18 Nisan - 1 Mayıs 2010
|
TARİHİ KLEOPATRA HAMAMI
GÜN YÜZÜN ÇIKIYOR
Helenistik döneme ait
olarak tescillenen tarihi Kleopatra Hamamı'nın,
1970'de üzerine yapılan ve 1988'e kadar faaliyet
gösteren otel binası Bergama Belediyesi'nce Müze
denetiminde yıkılmaya başlandı
Projenin genel amacının Tarihi ve kültürel nitelik
taşıyan Kleopatra Hamamı'nın restore edilerek
kullanıma sunulması, hamamla ilişkili kullanılacak
günübirlik termal banyoların ve çevre düzenlemesinin
yapımı olacağını belirten Belediye Başkanı Mehmet
Gönenç sözlerini şöyle sürdürdü. " Dünyanın ilk
telkinle tedavi hastanesinin çok yakınında olan
Kleopatra güzellik ılıcası termal suyla tedavinin
antik çağlardan beri kullanıldığı bilinmektedir.
Bergama'da MÖ 400 yıllarında kaplıca tedavisinin
yapıldığı belgelerle kanıtlanmıştır. 2000 yılı aşkın
tedavi veren bir merkezi tekrar faaliyete geçirmek
için bu çalışmayı başlattık. Öngördüğümüz projede,
Tarihi Kleopatra Hamamı'nın restorasyonu, açık
termal havuzlar, Hidroterapi,Buhar, Masaj, Jimnastik
ve İdari odaları olan ayrıca günü birlik ılıca banyo
odalarından oluşan büyük bir tesis yapmayı
planlıyoruz" dedi.
Habr Ekspres, 01.04.2010
|
KARADENİZ'İN ZEUGMASI
KAZI BAŞKANINI BEKLİYOR
Karabük'ün Eskipazar İlçesi'nde, Karadeniz'in
Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis Antik
Kenti'ndeki kazılara, yeni kazı başkanı atanarak
tekrar başlanması hedefleniyor.
MÖ 1. yüzyılda
kurulduğu ve MS 8.
yüzyıla kadar yerleşim amacıyla
kullanıldığı tahmin edilen
Hadrianaupolis'teki
kazılarda, Anadolu'da örneklerine hiç görülmeyen
bazı zemin mozaiklerine rastlanması araştırmacıları
heyecanlandırıyor.
Gaziantep'te ortaya çıkan
Zeugma
mozaikleri kadar güzel nitelendirilen at, fil,
panter, geyik ve grifon gibi birçok hayvanın tasvir
edildiği mozaiklerle ünlenen antik kentte, geçen yıl
duran kazı çalışmalarına yeniden başlanması
planlanıyor.
Karabük İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Şahin,
antik kentte 2005'te başlanan fakat kazı başkanının
ayrılması sonucunda geçen yıl duran kazıların devam
edeceğini söyledi. Daha önceki kazılarda Geç
Helenistik, Roma ve Erken Bizans devirlerine ait
olduğu anlaşılan 14 adet dağınık yapılar tespit
edildiğini anlatan Şahin, şöyle konuştu:
''Kazı başkanının ayrılmasıyla çalışmalar yaklaşık 1
yıl önce durdu. Kültür ve Turizm Bakanlığının yeni
kazı başkanı ataması çalışması son aşamalarına
geldi. Yaklaşık 1 ay içinde kazılara başlanmasını
amaçlıyoruz. Burada daha önceki kazılarda ortaya
çıkan eserler koruma altına alındı. Üzerleri şu anda
örtülü durumda. Kazı başkanı olmak isteyen öğretim
üyeleri var. Kazılar başlayınca yaklaşık 2 yıl daha
devam edecek. Daha sonra burası turizme
kazandırılacak. Ortaya çıkartılacak kültürel
zenginliklerin tarihe ışık tutması açısından
çalışmaların çok önemi bulunmaktadır.''
Şahin, ilçedeki
travertenlerin oluşturduğu Akkaya Termal Kaynağı'nın
da turizme kazandırılmasına çalıştıklarını
belirterek, şunları kaydetti:
''İmanlar köyü yakınlarında sarp kayalardan çıkan 25
derece sıcaklıktaki suyun travertenler oluşturduğu
kaynağın bulunduğu alan turizm açısından önemlidir.
Yüksek oranda karbondioksit ile kükürtlü hidrojen
bulunan ve yöre halkı tarafından birtakım
hastalıklara iyi geldiğine inanılan su kaynağının
oluşturduğu 35 metre yüksekliğindeki travertenlerin,
Pamukkale gibi turistlerin ilgisini çekmesi
amaçlanıyor. Buranın işletmesini
Eskipazar
Belediyesi ihale yoluyla aldı. Belediye söz
konusu suyun değerlendirilmesi için tesisin
yapılması ve ivme kazandırılması amacıyla işletmeci
arama çalışmalarına devam ediyor. Bu konuda olumlu
gelişmeler var.''
Yapı, Fotoğraflar:
Turgut Ertuğrul, 30.04.2010
|
İÇ ANADOLU'NUN İLK KALE
KENTİ DE BARAJ TEHDİDİ ALTINDA
Aksaray'ın Gülağaç
İlçesi'nde bulunan
7 bin yıllık Güvercinkayası kazı alanı ve
içerisindeki tarihi sur duvarı, Mamasın Barajı'ndaki
su seviyesinin yükselmesiyle ada haline geldi.
Güvercinkayası Kazı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya
Anabilim Dalı Başkanı
Prof. Dr. Sevil
Gülçur, orta kalkolitik dönemden günümüze
ulaşan Güvercinkayası'nın 7 bin yıllık geçmişiyle
İç Anadolu'daki
kale kent modelinin bilinen ilk örneği
olduğunu söyledi.
Güvercinkayası'nı
1994 yılında yüzey araştırması sırasında
bulduklarını belirten Gülçur, baraj suları altında
kalma tehlikesi nedeniyle
1996'da
Güvercinkayası'nda
kurtarma amaçlı kazı çalışmalarına
başladıklarını ve çalışmaları aralıksız her yıl
devam ettirdiklerini ifade etti.
Gülçur,
Güvercinkayası'nda kazı çalışmalarına aşağı
yerleşmeden başladıklarını ifade ederek, 1997
yılında höyüğün en yüksek alanında açığa
çıkardıkları yanıklı alanın, buranın basit bir köy
yerleşiminden çok, kompleks
yapıya sahip bir yerleşme olduğunu
belgelediğini anlattı.
Güvercinkayası'nın
sınıflı toplumların başlangıcı ve
kale kent modelinin
öncüsü olduğunu vurgulayan Gülçur, şunları
kaydetti:
''Burası aşağı
ve yukarı
yerleşme olarak ikiye ayrılıyor. Ortasında
bugüne kadar sağlam kalmış bir
sur duvarı
bulunuyor ve yerleşmeyi ikiye bölüyor. Bu sur duvarı
Anadolu'daki sınıflı toplumların bir başlangıcı ve
somut belgesini oluşturmaktadır. Sur duvarının üst
kısmında iç kale
bulunuyor. Bu iç kalenin arkasına yerleşen
binaların, aşağı yerleşme konutlarına göre daha
zengin bir donanıma sahip olduğunu ortaya çıkardık.
Bu bağlamda MÖ
5200-4750 yıllarına tarihlediğimiz
Güvercinkayası, kentleşmenin çok öncesindeki
hiyerarşik bir yapılanmayı ortaya koymaktadır.''

Güvercinkayası'nın,
Mamasın Barajı
sularının yükselmesiyle adaya dönüştüğünü vurgulayan
Gülçur, ''Önümüzdeki yıllarda barajın suları bugünkü
seviyesinden 2-3 metre daha yükselirse, 7 bin yıllık
Güvercinkayası ve içerisindeki tarihi sur duvarı
tamamen sular altında kalabilir'' dedi.
Mamasın Barajı'nın Güvercinkayası'nı dalga ve su
erozyonuyla yok ettiğine dikkati çeken Gülçur, şöyle
devam etti:
''1962'de yapılan Mamasın Barajı'nda kış aylarında
su tutulurken, yaz aylarında salınmaktadır. Baraj
suyundaki bu yükselme ve alçalma, dalga ve su
erozyonuna neden olmaktadır. Baraj suları 1962'den
günümüze kazı alanının kuzey yamaçlarının büyük
bölümünü dalga ve su erozyonuyla yok etti. Bu yıl da
baraj suları kazı alanımızın bir kısmını aldı. Tek
korkum, kazıların kesintiye uğramasıyla yapılan
çalışmaların boşa gitmesi ve tarihi yapının yok
olmasıdır. Sonuçta tarihi önemi olan bir ören
yerimizin izleri tamamen silinecek.''
Türkiye'de yüzlerce eserin baraj tehdidi altında
olduğunu hatırlatan Gülçur, ''Sular altında kalan
alanlarda tarih ve kültür Hasankeyf'te olduğu gibi
kayboluyor. Ancak Güvercinkayası diğer yerlere göre
daha şanslı. Çünkü bugüne kadar düzenli olarak kazı
çalışması yaptık ve tarihi önemini ortaya çıkardık''
diye konuştu.
Gülçur, Güvercinkayası'nın yakından takip edilerek,
yok olmasının önlenmesi gerektiğini sözlerine
ekledi.
Yapı, Fotoğraflar: Murat
Öner Taş/AA, 30.04.2010
|
TARİHİ KİLİSE
DEFİNECİLERİN HEDEFİ OLDU
Hakkari'ye
7 kilometre uzaklıktaki
Halel
mevkiinde bulunan ve
Nasturilere
ait olduğu sanılan
Halil Kilisesi'nin, define arayan kimliği
belirsiz kişiler tarafından tahrip edildiği
belirtildi.
Üzerinde kitabe bulunmadığı için ne zaman ve kimin
tarafından yaptırıldığı bilinmeyen kiliseye giren
defineciler, kilisenin içi ve çevresinin yanı sıra
duvar taşlarını dahi yerinden söktü. Tamamen bir
harabeyi andıran kilisenin bu şekilde tahrip
edilmesine üzülen vatandaşlar, Halil Kilisesi'nin
koruma altına alınması gerektiğini söylediler.
Konuyla ilgili olarak Hakkari İl Kültür ve Turizm
yetkililerinin verdiği bilgiye göre, tahrip edilen
kilisenin bakanlık tarafından tescillendiği ancak,
kilise ile ilgili herhangi bir çalışmanın olmadığı
öğrenildi. Yakın zamanda diğer kiliselerle ilgili
restorasyon çalışmalarının başlayacağı, Halil
Kilisesi'nin restorasyon işlemlerinin de
diğerleriyle birlikte yapılması için gerekli
girişimlerde bulunulacağı ifade edildi.
Cumhuriyet, 30.04.2010
|
|
 |
BOĞAZKALE MÜZESİ'NİN HALİ VALİYİ ÖFKELENDİRDİ
Boğazkale Müzesi’ni binasını ziyaret ederek yapılan çalışmalar hakkında bilgi alan Vali Toprak, çatının aktığını bina içerisinde de rutubet nedeniyle boyada dökülmeler olduğunu görünce öfkelendi.
Yapımı yeni tamamlanan Boğazkale Müzesi’nin çatısının akması ve içerisinde büyük oranda nem bulunması nedeniyle binanın içerisindeki boyalarda dökülmeler meydana geldi. Boğazkale’yi ziyaretinde müze binasını da gezerek bilgi alan Vali Toprak, binanın yeni bir bina olmasına rağmen çatıdan su sızdığını ve bina içerisinin haline sinirlendi.
Çorum İl Özel İdaresi tarafından ve 987.803.30 TL sözleşme bedelli Çorum Boğazköy Müzesi İnşaatı’nın ocak ayında bittiğini ancak sorunlarının bitmediğini ifade eden Vali Toprak, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru'nu telefonla arayarak durum hakkında bilgi aldı. Binanın içerisinde bulunduğu durumu rezalet olarak değerlendiren Vali Toprak, kabul için yapılacak herhangi bir başvuruya imza atılmaması talimatını verdi. Binanın sorunlarının sona erdirilmeden kabul edilmesi halinde soruşturma açtıracağını kaydeden Vali Toprak, müzelerin korunaklı olması gerekirken Boğazköy müzesinin içerisinde bulunduğu durumun tarihi eserlere de zarar vereceğini vurguladı. Müze yetkilileri ise yaptıkları açıklamada yağmur yağmasının ardından bina içerisindeki tesisattan sular aktığını ifade ederek çatının iyi yapılmadığını ayrıca üst kısmının biraz daha yükseltilerek çatıya eğim verilmesi gerektiğini vurguladı.
Vali Mustafa Toprak, çatıdaki sorunun giderilmesinin ardından itfaiye tarafından çatıya su sıkılmasını ve su sızdırıp sızdırmadığının kontrol edilmesini istedi.
ÇorumHaber, 30.04.2010
|
ÇORAPÇI HANI RESTORASYONA ALINDI
Sivas’ın sahip olduğu tarihi ve kültürel değerlerden birisi olan Çorapçı Hanı’nın kent kültürüne yeniden kazandırılması için çalışma başlatıldı. Sivas Belediyesi tarafından 2006 yılında 500 bin TL’ye kamulaştırılan Çorapçı Hanı Sivas Belediyesi tarafından restorasyona alındı.
İki yüz yılı aşkın bir zamandır ayakta olduğunu kaydedilen Paşabey mahallesinde Yeni Cami'nin doğrusunda yer alan Çorapçı Hanı’nın 19. yüzyılda inşa edildiği söylentileri revaçta ise de yapılış tarihini net olarak bilinmiyor.
Sivas Belediyesi tarafından geçtiğimiz yıllarda restorasyon projesi tamamlanan Çorapçı Hanı’nda dün itibariyle çalışmalar başladı. Restorasyon ihalesini Özbelsan AŞ’nin aldığı hanın etrafı tahta perdelerle kapatılırken, ekiplerin önümüzdeki günlerde restorasyona başlayacağı öğrenildi.
Osmanlı yadigarı, bir ''Eski toprak'' olma özelliğini taşıyan Çorapçı Hanı, kerpiç malzemeyle inşa edilmiş ve yapının girişi kuzey yönüne verilmiş. Orta avlu çevresinde muhtelif ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yapılmış büyüklü küçüklü on iki dükkan bulunurken yapının başka bir kapıyla çıkılabilen üst katı on beş odadan oluşan bir yapı olarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Çorapçı Hanı yakın bir geçmişe kadar''Han''ismine uygun olarak gecelemek amaçlı kullanmış. Han'ın ahşaptan yapılmış olan yeşil boyalı pencereleri ise demirlerle korunaklı hale getirilmiş. Geriye doğru yedi çıkmalı olarak kat kat testere biçiminde uzanan yapının en arkasında yine eskiden binek hayvanların yemlenmesine olanak sağlayan bir Develik bulunuyor.
Sivas Hürdoğan, 30.04.2010 |
 |
JAPON SANATI TOPKAPI
SARAYI'NDA
“Japon Sanatının 5000 Yılı” sergisi, “2010
Türkiye’de Japonya Yılı” etkinlikleri kapsamında 5
Mayıs-28 Haziran tarihleri arasında Topkapı Sarayı
Müzesi’nde sanatseverlerle buluşacak. Sergide, MÖ
2000 yılından günümüze resim, heykel ve el
sanatlarından oluşan 47 eser yer alacak. Özel
eserler kapsamında, 1890 yılında Osmanlı Padişahı 2.
Abdülhamid Han tarafından Japon İmparatoru Meiji’ye
armağan edilen çiçek işlemeli mor kadife masa örtüsü
de sergilenecek.
Türkiye Gazetesi, 30.04.2010
|
 |
KANALİZASYONDAN TARİH ÇIKTI
Antalya'da kanalizasyon çalışması sırasında MÖ 200 yıllarına ait olduğu tahmin edilen mezar ortaya çıktı.
Cebesoy Caddesi üzerinde bulunan eski Doğu Garajı olarak bilinen alanda Antalya Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (ASAT) tarafından yürütülen kanalizasyon çalışmaları sırasında antik mezar çıktı. Bunun üzerine çalışmaları durduran yetkililer kazı çalışmalarını izleyen Antalya Müzesi görevlisinin inceleme yapmasına karar verdi. Yapılan incelemelerde mezarın MÖ 200 yıllarına ait Attaleia Antik Kenti'nden kalma olabileceği kanaatine varıldı.
Arkeologlar, mezarın zarar vermeden çıkarmak için çalışmalarını sürdürüyor. Kapaklı lahit olma ihtimali üzerinde duran yetkililer mezarın yanında o döneme ait mimarı eserlerin kalıntıların bulunduğunu bildirdi.
Yetkililer, kazıların tamamlanmasının ardından Türkiye Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla mezarın yerinde kalması ya da başka bir yere taşınıp taşınmamasına karar verileceğini bildirdi.
Star Gazete, 29.04.2010
|
SARIKAYA'DAN TARİH FIŞKIRIYOR
Yozgat'ın Sarıkaya İlçe Belediye Başkanı Ali Osman Erbir, tarihi Roma Hamamı kalıntılarının başlayan kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkartılıp turizme kazandırılacağını söyledi.
Sarıkaya'da bulunan Tarih Roma Hamamı kalıntılarının bölgenin ayakta duran en eski tarihi eser olduğunu ifade eden Sarıkaya Belediye Başkanı Ali Osman Erbir, "Aynı zamanda kaplıca merkezi olan ilçe merkezimizde böyle bir tarihi esere sahip olmamıza rağmen çoğu toprak altında kalan bu değeri toplumumuza, turizmimize, tarihi ve kültürel değerlerimize kazandırmak amacıyla herhangi bir çalışma yapmadığımız gibi çöplük halini almasına sebebiyet vermişiz. Biz bu eseri tarihi kültürel mirasımıza kazandırmak amacıyla 3 yıldır yürüttüğümüz çalışma neticesinde temizlik ve tanıma kazısı iznini aldık.
İzin sonrası müze müdürlüğümüz denetiminde işçisi ve ekipmanı Sarıkaya Belediyemiz tarafından üstlenilerek kazı çalışmasına başlandı. Bir haftadır devam eden kazı neticesinde Cumhuriyetin ilk yıllarında Ilık Hamam (Kaymakam Hamamı) olarak bilinen ve Bazilikanın Batı bölümünün Güneyindeki bölme açığa çıkarılmıştır. Çalışmalarımızın ilk hedefi olan ilk Bazilika (İşlemeli Sur ve Temel arası) alanında çalışmalarımız devam etmektedir" dedi.
Çalışmalar yapılırken en büyük zorluğun termal su kaynağında çok fazla su bulunması ve işçilerin bu suyun yoğun tazyikine maruz kalması olduğunu vurgulayan Başkan Erbir, "Kazı esnasında hemşerilerimizin yoğun ilgisi bu işin tüm Sarıkayalıların tarafından sahiplenildiğini göstermekte buda bizi ziyadesiyle mutlu etmektedir. Biline tarihi 3 bin yıla dayanan bu yapı artık bize emanettir" diye konuştu .
Internet Haber, 29.04.2010
|
 |
YENİ HASANKEYF İÇİN GERİ
SAYIM BAŞLADI

Batman
Valisi Ahmet Turhan, Hasankeyf Bilimsel Çalışma
Kurulu'nun antik kentte bulunan eserlerden aldıkları
örnekleri inceleyerek eserlerin taşınıp
taşınamayacağına karar vereceğini bildirdi.
Turhan, gazetemize
yaptığı açıklamada, Zeynelbey Türbesi, Artuklu
Hamamı ve Büyüksaray'da bulunan eserlerde
restorasyon çalışmalarının sürdüğünü ve eserlerin
taşınıp taşınmayacağına, asıl taşınacağına yardımcı
olmak üzere teknik çalışmalar yapması için bir
Bilimsel Çalışma Kurulu oluşturulduğunu belirtti.
Kurulda uzman bilim
adamlarının yer aldığını ifade eden Turhan, kurul
tarafından başlatılan teknik çalışmaların devam
ettiğini ve bazı eserlerden alınan numunelerin
incelenmekte olduğunu ifade etti.
Turhan, şöyle konuştu:
''Hasankeyf Bilimsel Çalışma Kurulu antik kentte
bulunan eserlerden aldıkları örnekleri inceleyerek
eserlerin taşınıp taşınamayacağına karar verecektir.
Hasankeyf'te bulunan mevcut yerleşim yerlerinde
kamulaştırmaya ilişkin henüz resmi bir girişim
olmadı. Kamulaştırmaların tamamlanmasının ardından
kazı çalışmaları bu alanlarda da yapılacaktır.
Mevcut yerleşim yeri alanı boşaltıldığında o
alanlarda gerekli çalışmalar yapılarak olası tarihi
eserlerin ortaya çıkartılması sağlanacaktır. Bu
kapsamda mevcut kazı ekibinin kapasitesi ve bütçesi
artırılarak en kısa zamanda daha geniş bir çalışma
yapılması sağlanacaktır. Hasankeyf merkezinde
kamulaştırmalar ile ilgili bir ön çalışma
gerçekleştirilmiş, ancak resmi bir çalışma
yapılmamıştır. Yeni yerleşim alanındaki kamulaştırma
çalışmaları ise tamamlanmıştır. Genel olarak su
altında kalacak olan araziler için ise baraj
gövdesinden başlayarak havzanın üst kısımlarına
doğru kamulaştırma çalışmaları yürütülmektedir.''
Turhan, Hasankeyf İlçesinin yeniden inşa edileceği
alanın mevcut yerleşimin karşısında Raman Dağı
eteklerindeki düzlük alan olarak belirlendiğini
hatırlatarak, bu alanla ilgili gerekli altyapı
araştırmalarının yapıldığını ve yerleşime uygun
olduğunun tespit edildiğini, yeni alandaki
konutların en geç 2 yıl içerisinde tamamlanmasının
planlandığını anlattı.
Hasankeyf Belediye
Başkanı Abdulvahap Kusen de Hasankeyf'in yüzde
80'inden fazlasının sular altında kalacağını, su
yüzeyinde kalan bölümün de zamanla suya gömülüp yok
olacağını savundu. Hasankeyf'in Karşıyaka, Aşağı
Şehir ve Kale bölgesi olarak 3 bölgeden oluştuğunu
anlatan Kusen, şunları söyledi: ''Bu Karşıyaka
dediğimiz bölge ve aşağıdaki şehrin tamamı su
altında kalacak. Kale bölgesi dediğimiz yerin üst
bölgeleri su altında kalmayacak, Ancak kalenin
etrafı da vadiler ile çevrili olduğu için bilim
adamları zamanla kayaların da çökeceğini ve üsteki
yüzde 20'lik kısmın da zaman içinde sulara
gömüleceğini söylüyor. Hasankeyf'in tarihi değeri,
henüz arkeolojik çalışmalar tamamlanmadığı için
belli değil. Asıl önemli tarih alt şehirde olduğu
için neyi kaybedeceğimizi bilmiyoruz. Hasankeyf'in
yüzde 80'inin su altında kalacağı belli de,
altındaki eserlerin ne olduğunu henüz kazı
çalışmaları bitmediği için bilmiyoruz.''
Hasankeyf Kazı
Başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Abdulsellam Uluçam da, 2010 yılını Hasankeyf
için ''şanslı'' bir yıl olduğunu vurguladı.
Hasankeyf'teki 11 eserin bakımının yapıldığını
belirten Prof.Dr. Uluçam, şöyle dedi:
''Hasankeyf'teki 11 eserin korunması ve
onarılmasına ilişkin proje ihalesi yapıldı. Geç
kalınmış bir durum mevcuttu. Eserler neredeyse
yıkılmak üzereydi. Zeynelbey Türbesi başta olmak
üzere Hasankeyf'in belli başlı anıtlarından El
Rızık Camisi'nin taş kapısı, Küçük Saray, Koç
Camisi, Sultan Süleyman Külliyesi'nin bir
bölümü, Artuklu Hamamı ve bunların eklentileri
bu kapsamda ele alındı. Buradaki eserlerin
sağlam bir şekilde ayakta kalmaları ve süreç
uzarsa bu şekilde restorasyonlarını da
gerçekleştirmiş olacağız. Bizim danışmanlık
yaptığımız bir firma çalışmaları yürütüyor.
Özellikle Zeynelbey Türbesi üzerinde çalışmalara
ağırlık verildi.''
Batman Gazetesi,
29.04.2010
|
BU ÖDENEKLE NASIL
OLACAK?

Malatya- Nemrut
arasındaki karayolunun toplam 31.3 milyon TL
tutarındaki "turistik yol" yapım projesinin 2012
yılında tamamlanmasının planlandığı belirtildi.
CHP Malatya Milletvekili Mevlüt Aslanoğlu'nun,
Nemrut yolu ile ilgili sorusuna Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından yazılı yanıt verildi.
Söz konusu yol için 2010 bütçesinde 520 bin lira
ayrıldığı bilgisi dikkati çekerken, bu ödenekle
yolun nasıl tamamlanacağı merak konusu oldu.
Aslanoğlu'nun soruları ile bakanlığın yanıtları
şöyle:
"Malatya-Pütürge- Tepehan -Adıyaman yolu 100 km'dir.
Bu yolun Pütürge-Tepehan yol ayrımı 60 km ve Tepehan’
a kadar olan kısmı ise 20 km olup karayolları ağı
içerisindedir. Tepehan-Adıyaman ayrımı olan 10
km'lik kısım ise karayolları ağına dahil değildir.
Bu nedenle;
SORU 1:10 km'lik bölüm Nemrut'a giden bir yol olduğu
için turizm yolu kapsamına alınacak mı?
SORU 2 : Malatya-Adıyaman bağlantısı olan bu yol
tamamen karayolları ağı içerisine alınamaz mı?
SORU 3 ; Bu bölüm için 20I0'da ilave bir ödenek
tahsis edilerek bu yolun ulaşıma uygun standart bir
yol haline getirilmesini düşünüyor musunuz?
CEVAP 1-2-3: Nemrut Dağı'na ulaşım Malatya ve
Adıyaman illerinden sağlanmaktadır. Malatya ilinden
ulaşımı sağlayan güzergah Bakanlığımız ile
Karayolları Genel Müdürlüğü arasında imzalanan
protokol çerçevesinde belirlenen Turistik Yollar
Yatırım Programı kapsamına 2005 yılında Nemrut Dağı
Turistik Yolları (94 km) olarak alınmıştır. Proje
bedeli 31.347.000 TL olan yolun 2012 yılında
tamamlanması planlanmaktadır.
Nemrut Dağı Turistik Yolları için 2009 yılı sonuna
kadar 4.358.000 TL harcama yapılmış olup 2010
ödeneği 520.000 TL'dir.
Nemrut Dağı’na Adıyaman ilinden ulaşımı sağlayan
mevcut yolun iyileştirilmesi için Bakanlığımız 2008
yılı bütçesinden de 2.000.000 TL ödenek Adıyaman İl
Özel İdaresi Müdürlüğü'ne aktarılmıştır."
Malatya Haber,
29.04.2010
|
TARİHİ KİLİSE RESTORE EDİLECEK

Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Uzundere İlçesi'ne bağlı Çamlıyamaç
Köyü’ndeki Öşvank Manastırı’nın restorasyonu için
yeşil ışık yaktı. Hıristiyan Gürcülerin her yıl hac
ziyareti gerçekleştirdiği, harabe halindeki Öşvank
Manastırı, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca bu yıl
restorasyon programına alındı. Manastırın rölöve ve
restitüsyon projelerinin çıkartılmasının ardından
restorasyon çalışmalarına başlanacağı bildirildi.
Erzurum'un Uzundere İlçesi Çamlıyamaç Köyü'nde
bulunan tarihi Öşvank Manastırı, Gürcüler tarafından
kutsal kabul ediliyor. Her yıl binlerce Gürcü'nün
ziyaret ederek hacı olduğu Öşvank Manastırı’nı
restore ettirmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı
harekete geçti. Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü
Suat Bakır, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Öşvank
Manastırı'nın restorasyon çalışmasını program
kapsamına aldığını açıklayarak, projelerin ihale
edilmesinin ardından restorasyon çalışmalarının
başlatılacağını söyledi. Projelerin ihale aşamasında
olması nedeniyle maliyet ve ödenekle ilgili olarak
bilgi veremeyeceğini kaydeden Bakır, “Öşvank
Manastırı’nda restitüsyon ve restorasyon çalışması
yapılabilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
gerekli izinler çıktı. Şu anda ihale aşamasında olan
proje çerçevesinde; yapının yeniden kurulması değil,
bugünkü şekliyle dondurulması sağlanacak.
Konservasyon denilen bu işlem sayesinde, çok uzun
bir geçmişe sahip olan yapı koruma altına alınmış
olunacak.” diye konuştu.
Öşvank Manastırı’nın statik sorunları bulunduğunu
belirten Suat Bakır, bu sorunların çözümüne ilişkin
olarak proje temin edeceklerini kaydederek, proje
ihalesi yapıldıktan sonra inşaat ve restorasyon
uygulamalarına başlanacağını bildirdi. Erzurum
Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, Kurumumuzun
denetiminde Öşvank Manastırı'nın restorasyon
çalışmalarına başlanacak.
Hıristiyan Gürcüler için
kutsal kabul edilen Manastırın restorasyon
çalışmasının tamamlanmasıyla birlikte inanç turizmi
kapsamında bölgemize turist patlaması yaşanacak.”
diye konuştu.
Öte yandan bölgedeki en büyük manastır olma
özelliğine sahip Öşvank Manastırı, haç planına uygun
mimarisiyle dikkat çekerken, eserin geçmişiyle
ilgili olarak, kaynaklarda şu bilgiler veriliyor:
“963 ile 973 yılları arasında Gürcü Kralı Kuropalat
Adarnese'nin oğulları David ve Prens Bagrat
tarafından inşa ettirilen ve haç planına göre
yapılan bölgedeki en büyük manastır. Manastırdan
günümüze üç şapel, yemekhane ve dini içerikli
metinlerin el yazması ile kopya edilip korunduğu
kütüphane binası bulunuyor. Tarihi manastırın içi,
çevresi ve duvarları ise definecilerin kaçak
kazıları sonucu önemli ölçüde yağmalanmış durumda
bulunuyor.”
Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal, 29.04.2010
|
 |
TARİHİ KALE RESTORE EDİLİYOR
Osmaniye'nin Düziçi İlçesi'nde, Abbasi Halifelerinden Faraç Bey tarafından 8. yüzyılda Harun Reşit adına yaptırılan kalede restorasyon çalışmalarına başlandı.
Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun onayladığı proje ile ihalesi yapılan ve kaledeki restorasyon çalışmalarına 900 bin TL kaynak ayrılırken, çalışmaların en kısa sürede tamamlanarak kalenin turizme kazandırılması amaçlanıyor.
Restorasyon çalışmalarına ilişkin bilgi veren San Grup İnşaat Firması yetkilisi Ömer Gülsüm, kalenin kuzey kısmına Kayseri'den getirilen özel ve kale rengine uygun 2.25 sertliğindeki taşların döşendiğini söyledi. Gülsüm, "Kalenin taşları yerinden sökülüp götürülmüş. Sökülen taşların yerine getirdiğimiz taşlardan da çalınanlar olduğunu tespit ettik. Devletimiz bu kaleye sahip çıkmış ve 900 bin TL para ayırmış. Kalenin restorasyonu tamamlandığında bu yörenin insanları ek gelir kazanacaklar. Bu nedenle kaleye de, kaleye getirilen malzemelere de sahip çıkılmalıdır. Restorasyon çalışmaları toplam 240 içinde bitecek. Kaleye araba ile yol yoktu. Biz bunu açtık, kalenin etrafından da dolaştırdık yeni yolu. Proje kapsamında yaklaşık 500 metre yeni yol yapımı var. Dileğimiz restorasyonu kısa sürede tamamlayıp turizmcilerin hizmetine sunmak" diye konuştu.
Osmaniye Kent Haber, 28.04.2010
|
1150 YILLIK VİKİNG GERDANLIĞI
İrlanda'nın Clare bölgesinde yapılan arkeolojik kazıda, 1150 yıl öncesine ait Viking gerdanlığı bulundu.
Arkeologların "hazine" olarak nitelediği ve şu ana kadar İrlanda’da gün yüzüne çıkarılan en büyük Viking gerdanlığı olduğu belirtilen parça, Burren Ulusal Parkındaki Glencurran mağarasında bulundu.
“Viking gerdanlıklarında normalde 5-6 cam boncuk bulunduğunu" belirten uzmanlar, "çıkarılan bu parçadaki altın varakla kaplı boncuk sayısının 70 civarında olduğunu" söyledi.
"Yüksek statülü birine ait olduğu" düşünülen gerdanlığın, Limerick’teki Vikinglerin bölgedeki Keltlerle yaptığı ticaret sırasında Burren’a getirilmiş olduğu düşünülüyor.
Vikingler, adada henüz şehirlerin kurulmadığı 9’uncu yüzyıl başlarından 11’inci yüzyıl sonlarına kadar varlık gösterdi, ancak bu toprakların hakimiyetini hiçbir zaman tam olarak ele geçiremedi.
İrlanda’daki Viking dönemi, kimilerince zengin Kelt kültürünün baltalandığı bir zaman dilimi olarak değerlendirilse de Vikinglerin Dublin şehrinin kurucusu olduğu, gemicilik teknikleri ve ticaretin gelişmesi gibi konularda bölgeye önemli katkılarda bulunduğu da düşünülüyor. İrlandalılar, Vikingleri ülke tarihinin önemli bir parçası olarak görüyor ve bu kültüre ait kalıntıları korumaya büyük önem veriyor.
Radikal, 28.04.2010
|
 |
NİHAYET AÇILIYOR

Türkiye'nin denizcilik alanında en büyük müzesi
olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı
İstanbul Deniz Müzesi'nin yeni müze binası, yıl
sonunda ziyarete açılacak. Aralarında, dünyanın en
eski kadırgası ile en zengin saltanat kayıkları
koleksiyonunun da yer aldığı 40 bin eserin büyük bir
bölümünün aynı anda sergileneceği yeni müze,
ziyaretçileri denizcilik tarihinde yolculuğa
çıkaracak.
İstanbul Deniz Müzesi'nden aldığı bilgiye göre,
müze 31 Ağustos 1897'de Bahriye Nazırı Bozcaadalı
Hasan Hüsnü Paşa'nın emri, Tersane Komutanı Amiral
Hikmet Paşa'nın desteği, Binbaşı Süleyman Nutki
tarafından Tersane-i Amire bünyesindeki Mayın
Müfreze Komutanlığına ait binada dünyanın nadir
örneklerinden biri olarak “Müze ve Kütüphane
İdaresi” adıyla kuruldu.
Yıllar içinde yer ve isim değişiklikleri yaşayan
müze, son olarak 27 Eylül 1961 tarihinde
Beşiktaş İskele Meydanı'nda bugün bulunduğu yere
taşındı ve
İstanbul Deniz Müzesi adıyla hizmet vermeye
başladı.
Denizcilik kültürü eşsiz eserlerini barındıran
müzenin fiziki koşullarının iyileştirilmesi ve
optimum sergileme olanağı sunan, çağdaş bir müze
için Deniz Kuvvetleri Komutanlığınca “İstanbul Deniz
Müzesi Mimari Proje Yarışması” düzenlendi. 2005
yılında Teğet Mimarlık'ın kazandığı projenin inşaat
çalışmaları, 2010 yılı sonunda tamamlanmak üzere
devam ediyor.
İstanbul Deniz Müzesi Komutanı Kurmay Kıdemli
Albay Ali Rıza İşipek, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, müzelerinin halen halkın ziyaretine açık
olduğunu, ancak ilave müze binası inşaatının devam
ettiğini, inşaat tamamlandığında 15 bin metrekarelik
kapalı bir sergi alanı imkanına kavuşacaklarını ve
Türkiye'nin en büyük müzeleri arasında yer
alacaklarını söyledi.
İşipek, yeni Deniz Müzesi tamamlandığında tarihi
kadırga ve saltanat kayıklarını daha modern
sergileme imkanlarını kullanarak ziyaretçilere
sunacaklarını anlattı.
Müzede geniş bir kültür merkezinin de
bulunacağını, içindeki 200 kişilik konferans
salonunda uluslararası sempozyum, konferans, seminer
düzenleme imkanına kavuşacaklarını belirten İşipek,
“Müzemizde çocuklar için oyun alanları, interaktif
sistemler bulunacak. Özellikle çocuklarımıza
denizciliğimizi sevdirmeyi amaçlamaktayız.
İnteraktif sistemleri kullanarak onlara denizliği
sevdireceğiz, öğreteceğiz” dedi.
Kıdemli Albay Ali Rıza İşipek,
İstanbul Deniz Müzesi'nin en nadir eserlerinden
birinin, 40 metre uzunluğunda 5 metre 70 santimetre
genişliğindeki dünyada orijinal olarak var olan tek
kadırganın olduğunu söyledi.
Armuz kaplama, kemanebaş ve karpuzkıç formundaki
kadırganın baş tarafında varaklı oyma kabartma
yıldız, hilal, güneş üçlüsü, stilize yaprak ve
çiçeklerin bulunduğunu ifade eden İşipek, kadırganın
baş kısmının mahmuz şeklinde ileriye doğru
uzandığını belirtti.
Kadırgadaki Bursa kemerli sütunceler üzerine
oturan köşkün etrafının, ajurlu korkulukla çevrili
olduğunu, üzerinin beşik tonozla örtüldüğünü anlatan
İşipek, şunları anlattı:
“Köşkün tonoz örtüsünün iç ve dışı, geometrik
desenli sedef, bağa ve yarı değerli taşlarla
bezelidir. Köşkün içinde gümüş levhalar, sedef
oymalı beyit, geometrik ve stilize çiçek
kompozisyonları bulunur. Tekne iki direkli olup, 24
çifte küreklidir. Her bir küreği 3 kişi (toplam 144
kürekçi) tarafından çekilmektedir. Osmanlı
sultanlarının yakın sularda kullandıkları bir
teknedir. Sultan Avcı 4. Mehmet (8 Ağustos 1648-8
Kasım 1687) devrinde kullanıldığı bilinmektedir.”
İşipek, “Yeni müze açıldığında öncelikle
hedefimiz, halen dünyanın en eski tarihi gemisi
unvanına sahip olan 16. yüzyıla tarihlenen tarihi
kadırgayı ve dünyanın en önemli, en zengin
koleksiyonu olan saltanat kayıkları koleksiyonumuzu
ziyaretçilerimizle paylaşmak. Bunlar çok önemli
koleksiyonlar. 30'un üzerinde teknemiz var. Bunların
15'i doğrudan padişahlar ve aileleri tarafından
kullanılmış. Oldukça ihtişamlı ve nadir tekneler.
Dünyada bunlardan 40 tane mevcut. 15 tanesi bizim
müzemizde” diye konuştu.
Şu anda tescilli bina adını verdikleri tarihi
binanın ziyarete açık olduğunu anlatan İşipek, müze
envanterinde 40 bini aşan eserin yer aldığını, ancak
sergi alanlarının şu anki kısıtlılığı nedeniyle bu
eserlerin yüzde 10'unu sergileyebildiklerini
belirtti.
İşipek, Deniz Müzesi bünyesinde model, ahşap,
metal-deri, kağıt atölyesi olmak üzere 4 ayrı
restorasyon atölyesinin yer aldığını, bu atölyelerde
müze envanterinde bulunan bütün objelerin rutin
olarak restorasyon ve konservasyon çalışmalarının
yapıldığını, bu konuda yetişmiş uzmanlar vasıtasıyla
çalışmaların gerçekleştirildiğini anlattı.
Müzede, tarihi kadırga ve saltanat kayıklarının
yanı sıra silah, tablo, gemi modelleri, arma ve
tuğralar, seyir aletleri, gemi baş figürleri,
üniformalar, damgalar ve mühürler, sancaklar,
amforalar, sualtı eserleri, fenerler, taş baskılar,
el yazmaları, mezar taşları, kitabeler, madalyalar,
nişanlar, arma donanımları, saatler, Kaptan-ı Derya
çeşmeleri, beratlar ve fermanların yer aldığını
ifade eden İşipek, bu eserlerin dönem dönem müzede
sergilendiğini dile getirdi.
Yaklaşık 6 ay önce açılışını gerçekleştirdikleri
“Osmanlı Bahriyesinde Ahşap Sanatı Sergisi”ni, 2010
yılında ziyaretçilerin ilgisine sunmaya devam
edeceklerini kaydeden İşipek, şunları kaydetti:
“Bu tür bir sergi ilk defa açılmaktadır. Tamamen
Osmanlı sanatçıları tarafından yapılmış ahşaptan
çeşitli örnekler ziyaretçilerle buluşmaktadır.
Tamamı orijinal ve en az bir asırlık olan bu eserler
24 ayar
altın varak ile kaplıdır. Osmanlı'nın ahşap
işçiliğindeki muhteşemliğini gözler önüne seren bu
sergi, içinde dünyanın en büyük arması olan,
Orhaniye Fırkateyni'ne ait 14.5 metre uzunluğundaki
arma da yer almaktadır. Ayrıca Tersane-i Amire'de
kullanılan taht arkalığı, gemi isim plaketleri, baş
figürleri, padişah tuğraları da sergide yer alan
diğer eserleri oluşturmaktadır.”
Ali Rıza İşipek, yaklaşık 2 ay içinde “Osmanlı
Donanmasının Tarihi” adlı yeni bir sergiyi de
açacaklarını belirtti.
Deniz Müzesi'nde geçen yıl 65 bin ziyaretçi
rakamına ulaştıklarını, bu yılın ilk üç ayında ise
20 bin civarında ziyaretçinin müzeyi gezdiğini
söyleyen İşipek, “Denizin o büyüleyici atmosferini
yaşamak ve tarihimizi daha iyi anlamak isteyen bütün
denizseverleri ve tarihe ilgi duyanları müzemizde
görmekten büyük bir mutluluk duyacağız” dedi.
Deniz Müzesi'ndeki ahşap eserlerle ilgili
restorasyon çalışmalarını yürüten Tarihi Eserler
Bakım Onarım (TEBO) firmasının sahibi, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Ahşap Sanatçısı Şehmus Okur da
restorasyon kapsamında saltanat kayıkları ve
kürekler üzerinde çalıştıklarını, şu an ise 400
yıllık bir kadırganın geriye kalan son kıç parçasını
sergiye hazır hale getirmeye çalıştıklarını söyledi.
Kadırganın alt kısmının yeniden yapıldığını ve
duvara monte edileceğini anlatan Okur, üzeri oyma
desenli olan meşe ağacından parçanın eksik
kısımlarını tamamladıklarını, böcek ve mantarlara
karşı tedavisinin yapıldığını, kangren olmuş
kısımların yenilendiğini, üzerleri cilalandıktan
sonra varaklanacağını ve sergiye hazır hale
getirileceğini belirtti.
Okur, “Bu iş aşkla yaptığımız bir iş, bizim için
kolay, ama çok zevkli. Ecdadımızın 300 yıl önce
yaptığı bir esere dokunmak, tarihi yolculuk gibi.
Bir de o zamanki ustaların nasıl çalıştıklarını fark
ediyorsunuz. Bir motifi bazen tekrar etmiyor ya da
bir motifin köşesine farklı bir şey yapmış. O zaman
ustanın ruh halini anlıyorsunuz” diye konuştu.
Müzedeki gemi baş figürleri üzerinde restorasyon
çalışması yapan,
altın varak ustası Hasan Özyıldırım ise Ertuğrul
Yatı'nın gemi baş figürü üzerinde çalıştığını, kuş
figürünün olmayan kanatlarını ve baş kısmını
ahşaptan tamamladığını belirtti.
Özyıldırım, baş figürü üzerinde, daha sonra
mazgala tekniğiyle 24 ayar
altın varak çalışması yapacağını anlattı.
2006 yılından beri yaptığı restorasyon
kapsamında, saltanat kayıkları, gemi baş figürleri,
armalar üzerinde çalıştığını ifade eden Özyıldırım,
“Çok güzel duygular, tarihle iç içeyiz, ama çok
titiz davranmayı gerektiriyor. Kendimize ait
eserleri restore etmek daha bir heyecan verici
oluyor” dedi.
Hürriyet, 28.04.2010
|

 |
ALAY HAN'DA RESTORE SÜRÜYOR
Aksaray'da İpek Yolu üzerinde bulunan en büyük tarihi hanlardan biri olan Alay Han'da, Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılan restore çalışmaları devam ediliyor.
Çalışmalarda hanın hemen önünden geçen yolun altında yapılan kazılarda tarihi hanın kalıntıları çıktı.
İpek Yolu üzerindeki Tepesidelik Han'da restore çalışmalarını tamamlayan Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, yıllarca bakımsızlık yüzünden yıkılmaya yüz tutan Alay Han'ı restore ediyor.
Restore çalışmaları kapsamında eski Nevşehir yolunun altında kazı çalışması yapan uzmanlar, hanın kalıntılarına ulaştı. Kazı yapılan her yerde Alay Han'a ait temeller ortaya çıkarken, hanın restore edilerek tekrar turizme kazandırılacağı öğrenildi. Duvarları yenilenen ve içinde çalışmaların devam ettiği Alay Han tamamlandığında geniş bir alanda kurulan yerleşimi ile Sultan Han'dan sonra Aksaray'ın en büyük hanı olacak.
Restore çalışmalarını inceleyen Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü görevlileri, “Yolu kazıp altındaki temelleri ve kalıntıları gördüğümüzde yapılanın ne kadar tahrip edici olduğunu, bir tarihi değerin nasıl yeraltına hapsedildiğini gördük. Şimdi temeller ortaya çıkıyor. Restore çalışmaları tamamlandığında tarihi Alay Han ilk yapıldığı şekline dönüşecek. Özellikle Kapadokya'ya geziye giden binlerce turistin yoldan geçerken bu tarihi yapıyı görerek gezmek isteyeceklerini biliyoruz. Alay Han ilerleyen dönemde her yıl 400-500 bin yabancı turistin gezdiği bir han olacak” dedi.
Aksaray Kent Haber, 27.04.2010
|
TARİHİ AYAZMANIN ÇEVRESİNE DÖNERLİ KAVŞAK
Tarihi Selçuklu yapısı olan Çevre yolu belediye mezarlığında karşısındaki Ayazma'nın üstüne ve yanlarına dönerli kavşak yapılacak. Müze ve Belediye çalışmaları başlattı.
Kent girişinde bulunan Belediye Mezarlığı karşısındaki, Kızlarpınarı Han ve Çeşmesi isimli yapı, Antalya Koruma Kurulu tarafından tescil edilmiş bir anıt yapı olmasına rağmen, yeni yapılmakta olan Alanya çevre yolu çalışmaları sırasında görünmeyecek kadar çevresi dolduruldu. Bu nedenle yapının iç kısmında aşırı oranda nem oluştu. Ayrıca yoğun bitki örtüsü, üç yol arasında kalan yapının çevresini tamamen kaplamış, duvarlarda ve yapının üst kısmında bitkiler büyümüş durumda olduğu gözlerden kaçmadı. Alanya Müze Müdürü Seher Türkmen ve Alanya Belediyesi Fen İşleri Ekipleri, tarihi Selçuklu yapısı olan, taşları kızlar tarafından taşınarak yapılan tarihi Ayazma'nın çevresine kavşak yapılacağını belirtti.
Alanya ile ilgili yayınlarda bu yapı hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Havuz ve tonozlu yapının mimari tekniği ve malzemesi açısından incelenmesi ile, Alanya`da bulunan ve çoğu ayakta olan Selçuklu yapıları ile çok benzeştiği görülür. Bu nedenle yapının Selçuklu Dönemi`ne ait olduğu anlaşılmaktadır. Eski Antalya-Alanya Karayolu'nun Kızlarpınarı ile Hatipoğlu Mezarlığı arasından geçmesi nedeni ile, bu yapının bir han gibi kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu tür küçük han yapılarının Alanya çevresinde çok sayıda olduğu ve yakın yıllara kadar kullanıldığı birçok han örneğinden anlaşılmaktadır. Alanya, Yayla Yolu'ndaki Bektaş Çeşmesi ve Dim Çayı'nın denize birleştiği yerde bulunan han buna örnektir. Bu yapının han olmak dışında bir ayazma niteliği taşıdığı görülmektedir. Yapı, yer altı kaynakları ile beslenen havuzu ve sarnıcı ile tipik bir ayazmadır. Ayrıca yörede, genç kızların kısmet için buraya bez adak bağladıkları yönünde bir söylence bulunmaktadır. Kızlar pınarı isminin bu nedenle verildiği söylenmektedir. Diğer bir söylence ise, bu yapının taşlarının genç kızlar tarafından taşındığı şeklindedir. Bugün Alanya`da bir caddeye ve bir mahalleye Kızlarpınarı ismi verilmiştir.
Haber Alanya, Haber: Mehmet Al, 27.04.2010
|
 |
BALAT'TA KÜLTÜREL GERİ DÖNÜŞÜM

Elimizdekini
değerlendirememe ve de var olanı yok etme başarısı,
sanırım bizlere özgü. AKM hangar
durumunda beklemekte,
Emek Sineması'nın
kepenkleri indirilmiş, ölüm fermanı verilmiş ve
şimdilik magazin basınının malzemesi. Protestolar,
borazan sesleri birbirine karışmakta... Çabuk unutan
bir toplum olmamızın getirdiği bir avantaj sayesinde
gündemin akışına kapılıp gidiyoruz. Fener,
Balat beldesini yeniden keşfe çıkmaya karar
verdim geçen günlerde. Medeniyetlerin buluştuğu dar
sokaklarda ahşap, taş binalar tek tek geçmişe ışık
tutuyor. Ama terk edilmişler. Kimleri doğudan göçün
kalesi olmuş. Dünyanın gözbebeği olan
Fener
Patrikhanesi'nin çevresindeki bakımsızlık
utanç verici. Doğu Roma'dan söz ediyorum. Batı'ya,
Roma'da Vatikan çevresine bir baktığımızda durum tam
tersi. İbadethaneye gösterilmesi gereken özen her
şekilde yansıyor. Değer ve değerlendirmek ya da
bizdeki gibi yok saymak arasında gidip gelen bir
yaklaşım.
Ayvansaray Caddesi No: 33 Balat.
Gelecek senelerde kültür sanat dünyasının ajandasına
kazıyacağı bir adres olacak. Bu adreste, sanat
madenin yerleşkesi Riva Vakfı
bulunuyor. Misyonu ise "Eğitim, kültür ve
sanat/tasarım alanlarına nitelikli bir soluk
getirmek amacıyla kurulur. Bu dört önemli alanı tek
bir çatı altında toplarken yaratıcılık ve eleştirel
düşünce yardımıyla toplumsal dönüşüme kalıcı bir
katkıda bulunmaktır. Sürekli ve hızla değişen bir
dünyada, ileri teknolojiyle teorik bilgi ve
uygulamaları harmanlayan uluslararası düzeyde bir
sanat/tasarım eğitimi anlayışı geliştirmek ve bu
anlayışa paralel nitelikte çağdaş sanat/tasarım
etkinlikleri düzenlemek, vakfın faaliyet gösterdiği
bölgenin dokusuna yayılan bir eğitim kampüsü kurarak
bu bölgelerin gelişimine katkıda bulunmak kurumun
temel hedefleri arasında."
Balat'ın virane yapılarına can veren ve de bu
dönüşümü eğitim, kültür ve sanat alanında
değerlendiren bir sanatçı
Sedat Yazıcı.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Grafik Tasarım
Bölümü'nden mezun Sedat Yazıcı, bugüne kadar grafik
tasarım ve açıkhava reklamcılığı başta olmak üzere
çeşitli firmalar için kutu üretiminden, ambalaj ve
promosyon ürünleri üreten fabrika yönetimine kadar
pek çok alanda çalışmış bir tasarımcı ve işadamı.
Anfo Reklam Ambalaj Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı,
Eda Grafik Yönetim Kurulu Başkanı ve Aida Değerli
Doğal Süs Taşları firmasının da ortağı olan Sedat
Yazıcı, 2007'de kurduğu
Riva Eğitim, Kültür
ve Sanat Vakfı Mütevelli Heyeti Yönetim
Kurulu Başkanlığı'nı sürdürüyor.
Riva Vakfı, bu bağlamda bütüncül, disiplinler arası
bir anlayışı desteklemekte; temel sanat ve tasarım
programlarının edebiyat, felsefe ve sosyal bilimler
gibi alanlarla beslendiği ve tüm programların
birbirleriyle iletişim ağı içinde olduğu bir eğitim
yapısını öngörmektedir. Eğitim, temel olarak, bilgi,
kültürel birikim ve yaratıcılığın kazanılma
sürecidir. Öğrencilerin kendi vizyonlarını
geliştirerek kişisel tasarım kimliklerini oluşturma
süreci de eğitim felsefelerinin önemli bir
parçasıdır. Vakıf, teknolojiyi eskiz ve yorumlama
evrelerini yok etmeden ‘araç' olarak eğitim sürecine
adapte etmeyi, sınırların zorlanacağı, deneysel ve
dinamik bir eğitim ortamı yaratmayı hedefliyor.
Balat Opal Çağdaş Sanat Mekanı ise
1000 m2'lik sergileme alanına sahip olarak, yerel ve
uluslararası birçok etkinliğe ev sahipliği yapacak
nitelikte, çok amaçlı bir mekan olmanın yanında, bir
restorasyon projesi olarak da
öncülük etmektedir.
Sedat Yazıcı gibi değerli sanatçılara, kültür
yatırımcılarına gereksinimimiz var. Riva Vakfı'nın
yeni atılımlarını heyecanla bekliyorum. Balat'a
yolunuz düşerse, 33 numara şimdiden ziyaret etmeniz
gereken mekanlardan biri olsun...
Referans, Haber: Emre Erdem, 27.04.2010
|
TÜRKİYE VE İTALYA, MİMARİ MİRASA YAKLAŞIMLARINI
PAYLAŞIYOR
Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Mimarlık ve Tasarım
Fakültesi Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Gül
Köksal, ''Türkiye ve İtalya'da kültürel
mirası koruma konusunda yapılan bilimsel ve
uygulamaya yönelik çalışmaları, düzenlenen
sempozyumda karşılaştırıp, tartışma imkanı
bulacağız'' dedi.
Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) ile İtalya'nın
önde gelen üniversitelerinden
Politecnico di
Milano işbirliğinde düzenlenen ve bir gün
sürecek olan ''Karşılaşmalar: Türkiye ve
İtalya'dan Örneklerle Mimari Mirasa Yaklaşımlar
Sempozyumu", Kocaeli'nin Gölcük İlçesinde
restorasyonu bu yıl tamamlanan 16. yüzyıldan kalma
Şirinköy Kazıklı Kervansaray'da
başladı. Uluslararası sempozyuma 4'ü İtalyan 11
akademisyen katıldı.

Yrd.
Doç.Dr. Gül Köksal, KOÜ Mimarlık ve
Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Ana
Bilim Dalı ile Politecnico di Milano
BEST
(Bina, Çevre, Bilim ve Teknoloji) arasında
mimari koruma alanında başlayan akademik
birlikteliğin, iki ülkedeki
mimari mirasa
ilişkin yaklaşımları paylaşıma açma
düşüncesini gündeme getirdiğini söyledi.
''Türkiye ve İtalya'da kültürel mirası koruma
konusunda yapılan bilimsel ve uygulamaya yönelik
çalışmaları, düzenlenen sempozyumla karşılaştırıp,
tartışma imkanı bulacağız'' diyen Köksal,
sempozyumda Kazıklı Kervansarayı restorasyon
projesi başta olmak üzere,
''İtalya'da planlı koruma: Dağılmış tarihi mirasın
tanınması ve teşhisi'', ''Sürdürülebilir yenileme
için bütüncül yaklaşımda strateji ve metotlar:
Avrupa'dan örnekler'', ''Koruma uygulamaları için
kalifiye elemanların yetiştirilmesi'', ''Yeniden
kullanım ve İtalya'dan örnekler'' ve
'' Onarım, güçlendirme metotları'' gibi
konuların işleneceğini kaydetti.

Sempozyumun
yapıldığı mekanın da konuya uygun olarak
belirlendiğine işaret eden Köksal,
şu bilgileri verdi:
''16. yüzyıldan kalma kervansarayın kalıntısı
2008'de başlayan projeyle duvarları korunarak
iyileştirildi ve günümüze aktarıldı. Oturum alanı
bin 500 metrekare olan yapının özgün
formuna sadık kalınarak çelik konstrüksiyon ve
ahşaptan yeni bir yapı inşa edildi. Sefere giden
askerlerin konakladığı
kervansaray,
343 kişilik konferans salonu,
fuaye ve
idari birimlerin
bulunduğu bir kültür merkezi haline
dönüştürüldü.''
Köksal, restorasyonu bu yılın başında tamamlanan
kervansarayın resmi açılışının gelecek ay
yapılmasının planlandığını sözlerine ekledi.
Yapı, Fotoğraflar: Tahir Turan Eroğlu, 27.04.2010
|
|
ALT YAPI ÇALIŞMALARINDA BULUNAN 2 BİN 500 YILLIK
KABA PAHA BİÇİLEMİYOR
Sinop'ta alt yapı
çalışmaları sonucu bulunan 2 bin 500 yıllık üç
kulplu bronz antik Grek kabına paha biçilemiyor.
Korucuk Köyü yakınlarındaki alt yapı çalışmaları
sırasında içinde yanmış insan kemikleriyle birlikte
bulunan ve Sinop Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen
bronz kap ziyaretçi akınına uğruyor. Eserin içinden
çıkan yanmış insan kemiklerinin, eserin yakma-gömü
kabı olarak kullanıldığının anlaşıldığını belirten
Sinop Arkeoloji Müzesi arkeoloğu Fuat Dereli, benzer
örneklerinin Güney İtalya'da da bulunduğunu söyledi.
Dereli, "Kabın üzerinde aslan, koç ve Greek
mitolojisinde saçları yılanlardan oluşan kadın (gorgo)
figürleri yar alıyor" dedi. MÖ 5. yüzyıla
ait olduğu belirtilen esere paha biçilemediği
öğrenildi.
Medya 73, 27.04.2010
|
8 ASIRLIK CAMİNİN TAVANINI ÇALDILAR
İzmir'in Tire İlçesi Hisarlık Köyü'ndeki 800 yıllık camiden tarihi eser çalındı. Hisarlık Köyü'nde yaklaşık 10 yıldır ibadete kapalı olan tarihi caminin 1 metrelik tavan motifi çalındı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan, tarihi Anadolu Selçuklu dönemine dayanan 800 yıllık camiden öğle saatlerinde büyük bir gürültü geldiğini söyleyen köy sakinleri, bir müddet sonra bir kişinin sırtında bir eşya ile beyaz bir arabaya binerek hızla uzaklaştığını söylediler.
Köylülerin ihbarı üzerine olay yerine gelen Jandarma Olay Yeri İnceleme ekipleri soruşturma başlattı.
Yeni Şafak, 27.04.2010
|
 |
ARTIK ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ'NİN YAPILMASI İÇİN BİR
ENGEL KALMADI
AKM’nin (Atatürk Kültür Merkezi)
onarılmasına, kullanıma açılmasına yasal engeller
vardı, eski projede birtakım değişiklikler yapılması
gerekiyordu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı projede istenilen
değişiklikleri yaptı, böylece onarımına başlanabilir
artık. İnşaata başlamak için Bakanlık dışında başka
kuruluşların bunu onaylaması, yapılsın emrini
vermesi gerekiyor.
Kısaca anlayacağınız, artık yeni proje İstanbul
Kültür Başkenti 2010 Ajansı’nın önünde onay
bekliyor.
Ajans, bu projenin hayata geçirilmesine karar
verdiği anda bunun için lazım olan, benim bildiğime
göre kasada duran parayı verecek.
Bence, bunca emekten, tartışmadan sonra Ajans,
AKM’yi 2010 yılının sonuna kadar yoğun bir çalışma
ile kullanıma açmalı. Böylece bu yıl sanatçılarımız
artık bu binada temsiller verebilir, seyirciler
gelir. Biz de bu yıl somut bir başarıyı alkışlarız.
Bütün projelerden önce AKM projesi bitirilmeli.
* * *
Ajans gündeminde bir başka tartışmaya değinelim.
Tartışmalarda iki görüş gündeme geliyor.
Birincisi, özel sanat kurumlarına, özel müzelere
destek verilmesin.
Çünkü arkalarında büyük holdingler var.
Toplantılarda adı geçenler genellikle aşağıdaki
sanat kurumları:
İKSV (İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı), Sabancı
Müzesi, Pera Müzesi, İstanbul Modern, Borusan,
Aksanat.
Sanırım bu listede yer alan, birçok uluslararası
festivali gerçekleştiren İKSV’yi ayrı bir statüde
görmeli.
İkincisi ise, bu kurumların, müzelerin arkasında
holdingler var elbette. Ama bunlar uluslararası
başarılarını da, uluslararası ilişkilerdeki
becerilerini de ispatlamışlar ve şehir ve ülke
tanıtımında rol oynuyorlar.
Eğer bir proje gerçekleştirilecekse, bu kurumların
başarıları, proje konusundaki becerileri göz önüne
alınmalı. Ajans bunlara mali katkıda bulunmalı,
yapacakları işleri çok daha yukarılara çıkarmaları
için destekte bulunulmalı.
Ben ikinci görüşü savunuyorum.
Yukarıda adını saydığımız kurumların işleri ortada,
mali destek ile İstanbul 2010 için çok daha iyi
işler yapacaklarından kuşkum yok.
Deneyimli gruplara yatırım yapmalıyız. Yoksa bu
konuda deneyimi olmayan, 2010 yılında ortaya çıkan
kuruluşlara verilecek para ziyan olup gider.
Çünkü böyle yıllarda, birtakım kişiler Ajans’ın
bütçesinden pay almak için dernekler kurar, projeler
üretir. Bence en büyük tehlike budur. 2010
bütçesinin boşa harcanması, sonuç alınamaması,
ileride bu tarihi büyük bir fiyasko olarak
hatırlamamıza sebep olur.
* * *
Ajans’ın hemen yapması gereken ilk iş, AKM’nin
projesini uygulamaya koyup binanın onarımını
bitirmektir.
Deneyimsiz, bu yıl sayesinde ortaya çıkan kurumlar
yerine, deneyimli, bilgili, donanımları ispatlanmış
kurumlara yardım yapmalılar.
Zaten şimdiye kadar onlar harcadıkları parayla bunu
hak etmiş oluyorlar.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 27.04.2010
******
KÜLTÜR'ÜN KÜLTÜR'E İHANETİ...
Başlıktaki iki Kültür de, büyük harfle başlıyor..
Çünkü ikisi de özel isim.. Birinci Kültür, 2010
İstanbul Kültür Ajansı.. İkinci Kültür,
Atatürk Kültür Merkezi..
Şimdi, sizlere Kültür'ün, Kültür'e ihanetini
anlatabilirim.
Aslında hikaye eski.. Atilla Koç'un, hani
"Uyuyan Bakan" diye isimler takıp sözüm ona dalga
geçtiğimiz Kültür Bakanı'nın zamanında başladı. Bana
sorarsanız gelmiş geçmiş en iyi Kültür Bakanlarından
biriydi Koç..
Pek çok iyi işler yapmıştı. En büyüğünü yapmaya
hazırlanıyordu.. İstanbul'a yaraşır, kente simge
olacak, Sydney Operası gibi dünyanın gelip göreceği
bir mimari anıtı, Paris'teki Pompidou Merkezi gibi,
24 saat yaşayan bir Kültür Merkezi, Opera, Konser,
Tiyatro Salonları, kafeleri, restoranları ile
yaşayan bir Atatürk Kültür Merkezi..
Koç'un projesine göre, zaten hurdası çıkmış, gerek
dış, gerek iç mimarisi ile on para etmez ve işlevsiz
mevcut bina yıkılacak, oto park yerin altına
alınarak, mevcut oto parktan kazanılacak geniş arazi
de binanın arsasına eklenecek ve uluslararası bir
yarışma ile, Taksim Meydanı'na bakan, ama
Marmara'dan İstanbul'a yaklaşan gemilerden de
görülecek bir muhteşem görünümlü, çağdaş yapı ortaya
çıkacaktı..
İstemezükçüler hemen ortaya atıldılar.. Alçakça
iddialar otaya atıldı. "Asıl amaç, Atatürk Kültür
Merkezi'ni yıkıp, yerine cami yapmak" diyenler dahi
çıktı. Proje de gitti Atilla Koç da..
Binanın temelden yıkılmasından vazgeçilmek zorunda
kalındı. Eldeki hurdayı adam etmek üzere yeni bir
proje yapıldı. Ana fikir gene ayniydi. Sadece temsil
saatlerinde değil, gün boyu yaşayan bir kültür
merkezi.. İnsanların günün her saatinde girip
çıkabilecekleri, kafe ve restoranları olan bir AKM..
İstemezükçüler ona da karşı çıktılar.. Dava açıldı
ve karar..
Yürütmeyi durdurma..
2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'a yetişecek
proje kenara atıldı. Avrupa Kültür Merkezi, Opera ve
Bale oynayacağı salonsuz kaldı. Çünkü mevcut
sahnelere oyun koydun mu orkestraya, orkestra koydun
mu oyunculara yer kalmıyordu..
Bu rezillik hala sürüyor.. "Kimsenin işine
yaramasın"a itiraz eden yok. Salonsuz İstanbul'da en
büyük salon mahkeme kararı ile kapalı.. Gık
diyen yok..
"Yahu Kültür Bakanı ne yapar?." diye soruyorum kendi
kendime..
Şu yenileme projesini yapanlarla, İstemezükçüleri
bir araya getirse, bir masa etrafında toplasa..
Hatta biz bu işe meraklı bir kaç gazeteci de,
Tufan Türenç, Doğan Hızlan, Güneri Civaoğlu, Evin
İlyasoğlu, Zeynep Oral falan, gözlemci olarak o
toplantıya katılsak.. Herkes eteğindeki taşı dökse
de neyin ne olduğu ortaya çıksa.. Bir orta yol
bulunsa.. AKM kapılarını hiç değilse 2010-2011
sezonu için eylülde, hiç değilse 2010 bitmeden
açsa..
..Ve de işte bu sırada dehşet içinde öğrendim..
Kültür Bakanlığı, "Lanet olsun" demiş.. Davalık
projeden de vazgeçmiş. "AKM açılsın da nasıl
açılırsa açılsın" demiş. Mevcut yapıya çivi
eklemeden, tuğla çıkarmadan, sadece koltukları ve
teknik imkanlarını yenileme üzerine bir yeni proje
hazırlamış. Yani artık itiraz edilecek hiçbir şey
yok.
Göndermiş 2010 Kültür Ajansı'na.. Niye?.. AKM'nin
yenilenmesi için ayrılan 75 milyon dolarlık ödenek,
itirazlar, davalar, yürütmeyi durdurmalar üzerine,
2010 Kültür Ajansı'na devredilmiş.. "Anlaşma olursa,
siz bitirin" diye..
Kültür Bakanlığı itiraz edilen her şeyi çıkarıp,
sadece mevcudu yenileyen projeyi tam 2 ay evvel 2010
Kültür Ajansı'na gönderdiği halde, ajanstan bugüne
dek çıt çıkmamış. Başvuru sümen altında..
Yok muamelesi görüyor..
Bu ajansla ve 2010 için kendilerine verilen bütçeyi
nasıl har vurup harman savurduklarıyla ilgili öyle
şeyler duydum ki, yazsam, Deniz Feneri'ni aşar. Dedi
koduyla işim yok.. Ama AKM ile var..
Ortada kıyametler koparken, hem de Kültür
Bakanlığı'ndan gelen projeyi 2 aydır süründürmenin
anlamı ne, Kültür Ajansı..
Yoksa o 75 milyonu da yediniz mi?.
AKM, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'a, 2010 Ajansı,
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı'ya bağlı.. (Neden acaba,
o ayrı da), Ayni hükümetin iki bakanı bir araya
gelip, AKM'nin niye hala mühürlü durduğunu
konuşamıyorlar mı?.
Yoksa mesela Milli Eğitim, mesela İçişleri
Bakanlarımız gibi "Başbakan emrederse" diye mi
bekliyorlar?..
Sabah, Yazı: Hıncal Uluç, 27.04.2010
|
 |
KADİFEKALE'DE YENİ SURLAR ORTAYA ÇIKTI
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Kadifekale sur duvarları restorasyon çalışmalarına destek kapsamında yürütülen kazılarda, 30 metrelik sur duvarları ortaya çıkarıldı. Surların içinde ve dışında 5'er metrelik alanlarda yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan surların, Kadifekale ile Kemeraltı arasında uzanan yeni Smyrna'nın ilk kuruluş aşamasında yapılmış surlar olduğu belirlendi. Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Hem Hellenistik hem de Roma Dönemi'ne ait sur parçasını ele geçirmiş olduk. Şimdi ortaya çıkardıklarımız nasıl değerlendirilebilir onu göreceğiz. Bu surları ortaya çıkarmak önemliydi" dedi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Agora ve çevresini "Arkeoloji ve Tarih Parkı" olarak düzenlemeye hazırlanırken, bölgedeki çalışmalardan elde edilen arkeolojik bulgular da, İzmir için giderek daha büyük bir önem taşımaya başladı.
Büyükşehir tarafından kamulaştırması yapılarak yıkımları devam eden alanda, son olarak Roma dönemine ait olan Kent Meclisi ortaya çıkarılıyor. Çalışmalarla ilgili bilgi veren Akın Ersoy, son yıkımlarla birlikte Agora'nın 3 katı büyüklüğünde bir alana kavuştuklarını ve kazı alanını da yıkımlar doğrultusunda genişlettiklerini söyledi. Roma dönemine ait önemli buluntular elde ettiklerini vurgulayan Ersoy, "Son kazılarla birlikte Kent Meclisi'ne ilişkin bir model yapma olanağımız oluştu. Yerinde korunmuş olan bir basamak ortaya çıkardık. Ve bu basamak podyum üzerinde olduğu için Kent Meclisi'nin orkestrasının 'opus sectile' şeklinde mermer döşeme yapıldığını tespit ettik. Bunlar bizim için büyük şans oldu" diye konuştu.
Yeni Asır, 27.04.2010
|
SÜLEYMANPAŞA HAMAMI VAKTİNDEN ÖNCE BİTECEK
Kocaeli'nde Akçakoca Mahallesi'nde bulunan tarihi Süleymanpaşa
Hamamı'nda restorasyon çalışmaları sürüyor. 27 Mayıs
2011 tarihinde bitirilmesi gereken çalışmaların
öngörülen süreden daha önce tamamlanması bekleniyor. Süleymanpaşa Hamamı'nın restore edilmesi için Kocaeli
Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan ihaleyi
Ahmet Arıcı’ya ait Arıcı İnşaat firması almıştı. 665
bin 223 lira keşif bedelli ihale şartnamesinde
tarihi hamamın 27 Mayıs 2011 tarihinde tamamlanarak
teslim edilmesi öngörülüyordu. Çalışmaların uygun
hava koşullarında ve çok hızlı gittiğini belirten
firma yetkilileri, hamamın öngörülen süreden daha
önce teslim edilebileceğini söylediler.
Restorasyonda ekipler hafta sonları da çalışıyor.
Özgür Kocaeli, 27.04.2010
|
|
NUH'UN GEMİSİ SANSASYONU

Geçtiğimiz Ekim ayında Ağrı Dağı'na
tırmanan 6 Hong Kong'lu, 8 Türk ve bir kameramandan
oluşan ekip, 4 bin metre yükseklikte, 4800 yıllık
Nuh'un gemisinin tahta kalıntılarına rastladıklarını
söyledi.
Hong Konglu ve Türk bilimadamlarından oluşan 15
kişilik
bir grup,
Ağrı Dağı’nda 4 bin metre yükseklikte, 12 metre
boyunda, 5 metre yüksekliğinde bir ahşap yapı
bulduklarını, hatta içine girip araştırma
yaptıklarını da açıkladı. Grup, ahşap yapıdan alınan
ahşap parçalarının karbon testi yardımıyla 4 bin 800
yıllık olduğu, bunun da kutsal kitaplarda anlatılan
Nuh Tufanı’nın tarihiyle uyuştuğunu savundu. South
China Morning Post gazetesine göre Hong Konglu
Evangelical Media, Noah’s Ark Ministry International
ve Türk bilimadamlarından oluşan grup, Pazar günü
Hong Kong’da yaptıkları basın toplantısında büyük
iddiayı açıkladı. Grup, Nuh’un Gemisi’ne ait
olduğunu öne sürdükleri parçaları, gemide
hayvanların bir arada tutmak için kullanılan ipleri
ve çivi benzeri birçok parçayı da gazetecilere
gösterdi.
Hong Konglu grup, aşırı muhafazakar evanjelist
Hristiyan kuruluşları olan ’Media Evangelism’ ve
Uluslararası Nuh’un Gemisi Birliği, NAMI’den
oluşuyor. Türk hükümetinin destek verdiği ilk Nuh’un
Gemisi araştırma grubu olduklarını söyleyen grubun
lideri Man Fai Yuen, basın toplantısında şöyle
konuştu: “Bizim girdiğimiz bölüm, tarihte anlatılan
gemiye çok benziyor. Biz,
bu ahşap
yapının içini bulan ve görüntüleyen ilk ekip olduk.
38 milimetre uzunluğundaki bir tahta parçasına,
İran’da karbon testi yaptırdık. 4 bin 800 yıl
öncesine ait bir servi ağacına ait olduğu ortaya
çıktı.” Tevrat’a göre Nuh’un Gemisi, gofer ağacından
yapılmıştı. Yuen, bu iki ağaç arasındaki
benzerliklerin test edildiğini de söyledi.
Araştırmaya katılan ve daha önce birçok kez Ağrı
Dağı’nda araştırmalar yapan Hollandalı Gerrit Aalten
gemiyle ilgili verileri değerlendirirken, “Elimizde
efsanevi Nuh’un Gemisi’ni bulduğumuza dair
güçlü
kanıtlar var” diye konuştu.
İstanbul Üniversitesi’nden arkeolog Prof. Oktay
Belli de, bu ahşap yapının bir insan yerleşim
biriminden kalmasının mümkün olmadığını, 3 bin 500
metreden daha yüksek bir yerde, bugüne kadar hiç
insan yerleşimi bulunmadığını söyledi. Grubun bir
diğer üyesi Sütçü İmam Üniversitesi Jeoloji
Bölümü’nden Dr. Ahmet Özbek de buzulların ve
volkanik maddelerin
düşük
ısıda bu bölgenin bozulmadan kalmasına yardım etmiş
olabileceğini söyledi.
Hürriyet, 27.04.2010
******
NUH'UN GEMİSİ SKANDALI
Hong Kong’da yaptıkları basın açıklaması ile
‘Nuh’un Gemisi’ni bulduklarını iddia eden Hong
Konglu ve Türklerden oluşan araştırma ekibinin
geçmişte de aynı iddiayı dile getirdikleri
bildirildi.
Ekip, önceki
gün Hong
Kong’da yaptıkları basın açıklamasında,
Ağrı Dağı’nda 4 bin metre yükseklikte, 12 metre
boyunda, 5 metre yükseklikte
bir yapı
bulduklarını, hatta yapının içerisine girip
araştırma yaptıklarını açıklamış, bu yapının Nuh’un
Gemisi olduğunu öne sürmüşlerdi.
Grup, ayrıca, yaptırdıkları karbon testleri
ışığında, aldıkları parçaların 4800 yıllık geçmişe
sahip olduğunu, bu tarihin kutsal kitaplarda Nuh
Tufanı’nın oluştuğu tarif edilen dönemle uyuştuğunu
iddia etmişti.
Protestan Evanjelist kiliseye bağlı
Hong Kong merkezli Nuh’un Gemisi Gönüllüleri (Noah’s
Ark Ministries International), 2007’de de Ağrı
Dağı’nın doğal bitki örtüsü görülmeyen bir
yüksekliğinde keşfettikleri bir mağarada taşlaşmış
ağaç duvarlara rastladıklarını ve bu bulguların
Nuh’un Gemisi ile ilgili ortaya çıkan ilk
maddi
bulgular olduğunu iddia etmişti. Araştırma ekibinin
2007 yılında yaptığı basın açıklamasında da
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nden
jeolog Dr. Ahmet Özbek ve
İstanbul Üniversitesi’nden arkeolog Profesör
Ahmet Belli’nin görüşlerine yer vermişlerdi.
- Tarihsel kaynaklara göre, Nuh’un Gemisi’ni
bulmaya yönelik
ilk
girişim
Bizans İmparatoru Heraklius’un 7. yüzyılda Ağrı
Dağı’nın da içinde bulunduğu Urartu bölgesine
yaptığı ziyaretti.
- Ünlü gezgin Marco Polo, 12. yüzyılda Ağrı
Dağı’ndan bahsetti.
- 1829 yılında, bölgeyi Dr. Fredrich Parrot ziyaret
etti.
- 1876 yılında Ağrı Dağı’na tırmanan İngliz kaşif
James Bryce, Nuh’un Gemisi’ne ait ahşap kalıntılar
bulduğunu iddia etti.
- Aya ilk kez ayak basan Amerikalı
astronot James Irwin, Nuh’un Gemisi’ni bulmak
için 1980’li yıllarda Ağrı Dağı bölgesine iki
ziyarette bulundu.
Bir hafta önce emekliye ayrılan Ağrı Valisi Mehmet
Çetin, grubun 2007 ve 2009 yıllarında yaptıkları
çalışmaların izinsiz olduğunu ve kalıntı
götürdüklerinden haberleri olmadığını söyledi.
Çetin, Hong Konglu grubun, panel diye kendisine
davet gönderdiğini, ancak yerine vali yardımcısını
gönderdiğini de belirtti.
Çetin, Milliyet’e şunları söyledi:
“2009’da bire bir hiç muhatap olamadık. Ne çıkarken,
ne de çalışırken bizden izin aldılar. Yanlarında bir
kalıntı götürdüklerine dair bizde bilgi yok. Böyle
bir kalıntı bulunduğunu bilsem müdahale ederdim.
2007’de de gelmişler, bu kalıntıları o zaman
aldıkları da söyleniyor.”
Nuh’un Gemisi’ni bulduğunu iddia eden ekip, 2007 ve
2008’de de
aynı
faaliyetleri sürdürmüş. 2008’de bir konferans
yapmış.
Milliyet, 28.04.2010
******
O NUH'UN
GEMİSİ İSE PARÇALAR NASIL KAÇIRILDI
Nuh’un
Gemisi’nin bulunduğu iddiasıyla gündeme gelen Ağrı
Dağı’nda 2007 ve 2009’da da kazı yapıldığı ortaya
çıktı.
Eski Ağrı Valisi Mehmet Çetin, “Grubun kazılarda elde edilen parçaları
yurtdışına nasıl çıkardıklarını; o parçaların o
bölgeden çıkarılıp çıkarılmadığını bilmiyoruz” dedi.
Kızının sağlığı nedeniyle emekliye ayrılan Ağrı
Valisi Mehmet Çetin, Hong Kong’da gemiye ait
olduğunu iddia ettikleri parçaları gösteren grubun
2007’de Ağrı’ya geldiğini doğrulayarak, grubun Doğu
Beyazıt’ta düzenlenen Nuh’un Gemisi Sempozyumu’na
katıldığını söyledi. Çetin sözlerini şöyle sürdürdü:
“Söz konusu tarihte grup Ağrı Dağı’na çıktı ama
kazılarda elde edilen parçaları yurtdışına nasıl
çıkardıklarını bilmiyoruz. Gemi parçası olduğu
belirtilen ahşap parçalarının o bölgeden çıkarılıp
çıkarılmadığını bilmiyoruz. İnceledikleri bu
parçaların o döneme ait olduğunu belirlemişler. Bize
bu açıklamanın haricinde ciddi bir bulgu
bildirilmedi. Bu grupla ortak hareket eden çoğu
ABD’li ikinci grup da geçen Haziran, Ağrı
Dağı’na geldi. Jandarma, grupla temas kurdu. İzinsiz
olarak kazı yaptıklarını tespit ettik. Gerekli
araştırmaları yaptıktan sonra bu grubun herhangi bir
istihbarat faaliyetlerinin olmadığını belirledik.
İnançları gereği gemiyi aradıkları için kazı
yapmalarına izin verdik. Ancak sivil jandarma
timlerimiz grubu sürekli takip etti.”
“Hıristiyan gruplar arasında bile Nuh’un Gemisi’nin
nerede olduğu konusu yıllardır tartışılıyor. Japon
gruplar geminin Ağrı Dağı’nda olduğunu ileri
sürerken,
ABD ve Çinliler bir başka bölgeyi işaret ediyor.
Üç aya yakın çalıştılar. Grup bölgeden ayrılırken
jandarma kazı alanından bir şey çıkarmamaları için
her türlü tedbiri aldı. Bizim tespitlerimize göre
Nuh’un Gemisi Ağrı Dağı’nın tam karşısında Cudi
Dağı’nın bitimine yakın bir tepede yer alıyor.
Gemiye benzer kalıntı, erozyonla ortaya çıktı. Biz
Nuh’un Gemisi’nin orada olduğunu düşünüyorduk. Böyle
bir kalıntının bulunması turizm potansiyelini
artırır. Gerisi bilim adamlarının işi.”
Ağrı Belediye Başkanı Hasan Arslan ise, Hong
Kong’daki açıklamayla dünyanın gözünü Ağrı’ya
çevirdiğini ve bundan son derece mutlu olduklarını
söyledi, ‘İnanç turizminde patlama bekliyoruz”
dedi.
Geminin Ağrı Dağı’nın 4 bin metrelik yüksekliğine
oturmasının mümkün olmayacağını belirten arkeolog Prof.Dr. Orhan Bingöl, “O geminin, o yüksekliğe
çıkması için dünyanın etrafının o yükseklikte suyla
kaplı olması lazım. Hiç 4 bin metre yükseklikte
suyla kaplı olduğu bir dönemle karşılaşmadık.
Kısacası olacak şey değil” dedi.
Ağrı Dağı’nda Nuh’un Gemisi’ni bulduklarını öne
sürerek Hong Kong’da basın açıklaması yapan Noah’s
Ark Ministries International Limited, The Media
Evangelism Limited’e bağlı çalışıyor. İnternet
sitesinde örgütün varlık sebebi “İletişim
teknolojisinin tüm imkanlarından faydalanarak bir
Hıristiyan medya ağı kurmak” olarak gösteriliyor. Bu
medya ağının amacı da İsa’nın öğretilerini yaymak.
Türk ve Hong Kong’lu bilim insanlarından oluşan
ekip, Ocak 2008’de Nuh’un Gemisi’ni bulduklarını
açıklamış, bu iddialarını kanıtlayacak somut
deliller olduğunu duyurmuşlardı. Ekipte Sütçü İmam
Üniversitesi’nden Dr. Ahmet Özbek de vardı.
Türk ve Hong Kong’lu bilim insanlarından oluşan
ekip gemiden aldıklarını öne sürdükleri bir metre
uzunluğunda tahta parçası göstermişti.
Hürriyet, Haber: Soner Gürel, 28.04.2010
******
GEMİ DAĞA ÇIKAMAZ, SEL ORAYA YÜKSELMEZ
Ağrı’da Nuh’un Gemisi’nin bulunduğu iddiasına
jeologlar karşı çıktı. Uzmanlar tarihi jeolojik
kayıtlarda o bölgede hiçbir güçlü sel olgusuna da
rastlanmadığını söylüyor.
Çinli ve Türkiyeli araştırmacılardan oluşan bir ekibin Ağrı Dağı’nın
dört bin metre rakımlı bir bölgesinde Nuh’un
Gemisi’nin kalıntılarını buldukları iddiası bilim
çevrelerinde inandırıcı bulunmadı. Uzmanlara göre
geminin dağlık bir alanda deniz seviyesinden o kadar
yüksekte olması imkansız.
Taraf’ın görüşüne başvurduğu Jeoloji Mühendisleri
Odası Eski Başkanı Behiç Çongar, “Böyle bir gemi
varsa da dağa çıkması mümkün değil, olsa olsa
Karadeniz sahillerinde karaya oturmuş olabilir”
dedi. Anadolu’yu büyük sellerin kapladığına dair
jeolojik bir veri olmadığını ifade eden Çongar, bu
konuda Amerikalı jeologlar William Ryan ve Walter
Pitman’ın araştırmalarının bilimsel açıdan daha ikna
edici olduğunu söyledi.
MÖ 7000’lere kadar Akdeniz’in seviyesinin
bugünküyle aynı olduğunu, ancak Karadeniz’in
günümüzdekinden 130 metre daha aşağı seviyede
olduğunu belirten Çongar, “Marmara Denizi bugünkü
Yenikapı ile Haydarpaşa arasında olduğu tahmin
edilen bir seddeyle ayrılıyor. 9000 yıl önce bir
deprem bu seddeyi yıkıyor ve Marmara’nın suları
Karadeniz’e doğru hızla akıyor. Bütün bu ovaları
işgal ediyor, oradaki halk da göç ediyor. Bu göçün
de iki yönde olduğu iddia ediliyor; bir kısmı
güneye, Mezopotamya düzlüklerine gidiyor; bir kısmı
da batıya giderek Tuna ve Sava nehirleri kıyısına,
Saraybosna, Macaristan bölgelerine yerleşiyorlar”
dedi.
Mezopotamya kökenli Gılgamış Destanı’nda Nuh’un
Gemisi’nden söz edildiğini, aynı şekilde
Saraybosna’nın Sava bölgesinde de benzer bir destan
yazıldığını söyleyen Çongar, bunun da Amerikalı
jeologların savını güçlendirdiğini ifade etti.
Kadir Has Üniversitesi Eski Rektörü
Prof.Dr.
Yücel Yılmaz ise, gemiye benzer yeryüzü şekillerinin
Ağrı Dağı’nın çevresinde her zaman görüldüğünü
söyledi. Prof.Dr. Yılmaz, “Bunlar gemi değil, çamur
akıntılarıyla ortaya çıkan oluşumlar. Zaten denizin
o yüzeye çıkmasına imkan yok. Yeryüzündeki bütün
suları üst üste koysanız dört bin metre yükseklikte
olmuyor. Bu daha çok dini kitaplarda görülüyor; Nuh
Tufanı’nı Ağrı Dağı’na tünelle birleştiriyorlar”
dedi.
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Orhan
Bingöl ise, daha önce de bu bölgede aynı konuda çok
sayıda araştırma yapıldığını, ancak arkeolojik
hiçbir bulguya ulaşılamadığını söyledi. Bingöl
sözlerini şöyle tamamladı: “Dünyanın bu yükseklikte
bir suyla kaplanması çok mümkün görünmüyor. Geminin
oraya çıkabilmesi için suyun dört bin metre
yükselmesi gerek. Dünya bir çanak değil ki su bir
anda dört bin metre yükselsin. Orada yükselirse
dünyanın her yerinde aynı seviyeye çıkması
gerekiyor. Bu da hem bilim, hem mantık açısından
mümkün görünmüyor.”
Taraf, Haber: Alev Oymalı - Melis Gönenç,
28.04.2010
******
"OLYMPOS TANRILARI GERÇEKSE, NUH'UN
GEMİSİ DE GERÇEKTİR"
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı
Dağı’nda olduğu yolundaki efsaneleri desteklediğini
söyledi.
Günay, Hong Kong’lu bilim
adamlarının Ağır Dağı’na ilişkin iddialarıyla
başlayan tartışmayı ise Hürriyet’e şöyle
değerlendirdi: “Ben mitoloji ve efsaneleri
destekliyorum. Nuh’un Gemisi’nin Ağrı’da olduğuna
inanılıyorsa, 3 kutsal kitapta bu yazıyorsa,
birileri gelip bununla ilgili araştırma yapıyorsa
bunu desteklerim.
Dünya bunu
konuşursa, Türkiye’yi konuşur. Şimdi ‘Bu bilimsel
değil’ tartışması yapıyorlar. Peki Tüm Yunan
tanrılarının Olympos’ta olduğuna nasıl inanıyorlar?
Bununla ilgili bir tartışma var mı? Bu mitolojidir.
Bunun üzerine kitaplar yazılmış, filmler çekilmiş.
Turizm hareketini düşünün. O ne kadar gerçekse,
Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda olması daha da
gerçektir.”
Nuh’un Gemisi’ni Ağrı Dağı’nda arama çalışmaları,
181 yıl öncesine dayanıyor. 1600’lü yıllarda bir
keşişin gemiyi arayıp bir parçayı da yanına aldığı
iddia edilse de, resmi kayıtlara göre Nuh’un Gemisi
için Ağrı Dağı’nın zirvesine ulaşan ilk araştırmacı,
20 Ağustos 1829’da Alman Frederic Parrot oldu.
Parrot, gemiyi bulamadığını ama izlerine
rastladığını iddia etti. Ardından, 1916’da, Vladimir
Roskovski adlı bir Rus pilot, Ağrı Dağı üzerinden
uçarken bir gemi kalıntısı gördüğünü iddia etti.
İkinci Dünya Savaşı’nda Rus
ve
ABD’li pilotlar da Nuh’un Gemisi’ni gördüklerine
dair raporlar verdi. Aya ilk ayak basan
astronotlardan James Irwin ile arkadaşları da
geminin izinden Ağrı Dağı’na çıkanlardandı.
Hürriyet, Haber: Nuray Varol, 29.04.2010
******
"NUH'UN GEMİSİ
BULUNDU" İDDİASI TEZGAH!
Nuh'un Gemisi'ni bulduklarını söyleyen Çinli
ekipte yer alan ancak sonra ayrılan ABD'li bilim
adamı Randall Price yayınlanan fotoğrafların
sahte olduğunu iddia etti.
World Net Daily ve Christian Science Monitor
sitelerinde yazılı açıklaması yayınlanan Price
şu ifadeleri kullandı: “Gösterilen tahtalar
Karadeniz’deki eski bir yapıdan kamyonlara
yüklenerek Ağrı Dağı’na tırmanmak isteyenlere
rehberlik eden Paraşüt adlı Doğubeyazıtlı
şirket tarafından dağa çıkarıldı.
Hatta tahtaları taşıyan kamyonun hangisi olduğu
bile biliniyor. Fotoğrafların çoğu Ağrı Dağı’nda
değil Karadeniz’deki o yapıda çekildi.
Fotoğraflarda örümcek ağlarını görebilirsiniz.
Bahsedilen yükseklikte örümceğin yaşaması mümkün
değildir. Ben bu fotoğrafları 2008’in yaz
aylarında gördüm. 2009’un yazında Çinli ekibi
Paraşütçüler bölgeye götürdüler. Hilenin
farkındaydım ama Çinliler kendilerine gösterilen
bu yapıya inandılar. Zaten içlerinde donanımlı
bir arkeolog ya da jeolog yoktu. Tahtaları
İran’da adı test ettirdiklerini söylüyorlar.
Gerçekten bunların doğru olduğuna inanıyorlarsa
kalıntıları bağımsız bilim adamlarının
incelemesine açsınlar. Geminin bulunduğu
açıklaması Türk rehberlerin Çinlilerden
para sızdırmak için kurdukları tezgahtır.“
Radikal, 30.04.2010
******
ATLANTİS'TEN CANLI YAYIN AZZ SONRA...
Nuh'un gemisini buldular iyi mi...
12 metreymiş.
*
4'er metreden 2 fil koy...
*
Daraşlık bi gemiydi demek ki.
*
Soksan soksan dikine 2 tane zürafa sokarsın, yılanları zürafaların bacaklarına sar, hadi diyelim maymunlar da fillere bindi, iskelede bekleşen gergedanlar nereye sığacak? İster misin, Nuh'un gemisi diye Nuh'un sandalını bulmuş olalım...
*
Veya, Nuh'un gemiciğini.
*
Manşetler bunlarla dolu artık...
"65 senelik sır... Barış Manço
ile Cem Karaca kardeş miydi?"
"Süleyman Demirel'in kızı var."
"Cudi Dağı'nda petrol bulundu."
"Behlül cipini satıyor."
"İstanbul'da UFO görüldü."
* Sık sık ararlar bizi...
- Allloo! - Buyrun?
- UFO var, fotoğrafını çekin.
- Kimsiniz?
- Kazım, Bayrampaşa Taksi'den.
*
Sanırsın, uzay mekiği astronotudur Kazım, NASA'dan arıyor... Dünyanın en pahalı benzinini ödüyor haberi yok, UFO gelse, en önce onun haberi oluyor.
*
Şuna ayrıca bayıldım... "Anayasa oylamasına ucu ucuna yetişen Devlet Bakanı Egemen Bağış'ın attığı depar, dünya 100 metre rekorunu kıran Jamaikalı atlet Hüseyin Bolt'u bile kıskandıracak nitelikteydi."
*
Breh, breh, breh...
*
"Öyle gazetecilik yapılmaz" diye fırçalarken, bunu kastediyorlar aslında...
"Böyle gazetecilik" istiyorlar.
*
Bakın ne dedi mesela Siirt Pervari Belediye Başkanı... "Kendi aramızda anlaştık, kapattık gitti, size ne oluyor? Gazetecilik yapacaksanız, Pervari'nin balını haber yapın!"
*
Haklı adam.
*
"1200 çiçeğin nektarından oluşup, katkı maddesi içermeyen Pervari balı, her derde derman olup..."
Hürriyet, Yazı: Yılmaz Özdil, 29.04.2010
|
|
VAN GOGH'A 3 AYDA 500 BİN ZİYARETÇİ
Dünyaca ünlü
ressam Vincent Van Gogh'un Londra'da üç ay süren
sergisini yaklaşık 500 bin kişi ziyaret etti.
23 Ocak-18 Nisan günleri arasında açık kalan
Royal Academy of Arts Müzesi'ndeki 'Gerçek Van Gogh:
Sanatçı ve Mektupları' adlı sergide, Gogh'un
resimleri, mektupları ve mektuplarındaki skeçleri
yer aldı. Sergiye giriş paralı olmasına rağmen
Gogh'un, kardeşi Theo başta olmak üzere, Paul Gaugin
ve Emile Bernard gibi dönemin diğer ressamlarına
yazdığı mektuplar büyük ilgi uyandırdı. Londra'daki
bir önceki Van Gogh sergisi, 1968'de düzenlenmiş ve
sergiyi 200 bine yakın kişi ziyaret etmişti.
Zaman, 27.04.2010
|
KÜÇÜKÇEKMECE'DE ARKEOLOJİ KONUŞULDU
14. Akdeniz
Arkeolojisi Sempozyumu (SOMA), 24 Nisan Cumartesi
günü, Küçükçekmece Sefaköy Kültür ve Sanat
Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Akdeniz kıyıları
ile Ege, Marmara ve Karadeniz kıyılarında
yapılan
arkeolojik çalışmaların yayınlandığı uluslararası
bir platform niteliğinde olan sempozyumun açılış
konuşmasını Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz
Yeniay yaptı.
Başkan Aziz Yeniay,
“Tarihin derinliklerinde
saklı kalan değerlerin günışığına çıkarılması
noktasında emek veren bilim insanlarına teşekkür
ediyorum. Yakın tarihin en önemli bulgularından biri
olan Bathonea’nın keşfedilmiş olması Küçükçekmece’yi
daha anlamlı kılmaktadır. Bathonea ile birlikte
dünyanın bu bölgeye bakışı, buranın da dünyaya
bakışının daha farklı olacağı kanaatindeyim. Çünkü
burada insanoğlunun ortak geçmişi yatıyor.” diye
konuştu.
Ukrayna başkenti Kiev ve İstanbul’da, eşzamanlı
olarak internet bağlantısı aracılığıyla
gerçekleştirilen sempozyuma, arkeoloji, sanat
tarihi, su altı ve mimarlık alanlarında araştırmalar
yapan 80 bilim adamı katıldı .
Sempozyumun Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi’nde
gerçekleştirilen Türkiye ayağında ise yaklaşık 30
araştırmacı 29 bildiri yayınladı.
Internet Haber, 26.04.2010
|

Zeugma Mozaik Müzesi, Kongre ve Kültür Merkezi’nin iç ve dış tefrişat ihalesi yapıldı. Turizm Bakanı Ertuğrul Günay müzenin tamamlanması için 6 ay süre verdi. Müzenin 2010 sonuna yetiştirilmesi bekleniyor. Gaziantep müzenin bu yıl meyvesini yiyemeyecek.
Eski Tekel binası alanına yapılan ve Cumhuriyet tarihinin en büyük müzesi olan yeni Zeugma Müzesi’nin temeli 2008’in Mayıs ayında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katılımı ile atılmıştı. Yapımı tamamlanan Zeugma Müzesi Büyükşehir Belediyesi tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı 21 Nisan’da müzenin iç düzenlemesi için ihale yaptı. Bu yılın turizm sezonuna yetiştirilmesi planlanan müze için hesaplar tutmadı. Müzenin iç düzenlemesi için ihale yeni yapılırken düzenleme ve eserlerin eski müzeden taşınmasının 1 yıldan fazla süreceği ifade ediliyor. Müzenin bir an önce hizmete girmesini isteyen Kültür Ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise iç düzenlemeyi yapacak olan firmaya 6 ay süre verdi. Bakanlık iç düzenleme için 10 milyon TL kaynak ayırdı.
Yılda bir milyon turist hedefi olan Gaziantep’te müzenin bu turizm mevsimine yetişmemesi hayal kırıklığına neden oldu.
Gaziantep Haberler, 26.04.2010
|

|
SULUİN MAĞARASI'NDAKİ KALINTILAR GÖRÜNTÜLENİYOR
Akdeniz Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Gökoğlu ile yanındaki 3 kişi, Antalya'nın Finike İlçesi'ndeki Suluin Mağarası'na dalış yaparak seramik ve kemik kalıntılarının fotoğraf ve görüntülerini çekiyor.
Finike'de bulunan ve Asya Kıtası'nın en uzun sualtı mağarası olduğu belirtilen Suluin Mağarası'na dalış yapan 4 kişilik ekip, 45 metre derinliğe kadar inerek kalıntıları görüntülüyor.
Gökoğlu, mağaraya 6'ncı dalışları olduğunu belirterek, görüntüledikleri kalıntıların, arkeolojik, jeolojik ve antropolojik açıdan incelenmesi gerektiğini söyledi. Gökoğlu, daha önceki dalışların mağaranın keşfine yönelik olduğunu, ancak bu kez mağaradaki kalıntıları görüntülediklerini kaydetti.
Öğretim üyesi, "Hem arkeolojik, hem jeolojik, hem de antropolojik açıdan kalıntıları görüntüleyip Finike Kaymakamlığı'na ve Finike halkına sunmayı hedefliyoruz. Ayrıca bu görüntüler basınımıza da verilerek, Türkiye ile de paylaşılacak" dedi. Gökoğlu, 45 metreye dalış yaptıklarını ve yaklaşık 45 dakika çekim yaptıklarını söyledi.
1995 yılında Suluin Mağarası'na dalış yapan Amerikalı Jarrod Jablonski ve ekibinin 122 metre derinliğe ulaştığı mağaranın tam olarak sınırları ve derinliği bilinmiyor. Aynı yıl amatör bir grubun yaptığı dalışta 2 kişinin yaşamını yitirdiği mağara, gizemini korumaya devam ediyor.
Cnn Türk, 26.04.2010
|
NOEL BABA'NIN KEMİKLERİNİ 923 YIL SONRA İSTEDİ

Myra-Andriace Kazı Başkanı
Prof.Dr. Nevzat
Çevik, Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığıyla 1087
yılında Antalya'nın Demre İlçesinden İtalya'nın Bari
kentine kaçırılan Noel Baba'nın kemiklerinin
Türkiye'ye iadesini istedi. Noel Baba'nın iadesi
istenen kemiklerine değinmeyen Bari Belediyesi,
'kemikleri unutun' dercesine Demre ile kardeş şehir
olma teklifi yaptı. Prof.Dr. Çevik ve Demre
Belediyesi, teklife olumlu yaklaştı ancak kemiklerin
iadesindeki ısrarını sürdürdü.
Bari Belediye Başkanı Michele Emiliano imzalı
yazıda, Noel Baba'nın Demre'de yaşaması ve mezarının
Bari'de bulunması nedeniyle iki kentin Aziz'e olan
bağlılığının birleştiği vurgulandı. Demreli
yöneticiler 8- 9 Mayıs'ta Noel Baba için yapılacak
kutlamalara davet edildi, burada kardeş şehir
olunabileceği bildirildi. Ancak kemiklerin
iadesinden bahsedilmedi. Bunda en az 2 milyon
Hıristiyan'ın her yıl Bari'ye gitmesinin ve kent
ekonomisine katkı sağlamasının payı olduğu ifade
ediliyor.
Noel Baba'nın mezarında huzur içinde yatması için
kemiklerin iadesini istediğini ifade eden Prof.Dr.
Çevik, "Kaçırılan tarihi eser değil, insan bedeni.
Bu hırsızlıktan da öte. Ölüyü mezarından çıkarıp
kemiklerini alıp gitmek en büyük insanlık suçudur.
Mezarında huzur içinde uyuyamayan bu insana saygı
duyulmasını ve kemiklerinin iade edilmesini
istiyoruz. Çünkü kemiklerin sahibi biziz. Herkesin
sahiplendiği Noel Baba bizim değerimiz" dedi.
Noel Baba'nın kemiklerinin bulunduğu kiliseyi çok
sayıda insanın ziyaret ettiğini hatırlatan Prof.Dr.
Çevik, "Kemiklerden ekonomik bir beklentimiz yok.
Kemiklerin gelmesinin ilçe ekonomisine katkı
sağlayacağı kaçınılmaz bir gerçek. İadenin olması
halinde Demre'yi her yıl çok sayıda kişi ziyaret
edecek. İlçe ekonomisine büyük katkı sağlayacak. Ama
biz kemikler üzerinden para kazanmanın değil,
değerimize sahip çıkmanın peşindeyiz" diye konuştu.
Kemiklerin Demre'ye getirilmesi için elinden geleni
yapacağını bildiren Prof.Dr. Çevik, "Belki bunu
başaramayacağız ve kemikleri getiremeyeceğiz. Ama
Noel Baba'nın Demreli olduğunun mesajını tüm dünyaya
vermiş olacağız. Noel Baba'nın da Demreli olduğunu,
Türkiye'nin bir değeri olduğunu her fırsatta dünyaya
söyleyeceğiz" dedi.
Kardeşlik teklifine olumlu yaklaşan Demre Belediye
Başkanı Süleyman Topçu, "Demre ve Bari kardeş şehir
olsun. İki toplum arasındaki kardeşlik bağı
gelişsin. Ancak kemikler de iade edilsin. Biz kardeş
olmak kadar kemikleri de istiyoruz. İki kentin
kardeş olmasıyla ilgili de İçişleri Bakanlığı'na
yazı gönderdik" diye konuştu.
NOEL BABA KİMDİR?
Halk arasında Noel Baba olarak tanınan Aziz Nicholas,
MS 3'ncü yüzyılda Kaş Patara'da
doğdu. Kudüs ve Filistin'de din eğitimi aldıktan
sonra Demre'ye yerleşti. Burada kilisesini kurarak,
o zaman adı Myra olan kentte din hizmeti vermeye
başladı ve dünyanın en meşhur din adamı oldu. MS
4'ncü yüzyılda yaşamını yitirdi. 1087 yılında mezarı
açılarak kemikleri İtalya'nın Bari kentine
kaçırıldı. Burada adına yapılan kilisenin içine
defnedildi. Bugün inanç turizminin simgesi haline
gelen Noel Baba'nın kilisesini her yıl yüz binlerce
Hıristiyan ziyaret ediyor. İnanç turizminden elde
edilen gelirle kent ekonomisi büyük kazanç sağlıyor.
Noel Baba'nın din hizmeti verdiği kilise hala
Demre'de bulunuyor ve inanç turizmi çerçevesinde her
yıl 400 bine yakın kişi gidiyor. Ayrıca Noel
Baba'nın yaşadığı baş piskoposluk sarayı Demre'de
alüvyonlarla kaplı toprağın altında bulunuyor.
Sarayın gün yüzüne çıkartılması için sonar ile keşif
çalışması sürüyor.
Habertürk, Haber: Özgür Önder, 26.04.2010
|
NEANDERTHALLER MEĞER Kİ KAYBOLMAMIŞ, KARIŞMIŞ
Bugüne kadar yapılmış en
geniş
kapsamlı DNA araştırmalarından biri, Neandertal
genlerinin bugüne kadar taşındığını ortaya çıkardı.
Kısa, kalın gövdeleriyle, müzelerdeki modellerde
ve bilgisayar canlandırmalarındaki kaşlarının
üzerindeki kalın çıkıntıyla “ilkel insan”
önyargısını tereddütsüz yapıştırdığımız
Neandertaller, meğer hepimizin içinde yaşıyormuş.
Yaşamları, biçimleri ve kaderleri konusunda farklı
kuram ve spekülasyonlar geliştirilmiş olsa da
gizemli
bir insan
soyu olan Neandertallerin (Homo sapiens-neandertalis)
modern insanın (Homo sapiens-sapiens) Afrika’dan
dünyaya yayılmasıyla kısa sürede yok oldukları,
antropologların üzerinde birleştikleri bir nokta.
Ancak günümüzde dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan
insanlardan toplanan DNA örnekleri üzerinde yapılan
bir araştırmanın iddialı öngörüsüne göre, iki insan
türü arasında en az iki kez döl alışverişi olmuş.
Başka deyişle sonuçta hepimiz az ya da çok
Neandertal geni taşıyoruz.
Modern insanın, günümüzden 200 bin ve 100 bin yıl
öncesi Afrika’da evrimleştikten sonra 60 bin yıl
önce oradan dünyaya yayılarak Neandertaller de dahil
olmak üzere insan (Homo) soyağacının daha önce göç
etmiş türlerinin yerini aldığı düşünülüyor.
Fosil kayıtları, Neandertallerin 25 bin ile 38 bin
yıl öncesi aralığında tüm dünyada ortadan kalktığını
gösteriyor.
Ancak, Avrupa’dan Doğu Asya’ya kadar yayılmış olan
Neandertallerin neden topluca yok oldukları
konusunda görüşler
farklı.
Bunu iklim değişimine bağlayanlar da var, yiyecek
için rekabete de. Ancak yaygın bir görüşe göre de
Neandertaller, insanlık tarihinin ilk soykırımının
kurbanı: Modern insan topluluklarınca yok
edildiklerine inanılıyor.
Bir süre yan yana yaşamış olan modern insan ve
Neandertaller arasında cinsel temas yoluyla soy
karışımı olup olmadığı tartışma konusu. Daha önce
bazı kısmi genetik bulguların, iki insan türü
arasında kesin bir ayrımı gösterdiğini ileri süren
araştırmacılara karşılık, iki tür arasında karışımın
kaçınılmaz olduğu görüşünü savunanlar da var. Tüm
Neandertal genomunun (toplam gen haritasının) 2009
yılında Max Planck Enstitüsü (Almanya)
araştırmacılarınca çözümlenmesiyle, kesin sonucun
kısa sürede ortaya çıkması bekleniyor.
Şimdiyse, Afrika, Avrupa, Asya, Kuzey ve Güney
Amerika’da yaşayan 1983 kişiden alınan DNA
örnekleri, farklı insan türleri arasında bir
karışımı ortaya koyuyor.
ABD’nin New Mexico kentinde toplanan Amerikan
Fiziksel Antropoloji Derneği Kongresi’nde ekibinin
bulgularını açıklayan Mexico Üniversitesi’nden
(Meksika) Dr. Sarah Joyce, dünyanın çeşitli
yerlerindeki günümüz insanında DNA farklılıklarının
nasıl ve ne zaman ortaya çıktığını açıklamak için
bir “evrim ağacı” oluşturmuş.
Araştırmacılara göre bulgular, modern insanla bir
başka insan türü arasında tarihte iki dönem boyunca
döl alışverişi olması halinde anlam kazanıyor.
Karışım ilk kez yaklaşık 60 bin yıl önce Doğu
Akdeniz’de, sonra da yaklaşık 45 bin yıl önce Doğu
Asya’da meydana gelmiş. Araştırmacılara göre bu
“değişik insan türü” için en
uygun aday
Bu arada Neandertaller konusundaki popüler ve
bilimsel önyargılar da, son yıllardaki bulgularla
bir evrim geçiriyor.
Kalın kemikli, çıkık alınlı, modern insandan
ortalama 15 cm daha kısa boy ölçülerine, ancak yüzde
20 daha büyük beyinlere sahip bu insanların, popüler
inanıştaki “ilkel” yaftasını haksız kılacak bir
gelişmişlik düzeyine sahip oldukları ve aralarındaki
etkileşim için lisan geliştirmiş olabilecekleri
düşünülüyor.
Çakmak taşından ve kayalardan yaptıkları aletleri
kullanan bu mükemmel avcıların, geyik, bizon, yaban
domuzu, ve ayı eti gibi temel gıda kaynaklarına,
fok, balık, denizanası gibi derin ürünleriyle,
ceviz, tahıl ve bitkileri de ekledikleri biliniyor.
Radikal, 26.04.2010
|
TUNCA KÖPRÜSÜ 14 GÜN ULAŞIMA KAPANIYOR
Tarihi
Tunca Köprüsü onarım çalışmaları sebebiyle 14 gün
süreyle ulaşıma kapanıyor.
Edirne ile Karaağaç Mahallesi'ni birbirine
bağlayan Meriç ve Tunca nehirleri ile aynı isimleri
taşıyan köprülerdeki bozulma yüzünden restorasyon
çalışması başlatılacak. Bu kapsamda Edirne Valiliği,
Karayolları ve yüklenici firmalar arasında ortak
çalışma yapılarak karar alındı. Edirne Valisi
Mustafa Büyük, onarım çalışmaları sebebiyle Meriç
Köprüsü'nün trafiğe açık, Tunca'nın ise kapalı
kalacağını söyledi. Tunca Köprüsü üzerinden geçen
araçların alternatif güzergahları kullanacaklarını
anlatan Büyük şu bilgileri verdi: "26 Nisan-10 Mayıs
tarihleri arasında 14 günlük bir kapatma ile onarımı
gerçekleştireceğiz. Gazimihal Köprüsü ile ilgili
olarak alternatif bir köprünün olmasından dolayı bir
sıkıntımız yok. Orası ile ilgili de 19 günlük bir
kapatma gerçekleşecek. Karaağaç ve o bölgenin ticari
hayatını uluslararası kapımız Pazarkule'yi asgari
şekilde etkileyecek bir düzenleme ile çözmeye
çalışıyoruz."
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 26.04.2010
|
BOZDAĞ'DA TARİHİ HAMAM KÜLTÜR EVİ'NE DÖNÜŞECEK
Ödemiş'e bağlı Bozdağ Belediyesi, Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'ne ait olan 1400 yıllık tarihi hamamı,
restore ederek kültür evi yapmak üzere 49 yıllığına
kiraladı. Kiralama protokolü, geçtiğimiz günlerde
Bozdağ Belediye Başkanı Mehmet Keskin ve Vakıflar
Bölge Müdürü Muzaffer Ataseven arasında imzalandı.
Vakıflar Bölge Müdürü Muzaffer Ataseven, kiralama
işleminin yönetmelik gereği restorasyon karşılığında
yapıldığını belirterek, "Yaşadığı çevreye ve tarihe
karşı duyarlı belediye başkanlarımız kentlerindeki
tarihi eserleri restorasyon yaparak sahip
çıkıyorlar. Hem tarih korunmuş oluyor hem de kent
kültürüne katkı sağlanmış oluyor. Duyarlı belediye
başkanlarını kutluyorum" diye konuştu.
Bozdağ Belediye Başkanı Mehmet Keskin ise, "Yaklaşık
1400 yıllık geçmişi olan tarihi hamamı restore
ederek, beldemize kazandırmayı hedefliyoruz. Tarihi
hamamın bir kısmını günyüzüne çıkarmak için kazı
yapılması gerekiyor. Proje ve uygulama yaklaşık 3
yıl sürecek. Kazı işlemi ve restorasyonu bittikten
sonra Bozdağ'a yeni bir kültür evi kazandırmış
olacağız" şeklinde konuştu.
Yeni Asır, 26.04.2010
|
TUZAMBARI'NA MİMARLIK ÖDÜLÜ
Medina Turgul DDB Reklam Ajansı için tasarlanan 'Tuzambarı' yenilendi. Yapıyı restore eden Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık Ofisi, bu yıl 12'ncisi gerçekleştirilen Ulusal Mimarlık Ödülleri yarışmasında YAPI DALI Koruma-Yaşatma Başarı Ödülü'nü kazandı.
Mimar Sinan anısına iki yılda bir gerçekleştirilen Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, TMMOB Mimarlar Odası tarafından 1988 yılından beri gerçekleştiriliyor.
Yarışmada ödül kazanan İstanbul - Kasımpaşa'daki Tuzambarı 1993 yılında kurulan Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık Ofisi'nin gerçekleştirdiği en sıra dışı projelerden biri olma özelliğini taşıyor. Geçmiş yıllarda bir çok reklam ajansına hayat veren mimarlık ofisi, bu kez tarihi bir ambarı çarpıcı bir çalışma ortamına dönüştürmeyi başarmıştı.
Projede Osmanlı döneminde barut fabrikası, Cumhuriyet döneminde de tütün deposu olarak kullanılan yapının tarihi taş dokusu korunarak 160 kişinin çalıştığı bir alan yaratıldı. Restorasyon kapsamında Tuzambarı'na zarar vermeden 170 yıllık kirişi ortadan kaldırmak için Erginoğlu & Çalışlar yaratıcılığın kimyasal çözümler yaratma alanına kadar taşıdı. Dört ayrı galeriden oluşan yapı içinde iletişimin kesintisiz bir şekilde devam etmesi için galeriler çelik köprülerle birbirine bağlandı. Tüm bu çalışmalar yoğun bir zaman baskısı altında toplam yedi aylık bir süreçte gerçekleştirildi.
Milliyet Cadde, 26.04.2010
|
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NDE KURTARMA KAZILARINA BAŞLANDI

Sivas'ın Divriği İlçesi'ndeki Divriği Ulu Cami ve
Darüşşifası'nın doğu cephesinde, tarihi yapıya baskı
yapan toprak kütle, yapılacak kurtarma kazısı ile
kaldırılacak.
Kazı öncesinde eserin doğu cephesi, toprak altında
herhangi bir mimari doku, obje, materyal olup
olmadığının kontrolü için elektro radar
cihazı ile taranıyor.
Sivas Müze Müdürü Yüksek Sanat Tarihçisi
Yusuf Altın, Birleşmiş Milletler Eğitim,
Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO)
koruma çalışmaları kapsamında oluşturulan
''Dünya Kültür Mirası'' listesinde yer alan
Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasının doğu cephesinde,
esere baskı yapan toprak eğiminin kaldırılması için
yapılacak kazı çalışmalarına 23 Nisan
itibariyle başlandığını bildirdi.
Çalışmalara, öncelikle yüzey temizliği ve elektro
radar taraması işlemleri ile başladıklarını anlatan
Altın, tarama çalışmaları için özel bir ekibin
Divriği'ye geldiğini, bu ekibin teknolojinin son
harikası olan elektro radar tarama cihazı ile
çalışmalar yaptığını ifade ederek, şunları söyledi:
''Çalışmalara başlamadan önce yer altı radar tarama
işlemini gerçekleştiriyoruz. Bu işlemin amacı, kazı
alanındaki obje, materyal veya mimari bir doku olup
olmadığını tespit etmek. Bu konuda Ankara
Üniversitesi Yer Bilimleri Araştırma ve Uygulama
Merkezi Müdürü
Prof.Dr. Yusuf Kağan
Kadıoğlu ve ekibinden yardım alarak
çalışmaları sürdürüyoruz, buradaki amacımız, dünya
mirası Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasına baskı yapan
toprağı atmaktır.''
Kazı hazırlıklarını 15 Mayıs'a kadar
tamamlamayı hedeflediklerini ifade eden
Altın, ''Yaklaşık 55 kişilik bir ekiple kazı
çalışmalarını yürüteceğiz. Çeşitli üniversitelerden,
İl Özel İdare Müdürlüğünden ve birçok kurumdan
destek alıyoruz. El birliğiyle bu çalışmayı
bitirmeyi planlıyoruz'' diye konuştu.
Ekibiyle birlikte kazı çalışmalarına katılan Ankara
Üniversitesi Yer Bilimleri Araştırma ve Uygulama
Merkezi Müdürü
Prof.Dr. Yusuf Kaan Kadıoğlu
ise merkezin çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Türkiye'nin birçok yerinde çalışmalar yürüttüklerini
ve başarılı sonuçlar aldıklarını ifade eden Kadıoğlu,
''Merkezimiz, Türkiye'nin ilk bu şekilde çalışan
merkezidir, bu sistemdeki amaç, yer altında bulunan
arkeolojik eserleri kazı yapmadan
görüntüleyebilmektir. Elimizdeki cihaz ile
Hasankeyf, Şam Süleymaniye Cami ve ülkenin birçok
tarihi yerlerinde bunu uyguladık, bu konuda oldukça
tecrübeliyiz'' dedi.

Elektro radar taraması
Yer altı radarı ya da genel adıyla
GPR (Ground
Penetrating Radar) olarak da bilinen
elektro radar tarama cihazı, yer altının 40 metre
derinliğine kadar araştırılmasında kullanılıyor.
Jeofizik bilimi tabanlı bir ölçüm cihazı olan
elektro radar tarama cihazı, antik şehir, tapınak,
mezar, tarihi han ve hamamlar, eserler, duvarlar ve
benzeri tarihi kalıntıların tespitinde kullanılıyor.
Cihazdan maden arama ve rezerv geliştirme ile göçük
ve maden kazalarında ilk yardım çalışmaları, ceza
evlerinde tünel tespiti gibi konularda da
faydalanılıyor.
Yapı, Fotoğraflar: Mücahit Erdal Koç/AA,
26.04.2010
|
TARİHİ KERVANSARAYIN RESTORASYONU KAMULAŞTIRMA
ENGELİNE TAKILDI

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde 17. yüzyıldan kalan
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, yanındaki
dükkanlarla evlerin kamulaştırılması nedeniyle 2
yıldır tamamlanamadı.
Battalgazi Belediye Başkanı
Selahattin
Gürkan, 1637 yılında
Battalgazi İlçesi'nde Silahtar Mustafa Paşa
tarafından yaptırılan, dönemin padişahı 4. Murat'a
hediye edilen kervansarayın restorasyonuna 2008
yılının nisan ayında başlandığını hatırlattı.
Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün yürüttüğü
restorasyon çalışmalarının geçen yılın eylül ayında
bitirilmesinin hedeflendiğini ifade eden Gürkan,
kervansarayın etrafındaki 12 dükkanla iki evin
kamulaştırıldığını, bu kamulaştırmalar nedeniyle
restorasyonun geciktiğini söyledi. Gürkan, şöyle
konuştu:
''Restorasyon sırasında kamulaştırmayla ilgili bazı
sorunlar yaşandı. Kamulaştırmaların mahkeme süreci
de olunca restorasyon uzadı. Şu anda bazı
dükkanlarla evlerin kamulaştırması tamamlandı.
Restorasyon son sürat bitirilmeye çalışılıyor.
Restorasyonun temmuz ayında bitirileceği söyleniyor.
Bundan sonraki süreçte kenarlardaki iş yerleri var.
Kamulaştırılması noktasında taleplerimizi ilettik.
Onların da kamulaştırılması gerekiyor. O zaman
kervansaray aleni ve açık bir şekilde toplumun önüne
gelir. Aksi halde etrafı kapalı olduğundan yapılan
restorasyon pek gözükmez.''
Restorasyonun ardından Malatya Vakıflar Bölge
Müdürlüğü, Valilik, Battalgazi Belediyesi ve İl
Kültür Müdürlüğü yetkililerinin bir araya gelerek
kervansarayın nasıl değerlendirileceğini
görüşeceğini kaydeden Gürkan, ''Kervansarayın
restorasyondan sonra nasıl değerlendirileceği
noktasında ortak aklın karar vermesi gerekiyor.
Ancak görüşüm burasının bir kültür merkezi
olmasıdır. Büyük ihtimalle de o şekilde
değerlendirilir'' dedi.
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, orta avlulu ve
çevresi revak ve hücreli kervansaraylar grubundan.
Kervansaray 5 bin 168 metrekare alanı kaplıyor.
Dikdörtgen planlı kervansaray kesme taştan yapılmış
olup avlusunun çevresinde revaklar ve batı kanadında
kapalı bir bölüm bulunuyor. Kapalı bölüm,
birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış, dört
köşe taş payelerden oluşmuş bir mekan. Avlunun
bugüne gelen kanatları çok harap. Kervansarayın üst
örtüsü düz toprak damlı. Ahırları da var. Kapalı
bölümün üzerindeki kitabe 15. yüzyıl şairlerinden
Şeyhülislam Zekeriyazade Yahya tarafından yazılmış.
Kervansaray, 1632 yılında Sultan 5. Murat'ın
silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından
yaptırılmış. Revaklı bir avlu, kapalı bölüm ve iki
dikdörtgen mekandan oluşuyor. Girişin üzerinde
merdivenlerle çıkılan mescit yer alıyor.
Yapı, Fotoğraf: Mehmet Emin Göresiye/AA,
26.04.2010
|
ORTADOĞU'DA KURULAN İLK ŞEHİRLERİN KÖKLERİ

Suriye'de kazıya başlayan arkeologlar, dünyanın
ilk şehir ve devletlerin temelinin atıldığı
Mezopotamya'nın tarih öncesi kültürü konusunda
bildiklerimizi genişletmeyi amaçlıyor.
BD ve Suriyeli araştırmacılar, Fırat Nehri
yakınlarındaki Tell Zeidan (Zeydan Tepe) isimli kazı
alanında, şehirleşme öncesi bir yerleşim merkezine
ait çok ilginç el yapımı eşya örneklerini ortaya
çıkardı. Bölge sakinleri, MÖ 4000 yılına kadar iki
binyıl boyunca burada yaşadı. Bu dönemin insanın
kültürel evriminde çok önemli bir yeri var.
İlk çağ uzmanı akademisyenler, Zeydan'ın Ubeyd
dönemi olarak adlandırılan MÖ 5500 ile 4000
arasında yaşayan insanların hayatının iç yüzünü
ortaya çıkaracağını söylüyor. Bu
dönem hakkında pek bilgimiz yok. Ama bu dönemde
sulamalı
tarımın çok yaygınlaştığını, uzak mesafeler
arası ticaretin
sosyal ve
ekonomik etkisinin büyüdüğünü, güçlü liderlerin
ortaya çıktığını ve zengin elitler ve yoksul halk
şeklinde
sosyal sınıflaşmaların başladığını biliyoruz.
Chicago Üniversitesi Doğu Araştırmaları Enstitüsü
Başkanı ve kazıların başındakilerden Gil Stein,
Zeydan bölgesinin ilk şehirlerin ortaya çıktığı
Fırat ve
Dicle nehirlerinin
güney kısımlarından uzakta olduğunu belirtiyor.
Bu yüzden de Ubeyd kültürü hakkında bize oldukça
zengin bilgiler sunabilir.
San Diego şehrindeki California Üniversitesi'nden
antropolog ve
Orta Doğu'da ilk şehirler konusunda otorite
kabul edilen Guillermo Algaze Zeydan'la ilgili
olarak, "Orta
Doğu'da medeniyetin nasıl geliştiğine dair hali
hazırda geçerli yorumları kökünden değiştirecek
potansiyele sahip" diyor. Algaze, Zeydan kazısındaki
grup içinde yer almıyor. Kazı sahası Fırat Nehri'ne
dökülen Balikh Nehri'nin doğu tarafındaki üç büyük
höyükten oluşuyor. En büyüğü 15 metre yüksekliğinde
olan höyükler daha alt yerleşim alanının
yıkıntılarını kaplıyor.
2008 ve 2009 yıllarının yaz aylarında Stein, Zeydan
kalıntılarının
haritasını çıkarmaya ve keşif kazılarına
odaklandı. Stein, ilk bulguların bölgenin Ubeyd
döneminde şehirleşme öncesi bir yerleşim merkezi
olduğunu doğruladığını ve büyük ihtimalle önemli bir
tapınağa da ev sahipliği yaptığını söylüyor. En
önemli bulgulardan birisi ise, 5 santime 6,33 santim
boyutlarında, üzerinde geyik tasviri olan taştan bir
mühür. Muhtemelen bir malın kime ait olduğunun
belirlenmesi için kullanılıyordu.
Arkeologlar bunun, 300 kilometre doğuda Tepe
Gawra'da bulunan mührün bir benzeri olduğunu
söylüyorlar.
Suriye'de uzun yıllar çalışmış olan Pennsylvania
Üniversitesi'nden arkeolog Richard L. Zettler, bu
mührün "Toplumda belirli bir kesimin kavanozlar,
çantalar, kapılar gibi şeylere erişimi kısıtlama
yetkisi olduğuna" işaret ettiğini söylüyor.
"Bu mühürler varsa, toplumda kesinlikle
sosyal tabakalar yaratılmıştır" diye konuşuyor.
Stein'e göre, birbirinden çok uzak şehirler arasında
neredeyse özdeş motiflere sahip çok ince işçilikli
mühürlerin varlığı, bu dönemde yüksek seviyeli
elitlerin çok geniş bir alanda liderlik pozisyonu
sağladıklarının bir göstergesi.
Haber Pan, Kaynak: New York Times, Haber: John
Noble Wilford, 25.04.2010
|
"BU ESERLER YAŞATILSIN"

Konya, köklü
tarihi geçmişinin doğal bir sonucu olarak bir çok
tarihi yapıta sahip. Bir kısmı restorasyonlarla
günümüze kadar gelmiş olan bu binaların STK’lara
devredilerek işlevsel hale getirilmesi isteniyor
Tarihte bilinen ilk yerleşim yerlerinden biri olan
ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin payitahtı olan
Konya, bu özelliğiyle bir çok eski yapıta ve tarihi
esere sahip. Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan
Zazadin Hanı, Beyşehir Yolu üzerinde bulunan Akyokuş
Hanı, Karatay Belediyesi Eski Hizmet Binaları, Bosna
Hersek Fahri Konsolosluğu bahsi geçen binalardan
bazıları. İşlevsel kullanılmayan bu binaların çok
çabuk yıprandığı bildiriliyor.
Tarihi yapıların bir çoğunun restorasyonu yapıldığı
halde işlevsel kullanılmadığı için çok çabuk
yıprandığını söyleyen Araştırmacı-Yazar Dr. Hasan
Özönder, “Sivil ve dini yapıların bir çoğu zamanla
ihmal ediliyor, mukadderatıyla baş başa bırakılıyor.
Bu nedenle harap olup tarih sayfalarından siliniyor.
Bunu önlemek için son dönemde iyi bir çalışma
yapıldı. Fakat restorasyonu yapılan binalar yine
yalnız bırakıldı” dedi.
Büyük emek ve maddi külfet harcanarak gün yüzüne
çıkarılan tarihi binaların çok çeşitli
değerlendirilebileceğini söyleyen Hasan Özönder, bu
binaların Konya yemeklerinin tanıtıldığı restoran,
araştırma merkezi, aşıklar kahvesi, şehir müzesi
gibi kullanılabileceğini söyledi. Konya Sivil Toplum
Kuruluşları İcra Heyeti Başkanı Latif Selvi de,
sivil toplum kuruluşlarına verilmesini istedi.
Şehrin resmi ve özel kurum ve kuruluşlarının
imkanları el verdiği ölçüde eski yapıları
onardıklarını ifade eden Araştırmacı Yazar Dr. Hasan
Özönder, yanlış anlayışın bir sonucu olarak sivil ve
dini yapıların bir çoğunun zamanla ihmal edildiğini,
mukadderatıyla baş başa kaldığını ve pek çoğunun bu
nedenle harap olup tarihe karıştığını ifade etti.
Belediyenin ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün son
dönemde yaptığı çalışmalar neticesinde tarihi
yapıların büyük bir bölümünün onarılarak günümüze
kazandırıldığını dile getiren Dr. Hasan Özönder,
“Büyük masraf ve emeklerle onarılarak diriltilen
tarihi yapılardan bir çoğu maalesef yeni görev ve
işlev kazandırılmadığı için hem yeterince faydalı
olamaz durumda bulunmakta, hem de kısa bir süre
sonra yeniden masraf ve onarıma ihtiyaç duymaktadır.
Bu olumsuz duruma engel olmak için büyük emek ve
masrafla onarılan tarihi yapılarımıza millet ve
memleketimiz için bir alanda faydalı olacak bir
görev yüklemeliyiz. Mesela, Selçuklu Belediyesi’nin
büyük çabalarla onardığı Zazadın Hanı (Saadettin Bey
Kervansarayı) henüz bir işlev kazanamamıştır. Birkaç
sene sonra cehaletin kurbanı olarak taşlarını,
tuğlalarını eskiden olduğu gibi sökerek tekrar ahır
ve samanlık yapımında kullanır hale gelmesinden
endişe ediyorum. Yine aynı şekilde Hacıveyis
Camii’nin yanındaki eski bir ilkokul olan tarihi
yapının büyük masraflarla yeniden yapılması ile
yaşamını bir görev verilmemesi nedeniyle bir süre
sonra yer yer de olsa harap olabilir” diye konuştu.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün yıllardan bu yana harf
durumda olan Sabihi Ata Zaivyesi’ni onardığını ve
müze olarak hizmete sunduğunu söyleyen Dr. Hasan
Özönder, bunun kültürümüze büyük katkılar
sağladığını dile getirdi. Yapılan ve yapılacak olan
bu tür onarımların sonunda tarihi yapıların resmi
veya sivil kuruluşların faaliyetlerine sunulmasının
yerinde olacağını ifade eden Özönder, “Tadilat
çalışmaları tamamlandıktan sonra yeniden hayata
döndürülen bu tür tarihi yapılar İstanbul, İzmir,
Bursa ve Ankara’da olduğu gibi araştırma merkezi,
şehir müzesi, aşıklar kahvesi veya Konya
yemeklerinin yapıldığı lokanta olarak
kullanılabilir” dedi.
Yapılan onarımlarına dair bilgi veren herhangi bir
kitabenin olmamasının da büyük bir eksiklik olduğuna
dikkat çeken Araştırmacı Yazar Dr. Hasan Özönder,
“Yapılan hizmetlerin sahibi, yılı, hangi amaçla
kullanıldığı hakkında 50-100 yıl sonraki nesillere
sağlıklı bilgi verecek onarım, genişletme,
yenilemeye dair bir kitabe muhakkak
bulundurulmalıdır. Mesela Zazadın Hanı’nda, Akyokuş
Hanı’nda, Konya Konağı’nda bu bilgileri gösteren bir
kitabe maalesef mevcut değildir.
İkinci konu ise yapılan onarımlara dair bilgi veren
herhangi bir kitabeye yer verilmemesidir. Halbuki
yapılan hizmetlerin sahibi, yılı, hangi amaçla
kullanıldığı hakkında 50-100 sene sonraki nesillere
sağlıklı bilgi verecek onarım, genişletme, yenileme
çalışmalarına dair bir kitabe muhakkak
yerleştirilmelidir. Mesela Zazadın Hanı’nda, Akyokuş
Hanı’nda, Konya Konağı’nda bu bilgileri gösteren bir
kitabe maalesef mevcut değildir. Halbuki, gerek
Selçuklu, gerek Karamanoğlu ve gerekse Osmanlılar
döneminde onarım faaliyetlerini gösteren orijinal
kitabeler 200 sene sonra da olsa araştırmalarımıza
ışık tutan bilgiler vermektedir. Bu bilimsel konu da
ihmal edilmemelidir. Hatta onarım için yapılan
harcamanın miktarı altın ölçeğine çevrilerek bu bina
şu kadar gram altınla onarılmıştır şeklinde işin
mali fedakarlığını da ifade eden bilgiye yer
verilmelidir” dedi.
Konya’nın bir sağlık ve tarım müzesine de ihtiyacı
olduğuna vurgu yapan Dr. Hasan Özönder, onarılan
binalardan bu tür bir müzeye uygun olanının
müzeleştirilmesi gerektiğini belirtti.
Özönder, “Bunların yanında Karma Ortaokulu
köşesindeki Konya’nın ilk resmi müzesi olan ve hızla
yıkılmaya yüz tutan tarihi Müze-i Hümayun binası,
Cemel Ali Dede’den Köyceğiz’e çıkılan yokuşlu
sokağın başındaki bir benzeri kalmamış olan Meram
Konağı’nın da onarılarak hizmetler için tahsis
edilmesini arzulamaktayız. Hacı Ömer Ağa
Mahallesi’nde vereseleri bile kalmamış bazı
konakların kamulaştırılarak bu tür amaçlara
yönlendirilmesi yerinde olacaktır” dedi.
Konya Sivil Toplum Kuruluşları İcra Heyeti Başkanı
Latif Selvi de Konya’daki tarihi mekanların metruk
halde bulunmasının herkesi rahatsız ettiğini,bu
duruma bir son vermek için Vakıflar Bölge Müdürlüğü
ve belediyeler aracılığı ile ciddi restorasyon
çalışması yapıldığını belirtti. Restorasyonu yapılan
kurumların yaşatılması ve daha işlevsel olarak
kullanılması için bir takım aktivitelere, kültürel
etkinliklere ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Latif
Selvi, “Restorasyonu yapılan bu mekanlar faal hale
gelmeli, aksi halde binaları tamir ederiz ama, çok
kısa bir süre sonra bu tarihi mekanlar yeniden o
metruk hale dönüşebilir. Verilen emekler, harcanan
onca para boşa gider. Bu tarihi mekanların,
İstanbul, Ankara ve Bursa’da örneklerinin görüldüğü
üzere sivil toplum kuruluşlarına tahsis edilmesi
gerekmektedir. Bu sayede tarihi yerlerde canlılık
sürecektir. Tarihi mekanlar geçmişin hafızalarıdır.
Bu da turizmin yeni boyutlarını ortaya çıkarır.
Geçmişin izlerinin peşinde olan çok insan var. Bu
mekanların canlı kalabilmesini sağlamak için
yetkililerin sivil toplum kuruluşlarına bu tür
yerleri kullandırması gerekir. Konuyla ilgili bir
miktar mesafe alındı ama daha hızlı olmalıyız” diye
konuştu.
Merhaba Gazetesi, Haber: Rasim Atalay, 25.04.2010
|
"EMEK YAŞAYAN BİR SİNEMA MERKEZİ OLSUN"
Bir süredir
protestolarla gündemden düşmeyen
Emek
sinemasının yıkılıp/yıkılmama tartışmalarına
en ciddi öneri yönetmen
Semih
Kaplanoğlu'ndan geldi. Emek sinemasının bir
alışveriş merkezi içine konulmak istenmesinin
tüketim kültürü mantığı olduğunu söyeyen Kaplanoğlu,
bunun da tüketim kültürü filmlerini beraberinde
getireceğini söyledi. Önceki gün Radikal gazetesinde
Elif Tunca'ya verdiği söyleşide
dile getirdiği teklif üzerine konuştuğumuz
Kaplanoğlu, binanın depreme dayanıksız olduğunu
söyleyenleri eleştirdi: "Bugüne kadar orada insanlar
film izliyordu. Böyle bir risk varsa Beyoğlu
Belediyesi neden açıklama yapmadı? Bunu söylemiş
olmaları hem Büyükşehir hem de Beyoğlu Belediyesi
için çok vahim." Kültür Bakanlığı ve belediyelere
çağrıda bulunarak Emek'in
'sinema müzesi'
olmasını isteyen Kaplanoğlu'nun teklifine sinema
çevreleri farklı tepkiler verdi.
Emek'in yıkılmasına en ciddi muhalefeti gösteren
yönetmen Özcan Alper, SİYAD Başkanı
Murat Özer,
Atilla Dorsay,
Zafer Algöz ve
Tuncel
Kurtiz gibi isimler, binanın alışveriş
merkezi yapılmasına karşı çıkarlarken, müze
olmasının sakıncalarına da dikkat çekti. Ortak görüş
ise Emek'in gerek festivaller, gerekse özel
gösterimlerle çok yönlü olarak kullanılması.
Özcan Alper, müze fikrine soğuk
bakma gerekçesini şöyle sıraladı: "Burası kuru bir
müze olacağına, içinde festivaller, galalar ve
çeşitli sinema etkinlikleri yapılan bir mekan olsun.
Bir yanı müze de olabilir. Ama biz orada film
izlemek istiyoruz." Müze dendiğinde 'durağan bir
bina' aklına gelen bir diğer isim Murat Özer.
Emek'in sinema salonu olarak korunmasından yana
olduğunun belirten Özer, yaşayan bir bina özleminde:
"Bir kültür merkezi olsun. İçinde festivallar, film
gösterimleri olsun. Müze dendiğinde aklıma içindeki
koltukların sökülüp müzelik malzemelerin konulacağı
durağan bir yapı geliyor."
Sinema müzesi için Emek'in yerinin uygun
olmayacağını düşünen Atilla Dorsay
ise "Eski bir sinema zaten müzedir. Olduğu gibi
korunması onun müze olarak korunması anlamına gelir.
Emek çok yönlü kullanılabilir ve kullanılmalı."
diyerek bir başka noktaya dikkat çekti. Emek'in müze
olması fikrine karşı çıkan Tuncel Kurtiz, müze için
alternatif tekliflerde de bulundu. Sinema müzesi
yapmak için yer sıkıntısı çekilmeyeceğini de
söyleyen oyuncu, "Başka binamız kaldı mı? Yan
taraftaki 'Yeni Komedi' batak halde. Saray Sineması
yok edilmiş. Lale Sineması yok. Emek gibi bir yeri
müze yapmak saçma olur." dedi.
Zaman, Haber: Yusuf Bülbül, 25.04.2010
******
"EMEK SİNEMASI YIKILMASIN" MI?
Biliyorsunuz, Türkiye'nin kültür sanat gündemini son
birkaç haftadır Emek Sineması meşgul ediyor. Sebebi
ise bu tarihi sinemanın yıkılıp yerine alışveriş
merkezi yapılacağı iddiaları. İddia diyorum, hem bu
yeni binayı yapacak olan firma hem de Beyoğlu
Belediyesi 'yıkım' kelimesini kullanmak istemiyor.
Ama sonuçta Emek eski Emek olmayacak, yıkılacak
yani. İşte tepkiler de buradan kaynaklanıyor. Tarihi
eserin korunmasını isteyen sinemacılar, aydınlar ve
yazarlar yeni projeye karşılar. Bence haksız da
sayılmazlar. Ancak şunu da unutmamak lazım: Emek bu
haliyle zaten hizmet veremiyor(du) ya da bir süre
sonra tamamen hizmet veremez duruma gelecekti. Belki
de kendiliğinden çökecekti. Peki, yıkılmadan sinema
olarak restore edilebilir miydi? Hayır, çünkü
İTÜ'nün, binayı güçlendirmenin mümkün olmadığına
dair raporu var. Keşke o bölge içinde sinemaların,
konser salonlarının, müzik atölyelerinin bulunduğu
bir kültür sanat vadisi olsaydı! Ama oraya 'bu iş
için' yatırım yapacak işadamı çıkmadı, çıkmaz da.
Ben bu tartışmaları izledim. "Emek yıkılmasın."
diyenleri dinledim, sonra da Emek'i yıkacağı
söylenen tarafı dinledim. Projelerini inceledim. Ne
yalan söyleyeyim, kafam karıştı. Şimdi bu kafa
karışıklığından dolayı ve aşağıda yazacaklarım için
kültür sanat camiası ve dostlarım bana fena kızacak
ama yine de içimden geçenleri yazacağım. Bu projenin
absürt tarafı, yapılacakların kamuoyuna iyi
anlatılamaması. Keşke proje sahibi firma, daha ilk
başta ne yapacaklarını basına iyi anlatabilseydi.
Sinemacılarla görüşüp onların fikrini alsaydı. Proje
sahiplerinin krizi iyi yönetemediğini de
düşünüyorum. Bence 'Ben yaptım oldu.' mantığı
yanlış. Ama içimi rahatlatan durumlar da yok değil.
Projeye koruma kurulu onay vermiş. Hem de ağır
şartlar koymuş. Bir kere sinemanın tarihi hiçbir
eseri yok edilmeyecek.
Peki yeni projede neler var? Söz konusu yer, beş
binadan oluşuyor. Emek Sineması'nın da bulunduğu 5
yapının hiçbiri şu anda kullanılmıyor. Aslında
Emek'in bu binaların otoparkı olarak yapıldığı,
sonradan da sinemaya dönüştürüldüğü söyleniyor.
Kabul edilen projeye göre İstiklal Caddesi'nin en
güzel binalarından biri olan Cercle d'Orient binası
da restore ediliyor. Ayrıca tescilli binalar
korunuyor. Binanın arka tarafına yeni binalar
yapılıyor. Emek Sineması'nın bulunduğu alan ise yeni
bir yapıya dönüşecek ve zeminden itibaren beş katlı
bir bina yapılacak. Bu binanın en üst iki katına
'Emek Sineması' bire bir nakledilecekmiş. Sinemanın
süslemelerinin ve mevcut halinin sökülerek yeni
yapılacak binanın içine monte edileceği ifade
ediliyor. Ayrıca 10 yeni cep sineması daha yapılması
planlanıyor. Zaten koruma kurulu da sinemanın beton
binasını değil, içindeki eşyaları tescillemiş.

Emek'in şimdiki hali

Proje
sonrası hali
Proje sahibi firma, koruma kuruluna şu garantiyi
de vermiş: "Emek Sineması, evrensel koruma
yöntemlerinden biri olan moving (taşıma-nakil)
yöntemi ile yıkılmadan, kopyalanmadan,
küçültülmeden, anılarıyla, geçmişiyle nakledilecek.
Festivallerde gösterilen seçkin filmleri seyirciyle
buluşturan, söyleşi düzenleyen, belirli haftalarda
yeni Türk yönetmenlerine, sinema öğrencilerine ve
yetenekli kısa filmcilere eserlerini gösterme imkanı
sağlayan bir mekan olacak. Mekanın, sinema sarayı
geçmişine uygun biçimde, Türkiye'nin sembol sineması
olma özelliklerine yaraşır bir sinema ve film
merkezine dönüştürülmesi amacıyla özgün tavan ve
duvar bezemelerinin bilimsel metotlarla kurul
kararında da belirtildiği gibi yıkılmadan/sökülerek
(23,50x23,25 m), korunarak nakledilmesi
sağlanacaktır."
Bence, gelin bir daha düşünelim. Bu projeyi
yapanlarla sinemanın yıkılmasını istemeyenler en
kısa zamanda bir araya gelsinler. İsteklerini,
dileklerini birbirleriyle paylaşsınlar. Belki bu
diyalogdan yeni fikirler ortaya çıkar. Sarf edilen
emekler boşa gitmez.
Zaman, 26.04.2010
******
YIKTIRMAYACAKSAK, ÇÖZÜM ÜRETELİM
Kerem Akça,
Emek Sineması'yla ilgili tartışmaları ele aldı. Emek
sinemasının yıkılması sonucunda korkutucu bir
kapitalist bina Beyoğlu'nu kaplayacak gibi
gözüküyor. Ancak bu proje karşısında önemli olan
‘Emek'i yıktırmayacaksak, konuyla ilgili çözüm
üretmemiz. Durumun dünyadaki örneklerine
baktığımızda ise böylesi tarihi sinema salonlarının
opera-tiyatro salonu olarak hizmet verdiklerini,
festival zamanlarında etkinliklerin ana salonu
konumuna yerleştiklerini görebiliyoruz. Bu sistemi
Emek sineması kaynaklı olarak uygulayabilirsek sorun
ortadan kalkacaktır.
Bir Emek sineması sorunsalıdır gidiyor. Projenin
sahiplerinin ‘yıktırmayacağız, yenileyeceğiz'
söylemi, Direnİstanbul'un düzenlediği amatör eylem,
birçok kuruluşu içine alan bilinçli bir başka eylem
derken, aslında bir gündem konusu haline geldi bu.
İyi ki de öyle oldu.
Zaten reklamın iyisi kötüsü yoktur derler. Belki
Emek sineması sorunsalı 20 senedir belli dönemlerde
restorasyon ve yenilemeyle şu anda çözülmüş
olabilirdi, aynen Alkazar ve Süreyya örneklerinde
olduğu gibi. Ancak bugüne kadar geldi. Bunun
sonucunda da İstanbul Film Festivali'nin ortasında
gündem yaratma şansını arkasına aldı. Önce
Direnİstanbul'un düzenlediği, ardından
emeksinemasiniyasatalim.org'u açan bir grup
sinefilin destek verdiği, son olarak ise birçok
meslek kuruluşunun bir araya geldiği eylemlerle
sürüyor bu karşı duruş. Şu anda ‘emeksinemasi.org'
diye bir blog da mevcut.
Aslında olayın gündem oluşturmasını sağlayan,
festivalin açılışında gerçekleştirilen ve ‘çocukça'
olduğunu iddia ettiğim eylemdi. Bu eylemcilerin
‘profesyonel eylemi' dahi protesto ettikleri
festivalin kapanış töreni de aslında söylediğimin
bazı kesimlerce anlaşılmasına sebep oldu. Reklamın
iyisi kötüsü yoktur derler.
Örneğin bir Hollywood filminde, uyuşturucu
bağımlısı bir karakterin çocuk oyuncaklarıyla
oynaması, ürününü tanıtmak isteyen oyuncak
firmasının umurunda olmaz. Amaç eldeki malı
tanıtmaktır. Lafın özü burada istemeden yapılanın
sistemlisi olan ‘product placement' (ürün
yerleştirme) adlı reklam stratejisi işler orada.
Ancak konuya yapılan bu bilinçsiz girişin ardından
beklediğim ‘eylem'in sonunda gerçekleştirildiğini de
es geçmeyeyim. Yönetmenler, senaristler, sinema
yazarları, oyuncular ve İKSV bir araya gelip yıkıma
karşı belli kararlar aldılar. İlk olarak İstanbul
Film Festivali'nin kapanış töreninde, ardından 18
Nisan 2010'da Taksim Meydanı'ndan Emek'e uzanan
yürüyüşle tepkilerini gösterdiler.
Zaten benim üç hafta önce söylemek istediğim de
buydu. Bilinçli eylem yaparsak her şey hallolur.
Bunu zaten sektöre emek vermiş, tecrübeli ve
sağduyulu insanlar kabul edebilir. Sadece konuyla
ilgili her yazıyı ‘yıkılmaya karşı veya yıkılmanın
yanında' olarak algılayan dar görüşlü bir kesim
edemez.
Neyse şu andaki ana sorunsala geçelim. Şimdi de
problem, ‘Emek'i yıktırmamamıza karşın bu konuyla
ilgili bir çözüm üretmememiz. Aynen spor yazarların
çoğunun yaptığı o ‘eleştir eleştir ama çıkış yolunu
söyleme' kolaycılığı söz konusu şu sıralar gündemde.
Tamam projenin sahiplerinin ‘yenileyeceğiz' söylemi
tam bir komedi. Yıkılacak ve bir alışveriş
merkezinin içinde ayrı bir multipleks olacak projeye
göre Emek sineması. Bu, Beyoğlu'nun görünüşü
açısından son derece korkutucu bir görüntü de
oluşturuyor. Eski yapıyı bozup, şehrimizi
‘kapitalizm'e daha da mahkum bırakıyor.
Ancak çözüm üretmezsek sinemanın yıkılmaktan
başka çaresi kalmayabilir. Öyle ki Emek sinemasının,
şu an aynı koşullarda veya restore edilerek açılmış
olduğunu farzedelim. Belki bir ay bu konuya tepki
gösterenlerin sinemaya gittiğine şahit olabiliriz.
Peki ya sonrası ne olacak? Elbette yine insanlar
multiplekslerdeki daha net görüntü ve daha çok
boyutlu sesin esiri olacaklar.
Zaten büyük çoğunluğun Emek sinemasına gitmeme
sebebi de korsan piyasası haricinde film
izlememeleri. Konu tarihimiz olunca böylesine bir
patlama yaşatmaları bir tarafa, bu zamana kadar
neredeydiniz diye de soracağı geliyor insanın öyle
değil mi?
Peki korsan piyasası değil midir sinema
salonlarının kapatılmasına yol açan. En azından bu
kıstasların başlarında bir yerdedir, en üstte olmasa
da. E o zaman? Açılsa da bir ay sonra yine iflasın
eşiğine gelecek salon. Niye yıktırmıyoruz o zaman?
Çözüm üretme konusu da burada açılmalı. Önce
dünyadaki örneklere bakalım. Başta Los Angeles'taki
Kodak Tiyatrosu olmak üzere, Londra'nın Taksim
Meydanı konumundaki Piccadily Circus'ta da tarihi
hali korunan bir sinema salonu var. Paris'te de
böyle bir-iki yapı halen mevcut. Bunlar da zaten
daha çok filmlerin dünya galalarına ev sahipliği
yapmaları için korunuyorlar.
Anlayacağınız Lütfi
Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı işlevi veriyorlar.
Londra gibi vizyon gösterimlerinde 40 pounda bilet
satan bir mantıkları da var, yani esas ücretin iki
katına. Bizde öyle olsa gidecek miyiz? Elbette
hayır.
O zaman o seçeneği geçelim. New York, Toronto
gibi büyük şehirlere baktığımızda ise
multiplekslerin ağırlıkta olduğuna tanıklık
edebiliyoruz. Hatta film festivallerinin de ana
salonlarının opera, tiyatro veya konser salonları
olması onlar için de gayet doğal. Bu oluşumların
festivallerde sinema salonu olarak
kullanılabilmeleri için ses sistemlerinin korunması
da elbette bakanlıkların ve festivallerin görevi
olmuş. Bizde de aynı sistem uygulanmalı. Zaten
Cannes, Fantasporto, Sofya gibi diğer önemli
festivallerde de aynı duruma tanıklık edebiliyoruz.
Bu salonların ardından üniversite salonları,
multipleks sinemalar ve kültür sanat merkezleri
kullanılıyor festivaller için. Beyoğlu Emek
sinemasının Kadıköy Süreyya gibi bir altyapıya
büründürülüp opera-tiyatro salonuna dönüştürülmesi
kültür hayatımız açısından daha iyi olur. Festival
zamanlarında da Emek sineması, Cemal Reşit Rey
Konser Salonu (ki onun için Azize Tan, sinema yazarı
Alin Taşçıyan'a verdiği bir röportajda hevesli
olduğunu söylemişti) veya Lütfi Kırdar Kongre ve
Sergi Sarayı, başta filmlerin Türkiye galaları olmak
üzere festival gösterimleri için de kullanılabilir.
Ancak bunun için altyapı şart.
Zaten şu an Emek sineması açılsa, bizler yine
gidip normal zamanlarda orada film izlemeyeceğiz. O
zaman dünyadaki formülleri kullanalım bari de kültür
hayatımıza bir katkısı olsun öyle değil mi? En
doğrusu bu konuda Kültür Bakanlığı'nın ve Beyoğlu
Belediyesi'nin kapısını çalmak. İlle de ‘yıktırma'
görüşünde olduğunu duyduğum Ahmet Misbah Demircan'a
bu durum sıcak gelebilir belki de...
Habertürk, 28.04.2010
*****
"EMEK YIKILACAK OLSA ÖNCE BEN İSTİKLAL
CADDESİ'NDE YÜRÜRÜM"
Bilimsel kurul raporlarına
göre Emek Sineması'nın yıkılmadan, özgün yapısı
bozulmadan yenileneceğini söyleyen Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, 'Terk edilmiş bir kompleksin
özgünlüğü korunarak yaşama kazandırılmasının ne
zararı var?' diyor.
İstiklal Caddesi'ndeki Emek
Sineması'nın yıkılıp yıkılmayacağına yönelik
tartışmalar sıcaklığını koruyor. Sinemanın içinde
bulunduğu Cercle d'Orient binasının yeniden
yapılandırılması sırasında sinema salonunun da
yıkılarak tarihi dokusuna zarar geleceğini düşünen 'Emekseverler',
farklı yöntemlerle tepkilerini dile getiriyor. Biz
de süreci yakından takip eden Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay'a sorduk. Bakan Günay,
"yıkılsın, yeniden yapılsın" diye bir şey
söylemediğini ifade ediyor ve "Emek yıkıldığı
takdirde ben de İstiklal Caddesi'nde yürürüm."
diyor.
Günay, Emek Sineması'yla ilgili çalışmanın ne
proje ne de mülk tarafı olduklarını, konunun sadece
kültür ortamının korunması açısından kendilerini
ilgilendirdiğini söylüyor. Günay'ın verdiği
bilgilere göre bilimsel kurulun teknik üniversite
raporuyla birlikte onayladığı proje, Büyük Kulüp
Cercle d'Orient binasını, İpek Sineması'nı, Emek
Sineması'nı olduğu gibi koruyor. Bilimsel kurul,
mekan müdahaleler gördüğü için taşıyıcı siteminde
sorunlar olduğunu tespit etmiş. Bu sebeple özgün
yapısı korunarak asansör sistemiyle bir veya iki üst
kata taşınması öngörülüyor. Günay, "Emek'i o
tarihsel haliyle korumak isterim. Bu gerçekleşirse
sevinçten havaya sıçrarım. Ama taşınarak korunacaksa
da bunu buruk bir sevinçle karşılarım. Hangisinin
olacağına bilim karar verecek." diyor.
Cercle d'Orient binasının alışveriş merkezi
haline getirileceği düşüncesinin yersiz olduğunu
ifade eden Bakan, sinemanın bir veya iki üst kata
taşınması söz konusu olursa altta kalan mekanın
ancak sinemacılık sektörü ile ilgili sergi, müze
veya satış ünitelerinin bulunduğu bir alan
olabileceğini söylüyor: "Şu anda İstiklal
Caddesi'ndeki en büyük kompleks terk edilmiş halde
duruyor. Bunun özgünlüğü korunarak yaşama
kazandırılmasının ne zararı var? Eleştirel makaleler
yazan arkadaşlara kurul kararını verdim. 'Daha iyisi
konusunda bir şansımız varsa sizinle beraberim.'
dedim. Türkiye'nin kültürünü korumak benim görevim."
Bakan Günay, yakın Alkazar Sineması'yla ilgili
bir projelerinin olduğu bilgisini de veriyor.
Zaman, Haber: Elif Nesibe Özbudak, 29.04.2010
******
"EMEK'İ YIKMAK EN VAHİM SALDIRI"
Tarihi anıtlar ve
sitlerin korunması, muhafaza edilmesi ve
değerlendirilmesine yönelik teoriler, yöntemler ve
her türlü araştırmayı desteklemek amacıyla 1965'te
kurulan uluslararası ve hükümetler dışı organizasyon
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin (International
Council on Monuments and Sites - ICOMOS) Türkiye
şubesi, yıkılmak istenen Emek Sineması'yla ilgili
olarak "özenle korunmalı" açıklaması yaptı. ICOMOS
Türkiye'nin internet sitesinde yer alan açıklamada,
"Tarihsel çevre ve yapıları koruma yaklaşım ve
ilkelerini hiçe sayarak, sadece kısa vadeli maddi
çıkarları ön plana alarak bu alanda yapılmak
istenenler kamu yararına aykırıdır. Beyoğlu'nun
tarihi kimliğine, yapı stokunun inşai ve mimari
özelliklerine saygı gösterilmeli, semtin Emek
Sineması gibi özgün bileşenleri özenle, yerinde
korunmalıdır" denildi.
Emek yerinde korunmalı
Açıklamada Emek Sineması'nın içinde bulunduğu yapı
topluluğunun koruma statüsünün düşürülmesi ve yerine
bir AVM yapılmasının doğru olmadığı vurgulandı. Emek
Sineması'nın yıkımıyla, İstanbul'da geç 19. yüzyıl
ile erken 20. yüzyılda ortaya konmuş en önemli
tarihsel yapı topluluklarından birinin ortadan
kaldırılacağı belirtildi. Yıkım girişimi de
'İstanbul'da tarihi çevrenin karşı karşıya olduğu en
vahim saldırılardan biri olarak' nitelendirildi.
Sabah, 29.04.2010
******
EMEK SİNEMASINDA
MİMARLIK VE ETİK
Önce bir umudumu
paylaşayım… Emek Sineması’nın sözde
“yenileme” projesinden mutlaka vazgeçileceğini
bekliyorum. Bu yazı yayımlanana kadar gerçekleşirse,
söylediklerimden pişmanlık duymayacağım da
bilinmeli... İşte nedenleri:
1- AVM soysuzluğu
Cumhuriyetin ilk “çağdaş uygarlık” armağanlarından
olan Emek Sineması’nın kültür yoksunu kafalarca
“alışveriş merkezi”ne (AVM) dönüştürülmek istenmesi,
“sıradan bir duyarsızlık değil”, çok yönlü bir
aymazlığın doruktaki örneğidir. Bu “kaba”lığın,
kentin “sanat belleği”ndeki en “zarif” mekanlardan
birini gözden çıkartma pahasına, “Beyoğlu” gibi
“tarihsel alışveriş kültürümüz”ün beşiğinde
yaşanması, “rant şımarıklığı”nın ulaştığı düzeyi de
gösteriyor.
Adına “restorasyon” denilerek, kuşaktan kuşağa
“sinema” tutkumuzun “soylu okul”larından birini hiçe
saymanın yanı sıra yine kuşaktan kuşağa Beyoğlu
esnafının, müşterilerinin ve “müdavim”lerinin
karşısına sonradan görme “soysuz” bir tüketim
hangarını en gaddar “rakip” olarak dikmek acaba
nasıl tanımlanabilir?
Geçmişten geleceğe akan “geleneksel ticaret,
eğlence, kültür ve sanat” yaşamına “darbe” indirecek
bir AVM’nin sadece orada değil, bölgenin hiçbir
yerinde akla bile gelmemesi gerekir...
2- Tarihi ‘arsa’laştırmak
İstanbul Sinema Festivali’ne 20 yıldır kucak açan,
1924’ten beri Safiye Ayla’dan Münir Nurettin’e nice
yüz akımız ünlülerin konserlerini de ağırlayan, 875
kişilik Emek Sineması’nı “emektar zemin kat
mekanı”ndan kopartarak “8. kat”a çıkarıp tarihi
yerini “AVM arsası”na dönüştüren proje, o
“koruyoruz” denen binanın “mimari onur”una da
saygısızlıktır.
Serkildoryan (Cercle d’Orient), Skentini ve Melek
Apartmanı İstiklal Caddesi’ni “birlikte” bezerler...
Haydarpaşa Lisesi, Arkeoloji Müzesi, İstanbul Erkek
Lisesi, Pera Palas gibi 19. yüzyıl sonlarında inşa
edilmiş görkemli İstanbul yapılarının da mimarı olan
Alexandre Vallaury, 21. yüzyılda eserinin böylesine
“parsel”leneceğini düşünebilir miydi?
3- ‘İmar magandalığı’
Böyle bir projeyi “istemek”, “tasarlamak”, “uygun
görmek” ve “onaylamak” eş aymazlık, eş sorumsuzluk,
eş magandalıktır... Yatırımcı “kar” için istiyorsa
“ticaret tarihi”nin ahlaki derinliklerine de
hakarettir; çünkü çağlar boyu tüccarlar asla “imar
magandası” olmamıştır… “Mimar” tasarlamışsa, sadece
mimarlık dünyasından değil, Türkiye’nin binyıllara
uzanan mimarlık birikiminden de özür dilemesi
gerekir… “Belediye” destekliyorsa kentin değil, kent
soyguncularının hizmetinde olduğu anlamına gelir.
Hele bir de görevi, kültürü gözetmek olan bir
“kurul”, üstelik iki mimar üyesinin “hayır”!
demesine rağmen “oyçokluğu”yla onaylayabiliyorsa,
kamusal sorumluluğun ve meslek etiğinin düştüğü
durumu tanımlamaya hangi edepli söz yetebilir?
4- Yasayı ‘kavrayama’mak
Peki, aklı başında herkesi adeta isyan ettiren böyle
bir proje nasıl üretilebilir, nasıl savunulabilir,
nasıl “yasal” sayılarak onaylanabilir?
Tartışmalardan ve kimi “açıklama”(!)lardan anlıyorum
ki projeyi beğenenler, tarihi “bina”nın aynen
korunacağından, yıpranmışlığını, kirini, pasını
giderecek mükemmel bir restorasyon olacağından söz
ediyorlar. Dahası, Emek Sineması’nın özgün tavanını
ve duvarlarındaki barok bezemeleri 8. kata taşımayı
da “marifet” sayanlar var...
Projenin bu şekliyle yaratacağı “kültürel soykırım”ı
engellemek için Mimarlar Odası’nca açılan davada
sıra “savunma”ya geldiğinde eminim ki şu söylenecek:
“Tescil edilen kültür varlığı sinema değil binadır,
mimarisi korunarak işlevi değişebilir.”
Eski yapılar elbette ki “çağdışı kalmış”
işlevleriyle korunamaz, çünkü yaşatılamaz... bu
nedenle Atatürk, sarayları bile müze yapmıştır.
Ancak “sinema”, hele ki “Emek Sineması” kadar çağdaş
ne olabilir? Kullanım türleriyle de günümüz
yaşamının parçası olan eski yapılar, onları hem
“yaratan”, hem de mimari ve toplumsal (kamusal)
niteliklerini “belirleyen” işlevleriyle birlikte
“uygarlık mirası”mızdır.
Sanat tarihi ve toplumsal değerlerin birlikte
yaşatılmaları gerektiğini bilmeyen, hatta
kavrayamayanların, “koruma”da etkili ve yetkili
olmaları ne büyük talihsizlik...
5- Kimliği ‘konum’undadır...
Emek Sineması’nın gözetilmesi gereken “kimlik”
değerleri arasında, kentsel yaşamla içi içe konumu,
“sokak”la sarmaş dolaş girişi, gişesi ve fuayesinde
bile Beyoğlu ortamıyla “hem zemin” hali çok
önemlidir. Üstelik aynı sokak, sinema tarihimizle
özdeşleşen “Yeşilçam”dır… AVM uğruna yok edilecek
olan da “İstiklal Caddesi - Yeşilçam-Emek Sineması”
birlikteliğidir… Yılların yarattığı bu “Beyoğlu
birlikteliği”ni parçalamaya kalkışan bir kafanın,
değil böyle bir proje üretmek, “koruma”nın ulaştığı
“evrensel bilinç”le artık anasından bile doğmaması
gerekir...
Mimarlık “yok etme” değil “yaratma” sanatıdır.
Zamanın bin bir emekle, anılarla, düşlerle ve nice
coşkulu, hüzünlü, kahırlı ve özverili
yaşanmışlıklarla “yarattığına saygısız” bir projeye
“tasarım” demek, “sadece insana armağan edilmiş yüce
bir yeti”ye hakaret değil midir?
Son bir sözüm de İstanbul-2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı’na... “Bu uygulamayla bizim ilgimiz
yok, logomuzu da izinsiz kullandılar” demişler.
Nasıl “ilgi”siz kalabilirler ki? Yapmaları gereken,
Mimarlar Odası’nın açtığı davada “müdahil” olmak,
kültür başkentinin onurunu kurtarmaya destek vermek
değil midir?
Evet... Ben bu projeden vazgeçileceğine inanıyorum.
Çünkü ülkemin ve İstanbul’un uygarlık birikimleri
bunu asla hak etmiyor...
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 29.04.2010
|
TOKİ'NİN SULUKULE'Sİ GEO-RADARA TAKILDI
Romanların yoğun olarak yaşadığı Sulukule'yi
yenilemek amacıyla TOKİ tarafından başlatılan proje
sit uygulamasına takıldı. Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu, arkeolojik çalışmanın
sonuçları alınana kadar bölgede yapılaşmaya
gidilemeyeceğini açıkladı.
SANAT tarihçisi Derya Nükhet Özer'in İstanbul'un
Fatih İlçesi'ne bağlı Sulukule'deki arkeolojik
zenginliğe dikkat çekip sit alanı ilan edilmesini
savunan yazısına Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'ndan sürpriz bir yanıt geldi.
Arkeologların sondaj kazılarına başladığı, geo-radar
manyetik tarama yapılacağı belirtilen yanıtta,
sonuçlar değerlendirilene kadar yapılaşmaya
gidilmeyeceği vurgulandı.
Yanıtın ümit verici olduğunu kaydeden Özer, yıkımın
ardından 90 bin metrekarelik boş bir alana dönüşen
bölgede tarihi su yolları, manastırlar, iddiaya göre
İmparator 2'nci Iustinos'un içinde gösterişli
bahçeleri olan, heykellerle donatılmış Deutoron
Sarayı'nın bulunduğunu söyledi. Yeni başlayan
arkeolojik kazıların daha yüzey aşamasında bile
erken dönem Osmanlı mutfak eşyaları bulundu.
Yeditepe Üniversitesi GSF Öğretim Üyesi Derya Nüket
Özer iki makalesini Kültür ve Turizm Bakanlığı
İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne
gönderdi.
Kültür Bakanlığı'na bağlı Yenileme Kurulu bir
arkeolojik envanter çalışması, literatür taraması
yapmadan projeyi onayladı.
Müze daha şimdiden, kazı ruhsatı alınmamış olmasına
karşın, alanda moloz hafriyatına girişen şirketi
birkaç kez uyarmak zorunda kaldı bile. İronik olsa
da Kentsel Yenileme Projesi, bu alanı bir arkeolojik
site dönüştürdü.
Koruma Kurulu, Özer'in başvurusunu 29 Mart'ta
yanıtladı. Bilgi için Fatih Belediye Başkanlığı,
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü ve Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne de
gönderilen yazıda kazı alanındaki molozların
Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü denetiminde
kaldırılması istendi. Alanın hassasiyeti
hatırlatılarak, TOKİ projesindeki otopark ve sığınak
sınırları içinde arkeolojik kalıntıların tespiti
için geo-radar manyetik tarama yapılarak
sonuçlarının uygulama öncesinde acele iletilmesi,
çalışmalarda ilgili idarelerin eşgüdümlü çalışmaları
talep edildi. Sonuçları kurulca değerlendirilene
kadar alanda yapılaşmaya yönelik müdahalede
bulunulmaması istendi.
* Arkeolojik çalışmalarda da kullanılan geo-radar
(yer radarı-GPR), yeraltı yapılarını radyo dalgaları
kullanarak belirleyen bir alet.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar,
25.04.2010
|
 |
TÜRBELER BAKIMA ALINIYOR
Aksaray Belediyesi şehrin muhtelif yerlerinde bulunan türbe ve tekkeleri proje kapsamında bakım ve onarıma alıyor.
Aksaray Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından şehir genelinde bulunan tekke ve türbelerin bakım ve onarımının yapılması için rölöve ve restorasyon projeleri hazırlandı. Tarihi mekanların gelecek nesillere kazandırılmasının önemli olduğunu vurgulayan Belediye Başkanı Nevzat Palta, “Aksaray Belediyesi olarak 'Bu mekanın şerefi orada yaşayanlardan kaynaklanır' sözünden hareketle şehrimizin muhtelif yerlerinde bulunan Sancılı Baba, Bedir Baba, Sinoplu Baba, Şeyh Mustafa Baba, Kemal Baba, Hasas Baba, Coğlaki Baba ile Şeyh Hamza türbeleri ve Üçler Tekkesi'nin bakım ve onarımı için rölöve restorasyon projesi hazırladık. Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu onayladıktan sonra türbelerin bakım ve onarımları belediyemiz tarafından yapılarak maneviyatı ve değeri büyük olan şerefli mekanlarımızı koruma altına almış olacağız” dedi.
Aksaray Kent Haber, 24.04.2010
|
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NİN
YANINDA ELEKTRO RADAR TARAMASI
Sivas'ın Divriği
İlçesi'ndeki Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası'nın
doğu cephesinde, tarihi yapıya baskı yapan toprak
kütle, yapılacak kurtarma kazısı ile kaldırılacak.
Kazı öncesinde eserin doğu cephesi, toprak altında
herhangi bir mimari doku, obje, materyal olup
olmadığının kontrolü için elektro radar cihazı ile
taranıyor.
Sivas Müze Müdürü Yüksek
Sanat Tarihçisi Yusuf Altın, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Kurumu'nun (UNESCO)
koruma çalışmaları kapsamında oluşturulan 'Dünya
Kültür Mirası' listesinde yer alan Divriği Ulu Cami
ve Darüşşifasının doğu cephesinde, esere baskı yapan
toprak eğiminin kaldırılması için yapılacak kazı
çalışmalarının startının dün itibariyle verildiğini
bildirdi.
Çalışmalara, öncelikle
yüzey temizliği ve elektro radar taraması işlemleri
ile başladıklarını anlatan Altın, tarama çalışmaları
için özel bir ekibin Divriği'ye geldiğini, bu ekibin
teknolojinin son harikası olan elektro radar tarama
cihazı ile çalışmalar yaptığını ifade ederek,
şunları söyledi:
'Çalışmalara başlamadan
önce yer altı radar tarama işlemini
gerçekleştiriyoruz. Bu işlemin amacı, kazı
alanındaki obje, materyal veya mimari bir doku olup
olmadığını tespit etmek. Bu konuda Ankara
Üniversitesi Yer Bilimleri Araştırma ve Uygulama
Merkezi Müdürü Prof.Dr. Yusuf Kağan Kadıoğlu ve
ekibinden yardım alarak çalışmaları sürdürüyoruz,
buradaki amacımız, dünya mirası Divriği Ulu Cami ve
Darüşşifasına baskı yapan toprağı atmaktır.'
Kazı hazırlıklarını 15
Mayıs'a kadar tamamlamayı hedeflediklerini ifade
eden Altın, 'Yaklaşık 55 kişilik bir ekiple kazı
çalışmalarını yürüteceğiz. Çeşitli üniversitelerden,
İl Özel İdare Müdürlüğü'nden ve birçok kurumdan
destek alıyoruz. El birliğiyle bu çalışmayı
bitirmeyi planlıyoruz' diye konuştu.
Ekibiyle birlikte kazı
çalışmalarına katılan Ankara Üniversitesi Yer
Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü
Prof.Dr. Yusuf Kaan Kadıoğlu ise merkezin
çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Türkiye'nin birçok yerinde
çalışmalar yürüttüklerini ve başarılı sonuçlar
aldıklarını ifade eden Kadıoğlu, 'Merkezimiz,
Türkiye'nin ilk bu şekilde çalışan merkezidir, bu
sistemdeki amaç, yer altında bulunan arkeolojik
eserleri kazı yapmadan görüntüleyebilmektir.
Elimizdeki cihaz ile Hasankeyf, Şam Süleymaniye Cami
ve ülkenin birçok tarihi yerlerinde bunu uyguladık,
bu konuda oldukça tecrübeliyiz' dedi.
- ELEKTRO RADAR TARAMASI-
Yer altı radarı ya da genel
adıyla GPR (Ground Penetrating Radar) olarak da
bilinen elektro radar tarama cihazı, yer altının 40
metre derinliğine kadar araştırılmasında
kullanılıyor.
Jeofizik bilimi tabanlı bir
ölçüm cihazı olan elektro radar tarama cihazı, antik
şehir, tapınak, mezar, tarihi han ve hamamlar,
eserler, duvarlar ve benzeri tarihi kalıntıların
tespitinde kullanılıyor. Cihazdan maden arama ve
rezerv geliştirme ile göçük ve maden kazalarında ilk
yardım çalışmaları, Ceza
evlerinde tünel tespiti gibi konularda da
faydalanılıyor.
sondakika.com, 24.04.2010
|
İKEA TİPİ TAPINAK
BULUNDU
İtalyan arkeologlar, Potenza kenti yakınlarında yaptıkları kazılarda, parçaları üzerinde nasıl birleştirileceklerini gösteren semboller taşıyan tapınak benzeri bir yapı keşfetti.
MÖ 6. yüzyılda yapılmış olan tapınakta, çeşitli figürlerin nasıl bir araya getirileceği üzerindeki kulpları ve kırmızı-siyah renkte sayılardan oluşan bir levhayla gösteriliyor.
Konuyla ilgili buluş National Geographic magazin dergisinin son sayısında da yayınlandı.
İtalya Basilicata Üniversitesi arkeoloji bölümünden Massimo Osanna, "Tüm bu dizilim, o dönemler, montaj sisteminin o dönemlerden günümüze kadar geldiğini ortaya koyuyor" dedi.
Emlak Bülten, 24.04.2010
|
|
 |
TARİHİ ESER OPERASYONU
İstanbul Kapalıçarşı’da antika eşya satan bir dükkana düzenlenen operasyonda piyasa değeri 250 bin TL’yi bulan tarihi eser ele geçirdi. Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait çok sayıda altın sikkenin ele geçirildiği operasyonda 4 adet tarihi ikonaya da el konuldu. Ele geçirilen Roma dönemine ait olan kolyenin Arkeoloji Müzesi’ne, ikonaların Ayasofya Müzesi’ne ve hat levhanın ise Türk Sanatları Müzesi’ne gönderileceği öğrenildi.
Vatan, 24.04.2010
|
ARKEOLOJİK KAZILARDA
'ROMA YOLU' BULUNDU
İzmir'de Konak Belediyesi'nin desteği
ile Agora surları dışında, Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy
başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında ortaya
çıkarılan en önemli eserlerden biri, MS 2- 3'üncü
yüzyıllara ait olan ‘Roma yolu’ oldu.
Yapılan kazı çalışmalarında yolun boyu 25 metreye
kadar uzadı. Roma yolunun ortaya çıkarılması
arkeologlar, turizmciler, bölgede oturanlar ve
esnafta heyecan yarattı. Bu alandaki kazı
çalışmalarında görev alan arkeolog Yücel Pehlivan,
yaklaşık iki metre genişliğindeki 25 metreye kadar
uzanan Roma dönemine ait yolun bir ucunun aynı
bölgede restorasyon çalışmaları devam eden Ayavukla
Kilisesi'ne, diğer ucunun da Anafartalar Caddesi
üzerinden Agora'ya kadar uzandığını tahmin
ettiklerini söyledi. Pehlivan, “Fakat yolun büyük
bölümünün üstünde yapılar var. Amacımız bu yolun
tamamını ortaya çıkarmak, gidebildiğimiz yere kadar
gidebilmek” dedi.
Konak Belediye Başkanı
CHP'li Hakan Tartan
da
İzmir'in geleceği
için tüm imkanları seferber ettiklerini, ekonomik
zorluklara rağmen Basmane ve çevresindeki kazılara
kaynak aktardıklarını, projeler hazırladıklarını
belirtti. Tartan, “Altınpark'ı bir arkeolojik park
haline getirmek istiyoruz. Kazdıkça tarihin
zenginlikleri bu kazıdan fışkırıyor. Roma yolu
bunlardan biri. Önümüzdeki yıllarda Basmane ve
çevresi turizm açısından
İzmir'in kalbi
haline gelecek. Binlerce turist bu eserleri görmek
için burayı ziyaret edecek” diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz,
24.04.2010
|
2 BİN YILLIK ANIT HALA
AYAKTA
MS
birinci yüzyılda Sinop'ta yaşadığı belirtilen ve
dünya genelinde ki boks şampiyonalarında 150 şampiyonluk
kazanan Marcianus Rufus isimli boksör için 70
yılında Sinop yerel senatosu tarafından yaptırılan
şampiyonluk anıtı hala ayakta. 1970 yılında yapılan
kazılar sırasında Sinop'ta ortaya çıkartılan
yaklaşık 1.5 metre yükseklikteki
anıt, Sinop'a gelen yerli ve yabancı turistlerin
büyük ilgisini görüyor.
Anıt üzerine Romalı ustalar
tarafından Sinoplu boksör için yazılan övgü dolu
sözlerden, Marcianus Rufus adlı boksörün rakipleri
karşısında ne kadar başarılı olduğunu anlatıyor.
Anıt üzerindeki kitabede Sinoplu boksörün, İzmir
Bergama, Efes, Kapadokya ve çeşitli roma
şehirlerinden Suriye'ye kadar dünyanın bir çok ünlü
şampiyonalarında, genç
erkekler ve ergenlerde 150 zafer kazandığı
belirtiliyor. Sinop Arkeoloji Müzesi Arkeoloğu Fuat
Dereli, Sinoplu boksör için dikilen anıtın müze
bahçesinde
sergilendiğini ve büyük ilgi gördüğünü söyledi.
İhlas Haber Ajansı, Haber: Serhat Özşahin,
24.04.2010
|
|
ATALARIMIZIN NEANDERTHAL
AŞKI KANITLANDI
ABD'li bilim insanlarının dünya
çapında 2000'e yakın insan üzerinde yaptığı genetik
araştırmaya göre atalarımız binlerce yıl önce nesli
tükenen Neanderthallerle en az iki kere çiftleşmiş.
Amerikan Fiziksel Antropologlar Topluluğu'nun
sunduğu verilere göre insan türleri arası çiftleşme
60 bin yıl önce Doğu Akdeniz'de, 45 bin yıl önce ise
Doğu Asya'da gerçekleşti. Afrika, Asya, Avrupa,
Amerika'da yaşayan insanlardan alınan DNA örnekleri
incelendi. Araştırmaya göre DNA'mızda
Neanderthallerin izi var. Araştırmayla, 25 bin yıl
önce nesli tükenen Neanderthallerle ilgili tüm
sırların çözülebileceği belirtildi.
Hürriyet, 24.04.2010
|
 |
HER PARÇASI BAŞKA BÖLGEDEN TOPLANDI
Interpol ve Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliğiyle Hünkar Kasrı'ndan çalınan tarihi eserler, dünyanın dört bir tarafından toplanarak, Türkiye'ye getirildi.
Titiz restorasyon çalışmasıyla Hünkar Kasrı, eski ihtişamına kavuşurken, bu çabalar, uluslararası Hollanda European Nostra yarışmasında “En iyi eski haline dönüştürme” ödülünü Türkiye'ye kazandırdı. Ödül, 10 Haziran'da Hollanda'da düzenlenecek törenle vakıflara verilecek.
1663 yılında tamamlanan ve uzun yıllar bakımsız kaldığı için çatısından, taşıyıcı elemanlarına kadar oluşan hasarlarla tarihsel özelliğini kaybetme durumuna gelen emsalsiz yapının ünlü çinileri de söküldü. Yusuf Beyazıt'ın 2003 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü görevine gelmesinden sonra Hünkar Kasrı güvenlik altına alındı ve restorasyon çalışmalarına başlandı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan Kaçakçılıkla Mücadele Birimi, kasırdan çalınan tarihi eserlerin envanterini çıkardı. Merkezi Fransa'nın Lyon kentinde bulunan İnterpol Genel Sekreterliği'yle temasa geçilerek tarihi eserlerin Türkiye'ye iadesi çalışmalarına başlandı.
Bu çaba, çalıntı eserlerin satışını da zorlaştırdı. Çalıntı çinileri satamayan bir kaçakçı, telefon ihbarıyla çinileri bıraktığı yeri vakıflara iletti. İhbarcının verdiği yere giden uzmanlar, çinileri Haliç kenarında terkedilmiş olarak buldular. Farklı noktalarda yapılan dört operasyonla çinilerin büyük bölümüne ulaşıldı. Restore edilen çiniler, tek tek yerleştirildi.
Hünkar Kasrı'nın, yıllar boyu karşı karşıya kaldığı talandan kurtarılıp, İstanbul Ticaret Odası sponsorluğunda restore ettiklerini kaydeden Genel Müdür Beyazıt, “Hünkar Kasrı şimdi, eski ihtişamına yeniden kavuştu” dedi.
Hürriyet, Haber: Saygı Öztürk, 24.04.2010
|
"DİNOZORLARI METEOR
ÖLDÜRMEDİ"
Norveç'te bulunan
bir fosili inceleyen bilimadamları, dinozorların
dünya üzerinden silinme sebebinin bir meteor
olmadığını açıkladılar.
Bilim dünyasını şaşırtan açıklamaya göre,
dinozorların sonu ani
iklim değişikliği
yüzünden geldi.
Norveç'te bulunan fosili inceleyen bilimadamları
günümüzden 137 milyon yıl önce dünya denizlerinde 9
derecelik bir sıcaklık düşüşü olduğunu tespit
ettiler.
137 milyon yıl önce deniz suyu sıcaklığının 13
dereceden sadece 4 dereceye düşmesinin sebebinin
Atlantik Körfezi Akıntısı'ndaki ani bir
değişiklikten kaynaklandığına inanılıyor.
Bilimadamları şimdi, bu ani değişimin günümüzde de
yaşanabilecek olmasından endişe ediyorlar.
Bu teoriye göre, Kretase çağında yaşanan bu değişim,
dinozorların Dünya üzerindeki yaşamlarını sona
erdirdi.
Milliyet, 24.04.2010
|
|
"GALATAPORT'TA LİMANA
GEREK YOK, TİCARET VE KÜLTÜR MERKEZİ OLMALI"

Eski adıyla Galataport
yeni adıyla Salı Pazarı projesiyle açılacak ihaleye,
Eczacıbaşı Holding
ile beraber katılacaklarını açıklayan
Akfen Holding
Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, “Bu ihalede
Eczacıbaşı’yla nikahımızı açıkladık ve bekliyoruz”
dedi. İhalenin bu yıl yetişip yetişmeyeceğinin belli
olmadığını ifade eden Akın şöyle devam etti:
“Biz son çeyreğe yetişir diye düşünüyoruz ve
özelleştirme
idaresini takip ediyoruz. Nasıl bir
ihale olacağı
konusunda henüz bir prosedür belli değil. Projeler
kimler tarafından ve nasıl çiziliyor, nasıl bir
yerleşim düşünülüyor, henüz bilgi sahibi değiliz.
Nasıl bir fiyat belirlenecek,
yap-işlet-devret-modeliyle mi olacak gibi konular
hala belirsiz. Bu nedenle ihalenin ilan edilmesini
bekleyeceğiz.”
Akın bu ihalede Eczacıbaşı ile ortak hareket etme
kararları üzerine de şunları söyledi:
“Bir sohbet sırasında beraber hareket etmeye karar
verdik.
Bülent Eczacıbaşı’nın
talebiyle oldu. Bu bölgede Eczacıbaşı’nın
geliştirmiş olduğu
İstanbul Modern
projesi var. Bu projenin orada korunması ve
geliştirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu müze
Salı Pazarı projesini pozitif etkileyecektir.”
Akın,
“İhaleyle bölgenin tamamını satabileceklerini
sanmıyorum. Muhtemel 49 yıllığına bir leasing modeli
olacak. Hepsini beklemek lazım. Klasik bir
TOKİ ihalesi gibi
görünüyor” dedi.
Bir önceki ihalede yaşananların tekrarlanacağını
tahmin etmediğini ifade eden Akın, “Özelleştirme
İdaresi ortaya çıkabilecek bütün sıkıntıları çözüp
ihaleye çıkacaktır. Çünkü bu ihalenin bir daha iptal
olmaması gerekiyor. Biz bir önceki ihalede de
vardık. Tepe ile ortak hareket etmiştik. O zamandan
beri bu ihaleye ilgimiz devam ediyor” diye konuştu.
Bu
projenin adının ‘Salı Pazarı’ olmasının çok yerinde
bir karar olduğunu vurgulayan Akın, “Çünkü burası
bir port (liman) projesi değildir. Limanı bu projeye
sokmak yanlıştır. Gemiler buraya yanaşmamalıdır”
dedi. Halihazırda bölgeye sadece iki geminin
yanaşabildiğini ifade eden Akın şunları söyledi:
“Bu gemilerde 1000 -1500 kişi var. Bu kişiler
geliyor, buradan transit geçiyor ve şehre gezmeye
gidiyor. Akşam da dönüyor gemisine biniyor. Bu bölge
sadece yolcu salonu görevi görüyor. Geliyor ve
geçiyor, burada durmuyor. Ayrıca otellerin önünde
gemi manzarası olacak. Limana ne gerek var. Liman
tarihi yarımadanın orada olmalı. Liman projesi
külliyen yanlıştır. Tamamen turistik alan olması
lazım. Ona göre dizayn edilmesi lazım.”
Milliyet, Haber: Eylem
Türk, 23.04.2010
|
KALE, SORUNLARINA ÇÖZÜM
BEKLİYOR
Ankara Kalesi
Derneği Başkanı Şevket
Bülend Yahnici,
kale ve çevresinin yaşadığı sorunların çözümü
konusunda yetkililer ile başkentli işadamlarının
ilgisizliğinden yakındı. Kalenin otopark, trafik ve
güvenlik gibi problemlerinin bulunduğuna dikkat
çeken Yahnici, “Bunları çözdüğümüz zaman burasının
Suriye’deki Halep Kalesi’nden Paris’teki Monte
Mario’dan bir eksiği olmaz” dedi. Yahnici, kalenin
Monte Mario ile “kardeş kale” ilan edilmesi
konusunda teklif aldıklarını ancak, yaşanılan
sorunlar nedeniyle “kendilerinin böyle bir teklifi
cesaret edip de yöneticilere aktaramadıklarını”
açıkladı.
Başkan Yahnici, Ankara Kalesi ve çevresinin yaşadığı
sorunları Cumhuriyet Ankara’ya anlatırken, bunların
çözülmemesi durumunda kalede turizm faaliyetlerinin
yapılmasının söz konusu olamayacağını kaydetti.
Kaledeki insanların zor şartlarda yaşadığını
söyleyen Yahnici, “150-200 liraya kirada oturan bu
insanlardan kültür gayreti beklemek de mümkün değil”
diye konuştu. Esnafın beklentisinin alım gücü yüksek
insanların buraya gelmesi olduğunu ifade eden
Yahnici, “Bunlar Ankara’da görev yapan yabancı
misyon temsilcileri, yabancı turistler ve kentte
yaşayan belli alım gücüne sahip insanlardır.
Bunların ilgisi sağlanırsa buradaki potansiyel
artacaktır” dedi. “Burada sıkıntı o kadar çok ki”
görüşünü dile getiren Başkan Şevket Yahnici, “10
senedir ilgililere buradaki tuvalet sorununu çözün
diyoruz. Bu sorun dahi çözülmemiştir. Turistin iç
kaleyi, kale sur dibini gezdiğinde tuvalete
girebileceği bir yer yok. Tuvaletin olmadığı yerde
turizm olur mu? Çok basit gibi gözüküyor ama bunları
söylemekten utanıyorum” eleştirisinde bulundu.
Turistlerin ilgisini kaleye çekmeye çalıştıklarını
söyleyen Yahnici, “Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne
turist otobüsleri gelir, oraya park eder. Turistlere
sadece orası gezdirildikten sonra turistler
otobüslere bindirilip götürülür. Kaleye
çıkarılmazlar. Biz senelerce bas bas bağırıyoruz:
Kale gibi yer varken bu imkanı mahvetmeyin” diye
konuştu. Otopark ve trafik sorunu da yaşandığını
dile getiren Yahnici, şöyle konuştu:
“Saat kulesinin dibine gittiğinizde park etmiş
arabalardan geçilmiyor. Dünyanın kalesi olan hiçbir
yerinde böylesi bir park alanı göremezsiniz.
Suriye’de Halep Kalesi’nin, Paris’te Monte Mario’ya
araç girer mi? Belçika’da Brüj diye bir kenti
kapatmışlar. Dışarıda arabanızı park ediyorsunuz.
İçeride başka araçlarla geziyorsunuz. Kalenin
çevresinde otoparklar yapılmalı. Öte yandan kalede
muazzam hareket eden bir trafik var. Hele hele
insanlara kaleye gelin, burayı gezin dediğinizde
herkes arabasına atlayıp geliyor. O zaman bu
arabaların seyrettiği bir kale, karmaşaya dönüşüyor.
Araç trafiğinin yoğunlaştığı yerlerde turist
‘İllallah’ diyor. İç kalede turist geziyor ancak
esnaf araçla mal getiriyor. Bütün sokağı esnafın
minibüsü kaplıyor, turistin yürüyeceği yer kalmıyor.
Turizm amaçlı bir yerde turistin güvenliği, sağlıklı
bulunuşu mu önemlidir yoksa bir minibüsün geçişi mi?
Bütün bunları çözdüğümüz zaman burasının bir
Halep’ten bir Monte Mario’dan eksiği olmadığı
inancındayız.”
‘Değerlerimize sahip çıkalım’
İnsanları kale içinde taşıyacak bir sistemin
kurulabileceğini kaydeden Yahnici, “Eğer yetkililer,
‘Bu sistemi kuramayız’ derlerse biz özel sektöre bu
araçların üzerilerine reklam alıp, araçları
koydurabileceğimizi söylüyoruz” dedi. Yahnici,
güvenlik sorununu da “Geçenlerde buraya valiler ve
eşleri gelmiş. Çocuklar da eteklerine yapışmış, para
istiyor. Bunun üzerine ortalık birbirine girdi. Ama
kardeşim her gün bu böyle. Yani valinin eşi olunca
polis gelip müdahale ediyor ama burada her gün
turiste böyle yapılıyor. Kaleyi bu tür durumlardan
kurtarmak, korumak lazım. Bunlar çok basit fırça
darbeleriyle halledilebilir” sözleriyle dile
getirdi. Bölgenin buram buram tarih kokan bir yer
olduğuna işaret eden Yahnici, “Burada antikacısı,
çarşısı, bakırcısı ve kunduracısıyla bir tarih
yaşatılıyor. Yazıktır yani. Bakırcılar yarın burayı
bırakıp gidiyoruz deseler bakır işçiliği biter.
Keçecilik, debbağlık bitmiştir kalede. Bütün bunlar
yaşaması gereken değerler. Ama hiç olmasa
kaybedilenleri bir kenara bırakıp diğerlerini
kurtarmalıyız” diye konuştu.
‘Kardeş kale teklifi var’
Şevket Yahnici, Paris’te Monte Mario’nun sivil
toplum kuruluşu olarak kendilerine bir teklifinin
olduğunu açıklarken de şunları kaydetti:
“Monte Mario, kalesiyle burayı kardeş kale ilan edip
proje oluşturma teklifleri var. Böyle bir teklifi
uygulamak için biz cesaret edip de yöneticilere bu
teklifi aktaramıyoruz. Bu kadar trafik, güvenlik,
otopark sorunu olan bir yeri Paris’le kardeş kale
yaptık deme şansınız var mı? Orayı trafiğe
kapatmışlar ve raylı sistem yapmışlar. O sistemin
aynısını burası için çizdiler ve getirip teklif
ettiler.” Ankara’nın kültür ve sanatla ilgilenen
işadamları ve zenginlerine de çağrıda bulanan Başkan
Yahnici, “Bu işlere destek olmaları lazım. Ankara bu
işlerin yoksulu. İstanbul’da kültüre sanata verilen
destekler, bunlar için kurulan vakıflar ortada iken,
ilgililerden, iş ve para sahiplerinden destek
bekliyoruz. Ankara hak etmediği kadar kültüre ve
sanata işadamı ilgisizliği yaşıyor çünkü”
değerlendirmesini yaptı.
Cumhuriyet Ankara,
Haber: Alican Uludağ, 23.04.2010
|
|
DRAMA KÖPRÜSÜ BULUNDU
“Drama Köprüsü
Hasan, dardır geçilmez” türküsüne konu olan köprünün
yeri, Rum tarihçi tarafından belirlendi.
Lozan
Mübadilleri Vakfı Genel Sekreteri Sefer Güvenç,
köprüyle ilgili ilk ipucunun, geçen yıl
Yunanistan’ın Drama kentini ziyaret eden Bursalı bir
mübadil Türk’ten geldiğini belirterek şunları
söyledi: “Bursalı mübadil elinde bir fotoğraf ’İşte
Drama Köprüsü bu’ diyerek çıkıp gelmiş.
Araştırma yapmış
ancak köprünün yerini tespit edememiş. Drama’da
yaşayan yerel tarihçi ve Drama Küçük Asyalılar
Mübadiller Derneği Başkanı Nikos Latsistalis, hemen
fotoğrafın bir kopyasını alarak foto-safariye
başlamış. Onlarca vadi, köy gezdikten sonra bir su
kemeri başında kalakalmış. Nikiforos (Nusratlı)-
Karyafiton (Kozluköy) arasında yer alan su kemerinin
arkasındaki görünüm ile fotoğraftaki görünümün
birebir örtüştüğünü fark etmiş. Kemerin devamında
bir patika olduğunu da görünce doğru yol üzerinde
olduğuna emin olmuş. Latsistalis, bir gün bizi aradı
ve Drama Köprüsü’nü Nikiforos beldesinde bulduğunu
söyledi.”
Vatan, Haber:
Çiğdem Pala/AA, 24.04.2010
|
YAKUTİYE ASLINA
DÖNDÜRÜLÜYOR

Havaların ısınmaya
başlamasıyla birlikte Yakutiye Medresesi'ndeki dış
bakım ve onarım çalışmalarına başlandı. Medresedeki
bakım ve onarım çalışmaları, Temmuz ayının ilk
haftasında sona ereceği bildirildi.
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır,
Yakutiye Medresesi’nde geçtiğimiz yıl başlayan bakım
ve onarım çalışmalarına, dış mekanlarda başlandığını
söyledi.
Kış şartları dolayısıyla medrese dışındaki
çalışmaların 15 Nisan’a kadar bekletildiğini
belirten Bakır, “Medresemizde çalışmalar devam
ediyordu. İç mekanlardaki çalışmalarda büyük
mesafeler alındı. Teşhir, ışıklandırma, vitrinler ve
kapıları kapsayan bakım ve onarım çalışmaları,
Haziran ayının sonuna kadar tamamlanmış olunacak.
Medreseyi, herhangi bir gecikme söz konusu olmazsa,
Temmuz ayının ilk haftasında yeniden ziyaretle
açacağız.” dedi.
Yakutiye Medresesi’nde devam eden bakım ve onarım
çalışmalarının içeriği hakkında bilgiler de aktaran
Suat Bakır, tarihi eserin iç kısmındaki vitrinlerin
ve hücre kısımların baştan sona yenilendiğini
bildirerek, özellikle ahşap kısımlarda itina ile
çalışıldığını dile getirdi. Işıklandırma, teşhir ve
ahşap kaplama çalışmalarının dışında, iç
mekanlardaki odalar için de, 17 adet orijinal ahşap
kapı yaptırıldığını dile getiren Suat Bakır,
Yakutiye Medresesi’nin dış kapısının da, tarihi
eserin ihtişamına yakışır biçimde değiştirileceğini
söyledi.
Yakutiye Medresesi’nin dış duvarlarındaki çimentoyla
kaplı taşların, yenileriyle değiştirileceğini
anlatan Suat Bakır, “Medresenin dış duvarları; renk
ve doku itibariyle uyum sağlamadığı için
değiştirilecek. Yenilenen taşlar, tarihi eserin
dokusuyla birebir uyum sağlayacak. Çalışmalar, hem
iç, hem de dış mekanda devam ediyor. Yapılan
hesaplamalara göre, 2 Temmuz tarihi itibariyle bakım
ve onarım çalışmaları bitirilmiş olarak medreseyi
teslim alacağız.” diye konuştu. Yakutiye
Medresesi’nin yeniden turizmin hizmetine sunulacağı
tarihin de, Eylül olarak belirlendiğine işaret eden
Bakır, teslim alınan mekanın müze olarak yeniden
tanzim edilecek olması nedeniyle, açılışın Eylül
ayını bulacağını sözlerine ekledi. Bakım ve onarım
çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte Yakutiye
Medresesi’nin yepyeni bir çehreye kavuşacağını dile
getiren Bakır, medresenin, Erzurum’un tarihinden
derin izler taşıyan bir yapı olduğunu belirterek,
“Yakutiye Medresesi, Selçuklu mimarisinin
Erzurum’daki en önemli anıtsal yapılarından biri
olma özeliğini taşıyor.” dedi.
Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal, 23.04.2010
|
CUMHURİYETİN İLK
DEVLET KONSERVATUARI MÜZE OLUYOR
Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusu Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün emri
ile 1924 yılında,
Cebeci’de kurulan
Cumhuriyetin ilk
Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi),
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimiyle
Çağdaş Sahne
Sanatları Müzesi ve Kültür Merkezi olacak.
Böylece 1985 yılına değin, dünyaca ünlü birçok
sanatçının yetiştirildiği Cumhuriyetin ilk “Devlet
Konservatuvarı”, yıllar sonra yeniden sanat kurumu
olarak işlev kazanacak.
Türkiye’nin ilk “Devlet Konservatuarı” Müzik
Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi), Yüce Önder
Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile 1924 yılında
Cebeci’de hizmet vermeye başlamıştı. O dönemde 3
katlı kerpiç bir bina olan okul, 1928 yılında
Avusturyalı mimar
Ernest Arnold Egli
tarafından projelendirilmişti. Bina, 1938 yılında
eklenen yeni mekanlarla genişleyerek, genç
Cumhuriyetin ilk “Devlet Konservatuarı” olmuştu.
1985 yılına kadar geçen süre içinde binada, dünyaca
ünlü birçok sanatçı yetiştirildi. 1985 yılında ise
Devlet Konservatuarı’nın yeni binasına taşınmasının
ardından tarihi bina koruma altına alınmıştı. Daha
sonra, Gazi Şahin’in Mamak Belediye Başkanı olduğu
dönemde, binaya belediyenin hizmet birimleri
taşınmıştı. Binanın şu anda da kullanım hakkı Mamak
Belediyesi’nde bulunuyor. Binada, Devlet Tiyatroları
Genel Müdürlüğü’nün de bir sahnesi yer alıyor.
Tarihi bina yeniden “sanat merkezi” olarak
Ankaralıların hizmetine sunulacak. Cumhuriyetin ilk
Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi),
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimiyle Çağdaş
Sahne Sanatları Müzesi ve Kültür Merkezi olacak.
Böylece 1985 yılına değin, dünyaca ünlü birçok
sanatçının yetiştirildiği Cumhuriyetin ilk “Devlet
Konservatuarı”, yıllar sonra yeniden sanat kurumu
olarak işlev kazanacak. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay binanın Çağdaş Sahne Sanatları Müzesi
ve Kültür Merkezi olacağını duyurmuştu. Binanın
yeniden bir sanat kurumu olarak hizmet verecek
olması, kültür-sanat camiasını sevindirdi.
‘Ülkedeki çoksesli müzik ilk orada
yeşerdi’
Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve eski
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) Müdürü
Hasan Hüseyin Akbulut, Cumhuriyet
Ankara’ya yaptığı açıklamada, tarihi konservatuvar
binasının Çağdaş Sahne Sanatları Müzesi ve Kültür
Merkezi yapılmasının çok güzel bir düşünce olduğunu
kaydetti. Binanın Türkiye’nin ilk konservatuarı
olduğunu ve ülkedeki çoksesli müziğin ilk orada
yeşerdiğini anlatan Akbulut, daha önce de binanın
sanat kurumu olarak işlev kazandırılması yolunda
adımlar atıldığını ancak bu adımların bir türlü
sonuca bağlanamadığını söyledi. Akbulut, “Dönemin
sanat yöneticileri olarak bizler, Devlet Tiyatroları
Genel Müdürlüğü, Devlet Opera ve Balesi Genel
Müdürlüğü, CSO, binanın bir sanat kurumu olarak
yeniden işlev görmesi için yetkili herkesle
görüşmüştük. Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel ile de görüşüldü. Sözler alındı. Binanın
yeniden bir sanat kurumu olarak işlev görecek
olmasının çok güzel bir düşünce olduğu vurgulandı.
Ancak bir türlü bu düşünce gerçekleştirilemedi”
dedi. Akbulut, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın sözlerinin yerine geldiği takdirde, sanat
camiasının çok mutlu olacağını kaydetti.
Akbulut şöyle konuştu:
“Ankara’da yeni sanat mekanlarına ihtiyaç var.
Cermodern gibi, eski konservatuar binasının yeniden
sanat kurumu olarak hizmet vermesi gibi, CSO’nun
yarım kalan inşaatının bitirilmesi ve opera binasına
yönelik projelerin yaşama geçirilmesi gibi projeler,
bu kentte yeniden kültür-sanat faaliyetlerini
artırması bakımından çok önemli. Ancak bu türlü
mekanlar yaşama geçerse, kent canlanır, kültür
merkezi olabilir. Bilindiği gibi Ankara son yıllarda
çoraklaştı. Taşralaştırıldı. Ankara bir alışveriş
merkezi olamaz. Çünkü Ankara bir kültür merkezi
olarak inşa edildi. Opera ilk kez Ankara’da açıldı.
Devlet Tiyatroları da öyle. CSO, Yüce Önder
Atatürk’ün emriyle Ankara’ya getirildi. O nedenle
bir alışveriş kenti olamaz Ankara. Eğer bu türlü
binalar hizmete girerse, Ankara’da daha fazla
uluslararası festivaller düzenlenebilir. Film
festivalleri, müzik ve tiyatro festivalleri daha
fazla kişiye ulaşır, daha etkin olur. Bu nedenle çok
önemli adımlardır bunlar. En kısa zamanda CSO’nun
yarım kalan konser salonu inşaatının tamamlanmasını,
opera binası projelerinin bitirilmesini bekliyorum.”
Cumhuriyet Ankara,
23.04.2010
|
SAMSUN GAZİ MÜZESİ'NDEKİ
ATATÜRK'ÜN EŞYALARI KAYIP
Samsunlu tarihçi Baki
Sarısakal'ın, kente gelen binlerce yerli ve yabancı
turistin ziyaret ettiği Gazi Müzesi’nde sergilenen ‘Mustafa
Kemal Atatürk’ün yatak odasındaki eşyalar
ile koltuklar ve işlemeli yuvarlak
masanın orjinal olmayıp birebir ölçülerde taklit
olduğu’ iddiası doğrulandı. 2 yıl önce ortaya atılan
bu iddiayla ilgili olarak, MHP
Samsun Milletvekili
Osman Çakır'ın soru önergesini yanıtlayan
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
“Söz konusu koltuklar ve işlemeli yuvarlak masa,
Atatürk’ün 1919 yılında Samsun’da kaldığı döneme ait
değildir” dedi.
Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk’ün Kurtuluş Mücadelesi’ni başlatmak üzere
19 Mayıs 1919’da
geldiği Samsun’da, kaldığı odadaki masa ve
koltukların orijinal olmadığı ortaya çıktı. Bugün
binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği
Gazi Müzesi’nde bulunması gereken ve Atatürk’e ait
olan eşyaların nerede olduğunun ise bilinmediği
belirtildi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Çakır’ın sorusuna verrdiği yanıtta
şunları söyledi:
“Söz konusu koltuklar ve
işlemeli yuvarlak masa, Atatürk’ün 1919 yılında
Samsun’da kaldığı döneme ait olmayıp, 1959- 1960
yıllarında demirbaş olarak müzeye girmiştir. 2006
yılına kadar müzenin
üst kat salonunda
sergilenmekteyken, bu tarihte yapılan yeni teşhir
düzenlemesi sonucunda yer darlığı nedeniyle müze
deposuna kaldırılmış ve burada titizlikle muhafaza
edilmektedir. Gazi Müzesi’nde sergilenen diğer
eşyalar ise Atatürk’ün Samsun’a geldiğinde
konakladığı ve bugün Gazi Müzesi adıyla hizmet veren
binada kullanılan 1919- 1960 yılları arasına
tarihlendirilebilecek hatıra ve etnografik nitelikli
eserlerdir.”
Bakanın yaptığı
açıklamalarının ardından 2 yıl önce gündeme
getirdiği iddianın doğru olduğunun ortaya çıktığını
söyleyen tarihçi Baki Sarısakal, “Daha önceden
müfettiş gelip inceleme yapmış ve hepsinin orijinal
eserler olduğunu söylemişti. Bunlar hakkında
Bakanlık bir işlem yaptı mı?” diye sordu.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın soru önergesine verdiği yanıtları
yeterli bulmadığını söyleyen Baki Sarısakal,
müzedeki orijinal eşyaların titizlikle korunmadığını
ileri sürüp kayıp başka eşyaların da olduğunu öne
sürdü. Sarısakal şöyle dedi:
“Yatağın üzerindeki
cibinlik yok. 2008 yılında nerede olduğunu sordum.
Temizletmeye gönderdiklerini söylediler ama hala
gelmedi. 1969 yılında çekilen fotoğraflarda, yatağın
yanında iki çift terlik görünüyor. Biri var ancak
diğeri kayıp. Çalışma odasında halı yolluk vardı.
Duvarda iki adet şamdan vardı. Hiçbiri ortada yok.
Çalışma odasındaki perdeler gitmiş, yerine modern
perdeler yapılmış. Bu eşyaların akıbeti ne oldu. Ben
Türk halkı adına Bakandan bunların cevaplamasını
bekliyorum.”
Milliyet, Haber: Hakan
Çelikbaş, 23.04.2010
|
TARİH ORTAYA ÇIKACAK
Binlerce yıldır birçok medeniyete ev sahipliği yapan Gaziantep ve çevresindeki önemli yerleşim merkezlerini ortaya çıkarmak ve kazıların kesintisiz devamını sağlamak için Gaziantep Üniversitesi ile Kültür ve Turizm işbirliğinde Arkeoloji Enstitüsü kurulmasına karar verildi.
Sınırları içerisinde Yesemek, Zincirli höyük, Tilmek höyük, Taşlı geçit ve bir çok tarihi ören yerleri ile bir çok medeniyette ev sahipliği yapan İslahiye de Arkeoloji Enstitüsü kurulmasına karar verilirken, yer olarak ta özel idare hizmet binası yeri kabul gördü.
İslahiye Çolaklar ve Ağalar obası mevkiinde Roman dönemine ait bir köprünün bulunmasından sonra ilçeyi ziyaret eden Gaziantep İl Kültür Müdürü Salih Efiloğlu ve Gaziantep Müze Müdürü Ahmet Denizhanoğlu'nun İlçe Kaymakamı Resul Kır ile ilçenin çeşitli yerlerinde yapılan incelemeler sonucunda, ilçenin Tarihi ve Kültür bakımında zenginliği göz önünde bulundurularak bu kararın alındığı belirtildi. Yer konusunda çeşitli yerleri gezen yetkililere, Belediye Başkanı Malike Uludağ, Opet Anadolu Lisesi arkasında 5 dönümlük bir yer verebileceklerini ve ilçeye gelecek her türlü hizmet için tüm güçleriyle hizmette var olacaklarını dile getirdi. Heyet, daha sonra yeni bulunan Roma dönemine ait köprüyü gezdi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 23.04.2010
|
 |
530 YILLIK CAMİ RESTORE
EDİLİYOR

Sakarya'nın Kaynarca
İlçesi'nde Fatih Sultan Mehmet'in mimarlarından Şeyh
Müslihiddin adına 5 asır önce yaptırılan 530 yıllık
cami restore ediliyor.
Topçu Köyü Büyükkaynarca Mahallesi'nde bulunan ve
1999 yılındaki depremde minaresinin devrilmesinin
ardından cami, su alması ve tahtaların çürümesi
üzerine tamamen yenilenmek zorunda kalındı. Eylül
ayında başlayan restore çalışmaları kapsamında,
caminin iç cephesi çam, dış cephesi de meşe
ağaçlarıyla tamamen yenilendi. Restorasyon sırasında
çimento yerine, Horasan harcı kullanıldı.
Kaynarca Kaymakamı Ersin
Emiroğlu, restorasyon çalışmalarının yaklaşık 350
bin TL'ye mal olduğunu söyledi. Çalışmaların birkaç
aya kadar tamamen sonuçlandırılacağını belirten
Emiroğlu, Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'nun onarım izni vermesinin ardından
çalışmalara başlandığını hatırlattı. Emiroğlu, şöyle
konuştu:
''Bu konuda çok titiz
davrandılar. Amaç, çürümemiş olan malzemenin dökümü
yapılarak tekrar kullanılmasıydı. Çalışma
başladığında gerçekten kullanılacak malzemenin hemen
hemen hiç kalmadığı görüldü. Birkaç kolonumuz ve ana
gövdemiz var, onlar kullanılabildi. Malzemenin çoğu
yenilendi ama en azından içeride gördüğümüz 530
yıllık bazı eserler ayakta duruyor. Restorasyon
işlemi tamamlandığında caminin dışı koruyucu
malzemeyle kaplanacak.''
Restorasyon işleminin
tamamlanmasıyla camiyi bazı özel günlerde ibadete
açmak düşüncesinde olduklarını ifade eden Emiroğlu,
''Camiyle ilgili bazı düşüncelerimiz var. Belirli
dönemlerde ibadet yapılsın ki hava alsın ve
çürümesin. Cami imamıyla da sık sık görüşüyorum. En
azından cuma namazlarını bu camide kılın ki açılsın
ve hava alsın içerisi. Orasının tekrar harap olsun
istemiyorum'' diye konuştu.
Restorasyon işlemini yapan
firmanın şantiye şefi Mehmet Bayram ise çalışmalara
eylül ayının ortasında başladıklarını belirterek,
kötü giden hava şartları nedeniyle çalışmalara 45
gün ara vermek zorunda kaldıklarını söyledi.
Çalışmaların tamamlanma aşamasında olduğunu belirten
Bayram, şöyle konuştu:
''20 gün sonra teslim edeceğiz
inşallah. Caminin ana duvarları hariç, bütün her şey
maalesef yenilenmek zorunda kaldı. Ana taşıyıcılar,
karkaslar ise tamamen orijinal. Geç kalınmış bir
restoreydi, üzüldük. Pek çok şeyi sökmek ve yeniden
yapmak zorunda kaldık. Her şeyi eski haline uygun
şekilde yeniden düzenledik. Caminin restorasyonunda
geç kalınmış. 1999 depreminde minarenin çatının
üzerine yıkılması nedeniyle çatı deforme olmuş ve
cami hızla su alarak çürümeye başlamış. Sahipsizlik
ve bakımsızlıktan dolayı da çoğu orijinal eseri
kurtaramadık. 3 veya 4 parçayı ancak koruyabildik, o
derecede çürümüş.''
Caminin kalaslarını
söktüklerinde hayretler içinde kaldıklarını ifade
eden Bayram, ''Hiçbir güç eskiler gibi yapamıyor.
Bilhassa ağaç kalitesi yönünden. Eski ağaçları
söktüğümüzde şaşırdık. Makinelerin olmadığı dönemde
böyle ağaçların nasıl bu hale getirildiğini
anlayamıyoruz'' diye konuştu.
Bayram, camide definecilerin kazı yaptıklarını
belirlediklerini ifade ederek, ''Definecilerin
kurcaladığı söylentileri çıktı. Burada define
olmadığını göstermek ve binanın temelini görmek için
her yeri açtık ve fotoğraflar çektik. Definecilere
de haber gönderdik, kazmayın diye. Jandarma takip
edince yarım yamalak kurcalayıp kaçmışlar'' dedi.
Bayram, camide bıraktıkları orijinal parçaların
minber külahı, iki direk ve girişteki mermer
olduğunu sözlerine ekledi.
Sabah, 23.04.2010
|
KAÇAK KAZI YAPAN 16 KİŞİ
YAKALANDI
Yozgat'ın Sorgun İlçesi
Bahadın beldesinde kaçak kazı yaptığı ileri sürülen
16 kişi, düzenlenen operasyon sonucunda yakalandı.
Edinilen bilgiye göre,
bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, gece
gerçekleştirdiği operasyonda Sorgun İlçesi Bahadın
beldesi yakınlarında bulunan höyükte kaçak kazı
yaptıkları ileri sürülen 16 kişi suçüstü yakaladı.
Zanlılar, sorguları
sonrasında Sorgun Devlet Hastanesinde sağlık
kontrolünden geçirilip, adliyeye sevk edildi.
Yeni Şafak, 23.04.2010
|
"AKDAMAR'DA SINIRLAMA
OLURSA AYİN YAPMAM"
Patrik Mesrob II'nin rahatsızlığından
sonra cemaatin en yetkili kişisi olan Türkiye
Ermenileri Ruhani Meclis Başkanı Aram Ateşyan,
Akdamar Adası'ndaki Surp Haç Kilisesi'nde yılda bir
kez ibadete izin verildiğine dair kendisine hiçbir
resmi yazı gelmediğini söyledi.
Ateşyan, “Surp Haç'taki
ayinin süresi veya katılımcıların sayısına ilişkin
herhangi bir kısıtlama veya sınırlamayı kabul etmem.
Böyle kısıtlama veya sınırlama getirilmek istenirse
ayini yapmam” dedi. Ateşyan şöyle devam etti:
“Burası dünya Ermenileri için son derece önemli bir
yer. Ayine bütün dünyadan binlerce kişi gelecektir.
Gelen insanlara, ‘Kontenjan doldu kardeşim, sen
Ada'ya çıkamazsın' denilebilir mi? Yahut, Kilise'de
ayin yapılırken, ‘Size tanınan süre doldu, artık
ayine son verin' denilebilir mi? Düşünün ki, daha
şimdiden Van'daki otellerde yer kalmadı. Bu insanlar
oraya turistik gezi için değil, ayin için
geliyorlar. 12 Eylül'ü yani Kutsal Haç Yortusu'nu
halk oyunları ekipleri ve korolarla birlikte
kutlamak istiyoruz. Erivan, Kudüs ve Beyrut başta
olmak üzere dünyanın dört bir tarafından temsilciler
davet edeceğiz.”
Ateşyan, kiliseye Surp Haç isminin yazılmasını ve
Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II'nin armağan
ettiği haçın konulmasını talep ettiklerini de
vurgulayarak, “Bu bizim en doğal hakkımız.
Patriğimizin gönderdiği haç müzede bekletiliyor.
Kilisenin adı yokmuş gibi Akdamar Kilisesi
deniliyor. Biz hem kilisemizin isminin yazılmasını,
hem de haçın konulmasını istiyoruz” dedi.
Hürriyet, Haber: Sefa
Kaplan, 22.04.2010
|
 |
'İLK SARAY' MÜZE OLUYOR
Dünyanın ilk sarayının kapısı, köy yerleşimleri, ok uçları, bronz iğneler, pişmiş topraktan çanak çömlekler, takılar, mühür, geç Hitit dönemine ait hayvan mezarı ve bir sur duvarı bulunan Aslantepe’de açık hava müzesi oluşturulmasına yönelik çalışmaların son aşamaya geldiği, müzenin gelecek yıl açılacağı bildirildi.
Malatya Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Ziya Kılınç, “Haziran ayında MÖ 3300’lere tarihlenen ve daha önceki kazılarda çıkarılan sarayın tadilat çalışması ve açık hava müzesine dönüştürülmesi için müteahhide verilen proje uygulanmaya başlandı” dedi. Açık hava müzesinin gelecek yılın sonlarında açılacağını ifade eden Kılınç, “Sarayın batı yamacında tunç dönemine tarihlenen küçük köy yerleşimleri ortaya çıktı. Bunların çobanlara ait kulübeler olabileceği tahmin ediliyor. Bunlar da bize şunu gösteriyor ki Aslantepe Ören Yeri kompleks bir alan” dedi. Geçen yılki kazılarda 26 eser bulunduğunu, bunların arasında mühürlerin de olduğunu hatırlatan Kılınç, “Halkın topladığı tahıllar saraya getiriliyor. Bu tahılları alan memurlar mühürlüyor. Tahıllar sarayda depolanıyor. Halka bunun karşılığında buğday ve arpa veriliyor. Memurlar mühürlerini pişmiş topraktan yapıyor” dedi.
Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: AA, 22.04.2010
|
TÜRKLER STANDARDI 500
YIL ÖNCE BELİRLEMİŞ
Sultan II. Beyazıd tarafından yaklaşık 500 yıl önce
ferman olarak hazırlanan ve bugünkü anlamda ilk
standart olma özelliğini taşıyan 'Kanunname-i
İhtisab-ı Bursa'da (Bursa Belediye Kanunu) giyimden
gıdaya, mutfak eşyalarından hayvan yemlerine kadar
her şeyin standardize edildiği görüldü. II. Beyazıd
tarafından yürürlüğe konulan ferman, Türk
Standardları Enstitüsü (TSE) tarafından günümüz
Türkçesiyle yayımlandı.
Orijinal metni İstanbul Topkapı Müzesi'nin Revan
Kütüphanesi'nde bulunan 'Kanunname-i İhtisab-ı
Bursa'nın kapağında, 1502 yılında yürürlüğe
konulduğu belirtiliyor. TSE Başkanı Tahir
Büyükhelvacıgil, yeniden yayımlanan fermana yazdığı
önsözde, Türklerin Anadolu toprakları üzerinde tesis
ettikleri uygarlık örneklerinden birinin de
standardizasyon alanında olduğunu ifade etti.
Büyükhelvacıgil, şunları kaydetti: 'Standardın
bugünkü anlamda kavrandığını gösteren yazılı en eski
belge olarak dünya tarihine geçen 'Kanunname-i
İhtisab-ı Bursa' Sultan II. Beyazıd tarafından
ferman olarak hazırlanmıştır. Bu belgede kalite,
boyut, ambalaj gibi konularda standartlar tespit
edilmiş, ceza hükümlerine de yer verilmiştir.
Bugünkü standardizasyon sistemine benzeyen bir
sistem tesis edilmiş, tuz, ekmek, sebzeler, et, süt,
yumurta, kürkler ve ayakkabılar gibi çeşitli
maddelerin özellikleri ayrı ayrı belirtilerek
standardize edilmiştir.'
Yeni Şafak, 22.04.2010
|
TARİH TURİZMİ
CANLANDIRILIYOR
Muğla Kültür ve Turizm
Müdürü Murat Süslü, Muğla ve ilçelerinde bu yıl
"tarih turizmi"nin ön plana çıkarılacağını söyledi.
Süslü, Muğla ve ilçelerini ziyaret eden turistlerin
tarihi mekanlarda farklı dünyalara yolculuk etmesi
için çalışmalar yaptıklarını belirterek, "Ören
yerleri ile Muğla, Bodrum ve Milas'taki tarihi
evlerin tarih turizmi açısından önemi büyük. Bu
mekanların turizme kazandırılması için restorasyon
çalışmaları yapılacak. Muğla'daki tarihi çarşı
restorasyonu da bu amaçla hayata geçiriliyor. Bu
çalışmalar Muğla Valiliği ve İl Özel İdaresinin
desteğiyle sürdürülüyor" dedi.
Süslü, amaçlarının deniz-kum-güneş turizminin dışına
çıkarak bölgeyi ziyaret eden yerli ve yabancı
turistleri "tarih turizmi" ile tanıştırmak olduğunu
belirterek, "Bu çalışmayla alternatif turizm
çeşitliliği sağlayacağız. Tarih turizmi açısından ön
plana çıkacak Bodrum, Milas, Fethiye ve Yatağan'daki
ören yerlerinde denetimleri artıracağız. Ören
yerlerinde denetimi ön plana çıkaracağız" diye
konuştu.
Milas Kaymakamı Bahattin Atçı ise tarih turizmi
çalışmaları kapsamında 18. yüzyılda yapılan
Çöllüoğlu Hanı'nın restorasyon ihalesinin
yapıldığını ifade ederek, "İlçe merkezindeki tarihi
çarşının projesi hazırlandı. Proje, Muğla Kültür ve
Tabiat Varlıkları Kurulu'ndan geçti. İlçedeki tarihi
evlerin koruma altına alınması amacıyla Kültür ve
Turizm Bakanlığıyla yazışmalar yapılıyor. Bu
kapsamda ilçe merkezindeki tarihi 3 konağın
restorasyonu belediye ve sivil toplum kuruluşlarının
desteğiyle yapıldı ve turizme kazandırıldı" dedi.
Haber Ekspres,
22.04.2010
|
MALATYA SURLARININ
RESTORASYONU İÇİN ARANAN TAŞ BULUNDU

Battal Gazi'nin kahramanlıklarıyla
destanlaşan Malatya Kalesi'nin yıkılmaya yüz tutmuş
surlarının restorasyonu için aranan taş bulundu.
Başkan Gürkan, surlardaki ile aynı sertliğe sahip
taş bulunamayınca restorasyonun yarım kaldığını
belirtti. Surların bazı noktalarda tamamen
yıkıldığına dikkati çeken Gürkan, bu kısımları
kamulaştıracaklarını söyledi.
Malatya'nın Battalgazi İlçesi Belediye Başkanı
Selahattin Gürkan,
belediyenin ve İl Özel İdaresinin surların
550 metrelik kısmının
restorasyonu için
300 bin TL ödenek ayırarak
restorasyon projesini yaptırdığını, projenin Sivas
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulunca
onaylandığını söyledi.
Malatya Valiliğinden temin ettikleri
150 bin TL ile projenin
ihalesini de yaptıklarını anımsatan Gürkan, surların
taşı ile aynı sertliğe sahip taş bulunamayınca
restorasyonun yarım kaldığını belirtti.
Surların
koruma amaçlı imar planının
da yapıldığını ifade eden Belediye Başkanı Gürkan,
şöyle konuştu:
''Surların taşı ile aynı sertlik derecesine sahip
taşı bulduk. Darende İlçesinde İl Özel İdaresine ait
taş ocağında çıkarılıyor. Kayseri Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğünden temin edeceğimiz ödenek ile surların
550 metrelik kısmını
yeniden ihale edeceğiz. İnsanlığın ortak değeri olan
tarihi eserleri restore edip ayağa kaldırmak temel
dileğimiz.''
Restorasyonun bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
yatırım programına alınması için başvurduklarına
değinen Gürkan, ''Kültür ve Turizm Bakanlığı koruma
amaçlı imar planının yapılmasını istedi. Biz de
koruma amaçlı imar planının yapıldığını anlattık. Bu
konu tam anlaşılmamış olacak ki yatırım programına
alınmadı'' dedi.
Restorasyonu Kültür ve Turizm Bakanlığının 2011 yılı
yatırım programına dahil etmek için girişimlerde
bulunacaklarını ifade eden Gürkan, surların
tamamının
2
bin 885 metre olduğunu,
550 metrelik kısmında
kamulaştırma yapıldığını,
geri kalanıyla ilgili çalışmanın sürdürüldüğünü
belirtti.
Surların bazı noktalarda tamamen yıkıldığına dikkati
çeken Gürkan, yanlış imar politikaları sonucu
yerlerine kayısı bahçesi ve ev yapıldığını, bu
kısımları kamulaştıracaklarını söyledi.
Malatya'nın ilk yerleşim yeri Battalgazi
İlçesi'ndeki kale, tarihi kaynaklara göre, Roma-Doğu
Roma-Sasani ve Doğu Roma-Arap mücadelelerinde önemli
tahribata uğradı. Surlar her seferinde onarılarak
Osmanlı dönemine kadar korundu. Battal Gazi'nin
kahramanlıklarıyla destanlaşan
Malatya Kalesi, 19.
yüzyıla kadar savunmada önemli rol oynadı. Şehrin
her yerinden görülebilen Malatya Kalesi'nin 71 burcu
ve 11 kapısı bulunuyor. Kalenin çevresindeki
surların büyük kısmı yok oldu. Yıkılmaya yüz tutan
son kalıntılarının çevresi ise kayısı bahçesine
dönüştürüldü.
Yapı, Fotoğraf: Mehmet
Emin Göresiye, 22.04.2010
|
2010 AVRUPA KÜLTÜR
BAŞKENTİ AJANSI: NE PROTESTOLARLA NE DE PROJEYLE
İLGİMİZ VAR
İstanbul'un Beyoğlu İlçesi İstiklal Caddesi
üzerindeki tarihi Emek Sineması'nın bulunduğu
binanın, Türk-Mall şirketi ve mimar Fatih Kesgün
tarafından hazırlanan proje doğrultusunda yıkılarak
başka koşullarda yeniden yapılmasına karşı 18 Nisan
2010 Pazar günü yapılan protesto gösterisinde proje
destekçileri arasında İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı'nın adı da geçirilmiş.
Aynı
zamanda söz konusu projeyi hazırlayan taraflar
tanıtım belgelerinde İstanbul 2010 logosunu İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın izni
olmaksızın kullanmış ve Ajansın, bu projeye onayı ve
katkısı olduğu kanısını uyandırmış.
Bu
nedenlerle, Ajans konuyla ilgili hassasiyetlerini
paylaşmak üzere aşağıdaki açıklamayı yaptı:
-
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın söz
konusu proje ile bir ilişkisi bulunmamaktadır. Bu
konuda Ajansa herhangi bir başvuru yapılmadığı gibi,
logo kullanım izni verilmesi için bir karar da
alınmamıştır. Bu nedenlerle söz konusu projede
izinsiz olarak Ajansın adını geçiren ve Ajansı proje
sahipleri arasında gösteren kişiler ve kuruluşlar
hakkında hukuki süreç başlatılmıştır.
-
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bütün
tarihi ve kültürel değeri olan yapılar için olduğu
gibi, Emek Sineması'nın da başarılı bir şekilde
onarılıp, şehrin kültür sanat hayatına
kazandırılmasını, bunun için kentsel, mimari ve
kültürel açıdan Avrupa Kültür Başkenti amaç ve
hedeflerine uygun bir proje hazırlanmasını ve
nitelikli bir çalışma ile bu kültür mirasının
korunmasını öngörmekte ve savunmaktadır.
İstanbul 2010 AKB
Ajansı, 22.04.2010
|
TARİHİ İNCİ DEDE ÇEŞMESİ YENİLENDİ
Manisa Belediyesi Su İşleri Müdürlüğü ekipleri, kentin çeşitli yerlerinde hayrat olarak yaptırılan ya da tarihi geçmişi olan çeşmeleri yenileme çalışmaları devam ediyor.
Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ün Mutlu Mahallesi’ni ziyareti sırasında metruk durumda gördüğü İnci Dede Çeşmesi de, Su İşleri Müdürlüğü ekipleri tarafından yenilenerek, adeta yeni bir kimlik kazandı. Manisa Belediyesi Su İşleri Müdürü Cem Çöllü, çeşmenin duvarlarının yıkık durumda olduğunu ve musluklarının olmadığını fark ettiklerini, Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ün talimatı üzerine hemen çalışmaların başladığını belirtti.
Mahalle ziyaretleri yaparak, her hafta farklı bir mahallenin sorunlarını dinleme ve yerinde görme imkanı bulduklarını belirten Belediye Başkanı Cengiz Ergün de çeşmenin durumunun mahalle ziyaretleri sırasında fark edildiğini ve derhal çalışmaların başladığını söyledi. Ergün; Mutlu Mahallesi ziyaretimiz sırasında, mahalle içerisinde yer alan İnci Dede Çeşmesi’nin çeşitli nedenlerle kullanılamaz hale geldiğini gördük. Hemen Belediyemizin Su İşleri birimine talimat vererek, çeşmenin yenilenmesini ve tekrar halkın kullanımına kazandırılması talimatını verdik. Bunun yanında yine Mutlu Mahallesi içinden geçen Çaybaşı Deresi’nin de temizlenmesini sağladık. Yapılan bu çalışmalar, tamamıyla Belediyemizin kendi imkan ve araç gereçleriyle gerçekleştiriliyor. Mahalle ziyaretlerimizle sorunların üzerine anında gitme fırsatı yakalıyoruz. Bu etkinliğimiz çeşitli mahallelerle devam edecek diye konuştu.
lpghaber.com, 21.04.2010
|
 |

Dökümhane (Muradiye) Hamamı
|
BURSA'DAKİ 600 YILLIK
İNCİRLİ HAMAMI YENİLENİYOR
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 15.
yüzyıldan kalma İncirli Hamamı'nın restorasyonu için
çalışma başlattı.
Büyükşehir Belediyesi, özel mülkiyette bulunan
harabe halindeki tarihi eserleri, kamulaştırma
yoluyla alarak kente kazandırıyor.
İncirli Caddesi'ndeki
Dökümhane (Muradiye) Hamamı'nın
ardından aynı cadde üzerinde bulunan
İncirli Hamamı'nı da
kamulaştıran Büyükşehir Belediyesi, restorasyon için
çalışma başlattı.
Fenari Ahmet Paşa'nın kardeşi
Alaaddin Ali Bey
tarafından
15. yüzyılın sonlarında
yaptırılan İncirli Hamamı'nda incelemelerde bulunan
Büyükşehir Belediye Başkanı
Recep Altepe, İncirli
Caddesi'nde, iki hamamın restorasyonuyla birlikte
çevre düzenleme çalışması
da yapılacağını söyledi. Altepe, restorasyon
çalışmalarının ardından hamamın sosyal, kültürel ve
sanatsal faaliyetlerin gerçekleştirileceği bir
etkinlik merkezi olacağını
kaydetti.
Yapı, Fotoğraf: Emre
Umurbilir, 22.04.2010
|
PERA MÜZESİ, 5. YILINDA
BOTERO'YU AĞIRLAYACAK
Haziran 2005'te
kapılarını sanatseverlerin ziyaretine açan Suna ve
İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, beşinci kuruluş
yılında Kolombiyalı sanatçı Fernando Botero'yu
ağırlamaya hazırlanıyor.
Latin Amerika ve Avrupa
kültürlerini birleştirerek resimlerine karakteristik
bir özellik katan 1932 Kolombiya doğumlu sanatçı, 4
Mayıs-18 Temmuz tarihleri arasında 64 yapıttan
oluşan geniş kapsamlı bir sergiyle Pera Müzesi'nde
olacak.
Zaman, 22.04.2010
|
ANTİK KENTTE TEMİZLİK
Demre Kaymakamlığı ve
Üçağız Köyü Muhtarlığının girişimiyle köyde bulunan
'Theimussa Antik Kenti' çalılık ve üzerini büyük
ölçüde kapatan bitki örtüsü ve kalıntılardan
temizlendi. Yapılan temizlik çalışması sonucu, antik
kentle birlikte antik kente ulaşan yollar da
çalılıklardan kurtarıldı ve kentin denizden görünümü
daha belirgin hale getirildi Demre Kaymakamı Murat
Sefa Demiryürek, 'Yaptığımız temizlik çalışmasıyla,
tarihi kentin büyük bir bölümü ortaya çıktı.
Özellikle denizden muhteşem bir görünüm veriyor.
Nekropolün görüntüsü çok güzel oldu' dedi.
haberler.com, 21.04.2010
|
BAŞKAN SAATÇİ, İKİ YILDIR KAPALI OLAN MÜZEDE İNCELEMELERDE BULUNDU
Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatçi Başkan Yardımcısı Mehmet Yılmaz Cesur ile birlikte 2 yıldır kapalı olan Fethiye Müzesi''ni ziyaret etti.
İki yıldır kapalı olan ve kısa süre içersinde tekrar hizmete geçeceği düşünülen Fethiye Müzesi'nde incelemelerde bulunan Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatçi, ''Zaten görev ve sorumluğunu bilen, işini oldukça iyi yapan bir müze müdürümüz var. Buraya ilk girdiğimden itibaren ben kendimi yeni bir müzeye girmiş gibi hissettim. Eserlerden çok ortamdan etkilendim. Her şey çok güzel, çok güzel bir dizayn yapılmış. Eksikleri var biraz bunu zaten kendisi de ifade ediyor. Bunları tamamlayacaklar. Açıkçası Fethiye''ye yakışan bir müze olmuş'' dedi. ''Hedefimiz müzemizi Deppoy mevkiine taşımaktı ancak bazı şeyler sadece yerel yönetimlerin istemesiyle olmuyor'' diyen Başkan Saatçi, ''Farklı desteklerin de olması gerekiyor. Şimdi bu konulara girmek istemiyorum. Buraya ilk adımımı attığımdan itibaren çok şaşırdım. Bu müzenin bu hale gelmesinde büyük katkıları olan müze müdürümüze ve çalışan arkadaşlara çok teşekkür ediyorum. Merkezin bu konuda desteği olduysa onlara da teşekkür ediyorum. Müdürümüzün anladığım kadarıyla müzenin önündeki yolla ilgili bizden bir talebi olacak. Bizde bu talebi Müze Haftası'na yetişecek şekilde yerine getirmek istiyoruz tabi prosedürler önümüze engel olmazsa'' diye konuştu. Müze Müdürü İbrahim Malkoç da müzede yapılan değişikliler hakkında bilgi verirken, müzede genel bir restorasyon çalışmasının yapıldığını, sergilenecek eserlerinde itana ile seçildiğini ve yeni güvenlik sisteminin kurululuğunu ve ayrı 16 kamera ile devamlı müzenin kontrol edildiğini belirtti.
haberkapisi.com, 21.04.2010
|
 |
TARİHİ ESER ARAMAK İÇİN
SAMANLIKTA TÜNEL KAZMIŞ
Kütahya'nın Altıntaş İlçesi'nde, tarihi eser aramak
amacıyla kendisine ait samanlıkta tünel kazdığı
iddia edilen kişi yakalandı.
AA
muhabirinin aldığı bilgiye göre, jandarma ekipleri,
Yolçatı Köyü'nde yaşayan B.G'nin (36), tarihi eser
aramak amacıyla evinin bitişiğindeki samanlığın
tabanını kazdığı bilgisine ulaştı.
Eve
giden ekipler, B.G'nin samanlığın zeminine 3 metre
derinliğinde ve 6 metre uzunluğunda tünel kazdığını
tespit etti. Olay yerinde bulunan ve kazıda
kullanıldığı bildirilen 3 kürek, 2 kazma ve 4 demir
çubuk, muhafazaya alındı, evde ve çevresinde tarihi
esere rastlanmadı.
Gözaltına alındıktan sonra adliyeye sevk edilen B.G,
mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı.
Zaman, 21.04.2010
|
 |
150 YILLIK REYHAN KONAĞI
İzmir'deki Reyhan Pastaneleri'nin sahibi Reyhan ailesine ait olan 150 yıllık tarihi Reyhan Konağı, "Yüreğine Sor" filmine ev sahipliği yaptı. Rize'nin Çamlıhemşin İlçesi'ndeki Reyhan Konağı Tuba Büyüküstün, Kenan Ece, Hakan Eratik, Şevval Sam ve Ayla Algan'ın oynadığı, Yusuf Kurçenli'nin yönettiği "Yüreğine Sor" filmine büyük değer kattı. Reyhan Konağı'nı hiçbir ücret almadan filme tahsis ettiğini açıklayan Tuncay Reyhan, "Çamlıhemşin'de Reyhan Konağı gibi onlarca konak var. Ancak birçoğu harap durumda. Gelen teklifi bu konakların onarımına katkısı olur diye kabul ettim. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu konakların onarımında mülk sahiplerine destek olmalı. Bu güzelim konaklar harap olmamalı" diyor.
Büyük büyük dedeleri tarafından inşa edilen Reyhan Konağı'nın 150 yıllık geçmişe sahip olduğunu anlatan Tuncay Reyhan, yaz aylarında Çamlıhemşin'e giderek Reyhan Konağı'nda kaldıklarını söylüyor. Konağın granit taş bloklarından oluştuğunu ve kapı işlemelerinin çok dikkat çekici olduğunu belirten Reyhan, bölgedeki konakların o dönemin Ermeni ustaları tarafından yapıldığını anlatıyor.
Bazen, Reyhan Pastanesi ortaklarından Ali Albay'la ayaküstü keyifli sohbetler yaparız. Ali, her yaz memlekete gidip bol oksijen depolayarak geri döner. Ve bana da Karadeniz'i mutlaka görmemi ısrarla tavsiye eder. Aslında bu yeşil cenneti, güzelim Ayder Yaylası'nı gidip görmeyi çok istiyorum. Şimdi de bu muhteşem Reyhan Konağı çok ilgimi çekti. Karadeniz mevsimi de geliyor. Doya doya yeşili ve doğayı yaşamak lazım.
Yeni Asır, Haber: Gülengül Uslu, 21.04.2010
|
AKROPOL SEFERLERİ
BAŞLIYOR

Bergama'daki Akropol'e
ulaşımda turistlerin büyük ilgi göstermesi beklenen
6 milyon euroluk teleferik projesi Mayıs'ta hizmete
girecek.
Bergama'daki Akropol'e teleferikle ulaşımı
sağlayacak 6 milyon euroluk projede sona gelindi.
Yerli ve yabancı turistlerin Mayıs ayı ortasından
itibaren, 760 metre yükseklikteki Akropol'e
teleferikle çıkmaya başlayacakları belirtildi.
3 bin yıllık geçmişe sahip Bergama Krallığı'nın
merkezi konumundaki Akropol Antik Kenti'nin,
karayolunun yoğun trafik yükünden korunması, ilçeye
gelen turistlere hızlı ve rahat ulaşım imkanı
sağlanması için düşünülen teleferik projesinde,
sekiz kabinle ilk deneme hafta sonunda yapıldı.
Akropolis Teleferik A.Ş. Genel Müdürü Selçuk Esiner
kabinlerin her birine ayrı ayrı 640 kilogramlık kum
torbaları konulduğunu belirtti, deneme seferlerinin
bir hafta devam edeceğini açıkladı.
İki istasyonun da çelik konstrüksiyonunun
tamamlandığını belirten Genel Müdür Selçuk Esiner,
"Çatılar kapatıldı. Giydirme cepheler oluşturuluyor.
Projemizin son ayağı olan, misafirlerin istasyona
çıkmaları için gerekli 4 asansörlerün montajına
başlanacak. Bu işlem de ayın sonuna kadar devam
edecek. Çevre düzenlemesi devam ediyor. Ülkemize
yakışacak ve dünyada konuşulacak bir projeye imza
attığımıza inanıyorum. Büyük bir aksilik yaşamazsak
tesisi Mayıs ayı ortalarında işler hale getireceğiz.
Her ne kadar 8 kabin üzerinde deneme çalışması
yapıyorsak da faaliyete geçtiğimizde ilk aşamada 9
kabinle çalışacağız. 9 kabin bize yaklaşık bir
saatte 1150 yolcu kapasiteye ulaşmamızı sağlayacak.
Bir tur operatörünün 40 kişilik otobüsünün
yolcularını 8 kişilik kabinlerle 6 dakikada aşağıdan
alıp Akropole taşıyacağız" dedi.
Yeni Asır, Haber: Erdal
Çarboğa, 20.04.2010
BERGAMA'DA TARİHE DEMİR
KAZIK
Bergama'da yapılan teleferikle birlikte Akropolis'in
kalbine çelik kazıklar çakılıyor. Turist Rehberleri
Birliği ve Türkiye Seyahat Acentaları Birliği'nin
geçen yıldan bu yana tüm itirazlarına kulak tıkayan
inşaat, bölgenin tarihi dokusuna zarar veriyor.
Turizm mevsiminin açılmasıyla birlikte bölgeye tur
götüren rehberler, gördükleri inşaat manzaraları
karşısında tepkilerini dile getiriyor. Akropol'e
otobüsle çıkarken gruplarına çevreyi, surları, orta
şehri ve su kemerlerini anlatıp turistleri geziye
hazırladıklarını ve bu çok önemli hatta, inişte
belli alanlarda durup Kızıl Avlu ve şehrin
fotoğraflarının çekildiğini hatırlatan rehberler, şu
anki inşaat çalışmaları nedeniyle tüm bunları
yapamadıklarını dile getiriyor. İnşaat
tamamlandığında ise çok daha korkunç bir manzara ile
karşılaşmaktan korktuklarını ifade eden rehberler,
tarihi dokuya ve çevreye zarar verildiğini
savunuyor.
Turistlerin de gördükleri manzaraya şaşırdığını dile
getiren rehberler, "Bu inşaatı gruplarımıza
açıklamaya zorlanıyoruz. Sözüm ona grupları yukarıya
daha rahat ulaştırmak için yapılıyor. Ancak, biz
zaten ulaşım konusunda sıkıntı çekmiyorduk.
Yapılacak gondolların yüksekliği öyle bir ayarlanmış
ki, altından sadece otomobil geçebiliyor, otobüs
hiçbir şekilde çıkamıyor. Yani tur otobüslerinin önü
tamamen kapatılıyor. Öte yandan Akropol'e çıkmak
için sadece bir otobüs yolcu indirebiliyoruz, yani
peş peşe gelecek tur otobüslerinin belki de
saatlerce orada beklemesi gerekecek. Bu durumları
hangi turiste anlatabiliriz?" diyor.

Öte yandan rehber kökenli acentecilerin oluşturduğu
TÜRSAB Kültür Komitesi, geçen yıl buraya bir
inceleme gezisi düzenlemiş, bu teleferiğin neden
yapılmaması gerektiğine dair bir raporu, Bergama
Belediyesi'ne ve ilgili kurumlara sunmuştu. Raporda,
rüzgarda sallanan 8 kişilik gondollarla yukarı çıkan
grupların bundan hoşnut kalacaklarının kuşkulu
olduğu vurgulanmış, bölgede yoğun rüzgar olduğu
hatırlatılarak rüzgar nedeniyle kaza olasılığının
yüksek olabileceğine dikkat çekilmişti. Raporda bu
tehlike şu sözlerle dile getirilmişti:
"Teleferiğin yaygın ve etkin olarak kullanıldığı
İsviçre'de senede ortalama 2 kişi teleferik
kazalarında ölmekte, Bergama'da böyle bir kazanın
sorumlusu tur operatörü veya seyahat acentesi
olacaktır. Bu proje gerçekleştiği takdirde
teleferiğin kişi başı sigortasının ne kadar olacağı
merak konusu."

Akropolis A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk
Esiner ise teleferik ve diğer projelerin tamamının 5
milyon euroya mal olacağını açıkladı. Esiner,
teleferiğin İtalyan LEITNER firması tarafından
yapılacağını bildirdi. Esiner “ Şu anda projemizi
yapan LEITNER firması Türkiye’de İstanbul Pier
Loti’de sistemleri kurmuş olup kış olimpiyatlarına
hazırlanan Erzurum’da da 5 ayrı projesi bulunan bir
firmadır. 6 bin 760 metre uzunluğa kuracağımız
teleferik 16 vagonla hizmet verecek. 1 saatte 1150
yolcu götürmeyi hedefliyoruz. Teleferiğin
tamamlanması için LETINER’in proje müdürü olan
Wilfried Gander ile çalışmalarımız aralıksız
sürüyor.”dedi.
Selçuk Esiner, bu projeyle amaçlarının Bergama
turizmine katkıda bulunmak olduğunu iddia etti.
Turizm Habercisi,
Fotoğraflar: Ahmet Köksal, 22.04.2010
|
SİNOP'TA KÜLBASTI KORKUSU!
İzlanda'da meydana gelen yanardağ patlaması sonucu oluşan ve Türkiye'ye kadar ulaşan kül bulutu nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığı müzelerde tedbir alıyor.
Bakanlık tarafından müzeler uyarılarak, açık alandaki tarihi eserlerin olası asit yağmurlarına karşı koruma altına alınması istendi. Uyarı ardından Sinop Arkeoloji Müzesi bahçesindeki 500'e yakın birçoğu binlerce yıllık olan tarihi taş ve mermer eserler olası asit yağmurlarına karşı naylonlara sarılarak bantlandı. Eserler kül bulutlarının ülkeyi tamamen terk edene kadar koruma altında kalacak.
Konuyla ilgili bilgi veren İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, yapılan çalışmanın sadece tedbir olduğu söyledi. Tosun, "Biz bu kül bulutunun ne getireceğini bilmiyoruz. Asit değerlerini bilmiyoruz. Kültür varlıklarına verecek olan zararın oranını bilmiyoruz. Ama her ihtimale karşı kültür varlıklarını koruma altına alıyoruz. Şu anda eserleri sardık ve korumaya aldık. Bunlar çok nadide eserler. Onun için her ihtimali göz önünde bulundurmak zorundayız" diye konuştu.
Internet Haber, 20.04.2010
|
 |

|
TARİHİ HAMAM TURİZME KAZANDIRILACAK
Yozgat'ın Sarıkaya İlçesi Belediye Başkanı Ali Osman Erbir tarihi Roma dönemine ait hamamın gün yüzüne çıkarılarak turizme kazandırılacağını söyledi.
Başkan Erbir, ilçenin tarihi Roma dönemine ait bir yerleşim merkezi olduğunu belirterek, "Araştırmalarımıza göre o dönemde ismi Opel'miş 7 bin nüfusa sahip ve kaplıcalarının da şifalı olduğu Roma kralının kızının hastalanması sonucu şifa bulması amacıyla buraya kızı adına bir hamam yaptırdığı bilinmektedir." dedi.
İlçedeki Roma dönemine ait kaplıcaların turizme kazandırılması için gerekli çalışma izinlerinin alındığını ifade eden Başkan Erbir, "Kaymakamımız Yaşar Dönmez'in de büyük desteği ile Roma Hamamı'nın etrafında çalışmalara başladık. Önceliğimiz yer altındaki alanı belirlemek, Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan bu konuda gerekli izini aldık. Burası kazılıp tarihi eserleri ortaya çıkardıktan sonra, arkeoloji uzmanlarının tarafından plan olarak üç ya da beş bölümlü olduğunun tespitiyle çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Anıtlar Birliği'ne üyeyiz. Projeyi buradan ücretsiz yaptırıp, finans desteği için proje oluşturarak ilçemizin turizm ayağını geliştirmek istiyoruz." diye konuştu.
Sarıkaya Kaymakamı Yaşar Dönmez ise ilçenin turizme kazandırılması için birinci önceliğinin bu tarihi eseri gün yüzüne çıkarmak olduğunu ifade ederek, "Sarıkaya'nın simgesinde tarihi Roma Hamamı vardır. Bu tarihi hamamın ortaya çıkarılması gerekir. Bu yönde çalışmalarımıza başladık. İlçemizin bu zenginliğini gün yüzüne çıkartarak turizme kazandırmayı amaçlıyoruz." ifadelerini kullandı.
Yozgat Müze Müdürü Hasan Kerim Şenyurt da Sarıkaya Belediyesi'nin Anıtlar Yüksek Kurulu'na başvurması üzerine burada temizlik ve dolgu toprağın alınması için kazı çalışması izni alındığını belirterek, "Şu an için amacımız, Roma Hamamı üzerindeki bu dolgunun kaldırılması ve ana zeminin bulunarak hamam binasının yayılma alanını tespitini yapmaktır." şeklinde konuştu.
Haber Aktüel, 20.04.2010
|
ÇÜRÜME TEHLİKESİ İLE
KARŞI KARŞIYA

Hatay'ın Hıdırbey
Köyü'nde bulunan ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu
tarafından anıt ağaç olarak ilan edilip koruma
altına alınan tarihi Musa ağacı çürüme tehlikesi ile
karşı karşıya.
Yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen dev
ağacın dalları bakımsızlıktan kırılırken; çürümeye
başlayan gövdesinde mantarlar oluşuyor.
Hatay'ın içinde
barındırdığı önemli değerlerinden olan dev ağacın
dalları bakımsızlıktan kırılırken; çürümeye başlayan
ağacın gövdesinde mantarlar oluşuyor. Hatay'a gelen
yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olan ve
Hatay'ın inanç turizmi potansiyeline zenginlik katan
ağacın gövdesinde mantar oluşmaya başlarken, kırılan
dalları tehlike saçıyor.
Rivayetlere göre,
yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen, çevresi 20
metre, gövde çapı 7,5 metre, yüksekliği yaklaşık 20
metre olan tarihi Musa ağacı, hem Hatay'ın turizmine
katkı sağlıyor; hem de Hıdırbey Köyü'nün başlıca
geçim kaynakları arasındaki yerini almış durumda.
Tarihi Musa ağacını yaklaşık 30 kişi, el ele
tutuşarak ancak çevresini dolanabiliyor.1923 yılında
bir aile ile fotoğraf çektiren Fransız askerlerinin
fotoğrafları da İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından
çerçevelettirilerek ağaca asıldı.
Tarihi Musa ağacının
mevcut durumundan rahatsızlıklarını dile getiren
Hıdırbey Köyü Muhtarı Selahattin Yeter, ağacın bazı
dallarında yaşlılıktan ve ağırlıktan dolayı kırılma
olduğunu belirtti. Tarihi Musa Ağacı ile ayakta
kalabilen köyün turizm potansiyelinin, Hıdırbey
köylülerinin en temel geçim kaynağı olduğunu öne
süren Muhtar Yeter, "Turizm ve tarihi Musa ağacı
bizim için önemli gelir kaynağımız. Ağacın kimi
araştırmacılara göre 3 bin yıllık olduğu söyleniyor.
Ağacın acilen bakıma alınması gerekir. Ağacın bakıma
alınması ve korunması, hem köyümüze gelen Turist
sayısını artıracak hem de ilimizin inanç
turizmindeki en önemli öğelerinden biri kurtulmuş
olacak. Köyümüzde ayrıca, Ermenilerden kalma Tarihi
Kemerli Köprü, Ermenilerden kalma tarihi evler var.
Narenciye, zeytincilik, defne, hayvancılık,
seracılık, sebze ve meyve yetiştiriciliği, köyümüzün
başlıca geçim kaynaklarıdır. Ayrıca, defne
sabunculuğu da yapılmaktadır." dedi.
Musa Ağacının
hikayesi
Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın Samandağ'daki
buluşmasından sonra, birlikte Hıdırbey Köyü'nün
yanındaki Musa Dağı'na çıkmak üzere yola çıkarlar.
Hıdırbey Köyü'ndeki Musa ağacının bulunduğu yere
geldiğinde çok susar. Bastonunu bu ağacın bulunduğu
yere bıraktıktan sonra, hemen yanındaki dereye su
içmeye gider. Su içtikten sonra yollarına devam
ederler. Asasını suyun kenarında unuttuğunu anlayan
Hz. Musa, döndüğünde ise asasının yeşerdiğini ve bir
fidan haline geldiğini görür. O güden bugüne, o ağaç
Musa ağacı olarak bilinir.
Akşam, 20.04.2010
|
HOMEROS, SEN İZMİR'İN
NERESİNDENSİN?
Homeros'un ne doğduğu
tarih ne de yaşadığı yer tam olarak bilinmiyor. Buna
rağmen başta İzmir olmak üzere Türkiye ve
Yunanistan'da Homeros bizim tartışmaları yıllardır
aralıksız sürdürülüyor
Tarihçiler arasında Homeros'un yaşadığı dönem ve yer
konusunda bir fikir birliği yok. Homeros'un İzmir,
Efes ve Sakız Adası arasında bir yerde yaşadığına
inanılıyor. İzmirliler ve Yunanlılar Homeros'u
sahipleniyor. İzmir'de Homeros için yaşadığı yer
olduğuna inanılan Bornova'da bir vadi bile
düzenlendi. Ancak bu çalışmalar Homeros adının
burayla özdeşleşmesine yetmedi. Gaziemir Belediyesi
Homeros'un aslen Gaziemirli olduğunu iddia etti.
Şimdi başka kimin Homeros'a talip olacağı merak
konusu.
Haber Ekspres,
20.04.2010
|
|
TAKSİM CUMHURİYET
ANITI'NIN RESTORASYONU TAMAMLANDI

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yürüttüğü
restorasyon çalışmaları neticesinde yenilen
Taksim Cumhuriyet
Anıtı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı’nda açılıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevreyi Koruma
Müdürlüğü’nce yapılan restorasyon çalışması ve 11
Kasım 2009 tarihinde Yapı İşleri Müdürlüğü’nce
başlatılan çevre düzenlemesi sona ermek üzere olan
Taksim Cumhuriyet Anıtı'nın açılışı,
23 Nisan 2010 Cuma
günü gerçekleştirilecek.
AKANT Tasarım ve
Restorasyon
tarafından 2007 yılında hazırlanan;
Taksim Cumhuriyet
Anıtı’nın
Rölöve, Restitüsyon,
Restorasyon ve Çevre Düzenleme Projesi;
İstanbul 2 Numaralı Koruma Bölge Kurulu’nun
kararıyla hayata geçirildi.
Restorasyon Öncesi
Tespitler
• Anıt 8-9 yıl önce Valiliğin talebiyle Topkapı
Sarayı Konservasyon Kurulu Raporu sonucunda,
seyreltilmiş basınçlı suyla temizlenmişti. Ancak bu
işlem zaman içinde malzemeyi aşındırabileceği için
sürekli yapılamamaktaydı.
• Bu nedenle yapılan Restorasyon Projesi kapsamında
yapılan malzeme analizleriyle anıttaki tahribat,
malzeme kayıpları ve kirlenmeler tespit edildi,
bunların giderilmesi için gerekli koruma önlemleri
belirlendi.
• Ayrıca, anıtın çevre düzenlemelerinin dönem dönem
analizleri yapılarak, orijinal çevre düzeni
korunmaya çalışıldı.
• Anıt üzerinde yapılan gözlemlerde, Verona
Kırmızısı olarak isimlendirilen taşlarda ve yeşil
renkli serpantinlerde, pudralaşma, bağlayıcı
kayıpları, bununla birlikte, yüzeylerde yoğun
erozyonlar ve parça kayıpları tespit edildi.
• Bronz heykellerde oluşan korozyonla birlikte,
anıtın taşlarının üzerinde yağışların oluşturduğu
bakır oksit lekeleri ve yine asit yağmurlarının
taşlar üzerinde oluşturduğu karbon kirlenmeleri ve
tabakalaşmalar tespit edildi.
• Öte anıtı oluşturan taş blokların içinde oluşan
küçük hareketlerin geçen yıllarla derzlerde
boşalmalara neden olduğu tespit edildi.
Restorasyon
Kapsamında Neler Yapıldı?
Anıtın özgünlüğünün korunarak ve malzeme değişimi
yapılmadan var olan malzemeyi maksimum düzeyde
koruyacak ve sağlamlaştıracak bir uygulama yapıldı.
Anıttaki tüm temizlik işleri bittikten sonra,
raporda belirtilmiş malzemeler belirtilen oranlarda
kullanılarak anıt sağlamlaştırıldı.
Temizlik ve koruma çalışmaları dışında, günümüz
kullanımı sırasında çelenk koymak üzere anıta rahat
yaklaşımı sağlamak ve anıtın kaidesinin korunmasını
esas almak amacıyla İstanbul 2 Numaralı Koruma
Kurulu görüşleri ve önerileri alınarak, yaya aksı
(sert zemin) İstiklal Caddesi yönünde genişletildi.
• Daha önce 650 m2 olan mozaik tören alanı, yapılan
düzenlemeyle 1.000 m2’ye çıkartıldı.
• Anıt üzerindeki kurşun çatı örtüsü yenilendi.
• Anıtta oluşan çatlaklıklar enjeksiyonla
dolduruldu.
• Bronz heykeller ile alınlıklarda bulunan rozetler,
metal konservatörü tarafından ve uzman heykeltıraş
gözetiminde el aletleriyle hassas mekanik yöntemle
temizlendi.
• Daha sonra bakır kirlenmesi gibi lekelerin
çıkarılabilmesi için kimyasal temizlik yapıldı.
• Temizliği tamamlanan bronz heykellere kimyasal
koruyucu sürüldü.
• Cumhuriyet Anıtı’nın üzerinde bulunduğu kaidenin
temel sınırında, taşın dibine kadar olan çim
alandaki sulanma işlemi sebebiyle, taşın aşınıp
zarar görmekte olduğu düşünülerek buraya podima
çakılı döşenerek taşın sudan ve herhangi bir nemden
uzaklaştırılması sağlandı.
Anıtın Çevre
Düzenlemesi
• Anıt çevresindeki çim alan ile sert zemin
arasındaki sınırı oluşturan niteliksiz beton
bordürler sökülüp; yerine proje müellifi onayıyla 20
cm genişlikte mermer bordür yapıldı.
• Mevcut mozaik malzeme altındaki zemin yenilendi.
• Boya katkısı olmaksızın orijinal mozaik
döşeme kaplaması yapıldı.
• Mozaik döşemeleri arasında pirinç derz malzemesi
kullanıldı.
• Anıt ve çevresinin aydınlatılması için elektrik
altyapısı, aydınlatma sistemleri de tamamiyle
yenilendi.
• Anıtın çevresinin peyzaj düzenlemelerinin yanı
sıra, peyzaj alanlarının sulama tesisatı da
yenilendi.
• Mevcut tüm ağaçlar korunarak, tüm ağaçlara Damlama
Sulama Sistemi kuruldu.
• Anıtın Restorasyonu + Çevre Düzenlemesi’nin
yaklaşık maliyeti 548.016,30 TL’dir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 20.04.2010
******
TAKSİM CUMHURİYET ANITI,
TÖRENLE AÇILDI

Restorasyonu tamamlanan
Taksim Cumhuriyet Anıtı, düzenlenen resmi bir
törenle açıldı. Taksim Cumhuriyet Anıtı'na çelenk
konulması ile başlayan törene İstanbul Valisi
Muammer Güler, İstanbul Belediye Başkanı Kadir
Topbaş, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'ın
yanı sıra asker, emniyet mensupları ve vatandaşlar
da katıldı.
Anıt
özel defterini imzalayan İstanbul Valisi Muammer
Güler, deftere bu yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı'nın 90'ıncı yılının kutlandığını,
Atatürk'ün gelecek nesillere bıraktığı Türkiye
Cumhuriyeti'ni yükseltmek için gereken gayreti
sürdüreceklerini ifade etti.
Bugün açılan Taksim Cumhuriyet
Anıtı'nın Restorasyonu ve Çevre Düzenlemesi,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevreyi Koruma
Müdürlüğü'nce 11 Kasım 2009'da başlatılmıştı.
Restorasyon ve çevre düzenlemesi yaklaşık 548 bin
TL'ye (548.016.30 TL) mal olan Anıt malzeme değişimi
yapılmadan ve özgünlüğü korunarak sağlamlaştırıldı.
Yaya aksı İstiklal Caddesi
yönünde genişletilirken, daha önce 650 metrekare
olan mozaik tören alanı 1000 metrekareye çıkartıldı.
Anıtta oluşan çatlaklıklar enjeksiyonla
doldurulurken, bronz heykeller ile alınlıklarda
bulunan rozetler, hassas mekanik yöntemle
temizlendi. Aydınlatma sistemleri de tamamen
yenilendi.
Sabah, 23.04.2010
|
TARİHİ NİKSAR KALESİ
RESTORE EDİLİYOR

Tokat'ın
Niksar İlçesi'nde, çok sayıda tarihi eseri
bünyesinde barındıran
Niksar Kalesi'nde restorasyon çalışması
başlatıldı.
Kültür ve Turizm
Bakanlığınca yapılan ihale sonucunda dörtte
birlik bölümünde bir firma tarafından restorasyona
başlanan Niksar Kalesi'nde, 15 kişilik bir ekiple
çalışmalar sürüyor.
Restorasyon çalışmalarını yapıldığı bölümde
incelemelerde bulunan Niksar Belediye Başkanı
Duran Yadigar,
çalışmalarla ilgili bilgi aldı. Restorasyonun
19-20 Haziran
arasındaki Tokat
Tarihi Kentler Birliği
buluşmasına kadar
bitirilmesini çok önemsediklerini ifade eden
Yadigar, firma yetkililerine çalışmalarını
hızlandırmak anlamında destek verdiklerini söyledi.
Niksar Kalesi'nin restorasyonunun ilçenin kaderinin
değişmesinde önemli bir adım olacağını vurgulayan
Belediye Başkanı Yadigar, şunları kaydetti:
''Kale restore edildiği takdirde, şehir ayağa
kalkacak. Çünkü Niksar Kalesi bölgede çok önemli bir
tarihi derinliği olan, büyüklük olarak da Türkiye'de
sayılı kalelerden birisi. Restorasyon
tamamlandığında Niksar Kalesi bölgenin turizm
potansiyelini tetikleyecek. Bu yönde biz gerekli
tanıtım çalışmalarımızı üst düzeyde sürdürüyoruz.''
Şantiye Şefi Zeki
Karakoç da birçok yerde kale, hamam, köprü,
medrese restore ettiklerini belirterek, ''Kale
restorasyon çalışmalarımızı gününden önce 3 aylık
kısa bir sürede tamamlayacağız'' dedi.
Niksar Kalesi
Tarihi kaynaklarda ne zaman yapıldığı tam olarak
bilinmediği, Orta Çağ'dan
kaldığı sanılan Niksar Kalesi'nin şehrin kuzeyinde
yüksek bir tepe üzerine iç kale ve dış kale olmak
üzere üç bölümden inşa edildiği belirtiliyor.
Romalılardan beri stratejik önemi olan Niksar
Kalesi'nin Bizans, Danişmendliler, Selçuklular ve
Osmanlı döneminde de bu özelliğini koruduğu
biliniyor.
Kalenin içindeki Anadolu'nun ilk medresesi olduğu
bildirilen Yağıbasan
Medresesi de daha önce başlatılan restorasyon
çalışmasıyla eski görünümüne yeniden
kavuşturulmuştu.
Yapı, Fotoğraf: Recep
Bilek, 20.04.2010
|
|
DİDİM TARİHİNE ALMAN
ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ BELGELERİ IŞIK TUTACAK
Aydın'ın
Didim Belediyesi
Sanat Tarihçisi Başak
Kamacı, ''Tarihi evlerin restorasyon
çalışmalarının başlaması için 100 yılı aşkın süredir
burada kazı çalışmaları yapan
Alman Arkeoloji Enstitüsü'ndeki tarihi
evlerin orijinal belgelerle eski fotoğraflarını
istedik'' dedi. Kamacı, öncelikle Hisar
Mahallesi'ndeki tescilli ev sayısını artırma
çalışmalarının yapıldığı bildirdi.
Tarihi Apollon
Tapınağı
çevresindeki Hisar Mahallesi'nde bulunan eski Rum
evlerinde yaşamın devam ettiğini ancak çok sayıda
tarihi evin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya
olduğu ifade eden Kamacı, ''Mahallede 32 tescilli,
100-150 de tescil edilebilecek ev bulunuyor'' diye
konuştu.
Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün 100 yılı aşkın süredir
yaptığı kazılarda elde ettiği dokümanları toplamak
için girişimlerimizi sürdürüyoruz'' dedi.
Hisar Mahallesi'ndeki tarihi yapıların restorasyonu
için Aydın Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulundan
restorasyon için izin alındığını bildiren Kamacı,
şunları kaydetti:
''Alman Arkeoloji Enstitüsü, 100 yılı aşkın süredir
bölgede kazı çalışmaları yaptı. Bu nedenle buradaki
evlerle ilgili belgeler
Berlin'de
bulunuyor. Bu belgeleri ve eski fotoğrafları istemek
için Alman Arkeoloji Enstitüsü'ne yazı gönderdik.''
Yapı, Fotoğraf: Bahri
Aşık, 20.04.2010
|
TARİHE BİR DOKUNUŞ
Tarihi dokuyu yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla Nilüfer Belediyesi tarafından Misi`de, restorasyon ve cephe sağlıklaştırma projesi yürütülüyor.
Bölgedeki asırlık bir virane yapı, restore edilerek kullanılır hale getirildi. Üç katlı tarihi bina kreş olarak kullanılacak. 1989 yılında kentsel sit alanı ilan bölgede, `Misi koruma ve yaşatma` projesini hayata geçiren Nilüfer Belediyesi, yıkılma safhasına gelen tarihi bir yapıyı yok olmaktan kurtardı. 17 ve 18. yüz yıllardan kalan birçok binanın bulunduğu bölgedeki metruk bina yıkılarak yeniden inşa edildi. 134 metre kare alan üzerinde bulunan 3 katlı bina kreş olarak hizmet verecek.
Nilüfer Belediyesi bu binaya ilave olarak bahçesine bir mutfak ünitesi kazandırıp çevre düzenlemesi de yapacak. Çocukların doğal yapının korunduğu bir köy ortamında vakit geçirmelerini hedefleyen proje kapsamında kreş bahçesinde çocukların organik tarımla tanıştırılacağı ve küçük çapta tarımsal faaliyetlere katılabilecekleri bir bahçe düzenlemesi yapılacak. Yeniden restore edilerek ayrı bir kimlik kazanan tarihi yapının çalışmalarında sona gelinirken, önümüzdeki günlerde açılması planlanıyor.
Bursa Olay, 20.04.2010
|
 |
 |
AYAVUKLA KAZINIYOR, SAKLI FİGÜRLER ORTAYA ÇIKIYOR
Kültür merkezi yapılması planlanan tarihi Ayavukla Kilisesi’nin duvar boyaları altında kaybolmuş olan figürler ve yazılar “belirginleştirme” çalışmalarıyla yeniden canlanıyor.
Tarihi Ayavukla Kilisesi’nde bir süredir sürdürülen restorasyon çalışmaları sırasında bulunan kutsal figürlerin konservasyon (koruyarak belirginleştirme) çalışmaları başlatıldı. Yıllar içerisinde ardarda yapılan boya ve sıva tabakalarının altında kalarak kaybolan kutsal figürlerin orijinal haline gelmesi için konservasyon büyük bir titizlikle sürdürülüyor. O dönemin yapı malzemeleri baz alınarak yapılan çalışmalar tamamlandıktan sonra duvarlardaki yazılar ve melek figürlerinin orijinalinden farksız olacağı belirtiliyor.
İnşaatına 1887 yılında başlanan ve 1905’te tamamlanan Ayavukla Kilisesi’nde yapılan son çalışmalarda, boya tabakalarının ardında gizli kalmış olan Hz. İsa figürü ile melekler Cebrail ve Mikail’i simgeleyen duvar resimlerinin yanı sıra, ilk yapılmış haliyle siluet şeklinde “Pantakrator İsa” (Hz. İsa, Ortodoks kiliselerinde kullanılan bu figüründe sakallı tasvir edilmiştir. Sağ eli ile takdis işareti yaparken, sol elinde Yeni Ahit’i tutmaktadır) olduğu düşünülen bir duvar resmi daha ortaya çıkarılmıştı.
Ayavukla, Büyükşehir Belediyesi tarafından sosyal ve kültürel çalışmaların yapıldığı bir merkez olarak kullanılacak. 2009’da başlayan restorasyon çalışmaları 2010 sonunda bitirilecek.
Milliyet Ege, 20.04.2010
|
ŞİRKET KATOSU İLE KAÇAK
KAZI
Tosya Çepni Köyü
Naldören mevkiinde eski tarihi mezarlıkta kaçak kazı
yapıldığını tespit eden Jandarma olay yerinde
gördüğü kato palet izinden kazıyı gerçekleştiren
katoyu buldu.
Tosya'da faaliyet
gösteren bir şirkete ait olduğu belirtilen Kato'nun
sürücüsü ifadesi alındıktan sonra Cumhuriyet
Savcısının talimatı ile serbest bırakıldı.
Kastamonu Nasrullah
Gazetesi, 20.04.2010
|
|
600 YILLIK ESER BULUNDU

Konya’da 39 yaşındaki
Mustafa Raşit Temizel’in, emekli müftü olan
babasından miras kalan kitaplarının arasında, ünlü
mutasavvıf ve şair Hacı Bayram Veli’nin 600 yıllık
el yazması eseri ‘Lemat-i Kudsi’ (Kutsal Parıltılar)
adlı kitabı çıktı. Osmanlı Türkçesi ile yazılmış 218
sayfalık kitap, Türkçeye çevrilecek.
Gayrimenkul alım satım
işiyle uğraşan Mustafa Raşit Temizel ve üç kardeşine
geçen yıl vefat eden babaları emekli müftü Ömer
Temizel’den üç bin 500 kitap miras kaldı. Mustafa
Raşit Temizel ve kardeşleri, miras kalan kitapları
babalarının ölümünün ardından kendi aralarında
paylaştı. Mustafa Raşit Temizel’in payına düşen
kitaplar arasında ünlü Türk Mutasavvıf ve Şairi Hacı
Bayram Veli’nin 600 yıllık eseri olan Lemat-i Kudsi
adlı tarihi kitabı çıktı. Mustafa Raşit Temizel
konuyla ilgili şu bilgiyi verdi:
“Biraz Osmanlı Türkçesi
biliyorum. O yüzden babamdan miras kalan kitapları
eşimin kardeşi edebiyat öğretmeni Müge Ulucadağ
Macit ile birlikte incelemeye başladık. Eserler
arasında da Hacı Bayram Veli’nin Lemat-i Kudsi
isimli kitabının olduğunu tespit ettik. Kitabı
öğretim üyelerine ve tercümanlara götürdük. Onlar da
eserin Hacı Bayram Veli’ye ait olduğunu belirledi.
Ben de Konya Asliye Hukuk Mahkemesi’nce kitabı
kendim ve eşimini üzerine tescil ettirdim. Hacı
Bayram Veli’den günümüze dört şiirinden başka eser
ulaşmadığı için, Lemat-i Kudsi isimli tarihi eser
çok büyük önem arzediyor. Biz de kitabı insanlarla
paylaşmak için Türkçe’ye çevirilmesini istedik. Şu
anda da bir üniversitedeki öğretim üyemiz, eserin
çeviri işlemlerine başlamış durumda. Amacımız maddi
bir çıkar değil. Kültür hazinesni herkesle
paylaşmak.”
Kitabı inceleyen
edebiyat öğretmeni Müge Ulucadağ Macit de, “Kitap
üzerinde yapılan incelemelerde eserin kabının keçi
derisinden yapıldığı ve yaklaşık 600 senelik olduğu
tespit edildi. Eser içerisinde de nazım ve nesirler
bulunuyor. Yine Hacı Bayram Veli, kendi tarikatı
olan Bayramilik Tarikatı ile tarikatın
prensiplerinden bahsetmiş. Vaazlarından ve
beyitlerinden örnekler görüyoruz. En son sayfasında
da Mesnevi olduğunu biliyoruz” diye konuştu.
Hacı Bayram Veli
kimdir?
Hacı Bayram Veli, 1352
tarihinde
Ankara’nın
Çubuk Çayı üzerinde Zülfadl Köyü'nde doğdu.
Mutasavvıf ve şair Bayram Veli, 1429 tarihinde vefat
etti. Bayramilik Tarikatı’nın kurucusu olan ve
Türbesi
Ankara
Hacı Bayram Veli Camisi’nin bitişiğinde bulunan Hacı
Bayram Veli’nin günümüze sade bir dille ve hece
vezniyle yazılmış Vahdet-i Vücud (Varlık birliği)
tasavvuf düşüncesini aktaran dört şiiri
bulunmaktadır.
Hürriyet, 20.04.2010
|
ORTAKÖY'DEKİ ZEKİYE SULTAN YALISI OTEL OLUYOR
İstanbul Boğazı'nın en gözde yerlerinden Ortaköy'de bulunan ve geçirdiği bir yangın nedeniyle kül olan Zekiye Sultan Yalısı otel olacak. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonu tarafından karara bağlanan rapora göre, su sporları merkezi olarak önerilen alanda yer alan eski Zekiye Sultan Yalısı rölöve ve fotoğraflardan yola çıkarak yeniden yapılacak. Plana göre Zekiye Sultan Yalısı bitişiğindeki yalılar gibi turistik otel amaçlı kullanılacak.
Sabah, 20.04.2010
|

|

|
SELİMİYE 'DÜNYA KÜLTÜR MİRASI'NA GİRİYOR
Edirne’deki Selimiye Camii, Dünya Kültür Mirası listesine girmeye hazır. Mimar Sinan’ın "ustalık eserim" dediği Selimiye Cami’nin listeye girebilmesi için en önemli engel aşıldı. Bu eşsiz tarihi eser ile ilgili hazırlanan dosya, UNESCO tarafından kabul edildi.
Kültür Bakanlığı ve Edirne Belediyesi’nin üç yıldır sürdürdüğü çalışmalar sonucunda hazırlanan Selimiye Camii ile ilgili bütün bilgi ve belgelerin yer aldığı dosya, UNESCO tarafından kabul edildi.
Edirne Belediye Başkan Yardımcısı Namık Kemal Döleneken, "Bu süreç, uzun bir süreç. Ama dosyanın kabulünden sonra bir-bir buçuk yıl içinde incelemeler bitirilecek. Hem dosyalar üzerinde incelenecek, hem de Edirne’ye gelerek yerinde incelemeler yapılacak. Ve daha sonra Edirne kent merkezi Selimiye Camii ve Külliyesi, Dünya Kültür Mirası olarak tescil edilecek ve bu dünyaya duyurulacak" dedi.
Selimiye Camii, II. Selim’in Mimar Sinan’a yaptırdığı ve Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinde biri. Büyük mimarın 80 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" dediği camiyi her yıl binlerce kişi ziyaret ediyor.
Selimiye Camii’nin UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesine girmesiyle birlikte ziyaretçi sayısında önemli oranda artış bekleniyor.
Trt/Haber, 19.04.2010
|
EMEK'İN YIKILMASI
KÜLTÜREL BİR SOYKIRIMDIR
Yıkılmayacakmış,aynen
üst kata taşınacakmış... Siz kimi kandırıyorsunuz!
Planları niye bugüne kadar sakladınız? Bizans
sarayının üstüne otel yapan, kültürel mirasların
talan edilmesine göz yumduğu için UNESCO'dan bile
fırça yiyen bir zihniyet (bkz. İstanbul'un Dünya
Kültür Mirası Listesi'nden çıkarılması tehlikesi),
'Emek Sineması'nı yıkmayacağız, yeni yapılacak
alışveriş merkezinin üstüne taşıyacağız' dese kim
inanır ki! Daha önceki örneklerde olduğu gibi yine
kandırıyorsunuz milleti. Sunduğunuz proje 'deli
şaçması'... Madem 'Yukarı taşırız' gibi fantastik
bir öneride bulunuyorsunuz, o zaman yukarı taşımadan
da yapabilirsiniz! Hem maliyeti de az olur. Aslında
neden taşıyorsunuz ya da yıkıyorsunuz? Zaten her
yeri alışveriş merkezi (AVM), kafe, dönerci
yaptınız. Bu tarihi binadan ne istiyorsunuz? Bari o
kalsın geriye... Koltukları eskiymiş, kötü
kokuyormuş, kimse film izlemiyormuş, zarardaymış...
Vallahi ben hiç kötü koktuğunu hatırlamıyorum.
Koltuklar eskiyse de değiştirilir bir gecede.
Bir yazar
neden AVM ister
Zarar ediyorsa da etsin kardeşim! Bu memlekette
zarar etmeyen proje mi kaldı? Karayolu tünelleri,
barajlar vs... Ne yapacaksınız? Yeni Emek'in gişe
geliriyle bütçe açığını mı kapatacaksınız? Emek
Sineması, zarar etse de yerinde durmalı. Çünkü o
eski Beyoğlu'nun yıkılmayan birkaç kalesinden biri.
Emek'te herkesin bir hatırası var... Kimi ilk
filmini izledi, kimi ilk kez öpüştü, kimi de
sinemanın efsane sanatçılarını görme fırsatını buldu
orada. Rahat koltuklarda film izlemek isteyen,
gitsin Kanyon'a, İstinye Park'a... Sorarım size;
Emek yıkılırsa, Beyoğlu'nda geriye tören
düzenlenebilecek bir salon kalacak mı? Emek
Sineması'nın yıkılması kültürel bir soykırımdır.
Eğer yıkılırsa gelecek nesiller sizleri lanetle
anacak... Her yeri yıkıp, AVM cehennemine
çevirdiğiniz için. Sevgili köşe yazarı arkadaşlarım,
ağabeylerim niye savunuyorsunuz Emek'in yıkılmasını?
Hiç mi vicdanınız sızlamıyor. "Kar etmiyormuş, kimse
film izlemiyormuş" diyorsunuz. Nasıl kapitalist bir
zihniyete sahipsiniz? Tarihten, kültürden
bahsediyoruz arkadaşlar! Sevgili yazar arkadaşlar...
Yurtdışına çıktığınızda, Venedik'te, Paris'te birden
kendinizi 18'inci, 19'uncu yüzyıldan kalma canlı bir
müzede yürüyor gibi hissetmiyor musunuz? İstanbul'da
tarihi dokusunu tamamen koruyan tek bir sokak
gösterin bana lütfen. Çocukluğunuzun geçtiği
mahallelere hiç mi yolunuz düşmüyor? Arnavut
kaldırımlı kaç sokak, kaç cumbalı ev kaldı?
Araştırmaya zahmet etmeyin. Ben size yazarım. Sıkı
durun! Doç.Dr. Turgut Cansever'e göre 1950 yılında
toplam 100 bin 'tarihi ev'e sahip olan İstanbul'da
bugün ayakta kalan tarihi ev sayısı sadece 500...
Cansever'e göre İstanbul, tarihini koruma açısından
Uganda, Kamboçya ve Vietnam'dan bile daha kötü
durumda. Ne yapacaksınız bu kadar çok AVM'yi?
Sorumluluktan
kaçıyorlar
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş,
Beyoğlu Belediyesi Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dan da hiç ses yok...
Daha kötüsü onlar da 'Kirli, oturulmaz koltuklar'
geyiğine takılmışlar. Sayın Günay, Topbaş ve
Demircan... Emek'in koltuklarını yenilemek kaç
gününüzü alır, lütfen söyleyin! Bir de "Bu işi
uzmanlara bırakalım, kararı onlar versin" deyip
sorumlu olmaları gereken en önemli konuda topu
başkalarına atıyorsunuz. Eğer Emek yıkılırsa, tarih,
bu işin sorumlusu olarak en başta üçünüzü
gösterecek... "Beyoğlu'nu AVM cehennemine çeviren
belediye başkanları', "İstanbul'daki en büyük tarihi
yıkımlar, o bakanın döneminde yaşandı" diyecekler
arkanızdan!
Sabah, Yazı: Mevlüt
Tezel, 19.04.2010
******
EMEK'İ YIKARLARSA
ALTINDA KALIRLAR
İstanbul Film
Festivali'ne damgasını vuran "Emek Sineması'nı
Yıktırmayacağız" protestolarının en görkemlisi pazar
akşamı Taksim Meydanı'ndan Emek Sineması önüne
uzanan yürüyüş oldu. Bu yıl Festival boyunca film
gösterimlerine kapalı olan emektar sinemada sembolik
de olsa kapanış töreni yapılmış oldu. Binlerce
kişinin katıldığı protestoda oyuncusu, yönetmeni,
set çalışanıyla sinema camiası ve sinemaseverler
Emek Sineması'nı yıktırmamak için bir araya geldi..
"Emek Sineması'nı Yıktırmayalım Platformu"
tarafından organize edilen yürüyüşe; Tuncel Kurtiz,
Güven Kıraç, Mert Fırat, Zafer Alagöz, Serra Yılmaz,
Sermet Yeşil, Şebnem Sönmez, Ülkü Duru, Rıza
Kocaoğlu, Durul Taylan, İlksen Başarır, Mehmet Ali
Nuroğlu, Derya Durmaz, Onur Saylak, Semih Kaplanoğlu
Özcan Alper, Hüseyin Karabey, İnan Temelkuran gibi
çok sayıda sinemacı katıldı.
Taksim Meydanı'nda toplanan "Emekseverler", "Emek
bizim, İstanbul bizim", "Bırakın alkıştan yıkılsın",
"Misbah ruhsat verme", "Seyirci Kalma, Emeğe Sahip
Çık", "yok artık, Ayasofya da AVM olsun" yazılı
pankart ve dövizler taşıdı. Meydanı'ndan tarihi Emek
Sineması'nın önüne kadar alkışlar, ıslıklar,
sloganlarla yüründü. Neşe ve coşkunun hakim olduğu
yürüyüş renkli gösterilere de sahne oldu. Birçok
sinema emekçisi ve genç yaptıkları müzikler ve
renkli kostümleriyle "Emek Sineması'nı
yıktırmayacağız!" dedi. Eylemin başından sonuna
Hababam Sınıfı'ndan Yıldız Savaşlarına kadar çeşitli
sinema müzikleri çalan orkestra, eyleme katılan
katılmayan, herkesi coşturdu. Eylemin sonunda
İstanbul Film Festivali için yapılan sembolik
kapanış töreninde Kültür Bakanı, Beyoğlu Belediye
Başkanı ve Projenin mimarı "Plastik Lale" ile
ödüllendirildi.
"Sermaye
elini emeğimden çek" diyen "Emek Sineması'nı
Yıktırmayalım Platformu" adına basın açıklamasını
okuyan oyuncu Mert Fırat ise, "Sokakla ilişiği
kesilmiş bir Emek Sineması artık Emek Sineması
değildir. Bizler, kamu olarak bize ait olan bu
sinemaya bu sokaktan yürüyerek girmek istiyoruz.
Yürüyen merdivenlerle, mağazaların arasından sekiz
kat çıkarak değil. Kültürel mirası rant amacıyla har
vurup harman savurmak; onun yerine yapay, hiçbir
duygusu olmayan kişilikten yoksun binalar dikmek,
sonra da İstanbul kültür-sanat şehridir demek,
abesle iştigaldir. Bizler her zaman ortak
kültürümüzün değerlerine ve geleceğimize sahip
çıktık, çıkacağız. Emek Sineması'nın anılarla
aşınmış taşlarında var olan, Yılmaz Güney, Halit
Refiğ, Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, Suna Pekuysal, Artun
Yeres, Kemal Sunal, Ayhan Işık, Sadri Alışık, Hulusi
Kentmen ve Gazenfer Özcan gibi adını sayamadığımız
yüzlerce sanatçımızın ayak izlerinin silinmesine
izin vermeyeceğiz." şeklinde konuştu.
"Kamuya, kamusal ve toplumsal tarihe ait olana, kamu
kuruluşları tarafından bile olsa herhangi bir
şirketle ilişki içerisinde bizlerin onayı olmadan
yapılan bu müdahale, işgal, ihanet ve
dolandırıcılıktır." Diyen Mert Fırat, şöyle devam
etti; "Bu binaların, Emek Sineması'nın, İnci
Pastanesi'nin günlük hayat manzaralarımızdan
çıkartılmasına karşıyız. Böyle bir şeye izin
vermiyoruz! İstanbul da, Beyoğlu da, Emek Sineması
da bizimdir, yıktırmayacağız! Hangi bilimsel
kurullar ve sanatçılar tarafından onaylandığı
bilinmeyen bu iğreti ve gerçek dışı projeye tüm
gücümüzle karşı çıkıyoruz. Bu inşaatın ruhsatının
verilmesine karşı çıkıyoruz" denildi. Açıklama
esnasında sık sık "Emek bizim, İstanbul bizim!" ,
"Seyirci kalma emeğe sahip çık!" sloganları atıldı.
Gazetemizin sorularını yanıtlayan oyunculardan Zafer
Algöz, "Bize tarihten kalmış bir zenginlik, başka
bir uygarlıktan kalmış olsa bile ona sahip çıkmamız
lazım, medeniyet bunu gerektiriyor, biz de bunu
istiyoruz".
"2010 Kültür Başkenti diyorlar, İstanbul'un
gözbebeği, Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerinde bir
kültür varlığı var. Kültür başkentiyken, kültür
varlığını yıkmaya çalışmak büyük bir rezalet" diyen
oyuncu Güven Kıraç, "Ormanları yaktılar, yıktılar,
herkese peşkeş çektiler, şimdi şehre indiler".
Yıkımı korkunç bir şey olarak niteleyen, Yönetmen
Semih Kaplanoğlu, "İstanbul'u ve bizi tanımlayan her
şeyi yavaşça elimizden alıyorlar. Alkazar kapandı
bile, tek tek değerlerimizi çalıyorlar, engel
olmamız gerek" diye konuştu. Bunca çabaya rağmen
yıkacaklar mı, sorusuna ise, "Umarım buna bir cevap
verirler. Rant sermayesi öyle bir şey ki, onların ne
vicdanı, ne ahlakı, ne kültürü var, inandıkları
hiçbir değer yok, onların derdi imanı para, para
için de her şeyi yaparlar".
Oyuncu Şebnem Sönmez, emek en yüce değer, harcamamak
lazım dedi ve ekledi, "Hepimiz buradayız,
yıkamayacaklar, yıkarlarsa sonları olur" diye
konuştu.
Emek
Sineması önünde konuşma yapan Oyuncu Tuncel Kurtiz
gazetemizin sorularını yanıtladı. İstanbul'un bütün
değerlerinin yıkılmak istendiğini belirten Kurtiz,
tarihi korumaya mecbur olduklarını söyledi. Kurtiz,
"Bundan sonra değerlere sahip çıkmak zorundayız. Bir
Ferhan Şensoy Ses Tiyatrosu'nu kurtarmıştır. Biz
Emek Sineması'na emeğin tarihine el uzatılmasına
izin veremeyiz, vermeyeceğiz." diye konuştu. Usta
oyuncu Tuncel Kurtiz, "‘Elhamra Tiyatrosu yandı'
dediler, güzelim Dram Tiyatrosu bir mücevherdi,
tarihti, yaktılar ve yerine o garip heyulayı
diktiler. Lale Sineması, Park Otel, Şehzadebaşı'nda
ki tiyatrolar birer tarihti. Muhafazakarız diyen
insanların yaptığı bir yıkımdır bu. Kültüre karşı
bir yıkımdır. Kültür başkenti bu şekilde olacaksa,
hiç olmasın daha iyi". "Rüya Sineması, İnci
Pastahanesi de artık bir tarih olmuştur, binaları
ortadan kaldırarak olmaz. Restore etmekten yanayız,
tabii ki temizleyeceğiz, düzenleyeceğiz, hiçbir şey
yıkıntı halinde bırakılmayacak, ama bu şekilde 8.
kata taşıyarak, aynı freskleri oraya koyarak olmaz.
Bütün İstanbul'u alışveriş merkezi haline
getirecekler. Boğaz'ın da üstünü kapayın bari,
alışveriş merkezi yapın, hepimiz alışveriş
merkezinin sinekleri olalım" diye konuştu.
Tuncel Kurtiz'e, bütün bu çabalara rağmen yine
yıkılırsa, diye sorduğumuzda usta oyuncu, "Ben
umutsuzum, yıkacaklar ama kendileri de yıkılacak
sonunda, yıkarlarsa altında kalırlar" dedi.
Evrensel, Yazı: Cihan Bilgen,
21.04.2010
******
EMEK YIKILMIYOR,
KURTARILIYOR!
Uğur Mumcu'nun dediği
aslında tam da bu. Bilmeden fikir sahibi olmak.
Bilmeyince de, onun adı, "Fikir" değil, "Peşin
fikir" oluyor.
Bir avuç yaygaracı ortaya çıkmış, "İstemezük" diye
bağırıyor. Neyi istemezlermiş. Emek sinemasının
yıkılmasını.
Yahu Emek sineması yıkılmıyor ki. Ölmüş bitmiş,
insanlar gitmez olmuş, bu yüzden kapanmış bir fare
yuvası, bir leş, yeniden hayata döndürülüyor.
Yeniden bir yaşam alanı, yeniden bir Beyoğlu
Güzelliği oluyor. Buna nasıl karşı çıkarsınız?
İçlerinde her şeye karşı olan istemezükçüler var.
İçlerinde "Fırsat bu fırsat, iki satır reklamım
olsun, adım, resmim, gazete ve TV'lerde geçsin"
diyenler var. İçlerinde çok başka art niyetlerini,
Emek bahanesi ile gerçekleştirmek isteyenler var.
İçlerinde, ne olup bittiği hakkında zerre bilgisi
olmadan saf saf "Emek'i yıkmayın" diye ortaya
çıkanlar var.
Ama bakın işte size söylüyorum. İçlerinde son on
yıldır, festival dışında Emek sinemasına giden tek
kişi yok. Çünkü Emek gidilecek halde değil. Sattığı
bilet meydanda. Bu satışla, ne o artık oturulmaz
hale gelen koltuklarını değiştirebiliyor, ne de
artık çağ dışı kalan film oynatma ve ses
sistemlerini.
Emek'te en çok anısı olanlardan biriyim. Ankara'da
yaşadığım günlerde İstanbul'a geldiğimde ilk
yaptığım iş, Beyoğlu'na çıkmak ve Emek'te film
izlemek olurdu. Hem de karaborsa bilet alırdık. 1
liralık bilete 5 lira verip salona girebildik mi,
bayram yapardık. Öylesi.
TV'nin çıkışıyla sinemalar kapılarına kilit vuracak
hale geldiler. Çoğu kapandı.
Yaşayabilenler de bakımsızlıktan hurdaya döndü.
Dünya, TV'lere karşı cep sinemalarını keşfetti.
Büyük salon yerine, yan yana minik sekiz on salon.
Adeta TV'lerde kanal seçer gibi film seçme şansı. Bu
salonlar devasa bir kulise yerleştirildiler. İçinde
kafeler olan. Yeni keşif sinema kompleksleri buluşma
yerine dönüşünce, etrafında fast food restoranlar
oluştu. Böylece sinema komplekslerinin cazibesi hele
de gençler için fena halde artınca, alışveriş
merkezleri uyandılar. Merkezin bir bölümünü sinema
ve fast foodculara ayırdılar mı, insanların oraya
koşuşacaklarını gördüler. Gelen nasılsa vitrinlere
de takılır, bir dükkana girer, bir şeyler alırdı.
Denemeler parlak sonuçlar verdi. En iyi sinemalara
sahip olan alışveriş merkezleri en öne geçtiler.
Sinema kompleksleri, bir yandan sinemayı
kurtarırken, öte yandan alışveriş merkezlerinin de
gözdesi oldular.
Bu gelişme, tek tük kalan eski tip devasa sinemaları
iyice öldürdü. Beyoğlu'na bakın. Tarihi İpek
sineması depo olarak kullanılıyor. Tarihi Yeni Melek
bir gösteri salonuna dönüştürülmek istendi. Olmadı.
Tarihi Rüya sineması yok. Tarihi Sinepop yok. Tarihi
Melek çoktan bitti. Daha bir çoğu, bitti, bitiyor.
Niye bittiler?
Çünkü müşteri bitti. Günün en ileri gösterim ve
seslendirme teknikleriyle on çeşit film oynatan ve
etraflarındaki kafe, restoran ve her çeşit dükkandan
oluşan cazibe merkezlerinin, buluşma ve dolaşma
yerlerinin içinde yer alan sinema kompleksleri, tek
büyük sinema çağının sonunu getirdi.
Bazı tarihi salonlar, tiyatroya dönüşerek ayakta
kalmayı başardılar. İngiltere dönüşü yazmıştım.
Tarihi Picadilly sineması, Londra'da bugün tiyatro
olarak yaşamını sürdürüyor.
Emek sinema olarak tükenirken bu hoş salonu "Tiyatro
yaparak kurtaralım" önerisini ortaya atmıştım, hem
köşemde, hem Yaşamdan Dakikalar'da.
Sinema olarak kurtarmaya çalışmanın abesle iştigal
olduğunu söyleyerek. Kös dinlediler. Emek bomboştu.
Emek'e kimse gitmiyordu. Emek çöküyordu, kimsenin
umurunda değildi. Tıpkı, öteki tarihi sinemalar yok
olurken "Gık" demedikleri gibi. Ne zamanki "Ölmüş"
Emek'i kurtarmak için harekete geçildi. Kıyamet o
zaman koptu. Hep öyle oluyor zaten. Leş orda
dururken, aldıran yok. "Bu leşi bir yaşam alanına,
bir güzelliğe döndürelim" dendi mi, "İstemezük"
kıyameti. Tinercilerin, esrarkeşlerin meskeni,
yatacak yeri olmayan fahişelerin işyeri, bir açık
hava tuvaletiyken kimsenin ilgilenmediği Kız
Kulesi'ni, dünya turizmine açmak için bir proje
yapıldığında da kıyamet kopmamış mıydı? Hatırlayın.
Ne var ki engel olamadılar. Kız Kulesi temizlendi ve
İstanbul'un süsü, gururu bir yaşam alanına döndü.
Ben en son 2 yıl önce gittim Emek'e. Müdür Hikmet
Bey'i, dostlarını kapıda karşılayan, Emek'in en
emektarı Hikmet Bey'i çok severdim. Onunla iki çift
laf için, açıkçası onun hatrı için giderdim Emek'e.
10 kişi falan vardı içerde. 10 dakika arada,
ayaklarımın arasındaki kıpırtıyı merak edip
baktığımda fareyi görünce, bir daha gitmedim. Fare
insandan korkar. Buna rağmen bir sinema salonunda
dolaşıyorsa, bu oranın insansızlaştığını, fare
yuvasına dönüştüğünü gösterir. Tarlabaşı Caddesi
açılırken bir kaç bina yıkıldığında Beyoğlu'nu nasıl
dev farelerin bastığını hatırladım. Emek de öyle
olmuştu.
Emek bitmişti.
Ya Rüya'nın, Melek'in, İpek'in ve ötekilerin
akıbetine uğrayacak, o leş halinde ölüme terk
edilecek, ya depo, hangar olarak sürünecek, ya da.
Şimdi işin o "Ya da" kısmını size yarın anlatacağım.
İçinizde zerre bilgi sahibi olmadan, "İstemezükçüler"e
kapılan ve onların yanında yer alanlar varsa, yarını
beklesinler.
Size Emek'in mimari, yasal tarihini özetleyeceğim.
Sonra da nasıl kurtarılacağını. Kararınızı ondan
sonra verirsiniz.
Sabah, Yazı: Hıncal
Uluç, 22.04.2010
******
MELEK SİNEMASI NASIL
KURTARILIYOR?
Şimdi "Melek de nerden
çıktı" diyecekler vardır.. 1924'te açıldığında adı
Melek'ti çünkü.. 1958 yılında İpekçi Kardeşler
Melek'i bıraktılar. Bina Emekli Sandığı'na geçti.
Adını da Emek yaptılar.. O sıralar açılan bugünkü
Yeni Melek, eskisinin anısına adlandırıldı.
Niye Melek'ti sinemanın adı.. Salon, zamanın
modasına uygun, Avrupa ve Amerika'daki benzerleri
gibi müthiş duvar ve tavan süslemelerine sahipti. O
yıllarda inşa edilen Süreyya da öyledir mesela.
Perdesinin iki yanında da iki çok güzel Melek
tasviri vardı. Bu yüzden Melek dediler..
Peki nasıl yapıldı Melek sineması?..
Zamanın en önemli binası Cercle d'Orient /Büyük
Kulüp (Bugün terk edilmiş, leş), hemen arkasında
İpek Sineması (Bugün depo), onun yanında Melek
Apartmanı ve bir apartman daha.. Bunların hemen
arkasında bir arsa var, boş.. Daha doğrusu bu dört
binanın oto parkı diye ayrılmış..
O zaman bakıyorlar ki, oto parka falan ihtiyaç yok.
Bu arsa da değerlenmeli.. Derhal betonarme dört
duvar yapıyorlar.. Bir de tavan tabii.. Yani mimari
falan yok.. Hangar.. Hem de o süslemeler, o
baroklar, rokokolar devrinde millet hangara gider
mi?.. Dışı palavra binanın içine, işte o tarihe
geçen süslemeleri yerleştiriyorlar.. Dıştan ucuz
hangar, içten, Avrupa'nın en güzel sinemalarından
biri.. Ama fuayesi yok..
Hele de her pazartesi gecesi, yeni filmlerin,
hanımların tuvalet, beylerin smokinle (Evet
smokinle) geldiği galalarla başladığı, konuklara
basılı programların dağıtıldığı günlerde fuayesiz
sinema olur mu?. Gala olur mu?.
Fuaye yapabilmek için bitişik Melek Apartmanı girişi
kullanılacak. Ora da küçük ama hiç yoktan iyi..
Yapıyı taşıyan kolonlar kesilip, Melek Sineması'na
bir ufak fuaye yapılıyor. Ama sorun bitmiyor..
Sinemanın balkonu yok.. Yani, sınıf farkı yok. Ucuz
bilet alanlarla pahalı izleyenler yan yana.. Olur
mu?.. Avrupa'da olduğu gibi, Galeri lazım ki, avam
oraya gitsin, sosyeteye karışmasın..
70'li yıllarda o güzelim barok süslemeli localar
yıkılıyor.. Ağır betondan bir balkon yapılıyor..
Kimse de demiyor ki, "Yahu zaten fuayenin üstündeki
binanın kolonları yok. Bu balkonun da taşıyıcısı
yok.. Bir depremde Allah göstermesin, neler olur?..
Son depremler sonrası, güçlendirme kontrolleri
başlayınca, İstanbul Teknik Üniversitesi'ne
başvuruluyor, durumun tespiti için.. Rapor geliyor..
"Bu binaya güçlendirme yapılamaz.."
Sinema A'dan Z'ye inceleniyor. Durum A'dan Z'ye
bozuk.. Meraklısı bana gelirse, bu gazetenin tam
sayfasını dolduracak listeyi veririm, "Aman Tanrım,
biz bu sinemaya nasıl gitmişiz" dersiniz..
Tuvaletinden, makine dairesine, kulisinden, acil
çıkışlarına, doğru ve sağlam tek yer yok.
Şimdi bu felaketler bitiyor.. Eski Emek de değil,
orijinal Melek Sineması geri dönüyor.. 1920'de
yapılan localarıyla.. Takma ve çakma balkonuyla
değil.. Sinemanın hiçbir tarihi değeri olmayan,
çökme tehlikesi içindeki duvarlarıyla değil..
Melek'i Melek yapan o orijinal iç mimari, o güzelim
süslemeler aynen yerli yerine yerleştirilerek,
1920'nin Melek'i, ölü, kimsenin gitmediği bir salon
değil, yaşayan, cıvıl cıvıl bir sinema kompleksinin
içine, 2 bin metre kare kulisi ile açılacak..
Böylece bu sinemada en güzel galalar, en anlamlı
ödül törenleri yapılabilecek. Salonda en ileri
koltuklarda oturacak, en ileri akustik teknikleri
içinde, en gelişmiş film makinelerinden gelen
görüntüleri izleyebileceksiniz.. Ayaklarınızın
altında bugünkü gibi fareler de dolaşmadan..
Bu nasıl yapılacak?..
Çağımızda kolay.. Emek'i bugünkü mezarlığından
çıkaracaklar ve ayni yerde inşa edilecek bir yaşam
merkezine taşıyacaklar.. Bugün bulunduğu yerden
birkaç metre yukarıya..
On para etmez, yıkılmak üzere olan dört duvarı
değil, benzersiz iç tasarımı aynen taşıyacaklar.
Olmaz mı?. Geçen gün yazdım.. Dünya tarihinin
mirası, Mısır'ın en büyük, en güzel, en ünlü, 2.
Ramses devrinden kalma 300 bin ton kayadan oluşan
devasa oyma heykellerle dolu Abu Simbel Tapınağı,
baraj yapılırken sular altında kalmasın diye
bulunduğu dağın eteklerinden, ayni dağın tepesine
hem de 40 yıl öncenin imkanlarıyla taşınmadı mı?.
Bugün Mısır'a giden herkes Aswan Barajı'na tepeden
bakan Abu Simbel'e mutlaka gitmiyor mu?.
Bugün Emek, pardon yeniden açıldığında adı Melek
olmalı.. 1920'deki isim geri dönmeli.. Bugün Melek,
çökmekte olan bir hangar leşinden, yaşayan, pırıl
pırıl, mükemmel bir yapının üst katına neden
taşınmasın, itirazcıların biri söyler mi?.
Çünkü Melek, o binanın barok yapılmış, rokoko
süslenmiş içi.. Hangar dört duvarı değil.. Çünkü
Melek çakma balkonlu değil, enfes localı bir tarihi
sinema salonu.. Korunacak olan orijinal Melek'in iç
tasarımı..
Korunacak ve yaşatılacak. Yaşatamazsan, doğaya
aykırı çözümde ısrar edersen yaşatamazsın çünkü,
bugünkü Emek'e döner kısa zamanda.. İnsanlar
gitmezse, bilet satmazsa, gene fare yuvası, gene leş
olur..
Markiz'i yaşatmak için yeri yerinden oynattık..
Markiz gene açıldı.. Ne oldu?. Daha dün yeniden
açıldı tarihi Markiz?. Ne oldu?.. Gidin bakalım
Markiz'in yerinde bugün ne var?. Bilen yok. Çünkü
giden yok..
Suyu yokuşa akıtamazsınız. Boşuna uğraşmayın.. Devir
değişti. Yaşamayan, ölü, leş, fare yuvası,
hiçbirinizin son yıllarda adım atmadığı Emek'i
savunmaya kalkmayın.
Emek Sineması yıkılmıyor.. Yıkılmış, bitmiş, ölmüş
zaten..
Bugün hazırlanan proje ile Emek, daha doğrusu Melek,
1920'nin o tarihi, o güzellikler sineması, bir
muhteşem kulise açılan harika bir salonun içinde 21.
yüzyıl insanının koşa koşa gideceği bir ortamda
yeniden hayata dönüyor.
Yeniden yaşayan bir sinema olacak Melek.. Onun bunun
korumasına (!) ihtiyaç durmadan, dimdik ayakta
durarak, 1920'yi gelecek nesillere taşıyacak.
İşte önlenmek, yolu kesilmek istenen proje budur..
Dilerim, Emek'i örnek alır da, Mustafa Sarıgül de
mesela, kendi sınırları içindeki Şan leşini, yaşayan
bir sanat ortamına dönüştürür, artık!..
Ey İstemezükçüler.. Emek leşini yaşama döndürme
projesine karşı çıkan yalancı pehlivanlar..
Yıllardan beri yangın yeri gibi duran Şan için niye
tek kelime etmezsiniz?.. Niye "Şan, şanlansın" diye
eylem yapmazsınız yıllardır da, bugün "Tükenmiş
Emek'i kurtaralım" dendiğinde "İstemezük" diye ayağa
kalkarsınız, biriniz söyler mi bana?..
Çünkü samimi değilsiniz.. Çünkü amacınız, kültüre,
sanata, tarihe sahip çıkmak değil.. Amacınız bir
kaşık suda fırtına yaratmak.. Hepinizin kendi hesabı
içinde..
Tekrar soruyorum..
1. Son beş yılda, festival dışında Emek'e kaçınız
gittiniz?
2. Emek için verilen raporları kaçınız gördünüz?.
3. Hazırlanan yeni projeyi kaçınız incelediniz?.
Ben yerinize yanıt vereyim..
Hiçbiriniz!..
O zaman ne yüzle "Hayır" diyorsunuz, ha?.. Hangi
yüzle?..
Sabah, Yazı: Hıncal
Uluç, 22.04.2010
|
GÖBEKLİTEPE KAZILARI BAŞLIYOR
Prof.Dr. Klaus Schmidt' in başkanlığını yaptığı kazı ekibi haftasonu Şanlıurfa'ya gelerek gelecek hafta kazılara başlayacak.
Yurtdışı ve yurtiçinden çeşitli üniversitelerden uzmanların katılacağı kazılar yaklaşık 1 ay sürecek. Arkeolog ve uzmanlardan oluşan ekip sayısının 20 yi bulması bekleniyor. Kazı çalışmalarına ayrıca Örencik Köyü'nden otuza yakın işçi katılacak.
Şanlıurfa Haber, 19.04.2010
|

|
'ESKİ ANTAKYA EVLERİ' NE
OLACAK?

Hatay'da, sınır komşusu
ülkelerle vize uygulamasına son verilmesi
dolayısıyla yaşanacak hareketliliğin yanı sıra
tarihi, kültürel ve coğrafya açısından potansiyel de
dikkate alındı. İşte düşünülen projeler...
Hatay Valisi Mehmet
Celaletin Lekesiz, Antakya'nın dünyada bulanan 23
medeniyetin 13'üne ev sahipliği yaptığını
hatırlatarak, 3 semavi dinden insanın, gelenekleri,
kültürü ve sosyal boyutlarıyla barış ve hoşgörü
içinde bir arada yaşamını sürdürdüğünü kaydetti.
Antakya şehir
merkezindeki Kurtuluş Caddesi'nde 686'sı tescilli
bin 230 nitelikli evin restore edilerek
değerlendirilmesini arzu ettiklerini vurgulayan
Lekesiz, ''Eski Antakya Evleri''nin kente
kazanılması yönündeki çalışmalara öncülük yapmak
amacıyla bunlardan ikisini satın aldıklarına işaret
etti.
Evlerden birinin, 18
odası bulunan Eski Hatay Meclisi Başkanı Merhum
Abdulgani Türkmen'e ait olan, daha sonraki yıllarda
Halkevi, düğün salonu ve son olarak da İmam Hatip
Lisesi olarak değerlendirildiğini, diğerinin ise
Gazipaşa Mahallesi'nde bulunduğunu belirten Lekesiz,
'' Buraların restorasyon çalışmalarına yakın zamanda
başlayacağız. Özellikle, 18 odalı mekanı konukevi ve
Kültür Sanat Merkezi yapmayı hedefliyoruz. Türk
sanat ve halk müziği, resim atölyesi, şiir ve sohbet
odaları, hatta yerli yabancı turistlere hitap edecek
fasıl heyeti etkinlikleri için değerlendirmeyi
düşünüyoruz.''
Vali Lekesiz, diğer evi
de ''Kadın Aile Danışma Merkezi'' yapacaklarını,
burada kadınlara cam süsleme, mozaik, hat sanatı
eğitimi vereceklerini, yöresel hediyelik eşya
yapmalarını sağlayarak meslek edindireceklerini
kaydetti.
Eski Antakya Evleri'ni restore ettirerek
turizme kazandıranların harcamalarının yaklaşık
yüzde 30'unun Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
karşılandığını ifade eden Lekesiz, ''Tüm sivil
toplum kuruluşlarından birer Antakya evini tarihi
dokusunu bozmadan restore edip projeye katkı
sağlamalarını bekliyoruz. Proje ve imar konusunda da
gerekli kolaylığı göstereceğiz'' dedi.
Adalet Bakanı ve Hatay
Milletvekili Sadullah Ergin'in tarihin yaşatılması
ve ayağa kaldırılmasında önemli çabasının
bulunduğunu belirten Lekesiz, şunları kaydetti:
''Bakan Ergin ve iş
adamlarıyla İspanya'da fuara katıldık. Turistik
Toledo Kenti'ni ziyarete gittik. 70 bin nüfuslu ve
dağın tepesine kurulu Toledo'da eski tarihi evleri
27 yılda restore ederek turizme kazandırmışlar.
Geceliğini de 100-150 Euro'ya kiralıyorlardı. Kaldı
ki bizim evlerin mimari yapısı, dar sokakları,
avluları, içinin serin olması, ayrıca cami, havra,
kiliselerin de sırt sırta bulunması turistlere daha
cazip gelecek.
Havaalanımıza Avrupa'dan
direkt uçuşların başlaması, Suriye, Lübnan, Libya ve
Ürdün gibi ülkelerle vizenin karşılıklı kalkması da
bu gibi tarihi evlere olan ilgiyi artıracağına
inanıyorum. Genelde turistler çok katlı oteller
yerine bu gibi mekanlarda kalmayı tercih
ediyorlar.''
Lekesiz, restorasyon
konusunda nitelikli usta bulmakta sıkıntı
yaşadıklarını, Hatay Mimarlar Odası ve Mustafa Kemal
Üniversitesi ile işbirliği yaparak yeni restorasyon
elemanı yetiştirilmesi konusunda çalışmalar
yaptıklarını da sözlerine ekledi.
Ntvmsnbc, 19.04.2010
|
KLAROS ANTİK GÖLÜ!

Menderes'te bulunan ve
dünyanın en önemli 3 kehanet merkezinden biri olan
tarihi mekan, bu yılki yağışlar nedeniyle sular
altında kaldı.
Bu yılki yağış bolluğundan, dünyanın en önemli 3
kehanet merkezinden biri olarak kabul edilen Klaros
da nasibini aldı. Zaten yakınlarındaki doğal kaynak
nedeniyle yaz aylarında bile kazılarla ilgili su
sorunu yaşayan kehanet merkezi, bu yılki yağışlar
nedeniyle göle dönüştü. Bazı noktalarda tarihi
merkezi sular altında bırakan suyun seviyesinin
3-3.5 metreye kadar yükseldiğini belirten Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi, Klaros Kazı Başkanı Prof.Dr. Nuran
Şahin, "Herkes yağmur duasına çıkıyor, biz ise bu
yıl güneş duasına çıkacağız" dedi.
Bu durumda, normal zamanlarda Haziran'da
başlattıkları kazıyı, süresinde başlatmalarının
mümkün olmadığını belirten Şahin, İzmir Büyükşehir
Belediyesi'nden su baskınlarında kullanılan motopomp
desteği beklediklerini söyledi.
Klaros'un 2004 yılından bu yana kazı başkanlığını
sürdüren Şahin, suların çekilmesi için havaların çok
sıcak olmasını diledi. Klaros Kazı Heyeti olarak 3
motopompa sahip olduklarını ancak 3 motopompla
biriken suyun çekilmesinin mümkün olmadığını
belirten Şahin, "Havalar çok sıcak olursa su çekilir
ve biz de motopompları devreye sokabiliriz. Ancak
elimizdeki imkanlarla suyu çekmemiz mümkün değil.
Bize daha önce motopomp desteği veren İzmir
Büyükşehir Belediyesi'nden yine motopomp talep
edeceğiz. Bu durumda her yıl Haziran'da
başlattığımız kazılar bu yıl da sarkacak" dedi.
Kehanet merkezinin özellikle orta bölümlerindeki su
derinliğinin 3-3.5 metreye kadar çıktığını belirten
Prof.Dr. Şahin, "Yağışların etkisiyle taban suyu
yükseldi. Ayrıca kehanet merkezinin yakınlarındaki
doğal kaynaktan gelen su da artışı tetikledi. Bu
yüzden kehanet merkezi göle dönüştü. Daha önce
benzer bir durumla 2006'da karşılaşmıştık. Ancak
suyun seviyesi daha azdı. Motopomplarla suyu çekmiş
ve Haziran'da başlatacağımız kazıları, Temmuz'da
başlatabilmiş, zaman kaybetmiştik. Şimdi ne
yapacağımızı bilemiyoruz" diye konuştu.
Apollon'un
onay mekanı
Menderes'in Ahmetbeyli Mahallesi'nde bulunan ve
kazılarına 1907'de başlanan Klaros, İsa'dan önce
13'üncü yüzyılda kuruldu ve İsa'dan sonra 4'üncü
yüzyıla kadar kesintisiz olarak hizmet verdi.
Merkez, Aydın'ın Didim İlçesindeki Didima Apollon ve
Yunanistan'ın Başkenti Atina yakınlarındaki Delphi
ile birlikte dünyanın en büyük 3 kehanet merkezinden
biri. Klaros'un dinsel bir yer olduğunu, mitolojik
dönemde Tanrı Apollon'un onay mekanı şeklinde
faaliyet gösterdiğini belirten Prof.Dr. Şahin,
"İnsanlar mitolojik dönemde yapacakları savaş, barış
ve kent kurma gibi her işi Tanrı Apollon'a
danışıyorlardı. Tanrının onayı alınmadan yapılacak
her işin cezalandırma getireceğine inanılıyordu. Bu
nedenle Anadolu başta olmak üzere dünyanın her
yerinden insanlar, Klaros'a gelerek Apollon'un,
kahini yoluyla yapacakları işe onay almak
istiyorlardı. Kahin, Apollo'dan vahiy yoluyla aldığı
onayı, insanlara aktarıyordu" dedi.
İskender'in
rüyası
Klaros'ta antik dönemde çok sayıda kehanette
bulunulduğunu, bu kehanetlerin büyük oranda
gerçekleştiğini yazıtlardan öğrendiklerini belirten
Prof.Dr. Şahin, "Klaros'taki Apollon Tapınağı'nın
kehanet alanındaki işlevini ortaya koyan en eski
bilgi, Büyük İskender dönemine uzanır. Pausanias'a
göre, Büyük İskender'e rüyasında Pagos Dağı'nın
eteklerinde (Kadifekale) yeni, büyük bir kent
kuracağı söylenmiş. Bunun üzerine kral, rüyanın
yorumu için Klaros'taki Apollon kahinine danışarak,
olumlu yanıt aldıktan sonra yeni Smyrna'yı (İzmir)
kurmuştur.
Şahin, şu ana kadar yapılan kazılarda
tapınak, çok sayıda sunak, kutsal yollar ve
heykeller ortaya çıkardıklarını söyledi. Anıtsal bir
giriş binası ile merkeze gelenlerin konaklaması için
bir otel ve oturma alanlarını da gün yüzüne
çıkardıklarını belirten Şahin, daha kazılacak geniş
bir alan bulunduğunu dile getirdi. Şahin, "Yapılacak
kazılar daha 5 nesil eskitir" dedi.
Yeni Asır, Haber: İlker
Çoban, 19.04.2010
|
GÜVENLİK, GÜZELLİĞİ
GİZLEMİŞ

Güneydoğu Anadolu’da
güvenlik nedeniyle halkın girmesi yasaklanan
bölgeler bir bir açılıyor. Van’da gizli kalan cennet
gibi bir koy ve 11. yüzyıldan kalma bir kilise
ziyaretçilerini bekliyor.
Van’da, güvenlik
bölgeleri de dahil olmak üzere tüm yasak yerlerin
vatandaşlara açılması ile birlikte gizli kalan tarih
de gün yüzüne çıkıyor. Bu tarihi yapıların en güzel
görsel parçalarından olan St. Thomas Manastır
Kilisesi ve İnköy Koyu ziyaretçileri büyülüyor.
Şimdiye dek Anadolu’daki
pek çok bölgeye girişler çeşitli gerekçelerle
yasaklanmıştı ancak bu durum yavaş yavaş değişiyor
ve Anadolu’nun unutulmuş tarihi, yasakların
kaldırılmasıyla bir kez daha kendini hatırlatıyor.
Van’ın Gevaş İlçesi
Altınsaç Köyü’nde bulunan ve bin metre yüksekliğinde
bir tepede kurulmuş olan St. Thomas Manastır
Kilisesi de turizme açıldı. Hz. İsa’nın on iki
havarisinden biri olan Aziz Thomas’ın kutsal
eşyalarını saklamak için kurulan St. Thomas Manastır
Kilisesi’nin 10. ya da 11. yüzyılda inşa edildiği
tahmin ediliyor. Aziz Thomas Kilisesi, 18. yüzyılda
uğradığı yağmadan bir yüzyıl sonra tamamen kaderine
terk edilmişti. O günden beri de yeniden
keşfedilmeyi bekliyordu.
Van’da ilk olarak
Ermeniler için önemli bir kutsal mekan olan tarihi
Akdamar Kilisesi 2007 yılında açılmış ve geçtiğimiz
aylarda bu kilisede yılda bir gün ayin yapılmasına
dair izin karara bağlanmıştı. Van Valiliği’nin yasak
olan tüm mekanları turizme açma çalışmaları
sayesinde St. Thomas Kilisesi de turizme
kazandırıldı.
34. Turizm Haftası
etkinlikleri kapsamında Van Valiliği ile İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü’nün düzenlediği gezi kapsamında
gidiyoruz kiliseye. Gevaş’a 46 kilometre mesafedeki
Altınsaç Köyü’nde yer alan ve Hıristiyanlar için
Akdamar Kilisesi kadar önemli olan St. Thomas
Kilisesi’ne giderken Van Gölü kıyılarındaki dünyanın
en bakir koylarının manzarasıyla büyüleniyoruz.
Kilisenin bulunduğu dağın eteklerine geldiğimizde
kalabalık bir grupla birlikte arabalardan iniyoruz.
Burada zorlu bir
tırmanış bekliyor bizi. Bin metre yükseklikte
bulunan kiliseye ulaşmak için başladığımız tırmanış
epey yorucu ancak dağın ve kilisenin eşsiz manzarası
bu zorlu tırmanışın tüm yorgunluğunu alıyor
üzerimizden.
Yürüyüş sona erdiğinde
Van Valisi Münir Karaloğlu’nun açıklamalarını not
alıyoruz. Münir Karaloğlu, şu sırada sekiz kilisenin
restore edildiğini söyledi. Vali, St. Thomas
Kilisesi’nde de en kısa sürede restorasyon
çalışmalarına başlanacağını belirtti. Şehrin
turistik talepleri karşılaması konusunda şimdilik
yetersiz olduğunu açıklayan Karaloğlu, Akdamar
Kilisesi’nde ayin yapılacak olması dolayısıyla eylül
ayı rezervasyonlarının dolduğunu, talebi karşılamak
için resmi konukevlerinin de kullanıma açılacağını
söyledi.
St. Thomas Manastır Kilisesi
Hakkında 13. yüzyıla ait
bilgilerin bulunduğu kilise, 1671 yılındaki
onarımdan sonra 18.yüzyıl sonlarında yağmalandıysa
da günümüze sağlam olarak ulaşabilmeyi başardı.
Kilise dıştan dikdörtgen
planda ele alınmış. Orta mekan içten kubbe, dıştan
on iki kenarlı yüksek bir kasnak ve bir külahla
örtülmüş. İç mekan ise batı duvarında ve kubbe
kasnağında açılan pencerelerle aydınlatılmış.
Taraf, Haber: Adem
Tayan, 19.04.2010
|
OSMANLI EMANETLERİ KOMŞU
YOLCUSU
İlk el yazması
kaimelerin de aralarında bulunduğu Osmanlı kağıt
paraları koleksiyonu, ünlü bir iş adamı tarafından
satın alınarak iş yaptığı Bulgaristan ve Rusya’da
kurulacak para müzelerinde sergilenecek. Adının
açıklanmasını istemeyen iş adamı, Tarihi Sultanahmet
Köftecisi’nin 3. kuşak temsilcisi Mehmet Tezçakın’ın
elinde bulunan, Kültür ve Turizm Bakanlığınca
tescili yapılan dünyadaki en kapsamlı Osmanlı Kağıt
Paraları Koleksiyonu’na talip oldu. Yatırımları,
ağırlıklı olarak Bulgaristan ve Rusya’da bulunan iş
adamının, bu ülkelerde gerçekleştirmeyi planladığı
“sosyal sorumluluk projeleri” kapsamında Sofya ve
Moskova’da 2 ayrı para müzesi kurmayı planladığı
belirtildi.
Türkiye Gazetesi, 19.04.2010
|
AİZANOİ ANTİK KENTİ
KAYNAK BEKLİYOR
Dumlupınar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Güner Önce, Aizanoi Antik Kenti’ndeki kazılara dahil olmak maksadıyla yaptıkları başvuruya Kültür ve Turizm Bakanlığının onay verdiğini, ancak Bakanlığın bu iş için bütçe ayıramayacağı belirtildiğinden yerel imkanlarla kaynak bulabilmek amacıyla girişimlere başladıklarını bildirdi.
Antik kentte, “Zeus Tapınağı”, 20 bin kişilik stadyum, 13 bin 500 kişilik açık hava tiyatrosu ve dünyanın ilk borsası bulunuyor.
Türkiye Gazetesi, 19.04.2010
|
 |
ÇUKUR MESCİD HAYAT BULUYOR
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma çalışmalarına Yıldırım sınırlarındaki Çukur Mescidi de ekledi. Tamamı yıkılan ve sadece iki duvarı günümüze ulaşan mescit, aslına uygun olarak restore edildikten sonra ibadete açılacak.
Büyükşehir Belediyesi, tarihi eserlerin restorasyonu çalışmalarını merkeze bağlı ilçelerde de hızla sürdürüyor. Yıldırım İlçesi sınırlarındaki harabe haline gelen çok sayıda anıtsal yapıyı ayağa kaldırmak için projeler hazırlayan Büyükşehir Belediyesi, Yıldırım Külliyesi'nin güneyinde Baruthane Caddesi üzerinde yer alan, uzun yıllar iş yeri ve dokuma atölyesi olarak kullanıldıktan sonra kaderine terk edilen Çukur Mescide de el attı. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, birçok eski harita ve belgelerde varlığı belirli olan ancak kim tarafından ve ne zaman yaptırıldığı konusunda net bir bilgi bulunmayan Çukur Mescitte incelemelerde bulundu.
Mülkiyeti Azizoğlu Halka Hizmet Binaları Yaptırma ve Yaşatma Derneği`ne ait olan Çukur Mescit'te, dernek yönetim kurulu üyesi Mehmet İlker ile birlikte inceleme yapan Başkan Altepe, proje hakkında Büyükşehir Belediyesi Projeler Koordinatörü Aziz Elbas'tan bilgi aldı. Daha önce mahalle mescidi olarak kullanılan yapıdan geriye sadece iki duvar kaldığını hatırlatan Başkan Altepe, yapının restore edilerek yeniden bölge halkının hizmetine açılacağını belirtti. Tarihi mirasın ayağa kaldırılması yönündeki çalışmalarının kentin her köşesinde sürdüğünü ifade eden Başkan Altepe, “Cadde kenarında kalan Çukur Mescidi de aslına uygun olarak restore edeceğiz. Hemen yanda bulunan yeşil alanı halkımızın kullanımına açmak için gerekli kamulaştırma çalışmalarını da hemen başlatacağız” diye konuştu.
Harabe halindeki yapıyı korumak için dernek olarak satın aldıklarını ifade eden Azizoğlu Halka Hizmet Binaları Yaptırma ve Yaşatma Derneği yönetim kurulu üyesi Mehmet İlker de Başkan Altepe`ye destekleri nedeniyle teşekkür etti.
Bursa Olay, 19.04.2010
|
YARIM ASIRLIK SIR
NİHAYET ÇÖZÜLDÜ

Firavun zaten hararetli
akademik tartışmaların konusu olmuştu. Ama artık en
azından başparmak bulundu.
Liverpool
Üniversitesi'ndeki bir depodan kurtarılarak
sahibinin mumyalanmış cesedinin geri kalanıyla
neredeyse yarım asırdır ilk kez yeniden birleşebilen
başparmak bu hafta
Kahire'yi
dolaştı.
Mısırlı yetkililere göre, bu, dünyanın dört bir
yanındaki müzelerde bulunan
Mısır'a
ait hazinelerin geri alınması yönünde önemli, ama
küçük bir zafer niteliğinde.
Emekli bir
akademisyen
olan Dr. Robert Connolly, "Ben ve iki kişi dışında
başparmağın orada olduğunu kimse bilmiyordu. Daima
bir gün geri verilmesi gerektiğini düşündüm. Bu kez
bunu yapmalıyım diye düşündüm" diyor.
Başparmak, 1960'larda Mısırlı yetkililer tarafından
mumyalar üzerinde çalışan Liverpool
Üniversitesi'nden
anatomi
profesörü Ronald Harrison'a verilmiş. Daha sonra
Mısır'a iade edilmemiş ve
İngiltere'ye
gönderildiğine dair herhangi bir kayıt da
tutulmamış.
Ronald Harrison ve asistanı Dr. Connolly 1968'den
1970'lere kadar başparmak üzerinde testler yapmış.
DNA testinin olmadığı o zamanlarda mumyalar
arasındaki biyolojik bağlar kan örnekleri alınarak
bulunmaya çalışılıyordu.
Ancak DNA testinin yaygınlaşması ve Mısır'da da
kullanılmaya başlamasıyla vücut parçalarının alınıp
yurt dışına test ve araştırma için gönderilmesine
gerek kalmadı ve bu uygulama sonunda yasaklandı.
Ancak bu sırada başparmak unutuldu ve yıllarca
Connolly'nin laboratuarındaki bir örnek kutusunda
kilitli olarak kaldı.
Connolly, bir yıl önce Mısır uzmanı bilim
insanlarının katıldığı Manchester'daki bir
konferansta başparmağı geri vermek istediğini
anlatıyor. Ancak yetkili kişiler konferansta
bulunmadığı için bunu yapamamış.
Daha sonra dünyanın en önemli
mumya
uzmanlarından biri olan Zürih Üniversitesi'nden Dr.
Frank Ruhli ile temasa geçmiş.
Ruhlide Mısır'da ilgili kurumun başkanı Doktor Zahi
Havas'a haber vermiş.
Başparmağı kargo ile Zürih'e göndermeye karar
vermişler. Daha sonra Ruhli başparmağı Kahire'ye
kendisi götürmüş ve başparmak olması gereken yere
nihayet kavuşmuş.
Tutankamon'un ve en yakın akrabalarının mumyaları
daima bilim insanlarının ve tarihçilerin ilgisini
çekti. Akhenaten'in heykelleri, firavunu uzun ince
bir yüz ve fazlaca şişkin bir karın bölgesiyle
alışılmamış bir fiziksel görünüme sahip olarak
gösteriyor.
Akademisyenler Akhenaten'in
genetik
bir bozukluktan muzdarip olduğunu ve bunun da
Tutankamon'un erken ölümüne yol açmış olabileceğini
düşünmüştü.
Akhenaten'in artık genetik bir bozukluktan muzdarip
olmadığı, ama avangart sanatçıları çalıştırdığı,
heykellerin de bunun sonucu olduğu düşünülüyor.
Daha sonraki çalışmalar ise Tutankamon'un bacağını
kırdıktan sonra öldüğünü ortaya koymuştu. Dr. Havas
ise Tutankamon'un ayrıca sıtması olduğuna da
inanıyor.
Tutankamon'un mumyası Luksor'daki Krallar Vadisi'nde
bulunurken, Akhenaten'in mumyası Mısır Antikalar
Yüksek Konseyi'nin mezarında bulunuyor.
Milliyet, 19.04.2010
|
NİĞDE EVLERİ RESTORE EDİLECEK
Niğde Belediyesi kent merkezinde kalan ve bakımsızlıktan yok olma noktasına gelen tarihi Niğde evlerini restore ettirecek.
Geçmişten günümüze kadar uzanabilen kültür miraslarını, sokak siluetlerini korumak, yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak için Niğde'yi koruma ve yaşatma projesini faaliyete geçiren Niğde Belediyesi, proje kapsamında Kadıoğlu, Polat ve Cami Sokak'ta çalışmalarını başlattı.
Tarihi yapılarda restorasyon, meydan ve çevre düzenlemesi, açık alan, avlu, bahçe duvarları, çeşme, müştemilat ile sokak dokusu, peyzaj düzenlemesi, cephe sağlıklaştırma projeleri için gerekli kurumlardan ödeneklerin sağlandığını belirten Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, "Kadıoğlu Sokağın restorasyonu ile ilgili belediye olarak tüm yazışmaları bitirdik. Bununla ilgili gerekli kurumlardan ödenekler aldık. Çok yakın bir zamanda ihaleye çıkacağız. Restorasyona ihtiyacı olan diğer tescilli binalarında sırasıyla restorasyonunu yapacağız. Niğde Belediyesi olarak şimdiye kadar hiçbir eski eserin restorasyonun yapılmadığını söyleyebiliriz ama önümüzdeki süre içerisinde ciddi rakamları bulabilecek bir hizmeti Niğde Belediyesi olarak ortaya koymuş olacağız. Bunun da ilk adımını Kadıoğlu Konağı ile atıyoruz” diye konuştu.
Niğde Kent Haber, 19.04.2010
|
 |
|
SARIKAYA MAĞARASI
TURİZME AÇILACAK
Düzce'nin Yığılca
İlçesi'nde bulunan ve Batı Karadeniz Bölgesi'ndeki
en büyük mağara olarak bilinen Sarıkaya Mağarası
turizme kazandırılacak.
Turizm konusunda
çalışmaların devam ettiği Düzce'de mağaralarda
turizme kazandırılmaya çalışılıyor. Özellikle
Yığılca İlçesinde bulunan Batı Karadeniz Bölgesi'nin
en büyük mağarası Sarıkaya Mağarası'nın turizme
kazandırılması için Yığılca Kaymakamı Mahmuthan
Arslan, Düzce İl Kültür ve Turizm Müdürü Özcan Budak
ve Doktor Necip Mülazımoğlu mağarayı gezerek
incelemelerde bulundu.
Gezi sonrasında
açıklamalarda bulunan İl Kültür ve Turizm Müdürü
Özcan Budak, "Şu an Akçakoca'da 2, Yığılca'da da 6
mağaramız bulunuyor. Bu mağaralardan Akçakoca'da
bulunan Fakıllı Mağarası'nı turizme kazandırdık.
Şimdi sırada Batı Karadeniz Bölgesi'nin en büyük
mağarası olan Yığılca'daki Sarıkaya Mağarası var.
Bununla birlikte bütün bu mağaralarımızı turizme
kazandırmak için çalışmalarımız devam ediyor.
Gerçekten Sarıkaya Mağarası, Yığılca'nın tanıtılması
için büyük önem taşıyor" dedi.
Düzce Kent Haber, 19.04.2010
|
İZMİR'İN EFSANEVİ
TÜNELLERİ GERÇEK OLDU!

Tanrıçalar rüyasında
Büyük İskender’e İzmir’in yeniden
Kadifekale’nin eteklerinden deniz kıyısına
kadar uzanan alanda kurulmasını ve halkın oraya
yerleştirilmesini söylemiş. İşte İskender’in
rüyasındaki ikinci İzmir’in gizli tünelleri bulundu.
Yıl 1948! İzmir Eşrefpaşa’da Tınaztepe İlkokulu 3.
sınıf öğretmeni Cahide Erkal, her çarşamba günü
öğleden sonra öğrencilerine kentin ören yerlerini,
müzelerini gezdirirdi! Cahide öğretmen bir gün
öğrencilerini Kadifekale’ye de götürdü! 3-5 yıl
öncesinde orada, geceleri ışıldaklar düşman
uçaklarının sokakları ve evlerinde karartma
uygulanan İzmir’e gelip gelmediklerini anlamak için
savunma amaçlı olarak gökyüzünü tararlardı. Askeri
bölge olduğu için Kadifekale’yi gezmek yasaktı.
Savaş bitmişti ve öğrenciler okullarına yakın
Kadifekale’ye ilk kez gidiyorlardı. Heyecanlıydılar!
Öğretmenleri önce öğrencilere kenti kuşbakışı
gösterdi. Körfez’in sonuna ve Yamanlar Dağı’nın
eteğine doğru bir kıyı semtini işaret etti. Bayraklı
semti denilen o yerde en eski İzmir kurulmuştu. 5
binyıl önce bir adacık üzerindeki ilk İzmir,
sonraları nehirlerin getirdiği alüvyonlarla kıyıyla
birleşerek bir yarım adaya dönüşmüştü.
Ardından, öğretmenleri kalenin eteklerinden aşağıya
bakıldığında sütunlar ve bazı eski kalıntıları
seçilebilen bir yeri işaret etti. 2. İzmir orada
kurulmuştu. Arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan o
yer İzmir’in devlet agorası idi. Hem kentin çarşısı,
hem siyasal yönetimin bulunduğu, yeni kentin
kalbiydi. Öğrencilerini kalenin kapısından içeri
soktu. 9-10 yaşlarındaki çocuklardan biri, kendini
bir kuşatma sonrasında kalenin kapısından zaferle
içeriye giren bir film kahramanı gibi hissetti!
Kalenin içinde in cin top oynuyordu.
Bazı eski çöküntülerin başına gidildi. Çöküntülerde
kubbemsi tarihsel kalıntılar görülüyordu. Bazı
alanlara da inilebiliyordu. Birkaç öğrenci ile
birlikte o öğrenci de dik yamaçtan aşağıya indi.
Kemerleri dökük bu yerlerden daha ileri
gidilemiyordu. Çökme tehlikesi olasılığına karşılık,
güvenlik nedeniyle yerel yönetimlerce kapatılmıştı.

Büyük İskender'in rüyası
Cahide öğretmen çocukları bir çam ağacının altında
topladı ve şunları anlattı: “Görkemli bir yaşamın
olduğu ilk İzmir, birkaç bin yıl sonra, gerilemiş ve
halk sıkıntı içine düşmüştü. MÖ 334’te Makedonya
Kralı Büyük İskender, Anadolu’da Pers egemenliğine
son vermeden önce bu kaleye avlanmaya gelmişti.
Yorgun düşünce bir pınarın yanında, bir çınar
ağacının altında uyuyakalmıştı. Eski yazarların
anlattığına göre o an bir rüya görmüş. Oradaki
tanrısal öçle simgelenen tanrıça Nemesis Tapınağı
varmış. Rüyasında tanrıçalar ona İzmir’in yeniden
Kadifekale’nin eteklerinden denizkıyısına kadar
uzanan alanda kurulmasını ve halkın oraya
yerleştirilmesini söylemişler. Gerçekten kent, MÖ
300’lerin sonunda Büyük İskender’in önerdiği yerde
kurulacaktır.”
Öğretmeninin anlattıklarını bir “masal” gibi
dinleyen o öğrenci, yıllarca sonra Büyük İskender’in
rüyasını öğrenen halkın Klaros’taki Apollon tapınağı
bilicilerine başvurarak kentin yerinin ve kurulma
zamanının uygun olup olmadığını sorduklarını
öğrenecektir. Biliciler, halka “Kutsal Meles’in
ötesindeki Pagos’a yerleşmeye gidecek olan bu
insanlar, üç ya da dört kez daha mutlu olacaklar”
yanıtı vermişler.
Pagos, Kadifekale’nin antik adıdır. “Kutsal Meles”
ise o öğrencinin ailece, öteki Eşrefpaşalılar gibi
piknik yaptıkları, uçurtmasını uçurduğu, bazılarının
olta ile balık avladıkları ve adı günümüze kadar
değişmeden gelen, yalnızca sonundaki “s” harfi “z”
olarak değişen Melez Çayıdır.
O öğrenci, Cahide öğretmenin anlattığı öyküde Büyük
İskender’in Kadifekale’deki rüyasını MS 2. yy’da
yaşayan gezgin coğrafyacı Pausanias anlattığını ve
üç Roma İmparatoru Marcus Auereliaus, 3. Gordianus
ve Philippus Arabs’ın MS 2. ve 3. yy sikkelerine de
konu olduğunu da yıllar sonra öğrenecektir (üstte).
Cahide öğretmenin anlattıkları orada bitmeyecek ve
şu bilgileri anlatacaktır: “Aşağıda gördüğünüz Agora
ile Kadifekale arasındaki kuşakta, yer altında gizli
tüneller varmış. Denize yakın yeni kente bir düşman
saldırısına karşı, insanlar bu gizli tünellerden
geçerek İzmir’in savunmasını Pagos Kalesi’nde
yapmayı planlamışlar. Ancak ilk Pagos Kalesi sonraki
yüzyıllarda yıkılacak, yerine ortaçağdan başlanarak
Osmanlılar zamanında da sur duvarlarına yapılacak
ekler ile bugünkü Kadifekale ortaya çıkacaktır.”
O öğrenci 60 yıl boyunca bu yeraltı tünellerinin
gerçek olup olmadığının yanıtını düşünüp durmuştur!
Öğretmeninin bu olguları nasıl bildiğini oldum olası
merak etmiş, bir sonuç elde edememiştir. Taki şubat
ayında Cumhuriyet’te küçük bir haber olarak
yayımlanan “Binlerce yıllık tünel bulundu” başlığını
okuyunca çok sevinecektir. Haberde, Yrd. Doç.Dr.
Akın Ersoy’un kazılarını sürdürdüğü Agora
yakınındaki bir evin avlusunda, ayrıca Kadifekale’ye
doğru 821. sokakta tünellerin iki girişini bulduğu
bildirilmekteydi. Cahide öğretmenin anlattığı,
yıllarca o öğrenci gibi pek çok eski İzmirlinin
belleklerine kazınmış “tünel efsanesinin” de gerçek
olduğu saptanmıştı.

2 m. yüksekliğinde, 1m. genişliğindeki tünellerin
uzantıları henüz tam olarak saptanamadı. Bazı
yerlerde dümdüz, bazı yerlerde kıvrımlarla ilerleyen
tüneldeki gaz birikimi arkeologların ilerlemesini ve
genel bir planının çıkarılmasını engellemekteydi.
Tünellerin Kadifekale ile Agora arasında su
ulaşımına da katkıda bulunduğu anlaşılıyordu.
Şimdi öncelik, bu tünellerin tümünün bir planının
çıkarılması olmalıdır. Bu konuda Türkiye’de sayıları
10’dan fazla olan mağaracılık ve mağara araştırma
derneklerine önemli bir bilimsel görev düşüyor.
Dernekler, bir an önce arkeoloji kazı heyeti ile
bağlantıya girip görev almalıdırlar. Bu aşamada ve
sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, İzmir
Ticaret ve Sanayi Odaları’nın, TÜRSAB’ın, İzmir
Büyükkent ve Konak belediyelerinin pamuk ellerini
ceplerine uzatarak bu çalışmalara maddi destek
sağlamaları gerekiyor. Konak Belediyesi tünel
çıkışının bulunduğu ve satışa çıkarılan bir evin
alınacağını açıklayarak şimdiden devreye girdiğini
gösterdi.
Sonraki aşamada ise bu tüneller güçlendirilip
belirli yerlerde halkın ve turistlerin ziyaretlerine
açılmalıdır. Kapadokya’nın yeraltı yerleşmelerinin
getirisi örnek alınmalıdır. Bir başka nokta, bu
tünellerin hemen hemen üzerine gelen Kadifekale’nin
eteğindeki antik tiyatro açığa çıkarılmalı ve
sonrasında da yitik antik stadyumun araştırılması
gündeme taşınmalıdır.
Cahide öğretmen, bir başka çarşamba günü
öğrencilerini Agora’da gezdirmekle kalmayacak,
Bayraklı’daki adı Hitit metinlerine göre “T-ismurna
(Smurna) olan sonraları “Smyrna’ya (İzmir’e)”
dönüşen, günümüzde Tepekule denilen ilk kente de
götürecektir. O yıl, orada Doç.Dr. Ekrem Akurgal ilk
kez arkeolojik kazılara başlamıştı. Kenti
öğrencilere Akurgal gezdirmişti.
50 yıl sonra o öğrenci, öğretmeni Cahide Erkal’ı
İzmir’de bulacak, bu kez o öğretmenini Bayraklı’ya
götürecek, ordinaryüs profesör olmuş Akurgal’la
tanıştıracak ve her iki öğretmenine teşekkür edecek,
1998’de kazının 50. yıldönümü nedeniyle
Cumhuriyet’te ilk İzmir’i okurlarına tanıtacaktır.
Tünelin iki girişini bulan Dr. Ersoy’u kutlar,
ayrıca kendisini aydınlatan değerli öğretmeni Cahide
Erkal’a da nice sağlıklı yıllar dileğiyle bu
sütunlarda bir kez daha teşekkür eder.
Cumhuriyet Dergi, Yazı:
Özgen Acar, 18.04.2010
|
ÇUBUK'TAKİ ANKARA EVLERİ
KORUNACAK

Çubuk'ta sayıları 12'yi
bulan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından tescillenmiş tarihi Ankara Evleri yapısı
özelliklerini taşıyan tarihi evlerin restore
edilmesi için Çubuk Kaymakamlığı ve Belediyesi
tarafından çalışma başlatıldı.
Restorasyon çalışmaları
için Çubuk Kaymakamı Meftun Dallı ve Belediye
Başkanı Lokman Özden tarafından ilçede bulunan
tarihi ev sahipleri ile toplantı yapıldı.
Kaymakamlık toplantı salonunda yapılan toplantıda ev
sahiplerine ilçe tarihini simgeleyen evlere sahip
çıkması gerektiği anlatılırken, bu evlerin yakılıp
yerine başka bir bina yapılmasının mümkün olmadığı
vurgulandı.
Çubuk'ta beton yığınlarına karşı adeta meydan
okurcasına ayakta kalmaya çalışan, tarihin izlerini
ve kokusunu günümüze kadar ulaştırabilen evleri
turizme kazandırmak gerektiğini kaydeden Çubuk
Belediye Başkanı Lokman Özden, bu konuda Çubuk'ta
örnek bir çalışma yapmak istediklerini söyledi.
Başkan Özden, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescil
edilen tarihi evlerin yakılıp yerine başka bir
yapının yapılmasının mümkün olmadığını hatırlatarak,
''İlçemizde sayıları 12 adet olan tarihi evler
tescillendiği için kullanılmayacak halde olsa dahi
yıkılamıyor. Bu durum karşısında da ilçemize sadece
görüntü kirliliği vermektedir. Ancak bu evleri
aslına uygun olarak restore edebiliriz. Bu şekilde
sahipleri hem kullanabilir hem de ilçemize tarihi
bir görsellik katmış olabiliriz. Biz bu konuda Sayın
Kaymakamımız Meftun Dallı ile birlikte bu evlerin
restore edilmesi konusunda her türlü desteği vermeye
hazırız. Vatandaşımıza ait evlerin Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan ve İl Özel İdaresinden alınan
destekle restore ettirilmesin sağlamak istiyoruz.
İki vatandaşımız bu konuda çalışmalarına başladılar.
Bu evlerin mimari rölöve projesi tamamlandı. Bu
evlerin diğer ev sahiplerine de örnek teşkil
etmesini istiyoruz. Belediyemiz tarihi evini restore
etmek isteyenlere yardımcı olacaktır. Turizme
kazandıracak kadar tarihi ev potansiyelimiz
bulunmaktadır" dedi.
Tarihi evlerini restore
ettirmek isteyenlere bilgi de verilen toplantıda,
Kültür Bakanlığının tarihi evlerin aslına uygun
şekilde restore edilmesi halinde katkı sağladığı ve
Belediye olarak da gerekli desteği vermeye hazır
olunduğu kaydedildi. Ayrıca tarihi evler ile ilgili
gerekli çalışmaları yapmak ve vatandaşlara yardımcı
olmak üzere Belediye İmar ve Şehircilik
Müdürlüğü'nden iki yetkili görevlendirildi.
Turizm Gazetesi,
18.04.2010
|
CHRISTIE'S TARİHİ
MÜCEVHER MÜZAYEDESİ İÇİN ÇİNLİ BEKLİYOR
ABD’nin önde gelen
müzayede evlerinden Christie’s salı günü
gerçekleştireceği aralarında çok sayıda kral,
kraliçe
ve günümüz devlet
başkanı eşlerinin kullandığı parçaların da olduğu
tarihi mücevherler müzayedesine Asya ülkelerinden
yoğun ilgi beklediğini açıkladı. Christie’s New
York’un yöneticisi Dahul Kadakia, “Bu müzayedede
aralarında yıllardır halka kapalı olan ve bir dönem
Pilipin’in first lady’lerinden Imeldo Marcos’un da
kullandığı Rus Çariçesi Catherine’in zümrüt broşu ve
pırlanta yüzüğünün de bulunduğu bir çok değerli
parça bulunuyor. Toplam 25 milyon dolarlık satış
bekliyoruz. Sadece bu broş ve yüzüğün bir ile
bir buçuk milyon dolara satılması bekleniyor” diye
konuştu. Uzak Asya ülkelerinden yoğun ilgi
beklediklerini belirten Kadakia, “Birçok
Çin
müşterimizden müzayedeye katılmak için geleceklerini
ve vize için kendilerine yardımcı olunması ricası
aldık” dedi. Christie’s 2009 yılında açık artırma
yoluyla 270 milyon dolar değerinde mücevher sattı.
Hürriyet, 18.04.2010
|
MISIR'DAKİ OSMANLI
ESERLERİ ONARILACAK
Bursa Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe`nin başkanlığındaki
Marmara Belediyeler Birliği, Mısır'daki Osmanlı
eserlerini restore ederek, Osmanlı`nın mirasını
bugüne taşıyacak.
Marmara Belediyeler
Birliği üyesi belediyeler için düzenlenen, Mısır'ın
Aswan, Kahire
ve Luksor
kentlerini içeren yurtdışı teknik inceleme
programına Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ile
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Edirne İl
Belediyesi ile Avcılar, Bağcılar, Bakırköy,
Başakşehir ve Sultanbeyli belediyesinden yetkililer
katıldı.
Mısır`a her zaman büyük önem verdiklerini anlatan
Marmara Belediyeler Birliği ve Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, yerel anlamda Kahire
ile her türlü
girişime ve ortak projeye hazır olduklarını söyledi.
Marmara Belediyeler Birliği'nin çalışmalarıyla ve
stratejik konumuyla Türkiye`nin en önemli
kurumlarından biri olduğunu söyleyen Başkan Altepe,
Osmanlı mirasının büyük izlerini taşıyan sayısız
eserin bulunduğu Mısır`a, ecdat yadigarlarının
restorasyon çalışmaları için yardım etmek
istediklerini belirtti. Altepe, “Marmara Belediyeler
Birliği, Mısır`daki Osmanlı eserlerinin restorasyon
çalışmaları için, TİKA'dan talepte bulunacak ve her
iki ülke yönetiminin de onayıyla önemli bir
işbirliğine gideceğiz” diye konuştu.
Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin de bu konuda
gerekeni yapacağını belirten Başkan Altepe, “Devlet
Bakanımız Faruk Çelik`in sorumluluğunda olan ve bu
tarz teknik işbirliği çalışmalarını dünya çapında
başarıyla yapan TİKA'nın bir an önce konuyu
gündemine alması için çalışma başlatacağız” dedi.
Türkiye ile olan ilişkilerin son yıllarda giderek
arttığına dikkat çeken Kahire Valisi Abdel Aziz
Vezir, de “Sahip olduğumuz ortak kültürel geçmişten
dolayı, yakın akrabalarımı evimde ağırlamış gibi
mutluyum. Mısır toprakları, Firavun`dan Osmanlı`ya
kadar çok sayıda büyük medeniyete
ev
sahipliği yaptı. Mısır halkı, Osmanlı Devleti'nden
kalan sempatiyle Türkler`e karşı her zaman sevgi ve
saygı ile bakmıştır. Ancak Türkiye ile olan
ilişkilerimiz, hiçbir zaman bugünlerdeki kadar
ileriye gitmemişti. Türkiye'nin son yıllarda
yürüttüğü başarılı dış politikası sayesinde ticari,
sanayi, turistik ve kültürel anlamda çok önemli
ilişkiler içerisine girmeye başladık. Bu ilişkilerin
artarak devam edeceğine inanıyoruz” diye konuştu.
Bursa Olay, 18.04.2010
|
|
İMPARATORLUK MÜHRÜ 3
MİLYON 386 BİN AVROYA SATILDI
Çin İmparatorluğuna ait
bir mühür, Fransa'nın güneyindeki Toulouse kentinde
düzenlenen müzayedede 3 milyon 386 bin avroya
satıldı.
Satışla ilgili
açıklamada bulunan Herve Chassaing, 300 bin avro
açılış fiyatıyla başlayan açık artırmada aslında 1
ila 1,5 milyon avro beklendiğini, ama fiyatın iki
katına çıktığını belirtti.
Mührü alan kişinin salonda bulunduğunu belirten
Chassaing, kim olduğunu ise açıklamadı. "Potansiyel
alıcı" olarak müzayedeye katılanların çoğunun Çinli
olduğunu belirten yetkili, bu satışın 2010 için
Fransa rekorunu kırdığını sözlerine ekledi.
2008’de yine Fransa’da düzenlenen bir müzayedede Çin
İmparatorluğuna ait bir mühre 5,4 milyon avro
verilmişti.
Radikal, 18.04.2010
|
15 MİLYONLUK İRAN HALISI
İngiltere’nin
başkenti Londra’da düzenlenen Christie’s
müzayedesinde 6.2 milyon sterline (yaklaşık 15
milyon lira) alıcı bulan antika İran halısı,
“dünyanın en pahalı halısı” unvanını kazandı.
Beklenenden 20 kat
yüksek fiyata satılan 17. yüzyıl yapımı halıyı,
İngiltere dışından, kimliği gizli tutulan
bir kişi satın
aldı.
Hürriyet, 18.04.2010
|
|
 |
DEFİNECİLER MEZAR AÇTI
Köseköy Merkez Mezarlığı'nda hiç beklenmedik bir olay yaşandı. Geçen yıl mayıs ayında, kanser nedeniyle 72 yaşındayken vefat eden Zehra Bayar isimli kadının mezarı, kimliği belirsiz kişiler tarafından kazılarak açıldı.
Mezarı açılan Zehra Bayar’ın eşi, İzmit Topçular Mahallesi’nde oturan, Sedaş emeklisi Cemal Bayar (72), olayı öğrenir öğrenmez, karısının mezarı başına koştu ve manzarayı görünce çok üzüldü. Cemal Bayar, şunları söyledi: “Eşim 18 Mayıs 2009 tarihinde Tıp Fakültesi Hastanesinde vefat etti. Kendisi Köseköylü olduğu için, Köseköy mezarlığında defnettik. Mezarlık görevlileri ile birlikte mezar yerini kazarken, büyük bir tarihi esere rastladık. Kocaman bir kayaydı, çıkartamadık. Ama Mezarlık görevlilerinin çok ilgisini çekmişti. Öyle sanıyorum ki, bu tarihi eseri çıkartmak için eşimin mezarını kazdılar.”
Cemal Bayar, eşini defnetmeden önce mezar yerini kazarken gördüğü büyük tarihi eserin şimdi orada olmadığını da söyledi. Bayar, torunu ile birlikte mezar yerini yeniden düzeltti, kapattı. Bölgede tarihi eser kaçakçıları ve define arayıcılarının geceleri dolaşıp, kazı yaptığı öne sürülüyor. Köseköy Mezarlığında yakınlarının kabri bulunanlar tedirgin. Önlemlerin arttırılmasını istiyorlar.
Özgür Kocaeli, 18.04.2010
|
SANAT ESERİNE DÖNÜŞEN
TAPINAK

Yüzyıl önce yaklaşık 25
bin Yahudinin yaşadığı Haliç’teki Hasköy semtinde
onlarca sinagog varmış. Bunların bir bölümü ya
yıkılmış ya da terk edilmiş. Bugüne kadar ayakta
kalmayı başaran Mayor (adını İspanya’nın Mayorka
Adası’ndan almış) da işlevini yitiren sinagoglardan
biri.
Yaklaşık yarım yüzyıl
önce terk edilen sinagogun bir bölümünde bugün küçük
bir döküm atölyesi yer alıyor. Burada eritilen
madenler kum kalıplara dökülerek sokak lambalarına
dönüşüyor. Sinagogun bir başka bölümünde ise lastik
makine parçaları üreten atölye var. Üst bölümünde
ise bir bilardo salonu yer alıyor. Salonun çay
içilen Haliç manzaralı bir de terası var. Sinagogun
ana mekanı ise bugünlerde tanınmış sanatçı Serge
Spitzer’in Molecular Istanbul adlı yerleştirmesine
ev sahipliği yapıyor. Geçtiğimiz haftalarda
Spitzer’in moderatörlüğünde Garage İstanbul’da
düzenlenen bir forumda 2010 boyunca açık kalacak bu
ilginç proje tartışıldı.
Sözde diriltilme
değil
Yaptığı işin soru sormak olduğunu, cevap vermeyi
amaçlamadığını söyleyen Spitzer’in yerleştirmesi
Mayor’u mekanın hüznünü sömüren, tüketen bir
mutenalaştırma projesine değil, bugünkü durumunu ve
içinde yer aldığı kentsel bağlamla ilişkisini
sorgulayan bir güncel sanat yapıtına dönüştürmüş.
Fiziksel boyutuyla mekanı kullanmayı amaçlayan
değil, kendisini merkeze almayan, anlam katmanları
ile ilişkilendiren bir yerleştirme ile karşı
karşıyayız. Söz konusu olan, işlevini ya da
hafızasını yitirmiş bir mekanı, bir boşluğu kullanma
dürtüsü ya da sanata kucak açmak için harekete geçen
hayırseverlerin, sponsorların desteklediği bir
“restorasyon” işi değil. Bu nedenle, gelecekte
gerçekleşecek olan muhtemel bir dönüşüm, yani
yeniden işlevlendirme meselesi ile bu yerleştirmeyi
bilerek “proje” diye adlandırarak bir karışıklık
yaratmak mümkün: Sanat bu mekanda gerçekleşecek olan
dönüşümün içeriği olarak mı yer alıyor? Yoksa
mekansal dönüşüm burada sanat yoluyla, şu anda bir
içerik olarak mı gerçekleşiyor?
Spitzer yaptığı çalışmada hiyerarşik bir temsil
ilişkisi kurmaya çalışmadığını, İstiklal’i, özel
olarak sanat için mutenalaştırılmış mekanları,
müzeleri, merkezleri kullanmayı tercih etmediğini
söylüyor. Ancak bunun da yeterli olmadığının
farkında. Kentin sanat için mutenalaştırılmış
mekanlarını değil de Hasköy’de unutulmuş bir
sinagogu tercih etmiş olması yeterli mi? Bu mekanın
da, sanat yoluyla gerçekleştirilecek dönüşümün de,
yarın öbür gün diğerlerine benzemeyeceğini nasıl
iddia edebiliriz? Değişimin koşulların bir sonucu
olarak değil de müdahale biçimi ile ilgili olduğunu
varsayarsak, müteahhitlerin, yatırımcıların, kar
amaçlı girişimcilerin yaptığını, neden sanatçılar
kendi bildikleri yöntemlerle yapmasın?
İçerikle bağlamın yer değiştirebileceğini gösteren,
temsil edilene kalıcı bir statü dayatmayan bu
yerleştirme, alışılageldik bir estetik duygusundan
öte, sanata tanınan bu “neoklasik” işlevi tersine
çeviriyor. İzleyeni de, komşularını da kendi isteği
ile yerleştirmeye dahil ediyor. Bu yüzden bildiğimiz
sanat-mimarlık ilişkisini, yani mimarlığın sanata
yer açmasını, kullanıma yönelik boşluk yaratmasını
değil, bağlamdan içeriğe, içerikten bağlama doğru
-nereden isterseniz- oradan yola çıkmasını sağlıyor.
Geriye kalan tek sahici eylem, ölmüş olan tapınağın
sahte bir restorasyon çalışması ile sözde
diriltilmesi değil, onu öldüren parçalanmanın içine
alınması. İçeri alınan sanat mı, yoksa tapınağın
kalıntısı mı? Tapınağın içinde yer aldığı bağlam mı?
Hangisi? Bu soruları cevaplandırmak izleyiciye
bırakılmış.
Hangisi işlevini
yitirmiş?
Spitzer’in yerleştirmesi sanatla mimarlık,
mimarlıkla içinde yer aldığı bağlam arasındaki
ilişkiyi sorguluyor: Biçim ile işlevi
kalıcılaştıran, mekanın, kentin yerine geçtiği
halde, bunun farkına varmayan söylem sanatla tasarım
arasında bir karşıtlık oluşturur: Sanat temsil
ettiği üzerinde bir yetkiye sahip olmayan, olması
beklenmeyen bildirişimsel bir faaliyettir. Bu
nedenle semantik yetkiden arındırılmış olan temsile
“sanat” diyoruz. Nesnesi üzerinde dönüştürme yetkisi
taşıyan temsile ise “tasarım” diyoruz. Spitzer ise
mimarlıkla sanat arasındaki bu ilişkiyi, daha
doğrusu tıpkı sinagog gibi işlevini yitirmiş olan bu
“neoklasik” düzeni sorguluyor. Sanatçının yaptığı
ölmüş olan tapınağın sahte bir restorasyon çalışması
ile sözde diriltilmesi ya da mekandan geriye kalanın
bir sanatsal çalışmaya yer açması değil, onu yok
eden bağlamın, parçalanmanın içine alınması. Bu
nedenle Molecular İstanbul projesi herhangi bir ara
form, temsil içermeyecek kadar eşbiçimli, hatta
biçimsiz birimlerden oluşuyor.
2008’deki Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık
Sergisi’nde Aaron Beatsky, “inşaat, mimarlığın
mezarıdır” demişti. İstanbul’da sayısız örnekte
gördüğümüz gibi, inşaat işi olarak görülen
restorasyon -ancak ve ancak yaratıcı bir süreç
içinde yaşayabilecek- mekanın hafızasını bir daha
geri gelmeyecek bir şekilde yok etmeye yönelik bir
müdahale halini alabilir. Dışsal belirleyicilerle,
anonim kalıplarla gerçekleşen restorasyon mekanın
anlamını başka bir simgesel kurguya taşıyabilir ve
onu bir daha taşıdığı yerden geriye, bir daha asla
kendisine iade etmeyebilir. Mekana geri
döndüğümüzde, onun cansız bir bedeniyle
karşılaşabiliriz. Güya geçmişi, tarihi, mekanı
korumaya yönelik gibi gözüken inşaat aşkı, simgesel
düzeni içine alarak onu yok etmeyi amaçlayan yıkıcı
bir nefrete dönüşebilir. Restorasyon adı altında
iğdiş edilen camilere, saraylara, medreselere,
hanlara, evlere bakıldığında insan şunu düşünmeden
edemiyor: Mimarlık, restorasyon önce sanatsal bir
uğraş olmalı. İstanbul halkı adına İstanbul Yahudi
cemaatine ve bu olağanüstü projeyi hazırlayan kültür
insanlarına bize verdikleri bu değerli hediye için
teşekkür etmeliyiz.
Mayor Sinagogu’ndaki Molecular İstanbul
yerleştirmesini hafta içi her gün 11.00-16.00
saatleri arasında görmek mümkün.
Radikal İki, Yazı:
Korhan Gümüş, 18.04.2010
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINDA 2 TUTUKLAMA
İl Emniyet Müdürlüğü ve İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, A.K. ve A.Ç. adlı kişilerin, ellerindeki tarihi değeri olan eserlere alıcı aradığı istihbaratı üzerine, kendilerini alıcı olarak tanıtarak irtibat kurdu. Alıcı kılığındaki polis ve jandarma timleri, pazarlıkla 600 bin dolar karşılığında tarihi eserleri satmayı kabul eden A.K. ve A.Ç. ile Çiğli İlçesinde buluştu. Değişim sırasında ekiplerin operasyon başlatması üzerine zanlılar, geldikleri otomobille kaçmak istedi. Başka bir otomobile çarparak maddi hasarlı kaza yapan A.Ç. ve A.K., yakalanarak gözaltına alındı.
Zanlılarla birlikte mermer heykel, çeşitli boylarda 21 testicik, 12 sikke, 3 kase, 6 kandil, biri altın 4 yüzük, insan yüzü süslemeli kap, orak ve çeşitli objeler ele geçirildi. İzmir Arkeoloji Müzesi'nde yapılan incelemede, bu eserlerin büyük bölümünün Roma ve Hellenistik döneme ait olduğu saptanırken mermer heykelin halen incelendiği bildirildi.
İfadelerinde, tarihi eserleri Afyonkarahisar'da yaptıkları kazılar sırasında bulduklarını ve iki aydır alıcı aradıklarını söylediği öğrenilen zanlılar, sorgularının ardından İzmir Adliyesi'ne sevk edildi. Nöbetçi mahkemeye çıkarılan zanlılar, tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Samanyolu Haber, 17.04.2010
|
 |
KULA TARİHİ ZAFER OKULU'NDA RESTORASYON BAŞLADI
Kula İlçesi'nde Rumlardan kalma tarihi Zafer Okulu'nda restorasyon ve kazı çalışmalarına başlandı.
15 Mart 2010 tarihinde binayı teslim alan müteahhit firmanın, 15 Mart 2011 tarihinde restorasyon çalışmalarını bitireceği belirtildi. 2011-2012 yılında Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi olarak eğitim ve öğretime açılacak binayla, Kula Belediye Başkanı Selim Aşkın açıklamada bulundu. Başkan Aşkın, daha önce kültür sarayı olarak hazırlanan projede plan değişikliği yapıldığını, restorasyon çalışmalarından sonra binanın Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi olarak kazandırmayı planladıklarını açıkladı. Binanın restorasyonu için 4 milyon TL harcanacağını kaydeden Başkan Aşkın, toplan 6 bin 412 metre kare alanda çalışmaları yapılacak okulda 8 adet derslik, 1 adet müzik salonu, 1 adet çok amaçlı salon, 1 adet resim salonu, 1 adet atölye, 1 adet rehberlik sınıfının yer alacağını söyledi.
Beyaz Gazete, 17.04.2010
|
MONET GİTTİ, DAMIEN HIRST GELDİ

Şubat ayında Monet, Picasso gibi 20. yüzyılın
ustalarını ağırlayan Portakal Sanat
ve Kültür Evi, bu kez de Andy Warhol'dan Damien
Hirst'e çağdaş sanatın dev isimlerini İstanbul'a
getirdi.
Son birkaç yıldır büyük
bir
hareketliliğe sahne olan Türk çağdaş sanat ortamına
boyut katacak bir sergi, pazartesi günü Portakal
Sanat ve Kültür Evinde Açılıyor. Dün ilk kez basın
açılışıyla tanıtımı yapılan ‘Warhol’dan Hirst’e
Dünya Sanatının Modern ve Çağdaş Ustaları’ adlı
sergi, belli ki söz konusu hareketliliğe gerek
içeriği gerekse sanat piyasasının dengeleri
açısından önemli bir katkı sunacak.

Şubat ayında Manet, Bonnard, Matisse, Picasso gibi
Batı sanatının önde gelen isimlerini İstanbul’a
getirerek sergileyen Portakal Sanat Evi, bir kez
daha ülkemizde yapılan sayılı sergilerden birini
gerçekleştiriyor. Sergide, çağdaş sanat literatürüne
bir ‘süper star’ olarak geçen Damien Hirst, tuval
üzerine attığı yarıkla tuval resmine
yepyeni
bir boyut kazandırmış Fontana, 80’li yıllarda
Amerika’da alternatif kültürün önde gelen
temsilcilerinden biri Keith Haring gibi farklı
bağlamlarda ve dönemlerde çalışmış dünya sanatının
önde gelen isimleri yer alıyor.
Gerçekleştirdiği sergilerle adeta bir müze işlevi
görüp, öncü bir rol üstleniyor Portakal Sanat ve
Kültür Evi. Bu sergi de hem Hockney, Man Ray, Warhol,
Arman gibi sanatçıların yapıtlarını daha önce
görmemiş sanat öğrencileri ve izleyiciler için hem
de çağdaş sanat koleksiyonu yapanlara
koleksiyonlarını güçlendirme fırsatı sunması
bakımından çok yönlü bir görev üstleniyor.
Hatta Türkiye’deki müzeler için de, koleksiyonlarını
dünya sanatına yön vermiş sanatçılarla
zenginleştirip ulusal kodlardan ve onun
sınırlarından uzaklaşmak için bir
fırsat
sunuyor sergi. Portakal Sanat ve Kültür Evi’nin
sergileme biçimindeki ve mekan kurgusundaki
tercihleri, yapıtlarla kurduğu ilişki, serginin her
açıdan büyük bir çalışmanın ürünü olduğunu da
gösteriyor.
Britanya sanatını değiştiren eser
Bu sergide görme şansı bulacağınız Damien Hirst’ün
2002 tarihli pembe ‘Kalp’i mesela... Bu resmin bir
benzeri, bu yazıyı yazarken gözüme ilişen
Saatchi’nin ‘100 - The Work That Changed British
Art’ (Britanya Sanatını Değiştiren 100 İş) kitabının
arka kapağında yer alıyor. Yani Portakal Sanat
Evi’nde 9 Mayıs tarihine kadar sürecek ‘Warhol’dan
Hirst’e Dünya Sanatının Modern ve Çağdaş Ustaları’
sergisinde göreceğiniz yapıtların, dünyanın önemli
sanat mekanlarında sergilenmiş önemli yapıtlar
olduğundan emin olabilirsiniz. Ayağımıza gelmişken,
kaçırmayın.
Radikal, Haber: Seda Yörüker, 17.04.2010
|
MET'İN PABLO PICASSO
HAZİNESİ
New York’taki ünlü
Metropolitan Sanat Müzesi (Met), bünyesindeki tüm
Pablo Picasso eserlerinin yer alacağı büyük
bir
Picasso sergisi açıyor.
Sotheby’s ve Christie’s müzayede evleri de
Picasso’nun erken devresine ait, uzun zamandır sanat
piyasasında olmayan iki eseriyle birlikte sergiye
destek veriyor. Picasso’nun 19 yaşındayken yaptığı
kendi portre çalışması ‘Yo’ dan 87 yaşında yaptığı
‘Standing Nude and Seated Musketeer’a kadar ressamın
tüm kariyerini kapsayan önemli eserlerinin
bulunacağı sergide toplam 34 tablo, 58 çizim,
12 heykel ve seramiğin dışında sanatçının 200’den
fazla eskizi sanatseverlerle buluşacak.
27
Nisan’da açılacak
sergide ocak ayından beri koruma altında bulunan
‘The Actor’ ve 1906’da resmedilen Gertrud Stein
portresi dikkat çekiyor. Sergide Picasso’nun
1961’den beri görücüye çıkmamış, 1932 tarihli ‘Nude,
Green Leaves and Bust’ (Çıplak, Yapraklar ve Büst)
adlı tablosu da yer alacak. Sanatçının başyapıtları
arasında sayılan tablo, 4 Mayıs’ta Christies
tarafından satılacak. Bu tablonun ‘Pipolu Çocuk’
tablosunun 104.17 milyon dolarlık rekorunu kırması
bekleniyor.
Radikal, 17.04.2010
|

Serginin başyapıtı, ‘Nude, Green Leaves and Bust’.
|
HASANKEYF'İN 9 KRİTERİ

Geçtiğimiz hafta
Hasankeyf'te, dünyanın dört bir yanından gelen bilim
insanları, bu köklü kenti ve Dicle nehrini kurtarmak
için bir araya geldi. Toplantıya katılan uzmanlar,
kurulması planlanan Ilısu Barajı nedeniyle sadece
Hasankeyf'in değil 400 kilometrelik bir alanın
etkileneceğini, havzada bulunan çok önemli endemik
bitkilerin ve hayvan türlerinin yok olacağını ifade
ettiler.
Aralarında UNESCO Dünya
Mirası Listesi organizasyonu çalışanlarının da yer
aldığı ekip, Hasankeyf'in dünyada en zengin doğal ve
kültürel mirasa sahip alanlarından biri olduğunu
belirtti. Dünya Mirası Listesi'ne girebilmek için 10
kriter var. Hindistan'daki Taç Mahal bir,
Kamboçya'daki Angkor Watt Tapınağı iki, Kapadokya
iki, Divriği Ulu Cami bir kriterle bu listede yer
alıyor. Oysa Hasankeyf dokuz kritere birden sahip.
Hasankeyf'te 10 -11 Nisan tarihlerinde yapılan ve
Doğa Derneği ile Hasankeyf Belediyesi'nin birlikte
düzenlediği, “Barajsız Hasankeyf'i Arama
Konferansı”na Türkiye'den ve dünyadan çok sayıda
akademisyen, sivil toplum gönüllüsü, politikacı
katıldı. Avusturya Viyana Üniversitesi'nden Dr. Rita
Pirpamer, Almanya Stuttgart Üniversitesi'nden Dr.
Anette Gangler, Londra Kolej Üniversitesi'nden Dr.
Cassidy Johnson, Kahire Monofia Üniversitesi'nden
Mısır Kültür Miras Uzmanı Mimar Dr. Alaa Elwi El-Habashi,
Afganistan Kültür Miras Uzmanı Mimar Dr. Wasay
Najimi gibi isimlerin konuşmacı olarak katıldığı
konferansta oldukça ilginç bildiriler sunuldu.
Doğa Derneği Başkanı Dr. Güven Eken, “Dicle Vadisi
ve Hasankeyf'in doğası”, Avukat Murat Cano, “Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi ve Hasankeyf”, Bat-Der
Başkanı Mehmet Emin Bulut, “Hasankeyf'te alternatif
Turizm”, Dr. Anette Gangler, “Kültür mirası ve
korumacı mimari” başlıklı konuşmalar yaptılar.
Dr. Güven Erken, Hasankeyf'i içine alan Dicle
Vadisi'nin UNESCO'nun on Dünya Mirası kriterinden
dokuzunu birden sağlayan tek yer olduğunu belirtti.
Türkiye'den Dünya Mirası Listesi'ne giren toplam
dokuz yer var. Dünyanın çeşitli ülkelerinden de bu
listeye giren çok önemli eserler, kentler ve doğal
miraslar bulunuyor. Fakat bunların hiçbiri 10
kriterden tamamına sahip değil. Mesela Çin Seddi
beş, Mısır Piramitleri üç, Hindistan'daki Taç Mahal
sadece bir, Amerika'daki Büyük Kanyon dört, Venedik
Şehri ve Lagünü beş kriterle Dünya Mirası Listesi'ne
girmeyi başardı. Türkiye'den ise Efes iki, Pamukkale
üç, Kapadokya iki, Dirviği Ulu Cami bir kriterle
insanlığın ortak miras alanına girdi.
Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan Mezopotamya,
yeryüzü uygarlığının beşiği olarak kabul ediliyor.
İnsanlar avcı ve toplayıcı düzenden yerleşik tarıma
Mezopotamya'da geçti. İlk evler, ilk köyler, ilk
kentler bu iki nehir arasında inşa edildi. Yazı
burada bulundu, matematik, tıp ve astronomi bu
havzada ortaya çıktı. İlk tartı ve ölçü aletleri
burada kullanıldı. Fakat, milyonlarca yıldır tahrip
edilmeden, habitatı bozulmadan süren bu yaşam, son
50 yıl içinde büyük bir yağmayla ve talanla yüz yüze
geldi. Fırat Nehri boyunca uzanan ırmak ve uçsuz
bucaksız vadideki ekosistem barajlarla yok oldu.
Geriye sadece Dicle kaldı.
Güneydoğu Anadolu'da yani Yukarı Mezopotamya
Havzası'ndaki son doğal nehir olan Dicle, sadece
insanlık değil doğa tarihi açısından da çok önemli.
Doğa Derneği'nin çok sayıda bilim insanıyla birlikte
yürüttüğü envanter çalışmalarına göre Dicle boyunca
birbirine bağlı beş Önemli Doğa Alanı (ÖDA)
uzanıyor: Bismil Ovası, Orta Dicle Vadisi, Küpeli
Dağı, Eruh Dağları, Cizre ve Silopi.
Dicle Vadisi, yüzlerce kilometre boyunca doğal gibi
akışını sürdürüyor ve bu yolculuk sırasında adalar,
kumullar, sarp ve yüksek kayalıklar, dar vadiler ve
sulakalanlar oluşturuyor. Bu nefes kesen peyzajın
dünyada başka bir benzeri bulunmuyor. Canlı türleri,
vadi Avrupa ve Asya arasındaki sınırda yer aldığı
için sıra dışı bir çeşitlilik gösteriyor. Dicle'nin
büyük bir kısmı canlı türleri açısından
araştırılmadığı için bölgedeki biyolojik
çeşitliliğin envanteri tam olarak bilinmiyor.
“Ilısu” baraj projesi, çevresel etkileri dahi
anlaşılmadan inşa edilmek isteniyor.
Eğer buraya planlandığı gibi bir baraj inşa edilirse
çok sayıda hayvan türü de yok olup gidecek. Bu
hayvan ve bitki türleri ise şunlar: Fırat
Kaplumbağası (Rafetus euphraticus), Kızıl akbaba (Gyps
fulvus), Çizgili sırtlan (Hyaena hyaena), Yeşil
arıkuşu (Merops percicus), Küçük kerkenez (Falco
naumanni), Alaca yalıçapkını (Ceryle rudis), Fırat
kavağı (Populus euphraticus).
Ilısu baraj projesinin Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ni
sular altında bırakacağı için bu Dünya Mirası'nı
tehdit ettiğini belirten Dr. Güven Eken, “Ilısu
baraj projesi gerekçesiyle bölgede son elli yıldır
hemen hiçbir kalkınma projesi gerçekleştirilmemiş,
tarihi eserler kaderine terk edilmiş, Hasankeyf
olağan üstü bir cazibe merkezi olmasına rağmen
burada hiçbir turizm altapısı yapılmamıştır. Sonuç
olarak, baraj nedeniyle bölge ekonomisi ciddi zarar
görmüştür” diyor. Eken, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'a yaptıkları çağrıyı yenileyerek Ilısu
Barajı'nın iptal edilmesi ve Hasankeyf'in UNESCO
Dünya Mirası listesine alınması için Başbakan'ın
gerekli gerekli girişimleri başlatmasını talep
ediyor. Ilısu Barajı inşa edildiği takdirde,
Hasankeyf ve dört yüz kilometrelik nehir ekosistemi
sular altında kalacak. Avrupa‘daki yatırım
bankaları, doğaya ve kültürel mirasa vereceği
zararlar nedeniyle 2009 yılında Ilısu baraj
projesinden geri dönüşsüz olarak çekilmişlerdi.
HASANKEYF'İN SAHİP
OLDUĞU KRİTERLER
+ Yaratıcı insan dehasının ürününü temsil etmesi.
+ Tarihin belli bir zamanını veya kültürel mekanını,
mimari veya teknolojinin gelişimini, anıtsal
sanatları, şehir veya peyzaj mimarisinin insani
değerler arasındaki etkileşimini göstermesi.
+ Kültürel geleneğin, yaşayan veya kayıp bir
uygarlığın eşi olmayan veya istisnai tanıklığını
içermesi.
+ İnsanlık tarihinin anlamını taşıyan veya temsil
eden bir yapı, mimari veya teknolojik topluluğun
seçkin örneği olması.
+ İnsan yerleşimine, toprak veya deniz kullanımına
ilişkin bir örnek sunması, özellikle bu örneğin geri
dönüşümü olmayan değişimlerin etkisiyle
dayanıklılığını yitirmemesi.
+ Üstün bir doğal mucize ya da istisnai doğal
güzellik ve estetik önem arz eden alanlar içermesi.
+ Dünya tarihinin hayatın varlığı, kara parçalarının
ya da önemli jeomorfik ve fizyografik detayların
oluşmasında süre gelen önemli jeolojik süreçlerin
önemli devrelerini temsil eden örneklerden olması.
+ Evrensel anlamda devam eden ekolojik veya
biyolojik gelişimin örneği olması, veya ekosistem,
kaynak su, karaya ait gelişim, hayvan ve bitkisel
topluluğun örneği olması.
+ Biyolojik çeşitliliğin yerinde korunması için
bilimsel olarak ve çevre korunması bağlamında
tartışılmaz evrensel öneme sahip tehlike altındaki
türler de dahil olmak üzere gerekli pek çok önemli
doğal habitata sahip olması.
Hürriyet Cumartesi, Haber: Ersin Kalkan, 17.04.2010
******
İNSANLIK MİRASI:
HASANKEYF
Soldan Sağa: Rita Pirpamer, Ömer Güzel, Murat Cano,
Dicle Tuba Kılıç, Wasay Najimi ve Recep Kavuş.
İnsanlık
tarihinin kitap sayfalarından hayata döküldüğü
topraklardayız. Burası
Hasankeyf.
Hani şu yerleşik yaşama ilk geçişin yaşandığı,
bilinen ilk okur- yazar topluluklara ev sahipliği
yapan, birçok medeniyetin beşiği, 10 bin yıllık
tarihin sahibi topraklar. Ancak
Dicle Nehri
ve Hasankeyf
uzun zamandır büyük bir tehlike altında:
Ilusu Barajı. Dicle Nehri’ne 25 baraj
yapılması planlanıyor. 10 bin yıllık tarih, endemik
bitki türlerinin, soyu tükenmekte olan hayvanların
yaşam alanları sular altında bırakılacak. Vadide
yaşayanların yerlerinden edilmesi de cabası…
Doğa Derneği
yıllardır buna dur demek için çalışıyor. Geçen hafta
Hasankeyf Belediyesi
ile ortaklaşa düzenledikleri
“Barajsız Hasankeyf Arama Konferansı”yla bu
çalışmaları daha somut hale getirmek için adım
attılar.
Biz de Doğa Derneği Yerel Ortaklıklar Koordinatörü
Dicle Tuba Kılıç, 15 yıldır Hasankeyf için
ulusal ve uluslararası alanlarda hukuki mücadele
yürüten Murat Cano,
Afganistan Kültür Miras Uzmanı
Mimar Dr. Wasay Najimi, Avusturya Viyana
Üniversitesi’nden
Dr. Rita Pirpamer,
Hasankeyf Girişimi’nden
Recep Kavuş ve Hasankeyfli
Ömer Güzel ile
konuştuk.
Adı, Dicle Tuba Kılıç.
Doğa Derneği Yerel Ortaklıklar Koordinatörü.
Hasankeyf’teki projeleri yürütüyor. İlk, Güneydoğu
Anadolu bölgesi kuş atlası hazırlamak için gönüllü
çalışırken yolu düşmüş Hasankeyf’e. Dicle akmış,
Kılıç yürümüş, iki ay boyunca sınıra kadar adım adım
Dicle’yi takip etmiş. Daha önce burada yaşadığı
bilinmeyen kuşları atlasa geçirmiş; kızıl akbaba,
yeşil arı kuşu... Aslında fizik mezunu, doktora
tezinin savunmasını dönünce yaparım diye geldiği
Dicle’ye takılıp kalmış. “Bir nehri doğduğu yerden
suların birleşip büyük bir göl oluşturduğu yere
kadar izlerken, yaşam da onunla birlikte büyüyor. O
zaman bir fizikçi olmaktansa bu nehrin korunması, bu
yaşamın devam etmesi için yaşamak istediğime karar
verdim. Dicle hayatımdaki en önemli alan, çünkü
hayatımı değiştirdi”. Ertesi yıl kuş atlasını
Türkiye’nin her yerinde hazırlamak için Doğa Derneği
için çalışmaya başlamış. Dicle Vadisi’nde baraj
çalışmaları hızlanınca, 2004’te dernek buradaki
probleme dahil olmaya karar vermiş. Niye mi? Yanıtı
Kılıç’tan: “Türkiye’de nesli tükenen canlı
türlerinin yüzde 90’ı sadece 305 alanda yaşıyor,
ülkenin dörtte biri kadar bir coğrafyaya
sıkışmışlar. Bu canlılar niye tükeniyor diye
baktığımızda, Türkiye’nin yanlış su politikalarını
görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin değiştirmesi
gereken en önemli politika, su politikaları”.
İşe de Türkiye’nin en büyük baraj projesinden,
Ilısu’dan başlamışlar. “Ilısu Barajı” diyor Kılıç,
“Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) yapılmadan
ihaleye verilmişti, ÇED yapılsaydı, buraya zaten
baraj yapılamazdı. Bunu göstermeye çalıştık. Bugüne
kadar yapılan bilimsel çalışmaları bir araya getirip
Türkçe-İngilizce olarak ilgili kurumlara sunduk.
Kampanya başlattık”. Her yolla, kitapla, belgeselle,
fotoğrafla insanlara “enerji için baraj şart”
söyleminin yalan olduğunu göstermeye çalışıyorlar.
Hasankeyf’in sesini uluslararası arenada da
duyuruyorlar. Doğa Derneği, bu dayanışmayı resmi bir
koalisyona dönüştürmek istiyor.
Peki nasıl bir Hasankeyf hayal ediyorlar? Barajsız
Hasankeyf Arama Konferansı’nın bunun yanıtı için
kilit bir etkinlik olduğunu düşünüyor Kılıç. Baraja
yapılacak yatırımın çok azıyla düzgün bir planlama
ve halka yararlı bir proje yapılabileceğini
söylüyor. Yeter ki, Hasankeyf’in kurtarılacağına
karar verilsin önce. Bunları söyleyebilmek için
barajı yapmak isteyen, kredi veren kurumlarla, Çevre
ve Orman Bakanlığı, Devlet Su İşleriyle görüşmeye
çalışıyorlar, ama… Onun hayalindeki Hasankeyf’e
gelince… İnsanların terk etmek zorunda kalmadan
yaşayabildiği bir yer istiyor. “Mağaralardan evlere
derme çatma bir şekilde taşındıklarından özellikle
kadınların yaşamları çok zor, o nedenle şehre gitmek
istiyorlar. Barajsız Hasankeyf arama konferansının
ilk adımı yaşam dokusunu öldürmeden,
Hasankeyflilerin hak ettikleri yaşam koşullarını
sağlamak” diyor. Planlar arasında, turizm
potansiyelinin kullanılabilir hale getirilmesi de
var. Sonrası, üzüm bağları, nar bahçeleri,
koyunculuk… Bunların hayal olarak kalmayacağından
emin Kılıç, burayı yok etmek için kredi veren
ülkelerin projeden vazgeçmesini de kanıt olarak
gösteriyor. Şimdi sırada Türkiye’deki bankaları
vazgeçirmek var. “Türkiye’de de eninde sonunda
doğaya atılan bu düğüm ilmek ilmek çözülecek. Belki
biz göremeyebiliriz hayalimizdeki Hasankeyf’i ancak
bunun bir parçası olmak önemli” diyor. Kim bilir,
yeterince ses çıkarabilirsek, belki bir dahaki
sefere bu fotoğrafa baraj tehlikesinden kurtulmuş,
daha huzurlu bir Hasankeyf fon oluşturur…
Ömer Güzel / Burada
ölmek istiyorum
Doğma büyüme Hasankeyfli Ömer Güzel. 34 yaşında ama
Hasankeyf’in 10 bin yıllık tarihi kadar eski
hissediyor kendini burada, onun suyuyla, toprağıyla
besleniyor. İki çocuğu var, onlar da onun gibi
hissetsin istiyor, ama… Cümleyi tamamlamak için bir
es verip yutkunuyor; “ama bizi buralardan sürüp,
Hasankeyf’i yıkacaklar”.
Hasankeyf’te hayatta kalmak kolay değil, iş yok,
yoksulluk, yoksunluk ağır. Bir de 50 yıldır baraj
yapılacak diye çektikleri var ki, o hepsinden beter,
bunu biz değil Güzel söylüyor:
“En önemli sorunumuz baraj. Burası sit alanı olduğu
için tek bir çivi çakmamıza izin vermiyorlar, ama
baraj yapacaklar! Hasankeyf’in yüzde 60’ı göç etmek
zorunda kaldı. Dışarıdan gelenler de burada
yerleşemiyorlar, ev yok çünkü”.
Tarım arazileri yok, hayvancılık yapmak için
imkanları da. Sofralarına koyduklarını bahçelerinden
çıkarıyor Hasankeyfliler, o da birkaç dönümlük bir
araziden. Rast geldiğinde balıkçılık da ekleniyor
geçim kaynaklarına. Ama Hasankeyf’te yaşam asıl
gençlerin omzunda, Marmaris, Bodrum, Datça gibi
yazlık yerlerde çalışıp ailelerine para yolluyorlar.
Ha, bir de Dicle vadisine kurulan çardaklardaki
lokantalardan kazandıkları var. Oysa, Dicle turizmin
her türlüsünü yapma imkanı sunuyor insanlara; doğa
turları, kültürel geziler, din turizmi… Yurtiçinden
ve yurtdışından her yıl bir milyon insan dokunuyor
Hasankeyf’in taşlarına. Ancak yeterli altyapı yok.
Güzel’e göre turizm Hasankeyf’in yoksulluğunda bir
çıkış kapısı aralayabilir. Hasankeyf’e dair gelişen
duyarlılıktan memnun, yalnız olmadığını biliyor,
“Farklı yerlerden gelip Hasankeyf için mücadele
vermeleri beni çok sevindiriyor. Bu konferans,
yurtdışından gelen arkadaşlara Hasankeyf’i daha iyi
tanıttığı için önemli. Böylece onu UNESCO’ya dahil
etmek için yardımcı olurlar” diyor. Gelecek için
umutlu, ama korkmuyor da değil. Bu kadar kontrol
altına alınmış, korunmuş yerleri neden yıkmak
istediklerini düşününce kafası karışıyor. Prof.Dr.
Zeynep Ahunbay ve Doğa Derneği Bilim Koordinatörü
Dr. Özge Balkız tarafından yapılan araştırmayla,
Hasankeyf’in UNESCO’ya giren pek çok ülkedeki
kültürel ve doğal miraslardan daha fazla kriter
taşıdığını öğrendiğinden beri de ipin ucunu kaçırdı…
Projeyi hazırlayanlar ve destek verenler adına da o
utanıyor, “15 bin yıllık bir tarihin, sadece 50
yıllık ömrü olacak bir baraj için yıkılmasını
istemiyoruz. Gelecekte bizim için, 15 bin yıllık
tarih, sürüklene sürüklene geldi, 2010 yılındaki
insanlar bunları sattı, o kadar cahil insanlar
demesinler” diyor. İşte bunun için Hasankeyf’ten
gitmeyecek Güzel, “burada doğdum, burada büyüdüm,
burada bitsin istiyorum” diyor, “Atalarım burada,
atalarımın mezarları burada. Hasankeyf su altında
kaldığında mezarlarımız da su altında kalacak. Biz,
Dicle vadisinde yıllardır yaşıyoruz, durgun suda
yaşayamayız ki”…
Rita Pirpamer /
Hasankeyf bizim de!
Sadece Türkiye için değil, insanlık tarihi için de
önemli bir yere sahip Hasankeyf. Yurtdışındaki
kampanyalarla Hasankeyf’e bunca sahip çıkılması
bundan. Hasankeyf’i yok etmek, insanlık tarihindeki
önemli bir halkayı silmek demek… Bu, Afganistan
Kültür Miras Uzmanı Mimar Dr. Wasay Najimi’nin
Hasankeyf’e ilk gelişi. O, şimdi Afganistan’da
Taliban döneminde yoğun tahribe uğrayan kültürel
mirası onarmak için çalışırken Türkiye’nin de aynı
hatayı yapmasını istemiyor. Türkiye ve Afganistan
arasında doğaya yapılan uygulamalar açısından
gördüğü benzerlik mi? “Kamuoyunun farkındalık sorunu
iki tarafta da görünüyor. Savaşın getirdiği erişim,
akışkanlık sıkıntıları, insanların rahatça buralara
gidememesi iki tarafta da göze çarpıyor”.
Viyana Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Rita
Pirpamer’in kilometrelerce uzaktaki bu şehre yolu
ilk 2009’da düşmüş. O zamandan beri de Hasankeyf
gittiği mekanlar arasında özel bir yere sahip.
“Şimdiye kadar pek çok nehir gördüm, ancak bir
vadinin, nehirle bu kadar güzel bir araya geldiği
başka yer görmedim” diyor. Konferansta geçen yıl
öğrencileriyle yaptığı atölyede ürettikleri mimari
çözümleri paylaşıyor. “Buradaki çalışma sadece bir
mimari çalışma olmadı. Gördüklerimizle,
duyduklarımızla hatta kokladıklarımızla burası
olduk. Burayı çok iyi öğrendik, şimdi buraya yardım
getirme çalışmalarına ön ayak oluyoruz” diyor.
Murat Cano / Anadolu
çocuklarımıza da kalsın
Tam 15 yıldır Hasankeyf için ulusal ve uluslararası
alanlarda hukuk mücadelesi veriyor Murat Cano.
Sadece Hasankeyf mi? Munzur, Fırtına Vadisi, Çoruh
Kanyonu… Biliyor ki, su insan, hayat demek. “Dünya
Barajlar Komisyonu Türkiye raportörlüğü yaptım.
Dolayısıyla suyla yanlış oynandığında neye yol
açtığını öğrendim” diyor, “Bir zamanlar su zengini
olan İspanya, neden kuraklık yaşıyor, Fransa’dan su
dileniyor? Türkiye’de bir ikisi dışında bozulmayan
havza yok. İnsan öğrendikçe, bildikçe seyredemiyor.
Anadolu çocuklarıma da kalsın istiyorum”.
Sit alanı olan Hasankeyf’e baraj yapma projesinin
koruma mevzuatlarını hiçe saydığını söylemeye gerek
yok. Tarafı olunan Birleşmiş Milletler, Avrupa
Konseyi, UNESCO’nun sit alanlarının korunması
sözleşmelerini ihlal ettiğini de. Ilısu Barajı’yla
ilgili açtığı iki dava bulunuyor Cano’nun. Biri
Diyarbakır İdari Mahkemesi’nde. Gerisi ondan:
“97’deki Erbakan hükümeti döneminde bir kontrat
imzalandı İtalya, İngiltere gibi ülkelerden
şirketlerle. Ben de hem Bakanlar Kurulu’nun
kararıyla yapılması planlanan barajın hem de
kontratın iptali için Başbakanlığa, Enerji
Bakanlığı’na ve bu şirketlere karşı dava açtım.
Mahkeme keşif kararı verdi, ancak yıllardır keşif
yapacak heyet belirlenmedi, bekliyoruz”.
AİHM’deki davada ise, barajın yaşama hakkını ihlal
ettiğini ileri sürdü Cano, “Yaşama hakkını kuşla,
balıkla, açık havada yaşamak, kültürel değerleriyle
var olmak, bunları sonraki kuşaklara aktarabilmek
olarak ifade ediyorum. AİHM sözleşmesinde kültürel
mirası korumak için başlı başına bir hüküm yok. Bu
davayla AİHM temel bir eksiğini mahkeme kararıyla
ispatlamış, kültürel miras da insan hakları arasına
girmiş olacak. Bu davanın böyle bir tarihsel rolü
var” diyor.
AİHM davayı kabul etti, hem de öncelikli dava saydı.
Hatta çok değil daha geçen hafta AİHM tedbir
konusunda olağanüstü toplanmaya çağrıldı, şimdi
heyecanla sonucu bekliyor Cano.
Recep Kavuş / Yasal
mücadele veriyoruz
Batman’da sivil toplum kuruluşlarını bir çatı
altında toplayan bir kurum, Hasankeyf’i Yaşatma
Girişimi. Her alandan, düşünceden 70 kurumu
barındırıyor. Recep Kavuş da girişimden, Batmanlı.
O, anlatıyor…
Girişim öncelikle bilinçlendirmek için çalışıyor.
Hasankeyf’in tanıtımını sağlıyor. Baraja karşı yasal
mücadele veriyor. “Bir an önce mevcut inşaatın
durdurulması için kampanyalar yapıyoruz. Barajın
yapılması için kurulan iki konsorsiyum dağıldı şu
ana kadar, şimdi üçüncü konsorsiyum devrede. Ona
yönelik bankalarla ilgili kampanyalarımız var.
Baraja karşı çaba sarf edenleri, mücadele edenleri
terörize etmeye çalışıyorlar. Veysel Eroğlu, barajı
istemeyenlerin vatan haini olduğunu söylüyor. Bizi
bu çalışmaya iten temel sebep, tüm insanlığın kültür
mirası olan bir tarihin söz konusu olması. Dünyanın
eko sistemini etkileyecek bir vadinin yok edilmesi.
Hasankeyf bir semboldür. Biz de insanlığı sonuna
kadar savunacağız.”
Cumhuriyet Dergi, Yazı:
Esra Açıkgöz, Fotoğraf: Yücel Sönmez, 18.04.2010
******
HASANKEYF'İN KEYFİ
KAÇMASIN
Etkileyici güzelliği
UNESCO tarafından tescillenen Hasankeyf, Doğu ve
Batı medeniyetinin önemli bir merkezi olmasının
yanında tarihi ve doğal güzellikleriyle de zengin
bir hazine. Sahip olduğu potansiyelse 50 yıllık
baraj projesi nedeniyle ortaya çıkarılamıyor.
Birleşmiş Milletler'in
eğitim, bilim ve kültür kurumu UNESCO'nun, dünyanın
korunması gereken kültürel miraslarını belirlemek
için kullandığı 10 kriter var; yaratıcı insan
dehasını temsil etmesi, yaşayan ya da kayıp bir
uygarlığın eşi bulunmayan tanıklığını içermesi,
istisnai bir doğal güzelliğe sahip olması, insanlık
tarihinin anlamını temsil eden mimari yapılar
barındırması gibi... Örnek vermek gerekirse Çin
Seddi bu kriterlerden beşini, Mısır Piramitleri
üçünü, Amazon ikisini sağlıyor. Dünyada bu
kriterlerden en fazlasını sağlayan yerse, dokuz
kriterle Hasankeyf. Fakat hükümetin resmi başvurusu
olmadığı için fazlasıyla hakettiği söz konusu
listede yer almıyor.
Batman'a yarım saat mesafedeki, tarihi 12 bin yıl
öncesine dayanan Hasankeyf, Doğu'yla Batı'yı
birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde
bulunduğu için 20'ye yakın ülkenin, imparatorluğun,
kültürün önemli merkezlerinden olmuş. Tarımın ve
yazının ilk ortaya çıktığı yerlerden biri... Dicle
Nehri'nin kıyısında kurulmuş Hasankeyf, tarihi
kalesi, günümüze ayakları kalmış 900 yıllık köprüsü,
her yerde karşınıza çıkan mağaraları, camileri,
kiliseleri, tarihi evleriyle etkileyici bir
manzaraya sahip.
İstanbul'daki Alman Arkeoloji Enstitü'süne göre
kazılması gereken yerlerin yalnızca yüzde 5'i
kazılmış. Yani tarihin henüz görmediğimiz büyük bir
kısmı toprak altında yatıyor. Benzer biçimde
turistik potansiyelinin de çok az bir kısmı
kullanılıyor. Restorasyon çalışmaları neredeyse yok
ve bütün tarihi yapılar kaderlerine terk edilmişler.
Bir - iki mağara turistik restoran ve çay bahçesi
olarak kullanılıyor. Merdivenlerle çıkılan katlara
ayrılmış mağaralar bir şeyler yiyip içip sohbet
etmek için hoş bir atmosfer sunuyor. Eğer yazın
gidiyorsanız, geceyi ırmağın üstüne kurulmuş
taraçalarda, hemen yanı başınızda su akarken
geçirmek ilginç bir deneyim olabilir. Biz geçen
hafta gittiğimizde bu tür bir manzarayla
karşılaşmadık ama sıcak yaz günlerinde bu keyfi
yaşayan çokmuş. Bu eski şehrin tarihi ya da doğal
güzellikleri hakkında bilgi almak istediğinizde
işiniz çok kolay. Hasankeyf'e adım attığınızda hemen
fark edeceğiniz gibi, etraf sorularınızı cevaplamak
için can atan rehber çocuklarla dolu. Elbette büyük
bir kısmı amatör ama içlerinde Kaymakamlığın
rehberlik kurslarına giden de var. Konaklamak için
seçenekler çok kısıtlı. Yıpranmışlığından dolayı pek
tavsiye etmeyeceğimiz tek motelinde ya da öğretmen
evinde kalabilirsiniz. En uygunuysa yarım saatlik
mesafedeki Batman'ın otellerinde kalmak.
Hasankeyf'in
'Garipliğinin' 5 Yıllık Nedeni
'Bu kadar önemli bir yerde kalacak bir otel nasıl
olmaz' diyerek durumu garipseyebilirsiniz. Fakat
aslında garipsenecek başka şeyler de var. Buranın
arkeolojik ve turistik potansiyelinin ortaya
çıkmamasının nedeni, geçmişi bundan 50 yıl geriye
uzanan bir proje; Ilısu Barajı. GAP'ın parçası
olarak düşünülen barajın Hasankeyf'e 40 kilometrelik
mesafede kurulması planlanıyor. Bu kadar mesafeye
karşın Hasankeyf'in sular altında kalacak olması
barajın büyüklüğü hakkında yeterince fikir
veriyordur sanırım. 135 metre yüksekliğinde ve 1.820
metre uzunluğundaki devasa baraj, en az 2 milyar
dolara mal olacak. Tamamlandığındaysa Türkiye'nin
enerji ihtiyacının yüzde 1'ini karşılayacak. Geçen
hafta Doğa Derneği'nin yerel belediyeyle düzenlediği
Uluslararası Barajsız Hasankeyf'i Arama
Konferansı'nda bu durum tartışıldı. Kısaca
özetlersek hükümetin öne çıkan iki argümanı var:
Barajla birlikte bölge halkı yoksulluktan kurtulacak
ve tarih zarar görmeyecek, tarihi eserler arkeoloji
parkına taşınacak. Barajı istemeyenler içinse bu
gerekçeler ve vaatler ikna edici değil. Daha önce
GAP kapsamında yapılan büyük barajlar bölge halkına
zenginlik getirmedi, aksine çevre olumsuz
etkilendiği için daha çok yoksullaşma ve göç
yaşandı. Barajın yapımıyla birlikte durgunlaşıp göle
dönüşen suyun ve çevresinin karakteri değişeceği
için, dünyada yalnızca burada görülen hayvanlar ve
bitkilerin soyu tükenecek. Zengin turizm potansiyeli
tamamen kaybolacak. Barajın en çok, yüksek karlar
kazanacak inşaat şirketlerinin işine yarayacağını
söyleyen Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, tarihin
zarar görmeyeceği iddiasını, bazı eserlerin
arkeoloji parkına taşınacağını hatırlattığımızda
gülümsüyor; 'Bu İstanbul'u sular altında bırakmak ve
daha sonra Süleymaniye'yi taşıyarak kenti
kurtardığını iddia etmek gibi bir şey.'
Akşam, Yazı: Eyüp
Tatlıpınar, 19.04.2010
******
ILISU BARAJ GÖLÜ ALTINDA
KALACAK ESERLERİN KURTARILMASI
Diyarbakır'ın Bismil
İlçesi'nde Ilısu Baraj Gölü altında kalacak
yerlerdeki kazıların bu yılki bölümüne başlandığı
bildirildi.
Diyarbakır Müzesi Müdürü Nevin Soyukaya, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Ilısu Baraj Gölü
altında kalacak eserlerin kurtarılması için 2000
yılının temmuz ayında başlayan ve süren kazı
çalışmalarının bu yılki kısmına başlandığını
söyledi.
Diyarbakır Müzesi başkanlığında, ABD'li Timothy
Mathney'in danışmanlığındaki ekip ile Ziyarettepe
kazısının başladığını ifade eden Soyukaya, bu yıl
Ziyarettepe kazı çalışmasının yanı sıra kazıdan
çıkan eserlerin konservasyon çalışmasının da
yapılacağını bildirdi.
Soyukaya, çalışmaların, kazı süresince kazı evindeki
laboratuvarda süreceğini, daha sonra bugüne kadar
söz konusu kazıdan çıkarılan eserlerin konservasyon,
bakım ve restorasyonuna Diyarbakır Müzesi'nde devam
edileceğini ifade etti.
Bu kazının Haziran başına kadar süreceğini anlatan
Soyukaya, şöyle konuştu:
'Ziyarettepe çok önemli bir höyük. Kalkolotik
dönemden itibaren aralıksız yerleşim görmüş. En son
üst katmanda, Osmanlı da var. Yakın dönem, 19.
yüzyılda 'koçer' dediğimiz göçebe yerleşimi dahi
var. En üst katmanda göçebe çadırlarına ait kısa
süreli yerleşim izleri tespit edilmişti. Ama yoğun
olarak, hem yukarı şehirde, hemde aşağı şehirde yeni
Asur yerleşimi var. Ziyarettepe'nin yeni Asur'un
sınır başkenti, garnizon başkenti olduğu iddia
edilir. Buna dönük elde edilen veriler de giderek bu
iddiayı güçlendiriyor. Geçen yıl gerçekleştirilen
kazıların bu yıl da yapılması talep edildi. İzinleri
alındıktan sonra geçen diğer kazılara da başlanacak.
Bu yıl ayrıca bir yüzey araştırmamız olacak. Bölgede
kazı yapılan höyüklerin çevresini kapsayan bir
arkeolojik bir çalışma planlıyoruz.'
haberler.com, 22.04.2010
******
HASANKEYF, KEYFİNE
BAKSIN

Yarım asırdır devam eden
ve artık bir yılan hikayesine dönen Ilısu Barajı,
Hasankeyf'in de Hasankeyflinin de belini bükmüş
durumda. Baraj inşa edilecek diye antik kente hiçbir
yatırım yapılmamış. Ancak bu yıl Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın projesiyle bazı eserler onarılmaya
başlandı.
Sarp dağların arasından
kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz tıpkı Dicle gibi...
Baharın bereketi, rengarenk çiçekler her yeri
kaplamış. Dicle'nin kenarlarından su içen yabani
atlar bir rüya sanki. Tarihi kentten önce bizi hala
zirvelerinde karları erimemiş Raman Dağı karşılıyor.
Nihayet, binlerce yıla inat ayakta duran antik kent,
tarihi mirasımız 'Hasankeyf' ile karşılaşıyoruz.
Tıpkı bir zaman
tünelindeymişiz gibi başlıyor Hasankeyf'in dar
sokaklarına olan yolculuğumuz. Her gelen ziyaretçi
gibi soluğu önce Hasankeyf Kalesi'nde alıyoruz.
Rehber çocuklar eşliğinde kısa bir şehir turu
gerçekleştiriyoruz. Çocuklar, aralıksız anlatıyor.
İşte onlardan biri: "Kaledeki eski şehre yerleşenler
camlarını maviye boyuyormuş. Çünkü o zamanlar kentte
çok fazla akrep varmış. Akrepler renk körü
olduğundan maviyi kırmızı zannediyor. Kırmızı da
ateşin simgesi..." Hikayeler, efsaneler anlat anlat
bitmiyor...
Hasankeyf 1. derece
tarihi sit alanı. Yarım asırdır devam eden ve artık
bir yılan hikayesine dönen Ilısu Barajı,
Hasankeyf'in de Hasankeyflinin de belini bükmüş
durumda. Baraj yapılacak diye antik kente hiçbir
yatırım yapılmıyor. Evler yenilenemiyor, restorasyon
yapılmıyor. Hasankeyf'te konaklamak isteyenler için
küçük de olsa bir otel var, ancak genellikle
insanlar kente 30 dakika mesafedeki Batman'da
kalmayı tercih ediyor.
Artuklu, Eyyübi,
Akkoyunlu, Osmanlı dönemlerinden eserler yer alıyor
kentin dört bir yanında. Eserlerin kimi
bakımsızlıktan yok olmuş, kimiyse yok olmak üzere.
Bu yıl ilk kez Kültür Bakanlığı'nın projesiyle bazı
eserler onarılmaya başlanmış. Eserlerin sular
altında kalıp kalmayacağı hala netlik kazanmasa da,
mirasın en azından şimdilik onarılması olumlu bir
gelişme.
Hasankeyf Kalesi'nden
eşsiz manzarayı seyrederken Dicle'nin kuzeyindeki
Zeynel Bey Türbesi'nin etrafındaki iskele
dikkatimizi çekiyor. Soluğu türbenin yanında
alıyoruz. Kültür Bakanlığı'nın ihalesini kazanan ve
restorasyon faaliyetlerini yürüten şirket yoğun bir
çalışma içinde. Şirket yetkilileri konuşmuyor ama
ustalardan biri şu yorumu yapıyor: "Buraya
Batman'dan çalışmaya geldim. Bu eseri tamir
ediyoruz. 'Yap ' dediler, yapıyoruz. Hasankeyf sular
altında kalacakmış. Neden yapıyoruz bunu pek de
anlamıyorum." Başka bir işçi de, Hasankeyf'in sular
altında kalmasını istemediğini söylüyor. Çalışmaları
sürdüren bir uzmansa, şehir sular altında kalsa da
kalmasa da bu eserlerin her an yıkılma tehlikesiyle
karşı karşıya olduğunu ve güçlendirme çalışmasının
yapılmasının çok doğru bir adım olduğunu belirtiyor.
Çarşıda, sokakta
gördüğümüz insanlara, çocuklara, hatta akli dengesi
yerinde olmayan Hüseyin'e dahi Hasankeyf'in sular
altında kalması hakkında ne düşündüğünü soruyoruz.
Feyzullah Şeker'in, Dicle'nin kuzey kenarında büyük
bahçeli bir evi var. Şeker, hayvanları için küçük
bir kulübe bile yapamadığından, Ilısu Barajı
söylentilerinin hayatlarını çekilmez bir hale
getirdiğinden dert yanıyor: "Yeni Hasankeyf'e çok
katlı evler yapacaklarmış. Bana sordular 'İster
misin?' diye. 'Ben öyle evi ne yapayım?' dedim.
Buradan gitmeyi istemiyorum. Bahçedeki bu ağaçlar
suya gömülecek, (evinin hemen yanındaki hamamı ve
Zeynel Bey Türbesi'ni göstererek) bu eserler yok
olacak. Devlet isterse kellemizi keser ama bunlara
yazık değil mi?" diyor. Hasankeyf'te 'köyün delisi
diye bilinen' akli dengesi yerinde olmayan Hüseyin
bile barajla ilgili soruyu ciddiye almıyor.
Güneş yavaş yavaş Raman
Dağı'nın arkasından batarken, Hasankeyf altın
rengine dönüyor. Gökyüzünde ona eşlik eden gökkuşağı
şans diler gibi. Ne Haçlı Seferleri, ne Moğolların
saldırıları, ne de Timur Anadolu'yu, Hasankeyf'i yok
edemezken, bugün yalnızlık mı, baraj sularının
altında kalacağını bilmenin acısı mı bilinmez bir
keyifsizliği var tarihi şehrin
Zaman Cuma, Haber:
Kürşat Bayhan, 23.04.2010
|
 |
NATIONAL GALLERY'DE SAHTE TABLO ŞOKU
İngiltere'nin başkenti Londra'daki 'National Gallery'de sergilenen, 15'inci yüzyılda İtalyan ressam Francesco Francia tarafından çizildiği sanılan 'The Virgin and Child with an Angel' adlı tablonun sahte olduğu ortaya çıktı.
National Gallery yetkilileri, Francesco Francia'nın 15'inci yüzyılda çizildiği sanılan ünlü tablosu 'The Virgin and Child with an Angel'ın, yapılan rutin bilimsel testler sırasında sahte olduğunun ve 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında çizildiğinin anlaşıldığını açıkladı.
Uzmanlar, tablonun yüzeyinde yaptıkları incelemelerde, o yüzyılda mevcut olmayan 'grafit kalem' ile çizildiğini ve Francia'nın gerçek tablolarından biri olmadığını belirtiyorlar.
Başkent Londra'da 1824 yılında kurulan, 2 bin 300'den fazla parçanın olduğu koleksiyona sahip müze. Binası Trafalgar Meydanı'nda bulunmaktadır. Müze, on üçüncü yüzyıl yirminci yüzyıl aralığında pek çok tabloya sahip. Koleksiyonun sahibi, Birleşik Krallık halkıdır ve giriş serbesttir.
Cnn Türk, Haber: Aynur Tattersall, 17.04.2010
|
MALATYA'NIN TARİH
ENVANTERİ ÇIKARILACAK

Tarih
boyuncu farklı medeniyetlere merkez olan, İpek
Yolu ve Kral
Yolu'nun uzantılarının geçiş güzergahında yer alan
Malatya'nın kültürel zenginliklerinin envanteri
çıkarılıyor. Kente tescilli 221, tescil edilmeyi
bekleyen 112 kültürel varlık tespit edildi.
Malatya Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Ziya Kılınç,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Malatya'da 1970
yılına kadar Ankara'dan gelen Anıtlar Yüksek Kurulu
ekibinin, Adana Koruma Bölge Kurulu'nun ve
1970'lerden sonra da Malatya Arkeoloji Müzesinin
yaptığı çalışmalar sonucu 221 kültür varlığının
bulunduğunun tespit edildiğini söyledi.
Malatya'daki kültür varlıklarının han, hamam, höyük,
tümülüs, mezarlık kilise kalıntısı gibi yapılar
olduğunu ifade eden Kılınç, 4 aydır yeni bir
çalışmaya başladıklarını, Malatya'daki taşınmaz
kültür varlıklarının envanterini çıkardıklarını dile
getirdi.
Kılınç, şu bilgiyi verdi: ''İlk envanter çalışmasına
Pütürge İlçesinden başladık. Doğanyol'da, Kale'de,
Arapgir'de, Arguvan'da, Kuluncak'ta, Hekimhan'da,
merkez ve Akçadağ'daki çalışmalarımız tamamlandı. Şu
anda Doğanşehir'deki çalışmalar devam ediyor.
Doğanşehir ve Darende'den sonra envanter çalışması
tamamlanmış olacak.''
Envanter çalışmasının tamamlanmasının ardından
dokümanları CD'ye aktaracaklarını belirten Kılınç,
daha sonra birkaç cilt kitapla kültür varlıklarını
tanıtacaklarını, aynı zamanda internet ortamında da
yayınlayacaklarını aktardı.
Kılınç, şu bilgiyi verdi: ''Kültür envanteri
çalışması ile Malatya'da geçmişten günümüze,
neolitik dönemden bugüne bütün yerleşim yerlerini,
insanlar tarafından kullanılan bütün taşınmaz kültür
varlıklarını tespit ettiğimiz bir kültür
envanterimiz olacak. Bu kültür envanteri ile
Malatya'da bilinmeyen, tespit edilmeyen eser
kalmayacak.''
Envanter taraması yaptıkları ilçelerde kaymakamlarda
toplantı yaptıklarına değinen Kılınç, şunları
belirtti: ''Var olan kültür varlığını
değerlendiriyoruz. Çalışmalar tamamlandığında
Malatya'ya bir kültür arşivi kazandırmış olacağız.
Elimizde herkesin ulaşabileceği bir kaynak olacak.
Gerçekten Malatya önemli bir merkez. Bir geçiş
güzergahı, İpek Yolu'nun ve Kral Yolu'nun
uzantılarının geçtiği bir geçiş güzergahı. Bugün
olduğu gibi geçmişte de bir köprü konumundaydı.''
Envanter çalışmasının bittiği ilçelerde yaklaşık 112
eser daha tespit ettiklerini ifade eden Kılınç,
bunların tescili için Sivas Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu'na başvurduklarını aktardı.
Kılınç, ''Envanterlerle ilgili baskısını yapacağımız
kitaplar Türkçe ve İngilizce olacak. Eserlerin
uydudan koordinatları da kitaplarda yer alacak, 25
binlik haritada görüntüleri olacak'' dedi.
Arazi çalışması bittikten sonra bir iki ay da kitap
haline dönüştürülmesinin, CD'lere aktarılmasının
süreceğini anlatan Kılınç, gelecek ağustos ayının
sonlarına doğru çalışmanın tamamlanacağını sözlerine
ekledi.
Internet Haber,
17.04.2010
|
CHP'DEN ÖNERGE: ANTİK
KENTİN YANINDA FABRİKA OLUR MU?
CHP
İzmir
Milletvekili
Selçuk Ayhan,
Kültür ve Turizm
Bakanı
Ertuğrul Günay’a
"Tarihi alanların ve antik kentlerin yanı başlarında
maden ocağı, taş ocağı veya çimento fabrikalarına
izin verilmesi, Bakanlığınızın tarih, kültür ve
tabiat varlıklarına bakışının ve yaklaşımının bir
sonucu mudur?" diye sordu.
Ayhan Meclis Başkanlığı’na sunduğu yazılı soru
önergesinde 10 Nisan’da
Antalya’da
düzenlenen "Garanti Anadolu Sohbetleri"nde konuşan
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yerel
yönetimlerin kendilerine verilen imar planlaması
yetkisini kötü kullandıklarına dikkat çektiğini ve
Türk turizminin önündeki en büyük engelin, çarpık
şehirleşme, rant ve aç gözlü yerleşim anlayışı
olduğunu söylediğini hatırlattı. Ayhan "Turizm
haftasını kutlayacağımız bugünlerde Sayın Bakan
tarafından yapılmış olan değerlendirme; turizm ve
çevre konularında çalışmalar yürüten kimi
çevrelerce, samimiyetten uzak ve kamuoyuna hoş
görünmek adına yapılmış manevralar olarak
değerlendirilmektedir. Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığınca verilen yaklaşık 43 bin maden arama
ruhsatının önemli bölümünün, turizm bölgelerine
yakın alanlarda yada turizm potansiyeli bulunan
bölgelerde yer alması, orman alanlarının yüzde
30’unda turizm amaçlı yapılaşmaya açılmasına olanak
sağlayan Turizm Teşvik Yasasının bizzat Bakanlık
tarafınızdan desteklenmesi, Kültür ve Turizm
Bakanlığınca yapılan kimi ÇDP ve İmar Planlarının
’kamu yararı bulunmadığı’ gerekçesiyle bağımsız
mahkemeler tarafından iptal edilmesi tarihi,
kültürel ve doğal varlıklarımızın tahribatına neden
uygulamalara birkaç örnek olarak karşımızda
durmaktadır. Söz konusu, uygulamaların tamamı Sayın
Bakanın açıklamalarının aksine, AKP hükümetince ve
merkezi idarelerce gerçekleştirilmiştir" dedi. Ayhan
Kültür ve Turizm Bakanı Günay’a şu soruları
yöneltti:
"Bakanlığınız tarafından onaylanmış, ancak ‘kamu
yararı bulunmadığı’ gerekçesiyle dava konusu olmuş
kaç Çevre Düzeni Planı, Nazım İmar Planı ya da
Uygulama İmar Planı bulunmaktadır? 2004 tarihli
maden yasasının yürürlüğünden bu yana kaç maden
sahası ve taş ocağı için Bakanlığınızın görüşüne
başvurulmuştur? Bakanlığınızca maden sahası ve taş
ocağı alanı açma taleplerine uygunluk raporu verilen
alanlar hangi bölgelerimizdedir? Tarihi alanların ve
antik kentlerin yanı başlarında maden ocağı, taş
ocağı veya çimento fabrikalarına izin verilmesi,
Bakanlığınızın tarih, kültür ve tabiat varlıklarına
bakışının ve yaklaşımının bir sonucu mudur? Tarih,
kültür, doğal çevrede yaşanan katliamların neredeyse
tamamının Merkezi idarenin izinleri ve gözetiminde
gerçekleşmesi; hükümetinizin turizm, çevre, tarih ve
koruma politikalarında sürdürülebilirlik gibi bir
kaygısının olmadığını mı ortaya koymaktadır? Lagina
antik kentindeki kazı çalışmalarının
Bakanlar Kurulu
kararı ile durdurulması, iddia edildiği üzere,
Başbakan Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Çalık
Holdinge bağlı bir şirketin Lagina antik kenti
bölgesinde
termik santral
kurmak istemesinden mi kaynaklanmaktadır?"
Milliyet, 17.04.2010
|
REJANS KORUNACAK MI?

Beyoğlu İstiklal
Caddesi’nin sembollerinden Rejans kapanma
tehlikesiyle karşı karşıya. 80 yıllık restoranın
kaderini olansa, mayıs ayında görülecek tahliye
davası belirleyecek.
Beyaz Ruslar’ın 1930’lu
yıllardan itibaren İstanbul’un yeme-içme kültürüne
kattığı bir zenginlik olarak faaliyet gösteren
Rejans, masalarında her dönem sayısız ünlüyü
ağırladı. Atatürk her geldiğinde 2 No.lu masada
otururdu örneğin... Agatha Christie’ler, Muhsin
Ertuğrul’lar, İbrahim Çallı’lar ve daha kimler
kimler geçti Rejans’tan...
Rejans’ın tarihe
tanıklık ettiği her dönemden hikayeleri var.
Casusların cirit attığı 1940’ların İstanbul’unda
birçok romantik “espionage” filmine konu olabilecek
buluşmalara sahne olduğu da rivayetler arasında.
1950’lere gelindiğinde, daha ziyade diplomatların ve
varlıklı gayrımüslimlerle yüksek bürokratların
tercih ettiği Rejans, 1960’lardan itibaren
sanatçıların, yazarların, şairlerin, aydınların,
akademisyenlerin ve öğrencilerin mekanı haline
geldi. Her dönem makul kalan fiyatlarının da bu
dönüşümde payı oldu.
1976’da geçirdiği
yangında ağır hasar gören, eski haline olabildiğince
sadık kalınarak restore edilip 1977 Temmuz’undan
itibaren yeniden hizmet vermeye başlayan Rejans,
varlığını bugüne kadar sürdürmeyi başardı. Ancak
şimdi, Rejans’ın geleceği, mal sahipleri tarafından
açılan tahliye davası nedeniyle tehlikede.
Rejans’ın tahliyesi için
mal sahiplerinden Mithat Müdüroğlu 29 Şubat 2008’de
dava açtı. Dava gerekçesi, diğer mal sahibi ve
Müdüroğlu’nun kızı Emel Çelebioğlu’nun ‘Klasik Batı
Müziği eşliğinde, nostaljik bir mekanda
müşterilerine hizmet veren bir restoran işletme
talebi’ olarak gösterildi. Beyoğlu 3. Sulh Hukuk
Mahkemesi’nde açılan dava, tahliye talebi “zorunlu,
samimi ve gerçekçi” bulunmayarak, 9 Mart 2009’da
reddedildi. Ancak karar, Yargıtay tarafından 29
Kasım 2009’da bozuldu ve dava yerel mahkemede 17
mayıs tarihinde yeniden görülecek.
Rejans’ın İşletmecileri
Zilşan ve Erdal Sezener, hukuk mücadelesini sonuna
kadar sürdüreceklerini vurgulayarak “Kültürel
değerlerimizin birer birer yok olduğu günümüzde bir
tek simgeyi korusak bile, onu kar sayarız” diyor.
Biz de yazar Enis Batur’un satırlarını hatırlıyoruz
ister istemez: “Rejans’ın yok olması ya da yer
değiştirmesi, Galata Kulesi’nin yok olması ya da yer
değiştirmesi kadar önemlidir İstanbul için.”
Taraf, Haber: Ayşe
Tatlıcı, 16.04.2010
|
BEYPAZARI'NIN KAYA
MAĞARALARI ÇIĞLIĞI

Ankara'nın Beypazarı İlçesi'ne bağlı Kayabükü
Köyü'nde 2001'de
yapılan yüzey
araştırmalarında ortaya çıkarılan mağaraların
turizme kazandırılması istendi. Eğer daha fazla
gecikme olursa kaçak kazı yapanlarca mağaralar yok
olacak.
2001'de Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle,
ABD'li Prof.Dr. Peter Brown başkanlığında Beypazarı
civarında gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında
Uyku Çayı bölgesinde tarihi olduğu değerlendirilen
mağaralara rastlandı.
Kayabükü yakınlarında bulunan ve kayalar oyularak
oluşturulduğu belirtilen 3 kat halindeki
mağaralarda, 20'nin üzerinde de oda tespit edildi.
Geçmiş dönemlerde
yerleşim yeri olduğu tahmin edilen bölgede yüzey araştırmasının
ardından başka bir araştırma yapılmazken, köylüler
ise yörede kaçak kazılar yapıldığını belirtiyor.
Kayabükü Köyü muhtarı Muammer Köksal, mağaraların
yöre için büyük bir şans olduğunu ancak turizm
potansiyeli olarak değerlendirilememesinin ise
kendilerini üzdüğünü söyledi.
Köylüler olarak yörede geniş çaplı bir araştırma
başlatılmasını beklediklerini anlatan Köksal, ''Mağaraların
içine girildiğinde muhteşem odalarla
karşılaşıyorsunuz. Tüm odaların ortasında bulunan
kubbeli ve kemerli odayı bizler kilise olarak
adlandırıyoruz, görünüş olarak tamamen bir kilise
gibi ancak araştırılması gerek'' dedi.
Mağaraların kaçak kazı yapanlar nedeniyle sürekli
tahrip edildiğini belirten Köksal, mağaraların
koruma altına alınması gerektiğini de bildirdi.
Beypazarı Kaymakamı Hikmet Aydın da başta Kayabükü
Köyü olmak üzere Dikmen, Acısu gibi tarihi ören
yerlerinin araştırılarak, buradaki kalıntıların
hangi dönemlere ait olduğunun ortaya çıkarılması
için Kültür ve Turizm Bakanlığına başvuruda
bulunduklarını söyledi.
Aydın, ''Bakanlık nezdinde yaptığımız yazışmalarla
buralarda araştırmalar yapılmasını istedik.
Buraların tarihi değerleri ortaya çıktığında, ilçeye
bir yılda 300-400 bin ziyaretçi gelmesi mümkün''
dedi.
Internet Haber,
16.04.2010
|
TARİHİ ESERLERİMİZ TEL TEL DÖKÜLÜYOR
Ne yazık ki İstanbul'da ki tarihi eserlerini hali pek de parlak değil. Kültürel miraslarımızın çoğu bakımsızlıktan dökülüyor. Daha bir kaç gün önce, tarihi Belgratkapı Surları'nın yıkılmak üzere olduğunu, hatta bazı bölümlerinin çökmeye başladığını görmüştük. Bugün de Çemberlitaş'a uzanalım ve yüzlerce yıl önce inşa edilen bir medresenin ne durumda olduğuna bakalım...
Burası 1659 yılında yapılan Köprülü Mehmet Paşa Camii ve Medresesi... Bu tarihi yapının dış cephesi göz göre göre yıkılıyor. Özellikle Medrese'nin girişi, duvarları ve tavanı çürümüş, tahta parçaları aşağıdan geçenlerin üzerine düşüyor.
Çevre sakinleri, bu tehlikeye mi yansın. yoksa özenle korunması gereken tarihi bir eserin heba olup gitmesine mi bilemiyor. Ve bu manzarayla ilgilenmeyen yetkililere ateş püskürüyor. İşte Acil Şikayet Hattı'na gelen çarpıcı bir mesaj... "Burası, kente adımını atan turistlerin ilk uğradığı yerlerden biri... Çemberlitaş'a gelen turistler de Köprülü Mehmet Paşa Camii ve Medresesi'ni görmeye geliyor . Gelin görün ki karşılaştıkları manzara hiç de iç açıcı değil. Medrese'nin çatısından kapısına kadar her tarafı kırık dökük. Çatıdaki tuğlalar düşüyor, dış cephede ki taşlar un ufak oluyor. En fenası da medresenin girişinde ki tahtalar parçalanıyor. Allah saklasın buradan kopan bir parça vatandaşlara isabet etse ortaya çıkabilecek faciayı varın siz düşünün. Güya Kültür Başkenti'yiz. Daha kültürümüze sahip çıkamıyoruz..."
Internet Haber, 16.04.2010
|
 |
11 - 17 Nisan 2010
|
OYMAAĞAÇ KAZILARI 22
TEMMUZ'DA BAŞLIYOR
Samsun'un Vezirköprü
İlçesi'nde Hititlerin dini merkezi Nerik'in izlerinin
bulunabilmesi için 2006 yılında başlatılan Oymaağaç
kazılarının bu yılki bölümünün 22 Temmuz'da
başlayacağı bildirildi.
Kazı Başkanı Doç. Dr. Rainer Czichon, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Vezirköprü`de
Oymaağaç Höyüğü`nün etrafında yüzey araştırması
yaptıklarını, araştırmanın nisan ayının sonunda
tamamlanacağını belirtti.
Bu yılki kazılara yaklaşık 35 kişilik ekiple 22
Temmuzda başlayacaklarını söyleyen Czichon, bir
mabede ait olduğu düşünülen sur ve duvarlarının
ortaya çıkarılmasına yönelik çalışmalara devam
edileceğini, çalışmaların ekim ayına kadar
sürdürüleceğini ifade etti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın oluruyla Gerda
Henkel Vakfı, Freie Üniversitesi, Deutsche Orient-Gesellschaft,
Bilkent Üniversitesi, Knödler Decker Vakfı, Dresden
Teknik Üniversitesi, Tepe Knauf ve özel sponsorların
desteğiyle yürütülen çalışmalarda daha önce bir sur
ve sur kapısı ile bir mabede ait olduğu düşünülen
temel duvarlar ortaya çıkarılmıştı. Kazılarda bugüne
kadar çeşitli kaplar ve hava tanrısının sembolü olan
boğa figürünün parçalarının yanı sıra dini
törenlerde kullanılan küçük kaplar, çivi yazılı
tabletler ve Roma dönemine ait olduğu düşünülen
mezarlar bulunmuştu.
10 yıldan fazla
sürdürülmesi planlanan kazılarda şimdiye kadar
ortaya çıkarılan eserler, Samsun Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi'nde
sergileniyor.
Samsun Haber, 16.04.2010
|
ADANA'DA TARİHİ TAKI VE SİKKE OPERASYONU
Adana'da Osmanlı padişahlarının eşlerinin kullandığı tahmin edilen bir çift küpe, 49 sikke ve 14 boncuk satılırken ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekiplerinin yapmış olduğu çalışma sonucunda Ahmet K. (27) ve Mehmet B.'de (63) bir çift küpe, 49 sikke ve 14 nazar boncuğu olduğunu ve satacakları haberini aldı. Ekipler, bu kişileri takibe aldı. Takip sonucunda ekipler, Ahmet K. (27) ve Mehmet B.'yi (63) sikke, küpe ve nazar boncuklarını Kuruköprü Mahallesi Çakmak Caddesi üzerinde Fazıl K. (44) ile Bilgen B.'ye (36) satarken yakaladı. Gözaltına alınan şahıslar ifadeleri alınmak üzere emniyet müdürlüğüne götürüldüler. Zanlılar, sorgularında sikke, küpe ve nazar boncuklarını satmadıklarını ileri sürdüler.
Ele geçirilen malzemeler arasında bulunan küpenin, Osmanlı padişahlarının eşlerinin kullandığı küpeler olduğu tahmin ediliyor. Sikke, küpe ve nazar boncuklarının gerçek olup olmadığı, Adana Arkeoloji Müze Müdürlüğü yetkililerinin incelemesinden sonra ortaya çıkacak.
Haberciniz, 16.04.2010
|
 |
6 BİN YILLIK PARMAK
İZLERİ BULUNDU
Şinhua ajansının
haberine göre, İç Moğolistan Kültür Dairesinden Vang
Dafang, dünyanın dördüncü büyük çölü Badain Jaran'da
bulunan Yabray dağındaki iki mağarada yontma taş
devrine ait iki resmin bulunduğunu kaydetti.
Parmak izlerinin, okra
(toprak boyası) tozu, hayvan kanı ve sudan oluşan
bir karışımla boyandığını düşünen arkeologlar, 6 bin
yıl önce yaşayanların okra tozunu kemik borularla
mağara duvarlarına püskürtmüş olabileceklerini
belirtiyor.
Vang, bunların dışında
Araşan adlı bölgede bulunan 3 farklı yerleşim
yerinde de yontma taş devrine ait parmak izli
resimler bulduklarını kaydederek, mağaranın
bulunduğu ortamın, resim stili ve boya tarzlarının
Avrupa'da bulunan yontma taş devri mağara
resimlerine benzer olduğunu söyledi.
Bölgede bulunan mağara
resimlerinin kötü hava şartları nedeniyle büyük
zarar gördüğünü ifade eden Vang, resimlerde parmak
izleri dışındaki unsurların belirgin olmadığını
kaydetti.
Ntvmsnbc, 16.04.2010
|
 |
TARİHİ KÖPRÜ YIKILMAKTAN KURTULDU
Kayseri'nin Sarıoğlan ilçe sınırları içerisinde bulunan uzunluğu 144.5 metre, eni 5.6 metre olan Şahruk Köprüsü, Dulkadiroğulları döneminde yapıldığı 1480'li yıllardan günümüze kadar ayakta kalmayı başardı.
Ancak, Kızılırmak üzerinde uzun yıllardır faaliyet gösteren kum ocakları zamanla tarihi köprü için tehdit oluşturmaya başladı. Kum ocaklarının usulüne uygun üretim yapamamaları ve ırmak yatağında kot farkı oluşması, suyun serbest akışındaki değişiklikler nedeniyle tarihi köprü bünyesindeki koruyucu yapıların altındaki malzemelerin zaman içerisinde Şahruh Köprüsü'ne zararlar vererek temeli ile ilgili sıkıntıları gündeme getirdi. Bölge halkı, bu kapsamda sorunları ilgili makamlara bildirerek tedbir alınmasını istedi. Kayseri İl Daimi Encümeni de önemli bir kararla bu soruna kalıcı bir çözüm getirdi.
Aralarında Sarıoğlan Belediyesi'nin işlettiği kum ocağının da bulunduğu toplam 6 ocak ile ilgili ruhsat yenileme konusunu görüşen Kayseri İl Daimi Encümeni, sorunlar minimize edildikten sonra ihalenin yenilenmesine karar verdi.
Alınan karar gereği, hali hazırda bölgede faaliyet gösteren kum ocakları faaliyetlerini durdururken, Kayseri İl Özel İdaresi'nin yeni ihale şartnamesi oluşturacağı ve bu şartnamede de yaşanan olumsuzlukları dikkate alacağı belirtildi. Söz konusu bölgenin Kayseri'nin kum ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü karşıladığından piyasada oluşacak talebin karşılanması için Kayseri İl Özel İdaresi'nin, olumsuzlukların minimize edilerek yeni ocak sahalarının 1,5 metre yüksekliğinde beton kazıklarla çevirdi. Beton kazıkların herhangi bir şüpheye meydan vermeyecek şekilde sabit röper noktalarına topograflarca sigortalanacak yeni sahalar belirlenerek daha disiplinli bir üretim yapılmasının sağlanması için gerekli çalışmaları sürdürüldüğü öğrenildi.
Samanyolu Haber, 16.04.2010
|
KİLİSEYİ YIKIP OKUL YAPTILAR
Havran’ın en güzel köylerinden biri olan Çamdibi (Şekveren) Köyü'nde bulunan ilkokulun Edremit ve Havran’da bulunan kiliselerden sökülen malzemelerden yapıldığı öğrenildi.
1922 yılında başlayan yapım çalışmaları sonrasında, 1924 yılında öğretime açılan okulun Binbaşı Kara Sadık bey tarafından yapıldığı kayıtlarda yer alıyor.
Okulumuzun merdivenlerinde kullanılan taşlarla, merdiven başlıklarındaki sütunlar ve okul giriş kapısının mermer kasasının Havran Kilisesi’nden getirildiği, Okul salonunda bulunan mermer oymalı aynanın ise Havran Kilisesi’ne ait olduğu Havran tarihi kitabında yer aldı.
Okulun yapım çalışmaları sırasında Edremit ve Havran’da bulunan kiliseleri yıkarak işe yarar malzemelerin kullanıldığı Havran’ın en eski okulu olan Çamdibi köy okulunda Edremit Kilisesinden getirilen iki mermer aslan’ın okul girişinde bulunan bahçe merdivenlerinin iki yanını süslemekteyken bir gece operasyonu ile çalındığı ve uzun yıllar aranmasına karşın bulunamadığı belirtildi.
Körfezin Sesi, 16.04.2010
|
 |
YAPIM İÇİN ÇİVİ
ÇAKAMAYANLAR YIKIM İÇİN TARİHE ÇİVİ ÇAKIYOR

Sağlam kalmış muhteşem taç kapısı ile Sivas’ın ve
Anadolu’nun en ünlü yapıları arasında yer alan ve
1271 yılında yapılan Buruciye Medresesi tam
anlamıyla bir tarih ve turizm ayıbı yaşanıyor.
Medresenin eşsiz taç kapısındaki el işlemesi taşlara
çakılan onlarca çivi tarihi yapıya büyük zarar
verirken, Sivas elindeki eserlere sahip çıkma
konusunda gösterdiği duyarsızlığını devam ettiriyor.
2005 yılında da restorasyona alınan ve yapılan son
restoresi birçok kişi tarafından eleştirilen
medresede sağlam kalmış taç kapıya afiş ve ilan
asmak için çakıldığı tahmin edilen onlarca büyük
çivi sanatseverleri de derinden üzüyor.
Şu an Sivas Valiliği'ne bağlı olarak el sanatları
merkezi olarak kullanılan ve içerisinde çay bahçesi
olan medresede hemen hemen her ay çeşitli
etkinlikler düzenlenirken, dünde Turizm Haftası
resepsiyonu yapıldı.
Her yıl yerli yabancı binlerce turistin hayran
olduğu tarihi medresenin kapısındaki tarih ayıbı da
dikkatli vatandaşların gözünden kaçmadı. Muhteşem
taç kapıya çakılan onlarca çiviyi gören vatandaşlar
tepkilerini dile getirmekten geri kalmadı.
Sivas'ta 1271 yılında Anadolu Selçukluları döneminde
yaptırılan Buruciye Medresesi, 2005 yılında
başlatılan onarım çalışmalarının ardından kültür ve
el sanatları merkezine dönüştürülmüş, 28 Şubat
2006’da dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla
Koç'un da katıldığı bir törenle hizmete açılmıştı.
Buruciye Medresesi'nde Sivas Valiliği tarafından
başlatılan onarım faaliyetleri kapsamında temel
güçlendirme ve drenaj çalışması yapılmış, özgün
revak döşeme seviyeleri belirlenerek, ortaya çıkan
verilere göre belirlenen döşeme seviyesinde taş
kaplaması yapılan eserin dış ve yan cephe
duvarlarının boşalmış kesimleri mevcut örgüye uygun
olarak moloz taş örgüyle takviye edilmişti.
1271 yılında Selçuklu Sultanı III. Giyaseddin
Keyhüsrev döneminde yapılan medrese Hamedan (İran)
yakınlarındaki Burucerd’den gelme Muzaffer Burucerdi;
fizik, kimya, astronomi öğretimi amacıyla
yaptırılmıştır. Mimarı belli olmayan yapı,
Anadolu’da simetrisi en düzgün medrese planına
sahiptir. Açık avlulu medrese, kesme taştan
örülmüştür. Dört eyvanlı ve iki katlı olan Buruciye
Medresesi, dışa taşkın taç kapsının yanındaki
mukarnaslı iki penceresi ve köşelerdeki yivli
kuleleriyle uyumlu öğelerden oluşan çok düzenli bir
görünüm taşımaktadır.
Sivas Hürdoğan,
16.04.2010
|
 |
ZEİD'İN TABLOSU REKOR KIRDI
Sotheby's müzayede evinde, Türk çağdaş sanat eserleri satıldı. Müzayede evinin İngiltere'nin başkenti Londra'daki şubesinde bu yıl ikincisi yapılan açık artırmada yaklaşık 2,5 milyon sterlin (yaklaşık 5,7 milyon TL) gelir elde edildi.
65 Türk sanatçının 101 eserinin satıldığı açık artırmada, rekor fiyatla satılan eser Fahrelnissa Zeid'in isimsiz tablosu oldu.
20. yüzyıl çağdaş Türk sanatının en önemli kadın ressamlarından biri olarak kabul edilen Zeid'in 1954 tarihli tablosu, 657.250 sterline (yaklaşık 1 milyon 511 bin TL) alıcı buldu. Tablonun, 300 ila 500 bin sterline satılması bekleniyordu.
Müzayedede yüksek fiyata satılan bir diğer eser ise, 35 bin ila 45 bin sterline satılması beklenen, Taner Ceylan'ın "1881" isimli tablosu oldu.
Ceylan'ın yağlı boya tablosu, 121.250 sterline (yaklaşık 278 bin TL) alıcı buldu. Müzayedede ayrıca, Haluk Akakçe, Bedri Baykam, Abidin Elderoğlu, Şükran Moral, Erol Akyavaş, Mübin Orhon, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Komet, Burhan Doğançay, Neşe Erdok, Canan Tolon gibi sanatçıların eserleri satıldı.
Geçen yıl yine Sotheby's müzayede evinde ilki yapılan Türk çağdaş sanatı açık artırmasında, 1,3 milyon sterlin gelir elde edilmişti.
Cnn Türk, 16.04.2010
|
İSTANBUL'UN İLK AVM'Sİ
İMÇ YIKILMAYACAK
Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulu, İstanbul'un ilk alışveriş merkezi İstanbul
Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) bloklarının
yıkılmasını öngören Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı
Nazım ve Uygulama İmar Planları'nı iptal eden
Danıştay 6. Dairesi'nin kararını onadı. İstanbul
Büyükşehir ve Eminönü belediye başkanlıkları, iptal
kararını temyiz ederek, bozulmasını istemişti.
İstanbul Valisi General Refik Tulga tarafından 1961
yılında temeli atılan çarşının birinci kısmı 1967,
ikinci kısmı ise 1968 yılında inşa edildi. Yaklaşık
10 bin kişinin çalıştığı ve 6 bloktan oluşan
çarşıda, 2 bin 300
iş yeri bulunuyor. Ayrıca,
"Plakçılar Çarşısı'' faaliyet gösteriyor
Sabah, 16.04.2010
|
|
TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK
ETNOGRAFYA MÜZESİ ISPARTA'YA YAPILACAK
Isparta'da kurulacak ve
içerisinde 3 bin 500 kilimin bulunacağı Türkiye'nin
en büyük etnografya müzesinin ihalesi yapıldı. Isparta Belediye Başkanı
Yusuf Ziya Günaydın, ihale işlemleri tamamlanan
müzenin Isparta'nın tanıtımına ciddi katkı
sağlayacağına inandığını kaydetti.
Isparta'nın turizm
açısından ciddi bir potansiyele sahip olduğunu
ancak, tanıtım noktasında eksiklikler olduğunu
belirten Günaydın, "Isparta olarak turizmde yol
almak istiyorsak tanıtıma büyük önem vermemiz
gerekmektedir. Turizm açısından Isparta'mızın her
şeyi var. Hem doğal güzelliği hem de kültürel
zenginlikleri ile büyük bir kaynak durumunda. Şu
anda ihaleleri tamamlanmış olan etnografya müzesini
en kısa sürede kurmak için çalışmalarımız sürüyor."
dedi.
Türkiye'de 600'ün
üzerinde kilim bulunan bir etnografya müzesi
olmadığını ifade eden Günaydın, kuracakları müzede 3
bin 500 kilimin yer alacağını açıkladı.
Günaydın, "Bilindiği
gibi kilim bizim kültürümüzü yansıtan en büyük
örneklerden bir tanesidir. Kuracağımız bu müze ile
de çeşitli dallarda araştırmaların yapılabileceğine
hatta kitaplar oluşturulacağına inanıyorum." diye
konuştu.
Şehrin güzelleşmesi için
kent meydanları oluşturmaya çalıştıklarını anlatan
Günaydın, bazı caddeleri taşıt trafiğine kapatarak
gürültüsüz ve egzoz dumanından uzakta insanlarını
alışveriş yapabilecekleri mekanlar oluşturmayı
hedeflediklerini dile getirdi.
Günaydın, şunları
söyledi: "Bunlarla birlikte kendi kültürümüzü gün
yüzüne çıkaracak olan Gökçay mevkiinde tarih yolunu
yeniden düzenlemeyi hedefliyoruz. Burada da
tarihimiz ve kültürümüz buram buram kokacak."
Zaman, 16.04.2010
|
|
TARİHİ KOLEJE
RESTORASYON
Amasya'nın Merzifon
İlçesi'nde 1863 yılında kurulan, halk dilinde
"Amerikan Koleji" olarak bilinen kampüsün içerisinde
bulunan ve 1905 yılında inşa edilip 1921 yılına
kadar kullanıldıktan sonra uzun bir süre atıl
vaziyette kalan Amerikan Hastanesi'nin Bilişim
Lisesi olarak tekrar hizmete girmesi amacıyla
sürdürülen restorasyon çalışmaları hızla sürüyor.
Merzifon Belediyesi'nin
girişimleri neticesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından restorasyon çalışmalarının başlatıldığı
binada incelemelerde bulunan Amasya Valisi Halil
İbrahim Daşöz, AK Parti Amasya Milletvekili Akif
Gülle, Merzifon Kaymakamı Kazım Tekin ve Merzifon
Belediye Başkanı M. Kadri Aydınlı, sürdürülen
çalışmalar hakkında mimar Ali Kamil Yalçın'dan
bilgiler aldılar.
Merzifon Belediye
Başkanı M. Kadri Aydınlı, yıllardır atıl durumda
olan tarihi binanın onarımının tamamlanmasının
ardından 17 derslikli Bilişim Lisesi olarak
kullanılacağını ve Ağustos 2010'da hizmete
girmesinin planlandığını kaydetti.
Amasya Kent Haber,
15.04.2010
|
ISPARTA'DAKİ KAZILARDA
ROMA DÖNEMİNE AİT MİL TAŞI BULUNDU
Isparta Kültür ve Turizm
İl Müdürü Abdullah Kılıç, Gönen İlçesi civarındaki
kazılarda Roma döneminde yön bulmaya yarayan iki
adet mil taşı bulunduğunu söyledi.
Prof.Dr. Thomas Drew-Bear'ın
yaptığı yüzey çalışmaları sırasında bulduğu taşların
Isparta Müzesi'ne getirildiğini ifade eden Kılıç,
"Mil taşı, Roma döneminde yollara dikilen, yolun
yönünü ve merkeze uzaklığı gösteren taşlara denir.
Kilometre taşı olarak kullanılan bu taşlar yuvarlak
formludur. Bazı Roma Mil Taşlarının üzerinde dönemin
Roma imparatorunun ve yöneticilerinin isimleri
yazılıdır" dedi.
Mil taşlarından birinde
Gönen'in antik isminin Conanens olarak geçtiğini ve
bunun çok önemli bir veri olduğunu kaydeden Kılınç,
taşlardan birisinin hala toprakta gömülü olduğunu,
en kısa sürede çıkartılarak müzeye getirileceğini
belirtti.
Turizm Gazetesi,
15.04.2010
|
İSTANBUL'DAKİ MÜZELERDE
YAZ SAATİ
İstanbul’da Topkapı Sarayı
Müzesi, Ayasofya Müzesi, Arkeoloji Müzeleri ile Türk
ve İslam Eserleri Müzesi’nin yaz mesai saatleri
bugünden itibaren 09:00-19:00 olarak düzenlendi.
İstanbul Rehberler Odası'nın
talebi doğrultusunda yapılan yeni düzenlenmenin
diğer illerdeki müze mesai saatlerinde de geçerli
olması bekleniyor. İRO, üyelerine yönelik yaptığı
açıklamada, "Diğer iller için de, müze mesai
saatlerinin ileriye alınması talebinde bulunduk,
gelişmeler oldukça sizleri bilgilendireceğiz." dedi.
Turizm Habercisi,
15.04.2010
|
|
 |
YÖRÜK VE TÜRKMEN KÜLTÜRÜ BU MERKEZDE YAŞATILACAK
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Tahtakale`de restorasyonu süren 150 yıllık sivil mimari örneği yapının, Yörük ve Türkmen kültürünün yaşatılacağı bir merkez haline geleceğini söyledi.
Başkan Recep Altepe, Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ettirilen binada DAĞDER Başkanı Erkan Aydın ile birlikte incelemelerde bulundu. Mülkiyeti Orhaneli Keles Büyükorhan Harmancık Yardımlaşma ve Kültür Derneği`ne (DAĞDER) ait olan binanın, çalışmalar bittiğinde bölgeye büyük değer katacağını söyleyen Altepe, Büyükşehir Belediyesi Projeler Koordinatörü Aziz Elbas`tan çalışmalar hakkında bilgi aldı.
DAĞDER Kültür Merkezi olarak faaliyet gösterecek olan binadaki çalışmaların yaz aylarına kadar önemli ölçüde tamamlanacağını belirten Altepe, tarihi ve kültürel mirasın ayağa kaldırılması yönündeki çalışmaların sadece kent merkezinde değil, merkeze bağlı ilçelerde de hızla sürdüğünü ifade etti. Başkan Altepe, “Kentin ortak değeri olan sivil mimarlık örneği yapıların restorasyonuna da büyük önem veriyoruz. Restorasyonu devam eden DAĞDER Kültür Merkezi bunlardan sadece biri. Çalışmalar tamamlandığında Yörük ve Türkmen kültürü kentin en merkezi yerlerinden biri olan Tahtakale`de yaşatılacak” dedi.
Bursa Olay, 15.04.2010
|
DİNLERİ FARKLI AMA DUA
MEKANLARI AYNI

Malatya merkeze bağlı
Çamurlu Köyü'nün Venk mezrasında Osmanlı döneminden
kalma Ermeni manastırının bitişiğinde bir de yatır
bulunuyor.
Çamurlu Köyü muhtarı Bayram Polatbaş, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, manastırın da
türbenin de ziyaretçileri olduğunu, insanların
farklı dinlere mensup olsalar da aynı yerde dua
ettiğini belirtti.
Zaman içerisinde tahrip olan manastırın
restorasyonu için gayrimüslim bir doktor arkadaşıyla
Vakıflar Bölge Müdürlüğüne başvurduklarını ifade
eden Polatbaş, Vakıflar Bölge Müdürlüğünün ''Aslına
uygun ve çevre düzeni dahil olmak üzere yapımı
üstlenilecekse restorasyonu uygundur'' kararı
aldığını söyledi.
Restorasyon bedelinin karşılanabilmesi için
Ermeni cemaatinden destek beklediklerini ancak
cemaatin kaynakları bulunmadığını söylediğini ifade
etti. Polatbaş, şöyle konuştu: ''Manastır çok eski bir yapı olduğundan tarihi
hakkında bilgi sahibi değiliz. Türbenin yapımı daha
yeni. Her yıl manastırı ziyaret etmek için buraya
çok sayıda gayrimüslim ve Ermeni vatandaş gelir.
Büyük ölçüde tahrip olan manastırı gezen vatandaşlar
dua ederek ayrılır. Çoğu zaman türbeye yapılan
ziyaretlerle manastıra yapılan ziyaretler çakışır.
Bir Müslüman olarak, burada bulunan bu değerli
yapının tahrip olmasını içime sindiremiyorum. Bu
konuda Malatya'da görev yapan gayrimüslim bir doktor
arkadaşımla Vakıflar Bölge Müdürlüğüne müracaat
ederek restorasyon için izin çıkarılmasını istedik.
Vakıflar Bölge Müdürlüğünden izin çıktı ancak bunun
için gerekli maddi destek alınamayınca şimdilik
restorasyon işini askıya aldık.''
Polatbaş, yatırın yapıldığı tarihle ilgili
bilgiye sahip olmadıklarını ifade ederek, ''Çok
eskiden burada yaşayan bir kişi orada şifa bulduğu
için oranın ziyaret yeri olduğunu iddia ederek kubbe
yaptırmış. O günden sonra burada insanlar dilek
tutmayla başlamış. Bu bölgeden ve köyden çok sayıda
kişi burada dua ediyor ve dilek tutuyor'' dedi.
Malatya Kültür ve Turizm Müdürü Bahaettin
Kabahasanoğlu da Venk'teki manastırın tarihinin tam
olarak bilinmediğini ancak kitabesinden elde edilen
bilgilere göre, Osmanlı dönemine ait olduğu ve
Kirkor Savoriç adında bir Ermeni tarafından
yaptırıldığının anlaşıldığını söyledi.
Muhtar Polatbaş'ın kendilerine başvurarak,
manastırın restorasyona kadar koruma altına
alınmasını talep ettiğini ifade eden Kabahasanoğlu,
''Restorasyon için prosedür, bize yapılan müracaatın
Sivas Koruma Kuruluna iletilmesi şeklinde işler.
Koruma kurulundan çıkan onayla restorasyon başlar.
Bunun dışında hiçbir şekilde esere müdahale etmek
mümkün değil. Koruma kuruluna restorasyon için şu an
için müracaatta bulunulmadı.''
Malatya Müftüsü Hacı Yusuf Gül ise ''Yatırdan,
taştan veya topraktan değil Allah'tan dilenilmesi
gerekir. Talepler aynı yere ise ve ibadetin kabulü
için dua ediliyorsa mekanın önemi yok'' dedi.
Venk mezrasında sözleşmeli imamlık yapan Yakup
Başlı, köye atandıktan sonra manastırın yanında
bulunan yatırın tarihiyle ilgili bilgi edinmeye
çalıştığını ancak köylülerden hiçbirinin bu konuda
bilgi sahibi olmadığını gördüğünü belirterek,
''Buraya Ermeni vatandaşlar da geliyor. Onlarla da
zaman zaman sohbet ederek tarih hakkında bilgi
almaya çalışıyorum. Ancak çok net bilgiler yok.
Burada insanlar dua ediyor ve ayrılıyor'' diye
konuştu
Malatya Aktüel, Haber:
Ensar Özdemir, 15.04.2010
|
MURAD HÜDAVENDİGAR'A YAKIŞTI
Osmanlı sultanlarının üçüncüsü Kosova fatihi I. Murat Hüdavendigar`ın türbesinde restorasyon çalışmaları tamamlandı.
Bursa Valiliği İl Özel İdaresi tarafından 1 yıldır sürdürülen çalışmalar sonuçlandı. Bursa`ya gelen yerli ve yabancı turistlerin ilginç mimari yapısı nedeniyle uğrak yeri olan Çekirge`deki Murad-ı Hüdavendigar Kulliyesi`nin parçası olan türbede köklü çalışmalar yapıldı.
Türbenin kubbe ve tonozlarındaki kurşun kaplamalar yenilendi. Bütün duvarlar boyanırken, türbenin zemin döşemesi kaldırılarak dış sıva raspa edilip yeniden sıva ve boya yapıldı. Altın varaklı yerler yeniden elden geçirilirken, orijinalinde olduğu gibi yenilendi. Revak ve ana giriş kapıları, bütün pencere doğramalarının da değiştirildiği türbe içindeki mihrapta ve kemer içlerindeki kalem işleri onarımı yapıldı.
Türbenin restorasyonu 78 bin liraya mal olurken, bahçe düzenlemesi Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılıyor.
Bursa Olay, 15.04.2010
|
 |
|
HASANKEYF'TEN ÇIKARILAN
ESERLER BATMAN MÜZESİ'NE
Ilısu Barajı altında
kalacak olan antik kent Hasankeyf'te yapılan
arkeolojik kurtarma kazılarında ortaya çıkan tarihi
eserler Batman Müzesi'nde sergilenmek üzere
onarılıyor.
Edinilen bilgiye göre, arkeolojik
kurtarma kazısından elde edilen tarihi eserler daha
önce Batman'da müze bulunmaması nedeniyle Mardin'e
gönderilirken, Batman Müzesi'nin kurulması kararının
ardından burada sergilenmek üzere hazırlanıyor.
Henüz kuruluş aşamasında olan müzede
sergilenecek olan eserlerin onarımı için Hasankeyf
kazı evinde hummalı bir çalışma yürütülüyor. Antik
kentte yapılan kazılarda bulunan ve Mardin Müzesi'ne
gönderilmeyen 130 eserin bakım ve onarımı da
sürüyor. Kazı evinde görev alan 5 restoratör,
seramik ve metallerden oluşan eserler kontrol
edilerek onarılıyor.
Çalışmalara ilişkin bilgi veren Hasankeyf Kazı
Başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü Abdusselam
Uluçam, Batman'da kurulan müzeyi Hasankeyf'te
bulunan eserlerle zenginleştirmeyi amaçladıklarını
kaydetti
Batman Gazetesi,
15.04.2010
|
HAZİNELER BAKIMA GİRİYOR
Uşak Arkeoloji Müzesi'nde
sergilenen ve 450 parçadan oluşan Karun
Hazineleri'nin en değerli parçalarından 170'inin,
korozyona (aşınma) uğradığı için bakıma alınacağı
bildirildi.
Uşak Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından oluşturulan ve içerisinde
arkeologların bulunduğu bir heyetin, önceki yıllarda
Uşak Arkeoloji Müzesi'ne gelerek, Karun
Hazineleri'ni oluşturan toplam 450 parça eseri tek
tek incelediğini, eserlerin bir bölümünde korozyon
tespit ettiğini söyledi.
Heyetin raporu doğrultusunda hasar gören tarihi
eserlerin bakımlarının yapılması için Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın çalışma başlattığını ifade eden
Arıtürk, şu bilgileri verdi:
''Karun Hazineleri, MÖ 560-546 yılları arasında
yaşayan Lidya kralı Kroisos (Karun) dönemine ait.
Uşak'ın 25 kilometre batısındaki Güre beldesi
yakınlarında 1960'lı yıllarda bulunan hazineler,
yurt dışına kaçırılmıştı. ABD'deki New York
Metropolitan Müzesi'nde sergilenen eserler, 1987
yılında başlatılan hukuk mücadelesi sonucu 1993
yılında Türkiye'ye getirildi.''
Arıtürk, Karun Hazineleri'nin 450 parçadan
oluştuğunu, bunların 363'ünün ABD'den getirildiğini,
87'sinin ise Uşak'ta yapılan kazı çalışmaları sonucu
ortaya çıkarıldığını belirterek, sözlerini şöyle
sürdürdü:
''Metropolitan Müzesi'nde eserler sergilenmeden önce
uzmanlar tarafından çeşitli tekniklerde temizlenmiş
ve bazı kimyevi maddeler ile parlatılmış. Eserler
ülkemize getirildikten sonra 3 yıl Anadolu
Medeniyetler Müzesi'nde sergilendi, daha sonra Uşak
Arkeoloji Müzesi'ne getirildi. Sergileme sırasında
gerek zemindeki bez (çuha), gerek aydınlatma
sistemi, gerek ortamdaki değişik olumsuzluklar
yüzünden ABD'den getirilen eserlerin 170'inde
bozulma meydana gelmiş. Bu eserler altın, gümüş ve
bakır alaşımlı. Bozulmaları çok doğal. Bozulan bu
170 parça eser bakım için Anadolu Medeniyetler
Müzesi'ne götürülecek. Orada uzman ekip tarafından
bakımdan geçirilip tekrar ilimize gelecek. Bizim
bulduğumuz 87 parça tarihi eserde herhangi bir
bozulma söz konusu değil.''
Uşak Arkeoloji Müzesi'nde 45 bin 400 tarihi eserin
bulunduğunu, bu eserlerin büyük bölümünün yer
sıkıntısı yüzünden sergilenemediğini anlatan Arıtürk,
Müzeler Kompleksi Projesi ile Uşak'a yeni bir
Arkeoloji Müzesi kazandıracaklarını söyledi.
Arıtürk, tarihi eserlerin çağdaş bir ortamda
sergileneceğini belirterek, ''Müzeler Kompleksi
Projesi ile ilgili avam proje, Kütahya Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
onaylandı. Uygulama projesi ile ilgili çalışma
sürüyor. Arkeoloji Müzesi yapıldıktan sonra projede
bulunan diğer binalar için çalışma başlatılacak''
dedi.
Korozyona uğrayan tarihi eserlerin büyük bölümü,
gümüş ve bronzdan yapılmış günlük yaşamda kullanılan
eşya ile süs eşyasından oluşuyor. Bazı eserlerin
küflendiği ve üzerlerinde karartıların oluştuğu
dikkat çekiyor.
Yetkililer, eserlerin bozulmaya uğramaması için
aydınlatma sisteminin değiştirilmesi ve ahşap
yapılarda sergilenmemesi gerektiğini dile
getiriyorlar.
Gerçek Gündem, Haber:
Soner Kılınç, 15.04.2010
|
SARAY BÖCEKLERİNE ÖDENEK YETMEDİ
Beylerbeyi Sarayı, Yıldız Şale Köşkü ve Küçüksu Kasrı'ndaki mobilyalar böceklerden arındırıldı. Sıra Dolmabahçe'ye geldiğinde ödenek bitti. Dolmabahçe Sarayı'nın ilaçlanması için 1 milyon lira gerekiyor!
Ankara Üniversitesi (AÜ) Ziraat Fakültesi ile TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nın ortaklaşa yürüttüğü proje ile İstanbul'da bulunan bazı milli saray ve köşklerdeki ahşap objeler ve mobilyalar, yıllar içinde oluşan böceklerden arındırıldı. Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) desteğiyle yaklaşık 1 milyon 200 bin TL'ye mal olan proje ile Beylerbeyi Sarayı, Yıldız Şale Köşkü, Küçüksu Kasrı'ndaki böcekler temizlendi. Proje hakkında bilgi veren AÜ Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Entomoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mevlüt Emekçi, 2004 yılında Küçüksu Kasrı (10 bin metreküp), 2005 yılında Yıldız Şale Köşkü (60 bin metreküp) ve 2008 yılında Beylerbeyi Sarayı'nın böceklerden arındırıldığını, 75 bin metreküplük Beylerbeyi Sarayı'nda Avrupa'da bu alanda yapılan en büyük uygulamanın gerçekleştirildiğini belirtti.
Proje başlamadan önce uygulamanın İngiltere'de bazı firmalara teklif edildiğini dile getiren Emekçi, "O dönemde sadece bir uygulama için 2 milyon pound istemişler. Biz o kadar yer yaptık harcadığımız para 1 milyon 200 bin TL. Yaptığımız yerlerden şu ana kadar şikayet gelmedi" dedi. Emekçi, projeye başladıklarında saraylardaki bütün mobilyalar ile yer ve duvar kaplamalarının böcekler tarafından delik deşik hale getirildiğini anlattı. Emekçi'nin verdiği bilgiye göre, Dolmabahçe Sarayı da ilaçlama projesine dahildi. Ancak sıra buraya geldiğinde ödenek bitti. Para olmadığı için Dolmabahçe Sarayı, böceklerden arındırılamadı.
453 bin metreküp hacme sahip Dolmabahçe Sarayı'nın diğer yapılarla kıyaslanmayacak kadar büyük olduğunu anlatan Prof. Mevlüt Emekçi, "Dünyadaki en büyük uygulama olur. Kaba bir hesapla 1 milyon TL. Bu da sarf malzemesi için. Her şey hazır ama sülfüril florit gazı yurt dışından geldiği için çok pahalı bir gaz. Ona yönelik bir masrafımız olacak" diye konuştu.
Habertürk, 15.04.2010
|
 |
|
ANKARA'DAN KÖŞKLERİ İSTEDİ
Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı, ilçesinde yıllardır atıl vaziyette duran De Jongh Malikanesi ile Forbes Köşkü'nü Ankara'dan istedi. Eski Sağlık Meslek Lisesi binası olan De Jongh Köşkü'nü engelli merkezi, yaşlı bakımevi ve ilçe kütüphanesi yapmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'ndan isteyen Tatı, Buca Devlet Hastanesi bahçesinde bulunan Forbes Köşkü'nü de sağlık lokali ya da kent kütüphanesi yapmak amacıyla Maliye Bakanlığı'ndan talep etti.
Her iki eseri de Buca'ya kazandırmak istediklerini belirten Tatı, "Bu tarihi zenginliklerimiz gözümüzün önünde çürüyüp gidiyor. Belediye olarak bu köşkleri onararak yaşatmayı ve halkın kullanıma açmayı istiyoruz" dedi.
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'na resmi yazı gönderen Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı, 45 dönümlük alan üzerinde bulunan malikane ve derslik binalarını restore ederek engelli merkezi, yaşlı bakım evi ve ilçe kütüphanesi yapmak istediklerini belirtti. Daha sonra Buca Devlet Hastanesi bahçesinde bulunan ve ilçenin tarihinde önemli bir yere sahip olan Forbes Ailesi'nin yaşadığı Forbes Köşkü'nün tahsisi için de Maliye Bakanlığı'na müracaat etti. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsis edilen, ancak yıllardır onarılmayan köşkün tahsisini talep eden Buca Belediyesi, gerekli onarım ve restorasyonu yapmaya hazır olduklarını dile getirdi.
Tatı, "Buca için simge haline gelen Forbes Köşkü'nün bu halde bekletilmesi içimizi acıtıyor. Bu kültür enkazını kaldırmak ve Bucalıların kullanımına sunmak istiyoruz. Yapıyı hastane ile örtüşecek sağlık lokali ya da kent kütüphanesi yapmak istiyoruz. Bu konuda gereken desteğin verilmesini bekliyoruz" şeklinde konuştu.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 15.04.2010
|
GÖZLÜKULE HÖYÜĞÜ'NDE
YANGIN
Mersin'in Tarsus
İlçesi'ndeki Gözlükule Höyüğü'nde henüz bilinmeyen
bir nedenle yangın çıktı.
Çevrede oturan
vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine itfaiye
ekipleri gelerek yangına müdahale etti.
Ekipler, alevleri
ağaçlara sıçramadan söndürdü. Yangının çıkış
sebebinin tespiti için çalışma başlatıldı.
Mersin Kent Haber,
15.04.2010
|

|
TARİHİ ESERLER İÇİN
İŞBİRLİĞİ
Niğde Belediyesi ile
Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol
ile il genelindeki tarihi eserlerin bakım ve onarımı
yapılacak.
Niğde’ye gelen Vakıflar
Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Niğde Belediye Başkanı
Faruk Akdoğan’ı ziyaret etti. Sıcak bir ortamda
geçen ziyaretin ardından Başkan Akdoğan’la birlikte
Esenbey ve Kesikbaş Türbeleri ile Sıralı Camii ve
Akmedrese’yi inceleyen Yusuf Beyazıt, tarihi
eserlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması
için Niğde Belediyesi ile işbirliği yapma kararı
aldı.
Yapılan incelemelerden
Niğde’nin yararına önemli sonuçlar çıktığını
belirten Başkan Akdoğan, “Vakıflar Genel Müdürümüz
ile birlikte yaptığımız incelemeler neticesinde,
başta Esenbey Türbesinin yeniden izolasyonunun
yapılıp çevre düzenlemesinin gerçekleştirilmesi,
Sırali Camii’nin doğu tarafına bir şadırvan
yapılması ve önündeki eski çeşmenin olduğu yerlerin
yıkılarak caminin yeniden restore edilmesi, Kesikbaş
Türbesinin yeniden restorasyon yapılarak çevresinin
düzenlenmesi, Akmedrese’nin hem taşlar hem de eski
halılar müzesi haline getirilmesi konusu görüşüldü.
Bununla ilgili olarak içerisinin bazı tarihi
eserlerle doldurularak, orta alandaki boşluğunda,
tiyatro ve sergi yeri yapılabilmesi için
belediyemize tahsis edilmesi ile ilgili Genel
Müdürümüz ve Bölge Müdürü Sayın Ali Veral ile
birlikte bir inceleme gerçekleştirdik. Sayın
Beyazıt’ın ifadesine göre, bu incelemelerin 10
milyon lira civarında maliyetinin olduğu belirtildi.
Kale ile ilgili belediye olarak çalışmamız devam
ediyor. Bununla ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığına
sunumda bulunduk. Neticesinin olumlu olacağını
düşünüyorum. Artık süreç başlamıştır. Bizim
isteğimiz en kısa sürede yapılmasıdır” şeklinde
konuştu.
Niğde Kent Haber,
15.04.2010
|
 |
MAHMUT NEDİM KONAĞI MÜZE OLACAK
Şanlıurfa İl Genel Meclisi 2009, yılında onarımı bitirilen Mahmut Nedim Konağı'na işlev kazandırmak için harekete geçti. Konak, Şanlıurfa İl Genel Meclis Başkanı Mehmet Uğur Beyazgül tarafından Turizm ve Kültür Komisyonu'na havale edilmişti.
Meclisi Başkanı Mehmet Uğur Beyazgül, İl Genel Meclisi'nin 05 Mart 2010 tarih ve 87 sayılı kararı gereğince Mülkiyeti İl Özel İdaresi'ne ait Merkez Atatürk Mahallesi Mahmut Nedim Konağı'nın incelenmesi gerektiğini belirtti.
Beyazgül, "Harran Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Şanlıurfa Müzik Korosu ile görüşmeler yapıldı. Bu yerde yapılan incelemede tahsis edilmesi uygun görülmüştür. Konağın ikinci katının Şanlıurfa Kurtuluş Müzesi Teşhir Salonu olarak kullanılması, konağın alt katının halen boş ve atıl durumda olduğundan Şanlıurfa Türk Halk Müziği Korosu Müdürlüğüne yapılacak protokol hükümleri dahilinde tahsisinin yapılması, konağın orta avlusunun Şanlıurfa'da yaşamış sanatçılara ait Müzik Müzesi olarak tahsisinin yapılması, konağın dış kısmında bulunan avlunun da Mutfak Müzesi olarak kullanılmasını yüce Meclisin bilgi ve takdirlerine bıraktık. Şanlıurfa'mızda halkımızın kültürel aktivitelerini yerine getirebilecek nezih ortamların daha işlevsel hale getirilmesi için çalışmalar devam edecektir. Özellikle Mahmut Nedim Konağına Özel İdare tarafından önemli miktarda kaynak aktarımı yapılarak onarıldı. Fakat Mahmut Nedim Konağının tam manasıyla faydalanacağı bir fonksiyona kavuşmadı. Bu alanlarda Özel İdaremize bu yerlerin tabii ve tarihi dokusunu bozmayacak bir çalışmanın yapılması için yetkililer nezdinde girişimlerde bulunacağız" dedi.
Şanlıurfa Kent Haber, 15.04.2010
|
TARİHİ KİLİSE BAKIMSIZLIKTAN YOK OLUYOR
Bingöl'ün Yedisu İlçesi'nde bulunan ve yapım tarihi bilinmeyen Arnes Kilisesi, ilgisizlik ve bakımsızlıktan yok oluyor.
İlçeye bağlı Güzgüllü Köyü'nde bulunan tarihi Arnes Kilisesi'nin korumaya alınması gerektiğini belirten köylüler, yetkililerden yardım beklediklerini söyledi. Güzgüllü Köyü sakinleri, özellikle son dönemlerde define avcıları tarafından yapılan kazılarla kilisenin tahrip edildiğini belirtti. Köy sakinleri, "Bölgemizde bulunan nadir tarihi yapılardan biri Arnes Kilisesi'dir. Bu kilisenin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Tarihi yapı koruma altına alınmadığı için her geçen gün gözlerimizin önünde yok oluyor. Define avcıları tarafından sürekli kazıların yapıldığı kilisenin sağlam kalan birkaç duvarı da çökmek üzere. Kazılardan dolayı birçok yerde göçük meydana geldi. Sağlam kalan duvarlar da her an yıkılabilir. Yetkililerden bu tarihi yapının koruma altına alınıp, tadilatını yapmasını bekliyoruz" ifadelerini kullandı.
Bingöl Kent Haber, 14.04.2010
|

 |
TARİHİ HAMAMDI, ŞİMDİ
BİR AHIR

2. Abdülhamid
döneminde yaptırılan ve yaklaşık 10 yıldır ahır
olarak kullanılan tarihi hamam turizme
kazandırılmayı bekliyor.
İlçe sakinlerinden
Fikret Gürkan, eski adı ''Hamidiye'' olan Bünyan'ın
ilçe olmasında büyük dedeleri 'Hayret Ağa'nın önemli
rol oynadığını söyledi. Bünyan'ın 1895 yılında
ilçe olmasının ardından kaymakamlığa Mukbil Bey'in
atandığını ifade eden Gürkan, şunları anlattı:
''Bünyan'ın ilk
kaymakamı olan Mukbil Bey, ilçeye geldikten sonra
ilk olarak bu hamamı ve minaresi olmayan Ulu
Camii'nin minaresini yaptırmış. Hamam öyle bir yere
yapılmış ki 3 farklı mahalleden yolu var. Hamama
gelen kadınlar ve erkekler yolda birbirlerini dahi
görmezlermiş. Samanla ısıtılan hamam 1960 yılına
kadar da hizmet vermiş, ancak, bugün atıl durumda.
Şuan mülkiyeti Girgin ailesine ait ve yaklaşık 70
mirasçısı var.''
Camii Cedit Mahallesi
Muhtarı Mehmet Cura da tarihi hamamın bakımsızlık
nedeniyle adeta harabeye döndüğünü kaydetti. İlgililerden hamamın
restore ettirilerek turizme kazandırılmasını
istediklerini dile getiren Cura, ''Hamamın mülkiyeti
Mevlüt ve Şevket Girgin'in varislerine ait, ancak
kaderine terk edilmiş durumda. Yaklaşık 10 yıldır da
ahır olarak kullanılıyor. Bu durum Bünyan'a da
yakışmıyor. Belediye Başkanımız konu ile
ilgileniyor. İnşallah burası en kısa zamanda eski
güzelliğine kavuşacak'' diye konuştu.
Bünyan Belediye Başkanı
Mehmet Özmen ise tarihi hamamın çevresini imara
açarak görüntü kirliliğini ortadan kaldırdıklarını
belirtti. Bu sayede harabe evlerin
kalıntılarının ortadan kaldırıldığını ve yeni
yapılaşmaların başladığını vurgulayan Özmen, şöyle
devam etti:
''Şu an hamamın
içerisinde olumsuz bir durum var. Bazı vatandaşlar
burada büyükbaş hayvan besliyor. Bunun için izin
alınmamış, kira da ödenmiyor. Çoğunluğu başka
illerde olan yaklaşık 70 mirasçısı bulunan hamam
belediyemize devredilirse restore ettirerek yeniden
hizmete açmayı ya da eğitim müzesine dönüştürmeyi
düşünüyoruz. Bunu zaman gösterecek.''
Ntvmsnbc, 14.04.2010
|
|
ZAMANA DİRENEN TARİHİ
BİNA İLGİ BEKLİYOR
Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk`ün 29 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu'nun
Taşköprü İlçesi'ne gerçekleştirdiği ziyaret
sırasında konakladığı tarihi ev Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan
yardım bekliyor.
Taşköprü Atilla Ateş
Parkı yanında bulunan ve yıkılma tehlikesiyle karşı
karşı olan tarihi konağın 20. yüzyılın başlarında
yapıldığı tahmin ediliyor. Ankara`da yaşayan
Canpolat ailesinin sahip olduğu konağın geçtiğimiz
aylarda projesinin yapılarak kurula verildiği ve
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan da inşaat yardımı
beklediği belirtildi.
Atatürk`ün konaklaması
itibari ve ilçedeki konumu durumuyla tarihi konağın
restore edilmesi ihalesi tamamlanan Delibeyoğlu
Konağı ile birlikte Taşköprü turizmi açısından büyük
önem arz ediyor.
Kastamonu Postası,
14.04.2010
|
EFSANEVİ ROMA ANTİK KENTİ, KIBRIS'TA YÜKSELİYOR

Kıbrıs’ın
asırlar boyu birçok farklı medeniyete ev sahipli
yaptığı biliniyor. Medeniyetlerin Kıbrıs’ta bırakmış
oldukları mirasların bir kısmı 21. yüzyılda yok
olmuş bir kısmı ise keşfedilmeyi bekleyen hazineler
gibi yer altında saklanıyor.
Kıbrıs’ın
Gazimağusa bölgesinde 12 yıl önce Doğu Akdeniz
Üniversitesi (DAÜ) Arkeoloji ve Kültür Varlıklarını
Araştırma Merkezi (AKVAM) tarafından başlatılan
kazılar çerçevesinde Roma İmparatorluğu’nun en büyük
antik yerleşim birimi Salamis’in bilinmeyen
kısımları ortaya çıkarılıyor.
Bir proje
kapsamında yürütülen çalışmalarda kazı ve
onarımların yanında koruma, çevre düzenlemesi de
yapılıyor. “Salamis Kazıları” olarak da
isimlendirilen proje kapsamında bugüne kadar Roma
dönemine ait birçok tarihi eser ve mekan günümüze
taşındı. 1998 yılında başlayan çalışmalarda bu
tarihten önce hakkında pek bilgi sahibi olunmayan
Roma Hamamı ve Palaestrası, balık pazarı, sütunlu
cadde, granit forum gibi yapı ve mekanlarının büyük
ölçüde gün ışığına çıkarılması sağlandı.
Konuyla
ilgili açıklamada bulunan AKVAM ve Salamis Kazısı
Başkanı Prof.Dr. Coşkun Özgünel, Salamis
kazılarının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin
kültür mirası açısından önemine dikkat çekerek,
kazılara başladıkları günden itibaren Kıbrıslı
Rumların engelleme girişimleri olduğunu ifade etti.
Engellemelere rağmen, Alman ve Amerikalı
araştırmacılarla kazılara devam ettiklerini ve
efsanevi Roma Antik şehrinin büyük bölümünü, 21.
yüzyıla taşıdıklarını kaydetti.
Projeye Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyük Elçiliği,
KKTC Müzeler Dairesi ve Doğu Akdeniz
Üniversitesi’nin her zaman önem verdiğini vurgulayan
Prof.Dr. Özgünel, 12 yıldır devam eden kazılara arkeoloji,
mimar ve diğer uzmanlar ile öğrencilerin
katıldığını söyledi. “Akdeniz havzasında yer alan
en büyük agora temizlendi ve gezginlere açıldı”
diyen Özgünel, Roma dönemine ait caddelerin, balık
pazarının, hamamın, sütunlu yolun ortaya
çıkarılarak kentin ana planının saptandığını ifade
etti.
Bu yıl çalışmaların haziran ve temmuz aylarında
yapılacağını belirten Prof.Dr. Özgünel, hamam
yapısının apodyterium kısmının açılmasına,
çevresindeki mekanların onarılmasına devam
edileceğini söyleyerek, Decumanus ile ilgili
çalışmaların kentin sahil kesimine doğru
genişletileceği bilgisini verdi.
Havadis
Kıbrıs, 14.04.2010
|
ZONGULDAK'TA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Zonguldak'ın
Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesinde bulunan, MÖ
7 ile 6. yüzyıllar arasında kurulan Tieion Antik
Kenti'ndeki Roma dönemine ait Karadeniz'in tek
korunmuş antik tiyatrosunun bu kazı sezonunda ortaya
çıkarılarak turizme kazandırılması planlanıyor.
Zonguldak Özel İdare
Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca
desteklenen, 2006 yılında başlanan arkeolojik
kazılar kapsamında bu yıl antik tiyatronun tam
olarak ortaya çıkarılması amaçlanıyor.
Trakya Üniversitesi'nden Karabük Üniversitesi
Arkeoloji Bölümüne atanan kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, antik kentte tiyatrodaki kazıların
tamamlanması konusunda Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın emri doğrultusunda keşif
çalışmalarının tamamlandığını söyledi.
Kazı ödeneğinin henüz çıkmadığını ancak tiyatrodaki
kazıya yönelik planlamaları yaptıklarını ifade eden
Prof.Dr. Atasoy, şöyle konuştu:
''Tiyatroyu tamamen ortaya çıkarmayı planlıyoruz.
Ödenek miktarına göre çalışma zamanımızı
belirleyeceğiz. Temmuzda başlayarak 2 ay kazı
planlıyoruz. Antik tiyatronun oturma
sıralarını ve sahnesini ortaya çıkaracağız. Buranın
restore edilmesi isteniyor. Ancak kazı tamamlanmadan
bu mümkün değil. Kaç adet oturma sırası kalmış, kaçı
eksik, bunlar ortaya çıktıktan sonra restorasyon
projesi hazırlanacak. Tiyatroda çeşitli etkinlikler
yapılması hedeflendiğinden
hemen tadilat çalışmalarına başlanmak isteniyor. Bir
kısmının üzerinden ana yol geçen MS 2. yüzyıla ait 2
bin 500 kişilik tiyatroda kazı çalışmalarını
tamamlamak istiyoruz .''
Prof.Dr. Atasoy, tiyatronun bir yamaca yaslanmış
olduğuna, geçmiş yıllarda buradaki çöp ve molozların
temizlendiğine işaret ederek, ''Şu anda tiyatronun
üst kısmındaki oturma sıralarının üzerinden ana yol
geçiyor. İleride bugünkü yol kaldırılırsa tiyatronun
üst kısmı da ortaya çıkarılacaktır. Zamanında ne
yazık ki yol tiyatronun üzerine yapılmış. Sıra
taşları da alınmış ve çevredeki inşaatlarda
kullanılmış'' dedi.
Filyos'taki eski sağlık ocağının Zonguldak Karaelmas
Üniversitesine (ZKÜ) kazıevi olarak kullanılması
için tahsis edildiğini belirten Atasoy, şunları
kaydetti:
''Buranın tadilatını yapacağız. Yatacak yerleri,
laboratuvarı ve toplantı salonu yer alan kazı evi
oluşturacağız. Daha önceki yıllarda kazı ekibi için
bina kiralamak zorunda kalıyorduk. Bu da maliyetli
oluyordu. Tadilat için ödenek çıkması halinde
gerekli düzenlemelere hemen başlamayı amaçlıyoruz.
Temmuza kadar kazıevinin tadilatını yapıp kazılara
geçmek istiyoruz. Kazılarda 25 öğrenci ve uzmanın
yanı sıra 30 işçi görev alacak.
Hızlı
şekilde tiyatroyu ortaya çıkabilirsek tarihi kalede
geçen yıl açığa çıkan kilise ve tapınaktaki
çalışmalara devam etmek istiyoruz.''
Atasoy, Karabük Üniversitesinden görevlendirmeyle
ZKÜ kadrosunda görev alacağını ve buradaki arkeoloji
bölümüne gelecek yıldan itibaren öğrenci kabul
edileceğine dikkati çekerek, bunun gelecek yıllarda
kazının daha uzun süre devam ettirilmesine olanak
sağlayacağını kaydetti.
Filyos Vadisi bölgesinde sanayi yatırımları
kapsamında öncelikle bir limanın inşasının
planlandığını belirten Atasoy, şöyle devam etti:
''Vadinin araştırılması lazım. Filyos Çayı'nın iki
yanında antik yerleşme yerleri olduğunu tahmin
ediyoruz. Çünkü antik limana gelen teknelerdeki
ürünlerin iç bölgelere taşınması Filyos Çayı
vasıtasıyla oluyor. Oradaki tarihi iskelelerin
birini ve depoları bulduk. Depoların yanında Bizans
ve Roma dönemlerine ait kilise kalıntıları var.
Buralarda hiç araştırma yapılmamış. Gerekirse bu yıl
burada izin alıp sondaj yapmayı planlıyoruz. Filyos
Vadisi'nde yapılacak her türlü tesisin altından
tarihi kalıntı çıkma riski yüksektir.''
TİEİON ANTİK KENTİ
Zonguldak'ın kuzeydoğusunda sahil kenti Filyos'taki
Tieion Antik Kenti, Tios adlı rahibin öderliğindeki
Miletos kolonisince kurulmuş. Tarih boyunca
Herakleia Pontika (Ereğli) ve Amastris'in (Amasra)
gölgesinde kalan kent, çeşitli krallıklara bağlı
olarak varlığını sürdürmüş.
Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent, daha
sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine bağlı
ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına devam
etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı kasabasına
dönüşmüş.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı
araştırmacılar ve seyyahlar tarafından araştırmalar
yapılan antik kentte, 2006'da başlatılan kazı
çalışmalarının Karadeniz ve Küçük Asya tarihi ve
arkeolojisine ışık tutması planlanıyor.
İnternet Haber, 14.04.2010
|
PARA BİTTİ, RESTORASYON DURDU
418 yıllık Hisar Camii’nde 10 ay önce başlayan restorasyon çalışmaları, Vakıflar ödenek aktarmadığı için durdu. Restorasyonu yüzde 80 biten camide işçiler iki aydır çalışmıyor. Sorun çözülürse cami, 1 milyon liraya yenilenip, ağustosta Ramazan’a yetişebilecek.
Bosna’da tarihi Mostar Köprüsü’nü onaran Mimar Onur Özbaşbuğ, şimdi İzmir’de Hisar Camii’ni restore ediyor. Her tarafı kazınan caminin ana kubbesi 1800 yılındaki rengine, çivit maviye boyandı. Yeni bulunan motifler canlandırıldı. Barok dönemin süslemeleri korundu.
Çalışmalarda güney duvarında, 1800 yılında barok süslemelerle üstü kapatılmış yıldız şeklinde bir pencere bulundu. Caminin tamamında 85, sadece büyük kubbesinde 10 ton kurşun kullanıldı. Bugüne kadar 450 bin lira ödenek alıp, 600 bin lira harcayan müteahhit firma, 150 bin lirası ödenirse çalışmaya başlayacak.
Milliyet Ege, Haber: Elif Demirci, 14.04.2010
|

|
HANİ İSTANBUL'UN FOTOĞRAF ARŞİVİ?
Bizans ve Osmanlı tarihi uzmanı Prof.Dr. Semavi
Eyice'nin
programında, İstanbul’un Bizans Devri öncesinden
başlanarak, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerini de
kapsayacak şekilde geniş bir şehir ve şehircilik
semineri verildi.
Marmara Belediyeler Birliği’ne üye belediyelerin
yöneticileri ile Marmara Üniversitesi’nin yeni
kurulan Yüksek Lisans programı ‘İstanbul
Araştırmaları’ bölümü öğrencilerine seminer veren
Prof.Dr. Semavi Eyice, önemli açıklamalarda
bulundu.
İstanbul’daki şehirleşme aşamalarının şehre kattığı
tarihi ve mimari değerlerden kimisinin korunarak
yaşatıldığına, kimisinin de ilgisizlik ve zamana
yenik düşme sonucu gelecek nesillere
aktarılamadığına vurgu yaparak sözlerine başlayan
Prof.Dr. Semavi Eyice “İstanbul sadece bir metropol
değil, aynı zamanda Dünyanın kültür başkenti ve
yaşayan bir insanlık mirasıdır. Şehrin yönetiminde
söz sahibi olan idareciler, bu değerli mirasımızın
korunması hususunda daha titiz olmalı” derken,
İstanbul’un altında önemli kalıntıların olduğunu da
hatırlatarak, “Bizans kalıntıları 8 metredeki
toprağın altından çıktı. Önceki tarihi kalıntılar,
kim bilir kaç metrenin altındadır. Tarihi eserler
aslını kesinlikle korumalıdır, bunlar aynı zamanda
kültür mirasıdır” diye konuştu.
Dünya’nın tüm metropollerinde, şehri anlatan büyük
fotoğraf arşivlerinin olduğunu söyleyen Eyice,
“Kültürel mirasımızın gelecek nesillere
aktarılabilmesi için fotoğraf arşivi kurmalıyız.
İstanbul’da da Londra, Berlin ve Paris’te olduğu
gibi büyük fotoğraf arşivi kurulması lazım… Bu,
İstanbul için çok büyük bir eksiklik” diyerek
sözlerini tamamladı.
Cnn Türk, 14.04.2010
|
DÜNYANIN İLK ASTRONOMİ OKULUNUN GİZEMİ

Vakıflar Genel Müdürlüğü son 6 yılda, ilk
astronomi okulunun da aralarında bulunduğu 3 bin 400
vakıf eserinin restorasyonunu tamamladı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye
göre, son 6 yılda restore edilen vakıf eseri sayısı
3 bin 383'e ulaştı. Restore edilen eserler arasında,
dünyanın ilk astronomi okulu olarak bilinen, 1272
tarihinde II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde
Kırşehir Valisi Nureddin Cibril Bin Cacabey
tarafından rasathane olarak kullanılmak üzere
yaptırılan, tarihi Kırşehir Cababey Medresesi de
bulunuyor. Çalışmalar sonucunda, 400 yıllık çok
sayıda tarihi kervansarayların kapısı da butik otel
olarak yeniden açılıyor.
Türk-İslam kültür ve medeniyetinin en muhteşem
mimari özelliklerini yansıtan Cacabey Medresesi,
Selçuklular döneminde dini ilimler yanında müspet
bilimlerin de öğretildiği bir fakülte olarak
kullanılmış; gökyüzünün, güneşin, ayın, yıldızların
hareketlerini inceleyen bir gözlemevi olarak yıllar
boyu ayakta kalmıştır
Selçuklu dönemine ait Kılıçarslanoğlu Keyhüsrev
zamanında Cebrail İbni Caca tarafından 1272
tarihinde Kırşehir'de yaptırılan Cacabey Medresesi,
o dönemde astronomi çalışmalarının yapıldığı bir
rasathane olarak kullanılmıştır.

İlk rasathane
Gökbilim (Astronomi) araştırmaları yanında, hukuk,
mantık, geometri, matematik, tarih, coğrafya,
tefsir, hadis, tasavvuf; ayrıca Türk dili ve
kültürünün öğretildiği Cacabey Medresesi, Kırşehir
ve çevresinde zengin vakıfları olan geniş bir
külliyenin bize ulaşan bir bölümüdür.
Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev
döneminde, Kırşehir emiri Nureddin Caca tarafından
1271-1272 yılları arasında yaptırılmıştır. Günümüzde
cami olarak hizmet veren medresenin kubbesi açık ve
altında su kuyusu vardır. Bu kuyuya akis eden
yıldızlar tetkik edilirdi. Döneminde "astronomi
yüksek okulu" olarak hizmet veren medrese, dünyada
gayesine uygun gözlemevi olarak yapılan ilk
yapıttır. Batı Türkistan'da Uluğ Bey'in rasathanesi
neyse, Selçuklular zamanında Kırşehir Cacabey
rasathanesi de o derece önemlidir.
Minare, gözlem kulesi olarak kullanılmış
Selçuklu devrinde yapılan medresenin taş işlemeli,
tuğla örgülü, mozaik çinilerle süslü bir de kulesi
vardır. Bugün, minare olarak kullanılmakta olan
medrese kulesi: "gözlem kulesi" hizmeti görmüş, daha
sonra minareye dönüştürülmüştür. Minareye
çevrilmeden evvelki rasat kulesinin üzeri küp
şeklinde bir kubbe ile kapalı idi. Rasat kulesin -
minarenin - ışıl ışıl mavi firuze çinileri
sebebiyle, halk, medreseye "Cıncıklı Cami" adını
vermiştir. Minaresi; sınırlı tuğla ve çinilerle
bezeli tek şerefelidir. Yapı, içten kubbe dıştan
konik külahlarla örtülüdür. İçi beyaz siyah ve mavi
çinilere bezenmiştir. Medrese, rasathane gayesine
yönelik olarak yapıldığından üzeri tamamen
kubbelerle doludur. Binanın ortasında toprak altında
kalmış bir havuz mevcuttur. Kuyu şeklindeki bu
havuza akseden yıldızlar üniversitede incelenirdi.
Böylece yurdun çeşitli yerlerinden gelen öğrenciler
burada astronomi araştırmaları yaparlardı. Ahmedi
Gülşehri ve Aşıkpaşa bu medresede okumuş öğrenciler
arasında yetişmiş ilim adamlarından yalnızca
birkaçıdır. Cacabey'e ait Arapça ve Moğolca 4
vakıfname bulunmaktadır. 1272 tarihli vakfiye, çok
değerli bir içtimai tarih vesikası olup; Kırşehir,
Kayseri, Eskişehir ve dolaylarında yaptırdığı
medrese, mescit, han, zaviye, mektep, türbe vs.
eserler ile ilgili bilgiler bulunmaktadır.
Modern füzelere benzeyen sütunlar
Bugün cami olarak kullanılan medresenin dış
köşelerine yerleştirilmiş kıvrımlı köşe sütunları
ilgi çekicidir. Binanın batı, kuzeydoğu ve kuzeybatı
köşelerinde, duvara bitişik, alt tarafları değişik
işlemeli füze biçiminde birer tane olmak üzere üst
kısmı konik külahlı üç tane kule vardır. Bu kuleler
zamanımızda kullanılmakta olan modern füzelerin 700
sene evvel Müslüman Selçuklu Türkleri tarafından
savaşlarda kullanılan füzelerin maketini
andırmaktadır. Bu sütun düzenlemesinin Anadolu Türk
Sanatında başka bir örneği bulunmamaktadır.
Medresenin taç kapısı mimari bir şaheserdir ve iki
renkli taştan yapılmıştır. Bu kapıdan, orta eksen
üstünde olmayan beşik tonozlu giriş eyvanına, oradan
da ana mekana geçilir. Ana mekan, yuvarlak açıklığı
bulunan kubbe ile örtülüdür. Bu kubbenin üzeri daha
sonraları camekanla kapatılmıştır. Güneyinde mescit
olarak kullanılan ana eyvan yer alır. Bu eyvanda bir
de mihrap bulunmaktadır. Ana mekanın solunda türbe,
yan eyvan ve bir medrese odası; sağında ise,
revaklar arkasında öğrencilerin yatakhaneleri olan
odalar vardır. Küçük kapıdan da, kubbelere çıkılan
merdivenlerin bulunduğu hücreye geçilir. Buradaki
merdivenle ikinci kata çıkılır. Üst kat koridor
üzerinde beşik tonozlu iki küçük mekandan
oluşmaktadır.Ana mekanın sağ ve sol kenarlarda
dörder tane olmak üzere sekiz tane küçük bölmeler
halinde odalar vardır. Bunlardan üçü fazla uzun ve
beşi murabbaa yakın müstakil planlıdır. Üstleri yine
sivri tonozludur. Bu binanın kemerleri iki merkezli
Türk Kemerleridir. Kapıların üstlerini profilli bir
merkezli mümas kemerler, resmedilmiştir.

10. gezeni yaklaşık 1000 yıl önce
keşfetmişlerdi
Amerikalı bilim adamlarının 2003 yılında yerini
saptayıp 2005 yılında dünyaya duyurduğu güneş
sisteminin 10.gezegenin izleri Kırşehir'deki
medresenin sütunlarında gizli. 1272 yılında yapılan
Cacabey Medresesi'nin sütunlarında yer alan
10.gezenin simgesi aslında Selçukluların astrolojide
ne kadar ileri olduğunu göstermektedir.
Amerikalı bilim adamları 2005 yılında yeni bir
gezegenin keşfini duyurdular. Güneş etrafında
döndüğü kesinleşen gökcismini astronomlar 2003
yılından beri takip ederek yörüngesini çıkarmaya
çalışmışlar. Buz ve kayadan oluşan 2003 UB313 (Eris)
geçici isim verilen yeni gezegen yaklaşık 3,700
kilometre çapında ve güneşe 14 milyar Km uzaklıkta
olduğunu güneşin etrafını 560 yılda tamamladığını
keşif etmişler. Nasa bu gök taşını 10.gezegen olarak
kabul etti.
Oysaki 8 yüzyıl önce Anadolu Selçukluların bilim
adamları 10.gezegenin izlerini dünyanın ilk gözlem
evi olan Cacabey Gök Bilim Medresesi'nde sütunlara
kazımışlardı.
Günümüzde cami olarak kullanılan yapının giriş
kapısının hemen karşısında sağlı sollu iki sütun
bulunmaktadır. Bu sütunlar tespih tanelerinin bir
ipe dizilişi gibidir. Bir büyük küre , dört adet
küçük küre , altı adet kesit kesik koninin yan yana
gelmesinden oluşmaktadır. Bunlar gezegenleri
sembolize etmektedir. Tüm bunlar Anadolu
Selçuklular'da astrolojinin ne kadar gelişmiş
olduğunun kanıtıdır.
Habertürk, Fotoğraflar: Bugün, 14.04.2010
|
OSMANLI TARİHİ HARAÇ MEZAT

Dünyaca ünlü İngiliz müzayede evi Christie’s’in
önceki gün konuğu İslam ve Hint eserleriydi.
Londra’da düzenlenen “İslam ve Hint eserleri”
müzayedesinde Osmanlı dönemine eserler dünyanın
farklı
ülkelerinden gelen koleksiyonerlere satıldı.
Müzayedede üzerinde Sultan İkinci Beyazıt’ın üstünde
mührü ve el yazısı olan astroloji el yazması da
121,250 sterline (yaklaşık 278 bin TL) alıcı buldu.
En yüksek fiyata satılan Osmanlı eserleri ise 200
bin ile 300 bin Sterlin arasında satılması beklenen
“Şam Odası” oldu. 361 bin sterline (830 bin TL)
satılan İşlemeli, yaldızlı ve boyalı oyma oda 18.
yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl başları arasındaki
dönemde yapıldı. El yazmaları, resimler, Kuran-ı
Kerimler ve kılıçların da satışa çıktığı müzayedede
rekor kıran eser ise 1868-73 yılları arasında
yaşayan Horasanlı sanatçı İsmail Jalayir’in 600 bin
sterline (1 milyon 382 bin TL) satılan “Asilzade”
isimli portresi oldu. Bu hafta içinde Londra’nın
önemli müzayede evleri Türk sanatçılarının
eserlerinin satılacağı iki önemli müzayede daha
düzenleyecek.
Vatan, 14.04.2010
******
'ŞAM ODASI' 360 BİN STERLİNE SATILDI

Dünyaca ünlü müzayede evinin İngiltere’nin
başkenti Londra’daki şubesinde dün düzenlenen açık
artırmaya yoğun ilgi olurken, 18. yüzyıl sonları ile
19. yüzyılın başları Osmanlı dönemine ait "Şam
Odası", 361,250 sterline (yaklaşık 830 bin TL) alıcı
buldu.
Zengin işlemeli, yaldızlı boyalı, oyma odanın
müzayedede 200 bin ila 300 bin sterline satılması
öngörülüyordu. Benzer
bir "Şam
odasının" geçen yıl Ekim ayında yine Christie’s’de
yapılan bir müzayedede aynı fiyata satılmış olması
dikkati çekti.
Müzayedede ayrıca, 16. ve 17. yüzyıllara ait İznik
çinileri satışa sunuldu. 1510 tarihli Osmanlı
dönemine ait İznik çinisi bir vazo, 121,250 sterline
(yaklaşık 280 bin TL) satıldı. 27 cm
yüksekliğindeki, damla şeklindeki vazonun 50 bin ila
70 bin sterline satılması bekleniyordu. Müzayedede
bir diğer İznik çinisi seramik ise, 97,250 sterline
(yaklaşık 223 bin TL) alıcı buldu.
Resimler, el yazmaları, kılıçlar, Kuran-ı
Kerimler’in satışa sunulduğu müzayedede en pahalıya
satılan eser ise, Horasanlı sanatçı İsmail
Jalayir’in "Asilzade" portresi oldu. 1868-73 yılları
arasında yaşayan sanatçının en önemli eserlerinden
biri olarak kabul edilen portre, 601,250 sterline
(yaklaşık 1 milyon 382 bin TL) satıldı.
15. yüzyıl Mısır’a ait bir zırh 541,250 sterline
(yaklaşık 1 milyon 244 bin Tl), 14. yüzyıl
ortalarında Haçlı Seferlerinde kullanılan bir kılıç
385,250 sterline (yaklaşık 885 bin TL) ve Sultan 2.
Beyazıt’ın kütüphanesinde, Beyazıt’ın üstünde mührü
ve el yazısı olan astroloji el yazması da 121,250
sterline (yaklaşık 278 bin TL) alıcı buldu.
Açık artırmada çok sayıda Türk koleksiyonerin
bulunması dikkati çekerken, 16
Nisan’da
yine Christie’s Londra şubesinde aralarında halı ve
el yazmalarının bulunduğu "Hint ve İslam Eserleri ve
Tekstiller" müzayedesi yapılacak.
Radikal, 14.04.2010
******
5,5 MİLYON TL'LİK KUTU

İranlı bir mücevher ustasının Osmanlı Sarayı için
yaptığı altın işlemeli, turkuaz ve fildişi kakmalı
kutu, müthiş bir fiyata satıldı. Kutu kısa süre önce
bir internet sitesine sadece 600 TL’ye satılmıştı!
Londra'da Sotheby’s müzayede salonunda dün
yüzlerce İslami eser satışa sunuldu. Müzayedenin en
önemli parçası, 16’ncı yüzyılın başlarında yapılan
turkuaz taşlarla işlenmiş Osmanlı’ya ait bir
mücevher kutusu oldu. Osmanlı Sarayı için çalışan
bir İranlı mücevher ustasının yaptığı kutu,
2.393.250 sterline (yaklaşık 5.5 milyon TL)
satıldı. Alıcının kimliği açıklanmadı. Kutunun yakın
zamanda bir internet sitesine sadece (Ohio/Aspire)
600 TL’ye satıldığı ama sonra 470 bin dolara (700
bin TL) alıcı bulduğu belirtildi. Fildişi ve
turkuaz işlemeli dikdörtgen kutunun üzeri, altın
telkari işlemelerle kaplı. Karanfil, lotus, hurma
yaprağı gibi desenlerin yer aldığı işlemelerin
ortasındaki altı köşeli yıldız tek bir yakutla
süslenmiş.
Milliyet Cadde, 14.04.2001
|

|
MÜZEDEKİ ESERLER BARKODLANIYOR
Türk resim tarihinin önemli yapıtlarının kaybolduğu Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi yeniden yapılandırılıyor. Son olarak ünlü ressam Hoca Ali Rıza'nın eserlerinin çalınmasıyla gündeme gelen müzenin deposunda sayım işlemleri sürüyor.
Depoda, reprodüksiyon eserler ile bu özelliği taşımayan eşyalar ayıklandı. Eserler, dünyadaki müze uygulamalarına paralel olarak barkodlandı. Uzmanlar, resimleri, orijinal olup olmadıkları, hasarlı eserlerin yeniden onarımı açısından ayıklamaya başladı. Kuşkulu görülen eserler, müzedeki sayım işlemi bittikten sonra ayrıca son teknolojik yöntemlerle incelenecek. Müzede, bazı eserler üzerinde çıkan 'sahte' tartışması sonlandırılacak. Sergileme salonlarında da yenilik yapılıyor.
Teşhirdeki eser sayısı artırılacak. 250 adet resmin sergilendiği teşhirin 400 resim alacak şekilde dizayn edilmesi amaçlanıyor. Ayasofya yapıtı düzenlenen müzayedede 1 milyon TL'nin üzerinde bir fiyatla satılan Şevket Dağ'ın yapıtları, Feyheman Duran, Orhan Peker, Osman Hamdi ve İbrahim Çallı gibi ressamların hayranlık bırakacak eserleri daha fazla sayıda sergilenecek. Resim Heykel Müzesi'nin depolarının bahçeye bakan pencereleri çelik kafesle kaplandı. Kamera sisteminde de yenilik yapılıyor. İhaleye çıkan bakanlık, bina cephesinin gece görüşlü ve en son model termal kamera ile donatacak.
Sabah, Haber: Hülya Karabağlı, 14.04.2010
|
SİDE, KAZI MERKEZİ OLACAK
Side Belediye Başkanı
Abdülkadir Uçar, Side'nin kazı merkezi haline
getirileceğini bildirdi.
Uçar, gazetecilere yaptığı açıklamada, yapılması
zor işleri başararak, devrim niteliğinde işler
yaptıklarını belirterek, Side'yi tarihle
bütünleştirdiklerini, yeni yapılan Sahil Yolu
Projesi'yle Side'ye yeni bir kimlik
kazandırdıklarını söyledi.
Antik kentin sokak iyileştirme planını yapıp
yürüttüklerini ve bunu halkın da desteğiyle
gerçekleştirdiklerini anlatan Uçar, ''Kentin
dokusunun tarihi ve doğal güzellikleriyle beraber
gün yüzüne çıkartılmasıyla kentte yaşayan ve ticaret
yapan insanların kentten daha iyi fayda
sağlayacağını hepimiz biliyoruz. Bu çalışmalarımızı
özellikle halkımızla paylaştık her toplantıda ve
nihayetinde projeyi hayata geçirdik'' diye konuştu.
Side Antik Kenti'nde reklam levhaları ve
gölgeliklerde çeşitli standartlar getirildiğine
işaret eden Uçar, Side sivil mimarisine uygun taş
ahşap evlerin ön plana çıkmasını sağladıklarını
vurguladı. Bu çalışmaları gelecek yıl parsel bazında
koruma amaçlı imar planına uygun şekilde sürdürmeyi
planladıklarını ifade eden Uçar, Sahil Yolu
Projesi'nin de seçim sürecinde vatandaşlara
verdikleri sözlerin içerisinde en önemli proje
olduğunu bildirdi.
Projenin, yalnızca bir yürüyüş yolu olarak
algılanmasını istemediklerini belirten Uçar, şöyle
devam etti:
''Yolu yaparken bütün kaçak yapıları yıktık ve
bölgemizin ayıbı olan kaçak yapıyı da ortadan
kaldırmış olduk. 3 bin 750 metrelik güzergah boyunca
önümüzdeki 50 yılların kanalizasyon ihtiyacını
görebilecek büyüklükte ve aynı zamanda teknolojinin
son imkanları kullanılarak sızıntı bırakmayan
plastik borularla kanalizasyon şebekesi bitirildi.
Aydınlatma ve kamera sistemi çalışmaları konusunda
altyapı tamamlandı. Projenin maliyeti 8 milyon
lirayı aştı. Turizm yatırımcıları projenin yaklaşık
3 milyon liralık kısmını üstlendiler.''
Side'de hanutçuluğu ortadan kaldırmak için
çalışmalar yaptıklarını dile getiren Uçar, özellikle
sahil bandında ve ören yerleri alanlarında 25 özel
güvenlik görevlisinin görev yaptığını söyledi.
Hanutçuluğu, çözülmesi gereken bir sorun olarak
gördüklerini ve üzerinde hassasiyetle durduklarını
ifade eden Uçar, Side'de hanutçuluk yapanların en
ağır cezai uygulamalar ile karşılaşacaklarını
kaydetti.
Turistler için bir de danışma bürosu
oluşturduklarını bildiren Belediye Başkanı Uçar,
otogar çevresinde de düzenleme yaptıklarını ve
Side'ye gelenlerin güzel bir bahçeyle
karşılanacağını, dokuz çeşme ile başlayan ve
portikli yol olarak bilinen güzergahta 2 bin yıllık
tarihi yaşatarak Side Antik Kenti'ne ulaşmalarını
sağlayacaklarını söyledi.
Side'de toprak altında yatan çok ciddi tarihi
değerlerin olduğunu anlatan Uçar, sözlerini şöyle
tamamladı:
''Bilimsel kazıların yapılması konusunda çok büyük
bir şansa sahibiz. Eskişehir Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü kazı çalışmalarını üstlendi. 1960'lı yıllarda
İstanbul Üniversitesinden sonra kalan kazı
çalışmaları Eskişehir Üniversitesi tarafından
yürütülecek. Bu, önümüzdeki yıllarda Side'nin bir
kazı merkezi haline gelmesini sağlayacak.''
Gerçek Gündem, 14.04.2010
|
KAPATILAN MÜZE TAMİRAT İÇİN ONAY BEKLİYOR
Bursa'da milattan önceki dönemlere ait bir çok kıymetli eserin bulunduğu
Kültürpark'taki Arkeoloji Müzesi, 6 aydır kapalı
duruyor.
Geçen yıl Eylül ayında bakanlık talimatı ile "tamir
yapılacak" diye eserleri toplatılan müze, bakanlığın
restorasyon ihalesini yapıp yer teslimini
gerçekleştirmediği için tamir edilmeye başlanamadı.
İnşaat mevsiminin girdiği şu günlerde halen yer
teslimi yapılmayan binaya gelen yabancı ve yerli
ziyaretçiler kapıdan geri dönüyor.
Bursa Valiliği kongre ve kültür turizmini
geliştirmek için Almanya'dan Dubai'ye kadar birçok
uluslararası fuara katılarak şehrin tanımını
yapıyor. Ancak bu faaliyetler neticesinde şehre gelen
yabancı turistlerin en fazla ilgisini çeken
Arkeoloji Müzesi kapalı tutuluyor. Ankara'daki
bürokrasinin her zaman olduğu gibi çok yavaş ve
hatalı ilerlemesinden dolayı, 6 aydır hiçbir çalışma
başlamayan müze kapalı tutuluyor.
Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu Başkanı Mimar
Zafer Ünver, şehrin en önemli birinci müzesinin
tamir öncesi bu kadar kapalı tutulmasının yanlış
olduğunu belirterek, "Kültür Bakanlığı Bursa
Rölöve
Müdürlüğü'nün Arkeoloji Müzesi'nin restorasyonuna
ilişkin projeleri hazırlayarak Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Korumu Kurulu'nun onayını aldığını
biliyoruz. Gerekli izinlerin alınarak evrakların
ihale için Ankara'ya gönderdiği bilgisini aldık.
Ancak Ankara'da Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 6
aydır hiçbir haber gelmiyor. Tamirat ihalesine
ilişkin Bursa'da proje ve kurul onayı tamamlanınca,
bakanlık Arkeoloji Müze Müdürlüğü'ne eserlerin
toplanmasına ilişkin talimatı da göndermiş. Geçen
yıl Eylül ayından bu tarafa ziyaret yapılamayan
müzede tamirat işinin bir türlü başlamaması ve 6
aydır müzenin kapalı tutulması bürokratik bir
ayıptır. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanımızdan
destek ve ilgilerini bekliyoruz. Tamirat yaz
döneminde tamamlanarak, esas kültür turizmi için,
müzeye ilgi gösteren turistlerin yoğun geldi Ekim
ayında müze kapılarını açmalıdır. İhalenin de süre
sınırlaması ile bir an önce yapılmasını, yer teslimi
ile işe başlanmasını istiyoruz" diye konuştu.
Bursa Hakimiyet, 14.04.2010
|
KEPEZ TEPESİ'NDE TARİH TALANI
Şanlıurfa'nın Ceylanpınar İlçesi Kepez Tepesi üzerinde bulunan tarihi alan, kaçak definecilerin uğrak yeri haline geldi. Kaçak kazı yapanlar tarihi yok ediyor.
Ceylanpınar sınırları içerisinde yer alan Kepez Tepesi'nin üst tarafında kaçak kazı yapan defineciler, tarihi alanı şantiye haline getirdiler. Kaçak kazı yapılan bölgede bir çok tarihi esere rastlamanın mümkün olduğunu belirten çevre sakinleri, olaya tepki gösterdi. Tarihi eserlerin içerisinde parçalara ayrılmış çömlek parçaları ve sarnıçlar dikkat çekiyor. İlçe halkı, ilgisizlik nedeniyle yıllardır kaçak definecilerin uğrak yeri haline gelen tarihi Kepez Tepesi ve civarının daha fazla zarar görmeden yetkililer tarafından incelenip, turizme kazandırılmasını gerektiğini dile getirdiler.
Kepez Tepesi ve bölgesinin tarihinin MÖ 5 bin yıllara dayandığını belirten bölge halkı, bölgenin ayrıca Asurlular, Hititliler, Abbasiler, Bizanslılar ve Selçuklular gibi medeniyetlere ev sahipliği yaptığını belirttiler. Asurlar döneminde kurulmuş olan Mırri Mutani başkentlik yapan Ceylanpınar, bu dönemde Vaşşugar olarak anılmaktaydı.
Şanlıurfa Kent Haber, 15.04.2010
|
 |
|
TARİHİ SAAT KULESİ
ONARILACAK
Çanakkale’de 1897
yılında dönemin İtalyan konsolosu Vitalis tarafından
yaptırılan tarihi saat kulesi onarılacak.
Konu ile ilgi
açıklamalarda bulunan belediye yetkilileri İl Özel
İdaresi'nin mülkiyetinde olan tarihi saat kulesinin
son yapılan toplantıda mülkiyetinin tekrar Çanakkale
Belediyesi’ne devredildiğini belirterek, “Bu konuda
İl Özel İdaresi ile belediye arasında yapılan tapu
devri işlemleri sürdüğünden saat kulesi üzerinde
herhangi fiili bir işlem yapılamamıştı. Bizlerde bu
süre içinde saatin onarılması, iç ve dış temizliği,
taşların bakımı konusunda uzmanlar tarafından
inceleme yapılmasını gerçekleştirdik. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi KUDEB Bürosu uzmanları
tarafından restorasyon ve bakımına ilişkin
laboratuar araştırmaları tamamlanan saat kulesi ile
ilgili raporlar kısa sürede tarafımıza sunulacak.
Bunun ardından da Koruma Kuruluna sunulacak proje ve
onayı ile onarım faaliyetlerine başlanacak” dedi.
Çanakkale Kent Haber,
13.04.2010
|
TARSUS'TA TARİHİ KALINTI ESER BULUNDU
Tarsus'ta
tarihi bir kalıntı bulunurken, eserin sığınak mı,
mezar mı olduğu araştırılıyor.
Alınan bilgiye göre, Tarsus Müze Müdürlüğü
ekiplerinin, bir ihbar üzerine Altaylılar
mahallesinde yaptığı araştırmada bir tarihi
kalıntıya rastladı.
İlk yapılan incelemenin ardından alanda
arkeolojik kazı çalışması başlatılırken,
kalıntının sığınağa ya da mezara açıldığı
sanılırken, yetkililer, eserin tam olarak
anlayabilmeleri için arkeolojik kazı yapacaklarını,
2-3 gün içinde sonuca varacaklarını belirttiler.
Yetkililer, sığınak yada mezar olduğu tahmin
edilen, kalıntının hangi döneme ait olduğunun kazı
çalışması sonucu ortaya çıkacağını kaydettiler.
Tarsus Online, 13.04.2010
|
|
 |
KASTAMONU'NUN TARİHİ MEKANLARI İYİLEŞTİRİLECEK
Kastamonu, tarihi ve kültürel yapısı ile Kültür Bakanlığı'nın 2010 yılı yatırım programında yer aldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2010 yatırım programı kapsamında ilin tarihi kültürel değerlerinin korunması ve turizme kazandırılması amacıyla iki önemli proje gerçekleştirilecek.
Kastamonu İl Kültür ve Turizm Müdürü Ziver Kaplan, yaptığı açıklamada, şu bilgileri verdi:
"Kültür Bakanlığı tarafından ilimiz 2010 yılı yatırım programı kapsamına alındı. İlimizin turizmine ivme kazandıracak olan Kastamonu'nun tarihi dokusunu koruyan Hisarardı-Şey Şaban-ı Veli Caddesi ile Vakıf Kavşağı-Yakupağa Külliyesi-Arabapazarı Hamamı güzergahındaki iki sokakta `sokak sağlıklaştırılması` projesi Kültür Bakanlığı'nın 2010 yılı yatırım programına alınmıştır."
Konuyla ilgili inceleme yapmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Vakıfları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden bir Şube Müdürü ve iki uzmandan oluşan ekip yarın Kastamonu'ya gelerek üç gün süreyle söz konusu mekanlarda inceleme yapacağını da ifade eden Kaplan, "Yapılan incelemeler ve değerlendirmelerden sonra proje çalışmaları başlanılacak" dedi.
Kastamonu Postası, 13.04.2010
|
OSMANLI SULTANLARININ HAZİNELERİ RUSYA YOLCUSU
"İstanbul Topkapı Sarayı: Osmanlı Sultanlarının Hazineleri" sergisi, 26 Mayıs'ta Kremlin Sarayı'nda açılacak.
Alınan bilgiye göre, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü etkinlikleri kapsamında Moskova Kremlin Sarayı Müzesi ve Topkapı Sarayı Müzesi ortaklığı ile 12 Martta Topkapı Sarayı’nda sergilenmeye başlayan "Moskova Kremlin Sarayı Hazineleri" sergisiyle ilk adımları atılan işbirliği süreci, Moskova Kremlin Sarayı’nda devam edecek.
"İstanbul Topkapı Sarayı: Osmanlı Sultanlarının Hazineleri" başlıklı sergi 26 Mayısta Moskova’daki Kremlin Sarayı’nda sergilenmeye başlayacak.
Osmanlı-Rus ilişkilerinin 16. ve 17. yüzyıl dönemine ait eserlerin izlenebileceği sergide, Osmanlı sultanlarının saltanat sembolleri, şahsi eşyaları, tören kaftanları, elbise koleksiyonları, soyağacı ve saray yaşamı ile ilgili 106 eser yer alacak.
Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümü’ne ait, altın, yakut ve zümrüt gibi değerli taşlarla kaplı yazı kutusu, matara gibi objelerin sergileneceği sergide, "Padişah Elbiseleri Koleksiyonu"ndan sultanlara ait tören kaftanlarının yanı sıra "Sarayın Resim Koleksiyonu"ndan da aralarında Sultan 2. Beyazıt’ın da bir portresi bulunacak.
Topkapı Sarayı Müzesi’nde açılan "Moskova Kremlin Sarayı Hazineleri Topkapı Sarayı’nda" isimli ilk sergi, 7 Hazirana kadar görülebilecek. Kremlin Sarayı’nda açılacak "İstanbul Topkapı Sarayı: Osmanlı Sultanlarının Hazineleri" ise 15 Ağustosa kadar açık kalacak.
Radikal, 13.04.2010
|
 |

|
SAFRANBOLU'DAKİ TARİHİ ÇEŞMELERİN 'SUSUZLUĞU' GİDERİLECEK
Karabük'ün Safranbolu İlçesi'ndeki tarihi çeşmelerden 90'ı restore edilerek, sularının akması sağlanacak.
UNESCO'nun Dünya Miras Kentleri listesindeki Safranbolu'da dini bakımdan ''cömertliğin'', sosyal açıdan ''tanınmışlığın'' ve mimari yönden ''cezbediciliğin'' ifadesi 140 tarihi çeşmenin onarım bekleyen 90'ı için restorasyon çalışması planlanıyor.
Padişah 3. Selim'in sadrazamlarından İzzet Mehmet Paşa'nın yaptırdığı İncekaya mevkisi İnce Köprü'den geçen Paşa Suyu ile konakların yakınından çıkan kaynaklardaki kanallarda meydana gelen arızalar nedeniyle bir bölümü susuz kalan çeşmelerin şebekeye bağlanarak sularının akıtılması da amaçlanıyor. Safranbolu Belediyesinin restorasyon çalışmaları kapsamında kırılan muslukları yenilecek çeşmeler aslına uygun motiflere göre yeniden düzenlenecek.
Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy, çalışmaya ilişkin yaptığı açıklamada, üzerinde yazıt, ayna taşı, oluk ve fiske yer alan 140 çeşme bulunduğunu, bunlardan yaklaşık 50'sinin geçmiş yıllarda restore edildiğini söyledi. Genellikle dikdörtgen planlı çeşmelerin yuvarlak ve sivri kemerli yapıldığını ifade eden Aksoy, şöyle konuştu:
'Öncelikle onarım bekleyen 90 çeşmenin restorasyonunu amaçlıyoruz. Ardından da geçmiş yıllarda restore edilenleri elden geçireceğiz. Bazı çeşmelerde inşa edildiği tarih, saat figürüyle belirtilmiştir. Hayata geçireceğimiz projeyle Safranbolu'da onarılmayan çeşme bırakmayacağız. Atıl tarihi çeşmelerimizi turizme kazandıracağız. Eserlerimiz orijinal haline göre restore edilecek, sularının da akması sağlanarak işlevsel hale getirilecek.''
Yapı, Fotoğraf: Ahmet Özler, 13.04.2010
|
BU SERGİNİN 300 YILLIK HİKAYESİ VAR

Üniversiteyi
halkla buluşturan “bilgiyi halkın ayağına
götürüyoruz projesi '' Prof.Dr. Nevzat Çevik
önderliğinde ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
desteği ile Demre de büyük farkındalık yarattı.
Myra Demre Sempozyumu'nu başından sonuna kadar
izleyen; genç-yaşlı her kesim Demreli artık
çevresine farklı bir gözle bakacak. Çünkü sahip
oldukları tarihi miraslar ve doğal güzelliklerin
üzerinde yaşayan Demrelilerin bu coğrafyaya karşı
sorumlulukları hatırlatıldı.
Hafif yağmura niyetli bir sabahın erken saatlerinde
Noel Baba meydanında kurulan sergi alanında başta
Nevzat Hoca ve peşinde gönüllü ordusu öğrenciler
olmak üzere büyük bir telaş vardı. Bakan Günay
açılışı yapacağı için yere kırmızı halılar
seriliyor, resimler titizlikle panolara
yerleştiriliyor, herkes büyük bir disiplinle
çalışıyordu. Genç arkeologlardan Erhan ve Onur bir
yandan bu işleri takip ediyor, bir yandan da
konukları hiç yalnız bırakmıyordu. Organizasyonda
yer alan ve gönüllü çalışan herkesin işini ne kadar
sevdiği ve önemsediği gözlerindeki ışıltıdan belli
oluyordu.
Prof.Dr Nevzat Çevik bu örnek çalışmanın önderi
olarak oldukça heyecanlı ve keyifliydi. Sergiyi
gezen Demrelileri izliyor, aralarında neler
konuştuklarını takip ediyor ve “bakın daha şimdiden
başladı tarihi eserlere dair farkındalık ve
sorumluluk, artık kendi aralarında bunları
konuşacaklar '' diyordu sevinçle.
“İlk Seyyahların Kaleminden son araştırmacıların
Objektifine '' adlı sergi sizi bir anda 300 yıl
geriye götürüyor ve anında geri getiriyor. Zaman
tünelinde hızlı bir ışınlanma ve şoklanma
yaşıyorsunuz. Ardından gördüklerinizin derin bir
muhasebesi başlıyor içinizde..Bu içsel hesaplaşma
;adeta yağma edilen tarihi miraslarımız karşısında
derin bir üzüntüye bırakıyor yerini....
İşte güzelliklerimizi anlatan seyyahların
satırlarıyla gülümsediğimiz ama çalınan eserlerle
ilgili yüreğimizi sızlatan cümlelerin yer aldığı
panodan bir kaç alıntı:
"İyi ki biz bazı kalıntıları götürmüşüz yoksa siz
onları da tahrip ederdiniz.Viyana Müzesi'nde bulunan
kabartmaların kopyasını size verebiliriz. "(Prof.Dr.
Jürgen Borchhardt 1964-68)
"25 yıllık keşiflerime baktığımda en zevkli
yolculuklarımı Likya'da yaptığımı anımsıyorum. Bu
ülke başka yerde dengi olmayan bir etkiye sahiptir
Manzara muhteşemdir. Ayışığında başka bir evren
olur." (George E. Bean 1952-66)
"Bir Yunus bir Mevlana neyse Pataralı Aziz Nikola'da
odur özde. Hem Anadolulu hem erendir. Ancak bu
toprakların mirasçıları olarak bizler onu unutmuş,
ona yabancılaşmışız." (Prof Dr. Fahri Işık)
Prof.Dr Çevik ile serginin açılış hazırlıkları
arasında kısa bir söyleşi yaptık. İşte Nevzat Hoca'nın anlattıkları…
“Bu sergi sempozyumun bir parçası olarak düzenlendi.
Hedef,eski seyyahların araştırma tarihi ve
geldiklerinde eserleri götürmesinden, bilim,
edebiyat,resim vs dahil ne yaptıklarını anlatan 300
yıllık bir araştırma hikayesi var bir panoda.
Ülkemizden giden anıtlara ayrı bir pano yaptık.
Myra, Simena, Hoyran'dan kendi çizimlerinden baskı
yaptık, 300 yıl önce o resmi yapan gezginin durduğu
yerde durup fotoğrafını çektik. O gün nasıldı bu gün
ne halde diye.
2 ay sürdü bu hazırlık, 1 hafta sergilenecek, 5
kişilik bir ekip çalışması. Halka karşı görevimizi
yapabilmek için bu sergiyi hazırladık. 100 civarında
kitap makale okuduk. İlk gezginlerin kaleminden
çıkan anlatımların en etkileyicilerini seçtik.
Onların gözüyle de görsünler diye.Bu sergide halkın
sanat duygusunu çizimlerle yükseltmenin yanı sıra
sanatı kullanarak tarihi eserlerle insanlar arasında
bir köprü kurduk .
300 yıl önce buraya gelen gezginler; doğal, kültürel
ve tarihi açıdan bu ülkenin benzersizliğini ve
vazgeçilmez bir coğrafya olduğunu yazmışlar,
çizmişler. Tüm bunları göstererek kendi doğal ve
kültürel değerlerimizin farkında olmayan ya da az
farkındalığı olan halkımıza “çevrenizde bu kültürel
ve tarihi miraslar var, bunlar çok önemli, koruyun
'' mesajı veriyoruz.
-Akdeniz Üniversitesi öncülüğünde gerçekleştirilen
sempozyum ve sergi etkinliği kapsamındaki model
çalışma; ülkemizdeki tüm bölgeler için örnek olur
mu?
"Örnek olmalı diye bir iddiamız yok. Ben sadece kazı
ile uğraşan bir arkeolog değilim. Halka her şekilde
gitmek, ilgisini çekmek, bilgileri halkla paylaşmak,
her şekilde onlar için bu işlerin yapıldığını
hissettirmek ve halkın içinde olarak bilinçlendirerek
bu işin içinde olmalarını sağlamak
gerekiyor.Üniversite olarak hedefimiz bu. ''
Sempozyumun genel bir değerlendirmesini yapan ve
geri dönüşlerinin her kesimde çok iyi olduğunu
belirten Nevzat Hoca, "bilim insanları da kendi
aralarında büyük bilgi paylaşımları yaşadı, bir
zoolog, bir peyzaj mimarını dinledi, bir arkeolog
sualtı doğası ve tarım konusunda yeni bilgiler
öğrendi. Dolayısıyla bizim de penceremiz çoğalıyor
bu tür sempozyumlarda. Bu pencereler sorumlu
olduğumuz bölgeye farklı açılardan bakma şansı
veriyor.
Yıl sonunda sempozyumda yapılan bu çalışmanın
kitabının çıkaracağız. Finansını Sayın Bakanımız
sağlıyorlar. "Her Demrelinin evine bir kitap
projesini" arkasından getirip finans bulabilirsek
satmadan ücretsiz olarak her Dermelinin okumasını
sağlamak istiyoruz.." dedi.
-Bu model Akdeniz Bölgesinde devam edecek mi?
"Edecek sanırım. Bakanlığımızın İstanbul da
düzenleyeceği çok büyük bir kongre var, arkeoloji,
tarih kongresi. Lütfü Kırdar salonunda yapılacak ve
çok büyük bir buluşma olacak.Orada da sergilemek
istiyorum. Arkeologlara bir model olabilir, kendi
yerleşim birimlerinde yapsınlar diye.
-Akademisyenler bilgiyi paylaştı, halk kısmen
katıldı, peki turizm sektörünün temsilcileri bu
önemli oluşumun neresinde kaldı?
"Davetlerimizi yaptık ancak turizmcilerden fazla
katılım olmadı, bu benim anlayacağım bir şey değil,
bizler görevimizi tamamladık. Biz üniversite olarak
daha bilinçli, daha kültürlü düzeyli yurttaş
yaratmanın yollarından bahsediyoruz.
Katılan turizmciler çok güzel konuşmalar yaptılar,
bundan sonra kültür ve doğasız turizm olmaz, ana
başlığımızı kültür koyduk bu yıl dediler. Bunu çok
önemsiyorum; turizmcilerin bu sloganla işe başlaması
bana yeter zaten. Bu önemli bir başlangıç bence."
Turizm Haberleri,
Haber: Nilgün Atar, 13.04.2010
|
EN BÜYÜK PERİ BACASI YENİDEN ZİYARETE AÇILIYOR

Kapadokya'nın en büyük peribacası olarak
bilinen ve çökmelerin olabileceği ihtimaline karşı 6
yıldır ziyarete kapalı bulundurulan
Ortahisar Kalesi'nin turizme açılacağı
bildirildi.
Nevşehir'in Ürgüp İlçesine bağlı Ortahisar
beldesinin Belediye Başkanı
Ali İhsan Özendi,
bazı bölümleri tehlike oluşturduğu gerekçesiyle 6
yıl önce turistlerin ziyaretine kapatılan tarihi
Ortahisar Kalesi'nin yeniden turizme
açılacağını bildirdi.
Kalede, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
restorasyon çalışması yapılacağını belirten Özendi,
kalenin en kısa sürede ziyarete açılacağını söyledi.
Kalenin Kapadokya'nın en büyük peribacası olarak
bilindiğini ve 80 metre yükseklikte
olduğunu ifade eden Özendi, tarihte hem korunma hem
de yerleşim amaçlı kullanıldığını kaydetti.
Ortahisar Kalesi'nin,
2004 yılında
bazı bölümlerinin yıkılma tehlikesi oluşturduğu için
turistlerin ziyaretine kapatıldığını dile getiren
Özendi, Kültür ve Turizm Bakanlığına ait olan tarihi
kalenin yeniden turizme açılabilmesi için kalenin
tahsisinin belediyeye devredildiğini anlattı.
Tadilat için öntespit çalışmalarının başladığını
kaydeden Özendi, Ortahisar Kalesi'nin Kapadokya
turizmi için büyük bir önem taşıdığına dikkati
çekti.
Belediye Başkanı Özendi, şu bilgileri verdi:
''Çevresinde bölgenin karakteristik sivil mimari
örneklerinin bulunduğu kalenin, restorasyon
çalışmaları için proje çalışmaları sürüyor. Bakım ve
onarım çalışmasına yakın tarihte başlayacağız,
ODTÜ'den gelecek olan bir ekiple
kalemizi inceleyeceğiz ve tadilatına başlayacağız.
Açık olduğu dönemlerde her yıl binlerce yerli ve
yabancı turistin ziyaret ettiği Ortahisar Kalesi'nin
kapalı olması belde turizmini de olumsuz yönde
etkiliyor. Bir an önce restorasyon çalışmalarının
yapılması için girişimlerimiz sürüyor. Yaklaşık 6 ay
içerisinde kalemizi tekrar turizme kazandırmayı
amaçlıyoruz.''
Yapı, Fotoğraf: Selçuk Yıldız/AA, 13.04.2010
|
DİYARBAKIR'DA TARİHİ ESER OPERASYONU
Diyarbakır'da bir yolcu
minibüsünde yapılan aramada Roma dönemine ait olduğu
belirtilen 214 parça tarihi eser ele geçirildi.
Olayla ilgili bir kişi
gözaltına alındı.
Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri,
Bismil İlçesi Sinan Köyünde bir yolcu minibüsünü
durdurdu. Minibüste yapılan aramada; 1 yolcuya ait
poşet içerisinde, Roma dönemine ait olduğu
değerlendirilen 207 adet gümüş sikke, 1 adet gümüş
kolye, 2 adet Süryanice yazılı kitap, 1 adet papaz
atkısı, 1 adet eski papaz giysisi ile ve 2 adet süs
eşyası ele geçirildi.
Tarihi eser niteliği taşıdığı değerlendirilen
toplam 214 parça eski eser Diyarbakır Müze
Müdürlüğü'ne teslim edilirken, gözaltına alınan
şüpheli şahıs adli makamlara sevk edildi.
Haberciniz, 13.04.2010
|
|
KÜTAHYA'DA BULUNAN 4 BİN ESER İÇİN ÜNİVERSİTEDE MÜZE
KURULUYOR

Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Kütahya Seyitömer Höyüğü'nde
yürütülen kazıda bulunan 4 bin eserin
sergilenmesi amacıyla
Dumlupınar
Üniversitesinde (DPÜ)
müze
kurulması yönündeki talebi onayladı. DPÜ
Rektörü Prof.Dr. Güner Önce,
Kültür ve Turizm Bakanlığından kendilerine
gönderilen yazıda, üniversitenin Merkez
Yerleşkesi'nde müze kurulmasına yönelik taleplerinin
onaylandığının belirtildiğini söyledi.
Uzun süredir uğraş verdikleri konunun olumlu
sonuçlanmasına sevindiklerini ifade eden Prof.Dr.
Önce, Rektörlük binasının alt katında
geniş imkanlara sahip salonda öncelikle
üniversiteye ait kültür ve sanat varlıklarını
sergileyeceklerini bildirdi. Prof.Dr. Önce,
DPÜ Arkeoloji bölümünün 2006 yılından bu
yana il merkezine 25 kilometre uzaklıkta yer alan
Seyitömer Höyüğü'ndeki kazıları yürüttüğünü
anımsatarak, şöyle devam etti:
''Höyükten şimdiye çıkan yaklaşık 4 bin eser
çıkarıldı. Bunlar çok değerli eserler ve fiziki
imkansızlıklardan dolayı kent merkezindeki
Arkeoloji Müzesi'nde sergileme imkanı yok.
Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün'ün
DPÜ'de müze oluşturulmasına ilişkin olumlu görüşü ve
gayretleri vardı. Sonuçta Bakanlığa yaptığımız
müracaat kabul edildi. Nihai olarak Arkeoloji
bölümümüzün Seyitömer Höyüğü'nde yürüttüğü kazıda
bulunan 4 bin eserin sergilenmesi için üniversite
yerleşkesinde müze kurulması talebimiz,
Kültür ve Turizm Bakanlığınca onaylandı.''
Müzeye tahsis ettikleri salonda güvenlik
kameralarıyla bütün önlemleri aldıklarına işaret
eden Önce, Seyitömer Höyüğü, Türkiye Kömür
İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğüne bağlı Seyitömer
Linyitleri İşletmesi (SLİ) sahasında olduğundan
müzenin iç donanımının TKİ Genel Müdürlüğünce
sağlanacağını anlattı.
Müzeyi vatandaşlar da gezebilecek
Prof.Dr. Önce, Devlet Malzeme Ofisinden vitrinleri
alarak müze kurulmasına ilişkin ihale sürecini
başlatacakları bilgisini verdi. Üniversitede müze
kurulmasının önemli olduğuna dikkati çeken Prof.Dr.
Önce, şunları kaydetti:
''Üniversitemizde böyle bir müzenin kurulması çok
güzel. 37 bin civarında öğrencimiz var.
Öğrencilerimizin, öğretim görevlilerimizin,
velilerin, çalışanlarımızın, hatta Kütahya halkının
bu eserleri görmesinin büyük bir hizmet olduğunu
düşünüyorum. Zaten bu nedenle müze talebinde
bulunmuştuk. Gönül ister ki, tamamen ayrı bir müze
binası yerleşkemizde olsun. Onun da hazırlığını
yapmıştık, ancak bütçemizde yeterli imkan
olmadığından şimdilik gerçekleştiremedik. Müzeye
onay verilmesi sadece üniversite için değil, Kütahya
açısından da güzel bir olay. Kültür ve sanat
varlıklarımızı halkımıza, öğrencilerimize ne kadar
yansıtırsak, kültür ve sanata ilgilerini artırmış
oluruz. Üniversite ortamı sadece eğitim değil aynı
zamanda kültür ve sanat ortamıdır. Müze için büyük
çaba harcadık, sonuçlarını yakın sürede
göreceğiz.''
Seyitömer Höyüğü
Seyitömer Höyüğü'nde kazı çalışmaları, altındaki 12
milyon ton kömürün ekonomiye kazandırılması amacıyla
1989'da Eskişehir Müze Müdürlüğünce
başlatıldı. Afyonkarahisar Müze Müdürlüğünün
1990-1995 yılları arasında yürüttüğü
çalışmalar, 2006'dan itibaren DPÜ
Arkeoloji Bölümü'nce ele alındı.
TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında
imzalanan protokol gereğince her yıl 6'şar aylık
dönemler halinde yürütülen kazı çalışmalarının bu
yıl tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının ardından
yaklaşık 500 milyon lira değerinde linyit kömürü
çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.
Yapı, Fotoğraf: Ömer Ürer/AA, 13.04.2010
|
VAKIFLAR'A AİT TARİHİ ESERLER 'TÜM RİSKLER'E KARŞI
SİGORTALI
Tarihi binalar için başlatılan
hummalı restorasyon ve onarım çalışmalarını
tamamlayan Vakıflar Genel Müdürlüğü, 3 bin 383
eserini sigortalattı. Tarihi ve sanatsal değeri
yüksek eserlerin mirasçısı olan Vakıflar tarafından
sigorta ettirilen görkemli eserler arasında Hürrem
Sultan Hamamı, Süleymaniye Camisi, Mihrimah Sultan
Yalısı, Beyazıt Camisi, Yenikapı Mevlevihanesi,
Humbarhane Camisi, Şeyh Yahya Efendi Camisi,
Ertuğrul Tekkesi de bulunuyor. Yüzlerce yapının
içinde bulunan binlerce eser de sigorta kapsamına
alındı. Paha biçilmez eserlerin kaç paraya
sigortalandığına ilişki bilgiler sır gibi
saklanıyor. Tarihi eserlerin değerine paha
biçilmeyeceğinden hareket eden Vakıflar Genel
Müdürlüğü yetkilileri, Anadolu'nun her türlü hırsız
ve tarihi eser kaçakçısının iştahını kabarttığını
vurguluyor. Onarımlar sırasında da binaların sigorta
kapsamına alındığını belirten Vakıflar Genel Müdürü
Yusuf Beyazıt bina ve eserlerin deprem, su baskını,
toprak kayması, fırtına, yangın gibi doğal afetler
ile hırsızlık, sabotaj gibi risklere karşı "all
risk" (tüm riskleri içeren) sigorta kapsamında
olduğunu söyledi.
Sabah, 13.04.2010
|
|
TARİHİ EVLER HARABEYE
DÖNDÜ
Bilecik'in Küplü Köyü'nde
ilgisizlikten dolayı harabeye dönen tarihi ahşap
evler restore edilmeyi bekliyor.
Bakımsızlıktan sıvaları
dökülen, camları kırılan iki katlı ecdat yadigarı
yapı çökmeye yüz tuttu. Küplü Köyü sakinleri,
"Osmanlı döneminin izlerini taşıyan evler harabeye
döndü. Bu tarihi evlere daha fazla viraneye dönmeden
el atılması lazım. Bu evler bir an evvel restore
edilerek turizmin hizmetine sunulmalı" dedi.
Bilecik Kent Haber,
13.04.2010
|
SİDE ANTİK TİYATRO, GÜNÜMÜZDE AYAKTA KALAN GREK-ROMA
DÖNEMİNİN EN GÖRKEMLİ ESERİ

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı
Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, MS 2. yüzyıl
ortalarında yapılan Side Antik Tiyatro'nun dünyanın
Grek-Roma yapılarından biri olduğunu söyledi.
Haluk Abbasoğlu, Side Antik Kent'te bulunan çoğu
Roma dönemi eserlerinin İtalya Roma'da olmadığını
belirtti.
Mevcut tiyatronun, daha ufak
Hellenistik bir
tiyatro üzerine kurulduğunun tahmin edildiğini ifade
eden Abbasoğlu, 15 bin kişi seyirci kapasiteli olan
tiyatronun arkasına destek teşkil edecek bir tepe
bulunmadığı için Doğu Akdeniz Bölgesi'nin tek
Grek-Roma eseri olduğunu kaydetti.
Abbasoğlu, "MS 2. yüzyıl ortalarına doğru
yapılan Side Antik Tiyatro günümüzde ayakta kalan
nadir Grek-Roma eserlerinden biridir. Arkasına
destek teşkil edecek bir tepe bulunmadığı için çok
üstün mimari teknikle yapılmıştır. Kemerleri ise
kendine özgüdür. Dış görünüşüyle Batı Roma
İmparatorluğu büyük amfi tiyatrolarını
andırmaktadır. Tiyatronun ortasındaki yoldan (diazoma)
aşağı doğru 29 sıra mevcuttur. Tiyatronun sahnesi 3
kattan ibarettir. Sahnenin üst cephesi çok zengin
mimariye sahip. MS 5. yüzyılda şapeller yapılar
Erken Hıristiyanlık döneminde açık hava kilisesi
olarak kullanılmıştır." diye konuştu.
Abbasoğlu, Türkiye'de
Efes'ten sonra ikinci kazı yapılan tarihi ören
yerinin Side Antik Kent olduğunu söyledi. Side Antik Kent'in gün yüzüne
çıkmasında Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel,
Prof.Dr. Jale İnan, Dr. Ülkü İzmirligil'in büyük
katkılarının olduğuna işaret eden Abbasoğlu, Perge
kazıları öncesi kendisinin de bir dönem Side Antik
Kent'te kazı çalışması yaptığını kaydetti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Side Antik Tiyatro'yu
sahne kısmı ve ön bölümlerde yıkılma tehlikesine
karşı 2009 yılından itibaren konser ve uluslararası
etkinliklere kapatmıştı
Samanyolu, 13.04.2010
|
TARLASINDA ÇALIŞIRKEN TARİHİ ESER BULDU
Edirne'de bir çiftçi, tarlada çalışırken Geç Roma Dönemi'ne ait olduğu sanılan mezar buldu.
Alınan bilgiye göre, merkez ilçeye bağlı Doyran Köyü'nde bir çiftçi, tarlasını işlediği sırada mezar kapaklarına rastlayınca durumu jandarmaya bildirdi.
Bunun üzerine askeri yasak bölgede bulunduğu ve vatandaşların izinle girdiği belirtilen tarlada, jandarma ekiplerinin denetiminde Edirne Müze Müdürlüğü ekiplerince kazı çalışmalarına başlandı.
Müze Müdürlüğü görevlilerinden Kemal Erkan, jandarmanın durumu kendilerine bildirmesi üzerine tarlada kazı işlemine başladıklarını, kazılar sonucu ele geçirilen buluntuların Geç Roma Dönemi'ne ait olduğunu tahmin ettiklerini söyledi.
Erkan, şunları kaydetti: ''Köyün mera alanı ve askeri yasak bölgede jandarma gözetiminde kazılarımızı yapıyoruz. Şu ana kadar Geç Roma Dönemi'nden kaldığını tahmin ettiğimiz biri çocuğa ait 2 mezar bulduk. Mezarların içinde kafatasına ait bölgede 2 küpe, 2 yüzük, ufak bir altın obje ve süs eşyası olarak kullanılan boncuklar bulduk. Bunlar, Edirne Müzesi'nin emanet bölümüne kaldırıldı. Bu bölgede buna ilk kez rastlanıyor. Çalışmalarımız devam ediyor.''
İnternet Haber, 12.04.2010
|
 |
SAHTELERİ, PROFESYONEL KOKARTLI REHBERLERİ BIKTIRDI

Antalya bölgesi tarihi ören yerlerinde
turistleri kültür, tarih ve arkeoloji turizmine
çıkaran profesyonel kokartlı turist rehberleri
sahtelerinden rahatsız.
Bastıyalı Turizm
Seyahat Acentesi Kokartlı İngilizce ve Norveçce
Turist Rehberi Mehmet Reşat Akıl, turizm sezonunun
başlamasıyla birlikte Side Antik Kent'te sahte
turist rehberlerinin cirit atmaya başladığını
söyledi.
Haftanın 3 günü İskandinav ülkelerinden Antalya'ya
gelen turistleri Side Antik Kent'te kültür ve
arkeoloji turuna çıkardıklarını belirten Akıl, başta
Apollon Tapınağı olmak üzere tarihi Bizans Hastanesi
ve Devlet Agorası ve Roma Kütüphanesi yanlarında
sahte rehberleri turist gezdirdiğini ifade etti.
Akıl, "Sahte turist rehberleri Türk turizminin
imajını bozuyor. Sahte rehberler ellerinde
haritalarla yaklaşınca turistler tedirgin oluyor.
Getirdiğimiz İskandinav turistlere çoğu zaman mahcup
oluyoruz." diye konuştu.
Sahte rehberlerin, her turizm sezonu problem
olduğuna işaret eden Rusça turist rehberi İlkay Özen
de Kültür ve Turizm Bakanlığı, kolluk ve yerel
yönetimlerin işbirliği yaparak Türk turizminin
imajına zarar getiren bu tür kişilerin tarihi ören
yerlerden uzaklaştırılması gerektiğini vurguladı.
Kokartsız rehberleri ellerinde bir harita ile
turistlere tarihi yerlerle ilgili verdikleri
bilgilerin gerçeği yansıtmadığını ifade eden İlkay
Özen, İtalya, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Almanya,
Rusya ve Avusturya'da tarihi yerlere girmesinin
yasak olduğunu kaydetti.
Özen, "Turiste tarihi şehir hakkında bilgilendirme
yaparken sahte rehberlerin etrafımızdan
dolaşmasından rahatsız oluyoruz. Zaten turist,
kimliksiz rehberlerin giyim kuşamını görünce
korkuyor. Turistleri otobüse bindirince
şikayetlerini bize iletiyor." diye konuştu.
Rus Mobaly Turizm Seyahat Acentesi Genel Müdürü
Andrey Baronov da Antalya bölgesine getirdikleri Rus
turistlerin en fazla rahatsız olduğu konuların
başında kokartsız rehberler ve dilenciler olduğuna
dikkat çekti.
Side Belediyesi'nin, turist şikayetleri için şehir
girişine ve Side Limanı yanına turizm danışma ofisi
açacağı belirtildi.
Bizim Antalya, 12.04.2010
|
İZMİR AGORASI İÇİN 105 BİNA YIKILDI
Kent
merkezinde "dünyanın en büyük antik agorası" kabul
edilen
İzmir Agorası,
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin 26.8
milyon liralık kamulaştırması ve 105 bina yıkımı ile
büyük ölçüde ortaya çıkarıldı.
Yapılan açıklamaya göre,
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin
tarihi
İzmir Agorası'nda sürdürdüğü
çalışmalarda kamulaştırma ve yıkımlar ara vermeden
devam ediyor.
Büyükşehir Belediyesi tarafından etap etap
kamulaştırma çalışmaları süren tarihi Agora'da
yıkılan bina sayısı 105'e ulaşırken, Dokuz Eylül
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığında yürütülen arkeolojik
kazı çalışmaları da aynı hızda sürdürülüyor.
İzmir Arkeoloji Müzesi ile
Büyükşehir Belediyesi Tarihsel Çevre ve Kültür
Varlıkları Koruma Şube Müdürlüğü'nden uzman
gözlemciler, hem yıkımlar sırasında hem de
molozların kaldırılması aşamasında çalışmalara
gözlemcilik yapıyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, ilk
kamulaştırmalarına 1997 yılında başlanan, ilk yıkımı
ise 2005 yılında gerçekleştirilen tarihi alanda,
"Agora ve Çevresi Koruma, Geliştirme ve Yaşatma
Projesi" çerçevesinde bugüne kadar 26 milyon 808 bin
987 liralık kamulaştırma bedeli ödedi. Toplam 21 bin
987 metrekarelik alandan 18 bin 337 metrekaresini
kamulaştırarak tapusunu alan Büyükşehir Belediyesi,
geri kalan bölümleri
kamulaştırmak için de çalışmalarını sürdürüyor.
haberler.com, 12.04.2010
|
TURGUT'TAKİ AÇIK HAVA MÜZESİ TARİHE TANIKLIK EDİYOR
Marmaris'in doğa harikası Turgut Köyü her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti konuk ediyor.Eskiden yurt savunması için inşa edilen kalede Kırkmerdivenler, zindanlar, demirlerle bağlanmış zincirler, mezarlıklar, kaya sütunları gibi çok eski yapıtlar mevcut. Hazinelerin saklandığına inanılan bu bölge, altın ve tarihi eser avcıları tarafından tarih edilmiş ama heybeti ve ihtişamı şimdi de görenleri büyülüyor. Jeep safarilerin uğrak yeri haline gelen eski kale, turistler tarafından büyük bir heyecanla ziyaret ediliyor.
Dilden dile anlatılan ve bir efsaneye dönüştürülen kırk haramileri dünyada en çok bilinen efsaneler arasında yer almaktadır. Filmleri kitapları ve fotoğraflarıyla yıllar boyu ilgi odağı haline gelen ve Mezopotamya'da yaşadığına inanılan bu çeteye karşı Marmaris'in Turgut Köyü'nde asırlar önce var olan Kırkmerdivenler efsanesi yeni bir tartışma konusu yaratacağa benziyor.
Beyaz Gazete, 12.04.2010
|
TOKİ TARİHİ YAPILARIN RESTORASYONU İÇİN KREDİ
VERİYOR
TOKİ, bakıma ihtiyacı olan tarihi yapılar için
onarım ve restorasyon kredisi verecek. Restorasyon
çalışmaları öncelikli olarak Kültür Bakanlığı ve
TOKİ’nin belirlediği tarihi yapılarda olacak. TOKİ
kredi verileceği projelerin belirlenmesinde yapının
kültür varlığı niteliğinin devamını sağlaması ve
işlev kazandırılması amacına yönelik olması şartını
ön planda tutuyor.
TOKİ kredinin miktarını, projenin keşif bedelinin en
fazla yüzde 70’i oranında belirlerken kredi üst
sınırını ise 80 bin TL olarak belirledi.
Kullandırılan kredinin faizi yıllık yüzde 4, vadesi
ise 10 yıl olup geri ödemeler aylık sabit taksitler
halinde tahsil edilecek.
2010 Yılı Restorasyon Kredisi başvuruları 19 Nisan
ile 7 Mayıs tarihleri arasında Toplu Konut İdaresi
tarafından kabul edilecek.
Emlak Kulisi, Haber: Banu Ezber, 12.04.2010
|
MÜZE VE ÖREN YERLERİ TURİZM SEZONUNDA 23.00'DE
KAPANACAK
Kültür ve Turizm
Bakanlığına bağlı müze ve ören yerleri "Turizm
Haftası"nın başlayacağı 15 Nisan tarihinden itibaren
turizm sezonu boyunca saat 19.00’a, ihtiyaç
duyulması halinde ise ilgili valiliklerin izniyle
saat 23.00’e kadar açık tutulacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğünden edinilen bilgiye göre,
Bakanlık, her yıl kutlanan "Turizm Haftası"
etkinlikleri kapsamında, yerli ve yabancı
ziyaretçilerin kültürel değerlere yönelik ilgisinin
geliştirilmesi, bilgisinin artırılması amacıyla müze
ve ören yerlerini turizm sezonu boyunca geç
kapatacak.
Bu kapsamda, Bakanlığa bağlı müze ve ören yerleri
bölgesel koşullar da dikkate alınarak turizm sezonu
boyunca saat 19.00’a, ziyaretçi potansiyeli yüksek
bulunan müze ve ören yerleri ise gerek görülmesi
halinde ilgili valiliklerin izniyle saat 23.00’e
kadar ziyaret edilebilecek.
Uygulama, her türlü güvenlik önleminin alınması
şartıyla "Turizm Haftası"nın başlayacağı 15 Nisandan
itibaren turizm sezonu boyunca geçerli olacak.
Milliyet, 12.04.2010
|
DAĞ'IN AYASOFYA'SINA 1 MİLYON 700 BİN TL

Tahincioğlu Holding CEO’su Özcan Tahincioğlu’nun
aldığı belirtilen “Ayasofya”,
en pahalı klasik Türk yapıtları listesinde 4. sıraya
yerleşti Antik A.Ş.’nin dün
Swissotel’de düzenlenen 261. müzayedesine,
Şevket Dağ’ın “Ayasofya” adlı tablosu damga vurgu.
Dağ’ın 1914’te
Berlin’de yapılacak bir sergi için özel olarak
çalıştığı tablo, I. Dünya Savaşı nedeniyle sergiye
gönderilememiş ve
Mekke Emiri Vezir Ali Haydar Paşa tarafından
satın alınmıştı.
900 bin TL muhammen bedelle satışa çıkan eser 1
milyon 700 bin TL’ye alıcı buldu. Eserin fiyatı
vergileri eklendiğinde 2 milyon 146 bin TL’ye
ulaştı. Klasik Türk resminin başyapıtları arasında
gösterilen eserin, Tahincioğlu Holding CEO’su Özcan
Tahincioğlu tarafından satın alındığı belirtildi.
“Ayasofya” en pahalı klasik Türk yapıtları
listesinde 4. oldu.
Türk hat sanatı rekoru
kırıldı Müzayedede
Tasarruf
Mevduatı
Sigorta Fonu’nun
haciz koyarak yurtdışından getirdiği, Erol
Aksoy’a ait 13 tablo ve afiş de satışa çıktı.
Aksoy’un koleksiyonundan satılan en yüksek fiyatlı
eser, Selim Turan imzalı “Soyut Kompozisyon” oldu.
Tablo 160 bin TL’ye satıldı. Müzayedede Türk hat
sanatının önemli isimlerinden Kazasker Mustafa
İzzet’in “Hilye-i Şerife”si 880 bin TL’ye satıldı.
Vergileri eklendiğinde 1 milyon 111 bin TL’ye ulaşan
“Hilye-i Şerife” bu fiyatıyla dünya müzayedelerinde
satılan en değerli Türk hat sanatı rekorunu kırmış
oldu. Ayrıca Kont Alexander Mordvinov’un “Venedik”
konulu eseri 750 bin, Hoca Ali Rıza’nın “Türk
Evleri” 475 bin, Süleyman Seyyid’in natürmortu 280
bin, Osman Hamdi Bey’in portre çalışması 205 bin
TL’ye alıcı buldu.
Akşam, 12.04.2010
|
NOEL BABA'NIN KIRMIZI KÜRKÜNE SAVAŞ AÇTI
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Antalya’nın
Demre İlçesi’nde yapılan Myra- Demre Sempozyumu’nun
kapanışında ‘Noel Baba’ diye bilinen Aziz
Nicholas’ın imajının yanlış yansıtıldığını söyledi.
Aziz Nicholas’ın gerçek kimliğinden yola
çıkılarak onunla ilgili bütün etkinliklerin Demre’de
yapılması gerektiğini belirten
Bakan
Günay, şunları söyledi:
“Bundan 100 yıl kadar önce Coca Cola bir imaj
yaratmış. Geyikler üzerinde gezen, uçan, kızaklar
üzerinde gezen, kürkler içinde yaşayan Noel Baba
imajına teslim olduğumuz zaman Akdeniz çanağında
Noel Baba’dan koparız. Baştan beri Aziz Nicholas’ın
kışın bile denize girilen bir iklimde yaşadığını,
kızaklar üstünde gezen bir insan olmadığını dünyaya
anlatmalıyız. Ticari bir
ürün
gerçeği teslim almış. Biz ticari ürünün arkasına
takılmayalım. Ben Aziz Nicholas’la ilgili tüm
etkinliklerin Demre’de yapılmasından yanayım. Ancak
gerçeğinden kopmadan.”
Hürriyet, Haber: Ahmet Acar, 12.04.2010
|
HASANKEYF VE ALLİANOİ'YE MÜJDE

Barajlardan etkilenecek kültür varlıklarının 'nasıl
ve ne kadar' korunacağına karar veren bilim
komisyonunda 'yatırımcı temsilcisi'nin bulunması,
Danıştay'a takıldı!
Hasankeyf ve
Allianoi’nin
baraj suyu altında kalmasına yol açacak Turizm
ve Kültür Bakanlığının
717 sayılı
ilke kararını iptal eden
Danıştay,
bir karar daha verdi. Danıştay 6. Dairesi, Bakanlık
tarafından yeniden çıkarılan
749 sayılı
ilke kararının yürütmesini de durdurdu.
Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararında kültür
varlıkları ve arkeolojik sit alanlarının korunması
amacı için oluşturulan bilim komisyonunda ‘yatırımcı
kuruluş temsilcilerinin de üye olarak yer almasının
hukuka uygun olmadığı’na hükmedildi.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu, 2006 yılında
717 sayılı 3 maddelik bir ilke kararı
almıştı. Koruma bölge kuruluna verilen görev ve
yetkinin, DSİ’ye verilmesi, DSİ’nin
taşınmaz kültür ve tabiat varlığnı su altında
bırakma karar verme yetkisi tanıyordu. Çevreciler
söz konusu kararın iptali için Danıştay’a dava açtı.
Danıştay 6. Dairesi, “Hasankeyf’in taşınması
ile Allianoi’nin üzerinin mille kaplanarak su
altında kalmasına” neden olacak Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu’nun ilke
kararını iptal etti. Kararın gerekçesinde
‘DSİ’nin kültürel varlıklar üzerine karar verme
yetkisinin bulumadığı’ vurgulandı.
İptal kararından sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı
2009’da
749 sayılı yeni bir
ilke kararı daha aldı. Yeni ilke kararında,
taşınmaz kültür varlıkları ve arkeolojik sit
alanları üzerinde kurulacak barajlar için
DSİ’ye tanınan yetkiler, bu kez Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından üniversitelerin ilgili bilim
dallarındaki öğretim üyeleri ile
‘yatırımcı
kuruluş’ temsilcilerinden oluşan en az beş
kişilik bir komisyona verilmesine karar verildi.
Komisyonda ‘yatırımcı kuruluş’ temsilcisinin
bulunmasının kuzunun kurda teslim edilmesi anlamına
geldiğini öne süren Ankara Barosu, Allianoi
Girişim Grubundan Peyzaj Mimarları ve Çevre
Mühendisleri Odası, Ekoloji Kolektifi ve Mağara
Araştırma Derneği, ilke karara karşı
Danıştay’a dava açtı.
Danıştay, davacıların yatırımcı kuruluşun bilim
komisyonunda yer almasının hukuka uygun olmadığı
iddiasını haklı buldu ve “Kanun ile koruma bölge
kurullarına verilen görev ve yetkinin
kullanılmasında ‘ilgili kuruluşa’ tanınan hazırlık
ve sunum görevinde 2863 sayılı kanunun amacı ile
koruma bölge kurullarının nitelik ve çalışma
koşulları bakımından hukuka uyarlık bulunmamaktadır”
dedi.
Ankara Barosu Kent ve Çevre Kurulu
adına açıklama yapan avukat
Emre Baturay
Altınok, “Danıştay, kurdun kuzuyu
koruyamayacağı iddiamızı haklı buldu. Allianoi’yi
suya gömecek Yortanlı barajı beş yıl sonra ilk kez
bu hafta sonu su tutmaya başlayacaktı. Bu karar
nedeniyle başlatılamadı” dedi.
Ekoloji Kolektifi adına açıklama
yapan avukat Gözde Timuroğlu ise
yatırımcı kuruluşa böyle bir karar yetkisi
verilmesinin, kültür ve tabiat varlıklarının
korunması konusunda bakanlık yetkilerinin şirketlere
devredilmesi, insanlık mirasının yatırım hırsına
feda edilmesi anlamına geldiğini savundu. Danıştay
kararı, yurt çapında barajlardan etkilenecek bütün
kültür ve tabiat varlıklarını ilgilendiriyor.
Radikal, Haber: Mesut Hasan Benli, Fotoğraf:
Serkan Ocak, 11.04.2010
******
'BARAJSIZ HASANKEYF ARAMA KONFERANSI'

Doğa Derneği tarafından Hasankeyf
İlçesinde
''Barajsız Hasankeyf Arama Konferansı'' düzenlendi.
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, Hasankeyf'te
düzenlenen konferansta yaptığı konuşmada,
Hasankeyf'in baraj altında kalmaması gerektiğini
ifade etti. Hasankeyf'in, UNESCO'nun Dünya Mirası
listesine girecek nitelikte olduğunu belirten Eken,
şunları kaydetti:
''Hasankeyf'in evrensel 10 kriterin kaçını
sağladığına ilişkin çalışma yaptık. Çok net olarak
şunu gördük 10 kriterden 9'unu karşılıyor. Bu
özelliği Hasankeyf belki de dünyadaki tek yer. Bu 10
kriterin tamamını sağladığı bir yeri dünyada zor
buluruz. Burası Doğu ve Batı uygarlıklarının sınır
noktasıdır, burası Mezopotamya'nın sınırını çizen
nehrin bulunduğu yerdir. Biz bugün dünyanın müşterek
mirasını yok etmeye çalışıyoruz. Bir nehrin önüne
baraj koyarsanız, o nehir yok olur. Ben Hasankeyf'te
yapılan bu baraja karşıyım. Ölene kadarda karşı
olacağım, ölene kadar bir Hasankeyf savaşçısı olarak
mücadeleme devam edeceğim. Baraj hangi aşamaya
gelirse gelsin benim bu mücadelem devam edecektir.''
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS)
Türkiye Ulusal Komitesi İkinci Başkanı Prof.Dr.
Cevat Erder, Türkiye'nin kültürel varlıklarının risk
listesine girmek üzere olduğunu savundu. Buna
ilişkin yaptıkları araştırma sonucunda Türkiye'deki
9 yerin durumunun iyi olmadığının tespit edildiğini
bildiren Erder, gerekli önlemin alınmasını talep
etti.
Afganistan'dan gelen Dr. Wasay Najimi ise
Hasankeyf'te yaşanan durumu medeniyetler çatışmasına
benzeterek, ''Modernleşme çabası olan elektrik
ihtiyacı ile kültür mirası karşı karşıya. Burada bu
iki farklı medeniyetin çatışması yaşanıyor'' diye
konuştu.
Cumhuriyet, 12.04.2010
|
1000 YILLIK MEZARLIĞA AKIN
Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde bulunan ve 12. yüzyıldan günümüze gelen dünyanın en büyük İslam Mezarlığı, havaların ısınmasıyla birlikte yerli ve yabancı ziyaretçilerin akınına uğruyor.
Tarihi Selçuklu Mezarlığı'nda bulunan binlerce mezar taşı üzerindeki bezemeleriyle tarihe ışık tutarken, havaların ısınması ile birlikte abidevi ve sanatsal mezar taşlarını görmek isteyen yüzlerce ziyaretçi buraya akın ediyor. İkinci Orhun Abideleri olarak ta bilinen Selçuklu Mezarlığı ve abidevi mezar taşları, ilk kez görenleri ise adeta büyülüyor. Bilim adamları; geometrik şekiller, bitkisel motifler, ejder başlıklar, nişler ile tezyin edilmiş mezar taşlarını, Asya tesiri ile Orhun Anıtları'na bağlıyor. Bu bağlamda dünyada bir eşine ender rastlanan abidevi mezar taşları dünyanın her yerinden binlerce ziyaretçisini kabul ediyor.
Selçuklu Mezarlığı, 210 bin metrekarelik düz bir alanı kaplayan, 11. ve 12. yüzyıldan kalan dünyanın en büyük İslam Mezarlığı ve en büyük açık hava müzelerinden biri olma özelliğini taşıyor. Mezarlıkta şu ana kadar tespit edilen ve her biri şaheser olan 8 bin adet tarihi mezar taşı bulunuyor. Yüksekliği 4,5 metre civarında olan mezar taşları üzerindeki geometrik şekiller ve bezemelerin tamamen bir sanat eseri olduğu belirtiliyor.
Akşam, 11.04.2010
|
KORUMAK NE DEMEK, HEPSİNİ YIKALIM

Kültür Bakanı'na göre Emek Sineması o kadar
eski ki,
yıkmaktan başka çare yok. Sanki restore edilemez
gibi... Bakan hangi mimarlık ya da kültür kuruluşuna
danışmış? Durum çok ürkütücü. O zaman korunacak
binaları yıkalım, yerine Miniatürk gibi benzerlerini
inşa edip onları mı kültür mirası kabul edelim!
Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki en görkemli ve
tarihi sinema olan Emek Sineması ve Cercle d’Orient
binası ile ilgili olarak bundan on sene
önce
bir proje yapıldı. Bu projede Cercle d’Orient bir iş
merkezine dönüşüyordu ve güya sinema salonu
korunuyordu. Bu projede sinema salonu aynen yer
alıyordu. Ancak altına üç kat
otopark
yapılmıştı. O zaman projeyi değerlendiren Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu korunduğu belirtilse de,
otoparkın tarihi sinema salonunun yıkılmadan
yapılmayacağını fark etti ve projeyi reddetti. Her
ne kadar korunduğu söylense de.
Bugün
alışveriş
merkezleri yapan büyük sermayeli bir şirket
tarafından uzun süreli (25 yıl) olarak kiralandığı
belirtilen sinema salonu ve cadde tarafındaki Cercle
d’Orient binasının yıkılacağını ayan beyan ilan eden
projenin kurul onayı var deniyor. Söylendiğine göre
kurula yoğun baskı yapılmış.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın belirttiğine göre
Emek Sineması,
yeni
alışveriş merkezi inşaatının üst bölümünde ‘aslına
uygun’
olarak korunacakmış. Kültürel mirasın korunmasından
sorumlu Kültür Bakanı bakınız neler söylüyor: “O
kirli, yağlı ortamda oturmaktansa, iki yıl
beklerim.”
Amaç kültür mü, ticaret mi?
Bakana göre bina o kadar eskimiş ki, yıkmaktan başka
çare yok. Sanki bina restore edilemez, yıkmaktan
başka bir mimari fikir geliştirilemez. Ticari amaçlı
olmayan kültürel faaliyetler için başka tür
enerjiler harekete geçirilemez. Kültür Bakanı ne
yapılması gerektiğini bir şirkete sormadan önce
hangi mimarlara danışmış? Hangi kültür kuruluşları
ile görüşmüş? Koskoca sinema salonu yalnızca
koltuklarının kumaşı, duvarları kirlendi diye
yıkılacak! Böyle bir gerekçeyi aklınız alıyor mu?
Mimarlık denen faaliyet yalnızca tek bir
perspektiften, yöntemden ibaret olabilir mi?
Eğer amacınız, misyonunuz kültür değil, ticaret ise,
söylenir! Hatta inşaat bittiğinde görkemli bir
açılış yapılır. “Bakın bu salonu eski, yıpranmış
haliyle kalsın diyenlere rağmen yeniledik. Fena mı
oldu? Sinemayı aynen yaptık bile derler.” Sanki
Cercle d’Orient binasını yıllardır o vaziyette
tutanlar, sinemayı kapatanlar korunmasını
isteyenlermiş gibi. Sanki başka bir yol, yöntem yok.
Ya bakımsız bırakacaksınız, ya da yıkıp başka bir
şey yapacaksınız.
Bu durum çok ürkütücü. Koskoca kültür bakanı
mimarlık ve restorasyon denen şeyin yıkmakla özdeş
olduğunu mu düşünüyor?
UNESCO uzmanları
İstanbul’a
geldiklerinde belediye onlara koruma çalışması
yaptıkları yerleri göstermişti. UNESCO uzmanları çok
şaşırdılar, çünkü korunacağı söylenen yerlerdeki
binalar yıkılmıştı. Başka bir deyişle koruma
projelerinin olduğu yerler boştu. Buna karşılık
ayakta duran yapılara henüz sıra gelmemişti.
Bakana göre kültür mirasını korumak böyle bir iş
ise, o zaman tarihi binaları değil, Antalya’da inşa
edilen Topkapı Sarayı gibi otelleri kültür mirası
olarak kabul etmeliyiz. Hatta korunacak yapıları
yıkıp hepsinin benzerlerini Miniatürk gibi bir yerde
yeniden inşa edip, eski binalarla falan boş yere
restore etmek, başka mimari çözümler bulmak,
araştırmak için uğraşmamalıyız.
Korumak yaratıcı bir iştir
Korumak, mimarlıkla olur. Korumak yaratıcı bir
iştir. Tarihi bir yapının nasıl korunacağı meselesi,
en az yeni bir bina yapmak kadar yaratıcı bir iştir.
Araştırmak, sorgulamak, öneriler geliştirmek
demektir. Eğer yeni bina yapılacaksa, bu bakanın
iddia ettiği gibi yalnızca eskinin taklidi biçiminde
olamaz. Yeni binalar için
farklı
mimari çözümler, farklı kavramlar olabilir. Aslına
uygun olarak başka bir yerde bir tarihi yapının
benzerini yapmak, mimarlığı tek bir perspektife
hapsetmek, kentte yaratıcılığı yok etmek demektir.
Bu tarihi bir sinema salonunun yıkımından çok daha
büyük bir yıkım demektir.
Bu nedenle asıl karşı çıkılması gereken şey Emek
Sineması’nın yıkımı değil, bir kentte kültürün,
mimarlığın tek boyutlu bir düşünceye
hapsedilmesidir. Özel sektör iyi hizmet verebilir.
Ama kamusal bir sorumluluk üstlenemez. Bir kentte
sanat, kültür yalnızca sermaye girişimlerine terk
edilemez. Terkedilirse bundan halk zarar görür.
Alışveriş merkezleri inşa eden, bu yolla kazanç
sağlamayı amaçlayan bir kuruluşun öncelikleri
farklıdır. Eğer bir yapının korunması şirket
açısından karlı değilse, kamunun teşvik etmesi
gerekir. Bunun için emlak vergilerinden toplanan çok
ciddi bir pay var. Boşuna mı vergi veriyoruz? Bir
Kültür Bakanı kendi sorumluluk alanı ile ilgili
olarak nasıl böyle bir söz söyleyebilir?
‘Sizi protesto ediyorlardı’
Bakan “Kimi protesto ediyorlardı, bunu kendileri de
bilmiyordu” diyor. Hayır, Sayın Bakan, ben de
salondaydım. Sizi protesto ediyorlardı. Sizin kültür
mirasına, sanata bakışınızı... Sizi protesto eden
kişiler bir kültür bakanı olarak kamusal görevinizi,
sorumluluğunuzu yerine getirmediğinizi düşünüyorlar.
Çünkü bir kentte kültür yalnızca ticari faaliyetlere
bağımlı olarak gelişemez.
Radikal, Yazı: Korhan Gümüş, mimar, İstanbul 2010
Yürütme Kurulu üyesi, 11.04.2010
******
EMEK SİNEMASI'NI NASIL BİR SON BEKLİYOR?

İstiklal Caddesi Yeşilçam Sokak'taki, 20 yıldır
İstanbul Film Festivali'ne ev sahipliği yapan Emek
Sineması'nın da bulunduğu Cercle d'Orient binasının
cephesinin korunarak, yıkılıp yerine bir alışveriş
merkezi yapılacak olması gündeme bomba gibi düştü.
Proje kapsamında Emek Sineması'nın yıkılacak
olmasına karşı yaş, meslek tanımadan bütün
sinemaseverler tepkilerini dile getirecek platform
oluşturdular, imza kampanyası başlattılar. Bu
çabanın nasıl bir sonuç getireceği, şu an sinemanın
bulunduğu durum ile ilgili söz sahibi kurumlar olan
Emekli Sandığı, Beyoğlu Belediyesi ve Turkmall'un
ikna olup olmayacağını zaman gösterecek.
Kesin olan bir durum var ise yapılacak yeni
komplekste "Emek Sineması"ymış gibi yapacak olan,
monte edilmiş sinemanın kimseyi tatmin etmeyeceği.
Mimarlar Odası'ndan Mücella Yapıcı ile alınan
yıkım kararı ile dikkatleri üzerine çeken Beyoğlu
Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve sinema
eleştirmeni Alin Taşçıyan 7 Nisan Çarşamba gübü
NTV'de yayınlanan "Günlerin Getirdiği" adlı
programının konuğu olarak konuyu masaya yatırdılar.
Programda şunlar konuşuldu:
"Mirgün Cabas:
İstanbul
Beyoğlu'ndaki Cercle d'Orient içinde Emek
Sineması'nı da barındıran tarihi bir bina. Binanın
yıkılıp cephesi korunarak yeniden yapılması söz
konusu. İçindeki Emek Sineması İstanbul'daki tüm
sinema severlerin çok iyi bildiği, sevdiği hem
mimari hem de kültürel değeri olan bir salon.
Yeniden inşası sırasında Emek Sineması yerinden
olacak ve binanın üst katına taşınacak. Kimileri
bunu Emek Sineması'nın aynen korunması olarak
adlandırıyor, kimileri içinse bu kabul edilemez bir
ihanet. Konuyu iyi bilen 3 isim bizimle. Beyoğlu
Belediye Başkanı, Ahmet Misbah Demircan; Mimarlar
Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Genel Sekreteri
Mücella Yapıcı ve sinema yazarı Alin Taşçıyan.
Gelirken siz yanınızda bir takım panolarla
geldiniz. İsterseniz bize burada ne yapılacağını
anlatın. Sonra biz bunun üzerinden bu yapılan
hakkında birtakım değerlendirmeler yapalım.
Ahmet Misbah Demircan: Şunu
ifade etmek lazım. Beyoğlu gerçekten kültürün,
sanatın, tarihi binaların çok olduğu bir mekan. Biz
belediye olarak bütün bu mirası korumaya gayret
ediyoruz. Burada belediye başkanı olarak
bulunuyorum. İşin anıtlar kurulunda bu teknik işleri
takip eden mimarlarımızın, hocalarımızın kararlarına
saygılıyız. Ben sadece Beyoğlu'nda bunlar bana
sorulduğu için anlatmak amacıyla konuşacağım.
MC: İşin sahibi değilim ama savunucusuyum
mu diyorsunuz?
AMD: İş bina restorasyonuna
girince mimarların pozisyonuna girmemem lazım, kendi
pozisyonumu çok doğru tanımlamam lazım.
MC: Ama bu siyasi bir karar. Bir siyasi
otorite bu kararı alıyor, hükümet de bu kararın
arkasında duruyor.
AMD: Hayır böyle değil.
Hakkı Devrim: Yani idari değil ki ağır
sorumluluk siz de olsun.
AMD: Aynen öyle. Bir bina
restorasyonu yapılıyor. Bunu yapan bir müellifi var.
Bu müellif gidip Anıtlar Kurulu'na başvuruyor.
Anıtlar Kurulu ona şöyle yap, böyle tamir et diyor
ve şu an o kararlar tartışılıyor.
MC: Ama siz de bunu destekliyorsunuz.
AMD: Ben yapılmasını
destekliyorum. Yoksa mimarların kendi aralarındaki
tartışmaların tarafı değilim.
MC: Bunun bu şekilde yapılmasını
destekliyor musunuz?
AMD: Biz Anıtlar Kurulu'nun
bütün kararlarına uyarız. Bizim orada başka bir
seçeneğimiz yok.
MC: Başka bir proje verilmiş olsa onu da
destekleyecektiniz.
AMD: O da, ne çıkarsa.
MC: Peki sizin bu böyle yapılmasın da
şöyle yapılsın diye bir fikriniz var mı?
AMD: Hayır.
MC: Peki, bize anlatır mısınız ne olacak?
HD: Karar noktası orası değil.
AMD: Karar noktası Anıtlar
Kurulu.
Mücella Yapıcı:
Önce Bakanlar
Kurulu. Yenileme alanı ilan ettiği için.
HD: Şehr-i İstanbul olduğu için.
AMD: Şöyle izah edeyim. Burası
İstiklal Caddesi. Bu caddenin hemen üstünde Cercle
d'Orient diye bildiğimiz bir bina, yaklaşık 1.500
metrekare. Bu bina 1884'de büyük kulüp olarak
yapılmış. Altına dükkanları üstüne oyun alanları,
eğlence mekanları. Hatta en üst katında otel de
yapılmış, insanlar konaklasın diye. O zamanın
mantığında bir kulüp binası, ama ticareti var
konaklaması var. Şurası Yeşilçam Sokağı, buraya daha
sonra Melek Apartmanı, daha sonra İskentini
Apartmanı yapılmış. 1920'lere gelince İpek Sineması
yapılmış. Bundan 4 yıl sonra da bu binaların
otoparkı gibi olan alana Emek Sineması salon olarak
yapılmış. Şu gördüğünüz alan tamamen bugünkü SGK'ya
ait. 1970'lere gelindiğinde İpek Sineması'nın sahibi
İpek Sineması'nı kapatmış, burayı bir kumaş
fabrikası olarak kullanmış. Sonra 40 yıl evvel bir
yangın çıkmış, bu yangında burası yanmış, bu binayı
da etkilemiş, bu bina boş kalmış. Emek Sineması 1920'lerde yapıldığında bu Melek
Apartmanı'nın giriş katını kesmişler, fuaye
yapmışlar.
MY: 1923.
AMD: Dolayısıyla bu bina tek
kullanılan bina, çevresindeki diğer binaların çoğu
boş. Buranın restorasyonu bir bütün olarak
yapılıyor. Bizim belediye olarak derdimiz şu: Şu
gördüğünüz Yeşilçam Sokağı'nda Yeşilçam Ödülleri'ni
veriyoruz. Yeşilçam ödüllerini verirken de bir
hayalimiz vardı. Nasıl ki Los Angeles'ta starların
ayak izleri var yerde, orada tarih var. Emek
Sineması da çok kıymetli, Yeşilçam'ın da bir kültürü
var. Bu külliye komple restore edilsin de bunu kim
restore ederse etsin, neticede burası kültür mirası
olarak yine sinema olarak, yine kültür başlığı
altında bir işletmeye açılsın. Bizim belediye olarak
yanında durduğumuz konu bu. Burada tartışma nereden
çıkıyor? Burayı bir firma kiralamış 1990'larda.
kiralayan firma da yap-işlet-devret diye kiralamış.
10-15 sene evvel bir proje yapmış, sunmuş.
MY: 1993'de.
AMD: Proje iptal edilmiş, daha
sonra tekrar hazırlamış projeyi. Kurula getirmiş.
Kurulda konuşuluyor tartışılıyor. Ve şöyle mi
yapılsın böyle mi yapılsın tartışmaları yaşanıyor.
Bu tartışmaları biz de anlamaya çalışıyoruz.
Belediye Başkanı olarak ben de bunları anlamaya
çalışıyorum.
Cercle d'Orient İstiklal Caddesi'nde en uzun
cephesi olan binadır. Şu ara sokağı böyle görünüyor.
Yanında tarihi binalar.
HD: Arada bir not düşelim mi? Şu
gördüğümüz ada, emlakçı ağzıyla İstanbul'un
bonfilesidir, filetosudur. Akıl almaz değerde bir
yer.

Uygulanması düşünülen proje / Kaynak: Emek Sineması
Yeniden
AMD: Şu tabloda restorasyon
yapıldıktan sonraki halidir.
MC: Peki siz niye karşı çıkıyorsunuz
buna?
MY: Peki bu proje nedir? Proje
budur.
AMD: Yeni yapılan kütle şu.
MY: O zaman sizin de projeden
bihaber olduğunuzu düşünüyorum.
HD: Mücella Hanım bu nedir o zaman?
MY: Bu kurul tarafından
onaylanan ve Beyoğlu Belediyesi'nin, Sosyal Güvenlik
Kurumu'nun, Büyükşehir Belediyesi'nin ve hatta
Turizm Bakanlığı'nın birlikte önerdiği ve onaylanan
avan projedir. Bu resmi bir belge.
MC: Sizin gösterdiğiniz projeyle bunun
arasında ciddi bir fark var. Sizinki galiba biraz
alt açıdan çizildiği için üzerindeki kutuyu biz
göremiyoruz.
MY: Hatta yeni uygulama
projelerinde bu kot biraz daha düşüktür. Yeni
uygulama projelerinde yandaki yine bir yenileme
alanı, kıyamı diyorum ben, Erdoğan Demirören'in
Saray Sineması yerine yapılan binanın kotuna
getirilmiştir. Çünkü önerilen projede altında 6-7
kat alışveriş merkezi var. Emek sineması 8. kata, en
üst kata taşınıyor.
HD: Ben arada iki hanımefendiye bir sual
sormak istiyorum. Sinema kavramı ihtiyaç olarak,
tatmin şekli olarak hiç değişmedi diyebilir miyiz?
Ben küçük küçük salonlara giriyorum artık. Çok
tutulan bir filme gittik, götürdüler beni. Büyük bir
alışveriş merkezine gittik, biz giden 5 kişiydik,
bir hanım daha geldi 6 kişi seyrettik. Ben ömrümde
hiç böyle bir sinema seansı görmedim. Bu değişiyor.
Alin Taşçıyan: Böyle bir süreç
yaşandı. Sinema salonları dünyanın her yerinde bir
dönem küçüldü. Çünkü üretilen film sayısı arttı.
Dolayısıyla gösterilen film kopyası başına izleyici
sayısı düştü. Ama bir yandan da salon sayısı arttı,
dolayısıyla salonlar küçülmekle birlikte daha küçük,
daha çok sayıda salon, daha çok film izleyiciyle
buluşma olanağına kavuştu.
HD: Artık gazetelerimiz gibi, tıpkı
mağazalarımız gibi aynı yerde isteyenin gidebildiği
7-8 film olsun da isteniyor.
AT: Ama şu an bir değişim
yaşanıyor. Bu dönem bitti. Artık küçük salonların
devri kapandı. Artık her şey dijital gösterime geçti
ve sinema bütün dünyada dvd'lerle, televizyonlarla,
dijital yayınlarla, hatta uydudan gelecek internet
yayınlarıyla, bütün bunlarla rekabet etmek için yine
büyüyor. Bundan sonra 3 boyutlu gösterimler dönemi.
İmax tekrar kıymete bindi biliyorsunuz. Çok büyük ve
çok yüksek kaliteli imaxlar, imax'in 3 boyutluları
ve insanlara eski sinema zevkini yaşatan,
dolayısıyla bir sosyal etkinlik olarak bir sinemayı
destekleyen yapıya geri dönüş başladı. Bu cep sinema
devri bitmek üzere. Artık bunları evde izleriz,
büyük ekranlar her yanı kapladı. Bundan sonra yine
büyük, görkemli, hoş salonlara gideceğiz ve evde
izlemeyeceğimiz kalitede film izleyeceğiz.
HD: Bir taraftan da öbürü hızla
ilerliyor. Herkes evinde izliyor. Şu da bir gerçek.
Sinema televizyonla rekabette tereddüt etti, tıpkı
gazeteler gibi. Biraz sonra anladı ki çıkar yol
işbirliğidir. Gazeteler hala anlayamadılar. Şimdi ne
oldu biliyor musunuz? Bütün evler bir anlamda küçük
sinema salonlarına dönüştü.
MY: Burada şöyle bir mantıki hata
var. Ben odanın yenileme kurulu gözlemci üyesiyim,
genel sekreteri değilim. O yüzden çok yakından
biliyorum bu süreci. Proje ilk getirildiğinde bu
gerekçeyle getirildi, artık büyük salonlar iş
yapmıyor, küçük sinema salonları yapacağız diye.
Fakat Emek Sineması tekrar 8. katta kopyası
yapılacak bir hale getirildi. Şimdi bu mantıken de
kendi içinde çelişiyor. Bütün sanatçılarla konuşun,
bugün İstanbul'da bir operet sergilemeye kalksanız
bir sahne bulamazsınız. Ve bu Emek Sineması 20 yıl
İstanbul Film Festivali'ne ev sahipliği yapmıştır.
Bazı binalar ticaret böyle istiyor diye de
yıkılamazlar. Bazı eserler bütün evrensel koruma
yasalarına göre de yerinde korunmalıdır.
HD: Yani şunu mu istiyorsunuz, Emek
sinemasını Paris Opera Binası gibi koru mu
diyorsunuz?
MY: Aynen öyle diyorum.
HD: Paris Opera Binası'nı yapana benzer
bir ecdat lazımdı ama.
MY: Şimdiki ecdadımızda 8 kat
yukarı çıkıyor. Bir yangın çıksa. Siz yukarı 1 yeni
salon, 5 tane de Emek'in kopyasını yapıyorsunuz ki
bu kültüre karşı çok tuhaf bir tutum, adını koymak
istemiyorum. 5 tane sinemayı yapıyorsunuz 8 kata,
bir yangın çıktığında iki tane zavallı yangın
merdiveninden başka alınacak bir tedbir var mı?
HD: Başkan şu an bir yangın var ve yukarı
yetişemedi itfaiye merdivenlerimiz.
MY: Sinema anında boşaltılmalıdır.
Ayrıca Emek Sineması için bu tartışılamaz bir şey.
AMD: Ben mimar değilim, mühendis
de değilim, belediye başkanıyım. Benim için önemli
olan bugün boş duran Cercle d'Orient korunmalı, Emek
Sineması, oradaki tarihi binalar korunmalı. Ama
bunun nasıl yapılacağına karar verecek olan değerli
hocalarımız. Biz belediye olarak burası boş
kalmasın, atıl kalmasın diyenlerdeniz. Dolayısıyla
burada 'Emek Sineması'nı Yaşatalım' kampanyası var.
Bunu ben de imzalıyorum. Çünkü aynı şey isteniyor,
farklı bir şey istenmiyor.
MC: Ama siz başka türlü
yaşatılabileceğini söylüyorsunuz.
AMD: Mimarlarımız,
sanatçılarımız konular üzerinde tartışabilir.
Konuları birisi şöyle yorumlayabilir, birisi böyle
yorumlayabilir. Hepsini dinlemek lazım. Biz belediye
olarak orada olmamalıyız ve değiliz.
HD: Yani biz belediye reisini çağırmakla
hata mı ettik diyorsunuz?
AMD: Aslına bakarsanız ben siz
istediniz geldim. Size de dedim, burada belki
Anıtlar Yüksek Kurulu'nun hocası gelmesi lazım,
diğerleri neden böyle düşündü onlara söz hakkı
vermek lazım ki doğrusu çıksın ortaya.
Değerli hocamız mimar kendileri ve mimarlar
odasını temsilen buradalar. Projeye girmişler ve
projeye itirazları var. Ama normaldir, ittifakla
kabul edilir ya da edilmez. Ama anıtlar kurulu 10
kişiden oluşuyor, demek ki bunun çoğunluğu buna
evet demiş, birileri de buna muhalefet etmiş. Bu
gayet güzel ama itirazı olan itirazını orada çözmeli
ve belediyeyi, vatandaşı mağdur etmeden orada
anlaşıp bizim önümüze gelmeliler. Ben belediye
başkanı olarak şu yanlış, bu eksik diyebilecek
durumda değilim, böyle bir karar sahibi de değilim.
HD: Belediye başkanı biz basını susturmak
istiyor.
AMD: Ben şundan mutluyum.
Demokrasi dediğimiz şey bu. Tartışma olacak.
MC: Demokrasi dediğimiz şey, tartışmanın
ötesinde neticeye de etki etmesidir. Biz umalım ki
bu eleştiriler yerini bulsun. Belki plan üzerinde
tadilat yapılsın, belki şu kubbe kalksın ortadan,
belki sinema salonunun yeri değiştirilsin.
MY: Kamunun görevidir bu. Devlet
görev vermiş size sayın belediye başkanım. Bu
binalar kamuda olduğu için eğer göçmüşse korumak
zorundasınız. Hukuk da o kadar açık ki, kamu elinde
birtakım değerler var, siz bugün o değerlerin
eskidiğinden bahsediyorsunuz.
AMD: Siz bir mimarsınız ve size
saygı duyuyorum, biz sizin kararlarınıza uyuyoruz
sadece. Bugün AKM yapılırken nasıl yapılacağına biz
karar vermiyoruz, hocamız karar veriyor. Bizim tek
görevimiz şudur: belediye anıtlar kurulundan
onaylanmamış bir projeyi, burada göz yumar,
yaptırırsa suçlu olur. Anıtlar kurulu bu projeyi
yapar, belediyeye bunu yapacaksın der, biz onu
biliriz. Biz Beyoğlu'nda 4000 bina yenilettik.
Yenilendikçe Beyoğlu güzelleşiyor. Çok da iyiye
gidiyor Biz Cercle d'Orient Binası, Emek Sineması
buralar bir kültür merkezine dönüşüp güzel olsun
diyoruz. Anıtlar kurulundaki insanlar son derece
kıymetli insanlar.
MY: Onlar da
çok büyük bir baskı altındalar. Burada 3 tane mimar
var. Biri Prof.Dr. İclal Dinçer, konuyla direk
ilgili. Diğer üyeler avukatlar, belediye
temsilcileri var. Ve bu şeyde 3 mimar var. Bu kadar
önemli mimari uzmanlık konusunda, o mimarlardan biri
de sayın Prof.Dr. İclal Dinçer bütün kurullarda bunun olamayacağına
dair inanılmaz muhalefetliği var, bu projelere de
karşı oyu var. Yalnız bu kurullarda, çok ciddi bir
siyasi baskı var. Tahinlerde uzmanlıklar göz önüne
alınmıyor, yoksa böyle bir proje nasıl çıkabilir.
AMD: AKM de bu yüzden kaldı.
MY: Hayır kalmadı, onaylandı
AKM'nin projesi.
AMD: Hayır restorasyonu
onaylanmadı.
MY: Hayır, onaylandı ama
yapılmıyor nedense.
MC: Siz belediye başkanı olarak,
İstanbul'un en güzel semtinin sorumlusu olarak o
koltukta oturuyorsunuz. Burası bir mücevher, bir
pırlanta ve sizin bürokratik olarak o öyle geldi
buraya havale ettik, onun sorumlusu budur demenin
ötesinde estetik olarak da bir kanaat açıklamanız
gerekir. Neticede sizin yönettiğiniz beldenin
içindeki en önemli binalardan birinden bahsediyoruz.
Dolayısıyla sizin karar alma sürecinde imzanız
olmasa da şifahi olarak yer almanız gerekir.
AMD: Bizim devletimizin
kurulları ve kuralları vardır.
MC: Elbette var. Demokrasi diyorsunuz,
ama bu demokrasinin içinde belediye başkanının sözü
geçmiyorsa bu demokrasi değildir zaten.
AMD: Siz bir toplantı daha
yapın, diğer insanları da çağırın onlar da fikrini
belirtsin.
HD: Şunda bir anlaşmaya varalım. Bu bey
devletin memuru mudur yoksa biz İstanbulluların
temsilcisi midir? Çünkü bu belediye reis,
sataşamazsınız da, çok da sevimlidir. Beyoğlu bu
açıdan şanslıdır.
AT: Başka bir açıdan yaklaşmak
istiyorum. Beyoğlu gitgide güzelleşiyor.
Bakımlılaşıyor, keyifle yürüyoruz, her şey güzel.
Ama şu alışveriş merkezi histerisinin hiç olmazsa
biraz uzağında kaldığı bir kültür adasını özlüyoruz.
Her yer böyle. Bütün İstanbul alışveriş merkezi dolu
ve bunların sayısına, niteliğine denk iki tane
kültür merkezimiz bile yok. Büyükçekmece'de kültür
merkezi yapılması hoş ama İstiklal Caddesi üzerinde
bir büyük espas istiyoruz. Bu yok. O büyük espasa
sahip değiliz. Hangi alışveriş merkezinde hangi
sinema salonundan söz etsek hamburger kokusunu
çekerek gitmek zorundayız. Bir
popcorn
satılan sinemadan söz etmek zorundayız. Artık
bunlardan kurtulmamız ve gerçekten özgür, bağımsız
girişi mekanı her şeyiyle bir kültür merkezi
düşünmeliyiz.
HD: Biz bunu acaba devletten
belediyelerden bu resmi kuruluşlardan mı
beklemeliyiz, mesela Maslak'ta bir merkez yapıldı ve
çok faydalanılıyor, yoksa bu giderek özel sektörün
işi mi?
MC: Ama elde böyle bir şey
varken bunu devletten beklemeliyiz.
HD: Evet, beklemeliyiz ama bu çok da
merkezi bir yerinde İstanbul'un. Burada kavga
etmemeye imkan yok.
MY: Aman hocam Ayasofya'da
merkezi yerinde.
MC: Merkezi yerlerdeki kültür
merkezlerine ulaşma hakkı da olmalı, burası sadece
rant alanı olmamalı.
HD: Ayasofya'yla Melek Sineması'nı
mukayese edecek kadar hassas bir durum değil.
AMD: Bu çok önemli profesörlük,
mimarlık, uzmanlık gerektiren bir konu. Bu konuda
biz söz söylememeliyiz. Sınırlarımızı bilmeliyiz.
Ben belediye başkanı olabilirim ama imardan
bilmediğim bir konuda kimseye ukalalık yapmam,
yapmadım. Sonuçta anıtlar kurulu kültür bakanlığına
bağlı üniversitelerden her yerden temsilci alan çok
ciddi bir kurul. Biliyorsunuz büyükşehir belediyemiz
metro geçişi için 2 sene bekledi. Demek ki anıtlar
kurulu için öyle baskıyla, şöyle böyle karar alan
mekanizmalar desek haksızlık etmiş oluruz.
MC: Peki Anıtlar Kurulu'nun önüne şu
üstteki dört kat olmadan eskisinin revize edilmiş
biçimiyle bu proje gitse, bu böyle olmaz siz bunu 8
kata çıkarın deyip geri mi göndereceklerdi?
MY: Hayır efendim rahatlar
zavallılar.
AMD: Hanımefendi getirdi, o
acaba teknik çizimde mi böyle görünüyor, normalde de
mi böyle görünüyor? Buna yine ben müdahale etmek
istemiyorum çünkü mimar değilim.
MY: Resmi sonuç çizimdir bu.
MC: Bu haliyle bana şöyle geliyor;
Disneyland'da Mickey Mouse'un şatosu ne kadar
şatoysa bu da o kadar Cercle d'Orient gibi geliyor.
AMD: Hayır öyle karar vermeyin.
Dünyadan değerli hocalarımızı buraya aldığımızda
size dünyadan örnekler gösterebilirler ve sizi ikna
edebilirler. Çünkü çok iyi yetişmiş, derin, bu işini
bilen iyi mimarlarımız var, Beyoğlu'nda da var,
İstanbul'da da var. Emin olun, devletimizin
kurumları ve kuralları vardır. Kurallara uymak
zorundayız. Hiçbirimiz kanunların üstünde değiliz.
Kültür Bakanlığımıza bağlı Anıtlar Kurulu'dur bu.
Her taraftan temsilcisi vardır. Buraya projeler
gönderilir, kurul toplanır. İttifakla karar verir,
çoğunlukla karar verir ya da vermez. Orada biz
verilen kararlara uymak zorundayız. Bizim Tarlabaşı
projemizde de aynı şey oldu.
MY: Ve Tarlabaşı'nı
yıkıyorsunuz.
AMD: AKM'de de oldu, Muhsin
Ertuğrul'da da oldu. Bunlar hep tartışıldı. Tartışma
da gayet doğal ama şu bağlamda tartışalım. Bunu
teknik insanlar tartışsın. Şu konuda anlaşalım Emek
Sineması yıkılıp yok olmuyor. Böyle bir şey yok,
eğer böyle bir şey oluyorsa burada birbirimizi
kandırıyoruz demektir.
MY: Yıkılıyor mu yıkılmıyor mu?
Yıkılıyor ve sekiz katlı bir kompleks yapılıyor.
AMD: Şu, Anıtlar Kurulu'nun
salon nasıl sökülecek ve nasıl takılacak projesinin
onayıdır. Örneğin şurada toplandık, X konuda
katılmadınız buradaki çoğunluğa. Siz dışarı çıkıp
bunlar işi tüh kaka yapıyor derseniz hoş olmaz. O
zaman da film festivalindeki arkadaşımız borazanı
çalar, burayı niye yıkıyorsunuz der."
Arkitera, 12.04.2010
******
MİMARLAR ODASI
UYARDI: EMEK HER AN YIKILABİLİR
Mimarlar Odası, dün Karaköy'deki binasında
Emek Sineması'nın 'yakılmasıyla' ilgili
bir bilgilendirme toplantısı düzenleyerek uyardı:
'Emek her an yıkılabilir.'
Mimarlar Odası Yenileme Kurulu Üyesi
Mücella
Yapıcı, Emek Sineması için, Kültür Bakanı
ile Beyoğlu Belediye Başkanı’nın açıklamalarındaki
gibi bir yenileme söz konusu olmadığını, planın Emek
Sineması’nın yıkılmasını öngördüğünü söyledi.
Uygulama planının Yenileme Kurulu
tarafından onaylandığını belirten Yapıcı, yenileme
projesinin Beyoğlu Belediyesi, Kültür
Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurulu, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2010 Ajansı’nın
ortak projesi olduğunu hatırlattı. Yapıcı, “Plana
göre Cercle d’Orient Binası’nın ön
cephesi korunacak ve Emek Sineması tamamen
yıkılacak. Yapılan alışveriş merkezinin en üst
katına da Emek Sineması’nın bir kopyası inşa
edilecek” dedi.
İKSV’den Emek toplantısı
Yapıcı bu uygulamanın mimari açıdan da hukuki açıdan
da sakıncalı olduğunu belirtti ve Mimarlar Odası
olarak projenin hayata geçirilmemesi dava
açtıklarını anlattı. Mimarlar Odası avukatlarından
Can Atalay da “Bir oldu bittiye
getirilip Emek Sineması yıkılmak isteniyor. Buna
izin vermemeye çalışıyoruz” diye konuştu.
Toplantı sonrası yönetmenler, sinema yazarları,
oyuncular ve sinema seyircilerinin de aralarında
bulunduğu ‘Emek Sinemasını Yıktırmayalım ve
Yaşatalım’ adıyla bir platform da kuruldu.
Platform kamuoyunun dikkatini çekecek bir dizi eylem
yapma kararı da aldı. İstanbul Film Festivali’ni
direktörü Azize Tan da, yarın
İKSV’nin Deniz Palas’ta açılan yeni
binasında Emek Sineması ile ilgili bir toplantı
yapılacağını ve yurtdışından gelen sinemacılara Emek
Sineması’nın durumunun anlatılacağını bu toplantıya
ilgili herkesin katılabileceğini söyledi.
Radikal, 13.04.2010
******
EMEK SİNEMASI, AKM VE
DİĞERLERİ
Kamusal işlevler
piyasaya terk ediliyor, yaratıcı işler sermayenin
patronajı altında biçimleniyor. Belki de özel
sektöre devredilen konuların tekrar kamuya çekilmesi
gerekiyor.
Dünyada 90'lardan beri
kamu modelinde bir değişim yaşanıyor. Kamunun bir 3.
taraf gibi gözüktüğü müzakere alanı daralıyor ve
kamusal işlevler piyasa mekanizmalarına terk
ediliyor.
Bu dönüşümü İstanbul'da
da görmek mümkün. Örnekler gözümüzün önünde:
Cumhuriyet tarihinin belki de Ankara dışındaki en
büyük şehircilik projesi, en simgesel kamusal alanı,
Taksim/Maçka arasındaki büyük rekreasyon ve kültür
vadisi (Prost Vadisi) artık "Kongre Vadisi" oldu ve
halkın kullanımına kapatıldı. AKM birtakım gönüllü
çabalarla restore edilmeye çalışılsa da,
inatlaşmalarla çürümeye terk edildi. Kamu müzeleri
bütün birikimlerine, imkanlarına ve gelirlerine
rağmen ayakta duramıyor. Perişan durum-dalar.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Avrupa'nın
en büyük kültür merkezi olacağı söylenen Sütlüce'de
kültür merkezi inşaatı 20 yıl sürdü. Hem dünyanın en
pahalıya mal olan inşaatı, hem de mimarsız yapılan
ilk kültür merkezi oldu. Bugün de kimin nasıl
işleteceği belirsiz. Gaz fabrikaları, endüstriyel
tesisler, antrepolar işlevini yitirince, kentin en
değerli yerlerinde olmalarına rağmen yıllarca metruk
kaldılar. Kentin tarihi mahallelerini iyileştirmek
için halka çivi çaktırmayan yönetimler, şimdi büyük
sermayenin kolaylaştırıcısı olarak insanları
yerlerinden etmeye çalışıyorlar. Karar aşamaları
şirketlerle şekillendirilip sonra halka kamulaştırma
tehdidi olarak yansıtılıyor. Öğretim üyeleri,
mimarlar, plancılar uzmanlıklarının gereği olarak
gelişmiş profesyonel normlara uygun araştırma ve
projelendirme süreçlerini teşvik edeceklerine, bu
derme çatma dönüşüm projelerine meşruiyet sağlamayı
tercih ediyor. Böylece yaratıcı işler sermayenin ve
iktidarın patronajı altında biçimleniyor.
Uzmanların, sanatçıların özel alana izole
edilmesinin halka verdiği zarar ise bir depremin
verdiği zarardan daha büyük. Evet, ortada bir sorun
var. Fikirsizlik, politikasızlık, beceriksizlik,
açgözlülük, ne dersek diyelim, bunların yanında bir
kurumsal boşluk olduğu aşikar. Bir avuç ayrıcalık
sahibi dışında bu eksiklikten herkes zarar görüyor.
Oysa her yerde durum
aynı değil. Avrupa'da örneğin, birçok kent yönetimi
bu gidişe teslim olmak yerine, ortaya çıkan bu
kurumsal boşluğu doldurmak için yöntemler
geliştirmeyi deniyor ve bu gidişi tersine çevirmek
için ellerinden geleni yapıyor. Örneğin 2010'da,
Avrupa Kültür Başkenti olması vesilesiyle sanayi
havzasının artık metropoliten bir kent havzasına
dönüştüğünü ilan eden Almanya'nın Ruhr bölgesi. Biz
daha kentin merkezindeki bir gaz fabrikasını
korumayı ve halkın hizmetine sunmayı beceremezken,
onlar koskoca demir çelik tesislerini kültür
merkezlerine, spor ve rekreasyon alanlarına
dönüştürdüler. Kentleri birbirlerine bağlayan devasa
nehirleri, su yollarını sanayinin bıraktığı
kirlerden arındırıp, en yaşanılır yerler haline
getirdiler. Oysa bizdeki gibi endüstri mirasını
yıkıp hurdaya vermek, yerlerini de yatırımcılara
pazarlamak ne kadar kolay olurdu. Kamu böylece
halktan topladığı vergileri istediği gibi
yandaşlarına peşkeş çeker, yaptığı değil, yapmadığı
işlerle övünürdü.
Bu gelişmelerin ortaya
koyduğu çok önemli bir mesele var: Kamu kültür ve
sanatı özel sektöre devredip, sorumluluklarından
kurtulamaz. Sinemayı yalnızca gişe hasılatına ve TV
kanallarının reklam gelirlerine bağlı dizilerine
bağlı olarak geliştiremez. Mimarlığı sermayenin
alışveriş merkezlerine yatırım ihtiyacına, ya da iş
merkezi, rezidans üreten şirketlere bırakamaz.
Görsel sanatları galerilerin ticari imkanları ve
yarattıkları pazar ilişkilerine terk edemez...
Tam tersine kimi zaman
Emek ve Alkazar sinemalarında, tiyatrolarda olduğu
gibi, kamunun neyin, nasıl ve hangi yöntemlerle
destekleneceğinin yeniden düşünülmesinin zamanı
geldi. Belki hatta geçmişte özel sektöre devredilen
konuların yeniden kamu politikaları içinde
değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü özel sektörden
ticari olmayan ama kamu yararına olacak işleri
üstlenmesini, zarar etmesini, risk almasını, kamu
yararı açısından gelişmelerin düzenlenmesini,
eşitlik sağlamasını bekleyemez. Kamu gelişmeyi
düzenlemek için süreçleri düzenler. Kamu kaynakları
bunun için kullanılır. Avrupa Kültür Başkenti
programı içinde bu gelişmeyi sağlamak için birçok
kent, karma bütçe kullanabilen kurumlar oluşturdu.
Merkezi yönetimin, yerel yönetimin ve sermayenin
kültür ve sanat alanında böylece ortak bütçe
kullanmaları ve birlikte hareket etmelerinin imkanı
ortaya çıktı. Böylece kültür ve sanat bir boş zaman
endüstrisi değil, kentler için stratejik bir konu
halini aldı. İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti
olması için ortaya çıkan girişimin de amacı buydu.
İlk defa kent ölçeğinde STK'ları da kapsayan bir
kamu tüzel kişiliği oluşturuldu.
Kentte ilk defa sahipsiz
kalmış kamusal mekanlar için yıllarca metruk
bırakmak veya özelleştirmek dışında bir alternatif
ortaya çıktı. İstanbul 2010'un, Emek sinemasının
dönüşümü ile ilişkisi yok diyemeyiz. Nasıl AKM'nin
geleceği ile için diyemezsek. AKM'yi bir tapınak
olarak korumak farklı. Bir sanat kurumu olarak
korumak farklı. Kimileri için AKM sovyetik bir
kuruluştu. Sanki bir tapınak gibi kutsal bir yerdi.
Kimileri için de yıkılması gereken ruhsuz bir yapı!
Görüyoruz ki tam tersi yönlerden meselelere
yaklaşanlar bazen aynı sonuçta buluşuyorlar. AKM
yalnızca fiziksel varlığı ile değil, yönetimi ile de
yenilenmek zorunda. Bağımsız sanata, kültüre yer
açmak durumunda.
Açıkça söyleyelim:
AKM'nin sanat galerisi bir ticari galeri kadar
yönetilmiyordu! Büyük kamu bütçeleri ile sanat adına
yapılan programlar, kentte yalnızca bilet gelirleri
ile gerçekleşen tiyatro, müzik, gösteri programları
kadar bile bazen başarılı değildi! Birçok Avrupa
kentinde olduğu gibi, İstanbul'un Avrupa Kültür
Başkenti olması da bu sürece getirilen çözümlerden
biriydi. Ancak bu önemli fırsatı kent için değil,
kendileri için değerlendirmeye çalışanların neler
yaptığını hep birlikte izledik. Artık bu durumu
anlamaya çalışmamız ve kamunun sanata nasıl destek
olabileceğini yeniden düşünmemiz gerekiyor.
Taraf, Yazı: Korhan
Gümüş, 16.04.2010
|
SİNAN'IN ÇİNİLERİNİ KİM NİYE KAPATTI?

Süleymaniye Camii’nin restorasyonu
sırasında yüzyıllardır kayıp olan orijinal kalem
işleriyle eserin sahibi Mimar Sinan’ın İznik’te
yaptırdığı bir çini hat ortaya çıkarıldı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü onarımı durdurdu,
restorasyon oluşturulan Bilim Kurulu’nun
değerlendirmesinden sonra devam edecek. Kurul
üyelerinin bir bölümü orijinal süslemenin esas
alınması gerektiğini savunuyor. Bazıları da,
sonradan yapılan daha yeni süslemelerin de kıymetli
olduğunu, üstteki katmanların sökülmemesini ve en
son katın korunarak onarılması gerektiği görüşünde.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a inşa
ettirdiği Süleymaniye Camii, yaklaşık 50 yıl sonra
tekrar onarımdan geçiriliyor.
Geçtiğimiz ay caminin ana kubbesini taşıyan dört fil
ayağında, taş profille birinci dolaşmalık konsolu
arasında kalan sıvaların kabardığı tespit edildi.
Son katmanı 1956’da yapılan bu katmanlardaki sorunun
nedenini araştırmak için özenli bir şekilde raspa
yapan ekip analiz yapmak için küçük pir parça
aldığında sıvanın altında bir çini pano ortaya
çıktı. Alınan numune, Koruma, Uygulama ve Denetim
Müdürlüğü (KUDEB) laboratuarında testlere tabii
tutulunca, çini pano üzerindeki sıva katmanının 18.
yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya başlanan
macun sıva olduğu anlaşıldı.
Yazılı ve görsel arşivde yapılan araştırmalarda alt
katmanda yer alan çini panonun hangi döneme ait
olduğu belirlenemedi. Üstteki hattın bozulmaması
için çini panodan herhangi bir parçanın sökülmesi de
mümkün değil. Ama panonun açığa çıkan yüzeyinde
incelemeler yapan uzmanlar, söz konusu eserin
Süleymaniye’de bulunan diğer çiniler gibi İznik işi
olduğunu ve Mimar Sinan döneminde camiye
yerleştirildiğini düşünüyorlar. Şu anda en üst
katmanda yer alan hattın ise Abdülfettah Efendi’ye
ait olduğu söyleniyor. 1814-1896 yıllarında yaşamış
olan Abdülfettah Efendi, Osmanlı devrinin dört büyük
hattatından biri olarak kabul ediliyor.
Hattatlığının yanı sıra filigran eğitimi alması için
devrin padişahı tarafından Paris ve Viyana’ya
gönderilen hattatın Süleymaniye’deki eserinin de
önemli olduğu düşünüldüğü için yerinden sökülüp
alttaki çini pano ortaya çıkarılamıyor. Şimdi bu
hattın ve çini panonun akıbetinin ne olacağına karar
verilmesi gerekiyor. Ya üstteki sıva kazınıp çini
ortaya çıkarılacak ya da Abdülfettan Efendi’nin
eseri muhafaza edilerek alttaki panoda ne yazdığı ve
ne sebeple bu panonun kapatıldığı hiç
bilinmeyecek...
KLASİK Mİ BAROK MU
Süleymaniye Camii’nin süslerinden biri olan
kalemişlerinin Mimar Sinan döneminde barok üslupla
yapıldığı sanılıyordu. Tarihçilerden bir kısmıysa
buna itiraz ediyor ve klasik dönem süslemeleri
içinde baroğun çok az kullanıldığını savunarak
yıllar içinde yapıdaki kalemişlerinin
değiştirildiğini öne sürüyorlardı. Fakat ikinci tezi
savunan uzmanların elinde somut bir kanıt yoktu.
Çünkü, hem en eski gravürlerde ve resimlerde hem de
19. yüzyılın ortalarından itibaren çekilen
fotoğraflarda hep barok süslemeler vardı.
En alttan çıkan katmandaki bezemenin 16. yüzyıl
klasik bezeme üslubunu taşıdığı tespit edilmesiyle
“Süleymaniye’deki süslemeler barok değil klasik
bezeme üslubundadır” tezinin en önemli kanıtı ortaya
çıkarılmış oldu. Şimdi bazı uzmanlar, şu anda
yüzeyde yer alan süslemelerin raspalanarak ortadan
kaldırılmasını ve kök boyalarla renklendirilmiş olan
çiçeklerden oluşan orijinal kalemişlerinin ortaya
çıkarılmasını savunuyor. Ama bir grup da, yüzyıllar
içinde en alt katmandaki dokunun eskiyip
zedelendiğini, bu nedenle de defalarca yenilendiğini
belirtiyorlar. Aynı uzmanlar, bu yenileme
çalışmalarının hangi dönemde yapıldıysa o dönemin
üslubu, tekniği ve süsleme anlayışı içinde yeniden
yorumlandığını savunuyor ve şu anda görülen üst
dokunun onarılarak korunması gerektiğini
savunuyorlar. Bu konuda nasıl bir uygulama
yapılacağı da uzmanlar kurulunun kararını
açıklamasından sonra ortaya çıkacak.
Restorasyon Uzmanı Yüksek Mimar Nilgün Olgun,
Süleymaniye Camii’deki restorasyon ekibinin en
tepesindeki isim. Daha önce Yenikapı
Mevlevihanesi’nin küllerinden ortaya çıkaran bu
titiz mimar en çok 1956 yılında yapılan onarım
sırasında çimento kullanılmış olmasına hayıflanıyor.
“Kuşkusuz kötü niyetle yapmadılar, o dönem betonun
kudretli bir koruyucu olduğuna inanıyorlardı.
Çimento kulanarak Süleymaniye’yi daha da
sağlamlaştıracaklarını düşünüyorlardı” diyen Olgun,
camideki bütün beton sıvaları söktürüyor. Devasa bir
kütleye sahip olan bu eserden tonlarca beton cüruf
çıkıyor. Böylece caminin üstüne binen yük de
hafiflemiş oluyor.
ÜST ÜSTE DÖRT DÖNEMİN İŞİ VAR
Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt da sık sık
camiye gelerek onarım sürecini yerinde izliyor.
Beyazıt, Süleymaniye’de yapılan onarım
çalışmalarının mimarlık tarihine önemli bir katkı
sağlayacağına inanıyor. Bu nedenle, üstteki önemli
dokuyu zedelemeden orijinal katmanlara ulaşılması
için Güryapı’nın uzmanlarına tavsiyelerde bulunuyor.
Yine geçen ay Beyazıt’ın ziyaretinin ardından ana
kubbe Aslan göğüslerinde yapılan kalemişi araştırma
raspaları sonucu, mihrabın sol tarafında bulunan
aslan göğsünü sağ üçgen kısımda dört dönem (mevcut
dönem hariç) kalemişi bezeme örneği bulundu.
Kademeli olarak yapılan özenli araştırma
çalışmalarında, her dönemin birebir estampajları (rölöve)
alınıp fotoğraflarla tespitleri yapıldı. Araştırma
çalışmalarında üst katmandan alt katmana doğru iki
dönem barok, iki dönem klasik bezeme örneğine
rastlandı.
220 KİŞİ GÖREV YAPIYOR
İnşa edildiği tarihten bu yana irili ufaklı 100
deprem geçirmesine rağmen dimdik ayakta kalan
Süleymaniye Camii’nin onarımını, daha önce yanmış ve
yıkılmış olan Yenikapı Mevlevihanesi ile Piyalepaşa
Camii restorasyonunu yapan Güryapı İnşaat üstlendi.
Güryapı şu anda Süleymaniye’nin dışında
Beşiktaş’daki Ertuğrul Tekke Camii ile
Bebek’teki Mısır Konsolosluğu’nu da restore ediyor.
Caminin restorasyonunda, aralarında sanat tarihçisi,
mimar, mühendis, ressam, kalemkarların bulunduğu 220
kişi görev yapıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü,
İstanbul’un ve Osmanlı uygarlığının gözbebeği
olan Süleymaniye Camii’nin onarımı için özel bir
uzmanlar kurulu oluşturdu. Kurulda mimari danışman
olarak Prof.Dr. Ahmet Ersen, statik danışman Prof.Dr. Feridun Çılı, sanat tarihçisi
Prof.Dr. Ahmet
Güleç ve konservasyon uzmanı olarak da Gülseren
Dikilitaş görev yapıyor. Vakıflar genel Müdürlüğü
Kontrollük Teşkilatı da tüm restorasyon sürecini
başından sonuna denetliyor.
Hürriyet Pazar, Haber: Ersin Kalkan,
11.04.2010
|
ERMENİ MEZARLIĞI ÜZERİNE KÖY ODASI YAPILIYOR
Van'ın Gevaş İlçesi'ne bağlı Aydınocak Köyü'nde
Ermeni Mezarlığı'nın üstüne okul yapılmasının
ardından bu kez de Van'ın Bahçesaray İlçesi'ne bağlı
Yaylakonak Köyü'ndeki Ermeni Mezarlığı'nın üzerine
Muhtar Münir Hatim tarafından Köy Odası inşaatına
başlandı. Hemen Ermeni Kilisesi'nin yanında bulunan
Ermeni Mezarlığı üzerine yapılan inşaatın
durdurulması için köylüler Van Kültür ve Turizm
Müdürlüğü'ne ve Müze Müdürlüğü'ne başvuruda bulundu.
BDP Van Milletvekili Fatma Kurtulan da Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın cevaplandırması için
TBMM'ye soru önergesi verdi. Olayı öğrenen Bakan
Günay, köye uzman ekip göndermek istedi ancak köy
yollarının kötü ve kapalı olmasından dolayı ekip
köye ulaşamadı.
Ermeni Kilisesi'nin yanında bulunan ve Ermeni
Mezarlığı, inşaattan dolayı tahrip olurken, mezar
taşları ve mezarlar adeta alt üst edildi ve kemikler
toprak yüzeyine çıktı. Mezarlığın tahrip edilmesine
ve üzerinde inşaatın yapılmasına kaşı çıkan köylüler
bütün girişimleri sonuçsuz kalınca İnsan Hakları
Derneği (İHD) Van Şubesi'ne başvurdu. Köylüler adına
başvuru yapan Hamit Karcı, mezarlığın ve kilisenin
tahrip edilmesine vicdanlarının el vermediğini ve
rahatsız olduklarını belirterek; 'Yaylakonak
Köyü'nde ikamet ediyorum.
Şu anda köyümüzün yakınında bulunan bir mezarlık,
bildiğimiz kadarıyla Ermenilere ait. Ayrıca hemen
yanında tahrip edilmiş bir kilise kalıntısı mevcut.
Üç ay önce muhtarlık tarafından Köy Odası yapmak
için karar alındı. Bu karar doğrultusunda o
mezarlığın üzerine inşaat yapımına başlandı.
İnşaattan dolayı tüm mezarlar tahrip edildi, insan
kemikleri ve mezar taşları dağıtılmış durumda. Bu
konu ile ilgili Van Müze Müdürlüğü'ne bir dilekçe
verdim. Müze yetkilileri konuyu araştırmak için köye
gelmek istedi ama yollar kötü olduğundan gelemedi'
dedi.
Ermenİ Kilisesi'nin hemen yanıbaşındaki Ermeni
mezarlığı üzerine yapılan inşaat nedeniyle mezarlar
tahrip oldu ve kemikler toprak yüzüne çıktı. BDP Van
Milletvekili Fatma Kurtulan inşaatın durdurulmasını
istedi ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın
cevaplandırması için TBMM'ye soru önergesi verdi
Akşam, Haber: Nezir Parsak, 11.04.2010
|
MİMAR SİNAN ÖLÜMÜNÜN 422. YILINDA TÜM YURTTA ANILDI

Mimar
Sinan, ölümünün
422. yılı
nedeniyle Türkiye'nin değişik yerlerinde düzenlenen
etkinliklerle anıldı. En kapsamlı etkinlik dizisi
Mimar Sinan'ın memleketi Kayseri'de yapılırken,
ustalık eserinin yer aldığı Edirne'deki
etkinliklerde yeterli katılım sağlanamadı.
Etkinliklerde her sene olduğu gibi, çeşitli
kentlerdeki Mimar Sinan anıtlarına çelenkler
bırakıldı ve saygı duruşunda bulunuldu.
''Sinan ve Çağı Sempozyumu"nda Mimar
Sinan'ın Yapıları Ele Alındı
Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen
''Mimar Sinan Günleri'' kapsamında
gerçekleştirilen ''Sinan ve Çağı
Sempozyumu''nun birinci oturumunda
''Sinan Yapılarına Anlamsal Bakış'', ikinci
oturumunda ise ''Sinan Yapılarının
Strüktürel Analizi ve Onarımı'' konuları
ele alındı.
Mimar
Aysel Çetinsoy,
Kadir Has Kongre Merkezi Konferans Salonu'nda
gerçekleştirilen sempozyumda yaptığı konuşmada,
Mimar Sinan'ı daha iyi anlatabilmek ve eserlerini
değerlendirebilmek için öncelikle insani yönünün iyi
bilinmesi gerektiğini bildirdi. Çetinsoy, Mimar
Sinan'ın özellikle askerlik döneminde gittiği
ülkelerdeki mimari yapılardan etkilendiğini ve
edindiği birikimler sayesinde kendi tarzını ortaya
koyduğunu söyledi.
Sempozyuma İsveç'ten katılan Kungliga Tekniska
Yüksek Okulu'ndan
Prof.Dr. Johan Martelius
ise uzun süredir Mimar Sinan'ın eserlerini
incelediğini ifade ederek, katılımcılara
Süleymaniye Camisi ve Külliyesi hakkında
bilgi verdi. Martelius, Osmanlı toplum yapısına
bağlı olarak, sosyal ve siyasi yapıda 'merkezilik'
kavramının önem teşkil ettiğini vurgulayarak, ''Buna
bağlı olarak cami çevredeki yapılar uyum içindedir.
Camilerde yansıtılan resim adeta Kabe'nin küçük bir
yansıması şeklindedir'' diye konuştu.
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi'nden
Dr. Tolga Erkan da Mimar Sinan'ın,
Suriye'de yaptığı eserler arasında önemli bir yere
sahip olan Hüsreviye Camisi'nin,
Halep şehrinin Osmanlılaşmasında ve İmparatorluğa
siyasi, ekonomik, dini ve askeri bakımdan katkısı
konusunda bilgiler aktırdı. Erkan, Sinan'ın ordu
içinde geçen yetişme çağında Avrupa'da çok farklı
yerler gördüğünü ve bu sayede kendi mimarlık
bilgisini oluşturduğunu belirterek, sözlerini şöyle
tamamladı:
''Sinan'ın yaptığı eserlere ek olarak Halep şehri,
sahip olduğu surlar sayesinde komşularına karşı
üstünlük sağlamış ve yakınında bulunan Anadolu
kentleriyle kurduğu yakın ilişkiler sayesinde de
Osmanlı burada siyasi üstünlük elde etmiştir.''
Mimar
Sinan, Ustalık Eserinin Bulunduğu Edirne’de Unutuldu
Ölümünün 422.
yılı nedeniyle Türkiye'nin değişik yerlerinde
düzenlenen etkinliklerle anılan Mimar Sinan,
''ustalık eserim'' dediği
Selimiye
Camisi'nin bulunduğu Edirne'de ilgi
görmedi.
''Ustalık eserim'' dediği Selimiye Camisi ile
çeşitli eserlerinin bulunduğu Edirne'de, Koca Sinan
için, Mimarlar Odası
Edirne
Şubesi tarafından bir anma programı
düzenlendi. Edirne Şube Temsilcisi
Atilla
Ergin; sergi, konser ve futbol maçından
oluşan bir anma programı düzenlediklerini ve anma
gününün sabahı Mimar Sinan Anıtı'na
çelenk koyduklarını belirtti. Edirne'de düzenlenen
etkinliklerin yeterince duyurulamaması sonucu
katılım düşük olunca, halk, etkinlikleri
''sessiz anma'' olarak nitelendirdi.
Bir Başka Anma Etkinliği de İzmir'de
Gerçekleştirildi
Mimar Sinan'ın ölümünün 422. yılı dolayısıyla
TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi
de bir anma töreni düzenledi. Mimarlar Odası İzmir
Şubesi yönetim kurulu üyeleri ve Mimar Sinan
İlköğretim Okulu öğrencilerinin katıldığı törende,
Konak'taki Mimar Sinan Anıtı'na
çelenk konularak, saygı duruşunda bulunuldu.
Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı
Hasan Topal, törende yaptığı
konuşmada, Mimar Sinan'ın tasarlayıp inşa ettiği
büyük ve anıtsal yapıların halen bulundukları
kentleri biçimlendirerek, kentsel yaşama yön
verdiğini belirtti.
Mimar Sinan'ın eserlerinin mimari kalitesinin,
bilimsel çalışmaların öncelikli araştırma konuları
içinde yer aldığını ifade eden Topal, ''Sinan'ın
Osmanlı kentlerinin oluşumunu yönlendiren olağanüstü
yapıtları, geleneksel kültürümüzün somut belgeleri
olarak, ölümünden 422 yıl sonra bile bugünkü
mimarlığımıza esin kaynağı oluşturmayı
sürdürmektedir'' dedi.
Mimar Sinan'ın yapıtlarından büyük ölçüde kopyalama
amacıyla yararlanıldığını vurgulayan Topal, şöyle
konuştu:
''Sinan'ın akılcı mimarı anlayışının özünü oluşturan
araştırma, öğrenme, anlama, çağdaş bir mimari
yaratma, sürekli olarak kendini aşma çabaları,
kentsel gelişmemizde ve mimari uygulamalarda
çoğunlukla izlenmemektedir. Sinan'ın yaşadığı
yıllardan bugüne olağanüstü biçimde gelişen küresel
teknolojiden, bilgi birikiminden, ilerleme ve
gelişme tutkusundan yoksun bir tasarım ve çevre
anlayışı, kentlerimizi toplumdan kopuk, yaşanması
zor, yer aldığı ortama saygısız, çağdaş estetikten
yoksun, salt rant hesaplarıyla gerçekleştirilmiş
kimliksiz yapı yığınlarına dönüştürmüştür. Oysa
Sinan'ın öğretisi, kopyalamayı değil, anlamayı,
yorumlamayı, geliştirmeyi ve ilerlemeyi vurgular.''
Yapı, Fotoğraf: Mustafa Yıldız/AA, 10.04.2010
|
EN ÇOK GEZİLEN MÜZE SMITHSONIAN

Kültür endüstrisinin bacaları oldukça yoğun
tütüyor bu aralar. Kültür fabrikalarının önde geleni
tabii ki müzeler. Dünya müzeleri birbiri ardına 2009
ziyaretçi sayılarını açıklamaya başladı. Bu müzeler
içinde rekor, Washington’daki Simithsonian
Müzelerine ait.
1900’lerin ilk çeyreğinde dev müzelerini kurmaya
başlayan ABD, aslına bakılırsa kültür endüstrisinde
oyunu en iyi oynayanlardan. Nitekim, ünlü
Smithsonian Müzeleri büyük bir rekora imza atarak
2009 yılı boyunca 30 milyon ziyaretçi sayısına
ulaştı. Simithsonian müzeleri içinde Afro-Amerika
Tarihi ve Kültürü Müzesi, Amerikan Yerlileri Müzesi,
Amerikan Tarihi Müzesi,
Doğal
Tarih Müzesi, Amerikan Sanatı Müzesi gibi
başlıklarla oluşturulmuş 17 müze kompleksi
bulunuyor. Bu kadar büyük bir izleyici kitlesine
ulaşmasındaki en önemli faktör ise tabii ki tamamen
ücretsiz olması. Simithsonian müzeleri içinde en
büyük ilgiyi gören ise Ulusal Doğal Tarih Müzesi. Bu
müze, 2009 yılı içinde 7.4 milyon ziyaretçiyi
kendine çekmeyi başarmış. Amerikan Tarihi Müzesi ise
2009’da 4.4 milyon kişiyi ağırlamış.
Amerika’da durum bu şekilde ilerlerken Avrupa’nın en
önemli müzelerinden biri olan Louvre Müzesi ise 2009
rakamlarında bayrak yarışındaki yerini koruyor.
Dünya sanatının hazinelerinin toplandığı Louvre
Müzesi, 2009 yılını 2008’e göre az farkla da olsa
yeni bir
rekorla kapadı. 2009 yılında 8.5 milyon ziyaretçiyi
ağırlayan müze, ‘Mona Lisa’yla, önemli Rönesans
yapıtları ve mumya koleksiyonuyla ziyaretçilerini
etkilemeyi başarmış gözüküyor. Louvre Müzesi’nin
organize ettiği ‘Avrupa Resmi’ isimli dünyayı
dolaşan sergi ise, Japonya’nın başkenti Tokyo’da 1,5
milyon ziyaretçi ile gezici sergilerde ziyaretçi
rekoru kırdı.
Avrupa’nın bir başka büyük müzesi ise İspanya’nın
başkenti Madrid’de bulunan Prado Müzesi. 2008’de 2.8
milyon kişiyi ağırlayan müzenin 2009’de 3.5 milyon
ziyaretçiye ulaştığı tahmin ediliyor. Müzenin
koleksiyonunda bulunan dünyaca ünlü Diego Velazquez,
Francisco Goya, El Greco, Bartolome Murillo gibi
büyük İspanyol ressamların yapıtları ve İtalyan
Rönesanası ve Barok resim örnekleri müzeyi ziyaret
eden sanatseverlerin ilgisini çeken özellikler
arasında.
Londra’da bulunan National Portrait Gallery ise her
yıl artarak devam eden ziyaretçi sayısıyla dünyanın
önde gelen müzeleri arasında bulunuyor. 2009 yılında
açtığı önemli sergilerle İngiliz ve yabancı
sanatseverlerin ilgisini müzeye çekmeyi başaran müze
yönetiminin ziyaretçi sayısının 1 milyon 980 bine
ulaşmasında önemli bir rolü bulunuyor. Müze,
ziyaretçi sayısını 2008 yılına göre yüzde sekiz,
2007 yılına göre ise yüzde 20 artırmış durumda.
Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi ise sadece bir
sanatçıya ayrılan müze olmasına rağmen ender görülen
bir ziyaretçi akınına ulaştı. Van Gogh’un hayatı
boyunca yapmış olduğu 800’den fazla yağlıboya ve
1200’den fazla çizimin birçoğunun bu müzede olması,
ziyaretçileri bu müzeye çekmesindeki yegane unsur.
2008’de 1.5 milyon kişiyi ağırlayan müze 2009
yılında biraz düşüş yaşayarak 1.45 milyon ziyaretçi
çekmiş vaziyette.
TÜRKİYE TOPLAMI 23 MİLYON
Yabancı ve yerli turistleri kendine çekecek
potansiyele sahip müzelerimiz arasında her yıl
olduğu gibi zirvede Topkapı Sarayı ve Ayasofya var.
2009’da Türkiye’de tüm müzelerin toplam ziyaretçi
sayısı 23 milyona yaklaşıyor.
Her yıl ilk sırada olan Topkapı Sarayı, bu yıl
yerini Ayasofya Müzesi’ne bıraktı. Ayasofya
Müzesi’ni 2009 yılı içerisinde neredeyse 2.5 milyon
kişi ziyaret etti. Topkapı Sarayı Müzesi ise 2.4
milyon ziyaretçiyi kabul etti. Konya’da bulunan
Mevlana Müzesi’ni ise yaklaşık 1.5 milyon kişi
ziyaret etti.
Türkiye’de en çok ziyaret edilen diğer yerler ise
Efes, Pamukkale, Göreme gibi açıkhava müzeleri oldu.
İstanbul’da bulunan Yerebatan Sarnıcı’nı 1.5 milyon,
Miniatürk’ü 600 bin kişi ziyaret etti. Her ne kadar
plastik sanatlar üzerine müzelerimiz ile kendimizi
ifade etme konusunda halen zorlansak da
gerçekleştirilmeyi bekleyen müze projeleriyle
gelecek yıllarda bu alanda önemli adımlar
atılacağını umalım.
Radikal, Haber: Oğuz Erten, 10.04.2010
|
BAKIRCI CAMİSİ İBADETE AÇILDI
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından baştan sona
yenilenen tarihi Bakırcı Camisi, bugün yeniden
ibadete açıldı. Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ungan,
Yakutiye İlçe Müftüsü Dr İhsan İlhan ve Bakırcı
Camii İmam Hatibi Ömer Turhan’ın birlikte kestiği
açılış kurdelesinin ardından Cuma namazı kılındı.
2008 yılının Ekim ayında onarımına başlanan ve zaman
içerisinde ödenek eksiklikleri yüzünden restorasyonu
durdurulan tarihi Bakırcı Camii, Vakıflar Bölge
Müdürü Kenan Ungan’ın gösterdiği üstün gayretlerle
ibadete açıldı. İç kısımdaki ahşap döşemelerden
sıvalarına, çatı kaplamalarından boyasına varıncaya
kadar hem içine, hem de dışına yeri bir görünüm
kazandırılan Bakırcı Camii’nin, umuma hizmet veren
tuvaletleri de yenilendi. Restorasyon çalışmalarının
ardından ibadete yeniden açılan Bakırcı Camii,
kılınan ilk Cuma namazı ile çevre sakinleri ve
vatandaşlar tarafından da büyük ilgi gördü. Açılışta
konuşan Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ungan, vakıf
eserlerinin, geçmişin izlerini taşıyan kültür
varlıkları olduğunu belirterek, her kesimin ve
herkesin vakıf eserlerine sahip çıkmasını istedi.
Bakırcı Camii’nin restorasyon çalışmaları hakkında
bilgiler de veren Bölge Müdürü Ungan, açılış
kurdelesini Yakutiye İlçe Müftüsü Dr. İhsan İlhan’la
birlikte kesti.
Cuma namazı öncesinde yapılan açılışın ardından
camiyi dolduran vatandaşlara vaaz eden Yakutiye İlçe
Müftüsü İhsan İlhan, camilerin önemini anlattı.
Camilerin korunması ve bakımlarının yapılmasının çok
büyük bir hizmet olduğunu vurgulayan İlhan, Vakıflar
Bölge Müdürlüğü’nün Erzurum’daki birçok camide
onarım ve restorasyon çalışması yaptığını
hatırlatarak, “Vakıflar, tarihi camilerimizin
korunmasında ve gelecek nesillere ulaştırılmasında
çok büyük bir görevi üstlenmiş durumda. Bu
kurumumuza teşekkür etmek, hepimizin borcudur.” diye
konuştu.
Erzurum Gazetesi, 10.04.2010
|
PAYAS KALESİ'Nİ BELEDİYE RESTORE EDECEK

Hatay Valisi M.Celalettin Lekesiz, Payas
Külliyesi'nin restorasyon ve işletmeciliği için
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne yaptığı müracaat sonunda
külliyenin 49
yıllığına Payas
Belediyesi'ne verildiğini açıkladı. Kalenin
restorasyonunu belediye üstlenecek.
Payas Belediyesi tarafından
Mimarlar
Haftası nedeniyle Payas
Kalesi'nde konferans
düzenlendi. Konferansa
konuşmacı olarak
Mimar Sinan
Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi
Mimarlık Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Ataman Demir katıldı.
Hatay Valisi M.Celalettin Lekesiz yaptığı
konuşmada, "Böylesi
anlamlı bir günde Payas halkına müjdeli haberi
vermek beni ayrıca gururlandırıyor. Payas Kalesi'nin
restorasyonu için belediyeye 49
yıllığına kiralanmıştır.
Aslına uygun bir şekilde kale restore edilecek.
Bu konuda Belediye
Başkanı'mız
Bekir Altan'a
güveniyorum. Bizler de
valilik olarak gereken desteği vereceğiz." dedi.
Payas Belediye Başkanı
Bekir Altan, Payas'ın
tarihi ve konumu itibari ile önemi her geçen gün
biraz daha arttığını, ecdat yadigarı
bu eseri yaşatmak ve
gelecek kuşaklara
aktarmak için ellerinden gelen gayreti sarf
edeceklerini söyledi.
Mimar Sinan
Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi
Mimarlık Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Ataman Demir ise Payas Külliyesi'nin
tarihi, konumu hakkında sinevizyon destekli bilgiler
verdi.
Vali
Celalettin Lekesiz,
Dörtyol Kaymakamı
Hayri Sandıkçı,
İskenderun 39. Mekanize Piyade Tugay
Komutanı Tuğgeneral Gürsel Öztürk, Payas Belediye
Başkanı
Bekir Altan,
Dörtyol Belediye Başkanı Fadıl
Keskin,
Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Şerafettin Canda,
Mimarlar Odası
Hatay Şube Başkanı Mehmet
Yaşar Coşkun,
Dörtyol Emniyet Müdürü
Mustafa Yavuz
Yolcu, protokol üyeleri
ve vatandaşlar Payas Kalesi'ni gezerek
incelemelerde bulundu.
haberler.com, 10.04.2010
|
'ÖĞRENCİ GÖZÜYLE METROPOLİS ANTİK KENTİ' PROJESİ
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ),
Torbalı Kaymakamlığı ve
Torbalı Belediyesi'nin desteklediği 'Öğrenci
Gözüyle Metropolis Antik Kenti' projesi kapsamında,
Torbalı Anadolu Meslek ve Kız Meslek Lisesi Grafik
bölümü öğrencileri,
İzmir'in
Torbalı İlçesindeki Metropolis Antik
Kenti'nde fotoğraf çalışması yaptı.
40 öğrencinin fotoğraf çalışmasına DEÜ Güzel
Sanatlar Fakültesi Fotoğrafçılık Bölümü ve
İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği
(İFOD) Başkanı Beyhan Özdemir, dernek yöneticileri
Levent Aydınoğlu, Yusuf Bulut, Kemal Okul ve Zafer Gazi
Tunalı da katıldı.
Gerçekleştirilen amatör fotoğraf çekiminde,
dernek yetkilileri öğrencilere fotoğrafçılık ve fotoğraf çekme konusunda bilgi verdi.
Torbalı Kız Meslek Lisesi Grafik
Bölümü Öğretmeni Halil İpiçürük'ün
başkanlığındaki çalışma sonunda elde
edilen fotoğrafların Mesleki ve Teknik Eğitim Fuarı'nda (METEF)
sergileneceği bildirildi.
İFOD üyesi Yusuf Bulut, 'Dernek olarak il
genelindeki bu tür etkinliklere katılıyoruz. Bu çalışma ile hem öğrencilerin fotoğrafçılık
becerilerini geliştiriyoruz hem de fotoğrafın
sevilmesini hedefliyoruz.
Torbalı'da bir fotoğraf safarisi düzenledik. Öğrencilere de bu gezi sırasında kısa bir derste verdik' dedi.
haberler.com, 09.04.2010
|
 |
2680 YIL SONRA GÜNYÜZÜNE ÇIKTI
Hatay'daki Tell Tayinat Höyüğü'nde kazı çalışmaları yapan Kanadalı arkeologlar, MÖ 670 yıllarında güçlü Asur kralının kendisine bağlı zayıf tımarlar ile yaptığı çivi yazısı anlaşma tabletini gün yüzüne çıkardı.
Kanada'nın Toronto Üniversitesi'nden Prof.Dr. Timothy Harrison'ın başkanlığını yaptığı kazı ekibi, önceki gün Türkiye'nin Ottawa Büyükelçisi Rafet Akgünay'ı ziyaret etti. Burada gazetecilere konuşan Harrison, "Tabletteki ifadeler, Kitab-ı Mukaddes'te ele alınan Tanrı ile İbrahim arasındaki sözleşmeye çok benziyor. Bu anlaşma, kitap yazılırken İsraillilere ilham vermiş olabilir" dedi.
43 santimetre boyunda ve 28 santimetre enindeki tablette 650 -700 satır yazı bulunuyor. Pek çok parçası dağılan ve zarar gören tableti restore etme işlemleri sürüyor. Tercüme çalışmalarının da devam ettiğini bildiren kazı ekibi, Asur Kralı Esarhaddon'un tahtını ve gücünü barışçıl bir şekilde korumak için bu anlaşmayı yaptırdığını belirtti.
Antakya - Reyhanlı Karayolu'nun kuzeyinde bulunan Tell Tayinat Höyüğü'nde 1930 yılından beri yapılan kazılarda, 30 binin üzerinde eser bulundu. Timothy Harrison'ın liderliğindeki kazılarda ise, Kanada, İtalya, İngiltere, ABD ve Türkiye'den 35 kişilik bir ekip çalışıyor. Kazıların Hitit tarihindeki karanlık döneme ışık tutması bekleniyor.
haberler.com, 09.04.2010
|
"ARARAT İSMİ, ERMENİCE
DEĞİL"

İstanbul Üniversitesi
(İÜ) Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Ana Bilim Dalı
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay Belli, Ermenilerin
Urartular ile, Ararat isminin de Ermenice ile
uzaktan yakından bir alakası olmadığını söyledi.
Iğdır Üniversitesi'nin
davetlisi olarak Iğdır'a gelen Prof. Dr Oktay Belli,
Kültür Sarayı'nda "Anadolu'nun yaşayan uygarlığı
Urartular" konulu bir konferans verdi. Konuşmasında,
Ermenilerin Urartularla hiçbir alakası olmadığını,
dünyaca meşhur Ağrı Dağı'nın diğer bir adı olan
Ararat isminin de Ermenice ile uzaktan yakından
ilgisi olmadığını belirten Prof.Dr. Belli,
"Ermenilerin Ararat kelimesini sahiplenmesi de
yanlıştır. Ermeniler zavallı bir millettir. Devlet
kuramadıkları için ne buluyorlarsa, 'Bunlar bizim
atalarımızdır' deyip üzerine atlıyorlar" ifadelerini
kullandı.
Urartu uygarlığı
hakkında bilgi veren Prof.Dr. Oktay Belli,
"Urartular hiçbir kültürün etkisi altında kalmamış
özgün bir medeniyettir. Urartular, madencilik
alanında çok gelişmiştir. Diğer medeniyetler
kapılarını ağaçtan yaparken Urartular kapılarını
tunçtan yapmıştır. Urartular çivi yazısını bularak
çok önemli bir buluşu gerçekleştirdiler. Urartuların
kültürü, tarihi yazılıdır, her şeyleri belgelere
dayalıdır. Urartular bir Kafkas toplumudur. Dilleri
Kafkas kökenlidir, Ermenilerle hiçbir alakası yoktur. Van bölgesinde
yaşamışlardır. Avrupa'da tuvalet yokken, banyo
yokken Urartular en modern şekilde tuvalet ve
banyoyu kullanmışlardır. Tuvalet kültürü ilk
Urartular'da başladı. Sulamaya dayalı en modern
tarımı Doğu Anadolu'da Urartular başlatmıştır.
Ayrıca Anadolu, dünyanın en zengin mutfağına
sahiptir. 2 Bin 700 yıl önce çatal kaşık kullanan
Urartuların kadınları çok bakımlı ve güzeldir.
Boncuk ve takıya çok düşkündür, o dönemde erkekler
de bilezik takarlardı. AB'ye girersek 10 bin yıllık
Anadolu kültürüyle gireceğiz.
Güneşin doğduğu yer biziz ve batıyı bu güneşle,
kültürümüzle aydınlatacağız" diye konuştu.
Urartuların tarım
alanında da önemli çalışmalar yaptıklarını açıklayan
Prof.Dr. Belli, "Bu medeniyet, tarıma çok önem
vermiş, modern sulama sistemleri yapmıştır.
Barajlar, su kanalları yapmıştır. Hiçbir ülkede
böyle bir gelişmişlik yoktur. Biz bu uygarlığın
sahibiyiz ve bu uygarlığı geleceğe aktaracak olan
yine bizleriz" dedi.
Anadolu coğrafyasının
insanlığa verilmiş en büyük lütuf olduğunu da
söyleyen İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Oktay, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Biz 5 bin 500 yıldır bu
topraklarda yaşıyoruz. Mustafa Kemal Atatürk
döneminde bilim adamları yurt dışına gönderilir,
oranın bilimi, teknolojisi alınırdı. Şimdilerde
kültürümüz yok olma mücadelesi vermekte. Biz Anadolu
çağ uygarlığının bir parçasıyız ve bununla büyüdük.
Bizim topraklarımız Anadolu'nun kutsal topraklarının
bir parçasıdır."
Iğdır Kent Haber,
08.04.2010
|
KÜLTÜREL MİRAS İÇİN STK'LAR TOPLANIYOR

Hollanda Araştırma Enstitüsü ve Hollanda Kültürel
Miras Enstitüsü ortaklığında düzenlenen toplantıda, Hollandalı Kültürel Miras ve STK
temsilcileri deneyimlerini ortaya koyup
katılımcılarla tartışmaya açacaklar. Gelecek
toplantı ise; 7 Mayıs’ta Alman Arkeoloji
Enstitüsü’nde yapılacak.
Hollandalı Kültürel Miras ve Sivil
Toplum Kuruluşları
Hollanda Kültürel Miras Enstitüsü (The
Netherlands Institute for Heritage), Ocak
2007’de, kültürel miras alanında çalışan dört
kuruluşun bir araya gelmesi ile kuruldu ve esas
olarak Hollanda Eğitim, Kültür ve Bilim
Bakanlığı’nın maddi desteği ile çalışmalarını
sürdürmektedir. Enstitü, genel anlamda kültürel
mirasın, özel olarak arkeoloji, arşivler, tarihi
yapılar, anıtlar ve müzelerin öneminin vurgulanmaya
çalışmaktadır. Hedefleri; kültürel mirasın toplumsal
algısının güçlendirilmesi, bu alandaki yaratıcı
gelişmelerin desteklenmesi, kültürel miras kurumları
arasında iletişimi sağlayan bir platform olmasıdır.
Hollanda Araştırma Enstitüsü
(Netherlands Institute in Turkey);
Anadolu ve Türkiye’nin tarih, kültür ve
medeniyetlerinin araştırılmasına yönelik çalışmalar
yürüten Enstitü, 1958’den beri İstanbul’da Türk,
Hollandalı ve diğer uyruklu araştırmacılara hizmet
vermektedir.
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
(De Bond Heemschut); 1911’den bu
yana Hollanda’nın kültürel mirasının korunması için
çalışan özel bir kurumdur. Adı, “koruma” ve “kişiye
ait mülk” kelimelerinden kaynaklanmaktadır. Bir
kültürel miras kurumu olarak, otoyol kenarında
doğanın içine oyularak yapılmış ve tehlike altında
olan bir çayevi gibi ilginç tüm yapı ve sitlerin
korunmasını amaçlamakta, çalışmalarını gönüllü
desteğiyle yürütmektedir.
Avrupa Tarih Eğitimcileri Birliği (EUROCLIO)’nin
genel amacı, barışı, demokrasiyi ve eleştirel
düşünceyi geliştirecek bir tarih eğitimini
geliştirmek ve desteklemek, karşılıklı anlayışın,
toleransın ve anti-radikal eğitimin geliştirilmesi
için tartışma ortamları yaratmaktadır. EUROCLIO bu
hedeflere ulaşabilmek için; profesyonellik ve bilgi
paylaşımı, ağların kurulması ve bilginin
yaygınlaştırılası, katılımcı ve sürdürülebilir
yönetişimin desteklenmesine çalışmaktadır.
Hollanda Açıkhava Müzesi (The Netherlands
Open Air Museum); Hollanda’nın zengin
mirasının ve bölgesel çeşitliliğinin, endüstrileşme
ve kentleşme nedeniyle tehdit altında olmasından
kaygı duyan bireysel girişimciler tarafında 1912
yılında Arnhem’da kuruldu. Müze, 1918 yılında
ziyarete açıldı. 1991 tarihinde, Hollanda Açık Hava
Müzesi Vakfı, müzenin varlığını sürdürmesi için tüm
inisiyatifi ele aldı. Hükümet, müzenin yıllık
yönetimi ve bakımı için maddi katkıda bulunmaktadır.
Cumhuriyet, 08.04.2010
|
"HEKİMLER ARKEOLOJİYE MERAKLI"
Dokuz Eylül
Üniversitesi Sürekli
Eğitim Merkezi'nin
(DESEM)
düzenlediği 'Arkeoloji
ve Sanat Tarihi
Sertifika Kursu'na
özellikle hekim ve
hemşire gibi
sağlık personelinden
katılımın
yüksek olduğu bildirildi.
Program koordinatörü DEÜ Fen-Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ergun Laflı,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, 19 Ekim
2009
düzenlemeye başladıkları
'Arkeoloji ve Sanat Tarihi
Sertifika Kursu' ile
taşıdığı değer bilinmediği için 'harabe' olarak
adlandırılabilen arkeolojik kazı alanlarının kentte
yaşayanlara tanıtılmasını amaçladıklarını belirtti.
Birer aylık ve 40'ar saatlik dönemlerde
gerçekleştirdikleri kurs
ile arkeoloji bilimini
İzmir halkına tanıtmak ve sevdirmeyi
hedeflediklerini anlatan Doç.Dr. Laflı, şunları
söyledi: 'Dört dönemde yaklaşık
200 kişiye DESEM
dersliklerinde çeşitli
teorik
içerikli arkeolojik
konular anlatıldı. Bayraklı Tepekule Höyüğü
Eski Smyrna, Agora,
Selçuk
Efes Antik Kenti,
Salihli Sart Harabeleri,
Bergama Akropol, Kızılavlu, Aliğa
Kyme ve Myrina antik kentiyle
Menemen Larissa gibi ören yerlerinde
ve arkeolojik müzelerde uygulamalar
gerçekleştirildi.
Arkeoloji insanın alet yapmaya başlamasından yani
Paleolitik çağdan,
Roma çağının sonuna kadar olan süreç
içerisinde her türlü eseri ve bu eserlerin
yaratıldığı toplumların yapısal özelliklerini
araştırır. Kurslarda arkeoloji biliminin ana
hatlarıyla klasik Latince, Klasik Yunanca gibi ölü
dillerin yanında, klasik arkeoloji kapsamına giren
birçok konu bilgi olarak sunuldu.'
Kursların gezi rehberleri, haritacılık, restorasyon,
mimarlık, şehir plancılığı eğitimi alanlara çok
yararlı olabilecek potansiyele sahip olduğuna
dikkati çeken Laflı, gençler için de bir kişisel
gelişim kursu olduğunu kaydederek, sözlerini şöyle
sürdürdü:
'Kurs çağdaş yaşamın desteklenmesi ve
İzmir halkına kültür tarihi
bilincinin kazandırılması için yararlı olmuştur. 15
Nisan 2010 günü 5. dönem kursa başlayacağız. Dört
dönemde kurslara en fazla tıp doktorları, hemşireler
ilgi gösterdi. Sağlık personelini, avukatlar,
bankacılar, öğretmenler izledi. Bu insanlarımız,
taşıdığı değer bilinmediği için 'harabe' olarak
adlandırılabilen arkeolojik kazı alanlarını tanıdı.
Kursumuz turist rehberliği, ören yeri satış
elemanlığı gibi turizm ile geçimini sağlayan kişiler
için de yararlı olacak şekilde düzenlendi. Ancak, bu
gruptan istenen düzeyde katılım olmadı. Turizm
alanında faaliyet gösteren birkaç kişi eğitim aldı.'
haberler.com, Haber: Halil Hüner, 07.04.2010
|
MAHMUT AĞA TEKKESİ AÇIĞA ÇIKARILDI
Mevlevihane Caddesi’nde Hamuşan Mezarlığı doğusunda konumlandırılmış 498 yıllık Hacı Mahmut Ağa Tekkesi Zeytinburnu Belediyesi’nin çabalarıyla açığa çıkartıldı.
6.06.2005 tarih ve 5366 Sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun kapsamında sur tecrit sınırları içinde kalan alan, 07.10.2005 tarih ve 2005/70 sayılı kararı ile Zeytinburnu Belediye Meclisi’nce “Yenileme Alanı” ilan edildi. Bu karar, kanun uyarınca Bakanlar Kurulu’nun 24.05.2006 tarih, 2006/10502 sayılı kararı ile onaylanarak 26.06.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Bu kapsamlar içerisinde yapılan çalışmalar doğrultusunda Silivrikapı Mezarlığı önünde bulunan 562 yıllık Hacı Bayram Can Çeşmesi’ni açığa çıkartma çalışmaları 28 Şubat'ta başlatılmıştı ve çeşme ile çalışmalar devam ediyor.
Merkezefendi Mahallesi Mevlevihane caddesi üzerinde bulunan Hacı Mahmut Ağa Tekkesi de Zeytinburnu Belediyesi’nin yaptığı çalışmalarla açığa çıkartıldı. 498 yıllık olan bu tekkenin restorasyonunun ne zaman yapılacağı henüz meçhul.
Zeytinburnu Haber, Haber: Mehmet Alpay, 06.04.2010
|
 |
TARİHİ ÇEŞMEYİ REZİL ETTİLER

Yenikapı Mevlevihanesi doğusunda bulunan Hamuşan
Mezarlığı Çeşmesi’ni kendini bilmez biri
yazılarla tahrip etti.
Zeytniburnu, Merkezefendi mahallesi, Osmanlı tarihi
eserlerinin deposu konumunda. Bu bölge MS 295
yılında korkunç bir deri hastalığı geçiren
Bizans İmparatoru Constantine’nin, Costantinopolis’e (İstanbul) giriş
yapan herkes için en az 15 gün karantinaya
alınma bölgesiydi. Karantina amacıyla imar
edilen han ve benzeri tarihi binalarla yerleşim
bölgesinin ilk adımları atılmıştır.
Osmanlı’nın İstanbul’u fethinden sonra yerleşim
oranı bu bölge yoğunlaşmıştır. İşte o dönemde
Merkezefendi bölgesinde, Tekkeler, Medreseler,
Camiler, Mezarlıklar, Mescitler, Çeşmeler, Tevhithaneler, Mevlevihaneler imar edilmiştir.
Günümüze kadar mevcudiyetini sürdüren bu eserler
restorasyona alındıktan sonra tarihi miraslar
daha da korunur hale getirilmeye başlandı. Fakat
mevzularında yeterli araştırma yapılamayan
tarihi eserler de maalesef tarumar halde
bırakıldı. Bu bölge Kültür Adası konumuna
getirildikten sonra unutulan eserler Zeytinburnu
Belediyesi ve İstanbul Bölge Vakıflar Müdürlüğü
tarafından restorasyona alındı.
Yenikapı Mevlevihanesi doğu tarafında bulunan
Hamuşan Mezarlığı ve çeşmesi de unutulmuşluğun
arasında kalan eser olarak göze çarpmakta. Her ne
kadar bakım ve onarım çalışmaları yapılmaya başlansa
da bu çalışmalar son derece yavaş ilerlemekte..
Zeytinburnu Belediyesi’nin hazırlatmış olduğu Zamanı
Aşan taşlar iki ciltlik kitaplarında bile yer
almayan Hamuşan Mezarlığı ve bu mezarlığın önündeki
çeşme kendini bilmez biri tarafından boyalarla yazı
yazılarak tahrip edildi.
(Hamuşan Mezarlığı: Suskunlaştırılmış, gizliliği
yalnızca kendileri tarafından bilinmesi gereken,
hiçbir yere ve kimselere anlatım yapmayan dervişler
ve müritlerinin gömüldüğü mezarlığa verilen isim.)
Zeytinburnu Haber, 05.04.2010
|
4 - 10 Nisan 2010
|
AKM'Yİ ÇÜRÜMEYE TERK
ETTİLER
Evet aynen başlıktaki
gibi...
2010 yılının Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul’un
tek opera ve bale salonu olan AKM tam anlamıyla
çürümeye bırakıldı.
İstanbullu sanatseverler
çok iyi anımsayacaklar.
İki yıl önce bu bina onarımdan geçirilmek için
boşaltılmıştı.
O günlerde başta Kültür Bakanı olmak üzere bütün
yetkililere yalvardık.
“Bu onarımı, binadaki etkinlikleri durdurmadan
yapın. Dünyada bu tip kültür ve sanat merkezleri
etkinlikler durdurulmadan bölüm bölüm elden
geçiriliyor” dedik.
Söylemekten dilimizde tüy bitti.
Ama dinletemedik.
Sonuçta Avrupa’nın kültür başkentinde ne oldu?
Opera ve bale yapılamaz hale geldi.
Koca İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ise sokakta
kaldı.
Sanat ve kültür açısından yüz kızartıcı bu durum
başta Kültür Bakanı olmak üzere kimsenin umurunda
bile olmadı.
Ne Başbakan’ın, ne de bakanların kılı bile
kıpırdamadı.
“Sanat mı? O da ne?” yaklaşımı içinde kültürsüz ve
sanatsız geçip gidiyor 2010.
* * *
Kültür Bakanı ile yaptığımız konuşmayı çok iyi
anımsıyorum.
Bakan Bey, AKM’nin onarımı için gerekli olan 75
milyon lirayı (eski parayla 75 trilyon lira) bankaya
yatırdığını söylemiş, binayı bir yıl içinde hizmete
sokacaklarına söz vermişti.
Sendika yapının özellikleri bozulmasın diye dava
açtı. Davalar sonuçlandı. AKM olayı 2010 ajansına
devredildi.
Bakan da verdiği sözleri unuttu gitti.
Peki bu arada Bakan’ın ayırdığı, 2010 ajansına
devredilen para ne oldu?
Bunu, ünlü halk tekerlemesinden esinlenerek şöyle
anlatalım:
-Komşu komşu para nerede?
-Suya düştü.
-Su nerede?
-İnek içti.
-İnek nerede?
-Dağa kaçtı.
-Dağ nerede?
-Yandı, bitti, kül oldu?
AKM’nin yazgısı da işte aynen böyle oldu.
Hürriyet, Yazı: Tufan
Türenç, 10.04.2010
|
KARAKAŞ KONAĞI MÜZE
OLACAK

Malatya'da 10 yıl önce
restoresi yapılan ancak bugüne kadar açılamayan
tarihi Karakaş Konağı'nın hizmete açılması için 76
bin TL ödenek ayrıldığı ve Vakıf Eserleri Müzesi
olarak hizmete açılacağı bildirildi.
AK Parti Malatya
Milletvekili Ölmeztoprak, konuyla ilgili olarak
yaptığı yazılı açıklamada, Malatya Merkez Vakıf
Eserleri Müzesi (Karakaş Konağı) Müzolojik hizmet
alanlarının tasarım, etüt ve proje çalışmalarına bu
yıl için 76 bin TL ödenek ayrıldığını söyledi.
Milletvekili Ölmeztoprak,
Malatya Merkez Niyazi Mahallesi'nde bulunan
mülkiyesi Maliye hazinesine ait iken müze yapılmak
üzere Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne geçen yıl
süresiz tahsisinin gerçekleştirilen Karakaş konağın
güvenliğinin de sağlandığını belirterek,
açıklamasını şöyle sürdürdü:
"Karakaş Konağı'nın
2000'li yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından genel onarımı yapılmış, yağışların
etkisiyle önemli tahribata uğramış, daha fazla hasar
görmemesi için proje müellifinden izin alınarak,
çatı eklenerek yeniden hazırlanan proje
doğrultusunda konağa çatı eklenmiştir. Eski eser
tescilli Karakaş Konağı'nın müzolojik hizmet
alanlarının tasarım ve proje çalışmalarına bu yıl
başlanılacak ve yılsonunda tamamlanacak olup bu
tarihi eserimize ilk etapta 76 bin TL ödenek
ayrılmıştır."
Ölmeztoprak, Türkiye'de
kerpiç konak olarak ilk restore edilen yer olduğu
belirtilen Karakaş konağının Hacı Mustafa Karakaş
tarafından yaptırılan ve Karakaş Konağı adı verilen
mekan Malatya evlerinin tipik özelliklerini
taşıdığını ifade etti.
Bu arada, Ölmeztoprak,
Malatya Belediye çarşı hamamının etüt ve proje
çalışmalarına ise bu yıl için 15 bin TL ödenek
ayrıldığını ve önümüzdeki yıl proje çalışmalarının
tamamlanacağını söyledi.
Malatya Kent Haber,
09.04.2010
|
ALTINPARK'A ARKEOPARK
Altınpark'taki kazı çalışmalarına yeniden başlandı. Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, kazıların tamamlanmasının arından Türkiye'nin en önemli arkeoparkını buraya kuracaklarını söyledi.
Konak Belediyesi Zabıta Müdürlüğü Basmane hizmet binası inşaatı sırasında zeminde tarihi kalıntılara rastlanmıştı. Tarihi eserlerin bir bölümü gün ışığına çıkarılmıştı. Bölgede bir süre ara verilen çalışmalara yeniden başlandı. Kazı işlemi Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Akın Ersoy öncülüğündeki ekip tarafından gerçekleştiriliyor.
Konak Belediye Başkanı Tartan, Altınpark'ta önemli bulguların yer aldığını kaydederek, İzmir'in tarihine ışık tutacak bir müze oluşturacaklarını söyledi. Kazı çalışmalarının sonunda bölgeyi “arkeopark” olarak değerlendireceklerini belirten Tartan, şunları söyledi:
“Agora kazılarını da sürdüren deneyimli arkeolog Yard. Doç.Dr. Akın Ersoy önderliğindeki ekip, İzmir tarihi için önemli kalıntıları gün yüzüne çıkarıyor. İzmir’in yaşına ışık tutacak kalıntılar Altınpark’ta yer alıyor. Böylesine önemli kalıntıları, modern bir dizaynla hazırlayacağımız arkeoparkla yerli-yabancı turistlere ve İzmirlilere sunacağız. Tarihsel bir kültür alanı, bir tarih mekanı yaratmış olacağız. Kalıntıların üzerinde kurulacak cam zemin üzerinden antik dönem, Roma dönemi, Bizans dönemi ve yakın tarihimize ışık tutacak eserler izlenebilecek. Ayrıca kurulacak amfi tiyatro ile İzmir yeni bir açık hava kültür merkezine kavuşacak.”
Cumhuriyet Ege, Haber: Ozan Yayman, 09.04.2010
|
 |
TARİHİ ESERLERE VERGİ
KATKISI

Bornova Belediye Başkanı
Kamil Okyay Sındır, tarihi eserlerin onarılması
amacıyla hazırlanan üç projeye İzmir İl Özel İdaresi
tarafından destek sağlandığını, onarım projesinin
tamamlanmasının, Bornova'daki turizm güzergahları
projesine de katkı sağlayacağını söyledi.
Sındır, emlak vergileriyle İzmir İl Özel İdaresi'nde
toplanan kaynağın tarihi eserlerin restorasyonunda
kullanıldığını, bu yıl Bornova Belediyesi olarak bu
fondan yararlanmak için üç proje hazırladıklarını ve
her üç projeye de kaynak bulduklarını belirtti.
İzmir'in tarihi yapılarının restorasyonu amacıyla
hazırlanan projelere İzmir İl Özel İdaresi'nin proje
bedelinin yüzde 80'i kadar kaynak sağladığını
hatırlatan Sındır, belediyelerin hazırladığı
projelerin yılda iki defa değerlendirildiğini ve 3
projeyle ilgili ihale sürecinin devam ettiğini ifade
etti.
Bornova'da merkezde yer alan önemli tarihi yapılar
arasında yer alan Osmanlı ve Levanten köşklerinden
Dramalı Köşkü'nün restorasyonuna yakında
başlanacağını dile getiren Sındır, İzmir 1 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun
restorasyon projesine de onay verdiğini söyledi.
İzmir İl Özel İdaresi'nin özellikle restorasyon
restitüsyon projelerine kaynak sağladığını
hatırlatan Sındır, şöyle konuştu:
''Dramalılar Köşkü, mübadelede Rumların terk ettiği,
Drama'dan gelen bir ailenin edindiği köşk. Harabe
vaziyetteyken belediye mülkiyetine almış. Büyük bir
alanı var, Bornova Meydanı'nın hemen yakınlarındaki
köşkün müştemilatı, hatta hamamı dahi var. Zamanında
develer için yapılan ahır çökmek üzere. Bu binayı
yeniden ayağa kaldıracağız, restorasyonunu
yapacağız. Vali oluru ile projeler onaylanıyor ve
proje bedelinin yüzde 80'i bu fondan sağlanan
kaynakla karşılanıyor. Proje tadilatlarını biz
yaptırdık, yapımda Özel İdare'den destek alacağız.
Önemli bir proje, Bornova'daki yaşamı, Osmanlı, Rum
ve Türk yaşamını, Osmanlı'dan sonra Cumhuriyet
dönemi yaşamını köşkte sergileyeceğiz.''
Büyük Çarşı'nın sağlamlaştırılması
Maddi destek sağlanan ikinci projenin ise Büyük
Çarşı Sokak Sağlıklaştırma Projesi olduğunu belirten
Sındır, Bornova merkez çarşısının İzmir'in en eski
çarşılarından biri olduğunu, Selçuklu döneminde
yapıldığını söyledi. Çarşıda yer alan cami ve
hamamın da restorasyonunun yapılacağını belirten
Sındır, ''Proje çerçevesinde dükkanların dış
cepheleri Kemeraltı'ndaki gibi ele alınacak ve
güzelleştirilecek. Dükkanların cepheleri standart
olacak ve eski nostaljik, güzel bir görünüme
kavuşacak. Bu projenin Kemeraltı'nda sürdürülen
projeyle çok benzerliği var. Projenin her şeyi
hazır, kurul onayından da geçti, yakında ihaleye
çıkılabilecek'' diye konuştu.
Sındır, Işıkkent'te iki kemerli tarihi köprü için
hazırlanan projeye de destek sağlandığını belirtti.
Köprünün uzun yıllardır kullanılmadığını, bir
kemerinin toprak altında olduğunu hatırlatan Sındır,
bu köprünün Bosna Hersek'teki Mostar Köprüsü'ne çok
benzediğine dikkati çekti. Sındır, ''O büyüklükte
olmaza bile Mostar Köprüsü'ne çok benziyor. Bu proje
de tamamlandığında çok önemli, tarihi özelliği olan
bir köprümüzü ayağa kaldırmış olacak, İzmirlilere
hediye edeceğiz'' şeklinde konuştu.
Her üç eserle ilgili projelerin ve onayların
tamamlandığını, artık yatırım zamanının geldiğini
belirten Sındır, bu yıl içerisinde eserlerin
tamamlanacağını, ödenek sıkıntısı olmadığını, en
kısa sürede bitireceğini söyledi.
Projelerin tamamlanmasıyla ilçeye yeni cazibe
merkezleri de kazandırılacağını dile getiren Sındır,
''Dramalılar Köşkünde çok sayıda kültürel etkinlik
düzenleyeceğiz. Bornova çarşısı İzmirliler için bir
cazibe merkezi haline gelecek, eski nostaljik çarşı
alışkanlığını yeniden kazandıracağız. Bu üç projemiz
Bornova'da oluşturmaya çalıştığımız Turizm
Güzergahları Projesi'ne destek sağlayacak. Bu
projeler çok önemli kentsel tasarım projesi olacak''
şeklinde konuştu.
Sabah Emlak, 09.04.2010
|

|
YOL ÇALIŞMASINDAN TARİH ÇIKTI
Çorum'un Ortaköy İlçesi'nde yol genişletme çalışması sırasında Bizans dönemine ait 4 küp bulundu. Ortaköy Kaymakamı Mehmet Gökhan Zengin, İncesu Köyü'nde bulunan İncesu Kanyonu'na giden yolun genişletilmesi için İl Özel İdaresince çalışma yapıldığını hatırlattı.
Yolun genişletilmesi için Özel İdare Müdürlüğüne ait iş makinesiyle kazı yapılan bölgede 4 küp bulunduğunu bildiren Zengin, ''İş makinesinin operatörü küpleri görünce çalışmayı durdurup bize bilgi verdi. Biz de konuyu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne ilettik. Arkeolog arkadaşlar çalışmalarını sürdürüyor'' diye konuştu.
Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen küplerin, 3'ünün büyük oranda zarar gördüğü ve sadece birinin sağlam olduğu ifade edildi. İçlerinde erzak olduğu belirlenen küplerin, kurtarıldıktan sonra müzeye teslim edileceği kaydedildi.
Cumhuriyet, 09.04.2010
|
TÜRKİYE'Yİ GURURLANDIRAN
ÖDÜL

Yeni Cami Hünkar Kasrı
restorasyonu, Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları
Federasyonu (Europa Nostra) tarafından ''AB Kültürel
Miras Ödülü''ne layık görüldü.
İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı
Murat Yalçıntaş, Hünkar Kasrı restorasyonunun Europa
Nostra tarafından ''AB Kültür Mirası Ödülü''ne layık
görülmesinden duyduğu mutluluğu ifade ederek, İTO
olarak 128 yıldır sadece ekonomi alanında değil,
kültür, sağlık ve eğitim alanlarında da sosyal
sorumluluk projeleriyle hizmet verdiklerini
kaydetti.
Yalçıntaş, daha önce
tarihi Kızlarağası ve Rüstempaşa medreseleri ile
Şehzade Mehmet Külliyesi'nin restorasyonunu
yaptırdıkları, bu yıl da Üsküdar, Fatih ve
Kağıthane'de 15 tarihi çeşmeyi restore
ettirdiklerini söyledi.
Hünkar Kasrı
restorasyonunun 2003 yılında Vakıflar Genel
Müdürlüğü ile imzalanan protokol sonrasında
başladığını ve yaklaşık beş yıl sürdüğünü belirten
Yalçıntaş, başlı başına bir müze özelliği taşıyan
kasrın, çinilerinden ahşap işlemelerine kadar
Osmanlı sanatının en güzel örneklerini içerdiğine
dikkati çekti.
Yalçıntaş, ''Dört
kategoride verilen ödüllerin koruma kategorisinde
Türkiye, ilk kez ödüle layık görüldü. Çok büyük
mutluluk yaşıyoruz'' şeklinde konuştu.
Sıra Vasilianus
Burcunda
Yalçıntaş, Hünkar Kasrı'nın bitişiğinde yer alan
Bizans dönemine ait Vasilianus burcunu da restore
edeceklerini, çalışmaların son aşamaya geldiğini,
yakında gerekli protokolün imzalanacağını duyurdu.
Vakıflar İstanbul 1.
Bölge Müdürü İbrahim Özekinci de vakıflar olarak
2003 yılından beri çok ciddi çalışmalar
yürüttüklerini, Süleymaniye ve Fatih camileri dahil
birçok eserin restorasyonunun da sürdüğünü
belirterek, çalışmalarda sivil toplum kuruluşlarının
desteğine ihtiyaç olduğuna işaret etti.
İTO'nun Hünkar Kasrı
restorasyonu çalışmasıyla çok ciddi bir açığı
kapattığını dile getiren Özekinci, İTO'nun
üstlendiği 9 milyon TL'lik bir maliyete sahip
çalışmanın bir rol model olduğunu, diğer STK'lara
örnek teşkil ettiğini söyledi.
Restorasyonda
Uluslararası Standartlar
Europa Nostra Türkiye Temsilcisi Orhan Silier de 10
Haziran 2010'da Aya İrini'de gerçekleşecek
uluslararası törenle sahiplerine ulaştırılacak 29
ödül içinde Türkiye'den bir ödülün olmasından
duyduğu memnuniyeti dile getirerek, ''Bu gurur
verici haberin en önemli yanı Türkiye'de restorasyon
alanında etkin projelendirme ve uygulama yapılırsa
uluslararası standartlarda ürünler verilebileceğini
göstermesi'' dedi.
İstanbul'un İTO'nun
ekmek teknesi olduğunu söyleyen Silier, tarihin
geleceğe kazandırılması konusunda adım atılması ve
İTO'nun kentin kültür mirasını sahiplenmesinin
önemli olduğunu ifade etti.
Silier, yakın zamana
kadar Avrupa'nın önde gelen asilzadelerinin üye
olduğunu Europa Nostra'nın 1963'te kurulduğunu, 53
ülkeden 230 üye kuruluş, 160 birlik ve 1500 üyeye
sahip olduğunu kaydetti.
Silier, Europa Nostra
tarafından verilen ödüllerin 2002 yılından bu yana
Avrupa komisyonu adına verildiğini söyledi.
Koruma kategorisindeki
ödüllerin en basit bir çatı restorasyonundan
arkeolojik sitlerin korunması çalışmalarına kadar
geniş bir alanda verilebildiğini kaydeden Silier,
''Bu ödüllerden birini Türkiye'nin alması çok
önemli. Tüm kategorilerde şimdiye kadar 10 ödül alan
Türkiye'nin bu 11. ödülü. Türkiye, bugüne kadar
verilen ödüllerin yüzde 3'ünü aldı'' şeklinde
konuştu.
Restorasyon
Çalışmaları
Mimar Hatice Karakaya başkanlığında ekibin yaptığı
restorasyon çalışmalarıyla Yeni Cami Hünkar
Kasrı'nın ömrüne 400 yıl daha eklendiği
belirtiliyor.
Yeni Cami inşaatını
izlemek için Hatice Turhan Sultan tarafından
yaptırılan Hünkar Kasrı, ramazan aylarında,
padişahların cami ziyaretlerinde, değişik zamanlarda
dinlenme amacı ile de kullanıldı. 1663'te yaptırılan
Yeni Cami'ye geçit ile bağlı bulunan Hünkar Kasrı,
yüzyıllar boyunca hem hırsızlar tarafından adeta
yağmalandı, hem de doğa koşullarına yenik düştü.
Çalışmalar kapsamında
sanat tarihi uzmanları tarafından dönemin en önemli
ve günümüze kalan tek örnek eseri sayılan kasra,
çinili ocakları, duvarları kaplayan çini panoları,
ahşap işçiliği, vitrayları, pencereleri, sedef
kakmalı kapıları yeniden kazandırıldı.
Restorasyon çalışmaları
doğal dokusuna sadık kalınarak gerçekleştirildi.
Bunun için sanat tarihi, çini, tezhip, yapı statiği
gibi uzmanlık alanlarından profesörler, danışma
kurulu ile birlikte 50 kişilik ekip çalıştı. Hünkar
Kasrı'nın gelecek birkaç ay içerisinde halka
açılacağı öğrenildi.
Kasrın girişinde
''Tahtırevan yolu'' adı verilen rampanın altında 5
oda, kasrın altında ise büyük bir mekan içinde
şerbethane denilen bölüm bulunuyor.
Çatıdan zemine detaylı
bir restorasyon sürecinden geçen yapıda önce çatı
takviyesi gerçekleştirildi. Özelliğini yitiren ahşap
çatının üst kaplaması ve taşıyıcı sistemin ahşapları
değiştirildi.
Hünkar Kasrı'nın
taşıyıcı sistemindeki ağır hasar restorasyon ile
ortadan kaldırıldı. Buna bağlı olarak yatay, düşey,
diyagonal ahşap bağlantı elemanlarında da bir
güçlendirme yapıldı.
Ahşap özelliğini
kaybeden kısımlar elden geçirildi. Eksik kapı ve
kepenklerin yerine yenileri yapıldı. Bunun için aynı
cins ahşap kullanıldı. Ahşaplar sıcak tutkalla
yapıştırılıp, ahşap çivilerle bütünleştirildi.
Üzerindeki eksik sedefler, kaplamalar onarıldı.
Filatolar ve abanoz kaplamalar da dahil ilaçlanıp,
cilalanarak yerlerine takıldı.
Hünkar Kasrı'nda, ''Edirnekari''
denilen ahşap üzeri kalem işi desenler de onarıldı.
Üzeri yağlı boya kaplanmış çok sayıdaki ''Edirnekari''
özel bir çalışma ile temizlendi, orijinal desene
ulaşıldı. Ahşap yüzeylerde yer alan kurt delikleri
ise uzmanların önerdiği bir kimyasal madde
enjeksiyonuyla dolduruldu. Restorasyon kapsamında
döşemeler de elden geçirildi.
Çiniler Onarıldı
Çalışmalar kapsamında duvarlardaki ahşap taşıyıcı
sistem onarıldı. Ahşap konstrüksiyon üzerindeki çini
yüzeylerinin tamamı silinerek numaralandırıldı.
Üzerindeki çatlak ve kırıklar çizimlere işlendi ve
özenle sökülen çiniler şehir suyu ve saf suda
bekletildi. Son aşamada ise tuzlarından arındırılan
çinilerin kırıkları yapıştırılarak yerlerine monte
edildi.
Kasrın çalınan çini
panolarının yeri Londra'da bir müzayede hazırlığı
sırasında tespit edilmiş ve İstanbul'a geri
getirilmişti.
Restorasyon için binayı
taşıyan 5 metrelik meşe karkaslar Kırklareli'nde
bulundu. 3 ay derede bekletilen meşe karkaslar 2 yıl
da kasrın içinde kurutulmaya alındı. Daha önceki
restorasyonlarda kırılmış çiniler tek tek biraya
getirildi ve 50 orijinal çini tekrar hayata
kazandırıldı.
Kasırda, yaklaşık 11 bin
çini, 31 çini pano, 45 farklı desende tek çini, 14
tipte çini bordür bulunuyor.
Padişaha ait baş oda ve
sofanın duvarlarını çiniler üzerinde padişaha övgü
olarak yazılmış 24 beyitlik bir kaside süslüyor.
Hırsızların Hünkar
Kasrı'na gösterdikleri yoğun ilgi nedeniyle
restorasyon başlamadan önce 32 kamera devreye girdi.
Kasrın içinde ve dışında kör nokta bırakmayacak
şekilde yerleştirilen kameraları, İTO güvenlik ekibi
24 saat izledi. Kasrın giriş noktalarındaki alarm
sistemleri İTO güvenliğini ve polisi uyaracak
şekilde programlandı. Kasra, su sisiyle yangın
söndürecek yaklaşık 700 milyon TL'lik bir yangın
söndürme sistemi de konuldu.
Ntvmsnbc Emlak,
09.04.2010
|
SİDE ANTİK KENTTE YENİ KAZI ALANLARI AÇILMAYACAK
Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Side Antik Kent Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı, ikinci yıl kazı çalışmalarında yeni arkeolojik alan açmayacaklarını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a Side Antik Kent kazı çalışmalarıyla ilgili brifing vermek için eşi Doç.Dr. Feriştah Alanyalı ile bir turizm beldesine gelen Hüseyin Sabri Alanyalı, ikinci dönem kazı çalışmalarına haziran ayında başlayacaklarını söyledi.
Geçen yıl kazı çalışmalarına Side Antik Tiyatro'su sahnesinde sondajlama çalışmasıyla başladıklarını belirten Alanyalı, bu yıl ise ticaret Agorası içinde yapacaklarını ifade etti.
Side Antik Kent kazılarını 3 boyutlu teknoloji kullanarak yaptıklarına dikkat çeken Alanyalı, Side'nin dünyanın sayılı arkeolojik alanlarından biri olduğunu kaydetti.
Alanyalı, "İkinci dönem çalışmalarımızda yeni alan açmayacağız. Ordinaryus Prof.Dr. Arif Müfid Mansel'in 1947 yılında başladığı kazı alanlarında devam edeceğiz. Geçen yıl ticari agoranın çevre temizliği ve tarihi taşların numaralandırma çalışmasını yapmıştık. İlk önceliğimiz Side Antik Tiyatro'nun sahnesini güçlendirmek olacak. Roma dönemine ait olan tiyatro 15 bin insan kapasiteli" diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da Side ziyareti sırasında bir ay kazı çalışması yapanlara yerli ve yabancı ekiplere kazı çalıştırmayacaklarını söylemişti. Günay, kazı çalışmasının 3 ay sürmesi gerektiğini belirtmişti.
Öte yandan, Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, Side Antik Kent içinde eskiyen, paslanan ve küflenen tüm tanıtım levhalarını yenilediklerini kaydetti.
Turizm Gazetesi, 09.04.2010
|
 |
5 ASIRLIK CAMİ, 20
DEPREM GÖRDÜ

Birinci derecede deprem
bölgesinde bulunan beş asırlık Beyazıt Camisi'nin
zemininde, geçirdiği beş yıkıcı, 20'yi aşkın
şiddetli depreme rağmen kayma bile olmadı.
Vakıflar Genel
Müdürlüğü, 1500-1506 yılları arasında yapılan ve
İstanbul'un fethinden sonra ilk inşa edilen camiler
arasında yer alan Beyazıt Camisi'nin restorasyonu
için çalışma başlattı.
İlk kez restorasyon
görecek caminin mevcut durumunun tespiti için yapı
ve zemin deformasyonları izlenerek, rapor
hazırlandı. Caminin birinci derecede deprem
bölgesinde yer aldığı belirtilen zemin raporunda,
yer altı yaşının görülmesi, temel derinliğinin
belirlenmesi ve zeminden numune alınabilmesi için üç
adet 20'şer metre olmak üzere toplam 60 metre temel
sondaj yapıldığı belirtildi.
Yapılan gözlemler
sonucunda zeminde kayma, kabarma, göçme
hareketlerine ve yer altı suyuna rastlanmazken
laboratuar deneyleri de zeminde sıvılaşma riskinin
bulunmadığını, oturma tehlikesinin beklenmediğini
ortaya koydu.
Olası şişmelerin
engellenmesi için yüzeysel suların sağlıklı bir
şekilde tahliye edileceği belirtilen raporda, alanın
kayma, heyelan, akma gibi kitlesel hareket tehlikesi
ile su baskını, çökme, kaya düşmesi ve çığ gibi
doğal afet riski de taşımadığı kaydedildi.
Sultan II. Beyazıt
tarafından Mimar Yakup Şah'a yaptırılan ve T planlı
camiler arasında yer alan Beyazıt Camisi, ilk olarak
10 Eylül 1509'da meydana gelen ve ''Kıyamet-i Sugra''
yani ''Küçük Kıyamet'' olarak adlandırılan depremi
yaşadı.
Bu deprem en büyük
hasarı camilere verirken 109 cami tamamen yıkıldı,
ayakta kalanların tümünün minaresi tahrip oldu.
Ayasofya'nın fetihten sonra yapılan minaresinin
yıkıldığı depremde, Beyazıt Camisi ayakta kaldı,
bazı kaynaklara göre yalnızca kubbesi hafif çapta
zarar gördü.
Fatih Camisi'nin tamamen
harap olduğu, Topkapı Sarayı, Eski Saray ve surların
etkilendiği, Yerebatan sarnıcının desteklerinden
birinin çökmesi sonucu İstanbul'un sular altında
kaldığı 1766 Depremi de Beyazıt Camisi'ni
etkilemedi.
Kapalıçarşı'nın bir
kısmının yıkıldığı, Ayasofya'nın büyük zarar gördüğü
1894 Depremi ile yaklaşık 20'ye yakın şiddetli
deprem de Beyazıt Camisi'ne zarar veremedi.
Bugün, 09.04.2010
|
 |
TARİHİ KÖY YOL BEKLİYOR
Konya'nın Beyşehir İlçesi'ne bağlı Fasıllar Köyü halkı, 72 tonluk dev Hitit Anıtı'nın bulunduğu alana ulaşan toprak yolun asfaltlanmasını ve Roma dönemi eserlerinin de yer aldığı tarihi köyün turizme açılmasını istiyor. Fasıllar Köyü Muhtarı Mustafa Serbes, köyde bulunan tarihi değerlerin korunması ve sergilenmesine yönelik hiçbir ciddi çalışma yapılmadığını söyledi. Muhtar Serbes, "Tarihi örenin bulunduğu yere ulaşımı sağlayan yol maalesef toprak. Bu nedenle köye kadar gelen turistler, anıtın bulunduğu alana sadece yaya olarak gidebiliyor. Yaşlı turistler ise yol olmadığı için burayı göremeden geri gidiyor. Ayrıca bu bölgenin turizme açılarak etrafının çevrilmesini, günübirlik ziyaretçilerin dinlenip oturabileceği bir tesis yapılmasına ve güvenliği sağlayacak birkaç kişinin görevlendirilmesini talep ediyoruz" dedi.
Yeni Şafak, 09.04.2010
|
MEHMET ALİ BEY HAMAMI RESTORASYONA ALINDI
Akdeğirmen mahallesinde bulunan tarihi Mehmet Ali
Bey hamamında restorasyon çalışmaları başlatıldı.
18. yüzyıl ve 19. yüzyıl da yapıldığı tahmin edilen
mülkiyeti vakıflar bölge müdürlüğüne ait olan Tarihi
Mehmet Ali Bey hamamı işletme sahibi Sarissa LTD.ŞTİ
tarafından restorasyon çalışmasına alındı.
Yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren şirket
yetkilisi Şener Ocak hamamın kendisine ait özelliği
korunacağını belirtti.
Ocak, “Çalışmalarımız Vakıflar Bölge Müdürlüğü
dışında kendi tarafımızdan yapılmaktadır. Hamam
içerisinde aslına uygun olarak mermer olarak
yapılacak. Yalnız hamamın dışına üst kısmında normal
havuz yapılacak.”dedi.
Ocak, restorasyon çalışmalarının 3-4 ay kadar
süreceğini belirtilerek, tarihi hamamın daha iyi
koşullar altında Sivaslılara hizmet vereceğini dile
getirdi.
Sivas Hürdoğan, 09.04.2010
|
|
4 BİN YILLIK ŞEHİR DÖNÜŞÜYOR

Dört bin yıllık geçmişi olan Trabzon'da, Trabzon
Belediyesi ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ)
işbirliğiyle, kentsel dönüşüm projeleri hayata
geçiriliyor. Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu,
hayal olarak nitelendirilen bazı projeleri hayata
geçirdiklerini söyledi.
Gümrükçüoğlu, Trabzon Belediyesi ile TOKİ tarafından
ortaklaşa yürütülmekte olan Ayasofya Müzesi'nin
etrafındaki kentsel dönüşüm projesinin hayata
geçirildiğini belirterek, “Zağnos Vadisi ikinci etap
dönüşüm projesinin yapımına başlandı. Tabakhane
Vadisi'nde ise kamulaştırma işlemlerinde ödemeler
hayata geçiriliyor. Çömlekçi Kentsel Dönüşüm
Projesi'nde de avam proje çalışmaları devam ediyor”
dedi.
Başkan Gümrükçüoğlu, Tabakhane Dönüşüm Projesi
kapsamında hak sahiplerine ödemelerin devam ettiğini
ifade ederek, şunları söyledi:
“Proje kapsamında 64 hak sahibine 2 milyon 745 bin
liralık ödeme yapıldı. Yapılan görüşmeler
neticesinde
şu ana da 187 hak sahibi ile anlaşmaya varıldı.
Hak sahiplerinden 38'i Bahçecik'te yapılacak olan
konutlardan alma yolunu tercih ederken 149 hak
sahibi ise kamulaştırma ücreti almayı tercih etti.
Anlaşma sağlanan 85 kişiye de önümüzdeki günlerde 2
milyon 873 bin liralık ödeme yapılacak.”
Gümrükçüoğlu, Tabakhane Vadisi'nin düzenlenmesiyle
birlikte Trabzon'un
yeni bir yaşam alanına kavuşacağını
vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Tabakhane Vadisi'nde bulunan 683 binanın yıkımı
için çalışmalar hızla devam ediyor.
Vatandaşlarımızın mağdur olmaması amacıyla özel bir
şirket tarafından yapılan değerlendirmede ortaya
çıkan rakamları
yüzde 20 arttırmak için mücadele ettik ve bunda
başarılı olduk. Yasal olarak TOKİ, bu özel şirket
tarafından yapılan değerlendirmelerdeki fiyatı en
fazla bu kadar çıkartabiliyor. Bu konuda TOKİ
Başkanı Erdoğan Bayraktar, bizim talebimizi kırmadı
ve bunu kabul etti. Vatandaşlarıma, fedakarlık
yaparak anlaşma yoluna gittikleri için teşekkür
ediyorum. Tabakhane Vadisi'nde bulunan ve anlaşma
sağlanan binaların yıkımına, yılın ikinci yarısından
itibaren başlamayı hedefliyoruz.”
Zağnos Vadisi 2. etap kamulaştırma ve yıkım
çalışmalarının tamamlandığını da belirten
Gümrükçüoğlu, “İkinci etap rekreasyon düzenlemeleri
için açılan ihale sonuçlandı. Yapımcı firma
çalışmalara başladı. Proje kapsamında ayrıca
Bahçecik'e çıkan yol ve 354 konut yapımı inşaat
çalışmalarına da başlandı. Zağnos Vadisi Kentsel
Dönüşüm Projesi geneline şimdiye kadar 95 milyon
lira para ödendi” diye konuştu.
Gümrükçüoğlu, tarihi Ayasofya Müzesi'nin etrafını
kötü görünümden kurtarmak ve burada yıllarca mağdur
olmuş mülk sahiplerinin sorunlarını çözmek için TOKİ
ile Trabzon Belediyesi'nin ortaklaşa olarak proje
yürüttüğüne dikkati çekerek, “Proje ile birlikte
Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesi için şimdiye kadara
hak sahiplerine 13 milyon lira ödendi. 44 binanın
yıkılacağı proje kapsamında şimdiye kadar 25 binanın
yıkımı gerçekleştirildi” dedi.
Trabzon Belediyesi'nin en önemli projelerinin
başında gelen Çömlekçi Kentsel Dönüşüm Projesi için
avam proje çalışmalarına başlandığını anımsatan
Gümrükçüoğlu, “TOKİ Başkanı Bayraktar ile protokol
imzalandı. Çalışmalara hız verildi. Bu yılın sonuna
kadar bu çalışmaların tamamlanacak.
Nisan ayında bu proje ile ilgili
finans ve teknik
araştırmalarda bulunmak için Japonya'ya gideceğim”
diye konuştu.
Hürriyet, 09.04.2010
|
"KAMULAŞTIRMA
GECİKTİRDİ"
Malatya'nın Battalgazi
İlçesinde 3 yıldır restoresi süren tarihi Silahtar
Mustafa Paşa Kervansarayı'nın 3 ay sonra
tamamlanacağı bildirildi.
Vakıflar Bölge Müdürü Aliseydi Akduman, Gazeteciler
Cemiyeti Başkanı Haydar Karaduman, Gazeteciler
Cemiyeti yönetim kurulu üyeleri ve basın
mensuplarıyla birlikte, Battalgazi İlçesinde 3
yıldır restoresi süren tarihi Silahtar Mustafa Paşa
Kervansarayı'nda inceleme yaptı.
Burada basın açıklaması yapan Vakıflar Bölge Müdürü
Aliseydi Akduman, "Mülkiyeti Vakıflar Genel
Müdürlüğüne ait toplam 15 adet tescilli Taşınmaz
Vakıf Kültür Varlığı bulunmaktadır. Bunlardan 12
adet eski eserin projeleri temin edilerek koruma
kurulundan onaylattırılmıştır. Projeler için toplam
379 bin 816 TL harcama yapılmıştır.
2003-2009 yılları arasında Malatya ili, Battalgazi
İlçesi'nde bulunan eserlerden, Ulu Camii, Silahtar
Mustafa Paşa Kervansarayı, Kanlı Kümbet, Emir Ömer
Mescidi ve Türbesi, Akminare Camii, Sütlü Camii
Minaresi, Nefise Hatun Kümbeti, Ahmet Duran Mescidi
ve Türbesi ile restorasyon ihaleleri yapılmış ve
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı hariç
restorasyonları tamamlanmıştır. Restorasyonu yapılan
eserlere bugüne kadar toplam 8 milyon 461bin 942 TL
harcama yapılmıştır. Silahtar Mustafa Paşa
Kervansarayının restorasyon çalışmaları ise devam
etmekte olup, 2010 yılında restorasyonun
tamamlanması planlanmaktadır. Battalgazi İlçesinde
2010 yılı yatırım programında Silahtar Mustafa Paşa
Kervansarayı'nın restorasyonun tamamlanmasının yanı
sıra Karahan Camii'nin Restorasyonu ve Çevre
Düzenlemesinin yapılması planlanmaktadır"
ifadelerini kullandı.
Akduman, "Bölge Müdürlüğümüz sorumluluk alanında
kalan Malatya ili, Battalgazi İlçesi, Silahtar
Mustafa Paşa Kervansarayı Koruma Alanında kalan 11
adet parselin, Malatya ili, Battalgazi İlçesi,
Üçkardeşler (Halfetih Minaresi) Ve Beşkardeşler (Sahabiye-i
Kübra Medresesi) Koruma Alanında kalan 2 adet
parselin kamulaştırma işlemleri tamamlanmış ve
toplam 594 bin 174 TL harcama yapılmıştır" dedi.
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restorasyon
sözleşme tarihi başlangıcının 18 Aralık 2007 ve
bitiminin de 2009'da olmasına rağmen kamulaştırma
sorunlarından restorasoyunun geciktiği belirtildi.
Restorasyon sözleşme bedelinin ise 3 milyon 950 bin
TL olduğu kaydedildi.
Bu arada, AKP Malatya Milletvekili Fuat Ölmeztoprak,
Malatya Merkez Vakıf Eserleri Müzesi (Karakaş
Konağı) Müzolojik hizmet alanlarının tasarım,etüt ve
proje çalışmalarına bu yıl için 76 bin TL ödenek
ayrıldığını söyledi.
Milletvekili Ölmeztoprak, Malatya Merkez Niyazi
Mahallesinde bulunan mülkiyesi Maliye hazinesine ait
iken müze yapılmak üzere Malatya Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'ne geçen yıl süresiz tahsisinin
gerçekleştirilen Karakaş konağın güvenliğinin de
sağlandığını söyleyerek açıklamasını şöyle sürdürdü:
"Karakaş Konağının 2000'li yıllarda Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından genel onarımı
yapılmış,yağışların etkisiyle önemli tahribata
uğramış, daha fazla hasar görmemesi için proje
müellifinden izin alınarak, çatı eklenerek yeniden
hazırlanan proje doğrultusunda konağa çatı
eklenmiştir.Eski eser tescilli Karakaş Konağının
müzolojik hizmet alanlarının tasarım ve proje
çalışmalarına bu yıl başlanılacak ve yıl sonunda
tamamlanacak olup bu tarihi eserimize ilk etapta 76
bin TL ödenek ayrılmıştır.‘Tarihi eserler bize
emanet.Onları korumalıyız."
Ölmeztoprak, Türkiye’de kerpiç konak olarak ilk
restore edilen yer olduğu belirtilen Karakaş
konağının Hacı Mustafa Karakaş tarafından yaptırılan
ve Karakaş Konağı adı verilen mekan Malatya
evlerinin tipik özelliklerini taşıdığını belirtti.
Ölmeztoprak, Malatya Belediye(Çarşı) hamamının etüt
ve proje çalışmalarına ise bu yıl için 15 bin TL
ödenek ayrıldığını ve önümüzdeki yıl proje
çalışmalarının tamamlanacağını söyledi.
Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde 17. yüzyıldan kalan
373 yıllık Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayının
restoresi çalışmalarına bu yıl için 967 bin TL
ödenek ayrıldığını belirterek Kervansaray hakkında
şu açıklamalarda bulundu:
"Bugüne kısmen harap bir halde gelen Silahtar
Mustafa Paşa Kervansarayı, orta avlulu ve çevresi
revak ve hücreli kervansaraylar grubundan.
Kervansaray, 5 bin 168 metrekare bir alanı kaplıyor.
Dikdörtgen planlı kervansaray, kesme taştan yapılmış
olup, avlusunun çevresinde revaklar ve batı
kanadında kapalı bir bölüm bulunuyor. Kapalı bölüm,
birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış, dört
köşe taş payelerden oluşmuş bir mekan. Avlunun
bugüne gelen kanatları çok harap. Kervansarayın üst
örtüsü düz toprak damlı. Ahırları da var. Kapalı
bölümün üzerindeki kitabe 15. yüzyıl şairlerinden
Şeyhülislam Zekeriyazade Yahya tarafından
yazılmış.Battalgazi İlçesinde bulunan Kervansaray,
1632 yılında Sultan 5. Murat'ın silahtarı Bosnalı
Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Revaklı bir
avlu, kapalı bölüm ve iki dikdörtgen mekandan
oluşuyor.Girişin üzerinde, merdivenlerle çıkılan
mescit yer alıyor"
Tarihi eserler gelecek nesillere aktarılacak bir
mirastır ve milletimizin kimliğini yansıtır diyen
Ölmeztoprak, önümüzdeki yıl onarım çalışmaları
tamamlanması planlanan Battalgazi İlçesindeki
Karahan camiine de bu yıl için 100 bin TL ödenek
tahsis edildiğini ifade etti.
Malatya Haber,
08.04.2010
|
BALKANLARDAKİ OSMANLI
MİRASI KAYDA GEÇİRİLİYOR

Konyalı
sanatçılarca yürütülen proje çerçevesinde
Balkanlar’daki tüm Osmanlı eserleri, alan
taramasıyla fotoğraflanıyor. Bosna Hersek ve
Kosova’daki 500'e yakın Osmanlı eserinin yer aldığı
fotoğraflardan ikinci cilt oluşturuldu. Hedef;
Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Yunanistan,
Adalar, Hırvatistan, Karadağ ve Sırbistan'ı da
ekleyerek tüm eserleri dört ciltte belgelemek.
Konyalı fotoğraf sanatçısı
İbrahim Dıvarcı,
çalışmaya ilişkin olarak; Rumeli'deki Osmanlı'dan
günümüze ulaşan cami,
han, hamam, köprü, saat kulesi gibi mimari
eserlerin mevcut hallerini tespit edip kayıt altına
almak için proje hazırladıklarını söyledi.
İlk Cilt Arnavutluk
ve Makedonya'ya, İkincisi Bosna Hersek ve Kosova'ya
Ayrıldı
Rumeli kökenli iş adamı
İlhan Ergelen'in
desteğiyle hazırladıkları
''Rumeli'de Osmanlı
izleri'' adlı proje kapsamında
2007 yılında
çalışmalara başladıklarını hatırlatan Dıvarcı, ''İlk
olarak Arnavutluk
ve Makedonya'daki
tüm Osmanlı eserlerini köy köy, vadi vadi gezerek
tespit edip fotoğrafladık. Bu çalışmamızı daha sonra
bir ciltte topladık.
Birinci cilde, sivil mimari eserlerle birlikte 217
Osmanlı eserinin fotoğrafı ve kısa tarihçesi girdi''
dedi.
Dıvarcı, daha sonra Nildem Global Sigorta Şirketi
Kurucu Ortağı Çiğdem
Ergelen'in sponsorluğunda
Bosna Hersek
ve Kosova'daki
Osmanlı eserlerini fotoğraflamak için
2009 yılında
çalışmalara başladıklarını vurgulayarak, şunları
kaydetti:
''Yaklaşık 1 yıl süren yeni çalışmamızda, Bosna
Hersek ve Kosova'daki tüm Osmanlı eserlerini Selçuk
Üniversitesinden
Prof.Dr. Haşim Karpuz,
Doç.Dr. Mehmet
İpçioğlu ve bu bölgelerdeki yerel
araştırmacılar ile halkın da katkısıyla tek tek
tespit ettik. Bugüne kadar
bu bölgelerdeki
Osmanlı eserlerinin tamamının envanteri
bulunmuyordu. İlk defa biz bu bölgelerde
geniş kapsamlı çalışma yaptık ve Osmanlı eserlerinin
tamamına yakınını tespitini ettik. Bosna Hersek'teki
Mostar Köprüsü,
Gazi Hüsrevbey
Külliyesi, Sokullu Mehmet Paşa tarafından
yaptırılan Drina
Köprüsü, Kosova'nın Priştina kentindeki
Sultan Murat Türbesi,
aynı kentteki Fatih
Sultan Mehmet Camisi, Prizen kentindeki
Sinan Paşa Camisi
eserleri fotoğrafladığımız eserlerden bazıları.''
Bosna Hersek ve Kosova'daki eserleri
Ahmet Kuş ve
Feyzi Şimşek
ile birlikte fotoğrafladıklarını anlatan Dıvarcı, bu
bölgedeki toplam
500'e yakın Osmanlı eserini ikinci ciltte
topladıklarını bildirdi.
Kaynaklarda Geçmeyen Cami ve Türbeler
Tarih kitaplarında
Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk ve Makedonya'da
toplam 400 Osmanlı
eserinin yer aldığını, ancak kendilerinin bu
4 ülkede 700'ü aşkın
eserin tespitini yapıp, fotoğrafladıklarını
dile getiren Dıvarcı, şöyle devam etti:
''Bosna Hersek'te savaş nedeniyle yıkıldığı, zaman
içinde yok olduğu söylenen birçok eseri gidip
gördük. Örneğin Bosna Hersek'in Livno şehrinde
kitaplarda Osmanlı'dan sadece bir köprünün kaldığı
söyleniyor ancak köprünün yanında bir de cami tespit
ettik. Saraybosna'da
kaynaklarda geçmeyen
5 camiyi, 10'a
yakın türbeyi fotoğrafladık. Şimdiye dek
yayımlanan kitaplarda sadece Mostar Köprüsü gibi çok
bilinen başlıca eserler yer alıyor. Belde ve
köylerdeki eserlerin büyük kısmı geçmiyor. Bunları
yerel tarihçilerle konuşarak öğrendik. Türkiye'ye
döndüğümüzde de uzman akademisyenlerin katkılarıyla
eserlerin Osmanlı yapıtı olduğunu belirledik.''
Dıvarcı, Balkanlar'daki bugüne kadar kaydı bulunan
Osmanlı eserlerinin yüzde 50-60'ının fotoğrafının
bulunmadığını sadece isim olarak kayda düşüldüğüne
dikkati çekerek, bölgedeki kaydı bulunan ve
bulunmayan tüm Osmanlı eserlerini
fotoğrafladıklarını söyledi.
Rumeli'deki Tüm
Osmanlı Eserleri 4 Ciltte Toplanacak
Dıvarcı, hedeflerinin Rumeli'deki Osmanlı mirasının
tamamını 4 cilt
halinde yayınlamak olduğunu belirterek, ''Bu
çerçevede, önümüzdeki yıllarda
Bulgaristan, Romanya,
Macaristan, Yunanistan, Adalar, Hırvatistan, Karadağ
ve Sırbistan'daki Osmanlı eserlerinin de
yerlerini tespit ederek fotoğraflayacağız.
Kaynaklarda bu ülkelerde toplam
800 civarında
Osmanlı eseri olduğu geçiyor ama biz zaten 2 ciltte
birleştirdiğimiz 4 ülkede toplam
700 esere
ulaştık. Çalışma tamamlandığında, kaynaklarda 800
eser bulunduğu belirtilen Balkanlarda
2 bine yakın
eserin çıkacağını tahmin ediyoruz'' diye konuştu.
Bugüne kadar Rumeli üzerinde yapılan ciddi bir
Osmanlı eseri envanteri çalışması
bulunmadığını ifade eden Dıvarcı, bu çalışmanın
bugüne kadar yapılamayan çok kapsamlı bir envanter
çalışması olacağını da sözlerine ekledi.
Yapı, Fotoğraf: Rıfat
Yerlikaya/AA, 08.04.2010
|
HER ESER KENDİ YERİNDE
GÜZEL

Dünyanın dört yanından arkeologlar ve bakanlık
yetkilileri vaktiyle ülkelerinden kaçırılıp büyük
müzelere giden eserleri geri almak için Mısır'da
toplandı. Temsilci gönderen 16 ülke arasında Türkiye
yok.
Mısır’ın başkenti
Kahire’de ülkeden kaçırılan tarihi eserlerin geri
getirilmesi için düzenlenen konferans başladı.
Dünyanın dört yanından Kahire’ye giden
arkeoloji uzmanları
ve kültür bakanlığı
yetkililerinin ortak bir noktası var;
ülkelerinden
götürülen antik eserleri nasıl geri alacaklarını
tartışıyorlar.
Konferansa ev sahipliği yapan
Mısır,
firavunlar döneminden kalma çok sayıda değerli
eserinin Batılı ülkelerde bulunan müzelerden geri
getirilmesi için çaba sarf ediyor. Aralarında
Yunanistan, Suriye,
Irak, İtalya, Meksika ve Çin’in de bulunduğu
toplam 16 ülke,
Mısır’daki konferansa temsilci yolladı. Ancak
Türkiye bu
ülkeler arasında yer almıyor.
Kahire’de toplanan yetkililer, kültür miraslarının
parçası olan antik eserleri
Berlin, Londra ya da
Paris’teki büyük müzelerden geri istemenin
yolları üzerine stratejiler belirleyecek. Bunun yanı
sıra Birleşmiş
Milletler’in çalıntı antik eserlerle ilgili
sözleşmesinin değiştirilmesi için çağrıda
bulunmaları da bekleniyor.
BM kuralları da
değişsin
Halihazırdaki BM kuralları,
1970 yılından sonra
çalınmış olan antik eserlerin ait olduğu topraklara
geri gönderilmesini öngörüyor. Kahire konferansının
katılımcılarıysa bu tarihin daha geriye doğru
işlemesi gerektiğini, çünkü en değerli antik
hazinelerini 1970 yılından önce kaybetmiş
olduklarını söylüyor.
Bu hareketin başını çeken isim, Mısır’ın baş
arkeoloğu Zahi Hawass.
Çalıntı eserlerin Mısır’a iadesi için ses getiren
kampanyaların altında imzası olan Hawass, geçen yıl
Fransa’daki dünyaca ünlü
Louvre Müzesi’yle
bağlarını kopararak dikkatleri çekmişti. Sonuçta
Louvre, antik çağdan kalma bir Mısır mezarlığının
duvar resimlerini iade etmek zorunda kaldı.
Zahi Hawass, Londra’da
sergilenen meşhur
Rosetta Taşı’nın ve
Berlin’de
ziyaretçilerin önünde kuyruk oluşturduğu
Kraliçe Nefertiti
heykelciğinin de Mısır’a geri verilmesini
istiyor. Konferansa katılan
Yunan heyetin
amacıysa Osmanlı döneminde
Lord Elgin
tarafından Londra’ya
taşınan Akropol’ün
zarif süslemelerini Atina’ya geri götürmek.
Radikal, 08.04.2010
|

|
DUBLE YOL İÇİN 300 YILLIK AĞAÇ KESİLDİ
Milas ve Yatağan ilçelerini birbirine bağlayan karayolunda duble yol çalışmaları sırasında 300 yıllık bir çam ağacı kesildi.
Yolun tam ortasına düşen ağaç, 20 işçinin 45 dakika süren çalışması sonucu parçalanarak traktörlerle taşınabildi.
38 metre boyunda ve tonlarca ağırlıktaki ağacın kaldırılması sırasında 45 dakika boyunca, karayolunun her iki tarafında 3’er kilometrelik kuyruklar oluştu. 20 işçi ağacı motorlu testerelerle parçalara bölerek kaldırabildi. Özel hafriyat şirketinin şefi Mehmet Duran ise “Bir ay kadar daha dinamit patlatmaları ve bu tür aksaklıklar yaşanacak, seyahat edenlerden biraz anlayışlı olmalarını bekliyoruz” dedi.
Radikal, Fotoğraf: Yaşar Anter, 08.04.2010
|
TARİHİ KAPI 80 YIL GECİKMEYLE AÇILDI
Erzurum Cumhuriyet Caddesi'ndeki Cimcime Sultan
Kümbeti'nin taşla kapalı kapısı 80 yıl sonra
açıldı.Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, 80
yıldan bu yana taşla kapalı Cimcime Sultan
Kümbeti'nin kapısındaki taşları yıktırdı. Kümbete
geçici olarak ahşap kapı yaptırıldı. Rölöve ve
Anıtlar Erzurum Bölge Müdürü Suat Bakır, 2 yıl
öncesine kadar bir mağazanın kısmen işgal ettiği
kümbetin kapı duvarlarının, yaklaşık 80 yıl önce
taşla kapatıldığını ifade etti. Bakır, Yakutiye
Belediyesi'nin kümbetin çevresini açmasıyla
birlikte, taşla kapatılan kapı kısmını
yıktırdıklarını belirtti.
Kümbetin rölöve ve restorasyon projesinin
çıkartılması amacıyla Kültür Bakanlığı'nca 4 bin TL
ödenek ayrıldığını dile getiren Bakır, "Kültür ve
Turizm Bakanlığı doğrudan temin yoluyla kümbetin
kapısını orijinaline uygun yaptıracak. Hazırlanacak
projenin Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından
onaylanmasının ardından geçici olarak yaptırdığımız
kapının yerine orijinaline yakını monte edilecek."
dedi.
Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, ayrıca,
kümbetin üst kısmında da basit onarım çalışmalarını
başlatacaklarını da sözlerine ekleyerek,"Yıl
içerisinde Cimcime Sultan Kümbeti'ni aslına sadık
kalarak daha güzel hale getireceğiz." diye konuştu.
Cumhuriyet Caddesi'nde, Ulu Cami'nin kuzeyinde
bulunan Cimcime Sultan Kümbeti'nin 14. yüzyılın
başlarında yapıldığı sanılıyor. Türbenin büyük bir
kısmı yol seviyesinin yükselmesinden ötürü toprak
altında kalmış. Kümbet, Erzurum'un yöresel Sivişli
taşından, gövdeli taş konik külahlı.
Kümbetin gövdesi birbirine bağlanmış yuvarlak
kemerli sütunlarla bir revak konumuna getirilmiş,
konik külahın altında dışa taşkın bir silmesi
bulunuyor. Türbenin su basmanının yukarısındaki
gövde, birbirine paralel, kalın çift kabartma
çubuklarla daire şeklinde kemerler oluşturulmuş.
Böylece dıştan 12 köşeli olmamasına rağmen böyle bir
gövde görünümü veriyor.
Erzurum Gazetesi, 08.04.2010
|
KLEOPATRA'NIN BERGAMA'YA DÖNÜŞÜ MUHTEŞEM OLACAK

Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, ilçenin
ekonomik değeri en yüksek potansiyellerinden birinin
turizm olduğuna dikkati çekerek bunun için termal
kaynakların mutlaka iyi değerlendirilmesi
gerektiğini söyledi. Bergama'da öncelikle termal su
kaynaklarını ekonomik getiriye dönüştürecek
projelerle turizmin canlandırılması üzerinde
durduklarını belirten Gönenç, "Ilıca bölgemizde
termal turizm konusunda çok eskiden beri marka
diyebileceğimiz Kleopatra Güzellik Ilıcası var. Bu,
Bergama için çok önemli. Bizim o bölgede belediyeye
ait, içinde termal suyun bulunduğu yaklaşık 60 bin
metrekarelik bir alanımız var. 'Kleopatra'nın
Dönüşü' adlı projemizi burada devreye sokmak ve
hayata geçirmek istiyoruz" dedi.
Bergama'nın bu alanda antik çağlara kadar uzanan bir
marka değere sahip olduğuna işaret eden Gönenç şöyle
konuştu: "Burada termal turizm konusunda çok eskiden
beri marka diyebileceğimiz Kleopatra Güzellik
Ilıcası var ve Mısır kraliçesi Kleopatra'nın burada
güzelleştiği anlatan bir söylence var. Bu, Bergama
için çok önemli bir şey aslında. Bunun da harekete
geçirilmesi gerekiyor. Bizim o bölgede belediyeye
ait içinde termal suyun bulunduğu yaklaşık 60 bin
metrekarelik bir alanımız var. Orası için geçmiş
dönemlerde de sık sık gündeme gelen ama yaşama
geçirilemeyen bir termal otel ve SPA merkezi projesi
vardı. Biz bunu gerçekleştirmeyi düşünüyoruz. Biz de
geçtiğimiz ay, 'Kleopatra'nın Dönüşü' adlı projemizi
burada devreye sokmak ve hayata geçirmek için bir
çalışma yaptık. Bu konuda İzmir Kalkınma Ajansı'nın
oluşturduğu Turizm ve Çevre Mali Destek Programı'na
"Tarihi ve kültürel nitelik taşıyan Kleopatra
Hamamı'nın restore edilerek kullanıma sunulması ve
hamamla ilişkili kullanılacak günübirlik termal
banyo yapılması" amacını içeren proje teklifimizi
sunduk. Projeninin toplam bütçesi 758.490.90 TL.
Projemiz geçtiği takdirde hemen çalışmalara
başlanacak ve Bergama'ya termal turizmi de
kazandırmış olacağız."
Bergama'da yer alan Kleopatra Güzellik Ilıcası,
sıcak suyla tedavi amacıyla antik çağlardan beri
kullanılıyor. Anadolu'da ilk kaplıca tedavisinin
Bergama'da MÖ 400 yıllarda başladığına dair
belgeler vardır. Kleopatra Güzellik Ilıcası, Antik
Bergama Kralı II. Eumenes tarafından yaptırılmış,
2000 yılı aşkın bir süredir tedavi amaçlı
kullanıldıktan sonra 1988 yılında bakımsızlık
nedeniyle kapatılmıştır. Aslen Yunanlı olan Mısır
kraliçesi Kleopatra'nın bu kaplıcalarda yıkandığı ve
güzelliğini buna borçlu olduğu düşünüldüğünden
ılıca, bu ismi almıştır.
Yeni Asır, Haber: Erdal Çarboğa, 08.04.2010
|
EVİNDE BELGE ARIYORLAR
İngiliz
arkeologlar, Stratford-upon-Avon’da William
Shakespeare’e ait olduğu sanılan bir fosseptikte
kazı çalışması başlattı.
250 yıl önce yıkılan ev çevresindeki
kazıdan, Shakespeare’in hayatıyla ilgili önemli
bulgular elde edilebilir.
Shakespeare’nin, Londra’da ünlendikten sonra 1597
yılında gelip aldığı evin yanındaki çukurdan, şu ana
kadar, çanak çömlek parçaları ve kırık bir pipo
çıkarıldı. Shakespeare Doğumyeri Vakfı’nın müdürü
Dr. Diana Owen, "Çukurun bulunduğu alanın yazar
tarafından kullanılıp kullanılmadığını henüz
bilmiyoruz. Belki de hizmetkarları tarafından
kullanılıyordu. Ama yine de muhteşem bir sonuç elde
etme ihtimalini de gözardı etmiyoruz" diye konuştu.
Hürriyet, 08.04.2010
******
Ek:

Stratford-upon-Avon, Birmingham'ın yaklaşık 35 km güneydoğusunda William
Shakespeare (1564-1616)'in doğduğu kasaba. Kasabada Shakespeare'in yaşadığı bilinen beş ev tamamen restore edilmiş ve müze olarak düzenlenmiş.

Kasabada ayrıca Skakespeare'in oyunlarının oynandığı tiyatro ve oyun sonrası oyuncuların gittiği bar da restore edilmiş. Ekonomisi tamamen turizme dayalı olan kasabanın nüfusu yaklaşık 24 bin. Bunun, ülkemizdeki kültür varlıklarının en kıymetlilerinden bazısını barındıran 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul için küçük de olsa bir şey ifade etmesini umuyorum. (ADB, Fotoğraflar: Murat
Bayvas)
|
BİNALARA TARİH MAKYAJI
Sultanahmet
ile Aksaray arasındaki Divanyolu, Yeniçeriler,
Gedikpaşa ve Ordu caddelerinde toplam 167 binanın
dış cephesi yenileniyor. Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, “Tarihi Yarımada” içinde tescilli
eserler ile sonradan yapılmış binaların yan yana
olduğunu ancak bu binaların görüntü olarak bu
mimariyle bağdaşmadığını söyledi.
Bu sebeple
ilçede daha önce başlattıkları cephe yenileme
çalışmalarını Aksaray ile Sultanahmet arasında yer
alan caddeler üzerindeki binalarda da uygulamak
istediklerini dile getiren Demir, bu güzergahtaki
binaların cephe çizim çalışmalarının bir kısmının
bittiğini, bir kısmının ise halen devam ettiğini
kaydetti. Demir, bu çalışmaları yaparken mülk
sahiplerini çağırarak belediye tarafından hazırlanan
cephe tasarımlarını verdiklerini ve onların da
görüşlerini aldıklarını dile getirerek, “Genellikle
uzlaşarak bina cephelerini tamamlıyoruz. Tabii
‘Tarihi Yarımada’yı yıkıp yeniden yapmak mümkün
olmadığına göre o zaman makyaja dönük çalışmalar
yapıyoruz. Aslında bu, dünyanın her tarafında var”
diye konuştu. Demir, çalışmaların yıl sonuna kadar
tamamlanacağını söyledi.
Türkiye Gazetesi, 08.04.2010
|
AMASYA'DA YAŞAMIŞ İLK
HIRİSTİYANLARA AİT MEZARLAR BULUNDU
Amasya'da inşaat
yapılması planlanan bir temel kazısında ulaşılan
mezar kalıntılarında ilginç bulgulara rastlandı.
Kazılarda MS 5. yüzyılda Amasya'da yaşamış ilk
Hıristiyanlara ait mezarlar bulundu. Amasya merkez
Kirazlıdere Mahallesi'nde bulunan mezarların bir
kısmının 4. yüzyıl geç Roma dönemine, bir kısmının
ise 5. yüzyıldan itibaren Amasya'da hüküm süren Doğu
Roma İmparatorluğu (Bizans) döneminde yaşamış
Hıristiyanlara ait olduğu tespit edildi. Kazılarda
toplam 13 mezara ulaşıldığı ve kazılara devam
edildiği takdirde yeni mezar bulgularına
rastlanılabileceğini belirten Amasya Müzesi Müdürü
Celal Özdemir, bulunan
5 mezarın içerisindeki duvarlara boya ile çizilmiş
haç sembollerinin mezarların Amasya'da yaşamış ilk
Hıristiyanlara ait olduğunun kanıtı olduğunu
vurguladı.
Mezarlardan çıkartılan iskelet parçalarının
incelenmek üzere Amasya Müzesi'ne kaldırıldığını
bildiren Müze Müdürü Özdemir, inşaat çalışmalarının
Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu Heyeti'nin vereceği karara değin
durdurulduğunu kaydetti.
Haber Fx, 08.04.2010
|
|
|
BALIKESİR POLİSİNDEN TARİHİ ESER OPERASYONU
Balıkesir Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin düzenlediği bir operasyonda evinde değişik dönemlere ait tarihi eserler ele geçirilen bir kişi yakalandı. Evinde ve üzerinde ele geçirilen bin 390 adet tarihi eser ile değişik meblağlardaki senetlere el konulan M.G. isimli şüpheli adli makamlarca tutuklandı.
İl Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) şubede görevli ekiplerin yaptığı çalışmalar neticesinde M.G. isimli şahsın evinde bol miktarda tarihi eser nitelikli malzeme olduğu belirlendi. Ayrıca şahsın tefecilik yaptığı bilgisine ulaşan polis mahkemeden alınan karar ile M.G.'nin evinde yaptığı aramada değişik dönemlere sikkeler ile ok ucu, metal objeler vb. tarihi eser nitelikli malzeme ele geçirdi. Toplam bin 390 adet tarihi eser nitelikli malzemeye (bin 320 adet sikke, 70 adet ok ucu ve metal obje) el konuldu. Müze müdürlüğünden alınan uzman incelemesi raporunda tarihi eserlerin Bizans, Roma, Osmanlı ve Hellenistik döneme ait olduğu, bir kısmının envanterlik, bir kısmının ise etütlük özellikte olduğu tespit edildi. M.G. isimli şüphelinin üst aramasında ise başkalarına ait toplam 10 adet tefecilik suçunda kullanıldığı ileri sürülen çeşitli meblağlarda senetler ele geçiren polis mahkeme kararı ile senetlere de el koydu. Tarihi eser kaçakçılığı ve tefecilik suçlarından işlem yapılıp adli makamlara teslim edilen M.G. tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Yurt Haber, 08.04.2010
|
ALANYA MÜZESİ, ÇOCUK
DOSTU MÜZELER ARASINDA
Alanya Müze Müdürü Seher
Türkmen, Alanya Müzesi'nin dahil olduğu “Çocuk Dostu
Müzeler” ve “Kültürler Arası Etkileşim” projeleri
hakkında basın mensuplarına bilgi verdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın önem verdiği Çocuk
Dostu Müzeler Projesi kapsamında Türkiye'de seçilen
10 müze arasında Alanya Müzesi'nin de yer aldığını
belirten Türkmen, Alanya Müzesi olarak yıllardır
çocuklara yönelik çeşitli çalışmalar yürüttüklerini
anlattı. Türkmen, bu çerçevede Cuma günü bir grup
öğrencinin Alanya Kalesi Kızıl Kule Tophane Ekseni
kapmasında yapılan kazı çalışmalarına katılmalarını
sağlayacaklarını dile getirdi. Türkmen, öğrencilere
arkeolojik kazının nasıl yapıldığı hakkında
uygulamalı olarak bilgi vereceklerini aktardı. Proje
kapsamında bir görevlinin eğitim aldığını aktaran
Türkmen, “Çocuk Dostu Müze Programı, müzeleri
çocukların severek gezmelerini sağlamak, müze
ortamını cazip hale getirmek ve etkisini artırmak,
çocuklarda yaratıcılık becerisini desteklemek,
katılımcı ve kalıcı bir öğrenme ortamı sunmayı
amaçlıyor. Cumhuriyet Müzesi, Anadolu Medeniyetleri
Müzesi, Devlet Resim ve Heykel Müzesi ile Etnografya
Müzesi'nde başlatılan proje, daha sonra tüm yurda
yayılarak 2012 yılına kadar sürdürülecek. Uygulama
çerçevesinde müzeye, çocukların ilgisini çekecek
objeler yerleştirildi” dedi.
Alanya Müze Müdürlüğü olarak Avrupa Birliği
projesinde de yer aldıklarını, bu kapsamda da Tunus
ve Yunanistan'daki bir müzeyle ortaklaşa bir proje
yürüteceklerini dile getiren Türkmen, “Bu proje
kültürlerarası etkileşim projesi. Proje kapsamında
her müze kendi içerisinde bir konu düşündü. Biz de
Alanya Müzesi olarak buradaki uzman arkadaşlarla
verdiğimiz karar sonucunda Alanya'ya gelen çocuklara
tatil kitabı hazırlamaya karar verdik. Bu durumun
tanıtıma da katkı sağlayacağını düşünüyoruz” diye
konuştu.
Yeni Alanya, Haber:
Kübra Duman, 07.04.2010
|
ANTİK PATARA'DA KAZI ERKEN BAŞLADI
Antalya'nın Kaş İlçesi'nde bulunan Likya
Uygarlığı'nın başkenti Patara Antik Kenti'nde bu yıl
kazılar erken başladı. 2 yıl boyunca kesintisiz
sürmesi beklenen kazıda, dünyanın ilk demokratik
parlamentosu olan Likya Meclisi binası ile dünyanın
ayakta kalan en eski deniz fenerinin restorasyonu
yapılacak.
Bu yıl 14 Mart'ta başlatılan kazı çalışmaları
kapsamında, Patara Meclisi'nin çevresindeki meclise
ait taşlar ortaya çıkarılıyor. Taşlar yerinden
alınarak restorasyona hazırlanıyor. Meclisin çevresi
açılıyor, alandaki bitki ve ağaçlar temizleniyor.
Şehrin girişindeki
üç gözlü
‘Zafer Takı'nın ayaklarında kazı yapılıyor.
Ayaklarda ve surlarda konservasyon (taş
sağlamlaştırma) işlemi gerçekleştiriliyor.
20 işçi, 40 bilim adamı ve 50 öğrencinin görev
aldığı kazının ikinci aşaması 14 Haziran'da
başlayacak, kazı yapılacak alan sayısı ise 7'ye
çıkacak. Kısa süre içinde Patara Likya Meclisi'nin
restorasyon ihalesi yapılacak. İhalenin ardından
meclis binası, 16 ay içinde restore edilecek. Yine
kısa süre içinde dünyanın ayakta kalan
en eski
deniz feneri olan Neron Deniz Feneri'nin restore
ihalesi,
Antalya İl
Özel
İdaresi tarafından yapılacak ve restorasyon iki ay
içinde başlayacak.
Patara Kazısı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Fen ve
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Havva İşkan Işık, bu yıl Patara'da yapmayı
planladıkları çalışmalara, oldukça erken bir tarihte
başladıklarını söyledi. Prof.Dr. Işık,
“Öngörebildiğimiz kadarıyla Patara'daki çalışmalar,
1.5- 2 yıl boyunca kesintisiz devam edecek” dedi.
Hürriyet, 07.04.2010
|
ANKARA'NIN CER'İ
Dünyanın her
yerinde olduğu gibi, Ankara da
terk edilmiş bir endüstriyel yapıyı
sanat merkezine dönüştürdü ve
Cer Modern’i
açtı. Eski hangarlar, yeraltına doğru yeni mekanlar
da eklenerek dönüştürülmüş, büyük ve çok amaçlı bir
yapı ortaya çıkmış. Açılış için iyi bir fikirle,
Ankaralı bir koleksiyoncunun,
Ebru Özdemir’in
özellikle güncel resmin neredeyse tüm iyi
sanatçılarından birer ikişer örnek barındıran
şaşırtıcı koleksiyonu seçilmiş. En önemlisi, aslında
sahibi Kültür Bakanlığı olan
Cer Modern’in
işletmesi. İşletme, bakanlık bürokratlarına
emanet edilmemiş, TÜRSAB
aracılığıyla bağımsız bir idaresi olması sağlanmış.
Açılış günü herkes Cer Modern’de hissettiği
‘tazelik’ten söz ediyordu ki, bu tazelik
duygusu biraz da İstanbul’un güç odaklarından uzakta
bir yerlerde olmakla ilgiliydi sanırım...
Cer Modern adı, bu kurumun nasıl
bir geleneğe eklenmek istediğini de gösteriyor.
Tate Modern,
İstanbul
Modern gibi, endüstriyel yapıların içine
kurulan modern ve çağdaş sanata odaklı kurumlardan
biri olma niyeti var. Diğerleri
‘müze’
olarak anılmayı seçerken Ankara’daki Cer Modern bir
‘sanat merkezi’ olarak tanımlıyor
kendini. Bu tanım farkı, koleksiyon oluşturma
hedefiyle ilgili. İstanbul Modern’in yıllar içinde
oluşturduğu bir koleksiyonu var. Ama gerçekte,
sürekli serginin önemli bölümü bu koleksiyon dışında
emanet alınan eserlerden oluşuyor. Müzeye
hareketlilik kazandıran, enerjisini sağlayansa alt
katta sürekli değişen sergiler. Yani, Cer Modern’in
hiçbir zaman bir müze olmayı hedeflemesi, bir
koleksiyon yapması gerekmiyor. Hatta yapmasa,
enerjisini buna harcamasa çok daha iyi. Pazartesi
günü bu sayfalarda çıkan
Ayşegül Sönmez
röportajında denildiği gibi artık
‘evlerin
duvarlarında hazineler yatıyor’. İşte
Ankara, evlerin duvarlarındaki, devlet kurumlarının
ve bankaların depolarındaki bu hazineleri harekete
geçirsin yeter. Tabii esas harekete geçirilmesi
gereken, Ankaralı sanatçılar ve sanat izleyicisi.
Cer’in
binası doğru,
sergisi doğru,
işletmesi
doğru dedik ama üç doğru
Ankara’ya
dair bütün yanlışları götürmüyor. Ankara,
kültür sanatla alakasız, hatta daha fenası sanat
kurumlarına düşmanca davranabilen bir yerel
yönetim yüzünden kendinden çok şey
kaybetti; uzun süredir bir çöl muamelesi görüyor.
Cer Modern, bu kentin kendi enerjisini keşfetmesini
sağlayabilir. Doğru dürüst çalışan bir kültür sanat
merkezi, sanatçıları da sanat izleyicisini de, eli
bir türlü cebine gitmeyen Ankaralı firmaları da
ateşleyebilir. Bu iyimserliğin devam etmesi ise Cer
Modern yönetiminin iyi bir ekip kurup, elindeki
binanın hakkını verecek, her metrekaresini
dolduracak bir tempo tutturmasına bağlı.
Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 07.04.2010
|
TRAKYA, SİT ALANI İLAN EDİLMELİ

Beş gün içinde
aynı hat üzerinde Silivri, Çorlu
ve
Lüleburgaz hattına yolumuz düştü.
Hem E5 hem de
TEM
yolundan çevreye dikkatli gözlerle bakınca
Trakya’nın tarım topraklarında yağmalamanın
ne kadar hızlı sürdüğünü gözlemledik.
Hiçbir siyasetçi Trakya topraklarının öneminin
farkında değil; özellikle de
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi... Türkiye
coğrafyasının %3’ünü oluşturuyor
Trakya bölgesi. Buğdayın
%10’u bu
bölgede, ayçiçeğinin %30’u,
pirincin de %50’si buradan elde
ediliyor. Özellikle yeraltı sularında büyük felaket
yaşanacak birkaç yıl içinde. Yeraltı sularına
kaynaklık eden Istranca suları
İstanbul’a taşınıyor. O kaynaklar en geç
Cumhuriyet’in 100. yılında tükenmeye aday...
Lüleburgaz’da ‘Türkiye ve Trakya’da Tarımın
Dünü Bugünü ve Yarını’ başlıklı bir panelde
çarpıcı bilgiler açıklandı. CHP İlçe Başkanı
Turabi Kayan, Trakya topraklarının öneminin
altını çizerken, CHP Muğla Milletvekili ve eski
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı
Prof.Dr.
Gürol Ergin, “Trakya’nın Türkiye’nin hatta
dünyanın en kaliteli toprakları arasında yer
aldığını” belirtti, tarım topraklarının hızla
kirletildiğini ve yağmalandığını anlattı. Bu arada
Başbakan’ın “Bizim petrolümüz yok ama bereketli
topraklarımız var” biçimindeki sözleri akla geliyor.
Prof. Ergin “Sütte ve gübrede büyük oyunlar
oynandığını” vurguladı ve “Tütünden sonra şimdi de
şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle şeker
işçileri aynı Tekel işçilerinin durumuna
düşürülecektir” dedi. “Süt 68 kuruşa düştü.
Mandıralar çalışamaz hale geliyor. Türkiye, altı süt
fabrikasının elinde kaldı” diyen Prof. Ergin,
CHP’nin tarım politikalarında özellikle üç unsuru
öne çıkarttı:
“1 ve 2. sınıf tarım topraklarının üzerine hiçbir
şey kondurtmayacağız. Yabancılara toprak satışını
kaldıracağız. Ne özelleştirildiyse hepsi geri
alınacaktır.” Trakya topraklarının verimliliğinin
üretimde Türkiye ortalamasından %60
yüksek olduğunu, ancak son verilere bakıldığında
tarımın ne kadar geriye gittiğini, çiftçinin
tarımdan ne kadar soğutulduğunu AKP iktidarı görmez
mi?
667 yılda 1 santim toprak oluşuyor
Bundan bir süre önce vefat eden ve
‘Trakya
sevdalısı’ Prof. Cemil Cangir’in
asistanlığından beri yanından ayırmadığı
Yard. Doç. Duygu Boyraz, Padişah Orhan
Bey’den başlayarak 36 padişah ve Cumhuriyet’ten
başlayarak 10 cumhurbaşkanının yaşadığı sürece de 1
santim toprak oluyor. Yani 667 yılda... Bu nedenle
Trakya toprakları acilen sit alanı ilan edilmeli,
verimlilikle ilişkisinin korunması gerekiyor.” (Not:
Cangir hakkında hiç hak etmediği tertiplerin sonunda
gerçekdışı olduğunun ortaya çıkması, çok kişi için
teselli olduğunu aktaralım. Y.B.)
Arazi kapatan sanayici ve siyasetçiler kim
acaba?
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden
Prof. Halim Orta’nın konuşmasında
yeraltı sularının ne kadar vahim olduğu ortaya
çıktı.
Çerkezköy, Çorlu, Lüleburgaz Muratlı
dörtgeninde yeraltı su kaynaklarının bilinçsizce ve
kontrolsüzce ve amaç dışı kullanıldığını, su
seviyelerinin giderek düştüğünü; tarım alanlarının
köylünün elinden çıkıp sanayici, politikacı ve
sanatçıların eline geçtiğini” söyledi. “Kim bu
isimler?” deyince “Çatalca, Silivri, Marmara
Ereğli, Çorlu, Lüleburgaz ile Çerkezköy-Saray
hattını iyi araştırırsanız, tapudan,
köylülerden ve muhtarlardan öğrenebilirsiniz” dedi.
(Ya damatların veya akrabaların üzerineyse tapular?
Araştırılırsa bulunur canım!) Prof. Orta’nın şu
sözlerine dikkat ediniz: “Trakya bölgesi sanayiye
doymuştur. Kurumsal ve halk desteği ile bu vatan
toprağı daha fazla yağma edilmemeli... Yoksa bu
ekosistemde huzur bulamazsınız.” Bunlar bir şey mi?
Akarsu ve göletlerin 49 yıllığına
pazarlandığını da göreceksiniz.
Lüleburgaz’da hava sıcaklığı 1.4 arttı
Ünlü ‘ormancı’ Prof. Doğan Kantarcı,
İstanbul Büyükşehir’in
Metropolitikan Plan
Bürosu’na hazırlattığı
Trakya’nın
Çevre Düzeni Planı ile üç valiliğin kurduğu
Trakab planlarına bilim adamı
olarak itiraz ederken başlarına neler geldiğini ve
nasıl engellenmek istediklerini anlattı.
Istranca (Yıldız) ile
Işıklar
(Koru) dağları arasındaki kalkerli yapının
nasıl yeraltı sularını oluşturduğunu belirterek
“Artık eskisi gibi kar yağmıyor. Trakya’nın orta
göbeğinde de su azalması olacak. Bu ilk olarak
Lüleburgaz’da görüldü. İlçenin çukurda kalması ve
yanındaki Hamitatabat doğalgaz santralının
bacasından çıkan karbondioksit sera etkisi
yaratıyor. Hava sıcaklığını
1.2 derece
artırdı. Buna bağlı olarak da %25
yağış azalma görülmeye başlandı artık.”
Vize’nin kuzeyindeki ormanlık
arazinin kireç taşı ile kaplı olduğunu söyleyen
Prof. Kantarcı, “Ne yazık ki
burasının çimento sanayiine ve kırma taş olarak
kullanımına açmak bir plan değişikliği var... Buraya
çimento fabrikası kurmak ve taş ocağı açmak
ihanettir. Halbuki o taşlar, Istranca’ya yağan
sularını, süzülerek Ergene’ye
yeraltı suyu olarak taşır. Doğal dengeyi bozmak
tehlikelidir.”
Enerji Bakanlığı Maden Dairesi’ne
duyurmak istiyoruz; bu taşocağı raporları nasıl
verdiğinizi görmek için o bölgeye bir gider misiniz?
İş istismarı
Kırklareli Milletvekili
Dr. Tansel Barış,
Anne ve babalar benden çocuklarına iş istiyor. Kendi
özel ilişkilerimizle iş bulmaya çalışıyoruz. Ama AKP
bunu yapmıyor, Lüleburgaz dahil,
başta taşeron firmalar dahil, AKP’nin verdiği
isimler işe alınıyor. Bu ayrımlığa CHP olarak buna
son vermek istiyoruz.”
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 07.04.2010
|
ERMENİ KİLİSESİ KÜLTÜR EVİ OLACAK

Eskişehir'in Sivrihisar
İlçesi'nde 1881 yılında
yapılan ve Anadolu'daki en büyük Ermeni
kiliselerinden biri olan Surp Yerortutyun kilisesi
restore edilecek.
Sivrihisar Belediye Başkanı Fikret Arslan,
yaptığı açıklamada, pek çok medeniyete ev sahipliği
yapan Sivrihisar'da, sivil mimarinin en güzel
örneklerinin bulunduğunu belirterek, Ulu Cami, Zaim
Ağa Konağı, Osmanlı evleri ve Ermeni kilisesinin
ilçedeki tarihi yapılardan olduğunu hatırlattı.
Sivrihisar'ın tarihi mirasını gelecek nesillere
bırakmak için projeler ürettiklerini ifade eden
Arslan, şöyle konuştu: ''Belediyenin rutin
hizmetlerinin yanı sıra tarihi binaları canlandırmak
için projeler hazırladık. Zaim Ağa Konağı ve bazı
Osmanlı evlerini tamamladık. Selçuklulardan günümüze
kalan en önemli eserlerden biri olan Ulu Cami ile
tarihi saat kulesini de onaracağız. Geçmişimize
sahip çıkacağız. Bu amaçla ilçemizde 1881 yılında
yapılan Ermeni kilisesini ve Ermeni hamamını da
restore edeceğiz.''
Arslan, Surp Yerortutyun kilisesinin, Anadolu'daki
en büyük kiliselerden biri olduğunu belirterek,
görkemli yapısıyla dikkat çeken kilisenin, uzun süre
depo olarak kullanıldığını bildirdi.
Yaklaşık 20 yıldır terk edilmiş halde olan
kilisenin iki tarafında çan kuleleri bulunduğunu
anlatan Arslan, şöyle devam etti: ''Kilisenin giriş
kapısı üzerinde bulunan melek kabartmaları dikkat
çekiyor. Çalınma tehlikesi atlatan kabartmaları
güvenli bir yerde saklıyoruz. Kilise içinde Meryem
figürleri, freskler ve yazılar var. Kilise bu
haliyle bile ziyaret ediliyor. Ziyaretler son
yıllarda yoğunlaştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından aslına uygun olarak restore edilecek
kilise, sergi, konser ve toplantı salonlarının yer
alacağı Kültür Evi'ne dönüştürülecek. Ortadoğu
Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Gazi Üniversitesi
çevre düzenlemesi yapacak. Kiliseye giden yolları da
yapacağız.''
İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Osman Gül de,
Sivrihisar'daki kilisenin Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından restore edileceğini belirterek,
hazırlanan proje çalışmalarının son aşamaya
geldiğini söyledi.
Restorasyon için ödeneğin ayrıldığını ifade eden
Gül, ''Yakın bir zamanda ihale edilecek. Çalışmalar
en kısa zamanda başlayacak. Kilise, çalışmalar
tamamlandığında kültür merkezi olarak hizmet
verecek. Son yıllarda canlanan ilçe turizmine de
katkı sağlayacak. Kiliseyi ziyaret edenlerin sayısı
artacak'' dedi.
Cumhuriyet, 07.04.2010
|
BAĞDAT'A 'İSTANBUL MODELİ' RESTORASYON
'Bağdat gibi diyar...' deyimi Türk ustaların elinde yeniden canlanacak. Tarihi şehirde harap olan eserleri onarmak isteyen Iraklı yetkililer, restorasyonda 'İstanbul' modelini benimsedi. Önümüzdeki ay Türkiye'yi ziyaret edecek Iraklı belediye başkanları ve akademisyenler, taş ve ahşap işçilerinin İstanbul'da eğitilmesini istiyor.
Türkiye, Irak'taki tarihi eserlerin onarımında söz sahibi olmaya hazırlanıyor. Geçtiğimiz hafta Bağdat'ta düzenlenen 'Irak şehirlerinin korunması ve rehabilite edilmesi' konulu konferansa İstanbul Belediyesi adına davet edilen KUDEB (Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü), Irak'tan gelecek küçük grupları taş işçiliği alanında eğitmek üzere kolları sıvadı. KUDEB'in tarihi yarımadadaki eserlerin restorasyonunda izlediği kendine özgü yöntemlerini ilgiyle karşılayan Iraklı yetkililer, kayıtlara 'İstanbul modeli' olarak geçen bu usulü Bağdat için de kullanmak istiyor. Türkiye ile ilgili beklentilerden biri de Bağdat ve civarındaki Osmanlı eserlerinin onarılması. Bugün hala ayakta olan çok sayıdaki Osmanlı yapısının Amerikalılarca özelleştirileceği ve turizme açılacağı söylentilerinin ciddiye alınmasını isteyen Iraklılar uyarıyor: "Dedelerinizin mirasına sahip çıkın."
Bağdat'ta düzenlenen uluslararası konferansın, tarihi eserlerin onarımı için atılmış önemli bir adım olduğunu söyleyen şehir planlamacısı Ertuğrul Yamen, Iraklıların KUDEB'in izlediği yöntemleri anlattığı sunumundan çok etkilendiğini ifade etti. Yamen, kendilerinden destek isteyen Bağdat ve Musul Üniversitesi'nden akademisyen ve Bağdat, Kerkük ve Musul belediye yetkililerinden oluşan bir topluluğu önümüzdeki ay ağırlayacaklarını, sonrasında da küçük grupları taş ve ahşap işçiliği alanında eğiteceklerini dile getirdi. Konferansa ticari anlaşmaların yapıldığı bir 'pazar' mantığıyla yaklaşan Amerikalı ve Avrupalı katılımcıların Bağdat'a firma temsilcileriyle geldiklerini gözlemleyen Yamen, Kuzey Irak'ta çok etkin olan Türk girişimcilerin Bağdat ve civarında neredeyse hiç varlık gösterememesinin büyük eksiklik olduğunu kaydetti. Konferansa ülkenin çeşitli kentlerinden gelen çok sayıda gözlemci, akademisyen, bürokrat, serbest mimar ve şehir planlamalarıyla yaptığı görüşmelerde kentlerin yeniden imarında gayrimüslimlerin etkin rol oynamasından hoşnut olunmadığı izlenimi edinen Ertuğrul Yamen, "Bilhassa Osmanlı eserleri hususunda bizi teyakkuz halinde olmaya çağırıyorlar." dedi.
Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 07.04.2010
|
 |
|
TARİHİ KİLİSEYİ KOMŞU ONARACAK
Gemlik`in Kurşunlu
Mahallesi'nde bulunan ve 9. yüzyıldan kalma Türkiye'nin
en eski kiliselerinden birisi sayılan Hagios
Aberkios Kilise`sinin Yunanistan`dan gelecek bir
heyet tarafından inceleneceği ve daha sonra da
restore edileceği açıklandı.
Gemlik Belediye Başkanı
Fatih Mehmet Güler, Kurşunlu Beldesi Belediye iken,
1990'lı yılların ortalarında Belediye Başkanı Bayram
Demir`in öncülüğünde kazılarak ortaya çıkarılan
kilise için, Yunanistan'ın Anıtlar Kurulumuzla eşdeğer
biriminden bir heyetin, 9
Nisan`da
Gemlik`e geleceğini belirtti. Heyetin kilise
etrafında incelemeler yapacağını açıklayan Güler,
daha sonra da yapılacak protokol ile restore edilip,
turizme kazandırılacağını söyledi.
Bursa Olay, Haber: Cemal Kırgız, 07.04.2010
|
ERMENİ KİLİSESİ TALAN EDİLDİ
Tunceli'nin Mazgirt İlçesi'nde 1960'lı yıllara kadar yaşayan Ermenilerin ibadet yerleri olan kiliseler bakımsızlıktan harabeye dönüştü. Kültür Bakanlığı tarafından envanteri çıkartılıp tescilli olmasına rağmen Gölbağı Ermeni Kilisesi 50 yıl içerisinde tamamen harabeye dönüştü.
Korumasız kalan kilise doğa koşulları nedeniyle tavanları çökerken, iç kısmı ise, define avcıları tarafından talan edildi. Mazgirt Belediye Meclis Üyesi Feti Yılmaz, Kilisenin restorasyonu yapılması için yetkili kurumlarla resmi yazışmalarda bulunacaklarını söyledi. Mazgirt'te Ermeni topluluğu ile birlikte 50 yıl öncesine kadar bir arada yaşadıklarını dile getiren Yılmaz, "Kürtler hiçbir zaman farklı kültür ve inançlara saygısızlık etmemişlerdir. Ermeniler Mazgirt'te zanaatkarlık yapıyorlardı ancak ardı ardına gelen darbeler sonucunda teker teker kaçmak zorunda kaldılar" dedi.
Mazgirt İlçesi'nin birçok medeniyete beşiklik ettiğini söyleyen Hüseyin Beyaztaş adlı vatandaş ise, bir toplumun inanç ibadethanesinin bu denli yok olmasına müsaade edilen zihniyeti sorgulamak gerektiğine işaret ederek, "Bir çok imparator olmak üzerek adeta medeniyete beşiklik etmiş bir yer fakat, son yüz yıldır hakim olan egemen güç tek dil, tek din, tek tipçiliği hedeflediği için diğer inançlara kesinlikle tahammül edemiyor. Eğer bu kiliseler göz göre göre harap edilmeseydi ve var olan tarihi mekanların restorasyonu yapılsaydı burası turizm için çok ideal bir yerdir" diye konuştu.
Konu ile ilgili bilgi veren Tunceli İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü İsmet Hakan Ulaşoğlu, Mazgirt'te bulunun 2 kilisenin de envanteri çıkartıldığını, tescilli olmasına rağmen ödenek olmadığı için koruma ve çalışma başlatamadıklarını şöyle dile getirdi: "Mazgirt'te bulunun 2 kilisenin de envanterleri çıkartılmış ancak ödenek olmadığı için hiçbir önlem ve çalışma başlatamıyoruz. Define Avcıların Gölbağı Ermeni Kilisesini harabeye çevirdiğinden haberimiz var, yerinde inceleme yaptık. Ancak restorasyona dönük şimdilik çalışmamız yok. Sadece ilimizde değil, bölgenin genelinde bu tür tarihi mekanlar bakımsızlıktan yok olmakla yüz yüzedir" diye konuştu.
Tarihi kilisenin Mazgirt Kaymakamlığı'nın resmi internet sitesinde yer almaması dikkat çekiyor.
Yüksekova Haber, 06.04.2010
|

 |
BODRUM'DAKİ TARİHİ YEL DEĞİRMENLERİ ONARILMALI

Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB)
Bodrum Yürütme Kurulu Başkanı
Sevinç Gökbel,
Muğla'nın Bodrum
İlçesinde
bakımsızlık nedeniyle kötü bir görüntü oluşturan
tarihi yel değirmenlerinin, restore
edilerek turizme kazandırılması gerektiğini
bildirdi.
Gökbel, Bodrum ile Gümbet Mahallesi arasında bulunan
tarihi yel değirmenlerini, her yıl binlerce yerli ve
yabancı turistin ziyaret ettiğini ve bu bölgenin
bakımsızlık nedeniyle kötü bir görüntü oluşturduğunu
söyledi. Yel değirmenlerinin bir an önce restore
edilerek turizme kazandırılması gerektiğine işaret
eden Gökbel, şunları kaydetti:
''Kent, firma ve kurumlar olarak turizm sezonuna
hazır olmak zorundayız. Seyahat acentaları olarak
gelen konuklara bazı önemli tarihi yerleri
tanıtmalıyız. Bunlardan bir tanesi Bodrum ile Gümbet
arasında bulunan tarihi yel değirmenleri. Bodrum
eski kaymakamı Abdullah Kalkan
döneminde buradaki bir değirmen restore edilmişti.
Ancak diğerleri atıl duruyor. Yetkililerin, buranın
çöp alanı şeklinde kullanılmaması için sezon öncesi
gerekli dikkati göstermeleri Bodrum için yararlı
olacaktır.''
Gökbel, 8 tarihi yel değirmeninin
bulunduğu alanın Bodrum'un en güzel noktalarından
biri olduğunu ve turistlerin günlük turlarda mutlaka
buraya getirildiğini kaydetti.
Yel değirmenlerinden ikisinin sahibi olan
Deniz Ticaret Odası (DTO) Bodrum Şube
Başkanı Gündüz Nalbantoğlu ise,
bölgeyle ilgili geçmiş dönemde bir proje ürettiğini
ancak projenin ilgili kurumların onayından
geçmediğini belirtti. Bunun üzerine projeden
vazgeçtiğini ancak geçen yıl seçilen
Bodrum
Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'un bu
projeye sıcak baktığını anlatan Nalbantoğlu,
''Belediyenin amacı buradaki tüm mülk sahipleri ile
ortak bir proje yapmak. Benim projem de bir
değirmenden un üretip ekmek yapmak, diğer değirmenin
de çeşitli amaçlar için kullanılmasıydı. Belediye
projemi beğendi ama son sözü onlar söyleyecek'' diye
konuştu.
Nalbantoğlu, projenin belediyede incelendiğini ifade
ederek, ''Bana göre burası şu anda Bodrum'un yüz
karası. Proje hayata geçerse bölge güzel bir
görünüme kavuşur. Hatta süngercilikle ilgili bir
sergi veya müze açılırsa çok güzel olur. Çünkü
manzarası çok güzel, denize hakim, ziyaretçisi
fazla. En güzel fotoğraf ve görüntüler buradan
alınabiliyor'' dedi.
Bodrum Belediye Başkanı
Mehmet Kocadon
ise belediye olarak bölgedeki 8 değirmeni kapsayan
bir proje hazırladıklarını ve projeyi
1 yıl
içinde hayata geçireceklerini kaydetti.
Kocadon, proje kapsamında tarihi değerlerin
korunmasının yanı sıra, çeşitli kafeteryalar
yapılacağını belirterek, ''Buraya her yıl çok sayıda
yabancı turist ziyaret ediyor. Yapacağımız proje ile
burayı Bodrum'a yakışır bir hale getireceğiz.
Projeyi bir yılda hayata geçireceğiz. Projenin
tamamını önümüzdeki günlerde düzenleyeceğim bir
toplantıda tanıtacağım'' diye konuştu.
Yapı, 06.04.2010
|
 |
EMET'TE DOZERİN ORTAYA ÇIKARDIĞI TARİH
Kütahya'nın Emet İlçesi'nde yol yapımı çalışmalarında Roma dönemine ait olduğu düşünülen bir tünel bulundu.
Emet Belediyesi'nin, Cumhuriyet Mahallesi ile Akpınar Mahallesi arasında yapılan yol çalışması esnasında yolun ortasında bir tünele rastlandı. Belediye çalışanlarının haber vermesi üzerine tünelde incelemelerde bulunan Kütahya Müze Müdürü Metin Türkyılmaz ve müzede görevli arkeologlar oluşan ekip, belediyeye ait kepçeyle tünelin üzerini açtı.
Tünelin içine giren ekip, tünelin yol seviyesinden 1 metre kadar derinlikte ve eninin yaklaşık 70-80 santimetre, yüksekliğinin de 2 metre civarında olduğunu tespit etti. Tünelin zemininde içinden temiz su akan bir su kanalı da bulundu.
Yaklaşık 90 metre uzunluğunda olduğu tahmin edilen tünelde, oksijen yetersizliği ve göçük tehlikesi nedeniyle daha fazla ileri gidilemedi.
Türkyılmaz, tünelin Doğu Roma veya Geç Roma dönemi ait olabileceğini belirterek, ''Kapadokya'da yer altı tünelleri var. Hıristiyanlık döneminde yapılanların bir örneğine benzemektedir. Tünelin zeminindeki kanallardan su götürmüşler. Yaklaşık 25 santimetre yüksekliğindeki kanal da hala su mevcut. Su kanallarının üzeri taşla kapatılmış. Tünel, sığınak veya savaşlarda kaçış yolu için yapılmış olabilir'' dedi.
Müze Müdürü Türkyılmaz, tünelle ilgili kazı çalışmalarının devam ettiğini belirterek, tünelin ulaştığı yerin tespit edileceğini bildirdi.
Internet Haber, 06.04.2010
|
BEDRİ BAYKAM'DAN 'ANTİ-ÇIĞLIK' SERGİSİ
Fransa'nın son yıllardaki gözde müzelerinden
“Pinacotheque de Paris”, bu yıl 19 Şubat-18 Temmuz
2010 tarihleri arasında dışavurumculuğun Van Gogh ve
Gauguin’le beraber en önemli üç öncüsünden biri
olarak kabul edilen Edvard Munch’un sergisini
düzenledi.
Serginin adı “Anti-Çığlık” (Anti-Cri) ve ana
hedeflerinden biri, “Çığlık” resminin Munch’un
zengin ve çarpıcı kariyerinin önüne geçmesine engel
olmak, yani “bir ağacın ormanı perdelemesini
önlemek.”
Her yıl açtığı tarihi sergilere paralel olarak bir
çağdaş sanatçıya bu sergilerini özgürce
yorumlamaları için “Carte Blanche” (“Açık Çek”
anlamında kullanılan “Beyaz Kart”) hakkını,
Pinacotheque de Paris Müzesi, Edvard Munch
sergisinde ünlü Türk sanatçı Bedri Baykam için
kullandı.
Müzenin sorumlu müdürü Marc Restellini, “Özgür stili
ile kendisini büyüleyen Türk sanatçının, konu Edvard
Munch olunca kaçınılmaz olarak aklına geldiğini”
dile getirdi.
Baykam, Munch’un yapıtlarını ve yaşamını irdelerken,
13 adet “4-D” çalışma gerçekleştirdi. Munch
sergisini altı ayda hazırlayan Baykam, yaptığı
araştırmalar kapsamında Oslo’ya ve Munch’un en
önemli dönemlerinde atölyesinin de bulunduğu
Aasgardstrand sahil balıkçı kasabasına giderek,
Norveçli sanatçının “Ergenlik”, “Madone”, “Çığlık”,
“Yaşam Dansı”, “Hasta Çocuk” gibi bir çok yapıtını
yeniden yorumladı.
Baykam, Norveç’e giderek bir tür arkeolojik kazı
yaptığını, Çığlık’la ilgili Munch’un ilk notlarını
okumanın kendisini oldukça etkilediğini söylüyor.
Baykam’ın “Edvard Munch’a Saygı” sergisi Paris’in
ardından Türkiye ve Norveç’te de sergilenecek.
Hürriyet, 06.04.2010
|
İLK EVCİL ATIN ANAVATANI KAZAKİSTAN
Kazakistan'da
arkeolojik araştırmalar yapan bilim insanları, ilk
evcil atın anavatanının Kazakistan olduğunu
belirtti.
Kazakistan’ın Petropavlsk şehri yakınlarında
çalışmalar yapan bilim insanları, evcilleştirilmiş
atların ilk olarak Avrupa ya da Moğolistan’dan değil
Kazakistan’dan çıktığını öne sürdü.
MÖ 5. yüzyıla ait olduğu belirtilen
çömlek parçalarında kımız izleri bulduklarını da
açıklayan araştırmayı yapan bilim insanlarından
arkeolog Viktor Zayberg, Kuzey Kazakistan bölgesinde
yapılan çalışmalarda çok sayıda bu şekilde bulguya
rastladıklarını söyledi.
6 bin yıl kadar önce Kuzey Kazakistan’da yaşayan
Botaystsıyların kımız içen ilk topluluk olduğunu
ifade eden Zayberg, bulgularının, bilinenin aksine
atların evcilleştirildiği tarihi 5 bin yıl değil 6
bin yıl öncesine götürdüğünü açıkladı.
Zayberg, "Önceden evcil atların Orta Avrupa,
Moğolistan veya güney Sibirya’dan geldiği
düşünülüyordu. Ama bu varsayımlar doğrulanmadı.
Botaysk atı evcil atların en
eski
formudur" dedi.
Radikal, 06.04.2010
|
HATAY'DA TURİZME YOL ENGELİ

Nevşehir'den sonra
ikinci peribacalarına sahip Hatay'da bu eserlere
ulaşımı sağlayacak yolun yapılmaması yöre halkını
harekete geçirdi.
Müze bünyesinde kayıtlı 40
bin eser barındıran ancak yer darlığı nedeniyle
sergileme imkanı bulamayan Hatay, gözle görünen
ancak henüz korunmaya alınmayan tarihine de sahip
çıkmaya çalışıyor.
Dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi olma unvanını
elinde bulunduran Hatay Arkeoloji Müzesi'nde yer
darlığı nedeniyle sergilenemeyen eserler halen
depolarda bekletilirken Nevşehir'den sonra yurt
genelinde ikinci peribacalarını topraklarında
barındıran Hatay'da bu alan korumaya alınamadı.
Hatay'ın Altınözü
İlçesi'ne bağlı Yunushan Köyü'nde bulunan Roma İmparatorluğu dönemine ait kaya
mezar biçimindeki mağaraların ve Nevşehir'den sonra
ikinci Peribacaları için gerekli tanıtım
yapılamazken Hatay'a gelen turistler kulaktan dolma
bilgilerle bu bölgeyi ziyaret etmeye başladı.
Yunushan Köyü Muhtarı Necip Dirik, köylerinin turizm
merkezi olabilecek vasıflarda olduğunu ancak bu güne
kadar turizm açısından bu bölgede herhangi bir önlem
alınmadığını söyledi.
Muhtar Dirik Türkiye'de tanınan bilinen Nevşehir'in
dışında, keşfedilmemiş, tanıtılmamış peribacalarının
Yunushan'da mevcut olduğunu ve görülüp mutlaka
değerlendirilmesinin gerekliliğini ifade ederek, "Aynı
zamanda köyümüzde bulunan Gelinler Dağı, Şeytan
Burcu Roma döneminden kalma önemli tarihi
değerlerimizdir. Mutlaka turizme kazandırılmalıdır.
Bu bölgenin ziyaret edilip turizme açılması için
mutlaka bu noktalar arasında ulaşımı sağlayacak yol
yapılmalıdır." görüşlerine yer verdi.
Internet Haber, 06.04.2010
|
ÇÖLLÜOĞLU HANI NİHAYET
KURTARILIYOR

Muğla'nın Milas
İlçesi'nde bulunan tarihi Çöllüoğlu Hanı'nın
restorasyonu için yapılan ihalenin ardından Milas
Belediyesi ile Günçe Restorasyon firması arasında
yer teslimi gerçekleştirildi.
Milas Belediyesi Ana
Hizmet Binası'nda sözleşme imzalandı. Milas Belediye
Başkanı Muhammet Tokat, sözleşmenin imzalanması
öncesinde yaptığı açıklamada, "Geçen hafta
itibariyle Çöllüoğlu Hanı restorasyon işimizi alan
firmayla sözleşme imzaladığımı ve bugün itibariyle
kendilerine yer teslimi yapılacağını ve böylece
sürecin yapılacağını sizlere duyurmuştuk. Bugün bu
işlemi yerine getirmek için toplandık" dedi.
Günçe Restorasyon
firması sahibi Yücel Günçe ise, "Milas'ta böyle bir
hanın restorasyonun tarafımızdan yapılacak olması
bizim için gurur verici. 1980 yılında inşaat
mühendisi olduğumdan beri eski eser işleriyle meşgul
oluyorum, bunların restorasyonunu yapıyorum. Bugüne
kadar 52 eski eser işi tamamladım. Şu anda Bursa Ulu
Camii'yi, yine Osmangazi Belediyesi'nin Sümbüllü
Bahçe Konağı ve çevresindeki binaların
restorasyonunu yapıyoruz. Bugüne kadar Kültür
Bakanlığı ve Anıtlar Müzeler Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü
ve İl Özel İdare Müdürlükleri'ne özellikle Pamukkale
bölgesinde çok yoğun işler yaptık" diye konuştu.
Yetkililer, sözleşmenin
imzalanmasının ardından Çöllüoğlu Hanı'na gitti. Han
içinde açıklamada bulunan Başkan Tokat, "İşin
bitirme süresi 600 gün. Ancak buranın restorasyonu
için kaynak hazır olduğundan ve yüklenici firmanın
deneyimi de göz önüne alındığında bu işin daha çabuk
bitirileceği konusunda bir kanaatimiz vardır. Ama
bizim için işin bitirilme süresinden çok önemli olan
işin iyi olması, aslına uygun olması ve kaliteli
olması. Firma bu işi orijinaline uygun yapılacağı
konusunda bir güven uyandırmıştır" dedi.
Muğla Kent Haber,
05.04.2010
|
MÜZE VE ÖREN YERİ SAATLERİ DÜZENLENDİ
Trabzon'da müze ve ören yeri ziyaret saatleri
yeniden düzenlendi.
Trabzon Valiliği İl Basın ve Halkla İlişkiler
Müdürlüğünden yapılan
yazılı açıklamada, 28 Mart 2010
itibariyle yaz saati uygulamasının
geçildiği için Trabzon Müze Müdürlüğü'ne bağlı olarak
hizmet veren Trabzon Müzesi, Ayasofya Müzesi mesai
saatlerinin 09.00-18.00 olarak yeniden düzenlendiği
belirtildi.
Açıklamada, havanın erken kararması nedeniyle Sümela
ören yeri mesai saatlerinin nisan ayı için 09.00-17.00, mayıs ayından
itibaren ise 09.00-18.00 olarak uygulanacağı
kaydedildi.
sondakika.com,
05.04.2010
|
ANTİK KENT KAÇAK KAZILAR SAYESİNDE BULUNDU
Manisa’nın Saruhanlı
İlçesi Sarıçam Köyü'nde define
bulmak amacıyla yapılan çok sayıda kaçak kazı ile
gün yüzüne çıkan tarihi eserler, bölgede antik kent
olabileceği ihtimalini gündeme getirdi.
Sarıçam Köyü Muhtarı Osman Kabaklıoğlu, Sarıçam
ile Kalemli köyleri arasındaki
bir
tepenin, son yıllarda define avcılarının uğrak yeri
haline geldiğini belirtti.
Kazıların, bugüne kadar bilinmeyen antik bir
yerleşimin varlığını gözler önüne serdiğini ifade
eden Kabaklıoğlu şu bilgileri verdi:
"Kaçak kazılara kadar, bölgede
Roma dönemine kadar uzanan eski bir yerleşim
olduğunun bilinmesine karşın eski medeniyetlere
ilişkin gözle görülür bir kalıntı
ve iz
yoktu. Son yıllarda köyümüzün çevresinde kaçak
kazılar başladı. Özellikle Kalemli Köyü ile
Sarıçam arasında 3 tepe var. Bu tepelerden ikisi iş
makinesi ile kazılmış. Buradan çok sayıda lahit
taşı, saray taşlarına benzer yapılar çıkmış. Bu
eserler, taşınamayacak kadar büyük olduğu
için kaçak
kazıyı yapanlarca bulunduğu alana öylece bırakılmış.
Aynı tepelerden birinde yapılan kaçak kazıda
da bir mağara bulunmuş. Bu mağaradan içeriye
bakıldığında saraya benzer bir yapı görülüyor.
Ayrıca yine bu bölgede yerin altında Roma
dönemine ait antik bir
şehir
olduğu tahmin ediliyor. Yerin altından çıkan eserler
de bu tahmini destekliyor."
Kabaklıoğlu, yöre halkı olarak, yetkililerden
bölgenin
sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmasını
talep ettiklerini söyledi.
Saruhanlı Kaymakamı Kadir Sertel Otcu ise muhtarın
durumu bildirmesi üzerine köye giderek incelemelerde
bulunduğunu belirterek, şöyle konuştu:
"Bölgede toprak altında Roma dönemine ait bir şehir
olduğu tahmin ediliyor. Yer altından çıkarılan
eserler de buna işaret ediyor. Bu konuda söz konusu
yerde
Kültür ve Turizm Bakanlığı izni ile
kazı çalışması başlatılması için İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü’ne başvuruda bulunduk. Ancak şu an
bu kazıyı yapabilecek kazı heyeti bulunmadığını, bu
sorunun çözülmesi durumunda kazı yapabileceklerini
ifade ettiler."
İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse de
Sarıçam Köyü yakınlarında kaçak kazılar sonrası
ortaya çıkan eserlerden haberdar olduklarını,
bölgede araştırma yapacaklarını kaydetti.
Konuyla ilgili çalışmalarının sürdüğünü ifade eden
Karaköse, "Bölgeye uzman bir ekip gönderip buradan
çıkan eserleri inceleyeceğiz, daha sonra da gerekli
görülürse bu alanda kazı çalışması başlatacağız"
dedi.
Milliyet, 05.04.2010
|
ALLİANOİ GERÇEK BİR ÖRNEK, DOĞA TAHRİBATI YARIŞI
BİTMELİ
Yurdumuzun sivili, devleti, kültürlüsü,
kültürsüzü, yoksulu, zengini, zayıfı, şişmanı, bir
kültür ve doğa tahribatı yarışı içinde. Bundan bir
an önce vazgeçmek zorundayız, yoksa torunlarımıza
aktaracak
hiçbir şeyimiz kalmayacak.
Kazının ünü, Nymphe’sinin bulunmasından sonra daha
da artmış, yurtdışına taşmıştı. Kazı yeri her gün
ziyaretçi akınına uğruyordu. Allianoi artık dünya
mirası olmuştu.
Bizim, 1.5 m boyundaki Nymphe kızımızın efsanesi
çevre köylerde, “o deli sıcağın altında çalışan
mezarcılar 3 m. boyunda heykel bulmuşlar” olarak
yayılmıştı.
Köylüler, kamyonlarla kazıyı ziyaret etmeye
başlamış, “her gün üstünden geçtiğimiz asfaltın
altında neler varmış” diyip şaşkınlıklarını
gizleyemez olmuşlardı. Akşamları toplanıp günün
yorumları yapılıyor herkes düşündüklerini
açıklıyordu. Neden sonra elde edilen buluntu ve
belgelerin ışığında yöre halkını aydınlatmak için
köy köy dolaşılmasına karar verildi.
Bir taraftan da dünyada sayılı olan sağlık
yurtlarına bir yenisini eklemenin verdiği gururla,
kazı ekibi hızla akan zamanla yarışına devam ediyor,
Allianoi’de ise yeniden sıcak su ile tedavi
(hidroterapi) yapılsın diye her türlü olanak ve çaba
ortaya konuyordu.
Zira Bergama’da yapılan gladyatör dövüşlerinde
yaralanan gladyatörlerin tedavisini, o dönemin en
ünlü Bergamalı cerrah Galenos (MS 129-216)
tarafından yapılmış olmalıydı. Ama buluntulara
rağmen hekimin hastalarını yerleşmenin neresinde
tedavi ettiğini belirten her hangi bir mekan henüz
ortaya çıkarılamamıştı.
Yaz bitmek üzereydi, köprü ile Nymphe’nin çıktığı
yerin arasında kalan kısmı kazan arkeolog Bülent
Türkmen açmada metal buluntular olduğunu haber
veriyordu. Restoratör Ceren Büyükbarda Baykan ile
birlikte açmaya gittiğimizde, açmada dağınık halde
çok sayıda metal alet bulunuyordu. Allianoi’de 400
yakın cerrahi alet bulunması ve etraftaki mezarlarda
birçok erkek iskeletlerinde ve kemiklerde mevcut
kesik izlerine rastlanması ve Sporcu hediyelerinin
bulunması da buranın ünü Roma’ya kadar yayılan
cerrah Galenos’un askeri hastanesi olma olasılığını
iyice artırıyordu. Oysa dünyanın bugüne kadar en
sağlam ılıcası olarak belgelenecek olan Allianoi’nin
henüz çok az bir kısmı kazılmıştı.
BARAJI ONAYLAYAN RAPORUN HAZIRLANIŞI
Bütün belge ve bilgilere rağmen barajın yapılmasına
olanak sağlayan bilirkişi raporları ise ne yazık ki;
altında arkeologların imzasını taşıyordu. Gerek
koruma kurullarında gerekse uzman raporlarında
imzasına rastlanan meslektaşlarımızın hangi
dayanaklarla ve bilimsel sonuçlarla bu kararları
verdiği ise hala şaşkınlık verici derecede
düşündürücüdür.
Oysa çok iyi bilinmektedir ki; bu kadar önemli
buluntulara ev sahipliği yapmasına karşın önemsiz
olduğunu söyleyen ve bu doğrultuda rapor hazırlayıp,
azami 4o-50 yıl ömürlü bir barajın sularına
gömülmesine hazırladıkları raporlarla olanak veren
meslektaşlarımız, birgün mutlaka tarih önünde kültür
düşmanı olarak yargılanacaklardır.
Zaten bu sulama barajıyla Bakırçay Ovası
yakınlarında yapılan altın arıtma işi için gerekli
olan suyun sağlanmasının hedeflendiği
anlaşılmaktadır. Yani amaç sulamadan çok altın
arıtma işleminde kullanılacak su rezervinin elde
edilmesi olarak ortaya çıkmış durumdadır.
Her geçen kazı döneminden sonra önemi bir kat daha
artan Allianoi’de 2007 kazı sezonu sonunda
sürdürülen kazılara D.S.İ. tarafından tek taraflı
olarak son verilmiştir. Bununla birlikte yerleşim
terini keşfederek ortaya çıkaran kazının bilim
heyeti başkanı Yard. Doç.Dr. Ahmet Yaraş’ın alana
girmesi izne bağlanmıştır. Üstelik hakkında fazla
kazı yaptığı gerekçesiyle bir de soruşturma
açılmıştır.
Kazı bilim heyetinin talebi
Bizler, Allianoi’un gün ışığına çıkartan arkeologlar
ve diğer ilişkili mesleklerden insanlar olarak
baraja karşıyız. Çünkü bir proje yapılmadan önce
yerinin iyi araştırılması gerektiğinin gelişmiş
insan ve devlet olmanın bilimsellikle kurduğu önemli
ilişkilerden biri olduğunun farkındayız. Bu
farkındalığa bir de Anadolu gibi bir tarihi
coğrafyada yaşamanın mecburiyetini eklemek elzemdir.
Zira her coğrafyanın bir tarihi vardır elbette, oysa
Anadolu tarihin kendisidir. Bunu bağırmanın gereği
yok. Zira bu toprağın tarihi sadece üzerinde
yaşayanların değil, geçmiş uygarlıkların da
tarihidir. Hatta bütün insanlığın tarihidir.
Artık biliyoruz ki; baraj ihalesinden sonra tavşana
kaç tazıya tut demenin bir anlamı yok. Bu tür
kararlar verilmeden önce barajların yapılması
düşünülen bölgelerde mesleğine saygılı kişilerce CED
raporları hazırlanmalı, daha sonra karar
verilmelidir. Böyle yapılmadıkça ne yazık ki daha
çok antik kentler su altında kalacaktır.
Devlet, “ben devletim; yanlış düşünmem, yanlış
yapmam” gibi garip ve bilimle sürdürülen bir
inatlaşmadan vazgeçmek durumundadır. Meseleye
“yanlışın neresinden dönerseniz kardır” atasözündeki
gibi yaklaşılması yararlı olacaktır.
Zira dünya da artık baraj yapımından vazgeçmektedir.
Zira tarımsal amaçla yapılmış barajlarda, yazın
baraj gövdesinde buharlaşan su nedeniyle, baraj
suyunda tuz oranının arttığı ve bu su ile tarlasını
sulayan çiftçinin toprağını su ile birlikte
fazlasıyla tuzlamış olduğu bilimsel bir bilgidir.
Böylece toprağın yapısı bozulmakta ve bu yöntemle
yapılmış tarımsal işlemden verim alınamamaktadır.
Böylece her işlem yılından sonra toprak 3 yıl
bekletilmek zorunda kalınmakta ve dolayısıyla verim
düşmüş olmaktadır. Onun için özellikle İsrail ve
Avrupa ülkeleri ye altı barajları ve yeraltı su
kaynaklarını güçlendirmeye çalmaktadırlar.
Meslektaşlarımızın yaptığı başka bir örnek hata ise
Bakü-Ceyhan boru hattında bizzat tarafımdan
gözlemlenmiştir.
Shell, yaptığı görüşmelerle hattı araştırmak üzere
Ankara’dan bir üniversiteyle anlaşıyor ve üniversite
de bir heyeti görevlendiriyor, heyet tarafından boru
hattı için bir hat tespit ediliyor ve buralarda bir
şey yoktur diye kısa bir rapor hazırlanıp Shell’e
iletiliyor. Shell, bu rapora güvenmeyip yeni bir
araştırma için ODTÜ’den Prof.Dr. Numan Tuna’yı
görevlendiriyor. Prof. Tuna da yeniden yapılacak
araştırma için başka bir ekip oluşturuyor. Ben de bu
ekipte görev alanlardan biriyim. Çalışma sırasında
gördük ki hat kimi yerde höyük içinden kimi yerde
ise yerleşim yerinin çok yakınından geçiyor. Oysa
önceki raporda yapılacak hatta uygunluk raporunun
kısa sürede verildiği yukarıda belirtilmişti. Bu da
gösteriyor ki kendi yurdumuzun insanı ve
meslektaşlarımız kültürümüze maalesef sahip
çıkmıyor. Bunun en yakın örneği Hasankeyf’te
yapılması düşünülen baraj sürecinde görülmüştür.
Bölgede yapılmak istenen baraja sağlanması taahhüt
edilen uluslararası maddi destek, yoğun uluslararası
baskı nedeniyle geri çekilmiş; ama yurdum insanı bu
projenin yürüyebilmesi için hiçbir duyarlılık
göstermeden gözü kapalı devreye girebilmiştir. Bu
minvalde çeşitli bankalar -ki bunlar; Garanti
Bankası ve Akbank’tır- sponsorluk yapmak için
devreye girmiştir. Bu örneklere Karadeniz ve Munzur
barajlarını da eklemek, trajedinin, tarih ve doğa
tahribatın hangi boyutlara ulaştığı kolaylıkla
anlaşılacaktır.
Yurdumuzun sivili, devleti, kültürlüsü, kültürsüzü,
yoksulu, zengini, zayıfı, şişmanı, bir kültür ve
doğa tahribatı yarışı içinde. Bundan bir an önce
vazgeçmek zorundayız, yoksa torunlarımıza aktaracak
hiçbir şeyimiz kalmayacak.
Birgün, Yazı: Mehmet Güngör - Arkeolog,
Fotoğrafçı, 05.04.2010
******
YASAK KENT: ALLİANOİ

Bergama’daki
antik sağlık merkezinde kazılar durdurulduğu gibi,
iki yıldır ziyaretçi de kabul edilmiyor. Sular
altında kalma tehlikesi bulunan antik yerleşimin
korunması yönünde mücadele verenler,
Allianoi’nin
yeniden ziyarete açılması ve kurtarma kazılarının
bir an önce başlaması gerektiğini vurguluyorlar.
Çevresinde Prehistorik döneme ait kalıntıların
bulunduğu ve geçmişi 2 bin yıl geriye uzanan
antik dönemin sağlık
merkezi Allianoi,
2 yıldan bu yana
ziyarete kapalı. Bergama’nın evrensel kültür
mirasına sunduğu yerleşimin ziyarete kapalı
olmasının temelinde, Allianoi’yi hafızalardan uzak
tutma çabası olduğu savunuluyor.
Bergama İlçe merkezine 18 kilometre uzaklıkta
bulunan Allianoi antik kentindeki kurtarma kazıları
1998 yılından
2006 yılına
dek Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden
Yard. Doç.Dr. Ahmet
Yaraş başkanlığında yürütüldü. Kazılar
sırasında antik dönemden günümüze çok önemli
bulgular ulaştı. Kuzeydoğu-güneybatı yönlerine
uzanan duvar kalıntıları, mozaik döşemeler, tuğla
zeminler, havuz, su kanalları, geç Bizans dönemine
tarihlenen mezarlar, pişmiş topraktan, camdan,
kemikten yapılmış küçük buluntularla metal objeler
ortaya çıkarıldı.
Kuzey-güney, doğu-batı doğrultularında sütunlu iki
cadde ile karşılaşıldı. Buluntular çoğaldıkça kazı
alanı daha da genişletildi. İlya Çayı’na kadar
uzanan 110 metrelik bir su kanalı bulundu ve ortaya
çıkarıldı. Kazılar sonucunda,
11 bin envanterlik
esere ulaşıldı. Altın, gümüş, bronz sikke,
kandiller, pişmiş topraktan figürler, çeşitli cam
parçaları Bergama Müzesi’ne teslim edildi.
Allianoi’deki kurtarma kazılarını 8 yılı aralıksız
biçimde sürdüren Prof.Dr. Ahmet Yaraş,
son 3 yıldır kazı
izni verilmediğine dikkat çekerek,
“Allianoi’yi
hafızalardan silmek ve orayı unutturmak istiyorlar”
dedi. Prof.Dr. Yaraş, Yortanlı Barajı suları
altında kalma tehlikesi bulunan antik dönemin sağlık
merkezi Allianoi’nin evrensel kültür mirası olduğuna
dikkat çekerek, şunları söyledi:
“Bu bir gerçek ki, Allianoi’nin gündemde kalmasını
istemiyorlar. Bu nedenle kazı izni vermedikleri gibi
ören yerini ziyarete de kapadılar. Başına iki tane
bekçi diktiler ve tüm girişleri yasakladılar. Bu
olayın dünyada başka bir benzeri yok. Dünya
genelinde ziyarete yasak olan başka bir ören yeri
yok. Bunu sadece Allianoi örneğinde görüyoruz.
Nedeni de, antik birimi, baraj suları altında
bırakma istemi. Allianoi gündemde olmasın ki, baraj
konusunda daha rahat mesafe alınabilsin. Yetkililer
ne yazık ki, bu yönde hareket ediyorlar.
Demokratlığı her defasında vurgulayan Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay da, tüm bu olup bitenlere
seyirci kalıyor.”
Cumhuriyet Ege, Haber: Ozan Yayman, 09.04.2010
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI KAÇAMADI
Gaziantep'te polisin “dur” ihtarına uymayan ve
uzun süren takip sonucu durdurulan bir otomobilde
tarihi eser bulundu, 3 kişi gözaltına alındı.
İslahiye İlçesi Beyler Mahallesi'nde devriye
gezen polis, durumundan şüphelendiği H.İ.A.
yönetimindeki otomobile ''dur'' ikazı yaptı.
İkaza uyulmaması üzerine polisin takibe aldığı
otomobil, İslahiye'den Nurdağı İlçesi yönüne
kaçtı. Nurdağı İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri,
bir süre takip ettikleri otomobili durdurmayı
başararak, sürücü H.İ.A. ile beraberindeki F.G. ve M.A'yı gözaltına aldı.
Otomobilde yapılan aramada bir ruhsatsız
tabanca ile tarihi eser olduğu belirtilen 3 heykel
bulundu.
''Tarihi eser
kaçakçılığı'' yapmaktan gözaltına alınan 3
zanlının sorgusunun sürdüğü, ele geçirilen
heykellerin Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ne teslim
edileceği kaydedildi.
Gaziantep Güncel, 05.04.2010
|
|
AKP, TARİHİ OKUL BİNALARINI SATIYOR

AKP şimdi de devlet okullarını satarak yeni rant
alanları açacak. İlk olarak İstanbul’da 22 devlet
okulu satışa konacak
İstanbul’da 22 okulun satılacağını ilk olarak
açıklayan İstanbul Valisi Muammer Güler’in ardından
Milli Eğitim Bakanı ve diğer yetkililerin
özelleştirmeleri destekleyen yönde açıklamalar
yapması, bu konuda mücadele veren Okuluma Dokunma
İnisiyatifi’ni harekete geçirdi. Tarihi miras olan
okulların satışına karşı çıkan İnisiyatif, gelir
sağlayabilmek için üretim yerine satışı tercih eden
AKP hükümetinin önemli merkezlerdeki okul binalarını
satarak, yeni rant alanları açılmasına karşı
mücadele edecek.
Nebat Bukrek: Eğitimde yaşanan hızlı ticarileşme ve
özelleştirme uygulamaları, eğitim sistemimizi
çıkmaza sürüklüyor.
Prof.Dr. Fatma Gök: Özelleştirme süreci AKP
hükümetiyle çok acımasız bir seviyeye geldi.
DSP İstanbul Milletvekili Jale Ağırbaş: AKP'nin
hedefi okulları özelleştirmek ve cemaatçi okulları
kendilerine yakınlaştırarak rant sağlamak.
Mimar Mücella Yapıcı: Bu özelleştirmeler okulların
satışı değil, kent topraklarının satışıdır.
Liberal politikalar ve kapitalizmin vazgeçilmez
aracı olan özelleştirme bu kez oyununu devlet
okulları üzerinde oynuyor. İstanbul’da 22 okulun
satılacağını ilk olarak açıklayan İstanbul Valisi
Muammer Güler’in ardından Milli Eğitim Bakanı ve
diğer yetkililerin özelleştirmeleri destekleyen
yönde açıklamalar yapması, bu konuda mücadele veren
Okuluma Dokunma İnisiyatifi’ni harekete geçirdi.
Okulların satılarak eğitim sorunlarının
çözülemeyeceğini söyleyen Okuluma Dokunma
İnisiyatifi projesi yöneticilerinden Eğitim-Sen
İstanbul 3 No.lu Şube Başkanı Nebat Bukrek,
“Özellikle AKP hükümeti döneminde eğitimde
gerçekleştirilen kadrolaşmanın yanı sıra, eğitimde
yaşanan hızlı ticarileşme ve özelleştirme
uygulamaları, eğitim sistemimizi çıkmaza
sürüklemektedir’’ dedi.
Anayasa’nın 42. Maddesi’nde yer alan, “Kimse eğitim
ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz. İlköğretim
kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve
devlet okullarında parasızdır’’ maddesini hatırlatan
Bukrek, “Ancak her yıl daha fazla artan eğitim
giderlerini karşılayamadığı için emekçilerin
çocukları eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalıyor.
Bizim ülkemizde ise eğitime bütçeden yeterli pay
ayrılmazken; okulların ödenekleri her geçen yıl
azaltılıyor’’ diye konuştu.
Devlet okulları ve özel okullar arasında bir
karşılaştırma yapan Bukrek, ‘’Özel okullara
yatırımda sınır tanımayan AKP hükümeti, sıra devlet
okullarına geldiğinde üvey evlat muamelesi yapıyor.
Okulları şirket, öğrenciyi müşteri olarak gören bu
zihniyet her şeyi rant üzerinden değerlendirmeye
devam ediyor’’ ifadelerini kullandı.
İşte satılacak
okulların listesi
Çamlıca Kız Lisesi Üsküdar, Kandilli Kız Lisesi
Üsküdar, Etiler Otelcilik Tur.M.Lisesi Beşiktaş,
İlhami A.Örnekal İ.Ö.O Kadıköy, Fenerbahçe Lisesi
Kadıköy, Mermerci And.O.T.M. Lisesi Zeytinburnu,
Etiler Lisesi Beşiktaş, Levent Kız Mes.Lis.
Beşiktaş, Bakırköy Kız M.L. Bakırköy, Rüştü Uzel K.M.L.
Şişli, Nilüfer Hatun İ.Ö.O. Şişli, Paşamandıra
İ.Ö.O. Beykoz, Ziyapaşa İ.Ö.O. Kağıthane, Kartaltepe
İ.Ö.O., Oruçgazi İ.Ö.O. Fatih, İbrahim Ökten İ.Ö.O.
Kadıköy, Küçükyalı Merk. İ.Ö.O. Maltepe , Kemal
Atatürk Lis. Kadıköy, Çağlayan İ.Ö.O. Kağıthane,
Maçka İ.Ö.O. Şişli, Sait Çiftçi İ.Ö.O. Şişli,
Polonezköy İ.Ö.O. Beykoz
Birgün, Haber: Ali Cemal Karabudak, 05.04.2010
|
 |
ANTİK KENTTE 2 BİN YIL SONRA İLK KOŞU
Muğla’nın Fethiye İlçesi'ndeki Kadyanda Antik Kenti’ndeki koşu pistinde 2 bin yıl sonra ilk defa “koşu” yapıldı. Yeşilüzümlü beldesinde düzenlenen “Kuzugöbeği Festivali” çerçevesinde beldeye yaklaşık 20 dakika mesafede bulunan Kadyanda Antik Kenti’nde ilk olarak rehberler eşliğinde mantar tanıma gezisi düzenlendi. Festival çerçevesinde Kadyanda Antik Kenti’nde bulunan ve 2 bin yıldır kullanılmadığı açıklanan koşu yolunda düzenlenen koşuya yerli ve yabancı yaklaşık 100 kişi katıldı. Çocuklar, gençler, kadınlar ve orta yaş üstü erkekler kategorilerinde düzenlenen koşuda dereceye girenlere törenle madalya verildi. Yıllardır kullanılmayan koşu yolunda düzenlenen yarışa katılan ve kendi kategorisinde 3. olan Yeşilüzümlü Belediye Başkanı Önder Genç, Likya yazıtlarında ismi “Kadawanti” olarak geçen şehrin MÖ 3000 yıllarında kurulduğunu belirtti. “Fethiye’yi kuş bakışı gören konumuyla farklı bir Likya kenti olan Kadyanda antik kentindeki koşu yolunda 2 bin yıl sonra ilk defa bir koşu organize ediliyor” diyen Genç, amaçlarının bu antik kenti Türkiye ve dünyaya tanıtmak olduğunu söyledi.
Türkiye Gazetesi, 05.04.2010
|
EMEK'İ YIKIYORLAR
Türkiyeli sinemaseverlerin hemen
her birinde mutlaka derin izler bırakmış bir
mekandır. İnsanı hayali bir geçmiş resminde ağırlar.
Her şeyin daha hafif ve uçucu, renklerin sepyayla
hareli, insanların ille de hülyalı olduğu bir geçmiş
resmine. Perdenin iki yanındaki art nouveau
meleklerden almıştır ilk adını: Melek.
Emek, sinemadır. Birçok sinema delisi için sinema
denince akla gelendir.
1924 yılında başlıyor serüveni. 1958 yılında Emekli
Sandığı’nın mülkiyetine geçtiğinde adı Emek oluyor.
Emek Sineması da umursamaz otorite karşısında hep
diken üstünde bir varoluş sürdürmüş mekanlardandır.
Rant ve sadece rant üstüne kurulu şehircilik
serüvenimizde ikide bir üstüne hesaplar yapılır,
Beyoğlu’nun bu koskocaman adasında yapılabilecek
karlı yatırımlara engel olarak görülür.
Mülkiyet bekçileri gözünde beş paralık değeri
yoktur. Oysa kapsadığı alan (onlar ‘işgal ettiği’
demeyi tercih eder) çok değerlidir. Orada büyük
yatırımlarla büyük kazançlara gebe ‘shopping
mall’ler, yepyeni ticaret mabetleri açmak varken
kazancıyla zar zor ayakta durabilen bir sinemaya
arka çıkmak elbette şımarıklık olarak
değerlendirilecektir.
Ben beni bildim bileli her on yılda bir Emek
Sineması’nın yıkılacağı haberiyle sarsılırız. Sonra
yenilenir, karşımızda yeni ses düzeni, değiştirilmiş
koltuklarıyla çıkıverir.
Emek Sineması’yla sinemasever arasındaki ilişki, bu
nedenle hep gerilimlidir.
Evet, artık 875 koltuklu sinemaların ayakta kalması
çok güç.
Evet, ultra-süper-mega ticaret merkezlerindeki
100-200 kişilik yatar koltuklu sinemaların yanında
hantal, loş ve uğultulu kaçıyor.
Ama Emek Sineması, bu şehirde yaşayanların, bu
şehirden geçenlerin, bu şehir hakkında düş
kuranların anılarında bambaşka bir yer tutar.
Ben, o koltuklarda seyretmiş olduğum yüzlerce film
arasında gezinerek yazıyorum sözgelimi bu yazıyı.
Orada seyretmiş olduğum Passolini’leri,
Cassavetes’leri dün gibi hatırlarım. Tarkovski’yle
tanışmamın hangi koltuğunda gerçekleştiğini de.
‘Andrei Rublev’i başka hangi sinemada aynı büyüyle
seyredebilirdim?
‘Dantelci Kız’ filminin sonunda ağlamaktan kalkıp da
çıkamadığım sinema da Emek’tir.
Bütün sevdiklerimle kol kola film seyretmişliğim
vardır orada. Bütün sevdiklerimi daha çok sevmiş
olduğum bir yerdir.
Emek Sineması’nın yok edilmesi bu şehirde büyümüş,
bu şehirde yaşamış olanların anılarına apaçık
saldırıdır.
Belediye sen nesin?
Şimdi öğreniyoruz ki hiçbirimizin ruhu duymadan Emek
Sineması’nı yok etmek için çoktan yola koyulmuş
kimileri.
Hem de öyle ki, önce yalanlarını hazırlamışlar. Son
ana kadar uyanmayalım diye.
Türkiye Mimar Mühendisler Odası (TMMOB)’nın
Yürütmeyi Durdurma talepli dilekçesinden durumu
takip edelim.
1.Türkiye’nin ve İstanbul’un son yıllarda ticari
anlayışların baskısı altında alınan hukuksuz ve
hatalı kararlar sonucunda hızla kaybetmekte
olduğumuz kültür ve mimari mirasımızı n en
önemlilerinden birisi olan Emek Sineması ve 1884’te
Mimar Alexandre Vallaury tarafından
projelendirilerek Abraham Paşa tarafından inşa
edilen Cercle d’Orient binasını da içeren İstanbul
İli, Beyoğlu İlçesi, Hüseyinağa Mahallesi Sakız
ağacı Sokak 5 pafta 29 30, 31, 32, 33 (eski 27, 28,
1) parselleri kapsayan adaya ilişkin olarak basında
çıkan ‘Emek Sineması Yıkılıyor’ haberleri üzerine
müvekkil Oda tarafından 20.11. 2009 gün ve
29.06.17249 sayılı yazı ile ilgili T.C.Kültür Ve
Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları Kültür
Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna
başvurulmuştur. Alınan yanıt ve iletilen kurul
kararları üzerine sayın mahkemenize başvurulmak
durumunda kalınmıştır.
2. (söz konusu adada) ...Melek Apartmanı, İskentini
Apartmanı, İpek Sineması ile birlikte; bir asırdan
fazla İstanbul’un kültür yaşamına damgasını vuran ve
yalnızca İstanbul’un değil Türkiye’nin en eski ve
görkemli sinema salonlarından olan... Son yirmi
yıldır Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne de ev
sahipliği yapmakta olan Emek Sineması ile Cercle
d’Orient binası kompleksindeki en eski yapılardan
birisi olan ve 1884’te Mimar Alexandre Vallaury
tarafından projelendirilerek Abraham Paşa tarafından
inşa edilen bina bulunmaktadır.
3. Bu yapılar özellikle de ‘Emek Sineması’ taşıdığı
tarihi ve kültürel miras niteliğinin yanı sıra
Türkiye için erken dönem betonarme bina olarak yapı
teknolojisi ve endüstrisi açısından da miras
niteliğini taşımakta olup bu niteliği ile de
DOCOMOMO (Documentation And Conservation Of
Buildings, Sites And Neighborhoods Of The Modern
Movement) listelerine girmiştir.
4. ...14.10.1978 gün ve 10538 sayılı kararla
tescilli olan bu önemli alan; 16.06.2005 gün ve 5366
sayılı Kanun AMACINA UYGUN OLMAMASINA RAĞMEN
Bakanlar Kurulu’nun 20.06.2006 gün ve 2006/10172
sayılı karan ile Yenileme Alanı olarak
belirlenmiştir.
...Bütün bu bilimsel, kültürel ve sivil mimari
mirasının korunmasına ilişkin gerekçelere tespitlere
rağmen; İstanbul I no.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu’nun 25.06.2004 gün ve 1850 sayılı
yazısında açıkça belirtildiği üzere gerekli izinler
alınmadan 1993 yılında Emekli Sandığı tarafından
Kamer İnşaat adında bir şirkete kiralanan; İstanbul
II no.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü’nün 27.06.2007 gün ve 1196 sayılı
yazısı ile dosyasında satışı ve tahsisi ile ilgili
bilgi bulunmadığı bildirilen söz konusu adaya
ilişkin BEYOĞLU BELEDİYESİ TARAFINDAN; ALANDAKİ
GERCLE D’ORİENT BİNASI HARİÇ BÜTÜN TESCİLLİ
YAPILARIN YIKIMINI VE TİYATRO DEKORU GİBİ SADECE
CEPHELERİNİN YENİ MALZEME İLE İNŞASINI ÖNGÖREN
ÖZELLİKLE DE YUKARIDA ÖZELLİKLERİNİ ARZ ETTİĞİMİZ
EMEK SİNEMASININ YIKILARAK SÖZ KONUSU YERDE İNŞA
EDİLECEK BİR ALIŞVERİŞ MERKEZİNİN ÜST KATINA
KOPYALANMASINI ÖNEREN VE BU KONUDA KAMU YARARI
OLDUĞUNU ÖNEREN SÜREN AKIL ALMAZ BİR TEKLİFLE
YENİLEME KURULUNA SUNULAN AVAN PROJELERİN T.C.KÜLTÜR
VE TURİZM BAKANLIĞI İSTANBUL YENİLEME ALANLARI
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA BÖLGE
KURULU’NUN, 09.10.2009 TARİH 973 NO.LU KARARI İLE
PRENSİPTE UYGUN OLDUĞUNA KARAR VERİLMİŞTİR.
Uzatmayalım. Belediye’nin yalan dolanının ardına
saklanıp Emek’i yıkıyorlar.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, avan projeyi
onayladı.
Böylelikle avan proje, artık imar planı hükmündedir.
TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Yenileme
Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, 25 Mart tarihinde uygulama projelerini kabul
etti. İş bitti. Şirketin yıkıma başlaması an
meselesidir.
Beyoğlu Belediye Başkanı, Emek yıkılmayacak derken,
haydi kibarlık edelim, DOĞRU SÖYLEMİYOR!
Bizim de son örneğini Sulukele’nin ‘ıslahı’
projesinde gördüğümüz, kamu yararını tamamıyla kendi
faydacı rant anlayışına göre tanımlayan
Belediyecilik, hayatımıza düşmandır.
Belediyelerin temel görevlerinden biri, insanların
ortak anılarını korumak ve sakınmak olmalıdır.
Şehir, öncelikle ortak anılardan oluşan bir
bütündür.
Hayatımızı, geçmişimizi yağlı kar bezleriyle
silivermenin yollarını arayanlar.
Emek Sineması’ndan elinizi çekin!
Bu şehirdeki geçmişi silinebilir bulunan,
Belediye’nin umursamadıkları, bir araya gelmek
zorundayız.
Bundan başka Emek Sineması yok.
Radikal, Yazı: Yıldırım Türker, 05.04.2010
******
"YARGIYA TAŞINMADAN EMEK'İ BİTİRELİM"
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Emek Sineması'nın
kapatılmasından kendisinin de üzüntü duyduğunu
belirterek, “Ön cephe, tarihi aslına sadık kalınarak
korunacak, kullanılır hale getirilecek. Emek
Sineması aynen korunarak, koltuk sayısı, fuayesi,
perdeleri, işlemeleri korunarak bir kot yukarıya
çıkarılacak. Bunun için bir özel girişimci, özel bir
proje
geliştiriyor” dedi.
Bakan Günay, İstanbul Film
Festivali’nin açılışının Emek Sineması’nda
yapılmamasını da, “Bu yıl açılışı Beyoğlu’nda
yapamadık ama ben bu kirli, oturulmaz koltuklarda o
yağlı ortamda oturmaktansa bir-iki
yıl sonra yenilenmiş salonda oturmayı tercih ederim.
Dua edelim de, yargısal bir girişimde bulunmasın;
bir an önce bitirelim” dedi.
Günay, Emek Sineması’yla ilgili sorularımızı
yanıtlarken, “İKSV’nin açılışında protestolar bana
değildi, bunu canlı yayını izleyen herkes gördü ama
festivaldekilere de değildi. Kime olduğu belli
değildi zaten, kimi protesto ettiklerini sanırım
kendileri de bilmiyorlardı” dedi.
Günay, Emek Sineması’nı gezdiğini ve çok yıpranmış
bulduğunu anlattı: “Beyoğlu benim de gençlik
yıllarımda
güzel
anılarım olan bir alan. Biz burada sinemaları ve
tiyatroları yaşatmak konusunda özel bir gayret
gösteriyoruz. Daha önce Sadri Alışık Tiyatrosu ile
ortaklaşa bir proje yürüttük ve tiyatronun sanatsal
hayatının devamını sağladık. Alkazar’la ilgili bir
proje yürütüyoruz ve sinemanın devamını sağlamaya
çalışıyoruz. Emek Sineması, çok nostaljik tabii...
Benim hayatımda önemli bir yeri olduğunu
söylemiştim; eğer sınavdan iyi not aldıysam kendime
ödül verir ve Emek Sineması’na giderdim. Yakın
zamanda gittim, o eski Emek Sineması’nın yerinde
yeller esiyor. Köhnemiş, koltukları oturulmaz,
perdelerine dokunulmaz, duvarları ellenmez... Bir
kirlilik içerisinde idi. İstiklal Caddesi cephesinde
Cercle d’Orient binası var; o da bakımsız.
Uzunca
bir süredir o binanı da elden geçirilmesi için
uğraşıyordum. Binanın sahibinin SGK olduğu ortaya
çıktı. Daha sonra bir kültür girişimcisi kiracılar
ve hissedarlarla, prosedürü tamamlayarak proje yapma
konusunda yetki aldı. Bunları çok sevinçle takip
ettim çünkü binalar kullanılmaz haldeydi.”
Radikal, Haber: Behzat Miser, 07.04.2010
|
'ATALARIN ATASI'NI BULDULAR
Güney Afrika'nın Johannesburg kenti yakınlarındaki
Sterkfontein bölgesinde bulunan bir iskelet, bilim
çevrelerini heyecanlandırdı.
"İnsanlığın Beşiği" olarak görülen bölgedeki
mağaralardan birinde bulunan kemiklerin, 2 milyon
yaşındaki
bir çocuğa
ait olduğu belirlendi. İnsanın önceden bilinmeyen
bir atasına ait olduğu düşünülen ve neredeyse tamam
olan iskelet, evrimin kilit noktası olarak kabul
edilen "homo habilis" ile de benzer özellikler
taşıyor. Evrimleşme sürecindeki kayıp halkalardan
biri olduğu düşünülen iskeletin, nesli tükenmiş
canlılarla ilgili pek çok konuda fikir verebileceği
belirtildi.
Milliyet, 05.04.2010
******
İNSAN EVRİMİNDE YENİ BİR
HALKA BULUNDU

Güney Afrika’daki bir
mağarada bulunan iki iskelet parçası, insan öncesi
döneme ait bir türü temsil ediyor. Bu fosillerin
insan evrimine
yeni bir ışık
tutabileceği umuluyor.
‘Australopithecus sediba’ adlı, yeni sınıflandırılan
bir türe ait olan kemiklerin, 8-9 yaşında genç bir
erkek
ile 20’li veya
30’lu yaşlarında yetişkin bir dişiye ait olduğu, bu
türün dik yürüdüğü belirtildi. Science dergisinde
bugün yayımlanan makaleye göre, ‘insan öncesi’ veya
‘insansı’ diye adlandırılan bu türe ait fosillerin
1,78 milyon ile 1,95 milyon yıl arasında değişen bir
yaşa sahip olduğu sanılıyor.
Güney Afrika’daki Witwatersrand Üniversitesi’nden
Lee Berger, “Buluntular, Homo (insan) türünün ilk
üyelerinin ortaya çıktığı dönemde neler olup
bittiğini anlamamızı sağlamaya yönelik önemli
katkılar sağlayacak” dedi.
Radikal, 09.04.2010
|
BURASI YAŞAYAN MÜZE
Ayasofya,
Sultanahmet ve Süleymaniye Camii, Yerebatan Sarnıcı
tarihi yarımadaya müze kimliği kazandıran
güzelliklerden sadece birkaçı. Peki bu kadar değerli
bir bölge ne kadar korunabiliyor?
Tarihi
Merkez Platformu bunun için uğraşan sivil
bir girişim. Seslerini daha yüksek çıkarmak için
öncelikle bölgede yaşayan insanların yaşadıkları
yerin farkına varmasına çalışıyorlar. Ve tarihi
yarımadayı yaşayan bir müze haline dönüştürmeye.
Detaylar platform üyesi ve Armada Otel Yönetim
Kurulu Başkanı Kasım Zoto’dan...
- Önce Tarihi Merkez Platformu’ndan
bahsedelim...
- Eskiden Eminönü diye bir kazamız vardı, biz de
Eminönü Platformu diyorduk kendimize ama şimdi
maalesef olmadığı için Tarihi Merkez Platformu
diyoruz. Tarihi yarımadada yaşayan ve çalışan
insanlar olarak tarihi yarımadanın korunmasının
gerekli olduğunu düşünüyoruz. Fakat “koruma” da her
şey gibi sübjektif bir kavram. Neyi koruyacağız,
neyi korumayacağız? Bunun kararını kim verecek? Biz
bir taraftan bunları sorgularken diğer taraftan da
kapımızın önünü süpürmeye gayret ediyoruz. Gelen
yabancı turistler tarihi yarımadayı muhakkak
geziyorlar. Bunda bir problem yok. Problem buralı
insanların burayı görmemesi, tanımaması ve
sevmemesi. Korumak kanunlarla, kurumlarla olmaz.
Korumak insanın içinde var olan bir şeydir. Burada
yaşayan insanların, “burası benim mirasımdır”
diyenlerin bu konuya gösterdiği hassasiyetle olur.
Tarihi yarımada kentliye ve Türkiye’ye tanıtılmalı.
Eskiden evin salonu ancak misafir geldiğinde
açılırdı. Salon kapalı olurdu ve herkes 120 metre
karelik bir evin 40 metre karesinde yaşardı. Biz de
tarihi yarımadaya ancak yabancı bir misafirimiz
gelince gidiyoruz. Burası evimizin salonu yani.
Ancak misafirimiz olduğunda “Burası Sultan Ahmet
Camii” diyoruz. Ne zaman ki bu salonları kullanmaya
başlayacağız, ailemizle gezip bundan heyecan
duyacağız, o zaman bir yerlere varacağız.
- Platform olarak bunun için neler
yapıyorsunuz?
- Bizde tarihi yarımadaya okul otobüsleriyle
gelinir, müzenin bir tarafından girilir, diğer
tarafından çıkılır. Öğrencilerin başlarında beden
eğitimi hocaları vardır çünkü o gün o müsaittir.
Hiçbir şey anlatılmaz, programa da “Tarihi yarımada
müzeleri gezildi” diye yazılır. Biz bu bölgedeki
ilkokulları özel rehberlerle 3 günlük bir program
dahilinde gezdiriyoruz. “Ne kadar şanslısınız böyle
bir yerde yaşıyorsunuz. Osmanlı, Roma ve Cumhuriyet
döneminin önemli merkezi olmuş bir yer burası”
diyerek onların farkına varmalarını sağlamaya
çalışıyoruz. Belki Beylikdüzü’ndeki apartmanlarda
değil gecekondularda yaşıyorsunuz ama burası müthiş
bir yer duygusunu vermeye çalışıyoruz. Para
gerektiren işleri platform olarak otellere veriyoruz
mesela. O nedenle okul gezilerini Armada Otel olarak
biz üstlendik mesela.
- Başka neler yapıyor platform
bilinçlendirmek adına?
- Tarihi yarımada filmleri yapıyoruz. Bu filmler
tarihi yarımadanın promosyonu olan filmler değil, bu
yarımadada yürümeyen unsurları gösteren filmler. Her
sene bir film yapıyoruz. Hatta geçen yıl filmimiz
Nantes’ta “Tarihi merkezlerde turizmin getirmiş
olduğu yıpranma nedir? Nasıl önlenir” başlıklı bir
etkinliğe çağrıldı. Filmimiz biraz eleştirel oluyor
ama amacımız bağcı dövmek değil, kültürel korumanın
gerçekleşmesi. Türkiye’de neyin korunacağını
otoriteler bilir, o bölgede yaşayanlara “Siz burada
yaşıyorsunuz” diye danışılmaz hiç. İnsan nüfusu
arındırılır sanki. Oysa burası akşam saat 19.00’da
kapanan bir müze değil. Burası yaşayan bir müze. Bu
anlamda buralılarla işbirliği içinde olunulmalı. Bir
de Murat Belge ile işbirliği içinde tarihi yarımada
yürüyüş yolları haritası yaptık. Bunlarla
İstanbulluların hafta sonlarında Murat Belge’nin
yazdığı temayla tarihi yarımadayı gezmelerini ve
“Müthiş bir şey, bunun korunması gerekiyor”
demelerini istedik.
- Hıdırellez Şenlikleri’ni de platform
düzenliyor sanırım...
- Evet. Hıdırellez Şenlikleri diye bir derneğimiz
var ama zaten platformla hemen hemen aynı
insanlardan oluşuyor. Bu şenlikler kesinlikle
korunmalı çünkü bu bizim örf ve adetimiz. Bu
coğrafyadan doğmuş kültürel bir etkinlik, bir
şenlik. Bunun korunması konusunda kimsenin bir
çabası yok ama “bilmem ne taşının” korunması
konusunda en ciddi otoriteler ahkam kesebilir. En
iyi lokumu elde etmek için ne yapmak gerektiğini
korumayı düşünmüyorlar. Mısır Çarşısı’na girince
Mudo Outlet’i görüyoruz, oysa oranın yüzyıllarca
sürmüş bir amacı var. Kapalı Çarşı’nın bakırcılar
bölümünde de t-shirt satılıyor. “Burada bakırcılar
vardı ne oldu” deyince “Ama t-shirt şimdi daha çok
kazandırıyor” yanıtını alıyorsunuz. Hayır, bu
korunmalı. “Biliyoruz t-shirt daha karlı ama burada
t-shirt satamazsınız. Bakırcıların kirasını devlet
ödeyecek” demeliler çünkü bu kültürümüzün bir
parçası.
- Peki koruma yasalarımız ne durumda?
- Koruma kanunu ve yasalar var ama bu yasaları kim
koyuyor? Dinlemek, yaşayanların da söz sahibi
olmasını sağlamak önemli. Bu anlamda sesimizi mümkün
olduğu kadar çıkarmaya çalışıyoruz. Koruma
prensiplerinin yeniden tartışılması gerekiyor. 19.
yüzyılda yabancılara “Taşlar sizin, altınlar bizim”
diye kültürümüzü veriyorduk. Öyle bir koruma
anlayışımız vardı. 20. yüzyılda müzecilik başladı.
Şimdi her 15 yılda bir neyin korunacağı yeniden
tartışılmalı. Bugün Yenikapı bulunana kadar
İstanbul’un tarihiyle ilgili bilgilerimiz
bambaşkaydı. Kazayla metro inşaatı olmasaydı bundan
da haberimiz olmayacaktı. Bizim Koruma Kanunu
1973’te yapılmış. Yani 37 yıl önce... Bu 37 yıl
içinde bir sürü yeni şey bulundu, pek çok şey
değişti. 37 yıl sonra durup bir ara verip geriye
neler yaptığımıza bakmalıyız.
Cumhuriyet Dergi, Haber: Şirin Güven, 04.04.2010
|
İSTANBUL'UN ALTINDAN HAZİNE ÇIKTI

Yenikapı Marmaray İstasyonu inşaat alanında geçen
yıl bilinen ilk İstanbulluya ait 8 bin 500 yıllık
mezarın bulunmasının ardından kazı çalışmaları büyük
önem kazandı. Tüm dünyadan onlarca araştırmacı
tarihi değiştiren kazılara katılmak için başvuru
yaptı. Proje sorumlusu Prof. Vedat Onar,
“Marmaray’dan bile önemli tarihi bulgulara ulaştık.
Bundan daha değerli ne olabilir” dedi...
Asrın projesi olarak bilinen Marmaray projesi
kapsamında Yenikapı’da devam eden arkeolojik kazı
çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Özellikle
Yenikapı’da devam eden kazı çalışmaları tüm dünyanın
ilgi odağı haline geldi. Dünya basını çalışmaları
yakından takip ederken yabancı bilim adamları da
ortak çalışma yapmak için teklif yağdırıyor. Avrupa
ile Asya’yı birbirine bağlayacak Marmaray Projesi
kapsamında Yenikapı’da gün yüzüne çıkarılan
bulgular, adeta tarihe ışık tutuyor.
Özellikle Yenikapı’da çıkarılan Theodosius Limanı
kalıntıları üzerinde yapılan araştırmalar binlerce
yıl öncesine ait bilgileri günümüze taşıyor.
Kazılardan elde edilen kalıntıların en dikkat
çekenleri ise 35 adet gemi ile çok sayıda hayvan ve
insan iskeletleri oldu. Kazılarda, Marmaray kısmında
nispeten azalmış olsa da metro kazı alanında kemik
ve diğer arkeolojik malzemeler çıkarılmaya devam
ediyor.
Kazı çalışmalarının Marmaray inşaatını geciktirdiği
ve gecikme nedeniyle 500 milyon dolar zarar edildiği
yönündeki iddialara bilim insanlarından yanıt geldi.
Kazı çalışmalarının dünyanın birçok yerinden büyük
ilgi gördüğüne dikkat çeken İstanbul Üniversitesi
Veterinerlik Fakültesi’nden Metro ve Marmaray Kazısı
Hayvan Kemikleri Proje Sorumlusu Prof.Dr. Vedat
Onar, yapılan kazılarda çıkan buluntuların İstanbul
tarihi ve özellikle de Bizans dönemine ait önemli
bilgiler sunduğunu dile getirdi.
35 gemi batığına, yüzlerce insan iskeletine ve 22
bin hayvan kemiği verisine ulaşıldığını aktaran
Prof. Onar, “Bu antik kaynaklara dayanarak yapılan
bilimsel çalışmalar sonucunda İstanbul’un 8 bin 500
yıllık geçmişe sahip olduğunu öğrendik. Bundan daha
değerli ne olabilir” sorusunu yöneltti. Türkiye’de
kazılara yeterli ilginin gösterilmemesinden yakınan
Prof. Onar, “Proje, bilim dünyasında yeterli ilgiyi
görüyor” dedi. Onar şöyle devam etti:

“Dünyanın gözü kulağı bu kazıda. Birçok uluslararası
televizyon kanalları buradan haberler veriyor veya
belgeseller çekiyor. Son olarak Alman ve Kanada
televizyonları belgesel için buradaydı. Bizler
vatandaşlarımızın da bu kültürel varlıklara ilgi
göstermesini istiyoruz. İstanbul’un ortasında 578
bin metrekarelik bir alanda yapılan bu çalışmalar
vatandaşlarımızı mutlaka ilgilendirmeli.
Bulundukları şehrin geçmişini bilmek, geleceğini
yönlendirmede büyük katkı sağlayacaktır.”
Kazı bölgesi MS 11. yüzyıl batıklarıyla ve Cilalı
Taş Devri’ne ait mimari kalıntıların arasındaki
tabakalaşmış denizsel dolgularla Marmara Denizi’nin
geçirdiği değişimlerin anlaşılabilmesi açısından son
10 bin yıl için eşsiz bir kaynak niteliği taşıyor.
Onar, bir dönem Bizans İmparatorluğu’na başkentlik
yapan İstanbul’da yürütülen kazı çalışmalarının
asrın projesi olarak adlandırılan Marmaray
projesinin bile önüne geçtiğini vurguladı. “Yabancı
bilim insanları kazı çalışmalarının sonuçlarını
merakla bekliyor” diyen Onar, kazı çalışmalarında
yer almak isteyen çok sayıda araştırmacı ve kurumun
bulunduğunu dile getirdi. Onar, “Bizleri kendi
üniversitelerinde konuşmacı olarak davet ediyorlar”
diye konuştu. İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğü’nce yürütülen kazı çalışmalarına İstanbul
Üniversitesi, öğretim üyeleriyle bilimsel olarak
büyük katkı sağlıyor.
Yabancı bilim adamlarının birlikte çalışma teklifine
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü olumsuz yanıt
vererek kendi bilim adamlarıyla çalışmayı tercih
ediyor. Yurtdışından sadece teknolojik destek alınan
çalışmalarda çok sayıda farklı uzmanlık alanından
yerli bilim insanı görev yapıyor.
Marmaray projesi kapsamında Yenikapı’da deniz
seviyesinin 1 metre altında çok sayıda halat
kalıntısının bulunması kazı çalışmalarının
genişletilmesini sağladı. Çalışmalar neticesinde MS
4’üncü yüzyılda kurulan ve 7’nci yüzyıla kadar aktif
konumunu sürdüren Bizanslılar’a ait Theodosius
Limanı bulundu. Kazılar yerin 10 metre derinine
kadar sürdürüldü. Alandaki kazı sırasında, 9 metre
40 santim derinlikte karşılaşılan bir iskelet kazı
heyetini heyecanlandırdı. İskeletin etrafı
açıldığında bugüne kadar alışılmışın dışında bir
mezarla karşılaşıldı.
Başı batıya, ayakları doğuya doğru yatırılan
iskeletin yanında dönemin silahı yay olduğu tahmin
edilen bir alet bulundu. Sal şeklinde mazgallı bir
ahşabın üzerine yatırılan iskeletin, bebeğin ana
rahmindeki duruş pozisyonunda gömüldüğü belirlendi.
Cinsiyeti belirsiz iskeletin dişlerinin sapasağlam
olduğu görüldü. İskeletin diş özünden alınacak bir
örnekle DNA yapısı, nasıl öldüğü ve hangi kavime ait
olduğunun tespit edilebileceği belirtildi. İskeletin
ayakucunda, çömlek içinde 5 yaşlarında olduğu tahmin
edilen bir de çocuk iskeleti bulundu. Daha önce
“Kepçe girsin mi girmesin mi” tartışmalarının
yaşandığı bu alanda böylelikle 8 bin 500 yıl
öncesine ait bilgileri günümüze taşıyacak veriler
bulunmuş oldu.
Bilinen en eski İstanbulluya ait olduğu belirtilen
bu veriler, “İstanbul’u Bizanslılar kurdu” tezini de
sona erdirdi. Cilalı Taş Devri’ne ait olduğu ortaya
çıkan ve bataklık içinde yer alan ‘urne’ tipi
mezarın ortaya çıkarılmasıyla İstanbul’da tarihin
ilk insan topluluklarının burada yaşadığı
kesinleşmiş oldu. Bugüne kadar da yaklaşık 25 bin
envanter kayda alınarak inceleniyor.
Bugün, Haber:
Nesrullah Sonay,
04.04.2010
|
ILISU'NUN FİNANSMANI ÇİNLİLERDEN

Hasankeyf'i sular altında bırakacak olması nedeniyle
tartışma konusu olan Ilısu Barajına Çin'den hayat
öpücüğü geldi. Avrupalı firmalarının "çevre
ve tarihi doku zarar görüyor" gerekçesiyle finans
desteğini çektiği baraj
inşaatında finansman
desteği Çinlilerden geldi. Ilısu Barajı
konsorsiyumunda olan Avrupalı şirketler ve
bankalar Hasankeyf'te
çevre ve tarihi dokunun
zarar gördüğünü iddia ederek, geçtiğimiz
yıl Ilısu Barajı
projesinden finans
desteğini geri çekti. Bunun üzerine harekete geçen
Çevre Bakanlığı, Ilısu Barajı'nın inşası için ihtiyaç duyulan yaklaşık 300
milyon
dolarlık finans kaynağını
3
farklı Türk
bankasından sağladı. İsmi
açıklanmayan Türk
bankalarının da ihtiyaç
duyulan kaynağı Çin finans
çevrelerinden temin
ettiği öğrenildi.
Finans kaynaklarının sağlanmasının ardından Ilısu
Barajı inşaatı çalışmaları geçtiğimiz hafta tekrar
başladı. Projenin önünde herhangi bir engelin
olmadığını savunan yetkililer, inşaatın 2013'te
tamamlanmasının hedeflendiğini aktardı. Diyarbakır
İdari Mahkemesi'nin Ocak tarihli Ilısu Barajı'na
ilişkin aldığı kamulaştırma iptali kararının
çalışmaları engellemeyeceğini ifade eden yetkililer,
mahkeme kararının Hasankeyf'in taşınacağı yeni
yerleşim bölgesinin yalnızca yüzde 1'ini kapsadığı
bilgisini verdi.
Baraj inşası nedeniyle sular altında kalacak tarihi
Hasankeyf şehrinin yeni yerleşim yeri inşaatının da
bu ay tamamlanacağını açıklayan yetkililer, Nisan
ayı sonunda yeni evlerin bölge halkına teslim
edilmeye başlanacağı bilgisini verdi.
İlk
olarak 1954'te gündeme gelen Ilısu Barajı'nın temeli
5 Ağustos 2006'da atıldı. Avrupalı inşaat
şirketlerinin çevre nedeniyle çekinceli durdurması
üzerine duran inşaat çalışmaları geçen ay tekrar
başladı. Barajın 2013'te işletmeye alınması
planlanıyor. Baraj tamamlandığında gövde hacmi
bakımından Türkiye'nin ikinci, kurulu güç bakımından
4. barajı olacak. 1.200 megavat kurulu güçle yıllık
3,8 milyar kilovat saat elektrik üretecek barajla
120 bin hektar tarım alanı sulamaya açılacak.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Hasankeyf'i
sular altında bırakması nedeniyle eleştirilen, Ilısu
Barajı'yla ilgili yaşadıkları ve hatıralarını için
kitap yazmaya başladığını açıkladı. 2003'te DSİ
Genel Müdürlüğü'nden beri proje ile ilgilendiğini
anlatan Bakan Eroğlu "Ilısu projesi sürecinde çok
şey yaşadım. Avrupalı büyükelçiler bizi oyaladı. Ben
barajı iç kaynağımızla yapalım deyince, Almanya,
İsviçre büyükelçileri beni ziyaret etti. Bu projeyi
birlikte yapalım diye rica ettiler. Biz de kabul
ettik ama bizi bugüne kadar oyaladılar. Şimdi tüm bu
yaşadıklarımın hikayesi yazıyorum" dedi.
Sabah, Haber: Mehmet Nayır,
04.04.2010
******
UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI UZMANLARI HASANKEYF'E
GELİYOR

Hasankeyf
Belediyesi ve Doğa Derneği,
Hasankeyf
ve Dicle Vadisi için 'barajsız' bir
geleceğin temellerini atmak amacıyla 10 -11 Nisan
tarihlerinde Hasankeyf'de
uluslararası bir
arama konferansı düzenleyecek. Türkiye ve
dünyanın değişik ülkelerinden tanınmış bilim
insanlarının katılacağı konferansın amacı, doğal ve
kültürel zenginlikleri ile Türkiye turizmine büyük
katkı sağlayacak Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nin
UNESCO Dünya Mirası Listesine dahil
edilmesi için bir yol haritası belirlemek.
Hasankeyfliler'in de katılacağı konferansa
Türkiye'den bir çok sivil toplum kuruluşu ve
akademisyenin yanısıra, Mısır, Afganistan, Almanya,
Avusturya ve diğer Avrupa Birliği ülkelerinden
UNESCO Dünya Mirası konusunda uzman bilim insanları
katılacak.
Kahire Monofia Üniversitesi'nden Mısır Kültür Miras
Uzmanı Mimar Dr. Alaa Elwi El-Habashi,
Afganistan Kültür Miras Uzmanı
Mimar Dr.
Wasay Najimi, Avusturya Viyana
Üniversitesi'nden Dr. Rita Pirpamer,
Almanya Stuttgart Üniversitesi'nden
Dr.
Anette Gangler, Londra Kolej
Üniversitesi'nden Dr. Cassidy Johnson
gibi isimlerin konuşmacı olacağı konferansa
Türkiye'den de çok sayıda akademisyen katılacak.
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken
konferansa ilişkin yaptığı açıklamada, "Hasankeyf'i
de içine alan Dicle Vadisi, UNESCO'nun on "Dünya
Mirası" kriterinin dokuzunu birden sağlayan
dünyadaki tek yer. Her yıl, bir milyonu aşkın yerli
ve yabancı turist en az on bin yıllık bu tarihi
şehri ve çevresindeki doğal güzellikleri ziyaret
etmeye geliyor. 10-11 Nisan'da Hasankeyf'te UNESCO
Dünya Mirası alanları konusunda Türkiye ve dünyanın
en deneyimli uzmanları buluşacak. Bu buluşma ile,
barajsız bir Hasankeyf'in Türkiye ve bölge
ekonomisine çok daha fazla koyacağı ortaya konacak"
dedi. Ilısu baraj projesinin Hasankeyf ve Dicle
Vadisi'ni sular altında bırakacağı için bu 'Dünya
Mirası'nı tehdit ettiğini belirten Eken, "Ilısu
baraj projesi gerekçesiyle bölgede son elli yıldır
hemen hiçbir kalkınma projesi gerçekleştirilmemiş,
tarihi eserler kaderine terk edilmiş, Hasankeyf
olağan üstü bir cazibe merkezi olmasına rağmen
burada hiçbir turizm altapısı yapılmamıştır. Sonuç
olarak, baraj nedeniyle bölge ekonomisi ciddi zarar
görmüştür" dedi.
Doğa Derneği Başkanı Eken, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'a yaptıkları çağrıyı yenileyerek Ilısu
Barajı'nın iptal edilmesi ve Hasankeyf'in UNESCO
Dünya Mirası listesine alınması için Başbakan'ın
gerekli gerekli girişimleri başlatmasını talep etti.
Ilısu Barajı inşa edildiği takdirde, Hasankeyf ve
dört yüz kilometrelik nehir ekosistemi sular altında
kalacak. Avrupa'daki yatırım bankaları, doğaya ve
kültürel mirasa vereceği zararlar nedeniyle 2009
yılında Ilısu baraj projesinden geri dönüşsüz olarak
çekilmişlerdi.
Yapı, 06.04.2010
|
PEYGAMBERİMİZİN EL İZİNE NE OLDU?

Balat'taki Tur-i Sina Manastırı'nda 400 yıldır
duran Peygamber Efendimizin el izini temsil eden
mermer, iki yıl önce sessiz sedasız yerinden
kaldırıldı.
Bunu fark eden
İstanbul sevdalılarından araştırmacı-gazeteci Fahri
Sarrafoğlu, o günden bu yana el izinin peşinde...
Balat ve civarına
sık sık gidenler bilir. Sahil yolunun ortasında taş
ve tuğladan inşa edilmiş, tarihi 14. yüzyıla uzanan
Tur-i Sina Manastırı vardır. Yerini biraz daha tarif
edersek; manastır Eminönü'nden gelirken, demirden
inşa edilen gri renkli Bulgar Kilisesi'nin biraz
ilerisinden sola dönünce hemen sol kolda kalıyor.
Açık adresi ise Balat Mürsel Paşa Caddesi No: 134
şeklinde. Yavuz Sultan Selim'in emriyle yaptırılan
manastırın hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar için
özel bir anlamı var. Müslümanlar için önemli; çünkü
kapısının üstünde iki yıl öncesine kadar Peygamber
Efendimiz'in (sas) el izini simgeleyen mermer bir
taş vardı. Peygamberimiz'in Hristiyanlar'a verdiği
emanı ifade eden mermere kazınmış bu el izinin üst
tarafı maalesef kırık bir haldeydi. Manastır,
Hıristiyanlar için de önemli, çünkü burası, Mısır
Sina Çölü'ndeki dünyanın en eski Hıristiyan
manastırı olan Tur-i Sina'nın İstanbul'daki şubesi.
Balat'taki manastır, hala Sina Başkonsolosluğu'na
bağlı..
Balat'taki el
izinin anlamını, İstanbul'a nasıl geldiğini, İslam
ve Hıristiyanlık tarihindeki önemine değineceğiz.
Asıl konumuz, 400 yıldır duran ve Zaman'ın Cumartesi
ekinde 27 Ocak 2007 tarihinde hikayesi anlatılan ve
resmi basılan izin, iki yıl önce (2007'nin yaz
aylarına denk geliyor) neden yerinden kaldırıldığı,
akıbetinin ne olduğu ve yetkili kurumların bu
konudan neden habersiz olduğu... Öncelikle şunu
belirtelim: El izinin kaldırıldığını fark eden kişi,
İstanbul sevdalılarından araştırmacı-gazeteci Fahri Sarrafoğlu. Zaman zaman işadamlarına özel İstanbul
gezileri düzenleyen Sarrafoğlu, bu gezilerden
birinde -2007'nin yaz aylarından bir gün- manastıra
gidince izi yerinde görememiş ve çok üzülmüş. 'Acaba
düştü mü ya da çalındı mı?' diye düşünmüş.
Oysa ki Anıtlar
Kurulu, tarihi yapılarda, izin alınmadan küçük bir
taşın bile yerinden oynatılmasını istemiyor. Fahri
Bey, konuyla ilgili Kültür Bakanlığı'na, Diyanet
İşleri Başkanlığı'na kadar yazılar yazmış, ama bir
sonuç alamamış. Hatta birçok kurumun, manastırın bu
özelliğinden bihaber olduğunu görmüş. Bir vesile ile
taşın Fener'deki Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin
bahçesinde bulunduğunu öğrenmiş. Sarrafoğlu, "Daha
sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde okuyan bir öğrenci
Patrikhane ile görüşerek bu taşı gördü ve
fotoğrafını çekti. Patrikhane bakım yapmak için
yerinden söktüğünü söylüyor. Kırık olan bölümleri
tamir edilmiş." diyor.
Fahri Bey,
manastırı gezilerinde mutlaka anlatıyor. Çünkü
hoşgörünün timsali olduğunu düşünüyor ve bir
kilisenin üzerinde Peygamberimiz'in Rahip Bahira'ya
verdiği 'eman'ın bir izinin olmasını, şu aralar çok
ihtiyacımız olan dinler arası diyalog ve hoşgörü
için önemli bir örnek teşkil ettiğine inanıyor.
(Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde bu emanın
orijinalinin İstanbul Patrikhanesi'nde 7 cevahir
sandık için saklandığını yazmış). Sarrafoğlu, "Neden
vermiş bu emanı? Vefadan dolayı diyebiliriz, ama
asıl olan, herkesin dininde serbestçe ibadet
edebileceğini göstermesi bakımından. Çünkü İslam
ibadetlerin serbestçe yapılmasından yana. Manastır,
2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti'ne yakışır bir
şekilde yeniden restore edilmeli ve taş yerine
konulmalı. Kiliseyi görenler Osmanlı döneminde
farklı dinlere mensup olanlara karşı hoşgörümüze
yakından tanık olur." diyor.
******
Tur-i Sina
Manastırı'nın İslam ve Hıristiyanlık tarihindeki
önemi*
"Hz. Muhammed,
peygamber olmadan önce amcası Ebu Talip ile birlikte
ticaret yaptığı dönemde Rahip Bahira ile görüşüyor.
Kimdir Bahira, isterseniz önce ondan başlayalım
anlatmaya. Gerçek adı Sergius'tur. Altıncı asırda
yaşamış Hıristiyan din alimlerinden olan Sergius,
Arami lisanında 'seçilmiş' anlamına gelen 'Behira'
kelimesini unvan olarak kullanmıştır ve Rahip Bahira
olarak tanınıp meşhur olmuştur.
Rivayetlere göre,
henüz küçük yaşta olan Peygamber Efendimiz, amcası
Ebu Talip tarafından, ticaret için Şam'a giden
kafileye dahil edilmiştir. Ticaret kervanı, Busra'ya
varınca her zaman konakladıkları yerde yine
konaklamışlardır. Burada Bahira'nın yetiştiği ve
yaşadığı küçük bir manastır bulunmaktadır. Bu
manastır, din alimleri yetiştirdiği için
Hıristiyanlık açısından önemli bir yere sahiptir. Kureyşlilerin kafileleri daha önceleri de buraya
gelip konaklamış olmalarına rağmen Bahira bunlarla
hiç ilgilenmemiş ve konuşmamıştır. Ancak, bu kez
tavrı değişmiştir. Manastırın penceresinden dışarıya
baktığında, kervanın içinde bulunan Peygamber
Efendimizi bir bulutun gölgelediğini görmüş ve bu
durum dikkatinden kaçmamıştır. Ayrıca, Peygamber
Efendimizin ağaç altında oturduğu esnada, dalların
üzerine doğru eğildiklerini de görmüştür.
Yeni Şafak, 04.04.2010
|
"AYASOFYA İBADETE AÇILMAZ"
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdamar Kilisesi ve
Sümela Manastırı'nın ardından Ayasofya'nın da
ibadete açılabileceği iddiaları ile ilgili olarak
şunları söyledi: “Ayasofya'nın özel statüsüyle
durmasından yanayız. Ayasofya için sadece bir tek
dinin değil, birçok dinin talebi olabilir. Hepsine
birer gün verdiğimiz zaman müze olma vasfını büyük
ölçüde yitirir. Orası çok özel bir mekandır. Onun
için özel statüsüyle durmasından yanayım.”
Günay, dün Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2009
yılı yayınlarının tanıtımının yapıldığı program
öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtladı. Günay,
bir gazetecinin “Akdamar'ın ardından 16 müze ve ören
yerinin ibadete açılmasına ilişkin çalışma
yaptığınız belirtilmişti. Böyle bir çalışma var mı?”
sorusu üzerine şöyle dedi: “Elimizde böyle bir sayı
yok. Sadece Akdamar ve Sümela'nın ibadet izni var.
365 günün içinde yarım gün, birkaç saat insanlar
gelseler ve farklı bir dille bizi yaradan o yüce
varlığa teşekkür etseler, bundan kimin ne zararı
olabilir. Ama bizim ibadete açık bulundurduğumuz
mekanlarda veya dünyada çeşitli gösterilerin özgürce
yapıldığı mekanlarda eğer savaş veya şiddet
kışkırtıcılığı yapılırsa, asıl tehlike olan bu.”
Hürriyet, 04.04.2010
|
ÇAKMA KAYA MEZARLARI TARTIŞMA YARATTI

İzmir'in Selçuk İlçesi yakınlarındaki Şirince
Köyü'nde inşa ettiği yapılarla dikkat çeken ve bu
yapılar nedeniyle 2001 yılında 10 ay hapis yatan
yazar Sevan Nişanyan'ın şimdi de köyün
yakınlarındaki Kayserdağı'na Muğla Dalyan'daki
tarihi kaya mezarlarına benzeyen kaya mezarı
yaptırmaya başlaması ve hakkında dava açılması
tartışma yarattı. Nişanyan, Selçuk Orman İşletme
Müdürlüğü'nün şikayeti üzerine savcılığın hakkında,
"ormana zarar verdiği" gerekçesiyle açtığı davayla
ilgili "Orman Kanunu'na göre ne bir tek ağaca zarar
veriyorum, ne de ormanı mülküme geçiriyorum.
Hakkımda açılan davayı yok sayıyorum" derken,
davayla ilgili hukukçular da farklı görüşler öne
sürdü. Bazı hukukçular, Nişanyan'ın orman alanı
içinde bulunan söz konusu kayalıklara böyle bir eser
yapabileceğini ve ortada ceza almasını gerektirecek
bir yasanın olmadığı görüşünü dile getirdi. Kimi
hukukçular ise, ormanların sahibinin devlet olduğunu
ve devletten izin alınmadan bu işlemin
yapılamayacağını ve cezasının olduğunu belirtti. Öte
yandan, konuyu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü de
gündemine aldı. İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili
Abdülaziz Ediz, Nişanyan'ın söz konusu girişimini
Yeni Asır'dan okuduğunu belirterek, konuyu inceletip
değerlendireceklerini kaydetti.
İŞTE
AVUKATLARIN GÖRÜŞLERİ:
Yapabilir diyenler:
Avukat Şehrazat Mercan: Asıl ormana
zarar veren orman idaresinin kendisidir. Taş
ocaklarının açılmasına izen vererek binlerce ağacın
yok olmasına neden olanlara izin verirken, ne kadar
ağaç kesildiğini düşünmüyorlar da buradaki
uygulamanın ormana zarar verdiğini mi düşünüyorlar?
Bana göre bu çifte standarttır. Nişanyan, orman
idaresinden bu kayayı kiralamış olsaydı sanırım bu
tür sorunla karşı karşıya kalmazdı. Ya da "maden
arayacağım" deseydi, sanırım bu kazıları yapma şansı
sınırsız olurdu.
Avukat Fatih Şimdi:
Türk Ceza
Kanunu'nun en temel ilkesi yasasız, kanunsuz ceza
olmaz ilkesidir. Burada açık açık ağaç kesmek, yol
kesmek vesaire herşey yazılmış ama var olan bir
kayanın estetik kaygılarla oyulmasıyla ilgili bir
şey yazılmamış. Yapılan işlemlerden dolayı
bilirkişi, bunun ormana zarar verdiğini düşünürse,
ceza verilmesi olasıdır. Ama ormana heykelin
kendisinden değil yapılmasından kaynaklanan bir
zarar verilmesi durumunda bu yapılabilir. Yasada
ince bir boşluk var ve burada bunu yapanlar bana
göre bunu kullanıyorlar.
Yapamaz diyenler:
Avukat Yusuf Akın: Kimseden izin almadan
yaptığı için devlet malına zarar vermekten dolayı
yargılanması söz konusudur. Kimseden izin almadan
yapılan işlemden dolayı dava açılması da gayet
doğaldır. Kamu hizmetine tahsis edilmiş yerler gibi
hakkında, mala karşı işlem yapılması Türk Ceza
Kanunu'na göre de suçtur.
Avukat Yavuz Oran:
Böyle bir
davanın olması tabi ki, mümkün. Öncelikle ormanlık
alanlar devletin mülkiyeti altındadır. Bu alanlarda
sadece ağaçlar değil ormanın doğal dokusunu bozacak
en küçük bir işlem için dahi devletten izin alınması
gerekiyor. Bu izni almadan orman alanında bir
değişime neden olmak yargılamayı gerektirir diye
düşünüyorum.
Avukat Hüseyin Pehlivan:
Dava
açılması bana göre gayet doğal. Ormana zarar verip
vermediği mahkeme tarafından araştırılacak unsurdur.
Mahkeme zarar verildiğine kanaat getirirse mahkeme
keşif sonucu tabi ki ceza verebilir. Onun için önce,
orman mühendisi ve başka uzmanlar vasıtası ile
inceleme yapacaktır.
Sevan Nişanyan, Dalyan'daki tarihi kral mezarlarına
benzer bir şekilde yaptırdığı kaya mezarının
kendisine 50 bin liraya mal olacağını ve 1 yıl sonra
ince işçiliğini de tamamlayarak yapımını
tamamlayacağını belirterek, Yeni Asır'a şu
açıklamada bulunmuştu: "Anadolu'nun pek çok yerinde
görsel olarak güzellikleri ile dikkat çeken kral
mezarları var. Ama 2 bin senedir kimse yeni bir
mezar yapmıyor. 1988'de Dalyan'daki kral mezarlarını
da içeren bir gezi rehberi hazırlamıştım. O dönemden
beridir 20 yıllık hayalim bir anıt mezar
yaptırmaktı. Hesapladım ve 50 bin liraya mal olacak
bir şeyi Selçuk'taki işçi ve ustalarla yapmaya
başladım. 50 bin liraya normal şartlarda güzel bir
otomobil alırdım ve beni 10 sene götürür, sonra
hurdaya çıkardı. Ama anıt mezar 2 bin yıldan fazla
yaşıyor. Bence daha iyi bir yatırım."
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 04.04.2010
******
DAVALIK KAYA MEZARINA 'HER ŞEY VATAN İÇİN'
YAZACAK
İzmir’in Selçuk
İlçesi'ne bağlı Şirince’ye
1995’te yerleşen Nişanyan, izinsiz restorasyon
yaptığı gerekçesiyle 2001’de 10 ay hapis yattı.
Bu olayla tanınan Müjde -
Sevan Nişanyan çifti ise iki yıl önce boşandı.
Sevan Nişanyan, Şirince’de eski köy evlerini restore
ederek kurduğu otelini işletmeye devam ederken, bu
kez köyün yakınlarındaki Kayserdağı’na inşa ettiği
kaya mezarları yüzünden davalık oldu.
Muğla
Dalyan’daki Likya Kaya Mezarları’nın benzerini
1.5 yıl önce Şirince’de yapmak için harekete geçen
Nişanyan hakkında dava açıldı. Ancak Nişanyan, mevzuatta “kaya oymak” diye bir suç
tanımı olmadığını savunurken, kaya mezarlarının
girişine eski dönem olayları ya da mezar sahibinin
özelliklerini tasvir eden kabartmalar ve süslemeler
yapacağını, ayrıca
Ermenice “Her şey vatan için” yazacağını
söyledi.
Binlerce yıllık tarihi kaya mezarlıkların benzerini
yapmak isteyen ve Kayserdağı’ndaki dev kaya önüne
iskele koyarak çalışmalara başlayan Nişanyan’a önce
İzmir Valiliği İl Özel İdaresi müdahale etti. Yapı
imar mevzuatına aykırı olduğu gerekçesiyle çalışma
mühürlendi. Nişanyan’ın itirazı üzerine mühür
kaldırılırken, İl Özel İdaresi de olayın görev
sahasına girmediği gerekçesiyle konuyu Orman İşletme
Şefliği’ne devretti.
Selçuk Orman İşletme Şefliği’nin ihbarı üzerine de
savcılık, Nişanyan hakkında “ormana zarar verme”
suçundan 2 yıla kadar
hapis cezası istemiyle dava açtı. Dava
görülürken mahkemenin isteği üzerine, çalışmanın
ormana zarar verip vermediğinin tespiti için
bilirkişi incelemesi yapılması kararlaştırıldı.
İncelemenin ardından hazırlanacak raporun mahkemeye
gönderilmesi beklenirken, geçen hafta İl Özel
İdaresi Encümeni, Mağara Deresi mevkiinde izinsiz
yaptığı tek katlı taş yapının imar mevzuatına aykırı
olduğu gerekçesiyle Nişanyan’a 5 bin 253 lira para
cezası kesti.
Kaya mezarıyla ilgili işlemlerin mevzuatta yer
almadığını söyleyen Nişanyan, “Orman Kanunu’na göre
ne bir tek ağaca zarar veriyorum, ne de ormanı
mülküme geçiriyorum” dedi. Nişanyan şöyle konuştu:
“Yasak, engel bulmak için çalışıyorlar. Ama daha bir
şey bulamadılar. Devlet böyledir, kontrolleri
dışında bir iş yapılınca rahatsız olurlar.
Engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat
ciddiye almıyorum. Şu an mühürlü değil. Kaya
mezarları 2 bin yıl önce çok modaydı. Daha sonra
kimsenin yapmamasına çok şaşırıyorum. En fazla 50
bin liraya böyle bir anıt yaptırılabilir. Şu anda
orada 3 işçiyle çalışmaya devam ediyorum. Güzel bir
eser bırakmak istiyorum. Bu birkaç yıllık değil, 2
bin yıl sonraya kalacak bir şey.”
Milliyet, Haber: Banu Şen, 04.04.2010
******
"ÇAKMA MEZARLARI ELLERİMİZLE YIKARIZ"

Selçuk'un Şirince Köyü'nde yaşayan yazar Sevan
Nişanyan'ın Muğla Dalyan'daki tarihi kaya
mezarlarını taklit etmesine yöre halkından büyük
tepki geldi. Başta yerel yöneticiler, tarih ve doğa
tutkunları ile çevreye duyarlı vatandaşlar,
Dalyan'daki kral mezarları önünde toplanarak,
"Tarihimizin kopyalanmasını istemiyoruz. Tarihe
saygısızlığı affetmeyiz" dedi. Köyceğiz Belediye
Başkanı Salih Erbay, Dalyan Belediye Başkanı Arif
Sarı ile Köyceğiz-Dalyan Doğa Tarih Kültür Derneği
Başkanı Yücel Okutur, Şirince'nin kendi tarihine
sahip çıkmasını, başka tarihleri kopyalamamasını
istedi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Öğretim Görevlisi Arkeolog Altan Türe, 'Kral
Mezarları'nın tarihsel bir miras olduğunu
belirterek, tarihin taklit edilemeyeceğini söyledi.
Türe, "Tarihsel mirasın, başka bir turistik merkeze
yapılmak istenmesi aldatmacadır. Dalyan'daki kral
mezarları, Likya ve Kayra antik dönemine aittir.
Şirince'de böyle mezar bulunmamaktadır. Biz değerli
ve güzel olanı korumalıyız. Kopyalayarak tarihi
yanıltmamalıyız. Bu kopyalama bana çok itici
geliyor" dedi.
Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı
(ÇEKÜL) İstanbul Temsilcisi Mimar Erhan İşözen,
İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun bu duruma sessiz kalmaması gerektiğini
söyledi. İşözen, "Kral mezarlarının imitasyonu
yalancılıktır. Uygarlık tarihinin yaşandığı alanlara
insanlar sahip çıkmalıdır. Şirince Köyünde Sevan
Nişanyan tarafından yaptırılan Kral Mezarları tarihe
saygısızlık anlamına geliyor. Şirince'nin kendine
has bir dokusu, kendine has bir mimarisi
bulunmaktadır. Yapılan kral mezarları halkı
aldatmaya yöneliktir" dedi.
Köyceğiz-Dalyan Doğa Tarih Kültür Derneği Başkanı
Yücel Okutur ise, Şirince Köyündeki mezarı 'kötü bir
kopyacılık' diye niteledi. Okutur, "Gelecek kuşaklar
için de kötü bir örnek. Yapılmak istenen tamamen
hukuka devletimizin tarih ve kültürel hareketlerine
aykırı bir harekettir" diye konuştu.
Köyceğiz Belediye Başkanı Salih Erbay, 4 bin yıllık
tarihi geçmişi olmayan bir yerleşimde, kayalara
mezar yapılmak istenmesine anlam veremediğini
belirterek, Turizm Bakanlığı'nın Şirince'deki kral
mezarlarının yapımını durdurmasını istedi. Başkan
Erbay, Şirince'de Kaunos medeniyetinin olmadığını
kaydederek, şöyle konuştu: "Bölge insanı olarak
doğal kaynaklarımıza yıllardan beri sahip çıkıyoruz.
Şirince'de Kaunos medeniyeti yaşamış mı? Gelecekte
'kim yapmış oradaki mezarı' diye sorarlar adama.
Getirir iş yerinin önüne alçıdan bir kopya yaparsın,
buna kimse bir şey demez. Gerekirse gider oradakini
de yıkar, geri geliriz" dedi.
Yeni Asır - Haber:
Fatih Abacıoğlu - Ali Osman Kılıç, 06.04.2010
******
"ONLAR SANAT DÜŞMANI, DİRENİRİM YIKTIRMAM"

İşadamı ve yazar Sevan Nişanyan'ın
İlçelerindeki
kaya mezarlarının benzerini Selçuk'un Şirince
Köyündeki Kayserdağı'na yaptırdığını Yeni Asır
Gazetesi'nde yayımlanan haberlerle öğrenen ve
kendisine "Çakma mezarı yıkarız" diyerek tepki
gösteren Muğla'nın Dalyan İlçesi sakinlerine, Nişanya'dan yanıt geldi. Bölgenin belediye
başkanları ve halkın tepkisine anlam veremediğini
belirten Sevan Nişanyan, "Onlar sanat düşmanı. Bu
ülkede hepimize yetecek kadar kaya var. Direnirim ve
yaptığım kaya mezarını yıktırmam" dedi. Nişanyan
ayrıca, "Dalyan'ın çamuru meşhur" sözleriyle,
kendisine tepki gösteren ilçe sakinlerine gönderme
yaptı.
Nişanyan'ın Muğla'nın Dalyan İlçesi'ndeki dünyaca
ünlü Kaunos Kaya Mezarları'nın benzerini, otel
işletmecisi olduğu Şirince Köyüne yaptırmasıyla
başlayan tartışma sürüyor. Köyceğiz Belediye Başkanı
Salih Erbay ve Dalyan Belediye Başkanı Arif Sarı ile
ilçe sakinlerinin sert tepkisine yanıt veren
Nişanyan, "Eylem yapanlar ve tepki gösterenler,
çağdaş mezarlara karşılar. Bunun dışında hiç bir şey
söylemek istemiyorum" diye konuştu.
Sevan Nişanyan, taklit kaya mezarının inşaatına
geçen yıl 15 Nisan'da hiç bir kurumdan izin almadan
başladı. İlk olarak köylerdeki yapılardan sorumlu
olan İl Özel İdaresi görevlileri gelerek inşaatı
mühürledi. Bunun üzerine Nişanyan, imar mevzuatında
kaya mezarı ile ilgili madde bulunmadığını
belirterek İdare Mahkemesi'ne başvurarak, İl Özel
İdaresi hakkında dava açtı. Bu süreçte İl Özel
İdaresi, "Pardon görev alanımızda değilmiş" diyerek
konuyu Selçuk Orman İşletme Şefliği'ne havale etti.
Selçuk Orman İşletme Şefliği ise orman alanına zarar
verdiği gerekçesiyle Nişanyan hakkında dava açtı. Bu
mahkemenin kararı beklenirken Nişanyan, kaya
mezarının kaba inşaatını bitirdi. Yıllardır
çalıştığı mermer ustası ile mezarın ince işçiliğini
yapmaya başlayacağını belirten Nişanyan, inşaatı
tamamlamakta kararlı olduğunu söyledi. Nişanyan,
Selçuk Orman İşletme Şefliği'nin hakkında açtığı
davayı da ciddiyetten uzak bulduğunu ve yok
saydığını söyledi.
Tüm dünyada Kaunos Kaya Mezarları ile anılan
Dalyanlılar, önceki gün Nişanyan'ın yaptırdığı kaya
mezarına tepki gösterdiler. "Çakma mezarı yıkarız"
diyen Dalyan sakinleri, Nişanyan'ın tarihe
saygısızlık yaptığını belirttiler. Köyceğiz Belediye
Başkanı Salih Erbay, "Bölge insanı olarak tarihimize
yıllardır sahip çıkıyoruz. Şirince'nin Kaunos ile ne
ilgisi var" derken, Dalyan Belediye Başkanı Arif
Sarı, "Tarih her bölge için ayrı yazılır. Tarihi
kopyalamakla hiç bir yere varılamaz. İnsanlar
aldatılmak isteniyor" diye konuştu.
Köyceğiz-Dalyan Doğa Tarih Kültür Derneği Başkanı
Yücel Okutur ise, Nişanyan'ın kötü bir kopyacılık
yaptığını belirterek, gelecek kuşaklar için de kötü
bir örnek olduğunu söyledi. Arkeolog Altan Türe de,
"Tarihsel bir mirasın başka bir turistik merkeze
yapılmak istenmesi aldatmacadır" dedi.
Yeni Asır,
Haber: İlker Çoban, 07.04.2010
******
NİŞANYAN'IN KAYA
MEZARINA İNCELEME
İzmir Valiliği, işadamı
ve yazar Sevan Nişanyan'ın Selçuk'un Şirince
İlçesi'ne yaptırdığı ve Kaunos Kaya mezarlarının
benzeri olması nedeniyle Dalyan sakinlerinin tepki
gösterdiği "çakma" olarak nitelendirilen kaya mezarı
için inceleme başlattı. Önceki gün İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü'ne Yeni Asır'ın yayınladığı
haberlerle birlikte resmi bir yazı gönderen Valilik, Nişanyan'ın kaya mezarının incelenmesini istedi.
Gelen yazı üzerine Selçuk Müze Müdürlüğü'nden rapor
istediklerini belirten İl Kültür ve Turizm Müdür
Vekili Abdülaziz Ediz, "Selçuk Müze Müdürlüğü,
önümüzdeki günlerde kaya mezarı ile ilgili bir rapor
hazırlayarak bize gönderecek. Biz de bu raporu bağlı
olduğumuz Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunarak
görüşünü alacağız. Nişanyan'ın yaptığı inşaat orman
alanında kaldığı için doğrudan müdahale durumumuz
yok" diye konuştu.
Dalyan'da bulunan ve önemli bir tarihi geçmişe sahip
olan Kaunos kaya mezarlarının taklit edilmesinin ve
bu şekilde gündeme gelmesinin uygun olmadığını
belirten Ediz, "Şirince'deki yapının olduğu yer, SİT
alanı ve arkeolojik bölge olmaması nedeniyle
sorumluluk alanımıza girmiyor. Ancak olaya
bakışımız, köklü tarihe sahip kaya mezarlarının
taklit edilmesinin uygun olmadığı yönünde. İnsanlar
kendisine mezar, ev yapabilir. Ama 'Anıt mezar
yapıyorum, turizm açısından değerlendireceğim'
demesi bize göre uygun değil. Bu bir yanıltmadır.
Yapılanı makul ve mantıklı görmüyorum" diye konuştu.
Yeni Asır, Haber: İlker
Çoban, 09.04.2010
|
SANTRAL KISKACINDA AMASRA

Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın türlü vesileyle
açıkladıklarından anlaşıldığı kadarıyla hükümet,
farklı coğrafyalarda, farklı türden enerji santrali
projelerini hayata geçirmeyi planlıyor. Mersin-Akkuyu
Nükleer Santrali için yapılan uyduruk “yarışma”
sürecinin, yargı engeline takılmasının ardından,
hukuk dolandırılarak, “devletten devlete” anlaşma
yoluyla Akkuyu Nükleer Santrali Rusya’ya, Sinop için
planlanan nükleer santral Güney Kore’ye ihalesiz
“ihale” edilmeye çalışılıyor. Rusya ile ön
anlaşmanın yapıldığını biliyoruz. Güney Kore’yle ise
10 Mart’ta bir protokol imzalandı. Bu protokolün
imzalanmasından iki gün sonra Bakan Yıldız, Güney
Kore ile çok iyi bir iş yapıldığı mealinde
açıklamalarda bulunurken, Güney Korelilerin daha
önce yapımını üstlendiği bir santralin ana gövdesine
bir Fantom uçağıyla çarpmak suretiyle dayanıklılık
testi yaptıklarını, Sinop’ta ise bu deneyi Boeing
yolcu uçağıyla gerçekleştirmeyi planladıklarını
söyledi. Bunun simülasyon olduğunu bilen zeki bir
gazetecimizin “Bu test simülasyon mu, yoksa
gerçekten bir yolcu uçağının santrale çarpması
şeklinde mi gerçekleşecek” sorusuna Bakan’ın cevabı
“Gerçek bir çarpma planlıyorlar” oldu. Öğrenmiş
bulunuyoruz. Sinoplular bir Boeing 707 veya 727’nin
yanı başlarında patlatıldığına şahit olacaklar. Biz
de tarihe bir kayıt düşerek takipçisi olacağız,
Boeing gerçekten patlatılacak mı? Şaka gibi. Ama
maalesef böyle yönetiliyoruz.
Belki de bu nedenle enerji politikalarının ciddi
ciddi sorgulanmaya ihtiyacı var. Bu alanda tam bir
kamu yararı bilmezlik ve hukuk tanımazlık egemen.
Farklı coğrafyalardan, hukuki anlamda takipçisi
olacağımız sesler yükseliyor. Hükümet ise yakınmalar
karşısında pek hoyrat. Buna rağmen yaşadığı
coğrafyaya ekolojik anlamda duyarlı tüm
yurttaşlarımız ülkemizin dört bir yanından seslerini
yükseltmeye devam ediyorlar. Yapımı süren veya proje
aşamasında olan hidro, nükleer ve termik
santrallerin tamamına yakını sorunlu. Doğal yaşam
alanları, kültür ve tarih varlıkları tehdit altında.
Lisans verilse bile...
Bartın-Amasra da termik santral nedeniyle bu tehdidi
yaşıyor. Amasra, Batı Karadeniz’in doğal
güzellikleri, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle
ünlü nadide bir bölgesi. Bir özel şirketin Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulu’na (EPDK) yaptığı lisans
başvurusuyla başlayan süreç işliyor. EPDK’nın
internet sitesindeki bilgilere göre Hema Endüstri
A.Ş.’ye 12.10.2006 tarihinde 1100 megavat gücünde
bir kömür santrali kurulması için lisans verildiği
anlaşılıyor. Hükümet çevrelerinin ve bölge
milletvekillerinin “lisans verilmiş olsa bile bunun
kömür santrali kurulacağı anlamına gelmediği” yollu
açıklamalarına rağmen, geçen yıllar, faaliyetlerde
ilerleme sağlandığına işaret ediyor. Kömür
çıkarılması gerekiyor. Amasra’ya biri 2 km, diğeri 5
km uzaklıkta iki kömür kuyusu şimdiden açılmış
durumda, sırada galerilerin açılması var. Dikkat
çekici olan şu: Bahsi geçen şirket, önce kömür
çıkarmak için Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ile
anlaşma yapıyor. Bu anlaşmanın kömür santraliyle bir
ilgisi yok. Daha doğrusu yok gibi görünüyor. Hema
Endüstri A.Ş. aslında maden kiralıyor (rodövans
sözleşmesi). Bu kiralama karşılığında, sözleşmede
belirtilen sürelere uyması ve bedel ödemesi
gerekiyor. Bu konuda rivayetler muhtelif. Ancak
şirketin taahhütlerini yerine getirmediğini
biliyoruz. Hukuksuzluğa göz yuman ve yummayan kamu
görevlilerini de biliyoruz. Bu noktada kömüre dayalı
bir santral kurma amacının öne çıktığı sonucuna
varıyoruz. Şirket yetkilileri de zaten bunu
saklamıyorlar. Peki, TTK ile yapılan rodövans
sözleşmesi neyin nesi idi? Hukukun dolandırılması
için bu gerekiyordu. Hep karşılaşıyoruz.
Açılan kuyuların Amasra’ya uzaklıkları, kirliliğin
şimdiden başladığına işaret ediyor. Bartın Olay
gazetesinden, Amasra B-Bölgesi havzasında açılan
Hema-2 kuyusunun Kaman Köyü yakınlarında toplu balık
ölümlerine yol açtığını öğreniyoruz. Şirket
yetkilileri bilgilendirme amaçlı olarak sürekli
kamuoyu karşısında. Kömür santralinin güzelliklerini
anlatıyorlar. 2010 yılı başından itibaren, Hema
Endüstri A.Ş. Kurumsal İletişim Başkanı, Başkan
Yardımcısı, çalışanı, yetkilisi sıfatı ile onlarca
şirket çalışanı, neredeyse günü birlik yaptıkları
basın açıklamalarıyla, kömür santralinin
gerekliliğine Amasra halkını inandırmaya çalışıyor.
Yanlış bilgi veriyorlar ve halkı yanıltıyorlar.
Kömür santrallerinin iki önemli çevresel etkisi
olduğunu biliyoruz. Bunlardan ilki, kömürün yanması
ile oluşan külün atık olarak bertaraf edilmesi,
ikincisi de soğutma suyunun atık olarak çevrede
yarattığı ekolojik bozulma. Kömür santrallerinde
baca ile atılan sülfürün bertaraf edilmesi için atık
kireci kullanımının başlıbaşına bir kirlenme
yarattığını da biliyoruz. Nitekim, dünyadaki karbon
salımının yüzde 41’inden tek başına kömür
santrallerinin sorumlu olduğu Kyoto Sözleşmesi ve
ekli belgelerinde gösteriliyor. Kömür santrali
faaliyete geçtiğinde Amasra’da soluk almak imkansız
hale gelecek. Bartın ve Amasra’da jeolojik yapı
santral baca gazlarının insana zarar vermeyecek
şekilde atmosfere yayılmasına engel olacak yapıda.
Havzanın yaslandığı dağlar buna engel. Bacadan çıkan
karbonun sıvılaştırılıp saklanması imkansız,
Karadeniz’e deşarj edilmesi ise cinayettir.
Amasra’nın balık üreme bölgesi olduğu biliniyor.
Santral soğutma suyunun atık olarak Karadeniz’e
deşarj edilmesi balık nesli için tehlike. Deşarj
edilecek suyun 7-12 derece santigrat ısınmaya yol
açacağı, bunun da ekolojik dengeyi altüst edeceği
aşikar. Kömür santralleri için ekolojik bozulmaya en
iyi örnek Yatağan ve Afşin termik santralleridir. Bu
iki örnekte yaşananları, Bartın ve Amasra halkı
unutmamalı.
Radikal İki, Yazı: Hasan Sever - Hukukçu,
04.04.2010
|
SAVARONA'DAN NEDEN OKUL GEMİSİ OLMAZ?
Atatürk’ün gemisi Savarona’nın Rus ve Arap
işadamlarına satışı gündeme gelince, ortalık ayağa
kalktı. Geminin okul gemisi olmasını da öneren var,
TOBB tarafından satın alınıp protokol ve müze gemisi
olmasını da...
Atatürk’ün yatı Savarona satılsın mı satılmasın
mı diye tartışıyoruz. Hikayeyi özetleyelim:
Savarona’yı işleten Kahraman Sadıkoğlu, işletme
hakkını satışa çıkardı,
Arap ve Rus işadamları talip oldu. Turizmciler
yatın yabancılara değil
TOBB’a satılmasını önerdi. Kamuoyunda “Herkes
bir lira
versin. Gemiyi biz alalım,
Deniz Kuvvetleri’ne okul gemisi yapalım” fikri
oluştu.
Savarona’nın okul gemisi olması başta romantik gelse
de iyi bir fikir değil. Deniz Kuvvetleri’nin
Savarona’yı tekrar okul gemisi olarak alması için
önce sağlam bir özeleştiri yapması gerekiyor.
İngilizler Amiral Nelson’un 1759 yılında inşa
edilmiş HMS Victory gemisine 250 yıldır bakarken,
bizim Deniz Kuvvetleri 1931 yapımı Savarona’yı başta
ödeneksizlik olmak üzere birçok nedenden 58 yıl
sonra hurdaya ayırmak zorunda kaldıysa oturup
düşünmek gerek.
Gelişmiş ülkelerde, tarihi önemi olan gemiler
donanmanın okul gemisi olarak kullanılıyor. Tüm
ihtişamları ile dünya denizlerinde dolaşıp sancak
gösteriyor. Ama bunların hepsi de en az üç direkli
klasik gemiler. Hem makine gücü ile çalışıyor hem de
yelken gücü ile hareket ediyor.
Savarona’nın okul gemisi olduğu dönemde bir Bahriye
öğrencisi arkadaşımın görüşlerini aktarmak istiyorum
(Halen subay olduğu için adını vermiyorum).
Okul için klasik gemi yakışır
“Savarona’nın içinde yatakhaneler vardı ve biz 300
öğrenci bu yatakhanelerde kalıp eğitime çıkıyorduk.
Daha sonra yanarken gördüğümüzde içimiz cız etti.
Sonra büyük masraf edildi ve yatakhaneler lüks
suitlere çevrildi. Bu suitlerin sökülüp yatakhaneye
çevrilmesi ve tekrar okul gemisi olması, yazıktır
günahtır. Artık bizim deniz subayı adayı
kardeşlerimizin de, yabancı ülke okul gemileri
yanında eziklik hissetmemesi için direkli, yelkenli,
klasik gemilere ihtiyacı var. Okul gemisi olarak
Savarona değil,
Japonya açıklarında batan
Ertuğrul Fırkateyni’nin bir benzerinin yapılması
yakışır.”
TOBB, Savarona’yı alırsa ne yapacak? İşletip karlı
hale mi getirecek? Esasında karlı bir işletmeden
çok, kültürel mirasa sahip çıkmak söz konusu. Deniz
kültürü olan ülkelerde bu tür gemiler, devlet ve
özel şirketler tarafından ayakta tutuluyor. Müze,
protokol ve gezi gemisi olarak kullanılıyor. Bir
mütevelli heyet geminin bakım, onarım, işletme, sevk
ve idaresini yapacak yöneticiyi atıyor. O da kendi
kadrosunu kurup gemiyi işletiyor. Bu heyete
siyasetçiler karışmıyor, heyet KİT ve çiftlik
mantığı ile çalışmıyor, profesyonel yöneticiler
rahat çalışıyor.
Bugün Savarona’nın bakım ve personel maliyeti
tahmini yıllık 900 bin dolardır. Oysa eski
yıllardaki gazetelerinden hatırlıyoruz ki, gemi
Cannes Film Festivali’ne bir haftalığına
gittiğinde bu masrafı fazlasıyla karşılıyordu.
Bakım maliyeti makul
Hem donanmadan hem sivil denizcilik camiasından
kaptan arkadaşlarımla yaptığım sohbetler sonucunda,
denizcilik camiasının Savarona konusundaki
temennisini şöyle özetleyebilirim:
Yıllık 900 bin dolarlık bir bakım tutum masrafı
böyle bir gemi için çok
makul. Bu
gemi, yurtiçi ve yurtdışı davetlerde
Türkiye adına, zaman zaman da yine eski yıllarda
olduğu gibi yurtdışı turlarda iş dünyası
toplantılarında kiraya verilebilir. Dışarıda turizm
fuarlarında stand açan Türkiye’nin, aynı zamanda o
kentin limanına Savarona’yı yanaştırmasının
sağlayacağı
etki
müthiş olur. Yılın bir bölümünde, bugün bağlı olduğu
Kuruçeşme’de ve diğer sahillerde dolaşarak müze gemi
olarak hizmet verebilir.”
Kriz onu da vurdu
Savarona’yı
Avrupa ve dünya jet sosyetesinde mensup
zenginler kiralıyordu. Bunlar arasında Arap
prensleri de, Rus zenginleri de, Amerikalı
milyarderler de bulunuyordu. Her sene Cannes Film
Festivali’nin en gözde yatı Savarona oluyordu. Başta
Arap ve Rus zenginler olmak üzere, dünya jet
sosyetesinin önemli bir bölümü, iki yıl önce patlak
veren global finans krizinden çok kötü etkilendiler.
Çoğunun parası, Amerikan bankalarında çürük hedge
fonlarda battı. Dünyada bu tür gemilere olan talepte
düşme yaşandı.
Milliyet, Yazı: Meriç Köyatası, 03.04.2010
|
TARİHİ CAMİNİN KUBBESİ ÇÖKTÜ
Tokat'ta
kullanılmayan ahşap bir evde başlayan yangının,
binanın yanındaki tarihi Devegörmez Camisi'ne
sıçraması sonucu, kubbesi çöken camide büyük çapta
hasar oluştu.
Kent
merkezi Devegörmez Mahallesi Şeyhi Şirvani 6.
Sokakta Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi
yakınlarında bulunan kullanılmayan iki katlı ahşap
bir evde saat 03.30 sıralarında bilinmeyen bir
nedenle yangın çıktı. Kısa sürede büyüyen yangın,
evin yanındaki tarihi Devegörmez Camisi'ne de
sıçradı.
Tokat Belediyesi itfaiye ekiplerinin 2 saat süren
çalışmaları sonucu söndürülen yangında, ahşap ev
tamamen yanarken, 19. yüzyıl Osmanlı dönemine ait
tek kubbeli 2 katlı ahşap tarihi Devegörmez
Camisi'nin ise kubbesi çöktü.
Büyük çapta maddi hasarın oluştuğu ve kullanılamaz
hale gelen cami ibadete kapatıldı. Vakıflar Bölge
Müdürü İsmail Aktaş, olay yerine gelerek camide
incelemede bulundu.
Tescilli tarihi Devegörmez Camisi'nin 2006 yılında
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edildiği
öğrenildi. Yangın sonucu hasar gören tarihi caminin
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden
onarılarak, Ramazan ayında ibadete açılmasının
hedeflendiği bildirildi.
Sabah, 03.04.2010
|
|
İŞÇİ HEYKELİNİN ÇİLESİ
İstanbul’da heykel deyince
çoğunluğun aklına ilk gelen ne Kuzgun Acar, ne İlhan
Koman. Akla sanatçılardan çok, heykellere konu
olanlar geliyor. Mesela çeşitli Atatürk heykelleri,
büstleri, Osmanlı döneminin de şan şöhret sahibi
isimleri için yapılmış anıtlar...
Mesela Fatih’te yaşayan, hiç müze görmemiş bir çocuk
için heykel, meydanda devasa atının sırtında uçan
Fatih Sultan Mehmet’in heykelidir. Aslında orada
uçan attır. Aslında o da değildir. Uçan bizzat
heykeltraştır. Böyle bir hareketi yapabilen bir ata
(arka ve ön bacaklar aynı anda öne ve geriye dümdüz
uzanıyor), bugüne kadar Fatih ilçe sınırları ve
çizgi filmler dışında rastlanmamıştır. Yanlış
anlaşılmasın, soyut sanata hiç karşı değilim, ama
Fatih bu kadar somutken, at neden soyut olsun? Bir
ara atın anatomisinin tartışıldığını da söylemeliyim
ama bu tartışma testislerinin iriliğiyle ilgili
olmuş, bu şekilde hareket edip edemeyeceğiyle değil.
Atın t.ş.klarıyla ilgili üst düzey entellektüel
tartışma nasıl sonuçlandı bilmiyorum ama, kültür
başkentinin halkının güzel sanatlar anlayışının
sınırlarını güzelce belirledi zamanında.
Bitmeyen tamirat
Bu anlayışı anlatan başka örnekler de var tabii.
1980-2001 yılları arasında okula gitmek için hemen
her gün Tophane’den geçerdim. Benim heykelim de işte
orada dururdu. 12 yaşımdan itibaren mücadelesini
izledim onun. Tophane Parkı’ndaki işçi heykelinden
söz ediyorum. O heykeli Yapı Kredi’nin kuruluşundan
1977 yılına kadar kültür sanat etkinliklerini
yöneten, ama bunu yaparken aslında Türkiye’nin
kültür sanat birikimini oluşturan isimlerden birine,
Vedat Nedim Tör’e borçluyuz. Eczacıbaşı’nın sanal
müze sitesinde, Tör’ün Almanya’ya giden işçilerin
ülke ekonomisine katkısına dikkat çektiği ve onlar
için bir anıt dikilmesini önerdiği yazıyor. İş ve
İşçi Bulma Kurumu orada olduğu için Tophane
düşünülüyor. Heykeltraş Muzaffer Ertoran hazır,
“Zaten öyle bir etüdüm var” diyerek mutlu mesut işe
girişiyor. Ertoran bilebilir miydi heykelinin başına
on yıllar boyunca gelecekleri?
Onu ilk fark ettiğimde tek kolu kırılmıştı bile.
Kırılan kol balyozu tuttuğu koluydu. Bir insana
zarar verilmiş gibi bir üzüntüye ve garip bir utanca
kapılmıştım. Daha sonra anneme sorduğumda,
muhtemelen farklı görüşten birilerinin, o işçiyi
rahat bırakmadıkları cevabını almıştım. Sonra bir
gün yine sabahın köründe oradan geçerken, kırılan
kolun yerine demirlerle bağlanarak son derece iğreti
bir biçimde takıldığını görmüştüm. Tamir çabası
hoşuma gitmişti ama ameliyat başarılı değil gibiydi.
Sonra heykelin iki kolu birden gitti, heykel toptan
kaldırılıp atölyeye taşındı ve ‘tam olarak’ geri
döndü yanlış hatırlamıyorsam. Sonra yine darbeler;
bu kez bacak da gitmişti. Heykel beton döküm olduğu
için de kırmak kolay oluyordu zaten.
Yine de başarılı bir eylem
Tophane’den son geçişimde bu heykelle ilgili bir
yazı yazmalıyım diye düşünmüştüm. Derken geçen hafta
bir grup güzel insan duruma dikkat çekmek için
heykeli yerinden araklama girişiminde bulundu.
Belediye görevlileri tesadüfen oralarda olmasaydı,
belki her gün o heykelle selamlaşanların dışında hiç
kimse işçinin seke seke yürüdüğünün farkına
varmayacaktı. En azından bir süre, belki 12 saat,
belki birkaç gün... Grup heykeli yerine bir hafta
sonra yerleştirmeyi planlıyordu. Bu tam da
heykeltraşın geldiği son noktaya uygun bir eylemdi.
İşçinin başına gelen bu sonsuz işkence Ertoran’ın da
sağlığında canına tak etmiş olacak ki, birkaç
tamirden sonraki yılgınlığını, ‘Bir makinenin gelip
heykeli yerinden sökmesi’ fantazisiyle dile
getirmişti. Eylem planlandığı gibi gitmese de, bence
2010 Kültür Başkenti etkinliklerinin en parlakları
arasına üst sıralardan girdi.
Radikal Cumartesi, Yazı: Banu Güven, 03.04.2010
|
 |
SAĞLAMLAŞTIRILMASINA BAŞLANDI
Uzun zamandan beri tartışılan ve yerlerinden sökülerek yeni Hasankeyf'e taşınacakları bildirilen tarihi eserlerin sağlamlaştırılmasına başlandı. Hasankeyf Kazı Başkanı Prof.Dr. A.Selam Uluçam, Bakanlığın açtığı ihaleyi kazanan firmanın Hasankeyf'e gelerek çalışmalara başladığını söyledi.
Zeynel bey türbesinde iskele kurulduğunu ve sağlamlaştırma çalışmalarının başladığını belirten Uluçam "Bakanlığın ihalesiyle önceden belirlenen 11 yerin sağlamlaştırılması yapılacak. Küçüksaray'dan Artuklu hamamına kadar birçok tarihi eseri sağlamlaştıracak olan firma bu çalışmayı Kasım ayına kadar sürdürecektir" dedi.
Batman Gazetesi, 02.04.2010
|
AĞLAYAN MERYEM, AZİZ GENNARO'NUN KANI VE AZİZE
ROSALIA'NIN KEMİKLERİ
Dinlerin iddia ettiği her
mucize, biraz yakından incelenince, son derece
sıradan olayların cehaletten kaynaklanan
yorumlarından ibaret olduğu görülmüştür.Hani
ortaçağda falan bu cehaleti anlamak kolaysa da,
yirmibirinci yüzyılda bu zırvalara inanan insanları
uygar toplumlar içerisinde bile görmek insanı
gerçekten şaşırtıyor.
Buna benzer en son haber Paris'ten hem de bir
Türk'ün evinden geldi: Efendim, 2006 yılında
Paris'te ikamet eden bir vatandaşımıza Lübnan'lı bir
rahip tarafından hediye edilmiş olan yağlıboya bir
tablodaki Meryem Ana tablosu ağlamaya başlamış 12
Şubat'tan beri! Şimdi de bir din adamı ekibi gelip
bu tabloyu inceleyeceklermiş (bence önce evdeki nem
durumunu incelemeye bir tesisatçı falan getirseler
daha iyi olur). Tabii bu konuda naklettiklerim
dışında hiçbir detaydan haberdar değilim.
Ama ondokuzuncu yüzyılda Oxford Üniversitesi'nde
ilk kez jeoloji dersleri vermeye başlamış olan Dekan
William Buckland'in benzer "mucizeleri" aydınlatması
meşhurdur. Buckland enfes bir öğretmen ve heyecanlı
bir konuşmacı olmasıyla şöhret yapmış, Charles Lyell
gibi modern jeolojiyi yaratanlardan bazı önemli
bilim insanlarını jeolojiye kazandırmış olan ve
kendisi de önemli bir bilim insanı olan bir kişidir.
Buckland'in özel meraklarından biri de hayvanlar
alemindeki (dışkı ve sidikler dahil) her şeyi tatmak
gibi garip bir hobisi olmasıydı. Evine misafir gelen
davetlilerine bazen bir fil pirzolası, bazen bir
timsah filetosu, bazen de iguana eti ikram ettiği
söylenir.
Buckland evlenince eşini de alıp İtalya'nın
güneyine balayına çıkmış. Bir din adamı olduğu halde
(dekanlık rütbesi, üniversite değil, kilisenin
verdiği bir rütbeydi) dinin mucizelerine inanmaması
dindar ev sahiplerini kızdırmış, inancını tazelemek
için kendisine Azize Rosali'nın kemiklerini Monte
Pellegrino'nun yüksek sırtlarındaki bir mağarada
inziva hücresinde göstermeye karar vermişler.
Karşılaştırmalı anatomiyi iyi bilen Buckland
"kutsal" (!) kemiklere şöyle bir bakmış: "Azize
Rosalia'nın kalıntıları ha? Bana sorarsanız keçi
kemikleri" demiş. Bunun ardından o kutsal yer derhal
ziyarete kapatılmış! Daha sonra Napoli'de Aziz
Gennaro'nun kanının her yıl nasıl tekrar
sıvılaştığının kendisine gösterilmesi üzerine,
derhal dizleri üzerine çöküp yerdeki sıvıyı yalayan
Buckland, bunun kan değil, heykelin üzerine akan
yarasa sidiği olduğunu ilan etmiş.
İtalya'da Torino'daki Vaftizci Yahya (Yohannes
Prodromos) kilisesinde bulunan "Torino Kefeni" adı
verilen pamuklu bez parçasının üzerinde bulunan
insan görüntüsünün, İsa'nın çarmıha gerilmesinden
sonra cesedinin üzerine örtülmesi esnasında bu beze
nakşedildiğine inanılır.
1988'de Papalık, üç ciddi araştırma merkezinin
(Oxford Üniversitesi, Arizona Üniversitesi ve
İsviçre Federal Yüksek Teknik Okulu) bu bez
parçasından alınan örnekler üzerinde radyokarbon
yöntemiyle yaş tayini yapmasına izin verdi: Yaşlar
bezin, bırakın İsa'nın kefeni olmayı, 13 ila 14.
yüzyıla tarihlenmesi gerektiğini gösterdi.
Bu ölçümlere bilhassa dindar takımdan itiraz
geldiyse de 2008'de Nature'da çıkan bir yazı
radyokarbon yaşının yanlış olması ihtimalinin pek de
akılcı olmadığını gösterdi. Üstelik İsrail'de
yapılan arkeolojik kazılarda bulunan ve İsa'nın
çarmıha gerildiği yıllara ait kefen kumaş dokusunun
Torino Kefeni'ndekinden çok daha ilkel olduğu
görüldü.
Mucize, doğanın normal işleyişinin dışında
cereyan ettiği kesin olan olaylara verilen isimdir.
Bugüne kadar bilimin aydınlatamadığı iyi belgelenmiş
hiçbir mucize yoktur. Mucizeye inanmak yobaz için
öyle bir ihtiyaçtır ki, arada bir Ayasofya'yı
yurtdışından gelen dostlarıma gezdirirken,
inançlarının yönü kılık kıyafetlerinden belli olan
bazı kişilerin bana meşhur dilek deliğinin Hızır'ın
parmağı ile Ayasofya'yı Kabe'ye yönlendirmesi
esnasında oluştuğunu anlatmaya çalıştıklarına şahit
oluyorum.
Bu insanları önce sabırla sonuna kadar
dinliyorum, sonra da ellerinden tutup onları
Ayasofya'nın ekseninden güneydoğuya kayık bir
şekilde inşa edilmiş olan mihrabına götürüyorum:
"Biraz akılcılığınızı kullanın" diyorum. "Hızır,
binayı çevirebilmiş olsaydı, bu mihrabı Kabe'ye
dönük olabilmesi için Fatih böyle yamuk yaptırmak
ihtiyacını duyar mıydı?"
Aklı başında görünen insanların din adına
karşılarına gelen bir sürü zırvalığa
inanabilmelerini çocukluğumdan beri hiç
anlayamamışımdır. Başından beri bu durum, insanlığın
en önemli sorunları arasındadır. Bu zırvalıklar
uğruna tarihte dökülen kanın, tahrip edilen kültür
varlıklarının haddi hesabı yoktur. Liberalizmin
tamamen çarpık (bazen maksatlı) yorumlarından
türeyen bu tür zırvalıklara saygı gösterilmesi
ısrarını ise hiç mi hiç anlamıyorum.
Cumhuriyet Bilim Teknik, Yazı: Celal Şengör,
02.04.2010
|
BİZANS'IN KAYIP DİKİLİTAŞ'I BULUNDU

Esekapı Mescidi’nin
restorasyon çalışmalarında bir granit parçası
bulundu. İpuçları, bu parçanın 4. yüzyılda Mısır’dan
getirilen bir dikilitaşa ait olduğunu gösteriyor.
Murat Sav ve Hayri Yılmaz’ın konuya ilişkin
haberinden ayrıntılar şöyle;
Eni 80 cm, boyu 90 cm,
yüksekliği de 3 metre dikdörtgen prizma şeklinde
pembe bir granit. Bu tasvir ilk seferde kulağa
sıradan gelebilir. Ama İstanbul’da Cerrahpaşa
semtindeki Esekapı Mescidi’nde (İbrahim Paşa
Medresesi) bulunan bu kesme taş, büyük bir ihtimalle
bir dikilitaşın (obelisk) parçası.
Bulunduğu konum, granite
16. yüzyılda yapı mescide çevrilirken rastlandığını,
ama ağırlığı dolayısıyla yerinden kaldırılamayıp,
yana yatık halde bırakıldığını gösteriyor. Hemen
üzerine Esekapı Mescidi’nin döşemeleri yerleştirilen
granit, yüzyıllarca toprak altında saklı kalmış.
Dikilitaş, Adli Tıp
Kurumu’nun hemen karşısında yer alan Esekapı
Mescidi’nin avlusunda bulundu. Burası, Kanuni Sultan
Süleyman (1520-1566) döneminde Mimar Sinan’a
yaptırılmıştı.

Yapının arazisinde İsakapı (Bab-ı İsa) diye
anılan bir Bizans kilisesi vardı. İsmi, yakınında
bulunduğu ve “Eski Kapı” adıyla bilinen kapıdan
geliyordu. Bu kapının, 1509’daki “Küçük Kıyamet” adı
verilen büyük depremle yıkılan surlardaki İsakapı
olduğu biliniyor.
Bulunan kesme taşın rengi, neredeyse kare kesitli
olması ve yukarıya doğru incelmesi, büyük ihtimalle
Mısır’dan getirildiğini gösteriyor. Antik dönemlerde
Mısır’ın Asuan bölgesinden çıkarılan pembe granitler
blok halinde kesilirdi. Mısır’ın da bağlı olduğu
Roma veya Bizans’ın farklı eyaletlerinde inşaatlarda
yapı malzemesi veya meydanlarda anıt olarak
kullanılırdı. Yazılı kaynaklar da yeni bulunan
granitin bir dikilitaş olma ihtimalini
güçlendiriyor.

İstanbul ise ilk dikilitaşına 4. yüzyılda kavuştu.
İmparator I. Theodosius’un 390’da Hipodrom’a
yerleştirdiği dikilitaş 1620 yıldır aynı noktada.
İstanbul’a ne zaman kim tarafından getirildiği kesin
olarak bilinmiyor.
Osmanlı dönemi boyunca hem
Mısır’ın bu anlaşılamayan taşı hem de kaidesindeki
kabartmalar şehri koruyan bir tılsım kabul edildi ve
korundu. İstanbul’da az tanınan bir başka dikilitaş
ise, Sarayburnu civarında yapılan kazılarda bulundu
ve halen Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde
sergileniyor.
Antik Çağ’da dikilitaşlar
Mısır dışında sadece Roma ve İstanbul’da yükselirdi.
Osmanlı döneminin sonunda ise, Kavalalı Mehmet Ali
Paşa ve soyundan gelen Mısır hıdivlerinin izniyle
Londra, Paris ve New York’a birer tane dikilitaş
armağan edildi.
Dikilitaşların özelliği
yekpare olmaları. Antik Mısır’da genelde Asuan
granit ocaklarından çıkarılırlardı. Tonlarca
ağırlıktaki bu dev anıtların kızaklar üzerinde
sürüklenerek taşınabileceği tahmin edilse de nasıl
yerlerine yerleştirildikleri hep merak
uyandırmıştır. Bugün uzmanlar, dikilitaşları
yerleştirmek için devasa toprak tepelerinin
hazırlandığını düşünüyor. Tepeden kaydırılan taş,
tapınak önlerindeki kaideler üzerine oturtuluyor,
daha sonra çift yönlü dengelenmiş iplerle
yerleştiriliyordu.
Ntvmsnbc, 02.04.2010
|
YALOVA'DA KANALİZASYON KAZISINDA TARİHİ MEZAR TAŞI

Yalova Belediyesi tarafından Yalı
Caddesi üzerinde sürdürülen
kanalizasyon hattı kazı
çalışmaları sırasında
1820
yılına ait mezar taşı
bulundu. Yapılan
inceleme sonucu
Yalakabad Ayanı Emin Ramazan isimli kişiye ait
olduğu belirlenen mezar taşının yapılacak
incelemenin ardından
Yalova Açık Hava Müzesi'nde
sergileneceği bildirildi.
Yalova Belediyesi ekipleri tarafından
Yalı Caddesi'nde yürütülen
kanalizasyon hattı
çalışmaları sırasında
kepçeye takılan taş heyecan yarattı. Kazıdan
çıkarılan taşın
incelenmesi için
Bursa Müze Müdürü Enver Sağır'ın da
beraberinde iki uzman
Yalova'ya çağrıldı. Uzmanların
incelemesi sonucu taşın
1820
yılından kalma mezar
taşı olduğu anlaşıldı.
Kazı bölgesinde
incelemelerde bulunan
Yalova İl Kültür ve Turizm Müdürü
Cemal Ulusoy, kazının yapıldığı yerin tarihi bir
alan olmadığı için alt yapı
çalışmaların devamında
bir sakınca olmadığını söyledi. Ulusoy, "Çalışmaların
yürütülmesinde herhangi bir sakınca yok. Çünkü
burası tarihi bir yer değil. Ancak buradan başka
mezar taşları da çıkabilir. Böyle bir durum meydana
gelirse kazıyı yürütenler bizleri
bilgilendirecekler" diye konuştu.
Mezar taşını
inceleyen Yalovalı
Tarihçi-Yazar Muhsin Sevencan ise, "Bu mezar taşı
1820'li
yıllara ait. Bu bizim
için bir
sürpriz değil. Çünkü
Yalova'nın
Pazaryeri ile Cumhuriyet Meydanı
dediğimiz alanın eskiden bir mezarlık olduğunu
biliyoruz. Bu mezar taşı Yalakabad Ayanı Emin
Ramazan isimli kişiye ait.
Yalova'nın Yalakabad ismi olarak
zikredilmesi çok ilginç bir olay. Bu taş resminin
sahibi kişi, bugün bir İl Genel Meclisi
Üyesi eşdeğerinde birisi
olmalı. Taşın diğer parçası kopmuş. Maddi değil
ancak tarihi değeri var" dedi.
Yalova Belediye Başkanı Yakup Koçal
ise mezar taşının bulunmasının ardından alt yapı
çalışmalarının yapıldığı
yere gelerek, "Bende
yeni
bilgi sahibi oluyorum.
Başka mezar taşlarının da çıkabileceğini
söylüyorlar. İnşallah çıkar" dedi.
Bulunan mezar taşında yapılacak olan
incelemelerin ardından
taşın
Yalova Açık Hava Müzesi'ne
yerleştirileceği öğrenildi.
haberler.com, 31.03.2010
|