAÇ KESİLDİ

 

Milas ve Yatağan ilçelerini birbirine bağlayan karayolunda duble yol çalışmaları sırasında 300 yıllık bir çam ağacı kesildi.

 

Yolun tam ortasına düşen ağaç, 20 işçinin 45 dakika süren çalışması sonucu parçalanarak traktörlerle taşınabildi.
38 metre boyunda ve tonlarca ağırlıktaki ağacın kaldırılması sırasında 45 dakika boyunca, karayolunun her iki tarafında 3’er kilometrelik kuyruklar oluştu. 20 işçi ağacı motorlu testerelerle parçalara bölerek kaldırabildi. Özel hafriyat şirketinin şefi Mehmet Duran ise “Bir ay kadar daha dinamit patlatmaları ve bu tür aksaklıklar yaşanacak, seyahat edenlerden biraz anlayışlı olmalarını bekliyoruz” dedi.

Radikal, Fotoğraf: Yaşar Anter, 08.04.2010

TARİHİ KAPI 80 YIL GECİKMEYLE AÇILDI

 

Erzurum Cumhuriyet Caddesi'ndeki Cimcime Sultan Kümbeti'nin taşla kapalı kapısı 80 yıl sonra açıldı.Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, 80 yıldan bu yana taşla kapalı Cimcime Sultan Kümbeti'nin kapısındaki taşları yıktırdı. Kümbete geçici olarak ahşap kapı yaptırıldı. Rölöve ve Anıtlar Erzurum Bölge Müdürü Suat Bakır, 2 yıl öncesine kadar bir mağazanın kısmen işgal ettiği kümbetin kapı duvarlarının, yaklaşık 80 yıl önce taşla kapatıldığını ifade etti. Bakır, Yakutiye Belediyesi'nin kümbetin çevresini açmasıyla birlikte, taşla kapatılan kapı kısmını yıktırdıklarını belirtti.

 

Kümbetin rölöve ve restorasyon projesinin çıkartılması amacıyla Kültür Bakanlığı'nca 4 bin TL ödenek ayrıldığını dile getiren Bakır, "Kültür ve Turizm Bakanlığı doğrudan temin yoluyla kümbetin kapısını orijinaline uygun yaptıracak. Hazırlanacak projenin Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylanmasının ardından geçici olarak yaptırdığımız kapının yerine orijinaline yakını monte edilecek." dedi.

 

Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, ayrıca, kümbetin üst kısmında da basit onarım çalışmalarını başlatacaklarını da sözlerine ekleyerek,"Yıl içerisinde Cimcime Sultan Kümbeti'ni aslına sadık kalarak daha güzel hale getireceğiz." diye konuştu.

 

Cumhuriyet Caddesi'nde, Ulu Cami'nin kuzeyinde bulunan Cimcime Sultan Kümbeti'nin 14. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılıyor. Türbenin büyük bir kısmı yol seviyesinin yükselmesinden ötürü toprak altında kalmış. Kümbet, Erzurum'un yöresel Sivişli taşından, gövdeli taş konik külahlı.

 

Kümbetin gövdesi birbirine bağlanmış yuvarlak kemerli sütunlarla bir revak konumuna getirilmiş, konik külahın altında dışa taşkın bir silmesi bulunuyor. Türbenin su basmanının yukarısındaki gövde, birbirine paralel, kalın çift kabartma çubuklarla daire şeklinde kemerler oluşturulmuş. Böylece dıştan 12 köşeli olmamasına rağmen böyle bir gövde görünümü veriyor. 

Erzurum Gazetesi, 08.04.2010

KLEOPATRA'NIN BERGAMA'YA DÖNÜŞÜ MUHTEŞEM OLACAK





Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, ilçenin ekonomik değeri en yüksek potansiyellerinden birinin turizm olduğuna dikkati çekerek bunun için termal kaynakların mutlaka iyi değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Bergama'da öncelikle termal su kaynaklarını ekonomik getiriye dönüştürecek projelerle turizmin canlandırılması üzerinde durduklarını belirten Gönenç, "Ilıca bölgemizde termal turizm konusunda çok eskiden beri marka diyebileceğimiz Kleopatra Güzellik Ilıcası var. Bu, Bergama için çok önemli. Bizim o bölgede belediyeye ait, içinde termal suyun bulunduğu yaklaşık 60 bin metrekarelik bir alanımız var. 'Kleopatra'nın Dönüşü' adlı projemizi burada devreye sokmak ve hayata geçirmek istiyoruz" dedi.

Bergama'nın bu alanda antik çağlara kadar uzanan bir marka değere sahip olduğuna işaret eden Gönenç şöyle konuştu: "Burada termal turizm konusunda çok eskiden beri marka diyebileceğimiz Kleopatra Güzellik Ilıcası var ve Mısır kraliçesi Kleopatra'nın burada güzelleştiği anlatan bir söylence var. Bu, Bergama için çok önemli bir şey aslında. Bunun da harekete geçirilmesi gerekiyor. Bizim o bölgede belediyeye ait içinde termal suyun bulunduğu yaklaşık 60 bin metrekarelik bir alanımız var. Orası için geçmiş dönemlerde de sık sık gündeme gelen ama yaşama geçirilemeyen bir termal otel ve SPA merkezi projesi vardı. Biz bunu gerçekleştirmeyi düşünüyoruz. Biz de geçtiğimiz ay, 'Kleopatra'nın Dönüşü' adlı projemizi burada devreye sokmak ve hayata geçirmek için bir çalışma yaptık. Bu konuda İzmir Kalkınma Ajansı'nın oluşturduğu Turizm ve Çevre Mali Destek Programı'na "Tarihi ve kültürel nitelik taşıyan Kleopatra Hamamı'nın restore edilerek kullanıma sunulması ve hamamla ilişkili kullanılacak günübirlik termal banyo yapılması" amacını içeren proje teklifimizi sunduk. Projeninin toplam bütçesi 758.490.90 TL. Projemiz geçtiği takdirde hemen çalışmalara başlanacak ve Bergama'ya termal turizmi de kazandırmış olacağız."

Bergama'da yer alan Kleopatra Güzellik Ilıcası, sıcak suyla tedavi amacıyla antik çağlardan beri kullanılıyor. Anadolu'da ilk kaplıca tedavisinin Bergama'da MÖ 400 yıllarda başladığına dair belgeler vardır. Kleopatra Güzellik Ilıcası, Antik Bergama Kralı II. Eumenes tarafından yaptırılmış, 2000 yılı aşkın bir süredir tedavi amaçlı kullanıldıktan sonra 1988 yılında bakımsızlık nedeniyle kapatılmıştır. Aslen Yunanlı olan Mısır kraliçesi Kleopatra'nın bu kaplıcalarda yıkandığı ve güzelliğini buna borçlu olduğu düşünüldüğünden ılıca, bu ismi almıştır.

Yeni Asır, Haber: Erdal Çarboğa, 08.04.2010

EVİNDE BELGE ARIYORLAR

 

İngiliz arkeologlar, Stratford-upon-Avon’da William Shakespeare’e ait olduğu sanılan bir fosseptikte kazı çalışması başlattı.

 

250 yıl önce yıkılan ev çevresindeki kazıdan, Shakespeare’in hayatıyla ilgili önemli bulgular elde edilebilir.

 

Shakespeare’nin, Londra’da ünlendikten sonra 1597 yılında gelip aldığı evin yanındaki çukurdan, şu ana kadar, çanak çömlek parçaları ve kırık bir pipo çıkarıldı. Shakespeare Doğumyeri Vakfı’nın müdürü Dr. Diana Owen, "Çukurun bulunduğu alanın yazar tarafından kullanılıp kullanılmadığını henüz bilmiyoruz. Belki de hizmetkarları tarafından kullanılıyordu. Ama yine de muhteşem bir sonuç elde etme ihtimalini de gözardı etmiyoruz" diye konuştu.

Hürriyet, 08.04.2010


******


Ek:




Stratford-upon-Avon, Birmingham'ın yaklaşık 35 km güneydoğusunda William Shakespeare (1564-1616)'in doğduğu kasaba. Kasabada Shakespeare'in yaşadığı bilinen beş ev tamamen restore edilmiş ve müze olarak düzenlenmiş.





Kasabada ayrıca Skakespeare'in oyunlarının oynandığı tiyatro ve oyun sonrası oyuncuların gittiği bar da restore edilmiş. Ekonomisi tamamen turizme dayalı olan kasabanın nüfusu yaklaşık 24 bin. Bunun, ülkemizdeki kültür varlıklarının en kıymetlilerinden bazısını barındıran 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul için küçük de olsa bir şey ifade etmesini umuyorum. (ADB, Fotoğraflar: Murat Bayvas)

BİNALARA TARİH MAKYAJI

 

Sultanahmet ile Aksaray arasındaki Divanyolu, Yeniçeriler, Gedikpaşa ve Ordu caddelerinde toplam 167 binanın dış cephesi yenileniyor. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, “Tarihi Yarımada” içinde tescilli eserler ile sonradan yapılmış binaların yan yana olduğunu ancak bu binaların görüntü olarak bu mimariyle bağdaşmadığını söyledi.

 

Bu sebeple ilçede daha önce başlattıkları cephe yenileme çalışmalarını Aksaray ile Sultanahmet arasında yer alan caddeler üzerindeki binalarda da uygulamak istediklerini dile getiren Demir, bu güzergahtaki binaların cephe çizim çalışmalarının bir kısmının bittiğini, bir kısmının ise halen devam ettiğini kaydetti. Demir, bu çalışmaları yaparken mülk sahiplerini çağırarak belediye tarafından hazırlanan cephe tasarımlarını verdiklerini ve onların da görüşlerini aldıklarını dile getirerek, “Genellikle uzlaşarak bina cephelerini tamamlıyoruz. Tabii ‘Tarihi Yarımada’yı yıkıp yeniden yapmak mümkün olmadığına göre o zaman makyaja dönük çalışmalar yapıyoruz. Aslında bu, dünyanın her tarafında var” diye konuştu. Demir, çalışmaların yıl sonuna kadar tamamlanacağını söyledi.

Türkiye Gazetesi, 08.04.2010

AMASYA'DA YAŞAMIŞ İLK HIRİSTİYANLARA AİT MEZARLAR BULUNDU

 

Amasya'da inşaat yapılması planlanan bir temel kazısında ulaşılan mezar kalıntılarında ilginç bulgulara rastlandı.

Kazılarda MS 5. yüzyılda Amasya'da yaşamış ilk Hıristiyanlara ait mezarlar bulundu. Amasya merkez Kirazlıdere Mahallesi'nde bulunan mezarların bir kısmının 4. yüzyıl geç Roma dönemine, bir kısmının ise 5. yüzyıldan itibaren Amasya'da hüküm süren Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) döneminde yaşamış Hıristiyanlara ait olduğu tespit edildi. Kazılarda toplam 13 mezara ulaşıldığı ve kazılara devam edildiği takdirde yeni mezar bulgularına rastlanılabileceğini belirten Amasya Müzesi Müdürü Celal Özdemir, bulunan 5 mezarın içerisindeki duvarlara boya ile çizilmiş haç sembollerinin mezarların Amasya'da yaşamış ilk Hıristiyanlara ait olduğunun kanıtı olduğunu vurguladı.

Mezarlardan çıkartılan iskelet parçalarının incelenmek üzere Amasya Müzesi'ne kaldırıldığını bildiren Müze Müdürü Özdemir, inşaat çalışmalarının Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Heyeti'nin vereceği karara değin durdurulduğunu kaydetti.

Haber Fx, 08.04.2010

BALIKESİR POLİSİNDEN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Balıkesir Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin düzenlediği bir operasyonda evinde değişik dönemlere ait tarihi eserler ele geçirilen bir kişi yakalandı. Evinde ve üzerinde ele geçirilen bin 390 adet tarihi eser ile değişik meblağlardaki senetlere el konulan M.G. isimli şüpheli adli makamlarca tutuklandı.

 

İl Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) şubede görevli ekiplerin yaptığı çalışmalar neticesinde M.G. isimli şahsın evinde bol miktarda tarihi eser nitelikli malzeme olduğu belirlendi. Ayrıca şahsın tefecilik yaptığı bilgisine ulaşan polis mahkemeden alınan karar ile M.G.'nin evinde yaptığı aramada değişik dönemlere sikkeler ile ok ucu, metal objeler vb. tarihi eser nitelikli malzeme ele geçirdi. Toplam bin 390 adet tarihi eser nitelikli malzemeye (bin 320 adet sikke, 70 adet ok ucu ve metal obje) el konuldu. Müze müdürlüğünden alınan uzman incelemesi raporunda tarihi eserlerin Bizans, Roma, Osmanlı ve Hellenistik döneme ait olduğu, bir kısmının envanterlik, bir kısmının ise etütlük özellikte olduğu tespit edildi. M.G. isimli şüphelinin üst aramasında ise başkalarına ait toplam 10 adet tefecilik suçunda kullanıldığı ileri sürülen çeşitli meblağlarda senetler ele geçiren polis mahkeme kararı ile senetlere de el koydu. Tarihi eser kaçakçılığı ve tefecilik suçlarından işlem yapılıp adli makamlara teslim edilen M.G. tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Yurt Haber, 08.04.2010

ALANYA MÜZESİ, ÇOCUK DOSTU MÜZELER ARASINDA

 

Alanya Müze Müdürü Seher Türkmen, Alanya Müzesi'nin dahil olduğu “Çocuk Dostu Müzeler” ve “Kültürler Arası Etkileşim” projeleri hakkında basın mensuplarına bilgi verdi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın önem verdiği Çocuk Dostu Müzeler Projesi kapsamında Türkiye'de seçilen 10 müze arasında Alanya Müzesi'nin de yer aldığını belirten Türkmen, Alanya Müzesi olarak yıllardır çocuklara yönelik çeşitli çalışmalar yürüttüklerini anlattı. Türkmen, bu çerçevede Cuma günü bir grup öğrencinin Alanya Kalesi Kızıl Kule Tophane Ekseni kapmasında yapılan kazı çalışmalarına katılmalarını sağlayacaklarını dile getirdi. Türkmen, öğrencilere arkeolojik kazının nasıl yapıldığı hakkında uygulamalı olarak bilgi vereceklerini aktardı. Proje kapsamında bir görevlinin eğitim aldığını aktaran Türkmen, “Çocuk Dostu Müze Programı, müzeleri çocukların severek gezmelerini sağlamak, müze ortamını cazip hale getirmek ve etkisini artırmak, çocuklarda yaratıcılık becerisini desteklemek, katılımcı ve kalıcı bir öğrenme ortamı sunmayı amaçlıyor. Cumhuriyet Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Devlet Resim ve Heykel Müzesi ile Etnografya Müzesi'nde başlatılan proje, daha sonra tüm yurda yayılarak 2012 yılına kadar sürdürülecek. Uygulama çerçevesinde müzeye, çocukların ilgisini çekecek objeler yerleştirildi” dedi.

Alanya Müze Müdürlüğü olarak Avrupa Birliği projesinde de yer aldıklarını, bu kapsamda da Tunus ve Yunanistan'daki bir müzeyle ortaklaşa bir proje yürüteceklerini dile getiren Türkmen, “Bu proje kültürlerarası etkileşim projesi. Proje kapsamında her müze kendi içerisinde bir konu düşündü. Biz de Alanya Müzesi olarak buradaki uzman arkadaşlarla verdiğimiz karar sonucunda Alanya'ya gelen çocuklara tatil kitabı hazırlamaya karar verdik. Bu durumun tanıtıma da katkı sağlayacağını düşünüyoruz” diye konuştu.

Yeni Alanya, Haber: Kübra Duman, 07.04.2010

ANTİK PATARA'DA KAZI ERKEN BAŞLADI

 

Antalya'nın Kaş İlçesi'nde bulunan Likya Uygarlığı'nın başkenti Patara Antik Kenti'nde bu yıl kazılar erken başladı. 2 yıl boyunca kesintisiz sürmesi beklenen kazıda, dünyanın ilk demokratik parlamentosu olan Likya Meclisi binası ile dünyanın ayakta kalan en eski deniz fenerinin restorasyonu yapılacak.

 

Bu yıl 14 Mart'ta başlatılan kazı çalışmaları kapsamında, Patara Meclisi'nin çevresindeki meclise ait taşlar ortaya çıkarılıyor. Taşlar yerinden alınarak restorasyona hazırlanıyor. Meclisin çevresi açılıyor, alandaki bitki ve ağaçlar temizleniyor. Şehrin girişindeki üç gözlü ‘Zafer Takı'nın ayaklarında kazı yapılıyor. Ayaklarda ve surlarda konservasyon (taş sağlamlaştırma) işlemi gerçekleştiriliyor.


20 işçi, 40 bilim adamı ve 50 öğrencinin görev aldığı kazının ikinci aşaması 14 Haziran'da başlayacak, kazı yapılacak alan sayısı ise 7'ye çıkacak. Kısa süre içinde Patara Likya Meclisi'nin restorasyon ihalesi yapılacak. İhalenin ardından meclis binası, 16 ay içinde restore edilecek. Yine kısa süre içinde dünyanın ayakta kalan en eski deniz feneri olan Neron Deniz Feneri'nin restore ihalesi, Antalya İl Özel İdaresi tarafından yapılacak ve restorasyon iki ay içinde başlayacak.

Patara Kazısı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık, bu yıl Patara'da yapmayı planladıkları çalışmalara, oldukça erken bir tarihte başladıklarını söyledi. Prof.Dr. Işık, “Öngörebildiğimiz kadarıyla Patara'daki çalışmalar, 1.5- 2 yıl boyunca kesintisiz devam edecek” dedi.

Hürriyet, 07.04.2010

ANKARA'NIN CER'İ

 

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Ankara da terk edilmiş bir endüstriyel yapıyı sanat merkezine dönüştürdü ve Cer Modern’i açtı. Eski hangarlar, yeraltına doğru yeni mekanlar da eklenerek dönüştürülmüş, büyük ve çok amaçlı bir yapı ortaya çıkmış. Açılış için iyi bir fikirle, Ankaralı bir koleksiyoncunun, Ebru Özdemir’in özellikle güncel resmin neredeyse tüm iyi sanatçılarından birer ikişer örnek barındıran şaşırtıcı koleksiyonu seçilmiş. En önemlisi, aslında sahibi Kültür Bakanlığı olan Cer Modern’in işletmesi. İşletme, bakanlık bürokratlarına emanet edilmemiş, TÜRSAB aracılığıyla bağımsız bir idaresi olması sağlanmış. Açılış günü herkes Cer Modern’de hissettiği ‘tazelik’ten söz ediyordu ki, bu tazelik duygusu biraz da İstanbul’un güç odaklarından uzakta bir yerlerde olmakla ilgiliydi sanırım...

Cer Modern adı, bu kurumun nasıl bir geleneğe eklenmek istediğini de gösteriyor. Tate Modern, İstanbul Modern gibi, endüstriyel yapıların içine kurulan modern ve çağdaş sanata odaklı kurumlardan biri olma niyeti var. Diğerleri ‘müze’ olarak anılmayı seçerken Ankara’daki Cer Modern bir ‘sanat merkezi’ olarak tanımlıyor kendini. Bu tanım farkı, koleksiyon oluşturma hedefiyle ilgili. İstanbul Modern’in yıllar içinde oluşturduğu bir koleksiyonu var. Ama gerçekte, sürekli serginin önemli bölümü bu koleksiyon dışında emanet alınan eserlerden oluşuyor. Müzeye hareketlilik kazandıran, enerjisini sağlayansa alt katta sürekli değişen sergiler. Yani, Cer Modern’in hiçbir zaman bir müze olmayı hedeflemesi, bir koleksiyon yapması gerekmiyor. Hatta yapmasa, enerjisini buna harcamasa çok daha iyi. Pazartesi günü bu sayfalarda çıkan Ayşegül Sönmez röportajında denildiği gibi artık ‘evlerin duvarlarında hazineler yatıyor’. İşte Ankara, evlerin duvarlarındaki, devlet kurumlarının ve bankaların depolarındaki bu hazineleri harekete geçirsin yeter. Tabii esas harekete geçirilmesi gereken, Ankaralı sanatçılar ve sanat izleyicisi.

Cer’in binası doğru, sergisi doğru, işletmesi doğru dedik ama üç doğru Ankara’ya dair bütün yanlışları götürmüyor. Ankara, kültür sanatla alakasız, hatta daha fenası sanat kurumlarına düşmanca davranabilen bir yerel yönetim yüzünden kendinden çok şey kaybetti; uzun süredir bir çöl muamelesi görüyor. Cer Modern, bu kentin kendi enerjisini keşfetmesini sağlayabilir. Doğru dürüst çalışan bir kültür sanat merkezi, sanatçıları da sanat izleyicisini de, eli bir türlü cebine gitmeyen Ankaralı firmaları da ateşleyebilir. Bu iyimserliğin devam etmesi ise Cer Modern yönetiminin iyi bir ekip kurup, elindeki binanın hakkını verecek, her metrekaresini dolduracak bir tempo tutturmasına bağlı.

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 07.04.2010

TRAKYA, SİT ALANI İLAN EDİLMELİ





Beş gün içinde aynı hat üzerinde Silivri, Çorlu ve Lüleburgaz hattına yolumuz düştü. Hem E5 hem de TEM yolundan çevreye dikkatli gözlerle bakınca Trakya’nın tarım topraklarında yağmalamanın ne kadar hızlı sürdüğünü gözlemledik.

Hiçbir siyasetçi Trakya topraklarının öneminin farkında değil; özellikle de İstanbul Büyükşehir Belediyesi... Türkiye coğrafyasının %3’ünü oluşturuyor Trakya bölgesi. Buğdayın %10’u bu bölgede, ayçiçeğinin %30’u, pirincin de %50’si buradan elde ediliyor. Özellikle yeraltı sularında büyük felaket yaşanacak birkaç yıl içinde. Yeraltı sularına kaynaklık eden Istranca suları İstanbul’a taşınıyor. O kaynaklar en geç Cumhuriyet’in 100. yılında tükenmeye aday...

Lüleburgaz’da ‘Türkiye ve Trakya’da Tarımın Dünü Bugünü ve Yarını’ başlıklı bir panelde çarpıcı bilgiler açıklandı. CHP İlçe Başkanı Turabi Kayan, Trakya topraklarının öneminin altını çizerken, CHP Muğla Milletvekili ve eski Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Prof.Dr. Gürol Ergin, “Trakya’nın Türkiye’nin hatta dünyanın en kaliteli toprakları arasında yer aldığını” belirtti, tarım topraklarının hızla kirletildiğini ve yağmalandığını anlattı. Bu arada Başbakan’ın “Bizim petrolümüz yok ama bereketli topraklarımız var” biçimindeki sözleri akla geliyor. Prof. Ergin “Sütte ve gübrede büyük oyunlar oynandığını” vurguladı ve “Tütünden sonra şimdi de şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle şeker işçileri aynı Tekel işçilerinin durumuna düşürülecektir” dedi. “Süt 68 kuruşa düştü. Mandıralar çalışamaz hale geliyor. Türkiye, altı süt fabrikasının elinde kaldı” diyen Prof. Ergin, CHP’nin tarım politikalarında özellikle üç unsuru öne çıkarttı:

“1 ve 2. sınıf tarım topraklarının üzerine hiçbir şey kondurtmayacağız. Yabancılara toprak satışını kaldıracağız. Ne özelleştirildiyse hepsi geri alınacaktır.” Trakya topraklarının verimliliğinin üretimde Türkiye ortalamasından %60 yüksek olduğunu, ancak son verilere bakıldığında tarımın ne kadar geriye gittiğini, çiftçinin tarımdan ne kadar soğutulduğunu AKP iktidarı görmez mi?

667 yılda 1 santim toprak oluşuyor
Bundan bir süre önce vefat eden ve ‘Trakya sevdalısı’ Prof. Cemil Cangir’in asistanlığından beri yanından ayırmadığı Yard. Doç. Duygu Boyraz, Padişah Orhan Bey’den başlayarak 36 padişah ve Cumhuriyet’ten başlayarak 10 cumhurbaşkanının yaşadığı sürece de 1 santim toprak oluyor. Yani 667 yılda... Bu nedenle Trakya toprakları acilen sit alanı ilan edilmeli, verimlilikle ilişkisinin korunması gerekiyor.” (Not: Cangir hakkında hiç hak etmediği tertiplerin sonunda gerçekdışı olduğunun ortaya çıkması, çok kişi için teselli olduğunu aktaralım. Y.B.)

Arazi kapatan sanayici ve siyasetçiler kim acaba?
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Halim Orta’nın konuşmasında yeraltı sularının ne kadar vahim olduğu ortaya çıktı.

Çerkezköy, Çorlu, Lüleburgaz Muratlı dörtgeninde yeraltı su kaynaklarının bilinçsizce ve kontrolsüzce ve amaç dışı kullanıldığını, su seviyelerinin giderek düştüğünü; tarım alanlarının köylünün elinden çıkıp sanayici, politikacı ve sanatçıların eline geçtiğini” söyledi. “Kim bu isimler?” deyince “Çatalca, Silivri, Marmara Ereğli, Çorlu, Lüleburgaz ile Çerkezköy-Saray hattını iyi araştırırsanız, tapudan, köylülerden ve muhtarlardan öğrenebilirsiniz” dedi. (Ya damatların veya akrabaların üzerineyse tapular? Araştırılırsa bulunur canım!) Prof. Orta’nın şu sözlerine dikkat ediniz: “Trakya bölgesi sanayiye doymuştur. Kurumsal ve halk desteği ile bu vatan toprağı daha fazla yağma edilmemeli... Yoksa bu ekosistemde huzur bulamazsınız.” Bunlar bir şey mi? Akarsu ve göletlerin 49 yıllığına pazarlandığını da göreceksiniz.

Lüleburgaz’da hava sıcaklığı 1.4 arttı
Ünlü ‘ormancı’ Prof. Doğan Kantarcı, İstanbul Büyükşehir’in Metropolitikan Plan Bürosu’na hazırlattığı Trakya’nın Çevre Düzeni Planı ile üç valiliğin kurduğu Trakab planlarına bilim adamı olarak itiraz ederken başlarına neler geldiğini ve nasıl engellenmek istediklerini anlattı. Istranca (Yıldız) ile Işıklar (Koru) dağları arasındaki kalkerli yapının nasıl yeraltı sularını oluşturduğunu belirterek “Artık eskisi gibi kar yağmıyor. Trakya’nın orta göbeğinde de su azalması olacak. Bu ilk olarak Lüleburgaz’da görüldü. İlçenin çukurda kalması ve yanındaki Hamitatabat doğalgaz santralının bacasından çıkan karbondioksit sera etkisi yaratıyor. Hava sıcaklığını 1.2 derece artırdı.  Buna bağlı olarak da %25 yağış azalma görülmeye başlandı artık.”

Vize’nin kuzeyindeki ormanlık arazinin kireç taşı ile kaplı olduğunu söyleyen Prof. Kantarcı, “Ne yazık ki burasının çimento sanayiine ve kırma taş olarak kullanımına açmak bir plan değişikliği var... Buraya çimento fabrikası kurmak ve taş ocağı açmak ihanettir. Halbuki o taşlar, Istranca’ya yağan sularını, süzülerek Ergene’ye yeraltı suyu olarak taşır. Doğal dengeyi bozmak tehlikelidir.”

Enerji Bakanlığı Maden Dairesi’ne duyurmak istiyoruz; bu taşocağı raporları nasıl verdiğinizi görmek için o bölgeye bir gider misiniz?

İş istismarı
Kırklareli Milletvekili Dr. Tansel Barış, Anne ve babalar benden çocuklarına iş istiyor. Kendi özel ilişkilerimizle iş bulmaya çalışıyoruz. Ama AKP bunu yapmıyor, Lüleburgaz dahil, başta taşeron firmalar dahil, AKP’nin verdiği isimler işe alınıyor. Bu ayrımlığa CHP olarak buna son vermek istiyoruz.”

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 07.04.2010

ERMENİ KİLİSESİ KÜLTÜR EVİ OLACAK





Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'nde 1881 yılında yapılan ve Anadolu'daki en büyük Ermeni kiliselerinden biri olan Surp Yerortutyun kilisesi restore edilecek.

 

Sivrihisar Belediye Başkanı Fikret Arslan, yaptığı açıklamada, pek çok medeniyete ev sahipliği yapan Sivrihisar'da, sivil mimarinin en güzel örneklerinin bulunduğunu belirterek, Ulu Cami, Zaim Ağa Konağı, Osmanlı evleri ve Ermeni kilisesinin ilçedeki tarihi yapılardan olduğunu hatırlattı.

Sivrihisar'ın tarihi mirasını gelecek nesillere bırakmak için projeler ürettiklerini ifade eden Arslan, şöyle konuştu: ''Belediyenin rutin hizmetlerinin yanı sıra tarihi binaları canlandırmak için projeler hazırladık. Zaim Ağa Konağı ve bazı Osmanlı evlerini tamamladık. Selçuklulardan günümüze kalan en önemli eserlerden biri olan Ulu Cami ile tarihi saat kulesini de onaracağız. Geçmişimize sahip çıkacağız. Bu amaçla ilçemizde 1881 yılında yapılan Ermeni kilisesini ve Ermeni hamamını da restore edeceğiz.''


Arslan, Surp Yerortutyun kilisesinin, Anadolu'daki en büyük kiliselerden biri olduğunu belirterek, görkemli yapısıyla dikkat çeken kilisenin, uzun süre depo olarak kullanıldığını bildirdi.

 

Yaklaşık 20 yıldır terk edilmiş halde olan kilisenin iki tarafında çan kuleleri bulunduğunu anlatan Arslan, şöyle devam etti: ''Kilisenin giriş kapısı üzerinde bulunan melek kabartmaları dikkat çekiyor. Çalınma tehlikesi atlatan kabartmaları güvenli bir yerde saklıyoruz. Kilise içinde Meryem figürleri, freskler ve yazılar var. Kilise bu haliyle bile ziyaret ediliyor. Ziyaretler son yıllarda yoğunlaştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından aslına uygun olarak restore edilecek kilise, sergi, konser ve toplantı salonlarının yer alacağı Kültür Evi'ne dönüştürülecek. Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Gazi Üniversitesi çevre düzenlemesi yapacak. Kiliseye giden yolları da yapacağız.''

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Osman Gül de, Sivrihisar'daki kilisenin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edileceğini belirterek, hazırlanan proje çalışmalarının son aşamaya geldiğini söyledi.

 

Restorasyon için ödeneğin ayrıldığını ifade eden Gül, ''Yakın bir zamanda ihale edilecek. Çalışmalar en kısa zamanda başlayacak. Kilise, çalışmalar tamamlandığında kültür merkezi olarak hizmet verecek. Son yıllarda canlanan ilçe turizmine de katkı sağlayacak. Kiliseyi ziyaret edenlerin sayısı artacak'' dedi.

Cumhuriyet, 07.04.2010

BAĞDAT'A 'İSTANBUL MODELİ' RESTORASYON

 

 

'Bağdat gibi diyar...' deyimi Türk ustaların elinde yeniden canlanacak. Tarihi şehirde harap olan eserleri onarmak isteyen Iraklı yetkililer, restorasyonda 'İstanbul' modelini benimsedi. Önümüzdeki ay Türkiye'yi ziyaret edecek Iraklı belediye başkanları ve akademisyenler, taş ve ahşap işçilerinin İstanbul'da eğitilmesini istiyor.

Türkiye, Irak'taki tarihi eserlerin onarımında söz sahibi olmaya hazırlanıyor. Geçtiğimiz hafta Bağdat'ta düzenlenen 'Irak şehirlerinin korunması ve rehabilite edilmesi' konulu konferansa İstanbul Belediyesi adına davet edilen KUDEB (Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü), Irak'tan gelecek küçük grupları taş işçiliği alanında eğitmek üzere kolları sıvadı. KUDEB'in tarihi yarımadadaki eserlerin restorasyonunda izlediği kendine özgü yöntemlerini ilgiyle karşılayan Iraklı yetkililer, kayıtlara 'İstanbul modeli' olarak geçen bu usulü Bağdat için de kullanmak istiyor. Türkiye ile ilgili beklentilerden biri de Bağdat ve civarındaki Osmanlı eserlerinin onarılması. Bugün hala ayakta olan çok sayıdaki Osmanlı yapısının Amerikalılarca özelleştirileceği ve turizme açılacağı söylentilerinin ciddiye alınmasını isteyen Iraklılar uyarıyor: "Dedelerinizin mirasına sahip çıkın."

Bağdat'ta düzenlenen uluslararası konferansın, tarihi eserlerin onarımı için atılmış önemli bir adım olduğunu söyleyen şehir planlamacısı Ertuğrul Yamen, Iraklıların KUDEB'in izlediği yöntemleri anlattığı sunumundan çok etkilendiğini ifade etti. Yamen, kendilerinden destek isteyen Bağdat ve Musul Üniversitesi'nden akademisyen ve Bağdat, Kerkük ve Musul belediye yetkililerinden oluşan bir topluluğu önümüzdeki ay ağırlayacaklarını, sonrasında da küçük grupları taş ve ahşap işçiliği alanında eğiteceklerini dile getirdi. Konferansa ticari anlaşmaların yapıldığı bir 'pazar' mantığıyla yaklaşan Amerikalı ve Avrupalı katılımcıların Bağdat'a firma temsilcileriyle geldiklerini gözlemleyen Yamen, Kuzey Irak'ta çok etkin olan Türk girişimcilerin Bağdat ve civarında neredeyse hiç varlık gösterememesinin büyük eksiklik olduğunu kaydetti. Konferansa ülkenin çeşitli kentlerinden gelen çok sayıda gözlemci, akademisyen, bürokrat, serbest mimar ve şehir planlamalarıyla yaptığı görüşmelerde kentlerin yeniden imarında gayrimüslimlerin etkin rol oynamasından hoşnut olunmadığı izlenimi edinen Ertuğrul Yamen, "Bilhassa Osmanlı eserleri hususunda bizi teyakkuz halinde olmaya çağırıyorlar." dedi.
Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 07.04.2010

TARİHİ KİLİSEYİ KOMŞU ONARACAK

 

Gemlik`in Kurşunlu Mahallesi'nde bulunan ve 9. yüzyıldan kalma Türkiye'nin en eski kiliselerinden birisi sayılan Hagios Aberkios Kilise`sinin Yunanistan`dan gelecek bir heyet tarafından inceleneceği ve daha sonra da restore edileceği açıklandı.

 

Gemlik Belediye Başkanı Fatih Mehmet Güler, Kurşunlu Beldesi Belediye iken, 1990'lı yılların ortalarında Belediye Başkanı Bayram Demir`in öncülüğünde kazılarak ortaya çıkarılan kilise için, Yunanistan'ın Anıtlar Kurulumuzla eşdeğer biriminden bir heyetin, 9 Nisan`da Gemlik`e geleceğini belirtti. Heyetin kilise etrafında incelemeler yapacağını açıklayan Güler, daha sonra da yapılacak protokol ile restore edilip, turizme kazandırılacağını söyledi.

Bursa Olay, Haber: Cemal Kırgız, 07.04.2010

ERMENİ KİLİSESİ TALAN EDİLDİ

 

   

 

Tunceli'nin Mazgirt İlçesi'nde 1960'lı yıllara kadar yaşayan Ermenilerin ibadet yerleri olan kiliseler bakımsızlıktan harabeye dönüştü. Kültür Bakanlığı tarafından envanteri çıkartılıp tescilli olmasına rağmen Gölbağı Ermeni Kilisesi 50 yıl içerisinde tamamen harabeye dönüştü.

 

Korumasız kalan kilise doğa koşulları nedeniyle tavanları çökerken, iç kısmı ise, define avcıları tarafından talan edildi. Mazgirt Belediye Meclis Üyesi Feti Yılmaz, Kilisenin restorasyonu yapılması için yetkili kurumlarla resmi yazışmalarda bulunacaklarını söyledi. Mazgirt'te Ermeni topluluğu ile birlikte 50 yıl öncesine kadar bir arada yaşadıklarını dile getiren Yılmaz, "Kürtler hiçbir zaman farklı kültür ve inançlara saygısızlık etmemişlerdir. Ermeniler Mazgirt'te zanaatkarlık yapıyorlardı ancak ardı ardına gelen darbeler sonucunda teker teker kaçmak zorunda kaldılar" dedi.

Mazgirt İlçesi'nin birçok medeniyete beşiklik ettiğini söyleyen Hüseyin Beyaztaş adlı vatandaş ise, bir toplumun inanç ibadethanesinin bu denli yok olmasına müsaade edilen zihniyeti sorgulamak gerektiğine işaret ederek, "Bir çok imparator olmak üzerek adeta medeniyete beşiklik etmiş bir yer fakat, son yüz yıldır hakim olan egemen güç tek dil, tek din, tek tipçiliği hedeflediği için diğer inançlara kesinlikle tahammül edemiyor. Eğer bu kiliseler göz göre göre harap edilmeseydi ve var olan tarihi mekanların restorasyonu yapılsaydı burası turizm için çok ideal bir yerdir" diye konuştu.

Konu ile ilgili bilgi veren Tunceli İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü İsmet Hakan Ulaşoğlu, Mazgirt'te bulunun 2 kilisenin de envanteri çıkartıldığını, tescilli olmasına rağmen ödenek olmadığı için koruma ve çalışma başlatamadıklarını şöyle dile getirdi: "Mazgirt'te bulunun 2 kilisenin de envanterleri çıkartılmış ancak ödenek olmadığı için hiçbir önlem ve çalışma başlatamıyoruz. Define Avcıların Gölbağı Ermeni Kilisesini harabeye çevirdiğinden haberimiz var, yerinde inceleme yaptık. Ancak restorasyona dönük şimdilik çalışmamız yok. Sadece ilimizde değil, bölgenin genelinde bu tür tarihi mekanlar bakımsızlıktan yok olmakla yüz yüzedir" diye konuştu.

Tarihi kilisenin Mazgirt Kaymakamlığı'nın resmi internet sitesinde yer almaması dikkat çekiyor.

Yüksekova Haber, 06.04.2010






BODRUM'DAKİ TARİHİ YEL DEĞİRMENLERİ ONARILMALI





Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Bodrum Yürütme Kurulu Başkanı Sevinç Gökbel, Muğla'nın Bodrum İlçesinde bakımsızlık nedeniyle kötü bir görüntü oluşturan tarihi yel değirmenlerinin, restore edilerek turizme kazandırılması gerektiğini bildirdi.

Gökbel, Bodrum ile Gümbet Mahallesi arasında bulunan tarihi yel değirmenlerini, her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini ve bu bölgenin bakımsızlık nedeniyle kötü bir görüntü oluşturduğunu söyledi. Yel değirmenlerinin bir an önce restore edilerek turizme kazandırılması gerektiğine işaret eden Gökbel, şunları kaydetti:

''Kent, firma ve kurumlar olarak turizm sezonuna hazır olmak zorundayız. Seyahat acentaları olarak gelen konuklara bazı önemli tarihi yerleri tanıtmalıyız. Bunlardan bir tanesi Bodrum ile Gümbet arasında bulunan tarihi yel değirmenleri. Bodrum eski kaymakamı Abdullah Kalkan döneminde buradaki bir değirmen restore edilmişti. Ancak diğerleri atıl duruyor. Yetkililerin, buranın çöp alanı şeklinde kullanılmaması için sezon öncesi gerekli dikkati göstermeleri Bodrum için yararlı olacaktır.''

Gökbel, 8 tarihi yel değirmeninin bulunduğu alanın Bodrum'un en güzel noktalarından biri olduğunu ve turistlerin günlük turlarda mutlaka buraya getirildiğini kaydetti. 
     
Yel değirmenlerinden ikisinin sahibi olan Deniz Ticaret Odası (DTO) Bodrum Şube Başkanı Gündüz Nalbantoğlu ise, bölgeyle ilgili geçmiş dönemde bir proje ürettiğini ancak projenin ilgili kurumların onayından geçmediğini belirtti. Bunun üzerine projeden vazgeçtiğini ancak geçen yıl seçilen Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'un bu projeye sıcak baktığını anlatan Nalbantoğlu, ''Belediyenin amacı buradaki tüm mülk sahipleri ile ortak bir proje yapmak. Benim projem de bir değirmenden un üretip ekmek yapmak, diğer değirmenin de çeşitli amaçlar için kullanılmasıydı. Belediye projemi beğendi ama son sözü onlar söyleyecek'' diye konuştu.

Nalbantoğlu, projenin belediyede incelendiğini ifade ederek, ''Bana göre burası şu anda Bodrum'un yüz karası. Proje hayata geçerse bölge güzel bir görünüme kavuşur. Hatta süngercilikle ilgili bir sergi veya müze açılırsa çok güzel olur. Çünkü manzarası çok güzel, denize hakim, ziyaretçisi fazla. En güzel fotoğraf ve görüntüler buradan alınabiliyor'' dedi.

Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon ise belediye olarak bölgedeki 8 değirmeni kapsayan bir proje hazırladıklarını ve projeyi 1 yıl içinde hayata geçireceklerini kaydetti.

Kocadon, proje kapsamında tarihi değerlerin korunmasının yanı sıra, çeşitli kafeteryalar yapılacağını belirterek, ''Buraya her yıl çok sayıda yabancı turist ziyaret ediyor. Yapacağımız proje ile burayı Bodrum'a yakışır bir hale getireceğiz. Projeyi bir yılda hayata geçireceğiz. Projenin tamamını önümüzdeki günlerde düzenleyeceğim bir toplantıda tanıtacağım'' diye konuştu.

Yapı, 06.04.2010

EMET'TE DOZERİN ORTAYA ÇIKARDIĞI TARİH

 

 

Kütahya'nın Emet İlçesi'nde yol yapımı çalışmalarında Roma dönemine ait olduğu düşünülen bir tünel bulundu.

 

Emet Belediyesi'nin, Cumhuriyet Mahallesi ile Akpınar Mahallesi arasında yapılan yol çalışması esnasında yolun ortasında bir tünele rastlandı. Belediye çalışanlarının haber vermesi üzerine tünelde incelemelerde bulunan Kütahya Müze Müdürü Metin Türkyılmaz ve müzede görevli arkeologlar oluşan ekip, belediyeye ait kepçeyle tünelin üzerini açtı.

Tünelin içine giren ekip, tünelin yol seviyesinden 1 metre kadar derinlikte ve eninin yaklaşık 70-80 santimetre, yüksekliğinin de 2 metre civarında olduğunu tespit etti. Tünelin zemininde içinden temiz su akan bir su kanalı da bulundu.

Yaklaşık 90 metre uzunluğunda olduğu tahmin edilen tünelde, oksijen yetersizliği ve göçük tehlikesi nedeniyle daha fazla ileri gidilemedi.

Türkyılmaz, tünelin Doğu Roma veya Geç Roma dönemi ait olabileceğini belirterek, ''Kapadokya'da yer altı tünelleri var. Hıristiyanlık döneminde yapılanların bir örneğine benzemektedir. Tünelin zeminindeki kanallardan su götürmüşler. Yaklaşık 25 santimetre yüksekliğindeki kanal da hala su mevcut. Su kanallarının üzeri taşla kapatılmış. Tünel, sığınak veya savaşlarda kaçış yolu için yapılmış olabilir'' dedi.

Müze Müdürü Türkyılmaz, tünelle ilgili kazı çalışmalarının devam ettiğini belirterek, tünelin ulaştığı yerin tespit edileceğini bildirdi.

Internet Haber, 06.04.2010

BEDRİ BAYKAM'DAN 'ANTİ-ÇIĞLIK' SERGİSİ

 

Fransa'nın son yıllardaki gözde müzelerinden “Pinacotheque de Paris”, bu yıl 19 Şubat-18 Temmuz 2010 tarihleri arasında dışavurumculuğun Van Gogh ve Gauguin’le beraber en önemli üç öncüsünden biri olarak kabul edilen Edvard Munch’un sergisini düzenledi.


Serginin adı “Anti-Çığlık” (Anti-Cri) ve ana hedeflerinden biri, “Çığlık” resminin Munch’un zengin ve çarpıcı kariyerinin önüne geçmesine engel olmak, yani “bir ağacın ormanı perdelemesini önlemek.”

Her yıl açtığı tarihi sergilere paralel olarak bir çağdaş sanatçıya bu sergilerini özgürce yorumlamaları için “Carte Blanche” (“Açık Çek” anlamında kullanılan “Beyaz Kart”) hakkını, Pinacotheque de Paris Müzesi, Edvard Munch sergisinde ünlü Türk sanatçı Bedri Baykam için kullandı.


Müzenin sorumlu müdürü Marc Restellini, “Özgür stili ile kendisini büyüleyen Türk sanatçının, konu Edvard Munch olunca kaçınılmaz olarak aklına geldiğini” dile getirdi.

Baykam, Munch’un yapıtlarını ve yaşamını irdelerken, 13 adet “4-D” çalışma gerçekleştirdi. Munch sergisini altı ayda hazırlayan Baykam, yaptığı araştırmalar kapsamında Oslo’ya ve Munch’un en önemli dönemlerinde atölyesinin de bulunduğu Aasgardstrand sahil balıkçı kasabasına giderek, Norveçli sanatçının “Ergenlik”, “Madone”, “Çığlık”, “Yaşam Dansı”, “Hasta Çocuk” gibi bir çok yapıtını yeniden yorumladı.


Baykam, Norveç’e giderek bir tür arkeolojik kazı yaptığını, Çığlık’la ilgili Munch’un ilk notlarını okumanın kendisini oldukça etkilediğini söylüyor.


Baykam’ın “Edvard Munch’a Saygı” sergisi Paris’in ardından Türkiye ve Norveç’te de sergilenecek.

Hürriyet, 06.04.2010

İLK EVCİL ATIN ANAVATANI KAZAKİSTAN

 

Kazakistan'da arkeolojik araştırmalar yapan bilim insanları, ilk evcil atın anavatanının Kazakistan olduğunu belirtti.

 

Kazakistan’ın Petropavlsk şehri yakınlarında çalışmalar yapan bilim insanları, evcilleştirilmiş atların ilk olarak Avrupa ya da Moğolistan’dan değil Kazakistan’dan çıktığını öne sürdü.

MÖ 5. yüzyıla ait olduğu belirtilen çömlek parçalarında kımız izleri bulduklarını da açıklayan araştırmayı yapan bilim insanlarından arkeolog Viktor Zayberg, Kuzey Kazakistan bölgesinde yapılan çalışmalarda çok sayıda bu şekilde bulguya rastladıklarını söyledi.

6 bin yıl kadar önce Kuzey Kazakistan’da yaşayan Botaystsıyların kımız içen ilk topluluk olduğunu ifade eden Zayberg, bulgularının, bilinenin aksine atların evcilleştirildiği tarihi 5 bin yıl değil 6 bin yıl öncesine götürdüğünü açıkladı.

Zayberg, "Önceden evcil atların Orta Avrupa, Moğolistan veya güney Sibirya’dan geldiği düşünülüyordu. Ama bu varsayımlar doğrulanmadı. Botaysk atı evcil atların en eski formudur" dedi.

Radikal, 06.04.2010

HATAY'DA TURİZME YOL ENGELİ





Nevşehir'den sonra ikinci peribacalarına sahip Hatay'da bu eserlere ulaşımı sağlayacak yolun yapılmaması yöre halkını harekete geçirdi.

 

Müze bünyesinde kayıtlı 40 bin eser barındıran ancak yer darlığı nedeniyle sergileme imkanı bulamayan Hatay, gözle görünen ancak henüz korunmaya alınmayan tarihine de sahip çıkmaya çalışıyor.


Dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi olma unvanını elinde bulunduran Hatay Arkeoloji Müzesi'nde yer darlığı nedeniyle sergilenemeyen eserler halen depolarda bekletilirken Nevşehir'den sonra yurt genelinde ikinci peribacalarını topraklarında barındıran Hatay'da bu alan korumaya alınamadı.

Hatay'ın Altınözü İlçesi'ne bağlı Yunushan Köyü'nde bulunan Roma İmparatorluğu dönemine ait kaya mezar biçimindeki mağaraların ve Nevşehir'den sonra ikinci Peribacaları için gerekli tanıtım yapılamazken Hatay'a gelen turistler kulaktan dolma bilgilerle bu bölgeyi ziyaret etmeye başladı.

Yunushan Köyü Muhtarı Necip Dirik, köylerinin turizm merkezi olabilecek vasıflarda olduğunu ancak bu güne kadar turizm açısından bu bölgede herhangi bir önlem alınmadığını söyledi.

Muhtar Dirik Türkiye'de tanınan bilinen Nevşehir'in dışında, keşfedilmemiş, tanıtılmamış peribacalarının Yunushan'da mevcut olduğunu ve görülüp mutlaka değerlendirilmesinin gerekliliğini ifade ederek, "Aynı zamanda köyümüzde bulunan Gelinler Dağı, Şeytan Burcu Roma döneminden kalma önemli tarihi değerlerimizdir. Mutlaka turizme kazandırılmalıdır. Bu bölgenin ziyaret edilip turizme açılması için mutlaka bu noktalar arasında ulaşımı sağlayacak yol yapılmalıdır." görüşlerine yer verdi.

Internet Haber, 06.04.2010

ÇÖLLÜOĞLU HANI NİHAYET KURTARILIYOR





Muğla'nın Milas İlçesi'nde bulunan tarihi Çöllüoğlu Hanı'nın restorasyonu için yapılan ihalenin ardından Milas Belediyesi ile Günçe Restorasyon firması arasında yer teslimi gerçekleştirildi.

 

Milas Belediyesi Ana Hizmet Binası'nda sözleşme imzalandı. Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat, sözleşmenin imzalanması öncesinde yaptığı açıklamada, "Geçen hafta itibariyle Çöllüoğlu Hanı restorasyon işimizi alan firmayla sözleşme imzaladığımı ve bugün itibariyle kendilerine yer teslimi yapılacağını ve böylece sürecin yapılacağını sizlere duyurmuştuk. Bugün bu işlemi yerine getirmek için toplandık" dedi.

 

Günçe Restorasyon firması sahibi Yücel Günçe ise, "Milas'ta böyle bir hanın restorasyonun tarafımızdan yapılacak olması bizim için gurur verici. 1980 yılında inşaat mühendisi olduğumdan beri eski eser işleriyle meşgul oluyorum, bunların restorasyonunu yapıyorum. Bugüne kadar 52 eski eser işi tamamladım. Şu anda Bursa Ulu Camii'yi, yine Osmangazi Belediyesi'nin Sümbüllü Bahçe Konağı ve çevresindeki binaların restorasyonunu yapıyoruz. Bugüne kadar Kültür Bakanlığı ve Anıtlar Müzeler Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İl Özel İdare Müdürlükleri'ne özellikle Pamukkale bölgesinde çok yoğun işler yaptık" diye konuştu.

 

Yetkililer, sözleşmenin imzalanmasının ardından Çöllüoğlu Hanı'na gitti. Han içinde açıklamada bulunan Başkan Tokat, "İşin bitirme süresi 600 gün. Ancak buranın restorasyonu için kaynak hazır olduğundan ve yüklenici firmanın deneyimi de göz önüne alındığında bu işin daha çabuk bitirileceği konusunda bir kanaatimiz vardır. Ama bizim için işin bitirilme süresinden çok önemli olan işin iyi olması, aslına uygun olması ve kaliteli olması. Firma bu işi orijinaline uygun yapılacağı konusunda bir güven uyandırmıştır" dedi.

Muğla Kent Haber, 05.04.2010

MÜZE VE ÖREN YERİ SAATLERİ DÜZENLENDİ

 

Trabzon'da müze ve ören yeri ziyaret saatleri yeniden düzenlendi.

Trabzon Valiliği İl Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamada, 28 Mart 2010 itibariyle yaz saati uygulamasının geçildiği için Trabzon Müze Müdürlüğü'ne bağlı olarak hizmet veren Trabzon Müzesi, Ayasofya Müzesi mesai saatlerinin 09.00-18.00 olarak yeniden düzenlendiği belirtildi.

Açıklamada, havanın erken kararması nedeniyle Sümela ören yeri mesai saatlerinin nisan ayı için 09.00-17.00, mayıs ayından itibaren ise 09.00-18.00 olarak uyg
ulanacağı kaydedildi.

sondakika.com, 05.04.2010

ANTİK KENT KAÇAK KAZILAR SAYESİNDE BULUNDU

 

Manisa’nın Saruhanlı İlçesi Sarıçam Köyü'nde define bulmak amacıyla yapılan çok sayıda kaçak kazı ile gün yüzüne çıkan tarihi eserler, bölgede antik kent olabileceği ihtimalini gündeme getirdi.

Sarıçam Köyü Muhtarı Osman Kabaklıoğlu, Sarıçam ile Kalemli köyleri arasındaki bir tepenin, son yıllarda define avcılarının uğrak yeri haline geldiğini belirtti.

Kazıların, bugüne kadar bilinmeyen antik bir yerleşimin varlığını gözler önüne serdiğini ifade eden Kabaklıoğlu şu bilgileri verdi:
"Kaçak kazılara kadar, bölgede Roma dönemine kadar uzanan eski bir yerleşim olduğunun bilinmesine karşın eski medeniyetlere ilişkin gözle görülür bir kalıntı ve iz yoktu. Son yıllarda köyümüzün çevresinde kaçak kazılar başladı. Özellikle Kalemli Köyü ile Sarıçam arasında 3 tepe var. Bu tepelerden ikisi iş makinesi ile kazılmış. Buradan çok sayıda lahit taşı, saray taşlarına benzer yapılar çıkmış. Bu eserler, taşınamayacak kadar büyük olduğu için kaçak kazıyı yapanlarca bulunduğu alana öylece bırakılmış. Aynı tepelerden birinde yapılan kaçak kazıda da bir mağara bulunmuş. Bu mağaradan içeriye bakıldığında saraya benzer bir yapı görülüyor. Ayrıca yine bu bölgede yerin altında Roma dönemine ait antik bir şehir olduğu tahmin ediliyor. Yerin altından çıkan eserler de bu tahmini destekliyor."

Kabaklıoğlu, yöre halkı olarak, yetkililerden bölgenin sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmasını talep ettiklerini söyledi.

Saruhanlı Kaymakamı Kadir Sertel Otcu ise muhtarın durumu bildirmesi üzerine köye giderek incelemelerde bulunduğunu belirterek, şöyle konuştu:
"Bölgede toprak altında Roma dönemine ait bir şehir olduğu tahmin ediliyor. Yer altından çıkarılan eserler de buna işaret ediyor. Bu konuda söz konusu yerde Kültür ve Turizm Bakanlığı izni ile kazı çalışması başlatılması için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne başvuruda bulunduk. Ancak şu an bu kazıyı yapabilecek kazı heyeti bulunmadığını, bu sorunun çözülmesi durumunda kazı yapabileceklerini ifade ettiler."

İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse de Sarıçam Köyü yakınlarında kaçak kazılar sonrası ortaya çıkan eserlerden haberdar olduklarını, bölgede araştırma yapacaklarını kaydetti.

Konuyla ilgili çalışmalarının sürdüğünü ifade eden Karaköse, "Bölgeye uzman bir ekip gönderip buradan çıkan eserleri inceleyeceğiz, daha sonra da gerekli görülürse bu alanda kazı çalışması başlatacağız" dedi.

Milliyet, 05.04.2010

ALLİANOİ GERÇEK BİR ÖRNEK, DOĞA TAHRİBATI YARIŞI BİTMELİ

 

Yurdumuzun sivili, devleti, kültürlüsü, kültürsüzü, yoksulu, zengini, zayıfı,  şişmanı, bir kültür ve doğa tahribatı yarışı içinde. Bundan bir an önce vazgeçmek zorundayız, yoksa torunlarımıza aktaracak hiçbir şeyimiz kalmayacak.


Kazının ünü, Nymphe’sinin bulunmasından sonra daha da artmış, yurtdışına taşmıştı. Kazı yeri her gün ziyaretçi akınına uğruyordu. Allianoi artık dünya mirası olmuştu.


Bizim, 1.5 m boyundaki Nymphe kızımızın efsanesi çevre köylerde, “o deli sıcağın altında çalışan mezarcılar 3 m. boyunda heykel bulmuşlar” olarak yayılmıştı.


Köylüler, kamyonlarla kazıyı ziyaret etmeye başlamış, “her gün üstünden geçtiğimiz asfaltın altında neler varmış” diyip şaşkınlıklarını gizleyemez olmuşlardı. Akşamları toplanıp günün yorumları yapılıyor herkes düşündüklerini açıklıyordu. Neden sonra elde edilen buluntu ve belgelerin ışığında yöre halkını aydınlatmak için köy köy dolaşılmasına karar verildi.


Bir taraftan da dünyada sayılı olan sağlık yurtlarına bir yenisini eklemenin verdiği gururla, kazı ekibi hızla akan zamanla yarışına devam ediyor, Allianoi’de ise yeniden sıcak su ile tedavi (hidroterapi) yapılsın diye her türlü olanak ve çaba ortaya konuyordu.


Zira Bergama’da yapılan gladyatör dövüşlerinde yaralanan gladyatörlerin tedavisini, o dönemin en ünlü Bergamalı cerrah Galenos (MS 129-216) tarafından yapılmış olmalıydı.  Ama buluntulara rağmen hekimin hastalarını yerleşmenin neresinde tedavi ettiğini belirten her hangi bir mekan henüz ortaya çıkarılamamıştı.


Yaz bitmek üzereydi, köprü ile Nymphe’nin çıktığı yerin arasında kalan kısmı kazan arkeolog Bülent Türkmen açmada metal buluntular olduğunu haber veriyordu. Restoratör Ceren Büyükbarda Baykan ile birlikte açmaya gittiğimizde, açmada dağınık halde çok sayıda metal alet bulunuyordu. Allianoi’de 400 yakın cerrahi alet bulunması ve etraftaki mezarlarda birçok erkek iskeletlerinde ve kemiklerde mevcut kesik izlerine rastlanması ve Sporcu hediyelerinin bulunması da buranın ünü Roma’ya kadar yayılan cerrah Galenos’un askeri hastanesi olma olasılığını iyice artırıyordu. Oysa dünyanın bugüne kadar en sağlam ılıcası olarak belgelenecek olan Allianoi’nin henüz çok az bir kısmı kazılmıştı.


BARAJI ONAYLAYAN RAPORUN HAZIRLANIŞI
Bütün belge ve bilgilere rağmen barajın yapılmasına olanak sağlayan bilirkişi raporları ise ne yazık ki; altında arkeologların imzasını taşıyordu. Gerek koruma kurullarında gerekse uzman raporlarında imzasına rastlanan meslektaşlarımızın hangi dayanaklarla ve bilimsel sonuçlarla bu kararları verdiği ise hala şaşkınlık verici derecede düşündürücüdür.


Oysa çok iyi bilinmektedir ki; bu kadar önemli buluntulara ev sahipliği yapmasına karşın önemsiz olduğunu söyleyen ve bu doğrultuda rapor hazırlayıp, azami 4o-50 yıl ömürlü bir barajın sularına gömülmesine hazırladıkları raporlarla olanak veren meslektaşlarımız, birgün mutlaka tarih önünde kültür düşmanı olarak yargılanacaklardır.


Zaten bu sulama barajıyla Bakırçay Ovası yakınlarında yapılan altın arıtma işi için gerekli olan suyun sağlanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Yani amaç sulamadan çok altın arıtma işleminde kullanılacak su rezervinin elde edilmesi olarak ortaya çıkmış durumdadır.


Her geçen kazı döneminden sonra önemi bir kat daha artan Allianoi’de 2007 kazı sezonu sonunda sürdürülen kazılara D.S.İ. tarafından tek taraflı olarak son verilmiştir. Bununla birlikte yerleşim terini keşfederek ortaya çıkaran kazının bilim heyeti başkanı Yard. Doç.Dr. Ahmet Yaraş’ın alana girmesi izne bağlanmıştır. Üstelik hakkında fazla kazı yaptığı gerekçesiyle bir de soruşturma açılmıştır.


Kazı bilim heyetinin talebi
Bizler, Allianoi’un gün ışığına çıkartan arkeologlar ve diğer ilişkili mesleklerden insanlar olarak baraja karşıyız. Çünkü bir proje yapılmadan önce yerinin iyi araştırılması gerektiğinin gelişmiş insan ve devlet olmanın bilimsellikle kurduğu önemli ilişkilerden biri olduğunun farkındayız. Bu farkındalığa bir de Anadolu gibi bir tarihi coğrafyada yaşamanın mecburiyetini eklemek elzemdir. Zira her coğrafyanın bir tarihi vardır elbette, oysa Anadolu tarihin kendisidir. Bunu bağırmanın gereği yok. Zira bu toprağın tarihi sadece üzerinde yaşayanların değil, geçmiş uygarlıkların da tarihidir. Hatta bütün insanlığın tarihidir.


Artık biliyoruz ki; baraj ihalesinden sonra tavşana kaç tazıya tut demenin bir anlamı yok. Bu tür kararlar verilmeden önce barajların yapılması düşünülen bölgelerde mesleğine saygılı kişilerce CED raporları hazırlanmalı, daha sonra karar verilmelidir. Böyle yapılmadıkça ne yazık ki daha çok antik kentler su altında kalacaktır.


Devlet, “ben devletim; yanlış düşünmem, yanlış yapmam” gibi garip ve bilimle sürdürülen bir inatlaşmadan vazgeçmek durumundadır.  Meseleye “yanlışın neresinden dönerseniz kardır” atasözündeki gibi yaklaşılması yararlı olacaktır.


Zira dünya da artık baraj yapımından vazgeçmektedir. Zira tarımsal amaçla yapılmış barajlarda, yazın baraj gövdesinde buharlaşan su nedeniyle, baraj suyunda tuz oranının arttığı ve bu su ile tarlasını sulayan çiftçinin toprağını su ile birlikte fazlasıyla tuzlamış olduğu bilimsel bir bilgidir. Böylece toprağın yapısı bozulmakta ve bu yöntemle yapılmış tarımsal işlemden verim alınamamaktadır. Böylece her işlem yılından sonra toprak 3 yıl bekletilmek zorunda kalınmakta ve dolayısıyla verim düşmüş olmaktadır. Onun için özellikle İsrail ve Avrupa ülkeleri ye altı barajları ve yeraltı su kaynaklarını güçlendirmeye çalmaktadırlar.


Meslektaşlarımızın yaptığı başka bir örnek hata ise Bakü-Ceyhan boru hattında bizzat tarafımdan gözlemlenmiştir.


Shell, yaptığı görüşmelerle hattı araştırmak üzere Ankara’dan bir üniversiteyle anlaşıyor ve üniversite de bir heyeti görevlendiriyor, heyet tarafından boru hattı için bir hat tespit ediliyor ve buralarda bir şey yoktur diye kısa bir rapor hazırlanıp Shell’e iletiliyor. Shell, bu rapora güvenmeyip yeni bir araştırma için ODTÜ’den Prof.Dr. Numan Tuna’yı görevlendiriyor. Prof. Tuna da yeniden yapılacak araştırma için başka bir ekip oluşturuyor. Ben de bu ekipte görev alanlardan biriyim. Çalışma sırasında gördük ki hat kimi yerde höyük içinden kimi yerde ise yerleşim yerinin çok yakınından geçiyor. Oysa önceki raporda yapılacak hatta uygunluk raporunun kısa sürede verildiği yukarıda belirtilmişti. Bu da gösteriyor ki kendi yurdumuzun insanı ve meslektaşlarımız kültürümüze maalesef sahip çıkmıyor. Bunun en yakın örneği Hasankeyf’te yapılması düşünülen baraj sürecinde görülmüştür. Bölgede yapılmak istenen baraja sağlanması taahhüt edilen uluslararası maddi destek, yoğun uluslararası baskı nedeniyle geri çekilmiş; ama yurdum insanı bu projenin yürüyebilmesi için hiçbir duyarlılık göstermeden gözü kapalı devreye girebilmiştir. Bu minvalde çeşitli bankalar -ki bunlar; Garanti Bankası ve Akbank’tır- sponsorluk yapmak için devreye girmiştir. Bu örneklere Karadeniz ve Munzur barajlarını da eklemek, trajedinin, tarih ve doğa tahribatın hangi boyutlara ulaştığı kolaylıkla anlaşılacaktır.


Yurdumuzun sivili, devleti, kültürlüsü, kültürsüzü, yoksulu, zengini, zayıfı,  şişmanı, bir kültür ve doğa tahribatı yarışı içinde. Bundan bir an önce vazgeçmek zorundayız, yoksa torunlarımıza aktaracak hiçbir şeyimiz kalmayacak.

Birgün, Yazı: Mehmet Güngör - Arkeolog, Fotoğrafçı, 05.04.2010


******


YASAK KENT: ALLİANOİ





Bergama’daki antik sağlık merkezinde kazılar durdurulduğu gibi, iki yıldır ziyaretçi de kabul edilmiyor. Sular altında kalma tehlikesi bulunan antik yerleşimin korunması yönünde mücadele verenler, Allianoi’nin yeniden ziyarete açılması ve kurtarma kazılarının bir an önce başlaması gerektiğini vurguluyorlar.

Çevresinde Prehistorik döneme ait kalıntıların bulunduğu ve geçmişi 2 bin yıl geriye uzanan antik dönemin sağlık merkezi Allianoi, 2 yıldan bu yana ziyarete kapalı. Bergama’nın evrensel kültür mirasına sunduğu yerleşimin ziyarete kapalı olmasının temelinde, Allianoi’yi hafızalardan uzak tutma çabası olduğu savunuluyor.

Bergama İlçe merkezine 18 kilometre uzaklıkta bulunan Allianoi antik kentindeki kurtarma kazıları 1998 yılından 2006 yılına dek Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Yard. Doç.Dr. Ahmet Yaraş başkanlığında yürütüldü. Kazılar sırasında antik dönemden günümüze çok önemli bulgular ulaştı. Kuzeydoğu-güneybatı yönlerine uzanan duvar kalıntıları, mozaik döşemeler, tuğla zeminler, havuz, su kanalları, geç Bizans dönemine tarihlenen mezarlar, pişmiş topraktan, camdan, kemikten yapılmış küçük buluntularla metal objeler ortaya çıkarıldı.

Kuzey-güney, doğu-batı doğrultularında sütunlu iki cadde ile karşılaşıldı. Buluntular çoğaldıkça kazı alanı daha da genişletildi. İlya Çayı’na kadar uzanan 110 metrelik bir su kanalı bulundu ve ortaya çıkarıldı. Kazılar sonucunda, 11 bin envanterlik esere ulaşıldı. Altın, gümüş, bronz sikke, kandiller, pişmiş topraktan figürler, çeşitli cam parçaları Bergama Müzesi’ne teslim edildi.

Allianoi’deki kurtarma kazılarını 8 yılı aralıksız biçimde sürdüren Prof.Dr. Ahmet Yaraş, son 3 yıldır kazı izni verilmediğine dikkat çekerek, “Allianoi’yi hafızalardan silmek ve orayı unutturmak istiyorlar” dedi. Prof.Dr. Yaraş, Yortanlı Barajı suları altında kalma tehlikesi bulunan antik dönemin sağlık merkezi Allianoi’nin evrensel kültür mirası olduğuna dikkat çekerek, şunları söyledi:

“Bu bir gerçek ki, Allianoi’nin gündemde kalmasını istemiyorlar. Bu nedenle kazı izni vermedikleri gibi ören yerini ziyarete de kapadılar. Başına iki tane bekçi diktiler ve tüm girişleri yasakladılar. Bu olayın dünyada başka bir benzeri yok. Dünya genelinde ziyarete yasak olan başka bir ören yeri yok. Bunu sadece Allianoi örneğinde görüyoruz. Nedeni de, antik birimi, baraj suları altında bırakma istemi. Allianoi gündemde olmasın ki, baraj konusunda daha rahat mesafe alınabilsin. Yetkililer ne yazık ki, bu yönde hareket ediyorlar. Demokratlığı her defasında vurgulayan Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da, tüm bu olup bitenlere seyirci kalıyor.”
Cumhuriyet Ege, Haber: Ozan Yayman, 09.04.2010

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI KAÇAMADI

 

Gaziantep'te polisin “dur” ihtarına uymayan ve uzun süren takip sonucu durdurulan bir otomobilde tarihi eser bulundu, 3 kişi gözaltına alındı.

 

İslahiye İlçesi Beyler Mahallesi'nde devriye gezen polis, durumundan şüphelendiği H.İ.A. yönetimindeki otomobile ''dur'' ikazı yaptı.

 

İkaza uyulmaması üzerine polisin takibe aldığı otomobil, İslahiye'den Nurdağı İlçesi yönüne kaçtı. Nurdağı İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, bir süre takip ettikleri otomobili durdurmayı başararak, sürücü H.İ.A. ile beraberindeki F.G. ve M.A'yı gözaltına aldı.

 

Otomobilde yapılan aramada bir ruhsatsız tabanca ile tarihi eser olduğu belirtilen 3 heykel bulundu.

 

''Tarihi eser kaçakçılığı'' yapmaktan gözaltına alınan 3 zanlının sorgusunun sürdüğü, ele geçirilen heykellerin Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ne teslim edileceği kaydedildi.

Gaziantep Güncel, 05.04.2010

AKP, TARİHİ OKUL BİNALARINI SATIYOR





AKP şimdi de devlet okullarını satarak yeni rant alanları açacak. İlk olarak İstanbul’da 22 devlet okulu satışa konacak

İstanbul’da 22 okulun satılacağını ilk olarak açıklayan İstanbul Valisi Muammer Güler’in ardından Milli Eğitim Bakanı ve diğer yetkililerin özelleştirmeleri destekleyen yönde açıklamalar yapması, bu konuda mücadele veren Okuluma Dokunma İnisiyatifi’ni harekete geçirdi. Tarihi miras olan okulların satışına karşı çıkan İnisiyatif, gelir sağlayabilmek için üretim yerine satışı tercih eden AKP hükümetinin önemli merkezlerdeki okul binalarını satarak, yeni rant alanları açılmasına karşı mücadele edecek.

Nebat Bukrek: Eğitimde yaşanan hızlı ticarileşme ve özelleştirme uygulamaları, eğitim sistemimizi çıkmaza sürüklüyor.


Prof.Dr. Fatma Gök: Özelleştirme süreci AKP hükümetiyle çok acımasız bir seviyeye geldi.
DSP İstanbul Milletvekili Jale Ağırbaş: AKP'nin hedefi okulları özelleştirmek ve cemaatçi okulları kendilerine yakınlaştırarak rant sağlamak.


Mimar Mücella Yapıcı: Bu özelleştirmeler okulların satışı değil, kent topraklarının satışıdır.

Liberal politikalar ve kapitalizmin vazgeçilmez aracı olan özelleştirme bu kez oyununu devlet okulları üzerinde oynuyor. İstanbul’da 22 okulun satılacağını ilk olarak açıklayan İstanbul Valisi Muammer Güler’in ardından Milli Eğitim Bakanı ve diğer yetkililerin özelleştirmeleri destekleyen yönde açıklamalar yapması, bu konuda mücadele veren Okuluma Dokunma İnisiyatifi’ni harekete geçirdi. Okulların satılarak eğitim sorunlarının çözülemeyeceğini söyleyen Okuluma Dokunma İnisiyatifi projesi yöneticilerinden Eğitim-Sen İstanbul 3 No.lu Şube Başkanı Nebat Bukrek, “Özellikle AKP hükümeti döneminde eğitimde gerçekleştirilen kadrolaşmanın yanı sıra, eğitimde yaşanan hızlı ticarileşme ve özelleştirme uygulamaları, eğitim sistemimizi çıkmaza sürüklemektedir’’ dedi.

Anayasa’nın 42. Maddesi’nde yer alan, “Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz. İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır’’ maddesini hatırlatan Bukrek, “Ancak her yıl daha fazla artan eğitim giderlerini karşılayamadığı için emekçilerin çocukları eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalıyor. Bizim ülkemizde ise eğitime bütçeden yeterli pay ayrılmazken; okulların ödenekleri her geçen yıl azaltılıyor’’ diye konuştu.

Devlet okulları ve özel okullar arasında bir karşılaştırma yapan Bukrek, ‘’Özel okullara yatırımda sınır tanımayan AKP hükümeti, sıra devlet okullarına geldiğinde üvey evlat muamelesi yapıyor. Okulları şirket, öğrenciyi müşteri olarak gören bu zihniyet her şeyi rant üzerinden değerlendirmeye devam ediyor’’ ifadelerini kullandı.


İşte satılacak okulların listesi
Çamlıca Kız Lisesi Üsküdar, Kandilli Kız Lisesi Üsküdar, Etiler Otelcilik Tur.M.Lisesi Beşiktaş, İlhami A.Örnekal İ.Ö.O Kadıköy, Fenerbahçe Lisesi Kadıköy, Mermerci And.O.T.M. Lisesi Zeytinburnu, Etiler Lisesi Beşiktaş, Levent Kız Mes.Lis. Beşiktaş, Bakırköy Kız M.L. Bakırköy, Rüştü Uzel K.M.L. Şişli, Nilüfer Hatun İ.Ö.O. Şişli, Paşamandıra İ.Ö.O. Beykoz, Ziyapaşa İ.Ö.O. Kağıthane, Kartaltepe İ.Ö.O., Oruçgazi İ.Ö.O. Fatih, İbrahim Ökten İ.Ö.O. Kadıköy, Küçükyalı Merk. İ.Ö.O. Maltepe , Kemal Atatürk Lis. Kadıköy, Çağlayan İ.Ö.O. Kağıthane, Maçka İ.Ö.O. Şişli, Sait Çiftçi İ.Ö.O. Şişli, Polonezköy İ.Ö.O. Beykoz

Birgün, Haber: Ali Cemal Karabudak, 05.04.2010

ANTİK KENTTE 2 BİN YIL SONRA İLK KOŞU

 

 

Muğla’nın Fethiye İlçesi'ndeki Kadyanda Antik Kenti’ndeki koşu pistinde 2 bin yıl sonra ilk defa “koşu” yapıldı. Yeşilüzümlü beldesinde düzenlenen “Kuzugöbeği Festivali” çerçevesinde beldeye yaklaşık 20 dakika mesafede bulunan Kadyanda Antik Kenti’nde ilk olarak rehberler eşliğinde mantar tanıma gezisi düzenlendi. Festival çerçevesinde Kadyanda Antik Kenti’nde bulunan ve 2 bin yıldır kullanılmadığı açıklanan koşu yolunda düzenlenen koşuya yerli ve yabancı yaklaşık 100 kişi katıldı. Çocuklar, gençler, kadınlar ve orta yaş üstü erkekler kategorilerinde düzenlenen koşuda dereceye girenlere törenle madalya verildi. Yıllardır kullanılmayan koşu yolunda düzenlenen yarışa katılan ve kendi kategorisinde 3. olan Yeşilüzümlü Belediye Başkanı Önder Genç, Likya yazıtlarında ismi “Kadawanti” olarak geçen şehrin MÖ 3000 yıllarında kurulduğunu belirtti. “Fethiye’yi kuş bakışı gören konumuyla farklı bir Likya kenti olan Kadyanda antik kentindeki koşu yolunda 2 bin yıl sonra ilk defa bir koşu organize ediliyor” diyen Genç, amaçlarının bu antik kenti Türkiye ve dünyaya tanıtmak olduğunu söyledi.

Türkiye Gazetesi, 05.04.2010

EMEK'İ YIKIYORLAR

 

Türkiyeli sinemaseverlerin hemen her birinde mutlaka derin izler bırakmış bir mekandır. İnsanı hayali bir geçmiş resminde ağırlar. Her şeyin daha hafif ve uçucu, renklerin sepyayla hareli, insanların ille de hülyalı olduğu bir geçmiş resmine. Perdenin iki yanındaki art nouveau meleklerden almıştır ilk adını: Melek.


Emek, sinemadır. Birçok sinema delisi için sinema denince akla gelendir.


1924 yılında başlıyor serüveni. 1958 yılında Emekli Sandığı’nın mülkiyetine geçtiğinde adı Emek oluyor.


Emek Sineması da umursamaz otorite karşısında hep diken üstünde bir varoluş sürdürmüş mekanlardandır.


Rant ve sadece rant üstüne kurulu şehircilik serüvenimizde ikide bir üstüne hesaplar yapılır,

Beyoğlu’nun bu koskocaman adasında yapılabilecek karlı yatırımlara engel olarak görülür.
Mülkiyet bekçileri gözünde beş paralık değeri yoktur. Oysa kapsadığı alan (onlar ‘işgal ettiği’ demeyi tercih eder) çok değerlidir. Orada büyük yatırımlarla büyük kazançlara gebe ‘shopping mall’ler, yepyeni ticaret mabetleri açmak varken kazancıyla zar zor ayakta durabilen bir sinemaya arka çıkmak elbette şımarıklık olarak değerlendirilecektir.


Ben beni bildim bileli her on yılda bir Emek Sineması’nın yıkılacağı haberiyle sarsılırız. Sonra yenilenir, karşımızda yeni ses düzeni, değiştirilmiş koltuklarıyla çıkıverir.


Emek Sineması’yla sinemasever arasındaki ilişki, bu nedenle hep gerilimlidir.


Evet, artık 875 koltuklu sinemaların ayakta kalması çok güç.


Evet, ultra-süper-mega ticaret merkezlerindeki 100-200 kişilik yatar koltuklu sinemaların yanında hantal, loş ve uğultulu kaçıyor.


Ama Emek Sineması, bu şehirde yaşayanların, bu şehirden geçenlerin, bu şehir hakkında düş kuranların anılarında bambaşka bir yer tutar.


Ben, o koltuklarda seyretmiş olduğum yüzlerce film arasında gezinerek yazıyorum sözgelimi bu yazıyı. Orada seyretmiş olduğum Passolini’leri, Cassavetes’leri dün gibi hatırlarım. Tarkovski’yle tanışmamın hangi koltuğunda gerçekleştiğini de. ‘Andrei Rublev’i başka hangi sinemada aynı büyüyle seyredebilirdim?


‘Dantelci Kız’ filminin sonunda ağlamaktan kalkıp da çıkamadığım sinema da Emek’tir.


Bütün sevdiklerimle kol kola film seyretmişliğim vardır orada. Bütün sevdiklerimi daha çok sevmiş olduğum bir yerdir.


Emek Sineması’nın yok edilmesi bu şehirde büyümüş, bu şehirde yaşamış olanların anılarına apaçık saldırıdır. 

Belediye sen nesin?


Şimdi öğreniyoruz ki hiçbirimizin ruhu duymadan Emek Sineması’nı yok etmek için çoktan yola koyulmuş kimileri.


Hem de öyle ki, önce yalanlarını hazırlamışlar. Son ana kadar uyanmayalım diye.


Türkiye Mimar Mühendisler Odası (TMMOB)’nın Yürütmeyi Durdurma talepli dilekçesinden durumu takip edelim. 


1.Türkiye’nin ve İstanbul’un son yıllarda ticari anlayışların baskısı altında alınan hukuksuz ve hatalı kararlar sonucunda hızla kaybetmekte olduğumuz kültür ve mimari mirasımızı n en önemlilerinden birisi olan Emek Sineması ve 1884’te Mimar Alexandre Vallaury tarafından projelendirilerek Abraham Paşa tarafından inşa edilen Cercle d’Orient binasını da içeren İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi, Hüseyinağa Mahallesi Sakız ağacı Sokak 5 pafta 29 30, 31, 32, 33 (eski 27, 28, 1) parselleri kapsayan adaya ilişkin olarak basında çıkan ‘Emek Sineması Yıkılıyor’ haberleri üzerine müvekkil Oda tarafından 20.11. 2009 gün ve 29.06.17249 sayılı yazı ile ilgili T.C.Kültür Ve Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna başvurulmuştur. Alınan yanıt ve iletilen kurul kararları üzerine sayın mahkemenize başvurulmak durumunda kalınmıştır.


2. (söz konusu adada) ...Melek Apartmanı, İskentini Apartmanı, İpek Sineması ile birlikte; bir asırdan fazla İstanbul’un kültür yaşamına damgasını vuran ve yalnızca İstanbul’un değil Türkiye’nin en eski ve görkemli sinema salonlarından olan... Son yirmi yıldır Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne de ev sahipliği yapmakta olan Emek Sineması ile Cercle d’Orient binası kompleksindeki en eski yapılardan birisi olan ve 1884’te Mimar Alexandre Vallaury tarafından projelendirilerek Abraham Paşa tarafından inşa edilen bina bulunmaktadır.


3. Bu yapılar özellikle de ‘Emek Sineması’ taşıdığı tarihi ve kültürel miras niteliğinin yanı sıra Türkiye için erken dönem betonarme bina olarak yapı teknolojisi ve endüstrisi açısından da  miras niteliğini taşımakta olup  bu niteliği ile de DOCOMOMO (Documentation And Conservation Of Buildings, Sites And Neighborhoods Of The Modern Movement) listelerine girmiştir. 


4. ...14.10.1978 gün ve 10538 sayılı kararla tescilli olan bu önemli alan; 16.06.2005 gün ve 5366 sayılı Kanun AMACINA  UYGUN OLMAMASINA RAĞMEN Bakanlar Kurulu’nun 20.06.2006 gün ve 2006/10172 sayılı karan ile Yenileme Alanı olarak belirlenmiştir.


 ...Bütün bu bilimsel, kültürel ve sivil mimari mirasının korunmasına ilişkin gerekçelere tespitlere rağmen; İstanbul I no.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun 25.06.2004 gün ve 1850 sayılı yazısında açıkça belirtildiği üzere gerekli izinler alınmadan 1993 yılında Emekli Sandığı tarafından Kamer İnşaat  adında bir şirkete kiralanan; İstanbul II no.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün 27.06.2007 gün ve 1196 sayılı yazısı ile dosyasında satışı ve tahsisi ile ilgili bilgi bulunmadığı bildirilen söz konusu adaya ilişkin BEYOĞLU BELEDİYESİ TARAFINDAN; ALANDAKİ GERCLE D’ORİENT BİNASI  HARİÇ BÜTÜN TESCİLLİ YAPILARIN  YIKIMINI VE TİYATRO DEKORU GİBİ SADECE CEPHELERİNİN YENİ MALZEME İLE İNŞASINI ÖNGÖREN ÖZELLİKLE DE YUKARIDA ÖZELLİKLERİNİ ARZ ETTİĞİMİZ  EMEK SİNEMASININ YIKILARAK SÖZ KONUSU YERDE  İNŞA EDİLECEK BİR ALIŞVERİŞ MERKEZİNİN ÜST KATINA  KOPYALANMASINI ÖNEREN VE BU KONUDA KAMU YARARI OLDUĞUNU ÖNEREN SÜREN AKIL ALMAZ  BİR TEKLİFLE YENİLEME KURULUNA SUNULAN AVAN PROJELERİN T.C.KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI İSTANBUL YENİLEME ALANLARI KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA BÖLGE KURULU’NUN, 09.10.2009 TARİH 973 NO.LU KARARI İLE PRENSİPTE UYGUN OLDUĞUNA KARAR VERİLMİŞTİR.


Uzatmayalım. Belediye’nin yalan dolanının ardına saklanıp Emek’i yıkıyorlar.


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, avan projeyi onayladı.


Böylelikle avan proje, artık imar planı hükmündedir.


TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 25 Mart tarihinde uygulama projelerini kabul etti. İş bitti. Şirketin yıkıma başlaması an meselesidir.


Beyoğlu Belediye Başkanı, Emek yıkılmayacak derken, haydi kibarlık edelim, DOĞRU SÖYLEMİYOR!


Bizim de son örneğini Sulukele’nin ‘ıslahı’ projesinde gördüğümüz, kamu yararını tamamıyla kendi faydacı rant anlayışına göre tanımlayan Belediyecilik, hayatımıza düşmandır.


Belediyelerin temel görevlerinden biri, insanların ortak anılarını korumak ve sakınmak olmalıdır.


Şehir, öncelikle ortak anılardan oluşan bir bütündür.


Hayatımızı, geçmişimizi yağlı kar bezleriyle silivermenin yollarını arayanlar.


Emek Sineması’ndan elinizi çekin!


Bu şehirdeki geçmişi silinebilir bulunan, Belediye’nin umursamadıkları, bir araya gelmek zorundayız.


Bundan başka Emek Sineması yok.

Radikal, Yazı: Yıldırım Türker, 05.04.2010


******


"YARGIYA TAŞINMADAN EMEK'İ BİTİRELİM"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Emek Sineması'nın kapatılmasından kendisinin de üzüntü duyduğunu belirterek, “Ön cephe, tarihi aslına sadık kalınarak korunacak, kullanılır hale getirilecek. Emek Sineması aynen korunarak, koltuk sayısı, fuayesi, perdeleri, işlemeleri korunarak bir kot yukarıya çıkarılacak. Bunun için bir özel girişimci, özel bir proje geliştiriyor” dedi.

 

Bakan Günay, İstanbul Film Festivali’nin açılışının Emek Sineması’nda yapılmamasını da, “Bu yıl açılışı Beyoğlu’nda yapamadık ama ben bu kirli, oturulmaz koltuklarda o yağlı ortamda oturmaktansa bir-iki yıl sonra yenilenmiş salonda oturmayı tercih ederim. Dua edelim de, yargısal bir girişimde bulunmasın; bir an önce bitirelim” dedi.


Günay, Emek Sineması’yla ilgili sorularımızı yanıtlarken, “İKSV’nin açılışında protestolar bana değildi, bunu canlı yayını izleyen herkes gördü ama festivaldekilere de değildi. Kime olduğu belli değildi zaten, kimi protesto ettiklerini sanırım kendileri de bilmiyorlardı” dedi.


Günay, Emek Sineması’nı gezdiğini ve çok yıpranmış bulduğunu anlattı: “Beyoğlu benim de gençlik yıllarımda güzel anılarım olan bir alan. Biz burada sinemaları ve tiyatroları yaşatmak konusunda özel bir gayret gösteriyoruz. Daha önce Sadri Alışık Tiyatrosu ile ortaklaşa bir proje yürüttük ve tiyatronun sanatsal hayatının devamını sağladık. Alkazar’la ilgili bir proje yürütüyoruz ve sinemanın devamını sağlamaya çalışıyoruz. Emek Sineması, çok nostaljik tabii... Benim hayatımda önemli bir yeri olduğunu söylemiştim; eğer sınavdan iyi not aldıysam kendime ödül verir ve Emek Sineması’na giderdim. Yakın zamanda gittim, o eski Emek Sineması’nın yerinde yeller esiyor. Köhnemiş, koltukları oturulmaz, perdelerine dokunulmaz, duvarları ellenmez... Bir kirlilik içerisinde idi. İstiklal Caddesi cephesinde Cercle d’Orient binası var; o da bakımsız.

Uzunca bir süredir o binanı da elden geçirilmesi için uğraşıyordum. Binanın sahibinin SGK olduğu ortaya çıktı. Daha sonra bir kültür girişimcisi kiracılar ve hissedarlarla, prosedürü tamamlayarak proje yapma konusunda yetki aldı. Bunları çok sevinçle takip ettim çünkü binalar kullanılmaz haldeydi.”

Radikal, Haber: Behzat Miser, 07.04.2010

'ATALARIN ATASI'NI BULDULAR


Güney Afrika'nın Johannesburg kenti yakınlarındaki Sterkfontein bölgesinde bulunan bir iskelet, bilim çevrelerini heyecanlandırdı.

 

"İnsanlığın Beşiği" olarak görülen bölgedeki mağaralardan birinde bulunan kemiklerin, 2 milyon yaşındaki bir çocuğa ait olduğu belirlendi. İnsanın önceden bilinmeyen bir atasına ait olduğu düşünülen ve neredeyse tamam olan iskelet, evrimin kilit noktası olarak kabul edilen "homo habilis" ile de benzer özellikler taşıyor. Evrimleşme sürecindeki kayıp halkalardan biri olduğu düşünülen iskeletin, nesli tükenmiş canlılarla ilgili pek çok konuda fikir verebileceği belirtildi.

Milliyet, 05.04.2010


******


İNSAN EVRİMİNDE YENİ BİR HALKA BULUNDU





Güney Afrika’daki bir mağarada bulunan iki iskelet parçası, insan öncesi döneme ait bir türü temsil ediyor. Bu fosillerin insan evrimine yeni bir ışık tutabileceği umuluyor.


‘Australopithecus sediba’ adlı, yeni sınıflandırılan bir türe ait olan kemiklerin, 8-9 yaşında genç bir erkek ile 20’li veya 30’lu yaşlarında yetişkin bir dişiye ait olduğu, bu türün dik yürüdüğü belirtildi. Science dergisinde bugün yayımlanan makaleye göre, ‘insan öncesi’ veya ‘insansı’ diye adlandırılan bu türe ait fosillerin 1,78 milyon ile 1,95 milyon yıl arasında değişen bir yaşa sahip olduğu sanılıyor.


Güney Afrika’daki Witwatersrand Üniversitesi’nden Lee Berger, “Buluntular, Homo (insan) türünün ilk üyelerinin ortaya çıktığı dönemde neler olup bittiğini anlamamızı sağlamaya yönelik önemli katkılar sağlayacak” dedi.

Radikal, 09.04.2010

BURASI YAŞAYAN MÜZE

 

Ayasofya, Sultanahmet ve Süleymaniye Camii, Yerebatan Sarnıcı tarihi yarımadaya müze kimliği kazandıran güzelliklerden sadece birkaçı. Peki bu kadar değerli bir bölge ne kadar korunabiliyor? Tarihi Merkez Platformu bunun için uğraşan sivil bir girişim. Seslerini daha yüksek çıkarmak için öncelikle bölgede yaşayan insanların yaşadıkları yerin farkına varmasına çalışıyorlar. Ve tarihi yarımadayı yaşayan bir müze haline dönüştürmeye. Detaylar platform üyesi ve Armada Otel Yönetim Kurulu Başkanı Kasım Zoto’dan...

- Önce Tarihi Merkez Platformu’ndan bahsedelim...
- Eskiden Eminönü diye bir kazamız vardı, biz de Eminönü Platformu diyorduk kendimize ama şimdi maalesef olmadığı için Tarihi Merkez Platformu diyoruz. Tarihi yarımadada yaşayan ve çalışan insanlar olarak tarihi yarımadanın korunmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz. Fakat “koruma” da her şey gibi sübjektif bir kavram. Neyi koruyacağız, neyi korumayacağız? Bunun kararını kim verecek? Biz bir taraftan bunları sorgularken diğer taraftan da kapımızın önünü süpürmeye gayret ediyoruz. Gelen yabancı turistler tarihi yarımadayı muhakkak geziyorlar. Bunda bir problem yok. Problem buralı insanların burayı görmemesi, tanımaması ve sevmemesi. Korumak kanunlarla, kurumlarla olmaz. Korumak insanın içinde var olan bir şeydir. Burada yaşayan insanların, “burası benim mirasımdır” diyenlerin bu konuya gösterdiği hassasiyetle olur. Tarihi yarımada kentliye ve Türkiye’ye tanıtılmalı. Eskiden evin salonu ancak misafir geldiğinde açılırdı. Salon kapalı olurdu ve herkes 120 metre karelik bir evin 40 metre karesinde yaşardı. Biz de tarihi yarımadaya ancak yabancı bir misafirimiz gelince gidiyoruz. Burası evimizin salonu yani. Ancak misafirimiz olduğunda “Burası Sultan Ahmet Camii” diyoruz. Ne zaman ki bu salonları kullanmaya başlayacağız, ailemizle gezip bundan heyecan duyacağız, o zaman bir yerlere varacağız.

- Platform olarak bunun için neler yapıyorsunuz?
- Bizde tarihi yarımadaya okul otobüsleriyle gelinir, müzenin bir tarafından girilir, diğer tarafından çıkılır. Öğrencilerin başlarında beden eğitimi hocaları vardır çünkü o gün o müsaittir. Hiçbir şey anlatılmaz, programa da “Tarihi yarımada müzeleri gezildi” diye yazılır. Biz bu bölgedeki ilkokulları özel rehberlerle 3 günlük bir program dahilinde gezdiriyoruz. “Ne kadar şanslısınız böyle bir yerde yaşıyorsunuz. Osmanlı, Roma ve Cumhuriyet döneminin önemli merkezi olmuş bir yer burası” diyerek onların farkına varmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Belki Beylikdüzü’ndeki apartmanlarda değil gecekondularda yaşıyorsunuz ama burası müthiş bir yer duygusunu vermeye çalışıyoruz. Para gerektiren işleri platform olarak otellere veriyoruz mesela. O nedenle okul gezilerini Armada Otel olarak biz üstlendik mesela.

- Başka neler yapıyor platform bilinçlendirmek adına?
- Tarihi yarımada filmleri yapıyoruz. Bu filmler tarihi yarımadanın promosyonu olan filmler değil, bu yarımadada yürümeyen unsurları gösteren filmler. Her sene bir film yapıyoruz. Hatta geçen yıl filmimiz Nantes’ta “Tarihi merkezlerde turizmin getirmiş olduğu yıpranma nedir? Nasıl önlenir” başlıklı bir etkinliğe çağrıldı. Filmimiz biraz eleştirel oluyor ama amacımız bağcı dövmek değil, kültürel korumanın gerçekleşmesi. Türkiye’de neyin korunacağını otoriteler bilir, o bölgede yaşayanlara “Siz burada yaşıyorsunuz” diye danışılmaz hiç. İnsan nüfusu arındırılır sanki. Oysa burası akşam saat 19.00’da kapanan bir müze değil. Burası yaşayan bir müze. Bu anlamda buralılarla işbirliği içinde olunulmalı. Bir de Murat Belge ile işbirliği içinde tarihi yarımada yürüyüş yolları haritası yaptık. Bunlarla İstanbulluların hafta sonlarında Murat Belge’nin yazdığı temayla tarihi yarımadayı gezmelerini ve “Müthiş bir şey, bunun korunması gerekiyor” demelerini istedik.

- Hıdırellez Şenlikleri’ni de platform düzenliyor sanırım...
- Evet. Hıdırellez Şenlikleri diye bir derneğimiz var ama zaten platformla hemen hemen aynı insanlardan oluşuyor. Bu şenlikler kesinlikle korunmalı çünkü bu bizim örf ve adetimiz. Bu coğrafyadan doğmuş kültürel bir etkinlik, bir şenlik. Bunun korunması konusunda kimsenin bir çabası yok ama “bilmem ne taşının” korunması konusunda en ciddi otoriteler ahkam kesebilir. En iyi lokumu elde etmek için ne yapmak gerektiğini korumayı düşünmüyorlar. Mısır Çarşısı’na girince Mudo Outlet’i görüyoruz, oysa oranın yüzyıllarca sürmüş bir amacı var. Kapalı Çarşı’nın bakırcılar bölümünde de t-shirt satılıyor. “Burada bakırcılar vardı ne oldu” deyince “Ama t-shirt şimdi daha çok kazandırıyor” yanıtını alıyorsunuz. Hayır, bu korunmalı. “Biliyoruz t-shirt daha karlı ama burada t-shirt satamazsınız. Bakırcıların kirasını devlet ödeyecek” demeliler çünkü bu kültürümüzün bir parçası.

- Peki koruma yasalarımız ne durumda?
- Koruma kanunu ve yasalar var ama bu yasaları kim koyuyor? Dinlemek, yaşayanların da söz sahibi olmasını sağlamak önemli. Bu anlamda sesimizi mümkün olduğu kadar çıkarmaya çalışıyoruz. Koruma prensiplerinin yeniden tartışılması gerekiyor. 19. yüzyılda yabancılara “Taşlar sizin, altınlar bizim” diye kültürümüzü veriyorduk. Öyle bir koruma anlayışımız vardı. 20. yüzyılda müzecilik başladı. Şimdi her 15 yılda bir neyin korunacağı yeniden tartışılmalı. Bugün Yenikapı bulunana kadar İstanbul’un tarihiyle ilgili bilgilerimiz bambaşkaydı. Kazayla metro inşaatı olmasaydı bundan da haberimiz olmayacaktı. Bizim Koruma Kanunu 1973’te yapılmış. Yani 37 yıl önce... Bu 37 yıl içinde bir sürü yeni şey bulundu, pek çok şey değişti. 37 yıl sonra durup bir ara verip geriye neler yaptığımıza bakmalıyız.

Cumhuriyet Dergi, Haber: Şirin Güven, 04.04.2010

İSTANBUL'UN ALTINDAN HAZİNE ÇIKTI





Yenikapı Marmaray İstasyonu inşaat alanında geçen yıl bilinen ilk İstanbulluya ait 8 bin 500 yıllık mezarın bulunmasının ardından kazı çalışmaları büyük önem kazandı. Tüm dünyadan onlarca araştırmacı tarihi değiştiren kazılara katılmak için başvuru yaptı. Proje sorumlusu Prof. Vedat Onar, “Marmaray’dan bile önemli tarihi bulgulara ulaştık. Bundan daha değerli ne olabilir” dedi...

Asrın projesi olarak bilinen Marmaray projesi kapsamında Yenikapı’da devam eden arkeolojik kazı çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Özellikle Yenikapı’da devam eden kazı çalışmaları tüm dünyanın ilgi odağı haline geldi. Dünya basını çalışmaları yakından takip ederken yabancı bilim adamları da ortak çalışma yapmak için teklif yağdırıyor. Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayacak Marmaray Projesi kapsamında Yenikapı’da gün yüzüne çıkarılan bulgular, adeta tarihe ışık tutuyor.

Özellikle Yenikapı’da çıkarılan Theodosius Limanı kalıntıları üzerinde yapılan araştırmalar binlerce yıl öncesine ait bilgileri günümüze taşıyor. Kazılardan elde edilen kalıntıların en dikkat çekenleri ise 35 adet gemi ile çok sayıda hayvan ve insan iskeletleri oldu. Kazılarda, Marmaray kısmında nispeten azalmış olsa da metro kazı alanında kemik ve diğer arkeolojik malzemeler çıkarılmaya devam ediyor.

Kazı çalışmalarının Marmaray inşaatını geciktirdiği ve gecikme nedeniyle 500 milyon dolar zarar edildiği yönündeki iddialara bilim insanlarından yanıt geldi. Kazı çalışmalarının dünyanın birçok yerinden büyük ilgi gördüğüne dikkat çeken İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nden Metro ve Marmaray Kazısı Hayvan Kemikleri Proje Sorumlusu Prof.Dr. Vedat Onar, yapılan kazılarda çıkan buluntuların İstanbul tarihi ve özellikle de Bizans dönemine ait önemli bilgiler sunduğunu dile getirdi.

35 gemi batığına, yüzlerce insan iskeletine ve 22 bin hayvan kemiği verisine ulaşıldığını aktaran Prof. Onar, “Bu antik kaynaklara dayanarak yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda İstanbul’un 8 bin 500 yıllık geçmişe sahip olduğunu öğrendik. Bundan daha değerli ne olabilir” sorusunu yöneltti. Türkiye’de kazılara yeterli ilginin gösterilmemesinden yakınan Prof. Onar, “Proje, bilim dünyasında yeterli ilgiyi görüyor” dedi. Onar şöyle devam etti:





“Dünyanın gözü kulağı bu kazıda. Birçok uluslararası televizyon kanalları buradan haberler veriyor veya belgeseller çekiyor. Son olarak Alman ve Kanada televizyonları belgesel için buradaydı. Bizler vatandaşlarımızın da bu kültürel varlıklara ilgi göstermesini istiyoruz. İstanbul’un ortasında 578 bin metrekarelik bir alanda yapılan bu çalışmalar vatandaşlarımızı mutlaka ilgilendirmeli. Bulundukları şehrin geçmişini bilmek, geleceğini yönlendirmede büyük katkı sağlayacaktır.”

Kazı bölgesi MS 11. yüzyıl batıklarıyla ve Cilalı Taş Devri’ne ait mimari kalıntıların arasındaki tabakalaşmış denizsel dolgularla Marmara Denizi’nin geçirdiği değişimlerin anlaşılabilmesi açısından son 10 bin yıl için eşsiz bir kaynak niteliği taşıyor.

Onar, bir dönem Bizans İmparatorluğu’na başkentlik yapan İstanbul’da yürütülen kazı çalışmalarının asrın projesi olarak adlandırılan Marmaray projesinin bile önüne geçtiğini vurguladı. “Yabancı bilim insanları kazı çalışmalarının sonuçlarını merakla bekliyor” diyen Onar, kazı çalışmalarında yer almak isteyen çok sayıda araştırmacı ve kurumun bulunduğunu dile getirdi. Onar, “Bizleri kendi üniversitelerinde konuşmacı olarak davet ediyorlar” diye konuştu. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nce yürütülen kazı çalışmalarına İstanbul Üniversitesi, öğretim üyeleriyle bilimsel olarak büyük katkı sağlıyor.

Yabancı bilim adamlarının birlikte çalışma teklifine İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü olumsuz yanıt vererek kendi bilim adamlarıyla çalışmayı tercih ediyor. Yurtdışından sadece teknolojik destek alınan çalışmalarda çok sayıda farklı uzmanlık alanından yerli bilim insanı görev yapıyor.

Marmaray projesi kapsamında Yenikapı’da deniz seviyesinin 1 metre altında çok sayıda halat kalıntısının bulunması kazı çalışmalarının genişletilmesini sağladı. Çalışmalar neticesinde MS 4’üncü yüzyılda kurulan ve 7’nci yüzyıla kadar aktif konumunu sürdüren Bizanslılar’a ait Theodosius Limanı bulundu. Kazılar yerin 10 metre derinine kadar sürdürüldü. Alandaki kazı sırasında, 9 metre 40 santim derinlikte karşılaşılan bir iskelet kazı heyetini heyecanlandırdı. İskeletin etrafı açıldığında bugüne kadar alışılmışın dışında bir mezarla karşılaşıldı.

Başı batıya, ayakları doğuya doğru yatırılan iskeletin yanında dönemin silahı yay olduğu tahmin edilen bir alet bulundu. Sal şeklinde mazgallı bir ahşabın üzerine yatırılan iskeletin, bebeğin ana rahmindeki duruş pozisyonunda gömüldüğü belirlendi. Cinsiyeti belirsiz iskeletin dişlerinin sapasağlam olduğu görüldü. İskeletin diş özünden alınacak bir örnekle DNA yapısı, nasıl öldüğü ve hangi kavime ait olduğunun tespit edilebileceği belirtildi. İskeletin ayakucunda, çömlek içinde 5 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir de çocuk iskeleti bulundu. Daha önce “Kepçe girsin mi girmesin mi” tartışmalarının yaşandığı bu alanda böylelikle 8 bin 500 yıl öncesine ait bilgileri günümüze taşıyacak veriler bulunmuş oldu.

Bilinen en eski İstanbulluya ait olduğu belirtilen bu veriler, “İstanbul’u Bizanslılar kurdu” tezini de sona erdirdi. Cilalı Taş Devri’ne ait olduğu ortaya çıkan ve bataklık içinde yer alan ‘urne’ tipi mezarın ortaya çıkarılmasıyla İstanbul’da tarihin ilk insan topluluklarının burada yaşadığı kesinleşmiş oldu. Bugüne kadar da yaklaşık 25 bin envanter kayda alınarak inceleniyor.

Bugün, Haber: Nesrullah Sonay, 04.04.2010

ILISU'NUN FİNANSMANI ÇİNLİLERDEN





Hasankeyf'i sular altında bırakacak olması nedeniyle tartışma konusu olan Ilısu Barajına Çin'den hayat öpücüğü geldi. Avrupalı firmalarının "çevre ve tarihi doku zarar görüyor" gerekçesiyle finans desteğini çektiği baraj inşaatında finansman desteği Çinlilerden geldi. Ilısu Barajı konsorsiyumunda olan Avrupalı şirketler ve bankalar Hasankeyf'te çevre ve tarihi dokunun zarar gördüğünü iddia ederek, geçtiğimiz yıl Ilısu Barajı projesinden finans desteğini geri çekti. Bunun üzerine harekete geçen Çevre Bakanlığı, Ilısu Barajı'nın inşası için ihtiyaç duyulan yaklaşık 300 milyon dolarlık finans kaynağını 3 farklı Türk bankasından sağladı. İsmi açıklanmayan Türk bankalarının da ihtiyaç duyulan kaynağı Çin finans çevrelerinden temin ettiği öğrenildi.

Finans kaynaklarının sağlanmasının ardından Ilısu Barajı inşaatı çalışmaları geçtiğimiz hafta tekrar başladı. Projenin önünde herhangi bir engelin olmadığını savunan yetkililer, inşaatın 2013'te tamamlanmasının hedeflendiğini aktardı. Diyarbakır İdari Mahkemesi'nin Ocak tarihli Ilısu Barajı'na ilişkin aldığı kamulaştırma iptali kararının çalışmaları engellemeyeceğini ifade eden yetkililer, mahkeme kararının Hasankeyf'in taşınacağı yeni yerleşim bölgesinin yalnızca yüzde 1'ini kapsadığı bilgisini verdi.

Baraj inşası nedeniyle sular altında kalacak tarihi Hasankeyf şehrinin yeni yerleşim yeri inşaatının da bu ay tamamlanacağını açıklayan yetkililer, Nisan ayı sonunda yeni evlerin bölge halkına teslim edilmeye başlanacağı bilgisini verdi.

 

İlk olarak 1954'te gündeme gelen Ilısu Barajı'nın temeli 5 Ağustos 2006'da atıldı. Avrupalı inşaat şirketlerinin çevre nedeniyle çekinceli durdurması üzerine duran inşaat çalışmaları geçen ay tekrar başladı. Barajın 2013'te işletmeye alınması planlanıyor. Baraj tamamlandığında gövde hacmi bakımından Türkiye'nin ikinci, kurulu güç bakımından 4. barajı olacak. 1.200 megavat kurulu güçle yıllık 3,8 milyar kilovat saat elektrik üretecek barajla 120 bin hektar tarım alanı sulamaya açılacak.

 

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Hasankeyf'i sular altında bırakması nedeniyle eleştirilen, Ilısu Barajı'yla ilgili yaşadıkları ve hatıralarını için kitap yazmaya başladığını açıkladı. 2003'te DSİ Genel Müdürlüğü'nden beri proje ile ilgilendiğini anlatan Bakan Eroğlu "Ilısu projesi sürecinde çok şey yaşadım. Avrupalı büyükelçiler bizi oyaladı. Ben barajı iç kaynağımızla yapalım deyince, Almanya, İsviçre büyükelçileri beni ziyaret etti. Bu projeyi birlikte yapalım diye rica ettiler. Biz de kabul ettik ama bizi bugüne kadar oyaladılar. Şimdi tüm bu yaşadıklarımın hikayesi yazıyorum" dedi.

Sabah, Haber: Mehmet Nayır, 04.04.2010


******


UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI UZMANLARI HASANKEYF'E GELİYOR





Hasankeyf Belediyesi ve Doğa Derneği, Hasankeyf ve Dicle Vadisi için 'barajsız' bir geleceğin temellerini atmak amacıyla 10 -11 Nisan tarihlerinde Hasankeyf'de uluslararası bir arama konferansı düzenleyecek. Türkiye ve dünyanın değişik ülkelerinden tanınmış bilim insanlarının katılacağı konferansın amacı, doğal ve kültürel zenginlikleri ile Türkiye turizmine büyük katkı sağlayacak Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nin UNESCO Dünya Mirası Listesine dahil edilmesi için bir yol haritası belirlemek.

Hasankeyfliler'in de katılacağı konferansa Türkiye'den bir çok sivil toplum kuruluşu ve akademisyenin yanısıra, Mısır, Afganistan, Almanya, Avusturya ve diğer Avrupa Birliği ülkelerinden UNESCO Dünya Mirası konusunda uzman bilim insanları katılacak.

Kahire Monofia Üniversitesi'nden Mısır Kültür Miras Uzmanı Mimar Dr. Alaa Elwi El-Habashi, Afganistan Kültür Miras Uzmanı Mimar Dr. Wasay Najimi, Avusturya Viyana Üniversitesi'nden Dr. Rita Pirpamer, Almanya Stuttgart Üniversitesi'nden Dr. Anette Gangler, Londra Kolej Üniversitesi'nden Dr. Cassidy Johnson gibi isimlerin konuşmacı olacağı konferansa Türkiye'den de çok sayıda akademisyen katılacak.

Doğa Derneği Başkanı Güven Eken konferansa ilişkin yaptığı açıklamada, "Hasankeyf'i de içine alan Dicle Vadisi, UNESCO'nun on "Dünya Mirası" kriterinin dokuzunu birden sağlayan dünyadaki tek yer. Her yıl, bir milyonu aşkın yerli ve yabancı turist en az on bin yıllık bu tarihi şehri ve çevresindeki doğal güzellikleri ziyaret etmeye geliyor. 10-11 Nisan'da Hasankeyf'te UNESCO Dünya Mirası alanları konusunda Türkiye ve dünyanın en deneyimli uzmanları buluşacak. Bu buluşma ile, barajsız bir Hasankeyf'in Türkiye ve bölge ekonomisine çok daha fazla koyacağı ortaya konacak" dedi. Ilısu baraj projesinin Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ni sular altında bırakacağı için bu 'Dünya Mirası'nı tehdit ettiğini belirten Eken, "Ilısu baraj projesi gerekçesiyle bölgede son elli yıldır hemen hiçbir kalkınma projesi gerçekleştirilmemiş, tarihi eserler kaderine terk edilmiş, Hasankeyf olağan üstü bir cazibe merkezi olmasına rağmen burada hiçbir turizm altapısı yapılmamıştır. Sonuç olarak, baraj nedeniyle bölge ekonomisi ciddi zarar görmüştür" dedi.

Doğa Derneği Başkanı Eken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yaptıkları çağrıyı yenileyerek Ilısu Barajı'nın iptal edilmesi ve Hasankeyf'in UNESCO Dünya Mirası listesine alınması için Başbakan'ın gerekli gerekli girişimleri başlatmasını talep etti.

Ilısu Barajı inşa edildiği takdirde, Hasankeyf ve dört yüz kilometrelik nehir ekosistemi sular altında kalacak. Avrupa'daki yatırım bankaları, doğaya ve kültürel mirasa vereceği zararlar nedeniyle 2009 yılında Ilısu baraj projesinden geri dönüşsüz olarak çekilmişlerdi.

Yapı, 06.04.2010

PEYGAMBERİMİZİN EL İZİNE NE OLDU?





Balat'taki Tur-i Sina Manastırı'nda 400 yıldır duran Peygamber Efendimizin el izini temsil eden mermer, iki yıl önce sessiz sedasız yerinden kaldırıldı.

 

Bunu fark eden İstanbul sevdalılarından araştırmacı-gazeteci Fahri Sarrafoğlu, o günden bu yana el izinin peşinde...

 

Balat ve civarına sık sık gidenler bilir. Sahil yolunun ortasında taş ve tuğladan inşa edilmiş, tarihi 14. yüzyıla uzanan Tur-i Sina Manastırı vardır. Yerini biraz daha tarif edersek; manastır Eminönü'nden gelirken, demirden inşa edilen gri renkli Bulgar Kilisesi'nin biraz ilerisinden sola dönünce hemen sol kolda kalıyor. Açık adresi ise Balat Mürsel Paşa Caddesi No: 134 şeklinde. Yavuz Sultan Selim'in emriyle yaptırılan manastırın hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar için özel bir anlamı var. Müslümanlar için önemli; çünkü kapısının üstünde iki yıl öncesine kadar Peygamber Efendimiz'in (sas) el izini simgeleyen mermer bir taş vardı. Peygamberimiz'in Hristiyanlar'a verdiği emanı ifade eden mermere kazınmış bu el izinin üst tarafı maalesef kırık bir haldeydi. Manastır, Hıristiyanlar için de önemli, çünkü burası, Mısır Sina Çölü'ndeki dünyanın en eski Hıristiyan manastırı olan Tur-i Sina'nın İstanbul'daki şubesi. Balat'taki manastır, hala Sina Başkonsolosluğu'na bağlı..

 

Balat'taki el izinin anlamını, İstanbul'a nasıl geldiğini, İslam ve Hıristiyanlık tarihindeki önemine değineceğiz. Asıl konumuz, 400 yıldır duran ve Zaman'ın Cumartesi ekinde 27 Ocak 2007 tarihinde hikayesi anlatılan ve resmi basılan izin, iki yıl önce (2007'nin yaz aylarına denk geliyor) neden yerinden kaldırıldığı, akıbetinin ne olduğu ve yetkili kurumların bu konudan neden habersiz olduğu... Öncelikle şunu belirtelim: El izinin kaldırıldığını fark eden kişi, İstanbul sevdalılarından araştırmacı-gazeteci Fahri Sarrafoğlu. Zaman zaman işadamlarına özel İstanbul gezileri düzenleyen Sarrafoğlu, bu gezilerden birinde -2007'nin yaz aylarından bir gün- manastıra gidince izi yerinde görememiş ve çok üzülmüş. 'Acaba düştü mü ya da çalındı mı?' diye düşünmüş.

Oysa ki Anıtlar Kurulu, tarihi yapılarda, izin alınmadan küçük bir taşın bile yerinden oynatılmasını istemiyor. Fahri Bey, konuyla ilgili Kültür Bakanlığı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı'na kadar yazılar yazmış, ama bir sonuç alamamış. Hatta birçok kurumun, manastırın bu özelliğinden bihaber olduğunu görmüş. Bir vesile ile taşın Fener'deki Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin bahçesinde bulunduğunu öğrenmiş. Sarrafoğlu, "Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde okuyan bir öğrenci Patrikhane ile görüşerek bu taşı gördü ve fotoğrafını çekti. Patrikhane bakım yapmak için yerinden söktüğünü söylüyor. Kırık olan bölümleri tamir edilmiş." diyor.

 

Fahri Bey, manastırı gezilerinde mutlaka anlatıyor. Çünkü hoşgörünün timsali olduğunu düşünüyor ve bir kilisenin üzerinde Peygamberimiz'in Rahip Bahira'ya verdiği 'eman'ın bir izinin olmasını, şu aralar çok ihtiyacımız olan dinler arası diyalog ve hoşgörü için önemli bir örnek teşkil ettiğine inanıyor. (Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde bu emanın orijinalinin İstanbul Patrikhanesi'nde 7 cevahir sandık için saklandığını yazmış). Sarrafoğlu, "Neden vermiş bu emanı? Vefadan dolayı diyebiliriz, ama asıl olan, herkesin dininde serbestçe ibadet edebileceğini göstermesi bakımından. Çünkü İslam ibadetlerin serbestçe yapılmasından yana. Manastır, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti'ne yakışır bir şekilde yeniden restore edilmeli ve taş yerine konulmalı. Kiliseyi görenler Osmanlı döneminde farklı dinlere mensup olanlara karşı hoşgörümüze yakından tanık olur." diyor.

 

******

 

Tur-i Sina Manastırı'nın İslam ve Hıristiyanlık tarihindeki önemi*

 

"Hz. Muhammed, peygamber olmadan önce amcası Ebu Talip ile birlikte ticaret yaptığı dönemde Rahip Bahira ile görüşüyor. Kimdir Bahira, isterseniz önce ondan başlayalım anlatmaya. Gerçek adı Sergius'tur. Altıncı asırda yaşamış Hıristiyan din alimlerinden olan Sergius, Arami lisanında 'seçilmiş' anlamına gelen 'Behira' kelimesini unvan olarak kullanmıştır ve Rahip Bahira olarak tanınıp meşhur olmuştur.

 

Rivayetlere göre, henüz küçük yaşta olan Peygamber Efendimiz, amcası Ebu Talip tarafından, ticaret için Şam'a giden kafileye dahil edilmiştir. Ticaret kervanı, Busra'ya varınca her zaman konakladıkları yerde yine konaklamışlardır. Burada Bahira'nın yetiştiği ve yaşadığı küçük bir manastır bulunmaktadır. Bu manastır, din alimleri yetiştirdiği için Hıristiyanlık açısından önemli bir yere sahiptir. Kureyşlilerin kafileleri daha önceleri de buraya gelip konaklamış olmalarına rağmen Bahira bunlarla hiç ilgilenmemiş ve konuşmamıştır. Ancak, bu kez tavrı değişmiştir. Manastırın penceresinden dışarıya baktığında, kervanın içinde bulunan Peygamber Efendimizi bir bulutun gölgelediğini görmüş ve bu durum dikkatinden kaçmamıştır. Ayrıca, Peygamber Efendimizin ağaç altında oturduğu esnada, dalların üzerine doğru eğildiklerini de görmüştür.

Yeni Şafak, 04.04.2010

"AYASOFYA İBADETE AÇILMAZ"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdamar Kilisesi ve Sümela Manastırı'nın ardından Ayasofya'nın da ibadete açılabileceği iddiaları ile ilgili olarak şunları söyledi: “Ayasofya'nın özel statüsüyle durmasından yanayız. Ayasofya için sadece bir tek dinin değil, birçok dinin talebi olabilir. Hepsine birer gün verdiğimiz zaman müze olma vasfını büyük ölçüde yitirir. Orası çok özel bir mekandır. Onun için özel statüsüyle durmasından yanayım.”

 

Günay, dün Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2009 yılı yayınlarının tanıtımının yapıldığı program öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtladı. Günay, bir gazetecinin “Akdamar'ın ardından 16 müze ve ören yerinin ibadete açılmasına ilişkin çalışma yaptığınız belirtilmişti. Böyle bir çalışma var mı?” sorusu üzerine şöyle dedi: “Elimizde böyle bir sayı yok. Sadece Akdamar ve Sümela'nın ibadet izni var. 365 günün içinde yarım gün, birkaç saat insanlar gelseler ve farklı bir dille bizi yaradan o yüce varlığa teşekkür etseler, bundan kimin ne zararı olabilir. Ama bizim ibadete açık bulundurduğumuz mekanlarda veya dünyada çeşitli gösterilerin özgürce yapıldığı mekanlarda eğer savaş veya şiddet kışkırtıcılığı yapılırsa, asıl tehlike olan bu.”

Hürriyet, 04.04.2010

ÇAKMA KAYA MEZARLARI TARTIŞMA YARATTI





İzmir'in Selçuk İlçesi yakınlarındaki Şirince Köyü'nde inşa ettiği yapılarla dikkat çeken ve bu yapılar nedeniyle 2001 yılında 10 ay hapis yatan yazar Sevan Nişanyan'ın şimdi de köyün yakınlarındaki Kayserdağı'na Muğla Dalyan'daki tarihi kaya mezarlarına benzeyen kaya mezarı yaptırmaya başlaması ve hakkında dava açılması tartışma yarattı. Nişanyan, Selçuk Orman İşletme Müdürlüğü'nün şikayeti üzerine savcılığın hakkında, "ormana zarar verdiği" gerekçesiyle açtığı davayla ilgili "Orman Kanunu'na göre ne bir tek ağaca zarar veriyorum, ne de ormanı mülküme geçiriyorum. Hakkımda açılan davayı yok sayıyorum" derken, davayla ilgili hukukçular da farklı görüşler öne sürdü. Bazı hukukçular, Nişanyan'ın orman alanı içinde bulunan söz konusu kayalıklara böyle bir eser yapabileceğini ve ortada ceza almasını gerektirecek bir yasanın olmadığı görüşünü dile getirdi. Kimi hukukçular ise, ormanların sahibinin devlet olduğunu ve devletten izin alınmadan bu işlemin yapılamayacağını ve cezasının olduğunu belirtti. Öte yandan, konuyu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü de gündemine aldı. İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Abdülaziz Ediz, Nişanyan'ın söz konusu girişimini Yeni Asır'dan okuduğunu belirterek, konuyu inceletip değerlendireceklerini kaydetti.

İŞTE AVUKATLARIN GÖRÜŞLERİ:
Yapabilir diyenler:

Avukat Şehrazat Mercan: Asıl ormana zarar veren orman idaresinin kendisidir. Taş ocaklarının açılmasına izen vererek binlerce ağacın yok olmasına neden olanlara izin verirken, ne kadar ağaç kesildiğini düşünmüyorlar da buradaki uygulamanın ormana zarar verdiğini mi düşünüyorlar? Bana göre bu çifte standarttır. Nişanyan, orman idaresinden bu kayayı kiralamış olsaydı sanırım bu tür sorunla karşı karşıya kalmazdı. Ya da "maden arayacağım" deseydi, sanırım bu kazıları yapma şansı sınırsız olurdu.


Avukat Fatih Şimdi: Türk Ceza Kanunu'nun en temel ilkesi yasasız, kanunsuz ceza olmaz ilkesidir. Burada açık açık ağaç kesmek, yol kesmek vesaire herşey yazılmış ama var olan bir kayanın estetik kaygılarla oyulmasıyla ilgili bir şey yazılmamış. Yapılan işlemlerden dolayı bilirkişi, bunun ormana zarar verdiğini düşünürse, ceza verilmesi olasıdır. Ama ormana heykelin kendisinden değil yapılmasından kaynaklanan bir zarar verilmesi durumunda bu yapılabilir. Yasada ince bir boşluk var ve burada bunu yapanlar bana göre bunu kullanıyorlar.

Yapamaz diyenler:
Avukat Yusuf Akın:
Kimseden izin almadan yaptığı için devlet malına zarar vermekten dolayı yargılanması söz konusudur. Kimseden izin almadan yapılan işlemden dolayı dava açılması da gayet doğaldır. Kamu hizmetine tahsis edilmiş yerler gibi hakkında, mala karşı işlem yapılması Türk Ceza Kanunu'na göre de suçtur.


Avukat Yavuz Oran: Böyle bir davanın olması tabi ki, mümkün. Öncelikle ormanlık alanlar devletin mülkiyeti altındadır. Bu alanlarda sadece ağaçlar değil ormanın doğal dokusunu bozacak en küçük bir işlem için dahi devletten izin alınması gerekiyor. Bu izni almadan orman alanında bir değişime neden olmak yargılamayı gerektirir diye düşünüyorum.


Avukat Hüseyin Pehlivan: Dava açılması bana göre gayet doğal. Ormana zarar verip vermediği mahkeme tarafından araştırılacak unsurdur. Mahkeme zarar verildiğine kanaat getirirse mahkeme keşif sonucu tabi ki ceza verebilir. Onun için önce, orman mühendisi ve başka uzmanlar vasıtası ile inceleme yapacaktır.

Sevan Nişanyan, Dalyan'daki tarihi kral mezarlarına benzer bir şekilde yaptırdığı kaya mezarının kendisine 50 bin liraya mal olacağını ve 1 yıl sonra ince işçiliğini de tamamlayarak yapımını tamamlayacağını belirterek, Yeni Asır'a şu açıklamada bulunmuştu: "Anadolu'nun pek çok yerinde görsel olarak güzellikleri ile dikkat çeken kral mezarları var. Ama 2 bin senedir kimse yeni bir mezar yapmıyor. 1988'de Dalyan'daki kral mezarlarını da içeren bir gezi rehberi hazırlamıştım. O dönemden beridir 20 yıllık hayalim bir anıt mezar yaptırmaktı. Hesapladım ve 50 bin liraya mal olacak bir şeyi Selçuk'taki işçi ve ustalarla yapmaya başladım. 50 bin liraya normal şartlarda güzel bir otomobil alırdım ve beni 10 sene götürür, sonra hurdaya çıkardı. Ama anıt mezar 2 bin yıldan fazla yaşıyor. Bence daha iyi bir yatırım."
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 04.04.2010



******


DAVALIK KAYA MEZARINA 'HER ŞEY VATAN İÇİN' YAZACAK

 

İzmir’in Selçuk İlçesi'ne bağlı Şirince’ye 1995’te yerleşen Nişanyan, izinsiz restorasyon yaptığı gerekçesiyle 2001’de 10 ay hapis yattı. Bu olayla tanınan Müjde - Sevan Nişanyan çifti ise iki yıl önce boşandı. Sevan Nişanyan, Şirince’de eski köy evlerini restore ederek kurduğu otelini işletmeye devam ederken, bu kez köyün yakınlarındaki Kayserdağı’na inşa ettiği kaya mezarları yüzünden davalık oldu.


Muğla Dalyan’daki Likya Kaya Mezarları’nın benzerini 1.5 yıl önce Şirince’de yapmak için harekete geçen Nişanyan hakkında dava açıldı. Ancak Nişanyan, mevzuatta “kaya oymak” diye bir suç tanımı olmadığını savunurken, kaya mezarlarının girişine eski dönem olayları ya da mezar sahibinin özelliklerini tasvir eden kabartmalar ve süslemeler yapacağını, ayrıca Ermenice “Her şey vatan için” yazacağını söyledi.


Binlerce yıllık tarihi kaya mezarlıkların benzerini yapmak isteyen ve Kayserdağı’ndaki dev kaya önüne iskele koyarak çalışmalara başlayan Nişanyan’a önce İzmir Valiliği İl Özel İdaresi müdahale etti. Yapı imar mevzuatına aykırı olduğu gerekçesiyle çalışma mühürlendi. Nişanyan’ın itirazı üzerine mühür kaldırılırken, İl Özel İdaresi de olayın görev sahasına girmediği gerekçesiyle konuyu Orman İşletme Şefliği’ne devretti.

Selçuk Orman İşletme Şefliği’nin ihbarı üzerine de savcılık, Nişanyan hakkında “ormana zarar verme” suçundan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı. Dava görülürken mahkemenin isteği üzerine, çalışmanın ormana zarar verip vermediğinin tespiti için bilirkişi incelemesi yapılması kararlaştırıldı. İncelemenin ardından hazırlanacak raporun mahkemeye gönderilmesi beklenirken, geçen hafta İl Özel İdaresi Encümeni, Mağara Deresi mevkiinde izinsiz yaptığı tek katlı taş yapının imar mevzuatına aykırı olduğu gerekçesiyle Nişanyan’a 5 bin 253 lira para cezası kesti.


Kaya mezarıyla ilgili işlemlerin mevzuatta yer almadığını söyleyen Nişanyan, “Orman Kanunu’na göre ne bir tek ağaca zarar veriyorum, ne de ormanı mülküme geçiriyorum” dedi. Nişanyan şöyle konuştu: “Yasak, engel bulmak için çalışıyorlar. Ama daha bir şey bulamadılar. Devlet böyledir, kontrolleri dışında bir iş yapılınca rahatsız olurlar. Engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat ciddiye almıyorum. Şu an mühürlü değil. Kaya mezarları 2 bin yıl önce çok modaydı. Daha sonra kimsenin yapmamasına çok şaşırıyorum. En fazla 50 bin liraya böyle bir anıt yaptırılabilir. Şu anda orada 3 işçiyle çalışmaya devam ediyorum. Güzel bir eser bırakmak istiyorum. Bu birkaç yıllık değil, 2 bin yıl sonraya kalacak bir şey.”

Milliyet, Haber: Banu Şen, 04.04.2010


******


"ÇAKMA MEZARLARI ELLERİMİZLE YIKARIZ"





Selçuk'un Şirince Köyü'nde yaşayan yazar Sevan Nişanyan'ın Muğla Dalyan'daki tarihi kaya mezarlarını taklit etmesine yöre halkından büyük tepki geldi. Başta yerel yöneticiler, tarih ve doğa tutkunları ile çevreye duyarlı vatandaşlar, Dalyan'daki kral mezarları önünde toplanarak, "Tarihimizin kopyalanmasını istemiyoruz. Tarihe saygısızlığı affetmeyiz" dedi. Köyceğiz Belediye Başkanı Salih Erbay, Dalyan Belediye Başkanı Arif Sarı ile Köyceğiz-Dalyan Doğa Tarih Kültür Derneği Başkanı Yücel Okutur, Şirince'nin kendi tarihine sahip çıkmasını, başka tarihleri kopyalamamasını istedi.

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Arkeolog Altan Türe, 'Kral Mezarları'nın tarihsel bir miras olduğunu belirterek, tarihin taklit edilemeyeceğini söyledi. Türe, "Tarihsel mirasın, başka bir turistik merkeze yapılmak istenmesi aldatmacadır. Dalyan'daki kral mezarları, Likya ve Kayra antik dönemine aittir. Şirince'de böyle mezar bulunmamaktadır. Biz değerli ve güzel olanı korumalıyız. Kopyalayarak tarihi yanıltmamalıyız. Bu kopyalama bana çok itici geliyor" dedi.


Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) İstanbul Temsilcisi Mimar Erhan İşözen, İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun bu duruma sessiz kalmaması gerektiğini söyledi. İşözen, "Kral mezarlarının imitasyonu yalancılıktır. Uygarlık tarihinin yaşandığı alanlara insanlar sahip çıkmalıdır. Şirince Köyünde Sevan Nişanyan tarafından yaptırılan Kral Mezarları tarihe saygısızlık anlamına geliyor. Şirince'nin kendine has bir dokusu, kendine has bir mimarisi bulunmaktadır. Yapılan kral mezarları halkı aldatmaya yöneliktir" dedi.
Köyceğiz-Dalyan Doğa Tarih Kültür Derneği Başkanı Yücel Okutur ise, Şirince Köyündeki mezarı 'kötü bir kopyacılık' diye niteledi. Okutur, "Gelecek kuşaklar için de kötü bir örnek. Yapılmak istenen tamamen hukuka devletimizin tarih ve kültürel hareketlerine aykırı bir harekettir" diye konuştu.

Köyceğiz Belediye Başkanı Salih Erbay, 4 bin yıllık tarihi geçmişi olmayan bir yerleşimde, kayalara mezar yapılmak istenmesine anlam veremediğini belirterek, Turizm Bakanlığı'nın Şirince'deki kral mezarlarının yapımını durdurmasını istedi. Başkan Erbay, Şirince'de Kaunos medeniyetinin olmadığını kaydederek, şöyle konuştu: "Bölge insanı olarak doğal kaynaklarımıza yıllardan beri sahip çıkıyoruz. Şirince'de Kaunos medeniyeti yaşamış mı? Gelecekte 'kim yapmış oradaki mezarı' diye sorarlar adama. Getirir iş yerinin önüne alçıdan bir kopya yaparsın, buna kimse bir şey demez. Gerekirse gider oradakini de yıkar, geri geliriz" dedi.

Yeni Asır - Haber: Fatih Abacıoğlu - Ali Osman Kılıç, 06.04.2010


******


"ONLAR SANAT DÜŞMANI, DİRENİRİM YIKTIRMAM"





İşadamı ve yazar Sevan Nişanyan'ın İlçelerindeki kaya mezarlarının benzerini Selçuk'un Şirince Köyündeki Kayserdağı'na yaptırdığını Yeni Asır Gazetesi'nde yayımlanan haberlerle öğrenen ve kendisine "Çakma mezarı yıkarız" diyerek tepki gösteren Muğla'nın Dalyan İlçesi sakinlerine, Nişanya'dan yanıt geldi. Bölgenin belediye başkanları ve halkın tepkisine anlam veremediğini belirten Sevan Nişanyan, "Onlar sanat düşmanı. Bu ülkede hepimize yetecek kadar kaya var. Direnirim ve yaptığım kaya mezarını yıktırmam" dedi. Nişanyan ayrıca, "Dalyan'ın çamuru meşhur" sözleriyle, kendisine tepki gösteren ilçe sakinlerine gönderme yaptı.

Nişanyan'ın Muğla'nın Dalyan İlçesi'ndeki dünyaca ünlü Kaunos Kaya Mezarları'nın benzerini, otel işletmecisi olduğu Şirince Köyüne yaptırmasıyla başlayan tartışma sürüyor. Köyceğiz Belediye Başkanı Salih Erbay ve Dalyan Belediye Başkanı Arif Sarı ile ilçe sakinlerinin sert tepkisine yanıt veren Nişanyan, "Eylem yapanlar ve tepki gösterenler, çağdaş mezarlara karşılar. Bunun dışında hiç bir şey söylemek istemiyorum" diye konuştu.

Sevan Nişanyan, taklit kaya mezarının inşaatına geçen yıl 15 Nisan'da hiç bir kurumdan izin almadan başladı. İlk olarak köylerdeki yapılardan sorumlu olan İl Özel İdaresi görevlileri gelerek inşaatı mühürledi. Bunun üzerine Nişanyan, imar mevzuatında kaya mezarı ile ilgili madde bulunmadığını belirterek İdare Mahkemesi'ne başvurarak, İl Özel İdaresi hakkında dava açtı. Bu süreçte İl Özel İdaresi, "Pardon görev alanımızda değilmiş" diyerek konuyu Selçuk Orman İşletme Şefliği'ne havale etti. Selçuk Orman İşletme Şefliği ise orman alanına zarar verdiği gerekçesiyle Nişanyan hakkında dava açtı. Bu mahkemenin kararı beklenirken Nişanyan, kaya mezarının kaba inşaatını bitirdi. Yıllardır çalıştığı mermer ustası ile mezarın ince işçiliğini yapmaya başlayacağını belirten Nişanyan, inşaatı tamamlamakta kararlı olduğunu söyledi. Nişanyan, Selçuk Orman İşletme Şefliği'nin hakkında açtığı davayı da ciddiyetten uzak bulduğunu ve yok saydığını söyledi.

Tüm dünyada Kaunos Kaya Mezarları ile anılan Dalyanlılar, önceki gün Nişanyan'ın yaptırdığı kaya mezarına tepki gösterdiler. "Çakma mezarı yıkarız" diyen Dalyan sakinleri, Nişanyan'ın tarihe saygısızlık yaptığını belirttiler. Köyceğiz Belediye Başkanı Salih Erbay, "Bölge insanı olarak tarihimize yıllardır sahip çıkıyoruz. Şirince'nin Kaunos ile ne ilgisi var" derken, Dalyan Belediye Başkanı Arif Sarı, "Tarih her bölge için ayrı yazılır. Tarihi kopyalamakla hiç bir yere varılamaz. İnsanlar aldatılmak isteniyor" diye konuştu.


Köyceğiz-Dalyan Doğa Tarih Kültür Derneği Başkanı Yücel Okutur ise, Nişanyan'ın kötü bir kopyacılık yaptığını belirterek, gelecek kuşaklar için de kötü bir örnek olduğunu söyledi. Arkeolog Altan Türe de, "Tarihsel bir mirasın başka bir turistik merkeze yapılmak istenmesi aldatmacadır" dedi.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 07.04.2010


******


NİŞANYAN'IN KAYA MEZARINA İNCELEME

 

İzmir Valiliği, işadamı ve yazar Sevan Nişanyan'ın Selçuk'un Şirince İlçesi'ne yaptırdığı ve Kaunos Kaya mezarlarının benzeri olması nedeniyle Dalyan sakinlerinin tepki gösterdiği "çakma" olarak nitelendirilen kaya mezarı için inceleme başlattı. Önceki gün İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne Yeni Asır'ın yayınladığı haberlerle birlikte resmi bir yazı gönderen Valilik, Nişanyan'ın kaya mezarının incelenmesini istedi. Gelen yazı üzerine Selçuk Müze Müdürlüğü'nden rapor istediklerini belirten İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Abdülaziz Ediz, "Selçuk Müze Müdürlüğü, önümüzdeki günlerde kaya mezarı ile ilgili bir rapor hazırlayarak bize gönderecek. Biz de bu raporu bağlı olduğumuz Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunarak görüşünü alacağız. Nişanyan'ın yaptığı inşaat orman alanında kaldığı için doğrudan müdahale durumumuz yok" diye konuştu.

Dalyan'da bulunan ve önemli bir tarihi geçmişe sahip olan Kaunos kaya mezarlarının taklit edilmesinin ve bu şekilde gündeme gelmesinin uygun olmadığını belirten Ediz, "Şirince'deki yapının olduğu yer, SİT alanı ve arkeolojik bölge olmaması nedeniyle sorumluluk alanımıza girmiyor. Ancak olaya bakışımız, köklü tarihe sahip kaya mezarlarının taklit edilmesinin uygun olmadığı yönünde. İnsanlar kendisine mezar, ev yapabilir. Ama 'Anıt mezar yapıyorum, turizm açısından değerlendireceğim' demesi bize göre uygun değil. Bu bir yanıltmadır. Yapılanı makul ve mantıklı görmüyorum" diye konuştu.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 09.04.2010

SANTRAL KISKACINDA AMASRA





Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın türlü vesileyle açıkladıklarından anlaşıldığı kadarıyla hükümet, farklı coğrafyalarda, farklı türden enerji santrali projelerini hayata geçirmeyi planlıyor. Mersin-Akkuyu Nükleer Santrali için yapılan uyduruk “yarışma” sürecinin, yargı engeline takılmasının ardından, hukuk dolandırılarak, “devletten devlete” anlaşma yoluyla Akkuyu Nükleer Santrali Rusya’ya, Sinop için planlanan nükleer santral Güney Kore’ye ihalesiz “ihale” edilmeye çalışılıyor. Rusya ile ön anlaşmanın yapıldığını biliyoruz. Güney Kore’yle ise 10 Mart’ta bir protokol imzalandı. Bu protokolün imzalanmasından iki gün sonra Bakan Yıldız, Güney Kore ile çok iyi bir iş yapıldığı mealinde açıklamalarda bulunurken, Güney Korelilerin daha önce yapımını üstlendiği bir santralin ana gövdesine bir Fantom uçağıyla çarpmak suretiyle dayanıklılık testi yaptıklarını, Sinop’ta ise bu deneyi Boeing yolcu uçağıyla gerçekleştirmeyi planladıklarını söyledi. Bunun simülasyon olduğunu bilen zeki bir gazetecimizin “Bu test simülasyon mu, yoksa gerçekten bir yolcu uçağının santrale çarpması şeklinde mi gerçekleşecek” sorusuna Bakan’ın cevabı “Gerçek bir çarpma planlıyorlar” oldu. Öğrenmiş bulunuyoruz. Sinoplular bir Boeing 707 veya 727’nin yanı başlarında patlatıldığına şahit olacaklar. Biz de tarihe bir kayıt düşerek takipçisi olacağız, Boeing gerçekten patlatılacak mı? Şaka gibi. Ama maalesef böyle yönetiliyoruz.


Belki de bu nedenle enerji politikalarının ciddi ciddi sorgulanmaya ihtiyacı var. Bu alanda tam bir kamu yararı bilmezlik ve hukuk tanımazlık egemen. Farklı coğrafyalardan, hukuki anlamda takipçisi olacağımız sesler yükseliyor. Hükümet ise yakınmalar karşısında pek hoyrat. Buna rağmen yaşadığı coğrafyaya ekolojik anlamda duyarlı tüm yurttaşlarımız ülkemizin dört bir yanından seslerini yükseltmeye devam ediyorlar. Yapımı süren veya proje aşamasında olan hidro, nükleer ve termik santrallerin tamamına yakını sorunlu. Doğal yaşam alanları, kültür ve tarih varlıkları tehdit altında.

Lisans verilse bile...
Bartın-Amasra da termik santral nedeniyle bu tehdidi yaşıyor. Amasra, Batı Karadeniz’in doğal güzellikleri, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle ünlü nadide bir bölgesi. Bir özel şirketin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’na (EPDK) yaptığı lisans başvurusuyla başlayan süreç işliyor. EPDK’nın internet sitesindeki bilgilere göre Hema Endüstri A.Ş.’ye 12.10.2006 tarihinde 1100 megavat gücünde bir kömür santrali kurulması için lisans verildiği anlaşılıyor. Hükümet çevrelerinin ve bölge milletvekillerinin “lisans verilmiş olsa bile bunun kömür santrali kurulacağı anlamına gelmediği” yollu açıklamalarına rağmen, geçen yıllar, faaliyetlerde ilerleme sağlandığına işaret ediyor. Kömür çıkarılması gerekiyor. Amasra’ya biri 2 km, diğeri 5 km uzaklıkta iki kömür kuyusu şimdiden açılmış durumda, sırada galerilerin açılması var. Dikkat çekici olan şu: Bahsi geçen şirket, önce kömür çıkarmak için Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ile anlaşma yapıyor. Bu anlaşmanın kömür santraliyle bir ilgisi yok. Daha doğrusu yok gibi görünüyor. Hema Endüstri A.Ş. aslında maden kiralıyor (rodövans sözleşmesi). Bu kiralama karşılığında, sözleşmede belirtilen sürelere uyması ve bedel ödemesi gerekiyor. Bu konuda rivayetler muhtelif. Ancak şirketin taahhütlerini yerine getirmediğini biliyoruz. Hukuksuzluğa göz yuman ve yummayan kamu görevlilerini de biliyoruz. Bu noktada kömüre dayalı bir santral kurma amacının öne çıktığı sonucuna varıyoruz. Şirket yetkilileri de zaten bunu saklamıyorlar. Peki, TTK ile yapılan rodövans sözleşmesi neyin nesi idi? Hukukun dolandırılması için bu gerekiyordu. Hep karşılaşıyoruz.
Açılan kuyuların Amasra’ya uzaklıkları, kirliliğin şimdiden başladığına işaret ediyor. Bartın Olay gazetesinden, Amasra B-Bölgesi havzasında açılan Hema-2 kuyusunun Kaman Köyü yakınlarında toplu balık ölümlerine yol açtığını öğreniyoruz. Şirket yetkilileri bilgilendirme amaçlı olarak sürekli kamuoyu karşısında. Kömür santralinin güzelliklerini anlatıyorlar. 2010 yılı başından itibaren, Hema Endüstri A.Ş. Kurumsal İletişim Başkanı, Başkan Yardımcısı, çalışanı, yetkilisi sıfatı ile onlarca şirket çalışanı, neredeyse günü birlik yaptıkları basın açıklamalarıyla, kömür santralinin gerekliliğine Amasra halkını inandırmaya çalışıyor. Yanlış bilgi veriyorlar ve halkı yanıltıyorlar.


Kömür santrallerinin iki önemli çevresel etkisi olduğunu biliyoruz. Bunlardan ilki, kömürün yanması ile oluşan külün atık olarak bertaraf edilmesi, ikincisi de soğutma suyunun atık olarak çevrede yarattığı ekolojik bozulma. Kömür santrallerinde baca ile atılan sülfürün bertaraf edilmesi için atık kireci kullanımının başlıbaşına bir kirlenme yarattığını da biliyoruz. Nitekim, dünyadaki karbon salımının yüzde 41’inden tek başına kömür santrallerinin sorumlu olduğu Kyoto Sözleşmesi ve ekli belgelerinde gösteriliyor. Kömür santrali faaliyete geçtiğinde Amasra’da soluk almak imkansız hale gelecek. Bartın ve Amasra’da jeolojik yapı santral baca gazlarının insana zarar vermeyecek şekilde atmosfere yayılmasına engel olacak yapıda. Havzanın yaslandığı dağlar buna engel. Bacadan çıkan karbonun sıvılaştırılıp saklanması imkansız, Karadeniz’e deşarj edilmesi ise cinayettir. Amasra’nın balık üreme bölgesi olduğu biliniyor. Santral soğutma suyunun atık olarak Karadeniz’e deşarj edilmesi balık nesli için tehlike. Deşarj edilecek suyun 7-12 derece santigrat ısınmaya yol açacağı, bunun da ekolojik dengeyi altüst edeceği aşikar. Kömür santralleri için ekolojik bozulmaya en iyi örnek Yatağan ve Afşin termik santralleridir. Bu iki örnekte yaşananları, Bartın ve Amasra halkı unutmamalı.

Radikal İki, Yazı: Hasan Sever - Hukukçu, 04.04.2010

SAVARONA'DAN NEDEN OKUL GEMİSİ OLMAZ?

 

Atatürk’ün gemisi Savarona’nın Rus ve Arap işadamlarına satışı gündeme gelince, ortalık ayağa kalktı. Geminin okul gemisi olmasını da öneren var, TOBB tarafından satın alınıp protokol ve müze gemisi olmasını da...

 

Atatürk’ün yatı Savarona satılsın mı satılmasın mı diye tartışıyoruz. Hikayeyi özetleyelim: Savarona’yı işleten Kahraman Sadıkoğlu, işletme hakkını satışa çıkardı, Arap ve Rus işadamları talip oldu. Turizmciler yatın yabancılara değil TOBB’a satılmasını önerdi. Kamuoyunda “Herkes bir lira versin. Gemiyi biz alalım, Deniz Kuvvetleri’ne okul gemisi yapalım” fikri oluştu.


Savarona’nın okul gemisi olması başta romantik gelse de iyi bir fikir değil. Deniz Kuvvetleri’nin Savarona’yı tekrar okul gemisi olarak alması için önce sağlam bir özeleştiri yapması gerekiyor. İngilizler Amiral Nelson’un 1759 yılında inşa edilmiş HMS Victory gemisine 250 yıldır bakarken, bizim Deniz Kuvvetleri 1931 yapımı Savarona’yı başta ödeneksizlik olmak üzere birçok nedenden 58 yıl sonra hurdaya ayırmak zorunda kaldıysa oturup düşünmek gerek.


Gelişmiş ülkelerde, tarihi önemi olan gemiler donanmanın okul gemisi olarak kullanılıyor. Tüm ihtişamları ile dünya denizlerinde dolaşıp sancak gösteriyor. Ama bunların hepsi de en az üç direkli klasik gemiler. Hem makine gücü ile çalışıyor hem de yelken gücü ile hareket ediyor.
Savarona’nın okul gemisi olduğu dönemde bir Bahriye öğrencisi arkadaşımın görüşlerini aktarmak istiyorum (Halen subay olduğu için adını vermiyorum).

Okul için klasik gemi yakışır
“Savarona’nın içinde yatakhaneler vardı ve biz 300 öğrenci bu yatakhanelerde kalıp eğitime çıkıyorduk. Daha sonra yanarken gördüğümüzde içimiz cız etti. Sonra büyük masraf edildi ve yatakhaneler lüks suitlere çevrildi. Bu suitlerin sökülüp yatakhaneye çevrilmesi ve tekrar okul gemisi olması, yazıktır günahtır. Artık bizim deniz subayı adayı kardeşlerimizin de, yabancı ülke okul gemileri yanında eziklik hissetmemesi için direkli, yelkenli, klasik gemilere ihtiyacı var. Okul gemisi olarak Savarona değil, Japonya açıklarında batan Ertuğrul Fırkateyni’nin bir benzerinin yapılması yakışır.”


TOBB, Savarona’yı alırsa ne yapacak? İşletip karlı hale mi getirecek? Esasında karlı bir işletmeden çok, kültürel mirasa sahip çıkmak söz konusu. Deniz kültürü olan ülkelerde bu tür gemiler, devlet ve özel şirketler tarafından ayakta tutuluyor. Müze, protokol ve gezi gemisi olarak kullanılıyor. Bir mütevelli heyet geminin bakım, onarım, işletme, sevk ve idaresini yapacak yöneticiyi atıyor. O da kendi kadrosunu kurup gemiyi işletiyor. Bu heyete siyasetçiler karışmıyor, heyet KİT ve çiftlik mantığı ile çalışmıyor, profesyonel yöneticiler rahat çalışıyor.


Bugün Savarona’nın bakım ve personel maliyeti tahmini yıllık 900 bin dolardır. Oysa eski yıllardaki gazetelerinden hatırlıyoruz ki, gemi Cannes Film Festivali’ne bir haftalığına gittiğinde bu masrafı fazlasıyla karşılıyordu.

Bakım maliyeti makul
Hem donanmadan hem sivil denizcilik camiasından kaptan arkadaşlarımla yaptığım sohbetler sonucunda, denizcilik camiasının Savarona konusundaki temennisini şöyle özetleyebilirim:
Yıllık 900 bin dolarlık bir bakım tutum masrafı böyle bir gemi için çok makul. Bu gemi, yurtiçi ve yurtdışı davetlerde Türkiye adına, zaman zaman da yine eski yıllarda olduğu gibi yurtdışı turlarda iş dünyası toplantılarında kiraya verilebilir. Dışarıda turizm fuarlarında stand açan Türkiye’nin, aynı zamanda o kentin limanına Savarona’yı yanaştırmasının sağlayacağı etki müthiş olur. Yılın bir bölümünde, bugün bağlı olduğu Kuruçeşme’de ve diğer sahillerde dolaşarak müze gemi olarak hizmet verebilir.” 

Kriz onu da vurdu
Savarona’yı Avrupa ve dünya jet sosyetesinde mensup zenginler kiralıyordu. Bunlar arasında Arap prensleri de, Rus zenginleri de, Amerikalı milyarderler de bulunuyordu. Her sene Cannes Film Festivali’nin en gözde yatı Savarona oluyordu. Başta Arap ve Rus zenginler olmak üzere, dünya jet sosyetesinin önemli bir bölümü, iki yıl önce patlak veren global finans krizinden çok kötü etkilendiler. Çoğunun parası, Amerikan bankalarında çürük hedge fonlarda battı. Dünyada bu tür gemilere olan talepte düşme yaşandı. 
Milliyet, Yazı: Meriç Köyatası, 03.04.2010

TARİHİ CAMİNİN KUBBESİ ÇÖKTÜ

 

Tokat'ta kullanılmayan ahşap bir evde başlayan yangının, binanın yanındaki tarihi Devegörmez Camisi'ne sıçraması sonucu, kubbesi çöken camide büyük çapta hasar oluştu.

 

Kent merkezi Devegörmez Mahallesi Şeyhi Şirvani 6. Sokakta Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi yakınlarında bulunan kullanılmayan iki katlı ahşap bir evde saat 03.30 sıralarında bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Kısa sürede büyüyen yangın, evin yanındaki tarihi Devegörmez Camisi'ne de sıçradı.

Tokat Belediyesi itfaiye ekiplerinin 2 saat süren çalışmaları sonucu söndürülen yangında, ahşap ev tamamen yanarken, 19. yüzyıl Osmanlı dönemine ait tek kubbeli 2 katlı ahşap tarihi Devegörmez Camisi'nin ise kubbesi çöktü.

Büyük çapta maddi hasarın oluştuğu ve kullanılamaz hale gelen cami ibadete kapatıldı. Vakıflar Bölge Müdürü İsmail Aktaş, olay yerine gelerek camide incelemede bulundu.

Tescilli tarihi Devegörmez Camisi'nin 2006 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edildiği öğrenildi. Yangın sonucu hasar gören tarihi caminin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden onarılarak, Ramazan ayında ibadete açılmasının hedeflendiği bildirildi.

Sabah, 03.04.2010

İŞÇİ HEYKELİNİN ÇİLESİ

 

İstanbul’da heykel deyince çoğunluğun aklına ilk gelen ne Kuzgun Acar, ne İlhan Koman. Akla sanatçılardan çok, heykellere konu olanlar geliyor. Mesela çeşitli Atatürk heykelleri, büstleri, Osmanlı döneminin de şan şöhret sahibi isimleri için yapılmış anıtlar...


Mesela Fatih’te yaşayan, hiç müze görmemiş bir çocuk için heykel, meydanda devasa atının sırtında uçan Fatih Sultan Mehmet’in heykelidir. Aslında orada uçan attır. Aslında o da değildir. Uçan bizzat heykeltraştır. Böyle bir hareketi yapabilen bir ata (arka ve ön bacaklar aynı anda öne ve geriye dümdüz uzanıyor), bugüne kadar Fatih ilçe sınırları ve çizgi filmler dışında rastlanmamıştır. Yanlış anlaşılmasın, soyut sanata hiç karşı değilim, ama Fatih bu kadar somutken, at neden soyut olsun? Bir ara atın anatomisinin tartışıldığını da söylemeliyim ama bu tartışma testislerinin iriliğiyle ilgili olmuş, bu şekilde hareket edip edemeyeceğiyle değil. Atın t.ş.klarıyla ilgili üst düzey entellektüel tartışma nasıl sonuçlandı bilmiyorum ama, kültür başkentinin halkının güzel sanatlar anlayışının sınırlarını güzelce belirledi zamanında.

Bitmeyen tamirat
Bu anlayışı anlatan başka örnekler de var tabii. 1980-2001 yılları arasında okula gitmek için hemen her gün Tophane’den geçerdim. Benim heykelim de işte orada dururdu. 12 yaşımdan itibaren mücadelesini izledim onun. Tophane Parkı’ndaki işçi heykelinden söz ediyorum. O heykeli Yapı Kredi’nin kuruluşundan 1977 yılına kadar kültür sanat etkinliklerini yöneten, ama bunu yaparken aslında Türkiye’nin kültür sanat birikimini oluşturan isimlerden birine, Vedat Nedim Tör’e borçluyuz. Eczacıbaşı’nın sanal müze sitesinde, Tör’ün Almanya’ya giden işçilerin ülke ekonomisine katkısına dikkat çektiği ve onlar için bir anıt dikilmesini önerdiği yazıyor. İş ve İşçi Bulma Kurumu orada olduğu için Tophane düşünülüyor. Heykeltraş Muzaffer Ertoran hazır, “Zaten öyle bir etüdüm var” diyerek mutlu mesut işe girişiyor. Ertoran bilebilir miydi heykelinin başına on yıllar boyunca gelecekleri?


Onu ilk fark ettiğimde tek kolu kırılmıştı bile. Kırılan kol balyozu tuttuğu koluydu. Bir insana zarar verilmiş gibi bir üzüntüye ve garip bir utanca kapılmıştım. Daha sonra anneme sorduğumda, muhtemelen farklı görüşten birilerinin, o işçiyi rahat bırakmadıkları cevabını almıştım. Sonra bir gün yine sabahın köründe oradan geçerken, kırılan kolun yerine demirlerle bağlanarak son derece iğreti bir biçimde takıldığını görmüştüm. Tamir çabası hoşuma gitmişti ama ameliyat başarılı değil gibiydi. Sonra heykelin iki kolu birden gitti, heykel toptan kaldırılıp atölyeye taşındı ve ‘tam olarak’ geri döndü yanlış hatırlamıyorsam. Sonra yine darbeler; bu kez bacak da gitmişti. Heykel beton döküm olduğu için de kırmak kolay oluyordu zaten. 

Yine de başarılı bir eylem
Tophane’den son geçişimde bu heykelle ilgili bir yazı yazmalıyım diye düşünmüştüm. Derken geçen hafta bir grup güzel insan duruma dikkat çekmek için heykeli yerinden araklama girişiminde bulundu.


Belediye görevlileri tesadüfen oralarda olmasaydı, belki her gün o heykelle selamlaşanların dışında hiç kimse işçinin seke seke yürüdüğünün farkına varmayacaktı. En azından bir süre, belki 12 saat, belki birkaç gün... Grup heykeli yerine bir hafta sonra yerleştirmeyi planlıyordu. Bu tam da heykeltraşın geldiği son noktaya uygun bir eylemdi.


İşçinin başına gelen bu sonsuz işkence Ertoran’ın da sağlığında canına tak etmiş olacak ki, birkaç tamirden sonraki yılgınlığını, ‘Bir makinenin gelip heykeli yerinden sökmesi’ fantazisiyle dile getirmişti. Eylem planlandığı gibi gitmese de, bence 2010 Kültür Başkenti etkinliklerinin en parlakları arasına üst sıralardan girdi.

Radikal Cumartesi, Yazı: Banu Güven, 03.04.2010

SAĞLAMLAŞTIRILMASINA BAŞLANDI

 

 

Uzun zamandan beri tartışılan ve yerlerinden sökülerek yeni Hasankeyf'e taşınacakları bildirilen tarihi eserlerin sağlamlaştırılmasına başlandı. Hasankeyf Kazı Başkanı Prof.Dr. A.Selam Uluçam, Bakanlığın açtığı ihaleyi kazanan firmanın Hasankeyf'e gelerek çalışmalara başladığını söyledi.

 

Zeynel bey türbesinde iskele kurulduğunu ve sağlamlaştırma çalışmalarının başladığını belirten Uluçam "Bakanlığın ihalesiyle önceden belirlenen 11 yerin sağlamlaştırılması yapılacak. Küçüksaray'dan Artuklu hamamına kadar birçok tarihi eseri sağlamlaştıracak olan firma bu çalışmayı Kasım ayına kadar sürdürecektir" dedi.

Batman Gazetesi, 02.04.2010

AĞLAYAN MERYEM, AZİZ GENNARO'NUN KANI VE AZİZE ROSALIA'NIN KEMİKLERİ

 

Dinlerin iddia ettiği her mucize, biraz yakından incelenince, son derece sıradan olayların cehaletten kaynaklanan yorumlarından ibaret olduğu görülmüştür.Hani ortaçağda falan bu cehaleti anlamak kolaysa da, yirmibirinci yüzyılda bu zırvalara inanan insanları uygar toplumlar içerisinde bile görmek insanı gerçekten şaşırtıyor.

 

Buna benzer en son haber Paris'ten hem de bir Türk'ün evinden geldi: Efendim, 2006 yılında Paris'te ikamet eden bir vatandaşımıza Lübnan'lı bir rahip tarafından hediye edilmiş olan yağlıboya bir tablodaki Meryem Ana tablosu ağlamaya başlamış 12 Şubat'tan beri! Şimdi de bir din adamı ekibi gelip bu tabloyu inceleyeceklermiş (bence önce evdeki nem durumunu incelemeye bir tesisatçı falan getirseler daha iyi olur). Tabii bu konuda naklettiklerim dışında hiçbir detaydan haberdar değilim.

 

Ama ondokuzuncu yüzyılda Oxford Üniversitesi'nde ilk kez jeoloji dersleri vermeye başlamış olan Dekan William Buckland'in benzer "mucizeleri" aydınlatması meşhurdur. Buckland enfes bir öğretmen ve heyecanlı bir konuşmacı olmasıyla şöhret yapmış, Charles Lyell gibi modern jeolojiyi yaratanlardan bazı önemli bilim insanlarını jeolojiye kazandırmış olan ve kendisi de önemli bir bilim insanı olan bir kişidir. Buckland'in özel meraklarından biri de hayvanlar alemindeki (dışkı ve sidikler dahil) her şeyi tatmak gibi garip bir hobisi olmasıydı. Evine misafir gelen davetlilerine bazen bir fil pirzolası, bazen bir timsah filetosu, bazen de iguana eti ikram ettiği söylenir.

 

Buckland evlenince eşini de alıp İtalya'nın güneyine balayına çıkmış. Bir din adamı olduğu halde (dekanlık rütbesi, üniversite değil, kilisenin verdiği bir rütbeydi) dinin mucizelerine inanmaması dindar ev sahiplerini kızdırmış, inancını tazelemek için kendisine Azize Rosali'nın kemiklerini Monte Pellegrino'nun yüksek sırtlarındaki bir mağarada inziva hücresinde göstermeye karar vermişler.

 

Karşılaştırmalı anatomiyi iyi bilen Buckland "kutsal" (!) kemiklere şöyle bir bakmış: "Azize Rosalia'nın kalıntıları ha? Bana sorarsanız keçi kemikleri" demiş. Bunun ardından o kutsal yer derhal ziyarete kapatılmış! Daha sonra Napoli'de Aziz Gennaro'nun kanının her yıl nasıl tekrar sıvılaştığının kendisine gösterilmesi üzerine, derhal dizleri üzerine çöküp yerdeki sıvıyı yalayan Buckland, bunun kan değil, heykelin üzerine akan yarasa sidiği olduğunu ilan etmiş.

 

İtalya'da Torino'daki Vaftizci Yahya (Yohannes Prodromos) kilisesinde bulunan "Torino Kefeni" adı verilen pamuklu bez parçasının üzerinde bulunan insan görüntüsünün, İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra cesedinin üzerine örtülmesi esnasında bu beze nakşedildiğine inanılır.

 

1988'de Papalık, üç ciddi araştırma merkezinin (Oxford Üniversitesi, Arizona Üniversitesi ve İsviçre Federal Yüksek Teknik Okulu) bu bez parçasından alınan örnekler üzerinde radyokarbon yöntemiyle yaş tayini yapmasına izin verdi: Yaşlar bezin, bırakın İsa'nın kefeni olmayı, 13 ila 14. yüzyıla tarihlenmesi gerektiğini gösterdi.

 

Bu ölçümlere bilhassa dindar takımdan itiraz geldiyse de 2008'de Nature'da çıkan bir yazı radyokarbon yaşının yanlış olması ihtimalinin pek de akılcı olmadığını gösterdi. Üstelik İsrail'de yapılan arkeolojik kazılarda bulunan ve İsa'nın çarmıha gerildiği yıllara ait kefen kumaş dokusunun Torino Kefeni'ndekinden çok daha ilkel olduğu görüldü.

 

Mucize, doğanın normal işleyişinin dışında cereyan ettiği kesin olan olaylara verilen isimdir. Bugüne kadar bilimin aydınlatamadığı iyi belgelenmiş hiçbir mucize yoktur. Mucizeye inanmak yobaz için öyle bir ihtiyaçtır ki, arada bir Ayasofya'yı yurtdışından gelen dostlarıma gezdirirken, inançlarının yönü kılık kıyafetlerinden belli olan bazı kişilerin bana meşhur dilek deliğinin Hızır'ın parmağı ile Ayasofya'yı Kabe'ye yönlendirmesi esnasında oluştuğunu anlatmaya çalıştıklarına şahit oluyorum.

 

Bu insanları önce sabırla sonuna kadar dinliyorum, sonra da ellerinden tutup onları Ayasofya'nın ekseninden güneydoğuya kayık bir şekilde inşa edilmiş olan mihrabına götürüyorum: "Biraz akılcılığınızı kullanın" diyorum. "Hızır, binayı çevirebilmiş olsaydı, bu mihrabı Kabe'ye dönük olabilmesi için Fatih böyle yamuk yaptırmak ihtiyacını duyar mıydı?"

 

Aklı başında görünen insanların din adına karşılarına gelen bir sürü zırvalığa inanabilmelerini çocukluğumdan beri hiç anlayamamışımdır. Başından beri bu durum, insanlığın en önemli sorunları arasındadır. Bu zırvalıklar uğruna tarihte dökülen kanın, tahrip edilen kültür varlıklarının haddi hesabı yoktur. Liberalizmin tamamen çarpık (bazen maksatlı) yorumlarından türeyen bu tür zırvalıklara saygı gösterilmesi ısrarını ise hiç mi hiç anlamıyorum.

Cumhuriyet Bilim Teknik, Yazı: Celal Şengör, 02.04.2010

BİZANS'IN KAYIP DİKİLİTAŞ'I BULUNDU





Esekapı Mescidi’nin restorasyon çalışmalarında bir granit parçası bulundu. İpuçları, bu parçanın 4. yüzyılda Mısır’dan getirilen bir dikilitaşa ait olduğunu gösteriyor. Murat Sav ve Hayri Yılmaz’ın konuya ilişkin haberinden ayrıntılar şöyle;

 

Eni 80 cm, boyu 90 cm, yüksekliği de 3 metre dikdörtgen prizma şeklinde pembe bir granit. Bu tasvir ilk seferde kulağa sıradan gelebilir. Ama İstanbul’da Cerrahpaşa semtindeki Esekapı Mescidi’nde (İbrahim Paşa Medresesi) bulunan bu kesme taş, büyük bir ihtimalle bir dikilitaşın (obelisk) parçası.

 

Bulunduğu konum, granite 16. yüzyılda yapı mescide çevrilirken rastlandığını, ama ağırlığı dolayısıyla yerinden kaldırılamayıp, yana yatık halde bırakıldığını gösteriyor. Hemen üzerine Esekapı Mescidi’nin döşemeleri yerleştirilen granit, yüzyıllarca toprak altında saklı kalmış.

Dikilitaş, Adli Tıp Kurumu’nun hemen karşısında yer alan Esekapı Mescidi’nin avlusunda bulundu. Burası, Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde Mimar Sinan’a yaptırılmıştı.





Yapının arazisinde İsakapı (Bab-ı İsa) diye anılan bir Bizans kilisesi vardı. İsmi, yakınında bulunduğu ve “Eski Kapı” adıyla bilinen kapıdan geliyordu. Bu kapının, 1509’daki “Küçük Kıyamet” adı verilen büyük depremle yıkılan surlardaki İsakapı olduğu biliniyor.


Bulunan kesme taşın rengi, neredeyse kare kesitli olması ve yukarıya doğru incelmesi, büyük ihtimalle Mısır’dan getirildiğini gösteriyor. Antik dönemlerde Mısır’ın Asuan bölgesinden çıkarılan pembe granitler blok halinde kesilirdi. Mısır’ın da bağlı olduğu Roma veya Bizans’ın farklı eyaletlerinde inşaatlarda yapı malzemesi veya meydanlarda anıt olarak kullanılırdı. Yazılı kaynaklar da yeni bulunan granitin bir dikilitaş olma ihtimalini güçlendiriyor.






İstanbul ise ilk dikilitaşına 4. yüzyılda kavuştu. İmparator I. Theodosius’un 390’da Hipodrom’a yerleştirdiği dikilitaş 1620 yıldır aynı noktada. İstanbul’a ne zaman kim tarafından getirildiği kesin olarak bilinmiyor.

 

Osmanlı dönemi boyunca hem Mısır’ın bu anlaşılamayan taşı hem de kaidesindeki kabartmalar şehri koruyan bir tılsım kabul edildi ve korundu. İstanbul’da az tanınan bir başka dikilitaş ise, Sarayburnu civarında yapılan kazılarda bulundu ve halen Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde sergileniyor.

 

Antik Çağ’da dikilitaşlar Mısır dışında sadece Roma ve İstanbul’da yükselirdi. Osmanlı döneminin sonunda ise, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve soyundan gelen Mısır hıdivlerinin izniyle Londra, Paris ve New York’a birer tane dikilitaş armağan edildi.

 

Dikilitaşların özelliği yekpare olmaları. Antik Mısır’da genelde Asuan granit ocaklarından çıkarılırlardı. Tonlarca ağırlıktaki bu dev anıtların kızaklar üzerinde sürüklenerek taşınabileceği tahmin edilse de nasıl yerlerine yerleştirildikleri hep merak uyandırmıştır. Bugün uzmanlar, dikilitaşları yerleştirmek için devasa toprak tepelerinin hazırlandığını düşünüyor. Tepeden kaydırılan taş, tapınak önlerindeki kaideler üzerine oturtuluyor, daha sonra çift yönlü dengelenmiş iplerle yerleştiriliyordu.

Ntvmsnbc, 02.04.2010

YALOVA'DA KANALİZASYON KAZISINDA TARİHİ MEZAR TAŞI





Yalova Belediyesi tarafından Yalı Caddesi üzerinde sürdürülen kanalizasyon hattı kazı çalışmaları sırasında 1820 yılına ait mezar taşı bulundu. Yapılan inceleme sonucu Yalakabad Ayanı Emin Ramazan isimli kişiye ait olduğu belirlenen mezar taşının yapılacak incelemenin ardından Yalova Açık Hava Müzesi'nde sergileneceği bildirildi.

Yalova Belediyesi ekipleri tarafından Yalı Caddesi'nde yürütülen kanalizasyon hattı çalışmaları sırasında kepçeye takılan taş heyecan yarattı. Kazıdan çıkarılan taşın incelenmesi için Bursa Müze Müdürü Enver Sağır'ın da beraberinde iki uzman Yalova'ya çağrıldı. Uzmanların incelemesi sonucu taşın 1820 yılından kalma mezar taşı olduğu anlaşıldı.

Kazı bölgesinde incelemelerde bulunan Yalova İl Kültür ve Turizm Müdürü Cemal Ulusoy, kazının yapıldığı yerin tarihi bir alan olmadığı için alt yapı çalışmaların devamında bir sakınca olmadığını söyledi. Ulusoy, "Çalışmaların yürütülmesinde herhangi bir sakınca yok. Çünkü burası tarihi bir yer değil. Ancak buradan başka mezar taşları da çıkabilir. Böyle bir durum meydana gelirse kazıyı yürütenler bizleri bilgilendirecekler" diye konuştu.

Mezar taşını inceleyen Yalovalı Tarihçi-Yazar Muhsin Sevencan ise, "Bu mezar taşı 1820'li yıllara ait. Bu bizim için bir sürpriz değil. Çünkü Yalova'nın Pazaryeri ile Cumhuriyet Meydanı dediğimiz alanın eskiden bir mezarlık olduğunu biliyoruz. Bu mezar taşı Yalakabad Ayanı Emin Ramazan isimli kişiye ait. Yalova'nın Yalakabad ismi olarak zikredilmesi çok ilginç bir olay. Bu taş resminin sahibi kişi, bugün bir İl Genel Meclisi Üyesi eşdeğerinde birisi olmalı. Taşın diğer parçası kopmuş. Maddi değil ancak tarihi değeri var" dedi.

Yalova Belediye Başkanı Yakup Koçal ise mezar taşının bulunmasının ardından alt yapı çalışmalarının yapıldığı yere gelerek, "Bende yeni bilgi sahibi oluyorum. Başka mezar taşlarının da çıkabileceğini söylüyorlar. İnşallah çıkar" dedi.

Bulunan mezar taşında yapılacak olan incelemelerin ardından taşın Yalova Açık Hava Müzesi'ne yerleştirileceği öğrenildi.

haberler.com, 31.03.2010

Kargamış (Ağustos, National Geographic)
...1928





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi